287 118 83MB
Turkish Pages 1393 [1413] Year 2010
Table of contents :
A
A-B
A-C
A-D
A-F
A-G
A-H
A-İ
A-J
A-K
A-L
A-M
A-N
A-R
A-S
A-Ş
A-T
A-V
A-Y
A-Z
B
B-A
B-E
B-I
B-İ
B-O
B-Ö
B-U
B-Ü
C
C-A
C-E
C-İ
C-U
C-Ü
Ç
Ç-A
Ç-E
Ç-I
Ç-İ
Ç-U
D
D-A
D-E
D-I
D-İ
D-O
D-U
D-Ü
E
E-A
E-B
E-C
E-D
E-F
E-G
E-H
E-İ
E-J
E-K
E-L
E-M
E-N
E-P
E-R
E-S
E-Ş
E-T
E-V
E-Y
E-Z
F
F-A
F-E
F-I
F-İ
F-U
F-Ü
G
G-A
G-E
G-I
G-İ
G-O
G-U
G-Ü
H
H-A
H-E
H-I
H-İ
H-O
H-U
H-Ü
I
I-B
I-D
I-H
I-K
I-N
I-R
I-S
I-Ş
I-T
I-Y
I-Z
İ
İ-A
İ-B
İ-C
İ-D
İ-F
İ-G
İ-Ğ
İ-H
İ-J
İ-K
İ-L
İ-M
İ-N
İ-R
İ-S
İ-Ş
İ-T
İ-V
İ-Y
İ-Z
J
J-A
J-E
J-İ
J-U
J-Ü
K
K-A
K-E
K-I
K-İ
K-Ö
K-U
K-Ü
L
L-A
L-E
L-I
L-İ
L-U
L-Ü
M
M-A
M-E
M-I
M-İ
M-O
M-U
M-Ü
N
N-A
N-E
N-I
N-İ
N-O
N-U
N-Ü
O
O-C
O-K
O-R
O-S
O-T
Ö
Ö-M
Ö-R
Ö-Ş
Ö-Z
P
P-A
P-E
P-I
P-İ
P-O
P-U
P-Ü
R
R-A
R-E
R-I
R-İ
R-U
R-Ü
S
S-A
S-E
S-I
S-İ
S-O
S-U
S-Ü
Ş
Ş-A
Ş-E
Ş-I
Ş-İ
Ş-O
Ş-Ö
Ş-U
Ş-Ü
T
T-A
T-E
T-I
T-İ
T-Ö
T-U
T-Ü
U
U-B
U-C
U-D
U-F
U-G
U-Ğ
U-H
U-K
U-L
U-M
U-N
U-R
U-S
U-Ş
U-T
U-V
U-Y
U-Z
Ü
Ü-B
Ü-C
Ü-D
Ü-F
Ü-H
Ü-K
Ü-L
Ü-M
Ü-N
Ü-R
Ü-S
Ü-Ş
Ü-T
Ü-V
Ü-Z
V
V-A
V-E
V-I
V-İ
V-U
V-Ü
Y
Y-A
Y-E
Y-U
Y-Ü
Z
Z-A
Z-E
Z-I
Z-İ
Z-O
Z-U
Z-Ü
OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK LÜGAT (ESKİ VE YEN İ HARFLERLE)
FERİT DEVELLİOĞLU
ISBN 975-7519-02-2
9 789757 519027
AYDIN KİTABEVİ YAYINLARI SÖZLÜK D İZİSİ: ı
ISBN 975-7519-02-2
FERİT DEVELLİOĞLU: OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK LÜGAT (Eski ve yeni harflerle) © Her hakkı saklıdır ve Aydın Sami Güneyçal’a aittir. Adını, şeklini, içindeki kelimeleri, açıkla maları, örnekleri, terkip ve deyimleri aktaran, 5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ na göre sorumlu olur. Kitabın tamamı ya da bir bölümü, fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz.
AYDIN KİTABEVİ İzmir Cad. No. 13/52 06440 Yenişehir - ANKARA Tel. ve faks : 230 27 59 www.aydinkitabevi.com
Bu Lügat : Millî Eğitim Bakanlığı (Talim ve Terbiye Dairesi)’nm 9٠XI.i970 tarih, 660/17209 sayılı kararıyla Türk Edebiyatı ve Türk Tarihi ile meşgul olan öğretmen ve öğrencilere tavsiye edilmiştir.
Dizgi ve sayfa düzeni: Aydın Kitabevi / Elektronik Dizgi Basıldığı yer : Aydan Web - Ofset Ankara 2010 Örnek Sanayi Sitesi 364 Sk. No: 4 Tel: 0312 385 00 42 - Faks : 0312 385 39 23 - [email protected] Cilt: Balkan Cilt San. Tic. Ltd. Şti. Tel: 0312 267 09 52 - Faks : 0312 267 09 53
II
OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK
LÜGAT ESKÎ VE YENİ HARFLERLE
H A Z IR L A Y A N
FERİT DEVELLİOĞLU
Yeniden Düzenlenmiş ve Genişletilmiştir. (1993) Yayma Hazırlayan : AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Genişletilmiş, Düzeltilmiş (2009-2010) (Arapça-Türkçe Okunuşlu Dizinle Birlikte) Yeni Basım İnceleyen: PROF.DR. MUSTAFA ÇİÇEKLER
26. Baskı (2010)
AYDIN KİTABEYİ YAYINLARI - AN KARA
FERİT DEVELLIo G U ’NUN YAYINLANMIŞ ESERLERİ
1. Fransızca - Türkçe Halk Tabirleri Sözlüğü (1937). 2. Türk Argosu (1941,1945,1955,1959, ["Türk Argo Sözlüğü" adıyla] 1970,1980,1990). 3. Dobruca’da Türk Etnik Unsurları (Tadeusz Kovvalsky'den ؟evirme), (1942). 4 ٠ OsmanlIca - Türkçe Küçük Lügat (1949). 5. OsmanlIca - Türkçe AnsiklopedikLUgat (1962). 5000 kelime ilâveli 2. baskı ( 1 9 7 0 ) 1 0 ........... ؛. baskı (1992) ؛genişletilmiş ve düzeltilmiş 11. baskı ( ا993)ذ yeniden genişletilmiş, düzeltilmiş, Arap ؟a-Türk ؟e okunuşlu dizin eklenmiş 26. Baskı (2010). 6. 7. 8. 9. 10. 11.
IV
OsmanlIca - Türkçe Okul ve Yazışma Sözlüğü (1964). En Yeni Okul Sözlüğü (1972). Onikibin Kelimelik Türkçe Sözlük (1972). Fransızca - Türkçe Deyimler Sözlüğü (Genişletilmiş 2. baskı 1973). OsmanlIca - Türkçe Okul Sözlüğü (1975). En Yeni Büyük Türkçe Sözlük (1975).
FERİT DEVELLİOĞLU 18.1.1906 -1.4.1985
iç in d e k il e r
ilk Baskı (1962)11111 Önsözü : BAŞLARKEN............................................................. IX Lûgat’in Genişletilmiş Yeni Baskısı (1993) Üzerine BÎRKAÇ SÖ Z........................XI 26. BASKI (2010) AÇIKLAM ASI............................................................................ XIII AÇIKLAM ALAR........................................................................................................ XV BİBLİYOGRAFYA.................................................................................................. XVII KISALTMALAR......................................................................................................... XX LÜ G A T...................................................................................................................... XXI
İlk Baskının (1962) Önsözü:
BAŞLARKEN Biliyorsunuz, arkamızda 600 senelik mâzîsi olan bir Osmanlı Edebiyâtı, önümüzde de bu edebiyâtı öğrenmek arzusunu duyan, hattâ bâzı hâllerde mecburiyet içinde bulunan bir genç lik var. M illî Eğitim Bakanlığı mızın müfredat programlarına göre bu gençliğin; daha liseden başlıyarak, Divân, Tanzimat, Servet-i Fünûn, Fecr-i Âtî edebiyâtını, diğer taraftan İlâhiyat Fakültesi nde dinler târihi, Arap edebiyâtı, hadis, tefsir, Arap şâir ve ediplerinin biyografileri ile tasavvufî eserleri gözden geçirmek, diğer fakültelere devâm edenlerin de, birçok arapça, farsça kelimelerle hukukî tâbir ve ıstılahları öğrenmek zorunda bulunduklarını gözönünde tutarak 13 yıldan beri üzerinde meşgul olageldiğim “Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lügat” adlı eserimi bugün tamâmiyle bitirmiş ve baskısına başlamış bulunmaktayım. Bu Lügat, başta Naci lügati, Salâhi ve Ali Seydî’nin Kamûs-i Osmânî’leri olmak üzere Kamûs-i Türkî, Bahâ Lügati, Hüseyin Kâzım Kadri (Şeyh Muhsin-i Fânî), Mustafa Nihat Özön’ün sözlükleri ile Millî Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Dâiresi Müdürü Kemal Edip Kürkçüoğlu ve değerli dilcilerimiz den Osman Nedim Tuna’nm husûsî notları taranmak; şâir edebî eser ve ansiklopedilerden fay dalanmak suretiyle meydana gelmiş ve başından sonuna kadar da üstad K. E. Kürkçüoğlünun tetkik ve tashihinden geçmiştir. Lûgat’in hazırlığı sırasında büyük bir titizlik ve hassasiyet gösterilmiştir. Nitekim sıhha tinden şüphe edilen bir arapça kelime için, Ahterî, Akrebü’l-Mevârid, Redhouse, Âsim Efendi Lügatine; bir farsça kelime için, Gencîne-i Güftâr, Burhân-ı Katı5, Ferheng-i Nâsırî, Ferheng-i Şuûrî, Şemsü’l-Lûga, emsali gibi en güvenilir kaynaklara müracaat etmek külfetine katlanıla rak bir vahdet temîn olunması cihetine gidilmiştir. Bu eser, Osmanlıca’da kullanılan arapça ve farsça asıllı kelimeleri ihtiva etmektedir; türkçe kelimelerle osmanlıcaya batı dillerinden geçmiş kelimelere yer verilmemiştir. Buna m ukabil: hâk, berg, hacer... gibi dilimizde kullanılmış ve alenî; âlemşümul; beşûş; mütenekkiren... gibi kullanılmakta olan bütün Osmanlıca (arapça - farsça) kelimeler alınmış, bu sûretle 60 bin kelimelik bir lügat hazırlanmış bulunmaktadır. Yeri gelmiş iken şunu da arz etmek isterim ki ben şahsen Muallim Naci, Şemsettin Sâmi, A li Seydî, Salâhî merhum gibi eski lûgatçilerimizin uzun, yorucu ve yıpratıcı mesaîsini burada minnet ve şükranla karşılar, kendilerini hürmet ve rahmetle yâd ederim. Bu zevat memleket hesabına zamanının icaplarına göre, çok faydalı, ha yırlı ve semereli işler görmüş, büyük bir sebat ve ferâgatle bütün ömürlerini irfan âlemine vak fetmiş kimselerdir; meydana getirdikleri eserler kuvvetli bir irâde ve azmin mahsûlü olmakla berâber şunu da ifâde etmeliyim ki, bu çok değerli zevât, kelimelerin İlmî hüviyetini tâyîn etmek husûsunda değişik kaynaklardan faydalanmak yolunu her nedense ihmâl etmişlerdir. Meselâ : Salâhî’de, Kamûs-i Türkî’de, Nâcî’de veyâ Ali Seydî’de aradığınız bir kelimeyi çok zaman diğerlerinde de aynı şekilde îzâh edilmiş olarak görürsünüz; birinde bulamamışsa nız ötekinde bulacağınız şüphelidir. Lehçe-i Osmânî’de geçen bir yanlışlık Kamûs-i Türkî’de, A li Seydî’de, Salâhî’de de aynı şekilde tekrar edebilir. Meselâ, “eken, biçen, çiftçi” mânâsına gelen fâlih kelimesi, Kamûs-i Türkî’ de, A li Seydî’nin Kamûs-i Osmânî’sinde ve Redhouse lügatlerinde yoktur. Nâcî Lügatinde: “esbak, ekbâd, fere” kelimeleri alınmamıştır. Salâhî’nin Kamûs-i Osmânî’sinde: cürûf ve fetret kelimeleri yoktur. Şemsettin Sâmi merhûmun Kamûs-i Türkî’sinde : mürteci, tedâî, müteammim, ekbâd, tesbît, cevvâl, inkılâp, istismâr, mütekarrir,
IX
âbide... kelimelerini bulmak mümkün değildir. Bahâ lügatinde : fâsih, emvâç... kelimeleri ne yer verilmemiştir. Salâhı,nin Kamûs-i Osmânî’sinde : “parmak üzümü” (kara) demek olan esâbi’-ül-ızârî terkibi yanlıştır, esâbi’-ül-azârî veya esâbi’-ül-azârâ olması lâzımdır. A li Şeydi nin Kamûs-i Osmânî’sinde : “ keskin, kesici” mânâsına gelen bürrân kelimesi arapça; Kamûs-i Türkî’de aynı kelime berrân şeklinde farsça olarak geçmektedir. Kelime Nâci’de olduğu gibi bürrân şeklinde farsçadır. Mustafa Nihad’m 1955’te, genişletilmiş 2’nci basım olarak yayınladığı Osmanlıca - Türkçe Sözlük’ünde hurûf-i kameriyye’den olan c harfi her tarafta hurûf-i şemsiyye olarak gösterilmiştir. Meselâ: cem’-üc—cem, mukaddimet-üc-ceyş, dâr-üc-cihâd, serî-üc-cereyân, tâbiyet-üc-ceys... gibi. Buna mukabil hurûf-i şemsiyye’den olan kerîh-ün-nefes terkibi kerîh-ül-nefes şeklinde yer almıştır. Yine aynı eserde “oturanlar, yerli ler” mânâsına gelen ve katının cem’i olan kuttan kelimesi kutan şeklinde; “ululuk, büyüklük, gösterişlilik” mânâsına gelen übbehet kelimesi übehhet şeklinde okunmuş; hunfesâ kelimesi hunefsâ ve zünbûr kelimesi zenbûr; usfûr kelimesi asfûr şeklinde yanlış okunmuştur. Bu kabil örneklerden daha yüzlercesini, binlercesini sıralamak mümkündür. Basılmakta olan bu söz lüğe gelince : Eser aynı zamanda ansiklopedik mâhiyet arzetmekte, kelime ve tâbirler geniş mânâlarıyle izah olunmaktadır. Meselâ birer müzik terimi olarak kullanılan, hicaz, nihâvend, rast, uşşak, ferahfeza, tâhir pûselik ve şâire gibi kelime, tâbir ve terkipler, eski Osmanlıca lügatlerimizde sâdece: “makamât-ı mûsikiyye’ dendir” cümlesi ile karşılanmıştır; bu lügatte ise bütün müzik terimleriyle, tıbbî, hukukî, edebî, târihî v.b. lügat ve tâbirlerin İlmî izahları yapılmış, bunlara lüzumlu misaller verilmiştir. Divan Edebiyâtı’nın meşhur şâir ve edipleriyle îslâmiyetin ünlü şahsiyetlerinden bâzılarının kısa hal tercümeleri de burada yer almıştır. Uzun yıllardan beri devam edegelen yorucu ve yıpratıcı çalışmalarla meydana gelen bu eser, her gün biraz daha yükselmekte olan kültür ve eğitim âbidemize en küçük bir yapı taşı olabilirse ne mutlu bana. FERİT DEVELLİOĞLU
X
LÜGATİN GENİŞLETİLMİŞ YENİ BASKISI (1993) ÜZERİNE
BİRKAÇ SÖZ
Bu eserin genişletilmesine, ekleme ve gerekli düzeltmelerin yapılarak dizgiye ve baskıya hazır duruma getirilmesine 1981 yılında başlandı. Rahmetli Ferit Devellioğlu, -zaman içinde koruyacağıma ve geliştireceğime güven duygusu içinde- eserini bana devrederken, “ ilaveli 2’nci baskı” dan sonra geçen on bir yılda yeniden derlediği binlerce fişi de vermişti. Bu fişlerde yazılı olan kelime ve terkiplerin, tâdil ve ikmâli gereken madde başı kelimelerin kitaba girecek şekilde tertiplenerek yerlerine yerleştirilmesi işini de, -bizzat yapmamı telkin ederek- bana yüklemişti. Her fişte değişik kelimeler, terkipler, deyimler, düzeltmeler, anlam eklemeleri vardı. Bunları 2’nci baskıda Sayın Cem Dilçin’in yardımlarıyla kitabın sonuna eklenen 118 sayfalık “îlâve” deki maddelerle birlikte teker teker ayırıp sıraya koydum; sonra, basılı kitap sayfalarını yer yer keserek araya gerekli değişiklikleri işlemeye ve ek kelimeleri yerleştirme ye başladım. Sayfalar hazırlandıkça da rahmetli ile birlikte kelimelerin alfabetik sıralamaya uygunluğunu kontrol ediyorduk. Bu çalışmalar üç yıl kadar sürmüş, ancak henüz iş bitme mişti: Otuz kadar kelimenin Arap harfleriyle yazılışının ve tereddütlü yerlerin eski lügat ve benzeri kaynaklardan araştırılması, kitabın baştan sona yeniden okunarak, yer yer rastlanan ve değişik anlamlara veya yanlış anlamalara yol açabilen -gözden kaçmış- dizgi yanlışlarının giderilmesi gerekliydi. Araya Devellioğlunun bir yıldan fazla süren hastalığı ve ölüm acısının girmesiyle yavaşlayan bu işlere, 1990 yılbaşından sonra dizgi ile birlikte yürütmek üzere ye niden başladım. Bugün, beni uzun süre geceli gündüzlü uğraştıran, dikkat ve titizlik isteyen, zor fakat o kadar da zevkli olan bu işi sona erdirmiş bulunuyorum. Lügat’te 8350’den fazla değişiklik ve yenilik özelliğini taşıyan işlem yapılmıştır. Bütün bu işlemlerde Ferit Devellioğlunun uyguladığı (Lügat Osmarılıca ve öğretici olduğu için îmlâ Kı lavuzu kurallarına bağlı kalınmamıştır.” Bkz. Açıklamalar : 5) imlâ özelliklerini korumaya çalıştığımı belirtmek istiyorum. Yapılan ekleme ve değişiklikleri yaklaşık sayıda şöyle sırala yabilirim : 2840 yeni madde başı kelime, 3180 terkip ve deyim, 880 ikinci, üçüncü vb. anlam eklenmesi; 490 açıklamalı maddenin daha kolay anlaşılır duruma getirilmesi; ilk baskıda yan lış anlamlandırılan 20 kadar kelimenin, ayrıca eski ve yeni yazıda rastlanan 163 önemli imlâ yanlışının düzeltilmesi; 800’den fazla madde başı kelimenin de hangi Arapça kökten geldiği nin işlenmesi... Ayrıca, edebiyat terimlerinin açıklamalarında verilen manzum örneklerin bir kısmı düzeltilmiş, bir kısmı da daha uygun düşenleriyle değiştirilmiştir. Ferit Devellioğlunun bana özellikle emânet ettiği bu işi, elimden geldiği kadarıyla onun istediği şekilde bitirmeye çalıştım. Bütün bu gayretlerimin sonucunu kitabı kullananların ve bu işlerden anlayanların takdirine bırakırken şunu belirtmek isterim : Bütün hatâ ve sevabıy la otuz yıldan beri “mevcudun en iyisi” vasfını korumuş olan elinizdeki bu sözlük, yenilenmiş bu hâliyle, daha yıllarca en güvenilir Osmanlıca - Türkçe sözlük olma özelliğini koruyacaktır. Yapılan değişikliklerde, ekleme ve düzeltmelerde, rahmetli Devellioğlunun tereddüde dü şüp ileride bakmak üzere boş bıraktığı yerlerin karşılıklarını sürekli araştırdım. Elimdeki kaynakların yetersiz kaldığı durumlarda, irfan sâhibi arkadaşım Sayın Halil Erdoğan Cengiz, bâzı sayfalarda” ?” işareti koyduğum yerleri dikkat ve ısrarla teker teker gözden geçirmek külfe-
XI
yerlerdeki zorlukların çözülmesini sağladı. DTCF. Eski Türk Edebiyatı Bölümü’nün araştırma görevlilerinden Sayın Abdülkadir Gürer de bu çalışmalarda yardımcı oldu. Her ikisine de ne kadar teşekkür etsem azdır. Yıllardan beri, Lügat ,te bulamadığı için bir kenara kaydettiği 500 kadar kelimeyi yeni baskıya eklenmek üzere vermek lütfunda bulunan değerli hocamız Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu’na da burada gönülden teşekkür ediyorum. Bu kelimelerden işlen miş durumda olan 100 kadarı bu baskıda yerlerine kondu; diğerleri de işlendikten sonra yeni baskılara eklenecektir. Yine, yararlı açıklamaları ile çalışmalarıma katkıda bulunan değerli arkadaşım Doç. Dr. Cem Dilçin’e de teşekkür ediyorum. Masaüstü yayıncılık konusunda, bu işi bir kültür hizmeti kabul ederek sonuna kadar hiç bir teknik desteği esirgemeyen Bilgiişlem Hizmetleri Tic. Ltd. Şirketi Macrom un lütufkâr sahibi Sayın Barbaros Levent Karadağ’a da içtenlikle teşekkür etmeyi borç bilirim. 1 Nisan 1985 Pazartesi gecesi aramızdan ayrılan Ferit Devellioğlu, “Osmanlıca-Türkçe A n siklopedik Lügat” in hazırlanıp yayınlanmasını çok arzu ettiği bu düzeltilmiş ve genişletilmiş baskısını ne yazık ki göremedi. Bir borç ve görev kabul ettiğim bu arzusunu gecikmiş de olsa yerine getirmiş olabilmenin tesellisi içinde, azız Devellioğlunu burada rahmet ve saygı ile anıyorum. AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Ankara, 1 Haziran 1993
26 . BASKI (2010) AÇIKLAMASI
Osmanltca - Türkçe Ansiklopedik Lügat’in 1993 yılında çıkardığımız genişletilmiş 11 inci baskısının, yeniden dizgiye ve baskıya hazırlama çalışmaları dört beş yıl sürmüş; bazı teknik yetersizlikler ve zorunluluklar yüzünden, dizgi sonrası sayfa düzenlemesi bir hayli sorunlu ve sıkıntılı olmuştu. Sözlüğün metni, o yıllarda birden fazla dil ve belge kullanabilen Macintosh marka bigisayarda dizilmişti. Macintosh’un yanında bir de WinText adlı çok dilli bir sözcük işlem programı veriliyordu. Satıcı firma makineye Arapça fontlar da yüklemişti. Bu program bilgisayarın 6.0 sistem yazılımına uygundu. Ne var ki bu dizgi programıyla aynı sayfada çift sütun dizgi yapılamıyordu. Sözlüğün belli ölçülerde tek kolon olarak dizilen metni, yazıcıda dökümü yapıldıktan sonra pikaj (piquage = “ bilgisayarda dizilen yazıları milimetrik kartona yapıştırıp düzenleme işi”) yoluyla sayfa hâline getiriliyordu. Düzenlenen sayfaların matbaada hazırlanan negatif filmleri sekizer sayfa olarak montajı yapıldıktan sonra metal kalıplara çe kilip basıma geçilebiliyordu. Baskısı tükendiğinde, montajlar hazır olduğu için, kitabın yeni basımı yapılıyordu. Ancak, herhangi bir sayfada düzeltme ya da ekleme yapılmak istense, bu işlem, filmin kesilmesini gerektiriyordu. O zamandan beri bir iki satırı geçmeyen az sayıda zorunlu küçük değişiklik ve düzeltmeler, filmden satır kesme ve hazırlanmış yeni birkaç satırı bantla yapıştırma yoluyla yapıldı. Elimizde, kitapta rastlandıkça kayıt altına aldığımız, düzel tilmesi, değiştirilmesi, eklenmesi gereken kelimelerle ilgili pek çok not birikmişti. Bunlar bir an önce kitaptaki yerlerine işlenmeliydi. Ayrıca, yeni değişiklik ve eklemelerin bekletilmeden her yeni baskıdan önce yapılması da gerekliydi. Bunun çözümü için iki yol vardı: Kitabın ya Microsoft Office Word yüklü bir PC’de çift sütunlu sayfalar hâlinde yeniden dizilmesi, ya da eldeki metnin Word ortamına taşınması. M. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge yönetimi Bölümü öğretim görevlisi Dr. Yücel Dağlı (ne yazık ki 12.8.2009’da ansızın vefat etti, burada saygıyla anıyorum), kitabın tek sü tun dizilmiş metnini yeni teknik yöntemler uygulayarak Word ortamına taşıdı. Ancak, Arap harfli metinler aktarılamadığı için I.Ü. Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölü mü öğretim üyesi Prof. Dr. Sayın Mustafa Çiçekler’den eski yazı metnin dizimi için yardım istedi. Mustafa Beyefendi -sağ olsun- dizgiyi yaptırmayı ve bir kültür hizmeti olarak kontrol külfetini yüklendi. Elimdeki ilâve ve düzeltme notlarının önemli bir kısmını kendilerine gön derdim. Prof. Mustafa Beyefendinin yardımları, düzeltilerek dizilen eski yazı metnin kontrolü ile kalmadı, ayrıca öğretim üyesi arkadaşları Prof.Dr. Mustafa Kaçalin, Prof.Dr. Mehmet Atalay, Prof.Dr. Ali Güzelyüz, Dr. Ekrem Tak ve Ok. Ahmet Eryüksel Beyefendileri de devreye sokarak, el birliğiyle kitap bugünkü durumuna getirildi. Ferit Devellioğlu’nun “Açıklama lar” 5. Maddede “Lügat Osmanltca ve öğretici olduğu için imlâ kurallarına bağlı kalınmamıştır” diye açıkladığı yazım özelliklerine müdahale edilmedi. Arapça terkip, tanım edatları, birleşik isimlerin yazımı günümüzdeki yazım şekline çevrildi. Bi-l-farz / bi’l-farz, hasb-el-kader / hasbe’l-kader vb. Göze çarpan dizgi ve imlâ hataları giderildi. Eklenmesi, sürekli istenen Arap harfli dizin hazırlandı ve kitabın sonuna eklendi. Her şey temenni edilen yolda sonuca ulaştı. Bütün bu çalışmalar Lûgat’ın değerini artırmak için verilmiş birer değerli emektir. Sayın Prof. Dr. Mustafa Çiçekler’e ve yukarıda adı geçen saygıdeğer arkadaşlarına, kitabın teknik hazırlığında emeğini esirgemeyen Hüseyin Karaer ve Ender Boztürk’e burada içtenlikle ve bütün saygımla ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, dilimizde kullanılmış ve kullanılmakta olan Arap ça ve Farsçadan geçmiş, günümüzde Osmanlı Türkçesi diye adlandırılan kelimeleri doğru okumak, doğru söylemek, doğru yazmak ve doğru anlamlarıyla öğrenebilmek için 47 yıldır kullanılan en güvenilir kaynaktır. 26’ncı baskı (2010), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’a üçüncü kez uygulanan geniş letme, geliştirme ve düzeltme çalışmalarının başlangıcıdır. Dizilmiş metni üzerinde işlem yapılabilecek teknik kolaylıklar sağlanmış olan bu eser, muhtevasıyla bundan böyle daha da geniş ve gelişmiş bir şekilde hizmetinizde olacaktır. AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Ankara, 20 Nisan 2010
AÇIKLAMALAR ı- Lûgat’in madde başı kelimeleri siyah, îzâhları 9,5 punto, Arap harfleri 11,5 punto siyah ile dizilmiştir. 2- Madde başı olan kelimelerin imlâsı, Arap harfleriyle yazılan imlâ esâsına göre alınmıştır: mahbûb, imtidâd, imtizaç... gibi. 3- Lügat’teki Arap harfleri, yalnız madde başı olan kelimelerin karşısında yer almıştır. 4- Söyleniş itibariyle bir olup, mânâca ayrı olan kelimeler, 1., 2., 3., ... numaralarla ayırdedilmiştir: 1. emsal (a. misl’in c.); 2. emsâl (a. mesel’in c.)... gibi. 5- Lügat, Osmanlıca ve öğretici olduğu için İmlâ Kılavuzu kurallarına bağlı kalınmamıştır. Madde başı olan kelimelerde bütün uzun vokaller, üzerlerine “ A” konularak işâret edildiği gibi, izahlarda da bugün uzun olarak telâffuz edilen vokaller aynı şekilde belirtilmiştir; yalnız bir karışıklığa meydan vermemek üzere “k ” ve “g” seslerinden sonra gelen uzun “a” ve “u” yu göstermek için bu işâret kullanılmamış, madde başının yanına: [“ka” uzun oku nur, “ga” uzun okunur] cümleleri ilâve edilmiştir. 6- Bir maddenin izahları arasındaki küçük farklar (;) ile ayrılmıştır: akıllı; uyanık... gibi. 7- Söyleniş îtibâriyle bir olup da, biri Arapça, diğeri Farsça olan kelimeler ayrı madde hâlinde alt alta yazılmıştır: ân (f.i.): güzellik câzibesi; ân (a.i.): pek az bir zaman... gibi. 8- Lügatte Arap harfleri bulunduğu için madde başı kelimelerinin transkripsiyonu gerekli görülmemiştir. 9- îki türlü okunabilen kelimelerin en yaygın şekli alınmakla berâber, arandığı zaman lügatte bulunamıyanları kalın veyâ ince şekilleriyle de aramak gerekmektedir: terakki - tarakkî; mübâdele - mubâdele; mürabbâ - murabbâ; ünvân - unvân; behhâs - bahhâs... gibi. 10- Arapçada bulunmayıp da Osmanlıcanın bir tasarrufu olarak Arapçanın kurallanna göre yapılmış kelimelere yer verilmiş ve bu kelimeler Osmanlıca demek olan (o) harfi ile işaret edilmiştir: tayyâre (o.i), mefkûre (o.i.), ensice (o.i.)... gibi. 11- Lügatte, müfettiş; muharrir; kâtib; vekâlet... gibi kelimeler alındığı için başmüfettiş; başkâtip; başvekâlet... gibi “baş-” ile başlayan birleşik kelimelere yer verilmemiştir. 12- Bî-, bîlâ-, lâ-, nâ-, gayr-, adem-i... gibi kelimeyi menfileştiren öneklerin hem ayrı ayrı mânâları, hem de bir kelimeye eklendiği zamanki mühim ve yaygın olan şekilleri alın mıştır. 13- -laşmak; -leşmek; -etmek; -olmak; -landırmak; ,.letmek; -latmak; -len-mek; -lanmak; -lık; -lik; -luk; -lük; -lı; -li; -lu; -lü; -sız; -siz; -cı; -ci... gibi son takılı Arapça ve Farsça kelimeler alınmamıştır. 14- Arapça veyâ Farsça bir kelimeye takılan -hâne; -zâde kelimeleriyle yapılan birleşik keli meler alınmış : hemşîre-zâde, birâder-zâde; devlet-hâne, mey-hâne... gibi. Türkçe kelimeye takılanlar alınmamıştır: döküm-hâne, dikim-hâne; dayı-zâde... gibi. 15- -dâr; -kâr; -keş; -gâh gibi son eklerin hem mânâları, hem de takıldığı Arapça veya Farsça kelime ile birlikteki izahları alınmıştır : haber-dâr, dil-dâr; garaz-kâr, füsun-kâr; esrar keş, dem-keş; karar-gâh, hâb-gâh... gibi. Türkçe kelimelere takılanlar alınmamıştır: emekdâr, bayrak-dâr... gibi.
XV
16- Birleşik kelime unsurları, birbirlerinden küçük çizgi (-) işâretleri ile ayrılmışlardır : cihânnümâ; hayır-hâh; vatan-perver... gibi. 17- Farsça sıfat veyâ izâfet terkiplerinde (isim veyâ sıfat tamlamalarında) iki kelime birbirin den -i işâreti ile ayrılmıştır. Türkçenin ses uyumu kurallarına göre bu -i harfi, -1, -u, -ü şekillerinde söylenirse de bu sesler lügatte -1 ve -i harfleriyle gösterilmiştir: arz-ı (u) hâl; kamûs-ı (u) Türkî; hüsn-i (ü) tabiat... gibi. Ancak, bu sıfat veyâ izâfet terkiplerinde (tamla malarda) ilk kelimesinin sonu bir a, u ile biterse, terkibin arasındaki -i harfi yerini -yi ye verir: süferâ-yi ecnebiyye; uzamâ-yi devlet... gibi. Yine “-yi” hecesi ses uyumu kurallarına göre konuşma dilinde : -yu, -yü şeklinde söyleniyorsa da lügat ,te “-yi” şeklinde gösterilmiş tir : Bâzû-yi (yu) merdân... gibi. 18- Bağlantı edâtı olan ve’ 1er, iki kelimeyi birbirine bağladığı için çizgisiz olarak u, ü şeklinde alınmıştır: ulum u fünun; kadr ü kıymet... gibi. Ancak, baştaki kelime bir vokalle nihâyet bulursa ortadaki bağlantı edâtı olan “ ü”, vü şekline girer : kazâ vü kader; safâ vü cefâ... gibi. 19- Madde başı kelimelerinin altına alfabe sırasiyle dizilmiş ve terkip (tamlama) hâlinde alın mış olan örnekler miniskülle, izahların arasında yer alan örnekler, yine alfabe sırasına göre, majüskülle dizilmiştir. 20- (*) işareti XX. yüzyılın néologisme (yeni kelimeler)’ini gösterir. 21- zarb = darb; zucret = ducret; fâzıl = fâdıl... gibi iki türlü okunabilen kelimeler her iki şeklîle de aranmalıdır. 22- Büyük harfle başlıyan has (*özel) isimlerden sonra gelen ilk harf veyâ heceden önce bir “apostrof’ konulmuştur: Ahmed’e, Ankara’ya, Hindistan’da... gibi. 23- dünyâ, güneş, cennet... gibi kelimeler, özel ad olarak değil de, bir sıfat, zarf ve bir deyim gibi kullanıldıkları zaman küçük harfle alınmışlardır. Meselâ : dünyâda olmaz (=kat’ iyen, aslâ olmaz); Bursa bir cennettir (=.... yeşilliği, bağ, bahçesi bol olan bir yerdir) cümlelerinde olduğu gibi. 24- Bâzı güç anlaşılabilecek terimlerin, her hangi bir karışıklığı ve iltibası önlemek üzere, Fransızca, Lâtince gibi karşılıkları da alınmıştır.
XVI
b ib l iy o g r a f y a
AH TERÎ KEBÎR. (Arapça - Türkçe Lügat) - Afyonkarahisarlı Şemseddin oğlu Mustafa. 1302. AKREBÜ-L-M EVÂRİD - Saîdü-ı-Hûrî. Beyrut 1833. ÂSİM
- KAM US t e r c ü m e s i - Firuzâbadlı Muhammed MecdUddin. Matbaa-i Osmaniye, İstanbul 1305.
efen d i
BÜRHÂN-I KATI' - Ahmet Asim. 1214. BÜ YÜ K OSMANLI LÜGATİ - Ali Rıza Alp, SabahatAlp. Ekicigil Matbaası, İstanbul 1958. ÇİÇEKLİ NEBATLAR (Phanerogamae) - Prof. Dr. Phil. Kurt Krause. Çeviren : Dr. Phil. Selâhattin Kuntay. Recep Ulusoglu Basımevi. Ankara 1939. ve OTOKRİTİĞİ - Prof. 0 . Gern Gross. T.C. Ziraat Vekâleti Köy ve Zirai Kalkınma Kongresi Neçriyâtı. Yaltrak Basımevi. Ankara 1938.
debagat m ad d eleri
DİVAN ŞİİRİANTOLOJÎSİ - Halil Erdoğan Cengiz. Bilgi Yayınevi. Ankara 1983. EDEBİYAT LÜGATİ - Tâhir Olgun. Aydınlık Basımevi, İstanbul 1937. EL-FERÂÎDÜ-D-DÜRRÎYYE (Vocabulaire Arabe - Français) - L B. Belot. Beyrut 1899. FERHENG-l NÂSIRÎ - Hidâyet. 1288. FERHENG-I ŞUÛRÎ. I ve II. - Hasan, İstanbul 1155. GENCÎNE -1 GÜFTÂR (Ferheng-i Ziyâ), (Farsçadan Türkçeye Lügat) - Ziyâ Şükûn. M aarif Matbaası, İstanbul 1944 İSLÂM ANSlKLOPEDÎSİ - Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1941 -1960. IZAH LI DÎVAN ŞİİRİ ANTOLOJİSİ - Necmeddin Halil Onan. M aarif Matbaası. İstanbul 1940. KA M Û S -1 FRANSEVl, (Fransızcadan Türkçeye lügat kitabi, dördüncü tab'ı) - Şemseddin Sâmi. Mihran Matbaası, İstanbul 1905. KAM Û S -1 FRANSEVl, (Türkçeden Fransızcaya lügat) - Diran Kelekyan. Âmedî Matbaası. İstanbul 1928. K A M .S -1 OSMÂNÎ - Mehmed Salâhi. Mahmut Bey Matbaası, İstanbul 1313. KA M Û S -1 TÜ RK l - Şemseddin Sâmi. ikdam Matbaası, İstanbul 1317. KILAVUZ SÖZLÜK (OsmanlIca - Türkçe, Türkçe - OsmanlIca) - Yaşar Nâbi. Ekin Basımevi, İstanbul 1961. KÜÇÜK LÜGAT (Türkçe - Fransızca) - w. Wiesenthal. Mahmut Bey Matbaası, İstanbul 1887. LEHÇE-Î OSMÂNÎ - Ahmet Vefik Paşa. İstanbul 1306. LES ARTS DECORATTFS TURCS - Celâl Esat Arseven. M illi Eğitim Basımevi. İst. LÛGAT-1 NÂCÎ - Muallim Nâci. Asır Matbaası. İstanbul. M ÜKEM M EL OSMANLI LÜGATİ - Ali Nazima. Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, İstanbul 1319. N A ZA RI ve AM ELÎ TAKSÎM-Î A R A ZÎ - (Tevsi ve tashih olunmuş ikinci tab'ı). Mehmet Şevki, İstanbul 1331.
OSMANLICADAN TÜ RKÇEYE CEP KILAVUZU - Türk Dil Kurumu, Devlet Basımevi. İstanbul 1935. OSM ANLICADAN TÜ RKÇEYE SÖZ KA RŞILIKLA RI - Tarama Dergisi I. Türk Dil Kurumu. Devlet Matbaası, İstanbul 1934. OSM ANLICA - TÜRKÇE KÜ ÇÜ K LÜGAT - Ferit Devellioğlu. Tan Matbaası, İstanbul 1949. OSM ANLICA - TÜRKÇE SÖZLÜK - Mustafa Nihat Özön. Birinci basım 1952, ikinci basım 1955, üçüncü basım 1959. OSMANLI TÂRİH D EYİM LERİ VE TERİM LERİ SÖZLÜĞÜ - Mehmet Zeki Pakalm. M aârif Basımevi, İstanbul 1946 -1956. ÖRNEKLERLE TÜ RK ŞİİR BİLGİSİ - Cem Dilçin. T.D.K. Yayınları. Ankara. 1983. RESİM Lİ KA M Ü S-IO SM ÂN Î - Ali Seydî. Cihan Matbaası. İstanbul 1330. SON ASIR T Ü RK EDEBİYATI TÂRİHİ - Mustafa Nihat Özön. M aârif Matbaası. İstanbul 1941. ŞEMS-ÜL-LÜGA - 1 ve II. Farsça lügat. 1309. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ I - Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Basımevi. İstanbul 1943. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ II - (A - İ). Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Matbaası. İstanbul 1945. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ II - (K - Z). Türk Dil Kurumu. Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1953. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ III - Türk Dil Kurumu. Karınca Matbaası. Ankara 1954. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ IV - Türk Dil Kurumu. Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1957. TA RA M A DERGİSİ I., (Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları) - Türk Dili Tetkik Cemiyeti. Devlet Matbaası. İstanbul 1934. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R I. - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi, İstanbul 1947. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R II. (Fasikül 1) - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1947. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R II. (Fasikül 2) - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1948. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R III. - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1947. TERİM LER KILAVUZU - Mustafa Nihat Özön. Remzi Kitabevi. Ahmet Sait Matbaası. İstanbul 1948. TOPKAPI SARAYINDA II. SULTAN FÂTİH M EHM ET’E Â İT ESERLER - Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1953. TÜ RK ANSİKLOPEDİSİ - M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946 -1961. TÜ RK CİLT SAN ATI TÂRİHİ A RAŞTIRM ALARI. Vesikalar I - Rıfkı Melûl Meriç. Güven ve Sevinç Matbaası. Ankara 1954.
XVIII
TÜRKÇE IV (Türkçe Metinler l) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1945. TÜRKÇE V (Türkçe Metinler II) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1945. TÜRKÇE VI (Türkçe Metinler III, Fasikül 1) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946. TÜRKÇE V I (Türkçe Metinler III, Fasikül 2) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946. TÜRKÇEDEN FRANSIZCAYA YEN İ LÜGAT - Reşat Nuri Darago. Ahmet Sait Basımevi, İstanbul. TÜRKÇEDEN İNGİLİZCEYE LÜGAT KİTABI - James W. Redhouse. İstanbul 1921. TÜRKÇE SÖZLÜK - Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Matbaası. İstanbul 1945. TÜRKÇE SÖZLÜK - (3. baskı). Mehmet A li Ağakay. Türk Dil Kurumu. Yeni Matbaa. Ankara 1959. TÜ RK H U KU K LÜGATİ - [Türk Hukuk Kurumu tarafından hazırlanmıştır.]. M aârif Matbaası. Ankara 1944. TÜ RK KUM AŞ VE KADİFELERİ I - Tahsin Öz. M illî Eğ. Basımevi. İstanbul 1946. TÜ RK KUM AŞ V E KADİFELERİ II - Tahsin Öz. M illî Eğ. Basımevi. İstanbul 1951. TÜ RK KİTAP KAPLARI - Kemal Çığ. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslâm Sanatları Târihi Enstitüsü Yayınları. Sayı: 4. Feyz ve Demokrat Ankara Matbaası. Ankara 1953. TÜ RK LÜGATİ I - Hüseyin Kâzım Kadri. Devlet Matbaası. İstanbul 1927. TÜ RK LÜGATİ II - Hüseyin Kâzım Kadri. Devlet Matbaası. İstanbul 1928. TÜ RK LÜGATİ III - Hüseyin Kâzım Kadri. M aârif Matbaası, İstanbul 1943. TÜ RK LÜGATİ IV - Hüseyin Kâzım Kadri. Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1945. TÜ RK M ÛSİKİ LÜGATİ - A. Yılmaz Öztuna. (Mûsiki Mecmûası 15 - 91 fasiküllerde). İstanbul. Mayıs 1949 - Eylül 1955. TÜ RK NAKIŞ SAN ATI TÂRİHİ A RA ŞTIRM ALARI, Vesikalar I - Rıfkı Melûl Meriç. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk ve İslâm Sanatları Târihi Enstitüsü Yayınları. Feyz ve Demokrat Ankara Matbaası. Ankara 1953. YEN İ TÜRKÇE LÜGAT - M. Bahaeddin. (ikinci tab’ı). Evkaf-ı İslâmiye Matbaası. İstanbul.
XIX
KISALTMALAR
ahi. aim. anat. ask. astr. b. biy. bkz. bot. c. c. coğr. cü. d. den. d. huk. dey. ed. est. f. fels. fer. fık. fi. fiz. fızy. fr. geo. 8r٠ grk. g.s. ha. hak. hek. h.i. huk. Hz. i. ing. it.
arapça ahlâk almanca anatomi askerlik astronomi birleşik biyoloji bakınız botanik cemi ceminin cem’i coğrafya cümle doğum denizcilik devlet hukuku deyim edat edebiyat estetik farsça felsefe ferâiz fıkıh fiil fizik fizyoloji fransızca geometri gramer grekçe güzel sanatlar harf hakkında hekimlik has isim hukuk Hazret-i isim İngilizce isim tamlaması
jeod. jeol. kirn. koz. leng. lat. m. mad. mant. mat. mec. mece. meteor. muh. miien. muz. o. 6. ped psik. rub. sosy. st. siil. t. tas. tic. top. trig. vak. v.b. vet. yun. zf. zm. zir. zool.
jeodezi jeoloji kimya kozmografya lengüistik lâtince masdar madencilik mantık matematik mecazen mecelle meteoroloji muhacir müennes müzik nida osmanlıca ormancılık ölüm pedagoji psikoloji rubâî sıfat sosyoloji sıfat terkibi sülâsî türkçe târih tasavvuf terkip ticâret topografya trigonometri vakıf ve başkaları, ve benzerleri benzerler veteriner yunanca zarf zamir ziraat zooloji
LUGAT
Aa
â ٤ ، ، * J (ha.) ؛Osmanlı alfabesinin ilk har fi olan elif ile yirmi birinci harfi olan ayın harfleri, Türk alfabesindeki a veya â işâretleriyle karşılanır. a T (a.f.n.) : 1. kelimenin sonuna gelen ve “ey!” mânâsını veren bir nidâ edâtıdır: cânâ (ey cân); zâhidâ (ey zâhid) .. gibi. 2. sesli ile bi ten has isimlerin sonuna gelirse a harfi yâ şeklini alır : Nâbiyâ (ey Nâbi) ; Bâkiyâ (ey Bâki).. gibi. 3. iki aynı veyâ iki ayrı kelime arasına sıkışarak sözün mânâsını kuvvetlen dirir : rengârenk; lebâleb; gûnâgûn.. gibi, âb ،->T (f.i.) : 1. su. (bkz : mâ'), âb-ı âbistenî : 1. gebeliğe sebebiyet veren su, menî; 2) nebatların yetişip büyümesine se bep olan su ve yağmur, âb-ı adâlet; doğruluğun feyz ve bereketi, âb-ı ahmer (kırmızı su), âb-ı âteşin (ateşli su), âb-ı âteş-mizâc (ateş mizaçlı su), âb-ı âteşnâk (ateşli su), âb-ı âteş-nümâ (ateş göste ren su/ateş görünümlü su), âb-ı âteş-pâre (ateş parçası gibi su), âb-ı âteş-reng (ateş renkli su), âb-ı âteş-zây (ateş doğuran su), âb-ı âteş-zede (ateş vurmuş su/ateşe çalan su), âb-ı âzer-âsâ (ateş gibi su), âb-ı âzer-sâ (ateş gibi su), âb-ı ergavânî (erguvan rengindeki su) : 1) kırmızı şarap; 2) (haksızlığa uğrayanın döktüğü) göz yaşı, âb-ı Âmû : Amuderyâ suyu, âb-ı âşâmî: içilir su. âb-ı bâde-reng : 1) şarap rengindeki su; 2) kanlı göz yaşı.
âb-ı bârân : ı) yağan su, yağmur; 2) yağmur suyu. âb-ı beka, âb-ı câvid, âb-ı câvidân, âb-ı cevânî, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, âb-ı hızır, âb-ı zindegânî, âb-ı zindegî: nerede oldu ğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'ül-hayât). âb-ı beste : 1) donmuş su, buz, dolu, çiy; 2) mec. billur, sırça; şişe, âb-ı bün : çok zaman köhne ve içi boş ceviz ağaçlarının köklerinde bulunan zamka ben zer bir nesne, ağaç karası, âb-ı ciğer : 1) ciğer suyu; 2) göz yaşı, âb-ı ciğer-hûn (ciğeri kanayanm suyu) : ke derden dökülen göz yaşı/kanlı göz yaşı, âb-ı çeşm : göz yaşı. âb-ı dehân, âb-ı dehen : ağız suyu, salya, âb-ı dendân : 1) diş suyu, salya, tükürük; 2) tükürülüp atılmış şey; 3) dişin güzelliği, âb-ı dîde : 1) göz suyu, göz yaşı; 2) mütevâziyâne bakış. âb-ı dîde-i câm : (bardağın, kadehin göz yaşı) : şarap. âb-ı engûr (üzüm suyu): şıra, şarap, âb-ı eyyâm (günlerin suyu = güzelliği): 1) gü neş ışığı. 2) ay ışığı. âb-ı füsürde : 1) donmuş su, buz; dolu; kar; 2) pelte; 3) mec. kılıç, hançer; 4) billûr, şişe, âb-ı gerdende (dönen billûr) : gök kubbesi/ gökyüzü. âb-ı gûşt; et suyu. 1
âb-ı güşâde âb-ı güşâde (açılmış s u ): sulandırılmış şarap, kötü şarap; beyaz şarap veyâ rakı, âb-ı güvârâ : hazmı kolay, içimi güzel su. âb-ı haclet: utanma teri, âb-ı harâbât (harâbelerin = meyhânelerin suyu): şarap. âb-ı harâm (yasak su ): şarap, âb-ı hasret: kederden dökülen göz yaşı, âb-ı hâtır (hatırın suyu = güzelliği) : güzel muhayyile. âb-ı hayât (hayat suyu) : 1) içene ebedî hayat bağışlayan efsânevî su; 2) mec. çok tatlı ve hafif su. âb-ı hayât-ı la'l: dudağın âb-ı hayâtı, dudağın cana can katicı hassası, âb-ı hayât-ı tesliyet: teselli âb-ı hayâtı, âb-ı hazân (sonbahar suyu) : sonbahar yağ muru. [bitkilere ve insanların sıhhatine za rarlıdır]. âb-ı hufte (uyuyan s u ): 1) durgun su; 2) don muş su, buz; kar; dolu; kırağı; çiy, şebnem; 3) billûr; 4) cam; 5) bardak; şişe; 6) kınında bulunan kılıç ve benzerleri, âb-ı hurdenî: içilir su, içme suyu, âb-ı hûrşîd (Güneşin suyu) : 1) güneş ışı ğı; 2) ebedî hayat veren su. (bkz : âb-ı beka v.b.). âb-ı huşk (kuru s u ): 1) billûr; 2) cam; 3) cam veya billûr bardak; 4) şişe, âb-ı İskender : (bkz : âb-ı hayât), âb-ı işret (işret suyu): şarap, âb-ı kâr (işin suyu) : işin parlak gidişi, başarı, refah; nutfe, döl suyu, âb-ı kebûd (mâvi su ): Çin denizi, âb-ı kevser : 1) Cennet’teki sulardan biri. 2) müz. adına anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde rastlanan makam. âb-ı la'lî 1 )؛lâl renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı, âb-ı lûtf (lütfün suyu, yağmuru) : lütufkârlık, âb-ı meleh : çekirge suyu, (bkz: âb-ı mür gân). âb-ı Meryem : 1) Meryem suyu, çeşmesi [Hz. Meryem'in doğruluğundan, nâmus ve iffe tinden kinâye olarak] ; 2) Hz. Meryem'in doğruluğu ve iffeti; 3) şıra; 4) şarap, âb-ı mey-gûn : 1) şarap renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı. 2
âb-ı muallâk: ı) gök; 2) güzellerin çenesi, âb-ı musaffa : tasfiye edilmiş, temizlenmiş su, saf su. âb-ı mün'akid (donmuş su): 1) buz; 2) kılıç, hançer; 3) şişe, billûr. (bkz: âb-ı müncemid). âb-ı müncemid (donmuş su): 1) buz, kar, dolu, kırağı, çiy; 2) billûr; 3) cam; 4) billûr veyâ cam bardak veyâ şişe; 5) kılıç; hançer, kama. âb-ı mürde : donuk, akmayan su/durgun su. âb-ı mürgân : 1. kuşların suyu. 2. [Y.W. Redhouse'a göre] Şiraz civârında bir suyun adı. 3. efsânevî bir çeşme olup; suyu nereye gö türülürse götürülsün içinden sığırcık kuş ları çıkar ve orada bulunan çekirgeleri yer. [Ferheng-i Ziyâya göre : 1) Şiraz civârında bir gezinti yeridir ki, halk Recep ayında her salı günü eğlenmek için oraya gider; 2) Fars ile Irak arasında bulunan Semirem kasaba sında bir pınardır ki bir yere çekirge musal lat olduğu zaman o pınardan şişe içine biraz su alarak çekirgelerin bulunduğu yere gö türürler, yolda birçok sığırcık kuşları şişeyi götüren kişinin ardına düşer ve çekirgelerin üşüştükleri yere gelince sığırcıklar, çekirge lerin hepsini telef ederler]. âb-ı mürvârîd : 1) inci suyu [aydınlıktan kinaye olarak]; 2) göze su inmek tâbir olu nan bir hastalık, âb-ı nâb (saf su) : şarap, âb-ı nâfi' (faydalı su) : şarap, (bkz : ebû nâfı). âb-ı nâr (ateşin/nar suyu): kırmızı şarap, âb-ı nârdân : 1) yabâni nar suyu; 2) kırmızı şarap; 3) kan; 4) göz yaşı, âb-ı neşât (neşe suyu): menî, mezî. âb-ı puhte : 1) kaynamış su; 2) et suyu; 3) pelte/umaç aşı. âb-ı püşt (bel suyu) : 1) menî, nutfe; 2) mun dar ilik. âb-ı rengin : 1) renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı, âb-ı revân : 1) akar su; 2) mec. hayat, âb-ı rez, âb-ı rezân (asma kütüğünün suyu) : şarap. âb-ı rû(y) : 1) yüzsuyu; 2) ırz, nâmus, şeref, haysiyet, yüz aklığı, (bkz : tezellül). âb-ı rûşen : 1) yüz suyu; 2) ırz, nâmus, şeref, haysiyet.
âbân
âb-ı sebiik (hafif su ): kolay hazmedilebilir şey. âb-ı siyâh : ı) siyah su; 2) tûfân; 3) şarap; 4) karasu illeti, glokom, âb-ı surh : 1) kırmızı su; 2) şarap, âb-ı sükûn : İran'da yari kurumuş büyük bir göl ve bu göle dökülen bir ırmağın adi. âb-ı şakayık: 1) şakayık suyu; 2) şarap; 3) göz yaşı. âb-ı şeng : (bkz : âb-zen). âb-ı şengerfi: 1) al renldi su; 2) şarap/kırmızı şarap; 3) göz yaşı/kanlı gözyaşı, âb-ı şîrîn : tatil su, şerbet, âb-ı şor : 1) acı su. (bkz : ücâc); 2) göz yaşı, âb-ı tarab : 1) İnşirâh suyu; 2) şarap, SÜCİ. âb-ı Teberistan : Taberistan veyâ Mazenderan denden bir dağ tepesindeki pınar, [bir kimse 0 suya "dur!" derse durur, "ak!'' derse akarmış]. âb-ı Teberime : Suriye'nin Teberiyye kasabasında, suyu yedi sene akan ve yedi sene kesilen bir pmar İmiş, âb-ı telh 1 [ )؛acı su] şarap;'2) göz yaşı, âb-ı tîg : kılıcın suyu, âb-ı y âk u t: (yâkut gibi su ): kırmızı şarap, âb-ı yeh : 1) eriyen buzun suyu; 2) buzlu su. âb-ı zehre : 1) safra suyu, safra; 2) şarap; 3) şafak ışığı. âb-ı zer : 1) altın suyu, ince toz hâlinde öğütiiliip zamkla suda eritilmiş ve yaldızlama İşlerinde kullanılmış olan altm varak; 2) safran suyu; 3) altm renkli şarap, âb-ı zerd : 1) sari su; 2) kederden dökülen gözyaşı. âb-ı zîndegânî: (bkz : âb-ı hayât), âb-ı zindegi: (bkz ؛âb-ı hayât), âb-ı zîr-i kah : 1) farkına varılmadan Sizan su; 2) gizli veya tanınmayan kabiliyet; 3) entrikacı, mürâî, saman altından su yürüten; 4) dolap, desise, entrika, âb-ı z ü lâ l: 1) berrak su; 2) billûr; 3) cam. âb ü dâne : su ve ekmek, (bkz : kısmet, rızk), âb ü k i l : 1) su ve kil (= arz); 2) fânî vücut, âb ü tâb : 1) güzellik, parlaklık, tazelik. 2) tarz, âdet, yol. 3) Ağustos ayı. âb (a.i.): ayıp, nakisa, kusur, (bkz : ayb). abâ ( ﻋﺒﺎﺀa.i) : 1. yünden yapılmış kaba kumaş, aba. 2. bu kumaştan yapılmış bol, geniş gi-
yecek. [mec. dervişlik, şeyhlik], (bkz : Â1-İ abâ). a'bâ ( اﻋﺒﺎa.i.c.): 1. yükler, ağırlıklar. 2. mes'ûliyetler, *sorumluluklar. 3. ؟ift denk veyâ sandık. âbâ ( آﺑﺎﺀa.i. eb'in c.) : 1. babalar. 2. gök küreleri, seyyâreler, gezegenler, âbâ-iken îsâi^e : kilise ileri gelenleri, âbâ-i u lv ic e : 1. felekler ve gezegenler. 2. yüksek babalar. âbâ ve ecdâd : atalar, babalar ve dedeler, ab'âb ( ﻋﺒﻌﺎبa.s.) : 1. uzun boylu adam. 2. sözü karnından söyler gibi görünen [adam], fr. ventriloque. âbâb ( آﺑﺎ بa.i. ebb'in c.) : otu ؟ok olan yerler, mer'alar, ؟ayırlar. ab-âbi^et ( ﻋﺒ ﻌﺎﺑﻴ ﺖa.i.) : sözü kanından söyİermiş gibi konuşabilme. a'bâd ا د٠( اﺀa.i. abd'in c.) : köleler, (bkz : abid, İbâd). âbâd ( آﺑﺎدa.i. ebed'in c.) : sonsuz gelecek zamanlar. âbâd ( آﺑﺎدf.s.) : 1. mâmur, şen, bayındır. 2. f. e. ؟okluk bildirir. Şems-âbâd : güneşi'bol olan yer. Feyz-âbâd : feyizle dolu olan yer. âbâdân ( آﺑﺎدانf.s.) : şen,mâmur,bayındır, âbâdânî ( آﺑﺎداﻟﻰf.i.) mâmurluk, şenlik, bayındirlik, (bkz : âbâdî', umrân). âbâdî ( ﴽ ﺑ ﺪ ىfi.) : 1. mâmurluk, bayındırlık, şenlik. 2. Hind'in Devlet-âbâd şehrinde ipekten yapılma bir ؟eşit ince veya kalın yazı kâğıdı, abâdile ( ﻋﺎدﻟﻪa.i. Abdullah'ın c.) : Abdullah admda olan kimseler. [Hz. Muhammed zamânmda.bu adda 220 kişi vardı]. Harbü'1Abâdile (Abdullahlar harbi) : Abdullah adil dört kumandanın bulunduğu harb. âbâft ( آ ﺑ ﺎ كf.i.) : gayet şık, saglam ve kalın kumaş. (bkz : âbeft). âbâl ( ﴽﺑﺎ لa.i. Ibü'in c.) develer, âbâm ( آﺑﺎمf.i.) : ı.kule. 2. gübrelerini toplamak üzere güvercinler İ ؟in yapılan, kule. 3. bur ؟lar mıntakasınm bir işareti, âbân ( آﺑﺎنf.i.) : 1. Güneşin akrep burcu'na girdigi Güneş yılının sekizinci ayı. 2. Güneş ayınin onuncu günü. 3. eski Acem (Iran, Fiirs) an'anesine göre, Güneş yılının sekizinci ayında meydana gelen işlerin ilerlemesine
âbân.gâh
vekil tâyin edildiği farz olunan bir melegin adi. âbân-gâh ( آﺑﺎ ﻧﻜﺎهf.b.i.) : 1. Güneş yılının onuncu günü. 2. bu onuncu güne me'mur farzolunan meleğin adi. [eski Fiirs inanışına göre o gün yağmur yağarsa erkeklere, yağmazsa kadınlara âit 'sanılır ve hangi sınıfa âit ise onlar suya girip yıkanırlar ve birbirleriyle su serpişip eğlenirlermiş]. abâ-pûş ( ﻋ ﺎ سa.f.b.i.) : ı.aba giyen, dervi?. 2. rind.3 ٠fakir. âbâr ( آ؛أرa.i. bi'r 'in c .) : su kuyuları, âbâr ( آﻷرf.i.): hesap defteri, âbâr-gîr ( آ ﺑ ﺎ ر رf.b.s.): hesap defterlerini tutan, muhasebeci, *sayman. âbât ( ﴽﺑﺎ طa.i. ibt veyâ ıbıt'ın c .) : koltuk altları, abb ب٠( ﺀa.i.): I?ık. (bkz : nûr, ziyâ') abbâs (a.i.) : ı.arslan. (bkz: esed, gazanfer, ?îr). '2. Peygamberimizin amcalarından, Mekke fethinde Müslüman olan zât.
âb-dâr ( آﺑﺪارf.b.s.) : 1. sulu, tâze. 2. parlak. 3. saglam vücutlu. 4. nükteli. 5. zarif, güzel. 6. ho?. 7. i. su veren hizmetçi, âb-dendân ( آﺑﺪﻧﺪا نf.s.) : ?açkın, saf, bön; maglûp,âciz [kimse]. âb-dest ( آﺑﺪ تf.b.i.): 1. namaz vesâire İçin din İcâbına göre el, ağız (bkz: mazmaza), burun (bkz : istinçak), yüz; dirseklere kadar kollan ve açıkkemigi üstüne kadar ayakları yıkama, kulaklara, boyuna ve ba?a meshetme (bkz : vuzû'). 2. el yıkama suyu. 3 ٠gaita ve idrar çıkarma ameliyesi; gaita; idrar. 4. paylama, azarlama, [...ini almak, ...ini vermek fiilleriyle kullanılır]. âbdestân, âbdest-dân آﺑ ﺪ ﺳﻌﺪان، ( آﺑ ﺪ ﺳﺘﺎنf.b.s.): abdest, su ibrigi. âbdest-hâne ( اﺑﺪ ﺳ ﺨﺎﻧﻪf.b.i.): 1. aptesâne, ayak yolu, hela, (bkz : âb-rîz). 2. abdest alacak yer. âbdestlik ( آﺑ ﺪ ﺳﺘﻠ ﻚf.t.b.i.): bir nevi kısa cübbe, âb-dih ( آ ب دهf.b.i.): zariflik ve güzellik veren [süs].
Abbâsî ( ﺑ ﺎ سa.s. c. Abbâsiyân, Abbâsiyyûn) : abdü'l-lezîz ( ﻋﺒﺪ اﻟﺬﻳﺬa.b.i.).: Akdeniz bölgesin1. Hz.Abbâs'amensûp0İan.2. i.Emeviler'den de ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusonra kurulan halifelik. (750-1258). 3. i. Iran suna benzeyen yagil ve taflımsı bir meyvası. şâhı Abbas taraftndan çıkarılan para. (bkz: habbü'1-lezîz). Abbâsiyân (f.i.); Abbâsiyyûn (a.i.) ،ﻋﺒﺎﺳﻴﺎن ﺳ ﻮ ن١( بAbbâsi'nin c .) : Abbâsî halîfeleri, âb-bâz ( آ ب ﻷزf.b.s.): su cambazı, âb-berîn ( آ ب رسf.b.i.) : nehir. Irmak ve çağlayan kenarlarında suyun şiddetle dökülmesinden meydana gelen İÇİ oyulmu? kovuk. âb-câme ( آ ب ﺟﺎﻫﻪf.b.i.): su kabı, âb-çerâ ( آ ب ﺟﺮاf.b.i.): kahvaltı, âb-çîn ( آﺑﺠﻴﻦf.b.i.): ölü yıkayıcıya âit ve ölüyü kurulamaya yarayan peştemal, bez. abd ٠( ﺀبa.i.c. İbâd, â'bâd, abid): köle, kul. (bkz : bende). abd-i âsim : günahkâr, suçlu kul.
abede ( ﻋ ﺪهa.s. âbid'in c.) : İbâdet edenler, tapmanlar. abede-i esnâm) abede-i evsân : puta tapanlar. âbeft ( آﺑﻔ ﺖfi.), (bkz: âbâft). âbek ( آد ىfi.) : 1. sulu, su dolu olan ?eyler. 2 .Civa. (bkz: zibak). 3 .kabarcık denflen sivilce, çıban. a'bel ( اﻋﺒﻞa.s.): 1. çok sert [ta?]. 2. i. ta?lık dag. âb-endâm ( آ ب اﻧﺪامfb .i.): giizel, tenâsüplü endam; güzellik. âb-endâz ( آ ب اﻧﺪازfb .i.): su mühendisi. Aber ( ﻋﺎﻳﺮa.h.i.): Nûh'un erkek torunu,
abdâlân ( آﺑﺪا ﻻ نf.i. abdâl'ın c.) : abdallar [bunlar 7,40,70 olarak sayılır],
aberât ( ﺑ ﺮا تa.i. abre'nin c .) : göz yaşlan, abes ( ﻋﺒﺚa.s.): boş, saçma [şey]. Abesle iştigal etm ek: bo? şeylerle uğraşmak, abes-gû ( ﺑ ﺘ ﻜ ﻮa.fb.s.) : boş söz söyleyen, saçma konuşan. abesiyyât ( ﻋﺒﺜﻴﺎتa.i.c.) : işe yaramaz şeyler, -'Saçmalıklar, (bkz: tiirrehât)
âb-dân ( آ د ا نfb .i.): 1. su kabı, kova. 2. sidik kavugu, mesâne.
âb-gâh ( آﺑﻜﺎهfb.i.) : ı.su biriken yer, havuz. 2. anat. karnin, kaburga kemikleri kıkırdağı
abd-i m üçterâ: para fle satın alınmış köle, abdü'l-kadîr : 1. Allah'ın kulu; 2. erkek adi. âb-dâde ( آ ب دادهf.b.s.): su verilmiş, sulanmış, abdâl ( آ دا لa.i. bedil'in c.). (bkz: ebdâl).
4
âbişten-gâh ve kısa kaburgalar altında olan nâhiyesi, boş böğür. âb-gîne 4 ( \ ﻝf.b.i.) : 1. billûr. 2. şişe, sürâhi; kadeh. 3. ayna. 4. elmas. 5. kılı ; ؟bı ؟ak. 6. göz yaşı. 7. sevgilinin kalbi. 8. şarap, âb-gîr j U (f.b.i.) : 1. su biriken yer, havuz. 2 ٠dokumacı fırçası. âb-gûn ( ﴽ ﻛ ﻮ نf.b.s.) : 1. suya benzer. 2. mâvi renk. 3. i. gök. 4. parlak [kılı ؟v.b.l. 5. i. nişasta. âb-gûn kafes ( آﺑﻜﻮن ﻗﻨ ﺲf.b.i.) : gökyüzü, abher ﻫﺮ٠( ﺀa.i.) 1. nergis ؟i ؟eği. 2.yâsemin. 3. zerrinkadeh çiçeği. 4. dolu kap, dolu kadeh. a b h e r it ^ ^ (a.s.) : nergis gibi, nergisimsi. âb-hest ( آf.b.i.) : bozulmuş meyva [kavun, karpuz v.b.]. âb-hîz ز٠( آ ب خf.b.i.) : ؟ok yükselen su dalgası, âb-hûn, âb-hûst آﺑ ﺨ ﻮ ﻣ ﺖ، ( آﺑﺨﻮنf.b.i.) : 1. ada. 2. sel suyunun oyduğu ؟ukur, kovuk. 3. orman İçinde bataklık. 4. ؟eşme; su yolu. âb-hûr, âb-hûrd ﴽﺑﺨﻮرد، ( آﺑﺨﻮوf.b.s.) : 1. su İ_ ؟ miş olan [kimse]. 2. i. su ve yemek. 3. i. günlük yiyecek. 4. i. nasip, kısmet. 5. i. kısa bir istirahat İ ؟in durma. 6. i. içilecek su kabı. 7. i. İ ؟me suyu bulunan yer. âb-hurde ( آﺑﺨﻮردهf.b.s.) : su İ ؟en. âbık ( آ قa.s.) : 1. sebepsiz olarak efendisinin yanından kaçan köle. 2. Civa. (bkz : âbek, zibak). âbî ( اﻳﻰa.s. İbâ'dan) : ؟ekinen, nazlanan, sakinan; tiksinen. âbî ( ا ىf.i.) : 1. ayva. 2. s. suda yaşayan ve suda hâsıl olan. 3. s. a ؟ık mâvi. abid (a.i. abd'in c.) : kullar, köleler, (bkz : a'bâd). âbîd ( آ دa.i.c. : evâbid) : mesel, *yanıltma ؟, âbîd ر (a.s. ibâdet'den. c. : abede; miien. âbide) : İbâdet (kulluk) eden, tapınan (bkz : zâhid) . âbîd ( ا بf.i.) :kıvılcım, âbid-âne ( ﻋﺎﺑﺪاﻧﻪa.f.zf.) : İbâdet edene yakışacak bir sûrette. (bkz : zâhidâne). âbidât ( آﺑﺪا تa.i. yanlış olarak âbide'nin c.) إ anıtlar. âbidât-ı islâmiyye: İslâm medeniyeti anıtları, âbidât-ı kadime: ilk ؟ağlardan kalma anıtlar.
âbidât ( ﺀا؛دا تa.i. ve s.) : İbâdet eden, İnanmış kadınlar. a'bide ( اﺀﺑﺪهa.i. abd'in c.) : köleler, âbide ( آﺑﺪهa.i.c. : evâbid). [âbidât yanlıştır]: yâdigâr kalacak eser, anıt. âbidevi ( آ د و ىa.s.): 1. âbide gibi, âbideyi andırır, ٠anıtsal. 2. ؟ok büyük, fr. ' ا (bkz: muazzam). âbidîn ( ﺀأﺑﺪﻳﻦa.i. ve s. âbid'in c .) : İbâdet edenler; inanmışlar. âbü ( آﺑ ﻞa.s.): 1. koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan [adam]. 2. ؟ayırda otlayarak suya muhta ؟olmayan [haydan], âlîile ( آﺑﻠﻪf.i.) : 1. sivilce, kü ؟ük ؟iban. 2. su kabarcıgı. âbîle-i pistân : meme düğmesi, ucu. âbüe-i rûh-i felek : astr . yıldızlar, âbüe-i r û z : Güneş, (bkz: Âftâb, Hurşîd, Mihr, Şems). abir (a.i.) : ı.b ir ila ؟terkibi, [bu terkip; beyaz sandal, sünbül kökü, kırmızı gül, turun ؟ve İğde çekirdekleri, nâren ؟gibi güzel kokulu bâzı otlarla bir miktar döğülmüş miskten meydana gelirmiş]. 2 ٠güzel koku, âbir ( رa.s. ubûrdan. c . : âbirûn, âbirîn) : bir yerden ge ؟en, geçici. âbirîn , âbirûn ر و ن، ن٠ر (bkz: âbir).
(a.s. âbir'in c.).
abis ( ﻋﺎﺑﺚa.s.): alaycı, saygısız, âbis س،( ﺀa.s.): asık suratlı, yüzü ekşi [kimse], âbist ت٠( آسf.s.) : gebe, (bkz: âbistân,. abiste, abisten). âbistân ( ﴽ ﺑ ﺘ ﻦf.s.) : 1. gizli, gizleme. 2. gebe, âbiste ب hâmile.
(f.s.) : 1. (bkz: âyiştene). 2. gebe,
abisten ( آ سf.s.) : 1. gebe, (bkz: hâmile). 2. dişi. âbisten-gâh ٥^ ( آ سf.b.i.) : 1. gebelik yeri, rahim, döl yatağı. 2. Dünyâ, âlem, âbisteni ( آ ﺳ ﻰf.i.) gebelik, âbiş-hor ( ﴽﺑﺸﺨﻮرf.i.) : 1. [ha٣ an ve insan] sulama yeri. 2. İ ؟me kabı. 3. günlük yiyecek. 4 ٠dinlenmek İ ؟in kısa bir duraklama, âbişten-gâh ( آ ﺳﺘﻨ ﻜﺎ هf.b.i.) ; 1. gizli yer, gizlenecek yer. 2. aptesâne (bkz : âbişt-gâh, âbiştgeh).
âbiş.-gâh, âbişt-geh
âbişt-gâh, âbişt-geh آﺑ ﺸﺘﻜﻪ، ( آ ﺳ ﻜﺎ هf. b.i.) : 1. gizli yer, gizlenecek yer. 2. aptesâne. âbiye ( ا بa.s.) : yüzünü Orfii ile örten utangaç İcadın veyâ kız. âbiye ي (a.s. müen.): güzel, zarif [kız), âb-kâme ( آﺑﻜﺎﻣﻪf.i.) : 1. Bagdat ve Anadolu'nun bâzı Doğu dlerinde yapılan turşu ve salata nevinden bir katık. 2. ekşi hamurdan pişirilip sirkeye konulan ve turşu yerine kullamlan bir yiyecek ؛piyaz; salata, âb-kâr ( ﴽﺑﻜﺎ رf.b.i.): 1. sucu, saka. 2. sâki, kadeh sunucu. 3. şarap tüccarı. 4. şarap a^aşı. abkari (a.s.) : büyük bir ustalıkla İşlenmiş kumaşlara Sifat olarak : ince, çok giizel mânâsına gelen bu kelime, Yemen'in bir tarafında bulunan ve cinlerin oturduğu samlan Abkar şehrinin admdan almmıştır. âb-kend ( آﺑﻜﻔﺪf.b.i'.) : 1. dere, su geçidi. 2. havuz. âb-keş ( آﺑﻜ ﺶfb.s.) : 1. su çeken. 2. i. delikli kevgir. 3. i. sucu, saka. 4. i. sâkî, kadeh sunucu. 5. i. şarap tiryâkisi. âb-kûr ( آ ب ﻛﻮرf.b.i.) : lâğım çukuru, pisliğin alctığı yol ve delik. âblîse ( آ ﺑ ﺐf.i.) tarlayı tohumlayan, ekinci, âblûc, âblûk' آﺑﻠﻮك، ( آﺑﻠﻮ جfi.) '" ؛nöbet şekeri" denden''nebat şekeri", âb-nâk ( ﴽ ﺗ ﻚf.b.s.): 1. sulu. 2. ıslak, nemli, âb-nâme ( آﺑﻐﺎﻣﻪf.b.s.) : su münâsebetiyle yazılan şiir. âbnûs ( ﴽﺑﻮ سf.i.): abanoz denilen sert ve siyah bir ağaç. abnûsî ( ﴽ ﻣ ﺴ ﻰf.b.s.): 1" abanoz ؛abanozdan yapılmış. 2. abanoz gibi [siyah].'3. i. abanozcu. abnUsi^e ( آﺑﻐ ﻮﺑ ﻪf.a.i.): bot. abanozgiller, fr. ebCnacdes. âb-râh, âb-râhe آ ب ر اﻫﻪ، ( آ ب راهf.b.i.): su yolu, mecrâ, kanal. âb-râne ( آﺑﺮاﻧﻪf.b.i.): su yollarına ve borularına bakan mühendis,, su mühendisi, âbrâş ( آﺑﻮاشa.s.) : 1. alacalı, benekli [at]. 2 .beyaz ve kırmızı alaca renk. 3. vücudunda sam lekesi bulunan [adam]. abre ( ﻋﺒﺮهa.i.c.: aberât): göz yaşı, (bkz: âb-zîhy dem'). âb-rîz ( آﺑﺮﻳﺰf.b.i. ve s .): 1. su akıtan. 2. aptesâne. 3. ibrik, çirkef çömleği, havruz, lâzımlık. 6
âbrûd ( آﺑﺮودf.b.i.); sünbül ؛nilüfer, âbsâl, âbsâlân آ ﺳﺎ ﻻ ن، ( آﺑ ﺴﺎلf.i.) ٠٠ bahçe, pa koru. âb-seyr ( ﴽﺳﺴﺮf.a.b.s.) : su gibi akan, yürüyü çabuk at. âb-süvâr ( ﴽ ﺑ ﻮ ا رf.b.s.) : 1. su yüzünde yüz 2. SU yüzündeki kabarcık, âb-süvârân ( آد وا را نf.b.i.c.) :'Suyun veyâ şa bin üzerindeki kabarcıklar, âb-şâr ( آﺑﺸﺎرf.b.i.): su şarıltısı, şelâle, âb-şîb ( ﴽ ﺿ ﺐf.b.i.) dere gibi aşağı akan akıntı, akarsu. âb-şinâs ﺷﻄ ﺲ٠ ( آ بf.b.i.), : 1. sudan anlay 2. su yolcu. 3. gemi kılavuzu, abt ( ﻋﺒﻂa.i.) : 1. yalan. 2. şüphe uyandırıcı ] reket. âb-tâb ( ﴽ ﺗ ﺐf.b.i.). (bkz : âb ü tâb). âb-tâbe ( آﻻﻷﺑﻪf.b.i.) : 1. bahçıvan lcovası, ib) 2. Güneş biçiminde yapılan mücevher, (bl âftâbe*). âbû ( آ وf.i.): nilüfer çiçeği. abûs وس٠( ﺀ.a.s. ubUsefden): somurtkan. abûsü'l-vech : suratı asık., asık suradı. âb-vend ( آ و دf.b.i.): su kabı, maşrapa, bard âb-verz ( آﺑﻮرزf.b.s.) : suda meşkeden, suda ' zen, yüzgeç. âb-yâr ( آ ﺳ ﺎ رf.b.s.): 1. 'sulayan, sulayıcı. 2. ir feyizlendiren, bereked'endiren. âb-yârî ( آ ﺳﺈ ر ىf.b.i.) : 1. sulayıciidc. 2. m yardim. âb-yârî-i himmet: himmet yardımı., âb-zen ( آو تf.b.i.) : 1. küçük havuz. 2. bar (bkz: âb-ı şeng). âb-zih ( آ ب زهf.b.i.) : 1. su sızıntısı, su kayn: 2. göz yaşı. ( bkz : abre, dem'), âb-zürüft ( آﺑﻨ ﺮﻧ ﺖf.b.s.) : eskimiş, bozuln [kavun, karpuz gibi şeyler), âc & (a.i.): fildişi, baga. âc ( ا جf.i.): bot. dgm [ağaç), acâc ج١( ىجa.i.): 1. bulut. 2. duman. 3. toz. acâfet ( ﻋﺠﺎﻓﺖa.i.): zayıflık, çelimsizlik, acâib ( ﻋﺠﺎﺋﺐa.s. acibe'nin c.) : çok tuhaf anlaşılmaz. acâîb-i Seb'a-İ âlem : dünyânın 7 acib 7 tane şaşılacak şeyi. [ı. Mısır pirami ri. 2. Bâbil'de Semiramis'in asma bal leri. 3. Zeus'un heykeli. 4. Rodos heyl
acem-pûselik
5. Efes'te Artemis-Diana ma'bedi. 6.Bodrum' (Halikarnas) da Mosoleus'un türbesi. 7. İskenderiye deniz feneri]. Acâibü'1-Mahlûkat (yaratıkların acâyipligi): XV. yüzyıl münşilerinden Yazicioglu Ahmet Bîcan'ın Arapçadan tercüme ettiği, yer, gök ve denizlerdeki garabetlerden bahseden eseri. acâibât ( ﻋ ﺠﺎﺑﺎ تa.i. acâib'in c.) : 1. acâyip şeyler.2. normale aykırı gelen, yadırganan mahlûkları inceleyen flim.3. normale aykırı yaratılmış mahlûklar.
aceleteri ( ﻋﺠﻠﻪa.zf.) : çarçabuk, (bkz: ale'1acele). acem ( ﻋﺠﻢa.i.): harflere nokta koyma. Acem ل٠( ﺀجa.i.c. : a'câm) : 1. Arap olmayan, Araptan gayri olan kavim. 2. îranhlar. A'cem ﺀ ﺟ ﻢ١ (a.i.c. : eâcim) : Arap kavminden olmayan kimse. acem-âne ( ﻋﺠﻤﺎﻧﻪa.f.zf.) : Acemlere yakışırca-
Sina.
acâlet ( ﻋﺠﺎﻟ ﺖa.i.). [asil ; icâlet'dir]. (bkz: İcâlet).
acem-aşîrân (makamı) (ا ﻋﺸﺮان )ﻣﻘﺎﻣﻰ٠ﺀج (a.f.b.i.) : müz. Tiirk musikisinde kullanılan ?ed makamlardan biri. Bu makam çârgâh makamının acem-açîrân perdesi üzerine nakledilmiş şeklidir. Dominantı çârgâh, tonikası Acemaşirân perdeleridir, acem-aşîrân (perdesi) (ﻋﺠﻢ ﻋﺸﻴﺮان )ﻳﺮده ﺳﻰ (a.f.t.b.i.) : miiz. aralıkları birbirine müsâvî olmayan 24 dereceli Türk musikisi ses dizisinin kaba çârgâhdan başlamak iizere dördüncü perdesinin adi.
acâleten ( ﻋﺠﺎﻟﻪa.zf.) : [asil: icâleten'dir]. (bkz : icâleten).
acem-ırak ( ﻋﺠﻢ ﻋﺮاقa.b.i.) : müz. adına anonim bir edvarda rastlanan isim.
a'câm ﺀﺟﺎم١(a.i. Acem'in c.) : Acemler, Arap olmayan kavimler, Iranlilar. (bkz : eâcim).
acemi (a.s.c. : acemiyân) : 1. tecrübesiz, toy. 2. îranlı.
âcâm ( آﺟﺎمa.i. ecme'nin c.) : meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.
a'cemî ى٠( اﺀجa.f.s.) : 1. Arap olmayan, îranlı. 2. Acemce. 3 ٠beceriksiz [kimse]. 4 ٠dilsiz.
âcân ( اﺟﺎنf.i.) : polis,
acem-istân ن-
âcâr ( ﴽﺟﺎرa.i. ecr'in c .) : kirâlar, mükâfatlar,
acemiyân ن(a.f.b.s. acemi'nin c.) : 1. tecrübesizler, toylar. 2. îranlılar.
acâiz ( ﻋﺠﺎﺋﺰa.s. acûz ve acûze'nin c.) : koca kanlar. âcâk ( آﺟﺎكf.i.): toprak, (bkz : hâk), âcâl ( ﴽ ﺟﺎ لa.i. ecel'in c.) : vâdeler, tabii ömrün sonları, gayetler, ölümler, acâle ٠ ( اa.i.). [asil: İcâle'dir]. (bkz : İcâle).
acc ( ﻋﺞa.i.): bağırma, na're. âcc م
(a.s. müen. âcce): kalabalık,
accâc ( ﻋﺠﺎجa.s.) : 1. gürültülü. 2. ftrtinali, rüzgârlı; soyu temiz [at], âce ٠( ﺀاجa.s.) bir tâne fildişi, aceb ( ﻋﺠ ﺐa.i.) : acabâ, hayret, gariplik, şaşılacak şey. a'ceb ( اﻋﺠﺐa.s.): (daha, çok, pek) acâyip, tuhaf ve garip olan. a'cebü'l-acâib : 1) çok garip ve gülünç olan, (bkz: garib). 2) Manyas'li Mahmut'un dine ve hekimliğe âit eseri. acebâ ( ﻋ ﺠﺎa.e. acib'den) : şüphe ve tereddüt bildiren edat, acaba, (bkz âyâ). a'cef ( اﻋﺠﻒa.s.): ince, zayıf, a'cel ل٠( ا ﺀ جa.s.): pek acûl> çok acele eden, acele ( ﻋﺠﻠﻪa.i.) : çabuk, çabukluk, (bkz: İsti'câl).
(a.f.b.i.): Iran ülkesi.
acem-kürdi ( ﻋﺠﻢ ﻛﺮد ىa.fb.i.) : müz. Tiirk musikisinde kullanılan mürekkep bir makamdır. Acem makamım teşkil eden acemaşîrân ve uşşak makamları dizilerinin pest taraflna bir kiirdi dörtlüsünün katılmasıyla terkip edilmiştir. Makamın melodik seyrinde önce Acem makamının, sonra da kürdi dörtlüsüyle kiirdi makamının özelliklerini gösterir. acem-peresti ر ﺳ ﻰ٠ ( ﻋﺠﻢa.fb.i.) : 1. Iran sanat ve edebiyatına karşı düşkünlük ve bu sanat ve edebiyat taraftarlığı. 2, Iran taklitçiliği, acem-pûselik إ ﺑ ﻮ ﺳﻴ ﻚ٠( ﺀجa.f.b.i.) : müz. tahminen iki asırlık bir mürekkep makamdır. Acem mürekkebine, bir pûselik beşlisi ilâvesinden doğmuştur. Bütün pûselfldi mürekkep ,makamlar gibi lâ-dügâh perdesinde durur; pûselik beşlisini inici bir şekilde İcrâ ederek karar verir. Acemde olduğu gibi bu-
acem-rast
rada da güçlü perdesi bdhassa re-nevâdır. Donanıma acem gibi bir si İçin.bir koma bemolü konulur; icâbederse nota İçinde ,acem'deki gibi si bekar ve si küçük mücenneb bemolü, pûselik İçin ise, sâdece si bekar İlâve olunur. acem-rast ( ﻋﺠﻢ راﺳﺖa.f.b.i.) : miiz. adına Kirşehirli Yusuf'un edvarında ( XV. yy.) rastlanan makam. acenı-uşşak ( ﻋﺠﻢ ﻋﺸﺎقa.b.i.) : müz. adma Müstakimzâde Süleyman'ın dergisinde (XVII. yy.) rasfianan makam, acem-zîr-keşîde ( ﻋﺠﻢ زﻳﺮ ﻛ ﺜ ﻴ ﺪ هa.f.b.i.) : miiz. adına Kırşehirli Yusuf'un edvarında (XV. yy.) rastlanan makam. Acer ( آ صa.h.i.) : İsmâil Peygamberin anası, (bkz: Hâcer). âcer, âcir, âcürr آ ﺟ ﺮ، آ ﺟﺮ،( آ ﺟﺮa.i.) : tugla, kiremit. a'cez ( اﻋﺠﺰa.s. âciz'den): çok âciz ve lcudretsiz. aceze ( ﻋﺠﺰهa.f. âciz'in c .): düşkünler, güçsüzler, beceriksizler, zayıflar. âcî
(a.s.) : 1. fildişinden yapılmış, fildişine âit. 2. fildişi satıcısı, işçisi.
acib ( ﻋﺠﻴﺐa.s. aceb'den): tuhaf, acîbü'l-kıyâfe: kılığı kıyâfeti tuhaf olan, (bkz : garip). âcib ب٠( ﺀاجa.s. aceb'den): şaşılacak şey. acibe ( ﻋ ﺠﻴ ﺒ ﻪa.i.): şaşılacak şey. acibe-i hilkat : hilkat acibesi, anormal yaradılmış. (bkz: u'cûbe). âcil ٠(' آ ﺟ ﻞa.s. ecel'den. müen. “âcile”) : vâdeye bağlı, vâdesi geldiğinde yapılacak olan, *ertelenmiş. âcil ﺟ ﻞ1( ﺀa.s. acele'den) : acele eden, acele, gecikmez. âcil-âne ( ﻋﺎﺟﻼﻧﻪa.f.zf.) : 1 . acele edene âit. 2. şimdiki zamana âit. âcilen ( آ ﺟ ﻼa.zf. ecel'den) : sonradan, geç, vâdesi geldiğinde yapılmak üzere, âcilen veyâ âcüen : er veyâ geç. âcilen ( ﻋﺎﺟﻼa.zf. acele'den) : tezelden, gecikmeden. (bkz : müsta'celen). a c i n - (a.s.) :yogurulmuş ؟ey,hamur,mâcun. Lahnı-İ acin : yogurulmuş, mâcunlaşmış et, lahmacun.
âcin ( ﴽ ﺟ ﻦa.s.) : rengi ve tadı değişmiş, bozulmuş pis su. (a.s.): 1. hamur gibi, hamur, mâcun kıvâmında. 2. kim. hamurumsu, fr. pateux. aciniyyet (a.i.) : hamur, mâcun hâlinde olma.
ص ﻻﻷﺀ ع
ﻷﺀف٠( ﴽ ﺟ ﺮa.s. ecr'den): elindekini bir başkasına
kirâlayan.
ﺀث٤( ﴽ ﺟﻴ ﺶ ؟f.i.): üşüme, aciz ( ﻋﻴ ﺮa.i.) .(b ^ :a c z ). âciz ٠( ﺀاﺟﺰa.s. acz'den. c. âcizân) : 1. eli ermez, beceriksiz, kabiliyetsiz. 2. zayıf, güçsüz, âcizân ن١( ﺀاﺟﺰa.s. âciz'in c .): âcizler, â ciz -ân e iü ^ ^ (a.f.zf.): beceriksizcesine;alçak gönüllülüğe .
ﺀث٤.( ﺀاﺟﺬىلﺀa.f.i.): !.kabiliyetsizlik,beceriksiz! 2 ٠tevâzu, alçakgönüllülük, âcizî ى٠( ﺀاﺟﺰa.f.s.): fakir, alçakgönüllü kimseye âit, yâni “benimki”. âcizi^ et ت.( ﺀاﺟﺰa.i.) : 1 . beceriksizlik, kabdiyetsizlik. 2. fakirlik; tevâzu. a c m i ^ - (a.s.): akıllı, anlayışlı, ince fikirli, acn ( صa.i.) : mâcun kıvâmına getirme, yogurma. acûl ( ﻋﺠﻮلa.s.): aceleci, İÇİ dar. acûl-âne ( ﻋﺠﻮﻻﻻa.fizf.) : acele edene yakışır surette. acûz, acûze ﺀﺟﻮزه، ( ﻋﺠﻮزa.i.) : kocakarı, mec. cadı kari, (bkz : pire-zen). âcü l ( ﴽ ﺟ ﻞf.i.): gegirme. âcür ( آ مa.i.) : 1. tugla. 2. kiremit. 3. kerpiç, (bkz: âcer). âcürî ( آ ر ىa.i.): tuglacı, kiremitçi. âc' ؟s-sinn ( ﻋﺎج اد سa.b.i.) : biy. fildişi, fr. ivoacz ( صa.i.) : 1. beceriksizlik. 2.ed. düz yazıda bir fıkranın son cümlesi. 3. manzumede beytin ikinci * dizesinin son yarısı, [zıddı : sadr]. acz-i İkdâm : uğraşıp da bir şey yapamama, (bkz: aciz). â ؟âr ( آ ^ رf.s.) : 1. katılmış, karıştırılmış, birleştirilmiş [turşu, tarator, salata ve benzerleri gibi şeyler]. 2. İnişli yokuşlu, düz olmayan [yer].“Gencîne-i güftâr" adil Farsça - Türkçe lügatte kelimenin Türkçe oldugu bddirilmektedir.
adâ.et-penâh Âd ( ﻋﺎدa.h.i.) : ؟ok eskiden Yemen taraflarında bulunan ve Hud Peygamber tarahndan îmâna getirilemediği İ ؟in Allah tarahndan yok edildiğine inanılan bir kavmin adi. âd ( ﻋﺎدa.i.c.): âdetler, a'dâ ( ا سa.s.): en zâlim, pek gaddar, a'dâ' ( اﻋﺪاﺀa.i. adû' ve adüvv'ün c .) : düşmanlar, yağılar. a'dâ-yı dîn : din düşmanları, âdâb ( آدا بa.i. edeb'in c.) : 1. terbiyeler, utanmalar. 2. usuller, yollar, kaideler, âdâb-ı asr : zamânm usulleri, âdâb-ı m uâşeret: İçtimâi yaşayış bilgisi, usulleri. âdâb-ı m utâvaat: İtâat usulleri, âdâb-ı m U âzara : konuşma kaideleri, âdâh-ı u m û m ice : umûmî ahlâk kaideleri, âdâb ve erkân : yol iz, yöntem, Sira saygı, a'dad ( اﻋﻀﺪa.s.): kolu ince, kısa kollu [adam], a'dâd ( اﻋﺪادa.i. aded'in c .) : sayılar, a'dâd-ı a s lic e : gr. *asal sayılar, a'dâd-ı kesrime : gr. kesir sayılan, a'dâd-ı miitebâyine : mat. *asal sayılar (aralarında). a'dâd-ı rütbi}^e ؛gr. sira sayılan, a'dâd-ı tevziin e : gr. üleştirme sayıları, a'dâd ( اﻋﻀﺎدa.i. adad ve adııd'ım c .) : 1. sâidler, bâzular, kollar. 2. hainiz kenarındaki büyük ve düz taşlar, duvarlar, adâhî ( اﺿﺎﺣﻰa.i. udhiyye'nin c .) : kurbanlar, adâhik ( ا ﺿﺎﺣﻚa.s. ııdhûke'nin c.) : gülünecek şeyler, latifeler, şakalar, âdâk ( آداكf.i.): ada. (bkz : cezire), adakk ( ادقa.s.) : (daha, en veyâ ؟ok) dakik, ince. a'dâl ا ل٠( اﺀاa.i. ıdl'm c.) : 1. denkler. 2. eşitler, müsâvîler. adalât ( ﻋﻀﻼتa.i.: adale'nin c .) : *kaslar, adalât-ı İnebi}
۴
: anat. gözbebeği *kasları,
adalât-ı mUcevvefe : anat. kalb *kasları, adale ( ﻋﻀﻠﻪa.i. c. adalât) : vücutta hareketleri
yapan sinirli eder, *kas. adale-i cebhiyye : anat. alin *kası, adale-i Cildi^e-İ u n k : anat. boyun deri *kası, fr. platysma.
adale-i dâliyye : anat. delta *kasi, fr. muscle deltoïde. adale-i fahzi^e : anat. uyluk *kası, adale-i hiyâtiyye : anat. terzi *kasi, fr. muscle couturier. adale-i hicâb-1 hâciz : anat. diyafram *kası, adale-i kalb : anat. yürek *kası, adale-i madgi^e : anat. ؟İğneme *kası, adale-i medâri^e : anat. ؟evre *kası, fr. muscle orbiculafre. adale-i melsâ : anat. yalız k a s , fr. muscle lisadale-i muassira : anat. büzücü, *büzgen *kas, fr. muscle sphincter, adale-i mudhike : anat. güldürücü *kas. adale-i muhattata : anat. ؟izgdi *kas. adale-i mukabile : anat. *karşıt *kas, fr. muscle opposant. adale-i muşti^e : anat. *tarak kası *kas, fr. muscle pectinC. adale-i miirabba'-i miinharife : anat. *yamuk *kas, fr. muscle trapèze, adale-i miisennene ; anat. dişli *kas. adale-i na'liye : anat. *nalmsı *kas. adale-i rahmime : anat. dolyatagı kası, adale-i sadri^e : anat. göğüs *kası, adale-i savti^e : anat. ses *kasi, fr. muscle vocal. adale-i şeddadice : anat. tıkayıcı kas, fr. muscle obturateur. adale-i tev'emi^e-i sâkiyye : anat. baldır *ikizkasi, fr. muscle gastrocnémien. adale-i zâtii'r-riiûs-i selâse : anat. ü ؟başlı *kas. adalet ( ﻋﺪاﻟ ﺖa.i.) : 1. hakka riâyetkârlik, hak tanirlik, haklilik, doğruluk, (bkz : adi, dâd). 2. kadinadi. adâlet emri : tar. ahâliye zıdüm ve taaddi edilmemesi hakkında sadrâzam tarafından vâlilere yazılan emir. adâlet-kâr ( ﻋﺪاﻳﻜﺎ رa.f.b.s.) : âdil, adaletli, (bkz : adâlet-penâh). adâlet-kâr-âne ( ﻋﺪاﻟﺘﻜﺎراﻧﻪa.f.zf) : adâledicesine. adâlet-kârî ( ﻋﺪاﻟﺘﻜﺎرىa.f.i.) : adillik, adâlet-penâh ( ﺀداﻟﻌﺠﺎهa.f.b.s.') : adaletli, (bkz : adâ!et-kâr). 9
adali adali ( ﺀﻫﺬاىa.s.) : adaleli, sinirli ete mensup, *kaslarla ilgili. adali ( اﺿﻞa.s. dalâl'den) : 1. dogru yoldan pek uzak olan, ؟ok sapıtmış bulunan., ؟ok fenâ yol tutmuş olan. 2. pek ؟ok hatâda bulunan, adâmet ( ﻋﺪاﻣﺖa.i.): ahmaklık, akilsizlik, adarr ( اﺿﺮa.s.): en zararlı, (bkz: azarr). adarr-ı m iiskirât: içkilerin en zararlısı, a'dâs ( اﻋﺪاسa.i. ades'in c .) : mercimekler, âdât ( ﻋﺎداتa.i. âdet'in c.) : âdeder, görenekler, usuller, tabiatlar, alışkanlıklar, âdât-ı m e d e n iy e t: medeniyet âdetleri, usulleri. âdât ii a h lâk : sosy. töre, fr. moeurs. adâvet ( ﻋﺪاوتa.i.) : düşmanlık, yağılık, (bkz : bugz). add ( ﻋﺪa.i.) : 1. sayma, sayılma. 2. İtibâr etme, edilme. add etm ek: ı) saymak; 2) İtibâr etmek, addâr ( ﻋﺪارa.i.) : denizci, gemici tâifesi. âde ( ﻋﺎدهa.i.): âdet kelimesinin Arap kaidesine göre yapılan mürekkep kelimelerdeki ؟ekli : fevka'1-âde; ale'l-âde.. gibi, aded ( ﻋﺪدa.i.c. a'dâd): sayı, aded-i âsam : mat. *oransal sayı, fr. nombre rationnel. aded-i asli : mat. asil sayılar, aded-i â ؟âri : mat. ondalık sayılar, aded-i ferd : mat. tek sayı, aded-i gayr-i m untak: mat. *orandışı sayı, fr. nombre irrationnel. aded-i hakiki : mat. gerçek sayı, aded-i kesri : mat. kesir sayıları, aded-i menfi : mat. negatif sayı, aded-i mevhUm : mat. *sanal sayı, aded-i muntak : mat. rasyonel sayı, aded-i miiretteb : sosy. tamsayı, aded-i m iisbet: mat. pozitif sayı, aded-i r iitb i: mat. Sira sayıları, aded-i rüüs : fer. şâhısların adedi, [bir kimse vefat edip yalnız ü ؟kızı kalsa mes'elenin mahreci aded-i rüûsuna göre "ü " ؟olur.] aded-i silsile-i ale'l-vüâ : mat. aritmetik dizi, aded-i tâmm : mat. tamsayı, aded-i tevzii : mat. üleştirme sayıları, adeden ( ﻋﺪداa.zf.): sayı bakımından, sayıca. 10
adedi, adedime ﻟ ﻠ ﻞ( آfb.i.) : alçakgönüllülükle edilen hizmet. âyiş, âyişe ( و ش؛a.s.) : 1. yaşayan, 2. rahat yaşayan, (bkz: âiş, âişe). âyişne, âyişte, âyîştene آﻳ ﺸﺘ ﻪ، آ ﻳ ﻔ ﺘ ﻪ،( آﻳﺸﻐﻪfi.) 1. câsus. 2. s. dalkavuk, (bkz : âbiste),. âyiz, âyize ه٠( و ض ؛ ﺀاﻳﻎa.s.)-: 1. karşılık olarak veren. 2. karşılık olarak verilmiş, (bkz: âiz, âize). ayke ( ﻋ ﻜ ﻪa.i.): sik koruluk, aykevî ( ﻋﻜ ﻮ ىa.i.): coğ. ormanla ilgili, ayn ( ضa.i.c.: a'yân, uyUn) : 1. göz. 2. asil, kendisi. 3. bir şeyin eşi, tıpkısı. 4. kaynak, pınar, (bkz: a'yün). 5. Osmanh alfabesinin yirmibirinci harfi, (bkz : ayin). ayne'1-yakîn : gözüyle görmüş gibi) kat'î. 62
ayn-ı betrâ (ayın harfinin başı): hemze, ayn-ı hatâ : yanlışın ta kendisi, ayn-ı hayât (hayat pınarı) ( ؛bkz : âb-ı hayat), ayn-ı kerâm et: Peygamberlere yakışacak bir kudretle, kerâmet gibi. ayn-ı mazmûn : huk. kusur olsun olmasın her halde tazmini lâzım gelen ayn. ayn-ı m evkuf: huk. vakfolunan şey. ayn-ı mürekkeb : ı) anat. petekgöz; 2) bileşik göz. ayn-ı v â h id : tek gözlü, (bkz : yek-çeşm). aynü'l-bakar: bot. öküzgözü, fr. arnica. aynü'l-fiil: fiil maddesinin ikinci harfi, aynü'l-kemâl: nazar değme; gözün çok tesirli bakışı. aynü's-sevr : ı) boğa gözü. 2) astr. semânm kuzey yarmıküresinde bulunan boğa burcu nun en parlak yıldızı, Ed-deberân, lâ t .: alpha Taurus; fr. Aldebaran; ing. Aldebaran. aynü'ş-şems : değerli bir taş. aynâ h۶( ؛a.s.c.: îy n ): iri ve güzel gözlü, aynen ، -؛٠• (a.zf.): tıpkısı, tamamı, aynı olarak, ayneynî
(a.s.): iki gözle bakan,
ayni ، ؛٦( *؛a.zf.) : 1. hep o, başkası değil. 2. tıp kısı. aynı ؛٠^ (a.s.) : göze mensup, gözle ilgili. Emrâz-ı ayniyye : göz hastalıkları, aynî ؛.^٦٠• (a.s.): para olarak değil madde (eşya) olarak verilen. ayniyyât o L up (a.i. aynîn c.) : kullanılmaya veyâ harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler. ayniyye ﺧﺎ٠، ( ﺑﺎدf.a.b.s.): 1. cömert. 2. i. mec. [bu] dünyâ. bâd-sene ( ﺑﺎد تf.s.): kibirli, büyüklük taslayan, kötü niyetli. bâd-ser د ﻻر١( بf.b.s.): 1 . kibirli. 2. âsî. (bkz: ser-keş). 3. mutaassıp. bâd-serî ( ﻷد ر ىf.b.i.): 1. kibirlilik. 2 ٠âsîlik. 3. taassup. bâd-seyr ( ﻷد ﺳ ﺮa.f.b.s.): hızlı yürüyen, ayağına ؟abuk, r'üzgâr gibi koşan. 71
bâd-süvâr
bâd-süvâr ( ﺑﺎد ﺳﻮارf.b.i.): 1. hızlı yürüyen at, koşu ati. 2. hızlı giden atlı, ba'dü bu'din ( ﺑﻌﺪ ﺑﻌﺪa.zf.): hayli zaman sonra, neden sonfa. bâd-vîz ( ﺑﺎد وﻳﺰf.b.i.) : yelpâze. (bkz : mirvaha, bâd-zen, bâd-zene). bâd-zehr ( ﺑﺎد زﻫﺮf.b.i.) : panzehir, bâd-zen, bâd-zene ﺑﺎد زﻧﻪ، ( ﺑﺎد زنf.b.i.): yelpâze. (bkz : bâd-bîz, bâd-bîzen, bâd-keş). -bâf ﺑﺎ ف- (f.s.): dokuyan, dokuyucu. Bûriyâb â f: hasır ören. Zer-bâf: sırma dokuyan, bâfende ( ﺑﺎﻓﻔﺪهf.i.): dokuyucu, bâf-kâr ( اﻓ ﻜﺎ رf.b.i.): dokuyucu, çulha, bâft ( ﺑﺎﻓﺖf.i.): kumaş, bâfte ( اﻓﺘﻪf.s.): dokunmuş, bâfte ( ﺑﺎﻓﺘﻪfi.) : 1. büyük renkli leke. 2. oyma levha. 3. parça. 4. büyük bir haritayı olu?turan parçalardan her biri, pafta, [kelime, dilimizde “pafta'' ?eklinde kullanılmakta-, dır]. bagal ( ﺑﻐﻞf.i.): koltuk. Zîr-i b a g a l: koltuk altı. bagalek ( ﺑﻔﻠ ﻚf.i.): koltuk altından çıkan yumruca, köpek memesi, bagal-gir ( ﺑ ﻌ ﺸ ﺮf.b.s.): koltuk tutan, koltuğa giren. bâgat “( ﺑﺎﻏﺎتga" uzun okunur, f.i. bâğ'ın c.): bağlar, üzüm bağları, bahçeler, bagayâ “( ﺑﻐﺎﻳﺎga" uzun okunur, a.i. bagiyy'in c.) : fahişeler, bâgel ( اﺳﻤﻞfi.) : ılık su. baggal (a.i. bagl'den): katırcı, b a g ı ^ ^ (a.i.c. bagayâ) : fâhişe. bâgız ( ﺑﺎﻏﺾa.s.buğz'dan) : bugzeden, nefret eden, tiksinen, (bkz : bagiz).
( ﺿﺎ ﺟ ﻶ ﻷa.i.) : serkeşlik, azgınlık. ﺟﺔﻷ٤( اﻏ ﻰa.s.c.: bugat): haksizlik eden serke?.
bâgût ( ﺑﺎﻏﻮتa.i.): paskalca, bagy ( ضa.i.): ileri gitme, azgınlık, serkeşlik, bagza, bagzâ ﺑﻔﻀﺎ، ( ﺑﻐﻀﻪa.i.) : şiddetli nefret, hi ؟sevmeyiş. bâg ( ﺑﺎغf.i.) : 1. bag, büyük bahçe, bostan, bâg-ı bahâr : bahar bahçesi. 2. seyir yeri, gezinti yeri. 3. Dünyâ. bâg-ı b e d i': mec. cennet, (bkz : bâg-1 vesi'). bâg-ı vahş : hayvanat bahçesi, bâg-ı v e s i': mec. cennet, (bkz : bâg-ı bedi). bâg-ı cihân, bâg-ı d e h r: dünyâ bahçesi. 4. cennet. bâg-ı adn, bâg-ı behiştl, bâg-ı cinân, bâg-ı firdevs, bâg-ı huld, bâg-ı irem, bâg-ı kııds, bâg-ı nalm, bâg-ı rıdvân, bâg-ı ref أ ' ؛cennet. bâg-bân ( ﺑﺎﻏﺎنf.b.i.): bahçıvan, b.ağcı. (bkz : bâğ-vân). bâg-bân-ı girân-destmâye : zengin, hünerli bahçıvan. bâg-bânî ( ﺑﺎﻏﺎﻧﻰf.b.i.): bağcılık, bahçıvanlık, bag bekçiliği. bâğ-çe ( ﺑﺎﻏﺠﻪf.b.i.): bahçe, [bag ile küçültme edâtı olan çe den yapılmıştır; “küçük bağ'١ demektir]. bâğ-çe-vân ( ﺑﺎﻏﺠﻮانf.b.s.): bagçivan, bahçıvan. bağdâ' ( ﺑﻔﻀﺎﺀa.i.): şiddetli nefret, hiç sevmeyi?. B a ğ d â d ît ^ '^ (a.b.i.) : Bağdatlı, bâğ-istân ﺑﺎﻏﺴﻌﺎن.(f.b.i.): bağlık, bahçelik, bağrâ ١( ﺑﺾf.i.): erkek domuz, bagteten ( ﺑﻐﺘﺔa.zf.): birdenbire, apansızın, bâğ-vân ( ﺑﺎﻏﻮانf.b.s.): bağcı, bahçıvan, (bkz : bâg-bân). bâğ-zâr ( ﺑﺎﻏﺰارf.b.i.) : bağlık yer, bag. bâh ( ﺑﺎخf.i.): yol. (bkz : râh, tarik).
(bkz: âsî). bâgî ( اﻏ ﻰf.s.): ayni bahçede yetişen,
b â h ٥^ (a.i.): ?ehvet.
bâgî-lik ( ا ﻏﻴﻠ ﻚa.t.b.i.): serkeşlik., âs'îlik. bâgî-yâne ( ا ﻏﺎ ﻻa.f.zf.): serkeşlikle,
bahâ' ( ﺑﻬﺎﺀa.i.): 1. güzellik, zariflik. 2. parıltı. 3. alışma, dadanma,
bagiz ( ﺑﻴ ﺾa.s. bugz'dan): herkese bugzeden, neftet eden, kimseyi sevmeyen, (bkz : bâgız).
bahâ ( ﺑﻬﺎf.i.): kıymet, bedel, deger.
b a g l ^ (a.i.c.: bigal): ester, katır, bagle ( ﺑﻐﻠﻪa.i.): dişi katil-. 72
bahâ-p ؛râ-yi İsm â il: meşhur bir çeşit lâle, bâhâ, bâha ﻣﻪa.i. batrik'in c .): patrikler, batbata ( ﻷ سa.i.): 1. kazm ötmesi. 2.kazın suya dalışı. bâtere ( ﺑﺎﺀرهf.i.): tef. (bkz: dâire), bathâ' ( ﻵﻟﺤﺎﺀa.i.c.: bitâh): 1. çakıl taşlı büyük dere. 2. Mekke'de dağ arasında bulunan bir dere. 3. dağ arasındaki dere. 4. h. i. Mekke-i Mükerreme. bâtıl ( ﻷشa.s. bııtlân'dan): boş, beyhude, yalan ؛çürük. bâtıl i'tik a d : boş İnanç, batin ( د شa.i.c.: bütün, ebtân): 1. karin. 2. nesil, soy. (bkz: batn). bâtın ( ﻷشa.i.c.: bevâtm) : 1. İç. 2. İç yüz. 3. gizli, görünmeyen nesne. 4. Tanrı. 5. İçteki, İçyüzdeki. Ehl-İ b â tın : sOfiler, İlâhî
baytarî Sirra ermiş bulunanlar. Havâss-1 b â tın a : fels. “hissi müşterek, hayâl, vehm, hâfıza, mutasarrıfa" denilen beş İç duygusu. 6. (a.i.c. ebtine): çukur, kuytu yer.
battâliyye ( ﺑﻄﺎ ﻟﻴﻪa.i. battâl'dan): [eskiden] İÇİ bitmiş olan resmi kâğıtların konulduğu torba.
bâtınen ( ﺑﺎﻃﺘﺄa.zf.) : dâhilen, içyüzünde; İçinden olarak.
battâniyye ( ﺑﻄﺎ ﻧﻴﻪa.i. bat'dan): yorgan yerine veyâ yorgan üstünde kullanılan yünden yapılmıç kalın örtü.
bâtınî ( ﺑﺎﻃﻨﻰa.s.): dâhili, sır ve hakikatle ilgili [zâhirî mukabili].
baûza, baUz ﺑﻌﻮض، ( ﺑﻌﻮﺿﻪa.i.): sivrisinek,
b â tın i^ e ( ﺑﺎﻃﻨﻴﻪa.i.): bâtıl me'zheplerden biri olup âyetlerin dış mânâlarından ziyâde bâtın, İç mânâlarına ehemmiyet verdikleri İçin Tanrı sıfatlarının bâzılarını şüpheli gösterirler; Hasan Sabbah'm tarikatı,
bâ-vücûd-ki ( ﺑﺎ و ﺟﻮدﻛﻪf.a.b.s.): böyle, iken) bununla berâber. (bkz : maa-hazâ). bayâtî ( ﺑ ﻴﺎ ﺗ ﻰf.i.): miiz. (bkz : beyâtî).
bâtıye ( ﺑﺎﻃﻴﻪa.i.): İçki siirâhisi.
bâyeste ( ﺑﺎﺳﺘﻪf.s.): lüzumlu, gerekli,
bati ( ﺑﻄﺊa.s. batâet'den): yavaş, ağır hareketli. .
bay-gân ( ﺑﺎﻳﻜﺎنf.b.i.): bekçi, koruyucu,
bâver ( ﻷورf.i.): 1. tasdik, inanma. 2. s. sağlam; pek doğru.
batîü'1-hareke : hareketi, davranışı ağır,
bâyız ( ﺑﺎﻳﺾa.s. beyzâ'dan): yumurtlayan, yumıırtlayıcı.
batîü'l-hazm : hazmı güç. *sindirimi ağır,
b âyî ﺑﻊ.( ﺑﺎa.s. bey'den): satan, satıcı,
batîü'l-mizâc : tabiatı, huyu ağır, yavaş olan,
bâyiiyye ( ﺑﺎﻳﻌﻴﻪa.i.): pazar yerlerine gönderilen mevad ve eşyâdan gümrük ihtisap resminden başka olarak alman resim,
batih ( ﺑﻄﻴﺢa.s.) : zengin [adam], batiha ( ﺑﻄﻴﺤﻪa.i.c.: batâyih): sazlı, kamışlı dere. b âtik ^ ^ (a.s.): keskin, (bkz : bürrân). batin ( ﺑﻄﻴﻦa.s.): 1. büyük karınlı. 2. uzak yer.
bâyin ( ﺑﺎﻳﻦa.s. beyn'den): aralayıcı, ayırıcı. TaJâk-1 b â y in : boşayan tarafindan ric'ati mümkün olmayan talâk,
batır ( ﺑﻄﻴﺮa.i.): nalbant,
bâyir ( ﺑﺎﻳﺮa.i.): sürülmemiş, açılmamış, sert, kati, ham toprak.
b â t i r ^ (f.i.) : turna kuşu,
bâyiste ( ﺑﺎﻳﺴﻪf.s.): zarûrî, lâzım, gerekli.
bâtir ( ﺑﺎﺗﺮa.s.): keskin [kılıç],
bâyiste-i h e sti: Cenâbıhak.
bâtire ( ﺑﺎﺗﺮهa.i.c.: bevâtir) : keskin kılıç, (bkz : tîg-i bürrân).
baykar ( ﻳ ﻐ ﺮa.s.): çulha, bez ve kumaş dolcuyan.
batîş ( ﺑﻄﻴﺶa.s. batş'dan): sertlikle, şiddetle hareket eden.
baykara ( ؛—ﻳﻌﺮهa.i.): 1. helâk olma, mahvolma. 2. bobiirlene böbiirlene salınarak yiiriime. 3. mail çok olma,
b a t n ^ (a.i.c.: ebtân, bütün), (bkz : batin), batnen ba'de batnm : soydan soya, nesilden nesile, kuşaktan kuşağa, ['؛evvelki batinda kimse varken ikinci batinda olan kimse istifâde edemez” demektir].
bayrak ( ﺑ ﻴ ﺮ قfi.) : bayrak, sancalc. (bkz: alem).
batn-ı kebir : büyük karin,
Bayrâmiyye ( ﺑﺎﻳﺮاﻣﻴﻪo.i.): Hacı Bayrâm-1 Veli tarafından XIV. asrin sonlarıyla XV. asrin ilk yarışında Ankara'da kurulan' bir tarikat.
batni ( ضa.s.): karma mensup, karınla ilgili, batş ( ﺑﻄﺶa.i.) : zor ve şiddetle yakalayış, sertlikle tutuş. batt ( ﺑﻂa.i.): 1. kaz. 2. kaz şeklindeki sürâhi, su kabı. battâl (a.s. batâlet'den): 1. cesur, kahraman. 2. pek büyük. 3 ٠işe yaramaz, hantal. 4 ٠İşsiz.
bayrak-dâr ( ﺑ ﻴ ﺮ ﻗ ﺪا رf.b.s.): bayrak taşıyan, (bkz: alem-dâr, sancak-dâr).
baytâr ( ﺑ ﻴ ﻄﺎ رa.i.): hayvan hekimi, veteriner, baytara ( ﺑ ﻄ ﺮ هa.i.) : baytarlık, hayvan hekimliği. baytari ( ﺑ ﻴ ﻄ ﺮ ىa.s.): baytarlıkla, veterinerlikle *ilgili, [müen. "baytariyye"]. 83
baylar b a y z a r ( ﺑ ﻴ ﻈ ﺮa .i.): 1. ra h m in başlan gıcın d ak i et p arçası, dilcik, (bkz : bazr). 2 . sövm e, sövüp saym a. b a 'z ( ﺑﻌﺾa .i.): 1. b ir şeyin k ü çü k k ısm ı, parçası. 2. s. b ir kaç, b ir m iktar, bir kısım , b ir takım . b â z ( ﻷزa.zf.) : 1. geri, gerisin geriye. 2. tekrar, yeniden. b â z ( ﻷزf.i.): 1. doğan [kuş], şehbaz, şâhin. 2. s. açık. S er-b âz : başı açık. 3. s. oynatıcı, oynâyan. Â t e ş - b â z : ateşle oynayan; C ân b â z : can i ile oynayan, canbaz, fr. acro b ate; K u m a r - b â z : k u m a r oynayan, ku m arCI. 4. tekrar, geri; yin e. 5. b ir k u laç b oyu. 6. İniş. 7. fark etm e, ayırm a. 8 ٠sel uğrağı. 9. yan taraf. ıo . k arış. 1 1. dönük. 12 . şarap. 13. haraç. b â z ü 'l-E şh e b : H z. A b d ü l-K a d ir G eylân i'n in lâkabı.
( ﺟ ﺊa .z f.): v a k it v a k it, ara-sıra. b â z â r ( ﻷزارf.i.) : 1. pazar, çarşı. 2 . alışveriş.
b a 'z â n
3. pazar yeri. Ş â h id -i b â z â r : z a y ıf ah lâk lı kadın . b â z â r -ı â le m : b ütün çarşı, pazar.
olm ası. N ak şî tâbirlerindendir. N akçî tarikatın d a hususi olarak m evcut on bir kelim eden birisi, [d iğ e rle ri: hûş der dem, nazar ber kadem , sefer der vatan, h alvet der encüm en, yâd-kerd> nigâh-dâçt, yâd-dâşt, v u k u f i zam ânî, v u lc u fi adedi, v u k u f i k albi'd irl. b â z g û n , b â z g û n e ﻷ زاﻟ ﻪ، ( ﺑﺎزﺳﻤﻮنf.s.) : 1. ters, baçaşağı. 2. şom , uğursuz, (bkz : bâşgûne). b â z -g iiş â ( ﻷزﺳﻤﺸﺎf.b.i.) : in san d ak i ayırdetm e kuvveti. b â z -h â n e ( ﺑﺎزﺧﺎﻧﻪf.b .i.): ev k u şların ın yetiştirild ig i ve b a rın d ırıld ığ ı yer. b a 'zı
( ﺑﻌﺾa .z f.): birazı, bir k ısm ı; kim i,
b â z ıa ذﻋﻪ٠( ﻷa .i.): hek. derisi kesilm ek üzere olan yara. b â z ıh ( ﻷ ﻧ ﺦa.s.) :y ü c e ,y ü k s e k .C ib â l- İ b â z ıh a : yiice, y ü k se k dağlar, b â z ık
( ﻷﻧﻒa .s.): zeki, anlayışlı,
b â z î ( ﻷذىa .s.): 1. beğenm eyen, is tih fa f eden, ağzıbozıık, k ü fü rb az, bâzî
( ﻷزىf.i.): oyun, eğlence, ( ﻷزﻳﺠﻪf.i.): 1. oyu n cak. 2. oyun, eğlen-
b â z îçe
b â z â r -ı U k â z : (bkz : sûk-1 Ukâz). b â z â r - g â h ٥^
١^ (f.b .i.): p a z a ry e ri, çarşı,
b â z â r î ( ﻷزارىf.s .): p azarla ilgili, pazarda alinıp satılan. b â z -b â n
( ﻷزﻷنf.b .i.): doğancı, kuşçu,
b â z -b e -h a z in e ^ ^ ( ﻷزf.a.b.i.) : geri verilm ek üzere eğreti olaralc hazîneden alm an şeyler. b â z -d â r ( ﻷزدارf.b .i.): doğancı, avcı, kuşçu, kuşçubaşı.
( ﻷﻧﻚf.i.) : k ü çü k doğan [kuş], b â z en d e ( ﻷزﻧﺪهf.s.) : oynayan, oynayıcı, danbâzek
b â z î-g â h yeri.
( ﻷزﻳﻜﺎهf.b .i.): oyu n yeri, eğlence
b âzî-g ed e yeri.
( ﻷزﻳﻜﺪهf.b .i.): o y u n yeri, eğlence
b â z î-g e r ( ﻷ ﻧ ﻜ ﺮf.b.s.) : oyu n oynayan, rakseden, köçek, ؟engi. b â z î-g e rî ( ﻷزﻳﻜﺮىf.b .i.): köçeklik , çen gilik, oyunculuk.
( ﻷزﻳﻜﻮشf.b.s.) : şen, İâtîfeci kim se, b â z î-h â n e ( ﻷزﻳﺨﺎﻧﻪf.b .i.): oyun, eğlence yeri, b â z il ( ﻷﻧﻞa.s. bezl'den) : b ol bol veren, d ağıb â z î-g û ş
tan.
söz.
( ﻷزﻧﺪه زﻷنf.b .s.): geveze, boş-
b â z ir ( ﻷﻧﺮa.s.) : 1. ekici, eken. 2. dedikoducu. 3 . geveze.
b â z e rg â n ( ﻷزرﺳﻤﺎنf.b.i.) : 1. bezirgân, tâcir. 2. ağa m ak am ın d a Y ahudilere verilen bir ad.
b âz-m ân d e ( ﻷزﻣﺎﻧﺪهf.b .s.): 1. geri k alm ış, durm uş. 2. kafasız, kabiliyetsiz,
b âz e n d e -z e b â n boğaz.
( ﻷزرﺳﻤﺎﻧﻰf.b.i.) : tü ccarlık, b â z -g e şt ( ﺑ ﺎ ز ىf.b .i.): 1. geri dönm e. 2. piş-
b âzergân î
m an lık. 3. gerilem e; çöküş, b â z -g e şt ( ﺑ ﺎ ز ىf.b .i.): geri, dönüş, dönm e. M atlup ve m aksû d u n an cak A lla h rızâsı
b âz-n âm e ( ﻷزﻧﺎﻣﻪf.b .i.): k u şçu lu k , b ilh assa avcı k u şlar İçin yazılan eser, b âz-p es rar.
h
( ﻷﻧ ﺲf.b.zf.) : 1. geri. 2. yeniden, tek-
bazr ،( ﺑ ﻐ ﺮa .i.): k ad ın lık nişân esin d eki fazla et, dilcik.
bed-âg.z b â z û ( ﺑﺎزوf.i.): 1. kolun om uz ile d irsek arasm d aki kısm ı, pazı. 2 ٠m ec. gü ؟, k u vve t ve istidat. b â z û -b e n d ( ﺑﺎزوﺑﻨﺪf.b .i.): kolbagı, p azvan t (pazıbent).
b ecb ece ( ﺑﺠﺒﺠﻪa .i.): ؟o cu k avu tm ak İ ؟in yapılan gü rü ltü , h okkab azlık, tu h a flık , b e c ce -i k û y m eşrû).
ﺑﺠﻪﺀ ر ى: ( b k z : veled-i gayr-i
b ece ( ﺑﺠﻪa .i.): sivilce, arp acık [ ؟iban]. b â z û - d ir â z ( ر و درازf.b.s.) :''u zu n kollu” :1 . nü- b e cel ( ﺑ ﺠﻞa .i.): 1. yalan , İftirâ. (bkz : bühtân). fuzlu, sözü geçer. 2. zâlim . 3. m üdahaleci. 2 ٠şaşm a. 4. isferdiyâr'ın oglu B ehm en'in lâkabıdır, b e -c id d ( ﺑﺠﺪf.s .): 1. ciddî, gerçek. 2. zf. cid-be ( دf e . ) : 1. kelim elere -e h â lin i verir. D estden, gerçekten. b e - d e s t : elele. 2. -e k a d a r m ân âsın ı v e rir : b e c îl ( ﺑﺠﻴﻞa .s.): 1. b ü yü k , itibarlı, gösterişli, T â - b e - s a b â h : sabaha kadar, m uhterem kim se. 2. şişm an, b e - c e y b : yak aya dogru. b e c îr ( ﺑﺠﻴﺮa .s.): birçok, b e - d e r : dışarı, b e crâ' ( ﺑﺠﺮاﺀa .s.): 1. göbeği ç ık ık [İcadın]. b e - d û ş : om uzda, 2. y ü k se k [yer, tepe]. b e - g â y e t : ؟ok aşır'ı, son derece, b e ؟ ؟e ١ b e ؟e ﺑﺠﻪ، ( ﺑﺠﻪf.i.c .: b e ç e g â n ): insan b e - h a k k ı: h a k k i İ ؟in. veyâ h ayvan yavru su . b e h a k k -ı H u d a : A llah h a k k i İ ؟in. b e ؟ ؟e -i n e v : yen i doğm uş ؟o cu k veyâ hayb e-h em -zed e : (bkz : behem -zede). van. b e - h o d : kendi başına, yalnız, b e ؟e -i h o r : (bkz : b e ؟e-i hurşîd). b e -h ü k m -i k a d e r : k ad erin hükm üyle, b e ؟e -i h û n în : (k an lı y a v r u ) : acı gözyaşları. b e -h ü k m -i k a d i : k ad ı k ararıyla, b e ؟e -i h û r ş î d : (G üneşin y a v r u s u ) : k ıym e tli b e -h ü k m -i İillâ h : A lla h 'ın hükm ünce, taş v e yâ m âden. b e -k a v l-i ş â r l ': h u k. kan u n u koyan a göre, b e ؟e-i tâ v u s-1 u l v î : (gökteki tâvû su n yavb e b â n , b e b b â n ﺑﺒﺎن، ( ﺑﺒﺎنa .i.): tarz, üslûp, rusu) : ı) Güneş. 2) Ay. 3) gündüz. 4) ateş. yol. 5) yâku-t. b e b b â n -ı şü b b ân : gençlerin tarzı, yü rü yü şü , b e ؟e -b âz ﺀ ﺑﺎز١( جf.i.) : " ؟ocu k la o y n a y a n " : yolu. gulâm pâre, ku lam para. bebga
( ﺑﺒﻐﺎa.i.): dudu, papagan. (bkz : pebga).
b e b g a i^ e ( ﺑﺒﻐﺎﺀﺳﻪa .i.): fels. p apağan lık, fr. p sittacism e. b eb r, b e b ir ﺑ ﺮ، ( ﺑ ﺮf.i.) : eski k itap lara göre, H in d istan 'd a ve A frik a'd a bulunur, kediye benzer, gayet büyük, üstü yol yol tüylü, sald ırd ığı zam an derisindeki tüyleri, kabarıp k o rk u n ؟b ir m an zara arzeden, arslam n bile kGrktugu, azgm b ir canavarm ış, [eski lUgatçiler, “ b öbürlen m ek" k elim esin in “ b ebir''den geldiğin i söylerler], b e c ( ﺑﺞf.i.): 1. su ve şarap sızıntısı. 2. ağzın İ ؟İ, avurt. b e -câ' ( ^ﺀa.s.): 1. geniş, bol. A yn -İ b e c â ': geniş, iri göz. 2. i. geyik, karaca, b e câ
( ﺑﺠﺎf.z f.): yerinde, uygun,
b e ؟e -d â n
ﺟﻪ داف٠(f.i.): rah im , dolyatagi.
b e ؟e -d â r ﺟﻪ دار٠(f.s.) : 1. ؟ocugu, ya v ru su olan. 2. hâm ile, gebe. b e ؟e -g â n ( ﺑﺠﻜﺎنf.b.i. b e ؟ ؟e ve beçe'nin c.) : yavru lar, ؟ocuklar. b e ؟e g â n -ı d id e : gözyaşları, b e d ( دf.s. "fe n â" m ân âsın a c . : b e d â n ) : 1. fenâ, yaram az, ؟irkin . 2. i. kötülük. 3. i. ateş tutu ttu rm aya m ahsus y a ri yan m ış paçavra, b e d ' ( ﺑﺪﺀa .i.): başlam a, başlayış, b e d '-i b esm ele : fa r. eskiden O sm anlI saraylarm d a şehzadelere verilen ilk okum a dersi. b e d â a t ( ﺑﺪاﻋﺖa .i.): b e d iilik , gü zellik; yen ilik, ( b k z : bedûat).
b ecâ-n â-b e câ : yerli ve yersiz, iy i ve kötü, uygun ve uygunsuz.
b e d âd ( د ا دa .i.): 1. fırk a. 2. hisse, nasip, pay. 3. savaşacak akran .
b e c â y iş ( ﺑﺞ\ﻳﺶf.i.): değişm e, k a rşılık lı ye r degiştirm e.
b e d -â g a z ( ﺑﺪ آﻏﺎزf.b.s.) : b aşlan gıcı kötü; lcötü b ir şekilde başlan m ış.
85
bed-ahd
bed-ahd ¥ vefâsız.
( دf.a.b.s.): ahdinde durmayan,
bedâhe, bedahet دا ﻫ ﺖ، ﻫﻪ١( دa.i.): 1. herhangi bir konuya dâir birdenbire söz söyleme. 2. mant. apaçıklık, fr. Cvidence. bedâheten ( د ا ئa.zf.): birdenbire, ansızın, düşünmeksizin, (bkz: bi'1-bedâhe). bed-ahlâk ( ﺑﺪ اﺧﻼقf.a.b.s.): huyu ve ahlâkı kötü olan [kimse]. bedahş ٠( دﺧﺶf.i.),: Bedahşan yâkutu. bedahş-i mıızâb : şarap, bed-ahter ﺧ ﺮ١ ( دf.b.s.): yıldızı, tâlihi kötü olan [kimse]. bed-âhû ( د ﴽﻫﻮf.b.s.): huyu, karakteri bozuk, bedâih ( د ا دa.i. bedih'in c .): güzel sözler. bedâihü'1-ukul: akıllıca söylenen sözler, bedâl ( د ا لa.i.): miibâdele, trampa, değişme, değiştirme. bed-amel ( د ﻋﻤﻞf.a.b.s.): İŞİ ve hareketi fenâ olan. bed-âmûz ( د ﴽﻣﻮزf.b.s.): 1. fenâlık öğrenmiş. 2. fe ؟âhk öğreten. bed'an ( د ﺀاa.zf.): başlangıçta; ilkin, ilkönce, bedân ( دافf.s. bed'in c .): 1. fenâlar, yaramazlar; çirkinler. 2. f. z f .: onunla, bedânet ( د ا تa.i.): yağlı, semiz olma, semizlik. bed-asl ل٠( د اصf.a.b.s.): soyu kötü, asil fenâ. bed-âvâz ( د اوازf.a.b.s.): fenâ sesli, bedâvet ( دا و تa.i.) : 1. bedevilik, yürüklük, göçebelik. 2. çöl. bedâvî ( دا و ىa.i. bedevi'nin c.) : bedeviler, göçebeler, çölde yaşayanlar, bedâyi' ( د ا حa.i. bedi', bedîa'nın c .): eşi ve benzeri olmayan güzel, mükemmel ve yeni şeyler. bedâyi'-i âsâr : eserlerin güzelleri, bedâyi'-i İâfzıyye: ed. şekil, kelime güzellikleri. bedâyi'-i ma'neviyye : ed. mânâ güzellikleri, bedâyi' ( ﺑ ﻬﺎ عa.i. bidâa'nın c .): sermâyeler, anamallar. bedâyi'- âşinâ ( د ا ح اﺷﺘﺎa.f.b.s.) : güzellik taniyan, güzellikten anlayan, bed-âyîn ( د ا سf.b.s.): geleneği, göreneği ve âyini kötü olan. 86
bedâyi'-perver د ا ع رور
(a.f.b.s.) : sanatkâr,
sanatçı.
bedâyi'-pesend د٠( د ا ع سa.f.b.s.) : gü zelliği tak d ir eden.
bedâyi'-şinâs
ﺷﺎ س
( ' دا حa.f.b.s.).
(bkz :
bedâyi'-âşinâ).
bed-baht ت٠( د ﺑﺦf.b.s.) : bahtsız, bahtı k ara, k ara bahtlı, talihsiz.
bed-bîn ( د صf.b.s.) : fenâ gören, kötüm ser, fr. pessimiste. bed-bîn-âne ( إد ؛— دﻧ ﻪf.b.zf.) : h içbir şeyi begenm eyen, her şeyi fenâ gören adam a yakı?acak sûrette, kötüm serce,
bed-bînî -
د
(f.b.s.) : fenâ görürlü k, kö-
tüm serlik.
bed-bû ( د رf.b.s.) : fenâ kokulu, koka.n. bed-bûd ( إد ر دf.b.s.) : fenâ yapılı, bed-bûk ( إد ر كf.s.) : hâin, korkak. bed-cins ( د صf.a.b.s.) : cinsi bozuk, bed-çehre ( إد ﺟﻬﺮهf.b.s.). (bkz : bed-çihre). bed-çeşm ل٠( د ﺟﺶf.b.s.) : n azari değen, haset ؟i.
bed-çihre ( إد ﺟﻬﺮهf.b.s.) : çirk in y ü zlü , beddâl ( د ا لa.i.): b akkal, bedde ( د هa.i.) : tâkat, derm an, güç. (bkz : bidde).
bed-dil ( د دلf.b.s.) : yü rek siz, korkak, bed-dimâğ ( د دﻣﺎغf.a.b.s.) : kap risli, inatçı, bed-dııâ ( د د ئf.a.b.i.) : in kisar, İlenç. bed-edâ ( د ا د اf.a.b.s.) : nezâketsiz, terbiyesiz, kaba [kim se].
bedel د ل
(a.i.c. : bedelât) : 1. k arşılık , karşı. 2. b ir şeyin yerin e verilen ve y e rin i tutan şey. (bkz : ivaz). 3. b aşkasın ın ad m a ve m asrafıyla hacca giden.
bedel-i askeri : askerlik bedeli, askere gitm em ek İçin verilen para.
bedel-i cizye : tar. .Buğdan b eyleriyle D obra, V en ed ik cu m hu riyetlerin in verd iği kesin vergi.
bedel-i hâss : tar. H as yerin e hazîneden verilen para.
bedel mâ-yetehallel : vü cu d u n sarfiyatım tam am layan yiyecekler.
bedel-i misi : huk. ta s a rr u fh a k k i m u kab ilin de verilen m uaccele-i m isil, y â n i em sâline uygu n peşin para.
bedîa-zâr
bedel-i n a k d i: ask. askerlik yapmakla görevli ve yükümlü bulunan bir kimsenin askere gitmemek İçin verdiği para, bedel-i öşr : ekilmesi bırakılmış bir tarla İçin öşre karşılık alınan bedel, bedel-i ra k ab e: huk. kölenin şahsı yerine geçen kıymeti veyâ nefsi mukabilinde vermeyi deruhte ettigi “itk" veyâ “kitâbet" akçesi. bedel-i tım âr:tar. bir beylik arâzî(mâlikâne) veyâ muayyen bir kira karşılığında birine bırakılan arâzi (mukattaa) ye konulan vergi. bedel-i zeâm et: tar. zeâmet, tımar sahiplerinin haklarım, devletin gerekli buldugu hallerde hazîneye maledilmesi üzerine zeâmet sâhibine verilen aylık, bedelen ( د ﻻa.zf): yerine, karşılığında, mukabilinde. beden ( ﺑﺪنa.i.c.: ebdân): gövde, vücut, cisim, ten. bed'en ( ﺑﺪﺀأa.zf). (bkz: bed'an). bed-encâm م،( د اذﺀجf.a.b.s.): sonu kötü, bed-endâm ( د ا دا مf.b.s.): biçimsiz, çarpık, kambur. bed-endîş ( د ا د شf.b .s.): kötülük düşünen, bedene ( ﺑﺪﻧﻪa .i.c . : b ü d ü n ) : ku rban lık deve, bedenen ( ﺑﺪﻧﺎa .zf.) : 1. beden ile, şahsen. 2 . VÜcutça.
bedeni, bedeniyye د ب
، ( د ﻧ ﻰa .s.) : bedene Terbiye-i bedeniy-
mensup, vücu tla ilgili.
y e : ]im nastik. beden-kâr ( ﺑﺪ ﻧﻜﺎ رa.f.b.i.): kakum kaplı bir nevi kısa ceket, [büyük memurlar giyerdi], beden-nûr ( د ن ﻧﻮرa.b.i.): samur kaplı bir nevi ceket, [büyük memurlar giyerdi], be-der ( د رf.i.) : dışarı. be-dergâh ( ﺑﺪرﺳﻤﺎهf.b .i.) : 1. kapıya çıkma. 2. tar. acemi ocaginda ve ocak dışındaki türlü hizmetlere verilmiş olan acemilerin. Yeniçeri ocagma kayıt ve kabulleri hakkinda kullanılan bir kelime, bedesgân ( ﺑﺪ ﺳﻜﺎنf.i.): sarmaşık [ot], (bkz : bıdisgan, bıdışgan, bidişgan). bedestân ( د ﻗ ﺎ نf.i.): degerli eşyâ ve mücevherlerin alınıp satıldığı çarşı, (bkz: beziztân). bed'et ( دأتa.i.): başlangıç.
bed'eten ( ﺑﺪأةa.zf.): ilk başta, bed'etmek ( ﺑﺪأ اﻳﻌﻤﻚa.t.b.m.): başlamak, bedevi ( د و ىa.i.): 1. göçebe. 2. çölde yaşayan. Bedevi ( د و ىa.i.): Seyyit Ahmedü'1-Bedevî tarafından kurulan tarikat. Seyyit Ali'nin oğludur. Seyyit Ali'nin babası Seyyit ibrâhim, onun babası Seyyit Mehmed, Seyyit Mehmed'in babası da Seyyit Ebî Bekr'dir. 576 (1180-1179) senesinde Fas şehrinde dünyâya geldi. 675 (1276) da Mısır'da vefât ederek Tanta'daki türbesine gömüldü, bedeviy-âne ( دوداﻧﻪa.f.zf): çölde yaşayanlara uygun bir sûrette. bedeviyyet ( د وﻳ ﺖa.i.): bedevilik, göçebelik, bed-fercâm ( د ؤرﺟﺎمf.b.s.): âkibeti, sonu fenâ. bed-fermâ ( د ﻓﺮﺀاf.b.s.): fenâlık ve ayıp İşlemesini emreden. bed-fiâl ( د ﻫﻌﺎلf.a.b.s.): yaptığı İşler kötü olan. bed-gevher ( ﺑﺪ ا ﻫ ﺮf.b.s.): cevheri fenâ, mayası bozuk. bed-gû ( ﺑﺪ ﺳﻤﻮf.b.s.): aleyhte bulunan münâfık, dedikoducu. bed-güher [gevher] [( د ﺳﻤﻬﺮ ]ﺳﻤﻮﻫﺮf.b.s.): İÇİ, tabiatı fenâ, soysuz, mayası bozuk. bed-gümân ( ﺑﺪ ﺳﻤﻂنf.b.s.): her şeyden şüphe eden, şüpheci, septik. bed-hâh ( د ﺧﻮاهf.b.s.) : her İşin fenâlıgını isteyen. bed-hâhâne ﻫﺎذه١( د ﺧﻮf.b.zf.): kötülük,fenâlık isteyene yakışacak sûrette. bed-hâl ( دf.a.b.s.) : hâli kötü, düşkün, bed-hisâl ا ل٠( د ﺧﻊf.a.b.s.): hasletleri, huyları kötü. bed-hufy] [( د ﺧﻮ]ىf.b.s.): 1. kötü huylu, huysuz. 2. i. kötü huy. bedi' ( دﻳ ﻊa.s.): 1. eşi ve b'enzeri olmayan, mükemmel bir şeyi icâdeden. bedî'ü's-semâvâti ve'1-arz: Cenâbıhak. 2. yeni, garip, eşsiz ve görülüp işitilmemiş. 3. i. ed. sözün giizel olması usûl ve kaidelerinden bahseden ilmin adi, estetik. bedia, ^„( دa.i.c.: bedâyi'): 1. beğenilen ve takdiredilen pek yeni şey. 2. i. kadm adi. bedia-i hayâliyye : ülkü, fr. İdéal, bedîa-zâr ﺑﻌﻪ زار.( دa.f.b.i.): güzellik yeri. 87
٥٥
be î , bedîdar
bedîd, bedidâr ﺑﺪﻳﺪار، ﻳ ﺪ٠( ﺑﺎf.s.): meşhur; görünür; açık, meydanda, (bkz: âşkâr, hüveydâ). bedih ( ﺑﺪﻳﺦa.s.): şan ve şerefi büyük olan,
bed-nâm ( ﺑﺪ ﻧﺎمf.b.s.): kötü adil, fenâ tanınmış, adi kötüye çıkmış.
bedihe ( ﺑﺪﻳﻬﻪa.s.): 1. düşünmeden, birdenbire söylenen güzel söz. 2. i. başlangıç, bedîhe-gû ( ﺑﺪﻳﻬﻪ ﻛ ﻮf.b.s.): bedihe, güzel söz söyleyen, söylemeye alışık bulunan kimse,
bed-nigâh ( ﺑﺪ ﻧﻜﺎهf.b.s.): kötü bakışlı,
bedîhî ( ﺑﺪﻳﻬﻰa.s.c.: bedihiyyât): 1. alda kendiliginden gelen. 2. delilsiz, açık olan, besbelli. bedîhî-i û lâ: İspâta ihtiyaç olmayan, gün gibi âşikâr hakikat. bedihiyyât ( ﺑﺪﻳﻬﻴﺎ تa.i. bedihi'nin c .): delili ve ispâtı gerekmeyen açık şeyler, bedihiyyet ( ﺑﺪﻳﻬﻴ ﺖa.i.): bedîhî olma, besbellilik, açık olma. bedii ى٠( ﺑﺪﻳﺄa.s.): 1. güzel. 2. i. güzellik, bedii kırâat: ed. konuyu ses ve işâretlerle canlandırarak çok güzel okuma, b e d iiy a t ( ﺑﺪﻳ ﻌﺎ تa.i.) estetik, (bkz: İlm-i bedâyi'). bedii ل٠( ﺑﺪيa.i.): 1. bir şeyin karşılığı, (bkz: ivaz). 2. tutuşulan bir bahiste aldanan kimsenin vereceği şey. bed-kadem ( ﺑﺪ ﻫﺪمf.a.b.s.): ayağı uğursuz, kademsiz. bed-kâr ( د ﻛﺎرf.b.s.): İŞİ, hareketi kötü; İŞİ, hareketi fenâ. bed-kirdâr د ا ر/ ( ﺑﺪf.b.s.). (bkz : bed-kâr). bed-legâm ( ﺑﺪ صf.b.s.): "gem almaz, serkeş at" : 1. âsî, serkeş, söz dinlemeyen kimse. 2. i. bedevi, çöl adamı.
bed-nesl ( ﺑﺪ ﺳ ﻞf.a.b.s.): soysuz, asil fenâ, rezil. bed-nihâd ( ﺑﺪ ﻧﻬﺎدf.b.s.): rezil, asil bozuk, soysuz. bed-nijad ( ﺑﺪ ﻧﺰادf.b.s.): asil, soyu bozuk, bayağı [kimse]. bed-pesend ﺳ ﺪ٠ ( ﺑﺪf.b.s.) : 1. kötülüğü metheden, kötülüğü beğenen. 2. müşkülpesent, güçbeğenir. bed-peymân ( ﺑﺪ ﺑﻴ ﻤﺎ نf.b.s.): andında, sözünde durmayan, sözünün eri olmayan. Bedr ( ﺑﺪرa.h.i.): Hz.Muhammed'in dinsizlerle çarpıştığı Mekke ile Medine arasında bir yer olup, bu savaşa "Bedir Gazâsı” denir, bedr ( ﺑﺪرa.i.): ayin on dördüncü gecesi, dolunay. bedr-i biilend : ayin ondördü. bedr-i kâm il: ayin ondördüncii gecesi, bedr-i miinir : parlak dolunay, bedr ii kemâl: g. s. bir yazı stili, bed-râh ( ﺑﺪ راهf.b.s.): fenâ yola sapan, bed-râm ( ﺑﺪ رامf.s.): 1. sert başlı at. 2. zf. dâima. 3. hoş, lâtif, yakışıldı, süslü, bed-rân د ران٠(f.b.s.) : 1. İşleri kötü İdâre eden. 2. çapkın [kadın]. 3. orospu, bed-rây ( ﺑﺪ راىf.b.s.) : kötü düşünceli, bedre ( ﺑﺪرهa.i.c.: bider) : 1. kuzu, oğlak derisi. 2. İÇİ altın dolu kese, [beşyüz kuruşa eslciden "kese” denilirdi], (bkz : bedri),
bed-lika ( د قf.a.b.s.): lcötü yüzlü, çirkin suratlı.
bed-reftâr ( ﺑﺪ رﻓﻘﺎرf.b.s.): hareketi, gidişâtı fenâ olan.
bed-maâş ( ﺑﺪ ﻫﻌﺎشf.a.b.s.): yaşayışı davranışı iyi olmayan, kötü olan, bed-mâye ﺑﻪ.( د ﻣﺎf.b.s.): soysuz, sütü bozuk, bed-meııiş ﺋ ﺶ٠ ( ﺑﺪf.b.s.): kötü huylu, kötü tabiatlı.
bed-reg ( ﺑﺪ رسf.b.s.) : asil kötü, huys.uz, kötü damarlı (insan ve hayvan],
bed-mest ت ( ﺑﺪf.b.s.): 1. sarhoşluğu kötü, fenâ sarhoş, i. kendini bilmeyecek derecede sarhoş. bed-mesti sarhoşluk.
bedreka ( ﺑﺪرﻗﻪf.i.) yol gösteren, kılavuz, delil, (bkz: bezreka).
رﻧﺲ
bed-reng ( ﺑﺪf.b.s.): açıkla, koyu arasmdaki kirli bir renk. bedri ( ددرىfi.) : 1. İÇİ altın dolu kese, (bkz : bedre2 . ؟. erkek adi.
( ﺑﺪf.b.i.): bedmestlik, kötü
bedriyye ( ﺑﺪرﻳﻪa.s.): 1. [bedri kelimesinin miien.]. (bkz : bedri). 2. i. kadın adi.
bed-mihr ﻫﺮ٠ ( ﺑﺪf.b.s.): iyilik etmeyen, insâniyetsiz.
Bedriyye ددرده (a.h.i.): Sühreverdiyye tarikatının altı şûbesinden biri [öteki
behem-zede
şûbeleri: Zeyniyye, Bahâiyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necibiyye'dir]. bedrûd ( إدرودf.i.): vedâ, esenlik, esenleme, (bkz: bidrûd). bed-sigâl ( ﺑﺪ ﻣ ﻜﺎ لf.b.s.): fenâ düşünceli, herkes hakkında kötü söyleyen, bed-sîret ﺑ ﺮ ت ahlâksız.
د٠ (f.a.b.s.): kötü huylu,
bed-sirişt ( ﺑﺪ ﻣﺮﺷ ﺖf.b.s.): tabiatı, yaradılışı kötü. bed-sûret ( ﺑﺪ ﺻﻮرتf.a.b.s.): hâli, tavrı,biçimi kötü. bed-şükûn ( ﺑﺪ ﺷﻜﻮنf.b.s.): uğursuz, bed-tâli' ( دد ﻃﺎﻟﻊf.a.b.s.): tâlihi kötü, tâlihsiz. (bkz: şûr-baht). bed-tedbir ( ﺑﺪ ﺗ ﺪ ﺑ ﻴ ﺮf.a.b.s.): fenâ istekli, niyeti bozuk. bed-ter در٠( ﺑﺎf.b.s.): daha kötü, çok kötü, beter. bed-tıynet ﻳ ﺖ٠ ( ﺑﺪf.a.b.s.): yaratılışı, tabiatı fenâ olan, soyu bozuk, bayağı adam, (bkz : bed-siret). bedûat ( ﺑﺪوﻋﺖa.i.). (bkz ; bedâat). bedûh ( ﺑﺪوحa.i.): mektup zarflarının üstüne yazılan asil meçhul bir kelime. Bunun yerine “ebced" hesâbına göre karşılığı olan : (2,4,6,8) sayılan da kullanılır, be-dûş ( إدوشf.e.): omuza, omuzda. Abâ-bed û ş : abası omuzunda, serseri. Dûş-bedûş : omuz omuza. bed-üslûb د اﺳﻠﻮب kötü.
(f.a.b.s.): tavrı, gidişi
bed-zebân ( ﺑﺪ زﺑﺎنf.b.s.): 1. ağzı pis, ağzı boz u k . 2 . i. k ö t ü d il. bed-zehre د زﻫﺮه٠ (f.b.s.) : korkak, yüreksiz, ödlek. befm ( ﺑﺬمf.i.) : keder, tasa, İç sıkıntısı, [kelime ''befem” şeklinde de kullanılır], befş ( ﺑﻬﺶf.i.) : azamet, debdebe, beft ( ﺑﻬﺖf.i.). (bkz : zer-beft). beftere ( ﺑﻐﺘﺮهf.i.) : avcılar tarafından kullamlan alıştırılmış kuş. befterî ( ﺑﻐﺘﺮىf.i.): sik dişli çulha tarağı, tezgâha mahsus ağaç tarak, (bkz : kefteri). beganUş "( ﺑﻐﺎﻧﻮشga" uzun okunur, f.i.): eşkin, yürük at ve katır.
begas ﺑﻐﺎ ث. (a.i.c.: bagsân): 1. lori [veyâ "İûri" kuşu [avcı olmadığı İ ؟in âdî, değersiz kuşlar arasında adi geçer].' 2. kartal; karga; doğan gibi hayırsız ve zararlı kuşlar, (bkz : bigas, bügas). begayâ "( ﺑﻐﺎﻳﺎga” uzun okunur, a.i.c.): askerlikte keşif kolu takımı. be-gayet “( ﺑﻐﺎﻳﺖga" uzun okunur, a.zf.) : pek çok, aşırı, son derecede, pek ziyâde, begend ( ﺑ ﻜﺘﺪf.i.): 1. kümes, folluk. 2. yuva, (bkz: âşyân). begter ( ﺑﻜﺘﺮf.i.): eskiden kullanılan zırhlı elbise. begnek ( ﺑ ﻜﺘ ﻚf.s.): kuyruğu kesik, güdük [hayvan]. behâcet ( ﺑﻬﺎﺟﺖa.i.): güzellik, güzel yüzlü oluş. behâim ( ﺑﻬﺎﺋﻢa.i.), (bkz : behime). Behâiyye۶ ^ (a.i.): Sühreverdiyyetarikatinin altı şubesinden biri, [öteki şûbeleri: Bedriyye, Zeyniyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necibiyye'dir]. behak ( ﺑﻬﻖa.i.): insanin derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk meydana getiren bir çeşit hastalık, (bkz : behek). be-hakkı ( صf.a.z.): hakki İçin. be-hakkı Huda : Allah hakki İçin, behâmln ( ﺑﻬﺎ ﻣﻴﻦf.i.): bahar mevsimi, behas ( ﺑﻬﺺa.i): susama, (bkz : atş). behatt ( ﺑﻬﻂa.i.): sütlâç, süt lâpası. behbûd ( ﺑﻬﺒﻮبf.i.): iyilik, sağlık, sıhhat, behc ( ﺑﻬﺞa.i.): keyfi her zaman yerinde olan [adam]. behcet ( ﺑﻬﺠ ﺖa.i.): 1. sevinç. 2. güzellik, güİeryüzlülük, şirinlik. 3. erkek adi. behdel ( ﺑﻬﺪلa.i.): 1. sırtlan yavrusu. 2. erkeğin memeleri büyük olma, b e h e k . (f.i.). (bkz : behak). behem ( ﺑﻬﻢf.zf.): toplu, birarada, hep bir yere, hep bir yerde, (bkz : bâhem). behem-ber-âmeden ( ﺑﻬﻢ ﺑﺮ آﻣﺪنf.b.m.): 1. birikmek, toplanmak. 2. mec. kızmak, miiteessir olmak. be-heme-hâl ( ﺑﻬﻤﻪf.a.zf.): her halde, elbette, nasıl olursa olsun, mutlaka, behem-zede ( ﺑﻬﻤﺰدهf.b.s.): cemiyeti dağıtmış, topluluğu bozmuş.
beher
beher ( ﺑﻬﺮf . b . s . ) : h e r, h e r b ir , h e r b ir i, be-her-hâl ( ﺑﻬﺮf.a .z f.): h e r h a ld e , m u t l a k a , be-her-mâh ( ﺑﻬﺮ ﻣﺎهf . b . i . ) : h e r ay. behet ( ﺑﻬﺖf.i.) : 1 . s ü t lâ 2 . ؟. M e m û n i y e d e n ile n ve p i r i n ؟u n u ile p i ş i r i le n h e lv a . [ A b b â s î h a lî f e l e r i n d e n " e l - M e 'm û n " u n ؟o k s e v d i g i b i r y e m e k o l d u g u s ö y le n ir ],
behhâs ( ﺑﺤﺎ ثa.s.). ( b k z : b a h h â s ) . behic ( ﺑ ﻬ ﺞa.s. b e h c e t 'd e n ) : ş e n , g ü z e l ,
ﺑﻬﻴﺠﻪ
[k a d ın ]. b e h ile —
ﺑﻬﻴﻢ
b e h im
2.
van. b e h im e
( a . s . ) : 1 . ş e n , g ü z e l; g ü l e r y i i z l ü
2.
behle ( ﺑﻬﻠﻪf.i.): kaim kuşçu eldiveni, b e h l e l ^ (a.s.): abes, bâ-tıl, beyhude, boş, boşuna, (bkz: biihlel).
ﺑﻬﻤﻪ
( a .i .c .; b e h â im , b e h â y i m ) : d ö rt
( a .s .) : h a y v a n a m e n su p , h a y v a n -
i lk , h a y v â n i .
behimiyyet ﺑﻬﻴﻤﻴﺖ hCbetude.
( a .i.) :
hayvanlık hâli, fr.
( ﺑﺨﺮa . i . ) : a ğ ı z k o k u s u , ( ﺑﻬﻴﺮa . s . ) : 1 . n e fe s i s ı k ı ş ı p 2.
؟o k so lu y a n
g ö g ü s d a r lığ ı h a s ta lığ ı d o la y ıs iy -
la s o l u m a k t a n y o l y ü r ü y e m e y e n [a d a m ], b e h ir e
ﺑﻬﻴﺮه
(a .s.) : 1 ş i ş m a n l ı k d o l a y ı s ı y la y ü -
r iirk e n so lu y a n
[k a d m ] .
2.
h a y ır v e iy ilik
s e v e n , s o y u t e m i z [ k a d m ] . ( b k z : b e h ile ). b e h iş t
ﺑ ﻬﺜ ﺖ
( f .i .) : ce n n e t, u ؟m a k . ( b k z : a d n ,
b i h i ş t , f ir d e v s ) .
behişt-i dünyâ
(d ü n y â
c e n n e ti):
yerd ek i
c e n n e t = S e m e r k a n d v â d i s i , Ş a m o v a s ı; B a s r a c i v â r ı v .b .)
behiçt-î güm -geçt : k a y b o l m u ş c e n n e t , behişt-âşiyân ( ﺑﻬﺸ ﺖ آﺷﻴﺎنf . b . s . ) : m e s k e n i c e n n e tte o la n (= m e rh u m ),
behiçt-hırâm ﺑﻬﺸ ﺖ ﺧﺮام
( f . b . s . ) : c e n n e t e g it -
m iş .
behişti ( ﺑﻬﺸﺘﻰf . i . ) : b e h iş t e m e n s u p , c e n n e t li k , behiçtî-rû ( ﺑﻬﺸﺘﻰ روf.b .s.) : h û r i g ib i g ü z e l ( f .b .s .) : c e n n e tte o tu -
ran .
behişt-sîmâ ﺑﻬﺸ ﺖ ﺳﻴﻤﺎ
behlûl ( ﺑﻬﻠﻮلa.s.): 1. ؟ok gülen, ؟ok gülücü. 2. hayır sâhibi, ؟ok iyi adam [Arapça'da fasihi bühlûl dür], (bkz: bühlûl). Behlûl ( ﺑﻬﻠﻮلa.h.i.): Harûn-ür-Reşîd'in kardeşinin adi olup, delice hareketleriyle meçhur olmuştu. behmân ( ﺑﻬﻤﺎنf.s.): filan, filanca, (bkz: bâhmân). behmâr ( ﺑﻬﻤﺎرf.zf.): ؟ok ziyâde, fazla, behme ( ﺑﻬﻤﻪa.i.c.: bühüm, bihâm ؛c. c . : bihâmât): 1. kuzu. 2. oglak. 3. buzağı. 4. ke ؟i otu. (bkz : bühme). behmen ( ﺑﻬﻤﻦfis.): 1. zeki, anlayışlı, kavrayışil. 2. tedbirli. 3. i. bot. turpa benzeyen ve “kavza kökü''denüen bir ot. Behmen ( صf.h.i.): Iran hükümdarlarından Isfendiyâr'm oglu Erdşîr'in lâkabı, beh-nâme ( ﺑﻬﺘﺎﻣﻪf.b.i.). (bkz : bâh-nâme). behnân ( ﺑﻬﺎ نa.i.): 1. güle ؟, güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen adam. 2. erkek adi. behnâne ( ﺑﻬﻨﺎ ﻧﻪa.i.) : 1. güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen kadm. 2. kadm adi. behnâne ( ﺑﻬﻔﺎ ﻧﻪf.i.): 1. maymun. 2. beyaz pide. [dogrusu pehnâne'dir]. behne ( ﺑﻬﻨﻪa.s.): yumuşak [yer],
y ü z lü .
behişt-nişîn ﺑﻬﺸ ﺖ ﻧﺸﻴﻦ
(f.a .b .s .) : c e n n e t g ib i
g ü z e l y ü z lü .
behîçt-zâr ( ﺑﻬﺸ ﺖ زارf . i . ) : c e n n e t g ib i behite ( ﺑﻪ؛ﻋﻪa . i . ) : İ f t i r â , y a l a n s ö z . 90
behl ( ﺑﻬﻞa.i.): 1. İânet, nefret. 2. s. az şey, az
(a .s.). ( b k z : b e h ir e ) .
d ik , p ü r ü z s ü z se s.
[a d a m ].
behkeşe ( ﺑﻬﻜﺸﻪa.i.): emir ve İçte ؟abuklukj bir İŞİ ؟abuk görme ve tutma,
( a . i . ) : 1 . d ü z s i y â h ş e y , a la c a s ı z h a y -
behîmî ﺑﻬﻤﻰ
b e h ir
behken ( ﺑﻬﻜﻦa.s.) güzel ve gösterişli gen[ ؟erkek].
k a d ı n a d i.
a y a k lı h a y v a n .
b e h ir
behkele ( ﺑﻬﻜﻠﻪa.i.) : nârin, ince ve güzel VÜcutlu kız, sevgili, (bkz : behkene).
b e h k e n e - (a.s.). (bkz: behkele). g ü le r -
y ü z l ü [a d a m ]. b e h ic e
b e h i^ e , b e h i ^ ، ( ﺑﻬﻪa.s. behâ'dan): güzel. H edi^e-İ b eh iyye: güzel hediye. İdâre-i b e h i^ e : güzel İdâre.
yer.
behneke ( ﺑﻬﻔﻜﻪa.s.): şişmanca ve vücudu güzel kadın. behnes ( ﺑﻬﻨﺲa.s.): sakil, kaba, ؟irkin [adam], behr i (a.i.): 1. uzaklık, mesâfe. 2. felâket. 3 ٠ümidin boşa ؟ıkması. behrâ ( ﺑﻬﺮاf.zf.): onun İ ؟in, ondan dolayı.
be-kef ﺑﻬﺮام
b eh râm
( f .i.) : 1. M e r ih y ıld ız ı. 2 . A c e m
p e h liv a n la rın d a n
b ir in in
a d i. 3 . I r a n
hü-
( ﺑﻬﺼﻮصa . s . ) : b i r m i k t a r , a z şe y . ( ﺑﻬ ﺖa . i . ) : ş a ş k ı n l ı k , h a y r a n l ı k ,
b eh sû s beht
b e h te
k ü m d a r l ’a r ı n d a n b i r k a ç ı n ı n a d i k i e n m e ş -
u ğ r a m a k : ş a şa k a lm a k , d o n a k a lm a k , (b k z :
h u r u , y a b a n e ş e ğ i a v ı n a p e k d ü ş ü n o la n
m e b h û t o lm a k ) .
"B e h r â m G ü r ” d ur. b eh râm e
ﺑﻬﺮاﻣﻪ
b e h te re
( f . i . ) : 1 . y e ş i l e lb is e . 2 . ( b k z :
b e h râ m e c). ( a .i.) :
1. h er
re n k te
o la n
l e y l â k ç iç e ğ i. 2 . ç i ç e ğ i k o k u l u o l a n b i r c i n s s ö ğ ü t a ğ a c ı. ( f.i.) :
1. b ir
nevi
k ır m ız ı
y â k u t . 2 . ip e k t e n d o k u n m u ş g ü z e l b i r k u m a ş . 3 . a s fu r ç iç e ğ i, k ır m ı z ı g ü l. 4 . k a d ın la r m k u l l a n d ı k l a r ı a ll ı k , k ı r m ı z ı d ü z g ü n , b e h râ m -te l
ﺑﻬﺮام ﺗﻞ
( f.i.) : B e h râ m
ﺑﻬﺮه
e l - B e h û r î e r - R û m î 'd i r . E d i r n e l i o lu p A l i e r -
(16 2 9 /16 30 )).
ﺑﻬﻮت
behût
ﺑﻬﻮ
a yârı b o z u k p ara.
ﻟ ﺪا ر
b e h re -d â r
(f.b .s.) : b e h r e li, h is s e li, p a y lı ,
ﺑﻬﺮه دارى
behv, beh ve
c . : “ e b h â , b ü h ü v v " g e lir ]. 3 . g e n iş m e y d a n , y e r . 4 . g ö ğ s ü n İ ؟İ, b o ğ a z d a n m i d e y e k a d a r o l a n a r a lı k . 5 . r a h i m ile m a h r e c i n i n a r a s ı,
ﺑﻬﺰ
v e a y a k d e r i l e r i n i n s e r tle ş m e s i. 2 . y a r a l a r -
b e is
ﺑﺄس
b e jm â n
beka b e h r e m f i ( ؛a . i . ) : a s f u r ç i ç e ğ i , k ı r m ı z ı g ü l. b e h r â m e n ) .b e h r e m â n ,
ؤد ى ﺑﺆﻣﺎن
( f . i . ) : g e ؟i m d a r lı ğ ı , ( f i . ) : 1 . h ü z ü n l ü , k e d e r li, y a s lı .
ﺑﻘﺎ
("k a ” u z u n o k u n u r, a .i.) : d e v a m , se-
b a t, e v v e lk i h a l ü z e re k a lm a k , b a k ilik . b e k a - y ı ş ö h r e t : ş ö h r e t i n b e k a s ı, i y i n â m ı n k a lm a s ı.
( a .i.) : 1. ç iç e ğ in
g ö z a lı c ı g ü -
٠H i n d l i l e r i n
ib â d e t i.
3 . s a ؟v e s a k a l ı k m a ile b o y a m a : ، U i
( f.i.) : b u rg u ,
( b k z : 'm a tk a b ,
b e h re -m e n d ■ b
ﺑﻬﺮه
( f . b . s . ) : b e h r e li, h is s e li,
ﺑﻬﺮه
( f . b . i . ) : b e h r e m e n d li k ,
( f s . ) : m a k s a t v e m e r â m ı n a u la -
b e -k â m
o l m a k : e rm e k , k a z a n m a k v e m a k -
ﺑﻜﺎ ﻣﺖ
bekâm et
( a . i . ) : d i ls i z l i k , f r . a l a l i e . ( b k z :
bekâr
ﺀر
( a .s .) : h i ؟e v le n m e m iş , e rg e n [k im -
se ].
b e h re lilik .
ور٥İ
ﺑﻜﺎ م
şan .
b ik â m e t ) .
( b k z : b e lr r e -d â r ). b e h re -m e n d i
b e -k â m
ş a d ı n a u la ş m a k , ( b k z : n â i l o lm a k ) ,
m is k a b ) .
( f . b . s . ) : h is s e v e n a s i b i n i a l-
b ek âret
ﺑﻜﺎرت
(a.i.) : e r k e k g ö r m e m i ş k ı z ı n
h â l i , k ı z l ı k , k ı z o g l a n k ı z l ı k , ( b k z : b ik r ) .
m ış .
behs i r i
(a .i.). ( b k z : b e 's ).
b eh rem en
(f.i.) : ( b k z : b e h r â m e n ') .
z e l l i g i v e p a r la k l ı ğ ı . 2
b e h re -y â b
g ö ğ s e v u r m a , ile -
2 . y ı r t ı k , d ö k ü k , p e jm ü r d e ,
d a n g e le n ir in .
b eh rem e ، U i
( a . i . ) : 1 . ş id d e tle
r i k a k m a . 2 . B e n û S e l i m k a b ile s in d e n b i r
b e je n d i ( f . i . ) : 1 . ؟o k ؟a lı ş m a d a n d o l a y ı el
ن٠ﺑﻬﺮﻷف ؛ ﺑﻬﺮﺀ
( a .i .) : 1. m is â fir o d a sı.
c e m â a t i n is m i,
( f . b . i . ) : b e h r e l i l i k , p a y lı -
ilk .
ﺑﻬﻮك
ﺑﻬﻮه، ﺑﻬﻮ
2 . y e r a l t m d a h a y v a n a ğ ı lı , [ b u i k i m â n â d a k i
behz
( b k z : b e h re -m e n d ). b e h re -d â ri
b e h re -v e r
( a .z f .) : h ü k m ü n c e , h ü k m ü y le ,
( f . i . ) : 1 . k ö ş k . 2 . s o fe . 3 . s a lo n . 4 . c u m -
b a . 5 . ؟a rd ak .
2 . a r z u y a b ı r a k ı l m ı ş şe y , İş. 3 . e k s i k v e y â
b e h re m e
ﺑ ﺤﻜﻢ
b e -h iik m
( f . i . ) : h is s e , p a y , k ıs m e t , n a s ip ,
( ﺑﻬﺮهضf . b . s . ) : ş e r ik , o r t a k , b e h r e - b e r l ( ﺑﻬﺮه ر ىf . b . i . ) : ? e r i k li k , o r t a k l ı k , b e h r e c ( ﺑﻬﺮجa . s . ) : 1 . f a y d a s ız , iş e y a r a m a z şe y .
(b k z :
( a .i.c .: b ü h ü t ) : d u y a n la rı h a y re te
d ü şü re n İftirâ , y a la n .
behv
b e h re -b e r
b eh rek
( a .b .i.) :
ş u b e le r in d e n
b i r i n i n a d i. [ k u r u c u s u : Ş e y h M u h a m m e d
Ç u b î 'n i n
k e s tiğ i b a ş la r d a n y a p tır d ığ ı m in â r e . b eh re
ﺑﺨﻮرﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮ ب
H a lv e tiy y e
R û m î 'd e n h i l â f e t a lm ı ş t ı r , ( d . : ? - ö . : 1 0 3 9
ﺑﻬﺮاﻣﻦ
b eh râm en
( a . i . ) : y a l a n sO y le m e .
R a m a z â n iy y e -i
ﺑﻬﺮاﻣﺞ
b eh râm ec
ﺑﻬﺘﺮه
B e h U r iy y e -i h a lv e t im e
ﻷب٥İ
(f.b .s.): h is s e v e n a s i b i o la n ,
( a .i .) : 1. n e şe v e g iile r y ü z le k a r ş ıla -
m a . 2 . c ü r 'e t , y ı l m a m a z l ı k . 3 . s. k a h r a m a n , y iğ 'it [a d a m ].
b e -k a v l
ﺑﻘﻮل
( a .f .z f .) : d e d iğ in e g ö re , s ö z ü n e
g ö re . b e - k a v l - i ş â r i ' : k a n u n u k o y a n a g ö re , b e -k e f
ﻳ ﺠﺪ
( f . a . z f . ) : el İ ç in d e , a v u ç t a .
91
bekil
ﺑﻜﻴﻞ
b e k il
( a .s .) : y a k ış ık lı,
s ü s lü
d e li k a n l ı ,
أ٠ﺑﻜﻲ
b e k im
( a . s . ) : d i ls i z [a d a m ], ( b k z : a h r a s ,
e b k e m ). M e k k e 'n i n e s k i a d i. ( b k z :
M ek k e ).
ﺑﻜﻢ
( f . i . ) : k ı r m ı z ı b o y a a ğ a c ı, ( b k z :
( ﺑﻜﺮهa .i.) : 1.
ﺑﻜﺮوى
b ekri ﻛ ﺮ ى
( a . s . ) : m a k a r a ş e k lin d e
1.
( a .i.) :
2. s.
e rk e n , s a b a h .
B e k ri
t a r a fın d a n
k u r u lm u ş t u r .
( f . i . ) : k a t i e k m e k , p e k s im e t ,
ﺑﻼد ور، ﺑﻼدر
( f .i .) : 1. [k a d ın la -
“ h a b b ü lfe h m ”
d e n ile n
ve
ila ؟
o l a r a k k u l l a n ı l a n H i n d i s t a n 'd a y e t i ş i r b ir m e y v a ] . 2 . b e lâ s a v m a k İ ؟i n v e r i l e n s a d a k a .
b e lâ g
( a .i .) : 1 . y e tiş tir m e , e riş tirm e . 2 . y e -
(f.i.)
:
ak ran ,
( b k z : k ü fv ,
e ş.
b e lâ g u 'l- m ü b în :
İlâ h î
t e b li g a t ,
K u r 'â n - 1
K e r im .
ﺛ ﻰ٠ﺑﻜﺘﺎ
(a .h .i.) :
ﺑﻜﺘﺎ ﺷﺎ ن
B e k îâ ş iy â n
H acı
b e lâ g a t B e k tâ ş
V e li
(f.i.
ﺑﻜﻮرى
b e k t â ş i 'n i n
c .) :
lo k m a n ın y u tu lm a s ı. 2 . e m m e ,
(a .f.b .s .) : u z d illilik
ﺑﻼﻏﺖ
ﺑﻼﻏﺖ ﻓﺮوﺷﻰ
b e lâ g a t-p e rd â z ﺑﺮداز b e lâ h e t
K a lû -b e lâ
:
( a . f z f . ) : u z d il-
( a . f . b . s . ) : b e lâ g a t
ﺑﻼﻏﺖ
(a .f.b .s .) : iy i v e
ﺑﻼﻫﺖ
( a . i . c . : b e l â y â ) : g a m , k e d e r , m u s ib e t ,
â fe t, c e z â , g a y e t z o r İş, b ü y ü k g a ile ,
b e lâ -k e ş
^ﻛ ﺶ
: i k i b e lâ a r a s ı n d a b e r z a h g ib i
b e lâ-k eşîd e ﺑ ﻼ ﻛ ﺸ ﺪ ه b e lâ k ik ر ﻗ ﻖ
b e lâ s ı,
m ec.
(a .f.b .s.) : b e lâ ؟e k m iş ,
(a.i. b i i l u k k a 'n m c . ) : ؟ö lle r, d ü z
o v a la r .
: a p a n s ı z ı n g e le n b e lâ , b e lâ ):
( a .f .b . s .) : b e l â ؟e k e n , e z iy e t v e
s ık ı n t ı ؟e k e n .
o la n yer.
b e lâ -y ı h i l k a t : y a r a t ı l ı ş
( a .i .) : b ö n lü k , a lık lık , k a lın k a -
fa i l li k . b e l a k ^ (a .i.) : a y a k l a r ı a la c a lı o l a n at.
e v e t d e d ile r , ( b k z : â r î, b e li),
h â d is e le r , ,o la y la r.
ﺑﻼﻏﺖ
d ü z g ü n s ö z s ö y le y e b ile n ,
( a . e . ) : e v e t , h a y h a y , p e k i.
(k a ra
düzgün,
fü ru ş lu k , u z d illilik .
b e l ^ ( f . i . ) : ö k ؟e.
b e lâ -y ı siy â h
sö zü n
li l i k l e , u z d i l l i o l a n a y a k ı ş a c a k s û r e t te .
b e lâ g a t-fü rû şî
( a .e .) : b e lk i.
b e lâ -y ı n â g â h
2. ed.
b e lâ g a t-fü rû şâ n e ﻓﺮوﺷﺎن
( f .b .s .) : 1. k o p m u ş , k o p u k .
(a .i.) : 1. y u tm a , y u tu lm a .
b e lâ -y ı b e rz a h
iy i, g ü z e l, p ü r ü z s ü z s ö z
t a s la y a n .
2 . ç ö z ü lm ü ş , ؟ö z ü k , g e v şe k ; d ü şü k ,
b e l'-i l o k m a :
1.
m e s i n i ö ğ r e t e n i l m i n a d i. ( b k z : b e y â n ) ,
b e lâ g a t-fü rû ş ﻓﺮوش
( a . i . ) : i l k e v lâ t lık ,
ﺑ ﻜ ﺴﺘ ﻪ
( a .i.) :
k u s u r s u z , y e r i n d e v e a d a m ı n a g ö r e s ö y le n -
( a . i . ) : i l k d o ğ a n ؟o c u k , i l k e v la t,
b e k û r iy y e t
ﺑﻼﻏﺖ
s ö y le m e , u z d i l l i l i k .
1 . B e k t â ş ile r . 2 . y e n iç e r ile r .
92
serfr. ab ru tissem e n t, apat-
iz a n s ız lık , a k ils iz lik ,
t i ş t i r i l e n s ö z , şe y .
t a r i k a t ı n a .m e n s u p o l a n k i m s e .
ﺑﻼ
:
b e l â - d î d e ٥^,۵ ( ﺑﻸa .f.b .s.) : b e l â g ö r m ü ş , b e l â y a
b e k t a ş l ı k : m ü s â v î l i k , * e ş i t lik .
b e lâ
(a.i.)
؟a t m ış .
ﺑ ﻜ ﻤﺎ ت
ﺑﻜﺘﺎ ش
b e lâ ض
^د ت
b e lâd e t
A r a p la r d a
m u â d i l) .
ز
(f.s.) : 1 . k ö t ü k i m -
(a.b. i.) :
p e sm e t.
bel
ﺑﻼد، ﺑﻼده
b e lâd e , b e lâ d
z ü m r ü t g ib i sü s e ş y â s ı; g e lin t a c ı, [ b e lâ d û r
ﺑﻜﺮﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮ ي
d o ğ m u ştu r.
b e l ' ﺑﻠﻊ
(a.i.) : 1 . e le m , k e d e r, t a s a . 2 . te lâ ş,
r i n k u l la n d ı ğ ı ] , a lt m , g ü m ü ş , e lm a s , y â k u t ,
M u s t a f a B e k r i 1 0 9 9 ( 1 6 8 7 - 1 6 8 8 ) d e K u d ü s 't e
b e -k ü siste
ﺑﻼﺑﻞ
؟o k İ ؟k i
K a r a b â ş i y y e - i H a l v e t i y y e ş u b e le r in d e n b ir i.
b ekû rî
b e lâ b il
hie.
o la n
İ ؟e n , İ ç k iy e d ü ş k ü n a d a m , s a r h o ş .
b e k sim â t
( a . i . b ü l b ü l ü n e . ) :b ü l b ü l l e r , ( b k z :
b e lâ d ır, b e lâ d û r
B e k riy y e - i H alv e tiy y e M u sta fa
b e lâ b il ﺑ ﻼ ر
s e m lik , b u d a l a l ı k ,
[ k e m i k v e ş â ir e ].
B e k tâşi
v e s v e s e le r ,
b ilâ d e ).
k u y u v e s â ir e d e k u lla n ıla n
r a ş e k lin d e b u l u n a n o y u k l u k e m ik ,
b e k tâ ş
c .) :
se , g ü n a h k â r , m ü z e v i r . 2 . f e n â şe y . ( b k z :
؟ark , ؟ık r ık , m a k a r a . 2 . m a fs a lla r d a m a k a -
b ekrevi
b e İ b â l'i n
( b k z : b e lb â l, b e lb â le ).
b a k k a m ).
b e k re
(a .i.
a n â d il) .
B ek k e ﻛ ﻪ٠ ( a .h .i.) : bekkem
(ﺑﻼﺑﻞ ٠
b e lâ b il
te lâ ş la r, t a s a la r , k u r u n t u l a r ,
gen ؟.
acı
b e lâ l o la n
(a.s. v e i . ) : s u g ib i ıs la t a n , ıs la t ış , IS-
İ a k lı k . [k e lim e (b k z :b i!â l) .
b ilâ l
ş e k lin d e d e k u l la n ı l ı r ] .
belvâ
ﺑﻠﻌﻢ
b e l'a m
( a .s .) : 1. terb iyesiz, a؟
bogaz,
obu r.
2.İ.
H z.
M û sâ
gö zlü , p ish a k k ın d a
is r â illile r i k a n d ır a r a k fen â sö y le d iğ in d e n d o la y ı t a n m m ı ؟o la n “ B e l'a m b in B â u r â " a d m d a îs r â il k a b ile sin d e n b ir z â tın adi.
ﺑ ﻼﻟ ﻚ
b e lâ re k , b e lâ le k
،
ﺑﻼرك
( f .i.) : 1. ce v h e rli,
iy i su v e r ilm i ؟ ؟elik, k ılı ؛ ؟k ılıc ın c e v h e ri v e m e n e v işi. 2 ٠ o k m a h fa z a sı, tem ren i,
b e lâ -sen c ﺳ ﺢ
ﺑﻼﻳﺎ
b e lâ y â
ﺑﻼ
( a .f.b .s .) : b e lâ ya u ğ r a m ı ؟,
v e se , telâ ؟, tasa, k u r u n tu , (b k z : belibil).
ﺑﻠﺒﻮس
( f .i .) : 1 . y a b â n i so g a n , s a rm ıs a k ,
d a ğ so ğ a n ı. 2 . b ir ؟e ؟it h aşh aş,
b e ld e
ﺑﻠﺪه
m em le k et.
ﺑﻠ ﺐ ﺑﻠﺪ
( f b . z f . ) : d u d a k ta .
C â ü - b e - le b :
( a .s .) : 1. ؟eh irli, m e m le k e tli. 2 . i.
b ir çeşit y e rli k u m a ؟, cilt bezi,
b e le d iy e ﺑﻠﺪﻳﻪ m iz lig in e ,
( a .i.) : b e led iye, b ir ؟e h rin teb a y ın d ır lığ ın a
ve
in tiz â m ın a
b a k a n d âire.
( ﺑﻠﻪa .i.) : b ö n lü k , a h m a k lık , b e le l ( ﺑﻠﻞa .i.) : 1. y a ş lık , ısla k lık . 2. s. b eleh
h a sta -
İık ta n iyileşen . 3 . zafer. 4 . m ih n e t, keder. 5.
d ü şk ü n lü k . 6 . m ü câd e le, k a v g a ,
b elen d
ﺑﻠﻐﺪ
( f .s .) : 1. (b k z : biilen d ). -2. k a p ı p er-
v a z ı v e ؟er ؟evesi. (b k z : b e len d in ),
b e le n d in
ﺑﻠﻐﺪﻳﻦ
( f .i .) : k a p ı p e r v a z ı, p e n ce re
ç e rç e v e sin in alt tah tası, (b k z : b e le n d i,
( ﺑﻠﻔ ﺴﻢa .i.) : k a tra n , b e lesâ n ( ﺑﻠﺴﺎنf.i.) : bot. p e le se n k
a ğ a cı, b a ls a -
m a v e b u a ğ a c ın y a ğ ı,
b e lh a m
ﺑﻠﻰ
ﺑﻠ ﺤﻢ
( a .i.) : sa b a n [çiftçilik te],
( f .e .) : evet. [A r a p ç a d a n F a r s ؟a la ؟tır ıl-
m ı ؟tır]. (b k z : ârî, belâ),
b e lid
ﺑﻠﻴﺪ
(a.s. b e lâ d e t'd e n ): İz'an sız, a h m a k ,
sersem , b u d a la , bö n .
b e lîg -â n e
ﺑﻠﻴﻐﺎ ﻧﻪ
( a .f .z f.) : b e lig ce sin e , fe sih v e
d ü z g ü n o la ra k .
(a.i. b e liy y e 'n in c . ) : felâketler,
( a .i.c .: b e lâ yâ , b e l i y y â t ) : felâket,
( "k a ” . u z u n o k u n u r, a . s . ) : alaca,
a la c a b a c a k lı [at].
ﺑﻠﻘ ﻊ
b e lk a '
( a .s .) : te n h a [ ؟Öİ], h a ra p v e b o ؟
[yer].
ﺑﻠﻜﻪ
( f .e .) : ih tim â l, u m u lu r, o lab ilir, ne
b ilirs in , h attâ,
ﺑﻞ
( a .i . ) : ıslatm a.
ﺑﻠﻠﻮﻋﻪ
b e llû a
( a .i.) : 1 . k ü ؟ü k ap test b o z u la c a k
yer. 2 . s u la r ın la ğ ım a a k m a s ın a m a h s u s d e-
ﺑﻠﻮ ط
( a .i.) : p elit a ğ a c ı, m e ؟e p a la m u d u .
b e llû tü '1-a rz : bo t. y e r p a la m u d u , b e lm â , b e lm ؟
ﺑﻠﻤﻪ، ﺑﻠﻤﺎ
( f .s .) : fa y d a sız , iri, k a b a
؟ey.
( ﺑﻠﻤﺎرﻳﺶf.b .s .) : k a b a sa k a l, a h m a k , ( ﺑﻠﻤﻪ رﻳﺶf.b.s.). ( b k z : b e lm â -r î) ؟. b e lse m i ( ﺑ ﻠ ﻤ ﻰa .s .) : p e le se n k y a ğ ı ile *ilg ili, b e lm â - rî ؟ b e lm e -r i ؟
b e lse m iy y e (' ﻣ ﻤ ﻴ ﻪa .i.): bot. k m a ؟i ؟egigiller, fr. balsam in C es.
ﺑ ﻜﻢ belû ' ﺑﻠﻮع
b eltem
(a.s.) : p eltek [adam ], (a.s. b e l 'd e n ) : ؟o k y iy ic i,
(b k z :
ekûl). B e lû c î b e lû l
( ﺑﻠﻮ ﺟﻰf .h .i.) : B elû cista n lı. ( ﺑﻠﻮلa.i.) : k u r tu lm a , h a s ta lık ta n
k u r-
tu lm a . ( b k z : b ü lû l). [k elim e “ k e sb -i b e lû l" v e y â , " -b ü lû l" ؟ek lin d e k u lla n ılır],
b elen sem
b e li
ﺑﻠﻘﺎﺀ
b e lk a '
b e llû t
rem e.
ﺑﻠﺪ ى
ﺑﻴﺎ ت
lik li t a ؟.
( a .i.) : ؟ehir, m em le k et.
B e le d u lla h , B ele d ü ' 1-em în . M ekke-i M iikerb e le d i
( a .s .) : 1. y a ğ m u r lu , serin rü z g â r. 2. IS -
ﺑﻠﻴﻪ
b e lic e
b e li
c a n i d u d a k ta , ö le cek h ald e,
b e led
ﺑﻠﻴﻞ
la n m ış ؟ey.
b e lk i
( a .i .c .: b ilâ d , b ü l d â n ) : ؟eh ir, k a sa b a ,
B e ld e -i T a b i b e : M e d în e -İ M ü n e v v e r e , b e-leb
o la n k a d ın . b e lil
keder, k a sâ v e t, tasa, (b k z : b elvâ).
b e lb â l, b e lb â le ﺑﻠﺒﺎﻟﻪ، ( د ا لa .i.c .: b e l â b il ) : v e s b e lb û s
v e y â eser].
b e lih a ( ﺑﻠﻴ ﺨ ﻪa.s.c. b i l â h ) : a rk a sı b ü y ü k , gen i?
kederler, g a m la r, k asâvetler, tasalar,
(a.i. b e liy y e 'n in c . ) : felâketler, g a m -
ﺑﻼ زده
(a.s. b e lâ g a t'd e n c . : b ü l e g a ) : 1. fasih ,
d ü z g ü n sö z sö yleye n . 2 . fa sih , d ü z g ü n [söz
b e liy y â t
( a .f.b .s .): b e lâ ta rta n ,
lar, kederler, tasalar.
b e lâ -zed e
ﺑﻠ ﻎ
b e lig
b e l'û m ( ﻣ ﻮ مa .i.) : [d o ğ ru su b ü l'û m 'd u r ]. (b k z : b ü l'û m ).
b e lû s, b ü lû s ﺑﻠﻮس، ( ﺑﻠﻮسf .i .) : 1 . h ile, y a la n , d o la n . 2 . s. h ileci. 3 . tevâ zu . b e lû t
ﺑﻠﻮط
( a .i.) : b o t. ı . m e ؟e a ğacı. 2 ٠m e ؟e
a ğ a c ı m e y v a sı, p a la m u t,
b e lû tiy y e b e lv â
داوى
ﺑﻠﻮﻃﻴﻪ
( a .i.) : bo t. p a la m u tla r,
( a .i.) : keder, g a m , tasa, felâket, ız tı-
rap. (b k z : b e liy y e , bilye).
93
belvâje ( ﺑﻠﻮاؤهf .i .) : şişe [n a z ım d a "b e lv â r e "
b e lv â je
b e y itli p a rç a la r d a n m e y d a n a gelen v e k isim k ısım , g azel ta rz ın d a k a fiy e le ri d eğ işe n
o la r a k d a k u lla n ılır],
m a n z û m e le rin h e r b ir p a rç a sı, (b k z : terci-i
b e lv â y e ( ﺑﺎواﻳﻪf .i .) : k ırla n g ıç , b e lv â z ( ﺑﻠﻮازf.i.) : ç ık ın tı, d u v a r d a n d ış a r ı Ç1-
b e n d , te rk lb -i bend ). b e n d -i h i s â r : m ü z .
k a n d ire k u cu . b e ly â d د، ( دf .i .) : n a k ışsız , sâd e k o stü m , b e m m م٠ ( a .i.) : 1. m iiz . k a n u n , ta m b u r gib i ç a lg ıla ra t a k ıla n tel. Z î r ü b e m m : en in ce v e e n k a lın tel. [n a z ım d a b e m şe k lin d e k u lİa n ılır]. (b k z : bâm *). 2 . p e s p erd e , b e n Ü İ ( f .i .) : 1. h a r m a n , ek in . 2 . b a ğ . 3 . çitle n bik .
sû z-i dil, p û s e lik v e
sııltâ n î y e g â h m a k a m la r ın d a n m ü re k k e p tir. Y â n i b ir n e v i h ü s e y n î g e çk isiz v e so n u n a s u k â n î-y e g â h İlâve e d ilm iş h isâ r-p û se lik 'tir. M a k a m , s u h â n î-y e g â h ile y e g â h p erd e sin d e k a lm a k ta d ır. G ü ç lü b ir in c i d erece d e s û z -i d il'in d u ra ğ ı v e p û s e lik 'in g ü ç lü s ü o la n h ü s e y n î m i, ik in c i d erece d e p û s e lik 'in d u r a ğ ı v e s u ltâ n î-y e g â h 'ın g ü ç lü s ü o la n d ü g â h
( ﺑﻐﺎﺑﻪf .i .) : d e f a , n öb et, b e n â d ık ( ﺑﻔﺎﻟﻖa.i. b u n d u k 'u n benâbe
İâ dır. E v v e lâ s û z -i d îl'd e u z u n c a b ir m ü d c . ) : 1. y u v a r la k ,
b e n â d ir
ﺑﻐﺎدر
d et
d u ru ld u k ta n
so n ra
m ü şte re k
sesler-
d en v e s û z -i d il'in d u ra ğ ı, a y n i z a m a n d a
k u rş u n la r. 2 . fın d ık la r. (a.i. b e n d e r'in c . ) : tic â re t y e rle ri,
p û s e lik 'in g ü ç lü s ü o la n h ü s e y n î p e rd e sin -
tic â re t iskeleleri, [k elim e F a r s ç a d a n A r a p -
d en istifâd e ed ilerek , s û z -i d il'in re p erd e si
ç a la ş tırılm ış tır].
b e k a rla ş tırılm a k ta v e so n ra , p û s e lik 'in re
b e -n â m benâm
-
( ﺑﻐﺎمf .b .s .) : n a m lı, ü n lü , ( ﺑﻐﺎمa .i.) : p a r m a k u cu .
benân
m eşh u r,
( a .i .) : p a rm a k la r , p a r m a k u ç la rı.
M ü ç a r ü n b i ' 1-b e n â n : p a r m a k la gö sterilir, m eşh u r, [b â z a n " e l" m â n â sın a d a gelir], b e n â t ( زا تa.i. b in t'in c . ) : 1. k ız la r. 2 . k u k la la r, bebekler.
şe d d i y a p ıla r a k , m ek ted ir.
sııltâ n î-y e g â h
M akam
İcrâ
u m û m iy e tle
e d il-
in ic id ir.
D o n a n ım ın a s û z -i d il g ib i sol v e re b a k ıy y e d iy e zle ri k o n u lu r. P û s e lik İçin re b e k ar, su h â n î-y e g â h İçin d e sol b e k ar, re b e k a r, si b a k ıy y e v e y â k ü ç ü k m iic e n n e b b e m o lü , d o b a k ıy y e d iy e zi İâ h in İçin d e İlâve ed ilir, b e n d ii b e lâ : g ö n ü l b a ğ lılığ ı v e b u n d a n d o -
b e n â t -ı H a v v â : k a d ın k ıs m ı, k a d ın la r, b e n â t -ı n a 'ş : ı) n a a ş k ız la rı. 2) a str. D ü b b -i E k b e r d e n ile n yıld ız , k ü m e s in in k u y r u ğ u n u n u c u n d a b u lu n a n k ü m e n in en sö n ü k y ıld ız ı, lâ t. e ta U r s u s M a jo r is ; fr. b e n e t-
ğ a n eziyet. bendaka
٠ﻷدق
( a .i.) : 1. h id d e tli b a k m a , se rt b a -
kış. 2 . b ir şe y i h n d ık gib i u fa k la m a . bende
( ﺑﻐﺪهf .i .c .: b e n d eg â n )
: 1 . k u l, kö le, b a ğ lı,
( b k z : abd).
n a sh ; in g . A l k a i d . b e n â t ü '1 -la h m : etli, se m iz k ızla r, b e n â v e r ( ﺑﻴﺎورf.i.) : ir i çıb a n , k a n çıb a n ı,
b e n d e -i d ir e m h a r id e : p a ra ile sa tm a lın m ış köle.
b e n b e k ( ﺑﻐﺒﻠﺶa.i.). (b k z : b ü n b e k ).
b e n d e -i e fg e n d e : -düşkün köle,
b e n b e l ل٠ ( ﻻf .s .) : 1. ek şi şey. 2 . e k şi elm a,
b e n d e -i f e r m â n : fe r m a n kölesi, emi.r k u lu ,
b e n c ( ﺑ ﺞa .i.) : "b a n o tu " d en ilen , u y k u v e ri-
b e n d e -i h a lk a - b e - g û ç : k u la ğ ı h a lk a lı köle,
ci v e g ö z b e b e ğ in i a ç a n b ir ot. (b k z : b e n g). [“ b e n c ”, “ b e n g ” in A ra p ç a la ş tır ılm a s ıd ır ]. bend
ﻻد
( f .i .) : 1. b a ğ , y u la r, râb ıta, b a ğ la m a ,
esir. m e c . itâatli. b e n d e -i h ir id e : sa tın a lın m ış köle, b e n d e -i U fk e n d e : v u ı-g ıın k u l.
b e n d - i â h e n în (d em ir b a ğ ) : k e lep çe, b e n d -i d i l : g ö n ü l b a ğ ı, a lâ k a , ilg i, sevgi. 2 . b ir in i e m r i a ltın a a lm a . 3 . b o ğ u m , m a f sal. 4 . m a k a le , fık r a , m a d d e . 5 ٠su b irik tir m e k İçin ik i d a ğ a r a s ın d a y a p ıla n set,
2 . in tisâ b e d e n , ta ra fta r, b e n d e -g â n
ﺑﻐﺪه ﺳﻤﺎن
(f.i. b e n d e 'n in c . ) : 1 . k u lla r,
köleler. 2 . p â d iş â h h iz m e tin d e o la n la r,
y a p ıla n kem er.
b e n d e - g i ( ﺑﻐﺪﺳﻤﻰf .b .i.) : ı.b e n d e lik , k u llu k , k ö -
7 ٠s. b a ğ la y a n , b a ğ la n m ış , b a ğ lı. 8. ed . B a -
lelik. (b k z : u b u d i y e t ) . 2 . b e n d e y e m e n su p ,
şın d a n so n u n a k a d a r a y n i v e z in d e b ir ç o k
k ö leye âit.
b a ra j.
94
b e n d e - n iz [eski n e zâ k e t d ilin d e] : k ö len iz.
6 . su m e c r â s ı İçin
benîka
bende-hâne ه ﺧﺎﻧﻪ٠( ﺑﺘﺎf.b.i.): [eski nezâket dilinde] köle evi, kölenizin evi (= bizim ev), (bkz: çâker-hâne). bendek ( ذ كf.i.). (bkz: bendeş). bendene ( ذ ذ هf.i.): esvabın bâzı yerlerine dikilen düğme, kopça, (bkz: bendime, bendime, bendine). bende-nuvâz را ز٥^ (fb .s.): kölesini, kulunu, adamım taltif eden. bende-nuvâzâne ( ذ ه ﻧﻮازاﻧﻪfb.zf.): bendenuvâzcasma, öyle muâmelede bulunan kimseye lâyık bir şekilde, bende-perver ( ﺑﺘﺪه رورf.b.s.): kul, köle, adam besleyici. bende-perverâne ( ذ ه روراﻧﻪf.b.zf.): bendepervercesine. bende-perveri ( ﺑﻐﺪه رورىf.b.i.): köle besleyicilik ؛iyi muâmelede bulunma', bender ( صf.a.i.c.: benâdir): ticâret yeri, İşlek ticâret iskelesi. benderek ( ودركf.i.): küçük iskele, liman ve bogaz ağzına yapılan küçük kale, mendirek. beııder-gâh, bender-geh ﻧ ﺮ ى، ( ﻧ ﺮ ﻛ ﺎ هf.b.i.): İşlek iskele, liman, şehir, benderz ( ﺑﺪرزf.i.): çuvaldız, beııdeş ( ذ شf.i.): atılmış pamuk yumağı, eğrilmek İçin hazırlanmış pamuk parçası, (bkz: bendek). bende-zâde زاده٥^ (fb .i.): köle çocuğu, mec. çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzı muâmelede bulunan, bendi ( ذ ىf.i.): esir, köle, bendide ( ذ ﻳ ﺪ هfb .s.): 1. bağlı, bağlanmış. 2. esir, köle olan. bendime, bendime ﺑﻤﻪ. ه ؛ ﺑﺪ٠( ذfi.) : 1. düğme, ilik. 2. esvap yakasına ve kollarına açılan ufak delik, (bkz : bendine), bendine ( ذ ذf.i.) . (bkz: bendene, bendime, bendime). bendiş ( ذ شf.i.): altı.n ve gümüş üzerine İşlenilen nakış, savat. bend-rûg ( ﻧ ﺮ و غf.b.i.): cetvel, kanal, su bendi, tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi İçin yapılan setli çukur. benduki ( ذ شa.i.): keten bezinin en iyisi.
bene ع٠( ﻷf.i.) : ince urgan, palamar, ip. benefsec ج٠٠( ﻻفa.i.): menekşe, (bkz: menef?e). benefsenci^e (a.i.): bot. menekçegiller, fr. violacCes. benefş, benefşi ص ، ( ﻻ سf.s.): mor renk, menekşe rengi. benefşe ٠( ﻷﻏﺸﺎf.i.): 1. menekşe, (bkz: benef sec). 2. s. mor. benefşe-gûn ( ﺑﻐﻐﺸﺪ ا نfb .s.): menekşe renkli, gökyüzü. benefşe-zâr ( د ئ زارfb .i.): menekşelik, menekşe tarlası. benek ( ﺑ ﻚfi.) : atlas zemin üzerine Sirma İşlemeli bir nevi kumaş. benek-i b üzürg: eski kumaşlarda bulunan dairevi bir motifin adi. benes ( صa.i.): kötülükten, fenâlıktan kaçınma, ؟ekinme. benevî ( ﻻوىa.s.): ogula mensup, ogul ile ilgili. benevre ( ﻻورهfi.) : asil, esas, temel. beng J j . (f.i.) : 1. afyon gibi uyuşturucu ve key if verici “ban” denilen bir nebat ve bunun tohumu, esrar, (bkz : benc). 2. küçük çitlenbik. 3. atlas üzerine İşlenmiş sirma çiçekli bir nevi kumaş. bengâh ( ﺑ ﻜﺎ هfb .i.): 1. keçeden yapılmış Türkmen evi. 2. emir'lere ve büyük rütbeli kimselere mahsus çadır. bengere ( ﺑﻔﻜﺮهf.i.): çocukları uyutmak İçin söylenen ninni. bengi ( ﺑ ﻜ ﻰf.s.): benk tiryâkisi, esrarkeş. beni ( ﻻىa.i.c.): ogullar. beni Âdem : Ademogulları, insanlar, beni b e şe r: insanlar, beni Hâşim : Hâşim oğulları, beni İ s r â il: îsrâil oğulları, Yahudiler. beni ü m e y y e : Emeviler. [beni kelimesi, benin'in muzaf halinde n si düşmek sûretiyle meydana gelir]. benik ( ﺑﻔﻴﻚf.i.): çok zaman çorap yapılan âdi ipek. benika ( ﻻشa.i.c.: benâyık): 1. atin göğsünden yukarı, boğazı üstünde çıkan tüyden iki dâirenin biri. 2. esvabın koltuk altındaki parçası. 95
benîn benin ( ﻷﻫﻦa.i. İbn'in c .) : 1. oğullar. 2. s. akıllı, tem k in li [kim se]. B e n ic e
( ﺑﺘﻴﻪa .i.): “K â'b e -i m u azzam a”,
benka ( ﺑﺘﻘﻪf.i.): bot. b u rça k nevinden, m ercim eğe benzer b ir m ahsûl,
berâcim ( ﺑﺮاﺟﻢa.i. bürcüm e'n in c .) : m afsallar, b oğum lar. berâet ( ﺑﺮاﺋﺖa .i.): bir dâvâ sonucun da tem iz ve ilişiksiz ؟ikm a, aklık, arılık , aklanm a. berâet-i z im m e t: zim m etinde bir şey olm ayış, aklık.
b e n n â ' ( ﺑﻐﺎﺀa.i. binâ'dan) : yapı yapan, m îm âr, kalfa, dülger.
berâgis
bennâk ( ﺑﻐﺎكa .i.): tar. raiyy et ya zılı olanla rm tim ar sâhibine ve rd ik leri resim lerden b irin in adi. [bu resim , k azan ç vergisi kabilin den b ir vergi idi],
berâhide ( ﺑﺮاﻫﻴﺪهfs.) : yola çık arılm ış, gönderilm iş, yo llan ılm ış.
güleç [adam], (bkz : bâsim, bessâm). besir ﺷﺮ٠(a.s.): çok, birçok. 1.2
bess ( ﺑﺚa.i.): 1. dağıtma, yayma, saçma. 2. meydana çıkarma, bess-i şekvâ : şikâyeti meydana çıkarma, bessâm ا م٠( سa.s.): güler yüzlü, çok gülen adam, (bkz : bâsim, besim). Bessâse ( ﺳﺎ ﺳ ﻪa.i.): Mekke-i Mükereme. best ( ﺳ ﺖfi.) : düğüm, (bkz : ukde), beste t J ( fi.) : 1. miiz. şarkının makam ve ahengi. 2. s. kapalı, bağlı; bitiştirilmiş, bağlanmış. Dil-beste : dili bağlı. 3. s. donmuş. 4. Esterâbâd ve Gürgan'da yapılan basma nakışlı ipek kumaş. beste-dehân دﻫﺎن٠( ﺳﻰfb .s.): ağzı kapalı, dili bağlı, sükût eden, susan, beste-dem ( ﺑ ﺖ دمf.b.s.) :nefesitutulmuş, bestegi ( ﺳ ﻬ ﻰfb .i.): 1. bağlılık. Dil-bestegi : gönül bağlılığı, açıklığı, (bkz : merbUtiyyet). 2. kapalı olma, kapalılık, beste-hân ( ﺳﺘ ﻪ ﺧﻮانfb .i.): beste okuyan, şarkıcı. beste-hisâr: müz. adi Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam, beste-ısfahân: müz. Isfahan makamı gibi başladıktan sonra Ozatışla ırak perdesinde karar veren makam. beste-kâr ( ﺳﺘ ﻪ ﻛﺎرfb-.s.),: besteleyen, besteci, kompozitör, fr. compositeur.
beşîr
beste-leb ( ﺑﺴﺘﻪ ﻟ ﺐfb .s.): dudağı kapalı; tutuk.
be ؟âret-âver ( ﺑﺸﺎرت آورa.f.b.s.) : müjdeci, muştucu, .haberci.
beste-nigâr ( ﺑﺴﺘﻪ ﻧﻜﺎرf.b.i.): miiz. en eski mürekkep Türk makamlarmdandır. Husûsî ve orijinal bir kıymet taşıyan bu makam rağbetle kullanılmıştır ve hâlen de kullamlmaktadır. Bilhassa kuvvetli hüzün, iztırap ve dindarlık mevzularında kullamlabilir. Sabâ makamına Irak makamının pest dörtlüsünün (yâni Irak perdesindeki segâh dörtlüsünün) ilâvesinden meydana gelmiştir. Bu dörtlü ile Irak perdesinde durur. Güçlü, birinci derecede kuvvetli olarak kullanılan çârgâh do perdesidir ki,' sabânın güçlüsüdür. Donanımına sabâ gibi si İçin koma ve re İçin bakıyye bemolü konulur. Lâhin İçinde icâbeden yerlere sabânın tiz sekizlisi İçin İâ bakıyye bemolü ve Irak'm pest dörtlüsü İçin de fa b a k ic e diyezi İlâve olunur.
be ؟âret-nâme ( ﺑﺸﺎرﺗﺘﺎﻣﻪa.f.b.i.) : Hurûfî bir şâir olan Refîî'nin hurûfîhğe dâir yazdığı 110 sahifelik bir eseri.
beste-nigâr-hisârek: müz. adi anonim ve manzum bir edvarda geçen makam.
be-şartı ân ki ( ﺑﻐﺮ ط ض ﻛﻪf.a.zf.) : çu ؟artla ki. be ؟â ؟et ( ﻣﺎ ﺷ ﺖa.i.) : güler yüzlülük; güler yüz. be ؟e ( ﺑﺸﻪf.i.) : zool. atmaca [ku] ؟. be ؟e l ^ (f.i.) : 1. iki ؟eyin birbirine sarılması; iki kimsenin birbiriyle tutuşması, i . "asil, sarıl!" mânâsına beşeliden mastarından emir. be ؟em ( ﺑ ﺸﻢfs.) : 1. kederli, yaslı, mahzun. 2. güç hazmolan ؟ey. be ؟en ( ﺑﺸﻦfi.) : 1. cisim, beden. 2. uzun boy. 3. t a r a f kenar, uç.
be ؟enc ( ﺑ ﺸ ﺢf.i.) : yüz İâtifliği, güzelliği, parlaklığı ve gençliği.
beste-nigâr-ı atik: miiz. adi ilk önce Nasır Abdlilbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam.
beşer ( ضa.i.) : insan. Ebü'l-be ؟er : Hz. Âdem. Nev'-i be ؟er: insan cinsi. Hayrü'1-beşer, Se^idü'l-beçer: Hz. Muhammed. ilmü'lbe ؟er : antropoloji, fr. anthropologie.
beste-nigâr-1 k a d im : müz. adi ilk olarak Nasır Abdulbaki'nin Tedkikve Tahkik'inde terkipler arasında geçen makam,
beşere ( ﺑﺸﺮهa.i) : 1. insan derisinin di ؟tabakaSI. 2.bot.kütikül.
beste-pâ ( ﺑﺴﺘﻪ داf.b.s.): ayağı bağlı,
be ؟ere-i muhât-1 rasafi : anat. yassı epitelyum, fr.épithéüum pavimenteux.
beste-rahim ( ﺳﺘﻪ رﺣﻢf.a.b.s.): kısır kadın, (bkz: betrâ')..
be ؟ere-i muhât-1 üstüvânî : anat. silindirsel epitelyum.
besûr ( ضa.i. besr'in c .): sivilceler, küçük Ç1banlar.
be ؟ere-i muhâtiyye : biy.. vücudun içindeki "gi ؟â-yi muhâtî" denilen derinin di ؟yüzü.
besûs ( ﺑﺒﺮ سa.i.) : 1. okşadıkça süt veren'deve. 2. Araplarda çok meşhur ve meş'um bir kadm. [eş'emu min BesUs : BesUs'tan daha uğursuz].
be ؟ere-i muhâtiyye-i mi'de : biy. mide SÜmiikzari. beşerî, beşeriyye ﺑﺸﺮﻳﻪ، ( ﺷﺮ ىa.s.) : beşere, insana mensup, insânî.
beşâat ( ﻣﺎ ﻋ ﺖa.i.): 1. yiyinti ve içintilerdeki acılık. 2. kabahat.
beşeriyyât ( ﺷﺮ^ تa.i.c.) : antropoloji, fr. anthropologie.
be ؟âm ( ﻣ ﺎ مa.i.): Hicaz'da yetişen ve misvak yapılan ho ؟kokulu bir ağaç, balsama ağacı,
b e şe riy e t ( ﻣ ﺮ ﻳ ﺖa.i.) : 1. beşerlik, insanlık. 2. başyazarı Dr. Nevzat olan ve Paris'te yayimlanmi ؟aylık bir dergi.
beşânika ( ﻣ ﺎ ىa.i.c.): [boşnak kelimesinin cemi olarak kullanılmıştır] : boşnaklar. beşâret ( ﻣﺎ ر تa.i.): 1. müjde, muştu, (bkz: bişâret). 2. çirkin kıyâfet; yeni çıkan garip ؟ey. [2 nci mânâsı ekseriyâ kadınlar arasında kullanılmaktadır].
be ؟g ( ﺑ ﺶf.i.) : 1. naz, İşve. 2. dolu; kar; ؟ebnem, çiy. be ؟î ' ( ﻣ ﻊa.s.) : acı, ek ؟i, tadı fenâ ؟ey. be ؟îr ر٠( مa.s.) : 1. müjde getiren, müjdeci. 2. güleryüzlii, güleç [adam], (bkz : be ؟û) ؟. 103.
beşm
beşm ا٠( ﺑﺶf.i.) : 1. k ıra ğ ı, ( b k z : şebnem). 2. d insiz, m ezhepsiz. 3. R ey ile Taberistan arasında h avası ؟ok sogulc b ir yer.
beşme ( ﺑﺸﻬﻪf.i.) : 1. tab ak lan m am ış ham deri.' 2. h ek. " ؟eşm ezen” denilen bir göz İlacı. 3. beş p arm ak da denilen, ayrı ren k li beş ؟ubuk m o tifi ile süslenm iş b ir ؟eşit kum aş.
beştek, beçtük ﺷ ﺘ ﻚ، ( ﺑ ﺸﺘ ﻚf.i.) : vazo; kap; zarf; kâse, ؟in i saksı.
beşûş ( ﺧ ﻮ شa .s.): güleryüzlü> şen. ( b k z : b e ş îr).
beşûş-âne ﺷﺎذه،( ﺷﻮf.b .zf.): giileryü zlü lü kle. beşyûn ﺷ ﻮ ن. (f.s .): sem iz, yağ lı, besili, beta' ( ًﺑﺘﺎa .i.): otu rm a [bir yerde], (b k z : ikamet).
be-tahsîs (a.b .zf.): husûsiyle, hele, betât ت١( ﺑﻊa .i.): kat'î, kesm e. Bey'-i b etâ t : kat'î satış.
beter م
(f.s .) : daha fenâ, ؟ok ؟irkin , (bkz : bed-ter).
b e t i l ^ (a .i.): 1. H z. M eryem 'in lâkabı. 2. ana ağaçtan ayrılıp başka kök salan fidan. 3 ٠nehirlerdeki akıntı. 4. sa lk ım la rı sark ık olan ağa ؟.
betile ﻟﻪ٠( ﺑﻊa .i.): ayrılm ış h u rm a fidan ı, betkîş ( ﺑﺘﻜﻴ ﺶf.i.): ok m ahfazası, okluk, atilacak ok lar İ ؟ine konulup om uza alın an m ahfaza, ( b k z : tîrdân).
betr ( صa.i.) : 1. kesm e. 2. kusu rlu, eksik bırakm a.
betyâb ب١(صf.i.) : dert, keder, m ihnet, bet^^âr, betyâre ﺗ ﺮ ه، ( ﻻي رf.i.) : 1. şeytan, ifrit, gulyabâni; dev. 2. düşm an. 3. görülm esi istenilm eyen şey. b e v ' ( ر عa .i.) : 1. k u la ؟, kulaçlam a. 2. atm seyrek basm ası. 3. sataşm a. 4. s. ku ytu , sık ışık [yer].
bevâ ' ( واﺀa .i.): benzer, berâber, berâber oluş, bevâbet ( واﺑ ﺖa .i.): k ap ıcılık, k ap ı bekçiliği. [K am ûs-İ M uhit'e göre “ bivâbet” şek li de k u llan ılır], ( b k z : bivâbet).
bevâbî ( ﺑﻮاﻳﻰa .i.): k ap ıcılık, bevâdî ( وا د ىa.i. bâdiye'nin c . ) : sahrâlar, ؟Öİler, kırlar.
bevâdir ( واد رa.i. bâdire'nin c .) : olagelen hâdiseler, ( b k z : badire),
bevâh ( وا حa .s.): m eydanda, âşikâr, belli. (b k z:h ü v e y d â ). b e v â h e . ^ (a.i. b û h e 'n in c .): 1. d işi baykuşlar. 2. ah ٩ ak adam lar. 3. çak ır d oğan lar [kuş],
bevâhen ( وا ﺣﺎa.zf.) : âşikâr, b elli olarak, bevâhid ( و ا دa.i.c.): belâlai", âfetler, m usibetler [kelim e, m üfret gibi k u lla n ılan cem idir],
bevâik وأ ق
(a.i. bâik a'n ın c . ) : belâlar, m usibetler, felâketler [kelim e m ü fret gibi k u llan ılan cem idir],
bevâis ( وا ﻋ ﺚa.s. b âis'in c.). (bkz : bâis). bevâkî ( واﻓ ﻰa.s. b â k î ve b âkiye'n in c . ) : kalanlar, dâim olanlar.
betrâ' ( را ﺀa .s.): k ısır kad m . ( b k z : besterahim ), [kelim e ebter in m üennesidir].
bevân ( وافa .i.c .: büven, ebvine). (bkz : bivân,
betre ( ﺑﺘﺮهa .s.): d işi eşek, bett ( ﺑ ﺖa .i.): tiftik ten yap ılm ış şal, s o f bettâr ( ﺑﻌﺎرa . s . ) ؟ok kesen, ؟ok keskin, (bkz : bürrân). Seyf-İ bettâr : ؟ok kesk in k ılı ؟, bettât (a.i.) : şalcı, şal yap an ve satan, betûk ( ﺑﺘﻮكf.i.): y u v a rla k tabla, b a k k a l tablası,
bevânî واﻓ ﻰ
sepeti. b e tû k
۶ (a.s.) : ؟ok keskin, (bkz : bettâr).
bevvân). (a .i.): -2. deve ayakları.
1. kab u rga
k em ikleri.
bevâr ( وا رa .i.): ı .y o k olm a, m ah volm a, ؟Ürüm e. Darü'l-bevâr : cehennem . 2. k ocaya v a rm ayarak k ad ın ın evde çü rü yü p kalm aSI.
bevârî ( وا ر ىa.i. bâı٠iyâ, b âriyye, b â riy y 'in c . ) : hasırlar, ince k am ıştan örülen hasırlar,
( ﻷولa .s.): 1. erkeklerden ؟ekinen nâm uslu kadm . 2. ,i. H z. M u h am m ed 'in k ız ı Fâtım at-üz-Zehrâ ile H z. M eryem 'in lâkap ları, (bkz : betil). 3. i. ayrı k ök salan fidan.
bevârid ( وا ردa.s. b ârid 'in c . ) : 1. soğu tu lm u ş
betûliyye ( ﺑﺘﻮﻟﻴﻪa .i.): 1. bot. kayıngiller. 2. gürgengiller, fr.betulinCes.
bevârih ( وا ر حa.i. b â rih 'in c.) : sam yeli deni-
betûl
104
şeyler, yem ekler. 2. sakat şeyler. 3. [Ahteri'ye göre] k u lak lar arasınd a ensede veyâ om uzlarla b o yu n arasında, gerd anın y an ın d a olan etler. .len sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar.
bey'
bevârik ( وارقa.s. bârika'nm c.): 1 . şimşek, yıldırım parıltıları. 2 . parıltılar, göz kamaştırıcı şeyler.
bevârik-i s ü y û f : kılıçların parıltıları,, bevâs ( واسf.i.): 1 sıkıntı, keder. 2. yokluk, bevâsir ( وا سa.i. bâsûr'un c.) : bâsurlar, mayasıllar.
bevle ( ﺑﻮﻻa.s.) : 1. çok İşeyen adam, (b kz : bevvâl). 2.İ. kız çocuğu. 3.İ. biy., kim. üre. bevli, bevliyye و د ه، ( وذىa.s.) : sidikle ilgili, bevn ( ﻳﻮفa.i.): mesâfe, ik i şey arasındaki uzaklık, açıklık.
bevn-i baid : uzak mesâfe, çok açıklık, bevn ( ﺑﻮنf.i.): hisse, nasip, pay.
bevâşe ﺷﻪ١( وf.i.): çiftçilerin harman savurdukları yaba.
bevâtıl ( وا شa.s. bâtıl'ın c.): bâtıl, yaramaz şeyler.
bevne ( ﺑﻮﻧﻪa.i.): küçük kız çocuğu, bevr ( ﺑﻮرa.i.) : 1 . yoklama, smama. 2 . yokolma, mahvolma. 3. mal, eşyâ, sermâye azalma, kıtlaşma. 4 . sürülmemiş yer.
bevâtın ( ﺑﻮاﻃﻦa.i. bâtın'ın c.): gizli, kapalı şeyler. (zıddı: "zevâhir" dir].
bevâtir ( واشa.i. bâtire'nin c.): keskin kılıçlar,
bevs ( ﺑﻮصa.i.): 1 . acele; ileri geçme, ileri gitme. 2 . bıktırıncaya kadar ısrâr etme. 3 . bir kimseden kaçıp gizlenme.4 .s. bir şeyin rengi,
(a.i.): sahrâ, kir, çöl. (b kz:
bevsâ' ( ﺑﻮﺻﺎﺀa.s.): 1. iri k ıçlı kadın. 2 . Arap
bevc ( و جa.i.): 1. yorulma. 2. şimşek, (b kz:
bevs "etmek" ( ر ث اﺳﻤﻚa.t.m.): 1. bahis ve
bevbât ا ت٠و bâdiye).
berk). 3 . haykırma.
bevc ( و جa.i.): 1 . ziynet, süs, debdebe. 2 . büyüklük, gösteriş, (bkz : beviç). bevd ( و دa.i.): kuyu, (bkz : bi'r, çâh, çeh).
çocuklarının çok oynadıkları bir oyun, teftîş "etmek''. 2 . dağıtma "k".
bevş ( ﺑﻮشf.i.): çalım, gösteriş, debdebe, bevt ( ر طa.i.): zengin iken fakirleşme, düşme, düşkünlük.
( راa.i.): Hindistan cevizi,
bevg ( و غa.i.): galip gelme, üstünlük,
bevvâ
bevga' ﺀ١( و غa.i.):yumuşak toprak,
bevvâb ( را بa.i.c. bevvâbin, bevvâbân) : kapıCI, çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi.
bevh ( و حa.i.): 1 . zâhir, âşikâr, meydanda, (bkz : bevâh, hüveydâ). 2 . belâya uğrama, kederlenme.
bevh ( و خa.i.): 1. ateşin sönmesi. 2. hiddet ve kızgınlığın geçmesi.
bevvâb-ı mi'de : mide kapısı, bevvâbân ( ﺑﻮاﺑﺎنa.i. bevvâb'in c.): kapıcılar, bevvâbet ( و ا تa.i.): kapıcılık,
bevh ( و هa.i.): 1. düşünme; haberli olma. 2. İânet etme, sövme, bedduâ etme, ilenme. 3 ٠çiftleşme [kadın ve erkek].
bevvâbin ( و ا سa.i. bevvâb'm c.): kapıcılar.
beviş ( و شf.i.): farzetme, tahmin, oranlama,
bevvâl ( وا لa.s. bevl'den): çok, sik sik İşeyen,
bevj ( و ؤf.i.): şiddetli kasırga, girdap, su çevrintisi. (b kz: berj).
bevk ( و قa.i.): 1 . fenâlık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme. 2 . musibet, felâket. 3 . izinsiz ve habersiz olarak bir yere apansızın gelme. 4. çalıp çırpma. 5. s. yalan söz. 6. s. boşboğaz [adam]. 7. şiddetli yağmur.
bevk ( و كa.i.): 1. sıçrayıp binme. 2. bir araya geliş. 3 . su kaynağını karıştırıp açma. 4. karmakarışık olma,
bevkâ' ( وﻛﺎ ﺀa.i.): kargaşalık. bevl ( و لa.i.c.: ebvâl): 1. idrar, sidik, ÇİŞ. Habs-İ b e v l : küçük aptesini tutma. 2. işeme.
be٣ âbîn-i medâris ü mekâtib: mektep (*okul) ve medreselerin kapıcıları, (b kz: bevle).
bevvâl-i çeh-i zemzem : zemzem kuyusuna İşeyen [yalnız şöhret kazanmak ve adi anılmak İçin uygunsuz bir İş yapan],
bevvân ( وا نa.i.c.: büven, ebvine): çadır direği. (bkz : bevân, bivân).
bevz ( و ضa.i.): 1. devamlı oturuş. 2. kaybolan çillerden sonra yüzün güzelleşmesi,
bevz, bevzek ( و ز ؛ و ز كf.i.): 1. rutûbet dolayıSiyla yiyecek ve giyeceklerde meydana gelen yeşil küf. 2. eşek arısı. 3. ağacın köküne yakın olan yerleri.
bey' ( د عa.i.c.: büyü') : satma, satış, satılma, satın alma.
105
٠
bey' b'؛l-îs î، fâr
bey' bi'l-isticrâr: huk. sonradan mecmû bedeli verilmek üzere belli bedeUe ceste ceste mal satmak, [bakkallardan deftere yazılmak sûretiyle mal almak bu kabildendir], bey' bi'l-istiglâl: huk. satanın mail kiralamak üzere vefâen bey'etmesi. bey' bi'1-mücâzefe : huk. götürü satmak, bey' bi'l-vefâ: eko., huk. belirli bir süre İçinde satılanı geri almak şartıyla yapılan akit, bey'-ibât: kat'î satış, bey'-i bâtıl: eko. hükümsüz olan satış, bey'-i câiz: sahih olan satış, bey'-i fâsid: eko., huk. akdin yapılmış olmaSina rağmen bâzı dış nitelikleri itibârıyla geçersiz olan satış. bey'-i gayr-i lâzım : huk. kendisinde hıyârattan birisi bulunan bey'-i nâfiz. bey'-i lâzım : huk. hıyârattan ârî olan bey'-i nâfiz. bey'-i mevkuf: eko., huk. başkasının iznine bağlı olan satış, [fuzûlî'nm bey'i gibi], bey'-i mukayaza: huk. ayni 'ayna, yânî nak'itten başka olarak mail mal ile değiştirmektir ki trampadan ibârettir. bey'-i miin'akid: huk. in'ikad bulan satış akdi demektir ki sahih, fâsid, nâfiz, mevkuf kısımlarına ayrılır, bey'-i nâfiz: huk. üçüncü şahsın hakki taallûk etmeyen satış akdidir ki lâzım ve gayr-i lâzım kısımlarına ayrılır, bey'-i sahih: huk. zâten ve vasfen meşrû .olan satış akdi. bey'-i teâti: huk. alıp vermekle olan fi'lî bir satış akdi, [pazarlıksız ve lâkırdısız müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği vermesi gibi]. bey' men yezid : artırma ile satış, bey ü şirâ': alim satım, beyâ ( ؛—؛؛f.s.): 1. dolmuş, dolu. 2 ٠i. girilecek yer, kapı. beyâbâü ( د إ ﻻ نf.i.): .kir, çöl. beyâbân-ı gam : gam çölü, beyâbânî ( د إ ﻻ ﻧ ﻰf.i.)ç ö l adamı, (f.b.s.): .aşiret-, göçebe, yurtsuz, beyâbân-nişîn اﻻن ﻟ ﺸ ﻦ٠ ( دf.b..s.): bedevi, beyâd ( د إ دa..i.): yok olma, mahvolma, (bkz bid, b.üyûd, beydûdet). 106
beyâdıka, beyâzıka ﺑ ﺎ ﻧ ﻒ، . ( دداد قa.i. beydak, beyzak'm c.): 1. [satran ؟oyununda] paytaklar, piyâdeler. 2. s. küçük yapılı ve çabuk yürüyen [adamlar], paytaklar, beyâdir ( د ا د رa.i.c.): harmanlar. b e y â h ^ ( a .i .c . :büyâh) :ufakbalık. ["biyâh” şeklinde de kullanılır], (bkz : biyâh). beyân ( د ا نa.i.c.: beyânât): 1. anlatma, açık söyleme, bildirme. 2. ed. belâgat ilminin, hakikat, mecâz, kinâye, teşbîh, istiâre gibi bahislerini Ogreten kısmı, (bkz : belâgat). beyân-ı efkâr : fikirleri söyleme, beyân-ı h âl: hâlini bildirme, anlatma, beyân-ı matlalj: istenilen şeyin beyân edilmesi, dilegin bildirilmesi, beyân-ı zarûret: huk. beyâna mevzû olmayan bir nevi söz, söylenmediği halde söyİenmiş sayılan hüküm. beyânât ( ﺑ ﺈ ﻻ تo.i. beyân'ın c.): nutuk, Söylev, *demeç. beyân-nânıe ه٠( د ا ن ﻻa.fb.s.): I.*bildirge. 2. hâli yazı ile bildiren açıklama, beyâre ( ﺑ ﺈ ر هf.i.): kısa, boysuz, bodur olarak yerde yetişen fidan, sebze ve meyva. beyâriş ( دإ ر شfi.): çâre, tedbir ؛ilâç, bey'at (a.i.). (bkz : biat), bey’atü'n-nisâ (kadınlar anlaşması): Hz. Muhammed ile Medineli 12 kişi arasında yapılan anlaşma. beyât ( ﻳ ﺎ تa.i.): gece uyuma, gece İş görme, geceyi İş ile geçirme. beyâtî ( ﻳ ﺈ ﺗ ﻰf.i.): miiz. Tiirk müziğinin en eski makamlarından olup, hâlâ kullanılmakta ve çok kullanılmış bur makamdır. Bu makam, uşşak dörtlüsüne pûselik beşlisi ilâvesinden meydana gele.n ve Tiirk müziğinin 5 numaralı basit makamı olan uşşak'ın inici şeklidir. Uşşak gibi dügâh [İâ perdesinde durur ve güçlüsü nevâ] re dir. Bu güçlü perdesinin uşşak'dan daha ehemmiyetli olarak kul'lamlması ve ekseriyâ bu perdeden başlayarak bestekârların bir hicâz geçkisi yapmış olmaları, makamın yapışıyla alâkalı değildir. Uşşak'dan farkı, tiz perdelerden başlaması, bu perdelerde gezinerek ikinci bir .şekilde karar etmesid'ir. Donanımına uşşak gibi .si İçin bir koma bemolü konulur. Niseb-i şerlfesi 8 dir. Orta
beydere
sekizlideki sesleri şöyledir (pesten tize doğru): dügâh, segâh, çârgâh, nevâ, hüseyni, acem, gardâniye, muhayyer. Beyâtî, uşşak kadar rûha huzur verici değildir. Uşşak'ın tasavvufi ve felsefi karakterine mukabil beyâti'nin biraz hiizne kaçan bir karakteri vardır. beyâti-arabân ( ﺑ ﻴﺎ ﻓ ﻲ ﻋﺮﺑﺎنf.b.i.): müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. ؟ok eski bir terkip ise de, bir kaç asır tutulmuş ve XVIII. asrin son senelerinde Sâdullah Ağa tarahndan tekrar ortaya atilarak İhyâ olunmuştur. Beyâtî-arabân١ isminden de anlaşıldığı üzere araban (yâni şetaraban) makamına beyâtî ilâvesinden mürekkeptir. Terkibindeki beyâtî ile, onun gibi dügâh [İâ perdesinde kalır; bu perde, şetaraban'ın da -güçlüsü olmaktadır. Beyâti'nin güçlüsü ve şetaraban'ın durağı olan nevâ) re perdesi, makamın birinci derece güçlüsüdür. Donanımına beyâti'nin si koma bemolü ile şetaraban'ın yalnız mi bakıyye bemolü ve fe bakıyye diyezi ârızaları konulur. Lâhin İçinde beyâtî İcrâ olunurken son iki ârıza bekar yapıldığı gibi şetaraban İçin si bekar ve si bakıyye bemolü kullanıldığı da çok vâkidir. Ancak şetaraban'ın dördüncü ârızası olan do bakıyye diyezi'nin beyâtî araban'da bulunmayışı, eskiden yalniz "araban'' diye anılan makamda do perdesinin natürel olarak kullanılması ve hattâ araban'm yegâh gibi bâzan dügâh perdesinde de kalması ile alâkalıdır. Esâsen beyâtî arabân'da şetaraban dizisi bütün sesleriyle tam olarak yapılmaz. Beyâtî araban'm terkibi bu şekilde ise de,- son yarim asırda biraz değişikliğe uğrayarak, bestekârlar tarafından hicâz beşlisinde fazla dolaşan bir karcığar gibi kullanılmağa başlanmıştır. Beyâtî makamının karcığar geçkilerine çok elverişli olması ve karcığar'ın sonunda da şetaraban başındaki beşli'nin bulunması buna sebebolmuştur. Esâsen güçlü, durak, hattâ donanım ve seyir husûsiyetleri karcıgar ile müşterektir. beyâtî-arabân-pûseük ﺑ ﻴ ﺎ ش ﻋﺮﺑﺎن ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ (f.b.i.): müz. Fahri Efendi'nin terkibettigi bir makamdır ki, onun fahte peşrevi ile saz semâisi, makamın yegâne nümûneleridir. Beyâti-araban makamının sonuna bir
pûselik beşlisi ilâvesinden ibârettir. Makam ekseriyâ beyâtî araban'ın güçlüsü olan nevâ perdesinden itibâren bir pûselik dörtlüsü göstererek ve sonra istenirse tam bir pûselik dörtlüsü göstererek, ve sonra tam bir pûselik dizisi veyâ hüseyni perdesini güçlü ittihâz ederek inici bir şekilde sıralanan pûselik beşlisi ile seyir ve böylece bu dizi parçası ile .dügâh perdesinde karar kılmaktadır. Beyâti-araban gibi donanır ve puselik dizisinin icâbeden seslerinde, bu ârızalar bekar yapılır. beyâtî-hisâr ﺑ ﻴ ﺎ ش ﺧﺼﺎر: müz. adi anonim bir edvar-ı İlm-i musikide geçen makam.. beyâtî-pûseük ( ﺑ ﻴ ﺎ ق ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚf.b.i.): müz. Zekâi Dede'nin terkibettigi bir mükekkep makamdır. Beyâtî ile pûselik makamının ekseriyâ tam dizisinden müteşekkildir. Pûselik makamı ile dügâh perdesinde kalir. Güçlü birinci derecede beyâtî'de oldugu gibi nevâ ve ikinci derecede pûseük'de oldugu gibi hüseyni perdeleridir. Donammma beyâtî gibi si İçin bir koma bemolü konulur. Nota İçinde pûselik İçin si bekar ve sol bakıyye diyezleri kullanılır. beyâvâr ( ﺑ ﻴ ﺎ و ا رki.): meşgûliyet, uğraşma, İş, güç• beyâz ( ﺑ ﺎ ضa.i.): 1. aklık. 2 ٠yumurta akı. 3. aydınlık. 4. s. ak. beyâzî ( ﺑ ﺎ ضa.i.): 1. beyazlık, aklık. 2. uzunluguna açılan yazma kitap ve mecmuâ; sigir dili. beydâ' ( ﺑ ﺪ ا ﺀa.s.): 1. tehlikeli yer. 2. i. sahrâ, çöl. 3. i. Mekke ile Medine arasında düz bir yer. beydah ( ﺑ ﻴ ﺪ خki.): sert başlı, haşarı at. (bkz : bidah). [kelime bidah şeklinde de kullamlabilir]. beydaha ( ﺑ ﺪ ﺧ ﻪa.i.): etine dolgun, iri ve şişmanca kadın, (bkz : beyzah). beydak ( ﺑ ﻴ ﺪ قa.i.c.: beyâdıka) : satranç oyununda piyâde denilen taşların her biri, paytak. . beydâne ( ﺑ ﻴ ﺪ ا ﻧ ﻪa.i.c.: beydânât): yabâni dişi eşek. beyder ( ﺑ ﻴ ﺪ رa.i.): 1. ekin harmani, harman yeri. 2. doğru İûgat. beydere ( ﺑ ﻴ ﺪ ر هa.i.): ekini harman etme. 107
beyderî
beyderi ^ وى (a.s.): harmana mensûp, harmancı. beydûdet ( ﺑ ﺪ و د تa.i.): yok olma, (bkz : bid, beyâd, büyûd). bey-gâh ( ﺑ ﻜ ﺎ هf.i.): pazar yeri, pazar. beygar, beygare ﺑ ﺬ ر ه، “( د ﻧ ﺮga” uzun okunur, f.i.): sövme; tekdir; çıkışma, başa kakma. beyhân ( ﺑ ﻴ ﺤ ﺎ نa.s.): 1. sır saklamayan, dâimâ aklindakini ve kalbindekini söyleyen, boşbogaz. 2. i. kadm adi. beyhen ( ﺑ ﻴ ﻬ ﻦa.i.): bot. bir ؟eşit beyaz ؟İ ؟ek, mısır gülü. beyhuşt ( ﺑ ﻴ ﺨ ﺜ ﺖf.i.): kökünden, dibinden kopmuş, koparılmış olan şey. bey'iyye (a.i.): eko. pul, lcıymetli kâğıt ve benzeri şeylerde satıcıya bırakılan satma payı. beykem ( ﺑ ﻴ ﻜ ﻢf.i.): sofa ve salon, yazlık köşk. beylek ( ﺑ ﻴ ﺒ ﻚf.i.) : berat, ferman, hiiccet, vesika. beylem ( ﺑ ﻴ ﻠ ﻢa.i.): 1. açılmamış pamulc koza-
SI. 2. kazma; rende. beyn ( د نa.i.) : 1. ara, aralılc. 2. arada, araya, arasında. Gurâbü'1-beyn: ayrılık kargası; mec. nefret edilen kimse, beyne'd-dıl'î: anat. eğeler arası, fr. intercostal. beyne'd-diivel: devletlerarası. beyne'1-ahâlî: ahâli arasında, beyne'l-akrân : alcranlar, yaşıtlar arasında, beyne'l-bahreyn: miiz. adi anonim bir edvarda geçen makam. beyne'l-cinseyn : fels. cinsarası. fr. intersexuel. beyne'1-enâm : halk arasında. beyne'1-esâbî: biy. parmaklararası, fr. interrigital. beyne'l-eviddâ: ahbaplar, gerçek dostlar arasında. beyne'l-guzât: gaziler arasında, beyne'l-halk: halle arasında, beyne'l-havf ve-r-recâ : korleu ile ümit arası. beyne'1-hücrevî: biy. hücrelerarası, fr. intercellulaire. beyne'l-ihvân : eş dost arasında. 108
beyne'l-kitaât : cog. karalar arasi. beynel-medâreyn : cogr. tropikler arasi, fr. intertropical. beyne'l-mefâsil : anat. *eklemlerarasi, fr. interarticulaire. beyne'l-ulemâ : âlimler arasında. beyne'1-üdebâ : edipler arasında, beyne'n-nâs : halk arasında, beyne'n-nehreyn : iki nehir arasında, beyne'n-nevm ve'l-yakaza : uyku ile yari uyanıklık arası. beyne's-semâi ve'1-arz: yerle gök arasında, beyne's-seyyârât (gezegenler arası) : astr. Güneş ؟evresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk, fr. interplanétaire, beyne'z-zevceyn : karikoca arasında. beyne beyne ( ﺑ ﻴ ﻦب — ﻳ ﻦa.b.zf.) : ne iyi ne kötü, ikisi ortası. beynehû beynallah : ( ﺑ ﻴ ﺘ ﻪ ﺑ ﻴ ﻦ اﻟﻠﻪa.c.) : onunla Tanrı arasında, bir Allah bir kendi bilir. beynehiimâ -
(a.zf.) ikisi arasında.
beyne'l-milel ن ا س fr. international.
د
(a.s.)
:
milletlerarası,
beynûnet ( ﺑ ﻴ ﻮ ذتa.i.) : 1. iki şey arasındaki mesâfe, aralık. 2. ihtilâf, anlaşmazlık, ara açıklığı. 3. astr. gezegen-yer-GUneş üçlüsünün Oluşturduğu *a ؟ı, fr. élongation, beynûnet-i a'zamiyye : ast. *uzanım, fr. elongation. beyrem ( د د ر مa.i.c. : beyârim) : 1. marangoz rendesi. 2 ٠kazma [âlet]. 3. sert ve uzun taş. 4. eritilmiş sürme, yagil sürme. beyt ( ﺑ ﻴ ﺖa.i.c. : büyüt) : 1. mesken, hâne, ev, oda, oba. beyt-i ahzân : 1) gam ve keder yuvası; 2) (bkz : beytü'1-ahzân). beyt-i ankebût, beytü'1-ankebût : örümcek yuvası; mec. derme ؟atma ev. beyt-i halfi : biy. ardoda, fr. chambre postérieure. Beyt-i Harâm : (Kâbe). beyt-i iddet : huk. evlilik devâm ederken kari ile kocanın birlikte oturdulclari ev. b.eyt-i kuddâmi : biy. Onoda, fr. chambre antérieure.
beyz
beyt-i
muzlim
:f o t o ğ r a f
k u t u s u ,k a r a n l ı k
oda.
b e y t-i
beyt-i şerif:
1) Y u s u f 'u
kaybeden
Ya-
[a s lî
(a .h .i.).
(b k z:
Beytü'1-
? e k li:
dil"].
beytü'l-mâl ا ز ل
( ﺑ ﺠ ﺖa . i . ) : [e s k id e n ] m â l i y e
h a z în e s i.
lc u b 'ıın ç a d ı r ı ; 2 ) d ü n y â .
beytü'l-arûs
m u k a d d e s),
Makdis'
: B e y t - u llâ lı) .
K â b e . (b k z
beytü'1-ah zân :
: g e lin o d a s ı , (b lcz : h a c le , h a c l e -
beytü'1-ma'mur اﻟﻤﻌﻤﻮر K âbe
g â h ).
h iz â s m d a
(a .b .i.)
ﺑ ﺠ ﺖ
K e rû b iy â n m
:
g ö k te,
ta v â fı
o la n
B e y t - İ Ş e r îf .
beytii'l-H aram : K â b e . beytü'l-hüzn
: h ü z ü n l ü , g a m l ı , k e d e r li ev.
beytü'l-m âl :
m â l i y e h â z in e s i. [İ s lâ m h u k u -
k u n d a ].
beytü's-sadaka ﺖ اﻟﻤﺪﻗﻪ sandığı. beytii'z-zifâf ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﺰﻓﺎف
(a.b.i.): yardim
ﺑ ﺠ
( a . b . i . ) : g e lin o d a s ı .
( b k z : b e y t ü 'l - a r û s ) .
beytii'1-ma’mûr, beyt-i ma'mûr
: y e d in c i k at
g ö k t e , C e n n e t - i F i r d e v s 'd e b i r k ö ? k o lu p H z . A d e m 'l e y e r y ü z ü n e i n d i r i l m i ? - K â b e m e v lc iin e - T û f a n d a n s o n r a y i n e Ç e n e t t e k i y e r i n e a lı n m ı ? t ı r .
Beytii'l-Mukaddes beytii’z-zifâf:
. ( b k z : b e y t ü 'l - M a k d i s ) .
g e lin
o d a sı,
a r û s ). 2 . ( a . i . c . : e b y â t ) :
ed.
(b k z :
b e y t ü '1 -
a y n i v e z i n d e ik i
m ı s r a 'd a n İ b â r e t s ö z .
beyt-i musarra’ : ed.
b e y û -
(f.i.) :.g e lin , ( b k z : a r û s ).
beyûg ( ﻳ ﻮ رf.i.) : g e lin , ( b k z : a r û s ). beyûgânî وﺳﻤﺎذى۴ ( بf.i.) : d ü ğ ü n , beyûn ﺑ ﻮ ف beyûn ﺑ ﻴ ﻮ ن
( f .i.) : a fy o n , ( a . i . ) : d ib i g e n i? k u y u , b o s t a n k u -
y u s u . ( b k z : b â in ).
beyûs ﺑ ﻴ ﻮ س 4.
( f .i.) :
o la n b e y t i .
is t e k .
2.
ü m it.
3.
ta m a h .
((a .s. b e y z â 'd a n ) : ؟o k y u m u r t -
la y a n . b e^â' ﺑﻴﺎ ع
b e y t i i ’ l - g a z e l : e d . g a z e lin e n g ü z e l, e n iy i
1.
y a l t a k l a n m a ; a lç a k g ö n ü l l ü l ü k ,
beyûz ﺑﻴ ﻮ ض m ı s r â l a r ı n ik i s i d e k a -
fi y e li o la n b e y it .
( a .i. b e y 'd e n ) : p e r â k e n d e s a t ı?
y a p a n k ü ç ü k tü cca r,
( ﺑ ﻴ ﺎ بa .i.) : sak a, su cu , ( ﺑ ﻴ ﺎ ﺣ ﻪa.i.) : b a l ı k a ğ ı. b e ^ â k a l l a h ( ﺑ ﻴ ﺎ ك اﻟﻠﻪa .n .) : " A l l a h
be^âb
beytü'1-lcasîd : ed.
k a s id e n in s e ç ilm i? e n g ii-
z e l b e y t i.
beytâr ﺑﻴ ﻄﺎ ر
Beytii'l-Makdis ﺑ ﺠ ﺖ اﻟﻤﻘﺪس
( a .i .) : b a y ta r lık , h a y v a n
he-
( a .h .i.) : “ M u k a d -
d e s e v ” : 1 . K u d iis . 2 . K u d i i s c â m i i . ( b k z : M e s c id -i A k s â ).
3. i.
A lla h s e v g is in d e n b a ? -
k a b i r ? e y e b a ğ l ı o l m a y a n b i r g ö n ü l, ( b k z :
Beytullah ﺑ ﺠ ﺖ اﻟﻠﻪ
( a . h . i . ) : 'A l l a h 'ı n
e v i” :
beyyinât ﺑ ﻴ ﯫ ت
(a.i. b e y y i n e 'n i n c . ) : d e lille r,
? a h it le r , * t a n ı k l a r .
beyyine (ب — ﻳ ﺌ ﻪa . i . c . : b e y y i n â t ) : d e lil,
(a.i.
b e y t 'd e n ) :
g e c e le m e ,
? â h it , t a -
ﺑﻴ ﻐﺎ
: d o g r u ? â h it , t a n ı k ,
( a . z f . ) : a ç ı k o la r a k , â ? i k â r o la -
r a k . ( b k z : v â z ıh a n ).
Beyyûm iyye ﺑﻴ ﻮ ﻫﻴ ﻪ
g e ce k a lm a .
? U b e le r in d e n
beytü'l-arûs ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﻌﺮوس
( a . b . i . ) : g e lin o d a s ı ,
( b k z : b e y t i i 'z - z i f â f ) . ( a . b . i ) : " h i k m e t 'i n
e v i ” : T a n r ı 'y a â ? ı k b i r g ö n ü l, ( b k z : b e y t - i m u k a d d e s ^ ).
( a .i .) : K a d ir iy y e ta r ik a tı
b ir in in
a d i.
[ M ı s ı r 'd a
B e y y u m 'd a ( 1 1 0 8 - 1 6 9 6 ) d a d o g m u ? A l î B i n e l-H â fız
beytii'l-hikme ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﺤﻜﻤﻪ
beytü'1-kasîd ﺑ ﻴ ﺖ ا ﻵ ب
beyyine-! âdile b e k in e n
K â b e . (b lcz : B e y t - İ Ç e r îf) .
en iy i b e y ti.
( a . s . ) : a ç ık , â ? ik â r . ( b k z : a y â n ,
b â h i r , c e li, h ü v e y d â ) .
n ık . ( b k z : b ü rh â n ).
b e y t i i 'l - h i k m e ) .
beytûtet ﺑ ﻴ ﺘ ﻮ ﺗ ﺖ
m â n â s ı n a g e le n b i r t â b ir,
beyyin ﺑ ﻴ ﻦ
lc im lig i.
Beyt-İ Mukaddes ﺑ ﻴ ﺖ ﻣﻘﺪس
sen i se-
v i n d i r s i n , g ü l d ü r s ü n , i s t e ğ in e k a v u ? t u r s u n "
(a.i.) : b a y t a r , v e t e r in e r .
beytârâ ﺑﻴ ﻄﺎ را
be^âhe
ib n i M u h a m m e d
ta r a fın d a n k u -
ru lm u ? tu r ].
beyz ﺑ ﻴ ﺾ
( a . i . c . : b ü y û z ) : 1. y u m u r t a [ u m û m î
o la r a k ] . 2 . h a y v a n l a r ı n , e n ؟o k a t i n a y a k l a (a .b .i.)
:ed. k a s i d e n i n
r m d a p e y d â o la n y u m u r t a b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i ?İ?le r. 3 . k ı ı ? u n y u m u r t l a m a s ı .
109
beyzâ' bezaga ( ز ئf.i.): kertenkele, keler,
beyzâ' ( ﺑ ﺠ ﻔ ﺎ ﺀa.s.): 1. daha ak, ؟ok beyaz. H ilât-ı beyzâ' (beyaz kaftan): şeyhülislâm kaftanı. M ille t-i beyzâ : islâmlar.
bezâne ( زا ﻻf.s.): esici, esen [rüzgâr],
beyzah ( ﺑ ﻴ ﺬ خa.i.): etine dolgun, iri yapılı şişmanca [adam], (bkz : beydaha).
bezâzet ( داذ تa.i.): pejmürdelik, perişanlık, kıyafetsizlik, (bkz : bizâz, büzûzet).
beyzâr
( ﺑ ﻴ ﺰا رa.i.): tenâsiil âleti,
beyzâr, beyzâre ﻳ ﺪ ا ر ه، ( ﺑ ﻴ ﻨ ﺎ رa.s.): 1. geveze, ؟al ؟ene. (bkz : bî-hûde-gû). beyzâre
( ﻳ ﺰ ا ر هa.i.): uzun, büyük sopa,
beyzavi وى٠٩ﺳ ﻊ (b kz: beyzi).
(a.s.) : yumurta şeklinde,
beyze-i âftâb, beyze-i âteşin, beyze-i ؟arh, beyze-i zer, beyze-i subh, beyze-i zerrin : Güneş. beyze-bâz ﻷر(a.f.b.s. ve i.) : yumurtalarla gözbağcılığı ve elçabuklugu yapan oyuncu. beyze-i İslâm اﺳﻼم beyzetü'1-islâm).
( ﺑ ﻴ ﻐ ﻪ ﺀa.it. ve i.), (b kz:
(a.i.c.) : hayalar, (bkz : hus-
beyzetü'd-dik ( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔ اﻟ ﺪ قa.it. ve i.) : horoz yumurtası, mec. bulunmaz şey. beyzetii'l-akr ( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻟﻌﻬﺮa.it ve i.) : "kısırlık yumurtası" : 1. horoz yumurtası. 2. mec. ؟ok nâdir şey. beyzetii'l-arz ( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻻرضa.it. ve i.): “yer yum urtası'': yer mantarı, keme, domalan [bitki].
beze ( وهf.i.): günah, hatâ, kabahat, su ؟, beze-kâr ( وه ﻛﺎ رf.b.s.): günahkâr, SU ؟İU. beze-kârî ( وه ﻛﺎ ر ىf.b.i.): günahkârlık, su ؟luluk. bezer ( ﻧ ﺮa.i.): gevezelik, bezi' ( وﻳ ﻊa.s.): akıllı, uslu, zarif [ ؟ocuk], bezim ل٠( ﺑﺬيa.s.): 1. kuvvetli, zorlu kimse. 2. kızgınlığını belli etmeyip sogukkan1ı olarak hareket eden adam [müennesi "bezime"dir]. bezin ( ز ىf.s.) : esici, esen ["esnek” mânâsına gelen "beziden" mastarından], bezir ( د رa.s.): geveze. bezir و ر، ( د رa.i.): tohum, ekilecek tâne. (b kz: bezr). bezk ( و كfi.) : zool. tespihböcegi. bezi
دل
(a.i.): bol bol verme, saçma,
bezl-i cehd : elinden geldiği kadar ؟alışma, bezl-i giiher : cevher dagitma, inci saçma,
bezle ( ﺑﺬﻟﻪf.i.): 1. hoşa giden nâzik söz, lâtife, şaka tarzında söylenen lâkırdı. 2. âhenk ile okunan şiir.
( ﺑ ﻴ ﻐa.it. ve i.): örtülü,
beyzi (a.s.): 1. yumurta biçiminde olan, oval, (bkz : beyzavi). 2. i. yumurta şeklinde bir şey. (a.i.): konuşmada a ؟ıksa ؟ıklık.
bezâdî ( وا د ىa.i.) : gök ؟il, mâvimsi bir nevi değerli taş; küçük yâkut.
110
bezbeze ( ر و هa.i.): hızlı yürüme ؛kaçma. 2. şiddetle sarsma, depretme.
( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔ اﻟﺤﺮa.it. ve i.): şiddetli
beyzetü’l-İslâm ( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻻﺳﻼمa.it. ve i.) : 1. İslâm milleti. 2. İslâm'ın yayıldığı sâha, İslâm ülkesi. 3. İslâm'ın hakîkî merlcezi. (b kz: beyze-i İslâm).
دا
ز١( ﺑﺰبf.i.): Hindistan cevizi kabugu.
bez beze ( ﺑﺬإذهa.i.): 1. zafer, galebe, üstünlük. z.nasip, pay, kısmet. 3. daralma, sıkılma,
bezl-i n ü k u d : parayı bol verme, para dökme. (b kz: İbzâl)'.
beyzetii'l-hıdr ﺔ اﻟﺨﺪر kapalı güzel kadın.
bezâ
(a.i.): bezcilik, manifaturacılık,
( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔa.it. ve i.): deve-
beyzetii'l-beled اﻟﺒﻠﺪ kuşu yumurtası. beyzetii'l-harr sıcaklık.
bezbâz
رازت
beze ( وهf.s.): fakir; miskin,
beyze (a.i.): 1. yumurta. 2. haya, (bkz : husye). 3. demir başlık, (bkz : migfer).
beyzeteyn yeteyn).
bezâzet
bezle-bâz ﺑﺎو bezle-gû). bezle-gû ا
دك
(f.b.s.): lâtifeci, şakacı, (b kz:
( ﺑﺬﻟﻪf.b.s.). (bkz : bezle-bâz).
bezm ( و مa.i.): 1. diş ucu ile ısırma, kırma. 2. yayın kirişini ؟ekip salıverme, bezm
دم
(f.i.): İçkili, eğlenceli meclis, dernek,
bezm-i a ş k : aşk meclisi, bezm-i cem : ı) Iran mitolojisindeki Cem'in İ ؟ki meclisi. 2) Bektâşilerin İ ؟ki âlemleri. 3) İ ؟ki âlemi. bezm-i cihân : cihan, dünyâ meclisi.
bı.no bezm-i elest: tas. Allahın ruhları yaratıp ''elestii bi-rabbikUm” (=ben sizin Rabbiniz degil miyim ?) dedigi an. bezm-i fenâ : dünyâ, hayat, âhiret. bezm-i ferâ-yi Ahmed Efendi : meşhur bir çeşit lâle. bezm-i fütûh : zafer meclisi, bezm-i gam : gam meclisi, bezm-i hâss : husûsî meclis, bezm-i İşret: İçki meclisi, (bkz : bezm-i mey, bezm-i nûşânuş). bezm-i mey : İçki meclisi, (bkz : bezm-i İşret, bezm-i nûşânuş, meclis-i mey), bezm-i nûşânuş : (bkz : bezm-i İşret, bezm-i mey). bezm-i safâ : safâ meclisi, bezm-i tarab : müz. yeni terkibedilmiş ve ragbet görmemiş bir mürekkep makamdır. Nihâvend makamı İçinde sabâ makamının (dügâh, segâh, çargâh, hicâz, hüseyni) perdelerinden İbâret olan ilk beşlisini kullanmaktan ibârettir ki, esâsen bu beşli, gerçek olarak nihavend eserlerde pek çok kullanılmıştır. Nihâvend makamı ile, onun gibi rast perdesinde durur. Güçlü, nihâvend'de oldugu gibi nevâ ve ikinci derecede de sabâ'da oldugu gibi çargâh perdeleridir. Donanımına nihâvend gibi si ve mi küçük mücenneb bemolleri ile fe bakıyye diyez konulur ve İâhin İçinde sabâ'nın ilk beşlisi İçin si bekar, si koma bemolü, re bakıyye bemolü, mi bekar kullanılır, bezm-i vuslat: sevgililerin vuslat (birbirine kavuşma) meclisi. bezm-ârâ ( ز م اراf.b.s.): 1. meclisi süsleyen. 2. müz. adi Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkikinde terkipler arasında geçen makam. bezme (a.i.): gündüz yenilen bir ögün yemek. bezme ( ز ﻵfi.): sohbet ve muhabbet meclisinin bir köşesi. bezm-efzâ ( و م اﻓﺰاf.b.s.): eğlencenin, ziyâfetin zevkini arttıran. bezm-gâh , bezm-geh وﻣﻜﻪ، ( ر ﻣﻜﺎهf.b. i.); eğlence yeri. bezr ( د رf.i.): ekim, (bkz : ziraat). bezr ( د رa.i.c.: büzûr): tohum, ekilecek tâne.
bezr ( ورa.i.): bot. ؟İ ؟ek ve sebze tânesi. bezreka ( ﻧ ﺮ قa.i.): yol gösteren, kılavuz, delil, (bkz: bedreka). bezr-ger ( ورﻛﻞf.b.i.). (bkz : bezr-kâr). bezr-ger ( ﻧ ﺮ ﻛ ﻞa.f.b.s.): tohum saçan, ekinci, çiftçi. bezr-kâr ( ورﻛﺎرf.b.i.) : ekinci. bezrü'1-bene ( ﻳﺬر ا بa.b.i.): bot. banotu tohumu. bezyûn ( وﺑﻮقa.i.): 1. ince kuma?. 2 ٠sündüs denilen altın işlemeli atlas, bezz ( وa.i.) : pamuktan veyâ lcetenden yapılmış dokuma. bezzâz ( وازa.s.): 1. bezci, kuma? satan, manifaturacı. 2. i. çarşı, bedesten, bezzâz-istân ( ﺑﺰازﺳﺘﺎنa.f.b.i.): bedestan, bedesten, esnaf çarşısı, (blcz : bedestân). bezz-istân ( ﺑﺰﺳﺘﺎفa.f.b.i.) : bedestan, bedesten, esnaf çarşısı, (bkz : bedestân). bıd'j bıd'a ﺑﺪﻋﻪ، ( ﻣ ﻊa.i.) : geceden bir kısım, bıdâa, bıdâat ﺑ ﻌ ﻨ ﺎ ق، ( ذ ىa.i.): 1. sermâye, ana para. 2. bilgi. bıdisgan “( ﺑﺪﻣﻐﺎفga" uzun okunur, f.i.): bot. sarmaşık [ot], (bkz : bıdışgan, bidisgan, bidişgan, ışka). bıdışgan "( ﺑﺪﺷﻔﺎنga" uzun okunur, f.i.): sarmaşık [ot], (bkz: bidisgan, bidisgân, bidişgân, ışka). bigza ( ﺑﻐﻬﻪa.i.): şiddetle nefret, hiç sevmeyiş. (bkz: bagza'). bıka'“( ﻗﺎ عka” uzun okunur, a.i. buk'a'nın c.): bir parça yer, topraklar, ülkeler, bilgin ﻟ ﺾ٠(a.i.): âfet, musibet, felâket, bırtîl ﻟ ﻞ٠( وa.i.c.: berâtil): 1. rüşvet. 2. bir hakki İptâl İçin rüşvet olarak verilen şey. 3. varyoz. bıtâ' ( ب ﺀa.i.): gecikme, ağır davranma, bıtâka ( ﺑﻄﻞ ﻗﻪa.i.c. batâik): pusla kâğıdı, yafta, varaka. bıtâne ( ﺑﻬﻼذهa.s.): 1. gizli şey, gizlenilen hal. 2. i. astar. 3. mahrem, sırdaş. 4. i. bir şehrin ortası. bitn ( ﻷشa.s.): 1. zengin [adam]. 2. bodur [adam]. 3. obur [adam]. 4. şaşkın [adam]. 5. yalnız kendi nefeini düşünen [adam], bitna ( ثa.i.): 1. mide dolgunluğu. 2. malin ve paranın çokluğundan dogan sevinç. 111
bıt.îh
( ﺑﻄﻴﺦa.i.) : 1. kavu n . 2. karpuz, b ız â a , b ız â a t ﺑ ﻔ ﺎ ق، ( ﺑﻀﺎﻋﻪa.i.). (bkz : bıdâa, b ıttîh
bıdâat).
m eleri -e haline getirir; ile , İçin m ân âların ı vererek F arsçad ak i b e- edâtıyla ayn i İŞİ görür. B i- h a k k ın : h akk ıyla. K am eriye h arfleriyle başlayan kelim elere eklendiği zam an b i' 1- şek lin i (b i' 1-m ün âsebe); şem s (Güneş) harfleı-iyle bi'd-, b i'n -, bi'r-> bi's-> bi'ş-, bi't-, bi'z-, ş e k ille r in i: (bi't-tabi', bi'nnetice., gibi) alır.
( إىf.e.) : -SIZ, -m az [Farsça kelim elerin başına getirilir), b î- â r : arsız, utanm az. B iâ ş i y â n : yu vasız,
b i a - (a .i.c .: biyâ') : kilise, b î-â b ( ﻳﻰ آ بf.b .s.): 1. k u ru , susuz. 2. donuk. 3. hayâsız, rezil,
( ﻳﻰ ﻋﺪf.a .s .): sayısız, b i-a d e d ( ﺑﻰ ﻋﺪدf.a .s .): hesapsız, b î-a d îl ﻳﻞ٠( ﻳﻰ ﺀاf.a .s.); benzersiz, benzeri olb î-a d d
m ayan. b î - a m â n G ١( ﺑﻰf.b.s.) : am ansız, am anverm ez, acım az, m erham etsiz. b î-â r
و
( إىfa.b.s.) : arsız, utanm az, sıyrık,
b î- â r â m ( إى آرامf.b .s.): 1. durup dinlenm eyen. 2. zf. bidüziye. 3. rahatsız, b î-a sl ﺻﻞ١ ( إىf.a.s.) : asilsiz, tem elsiz. B î-a sl ü esâs : asli esâsı olm ayan, d ayan ağı olm ayan. b î-â ş iy â n
ﺑﻰ
b î- b â r j^
( ﺑﻈﺮa .s.): beyhude, boş. bi- ( ﻟﻰa .e .): b aşların a eklendiği zam an keli-
b ız r
b i-
b î- b â k î ﺑﺎ ش etmeme.
( ﺑﻰ آﺷﻴﺎنf.b.s.) yu vasız.
b ia t (a.i.) : kabu l ve tasd ik m uâm elesi. [a s li: “ bey'at" dır), b i- a v n i ( ﺑﻌﻮنa.b.zf.) :y a rd ım ıy la . b i-a v n illâ h i te â lâ : A lla h 'ın yard ım ıyla, b i-a y n ih i, b i-a y n ih â ﺑﻌﻨﻬﺎ، n iyla, olduğu gibi, tıpkı,
( ﺑﻌﻴﻔﻪa.b. zf.) : ay-
b îb (a.i.) : h avu za su akıtan m usluk; hav u z d an d ışarıya su akıtan delik; havu za gelen suyun yolu, bacası.
( ﻳﻰf.b .i.): korkusuzluk) ald ırış (f.s .): kuru, m eyva verm eyen,
b i-b a sire t ( ﻳﻰ ﺑ ﺼﺮ تf.a.s.) : basiretsiz, anlayışSIZ, kör, e trafın d akileri görm eyen, b i-b e d el
( ﺑﻰ د لf.a.b.s.) : benzersiz, eşsiz,
b l-b eh re ى ﺑﻬﺮه٠ (f.b .s.): 1. behresiz, nasipsiz, m ah ru m . 2. değersiz. b i-b e k a ﺑﻘﺎ kasız. b î-b e râ e t İuşsuz.
ﺑﻰ
( ﻳﻰ ﺑﺮاﺋﺖf.a.b .s.): berâetsiz, k u rtu -
ﺑﻰ ﺑﺮﻛﻞ
b i-b e rg
b îb î ( ﺑﻰ ﺑﻰf i . ) : 1 sayın bayan, h an im , ev kadını, hatun. 2. hala, b ib r
ﺑﺒﺮ
(f.i.): fâre, sıçan,
b î-c â ( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎfb.s.) : yersiz, b icâ d ( ﺑ ﺠﺎ دa .i.): 1. yo l yol, çizgili olarak doku n m u ş k ilim , hail, aba. 2. H z. A b d u llah 'ın lâkabı. b îcâ d , b îc â d e ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ د ه، ( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ دf.i.) : 1. kehrib ar gibi sam an çöpü n ü kendin e çeken, yâku ttan daha az değerli k ırm ız ı b ir taş [“m ercan” diyen lûgatlar da vardır]. 2. kirm ızı dudak. b îcâ d e -i m ü zâb (erim iş yâkut): k ırm ız ı şarap. b î-c â n ﺟﺎن B icen -
( ﻳﻰf.b.s.) : cansız, ruhsuz. (f.h.i.). (bkz : B ۶ n).
b î-cev âb ﺟﻮا ب
kuşu, ( b k z : usfûr).
( ﺑﺠﺮﻳﺖa .s.): hâlis, tem iz şey. b î-ç â r, b î-ç â re ﺑ ﻴ ﺠﺎ ر ه، ( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ رf.b .s.c .: biçâre-gân) : çâı٠esiz, zavallı, b î-ç â re g â n ( ﺑﻴﺠﺎرﺳﻤﺎنf.b.s. bî-çâre'nin c.) : bîçâı'eleı', zavallılar.
b îç â re -v â r وار vallı gibi.
112
(f.a .s .): cevapsız,
b ic rit
( ﺑﻰf.b .s.): bahânesiz, sebepsiz, ( ﺑﻰ ﺑ ﺨ ﺖf.b .s.): bahtsız, talihsiz, b î - b â k ^ ( ﻳﻰf.b .s.): korkm ayan , çekinm eyen, sakın m ayan .
ﺑﻰ
( ﺑﻰ ﺟﺒ ﺮf.b .s.): yüreksiz, korkak, b ic işk ( ﺑﺠﺸﻠﻎf.s .): 1. h akim , bilgin . 2. serçe b î-c iğ e r
b î-ç â re g î ilk.
b i-b a h t
(f.b .s.): dalsız,
b i-b e rg ü n e v â : elinde avu cu n d a bir şeyi olm ayan.
b î-b a h â ( إىf.b.s.) : p aha biçilem eyecek kad a r değerli. b î-b a h â n e ^ ^
("k a” uzun okunur, f.a.b.s.) : be-
( ﺳﺠﺎرﺳﻤﻰf.b.i.) : b îçârelik, zavallı( ﺑ ﺮ هf.b.s.) : çâresiz gibi, za-
b içe k ( ﺑ ﺠ ﻚt.i.): bir çeşit kesici âlet; k ü çü k biçak, k ü çü k silâh.
bîdis.ân bi ؟i?k ( ﺑ ﺠ ﺜ ﻚf.s.): hekim, doktor, (b kz: bizi?k).
bi ؟îz ( ﺟ ﺰf.s.): p e k kii ؟ükve değersiz [?ey], biçrek ( ﺑﺠﺮكf.s.):aldatılarak kendisiyle dâimâ alay edilen kimse.
bî- ؟ün ن-
(f.b.s.): 1. emsâlsiz, e?siz. 2. sebep sorulmaz, Allah.
bî- ؟Un u ؟i r â : ni ؟in ve nedensiz, mutlak (Allah), (bkz : lâyüs'elü ammâ yefal).
bi'd- ( ﻷ كa.e.) : Arapçadaki bi- edâtının d, t ile ba?layan kelimelere katıldığı zamanki ?ekli olup kelilueyi zarf yapar. Bi'd-da'vâ : dâvâ ederek. Bi't-tedric : tedricen,
bid
A h (a.i.): yok olma, (bkz : beyâd, büyüd, beydûdet).
bid A r i (f.i.): söğüt ağacı, (bkz : safsâf). bîd-i giryân, bîd-i mecnUn, bîd-i nâlân, bîd-i piyâde, bîd-i revân, bîd-i sernigUn : bot. ağlayan söğüt, salkımsöğüdü. bîd-i m ü ?k : bot. sultani söğüt, bîd-i siirh : bot. kızılsögüt.
( ﺑﺪ ﻋ ﺖa.i.c.: bida'): 1. sonradan meydana ؟ikan ?ey. 2. peygamber zamânmdan sonra dinde meydana ؟ikan ?ey.
b id 'a t
b id 'a t -i h a s e n e : begenilebilir yenilikler, b id 'a t -i m a k b u l e : makbul olan, beğenilen
yenilik.
bid'at-i merdUde : reddedilen, beğenilmeyen yenilik.
bid'at-i seyyie : fenâ yenilikler, bidâyet ( ﺑﺪإﻳ ﺖa.i.): ba?lama, ba?langı ؟. bidâyeten ﻳﺔ١( ﺑﺪa.zf.): ba?langı ؟ta, ba?ta, ilkin [aslı:bedâet'dir]. b id â y e t m a h k e m e s i ( ﺑﺪاﻳ ﺖ ﻣ ﺤﻜ ﻤ ﺴ ﻰa.t.b. i.) : [eskiden] asliye mahkemelerine verilen ad.
( ﺑ ﻴ ﺪ ﻷ فf.b.i.): sepetçi, sepet örücü, ( ﻷ كa.zf.): dâva ederek, b i'd -d a 'v e ( ﻷﻟﺪﺀوهa.zf.): dâvet ederek,
b îd -b â f
b i 'd - d a 'v â ى۶
b id d e ( ﺑ ﺪهa.i.): tâkat, derman, gü ؟. (bkz : bed-
de).
( ﻷﻟﺪﻓﻌﺎ تa.zf.): bir defalarla, (b kz: mükerreren).
b i 'd - d e f 'â t
ka؟
kere,
bida' ( د عa.i. bid'at'ın c.): sonradan meydana ؟ikan ?eyler.
b i 'd -d e v l e t i Ve’l -İ k b â l
bidâd ( د ا دa.i.): 1. hisse, bedel verme. 2. arka-
( ﻷﻟﺪورa.zf): devrederek, dola?arak. b i'd -d u â ' ( ﻷﻟﺪﻋﺎﺀa.zf.): dua ederek, b i - d e r d رد٠( د اf.a.b.s.) : dertsiz, kedersiz, b î - d e r m â n ( ﻳﻰ درﻣﺎنf.b.s.) : dermansız, gü ؟-
da?lar arasında nöbetle satın alma.
bî-dâd د د ا د
(f.i.) : 1. zulüm, i?kence. 2. s. zâlim, (bkz : ga?ûm٩ gürdâs).
bî-dâd-ger ( ﺑ ﻴ ﺪا د ﺳ ﻤ ﺮf.b.s.): zâlim, gaddar, hâin.
bî-dâd-gerî ( ﺑ ﻴ ﺪا د ﺳ ﻤ ﺮ ىf.b.i.) : zâlimlik, gaddarlık, hâinlik.
bî-dâdît£ ۵١A r i (f.i.): zâlimlik. bidah خA r i (f.s.): ha?arı, sert ba?lı, huysuz [aygır, at], (bkz : beydah).
bidâk ( دا قf.i.): don, pantolon gibi ayaktan giyilen ?eylerin paçası.
bidâl ( د ا لa.i.) : bir ?eyi ba?ka bir ?eyle degi?me, trampa etme.
bîdâr ( د د ا رf.b.s.): uyanık, uyumayan, uykusuz. Baht-ı b îd â r: uyanık tâlih: Dîl-i b îd â r: uyanık gönül, bîdâr-baht ( ﺑ ﻴ ﺪا ر ﺑ ﺨ ﺖfb.s.): mutlu, b îd âr-d il( ﻳ ﺪ ا ر د لf.b.s.): uyanık, aydın, b î d â r e . ^ (f.s.): â?ık, dü?kün.
bîdârî ( د د ا ر ىf.i.): 1. uyanıklık. 2. ugra?ma, ؟abalama. 3. dikkatlilik.
( ﺑﺄ ﻟ ﺪ وﻟ ﺖ واﻻﻗﻸلa.b.zf.):
devlet ve ikbal ile. b i 'd - d e v r
süz.
bidest ( ﺑﺪ ﺳ ﺖf.i.): kari?, [bazı lûgatlarda "bedest" ?ekli de var].
bidester ( ﺑ ﻴ ﺪ ﺳ ﺮf.i.) : zool. kunduz, suiti. bî-devâ ( ﺑﻰ دواf.a.s.) : devâsı bulunmayan, ؟âresiz.
ى د وﻟ ﺖ٠(f.a.b.s.): mutsuz, zavallı. ( ﺑﺪ حa.i.): geni? ova.
b i-d e v le t b id h
( د د د لf.b.s.): 1. korkak. 2. nüktesiz. 3. â?ık. 4. kalpsiz, gönülsüz,
b î-d il
b î-d im â g
( ﺑﻰ دﻣﺎغf.a.b.s.): akilsiz, kafasız, be-
yinsiz.
( ﺑﻰ دسf.a.b.s.): 1. dinsiz. 2. acımasız, merhametsiz.
b î-d în
b i-d ire n g د ر ﻧ ﻚ
ﺑﻰ
( f b . s . ) : d u rm a y a n , eg len -
m e y e n , ؟ab u k .
( ﻳﻰ د ر خf.b.s.): 1. esirgenmeyen. 2. esirgemeyen, elinden geleni yapan,
b î-d ir îg
b i d i s t â n ( ﺑ ﺒ ﺪ ﺗ ﺎ فf.b.i.): söğütlük.
113
Bdpây B id p â y
ﺑﺪﺑﺎ ى
(f.h.i.) : K e lile v e D im n e 'n in m ii-
e llifi o la n m e ş h u r H in d filo z o fu ,
sûrette.
( ﺑﺪرهf .i .) : a g a ؟k u rd u , b id r û d ( ﺑﺪرودf .i .) : s a ğ lık , se lâ m et, e sen lik , b î-d ııh t ( ﺑ ﺒ ﺪ ﺧ ﺖf.b .s .) : 1 . k ız ı o lm a y a n , k ız SIZ [k im se ]. 2 . h. i. Z ü h r e (V enüs) y ıld ız ı, b id v en d ( ﺑ ﻴ ﺪ و ﻧ ﺪf .i .) : k a n ta şı. b id re
ﺑﺎﺟﻤﺎﻋﻬﻢ
(a.zf.) : h e p si, cü m le si,
( ﺑﻰ أدا تf.a .b .s .) : aletsiz, ( ﺑﻰ أد بf.a .b .s .) : e d e p siz , terb iy esiz, b î-e d e b -ân e ( ﺑﻰ أدﺑﺎ ﻧﻢf.zf.) : e d e p siz c e sin e. b i- e m r illâ h ( ﺑﺎﻣﺮ اﻟﻠﻪa .z f.):A lla h 'ın e m riy le , b î-e n b âz ( ﺑﻰ أﻧﺒﺎزf .s .) : a rk a d a ş sız , o rta k sız , b î-e n c â m ( ﺑﻰ اﻧﺠﺎمf .s .) : s o n s u z , s ın ırs ız , b î-e n d â z e ( ﻳﻰ أﻧﺪازهf .s .) : ö lç ü sü z , a şırı, b i- e s r ih i ( ﺑﺎﺳﺮهa .z f.) : h ep b ir a ra d a , b ie t ( ﺑ ﻴ ﺌ ﺖa .i.) : 1 . h a l, d u ru m , k e y fiy e t, n itelik . 2 ٠b ir m e n z ile k o n m a , b i-e y y i-h â l, b i- e y y i-h â ü n ﺑﺎى ﺣﺎل، ( ﺑﺎ ىa. b î-e d â t
b i-e d e b
f . z f . ) : h e rh a ld e , m u tla k a ؛elbette,
b î-fâ id e ( ﺑﻰ ﻓﺎﺋﺪهf.a.b.s.) : fa y d a sız , y a r a rs ız , b i- fa z lilla h i te â lâ
ﺑﻔﻀﻞ اﻟﻠﻪ ﺗﻌﺎﻟﻰ
(a. b .z f . ) :
ﺑﻰ ﻓﺘﻮر
(f.a.b .zf.). (b k z : b ilâ -fü tû r).
b î-g â h j b î-g e h ﺑ ﺔ، ( ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ هf .b .s .) : v a k its iz . G â h ü b î-g â h : v a k it li v a k its iz , b ig â l "( د ا لg a " u z u n o k u n u r, a.i. b a g l'm c . ) :
ﺑﻴ ﻐﺎ ل
("g a ” u z u n olcu nu r. f . i . ) : m ız r a k ,
٠ﺑﻰ غ
bi-gayr ( ﺑﻐﻴﺮa.b.e.): başkasıyla, -SIZ. bi-gayri hakkin : haksızlıkla, haksiz yere, ( ﺑﻰ ﻏﻴﺮتf.a.s.) : gayretsiz, hareketsiz,
b lg a y re t
cansız, tembel.
bi-gayri kasdin ( ﺧ ﺮ ﻗ ﺼﺪa.b.zf.) : istemeyerek, bl-gışş (* ﺑﻰ ﻏﺶf.a.b.s.) : hilesiz, karışıksız, samimi.
bî-gümân ( ﺑﻰ أﻗﻤﺎ نf.b.s.): şüphesiz, (bkz : bişekk).
bî-günâh ouf ( ﺑﻰf.b.s.): günahsız, suçsuz, zavallı. bih ٠( ﺑﺎf.s.) : 1. iyi, yeg. 2.İ. ayva, (bkz : bihi). bih ، 4 (a.zm.): 0, onu, ona, ondan, onunla [tek erkek). M ef'ûlü b ih : gr. -i. hâli, fr. accusatif. cürsûm e). 2. kaynak.
[tek dişi).
b i h â ' (a.i.): anat. m urdarilik daman, bî-hâb ب١( د ﺧ ﻮf.b.s.) : uykusuz, uyumaz, bi-haber ( ﻳﻰ ﺧﺒﺮf.a.b.s.): habersiz, bilgisiz;
؟ok.
bi-hadd ü pâyân : sınırsız ve sonsUz, u ؟suz bucaksız, tükenmez.
o lan .
b î-g â n e -g â n ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ ﻧ ﻜ ﺎ ن
(f.s. b î-g â n e 'n in
c .) :
b ig â n e le r, k a y ıts ız la r , ilg isiz ler,
( ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ ﻧ ﻜ ﻰf.b.i.) ; y a b a n c ılık , ( ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪ ﺧﻮىf.b.s.) : s o ğ u k
b î-g â n e -h û y
b î-g â n e -m e şre b
ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪ ﻣﺜ ﺮ ب
bi-hamdi lillah ( ﺑﺤﻤﺪ ﻟﻠﻪa.zf.): Allah'a şükür
(f.a .b .s .) : k a y ıt-
tih ân (f.i. bih'in c.): iyiler, iyi adamlar, bî-hâniimân ( ﻳﻰ ﺧﺎﻧﻤﺎنf.b.s.): yersiz yurtsuz,
olsun.
SIZ ta b ia tlı, ta n ıy ıp d a ta n ım a z lık ta n gelen ,
b i-g a re z ( ﺑﻰ ﻏﺮضf.a .b .s .) : 1. g a re z siz . 2. t a r a f SIZ, t a r a f tu tm a y a n .
bihâh, bihâhe ﺑﺤﺎﺣﻪ،( ﺑﺤﺎحa.i.) : ses kısıklığı. bihâk ( ﺧﺎ قa.i.) : erkek kurt. bi-hakkın ( صa.b.zf.) : hakkıyla, tamamıyla.
tab iat-
il, u ta n g a ؟, s ık ılg a n .
114
("ga" uzun okunur, f.a.b.s.): sonsuz. 2. ؟ok.
bi-hadd ( ﻳﻰ ﺣﺪf.a.b.s.): hadsiz, sınırsız, pek
( f.a .b .s .) : g a m s ız , ta sa sız ,
b î-g â n e ( ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪf.b.s.) : 1. k a y ıts ız , ilg isiz . 2. y a b a n c ı. 3. tas. d ü n y â ile ilg is in i k e sm iş
b î-g â n e -g î
ﺑﻰ
vurdumduymaz.
k a r g ı, ( b k z : ru m h ).
b i-g a m m
ﺀاﻳﻪ٠
uyanık.
esterler, k a tırla r.
b îg â l
bî-gaye
b îh-ikûhî :bot. dağ kökü, b ald ıran kökü, bihâ ١( ﺑﻪa.zm.) : 0, onu, ona, ondan, onunla
A lla h 'ın fa z lıy la .
b î- fiitû r
gaye'nin c.): sonsuzlar, sonu olmayanlar,
bih ﺟﺦ٠( بf.i.) : 1. kök, asil, tem el, (b k z :
( ﺑﻰf .a .s .) : fa rk s ız .
b lfa r k ^
bigas ( دا ثa.i.). (bkz : begas). bî-gavr ( ﺑﻰf.a.b.s.): dipsiz, bî-gayât "( ﺑﻰ ﻏﺎﻳﺎتga" uzun okunur, f.a.b.s. bi-
1. gayesiz,
b ie ( ﺑ ﺴ ﻪa.i.) : y u r t , k o n a k , b i-e c m â ih im
bî-garez-âne . ( ﺑﻰ ﻏﺮﺿﺎنf.a.zf.) : garezsiz bir
؟oluksuz ؟ocuksuz.
bihâr
(a.i. bahr'in c.) : denizler.
bî-hüner bihâr-ı baîde : u zak denizler, bî-hâr ( ﻳﻰ رf.b .s.) : dikensiz, bi-hareket ( ﺑﻰ ﺣ ﺮﻛ ﺖf.a.b .s.): hareketsiz, kim ıldam ayan.
( ﻳﻰ ﺧﻮداﻧﻪf.b.zf.): baygınlıkla,
ﻟﺘﻤﺪ-
(f.b.i.): baygınlık,
b i h r â m ( ﺑﻬﺮامf.i.): oru ؟. (bkz : rûze). b îh -rû z ,
b ih rU z e
ا وزه
،
ﺑﻬﺮوز
(f.b.s.):
1. “günü iy i” : iyi günlü, mutlu. 2 . i. kıy-
m ından.
bi-hasebi'1-örf ve'1-izâfe ؛âdet oldugu üzere, üşülünce.
metli bir taş. b ih te
bî-hâsıl ( ﺑﻰ د لf.a.b .s.): 1. sonsuz, nihayetsiz.
( ﺑ ﻴ ﺨ ﺘ ﻪf.s.): elekten, kalburdan geçiril-
miş. b ih te r, b ih t e r e k ك٠ ﺑﻬﺘﻢ، ع٣ ( ﺑﻪf.s.): daha, en, pek
2. verim siz.
bîhaste (f.s .): âciz; şaşkın, yorgu n , bî-hayâ ( ﻳﻰ بf.a.b.s.). (bkz : bî-âr). bî-hayât ( ﻳﻰ ر تf.a .s.): cansız, bî-hazân ( ﻳﻰ را نf.b .s.): sonbaharsız, her zam an tâze, her zam an bahar,
bihbûd ( ﺑﻪب ودf.s.) : iyi, sag, saglam , sıh h î [vücut].
bihbûdî ( ^ د ىf.i.): iyi olm aklık, bîh-dâne ( إ ه داﻻf.b .i.) : ayva tohum u, bih-efgen ( ﺑ ﺦ ا ﻣ ﺖf.b.s.) : kökünden söken, bî-hemâl J U fei : (f.b .s.): eşsiz, benzersiz, bî-hemtâ ظ،،٠( ﻳﻰ هf.b .s.): benzersiz, ( b k z : bînazir).
bî hengâm ( ﺑﻰ ﻫ ﻜﺎ مf.b .s.): vakitsiz, bî-hesâb ا ب٠( ﻳﻰ حf.a.b.s.) : hesapsız, sayısız, bih-güzîn ﻳ ﻦ/ ٠(بf.b .s.): 1. en iyisin i seçen. 2. i. sarraf.
iyi. b ih t e r e k ( ﺑ ﻬ ﺮ كf.i.): Farslılarca 120 senede bir
kere on ü ؟ay İtibâr edilen senenin ismi, [sonraları dört senede bir gün fazlası olan s e n e -i k e b is e şekline konulmuştur], b i h t e r i ( ﺑ ﻬ ﺮ ىf.i.): en iyi olma, üstünlük, b ih t e r in ﺑﻦ.( ﺑﻬﺮf.s.): en iyi, pek iyi. b î - h û d ( ﻳ ﺨ ﻮ دf.b.s.). (bkz : bî-hod).
دا ﻻ-
b î-h û d -â n e
(f.b.zf.).
(bkz:
bî-
hodane). ، ( ﻳ ﻬ ﻮ د هf.b.s.): boşuna, boş yere, beyhude,
b î-h û d e , b î-h ü d e ﻳ ﻬ ﺪ ه
( ﻳﻬﻮد ﺳﻤ ﻰf.b.i.) : beyhudelik, faydasızlık, yararsızlık.
b î-h û d e -g î
( ﺑ ﻴ ﻬ ﻮ د هf.b.s.): boşuna, boş
b î-h û d e -g û ا
yere konuşan, geveze. b î-h û d e -k â r
( د ﻫ ﻮ د ه ﻛﺎرf.b.s.): boşuna ؟ali-
şan.
bi-hıred ( ﻳ ﺰ دf.s.) : a k ıllı [kim se], bî-hıred — د (f.b.s.) : akilsiz, kafasız, bihî ﻫﻰ٠(f.i.): 1. ayva, (bkz : b ih ) . 2. iyilik , üstünlük.
( ﻳﻰf.a.b.s.): hads'iz hududsuz,
b î- h u d û d ﺣ ﺪ و د
pek ؟ok. b î-h û ş
( ﺑ ﻬ ﻮ شf.b.s.): 1. şaşkın, sersem, bihoş.
2. deli.
bî-hicâb ب١( ﻳﻰ حﺀجf.a .s.): u tan m ayan, utanm ası olm ayan.
bihim ا٠( ﺑﻪa .z m .): 0, on ları, on lara, on lardan, on larla [ ؟ok erkek].
bihîmâ ( ﺑﻬﻤﺎa.zm.) : ٥, on ları, on lara, onlardan, onlarla [ ؟ift erkek],
bihîn, bihîne ﺑﻪ؛ﻏﻪt ( ﺑﻬﻦf s . ) : 1. pek iyi, en iyi, seçkin. 2. i. h alla ؟. ( ﻳﻰf.a.b .s.) : hissiz, duygusuz, (f.i.) : cennet, uçm ak, ( b k z : be-
hişt).
bîh-ken ش٠خ
ذه١( ﻳﺠﻬﻮشf.b.zf.) : şaşkıncasına, kendinden geçmişçesine,
b î - h û ş -â n e
ط(f.a.b.s.): hatsız, ؟izgisiz, karışık ؟izgili, karışık.
b î-h u t û t
b î-h u z û r SIZ,
( ﻳﻰ ﺣﻀﻮرf.a.b.s.): huzursuz, rahat-
tedirgin.
( ﻳ ﻬ ﺪ هf.b.s.): geveze, ؟al ؟ene. (b kz: beyzâr).
b î - h ii d e - g û ا
b î- h ü d e - g û y â n e
ﻳ ﻰ/ ( ﻳ ﻬ ﺪ هf.b.i.): boşuna ge-
vezelik. b î-h ü n e r ﻫ ﺮ
(f.i.): b eyaz, has ekm ek.
( ﺑ ﻴ ﻬ ﺪ ه ﺳﻤﻮﻳﺎﻧﻪfb.zf.): geveze-
likle. b î-h ü d e -g û y î
(f.b .s.): kök söken, kökünden
söken.
bihnâne ^ ﻻ
olan, ؟ılgın. 2. bayılmış, b î- h o d - â n e b î-h o d î
bi-haseb ( ﺑ ﺤ ﺐa .z f.): -ce; b akım ın d an , bi-hasebi'l-merâtib : rütbece, rütbe baki-
bî-hîss ص bihîşt ٩
( ﺑﻰ ﺧﻮدf.b.s.): 1. kendinden geçmiş
b î- h o d
( ﻳﻰf.b.s.): hünersiz, mârifetsiz,
mahâretsiz.
115
bîh.zâd b îh -z â d
ﺑﻬﺰاد
(f,b .s .) : 1. d o ğ u ş u iy i, s o y u g ü ze l,
asli te m iz. 2 . h . i. erkelc ad i; [b e h z â d ؟elclinde de k u lla n ılır]. 3 . X V . y ü z y ıld a y a ş a m ış Ira n 'li ü n lü b ir m in y a tü rc ii. b i - ib â r e t îh â
ﺑﻌﺒﺎرﺗﻬﺎ
(a.b.zf.) : ib â re si ib â re sin e ,
a y n ıy la .
( ﺑﻰ ادراكf.a.s.) : id ra k siz , a n la y ışsız , ( ﺑﻰ اﺧﺘﻴﺎرf.a.b.s.) : k e n d iliğ in d e n ,
b î-id r â k
b î - îh t iy â r
elde o lm a y a ra k .
( ﺑﻰ اﻗﺪارf.a.s.) : iktidarsız, güçsüz.
b î - îk t id â r
( ﺑﻰ ﻋﻼجf.a.s.) : [“hiç bir şey yemeden”
b î- iJ â c
anlamına gelen] "aç, bîilaç" deyiminde geçer.
( ﻳﻰ اﻧﻔﻬﺎلf.a.b.s.) : a y rilm a s iz . ى ف١( ﺑﻰfa .b .s .) : in s a fs ız , a c ım a z , b î- in t ih â ( ﺑﻰ اﻧﺘﻬﺎf.a.b.s.) : n ih â y e tsiz , so n su z, b î- ir tîy â b ( ﻳﻰ ارﻳﺎ بf.a.b.s.) : şü p h e siz. b î- i ؟tib â h ( ﻳﻰ اﺷﺒﺎهf.a.b.s.) : şü p h e siz, b î- i'tib â r ﺗ ﺮ١( ﺑﻰf.a.b.s.) : i'tib a rsiz . b î-i'tid â l ( ﺑﻰ ا د ا لf.a.s.) : i'tid â lsiz , ö lçü sü z , b î- ît tis â l ( ﺑﻰ اﺗﺼﺎلf.a.b.s.) : k a v ıışm a sız . b î- iz n îllâ h ( ﺑﺎذن اﻟﻠﻪa.b.zf.) : A lla h 'ın iz n iyle , b î- in fîs â l
b î- in s â f
b i- îz n îllâ h i te â lâ
ﺑﺎذن اﻟﻠﻪ ﺗﻌﺎ!ى
(a.b.zf.). (b k z :
b i-iz n illa h ). b î - iz n î ؟e r 'î
ﺑﺎذن ﺷﺮﻋﻰ
(a.b.zf.) : şe rîa tın e m ir
v e m ü sâ a d esiyle . b î - îz z e t ر ت
( ﻳﻰf.a.s.) : iz zeti, d ege ri, k ıy m e ti
o lm a y a n . b ije
ﺳﺰه
(f.s.) ; 1 . h â lis, k a tık sız , saf, s ı r f sâde,
salt. 2 . z f. h u sû siyle.
ﻳﺰ ف
B îje n
(f.i.) : Ira n m ito lo jisin d e k a h ra -
m a n m e şh u r R ü ste m 'in k ız k a r d e ş in in o glu . [E frâ s y a b 'm k ız ı M ü n îje 'y e â ؟ık o ld u g u n d a n d o la y ı E fr â s y a b ta ra fın d a n b ir k u y u y a h a p se d ilm işse
de
M ü n îje 'm n
y a r d ım ıy la
R ü ste m t a ra fın d a n k u r ta r ılm ış tır ], b ije n g b ik a '
ﺑﺰﻧ ﻚ
ﺑﻘﺄع
(Ei.) : k a p ı a n a h ta rı,
(a.i. b u k 'a 'n ın c.) : yerler, to p ra k la r,
ülkeler. b ik a
د ب
b î-k â m
(a.i.) : m erc im e k ,
ﻳﻰ ﻛﺎ م
b ik â m e t
(f s .) : y a ra r s ız , (a.i.). (b k z : be k âm et).
(ب— ﻛﺎ رf.b.s.): 1 . İşsiz [k im se ]. 2 . be k âr, b î - k a r â r ر١ ( ﻟﻰ ﻗﺮf.a.b.s.) : 1. k a ra rs ız . 2 . ra h a tb î-k â r
SIZ.
b î-k a râ rî
11،
ﻳﻰ ﻗﺮارى
(f.a.i.) : k a ra rsız lık .
bî-kayd ( ﺑﻰ ﻗ ﺪf.a.b.s.) : kayıtsız, alâkasız, aldırmaz. bî-kayd-âne ( ﻳﻰ ﻗ ﺪا ﻧ ﻪf.a.zf.): kayıtsızca, kayıtSizlıkla, ilgisizlikle, aldırışsızlıkla. bî-kelimât ( ﺑﻰ ﻛ ﻠ ﻤ ﺎ تf.a.s.): kelimesiz, sözsüz, bî-kem ü kâst ( ﺑﻰ ﻛ ﻢ و ﻛ ﺎ ﻣ ﺖf.b.zf.): eksiksiz olarak, tamam olarak. bî-kerân ( ﺑﻰ ﻛﺮانf.b.s.): nihayetsiz, sınırsız, uçsuz, bucaksız. bî-kerân ( ﺑ ﻜ ﺮ ا نf.b.s.): sınırsız, sonsuz, uçsuz, kenarsız. bî-kes ( ﻳ ﻜ ﺲf.b.s.): kimsesiz; çaresiz, bî-kes-âne ( ﺑ ﻴ ﻜ ﻤ ﺎ ﻧﻪf.b.zf.): kimsesizlere yakışır bir halde. bî-kesî ( ﺑ ﺒ ﻰfi.) : bikeslik, kimsesizlik, bî-kıyâs ( ﺑﻰ ﻗﺎ سf.a.b.s.): ölçüsüz, bî-kıymet ( ﺑﻰ ﻗ ﻴ ﻤ ﺖf.a.s.): kıymetsiz, değersiz, bikle ( ﺑﻜﻠﻪa.i.) : 1. tabiat, yaradılış. 2. ؟ekil, biçim, kılık, kıyâfet. bîkmâz ( ﺑ ﻜ ﻤﺎ زf.i.): şarap, şarap meclisi; şarap İçme. bikr ( ﺑﻜﺮa.i.c.: ebkâr): dokunulmamı ؟, kizoglan kız, genç kız; kızlık, (bkz : bekâret), bikr-î fik r : ilk olarak söylenen fikir, bikr-î h ü k m î: huk. tekerrür etmemek ve hakkında İıadd-i zinâ İcrâ edilmemi ؟olmak şartıyla zinâ ettigi malûm olan İC1Z. bikr-î m azm ûn: orijinal ve ilk olarak söyİenmiş mazmun. bîkrân ( ﺑﻜﺮانa.i. bikr'in c .): bakireler, (bkz: ebkâr). bî-kusûr ( ﺑﻰ ﻗ ﺼﻮرf.a.b.s.): kusursuz, eksiksiz, tam. bî-küsîste ( ﺑ ﻜ ﺘ ﻪf.b.s.): 1. kopmu ؟, kopuk. 2. çözülmüş, çözük, gevşek; düşük, bî'l- ﺑﺎﻻ، ( ا لa.e.): -ile mânâsına gelip, eklendigi -kameriyye harfleriyle başlayan- kelimeleri zarf yapar. Bîl-îktifâ : İktifâ ederek... gibi. bîl ( ﺑ ﻞf.i.): 1. bel; çapa. 2. Hindayvası denilen Hindistan'a mahsus bir meyva. 5. gübre sepeti. bîlâ- - ٠( ﺑﺎدa.e.): -siz. B ilâ-bedel: bedelsiz. [Arapça kelimelerin başına getirilirj. bilâ-bedel ( ^ د لa.b.s.): bedelsiz, karşılıksız, bîlâd ( ﺑﻼدa.i. belde'nin c .) : memleketler, ؟ehirler, kasabalar.
biliftihâf : imar görmüş, bayındır duruma getirilmiş, mâmur beldeler, şehirler, b i l â d - ı a ş e r e : ıo şehir : [İzmir, Eyup, Kandiye, Halep, Selânik, Sofya, Trabzon, Galata, Kudüs, Lârisa]. b i l â d - ı c e s i m e : büyük memleketler, b i l â d - ı e r b a a : döı٠t şeh ir: [Edirne, Bursa, Çam, Kahire]. b i l â d - ı g a r b i y y e : bati memlelcetleri. b i l â d - ı h a r â c i y y e : haraca bağlı aı٠âzi. b i l â d - ı İ s n â a ş e r : on iki şehir : [Adana, Erzurum, Bağdat, Beyrut, Diyarbakır, Rusçuk, Bosnasaray, Sivas, Maraş, Trablusgarp, Antep, Çankırı]. b i l â d - ı r û m : OsmanlI imparatorluğuna dâhil şehirler, Anadolu, b i l â d - ı s e l â s e : [eskiden] 1 . İstanbul'da : üsküdar. Galata ve Eyüp semtleri. 2. İstanbul, Edirne, Bursa.
ﻻ اﺷﻌﺄر٠ (a.b.zf.): iş'ar etmeden, bildirmeden, haber vermeden, b i l â - k a y d ü ؟a r t ; ﺑﻼ ﻗ ﻴ ﺪ و ﺷﺮطkayıtsız ve ؟artSIZ , kesin olarak. b i '1 - a k i s ( اأﻟﻌﻜ ﺲa.b.zf.): aksine, tam tersi, tersine, tersine olarak, b i l â l ﻻ ل٠(a.s. ve i.), (bkz : belâl). b i l â - l ü z û m ﻻ و وم٠ (a.b.s.): lüzumsuz, gereksiz. b i l â - s e b e b ( ﺑﻼ ﺳﺒﺐa.b.s.): sebepsiz, b i l â - t a h k i k ( ﺑﻼ ﺗﺤﻘﻴﻖa.b.zf.) : tahkik etmeden, sorup soruşturmadan. b ü â - t a k s î r ( ﺑﻼ ﺗﻘﺼﻴﺮa.b.s.): taksirsiz, kusursuz. b i l â - t a s h i h ( اﻻ ﺗ ﻤ ﺤﻴ ﺢa.b.zf.) : tashih edilmeden, düzeltilmeden. b i l â - t e e m m ü l ( ﺑﻼ ﺗﺄضa.b.zf.): düşünmeksizin, irticâlen. b i l â - t e v a k k u f ( ﺑﻼ ﺗﻮﻗﻒa.zf.): durmadan, b i l â - u d û l ( ﺑﻼ ^ و لa.b.zf.): sapmadan, dönb i l â d e ( ﺑﻼدهf.s.): müzevir, fesatçı, (bkz: meden. belâde, belâd). b i l â - f â s ı l a (> ﻻ ﻓﺎﻣﻠﻪa.b.s.): fâsılasız, aralıksız, b ü â - ü c r e t ( ﺑﻼ أ ﺟ ﺮ تa.b.s.): ücretsiz, parasız, arasız. b i l â - v â s ı t a ( ﺑﻼ واﻣﻄﻪa.b.s.) : vâsıtasız, araçsız, doğrudan doğruya. b i '1 - â f i y e ﻓ ﻪ١( ﺑﺎﻟﻊa.zf.) : afiyetle, sağlıkla, b i l â - v e l e d ( ﺑﻼ وكa.b.s.): veletsiz, ؟ocuksuz. b i l â - f ü t û r ( ﺑﻼ ﺿﻮرa.b.zf.): korkusuzca, aldırmayarak, bezmeksizin. b i '1 - b e d â h e ( ﺑﺎﻳﺪاﻫﻤﻪa.b.zf.) : düşünmeksizin, birdenbire, apansızın, (bkz : bedâheten). b i l â h [ ( ﺑﻼa.s. beliha'nm c .): arkaları büyük olan kadınlar. b i '1 - c ü m l e ( ﺑﺎﻟﺠﻤﻠﻪa.b.zf.) : hep, bütün, toptan, (bkz: cümleten). b i '1 - â h i r e ٥( ﺑﺎﻻﺧﺮa.zf.): sonra, sonradan, sonunda.-' b î l e ( د ﺟﻠ ﻪf.i.) : 1 . ada. 2 . yanak. 3 . yan. 4 . "kesme" denilen küçük bahçıvan beli şeklindeb ü â - i h t â r اﺧﻄﺎر% a.b.zf.) : ihtar edilmeden, ki ok temreni. 5. kayık küreği; gönderi, hatırlatılmadan. b i l e k ( ﺑ ﻴ ﻠ ﻚf.i.): çatal temrenli bir çeşit ok. b i l â - ü ı t i y â r ﺑ ﺮ١ ﻻ٠ (a.b.zf.): elinde olmayab î - l e r z i ş ( ﺑﻰ ﻟﺮزشf.b.s.): titremez, titremeden. rak, kendiliğinden. b i '1 - f a r z ( ﺑﺎﻟﻔﺮضa.b.e.): diyelim ki, tutalım ki. b i l â - i n k ı t â ' ( ﺑﻼ اﻧﻘﻄﺎعa.b.zf.): devamlı, sürek(bkz: farazâ). li. b i 'l - f i 'l ( ﺑﺎﻟﻔﻌﻞa.zf.): hakîkî olarak, gerçekten. b ü â - i n t i h â b ( ﺑﻼ اﻧﺘﺨﺎبa.b.zf.): seçilmeden, seçmeden. b i '1 - h â s s a ( ﺑﺎﻟﺨﺎﺻﺔa.zf.): mahsus, husûsî olarak; hele, (bkz : hâssaten). b i l â - i n t i k a l ( دﻻ اذﺗﻬﺎلa.b.zf.): 1. intikal etmeb i '1 - h a y r ( ﺑﺎﻟﺨﻴﺮa.zf.) : hayırla, uğurlu olarak. den, geçmeden, bulaşmadan. 2. kavramadan. b i '1 - h ü k m i ( ﺑﺎﻟ ﺤﻜﻢa.zf.): hükmünden dolayı, b ü â - i r t i k â b ا رﺗﻜﺎ بi i (a.b.zf.): irtikap etmeb i 'l - î c â b ( ﺑﺎﻻﻳﺠﺎبa.zf.) : lâzım olduğu İçin, geden, rüşvet almadan, rekli görüldüğü İçin, (bkz : bi'1-iktizâ). b ü â - i s b â t ادا ت٠ ( ﺑﺎﻵa.b.s.): isbatsız. b i 'l - i c r â ( ﺑﺎﻻﺟﺮاa.zf): İcrâ ederek, yaparak, İcrâ marifetiyle. b ü â - i s t i c v â b ﻗ ﺠ ﻮ ا ب١ ( ﺑﻼa.b.zf.) : sormadan, söyletmeden. b i '1 - i d d i â ١( ﺑﺎﻻدﺀa.zf.): iddia İçin. b i '1 - i f t i h â r ( ﺑﺎﻻﻓﺘﺨﺎوa.zf.): iftiharla, öğünerek. b ü â - i s t i s n â ( ﺑﻼ ا ثa.b.s.): istisnâsız. b ilâ d -ı â m ir e
b i l â - i ş 'â r
117
b'؛٠ - ؛h٠ ؛mâm
( ﺑﺎﻻﻫﺘﻤﺎمa.b.zf.): özenerek, özenle, dikkat ederek, dikkatle.
b i 'l - i h ، i m â m
( ﺑﺎﻻﺣﺘﺮامa.zf.): saygı duyarak,
b i '1 - i h t i r â m
kapatmak İ ؟in.
b i '1 - i k t i d â r b i '1 - i k t i s â b
dilikle.
( ﺑﺎﻻﺧﻴﺎرa.zf.): dileğiyle, isteğiyle. ر١( ﺑ ﻼ كa.zf): iktidar ile. ( ﺑﺎﻻﻛﺘﺴﺎبa.zf.): kazanarak, elde
ralayarak.
( ﺑﺎ ﻻﻗﺘﻬﺎa.zf.). (bkz : bi'l-îcâb).
b i '1 - i k t i z â
( ﺑﺎﻻ ﺳﺪﻻلa.zf.): delil getirerek,
b i 'l - i s t i d l â l
yol göstererek.
( ﺑﺎﻻﻟﺘﺰامa.zf.): bile bile, (bkz : an-
kasdin).
( ﺑﺎ ﻻﻣﺘﻐ ﻼ لa.zf.): kandırarak, yoldan ؟ikartmak sûretiyle, ayartarak,
b i 'l - i s t i d l â l
( ﺑﺎﻻﻣﻼﺀa.zf.): söyleyip yazdırarak,
dikte ederek. b i '1 - i m t i h â n
( ﺑﺎﻻﺳﺘﻐﺎدهa.zf.): faydalanarak, ya-
b i 'l - i s t i f â d e
rarlanarak.
( ﺑﺎﻻﻣﺘﺤﺎنa.zf.): imtihanla, *SI-
navla.
( ﺑﺎ ﻻ ﺳ ﻔﺎ رa.zf): sorup anlayarak, ( ﺑﺎﻻﺳﺘﺨﺒﺎرa.zf.): haber alarak, b i 'l - i s t i h d â m ( ﺑﺎﻻﺳﺘﺨﺪامa.zf): liizmete alarak, b i 'l - i s t i f s â r
( ﺑﺎﻻﺳﺎلa.zf.): misal, örnek, ben-
b i '1 - i m t i s â l
zer göstererek.
( ﺑﺎﻻﺳﺰاجa.zf): uyuşmak, anlaşmak yoluyla, uyuşarak, anlaşarak, b i 'l - i m z â ( ﺑﺎﻻﻣﻬﺎa.zf.): imza ederek, imzalanarak. b i '1 - i n c i m â d ( ﺑﺎﻻذﺟﻤﺎدa.zf.): donarak.
b i 'l - i s t i h b â r
kullanarak.
b i '1 - i m t i z â c
( ﺑﺎﻻﻧﻐﺎذa.zf.): infaz yoluyla, yerine getirerek, yaparak.
b i '1 - i n f â z
( ﺑﺎﻻﻧﻔﻜﺎكa.zf.): çözülerek, ayrıla-
b i '1 - i n f i k â k
ق-ﻷ ﻻ liyâkatli olarak.
b i 'l - i s t i h k a k
(a.zf.) : hakki
ile,
( ﺑ ﺎ ﻻ ﻣ ﺴ ﺎ لa.zf.): husûle, meyda-
b i 'l - i s t i h s â l
na getirerek.
ﺀ٠( ﻷ ﻻ ﺳﺒ ﻞa.zf.): karşılayarak, kar-
b i 'l - i s t i k b â l
şı giderek.
( ﺑﺎﻻﺳﺘﻘﻼلa.zf): istiklâl üzere,
b i '1 - î s t i k l â l
başlıbaşına.
rak. b i '1 - i n f i l â k
( ﺑﺎﻻﺳﻄﺰامa.zf.): lüzumlu, gerekli görerek, gerektirerek.
( ﺑﺎﻻﻧﻐﻼقa.zf.): infilâk ederek, pat-
b i 'l - i s t ü z â m
( ﺑﺎﻻﻧﻐﺮادa.zf.) : ayrılarak, ayrılıp
b i 'l - i s t i m l â k
layarak. b i '1 - i n f i r â d
b i '1 - i n f i s â l
( ﺑﺎﻻﻧﻔﺼﺎلa.zf.) : ayrılarak, yerini
bırakıp giderek. b i '1 - i n k ı s â m
( ﺑﺎﻻﻧﻀﻤﺎمa.zf.) : kısımlara ayıra-
rak, keserek, bölerek.
( ﺑﺎ ﻻﻧ ﻜﺜﺎ فa.zf.) : açılarak, gelişerek, meydana ؟ikaralc.
b i 'l - i n k i ş â f
b i '1 - i n t â c
( ﺑﺎﻻﻧﺘﺎجa.zf.): neticelenerek, sonu ؟-
b i '1 - i n t i h â b
b i'l-istirârj ١۶ ^ (a.zf.): ister istemez. ( ﺑﺎﻻﺳﺘﺜﻨﺎﺀa.zf.) : ayırarak, ayırma ile.
b i '1 - i s t i s n â
danışarak.
( ﺑﺎﻻﻣﺘﻨﺎ نa.zf.): izin 'ile, ruhsat
b i 'l - i s t î z â n
alarak.
( ﺑﺎﻻﻧﺘﺨﺎبa.zf.): seçerek, ( ﺑﺎﻻﻧﺘﻘﺎلa.zf.): intikal ederek, bir( ﺑﺎ ﻻ ﻛ ﺎ بa.zf.): birine mensup
olarak.
b i 'l - i ş 'â r b i '1 - i ş g a l
( ﻻ صa.zf.): yazı ile bildirerek. ( ﺑﺎﻻﺷﻐﺎلa.zf.): İşgal ederek, İşgal
sûretiyle. b i ' l - i ş t i r â ' ﺑﺎﻻﺳﺘﻮاﺀ b i 'l - i ş t i r â k
ب١( ﺑﺎﻻرقa.zf.): bindirilerek.
(a.zf.): satm alarak,
( ﺑﺎﻻﺷﺘﺮاكa.zf.) : ortaklaşa, birleşe-
rek.
( ﺑﺎﻻراﻻa.zf.): göstererek, gösterip öğ-
reterek. b i 'l - i r k a b
.( ﺑﺎﻻ ﺳﻔﺎرa.zf.): İstişâre yoluyla,
b i '1 - i s t i ş â r e
birinden diğerine geçerek. b i '1 - i n t i s â b
( ﺑﺎ ﻻ ﺳﺎ قa.zf.): sorguya ؟ekerek.
b i 'l - i s t i n t â k
lanarak. b i 'l - i n t i k a l
( ﺑﺎﻻﺳﻤﻼكa.zf): istimlâk yoluyla,
istimlâk ederek.
tek kalarak.
118
( ﺑﺎﻻﺳﺘﺠﻮابa.zf.): soruşturup,
b i 'l - i s t i c v â b
cevâbını alarak.
b i '1 - i l t i z â m
b i 'l - i r â e
( ﺑﺎﻻﺳﺘﻴﺠﺎوa.zf.): kiraya vererek, ki-
b i 'l - i s t î c â r
ederek.
b i 'l - i m l â '
( ﺑﺎ ﻻﻗﻌ ﺠﺎ لa.zf.): acele ederek, ive-
b i '1 - i s t i 'c â l
saygıyla. b i '1 - i h t i y â r
( ﺑﺎ ﻻﻣﻜﺎ تa.zf.) : susturmak, ağzını
b i '1 - i s k â t
b i 'l - i 't â
I
ﺑﺎﻻﻋﻄﺎﺀ
sûretiyle.
(a.zf.):
vererek,
verme
blmânend
( ﻷﻻﻋﺘﺮافa.zf.) : itiraf ederek, hakki teslim ederek, bir şeyi saklamadan söyleyerek.
b i ' l - i 't i r â f
bi'1-miişâfehe ﺑﺎﻟﻤﺸﺎﻓﻬﺔ sûretiyle, konuşarak, bi'l-müşâhede
( ﺑﺎ ﻻﺗﻤﺎمa.zf.): tamamlayarak, biti-
ı'erelc.
bi'1-miişâvere nuşarak.
( ﺑﺎﻻ'ذﻏﺎقa.zf.): berâberce, uyuşarak, elbirligiyle, oybirliğiyle, (bkz: müttefikan, müttehiden).
bi'1-müzâkere konuşarak.
b i '1 - i t m â m
b i '1 - i t t i f â k
( ﺑﺎﻻﺗﺤﺎدa.zf.) : bileşerek. b i '1 - i t y â n ( ﺑﺎﻻﻳﺎتa.zf.): getirerek. b i '1 - i z â f e ( ﺑﺎﻻﺀ ذاﻓﻪa.zf.). (bkz : izâfeten). b i '1 - i t t i h â d
b i '1 - i z z i v e '1 - i k b â l
( ﺑﺎﻟﻌﺰ واﻻﻗﺒﺎلa.zf.): izzet ve
İkbâl ile.
meydan.a çıkararak. b i '1 - k i m y â b i 'l - k u v v e
( ﺑﺎﻟﻜﺈ ﻣﺄa.zf.): lcimyaca. ( ﺑﺎﻟﻌﻮهa.zf.) : tasavvuri olarak, dü-
şünce halinde. b i 'l - k ü l ü y y e
( ﺑﺄﻟﻜﻠ ﻪa.zf.) : büsbütün, bütün
bütün.
dam) taş veyâ pek saf ve temiz beyaz cam, kristal [Farsçası b i l û r durl. b illû r i
( ﺑﻠﻮرىa.i.): k i m . billur, ﺑﻠﻮرد، ( ﺑﻠﻮرىa.s.): billûrdan
b illû r i, b illû r iy y e
yapılmış veyâ billûr ile *ilgili. E c s â m - 1 b i l l û r i y y e : billûrdan yapılmış cisimler. b illU r in b i 'l - m â '
( ﺑﻠﻮرﻳﻦa.s.): billûr gibi; billûrdan. ( ﺑﺎﻟﻤﺎﺀa.zf.): k i m . su veyâ hidrojeni
bulunan mânâsına h y d r o karşılığı, b i 'l - m a i y y e ﻋﻪ٠( ﺑﺎلa.zf.): maiyyetiyle, adamlarıyla. b î '1 - m u h â f a z a
( ﺑﺎ ﻟ ﻤ ﻰ ﻓﻄﻪa.zf.): muhafaza ede-
rek, bozmadan.
( ﺑﺎﻟﻤﻘﺎﺑﻠﻪa.zf.): karşılık olarak, b i 'l - m u v â c e h e ( ﺑﺎﻟﻤﻮاﺟﻬﻪa.zf.): yüz yüze, yüz-
b i ’l - m u k a b e l e
leştirerek.
( ﺑﺎﻟﻤﻨﺎﺑﻪa.zf.): sırası düşünce, sırası gelince, sırasında, sırasını bularak, sırasını getirerek.
b i '1 - m ü n â s e b e
b i '1 - m ü n â v e b e
şe değişe.
( ﺑﺎﻟﻤﻔﺎوﺑﻪa.zf.): nöbetleşe,, degi-
( ﺑﺎﻟ ﻤﺜﺎ ﻫ ﺪهa.zf.) : görerek. ( ﺑﺎﻟﻤﺸﺎورهa.zf.) : danışarak, ko( ﺑﺎﻟﻤﻨﺎﻛﺮهa.zf.) : müzakere ile,
bilsâniyye ( ﻣ ﺎ ﻧﻴ ﻪa.i.) : bot. 1. sarmaşıkgiller. 2. hanımeligiller. b ils ik â ' ( ﺑﻠ ﺴﻜﺎﺀa.i.) : yapışkan otu.
( ﺑﺎﻟﻌﻤﻮمa.zf.) : bütün, hep.
( ﺑﻠﻮرf.i.) : billûr. b ilû rin ( ﺑﻠﻮرﻳﻦf.s.) : billûrdan, billûr gibi,
b ilû r
b i-lu tfih i ﺑﻠﻄﻔﻪ inâyetiyle.
(a.s.) :
bî-liizûm bi'1-vâsıta
ﺑﻠﻮه
lütuf,
ﺑﻠﻄﻔﻪ ﺳﺎﻟﻰ
bi-lu tfih i teâlâ inâyetiyle.
bilve
ﺑﺎ؛ف، ۵ ( ﺑﺎa.zf.): Allah İçin. b i '1 - l i s â n ( ﺑﺎﻟﻠﺴﺎنa.zf.): konuşarak, b i l l û r ( ﺑﻠﻮرa.i.): gayet parlak ve şeffaf (sayb illâ h , b ilâ h i
konuşmak
bilsâm ( ﺑﻠ ﺴﺎمa.f.i.) : zâîülcenp, akciğer zari İltihâbı, satlıcan, fr. pleurésie,
bi'l-umûm
( ﺑﺎﻟﻌﻠﺐa.zf.) : değiştirme yoluyla. b i '1 - k a y d ( ﺑﺎﻟﻘﻴﺪa.zf.): kaydederek, b i 'l - k e ş f ( ﺑﺎ ﻟﻜ ﺸ ﻒa.zf.): keşfederek, açarak,
b i '1 - k a l b
(a.zf.) :
kerem
ve
(a.zf.) : Allah'ın
( ﺑﻰ ﻟﺰومf.a.b.s.) : lüzumsuz, gereksiz. ( ﺑﺎﻟﻮاﺳﻄﻪa.b.s.) : vâsıta ile, *araçlı,
(a.i.). (bkz : belvâ).
bi'1-vekâle
( ﺑﺎ ﻟﻮﻛﺎ ﻟﻪa.zf.) : vekâlet ederek.
bi'1-vesîle ( ﺑﺎ ﻟ ﻮ ﺑ ﻠ ﻪa.zf.) : bu vesile ile, yeri gelmişken. bi' 1-viicûh bim ﻢ ke.
ﺑﻴ
ﺑﺎﻟﻮﺟﻮه
(a.zf.) : her yönden,
(f.i.): 1. korku, (bkz : havf). 2 . tehli-
bîm -i cân : can korkusu, bîm -i dûzah : cehennem korkusu, bîm -i ta'ne : azarlanma, sögülüp sayılma korkusu. bim ii üm îd : korku ile ümit, kararsızlık, bi-magz pa.
(f.b.s.) : beyinsiz, akilsiz ؛hop-
bî-magz-âne ( ﺑﻴﻤﻔﺰاﻧﻪf.zf.) : akilsiz, hoppa adama yakışacak sûrette. bi-m ahall ﻣﺤﻞ ' mahall).
ﺑﻰ
(f.a.s.) : yersiz, (bkz : nâ-be-
bi-maksad ii bî-giinâh و ﺑﻰ ﻛﻨﺎه f.b.s.) : maksatsız ve günahsız,
( ﺑﻰ ﻣ ﻐ ﻤ ﺪa.
bî-ma'nâ ﻋﺬا٠ ٠( ﺑﻰf.a.b.s.) : anlamsız, mânâsız, bi-ma'nâhü ( ﺑﻤﻌﻨﺎهa.s.) : yine o mânâya, yine o *anlama. bî-mânend ( ؛_ﻋﻤﺎذﺗﺪf.b.s.) : manendi, eşi benzeri olmayan, (bkz : bî-hemâl, bî-nazîr). 119
bîmâr bîm âr ( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ رf.s.c.: bîm ârân): hasta, sayrı, bîmârân ( ﺑﻴ ﻤﺎ را نf.b.s. bîmâr'ın c.) : hastalar, bimâr-ciger ( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺟ ﻜ ﺮf.b.s.): çok sıkıntılı ve üzüntülü. ' ٨ ٨ ,, ( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ و ﺟ ﺸﻢf.b.s.): [gözü] baygın bakışlı olan. ' ﺑ ﻤﺎ و دا ر٨. (fb.s.) : hastabakıcı, bîm âr-dil ( ﺑ ﺠ ﻤﺎ رد لf.b.s.): gönlü sıkılmış, üzüntülü. bîmâre ( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ ر هf.s.) : 1. hasta. 2. akınlar veyâ hai'pler sırasında ele geçen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan biri, bîmâr-hâne ﻣﺎرﺧﺎذه٠( ب؛f.b.i.): 1. hastahâne. 2. tımarhâne, deliler yurdu, (bkz: bîmâristân٩ . bîmâr-hîz ( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺧﻴ ﺰf.b.s.) : hastalıktan yeni lcalkan [Icimse]. bîm ârî ( د ﺟﻤﺎ ر ىf.i.): hastalık, bîmâr-istân ( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺳﺘﺎ نf.i.) : 1. hastahâne. 2. tımarhâne. (bkz : bîmâr-hâne). bî-mâye ﻷ. ( ﻳ ﺎf.b.s.): 1. yoksul, güçsüz; 2. mayası bozuk, kötü yaratılışlı. (bkz: bed-siret, bed-tıynet). , bî-meâl ( ﺑﻰ ﺗ ﻞf.a.b.s.) : mânâsız, hükümsüz, saçmasapan [söz].
bî-minnet ( ﻳﻰ ﻣ ﺖf.a.b.s.) : 1. yapılan bir iyiligi gücendirecek şekilde hatırlatmayan, başına kalkmayan ؛İûtufkâr. 2. giicendiricibir ؟ekilde hatırlatmayan [İûtuf}. bî-misâl ( ى ﻫﺜﺎلf.a.b.s.): eşsiz, eşi bulunmayan. (bkz : bî-nazîr). , bîm-nâk (f.b.s.): korkmuş, bî-muâdil ( ﺑﻰ ^ د لf.a.b.s.):eşsiz, benzersiz, bî-mubâlât ( ﺑﻰ ﻣﺒﺎﻻتf.a.b.s.): dikkatsiz, kayıtsız; saygısız. bî-mûcib ( ﺑﻰ ﻣﻮﺟﺐf.a.b.s.): mûcipsiz, sebepsiz, yolcyere. bî-muhâbâ ( ﻳﻰ ﻣﺤﺎﺑﺎf.b.s.): çekinmeksizin, ؟ekinmeden, sakınmadan, (bkz : bî-pervâ). bî-mübâlât ( ﺑﻰ ﻣﺎ ﻻ تf.a.b.s.). (bkz: bîmubâlât) bî-miidânî ( ﺑﻰ ﻣﺪاﻧﻰf.a.b.s.) : emsalsiz, benzersiz. bî-mürüvvet ( ﺑﻰ ﻣﺮوتf.a.b.s.) : mürüvvetsiz, insâniyetsiz. bi'n- —اف٠(a.e.) : -e, -de, -ile hallerini' karşılar ve şemsiye harfleriyle başlayan kelimeleri zarf yapar. Bi'n-netice: netice olarak, neticede. Bi'n-nefs : nefisle,
bin ( سa.i.c.: b eni): ogul. Bin M ehm ed: Mehmed'in oglu. bî-mecâl اa.s. cehl'den. c . : cehele, cühelâ, cühhâl): 1. bilimsiz, bilgisiz. 2. genç, tecrübesiz, toy. Câhil-İ anûd : inatçı câhil. Câhil-İ m unsif: insaflı, bilmediğini teslim
eden, söyleyen câhil. câhil-âne ( ﺟﺎﻫﻼﻧﻪa.f.zf.): câhilce, câhillikle. Ciir'et-İ câhilâne : câhilce ataklık, c â h ili,c â h iliy y e ^ ^ ، ( ﺟﺎﻫﻠﻰa.s.) :1. câhillige âit. 2. Islâmdan önceki Arap devrine âit. C âhilim e ( ﺟﺎ>ﻫﻴﻪa.i.): Câhiliyet devri adamlan, puta tapanlar. câhilime، ( ﺟﺎ ﻫﻴ ﺖa.i.): 1. câhillik, bilgisizlik. 2. islâmdan evvelki devrin adi; Hz. Muhammed'den önce Arap yarımadasındaki puta tapma devri. cahim س (a.i.): cehennem, tamu. Nâr-1 cahim : cehennem ateşi,
ca'feri ( ﺟﻌﻬﺮىa.s.): 1. Şîîlerden İmâm Ca'fer-İ Sâdık taraflısı olan. 2. i. güzel sanatlarda lcullamlan bir çeşit kâğıt cinsi [tezhip, hat, minyatür v.b.].
câhiyen ( ﺟﺎﻫﻴﺎa.zf): alenen, açık olarak,
ca'feriyye ،،( ■ ؟ > ؛a.i.): Ca'feri tarikatı,
câhiz ( ﺟﺎﻫﺾa.s.): cesâretli, gözüpek [adam],
câfî ( ﺟﺄﻓﻰa.s.): cefâ eden, eziyet eden,
cahiz, cafiz (a.i.): katilar İçin kullanılan hacim ölçüsü.
câger ٨
(f.i.): kuş kursağı,
cahimi ( ﺟ ﺤﻴﻤ ﻰa.s.): cehennem gibi,
c â - g î r ^ ^ (f.b.s.). (blcz : cây-gîı-).
câhsûk ( ﺟﺎﺧﺴﻮكf.i.): orak,
câ-güzîn ﻳ ﻦ/ ( ﺟ ﺎf.b.s.): yer seçen, yerleşmek üzere yer beğenen.
cahûd ( ﺟﺤﻮدa.s. cahd'dan): 1. ısrarla İnkâr
câh, câhe ﺟﺎﻫﻪ، ( ﺟﺎهa.i.) : itibar, makam, Orun, mevki. Hırs-1 câh : mevki hırsı, cahd ﺣﺪ،( جa.i.): bile bile İnkâr etme, cahd-ı mutlak, cahd-1 m ustagrak: Arap gramerinde iki tâne menfi (Olumsuz) geniş zaman sıygası (.kipi), câhız ( ﺟﺎﺣ ﻆa.s.): patlak gözlü, lolcma gözlü [adam].
eden. 2 ٠i.Yahudi, cühûd).
çıfıt,
(blcz:
câhid,
Cahûd-İ anûd : çok inatçı Yahudi, cahûd-âne ( ﺟﺤﻮداﻧﻪa.f.zf.) : çıfıtçasma. Yahu-
dicesine. cahûf ( ﺟﺤﻮ فa.s.) : kendini beğenmiş, kibirli,
(bkz : mağrûr). câibe ٠( ﺟﺎﺀبa.i.c.: cevâib): halicin ağzında do-
İaşan haber. 137
câîfe câîfe ( ﺟﺎﺋﻔﻪa.i.): huk. cevfe (boşluğa) kadar giden yara, [göğüste, arkada, karında açılan yaralar câife olabilirj. câil ( ﺟﺎﺋﻞa.s. cevelân'dan): cevelân eden, dönüp dolaşan. câil ( ﺟﺎﻋﻞa.s.): işleyen, yapan, eden, yaratan. câilü'1-leyli ve'n-nehâr : geceyi gece, gündüzü gündüz eden, Cenâbıhak. câile ( ﺟﺎﺋﻠﻪa.i.): insanin İçinde dönüp dolaşan hâtıra. câir ( ﺟ ﺎ ﺋ ﺮa.s. cevr'den): çevreden, zulmeden. Dilber-i câir : zulmeden, cefâ eden güzel, c â îz ^ ^ (a.s. cevâz'dan) : işlenilmesinde cevaz olan; olabilir, olur. câizât ( ﺟﺎﺋﺰاتa.s. câiz'in c .): câiz olan ؟eyler, câize ( ﺟﺎﺋﺰهa.i. cevâz'dan. c . : cevâiz) : 1. yol yiyeceği, azık. 2. hediye, bahşiş, armağan. 3. ed. eski ؟âirlere, yazdıkları medhiyeler dolayısıyla verilen para ve bahşiş, (bkz: âidât, atiyye, avâid, İhsân, Sila). ca'1 ( ﺟﻌﻞa.i.) : 1. yapma, meydana getirme. 2. sabır, tahammül. 3. i ؟e başlama; alma, câl, câlî ﺟﺎﻟﻰ، (f.i.): 1. tuzak. 2. misvak ağacı [“evvelce” lifli dalları, di ؟fırçası vazifesini görürdü). câJe ( ﺟﺎﻟﻪf.i.): nehrin bir tarafından öbür tarafina geçmek İçin ağaç, saz ve şişirilmiş tulumlardan yapılan sal, kelek, ca'lî ( ﺟﻌﻠﻰa.s.): 1. sahte, yapmacıklı, düzme. Etvâr-ı ca'liyye : sahte tavırlar. 2. fels. yapma, fr. artifice. câlî' ( ﺟﺎﻟﻊa.s.): 1. açık saçık [kadın). 2 ٠utanması kıt [adam). câlî ( ﺟﺎﻟﻰa.s.): 1. parlayan, cilâlı. 2. cilâlayan, parlatan, temizleyen. 3. sürgün eden, câlîb ( ﺟﺎﻟﺐa.s. celb'den): celbeden, Icendine ؟eken, ؟ekici. câlîb-i d ik k a t: dikkat ؟eken, câlib-m erham et: merhamet ؟eken, [müennesi câlibe, kadın adi olarak da kullanılır), câlib-î ؟iibhe : şüphe uyandırıcı, câlîf ( ﺟﺎﻟﻒa.s.): deri, kabuk soyan, soyucu, câlîfe ( ﺟﺎﻟﻐﻪa.i.): hek. deri ile eti berâber koparan yara. Câlîm ıs ( ﺧ ﻮ سa.h.i.): ilk çağların, ipokrat ile berâber en büyük Grelc hekimi. Galen (131-210). 138
câlis س٠( ﺟﺎلa.s. cülûs'dan. c . : cüllâ؛ cülûseden, oturan, oturucu, tahta ؟ikan. Câlis-İ evreng-i saltanat veyâ câl ٤s-i seril saltan at: saltanat tahtına oturan. câliş ( د شf.i.): 1. çiftleşme. 2. s. naz ve ga: ze ile salınan. câliş-ger ( ﺟﺎﻟﺸﻜﺮf.b.i.): 1. yalnız şehvet di guları İçin yaşayan kimse. 2. naz ve gam ile salınan güzel. ca'liyyât ( ﺟﻌﺐ تa.i.c.): sahte, düzme, yapr olan hususlar. ca'liyye ( ﺟﻌ ﺐa.s.): [“cali” nin müen.]. (bk ca'lî). ca'liyyet ( ﺟ ﻴ ﺖa.i.c.: ca'liyyât): yapmacık. câlîz ( ﺟﺎﻟ ﺰf.i.): sebze bahçesi, kavun karptarlası, bostan. câm (f.i.): 1. sırça, cam; bardak, kadeh, ؟j ve toprak cinsinden şarap kadehi, [kelin nin Arapçası cemi "câmât" dır), câm-ı âlem-nümâ (bkz: câm-1 cihân-nün câm-ı gîtî-nümâ). câm-ı a ş k : tas. (bkz: câm4). câm-ı âteş-fâm : ateş renkli kadeh, câm-ı ay ؟: hayat kadehi, zevk ve safâ ka, hi. câm-ı ce m : Şark mitolojisinde, ؟arat icatçısı sayılan ''Cem" in sihirli kadehi; rap. câm-ı cihân-bîn (cihânı gösteren kadel (bkz: câm-ı cihân-nümâ). câm-ı cihân-nüm â: cihânı gösteren kad İçinde dünyâyı seyrettiren kadeh, câm-ı fenâ (fânilik kadehi): ölüm, câm-ı gevheri: ı) billûr kadeh; 2) sevgilin dudağı. câm-ı gîtî-nümâ : (bkz : câm-ı âlem-nür câm-ı cihân-nümâ). câm-ı gurûr : gurur veren İçki kadehi, câm-ı gül-fâm (gülrengi kadeh): kırmızı rap. câm-ı İk b â l: dünyâ ululugu kadehi, şarab câm-ı leb (dudak kadehi) : kırmızı ؟ara] dolu bir kadehe benzeyen dudak, câm-ı İeb-rîz : agzma kadar dolu kadeh, câm-ı memlû : dolu kadeh, câm-ı m e rg : ölüm kadehi.
câm'؛ câm-1 m e v t: ölüm kadehi, (blcz: câm-1 merg). câm-1 m e y : şarap kadehi. câm-1 mînâ : açık mâvi, gök renkli kadeh. câm-1 minâreng : açık mâvi renk kadeh. câm-1 musaffa : parlalc kadeh. câm-1 n eşâ t: neş'e, sevinç veren kadeh. câm-1 reng : gök mâvisi kadeh. câm-1 rûşen : parlak kadeh. câm-1 sab û h î: sabah İçkisi İçilen kadeh. câm-1 sah b â: kırmızı şarap İçilen kadeh. câm-1 seh er: Güneş, (bkz : câme-i seher). câm-1 sim (gümüş kadeh): mec. sevgilinin çenesi. câm-J şarâb : şarap kadehi. câm-1 şeh riyârî: büyük kadeh. câm-1 şîr : sütlü meme. câm-1 tehi : boş kadeh. câm-1 zerrin (altm kadeh): beyaz şarap. 2. h. i. Horasan'da bir kasaba. 3. kendilerini Cemşit sülâlesinden sayan Sent ve Kişmiıhâkimlerinden bir !cisminin lâkabı. 4. tas. Tanrı âşığının yüreği, Câmâsb ( ﺟﺎﻣﺎ ﺳﺐf.h.i.): Keyânilerden Keykuştasbln veziridir; hikmet ve heyette yüksek bilgisi vardı. [Eski Farsça ile ve “Ferheng-i Mülûk” ve "Esrâr-1 Acem'' adıyla yazdığı kitap, bu gün "Câmâsbnâıne" adıyla anılır. câme ( ﺟﺎﻣﻪf.i.): 1. elbise, çamaşır, câme-i â h ire t. (bkz : câme-i fenâ). câme-i fenâ : (fânilik elbisesi): kefen, câme-i g u k : yosun, câme-i h â b : gecelik. câme-i h âssa : tar. OsmanlI pâdişahlaı-1 taİ'afından verilen elbiselik kumaşlar, câme-i h ayât: (hayat elbisesi): ömür, câme-i hurşid : Güneş'in ışığı ve yei.. Güne ؟in tesirinden korumaları İtibâııyle ağaç yaprakları, toz, duman ve bulut, câme-i îdî : 1) kırmızı elbise; 2) bahar çiçekleri. câme-i İhrâm : hacıların giydiği dikişsiz elbise. câme-i k atrân : Peygamberimizin sülâlesinden olanların. Muharrem ayı-
nin onuncu günü giydikleri siyah elbise [burhân-ı kaatı]. câme-i mâtem : mâtem elbisesi, câme-i mûyî (kıllı elbise): mec. kürk, câme-i n ahcivân i: sade dikilmiş elbise, câme-i n ev-rû zî: ı) rengârenk elbise2 )؛baharda açılan türlü ؟içekler. câme-i seh er: Güneş, (bkz: câm-1 seher). 2. sürâhi. câme-âlûd ( ﺟﺎﻣﻪ آﻟﻮدf.b.s.): kirli elbise, câme-dân داف. ( ﺟﺎمf.b.i.): esvap ve çamaşır koymaya yarayan sandık, dolap; gardırop, câme-dâr ( ﺟﺎﻣﻪ دارf.b.i.): 1. elbiseyi muhafaza eden kimse. 2. vestiyer. câme-deride ( ﺟﺎﻣﻪ ﺑﺮﻳﺪهf.b.s.): elbisesi yırtılmış. câme-dûz ( ﺟﺎﻣﻪ دوزf.b.i.): elbise biçen, diken, terzi. câme-gâh ( ﺟﺎﻣﻪ ﺳﻤﺎهf.b.i.): çamaşır yeri, çamaşır odası, soyunup giyinilecek yer. câmegî ( ﺟﺎﻣﻜﻰf.i.): 1. hizmetçilere verilen maaş, ücret ve elbise parası. 2. hizmetkâr. 3. tüfelc fitili. 4. elbiselik kumaş, câme-hâb ( ﺟﺎﻣﻪ ﺧﻮا بfb .i.): yatak ؛pijama, câme-hâne ( ﺟﺎﻣﻪ ﺧﺎﻧﻪfb .i.): yük, yerli dolap, câme-lcân ( ﺟﺎﻣﻜﺎنfb .i.): camlık, elbise soyunulacak yer. [doğrusu "câme-ken” dir]. câmekiyye ( ﺟﺎﻣﻜﻴﻪf.i.) : vakfın gailesinden vazife sahiplerine verilen aylık, atiyye. câme-seher ( ﺟﺎﻣﻪ ﺳﺤﺮf.a.b.s.) : sabah rüzgâı.1 veyâ güneş. câme-şûy ( ﺟﺎﻣﻪ د و ىf.b.i.c.: câme-şûyân) : çamaşır yıkayan, çamaşırcı, câme-şûyân ( ﺟﺎﻣﻪ ﺷﻮﻳﺎنf.b.i. câme-şûy'un c .): çamaşır^ukayanlar, çamaşırcılar, câm-ger ( ﺟﺎﻣﻜﺮf.b.i.) : camcı ustası, cam yapan sanatkâr. câmgul ( ﺟﺎﻣﻐﻮلf.i.) : küllranbeyi. câm-hâne ( ﺟﺎم ﺧﺎﻧﻪf.b.i.) : cam fabrikası, câmi' ( ﺟﺎﻣﻊa.i. cem'den. c . : cevâmi') : İçinde namaz kliman İbâdet yeri; İçinde cumâ namazi kliman mescit, câmi-i devrân : devrin, zamânm câmii. câmi-i kebir : büyük câmi. câmi' ع٠( ﺟﺎa.s. cem'den): 1. cemeden, derleyen, toplayan. 2. İçine alan, İçinde bulunduran. 139
câmî- ؛Kur'ân câmi-i Kur'ân (K u r'ân derleyen) : H alife OsCâm i'u'l-Fürs : X V -X V I. y ü z y ılla rı arasm -
cân د (f.i.): 1. cân, ruh. 2. hayat, yaşayış. 3 ٠gönül. Gûş-i cân : can kulağı. Yâr-1 cân : can dostu.
da y a şad ığ ı sa n ıla n în egöllü M u stafa bin M eh m ed b in Y û su f'u n F ars ؟adan T iirkçeye ؟e v ird iğ i İûgat lcitabi.
cân-ı şîrîn : tatil can. 4. silâh, (bkz : câne). 5. erkek adi.
m an.
câm i'u'l-hurûf : kitap yazarı. câmi'u'l-kelîm : b eyân tâbirlerindendir. Lâfzı az, m ân âsı ؟o k söz. (bkz : teşbîh, istiâre).
câmi'u'l-mahâsîn : giizel v a s ıfla r bulunan. Câmi'u'n-Nasâyîh (nasihatleri toplayan) : ü n lü T iirk b ilg in i ib n i K e m al'in didalctilc b ir eseri.
Câmi'u'n-Nezâir : E g rid irli H acı K em al'in , X V . y ü z y ıl şa irle rin in birb irlerin e yazdıkla n nazireleri toplayan m ecm uası.
Câm î ( ﺟﺎﻣﻰf.h.i.) : İran 'ın X V asırd a yetişm iş b ü y ü k m u tasavvıf, m iitefelckir ve âlim şâiri; Fatih 'le m ulrabere etm iştir. A sil adi A b d u rrah m an 'd ır. B ir ؟ok m an zu m ve m en su r eserleri vard ır. Bizde C â m î adiyla şöhı'et b u lan eseri A rap n ah vin e âit K âfiye 'n in şerhi olup vak tiyle m edreselerde okutulurdu.
câmîa ( ﺟﺎﻫﻌﻪa.i. cem'den. c. : cevâmi') : 1. topluluk. 2. fiz. *topla ؟, fr. collecteur, câmîd, câmîde ده٠ ﺟﺎه، د٠( ﺟﺎa.s. cümûd'dan. c. : cevâmid) : donmuş, donuk; cansız. Cism-İ câmîd : cansız cisim. Ecsâm-1 câmîde : cansız cisimler. Mâ-i câmîd : donmuş su. tsm-î câmîd : a.gr. tasrifi ( ؟ekimi) ve İştikaki (türesi) olmayan isim veyâ fiil. câmidü'l-ayn : yüreği kati, ağlamak nedir bilmeyen. câm idiî'1-keff: cimri, tamahkâr, eli sıkı. câmidü'l-mâl : taşınmaz mal, mülk, arâzi. (bkz : gayr-i menkul), câmîh ( ﺟﺎﻣ ﺢa.s.) : başı sert [hayvan], câmîîyyet ( ﺟﺎﻣﻌﻴﺖa.i.) : câmi'lik, toplayıcılık, topluluk, toplu olma. câmiyye ه٠( ﺟﺎهf.i.) : Nakş-1 bendiyye tarikatının 9 şubesinden birinin adi. [ötekiler : Ahrâriyye, Nâciyye, Kasaniyye, Mecdediyye, Murâdiyye, Mazhariyye, Melâmiyye-i Nûriyye, Hâlidiyye'dir]. câmûs وس٠( ﺟﺎa.i.c. : cevâmis) : manda, su SIgırı. câmûs-ı cesim : iri, büyük manda. 140
Cân-ı cân (cânın cânı) : Allah,
cân
(a.i.). (bkz : cânn).
cânâ ( ﺟﺎﻧﺎf.n.) : ey cân, ey sevgili! cân-âferîn ( ﺟﺎن آر سf.b.s.) : yaratıcı, Allah, cânân, cânâne ﺟﺎﻧﺎﻧﻪ، ( ﺟﺎﻧﺎنf.s.) : 1. sevgili, gönül verilmiş, ma'şûka. 2. kadın adi. 3. tas. Allah. cân-âver, cân-ver ﺟﺎﻧﻮر، ( ﺟﺎن آورf.b.s.) : 1 . canlı, yaşayan. 2. i. zararlı hayvan. 3. i. domuz; canavar. cân-âzâr ( ^ن آزارf.b.s.): can inciten, can yakan, eziyet eden. cân-bahş ﺧ ﺶ٠( ^نf.b.s.) : 1. can veren, hayat bağışlayan, cana can katan, sevgili. 2. h. i. Cenâbıhak. cân-bâz 3 ( ﺟﺎﺑﺎf.b.i.c.: cân-bâzân): 1. can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz. 2. s. aldatıcı. 3 ٠i. hayvan alışverişiyle meşgul olan kimse. 4. i. [eski) fedâî atlı asker. cân-bâzân ( ﺟﺎﺑﺎزانf.b.i. cân-bâz'ın c .): canbazlar. cân-bâz-âne زاذه١( ﺟﺎبf.b.zf.): canbaza yakışacak sûrette, canbazlıkla. cân-bâz-hâne ازﺧﺎذه٠( ﺟﺎذf.b.s.): * oynadıkları, hünerlerini gösterdikleri yer. cân-bâzî ازى١( ﺟﺎذf.b.i.): canbazlık. cân-be-leb, cân-ber-leb ﻟ ﺐJi ﺟﺎن، ﺟﺎن ﺑﻠ ﺐ (f.b.s.): cani dudaginda; ruh teslim edecek; halde bulunan. cân-cîger ( ﺟﺎن ﺟﺒ ﺮf.b.s.): ؟ok teklifsiz sevişen [kimse]. cân-dâde ( ﺟﺎﻧﺪادهf.b.s.): candan, bağlanmış, candan bağlı. candâne ﻧﺪاﻧﻪhr (f.i.): 1. tepe ile alin arasındaki yer, bıngıldak. 2. beyin, cân-dâr ( ﺟﺎﻧﺪارf.b.s.): 1. canlı, diri. 2. silâhlı [kimse]. 3. i. muhâfız, koruyucu, emniyet memuru. 4. i. azık, cân-dârû ( ﺟﺎﻧﺪاروf.b.i.): tiryâk. câne ذه،( جf.i.): 1. silâh, (bkz: cân4). 2. ruh, can. câne-dâr ( ﺟﺎﻧﻪ دارf.b.s.). (bkz : cân-dâr).
can-ver
ﺟﺎن اﻓﺸﺎن
cân-efşân
( f . b . s . ) : b i r d a 'v â u ğ r u n a
cânib
c a n ı n ı v e r e n , ( b k z : c â n -f e ş â n ) .
ﺟﺎن اﻧﺪاذ ى
cân-efşânî
( f . b . i . ) : b i r d a 'v â u ğ r u n -
ﻓﺰا١( ^نf.b .s.). ( b k z ( ﺟﺎﻧﻤﺎزf . b . i . ) :
: c â n -f e z â ) . “nam az
y e r i '':
( ﺟﺎن ﻧﺪاf.b.s.) : canını veren [asil ﺟﺎن ﻓﺮدا
( f .b .s .) : c a n d a y a n a m a y a -
ﺟﺎﻧﻔﺰا
(f.b .s.). ( b k z : c â n - e f ş â n ) .
1.
c a n a r t ı r a n , g ö n ü le
fe r a lr lık v e r i c i , c a n a c a n k a t ic ı. 2 . a y i n y i r -
3. i. miiz.
m iü ç ü n c ü g ü n ü .
ta h m in e n b e ş
a lt ı a s ı r lı k p e k a z k u l l a n ı l m ı ş b i r m ü r e k k e p m a k a m d ır. S a b â m a k a m ın ın p e s t ta r a fın a , dügâh
lıü s e y n î-a ş îr â n
p e r d e s in d e n
p e r d e s in e
u ş ş a k d ö r t lü s ü
i t ib â r e n
n a k le d ilm iş b ir
(in ic i o l a r a k s e s le r i ş ö y l e -
d i r : d ü g â h , r a s t , ır a k , a ş îr â n ) ilâ v e s in d e n ib â r e t t ir .
ﺟﺎﻧﺤﻪ
câniha
C a n fe z â ,
bu
d ö r t lü y ü 'i n ic i b i r
câ-nişîn
o la n
dügâh,
ik in c i
d ereced e
de
b i r i n c i g ü ؟lü k a d a r e h e m m i y e t a r z e t m e k s a b â 'n ı n
g ü ؟lü s ü
o la n
؟a ı-g â h 'd ır .
D o n a n ı m a s a b â g ib i si İ ؟in k o m a b e m o lü v e re İ ؟in b a k ı y y e b e m o lü k o n u lu r . L â h i n İ ç in d e u ş ş a k d ö r t lü s ü İ ؟in d e fa b a k ı y y e d i y e z i İlâ v e e d ilir , ( s a b â 'n ı n ik i â r ı z a s ı b u d ö r t lü 'n ü n s e s le r in e d â h i l d e ğ ild ii').
ﺟﺎن ﻓﻜﻦ
(f.b .s.) : c a n d ü ş ü r e n , c a n
ﺟﺎن ﺳﻤﻨﺎ
(f.b .s.)
: can
ıs ı r ıc ı, r u h s ık ıc ı;
( ﺟﺎﻧﻜﻴﺮf.b .s.) : c a n cân-güdâz ( ﺟﺎﻧﻜﺪازf.b .s.) cân-gîr
s ık ıc ı, : c a n e r it ic i, a c ı m a
u y a n d ıra n .
ﺟﺎﻧﺜﻴ ﻦ
ﺟﺎﻧﻜﻨﺎر
(f.b .s.) : c a n d a n g e ؟e r o la n ,
( ﺟﺎﻧﻴﺎﻧﻪa . f . z f . ) : c â n î g ib i, c â n îc e . ﻧﺪه،( جa.i.) : c â n î k a d m . cân-kâh ( ﺟﺎﻧﻜﺎهf . b . s . ) : c a n a z a lt ıc ı, r u h e k s il-
câniyâne câniye tic i.
2. i.
ﺟﺎﻧﺨﺮاش
(f.b .s.) : y ü r e k p a r a l a y a n , i؟
( f . s . ) : a z iz , c a n d a n s e v i le n [k im s e ] ,
cânî, câniye
c a n e v i.
( a . i . ) : c i n t â ife s i.
ﺟﺎن ﻧﺴﺎر
( f .b .s .) : c a n ın ı fe d â ed en ,
c a n ın ı lia r c a y a n .
cân-perver
ﺟﺎن ﻳﺮور
( f . b . s . ) : r u h b e s le y e n , i؟
a ؟an ; g ö n ü l a ؟an.
( ﺟﺎنf.b .s.): g ö n ü l k a p a n , d ilb e i.. ( ﺟﺎﻧ ﺠﺎرf . b . s . ) : c a n ı n ı t e s lim e d e n ,
cân-rübâ ١ﻟﺐ cân-sipâr
c a n ın ı fe d a ed en .
cân-sipârâne ﺟﺎ ﺳﺠﺎراﻧﻪ
( f . b . z f . ) : c a n ı n ı fe d â
e d e r c e s in e .
cân-sipârî ﺟﺎ ﺳﺠﺎرى
( f . b . i . ) : c a n fe d â e d ic ili k ,
cân-sitân
ﺟﺎن ﺗ ﻦ
( f . b . s . ) : r u h a lı c ı , c a n ؟ik a -
cân-sitânî
ﺟﺎن ﺳﺘﺎﻧﻰ
a lıc ılılc , c a n
cân-sûz
وز٠ﺟﺎس
( f . b . i . ) : c a n s i t a n lı k , r u h
1 (f.b .s.) c a n y a lc a n , f a z l a k e d e r
ﺟﺎﻧﻴﻪ
c i n â y e t iş le y e n .
cân -şik âf
ﺟﺎن ﺷﻜﺎ ف
( f .b .s .) : c a n y ır t ıc ı, y a r a -
la y ı c ı .
t ı r m a la y a n , ( b k z : d i l- h i r â ş ) .
ﺟﺎﻧﻰ
( a .f .b . s .) : b i r i n i n y e r i n e g e ؟en ,
v e s ık ın tı v e re n .
c a n a d o lc u n a n .
cânî
k a b u rg a k e m ik le rin in
r ı c ı, i n s a n a b e lâ o la n , g ü z e l,
ö ld ü l'ü c ü , t e lılik e li o la n ,
cân-hırâş
2. i.
fe d â k â r lık .
lia rc a y a n .
cân-güzâr
( a .s .) : 1. c e n â h a m e y le d e n v e y â
b i r i n i n y e r i n e o t u r a n ; v e k i l,
cân-nisâr
c â n -g e z â
fr. latCral.
(a .s. c ü n h a 'd a n ) :
d a k i h e r h a n g i b i r k e m i k o lu p e k s e r i y â b e -
d e d u ı'u ı'. G ü ؟lü b i r i n c i d e l'e c e d e s a b â 'n ı n d u r a ğ ı v e u ş ş a k d ö r t lü s ü n ü n m i ş e d d i n i n
cân-figen
*y a n a l,
ﺟﺎﻧﺢ
ş i n c i, a lt ı n c ı v e y â y e d i n c i k e m i k o lu r ,
cânn
ü zere
،
i k i n c i v e y â ü ؟ü n c ü s ü ile y e d i n c i s i a r a s ı n -
ş e k ild e İ d â r e ile , h ü s e y n î - a ş î r â n p e i'd e s in -
g ü ؟lü s ü
ﺟﺎﻧﺤﻪ
b ir ta r a fı tu tan .
( f .b .s .) :
o la n
2. jeol., mant.
cânih, câniha
s u ؟İ ş le m iş , s u ؟s â h ib i o la n ,
ﺟﺎن ﻓﺸﺎن
d u rağı
( ﺟﺎﻧﺒﺪارa . f . b . s . ) : y a n c ı [a s k e r lik te ], ( ﺟﺎ ﻧ ﺒ ﻴ ﻦa . b . s . ) : ik i y a n , i k i t a r a f , cânibî ( ﺟﺎﻧﺒﻰa .s.) : 1 . y a n a â it, y a n d a o la n , y a n a d ü şen .
c a k d ereced e.
cân-fezâ
٨
cânibeyn
“cân-fidâ” dil-].
cân-feşân
e r k e k a d i. ( b k z : s û y ) .
A l l a h 'ı n n e z d i.
se ccâ d e .
cân-fersâ
2.
ten s o n r a y a p a c a ğ ı İ h s â n ın b u lu n d u ğ u yer,
câ-nem âz cân-fedâ
(a .i. c e n b 'd e n c . : c e v â n i b ) : 1 . t a r a f,
Cânib-İ ra h m e t : A l l a h 'ı n k u l l a r ı n a ö ld ü k -
d a c a n v e r ilic ik .
cân-efzâ
ﺟﺎﻧﺐ
c ih e t , y a n .
،
ﺟﺎﻧﻰ
(a .s. c i n â y e t 'd e n ) :
cân-şikâr, cân-şiker
ﺟﺎن ﺷﻜﺮ
،
ﺟﺎن ﺷﻜﺎر
(f.b .s.
v e i . ) : c a n a v l a y ı c ı , c a n a lı c ı , A z r â i l .
cân-çiken
ﺟﺎن ﻧ ﻜ ﻦ
( f .b .i.) : A z r â il. (b k z : c â n -
ş ik â r , c â n - ş ik e r ) .
cân-ver
ذور١ج
(f.b .s.) ( b k z : c â n -â v e r ) .
141
car câr ( وa.i.c.:cirân) : 1. komşu. câr-ı mülâsık, cârü'l-cenb : bitişik komşu. cârullah : Mekke'ye gidip orada 0tuı-an. cârü'l-cünüb : akrabadan olmayan, yabancı komşu. 2. müşteri. 3. çarşaf, örtü, cârî ۶ ( ىa.s. cereyân'dan) : 1. cereyân eden, akan, ge ؟en, yürüyen. Mâ-i c â r î: akar su. Şehr-i cârî : geçen ay. 2. sosy. ge ؟er> fr. courant. cârî fâîz h a d d i: eko. para piyasasında doğan, para arz ve talebine göre meydana gelen fâiz. cârî f ia t : eko. satış esnasında geçerli olan fiat. cârî h â sıla : elco. ı) bir yatırımdan bir yıl İçinde sağlanan gelirin yatırım değerine oram; 2. sermâyenin yüzde ile gösterilen yıllık gelil"؛. cârîhesâb : eko. (bkz : hesâb-1 cârî). cârî ih tiy ât: eko. kısa zamanda paraya ؟evrilebilecek aktif hesaplai". cârî m âliyyet: eko. hâlihâzıi" fiatlara dayanan mâliyet. cârî m a sra f: eko. belirli bir devre İçinde yapılan.masraf.
cârr, cârre ^ره، (a.s. cerr'den): cerreden, ؟eken, sürükleyen, ؟ekici. Hurûf-İ cârre : a. gr. harf-i cer'ler. cârşeb ( ﺟﺎرذ بki.): çarşaf, cârû, cârub ر و ب، ( ^روf.i.) : süpürge, cârûb-keş j S ( ﺟﺎروبf.b.s.): süpürücü. [evvelce, Mekke'de Kâbe'nin, Medine'de câmilerin süpürme İŞİ mühim ve şerefli bir vazife ve rütbe idi[. cârûb-nümâ UJ ( ر و بf.b.s.): süpürge gibi, süpürgeyi andıran. Lihye-i cârûb-nüm â: süpürgeyi andıı'an sakal, cârûb-zen ( ﺟﺎروب زنf.b.i.) : süpürücü, ؟öpcü. cârullah ( ﺟﺎراقa.b.i.) : Mekke'ye ؟ekilip orada oturan. câselik ذﻟﺒﻰ٠( ﺟﺎa.i.) : katolik; başpiskopos, başpapaz, büyük papaz, patrik, câsim ١٠( ﺟﺎثa.s.): yüzükoyun, göğsü üstüne yatmış kimse. câsir ( ﺟﺎدرa.s. cesâret'den): cesâret eden, cass ( ﺟﻬﻰa.i.): 1. kire2 . ؟. al ؟ı taşı, cassâs ( ﺟﻤﺎ صa.i.): kire ؛ ؟ ؟, sıvacı, câst ﺳ ﺖ١( جf.i.): üzümün sıkıldığı yer, üzüm teknesi.
câsûm ( ﺟﺎدومa.i.) : kâbus, korkun ؟rüyâ. câsûs ( اﺟﺎﺳﺮسa.i.c.: cevâsis): 1. hafiye, gizli cârî n isb et: elco. mütedavil kıymetler toplahaberler öğrenerek veyâ sırlan ؟Ozerek haminin kısa vâdeli borçlar toplamına bölüber veren, ؟aşıt. 2. düşmanın, askerliğe dâir mü. haberlerini öğrenip bildiren kimse, cârîh, cârîha ﺟﺎوﺣﻪ، ( ﺟﺎرحa.s. cerh'den): câsûsî ( ﺟﺄﺳﻮﻣﻰa.i.): câsusluk. 1. cerheden, yaralayan. Eslîha-î c â rîh a : câvers ( و ر سa.i.): buğday arasında biten bir yara a ؟an silâhlar. 2. ؟ürüten. ؟eşit sari darı. cârîha ( و ﺣ ﻪa.i.cerh'den c . : cevârih): 1. zool. câversî ( ﺟﺄورﺳﻰa.s.): bir darı tânesi büyüklüyırtıcı kuş veyâ hayvan, fr. repaçCs. 2. insağünde olan kabarcık. Dâ-I câversi: kabarnin el, ayak gibi âzâsı. cık hastalığı. cârîhîn ( ر ﺣ ﻦa.s. cârih'in c .): cerh edenler, câversiyyü'ş-şekl: darı şeklinde, yaralayanlar. câvid, câvidân, câvidâne, câvidânî ، ﺟﺎود cârim, cârime ﺟﺎرﻫﻪ، ( و مa.s. cürm'den): و د ا ﻧ ﻰ، ﺟﺎوداﻧﻪ، ( ﺟﺎودانf.s.): 1. dâimî lca1. kesen. 2. İıurma toplayan. 3. ailesinin lacak olan, sonrasız, ebedi, bengi, (bkz: maişetini kazanan. 4. su ؟lu> mücrim, câvîd, câvîdân, câvîdâne, câvîdânî). 2. ercâris ( وسa.s.): hırçın [kadın], kek adi. câriye ( ودهa.i.c.: cevârî): 1. para ile satın ali- câvîd , câvîdân , câvîd-âne, câvîdânî ، ﺟﺎوﻳﺪ nan halayık,hizmet ؛ ؟kız; kız. 2. harpte esir وداﻧﻰ، ودا ﻻ، ( ﺟﺎوﻳﺪانf.s.). (bkz : câvid, düşmüş veyâ odalık olarak alınmış kız. câvidân, câvidâne, câvidânî). câriyye ( و ﻻa.s.).: cârî olan, ge ؟er olan. Câvidân-hıred ( ﺟﺎودان ا دf.b.i.): "ebedi ve Silcke-i câ riy y e: ge ؟er ak ؟e. Hesâbât-1 daimi akil” anlamına gelen bu kitap İran câriyye : karşılıklı ge ؟en hesaplai". şahlarından Hıışeng'e âit olup, Hint, İran, 142
، ebe.
Yunan ve Arap filozoflarının ahlâk hakkındaki kurallarından bahseder. Câvidân-nâme ( ﺟﺎوداذﺗﺎﻣﻪf.b.i.): Baba Efdâl-İ Kâşânî tarafından yazılmış ahlâk ve felsefe kurallarım derleyen Farsça eser. Câvidân-nâme veyâ Câvidân-1 kebir r ~ f ( ﺟﺎوداذاﻫﻪ وب ﺟﺎودانf.b.i.): Kui"'ân'ın, Estei"âbâd'lı Fazlullah tarafından, Hurûfiye tarikatının inancına göre yapılmış tefsiri, câvidân-serây ى١( ﺟﺎودان ﻣ ﺮf.b.i.): cennet, (bkz : adn, behişt, firdevs). cây (f.i.) : yer. (bkz : câ). cây-i b eh işti: cennet gibi yer. cây-i bûse : öpülecek yer. cây-i İlticâ : sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i penâh). cây-i İşret: İçkili eglence yeri, cây-i İştibâh : şüphe noktası, cây-i karâr : durma, dinlenme yeri, cây-i meşakkat (sıkıntı yeri): mec. [bu] dünyâ. cây-i mülâhaza : düşünülecek yer, nokta, cây-i mütalâa : mütalâaya, okumaya deger. cây-i penâh : sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i İlticâ). cây-i râ h a t: rahat yer. cây-i s ü â l: sorulacak şey. cây-i şek : (bkz : cây-i İştibâh). cây-i şübhe : (bkz : cây-i şekk, cây-i İştibâh). cây-i taacciib : şaşılacak şey. cây-i tereddiid: (bkz: cây-i İştibâh, cây-i şekk, cây-i şübhe). cây-ı iim id : 1. arzu edilen nokta. 2. ümit veren şey. cây-bâş ( ^ ى ﺑﺎشf.b.i.): oda, ikamet yeri, ev, yurt, mekân, mesken. cây-gâh, cây-geh ﺟﺎﻳﻜﻪ، ( ﺟﺎﻳﻜﺎهf.i.): 1. yer. 2. mevki, I"ütbe. cây-gîr ( ﺟ ﺎ ﻓ ﺮf.b.s.) : yer tutan, yerleşen, yerleşmiş. cây-güzîn ( ^ ى ا ﻳ ﻦf.b.i.). (bkz : câ-güzîn). câyi' ( ﺟﺎ؛عa.s.c.: ciyâ'): a ؟, acıkmış, a ؟olan, (bkz : cev ؛؛i. cem'-i sahih (sâlim): a. gr. saglam cemi'
mânâsında kullanılan bir cemi olup, bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. iki türlüdür : cemi müzekkeı-, cemi müennes. 4. mat. "toplam, cem 'ü l-cem ' : cem'in cem'i.
( ﺟﻤﺎﻋﺖa.i. cem'den. c . : cemâât): 1. insan topluluğu, (bkz : ma'şer). 2 ٠ İmamın arkasında namaz kılanlar,
cemâat
( ﺟﻤﺎﻋﺎتa.i.c. cemâat'ın c .): 1. insan toplululcları. 2. İmamın arkasında namaz kılanlar. 3. bir mezhepten olan topluca halk. 4. tar. Yeniçeri teşkilâtında birkaç odadan meydana gelen kısım.
cemâât
Cemâat-İ çilin girân -1 h âssa : tar.
saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla görevli sanatkâr zümresi.
148
Cemâat-İ
h ad em e-i
eh l-؛
h ir e f :
tar.
sa-
ray içlerini gOrmek İ ؟in görevlendirilm iş sanatkârlar züm resi. ceın âat-i m ü ce llid â n -1 h âssa : tar. saraydaki kitapları ciltlemekle görevli sanatkârlar zümresi. cem âd
ﺟﻤﺎد
(a.i.c. cemâdât) : taş gibi cansız
olan şey.
^ دا ت ﻟﺪ ى
cem âd ât cem âd î sim.
(a.i. cem âd'ın c.) : cansızlar, (f.s.) : rûhu olm ayan, cansız ci-
cemâdiyet ( ﺟﻤﺎدﻳ ﺖa.i.) : cansızlık, cemâdiyyet ( ﺟﻤﺎدﻳ ﺖa.i.) : cansızlık, ruhsuzlulc, donuklulc. cem âh
(a.i.) : baş sertliği, harın lık (atta],
c em âh îr
(a.i. cum hûr'un c.) : cum hûrlar,
cum huriyetler, cum hûrluklar.
cemâhîr-i müttehide : birleşik devletlei". cemâl ٠( ﺑ ﻞa.i.) : 1. y ü z giizelligi. Arz-1 cemâl : yü z gösterme, görünm e. 2. erlcelc adi.
cemâlî ( ﺟﻤﺎاىa.s.) : güzellikle, kusursuzlukla "ilgili.
Cemâliyye ﺟﻤﺎده U şşâkiyye
(a.h.i.) :
tarikatları
[Cem âlüddîn-i
H alvetiyye
şubelerinin
A k sa râ yi
M ehm et H am idiiddin
ve
adları.
neslinden
olan
el-C em âlî tarafın -
dan kurulm uştur].
Cemâliyyei
Sâniye-İ
halvetime :
tas.
U şşâkıyye-i A h m e d iy y e şubelerinden birin in
adi olup
Edirn eli
Şeyh
M ehm ed
Cem âleddin Efendi tarafından ku ru lm u şce m â lu lla h
cem'an
ﺟﻤﺎل اﻟﻠﻪ
د
(a.it.)
(a.zf.) :
: A llah 'ın lütfü.
bir
yere
toplam ak
sUretiyle. cem 'â n iyye
ﺟﻤﻊ\ﻓﻪ
(a.i.): ah i. ortakçılık, ko-
lektivizm , fr. collectivism e. cem âziye' 1-â h ir
ﺟﻤﺎذى اﻵﺧﺮ
(a.b.i.) : arabi ay-
İarın altıncısı ("d o ğru su " bkz : cüm âde'lâhire).
cemâziye'l-evvel ( ﺟﻤﺎذى اﻻولa.b.i.) : 1. arabi ayların beşincisi ("d o ğru su '' bkz : cüm âde'lûlâ). 2. bir kim senin geçmişi,
cemder ( د رf.i.) : bil" çeşit bı^ak veyâ kam a, cemed د
(a.i.):
1. buz. 2. kar. 3. dondurm a.
Cenâb-ı mühavvilü'l-havli ve'1-ahvâl
cemedi ( ﺟﻤﺪ ىa.s. c e m e d 'd e n ) : ؟o k s o ğ u k , b u z gib i.
4
ﺟﻤﻊ
(a.f.b.i.). ( b k z : cem 'iy-
yet-gâh ).
cemel ل٠ ( جa . i. c .: cim âl) : erk ek deve. cemeü'1-bahr ﻟ ﻢ١ ( ﺟ ﻤ ﻞa.b.i.) : 1. k ılıç b a lığ ı. 2 ٠ b a lin a , (blez : c e m e lü 'l-m â ').
cemm م
(a.i.)
: b ü y ü k sa y ı, ؟o k lu k , k a la b a lık .
cemm-i gafir : in s a n k a la b a lığ ı, cemmâl ا ل٠ ( جa .i.) : d eve s ü rü c ü sü , d eveci.
cem eli^ e ( ■؟a.i.). (blcz : CÜİI). cülâb ( د بa.i.): 1. gülsuyu. 2. ishal veren şerbet, (bkz : cüllâb). cülâhek ﺟ ﻼ ﻫ ﻚ 2. örümcek.
(f.i.): 1. küçük dokumacı.
cülâzî ( ﻟ ﻰa.s.): 1. kocaman ve kuvvetli. 2. i. hizmetkâr. 3. i. kilise veyâ manastır uşağı. 4. i. papaz veyâ keşiş, cülbe ( د هa.i.): hek. onulan yaranın derisi, pullan.
cüdür د (a.i. cidâr'ın c.): 1. duvarlai". 2. zarlar. ince deriler. cüfâ ' ( ذ ﺀa.i.): 1. köpük. 2. su üzerindeki ؟er ؟öp. cüfâen ( ﺟﻔﺎﺀa.zf.): boşuna, beyhude, faydasız yere.
cülcül د (a.i.c.: celâcil): kü ؟ük ؟an, ufak çıngırak.
cüfâf ( ؤ فa.s.) : kurumuş, cüfâl ( ؤ لa.s.): bol. (bkz : vâfir).
cülesâ' ( ﺟ ﺪا ﺀa.s. celis'in c .): birlikte oturanlar.
ciiff ذ (a.i) : 1. dinraga İşlemiş olan baş yariğ ı 2. S. kof, İ ؟İ boş.
cüleyde د ه cule.
cüfre ( ﺟﻔﺮهa.i.c.: cüfer): ؟ukur, boşluk, ciift د (f.s.): ؟ift, ikili, eşi olan, tek olmayan.
c ü l l ^ ( a . i . ) : ؟ul.
cüft-i b e tû l: Hz. Fâtıma'nın kocası, Hz. Ali.
cülcülân ( ﺟﻠﺠﻼنa.i.): kişniş, cülciile ( ﺟﻞ؛ﺟﻠﻪa.i.): 1. hademeyi ؟agırmakta kullanılan el çıngırağı. 2. tef ؟evresine dizilen zil, pul.
cüllâb
(a.i.): zool. dericilik, fr. pelli-
(f.i.): gülsuyu, (bkz : cülâb).
cüllâh, -cülleh ﺟﻠﻪ، ( ﺟﻼهa.i.): ؟ul dokuyan, ؟ullra. 165
cüllâs
cüllâs (a.s. câlis'in c.) : cülûs edenlei", oturanlar. cüllenâr, cülnâr ﺟﻠﻔﺎر، ( ﺟﺒﺎ وa.i.): gülnar, narçiçeği. cülmûd ( ﺟﻠﻤﻮدa.i.) : kaya.
cümle-i asliyye : gr. temel cümlesi, cümle-i cezâiyye : gr. şart cümlesinin ikinci kısmı.
cülmüd ( ﺟﻠﻤﺪa.i.): sesi kuvvetli olan kimse. cülnâr ر١( ﺟﻚa.i.). (bkz : gül-nâr). cülûd د٠( ﺟﻠﻮa.i. cild'in c.) : hayvan derileri. cülûs وس٠( ﺟﺎa.i.) : 1. oturma. 2. tahta çıkma. cülûs-i hümâyûn : pâdişâhın tahta çıkması, cülûsî ( ﺟﻠﻮ سa.s.): tar. pâdişâhın tahta çıkmasıyla ilgili olan.
cü m le -i ih b â riy y e : gr.
cü lû si^ e ه٠( ﺟﻠﻮسa.i.): 1. tahta çıkanlar İçin söylenmiş veyâ yazılmış yazı. 2. hükümdâı٠ın ilk tahta çıktığı gün verdiği bahşiş. cümâde ( ﺟﻤﺎدىa.i.) arabî aylarının beşinci ve altıncısının adi. cümâde'l-âhire ( ﺟﻤﺎدى اﻵﺧﺮهa.b.i.): arabî ayİarının altıncısı. (blcz : cemâziye'1-âhir). cümâde'l-ûlâ ( ﺟﻤﺎدى اﻻوﻟﻰa.b.i.): arabî aylarının beşincisi, (bkz : cemâziye'l-evvel). cümân ن١( ﺟﻢa.i.): iri inci. Ikdü'l-cüm ân: inci gerdanlık, cümâne ( ﺟﻤﺎﻟﻪa.i.) : tek inci, cümcüme (a.i.): kafatası, ciimd ٠( ﺟﻤﺎa.i.): taş. ciimel ؛٠( ﺟﻤﻞa.i. cümle'nin c.) : cümleler, takımlar, kelime dizileri, (blcz : cümle), cümel-î hikemiyye : hikmetli cümleler, cümel-î miintahabe : seçme cümleler, cümel, cümmel ﺟﻤﻞ، ( ﺟﻤﻞa.i.) : harflerin sayı kıymetine göre ölçülmesi, lıesaplanması. cümel-î ekber : ebced cümlesi harflerinin sayılarının, Arapça adlaı'ının sayılmasıyla yapılan hesap. Meselâ : Muhammed birincide 92, İkincide 224, üçüncüde 1530 eder, cümel-î kebir : ebced harflerinin adlaı-ının sayısına göre yapılan hesap, cümel-î sagîr : ebced hesâbı. ciimle ( ﺟﻤﻠﻪa.i.c.: cümel) : 1. bütün, hep, birikîş. cümle-î hukûk-î mülctesebe: kazanılmış hakların benzerlerinden biri, ciimle İcapısı: sarayın büyüle kapısı. 2. fiil, fâil (özne) ve mef'ûl (nesne) den meydana gelen mânâlı söz. 166
cü m le -i fi'liy y e : gr.
fiil cümlesi,
emir cümlesi, haber cümlesi, cü m le -i iltiz â m iy y e : gr. istek cümlesi, cü m le -i in şâ iy y e : gr. emir cümlesi, cü m le -i e m riy y e : gr.
cü m le -i ism iy y e : gr.
isim cümlesi,
: gr. *karşıtlı cümlecik, soru cümlesi, c ü m le -i m u 'ta rız a : gr. iki virgül veyâ iki çizgi, parantez içinde bulunan cümle,
c ü m le -i istid râlciyye
cü m le -i istifh â m iy y e : gr.
c ü m le -i
m ü fessire :
(bkz :
gr.
cümle-i
tefsîriyye). kendinden önceki cümleye bağlı olmayan cümle, c ü m le -i m ü tem m em e : gr. başka bir cümle ye bağlı olan, anlamı başka bir cümle tara fından tamamlanan cümle, (bkz : cümle-i tâbia).
c ü m le -i m üste'nefe : gr.
cü m le -i m ü te vâ liy ye : gr.
sıra cümlecikler,
fr. p ro p o sitio n ju xtap o sées, cü m le -i şa rtiy y e
: gr. şart cümlesi, : gr. sözde şart
cü m le -i şa r tiy y e -i fa r a z iy y e
cümleciği. : gr. gerçek şart cümleciği, fr. p ro p o sitio n co n d itio n
cü m le -i şa rtiy y e -i h a k ik ıy y e nelle réelle.
: gr. (bkz ؛cümle-i mütemme me). cümle-i tâm m e : gr. tek başına anlamı ta mam olan cümle. cü m le -i tâb ia
: gr. “yâni”, “meselâ..” gibi sözlerle kendinden önce gelen cümleleri açıklayan cümle, (bkz : cümle-i müfessire).
cü m le -i te fsîriy y e
vasfiyye : gr. cümlede sıfat olarak kullanılan kelime grubu,
cü m le -i
: gr. gereklilik cümlesi, : gr. zarf olarak kullanılan kelime grubu. 3. sistem,
cü m le -i v ü cû b iyy e cü m le -i z a r fiy y e
asabiyye : anat. sinir sistemi, : astr. takımyıldız, c ü m le -i le n fâ v iy y e : anat. lenf sistemi, cü m le -i
cü m le -i k evk e b iyye
c ü m le -i sem p ati-i k e b ir : anat.
patik sinir sistemi.
büyük sem
cür'e.-kâr ciimleten ( ﺟﻤﻠﺔa.zf) : bütün, hep, hep birlilcte.
cündî ﺟﺪ ى٠(a.s.) : askerî süvâri, sipâhi, ata iyi binen, binici.
cümmâ' ( ﺟﻬﺎعa.s.) : bir araya gelerelc tortop olmu ؟, İcüme.
cündi-y-âne ( ﺟﺘﺪاﻳﺎذهa.f.zf.) : ciindîcesine, iyi binicilere yakışır bir tarzda, böyle bir tarz takınarak.
cümmâü'l-lceff (del-top olmuş avuç) : yum1.
UİC.
cümmâü's-Süreyyâ : astr. üllcer topu, Ülker yıldız lcümesi. cümmâl, cümâl ﺟﻤﺎل، ( ﺟﻤﺎلa.s.) : çok güzel, ÇOİC iyi. cümûd ود٠( جa.i.) : donulclulc, donuk olma, donma. cümûd-ı ayn : göz donulclugu. cümûdü'l-mevt : ölüm titremeleri. Dâü’lcümûd : donma, lcatalepsi, fr. catalepsie, cümûdiyye دﻳﻪ٠( ﺟﻤﻮa.i.) : glâsiye, *buzul, cümûh ( ﺟﻬﻮحa.i.). (bk : cemâh). cünâb ( ﺑﻬﺎ بf.i.) : yâdes (lâdes) tutuşma, cünâbe ه،( ﺟﻐﺎf.i.) : ikiz çocuk, cünâh ح١( ﺟﺬa.i.) : günâh, cünbân öL^r (f,s.) : sallayan, kımıldayan, harelcet eden. -cünbân ﺟ ﺒ ﻦ٠ (f.s.) : lcimildanan, lcimildatan, sallanan, oynayan, oynatan mânâsıyla SIfatlai" yapar : Dünbâle-cünbân : İcuyı-uk sallayan. Ser-ciinbân : baş oynatan, baş sallayan. cünbânî اذى-( ﺟﺬf.i.) : tahi-ilc edicilik, ciinbide ٥(f.s.) : İcımıldanmı ؟, sallanmi ؟, hareket etmiş. ciinbi( ﺟﺘ ﺶ ؟f.i.) : 1. kımıldanma, hareket. cünbi ؟-i evvel : ı) kaza ve lcaderin başlangıCi; 2) feleğin harelceti; 3) gezegenlerin Hamel burcundalci harelceti. cünbiş-i müjgân : kirpiklerin hareketi. cünbi ؟-i yemin : yer sarsıntısı, deprem. cünbi ؟-i zemin : yel- sarsıntısı, deprem. 2. cümbüş, zevk, eğlence, (bkz : cünbüş). cünbîş-geh ( ﺟﺌﺒﺶ ﺳﻤﻪf.b.i.) : eğlence yeri, cünbüde ( ﺟﺒﻠ ﻪa.i.) : kubbe; kümbet, (bkz : cünbüz). cünbüş ( ﺟﺒ ﺶf.i.) : 1. eğlenti, zevk. 2. uta benzer mâdenî bir çalgı. 3. hareket, kımıldanma. [doğrusu “cünbiş” dir]. cünbüz ( ﺟﺘﺒﻦa.i.) : kubbe, kümbet, kemer, ciind ( ﺟﻐﺪa.i.c. : cünûd) : asker; aslcei" topluIugu.
ciinh ( ﺟ ﺢa.i.): koruma, esirgeme, c ü n h a - (a.i.): ufak cürüm, küçük kabahat, küçük suç. cünha-dâr ( ﺟﻐﺤﻪ دارa.f.b.s.): suçlu, cünnâr ار-( جa.i.): çınar, cünne ٠( ﺟﻰa.i.): 1. eski sava ؟silâhlarından kalkan. 2. İcadın başörtüsü, cünûd
(a.i. cünd'ün c .) : askerler, ordular,
cünûn ۶ ( نa.i.) : 1. delirme, çıldırma, delilik. 2. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi, cünûn-i â h id î: merak hastalığı, cünûn-i d e v ri: zaman zaman gelen delililc. cünûn-i ehl-i a ؟k : âşıkların çılgınlığı, cünûn-i gayr-i mutbik : gelip giden akil bozulclugu. -cünûn-i m u tb ik: lcesilmelcsizin devam eden akil hastalığı. cünûn-i şebâb : erken bunama, (bkz : kable'lmîâd). cünüb ( ﺟﻨ ﺐa.i.): şer'an yıkanmak zorunda kalma hâli, (bkz : cenâbet). cür'a t f y (a.i.): yudum, İçim, cür'a-i câm-i leb : dudak kadehinin yudumu, bir damlası. cür'a-i m e v t: ölüm yudumu, cür'a-dân ( ﺟﺮﻋﻪ دانa.f.b.i.): 1. İçki kadehinin dibinde kalan kısım. 2. ؟arap artıklarının dölcüldüğü icap. cür'a-nû ( ﺟﺮﻋﻪ ر ش ؟f.b.s.): İçen, İçici İçen, cür'a-nûşân ( ﺟﻮ ى ذ وﺛ ﻦa.f.b.i.): İçici içenler, cür'a-rîz ( ﺟﺮﻋﻪ رﻳﺰf.b.i.): 1. bil- çeşit ibrik. 2. s. damla damla döken, cürâz ( ﺟﺮازa.s.): kesicin, cürd ( ﺟﺮدa.s.): 1. tüysüz, İcılsız. 2 ٠İcısa tüylü [at]. 3. bitki örtüsü olmayan. 4. cilt hastası [deve]. 5. piyâdesiz [süvâri]. cürde ( ﺟﺮدهa.i.): 1. çıplak vücut. 2. çorak bölge. 3. atlı asker. cür'et ( ﺟﺮأ تa.i.): cesâret, atılganlık, yigitlilc. cür'et-kâr ( ﺟﻮأﺗﻜﺎرa.f.b.s.): cesûr, yiğit, atılgan, gözüpelc. 167
cür'et-kâr-âne cür'et-kâr-âne ( ﺟﻮأﺗﻜﺎراﻧﻪa.f.b.zf.): cesurlukla, yiğitlikle. cür'et-kârî ( ﺟﺮأﺗﻜﺎرىa.f.b.i.): cesurluk, atılganlık, yiğitlik. cür'et-yâb ( ﺟﺮأﺗﻴﺎبa.f.b.s.): cesûr, atılgan, (bkz: cür'et-kâr). ciirez ( ﺟﺮنa.i.c.: cirzân): tarla fâresi. cü rf ( ﺟﺮفa.i.): yar, uçurum, cürh ( ﺟﺮحa.i.c.: cürûh): yara, ciirha ( ﺟﺮﺣﻪa.i.): 1 . bir tek yara. 2. şâhitlikte bir tek hükümsüzlük sebebi, ciirm ( ﺟﺮمa.i.c.: cürüm, cerâim ): su ؟, cürm-i m eşhûd: gözönünde işlenen su ؟, *suçüstü. cürm-âne ( ﺟﺮﻣﺎﻧﻪf .i .) : c e z â . cürm-nâk ( ﺟﺮﻣﻐﺎكa .f .b .s .): k a b a h a tli , SU ؟İU. cürre ( ﺟﺮهf .s .) : 1.
c esû r , c ü r 'e tk â r .
2. i.
u ؟an
h er tü rlü k u ş u n e rk e g i .
cürre-bâz ( ﺟﺮه ﺑﺎزf.b.i.): 1. erkek şâhin veyâ akdoğan. 2. atmaca [kuş]. 3. hızla u ؟an ok. ciirsûme ( ﺟﺮﺛﻮﻣﻪa.i.) : 1. dip, kök. (bkz : bîh). cürsûme-i d ıra h t: ağacın kölcü. 2. karınca yuvası. cürûb ( ﺟﺮوبa.i.c.): fenâ sözler, bedduâlar, ilençler. cürûf ( ﺟﺮوفa.i.) : mâden posası, demir boku, cürûh ( ﺟﺮوحa.i. cürlı'ün c .): yaralar, cürûn ( ﺟﺮونa.i.) : alışkanlık, ciiriif ( ﺟﺮفa.i.) : yar, uçurum, cürüz ( ﺟﺮزa.s.): verimsiz, ؟orak [yer], ciirz ) f r (a.i.). (bkz : gürz), [kelime Farsçadan geçmedir]. cüsâd ( ﺟ ﺎ دa.i.) : karin ağrısı, cüsâl (a.i.): tarla kuşu, cüsâle ( ﺟﺜﺎ ﻟﻪa.i.): sonbaharda dökülen yapraklar. cüsâm ( ﺟﺴﺎمa.s.): büyük, geniş, cüsâm ( ﺟﺜﺎمa.s.) : uykuda gelen ağırlık, ağırbasma, kâbus. ciises ( ئa.i. cüsse'nin c.) : gövdeler, cesetleı', bedenler, kalıplar, ؟elimlei". cüseym ( ﺟ ﺴﻴﻢa.i. cism'den. c . : ciiseymât) : küçük cisim, cisimcik. ciiseymât ( ﺟﺴﻴﻤﺎ تa.i. cüseym'in c.) : küçük cisimler, cisimcikler. 168
ciiseyme ( ﺟﺴﻴﻤﻪa.i.): cisimcik, fr. corpuscule. cüsmân ( ﺟﺴﻤﺎنa.i.): bütün vücut [âzâlarla birlikte]. ciisse ٠( ﺟﺚa.i.c.: cüses): gövde, ceset, beden, kalıp, ؟elim. cüsse-dâr ( ﺟﺜﻪ دارa.s.): cüsseli, iri yapılı, irikıyım [kimse]. cüst ( ﺟ ﺖf.i.) : arama, araştırma, cüst ü cû ( ﺟ ﺴ ﺖ و ﺟﻮf.b.i.) : arayıp sorma, araştırma. cüsû' ( ﺟ ﺮ عa.i.): tamahkârlık, pintilik, cüsûm ( ﺟﻤ ﺮمa.i. cism'in c.): cisimler, (bkz: ecsâm). cüsûr ( صa.i. cisr'in c.) : köprüler, cüşâ' ( ﺟﺜﺎ ﺀa.i.): geğirme, cüvâl ( ﺟﻮالf.i.): ؟uval. cüvâl-dûz ( ﺟﻮاﻟﺪوزf.b.i.): ؟uvaldız. (bkz: ؟üvâl-dûz). cüvân ن١( ﺟﻮf.s.): gen ؟, tâze delikanlı, (bkz: civân). [kelime “cevân” şeklinde de kullanılır]. cüvân-baht ( ﺟﻮان ﺑﺨ ﺖf.b.s.): bahtı a ؟ık, tâlihli, şanslı, cüvânî ( ﺟﻮاﻧﻰf.i.): gençlik, ciivân-merd ( ﺟﻮاﻧﻤﺮدf.b.s.): cömert, elia ؟ık. cüvân-merd-âne ( ﺟﻮاﻧﻤﺮداﻧﻪf.zf.): cömertlikle, ela ؟ıklığıyla. cüvân-merdî ( ﺟﻮاﺳﺮدىf.b.i.): cömertlik, ela ؟ıklığı. cüveyre ( ﺟﻮﻳﺮهa.i.) : kü ؟ük câriye, câriyecik. cüyûb ( ﺟﻴﻮبa.i. ceyb'in c.). (bkz : ceyb). cüyûd ( ﺟ ﻮدa.i. cîd'in c.) : boyunlar, gerdanlar. cüyûş ( ﺟﻮ شa.i. ceşy'in c .): askerler, ordular, ciiz ' ( ﺟﺰﺀa.i.c.: eczâ) : 1. kısım, paı' ؟a, bölük, cüz'-i ced d : huk. babanın babasının ogulİarı ve onların oğulları, yânî yakın ve uzalc ana baba bir amcalar ve onların ogullan ve oğullarının ogullaı'ı. cüz'-i eb : huk. babanın oglu ve oğlunun oglu. [yânî ölünün ana ve baba bil" kardeşleı'i ve onların oğulları], cüz'-i fe rd : atom, cüz'-i fe rd i: atomal. cüz'-i ferdiyye : fels. atomculuk, fr. atomisme.
cuzur cüz'-i içtim â': astr. iki gök cisminin birbirini kestiği yerin tülü (boylamı), cüz'-i istik b âl: astr. fezada karşı karşıya gelen iki şeyin tülü (boylamı), cüz'-i İâ-yetecezzâ: bölünemeyen, parçalanamayan kısım, bölünme imkânı olmayan en ufek zerre. cüz'-i mütemmem : tam olan parça, cüz'-i ş â y i': bir şeyin üçte bir veyâ dörtte bir gibi bir parçası. cüz'-i tâ m : bütün, parçalandığı vakit ana vâsfını kaybeden şey. 2. elifte, tebârelce, amme cüzleri gibi evvelce mahalle melcteplerinde okunan küçük okul lcitabı. cüz g ü lü : bir çeşit süsleme olan hâlkârda görülen gül motifinin bir nev'i. cüzâf ( ﺟﺮافa.i.): götürü pazar, ciizâfen ( را ئa.zf.): götürü-pazar olarak. ciizâfenbey': götürü satmak, cüzâm ( ﺟﺬامa.i.): insan vücûdunda onulmayan ؟ibanlar ve yaralar meydana getiren miskin hastalığı. cüzâm-hâne ( ﺟﺬاﻫﺨﺎذهa.f.b.i.): cüzamlıların barındığı yer. cüzâzât ( د ا تa.i. cüzâze'nin c .): kesintiler, kırıntılar. cüzâzât-ı zeheb : altm kesintileri, kırıntıları, cüzâze ( ز ا ﻧ ﻪa.i.c.: cüzâzât): kesinti, kırıntı, ciiz-bend ( ر تf.b.i.): 1. bir nevi cüzdan, cilbent. 2 ٠mücellit.
cüz-bendî ( ر ﻷ د ىf.i.): mücellitlik, cüz-dân ( ر دا نa.f.b.i.): 1. evrâk konulan ؟anta. 2. portföy, para ؟antası. 3. maa? defteri, cüzeyr ( ز د رa.i.) : ince kök, kök dalı, cüzeyre ( ﺟﺬﻳﺮهa.i.): küçük ada, adacılc. ciizeyrevi ( ﺟﺬير وىa.i.) : adali, adada oturan, cüz-hân ( ر ﺀ ر ا نf.b.i.): Kur'ân'ı okumayı Ogrenen talebe. cüz'î, cüz'îyye ( ر ش ؛ ر ﺑ ﻪa.s.c.: cüz'iyyât): az, pekaz, az miktarda. İrâde-i cüz'iyye : elinde olma, elindelik. Masârif-İ cü z 'i^ e : küçük bir masraf. cüz'î k ü sû f: astr. güneşin kısmen tutulması, cüz'î-yi h a k ik i: hakikatte var olan şey. cüz'î-yi iz â f î: varlığı başka bir şeye veyâ duruma bağlı olan şey. cü z 'i^ â t ( ر ﺑ ﺎ تa.i. cüz'î'nin c .): 1. ehemmiyetsiz, değersiz, ufak tefek şeyler. 2. mânâsı düşünüldüğü zaman zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler, cüz'iyyât-i umûr : işlerin ayrıntıları, cüz'iyyet ( ر ﺑ ﺖa.i.): azlık, cüzûlîyye ( ر و ﺑ ﻪa.i.): Şâzeüyye tarikatinin on iki şUbesinden biri, [kurucusu: Berberiye kabilelerinden Sus-1 Aksâ'da sâkin Cüzûle kabilesi' halkından şeyh Ebû Abdullah Mehmet bin Süleymân el-Cüzûlî'dir]. cüzûr ( ^ورa.i. cezr'in c .): kökler.
169
Çç
( ج ؟f-ha.): OsmanlI alfabesinin yedinci harfi olup, 'ebced" hesâbında "cim" gibi üç sayısının karşılığıdır.
çâder-i lâciverd : 1) gOk; .2) çayır ve çimen, çâder-i şeb : 1) yatak bağlanan yaygı. 2) genellikle Arap kadınlarının giydigi çarşaf,
؟â, çây ça'dır].
çâder-i te rsâ : 1) Hıristiyan kadınların büründükleri bir çeşit örtü; 2) şafak ve güneşin aydınlığı.
t ( دf.i.): İçtiğimiz çay [asil ؟ince
çâbûk ( ﻟ ﺮ دf.s.). (bkz : çâbük). çâbük ( ﺟﺎ!اغf.s.) : çabuk, seri, hafif, (bkz : zûd).
çâderî ( ^ درىf.s.): gök rengi, mâvi ile yeşil arası bir renk.
çâbük-dest ( ﺟﺎﺑ ﻚ دﺳ ﺖf.b.s.): eline çabuk [kimse].
çâder-nişîn ( ﺟﺎﺑﺮ ذ ذ نf.b.s.): çadırda oturan, göçebe.
çâbük-destî ( ﺟﺎﺑ ﻚ د سf.b.i.): elçabuklugu, eline çabuk olma.
çağz ( ﺣﻔﻦf.i.): 1. kurbaga. (bkz : difda'). 2. ağzı kapandığı halde İçinde cerâhat bulunan yara. 3. inilti. 4. korku,
çâbük-hırâmân ( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺧﺮاﻣﺎتf.b.s.): çabuk yürüyen. çâbükî ﺑﻜ ﻰ1 ( جfi.) : 1. çabukluk, çeviklik, i . sür'atli giden at. çâbük-inân 0( ﺟﺎﺑ ﻚ ئf.a.b.s.): dizginine çabuk, atını hızlı süren, (bkz : çâbük-süvâr). çâbük-pâ ( ^ ﺑ ﻚ واf.b.s.): ayagina çabuk [lcimse]. çâbük-rev ( ﺟﺎﺑ ﻚ روf.b.s.) : çabuk giden. çâbük-süvâr ( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺳﻮارf.b.s.c.: çâbüksüvârân) : iyi at süreıı, ata iyi binen, (bkz : çâbük-inân). çâbük-süvârân ( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺳﻮارانf.b.s.): ata iyi binen kimseler. çâçele ( ﺟﺎﺟﻠﻪf.i.): çarık, pabuç, postal. çâder ٨ (f.i.): 1. çadır. 2. kadınların başlarına büründükleri örtü, çâder-i İhrâm : mec. kar.
çâh, çeh ﺟﻪ، ( ﺟﺎهf.i.) : kuyu, çukur, çâh-ı B â b il: Bâbil'de Harut ile Marut'un kıyâmete kadar saçlarından asılı kalacaklan kuyu. çâh-ı B ije n : Bijen'in Efrâsyâb tarafından hapsolundugu kuyu, çâlı-ı bün : kuyu dibi, çâlı-ı gabgab : çenealtı çukuru, çâh-ı Nahşeb : Ortaasya'da Naüşeb'de bir müneccimin çukuru, çâlı-ı nisyân (-a atılmalc) : unutulmak, çâh-ı p e st; ı) alçak çukur; 2) i. dünyâ, çâh-ı Riistem : Riistem'in üvey kardeşi tarafından tuzaga düşürülüp öldürüldüğü ÇUkur. çâh-ı sitâre-cû : müneccim kuyusu,
çâder-i k â fû r î: sabahın aydınlığı,
çâh-ı Y ûsuf: Yusuf peygamberin, kardeşleri tarafından atıldığı kuyu,
çâder-i lcûhlî: ı) gök; 2) karanlık gece.
çâh-ı zekân : çene çukuru.
170
çâr-bâlif , ؟âr-bâlişf
؟âh-ı zemzem : zemzem kuyusu , ؟âh-ı zenahdân , ؟âh-1 zenah ( ؟ene kuyusu ) : ؟ene ؟ukuru . ؟âh-ı zîc : rasat ؟ukuru. (bkz : bi'r). ؟âh-ı zulm ânî : ı) karanlık ؟,ukur; 2) ten nefs. ؟âh-ken ( د ﻫﻜ ﻦf.i.): kuyu kazıcı, ؟â h - s â r j L % (f.b.i.): kuyusu ؟ok yer. ؟âh-yûz ( د ﻫﻴﻮز-f.b.i.): kuyuya düşen şeyi al makta kullanılan âlet, ؟âiye ( د بa.i.) : bot . ؟aygiller. ؟âk ( د كf.i.) : 1. yarık, yırtık. 2. yırtma ؟. ؟âk-ı gîrîbân : yaka yırtma ؟-ı. 3. sabahm ay dınlığı. ؟-âk-i gîrîbân (etmek): sıkıntısından yakası nı yırtmak , ؟ak-â - ؟âk ( د ﻛ ﺎ د ك-fb .i.): silâh çatışmaların dan ؟ikan ses. (bkz : ؟ekâ ؟âk). ؟âk ؟âk ( ﺟﺎك د كf.b.s.) : 1 . ؟ok yırtık, par ؟a par ؟a. 2. i. kılı ؟, bı ؟ak gibi kati şeylerin çarpışmasından ؟ikan ses. ؟âk ؟âk (etmek): parçalamak , ؟âlc-dâr ( ﺟﺎﻛﺪار-fb .s.): çatlamış, yarılmış, yır tılmış . ؟âker ( ﺟﺎﻛﺮ.f.i.) : kul, köle, câriye, yanaşma bkz :bende)). ؟âker-âne ( ﺟﺎﻛﺮاﻧﻪ.f.zf.): 1. kölecesine. 2. zm ben" mânâsına. Ma'rûzât" -1 ؟:âkerân e mâruzâtım, bildirdiklerim , ؟âl، er-hâne ( د ا ﺧ ﺎ ﻻ-fb.s.). (bkz: bende hâne). ؟âkerî ( ﺟﺎﻛﺮى-f i . ) : 1. kula âit. 2. kulluk, kö lelilc. ؟âker-nevâz ( ﻟ ﻜ ﻞ ﻧﻮاز-f.b.s.): kölesini okşa yan. [siz mânâsına da gelir]. ؟âker-nevâzî زى١( د ﻛ ﻠ ﻮ-f.b.i.): kul okşayıcı ille. ؟âker-perver ( ﻟ ﻜ ﻞ رور.f.b.s.): kul kayıran siz yerine de kullanılır]]. ؟âker-perver-âne ﻻ١( د ﻛ ﻠ ﺮ و ر-f.zf.): köle okşa yana, köle kayırana yakışır yolda , ؟âker-perveri وورى٨ (-f.b.i.) kul kayırıcı ille. ؟âker-zâde [( ﺟﺎﻛﺮزادهf.b.i.) : [nezâket dilinde kul veyâ lcölenin ؟ocuğu, yâni konuşanın ؟ocuğu . ؟âk etmek ( ﺟﺎك اﻳﻌﻤﻚft.m.) yırtmak ,
؟âkîde ( ﺑ ﻜ ﺪ هf.s.): yarılmış, yırtılmış , ؟âlcû( ﺟﺎﻛﻮ ج ؟f.i.) : ؟eki ؟. ؟âlâk ( د ﻻ كf.s .) : 1 . ؟evik, eline ayagma ؟,abuk -tez canlı olan. 2. adam Oldüren hırsız, yol kesici. 3. yüksek yer; büyük adam , ؟âlâkî ( د ﻻ ﻛ ﻰf i .) : ؟abukluk, eline ayagma ؟abukluk, tezcanlılık . ؟âlbûs ( دﻟﺒﻮ سf i . ) : dalkavuk, yaltakçı, (bkz ؛ câblûs, ؟âplûs). ؟âlîk ( د ﻳ ﻚf.i.) : ؟elik ؟omak oyunu , ؟âlîk-bâz ( د ﻳ ﻜ ﺎ زf.b.s.) : ؟elik ؟-omak oyna yan kimse , ؟âliş ١ ؟âlîç ﺟﺎﻟﻴ ﺶ، ( ﺟﺎﻟﺶ-f i . ) : 1. savaşta düş -mana karşı kibir ve naz ile yürüme. 2. sa vaş, mücâdele. 3. karşı durma . 4 . ؟,iftleşme birleşme. ؟âliş-ger ( د ﻟ ﺜ ﻜ ﺮ.fb .s .): 1. salınai-ak yürüyen sevgiye, birleşmeye düşkün 2 ٠, ؟âl-pâre ( د ﺑﺎ ر هf.b.i.): ağaçtan yapılmış dört parçadan İbâret kö ؟ek zili, ؟alpara. (b k : ؟âr-pâre). ؟âm ( د مf i . ) : 1. salınma. 2. eğrilme, ؟âme ( د ﻣ ﻪf.i.): şiir ve gazel, ؟âme-gûy ا ى hânende. ؟âmîn د س ؟emin).
( د ﻣ ﻪ.f.b.i.): 1. şâir. 2. mec
(f.i.): sidik ve pislik, (bkz :
؟âne ( د ﻻf.i .) : ؟ene. ؟âpâr ( دﺑﺎ رfi.) : postacı, ؟âplûs ( دﺑﻠ ﻮ سf s . ) : dalkavuk, yaltak! ؟, (: blcz câblûs). ؟âr ( د رf.s.): 1. dört, (bkz : ؟İhâr). ؟âr-cîh et: dört taraf dört yan . ؟âr - ؟ûb-i fıtr a t: insan vücudundaki dört unsur : (kan, balgam, safra, İenfâ). 2, i . ؟.âl'e i. tugla ve .3 ؟anak çömlek fu'ını. ؟âr-âgâzin ( د ر آﻏﺎزنf.b.i.): miiz. Santuri -Ethem Efendi'nin yaptığı ve on örnek ver digi bir mürekkep malcam olup sûzidil ve -zengûlenin birleştirilmesiyle elde edilmiş til'. ؟âr-aktâr ( د ر اﻗﻄﺎرf.a.b.i.) : her taraf her yön . ؟âr-bâliŞj ؟âr-bâlişt د ر ﺑﺎﻟﺸﺖ، د ر ﺑﺎﻟﺶ (-f.b.i.): 1. [evvelce] pâdişâhların ve büyük .lerin üzerinde oturdukları döl't katil şilte dört unsur .2 .
١71
çât-bâl؛5 " ؛erkân ؟:âr-bâliş-i e rk â n : tabiatteki dört özellik ,(sıcaklık, soğukluk, kuruluk, rutubet) çâr-cihet ( د ر ﺟﻬ ﺖf.a.b.i.): dört taraf, dört yön . ؟âr - ؟eşm ( د ر ﺟ ﺸﻢf.b.s.): dört göz. [candan gönülden bekleme, isteme mânâsına]. ؟âr - ؟ûbe ( د ر ﺟﻮﺑﻪf.b.i.) : ؟er ؟.eve çâr-darb ( د ر ﺿﺮبf.a.b.i.): Melâmilikte sa ؟,ı sakalı, kaşı ve bıyığı ustura ile traş etme geleneği. ؟âr-deh ( ﻟ ﺮ د هf.b.s.): 1. on dört. 2. i. dolunay, ؟âr-deh ma'sûm-i pak ( ﺟﺎوده ﻣﻌﺼﻮم ﻳﺎك:( . a.f.cü -on dört pak mâsûm" : “ İsnâ aşeriyye" olan" larla tarikat erbâbına göre on iki imam ile Hz. peygamber ve Fâtıme'dir. ؟âr-dehûm ( ﺟﺎردﻫﻢf.b.s.): on dördüncü, ؟âr-dîvâr ( د و درار-f.b.i.): Dünyâ'nin dört ta rafı . ؟âr-duvâl , ؟âr-d evâl د ر د وا ل، ( د ر د وا ل:( . f.b .i ucu dört dilli kırba ؟. ؟âre ( د رهyardim. 3. ilâ f.i.) : 1. yol. 2 ٠ ؟, .tedbir hile. 5. ayrılık. 6. bir kerre .4 . ؟âre-i halâs : kurtuluş çâresi, ؟âre-i h a il: hâl çâresi, ؟âre-i teennüs : alışkanlık yolu , ؟âr-ebrû ( ﺟﺎر أ ر و-f.b.s.) : "dört kaşlı" : ter bi yıklı gen ؟. ؟âre-cû ۶ ( د رهf.b.s.) : ؟âre arayan , ؟âre-cûy-âne ( د ره ﺟﻮﻳﺎ ﻧﻪf.zf.) : ؟âre arayana münâsip görülecek sûrette. ؟âre-ger ( ﺟﺎره ﺳﻤﺮf.b.s.). (bkz : ؟âre-cû , ؟-âre sâz). ؟âre-hâh ( ﻵره ﺧﻮاهf.b.s.) : ؟âre arayan , ؟âr-emîn ( د ر أ س,f.h.i.) : Hz. Ebûbekir, Ömer .(Osman, Ali. (bkz : Hulefâ-yi Râşidîn çâre-perdâz ( د ره ﻳﺮدانf.b.s.) : ؟âre bulan , ؟-Ö züm yolu bulan, (bkz : ؟âre-sâz). ؟âr-erkân ( ﻵر أرﻛﺎفf.b.i.) : mec. dört eleman, ؟-âr erkân-ı cu v â n î: Pâdişâhın husûsi hiz -metinde bulunan ve enderun'un büyükle ;rinden olan dört zat hakkında kullanılır b unlar: has odabaşı, silâhdar, ؟,uhadar rikâbdar'dır. ؟âre-sâz ز١( ﺟﺎرهسf.b.s.) : ؟âre bulan , ؟âre-sâzî ( ﺟﺎره واﻧ ﻰf.b.i.) ؟âre buluculuk, ؟âre-yâb ﺑﺎب٠ ( ﺟﺎرهf.b.s.) : ؟âre, ؟özüm yolu bulan . 172
çâr-gâh ( درﺳﻤﺎهf.b.i.): 1. dört taraf [doğu, bati, güney, kuzey]. 2. Dünyâ. 3. müz. Türk mûsikisinin 1 numaralı basit makamı ve anadizisidir. ؟ârgâh beşlisinin tiz tarafına bir ؟ârgâh dörtlüsü katılmasından meydana gelmiştir. Durağı kaba, ؟ârgâh ve gü ؟lüsü rast perdeleridir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir: kaba ؟ârgâh, yegâh, hüseyniaşîran, acem-aşiran, rast, dügâh, pûselik, ؟ârgâh. Bu şekilde hi ؟bir ârıza yoktur. Makam ؟ikici olarak seyreder. Niseb-i şerife sayısı 9, yânî tamdır. ؟âr-gâme ( ﺣﺎر ﺳﻤﺎﻣﻪf.b.i.): 1. sür'atli giden yorga at. 2. İşret meclisinin kızışması. ؟âr-gûşe ( ﺟﺎر ﺳﻤﻮﺷﻪf.b.s.) : 1. dört taraf. 2. dört köşe. ؟âr-gûşi ( ﺟﺎر ﺳﻤﻮﺷﻰf.b.i.): dört köşeli şarap şişesi. ؟arh ح (f.i.): 1. ؟ark, tekerlek. 2. felek, gök. 3. yaka [elbisede]. 4. okyayı. 5. ؟akır doğan. 6. tef. 7. s. devreden, dönen. ؟arh-ı âb-kesî (su ؟eken ؟a rk ): bostan dolabı. ؟arh-ı âbnûs : göğün dokuzuncu kati. ؟arh-ı ahdar : mâvi gök kubbesi. ؟arh-ı âhengeri: demircilerin kullandığı biİeği taşı. ؟arh-ı ؟ep-eııdâz : hilekâr dünyâ, gaddar felek. ؟arh-ı ؟ihârüm : Batlamyos sisteminde dördüncü felek. ؟arh-ı d evrân : ı) (bkz: ؟arh-ı devvâr)؛ 2) tâlih, kısmet, kader. ؟arh-ı d e v v â r: gök. ؟arh-ı esir : göğün esir tabakası kısmı. ؟arh-ı felelc : 1) sihir, tâlih; 2) yanarken dönerek ateş sa ؟an donanma fişeği; 3) hanimeline benzer bir ؟İ ؟ek. (bkz : ؟erh). ؟ark(h)-ı felek : eski kumaşlarda görülen bir motif şekli. ؟arh-ı gaddâr : zâlim felek, kötü tâlih. ؟arh-i gerdân (dönen ؟ark ): dünyâ (bu-), ؟arh-ı kîne-sâz . (bkz : ؟arh-ı nigân). ؟arh-ı mînâ : mâvi gök kubbe. ؟arh-ı nigân (altüst olmuş): kötü tâlih. ؟arh-ı nühüm : dokuzuncu gök.
çâvele ؟a rh a ( ﺟﺮﺧﻪf.i.) : 1. ؟ıkrık gibi dönen yuvarlak dolap. 2. ordunun ilerisinde bulunan askerin yaptığı tâlim. ؟arh-endâz3 ٠٠uî ( ﺟﺮخf.b.s.). (bkz : ؟arh-zen).
؟âr-şenbih ( د ر بf.b.i.): dördüncü gün, ؟arşamba. (bkz : ؟ehâl'-çenbih). ؟ârtâ, ؟ârtâre ﺟﺎرىره، ( د رﺗﺎf.b.i.) : 1. dört telli tambur ve kemençe. 2. Dünyâ. 3. dört unsur.
؟arh-gâh ٥^ ^ (f.b.i.) : mevlevi dervişlerinin semâ yaptıkları yer.
؟âr-tâk ( در ﻃﺎ قf.b.i.): 1. ؟ardak. 2. dört köşe ؟adır.
؟arhi ( ﺑﺠﺮاﻳﻰa.s.): 2. semavî, lcutsal.
؟âr-tekbîr ( د ر ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮf.a.b.i.) : dört defa tekrarlanan “Allahü ekber” sözü. ؟ârûb ( د ر و بf.i.) : süpürge.
؟arh-âb ( ﺣﺮخ آ بf.b.i.) : "dönen su" : girdap.
1. devreden,
dönen.
Çarh-nâme ( ﺟﺮﺧﻔﺎﻣﻪf.b.i.): Ahmed Fakih'in dînî fikii'lerini İfâde ettigi mairzum eseri, ؟arh-zen ( ﺟﺮﺧﺰنf.b.s.) : arbalet (oluklu ok) kullanan. ؟âr-kûşe ( ﻵرﻛﻮﺷﻪf.b.i.) : g. s. kitap ciltlerinin aşınmaması İ ؟in köşelere konulan ve ؟ok lcere süslemeli olan bakırdan yapılma ü_ ؟ gencik. ؟âr-mâder ر۵( ﻵ ر ئf.b.i.) : 1. dört unsur. 2. na'ş denilen dört yıldız. ؟âr-mağz ( د ر ﻣﻐﺰf.b.i.): sert kabulclu yemişlerin İ ؟İ. ؟âr-mezheb ( د ر ﻣﻨﻬ ﺐf.a.b.i.): dört mezhep : (Sünnî, Maliki, Çâfiî, Hanbeli). ؟âr-mısrâ' ( د ر ﻣﺼﺮاعf.a.b.i.): ed. rübâî naZ im şeklinin başka bir adi. (bkz: dü-beyt, terâne). ؟âr-mîh ( ﺣﺎرﻣ ﺦf.i.): 1. "dört ؟ivi" : ؟armık, suçluyu ha ؟a germelc İ ؟in kurulmuş put şeklindeki darağacı, salip. 2. bir erkeğin digel. bil. erkekle birleşme şekli. ؟ârmîh-ı h ayât: vücudun, hayatin esasini teşkil eden dört unsur. ؟âr-nâ- ؟âr ( ﻵ ر ﻷ د رf.b.zf.) : ؟âresiz, ister istemez. ؟âr-pâ ( ﻵوﻷf.b.i.): dört ayaklı hayvanlar, [en ؟ok “katır; eşek; deve; sığır; koyun'' hakkında]. ؟âr-pâre ( ﻵرﺑﺎرهf.b.i.): 1. dört parça, dört kisim. 2. miiz. ؟alpara, Türk müziğinde kullamlan bir usûl vurma âletidir ki, dört kü ؟ük parça sert tahtadan yapılmıştır; oyun havalarında kullanılır, [evvelce oyuncular bunu avuçlarının içerisine alarak bir ؟iftini birden vururlardı], (bkz: ؟âl-pâre). ؟âr-sû ( در سf.b.i.): dört taraf, dört tarafı olan şey; pazar, ؟arşı. ؟âr-şeb ( ﻵ ر ﻓ ﺐf.b.i.) : çarşaf [giyilen].
؟ârûb-furûş ( دروﺑﻐﺮوشf.b.s. ve i.) : süpürge satan, siipürgeci. ؟ârûb-keç ( د ر وﺑﻜ ﺶf.b.s.) : 1. süpüren. 2. tekke şeyhi. ؟ârûb-zen ( دروﺑﺰنf.b.s.) : süpürücü. çâ ru g ( د ر غf.i.): ؟arık. çârû-keş ( ﻵ ر و ﻛ ﻞf.b.i.): tekke şeyhi. ؟ârüm ( ﻟ ﺮ مf.s.) : dördüncü, (bkz : ؟ehârüm). ؟ârüm în ( د ر سf.b.s.): dördüncü, (bkz: ؟ehârümîn). ؟ârüm în bâm, -felek, -sip ih r: Batlamyos sisteminin döı٠düncü felegi. ؟âr-yâr ر١( ﺑﺮيf.b.s.): dört dost. [Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali], (bkz: Hulefâ-yi Râşidîn). ؟â r y â i '1
؟âr-yârî
güzîn . (blcz : ؟
İh a ryâ rı
( f .b .i.) :
güzîn).
؟â r y â r 'a ,
ilk
dört
h a l î f e y e b a ğ l ı l ı k , S ü n n ilik .
؟âr-yek ( ﻟ ﺮ ﻳ ﻚf.i.): ؟eyrek, dörtte bir. ؟âr-zebân ( د ر زﺑ ﻦf.b.s.): geveze, ؟al ؟ene. ؟âsâr ( د ا رf.i.) : 1. kayser. 2. ؟ar. ؟âç ( د شf.i.): hububat, tahıl yığını. ؟âçnî ( د ﺷ ﻰf.i.): çeşni, lezzet, tad ؛tadımlık, (bkz: tu'm'-). ؟âşnî-gîr ( ﺑ ﺸ ﻜ ﺮf.b.i.c.: ؟âşnî-gîrân): [evvelce saraylarda] ؟eşnigir, yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse, ahçıbaşı, sofracıbaşı. ؟âşnî-gîrân ( ﺑ ﺸ ﻜ ﺮ ا نf.b.i. ؟âşnî-gîr'in c .): [evvelce saraylarda] sofra hizmetine bakanlar. ؟âşt ( ﻵﺷ ﺖf . i . ) : 1. k u ş l u k v a k t i . 2. k u ş l u k y e m e g i.
؟âşt-dân, ؟âşdân ﺟﺎ ﺷ ﺪا ن، ( د ﺷ ﺘ ﺪ ا نfb. i.) : ekmek ve başka yiyecek konulan sepet, çâvele ( د وﻟ ﻪf.i.): 1. hoş renkli bir ؟eşit gül. 2. s. egribüğrü. 173
؟âvû؛ çâvûş ( ﺟﺎووشf.i.) : aslc. çavuş, onbaşıdan sonra gelen erbaş. çâvUşân ( ﺟﺎووﺷﺎنf.i. çâvûş'un c.) : çavuşlar. - ؟e ﺟﻊ- ( fe .): küçültme edâtı. Bağ- ؟e= küçük bağ. çeç ( ﺟﺞfi.) : 1. hububat elenen lcalb.ur. 2. harman savurdukları yaba, çeçek ( ﺟ ﺠ ﻚf.i.): 1. gül. 2. çiçek hastalığı. 3. [vücuttaki] ben. (bkz : hâl), çegale ( ﺟﻰ ﻟﻪf.i.): çağla. çegane ^ ( ﺟﻰfi.) : bil- çeşit çalpara, çengi te f cigi. ؟egâne-bâz ( ﺟﻔﺎ ﻧﻪ ﺑﺎزfb.s.) : çegâne denilen zilli maşayı çalan kimse, çeh ( ﺟﺦf.i.): kılıç ve hançer gibi şeylerin kını, kılıfı. çeh ( ﺟﻪf.i.): kuyu, (bkz : bi'r, çâh). çeh-i B â b il. (bkz : çâh-1 Bâbil). çeh-i zemzem . (bkz : çâh-1 zemzem), çehân ( ﺟﻬﺎنfs .) : damlayıcı, damlayan, çehâr (f.s.): dört, (blcz : çâr, cihâr). çehâr-âgazin ( ﺟﻬﺎر اﻏﺎزتf.b.i.): miiz. (bkz: çâr-âgâzin). çehâr-deh ( ﺟﻬﺎردهf.b.s.) : on dört. çehâr-deh ma'sûm : Hz. Muhammed ve lcızı Fâtıma ile on iki imam, çehâr-gâne ( ﺟﻬﺎرﺳﻤﺎﻧﻪf.b.s.) : dört unsur, çehâr-pâ ( ﺟﻬﺎرﺑﺎf.b.s.) : dört ayaklı hayvan, çehâr-şenbih ( ﺟﻬﺎرﺷﺒﻪf.b.i.): dördüncü gün, çarşamba, (blcz: çâr-şenbih). çehârüm ( ﺟﻬﺎرمf.s.) : dördüncü, (bkz: çârüm). çehârümîn ( ﺟﻬﺎرﻣﻴﻦf.b.s.): dördüncü, (bkz : çârümîn). çehâr-yâr ( ﺟﻬﻤﺎرﻳﺎرf.b.i.). (blcz : çâr-yâr). çehre ( ﺟﻬﺮهf.i.): 1. yüz, surat. 2. surat asma. 3. şekil, [asli “çihre” dil.]. Çehre-İ g ü lg û n : giil renlcli (pembe) yüz. 4. tas. İlâhî tecelli nurlarının görünmesi, (bkz: çihre). çehre-gû (-başı) [( ﺟﻬﺮه ﺳﻤﻮ ]ﺑﺎشf.b.i.) : [saraylarda] satranççı başı. çehre-güşâ ( ﺟﻬﺮه ﺳﻤﺸﺎf.b.s.) : yüzünü açan, yüz açıcı. çehre-nümûd ( ﺟﻬﺮه ﻧﻤﻮلf.b.s.) : yüz gösterici, yüzünü gösteren. 174
çehre-perdâz
رداز٥#
(f.b.i.) ؛ressam.
؟ehre-perdâz-ı c ih â n : Güneş,
( ﺣﻜﺎ ﺟﺎكf.i.): kılıç, bıçak ve benzerleri gibi şeylerin çarpışmasından çıkan ses. (bkz: çâkâçâk). çekâçâk-1 sü y û f: kılıçların çarpışmasından dogan ses.
çekâçâk
çekân ( ﺟﻜﺎنf.s.): damlayan, damlamış. H ûnç e k â n : kan damlayan. çekçâk çekîde
( ﺟﻜ ﺠﺎ كf.i.). (bkz : çekâçâk). ه٠( ﺟﻜﻴﻞf.s.): 1. damlamış. 2. topuz, gürz
gibi evvelce kullanılan savaş âleti. çekre, çekle
ﺟﻜﻠﻪ، ( ﺟﻜﺮهf.i.): küçük su dam-
lası; serpinti.
( ﺟﻜﻮ جf.i.): 1. dişengi, taşçı tarağı. 2. degirmen taşı dişengisi. 3. çekiç.
çekûç
( ﺟ ﻠ ﻚi.): mücevher veyâ herhangi bir mâdenden yapılıp başa takılan sorguç,
؟elenk
( ﺟﻲ؟اf.i.): 1. haç, put. (bkz : büt, salib, sanem). 2. kavisli, kıvrık çizgi. 3. güzellerin kâhkülü. [evvelce kadınlar kâhküllerini haç şeklinde iki taraftan yanakları üzerine sarkıtıılarmış].
؟elîpâ
؟eliyye
( ا؟ﻳﻪf.i.): ırmaklarda işleyen bir çeşit
kayık. çem ( ﺑ ﻢf.i.) : 1. naz ve edâ ile salınarak yürüme. 2. s. süslü, düzgün. 3. kazanılmış, toplanılmış. 4. mânâ. 5 ٠kabahat, suç. 6. yemek.
ن١( ﺟﻢf.s.): 1. naz ile salınarak yürüyen, (bkz : hırâmân). 2. i. şarap kadehi. 3. i. çemen.
çemân
çemâne ( ﺟﻤﺎ؛هf.i.); İçki kadehi, şarap kadehi, (bkz: piyâle). çemânî اذى.( ﺟﻢf.i.): 1. salınıcı, naz edici. 2. (bkz : mec. sâkî).
( ﺟﻬﻦf.i.): 1. yeşil ve kısa otla-rla örtülü yer, çimen. 2. ağaç ve çiçeği olan çayır, yeşillik. 3. pastırmaya konulan bir ot. çemen-ârâ ( ﺟﻤﻦ آراf.b.i.): bahçıvan, çemen
çemen-der
( ﺟﻤﻨﺪرf.b.i.): eşek.
Çemen-İstân ن(f.b.i.): çimenlik, bahçe, çemen-pîrâ ١ ن ﺳﺮ٩ (f.b.s.): bağ budayıcı. çemen-soffa ن٠( جf.b.i.): bahçede, çimle kaplı bulunan oturacak yer. çemen-zâr ( ﺟ ﻤ ﻔ ﺰا رf.b.i.); çimenlik.
çera-zar çemîn çâmîn).
(f.i.): sidik ve pislik, (bkz:
çenâg ( ﺟﺄ غf.i.): çanak, çenâr ار-( جf.i.): çınar, çınarağacı. lat. platanus. çenber ر٠ ( جfi.) : 1. tahtadan veyâ demirden yapılan dâire veyâ halka, kasnak. Derçenber : çenbeı. İçinde sıkıştırılmış. 2. başa bağlanan yemeni. 3. esirlik, bağlılılc. çenber-bâz (fb.s. ve i.) : çenberlerin arasından atlayıp geçen oyuncu. Çenber-İ gerden : anat. boyun kemiği. Çenber-İ m în â : gökyüzü, çenber-deş ( ﺟﺒﺮ دشfb .i.): ayni çenberde bulunan noktalar. çenberi ( ﺟ ﺮ ىf.s.) : çenber biçiminde olan, çend ٠( ﺟﺎf.s.) : birkaç. Çend-bâr : birkaç defa, ؟end-katre : birkaç damla. Çend-rûz : birkaç gün. 2. zf. iler ne kadar. 3. zf. tâki, çendân ( ^انf.zf.) 0 kadar, çendî ( ﺧ ﺪ ىf.e.): biraz, bir müddet, çend-în ( ﺧﺪد نf.b.zf.): bu kadar, çene ( ﺟﻴﻪf.i.). (bkz : çâne). çeneb ( ﺧ ﺐfi) : sünnet, çene-bâz ﺟﻴﻪ ﺑﺎز، ( ﺟﻜﻪ ﺑﺎزf.b.s.): çok konuşan, çenesi düşük. çeng ( ﺟ ﻜ ﺎf.i.): 1. el. 2. pençe. 3. kanuna benzer, dik tutularak çalınır bil- çeşit saz. 4. zf. eğri büğrü. çeng-i m eryem : meryemeli denilen nebat, (blcz: buhûr-i meryem). çengâl, çengül ﺧ ﺶ، ( ﺟﻨﻜﺎ لf.i.): 1. çengel. 2. pençe. çengâl-i şâhin : şâhin pençesi, çengâr ( ﺟﻨﻜﺎرf.i.): 1. yengeç. 2. bakir pasından yapılan yeşil boya. çengârî ( ﺧﻜﺎر ىf.i.): bakir pası renginde olan, çengel ( ﺟ ﺶf.i.): 1. çengel. 2 ٠pençe. 3. orman. Çengel-İstân ( ﺟ ﻜ ﻔ ﻨ ﺎ نf.b.i.): sik orman, çengî ( ﺟ ﺶf.i.): 1. çeng denilen sazı çalan kimse. 2. oyuncu kız, çengi. çengî-nâme ( ﺟ ﺶ ﻧﺎﻣﻪf.b.i.): köçekler İçin yaZ ila n şiir. çeng-nâme ( ﺟ ﻰ ﻣﻪf.b.i.): 1. ed. Divan edebiyatında manzum bir nevi. 2. Ahmet
Dâî'nln Yıldırım Bayezit'in oglu Süleyman Çelebi adma kaleme aldığı manzum eseri, çep ( ﺟ ﺐf.s.) : 1. sol. çep ii r â s t : sağ ve sol. 2. falso, yanlış, çepçâp ( ﺟ ﺠ ﺎ بf.i.): öpüş sesi. ( ﺟ ﺐ اﻧﺪا زf.b.s.): hîlekâı..
çep-endâz-âne ( ﺟ ﺐ اﻧﺪازاﻧﻪf.b.zf.): hîlekâı-a yakışır yolda, hîlekârcasına. çep-endâzî ( ﺟ ﺐ اﻧ ﺪا ز ىf.b.i.): hilekârlık, çeper ( ﺟﻴﺮf.i.): iki odayı birbirinden ayıran duvar, bölme. çep ü râst ( ﺟ ﺐ و را ﺳ ﺖf.b.s.): sağ ve sol. çerâ ( ﺟﺮاf.i.): 1. otlama. 2. otlak, çerâ-câ ( ﺟ ﺮا ﺟﺎf.b.i.): otlak, çayır, (bkz: çerâgâh, çer-gâh). çerâ-çeşm ( ﺟﺮا ﺟ ﺸ ﻢf.b.s.). (bkz : çeşm-çerag). çerâg ( ﺟ ﺮا غf.i.): 1. fitil, mum. 2. otlama; otlak. çerâg-ı m u gan : şarap, çerâg-ı seher : sabah yıldızı, çerâg-ı sipihr : mec. ı) Güneş; 2) Ay; 3) yıldızlar. çerâ-gâh, çerâ-geh ﺟﺮاﺳﻤﻪ، ( ﺟﺮاﺳﻤﺎهf.b.i.): hayvan otlatılan yer, çayır, otlak, (bkz : mer'a). çerâgân ( ﺟﺮاﻏﺎفf.i.): 1. [evvelce] suçluların başlarına yaralar açarak ve herbirine fitiller koyarak uçlarını yakmak sûretiyle edilen işkence. 2 ٠etrâfı aydınlatma, şenlik, donanma. çerâg-bere ( ﺟﺮاﻏﺒﺮهf.b.i.): şamdan, sokalc feneri. (bkz : çerâg-pâ, çerâg-pâye). çerâg-çeşm ( ﺟ ﺮا غ ﺟ ﺸ ﻢf.b.i.): göz nûru, evlât, çerâg-küş ( ﺟ ﺮا ﻏ ﻜ ﺶf.b.s.) : sır tutan, sır saklayan. çerâg-pâ, çerâg-pâye ﺟ ﺮا غ ﺑﺎﻳﻪ، ( ﺟ ﺮا غ ﺑﺎfb .i.): şamdan, sokak feneri, (bkz : çerâg-bere). çerâg-perhîz ( ^ ا غ د ر ﻫ ﺰf.b.s.): fener fanusu, çerâg-vâre ( ﺟ ﺮا غ وارهf.b.i.): İçinde “çeı-ag" yakılan kap, kandil. çerâ-hâr ر١( ﺟ ﺮا ﺧ ﻮf.b.i.): ot yiyen hayvan, otçul. çerâ-hûr ﺧ ﻮ ر١( ﺟ ﺮf.b.i.). (bkz : çerâ-hâr). çerâkese ( ﺟ ﺮا ﻛ ﺴ ﻪa.i. Çerkeş'in c .): ؟erkesler. çerâm, çerâmîn ﺟ ﺮا س، ( ﺟ ﺮامf.i.): otlak, çerâ-zâr ( ﺟﺮازارfb .i.): çayır, otlak. 175
؟erb ( ؟ ر بf.s.) : 1. semiz, yağlı. 2. uygun. 3. fazla ve üstün olma. ؟erb ü huşk: semiz ile kuru; zengin ile fakir, çerb-âhûr ( ﺟ ﺮ ب آ ﺧ ﻮ رf.b.i.) : 1. yemi bol olan ahir. 2. nimet ve bolluk İçinde yaşayan kimse.
çespîde (f.s.): lâyık, uygun, münâsip, (bkz : çespân, şâyeste). -çeş ٠_r٠؛؛؛r- (f.s.): “sınayan, deneyen, tadına ba kan” mânâsıyla birleşik kelimeler meydana getirir. Nemek-çeş : tuzlu, çeşân oLi، ( • ؟f.i.) ؛gürz, topuz,
؟erb-dest ( ﺟ ﺮ ب د تf.b.s.) : eline çabuk; eli İşeyatkın.
çeşende kan.
؟erbe ( ﺟﺮﺑﻪf.i.) : 1. yağ. 2. yağlı kâğıt,
çeşide ..M، ( ؛؟f.s.) ؛tatmış, tadılmış olan,
çerb-gû ا ( ؟ ر بf.b.s.). (bkz : çerb-güftâr, çerb-zebân).
çeşm ٣٠ ( ؛؛؛f.i.c.: çeşmân) : göz. (bkz: ayn, dîde).
(f.s.): tadıcı, tadan, tadına ba
çerb-güftâr ( ﺟ ﺮ ب ﺋ ﻐ ﺘﺎ رf.b.s.). (bkz: çerbzebân).
çeşm-i âhû : ceylân gözü, çeşm-i bed : kem göz.
؟erbi ( ر ﻳ ﻰf.i.): ı.yağlılık, semizlik. 2. yumusaklık, tatlılık; tatil dillilik,
çeşm-i bed-dûr : “ kötü nazar değmesin” an lamında iyi bir dilek sözü, çeşm-i bî-âb: utanmaz, sıkılmaz, (bkz: çeşm-i deride, bî-hayâ).
çerb-pehlû و،( ﺟ ﺮ ب ﻳﻪf.s.) : semiz, yağlı, gövdeli. ؟erb-zebâıı ( ﺟ ﺮ ب زﺑﺎنf.b.s.): 1. tatil ve güzel sözlerle halkı kendine çeken kimse. 2. yaltakçı, hilekâr. (bkz : çerb-gû, çerb-güftâr). ؟erde ( ﺟﺮدهf.s.) : renle, yağız. Siyeh- ؟erde: leara yağız. ؟erende ( ﺟ ﺮﻧ ﺪهf.s.) : otlayıcı, otlayan, çeres ( اﺟﺮسf.i.) : 1. zindan, hapis. 2. işkence. 3. üzüm teknesi. 4. otlale. 5. dilencilerin dilenerele biriletirdikleri şey. çeres-dân ( ﺟ ﺮ ﺳﺪا نf.b.i.): fuleara torbası, ؟er-gâh ( ﺟ ﺮ ﯪ هf.b.i.) : çayır, otlak, (blez : çerâcâ, çerâ-geh). ؟erge ( ﺟﺮﺋﻪf.i.) : sürele avı. ؟erge ؟erisi: çingeneler halekmda kullanılan bil' söz. ؟erh ح
(f.i.). (bkz : ؟arh).
؟erkeşiyye ،( ﺟ ﺮﻛ ﺸﺄf.i.) : Halvetiyye tarikatının ayrıca tâlî şûbeleı-i de meydana gelmiş olan Nasûhiyye şûbesinin ileinci derecedeleilei'den birinin adi. [kurucusu : ؟erkeş'li Şeyh Hacı Mustafa Efendi'dir]. ؟erm ( ﺟ ﺮمf.i.) : insan ve hayvan derisi, ؟erm-şîr ( ﺟ ﺮم ﺷﺠﺮf.i.): kamçı, (blez : tâziyâne). çerviş ش٠( ﻣ ﻮf.i.): !.hayvanin eritilmiş yağı. 2. kavrulmuş un ile yapılan bir çeşit yemek.
çeşm-i bülbül: ı) noktalı veyâ damarlı sır ça. 2) g. s. camdan yapılmış ve üzeri spiral renkli camlarla bezenmiş veyâ bu spiraller arasına çiçek motifleri yerleştirilmiş şurup vesâire konmak için kullanılan uzunca bo yunlu, kulplu veyâ kulpsuz, kapaklı veyâ kapaksız bir çeşit sürâhi. çeşm-i câdû : büyüleyen göz. çeşm-i deride : edepsiz, hayâsız, çeşm-i dünbâle-dâr (kuyruklu göz): boya ile kuyruk çekilmiş göz. çeşm-i fettân: büyüleyici ve çekici bakış. (bkz: gamze-i fettân). çeşm-i firengî (frenk gözü): gözlük, çeşm-i gâv, çeşm-i gâvmîş : bot. sığırgözü denilen bir çeşit iri papatya, çeşm-i gazâl: âhû gözü. mec. çok güzel göz. çeşm-i gazûb : kızgın bakış, çeşm-i giryân : ağlayan göz. çeşm-i hâb-âlûde : uykulu, mahmur göz. çeşm-i hâbîde : uykulu göz. çeşm-i horos : horoz gözü, kırmızı şarap, çeşm-i hoş-nigâh: güzel bakışlı göz. çeşm-i hûn-feşân (kan dökücü göz): zâlim, gaddar bakışlı göz.
çesbân ( ﺟ ﺴﺎ نf.s.). (bkz : çespân).
çeşm-i hûn-hâr, çeşm-i hûn-rîz: (bkz: çeşm-i hûn-feşân).
çespân ( ﺟ ﺠ ﺎ نf.s.): lâyık, münâsip, yakışır, uygun, (bkz : beı'câ, şâyeste).
çeşm-i hurûs : 1) kırmızı şarap, (bkz : çeşm-i horos); 2) kırmızı dudak.
176
çeşme-i nûr-bnhş ç e ş m - i İ s m a i l : k ad ere ra z ı o lan göz. [b a b a si t a ra fın d a n k u rb a n ed ile cek o lan İsm a il P e y g a m b e r in gözü],
( f.b .s .) : g ö z â şin a lığ ı
ta n ışık lık .
ç e ş m -i m a h m û r : b a y g ın , sü z ü k göz.
؟e ş m - â v îz ( ﺟ ﺸ ﻢ آ وﻳ ﺰf.b .i.) : 1 . p eçe, y ü z ö rtü sü . 2 . a tla rın y ü z ü n e ta k ıla n m e şin gö zlü k .
ç e ş m -i m e s t : sarh o ş göz. ç e ş m - i m e y g û n : şa ra p g ib i sarh o ş e d ici göz. ç e ş m -i m î z â n : terâzi kefesi, ( b k z : ç e şm -i
؟e ş m -b â z
ﺟ ﺜ ﻢ ﺑﺎز
( f.b .s .) : "g ö z o y n a ta n ” : y a l-
v a ra n . ç e ş m -b e n d ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﻐﺪf.b .s .) : "g ö z b a ğ c ı” : b ü y ü -
terâzû ).
çeşm -i n e rg is (n ergisin ta ؟y a p r a k l a r ı ) : g ü -
cü . ؟e ş m -b e n d e k ﺑﻔﺪ ك
zel göz.
؟eşm -i n e rg is : m u ta s a v v ıfın , u la ştığ ı m u t-
g ö zle r
( ﺟ ﺸ ﻢf .b .s .) : k ö reb e gib i
b a ğ la n a r a k
o y n a n ıla n
b ir
؟ocuk
oyunu.
lu lu g u in sa n g ö z ü n d e n g iz li tu tu şu .
؟e şm -i n e rm : s e v im li, y u m u ş a k b a k ış lı göz. çeşm -i p e n â m : n a z a rlık [n a za r d e ğ m e sin
؟e ş m -b e s te ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺳ ﺘ ﻪf.b .s .) : g ö z ü b ağ lı. ؟e ş m -b û s ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﻮ سf.b .s .) : g ö z öp en . ؟e ş m -b û s î ( ﺟ ﺜ ﻢ ﺑ ﻮ ﺳ ﻰf.b .i.) : g ö z ö pm e.
d iy e y a z ıla n m u ska].
çeşm -i p iirh u m â r : m a h m u r, b a y g ın , sü z g ü n
؟e ş m - ؟e r â ğ ﺟ ﺮا غ
( ﺟ ﺸ ﻢf.b .s .) : se ç k in , ( b k z :
gü zîd e).
göz.
çeşm -i p iir - m a h m û r : b a y g ın , s ü z g ü n gö z.
؟e ş m - d â n ( ﺟ ﺸ ﻢ دا نf.b .i.) : g ö z e v i. (b k z : ؟eşm hâne).
( b k z : ؟e ş m -i m a h m û r).
çeşm -i sepid (b e y a z , a k g ö z ) : m ec. fe ri k a ؟-
ç e ş m - d â r ( ﺟ ﺸ ﻤ ﺪا رf .b .s .) : g ö zle ye n , b ek leyen . ç e ş m - d a ş t ( ﺟ ﺜ ﻢ دا ﺷ ﺖf .b .i.) : u m m a .
m ış, d o n u k göz.
çeşm -i s it â r e -ş ü m â r : u y k u su z gö z. ( b k z :
ç e ş m -d e r îd e
ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﺮﻳﺪه
( f.b .s .) : u ta n m a z , SI-
k ılm a z .
؟e şm -i şe b -p e y m â ).
ç e ş m - d û z ( ﺟ ﺜ ﻢ د و زf .b .s .) : b ir şeye g ö z d ik m iş
؟eşm -i siyâh : k a r a gö z. ؟e şm -i sü zen : ı) İğne g ö zü ; 2) ؟o k p in tilik , ؟eşm -i şeb (g e ce n in g ö z ü ) : m ec. a y v e y ıl-
o lan . çeşm e
ﺟ ﺸﻤﻪ
( f i . ) : 1. m u slu k lu
su
h azn esi.
2 . p ın a r, su k a y n a ğ ı.
d ızlar.
şe b -p e y m â :
u y k u su z
gö z.
(b k z :
؟e ş m -i sitâ re-şü m â r).
؟e şm -i şehlâ : şeh la göz. ؟e şm -i ter : ıslak , su lu göz. ؟eşm -i t e r â z û : terâzi kefesi, (b k z : ؟e şm -i m îz â n ).
؟eşm -i y â r : s e v g ilin in gö zü . ؟e şm -i za g (k a rg a g ö z ü ) : m â v i, a ؟ık m â v i göz. ayn).
(b k z : ؟eşm e -i h a y v â n , ؟eşm e -i H ızır), ؟e ş m e -i â f t â b : g ü n e şin p a rıltısı. ؟e ş m e -i â t e ş -fe ş â n : G ü n e ş, ( b k z : ؟eşm e -i g e rm ,
؟eşm e -i h â v erî,
؟e şm e-i
n û r-b a h ş,
؟e şm e -i rû şen). ؟e ş m e -i g e r m : G ü n e ş, (b k z : ؟eşm e -i âftâb, ؟e şm e -i â teş-feşân , ؟eşm e -i h averi, ؟eşm e-i n û r-b a h ş , ؟eşm e -i rû şen , h u rşîd ).
ç e ş m e -i h a y v â n v e y â H ı z ı r : â b -1 h a y â t d en ilen s u y u n , b e n g is u 'y u n ؟eşm esi,
؟eşm -i zâ n û : d iz k ap ağ ı. ؟eşm ü gû ş (g ö z v e k u l a k ) : d ik k a t. ؟eşm ân ( ﺟ ﺸ ﻤﺎ نf.i. ؟e şm 'in c . ) : gözler, ؟e şm â n -ı d i l - f ü r û ş : g ö n lü a y d ın la ta n g ö z ler.
؟e şm -â rû ار و
ç e ş m e -i â b -1 h a y â t : eb ed i h a y a t ؟eşm esi.
؟e ş m e -i h â v e r î : G ü n e ş,
؟e şm -i za h m : n a z a r d eğm e, ( b k z : İsâbet-i
m u sk a .
ﺟ ﺸ ﻢ آ ﺷﻐﺎ
o lan , ta m d ık . ç e ş m - â ş n â y î ( ﺟ ﺸ ﻢ آ ﺷﻐﺎﻳ ﻰf.b .i.) : g ö z â şin a lığ ı,
ç e ş m -i k e şîd e : ؟e k ik göz.
؟eşm -i
ç e ş m - â ş in â
ç e ş m e -i h ıd r , h ı z r v e y â h ıd ır , h ı z ı r : âb-1 h a y â t ؟eşm esi. ç e ş m e -i h u r ç îd : (b k z : ؟eşm e -i âftâ b , ؟eşm e -i germ ). ç e ş m e -i n û r - b a h ş : G ü n e ş,
ﺟﺜ ﻢ
(f .b .i.) : n a z a r b o n c u ğ u ,
( b k z : ؟eşm e -i
âteş-feşâ n , ؟eşm e-i ge rm , çe şm e -i h âverî, ؟eşm e -i rû şen).
177
çeşme-, nu؟
çeşme-i nûş : 1) bengisu, (bkz : âb-1 hayât)؛ 2) sevilen erkeğin ağzı, çeşme-i rûşen: Güneş, (bkz: çeşme-i âteşfeşân, çeşme-i hâverî, çeşme-i nûr-bahş). çeşme-i sîm-âb : Ay. (bkz : kamer, mâh). çeşme-i süzen : (bkz : çeşm). çeçme-i tedbîr : 1) dimag, beyin2 )؛düşünme kuvveti. çeşme-i tîre-gûn : gece, (bkz : leyi), çeşme-i vasi: kavuşma pınarı, çeçm-efsâ ( ﺟ ﺸﻢ ا ﻓ ﺎf.b.s.): nazar değmesine afsun eden. çeşm-efsây ( ﺟ ﺸﻢ ا ﻓ ﺎ ىf.b.s.). (bkz: çeşmefsâ). çeçme-sâr ( ﺟﺸﻤﻪ ﻣﺎرf.b.s.): çeşmesi bol olan yer. çeçme-zâr ( ﺟﺸﻤﻪ زارf.b.s.): pınarı, çeşmesi çok olan yer. (bkz : çeşme-sâr). çeşm-güşâ ( ﺟ ﺸﻢ ﺳﻤﺸﺎf.b.s.): "göz açan" : dilekatle bakan. çeşm-hâne ( ﺟﺸﻢ ﺧﺎﻧﻪf.b.i.) : gözevi. çeşm-hurde ( ﺟ ﺸﻢ ﺧﻮردهf.b.s.): nazar değmiş, çeşm-nişîn ( ﺟﺸﻢ ﻧﺸﻴﻦf.b.s.): göz dolduran, her zaman görülebilen, çeşm-pîş ( ﺟ ﺸﻢ ﺑﻴﺶf.b.s.): utangaç, çeşm-pûş ( ﺟ ﺜ ﻢ ﺑﻮشfb .s.): gözü kapalı, bakmayan. çeşm-pûşî ( ﺟ ﺸﻢ ﺑﻮاﺷﻰf.b.i.) : 1. göz yumma, görmemezlikten gelme. 2. affetme, bağışlama. çeşm-resîde ( ﺟ ﺸﻢ رﻣﻴﺪهfb.s.). (bkz: çeşmhurde). çeşm-ter ( ﺟﺜ ﻤﺘ ﺮf.b.s.): “gözü sulu'': çok aglayan. çeşm-zahm ( ﺟ ﺸﻢ زﺧﻢf.b.i.) : nazai- degme. çeşm-zed ( ﺟ ﺜ ﻢ زدf.b.i.) : 1. nazai- boncuğu. 2. kısa bir zaman, bil' an. çeşn, çeşen ﺟﺸﻦ، ( ﺟﺸﻦf.i.) : 1. bayram. 2. ziyâfet, şölen. 3. düğün, çetr ( ﺟﺘﺮf.i.) : 1. çadır; gölgelik. 2. gece, çetr-i âb-gûn (gök çadırı, ınâvi çadır) : gök yüzü. çetr-i anberîn : karanlık gece, çetr-i bî-sütûn: gök. çetr-i fîrûze-fâm : mâvi renkli gök. çetr-i nûr, çetr-i seher : Güneş. 178
çetr-i rûz : (bkz : ؟etr-i nûr, çetr-i seher), ؟etr-i sîmâbî, çetr-i sîmîn : Ay, dolunay, çetû ( ﺟﺒﺮf.i.): perde, örtü, çetûk ( ﺟﺒﺮكf.i.): serçe kuşu, (bkz : usfûr). çevgân ( ﺟﻮﺳﻤﺎنf.i.): ı.cirit oyununda atlıların birbirine attıkları degnek. 2. ucu egri degnek, baston, ؟evgen. 3. tas. Allah'ın ezeldelci takdiri. çevgân-1 siinbiil: sevgilinin sa ؟ı. çevgân-bâz ( ﺟﻮﺳﻤﺎن ﺑﺎزf.b.s.): çevgân ile oynayan, sopa sallayan. çevgân-dâr ( ﺟﻮﺳﻤﺎﻧﺪاوf.b.s.): çevgân taşıyan uçak. çevgânî ( ﺣﻮﺳﻤﺎﻧﻰf.i.): 1. cirit oyununa alışık at. 2. bir çeşit tatil kavun. çevgân-zen ( ﺟﻮﺳﻤﺎن زنf.b.s.c.: çevgân-zenân): çevgân vuran, çevgân ile oynayan, çevgen ( ﺟﻮﺳﻤﻦf.i.): 1. degnek. 2. (bkz: çevgân]. çınâr ( ﺟﯫرf.i.): [doğrusu "çenâr” dır], (bkz: çenâr). Çİ- ٠( جf.e.c.: çihâ) : ne.
çi-fâide : ne fayda var ؛kaç para eder. -çîde ﺟﻴﺪه- (f.s.): toplanmış, devşirilmiş mânâSina gelerek birleşik kelimelei. yap ar: Berçîd e : çekilip toplanmış, çi-gûne 4 ( ؟f.e.): nasıl, ne türlü, çi-gûnegî (f.i.): nasıllık, ne türlülük, nicelik. çihâr ( ﺟﻬﺎرf.s.): dört, (bkz : çâr‘, çehâr). çihâr âgazin : miiz. Santuri Edhem'in (18551926) adlandırdığı makam. çihâr-ıyâr-1 güzîn : (bkz : çihâr-dûSt). çihâr ü dû (cıhârıdü) : dört (ile) iki. [zai- oyununda]. çihâr ü se (cıhârıse) : döı٠t (ile) üç. [zar oyununda]. çihâr ü yek (cıhârıyek) : dört (ile) bir. [zar oyununda]. çihâr-dost ( ﺟﻬﺎر د و تf.b.s.): "dört dost" : Hz. EbUbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. (bkz : çihâr-ı yâr-1 güzîn). ç i h î l ^ (f.s.): kırk. mec. çok. (bkz : çil), çihil-çerâğ ( ﺟﻬﻞ ﺟﺮاغf.b.i.): çok kollu büyük avize. çîhil hadis ( ﺟﻬﻞ ﺣﺪﻳ ﺚf.a.b.i.): kırk hadis.
؟ûbe ؟İhil-pâ ( ﺟﻬﻨﺎf.b.i.) : zool. kırkayak denilen hayvan . ؟İhil-sâl ( ﺣﻬﻞ ﺳﺎلf.b.s.) : klik yaşında , ؟ihr i ( ؟f.i.). (blcz : ؟ehre, ؟ihre). ؟ihre ( ﺟﻬﺮهf.i.). (blcz : ؟ehre).
؟inende ٥(f.b.s.) : toplayıcı, devşirici. ؟îne-rîz J j j ﺑ ﻪ٠(بf.b .s.): yem döken, dökücü, ؟ini ﺑ ﻰ٠(بf.i.) : ؟ini; sıı'lı kap. ؟in-seher ( ﺟ ﻴ ﻦ ﺳﺤﺮf.a.b .i.): alacakaranlık, ؟irâ ( ﺟﺮاf.e .): nasıl. Çûn ü ؟irâ : niçin ve ne-
den. (bkz : ؟ün). ؟ihre-perdâz ( ﺟﻬﺮه ﻳﺮدانf.b.i.): resim ve nakış ؟irâğ ( ﺟﺮاغf.i.): 1. fitil, kandil, m um . 2. ؟ırak. yapan; ressam , 5. S."؟tekaüt, emekli. 4 . i. talebe, *Ogrenci. ( ؟f.s.): 1. kırk, (bkz il : ؟ihil). [kelime -i ؟ire ( ﺟﺘﺮهf.s .): 1. m ahâretli, becerikli, eliuz. hil" in hafifletilmişidir]. 2. alımalc.
؟ile , ؟ille ﺟﻠﻪ، ( ﺟﻠﻪf.i.) : 1. kirle günlük; zevle ve sefadan el ؟eleerek, bir yerde 40 günlük İbâdet.
2 . kahram an, yigit. (bkz : bahâdır),
؟ire-dest ( ﺟﻴﺮه دﺳ ﺖf.b .s.): eli işe yakışan , becerikli.
؟,İlle-i b ü zü rg: zemherir, erbain. 2. eziyet .sıkıntı. 3. ibrişim, yün ve şâire demeti yay İçirişi 4 ٠,
؟îre-destî ( ﺟﻴﺮه د سf.b .i.): uzellilik, ustalık, ؟iregi ا/ ( ﺟ ﻴ ﺮf.i.): 1. yigitlilc, kah ram an lık.
؟İle-hâne ( ﺟﻠﻪ ﺧﺎﻧﻪf.b.i.): dervişlerin ؟-ile dol durdulcları yer. ؟İle-keş ( ﺟﻠﻪ ﻛ ﺶf.b.s.) : ؟ile ؟eken, ؟ile ؟ekmiş, ؟ile dolduran,
؟îre-kâr ( ﺟﺘﺮه ﻛﺎرf.b .s.): eline ؟abuk, cesur ve
؟İlle-nişîn ( ﺟﻠﻪ ﻧﺸﻴﻦf.b.s.): hücrede oturan , ؟ile doldul'an. ؟im ( ﺟﻢ-f.i.) : 1. rütûbetten meydana gelen yo sun. 2. kesilmiş ؟imenli yerler,
؟irk ( ﺟﺮكf.i.): 1. kil", pas, pis. 2 . yarad a olan
؟imen ( ﺟﻤﻦf.i.). (bkz : ؟emen). ؟in ( صf.i.) : 1. kıvrım, büklüm , ؟-atılclılc, bu ruşukluk . ؟în-i cebin : alin buruşukluğu , ؟în-i ebrû : kaş ؟atıldığı. 2 . ؟in . - ؟in ﺟﻴﻦ- (-f.s.): “toplayan, derleyen" mânâla nyla mürekkep lcelimeler yapar. Hurde ؟i n : kırıntı toplayan. Hûşe - ؟î n : başak toplayan. ؟ine ( ﺟﺴﻪf.i.): kuş yemi, ؟îne-dân ( ﺟﻴﺘﻪ دانfb .i.): kuş kursağı,
2 . ustalık. anlayışlı.
؟îre-zebân ( ﺟ ﻴ ﺮ ه زﺑﺎفf.b.s.) : güzel konuşan, tatil dilli. kan ve irin.
؟irk-âb ( ﺟﺮﻛﺎ بf.b .s.): ؟irkef, pis su. ؟irk-âlûd ( ﺣﺮك آﻟﻮدf.b .s.): kirli, murdar, bulaşık. ؟irk in
ﺟﺮﻛﻴﻦ
(f.b .s.): 1. pek lcirli. 2. güzel ol-
m ayan. 3. kanlı, irinli yara ve ؟iban.
؟îstân ( ﺣ ﻴ ﻂنf.b.i.) : bilm ece. ؟iz ( ح؛زf.i.) : şey, nesne. ؟û ( ﺟﻮf.e.). ( b k z : ؟Un). ؟ûb ( ﺟﻮ بf.i.): ağa ؟değnek, odun, sopa; ؟öp. (b lcz: ؟Ubelc).
؟ûbân ( ﺟﻮﻳﺎنf.i.): ؟oban, sığırtm aç, (bkz : râî, şûbân).
؟ûbe ؟harb). erdeb ( اردبa.i.): Arap şehirlerinde kullamlan ve İstanbul kilesiyle dokuz kileyi kar ؟ılayan büyük bir ölçek, [kelimenin asil "irdeb” dir]. Erdebiliyye ( ا ر د ﻳ ﺪ ﺀa.i.): Ebhâriye tarikatı ؟Ubelerinden birinin adi. [kurucusu: Safiyüddîn-İ Erdebili'dir[. erdeh ( اردهa.s.): çürük ؟ey. erdem ( اردمa.i.) : usta gemici, erdiye ( ارد ؟a.i. ridâ'nın c .): ba ؟örtüleri, omuzlardan aşağı ve belden yukarı örtülen ؟eyler. erdiye-i nisvân : kadın böşörtüleri. erd- ؟îr ( اردﺷﺮf.b.i.): eski îı٠an hükümdarlarmdan bir kaçının ismi. erd ؟îr-i ceng ؛cenk eri; kükremi ؟cenk arslam. erdçîrân, erd ؟îr-dârû ر و١ ا ر د ﺿ ﺪ، ا رد ض) ن (f.b.i.): bot. koca yarpuzu denilen ho ؟kokulu, tadı acı bir nebat (*bitki), erec ( ا ر جa.i.): giizel koku; misk, anber, ıtır gibi ؟eylerin güzel kokusu, (bkz : eric). e r e n b â n î ^ j ١(a.i.): boz, koyu renk ؟al, sof. erendân ( ا ر دا نf.e.): “hâ ؟â" mânâsına İnkâr İfâde eden bir kelime, eres ( ار سa.i.): çiftçilik, çiftçi olma, er'es ( ارا سa.s.): ba ؟ı büyük, kocakafa. erett ( ا ر تa.s.): peltek [adam], (bkz : ertel). erez ( ارزa.i.): bot. acibâdem ağacı, erfa' ( ا رﻓ ﻊa.s. refi'den): daha (en, pek) yüksek, yüce. erfa'-ı derecât: derecelerin en yükseği, erfak ( ارﻓﻖa.s.): 1. en ziyâde yumuşak. 2. yolda ؟olmaya en çok lâyık, erfe ( ارﻓ ﺶ ؟a.s.): 1. nefsi isteklerine düşkün olan. 2. kulakları kaba ve uzun [adam], ergâ, ergâb, ergâv ارﻏﺎو، ر ﺀا ب١ ، "( ارﻏﺎga" lar uzun okunur, f.i.) : 1. Irmak, dere. 2. su akıtmak üzere açılan yol, ark. ergad ( ا ر ﻏﺪa.i.): hâli valcti çok iyi olma, en ferahlı yaçayı ؟. 259
ergande ergande ( ارﺀﻏﺪهf.s.): 1. öfkeli, hırslı. 2. şaraba düşkün olan sarhoş, erganûn ( ارﻏﻮنf.i.): miiz. org. ergavân ( ارﻏﻮانf.i.) :.erguvan da denilen kirmızımtırakbir çiçek. ergavâni رﻏﻮاذى١ (f.s.): erguvan çiçeği renginde, güzel ve parlak kızıl. Şarâb-1 ergavân i: erguvan renginde kırmızı şarap, ergide ( ارﻏﻴﺪهf.s.): hiddetlenmiş, kızmış, ö f kelenmiş. ergide-nigâh ( ارﻏﻴﺪه ﻧﻜﺎهf.b.s.) : hiddetli, öfkeli bakış. ergun ( ارﻏﻮنf.s.): sert başlı, oynak ve hızlı giden at. [“ergenûn” un muhaffefi]. erguvâni ذى١( ارﻏﻮf.s.) : erguvan renginde olan, (bkz: eı'gavânî). erhâ ( ارىa.i. rehâ'nın c .): el değirmenleri, erham ( ارﺣﻢa.s. rahim'den): daha (en, pelc, çok) rahim, merhametli. Erham ii'r-râhim in: merhametlilerin en merhametlisi, .Allah. erhâm رﺣﺎم١(a.i. rahm'in c .): 1. döl yatakları. 2. hışımlar, akrabâlar. erhas ( ا ر صa.s. rahis'den): daha (pek, en, çok) ucuz. erhas-ı es'âr : satılan eşyânın en ucuzu, erib , eribe ا ر ﻳ ﺒ ﻪ، ( ارﻳﺐa.s. irb'den): akıllı, zeki, zeyrek, olgun [adam]. erib ü edib : akıllı fikirli ve edepli [lcimse]. erîc ( ار حa.i.): güzel koku, misk, anber, ıtır gibi şeylerin güzel kokusu, (bkz : erec). erilce ( ا ر كa.i.c.: erâik). taht, (bkz : serir). erîke-ârâ ( ارﻳﻜﻪ آراf.b.s.): tahtı süsleyen [pâdişâh], (bkz: erîke-pîrâ). erîke-nişîn ( ارﻳﻜﻪ ﻧﺸﻴﻦf.b.s.): tahtta oturan, erîke-pîrâ ( ارﻳﻜﻪ ﻣﺠﺮاf.b.s.): tahtı süsleyen [pâdişâh], (bkz: erîke-ârâ). erir ( اررa.s.): 1. oyunda mızıkçılık eden veyâ lcazanan kimsenin kopardığı yaygara. 2. ses, haykırış. eris ( ارصf.s.): zeki, uyanık; akıllı, uslu, eris, erisi ﺑ ﻰ. ا ر، ( ارصa.i.): çiftçi, ekinci, (bkz: hâris). eriş ( ارشf.i.): 1. bilelc. (bkz : rusug). 2. endâze, arşın. erjen ( ارزنf.i.) : bot. acibâdem ağacı, (bkz: ercen).
erjeng ( ا ر ز كf.i.): Iran hurafelerine gOre meşhur ressam “Mânî” nin yaptığı resimleri İhtivâ eden mecmûa. (bkz : erteng). erk ( ارقa.i.): hek. uykusuzluk hastalığı, erka “( ارﻓﻰka” uzun okunur, a.s.): pek yüksek, en yukarı. erkab ( ارﻗﺐa.s.): boynu kaim [adam, arslan]. erkâh ( ارﻛﺎحa.i. rükh'ün c .): sığınılacak yerler. erkâh-ı rehâbin : [kilisede] papazların SIğmdıkları, oturdukları yerler, erlcam رﻗ ﻢ١ ("ka" uzun okunur, a.i. rakam'm c.) : yazılar; resimler, sayılar, erkam-ı arabiyye : Arap rakamları, erkam-ı a şe re: sıfır da dâhil olduğu halde birden dokuza kadar olan sayılar, erkam-ı ciim el: ebced hesâbı. erkam-ı dâlle : birden dokuza kadar olan sayılar. erkam-ı divâniyye: bâzı Arap harfleriyle gösterilen rakamlar. erkam-ı gubariyye : bugün Batı'da kullamlan rakamların başka bir değişik şekli idi. erkam-ı Hindiyye: İslâm âleminde kullanılmış olan iki türlü sayı işaretlerinden birinin adi. İkincisine “erkam-ı gubâriyye" denilir. erkam-ı setiniyye : [eskiden] setini adi verilen hesapta kullanılırdı, [hurûfı cümel'in ayni olmakla berâber kullanılış itibariyle forklıdır. (Zeyçlerde kullanılırdı.)], erkân ( اوﻛﺎنa.i. rükn'ün c .): 1. esaslar, destekler; direkler, sütunlar. 2. reisler, erkân-ı ask e rice: yüksek rütbeli zâbitler, subaylar. erkân-ı devlet: devletin ileri gelenleri, erkân-ı harbiyye: meslek İhtisâsı görmüş zâbitler, subaylar grubu, erkân-ı harbice- ؛u m û m ice : ordunun sevk ve idâresiyle meşgul en yüksek askeri makam, genelkurmay, erkân-ı harb zâbiti: meslek İhtisâsı görmüş zâbit, *kurmay subay. erkân-ı istiâre (istiarenin esasları) : ed. ı) miisteâr [kendine benzetilen]; 2) müsteârün minh [kendine benzetilenin mânâsı]; 3) müsteârün leh [benzeyenin
erus mânâsı]; 4) câmi' [benzeyen ve benzetilen arasında benzeyiş şekli], erkân-ı salât: namazın rükünleri. 3 yol, yöntem, usûl, âdâb.
errâc ( اراجa.s.): fesatçı, m^zevir, yalancı ' [adam]. erre ( ارهf.i.): bıçkı, destere, [dest-erre = el biçkısı, destere]. (bkz: minşâr). erre-hâne ( اره ﺧﺎﻧﻪf.b.i.): bıçkı yeri, hızar, erre-keş ( اره ﻛ ﺶf.b.i.): bıçkıcı,
erkân-ı teşbîh (teşbihin esasları): ed. 1) müşebbeh [benzeyen]; 2) mUşebbehUn bih [kendine benzetilen]; 3) vech-i şebeh er-rızkıı alâllah ( ارزق ﻋﻠﻰ اﻟﻠﻪa.cü.): rızlcı ve[benzeyen ve benzetilen arasındaki şekil]; ren Allah'dır. 4) edât-ı teşbih veyâ vâsıta-1 teşbih [benzeers ( ارسf.i.) : gözyaşı, (bkz : dem'), yiş hükmünü veren kelime], ersâd ( ارﻣﺎدa.i. rasad'm c .): rasatlar, gözlemeerke ( ارﻛﻪa.i.): misvâk ağacı, [sıcak memleler, gözetlemeler. ketlerde, en çok Yemen'de yetişir], ersah ( ارﻣﺢa.i.): 1. kurt. 2. s. oylukları etsiz, ermâ' ( ارﻣﺎﺀa.s.): çok güzel ve cilveli olan [sevzayıf [adam]. gilij. ersen ( ار سfi.) : meclis, kurultay, kongre, ermagan ( ارﻣﻔﺎنf.i.); armağan, hediye, (bkz : ersûsa ( ارﺻﻮﺻﻪa.i.): eslci zamanda kullanılan bergüzâr, hediye). kavuk, büyük sarık, (bkz : mücevveze). ermâh ( ارﻣﺎحa.i. remh'in c .): 1. darbeler, er? ( ارشa.i.c.: urûç): 1. fık. sakatlanan bir vumşlar.2. (rıımh'un c .) : mızraklar, sünuzuv İçin cerhedenden alman şer'î diyet, güler. kan pahası. 2. satılılc malin, kusûru dolayıermâm ( ارﻣﺎمa.i. rimme'nin c.): çürük kemikSiyla, değerinden indirilen para, ler. erş-i gayr-i mukadder: fık. ölüme sebeb ermân ( ارﻣﺎفf.i.) : 1. arzu, istek. 2. yerinme, olmayan ve miktârı muayyen bulunmayan pişman olma. uzuvlaı. İçin bilirkişinin takdir ve tâyinine ermân-hâr ( ارﻣﺎﻧﺨﻮارf.b.s.): yerinen, pişman bırakılan diyet. olan. erş-mukadder : file, ölüme sebep olmayarak kesilen veyâ muattal bıralcılan uzuvlara ermâs ( ارﻣﺎثa.i. remes'in c .): sallar, mahsus, miktârı muayyen olan diyet, ermed ( ارﻣﺪa.s.): 1. kül rengi, gri. 2 ٠gözü ağerşah ( ارﺷﺢa.s.) : cin fikirli [adam], riyan [adam]. erşed ( ارﺷﺪa.s. reşîd'den) : daha (en, pek) reşîd, ermedâ ( ارﻣﺪاa.i.): ateş külü, ergin olan, dogru yola daha yakın, hareket ermele ( ارﻣﻠﻪa.s.c.: erâmil, erâmile): dul kahattı daha iyi olan, dm. [dâimâ c. "erâmil" kullanılır], erşed-i evlâd: çocukların en ergini, ermide ( ارﻣﻴﺪهf.s.): durmuş, sâkin. erşem ( ارﺷﻢa.s.) : 1. vücûduna igne batıı-ıp Ermin ( ار سf.h.i.): Keykııbât'ın dördüncü çivit ile resim ve şekil yapmış olan [adam]. oğlu. 2. yemeğin kokusundan iştahı gelip karni ermiye ( ارﺑﻪa.i. remi'nin c.) : dolu yağdıı'an acıkan [adam]. kasırga bulutları. ertâ ( ارﻃﻰa.i.): tabalcların, yaprağıyla sahtiermûd ( ارﻫﻮدf.i.): armut, (bkz : emrûd). yan [deri] boyadıkları bir nevi ağaç, ermûn ( ارﻣﻮنf.i.): gündelikçiye peşin verilen ertel ( ارشa.s.): peltek [adam], (bkz : erett). ücret, (bkz: arbûn). erteng ( ا ر ﺗ ﺪf.i.)-: Iran hurafelerine göre meşerneb ( ا ر بa.i.c.: erânib): zool. tavşan, llur ressam ve nakkaş Mânî'nin yaptığı resimleri İçine alan koleksiyon, mecmûa, ernebe ( اربa.i.c. erânîb): anat. burun ucu. dergi, (bkz : engelyun, erjeng). ernebiyye ( ا رﻧﺒﻴ ﻪa.i.): zool. tavşangiller. erûm ( ارومa.i. erûme'nin c .): bot. sâk-1 cezri, Ernevâz ( ارﻧﻮازf.h.i.): Cemşîd'in kız kardeşi*köksap [lar]. dir [ki öteki hemşiresi Çehrinaz ile berâbelCrUme اروﻣﻪ (a.i. c . : erûm ): kök; anakök. Dahhâk'in sarayında idiler. Dahhâk öldükten sonra Feridun'un idâresine geçtiler]. erUs ( اروسfi.) : kumaş; meta. ؟61
erva' erva' ( اروعa.s.): 1. çok güzel [genç]. 2. son derece cesur ve yiğit [adam], ervâh ( ارواحa.i. rûh'un c .) : canlar, hayâtın cevherleri. ervâh-ı h ab ise: kötü ruhlar, [cinlerle şeytanlardan kinâye bir deyim], ervâh-ı latife : melâikeden kinâye olan bir deyim. ervâh-ı malcamât: müzik makamlarının ruhları. ervâh-ı mukaddese : kutsal ruhlar, ervâh-ı tayyibe : iyi ruhlar, ervâhî ( ارواﺣﻰa.i.c.): ruhlar âlemine mensup olanlar. ervâhiyye ( ارواﺣﻴﻪa.i.) : fels. tabiatın bütün varlıklarında insanmlcine benzer ruhlar bulunduğu yolundaki illcel İnanç, *canlıcıilk, fr. animisme. ervâlc ( ارواقa.i. revk'ın c .): 1. perdeler. 2. çadırlar. ervâm ( اروامa.h.i. rûmî'nin c .): 1. Roma'lılar. 2. Rûmiler, Arap diyârının dışında bulunanlar. ervâne ( ارواﻧﻪf.i.) : 1. bot. yabâni şebboy, (bkz : erdâne). 2. zool. bir cins dişi deve, arvana. erveb ( اروبa.i.): yoğurt, (blcz : duğ). ervenân ( اروﻧﺎنa.s.): 1. dik [ses]. 2. sılcıntılı, ıztıraplı [gün]. ervend ( اروﻧﺪf.i.) : 1. tecrübe, sınama, deneme. 2. şeref ve itibar, ervin ( اروﻳﻦf.i.). (bkz : ervend'). eryâf ( ارﻳﺎفa.i. rîf'in c.) : ma'mur, verimli, düz ve ekini bol olan yerler, erz ( ارزa.i.): pirinç [hububattan], fasihi "erüz” dür. erz, erziş ارزش، ( ارزf.i.): kıymet, baha, değer, kadir ve itibar. erzâk ( اوزاقa.i. rızk'ın c .): yiyecek, İçecek, yenilecek, içilecek şeyler, azıklar, erzak-ı askeriyye : askere verilen yiyecekler, erzak-ı mukaddere : Allah'ın herlcese takdir ettiği rızık. erzâl ( ارذالa.s. rezîl'in c .): alçaklar, soysuzlar, yüzsüzler, (bkz: rüzelâ). erzân ( اوزانf.s.): 1. ucuz. 2. lâyık, uygun, yerinde. erzân-bahâ ( ارزان ﺑﻬﺎa.f.b.s.): ucuz fiyatlı. 262
erzânî ( ارزاﻧﻰf.i.): 1. ucuzluk. 2. lâyık görülme) liyâkat. e z â n iş ( ارزاﻧﺶf.i.): hayır ve iyilikler, erze ( ارزهf.i.): 1. samanlı Siva ؟amuru. 2. çamdan çıkarılan zift. 3. eski usûle göre yeryüzünün bölündüğü yedi iklim, yânî yedi parçadan birinci iklim, elcvatora yakın olan mıntıka. 4. bot. çam, fr. pin. erze ( ارزهa.i.) : çam ağacı, erze-ger ( ارزه ﺳﻤﺮf.b.i.): sıvacı, erzel ( ارذلa.s. rezîl'den): 1. alçak, soysuz. 2. daha [en, pek, çok) rezil. I erzel-i nâs : insanların en fenâsı. erzel-i S m r : İhtiyarlığın sonları, bunaklılc günleri. erzen ( ارزنf.i.) : darı [hububattan]. erzen-i zerrin (yaldızlı darı) : mec. yıldızlar, erzenin ( ارزﻧﻴﻦf.i.): darı ekmeği, erzide ( ارزﻳﺪهf.s.): pahâsı kesilmiş, biçilmiş [?ey]. erziz ( ارزﻳﺰf.i.): kalay, esâ ( اﺳﺎa.i.) merhem, ilâç, es'ab ( اﺻﻌﺐa.s. sa'b'dan): daha (en, pek) güç, zor. es'ab-1 umûr : işlerin en zoru, es'abî ﺛﻌﻠﻰ١(a.i.): gayet güzel ve beyaz göz. esâbi' ( اﺻﺎﺑﻊa.i. ısbı'ın c .): parmaklar, esâbi'ü'l-kadem: ayak parmakları, esâbi'-zîb : parmaklarım süsleyen, esâbi'-zîb-i dest-i te k rim : tekrim elinin parmalclarım süsleyen; mec. ele hürmetle alman. esâbî' ( ا ﺳ ﺎ ﺑ ﻊa.i. üsbû'un c.) : haftalar, esâbi'-sukur ( اﺻﺎﺑﻊ ﺻﻌﺮa.b.i.) : bot. meryemana eli denilen bir kök. esâbi'ü'l-azârî ( اﺻﺎﺑﻊ اﻟﻌﺬارىa.b.i.): parmalc üzümü. [Anadolu'da “ hâtûn parmağı'' denilen üzüm]. es’ad ( اﻣﻌﺪa.s. said'den.): pek said, daha saâdetli; çokhayırlı, en mutlu, es'ad-ı eyyâm : günlerin en mutlusu, esâfil ( اﻣﺎ ﻓ ﻞa.s. esfel'in c .): pek aşağı ve bayağı olanlar, halkın en aşağı tabakası, esâfil-i nâs : halkın en aşağı, en bayağı takıe s â fili ؟a r k : paryalar.
esbâb-ı cefâ
esahh ( اﺻﺢa.s. sahîh'den): daha (en, pek) sahih, dogru. esâhîc ( اﺳﺎه؛جa.i. eshece'nin c .): türlü türlü yürüyüşler. esâka ( اﻣﺎقﺀa.s.): üzengi kayışı, esâkıf ( اﻣﺎﻗ ﻒa.i. üsküfün c .): piskoposlar, metropolitler. esâkîf ( اﺳﺎﻛ ﻒa.s. eskefin c .): eskiciler, kunduracılar, köşkerler. esâlîb ( ا ﺳﺎﻟ ﺐa.i. üslûb'un c .): usuller, yollar, tarzlar, İfâde şekilleri. esâme ( اﻣﺎﻣﻪa.i.): yeniçerilerin kaydı,., ulûfe defteri. esâmî ( اﻣﺎﻫﻰa.i. İsm'in c. olan esmâ'ın c.): 1. namlar, adlar, (bkz : esmâ'). 2. Muallim Nâci'nin şâir ve ediplerin biyografilerine dâir 1891'de basılmış bir eseri, esânîd ( اﺳﺎﻧﻴﺪa.i. isnâd'ın c.). (bkz : İsnâd). es'âr ( اﻣﻌﺎرa.i. si'r'in c.): satılan şeylerin bilinen fiyatları, narhlar. Galâ-yî es'âr : fiatlarin yüksekliği. es'âr ( اﻣﺎرa.i. su'r'un c.): yiyecek İçecek artığı, esârâ ( اﺋ ﺮ ىa.i. esîr'in c .): esirler, köleler, (bkz: üserâ). esâre ( اىرهa.i.). (bkz : esire, esre), esâret ( اﻣﺎر تa.i.): 1. esirlik, harp esirliği, .tutsaklık. 2. kölelik, kulluk, hüküm altında bulunma.Taht-ı esâret: esirlik altında. esâret-î vicdâniyye : vicdan esirliği, esârîr ( اﺳﺎرﻳﺮa.i. sırr'ın c. olan esrâr'ın c .) : 1. avuç ve alındaki çizgiler. 2. yüz güzelliği, esâs ( اﺛﺎثa.i.): döşeme, minder gibi ev eşyâsı. esâs-ı b e y t: ev eşyâsı. esâs ( اﻣﺎسa.i.c. esâsât): 1. asil, temel, dip, kök. 2. doğruluk, gerçek. esâs d evre: eko. esas olarak alman kıymet sayısı ile alâkalı .sayışım bilgilerinin topİandıgı dönem. esâs f ia t : eko. fiatlara esas olarak alman unsur. esâs m âliyyet: eko. 1) İptidâî madde ve müstahsil İşçilik mâliyeti; 2) eko. direkt mâliyet, istihsâlin umûmî hacmine göre inip çıkan mâliyet. esâs m evduat: eko. herhangi bir ikraz veyâ istikraz neticesi husûle gelmeyen mevdûât.
esâs serm âye: eko. 1) hisselere bolünmüş şirket sermâyesi2 )؛kurucular veyâ ortaklar tarafından taahhüt edilen sermâye, esâs iic ret: eko. İlâve, ikrâmiye, tahsisat, prim gibi ödemeler hâriç olmak üzere verilen ücret. esâsât ( ا ﺳﺎﻣﺎ تa.i. esâs'ın c .): esaslar, esâse ( اﺳﺎﺳﻪf.i.): göz ucu ile bakma, esâsen ( ا ﻣﺎ ﻣﺎa.zf.): esâsından, aslından, kendiliginden, temelinden, (bkz: zâten), esâsî, e s â s iy e اﺳﺎﺳﻴﻪ، ﺳﺎ س١ (a.s.): asil ve temele mensup, esasla ilgili. Kanûn-1 esâsî, Teşkilât-ı esâsiyye: Anayasa, esaslı ( اﺳﺎﺳﻠﻰa.t.s.): sağlam, dogru. (bkz: hakîkî, sahih). esâtîn ( ا ﻣﺎ ر نa.i. üstüvâne'nin c.). üstüvâneler, bir takımın, bir hey'etin ileri gelenleri, [müfredi bu mânâda kullanılmaz.!, esâtîn-i ulemâ : âlimlerin, (.bilginlerin) ileri gelenleri. esâtîr ( اﻣﺎ ﺑ ﺮa.i. üstûre'nin c .): uydurma hikâyeler, yalanlar, masal nevinden şeyler, mitoloji. esâtîr-i Îrânîyye : Iran mitolojileri, esâtîr-i Yûnânîyye : Yunan mitolojileri, esâtîrîi'l-evvelîn: ilk zamanlara âit masallar. esâtîz, esâtîze اﻣﺎﺗﻴﺬه، ( اﻣﺎﺗ ﻦa.i. üstâz'ın c .): üstatlar, ustalar, [kelime Farsça “ üstâd” sözünden alınmıştır]. esâtîze-i elhân (elhan üstadları): mûsiki üstatları, ustaları. esâtîze-i mûsikî : mûsiki, müzik üstatları, esâvîd ( اﺳﺎودa.i. sevâd'ın c .): siyahlıklar, karalıklar. e sâ v îr,e sâ v ire .ijL ، '، ( اﺳﺎورa.i. sivâr'ınc. olan “esvire”nin c.): kadın bilezikleri, esâvire-î m u rassaa: mücevherli, pırlantalı bilezikler. esâvir-î nîsvân : kadın bilezikleri, esb ( ا بfi.) : at, beygir, (bkz : feres). esb-î s٥b â-reftâr: yel gibi seyirten at. esb-i tâzî : Arap ati. esbâb ﺳﺎ ب١ (a.i. İâzımalar.
sebeb'in
c .): vâsıtalar,
esbâb-ı c e fâ : cefâ sebepleri. 263
esbâb-ı feshiyye
esbâb-ı feshiyye : hulc. bir ilâmın İstînâf [yeniden başlama] sûretiyle cerhini [çürütülmesini] îcâbeden sebepler. esbâb-ı hakikiyye : hakiki, gerçek sebepler. esbâb-ı matlub : huk. [eslciden] İflâs hâlinde bulunan şahsın alacaklarının kanûnî toplulugu. esbâb-ı mûcibe : huk. gerekçe. esbâb-ı m uhaffife : işlenen cürmü hafifletici sebepler. esbâb-ı m ücbire: zorlayan, icbar eden sebepler. esbâb-ı müçeddide : “esbâb-ı muhaffife” nin zıddı. Arttırıcı, kuvvetlendirici sebepler. Bir hükmün usûl ve lcanûnuna uygunluğunu İspât İ ؟in ileri sürülen sebepler. esbâb-ınalcziyye : bir ilâmın temyiz sûretiyle cerhini [ ؟ürütiilmesini] icâbettiren sebepler. esbâb-ı sah ih a : dogru'sebebler. esbâb ü efâil-i azime : büyük İşler ve sebepler. esbak ( ا ﺳ ﻖa.s. sâbık'dan): 1. öncekinden daha önceki, geçmişten önceki, daha eski. 2. ؟ok daha evvel olan. esbân ( اﺳﺒﺎنa.i.) : 1. kadınların başlarını örttülcleri ince ve güzel bir öı'tü. 2. lcadmların yüzlerini kapadılcları tül, pe ؟e. esbân ( اﺳﺒﺎنf.i. esb'in c .): atlar, beygirlei". esbât ﺑ ﺖ١(a.i. sebt'in c .): 1. rahatlaı', İıuzurlar. 2. cumartesiler. esbât ل٠( اﺳﺠﺎa.i. sıbt'm c.) : 1. evlât ve torunlar.2. kıvırcık olmayan düz ve uzun saçlar. esbât-ı b en îisrâ il: Isrâilogulları, [Yahudiler]. esb-efgen ( اﺳﺐ اﻓﻜﻦfb.s.) "atdeviren” :yalnız başına düşmana saldıran ve düşman ati Öİdül'en yigit, cenk eri; kuvvetli, güçlü, e s b e l ^ ' (a.s.): uzun bıyıklı [adam], esb-engiz ( ا ﺳ ﺐ اﻧﻜﻴﺰf.b.i.): mahmuz, esbgul ﺑ ﻮ ل١ (f.b.i.): karnıyarık denilen tohum. [“gul” kulak mânâsınadır; bu tohumun nebâtı at kulagina benzediğinden bu ismi almıştır], esbll ( ا ﺳ ﻞf.i.): at hırsızı, esb-rân 264
ا ﻣ ﺠ ﺮا ن
(f.b.s.): at süren, at koşturan.
esb-rîz, -rîs رﻳ ﺲ- ، ( ا ب رﻳﺰf.b.i.): 1. at koçusu. 2. savaç meydanı, (bkz : mızmar). esb-süvâr ب ﺳﻮار٠( اf.b.s.): ata binmiş, esb-tâz ( اﺳ ﺐ ﺗﺎزf.b.s.): 1. at koşturucu. 2. i. at kokturacak meydan. 3. her şemsî ayin 18 inci günü. escâ' ( اﺳﺠﺄعa.i. sec'in c .): ed. nesirde fikra sonlarının kafiye tarzında olan uygunlukları> mevzun nesirler. escâl ( اسﺀﺟﺄلa.i. secel'in c .): İÇİ su dolu kovalar. esdâf ( اﺻﺪافa.i. sedefin c .): sedefler, inci kabuklaı٠ı. esdak ( اﺻﺪقa.s.): daha (en, pek, ؟ok) sâdık, dogru, çandan [kimse], esed ( ا ﻣ ﺪa.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, gazanfer, haydar, hizerb, hizber, leys, şîr). esedullâh (Allah'ın arslam ): Hz. Alî. 2. astr. Güneş'in, rûmî temmuzun dokuzunda ve efrenci temmuzun yirmi üçünde İçine girdigi ve semânın kuzey yarim küresi eteginde bulunan birçok parlak yıldızdan müteşekkil beşinci bur ؟. Lât. Leo; fr. le Lion. Esedullâhu'1-gâüb (Allah'ın galip arslam) : Hz. Ali. esedi ( اﻣﺪ ىa.i.): üzerinde arslan resmi bulunan Selçûkî parası. esediyye ( اﻣﺪﻳﻪa.i.): 1. zool. arslangiller. 2. bot. sukamışigiller, fr. typhacCes. esef ( اﻣ ﻒa.i.) : acıma, kedei-, hüzün, gam, tasa. esefâî !( اﻣﻐﺎa.e.): eyvah, yazık! esef-hân ( اﺳﻒ ﺧﻮانa.f.b.s.) : esef eden, acıyan, esef-nâk ( اﻣﻐﻨﺎكa.f.b.s.) : acıklı, hüzünlü, esele ( اسa.i.c. eslâl, iisel): bot. (bkz : esi), esenn ( اﺳﻦa.s.) : daha (en, pek, ؟ok) yaşlı. esenn-i çüyûh : yaşlıların en yaşlısı, eser ر٠( اa.i.) : serçe kuşu, (bkz : usfûr). eser ( اشa.i.c. : âsâr): 1. nişan, iz, alâmet. 2. te'lif. 3. basılmış kitap. 4. hadis-i şeı'îf. 5. târih, vakayi lcitabı. 6. bil. lcimsenin meydana getirdigi şey. 7. te'sir. eser-i ced id : [eskiden] mevcut kâgıtlaı-dan birinin adi. [Kâğıdın başında Arap harfi ve soguk damga ile eser-i cedid yazılı oldugu İ ؟in bu adi almıştır], eser-i h ay â t: hayat, canlılık alâmeti.
eshâb-ı sebt
eser-i hayr : hayırlı İş. eser-i hayret: şaşkınlık belirtisi, eser-i îcâd : icat mahsûlü, eser-i mesâî: çalışarak meydana getirilen eser. eser-i san'at: san'at eseri, fr. objet d'art. eser-i telâş : telaş belirtisi, esere, eseri ا ر ى، ( ا رهa.i.): 1. anlatılan "ilm ü kelâm" in sonu, neticesi. 2. s. en güzel eşyâyı kendine ayıran [kimse].esfâ ( اﺻﻬﻰa.s.) : en saf, en temiz, esfâr ( اﺳﻬﺎرa.i. sefer'in c .): 1. yolculuklar, yola gidişler. 2. düşmana karşı gidişler, esfâr-ı bahriyye : deniz seferleri, esfâr-ı baide : uzak seferler, yolculuklar, esfâr-ı bihâr : deniz seferleri, (bkz : esfâr-ı bahriyye). esfâr-ı hasire : içdenizlerde yapılan seferler, esfâr ( اﻣﻔﺎرa.i. sifr'in c .): büyük kitaplar, ciltler. esfât ( اﺳﻔﺎ طa.i. sefet'in c .): sepetler, esfel ( اﺳﻔﻞa.s.): 1. en sefil, pek aşağı, çok bayağı. 2. aşağı [taraf], esfel-i sâfilin : cehennem. 3. kıç, makat, esfeliyyet ( ا ﺳﻨﻴ ﺖa.i.): aşağılık, eshâ' ( اﻣﻬﺎﺀa.s.c.): rengârenk, türlü türlü. (bkz : gûnâ-gûn). [müfretsiz cemidir], eshâ' ﺧ ﻰ٠( الa.s. sahi'den): daha (en, pek, çok) sahi, cömert, eli açık [kimse], eshâb ( ا ى ﻇ ﺐa.s. sâhib ve sahb'm c.): 1. sâhipler, mâlik ve mutasarrıf olanlar, (bkz : sâhib). 2. Peygamberimizi görmek ve sohbetine ermek şerefini kazanmış kimseler. eshâb-ı abâ . (bkz : âl-i abâ). eshâb-ı akar : gelir sâhipleri. eshâb-ı âm âl: aç gözlü, hırslı kimseler, eshâb-ı a'râf: Cennetle Cehennem arasında kalıp her ikisine de giremeyen ruhlar, eshâb-ı Bedr: Bedir gazâsi'nda Peygamberimizin maiyyetinde bulunan iman sâhibi kimseler, [bunların bâzı kaynaklara göre 305, bâzı kaynaklara göre de 313 olduğu bildiriliyor]. eshâîj-ı câh : rütbe sâhipleri. eshâb-ı cahîm: Cehennemlikler.
eshâb-ı cennet: Cennete gidebilecek olan lar. eshâb-ı devlet: ı) servet sâhipleri, zenginler. 2) ileri gelenler. eshâb-ı dirâyet: dirâyetli, becerikli kimse ler. eshâb-ı emlâk: mal, mülk sahibi olan kimse ler. eshâb-ı ferâiz: huk. terekeden kendilerine şer'an muayyen sehim takdir olunan vereeshâb-ı güzîn : Hz. Muhammed'in yalcınlaeshâb-ı hayr : hayır sâhipleri. eshâb-ı idâre : idâre adamları, eshâb-ı intikal: bir mirastan pay alma hak kını kazanmış olanlar, eshâb-ı inzivâ : inzivaya çekilenler, eshâb-ı i'tibâr : itibar gören kimseler, eshâb-ı kalem: me murlar. Eshâb-ı Kehf: Kuran'da kendilerinden bah sedilen ve bir mağarada uzun müddet uyu muş bulunan kişiler. [Yemlîha, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyuş; Kıtmîr (köpekleri)], eshâb-ı kehânet ü şerâfet: kâhinler ve şe refli, itibarlı kimseler. eshâb-ı kibâr: Hz. Muhammed'in seçkin, değerli dostları, arkadaşları, eshâb-ı kirâm : Hz. Muhammed'in sahâbeleri. eshâb-ı kubûr: ölüler, eshâb-ı matlûb: alacaklılar, eshâb-ı mesâlih: resmî dâirelerde işlerini tâkibeden kimseler. eshâb-ı menâsib : yüksek rütbeli memurlar, eshâb-ı muâhaze : tenkitçiler, her şeyi tenkit fikri ile düşünenler, eshâb-ı mütâlaa: okuyucular, eshâb-ı Nâr : Cehennemdekiler, zebâniler. eshâb-ı rivâyet: rivâyetçiler. (bkz: râvî, ruvât). eshâb-ı salîb : Haçlı seferlerine katılanlar, Hıristiyan askerler. eshâb-ı sebt: “cumartesiciler, cumarte siye bağlı olanlar”; Yahudi kavmi. (bkz: Sebtiyyûn). 265
eshâb-1 serve. e s h â b -ı s e r v e t :
servet sâhipleri, zenginler. : Medine'de Mescid-i Nebevi civârında "Suffa" denilen misâfirhânede Peygamberimiz tarafından yedirilip İçirilen fakir Müslümanlar. e s h â b - ı s ü y û f : "kılı ؟adamları" : aslcerler. e s h â b - ı t a h r î c : İçtihâda muktedir olmayıp mezhep usûl ve lcaidelerini ve şâir fıkıh hükümlerini ve bunların delil ve mehazlarını kavramış olduklarından Sâhib-İ mezhepten veyâ mezhepte müçtehid olan zâtın eshâbından nakledilmiş olup da bir ؟ok cihetlere ihtimâl olan bir muhtemel sözü tafsile ve iki cihete ihtimâli bulunan müphem bir hükmü tavziha ve mevcut olmayan mes'elelerin hükümlerini mezhep usûl ve kaidelerinden istinbat ve tahrice muktedir olan kimseler.
e s h â b -1 S u f f a
e s h â b - ı t e d b î r : t e d b ir li k iş ile r , id a r e c ile r , e s h â b -ı
t e m y i z : ta h r ic
ve
te rc ih
k u d r e ti-
n i h â i z o l m a y ı p y a l n ı z Z â h ir -İ m e z h e p v e Z â h ir -İ r i v â y e t ile r i v â y e t - i n â d i r e y i t e f r i k a v e m e z h e p te m e v c u t k u v v e t li r e y v e m ü tâ lâ a ile z a y ı f m ü t â l â a y ı a y ı r m a ğ a m u lc t e d ir o la n k im s e le r .
: h u k . mezhepte mevcut sözlerden ve rivâyetlerden birini diğerine tercilı iktidarları bulunan kimseler, [bunlar muhtelif sözler arasından “esas” veyâ “sahih” olan veyâhut hassa veyâ kıyâsa uygun olan budur gibi tâbirlerle değişik sözlerden birini diğerine tercih ederler], e s h â b - ı t e v â r i h : târihçiler, târih yazarları, e s h â b - ı t i m â r : tımar ve zeâmet sâhipleri. e s h â b - ı y e m i n : mübarek, kutsal kişiler, e s h â b - ı z e â m e t : t a r . büyük tımar sâhipleri. e s h â b ü 'r - r e 'y : bir emre veyâ bir maddeye baglanmaksızm, kendi görüşüne ve Öİ ؟Üsüne göre hükmedenler, e s h â b ü 'r - r a k î m : Kur'ân-1 Kerim'in 18 inci sûresinin 9 uncu âyetinde bahsedilen ve bir tefsire göre, isimleri ve nesepleri yazılan levha sâhipleri. [bir tefsire göre de "rakim", keh fin bulunduğu dağın, vâdinin veyâ Eshâb-ı K ehfin köpeğinin yânî, kıtmîr adıyla meşhur olan köpeğin adıdır], e s h â m ( اﻣﻬﺎمo.i. sehm'in c .) : 1 . oklar. 2 . hisseler, paylar, nasipler. 3. bor ؟alınan paraya karşılık senetler. e s h â b -ı te rc ih
266
: Tanzimat sıralarında devletin, halka bor ؟karşılığı olarak, verdiği senetler. e s h â m v e t a h v i l â t : hisse senetleri ve tahvilleri, f r . a c t i o n s . eshâr ( اﺳﺤﺎرa.i. seher'in c.) : sabahlar, sabah vakitleri. Nesîm-İ esh âr: sabahlan esen rüzgâr. e s h â r - ı b a h â r : bahar sabahları, e s h e d ( اﺳﻬﺪa.s.): becerikli, açıkgöz [adam], e s h e l ( اﺳﻬﻞa.s. sehl'den): daha (en, pek) kolay. e sh â m -1 u m û m iy y e
: en kestirme, en ؟ikar yol. : işlerin en kolayı, e s h ı y â ' ( اﺳﺨﻴﺎﺀa.s. sahi'nin c .): cömertler, eli a ؟ık olanlar. e s h i y e ( اﺳﺤﻴﻪa.i. sihâ'nın c.) : 1 . ince deriler. 2. beyin zarları. e s i f ( ا ﺳ ﻒa.s.): esefli, kederli, gamlı, e s i h h â ' ( ا ﻣ ﺤﺎﺀa.s. sahih'in c.) : vücûdu Sihlratte bulunanlar, özürsüz olanlar, e s i l d i (a.s.): 1. uzun, dolgun ve parlalc [yüz]. 2 doğru şey. e s h e l-i t a r i k
e s h e l-i u m û r
e s il
( اﺷﻞa . s . ) : ş e r e f li v e
e s 'i l e
اﻣﺌﻠﻪ
e s im
ص
o t o r it e r [a d a m ],
(a .i. s u â l 'i n c . ) : s o r u l a n ş e y le r , ( a .s .) : g ü n a h k â r , y a la n c ı, k a b a h a tli,
SU ؟İU [ k im s e ] . e s in e
٠ا ﻣﻴﺎ
( a . i . ) : 1 . k i r i ş i n b i r k a t i. 2 . y a l ı n k a t
tasm a. e s in n e
ا ﺳﻪ
(a .i. s i n â n 'ın c . ) : 1 . k ıl ı ç l a r . 2 . s ü n -
g ü le r . 3 . b i l e ğ i t a ş la r ı .
( اﺋﻴﻮa.i.): kâinatı dolduran ve bütün cisimlere niifûzeden, fizikçilere ışık, harâret ve elektrik gibi şeylere nakil vâsıtası hizmeti gördüğü farzolunan, tartı'sız, elâstiki ve akıcı hafif bir cisim.fkelime Rumcadan Arapçaya geçmiştir]. esir ( ا ﺳﺮa.s.c.: üserâ) : 1. savaşta düşman eline düşen lcimse, *tutsak. 2. kul, köle. 3. düşkün, vurgun. e s î r - i a ş k : aşkın esiri, aşka t u t u l m u ş ,
e s ir
e s î r - i f i r â ş : y a t a la k , e s î r - i h a r b : h a r p e s ir i, e s î r - i h i z m e t : h i z m e t e s ir i, e s î r - i s â f i y y e t : s a f l ı k e s ir i, e s îr -i t u r r a - i c â n â n : s e v g ilin in p e r ç e m in in e s ir i.
esmar esîr-âne ( ' ﺳ ﻴ ﺮ ا ﻻa.f.zf.) : esirce, kulca, kölece, esire ( ا ﺳ ﺮهa.i.). (bkz : esâre, esre), esiri ﺳ ﺮ ى١ (a.i.) : esirlik, kulluk, kölelik ؛tu tsaklık: tutkunluk. esiri ( ا ﺳ ﺮ ىa.s.): esirle ilgili, uçacak gibi hafif, esirre ( ا ﺳ ﺮ هa.i. serir'in c .): tahtlar, oturacak yerler. esîrü'l-Hind ( ا ﺳ ﻴ ﺮاﻟ ﻬ ﻔ ﺪa.b.i.): "Hint esiri'' : sözü dinlenmeyen, şarlatan [kimse], esis ى٠( ا بa.i.): 1. asil. 2. armagan olarak verilen ?ey. eskal "( اﻣﺌﻬﺎلka" uzun okunur, a.i. sıkal'ın c .) : ağır yükler, ağır ?eyler. eskal ( ا ﺛ ﻬ ﻞa.s. sakil'den): 1. daha (en, pek) sakil, en ağır. 2. en çirkin. 3. kaba, can sıkıcı, eskam "( ا ﻣ ﻐ ﺎ مka" uzun okunur, a.i. sakam'm c .): hastalıklar, illetler, dertler, (bkz: emrâz). eskam-ı demeviyye: fizy. kan bozuklukları, eskef ( ا ﺳ ﻜ ﻒa.i.c. esâkif): eskici, kunduracı, köşker. eskefe ( ا ﺳ ﻜ ﻔ ﻪa.i.): eşik, kapının basamağı, (bkz: atebe, südde). esi ( ا شa.i. esele'nin c .): bot. karaılgm ağacı, (bkz: esele). eslâf ( ا ﻣ ﻼ قa.i. selefin c .): bir me'murlukveyâ hizmette birinden önce bulunmu? olanlar, yerlerine geçilen kimseler, geçmişler, eslah ( ا ﺻ ﻠ ﺢa.s. sâlih'den): daha (en, pek) sâlih, iyi. eslahakallah : Allah seni ıslâh etsin,
esliha-i câriha : cerh edici, yaralayıcı silâhlar. [kılıç, hançer, lcama ve şâire gibi], esliha-i cedide : yeni silâhlar, esliha-i hafife : hafif silâhlar [tabanca, tüfek gibi]. esliha-i n â r i^ e : ateşli silâhlar, esliha-i sakile : ağır silâhlar, [top gibi], esmâ' ( اﺳﻤﺎﺀa,i. İsm'in c .): adlar, (bkz: esâmî). esmâ-i seb'a (yedi a d ): [hayy, alim, mürîf, kadir, semi', basir, mütekellim] yerine kullamlan deyim. Esmâ-yi Hüsnâ, Esmâ-yi Şerife (Allah'ın en güzel, en ?erefli isimleri): [99 tanedir ve ?unlardır: Adi, Afüvv, Ahir, Aliyy, Alim, Azim, Aziz, Bâis, Bâkî, Bârî, Basir, Bâsıt, Bâtın, Bedi', Berr, Câmi’> Cebbâr, Celil, Dârr, Ehad, Evvel, Fettâh, Gaffâr, Gafûr, Ganiyy, Habir, Hâdî, Hâfid, Hafiz, Hakem. Hakim, Hakk, Hâlik, Halim, Hamid, Hasib, Hayy, Kabız (“ka" uzun okunur). Kadir ("ka” uzun okunur), Kahhâr, Kaviyy, KayyUm, Kebir, Kerim, Kuddiis, Lâtif Mâcid, Mâlikü'l-Mülk, Mâni', Mecid, Melik. Metin, Muahhir, Mucib, Mugni, Muhsi, Muhyi, Muid, Muizz, Mukaddim, Mukıyt, Muksit, Muktedir, Musavvir, Mübdî', Müheymin, Mü'min, Mümît, Müteâlî, Müntekim, Mütekebbir, Muzill, Nâfi', Nûr, Râfi'١ Rahim, Rahman, Rakib, Ra'ûf Re?îd, Rezzâk, SabUr, Samed, Selâm, Semi', Çehîd, Şekûr, Tevvâb, Vâcid, Vehhâb, Vâhid, Vâlî, Vâris, Vâsi', Vedûd, Vekil, Veliyy, Zâhir, Zü'l-Celâli ve'1-ikrâm.].
eslâl ﺛ ﻼ ل١ (a.i. esl'in c .): bot. karaılgm ağaçlan.
esmâ' ( ا ﺳ ﻤ ﺎ عa.i. sem'in c .): kulaklar, kulak işitmeleri.
eslâs ( ا ﺛ ﻼ ثa.s. süls'ün c .): üçtebirler, üçtebir parçalar.
esmah ( ا ﺳ ﻤ ﺢa.s.): en semahatli ؛çok eli açık, pek cömert.
esleb ( ا ﺛ ﺐa.i.): 1. insanin yüzünde veyâ vücudunda bulunan ben. (bkz: hâl). 2. çerçöp, süprüntü, moloz.
esmâk ( ا ﺳ ﻤ ﺎ كa.i. semek'in c .): balıklar,
eslem ( ا ﺳ ﻠ ﻢa.s. sâlim'den): en selâmetli, en emin, en doğru, en sağlam, eslem-i tu ru k : yolların en selâmetlisi, en emini ؛en doğru yol. eslenc ( ا ﺳ ﻠ ﺞf.i.): bot. ulama yonca, yerde sürünerek açılan yonca, esliha ( ا ﺳ ﻠ ﺤ ﻪa.i. silâh'ın c.). (bkz : silâh), esliha-i atik a: eski silâhlar.
esmâk-i azmime : zool. kemikli balıklar, esmâk-i merhii'l-misbah-ı k ısm î: zooJ. yumuşak *yüzgeçliler, fr. malacoptCrygiens. esmân ( ا ﺛ ﻤﺎ نa.i. semen'in c .): bedel(ler), kıymet(ler), deger(ler). [bizde, müfret gibi kullanılır]. esmâr ( ا ﺳ ﻤﺎ رf.i.): bot. mersin ağacı, esmâr ( ا ﺳ ﻤ ﺎ دa.i. simer'in c .): gece masalları, kıssalar, hikâyeler. esmâr ( ا ﺛ ﻤﺎ رa.i. semer'in c .): meyvalar. 267
esmâr-ı bünye-hîz esmâr-ı bünye-hîz: vücûdu canlandıran meyvalar. esmâr-ı eşcâr : ağaçların meyvaları. esmâr-ı gayr-î münferice : bot. açılmaz yemiş. esmâr-ı gûnâ-gûn: türlü türlü, ؟eşitli meyvalar, yemişler. esmâr-ı münferice : bot. açılır yemiş, esmed ٠( اﺛﻤﺎa.i.): kaba tutya, siirmetaşı, antimon. esmer ( اﺳﻤﺮa.s.): buğday renlcli, karayagız. esmerü'l-levn: karayagız. esna' ﺳ ﻊ١(a.s.): “efdal" gibi "bülent, yüksek" [şey]. esnâ' ( اﻧﺎﺀa.i. siny'in c.) : [bizde kullanılmaz] ara, aralılc, vakit, sıra.(bkz: hengâm, hin), esnâ-yî harb: ask. savaş sırası, savaş zamânı. esnâ-yî ikamet: bir yerde oturulduğu an. esnâ-yî müzâkere: bir konunun tartışıldığı
esr ( ا ﺳ ﺮa.i.) esirlik, kulluk, tutsaklık. Kayd-1 esr: esirliğe düşme. esra' ( ا ﺳ ﺮ عa.s. seri'den): daha (en, pek, çok) seri, ؟abuk. esrâr ( ا ﺳ ﺮا رa.i. sırr'ın c .): 1. gizlenilen ve bilinmeyen şeyler, aklin eremiyecegi İşler, esrâr-ı derûn : başkalarından gizli tutulan,' saklanan sırlar. esrâr-ı Elest: Elest gününün, yaratılış gününün sırlan, (bkz : Elest). esrâr-ı hafiyye : gizli sırlar, esrâr-ı hiisn ü ân : güzelliğin sırları. 2. Hint kenevirinden çıkarılan, uyuşturucu ve sarhoş edici te'sirleri olan bir zehir, [kelime, miifret olarak kullanılır], esrâr-âlûd آﻟﻮد
ا ﺳ ﺮا ر
(a.f.b.s.): esrarlı,
esrâr-engîz ( ا ﻣ ﺮ ا ر ا ﻋ ﺰa.f.b.s.): sırlı, gizli, esrâr-keş ( ا ﻣ ﺮ ا ر ﻛ ﺶa.f.b.s.): esrar ؟eken, esrar kullanan, esrar tiryâkisi. Esrâr-nâıne( ا ﺳ ﺮا رﻧﺎﻣﻪa.f.b.s.) : ŞeyhFeridüddin Attâr'ın tasavvufa dâir ünlü eseri,
esnâ-yî râh : yolda giderken, yürürken, esnâ-yî tesâdüm : ask. müsâdeme sırası, ؟arpışma zamanı.
esre ( ارهa.i.): eski zamanlardan rivâyet ve hikâye edilegelen bilgi ve haberlerin neticesi, (bkz : esire, esâre).
esnâf ( ا ﻣﻨﺎ فa.i. sınf'ın c.) : 1. neviler, ؟eşitler, cinsler, zümreler, lcategoriler. 2. bir sanatla veyâ dülckâncılılcla geçinen [lcimse]. 3. uygunsuz, nâmussuz kadın, (blcz: âlüfte, âşüfte, fâhişe, zâniye). esnâh ( ا ﺳﺎ خa.i. sinh'in c .): asıllar, kökler.
Esrib ( اﺛﺮبa.h.i.): Medîne-İ Münevvere'nin bir başka adi. (blcz : Yesrib).
esnâh-ırieviyye : anat. akciğer petekleri, esnâm ( ا ﺻﺂمa.i. sanem'in c.) : putlar, Hıristiyanların taptıkları heykeller, sûretler. (bkz : ensâb)؛. esnâm-perestân: puta tapanlar, esnân ( اﺳﺎنa.i. sinn'in c .): 1. dişler, esnân-ı hilm : anat. alcıl dişi, yirmi yaş dişi, esnân-ı katla : kesici dişler. 2. yaşlar, esnân-ı askeriyye : kurra seneleri. 3. ؟ürümüş ağa ؟lcökleri.
esrem ( ارمa.s.): dişi kırık, dişleri dökük kim-
es-sabrıı miftâhü'1-ferec ا ﻟ ﺼ ﺮ ﻣ ﻐ ﺘ ﺎ ح ا ﻟ ﻔ ﺮ ج (a.cü.): sabır, genişliğe kavuşmanın anahtarıdır. es-salâ ( ا بa.cü.): halici namaza dâvet İ ؟in lcullamlan bir söz mânâsına gelmekle berâber: "lcendine güvenen meydana ؟ıksin!'' mânâsında kullanılır, es-selâm ( ا ﻟ ﻼ مa.cü.): selâmlaı., hayırdııâlar olsun, [sulh ve selâmet], esta' ( اﺳﻌﻠﻊa.s. satı'dan): uzun boyunlu [insan ve hayvan].
estabe ( اﺳﻬﻠﻪa.i.): üstübü denilen keten tarantısı. esnân-ı nâbiyye : anat. küçük azıdişleri. estagfirullah ( ا ﺳ ﻔ ﻔ ﺮ ا ﻟ ﺪa.b.zf.): “Allah'dan mağfiret (afiv) dilerim, ricâ ederim; hi ؟bir esniye ﺷﻪ٠( اa.i. senâ'nın c .): medihler, sitâyişleı٠> zaman, mahcûbediyorsunuz, hâşâ, bir şey bir adamm, bir şeyin iyiliğini ve güzelliğideğil” mânâlarına kullanılır, ni söylemeler. esnîye-î seniyye : pâdişâhı medhetmeler, öv- estân, estâne ﺳﺎﻧﻪ، ( ا ﺳ ﺘﺎ نfi.) : uyku uyunacak ve istirâhat edilecek yer. meler.
eşedd-î mütâzâ.
estâr ﺗ ﺮ١ (a.i. sitr'in c.) : örtüler, perdeler, (bkz: sütûr). estâr ( اﻣﻄﺎرa.i. satr'ın c.): yazı şıraları, dizileri, (bkz: sütûr). estâr-ı kitâb : kitap satıı-ları. ["sütûr” daha çok kullanılır]. estarek ( ا ﺻ ﻄ ﺮ كf.i.): kara günlük ağacının zamlcı. esteh ( ا ﻣ ﺘ ﻪf.i.) : 1 çekirdek, (bkz : heste). 2. kemik. ester ( اﻣﺾf.i.) : katır, (bkz : bagl). esterven ( ا ﺳﺘ ﺮ و نf.s.) : çocuk doğurmayan, kiSirkadm. estine ( اﺳﺠﻪf.i.): yumurta, (bkz: âstîne, beyzâ). esûf ( اﺳﻮفa.s.): pelc çabuk eseflenen, kederlenen, yüreği yufka, (bkz : esvef). esûm ( اﺛﻮمa.s.): pek yalancı ve günahkâr [adam]. esvâ' ( ا ﺻ ﺮا عa.i. sâ'ın c.) : 1. çukur yerler. 2. Öİçekler. 3. ?arap kadehleri, esvâb ( اﺛﻮابa.i. sevb'in c.) : giyimler, giyecek ?eyler. esvâf ( اﺻﻮافa.i. sûf'un c.) : koyun yünleri, [halk "sof" der]. esvâk ( اﺳﻮاقa.i. sûk'un c .): alışveriş yerleri, çarşılar, pazarlar. esvâr ( اﺳﻮارa.i. sûr'un c .): 1. kaleler, hisarlar. 2. ziyâfetler. esvât ( ا ﺻ ﻮا تa.i. savt'm c.) : sesler, sadâlar. esvât-ıhayvânât: hayvanflarm] sesleri, esved ( اﺳﻮدa.s. sevâd'dan): siyah, kara, esvedeyn ( اﺳﻮدسa.i.c.): "iki siyah” : yılanla akrep. esvedii'l-kalb اﻣﻮداﻟﻘﻠ ﺐ (a.b.i.). (bkz: süveydâü'l-kalb). esvef ( اﺳﻮفa.s.). (bkz : esûf). esvide ( اﺳﻮدهa.i. sevâd'ın c.) : 1. siyahlıklar, karalıklai"; karaltılar. 2. çokmalflaı']. esyâf ( ا ﺳﺎ فa.i. seyfin c .): kılıçlar, (bkz : süyûf). [bizde "süyûf” daha çok kullanılır], esyâh ( اﺳﻴﺎحa.i. seyh'in c.) : 1. akar sular. 2. çizgili elbiselei". (blcz : süyûh). esyân ( ا ﺑ ﺎ نa.s.): hüzünlü, lcederli, üzüntülü [adam]. Eş'ab ( ا ﺷ ﻌ ﺐa.h.i.): Araplar arasında meşhur bir tamahkâı'ın adi.
eçâib ( ا ﺷﺎﺋ ﺐa.s. üşâbe'nin c .): karışıklıklar; cins bozuklukları. eçâim ( ا ﺷﺎﺋ ﻢa.s. eş'em'in c .): en uğursuzlar, en ?omlar. eçâire ( ا ﻧ ﺎ ر هa.s. eş'arî'nin c .): dinde meşhur, imam Ebü'1-Hasen el-Eş'arî'ye bağlı olanlar, sünnet ehlinin bir kısmına dâhil olanlar, (bkz: MâtUrldiyye). e?âm ( ا ﺛ ﺎ مf.i.) : ölmeyecek kadar az yiyecek ve İçecek ?ey. (bkz : âşârn, kut-i lâ-yemût). eç'ar ( ا ﺷﻌﺮa.s. şâir'den) : en, daha güzel şiir söyleyen. eş'ar-ı nâs : halkın en iyi ?iir söyleyeni, eş'ar-ı zemân : zamâmn en iyi ?iir söyleyeni, eş'âr ( ا ﺷﻌﺎرa.i. şi'r'in c .): 1. vezinli ve kafiyeli sözler, (bkz : nazm). 2. (şa'r'ın c .): kıllar, eç'âr-ı guddeviyye : bot. bez tüyler, e ş 'â rı miimisse : bot. emici kıllar, eş'arî ( ا ﻧ ﺮ ىa.s.c.: eşâire). (bkz : eşâire). eşbâh ( ا ﺷ ﺎ حa.i. şebâh'ın c .): 1. şahıslar, cisimler, vücutlar, gövdeler. 2 ٠büyük kapılar. 5. uzaktan görünen ?eyler, hayaller, karaltılar. e?bâh ( اﺷﺒﺎهa.s. ?ibh ve ?ebih'in c .): 1. nazirler, misiller, benzeyenler, eşler, (bkz: endâd). 2. İbn-i NUceym ile İbn-i Vekil'in “Furû”a, Süyûtî'nin "nahv" e âit meşhur eserleri, [kiSaitlimi? a d i: el-eşbâh ve'n-nezâir). eşbâl ( ا ﺑ ﺎ لa.i. ?İbl'in c .): arslan yavrulan, eşbeh ( ا ﺑ ﻪa.s. şebîh'den): 1. en müşâbih, pek benzeyen. 2. en iyi, en güzel. ["Cümle-İ eş'ârında bu matla-ı meşhurdan eşbehi yoktur.”- (Lâtîfî)]. e?bû ( ا ﺑ ﻮf.i.) : kömürlük,, kömür lconulacak yer. eşca' ( ا ﺷ ﺠ ﻊa.s. şecî'den): daha (en, pelc) ?ecâatli, en cesur ve yiğit, eşcân ( ا ﺷ ﺠﺎ نa.i. ?ecen'in c .): gamlar, tasalar, elemler, kederler, sıkıntılaı'. eşcâr ( ا ﺷ ﺠﺎ رa.i. ?ecer'in c .): ağaçlar. e?câr-ı bâg : bahçenin ağaçları. eşcâr-1 müsmire : meyva ağaçları, eşdak ( ا ﺷ ﺪ قa.s.) : doğru söz söyleyen, eşedd ( ا ﺷ ﺪa.s. şedîd'den) : daha, (en, pek) şiddetli, çetin ve sert. e?edd-i İhtiyâç : en zorlu ihtiyaç. e?edd-i m ücâzât: en şiddetli cezâ. 269
eşekk
eşekk ( ا ﺷ ﻚa.s.): ؟ok şek sâhibi, fazla tereddüdeden. eşeli ( اﺣﻞa.s.): ؟olak [kimse], eş'em ( اﺷﺺa.s.c. eşâim ): daha (en, pek) ugursuz, şom. eş'emü min B esû s: Besûs'tan daha ugursuz. [Arap atasözü], (bkz : besûs). eşen ( اﺷﺲf.s.): 1. ters giyilmiş elbise. 2. kavun ve karpuzun hami, kelek, eşerr ( اﺷﺮa.s. şerîr'den): daha (en, pek, ؟ok) şerir, şer'li. eşerr-i nâs : insanların en şerlisi, eşfâ ( ا ضa.s.): en şifâlı [şey]. eşfâ-yi edviye : ilâçların en şifâlısı. eşfâk ( اﺷﻐﻖa.s. şefîk'den): 1. daha, (en, pek) şefkatli, ؟ok merhametli. 2. i. erkek adi. eşfâk ق١ ﺧﻎ١(a.i. şafakat mânâsına gelen “şafak” in c .): şefkatler, merhametler, acımalar, [müfredi, bu mânâda kullanılmaz], eşfâk-ı şâm ile: herkese yapılan merhametler. eşfâr ( ا ﺷﻔﺎرa.i. şüfr'ün c .): göz kapağının kenarları, kirpik yerleri. eşgal "( ا ﻧ ﻔ ﺎ لga" uzun okunur, a.i. şugl'ün c .): İşler, güçler. Ta'tîl-i eşgal (İşleri bırakm a): grev. eşgâl-i mühimme : ehemmiyetli İşler, eşgal ب (a.s. m eşgulden): daha (en, pek) meşgul, ؟ok İŞİ olan. eşhâ ( اﺷﻬﻰa.s. şehî'den): en ؟ok, pek fazla sevilip beğenilen, istekle yenilen [şey], eşhâd ( اﺷﻬﺎدa.i. şâhid'in C.C.). (bkz : şevâhid, şühûd). eşhâr ( اﺷﺨﺎرf.i.) : 1. kalye taşı denilen radyom hamızı. 2. nişadır. eşhâs ( ا ﺷ ﺨﺎ صa.i. şahs'ın c .): adamlar, kişiler, kimseler. eşhâs-ı ma'rûfe : bilinen, tanınmış kimseler, eşhâs-ı m uzırre : zararlı kimseler, eşheb ( ا ﺷ ﻬ ﺐa.s.): 1. beyaz, kir at. 2. soğuk [gün]. 3. gü ؟İş. 4. i. arslan. (bkz : esed, gazanfer, ؟îr, dırgam). eşhedü ( ا ﺷ ﻬﺪa.n. şehâdet'den): “şâhitlik, *tanıklık ediyorum” mânâsına, eşhedü en İâ İlâhe illallah : Allah'tan başka Tanrı olmadığına *tanıklık ederim.
eşhel ﺷ ﻬ ﻞ١ (a.s.) : koyun gözlü, elâ gözlü [adam]; kırmızı ile karışık koyu mâvi, elâ [müen. “şehlâ” dır]. eşher ( ا ﺷ ﻬ ﺮa.s. şehir'den) : en şöhretli, pek meşhur, ؟ok iyi tanınmış, eşher-i şuarâ-yi zemân : zamânm en taninmış şâiri. eşhür ( ا ﺷ ﻬ ﺮa.i. şehr'in c.) : aylar. eşhiirü'1-hacc ( ا ﺷ ﻬ ﺮ ا ﻟ ﺤ ﺞa.b.i.) : “ hac aylan" İslâm'dan evvel "Kâbe" nin tavâf edildiği aylardır : [Şevvâl, Zilka'de ile Zilhicce'den de alınan 10 günle, cem'an 70 gündür], eşhürü'l-hurum ( ا ﺷ ﻬ ﺮ ا ﻟ ﺤ ﺮ مa.b.i.) : İslâm'dan evvel, harbin ve ölümün haram kabul edildigi arabi aylarından “Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Receb” aylan, [bu aylarda “Kâbe" civârmda av dahi avlanamazdi]. eşhürün ma'lûmât ( ا ﺷ ﻬ ﺮ ﻣﻄﻮﻣﺎتa.b.i.). (bkz: eşhürü'l-hacc). eşi'a ﺷﻌﻪ١ (a.i. şuâ'ın c.) : aydınlıklar, ışıklar, (bkz : pertev, ziyâ'). eşi'a-yi âlem-tâb-1 âftâb : Güneşin âlemi ışıltan aydınlıkları, eşi'a-yi hûrşîd : Güneşin ışıkları, eşi'a-yi m u h ite : bot. öz *ışınlar, fr. rayons médullaires. eşi'a-pâş ﺷﻌﻪ ﻷش١ (a.f.b.s.) : nur, ışık dagitan, aydınlık veren. eşiddâ' ( ا ﺷ ﺪا ﺀa.s. şedîd'in c.) : şiddetli davranan yiğitler. eşiddâ-yi mücâhidîn : cehdeden, savaşan yigitler. eşîha ( ا بf.i.) : at kişnemesi, (bkz : sahil). eşir ( ا ذ رa.s.) : pek sevinçli, eşirrâ, eşrâr ا ﺷ ﺮا ر، ( ا ﺷ ﺮاa.s. şerîr'in c.) : azıİılar, fesat karıştıranlar, kötiüük edenler, edepsizler, haşarılar. eşk ( ا ﺷ ﻚf.i.) : gözyaşı, (bkz : dem', sirişk). eşk-i mescûm : dökülmüş gözyaşı, eşk-i sürür : sevin ؟gözyaşı, eşk-i şâdi, eşk-i şîrîn : sevinçten dökülen gözyaşı, sevinçle ağlayış, eşk-i şekkerin : sevin ؟gözyaşı, eşk-i tahassür : tahassürden, hasretten, ayrıİıktan dolayı akan gözyaşı eşk-i tarab : sevin ؟ile ağlayış, sevin ؟ile dökulen gözyaşı.
eşrefiyye eşk-i teessür : te e ssü rd e n a k a n g ö zyaşı, eşk-i telh : k ed er, k a y g ı, ta s a d a n d o ğ a n gö zy a şı.
eşka “( اﻓ ﺶk a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : d a h a (en, pelc) ş a k î, h ayd u t.
eşkah ( اﺷﻘﺢa .s .) : 1. a l ren lcli [at]. 2. k ız ıl d o n lu [h a y v a n ]. 3. k ır m ız ı y ü z lü [adam ], (b k z : eşkar).
eşkâl ( اﺷﻜﺎلa.i. ş e k l i n c . ) : b iç im le r, sUretler, ta rzlar.
eşkâl-i hayât : h a y â tın şe k ille ri, eşkâl-i hendesi^e : g e o m e tri şe k ille ri, eşkâl-i mUteşâbihe : mat. b e n z e r şe k ille r, eşkâl-ı nazm : ed. m ıs r a 'd a n k a sid e y e v a r ın c a y a k a d a r m a n z u m e le r in m ısra ' s a y ıs ı ve k a fiy e s ır a sı ile b u lu n d u ğ u sU retler; n a z ım ş e k ille ri.
Eşkâl-i Zemân (z a m â n m ş e k ille r i) : A h m e d R â s im 'in 66 k a d a r m ü sâ h a b e, d en em e, m ak a le v e fılc ra sım İçin e a la n b ir eseri,
eşk-âlüd ( اﺷﻚ آﻟﻮدf.b .s .) : g ö z ü y a şlı. eşkar ( ا شa .s .) : 1. a l re n k li [at]. 2. k ız ıl d o n lu [h a y v a n ]. 3. k ır m ız ı y ü z lü [adam ], (b k z : eşkah ).
eşk-bâr
( ا ﺷ ﻜ ﺒ ﺎ رf.b .s .) : g ö z y a ş ı y a ğ d ır a n , ؟o k
a ğ la y a n , ( b k z : eşk-rîz).
eşk-bârî رى١ﺷ ﻚ ب
( اf.b .i.) : a ğ la y ıc ılık . ( b k z :
eşk-rîzî).
eşk-efşân, -feşân
ﻓﺜﺎ ن
- ، ( ا ﺷ ﻚ ا ﻓ ﺜ ﺎ نf.b .s .) :
y a ş d ö k e n , ؟o k a ğ la y a n , a ğ la y ıc ı.
eşk-efşânî, -feşânî ﻓ ﻘ ﺎ ﻧ ﻰ- . - . ،
( ا ﺷ ﻚ ا ﻓ ﺸﺎ ﻧ ﻰf .b .i.) :
a ğ la y ıc ılık .
eşkel ( اﺷﻜﻞa .s .) : g ö z le rin in a k ı k ır m ız ılı o la n [adam ].
eşkelü'1-ayneyn : ik i g ö z ü n ü n a k ı k ız ıl o la n . Eşkeş ﺷﻜ ﺶ٠ ( f .h .i.) : ؟e h n â m e 'd e a d i geçen T U ra n lı b ir cen k çi.
eşkıyâ' ﺷﻌﺎﺀ١(a.s. ş a k î'n in c.) : d a ğ h ır s ız la n , h ayd u tlar.
eşk-rîz
٠ ( ا ﺷ ﻜ ﺮﻳ ﺰf.b .s .) : g ö z y a şı d ö k en , a ğ la y a n , (b k z : eşk-bâr).
eşk-rîzî ( اﺷﻜﺮﻳﺰىf.b.i.) : g ö z y a ş ı d ö k ü c ü lü k , a ğ la y ış, (b k z :'eşk -b ârî).
eçkû, eşküb اﻣﺸﻜﻮب، ( اﺷﻜﻮf .i .) : 1. ta v a n . 2. tab a k a , k at.
eşk-ver ﺷﻜﻮر١( f.b .s .) : g ö z y a şı d ö k en , a ğ la y ıc ı.
eşkyûd ( ا ﺷ ﻜ ﻴ ﻮ دf.s.) : müfret ve basit karşılığı olan mürekkep. eşmat ( ا ﺷ ﻤ ﻂa.s.): saçına, sakalına kir düşmüş olan. eçmel ( ا ﺷ ﻤ ﻞa.s. şâmil'den): daha (en, pek) şâmil, ؟ok şümullü olan, kaplayan, eşııa' ( ا ﺷ ﻊa.s. şenî'den): daha (en, pek, ؟ok) şeni', fenâ, kötü ve ؟irkin, eşnâ ( ا ﺷ ﺎf.s.): 1. ؟ok kıymetli mücevher. 2. yüzgeç, yüzücü, eşne ( ا ﺷ ﻪa.i.) : ağa ؟yosunu, eşneb ( ا ﺷ ﺐa.s.) : inci gibi, beyaz dişli [adam], eşrâf ( ا ﺷ ﺮا فa.s. şerifin c.) : şeref ve itibar sâhibi kimseler, ileri gelenler. eşrâf-ı belde : memleketin ileri gelenleri, eşrâk ( ا ﺷ ﺮا كa.s. şerîk'in c .): ortaklar, arkadaşlar. [şerîk'in cem'i olan "şürekâ” bizde ؟ok kullanılır]. eşrâr ( ا ﺷ ﺮا رa.s. şerîr'in c .): şerirler, azılılar, fesat karıştıranlar, kötülük edenler, edepsizler. (bkz: eşirrâ). eşrât ( ا ﺷ ﺮ ا طa.i. şarat'ın c .): alâmetler, nişanlar [Türkçe'de miifredi kullanılmaz]. eşrât-ı sâat: kıyâmet alâmetleri, eşref ( ا ﺷ ﺮ لa.s. şerîf'den): 1. daha (en, pek) şerefli, onurlu. eşref-i mahlûkat (mahlûkların en şereflisi): insan. eşref-i sâat: uğurlu ve mesut saat. 2. i. erkek adi. Eşref ﺷ ﺮ ى١ (a.h.i.): Kırkağa' ؟ın Gelenbe köyünde doğmuştur. Babasının adi Hâfız Mustafa'dır. Medresede okumuş ve bir ara Avrupa'ya kaçarak Paris ve İsviçre'de bulunmuştur. 1908 den sonra İstanbul'a dönmüştür. Hicivleriyle tanınmış olan bu şâirin pervâsız bir karakteri vardır. Eserler i : Hasbihal, İranda Yangın Var, istimdat, Deccâl, Külliyât-1 Eş'âr. [şiirleri toplanarak sonradan neşredilmiştir], (d .: 1846, ö .: 1911). eşrefî ( ا ﺷ ﺮ ﻓ ﻰa.s.): eşrefe âit, eşrefle ilgili, şerefli. eşrefim e ( ا ﺷ ﺮ ﻓ ﻪa.h.i.) : Kadiri tarikatı şubelerinden birinin adi. [kurucusu: Kuzeybatı Anadolu Kadirileri arasında pîr-i sânî (ikinci pir) olarak tanınan EşrefoglUdur]. 271
e§rem eşrem ( ا ﺷ ﺮ مa .s .): bu ru n su z, bu rn u kesik [kim se].
eşria ( ا ﺷ ﺮ ﻋ ﻪa.i. şirâ'ın c.) : yelkenler. eşria-i s ü fü n : gem ilerin yelkenleri, eşribe ( اﺷﺮﺑﻪa.i. şerâb'ın c . ) : içilecek şeyler, İçkiler.
eşribe-i bâride : soğu k içkiler. eş-Şücâ ( اﻟ ﺜ ﺠﺎa .h .i.): astr. sem ân ın gü n ey y a rim küresinde Esed (A rslan) b urcu ile Kelb-İ A sg ar (K ü çü k Köpek) b u rçları araSinda cenûba (güney) d oğ ru uzanan b ü yü k z in cirvâri b ir burç, lât. Hydra; fr. Hydre.
eştâd ( اﺷﺘﺎدf i . ) : güneş ayın ın y irm i altıncı
etâyib ( اﻃﺎﻳﺐa.s. etyab'in c.) : seçkin, seçme nesneler. etbâ' ( اﺗﺒﺎعa.s. îâbi'nin c.) : 1. birinin sözüne, İçine, mesleğine uyanlar. 2. hizmetçiler, uçaklar. etbâ ü hadem : taraflılar ve hizmet edenler, etbâk ( اﻃﺎ قa.i. tabak ve tabaka'nm c.) : 1. büyük sahanlar, yemek tepsisi veyâ tahtaları, kapaklar, örtüler. 2. haller, katlar, mertebe1er, dereceler, (bkz : tabakat). 5. kabileler, etemm ﺗ ﻢ١ (a.s. tamm'dan) : daha, (en, pek) tam ؛kusursuz, eksiksiz, etfâl ( ا ﻃ ﻐﺎ لa.i. tıfl'm c.) : 1. çocuklar,
günü. 2. 0 güne m e'm ur sayılan m elek. 3. 21 sûreden İbâret olan zend'den (Z erdüşt'ün kendisin e n üzûlünü İddiâ ettiği kitaptan) b ir sû ren in adi.
etfâlî mekâtib : mektep çocukları. 2. tâze fidanlar, çiçekler.
eçtât ( ا ﺷﺎ تa.i. çetît'in c .) : takım lar, fırk alar,
etfâliyyât ( ا ﻃ ﻐﺎﻟﻴﺎ تa.i.) : çocuk bilgisi, fr. pédologie.
Sim flar, neviler, çeşitler,
eçtât-ı ulûm : ilim le rin nevileri, çeşitleri, eçvâk ( ا ﺷ ﻮا قa.i. şevk'in c . ) : şiddetli arzular, istekler, neçveler.
eçvâk ( ا ﺷ ﺮا كa.i. şevk'in c .) : 1. bot. dilcenler [bitki]. 2. hek. kem ik lerin u zam aları, eçvât ( ا ﺷ ﻮ ا طa.i şavt'ın c .) : 1 koşm alar, sıçrayışlar. 2. K âb e'yi yed i kere ta v â f etm e (doİaçma) hareketleri.
eşyâ’ ( اﺷﻴﺎﺀa.i. çey'in c . ) : nesneler, m evcut olan şeyler, İevâzım ؛çam aşır, elbise, yolcunu n san dığı, b avu lu , ç ık ın ı, sepeti ؛e vin m asaSI, koltuğu, kanapesi, perdesi ve benzerleri gibi nesneler.
eşyâ-yi beytiyye : ev eşyâsı. eşyâ’ ( اﺷﻴﺎعa.i. şîa'nın c . ) : bölükler, cem âatler, yard ım cılar, ( b k z : şiya').
eçyâh ( اﺷﻴﺎخa.s. şeyh 'in c.) : ihtiyarlar, yaşlılar,
etfâl-i bâg : yeni yetişen, körpe fidanlar, etfâl-ibehâr : tâze çimenler, çiçekler,
etıbbâ, etibbe اﻃﺒﻪ، ( اﻃﺒﺎﺀa.i. tabib'in c.) : hekimler, doktorlar, tip ilmini bilenler, etıbbâ-yi hâssa : saray doktorları, et'ime ( ا فa.i. taâm'ın c.) : yemelcler, açlar, et'ime-i lezize : lezzetli yemekler, et'ime-i nefise : çok güzel yemekler, etka “( اﺗﻐﻰka” uzun okunur, a.s. taki'den) : pek taki, ziyâde perhizkâr, giinah içlemekten çok çekinen. etkıyâ'( اﺗﻐﻴﺎﺀa.s. taki'nin c.) : Allah korkusuyla günah içlemekten çekinenler, etlâd ( اﺗﻼدa.i.c.) : telidler, evde doğan kul ve câriyeler. etra' ( ا ر عa.i.) : dere gibi akan su. etrâb ( اﺗﺮابa.s. tirb'in c.) : akranlar, bir yaşda olanlar.
(bkz : şüyûh). [“eçyâh ” m üfret o larak “u su l" m ân âsın a da gelir].
etrâf ( ا ﻃ ﺮا فa.i. taraf'm c.) : yanlar, uçlar, kiyılar.
eçyeb ( اﺷﻴﺐa.s.şe yb 'd en ): saçı, sak alı ağarm ış
etrâf-ı halfiyye: anat. hayvanin iki art aya-
etâ ( ا طf.i.) : bot. lcavak ağacı,
gı. etrâf-ı kuddâmiyye : anat. hayvanin iki ön ayağı. etrâf-ı sü flice : anat. her iki ayak,
etân ىف١ (f.i.): 1. dişi eşek. 2. yo su n lu taş; bir
etrâf-ı ulviyye : anat. her ilci el.
ih tiyar [adam].
eşyem ( اﺷﻴﻢa .s .): yü zü n d e vü cû d u n d a çok beni olan [adam], (bkz : hâldâr).
k ısm ı su yu n İçinde, b ir k ısm ı dışında k alan kaya.
etâve ( اﺗﺎوهa .s .): gelm iş, gelen, m isafir, garip.
272
etrâfü'1-beden : anat. baş ؛eller, ayaklar, etrâf ( اﺗﺮا فa.i. türfe'nin c.) : 1. zarif ve nâzik şeyler. 2. güzel yemekler.
evt etrâh اﺗﺮاح
(a.i. te ra h 'm c.) : g am lar, tasalar,
k a y g ıla r, lcederler.
etrâh-1 kalb : g ö n ü l sılcıntıları. Etrâk ( آ را كa.i. T ü rlc'ü n c.) : Türlcler. etrâs ( ا را سa.i. tü r s 'ü n c.) : k a lk a n la r
[h a rp
âleti].
etribe ( ا"رﺑﻪa.i. etrika اﻃﺮﻗﻪ
tü râ b 'ın c.) : topralelar. (a.i.
ta r ik 'in
c.) :
1. y o lla r,
c a d d e le r.2. g e ç in m e k ü zere tu tu la n yo llar, m esleklek , tarik a tle r. 3 . sebepler, vâ sıta la r, vesileler, (b k z : tu ru k ).
et-tâir ( اﻟﻄﺎرa.i.) : astr. (b k z : n e srü 't-tâ ir). et-tekrârii hasen veiev kâne y i i z seksen
اﻟﺘﻜﺮار ا ﺣ ﺲ و ﻟﻮ ﻛﺎن ﻳﻮز ﺷ ﺎ ن
(a.t.cü.) : tele-
ra r iy i şe y d ir v e le v k i y ü z seksen leerre de olsa.
ettûn ( ادونa.i.) : h a m a m etvâk ق٠( اﻃﻮa.i. ta v k 'in
k ü lh a n ı, c.) : 1. k a d m g e rd a n -
İıleları. 2 . H in d is ta n c e v iz in in sütü,
etvâr اﻃﻮار
(a.i. ta v r 'm c.) : h a l v e hareketler,
İşler, tarzlar.
etvâr-1 mütehayyirâne : şa şk ın c a ta vırla r, etvâr-ı nâ-lâyıka : u y g u n s u z hareketler. etvâr-1 seb'a : tas. n e fsin y e d i d erecesin e g ö re d eğ işen haller.
etvâs اﻃﻮا س evâbid ا و ا د
(a.i. tâû s'u n c.) : ta v u s k u şla rı, (a.i. âb id e 'n in c.) : ge leceğe h â tıra
k a la n eserler, (b k z : âbidât).
evâbid-i İidebâ : e d ip le rin eserleri, evâgî ( اوا ضa.i. â g iye 'n in c.) : b a ğ , b a h ؟e ١ta rla ve b o s ta n la r i s u la m a k İ ؟in a ç ıla n a rk lar, su a k ıtıla c a k yerler.
evâhir اواﺧﺮ
(a.i. â h ir'in c.) : so n la r; a y in so n
g ü n le ri, [zıd d ı " e v â il” d ir].
evâhir-i saltanat : sa lta n a tın so n la rı, evâil ( اواشa.i. e v v e l'in c.) : ilk v a k itle r,
evvel
evân ( اوانa.i. c . : âvine): vakit, zaman, ؟ağ. (bkz: hen-gâm). evân-ı şebâb : gençlik ؟ağı. evânî ( اواﻓﻰa.i. inâ'nın c.): kapkacaklar, kaplar. evânî-i sim ü zer : altm ve gümüş kapkacak. evâr, evâre اواره، ( اوارf.i.): divan ve hükümet dâirelerine âit defter, (bkz : eyâr). 2. İmâret. evârîn ( اوارسf.s.): ؟irkin, evâsıt ( ا و ا طa.i. evsat'm c .): ortalar, ortadakiler, ortada bulunanlar; orta günler, orta zamanlar. evâsıt-ı k elim ât: gr. kelimelerin ortalan, evâvîn ( اواوسa.i. iyvân'ın c .): büyük sofalar, salonlar, köçkİer. evâzıh ( اواﺿﺢa.i.) : mehtaplı geceler; her arabi ayının : ön ü ؟, on dört ve on beşinci geceleri ki gündüzlerinde oru ؟tutulması müstahaptır, (bkz : eyyâm-1 bîd). evb ( او بa.i.): taraf, cihet, yön. evbâr ( اودارf.i.): yutma, yutuş. evbâş وﺑ ﺶ١(a.i. vebeş'in c .): ayak takımı, terbiyesiz, aşağılık kimse, (bkz : evkâş, evşâb, şirzime, tûnî). [kelime müfret gibi kullamliri. evbâşân ( اوﺑﺎﺷﺎنa.s. evbâş'ın c.): ayaktakımlari, aşağılık kimseler, (bkz: hazele, rüzelâ). evbâş-âne ( اوﺑﺎﺷﺎﻧﻪa.f.zf.): terbiyesize, aşağılık kimseye yakışacak sûrette. eve ( اوجa.i.c.: evcât): 1. yüce, yüksek, bir şeyin en yüksek noktası, doruk, (bkz: şâhika). [zıddı "haziz” ]. evc-i âsmân : göğün en yüksek kısmı, evc-ibâlâ : en üst derece, evc-i hevâ : havanın üstü, en yüksek tabaka-
z a m a n la r, eski, g e ç m iş z a m a n la r, İptidâlaı., önceler, b a şla n g ıçla r, [zıd d ı " e v â h ir ” dir].
evâil-i lcelimât : gr. evâm
اوام
k elim e le rin e v ve lle ri,
(f.i.) : 1. b o r ؟, ö d ü n ؟, (blez : d eyn ).
2 . ren k, b o y a , (blez : levn).
evâmir اواس
(a.i. e m r'in c.) : b u yru k lai", b u y -
ru ltu lar.
evâmir-i aşere :
Y a h u d ilik te riâ y e t e d ilm e si
fr. le s dix commandements. evâmir ü nevâhî : em irle r v e y a sa k la r. şa rt o lan on k aid e,
evc-i İk b â l: yükselişin en son noktası, evc-i r if'a t : yüksekliğin tepesi, son notası. 2. astr. 21 haziranda arzm mahreki üzerinde Güneşten en uzak bulunduğu nokta, eve ve haziz h a ttı: astr. *günberi- *günöte doğrusu. eve ( اوجf.i.): miiz, eski makamlardandır. Bu malcam ırak makamının inici şeklidir. Segâh dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi ile uşşak d'örtlüsünün karışmasından 273
evc-aşırarı mürekkep bir makamdır. Durak ırakve birinci derecede gü ؟lü dügâh'dır. Donanıma si koma bemolü ile fa bakıyye diyezi konulur. Ancak evic'de bestekârlar hemen her zaman mi diyez (acem) kullanmışlardır. Makam tiz perdelerde dolaştıktan sonra, inici bir şekilde ırak'da karar verir. evc-aşîrân: miiz. adi anonim bir edvar-1 İlm-i musikide ge ؟en makam. evc-i hûzî : miiz. altı yedi asırlılc bir miirekkep makamdır. Sengin semâî, düyek ve s o f yan (2 adet) usûllerindeki 4 bektâşi nefesi makama misaldir. Evc-hûzî, evic makamına uşşak ilâvesinden mürekkeptir. Uşşak ile dügâh perdesinde kalır. Donanımına uşşak gibi yalnız si İ ؟in bir koma bemolü lconulur (bu ses evic'de de müşterektir), evi ؟-aşîran da evc-hûzî'nin diger bir isminden başka bir şey değildir. evc-i nihâvendi : müz. tahminen iki asırlık veyâ daha eski, nümûnesi bulunmayan bir mürekkep makamdır. evc-i pûselilc: müz. iki asırlık bil' mürekkep makamdır, evi' ؟e bir pûselilc beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. Bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Gü ؟lü birinci derecede evi' ؟in durağı olan fa diyezidir. Donanıma evi ؟gibi si koma bemolü ile fa balcıyye diyezi konulur. PUselik beşlisi İ ؟in ise bu sesler bekar yapılır. evc-maklûb : miiz. adi Millet Kitaplığındaki bir edvarda ge ؟en malcam. evcâ' ( اوﺟﺎعa.i. vecâ'ın c.) : agnlar, sancılar, acılar, sızılar. evcâ'-ı batn : karin ağrıları. evcâ'-ı şedide : şiddetli sancılar,
nevâ, acem, evic. Güçlü, beşinci derecede olan nim hicazdır. evceb ( اوﺟ ﺐa.s. vâcib'den): en vâcip, pek İÜzumlu, ؟ok gerekli. evceb-i vecâib : lüzumluların lüzumlusu, evceh ( اوﺟﻪa.s.): en vecihli, pek münâsebetli, ؟ok uygun. evceh-i a k v â l: sözlerin en münâsebetlisi. evcel ( اوضa.s.) : ؟okkorkak [adam], evcer ( ا و مa.s.) : ؟o k ؟ekingen [kimse], evc-gir ( اوﺟﻜﻴﺮa.f.b.s.): yüksege ؟ikan, yükselen. evcire ( اوﺟﺮهa.i. vecâr ve vicâr'ın c.). (bkz : V Ü cür). evc-mend ( اوﺟﻤﺌﺪf.i.): 1. top, küme, yığın. 2. s. idâreli, evini iyi bir halde bulunduran, evc-pervâz ( اوج إروازa.f.b.s.): yüksekte u ؟an. evdâd ( اودادa.s. vedid'in c.). (bkz: eviddâ', evüdd). evdiye ( ا و داa.i. vâdî'nin c .): dereler, daglar arasındaki yerler, (bkz : vâdî). evend ( اوﻧﺪf.i.): kap kacak, evfâ' ( اوﻓﺎﺀa.s. vefâ'dan): 1. daha (en, pek) vefâlı, cana yakın, sözünde duran. 2. en ؟ok, pek tamam, yetkin, evfak ( اوﻓﻖa.s. vefik'den): daha (en, pelc, ؟ok) muvâfık, pek uygun. evfer ( اوﻓﺮa.s. vâfir'den): daha (en, pek) vâfir, sayıca daha bol, pek ؟ok [olan], evgad "( اوﻏﺎدga” uzun okunur, a.i. vagd'm c .): ahmaklar, akılsızlar. evgenc اوﺳﻤﻨﺞ nedâmet).
(f.i.):
pişmanlık,
(bkz:
evhad ( اوﺣﺪa.s. vâhid'den): yegâne,, tek, bir tâne, biricik.
evcâr ( او ضa.i): İçinde gizlenmelc İ ؟in avcılar tarafından yapılan ؟ukurlar, siperler,
evhâl ل،( اوحa.i. vahal'ın c .): 1. balçıklar, Sivalar. 2. mekânlar, yerler.
evc-ârâ ( اوج اراf.b.i.): miiz. III. Selim'in adİandırdıgı bir makamdır. Bu makam zirgüle makamının fa diyez (ırak) perdesindeki şeddidir. Hicazkâr makamının yarim ton pestte kalan şekli olan bu makamın ismi, terkibinde evic olduğunu degil, 0 perdede kaldığını bildirmektedir. Donanımına fa, do, sol İ ؟in ü ؟diyez ve si İ ؟in bir koma bemolü konulur. Orta sekizlideki sesleri şOyledir : ırak, rast, lcürdî, segâh, nim hicâz.
evhâm ( اوﻫﺎمa.i. vehm'in c .): zanlar, kuşkular, esassız şeyler, kuruntular,
274
evhaş ( اوﺣﺶa.s. vahşî'den): daha (en, pek) vahşî, ؟ok vahşetti, evhaş-i efâî : yılanların en vahşisi, evhen ( اوﻫﻦa.s.): daha (en, pelc) zayıf, gevşek, dayanıksız, (bkz: vehen). evhen-i büyüt (evlerin en dayanıksızı): örümcek yuvası.
evlâ' e v ic - a ? îr â n
ﻋﺒ ﺮا ن
( ا و جf.b.i.). ( b k z : e v c -i
e v k a f-ı
c e lâ liy y e :
R û m î'y e
hûzî). e v ic - g e r d â n iy y e ( ا و ج ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪf.b.i.) : ik i a şırd ır k u lla n ılm a y a n ve elde h iç b ir n ü m û n e si b u lu n m a y a n m ü rek k e p b ir m a k a m d ır. E v iç ve g e rd â n iy e m ü re k k e p m a k a m la r ın ın bil"le şm e sin d e n ibârettii".
a y rıla n
M e v Jâ n â ve
C e lâ le d d in
g elirleri
M e v le v i
ta rîk a tin e tah sis ed ilen v a k ıfla r , e v k a f - ı h ü m â y û n : ta r. p â d iş â h la r ın ve o n la ra m e n su p o la n la rın v a k ıfla r ı, e v k a f - ı m a z b û t e : h ü k ü m e t ta ra fın d a n İd âre o lu n a n v a k ıfla r .
e v id d â ' ( اوداﺀa.s. v e d îd 'in c . ) : ah bap lar, h a k ik i do stlar, sevgililer, (b k z : evd âd , ev ü d d ).
e v k a f - ı m t i l h a k k a : ta r. O s m a n lIla rd a d ev letin d e n e tim v e g ö z e tim i a ltın d a o lm a k ?a rtıy la
e v id d â - y î k a d îm e : eski dostlar, e v in d ( ا و دf .i .) : h ile, o y u n , ald a tm a , ( b k z :
k u ru cu su n u n
so yu n d an
gelen
m iite ve llîlerce y ö n e tile n v a k ıfla r , e v k a f - ı m iin d e r is e : g elirleri y o k o lm u ? v a -
hud'a). e v 'iy e ( ا و يa.i. v iâ 'n ın c . ) : 1. k ap lar, m a h fa z a -
k ifla r. e v k a f - ı s e lâ t în . (b k z : e v k a f-ı h ü m â y û n ),
lar. 2 . d a m a rla r.
evkâr
e v 'iy e -î d e m e v iy y e : a n a t. k a n d a m a rla rı, e v 'iy e -i h a le z O n iy y e : b o t. *b itk in in ge lişm e sin e y a r a y a n v e b irb iri ü zeı'in e sa rılıp d o lan a n d a m a rla r.
اوﻛﺎر
e v k â r - ı t u y û r : k u ? y u v a la r ı,
اوﻗﺎش
evka?
e v 'îy e -i h a l k a v i y y e : b o t. b itk ile rin ge lişm e-
(a.i. veler v e v e k re 'n in c . ) : k u ? y u -
v a la rı.
( " k a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : ayale
ta k ım ı, terb iy esiz, a ş a ğ ılık k im se ,
(b k z :
e v b â ?, ev?âb ).
sine y a r a y a n h a lk a ? ek lin d e k i d a m a rla r,
evkat
e v 'iy e -i h a ş e b iy y e : b o t. o d u n d a m a rla rı, e v 'iy e -î h e v â iy y e : a n a t. İÇİ h a v a ile d o lu o lan
1.
“( اوﻗﺎتk a "
u z u n o k u n u r, a.i. v a k t 'in c . ) :
z a m a n la r, ç a ğ la r, i . H alek i T a r ik U s ta -
r a fın d a n İs ta n b u l'd a y a y ım la n m ış gü n lü le
d am ai'lar. e v 'iy e -î l e b e n iy y e : b o t. sü t k ıv â m ın d a b e y a z , tu r u n c u , sari, y e şilim si, h â sılı tü rlü ren k -
b ir gazete. e v k a t -ı h a m s e (b e? v a k i t ) : sa b a h n a m a z ı v a k t i (tan y e r i a ğ a r d ık ta n G ü n e ? d o ğ m a -
lerd e b ir su y u b u lu n a n b itk i d a m a rla rı,
Sin a y a k ın o la n z a m â n a k a d a r); ö ğle; ik in -
e v 'iy e - î J e n f â v î ^ e : a n a t. le n f d a m a rla rı,
d i;
e v 'iy e -î m e ftU h a : a n a t. a ç ık d a m a rla r,
akşam ;
y a ts ı
n a m a z la r ın ın
k ılın d ığ ı
v a k itle r, s a b a h n a m a z ı : d ö rt rekât (ik isi
e v 'iy e - î m iin a k k a t a : b o t. n o k ta lı d a m a rla r,
sü n n et, ik is i farz), ö ğ le n a m a z ı : o n rekât
e v 'iy e -î n â k ile : b o t. *iletk e n d a m a rla r,
(d ö rd ü sü n n e t, d ö rd ü fa rz, ileisi so n sü n n et),
e v 'iy e -î
s ü l l e m i y y e : a n a t.
b a s a m a k lı
d a-
ik i n d i n a m a z ı : sek iz rek ât (d ö rd ü sü n n e t “ s ü n n e t-i g a y r i m ü e k k e d e ” , döı ٠d ü farz), a k -
m arlar. e v 'iy e -î ş a 'r îy y e : a n a t. k ır m ız ı v e s iy a h k a n d a m a r la rı a ra s ın d a k i g ayet in c e d a m a rla r, e v 'iy e -î ? e b e k iy y e : b o t . b itk ile rin ge lişm e sine y a r a y a n v e b a lık a ğ ı g ib i b irb ir in in ü z e rin e d o la şm ış b u lu n a n in ce d a m a rla r, e v 'iy e -î ş i r y â n i y y e : a n a t. k ır m ız ı k a n taşıy a n n a b ız d a m a rla rı. e v 'iy e - i v e r îd iy y e : a n a t. siy a h k a n d a m a r la -
? a m n a m a z ı : b e? rek ât (ü çü fa rz, ik isi s ü n net), y a t s ı n a m a z ı : o n ü ç rek ât (d ö rd ü s ü n n et, d ö rd ü fa rz , ik isi so n sü n n e t “ sü n n e t-i g a y r i m ü ek k ed e'', ü ç ü v it ir n am azı).] e v k a t -ı m u a y y e n e : b e lli za m a n la r, e v k a t -ı s a l â t : n a m a z v a k itleri. e v k a t -g U z â r
ا ر/ اوﻗﺎت
( a .f.b .s .): v a k it g e çi-
ren. e v k e d ^ ( اوa .s .) : d a h a (en, p ek) tek itli, k u v -
( اوقa .i . ) : y ü k , e v k a f “( اوﻗﺎفk a "
evk
a ğ ırlık , u z u n o k u n u r, a.i. v a k f ı n
ve tli. e v k e d - i e v â m i r : em irle rin en k u v v e tlisi,
اوﻛﺲ
c . ) : 1. c â m i, m ed rese, İm â re t g ib i h a y r â tm
evkes
id âresin e a y rıla n a râ z î, b in â v e şâire. 2 . v a -
e v lâ ' ( اوﻻﺀa .s .) : 1. d a h a u y g u n , d a h a lâ y ık ,
k ifla r u m u m m ü d ü rlü ğ ü .
( a .s .) : s o y s u z v e p in ti [adam ],
d a h a iyi, ü stü n .
275
evlâd
evlâd ( اوﻻدa.i. veled'in c .): 1. ؟ocuklar. 2. [Türk ؟ede miifred olarak lcııllanılır] oğul ؛kız ؟ ؛ocuk. 3. sülâle, nesil, evlâd-ı b ü tü n : huk. bir kimsenin kız 0 ؟cuklarınm erkelc ve kız ؟oculcları. evlâd-ı fâtihân : Rumeli zaptında bulunanİarın soyu. evlâd-ı İnâs : kız ؟ocukları, evlâd-ı iimm : ölünün ana tarafından oğlan ve kız kardeşleri, evlâd-ı vatan : vatan ؟oculcları. evlâd-ı zuhûr : huk. bir adamm öz erkelc ve kız ؟oculclarıyla erlcek evlâdının erlcek ve kız ؟ocukları.[zıddı "evlâd-ı bütün” dur], evlâd-ı zükûr : erkelc ؟ocuklar, evlâd ü iy a l: (bkz : ıyâl). evlâdiyye ( اوﻻدﻳﻪa.s.) : 1. evlâda mahsus, evlâtlık. 2. mec. ؟ok sağlam ve dayanıldı [ev, eşyâ]. evlâdiyyet ( اوﻻدﻳ ﺖa.i.) : evlâda mahsus, evlâtlık. evleviyyet ( اوﻟﻮﻳﺖa.i.) : 1. evlevililc, evlâlık, üstün tutulmaya lâyık olma. 2. diyecelc kalmama. evleviyyetle : haydi haydi, fr.fortiori. evliyâ' ( ا و ﻳ ﺎﺀa.i. velî'nin c .): 1. kerâmet sâhibi olanlar, erenler. 2. Allah'a daha yakın bulunanlar. 3. emir sâhibi bulunanlar. 4. himâye edenler, lcoruyanlar. evliyâ-yı umûr: İş başında bulunan lcimseler. evliyâ-yı e tfâ l: ؟oculcların velileri. Evliyâ Çelebi ( اوب ﺟﺒ ﻰa.h.i.) : 10 Muharrem 1020 (25 Mart 1611) târihinde İstanbul'da Unkapani'nda doğmuştur. Babaşının adi, Dervîş Mehmed Zıllî'dir. Aslen Kütahya'lıdır.1631 târihinde İstanbul civârmdan başlayarak seyâhate ؟ıkmış ve yarim asırlık bir seyâhat devresinde Anadolu ve Rumeli'den başka; Macaristan, Polonya, Avusturya, Almanya, Hollanda, Dalma ؟ya, Rusya'nın güneyi, Kafkasya, İran'ın bir parçası, Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz taraflarım dolaşmış ve birinci cildi İstanbul'a âit olmalc üzere on ciltlik seyâhatnâmesini meydana getirmiştir. Eserlerinde bir talcım hurâfe ve masallar da epeyce yer tutmakla beı-âber verdiği bilgiler, miiteveklcil bir edâ
m
ve kendini mahsus tatil bir üslûp ile anlatılmıçtır. Yetmi? yaşlarında İstanbul'da ölen ؟elebî'nin ölüm târihi ve mezarı bilinmemektedir. evrâ ( اوراf.i.): hisar. evrâd ( اورادa.i. vird'in c .): 1. okunması âdet olunan dînî duâlar. 2. her vakit dilde ve ağızda dolaşan sözler, (bkz : ezkâr). evrâk ( اوراقa.i. varak'ın c .): 1. yapraklar, kâğıtlar, 2. arşiv. evrâk-ı halkaviyye : bot. bir halka meydana getirmek sûretiyle ؟ikan yapraklar, evrâk-ı havâdis : gazeteler, evrâk-ı m ahzeni: arşiv, evrâk-ı matbûa : eko. basılı kâğıtlar, evrâk-ı miisbite : eko. bir mevzuun husûlünü veyâ doğruluğunu İspât edici vesikalar. evrâlc-1 müteâkibe : bot. alm aşık yapraklar. evrâk-ı mütekabile : bot. karşılıklı yapraklar. evrâk-ı nakdiyye : kâğıt paraflar]. Evrâk-ı P erîşân : Namık Kemal'in Selahattin Eyyûbî, Fatih ve Yavuz Sultan Selim'i anlatan 1872 de basılmış tarihe dâir bir eseri. evrâk-ı rlşiyye : kuş tüyü şeklinde olan yapraklar. evrâm ( اورامa.i. verem'in c .): vücûtta peydâ olan şişler, yumrular. evre ( اورهf.i.) : esvabın, elbisenin dış yüzü. evrek ( اوركf.i.) : ؟ocukların ağaca ip takarak yaptıkları salıncak. evrencen, evrencin اورﻧﺠﻴﻦ، ( اورﻧﺠﻦf. i.) : kadin bileziği, (bkz : ebrencen). e v re n d ^ ^ ١(f.i.) :1. hile,aldatma["evrendîden” mastarından]. 2. şan, şeref. 3. dîhîm, taht, (bkz. (blcz: erilce, seril-). 4. Keyâniler'den Keypeşin'in oğlu ve LUhrasbln babası. evren g ( ا و ر دf.i.): 1. taht, (bkz : erike, dîhîm, serir). 2. şeref ؛süs. 3. akil ve irfen. 4. hâlin hoşluğu. 5. ağa ؟kurdu. 6. yakışıklılık. 7. hile, (bkz : desise, hud'a). evreng-nişln ( ا و ر د ﻧ ﺸ ﻦf.b.s.): tahtta oturan, hükümdar. evreng-zib ( ا و ر د زﻳﺐf.b.s.) : tahtı süsleyen hükümdar.
evvel- ؛riyâh-1 bevârih
evride ( اوردهa.i. verid'in c .): 1. anat. siyah lean damarları, toplardamarlar. 2. boyunun iki tarafında olan damarlar, (bkz : verid). evsa' وﺳﻊ١(a.s. vâsî'den) : daha (en, pek) vâsi' ve geniş. evsâf ( اوﺻﺎىa.i. vasfm c .): sıfatlar, lealiteler. (blez : vasf). evsâf-ı cemile : güzel vasıflar, evsâf-ı h am ide: övülen, beğenilen nitelikler. evsâh ( اوﻣﺎخa.i. vesah'm c.): kirler, pislikler, murdarlıklar. İzâle-i evsâh : kirlerin giderilmesi. evsak ( اوشa.s.) : 1. ؟ok muhkem, pek sağlam. 2. en ؟ok güvenilir olan, inanılan. evsâl و ﻣﺎ ل١ (a.i. vasİ'ın c.): vücuttaki mafsallar, oynaklar, (bkz: evşâz-١). [müfredi, bu mânâda kullanılmaz]. evsâm ( اوﺳﺎمa.i. vesm'in c .): vücut üzerine bir İğne ile kara bir tozdan yapılan resimler, şekiller veyâ yazılan yazılar, dögmeler. (blez: veşm).
evçen ( اوﺷﻦa.s.): dalkavuk, (bkz : müdâhin, mütahallik). evşeng ( او ﺷﻐﻚf.i.): ince ip) sicim, evtâd ( ا و دa.i. veted'in c.) : ağa ؟veyâ demir kazıklar, direkler. evtâdü'l-arz: dağlar. evtâdü'l-bilâd : büyükler ve başta gelenler. evtâdü'l-fem : dişler. evtân ( اوﻃﺎنa.i. vatan'm c .): insanin doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, uğrunda ölünen topraklar. Terk-İ e v tâ n : vatanlarmdan ayrılma. evtân-ı muhâcirin : göçmenlerin vatanları. evtâr و ﻃﺮ١(a.i. vatar'ın c .): ihtiyaçlar, lüzumlu olan şeyler. evtâr-ı âcile : acele ihtiyaçlar. evtâr ( ا و رa.i. veter'in c.) : 1. yaya gerilmiş ipler, kirişler, teller. 2. bir kavsin iki ucuna bağlanan düz çizgiler. evtâr-ı hüzn ü İlhâm : hüzün ve ilham telleri.
evsâm ( اوﺻﺎمa.i. vasm'ın c .): ayıplar, ârlar, hayâlar, utanmalar.
eviidd ( اودa.s. vedid'in c.). (bkz: eviddâ', evdâd).
evsân ( اوﺛﺎنa.i. vesen'in c .): putlar, haçlar, (bkz: esnâm).
evvâb ( اوابa.s.): Allah'a sımsıkı bağlı, sofu, zâhid. evvâbin n am azı: Celvetiyye tarikatı mensupları tarafından beş vakit dışında kliman nâfile namaz, [akşam namazından sonra kliman bu nâfila namaz altı rekâttir].
evsat ( اوﺳﻂa.i.c. evâsit): 1. bir şeyin ortası. 2. ortadaki. 3. s. orta, orta halli. 4 ٠s. yüksek ile alçak arası. 5. müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi altı zamanii ve on ü ؟darplıdır. Evsat, İlâhilerde düyek'den sonra en ؟ok kullanılmış Öİ ؟Üdür. Ayrıca peşrev, beste ve şarkı formları İ ؟in de kullanılmıştır. 26/8 lik yürük evsat mertebesi ؟ok kullanılmıştır. Usûl, Sirasiyla 1 Türk aksağı, 2 sofyan'dan mürekkeptir. Beste devr-i revân adi verilen usûl, evsat'ın darplarının birleştirilmiş şeklinden başka bir şey değildir. evsât ( اوﻣﺎ طa.i. vasat'ın c .): ortalar. evşâb ( اوﺷﻤﺎبa.s.): ayak takımı, aşağılık kimse. (bkz : evbâş, evkâş). evşâl وﺷﺎل١ (a.i. veşl'in c .): 1. damla damla akan su. 2. birbii-i ardından katar gibi kuyruklanmış olarak gelen kimseler. evşâz ( اوﺛﺎزa.s.) : 1 . yardımcılaı', taraflılar. 2. bayağı, aşağılık kimseler. 3. i. vücuttaki oynale yerler, (bkz : evsâl).
evvâh ( اواهa.s.): 1. ؟okâh eden. 2. ؟okduâeden. 3. merhametli. 4. îmânı sağlam. 5. din bilgisi ؟ok geniş olan [kimsej. [Kur'ân'da bu kelime ile Hz. Ibrâhim vasıflandırılmıştır]. evvel ( اولa.s.c.: evâil): 1. önce, ille, birinci, İbtidâ, başlangıç. 2. zf. eski, geçmiş, geçmiş zamanda. evvel-bahâr: illebahar. (bkz: nev-bahâı, rebi'). evvel-i berde'1-acûz: leocakarı soğuklan denilen ve bil' hafta kadar sül'en mevsim değişmesinin başı, [berde'1-acûz'un başlangıcıdır. 9 Marta rastlar, bunu hus fırtınası tâkibeder]. evvel-i mâ-halak (ilk yaratılan) : Hz. Muhammed. evvel-i riyâh-ı bevârih : Haziran başlangıemdan. Temmuzun illehaftası sonuna kadar
m
evvelUl-evvelin
zaman zaman esen mevsim rüzgârlarının başlangıcı. evvelü'l-evvelin (birincilerin birincisi): Allah. evvel ve âhir : eninde sonunda, ergeç. evvelâ ( اوﻻa.zf.) : birinci olarak, her şeyden önce, ilkönce, (bkz : evvelen). evvelallah ( اول اﻟﻠﻪa.b.zf.) : önce Allah'ın yardımıyla. [bir sözü sağlamlaştırmak İçin kullanılır]. evvel-be-evvel ( اول ﻷولa.zf.) : her şeyden evvel. evvelce وﻟﺠﻪ١(a.t.zf.): daha evvel, önce, evvel-emirde ( اوﻻﺻﺪهa.t.zf.): her şeyden evvel, İşin başlangıcında. evvelen ( اوﻻa.zf.): birinci, ilk olarak, (bkz : evvelâ).
evzâr ( اوزارa.i. vizr'in c.) : 1. hamûleler, yükler. 2. günâhlar, hatâlar; cinâyetler. evzâr ( اوزارf.i.). (bkz : efzâı-3). evzâr ( اوزارa.i. vezer'in c.): 1. hisarlar, kaleler, sığınacak yerler. 2. galebeler, üstünlükler. 3. daglar. (bkz : cibâl). evzâyi? ( اوزا شf.i.) : artış, ؟ogalıç. (bkz: efzâyiş). ey ( اىa.f.t.n.) : nidâ İçin ve nidâya cevap İçin lcıılanılır; "hey, yâhû, bana bale!" gibi mânâlara gelir. [“Iranlılar “ iy” de derler], eyâ ( ابa.f.n.) : "ey, hey!” mânâsına gelen ve Arapça leelime ve terkiplere giren nidâ edâtıdır. eyâdî ﺑﺪ ى١(a.i. yed'in c. olan eydi'nin c .): eller. (bkz : eydi). ["eydi" çok kullanılmaz]. eyâdîm ۴ ^ ١(a.i.c.) : yer yüzleri, zeminler,
evveli, e v v e lic e اوﻳﻪ، ( اوﻟﻰa.s.) : en evvel, en önce olan, ille zamanlarla ilgili. Tahkikat-I evveliyye : ille ağızda yapılan tahkikler, soruşturmalar.
eyâg ﺑ ﻎ١ (f.i.): ayaldi kadeh, şarap kupası, (bkz: piyâle). [Ziyâ Şükûn'un “Gencîne-İ Güftâr"ında leelimenin Türkçeden alındığı yazılıdır].
evvelin ( اوشa.i.s.): evvelkiler, evvel gelen insanlar, eski zaman adamları, evvelin ü âhirin : eskiler ve yeniler. e v v e liy y â t G j. (a.i.) : başlangıç, bir hâdisenin başlangıçtaki hâli. evveliyyet ( اورتa.i.) : 1. öncelik. 2 ٠fels. *başmanlık, sırada üstünlük, Sira üstünlüğü, fr. primaute. evvelki وﻟﻜ ﻰ١(a.t.s.): 1. birinci, ilk. 2. eski, evvelûn ( اوﻟﻮنa.i.c.): önceki insanlar, eski adamlar.
eyâlât ﺑ ﻼ ت١(a.i eyâlet'in c .): vâlilerin idâresi altında bulunan memleketler, (bkz: vdâyât).
evvelü'1-evâil ( اول ا ﻻ وا رa.b.i.): evvellerin evveli; dünyânın asil desteği, hâdiselerin başlangıcı. evzâ' و ﺗ ﻊ١ (a.i. vaz'ın c .): haller, vaziyetler, tavırlar, duruşlar. evzâ-ı dil-bâzâne : gönül eğlendirecek şekilde vaziyetler. evzâ-ı garibe : garip, tuhaf haller, evzah ( او صa.s. vâzıh'dan): daha (en, pek) vâzıh, çok açık, besbelli, evzân ( اوزانa.i. vezn'in c .): tartılar, ağırlıklar, ölçüler, (bkz: vezn). evzân-ı a rû z i^ e : ed. arûz vezinleri, evzân-ı a tik a : eski tartılar, evzân-ı şi'riyye : ed. şiirin ölçüleri. 278
eyâlât-ı miimtâze : imtiyazlı, husûsî idâreli eyâletler. eyâlet ﺑﻠ ﺖ١(a.i.c.: eyâlât): bir vâlinin idâresi altında bulunan memleket, vilâyet [''eyâlet'' kelimesi eskidir]. eyâlet-gâlı ( أﺑﻠﺘﻜﺎهa.b.i.): eyâlet merkezi olan şehir. eyâmin ﺑ ﺲ١ (a.s. eymen'in c .); en yümünlü, en kutlu olanlar. eyâm ٤n-i eyyâm : günlerin en kutlusu. eyâzî١eyâsî ﺑﻠ ﺲ١ ، ﺑﺰ ى١(f.i.): [evvelce] kadınİarın yüzlerine örttükleri ince delikli peçe, örtü. eydi ( ا د ىa.i. yed'in c .): eller, (bkz: eyâdî). ["eyâdî” çok kullanılır], eyger ( ا ﻛ ﺮf.i.): bot. “enir" denilen bir cins yaban mersini. eymân ( اﻳﻤﺎنa.i. yemin'in c .): 1. andlar, andiçmeler, büyük yeminler, eymân-ı galize : fena, kötü yeminler, eymân-ı kâzibe : yalan yeminler, eymân-ı sâd ık a : doğru yeminler. 2. sağ eller, sağ taraflar. 3. kuvvetler, kudretler.
eza
4. bahtlar, tâlihler, mutluluklar, (bkz : eymün). eymen ( اﻳﻤﻦa.zf. yümn'den): 1. sag taraftaki. 2. s. en yümünlü, hayırlı; tâlihli, kutlu. Vâdî-i Eymen : Mûsâ Peygamberin Tur dagında. Tanrı tecellîsine mazhar oldugu yer. eymenü'1-yemîn : en yümünlü, en kutlu, eymiin اﻳﻤﻦ eymân\3,4).
(a.i.
yemin'in
c.).
(bkz:
eyn ( اسa.i.): 1. zaman, an. (bkz : hin). 2. yorgunluk. 3 ٠e. nerede, eyne'l-meferr: kaçacak yer yok mu? eyser ( اﻳﺴﺮa.s.): 1. sol taraftaki. 2. pek kolay, eytâm ( اﻳﺘﺎمa.s. yetim'in c .): anası babası Öİmüş, yalnız kalmış küçük çocuklar, öksüzler. eytâm ve erâmil: yetimler ve dullar, eyvâh ( اﻳﻮاهf.n.): yazık, heyhat, eyvallah ( اﻳﻮاﻟﻦa.zf): I. evet, peki, öyle olsun. 2. Allah'a ısmarladık. 3. teşekkür ederim. 4. s. aldırış etmeyen. eyvân ( اﻳﻮانf.i.): 1. büyük sofa, divanhâne, salon. 2. kemerli yüksek binâ, oturacak yüksek yer, köşk. 3. çardak. [Arapçası: "İyvân" dır]. eyvân-ı kisrâ: Dicle kıyışındaki Medâyin şehrinde harâbesi bulunan eski bir saray, eyvân-ı sîmâbî: gökyüzü, eyvân-ı zerkâri: gökyüzü, eyyâm ( اﻳﺎمa.i. yevm'in c .): 1. günler, gündüzler. eyyâm-ı âdiyye: tâtil ve sayılı günlerden başka günler. eyyâm-ı bâhur: ağustosun ilk haftasında olan en Sicak günler. eyyâm-ı bukalemûn: değişen zaman, bir kararda kalmayan zaman, eyyâm-ı cem': Mekke'de Mina ve Arafot ziyâretiyle geçen dört gün. eyyâm-ı devlet: saltanat süresi, eyyâm-ı ezâ; matem günleri, eyyâm-ı hayât: ömrün günleri, e^âm -ı hâzıra : şimdiki günler, eyyâm-ı kaille : birkaç günlük kısa zaman, eyyâm-ı ma'dûdât, eyyâm-üt-teşrîk: kurban bayramının ilk üç günü. eyyâm-ı
ma'dûde: sayılı günler; kurban bayramınin ilk üç günü. eyyâm-1 mâziyye : geçmiş günler. eyyâm-1 ömr. (bkz : eyyâm-1 hayât), eyyâm ola!: “ heyâmola” nm asildir. Gemiciler demir alırken bir agızdan çarkı gibi söyledikleri şey. eyyâm reisi: zamâna göre hareket eden [adam]. eyyâm-1 resm ice : resmi günler. eyyâm-1 sabâvet (çocukluk günleri): çocukluk yılları, çocukluk devresi. eyyâm-1 ta'tiliyye: tâtil günleri, dinlenme günleri. eyyâm-ı tercil; din mefhumundan önce kurbanlar İçin ayrılan zaman. 2. geminin hareketine elverişli olan rüzgâr. 3. zaman, (bkz : hengâm). 4. nüfuz, iktidar. eyyâmii'1-bîz: her arabi ayının on ikinci, on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günleri. eyyede ( أﻳﺪa.fi. Îe'yîd'den): sürdürsün, kuvvetlendirsin. eyyid ( اﻳﺪa.s.): kuvvetli, saglam; muktedir. eyyid-Allahii : Allah kuvvet versin! eyyim ( اﻳﻢa.s.): dul, bekâr. E ^ û b ( اﻳﻮبa.h.i.): Kur'an'da adi geçen ve kendisinden ''kulumuz" diye bahsedilen ve sabırlı insan örneği olarak gösterilen isrâilogulları peygamberlerinden biri, eyyühâ ( اﻳﻬﺎa.e.): "ya, ey!” gibi hitap edâtı. Yâ eyyühe's-sâkî: ey İçki sunan! Yâ eyyühe'1huzzâr : ey hazır bulunanlar! eyyühe'1-ashâb : ey mal ve mülk sâhipleri! eyyühe'1-islâm : ey Müslümanlar! eyzan ( اﻳﻀﺎa.zf.): yine öyle, kezâ, bu dahî, öteki gibi. ez ( ازf.e.): "den, dan'' mânâsına gelir, ez-an-ciimle : o cümleden olarak, ez-ciimle : bu arada, başlıca, *özellikle, ez-dil: gönülden, ez dil ü cân : can ve gönülden, ez her cihet: her bakımdan, her yönden, ez kazâ: kazârâ. ez ser-i n ev: yeni baştan, ezâ اذى، ( اذاa.i.): incinme, incitme, can yakma, eziyet, (bkz : cefâ, cevr). 279
ezâ-yjderûn ezâ-yi derûn : i ؟incinmesi, ez'âf ى ف١(a.s. zaifden) : daha (en, pek) zayıf, dermansız, kuvvetsiz. ez'af-ı İbâd : halkın en zayıfı, [evvelce saygı göstermiş olmak İ ؟in "ben" zamiri yerine kullanılırdı]. ez'af-ı nâs : insanların en zayıfı, ez'âf ى ف١(a.s. zı'f'ın c .): bir şeyi ilci misli yapan fazlalılclar, icatlar. ez'âf-ı mıızâafa : kat kat, pek ؟ok. ezâfîr ﻓ ﺮ١( اظa.i. zufr'un c. olan ezfâr'ın c.) : tırnaklar, (bkz : ezfâr). ez'akî زﺀﻛﻰ١ (a.s.) : 1. kötülük eden [kimse]. 2 ٠kısa boylu, al ؟alc [kimse]. 3. kısa boylu ve kötü huylu [adam]. ezâmîm ( ا قa.i. izmâme'nin c.) : cemaatler, ezân ( اذافa.i.) : 1. Müslümanları ibâdete ؟agırmalc İ ؟in ؟ok defa minâreden, muayyen kelimeleri söylemek sûretiyle, yülcselc sesle yapılan dâvet. [Allâhü ekber Allâhü elcber, Allâhü elcber Allâhü ekber. Eşhedü en İâ İlâhe illallah. Eşhedü en İâ İlâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh. Hayye ale's-salât, Hayye ale's-selâî, Hayye ale'1-felâh Hayya-ale'l-felâh (sabah ezanlaİ'inda ilâveten : es-salâtü hayrün mine'nnevm). Allâhü ekber Allâhü ekber. Lâ İlâhe illallâh]. (ezânı ilk okuyan z ât: Hz. Bilâl-İ Habeşi'dir). 2. Tunalı Hilmi tarafından İsviçre'de yayımlanmış bir gazete, ezânî ( اذاﻓ ﻰa.s.): ezan ile ilgili. ezânî s a a t: Güneşin battığı zaman 12 olan saat. ez'ar ( ا ز رa.s.): gaddar ve zâlim [adam], ezbâd ( اﻧﻮالa.i. zebed'in c .): 1. köpükler. 2. paslar. 3. ؟eyrekler. ez-ber ( ازرf.b.i.): zihinde tutma, unutmamaya ؟alışma, [ez : den; “ ber : gögüs"; ez.beı.: "göğüsten" kelimesinin karşılığı olduğuna göre “ezberden'' kelimesi yanlıştır], ezberm ( ازرمf.i.) : ezber, ezdâd ( اﺿﺪادa.i. zıdd'ın c .): karşı olan şeyler, karşıtlar. Cem’-i ezdâd : birbirine zıt olan şeyleri bir araya toplama, ezder ( ازدرEs.): lâyık, münâsip, yaraşık, (bkz : bercâ, ؟espân, şâyeste). ez-dil ( ازددüb.s.): gönülden. 280
ez-dil ü cân : can ve gönülden. ezebb ( ازبüs.) : kaçlarının kılı ؟ok ve sa ؟ı uzun [adam]. ezecc ( ا ز جa.s.): ince ve uzun kaçlı, kalem kaçil.
ezeccü'1-hâcibîn : ince ve uzun kaçlı. ezel ( ازلa.i.): başlangıç olmayan geçmiş zaman, öncesizlik [zıddı "ebed” dir]. Mine'1e z e l: ؟ok eskiden, (bkz : mine'1-kadîm). Tâ e z e l: ezelden beri. ezeli, ezeliyye ازب، ( ازﻟﻰa.s.) : ezele mensup, ezel ile ilgili, öncesiz, başlangı ؟sız. tlm-i e z e li: Tanrı bilgisi. Kudret-i e z e l i c e : Tanrı gücü. ezeli ve eb ed i: başlangıcı ve sonu olmayan. ezeliyyet ( ا ز قa.i.): ezelilik, öncesizlik, başlangı ؟sızlık. ezeli ( اذلa.s. zelil'den): daha (en, pek, ؟ok) zelil, aşağılık [kimse], ezell-i nâs : en zelil ve aşağılık adam. ezfâr ( ا ﻇﻔﺎرa.i. zufr'un c .): 1. tırnaklar, b k z : ezâfîr). 2. tırnak bahuru denilen tıbbî bir koku. 3. Kuzey Kutbunda bulunan kü ؟ük yıldızlar. ezfer ( اﻧﺾa.s.): güzel kokulu [şey]. ezfile, ezfeli ا ز ش، ( ازﻓﻠﻪa.i.): gürûh, cemaat, bölük. ezgehân ( ازﺳﻤﻬﺎنf.s.): İçsiz güçsüz, tembel [adam]. ezhâb ( اذﻟﻬﺎبa.i. zeheb'in c .): 1. altınlar. 2. yumurta sarılan. ezhân ( اذ ﻫﺎ نa.i. zihn'in c .): insanda akil, fikir, zekâ, hâfıza, anlayış, kavrayış kudr.etleri. ezhân-ı nâs : halkın zihni. ezhâr ( اﻇﻬﺎرa.i. zahr'ın c .): 1. arkalar, sırtlar; satıhlar, yüzler. 2. binek hayvaninin Sirtİarı. ezhâr ( ازﻫﺎرa.i. zehre ve zehere'nin c .) : ؟İ ؟ekler. (blcz: zühûr). ezhâr-ı bahâr : bahar ؟içekleri. ezhâr-ı erbaa : “ebegümeci, hatmi, menekşe, gelincik" ؟ ؛ ؟ekleri, ezhâr-ı nev-bahâr: bahar ؟ ؛ ؟ekleri. Ezhâr-ı Ramazan (Ramazan ؟i ؟ekleri): Selânikli Tevfik tarafından İstanbul'da yılda bir defe olmak üzere Ramazan ayında yayımlanmış bir dergi.
e z a - ı arızıyye
ezhâr-ı rebîî : bahar çiçekleri, ezhel ( اذﻫﻞa.s.): pek dalgın ve unutlcan, ؟ok gaflette bulunan. ezher ( اﻧﺺa.s.): pek beyaz, güzel ve parlak. Câmi'-i Ezher: Mısır'da meşhur bir medrese. ezh erü l-levn: parlak yüzlü. [Hz. Muhammed'in vasıflarından biri], ezherül-vech : yüzü gözü nurlu, ezherân, ezhereyn ازﻫﺮﻳﻦ، ( ازﻫﺮافa.i. c .): Ay ve Güneş. ezheriyye ( ازﻫﺮﻳﻪa.i.): Halvetiyye tarikatı şubelerinden birinin adi. [kurucus u : Şeyh Ebû Abdillah Muhammed bin Abdurrahmân ez-Zü-vâvî el-Ezheri'dir]. ezib ( ازﻳﺐa.i.): 1. kıble rüzgârı. 2. s. alçak, aşağılık [adam]. ezilclca ( ازﻗﻪa.i. zukak'm c .): sokaklar, yollar. Tanzîf-İ ezilcka : S0kaklaı-1 temizleme, ezille ( اذﻟﻪa.s. zelil'in c.): alçaklar, âdiler, a ؟ağılıklar. ezimme ( ازﻣﻪa.i. zimâm'ın c .): 1. yularlar, dizginler. 2. mec. İdâre. Mâülc-i ezimme-i k â in â t: herkesin idâresine sâhip olan (Allah). ezimme-i umûr : işlerin idâresi. ezir ( ازﻳﺮf.i.) : haykırma, eziyyet ( اﻧﻴ ﺖa.i.): eziyet, incinecek, incitecek hal, incitme, cefâ, meşakkat, zahmet, (bkz : âzâr, renci) ؟. eziz ( ازرa.s.): 1. soğuk, soğuk [ ؟ey]. 2. i. ateşte tencerenin içindeki şeyin lcaynaya kaynaya taşma derecesine gelmesi, ezkâ ( ازﻛﻰa.s.) : daha (en, pelc, ؟ok) İrâlis, lekesiz, faziletli, temiz. ezkâ ( اذﻛ ﻰa.s.): daha (en, pek) anlayışlı, ؟ok zeki. ez-kadim ( از ﻗ ﺪ ﻳ ﻢf.a.zf) : eskiden beri, ezkâr ( ا ذ ﻛﺎ رa.i. zikı-'in c.) : 1. anmalar, hatırlamalar, bildirmelei", söylemeler, (blcz : zikr). 2. zikirler, (bkz : evrâd). ezkâr-ı cemile : medih ile, iyilikle yâd etmeler, anmalar. ezlcât ( ازﻛﺎ تf.s.): kötü düşünceli [kimse], ez-kazâ ( از ﻗ ﻀﺎf.a.zf.): kazârâ, yanlışlıkla, ezkiyâ' ( ازﻛﻴﺎﺀa.s. zeki'nin c .): lekesizler, hâlisler, faziletliler.
ezkiyâ-yi ehl-i ta rik a t: tarikat ehlinin en faziletlileri. ezkiyâ' ( ا ذ ي ﺀa.s. zeki'nin c.): keskin fikirliler, anlayışlılar. ezkiyâ-yi e tfâ l: zeki ؟ocuklar, ezlâf ( ا ﻇ ﻼ فa.i. zılf'ın c .): zool. ؟atal tırnaklar [hayvanlarda]. ezlag, ezlagi^tb. ، ( ا ﻧ ﺒ ﻎa.i.): tenâsül âleti, ezlai ( اﻧﻠ ﻌ ﻰa.s.): iri, uzun ؟ey. ezlak ( اﻧﻠ ﻖa.s.): 1. keskin ؟ey. 2. dil uzatan, aleyhte söz söyleyen [adam], ezlâl ﻇ ﻼل١(a.i. zıll'ın c .): gölgeler, (bkz : azlâl, zıiâi). ezlâm ( ا ز ﻻ مa.i. zelem ve zelm'in c .): Câhiliyet devrinde Arapların fal açmak veyâ ugur saymak İ ؟in kullandıkları kumar okları, ezmân ( ازﻣﺎفa.i. zamân'ın c.): vakitler, anlar, çağlar [dilimizde az kullanılır] . (bkz: ezmine). e z m â rj^ i ١(a.i.zimrvezemir'inc.) :bahâdırlar, kahramanlar, yiğitler. ezmâr-1 Etrâk : Türk yiğitleri, ezmine ( اﻧﺴﻪa.i. zamân'ın c .): anlai", vakitler, çağlar, (bkz: ezmân). ezmine-i cedide : yeni zamanlar, ezmine-i kadime : eslci zamanlar, ezmine-i kadime-i h ay â t: jeol. paleozoik, ezmine-i mâziyye : geçmiş zamanlar, ezmine-i mechûle : bilinmeyen zamanlar, ezmine-i m utavassıta: ortaçağ, ezmine-i müstakbele : gelecek zamanlar, ezmine-i selâse : üç zaman, eznâb ( اﻧﻨﺎ بa.i.): 1. (zenb'in c .): günahlar, suçlar, (blcz : zünûb). 2. (zeneb'in c.): kuyruklar. (blcz : zeneb). ez-nev ( از رf.zf.) :yeniden, e z a ' ( ا ﻧ ﺮ عa.s.): pek fasih, sözü düzgün [adam]. Şahs-ı e z ra ': fasih, sözü düzgün adam, ezrâ' ( اﻧﺮا ﺀa.i.): beyaz kulaklı siyah at. ezrak ( ازر قa.s.): 1. mâvi, gök renkli. 2. saf ve temiz [su]. ezrâr ( ازرارa.i. zırr'ın c .): 1. esvap düğmeleri, ezrâr-ı lib â s : elbisenin düğmeleri. 2. bot. nebatların (.bitkilerin) üzerinden ilk ve son baharda meydana gelen tomurcuklai". ezrâr-ı â rız ıy y e : bot. alışık olunmayan bir yerden ؟ikan tomurcuklar. 281
ezrâr-ı ٠b»,yye ezrâr-ı ıb tıy y e: bot. yaprakların dibinde meydana gelen tomurcuklar, ezrâr-ı intihâiyye : bot. dal tepelerindeki tomurcuklar. ezrâr-ı lahmiyye : hek. yaranın etrâfında meydana gelen et ؟ıkıntıları, ezrâr-ı şahmiyye : bot. kozalak, ezrâr-ı z ü h re v ic e : bot. ؟İ ؟ek tomurcuklaEzrebi ( اﻧ ﺮﻳ ﻰa.i.) : Azerbaycan'ın Arapça adi. ezûc ( ازوجa.s.) : 1. edepsiz [adam]. 2. başı sert [at]. ezûm ( ازومa.s.): ısıran, ısırıcı. Kelb-İ ezûm : ısırıcı, ısıran köpek. ezûz ( ا ذ و ذa.s.) : pek keskin olan [hançer, kiil ؟v.b.] Seyf-İ ezûz : pek keskin kılı ؟, (bkz : bürrân). ezvâc ( ازواجa.i. zevc ve zevce'nin c.) : kocalar, eşler, ؟iftler, kadının veyâ kocanın eşleri. [“zevce” nin c. olarak “zevcât" kelimesi daha ؟ok kullanılır], ezvâc-ı asabiyye : anat. sinir ؟iftleri. ezvâc-1 tâ h irâ t: Hz. Muhammed'in ismetli zevceleri.[Hadîcetü'l-Kübrâ (Huveylid'in kızı) ؛Sevde bintü Zem'a; Â'işe binti EbîBeler ؛Hafea bintü Ömer el-Fârûk ؛Zeyneb binti Huzeyme ؛ümmü Seleme (Hind bintü Ebî ümeyye); CUveyriyye bintü Hâris (adi
Berre olup Peygamber tarafından değiştirilmiş); Zeyneb bintü Cahşî ümmü Habibe (Remle bintü Ebî Süfyân); Safiyye (Hayber Yahudilerinden Huyey bin Ahtab'ın kızı)؛ Meymûne bintü Hâris (nikâhladığı son eşi). Câriyeleri: Mâriyetii'l-Kıbtiyye (Çem'un adli birinin kızı olup Mukavkıs tarafından Mısır'dan hediye olarak gönderilmiştir)؛ Reyhâne (Kurayza Yahudi kabilesinden). Hz. Muhammed on bir nikâhlı evlilik yapmış, eşlerinden ikisi Peygamber hayatta iken vefat etmiştir.]. ezvâk ( اذ وا قa.i. zevkin c .): tatlar, neşeler, lezzetler, hazlar. ezvâk-ı pâdişâh-âne: pâdişahlara yakışır zevkler. ezver ( ازورa.s.) : boynu eğri [kimse], ezveri ( ازورىf.i.): karaçalı denilen, kaim ve ؟ok dikenli bir ağa ؟. ezyâf ( اﺿﻤﺎفa.i. zayfin c .): misâfirler, davetliler, konuklar, (bkz : zuyûf). ez-yah ( از جf.b.s.): "buzdan soğuk” mânâsına gelir. ezyak ( اﺿﻖa.s. zik'dan): pek dar, sıkıntılı. ezyâl ( اذﻳﺎلa.i. zeyl'in c .) : etekler, ilâveler؛ kuyruklar, ekler. ezyed ( ا ز دa.s.): daha (en, pek, ؟ok) ziyâde, fazla.
Ff
f, fâ' ئﺀ، ( فa.ha.) : 1. OsmanlI alfabesinin yirmi üçüncü harfi olup "ebced" hesâbmda seksen sayısının karşılığıdır. fa'âl ( ﻫﻌﺎلa.s. fi'1'den) : 1. ؟ok işleyen, dâimâ harekette bulunan; gayretli, çalışkan. 2. kim., fels. *etkin, fr. actif, fa'âl hissedâr : eko. şirkette faal bir İş gören hissedar. fa'âl şirket : eko. ؟alışır durumda olan ticari kuruluş. fa'âlün limâ yürîd : dilediği İŞİ yapan. Allah. fa'âl-âne ( ﻓﻌﺎﻻﻧﻪa.f.zf.) : fa'alcasına, fa'al olana yakışacak sûrette, çalışkancasına. faale ( ﻓﻌﻠﻪa.i. fâil'in c.) : fâiller, yapanlar. fa'âüyyet ( ﻓﻌﺎﻟ ﺖa.i.) : 1. ؟alışma, hareket, gayret. 2. fels., kim. *etkinlik, fr. activité, fa'al mekteb : ped. *etkinci-*okul, fr. école active. fâci' ( ﻓﺎﺟﻊa.s.c. : fevâci') : insani dertli eden; keder veren, acıklı. fâcia ( ﻓﺎﺟﻌﻪa.s.) : 1. âfet, musibet, (bkz : fecla). 2. hazin ve acıklı tiyatro oyunu, fr. drame, [“fâci” in müennesi]. fâcia-engiz ( ﻓﺎﺟﻌﻪ ا ﻋ ﺰa.f.b.s.) : ؟ok acıklı, (bkz : feci'). fâcia-nüvîs ( ف؛ﺟﻌﻪ ﻧﻮصa.f.b.s.) : fâcia yazan, hazin ve acıklı tiyatro oyunu yazan [kimse], trajedi üstâdı. fâciât ﺟﻌﺎ ب٠(فo.i.c.) : musibetler, acıklı şeyler. fâcir١ fâcire ﻓﺎﺟﺮه، ﺟﺮ،( فa.s. fücûr'dan. c. : fecere, füccâr) : 1. fücûr sâhibi, fenâ huylu, günahkâr. 2. ayyaş, sefih. 3. habis; rezil;
şerîr; çakî. 4. yalancı. 5. kadma düşkün erkek, erkeğe düşkün kadın,
ل٠( ىضa.s.c.: fudalâ): 1. (bkz : fâzıl). 2. i. erkek adi.
fâ d ıl
( ﻓﺎﺿﻠﻪa.s.): 1. [“fâdıl" kelimesinin müen.]. (bkz : fâdıl). 2. i. kadın adi.
fâ d ıla
fa d ih , fa d îh a
ﻓ ﻀ ﺤ ﻪ، ( ﻓ ﻀ ﺢa.s.). (bkz : fazlh,
fazîha). (f.i.): 1. [evvelce] Çin imparatorlarma verilen bir ad. 2 ٠Çin'de porselenden yapılan kapkacak. 3. Selâmi izzet (Sedes) tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebî, felsefi, İçtimâi bir dergi,
fa g fû r
fa g fû r -؛
Çîn : Çin fağfuru, Çin İŞİ.
fa g fû r ؛
( ^ رىf.s.): fağfura mensup, ؟ini. fa h â m e t ( ﻓ ﺨﺎ ﻣ ﺖa.i.): 1. fahimlik, ululuk. 2.
itibar, kıymet, değer. 3. kadm adi.
( ﻓ ﺨﺎ ﻣﺘﻠﻮa.t.s.): [evvelce] sadrâzam, Mısır hidivi ve prenslere verilen bir lâkap, fahâmetli.
fa h â m e tlü
( ﻓ ﺨﺎ ﻣﺘﻨﺎهa.f.b.s.): yegâne başvurulacak en büyük makam,
fah â m e t-p e n â h fa h h
( ﻓ ﺦa.i.): kapan, tuzak, ağ, fak.
f a h h ü 'l- f â r : fâre fa h h â m fa h h â r
kapanı,
( ﻓ ﺤﺎمa'.i.): kömürcü, ( صa.s.): 1. kendini medheden, ؟ok
övünen, Ovüngen. 2. ؟anak, ؟Omlek, toprak testi. 3. saksı.
( ﻓﺤﺎ شa.s. ) : her türlü kötülükleri şahSinda toplamış [kimse],
fa h h âş
٠ ﻓ ﺨﻴﻢ، م٠( ﻓ ﺦa.s. fahm'den. c. : fihâm) : fahâmetli, ؟ok kuvvetli, itibar ve
fa h lm , fa h im e
283
fâhim, fâhime nüfûz sâhibi olan. Düvel-İ fahim e : itibar ve nüfûz sâhibi olan devletler, fâhim , fâhim e ﻓﺎ ﻫ ﻤ ﻪ، ( ﻓﺎ ﻣ ﻢa.s. fehm'den) : an-
layışlı, akıllı. fahîm-âne ( ﻓﺨﻴﻤﺎﺋﻪa.f.zf.): fahim olana yakı?acak sûrette. fâhir, fâhire ﻓ ﺎ ﺧ ﺮ ه، ( ﻓ ﺎ ﺧ ﺮa.s. fahr'den): 1. fah-
reden, onurlu, şanlı, ?erefli. (bkz: m üf tehir). 2. mükemmel. 3. kıymetli, değerli. 4. erkek ve kadın adi. fâhiş ( ﻓ ﺎ ﺣ ﺶa.s. fah?'dan) : 1. mübalâğalı, ta?"
kin, aşırı. 2. büyük, iri. 3. ahlâksız, ahlâka aykırı; ؟irkin, pek kötü. Kavl-İ fâhiş : ؟irkin söz. H atâ-yı fâhiç : pelc kötü yanlış. 4. insafsızca. 5. tamahkâr, pinti, kısmık [adam]. fâhiş f i a t : eko. haklcaniyete, teâmüle uyma-
yan gayr-i kanûnî fiat.
fahr ( ﻓ ﺨ ﺮa.i.): 1. övünme, böbürlenme, büyüklenme, ?erek onur, kıvan2 . ؟. büyüklük,
ululuk. 3. şöhret, ün. 4. fazilet, erdem, fahr-i âlem, fahr-i k â in â t : Hz. Muham-
med. fahr-i e d h e m i : dört terekli ta ؟, fahr-i h iise y n i : on iki terekli ta ؟. fahrü' 1-m ürselîn : Hz. Muhammed. (bkz :
Fahr-İ âlem, Fahr-İ kâinât). fah rü '1-u lem â : bilginlerin en büyüğü, en
büyük bilgin. fah rü 'l-ü d eb â : ediplerin en büyüğü, en de-
gerlisi. fah rü 'l-v ü z e râ : vezirlerin övünüleni. fah ri ( ﻓ ﺨ ﺮ ىa.s.): 1. ?erek onur İ ؟in, parasız, maaşsız, aylıksız, ücretsiz görülen [İ?1. 2. i.
erkek adi.
( ﻓﺎ ﺣ ﺸ ﻪa.i. fuhş'den. c . : fevâhi?): 1. ahlâksız kadın, kahpe, [bkz: âlüfte, âşüfte, zâniye). 2. ar, ayıp, kabahat, günah,
fahriyyât ( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺎ تa.i. fahriyye'nin c .): ed. eski
fâhite ( ﻓ ﺎ ﺧ ﻪa.i.c.: fevâhit): yabâni güvercin,
f a h r i c e ( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﻪa.i.c. fahriyyât): 1. ed. eski
fâhiçe
üveyik, (bkz: hamâm). fahl ( ﻓ ﺤ ﻞa.s.c.: fuhûl): 1. aygır. 2. akıllı ve zeki [adam]. 3. i. erkek. 4. s. beyitler, hadis-
ler ve rivâyetler anlatan [kimse], fahm ( ﻓ ﺨ ﻢa.s. fahâmet'den. c . : fihâm ): bü-
yük, ulu. (blcz : azim, cesim, kebir), fahm ( ﻓ ﺤ ﻢa.i.): kömür, (blcz : engist). fahm -i b illû r i : elmas, fahm -i fa 'â l : lcim. actif kömür, fahm -i h açeh î : cogr., kim. odun kömürü, fahm -i hayvâni (hayvan kömürü): fr. charbon animal. fahm -i m âd e n î : mâden kömürü, fahm -i n e b â tî : nebâtî, *bitkisel kömür, fahm -i sânî-i a lü m in y u m : kim. alümin-
yum karbür. fahm -i sânî-i kalsiyum : lcim. kalsiyum kar-
bür, karpit. fahm -i tabîî : kim. *doğal kömür, fahm -i tü r â b î : huy kömürü, fahm i, fahm iyye ﻓ ﺤ ﻤ ﻴ ﻪ، ( ﻓ ﺤ ﻤ ﻰa.s.): kömürle ilgili, kömürümsü. H avza-i fahm iyye: kö-
mür havzası. fahm iyyet ( ﻓ ﺤ ﺐa.i.): kim. karbonat.
284
şâirlerin, kendi faziletlerini ve ?âirliklerini övmek yolunda yazdıkları ?iirler. şâirlerin, kendi faziletlerini ve üstünlüklerini övmek sûretiyle yazdıkları ?iirler. 2. kadm adi. 3. ed. divan edebiyâtında. kasidenin belirli kısımlarından biri, fahriyyen ( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺄa.zf.): fahri olarak, onur İ ؟in,
parasız ve menfaatsiz. fahriyyet ( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺖa.i.): fehrilik. (bkz : fahri‘), fahs ( ﻓ ﺤ ﺺa.i.) : bir ?eyin i ؟yüzünü araştırma,
arama. fahçâ' ( ﻓ ﺤ ﺸﺎ ﺀa.i.) : 1. akil ve mantığın lcabul
edemeyeceği söz ve İş. 2. meşrû olmayan şehvânî haller, fuhu?, zinâ. 3. verilen zekâttaki tamahkârlık. fâhte ،( ﻓﺎ ﺧ ﻰf.i.): 1. üveyik kuşu. 2. müz. Türk
müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi zamanlı ve on bir darplıdır. Peşrev, beste ve İlâhiler ölçülmüştür. Yalnız 20/4 mertebesi kullanılmıştır. Yirmi zamanlı tek usul olan fâhte, muhtelif şekillerde bulunan bir sofyan, iki yürük samâî ve gene bir sofyan'dan mürekkeptir, ؟enber usulü fâhte'nin başına bir sofyan getirilerek teşkil edildiği gibi, bu usul zencir'in de terkibinde bulunur, fahûr ل٠( ﻓ ﺨ ﻮa.s. fahr'den): ؟ok fahreden, övü-
nen, kendini medhetmek itiyâdında olan, (bkz: mütemâcid, mütemeddih).
fâkihetü'ş-şitâ fahûr-âne
اذه٠( ﻓ ﺾa.f.zf.) : fahûrcasına, kendi-
ni medhederek, öğünerek, kurularak. fahz .( ﻓﺨﻒa.i.c. : efhâz) : uyluk, kalça ile baldır arasındaki kısım. A zm -İ fahz : uyluk
kemiği.
( ىﺀدهa.i.c. : fevâid) : 1. fayda, menfaat, kâr, kazan2 . ؟. ümit; hayır; işe yarama. BÎfâide : faydasız. Çi-fâide : neye yarar, boşuna. fâide-i hiber : bir İşin hakikatine varma faydasi. 3 ٠faydalı olan bend, fıkra, fâide-i târih im e : târihî fayda, kazan ؟, fâide-cû f ( فﺀدهa.f.b.s.) : fayda arayan, ؟ikar gözeten. fâide-mend ( ئﺀده ﻣ ﺪf.b.s.) : menfaat elde eden, kârlı. fâih ( ﻧﺎﻳﺢa.i.c. : fevâih) : ؟İ ؟ek ve meyva kokusu. ["fâyih" şeklinde de kullanılır], fâik, fâika ﻓﺎﺋﻌﻪ، ﺋﻖ١(فa.s. fevk'den) : 1. fevkinde bulunan, mânevi olarak üstünde olan. İhtirâm ât-1 fâika : üstün saygılar, fâikü'l-akrân : akranlarından üstün, fâikü'l-em âsil : benzerlerinden daha üstün durumda olan. 2. a'lâ. 3. erkek ve kadın adi. fâikat ( ﻓ ﺎ ﺋ ﻘ ﺎ تa.s. fâik'in c.) : fâikler, üstünler, ilerde olanlar. fâikiyyet ( ﻓ ﺎ ﺋ ﻘ ﻴ ﺖa.i.) : üstünlük. Esbâb-1 fâikiyyet : üstünlük sebepleri [yapma kelimelerdendir.].
fâide
fâil ( ﻓﺎ ﻋ ﻞa.s.c. fevâil, faale) : 1. işleyen, yapan. 2 . te'sirli. 3. gr. bir fi'lin anlattığı İŞİ yapan, fr. sujet. fâil-i hakiki (gerçek yapıcı) : Allah, fâil-i hayr : hayır işleyen, fâil-i m uhtâr : istediğini yapmakta serbest
olan. fâil-i m übâşir : huk. bir şeyi bizzat yapan
kimse. fâil-i m üstakil : huk. bir su ؟u kendi işleyen
veyâ bunun işlenmesine sebep olan, fâil-i m üşterek: hulc. işlenen bir su ؟ta par-
mağı olan, su ؟ortağı, fâil-i şerr : kötülük işleyen. fâiliyyet ( ﻓ ﺎ ﻋ ﻴ ﺖa.i.) : 1. faillik, işleyicilik; İşleyen ve yapanın hâli. 2. fels., kim. müessirlik, te'sir, fr. activité.
fâiz ( ئﺀضa.i. fevz'den. c . : fevâiz): 1. ödün ؟verilen paraya karşı alınan kâr. (bkz : güzeşte) nemâ, ribâ). 2. bolluk, ؟okluk, taşkınlık. 3. s. feyezan eden, taşan, fâiz-i basit: alınan bor ؟müddeti İçinde degişmeyen anaparanın getirdiği fâiz, kâr. fâiz-i cüz'î; bir liranm belirli zaman İçinde getirdiği fâiz. fâiz-i külli: bir parayı teşkil eden cüz'î fâizlerin tutarı olan asil fâiz. fâiz-i miirekkeb : bir paranın getirdiği fâiz, vâde sonunda ana paraya katılmak sûretiyle hesap edilen fâiz. fâizü'n-nûr: nur bolluğu, fâiz, fâize ئﺀوه، ( ئﺀزa.s. fevz'den): 1. fevz bulan, mıırâdına ulaşan, bir başarı kazanan. 2. erkek ve kadın adi. fâj, fâje ( ﺋ ﺰf.i.): esneme, fâka ( ﻓﺎﻗﻪa.i.): fakirlik, yoksulluk, ihtiya ؟. Fakr ü fâka : yoksulluk, fâka-yı şedide : şiddetli ihtiya ؟. fakahet "( ﻓ ﻘﺎ ﻫ ﺖka” uzun okunur, a.i.): fakihlik, fıkıh ilminde bilgi sâhibi olma, fakahetli, -İÜ ش- ، “( ﻓ ﻬ ﺎ ضka" uzun okunur, a.s.): evvelce] müftüler hakkında kullamlan resmi bir Unvan. fakat ( ﻓ ﻘ ﻂa.e.): yalnız, ancak, lâkin, ama, şu kadar var ki. fakd ( ﻓ ﻘ ﺪa.i.): yokluk, bulunmama, (bkz: ftkdân). fakd-i nakd : para yokluğu, fakha ( ﻓﻘﺤﻪa.i.c.: fıkâh ): 1. andropogon muricatus denilen bir ؟İ ؟ek. 2. anat. anüs, makat, uyluk. 3. astr. Dübb-i ekber denilen yıldız kümesinin dörtgeninde bulunan bir yıldız, lât. Gamma Ursus Majoris; fr. Phegda; ing. Phecda. [yedili kümenin üçüncü derecedeki parlak yıldızıdır.], fakid ( ﻓ ﻤ ﺪa.s.): nâdir bulunan [nesne], falcih ( ﻓ ﻤ ﻪa.s. fıklı'dan c . : fukahâ) : 1. fıkıh (din, şeriat) ilminin üstâdı. fakihü'1-fukahâ: fakihlerin fakihi, en büyük fakih. 2. zeki, anlayışlı [kimse], (bkz: fehhâm). fâkihe ( ﻓﺎﻛﻬﻪa.i.c.: fevâkih): yemiş, meyva. fâkihetü'ş-şitâ (kış meyvası) : ateş, [ennârü fâkihetü'ş-şitâ': ateş kışın meyvasıdır.] 285
fakir fakir ( ﻓ ﻔ ﻴ ﺮa.s. fakr'den. c . : fukarâ') : 1. zengin
olmayan, yoksul, parasız, züğürt. 2. dilenci, (bkz : sâil). 3. zavallı, bîçare, âciz. 4. alçakgönüllülük göstererek “ben” mânâsına gelir. 5. Hindistan'da kendi kendilerine türlü eziyetler yapmaya alışmış olan dervişler, fak îr-î m u 'te m il : huk. kazanıp yaşayabil-
meye kudreti olan yoksul kimse,
fâlikü'1-habbi ve'n -n u v â î : habbeyi, tâneyi
ikiye yaran, fâlik ü 'n -n evâ : Allah. fâlik ( ﻓ ﺎ ﻟ ﻚa.i.): memeleri henüz arşaklanmış
[kız]. fâl-nâm e ( ﻓﺎﻧﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): fal kitabi, fâl-zen ( ﻓﺎﻟﺰ نf.b.s.): fala bakan, falcı, (bkz:
fâl-gîr). (a.f.zf.): 1, fekire yakışa-fâm ﻓﺎ م- (f.i.): renk, (bkz: levn). G ül-fâm : cak sûrette. (bkz : âcizâne). 2. fakircesine. gül renkli. S e b z -fâ m : yeşil renkli. Zer3. nezâket olarak “ben” zamirinin karşılığı, fâm : altın renkli v.b. fakir-hâne ( ﻓ ﻘ ﻴ ﺮ ﺧﺎ ﻧ ﻪa.f.b.i.): (alçakgönüllülükfân î ( سa.s. fenâ'üan): 1. ölümlü. 2. muvakle] söz söyleyenin evi. kat, geçici ["baki” zıddı]. 3. ihtiyar, yaşlı. fakr ( ﻓﻘﺮa.i.): fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık, Âlem -i f â n î : fânî dünyâ. P îr-i f â n î : pek züğürtlük. yaşlı olan. fakr u fâka . (bkz: fâka). fâniyyet ( ﻓ ﺎ ﻧ ﻴ ﺖa.i.): fânilik, ölümlülük, fakîr-âne
ﻓ ﻐﻴ ﺮاﻧ ﻪ
fakr u sefâJet : büyük yoksulluk, fekirlik. fak r u z a rû re t : şiddetli yoksulluk, fakrü'd-dem : kansızlık, fr. anCmie. Fakr-nâm e ( ﻓﻘﺮﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): Âşık Paşa'nın ta-
savvufa dâir bir mesnevisi, fâl ( ﻫﺎ لa.i.) : ugur; tâlih deneme ؛kahve fin-
canına, iskambile bakmak gibi bir takım garip usullerle insanin tâlihine âit şeyler söyleme. fâl-i bed : fenâ hal, fenâ alâmet, fâl-i hayr : iyi hal, iyi alâmet, ugur sayma, falak ( ﻓﻠ ﻖa.i.) : 1. sabah aydınlığı. 2. tomruk;
falaka. falaka ( ﻓﻠﻘﻪa.i.): 1. [eskiden] mektepte veyâ
medresede kabahatli talebenin -arkası üstü yatırıp dayak atmak üzere- ayak bileklerine takip sıkıştırılan iki ucu ip bagil bir sopa. 2. bâzı manivela işlerinde kullanılan ucu iple bagil bir ağaç. 3. iki ucu bir yere bağil olan halat. 4. çift atlı yük arabalarında, çeki kayışlarının bağlandığı ağaç, fâl-gîr
( ﻓﺎﻟﻜﻴﺮf.b.i.): falcı,
fâl-gû ( ﻓﺎ ﻟﻜ ﻮf.b.s.): fal söyleyen, fala balcan.
fânûs ( ﻓﺎﻧﻮ سa.i.c.: fevânls): 1. küre veyâ silin-
dir şeklinde cam kapak. 2. İçinde mum yakılan büyük fener, camii mahfaza, abajur, fânûs-i h a y â l : hayâlî fener, İçinde mum ya-
nan üsütü tabiat resimleriyle İşlenmiş döner fener. fâr ( ﻓﺎرa.i.): sıçan, fâre. (bkz : mûş). Fârâbî ( ﻓﺎراﻳ ﻰt.h.i.): 870 veyâ 873 le 950 yıl-
lan arasında yaşamış ve Aristo felsefesinin îslâm âleminde yayılmasına yol açmış büyük bir Tiirk filozofudur. Kendisine muallim-i sânî (felsefede Aristo'dan sonra ikinci üstad) ünvânı verilmiştir. Eserlerinin Ibn-İ Sînâ üzerinde büyük te'siri vardır. Eserlerini zamânının ilim an'anesi geregince hep Arap diliyle yazmıştır. Kendisine Garplılar : Alfarabius derler. Kanun dediğimiz çalgının mûcididir. Asil adi Ebû Nâsır Muhammed'dir. fjzlukoglu Tarhan'ın torunudur. Babasının adi Muhammed'dir. farazâ ( ﻓ ﺮ ﺿﺎa.zf.). (bkz : farzâ). farazi ( ﻓ ﺮ ﺿ ﻰa.s.). (bkz : farzi). faraziyye ( ﻓ ﺮ ﺿ ﻪa.i.c.: faraziyyât). (bkz : far-
ziyye).
fâlîc ( ﻓﺎﻟ ﺞf.s.): galip, muzaffer,
fâre ( ﻓﺎرهa.i.): sıçan, (bkz : fâr, mûş).
fâlîc ( ﻓﺎﻟ ﺞa.i. felc'den): yarim inme, vücudun
fârık, fârıka ﻓﺎرﻗﻪ، ( ﺋ ﺮ قa.s. fark'dan): 1. fark
yaı-ısına inen inme, (bkz : n ısfı nüzûl). fâlîce ( ﻓﺎﻟ ﺠ ﻪa.i.): ["fâlic” kelimesinin müen.]
(bkz: fâlic). fâlîh ( ﻓﺎﻟ ﺢa.s.): 1. toprağı süren, eken. 2. mu-
vaffak ve mes'ud [kimse]. 3. i. erkek adi. fâlik
28،
(a.s.) : ikiye bölen, ayıran.
eden, ayıran. fârık-ı nîk ü bed : iyiyi kötüyü ayıran. 2. fark
olunmasına, ayrılmasına sebebolan. fârîg ( ﻓﺎ ر غa'.s. ferâğ'dan): 1. vazgeçmiş, çekil-
miş. 2. rahat, âsûde. 3. boş, boş kalmış, İşini bitirmiş, İşsiz. 4. huk. bir mülkün, tasarruf.
؛arien sâhip olma, kullanma hakkini başkasına terk eden. fâ r ig ü 'l - b â l : başı
din ؟, gönlü rahat, f â r ig ü 'l- h â l : hâli vakti iyi olan, fâris, fâ r is e ﻓﺎرﺳﻪ، ( ﻓﺎرسa.s.): 1. atlı, (bkz: süvâri). 2. binici, ata binmekte mahâretli. 3. ferâsetli, anlayışlı. 4 . h. i. İran'ın güneyindeki Şîraz vilâyeti. 5. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. fâ ris â n ( ﻓﺎرﺳﺎنa.f. fâris'in c .): OsmanlI saltanatınm kuruluşu sıralarında eyâletlerde hudutlardaki muhâfız askerler, fârisî, fâ r is iy y e ﻓﺎ ر ﺳﻴ ﻪ، ( ﻓﺎرﻣﻰa.s.): 1. Iran dili, Farsça, Acemce. 2. İran'ın dili ve halkı ile ilgili olan. fâ r is iy y â t
( ﻓﺎر ﺳﺎ تa.i.c.) Iran edebiyâtı.
(a.i.c.: ferâiz): 1. farz, Allah'ın emri. 2. lâzım, vâcip, gerek. 3. bor ؟, vazife. 4. mirasçılardan herbirine şer'an düşen hisse, pay. (bkz : ferâiz^).
fa riz a ه٠ﻓ ﺮ ﻳ ﻪ
fa r iz a -i z im m e t : boyun fark
borcu,
( ﻓﺮقa.i.c.: fu rû k): 1. ayrılık, başkalık;
iki veyâ daha ؟ok şey arasındaki ayrılık. 2. ayırma, ayrılma, seçilme, fa rk -ı c e m ' : merâtipte zııhûr itibâriyle vâhidin teksiri. fa rk -ı fâ h iş : ؟ok aykırı fark. 3. başın tepesi; baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer. fa rk -ı s iih û n e t: cogr. Sicaklıkferkı, fr. am p litude.
: şişmanlık aşırılığı,
fa r t-ı ta g d iy e
: biy. aşırı besi, fr. su ralim e n -
tation. fa r t-ı zekâ
: zekâ taşkınlığı.
(a.i. fark'dan): 1. Hz. Ömer'in lâkabı. [İraklıyı haksızdan ayırdederek adâleti tam yerine getirmekle ün kazandığı İ ؟in "fârûk" kelimesiyle adlandırılmıştır]. 2. hakliyi haksızdan ayırmakta pek mâhir olan. 3. keskin. 4.İ. erkek adi.
fâ r û k
“( ﻓﺎروﻗﺎﻧﻪka" uzun okunur, a.f. z f.): fârıık olana yakışır sûrette. [Hz. Ömer gibi].
fâ r û k -â n e
fâ r û k î
( ﻓﺎروﻓﻰa.s.): Hz. Ömer ve adaletine
mensup.
ب١( ﻓﺎريf.i.): 1. ؟ay ve ırmak suyu ile sulanan yer. (bkz: pâryâb). 2. (h.i.): eski Horasan'da Beİh'e yakın bir şehir.
fâ r y â b
( ﻓﺮضa.i.c.: furûz): 1. bir netice elde etmek İ ؟in ihtimalli veyâ gerçek olarak kabul edilen bir tahminde bulunma, sayma, tutma, bir husûsu bir dâvâya mevzû ve asil kilma : "beni burada yok farzedin". 2. Allah'ın, işlenmesi kat'î olarak lüzumlu, terki günah olan emirleri, [namaz; oru ; ؟hac; zekât gibi]. 3. s. zarûrî, lüzumlu, gerekli: “onu ziyâret etmek ferzoldu”. B i '1 - f a r z : diyelim ki, tutalim ki, şOylece düşünelim.
fa r z
fa r z - e t m e k : saymak,
tutmak,
fa r z -ı a y n :
: tas. dünyâ alâkalarım tamâmiyle terkederek ehâdiyyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak hâleti. F a rs ( ﻓﺎرسa.h.i.): Iran. F a rs c ü m le -ik e v k e b iy e s i : astr. Pers *takımyıldızı, fr. con stellatio n de PersCe. fa r t ( ﻓﺮطa.i.): aşırı, aşırılık, aşkın, aşkınlık, taşkın, taşkınlık, fevkalâdelik, fa r t-ı c ü n û n : aşırı delilik, aşırı heyecan, fa r t-ı e n â n iy y e t : psik. .benlikçilik, fr. fa rk -ı
fa r t-ı sem ân e
tâ m m
Cgotism e. fa r t-ı g a y r e t : gayrette fa r t-ı h a s s â s iy y e t :
aşırılık, duyguda aşırılık, aşırı
duygu, fr. hyperesthCsie. fa r t-ı h ı f z : psilc. aşırı
.bellem,
hyperm nCsie. fa r t-ı m a h a b b e t :
fr.
Allah'ın, teker teker her Müslümanin yerine getirmesi lâzımgelen emri,
: Allah'ın, bir kısım Müslümanİarın yerine getirmesiyle, diğerlerinden sâkıt olan emirleri, [cenâze namazı kılmak gibi]. fa r z -ı m ı ı h â l : olmayacak bir şeyi olacakmış gibi düşünme.
fa r z -ı k ifâ ye
: dünyânın her tarafına yayılmış olan ve son derece elastikiyeti (esnekliği) sebebiyle havayı, sesi ve ışığı nakle yarayan ve "esir" denilen ince maddenin ferz ve kabul edilen dalgaları.
fa r z -ı te lâ tu m
( ﻓﺮﺿﺎa.zf.) : farzedelim ki, diyelim ki, tutalım ki, ola ki [“ farazâ” yanlıştır], (bkz : bi'1-farz, fi'l-mesel).
fa r z â
( ﻓﺮﺿﺄa.zf.) : diyelim ki, tutalım ki. (bkz: farzâ).
fa r z e n
sevgide aşırılık.
287
farzî ( ﻓﺮ ﺿ ﻰa.s.) : farz, takdir ve tahmin usûlüne dayanan, ["farazi" yanlı?tır].
fa r z l
fa r z iy y â t ﻓ ﺮ ﺿﻴﺎ ت
(a.i. farziyye'nin c.). (blcz :
farziyye). : gerçekle?mesi İmkânsız olan düşünceler ve incelemeler,
fa r z iy y â t-i g a y r-i m ü m k in e
( ﻓﺮﺿﻪa.i.c. : farziyyât) : bir İddiâyı aydmlatmak İçin söylenen ve hükmü kat'î olmayan, farz ve takdire bagil bulunan mesele, *varsayımlı, *varsayım, fr. h yp o th étiq u e, h ypoth èse, ["faraziyye" yanlıştır],
fa r z iy y e
( ﻓﺼﺎﺣﺎتa.i.) : güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme lcabiliyeti. [asil mânâsı Arapçada : "köpüksüz hâlis süt” demektir].
fa sâ lıâ t
fa sâ h a t-p erd âz ﻓ ﻤ ﺎ ﺣ ﺎ ت ﻳﺮدان
(a.f.b.s.) : giizel
ve açık konuşan, uzdilli.
( ﻓ ﻤ ﺪa.i.) : kan alma, hacâmet).
fa sd
(bkz: idma',
ﻟ ﻖ٠( ىa.s. fisk'dan. c. : feseka, füssak): Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, lcötülülc eden.
fâ s ık
: günah işlemeye hazır oldugu halde bir fırsatını bulamayan,
fâsık -1 m a h rû m
( ﻓ ﻤ ﻞa.i.c. : fusûl) : 1. (bkz : fasl). 2. m üz. bir bestekârın ayni makamdan bestelediği iki beste. 3. m üz. [geniş mânâsıyla] Türk müziğinde klasilc bir konser programı,
fa s ıl
( ﻓﺎ ﻣ ﻞa.s. fasl'dan) : fasleden, ayıran, bölen. H a tt-ı fâ sıl : iki ?eyi birbirinden ayıran ؟izgi.
fâ sıl
( ﻓﺎﺻﻠﻪa.i.c. : fevâsil) : 1. aralık, ara. 2. ayıran şey. 3. ilci ?eyin arasındaki bölme.
fâ s ıla
: gr. dört harelceli ve bir sâkin harften meydana gelen be? harfli kelime, (vatanimiz) gibi.
fâ s ıla -y ıl ؛ü b râ
: Yıldırım Beyazit'in esir düşmesinden sonra ؟elebi Mehmet'in pâdişâh olmasına kadar geçen zaman,
fâ s ıla -y ı saltan at
: gr. üç harekeli ve bir sâkin harften meydana gelen dört harfli kelime : (vatanim) gibi.
fâ s ıla -y ı sııg râ
ﻓﺎﻣﺪه، ﺀﺳﺪ١(فa.s. fesâd'dan. c. : fesede) : 1. kötü, fenâ; yanlış, bozulc. 2. münâfık, fesat çıkaran. B e y '-i fâsid : huk. alim satım ?artlarında eksiklik olan satış,
fâsid , fâsid e
fâ sid d âire
288
: lcısır *döngü.
fâsidü'l-m izâc: ahlâk ve tabiatın normal durumunu bozan. fâsidât ( ﻓﺎﺳﺪاتa.s. fâsid'in c .): bozucu ?eyler, fasih ( ﻓﺼﻴﺢa.s.c.: fusahâ): 1. güzel, düzgün ve açık konu?an, iyi söz söyleme kabiliyetinde olan [kimse], uzdilli. Kelâm-1 fasih : düzgün söz. 2. â?ikâr, sarih, açık, fasîhü'l-lisân : düzgün söz söyleyen, (bkz : talik)؛. fâsih ( ﻓﺎﺳﺦa.s. fesh'den): fesheden, iptal eden, bozan, çürüten, fâsih-i ?irk et: ?irket fesheden, fasîh-âne ( ﻓ ﺼﻴﺤﺎ ﻧﻪa.f.zf.): fasâhatli; fasih olana yakı?acak bir tarzda, fasile ب (a.i.c.: fasâil): 1. âile, ana-baba. 2. bot. bir cinsten olan nebatların (*bitki) hepsi, familya. faslle-i bakliyye: bakla fasilesi, *baklagiller, faslle-i ceresiyye : bot. *çançiçeğigüler. faslle-i karanfüliyye : karanfil fesllesi, *lcaranfilgiller. faslle-i k ib ritim e : kibritotları. faslle-i lahmiyye : damkorugugiller. faslle-i sabbâriyye: bot. etli *bitkiler, fr. cactCes. faslle-i salib iyye: turpgiller, faslle-i sanevberiyye: kozalaklılar, faslle-i sencâriyye: hodangiller, faslle-i ?efeviyye: ballıbabagiller, faslle-i zeytûniyye: zeytingiller, fasl ( ﻓ ﻤ ﻞa.i.c.: fusûl): 1. ayrıntı ؛ayırma, ayrılma; kesme; kesinti; bölüm. 2. halletme, neticelendirme. 3. aleyhte bulunma, adam çeki?tirme. 4. bir kitabin ba?lıca bölüntülerinden her biri. 5. ed. kelimeler, terkipler ve cümleler aı٠asında bağlantı edâtı bulunmadan yazı yazma usûlü. 6. miiz. bir defada çalman pe?rev, ?arkı vesâirenin hepsi, (bkz: fasıl7 .(؛. tiyatro oyununun ba?lıca Icısımlarından herbiri. 8. dört mevsimden herbiri. fasl-ı bahâr, fasl-1 r e b l: bahar mevsimi, fasl-ı g ü l: gül mevsimi, ilkbahar, fasl-ı h a r lf: güz mevsimi, fasl-ı hazân : sonbahaı., güz. fasl-ı k a r lb : mant. ayırım, fork, fr. diffCrance.
fatk fasl-ı m u d h ik : Arap ülkelerinde iptidâi bir komik *türü. fasl-ı m üşterek: geo. *arakesit, fasl-ı s a y f: yaz mevsimi, fasl-ı şitâ : kış mevsimi. 9. a) bir bestekârın ayni makamdan bestelediği iki beste ile iki semâî; b) geniş mânâsıyla Türk müziginde klâsik bir konser programı, (bkz: fasih) 10. iki sathin (*düzey) birleşmesinden meydana gelen çizgi (fasl-ı müşterek). 11. anat. mafsal, vücûdun oynak yerleri, faslii’l-cesed : anat. vücûdun mafsalları, oynalc yerleri, (bkz : fasıl). fasla ( ﻓﺼﻠﻪa.i.c.: fasalât): 1. hurma ağacının fidanı. 2. geo. bir düzlem üzerinde birbirine dik olarak tasavvur edilen kemiyyât-1 vaz'iyye mihverleri'nden ufuk hattına amut olanına ayni düzlem üzerindeki bir noktadan indirilmiş dikmenin uzunluğu, [topografyada bu sistem 90 derece farklı olduğundan geometrinin faslası topograf yanın tertibi olur, fr. abscisse]. fass ( ﻓﺺa.i.c.: fusûs): 1. yüzük taşı, fass-ı nigin : yüzük taşı. 2. badem gibi meyvaların İÇİ. 3. kemiğin oynak yeri. 4. mec. gözbebeği. fassâd ( ﻓ ﺼﺎدa.i. fasd'dan): kan alıcı, kan alan, hacamatçı: cerrah. fassâl ( ﻓ ﻤ ﺎ لa.s. fasl'dan): herkesin ayıplannı ve kusurlarım diline dolayıp zemmeden, sayıp döken, dedilcoducu. fassâl-i b ed-hısâl: fenâ huylu, dedikoducu. fâş ( ﻓﺎشf.i.): meydana çıkma, duyulma, açığa vurma, dile verme, [“fâşetmek” meydana çıkarmak, açığa vurmak, dile vermek, duyurmak]. . fâşî ( ﻓﺎﺷﻰa.s.): meydana çıkmış, duyulup yayılmış. fatânet ( ﻓﻄﺎ ﻧ ﺖa.i.): fetinlik, zihin açıklığı, zihnin yaradılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak husûsundaki istîdâdı, zeyreklik, (bkz: fıtnet). Fâtıma ( ﻓﺎﻃﻤﻪa.h.i.): Hz. Peygamberin ilk zevceleri Hz. Hadice'den dünyâya gelen, dört kızının en küçüğüdür, [diğerleri: Zeyneb, Rukiyye, ümmü Külsûm'dur]. Hicretten 18 yıl önce 605 de Mekke'de dünyâya gelmiş, hicretten 11 yıl sonra, 632 de Medine'de
vefât etmiştir. 18 yaşında Hz. Ali ile evİenmiş, Hz. Hasan ve Hüseyin'in) ümmü Külsûm, Zeyneb ve Rukiyye isimli kızların annesidir [kızlarına, ablalarının adını vermiştir]. Hz. Peygamberden sonra ancak 6 ay yaşamıştır. Lâkabı Zehrâ'dır. fâtır ﻓﺎﻃﺮ Hâlik).
(a.s.) : yaratan, yaratıcı,
(bkz:
fâtıra ( ﻓﺎﻃﺮهa.s.) : [“ fâtır” kelimesinin müen.], (bkz : fâtır). Kudret-i fâtıra : Tanrı'nın yaratma gücü. fâtırii's-sem âvât: gökleri yaratan; Tanrı. Kudret-i fâtıra : Hakk'm yaratma kudreti, fâtih ( ﻓﺎﺗﺢa.s. feth'den) : 1. fetheden, a ؟an. fâtih-i bilâd : beldeler, şehirler fetheden, fâtihü'l-ebvâb: kapıların açıcısı; Tanrı. 2. bir memleket zapteden. 3. h. i. II. Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesi dolayısiyla aldığı târihî lâkap. fâtiha ( ﻓﺎﺗﺤﻪa.i.c. fevâtih): 1. başlangıç, methal, giriş. 2. Kur'ân-1 Kerim'in birinci sûresi, fâtiha sûresi [“elhamdü lillâhi rabbi'1-âlemîn" diye başlayan sûre], (bkz: seb'ül-mesânî). fâtiha-i fik r e t : sözün başlangıcı, (bkz: fâtiha-i kelâm). fâtiha-i kelâm : sözün başlangıcı. fâtihatü!'-kitâb : mukaddime, dîbâce. fâtiha-hân ( ﻓﺎﺳﻪ ﺧﻮانa.f.b.s.): birinin rûhuna fâtiha okuyan. fâtihân ( ﻓﺎﺳﺎنa.f.c.): fatihler, fethedenler, fâtik ( ﻓﺎﺗ ﻚa.s.c. füttâk): fırsat buldukça adam öldüren kimse. fâtike ( ﻓﺎﺗﻜﻪa.s.c. fevâtik) : fırsat buldukça adam öldüren [kız, kadın], fatim ^
(a.s.) : sütten kesilmiş [çocuk], fâtin ( ﻓﺎﺗﻦa.s. fitne'den): fitneci, fatin, fatine ﻓ ﻴ ﻪ، ( ﻓﻄﻴﻦa.s. fıtnat'dan): 1. zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. fatir ( ﻓﻄﻴﺮa.i.): 1. mayasız saç ekmeği, bazlama. 2. bir çeşit pasta. 3. s. olmamış, derecesini bulmamış şey. fâtir ( ى'رa.s.): 1. füturlu, durgun, gevşek. 2. az Sicak, ılık olan. fatk ( ﻓﺘﻖa.i.): 1. kırma, yarma, ayırma, çatlatma. 289
fa.k u ratk-ı umûr fatk u ratk-ı u m û r: İşleri düzeltme, yoluna koyma. 2. elbisenin dikişlerini sökme. 3. "kasık yarığı" denilen bir nevi hastalık, [yanlış olarak "fıtık” şekli yaygındır]. fatr ( ﻓ ﻄ ﺮa.i.c. futur) : 1. ؟atlak, yarık. 2. bot. mantar. fatûr
ﻓﻄﻮر
(a.s.) : oru ؟bozacak şey.
fâyîh ( ﻓ ﺎ ﻳ ﺢa.i.) : kendiliğinden dağılan güzel koku. fâyîha ( ﻓ ﺎ ﻳ ﺤ ﻪa.i.c. fevâyih): 1. ؟İ ؟ek ve meyva kokusu. 2. s. güzel kokulu nesne, faysal ( ﻓﻴ ﻤ ﻞa.i.): 1. kesin hüküm, karar. 2. keskin kılı ؟, (bkz : tîg-i bürrân). 3. hâkim. 4. erkek adi. faysal-pezir ( ﻓﻴﺼﻞ ﺑﻨﻴﺮa.f.b.s.) bir hüküm kabûl eden, hal ve fasl olunabilen, nihâyet bulan. fazâhat ( ﻓ ﻬ ﺎ ﺣ ﺖa.i.c. fazâyih): edepsizlik, al ؟aklık, (bkz: fazîha). fazâhat-î lisân iyye: utanılacak tarzda söz söyleyiş. fazâîl ( ﻓ ﻀ ﺎ ﺋ ﻞa.i. fazîlet'in c .): insanda iyilik etmeye ve fenâlıktan ؟ekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel vasıflar, erdemler, (blcz ؛fazilet), fazâil-î ahlâk : ahlâk faziletleri, fazâîl-i âliye : yüksek faziletler, fazâil-î a sliy y e: temel faziletleri, fr. vertus cardinales. fazâil-î cemile : iyi faziletler, erdemler, fazâil-î insâniyye : insanlık faziletleri, fazâil-î zâtiyye : zâtî faziletler, fazalât ( ﻓ ﻀ ﻼ تa.i. fazla« ün c.) : kazûratlar, necâsetler, pislikler, murdarlıklar, fazâyih ( ﻓ ﻀﺎ ﻳ ﺢa.i. faziha'nın c.). (blcz : fazîha). [Arapçadaki şekli “ fazâih" dir]. fazâzet ( ﻓ ﻈ ﺎ ﻇ ﺖa.i.): kabalık, sertlilc, kötü sözlülük. fâzıl ( ﻓ ﺎ ﺿ ﻞa.s.c. fuzalâ): 1. faziletli, fazilet sâhibi, erdemli; fâik, üstün. 2. erkek adi. (bkz : fâdıl). [müen. “ fâzıla” dır], fâzıla ( ﻓﺎ ﺿﻠ ﻪa.s.): 1. [''fâzıl'' kelimesinin müen.]. (bkz : fâzıl). 2. i. kadın adi. fâzılât ( ﻓ ﺎ ﺿ ﻼ تa.i.c.): fazilet, erdem sâhibi olan kadınlar. 290
fazîh, fa z îh a . ﻓ ﻀ ﺤ ﻪ، ( ﻓ ﻀ ﻴ ﺢa.s.): 1. utanmaz, rezil. 2. fenâ, ؟irkin. Kavl-İ fazîh : ؟irkin, fenâ sOz. fazîha ( ﻓ ﻀ ﺤ ﻪa.i.c. fazâyih): edepsizliği, al ؟aklığı gerektiren İş, şey. (bkz ؛fazâhat). fazîhet ( ﻓ ﻀ ﻴ ﺤ ﺖa.i.). (bkz : fazâhat). fazilet ( ﻓ ﻀ ﻠ ﺖa.i. c. fazâil): 1. insanda iyilik etmeye ve fenâlıktan ؟ekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, insanın yaradılışındaki iyilik, iyi huy erdem. 2. kadın adi. fazilet-kâr ( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﻜ ﺎ رa.f.b.s.): faziletli, erdemli. fazîletlii ( ﻓ ﻀ ﻴ ﻠ ﺘ ﻠ ﻮa.t.s.): tar. OsmanlI imparatorlugu'nda ilmiye sınıfına mensup olanlardan İstanbul ve Harameyn ünvanım alan kimselere verilen bir lâkap, fazilet-mend ( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪa.f.b.s.): faziletli, erdemli. Fazilet-nâme ( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): "erdem kitabı” : Hafızoglu Mehmet Yemînî'nîn 1519'da Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin v a sıf larını ve Hz. Ali'nin kerametlerini bâzı hikâyelerle kaynaştırarak kaleme aldığı bir mesnevisidir. fazilet-perver ﺑ ﺮ و ر fazilet sâhibi.
ﻓ ﻀﻴﻠ ﺖ
(a.f.b.s.): fazîletsever,
fezl ( ﻓ ﻀ ﻞa.s.c.: fuzûl): 1. fazla, ziyâde, artik, bâki. 2. fazlalık, üstünlük. 3. i. iyilik, fazilet, erdem, İûtuf. fazl-ı hakk (ile): Tanrı'nın inâyeti (ile). 4. i. iki sayının birbirinden olan farkları, fazl-ı k ü re v î: astr., mat. bir düzlem iizerinde bulunan üçgenin i ؟açıları toplamı (200 grat) veyâ 180 derece olduğu halde, kürevî bir satıh üzerindeki ü ؟noktanın teşkîl ettiği üçgenin i ؟açıları toplamı dâimâ (200 grat) veyâ 180 dereceden fazladır. Bu fazlailk miktarına "fazl-ı kürevî" adi verilir, fazl-ı m üşterek: mat. ortak fark, fazl ta r ik i: huk. vereseden bâzısının digerini ilcrar ve bâzısını İnkâr hâlinde yapılan verâset taksimi. fazla ( ﻓ ﻀﻠ ﻪa.s.): 1. artık, ziyâde, ؟ok, artan. 2. lüzumsuz, gereksiz. 3. ileri. 4. (i.c.: fazalât): kazûrat, pislik, fazla mesâî : eko. 1. yazı ile sınırlandırılan normal süreden daha ؟ok ؟alışma. 2 ٠görevliyi, işçiyi yapılagelen İşin önemi ve acele
îehm-sâz oluşu gibi sebeplerle kendi muvafalcati de almaralc yasasında tespit olunan sınırları aşmamak üzere normalinden daha çok çalıştırma. fa z liy ye ( ﻓ ﻬﻴ ﻪa.i.) : tas. Rufâî tarikatı kollarındanbiri. [kurucusu :ŞeyhSeyidCemâleddin bin Fazl-ı Hindî-İ BurhanbUri'ye nisbetle bu adi almıştır. Şeyh Cemâlettin 9 41 (15341535) de Küçeraî'da doğmuş, 1029 (1620) da Burhanlar'da ölmüştür], fazz ( ﻓﻬﻞa.s.) : huysuz, kötü sözlü, kaba [adam]. febiha ( ﻫﺠﻬﺎa.zf.) : ne âlâ, ne güzel; öyle olsun! fecâat ( ﻓﺠﺎﻋﺖa.i.) : acıklılık, yürelcler acısı. [yapma kelimelerdendir]. fecâyi' ﻳﻊ١( ﻓﺞa.i. fecîa'nın c.) : musibetler, ö f keler, belâlar. fecc ( ﻓﺞa.i.) : ilci dag arasındaki yol, boyun, bogaz. (bkz : berzah). fecere ( ﻓﺠﺮهa.s. fâcir'in c.) : 1. fücur sâhipleri, fenâ huylular, giinahlcârlar. 2٠ayyaşlar, sefiller. 3. reziller, şerirler, eşkıyâ. 4. yalancılar. f e c i ' ( ﻓ ﺠﻴﻊa.s.) : 1. elem, keder ve ıztırap veren, acıklı. 2. dehşetli, korkunç, fecia (a.i.c. : fecâyi') : musibet, âfet, belâ), (bkz : fâcia). fecir ( ضa.i.). (bkz : fecr). fecr ( ﻓﺠﺮa.i.) : sabaha karşı, Güneş dogmadan önce, ufkun gün doğusu tarafından görünen aydınlığı, tan yel'inin ağarması, fe cr-i âti : ed. “gelecek zamânm fecri'' : 1908 Meşrûtiyetinden sonra Ed eb iyât-I C ed id e'ye benzemelc gayreti ve Se rv et-i Fünûn mucmûasında, yeni bir “ école" kurmak arzusuyla toplanan gençlerin takındiklari ad. fe cr-i k â zib (yalancı fecr) : sabaha karşı doguda, amûdî şekilde görünen aydınlık, fecr-i m iibtesim : gülümseyen feci", fe cr-i sâ d ık (hakilci fecir) : şafak sölcme. fe cr-i şim â lî : uzun gece yanlarında kutup bölgelerinde, türlü renlcte görünen ışıklar, fecve ( ﻓﺠﻮهa.i.) : 1. açıklık. 2. avlu, fedâ' ( ﻓﺪاﺀa.i.) : 1. gözden çıkarma, ugruna verme. 2. lcurban. fe d â -y ı câ n : canını fedâ etme, canını verme.
fedâ-yi cennet: cenneti fedâ etme, [kelimenin asli "fidâ” dır]. fedâî ( ﻓﺪاﺋﻰa.s.) : canını esirgemeyen, mühim bir maksat ugruna canını vermeye hazır bulunan, [asil "fidâî" dir]. fedâiyân ( ﻓﺪا'ﻳﺎ نa.f. fedâî'nin c.) : fadâiler [asil "fidâî-yân" dır]. fedâkâr ( ﻓ ﺪا ﻛ ﺎ رa.f.b.s.) : kendini veyâ şahsî menfaatlerini esirgemeyen, fedâ eden, CÖmert, eli a ؟ık. [asil "fidâ-lcâr" dır], fedâ-kârân ﻛﺎ را ن١ك (a.f. fedâkâr'ın c.): fedakârlar. fedâ-kârân-ı m ille t: millet ugruna kendi menfaatlerini fedâ edenler, [asil “ fidâkârân" dır]. fedâ-kâr-âne ( ﻓ ﺪا ﻛﺎ راﻧ ﻪa.f.zf.): fedâkâr olana yakışacak sûrette, canını fedâ' edercesine, [asli "fidâkâr-âne” dir). fedâ-kârî رى١( ﻓﺪاكa.f.b.i.): fedâkâr olanın hâli, fedâkârlık, canin menfeatini fedâ etme, [asli "fidâ-kârî” dir]. fedâviyye وﻳﻪ١( ﻓﺪa.i.): fedâyî takımı, serdengeçtiler [Bâtınilerde]. feddân ( ﻓﺪانa.i.c.: fedâdin): 1. bir çift öküz. 2. bir çift öküzle bir günde sürülebilen toprak. 3. yer ölçülerinde kullanılan bir kelime. [Mısır'da kullanıldığı İçin Mısır'la alâkalı vakfiyelerde geçer.], fedm م٠( ﻓﺪa.i.): budala, kalın kafelı. fe-emmâ ( ﻓﺄﻣﺎa.bağ.): kaldı ki; gelince, fegâne ( ﻓﻜﺎﻧﻪf.s.): düşük [çocuk], (bkz : Sikt). fehâris س3( بa.i. fihris'in c.). (bkz : fihris). fehâvî ىوى٠( فa.i. fehvâ'nın c .): mânâlar, anlamlar, mefhumlar, kavramlar, fehd ( ﻫﻬﺪa.i.c.: fühûd): zool. pars, fehhâm م١( ﻓﻪa.s.) : pek, en çok anlayan, anlayışlı, pek zeki, [bkz : fakîk\ fehîm ٠). fehhâme ( ﻓﻬﺎﻣﻪa.s.): [“ fehhâm'' kelimesinin müen.]. (bkz : fehhâm). fehim ل٠( ﻓﻬﻲa.s. fehm'den) : 1. zelci, anlayışlı, akıllı [kimse], (bkz : faklhb fehhâm). fehm إ٠( ﻓﻪa.i) : anlama, anlayış, [“etmelc, olunmak" masdarlanyla kullanılır], fehmi ى٠( ﻓﻪa.s.) : f. fehme mensup, fehm ile ilgili. 2. i. erlcek adi. fehm-sâz ( ﻓ ﻬ ﺴﺎ زa.f.b.s.): akla yatkm, anlaşılir. 291
fehvâ fehvâ ﻓ ﺤ ﻮا، ( ﻓ ﺤ ﻮ ىa.i.c. : fehâvî) : mânâ, anlam, mefhum, kavram. fehvâsmca ( ﻓ ﺤ ﻮا ﺳﻴ ﺠ ﻪa.t.zf.) : uyarınca, sözü gereğince. fe-illâ ( ﺋ ﻼa.zf.) : olmadığı halde, olmazsa, fekâhet ( ﻓ ﻜ ﺎ ﻫ ﺖa.i.) : lâtifecilik, hoşmiza ؟lık. fekar ( صa.i. fekare'nin c.) : anat. enseden kuyruk sokumuna kadar istif istif dizili olan omurga kemikleri, omurgalar. Ziilfekar : Peygamberimizin Hz. Ali'ye hediye ettiği kılı ؟. fekari ( ﻓﻘ ﺮ ىa.s.) : omurga kemiği ile ilgili olan. Amûd-i fekarî : omurga, fr. colonne vertébrale. fekariyye ( ﻓﻘﺮﻳﻪa.i.) : zool. omurgalılar, fr. vertébrés. fek ؟e ( ﻓ ﻜ ﺠ ﻪa.i.) : zool., bot. * ؟enek. fe-keyfe ( ﻓ ﻜ ﻴ ﻒa.zf.) : “nasıl'' mânâsına kullamlan eslci bir tâbir. fekk ( ﻓ ﻚa.i.) : 1. feshetme, bozma; koparma, kesme. fekk-i mühür : mühürü bozma. fekk-i râ b ıta : bağı koparma, ilgiyi kesme. 2. ayırma, ayırdetme. 3. zoru halletme, ؟Ozme. 4. kurtarma. fekk-i ra k ab e: memlûkii veyâ câriyeyi azâdetme, kölenin boynundaki esâret kaydini giderme. fekk-i rehn : rehini kurtarma. 5. anat. ؟ene kemiği. fekk-i a'la : anat. üst ؟ene. fekk i e sfel: anat. alt ؟ene. 6. [ağız hakkinda] a ؟ma, söz söyleme, fekkeyn ( ﻓ ﻜ ﻴ ﻦa.i.c.): iki ؟ene [alt ve üst], feklci, felckiyye ﻓ ﻜﻴ ﻪ، ( ﻓ ﻜ ﻰa.s.) : anat. ؟eneye âit, ؟ene ile ilgili, felâ ( ﻓ ﻼa.zf.): 0 halde, 0 zaman, fe-lâ cerem ( ﻓ ﻼ ﺟ ﺮ مa.zf.): muhakkak, şüphesiz. felah ( ﻓﻠ ﺦf.i.) : İptidâ, başlangıç, (bkz : mebde'). felâh ( ﻓ ﻼ حa.i.) : 1. kurtuluş, selâmet, onma. 2. mutluluk, kutluluk. felâh-ı vatan : 1) vatanın selâmeti, kurtulu şu; 2) tar. 10 şubat 1920 de İstanbul Meclis-i Meb'ûsânı'nda teşekkül eden bir grup. 292
felâhan, felâhân ﻓ ﻼ ﺧﺎن، ( ﻓﻼﺧﻦf.i.): taç atmaya mahsus âlet, sapan. Seng-İ felâh an : sapan taşı. felâhat ( ﻓ ﻼ ﺣ ﺖa.i.): [asil “filâhat" dir]. (bkz : filâhat). felâh-yâb حﺀاب٠( ﻓ ﻼa.f.b.s.): felâh bulan, kurtuluşa eren. felak ( ضa.i.). (bkz : falak). felâket ( ﻓ ﻼ ﻛ ﺖo.i.): 1. musibet, belâ, (bkz: dâhiye). 2. bahtsızlık. felâket-dlde ( ﻓ ﻼ ﻛ ﺪﻳ ﺪ هa.f.b.s.c.: felâket-dîdegân): belâya uğramış, musibete uğramış. felâket-didegân ( ﻓ ﻼ ﻛ ﺖ دﻳﺪﺳﻤﺎنa.f.b.s. felâketdide'nin c .): belâya uğramış olanlar, musibet görmüşler. felâket-gâh ( ﻓ ﻼﻛﺘﻜﺎهa.f.b.i.): felâket yeri. felâket-zede ﻓ ﻼ ﻛ ﺮده (a.f.b.s.c.: felâketzedegân): belâya uğramış, musibet görmüş. felâket-zedegân ( ﻓﻼﻛﺘﺰدﺳﻤﺎنa.f.b.s. felâketzede'nin c .): belâya uğramışlar, musibet görmüşler. felâsife ( ﻓ ﻼﻣﻐﻪa.i. feylesofun c .) : 1. felsefe ile uğraşanlar, filozoflar, âlimler, bilginler, akıllı kimseler. 2. düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar. 3 ٠dinsizler, (bkz : feylesof). Mezâhib-İ felâsife : feylesofların okulları, felâsife-i Yûnân : Yunan feylesofları. felât ( ﻓ ﻼ تa.i.c.: felevât): susuz 01 ؟. (blcz: bâdiye). Felâtûn ( ﻓﻼﻃﻮنyun. Plâton'dan bozma a.h. i.) : Socrate'ln talebesi, Aristo'nun hocası olan meşhur EflâtUn. felc ( ﻓﻠﺞa.i.): vücutta bir tarafın hareketsiz kalması, inme, (bkz : nüzûl). felc-i k ıs m î: vücudun bir kısmına gelen fel ؟. felc-i n ıs f î: vücudun yalnız bir tarafına gelen fel ؟, yarim fel ؟. felce u ğram ak : ı) nüzûl İsâbet etmek, inme inmek; 2) yarim kalmak [bir İş]; yiiriiyemez olmak. felek ( ﻓ ﻠ ﻚa.i.c.: eflâk, fülük): 1. gökyüzü, semâ, (bkz: âsman). felek-i aksâj felek-i a'lâj felek-i atlas, (bkz : felek-i a'zam). felek i cev-zehr : hâle, ayin ؟evresinde görülen parlak halka.
îend-bâz felek-debdebe: etrafı yıldızlar gibi çok ve kalabalık olan kimse, çok itibarlı, felek-i esfe l: birinci gök.
felsefe-i ahlâkıyye : ahlâk felsefesi, felsefe-i dînim e : din felsefesi,
felsefe-i târihiyye : târih felsefesi, felekUl-a'zam, felekü'1-eflâk: evvelce, gök felsefe-i ûlâ : ilkçağ felsefesi, bilgisi ile uğraşan âlimlere göre dokuzuncu felsefi, felsefiyye ﻓﻠﺴﻔﻴﻪ، ( ﻓﻠﺴﻐﻰa.s.): felsefeye kat gök. [sekizincisi: felek-i sâmin ؛yedinmensup, felsefe ile ilgili. Efkâr-ı fe ls e fic e : cisi ؛Zuhal (Satürn); altıncısı: Müşteri ()ufelsefe fikirleri. piter); beşinci: Merih (Mars); dördüncüsü : felsefiyyât ( ﻓﻠﺴﻔﻴﺎ تa.i.c.): hikmet bilgileri, Şems (Güneş); üçüncüsü: Zühre (Venüs, felsefe ile ilgili düşünceler ve bilgiler, ؟obanyildızı); İkincisi: Utarid (Merkür); Birincisi: Kamer (Ay)]. 2. âlem, dünyâ. fem ( ﻓ ﻢa.i.c.: efmâm [kullanılmaz]): I. ağız, 3. tâlih, baht, kader. 4. askeri müzikte bir (bkz: dehân, dehen). Gonce-fem : gonca gibi küçük ağızlı. G iil-fem : ağzı gül gibi zilli âlet. 5. eskilerin inanışına göre, irer olan, [asli “fevh” dir. c . : efvâh]. seyyâreye [gezegen yıldız] mahsus bir gök tabakası. 6. yuvarlak kütük, kızak, fem-i l â t if : güzel ağız. 2. nehir ağzı, menfez,
felek-âvâze ( ﻓ ﻚ آ وا زهf.b.s.): "felek ؟ohretli" : derecesi, mertebesi yüksek olan, felek-câh ( ﻓ ﻠ ﻜ ﺠ ﺎ هa.b.s.): felek mertebeli, rütbesi gök kada'r yüksek olan, feleki, felekiyye ﻓﻠ ﻜ ﻴ ﻪ، ( ﻓ ﻠ ﻜ ﻰa.s.): 1. feleğe, gök bilgisine mensup. 2. astronomik, felek iy a t ( ﻓ ﻠ ﻲ تa.i.c.): gök ve hey'et ilmine âit ؟eyler, fr. astronomie. felekiyyûn ( ﻓﻠ ﻜﻴ ﻮ نa.i.c.) : gökbilgisiyle uğraşan âlimler, fr. astronome'lar. felek-me ؟reb ( ﻓ ﻚ ﻣ ﺸ ﺮ بa.b.i.) : mec. kimine yâr olur, kimine olmaz; cefâdan hâzeden; dönek; sözünde durmaz.' Felek-nâme ( ﻓ ﻠ ﻚ ﻻﻣﻪa.f.b.i.): Şeyh Ahmet Gülşehrî'nin tasavvufa dair Farsça mesnevisi. felek-seyr ( ﺷ ﺮf.a.b.i.): gidiş ve hareketi felek gibi çabuk olan. felek-zede ( ﻓﻠ ﻜ ﺰ د هa.f.b.s.): feleğin kahrma uğrami ؟, tâlihsiz.
fem-i nehr : çay, nehir ağzı. fem ii'1-hût: astr. semânın güney yarim küresinde bulunan Hut burcunun en parlak yıldızı, fr. Fomalhaut. femi ( ﻓﻤﻰa.s.): ağıza mensup, ağız ile ilgili, fenâ ' ( ﻓﻨﺎﺀa.i.): 1. yok olma, yokluk, geçip gitme ["bulmak" fiili ile kullanılır], "beka” nin zıddı, [tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma]. Ki?ver-İ fe n â : yok olma yeri, dünyâ. 2. s. kötü, iyi olmayan, uygunsuz [olan] : fenâ ؟ey, fenâ adam, fenâ söz. fenâ fi'l-a ؟k : tas. a ؟k İçinde yok olma, fenâ fi'Uâh : tas. Allah'ın varlığı İçinde yok olma. fenâ fi'l-p îr: tas. bütün varlığını pirin mânevi şahsiyetinde yok etme, fenâ fi'r-resû l: tas. bütün varlığını Hz. Muhammed'in mânevi şahsiyetinde yok etme. fenâ-gâh ( ﻓﺎ ﺀةاهf.b.i.): fânilik yeri, bu dünyâ.
felevât ( ﻓﻠ ﻮا تa.i. felât'ın c.): susuz çöller, fe-li-hâzâj fe-ü-zâlike ﻓ ﻠ ﺬ ﻟ ﻚ، ' ( ﻓﻠﻬﻦa.f. b.zf.): şunun İçin, imdi.
Feııâiyye ( ﻓﺎﺋﻴﻪa.h.i.): Celveti tarikatı şubelerinden biri, [kurucusu: Kütahyalı Fenâî Ali Efendi'dii'].
fellâh ( ﻓ ﻼ حa.i. felâhat'dan): 1. ekinci, çiftÇİ, ekin eken ve biçen, (bkz: harrâs, zâri'). 2. zenci, siyah Arap.
fenâ-pezîr, fenâ-yâb ﻓﺎﻳﺎ ب، ( ﻓ ﺎ ﺑﻨﻴﺮa. f.b.s.) : fenâ bulan, yok olan.
felsefe ( ﻓ ﻔ ﻪa.i.): 1. hikmet bilgisi, filozofi. 2. hikmet ve mârifet sevgisi. 3. bir ilmin esaslı düsturları. 4. meşhur bir feylesofa âit husûsî bir meslek. 5. tabiat, huy ve mizaç sâkinligi; rahatlık. 6. musibete, felâkete sabretme, dayanma ve -Allah'tan geldiğine inanarak- boyun eğme.
fenâriyye ( ﻓﺎرﻳﻪyun. a .): Rufâî tarikatı kollarmdan biri, [kurucusu 834 (1430 - 1431) de şeyh Şemseddin Mehmed 'bin Hamzatü'1Fenârî'ye nispetle bu adi almıştır], fend ( ﻓﻔﺪf.i.) : hile, dek. (bkz : desise), fend ( ﻓﻔﺪa.i.): büyük dağ. fend-bâz ( ﻓﻴ ﺪ ﺑﺎزf.b.s.): hilekâr, sahtekâr. 293
feng feng ( ﻓ ﻨ ﻚf.i.) : bot. ebûcehil karpuzu, acı hiyar. (bkz : hanzal). fenn ( ﻓﻦa.i.c. : fünûn) : 1. nevi, çeşit, sınıf, tabaka, türlü. 3. hüner, mârifet, sanat, ilim, fenn-i deryâ : denizcilik, fenn-i harb : harp, savaş tekniği, fenn-i inşâ' : yazı yazma sanatı, fenn-i kimyâ : kimyâ ilmi, fenn-i ma'deniyyât : mineraloji, fenn-i menâfi'ü'l-a'zâ : fizyoloji, fenn-i ınesâha-i arâzî : jeod. yer ölçme bilgisi, fr. géodésie, fenn-i saydelâni : eczacılık, fenn-i tabakatii'l-arz : jeoloji, fenn-i terbiye-i etfâl : pedagoji, fenn-i teçrîh : anatomi bilgisi, fenn-i zirâat : ziraat, ekincilik bilgisi, [kelimenin hile mânâsı, yalnız Arapçada kullanılır, dilimizde bu mânâda, Farsça “ fend" sözü yaşamaktadır]. fennen ( ﻓﻨﺎa.zf.) : fen vâsıtasıyla, fen ile, fence, fenne uygun olarak. fenni, fenniyye ﻓﻨﻴﻪ، ( ﻓﻨﻰa.s.) : fene mensup; fen ile ilgili olan. Mebâhis-İ fenniyye : fen ile ilgili bahisler. Kıtaât-1 fenniyye : ask. fen kıt'aları : [istihkâm, muhabere], fenni ıstılah : teknilc terim, fenni ta'bîr : teknik terim. fenniyyât ( ﻓﻨﻴﺎتa.i.c. teknoloji, fr. technologie. fer ( ﻓﺮf.i.) : 1. parlaklık, aydınlık, (bkz : furâğ, nur, ziyâ). 2. zinet, süs, bezek. 3. kuvvet, nüfuz, iktidar. fer-i devlet : devlet nüfûzu, kuvveti. fer' ( ﻓ ﺮ عa.i.c. : fürû) : 1. dal, budak. 2. tomurcuk. 3. bir aslin neticesi. 4 ٠ s. ikinci derecede ehemmiyeti olan [şey]. 5. şûbe. fer'-i fiil : gr. Orta ؟.
ferâgat
( ﻓ ﺮا ﻏ ﺖo.i.): 1. vazgeçme, el ؟ekme. 2. istirahat, dinlenme. 3. vazgeçecek kadar zengin olma, (bkz : istignâ').
ferâgat-i nefs : kendini fedâ etme, ferâgat-kâr ( ﻓ ﺮا ﻏ ﺘ ﻜﺎ رa.f.b.s.) : feragat sâhibi, hakkından vaz geçen.
ferâğ
( ﻓ ﺮا غa.i.): 1. vazgeçme, bırakıp terketme. 2. huk. bir mülkün tasarruf, sâhip olma hakkini başkasına terketme. 3. istirahat etme, dinlenme. 4. hi ؟bir İçle meşgul olmama, rahat etme.
ferâğ ani'1-cihât : vak. bir kimsenin uhdesindeki bir ciheti vakıftan kasr-1 yed ederek onu başkasına ferâgetme.
ferâğ bi'l-istiglâl: vak. fârigin, meftûgunbihi mefrûzun lehden İstîcâr etmek üzere yaptığı ferâğ.
ferâğ bi'l-vefâ : vak. bir kimsenin ahardan istidâne eylediği para mukabilinde bor؟ ödendikte İâde olunmak çartıyle alacaklıSina yaptığı ferâğ.
ferâğ bi'1-muvâzaa: vak. fâriğ ile mefrûgunleh gizlice aralarında : ''sana mutasarrıf oldugum şu icâreteynli gayri menkulü ferâğ edeceğim; fakat aramızda hakikatte ferâğ olmayıp gayri menkul eskisi gibi benim uhdemde kalacaktır" diye sözleştikten sonra zâhiren yapılan ferâğ.
ferâğ-ı b â l : gönül rahatı. Kûçe-i ferâğ : rahatlık köşesi.
ferâğ-ı bâtıl : huk. akit şartlarından biri mevcut veyâ me'murun izni munzam olmaksızm yapılan ferâğ.
ferâğ-ı fâsid : huk. akdin sıhhat şartlarından biri bulunmaksızın yapılan ferâğ.
ferâğ-ı fuzûlî : huk. başkasının arâzisini, yâhut şerikinin hissesini mutasarrıfı veyâ şerîki tarafından ferâğa vekâleti yâhut velâyet veyâ vasiyyeti olmaksızın me'mûru izniyle bir kimsenin başkasına ferâğı.
fer'-i tâlî : bot. bitkinin dibinden süren filiz, sürgün.
ferâğ-ı kat'î : huk. kayıt ve şartsız yapılan
ferâde ferâde ( ﻓﺮاده ﻓﺮادهo.zf.) : tek tele, teker teker, (bkz : ale'l-infirâd). ferâdis ( ﻓ ﺮا د سa.i. firdevs'in c.) : 1. bahçeler, 2. cennetler, uçmaklar, ferâdîs-i cennet : cennet bahçeleri, ferâğ ( ﻓ ﺮا غf.i.) : serin rüzgâr.
ferâğ ü intikal: alim satımda tapu muâme-
294
ferâğ. leleri.
ferah ( ﻓ ﺮ حa.i.): gönül açıklığı, sevin ؟, sevinme, ferâh ( ﻓ ﺮا خf.s.): 1. bol, geniş, yayvan, a ؟ık. Hesâb-ı ferâh : geniş tutulan hesap, [maddi mânevî]. 2. sefih, müsrif, savruk.
ferâh-rû
ferâhan ا ﺣﺎ٠( ﻓﺮa.zf.): sevinçle, neşe ile. ferâh-âstîn ( ﻓ ﺮا خ آ ﺳ ﻴ ﻦf.b.s.) : “yeni b o l'': CÖmert, (bkz : civânmerd, sahi),
yegâh'ın yedeni İ ؟in de nota içerisinde do bakiyye diyezi kullanılır. 3. meşhur bir çeçit lâle.
ferah-âver ( ﻓ ﺮ ح آ و رa.f.b.s.) : ferah getiren, sevinç getiren, sevindiren,
ferâh-gâm ( ﻓ ﺮا خ ﺳﻤﺎمf.b.s.): mes'ut, bahtiyar > mutlu, kutlu.
ferah-bahş ( ﻧ ﺮ ح ﻷ شa.f.b.s.): ferah bağışlayan, sevinç veı'en.
ferâhî ﺧ ﻰ٠( ﻓﺮاf.i.): bolluk, genişlik; ucuzlul، .
ferâh-dehen خ د ض١( ﻓﺮf.b.s.): ağzı geniş, geniş ağızlı; geveze, çalçene. ferâh-dest خ د ت١( ﻓﺮf.b.s.): eli açık, eli geniş, cömert, [bkz: fetâ)؛. ferâh-desti ( ﻓ ﺮا خ د ﻓ ﻰf.b.i.): el açıklığı, el genişligi, cömertlik. ferâh-ebrû ( ﻓ ﺮا خ ا ر وf.b.s.) : güler yüzlü, ferah-efşân, -feşân ﻓﺜﺎ ف- ، ( ﻓ ﺮ ح ا ﻓ ﺜ ﺎ نa.f.b.s.): ferah saçan, sevinç veren, ferah-efzâjfezâ ﻓﺰا- ، ( ﻓ ﺮ ح اﻓﺰاa.f.b.s.): ferah artıran, sevinci artıran, gönüle açıklık veren, safâlı, İç açıcı. ferâhem ﻫ ﻢ١( ﻓﺮf.i.): 1. toplanma, birikme. (bkz: tahaşşüd). 2. s. toplu, devşirili. Dâmen-ferâhem : toplu etek, ferâh-engîz ( ﻓ ﺮا ح اﻧﺴﻤﺰf.b.i.): meşhur bir çeşit lâle. ferâhet ( ﻓ ﺮ ' قf.i.): şan ve şeref, ferâh ferâh ( ﻓ ﺮا خ ﻓ ﺮا خf.b.s.): bol bol, geniş geniş. ferah-fezâ ( ﻓﺮ ﺣﻔﺰاa.fb.i.): 1. ferah arttıran. 2. miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Tahminen 1870 senelerinde Ahmed Ağa tarafından terklbedilmiştir. Şûh, neşeli ve zarif mevzularda kullamlabilecek güzel bir makamdır. Bu makam acem-aşlran ve sukânî-yegâh makamlarından mürekkeptir. Sukânî-yegâh ile yegâh perdesinde durur. Güçlüleri birinci derecede -Acem-aşîrân'ın durağı olan- Acem, ikinci derecede -ayni makamm güçlüsü olan- çârgâh, üçüncü derecede de -sultâniyegâh'ın güçlüsü olan- dügâhtır. Makamın seyrinde, terkibindeki her iki makamın müşterek seslerinden istifâde edilir. (Acem-aşîrân ve sukânî-yegâh makamlarını, yegâhdan Aceme kadar sâdece bir onlu hâlinde tam bir şekilde göstermek mümkündür). Donanıma yalnız -terkibindeki her iki makamm müşterek ârızası olan- si küçük mücenneb bemolü konur; sultânî-
ferâh n â ( ﻓﺮا ﺧﻴﺎf.i.) : 1. bolluk, genişlik. 2. geniş yer. ferah-nâk ( ﻓ ﺮ ﺣﺘﺎ كa.f.b.s.): 1. sevinçli, (bkz : mes'ûd, şâd). 2. miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Tahminen 1820 senelerinde Çâkir Aga tarafından terkibedilmiştir; biraz eviç makamına benzerse de İfâde itibariyle dahi ondan farklıdır; şen ve hafif mevzûlar, bahar tasvirleri gibi parçalarda kullanılabilir. Bu makam, nevâ'da rast beşlisi, segâh'da ferahnâk beşlisi, dügâh'da rast beşlisi, ferahnâk beşlisi ve nîm hicâz'da hicâz dörtlüsünden mürekkeptir. Bu diziler, ekseriyâ karışık bir sûrette kullanılır. Makam ferahnâk beşlisi ile karar eder. Durak ırak ve güçlü birinci derecede dügâh perdeleridir. Makam umûmiyetle inicidir. Donanıma fa ve do İçin birer bakiyye diyezi konur. Zikredilen beş dizinin son ikisinde her iki ârıza, ilkinde yalnız birinci ârıza ve üçüncüsünde yalniz ikinci ârıza mevcuttur. Bu diziler kullamlırken, bu noktalar gözönünde tutularak bekar konulur. Segâh'daki ferahnâk beşlisinin si koma bemolü ve hicaz dörtlüsünün mi bakiyye diyezi ârızaları, nota içerisinde geçen yerlere konur. Bununla berâber hicaz dörtlüsünün kullanılmadığı ferahnâk eserler de vardır. ferah-.ü m â ( ﻓ ﺮ ﺣﺘ ﻤﺎa.f.b.i.): Türk müziğinin şed makamlarmdandır. 1910'da H. Saadettin Arel taraftndan isimlendirilmiştir; kürdî makamının yegâh perdesindeki şeddidir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir: yegâh, nîm hisar, Acem-aşîrân, rast, dügâh, kürdî, çârgâh, nevâ. Güçlü -dördüncü derecede olan- rast'tır. Dizisi umûmiyetle inicidir. Donanımına si ve mi İçin iki küçük miicenneb bemolü konur, ferâh-rev ( ﻓ ﺮا خ روf.b.s.): acele ve geniş adimlarla yürüyen. ferâh-rû ( ﻓ ﺮا خ روf.b.s.). (bkz : ferâh-ebrû). 295
ferâh-sâl
ferâh-sâl ﺳ ﺎ ل
ﻓ ﺮا خ
(f.b.s.): bereketli yıl, ürünü
bol olanyil.
ferâhûr
( ﻓ ﺮا ﺧ ﻮ وf.s.): münâsip, uygun, (bkz: çespan, ?âyeste).
ferah-zâr ( ﻓ ﺮ ﺧ ﺰا رa.f.b.i.): Türk müziğinin -en az iki asil- önce terklb edilmi?- bir miirekkep makamıdır ki, elde hiçbir nümûnesi yoletur.
ferâid
(a.i. ferid ve ferîde'nin c.). (blez: ferid, feride). ﻓ ﺮا ﺋ ﺪ
Ferâine ( ﻓ ﺮا ﻋﻔ ﻪa.i. fir'avn'ın c .): 1. Mısır'ın eski hükümdarları, Firavunlai".
ferbiyûniyye 1er.
ﻓ ﺮﺑﻴ ﻮﻧﻴ ﻪ
(a.i.) : bot. sütleğengil-
fere ( ﻓ ﺮ جa.i.c. : fürûc) : 1. aralık, yarık, ؟atlak. 2. dişilerde tenâsül âleti, avret, utyeri, edep yeri. fercü'1-bahr : zool. denizanası. fercâd ( ﻓﺮ ﺟﺎلf.s.) : âlim ve fâzıl [kimse]. fercâm ( ﻓﺮ ﺟﺎ مf.i.) : 1. son, âkıbet. (bkz : encâm). 2. menfaat, fayda. Bed-fercâm : sonu kötü. Bî-fercâm : 1) sonsuz; 2) faydasız. Nâfercâm : faydasız, yaramaz, uğursuz.
Firavunları.
fercâm-gâh ( ﻓ ﺮ ﺟ ﺎ ﻣ ﻜ ﺎ هf.b.i.) : "son, âkıbet yeri” : mezar, kabir, sin.
(a.i. ferş'in c .): 1. döşemeler, yataklar. 2. odalılclar, oda hizmetçileri,
ferd ( ﻓﺮدa.s.c. : efrâd) : 1. tek, yalnız olan ?ey, çift olmayan, e?i bulunmayan. 2. tek olan sayı.
Ferâine-İ Mısriyye : Mısır 2. mec. kibirliler, gururlular, ferâiş
ﻓ ﺮا ﺋ ﺶ
ferâiz ( ﻓ ﺮاﺋ ﺾa.i. fariza'nm c .): 1. (bkz ; fariza), ferâîz-i dîniyye : dînin farzları. 2. şer'î miras ilmi. Eshâb-1 ferâiz : mirasçılar, ferâmin
ﻓ ﺮا ﻣ ﻦ
ferâmû?
ﻓ ﺮا ﻣ ﻮ ش
(a.i. fermân'ın c.) : fermanlar, buyruklar., [kelime, teşkil bakımından yanil? olmakla berâber lcullamlır olmuştur], (f.i.) : 1. unutma, hatırdan çıkma. (blez : nisyân). 2. erkek adi.
ferâmûşî ( ﻓﺮاﻣﻮﺷﻰf.i.): unutma, ferâmü?
ﻓ ﺮا ﻣ ﺶ
( fi.) : "ferâmû?" un hafifletil-
mi?i.
fer'an ( ﻓ ﺮ ﻋﺄa.zf.): ikinci dereceden olarak, ferâset
(a.i.): anlayışlılık, çabuk seziş. [asli "firâset” dir]. (bkz : firâset). ﻓ ﺮا ﺳ ﺖ
ferâşe ( ﻓ ﺮا ﺷ ﻪa.i.): pervâne [gece kelebeği], ferâşet ( ﻓ ﺮ ا ﺷ ﺖa.i.): Kâbe süpürücüsünün hizmeti.
ferâşet-i şerife beratı : Kâbe'nin temizlik me'mûruna verilen berat,
ferâşet-i şerife vekili : Kâbe'nin temizliğiyle görevli bulunan kimselerin İstanbul'daki temsilcisi.
ferbâl, ferbaie
، ( ﻓ ﺮ ﺑ ﺎ لf.i.); etrâfı pencereli yaz köşkü, çardak. ﻓ ﺮﺑﺎﻟ ﻪ
ferbih ( ﻓ ﺮﺑ ﻪf.s.): semiz, etli, toplu, besili, (bkz : mülahham).
ferbihi ( ﻓﺮﺑﻬﻰf.i.): semizlilc, etlilik, topluluk, ferbiyûn ( ﻓ ﺮ ﺑ ﻴ ﻮ نa.i.) : Sicak memleketleı-de yetişen ve ilâç olarale kullanılan reçineli bir zamlc. 296
ferd-i âferide : hiç kimse. ferdü'1-ferd : ikiye bblUnemeyen sayı. 3. şahıs, ki?i. 4. ed. tek beyit; altı, üstü olmayan, başka bir yere bağlı bulunmayan beyit, (bkz : müfted). ferda ( ﻓﺮداf.i.) : 1. yarin, yarinki gün, günün ertesi, ertesi gün, öbürgün. 2. âtî, gelecek zaman. 3. âhiret, öbür dünyâ, kiyâmet. 4. kadın adi. 5.1919'da Ali İlmî tarafından İstanbul'da haftada iki defo olmak üzere yayımlanmış, siyasi, İlmî, edebî bir gazete, ferdâ-yi kiyâmet : kiyâmetten sonra. Endî?e-i ferdâ : yarını düşünme. Tâ-beferda : kiyâmete kadar. ferd-a-ferd ( ﻓﺮداﻓﺮدa.f.zf) : fert fert, tek tek. (bkz : ferden-ferdâ). ferdâniyye ( ﻓﺮداذ؛هa.i.) : fels. .bireycilik, fr. individualisme. ferdâniyyet ( ﻓ ﺮ د ا ﻳ ﺖa.i.) : birlik, teklik, eşsizlik, fr. individualisme. [Allah'ın vasıflarindandir]. (bkz : vahdâniyyet). ferden-ferda ١( ﻓﺮدا ﻓﺮدa.zf.) : fert fert, tek tek. (bkz : ferd-a-ferd). ferdi, ferdiyye ﻫﺮدﻳﻢ، ( ﻓﺮد ىa.s.) : 1. fertle ilgisi olan, fr. individuel. 2. tek ?ey. 3. h. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. ferdiyyU'l-esâbi : zool. .tekparmaklilar, fr. périssodactyles. ferdiyyet ( ﻓﺮدﻳ ﺖa.i.) : teklik, birlik, individualité, (bkz : vahdâniyyet).
fr.
fer'î aynî hakk
(a.i.) : 1. gam, tasa ve sıkıntıdan kur tulma; kederden, darlıktan sonra gelen se vinç, teselli. 2. zafer.
( ﻓﺮﻫﺎدf. h.i.) : 1. Ferhâd ve Şîrîn adıyla meşhur olan eski bir hikâyenin erkek kahramam olup Şîrîn'in âşıkıdır. 2. erkek adi.
ferec
F e rh âd
zorluktan sonra ge len kolaylık; kederden, darlıktan sonra ge len sevinç. 2) yazarları meçhul olan hikâye kitapları olup yedisi Türkçe, sekizi Arapça, biri de Acemce olmak üzere İstanbul ve Ankara kütüphanelerinde 16 nüshanın bu lunduğu Şükrü Kurgan tarafından bildiril mektedir. (Türk Dili Belleten, Seri III, Sayı 4-5>yıl 1945. sah. 353). Feren gîs. ، j٠١& j> (f.i.) : zühre, (ÇobanyıldızıVenüs) gezegeni.
ferh âl
Ferec ba'd e'ş-şid d e : 1)
feres ، j.'ÿ
( f . i . ) 1. oyun. 2 . satranç oyununda
at. (a.i.c. : efrâs) : at, beygir, (bkz : esb). : at cinsinin ıslahı.
feres
Islâ h -ı n e fs-i feres
feres-i a s g a r : astr. Tay.
semânın kuzey yarım küresinde Keykâvüs (Cassiopée) ile Elfâris (Persée) burçları yakınında parlak yıldız lardan müteşekkil bir burç, lât. Pegasus, Fr. C a rré e de Pégase.
fe resü 'l-b a h r feresiyye
(bkz : Feres-i a'zam).
: su aygırı, hipopotam.
} (a.i.) : zool. ,.■ atgiller, (bkz : hay-
liyye). feresü 'l-h ayât o L ١J ١
(a.b.i.) : Cebrâil'in
atı.
geveze, çalçene.
(a.i) ; 1. farfara, hafif meşreplik, akılsızlık, ["vakar” zıddı]. 2. ağzı kalabalık, patırtıcı, gürültücü.
ferfere
٥٠^ ٤■)> ، ٠■،■؛£■ } (f.i.) : 1. sarıl dığı ağacı kurutan bir cins sarmaşık. 2. s. fenâ koku, kokmuş.
fergan d , fergan d e
ferh
٤ j ٥(c. efrâh) : piliç.
ferh en g
(a.i.): sevinç, neşe.
( ﻓﺮ ﻫﻨ ﻚfi.) : 1. bilgi; hüner, mârifet;
edep; akil; temkin. 2. Farsça İûgat kitabi. F e rh en g -i C i h a n g i r i :
Şirazlı Cemâlüddin HUseyn incu tarafından yazılan ve 1608 de Cihangir devrinde tamamlanan Farsça İûgat.
Fe rh en g -i N â s ı r î : Nâsırî'nin F e rh en g -i R eşid i
Farsça İûgati.
: Reşîdî'nin Farsça İûgati. Şuûrî'nin Fasça-Türkçe
İûgati. Z i y â : Ziyâ'nın Farsça İûgati, (Gencîne-İ GUftar).
F e rh en g -i
S a 'd î : Hoca Mesud'un, Sâdî'nin Bostan adil eserinden seçme 170 beytin tercümesi.
F e rh e n g -n â m e -i
(f.i.): sihir, sihirbazlık, büyü. (f.s.): 1. mübârek, mes'ut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu.2. i. kadm adi.
ferh est ﻓ ﺮ ﻫ ﺖ ferhu n d e
ﻓﺮرده
fe rh u n d e -fâl
(a.h.i.) : Arapların “Cerîr ve Ahtal” la birlikte meşhur üç hiciv şâirinden biridir. Hicrî 20-115 (Milâdî 641-728) yıl ları arasında yaşamıştır; aslen Basra'lıdıı., Hz. Hüseyn'in oğlu imam Zeynü'l-Âbidîn hazretleri hakkındaki kasidesi, Arap edebiyâtınm şaheserlerindendir. Asıl adı “Hemmâm” dır, babası, Sa'saa oğlu Galib'dir.
Fe re zd ak
fe rfâ r jiâjâ (a .s.) : farfara,
fe rh a t ﻓ ﺮ ﺣ ﺖ
F e rh en g -i Ş u û r î :
F eres-i a 'za m : astr.
Feres-i ekber : astr.
( ﻓﺮ ^لf.i.): kıvırcık ve dolaşık olmayan uzun saç. (bkz : gîsû). fe rh â n ( ﻓﺮ ﺣﺎ تa.s.): 1. sevinçli, neşeli, (bkz : ferih). 2 . şen; memnun. 3. i. erkek adi. ferh âş ( ﻓﺮ ﺧﺎ شf.i.): savaş, kavga, (b k z: perhâş).
( ﻟ ﺮ ﺧ ﺪ ه ﺋ ﻞf.a.b.s.): fail kutlu,
ugurluolan. fe rh u n d e -g i ا/ ﻓ ﺮ ﺧ ﺜ ﺪ
(f.b.i.): mübareklik, kut-
luluk, ugurluluk. [إا]ى
ferh u n d e-p â[y]
ﻓ ﺮ ﺧﻨ ﺪ ه
(f.b.s.): ayağı
uğurlu [olan].
راى
fe rh u n d e -re 'y
ﻓ ﺮ ﺧﻨﺪ ه
(f.a.b.s.):
reyi
mübârek, kutlu. fe rh u n d e -sâl ل١ﻓ ﺮ ﺧﻐﺪه س
(f.b.s.): uğurlu, kutlu
yıl. fe rh u n d e -tâ li'
( ﻓ ﺮ ﺧ ﺪ ه ﻃﺎﻟﻊf.a.b.s.): talihi yâver,
mes'ut, lcutlu.
( ﻓﺮص ؛ ﺿﻌﻪa.s.) : 1. asılla ilgili olmayıp, fer'e mensûp olan, ayrıntılı. 2. ikinci derecede olan.
fe r'î, fe r'iy y e
fe r'î a y n i h a k k : huk.
bir alacagm temini gayesiyle ona bağlı olarak kurulan menkul veyâ gayri menkul rehin. 297
fer'î zi'1-yed
zi'1-yed: huk.' bir şey üzerinde sınırlı bir ayni veyâ şahsî hakka dayanarak zilyet olan kimse.
fe r'î
( ﻓﺮﻗﺪانa.i.c.): astr. Dübb-i asgar (Küçükayı) denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan "Dübb" ve “Merak''ın müşterek adi. ferid ( ﻓﺮﻳﺪf.i.) 1. avcı kuş. ..2. s. donmuş, katilaşmış [şey]. -fe rm â ﻓﺮﻣﺎ- (f.s.): 1. emreden) buyuran, âmir. 2. süren. F e r m â n -fe r m â : hüküm süren, ferid , ferid e ﻓﺮﻳﺪه، ( ﻓﺮﻳﺪa.s. ferd'den c . : emir buyuran, emreden. H ü k ü m -f e r m â : ferâid): 1. tek, eşsiz, eşi olmayan; İcıyas kahükmeden, hüküm süren. bul etmez, ölçüsüz; üstün, [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. fe rm â n ( ﻓﺮﻣﺎنf.i.): emir, buyruk; [evvelce( pâdişâh tarafından verilen yazılı emir, beferîd ü 'l-asr, fe rîd ü 'z-ze m â n : asrin, zamânm rat, buyrultu, (blcz : tevlci', nişân). bir tânesi. (bkz : feâdü’d-dehr). 2 ٠dizilmiş fe rm â n -ı âlî, fe rm â n -ı p â d i ş â h ı : hükümdar inci; çok değerli inci. fermam, buyrugu. feride ( ﻓﺮﻳﺪهf.s.) : kendi reyiyle hareket eden, fe rm â n -ı â li-şâ n (şanı ve şerefi büyük olakibirli, gururlu [kimse]. nm fermam): m ec. pâdişâh fermam, F e rid u n ( ﻓﺮﻳﺪونf.h.i.): 1. Pişdâdilerin altıncı fe rm â n -ı b e şâ re t-u n v â n (yüksek unvan pâdişâhı olup Cemşîd sülâlesinden demirci sâhibinin fermam): m ec. pâdişâh fermam, Gâve'nin yardımıyle Dahhâk-İ Mârî'yi Öİbuyrugu. dürmüştür. Lâkabı Ferruh'dur. 2. sekizinci fe rm â n -ı ce !îlü ’l-k a d r (degeri, kıymeti, kadgök. [bkz : felek-i sâmin). 3. erkek adi. ri ulu olanın fermam): m ec. pâdişâh ferF e rld û n -fe r ( ﻓﺮﻳﺪون ﻓﺮf.b.s.): Feridun gibi şanmani, buyrugu. il. fe rm â n -ı h ü m â y û n : pâdişâh buyrugu. fe rid ii'd -d e h r ( ﻓﺮﻳﺪاﻟﺪﻫﻮa.b.s.): zamânmda fe rm â n -ı İlâh i : Tanrı buyrugu. tek olan, eşi bulunmayan, zamânının bir fe rm â n -ı p â d i ş â h i : pâdişâh buyrugu. E m r tânesi. ( ﻓﺮحa.s.): sevinçli, neşeli ["fahûr” kelimesiyle birlikte kullanılır], (blcz : ferhân).
fe rih
fe rih fa h û r
: iftihâr ederek, sevinçli olarak.
( ﻓﺮﻳﻖa.i.): 1 askeri kolordu kumandam, tümgeneral, korgeneral. 2. insan topluluğu, cemâat, [birinci ferik = *korgeneral; ilcinci ferik = *tümgeneral],
fe rik
fe rik -i e v v e l : fe rik -i s â n î :
*korgeneral,
*tümgeneral.
( ﻓ ﺮﻳ ﻚa.i.): buğday tânesinin olgunu, öğütülecelchâle gelmişi.
fe rik
“( ﻓﺮﻳﻘﺎنka" uzun okunur, a.i.c.): topluluklar.
fe rik a n
fe rik a y n
( ﻓﺮﻳﻔﻴﻦa.i.): iki askeri fırka, iki taraf.
T ek a b ü l-İ fe rik a y n
: iki düşman (taraf) m
karşılaşması. ( ﻓﺮﻳ ﺸﻪf.i.) : [asil “ firişte” dir]. (blcz : firişte).
ferişte
( ﻓﺮﻗﺪa.i.): a str ؛Kuzey kutbuna yakın ve Küçükayı kümesine tâbi iki parlak yıldızdan herbiri olup, bulundukları yerden dogup batarlar, [bu yıldızlardan ikisine birden "ferlcadân" denilir].
ferk a d
298
F e rk a d â n
ü fe rm â n h azret-i m en le h ii'l-e m rin d ir :
emir ve ferman, emir sâhibi kimsenindir, (ululuga, şerefe, üstünlüğe erişenin fermam) : m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -ı v â c ib ü '1-im tisâ l (İtâat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın ferm âm ): m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -ı v â c ib ü 'l-iz 'â n (İtâat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın ferm am ): m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -b e r ( ﻓﺮﻣﺎن ﺑﺮf.b.s.) : aldığı e'mri yerine getiren. fe rm â n -b e rd â r ( ﻓﺮﻣﺎن ﺑﺮدارf.b.s.): fermana uyan. fe rm â n -ı şere f-ik tirâıı
fe rm â n -b e rd â r î ١ -b eri
— ﺑﺮى، ﻓﺮﻣﺎﻧﺒﺮداوى
(f.b.i.): fermanberlik, fermana uyarlık. fe rm â n -d ih ( ﻓﺮﻣﺎ ﻧﺪهf.b.s.) : fermam, emri yürüyen, hülcmü geçen, (bkz : fermân-fermâ, fermân-revâ). fe rm â n -fe rm â ( ﻓﺮﻣﺎن ﻓﺮئf.b.s.). (bkz : fermândih). ١( ﻓﺮﻣﺎذروfb .s.): emri kabûl edilen, pâdişâh, (bkz: fermân-dih).
fe rın ân -re v â
fezânegân fermâyende ( ﻓﺮﻣﺎﻳﺘﺪهfs .) : emir veren, buyuran. fermâyi( ﻓﺮﻣﺄﻳﺶ ؟f.i.): 1. emretme, buyurma. 2 ٠emir, sipâri ؟, ısmarlama. fermâyi ؟-٤ ؟â l : ؟al sipârişi. fermend ( ﻓﺮﺳﺪfi.) : mevki ve ؟erefsâhibi kimfermûde ( ﻓﺮﻣﻮدهfs .) : 1. emrolunmu ؟, buyurulmu2 . ؟. i. emir, ferman, İrâde. Bermûde-İ ferm ûde: emrolunan nesne, fernâs ( ﻓﺮﻧﺎسf.i.): 1. gaflet, şaşkınlık. 2. s. gafil, ؟aşkın. fernûd ( ﻓﺮﻧﻮدfi.) : delil, hüccet, ferr ) (a.i): firâr, kaçma. Kerr ü ferr : saldırma ve ؟ekilme [savaşta], ferrâ ( ﻓﺮاش ؟a.i. fer' ؟den.): 1. döşeyen, döşemeci. 2. hizmetçi. 3. Kâbeyi süpüren, ferrâşî ﺷﻰ١( ﻓﺮa.i.): ferraşlık, süpürücülük. ferruh ( ﻓﺮخf.s.): 1. uğurlu, kutlu, (bkz: mübârek). 2. i. erkek adi. ferrııh-fâl ( ﻓﺮﺧﻬﺎلf.a.b.s.): tâlihi uğurlu, bahtı a ؟ık. ferruhi ا/ ( ﻓ ﺮf.i.): meymenet, ugurluluk. ferruh-kadem ( ﻓﺮخ ﻗﺪمf.a.b.s.) : ayağı uğurlu, ferrııh-zâd ( ﻓﺮﺧﺰادf.b.s.) : 1. hayırlı, kutlu olan. 2.İ. mübârek, kutlu ؟ocuk, uğurlu evlât, -fersâ ﻓﺮ ئ- (f.s.) : aşındıran, mahveden, yoran. Taham m ül-fersâ: tahammül bırakmayan. Tâkat-fersâ: tâkat bırakmayan, tâkatsiz düşüren. fersah ( ﻓﺮﺳﺦa.i.): 1. muhtelif mesâfelere tekabili eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü. 2. ü ؟millik bir mesâfe [denizde], (bkz: ferseng). fersah fersah : bol bol, pek ؟ok. fersân ( ﻓﺮﺳﺎنf.i.): derisinden kiirk yapılan bir kir sansan. fersendâc ( ﻓﺮ ﺳﺪا جf.i.): ümmet, ferseng J j ) (f.i.): fersah, fersûd, fersûde ﻓﺮﻣﻮده، ( ﻓﺮﺳﻮلf.s.): yıpranmi ؟, eskimiş, aşınmış; eski, yırtık. Câme-i fersûde : eskimi ؟, yıpranmış elbise, fersûde-gi ى۴ ( ﻓﺮﺳﻮدfi.) : fersûdelik, eskilik, yıpranış. fersûde-pî ؟ânî ( ﻓﺮﺳﻮده ﺳﺸﺄذىf.b.i.). (bkz: halî'ü'l-izâr).
fer ( ﻓﺮش ؟a.i): 1.döşeme, yayma. 2. hail, ta ؟ve şâire döşetme. 3. (c.: furûş, fürü ) ؟: yayılan ؟ey, yaygı, ؟ilte, hail, seccâde, hasır. 4. yeryüzü, kir, sahra. M ine'1-ferşi ile'1-ar ؟: fakir iken tâlihi yardim edip zengin oluverme. (fer ؟-i) sâl-h u rd: ؟. k eski, ؟ok ya ؟lı, ( ؟ok eski, milyonlarca yıl önce meydana gelmi؟ olan dünyâ). fe rş i^ â t ~\ تâ) (a.i.): döşeme İşleri. fer ؟٤^ e ( ﻓﺮش؛هa.i.): döşemecilikte kullanılan malzeme. fertût, fertûte ﻓﺮﺗﻮﺗﻪ، ( ﻓﺮﺗﻮتf.s.): pek ihtiyar, pir, kocamış, bunak, (bkz: ma'tuh, pirezen). fer، ût-âne ( ﻓﺮﺗﻮﺗﺎﻧﻪf.zf.): bunakçasına, fertûti ى٠( ﻓﺮﺗﻮf.i.): plrlik, bunaklık, ferve ( ﻓﺮوهf.i.): kürk, makbul hayvanların postu, kürk kaplı elbise, ferve-i b eyzâ: beyaz kürk, [evvelce şeyhülislâmlar giyerdi), ferve-i m urabba': ؟aprazlan mücevherli, kürkü tilki, kabı atlas, düğmeleri murassa' olan kapani ؟e. ferve-i semmûr : samur kürk, ferverdin ( ﻓﺮوردﻳﻦf.i.): 1. bahar mevsiminin ilk ayı. 2. MecUsilerin melâikesi. feryâd د١( ﻓﺮيf.i.): 1. yardim istemek İ ؟in 1 ؟karılan yüksek ses; bağrışma, çağrışma. 2. sızlanma, ؟İkâyet. 3. yaygara, gürültü, (bkz: figan). feryâd-ı andelib : ı) bülbülün feryâdı, ötmesi; 2) yirmi iki martta olan bir fırtına. feryâd-bah ؟â ( ﻓﺮﻳﺎد ﺑﺨﺸﺎf.b.s.) : feryâdettiren. feryâd-lıân ( ﻫﺮﻳﺪ ﺧﻮانf.b.s.): yardim isteyen, feryâd-nâk ( ﻓﺮﻳﺎدﻧﺎكf.b.s.): patırtılı, gürültülü, feryâd-nâme ( ﻓﺮﻳﺎدﻧﺎﻣﻪf.b.i.): kendini açındırmak gayesiyle yazılan mektup, yazı, feryâd-res ﺑﺎدرس.( ﻓﺮf.b.s.); feryâdedenin İmdâdına yetişen. fe r z ^ ( f.i.) :s a t r a n 0 ؟yununda ؟âhınmü ؟âviri, veziri sûretinde kullanılan bir taş. ferzân ( ﻓﺮزانfi.) : ilim ve hilcmet. ferzâne ذه١( ﻓﺮزf.s.): 1. hakim, feylesof; bilgili [kimse]. 2. tas. nefsâni bağlantılardan siyrılm ı ؟olan dervi ؟. ferzânegân ( ﻓﺮزاﻧﻜﺎنf. ferzâne'nin c .): âlimler, bilginler. 299
feîzâne-gî feseka ( ﻓﺴﻘﻪa.s. fâsık'ın c .): günah işleyenler, ( ﻓﺮزاﻧﻜﻰf.b.i.) : bilgi, üstünlük, sapkınlar. ( ﻓﺮزﻧﺪf.i.c.: ferzendân): oğul, çocuk, fesh ( ﻓ ﺴﺦa.i.): 1. bozma, bozulma, dağıtma, (bkz : mahdûm, veled, ibn). dağılma. fe rze n d -i âb : suda yaşayan hayvanlar, hava fesh -i İ h b â r : eko. âkit taraflardan birisikabarcığı. nin diger tarafa sözleşme hükümlerinin fe rze n d -i â ftâ b : yâkut. devâmını istemediğini bildirmesi, fe rze n d -i b e v v â b : bevvaplarm Acemi fesh -i m ukavele : mukavelenin, anlaşmanın Ocağı'na kayıtlı çocukları, bozulması. fe rze n d -i çâ v u ş : Tar. Acemi Ocağı'nda kafesh -i ş i r k e t : şirketin dağılması. 2. h uk. bir yitil bulunan çavuş çocuklarına verilmiş mahkemenin verdiği karan, onun üstünde bir ad. bulunan bir başka mahkemenin bozması, fe rze n d -i ercm en d : şerefli çocuk, hükümsüz bırakması, çürütmesi, fe rze n d -i h â v e r : yâkut. fesh -i i'lâ m : h uk. ilâmı hükümsüz bırakma, fe rze n d -i s i p â h î : tar. Acemi Ocağı'nda kayitil bulunan sipahi çocuklarına verilmiş fesih ( ﻓ ﺴ ﺢa.s. füshat'den): geniş, açık. S a h râ yi fesih : geniş, açık sahra. M e y d â n -1 fesih : bir ad. geniş meydan. ferzen d ân ( ﻓﺮ زدا نf.i. ferzend'in c.) : çocuklar, fesi ل٠( فa.i.c.: efsâl, fisâl): zir. daldırma.[bag ferzen d -ân e ( ﻓﺮزﻟﺪاﻧﻪf.zf.) : oğula yakışacak çubuğu ve şâire]. sûrette. fe -siib h ân allâh ( ﻓﺴﺒﺤﺎن اﻟﻠﻪa.c.). (bkz: fe rzin ( ﻓﺮزﻳﻦf.i.). (blc : ferz), sübhânallâh). fe's ( ﻓﺄسa.i.c.: füûs) : iki yüzlü balta, feçâfeç ( ﻓﺸﺎ ﻓﺶf .i.) : 1. atılan okun havada Ç1fesâd ا د٠( فa.i.c. : fesâdât): 1. bozukluk, kardığı ses. fe sâ d -ı a h l â k : ahlâk bozukluğu, fe şâ feş-i t i r : okun sesi. 2. hışıltı, şıpırtı, fife sâ d -ı d i m â ğ : delilik, şırtı. fe sâ d -ı m i'd e : mide bozukluğu, feşâ feş-i d e ry â : denizin fışırtısı, fe sâ d -ı t e 'l î f : ed. bir cümlede tertibin, mânâ feşâ feş-i d â m â n : eteğin hışırtısı, çıkmayacak derecede karışık ve bozuk olması. 2. fenâlık, kötülük; arabozanlık, an- fe şâ feş-k âr ر۵ ( ﻓﺎ فf.b.s.): hışırtı, fışırtı, vınlama çıkaran. İaşmazlık. E rb â b -1 fesâd : eşkıyâ. 3. s. fitne; -feşân ( “ﻓﺸﺎنf.s.): saçan, saçıcı, serpen. Â te şalıngan. 4. çürüme, bozulma, çürüklük, f e ş â n : ateş saçan. Z e r - f e ş â n : altın saçan, fe sâ d -â m îz ا د آﻣﻴﺰ٠( فfb .s): fesat karıştıran, [“efşân” muhaffefi]. (bkz : efşân). oyunbozanlık eden. feşâr ( ز رf.s.) : sıkıcı, sikan, fesâdât ( ﻓ ﺎ د ا تa.i. fesâd'ın c .): fesatlar, feşfeşe (f.i.) : hışırtı, fışırtı, fesâd-engiz ( ﻓﺴﺎد اﻧﻜﻴﺰf.b.s.) : fesatla karışık, zararı icâbettiren. feşil ل٠( ﻓﺶa.s.c.: efşâl): cesâretsiz, korkak, yüreksiz. fe sâ k î ( ﻓﺴﺎﻗﻰاa.i. fıskıyye'nin c .): 1. suyu, aşağıdan yukarı fışkırtan havuz ağızlıkları. fetâ ( ﻓ ﻰa.s.c.: fityân): 1. genç, delikanlı, yiğit; 2. çocukların oynadıkları su püskürten mert. L â fetâ İllâ A l i : Ali'den başka yiğit oyuncaklar. yoktur. 2. cömert, eli açık, (bkz : ferâh-dest, sahi). feşân ( د نf.i.) : 1. bileği taşı (seng-i feşân). 2. hikâye, masal, (bkz : fesâne, efsâne), fetâvâ, fe tâ vî وى١( ﻓﺎو ى ؛ ﻓﺖa.i. fetvâ'nın c .): fesân e ( ﻓ ﺎ ﻧ ﻪfi.) : asilsiz hikâye, masal, (bkz : müftünün verdiği şer'î cevaplar, efsâne). fe tâ vâ -y i â l e m g îr î : bütün âleme yayılan fetvâlar. fe sâ n e-p e rd â z ( ﻓ ﺎ ﻧ ﻪ ردازf.b.s.): masal ve hikâye düzen, asilsiz şeyler söyleyen, fetehât (a.i. fetha'nm c .): Arapça lcelife şâ r ( ﻓ ﺎ رf.i.) : yular, (blcz : efsâr). melerin üstüne konulan "üstün” işâretleri. fesede ( ﻓﺴﺪهa.s. fâsid'in c.). (bkz : fâsid). feterât ت١( ﻓ ﺮa.i. fetret'in c.). (bkz : fetret).
fe rz â n e -g i ferzen d
300
fevâid
feth ( ﻓﺘ ﺢa.i.c. : fütûh; C .C . : fütûhât): 1. açma, açılma, [sûre-i feth ؛İnnâ fetahnâ-leke sûresi], (blcz : küşâd). feth-i bâb : kapmın açılması, feth-i İslâm : Tuna nehri üzerinde Kladove lcasabasına yakm bil" kalenin adi. feth-i Konstantiniyye : İstanbul'un II. Mehmet tarafından fethi. feth-i meyyit: ölümün sebebini anlamalc İçin cesedin açılarak muâyenesi, otopsi, feth-i miibin : açık, aşikâr zafer, feth-i müçkilât: zorlukları çözme, feth ii kırâat: [Kur'ân ve fermanlar hakkında] açma ve olcuma. 2. başlama, (bkz: bed'). feth-i İcelâm : söze başlama. 3. kuşatma, zaptetme. feth-i bilâd : ş e h ir le r in İstilâsı, zaptı. 4. b i r hai'fin üstün, [e] o la r a lc olcunması. [fe t h -i lâm ile = lâmın fethiyle, üstün "e” okunmaS iy la ].
fetha ( ﻓﺘ ﺤﻪa.i.c.: fetehât) : 1. Arapça kelimelerin üstüne lconulan üstün ( : ) İşâreti. fetha-i hafife : e olcutan üstün, fetha-i sakile : a okutan üstün. 2 ٠delile, fethateyn (a.i.c.): müteâlâp ilci harfin fethasıyla (okunan kelime): [faraza, feverân... gibi]. fethi, fethiyye ب ، ( ﻓﺘ ﺤ ﻰa.s.): 1. fethe mensup; fetilı halckında yazılan kaside. 2. erlcelc ve İcadın adi. feth-nâme ( ﻓ ﺘ ﺤﺂ ﻣ ﻪa.f.b.i.): bil. fethe dâir yazi' lan şiir veyâ risâle; düşmanın mağlûbiyetini bildirmek İçin yazılan meletup (Nâme-i Hümâyûn), (bkz: zafer-nâme). fetil, fetile ، ، M ، ( ﻓﺖ؛لa.i.): 1. lâmba fitili. 2. ovarale deriden Çilcarılan yuvarlalc lcir. 3. yaralara konulan tiftik. 4. örgü, fetile-i giysû : saç örgüsü, fetile-i hacer : bot. dağ keteni. fetk ( ﻓﺘ ﻚa.i): apansızın adam öldürme, fetret ( ﻓﺘﺮتa.i.c.: -feterât): 1. iki peygamber veyâ pâdişâh arasında peygambersiz veyâ pâdişalısız geçen zaman. Devr-İ fetret: fetret devri, zamânı. [OsmanlI târihinde: Yıldırım'ın mağlûbiyetiyle ؟elebi Sultan Mehmed'in idâreyi ele alışı arasında geçen selciz sene.lilc müddet]. 2. iki vak'a
arasındaki zaman. 3. hek. iki Sitma nöbeti arasında geçen zaman. 4. uyuşukluk, za'f. (bkz: fitl'et). fett ( ﻓ ﺖa.i.). (bkz : reft). fettâh ( ﻓﺘﺎ حa.s. feth'den) : 1. zafer kazanmış, üstün gelmiş. 2. fetheden, açan. 3. kullarının kapalı işlerini açan, Cenâbıhak. 4. i. erkek adi. fettâh-ı kerim : iyilik etmesini seven, kerem sâhibi olan Cenâbıhak. fettâh-ı nûr (nur açan) : Allah, fettâk ( ﻓﺘﺎ كa.s. fetk'den) : çok adam öldürmüş kimse, kanlı katil. fettân ( ﻓ ﺂ نa.s. fitne'den) : 1. fitne ve fesâda teşvik eden, fenâlık yapan, ayartan. 2. oynak [kadın]. 3. câzibeli, gönül alıcı, fettâne ( ﻓﺘﺎﻧﻪa.i.) : altm ve gümüşü muâyeneye yarayan taş, mehek (mehenk, mihenk) taşı, (bkz : mısdak). fetvâ ض ى، ١( ﻓﺘﻮa.i.c.: fetâvâ, fetâvî): müftü tarafından verilen şer'î hüküm veyâ karar. Bâb-ı fetvâ. Dâire-İ fetvâ: Şeyhülislâm kapısı. fetvâ-emini أﻣﻴﻨﻰ (a.t.b.i.): [eskiden] Şeyhülislâm kapışında fetvâ işleriyle meşgul olan dâirenin başkam, fetvâ-lıâne ( ﻓﺪوى ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): 1. mülga Meşihat dâiresindeki meşhur İftâ müessesesi. 2. müftünün bulunduğu resmi dâire, müftülük, (bkz : bâb-1 fetvâ). fetvâhâne-٤ â lî: mülga Şeyhülislâm dâiresinde mahkeme-i şer'iyye ve müftülerin mercii olmak üzere vücuda getirilen İftâ müessesesi. [pusla odası, fetvâ odası, i'lânât odası adlarıyla üç dâireden ibâretti]. fetvâ-penâlı ب ﺑﺬاه (a.fb.s.): “ fetvâya sıgın an '': Şeyhülislâm. fevâci' ( ﻓ ﻮا ﺟ ﻊa.i. fâci'in c.). (bkz : fâci'). fevâhir ﺧﺮ٠( ﻓﻮاa.s.: fâhire'nin c.). (bkz: fâhir, fâhire). fevâhi( ﻓﻮاﺣﺶ ؟a.s. fâüişe'nin c.) : ahlâksız kadınlar, kalıbeler. (bkz: fâhişe). Dârü'lfevâhiş : umumhâne (genel ev), fevâid ( ﻓﻮاﺋﺪa.i. fâide'nin c .) : 1. menfaatleı٠, faydalar, kârlar, kazançlar, (bkz: fâide). 2 . 1888'de Murat Emir tarafından İstanbul'da onbeş günlük olarak yayımlanmış edebi, fenni bir dergi. 301
fevâid-î me'mû.e
fevâid-î me'mûle : umulan faydalar, fevâih ( ﻓ ﻮا حa.i. fâih'in c .): ؟İ ؟ek ve meyva kokulan, [“fevâyih" şeklinde de kullanılır), fevâiz ( ﻓ ﻮا ضa.i. fâiz'in c.). (bkz : fâiz). fevâkih ( ﻓ ﻮا ﻛ ﻪa.i. fâkihe'nin c .) : meyvalar, yemişler. fevâkih-i lezize : lezzetli, tatil meyvalar. fevânis ( ﻓ ﻮاﻧﻴ ﺲa.i. fânûs'un c.).(bkz: fânûs). fevâris ( ﻓﻮار سa.s. fâris'in c .): atlılar, biniciler, (bkz: fâris). fevâsıl ( ﻓ ﻮا ﺻ ﻞa.i. fâsıla'nın c.). (bkz : fâsıla). fevâtih ( ﻓ ﻮاﺗ ﺢa.i. fetiha'nm c .) : fatihalar, (bkz : fatiha). fevâyih ( ﻓ ﻮاﻳ ﺢa.i. fâyiha'nm c .). (bkz : fevâih). fevâzıl ( ﻓ ﻮا ﺿ ﻞa.i. fâzıla'nın c.).(bkz: fiizalâ). fevc ( ﻓ ﻮ جa.i.c.: efvâc): bölük, takım, cemaat, fevc-â-fevc : takım takım, akm akm. fevc fevc : bölük bölük, fevehân ( ﻓ ﻮ ﺣﺎ نa.i. fevh'in c.): güzel kokular, fevehât ( ﻓ ﻮ ﺣﺎ تa.i. fevha'nm c.) : güzel kokular. feverân ( ﻓﻮرانa.i.): 1. kaynama, galeyan etme. 2. [damar] vurma. 3. [su] fışkırma, feverân-ı âh : su fışkırması, feverân-ı dem : kan fışkırması. 4. [hiddetle] köpürme. feverân-ı gazeb : kızgınlığın patlak vermesi, feverân-ı zamân : zamânm taşkınlığı, fevh ( ﻓ ﻮ حa.i.c. fevehân): güzel koku, fevha ( ﻓﻮ ﺣﻪa.i.c.: fevehât): güzel koku, fevk ( ^ قa.i.): üst, üst taraf, yukarı [maddi, mânevi], [müen. “fevkiyye"]. fevka'1-me'mûl: ümidin dışında, fevk-i işb â ': fiz. aşırı doyma, fevk-izevebân: fiz. ahirlerime. fevka'1-âde ( ﻓ ﻮ ق اﻟﻌﺎﺑ ﻪa.it.): âdetin üstün de, duyulmadık, görülmedik, Olağanüstü. fevka'1-âde b ü tçe: fevkalâde hallerin meydana getireceği masrafları karşılamak gayesi ile hazırlanan bütçe, fevka'l-arz ( ﻓ ﻮ ق ا ﻻ ر ضa.s.): arzm, toprağın üzerinde, üstünde, göğe âit. fevkal-beşer ( ﻓ ﻮ ق اﻟﺒ ﺸﺮa.s.): 1. İnsanüstü. 2. i. üst insan. fevka'l-gaye "( ﻓﻮ ق اﻟﻐﺎﻳﻪga” uzun okunur, a .b .zf): son derecede. 3.2
fevka'l-hadd ﻟ ﺤ ﺪ١ (a.b.zf.) : hadden aşkın, haddinden fazla, pek ؟ok. fevka'1-me'mûl ( ﻟﻮق اﻟﻤﺎﻣﻮلa.b.s.) : umulanın üstünde, umulandan ؟ok. fevka'1-mu'tâd ( ﻓﻮق اﻟﻤﻌﺘﺎدa.b.s.) : alışılmıştan, her zamankinden başka, fevkani “( ﻫﻮﻗﺎذىka” uzun okunur, a.s.) : 1. üstte olan, yukarıda bulunan, i . i. üstte noktaSI olan harf (Arap alfobesinde). fevkani tahtâni : altlı, üstlü, fevka's-serâ ( ﻓﻮ ق اﻟﺴﺮاa.f.b.i.) :topraküstü,yer yüzü. fevka't-tabia, fevka't-tabiiyye ، ﻓﻮق ا ﻟ ﺒ ﻴ ﻌ ﻪ ﻓﻮق ا(a.b.s.) : tabiat üstü, fevr ( ضa.zf.) : acele, hemen, derhal. Ale'1fevr : derhal, ؟ar ؟abuk, birdenbire, fevren ( ﻓﻮراa.zf.) : çarçabuk, birdenbire, fevri, fevrice ﻓﻮر ؟، ( ﻓﻮرىa.s.) : birdenbire, düşünmeden yapılan [hareket),
fevt
(a.i.) : 1. bir daha ele geçmemek üzere kaybetme, elden ؟ikarma, kaçırma,
fevt-i fursat : fırsat kaçırma. 2. ölüm, (bkz : mevt).
fevt-i nâgehânî : ansızın ölüm, fevvâre .( ﻓﻮارa.i.) : içinden su fışkıran şey, fıskiye.
fewâre-i âb-1 hayât : âbihayat hskiyesi. fevvâre-ibedâyi' : güzellikler fıskiyesi, fevz ( ضa.i.) : galiplik,zafer,üstünlük;selâmet, kurtuluş.
fevz u nusret : zafer, utku, fevzâ ( ﻓ ﻮ تa.i.) : kargaşalık, anarşi, fevzâî ( ﻓﻮتﺀﻣﻰa.s.) : kargaşalıkla ilgili; anarşist.
fevzâviyyet ( ﻓ ﻮ ﺿﺎ وﻳ ﺖa.s.) : fels. fr. anarchique. fevzi ( ^ ز ىa.s.) : zaferle, kurtuluşla ilgili, fevziyye ( ﻓﻮزﻳﻪa.i.) : 1. tar. Yeniçeri Ocagı'nın kaldırılması üzerine II. Sultan Mahmut tarahndan eski odalar mevkiine verilen ad. 2. kadın adi. feyâfî ( ﻓ ﺎ ﻓ ﻰa.i. feyfâ'nın c.) : susuz çöller, sahrâlar.
feyâyih ( ﻓﻴﺎﻳ ﺢa.i. feyhâ'nın c.) : boşluklar, genişlikler, enginlikler.
feyezân ( ﻓ ﻴ ﻔ ﺎ نa.i.) : 1. suyun taşması, coşma-
fıkarât-ı us'ösîyye
feyezân-ı Nîl: 1. Nil'in taşması. 2. bolluk, fazlalık, feyiz. feyfâ' ( ﻓﻴﻐﺎﺀa.i.c.: feyâfî): düz, büyük sahra, susuz kumlu çöl. (bkz : kafr).
feyz-yâb ( ﻓﻴﻀﻴﺎبa.f.b.s.): feyiz bulan, feyiz bulucu. feza' ( ﻓ ﺰ عa.i.): 1. korkma, bağırıp çağırma. 2. dayanamama. 3. ümitsizlik. 4. inleyip sızlanma. feyfâ-neverd ( ﻓﻴﻐﺎ ﻧﻮودa.f.b.s.): çöllerde ilerleyen, yol alan, çöl yolcusu, fezâ' ( ﻓ ﻀﺎﺀa.i): 1. ucu bucağı bulunmayan boşluk, dünyânın sonsuz olan genişliği, feyhâ ( ﻓﻴﺤﺎa.i.): büyük, geniş olan, engin, fezâ-yı ferdâ : yarinin boşluğu, feyiz ( ﻓﻴﺾa.i.c.: füyûz). (bkz : feyz). fezâ-yı vatan : vatanin fezâsı, vatanin uçsuz, feylesof ( ﻓﻴﻠﺴﻮفa.i.c.: felâsife): 1. felsefe ile bucaksız gökleri. 2. geniş ova, geniş sâha, uğraşan, filozof, âlim ؛akıllı kimse. 2. kayyer, alan. gısız, rahat yaşayan, kalender kimse. 3. s. fezâ-yı feyz: feyiz sâhası, feyiz alanı. dinsiz, (bkz: dehri). 4. *uzay. feyyâl ( ﻓﺎ لa.i.): file bakan kimse, fil çobanı, -fezâ[y] [ ﻓﺰا إ ى- (f.s.): artıran, çoğaltan, (bkz : (bkz: fîl-bân). efzâ). Ferah-fezâ: ferah artıran. Hayretfeyyâz ( ﻓﺎ ضa.s.): 1. feyiz, bereket ve bolluk fezâ : hayret artıran, hayret veren, veren ؛Allah. fezâî ( ﻓ ﻀﺎﺋ ﻰa.s.): 1. fezâya âit, fezâ ile ilgili. feyyâz-1 kudret, feyyâz-1 mutlak: Allah. 2. *uzaysal. 2 . İÇİ ç o k t e m iz , ç o k c ö m e r t [k im s e ] . 3 . t a fe-zâlik ( ﻓ ﺬ ا ﻟ ﻚa.i. fezleke'nin c .): fezlekeler, ş a n [sel]. 4. i. e r k e k a d i. hulâsalar, icmaller, *özetler, feyyil ( ﻓﻴﻞa .s.) : z a y i f h ü k ü m . fezâ-neverd ( ﻓ ﻬ ﺎ ﻧﻮودa.f.b.s.): fezâda giden, feyz ض٠ ( فa . i . c . : f ü y û z ) . [ f ü y û z â t , f e y z 'i n c . fezâda dolaşan. o la n f ü y û z 'u n c.]. 1 . s u y u n t a ş ıp a k m a s ı. fezâyişte ( ﻓﺰاﻳﺸﺘﻪfs .) : ziyâde, fazla, çok. 2 . b o l l u k , ç o k lu k , v e r im lililc , f a z l a l ı k , g ü r fezleke ﻪ ﻜ ( ﻓ ﻨ ﻠa.i.) : 1. hulâsa, netice, muhtasar, lü k , ile r le m e , ç o ğ a l m a . 3 . ilim , İ r fâ n . özet. 2.huk. [evvelce] mahkemelerde soFeyz-İ âti (geleceğin feyzi, verimliliği, gürruşturma evrâkının altına yazılan hulâsa, lüğü): İstanbul'da, Kuruçeşme ile Arnafezleke-i târih : târih hülâsası, özeti, vutköy arasında, deniz kenarında Boğaziçi fezleke resmi: [evvelce] huk. mahlcemelerin liseleri adını taşıyan lisenin eski adi. cereyânım kısaca tespit eden vesikadan alifeyz-i câvidân: ebedi feyiz, devamlı berenan masraf. ket. feyz-i mukaddes: a'yân'ı sâbitenin ؛fidda ( ﻓ ﻠ ﻪa.i.) : gümüş, (bkz: sim, nukra). Dâü'l-fıdda : gümüş ile zehirlenme, istidatlarına göre, onların hâriçte zuhûrunu fıddâ-i hâlise : hâlis gümüş, istilzâm eden tecelli, fıkarât ( ﻓ ﻘ ﺮا تa.i. fıkra'nın c.) : 1. küçük feyz-i neş'e-bahşâ : neşe verici bolluk, hikâyeler, lcıssalar. feyz-i safâ : safânm, neşenin feyzi, bolluğu, fıkarât-ı lâtîfe : lâtif, hoş hilcâyeler. feyz-i tabii : tabii olan bereket, bolluk, fıkarât-ı İâzime ve nâzike : ince ve gerekli feyz ü rif'at: bolluk, ilerleme, yükseklik, fıkralar. feyzâ-feyz ( ﻓﻴﻐﺎ ﻓ ﺾa.b.s.): feyz ile dolu olan, fıkarât-ı miintehabe: seçilmiş hikâyeler. feyz-âver ( ﻓ ﺾ آورa.f.b.s.): feyiz getiren, 2. cümleler, paragraflar. feyz-bahş ( ﺑ ﺾ ﻷد شa.f.b.s.): feyiz bağışlayan, fıkarât-ı anife : yukarıda geçen cümleler. feyiz, bereket veren, 3. omurga kemiklerinin boğumlan, feyz-dâr ا ر(a.f.b.s.): feyizli, gür. fıkarât-ı acziyye : anat. sağrı *omurları, feyz-efzâ ١( ﻓﻬﺾ اﻓﺰa.f.b.s.): feyiz arttıran, fıkarât-ı arzi^e : anat. sağrı omurları, fıkarât-ı kataniyye : anat. bel omurları, feyz-nâk ( — دa.f.b.s.): feyizli, bereketli, fıkarât-ı rakabiyye : anat. boyun omurları, feyz-resân ا ن٠( ﻓ ﺾ رلa.f.b.s.): feyiz eriştiren, bereket ve bollulc getiren. fıkarât-ı us'ûsi^e : anat. kuyruk omurları. 3.3
fıkarât-1 zahriyye
fıkarât-1 zahriyye : anat. Sirt omurları. 4. kiSimlar, fesillar, bölümler, (bkz : fıkra),
kalabalıklar; ehl-i sünnet ve cemaat'ten ayrılan mezhepler.
fıkarî ( ﻓﻘ ﺮ ىa.s.) : [asil "fekari” dir]. (bkz : fekari).
fırak-ı d âlle: dalâlete düşmüş, sapıtmış, îman etmeyen fırkalar,
fikariyye ( ﻓﻘﺮﻳﻪa.i.) : [asil ''fekariyye” dir]. (blcz : felcariyye). fikariyye-i âliyye : zool. yüksek *omurgalılar. [asli "fekariyye"dir]. fikariyye-i siifliyye : zool. aşağı *omurgalılar. [asli “ fekariyye” dir]. fıkdân ( ﻓﻘﺪا فa.i.) : yokluk, darlık, bulunmazilk, kıtlık, (bkz : fakd).
fırak-ı siyâsiyye : siyâset, politika partileri, fırka ( ﻓ ﺮﻗ ﻪa.i.c. : firak) : 1. insan kalabalığı, grubu. 2. siyâset partisi. 3. ask. tümen, fırka-i a s k e r ic e : tümen, fırka-i n â ç iz e : selâmet yolunu bulmuş fil." ka, Müslüman grupu. fırka-i siyâsiyye : siyâset partisi,
fılcdân-1 akl : akil kıtlığı,
firkateyn ( ﻓ ﺮ ﻗ ﻴ ﻦa.i.): eskiden kullanılan bir çeşit savaş gemisi,
fıkdân-ı dem : fizy. kansızlık, fr.anémie. (bkz : fakrü'd-dem).
fırsâd ( ﻓ ﺮ ﻣ ﺎ لa.f.i.): karadut.
fıkdân-ı elem : acı *yitimi, fıkdân-ı hassâsiyyet : psilc. *duyumsamazille, fr. apathie. fıkdân-ı İmkân : İmkânsızlılc. fılcdân-1 İrâde : İrâde yitimi, fr. aboulie. fılcdân-1 kuvâ : Fransızca "adynamie" karşılığı. fıkdân-ı ma'rifet-i hissice : psik. * t a n ı ş ı z ilk , a g n o s i.
fıkdân-ı nalcd : para darlığı, fıkdân-ı nukud : para darlığı, fıkdân-ı temyiz : fels. zihin darlığı, fiich ( ﻓﻬﻪa.i.) : 1. bir şeyi geregi gibi anlayıp bilme. 2. şerîat ilmi, şerîatın usul ve hükümleri, ameli ve şer'î meseleler bilgisi, hkih. fıkhî ( ﻓﻬﻬﻰa.s.) : fıkıha âit, filcihla ilgili, fikhiyye ( ﻓﻘﻬﻴﻪa.s.) : ["fıkhî" kelimesinin müen.]. (bkz : fıkhî).
fırsat ( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖa.i.). (bkz : fursat). fısâd ( ﻓ ﻤ ﺎ لa.i.): kan alma, damardan kan 1 ؟karma.-(bkz: fasd). fisk ( ﻓ ﻖa.i.c.: fusuk): 1. hak yolundan veyâ hak yoldan ؟ikma, Allah'a karşı İsyân etme. 2. sefahate dalma. 3. hâinlik. 4. dinsizlik, ahlâlcsızlık. (bkz: fücûr). fıskıyye ( ﻓ ﺴ ﻘ ﻴ ﻪa.i.c.: fesâkî): suyu, aşağıdan yukarıya fışkırtan havuz ağızlığı. 2. ؟ocukİarın oynadığı su püskürten oyuncak, fıtâm ( ﻓ ﻄﺎ مa.i): ؟ocugu, yavruyu sütten kesme. Vakt-İ fıtâm : sütten kesme zamânı. fıtık ( صa.i.). (bkz : fatk). fıtnat ( ﻓ ﻄ ﺌ ﺖa.i.): 1. zihnin her şeyi ؟abuk anlayışı, zihin açıklığı, zeyreklik, (blcz: fatânet). 2. kadın adi. [“gabâvet” in zıddı], fıtr ( ﻓ ﻄ ﺮa.i.): oru ؟bozan, [adam]. îd-i f ı t r : ramazan bayramı, şeker bayramı, (bkz: sadaka-i fıtr).
fıtra ( ﻓ ﻄ ﺮ هa.i.): ramazan bayramında bölünmeden verilmesi şer'an vâcibolan : ı) bugfıkra ( ﻓﻘﺮهa.i.c. : fikarât) : 1. omurga kemikday, bugday unu veyâ bugday kavutunİeı-inden bir bogum, omur. 2. bend, maddan 1458 veyâ 1667; 2) arpa; 3) kuru üzüm; de, paragi-af. 3. İcısa hikâye, masal, kıssa. 4) kuru hurmadan 2917 ile 3333 gram sada4. kanun maddelerinin paragraflarından ka. [Hanefi'den gayri diger ü ؟elıl-i sünnet her biri. 5. kısım, fasıl, bölüm, [kitap veyâ mezhebine (Şâfiî, Mâliki, Hanbeli) güre, eserde]. 6. yazılmış kısa bir haber. 7. gaze''arpa, kuru üzüm ve lcuru hurma miktatelei-de, gündelik hâdiselerin kısa ve temiz rı da: bugday, bugday unu veyâ bugday bir üslupla yazılmış şekli, fr. chronique, kavutu”nun miktarı olan 1458 veyâ 1667 gramdır]. fıkra-hân ( ﻓﻘﺮه ﺧ ﻮا نa.f.b.s.) : hikâye okuyan,
fılcıh ( ﻓﻘﻪa.i). (bkz : fikh).
söyleyen. firak ،( ﻓﺮقa.i. fırka'nın c.) : 1. tümenler, alaylar, bölükler. 2. partiler. 3. cennetler; talcimlar, 304
fıtrat ( ﻓ ﻄ ﺮ تa.i.): yaradılış, tabiat, miza ؟, huy. (bkz :.seciyye, tinet). fıtraten ( ﻓ ﻄ ﺮ ةa.zf.): fıtrî olaralc, yaradılıştan.
fikret
fıtrî, fitriyye ﻓﻄﺮﻳﻪ، ( ﺋ ﺮ ىa.s.): tabîî, yaradı- -figende ﺷ ﺪ ه- (f.s.) : yıkılmış, yıkık, düşkün. ["efgende” kelimesinin hafifletilmişi]. İıştaki. (bkz : efgende). fitriyye ( ﻓﻄﺮﻳﻪa.i.) : fels. *doğuştancılık, fr. na-fîh ﻓ ﻪ- (a.e.) : " onda, İçinde" mânâsını verir. tivitisme. Mâ nahnii fîh : konuştuğumuz. Münâziün fî ( ﻓﻲa.i.c.: fîat): fiat, baha, kıymet, fîh : hakkında münâkaşa, çekişme olan, fî-i aslî: asil deger. kavgalı. Mef'ûlün fîh : “-de" hâli. fî-i cârî: geçer deger. Fîhî Mâfîh (0 şey ki onun İçinde) : Hz. fî-ik at'î: son fiat, olacagi. Mevlânâ'nın tasavvufa dâir ünlü eseri. fî-i maktu : biçilmiş kıymet, deger. fîhâl ( د خ لa.i. fahl'in c.) : itibarlı, üstün kimfî ( ﻓﻰa.zf. ve e.): 1. İçinde, -de ["fîhâ" müfseler. ret müennes İçin kullanılır]. 2. [evvelce] fîhâm (a.s. fahîm ve fahm'm c.) : çok kuvtârihin başına konurdu, vetli, nüfûz ve itibar sâhibi kimseler, ulular, fî 20 Teşrîn-i evvel: 20 *Ekimde, büyükler. fî zemânînâ : (f.zf.): zamâmmızda, şimdiki fihris ( ﻓﻬﺮ سa.i. c. : fehâris) : 1. bil- kitabin İçinzamân İçinde. de neler bulunduğunu gösteren ve kitabin fiâl ل،( ﻓﻊa.i. fi'1'in c .): İşler, kârlar, ameller. ya başına, ya sonuna konulan cetvel, indeks. Bed-fiâl: kötü İşler işleyen kimse, (bkz : 2. eşyânın adlarım gösteren defter, [kelime ef'âl). Farsça "fihrist" den alınmıştır]. fîât ( فﺀﴽتa.i. fî'nin c .): bahalar, kıymetler, de- fihrist ( ﻓ ﻬ ﺮ ﺳ ﺖf.i.). (bkz : fihris). gerler. [yapma kelimelerdendir], fikir ( ﻓﻜﺮa.i.c. : efkâr), (bkz : fikr). ficâ \( ﻓ ﺞa.zf.): ansızın, birdenbire, (bkz: fikr ( ﻓﻜﺮa.i.c. efkâr) : 1. fikir, düşünce. 2. idr-âk. fücâ'). 3. hâtır. 4. zihin, akil. 5. rey, oy, zan, inanfidâ' ( ﻓﺪاﺀa.i.) : bir esiri kurtarmak İçin verilen ma. 6. zihin tasavvuru, kuruntu. 7. murad, şey, fidye, (bkz : fedâ). maksat, niyet. fidâî ( ﻓﺪ'ﻧ ﻰa.s.). (bkz : fedâî). fikr-i âmiyâne : alelâde, bayağı fikir, düşünfidye ( ﻓﺪﻳﻪa.i.): can kurtarma karşılığı verilen akçe vesâire. fikr-i âteşîn : ateşli fikir, düşünce. fîdye-î necât: kurtulmalık, can kurtarma fikr-i fâsid : bozuk, bozucu fikir. akçesi. fikr-i ferda : yarinin fikri, düşüncesi. fie ( فa.i.c.: fiât): tâife, güruh, cemâat, bölük, fikr-i galat : yanlış düşünce, yanlış bir şeyi takım. düşünme. fîe-i kalîle : az cemâat, [çok zaman küçümfikr-i garâib-perver : garip şeyler icâdeden seme yoluyla söylenir]. fikir, düşünce. fî emânî'llâh ( ﻓﻰ اﻫﺎن اﻟﻠﻪa.cü.): Allah'ın hıfz ve fikr-i mukaddes : mukaddes fikir, kutsal siyânetinde; Allah kerîm, düşünce. figan “( ﻓ ﻰ نga” uzun okunur, f.i.): ıztırap ile fikr-i muzmar: dışarı vurulmamış, gizli fibağırıp çağırma, inleme, (bkz : feryad). kir. fîgan-1 tîz : yüksek feryâd. fikr-i sâbit : *saplantı, fr. idée fixe. fîgan-1 tîz-i heves : arzunun yüksek feryâdı. figan-perver ر و ر (f.b.s.): figan ettiren, bağırtan. fîgâr ( ﻓﻜﺎ رf.i.) : yara, (bkz : ceriha). -fîgâr ﻓ ﻜ ﺎ ر- (f.s.) : yaralı, müteessir, incinmiş. Dil-fi^âr: yüreği yaralı, (bkz : efgâr). -figen ﻓ ﻜ ﻦ- (f.s.): a ؛ıcı, yıkıcı, düşürücü, ["ef gen" kelimesinin hafifletilmişi] . (bkz: e f gen).
fikr-i ta'kib : peşini bırakmama, sona erdirme. fikr-i vatan : vatan fikri, vatan düşüncesi, (bkz : fikret). fikren ( ﻓﻜﺮأa.zf.) : fikir ile, düşünerek, zihnen. fikret ( ﻓﻜﺮ تa.i.) : 1. (bkz : fikr). 2. erkek ve kadm adi. 3.5
fikrî, fikriyye
ﻫﻜﺮﻳﻪ، ( ﻫﻜﺮىa.s.): 1. fikre mensup, fikirle ilgili, düşünerek meydana getirilen [şey]. H a y â t-ı f i k r i c e : düşünce hayâtı, düşünce âlemi. 2 . i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. f i k r i y a t ( ﻓﻜﺮﻳﺎ تa.i.c.): fikir, düşünce ile olan İşler.
fik r i, f i k r i c e
( ﻓ ﻜ ﺮاa.zf.): fikir, düşünce *bakimından. fi '1 ( ﻓ ﻌ ﻞa.i.c.: efal, fiâl, C.C. : efâîl): İş, kâr, amel; zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime, *eylem.
fik r iy y e n .
fi'l-i b a s i t : gr.
basit fiil, tek kökten yapılan fiil [olmak, gelmek; gitmek... gibi], : gr. "imek” mastarından yapılan varille fiili.
fi'l-i cevlıeri
leaidesiz, kuralsız fiil [yemek; İçmek; oturmak... gibi],
fi'l-i g a y r-ı k ı y â s î : gr.
fi'l-i g a y r-i m iite a d d i: gr.
geçişsiz fiil, fr.
in tra n sitif. fi'l-i h a y r
: iyi İş.
: gr. geçmiş zamanda olmuş, fakat konuşanın görmüş oldugu bir İŞİ anlatan fiil [yazmış idi; okumuş idi... gibi],
fi'l-i h ik âye
fi'l-i İ k t i d â r î : gr.
“bilmek” maddesiyle meydana gelen fiil [yazabildim; koşabildim... gibi].
fi'l-i İ l t i z â m î : gr.
emir sîgasının sonuna: ''-elim, -e sin, -e siniz” katılarak yapılan fiil, dileme kipi [sevelim; çekesin; yeresiniz... gibi]. fi'l-i İ n t i h â î : gr. İntihâ fiili, fr. verb e accom pli. fi'l-i İ s t im r â r î : gr.
sürerlik fiili [gide durmak; bakakalmak... gibi], : gr. kaideli, kurallı fiil [ateş'den : ateşlemek; iş'den : işlemek... gibi],
fi'l-i k ıy â s î
fi'l-i İ â n e : gr.
yardımcı fiil [idi, İmiş, ise...
gibi]. : gr. “-İ hâli” almayan fiil [uyumak; gülme... gibi].
fi'l-i lâ z ım
: gr. fâili, öznesi bilinen fiil, *etgen fiil [yemek; İçmek... gibi],
fi'l-i m a 'lû m
fi'l-i m â 'y û b
: ayıplanmayı gerektiren davra-
niş. fi'l-i m â z î : gr.
bir İşin geçmiş zamanda oldugunu bildiren siga, kip.
306
fi'l-i m e ç h û l : gr.
fâili, *öznesi bilinmeyen fiil, *edilgen fiil [yazılmak; açılmak... gibi], fi'l-i m e n f i : gr. kendisinde nefi edâtı bulunan fiil, *olumsuz fiil. fi'l-i m e zm û m : gr. kötü ݧ, fenâ İş; zinâ ve İivâta. fi'l-i m u k a r e b e : gr. “yazmak” maddesiyle meydana gelen fiil [düşeyazdım... gibi], fi'l-i m u t â v a a t : gr. *dönüşlü fiil, fi'l-i m u z â r i ': gr. hem hâle, hem istikbâle delâlet eden sıyga (kip) [gelirim; giderim gibi]. fi'l-i m iin 'ak is : tepke, fr. rCflexite. fi'l-i m iirekkeb : gr. yardımcı bir fiille birleşerek tek kelime hükmüne giren fiil, *birleşik fiil [yazabilmek; koşabilmek... gibi], kendisinde nefi edâtı bulunmayan fiil, *olumlu fiil, fi'l-i m ü ş a r e k e t: gr. *İşteşlik fiili [koşuşmak, sevişmek... gibi]. fi'l-i m iite a d d i : gr. “-İ hâli” alan geçişli fiil, nesne tümleci alan fiil [yemek; İçmek... gibi]. fi'l-i n i y y e t : gr. niyet fiili, davranma fiili, fr.
fi'l-i m iis b e t: gr.
verb e intentionnel. fi'l-i r i v â y e t : gr.
geçmiş zamanda olmuş, fakat konuşanın görmüş oldugu bir İŞİ anlatan fiil [koşmuş İmiş; sevmiş İmiş... gibi],
fi'l-i ş a r t î : gr.
bir şeyin vukuunu başka bir şeye şart kılmak İçin kullanılan siga, kip ki, s morfemi ile yapılır [gelecekse; verecekse... gibi]. fi'l-i şen î (kötü fiil) : ırza geçme [nlutlaka “ırza geçme” mânâsına gelmez], fi'l-i şe rr : fenâ, kötü İş. fi'l-i t a 'c î lî : gr. “vermek” maddesiyle meydana gelen fiil [yazıverdim; alıverdim... gibi], fi'l-i tem en n i : gr. dilek-şart kipi, fi'l-i .v ü c û b î: gr. emrihâzırın sonuna “meli” sözü katılarak meydana getirilen siga, gereklikkipi [girmeliyim; sevmeliyim... gibi],
(a.i.c. efyâl, füyû l): bilinen büyük hayvan, fil. filâ h a t ( ﻓ ﻼ ﺣ ﺖa.i.) ekincilik, çiftçilik, (bkz: harâset, zirâat). ' ة1 ا1 ( ﻓ ﻰ ا ﻻ ﺻ ﻞa.zf.) : aslında, fîl-b â n (a.f.b.i.). (bkz : feyyâl).
fil ﻓ ﻞ
Fir'avıı fi'1-cü m le ﻓ ﻰ اﻟ ﺠ ﻤﻠ ﻪ
(a.zf.): nihâyette, sonun-
da.
(a.zf.): hakilcatte, gerçekten, İşleyerek. (blcz : bi'l-fi'l).
fi'len ﻓ ﻌ ﻼ
fi'len z i-m e d h a l : hulc.
İş görerek karışmış
[kimse]. (a.zf.): hakikatte, halcikaten, gerçeleten, doğrusu,
fi'l-h a k ik a ﻓ ﻰ ا ﻟ ﺤ ﻴ ﻘ ﻪ fi'l-h â l ﻓ ﻰ اﻟ ﺤﺎ ل
(a.b.zf.): bu anda, hemen, şim-
di. fi'1-h a y r
( ﻓ ﻰ اﻟ ﺨ ﺮa.b.e.): hayırlı İş.
، ( ﻓﻌﻠﻰa.s.c.: fi'liyyât): fiille ilgili, gerçekten yapılan İş. C iim le -i f i 'l i y y e : gr. fiil-cümlesi, *yüklemi fiil olan cümle. H izm et-i fi'liy y e : ilk askerlik vazifesi, *görevi.
fi'lî, fi'liy y e ﻓ ﻌ ﻴ ﻪ
tedavülde fi'len mevcut olan para; 2) tedavül bankasının çıkardığı banknotların halicin elinde bulunan kısmı,
fi'lî t e d â v iil: eko. ı)
bir sürenin kontrolünde bahse konu olan İşin yapılabilmesi İçin 0 İŞİ yapanın İcullandığı gerçek süre,
fi'lî z a m â n : eko.
fi'liy y â t ﻓ ﺌ ﻴ ﺎ ت
(a.s. fi'lî'nin c .): gerçekten İş-
lenilen İşler. filim e ﻓ ﻌﻴ ﻪ
(a.i.): fels. *etlcincililc, fr. a e tivis-
me.
(a.i. c . : filizzât) : 1. eritilip teiuizlenmemiş olan altın, gümüş, balen', demii' gibi ham mâden, külçe. 2. erimiş balcır.
filiz z ﻓﻠﺰ
filiz z -i ın a 'd e n î : lcim.
mâden filizi,
(a.i. filizz'in c.) : ham mâdenler, ham külçeler.
filiz z â t ﻓﻠ ﺰا ت
filiz z â t-ı m a'd en iyye
: cogr. naâden Cevheı-İ.
(7 ham mâden) : altın; gümüş; Civa; balcır; demii' ؛kalay; Icurşun filizlel'i.
fiü z z â t-ı seb'a filiz z î ﻇ ﺰ ى
(a.s.) : filizi, açık yeşil, filiz rengi,
(a.i.) : bot. tolıumda cü cü ğü kaplayan etli lcısım.
fillca ﻓﻠﻘﻪ
(a.zf.): m eselâ, misâldelci gibi, (bkz: farzâ).
fi'l-m esel ﻓ ﻰ اﻟ ﻤﻔ ﻞ
fi'l-v â k i' ( ﻓ ﻰ اﻟ ﻮاﺑ ﻊa.Zf.)
: vâlcıa, halcikaten, ger-
çekten.
( ﻓﻰ ﻣﺎ ﺑﻌﺪa.zf.) : bundan sonra, bundan böyle, bir daha.
fî m â ba'd fin â ﻓﻨﺎ
önü.
(a.i.c. efniye) : 1. avlu. 2. evin ve şehrin
ﻫ ﻰ اﻻﻣﺮ. ( ﻓ ﻰa.zf.): hakikatte, gerçekte. fir â d ( ﻓﺮادa.i. ferd'in c .): fertler. f ir â k ( ﻓﺮاقa.i) : 1. ayrılık, ayrılma; sevişenlerin ayrılığı. L e y l-İ f i r â k : ayrılık gecesi. (bkz: hicrân). 2. hüzün, kedei', sıkıntı, (bkz: gamm, gussa). F irâ k ty y e ( ﻓﺮاﻗﻴﻪa.i.) : sevgilisinden ayrılan bir kimsenin duydugu ıstırabı belirtmek üzere yazdığı veyâ söylediği manzume. f ir â r ( ﻓﺮارa.i.): kaçma, savuşma, izinsiz veyâ nizamsız olarak ortadan kaybolma. fir â r î ( ﻓﺮارىa..s.): kaçak, kaçkın. [firâriyân şeklinde c. de kullanılmıştır]. firâ s e t ( ﻓﺮا ﺳ ﺖa.i.): 1. (bkz; ferâset). 2. binicililc, at yetiştirme bilgisi, (bkz : fiirûsiyyet). 3. yiğitlik, mertlik. fir â ş ( ﻓﺮاشa.i.c. fürüş): 1. döşek, yatak; yaygı, şilte. 2. hasır, hail. E s îr -i fir â ş : yataktan kalkamayan hasta. H e m - f ir â ş : zevce. S â h ib -fir â ş : hasta, fir â ş -ı d e rû n : İç yatağı, İçteki yatak, fir â ş -ı İ s t ir â h â t : rahat döşeği, f î n e fsi'I-e m r
fir â ş -ı k a v i : file,
evli İcadının firâşı. [bilâ dâvet neseb sâbit olup nefy ile neseb nefyolunmayıp lâkin laan ile nefy olunur], fir â ş -ı m u t a v a s s ıt : file, ümm-i veled'in firâşı. [bilâ dâvet nesep sahih olmaz], fir â ş -ı sa h ih : file, nilcâh ve müHc-i yemine müstenit bulunan İstifrâş [mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan câriyedir; bu balcımdan bu ilci şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk vâris sayılır. Ancalc câriyeyi istifraşta İıusûle gelen Ç0cugun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi gerelcir]. f ir â ؟-ı z a i f : fık . câriyenin firâşı. [bununla nesep sâbit olui"]. fîr â v â n ( ﻓﺮاوا نf.s.): çok, bol, fazla, aşırı, (blcz : bisyâr, kesir, vâfir). N a k d -İ f i r â v â n : para bolluğu, ö m r - i fir â v â n : çöle ömür, fir â v â n î ( ﻓﺮاواﻓ ﻰf.i.): bolluk, çoleluk. (blcz: kesret). F ir'a v n ( ﻓﺮﻋﻮفa.i.c.: ferâine): 1. eski zamanlarda Mısır hükümdarlarına verilen unvan. 2. Allahlılc iddiâsmda bulunduğu İçin Hz. Mûsâ'nın mücâdele ettiği Mısır hülcümdârı. 3. s. pek lcibirli, gururlu ve inat [adam], 307
fîr'avnî firaun. [bâzı metinlerde "firavun, firavuniyyet" şeklinde de geçer). fir'avni ( ﻓﺮﻋﻮذىa.f.i.): 1. firaunluk. 2. s. firaun ile ilgili. firâz ز١( ﻓﺮf.i.): 1. yokuş, çıkış, firâz ü nişîb : yokuş ve İniş. 2. yüksek, yukarı. 3. s. yükselten, kaldıran. S er-firâz: itibar makamında bulunan, müstesnâ mevkide olan, sivrilmiş [kimse], (bkz : ser-efrâz). firâzî ( ﻓﺮاز ىf.i.) : yükseklik, yukarılık. firdevs ( ﻓﺮدو سa.i.c. ferâdis) : 1. cennet, uçmak. 2. bostan, bahçe. 3. kadın adi. firdevs-i a'lâ : Cennet'teki altıncı bahçe, firdevs-âşiyân ( ﻓﺮد و س آ ﺷﻴﺎ تa.f.b.s.) : cennetlik, merhûm. (bkz : cennet-mekân). Firdevsi ( ﻓﺮد و ﺳ ﻰf.h.i.): İran'ın milli destam olan "Şehnâme''nin nâzımıdır. Adi Mansur, Hasan veyâ Ahmed'dir; künyesi Ebülkasını'dır. Takriben 934 - 1020 yılları arasında yaşamıştır. Eseri, muhtelif dillere, bu arada Türkçe'ye de çevrilmiştir. Firdevsiyye ه٠( ﻓﺮدوسa.h.i.): Kibreviyye tarikatı kollarından birinin adi. [kurucus u : Rükneddinü'l-Firdevsi'dir). firdevs-mekân ( ﻓﺮدو س ﻣ ﻜﺎ نa.b.s.). (bkz: firdevs-âşiyân). firdevs-mukim إ٠( ﻓﺮدو س شa.b.s.). (bkz : firdevs-âşiyân). firdevs-nişln ٠ﺷ ﺰ firdevs-âşiyân).
ﻓﺮد و س
(a.f.b.s.). (bkz:
fireng-i fer' ( ﻓ ﺮ ﻧ ﻚ ﻓ ﺮ عf.a.b.i.) : Türk müziginin büyük usullerindendir. Yirmi sekiz zamanlı ve on üç darplıdır; çok nâdir kullanılmış olan bu usul ile sâdece bestelerin ölçüldüğü görülmüştür. Fireng-i fer' usulü, başta iki adet yürük semâî ile üç muhtelif şekilde dizilmiş dört tâne sofyan'dan mürekkeptir. fireûni ا/ ) (a.i.): güzel sanatlarda kullamlan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.]. firfahiyye ( ر يa.i.) : bot. Semizotugiller, fr. portulacees. -firlb ( _ ﺷ ﺐf.s.): aldatan, aldatıcı [firibinden mastarından), ü il- fir îb : gönül aldatan. Ebleh-firib : ahmak aldatan. Nazar-firlb : göz aldatan. firibende ه٠ ب. ( شf.s.): aldanmış, kapılmış. 308
firîb-gâh ٥( ﻓ ﺮ ﻳ ﻌ ﺎf.b.i.): tılsım bağlanan yer. firifte ( ﻓﺮﻳﻬﺘﻪf.s.): aldatılmış, kandırılmış, aldanmıç. firifte-dil ( ﻓ ﺮ ﻓ ﻪ د وf.b.s.): gönlü aldanmış, firiftegân ( ﻓ ﺮ ﻳ ﻔ ﻌﺎ نf.s. firifte'nin c.) : aldatılmıçlar, aldanmışlar, kandırılmışlar, firistâde ( ﻓﺮ ﺳﺘﺎدهf.i.c. firistâde-gân): 1. peygamber. 2. s. gönderilmiş, el ؟i. firistâdegân ( ﻓﺮﻣﺘﺎدﺳﻤﺎنf.s. firistâde'nin c .): 1. gönderilmişler, elçiler. 2. peygamberler, firişte ( ﻓﺮﺷﺘﻪf.i.c.: fir؛şte-gân): 1. melek, (bkz : sürüş). 2. s. mec. iyi ve yumuşak huylu [adam). 5. s. günahsız, mâsum. firiştegân ( ﻓﺮ ﺷﺘﻜﺎ فf.i. firişte'nin c .) : melekler. (bkz: melâik, melâike). frişte-h û , firişte-haslet ﻓ ﺮ ﺷ ﺔ ﺧ ﻌ ﻠ ﺖ، ﻓﺮﺷﺘﻪ ﺧ ﻮ (f.a.b.s.): huy ve tablatçe melek gibi olan, (bkz: firişte-sıfat). firişte-merg ( ﻓﺮﺷﺘﻪ ﻣﺮﻛﻞfb .i.): “ ölüm meleği” : Azrâil. firişte-sıfat cifi ( ﻓﺮﺷﺘﻪf.a.b.s.): huyve tablatçe melek gibi olan, (bkz : firişte haslet). firişte-siret ( ر ﻓ ﺘ ﻪ ﺳ ﺮ تf.a.b.s.): melek huylu. (bkz: firişte-üû, firişte-haslet). firkat ( ﻓ ﺮ ﻗ ﺖa.i.): dostlardan ve sâireden ayrıilk, ayrılış, (bkz : firâk, iftirâk, müfârekat). [asli: “fürkat" dir]. , fîrkat-nümâ : (bkz : fürkat-nümâ). firkat-zede ﻓﺮﻗﺘﺰده zede).
(a.fb.s.).
(bkz: fürkat-
firûdest ( ﻓ ﺮ و د ﺳ ﺖf.b.i.): bir ka ؟hanendenin bir ağızdan usul ile söyledikleri nağme, fîrûz ( ﻓﻴﺮوزa.s.): 1. mes'ııt, mutlu, sevinçli, ferah, uğurlu, iyi bahtlı. 2. erkek adi. [kelime, Farsça “pîrûz” dan alınmıştır), firûz-baht ( ﻧ ﺮ و ز ﺑ ﺨ ﺖa.f.b.s.): tâlihi kutlu, uğurlu. fîrûze ( ﻓﻴﺮوزهa.i.): i. Nişabıır'da çıkan açık mâvi renkli ve değerli bir yüzük taşı, [kelime Farsça “pîrûze” den alınmıştır). 2. başyazan Muazzez Yusuf olan ve haftalık olarak İstanbul'da yayımlanmış, kadınlara mahsus edebi bir dergi, fîrûze-deryâ (mâvi deniz): mec. gök. fîrûze-fâm ( ﻓﻴﺮوزه ﻓﺎمa.f.b.s.): mâvi renkli, gök renkli.
اﻫﺎ fîrûze-gâh ( ﻓﻨﺒﺮوزه ﻛﺎهf.b.i.): gökyüzü, (bkz: semâ). fîrûze-gûn ( ﻓﻴﺮوزه ا نf.b.s.): firûze renkli, firûzende ( ﻓﻴﺮ وزﻧﺪهf.i.): meşhur bir ؟e ؟it lâle, firûze-reng ( ﻓﻴﺮوزه ر ﻧ ﻚfb .s.): gök mâvisi. firû ze-rivak ( ﺗ ﺮ و ﻧ ﻪ روا قa.b.i.): gökyüzü, firûz-mend ( ﺗ ﺮ و ز ﻣﻨﺪa.'f.b.s.): zafer kazanmış, tâlihi a ؟ık. fîrûz-mendî ( ﻓﻴﺮوز ﻣﺘ ﺪ ىa.f.b.i.): zafer, üstünlük. fisâl (a.i.): 1. ayırma. 2. sütten kesme, (bkz: fıtâm). fî-sebîliHâh ( ﻓﻰ ﺑ ﻴ ﻞ اﻟﻠﻪa.zf.): Allah yolunda ؛karşılık beklemeksizin, fiten ( ﻓﺘ ﻦa.i. fitne'nin c .): fitneler, ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar, (bkz : fitne), fitnat ( ﻓ ﻄﻨ ﺖa.i.). (bkz : fıtnat). fitne ( صa.i.c.: fiten): 1. belâ, mihnet, sıkınti. 2. ayartma, azdırma. 3. fesat, arabozma, karışıklık, ihtilâl. îkaz-1 fitne : karışıklık ؟ikarma. 4. dinsizlik, cânilik. 5 ٠cezâ. 6. delilik. 7. güzel yüz, güzel göz; güzel kadın, fitne-i âlem: herkesi birbirine düşüren güzel. 8. ara bozan, karıştırıcı, fitne-i uzmâ : büyük fitne. 9. köpek yavrufitne-âmiz ( ﻓﺘﺸﻪ آﺳﺰa.f.b.s.): fesat karıştıran, bozgunculuk yapan. fitne-cihân ( ﻓﺘﻨﻪ ^ نa.f.b.s.): fitne sıçratan, fitne koparan. fitne-cû ( ﻓﺘﻨﻪ ﺟﻮa.f.b.s.) : fesat arayan, fitne-engiz ( ﻓﺘﻨﻪ ا ﻧ ﻜ ﺰa.f.b.s.) : fesat koparan, fesat ؟ikaran. fitne-ger ( ﻓﺘﻨﻪ اf.b.s.): fitneci, fitne-kâr ( ﻓﺘﺘﻪ ﻛ ﺎ رa.f.b.s.): fitneci, fesat ؟ikarmak âdetinde bulunan, fitne-zâ ( ﻓﺘﻨﻪ زاa.f.b.s.): fitne ؟ikaran. fitrâk ( ﻓﺘﺮا كf.i.): atin terkisi, terki kayışı, egerin arkasındaki tasma, at eğerinin arkaSinda bulunan ve e ؟yâ bağlamaya yarayan kayışlar. fitret ( ﻓﺘ ﺮ تa.i.). (bkz : fetret), fityân ( ﻓﺘﻴﺎنa.s. fetâ'nın c .): gençler, delikanİılar, yiğitler, mertler, (bkz: fetâ). [evvelce "ahi" teşkilâtına dâhil bulunanlar], fi-yevminâ ( ﻓ ﻰ و تa.b.zf.) : günümüzde, fî-zemânınâ ( ﻓﻲ زﻣﺎﻧﻨﺎa.b.zf.) : zamanımızda.
( ﻓﺰﻳﻜﻞfj-.a.s.) : fizik bakımından, *fiziksel, fr. physique.
fiz îk î
(a.i.) : 1. kalp, yürek, gönül. C â z ib ü 'lgönlü kendine ؟eken, sevimli, sempatik. M e c rû h ü 'l-fu â d : gönlü yaralı, kırık. M e srû rii'1-fu â d : sevinçli, ؟en. 2 . erkek adi.
fu â d و ا د fu âd :
fu â d -ı m i'de : anat. m ide ağzı, m idenin üst
deligi. fu â d î و ا د ى fu â k
(a.s.) : kalple, gönülle ilgili,
( وآ قa.i.) : 1. hıçkırık. 2. can çekişme,
(bkz : hâlet-i nez'). 3. midenin tekallüsü, ؟ekilip toplanması.
( ﻓﻌﻼa.i. fâil'in c.) : fâiller, işlemişler, yapmi ؟olanlar.
fu a lâ
fudalâ' ( ﻓﻀﻼﺀa.i. fâdıl'ın c.). (bkz : fuzalâ'). fuh ش ؟٠( فa.i.c. : fuhû ; ؟c.c. fevâhi1 : ( ؟. haddini aşma. 2. kötülük, nâmıısa aykırı hareket, orospuluk, (bkz : faziha). fuhş-hâne ( ﻓ ﺤﺜ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i.) : *genelev, fuhşiyyât ( ﻓ ﺤ ﺸﺎ تa.i.c.) : edep, terbiye ve ahlâka aykırı olan İşler, zinâ ile ilgili hareketler. [kelime, Redhouse lügatinde “fah ؟iyyât'١ ؟eklinde geçer], fuhûl ل٠( ﻓﺢﺀa.i. fahl'in c.) : 1. aygırlar. 2. er1er, erkekler. 3. s. akıllı ve zeki [adamlar]. 4. beyit, hadis ve rivâyetleri ؟ok iyi anlatan kimseler. fu h û l-i m u h ad d isin
: hadisçilerin en ileri
gelenleri. fu h û l-i m iife ssirîn
: tefsircilei-in en ileri ge-
lenleri. fu h û l-i şu a râ fu h û l-i u lem â
: şairlerin en üstünleri. : âlimlerin en değerlileri,
( ﻓﻬﻮمa.i. fehm'in c.). (bkz : fehm). fu k a h â ' ﺀ١( ﻓﻘﻪa.i. fakih'in c.). (bkz : fakih). fu h û m
fu k a h â -i h a n e fiy y e
: hanefi din âlimleri,
*bilginleri. fu k a h â -i ؟â fiiy y e
: şâfiî din âlimleri, bilgin-
leri. ( ﻓﻘﺮاﺀa.s. fakir'in c.) : fakirler, yoksullar. (bkz : fakir).
fu k a râ '
fu k a r â -y ı b â b u lla h
: tas. Allah kapısının fa-
kirleri. : sabi-eden, dayanan, avu؟ açmayan fakirler.
fıık a r â -y i sâ b irin fû l
( و لa.i.) : bakla. 309
föl-i Mısrı fû l-i M ı s r î : nohudu andıran ve "d eveyu lafı" da denilen k ü çü k kara tâne. fû lâ d
^ ﻻد
(a .i.): çelik, (bkz : pûlâd).
f û m ^ (a.i.). (bkz : sîr).
ﻧﺪ ق
fu n d u k
(a.i.) : 1. fındık, ( b k z : bunduk,
زا غ
(f.i.): parıltı, ışık, (bkz : fer, fürû g,
(a.i. fasİ'ın c.). (bkz : fasl).
fıısû l-i erbaa (döı-t fasıl) : bahar; yaz; güz; kış. fu sû s
punduk). 2. han, misâfiı-hâne. fu r â ğ
ﻓﻤﻮل
fu su l
ﻓﻤﻮص
(a.i. fass'm c . ) : 1. y ü z ü k taşlan,
( b k z : fass). F u sû sü ' 1-H ik e m :
M u h yid d in -i
A rab i'n in
m eşhur tasavvu fi eseri. 2. yem iş İÇİ [fındık, bâdem gibi].
ziyâ). fu râ t ت١( ﻓﺮa .i.): tatlılık [su hakkında], fu rk a n
("k a” uzun okunur, a.i.) : 1. iyi ile
kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı
fû ta
ﻓﻮده
(f.i.) : 1. peştemal. 2. eskiden ku llam -
lan bir çeşit kumaş, fu tu r ( ﻓﻄﺮa .i.): bot. zehirli mantar,
gösteren herşey. 2. K ur'ân -1 Kerim , (bkz :
fu tu r-ı h a r a k i ^ e : bot. *pasm antarıgiller.
H üdâ, Hitâb, Kitâb, Kitâb-1 mübîn, M ushaf,
fu tu r-ı k a id ü 'l-b ü z û r : bot. bazitli mantar,
N ecm , Nûr, Zikr).
fu tu r-ı m u h â tiy ye : bot. Civıkmantar.
"( ﻓﺮﻗﺄذىk a " uzun okunul-, a .s .) :
fu r k a n î
K urân-1 Kerim 'le ilgili. fu rsa t ( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖa .i.): 1. u ygun zam an, elverişli durum , faydalanm a sırası, elden kaçırılm ayacak faydalı vakit, hal ve münâsebet. 2. nöbet, [kelime, dilim izde yanlış olarak "fırsa t” şeklinde yaygındır], fu rsa t-b în
د ن
( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖa.f.b.s.) : fıı-sat gözeten,
fırsat kollayan, (bkz : fursat-cû). fu rs a t-cû
ﺟﻮ
( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖa.f.b.s.): fırsat arayan, fır-
sat bekleyen. fu rsa t-yâ b
ﻳ ﺐ٠ﻓﺮﺀ
ﻓﺮوده
erdemli kimseler, (bkz : fudalâ'). fu z û l d ( ﻓﺸﻮa.s. fazl'm c . ) : lüzum suz, fazla şey veyâ söz. fu z û lü 'l-g a n â im : fık. ganim et m alların ın tâyin ve tevziinden kalan ve
ب
çokluğu yüzün den taksim i kabil olm ayan az m iktardaki m al hakkın da ku llan ılır bir *deyim . fıız û le n
ﻓﻀﻮﻻ
(a .z f.): usulsüz, yersiz, haksiz
olarak; zorbalıkla. (a.f.b.s.) : fırsat bulan, eline
fırsat geçen. fu rû d e
fu z a lâ 'ﺀ١( سa .s.fâ z ıl'ın c .): fâzıllar,faziletliler,
fu z û lî ( ﻓﻐﻮ ﻟﻰa.s. fu z û l'd e n ): 1. boşuna, yersiz, lüzum suz; haksiz. 2. boşboğaz, lüzum suz
(f.i.): 1. hasislik, alçaklık. 2 . s.
denî, alçak, hasis. 3. s. kavrulm uş, kebap olmuş.
işlerle uğraşan; kendisine düşm eyen sözler söyleyen. 3. i. erkek adi. F u z û lî
ىﻟ ﺔ2 ( ﺷﻮضa.i. farz'm
c.). (bkz : farz).
fu r û z -î m u k a d d ere : hu k. nas ile takdir olu-
ﻓﻬﻮﻟﻰ
(a .h .i.): X V I . asırda yaşam ış ve
en b ü yü k T ü rk şâirlerinden biridir. Ç ağ atay edebiyâtı da dâhil olm ak üzere, T ü rk
nan sehim lerdir ki, hiç n ısıf (yari), rubu'
edebiyatının bir çok sâhalarm d a ku vvet-
(dörtte bir), süm ün (sekizde bir), sülüsân
li te'sir ve n üfû z sâhibi olan b ü y ü k şâir,
(üçte iki), sülüs (üçte bir), südüs (altıda
A zerl-O sm an lı edebiyâtınm k u ru cu ların -
bir) dir. [bu sehim leri İhrâz eden vereseye
dandır. Türkçe, A rap ça, Farsça, m an zu m
“eshâb-1 ferâiz” denir].
ve m ensur bir çok eser vü cû d a getirm iş-
fu sa h â '
ﻓﺼﺤﺎﺀ
(a.s. fasîh'in c . ) : güzel, düzgün
ve açık konuşanlar, iyi söz söyleme kabiliyetinde olan kimseler, uzdilliler. ( b k z : fasih).
(a .i.): anat. kulakm em esi, fr. lo -
bule.
ﻷ ى
(a .s.): fıstıkî, sarim tırak, açık
yeşil [renle]. f u s u k ^ (a.i. fısk'ın c.). (bkz : fisk).
310
هﺀﺟﺎﺀ
1555
y ılın d a
(a .zf.): ansızın, birdenbire, ( b k z :
ficâ).
( ﻓﺠﺎﺀهa.zf.). (bkz : füc'eh). ( د ةa.zf.). (bkz : füc'eten). fü c c â r ( ﻓﺠﺄرa.s. fâcir'in c . ) : günahkârlar, fenâ
fü c â e h
fü câeten
f u s t u k ^ (a .i.): fistık. (bkz : piste), fu s tu k i
m esnevisi çok meşhurdur. B ağdat'ta ölmüştür. fü c â '
fu s a h â -y î A r a b : A ra p fesihleri, fu se ys -
tir. B unlar arasında “ L eylî ve M ecn û n ”
huylular, ( b k z : fâcir). füc'e
( ﻓﺠﺎﺀهa .i.): ansızın, birdenbire, ( ﺑ ﻪa .zf.): apansızın, birdenbire.
fü c'eh
fürûk
fiic'eten ب ؛ rak. fü clyy
(a.zf.): birdenbire, ansızın ola(a.s.). (bkz : fiic'eten).
fücûr (a.i.) : İşret; sefihlik, günahkârlık, ahlâka aykırı durum. fiigen ( ﻓ ﻜ ﻦf.s.) :atıcı,yıkıcı,düşürücü, [“efgen" kelimesinin hafifletilmiş]؛, (bkz : efgen). fükâhât ﻓ ﻜ ﺎ ﻫﺎ ت fükâhet).
(a.i. fükâhet'in c.). (bkz:
fiikâhet ( ﻓ ﻜ ﺎ ﻫ ﺖa.i.c.: fükâhât) : lâtife, mizah, alay, hoşa giden söz. fülân ( ﻓ ﻼ نa.i.): herhangi bir şahıs, biri, beliı-siz bir şey, filân. fülân ibni fülân : filân oglu filân. fülfül ( ﻓ ﺺa.i.) : kara biber. Dâr-1 fü lfü l: kara biberin uzunca bir çeşidi, tarçın tolrumu denilen kuyruklu biber, fülfül-i ta v il: uzun biber.
1862 de Cemiyyet-i İlmiyye-İ Osmâniyye tarafından çıkarılan aylık mecmûa. fünûn-i b a h r ic e : den. denizcilik fenleri. fünûn-i h a r b ic e : ask. harp bilgileri, fünûn-i şettâ : ؟eşitli fenler. fürâde ( ﻓ ﺮادهa.i.): yalnızlık. Ale'l-fürâde : tek tek. fürât ( ﻓﺮا تa.i.): 1. tatil su. 2 ٠h. i. meşhur nehir, Fırat. fürce ٠( ﻓﺮ ﺟﺎa.i.) : 1. iki şey arasındaki açıklık, yarık, aralık. fiirce-i d îv â r: duvar yarığı. 2. güzel manzara, fr. panorama. 3. şiddetten kurtulma. 4. vakit; fırsat. fürce-yâb ( ﻓ ﺮ ج؛ا بf.b.s.): fırsat, İmkân, vakit bulan. fürkat-nümâ ( ﻓﺮﺻﻤﺎa.f.b.i.): ayrılığı gösteren, fürkat-zede ( ﺷ ﻘ ﺰ د هa.f.b.s.): sevdiğinden ayrılmış [kimse).
fiilk ،( ﺳ ﺚa.i.) : 1. gemi. 2. sandal, kayık. 3. Nûh'un gemisi, (bkz : keştî, sefine, zev- Fürs ( ﻫﺮسa.h.i.c.): Farslılar, Fars milleti; eski Iran. rak, zevrakçe). fürsân ( ﻓ ﺮ ﻣﺄ نa.i. fâris'in c .): 1. usta biniciler. fülk-i d i l : gönül gemisi, 2. atlılar, (bkz : rükbân). fülk-i elfâz (sözler gemisi): mec. Nuh'un geFürsî ( ﻫ ﺮﻣ ﻰa.h.i.): Fars milletinden olan, misi. Farsh, eski îranlı. fülk-i hidâyet (dogru yol gemisi): mec. fürsiyyât ( ﻓ ﺮ ﺳ ﻸ تa.i.c.): Fars dili ve edebiyâtı Nuh'un gemisi. bilgisi. fülk-i İn âyet: (Tanrı yardımı gemisi): mec. fürû ( ﻫﺮلf.i.) : aşağı. Fürû-m ânde: aşağıda, Nûh'un gemisi, geride kalmış olan, âciz, beceriksiz; yorgun, fülk-i Nûh : Nûh'un gemisi, şaşkın. fülk-i rahmet (Tanrı bağışı gemisi): mec. fü r û ' ( ﻓﺮ و عa.i. fer'in c.). (bkz : fer'), Nûh'un gemisi. fürûât ( ﻓﺮوﻋﺎتa.i. fer'in C.C.). (bkz: fer') fülk-i selâmet (kurtuluş gemisi): mec. Nûh'un gemisi. fiils ( ﻓﺪ سa.i.c.: fülûs) : 1. pul, mangır, akçe, para. füls-i ahmer : kızıl mangır, bakir sikke, füls-i ahmere muhtac : pek fekir. 2. hek. pul pul düşen kabuk. fülsî ى٠( ﻓ ﻞa.s.): fiilse âit, füls ile ilgili. fülûs ( ﻇﻮ سa.i. füls'ün c.) : pullar, mangırlar, akçeler, paralar, bakir sikkeler, fülûs-i tenâsiiliyye : anat. Cşeylik plağı, fr. plaque g en ital. fülüle ( ﻓ ﻠ ﻚa.i. felek'in c.). (bkz : eflâk). fünûn ( بa.i. fenn'in c.). (bkz : fenn). Dârü'lfü n û n : üniversite. Mecmûa-İ fü n û n :
fürû'). fürû-bürde ( ﻓﺮ وﺑ ﺮدهf.b.s.): aşağı, öne egilmiş. fürûc ( ﻓ ﺮ و جa.i. ferc'in c.). (bkz : fere), fürûg b J (f.i.) : nur, ziyâ, ışık, parlaklık, parıldayış. (bkz : furâğ). Mihr-İ fürûg-efçân : ışık saçan Güneş, fürûg-i âftâb : Güneş'in ışığı, fürûg-i a s e fî: meşhur bir çeşit lâle, fürûg-dih ( ﻓ ﺮ و غ دهf.b.s.) ؛ışık veren, fürûg-efşân ن١ اﻓﺶb J (f.b.s.): ışık saçan, fürûht ت٠( ﻓﺮ و خf.i.): satma, satım, satış, (bkz : bey). ؟ fürûhtâr ( ﻓﺮ و ﺧﺘﺎرf.b.i.); satıcı, fürûhte ( ﻓﺮو ﺧﺘﻪfs.): satılmış, fürûk ( د و قa.i. fark'ın c.). (bkz : fark). 311
fürû-mânde
fürû-mânde ( ﻓﺮو ﻣﺎ ﻧﺪهf.b.s.): aşağıda, geride kalmış olan, âciz, beceriksiz; yorgun, şaşkm. fürû-mandegî ( ﻓﺮو ﻣﺎ ﻧﺪﺳﻤﻰf.b.i.): beceriksizlik; yorgunluk, bitkinlik.
füsürde ( ﻓ ﺮ د هf.s.) : donmu?. [“efsürde" nin hafifletilmişi]. füsüîde-beyân ( ﻓ ﺮ د ه ﺑ ﻴ ﺎ نf.a.b.s.): mec. tat-
SIZve soguk sözlü. füsürde-dîl ( ﻓ ﺮ د ه دلf.b.s.) : kalbi donmuş, hissiz, duygusuz, (bkz : efsürde).
fürû-mâye ( ﻓﺮو ﻣﺎﻳﻪf.b.s.): sütü bozuk, mayası bozuk, soysuz, aşağılık [kimse].
füşürde ( ﻓﺸﺮﺑﻪf.s.): ısrar eden, direnen,
fürû-nihâde ( ﻓﺮو ﻧﻬﺎدهfb.s.) : tenziledilmiş, indirilmiş.
füşüde-kadem ( ﻓﺜ ﺮد ه ﻗﺪمf.a.b.s.): ayak direyen.
fürûsî ( د و سf.i.) : ata iyi binen, iyi binici,
fütâde ( ﻓﺘﺎدهf.s.c.: fütâde-gân): 1. düşmüş, düşkün. 2. tutkun, müptelâ. 3. bîçare, (bkz : üftâde).
fürûsiyyet ( ﻓ ﺮ و ﺳﻴ ﺖa.i.): 1. süvârilik, binicilik. 2. at yetiştirme bilgisi, (bkz : ferâset).. -fürûş ش ﻗﺮو- (f.s.): satan, satıcı. Azametfürûş : büyüklük satan. Hod-fürûş : kendini satan, kendini yüksek gösteren. Nânfürûş : ekmek satan, fürûş
( دوشa.i. ferşün c .): döşemeler.
fütâde-gân ( ﻓﺘﺎدﺳﻤﺎنf.s. fütâde'nin c.): 1. düşmüşler. 2. düşkünler. 3. bîçâreler, tutkunlar, fütân ( ﻓﺘﺎنf.s.): düşen, düşerek, (bkz : eftân). füttâk ( ﻓﺘﺎكa.s. fâtik'în c .) : fırsat buldukça adam öldürenler.
-fürûz ﻓ ﺮ وز- (f.s. -efrûz'dan): parlatan, aydinlatan. C ih ân -fürûz: cihânı aydınlatan ["efrûz" un hafifletilmiş]؛, (bkz : efrUz).
fütûh ح (a.i.c.: fütûhât): 1. zafer, galibiyet, üstünlük, (bkz: feth). 2. açma; açılma, ferahlanma, gönül ferahlığı,
fürûzân ( ﻓﺮوزا نf.s.) : 1. parlayıcı, parlayan, parlalc. Necm-İ fü rû z â n : parlak yıldız. 2. erkek ve kadm adi. 3. Muallim Nâci'nin I886'da basılmış bir şiir kitabi,
fütûhât ( ﻓﺘﻮﺣﺎتa.i. feth'in c. olan "fütûh" un c .): zaferler, fethedilen, zaptedilen memleketler.
fürûzende ( دوزﻧﺪهf.s.): yanıcı, yakıcı; parlatan, paı'layıcı, parlayan, aydınlatıcı, aydınlatan. fiiseyfisa ( ﻓ ﻴ ﻐ ﺎa.i.): küçük boncuk ve taş veyâ parçalarıyla nakş olunmuş satıh, fiishat ( ﻓ ﺴ ﺤ ﺖa.i.) : genişlik, açıklık, (bkz: vüs'at). füshat-kede ( ﻓ ﺤ ﺘ ﻜ ﺪ هa.f.b.s.): geniş yer. füshaî-serây ﺳ ﺮ ا ى geniş yer. füshat-zâr ار-
(a.f.b.i.) : geniş saray,
(a.f.b.s.): geniş [yer],
füsûn ( ﻓ ﺴ ﻮ نf.i.): 1. sihir, büyü. 2. kadın adi [efsûn" un hafifletilmiş]؛, (bkz : efeûn). füsûn-ger ( ﻓ ﻮ ﻧ ﻜ ﺮf.b.i.): sihirbaz, üfürükçü, füsûn-kâr ( ﻓ ﻮ ﻧ ﻜ ﺎ رf.b.s.): 1. sihirbaz. 2. büyüleyici. (bkz : füsûü-perver, füsûn-sâz). fiisûn-perver ( ﻓ ﻮ ن ر و رf.b.s.): büyüleyici. (bkz: füsûn-kâr, füsûn-sâz). füsûn-sâz ﺳ ﺎ ز٠( ﻓ ﺮfb .s.): büyüleyici, (bkz: füsun-kâr, füsûn-perver). füsûs ( ﻓ ﻮ سf.n.) : yazık, eyvah! ["efsûs" un" hafifletilmiş]؛, (bkz: efsûs). 312
Fütûhât-ı Mekkiyye : Muhiddîn-i Arabi'nin meşhur tasavvufî eseri. fütûr ( ضa.i.): 1. zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma, usanç, bıkma. 2. keder, ümitsizlik. B ilâ-fütûr: korkusuzca, aldırmayarak, pervâsızca, bezmeksizin. fütüvvet (a.i.): 1. soy temizliği. 2. mertlik, yiğitlik, gençlik, delikanlılık. 3. cömertlik, elaçıklığı. (bkz: güşâde-destî). 4. eski esnaf teşkilâtı. fütüvvet-ü, -İÜ — ﻟﻮ، ( ﻓﺘﻮﺗﺎىa.t.s.): ,1. fütüvvet sâhibi. 2. [eskiden] askerlikte mülâzım (teğmenler) ile kol ağası ve yüzbaşılara mülkiyede, râbia ve hâmise rütbeleri taşıyan kimselere verilen unvan, fütüvvet-mend ( ﻓﺘ ﻮﺗ ﻤﺪa.f.b.s.): cömert, eli açık, (blcz: güşâde-dest). fütüwet-nâme (a.fb.i.): esnaf teşkilâtı ile bunların riâyet etmeleri lâzım gelen usul ve kaidelerden bahseden eser, *yönetmelik, *tüzük. fü'ûl
(a.i.): fallar.
füûs س،( ﻓﯯa.i. fe's'in c .): iki yüzlü baltalar. füvve ( د هa.i.): kökboya, kızılkök, fr. garance.
füzûn-ter fü y û l fü y û z
( ﻓﻮ لa.i. fîl'in c . ) : filler, (bkz : efyâl). ﻧﻰ٠( ﻓ ﻮa.i. feyz'in c.). (bkz : feyz).
fü y û z â t
( ﻓ ﻴ ﻮ ﺿ ﺎ تa.i. feyz'in c. olan füyû z'u n c.).
( b k z : feyz). -fü zû d
-fü z û n
( ~ ﻓ ﺰ و نf.s .): çok, fazla, [“efzûn'un hafif-
letilmişi]. ( b k z : efzûn). fü z û n î
( ﻓ ﺰ و ﻓ ﻰf.i.): çokluk, fazlalık, ( ﻓ ﺰ و ﻧ ﺘ ﺮf s . ) : pek çok, pek fazla.
fü z û n -te r
ﻓ ﺰ و د- (f.s .): artıran, ؟ogaltan. M a h a b -
b e t - f ü z û d : sevgi artıran, ["efzûd” un hafifletilm içi]. ( b k z : efzûd).
313
G.g
gabâgıb ( ﻏﺒﺎ ﻏ ﺐa.i. gabgab'ın c.) . (bkz; gab-
gab). gabâvet ^ و ت
(a.i.): anlayışsızlık, bönlük, kaim kafalılık, (bkz: belâhet, hamâkat, humk).
gabâvet-i mücesseme : büyük aptallık,
gadâ' ( ﻏﺪاﺀa.i.c.: agdiye): öğle yemeği, gadâir ( ﻏ ﺪ ا رa.i. gadire'nin c.) : sa ؟örgüleri, gadârif ( ﻏﻌﻨﺎ رﻳ ﻒa.i. gudrûfun c.): kıkırdak-
lar, kıkırdak kemikleri, gadât ( ﻏ ﺪا تa.i.c.: gadavât): 1. sabahın erken
zamânı. 2. kuşluk yemeği [Hadiste geçer],
gabe "( ﻏﺎ؛عga” uzun okunur, a.i.c.: gabât) :
gadât ( ﻏﺪاةa.i. gudve'nin c.). (bkz : gudve).
arslan yatağı olan sik orman, koru ormanı. üsdii'1-gabe : ı) sik orman arslanları: 2) Suyûtî'nin> Eshâb-1 Kirâm'ın hal terciimelerinden bahseden meşhur eseri, gabes س٠( ﻏﺐa.s.): karanlık [gece], gabgaij ( ﻏﺒﻐﺐa.i.c.: gabâgıb): ؟ene altı, ؟ifte gerdan. g a b g a b î g â v : öküzün gerdanı. gabgab-ı simin : gümüş (gibi) gerdan, gabi ﺑﻰ١"( غga" uzun okunur, a.s.c. : gubât) : ahmaklık, budalalık eden, gabi ( ﻏ ﻰa.s. c . : agbiyâ'): kalmkafalı, anlayışSIZ, kabiliyetsiz, (bkz : ahmak, ebleh). T ıfl-1 g a b i: kalmkafalı ؟ocuk. gaİJİn س.“( ﻏﺎga” uzun okunur, a.s. gabn'dan): 1. alışverişte hile eden, aldatan [kimse]. Bâyi-i gabin : lıîle yapan satıcı. 2. tenbel. gabir ر٠"( ﻏﺎga” uzun okunur, a.s.) : 1. kalan. 2. i. gelecek zaman. 3. a. gr. gelecek zaman,
gaddâr ( ﻏﺪا رa.s. gadr'den) : 1. ؟ok gadreden, zulmeden, hâin, merhametsiz, kıyıcı. 2. ؟ok
fr. futur.
(a.i.) : alışveı-işte hile, aldatma, yaİancılık. gabn-i fâhiş : alışverişte kazıklama, gabrâ' ( ﻏ ﺮا ﺀa.i.) : yer, yeı-yüzü, arz [“agber” in müennesi]. Sâha-i gabrâ : yer yüzü, dünyâ, gad ( ﻏﺪa.i.) erte, yarin. gabn ض
314
pahalı mal satan, soyucu [tüccar], gaddâr-âne ( ﻏﺪاراﻧﻪa.f.zf.): gaddarca, merha-
metsizce, haincesine. gaddâre ( ﻏﺪارهa.i.): 1. büyük bı ؟ak. 2. küçük tabanca, [yapma kelimelerdendir], gadir “( ﻏﺎدرga” uzun okunur, a.s.): gadreden, hıyânet eden, fenâlık eden, gadir-i nefs : nefse fenâlık eden, gadir ( ﻏﺪدرa.i.c.: guderâ', gııdürân): 1. sel ile peyda olan birikinti su, durgun su, göl. 2. küçük ırmak. gadire ( ﻏﺪﻳﺮهa.i.c.: gadâir): sa ؟örgüsü, gadiri, gadiriyye ه، ﻏﺪﻳﺮ، ( ﻏﺪدر ىa.s.): gölde yaşayan, gölde bulunan [hayvan, *bitki]'. Fasîle-İ gadiriyye : göl nebatları, *bitkileri, gadiyye ( ﻏﺪ؛هa.i.c.: gadiyyât) : sabahın erken vakti; tan atmasıyla Güneş dogması arası, gadr ر،( ﻏﺎa.i.): 1. hâinlik, vefâsızlık. 2. zulüm, merhametsizlik. 3. haksizlik. 4. e. yazık, gadr-dide ( ﻏ ﺪ ر دﻳ ﺪ هa.f.b.s.) : gadir görmüş, gadre uğramış, haksizlik görmüş, gaferallâhü leh : Allah onu yarlıgasın, bağışlasın! gafere
jii■
(a.fi.): bağışladı, yarlıgadı.
ga.a.-ı tahakküm؛ gaffâr ۶ (a.i. ve s.) : 1. kullarının günahlarını affeden, Allah. gaffârü'z-zünûb : günahları, suçları bağışlayan [Allah]. 2. i. [abdülgaffâr'dan kısaltılmi? olarak] erkek adi. gafil, gafile ﻏﺎﻓﻠﻪ، “( ﻏﺎﻓ ﻞga” uzun okunur, a.s. gaflet'den. c . : gafele, gafilin): gaflette bulunan, İhmâl eden, ilerisini iyi düşünmeyen, dikkatsiz, ihtiyatsız, dalgm, tembel. , gafil-âne "( ﻏﺎﻓﻼﻧﻪga” uzun okunur, a.f.zf.): gafilcesine, dikkatsizlikle, ihtiyatsızlıkla, dalgıplıkla. gafilen "( ﻏﺎﻓ ﻼga” uzun okunur, a.zf.): gaafil olal'ak, habersizce. gafir p ("ga” uzun okunur, a.s.) : mağfiret eden, yarlıgayan, affeden; Allah, gafirii'z-zenb : su ؟bağışlayan (Allah). gafir ( صa.s.): 1. örten, etrâfını ؟eviren. 2. ؟ok fazla. Cemm-İ gafir : büyük cemaat, insan kalabalığı. 3. i. muhafız askerler. gaflet ( ﻏ ﻐﻠ ﺖa.i.) : 1. gafillik, bo? bulunma, dalgınlık, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık. 2. ihmal, endişesizlik. gafleten ( ﻏﻐﻠﺔa.zf.): gaflet eseri olarak, dalgınlıkla. gafûr ( ﻏﻔﻮوa.s. gııfrân'dan) : mağfiret eden, yarlıgayan, su ؟bağışlayan, meı-hamet eden [Allalr]. (bkz: gaffâr). gafûrü'r-rahîm: esirgeyen, su ؟bağışlayan [Allah]. gâh, geh ﺳﻤﻪ، ( ﺳﻤﺎهf.e.): 1. zaman bildii-en edat. Seher-gâh : seher vakti. Subh-gâh : sabah vakti. 2. yer bildiren edat. Secde-gâh ; secde yeri. 3. zf. arasıra, kimi, bâzı, gâh ü bî-gâh : vakitli vakitsiz, sıralı sırasız, gâh ü nâ-gâh : vakitli vakitsiz. gâh gâh ( ﺳﻤﺎه ﺳﻤﺎهf.zf.) : zaman zaman, vakit vakit. gâhî ( ﺳﻤﺎﻫﻰf.zf). (bkz : gehi). gâhvâre ( ﺳﻤﺎﻫﻮارهf.i.): beşik, (bkz: gehvâre, mehd). gai, gaiye ﻏﺎﺀﻳﻪ، ا٠“( ﻏﺎﺋﺞga” lar uzun okunur, a.s.): gaye, maksat ve netice ile ilgili. İllet-İ gaiye: bir İşin elde edilmeye uğraşılan neticesi, fr. cause finale. gaib ب٠“( ﻏﺎga" uzun okunur, a.s. gayb', gıyâb'dan): 1. görünmeyen, hazıı- olmayan, yok olan, kayıp. 2. i. gr. üçüncü şahıs, o.
gaibâne "( ﻏﺎﺋﺒﺎﻧﻪga'' uzu n okunur, a.f.zf.) : görm eyerek, görünm eyerek, arkadan, yü ze k arşı olm ayarak, gizliden, haberi olm aksizm tan ım ak, ?ahsan tan ım ad ığı halde, gaile "( ﻏﺎﺋﻠﻪga” uzun okunur, a.i.c. : gavâil) : 1. dert, sıkıntı, keder. 2. felâket, m usibet, (bkz : dâhiye). 3. u ğraştırıcı ve sık ın tılı i?. 4. m ullârebe, sava?. gaile-i zâile : zeval bulan, geçen, ardı kesilen sıkıntı. gait, gaita ﻏﺎﺋﻄﻪ، "( ﻏﺎﺋﻂga" lar uzun okunur, a.i.) : 1. insan pisliği, insan tersi. Mevadd-I gaita : insan tersi, (bkz : gûh, neces). 2. ؟uk u r yer. gaiyye "( ﻏﺎﻳﻪga uzun okunur, a.i.) : fels. *erek ؟ilik, fr. finalisme. g a i ^ e t "( ﻏﺎﺳﺖga" uzun okunur, a.i.) : fels. fr. finalité. gâl, gâle baid).
g
،
(f.s.) : uzak, ırak, (bkz :
g a lâ ' ( ﻏ ﻼ ﺀa.i.) : p ah alılık . Kaht ii gala' : k ıtlık ve p ah alılık . galâ-yi e s'âr : fiatlarm yü k sek liği. galat ( ﻏﻠﻬﻞa.s.c. : galatât) : yan lı?, yan ılm a, galat-i basar : görü? d uygusunun aldanm ası, ؛suya batm i? b ir degnegin k irlim i? gibi görünm esi]. galat-i elvân : ren kleri yan lı? veyâ kusu rlu görm e, fr. dyschromatopsie, galat-i fâhi? : p ek a ؟ık yanlı?, galat-i fik r : düşünce yan ılm ası, galat-i hilkat : h ilk at garibesi, galat-i hiss : d u yu ştak i aldam ?, duygu yan ıltısı. galat-i m eşhur : (m eşhur yaygın yanlış) : yan lı? oldugu halde herkes tarafın d an tutu n an ve k u llan ılm ak ta bulunan kelim e, galat-i m eşhûr fasih-i m ehcûrdan evlâdır : m eşhur (yaygın) yan lış, terkedilm iş fasih sözden daha üstündür, galat-i rü'yet : b ir rengi, tabiisinden başka o larak görm e, görm e bozu klu ğu , göz yan ıltısı, [k ırm ızıyı yeşil, m âviyi m enekşe renginde görm e]. galat-i tahakkiim i : ed. b ir kelim en in gerek lâfzı, gerek m ân âsı itibarıyla herkesin kullan d ığ ı gibi k u llan ılm am ası, (bkz : k ıyâsa m uhalefet).
g.lâl galât ( ﻏ ﻼ تa.i. gali'n in c.). (bkz : gali). galatât ( ﻏﻠ ﻄﺎ تa.i. galat'ın c .) : yan lışlar, yan ılm alar. galat-gû ا yen.
( ﻏﻠ ﻂa.f.b.s.).: yalan ya n lış söyle-
galat-niivis ( ﻏﻠ ﻂ ﻧﻮﻳﺲa.f.b .s.): yalan, yan lış yazan ve tespit eden. galebât (galib 'in c. olan galebe'nin c . ) : galebeler, üstünlükler. galebe ( يa .i.): 1. galip gelm e, yenm e, üstünlük. 2. çokluk, kalab alık . 3. s. zaptolunm ay a cak derecede azgın, galebe ç a lm a k : üstün gelm ek, galebe-i şeh vet: şehvet galib 'in c.). (bkz : galib). galel ۶
azgın lığı.
4. (s.
( a .i.c .: a g lâ l) : k oru lu k tan akan su.
galeyân OLU- (a .i.): k ayn am a, çalkan m a, coşma. (blcz : feverân). Derece-i galeyân : kaynam a derecesi (ıoo santigrat), galeyân-ı m â ': su yu n kayn am ası, galeyân-ı e f k â r : fik irle rin kayn am ası, coşması. gali ﺋﻠ ﻰ٠(“ga” uzu n okunur, a.s. galâ'dan . c . : galât) : 1. değerinden çok p ah alı olan [şey]. Eşyâ-yi g a liy e : p ah alı şeyler. 2. galeyân eden, kayn ayan. galib “( ﻏﺎﻟﺐga” uzun okunur, a .s .) : 1. galebe eden, galebe çalan, üstün gelen, yenen. 2 ٠daha kuvvetli. galib e k seriyyet: b ü y ü k çoğunluk, galib ih tim â l: daha k u vve tli ihtim al, galib-i m utlalc: tam m ân âsıyla galip, galib-i tüvânâ : güçlü galib. 3. i. erkek adi. Galib (Şeyh-) :m eşh u r D iv an şâirlerin d en d ir; İstan b u l'd ad o g m u ştu r,a sılad ıM e h m e d 'd ir؛ bab asın ın adi M ustafa R eşîd'dir. B üyükçe bir d îvân ı vard ır. G azel ve kasidelerinin b âzıların da Nâbi, N edim , ve N e f'î'n in tesirleri görülür. "H üsn -i A ş k ” adil eserini y irm i altı yaşın d a iken m esnevi taı'zında yazm ıştır. S ır f T ürkçe y azılm ış b ir de gazeli vardır, (d. : 1757 - ö . : 1798).
galibe "( ﻏﺎﻟﺒﻪga" uzun okunur, a .s .) : [galib'in m üenj. ( b k z : galib). galiben “( ﻏﺎ ﺑﺄga'' uzun okunur, a .z f.): üstünlükle. galibiyyet “( ﻏ ﺎ ﻳ ﺠ ﺖga" uzun okunur, a .i.) : galip gelm e, üstün lü k, galil ( ﻏ ﻴ ﻞa .s.): susam ış, (bkz : ؟eşme), galiyâ “( ﻏﺎﻟﻴﺎga” uzun okunur, f .i .) : m isk ile anberden yap ılm ış siyah koku lu b ir m adde olup boya olarak k ad ın larca saçlara ve başlara sürülür, (bkz : galiye), galiyâ-sâ “( ﻏﺎﻟﻴﺎ ﻣ ﺎga” uzun okunur, f.b .i.): galiye, ıtır, güzel koku terkipleyen kim se, aktar (attâr). galiye "( ﻏﺎﺑ ﻪga” uzun okunur, a.i.). ( b k z : galiyâ). galiye-bâr “( ﻏﺎﻳ ﻪ ﻳﺎ وga” u zu n okunur, a.f. b .s .) : güzel kokulu şey saçan, galiye-dân “( ﻏﺎﻳ ﻪ دا تga” uzun okunur, a .f.b .s.): galiye kutusu, güzel kokulu şeylerin m uhâfaza olu ndu ğu kap, m alıfaza. galiye-fâm “( ﻏﺎﻳ ﻪ ﻓﺎمga” uzun okunur, a .f.b .s.): galiye renginde, (güzel siyah), galiye-gûn “( ﻏﺎﻳ ﻪ ا نga” uzun a .f.b .s.): güzel siyah renkli,
okunur.
galiye-m isk “( ﻏﺎﻟﻴﻪ ﻣ ﺴ ﻚga” uzun okunur. a.b.i.) : “ kalem is yağ ı” denilen güzel koku, galiz, galiza ﻏﻠﻴﻈﻪ، ( ﻏﻠﻴﻆa.s. g ılz e t'd e n ): 1. kaba, nezâket dışı, terbiye dışı. Eym ân-1 galize : kaba yem inler. Ta'bîrât-1 galize : terbiye, nezâket dışı sözler. Şütûm -i galize : kaba küfürler. 2. şe ffa f olm ayan, k'alın sik. Ebr-İ galiz : k alın bulut. Em 'a-i galize : kaİın b a ğ ırsa k . gallât ( ﻏ ﻼ تa.i. galle'nin c.) : 1. zahireler,, m ahsuller. 2. ev k irâsı gelirleri. 3. el em ekleri, ( b k z : gılâl'■ 1). gaile ( ﻏﻠﻪa.i.c. gallât, gılâl) : 1. zahire, m ahsul, ekin. 2. îrât, gelir. galle-i adem (yokluk e k in i) : m ezar, kabir, galle-i âtiye : [vakıfta], (bkz : galle-i hâdise),
galiba “( ﻏﺎﻟﺒﺎga” uzun okunur, a .z f.) : saglam b ir ihtim âle göre, görünüşe göre, belki.
galle-i h â d ise : [vakıfta] v â k ıfın İcâbından sonra m eşrût-ün-lehin reddinden husûle gelip te henüz m eşrût-ün-leh tarafın d an alın m am ış olan gaile.
galib-âne ( ﻏﺎﻟﺒﺎﻧﻪa .f.z f.): galip sıfatıyla, galip olana y ak ışacak sûrette.
galle-i m âziyye : [vakıfta] ret yü zü n d en gayri m ünkati' cihete tevzi olu ndu ktan sonra
316
g٠m[m]-kede şartı kabul eden meşrût-ün-lehin istirdât edemeyeceği gaile. : [vakıfta] meşrût-ün-leh tarafından ahız ve kabzedilmiş olan gaile, :alle-i v a k f : vakıftan gelen gaile (gelir, îrât). 3. el emegi. alle-i m e 'h û za
.He-dân
دان،0 ( غa.f.b.i.): zahire, tahıl anba-
.lle-fü rû ş ﻓﺮو ش
،0( غa.f.b.s.): zahire satan,
zahireci. (a.f.b.i.): ekilmiş tarla. ، lsama ( ﻏ ﻠ ﻤ ﻤ ﻪa.i.): 1. gırtlak ağzı, hançere. 2. suda yaşayan hayvanların nefes alma uzuvları, .solungaç. ıltân ( ﻏﻠ ﻄﺎ نf.s.): yuvarlamcı, yuvarlanan, tekerlenen. Ser-İ g a l t â n : kopup yere yuvarlanan baş. ılle-zâr ﻏﺄه زار
(f.s.): yuvarlanmış, tekerlenmiş, aşağılık, alçaklık toprağına yuvarlanmış. am [m ] ل٠( غa.i.c.: gum ûm ): lceder, tasa, kaygı, dert. D e f'i g a m m : kederini giderme, (bkz : firâlc, gussa). altide ﻏ ﻠ ﻄ ﺪ ه
galtid e-i h â k -i m e z e lle t :
g am [m ]-ı a ş k :
aşk gamı. : zamânın, devrin gamı. gam [m ]-ı ferd a : istilcbâl kaygısı, yarinin tasası. g am [m ]-ı e y y â m
gam [m ]-ı f ü r k a t :
ayrılık gamı, uzaklık der-
di. : tatil, yumuşak gam. z ü lf: zülfün gamı,
gam [m ]-ı n e rm in gam [m ]-ı
gam fm ] yem ek : lceder ve tasa etmek, gâm f i f (f.i.): 1. adim, (bkz: hatve). 2. ayak, (bkz : lcadem). 3. İcöy.
gam[m]-âbâd deri bol.
آﺑﺎد
( ﻏﻢa.f.b.s.): hüzün ve lce-
gamâim ( ﻏﻤﺄﺀﻟﻢa.i. gimâme'nin c.): hayvanlarin, yem yemesini veyâ ısırmasını önlemelc İçin ağızlarına takılan torba, burunduruk gibi şeyler. gam alc
ص
(a.i.) : 1. rutubetli ağır hava.
2. rııtûbet. (a.fb.s.): kaygı veren, lcederli, hüzünlü, (bkz: gam[m]-nisâr, gam[m]-nişân). gam â m ,g am âm e^ ^ ، ( ﻏ ﻂ مa.i.c. :gam âyım ): bulut, (bkz : ebr, sehâb, gaym). g a m [m ]-âlû d ﻏ ﻢ آﻟ ﻮ د
gam : gam bulutu, ["gamâme” tek bulut yerinde de kullanılır],
g a m â m -1
gam fm ] âçâm
آﺷﺎم
(a.f.b.s.): gamlı, gam-
ﻏﻢ
lanmış. gam d ﻏﻤﺪ
(a.i.): 1. kin. i. zarf) mahfaza. (a.f.b.s.): gam görmüş,
gam [m ]-d îd e ﻏ ﻤ ﺪﻳ ﺪ ه
kederli) tasalı. (a.f.b.s.): sıkıntılı, ke-
g a m [m ]-e n g îz ﻏ ﻢ ا ﺷ ﺰ
derli. gam [m ]-fe rsâ ﻏ ﻢ ﻓ ﺮ ﻣ ﺎ
(a.f.b.s.): üzüntüyü da-
gitan. g am fm j-fersû d ﻏ ﻢ ﻓ ﺮ ﺳ ﻮ ل
(a.f.b.s.): gamdan, SI-
kıntıdan yıpranmış. g am [m ]-fe zâ ﻏ ﻢ ﻓ ﺰا
(a.f.b.s.): tasa, keder art-
tiran. (a.i.): 1. savaşan, muharip. 2. inekler gibi böğürme. 5. savaş sırasında çıkarılan ses.
g am ga m e
(a.f.b.s.b): kederli, tasalı, hüzünlü, (bkz : gamin, gam[m]-nâk).
g a m [m ]-g în ﻏ ﻤ ﻜ ﻴ ﻦ
(a.f.b.s.) : gam ve kederi defeden, teselli veren, gam ortağı; arkadaş, dert ortağı.
g a m [m ]-g ü sâ r ﻏ ﺸ ﺎ ر
g a m [m ]-g ü sâ r-ı
h ayât-ı
in s â n î:
insan
hayâtının gam ortağı. gam[m]-güsîl ﺳﻤﺴﻴﻞ gitan.
ﻏﻢ
(a.f.b.s.): gam, tasa da-
gam[m]-hâne ( ﻏ ﻤ ﺨﺎ ﻧ ﻪa.f.b.s.): 1. kaygı, tasa yuı'du. 2. dünyâ (bu-). gam[m]-hâr ( ﻏ ﻤ ﺨ ﻮا رa.f.b.s.): gam yiyen, kederlenen, tasalanan. gam ık "( ﻏﺎ ﻫ ﻖga” uzun okunur, gamak'dan): az lekeli, puslu; nemli.
a.s.
gamız “( ﻏﺎ ﻫ ﺾga” uzun okunur, a.s. c . : gavâmız): anlaşılması güç olan, anlaşılmaz, karışık, kapalı [söz]. S u â l-i g a m ı z : güç anlaşılır sual. gamıza "( ﻏﺎﻣ ﻀﻪga” uzun okunur, a.i.): anlaşılması güç durum, [kelime müennestir]. ض (f.s.): kaygılı, tasalı, gam[m]-gîn, gam[m]-nâk).
g a m in
(bkz:
g a m ir ^ ^ ("ga” uzun okunur, a.s.c. :gavâm ir): 1 . mâmur (bayındır) olmayan, harap, ISSIZ yer. 2. terkedilmiş, ekilmemiş yer. [“âmir” in zıddı]. g am [m ]-k ed e ﻏ ﻤ ﻜ ﺪ ه
(a.f.b.s.): tasa evi. 317
gammaz gammâz ( ﻏﻤﺎزa.s. gamz'dan): birine, İftirâ ederek zarar veren, münâfık, fitneci, kogu-
gam[m]-zidâ' ( ﻏﻢ زداﺀa.f.b.s.): gamı, kederi defeden.
gammâzâne ( ﻏﻤﺎزاﻧﻪa.f.zf.): gammazlıkla, fitnecililcle, lcovucululda.
-gân ﺳﻤﺎن- (f.e.): sonu e ile nihâyet bulan Fars ؟a kelimeleri cemi yapar, [hâce = hâce-gân; hânende = hânende-gân v.b.].
gammâze ( ﻏﻤﺎزهa.i.): göz lcırparalc lâtife eden giizel [kız].
ganâim ﻋﻔﺎ ﻣﻢ ganimet).
gammâziyyet ( ﻏﻤﺎزﻳﺖa.i.) : gammazlık, kovuculuk. gam[m]-nâk (a.f.b.s.): gamlı, tasalı, kaygılı. (blcz : gam[m]-gîn, gamin). gam[m]-nisâr ( ﻏﻢ ﻧﺜﺎرa.f.b.s.) : tasa, kaygı, lceder veren. gam[m]-ni ؟ân ( ﻏﻤﺘﺸﺎنa.f.b.s.): tasalı, kederli, tasa veren, (bkz: gam[m]-âlûd, gamfm]nisâr). gam[m]-penâh ( ﻏ ﺒ ﺎ هa.f.b.s.): tasanın, kederin sığındığı yer, tasalı yer. gam[m]-perest ( ﻏﻢ درﺳﺖa.f.b.s.): gama, kedere, üzüntüye alışmış. gamfmj-perver ( ﻏﻢ ﺑﺮورa.f.b.s.): gam artıran, tasa veren. gamr ( ﻏﻤﺮa.i.): suyun derinliği, derinlilc. (bkz: umlc). gamre ( ﻏﻤﺮهa.i.c. : gamerât): görgüsüzlük, tecrübesizlik, bönlük, anlayışsızlık. gâmûs ( ﺳﻤﺎ ﻣﻮسf.i.): manda, (bkz : câmûs). g a m z ^ (a.i.): 1. kaşla, gözle işâret, göz kırpma. 2. münâfıklık etme, kogulama. gamze ب (a.i.): 1. süzgün bakış. 2. çene veyâ yanak çukurluğu. gamze-i ahter: yıldızın göz kırpması. gamze-i câdû: büyüleyen gamze (süzgün bakış). gamze-i cellâd: cellât gamze; cana kıyan yan bakış. gamze-i dil-dûz : gönül delen gamze. gamze-i fettân: aldatıcı, câzip ve süzgün bakış. gamze-i giil: mec. çiçek açma. gamze-i hûn-hâr : kan İçen yan bakış. gam[m]-zede ( ﻏﻤ ﺰدهa.f.b.s.) : gamlı, tasalı. (bkz: gam[m]-nâk, gam[m]-nisâr). gamze-figen ( ﻏﻤﺰه ﻓ ﻜ ﻦa.f.b.s.): gamze saçan, süzgün bakan. gamzi ( ﺋ ﺮ ىa.s.): gözkırpan.
318
(a.i.
ganimet'in
c.).
(bkz:
ganâim-i bahriyye : savaşan devletin bayrağını taşıyan gemilerin veyâ bunlara âit eşyânın zaptı. ganâim-i gayr-i m e'lûfe: harp ile düşmandan kahren veyâ sulhan alman gayrimenkul mallardan yânî düşman topraklarından İbâı'ettir ki bunun hakkında karar îtâsı ülü'l-emre âittir. ganâim-i hâlise : enfel denilen ganimet malİarıdır ki, mücâhit askerlerden bir kısmına tenfil sûretiyle tahsis -edilmiş bulunur, [bu malları elde edenler bunlara dâr-1 harpten itibâren mâlik olurlar], ganâim-i harbice : harp ganimetleri, harpte düşmandan ele geçirilen top, tüfek, yiyecek, İçecek ve şâire gibi şeyler, ganâim-i maksûme : beşte bir beytü'l-mâl'e alındiictan sonı'a kalanı mücâhitler arasmda hisselerine göre tâyin ve tevzi olunan ganimet mallarıdır ki, dâr-1 İslâm'a, çıkarılmadıkça bunlara kimse mâlik olamaz, ganâim-i me'lûfe: harp esnâsında düşmandan kahren alınan menkul mallardan ibârettir ki bunun yalnız beşte biri beytü'1mâl'e âittir. -gâne ﺳﻤﺎﻻ- (fe .): bâzı sayıların sonuna gelerek “-lik” hâlinde sıfatlar yap ar: [dhâr-gâne : dörtlük ؛dü-gâne : ikilik (iki rekâtlık sabah namazı)., gibi]. ganem ( ﻏﺌﻢa.i.c.: agnâm ): koyun. Lahm-1 ganem : koyun eti. (bkz : gûsfend). gani ( ضa.s.c.: ağniyâ) : 1. zengin, varlıklı, bol, doygun. 2.İ. Allah'ın adlarından biridir. 3.i. [abdülgani'den kısaltma olarak] erkek adi. gani gani ( ﻏﻨﻰ ﻏﻨﻰa.zf.) : bol bol, çok çok. ganim "( ﻏﺎﻧﻢga" uzun gavânim): ganimet alan,
okunur,
a.s.c.:
ganimen "( ﻏﺎﻧﻤﺄga" uzun okunur, a.zf.): ganim olarak, ganimet almış olarak.
gareng
ganimet ت٠( فa.i.c.: ganâim): 1 . ؟alışmaksızm elde edilen şey, emeksiz kazan2 . ؟. düşmandan alman mal. 3. tesâdüfî ve faydalı durum. 4. beklenmeyen kazan ؟, ganimin "( ﻣ ﺲga” uzun okunur; a. ganim'in c .): harpte muhârip olarak hazır bulunup ganimete nâil olan muzaffer mücâhitler, ganiye “( سga" uzun okunur, a.s.): 1. zengin [kadın, kız]. 2. ؟ok hoş. 3. i. kadın şarkıcı, (bkz: muganniye). gannâc ( ذ جa.s. gunc'dan): ؟ok nâzilc, ؟ok İşveli, (bkz: şîve-kâr). gar "( رga uzun okunur, a.i.): 1. mağara, in. (bkz: kehf). Yâr-1 gar (mağara dostu): Hz. EbUbekir; mec. ؟ok vefâlı, ؟ok sâdık arkadaş. 2 ٠defne ağacı. Habbü'1-g a r: defne tânesi. -gâr / - (f.e.): fâillik ve nispet mânâlarıyla isimlere sonek olarak katılır, ["yâd-gâr, hııdâvend-gâr, beste-gâr" v.b.J. (bkz : -ger), g a r â b e t ^ ^ (a.i.) : 1. gariplik, tuhaflık. 2. ed. ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tâbirlerin söz arasında kullanılması. [Meselâ : mizâcınız bu gün mütenahnih midir, yoksa mütenahnah mıdır ?]. garâbet-cU ^ ( ﻏ ﺮاﺑ ﺖa.f.b.s.) : garip, tuhaf şey al'ayan, böyle şeylere meı'aklı olan, garâbet-nümâ ( ﻏ ﺮاﺑﺘ ﻤﺎa.f.b.s.): garâbet gösteren, garip, tuhaf. g a r â b î l ^ d ^ (a.i. gırbâl'in c.): kalburlar, iri delikli elekler. g a r â b l n ^ ^ (a.i. gurâb'ın c. olan gırbân'ın c.): kargalar, (bkz : agribe). garâib ( ﻏﺮاﺀبa.s. garibe'nin c .): tuhaf şaşılacak şeyler, [c.: garâibât]. garâib-i Seb'a-İ âlem ؛dünyânın 7 garibesi, (bkz : acâib-i Seb'a-İ âlem). garâibât ^ ٧ (a.i. garib'in c. olan garâib'in c.): görülmedik, anlaşılmadık, tuhaf şaşılacak şeyler. garâib-cû ۶ ( ﻏ ﺮاﺋ ﺐa.f.b.s.): garip şeyler arayan, garip şeyler meraklısı, garâib-den ( ﻏﺮاﺋﺒﺪ نa.t.s.): garip, tuhaf alışılmamış. garâib-perver ( ﻏﺮاﺀب ر و رa.f.b.s.): garipliklerden hoşlanan, tuhaflıkları seven, garâm ( ﻏﺮامa.i.): 1. aşk, sevdâ, şiddetli arzu, fezla gönül düşkünlüğü. 2. Abdülhak
Hamid'in meşhur manzum eseri, [kelime Arapçada : “azâb; helâk" mânâsına gelir[, garâmât ( ﻏ ﺮا ﻫ ﺎ تa.i. garâmet'in c .): 1. bor) ؟ diyet gibi şeyleri ödemeler. 2. vergiler, resimler. garâmet ( ﻏ ﺮ ا تa.i.c.: garâmât): 1. bor ؟, diyet gibi şeyleri ödeme. 2. vergi, resim, g a râ m e te n ^ ^ (a.zf.): hakkına göre, herkese müsâvî (*eşit) olarak, taksim ederek, garâmî س١( ضa.s.): lirik, *duygusal, garâmiyyât 0 ( ﻏ ﺮا ﻣﺎa.i.c.): sevgi ile alâkalı mevzûlar, konular, fr. lyrisme. garâre ( ﻏﺮارهa.i.c.: garâyir): harar, büyük kil ؟uval. (bkz : gırâr, gırâre). garât ت١“( ﻏﺎرga" uzun okunur, a.i. garet'in c .) : yağmalar, ؟apullar. (bkz : garet). garâyir ﺑﺮ،( ﻏﺮاa.i. garâre'nin c .): hararlar, büyük kil ؟uvallar. garaz س٠( ﻏﺮa.i.c. agrâz): 1. hedef, gaye, maksat, meyil, istek. E l-garaz: maksat, niyet odur lci. garaz-ı a s li: asil maksat. 2. gizli düşmanilk, kin, kötü niyet. B i-garaz: garezsiz. Ligarazin : sebep altında, bile bile, garaz-ı v â k ıf: vâkıf (valcfeden) m arzusu, garaz-âlûd ﻓﻰا ا د٠( ﻏﺮa.f.b.s.): garezi, husûsî bir maksadı olan. g a ra z -â m îz ^ ١ ش٠( ﻏﺮa.f.b.s.): 1. garazlı, kinli. 2. kot ؛niyetli, gizli maksatlı, garazen ب (a.zf.): garez ve düşmanlıkla, garaz-kâr ( ﻏ ﺮ ﺿﻜﺄ رa.f.b.s.): kinli, düşmanlık güden, (bkz: kîn-dâr). garaz-kâr-âne، ü١j 6 > (a.f.zf.) :garazkârlıkla, garez ve düşmanlığa kapılarak, (bkz: kindârâne). garb ( ز بa.i.c.: gurûb): 1. Güneşin battığı taraf günbatısı, bati. 2. memleketimizin yönüne göre Avrupa, garb-ı cenûbî : lodos tarafı (güney-batı). garb-ı ş im â lî: karayel tarafı (kuzey-batı). garben ( بa.zf): bati tarafından, batidan, garbi, garbiyye ه٠ ﻏﺮد، ( ﻏﺮﺑﻰa.s.): ı.batı ile ilgili, Avrupa'ya mensup. 2. h. i. aşağı Mısır'ın bati kısmı. garbiyyUn (a.i.c.): garplılar, bati memleketleri ahâlisi, AvrupalIlar, gareng ( ﻏ ﺮ ﻧ ﻚf.i.): ؟ığlık. 319
garet
garet ر ت١"( غga'' uzun okunur, a.i.c.: garât): çapul, yağma; akın, [eski zamanlarda] düşman toprağına yağma İçin yapılan saldırış, garet-ger "( ﻏﺎ رﺗﻜ ﺮga" uzun okunur, a.fb.i. c . : garet-gerân): yağmacı, çapulcu, garet-gerân "( ﻏﺎ رﺗ ﻜ ﺮا نga” uzun okunur, (a.f.b.i.: garet-ger'in c.): yağmacılar, çapulcular. gargara ( ﻏﺮﻏﺮهa.i.): suyu, İçilen ilâcı veyâ her hangi bir mâyii boğazda oynatıp çalkalama. (bkz: mazmaza). gârî ( ^ ر ىf.s.): sebat ve karârı olmayan, garib ب٠“( ﻏﺎرga” uzun okunur, a.s. gurûb'dan): gurûbeden, batan. garib ( ﻏ ﺮ بa.s. gurbet ve garâbet'den. c. gurabâ): 1. kimsesiz, zavallı. 2. gurbette, kendi memleketinin dışında bulunan, yabancı. 3. tuhaf şaşılacak, bambaşka. 4. dokunaklı. garîbü'd-diyâr: memlelcetin yabancısı, garibân ( ز د ا نa.fs.c.): garipler, garîb-âne ( ز ﻳ ﺠ ﺎ ﺗ ﻪa.f.b.zf.): garipçesine, garip gibi, garibe yakışacak bir sûrette. garibe ( ز د هa.s.c.: garâib): evvelce görülmemiş tuhaf şaşılacak şey. garibe-i hilkat: acâip *yaratık. garibe-i rüzgâr : zamânm garibesi, garibiyye ( زa.i.): Kadiriyye tarikatı kollarmdan biri, [kurucusu Şeyh Muhammed Garîbullâhü'1-Hindî'ye nisbetle bu adi almıştır.] Garib-nâme ( ز ﺳ ﺎ ﻫ ﻪa.f.b.i.): Âşık Paşa'nın tasavvuf kaidelerini anlatan mesnevi tarZinda yazılmış manzum bir eseri, garîb-nüvâz ( ز ﻳ ﺐ ﻧﻮازa.f.b.s.) : garip, bîçare olanlara İkrâm eden, kimsesizleri koruyan, (blcz: garib-perver). garib-perver ( ﻏ ﺮﻳ ﺐ رورa.f.b.s.). (bkz : garibnüvâz). garik ( ز د قa.s. gark'dan) : 1. gark olmuş, suya batmış; suda boğulmuş. 2. su İçine dalmış, (bkz: mağrûk). garik-i bahr-i İsyân : isyan denizine garkolmuş. garik-i İsyân : İsyâna dalmış, garim ل٠( زيa.s.c.: guremâ) : 1. alacaklı, (bkz : dâin). 2. hasım, rakip. 320
garimîn ن٠"( ﻏﺎرهga" uzun okunur, a.i. ve s.): borçlular. gariyye "( ﻏﺄرﻳﻪga" uzun okunur, a.i.) : bot. defnegiller, fr. lauracees. garize ( ز ﻳ ﺰ هa.i.): 1. tabîî sevk, içgüdü. 2. huy, tabiat, fr. instinct. (bkz : cibillet). 3. kendiliginden meydana gelme, garizevi ( ﻏ ﺮ ز و ىa.s.): psik. *içgüdüsel, fr. instinctif. garîzî, gariziyye ز ر ﻳ ﻪ، ( >ﻳﺰىa.s.): fıtrî, tabii, yaradılıştan, kendiliğinden. Harâret-İ gariziyye: vücûdun normal harâreti, fr. caloricite. garîzi^ât ت٠( ﻏﺮﻳﺰيa.i.c.): fizyoloji, gark ( ز قa.i.): 1. suya batma ؛batma ؛batırma. 2. bogulma, bogma. gark-ı n ûr: nûra batma, nûra boğulma, nur İçinde bırakma. garka ( بa.s.): suya batmış, (bkz : mağrûk). gark-âb ( ز؛؛أ بa.fb.s.) : suya batan, batmış olan ؛boğulmuş. garrâ' ( زا ﺀa.s.): 1. alnmda beyaz bir lekesi, akıtması olan [at ve şâire], (bkz: gurrel. 2 ٠ak, parlak, güzel, gösterişli, nümâyişli, şatafatlı, ["egarr" in müennesi]. garrân ( زا نf.s.): homurdanan; kükreyen, garrende ( ز د هf.s.): kükreyip azan arslan vesâire gibi yırtıcı hayvan, gars ( ز سa.i.): ağaç dikme, dikilme, gars-ı eşcâr : ağaç dikimi, ağaçlandırma, gars-ı yemin: ı) sağ el ile dikilen fidan؛ 2) birinin yanından, fidanı gibi ayrılmaz kimse. garûr ( ز و رa.s.): aldatan, aldatıcı, garz ( ز زa.i.) : batırma, sokma: İğne sokma, oyulgalama. gasak ( صa.i.): gecenin ilk karanlığı, gasb ب٠( ﻏﻊa.i.): 1. zorla alma, zaptetme; kapma. 2. s. zorla alman şey. gasb-ı emvâl: malların zorla alınması, gasb-i nükud : paraların zorla alınması, gasben ا٠( ﻏﻢa.zf. gasb'dan): gaspederek, zorla alarak, (bkz : cebren), gasben anh ( ﻏ ﺐ ﻋ ﻪa.zf.): ona rağmen, gasben ank ( ﻏ ﺼﺎ ﻋ ﻠ ﻎa.zf.) : sana rağmen, gaseyân ( ﻏﺸﺄنa.i.): 1. kusma, kayetme. 2. İÇİ bulanma, bulantı, (bkz : kayy).
gavs-î a'zam gasıb “( ﻏﺎ ﺻ ﺐga" uzun okunur, a.s. gasb'dan): gasbeden, sâhibinin izni, haberi olmalesiZin bir mail, bir ?eyi hile veyâ zor ile alan, zorba, yağmacı, çapulcu, gasıbü'l-gasıb : gasbedilmi? mail gasıptan gasbeden. gasil “( ﻏﺎ ﺳ ﻞga" uzun okunur, a.s. ve i.) : ölü yıkayan adam, (bkz : gassâl). [müen. "gasile” ]. gasl ( ﻏ ﻞa.i.) : 1. ölüyü yıkama, temizleme. 2. yıkama; yıkanma. gasl-i m e y yit: ölünün yıkanması, (bkz: gusl). gass ( ﻏ ﺖa.s.) : 1. ince. 2. zavallı. 3. tatsız, yavan. 4. incelik, zavallılık, gass ü semin : ı) zayıf ve semiz; 2) fakir ve zengin. gassâl ا ل٠٠( غa.s. gasl'den) : 1. gasleden, ölü yıkayan, yıkayıcı, [müen. "gassâle” dir]. Selâse-İ gassâle: İçki kadehini üçleme, üçüncü kadehi içmiş olma. 2. ölü yıkanan gaşeyân ( ﻏ ﺸﺎ نa.i.): gaşyolma, kendinden geçme. gaşiye "( ﻵ ثga" uzun okunur, a.i.) :1. kıyâmet. 2. örtü, zar, perde. 3. at eyerinin altına örtülen sırmalı veyâ ?eritli örtü, haşa, (bkz : bergüstvân). ["gaşiye" kelimesi Arapçada “ kıyâmet" mânâsına da gelir], gaşiye-dâr “( ﻏﺎ ف< دا رga” uzun okunur, a. f.b.s.): haşa tutan, at uşağı, seyis, gaşûm ص (a.s.): 1. inatçı. 2. zâlim, (bkz : bidâd, gürdâs). g a ş y ^ t (a.i.): kendinden geçme, bayılma, gaçy-âver ( ﻏ ﺸ ﻰ آورa.f.b.s.): bayıltan, baygınilk veren. gaşyet ت٠( ﻏﺶa.i.): kendinden geçme. gaşyet-î m e vt: koma hâli, gatârif, gatârife ﻏﻄﺎوﻳﻐﻪ، ( ﻏ ﻄﺎرﻳ ﻒa.s. gıtrîf'in c .); 1. asil, soylu kimseler. 2. reisler, başlar, başkanlar. gats ( ﻏ ﻄ ﺲa.i.): daldırma, batırma; daldırılma, batırılma. gâv ﻹ
(fi.) : öküz, sığır, (bkz : cevder).
gâv-ı a r z : eski Hintlilerin, dünyâyı boynuzİarı üzerinde taşıdığını sandıkları öküz, gâv-ı âsmân (gök öküzü): Süreyya yıldızı.
gâv-ı deçtî : yaban sığırı. gâv-ı s a m îrî: incil'de adi geçen altın buzag• gâv-ı zemin, (bkz : gâv-ı arz), gavâfil ( ﻏ ﻮاﻓ ﻞa.s. gafile'nin c .): gaflette bulunanlar. gavâil ( ﻏ ﻮاﺋﻞa.i. gaile'nin c .): dertler, sıkıntılar, felâketler, musibetler, belâlar, gavâlî ﻟﻰ١( ﻏﻮa.i. galiye'nin c.): güzel kokular, gavâmız ( ﻏﻮاﻣ ﺾa.i. gamız ve gamıza'nm c .): 1. anlaşılmaz ?eyler, güç ?eyler, karışık ve kapalı sözler. 2. sırlar, gizli tutulan ?eyler. gavâmm ( ﻏﻮاذمa.s. ganim'in c.). (bkz : ganim), gavânî ا٠( ﻏﻮاذجa.i. ganiye'nin c .): 1. zenginler. 2. kadın şarkıcılar. gavâçî ﺷﻰ٠( ﻏﻮاa.i. gaşiye'nin c .): perdeler, örtuler, zarlar. gavâyâ ١( ﻏﻮايa.i. gaviyye'nin c .): şapmışlar, sapıtmışlar. gavâyet ( ﻏﻮاﻳﺖa.i.): azgınlık, hak yolundan sapma, kötü yola sapma. gavâyet-٤ nefs : nefsin azgınlığı, gâv-bân ( ﺳﻤﺎوﻳﺎتf.b.i.): sığırtmaç, sığır çobanı. Gâve ( ﺳﻤﺎوهf.h.i.): Dahhâk'in zulmüne karşı halkı ayaklandıran îranlı meşhur demirci, gavga ( ﻏﻮﻏﺎf.i.): kavga, dövüşme, vuruşma; gürültü. 2. harp, sava?, gavga-yi h ü rriyyet: hürriyet kavgası, gavi و ى£ (“ga” uzun okunur, a.s.c.: gavûn, guvât) : azmi?) azgın, yoldan çıkmış [adam), (bkz: gaviyy). gavi ( ﻏﻮ ىa.s.): çok azmi?, çok azgın, çok gümrah. (bkz; gavi). gâv-meşreb ( ﺳﻤﺎو ﻣ ﺸ ﺮ بfa.b.s.): öküz tabiatlı. gavr ( ﻏﻮرa.i.): dip, esas, hakikat, (bkz : gıyâbe, ka'r, künh). gavr-ı a m ik : derin dip. gavr-ı mes'ele : meselenin dibi, esâsı, künhü. gavs ( ض ثa.i.c.: agvâs): 1. yardim, muâvenet. 2. yardim istemek İçin bağırma, medet. 3. s. yardımcı, İmdâda yetişen. [Allah'ın velileri, uluları hakkında kullanılır], gavs-i a'zam : tarikat kurucusu, (bkz : kutb). [tahsisen Abdülkadir-i Geylâni haklcında kullanılır]. 321
govs gavs ( ﻏﻮ صa.i.): 1. suya dalma, dalgıçlık, (blcz : gavta-bâzi). 2. İçine girmek İçin bir ?eyi derinle?tirme, iyice anlama. gâv-sâle ( ﺳﻤﺎوﺳﺎﻟﻪf.i,). (bkz : gûsâle). gavt ( ﻏ ﻮ طa.i.) : 1. batma, bir nesne İçine girme. 2. derin ؟ukur. gavta ( ﻏﻮﻃﻪa.i.) : 1. topragm çukurluğu. 2. sulak yer, ağaçlık yer; düzlük, ova. gavta-i Şâm : Şam düzlüğü, Şam ovası, gavta ( ﻏﻮﻃﻪf.i.) : su içindeki derinlilc. gavta-bâz ( ﻏﻮﻃﻪ ﺑﺎزf.b.i.) : dalgıç, gavta-bâzi ( ﻏﻮﻃﻪ ﺑﺎزىf.b.i.) : dalgıçlık, (bkz: gavs'). gavta-gâh ( ﻏﻮﻃﻪ ﺳﻤﺎهf.b.i.): dalma yeri, gavta-hâr ( ﻏﻮﻃﻪ ﺧ ﻮارf.b.s.): batan, dalan, gavûn "( ﻏﺎوونga" uzun okunur, a.s. gavi'nin c.) : azmışlar, azgınlar, yoldan çıkmışlar, (bkz : guvât). gavvâs ( ﻏﻮاصa.i.): dalgıç, inci ve sünger bulmak veyâ denize düşen bir ?eyi çıkarmak ve yâhut rıhtım gibi deniz altında yapılan İnşaatın temellerini düzenlemelc üzere suya dalan, denizin dibine inen kimse, gayâhib ( ﻏﻴﺎﻫﺐa.i. gayheb'in c.) : gece karanİıkları. gayât "( ﻏﺎﻳﺎتga” uzun okunur, a.i. gaye, gayet'in c.). (blcz : gaye), gayb ( ﻏﻴﺐa.s.c.: guyûb) : 1. gizli olan, göze göı'ünmeyen ?ey, kayıp. 2. belirsiz, bilinmeyen ?eyler. Âlem-i gayb : gözle görünmeyen ?eylerin âlemi. Âlim-i gayb, Âlimü'l-gayb : görünmez ?eyleri bilen, Allah. Hazîne-İ gayb: Allah nimetlerinin gözle görünmeyen hazînesi. Lisânü'1-gayb: Hâfız Şîrâzî'nin lâkabı. Ricâl-İ gayb : her devirde bulunan, ancalc herkes tarafından görülmeyen ve Allaİr'ın emirlerine göre insanları İdâre etmeye çalışan kutsal kimseler, gayb-ı meknûn ve gayb-1 masûn : İlâhi yerinde kullanılır bir tâbirdir; künh-i zâtını Hak'dan başkası bilemediğinden ağyardan masûn, ulcul ve ebsardan meknundur, mesturdur. gayb-dân ( ﻏ ﻴ ﺒ ﺪا نf.b.s.): gaybi bilen, gaybet ( ﻏﻴ ﺠ ﺖa.i.). (blcz : gıybet), gaybet-i efkâr : bunama, (blcz : ateh).
gaybi, gaybiyye ﻏ ﻴ ﺒ ﻴ ﻪ، ( ﻏ ﻴ ﺒ ﻰa.s.) : göze görünmeyen ?eylere âit, görünmezlik dünyâsına mensup. gaybubet ( ﻏﻴﺒ ﻮﺑ ﺖa.i.) : kaybolma, yokluk, bulunmayı?, gözönünde olmayı?, gaye "( ﻏﺎﻳﻪga” uzun okunur, a.i.c. : gayât) : maksat, meram; netice, son; hedef. Fevka'lgaye : son derece, umulmadılc lcadar. gaye-i hayâl : ülkü, ideal, gaye-i irtilca : astr. *yücelim, fr. culminatigayet "( ﻏﺎﻳﺖga" uzun olcunur. a.i.c. : gayât) : 1. nihâyet, u ؟, son. 2. zf. ؟ok, fazla, son derece. gayet-i merâm : merâmm gayesi, sonu, gayetii'l-gaye : en son derecede, (bkz : nihâyet-ün-nihâye). gayevl "( ﻏﺎﻳﻮىga” uzun okunur, a.s.) gayeye âit, gaye ile ilgili. gayheb ( ﻏ ﻬ ﺐa.i.c. : gayâhib) : gece karanlığı, gaym ( ﻏ ﻴ ﻢa.i.c. : guyUm) : 1. bulut, (bkz : ebr, gamâm, sehâb). 2. susama, susuzluk. 3. kin. gayn ( غa.ha.) : OsmanlI alfabesinin yirmi ikinci harfi olup, “ebced" hesâbmda ıooo sayısının kar?ılıgıdıı'. gayr ( ﻏﻴ ﺮa.s. agyâr) : 1. ayrı, ba?ka> özge, artık, diger, ma'dâ, degil. (bkz : âher١gayri). 2. yabancı, bildik olmayan. 3. e. Arapça sıfatlaİ'in ba?mda nefi edâtı olan "-siz", "degil" mânâsına gelir. gayr-i ahlâkî : ahlâka aykırı, ahlâksızca, gayr-î ahlâkice : fels. *törelsizcilik, fr. immoralisme. gayr-i ameli : ameli olmayan, pratik olmayan. gayr-i câiz : olamaz, yara?maz, yara?iksiz. gayr-i cebri (aded) : yükselen (sayılar), gayr-i ciddi : ı) agırba?lı olmayan, uçarı; 2) güvenilmeyen, doğruluğundan ?üphe edilen. gayr-i cinsi : bot. eşeysiz, fr. asexuel. gayr-i cismâni : fels. *tinsel. gayr-i devri : periyodik olmayan. gayr-i dini : dince aykırı, dine uymaz. gayr-i elâstiki : esnemez, *esnelcsiz. gayr-i fa'âl : faal, alctif olmayan. gayr-i fa'âl bürkân: coğr. sönmü? yanardağ.
gayr-i mahsûs gayr-i fa'âl şerik : eko. sermaye koyan, fakat şirketin idaresine iştirak etmeyen ortak, gayr-i fıkariyye : omurgasızlar, gayr-i hakikî temettü' : eko. gerçek bir gelir mâhiyetinde olmayan ve bilançoda işletme kaynaklarıyla ilgili görülmeyen kazanç, gayr-i ihtiyârî : düşünmeden, istemeksizin, elinde olmayarak. gayr-i ilmi * ؛bilime aykırı, *bilimdışı. gayr-i insânî : insanlığa yakışmayan, zâlimce, merhamet etmeden, gayr-i irâdî : *istemsiz, gayr-i kabil : imkânsız, olamaz, gayr-i kabil-i afv : bağışlanamaz, gayr-i kabil-i aks : mant. *tersinmez, fr. irréversible. gayr-i kabil-i hail mes'ele : çıkmazlık, fr. aporie. gayr-i kabil-i ictinâb : sakınılması, kaçınıl ması *olanaksız. gayr-i kabil-i ihtisâr : mat. *kısıkkesir, fr. fraction irréductible, gayri-kabil-i inhilâl : erimez, gayr-i kabil-i inhinâ : bükülmez, eğilmez, gayr-i kabil-i ircâ' : kim. *indirgenmez, fr. irréductible. gayr-i kabil-i isbât : ispat edilemez, *tanım lanamaz. gayr-i kabil-i işbâiyyet : kim. doymazlık, fr. insaturation. gayr-i kabil-i iştiâl : kim. alevlenmez, tutuş maz, fr. ininflammable, gayr-i kabil-i i'tirâz : söz götürmez, su gö türmez, karşı çıkılmaz, gayr-i kabil-i kabûl : kabulü *olanaksız, gayr-i kabil-i kıyâs : ölçülemez, ölçülmez, bambaşka. gayr-i kabil-i nüfûz : coğr. *geçirimsiz, fr. imperméable. gayr-i kabil-i redd : reddedilemez, gayr-i kabil-i şifâ : onulmaz, şifâ bulmaz, iyi olmaz. gayr-i kabil-i taarruz : *dokunulmaz, saldırılamaz. gayr-i kabil-i tahammül : çekilmez, daya nılmaz, katlanılmaz.
gayr-i kabil-i tahmin : ı) kestirilemez; 2) beklenmedik. gayr-i kabil-i ta'rif : mant. *tanımlanamaz. fr. indéfinissable, gayr-i kabil-i tecezzi : bölünemez, gayr-i kabil-i tedâvi : tedavi edilemez, onul maz. gayr-i kabil-i tefrik : ayırt edilemez, gayr-i kabil-i tekzîb : tekzibedilemez, ya lanlanamaz. gayr-i kabil-i telâfi : yerine konulamaz, yeri doldurulamaz, onarılamaz, eksikliği gide rilemez. gayr-i kabil-i te'lîf : uzlaştırılamaz. gayr-i kabil-i temyiz : mant. ayırdedilemez, fr. indiscernable, gayr-i kabil-i vezn : tartılamaz. gayr-i k âfi : *yetersiz. gayr-i kanûnî : kanuna aykırı, kanunsuz, kanun dışı. gayr-i kanûnî rekabet : eko. ve huk. 1) ka nunlarla yasaklanan davranış ve muamele yapmak sûretiyle bir tüccarın alıcı sağla ması; 2) malını satabilmek için hileli yola başvurma; 3) rakibini zarara uğratmak gayesiyle yayın yapma; 4) kendi mallan ve ticarethânesi ile rakibi arasında kendi men faati için bir benzerliğe bilerek ve isteyerek yer verme. gayr-i kat'î : kat'î, *kesin olmayan, gayr-i kıyâsî : kural dışı, gayr-i kıyâsî fiil : *kural dışı *eylem, gayr-i lâyık : yakışmaz, uygun düşmez, uyuşmaz. gayr-i maddî hak : eko., huk. kıymet, fikrî haklar, sınaî mülkiyet, ihtira hakkı, patent gibi haklar. gayr-i maddiyye : immateryalizm. gayr-i ma'dûd : sayısız, çok sayıda, gayr-i mahdûd : hudutsuz, uçsuz, sınırsız, (bkz : nâ-mahdûd). gayr-i mahdûd mes'ûliyyet : eko., huk. söz leşme veya kanunla sınırlanmamış kanûnî sorumluluk. gayr-i mahdûd müstakim, geo. sınırsız doğru. gayr-i mahsûs : duyulmaz, sezilmez. 323
gayr-i ma kûl
gayr-i ma'kûl : akla aykırı, saçma, “usalmaz. gayr-i ma'lûm : bilinmeyen, bilinmez, gayr-i ma'mûr: bayındır olmayan, *şenlik siz. gayr-i mantıkî : mant. mantıksız, gayr-i matbû': basılmamış, *yayımlanma mış. gayr-i medenî : medenî olmayan, görgü ve *gelenek dışı. gayr-i mekşûf : keşfedilmemiş, bulunama mış, *açıklanamamış. gayr-i melhûz : beklenmedik, imkânsız, ola naksız. gayr-i memnun : küskün, kırgın, gayr-i me'mûl : umulmadık, beklenmedik, gayr-i menkul : gayrimenkul, taşınmaz mal, *göçümsüz. gayr-i me'nûs : alışılmamış, yadırganan, gayr-i mer'î : ı) geçerli olmayan, geçersiz; 2) gözle görünmeyen, mikroskopik. gayr-i mesbûk : daha önce bir benzeri görül memiş. gayr-i meskûn : boş, ıssız, oturulmayan, gayr-i mes'ûl : *sorumsuz, sorulmaz, gayr-i meşbû' : doymamış, gayr-i meşrû': kanunsuz, töreye aykırı, yol suz. gayr-i meşrût ؛salt, hiç bir şarta bağlı olma yan. gayr-i meş'ûr, gayr-i müsteş'ar : *bilinçsiz, sezmeyen, fr. inconscient, gayr-i mevkuf : *tutuklu olmayarak, gayr-i mevzûn : düzgün olmayan, dengesiz, gayr-i mezru' : ekilmemiş, *ekimsiz, açılma mış [toprak]. gayr-i millî : millî olmayan, gayr-i muarref : sınırsız, tariflenmemiş. gayr-i muayyen : belirli olmayan, tesbit edil memiş. gayr-i muayyeniyyet : *belirimsizlik. gayr-i mugaddi : *besinsiz, beslemez, gayr-i muhârib : fi'len savaşmayan, savaşa girmeyen asker, askerî personel, gayr-i muhikk : 1) eğri; 2) haksız, gayr-i muhtemel : *olasız. gayr-i muktedir : gücü yetmez, güçsüz. 324
gayr-i mûnis : alışılmamış, yadırganan, gayr-i muntak aded : mat. *yadrasyonel sayı. gayr-i muntazam : düzensiz, dağınık, gelişi güzel. gayr-i muntazar : beklenmedik, gayr-i mutâbık : uymayan, uygun gelmeyen, (bkz : nâ-hemvar2). gayr-i mu'teber : sayılmayan, değersiz, *önemsiz. gayr-i muvâfık : uygunsuz, gayr-i muvâzî : düzgün ve paralel olmayan, gayr-i müessir : kim. *etkisiz, fr. inactif, gayr-i müessiriyyet : kim. *etkisizlik, fr. inactivité. gayr-i müfârik : ayrılmaz bitişik, gayr-i müfîd : faydasız, yararsız, gayr-i mükellef : *yükümlü olmayan, gayr-i mümkin : olamaz, *olanaksız, gayr-i münâsib : uygunsuz, yakışıksız, gayr-i münbit : verimsiz, çorak, gayr-i münfekk : ayrılmaz, yapışık, gayr-i münhal : kim. erimez, gayr-i münsarif : çekimsiz, gayr-i münteşir : yayımlanmamış, gayr-i müntic : mantıkça birbirine uygun düşmeyen, *tutarsız, gayr-i mürekkeb : *yalınç, gayr-i müsâid : (bkz : gayr-i münâsib). gayr-i müsâvat : *eşitsizlik, gayr-i müsâvî : *eşit olmayan, *eşitsiz, gayr-i müsellah : silahsız, gayr-i müselmân : (bkz : gayr-i müslim). gayr-i müslim : İslâm olmayan, gayr-i müsmir : yemişsiz, verimsiz, sonuç suz. gayr-i müstaid : kabiliyetsiz. gayr-i müstakar : kararsız, durulmamış. gayr-i müsta'mel : kullanılmayan [kelime]. gayr-i müstevî : düz olmayan. gayr-i müşâbih : benzemeyen, eş olmayan. gayr-i müştereki'l-mikyas adedler : mat. ortak ölçülmez sayılar, gayr-i müteayyiş bi'l-hevâ : biy. *havasız ya şar, fr. anaérobie.
gaz
gayr-i mütecânis : iyi karışmamış, *bağdaş mamış, ayrı türden, *bağdaşmaz, kaynaş maz, fr. hétérogène. gayr-i mütecessid : vücudu, yapısı olmayan, gayr-i mütecezzî : bölünmez olan, gayr-i müteharrik : hareketsiz, oynamaz, kımıldamaz, sâbit. gayr-i mütemerkiz : aynı, bir merkezde top lanmış olmayan. gayr-i mütenâsib : *orantısız, *bağdaşıksız, gayr-i mütenâzır : simetrik olmayan, gayr-i nâfi' : faydalı olmayan, gayr-i nâkil : *yalınkan. gayr-i nizâmî : düzene aykırı, düzen dışı, *kurala aykırı, *kural dışı, gayr-i resmî : resmî olmayan, *özel olarak, gayr-i sâfî : karışık, katışık, gayr-i sâfîhâsılât : eko. masraflar çıkmadan önce menkul, gayrimenkul hak ve menfa atlerin bütün geliri. gayr-i sahih mikyas : düzeltilmemiş oran, gayr-i samimî ; içten olmayan, *içtensizlik, gayr-i sarih mef ûl : *dolaylı tümleç, gayr-i sıhhî : sağlığa aykırı, sağlığa zararlı, gayr-i şahsî * ؛kişilik dışı, gayr-i şahsî hesap : eko. şahsî olmayan em val, kasa ve ayniyat gibi kıymetler üzerine açılan hesap. gayr-i şeffaf : saydam olmayan, gayr-i şuûr : *bilinçdışı, *bilinçaltı, fr. in consciente. gayr-i şuûrî : şuursuz, şuursuzca, yaptığını bilmeyerek. gayr-i tabîî : ı) tabiat dışı, tabiata aykırı; 2) *olağandışı; 3) acaip. gayr-i tabîî mukarenet : normal olmayan cinsel ilişki. gayr-i Türk : Türk olmayan, gayr-i uzvî : inorganik, gayr-i vâki : olmamış, olmayan, olmadık, gayr-i vârid : düşünülemez, hatıra gelmez, gayr-ı vâzıh : anlaşılmaz, kapalı, örtülü, gayr-i zâtî : fels. *dışınlı, fr. extrinsèque, gayr-i zâtî hâle (getirme) : *nesnelleştirme, fr. objectivation. gayr-i zîrûh : 1) ruhsuz, cansız; 2) donmuş.
g â y r-e n d îş
( ﻏﻴﺮاﻧﺪﻳﺶa.f.b.s.) : başkalarım dü-
çünen. gayret ( ﻏﻴ ﺮ تa.i.) : 1. ؟alışma, ؟abalama. 2 ٠kıskanma, ؟ekememe. 3. aziz ve kutsal bir şeye tecâvüz edildiğini görmekten doğan asil, temiz duygu. Sâhib-İ gayret : gayretli, cesâretli. [gayret-i vataniyyesine dokundu), gayret-i bâtıla : faydasız uğraşma, gayret-i câhiliyye : körükörüne uğraşma, gayret-i diniyye : din uğı٠una didinme, gayret-i Islâmiyye : İslâmlık gayreti, gayret-i merdâne : mert ؟esine gayret, gayret keş ﻏﻴ ﺮﺗ ﻜ ﺶ (a.f.b.s.) : 1. çalışkan, ؟abalayıcı.2 ٠kıskan3 . ؟. taraftar, bir tarafı tutan. gayret-mend ( ﻏﻴ ﺮﺗ ﻤﺘﺪa.f.b.s.) : gayretli, (bkz :
gayret'Şİâr). gayret-şiâr ( ﻏﻴﺮت ﺷﻌﺎوa.b.s.) : gayretli, (bkz : gayret-mend). g a y r i ( ﻏﻌﺮ ىa.i.s.e.). (bkz : gayr). gayriyyet ( ﻏﻴ ﺮﻳ ﺖa.i.) : gayrdık ayrılık, fels. fr. altérité. gays ( ﻏﻴ ﺚa.i.c. : guyûs) : 1. yağmur, (bkz : bârân, matar). gays-i nâfi' : faydalı yağmur. 2. bulut, (bkz : ebr, gamâm, gaym, sehâb). gayUr ( ﻏﻴﻮرa.s. gayret'den. c. : gayûrân) : 1. gayretli, ؟ok çalışkan. [Allah'ın adlarından biridir]. 2. kıskan3 . ؟. hamiyetli. 4. dayanıklı, ["gayyur" şekli yanlıştır]. gayûrân ( ﻏﻴﻮرانa.f. gayûı-'un c.) : gayretliler, ؟ok çalışkanlar. gayûr-âne ( ﻏﻴﻮراﻧﻪa.f.zf.) : gayûr olana yakışacak sûrette. gayyâ ( يa.i.) : cehennemde bir kuyu veyâ bir dere. Bi'r-i gayyâ : gayya kuyusu, mec. belâlı yer, İ ؟ine düşenin kolay kolay bir daha ؟ikamayacağını anlatan yer veyâ vaziyet, mec. gayyâ lcuyusu. gayz kJ- (a.i.) : hiddet, öfke, kızma, kızgınilk; kızgınlık başlangıcı, hin ؟, (bkz : gazab). Kâzımü'1-gayz : öfkesini yenen, gayz ü gazab : kızgınlık ve liiddet. gayz-efşân ( ﻏﻴﻆ اﻓ ﺸﺎ نa.f.b.s.) : öfke sa ؟an, öfkeli, hiddetli. gaz ۶ (“ga" uzun okunur, fı-.i.) : [bu kelime eski terminologie'ye de girmiştir : Mıkyâs-1 325
gaz-î hevâ
gaz : fr. gazomètre. Müvellid-i gaz : fr. gazogène gibi.] gaz-i hevâ : kim. ]eneratör (*üreteç) gazi. gaz-i mühlik : öldürücü gaz. gazîyü'ş-şekl : fr. gazeiforme. gâz ^ ( f .i.) : 1. diş. 2 ٠ dişle tutma, ısırma. gazâ ١ ( ﻏﺰاﺀa.i.c. : gazavât) : din uğruna savaş, (bkz : gazve). gazâ-yi ekber : din uğrunda yapılan büyük savaş. gazab ( ﻏ ﻐ ﺐa.i.) : darginlilc, kızgınlık, darilma, Icizma, hiddet, öfke, (bkz : gayz). ؛Allah'ın gazabı ; şerîr, ؟ok fenâ adam; âfet, musibet]. Mîr-i gazab : cellât. gazab-i İlâhî : belâ, musibet, gazaben ( ﻏ ﻀﺄa.zf) : öfke ile. gazab-nâk ( ﻏ ﻀ ﻐﺎ كa.f.b.s.) : gazaplı, öfkeli, dargın; kızgın. gazâl ل١( ﻏﺰa.i.c. : gazale, gazelân) : 1. ceylan. 2. geyik, maral, âhû. 3. geyik yavrusu. 4 ٠güzel göz. Çeşm-i gazâl : iri ve güzel göz. gazâl-i ma'nî : mânâ ceylanı. 5. şarkıcı, mizıkacı. gazâlân ( ﻏﺰا ﻻ نai. gazâl'ın c.). (bk : gazâl). gazâle ( ﻏﺰاﻟﻪa.i.) : dişi geyik. Gazâlî ( ﻏﺰاﻟﻰa.h.i.) : XVI. asırda yaşamıştır. OsmanlI edebiyâtmda eserleri kadar şahsiyetinin garipliği ile de şöhret kazanan bu BursalI şâirin asil adi Mehmed'dii"; babasının adi Durmuş'dıır. Şiirlerinde Gazâlî mahlâsını kullanmakla berâber, muâsirlari arasında Deli-Birâder diye şöhret kazanmıştır. (1466 -1535). gazâlî^e ( ﻏ ﺰاﻳ ﻪa.i.) : tas. îmâm-1 Gazâlî tarafmdan kurulan tarikatın adi. gazanfer ( ﻏ ﻐ ﺨ ﺮa.i.) : 1. iri arslan. (blez : esed, ?îr). gazanfer-i gazûb : kükremiş arslan. 2. s. cesur, yürekli, yiğit [adam]. 3. Hz. Ali'nin lâkabı. 4. erkek adi. gazanfer-âne ( ﻏﻬﻨﻔﻐﺮاﻧﻪa.f.zf.) : arslancasma. gazanfer-fer ( ﻏ ﻀ ﻔ ﺮ ﻓﺮf.b.s.) : arslan kuvvetli, gazât "( ﻏﺎ زا تga" uzun okunur, fr.i. gaz'ın c.) gazler. gazavat ( ﻏ ﺰ وا تa.i. gazve'nin c.). (bkz : gazevât). 326
gazavat-nâme ( ﻏﺰواﺗﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.) : ed. büyük bir kumandanın kahramanlıklarım ve savaşlarını anlatan manzum, mensur eser, gazbân ( ﻏ ﻀﺎ نa.s.) : dargm, kızgın; öfkeli, gaze “( ﻏﺎزهga" uzun okunur, f.i.) : kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün, allık, gâze ( ﺣ ﺰ هf.i.) : ؟ocuk salıncağı, ga'zel ٠( ﻏﺰلa.s.) : 1. lâtif. 2. i. e d . İdâsik ?ark Şİİrinin en mühim ve en ؟ok kullanılmış olan nazım şeklidir. Arap'lardan Acem'lere ve onlardan da Türk'lere geçmiştir. Gazel, nazariyatta 5-15 beyit olur, ille beytin mısrâları aralarında kafiyeli, diğer beyitlerde ilk mısrâ serbest, ikinci mısrâ matla ile kafiyelidir, ilk beyte "matla'”, son beyte "makta'' denir. Gazel "lyrique” bir şekildir: başta aşkın her türlü safahâti ve mevzûatı, cânân ve mey olduğu halde, rindlik, Irayat felsefesi, tasavvuf, tabiat gibi şeyler mevzûunu teşkil edebilir. 2. mec. İrticâî olarak ses ile yapılan taksim'dir, ekseriyâ saz ile karşılıkil olarak saz-söz taksimi şeklinde yapılır, gazel-i müzeyyel : ed. mahlas beytinden sonra, bir iki beyitle ünlü bir kişiden, bahseden gazel. gazel-hân ( ﻏﺰ ﻟ ﺨ ﻮا نa.f.b.s.) : gazel okuyan, gazd-hânî ( ﻏﺰﻟﺨﻮاﻧﻰa.f.b.i.) : gazel okuyuculuk. gazeli ى1( ﻏﺰa.s.) : gazele âit, gazelle *ilgili, ga z eli^ ât ( ﻏ ﺰ ﻳﺎ تaie.) : gazelle ilgili ve gazel tarzında olan şiirler. gazel-nüvis ( ﻏﺰﻟﻨﻮﻳﺲa.f.b.s.) : gazel yazan. (bkz : mütegazziT, gazel-serâ). gazel-perdâz ( ﻏﺰﺑﺮدازa.f.b.s.) : gazel düzenleyen. (bkz : gazel-serâ). gazel-serâ ( ﻏﺰ ﻟﺴﺮاa.f.b.i.) : nazım şekilleri araSinda gazel meydana getiren, gazevât ( ﻏﺰواتa.i. gazve'nin c.). (bkz : gazve), gazevi ( ﻏﺰوىa.s.) : gazaya âit, gaza ile ilgili, gazi “( ﻏﺎز ىga” uzun okunur, a.i. gazâ'dan. c. : guzât) : 1. gazâ eden, ordunun başına ge ؟en> savaşan; savaştan sağ ve muzaffer dönen. 2. böyle bir ordunun başkumandanı. Gazi Mustafa Kemâl : Atatürk. 3. kadınların gerdanlarına taktıkları ikinci Sultan Mahmut devrinden kalma bir ؟esit süs altını, gazir
ﻏ ﺰد ر
(a.s. ve zf.) : ؟ok. (bkz : kesir).
gend
gazir, gazire ﻏ ﻀ ﺮ ه، ( ﻏ ﻀ ﺮa.s.) : yumuşak, mülâyim, tatil, nâzik; uysal. Gaznevi ( ر ر ىa.s.): Afganistan'ın Gazne şehrinden olan [kimse]., gazûb ب٠( ﻏ ﺾa.s. gazab'dan): 1. Icızgın, öfkeli, hiddetli. 2. kükremiş. Gazanfer-i gazûb : kükremiş iri arslan. gazûb-âne ﺑﺎذه٠( ﻏ ﺾa.f.b.zf.): kızgınlıkla, hiddetle, öfkeli olarak. gazve ( ﻏﺰوهa.i.c.: gazevât): 1. akın, plâçka, cenk, savaş. 2. din düşmanı üzerine olan sefer, saldırış, (bkz : gazâ). Gazve-i Bedr : Bedir Gazvesi. Gazve-i H endek: Hendek Gazvesi, gebr ( ﺳﻤﺮf.s.): mecûsî, ateşe tapan, (bkz: Zerdüştî).
gebr ü tersâ : ateşe tapanla Hristiyan. gec ( ﺳﻤﺞf.i.): harç; kireç, (bkz : girec). gec ü â h e k : harç ve kireç, gec-bâz (f.s.): oyunda hile yapan, ged, gedbe ﺳﻤﺪ؛ه، i (f.i.): 1. dilenen. 2. dilencilik. (bkz : sâil). gedâ ( ﺳﻤﺪاf.s.c.: gedâyân): dilenci, yoksul. (bkz : sâil). Bây ü gedâ : zenginle fakir. gedâ-çeşm ( ﺳﻤﺪا ﺟ ﺸﻢf.b.s.): dilenci gözlü; mec. gözü aç, açgözlü. gedâ-çeşm-âne ( ﺳﻤﺪاﺟﺸﻤﺎﻧﻪf.z f): aç gözlücesine, aç gözlülükle. gedâ-sûret ( ﺳﻤﺪا ﺻﻮر تf.a.b.s.) : dilenci kılılclı. gedâyân ( ﺳﻤﺪاﻳﺎفf.s. gedâ'nın c .): dilenciler, gedâ-yâne ( ﺳﻤﺪاﻳﺎﻧﻪf.zf.): dilencilikle, gedâyî ( ﺳﻤﺪ'ﻳﻰf.i.): dilencilik. gef ı f (f.ha.): OsmanlI alfabesinin yirmi beşinci harfi olup “ebced” hesâbında yirmi sayısının karşılığıdır. -geh ﺳﻤﻪ- (f.e.): “-gâh" kelimesinin hafifletilmişi [daha çok nazımda kullanılır, zaman ve mekân eki olarak kullanılır]. geh ( ﺳﻤﻪf.zf.): bâzı, arasıra. (bkz : gibben). gehân ( ﺳﻤﻬﺎ نf.i.): vakit, zaman. Seher-gehân : seher vakti. Nâ-gehân : vakitsiz, birdenbire, ansızın. gehi ( ﺳﻤﻬﻰf.zf.) : bâzan, arasıra. (bkz : gâhî, gibben). gehvâre ( ﺳﻤﻬﻮارهf.i.): beşik, (bkz: gâhvâre, mehd). gehvâre-i fenâ (fânililc beşiği): dünyâ.
gehvâre-ger ا
( ﺳﻤﻬﻮارهf.b.i.): beşikçi,
gehvâre-nişin ( ﺀةﻫﻮاره ﻧﺸﻴﻦf.b.s.): beşikteki çocuk. gejdiim ( ﺳﻤﺆدمf.i.): egri kuyruklu akrep, gele . ( ﺳﻤﻞf.i.): 1. sürü. 2. koyun, keçi ve sığır surusu. gele-bân ( ﺳﻤﻠﻪ ﺑﺎفf.b.i.): çoban, sığırtmaç, geliz ( ﺳﻤﻠﻴﺰf.i.): fizy. salya, gelû ( ﺳﻤﻠﻮf.i.): boğaz, (bkz : gülü, hulkum). gelU-bend ( ﺳﻤﻠﻮﺑﺪf.b.i.). (bkz : gerden-bend). gelû-gîr ( ﺳﻤﻠﻮ ﺳﻤﻴﺮf.b.i.): 1. dağ armudu, ahlat. 2. s. boğazdan geçmesi güç olan şey. gene ( ﺳﻤﻨﺞf.i.): hazîne, define, (bkz : gencine, kenz). genc-i arûs, genc-i bâd, genc-i bâr, genc-i dibe, genc-i Efrâsyâb, genc-i gâv, genc-i gâvân, genc-i gâvmiş, genc-i hadrâ, genc-i sâyegân, genc-i sûhte, genc-i şadâverd, genc-i şaygân : HUsrev Perviz'in hazinelerine verilen adlar. genc-i hakim : Fatiha sûresinin bir adi. genc-i İeâl (incilerin hazînesi): G.encî Pir Mehmed'in 1631 de yazdığı Arapçadan TUrkçeye ve Farsçadan TUrkçeye manzum sözlük. genc-i m a â n î: mânâlar hazînesi, şiir hazinesi. genc-i nihân : gizli hazine, genc-i revân : Karun'un kaybolan hazînesi, genc-i sûhte : miiz. otuz ezgiden onselcizincisi. genc-bahş ( ﺳﻤﺢ ﻳ ﺨ ﺶf.b.s.): hazine bağışlayan. genç-dâr ( ﺳﻤﻨﺠﺪارf.b.i.). (bkz : hazine-dâr). gencine ( ﺳﻤﺠﻴﻨﻪf.i.). (bkz : gene). Gencîne-İ G ü ftâ r: 1) söz hazînesi; 2) Fars ؟adan TUrkçeye Ziyâ Şükûn tarafından hazırlanmış olan bir İûgat kitabi. gencine-dâr ( ﺳ ﻤ ﺠ ﻪ دا رf.b.i.). (bkz: hazinedâr). genc-nâme ( ﺳﻤ ﺠﺎ ﻫﻪf.b.i.): hazine ile ilgili olan lcitap. gencûr ﺟﻮر-( ﺳﻢf.i.): hazinedar, hazine bekçisi, (blez: genever). genever ر۶ ( ﺳﻢf.i.). (bkz : gencûr). gend ( ﺳﻤﻴﺪf.s.) : fenâ koku. 327
gendâ,gendây
genda, gendây ﻛ ﻨ ﺪ ا ى، ( ﻛ ﻨ ﺪ اf.s.): fenâ kokulu, kokmuş. gendeme ( ﻛ ﻐ ﺪ ﻣ ﻪf.i.): sigil. gendide ( ﻛ ﻨ ﺪ ﻳ ﺪ هa.s.): kokmuş, gendiim ( ى " مf.i.): bugday. (bkz : bürr, hınta, kamh). gendiim-gûn ( ﻛ ﺪ م ﻛ ﻮ نf.b.s.): bugday renkli, gendüm-nümâ ( ﻛ ﻨ ﺪ م ﻧﻤﺎf.b.s.) : yüze gülüp adam aldatan. gendüm-nümâ vü cev-fürûş (bugday gösterip arpa satan): yüze gülücü, hilekâr. ger ( رfe.) : "eger” kelimesinin kısaltılmışıdır, nazımda kullanılır. -ger ﻛ ﻞ- (f.e.): isimlerin sonuna eklenen ve fâiliyet (yapıcılık) bildiren bir edat.Aheng e r : demirci; Zer-ger: kuyumcu, (bkz: gâr). ger ( ﻛ ﺮf.i.): uyuz hastalığı, gerçi ( ﻛ ﺮ ﺟ ﻪf.e.): heı- ne kadar; ise de [“eğerçi” nin kısaltılmışıdır]. gerd ( ﻛ ﺮ دf.i.): 1. toz, toprak, (bkz : gubâr). gerd-i kiid ûret: gam, kederlilik tozu, kederlilik eseri. gerd-i siyeh : kara toz. 2. tasa, gam, keder, gerd-i züm ürrü d: yeni çıkmaya başlayan sakal. -gerd ( _ ﻛ ﻠ ﺪf.s.) : kelimelere eklenerek “ dönen'', “ dolaşan” mânâsını verir. Tiz-gerd : çabuk dönen, v.b. gerd-â-gîrd ( ﻛ ﺮ دا ﻛ ﺮ دf.zf.) : fırdolayı, (bkz: dâiren mâdâr). gerd-âlûd ( ﻛ ﺮ د آﻟ ﻮ دf.b.s.): toza, topraga bulanmış, toz toprak İçinde, (bkz : gubâr-âlûd). gerd-âlûde ( ﻛ ﺮ د آﻟ ﻮ د هf.b.s.): toza, toprağa bulaşmış, tozlu; mec. dünyâlığı olan kimse, paralı, yağlı. gerdân ( ﻛ ﺮ دا نf.s.) : 1. dönücü, dönen, (bkz: gerdun‘). Rû-gerdân : yüz çeviren, yüz vermeyen. Ser-gerdân : serseri, yersiz, yurtsuz sefil. 2. (bkz : gerdûn). gerdâniyye ذﻳﻪ١ ( ﻛ ﻠ ﺪfi.) : miiz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlaı-ındandil'. Halk müziğinde en ı'ağbet edilmiş bir makam olan gerdâniye bilhassa hamâsî ve milli karakterli parçalarda kullanılmıştır; ı'ast ve hüseyni makamlaı-ından mürekkeptir. Hüseyni ile dügâh pel'desinde kalır. 328
Güçlüler, birinci derecede rast'ın güçlüsü nevâ, ikinci derecede rast'ın durağı rast, üçüncü derecede de hüseyninin güçlüsü hüseyni'dir. terlcibindeki her iki basit makarnin müşterek seslerinden istifâde eder. Rast ile hüseyni malcamları, müştereken, rast ile muhayyer arasındaki bir dokuzluda İfâde edilebilirler. Donanımına si İ ؟in koma bemolü ve fa İçin bakıyye diyezi konur ki terkibindeki her iki makamın da müşterek ârızalarıdır. gerdâniyye bUselik ( ا د ا ﻧ ﻪ ﺑ ﻮ ﻣﻠ ﻚf.b.i.): miiz. Türk müziğinin eski birleşik makamlarından biri olup gerdâniye makamının sonuna bir bûselik beşlisi lcatılmasından meydana gelir ve bu beşli ile dügâh perdesinde karar kılar. Az kullanılan bir makamdır. gerdâniyye-büzürg J j j i ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪf.b.i.) : müz. en az dört asırlık bir müreklcep makamdır. Hiçbir nümûnesi kalmamıştır, gerdâniyye-hicâz ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﺣﺠﺎزf.a.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümûnelik bir eseri kalmamıştır. gerdâniyye hiiseyni ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﺣ ﻴ ﻰf.b. i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asırlılc bir mürekkep makamı olup, niimûnesi lcalmamıştır. gerdâniyye-ırak :müz.Hızırbin Abdullah'ın edvarına göre gerdaniye avazesine ırak makamını eklemekle elde edilen terkip. gerdâniyye-isfahan ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ اﺻﻔﻬﺎنf.b. i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlanndandır. Nümûnesi kalmamıştır. gerdâniyye-kUçek ( ﺳﻤﺮداﺳﻪ ﻛ ﻮ ﺣ ﻚf.b.i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört ası'rlık bir mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştir. gerdâniyyekürdi ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﻛﺮدﺗﻢﺀf.a.b.i.) : miiz. III. Selim'in terkibettigi bir mürekkep makamdır. Bu makamdan bir esei" kalmamıştir. Makam, gerdâniye'ye bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden İbâret olup bu dörtlü ile dügâh'da kalır. geı-dâni^e-nevâ ( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﻧﻮاf.b.i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asillik bil- mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştır.
gerdûnşir؛؛t
gerdâniyye-nigâr ر داﻧﻴ ﻪ ﻧ ﻜﺎ ر
müz.
( fb .i.) :
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ؟-
( f.b .i.) : b o y u n b a ğ ı, b o -
y u n a b a ğ l a n a n ؟e y ; g e r d a n lı k , ( b k z : g e lU b e n d ).
gerden-beste ﺳﻤﺮدن ﺑﺴﺘﻪ
tir.
gerdâniyye-nikrizi ر د ي ﻧ ﻜ ﺮﻳ ﺰ ى
( f.b .i.) :
miiz.
T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z s e k i z a s ı r lı k m ü r e k kep
gerden-bend ر د ن ﺑﻐﺪ
m a k a m la r ın d a n
o lu p , n ü m û n e s i k a l -
( f . b . s . ) : b o y n u b a ğ lı)
b o y u n e ğ m i ş , it â a t li. ( b k z : g e r d e n -d â d e ) .
gerden-dâde ر د ن داده
(f.b .s.). ( b k z : g e r d e n -
b e s te ).
gerden-efrâz, -firâz ﻓﺮاز
m a m ış tır .
gerdâniyye-pûselik ( ر د ي ﺑﻮ ﺳﻠ ﻚf . b . i . ) : miiz. T ü r k m ü z i ğ i n i n a lt ı a s ır k a d a r e v v e l t e r k îb e d ilm i؟
b ir
m ürekkep
m a k a m ıd ır .
G e r d â n i y e m a k a m ı ile p û s e l i k b e ş lis in d e n
- ،
اﻓﺮاز
( ﺳﻤﺮدنf . b . s . ) :
b o y u n k a l d ı r a n , b a ؟ı y u k a r ı d a , k ib i r l i , g u r u r l u ؛k im s e ) .
gerden-ke دذﻛﺶ ؟/
( f . b . s . ) : 1 . in a t ç ı; k ib i r li.
2 . s e r k e ؟, â sî.
m ü r e k k e p o lu p , b u b e ş li ile d ü g â h p e r d e -
g e rd -h îz ۶
s in d e k a lır . D o n a n ı m ı n a g e r d â n i y e g i b i si
gerdîde ( اﻟ ﻨ ﺪ هf . s . ) : d ö n m ü ؟, h â l i d e ğ i ş m iş , gerdiدش ؟/ ( f . i . ) : d ö n ü ş , d ö n m e , d o la ş m a . gerdi ؟-i d e vrâ n ; ( b k z : g e r d i ؟- ؛e y y â m ,
k o m a b e m o lü v e fa b a k ı y y e d i y e z i k o n u r ; p û s e l i k b e ş lis i İ ç in s o l b a k ı y y e d iy e z i, s i b e k a r k u l la n ı l ı r .
gerdâniyye-râst ر د ا ﻧ ﻪ را ﺳ ﺖ
müz.
( fb .i.) :
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m la r ın d a n
o lu p , n ü m û n e s i k a l -
gerdâniyye-rehâvi ( ر د ي ر ﻫﺎ و ىfb .i.): müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k m ü r e k m a k a m la r ın d a n
o lu p
n ü m û n esi
k a l-
gerdâniyye-trâk ر داﻧﻴ ﻪ را ق
miiz.
( f .a .b . i .) :
T iir k m ü z iğ in in en a z d ö r t a s illik b ir m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , n ü m û n e s i k a l m a m ı ؟tir.
gerdi ؟-i ecrâm gerdi ؟- ؛eflâk:
: ( b k z : g e r d i ؟- ؛e flâ k ) , f e le k le r in , d ü n y â l a r ı n d ö n ü -
gerdi ؟- ؛eyyâm : ( b k z : g e r d i ؟- ؛z e m â n ) . gerdi ؟- ؛zemân : z a m â m n d ö n ü ş ü , gerdûn ( ا د و نf . s . ) : 1 . d ö n ü c ü , d ö n e n , d e v r e gerdûn-i dûn gerdûne دﻟﺬه/
: a lç a k fe le k ; s e fil d ü n y â , ( f.i.) :
a ra b a,
[t e k e r le k le r in
d ö n m e s i d o l a y ı s ı y la v e r i l e n b i r a d o ld u ğ u a n l a ş ı lm a k t a d ı r ) ,
geı-dâniyye-uşşâk ر د ي ﯪ ق
(f.a .b .i.) :
miiz.
T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k b i r m iir e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ؟tir.
gerdûne-i İ c l â l : s a lt a n a t a r a b a s ı, gerdûne-i şükûh : ؟a n v e ؟e r e f a r a b a s ı,
m ürekkep
رد ي az d ört
m a k a m la r ın d a n
o lu p ,
n ü m û n e s i k a lm a m ış tır .
-gerde ﻛﺮده-
m i ؟, e t m i ؟, e y l e m i '' ؟g ib i İ s m -i m e f 'U ll e r m eyd an a
iltim âs-gerde : ilt i m a s Te'lif-gerde : t e 'l î f e d i l m i ؟. Tertibg e t i r ir ,
gerd e : t e r t î b e d i l m i ؟. gerden ر د ن
( f .i.) :
1.
( fi.) :
g e rd an .
1.
gerdûn-؛kt؛dâr ( ﺳﻤﺮدون اﻗﺘﺪارf . a . b . s . ) : fe le k
g ib i
m u k t e d ir , k u d r e t li. ( f.b .i.) : gö k .
(b k z :
â sm ân ).
gerdûn-pâye رد و ن ﺑﺎﻷ
(f.b .s.)
:
y ü k s e k ؟e r e fi
o la n .
gerdûn-penâh رد و ن ﻳﻌﺎه
(f.b .s.) : fe le ğ i n s ı ğ ı n -
d ıg ı.
gerden-i e frâ d : f e r t le r in gerdenâ ر د ى
(f.a .b .s .) : g er-
d u n , fe le k g ib i h a ş m e t s â h ib i.
gerdûn-mînâ رد و ن ﺳﻨﺎ
(f.s.) : is i m le r e e k le n e r e k " y a p ı l -
(b k z :
k â rû se ).
gerdûn-ha ؟met ر د و ن ﺣ ﺸ ﻤ ﺖ
gerdâniyye-zengiile (zirgiile) زﻧﻜﻠﻪ ( f . b . i . ) : miiz. T i i r k m ü z i ğ i n i n e n
e d ilm i ؟.
g e r d i ؟- ؛z e m â n ) .
d e n . ( b k z : g e r d â n ). 2 .İ . fe le k , d ü n y â , s e m â ,
m a m ış tır .
a s ı r lı k
( f .b .s .) : to z , t o p r a k k a ld ır a n ,
؟ü.
m a m ış tır .
kep
^
2.
boyun,
boynu.
kebap
gerdûn-serir رد و ن ﺳﺮﻳﺮ
( f . b . s . ) : t a h t ı fe le k k a -
d a r y ü k s e k o la n .
؟İ ؟İ. 2.
k u ؟veyâ
gerdûn-s؛r ؟ ؛t ر د و ن ﺳ ﺮ ﺷ ﺖ
( f b . i . ) : 1 . k ib i r li,
k u z u ç e v ir m e s i. 3 . to p a ç , flr ild a k . 4 . y e n i
g u r u r lu
y iiriim e y e
c ü , z â li m , ( b k z : h û n - h â r , h û n - r î z , s e f f â h ,
b a ş la y a n
ç o c u k la rı
yü rü m eye
a lı ş t ı r a n a r a b a . 5 . a ؟ı b o y a t o p r a ğ ı.
[k im s e ) .
2 . te m b e l.
3. kan
dökü-
s e ffâ k ) .
329
gerk
gerk ( ﺳﻤﺮكf.s.) : uyuz [hayvan], germ ( ﺳﻤﺮمf.s.) : Sicak. [zıddı "serd” dir]. germ ü serd (sicak ve soğuk): iyilik kötülük; darlık genişlik; acı tatil. germâ ( ﺳﻤﺮﻣﺎf.s.): sicak. Mevsim-i germâ (sicak m evsim): yaz. germâbe ( ﺳﻤﺮﻣﺎﺑﻪf.i.): sicak su hamamı, kaplıca, ılıca, kaynarca. germâ-germ ( ﺳﻤﺮﻣﺎ ﺳﻤﺮمf.b.s.) : 1. kızışıp ısınmış, pek kızışmış. 2. zf. sıcağı sıcağına. germ âgerm i ( ﺳﻤﺮﻣﺎ ﺳﻤﺮﻣﻰf.b.i.): kızışıp ısınmak hâli. germâ-peymâ ( ﺳﻤﺮى بf.b.i.) : termometre, germ-gâh ( ﺳﻤﺮﻣﻜﺎهf.b.i.): öğle vakti, germ-hâne ( ﺳﻤﺮﻣﺨﺎﻧﻪf.b.i.): çiçek seri, germ-hûn ( ﺳﻤﺮﻣﺨﻮنf.b.i.): kani sicak, yalpak, sokulgan. germi ( ﺳﻤﺮﻣﻰf.i.) : sıcaklık, kızgınlık, harâret. germi-i şems : Güneş'in sıcaklığı, germi-i mübâhase : konuşmanın harâreti. germiyyet ( ﺳﻤﺮﻣﻴﺖo.i.): harâret, sıcaklık; ateşli ؟alışma, [yapma kelimelerdendir]. germ-mend ﻣ ﺪ eden.
( ﺳﻤﺮمf.b.s.) : aceleci, acele
germ-rân ( ﺳﻤﺮم رانf.b.s.): ati ؟ok süren, germ-ülfet ( ﺳﻤﺮم اﻟ ﻐ ﺖfa.b.s.): görüşmesi harâretli olan; sıkı-fıkı görüşen. Gerşâsb ( ﺳ ﻤ ﺮ ﺷﺎ بf.h.i.): Iran hükümdarlarmdandır. İran'ın eski masallarına göre Rüstem'in ecdâdından biri ve Neriman'ın babasıdır. Feridun'un muâsırıdır. "Esedi-i Tûsî" fütûhâtım yazmıştır, gerziş ز ش/ (f.i.): zulümden şikâyet etme, gesti ( ﺳﻤﺴﺘﻰf.i.): çirkinlik, yakışıksızlık, geş ش١ ( ﺳﻢfs .) : 1. güzel, hoş. 2. naz ve edâ ile yürüme. geşt ( ﺳﻤﺸﺖf.i.): 1. gezme, seyretme, dolaşma, (bkz : tenezzüh, teferrüCJ). geşt ü güzâr : gezme, gezip tozma. 2. geçme. -geçte ﺳﻤﺸﻪ- ( fs .) : gezmiş, dönmüş, dolaşmış. Ber-geşte: altüst olmuş. Ser-geşte: başı dönmüş. gev / (f.s.c.: gevân); kahraman, bahâdır, yigit. (bkz:bati). gevâh ( ﺳﻤﻮاهfs .) : şâhit, tanık. gevâhî اﻫﻰ/ (f.i.): şâhitlik. 330
gevân ا ن/ ler.
(f.s. gev'in c .): kahramanlar, yiğit-
gev( ا ج ؟f.i.): ağa ؟zamkı. gev- ؟âh ﺟﺎه/ kuyu.
(f.b.i.): dibi görülebilen alçak
gevden ( ا د نf.s.): ahmak, sersem, (bkz: İâde). gevder, gevdere ا د ر ه، ( ﺳﻤﻮدرf.i.): 1. buzağı. 2. dana derisi, güderi. geveşt ( ﺳﻤﻮﺷﺖfi.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından olup, XVI. asırdan kalma, sâhibi bilinmeyen remel peşrev ile bir saz semâisi, Kantemiroglu'nun sakil peşrevi, bu makama misaldir. Durak, segâh ve güçlü mâhur (geveşt) perdeleridir, geveştbüzürg Jjji ( ﺳﻤﻮﺷﺖf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır, geveşt-gerdâniyye ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا د ا ﻳ ﻪf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-hicâz ( ا ﺷ ﺖ ﺣ ﺠﺎ زf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-hüseyni ( ا ﺷ ﺖ ﺣﺴﻴﺘﻰf.a.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-ırak ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻋﺮا قf.a.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-ısfahân ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا ﺻﻔﻬﺎ نf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-kûçek ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا ﺟ ﻚf.b.i.)m üz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-nevâ ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻧﻮاf.b.i.): müz. Türk müziginin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveştpûselik ( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚfb .i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık miirekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-rast: müz. Geveşt âvâzesine ana makam rastın katılmasıyla elde edilen terkip.
gıdâî geveşt-reh âvl
ا ﺷ ﺖ رﻫﺎوى
( f b .i .) : m üz. T ü rk
m üziğinin en az dört asırlık bir m ürekkep m akam ı olup, nümUnesi kalm am ıştır. geveşt-u şşâ k
( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻋ ﺚ قf.a.b .i) : m ü z.
T ü rk
m üziğinin en az dört asırlık mürekkep m a-
( ﺳﻤﻮﺷﺖ زﻧﺴﻤﻠﻪf. b .i .) :
m üz. T ü rk m üziğinin en az dört asırlık m ürekkep m akam ların dan olup, nümUnesi kalm am ıştır. gevlıer
ﻫﺮ/
( f i . ) : 1. elmas, cevher. 2 . inci.
3 ٠değerli taş. 4 . bir şeyin asil, esâsı. B e d g e v h e r : soysuz. P â k -g e v h e r : asil temiz, soylu. g evh er-i p e n d : ı) nasihat
incisi;
(ﺳﻤﻦf.i.) : 1. arşın, endâze. 2 . kısa tâlim oku.
3 . okun çentiği. 4. nişâne. 5. ılgın ağacı,
( ﺳﻤﻨﺎf.s.): ısıran, ısırıcı. C a n - g e z â : can ısıran, can acıtan. L e b -g e z â : dudak ısıran, şaşakalan..
gezâ
kam larından olup, nümUnesi kalm am ıştır. geveşt-zengU le (zirgiile)
gez
2) öğüt
( ﺳﻤﺰﻧﺪf.i.): 1. zarar, ziyan. 2. elem, keder; âfet, musibet. îs â l-i gezen d e t m e k : zarara, ziyâna sokmak.
gezen d
gez î
( ﺳﻤﺰىf.i.): hâre taklidi arşınlık enli ku-
maş.
( ﺳﻤﺰﻳﺪهf.s.): ısırılmış. M â r-g e z id e : kendisini yılan ısırmış olan,
gezid e g ib b
( ﻏﺐa.e.): 1. son. 2. -den, -dan sonra,
g ıb b e 'd -d u â :
duâdan sonra,
küpesi. 5. ed. “ebced” hesâbı ile y.apılan
g ib b e 'l-m u v â c e h e :
târihlerden yaln ız noktalı h arfleri hesâba
g ıb b e 'ş -ş e h â d e :
katılacak olanlar, (bkz-: cevher, cevherin, m enkut, mu'cem). gevh er-b a h ş
( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻳﺨﺶf b .s .) :
''gevher bağış-
( ﺳﻤﻮﻫﺮﺑﺎرf.b .s.): cevher yağdıran, ( ﺳﻤﻮﻫﺮ اﻓﺜﺎ نf b .s .) : cevher'saçan,
gevh er-efşâ n
( b k z : gevher-pâş). g ev h er-fü rû ş
( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻓﺮوشfb.i.)
: cevâhirci, ku-
y u m cu . (bkz : gevheri, gevher-şinâs). gevh eri
اﻫﺮ ى
(f.i.): ku yu m cu , (bkz : gevher-
fürûs, gevher-şinâs). gevh erin
ﻫﺮﻳﻦ/ (f.s.): 1. cevherli. 2. m ücevher
gibi. g evh er-n isâ r serpen,
ﻧﺎ ر
(b k z :
( ﺳﻤﻮﻫﺮf.b .s.): 1. cevâhir gevher-efşân,
gevher-pâş ١
gevher-riz). 2. güzel,' düzgün söz söyleyen. gevh er-n îşîn
( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻧ ﺸ ﻦf.b .s.): cevâhirle İş-
ﺳﻤﻮر ا ش
(f.b .s.): 1. cevher saçıcı,
saçan, ( b k z : gevher-efşân, gevher-nisâr). 2 . çok güzel söz söyleyen. g ev h er-riz
güzel konuşan kim se, (bkz : gevher-nisâr).
( ﺳﻤﻮر ﺷﺂ سf.b .i.): cevâhirden
anlayan, cevâhirci, ku yu m cu , (b k z : gevherfürûş, gevheri).
^ د ر ﺗﺎب
(f.b.i.)
: altınla İşlenmiş
kadın başörtüsü.
ﻟﻪ١( ﺳﻤﻮسf.i.): bir yaşına girm iş dana. ( ا زf.i.): ceviz, ( b k z : cevz, girdgân,
gevsâle g evz
girdû).
g ib b e 't -t a s d ik :
h uk. şer'iye mahkemelerinden verilip İkrâr ve takrire miitedâir olan hüccetlerde: “gibbe't-tasdik mâvaka bittalep ketbolundugu..” ibâresinde çokça tesâdüf olunur ki, “ diğer taraf tasdik ettikten sonra cereyân-1 hâl talebe binâen yazılı" demektir, [hâkim tarafından tasdik edildikte ؟sonra demek değildir], g ib b e n ( ﻏﺒﺎa.zf.) : arasıra, nâdiren, seyrelc. (blcz: geh, gehi).
gibta ( ﻏﻄﻪa.i.): ayni hâli şiddetle arzu etme, imrenme.
( ﻏﺒﻄﻪa.f.b.s.): imrendiren, ( ﻏﺒﻄﻪ اﻓﺰاa.f.b.s.). (bkz : gibta-âver). g ıb ta -fe rn ıâ ( ﻏﺒﻄﻪ ﻓﺮﻣﺎa.f.b.s.): gıpta verici, g ib ta -âv e r آور
gıpta veren, (bkz : gibta-resâ). g ıb ta -k eş
( ﺳﻤﻮر ر زf.b .s.) : cevher döken,.çok
g evh er-şin âs
gevh er-tâ b
tahkikten sonra. 3. gün aşırı, iki günde bir. H u m m â -y ı g ib b : hek. gün aşırı tutan Sitma.
g ib ta -e fz â
İenmiş. g evh er-p âş
sonra. g ıb b e 't -t a h k ik ;
layan” : m ec. çok cöm ert, gevh er-b â r
muvâceheden sonra,
şahitlikten (.tanıklıktan)
( ﻏﺒﻄﻪ ﻛ ﺶa.f.b.s.): gıpta eden, im-
renen. gibta-resâ ( ﻏﺒﻄﻪ رﺳﺎa.fb.s.): gıpta verici, imrendirici. (bkz: gibta-fermâ). g ıd â ' ( ﻏﺪاﺀa.i.c.: ağdiye): 1. insani besleyen şeyler, besi. 2. yiyip İçilen şeyler. 3. mec. zihni ve ahlâkı olgunlaştırmaya yardim eden şey. ilim zihnin gıdâsıdır. (bkz ; gızâ'). gıdâ-yı rûh : rûhun gıdâsı. gıdâî ﺋﻰ١( ﻏﺪa.s.): gıdâ ile ilgili, gıdâ olabilen [nesne]. 331
gılâf g ılâ f ( ﻏ ﻼ فa.i.c. : gulüf) : kılıf, km , m ahfaza, (blcz : gimd).
gılâf-1 adalât : anat. kas kılıfı. gılâf-1 bizr : anat. klitoris kılıfı, gılâf-ı dâhilî-i semer : bot. m eyvaiçi. gılâf-ı hâricî-i semer : m eyvadi?!. gılâf-ı hiicrevî : anat. *göze zari, fr. membrane cellulaire. gılâf-ı lîf-i adali : anat. *kaszan, fr. sarcolemme, myolemme. gılâf-ı mutavassıt-ı semer : bot. m eyva ortası.
gılâf-ı seyf : k ılı ؟kını, (bkz : gım d-1 seyf). gılâf-ı veteri : anat. kiı٠i? kılıfı. gılâfü'1-kalb : anat. di? yürek zari, gılâl (a.i. galle'nin c.) : 1. tahıllar, m ahsul1er. 2. irâtlar, gelirler, (bkz : gallât' ) ؛. gılâz ( ﻏﻼظa.s. galiz'in c.) : 1. kalınlar. 2. kabalar. (bkz : galiz).
gıll ( زلa.i.) : gizli kin ve garez, dü?m anlık. [dâim a "gı??" ile berâber kullanılır],
gıll ü gı?? : kin ve hile. gılmân ( ﻏﻠﻤﺎ نa.i. gulâm 'ın c.) : 1. tüyü, bıyığı ؟ıkm am ı? delikanlılar, gençler. 2. köleler,
gırbâliyyü'?-?ekl: kalbur gibi bir ؟ok delikleri olan. gırbâlî ( ﻏﺮﺑﺎﻟﻰa.s.): kalbur ?eklinde olan, kalbur gibi bir ؟ok delikleri olan, kalburumsu [kemik]. gırbân ( ﻏﺮاانa.i. gurâb'ın c .): kargalar, (bkz : agribe). gırîv
(ki.) : bagirma, bagrı?ma.
gırîv-i nisvân : kadınların bagrı?maları, ؟ığİıkları. gırra ( ﻏﺮهa.s.): gururlu, kibirli, kendini begenmi? [kimse], (bkz : mağrûr). gıçâ' ( ﻏﺸﺎﺀa.i.c.: ağ?iye) : örtü, perde, zar, deri. gıçâ-i ankebUti: anat. OrUmceksi zar, fr. arachnoîde. gı?â-i b ek âret: anat. kızlık zari. fr. hymen. gı?â-i cenb : biy. akciger zari. gı?â-i dâhilî-i gubâr-ı tali’ : bot. ؟ ؛ ؟ektozu i ؟zarı (İ ؟zar). gi?â-i dâhilî-i rahm : dölyatagı *i ؟zarı. gı?â-i h â ric i: bot. dı?der؛. gı?â-i lıâricî-i gubâr-1 t a li': bot. çiçektozu dı?zarı. (dı?zar).
gılmân-1 cennet : cennet u?aklan . gılmân-1 h assa : pâdi?ah sarayında hizm et gören gençler.
gı?â-i h iicrevî: anat. mukoza zaı٠ı. gı?â-i kilye : anat. böbrek zari. gı?â-i m u h âtî: anat. vücudtın bütün i ؟bo?İuklarını kaplayan, örten ince deri.
gılmân ii cevârî : köleler ve câriyelei". gilme ( ﻏﻠﻤﻪa.i. gulâm 'ın c.) : gençler, delikan-
gı?â-i miistebtınü'l-batn : anat. periton, karinzarı.
esirler.
lılaı..
glizet ( ﻏﻠﻐﻠﺖa.i.) : galizlilc, kalinlilc, kabalık, sertlik.
gilzet-i kumâ? : kum a? kabalığı, glizet-i mizâc : İıuy, tabiat, yaradili? sertliği, gimd ( ﻏ ﻤ ﺪa.i.c. : agm âd) : 1. km . (bkz : gılâf). gımd-1 seyf: k ılı ؟kını, (b k z : g ılâ fı seyf). 2. bakla ve benzerleri gibi ?eylerin kabuğu,
gınâ' ( ﻏﻐﺎﺀa.i.) : 1. zenginlik, bolluk. 2. usan ؟, bıkkınlık. 3. ?arlci, türlcü, nağm e, ezgi, irlama.
gınâî ( ﻏﻐﺎﻓﻲa.s.) : lirik, fr. lyrique, gırâr, gırâre ﻏﺮاره، ( ﻏﺮارa.i.c. : garâyir). (bkz : garâre) : b ü yü k kil ؟uval, harar,
gırbâl ( ﻏﺮ؛الa.i.c. : garâbil) : kalbur, iri delikli elek.
332
gı?â-i n eb âtî: bot. ؟ekirdek zari. gı?â-i ta b iî: anat. kulak zari. gı?âiyyü'l-cenâh : zool. zarkanatlılar. gı?âî ( ئ ﺀ ﻓ ﻲa.s.) : gı?â ile ilgili, zar kabilinden olan. gı?âve ( ﻏ ﺸﺎوهa.i.). (bkz : gı?a'). gı?âvet ( ﻏ ﺸﺎ و تa.i.): anat. körlüğü meydana getiren zar; aksu, fr. cataracte. gıç? ( ﻏ ﺶa.i.): 1. karı?ıklık, hile. 2. s. saf olmayan. 3. hâinlik. [bizde ؟ok defâ "gıll” ile berâber kullanılır]. G ıll ü gı?? : kin ve hile, gıtâ ( ﻏﻄﺎa.i.c.: agtiye): 1. örtü, örtünecek ?ey. Ke?f-1 gıtâ : örtüyü a ؟ma. gıtâ-yi r a k îk : ince örtü. 2. perde, zar. gıtâ-yi b asar: göz perdesi, (bkz: gı?â', gı?âve).
girân-hûy
ﻏﻄﺮﻳﻒ
g ıtrîf
(a.i.c. : g a tâ rif, g atârife) : 1. so y-
d an , asil k im se. 2 . b a şk an , reis,
ب١ ( ﻏﺐa .i.) :
g ıy â b
-g in / -
- g î n ﺳﻤﻴﻦ- (f.e.) : T iirk ç e d e k i “ -İ1, - ! ؛, -lu, -İÜ,” e k in in k a rşılığ ı. G a m - g i n : g a m lı, tasalı,
1. lıazıı- ve m e v c u t o lm a m a ,
kederli, ( b k z : nâk).
g ö zö ııü n d e b u lu n m a m a , u z a k la şm a . 2 . k a y g ir
g ir /
رﻻ
(a.i.) : dip, d e rin lik , ( b k z : g avr,
ﻏﻴﺎﺑﺄ
(f.i.) : tu tm a , t u tu ؟, (f.e.) : 1. tu ta n , tu tu c u [g irifte n m a sta-
rin d a n ]. C i h â n - g î r : c ih â n ı tu ta n . 2 . s. d a ğ ıla n , y a y ıla n . 3 ٠i. h a rp , k a v g a , s a v a ؟,
ka'r, kiin h ). g ıy â b e n
(a.zf.) : hazıı. ve m e v c u t o lm a k -
g î r â ١ ( ﺳﻤﻴﺮf .s .) : tu tu cu , müessii".
sızın , b u lu n m a d ığ ı İıald e ؛m alık e m e d e , du -
g î r - â - g î r ا ﺳﻤﻴﺮ/
rıışm a d a b u lu n m a k sız ın ,
g irâ m î
g ıy â b î, g ıy â b iy y e
ﻏﻴﺎ ﺑ ﻴ ﻪ، ﻏﻴﺎﺑﻰ
(a.s.) ; kendisi
h a z ır o lm a d ığ ı İıalde y a p ıla n m u âıııele ile ilg ili; sa v c ılık ç a ؟a ğ ırıla n d u ru ş m a y a gel-
ا ﻫ ﻰ/
(f.zf.) : tu tan tu ta n a . (f.s.) : a ziz, m u h terem , sa y g ın ;
ulu. g irâ n
ان/
(f.s.) : 1. ağır, sak il, [m ad d i, m â n e vî].
R ıt l- ı g i r â n (b ü y ü k , a ğ ır kadelı) : d olu b a r-
m eyen k im se h a k k ın d a y a p ıla n m u â m e le
d a k . 2 . fenâ; k o k m u ş. 3 . b ık tırıc ı, u s a n d ın -
ile i l g i l i : H ü k m - i g ıy â b î.
CI. 4 . sert, kati.
g ıy â s
ا ث5( غa.i.)
: y a ı'd ım . (b k z : g avs, m u âveııet,
nusl'et).
mi
ı) d in in
dokunan
zât;
y a y ılm a s ın a
2) eı'kek adi.
y a rd i-
[eskiden
p â d işa h la r, b ü y ü k d evlet ricâli h a k k ın d a lâkap o la ra k k u lla n ılırd ı], g ıy b e t
ﻏﻴﺒ ﺖ
d e d ik o d u y a p m a , (b k z : gaybet).
m ad -
(a.s.) : g ız â (gıd â) ile ilg ili, (b k z :
: b a lç ık , su ile ısla n m ış to p rak ,
gil-i erm en i : e v v e lce
İÜ-
e c z â c ılık ta k u lla n ılm ış
olan, siya lıa ؟alaı', k ırm ız ı ren kli, b ira z y u -
(f.i.) :
1.
y a n ıp
y a k ılm a ,
؟İkâyet.
z. ü z ü m tânesi. 3 . iki d a ğ a ra sın d a k i yol.
( ﺳﻤﻠﻪ ﻣ ﺪf.b.s.)
: ؟İkâyet eden, (b k z :
؟âkî).
اﻧﺠﺎن/
(f.b.s.) : a ğ ır c a n lı, k an i ağıl",
can sık ıcı [adam ].
اﻧﺠﺎﻧﻰ/
(f.b.i.) : g ir â n c â ıılık , can
g irâ n -d e st
راﻧ ﺪ ﺳ ﺖ
(f.b.s.c.: g ir â ıı- d e s t â n ) : eli
g irâ n -d e s ti
اﻧﺪ ﺳ ﻰ/ ( f .i .) : el a ğ ırlığ ı, اد ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ/ (f.b.s.) : serm âyesi
؟o k olan, ze n g in . 2 . hüneı'li, m â rifetli.
ا د و د/
(f.b.s.) : 1. k a ra b u lu t. 2 . sis,
dum an.
ش/ا/
g ir â n -g û ؟
(f.b .s .c .:
g ir â n -g û ş â n ) :
k u la ğ ı a ğ ır İşiten, sağır.
ا ﻧ ﺎ ﺷ ﺎ ﻻ/ (f .b .z f .) : sa ğ ırc a sın a , ﺷﻰ/ اذ/ (f.b.i.) : sa ğ ırlık ,
g i r â n - g û ؟-â n e g ir â n -g û ş î
اﻧﺨﻮا ب/
g irâ n -h â b
(f.b.s.) :
u yk u su
a ğ ır
(f.b.i.) :
g ir â n -h â b 'h k ,
[adam ].
gile-mendi ( ﺳﻤﻠﻪf .b .i.) : şik âye t edicililc. gili-ger / ( ﺳﻤﻠﻲf .i .) : d u v a rc ı, y a p ıc ı; ؟a m u rcu . (b k z : v a h h â l).
أ٠ ( ﺳﻤﺎجf .i .) : kab a y ü n d o k u m a , k ilim . G i l - ؟â h ( ﺳﻤﺜﻪf.h.i.) : 1. b a lç ık ؟ah, b a lç ık ta n g ilim
y a p ıld ığ ı İ ؟in  d e m 'in lâk ab ı. 2 . F a rs'la ı'ın m asal h ü k ü m d a r ı K e y y u m e r s 'in adi.
ار/
g irâ n -c â n
g irâ n -d û d
ıııu şak, y a ğ lı ve k u ru b ir ç a m u r, k ile rm e n i,
g îl-z â r
(f.b.s.) : 1. ağıl" y ü k lü . 2 . m ey-
g irâ n -d e st-m â y e
leci ؟am u ı'u , kil. (b k z : tıyn ).
g ile -m e n d
ﺗﺎ ر١/
v a si ؟o k a ğ a 3 . ؟. ze n g in . 4 . gebe [insan ve
ağu', İşini ağıl' göl'en [adam ],
gıd âî).
gile ﺳﻤﻠﻪ
g irâ n -b â r
sık ıc ılık .
deler, (b k z : gıd â').
(f.i.)
li h ediyeler.
g ir â n -c â n î
( ﻏﻤﻼنa.i. g û l'ü n c.). (b k z : ag vâ l). g ı z â ' اﺀ٠ ( ﻏﻞa .i .c .: agziye) : in sa n i besleyen g ıy lâ n
/
(f.b.s.) : p a h a sı ağır, k ıym e t-
lrayvan ].
(a.i.) : 1. k a y b o lm a . 2 . a le y liin d e
b u lu n m a , a rk a sın d a n sö ylem e, ç e k iştirm e ,
gızâî ﻏﺬ'ﺋﻰ
اﻧﺒﻬﺎ/
g îrâ n -b a h â
li, d eğe rli. H e d â y â -y i g i r â n - b a h â : k ıym e t-
g ıy â s iid d in :
gil
jS
b o lm a . 3 . a rk a . A n - g ı y â b ı n , a n i '1- g j y â b : k e n d isi lıa z ır d e ğ il ilcen, a rk a sın d a n , g ıy â b e
( f .e .) : “ g în " m u h a ffe fi. (b k z : gîıı).
( f .b .i.) : ؟a m u rlu yer.
اﻧﺨﻮاﺑﻰ/
g ir â n -h â b î
u y k u a ğ u 'lığ ı. g ir â n -h â r
اذﺧﻮار/
(f.b.s.) : ؟o k y iy ic i, y iy e n ,
( b k z : ekÛ1). g i r â n - h â r î اﻧﺨﺮارى/ g ir â n -h â tır
اﻧﺨﺎﻃﺮ/
( f.b .i.) : ؟o k y iy ic ilik , (f.a .b .s .): ca n i sık ılm ış,
g ü c e n ik , ( b k z : m iln fail). g irâ n -h û y
اف ر ى/
( f.b .s .) : k ö tü llu ylu.
333
gîrânî
girânî ( را ﻧ ﻰf.i.): ağırlık, (bkz : sıklet), girân-kadr ( ر ا ن ﻗﺪرf.a.b.s.): lcadir ve itibar sâhibi. girân-kıymet ( ر ا ن ﻳ ﻤ ﺖf.a.b.s.). (blcz : girânbahâ). girân-kise ي ( ر ا نf.b.s.) : hasis, cimri, pinti. girân-mâye ( راﻧﻤﺎﻳ ﻪf.b.s.): pahası ağır, kıymetli, değerli [şey]. girân-püşt ( ر ا ن ﺑ ﺸ ﺖf.b.s.) : sırtı sağlam, girân-rikâb را ﻧ ﺮ ﻛﺎ ب (f.a.b.s.c.: girânrikâbân) : 1. savaşta düşmana saldıran, düşmanın saldırışından yılmayan, azimli. 2. vakarlı, ağır kimse. girân-rikâb-âne ( ر ا ن رﻛﺎﺑﺎﻧﻪf.b.zf.): 1. düşmana saldırırcasına. 2. ağır, vakarlı kimseye yakışacak sûrette. girân-rikâbî( ر ا ن رﻛﺎﻳﻰf.b.i.) : ağırbaşlılık, girân-sâye ﺑﻪ.( ر ا ن تf.b.s.): yüksek mevki sâhibi; ordu kumandam. girân-sâyegi( ر ا ن ﻣ ﺎ ﺑ ﺮf.b.i.) :yüksekm evki sâhibi olma; ordu kumandanlığı, girân-seng J j ( ر ا نf.b.s.) : 1. tartışı ağır, vakarlı. 2. kanaatli; sabırlı, girân-ser ( ر ا ﺷ ﺮf.b.s.c.: girân-serân): kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, (bkz: mütekebbir). girân şer-âne ( را ﺳ ﺮاﻧ ﻪf.b.'zf.): kibirlilikle, kendini beğenmişlikle. girân-seri ر ى٠( را سf.b.i.): kibirlilik, kendini beğenmişlik. girân-seyr ا ﺳ ﺮ/ (f-a.b.s.c.: girân-seyrân) : yürüyüşü ve hareketi ağır olan.
gird-âb-1 belâ : belâ girdabı, felâket anaforu. gird â-gird ( ر د ا ر دf.b .s.): çepeçevre, fırdolayi. ( b k z : dâir-en-m âdâr).
gird-âlûd ( ر د آﻟﻮدf.b.s.) : toza b u lan m ış, toz toprak İçinde.
girdâr ( ﻛﺮدارf.i.): 1. m eşguliyet, İç. Bedgirdâr: İŞİ kötü olan. 2 ٠âdet, tarz, yü rü yüş■
gird-bâd ( ا ﺑ ﺎ دf.b .i.): dönerek çevrin ti ile esen şiddetli rüzgâr, kasırga, tulum ba, hortum ,
girde ( ا د هf.i.) : 1. açılm ış y u fk a . 2. s. değirm i, yu varlak . 3. evvelce Y ahu dilerin M üslüm an lardan ayrılm ası İçin om u zların a diktikleri sari parça. 4. d eğirm i yastık . 5. s., zf. bütün, hepsi. g ir d e - b â lin ^
( ا د هf.b.i.) : y u v a rla k yastık, (f.b.i.). ( b k z : girde-
girde-bâüş ا د ه ﺑﺎ دش hâlin).
girde-bân ( ر د ه ﺑﺎفf.b.s.) : gözetici, gözcü. (b k z:n ig e h -b ân ).
girdek ( ر د كfi.) : gerdek, (bkz : hacle). girdgân ( ﺳﻤﺮدﺳﻤﺎنf.i.): ceviz, (bkz : girdû). girdu ( ر د وf.i.): ceviz, ( b k z : gevz, girdgân). g i r e c ^ (f.i.) : kireç, (bkz : gec).
girec-hâne( ر ^ ﻻf.b .i.): kireçhâne, kireçlik, k ireç ocağı.
girev ( ر وfi.): rehin. giribân ( ر ﻳ ﺒ ﺎ نf.i.): elbise yakası, ( b k z : ceyb). Çâk-i giribân (yaka y ır t m a ) : çok açıklanm a.
girîbân-çâk ( ر ﻳ ﺒ ﺎ ن ﺣﺎكf.b .s.): “y a k a sı yırt i k " : kederli.
girîbân-gîr ٠( ر ﺑ ﺒ ﺎ ن رf.b .s.): y a k a tutucu, girân-sîrişt را ﺳ ﺮ ﺷ ﺖ (f.b.s.c.: girân— tutan. siriştân): ağır tabiatlı; tenbel. girîbânî ( ر ﺑ ﺒ ﺎ ﻧ ﻰf.b .i.): b ir çeşit göm lek, girân-siriçt-âne ( راﻧ ﺮ ﺷﺘﺎﻧ ﻪf.b.zf.): ağır cangirift ( ر ﻓ ﺖf.i.) : 1. tutm a, yakalam a. Ahz ü İılıkla; tenbellilcle. girift : yakalayıp tutm a. 2. dolaşık, birbiri girân-siriçti ( را ﻧ ﺮ ﺷ ﺘ ﻰf.b.i.): ağır canlılık, İçine girgin , k arışık . Girift y a z ı : k arışık tenbellik. yazı. 3. g. s. arabesk denilen süslem enin girân-suhan ( ر ا ﻓ ﺨ ﻦf.b.s.): ağır sözlü, tok bordürlerde k u lla n ılan çeşidi, [çe şitle ri: sözlü. çifte d allı girift; çiçekli hendesi g irift (süsgird ( ر دfi.) : yuvarlak, çevre, değirmi. Tâ-i gird : yuvarlak t [ = ] ة. gird-âb ( ر د ا بf.i.): 1. suların döndüğü ve çukurlaştığı yer, anafor, çevrinti, burgaç, [rüzgârın da yaptığı çevrintiye "girdap" denilir]. 2 ٠tehlikeli yer. (bkz : mehleke). 334
İÜ hendesi girift)]., 4. miiz. T ü rk m üziğin in nefesli sazların d an olup, bu gü n un u tu lm ak üzeredir; ney'e benze'r. K aba çâr-gâh'd an m uhayyer'e k ad ar an cak b ir b u çu k sekizli ses alm asına rağm en k ısa, k ü çü k kam ıştan yap ılm ış b ir âlettir.
gîrye-nümöd giriftâr ( ر ﻓ ﺘ ﺎرf.s.): 1. tutulmuş, yakalanmış, esir. 2. düşkün, uğramış, tutkun, (bkz: dûçâr). giriftâr-ı aşk: aşka tutulmuş, giriftârân ( رﻓﺘﺎ را نf.b.s. giriftâr'ın c.): tutulmuşlar, yakalanmışlar; düşkünler, uğramışlar, tutkunlar. giriftâr-âne ( ر ﻓﺂ را ﻧ ﻪf.zf.): giriftâr'casma. giriftâre ( ر ﻓﺘﺎ ر هf.i.): tutulma, tutkunluk, yaka-lanma. (bkz: giriftâri). giriftâri ( ر ﻓﺘﺎ ر ىf.i.): giriftarlık, girifte ( ر ﻓ ﻪfs.): 1. tutulmuş, yakalanmış, girifte-i dâm : tuzağa tutulmuş. 2. yakalanmi?, tutulmuş [bir hastalığa]. 3. esir (tutsak). girifte-dem ( ر ﻓ ﻪ دمf.b.s.): nefesi tutulmuş, girifte-gi ( ﺳﻤﺮ ﻓﺘﻜ ﻰf.b.i.) : tutkunluk. 2. tutsakilk. 3. hastalık hâli. girifte-hâtır ر ك ﺧﺎﻃﺮ cenik.
(f.a.b.s.): kırgın, gii-
girifte-leb ( ر ﻓ ﻪ ﻟﺐf.b.s.c.: girifte-lebân): "dudağı tutulmuş" : sakin, sessiz [kimse]. girifte-leb-âne ( ر ﻧ ﻪ ب؛هf.b.zf.): sessizlilcle, sakinlikle. girifte-ser ( ر ص بf.b.s.): akil, fikri dağılmış [kimse]. girifte-zebân ﺑﺎن3 ( ر سf.b.s.): dili tutuk, kekeme. girift-zen ( ر ﻓ ﻪ زنf.b.s.): girift (ney) çalan, girih ( ر هf.i.): düğüm, bağ. (blcz : ukde, piç). girih girih : düğüm düğüm. girih-'bend ( ر ه كf.b.i.) : 1. düğümcü, bağcı. 2. uçkur. girih ber girih ( ر ه و ر هf.zf.): düğüm düğüm üstüne, (bkz : pîçâpiç). girih-bür ( ر ه وf.b.s.): "düğüm kesen” ؛yankesici, (blcz : lcîse-bür). girihçe ر ب ğüm.
(f.i.): düğümcülc, küçük dü-
girih-gir ( ر ﻫ ﻜ ﺮf.b.s.) : "düğüm tutmuş" : düğümlü, dolaşık, (bkz : muakkad). girih-küşâ ئ ( ر هf.b.s.): "düğüm açan, çözen": zorlukları yenen, halleden, (bkz: hallâl-i müşkilât). giris, girise ﺑ ﻪ. ر، ( ر سf.i.): hile, oyun, dalavere. (bkz : hud'a).
girişme ( ر ﺷ ﻤ ﻪf.i.): naz, İşve, cilve, gamze, kaç ve gözle işâret. [fasihi "kirişme” olduğu halde, eski lUgatçilerimiz kelimeyi “girişme" ?eklinde kabul etmi?lerdir]. girive ( ا ﻟ ﻮ هf.i.): 1. çıkmaz yol, çıkmaz sokak. 2. içinden çıkılması zor durum, girive-i ı?k : a?kın çıkmaz yolu. 3. geçit, uçurum, yar. giriz ( ر وf.i.): [asli “gürîz” dirj. (bkz : gürîz). girizân ( ر ز ا نf.s.): [asil “gürîzân” dır], (bkz : gürîzân). girizende ( ﺳﻤﺮﻳﺰﻧﺪهf.s.c.: girizendegân): [asil “gürizende" dil.], (bkz : gürizende). girîz-gâh ( رز ﺳﻤﺎهf.b.i.): [asil "gürîz-gâh" dır]. (bkz: gürîz, gürîz-gâh). gîrûdâr ( ر و دا رf.b.i.): cenk, sava?, kavga. (bkz : â?ûb, cidâl, perhâ?). giryân ن١( ر يf.i.): ağlayıcı, ağlayan. Çe?me-i giryân : ağlayan göz. giryâni ( ا ﻳ ﺎ ﻧ ﻰf.i.): giryanlık, ağlayıcılık. girye ( ر زf.i.) : ağlama, ağlayı?; gözyaşı, (bkz : bükâ'). girye-i âşıkane : âşıkçasına ağlayı?. girye-i şâdi: sevinç ağlaması, girye-bâr ( ر ز ﺑﺎرf.b.s.): ağlayan, gözyaşı döken. (bkz: girye-nâk). girye-dâr ( ر ز دارf.b.s.): ağlamı?. girye-engiz ( ر ﺑ ﻪ اﻧ ﻜ ﺰf.b.s.): ağlamaya sebebolan, ağlatacak. girye-fe?ân ( ر ﺑ ﻪ ﻓﺸﺎنf.b.s.): gözyaşı saçan, acı acı ağlayan. girye-fezâ ( ر ز ﻓﺰاf.b.s.): ağlamayı arttıran, çok ağlatan. g ir y e -h iz ^ ( ر زf.b.s.c.: girye-hizân): girye (ağlama) koparan, İcoparıcı. girye-künân ( ر ز ﻛ ﺎ نf.b.zf.) : ağlayarak, girye-meşhûn ( ر ز ﺷ ﺤ ﻮ نf.a.b.s.): gözyaşı ile dolu. girye-nâk ( ر ز ﻧﺎكf.b.s.): ağlayıcı, ağlayan, (bkz : girye-bâr). giryende ﺑ ﺪ ه. ( رf.s.) : ağlayan, ağlayıcı. giryende-i lıasret: hasret ağlayıcısı, girye-nikab ( ر ز ﻟﻐﺎ بf.a.b.s.): gözyaşı ile örtülü. girye-niimâ ( ر ز ﻧﻤﺎf.b.s.) : ağlar yüzlü, girye nümûd ( ر ز ﻧﻤﻮ دf.b.s.) : ağlar gibi görünen, ağlamışa benzeyen. 335
gırye-paş girye-pâş ( ﺳﻤﺮﻳﻪ ﺑﺎشf.b.s.) : gözyaşı döken, dökücü. girye-perverd ( ا ﻧ ﻪ ﻳﺮوردf.b.s.) : ağlamayı getiren, ağlatan, ağlatıcı. girye-riz ز.ﺑﻪ ر. / (f.b.s.) : ağlayan, gözyaşı döken. (bkz : girye-bâı-, giı-ye-nâk). girye-zâr ( ا ﻳ ﻪ زارf.b.i.) : oturup ağlanılan yei". girye-zâr-ı hicrâıı: ayrılık açısıyla ağlanan yei". gîsû / (f.i.) : omuza dökülen saç, uzun saç, saç öi'güsü, kâhkül. (blcz : ferhâl, cu'd. Iram, zülf). gîsû-yi aııber-bâr: anber saçan saç ؛güzel kokulu saç. gîsû-yi nıüşg-efşân : misk saçan saç. gîsû-yi yâr : yârin, sevgilinin saçı. gîsû-beııd ( ﺳﻤﺴﻮﺑﻐﺪf.b.i.) : 1 . saç bağı; saç örgüsü. 2٠altından yapılmış İcadın tarağı, gîsû-dâr ودار/ (f.b.s.) : saçlı. Necm-İ gîsûdâr : kuyruklu yıldız. giş ( ﺳﻤﺘﻦf.i.) : 1. yürek, lcalb. (bkz : fuâd). 2. kış kış diye lcovmalc İçin çıkarılan ses. 3. şatrançta lcovma. giti ( ﺳ ﻤ ﻴ ﻰf.i.) : dünyâ, (bkz : âlem, cilıân). gîtî-ârâ ( ﺳﻤﻴﺘﻰ آراf.b.s.) : dünyâyı süsleyen, gîtî-ârây ( ﺳﻤﺘﻨﻰ آراىf.b.i.) : bot. iri yapraklı, güzel lcolculu sadberk gülü. gîtî-bâıı ( ﺳ ﻤﻴ ﺘ ﻰ ﺑﺎفf.i.) : pâdişâh, hükümdar, gîtî-fürûz ( ﺳﻤﻴﻰ ﻓﺮوزf.b.s.) : cilıânı aydınlatan, giti-neverd ( ﺳ ﻤ ﻴ ﺘ ﻰ ﻧﻮردf.b.s.) : dünyâyı dolaşan, gezen. gîtî-nümâ ( ﺳﻤﺾ ﻧﻤﺎf.b.s.) : ci]ıânı gösteren. (bkz : cilıâıı-nümâ). gitî-sitâiî ( ﺳ ﻤﻴ ﻨ ﻰ ﺳﺎ نf.b.s.): cilıânı zapteden. (bkz : cihân-gîr). Giv ( ا رf.lı.i.) : Fars'ların masal kahramanlanndan biri. Gyuders'in oğlu, Rüsteııı'in üvey oğlu. giyâ, giyâh ﻳ ﻪ، ( ﺳﻤﻴﺎf.i.) : nebat, *bitki, tâze ot. [hafifletilmiş“ ؛giyeli" dil"], giyâh-ı kayser : bot. sari yonca, lcolculu yongiyâh-ı ııem-nâk: bot. semizotu, giyâh-ı ?iitiir : bot. deve dilceni. giyâh-beste ﺗﻪ٠٠ ب٥/ (f.b.s.) : ot bağlamış, ot bitmiş. 336
giyâ-zâr ( ﻛﻴﺎ زارf.b.i.) : çayır, otluk. (bkz : giyâ, giyâh). giyeJi ؛( ﻛﻴﻪ. ؛.) : giyâh'ın hafifletilmiş؛. (bkz : giyâh). gizlik ؛( ا ﻟ ﻚ. ؛.) : çakı, bıçak, kılıç gibi kesici nesnelerin keskin tarafı, ağzı ؛ıızıın saplı kalemtıraş. gonce ( بf.i.) : konca, tomurcuk, açılmamı? çiçek, [billaassa gülün açılmamışı], gonce-i âb : yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık. Gonce-iEdeb :Sûdi Bey tarafından Selâııik'te yayımlanmış fenni, edebi bir dergi, gonce-i hamrâ : kırmızı konca, goııce-i handân : gülen konca, gonce-i ra'nâ : miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. En az iki asilliktir. Heftgâlı ile lıüseynî beşlisinin ııevâdaki şeddinden mürekkeptir. Bu beşli ile nevâ veyâ yegâlı perdesinde kalır, gonce-dehân, -dellen دﻫﻦ،1 ﻏﻐﺠﻪ ﻟﻬﺎ ن (f.b.s.) : ağzı konca gibi küçük ve güzel'olan, konca ağızlı, (bkz : gonce-fem). gonce-fem ( ﻏﻨﺠﻪ ﻓﻢf.b.s.). (bkz : gonce-dellân, -dellen). gonce-leb ( ﻏﻨﺠﻪ ﻟﺐf.b.s.) : dudakları lconca gibi olan, konca dudaklı, göl-âb ( ا ﻻ بf.i.) : 1. göl. (bkz : kûl-âb, gadir). 2. büyük dalga. gû[y] [ ] ى/ (f.s.) : söyleyen, diyen, ]"güften” mastarından]. Suhen-gû: söz söyleyen. Râst-gû : doğı'u söyleyen, v.b. gubâr ( ﻏﺎرa.i.) : 1. toz. (bkz : gerd). gubâr-ı gamfm] (gam tozu) : esrar-. gubâr-1 hâtır : keder, elem, gubâr-ı t â li': bot. *bitkilerin cinsiyet tozları, pollen. gubâr-ı tarik : yol tozu. 2. g.s. bir yazı sitili, [“gubâr” mecâzen “esrar" mânâsına da geİİ1-].
gubâr-âlûd ( ض ﻟ ﺮ دa.f.b.s.): toza bulanmış, tozlanmış, tozlu, (bkz: gerd-âlûd, gerdâlûde). gûbâre ( ا ﺑ ﺎ ر هf.i.): 1. sığıl, süi-üsü. 2. sığıl" ağıil, mandıra.
gulâz gubârî ^ رى
(a.s.)
: 1.
gubar
ile
ilg i li ,
to z a
b e n z e i', t o z d a n . 2 . e s k i y a z ım ız d a b ir y a z ı
gudrûf-i vustânî : anat.
b ir b ir in d e ir a y ır a n k ı k ı r d a k p e r d e d o k u ,
gudrûfi اﺀﻣﺮوﻓﻰ
ç e ş id i.
gubât ات٠ ( غa.s. g a b i 'n i n c.). ( b k z gubeyrâ ١ ( ﻓ ﺮa .i.) : ü vez, gudde ( ﻏﺪهa .i.c . : g u d e d ) : hek.
b u r n u n d e l ik l e r i n i
(a.s.) : k ı k ı r d a k l a ilg i li , k ı k ı r -
d a g a â it, * İc ık ır d a k s ı. [m ü e n . “ g u d r û f i y y e "
: g a b i),
d ir ].
ile e t a ı'a s ın d a v e e n ؟o k b o y u n d a , k a s ık t a
gudrûfin ( ﻏﻐﺮوﻓﻴﻦa.i.) : anat. 2. k a b u k la ş m a , fr. chondrine.
؟i k a n ŞİŞ, b e z .
gudürân ﻏﺪوان
v ü c u t t a deı-i
gudde-i arakıyye : tei- b e z i, gudde-i dem'iyye : anat. g ö z y a ş ı b e z i, gudde-i derakıyye : anat. k a lk a n b e z i, gudde-i diihniyye : anat. y a g b e z i. gudde-i em'a-i rakika : anat. b a ğ ı r s a k
gudiivv ( ﻏﺪوa . i . ) :
o la n
k ış ım d a ,
Bl'1-gudüvvi ve'l-âsâl:
s a b a h la rı v e a k ş a m la rı. b e z le -
bâzan
u f a k u fa lc m e y d a n a g e le n b e z le r,
gudve ( ﻏﺪوهa . i . c . :
g a d â t ) : s a b a h , s a b a h la g ü -
n e ş d o g m a s ı a r a s ın d a k i z a m a n , ( b k z : g u d ü vv).
gufrân ﻏﻐﺮ'ن
( a . i . ) : a f fe t m e , m e r h a m e t e tm e ,
y a r l ıg a m a .
gufrân-ı İlâhî : A l l a h 'ı n
g ü n a h l a r ı a ffe t m e s i,
y a r l ıg a m a s ı.
gufûl ﻏﻬﻮل
(a.i.) : d i k k a t s i z li k t e n v e y â ş a ş ır -
m a d a n d o la y ı bil" İşte k r ıs û r e t m e ; n e o la c a g ı n ı k e s t ir e m e m e .
gûgird ( ﺳﻤﻮﺳﻤﺮدf . i . ) : k ü k ü r t .
gudde-i sanevberiyye : b o t d k o z a l a k s ı b e z . gudde-i tahte'l-fekkiyye : anat. ؟e n e a lt ı b e z i.
gudde-i tahte'l-üsân : anat. d i la lt ı b e z i, guddevi وى٠ ( ﻏﺎa . s . ) : anat. g u d d e ile i lg i li , * b e zel, fr. glandulaire. guded ( ﻏﺪدa .i. g u d d e 'n in c . ) : anat. b e z le r, guded-i beşere-î m u h âtî : anat. b e z e p ite li. guded-i cildiyye : c ilt b e z le r i, güdek (ﺳﻤﻮدكf . i . ) : ؟o c u k , ( b k z : t ıfl) . gûdekân (ﺳﻤﻮدﻛﺎفf.i. g U d e k 'in c . ) : ؟o c u k la r , gûdek-âne ( ﺳﻤﻮدﻛﺎﻧﻪf.z f.): ؟o c u k ؟a s ıııa . ( b k z : t ı f l - â n e , t u fû l- â n e ) .
gûh ٥/
( f . i . ) : p i s li k , n e c â s e t . ( b k z
gûk ب gûl ا ل
( f . s . ) : a h m a k , s a fd il , b ö n .
: g â it).
( f . i . ) : k u r b a ğ a , ( b k z : d ifd a ', v a k v â k ) .
gûl ( ﻏ ﻬ ﺮ لa . i . ) : lı o r t la k , ş e y t a n , gûl-ibeyâbânî: g u ly a b a n i . gulâm ﻏﻼم
k a ra k o n c o lo s .
1. t ü y ü ,
( a .s .c .: g ılm â n ) :
b ıy ığ ı
ç ı k m a m ı ş d e l ik a n lı , g e n 2 . ؟. k ö le , esil-, k ö le m e n .
gulâmiyye ( ﻏﻼﻫﻴﻪa . i . ) :
c iz y e v e b a ş k a v eı-gi-
le r i t a h s i l e d e n le r i n t 0 p la d ık la ı- ı p a r a l a r ı n h a z în e
v e z n e s in e
t e s lim i
s ır a s ın d a
c iz y e
v e y â v e r g i l i a r ؟p u s ııla la ı- ın ın h e r b i r i İç in k e n d il e r in e v e r i le n t a h s il â id â t ı.
guderâ' ( ﻏﺪراﺀa .i. g a d îl-'in c.). ( b k z : gad îı-). gudrûf ( ﻏﻀﺮوفa . .i . c . : g a d â r i f ) : k ı k ı r d a k ,
gulâm-pâre ( ﻏﻼﻣﺎرهa .f b .s . k i-
t e ş k il e d e n
k ı k ı r d a k l a r d a n k a l k a n ş e k li n d e o la n k ı k ı r dak.
gudrûf-i haikavi : anat. k ı k ı r d a k lıa llc a . gudrûf-i tercih âli: anat. *İb ı-ik si İ c ık ır d a k , fr. arytCno'ide (cartilage). gudrûf-i tü rsû : anat. h a n ؟e r e y i o lu ş t u r a n k ı k ı r d a k l a r d a n k a l k a n a b e n z e y e n i.
v e i . ) : k u la m p a r a ,
o ğ la n c ı .
gul-âne (ﻏﻼﻧﻪa . f . z f . ) : 1.
k ı r d a k k e m iğ i.
gudrûf-i daraki : anat. h a n ؟e r e y i
s a b a h v a k t i [bil- İç y a p m a
v e y â y o la ؟ik m a ) .
İ'İ.
kadar
(a.i. g a d ir 'in c.). ( b k z : g a d ir ,
g ııd e r â ') .
gudde-i fer'iyye : anat. y a ı- d ım c ı b e z . gudde-i fevka'1-küye : b ö b r e k ü s t ü b e z i, gudde-i in e b i : anat. S a l k ı m s ı b e z . gudde-i luâbiyye : anat. t ü k r ü k b e z i, gudde-i mi'deviyye : anat. m id e b e z i, gudde-i n ekfiyye : anat. ؟e n e d e n , k u la ğ ı n y u m u ş a ğ ın a
1. k o n d rin .
g u l 'l e r e y a r a ş ı r sûı-ette.
2 . ü s t ü n b i r g a y r e t le .
gulât
(a .s. g a l i'n i n
c .) :
1.
( b k z : g a li).
2 . d in d e , m e z h e p t e t a a s s u b u ؟o k ile r i v a r d ı r a n k im s e le r .
gulât-ı Ş ia :
Ş iîlik
m ü f r i t le r i ,
H z.
A l î 'y e
A l l a h 'l ı k İs n â d v e İz â fe e d e n le r ,
gulâz ( ﻏﻼظa . s . ) : k a b a ,
k a illi.
Eymân-1 gulâz
:
b ü y ü k y e m in , a n d .
337
gû.le güle ( ﺳﻤﻮكf.i.): gülle. gûle-endâz ( ﺳﻤﻮ ﻟ ﻪ أ ﻧ ﺪا زf.b .s.): Topçu, ni?ancı. gulfe ( ﻏﻠ ﻔ ﻪa .i.): ha?efenin etrâfinda bulunan deri, sünnet derisi.
gulfevî
( ﻏ ﻠ ﻐ ﻮ ىa .s.): gulfeye, sünnet derisine ﻏﻠ ﻐﻠ ﻪ، ( ﻏ ﻠ ﻐ ﻞa .i.): 1. gürültü,
?am ata; bağrı?ıp çağrı?m a. (bkz : velvele),
gulgule-i e tfâ l: ço cu k ların bagrı?ıp çağrı?ması.
gulgule-i m ü teâl : "A llah A lla h " sesleri, gulgule-i su ku t : dü?me gürültüsü, gulgule-i yâ M ü teâl: yâ A llah ! gürültüsü. 2. ağzı dar bir kapdan akan suyun çıkardıgi ses.
gulgule-endâz
( ﻏﻠ ﻐﻠ ﻪ ا ﻧ ﺪا زa.f.b.s.): ses çıkaran,
akseden, çınlayan.
gull
( ﻏ ﻞa .i.c .: a g lâ l) : suçlunun boynuna ve
bileklerine geçirilen dem ir halka, zincir, pranga.
gulmet ( ﻏ ﻠ ﻤ ﺖa .i.): ?ehvet fazlalığı, guliif ( ﻏ ﻠ ﻒa.i. gılâf'ın c . ) : kılı'flar, kınlar, m ahfazalar.
guliivv
a?kınlık, ta?kınlık.
guliivv-i âmm : u m û m î ayaklanm a. 2. h ü cum , saldın ?. 3. ed. son dere.ce m übalâğa, ( b k z : İgrâk).
guliivv ve İg râ k : aklin hududunu a?an m übalâğa. lar, dertler, kaygılar, (bkz : gusas). ( ﻏ ﻤ ﻮa .i.): gü ç anla?ılır, kapalı ve ka-
rı?ık olm a [söz], (bkz : m uam m â, rumûz).
gumûzet
( ﻏ ﻤ ﻮ ﺿ ﺖa .i.): güç anla?ılır olma, ka-
rı?ık olma. (f.s.) : 1. renk,
gün. ﻛ ﻮ ن
( b k z : fâm, levn).
gü l renkli. S e b z -g U n : ye?il renkli. 2. i. gidi?, tarz, Sifat. (bkz : güne),
ي
(f.s.). (bkz : güne).
gûn-â-gûn
ﺳﻤﻮن.( ﺳﻤﻮﻧﺎf.z f.): renk renk, türlü
türlü; alaca.
gunc ( ﺿﺞa .i.) : naz, cilve, edâ, kırıtm a. gunc ii d e lâ l : naz ve edâ. güne ( ا ﻧ ﻪf.i.) : türlü, gidi?, tarz, yol; sifat. ( b k z : gün*).
338
gi. 3. m e?hur pehlivan Rüstem 'in lâkabı.
Behrâm-ı gür : eski Iran ?ahlarından, gurâb ( ﻏ ﺮا بa .i.c .: agribe, g ır b â n ): karga, (b k z : gırbân).
gurâb-1 ehka', -1 eb lak : zool. saksağan, gurâb-ı esved : ku zgun karga, gurâb-ı zem in : karanlık. gurâbü'1-beyn : alakarga. gûrâb ( ﺳﻤﻮرابf.i.). (bkz : serâb). gûrâbe ( ﺳﻤﻮراﺑﻪf i . ) : kubbeli türbe. gurâbî ( ﻏﺮاﺑﻰa .s.): karga ile ilgili, gurâbin ( ﻏ ﺮاﺑﻴ ﻦa.i. gurâb'ın c . ) : kargalar, (bkz :gu râbî).
gurâbiyye ( ﻏ ﺮ ا بa .i.): İslâm î inançlara aykirı dü?iinceler ileri süren bir mezhep.
gurâbü'1-beyn ( ﻏ ﺮا ب اﻟﺒ ﺠ ﻦa.b .i.): alakarga, guramâ' ( ﻏﺮ ﻣﺎ ﺀa.i. garîm 'in c . ) : 1. alacaklılar. 2. hasımlar, rakipler, dü?m anlar. 3 . fecrin ؟o cugu n
[dü?üt]
cani üzerine
alınm ası
lâzım gelen m al diyeti,
guramâ-î s ıh h a t : hastanın sıhhat hâlindeki alacaklıları.
gurbet
.ﻏ ﺮ ﺑ ﺖ
(a .i.): 1. gariplik,
yabancılık.
2. yabancı bir memleket, yaban cı yer, vatan
G e n d iim -g û n : bu ğd ay renkli. G ü l - g û n :
gûnâ
rinde u y u m u ? ): m erhum olm u?, ölmü?.
gûnyâ ( ﺳﻤﻮﻧﻴﺎf.i.) : gönye, geom etri âleti, fr. equerre. gür ( ﺳﻤﻮرf.i.): 1. mezar, kabir. 2 . yaban e?e-
ilk aydınlığı, parlaklığı. 4 . dü?ürülen ölü
( ﻏ ﻤ ﻮ مa.i. gam m 'ın c . ) : kederler, tasa-
gumûz ض
ganmıç.
g u r â b î ^ e ( ﻏ ﺮ ا ﺳ ﻪa .s.): ["gu râb î" nin mUen.].
( ﻏﻠ ﻮa .i.): 1. haddin i a?ma, ileri gitme,
gumûm
türlü.
gunne ( ﺿ ﻪa .i.): genizden gelen ses. günüde ( ﻏﺘﻮدهf.s.): uyum u?, u yu klam ı?, im izgunûde-î hâk-i rahmet (rahm et toprağı üze-
âit, bu deri ile ilgili.
gulgul, gulgule
gûne-gûne ( ﺳﻤﻮﻧﻪ ﺳﻤﻮﻧﻪf.z f.): rengârenk, türlü
dı?ı, yâdel.
gurbet-gâh
ﻏ ﺮﺑ ﻜﺎ ه
(a.f.b.i.): yabancı m em le ٣
ket.
gurbet-zede ( ﻏﺮﺑﺘﺰدهa.f.b.s.): gurbet görmü?) gurbete dü?m ü? olan, m em leketinin dı?ında kalan [kimse].
gure “( ﻏﻮرهg u " uzun okunur, f .i .) : koruk, olm am ı?, ham üzüm .
gurebâ ( ﻏﺮﺑﺎa.s. garîb'in c.). (bkz : garîb). gurebâ-î m iislim în : M ü slüm an garipler, kimsesizler.
gûş etmek g u re b â -i
y e m in :
P aça ve
E d ir n e
m u h areb ed e
ta r.
G a la t a ,
s a r a y la rın d a n
f e v k a lâ d e
ib r â h im ç ık a n la r la
y a r a r lık
g ö ste re n
y a b a n c ı l a r .ve y e n i M ii s lU m a n la r d a n t e ç k îl o lu n a n i k i s ü v â r i b ö lü ğ ü n d e n b ir i, g u re b â -i
yesâr:
Paça ve
E d ir n e
m u h âreb ed e
ta r.
G a la ta ,
s a r a y la rın d a n
f e v k a lâ d e
زور ى
g u rû rî
g ö ste re n
i l k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , n ü m û n e s i
y a r a r lık
k a lm a m ı ? t ı r .
( ﻏﺮوهa . i . ) :
g u rv e
le r. S û r e - i g u r e f : K u r 'â n 'ı n 3 9 . s û r e s i, ( b k z : g u ru fâ t). g u r e m a ( ﻏ ﺮ ﻣﺎa.i. g a r i m 'in c.). ( b k z : g u r a m â ) . (a .i. g u r r e 'n i n c.). ( b k z : g u r r e ) . ( a . i . c . : g u r e f,
g u r u fâ t) : ça rd a k :
k ö ş k ؛b a lk o n , c u m b a ,
اﺳﺎﻟﻪ
ﺺ ( ﻏﺼa .i.
gu seyn g û sfe n d
g û r - is t â n
(ﺳﻤﻮرﺳﺎنf.b .i.)
gu sl J
: k a b r is t a n , m e z a r l ık ,
( f . b . i . ) : m e z a r k a z a n , m e z a r c ı,
( f.s .) : h o m u rd a y a n ,
g ü rle y e n ,
k o rk u n ç h a y k ır a n , ؟i r - i g u r r â n : g ü rle y e n
زه
( a .i.c .: g u r e r ) : 1. a k lık , p a r la k lık .
2 . a t in a l n ı n d a k i b e y a z lı k , a k ı t m a , ( b k z : g a r r â ', s a b â h ü ' 1- h a y r ) . 3 . a r a b i a y i n b i r i n c i
g u rre -i m u h a r r e m : m u h arrem
a y ın ın ilk
g ü n ü v e g e c e s i.
زﻧ ﺪ ه
زو ب
( f . s . ) : g ü r le y e n , h id d e t v e ? id -
o lm a s ı, b a t m a s ı,
( b k z : h ü sû f,
k ü s û f, u fû l) .
c j . ( b k z : garb ).
زوﻳ ﻰ
( a . s . ) : g u r u b ile i l g i li ,
g u r u b i s a a t : G ü n e ş i n b a t m ı ş o ld u ğ u s ır a d a o n i k i y i g ö s t e r e n s a a t , a l a t u r k a s a a t, g u ru fâ t
ز ﻓﺎت
(a .i. g u r f e 'n i n c . ) : ç a r d a k la r ,
k ö ş k le r , ( b k z .: g u r e f ) . g u rû r
زور
m a y a v e e ? y â k o y m a y a y a r a y a n , a l t ı ç in k o
gu sn
( ﻏﻬﺲa . i . c . : a g s â n ,
g u s û n ) : a ğ a ç d a lı , b u -
dak. g u s n - i m e k s û r : k i r l i m i ? d a l.
( ﻏﺼﻪa . i . ) : t e k d a l. ( ﻏﻌﺘﻰa . s . ) : d a lla , b u d a k la i lg i li , g û sp e n d ﺳﺪ/ ( f.i.) : k o y u n , ( b k z :
g u sn e
g û sp e n d -k ü çâ n
gan em ,
( a . i . ) : b o ? ? e y le r e g ü v e n e r e k a l d a n -
ﺳﺬد ﻛﺸﺎن/
( f.b .i.) : k u rb a n
b a y r a m ı , ( b k z : îd - i a d h â ) . gu ssa
g u r û b - i ş e m s : G ü n e ş i n b a t m a s ı. 2 . [ g a r b 'm
g u rû b î
1. g u s l e d i le c e k ,
g û s fe n d ) .
(a.i.) : 1 . b i r g ö k c i s m i n i n b a t id a
g ö rü n m e z
( a . f .b .i .) :
g u sn î
d e t le b a ğ ı r a n , ( b k z : g u r r â n ) . g u rû b
ﻏﻠﺨﺎﻧﻪ
y ı k a n ı l a c a k y e r . 2 . e s k i u s u l e v le r d e y ı k a n -
g u s n - i ? e c e r : a ğ a ç d a lı,
g ecesi v e g ü n ü .
g u rren d e
( a . i . ) : c ü n ü b lü k , h a y ı z v e n i f a s h a l le -
k a p lı k ü ç ü k h ü cre.
a r s la n . ( b k z : g u r r e n d e ) . g u rre
j
r in d e n s o n r a d i n g e r e ğ in c e y ı k a n m a , a r ı n -
g u sl-h â n e
(a.i.). ( b k z : g a r â m e t ) .
زا ن
g u rrân
( ضa . i . ) : b o t . d a lc ık , b u d a k c ik . ( ا ﺳ ﻔ ﺪf .i.) : k o y u n , (b k z : gan em ).
m a.
k u rg a n .
زم
g u s s a 'n m c . ) : k e d e r le r , k a y g ı-
la r , t a s a la r , ( b k z : g u m û m ) .
(ﺳﻤﻮرﺧﺎﻧﻪf . b . i . ) : t iir b e .
g u rm
( f . i . ) : 1 . b u z a ğ ı , d a n a . 2 . k ö s e le ,
[a sli " g â v s â le " d ir ]. g u sa s
g û r-h ân e
رﻛﻦ/
: y ık a m a su y u , y ık a n tı.
g u s â l e ( ﻓ ﺎ ﻻa.i.)
g u s â s - ı m e v t : ö lü m a ç ıl a r ı, ö lü m k e d e r le r i,
g u r f e - i â liy e : y ü k s e k k ö ?k , ç a rd a k ,
g û r-k en
b u rn u n u cu n d a k i y u m u ?a k
k ıs ım , k ık ır d a k .
g û s â le
زفﺀ
( a . s . ) : 1 . g u r û r 'a â it , g u r u r l a i lg i -
li. 2 . i. m i i z . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ? a s ır -
g u r e f ( ﻏ ﺮ ىa .i. g u r f e 'n i n c . ) : ç a r d a k la r , k ö ? k -
g u rfe
g u r û r - i t â a t : t â a t 'ın g u r u r u , i n s a n i n , e t t i ğ i
ç ık a n la r la
l a n i k i s ü v â r i b ö lü ğ ü n d e n b ir i,
زر
g u r û r - i c i v â n î : g e n ç l ik g u r u r u ,
ib â d e t e g ü v e n m e s i. ib r â h im
y a b a n c ı l a r v e y e n i M U s lU m a n la r d a n k u r u -
g u re r
h is s i. D â r ü 'l - g u r û r ( g u r u r e v i ) : b u d ü n y â . H a b - İ g u r û r : k e n d in i b ü y ü k s a n m a ,
ه٠ ( ﻏﻊa . i . c . :
g u s a s ) : k e d e r , k a y g ı, t a s a .
g u s s â - y ı â ? ı k : â ? ı ğ ın t a s a s ı, k e d e r i, gu ssa-n âk
ك٧ ه٠ﻏﻊ
( a .f .b .s .) : k e d e r li, k a y g ıl ı,
t a s a l ı. gu sû n O j d
(a .i. g u s n 'u n c . ) : a ğ a ç d a l l a n , fi-
liz le r . ( b k z : a ğ s â n ). g u s û n - i t e r : t â z e , g e n ç d a lla r , gûç
^وش
( f . i . ) : 1 . k u la k , ( b k z : ü z n ). 2 . İş itm e ,
d in le m e .
m a , b o ? ? e y le r le b ö b ü r le n m e , k ib ir , k u r u m ,
g û ? - i c â n : c a n k u la ğ ı ,
k u r u l m a ; k e n d i n i y ü k s e k v e d e ğ e r li t u t m a
g û ? e t m e k : d in le m e k .
339
gûş-i hû? g û ? -i hû? (akil kulağı) : dikkatle dinleme.
g û ?t-în
g û ? -i m â h î : zool. 1) yu m u şak çalar fam ilya-
g û ?-v â r, g û ? -v â re
Sindan bir deniz h ayvan in in kabuğu; 2) deniz hayvan i kabuğundan yapılan bardak.
ا ﺷﻌ ﻦ
g û ?â n ( ﻛ ﻮ ﺷ ﺎ نf.i.): pelemez.
gu te
ﺳﻤﻮﺷﺎب
(f.i.) : 1. rüyâ. 2. dü? azma.
(bkz : ihtilâm). 3. s. tüysüz gen ؟. g û ? -d â r
ﺳﻤﻮﺷﺪاو
(f.b.s.) : "k u la k tutan” : kulak
( ﺳﻤﻮﺷﻪf.i.): kö?e, bucale.
g û ?e -i d âm en : etek ucu.
?esi.
ciltli leitaplai'da kapağın döı٠t köşesine ya-
( ﺳﻤﻮﺷﻪ دارf.b .s.): köşeli. ل$ ( ﺳﻤﻮﺷﻪf.b.i.):bir köşeye ؟ekilen. g û ? e -g ü z în ( ﺳﻤﻮﺷﻪ ﺳﻤﺰﻳﻦfb.s.) : insanlardan g û ş e -d â r
g û ? e -g îr
uzaklaşan, bil- köşeye ؟ekilen, (bkz : gû?enişîn).
( ﺳﻤﻮﺷﻪf.b.s.)
: köşeye ؟ekilen,
insanlardan uzaklaşan, (bkz : m ünzevi).
( ﺳﻤﻮش ﺳﻤﺮانf.b.s.) : ağlı. İşiten, (bkz :
( ﺳﻤﻮش ﺳﻤﻮﻓﺘﻪf.b.s.)
: ağır İşiten, (bkz :
( ﺳﻤﻮﺷﻜﻨﺎرf.b.s.). (bkz : gûş-zed). ( ﺳﻤﻮش ﺧﻮردهf.b.s.) : kulağı burul-
( ﺳﻤﻮﺷﺶf.i.) : çalışm a, çabalam a. g û ? -m â l ( ﺳﻤﻮ ﺛ ﻤﺎ لf.i.): kulak bükm e,
yola ge-
ﺳﻤﻮش ﺑﻴﺠﻴﺪه
،
ﺳﻤﻮش ﺑ ﺞ
(f.b.s.) : ağır İşiten.
( b k z : gû ?-girân , gû?-girif'te). g û ?t ﺷ ﺖ/
340
ﺑﺎ.ﺳﻤﻮ
gûyâ
(f.s.) : 1. söyleyen, söyleyici. 2 ٠zf.
sanki, diyelim ki. T û tî-i g û y â (söyleyen dudu) : ?akrak söyleyen,
ﺑﺎن.( ﺳﻤﺮf.s.)
gûyân
: 1. söyleyen, söyleyici, konu-
?an. 2. zf. gûyâ. g û y e n d e . . ^ ^ (f.s .): söyleyen, söyleyici. (bkz : kail).
ﺑﺪﺳﻤﻰ.( ﺳﻤﻮf.i.) : söyleyicilik. ( ﺳﻤﻮﻳﻰf i . ) : söyleme, söyleyi?. H o ? - g û y î :
g û y e n d e -g i
güzel, düzgün, ho? söyleme.
( ﺳﻤﻮﻳﺶf.i.) : konuşma. و ب٠( غa.s. gayb'ın c.)
guyûb
: kayıplar, (bkz :
gayb).
ﻏﻴﻮم
(a.i. gaym'ın c.) : bulutlar, (bkz :
( ﻏﻴﻮ ثa.i. gays'ın c.) : yağm urlar, ( ﻏﺰاتa.s. gazin in c.). (bkz : gazi), "( ﻏﻮزهgu ” uzun okunur, f.i.) : koza,
guyûs
g u ze
güze). g û ze -i âb : su kabarcığı,
(bkz : gû?-lıuı'de).
ﺳﻤﻮش
ü g û y : dedikodu, (bkz : kil ü kal). 3. s. söyleyen, söyleyici.
gu zâ t
(f.b.s.) : kulağı burulm uş, tei-biye edilmi?.
j
atlılar
gaym).
tiı-me. (bkz : te'dîb).
g û ş -s e n g în J
topunun
yazılm ış Farsça bil. eserin adi. 1 . söz. G iift
gu yû m
mu?, terbiye edilm i?. gû şiş
g û ş -p î ؟, g û ? -p î ؟îde
g û y -i z e rrin : astr. Güne?,
g û y i?
gû ?-girân , gû?-sengîn).
g û ?-h u rd e
(f.b.s.) : suya
g û y -i sim (güm ü? t o p ): astr. Ay.
gûyî
gû?-giı-ifte, gû?-sengîn).
g û ? -g ü z â r
ﺧ ﻮ ر، ﻏﻮﻃﻪ ﺧﻮار
SI esâsına dayanan ?ark o yu n u ؛bu hususta
: 1. köşebent. 2. g. s.
pılan süsleme.
g û ş -g ir ifte
gu te-h âr, -h o r dalan.
tarafından uçlaı.1 eğri değneklei'le atılm a-
g û ?e -i v a h d e t : tenha kö?e, yalnızlık.
g û ş -g ir â n
("gu " uzun okunur, f.i.) : suya dal-
m a ؛suya bil. kere daljp çıkm a,
benzer ?ekilde, m eydan
g û ?e -i u z l e t : I S S I Z , tenhâ kö?e.
g û ?e -n i?în ﻧ ﺜ ﻴ ﻦ
ﻟﻪ٠ﻏﻮ
(f.b .s.): kulağa ؟arpan, İçiti-
g û y ü ç e v g â n : Ingilizlerin g o lf oyununa
g û ?e -i k itâb : kitap köşesi.
( ﺳﻤﻮﺷﻪ ﺑﻐﺪf.b.i.)
ر ش زد
g û y -i ıııü s â b a k a t: yari? topu,
ağzın ilei tarafı.
g û ?e -i ferâgat, g û ? e -i r â h a t : dinlenm e kö-
g û ?e-b en d
(f. b .i.);
g û y ( ﺳﻤﻮىf.i.) : 1. Acem lere m alisus bil" ؟eşit oyun topu ؛yuvarlak ?ey.
g û ?e -i ؟e?m : gözucıı.
g û ? e -i d eh ân
ﺳﻤﻮﺷﻮار
gu v ât ( ﻏﻮاتa.s. gavî'nin c . ) : azgınlar, sapkınlar. (bkz-.gavî).
veren, sözü lâyıkıyla dinleyen. gû ?e
،
g û ş-v â re -i felek : yeni doğm uş Ay. g û ş-z e d len.
g û ?-a sb
ﺳﻤﻮﺷﻮاره
küpe.
( ﻏﺜﺎa.i.) : hele, guatr, fr. goitre. gû ?âb ( ﺳﻤﻮ ﺷﺎ بf.b .i.): pekmez.
g u ?â
(f.b.s.) : etten, etten İbâret.
(f.i.) : et. (bkz : lahm).
g u z e -i penbe : pam uk kozası. gü ze
( ﺳﻤﻮزهf.i.) : koza, (bkz : guze). ( ﺳﻤﺪاﺧﺘﻪf.s.) : erimi?.
gü d âh te
(bkz :
gül.bûse
-güdâz ﻛﺪاز-ا
(f.s.) : e ı'ite ıı, y a k a n , m a lıv e d e n .
( " g ü d â h t e ıı" y â lıu 't “ g ü d â z îd e n ” m a s t a r ı n d a n ]. Tahammül-güdâz : t a h a m m ü l e i'ite n . Tâkat-güdâz : t â k a t i m a lıv e d e n .. v.b . giidâzende ( ﻛﺪازﻧﺪهf . s . ) : e r it ic i, eı-iten . güdâziş ( ﻛﺪازشf.b .s.) : y a n m a , y a k ı lm a , güft ( ﻛ ﻔ ﺖf.i.) : 1 . s ö z , lâ k ı r d ı , ( b k z : k e lâ m ) . 2 . d e d i, s ö y le d i.
güft ü gû
( g ü f t : d e d i, g û : s ö y le ) : d e d ik o d u ,
( b k z : k i l ü k a l) .
güft ü k a l : ( b k z : g t if t ti g û , k il ti k a l), güft ü şlııîd : m e s m u â t , d u y u l a n h a b e r le r , d e d ik o d u .
güftâr ﻛﻔﺘﺎر
gül-i ziba : g iiz e l, p a r la k g ü l. gül-âb ( ﻛ ﻼ بf . b . i . ) : g ü ls u y u , ( b k z : c ü llâ b ) . gül-âb-dân ( ﻛﻼﺑﺪانf.b .i.) : İç iu e g ü ls u y u k o n u la n m a h f a z a , k a p .
giilâbiye ( ﻛﻼﺑﻴﻪf.b .i.) : k e k ; b ir gülâc ( ﻛﺎﻵجf.i.): 1. n i ş a s t a d a n
p a s t a ç e ş id i, y a p ıla n
in c e
y u f k a , g ü llâ ç . 2 . iç e r is in e to z h â lin d e k i a c ı ü z e ı٠ e e c z â c ıl a r ı n
İ la ç la r ı k o y m a k
k u lla n -
d ik la r ı, n iş a s ta d a n y a p ılm ış k ü ç ü k v e y u v a r l a k m a h fa z a .
(f.i.) : sö z .
güftâr-ı şîrîn ;
ta til
Perîşân-güftar:
söz.
s ö z ü d a ğ ı n ı k o la n , s ö z ü n d e d ü z e n o lm a y a n .
Şeker-güftâr ( ş e k e r s ö z lü ) : t a t il s ö z lü , güftâr-ı âtıl : b o ş s ö z , b o ş lâ k ı r d ı , güftâr-ı sene ( ﻛﻔﺘﺎر ﻣﺘ ﺢf.b .s.) : s ö z ta i-ta n , ( f . s . ) : s ö y le n iş , s ö y le n m iş .
giilân ( ﻛ ﻼ نf.i. g ü l 'ü n gül-bâg ( ﻛﺐغf b . i . ) :
c.) : g ü lle ı'. g ü l b a h ç e s i, ( b k z : g ü l-
İs t â n , g ü l- ş e n , g ü l- z â r ) .
gül-bahâr ﻛ ﺒ ﻬﺎ ر
( f . b . i . ) : 1. p e m b e b o y a . 2 . k a -
d in a d i. 3 . bil- ç e ş it t a v la o y u n u . uy-
g u n , ö lç ü lü s ö z s ö y le y e n ,
güfte ﻛ ﻔ ﻪ
güJ-i surh : k ı r m ı z ı g ü l. gül-i ter : tâ z e g ü l. gül-i zemin : m e ş v e r e t m e c lis i,
2. miiz.
bil" s ö z e s e r i n in b e s t e le n m iş b u lu n a n m a n z u m sözleı-i.
gül-bâm ( ﻛﺒﺎمf.b .i.). ( b k z : g ü l- b â n g ) . gül-bâng ( ﻛﺒﺎ ﻧﻜﺢf.b .i.) : e s k id e n t e k k e le r de,
â y in
s ır a s ın d a ,
s a r a y la r d a
s e s le o lc u n a n ,ilâlıi v e y â d u â .
güfte-kârîﻛﻔﺘﻜﺎ ر ى
( f.b .i.) :
g. s. 1.
p ir in ç t e n y a -
p ılm a , m o t i f v e y a z ıl a r la s ü s lü fe n e r , lâ m b a
m uayyen
m e r â s im Ş ır a s ın d a h e p b ir a g ı z d a ıı y ü k s e k
Giilbang : “ A l-
la lı A l la l ı i l l a l l a l ı , b a ş u ı'y â n , s in e p ü l'y â n , k ı l ı ç a l k a n , b u m e y d a n d a n ic e b a ş la r k e -
a y a ğ ı. 2 . ü s t ü n d e y a z ıl a ı ' b u lu n a n v e y a l n ı z
silil- o lm a z
îı'a n 'd a n g e le n b i r c in s h a il,
k a l ı r ı m ı z k ı l ı c ı m ı z d ü ş m a n a z iy a n , k u llu -
güher ﻛﻬﺮ
(f.i.) : [“ g e v h e r " i n
h a f if le t i lm iş i ] .
( b k z : gevlaeı-).
güher-bâr ﻛﻬﺮﺑﺎ ر
cevlaei"
y a ğ d ıra n ,
(f.b .s.) : c e v â h il- s a ç a n ,
( b k z : g ü h e r-p â ş).
güher-fürûç ( ﻛﻬﺮﻓﺮوشf.b .s.): c e v lıe ı- s a ta n , güüer-pâre ( ﻛﻬﺮﺑﺎرهf b . i . ) : c e v lıe ı. p a ı-ç a sı. güher-pâş ( ﻛﻬﺮﺑﺎشf.b .s.) : c e v â lıiı- s a ç a n , ( b k z
gül
a ğ a c ı,
:
[ k ıy â s î
o lm a y a n
gül cem i
" g ü l â n ” d ır ].
N û ı'-i
s u l t â n ım ız
gülbang-ı Muhammedi: e z a n , gül-beden ( ﻛﺒﺪنf.b .s.) : ile d e n i
N e b i,
hünkâr
lıs ı. (f.t.b .i.) : a ç ıl m ı ş g ü l ş e k li n d e
b ir sü s, b e z e m e . k ırm ız ı
r e n k t e o la n bil- ç e ş it g ü l.
gül-i ruh-sâr : ı) g ü le
g ü l g ib i l â t i f
gül-berg ( ﻛ ﻞ ﺑﺮﻛﻂfb .i.) : g ü l y a p r a ğ ı , gül-berg-i bâg-1 öm r : ö m ü l- b a h ç e s i g ü lü n ü n y a p r a ğ ı ; mec. t o r u n , gülberg-i ter : t â z e g ü l y a p r a ğ ı . gül-be- ؟eker ( ﻛﻠﺒ ﺸ ﻜ ﻮf.b .i.) : bil- ç e ş it g ü l ta tgül-bezek ﻛﺒ ﺰ ك
gül-i gül-zâr : g ü l b a h ç e s in in g ü lü , gül-i ra'nâ : g ü z e l g ü l; d ış ı s a ı. 1, İÇİ
b e n z e y e n y a n a le , g ü l
y a n a k ; 2 ) m e ş h u r b il. ç e ş it lâ le ,
gül-i sad-berk :
M u l ıa m m e d l,
A lî, p ir im iz ,
v e n â z ilc o la n .
g ü h e r-p â ).
güher-rîz ( ﻛﻬﺮرﻳﺰf.b .s.) : c e v lıe ı- d ö k e n , gül ( ﻛ ﻞf.i.) : 1. ç iç e k . 2٠b ilin e n ç iç e k , ç iç e ğ i;
g ü lb a n g - ı
k e r e ııı- i
H a c ı B e k t â ş - i V e li d e m in e İıû d iy e lim İ ıû ” .
( b k z : g e v h e r-b â r).
güher-feşân ﻛﻬﺮ ﻓﺜﺎ ن
e y v a l la h
g u ıı ı u z p â d i ş a l ıa a y â n , ü ç le r, y e d ile r , k ır k la r,
(f.b .s.) :
İliç s o ı'a n , e y v a l la lı
k a t m e r li bil- ç e ş it ir i g ü l.
giil-bister ( ﻛﺒﺘﺮf.b .i.) : g ü ld e n y a t a k , gül-bîz ( ﻛﺒﻴ ﺰf.b .s.) : 1 . g ü l se ı-p e ıı. 2 . i. k a d ın a d i.
gül-bûse ﻛ ﻞ ﺑﻮﻣﻪ
( f . b . s . ) : (g til ö p ü ş l t i ) : ö p m e s i
g ü l li i s s i n i v e r e n .
341
gül-bün g ü l-b ü n
ل
( f . b . i . ) : g ü l k ö k ü , g ü l b it e n y e r .
( ﺳﻤﻞ ﺟﻤﺎلf . a . b . s . ) ;
g ü l-c e m â l
g ü l y ü z lü , y ü z ü
g ü l g ib i g ü z e l o la n . g ü l- ؟e
،ﺀﻗﻠﺠﺎ
( f . i . ) : 1 . g ü l c ü k , k ü ç ü k g ü l; ç iç e k -
g ö b e k e t r â f ı n a d i z i l m i ş s ip ir a l p e t a lle r d e n İ b â r e t s it iliz e g ü l m o t i f i , r ö l y e f m o t i f . [ b u n a r o s a c e (r o z a s ) d a d e n ilir ],
ﺳﻤﺎﺟﻬﺮه
( f . b . s . ) : g ü l ç e h r e li, ç e h r e s i
g ü l g ib i l â t i f o la n . D u h t e r - i g ü l - ç e h r e : g ü l ç e h r e li k ı z . [ f a s i h i : " g ü l - ç i h r e " d ir ]. g ü l-ç în
س
( f . b . s . ) : g ü l' t o p la y a n , g ü l d e v -
g ü l- g e ş t - i s a h r â : k ır d a g ü l v e y â ç iç e k s e y r i İ ç in y a p ı l a n g e z in t i.
gül-gonce . ( ﺳﻤﻠﻐﻨﺞf.b.i.): henüz açılmamış gülgül-gûn ( ﺳﻤﻠﻜﻮنf . b . s . ) : 1 . g ü l r e n k li , p e m b e . 2 . i. k a d m a d i. gül-gûne ﺳﻤﻠﻜﻮﻧﻪ 3
٠s.
( f . b . i . ) : g ü l m a h f a z a s ı , ç i ç e k lik ,
vazo. g ü l-d e h â n , g iil-d e h e n
s .):
ﺳﻤﻠﺪﺳﺘﻪ
d e s te s i. 2 . m i i z . T ü r k m ü z i ğ i n i n m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n d ı r . E s k i d e n m e v c u t o lu p
kiimeyt ﺳﻤﻠﻜﻮن ﻛ ﺴ ﺖ
giil-hen ﺳﻢ]ﺧﻦ
bu m akam a H .
Saa-
d e t t in A r e l t a r a f ı n d a n b u i s i m v e r i l m i ş t i r .
gül-hîz ص gülî ﻛﻠ ﻰ
r e n k li , p e m b e ,
( f .b .i.) : k ü lh a n , h a m a m o c a ğ ı.
gül-istân ﺳ ﻤ ﻦف
m âhur
m a k a m la r ın d a n
3 - miiz.
d iz ile r
se rb e st
m ü r e k k e p t ir .
Bu
k u l la n ı l a b i l i r .
( f.b .s .) : g ü l b itire n , g ü l y e tiş ti-
( f s . ) : g ü l r e n k li .
2 . Ş îra z h
k a rış ık
( f.b .i.): k ır m ız ı
re n .
G ü ld e s t e , p û s e l i k t e z ir g ü l e , r ı ı h n ü v â z v e
ve
g ü l r e n k li .
[ g ü l : a te ? + h e n : h â n e = a te ş h â n e ].
(f.b .i.) : 1 . g ü l d e m e t i; ç i ç e k
d a is m i b ilin m e y e n
2. s.
?arap .
giil-gülî ( ﺳﻤﻞ ﺳﻤﻠﻰf . s . ) : g ü l
ﺳﻤﻠﺪﻫﻦ، ﻫﺎن٠( ﺳﻤﻠﺪf.b .
g ü l a ğ ız lı, a ğ z ı g ü l g ib i o la n , g ü l-d e s te
( f b . i . ) : 1. k a d ın la r ın k u lla n -
g ü l y a n a k lı.
g ü lg û n
ﺳﻤﻠﺪان
( f.b .i.) : g ü l s e y r i, g ü l g e z in -
d i k l a r ı g ü l r e n k li d ü z g ü n .
ş ir e n . g ü l-d â n
( f .b .s .) : g ü l sa ç a n .
tisi.
c ik . 2 . g . s. f i l d i ş i o y m a v e k a k m a l a r d a b i r
g ü l-ç e h r e
gül-feşân ﺳﻤﻠﻔﺜﺎن gül-ge?t ۴ﻟ ﻜ ﺜ ﺖ
( f .b .i.) :
Şeyh
1. ( b k z :
S â d i 'n i n
g ü l-z â r ).
m eşh u r
e s e r i.
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ş a s ı r lı k
m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n o lu p n ü m û n e s i
M a k a m , m â h u r v e y â m â h u r 'ı ı n i l k b e ş lis i
k a lm a m ış tır .
ile r a s t p e r d e s in d e k a lır . B i r i n c i d e r e c e d e
d a n 1 9 1 0 'd a İ s t a n b u l 'd a a y l ı k o l a r a k y a y ı m -
g ü ç lü , r u h n ü v â z 'ı n d u r a ğ ı o l a n h ü s e y n i d i r .
la n m ış ç iç e k ç ilik v e
D o n a n ı m a y a l n ı z f a İ ç in b i r k ü ç ü k m ü c e n -
d e r g i.
n e b d i y e z i k o n u r k i, m a k a m ı n t e r k ib i n d e k i h e r ü ç d i z i 'n i n d e m ü ş t e r e k b i r â r ı z a s ı d ı r . A y rıc a
n o ta
iç e r i s i n d e
ic â b e d e n
y e r le r e
z i r g ü l e 'n i n p û s e l i k ş e d d i İ ç in re v e İâ b a k ı y -
gül-izâr ﺳﻤﻠﻌﻨﺎر
4 . Istra ti
Sab u n cak i tarah n -
b a h ç ıv a n lığ a
â it b i r
( f .b .s .) : 1. g ü l y a n a k lı, a l y a -
n a k li.
gül-izâr-ı gonce-fem: zeyen
gül
y a n a k lı
ağzı
g ü z e l.
k on caya
2. müz.
benT ü rk
y e d iy e z le r i, r ı ı h n ü v â z ( m i d e p û s e lik ) İ ç in
m ü z iğ in in
v e b a k ı y y e d i y e z i k o n u r . 3 . ş i i r a n to lo jis i,
T a h m i n e n b e ş a s ır e v v e l t e r k l b e d i l m i ş t i r .
g ü le
( ﺳﻤﻠﻪf . i . ) : k ı v r ı l m ı ş
v e b ü k ü lm ü ş sa ç,
ZÜ-
lü f. g ü le f
m a k a m la r ın d a n d ır .
B u n a “ H ü s e y n i G ü l 'i z â r " d a d e n ilir . K a r c ığ a r v e h ü s e y n i m a k a m la r ın d a n
( ﺳﻤﻠﻒf . i . ) : b o t .
b i r ç e ş it k ı r m ı z ı g ü l.
g ü l-e fs û n
( ﺳﻤﻞ ا ﻓ ﻮ نf b . i . ) :
a f s u n lu ş a r a p ,
g ü l-e fş â n
( ﺳﻤﻞ ا ﻓﺜﺎ نf . b . s . ) :
g ü l saçan ,
g ü l-e n d â m
ﻛ ﻞ اﻧﺪام
( f . b . s . ) : g ü l b o y lu , n â z i k ,
g ü z e l e n d a m lı. g ü l-e n g ü b în
ﺳ ﻤﻠ ﺸ ﻦ
g ü l-fâ m
ﺳﻤﻠﻐﺎم
( f . b . s . ) : 1 . g ü l r e n k li , g ü l g ib i
( ﺳﻤﻠﻐﻢf . b . s . ) : 1 .
G ü ç l ü b i r i n c i d e r e c e d e h i i s e y n i 'n i n g ü ç l ü s ü o la n h ü s e y n i v e i k i n c i d e r e c e d e d e k a r c ı gar
g ü ç lü s ü
o la n
n e v â 'd ı r .
D o n a n ım ın a
h ü s e y n i 'n i n k i g ib i si k o m a b e m o lü v e fa
â r ı z a m ü ş t e r e k o lu p , a y r ı c a m i İ ç in b a k ı y y e b e m o lü İ lâ v e e d ilir . M a k a m ı n u m û m î s e y r i
r e n g i k ı z ı l o la n . 2 . i. k a d ı n a d i. g iil-fe m
m ü rek -
k e p tir . H ü s e y n i ile d ü g â h p e r d e s i n d e k a lır .
b a k ı y y e d i y e z i k o n u r . K a r c ı g a r 'd a b u i k i ( f . b . i . ) : b a l ile y a p ı l a n
g ü l m ıır a b b â s ı.
g ü l a ğ ı z l ı , a ğ z ı g ü l g ib i
k ü ç ü k o la n . 2 .İ . k a d ı n a d i.
342
m ü rekkep
in ic id ir .
giil-kand ( ﺳﻤﻞ ﻗ ﺪf . b . i . ) : b i r gül-kâr ﺳﻤﻠﻜﺎر ç e k ç i.
ç e ş it g ü l t a t lıs ı,
( f b . i . ) : 1 . ç i ç e k y e t i ş t i r e n . 2 . Çİ-
güm-geşt, güm>ge§٠e
gülmîh ص (f.b.i.): kapı kanatlarına, dolap kapaklarına çivi altma konulan pul, kaba-
gülşen-âbâd ﴽ ﻳ ﺪ٠ص (f.b.i.): Beşiktaş'taki eski saraylardan birinin adi.,
giil-nahl ﺧ ﻞ٠( ﺳﻤﺎfb .i.): gül ağacı, gül fidanı,
gülşen-ârâ آوا.ص leyen.
gülnâk ( ﺳﻤﻠﻨﺎكf.i.): hisar ve kale. gül-nâr
ز١ﺳﻤﺦ
(f.b.i.) : nar çiçeği.
gül-nârî ( ﺳﻤﻠﻨﺎرىf.b.s.): nar çiçeği renginde olan. gül-nefesi ( ﺳﻤﻞ ﻧ ﻔ ﻰfb .i.): güzel kokululuk, hos ve lâtif sözlülük. gül-nihâl ( ﺳﻤﻠﻨﻬﺎ لfb .i.): gül fidanı, gül-nikab ( ﺳﻤﻞ ﻧﻘﺎبf.a.b.i.): yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-pûş). gül-nûş ( ﺳﻤﻞ و شf.b.s.): 1. gül İçen. 2. i. kadın adi. gül-pûş ( ﺳﻤﻞ ﻳﻮشfb .s.): gül örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-nikâb). gül-reng ( ﺳﻤﻠﺮﻧﻚfb .s.): gül renkli, pembe. gül-reng-i feyz: m e şh u r b ir ç e ş it lâ le, gül-rîz ﺑﺰ. ( ﺳﻤﻠﺮf .b .s .) : 1. g ü l sa ç a n , g ü l se r p e n . 2.
m e şh u r b ir ç e ş it lâ le.
gül-rû[y] ( ]ﺳﻤﻠﺮوإىf.b.s.): gül yüzlü, al yanakgül-ruh ( ﺳﻤﻠﺮخf.b.i.): müz. Tüı٠k müziğinin mürekkep makamlarından olup elde nümûnesi yoktur. gül-ruh, gül-ruhsâr ﺳﻤﻠﺮﺧﺪر، ( ﺳﻤﻠﺮخf.b. S .) : gül yanaklı güzel. gül-şâh ( ﺳﻤﻠﺸﺎهf.h.i.): Varaka'mn sevgilisi, masal kadını. gül-şeker ( ﺳﻤﻠﺸﻜﺮf.b.i.): gül tatlısı, gül-şen ( ﺳﻤﻠﺸﻦf.b.i.): 1. gül bahçesi. 2 ٠kadm adi. (bkz: gül-istân, gül-zâr). 3.1886 - 1887 yıllarında Kirkor Efendi tarafından İstanbul'dan yayımlanmış olan haftalık, edebi ve fenni dergi. Gülşen-i Şuarâ (şâirler bahçesi): Bağdat'lı Ahdi'nin (Öİ. 1594) kısa bir devreyi (1522 1563) İçine alan biyografi kitabi, gül-şen-i vefâ: müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Ferâizcizâde ibrâhim Vefâ Efendi tarafından 1900 senelerinde terkibedilerek bir peşrev ile bir saz semâisi yazılmıştır. Bu makam daha sonra başka bir bestekâr tarahndan kullanılmamıştır.
(f.b.s.) : gül bahçesini süs-
gülşen-fürûz ( ﻫﻘﻜ ﻦ زونf.b.s.): gül bahçesini düzenleyen. gülşen-gâh ﻪ
( ﺋf.b.i.): gül bahçesi. ( ﺳﻤﻠﺸﻪf.h.i.): tas. Halveti-
gülşeııiyye ye tarikatı kollarından biri. [Diyarbakır civârında 826 (142i) da dogan ibrâhim Gülşenî tarafından kurulmuştur], gülşen-sarây ( ﺳﻤﻠﺸﻦ ﺳﺮاىf.b.i.).- gül bahçesi içindeki saray. gülşen-tirâz راز، r؛l f (fb .i.): bahçıvan,
gül-ten ٠( ﺀىرf.b.s.): 1. gül tenli, gül vücutlu. 2. i. kadın adi. gülü j l f (f.i.): bogaz. [insanda veyâ hayvanda], (bkz : halk ) ﺣﻠﻖ. gülû-bend ٠( ﺳﻤﻠﻮﺑﻐﺎf.b.i.): bogaz sargısı, boyuna sarılan bag. gülû-gîr ﺳﻤﻴﺮ٠( ﺳﻤﻠﻊf.b.s.): 1. bogaz tutan, bogazda kalan, boğazdan güçlükle geçen [şey] 2. ahlat armudu. gülve a( ﺳﻤﻠﻮf.i.) : fırın bacası. gül-vend ( ﺳﻤﻠﻮ ﻧﺪf.b.i.): hediye [en çok, incir, ceviz, fıstık dizisinden yapılan armağan], gül-zâr ( ﺳﻤﻠﺰارf.b.i.): 1. gül bahçesi, gül tarlası, (bkz: gül-bağ, gül-istân, gül-şen). gül-zâr-ı firâk : ayrılık gül bahçesi, gül-zâr-ı hümâyûn-sây: şâhâne gülzâr, padişahlara mahsus ve lâyık gül bahçesi. 2. müz. Türk müziğinin en az iki asır evvel terkibedilmiş mürekkep makamlarından olup A . A. Konuk'un kâr-1 nâtık'ının düyek U S U İ İ Ü 119 (son) parçası, bu makama misâldir. gül-zemîn ( ﺳﻤﻞ زﺑ ﻦf.b.i.): mec. İşret edilen. İçilen yer. güm ( ﺳﻤﻢf.s.): kayıp, yitik, (bkz : zâyi'). gümân, gümâne ﺳﻤﻤﺎﻧﻪ، ( ﺳﻤﻤﺎنf.i.): zan, sanma, sezme. Bed-gümân : şüpheci, fenâ düşünceh. (bkz : zann, vehm). gümâşte ( ﺳﻤﻤﺎ ﺷﺘﻪfi.c .: gümâşte-gân): vezir, vekil. güm-geşt, güm-geşte ﺳ ﻤ ﺨ ﺘ ﻪ، ( ﺳ ﻤ ﻤ ﻜ ﺸ ﺖf.b.s.): kaybolmuş, (bkz: güm-şüde). 343
güm-kerde, güm-kerde-pey giim-kerde, giim-kerde-pey — ﻟﻰı ﻛﻤﻜﺮده (f.b.s.) : adi saııı kaybolmuş, eseı٠i kalmamış, izi yok olmuş. güm-nâm (، uf (f.b.s.) : adi sam yok olmuş, unutulmuş. güm-râh, güm-reh ٥; ، ( ﻛﻤﺮاهf.b.s.) : 1. yolunu şaşırmış, doğı٠u yoldan ayrılmış, (bkz : dâll). 2. bol, gür. güm-râhân ( ﻛﻤﺮاﻫﺎفf.s. gümrâh'ın c.) : yolunu şaşıranlar, doğı-u yoldan ayrılmış olanlaı.. güm-râhî ( ﻛﻤﺮاﻫﻰf.b.i.): doğru yoldan çıkmış olma, yolunu şaşırmış olma, sapıtma, güm-şüde ( ﻛ ﻤ ﺜ ﺪ هf.b.s.) : kaybolmuş, telef olmuş. (bkz : güm-geşt, güm-geşte). giin ( ﻛ ﻦf.i.) : haya, husye, günâh ( ﺳﻤﺘﺎهf.i.) : Allah'ın emirlerine aykırı olarak görülen İş, dînî suç. [nazımda “güneli” şeklinde geçeı.]. (bkz: günelı, ism, zenb). günâh-lcâr ( ﺳﻤﺎ ﻫﻜﺎرf.b.s.) : günahlı, günah İşleyen. (bkz : güneh-kâr, güneh-pîşe). giinâh-kâr-âne ،( ﺳﻤﻨﺎﻫﻜﺎراﻧﺎf.b.zf.) : günalı İşleyene yaı'aşır sûrette.
güncâyiş-pezîr ( ﺳﻤﻴﺠﺎﻳﺜﺠﻨﻴﺮf.b.s.) : sığışan, S.1gabilen. giincide ؛( ﺀﻛ ﺠﺒ ﻪ.s.) : sıkıştırılmış, sıkılmış, giincişk ( ﺛ ﻤ ﺠ ﺜ ﻚf.i.): serçe kuşu, (bkz: usfûr). giineh ( ﻛ ﻪf.i.). (bkz : günâh, zenb). güneh-kâr ( ﺳﻤﻔﻬﻜﺎوf.b.s.): günah işleyen, günailli, (bkz : günâh-kâr). güneh-kârî ( ﺳﻤﺘﻬﻜﺎرىf.b.i.) : günalı işleyicilik. güneh-pîşe ، ﺑ ﺜ ﺎ، uf (f.b.s.c.: güneh-pîşegân). (bkz: günâh-kâr). güng ( ﻛ ﺦf.s.) : dilsiz, (bkz : ahıaş, ebkem, lâl). gürâz ( ر ا زf.i.) : azgın erkek domuz, giirbe ( ر ﺑ ﻪf.i.) : kedi, (bkz : hiı'r, lıiı're, sinnevr). Çütiir-gürbe (deve ile kedi) : dey. münâsebetsiz, mânâsız, gürbe-i d e ştî: yalian kedisi, gürbüz ( ا ﺑ ﺰf.s.) : 1. cei'bezeli. 2. kahraman. 3. anlayışlı. 4. t. gül'büz, genç irisi, giird ( ر دf.s.) : eesur, kahraman, yigit, koçyigit. (bkz : bahâdıı', dilâvel', dilil', ferzâııe).
giinâh-pîşe ٠( ﻛﺎ ه ﻳ ﺜ ﺎf.b.s.c.: günâh-pîşegân) : günalı işlemeyi âdet edinen.
gürdâs ( ر دا سf.s.) : zâliııı, gaddai". (bkz: bîdâd, gaşûm)؛. gürde ( ر د هf.i.) : böbrek, (bkz : kilye).
günâh-pîşegân ( ﻛ ﺎ ه ﻳ ﺸﻜﺎ نf.b.s. günâlıpîşe'nin c.) : günah işlemeyi âdet edinenler,
gürg ( ر ؛ ﻻf.i.c.: gürgân) : kurt, canavar, (bkz: sirhân, zi'b).
giinbed ( ﻛﻨﺒ ﺪf.i.) : kümbet, kubbe, üstü yuvai.lale şekilde olan binâ veyâ çıkıntı, günbed-i âb : su kabarcığı, giinbed-i a'zam : dokuzuncu gök.
gürg-i bârân-dîde : (yağmur görmüş kurt) : görmüş geçirmiş, feleğin ؟enberinden geçmiş [adam], eski kurt.
giin âh -kârî ( ﻛ ﺎ ^ ر ىf.b.i.): günahkârlık,
giinbed-i azrak : gök yüzü, giinbed-i d e stâr: sarık, (bkz: giinbed-i imânıe). giinbed-i devrân . (blez : giinbed-i azrak). giinbed-i devvâr (dâinıâ dönen kubbe): göleyiizii. günbed-i e k v â r: gökyüzü, giinbed-i hadrâ' (yeşil kubbe) : göleyüzü. günbed-i İmâme . (blez : giinbed-i destâr). günbed-i mînâ . (blez : giinbed-i devvâi"). günbed-i m înâ-fâm : göleyüzü. giinbedi ( ر ىf.s.): "güııbed” şeklinde, "giinbed" le ilgili. güncâyiş ﺑﺶ.( ﻛﻐﺠﺎf.i.) : sığma, sığışma. 344
Gürgân ( ﺳﻤﺮﺳﻤﺎنf.lı.i.) : 1. İran'ın Kuzeydoğusunda bir yer. 2 ٠Aksak Timur'un lâkabı. gürg-zâde ( ر ر ا د هf.b.i.): kurt yavlusu. gürihte ( رﻳ ﺨﺘ ﻪf.s.) : kaçmış, kaçkın, gürisne ( ر ﺳ ﻪf.s. c.: gürisnegâıı) : aç, fakii". (bkz: câyi'١cev'ân). gürisne-çeşm ﺟ ﺜ ﻢ cimri.
( ر ﺳ ﻪf.b.s.) : aç gözlü,
gürisne- ؟eşın-âne ( ر ﺿ ﻪ ﺟﺜﻤﺎﻧﻪf.zf.) : aç gözlücesine, cimrilikle. gürisne-çeşmî ( ر ﻓ ﻪ ﺟﺜ ﻤ ﻰf.b.i.) : aç gözlülük, cimrilik. giirisnegân ö L > ; (f.b.i. gürisııe'nin c .): açlal", fakirler. giirisnegi ( ر ﻓ ﻜ ﻰf.i.): açlık.
güşâyende
( ﺳﻤﺮﻳﺰf.i.) : 1. kaçm a, (b lcz: firâr). 2. s. kaçkın, kaçan. 3. ed. kasidelerde m evzûa girm eden evvel söylenen beyit, ( b k z : gürîz-gâh).
giiriz
( ﺳﻤﺮﻳﺰانf.s.) : kaçıcı, kaçan, ( b k z :
g ü rîz â n
girizende).
gü stâh
ty j
( ﺳﻤﻂ ﺧﺎﻧﻪf.zf.) : küstahçasına, edepsizcesine, sıı'a saygı tan ım aksızın ,
g ü stâh -ân e
ﻃ ﺨ ﻰ٠( ﺳﻢf,i.) : kü stahlık, edepsizlik, sıı'a, saygı tan ım azlık.
g ü stâ h î
g i ir î z â n î ﺑﺰاﻧﻰ.( ﻛﻞf.i.) : giı-îzanlık.
G ü steh em
g iirize n d e ( ﺳﻤﺮﻳﺰﻧﺪهf.s .c .: gürîzende-gâı ٦) : lcaÇicı, kaçan, (bkz : girîzâıı).
-g iister
g ü rîz -g â h
ﺑﺰﺳﻤﺎه.( ﻛﻞf.b.i.) : 1. kaçacak yer. (bkz :
melce'. 2. (bkz : güı'îz-’). g ü rîz -p â
ﺑﺰﺑﺎ. ( ﻛﻞf b .s .) : bir yerde durm ayan,
( ﺳﻤﺮﻣﻴﺦf.i.) : enser, çivi. 2. hayvan bağlad ıklaı'ı b ü yü k İcazık.
g iirm ih
( ﻛﻠ ﺲf.i.) : 1. açlık. 2. kil-, pas, leke. 3. kâhkül. (bkz : zülf).
giirs
g ü rû h
( ﻛﻠ ﻮ هf i . ) : cem âat, bölük, takını,
e ş k ı y â ': eşkıyâ (bkz : şirzime).
g ü rû h -i
güı-fıhu, takım ı,
( ﻛ ﺮ و ﻫﺎ ﻛﻠ ﻮهf.z f.): bölük bö-
g ü r û h -â -g ü r û h
lük, takım takım . g ü rz, g ü rze
g ü r z -i g ir â n : iri, ağlı- topuz,
( ﻛﺮزﺑﺎزf.b.s. ve i . ) : eskiden m eydanda veyâ sahnede ağırlık k ald ırara k hüneıgösteren oyuncu.
g ü rz -b â z
ار٠ﺳﻤﺎ- (f.s.) : İçici, İçen; yiyici, yiyen.
M e y - g ü s â r : m ey İçen, şarap İçen. G a m g ü s â r : dert 01-tagı. güsiste
m iş, çözülm üş, sölpük.
( ﺳﻤﻤﺘﻪ آﺷﻴﺎنf.b.s.) : yu vası yi-
kılm ış.
zını açan. D il-g ü şâ : gönül açan, gönüle ferah h k veren. K iş v e r-g ü şâ : m em leket açan, fetheden.
ا د٠( ﺳﻤﺚf.i.) : 1. açına, açılm a, açılış, (bkz : fetlı). R esm -İ g ü şâ d : açış töreni,
g ü şâ d
g ü şâ d -ı d i l : gönül açılm ası. 2. tavla oyunla-
rın ın bir çeşidi, açm az. 3. bir çeşit ok atışı şekli. g ü şâ d -ı g o n ce -i d i l : gönül kon casın ın açıl-
( ﺳﻤﺜﺎدهf.s.) : açılm ış, açık, ferah, şen. (b lcz: güşûde).
g ü şâ d e
( ﺳﻤﺸﺎده دﺳ ﺖf.b .s.c .: güşâdedestâıı) : eli açık, civanm ert, (bkz : fiitiivvetm end, sahi, salıâvet-kâr).
g ü şâ d e-d est
( ﺳﻤﺸﺎده داﻃﻒf.b.s. dest'in c . ) : eli açıklar, cöm ertler.
g ü şâ d e -d e stâ n
güşâde-
( ﺳﻤﺜﺎده د ﺳ ﻰf.b .i.): elaçıklığı, civan m ertlik . (bkz : fü tü vvet ١).
g ü şâ d e -d e stî
( ﺳﻤﺸﺎده د لf.b.s.) : gönlü şen. ( ﺳﻤﺜﺎده دﻟﻰf.b.i.) : gönül şenliği, g iişâ d e -e b rû ( ﺳﻤﺸﺎده اﺑﺮوf.b.s.) : güleı-yüzlü, g ü şâ d e -g î ا/( ﺳﻤﺸﺎدf.b.i.) : güşâde'lik, açıklık,
g iişâ d e -d ilî
feı'ahlık, şenlik.
giisiste-b iin yâd
ت
t j
(f.b.s.) : tem elden
yok edilm iş. gü siste-d em
J
دمl
دل
l
gü siste-k em er
(f.b.s.) ; nefesi kesilm iş, (f.b .s.) : kalbi k ırılm ış,
J
(kem eri k o p u k ) : kalender,
derbeder.
( ﺳﻤﺸﺎده ﺧﺎﻃﺮf.a.b .s.): gönlü ra-
( ﺳﻤﻤﺜﺎده ﺑ ﻴ ﺜ ﺎ ﻧ ﻰf.b .s.): alm açık, ( ﺳﻤﻤﺸﺎده روf.b .s.): açık yüzlü, g ü şâ d e -z e b â n ( ﺳﻤﺜﺎده زﺑﺎنf.b .s.): dili açık, fag ü şâ d e -p îşâ n î g ü şâ d e -rû
sih.
( ﺳﻤﺜﺎد ﻧﺎﻣﻪf.b.i.) : 1. pâdişâh ferm ani. 2. boşan m a vesikası.
gü şâ d -n ân ıe
giisiste -m a h â r
(yu ları kopm uş) : başıboş,
kayıtsız. gü sn , güsne
g ü şâ d e -h â tır
hat.
çok yorgun düşm üş. g ü sis te -d il
( ﺳﻤﺘﺮدهf.s .): yayılm ış, döşenm iş, ( _ﺳﻤﺸﺎf.s.) : a ؟an ١açıcı. D e h en -gü şâ : ağ-
gü sterd e
g ü şâ d e -d il
( ﺳ ﻤ ﺴ ﻪf.s.) : k ırılm ış, kopm uş; gevşe-
g ü siste -â şiyâ n
jj-
(f.s .): yayan, döşeyen [“gUsterden” m astai'indan]. A d â le t-g ü ste r : adâlet, d oğ ru lu k yayan. Z iy â -g iiste r : ışık yayan,
m asi, mes'ut olm a.
ﻛﻠ ﺰه، ( ﺳﻤﺮزf.i.): [eskiden] silâh
olarak ku llan ılan uzun saplı, bü yü k demiitopuz.
-g ü s â r
( ﻛ ﺘ ﻬ ﻢf.h .i.): eski Iran pehlivanlaıın d an iki m eşhur zâtın ogullaı'ın ın adi.
-g iişâ
çok kaçan.
(f.s.) : küstah, hayâsız, arsız,
edepsiz, saygısız.
ﺳﺐu f (f.h.i.). (bkz : Güştâsb). gü şâyen d e ﻓﺪه.( ﺳﻤﺸﺎf.s .): açıcı, açan. G ü şâsb
lJ
،
( ﺳﻤﺴﻦf.i.) : açlık.
345
guşayış güşâyiş ( ﻹ شf.i.): açılma, açıklık, açılış, güşâyiş-i hâtır : İç açıklığı, gönül ferahlığı, güşâyiş-i hevâ : havanın açıklığı, güştâ ( ﺳﻤﺸﺎf.i.): Cennet, (bkz: Behişt, Firdevs). Güştâsb ( ﺳﻤﺸﺘﺎﺳﺐf.h.i.): 1. Fars hükümdarlarmdan Hystaspes. 2. Tanrı'nın kullarına rahmetini ulaştırdığı manevî yol. güşûd ( ﻹ لf.s.): açık, açılmış olan, (bkz: güşûde). güşûde ( ﻹ ﻟ ﻪf.s.) : açılmış, (bkz : güşâde). güvâ ا/ (f.s.): şâhit, *tanık, delil, ["güvâh" m hafifletilmişi.]. (bkz : güvâh). güvâh ( ﺳﻤﻮاهf.s.) : şâhit, .delil, *tamk. (bkz: güvâ). güvâhî ( ر ضf.i.): şâhitük, *tanıklık. güvâr, güvârâ, güvârân ﺳﻤﻮاران، ﺳﻤﻮارا، ﺳﻤﻮار (f.s.): hazmı lcolay olan [yemek]. Âb-I güvârâ : hazmı kolay, İçimi giizel su. Hoşgüvâr : hazmı pek kolay olan. giivârende ( ﺳﻤﻮاردهf.s.) : hazmı kolay, giivârendegî ( ﺳﻤﻮاردﺳﻤﻰf.i.): hazım kolaylığı, güvâriş ( ﺳﻤﻮارشf.s.): hazme yardımı olan şeyler. güvâş, güvâşe ﺳﻤﻮاﺷﻪ، ( ﺳﻤﻮاشf.s.): renk, boya. güzâf ى' ف، ( ﺳﻤﺰافf.s.): bîhûde,boş. [lâkırdı, söz], (bkz : laklaka). Lâf-1 g ü z â f: mânâsız, boş söz. [kelimenin asil “gizâf” dır], güzâr ﻹ (f.i.): 1. geçme, geçiş, güzâr-ı bâ-şitâb : hızla geçiş, güzâr-ı ömr : ömrün geçişi. 2. s. geçirici, geçiren. [bileşik Sifat oldugu zaman]. Demgüzâr : vakit, zaman geçiren. 3. s. beceren, ödeyen, yapan. M aslahat-güzâr: (İş yapan, beceren): elçi, sefir. güzâre ( ﺳﻤﺰارهf.i.): rü'yâ tâbir etme, düş yorma. (bkz: güzâriş). güzârende ( ﻹ د هf.s.): geçici, geçen; geçirici, geçiren. güzârende-î e v k a t: vakit geçiren, geçirici. güzâriş ( ﺳﻤﺰراشf.i.): rü'yâ tâbir etme, düş yorma. (bkz: güzâre). güzâriş ( ﻹ شfi.) : geçme, geçiş, güzâriş-i h ay â t: hayâtın geçişi.
346
güzâriş-ger ( ﺳﻤﺰاوﺷﻜﺮf.b.s.): rü'yâ tâbir eden, (bkz: muabbir). güzâriş-nâme ( ﺳﻤﺰارﺷﺎﻣﻪf.b.i.): tâbirnâme. güzâşte ( ﺳﻤﻨﺎﺷﺘﻪf.s.): geçmiş, geçmiş olan. giizer ( ﺳﻤﻨﺮf.i.): 1. geçme, geçiş, (bkz : güzâriş). 2. S. geçen, geçici. H oş-güzer: hoş geçici, geçen, (bkz: güzârende). güzerân ( ﺳﻤﻨﺮانf.s.): geçici, geçen, ["olmak” mastarıyla kullanılır[, ö m r-i giizerân : geçici ömür, (bkz : güzârende, giizer*). güzer-gâh, giizer-geh ﺳﻤﻨﺮﺳﻤﻪ، ( ﺳﻤﻨﺮﺳﻤﺎهf. b .i.): 1. geçilen yer, geçit, derbend; uğrak. 2. [yol İnşâatında[ arâzî veyâ harita üzerinde yolun başlangıç ve son noktaları arasından, geçirilen kırık hat. giizer-nâme ( ﺳﻤﻨﺮﻧﺎﻣﻪf.b.i.): geçiş tezkeresi, güzeşt ( ﺳﻤﻦ ﺷ ﺖf.i.s.): geçme, geçiş, geçen. .Sergü zeşt: baştan geçen. giizeşte ( ﺳﻤﻨﺸﻪf.s. c.: güzeşte-gân): 1. geçmiş. Sâl-i giizeşte : geçmiş yıl. 2. i. İşlemiş fâiz. (bkz: fâiz). giizeştegân ( ﺳﻤﻦ ﺷ ﻜﺎنf.s. giizeşte'nin c.) : geçmişler, önden gelmişler, (bkz : eslâf). güzeştegân-ı şu a râ : şâirlerin geçmiş olanİarı. güzîde ( ر د هf.s.c.: güzîde-gân): 1. seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, (bkz : giizin, müntahab, nuhbe). 2. i. kadm adi. güzîdegân ( ﺳﻤﺰﻳﺪﺳﻤﺎنf.s. güzide'nin c .): seçkinler, seçilmişler, beğenilmişler. güzîde-suhen ( ﺳﻤﺰﻳﺪه ﺳﺨﻦf.s.): seçilmiş, begenilmiş söz söyleyen. güzîn ( ﺳﻤﺰﻳﻦf.s.) : 1. seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş. Çihâr (çâr)-i yâr-i güzîn : Hz. Muhammed'in başlıca dört dostu: [Hz. Ebûbekir; Hz. Ömer; Hz. Osman;.Hz. Alî]. Gûşe-güzîn-i u zle t: tenhalık köşesini seçmiş. Halvet-giizîn: tenhayı beğenen, seçen. Vahdet-güzîn: tek başına kalmayı seçen, (bkz : güzîde, müntahab, nuhbe, pesendîde). 2. i. kadm adi. güzîniş ( ﺳﻤﺰﻳﺶf.i.) : seçme, seçiş, güzîr ر.( ﺳﻤﺰf.i.) : çâre, derman. N â-gü zîr: çâresiz.
Hh
h, ha ( حa.ha.): OsmanlI alfabesinin sekizinci harfi olup, “ebced" hesâbmda sekiz sayısınin karşılığıdır. hâ-i mühmele, hâ-i huttî: noktasız ha. [hâ-i menkute, hâ-i meftûha veyâ hâ-i mu'ceme (noktalı h a): hı harfinin adıdır], hâ-yı zâhîr : eski yazıda e veyâ a okunmayıp h okunan ha'ya denir. -hâ ﻫ ﺎ- (f.e.): 1. cemi (* ؟oğul) edâtı. Esb-hâ: atlar. Kazâ-hâ : kazâlar. Seg-hâ: köpekler... gibi. 2. zm. O. -hâ[y] [( خ ا ] ىf.s.): " ؟igneyen” mânâsına gelen kelimelere katılarak vasfı terkibi (birleşik kelime) yapar. Şeker-hâ (şeker ؟igneyen) : tatil söyleyen, tatil sözlü. Jâj-hâ: sa ؟ma sapan sözler söyleyen, hâ-ât ( ﺧﺎﴽ تa.ha. hı'nın c .): hı'lar. hâb ( ر را بf.i.): uyku, rü'yâ. hâb-ı adem (yokluk): ölüm uykusu, hâb-ı câvîd (ebedi uyku): ölüm, hâb-ı ecel: ölüm uykusu, hâb-ı gaflet: gaflet uykusu,
hâb-ı pür-ıztırâb : ıstıraplı uyku, hâb-ı râhât: dinlenme uykusu, hâb, hâbe ﺣﺎﺑﻪ، ب١ ( حa.i.): günah, su ؟. habâb, habâbe ﺑﻪ١ ر، ( ﺣﺎبa.i.): su üzerinde olan hava kabarcıkları. habâbir r —( ب؛a.i.c.): zool. toy kuşunun yavrulan. habâib ( ﺣ ﺒ ﺎ ﺋ ﺐa.s. habibe'nin c .): sevgili kadinlar. habâik ( ﺣ ﺒ ﺎ ﺋ ﻚa.s. habike'nin c.): 1. ؟izgiler. 2. saman yolları, kehkeçanlar. h ab âil ^ ٧ (a.i. hibâle'nin c .): ince ipten yapılmış olan tuzaklar, aglar. habâü-i' m evt: ölümün sebepleri, habâilü'ş-şeytân (şeytan tuzakları): kadınlar. habâir ( بﺀرa.i. habâri'nin c .): zool. toy kuşlan. habâis د ث،( ﺧ ﺎa.i. habîse'nin c .): kötü şeyler, kötülükler, ümmü'l-habâis (kötülüklerin anası): şarap; İ ؟ki.
hâb-ı gurûr : gurur uykusu; kendini büyük sanma.
h a b a k - (a.i.) :bot.yarpuzveyânarpuzda denilen ve nâne cinsinden olan güzel kokulu, tadı iştihâ a ؟ıcı bir ot, lât. mentha pulegium.
hâb-ı hargûş : tavşan uykusu, hafif ve kuşkulu uyku; hile, yalan.
habâk ( ﺧ ﺎ كf.i.): 1. dört yani ؟evrilmiş olan yer; avlu. 2. ağıl, mandıra.
hâb-ı nâz : naz uykusu, cilve ile kendini uykuda gösterme hâli.
habâl ( ﺧﺎ لa.i.): düzensizlik, bozulma; üzüntü, sıkıntı.
hâb-ı nâz-ı yâr : sevgilinin naz uykusu. hâb-ı nûşîn: tatil uyku.
habâlâ
hâb-ı girân : ağır uyku,
hâb-ı perîşân : dağınık, rahatsız uyku.
(a.i. hublâ'nın c .): gebeler.
habâleyât ﺑ ﺒ ﺖ٠ (a.s. hublâ'nın c. olan habâlâ'nın c .): gebeler. 347
hâb-âlûd, hâb-âlûde
hâb-âlûd, hâb-âlûde ﺧﻮا ب آﻟﻮده، ﺧ ﻮ ا ب آﻟﻮد (f.b.s.): uykusu gelmiş, uyku basmış, (bkz : hâb-nâk). habâr, hibâr ﺟ ﺎ ر، ( ﺟ ﺎ رa.i.c. : lıabârât) : 1. damga. 2. İmzâ. habârât ( ﺟ ﺎ ر ا تa.i. habâr'ın c.) : 1. damgalaı.. 2 ٠İınzâlar. habârir ( ﺣﺠﺎرﻳﺮa.i. İıibrîr'in c.) : dağ ؟ ؛ ؟ekleri, habâset ( ز ا ' ﺋ ﺖa.i.): habislik, kötülük, al ؟ak_ ilk. habat ﺟ ﻂ (a.i.) : yara iyileştikten veyâ vücûdun bil" tarafına değnekle vurulduktan sonı٠a kalan iz, nişâne. hâb-âver ( ﺧﻮاب آورf.b.s.): uyutan, uyutucu, habâyâ ﺑ ﺎ. ( ز اa.i. h,abîbe'ı٦in c.): 1. gizli şeyler, gizli İşler, (bkz : hafâyâ). 2. definelei".
habbü'l-bülûg ( ﺣ ﺐ اﺑﻠ ﻮ غa.b.i.): erkek ve kız ؟ocuklarının aklilarında ve yüzlerinde 1 ؟kan kabarcıklar, ergenlik. habbü'1-gamâm ي اﻟﻐﻤﺎم
(a.b.i.): yağan dolu.
habbü'1-gurâb ( ﺣ ﺐ اﻟﻐﺮابa.b.i.): bot. kargabülcen denilen zehirli bir ağa ؟ve bu ağacın meyvası, lât. strychnos nox vomica. habbü'1-lezîz ي ا ﻟ ﺬ ﻳ ﺬ (a.b.i.): galat olarak abdülleziz denilen, Alcdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusu ؟eklinde ve büyüklüğünde olan yağlı ve tatil yemişi; buttum. hâb-câme ،( ﺧﻮاب ﺟ ﺎ ﻣ ﺎf.b.i.): gecelik entârisi, pijama gibi uyku sıı'asında giyilen ؟ey. (bkz: câme-lıâb). hâb-dâr ( ﺧﻮاب دارf.b.s.): uykulu, hâb-dîde ( ﺧﻮاب ﻟ ﺪ هf.b.s.): mec. “rü'yâ görmü " ؟: bülûga eı'mi ؟, dti ؟ü azmi[ ؟gen] ؟,
habb ( ﺣ ﺐa.i.c. lıubûb. c. c .: lıubûbât): 1. tâne, tohum, ؟ekirdek. 2. yutulacak yuvarlak ilâ ؟, hap.
habe ز
habb ( زa.s.) : hilekâr, aldatıcı, kurnaz, (blcz : liibb, hubb).
habeb ( ﺧ ﺐa.i.): hile, aldatma, kurnazlık, habek ( ىf.i.): üzülme, sıkılma,
habb, hibb ﺧ ﺐ، ( ﺧ ﺐa.i.) : denizin dalgalanması, kabarması.
habel ( ﺟ ﻞa.i.): 1. cenin, ana karnındaki 0 ؟cuk. 2. fels. musallat fikir, *takınak, fr. obsession. 3. gebelik; gebelik zamânı.
habbâl ( ﺟﺎ لa.i. habl'den) : ip ve uı-gan satan kimse; İp ؟i, uı-gancı. habbâr ( ز رa.i.): 1. mürekkep2 . ؛ ؟. terzi, habbâs ( ز سa.i.) : liapseden, zindancı, habbât ز ت 2. haplar.
(a.i. habbe'nin c .): 1. liabbeler.
habbâz ( ز زa.i. hubz'dan. c .: habbâzân): ekmek ؟i. habbâzi ( ز ز ىa.s.) : ekmekçilik, habbâzin ( ز ﻧ ﻴ ﻦa.i. habbâz'ın c.): ekmekçiler. habbe ز (a.i.c.: İıabbât, hubeb) : buğday, arpa ve şâire gibi ufak ve yuvarlak olan ؟eyler, tâııeleı-. habbe-i hadrâ : bot. ؟itlenbik. habbe-i sevda, habbetii's-sevdâ: bot. ؟örelcotu. habbe-i vâhide : tek tâne; -azliictan kinâye olarak- hiçbir ؟ey. habbetii'l-kalb : (bkz : süveydâü'l-kalb). habbevit^۶
(a.s.) :bot.tânecikli.
habbezâ ( ﺟ ﻨ ﺎa.zf.) : "ne sevimli, 11e güzel” mânâsında takdir edâtı. (bkz : hö ؟â, zilli). 348
(f.i.) : boğulma, bunalma, sıkılma,
haben ( ز نa.i.): hek. karında su toplanmaSindan ileri gelen bir İıastalık, siroz, haben ( ز نa.i.): 1. kasma, kısaltma. 2. ed. aruzda, "fâilâtün') den “ ât" hecesini atarak "fâilün” veznine sokma, haber ( ضa.i.c. :ahbâr) :1. sonveyenihavâdis, bilgi. 2. ağızdan ağıza dolaşan söz. haber-i kâzib : yalan habei". haber-i sâdık: doği'u haber. 3. hadis. Peygambei'imizin sözü. haber-i mütevâtir: birçoklarının birçokları vâsıtasıyla rivâyet ettikleri hadis-؛, ؟erifler. haber-i me ؟hûr : bir veyâ birka ؟kişiden bir ؟oklarına söylenerelc böylece sürüp giden lıadîs-i ؟erif. haber-i vâhid : haber-i mütevâtir ve haber-i meşhur kadai" yaygın olarak gelmiş bulunan lıadîs-i ؟erif. [lıabeı'-i vâlıid, bilkişinin ı'ivâyet ettiği haber demek değil, mütevâtiı'in mulcabili olup, mütevâtir iradisin 1'âvîleı.i araştırılmaz.]. 4. gr. isim cümlelerinde *yüklem, haber /
(a.i.): ؟üi'üme, berelenme.
hablü'1-verîd h ab e r-d â r
( ﺧﺒ ﺮ دا رa.zf.): haberli, (blez : lıabîı.,
vâleıf).
ﺑﻪ. ﺧﺮ، ( ﺧﺮ ىa.s.): 1. haberle ilgili; haberden İbâret olan. 2. gr. *yülelemle ilgili.
haberi, h a b e riy ye
( ﺧﺒﺮ ﺑﻨﻮهa.f.b.s.): haber araştıran, haber almaya çalışan.
haber-pijU h h ab er-şîn âs
( ﺧﺒﺮ ﺷﺎ سa.f.b.s.): iyi haber alan.
( ز دهa.s. habis'in c.): kötüler, alçaklar, pislei". (blez: hubesâ).
habese H abe ؟
( ﺣ ﺒ ﺶa.lı.i.): Afrika'nın doğusunda,
Yemen'in karşı kıyısında bulunan ve lıalkınin çoğu Hıristiyan olan, Habeşistan leitaSinda yaşayan yerli halk.
( ﺣﺒﺸﻪa.lı.i.): 1. Habeşistan.
H abeşe
2.
Habeş.
habîke ( ﺣ ﺒ ﻴ ﻜ ﻪa.i.c.: habâilc ) : 1. ؟izgi. 2. samanyolu. (bkz: kehlceşâıı). habîl ( ﺣ ﺒ ﻴ ﻞa.i.): 1. tuzak. 2. yigit. hâbil ( ﺣﺎﺑ ﻞa.s.): büyücü, sihirbaz, efsuncu. Hâbîl ( ﻫ ﺎ ﺑ ﻴ ﻞa.h.i.): Hz. Adem'in oğullarından birinin adi, Kabil'in kardeşi, hâbile ﻟﻪ٠( ﺣﺎa.s.): gebe, yüklü, (bkz : hâmile), habin (a.i.): 1. zakkum ağacı. 2. s. sıska, istiska. h a b ir
(a.s.): 1. haberli, bilgili. 2. h. i.
ﺧ ﺒ ﻴ ﺮ
Ceııâbıhak. h a b ir
-
(a.s.): tâze; yeni, turfanda,
(a.f.zf.): haberli, bilgili olana yakışacak sûrette.
h a b îr-â n e ﺧ ﺒ ﻴ ﺮ ا ﻧ ﻪ h abis
( ﺣ ﺒ ﻴ ﺲa .s.): parasız olarak verilen, ba-
(a.s. ve i.) : Habeşistan İıalleından olan leimse.
h abis ﺧ ﺒ ﻴ ﺚ
(a.i.): 1. güzel sanatlai'da leullaııılan bil- kâğıt cinsi, [tezilip, hat, miııyatüıv.b.l. 2. s. çok esmer.
h â b is -^ ( a .s .)
H abeşî habeçî
ﺷ ﻰ
( ﺣ ﺒ ﺸ ﺘﺎ نa.h.i.): Habeşlerin vata-
H abeşistâıı
h âb -g â h , h â b -g eh
ﺧ ﻮ ا ﺑ ﻜ ﻪ، ( ﺧ ﻮا ﺑ ﻜ ﺎ هf.b. i.) :
uyunacale yel', yatale odası.
( ﺧ ﺰا ﺑ ﻜ ﻨﺎ رf.b.s.) : uyuyucu. (bkz :
h â b -g ü z â r
ııâim). habhâb
( ﺧ ﺒ ﺨ ﺎ بa.i,.) :
Cchasse. 2. habh âbi
1.
canbaz ayalelığı, fr.
taleunye.
ا٠( خ؛ﺧﺎب مa.i.): İşsiz güçsüz dolaşan
adam. hâbıt
(a.s. hubs'daıı. c .: habese, habisin, habisUn, habesâ) : kötü, alçak, pis, soysuz. E r v â h -ı h abise : kötü ruhlar. :liapseden,tutan,
ﺧ ﺒ ﻴ ﻌ ﻪ، ( ﺧ ﺒ ﻴ ﻌ ﻦa.i.): un hel-
habis, h ab isa
vasi, (bkz : berile, berilce), h abise ( ﺧ ﺒ ﻴ ﺜ ﻪa.i.c.: habâis) : fenâ huy, fenâ hal, çirlein şey, kötü hareket,
( ﺧ ﺮا ﺑ ﺨ ﺎ نf.b.i.) : yatale odası, yatakhâne. (blez : hâb-gâh, l٦âb-geh). h ab l ( ﺣﺒﻞa.i.c.: hibâl, lıubûl): ip, urgan, halat, (bkz: ı'ismân). h â b -istâ n
h ab l-i m etin
(sağlam ip ): İslâm dini.
: olacak gibi görünüp de gittileçe uzaklaşan gaye.
h ab l-i m evhU m
( ﻫ ﺎ ﺑ ﻂa.s. hübût'daıı): hubût eden, yu-
karıdan aşağı inen. T ed rîc-İ h â b ı t : derece derece leüçüleıı [top, tüfek, süngü, 'tırnak..] gibi. habib (a.s. hubb'dan. c .: ahibbâ): 1. sevgiİ'İ. 2. seven, dost. 3 ٠eı-leek adi. h ab ib -i
gişlanan şey.
H udâ,
h a b ib -i
k i b r iy â :
(blez:
habibullâh), (Allalı'ın sevgilisi): Hz. Muhammed. [nıüeıı. "İıabîbe” dir].
h ab ib u llâh
( ﺧ ﻮ ا ﺑ ﻴ ﺪ هf.s.c.: hâbîdegân): uyumuş, uyleuya dalmış.
hâbîde
h âb îd e-gân
( ﺧ ﻮا ﺑ ﻴ ﺪ ﺳ ﻤﺎ نf.b.s. hâbide'niıı c.).
(blez: İlâhîde). (a.s.); göi'ülmenıiş, keşfedilmemiş; göze görülmeyen şey.
halıîe ﺧ ﺒ ﻴ ﺌ ﻪ
h ab l-i s a v t i : an at.
hançere İçinde gerilmiş olan ve sesin perdelerini düzenleyen ipler.
h ab l-i s ü r r e v i : anat.
ana rahmindeki ÇOCUgu meşime denilen sona bağlayan ip, göbele bağı.
h ab l-i z a h r i : anat.
Sirt ipi, fr. co rd e d o rsa-
le. h a b lü '1-ın e sâ lc în : bot.
sarmaşık,
(a.i.) ؛zool. *ipsiler. h a b liy e -i ib t i d â i y y e : zool. ille *ipsiler, fr.
h ab liye ﺣﺒﻠ ﻪ
protocordCes. h a b lu lla h
اﻟﻠﻪ
ﺟ ﻞ
(a.b.i.): 1. Kuı٠'ân-1 Kerim.
2. İslâm dini. h ab lü '1-ve rîd
اﻟ ﻮ وﻳ ﺪ
ﺣﺒﻞ
(a.b.i.): anat. boyun
damarı, şahdamarı. 349
hâb-nâ-dîde
hâb-nâ-dîde ( ﺧﻮاب ﻧﺎدﻳﺪهf.b.s.): bülûga ermemi? [ ؟ocuk]. hâb-nâk ( ﺧ ﻮاﺑﻨﺎ كf.b.s.): uykulu, uykusu gelmi? [kimse], (bkz : hâb-âlûd, hâb-âlûde). hâb-nâme ( ﺧﻮاﺑﻐﺎﻣﻪf.b.i.): rü'yâ kitabi, hâb-nûş ( ﺧ ﻮ ا ب ﻧ ﻮ شf.b.s.): uyumu?, (bkz: hâbîde). habr ( ﺣﺒﺮa.i.c.: ahbâr, hııbûr): 1. âlim, bilgin, fakih, zekî, anlayışlı. 2. isrâilogulları bilgini. (bkz: hibr). habs ( ﺧﺒﺚa.s.): 1. murdar, ؟irkin. 2٠ayıp, habs ( ﺣ ﺒ ﺲa.i.): 1. hapis, alıkoyma, bir yere kapama, salıvermeme, bir yere kapayıp di?arı ؟ikarmama, hapishâne. 2. tutma, zaptetme. habs-i bevl: idrârını tutma, habs-i dümû': gözyaşlarını metânet gösterme.
zaptetme,
habs-gâh ( ﺣﺒ ﺲ ﺳﻤﺎهa.f.b.i.): hapisevi, cezaevi, (bkz: habs-hâne). habs-hâne ( ﺣ ﺒ ﺴ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪa.f.b.i.): hapsolunan yer, hapislerin bulunduğu yer, hapis, cezâevi. habt ( ﺣﺒ ﻂa.i.) : 1. İbtâl etme, bozma. 2. bir bahiste birini susturma, ağzını kapama, habt-î a'mâl ؛dinden ؟ikan bir kimsenin daha önce yapmış oldugu ibâdetlerin boşa gitmesi, [bu mesele, “Mâtiirîdiyye" ile “Eş'ariyye” arasındakiihtilâfmevzûlarından biridir]. habt ( ﺧﺒﻂa.i.): yanlış hareket etme, yanılma, habt-ı dimâgî: delilik. habt ii hatâ, habt ü halel: yanlış, düzensizlik. habûk ( ﺧ ﺒ ﻮ قa.i.): şarap [akşam üzeri İçilen]. (bkz : bâde, handeris, rahik, sahbâ). hâc ج١( حf.i.): hâ ؟, put. (bkz : salib, ؟elîpâ). hâc ( ﺣ ﺎ جa.i. hâcet'in c .): 1. (bkz: hâcât, havâyic). 2٠bot. deve dikenleri, akdikenler, hacâlet ( ﺧﺠﺎﻟ ﺖo.i.): utanma, utangaçlıkla şaşırma. (bkz: hacel, haclet.). hâcâlet-âver ( ﺧﺠﺎﻟ ﺖ آورa.f.b.s.): utandırıcı, hacâmet ( ﺣﺠﺎﻣ ﺖa.i.): boynuz veyâ şişe ile VÜcudun bir organına kani topladıktan sonra nişter ve mengene denilen âletlerle kan alma, hacamat, [kelimenin asil “hicâmet” dir]. 35.
hâcât ( ﺣﺎﺟﺎتa.i. hâcet'in c .): istekler, dilekler. Kadîyü'l-hâcât: hâcetleri, istekleri, dilekleri yerine getiren, Allah, hacb ( ﺣﺠ ﺐa.i.): 1. menetme, mahrûm.etme. 2. birini mirastan menetme, mahrûm etme. hacb-i hirmân: h k mirastan ٨ menetme, mahrûm etme, hacb-i noksân: huk. mirastan kısmen mahrûm etme, miras hissesini azaltma, hacc ( ﺣﺞa.i.): İslâm'ın be§ şartından biri olan ve muayyen zamanda Mekke'deki “Kâbe-i Şerife" yi ziyâret etmek üzere yola ؟ikma farizası, fkelimenin aslında “kasid" ve “teveccüh” mânâları vardır]. haccetü'1-vedâ': Hz. Muhammed'in son hacci. hâcc ( ﺣ ﺎ جa.s. ve i.c .: hüccâc): hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden, hacı, [ ؟ok zaman kelime “el-hâcc” ?eklinde kullanılır ve “ hacı” çekli daha yaygındır], (bkz: hâcı). hâccü'l-haremeyn: zamânmda çer'î merâsime uyarak Mekke-i Mükerreme ile Medîne-İ Miinevvere'yi ziyâret eden kimse. Haccâc ( ﺣ ﺠ ﺎ جa.h.i.): 1. Irak vâlîsi olup, Hz. Muhammed soyuna ve taraftarlarına eziyet eden Yusufbin Sakafi'nin unvânı. 2. s. delil 'ile galip olan. haccâc-âne ( ﺣﺠﺎﺟﺎﻧﻪa.zf.): Haccâc'a yakışacak sûrette zulüm. haccâl ( ﺣﺠﺎ لa.s.): gösterişli, şatafatlı, haccâm ( ﺣﺠﺎمa.i.): hacamat eden, hacamatçı, haccâr ( ﺣﺠﺎرa.i.): taşçı, ta? işçisi, hâcce ( ﺣ ﺎ ﺟ ﻪa.i.c.: hâcc): bot. bir çeşit akdiken. hâcce ( ﺣ ﺎ ﺟ ﻪa.s.c.: havâcc): hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden, hacı, [kadm, kız], hâce ( ﺧ ﻮا ﺟ ﻪf.i.c.: hâcegân) : 1. hoca, efendi, ağa, ؟elebi, sâhip, muallim, profesör, *öğretmen, müderris, (bkz : hired-âmûz); molla, ev sâhibi. hâce-i âlem, hâce-i dii serâ, hâce-i kâinât: Peygamberimiz Hz. Muhammed. hâce-i biizurg: tar. başvezir. hâce-i evvel (ilk hoca): milletin ilmen ve fikren kalkınması İçin ؟eşitli bilgileri basitleştirerek halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille yayan kimse, [bu Unvan, Tanzimat
hâcib-î şarkî devrinde Ahmed Midhat Efendi'ye de verilmi?tir]. 2. tüccar. hâce ( ﺣﺎﺟﻪa.i.). (bkz : hâcet). inde'1-hâce : gerektiği zaman... gibi. haceb ( ﺣ ﺠ ﺐa.i.) : anat. gırtlak, fr. trachée artère. hacebe ( ﺣﺠﺒﻪa.i. hâcib'in c.) : kapıcılar, perdeciler. (bkz : hâcib). hâcegân ( ﺧ ﻮا ﺟ ﻜﺎ نf.b.i. hâce'nin c.) : 1. hocalar. 2. [eskiden] yüzbaşı rütbesinin karşılığı olan bir sivil rütbe. Hatm-İ hâcegân ؛nakşî tarikatının âdâbı. hâcegân-ı dîvân-1 hümâyûn : [eskiden] dîvân-ı âlî efendileri mânâsında kullanılan devlet ricâline verilen bir ad. hâcegî ( ﺧ ﻮا ﺟ ﻜ ﻰf.i.) : 1. efendilik, hocalık. 2. tüccar. Bedestân hâcegîsî : bedesten tüccarlarından. hacel ( ﺣ ﺠ ﺰa.i.) : utanma, utanıp şaşırma, (bkz : hacâlet, haclet). hacer ( ﺣﺠﺮa.i.c. : ahcâr) : 1. ta?, (bkz : seng). hacer-i bürlcânî : jeol. volkan çakılı, hacer-i esved, -es'ad : Kâbe'nin duvarında bulunan meşhur kara ta?, hacer-i fil : yanmaz ta? denilen bir mâden olup iplik gibi cüzü'leri birbirinden ayrılmak hassâsını hâizdir, hacer-i kilsi : kireçtaşı, hacer-i mıknatısî : mıknatıs ta?ı. hacer-i necmî : J'eol. yıldıztaşı, fr. aventurihacer-i semâî : gökten düşen ta?, göktaşı, aerolit. hacer ?ecer makulesi : ehemmiyetsiz, derme çatma eşyâ. hacerü'1-cev : astr. ,göktaşı, (bkz : hacer-i semâvî). hacerü'n-nûr : kükürt ile demir'in birleşmesinden meydana gelen altm sarısı renginde bir cisim [hacer'in bir başka cemi olan "hicâre” kullanılmaz]. 2. kadm adi. hacereyn ﺑﻦ.( ﺣﺠﺮa.i.c.) : "iki ta?" : altm ile gümü?. haceri ( رﺛ ﻢىa.s.) : taşla ilgili ؛ta? gibi olan. hacer-pâre ( رﺛﻤﺒﺎرهa.f.b.i.) : taş parçası. hâce-serâ ١( ﺧﻮاﺛﻢ ﺳﺮf.b.i.) : hadimagasi, haremağası. (bkz : hâdinp).
hâcet ( ﺣﺎج— تa.i.c.: hâcât, havâyic): ihtiya ؟, lüzum, gereklik, muhtaçlık, (bkz : zarûret). Def'-i h âcet: abdest bozma. Arz-1 h âcet: eksiğini, isteğini bildirme, hâcet ne : ne ihtiya ؟var, ne lüzum var. hâce-tâş ﺟﻪ د ا ش١( ﺧﻮf.b.i.): [eskiden] bir efendinin kölelerinden her biri, kapı yoldaşı. hâcet-mend ٠( ﺣﺎﺟﻤﺬاf.b.s.c.: hâcet-mendân): İhtiyaçlı, muhta ؟. hâcet-mendân ﻣﺪا ن٠( ﺣﺎ جa.f.b.s.hâcetmend'in c .): muhtaçlar. hâcet-mend-âne ( ﺣﺎ ﺟﺘ ﻤ ﻐﺪاﻧ ﻪa.f.zf.): İhtiyaçlı olarak, muhtaccasma. hâcet-mendi ( ﺣﺎ ﺟﺘﻤﺪ ىa.f.b.i.): İhtiyaçlı olma, muhtaçlık. hâcet-revâ ( ﺣ ﺎ ﺟ ﺖ رواa.b.s.): İhtiyâcı gören, gideren. hâcı ا٠( ﺣ ﺎ ﺟ ﻢa.s. ve i.c. ؛hüccâc): hacca giden, Kâ'be'yi ziyâret eden, hacı, (bkz: hâcc). hacı tehniyesi: hacdan sağ sâlim dönenleri kutlamak iizere yapılan toplantı. hâcî ( ﻫ ﺎ ﺟ ﻰa.s. hicv'den) ؛hicveden, hiciv yazan. hâcib ( ﺣﺎﺟ ﺐa.i. hicâb'dan. c . : hacebe): 1. kapıcı, perdeci, [evvelce vezirlere, âmirlere denilirdi], (bkz: bevvâb). 2. perde, hâil. 3. (c.: havâcib): ka?. (bkz : ebrû). hâcib-i b â r î: Cebrâil. hâdb-i g a rb i: astr. Kutup Yıldızı aslında Cphemerides denilen bir münhani (egri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri, astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabûl edilmi?tir. Hakîkî ?imal (poie) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesi?me noktasındadır. Polaris yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının solunda bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı İstivâ düzlemine paraleldir], hâcîb-i ?arki ؛astr. Kutup Yıldızı aslmda dphCmerides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabûl edilmi?tir. Hakîkî ?imal (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesi?me noktasındadır.'Polaris, yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının sagmda bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı İstivâ düzlemine paraleldir]. 351
hâcîb-i yetilin hâcib-i yemin : sağ ka?. hâcib-i yesâr : sol ka?. hâcibeyn j .. . :( ﺣﺎ جa.c.i.) : iki ka?. Beyne'lhâcibeyn : iki ka? arası, hacif -
(a.i.): kai'in gııı-ııltusu.
hacil (a.s.): utanım?, utancından yüzü kızarmış. hacil ﺑ ﻼ٩( حa.s.): üç ayağı beyaz olan at. hâcinı ( ﺣ ﺎ مa.s.) : lıacamat eden, hâcim ا٠( ﻫﺎجa.s.): hücum eden, saldıran,
hacrnen ( ﺣﺠﻬﺎa.zf.): hacim itibâriyle, büyüklükçe. hacr ( ﺣﺠﺮa.i.): 1. birini, malını kullanmaktan menetme, biı-iııe bil. ؟eyi yasak etme, (bkz : hacz). 2. âgu?, kucak, İıimâye. ["1ı" haı-fi, harekelerin üçünü de kabûl ederi, hacren ١( ﺣﺠﺮa.zf.) : malını kullanmaktan menetine yoluyla. hâc-vârî ى ج—ر ارى- (f.s. ve zf.) : haç biçiminde yapılan, olan.
hâcire ( ﻫﺎج—رهa.i.c.: lıâcii'ât) : 1. terbiye sınırlaı'ını a?an küfür. 2. (c.: lıevâciı.) günün en sıcak zamânı.
hacz ى ﺟ ﺰ٠ (a.i.) : İıaciz, alacağa karşılık birinin malını veyâ parasım zaptetme muâmelesi. hacz-ııâme ،( ﺣﺠﺰﻧﺎىa.f.b.i.): huk. alacaga kar?ılık birinin malını zaptetmek üzere 0 kimseye alacaklı taı'afıııdan göııdeı'ilen resmi kâğıt.
hâcis ( ﻫﺎﺟ ﺲa.i.) : 1. gam, tasa. 2. lıâtıı'a.
hâd
hâcise ı —( ﻫﺎ جa.i.c. : İıevâcis) : gönüle doğan endîşe, merak.
lnadaa ‘( ﺧ ﺪ ﻋ ﺎa.s. lıâdi'nin c.) : dalavereciler, hileciler, aldatıcılar. hadâi' ﺋﻊ١( ﺧﺪa.i. hadia'nııı c.) : lıîleleı-, oyuıılaı', yalanlat-, aldatnnalaı., deklei". ["İıadâyi" ?ekli de kullanılmıştır).
hâcir ( ﻫﺎﺟﺮa.s.): 1. liicret eden, bir yerden ba?ka bil. yere göçen. 2. sayılclayan [hasta],
hâciyân ( ﺣ ﺎ ﺟ ﺒ ﺎفa.i. h-âcı'nın c.) : ilacılar, Hicaz'a gitmi? olanlaı'. (bkz : lıüccâc). hâci-yâne ( ﻫﺎ ﺟﺎ ﻷa.f.zf.): liicvedei. gibi, liicvedeı- ?ekilde. hâciz } —( ﺣﺎجa.s. hacz'den): 1. ayıran, bölen. Hicâb-1 h âciz: anat. göğüs boşluğu ile karin boşluğu arasında bulunan büyük pei.de, zar, karin zari, periton. 2. haczeden, hacle (a.i.): gelin odası, gerdek, [bu kelimede yei" adi, esâsen bulunduğundan buna bir de "-gâlı” mekân edâtı getirerek "haclegâlı” ?eklinde kullanmalc doğru değildir], hacle-gâh ( ﺣ ﺠ ﻠ ﻪ ﺀﻛﺎهa.f.b.i.): gelin odası, gel'delc odası, ["hacle" lcelimesinde esâsen yeladi bulunduğundan, buna tekrar "-gâlı” mekân eki getirerek "hacle-gâlı” ?eklinde kullanmak doğru olmamakla berâber kulanılmıştır]. haclet ( ﺧ ﺠ ﻠ ﺖa.i.): utanma, ?aşırma, (blcz : hacâlet, İıacel). haclet-âver ( ﺧ ﺠ ﻚ آورa.f.b.s.): utandırıcı, utanç vel'ici. (bkz : İıaclet-eııgiz). haclet-engiz ( ﺧ ﺠ ﻠ ﺖ ا شa.f.b.s.): utandırıcı, (bkz: haclet-âver). hacm r ( ﺣﺞa.i.) : 1. bir cismin kapsadığı bo?luk. 2. oylum. hacm-i İstiâb î: bil- ?eyin, İçine alabildiği miktar. 352
(f.i.): zool. çaylak [ku?].
hadâic ( ^ ا ﺋ ﺞa.i. İıidâce'nin c .): deve sırtına vurulan yükler, ["hadâyic" ?ekli de kullanılmıştır]. hadâid ( ﺣ ﺪ ا ﺗ ﺪa.i. hadid, lnadide'nin c.): 1. demirden yapılma ?eyler. 2. keskin ?eylei'. 3- sert ?eyler. ["İıadâyid” ?ekli de kullanılmı?tır]. hadâidât ( ﺣ ﺪ ا ﺋ ﺪ ا تa.i. İıadâid'in c .): demir nesnelei". ["hadâyidât” ?ekli de kullanılnııştır]. h a d â îk ^ l^ (a.i. hadika'nm c .): bahçeler, bağ ve bostanlar. ["hadâyık” ?ekli de kullanılmı?tır]. hadâik-i hâssa : pâdişâh, saray bahçeleri. Hadâikii'l-Halcaik fî Tekmîleti'?-Şakaik (Şakayık adil eseı'i 'tamamlayan hakikat bahçeleri) : Nev'î-zâde Atâî'niıı (1585-1635), Taşköpı'ülü zâde'niıı Şakaiku'11-Nû'ınâniyye fi Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye (OsmanlI devleti bilginlerinin Şakaik adil biyografi kitabi)' sine yazdığı zeyl. hadak ق٠( ىa.i.): patlıcan, (bkz : bâdincâıı). hadâlet ( ﺧ ﺪا كa.i.) : lcol ve baldırı etli olma, hadâret ( ﺣﺪارتa.i.): alçak gönüllülük, hadâret ( ﺧﻐﺎ ر تa.i.): yeşillik.
hadd-i vasat
hadâset ( ﺣ ﺪ ا ﺛ ﺖa.i.) : 1. evvel, İptidâ, önce, başlangıç. 2. tâzelik, gençlik, hadâset-i sinn : yaş küçüklüğü, hadd ( ﺣ ﺪa.i.c. lıudûd) : 1. sınır, iki devlet toprağının birleştiği yel", kenar. Bi-hadd: hesapsız, sınıi'sız. Fevka'J-hadd: pek çok. Ser-hadd: sinil'. 2. derece. 3. gerçek değeı'. 4. şeı'îatçe vei'ilen cezâ. 5. mant. bir *önermede konu ile *yüklemden iler bii'i, tei'im. 6. mat. cebii.de teııâsüp (*oran) veyâ muâdeleyi (*denldem) meydana getil'en kısımlardan her bil'7 .؛. bir şeyin ııilıâyeti, sonu. hadd-i asgar : mant. küçük *önerme, hadd-i asgarî te'sîr : psik. *uyaı-ım eşiği, hadd-i a'zamî: en büyük, en yüksek derece, hadd-i bülûğ : ergenlik çağı, hadd-i cenûbî: top. herhangi bir arâzî üzerinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en cenûbunda (güney) bulunan re'si, yânî nirengi noktası, hadd-i ekber : mant. büyük önerme, hadd-i evvel: mat. herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan bil'incisi. hadd-i evsat: mant. orta tei'im. hadd-i fâsıl: iki bölgeyi birbirinden ayıran sinil-. hadd-i garbi: top. herlıangi bir arâzî üzerinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en garbında (bati) bulunan re'si, yânî nirengi noktası. hadd-i hakîkî: mant. bil- terimin esas târifi. hadd-i İcâz: fasâhat'in mûcize derecesinde olanı. hadd-i İmkân : mümkün olma İıudûdu. hadd-i İstiâbî: kapsam, İçine alma, kapasite, hadd-i İ'tidâl: nıâkul, *ılımlı derece, hadd-i ittisâl: bitişme lraddi, noktası, hadd-i kat'-i tarîk: huk. [eskiden] yol kesicilikte bulunan bil" şahıs veyâ bir çok eşlıâs İıakkında cinâyetlei'ine göre îcâbeden ukubet. hadd-i kazf: huk. [eskiden] bil- mulısin veyâ mulısineye, yânî mükellef hür, müsJim, zinâdaıı afifbiı- kimseye dâr-1 İslâm'da zinâ İsııâdeden mükellef bir şahıs hakkında
îcâbeden ukûbettiı. ki, miktârı hadd-i şiırb gibidir. hadd-i kemâl: olgunluk hâli, hadd-i lcifâye : yeterlik derecesi, hadd-i kusvâ : son sınır, hadd-i lafzî: kelime tarifi, kelime mânâsı, hadd-i lâyık : tam derece, tam değer, hadd-i ma'rûf .٠ normal kabul edilen bir sı nır. hadd-i müntehâ : son nokta, hadd-i müşterek : ortak derece, hadd-i resmî : tam tarif, hadd-i sâlis: mat. herhangi bir riyâzi düs turda birbirinden zâit nâkıs işâıetlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçünciisü. hadd-i sânı: mat. herhangi bir riyâzi düs turda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan İkincisi, hadd-i sekr : huk. [eskiden] hamirden başka müskir meşrûbattan birinin bilihtiyâı. içil mesinden mütevellit sarhoşluktan dolayı îcâbeden ukûbettir ki, miktârı hadd-i şürb gibidir. hadd-i sirkat: huk. [eskiden] şerâitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesil mesi sûretiyle tatbik edilen bir cezâ. hadd-i şarkî: top. herhangi bir arâzî üze rinden üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en doğusunda bulunan resi, yânî nirengi noktası. hadd-i şer'î: şerîate uygun olarak verilen cezâ. hadd-i şimalî: top. herhangi bir arâzî üze rinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en şimâlinde (kuzey) bulunan resi, yânî nirengi noktası. hadd-i şürb : huk. [eskiden] az veyâ çok miktarda bilihtiyâr “ hamr” içilmesinden dolayı îcâbeden ukubet, [sekil, vermiş olsun olmasın bu ukubet hür ve hürre hakkında seksen, köle hakkında kırk celdedir. (Celd, kamçı ile vurma veyâ derisine dokunma dır.)]. hadd-i ta'bîr: tasvir ve anlatma derecesi, gücü. hadd-i te'dîb ؛şeriata göre cezâ, dayak dere cesi. hadd-i vasat: orta. 353
hadd-î zâtinde
hadd-i zâtinde: zâten, esâsen, yaradılışta, aslında, oluşunda. 8. bir şeyin keskin olan yeri, ağzı. hadd-i seyf: kılıcın keskin yeri, ağzı.' hadd-i zinâ: huk. [eskiden] şerâiti dâhilinde vâkı ve sâbit olan zinâdan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukubettir ki, ya celd veyâ recim sûretiyle olur, hadd ( ه—ادa.s.): 1. denizden gelen gürültülü ses. 2. gürültü ile yıkılan. 3. gürültülü bir sesle çağıran.
hadeb ( ر د بa.i.): kanbur olma, kanburluk, yumrulu olma, (bkz : hamide), hadebe
(a .i.c . : a h v â l) : 1. ş im d i k i z a m a n , g e ç -
m iş v e
g ele celc
o lm a y a n
zam an.
b u lu n u ş , s û r e t , lc e y fiy e t, * d u r u m .
ü İcârda :
2 . o lu ş ,
Her hâl
h a n g i d u r u m d a , lr a n g i ş a r t la r a l-
t ı n d a o lırı'sa o ls u n ,
hâl-i hâzır
: ş im d i k i d u r u m ,
hâl-i hâzır kıymet : eleo.
g ele celctelci bil- iliz -
: c a n ç e k iş m e , ö lü n r lıâ li.
hâl-i intizâr
: b e ld e m e lıâ li.
: k e d e r li, Icedei- v e r ic i bil- d u -
hâl-i sâbıka İrcâ'
: eslci d u r u m u n a s o k m a ,
lıâl-i sahv : huk.
[eslcid en ] d â im î v e y â â r ı z î
b i r s e b e p t e n d o la y ı ŞUÛ 1.U m ü n s e lip b u lu a k li
m e le lc e le i'in i m u v a k -
lcaten ilc t is â b e t n le s i,
fr. intervalle lucide,
moments de lucidité, hâl-i tabîî : lcim. * d o ğ a l hâl-i tevelliidî :
in s a ııla ı.. 2 . h a l a y ı k , s a t ın
a li-
n a n k a d ı n h iz m e t ç i. c . ) : z e v c e le r , n i k â h l ı
(a .i. h a lk a 'n ııı c . ) : h a l k a la r , ( b k z :
halâk (a.i.) : p a y , liis s e , n a s ip , halaka ( ﺣﻠﻘﻪa.i.). ( b k z : h a lk a ), halaka i ■ (a.i. h â l ik 'ı n c . ) : b e r b e r le r . halakat “( ﺣﻠﻘﺎتk a ” u z u n o k u n u r , a .i. h a lk a 'n m c . ) : h a l k a la r , ( b k z : h a la k ).
halâkat ( ﺧﻼﻗﺖa . i . ) : 1. h a l u k l u k , 2٠d ü m d ü z lü k , d ü z lü k , halaki ( a . i . ) : p a ç a v r a c ı, halâkim ا٠-—ﺣﻼي
iy i a h lâ k lılık .
(a .i. h u lk u m 'u n c . ) : b o ğ a z la r
[ in s a n v e h a y v a n la r d a ] .
lia i,
d o ğ u ş İ ıâ lin d e , o r t a y a ç ık -
halâî ﺧ ﺎ ل
( a .i.) :
1.
d o s t lu k .
2.
ik i n e sn e a ra s ı
a ç ık o lm a .
m ale ü z e r e o la n .
hâl ü keyfiyyet :
(a .i. h a l ik a 'n m c . ) : 1 . m a h lû k l a r ,
h a la k a t ) .
ru m .
b il. ş a h s ın
( a . i .h a l î f e 'n i n c .) :h a l î f e l e r .
h a lâ ile ^ ؛
balak ض
hâl-i müstakbel : g ele celc z a m a n , hâl-i perîşân : p e r i ş a n , a c ın a c a k d u r u m .
nan
h a lâ if^ ؛
halâiyyûn ﺧﻼﻳﻬﻠﻒI ( a . i . c . : fels. b o ş l u k t u l a r , fr. vacuistes. halak < ﺧﻠﻖI ( a . i . ) : p a ç a v r a , y ı p r a n m ı ş e s k i şe y .
m e d e n i d r t ru m .
hâl-1 pür-melâl
b o ş l u k l a ilg i li .
k a d ı n la r .
: d o y m a h â li, d o y m u ş lu k h â li,
hâl-i medenî :
٠ ( ﺧﻼﺋﻰa . s . ) :
halâil ( ﺣﻼﺋﻞa .i. İ ıa lîle 'n in
: s a v a ş * d u r u m u , s e fe r b e r lik ,
hâl-i ihtizâr hâl-i işbâ'
a y a k b ile z i k le r i. h a lâ î
* y a r a t ık la r ,
m e t in v e y â b ir ş e y in ş im d i k i d e ğ e r i,
hâl-i harb
g ü m ü ş t e n v e y â a l t ı n d a n y a p ı l m ı ş h a l k a la r ,
d u r u m v e n ite ld e .
3.
m e c â l,
halâle ﺣﻼﻟﻪ
( a . i . ) : İca d ın , eş. (b lcz : İ ıa lîle , z e v -
k u v v e t , t â k a t . 4 . d e r v iş le r i n , s o f u l a r ın c e z b e s i, b a y g ın lı ğ ı , c o ş k u n lu ğ u . 5 . d e ı't, leedei-, e le m , s ıle ın tı. 6 . is im ç e le im i ş e k il le r in d e n heı- b i r i :
evden : den hali, soleaga : -e
lr a li
1. b o ş .
(a.s.) :
( b k z : lıâ lî, te lli).
2. i.
a y a k y o lu , ( b k z : lıa lâ c â ) .
hâla ﻟﻪ١ ( خa .i.c .
: lıâ lâ t) : İ ıa la , b a b a n ı n k ı z k a r -
d e ş i.
hâlâ اﻻ-ح
( a .i.) : s a m im i d o s tlu k , (b k z :
lı ı lâ le t , h u lâ le t ) .
halâlûş
( f . i . ) : lc a v g a , g ü r ü lt ü , ş a m a t a ,
( b k z : h ilâ ş ) .
g ib i.
halâ' ﻧ ﺎ ﺀ
halâlet ﺧ ﻼﻟ ﺖ
halâs
( a .i.) : k u rtu lm a , k u rtu lu ş ,
halâs-ı meşhur :
b e ğ e n ile n , ş ü k r e d i le n k u r -
t u lu ş .
halâs-dide ﺑﺪه.ﻵﺀل د١ ( خa .f .b .s .) : (a .zf.) : ş im d i, lıe n ü z . (liiez : e l'â n ,
halâs-kâr ( ﺧﻼﺻﻜﺄرa .f .b .s .) :
lıâ le n ).
halâat ( ﺧﻼﻋﺖa.i.) halâb ﺧ ﺎ ب
: lıa y â s ız lıle , y ü z s ü z lü k ,
(f.i.) : ç a ıııu r , b a t a k lı k ; b a t a k lıle
a r a z i. : a p te s lr â n e . (blez : h a l â ٩.
halâfet ت٠ ﺧﻼف
(a.i.) : a h m a k l ı k , b u d a l a lı k .
(blez : İ ıa m â k a t , İıu m le).
halâhil ( ﺧﻼﺧﺄﻻa .i.
lı a l l ı a l 'ı ı ı c.) : A r a p k a d ı n la -
r ın ın , s ü s o la r a k , a y ale b i le k le r i n e t a le t ik la r i
k u r t a r ıc ı,
halâşe شه ( ﺧﻼf.i.): 1. ç e r ç ö p . 2, g e m i d ü m e n i, hâl-âşinâ ﺋﻂ٠ ل آ١ ( حa .f .b .s .) : lıa ld e n an lai". hâlât اﺣﺎﻻت
lıalâcâ ٠ ( ﺧﻼﺟﺎf.i.)
h a la s g ö r m ü ş ,
k u rtu lm u ş.
(a .i. h a l e t 'i n c . ) : h â lle ı'j s û r e t le r ,
lc e y fiy e tle r , * n ite ld e le r,
hâlât-ı ııevm : u y lc u d a u ğ r a n ı l a n lr a lle r . hâlât-ı selâse kanunu : psik. ü ç h a l k a n u n u , fr. loi des trois etats. hâlât ( ﺧﺎﻻتa .i. h a la 'n m c . ) : h a la la r . 363
h.lâve. halâvet ( ﺣ ﻼ و تa.i.): 1. tatlılık, şirinlik. 2. zevk. halâvet-i kelâm : söz tatlılığı, halâvet-i taâm : yemegin tadı, halâvet-bah?( ﺣﻼوﺗﺒﺨﺶa.f.b.s.) :tatlılıkveren, zevk veren. halâvet-yâb ( ﺣ ﻼ و ﻳ ﺎ بa.f.b.s.): tatlılık bulan, zevk bulan. halb ( ﺣﻠ ﺐa.i.): süt sağına. halb ( ﺧ ﻠ ﺐa.i.): 1. pen ؟eleme, parçalama. 2. birinin aklını başından alma, halbâ —ا٠( ﺧﻞa.s.): 1. şaşkın; ahmak. 2. hilekâr, aldatıcı, [kelime “ahleb" in müennesi). halbe ( ﺣﺒﻪa.i.c.: halâbib): yari? İ ؟in veyâ yardım i ؛ ؟n toplanan atlılar grupu. hâl-bu-ki L ك٠( ﺣﺎﻟﻮa.t.f.e.): öyle iken, hakikat ?udur ki, şu kadar var ki. hale ( ﺣﻠﺞa.i.): yün ve pamuk atma, hald ( ﺧﻠﺪa.i.): devamlılık, süreklilik, hâl-dâr ( ﺧ ﺎ ﻟ ﺪ ا رa.f.b.s.): benli, benekli, (bkz : eşyem). hâle ( ﻫﺎﻟﻪa.i.): bâzan Ay ve Güneş'in etrâfında görülen parlak dâire, ay ağılı, hâle-i mâh : ay ağılı. hâle ( ﺧ ﺎ لa.i.c. hâlât): 1. teyze, annenin kız kardeşi, [bizde babanın kız kardeşi, “ hala” dır). 2. kadın memesinin ؟evresinde bulunan koyu renkli daire. haleb ( ﺣﻠ ﺐa.i.): 1. sağılmış süt. 2. süt sağma, h a l e b e ^ (a.s.hâlib'inc.): sütsaganlar. halebe ب (a.s. hâlib'in c.): aldatanlar, kandıranlar. Halebî ى olan.
( دa.s.): Halepli, Halep halkından
halefen ba'de halef: bir ؟ok haleflerden sonhalefi ( ﺧﻠﻐﻰa.s.): haleflikle ilgili, halefiyyet ( ﺧﻠﻐﻴ ﺖa.i.): haleflik, birinin yerin’e geçmiş olma. halel ( ﺧ ﻠ ﻞa.i.): 1. iki ?ey aralığı, boşluk. 2. bozma, bozukluk, eksiklik, halel-dâr ( ﺧ ﻠ ﻠ ﺪ ا رa.f.b.s.): bozma, bozulm'a. ["etmek”, “olmak'' yardımcı fiilleriyle kulİanılır]. halel-pezir ﺑﺮ.( ﺧﻠﻠﺬa.f.b.s.): halel bulucu, bozulucu. halemât ( ﺣﻠﻤﺎ تa.i. halme'nin c.) : meme ba?" İarı. haleme ( ﺣﻠﻤﻪa.i): meme ucu. halemi ( ﺣﻠﻤﻰa.s.): anat. mememsi, hâlen ( ^ ﻻa.zf.): şimdiki halde, ?u anda, daha, henüz, bugünkü günde, (bkz : hâlâ), halenciyye ericacees.
(a.i.): bot. fundagiller, fr.
hâlet ( ﻃ ﺖa.i. c.: hâlât): hâl, sûret, keyfiyet, *nitelik, [kelime, “ hâl" kelimesinin eşiti ve müennesi olmakla berâber: "dikkate deger hal" mânâsına gelir). El-hâletü hâzihi: ?imdiki halde. hâlet-î cerr : (a.gr.): kelimenin cerr (kesreli) hâli. hâlet-i gaşy: baygınlık, kendini bilmezlik hâli. hâlet-i nez': can ؟ekişme. hâlet-i rûhiyye ؛ruh durumu, fr. Ctat d'âme. hâlet-i ?ııûriyye : ?uur hâli,
halecân ( ﺧﻠﺠﺎنa.i.): çarpıntı, titreme.
hâlet-efzâ ( ﺣﺎﻟ ﺖ اﻫﺰاa.f.b.i.): meşhur bir ؟eşit lâle.
halecân-ı kalb : yiirek çarpıntısı, hâle-dâr ( ﻫﺎﻟﻪ دارa.f.b.s.): hâleli, hâlelenmiş.
hâlet-engiz j j j \ ( ﺣﺎﻟ ﺖa.f.b.s.): insani türlü hal ve şekillere sokan vaziyet,
halef ( ﺧﻠ ﻒa.i.): 1. babadan sonra kalan oğul. hâle-vâr ( ﻫ ﺎ ﻟ ﻪ واوa.fb.s.): hilâl, ay şeklinde 2. me'murlukta, birinden sonra gelip onun olan. yerine geçen kimse. Hayrü'l-halef: hayırlı halevât ( ﺧﻠﻮا تa.i. halâ'nın c.): boşluklar, haloğul, babasını hayırla andıracak olan oğul, vetler; yalnız bulunulacak yerler, halef ü selef: ı) sonra gelen ve önceki [kimse); 2) baba ile oğul, halefen ( ﺧﻠﻐﺎa.zf.) ؛arkadan gelerek, halefen an-selef: seleften halefe geçme yoluyla. 364
hâle-zâde ( ﺧﺎﻟﻪ زادهa.f.b.i.): 1. hala kızı. 2. hala oglu, teyze oglu. halezdn ( د ز و نa.i.): 1. kabuklu sümüklüböcek; sümüklüböcek kabuğu. 2. geo. helis, (bkz: helezon).
halîfe-.ı sânî h a le zO n i
ﺣﻠﺰوﻧﻰ
( a .s .) : lıe lezo n la ilg ili ؛helisel,
( b k z : helezOni).
ﺣﻠ ﻒ
h a lf
h â lic , h â lic e
( a .i.) : 1. y e m in etm e, (b k z : halfe).
2 . y e m in , (b k z : lcasem).
ﺣﻠ ﻔﺎ
( a .i.) : b o t . lifle rin d e n ip ek ta k lid i
şeyler d o k u n a n bil- n e v i b e şp a r m a k otu.
ﺣﻠﻔﻪ
( a .i.) : y e m in etm e, a n d i ؟m e. (b k z :
( ﺧﻠﻐﻰa.s.) h a lh â l ﺧ ﻠ ﺨ ﺎ ل h a lf i
(a.i.c. h a l â h i l ) : A r a p k a d m la -
m ü şten v e y â a ltın d a n y a p ılm ış lıallca, ayale
( ﺧﻠﺨﻠﻪa .i.) : elastilciyet, esnelelik. ( ﺧﻠ ﻊa .s .) : 1. so y u lm u ş. 2 . k o v u lm u ş,
h a lh a le
h a l î ü 'l - iz â r a ln ın ın
(y ü z ü
d am aı'ı
y ır tık ) : sıyı-ılc, ed ep siz, ç a tla m ış,
( b k z : fe rsû d e -
( ﺧ ﻠ ﻰa.s.) : 1. g a m sız , 2 ٠e v le n m e m iş [eı'kek].
h a li
gailesiz , İcayıtsız.
ﺧﺎﻟ ﻰ
( a .s .) : 1. ten h a, b o ş, sâ llip siz yel-. yer.
topralelar.
A r â z î-i E v k a t -I
h â liy e : h â liy e :
bo ş, boş
ten h a
valcitler.
z ih n i
bo ş.
[m ü e n ."h â liy e "
dir].
h â lid e
( f .s .) : d ü rterek b a s tır ılm ış , sap -
ﺧﺎﻟ ﺪ ه
( a .s .c .: h â lid â t ) : 1. [" lıâ lid ” in
m ü en .]. (b k z : h â lid ). 2 . i. İcadın adi. h â l i d in , h â lid û n
ﺧﺎﻟ ﺪﻳ ﻪ
H â l id i y y e
ﺧﺎﻟﺪون، ﺧﺎﻟﺪﻳﻦ
(a.s. lıâ lid 'in
( a .i.) : N a k ş ib e n d i tarik atı
şu b e le rin d e n b iri. [K u ru c u su : E b ü 'l-B a h â E ş -ş e y h
Z iy â ü d d in
M e v lâ n â
H â lid
bin
A h m e d b in H ü s e y n e l-O s m â n î e ş -Ş â fiî eş-
ﺣﻴ ﻒ
h a lif
( a .s .) : y e m in ed erek b irb iriy le sö z-
ﺧﻴ ﻒ
h a lif
( a .s .c .: İ ıu l e f â ') : a rk a d a n gelen,
h â lif
ز ف
( a .s .) : y e m in eden, a n d İ ؟en.
h â lif
ﺧﺎﻟﻒ
( a .s .) : 1. p eşten gelen. 2 . biı-iniıı y e -
rin e g e ؟en. 3 . ؟ü rü m ü ş , b o z u lm u ş, [m üen.
h a life ne
( a .s .) : lıâl'e m en su p , şim d ik i,
ﺧﺎﻟ ﻌ ﻪ
( a .i.) : [ " h â l i'" in m ü en .J. ( b k z :
h â li').
( ﺣ ﺒa.i.) :siît,tâ z e s ü t. ( ﺣﺎﻟﺐa .i.) : 1. sü t ؟ü. 2 . sidile b o ru su , ( ﺧ ﺎ ﻟ ﺐa .s .c .: h a le b e ) : hîlekâ.-, ald a tıcı,
[m üen. "h â lib e ” dil-].
ﺧﻴ ﺞ
ﺧﻴ ﻐ ﻪ
( a .i .c .: İ ıu le f â ') : 1. b irin in y e ri-
geçe n
lcim se.
2 . H z.
M u h a m m e d 'in
v e fâ tln d a n so n ra ü m m e t İd âresin in b a şın a g e ؟en lcim se. 3 . p â d işâ h . 4 ٠resm i d âirelerd e lcalem b a şın ın ilcincisi. 5. lcalfa, ilcinci usta,
h a lib ﺐ
h a lic
ﺧﻠﻴ ﺪ ه
" h â life "].
E y y â m - ı h â liy e : b o ş g ü n ler, h â h y ü 'z - z i h n :
h â lib
h a lid e
s o n ra d a n ge len ؛bii'in in y e rin e g e ؟en.
dil'].
h â lib
(a.i. İıâlid e'n in c.) : s ü rü p g i-
leşen a d a m la r d a n h erbiri.
h â l i ' ( ﺧﺎﻟﻊa.s.) : b o ş a n m ış erkek, [m iien. "lıâ lia ”
h â lia
ﺧﺎﻟ ﺪا ت
denlei". C e z â i r - İ h â l i d â t : K aııaı-ya A d a la rı,
Ş e h r e z û r î'd iı ٠ ].
p îşân î).
ﺣﺎﻟﻰ
h â lid â t
c.). ( b k z : h âlid ).
b ileziğ i, (b le z : ebrencen).
h â lî
a ğ a ] ؟. E ş c â r - 1 h â lid e : bil- y ıld a n fa zla y a ş a -
؟er.
: arlca, a rt ile ilg ili olan,
r ın ın süs olaralc b ilek le rin e talctılcları g ü -
2 ٠a ؟ık
( a .s .c .: h â h d û n , h â l i d i n ) : 1. so n su z,
la n m ış . H a n c e r i h a l i d e : sap laırn ıış ila n -
İıalf').
h â lî
ﺧﺎﻟﺪ
y a n a ğaçlar. 3 . erk ek ad i. [m ü en. İıâlide].
evlât.
h a li'
( a .s .) : o y n a tm a , sa rs-
d â im , eb ed i. 2 . b ir y ıld a n ؟o k y a ş a y a n [ot,
h a lf - i İ m â m : İm a m ın a rk ası, ard ı. 2 . s. kö tü
h a lfe
( a .s .) : p a m u k eğ iren ,
m a ؛h a re k e t ettirm e. h â li d
h a lf، ji( a .i٠ ) :1 . a rt.a rk a .
h a lfâ
ﺣﺎﻟﺠﻪ، ﺣﺎﻟﺞ ﺧﺎﻟﺠﻪ، ﺧﺎﻟﺞ
h â lic , h â lic e
( a .i.) : d en iz in , büyüle 11-male şek-
lin d e, ilei k a ra aı-asında u z a y ıp g itm iş olan k ısm ı, tab ii lim a n , b o ğ â z , leanal. H a lîc -İ A r â b : B ah ı'-i A h m e r. H a lîc -İ B a h r -İ S e f id : ؟analeleale. H a lîc -İ B a lır - İ S iy â h : B o ğ a z içi.
h a l i f e -i e v v e l : d evlet d â irele rin d ek i y a zı İşİeı-inde ؟a lışa n la r. [T a n z im a t'ta n ö n ce lcalem t e ş k il â t ı: “ İıalîfe, h a life -i sân î, h alife-i e v v e l" o lm a k ü zere ü ؟del-ece idi], h a l i f e - i m ü s l i m i n (M ü s lü m a n la rın h a life s i) : Y a v u z 'd a n
so n ra
O sm a n lI
h ü k ü m d a rla rı
h a k k ın d a k u lla n ıla n b ir tâbir, h a l i f e -i r û y - i z e m in (yeı-yüzü halifesi) : Y a v u z S u lta n S elim 'd en soııi'a gelen p â d işa h la r İ ؟in Icu llam lan bir u n v a n , lıa l îf e - i s â n î : d evlet d â irele rin d ek i y a z ı İşle-
H a lîc -İ D e r s a â d e t': İsta n b u l H a lici.
İ'inde ؟a lışa n la r. [T a n z im a t'ta n ö n ce lcalem
H a lîc -İ F â r is : B asra K ö rfe zi.
t e ş k il â t ı: "İıa lîfe , l٦alîfe-i sân î, h a life -i ev-
H a lîc -İ İ s t a n b u l : İsta n b u l H a lici.
v e l " o lm alc üzeı'e ü ؟d erece idi].
365
halik
halilc
( a .s .) :
ﺣﻴ ﻖ
ı.
tıı'aş e d ilm iş.
2.
'tuvaletli
Hâlilc
ﻖ
ﻟ
ﺧﻤﺎ
(a.i. ve s . ) : ya ra ta n , yoletan vai-
y a ra tılm ış o la n la rın yaı'a-
(a.s. helâlc'den) : lıelâlc olan, m is-
ﻫﺎﻟ ﻚ
Tuı.âb-1 İıâlilc
lcinlilc İçinde öleıı.
lıâlüc
: aı'senilc.
( a .i.c .: halalca) : berber,
ﺣﺎﻟ ﻖ
(blez :
( ﺧﻴﻌﻪa.i.c. : h alâik) : tabiat, nas. h â lik e ( ﻫﺎﻟﻜﻪa .i.) : çöle h a ris olan nefis, h â lilc ıy y e t ( ﺧﺎﻟﻘﻴﺖa.i.) : h â lik h k , y a ra tıc ılık , lıa lîl ( ﺣﻴ ﻞa .i.) : zevç, lcoca. lıa l îl ( ﺧﻴ ﻞa.s.c. : a lıih â ve İıullân) : 1. s a m im i h a lik a
[dost]. 2. i. ei'lcelc adi. 1. İıalis,
sa-
d ik dost. 2 . ib râ h im a ley h isse lâ m . [ıııüen. “ İıalîle” dil'].
h a lit
ﺧﻠﻴ ﻂ
(a.i.) : h u k . su ve yol h a k k i gibi
a râ z îııin h u k u k u n d a nıüşâı'ilc olan k im se,
(b k z :
harem -’ ).
2. M e v lev ile ı'in
â y in lerd e ç a ld ık la r ı b ir m usilci âleti,
halile-zen ﺣ ﻠ ﻴ ﻠ ﻪ زن (a.s.) :
(a.f.b.i.) : telclcelei.de ç a lı-
halîm-âne
1.
'tabiatı y a v a ş o lan , y ıım u -
2. i.
a d la rın d a n d ır].
[nıüen.
eı'lcelc adi. (a.f.zf.) : yu m ıışa lc lıııylu
ﺣﻴ ﻤﺎﻧ ﻪ
( ﺣﺎيa.zf.).
h â liy e
ﺧﺎﻟﻴ ﻪ
hâliyen
ve d o ğ ru Icimse.
adi. h â lis m ıılılis : k a tışık sız, elesilesiz, tam . :
saf
lcan,
arı
lcan.
[m üeıı.
( ﺣ ﺎ ﺑ ﺎa.zf.) : şim d ik i z a m a n d a , ş im d ik i
(a.zf. l ıâ l î'd e n ) : h âlî, b o ş o ld u ğ u
h ald e, bo ş o la ra k .
hâliyle ﺣﺎﻟ ﻴﻠ ﻪ İ ıa liy y â t
(a.'f.zf.) : s â f v e tem iz o lan a
y a k ış a c a k süı'ette; tem iz yüı'elcle, y ü re k 'te-
(a.i. İıa liyye'n iıı c . ) : b e k â r ica-
(a.i.c. : İıa liyyâ t) : b e k â r İcadın,
ﺣﺎﻳ ﻪ
( a .i.) : İbâdet e sn â sm d a I'alcset-
tarik at. (a.i.) : 1. y a ra tm a , ya i'a tılm a .
halk-ı dii cihân
(ilci c ilıâ n ın İıallcı) : ölüleı'le
b ir bölü k.
halk ( ﺣ ﻠ ﻖa .i.) : 1. b o ğ a z , ( b k z : lıullcum ). Hıırfıf-i İıallc : leng. b o ğ a z h a rfle ri, [lıa, 1٦1, ayn, g a yn , ile] gibi. 2 . tıraş etm e, ﺣﻠ ﻔ ﻪ
(a.i.) : 1. o rtası bo ş, y u v a r la k şekil,
d âire b içim in d e olan şey.
hallca-i âb-gûn İıallca-i diirr
m iz liğ i ile. ( a .s .) : [" h â lis " in ıııüen]. (b k z :
: göleyü zü .
: inci h alk ası, d izisi,
hallca-i gîsû-yi miişg-efşâıı
: misle sa ç a n sa-
çın k ıv rım ı.
lıâlis).
hâlisen ًﺧ ﺎ ﻟ ﻌ ﺎ
(a.t.zf.) : istei' istem ez, n o rm a l
ﺧﻠﻴﺎ ت
haliyye ﺧﻠﻴﻪ hâliyye
halka
“ h â lise " dil']. ﺧﺎﻟ ﻌﺎﻧ ﻪ
( a .s .) : [“ h â lî” n in n٦üen.]. (b k z :
d iriler. 2. icat. 3 . in sanlaı'. 4 . in sa n la rd a n
lıâ lis ( ﺧﺎ ﻟ ﺺa .s .) : 1. İıîlesiz, lcatlcısız. 2 . i. erlcelc
hâlisü'd-dem
(bk z : İıâliyen). [asil "İ ıâ liy y a "
hald e.
halle ﺧﻠ ﻖ
( ﺣ ﻴ ﻢ ﺳ ﻠ ﻴ ﻢa.b.s.) : yuıııu şalc h u ylu
hâlise ﺧﺎﻟ ﻌ ﺴ ﻪ
h â li y â
m e, el şa k la tm a gibi şeyleri lıelâl sa ya n bir
o la n a y a k ış a c a k süı'ette.
halim selim
(a.b.s.) : kötü, a ln ıııın
dınlaı-.
şa k h u ylu . [A lla h “ h a lin le " dil"].
ﺧﻠﻴ ﻊ
d a m a n ç a tla m ış, y ü z ü y ır tık İcadın,
o larak .
nail zilleri çalan .
lıalîm ﺣ ﻠ ﻴ ﻢ
m e y d a n a gelen, k a rm a ; k im . *alaşım , h a l î 'ü 'l - ı z â r ا ﻟ ﻌ ﻨ ﺎ ر
hâliyen ﺧﺎﺑﺎ
(a.i.c. : İıalâil) : 1. zevce , nilcâl٦lı
ﺣﻴﻠ ﻪ
İcadın,
( a .z f .) : 1. lıâlis o ld u ğ u lıalde.
2 . lıilesizce.
hâliset ( ﺧﺎﻟ ﻤ ﺖa.i.): ed. ibâreııiıı saf düzgün ve alcıcı olması-. 366
( ﺧﺎ ﻟ ﺴ ﺘ ﺎ نf.b.i.) : v ü c u tta , b irk a ç b e n in
toplu b u lu n d u ğ u yer.
lıâlî).
lralilullah; halîlü'r-rahm ân :
lıâlis-âne
( a .i.) : h âlislik , d o ğ ru lu k ,
h ilesizlik .
h a lit a ( ﺧ ﻴ ﻄ ﻪa.i.) : b irk aç şeyin k a rışm a sın d a n
İıallâlc).
halile
ra h m a n H â lis ü t -T â h b â n î'd ir ].
hâl-istân
tıcısı.
lıâlik
( a .i.) : K a d iri ta rik a t, kolla-
hâlisiyyet ﺧﺎﻟ ﺼﻴ ﺖ
eden) y a ra tıc ı, A lla lı.
hâlilcü'l-berâyâ :
halisiyye ﺧ ﺎ ﻟ ﻌ ﻴ ﻪ
rıııd aıı biri, ( k u r u c u s u : Z iy â ü d d iıı A b d u r-
[ad am v e y â İcadın).
halka-i gudrfifiyye : anat.
k ık ır d a k lıallca.
hallca-i havlü'l-m erî : anat.
yem elc b o ru su
g e rd a n lığ ı.
hallca-i şelı-per
: büyüle k a n a t lıallcası.
halt hallca-i tesbih (tespilı halkası): dua ellen, tespilı çeken kimselerin çevresi,
h atâcî, hallâciyye ﺣ ﻼ ﺟ ﻴ ﻪ
halka-i teslim : dervişlerin boyun eğme İşâreti olarak üzerlerinde bulundurdukları halka.
hallâf ﺧﻼ ف
(a.s.) : ؟ok y e m in eden [k im se ],
hallâk ﺣﻼق
(a.i.) : berb er, (b k z : h âlılı).
hallâk ﺧﻼق
(a.s. ve ؛.) : h a lk ed ici, lıâlilı
halka-i z ik r : zilli", İbâdet halkası, İbâdet SIı'asında meydana gelen İıallıa. 2. bir çeşit ufak, yağlı ve tuzlu simit. [İıelinıe “ lıalalca” şeklinde de kullanılmıştır], halka-be-gûç ( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻜ ﻮ شa.fb.s.c.: İıalka-begûşân): lıulağı lıallıalı, İıüpeli, mec. köle, halka-be-gûşân ( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻜ ﻮ ﺷ ﺎ نa.f.b.s. halka-begûş'un c.) : lıulağı İıalkalılaı., lıulağı İıüpeliler, mec. köleler. halka-bend ( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻐ ﺪa.f.b.i.) : toplanıp çepeçevre oturma. halkau ( ًﺧ ﻠ ﻘ ﺎa.zf.): yaradılışça,
hallâk-1
maânî,
hallâku'l-maânî
Iran
m a k la berâber, y a ra tıc ı başk a ü n lü şâirlerin d e sıfatıd ır.
hallâl ﺣ ﻼل
(a.s.) : lialled en , çö zen , ç â re b u lan ,
hallâl-i müçkilât
: m ü şk ü lü
lialled en , zo r-
İlıkları yen en , çö ze n [k im se], ( b k z : ıık d egi'ışâ).
hallâlü'1-ukad :
b ü tü n
d ü ğ ü m le ri
:
çö zen ,
ıık d e -g ü şâ ).
mec.
C e ııâ b ılıa k .
hallâl ﺧﻼل
hallâs ﺧ ﻼ س
hallcaviyye ( ﺣﻠ ﻘ ﻮ ﻳ ﻪa.i.): 1. bot. küpeçiçeğigüler, fr. oenothCracees. 2. zool. halkalılar, fr. anneiees.
hallât
halkıyyât ( ﺧﻠﻘﻴﺎ تo.i.c.): folklor,
halledallah ﺧ ﻠ ﺪ اﻟﻦ
halkıyye ( ﺣﻠﻘﻴﻪa.İ'İ.): ebediyyen, sonsuz, hail ( ﺣ ﻞa.i.) : 1, çözme, çözülme, karışık bir meselenin içinden çıkn٦a ؛karar verip neticeye vai'ma. İıall-i mes'ele : meselenin lıalli, çözülmesi, hall-i müşkilât: zorlukların İıalli. 2. ei"itme. 3. talılil, analiz, *çözümleme, hail ii akd : ed. "İş bitirme" : bilmece şelıliııde düzenleyip açıklama, işlerin
:
şâ irle rin d en İsfah an 'ı) K e m â l'in lâkabı ol-
hallcavi ( ﺣ ﻠ ﻘ ﻮ ىa.s.): İıallıa şeklinde olan,
um fir:
()ﺧﺎﻟﻖ,
y a ra tıc ı, y a ra ta n , v a re d e n .
hâl-kârî ر ى١( ﺣ ﺎ ﻟ ﻚf.b.i.). (blcz : hall-kârî).
hail ii alıd-i neticelenmesi.
(a.s.) :
ta rik a tı.
m ü ş k ü lle r ؛yen en , (b k z
hâl'kâr ر1( ﺣ ﺎ ﻟ ﻚf.b.i.). (bkz : hâll-kâr).
، ﺣﻼ ﺟ ﻰ
1. h a lla ç lık la ilg ili o lan . 2 . H a llâ c -1 M a n s h r
göi'ülüp,
İıall ü fa sl: sona erdirıue, müspet bir neticeye bağlama, *açıklayarak bitirme.
(a.i.) : sirke y a p a n k im se, (a.s.) : ç o k tu tan , y a k a la y a n k im -
ﺧﻼط
(a.s.) :
o rta lığ ı
k a rıştıra lı,
m ü n â se b e tsiz, yei'siz sö zler sö yleyen , (a.n .cü .) : A lla li d â im ve
b â k i eylesin!
hailede ﺧ ﻠ ﺪ
(a.fi.) : e b e d iy ye n , so n su z o la ra k
m u h a fa z a etsin , k o ru su n !
halli ﺣ ﻠ ﻰ
(a.s.) : İıalle m en su p , taltlil ile olan,
talih i ile ilgili.
hâili ﺣ ﺎ ﻟ ﻠ ﻰ
(a.s.) :
1.
k u v v e tli.
h alli,halliyye ﺧ ﺐ، ﺧ ﻠ ﻰ fr. acéteux, acétique. halliyyet ﺧ ﻠ ﻴ ﺖ
(a.i.) :
2.
zen gin ,
(a.s.) : sirke ile ilg ili,
kim.
sirke asid in in
e sa n sla rd a n b iriy le k a rışm a sın d a n m ey d a na gelen t'iız,
hâll-kâr ﺣﺎﻟﻜﺎر
fr. acétate, (f.b.i.) : gü zel y a z ılm ış bir y a zı-
yi v e y â s a n a tk â râ n e y a p ılm ış bir m in y a tii-
İıall ( ﺧﻞa.i.) : sii'lce. Hâmız-1 İıall: Icim. sirke asidi.'
rü ç ev re le y en çiçek m o tifle rin d e n , b ilh assa,
hallâb ( ﺧ ﻼ بa.s.): çok yalancı, çok hî.ekâr.
tezh ip , süslem e.
Iıallâc ( ﺣ ﻼ جa.i.): pamuk, yatalı, yorgan atan ilimse. Hallâc-ı M ausur: 922 yılında asılmak sûretiyle öldü٠"ülen ve Divan Edebiyâtinda adına sili sili rastlahan ünlü söfî, adi Htiseyin'dii".
lıatâyî cin si k u lla n ılm a k sû retiyle )'apılaıı
hall-kârî ﺣﺎﻟﻜﺎرى
(f.b.i.) :
1.
in ce tel İşlem e. 2 . g.
s. h alkâı. t a rz ın d a y a p ılm ış tezliip, s fişlem e; altın la sü slem e y a p m a sanatı.
İıalme ﺣﻠﻤﻪ
(a.i.c. : İıalem ât) : m em e başı.
halme-i Sinâiyye : em zik , halt ﺧﻠ ﻂ
(a.i.)
: ı.
k a rış tırm a , (b k z
: m eze). 367
halt-ı anâsır halt-ı anâsır : Unsuı-İarı, elemanları karıştırma. halt-ı kelâm : sözü, lâfı karıştırma, bozma. 2. fenâ, münâsebetsiz söz söyleme. 3. nazlanma. hâlta ( ﺧﺎﻟ ﻄ ﻪa.i.): köpeklere takılan büyük İıalka. tasma. İıaltıyyât ( ﺧ ﻠ ﻌ ﻴ ﺎ تo.i.c.): münâsebetsiz, yakışık almayan sözler. lıaltî ( ا ﺣﻠ ﻄ ﻰa.s.): halta âit, lıaltla ilgili. halûlc ( ﺧ ﻠ ﻮ قa.s.) : 1. iyi huylu , insâniyetli, ge ؟im eilli olan. 2. erkek adi. hâlûk ( ﻫﺎ ﻟ ﻮ كa.i.): 1. sıçan otu. 2. mercimek ocağı. halvet ( ﺧ ﻠ ﻮ تa.i.): 1. yalnız, teıılıa kalma, tenilaya ؟ekilme, tenhalık. 2. tenlıa yer. 3. hamamın Sicak bölmesi. halvet-i fâside: huk. mukarenete mânî bir ?ey bulunduğu İıalde kari ve koca arasında vuku' bulan halvet. halvet-i hümâyûn sokakları: pâdişahlar halvet yapaı-keıı yolun iki tarafına ؟ekilen, gel'ilen yelken bezleri. halvet-i sahiha : huk. mukarenete mânî bir ?ey bulunmadığı halde İcarı lcoca aı'asında vulcu' bulan lıalvet. halvet-gâh, -geh ﺧ ﻠ ﻮ ﺗ ﻜ ﻪ، ﻧ ﻜ ﺎ ه- ( ﺧ ﻠ ﻮa.f.b. i.): lıalvet yeri, gizli görüşülecek yer, yalnız başına 0tuı-up ibâdetle vakit geçirilen yei'. (blcz: halvet-sarây). İıalvet-güzîde, -güzîn ذ ﻛ ﺰ ﻳ ﻦ- ﺧ ﻠ ﻮ، ﺑ ﺪ ه. ﻧ ﻜ ﺰ- ﺧﺎﻟ ﻮ (a.f.b.s.) : lralveti, tenha bir yeri seçmiş olan ficimse). İıalvet-hâne ( ﺧ ﻠ ﻮ ﺗ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪa.f.b.i.): dinlenme yeri; yalnız başına otuı-ulııp ibâdetle valcit ge ؟i_ rilen yer. lıalveti ذ ى-( ﺧﻠﻮa.s.): 1. lıalvetle ilgili. 2. i. İbâdet ve törenlerini tenlıada yapan bir tarikat. 3. i. Halvetiye tarikatından olan lcimse. [rnüen. "halvetiyye" dil-]. Halvetiyye ( ﺧﻠ ﻮ ' ذ هa.i.): tas. Şeyh Ebî Abdullalı Sirâcüttiıı ömeı. İbn-i E?-?eyh Ekmelüttin el-Ehci tarafından kurulan tarikat. halvet-nişin ( ﺧ ﻠ ﻮ ت ﺷ ﻦa.f.b.s.) ؛halvette, yalnizliicta otııı-an. halvet-nişinî ( ﺧ ﻠ ﻮ ت ﻧ ﺜ ﺒ ﻰa.f.b.i.) : İıalvetııi?inlilc. =
368
( ﺧﻠﻮ ﺳﺮا ىa.f.b.j.) : halvet yer؛, bir hükümdânn husûsî dâiresi, (bkz : halvetgâh, halvet-geh). h a m ا٠( خf.s.) : egri, bükülmüş. K a m e t - i h a m : eğri boy. E b r û - y i h a m : egri lca?. h a m - ı z i i l f : zülfün (sa ؟lülesinin) kıvrımı, büklümü. h â m ( ﺧﺎمf.s.) : 1. pişmemi?) olmamış, ؟İğ. 2. İşlenmemi?, üzerinde ؟alışılmamış. 3. boş, nâfile, beyliûde. H a y â l-İ h â m , ü m î d - i h â m : bo? İıayal, bo? ümit. 4. terbiye, tecrübe göı'memiş, acemi [kimse), h a m â id ( ﺣ ﻤ ﺎ دa.i. hamîde'nin c.) : birinin medhe lâyık olan İşleri, h a m â il ( ﺣ ﻤ ﺎ ﺋ ﻞa.i. himâle ve hamîle'nin c.) : 1. kılı ؟bağı, kılıç kayışı. 2. nuslaa, muska, tılsım, [kelimenin ikinci mânâsı dilimizde miifret olarak kullanılmaktadır, "İıamâyil" ?eklinde yazılmamalıdır]. h a m â ih ا ش٠( حa.s.) : arkuru, ؟apraz. h a m â im ( ﺣﻤﺎﺋﻢa.i. hamâme'ııin c.) : güvercin1er. [“ lıaıuâyim” ?eklinde yazıhııamalıdır). h a m â k a t ( ﺣﻤﺎﻗ ﺖa.i.) : ahmaklık, beyinsizlik. bönlük, (bkz : İıalâfet, humk, hütr). h a m â m ,h a m â m e ﺣﻤﺎﻣﻪ، ( ﺻﺎمa.i.c. :hamâim) : 1. güvercin, (bkz : lıâdir, kebUter). 2. kumh a le t- s a r â y
h a m â m iy e
ا ي٠( حa,.i.) :
z o o l.
güvercinler
fasilesi.
( ﻫﺎﻣﺎنa.h.i.) : Hz. Mûsâ zamânmdaki Misil- firaununun veziri, h a m â s e ( ﺣﻤﺎﺳﻪa.i.) : ed . sava? kahramanlığım yansıtan ? ؛؛٠'. h a m â s e t ( ﺣ ﻤ ﺎ تa.i.) : 1. cesâret, kahranaanilk, yiğitlik. 2. kahramanca ?'!؛؛. h a m â s î س٠( ﺻﺎa.i.) : 1. İıaıuâsetle ilgili. 2. Fransızca "épique" kelimesinin karşılığı, h a m â s iy y â t ت۶ ( ﻳ ﺎa.i.c.) : kahramanlık destanları. h a m - b e - h a m (٠ا ﺑﺦ٠( خf.zf.) : büklüm büklüm, kıvrım kıvrım, (bkz : ilam endei- ilam). İıa m d ٠( ﺣﻤﺪa.i.) : Tann'ya olan şükran duygularını bildirme. h a m d e le ( ﺣﻤﺪﻟﻪa.zf.) : "elhamdülillah" cümlesinin, Arapçada naht denilen kaideye göre mastai. liâline getil-ilip kısaltılması, h â m - d e s t ( ﺧﺎم د ﺳ ﺖf.b.s.) : eli işe yatmayan, beceriksiz.
H âm ân
hâm؛٥ hâm e
ﺧﺎﻣﻪ
h â m ız
( f .i .) : k a le m ,
h â m e -i e d e b : e d e b iy a t k a le m i, h â m e -i e z e l : A lla h 'ın k a d e rle ri tesb it e ttiğ i
ﺣﺎﻣﺾ
( a .s .c .: h â m ız â t ) : 1 . ekçi ve sirk e
g ib i o la n , asit. 2 . k ek re . h â m ız - 1 a z o t : k im . n itrik asit, h â m ız - ı b e v l : k im . ü r ik asit.
k ale m . h â m e -i m û y , - m û y î, - m û y î ı ı : k il k alem ,
h â m ız - 1 f a h i m : k im . asit k a r b o n ik ,
h â m e -i ş e k e r - r îz : şek er sa ça n k alem ,
h â m ız - ı h a d id : k im . o k sit d o fer, d e m ir asi-
h â m e -i ş e k v â : ş ik â y e t k a le m i, şik â y et y a z a n h â m e v i i ş e m ş î r : k a le m v e k ılı ؟, hâm e
ﻫﺎ ﻣ ﻪ
( a .i.) : b a şın ü st k ısm ı, tep esi, k afa-
tası.
h â m ız - ı h ıım m â s : k im . o k s a lik asit, h â m ız - ı k a r b o n : k im . asit k a r b o n ik , h â m ız - ı k i b r i t : k im . s ü lfü r ik ,
h â m e -cü n b â n
ﺧﺎ ﻣ ﻪ ﺟﺎ ن
( f.b .s .) : k a le m o y n a -
tan , y a z a r.
h â m ız - ı k i y a n i k : k im . s iy a n ik asit, h â m ız - ı k lo r - i m â ؛k i m . asit k lo r h id r ik .
ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ دان
h âm e -d â n
( f.b .i.) : k a le m lik , k a le m
k u tu su .
h â m ız - ı n e m i : k i m . fo r m ik asit, h â m ız - ı p i k r i k : k im . asit p ik r ik , trin itro fe -
h â m e -g ü z â r
ﺧﺎﻣﻪ ﺳ ﻤﻨﺎ ر
( f.b .s .) : k a le m le y a z ıl-
m ış.
n o l. h â m ız - ı s a fs â f: k im . a s e til-s a lis il asit, asp i-
h â m e -k e ç
(f.b.i. v e s . ) : y a z a n ; y a z ıy ı
ﺧﺎ ﻣ ﻪ ﻛ ﺶ
ip tal ed e n , y a z ın ın ü stü n ü ؟izen . h a m e l ( ﺣ ﻤ ﻞa .i.) : 1 . k u z u . 2 . a s tr. s e m â n ın k u ze y y a r ım k ü r e s in d e S e v r b tırctı ile Süı٠e y y â m a n z û m e s in in y a k ın la r ın d a b u lu n a n b ir b u r ؟k i, G ü n e ş b u ra y a M a r tin d o k u z u n d a d â lıil OİU1., lâ t . L a c e r t a ; fr . B e lie r .
ﺣﻤﻼ ت
h a m e lâ t
(a.i. h a m le 'n in c . ) : a tılışla r,
a tılm a la r, s a ld ır ış la r , s a ld ır m a la r, h a m e le
di. h â m ız - ı h a il: k im . sirk e asid i, s a f a s e tik asit,
k ale m .
ﺣﻤﻠﻪ
(a.i. h â m il'in c . ) : ta ş ıy a n la r, k a l-
d ıra n la r , h â m il o la n la r, h a m e le - i A r ş : A rç'ı en se k ö k le r in d e ta ş ıy a n : Is râ fil, C e b r â il, M îk â il, A z r â il a d la r ın d a d ö rt b ü y ü k melelc. h a m e le - i h ü c c e t : y a z ı, k a y ıt m e le k le ri, h a m e le - i K u r 'â n : K u r'â n 'ı e z b e rle y ip h â ftz olanlai".
h am -e n d e r-h a m r
خ
b ü k lü m , k ıv r ım
ا ا د ر٠خ
k ıv r ım ,
( f.z f .) : b ü k lü m ( b k z : h a m -b e -
h am ).
ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ ران
( f.b .s .) : " k a le m y ü r ü te n ” : ( f.a .b .s .) : 1 . k a b a sab a,
ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ زن
( f.b .i.) : ü z e rin d e k a le m k e-
s ile c e k âlet, m akta'.
ham ham a
ﺣﺎ ﻣ ﻔﺎ ت
(a.i. h â m ız 'ın c . ) : 1 . ekçi v e
sirk e g ib i o la n şeyler, asitlei". h â m ız â t - ı g a y r - i u z v i y y e : k im . in o r g a n ik asitler. h â m ız â t - ı ş a h m iy y e : y a g asitle ri, h â m ız â t - ı u z v i y y e : k im .
o r g a n ik
asitler.
2 . k e k reler. h â n ı ız ı y y e t
ﺣﺎ ﻣ ﻐﻴ ﺖ
( a .i.) : 1 . e k ç ilik . 2 . k e k re -
lik . h â m ız î ﺣ ﺎ ﻣ ﻐ ﻰ
( a .s .) : h a m ız la , asitle * ilg ili,
asitli. h â m î ( ﺣﺎ ﻣ ﻰa .s .c .: h u m a t ) : 1 . h im â y e ed en , k o erk ek a d i. [m ü en . "h â m iy e " d ir]. h â m î ى٠ ( ﺧ ﺎf .i .) : h a m lık , g e v ç e k lik . h a m id
ﺣ ﻤﻴ ﺪ
h a m id e :
(a.i. h a m d 'd e n ) : 1 . A lla h 'ın ad2 . ö v ü lm e y e ö v ü lm e y e
d eger. deger
E v sâ f-ı v a s ıfla r .
3 . A b d ü lh a m id 'd e n g e lm e e rk e k ad i.
ى ؛ ارواح
h a m h a la t [k im se ].
h a m -g e ç te
h â m ız ). h â m ız â t
la r m d a n d ır .
yazan. h âm -e rv âh h â m e-zen
İ lâ m ız a ه٠ ( ﺣ ﺎ ﻣ ﻪa .s .) : [“ h â m ız ” ın m ü en .l. (b k z :
ru y a n , k o r u y u c u , sâ h ip ؟ik a n , gö zeten ; 2 . i.
h a m a le t ü '1- a r ç : (b k z : h a m e le -i arş),
h â m e -râ n
rin . h â m ız - ı t ı r t ı r : k im . t a r t a r ik asit.
ﺧﻢ ﻣﻤﺸﺘﻪ ﺧﻤ ﺨﻤﻪ
m e, h ım h ım l.ık .
h â m id
ﺧﺎﻣﺪ
( a .i.) : k o r u s ö n m e d iğ i h a ld e a le v i
sö n e n ateç. h â m id
ﺣﺎ ﻣ ﺪ
(a.s. h a m d 'd e n . c . : h â m id in ,
h â m id û n , h u m m â d ) : 1 . h a m d e d e n , ç ü k re -
(f.b .s .).(b k z : h am -şü d e).
d en . A b d - İ h â m i d : h a m d e d e n , ş ü k re d e n
( a .i.) : sö z ü g e n iz d e n sö yle-
k u l.
2 . i. e rk ek a d i.
[hz. M u h a m m e d 'in
lâ k a p la r ın d a n d ır j.
3، 9
hamide hamide ( ﺧﻤﻴﺪهf.s.): eğrilmiş, bükülmüş ؛lcanbur. (blcz : hadeb, hadebe). ham ide-kam et: iki büklüm. hamidegi ( ﺧ ﻤ ﻴ ﺪ ﻛ ﻰf.i.): eğrilik, büğrülük, lcanburluk. hâmidin س٠( ﻣ ﺎa.s. hâmid'in c.): hamdedenler. (bkz: hâmidûn). hâmidUn دون٠ ( ﺣﺎهa.s. hâmid'in c.): hamdedenler. (blcz: hâmidin). hâmil ( ﺣﺎﻫﻞa.s.c.: lıamele) : 1. yüklü. 2. gebe. 3. hâiz. 4. sâhip, mâlilc. 5. taşıyan, götül-en. 6. uhdesinde bir poliçe bulunan, hâmüetü’s-spor : bot. spol- taşıyan, hâmü-i bâr-ı g ir â ıı: ağlı- yülc yülclenen. hâıııil-i Kur'âıı: Kur'ân'ı ezbei-e bilen, lıâfız. hâmü-i m uştiyye: zool. *taı-alclılaı, fr. etenophores. hâmil-i ünbûbe: kim. tüplüle, fr. portetube. hâmil-i vahy : Cebrâil Aleyhisselâm. hâmil ( ﺧﺎﻫﻞa.s.) : adi kötüye çıkmış olan kimhâmile ( ﺣ ﺎ ﻣ ﻠ ﻪa.s.c.: İıavâmil): gebe [kadın], (bkz: âbisten). hamile â l f (a.i.c.: İıamâil). (blcz : hamâil). hâmileıı ( ﺳﺎ ﻫ ﻼa.zf.): hâmil 0İaı-ak, lıâmil olduğu halde, taşıyarak. hamim ﺟ ﻢ٠( حa.i.): 1. soy sop. 2. s. pelc Sicak, pelc icaynai- nesne. hamir, hamire ﺑﺮ ‘ ﺧ ﺼﻪ٠( خa.i.): hamul-. hamir-i mâye : mayanın hamuru, ham îr-gâr ر١( ﺧ ﺼ ﻚa.f.b.i.): hamul- yoğurucu, lıamuı'cu. h a m i s - (a.s.): 1. beşinci. Yevmü'1-hamîs : İıaftanın beşinci günü, peı-şembe. 2. i. öncü, artçı ve diğeı- mei'kezlerden meydana gelen büyük ordu.
hâmiç ( ﻫﺎ ﻫ ﺶa.i.): mektubun altına İlâve edilen yazı, (bkz : hâşiye). hamiyye ( اﺣﻤﻴﻪa.i.): [“ hamiyyet” kelimesinin Arapça terkiplerde aldığı ?ekil], (bkz: hamiyyet). hamiyyet (a.i.): 1. millî onul- ve lıaysiyet. 2 ٠kadın adi. [kelime, bil- aralık taassup (fanatisme) karşılığı olarak ileri sürülmüşse de tutunamamıştır]. hamiyyet-i câhiliyye : hakikate kaı-?ı harcanan emek. hamiyyet-kâr ز(a.f.b.s.): hamiyetli, milli onul- ve haysiyet sâhibi. (bkz: hamiyyet-mend). hamiyyet-mend (a.f.b.s.c.: hamiyyetmendân): hamiyetli, (bkz : hamiyyet-kâr). hamiyyet-mendân اف(a.f.b.s. hamiyyetmend'in c .): hamiyetlileı.. hamiyyet-mend-âne ( ﺣ ﻤ ﺒ ﺴ ﺪا ﻓ ﻪa.f.b.zf.): hamiyetli olana yakışacak sûrette, hamiyetlicesine. hamiyyet-mendi ى٠ﺣ ﺒ ﺊ lilik.
hamka “( بka” uzun okunur, a.s.): ahmak, budala [kadın], [“ahmalc” in müen.J. hami ۶ (a.i.): 1. ana karnındaki ؟ocuk. 2. gebe olma, gebelik. Müddet-İ h a m i: gebelik zamânı. Vaz'-ı h a m i: ؟ocuk doğul-ma. 3. isnat, atf. 4. yük. 5. yüklenme, haml-i k â z ib : hek. İcadının gebe imi? gibi karninin şişmesi. hamlâc ج٠ ا ل٠( حa.i.) : 1. lcuyumcu körüğü. 2. kim. bil- alevi üfleyip bir ?ey üzerine ؟evirmek İ ؟in lcullamlan ince mâden boru, *üfle ؟. hamle ( اﺣﻤﻠﻪa.i.c. hamelât): atılış, atılma, saldiri?, saldıı-ma. (bkz ؛savlet),
hâmis ( ﺧﺎﻫﺲa.s.): beşinci, dördüncüden son1-a gelen sayı, (bkz : hamîs).
hamli, hamliyye ،*yüklemli, fr. prCdicatif.
hâmise —ه٠( ﺧﺎسa.i.): 1. beşinci 1-ütbe, sivil memurların ille rütbeleri. 2. “hâmis” kelimesinin müennesi.
hamm م
hâmise-i Süleymâniyye İstanbul'daki Süleymâniye medresesini oluşturan medreselerdenbiri. hâmisen ( ﺧ ﺎ ﻫ ﺎa.zf.) : beşinci olarak, beşincisi. 370
(a.f.b.i.): lıamiyet-
(a.s.): mant.
(a.i.): şiddetli haı-âret.
hammadde ( س ﻣﺎدهf.a.b.i.): *genellikle maddeleı-iıı tabîî olarak işlenmemi?, üzerinde bir değişiklik yapılmamı? durumu, hammâl ا ل٠( حa.i. haml'den): 1. para karşılığında, arkasıyla, eliyle yük taşıyan' adam, hamal. 2. s. mec. icaba ve tei'biyesiz. ["hami" Arap ؟ada “yülc" mânâsına gelir].
hamyâze *
( a .f.z f.) : lıa m a la y a k ış a -
ﺣ ﻤﺎ ﻻﻧ ﻪ
h a m s e - i m iit e h a y y ir e : a s tr. M e rih , Z ü lıre , U ta rit, M ü şte ri ve Z ü h a l'd e n o lu şa n y ıld ız
c a k sûı'ette, lıa ıııa lc a s ın a .
hammâliyye ( ﺣ ﻤ ﺎ ﻟﻴﻪa .i.) : İıa m a l üci'eti. hammâm ( ﺣ ﻤ ﺎ مa.i.) : İıa m a m , lıa ııy o . hammâm-1 harr : s ıc a k lık d erecesi 37+
k ü m esi. h a m s e - n ü v îs ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ - 25؛
ye k a d a r o lan Iram am .
hammâm-1 mari: kim. m a ri b a n y o su , fr. bain-marie. lıammâm-ı mu'tedil: s ıc a k lık dei'ecesi + ı8 +25 e k a d a r o lan h a m a m .
( f.b .i.) : h a m sec i,
İıam se y a z a n , m e sn e v i ؟e k liy le b e ؟k itap tan İbâret b ir ta k ım y a z a n k im se , h a m s in ﺲ
(a.s.) : 1. elli; k ır k d o k u z d a n
ﺧ
so n ra gelen sa y ı. 2. i. " e rb a in ” d en ilen kaı'a k ışta n so n ı'a gelen elli g ü n lü k k i ؟, h a m s û n ( ﺧ ﻤ ﺴ ﻮ نa.s.) : elli sa y ısı, (b k z : İıa m sîn , m er, p eııcâh ).
hammâm-1 tennûrî-i râtıb :
s ıc a k lık deı٠e-
h a m - ؟ü d e ١ h a m - g e ؟te t
i
ﺧﻢ
،
ﺷ ﺪ ه
ﺧ ﻢ
cesi + 4 0 - 45 ؛o lan ve su b u h a rıy la ısıtıla n
( f.b .s .) : e ğ ı'ilm i ؟, b ü k ü lm ü ş . K a n ıe t- İ h a m -
lıa m a ııı.
؟iid e : e ğ r ilm iş boy. K â k ü l - i h a m - g e ؟te :
hammâm-1 tennûrî-i yâbis.:
s ıc a k lık d ere-
cesi 55 ؛37 - ؛e k a d a r o lan Iram am .
hammâm- ؟e ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﺠ ﻪ hammâmi ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﻰ
(a .f.b .i.) : k ü ç ü k İıa m a m . ( a .i.) : lıa m a n ıc ı; İıa m a m
ﺣ ﻤﺎ ﺑ ﻪ
(a.i.) ؛
ed.
D iv a n
E d e b iy â tm d a g ii'i ؟lcısnıı lıa m a ııı eğlen cesi ta sv ii'in e ta lisîs o lu n a n icaside ve sâil'e. [Şâir N e d im 'in h a m m â m iy e s i m eşh u rd u r],
hamınâm-nâme
( ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﻐ ﺎ ﻣ ﻪa . f b .i .) :
ed.
veyâ
hammâr:
؟aı'ap çı, m e y lıâ ııe c i.
؟a ra p h â ııe . 2.
Hâne-i
tas. mec.
m ü rşit,
k ıla v u z .
hâmme ﻫ ﺎ ﻣ ﻪ
(a.i. c . : lıev â m n ı) :
1. b in e k
ﺧ ﻤ ﺮ
(a.i.)': şarap , (blcz : b âd e, h ab û k ,
n ıızı, k ız ıl.
: h a m id lü k , ta h a m m ü llü -
kil'.
El-hanırâ':
d a, çö ld e d o la şa n . h a m u ( ﺧ ﻤ ﺶ ؟f.s.). (b k z : lıa m û ş ,h â m u ş ). h a m û ş ( ﺧ ﻤ ﻮ شf.s.) : " h â m ü " ؟u n h a fifle tilm iş i. hâm uş ﺧ ﺎ ﻣ ﺶ
('f.s.). ( b k z : h a m il ؟, h a m u ؟,
k u lla n d ığ ı k e lim elerd e n d ir], hâm ûﺧﺎ ﻣ ﻮ ش ؟
( a .s .) : (d alla, en, p ek, çok) k ir-
ﺣ ﻤ ﺮا ء
(a.i.)
lıâ m û ş). [M e v lâ ııâ 'n ın “ D îv â n -1 K e b i r i n d e
İıan d ei'îs, 1'alıîk , salıb â).
hami'â'
ﺣﻤﻮ ﻟ ﻰ
lü k , s a b ıılılık , d a y a n ık lılık ,
( b k z : h â m il) ؟. liay-
v a ııı. 2. zaı-arlı h aşerat, b ö cek .
İıamr
h a m û lî
h â m û ıı- n e v r e d ( ﻫ ﺎ ﻣ ﻮ ن ﻧ ﻮ ر دf.b.s.) : k ır d a , o v a-
( ﺧ ﻤ ﺎ رa.i. h a m id e n ) : 1. ş a ra p y a p a n
satan ,
h a m ille ( ﺣ ﻤ ﻮ ﻟ ﻪa.i.) : 1 . y ü k . 2 . g em i y ü k ü ,
h â m û n ( ﻫﺎ ﻣ ﻮ نf .i .) : b ü y ü k s a lır â , d ü z o v a , b oz(blcz :
İıa m m â n ıiy y e ).
hammâr
bıı'lı, d a y a n ık lı [k im se], h a m û l- â ııe ( ﺣ ﻤ ﻮ ﻻ ﻧ ﻪa .f.z f.) : ta lıa m m ü llü o la n a y a k ış a c a k sûı'ette.
İdâre eden [ad am v e y â İcadın],
hammâmiyye
b ü k ü lm ü ş k â h k ü l. h a m û l ( ﺣ ﻤ ﻮ لa.s. h a m i d e n ) : ta h a m m ü llü , sa-
is p a n y a 'd a G ıi'iıa ta
( f .s .c ,: h â m iışâ n ) : 1. su sm u ş,
sessiz, ( b k z : sâ k it, sâın it). 2. M e v lâ n â 'n ın bâzı
ga z e lle l'in d e
k u lla n d ığ ı
n ıa h lâ sı.
ş e h rin d e , A ı'a p la i'd a ıı lcalm a m e şh u r saı'ay.
[D iv â n -ı
["a lın ıe ı'” in ıııü en.].
h a m il ؟, h a m u ” ؟şe k ille rin i k u lla n m ış tır],
lıamrî ( ﺧ ﻤ ﺮ ىa.s.) hamriyye ﺧ ﻤ ﺮ ﻳ ﻪ
: ؟ara b a âit, ؟a ra p la ilg ili, ( a .i.) : ed . şarab ı öven lcaside
hams, lıamse ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ so ııi'a gelen sayı. ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ
، ( ﺧ ﻤ ﺲa .s .) : beş; döi'tteıı
Bilâd-1 hamse :
b e ؟ ؟e llili
( a .i.) : ed . n ıe sııe v î ؟elcliyle y a-
z ılm ı ؟b e ş kitap'tan ibâı'et b ir ta k ın ı. [îl'an e d e b iy â tm d a
" lıâ m û ş ,
lıâ m u ş,
h â m û ş â n ( ﺧﺎ ﻣ ﻮ ﺷﺎ نf.s. h âm iış'u n c.) : sessizlei', s u sm u şla r. V â d î- i h â m iış â n (sıısm ıışlai'in , se ssiz lerin yeri) : k a b rista n .
ve sâil'e.
hamse
K e b i r 'in d e :
"H a n ٦ se-İ
N iz â m î” ,
T ü rk
e d e b iy â tm d a “ H aınıse-i A t â y î” m eşh u rd u r],
hamse-i âl-i abâ :
(b k z : â l-i abâ).
h a m û ؟-â n e ( ﺧ ﻤ ﻮ ﺷﺎ ﻧ ﻪf.z f .) : sessizc e, se ssiz liğ i aııdıi'11', ؟ek ild e. .h â m û ؟î
ﺷ ﻰ
( ﺧﺎ ﻣ ﻮf .i .) : se ssiz lik , su sm a, (b k z :
sam t, sü k û n e t, sü kû t). h â m ü ( ﺧ ﺎ ﻣ ﺶ ؟f.s.) : [lıâ m û ” ؟u n h a fifle t ilin ] ؛ ؟ ؛, (b k z : lıâ m û ) ؟. h a m y â z e ( ﺧ ﺒ ﺎ ز هf.i.) : 1. esn em e, esnek.
371
h.myâze-i gayr-؛ hamyâze-i gayr-i İhtiyârî: ferkında olmadan esneme. hamyâze-i resen: ipin, halatın esnemesi. 2. fenâ, kötü hareket. hamyâze-bahş ( ﺣﻤﻴﺎزه ﻳﺨﺶf.b.s.): esneme getiren, gevşeklik veren. haınyâze-keş ( ﺧﻤﻴﺎزه ﻛ ﺶf.b.s.): esneyen, insanın rûhunu sikan, hamz ( ﺣﻤﺾa.i.) : ekşilik, kekrelik. Hamza ( ﺣ ﻤ ﺰ هa.h.i.): Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz. Muhammed'in amcasıdu". önce Hâşimilerin, doğmakta olan İslâm dinine karşı gösterdikleri düşmanlığa İştirâk etmiş, fakat sonra Ebû Cehl'in, muhâsamada ileriye gitmiş olmasına hiddetle ilk vahiy gelişinin ikinci, yâhut altıncı senesi Peygamberimize îmân ve iltihak etmiştir; fJhud Gazâsi'nda şehit olmuştur. Hamza-nâme ( ﺣ ﻤ ﺰ ه ﻧ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): İslâm lcahramanlarından Hz. Hamza'nın yaptığı adi edilen İşlere dâiı' yazılan destâni kitabin adi. Hamzaviyye( ﺣﻤﺰوﻳﻪa.h.i.) : tas.HacıBayrâm-1 Veli tarafından kurulan Bayrâmiyye tarikatı şubelerinden biı'i. [lcurucusu: Bosna'lı Hamza Bali'dii']. hân (f.i.c.: lıânân): hükümdar, hâkân. hân ( ﺧ ﺎ نf.i.c.: hânât): 1. han, kervansaray, otel. 2. dükkân, meyhâııe. hân-ı sebîl: falcir yolcuların barındıkları han. hân ( ﺧﻮانf.i.): 1. yemelc sofrası; üstüne yemek konulan tepsi, sini. 2. ahçı dükkânı. 3. yemek. (bkz: taam). hân-ıyağmâ : ı) tabiatın İbzâl ettiği nimetler; 2) fakirlere, yoksullara dağıtılan yemek; 3) Tevfik Fikret'in meşhur şiiri. -hân ﺧ ﻮ ا ن- (f.s.): okuyan, okuyucu, çağıran. Duâ-hân : duâ eden. Ebced-hân: ebced olcuyan. Gazel-hân : gazel okuyan. Mevlidhân : mevlit olcuyan. Salâ-hân : salâ veren, salâ çağıran, [“hânden” mastarından], hanâbile ( ﺣﻐﺎ؛ﻟﻪa.i. İıanbelî'nin c .): lıanbeliler, imam Ahmed b. Hanbeli'nin mezhebinden olan kimseler. hanâcır ( ﺣﻨﺎﺟﺮa.i. hancere'nin c.) : hançereler, gırtlaklar. hanâdık ىد ق٠(a.i. handek'in c.): ilendekler.
lıanâdır ( ﺣ ﻨ ﺎ د رa.s.) :görme kuvveti ؟ok olan. hanâfis ( ﺧﻨﺎﻓﺲa.i. hunfesâ'mn c.): bok böcekleri, mayıs böcekleri. hanak ( ﺣ ﻨ ﻖa.i.c.: hınâk): darılma, kızma, hiddetlenme. hanân ( ﺣ ﻨ ﺎ نa.i.): yürek yufkalığı, acıma, merlıamet. hânân ( ^ﻻفf.i. hân'ın c.) : hükümdarlar, hanlal'. hânât ( ﺧ ﺎ ﻧ ﺎ تa.i. hân'ın c.) : dükkânlar, meyliâneler. hanâzıl ( ﺣﻨﺎ ﻇ ﻞa.i. lıanzal, İıaıızale'nin c.): ebûcehil karpuzları. hanâzir ( ﺧﻨﺎزﻳﺮa.i. lıınzîr'in c .): domuzlar. Hanbeli ( ﺣ ﻐﺒﻠ ﻰa.i.) : Alamed ibni Hanbel'in kurduğu mezilep ve bu mezhepten olan lcimse. hân-bere ( ﺧﺎ ف ﺑ ﺮ هf.b.i.) : hamel burcu, ko؟ bui'cu. hancer ( ﺧ ﺠ ﻢa.i.) : ucu sivri, iki yani keskin bıçak, hançer. hancer-i ebrû: kaşların hançeri, hançere benzeyen kaşlar. hancer-i felek, hancer-i subh, hancer-i zer, hancer-i sim : güneş ışığı. hancer-i müjgân: kirpikler hançeri, hançere benzeyen kirpikler. hancere ( ﺣﻨﺠﺮهa.i.c.: haııâcır): hançere, gırtlak. hanceri, hanceriyye ٧ . ﺣﺬﺟﺮ، ﺗﻤﻂ(a. s.): 1. hançer şeklinde olan. i . hançerle ilgili. 3. gırtlağa âit. Hurûf-İ hançeriyye : gr. gırtlaktan çıkarılan hai-fler: [“e; ha; hi; ayn; gayn; lıe” ]. hanceriyyii'l-lihye : ince, uzun sakallı [kimse]. hânçe ( ﻟﺠﻮاﻧﺠﻪf.i.): küçük tepsi. hânçe-i zer (küçük altın tepsi): Güneş. hançeriyye ( ﺣﺘﺠﺮﻳﻪa.i.): bot. lâtinçiçegigiller, fr. tropColacCes. hand-â-hand ( ﺧﻐﺪا خ— دf.b.i.): 1. sürekli, devanılı gülme. 2. s. sürekli, devamlı gülen. handân ( ﺧﻨﺪانf.s.): 1. gülen, gülücü, güler; sevinçli. 2. kadın adi. handân handân: giile güle, gülerek, (bkz: l٦ande-künân).
hâne-ber-dûş handân-rû[y] [( ﺧﺪا ن رو ] ىf.b.s.): güleı- yüzlü, güleç, (bkz: beşûş).
hande-niimâ ( ﺧ ﻔ ﺪ ه ﻧ ﻤ ﺎf.b.s.): gülen, (bkz : hande-zen).
hande ( ﺧﻔﺪهf.i.) : 1. gülme, gülüş.
handeris ( ﺧﺪ ر صa.i.): şarap, yıllanmış şarap. (bkz : bâde, 1'ahîlc, sahbâ).
hande-i âftâb (Güııeşiıı gülmesi): Güneşin dogması. hande-i câm : icadeliin İçine İçki lconuldugu zaman meydana gelen sis, buğu; İçki dolu lcadehin parlaklığı, icadeliin (insana) gü,linesi. hande-i dirine : eslci gülüş. hande-i g iil: gülün açması. hande-i istih faf: alaylı gülüş, lıafifseyeı.ek gülümseme. hande-i zemin : yei'in, toprağın yeşillenmesi, yeşermesi. 2. Sedat Simâvî tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebi, siyâsî bir mizalı gazetesi. haııde-bahşâ ( ﺧ ﻔ ﺪ ه ﺑ ﺨ ﺜ ﺎf.b.s.): güldüi'ücü. (bkz: haııde-fermâ, İıande-fezâ). haııde-bâr ( ﺧ ﺪ ه ﺑ ﺎ رf.b.s.): güldül-ücü. (bkz : lıande-balışâ', haııde-fermâ, lıaııde-fezâ, mudilde). haııde-fermâ ( ﺧ ﺪ ه ﻓ ﺮ ﻣ ﺎf.b.s.): güldül-ücü. (bkz : haııde-bahşâ, İıande-bâr, İıande-fezâ, mudilde).
hande-riz Jij ( ﺧ ﺪ هf.b.s.) : gülüp duran, hande-rûy ( ﺧ ﺪ ه روىf.b.s.) : güler yüzlü, hande-zâd ( ﺧ ﺌ ﺪ ه زادf.b.s.) : gülümsemeden meytfana gelen şey. 2. sevinçle güldüren, gülümseten. hande-zen ﺧ ﺪ ه زن hande-ııümâ).
(f.b.s.) : gülen, (bkz:
handistân ( ﺧ ﺪ ﺳ ﺘ ﺎ نf,j.): 1. maskara ve soytarıların derneği. 2. lâtîfe, şaka. hâne ( ﺧﺎﻧﻪf.i.): 1. ev. (bkz : beyt, dâr, mesken), hâne-i âfet-rîz: "belâ döken) saçan ev" : mec. [bu] dünyâ. hâne-i a v ârız: avârız ve bedel- ؛nüzül ve emsâli tekâlifin tevzii İçin tutulan esas (mikyas). hâne-i âyine : her yani ayna olan oda, salon veyâ köşk. hâne-i b â d : astr. on iki burçtan biı٠i olan cevzâ, mizan buı'cu. hâne-i bâriyân : pâdişâhın şikâı. halici denilen avcılarından bil- sınıfın barındığı yel-,
haııde-feşân ( ﺧ ﺪ ه ﻓ ﺸ ﺎ نf.b.s.): gülnıeleı-, giilümseıııeleı- saçan.
hâne-i dil (gönfıl evi): mec. İcâbe.
hande-fezâ ( ﺧ ﺪ ه ﻓﺰاf.b.s.): güldül-ücü. (bkz : hande-balışâ, hande-feı-mâ, mudhik).
hâne-i g ü l: (bu) dünyâ,
handehariş ( ﺧ ﺪ ه ﺧ ﺮ ﻳ ﺶf.b.s.): birisine, alay yollu gülme.
hâne-i zerin : 1) Güneş; 2) yıldızlaı-3 )؛selcizinci gök kati.
h a n d e k ^ (a.i.c.: lıanâdık): 1. kale etıâfına açılan uzun çukur, hendek. 2. birçok ölünün gömülmesi İÇİ11 açılan büyüle, geniş çukur.
hâne-i zünbûr: arı kovam. 2. bir şeyin bölündüğü, ayrıldığı kısımlardan herbiri. 3. mat. basamalc. 4 ٠ lıayâlî me'vâ. 5. müz. Tüi"k müziğinde bil- müzilc parçasının teşkil edilmiş olduğu lâlınî toplululclaı-a veı-ileıı bir ad. 6. halle şâirlerinin beyte verdikleri ad.
Handelc Gazvesi: Hz. Mulıammed'in, Hicret'in beşinci senesinde Medine'de, şehrin etrâfına sui- kazdırarak yaptığı savaş, hande-kâr ( ﺧ ﺪ ه ﻛﺎرf.b.s.): gülen, gülücü. hande-künân ( ﺧ ﺪ ه ﻛ ﺸ ﺎ نf.zf.): gülerek, güle güle, (bkz : lıaııdân İıandân). hande-meşhûn ( ﺧ ﺪ ه ﻣﺜ ﺤ ﻮ نf.b.s.): çok gülen, hep gülen. hande-mıı'tâd ﻣﻌﺘﺎد٠( ﺧ ﺪf.a.b.s.): lıeı- zaman gülme îtiyâdıııda olan, hânden ( ﺧﻮاد نf.fi.). (bkz : bkz : kırâat).
hâne-i ferda: âhiret. hâne-i zer : ı) Güneş2 )؛döl-düncü gök.
hâne ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ hânûfe).
(a.i.c.: hânât): meyhâne. (blez:
haneb ( ﺧ ﺐa.i.): atin arka ayaklarının ortaSinda bulunan dirsele gibi dışarı çıkık kısmi. hâne-bâz ( ﻟﺠﺎﻧﻪ ﺑﺎزf.b.s.): batasıya oynayan kumarbaz. hâne-ber-dûş دوشr ١۶^ ( ؛f.b.s.): “evi omuzunda” : yersiz yurtsuz, serseri.
373
hâne-beî-endâz
hâııe-ber-endâz ر ا دا ز٠( ﺧﺎﻻf.b.s.) : ev yılcıcı. hâne-ber-endâz-âne ا دا زا ﻷJ j . ( ﺧﺎﻧﻪf.b. zf.) : lıâne, ev yıkıcıya yakışacak sfırette. hâne-ber-endâzî ر ا د ا ز ى٠( ﺧﺎىf.b.i.): ev yilcıcılılc. Jıânedân ( ﺧﺎ ﻧ ﺪا فf.i.): kökten asil ve büyük âile, ocalc, fr. dynastie. hânedân-ı Â1-İ Osnıân, hânedân-1 Osmânî: Osıınanlı lıâııedaını. hânedân-ı Niibiivvet: Hz. Mulıamıııed'in âilesi. hâne-dâı. دار٠ ( ﺧﺎفf.ln.i.) : 1. âile ı'eisi. 2. velcilbar ؟. İ ı a n e f - (a.i.) : doğruluk, İstilcaıııet. hanefi er ٥> (a.s. ve i. c. : lıanefiyyûıı) : 1. Înıâını-I Âzaını Ebû Hanife'ıniıı ıııezlıeininden olan. 2. Inu mezhep ve lau nnezlneple ilgili. Hanefiyye (a.ln.i.) : tas. Sofiyenin büyük!erinden Eİnü'l-Hasan Ali eş-Şâzelî tarafından lcııı'ulan Şâzelî tarikatı şaibelerinden birinin acil. [Şeylı Şenısüddîıı Mulıanııııed inin Hüseyn el-EIaııefî tarafından lcurulduğu İ ؟İ11 Inu adi almıştır]. lnanefiyyûn ( د و نa.i. lıaııefi'niıı c.) : lnanefi nnezlnelninden olaıılaı'. hâne-fiirûş ( ;ى ﻧ ﻂ ﻓﺮوشf.ln.i.) : ev tellâlı, ev lcomisyoncusu. lnâne-gâlı ( ﺧﺎﻧﻪ ﻛﺎهf.ln.i.). (inlcz : lıân-gâlı). lıâne-gî ( ﺧﺎ د ىf.s.) : lıâııede, evde bulunanlardan, evdelci. hâne-gîr ر [lcinnse].
( ﺧﺎﻧﻪf.ln.s.) : bir yeri melcân sayan
lıâne-harâb ب٠( ﺧﺎﻧﻪ ﺧﺮاf.a.b.s.) : 1. evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, lıâli perişan olıııuş [lcinnse]. 2. câlıil. hâne-hudâ ا٠( ﺧﺎذه ﺧ ﻞf.ln.i.): ev sâlnilni. (inlcz : rabbü'1-beyt). hâne-hudâyî ﺑﻰ.( ﺧﺎﻧﻪ ﺧﺪاf.b.i.) : ev sâllijnliği. hanek د (a.i.) : anat. dannalc, ağız tavam. hâne-kah "( ﺧﺎﻧﻪ ﻗﺎهlca" uzun olcunui'. f.ln.i.) : ev. (blcz : lıâne). hâne-keş J j ( ^ ﻧ ﻪf.b.i.) : avârız ve bedel-i ııüzfıl gilni İnâne îtilnâl'ıyle taı'ln ve tevzi olunan tekâlife tâlnî olan. hanekî ( ﺣ ﻚ — ىa.s.) : anat. damakla ilgili, *damalcsal. 374
hanekî sâm it: gr. damak sessizi, h â n e - k i iş ^ ( ﺧﺎﻧﻪf.b.s.): sefih, mirasyedi, hâilende ( ﺧﻮاذدهf.i.c.: hânendegâıı): şarkıcı, şarkı söyleyeli, (bkz : lıînâ-geı', huııyâ-ger). hâîiende-gân ( ﺧﻮاذد؛ةانf.b.i. lılııeııde'lliıı c.): şarkıcılar, şarkı söyleyenler. hânendegi ( ﺧ ﻮ ' ﻻ د ﻛ ﻰf.i.) : hâııeııdelik, şarkı söyleyicilik. lıâne-niçîn ض ne bağlı.
، üü; (f.lı.s.) : evde otiii.an, evi-
lıâne-perdâz ر د ا ز. ( ﺧ ﺎ ﻓ ﻪf.b.s.) : ev yapan, ev yapıcı. h â ııe -p e r v e r
ﺧﺎ ن رور
(f.lı.s.) : e v d e b ü y ü m ü ş ,
d ü n y â g ö ı'ın e ıııiş [ k im s e ] , h â n e -p e rv e rd
ﺋ ﺪ. ﺧﺎﻓ ﻪ
( f.b .s .) : ev d e b ü yü -
ıııü ş , d ü n y â g ö r n ıe m iş , e v d e y e t iş m iş . h â ı ı e - p e r v e r î رورى. ، bb; (f.lı.i.) : h â n e p e r v e r lik , e v d e b ü y ü m ü ş o lıııa .
hâne~siyâh ٥^ ( ﺧﺎﻧﻪf.b.s.) : evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, lıâli perişan olnııış [killise], hâııe-sûz ر ز،( ;ىنf.b.s.) : "ev yakıcı" : mec. âilesiııi düşüıımeyeıı, gözü dışarda olan kimse. haneşiyye hidiens.
(a.i.): zool. yılaıılaı-, fr. op-
hâııe-zâd ( ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ زادf.b.s.): efendisinin evinde doğmuş olan köle veyâ câriye çocuğu, hân-gâh ( ﺧ ﺎ ﻧ ﺜ ﺎ هf.ln.i.) : dervişlerim evi, tekke, (bkz: lıân-kâlı). h ân ık^ ^ (a.s.lıun k'dan ):b o ğaıı,b o ğu cu. hânıkü'1-kelb (köpek boğaıı): bot. ؟İğdem, hânıkü'n-nenıir, hânıkü'z-zeneb : bot. kurt boğaıı denilen bir nebat, (*bitki), hâni' ( ﺧﺎذعa.i.) : kocasından boşanmış İcadın veyâ İcai'isını boşamış lcoca. hanif ل- ■■■> (a.s. c. : hunefâ) : İslâm dilline sııınsılcı bağlı Inulunan lcinnse. hânif
(a.s.) : 1. küskün, daı-gııı. 2. gurur-
1 اا.
hanin (a.i.) : 1. şevk, arzu, iştiyak, istelc. 2. şiddetli aı'zudaın doğan feı-yâd, inilti, hanin-i hâzin : acildi sızlanma, hanis ب (a.s.): yemini bozup altından ؟ıknnayan adana. İnânis ( ﺣ ﺎ ﻓ ﺚa.s.) : ettiği yemini yei'iııe getirnıeyeıı. [olmalc mastarıyla kullaınılıı'].
harâhir
hânîye ( ر بa.i.) : şarap, (bkz : bade, habûk, hamr, mey, rahik, salıbâ). hank ( صa.i.) : boğazını sıkıp boğma, boğazı sıkılıp boğulma, (bkz : iİmâle). hân-kalı “( ﺧ ﺎ ﻧ ﻘ ﺎ هka” uzun oleıınııı-. a.i.c.: lıavânık): teleke, (bkz : deı'gâlı, zâviye, açı). hân-kah-1 m evlevi: mevlevi tekkesi, lıaıılean ( ﺧﻘﺄa.zf.) : boğıııale sûretiyle. hânmân ( ﺧﺎ ﻧ ﻤ ﺎ نf.i.): ev bark, ocale. lıânmâıı-beı٠-endâz ( ﺧ ﺎ ﻧ ﻤ ﺎ ف ﺑﺮ ا ﻧ ﺪ ا زf.b.s.) :
hânünıan, ev bark, ocale mahvedici, eden. hânmân-sûz ( ﺧﺎﻧﻤﺎف ﺳﻮزf.b.s.) : lıâııüınan, ev bark, ocale yakıcı, yakan, leiil eden. Harîle-1 hânmân-sûz : evi leül eden yangm. hannâle ( ﺧﺎ قa.s.) : boğucu, boğan, hannâıı ( ح■—انa.s.) : çok acıyan, çöle acıyıcı. [Allah'ın adlarmdandır]. baıınâs ( ﺧﯫسa.i.) : şeytan, haıınâsî ( ﻟ ﻰa.s.): şeytanla ilgili, lıân-sâlâr ( ر ' ذ ا ﻻ رf.b.i.) : sofl'acıbaşı, İeileı.ci. hân-sâr ( ز ا ﻷ رf.b.i.) : sof'racıbaşı, ahçıbaşı. (bkz : hân-sâlâr). hanûme ( ﺣﻮﻫﻪa.i.): hele, mide ekşiliği. hanût ۴ ( طa.i.): ölüyü talıııit etmelete kullamlan ilâç. hânût ( ﺣ ﺎ ﻧ ﻮ طa.i.c.: havâııît): 1. dükkân. 2. meyhâne. (bkz : lıâne). hânût-i k e b ir: büyüle dülekân, büyüle meylıâııe. h a n z a l » (a.i.c. lıanâzıl): ebficehil İeaı-puzu da denilen, poi'taleal büyüklüğündeki meyvasi, çok acı ve İç sül'dül'ücü olan bil- *bitki, har ( زf.i.) : eşele, (bkz : lıimâı', merleeb). har-ı d e ştî: yaban eşeği, lıar-ı dü-pâ (ilei ayalelı eşele) : mec. aptal, sersem leimse. haı٠-ı îsâ : îsâ'nın eşeği, hâr ر١( خf.i.) : diken, hâr-ı fü rk a t: ayrılık dikeni, hâr-ı üştür : bot. devedikeni, hâr ü h a s : ot kırıntısı, çalı çırpı, çerçöp. (bkz: İıas ) ر. hâr ( ر ا رf.s.) : 1 . 1101', İıaleiı", aşağı, bayağı. 2. yiyici, yiyen. Merdiim-hâr (insan yiyen) : yamyam. Mey-hâr١ Mey-hOr: İçki İçen, sarhoş. Şîr-hâr (süt İçen) : küçük Ç O cuk. Gam-hâr : İeedeı-li, sıkıntılı.
har ر
(a.s.) : yıkılmış, (bkz : milnhedim).
hârâ ١( ﺧ ﺎ رf.i.): I.^eol. pek kati taş, mermer. 2. üzeri menevişli kumaş, (bkz : lıâı'e’’^). h a r â b ^ ^ a . s . ) :1. yıkık,viıaıı. harâb-ı g a m : harâbolan.
gamın
harâbı,
gamla
harâb-eııder-harâb: büsbütün bozulmuş, yıpranmış. 2. geçkin, sarhoş, [nıüen. “ haı'âbe” dil-]. hârâb-âbâd ( ر ا ب ﴽﺑﺎدf.b.s.): haraplıkla dolu yeı'١tam harâbe. harâbât ﺑ ﺖ١( زf.i. harâbe'niıı e.) : 1. harabeler, virâneler. 2. meyhaneler. 3. Ziyâ Paşa'nın meşhur üç ciltlik antolojisi, [birinci mânâsı bizde kullanılmaz]. harâbât ٧ ^ ( f . i . c . :haı'âbâtiyânj.ı. harâbâta mensübolan, vaktini meyhânede geçiren. 2. s. süfli, pejmürde [adam]. harâbât؛yân ( ر ا!اا~انf.b.i.): harâbâtî'nin c .): vaktini ıııeyhânede geçirenler, meyhâne adamları. harâbâtîy-âne را ﺑ ﻴ ﺪ ا ﺀ (f.zf.) : ı. vaktini meyhanede geçirerek. 2. harabatilikle, süflilikle, pejmürdelikle, harâbe ( ز ا بa.s.) : 1. eski biııâların yıkıntısı. 2. çok harap ev. (bkz : vîrâne). harâbe-niçîn ( زا ب ﻧ ﺸ ﻦa.f.b.s.): liarap yerlerde, virânede oturan, harâbe-zâr ( را ب زارa.f.b.i.): viranelik, harâbî, harâbiyyet ر ا ﺑ ﻴ ﺖ، ( ﺧ ﺮا ﺑ ﻰa.i.): 1. haraplık, viranlık, [“ harâbiyyet" kelimesi yanlış olmakla berâber kullanılmıştır]. 2. [birinci kelime] okun, nişaııın önüne vurarak sıçrayıp nişâııa İsâbet etmesi. lıarâc ( ر ا جa.i.) : 1. vaktiyle Müslüıı٦an olmayan teb'adan alman vergi. 2. haraç mezat satılığa çıkarma. harâc-ı mukaseme : arâzi-i hâriciyye mailsullerinden onda birden yarışına kadai- alinan veı-gi. harâc-ı m uvazzaf: aı-âzî-i hâriciyye üzerine yeı'iıı talıammülüııe göl'e, maktfıiyet veçhile tâyin olunan veı-gi. harâc-güzâr ( ز ا ﺀ ا رf.b.s.): lıaraç verici, harâhir ( ر ا رa.i. harhara'nııı c .): 1. horlamalar [uykuda]. 2. hek. akciğerden gelen hırıltılaı'. 375
harâib
harâib ( ﺣﺮاﺷﺐa.i. haribe'nin c.) : bir kimsenin geçineceği ؟eyler.
h arâş
harâid ( ز ا ﺋ ﺪa.i. haride'nin c.) : 1. kızoğlankızlar. 2. delinmemi ؟inciler. hazırlıkları.
harâit ( ﺧﺮاﺋﻂa.i. harita'nm c.). (bkz : harita). harâm ( ح—رامa.s.) : 1. ؟eriatçe, dince yasale edilmiş şey. 2. tecâvüz edilmesi, dokunulması men' edilen, kutsal, miibârek. Belde-i harâm : Meleke ؟evresi. Beyt-İ harâm : Mekke'deki Kâbe. Mescid-i harâm (kutsal mescid) : Kâbe-i Mükerreme'nin bulunduğu İbâdetgâlı. Şehr-i harâm : liaram ayı. [Islâmdan önceki zamanda, Arapların, birbirleriyle savaşı yasak olan ay. Muharrem ayı].
harâmî
( ر ﻫ ﻰa.s.) : hırsız, haydut, yol kesen, (blez : kuttaü't-taı-îk).
harâm-kâr( ر ﻣ ﻜ ﺎ وa.f.b.s.) : nikâhsız olarak cinsi ilişkide bulunan.
harâm-nemek ( ﺣﺮام ﻧ ﻤ ﻚa.f.b.s.) : 1. nankör kimse. 2. tenbel (evlât).
harâın-zâde ( ﺣﺮام زادهa.f.b.s.) : 1. pi ؟[ ؟ocuk]. (blez : veled-i gayr-i me ؟rû', veled-i zinâ). 2. lrileci, nâmııssuz.
hârân ( را را نf.s. hâr'ın c.) : yiyenler, yiyiciler. Fûdla-hârân : fodla yiyenler. harâret ( ﺣﺮارتa.i.) : 1. sıcaklık, (bkz : germi). harâret-i hevâ : havanın sıcaklığı. 2. susuzlule. 3.[hastalıkta] ate ؟, yanma, İnımma, fiyevi-, fr. fièvre.
garîziyye :
girmen. h arâşe
harâif ( ز ا ﺋ ﻒa.i. harife'nin c.) : ev İ ؟in güz
harâret-î
( ﺧﺮاﺷﺖa.؛.), (bkz : filâhat, İıirâset). ( ﺧ ﺮا شf.i.) : hayvan ile döndürülen de-
h arâse t
vücûdun
noi'inal
harâreti.
harâret-i ihtirâk : kim. yanma *ısısı.
h a r â ş if
( ﺧﺮاﺷﻪa.i.) : 1. talaş. 2. terementi, ( ﺧ ﺮا ﺧ ﻒa.i. haı-şefin c.): 1. pul pul
olan ؟eyler, balık pullan. 2 . yaprakları bailk puluna benzeyen enginar gibi bitkiler, nebatlar.
( ﺧﺎراﺷﻜﺎفf.b.s.): 1. mermer yarıcı, yaran. 2. üzeri menevişli kuma ؟,
h â r â - ؟ik â f
( ر ا ﻳ ﻢa.i.): 1. fil burunları, fil İıortumları. 2. hortumlar, (bkz : hortum),
h arâtîm h arâtîn
kapı Sarayında bir sınıf sanatkârların adi. [ağa ؟ve demii- e ؟yâyı tesviye ederlerdi; aşağı yukarı tomacılıktıı.. Bileziklerden ؟arklara ve silâh yivlerine kadar her şeyi yaparlardı].
٠( ر ا ﻳ ﺒ ﺎa.s.): zool. halka bi ؟i_ minde, halka gibi olan, halkalılar, (bkz: halkaviyye).
h a râ tîn iy y e
( ر ا نa.i.): derdin, hastalığın uzayıp gitmesi, müzminleşmesi, kronik bir İıal alması.
h a râ z e t
( ر بa.i.c.: hurûb): cenk, lcavga, dögü ؟, sava ؟. B i lâ -h a r b : savaşsız, savaş a ؟madan. D îv â n -ı h arb (liarp dîvanı): askeri mahkeme. E rk â n -1 h arb :*kurmay. Fen n -İ h arb : sava ؟bilgisi, i'lâ n -ı h a r b : sava؟ açına. M e y d â n -1 h a rb . : savaş meydanı. Y âver-İ h arb : büyüle kumandan, emil- subayi. D â rü 'l-h a rb : sava ؟yeri, İslâm elinde olmayan yerler, (bkz : cidâl, perhâ) ؟.
h arb
h a rb -i u m û m î h a rb a
harâret-i ؟ems : cogr. güne* ؟ısısı. [Arap-
h a rb a k
kelimenin
yazılı؟
şekli
harâret-bin ( ﺣ ﺮا ر ت ﻳ ﻦa.f.b.i.) : İıarâret derecesini gösteren âlet.
haras ( ر سa.i.) : 1. dilsiz olma. 2. dilsizlik. harâs ( را سf.i.) : hayvanla döndül-ülen değirmen
harâs-i harâb (harap değirmen) : dünyâ. 376
(*genel savaş): birinci cilıân
harbi (1914).
harâret-i mahsûsa : fiz. ısınma *ısısı. harâret-i muhtefiyye : fiz. gizli *ISI, fr. chaleur latente. ؟a terkiplerde "harâre"dir].
( ر ا ضa.i.): zool. sogulcan. ( ز ا ض ﺧﺎﻣﺤﻪa.b.i.): tar. Top-
h a râ tîn -i h âssa
( ﺣﺮدهa.i.): giine؟
Işığının
bulutlara vur-
m ası .
( ر قa.i.): 1. bot. zanbak fasilesinden, beyaz ve siyah renklerde iki nevi bulunan bil. *bitki. 2 . ؟Opleme.
h a rb a k -ı e b y a z : bot. h arb a k -ı esved
ak ؟Opleme.
: bot. kara ؟Opleme.
( ﺧﻮﺑﺎنf.i.) : eşekçi, h arb a t ٠( ر ﺑ ﺎf.i.): 1. iri icaz. 2.
h a r-b â n
s. ahmale. 3. s. kalıbı kıyâfeti yerinde olduğu halde akil kıt olan kimse.
hareket-i gayr- ؛ihtlyâriyye
ﺣﺮﺑﺠﻮ
h a rb -cû
( a .b .s .) : sa v a ? a ra y a n , k a v g a Ç 1-
ﺣﺮب ﺿﺮب
h a rb -d a rb
( a .b .i.) : sava?, sa v a ?m a ,
m ü câd ele.
ﺣ ﺮﺑ ﻪ
h arb e
(a.i.) : 1 . k ıs a
m ızi'ak ,
sü n g ü .
ﺣﺮﺑﻠﻪ
( f .i .) : k u y u d a n su çe k m e y e m a h -
sus d ؟lap, b o sta n d o lab ı. h arb en
ﺣﺮﺑﺎ
( a . z f ) : h a rb e tm e k sû retiy le , sa v a -
?a ra k , d ö ğ ü ?e re k .
اﺑﺪه
h a r -b e n d e
( f b . i . ) : 1. e?ek ١ k a tır g ib i y ü k
lıa y v a n la r ın a b a k a n [k im se], s e y is. 2 . t a r . s a ra y k a tıı'c ıla rı. [Selçû k îleı'e âit t â r ilıî bil.
(a.s.) : 1. h a rb e m en su p , lia rb ie ilg i-
harekât-ı selâse : gr. hecelerin üç hareke (e, i,
vokaller.
ﺣﺮ؛ى
m iz le m e y e y a r a y a n d e m ird e n v e y â a ğ a ç ta n y a p ılın ı? ç u b u k , [asil “ h a rb e " dil']. h a r b i y y e ، ، H / ( a .s .) : 1 . h a rb e m en su p , lia rb -
le ilg ili. F ü n û n - i h a r b i y y e : sava? b ilg ile ri. 2 . [eski] h a rb o k u lu .
OsmanlI hükümet erkânı meyânmda milli ınüdâfaa vekâleti, *savunma bakanlığı.
h a r b iy y e
n e z â re ti:
h a r b iiz , h a r b iiz e
ﺧ ﺮﺑ ﺰ ه
،
ﺧ ﺮﺑ ﺰ
( f i .) : kavun,
kai-puz. h a r b i i z e - i H i n d i : K aı-pıız. h a r b ü z e - i R U b a h : E b û c e h il k a r p u z u , (b k z :
h a n zal).
ﺧﺮﺑﺰه ﻓﺮوش
( f.b .i.) : k a v u n k a r-
p u z satan ad am . h a rb iiz e -z â r
ﺧ ﺮﺑ ﺰ ه زار
(f.lt.i.) : k a v u n k a r p u z
b o sta m . (a.i.) : 1. veı'gi. 2 . s a ı'f gidei-, b ir i?
İçin k u lla n ıla n m ad d e. h a r c - ı â le m , h a r c - 1 â m m :
herkese, lıeı- kese-
ye elveri?li. h a r c - i r â h : yo l h arc ı, yo l m a sra fı. h a r -ç e n g
ﺧﺮﺗﺠﻒ
( f .i .) : z o o l . yen g eç .
h â r - ç î n ( ﺧﺎ ل ؛جء — نf.lt.s.)': d ik e n to p la y a n , c n n -
b iz. h ard al ل
ر د
( a .i.) : lia rd a l, so fra d a İ?tah aç-
m a k İçin k u lla n ıla n ın â c ıın u m su m adde. h a r d a la
o) ile okunu?u.
harelce ( ﺣ ﺮ ﻛ ﻪa.i.c. ؛harekât) : gr. Arapça ve OsmanlIca bil- lıaı-fin nasıl okunacağım gösteren ve " üstün : fetha = e " ; " esre : kesre = 1, i " Otre : zamme = o, ö, U, ü ” denilen İ?âretleı-den herbiri, vokal,
hareket ﺣ ﺮ ﻛ ﺖ
(a.i.c. : harekât) : 1. sarsmti, deprem, (bkz : zelzele),
hareket-i arz : yer sarsıntısı, deprem. 2. kimildama, oynama, yer deği?tirme. 3. i? İ?leme, i? görme, davranma. 4. tavır, tarz, muâmele, gidi?. 5. yola çıkma, (bkz: azimet). 6. [eskiden] medreselerde bil' derece. 7. miiz. armonide sesten sese gitme,
hareket-i anife : anat. di? etkenlere kar?ı ya-
h a r b iiz e -fu r û ?
.
davram?lar.
harekât-ı nâ-pesendâne : ho?a gitmeyen haharekât ( ﺣ ﺮ ﻛ ﺎ تa.i. hareke'nin c.) harekeler,
li. 2 . i. h aı'b e, tü fe k d o ld u rm a y a , en ç o k te-
و و ل
gidi?ât. 2. askeri manevra,
harekât-ı harbiyye : ask. sava? hareketleri. harekât-1 havliyye : biy. *sığamsal *devinimlei", fr. mouvements péristaltiques, harekât-ı mü?tereke : mU?terek, berâber
( a .f.b .i.) : h a rb yeri, sava?
ﺣ ﺮﺑ ﻜﺎه
m e y d a n ı.
h are
reket).
reketler.
ü n vân ]. h a rb -g â h
h arb i
hâre ( ﺧﻮارهf.i.) : yiyecek, yiyinti, harekât ( ﺣ ﺮ ﻛﺎ تa.i. hareketin c.) : 1. (bkz : haharekât ve sekenât (tavırlar ve hareketler) :
2 . ( b k z : harbî*). h a r b e le
hâre ( ﺧ ﺎ ر هf.i.) : 1. sert ta?, kaya. 2. menevi?; menevi?li kuma?, (bkz : hârâ'd).
k a i'm a y a is te k li o lan .
ﺧﺮدك
( a .i.) : h a rd a l tân esi.
bancı maddelei'i gidermek İçin Oi-ganizmanin yaptığı a?ırı çaba.
hareket-i dâhil : tar.Kaııûni zamânında SUleymâniye Medresesinin itinâsından sonı'a on ikiye çıkarılan tarik-i tedı'îs (okutma yolu) silsilesinin döl'düncü mel'teltesindeki müderrislerine verilen bir Unvan,
harelcet-i devrâniyye : noktalarının ltepsi düzeyleri sâbit bir mihvere dikey dâireler çizen cismin hareketi,
hareket-i dîdânî : (bkz : hareket-i dûdiyye). harelcet-i dûdiyye: zool. soğıılcan gilti hayvanlaı-ın büzülmesi lıâli. (bkz : hareket-i didâniyye).
hareket-igayr-iihtiyâriyye,hareket-igayr-i irâdiyye: istemeyerek yapılan hareket. 377
hareket-i gayr-i muntazama hareket-i gayr-i m untazam a : in tiz a m s ız , hareket-i hakikıyye : fiz. g e rç e k h arek et, hareket-i hâriç : tar. K a n û n î z a m â n ın d a S ü le y m â n iy e
M e d r e s e s in in
b in â sın d a n
s o n ra on ik iy e ç ık a r ıla n ta rîk -i te d ris (o k u t m a yolu ) s ils ile s in in ik in c i m e rte b e sin d e k i m ü d e rrisle re v e rile n b ir ü n v a n .
hareket-i ihtilâf-i m anzar : astr. p a r a la k t ik h are k e t, fr. mouvement parallactique. hareket-i ihtizâziyye : fiz. * titre şim h a re k e ti.
hareket-i kasriyye : fiz. b ir h â ric i sebep te s ir iy le
.h a re k î elek trik : fiz. *devimli elektrik, fr .e le ctro d y n a m iq u e
d ü z e n siz h a re k e t.
m eydana
gelen
h arek et,
(b k z :
h a re k iy yâ t ( ﺣ ﺮ ﻛ ﻴ ﺎ ت-a.i.c.) : fiz. kinematik, de ,vinim *bilimi, fr. c in ém atiq u e ﺣ ﺮ م (a.i.) : 1. herkesin girmesine -müsâade edilmeyen, saygidegei" ve kut sal yer. 1. Hac zamanında İhrâma girilen ,yerden itibâren Kâbe'ye doğl'u olan kısım aksi "Hill" dil'.]. Şe y h ü '1-h arem : Medine] şehı'i ve civârının mullâfızı [OsmanlI .[imparatorluğunda
h arem
[H arem -i Ş e r i f : Kâbe ve civârı. 3. [evvelce -büyük İslâm konaklarında bulunan İcadın .lal' dâiresi h ü m ây û n : pâdişâh sarayında .İcadınlaı. dâiı'esi. 4. nilcâlılı kadın, zevce .(bkz : İıalîle)
h are m -i
h are k e t-i m ü k tesebe).
hareket-i m er'iyye : koz. g erçek te b u lu n m a d ığ ı h ald e v a r im iş gibi g ö rü n e n h arek et,
,h are m -i y â r : sevgilinin haremi, odası
(b k z : h are k e t-i z â h iriy y e ).
hareket-i m untazam a : fiz. d ü z g ü n h arek et,
(a.i.) : ed. "mefâilUn” den “me”yi atal'alc "fâilün” kelimesini "mef'ûlün"e ؟-e .(viı'me. (bkz : ahrem
hareket-i m utlaka : fiz. h a re k e tli n o k ta n ın
h are m e yn ( ﺣ ﺮ ﺑ ﻦ-a.i.c.) : 1. Mekke-i Miikerre
hareket-i m uahhara : fiz. y a v a şla y a n h a r e ket.
h arem ﺧ ﺮ م
me ile Medine- ؛.Münevvere
h a re k e tsiz n o k ta la ra gö re h a re k e ti,
hareket-i m uttasıla : fiz. d â im a b ir ta r a
h are m e y n -i ؟erifeyn : Mekke'deki Kâbe ile
fa y ö n elen c ism in h a re k e ti, [ak si o lu rsa ,
-Medine'deki “ Ravza-i Mutahhara”. 2. [eslci -den] ilmiye sınıfının Misil" pâyesinden son ı٠a, Istanbul pâyesinden evvel nâil oldukları .büyük rütbe
h are k e t-i m u n fa s ıla d en ir],
hareket-i müktesebe : (b k z : h arek et-i k a s riyye ).
hareket-i m üstakim e : fiz. d o ğ r u b ir ç iz g i
h a re m -g â h ( ﺣ ﺮ ﻣ ﻜ ﺎ ه.a.f.b.i.) : harem dâiresi h a re m -se râ y
ü z e rin d e o la n h arek et,
hareket-i müstedîre : fiz. b ir m ü n h a n î (eğri)
ﺣ ﺮ ﻣ ﺴ ﺮا ى
(a.f.b.i.) : 1. harem
dâiresi. 2. câmi İ ؟.İ
yi tâ k îb e n v â k i o la n h a re k e t, *d âiresel h a r e
h ares ( ﺧ ﺮ س.(a.i.): dilsizlilc. (blcz: ebkemiyyet
ket.
h arf
hareket-i m ütehavvile : fiz. tü rlü le rd en
d o la y ı
eşit
z a m a n la r d a
sebep a ld ığ ı
m e sâfe le rd e ç o ğ a la n v e y â a z a la n n o k ta n ın h are k e ti.
.h a rf-i â b -d â r : güzel ve mânâlı söz
hareket-i m ütehavvile-i m untazam a : fiz. d ü z g ü n d e ğ işe n h arek et, z a m a n la r d a m ü sâ v î (eşit) m e sâfe a la n n o k ta n ın h a re k e ti, d ü z g ü n d e ğ işe n h arek et,
hareket-i seneviyye : astr. y ıllık h arek et, hareket-i yevm iyye : astr. g ü n lü k h arek et, hareket-i
zâhiriyye :
(b k z :
h a re k e t i
m e r'iy ye ).
y
h a r f-i âb î, h a r f-i m â î : e d . ز، ة، س، ع، ك ج، خ
hareket-i mütesâviye : fiz. m ü s â v î (.eşit),
harekî .؛ ٠_ ؛٠ (a.s.) : h a re k e tle ilg ili, k in e tik . fels. fr. cinétique.
378
( ﺣﺮ فa.i.c.: hurûf) : 1. alfabeyi meydana getiren ؟ ؛âletlerden İıei" biri, bu ؟ ؛âletlerden -birini gösteren mâdeni küçük matbaa İcalı ١âkıi"dı. ,bı. 2. söz
، .harflerinin her biri
ى
Iıarf-İ âlâ, h a rf-i n û ra n î : e d . ،
؛
طt ع
، و، س، ص، م، ل، ك، ق، ن، د harflerinin lıeı. bil"؛. ا، ح
h a rf-i a rz i, h a rf-i h âk i : ed . ، ح
، د
ذ
،
ع
،
ف
،
ل
، ش.harflerinin herbiri
-h a rf-i asli : gr. bil" kelimenin kökünde bulu .nan es'as harf h a rf-i âteşi, h a rf-i m e rfu ’ : e d . ا، ت
ض،ط
، ص، harflerin her biri,
،
م
،
ﻻ
harf-i pehlû-dâr
harf-i atf : gr. ik i k e lim e v e y â c ü m le y i b ir h ü k ü m d e to p la y a n , b ir in i ö te k in e b a ğ la yan .
harf-i
medd : A ıa p ç a d a u z u n o k u n a n h a r f
.ler o lu p elif, v a v v e y e ’ d ir
harf-i mehmûs : ed. j u j ؛، ^ ، J ، — ٥ ، .)؛
harf-i bî-magz : m â n â sız b o ş söz.
o
harf-i cerr : gr. isim le ri k esreli, y â n i esreli o k u ta n , şu y ir m i h a rf: [bâ, m in , ilâ, a n , lâm ,
، ö
، £ ٠ ، £ ٠ ، .h a r fle r in in her b ir i
harf-i mektûbî, harf-i melbûbî : ed. ، j ، j ،٠£ .h a r fle r in in h e r b ir i
alâ, fî, k a f, h attâ, riıb b e, v âv -ı k a se m , tâ-i
harf-i melfûzî : gr. ü ç h a r fle y a z ıla n ve b u
k ase m , h â şâ , n ıü z, m ü n z, a d â, key, !ev lâ,
h a r fle r in iç in d e h iç b i r i te k r a r la n m a y a n on
h alâ, lealle].
.üç h a r fin h er b i r i
harf-i cevâb : gr. c e v ap c ü m le sin in b a şın a gelen h a rf. ، o
، j
، ؛٠ ، ^
h a r fle r in in h e r
b iri.
harf-i merfû١
,k e lim e n in s o n u n d a k i ü n s ü z
harf-i mesrûrî : gr. ad ı ik i h a r fle y a z ıla n ,h a r f ;j ، ö ، ۶ h a r fle r in in h er b ir i
harf-i gûlû-sûz : ı) se rt söz. 2) k ılıc ın k e sk in ta ra fı.
harf-i
musavvat : gr. b elli b ir ü n lü y ü b e lir
.ten h a r f
harf-i hâtır-reııc : in c itic i söz. harf-i H indi : A r a p ç a r a k a m la r : ١ ، ٢ ، ٣ harf-i huşk : k u r u lâf, k u ru söz.
harf-i
mutbak : gr. te la ffu z d a d ili ü st d a m a
ğa d o k u n d u ra n h a r f (.٠,٠ ، j a ، J . ، J )> ؛.
harf-i mücerred, harf-i mühmel : n o k ta sız
harf-i illet : gr. (١ ، j ، ٠، $) h a rfle ri,
.h a r f
harf-i inhirâf : g r . a k ıc ı ü n sü z : ( j ve J ) h a rfle ri.
harf-i müfred : gr. şek il b a k ım ın d a n b ü tü n h a rfle rd e n b a şk a o lan h a r f : (— ٥ ، j ، ؟٠ ، ')■
harf-i istidrâlc : gr. a y ırıc ı b a ğ la ç g ö revi b u lu n a n h a rf.
harf-i münfetih : gr. jt> ،
jp
، J . ، J . d ışın d a
,b u lu n a n b ü tü n h a r fle r
harf-i istifhâm : gr. s o ru y u b e lir tm e k için k u lla n ıla n h a rf, edat.
harf-i müselsel: b ir b iriy le iliş iğ i o lan b ir k aç ,d ü şü n c e ü z e rin e a ç ıla n ta r t ış m a
harf-i istisnâ : gr. istisn a y ı b e lirtm e k te k u l la n ıla n edat.
harf-i
müstakil : gr. “ m ü s ta li” h a r fle r in d ı
.şın d a b u lu n a n h a r fle r
harf-i istitâle : gr.
{ j p ) h a rfi,
harf-i
harf-i lcalb : b ir *ö rn e ğ in o rta h a rfi,
j p ، ؛٠/ ٠ ، £ ٠
,ik i h a r f : ( o v e J . ) g ib i
، ،$ ، .؛J
harf-i kamerî: gr. k a m e r h a r fi, ( b k z : h u rû f-ı
harf-i mütekarib : gr. te la ffu z b a k ım ın d a n ,a y n ı sesi veren ik i h a r f (i ve J p ) g ib i
k a m e riy y e ).
harf-i müteşâbih, harf-i mütezâvic : n o k ta lı
harf-i kasr, harf-i maksûr, harf-i taksir : gr. k e lim e n in so n u n a gelen k ısa ٠٠£ ve ١
ve b a şk a h a rfle rd e n a y r ılm ış o lan h a r f (، ،٠ ؛ .( o
harf-i magz-dâr : d eğ erli söz. harf-i ma’nâ : gr. fiil v e y a isim o lm a y a n h e r
، ö
harf-i nâsıb : gr. d â h il o ld u ğ u m u z â r î fiilin -n ih â y e tin i ü s tü n o k u tan d ö rt h a rfte n h e r
h a n g i b ir k e lim e.
harf-i ma’rûf : gr. u zu n “ u” o la r a k o k u n a n “ j ” v e y a u z u n “ i ” o la r a k o k u n a n “ ،٠ ” ؛h a rfi, ve
“e ” o la r a k o k u n a n
harf-i meczûm, harf-i sâkin : gr. b â z ı h a l lerd en d o la y ı h a re k e siz o k u n a n h a rf.
١،
،3 ، ٤ ). harf-i mütecânis : gr. a y n i k a te g o rid e n o lan
[ K u r ’a n o k u m a d a ] t it r e ş i m li h a r f :
harf-i mechûl ؛gr. “ o ” o la r a k o k u n a n
müstali: gr. k o n u şm a d a d ilin y ü k s e l
m e sin i g e rek tire n h a rf. (، J >؛،
harf-i kalkale, harf-i laklaka : gr. O ، £ ٠ ، . ؛،
menkut, harf-i mu’cem : n o k ta lı h a r f
n o m in a t if h â lin d e b u lu n a n :
harf-i ednâ, harf-i halk, harf-i zulmânî: ed. i ، ؛
,harf-i
.b ir i ,harf-i
nefy : gr. * o lu m su z lu k e d a tı
harf-i nevâî : ed. j ، d ، ، i ، J >؛، o ، ، -٠ h a r f .le rin in h e r b ir i .harf-i
nidâ’ : gr. se sle n m e e d a tı
harf-i pehlû-dâr : ed. k in a y e , 379
harf-î revî h a rf-i re v i : ed. ı) kafiyenin esas ünsüzü. 2) Iran edebiyatında bir kafiyenin son harfi.
h a r f g î r r $ ( ﺣ ﺮ فa.f.b.s.): her İşte ayıp ve noksan arayan.
( ﺣ ﺮ ف ﻣ ﻤ ﺮ ىa.f.b.i.): her İşte ayıp ve
h a r f-g îr î
h a rf-i s a f i r : ıslığı andıran, ıslığım sı ses. h a r f-i s â i t : sesli h a r f vokal. Jıa rf-İ s â m i t : sessiz h a r f ( ى،
و، )اdışındaki
ünsüzler.
noksan arayıcılık. h a rfiy e n ( ر يa .zf.): h arfi harfine, tastam am , tıpatıp, olduğu gibi.
ﺣﺮﻓﻜ ﺶ
h arf-k e ş
h a r f-i sebiik, h a r f-i s e h l : m ânâsız boş söz. h a r f-i serd : sert söz. h a rf-i şed îd : gr. hece sonunda uzun okunm ayan h a ı'f:
د، ج، ت، ب، أ، ك، ق، ط
h a rf-i şefehî, h a rf-i şefevî : gr. d u d a k sıl, la-
(a.fb.s.) : 1. yazı yazan, çizgi
؟eken. 2. saçm asapan konuşup can sikan, h a rf-p e y m â nuşan.
ﺣﺮف ﻳ ﻤ ﺎ
(a.f.b.s.): ؟ok güzel ko-
( ﺣ ﺮ ﻓ ﺰ فa.f.b.s.): ؟al ؟ene, geveze. h a r-g â h , Jiar-geh ا ﻣ ﻤ ﻪ، ( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﺎ هf.i.) ؛bü yü k h a rf-ze n
çadır, otak.
biyal. h a r f-i şem sî : gr. başına "el” (harfi tarif) geldiği zam an bu haı-fi tai-iften sonra gelen
h a rg â h -ı m âh : hâle, ay ağılı.
( ﺧ ﻮ ا ر ﻣ ﻤ ﺎ رf.b .s.): hakaret edici, eden.
h â r -g â r
[miien. “ hâr-gâre” dir .1
kelim eyi şeddeli okutan h a r f güneş h a r f i : ، ث، ت، ن، ظ، ط، ض، ص، ش، س، ز، ر
h a r-g e d â
ذ، ( دbkz : hurûf-1 şemsiyye)
h ar-gele
( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﺪاf.b .s.): zorla yardına isteyen, ( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤﻠ ﻪf.b .i.): 1. eşek süi'üsü. 2. s. ter-
biyesiz, azılı kimse. [Farsçada “ h a r e ş e k ,
h a r f-i ta ’r î f : gr. *tanım edatı, h a rf-i ta 'rîf-i g a y r-i m u a y ye n : gr. *belirsiz
ge le= sü rü ” ). h a rg û ş
tanım edatı. h a r f-i ta ’r îf-i m u a y y e n : gr. *belirgin *tanım
( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﻮ شf i . ) : tavşan. H âb -1 h a r g û ş î :
tavşan uykusu, h a fif uylcu. h a r g U şe k ﻚ
edatı.
h â rh â r
h a r f-i te n k îr : gr. belirsizlilc edatı,
( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﻮ ﺷf.i.): tavşan yavrusu, ( ﺧ ﺎ و ﺧ ﺎ رf.i.): 1. gönül üzüntüsü, yiirek
sıkıntısı. 2. devam lı istek. 3. sürekli kaşınti.
h a r f-i v â h î : boş, sa ؟m a söz. h a r f-i v â h id : hiçbir h a r f hiçbir söz.
h a rh a ra
h a r f-i v a r a k -g ir : bir boşluğu doldurm ak İ ؟in uzatılan harf.
( ﺧ ﺮ ﺧ ﺮ هa .i.c.: haı٠âhiı٠) : 1. sürekli ho-
rultu. 2. sürekli hırıltı, h arh işe
h a r f-i veted : gr. bir sırada bulunan harflerin: birinci, dördüncü, yed in ci ve onuncu-
h â r ık
(f.i.) ؛gürültü, patırtı,kavga,
( ﺧ ﺎ ر قa .s.): yırtıcı, yırtan,
h â rık -ı â d e : âdeti yırtan) âdetin dışarısında, hârikulâde ؛yalancı.
h a rf-i zâ id : gr. bir kelimede asli harfler dişında fazla olarak görünen h a r f :( ا، h arf
ﺣﺮف-( ة.1 .) ؛yem iş toplam a, ( ﺣﺮف آﻓﺮﻳﻦa.fb.s. ve
h a r f-â fe r în
و، ) ى,
2 . şâir; hatip. h a rf-â ş in â anlayan.
ف
- ﺣﺮف
( a .z f ) : olduğu gibi,
aynen, aslından ayrılm aksızm .
( ﺣﺮ ﻓ ﺠ ﺰa.f.b.s.): birinin İşine kari-
şan.
h a ri
ى
ر
(a .s.): lâyık, m üstahak, [“a h râ ” ke-
çespân, şâyeste). h â rî
( ﺧ ﻮ ا ر ىf.i.): lıorluk, ilakirlik. ( ﺣ ﺮ ﻳ ﺐa .s.): yağm a olunm uş, soyulm uş,
h a rib
talan edilmiş.
ﺣ ﺮ ف اﻧﺪاز
(a .fb .s .): söz atan, liay-
siyete dokunucu söz söyleyen, h a rf-e n d â z î
38.
derecede peydâ
olan yara. limesi dalla ؟ok kullanılır], ( b k z : bercâ,
h a r f-b e -h a r f
h a rf-e n d â z
( ﺣ ﺎ ر صa .s.): hırslı olan, (bkz : ha.rîs). ( ﺣ ﺎ ر ﻋ ﻪa .i.): insanin başında veyâ yii-
h â rısa
zilnde kan ؟ikm ayacak
( ﺣﺮف آ ﺷ ﻨ ﺎa.f.b.s.): 1. harfleri bir-
birinden ayırabilen, harfleri tanıyan. 2 . lâf
h a r f- ؟în
rik). 2. yanan, tutuşmuş, hârı.s
1 :( . ؛. A llah.
( و قa .s.): 1. yakan, yakıcı, (bkz : m uh-
h â r ık
ﺣﺮ ى ادا ز ى
(a.f.b.i.) ؛söz atıcılık.
h â rib h â rib
۶ ( بa.s.) : ka ؟an, fii'âi" eden, ﺧﺎ ر ب (a.s. h a r â b 'd a n ):
liarâbeden. 2. haydut, yol kesen.
1. yıkan ,
harîm harîbe *L—r—ب.( ﺣﺮa.i.c.: harâib): bir kimsenin geçineceği ?ey.
harîc
ب — ج.( ﺣﺮa.s.): 1. dal", ensiz. 2. kuşatılmış, (bkz: mahsûl").
hâriç ( ﺧ ﺎ ر جa.i.): 1. di?, dışarı. 2. dışarı çıkan, dı?a]"da, dışta. 3. hiç ilgisi olmayan kimse.
Hareket-i hâriç, ibtidâ-î hâriç : medrese yolunda ilk rütbeler,
hâriç anî'1-merkez : geo. *dışmerkezli. hâriç ani'l-merkeziyyet: geo. *dışmerkezlik.
hâriç ani'1 merkeziyyet hesâbı: top. üzeı'inde âlet kurulamayan, 'fakat rasat yapılması gereken bil" noktanın yerine o nokta civârındaki başka belli bil" nokta üzei"؛nde âlet kurmak sûretiyle yapılan tasatların ilk iroletaya iı'câı lıesâbı, merkeze İrcâ metodu,
hâriç ez-memleket: huk. bir memlekette iken hükmen başka bil" memlekette sayılan.
hâric-î lcısmet: mat. bölüm, [bölme İşleminden sonra aı'ta kalan sayı],
hâric-i vatan : vatanin dışı. 1( ﺑ ﺮ ﺟ ﻄ ﺄ ة اa.s.) : suçlu, günah İşlemiş,
hâricen ( ﺧ ﺎ ر ﺟ ﺎa.zf.) : hâriçten, dıştan, dışarıdan.
hâricen mersum dâire : geo.*çokgenin kö?elerinden geçen dâire,
hâricen mersum mudallâıgeo.dışçokgen. hâricen mümâs dâire ؛geo. dış *teğet dâire, hâricen mütebâdil: geo. *dışters [açı], hâricî ( ﺧ ﺎ ر ﺟ ﻰa.s.): 1. hârice, dışarıya mensup, hâriçle ilgili. 2. tar. vaktiyle Hz. Ali'ye İsyân eden cemâat ferdlerinden herbiri.
hâricî haşefe-î nebât: bot. di? *yönlü *başçık. hâricî merkez: jeol. *dışmerkez, fr. âpicentre. hâricî tufeyli: zool., bot. *dışasahık, fr. ectoparasite. hâricî tufeyliyyet: *dışasalaklık, fr. ectoparasitisme. hâriciyye ( ﺧﺎ ر ﺟﻴ ﻪa.i.): 1. dış siyâset İşleri, di?İşleri. 2. ameliyatla tedâvi edilen hastalıklar, di? hastalıklar. 3. s. hâriçle ilgili,
harîd ( ﺣ ﺮ ﻳ ﺪa.s.): tek; ayi'1. harîd ﺪ
زﻳ
(f.i.): satın alma.
harîd ü fürûç : alim satım, hârid ( ﺣ ﺎ و دa.s.): öfkeli, hiddetli, kızgın, harîd, harîde ﺧ ﺮ ﻳ ﺪ ه، ( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪa.i.c.: haı-âid): 1. kızoglankız. 2. delinmemi? inci, harîdâr ( ر د ا رf.b.s.): satın alıcı, harîde ( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪ هf.s.): satın alınmış, harîf ( ﺣ ﺮ ﻳ ﻒa.i. hirfet'den): 1. meslekdaş, san'at arkada?!, (bkz: hirfet). 2. herif, âdî ٧e
bayagiadam. 3. teklifsiz dost,
harîf ( ﺧ ﺮ ﻳ ﻒa.i.): sonbahar, güz. hârîf ( ر فa.s.): yemi? toplayan, harîf-âne ( ﺣ ﺮﻳ ﻐﺎﻧ ﻪa.f.zf.): esnafça, herkes masraftan kendi hissesini vererek, ortaklaşa yapılan ziyâfet. [yanlı? olarak “ ârifâne” kelimesi daha yaygındır].
harîfe ﻪ
ﺧ ﺮﻳﻔ
(a.i.c.: harâif): ev İ ؟in sonbahaı.
hazırlığı.
harîfî ( ر ضa.s.): sonbaliarla, güzle ilgili, harîk ( ر قa.i.): yangın, ate?. (bkz : hârika), harîk-î hânmân-sûz: evi yakan, evi kül eden yangın.
harîk ﻚ
( ر ﻳa.s.): erkekliği olmayan [adam], (bkz: İnnîn).
harika ( ﺣ ﺮ ﻳ ﻘ ﻪa.i.): 1. bulamaç [yemek]; yulaf ve şâire lâpası. 2. acı, SIZI, hârika ( ﺧﺎرﻗﻪa.s.c.: havârık): imkânların üstünde olup, insanda hayret uyandıran ?ey. (b k z: mu'cize). hârika ( ﺣﺎرﻗﻪa.i.): ate?, od. (bkz : harîk, nâr). hârika-î sevdâ : a?k ateşi, hârikat "( ﺧ ﺎ ر ﻷ تka” uzun okunur, a.s. hârika'nm c .): insanda hayret uyandıran ?eyler, ?aşılıp kalınacak ?eyler,
hârîkavî ٠( ﺧﺎرﻗﻮىa.s.): hârika gibi, hârilca nevinden.
hârikü'l-âde ( ﺧﺎرق اﻟﻌﺎﺑﻪa.zf.): âdetin üstünde, hâricinde.
harik-zede ( ر ﺿ ﺪ هa.f.b.s. harik-zedegân): evi veya eşyası yanmış kimse, yangına uğrami?, yangından zaraı. görmüş,
harîk-zede-gân ﺣﺮﻳﻘﺰدﺳﻤﺎن
(a.f.b.s. harikzede'nin c .): yangına uğramı? kimseler, yangından zarar görmüşler,
harîm ص
.ز
(a.s.): saygısız, çekinmez, kayıtsız
[adam].
harîm ﻳﻢ/
(a.i.s.) : 1. biı٠i İçin kutsal olan ?eyler. 2 ٠ i. harem dâiresi, harem. 3. i. evin İÇİ
381
harim-i hâss
gibi başkasına kapalı olan yer. 4. i. bir evin civâı.1. 5. i. avlu. 6. i. ortak, şerik. 7٠i. lıacıkırın, İıac zanıânıııda büründükleri örtü. harînı-i hâss : büyük bir zâtın kendi dâiresi. harim-i ism et: mukaddes ocak, nâıııus ocağı٠ harim -i kâ'be-i aşk : aşk kâbesiııiıı harinai, gizli ve mukaddes bucağı, harime ﺑﻤﻪ/ (a.i.): kişinin dilediği gibi lcullanabilecek hakka mâlik olduğu mail, harir r ( ر يa.i.) : 1. ipek. Câme-j harir : ipek elbise, ipek çamaşu-. Dûd-i lıa r îr : ipek böceği. 2٠s. laarâretli, at'eşli. Kalb-İ harir : ateşli kalb. harir-i H in d i: Hindistan'a nialisus bil. çeşit ipek kağıt. harir-i Sem erkandi: eskiden kullanılan kâğıt türlerinden biri. hariri, haririyye ر ى ‘ ر ر ﺀ ﻷ. ( رa.s.): 1. ipelcle ilgili, ipekten yapılmış; ipek gibi yumuşak. Akmişe-İ haririyye : ipek kumaşlar. 2. güzel saııatlaı'da kullanılan ve Semerkand'da ipekten yapılan ilil" kâğıt cinsi, [tezhip, laat, minyatür v.b.]. Haririyye د ه.ﻳﺮ/ (a.la.i.) : tas. sofiyenin büyüklerinden Seyyid Alnnned eı'-Rufâî 'taı'afıııdan kurulan Rııfâiyye tarikatınım şubelerinden biri, [kurucusu : Ebü'1-Hasaıı Ali el-Haı-îrî'dir]. haris ا ي— ص- (a.s. lıırs'daıı): hırslı, tanıahkâı', bir şeye çok düşkün, lüzUıuuııdan fazla istekli. haris-i câh : nnevlci, riitbe düşkünü. haris-i m â l: mal calilisi. haris-i şöh ret: şöhret düşkümü, hâriş ث٠( رa.i. hars'dan): İıarâset eden kimse, çiftçi, ekinci. hâris-i gayûr : gayretli, çalışkan çiftçi, hâ'ris ( ر سa.s. lıirâset'deıı) : muhâfız, bekçi, gözcü; koruyan, koruyucu, (blcz : dîde-bâıı, pâs-bân). hâris-i vatan : vatanin bekçisi, koruyucusu, hâriş ( ر صa.s.) : son dei'ece İ111.S İ 1olan, harîs-âne ،( ا ﺑ ﻌ ﺎ ﻻa.zf.): lnariscesine, lıaı'îse yakışacak sUl'ette. hâr-istân ف١ر س (bkz: hâr-zâr). 382
(f.b.i.): dikenlik, çalılık.
hâriş ( ر شf.i.): kaşıma, kaşıııma. harîta ﺑ ﻄﻪ.( رa.i.c.: harâit): 1. bir yerin coğrâfî durumunu bildiren çizgiler, harta, harita-i bahriyye : cogr. deniz haritası, harita-i ink ؟ ؛â f؛yye : cogr. tanıtma haritası, harîta-î müsteviyye : cogr. plân, harita- ؛semâviyye : astr. gök haritaları. 2. kulplu kese, dağarcık. hariz ض.( رa.s.): giicshz, tâkatsız [killise], hariz j j - f (a.s.): hıfzolunmuş, şaklanmış, (bkz: mahfUz). Hârizııı ارزم(f.lı.i.): Aınıuderyâ'11111 aşağı mecrâsınrn her iki tarafında bulunan Üİkellin ve bu ülkede XIII. aşıra kadai. dilini rııulıâfaza ederek yaşamış olan bil- şarkî Iran kavminin adıdıı-. hârîzmî ﻫﻰ3( ر ا رf.s.): lıâriznıe âit, harizm ile ilgili. hârizmiyye ( ر ا ر ز بf.i.): horzumlu yolu, algoritma. hark ( ر قa.i.): 1. yarıp yırtma, yırtılma. 2. su akacak yarık, ark. hark ( ح—رىa.i.) :yakma, (bkz :İhrâk). harkafa ( ﺣﺮﻗﻬﻪa.i.): anat. kalça kemiği, oylul، kemiğinin başı. harlcafi ( ﺣﺮﻗﻬﻰa.s.): anat. kalça kemiğine âit, kalça kemiğiyle ilgili. hâr-keş د ش- ( ر كf.b.s.): yoksulluktan dolayı evine diken ve çalı çırpı taşıyan, har-kiirre ٥j j / (f.b.i.): eşek yavrusu, Sipa. [“ kün'e-har”] : yavı'u eşek, harmel ( ر ﻫ ﻞa.i.): bot. üzerlik otu. harmen ( ر سf.i.) : lıaı'man. (asil "hirmen” dil-.]. harmeıı-gâh ( ر م ﺀ هf.b.i.): harman yeri, har-meni( ر — ؟f.b.s.): eşek tabiatlı, har-miihre ( ر ﻣ ﻬ ﺮ هf.b.i.): katırboncuğu. har-nâme < L j \ j / (f.b.i.) : Şeylıî'nin başından geçen bir vaka üzerine tanzim ettiği “satyrique” bil- manzum eseri, harnûb ( ر د و بa.i.): keçiboynuzu [yemiş], (bkz: harrUb). hâr-püşt ﻓ ﺖ١( ر إf.b.i.) : "diken sırtlı", mec. kirpi. harpüşte ﺷ ﺘ ﺪ.( رf.s.): harpuşta, balıksıı-tı biçiminde olan. harr / (a.i.c.: harUr): harâret, sıcaklık, Sicak.
hasânet-î hîsâr harr-ı şedîd : şiddetli harâret. harr-ı tem m ûz: temmuzun sıcaklığı, temmuz sıcağı.
, İc ız g ın , S i c a l c , y a l c ı c ı . B ilâ d -1 h â r r e : s i c a k m e m l e I c e t l e ... E k a lim -i l i a r r e : S i c a l c i l c l i m l e i ', 11.0 p i l c a l b ö l g e l e r . M ın ta k a-İ h â r r e : cogr. ISI k u şak .
h ârr, h â rre
ر ه
؛
ر
(a.s.):
h a r â r e tli
harrâlc ( ر ا قa.i.): hek. pelılivan yalcısı. harrâka ( ر ا تa.i.): [evvelce] düşman gemilerini ve şehirlerini ateşlemelc üzere, yalcıcı âletlerle bezenmiş olan harb gemisi, harrân ( را نa.i.) : miiz. Türk müziğinin eslci müı'ekkep makamlarından olup en az beş asilliktir, elde İliç bir nünıûııesi yoktur. İıarrâs ( ر ' ثa.i. haı'âset'den) : elcinci, çiftçi, toprağı işleyip elcin elcen. (İİİCZ : fellâh'). h a r r â ^ ^ (a.s.) : çıkrıkçı, doğı'amacı. lıarrâtîn ( ز ا ضa.i. lıaı-rât'ın c.) : çıkrıkçılar, doğramacılar. harrûb ( ر و بa.i.) : keçiboynuzu [yemiş], (blcz: İıarnûb). hars ث٠( ﺣ ﻢa.i.) : 1. tarla süi'iııe. 2. kültür. [Fransızca “culture" karşılığı], harsi ( ر ضa.s.): lıaı٠sa âit, harsla ilgili, İcültürel. harsiyyât > ﺑ ﺖ Icültüı- İşleri.
(a.i.c.) : harsla ilgili şeyleı-,
harşef ( ر ذ فa.i.c.: harâşif) : 1. balık pulu. 2. enginai.. 3. lcallcan balığı, harçefî ( ر ضa.s.): balık pulu şeklinde olan, harşûf ( ر ر قa.i.): bot. enginar, (bkz : hal.-
şef2). hart ( ر طa.i.) : el ile ağaç dallarından yapralc sıyırma ve ağacın kabuğunu soyup çıkarma. h artû c ( ز ﻻ جf.i.): topa, merminin arkasından süı٠ülen barut kesesi, hartût ( ز د و بf.s.): iri, yapışkan ve tatsız bil. kaı٠a dut. h a r û k ^ r ۶ (a.i.) :lcav. harûn ( ر و نa.s.): İıai'in, ilerileyecelc yerde duran veyâ geri giden [hayvan], (blcz: müİcirı.). Hârûn ( ه—ارونa.lı.i.): 1. Mûsâ Peygamberin büyüle kardeşi [Aaron]. 2. Bagdad halîfelerinden Flârûnü'r-Reşîd.
harûnî ! ؛( ا و د ى. ؛.) : hainlik, hayvanin huysuzluğu. Hârûnü'r-Reşîd ( ﻫﺎروف ا ﻟ ﺮ ﺷ ﺪa.h.i.): Abbâsî halîfelerinin en meşhurudur (766-809). harûr ( ا و رa.1 :( .؛. Güneşin kızgınlığı. 2. gece esen Sicak rüzgâr. [Fransızca “calorifique” karşılığı]. harûrî, harûriyye ر و ر ﻳ ﻪ، ( ﺣ ﺮ و ر ىa.s.) : harârete mensûb, harâretle ilgili. Kııvve-i h arh riyye: harâret kuvveti. Hârût (a.lı.i.): 1. arkadaşı Mârût ile ün almış bir melek olup, büyü ile SİİIİI"ile uğraştıklarından kıyânıete kadar kalmak üzeı'e Babil'de bir kuyuya hapsedilmişlerdir. 2 ٠s. silıiı. yapan. hârûtî ( ر و ﻓ ﻰki.): 1. Hârût'un İÇİ, büyücülük. 2. Hârût yolunda olan, büyücü, hâr ü zâr ( ﺧﻮ؛ر و زارf.b.s.) : hor, zavallı, har-vâr ( ر وا رf.b.i.): eşek yükü, hâr-zâr ( ر ز ا رf.b.i.) : dikenlik, çalılık, (bkz : hâr-istân). has ى٠( خf.i.): ot kırıntısı, çerçöp. Hâr ü has : çalı çırpı. hasad (a.i.): 1. ekin, çayır biçme, biçilme. 2 ٠biçilmiş ekin. 3. ekin biçme zamânı, orak vakti, [kelime: "hısâd" şeklinde de kullam ili'].
hasâdet ا د ت٠( حa.i.): hasudluk, hasedcilik. hasâfet ( ﺣ ﻌ ﺎ ﻓ ﺖa.i.): 1. hükümde sağlamlık, kuvvet ve olgunluk. 2. rey sağlamlığı. J ı a s â i l ^ ' ^ (a.i. lıaslet'in c.) : hasletler, lauylaı٠>tabiatlar, (bkz : lıısâl). hasâis ا ﺋ ﻌ ﻞ٠ ( حa.i. hâssiyyet'in c .): bir şeye, birine İıas olan keyfiyetler* ؛nitelikler, hasâis-i insâniyye : insanlık hassalan. hasâis ا ﺋ ﺲ٠( ىa.s. hasise'nin c.): kötü, fenâ, alçak tabiatlai', lluylar. hasâle ( ﺣ ﺸﺎ لa.i.): bot. bâzı çiçeklerin filkası, çeneği. hasali ض (a.s.) karnin, göbek kasık arasındaki yei" ile *ilgili. hasânet ( ﺣ ﻌ ﺎ ﻧ ﺖa.i.): 1. bir binâ veya başka yapının zaptolunamıyacak derecedeki sağlamlığı. 2 ٠İcadının nefsine hâkim olması, hasânet-i h is â r: 1) lıisârın, kalenin sağlamİığı2 )؛temiz ve nâmııslu bulunma. 383
htısâr, hasâret
ﺧ ﺎ ر ت، ( ﺧ ﺎ رa.i.c.: lıasârât): zarar, ziyan (bkz : İıasâret). l ı a s â r â t ( ﺧ ﺎ و ا تa.i. hasâr'ın c.): zararlar, ziyanlar. h a s â r - d i d e ( ﺧﺎ ر د ﻳ ﺪ هa.fb.s.): hasâra uğramış, zarar görmüş. h a s â r e t ( ﺧ ﺎ ر تa.i.c.: lıasârât): zarar, ziyan. (bkz : lıasâr, Iıusı-, Jııısrân). h a s â r e t ( ﺣﺜﺎرتa.i.): sivile, sulu şey, leoyulaşıp katılaşma. h a s â s e , h a s â s e t ﺧ ﻬﺎ ﻣ ﺖ، ( ﺧ ﻌ ﺎ ﺻ ﻪa.i.): ilitiya ؟, yoksulluk, züğürtlük, h a s â s e t ( ﺧ ﺎ تa.i.): 1. hasislile, tamahkârlık, pintilile, cimrilik, (bkz: liisset); 2 ٠alçaklık, bayagılıle. [zıddı “asâlet" dirj. h a s â t ( ﺣ ﺼ ﺎ تa.i.): 1. kü ؟üle taş, ؟aleıl taşı. 2. ؟aleıl taşlaı٠ı ؟ok olan yer. 3. mesâııe, kaı-aciğer, böbrek gibi yerlerde peydâ olan taş. h a s â t - ı b e v l i y y e : h e k . böbreklerde ve sidile yollarında meydana gelen taş. h a s â t - ı i h l i l i y y e : h ele, erkeklerde, sidile yollannda hâsıl olan taş. h a s â t - ı le e b e d : h ele, karaciğerde biriken taş. h a s â t - ı k i l y e v i y y e : h e k . böbreklerde lıâsıl olan taş. h asâr, h asâret
h a s â t-ı m e s â n e : h ek .
idrar leesesinde mey-
dana gelen taş. h a s â t ü 'l - e m 'a ': h e k .
bağırsaklarda hâsıl olan
taş. h a s â t ü 'l ü z n h asb
( ﺣ ﺐ اﻟﻘﺪوa.zf.): kaderden. ( ﺣ ﺐ اﻻزومa.zf.): lüzrım dola-
h a s b e '1 - l ü z û m
yısıyla, gerektiği İçin. h a s b e l - m e 'm û r i y y e
اﻟ ﻤﺄ ﻣ ﻮ رﻳ ﺔ
ﺣ ﺴ ﺐ
(a. zf.) :
me'mûriyet dolayısıyla. h a s b e ’l - m e v s i m
( ﺣ ﺴ ﺐ اﻟﻤﻮﺳﻢa.zf.): mevsime
göre. h a s b e 'l - u b û d i y y e
( ﺣ ﺐ اﻟﻌﺒﻮدﻳﺔa.zf.): bende-
lik, kulluk İcâbıyla.
ب (a.zf.): karşılıksız, parasız, bedava, (bkz : fahri, lıasbî).
h a sb e te n
( ﺣ ﺐ ﻟﻠﻪa.zf.): Allah rızâsı İ ؟in, Tanrı uğruna, [hasbe kelimesinin a sil: ecir, sevâb mânâsına olarak "hisbe"dir].
h a s b e te n -lîlla h
ى٠ سI (a.s.) : karşılıksız, parasız, bedâva. (bkz :fahri).
h asbi
( ﺣ ﺐ ر ا لa.b.i.) : 1. görüşüp dertleşme; halleşme. 2.1912'de Alımet Şerif tarafından İstanbul'da yayımlanmış dini bir gazete.
h a s b ih â l
h a s b ü k a llâ h
اﻟﻠﻪ
ﺣ ﺴﺒ ﻚ
(a.zf.): (bkz : İıasbün-
allah).
( ﺣ ﺴ ﺒ ﻦ اﻟﻠﻪa.zf): 1. Allah'ım bana yeter. 2 ٠ya Rabbi sen bilirsin.
h a s b ü n a llâ h
( ﺣ ﺐa.i.): baba tarafından gelen şeref, asillilc, soy temizliği, (bkz : asâlet). [zıddı “ hasâset” dil-].
h aseb
h a s b ü n a l l â h v e n i 'm e ' 1- v e k î l :
bize Allalı ye-
ter, 0 heı. işimizi güzel yapai'. : (İşitme taşı),
a n at.
leulaktozu.
( ﺣ ﺴ ﺐa.zf.) : göl'e, nazai'an, binâen, ci-
iletiyle, gereğince, [asil "miktar” mânâsına gelen "İıaseb” dil.]. h a s b -i h â l : görüşüp dertleşme, (blez: hasbihâl). h asbe (a.i.): h e k . kızamık hastalığı, [lcelime "hasebe” şeklinde kullanılır], h a s b e 'l - b e ş e r r i y y e ( ﺣ ﺐ اﻟﺒﺸﺮﻳﻪa.zf.): insanille icâbı olal'ak. h a s b e 'l - h a m i y y e ( ﺣ ﺐ اﻟﺤﻤﻴﻪa.zf.): lıamiyet yüzünden, hamiyet icâbı, h a s b e 'l - î c â b ب١( ﺣ ﺴ ﺐ اﻻﻳﺞa.zf.): durum dolayısıyla, durum icâbı olaralc. h a s b e 'l - i k t i z â ( ﺣ ﺐ ا ﻻﻗﺘﻔﺎa.zf.) : gerelctiginden dolayı, ötürü. h a s b e 'l - i s t i 'd â d ( ﺣ ﺴ ﺐ ا ﻻ ﺳ ﺘ ﻌ ﺪا دa.zf.): me'mûriyet dolayısıyla. 384
h a s b e 'l - k a d e r
( ﺣ ﻌ ﺒ ﻴ ﺖa.i.): hısımlık, akl'abaille. hased ( ح— لa.i.) : kıskançlık, ؟ekememezlik, günü.
h a s e b iy y e t
( ﺣ ﻤ ﺪ هa.s. hâsid'in c.) : İıased edenlei", kıskananlar, ؟ekememezlik edenlei", .günüleyenler. h asek ﻃ ﺚ (a.i.): 1. kin. (bkz : adâvet). 2. savaş âletlerinden ü ؟köşeli diken, demir dikeni. h asede
( ﺧﺜﻠﻪa.i.): h ele, karnin, göbek ile leasıle arasındaki leısmı. h a s e n ( ﺣ ﺴ ﻦa.s.): llüsünlü, güzel. V e c h - İ h a s e n : güzel yüz. A 'm â l - i h a s e n e : gtizel İşler, [müen. "hasene” dir). [Osmanlıcada erkek adi olarak “Hasan” şeklinde kullanılır), h a s e le
h a s e n ü 'l - h u l k : h a s e n ü 'l - v e c h :
huyu güz.el. güzel yüzlü.
hâsîrân h asenii's-savt : güzel sesli, hasenât
( ﺣ ﻨ ﺎ تa.i. hasene'nin c .): iyilikler,
iyi haller, iyi İşler, hayırlı İşler. Sâhibü'lh a se n â t : güzel şeyler meydana getirmiş olan, [zıddı “seyyiât" dır], ( ﺣ ﻐ ﻪa.i.c.: hasenât): 1. iyilik, iy hal, iyi İş, hayırlı İş. [zıddı "seyyie” dil.]. 2. eski altın paralardan birinin adi. Haseneyn ( ﺣ ﻨ ﻴ ﻦa.h.i.c.): “ iki Hasaıılaı-” : Hz. îmâm-ı Hasan ve Hüseyin, h a s f - (a.i.): 1. yere batma. 2. nuru, ışığı sönme; ayin tutulması, (bkz : husûf). hashasa 1 ( ﺣ ﻤ ﺤ ﻢa.i.): 1. açık, âşikâr olma. 2. bir şeyi başka bir şeyin İçinde -iyice bil.leşmesi İçin- sallama. hâsıb ( ﺣﺎص — بa.i.): ortalığı toz toprak İçinde bırakan şiddetli 1-üzgâr, tipi, h â sıd ( ﺣ ﺎ ﻣ ﺪa.i. ve s. hasâd'dan): hasâdeden, ekin biçen [adam], orakçı, (bkz : hassâd). hâsıl ( ﺣﺎ ﻋ ﻞa.s. husûl'den. c . : hâsılat): husûle gelen, husûl bulan, peydâ olan, olan, çıkan, üreyen, türeyen, biten. hâsıl-ı c e m ' : mat. birkaç sayının bir araya toplanmasından meydana gelen yekûn, toplam. hâsıl-ı kelâm : sözün kısası, kısacası, (bkz : el-hâsıl) hâsıl-ı m asdar : gr. fiil ismi, hâsıl-ı r e f ' : mat. bir sayının bil- veyâ birkaç defâ kendisiyle çoğaltılmasından meydana gelen sayı. hâsıl-ı t a r h : mat. bil- sayınııı diğerinden çıktıktan sonı-a kalan kısmı, hâsıl-ı z a r b : mat. *çarpım, fr. produit. [ınüen. "hâsıla” ]. hâsıla ( ﺣﺎ ﻣ ﺤﻠ ﻪa.i.): 1. *sonuç, netice. 2. elden edilen kazanç. S a f h â s ıla : bil- işlemin bakıyyesi. hâsılât ( ﺣ ﺎ ﻣ ﻼ تa.i. hâsıl'ın c .): herhangi bilİşten husûle gelen şeyler, temettü', fayda, îrât, vâridat, gelir, kazanç, [kelime, dilimizde müfret gibi kullanılır], hâsılât-ı gayr-i sâfiyye : gelil-in hepsi, hâsılât-ı sâfiyye : masraf çıktıktan sonra kazaııç olarak kalan lıâsılat, net kazanç, hasılât-ı seneviyye : yıllık gelirler, hâsııı, hâsıne ﺣﺎﻣﻐﻪ، ( ﺣﺎ ضa.s.c. hâsınât): i f fetli, şeı'efli, nâmuslu [kadın]. hasene
( ﺣ ﺎ ﻋ ﺮa.s. hasr'dan) ؛hasreden, muhâsarada bulunan, etrâfı kuşatan, hâsıra ( ﺧﺎﺀرهa.i.): hek. boş böğür, hasib ( ﺧ ﺼ ﻴ ﺐa.s.): 1. ucuzluk, bolluk yer. 2. hayır sâhibi, eli açık, .cömert [adam],
hâsır
ب (a.s.): 1. değerli, itibarlı, soyu temiz, muhterem, saygın, şahsî meziyet sâhibi [kimse]. 2. i. muhâsebeci, sayman. 3. i. erkek adi. [müen. "hasibet'']. 4. Allah'ın sıfatlarından.
hasib
hâsib hâsid
( ﺣﺎا بa.s.) ؛hesâbeden, hesâbedici. ( ﺣ ﺎ ﺳ ﺪa.s. hased'den. c . : hasede,
hussâd): haset eden, kıskanan, kıskanç, (bkz: hasfıd).
( ﺣﺎﻣﺪاﻧﻪa.f.zf.): hasetçesine, kıskanarak, kıskınçlıkla. (bkz : hasûd-âne). h a s i f - (a.s.): hasâfetli, akil başında, olgun [adam], (bkz : hasâfet). hâsid-âne
( ﺧ ﺎ د ؛ ؛ ؟ ة ا اa.s. husûf dan): sararmış, rengi, parlaklığı kalmamış.
( ﺣﺼﻔﺎﻧﻪa.zf.): hasâfetli, akil başında, olgun adama yakışacak sûrette. hasîfe ( ﺣ ﻴ ﻔ ﻪa.i.) ؛gizlenen kin ve düşmanlık, (bkz: hasike). hasîf-âne
hasike
( ﺣﺴﻴﻜﻪa.i.). (bkz : hasife).
hasim ( ﺧ ﺼ ﻢa.i.c.: husemâ): iki düşmandan
her biri. ( ﺣ ﺎ ﻣ ﻢa.s.) : lrasmeden, kat'eden, kesip atan. H âkim -İ hâsim : bil- kararı derhal lıükme bağlayan, kesip atan hâkim, hasin ( ﺣ ﺼ ﻦa.s.hısn'dan): ınüstalıkeın, kuvvetli, sağlam [yer]. Binâ-yi h a s in : sağlam yapı.
hâsim
hasir (a.s.) : 1. feri gitmiş, donuklaşmış [göz]. Basar-I h a s ir: fersiz, donuk göz. 2. hasret çekeıı. (bkz : lıâsir', hası-et-keş). hâsir ( ﺣ ﺎ ﺳ ﺮa.s. lrasret'den): 1. hasret çeken, merâmına nâil olamayan. 2. çıplak, silâhsız, eliboş, müdâfaadan âciz [adam], [“ hâib” kelimesiyle birlikte kullanılır], hâsir ( ﺧ ﺎ ﺳ ﺮa.s. hasâr'dan. c. lıâsirân, lıâsirîn, lıâsirûn): zarara, ziyâna uğrayan, hasir ( ﺣ ﺼ ﺮa.i.): 1. hasıı-. 2. s. söyleı- veyâ okurken dili tutulan. h â s î r - ( a .s .) . ( İ 3 k z :lıâsir). hâsirân ن yanlai".
ﺧﺎ ﺳ ﺮا
(a.s. hâsiı-'in c.) : zarara uğra385
hâsiren
hâsiren ( ﺧﺎ ﺳ ﺮاa.zf.) : zarar göl'düğü halde, ziyâna uğrayarak. hâsirin ( ﺧﺎﺳﺮسa.s. lıâsir'in c.) : zarara, ziyâna uğrayanlar, (bkz: lıâsiı'ûn). hâsirûıı ( ﺧﺎ ﺳ ﺮ و نa.s. lıâsir'in c.) zarara, ziyâııa uğrayanlar, (bkz: lıâsii'âıı, lıâsii'îıı, lıâsirûn). hasis ( ﺧ ﺴ ﻴ ﺲa.s. lıisset'deıı): 1. nekes, cimi'i, pinti. 2. al ؟ak, değeı'siz, kıymetsiz; insani küçülten. Hasis menfaatlar. hasisa ( ﺧ ﺼ ﻤ ﻪa.i.) lcendine malisus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter, hasise ب (a.i.) : kötü lauy, feııâ tabiat, hasiyy ( ﺧ ﻌ ﻰa.s.) : laadııaı edilmiş, İıayası 1 ؟karılmış, burulmuş [insan veyâ laayvanj; iğdiş. laasl ( ﺣﺜﻞa.i.): feıaâ laal sâhibi olnaa. haslet ( ﺧ ﻌ ﻠ ﺖa.i.c.: laısâl): insanin yaı'adılıŞindaki lauyu, tabiatı, mizâcı. haslet-i cemile : güzel lauy. hasm ( ﺻ ﻢa.i.) : lcesme, kesip atma, kesin olarak laal ve fasletme, hasm-ı da'vâ : dâvâııın laalli. hasm ( ﺧ ﻌ ﻢa.i. ve S.C. : lausûııı) : 1. düşman, (bkz : adû). 2. mulaâlif karşı tai'af. hasmeyn : huk. dâvâlı olan iki taraf, hasm-ı ca'lî: huk. [eslciden] hakikatte laasnu olmadığı laalde, İlasını İ111İŞ gibi lıâkiııı huzûrunda İausûııaeti kabul eden kimse, hasm-ı cân : can düşmanı, hasm-ı ekber : en büyük düşman, şeytan, hasm-ı bî-ser ü pâ : sefil düşman, hasm-i mütevârî: hulc. [eskiden) mahkemeye gelnaelcten ve vekil göndermekten ؟ekinen ve koi'kan kimse. lıasm-âne ( ﺧﺼﻤﺎﻧﻪa.f.b.zf.) : düşmancasına, hasmeu ( ﺣ ﻤ ﺎ ﺀa.zf.) : kesin karar ile halledip laitirmek sûretiyle. hasmi ﺧ ﻌ ﻤ ﻰ (a.i.) : düşmanlık, (bkz: husûmet). hasııâ ( ﺣ ﻌ ﻐ ﻰa.s.) : fazlasıyla nâmuslu olan [kadın). hasnâ-yi hüsnâ: hem güzel, İaeıu nâmuslu [İcadın]. hasııâ' ت ﺀ (a.s.) : güzel [kız veyâ kadın). Arûs-i hasnâ : güzel gelin, hasnâ-yi müstesııâ : eşi olmayan güzel. 386
has-pûş ( ﺧ ﻬ ﻮ شf.b.s.) 1. yalancı, hîlekâr, mürâî. 2 ٠ ؟ali ؟İi'pı ile örtülü, has-pûşî ( ﺧ ﻬ ﻮ ﺷ ﻰa.s.) : riyâ, lıîle. hasr ( ﺣﺼﺮa.i.): 1. sıkıştırma, dai" bir yerin İ ؟İne alma. 2. hareketten menetme, etrâfını ؟evirme. 3. mahsus klima, kılınma. 4. vakfetme, talisîs etme. 5. zaman ayırma. 6. konıışurken veyâ okurken tutulup kalma. hasr-i iştigal: bütün uğraşmayı bir şeye İıasretme. hasr-1 nazar : bakışı bil" tarafa veyâ noktaya dikme. hasr ( ﺧﺼﺮa.i.): 1. böğür. 2. anat. bel. hasreme ( ﺣﺜﺮﻣﻪa.i.): anat. üst dudağın alt dudak üzerine taşınası. hasren ( ﺣ ﻤ ﺮأa.zf.): muhasara ederek, etrafım kuşatarak, çemberleyerek, hasret ( ﺻ ﺮ تa.i.): ele ge ؟irilemeyen veyâ elden kaçırılan bir nimete üzülüp yanma, i؟ ؟ekme, inleme ؛üzüntü, i ؟sıkıntısı, keder, zalnnet; eseflenme, göreceği gelme, özleyiş, (bkz: İştiyâk). hasret-dide ( ﺣ ﺮ ت ﻟﺒﺪهa.f.b.s.): hasret görmüş. hasret-fiken ( ﺻ ﺮ ت ﻓﻜ ﻦa.f.b.s.): hasret düşüren, lıasret döken. hasret-giidâz ( ﺣ ﺴ ﺮ ت ﺳﻤﺪازa.f.b.s.) : lıasretle yanan. hasret-hâne٠ü ^ ^ ( a . f . b . ؛.):hapishane, hasret-keş ( ﺣ ﺴ ﺮ ﺗ ﻜ ﺶa.f.b.s.) : hasret ؟eken, özlemiş. hasret-keş-âıe ( ﺻ ﺮ ﺗ ﻜ ﺸ ﺎ ﻧ ﻪa.f.zf.) : hasret ؟ekene yakışacak sûrette. hasret-nâme ( ﺻﺮﺗﻐﺎﻣﻪa.f.b.i.) : ed. ayrılık doİayısıyla yazılan mektup, hasret-zede( ﺻﺮﺗﺰدهa.f.b.s.c.hasret-zedegân) : lıasrete uğl'amış, hasrete düşmüş, hasret-zede-gân ( ﺣ ﺴ ﺮﺗ ﺰ د ﻛﺎ نa.f.b.s. lıasretzede'ııin c.) : lıası'ete uğl'amış olanlaı-, hası'ete düşmüş olanlar). hasret-zede-gi ( ﺻ ﺮ ﺗ ﺰ د ﻣ ﻰa.f.b.i.): lıası'ete ıığı'amış, lıasrete düşmüş olma, hass ( ﺣ ﺚa.i.) : biı'iııi, bil' işe teşvik etme, kandıi'ip ayaı'tına. hass ü iğrâ': teşvik ve kışkırtma, hass ( ﺣﺲa.s.): 1. al ؟ak١âdî. 2. i. marul.
haşâiş
[/ل
hâss (a.s.c. : havâs) : 1. malisus, *özel. İsm-i hâss : has isim, *özel ad. 2. hükümdaı-ın kendine mahsus olan. 3. saf hâlis. 4. tar. OsmanlI imparatorluğunun eski devirlerinde, devletin büyüklerine ayı'ılan ve yıllık geliri yüzbin akçadan yukaı'ı olan aı'âzi. hâsse'1-hass : tas. vahdet-i vücuda inanan, Allah'ı mutlak bir vaı'lılc olarak kabul eden, hâss ü âm : herkes, hâssü'l-hass : en has, en giizel. hâss ۶( ا سa.s. hiss'den): hisseden, duyan, [ıuüen. "hâsse"diı-]. hassa ٥—( ﺧﺎصa.i.) : bir Icimseye, ya da bil- şeye özel olan nitelik, kuvvet, gü ؟. hassa a sk e ri: tar. pâdişâhı veya hükümdarı korumalcla görevli askeri sınıf. hassâd ( ﺣ ﻤ ﺎ دa.s.): ekin biçen, orakçı, (bkz : lıâsid). hassân (a.s. hüsn'den): 1. ؟ok güzel olan. 2. i. erkek adi. hassâs ۶( ا سa.s. hiss'den): ؟ok hisseden, pek ؟abuk ve kolay müteessir olan, alıngan, liisli, duygulu : Hassâs bir kalb. Hassâs terâzî : en ufak bir farkı gösteren [terâzi]. hassâs-âne ( ﺣ ﺴﺎ ﺳﺎﻧ ﻪa.fzf.): hassas, duygulu olana yakışacak sûrette. hassâsiyyet ا ﺳﺒ ﺖ٠( حa.i.) : hassaslık, duygulu olma İıali, *duygusallılc. hâsse ( ح ا ﺳ ﺎa.i. İıiss'den. c .: İıavâss): bir şeye mahsus olan lcuvvet ve İıal, duygu, [“ hâss” in müennesidir]. hâsse-i lems : elle dokunma kuvveti, hâsse-i rü 'ye t: görme kuvveti, hâsse-i selime : sağ duyu, fr. bon sens. hâsse-i sem ': İşitme kuvveti, hâsse-i şemm : koklama lcuvvet'i. hâsseten ( ﺧﺄﺻﺔa.zf): İıusûsi olarak, *özellikle, ayrıca, yalnız. hâssiyyet ىﺳﻴﺖ٠(a.i.): (bkz : hassâsiyyet).' hâssiyyet ﺑ ﺖ٠( ﺧﺎهa.i.c.: İıasâis) : kuvvet, te'siı-. [bir şeye malisus olan], hâssiyyet-i lcat-1 h ayât: ölüm İıassası; ölüm te'siri. haste (f.s.c.: haste-gân): hasta, raliatsız, sayrı. haste-i b î-şifâ : şifâsız İıasta.
haste-i gam-1 a ş k : aşk gamınııı hastası, h â s t e ^ ^ (f.s.) : 1. ayağa kalkmış, i . uzaıımış. Ber-hâste: ayaklanmış. Nev-hâste : yeni yetişen delikanlı; yeni yetme, hâste (f.s.): istenilmiş, istenilen, (bkz : matlûb). haste-bend ٠ى ﺑﺘﺪ (f.b.i.): kırık çıkık sarmaya yarayan bağ, sargı, (bkz : cebire), haste-dil د ل.ﺲ ط ( ﺧf.b.s.): gönlü İıasta, üzüntülü; sıkıntılı. haste-gân ف١( ﺧﻮا ﺳﻚf.s. haste'nin c .): lıastalar, rahatsızlar, saynlaı.. haste-gi ( ﺧ ﺌ ﻰf.b.i.): hastalılc, rahatsızlık, haste-hâne
ط٠( خf.b.i.): hastane.'-
hâst-gâr ﺳ ﻄ ﺮ1( ﺧﻮf.b.s.): isteyici.., isteyen, (bkz: tâlib). hâst-gârî ى tâliplik.
را ﺀ
(f.b.i.):
isteyicilik,
hasûd ۶ ( دa.s. hased'den): hasetçi, kıskan ؟, ؟ekemeyen. El-hasûd lâ-yesûd: haset ؛ ؟kimse faydalanmaz ve onmaz, (bkz: lıâsid). hasûd-âne ( ﺣ ﺴ ﻮ داذ هa.f.zf.): hasûd olana yakışacak sûı-ette; hasetçilikle, kıskançlıkla, hasûdî وﻟﺪ ى٠( ﺣﻶa.i.): hasutluk, hasetçilik, kıs.kan ؟hk. hasûr ٠٥۶—( ورa.s.): 1. tasad.aıı gönlü daralan. 2 . Sil- saklayan. 3 ٠mücâhede yoluyla e.vlenmeye ve kadınlara yaklaşmaya 1-ağbet etmeyen. [Kuı-'ân'da bu kelime ile "Hz. Yahya” vasıflandırılmıştı!-]. has ü hâşâk س ﺧﺎﺷﺎك ٠ ( خfi.) : ؟eı- ؟öp. hasve ( ﺣ ﺮ هa.i.c.: İıusevât, İıusvât): azal- azal', yudum yudum İ ؟me. hâş ۶ (f.i.) : 1. kırıntı,- döküntü, süprüntü. (bkz : hâşâk). 2. şiddet, kızgınlık, hâşâ ١( ﺣﺎشa.e.) : aslâ, katiyen, hiçbir vakit. Allal) göstermesin, uzak olsun, (bkz: hâşeİi'llâh). hâşâ siimme h â ş â : öyle olması İmkânsız, öyle degildii". h a ş â fe t ^ ^ ^ ( a .f) :kinve.dUşmanhk. haşâhiş
(a.i. haşhâş'ın c.) : haşhaşlar,
haşâiş ( ﺣﺶ —اﺋ ﺶa.i. haşîş'ilT e .) : kuru otlar, (bkz : haşiş), [“ haşâyiş” şeklinde de kullanılmıştır]. (bkz : haşâyiş). 387
hâşâk hâşâk ( ﺧﺎﺷﺎﻟﺚfi.) : çöp, süprüntü; yonga, (bkz : hâş‘).
ﺧ ﺸ ﺨﺎ ش
haşhâş
(a.i.): bot. kapsüllerinden af-
yon, tohum larında da yağı çıkarılan bir nebat, *bitki.
hâşâk-i z a if : lcuru çalı, çırpı, hâşâ mine't-teşbih ﻣﻦ ا ﻟ ﺘ ﺜ ﺒ ﻴ ﻪ
ﺣﺎ ﺷﺎ
(a. c ü .) :
benzetmelcten korkulur, benzetilemez.
hâşâ min-huzûr
ﺣﻔ ﻮ ر
ﻣﻦ
ﺣﺎ ﺷﺎ
(a .c ü .): (sö-
haşhâşiyye ﺧ ﺜ ﺨ ﺄ ب
(a .s.): haşhaş ile ilgili,
haşhaş nev'inden. Fasîle-İ haşhâşiyye : gelincikgilleı'.
kim se alınm asın; burada bulunanları ilgi-
hâşır ( ﺣﺎﺷﺮa .s.): haşreden, cemeden, toplayan. Nidâ-yî hâşır : toplayan ses.
lendii-mez.
hâşi' ( ﺧﺎﺷﻊa.s. huşû'dan. c . : h â ş 'în ): alçakgO-
züm) burada bulunanlardan uzalc, buna
( ﺣﺸﺎﻳﺶa .i.: haşîş'in c.). (bkz : haşâiş). haşeb ( ﺧ ﺜ ﺐa .i.): kereste yapılan lcalm, lcuru haşâyiş
nüll٩ lük gösteren.
ﺧﺎﺷﻌﺎalçakgönüllülük göstererek, ( ﺧﺎﺷﻌﺎﻧﻪa .zf.): alçakgönüllülük göste-
h âçian
h âşiân e
ağaç, odun.
haşeb-i kâzib (yalancı o d u n ): bot. enine ke-
reı'ek. (b k z : mütevâzıâne).
silen ağacın kabuğuna yak ın olan yu m u şak
h a ş î f u ~؛J > (a .i.): eski, yıp ran m ış elbise,
kısmı.
h âçiîn
haşeb-i s â d ık : bot. ağacın halciki odun hasebü'1-enbiyâ : bot. peygam ber ağacı, (a .i.c .: haşebât) : ağaç, odun; yon-
haşebî, haşebiyye ﺧ ﺜ ﺒ ﻴ ﻪ
، ﺧ ﺸ ﻰ
(a .s.):
1. odun yapışında, odun gibi, odunla ilgili, (a .i.): odun
niteliği,
ﺧ ﺜ ﺐ داره
(a.f.b.i.) : ağaç, tahta par-
çası; yonga.
( ﺣ ﺸﺪa .i.): insan topluluğu, haşefe ( ﺣ ﺸ ﻨ ﻪa .i.): 1. anat. erlcegin
ﻫﺎ ﺷ ﻤ ﻰ
(a.h .i.): H z. M u ham m ed 'in
m ensuboldugu kabile.
ﻫﺎﺷﻤﻴﻪ
(a.h .i.): tas. Celveti tarikatı
şubelerinden biri. [Üsküdarlı Seyyit M u s-
ﺛ ﻞ٠ح
girdiği İçin adına nisbet edilen H âşim iyye-İ B ayrâm iyye şubesinden sayanlaı. da vardır. digi İçin kendisine ondan dolayı baba de-
tenâsül
âletinin baş tarafı. 2. bot. başçık, (a.i.) : âdi, bayağı, rezil olma; ba-
yağılık.
nilm iştir).
haşin, haşin
ﺣﺎ ش
(a .zf.): A llah göstermesin,
aslâ kat'iyen, hiçbir vakit, (bkz : hâşâ), "iy
(a .i.c .: a h ş â m ): 1. maiyet, yan ın -
da bulunanlar. 2. âile. 3. hademe. H ad em ü h aşem : hizm et edenlei", m aiyet halici,
( ﺣﺸﻢ ﻧﺸﻴﻦa.f.b.i.) ؛göçebe, ( ﺣ ﺜ ﺮ ا تa.i. haşere'nin c . ) : 1. küçülc
h a şe m -n işîn
böcekler. 2. örüm cek, kaı'ınca, akrep; fâre; yılan ve benzerleri gibi hayvanlar. 3 ٠ m ec. değersiz ve zaraı-lı kimseler.
haşerât-ı lâ-yüflihûn : mec. insani rahatsız eden kü çü k ço cu k gürûhu.
ﺣ ﺸﺮه
(a .i.c .: h a şe râ t): arı, lcarınca,
ﺧﺸﻦ،
-
(a.s. h u şıın et'd en ) :
kati, sert, kırıcı, gönül kırıcı, icaba,
haşiş
h âşe İillâh ﻟﻠﻪ
haşere
H âşim î
Seyyit M ustafa H âşim , Bektâşiüğe de gir-
haşed
h aşerâ t
1. kuru ekm ek kırıntısı dog-
tafa H âşim (H âşim Baba) M elâm iliğe de
odunlulc.
haşem t
(ا٠( ﻫﺎشa.s.)
rayan [çorba ve benzeri gibi şeylere). 2. ezen,
Hâşimiyye
odun cinsinden. 2. bot. *ağaçsıl.
haşebiyyet -
haşel
hâşim
yaran , kiran, parçalayan. 3. erkek adi.
ga. ( b k z : haşeb).
haşeb-pâre
( ﺧﺎﺷﻌﻴﻦa.s. hâşi'in c . ) : alçakgönüllüler, ٣ ( ﺣﺶa .s.): haşmetli, gösterişli, (bkz :
muhteşem, müdebdeb).
hâline gelen kısmı.
haşebe -
h açîm
ﺣ ﺸﻴ ﺶ
(a.i.) : 1. kuru ot. 2. bot. esrar de-
nilen "H in d keneviri” yaprağı,
haşişe
ﺣﺸﻴﺸﻪ
(a.i.) : ot.
haşîşetü'd-dîk : bot. ökse otu. haşîşetü'd-dînâr :bot. şerbetçiotu, Omiirotu, fr. houblon. haşîşetü ١d-dûd : zool. sogulcan otu. haşîşetü'l-buzâk : bot. tü k rü k otu. haşîşetü'l-cereb : bot. u yu z otu. haşîşetü'l-hattâf : bot. kırlangıç otu. haşîşetü'l-himâr : bot. eşek otu. haşîşetü'r-rie : bot. ciger otu. haşîşetUr-rühbân : bot. papas otu.
örüm cek ve benzerleri gibi kü çü k h ayvan -
haşîşetü'z-zîbâk: bot. yaban fesleğeni,
lar, böcelc.
haşîşetü'z-zücâc : bot. yapışkan otu.
388
hatar-geh
haşîşî ( ﺣﺸﻴﺸﻰa.s.): bot., cogr. *otsu, *otsul. haşî ؟în - ( a .i.c .) :lıa ş lıâ ş île ı- ,lıa ş îş île ı ٠. hâçiye ( ﺣﺎ ﺷ ﻴ ﻪa.i.c.: havâşî) : 1. kenar, pervaz, bir kitabin sahifeleri kenarına veyâ altına yazılan yazı, (bkz: hâmiş). 2. bir eserin metnini şerlı ve îzalı eden kitap. hâ ؟iye-i tecrîd : Nasirüddin Tûsî'nin Tecrîdü'1-i'tikad (inancın tecridi, soyutlanması) adli eserine Seyyid Çei'if Curcâni tarafından yazılan bir hâşiye. haşl ﺣ ﺜ ﻞ ğısı.
(a.s.): heı-şeyin feııâsı, âdîsi, baya-
haşmet ( ﺣ ﺸ ﺖa.i.): 1. “ haşenı” den meydana gelen büyüklük, lıeybet. 2. saygıdan dolayı ؟ekilime. 3. nezâlcet. 4. liiddet, kızgınlık. 5. alçakgönüllülük. haşmet-li, -İİİ : haşmet sâllibi mânâsına olup ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır. haşmet-meâb ( ﺣ ﺜ ﻤ ﺘ ﻤ ﺄ بa.b.s.): haşmetli, haşmet sâllibi. [pâdişâhla! İ ؟in İcullanılaıı, hürmet bildireli cüıııleleı'den idi], haşr ( ﺣ ﺸ ﺮa.i.): 1. toplama, cem'etme. 2. ölüleri dii'iltip mahşere ؟ikarma; kıyâınet. Sûre-i lıa ş r : Kur'ân'ın 59. sûresi. Medine devrinde ııâzil olmuştur, 24 âyettil-. haşr-ı em vât: ölülei'in bir araya toplanması; kıyâınet günü, (bkz : yevmü'1-lıaşr). haşr ü neşr : toplanıp dağılma, haşr ü ııeşr [olıııak] : haşır ııeşiı' [olmak], uğraşıp durmak. haşrece ( ﺣﺸﺮﺟﻪa.i.): can çekişnıe imâlinde bulunan bil- İıastanı çıkardığı hırıltı, haşşâş ( ﺣﺸﺎشa.s.) : esrar İ ؟en, esrar gibi uyuştui'ucu şeyler kullanan, haşv ( ﺣﺸﻮa.i.c.: hışviyyât): 1. miııdeı-, yastık gibi şeylerin İçine doldui'ulan pamuk, kıtık, kuru ot. 2. kırılacak şeylerin aı-asıııa konulan sannan ve sâil-e. 3. ed. uzun ve faydasız söz, dolma ve doldui-ma söz.
haşv-i m iifsid : ed. yalnız kalabalık etmekle kalnaayıp mânâyı da anlaşılmaz bir hâle 'getiren. ha ؟v-i m utavassıt: ed. söze çirkinlik de, güzellik de vermeyen fazlalık. Jıaçvî ( ﺣﺸﻮىa.s.) : 1. haşve mensup ؛mânâsız sözleı- söyleyen. 2. haşve benzeyen, haşviyyât ( ﺣﺸﻬﻠﻴﺎتa.i. haşv'in c.): söz arasında "şey, meselâ, sözüm yabana" gibi söylenen sözleı.. lıaşye, haşyet ﺧ ﺸ ﺖ، ه٠( ﺧﺶa.i.): korku, korkma. haşyeten ( ﺧﺜﻴ ﺔa.zf.): korku ile, ürkerek. haçyeten m inallâh : Allalı'taıı korkarak, haşyetullah .( ﺧﺸﻴﺔﻟﻦa.b.i.): Allalı korkusu hât ( ﺧﺎتf.i.) : ؟aylak [kuş], hatâ ' ( ﺧ ﻄ ﺎ ﺀa.i.) : 1. yanlış; yanlışlık; yanılma. 2. günah. 3. kabahat, kusul., hatâ m uâdelesi: jeol.; top. her İıangi bir nirengi şebekesinin muvâzene hesaplarına başlandığı zaman behel. ü ؟gen İ ؟in hazırlanan muhteıuel hatâlara âit muâdele (denklem). Hatâ ( ﺧﻄﺎa.h.i.): şimâlî (kuzey) ؟in. hatab ﺣ ﻄ ﺐ hlzem).
(a.i.c.: ahtâb): odun, (bkz:
hatâ'bahş ( ﺧﻄﺎﺑﺨﺜﻦa.f.b.s.): kabahatleri affeden, bağışlayan. hatâen ( ﺧﻄﺎةa.zf.): yanlış olarak, yanlışlıkla, hatâire ( ﺧ ﻄﺎﺋ ﺮهa.i. hatire'nin c.): mühim, *önemli İşler. hatâîyyât ( ﺧﻄﺎﺋﻴﺎتa.i.c.): yanlışlar, yanlışlıklar. hatâ-kâr ( ﺧﻄﺎﻛﺎرa.f.b.s.): lıatâ eden, yanlış yapan, yanılan. hatâ-pûç ( ﺧ ﻄﺎﺑ ﻮ شa.f.b.s.): kabahatleri örten, örtbas eden. hatar ( ﺧﻄﺮa.i.c.: hatarât): tehlike,
haşv-i gayr-i müfsid : ed. anlaıııı bozmayan fazla söz.
hatâr ( ﺣ ﺘ ﺎ رa.i.): 1. çadır eteklerine bağlanan paı٠ ؟a. 2. birşeyiıı etrâfını çevreleyen pervaz, ؟enber gibi şeyler.
haşv-i kabih : ed. söze çirkinlik veren fazlailk.
hatarât ( ﺧ ﻄ ﺮا تa.i. hatar'ın c.): tehlikeler, (bkz: hıtâr).
haşv-i m elih : ed. ibâı٠e arasında, cüınıle-i mu'tarıza kabilinden bil" söz karıştırma ve ikinci derecede bir mânâ İfâde etmektir.
hatar-gâh ( ﺧﻄﺮﺳﻤﺎهa.f.b.i.): telılike yeri, telılikeli yer. hatar-geh ( ﺧﻄﺮﺳﻤﻪa.f.b.i.) . (bkz : İıatar-gâh). 389
hatar-mend
hatar-mend ( ﺧﻄﺮﻣﻐﺪa.f.b.s.) : telılikeli, korkulu, korkunç.
cömertliğiyle meşhur olan "Jbnü Abdillâln bin Sa'd” in lâkabı. 2 ٠s. çok cömert [adam],
hatar-nâk ( ﺧﻄﺮﻧﺎكa.f.b.s.) : telılilceli, korkulu, korkunç.
hatemallâh ( ﺧ ﻢ اﻟﻠﻪa.n.): "Allah sona erdirsin!'' anlamında kullanılan bir dilek,
hatâ-sevâb ( ﺧﻄﺎ ﺻﻮابa.b.i.): kitaptaki yanlışİıklai'i gösteren düzeltme cetveli,
hatemallahü avâkibehu bi'1-hayr : Allalı sonunu hayırlı kılsın.
hatât ( ﺣ ﻄ ﺎ طa.i.): 1. süt kaynıağı. 2. hele, cilt iltilıâbıııdan meydana gelen kabuklaı-111 soyularak iyi olanları.
hâtem-âne ( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﺎ ﻧﻪa.f.zf.): hâtem'e yakışacak sûrette. Cömertçesine.
hatât ( ﺣ ﺘ ﺎ تa.i.): bağırnıa, çağıı-ma. (bkz: feı-yâd, gırîv). hatâtif
ﺧ ﻄﺎ ﻃﻴ ﻒ
hatavât
ﺧ ﻄ ﻮا ت
(a.i. lıuttâf'ın c .): kırlangıçlar, (a.i. lıatve'niıı c .): adımlai".
hatavâtü'ş-şeyâtîn: şeytânın mesleği, eğri yol. [Kur'an da “ hutuvât” olarak geçer], hatâ-ver
ﺧ ﻄﺎ و و
(a.f.b.s.): lıatâlı.
hatâyâ ( ﺧ ﻄ ﺎ ﻳﺎa.i. lıatâ'ııın c.) : leabalaatler, suçlar, giinahlaı-, yanlışlar, yanlışlıklar,
hâtemât ( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﺎ تa.i. hatme'nin c.): liatim etmelei", bitirmeler. hatemât-1 Fürkan-1 Kerim : Kur'ân-I Kerim'؛ birkaç defa liatmetme. hâtem-bend ( ﺧ ﺎ ﺗ ﻢ ﺑ ﻐ ﺪa.f.b.s.): mühür kazan, mühür yapan, mühürcü, hateme ( ﺧ ﺘ ﻤ ﻪa.n.): "Allalı sona erdirsin!” mânâsında lcullamlan bir dilek, hâtemî
ﺣﺎﺗ ﻤ ﻰ
(a.s.): lıâtem'e mensup,
hâtenıî ( ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻰa.s.) : 1. mühürle ilgili. 2. mühülyapan.
hatâyî ﺑ ﻰ. ( ﻫﺎﺗﺎa.i.): 1. Hata), kumaşı. 2. g. s. süslemede (tezlaip) açılmış lotüsü andı- hâ، emî-kerem ( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﻰ ﻛﺮمa.b.s.) : Hâteın gibi lütfü, i lisânı çok olan. ran bir çiçek ıaaotifi. 3. tezlaipte, merkezini hâtem-kârî ( ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻜ ﺎ و ىa.f.b.i.): bir satlıııı (*dilİaatâyî deıaileıa çiçek ıaaotifi İşgal etlaaele üzezeyin) üzerine süs şekilleri oyarak meydana re birbirine geçmiş sipiral dallardaki çiçek gelen boşluklaı-ı o satlıa benzeyen başka bir naotifleı'inden teşekkül eden süslenae taı٠zı. madde ٧eyâ mâdenle doldurmak sûretiyle 4. güzel sanatlai'da kullanılan ve Çin'de piyapılan süslemeler. ı'inçten yapılan bir kâğıt cinsi, [tezlaip, laat, minyatür v.b.]. h a ، e n ^ ( a .i.) :dâmât. Hatâyî
ﻫﺎﺗﺎﻳ ﻰ
(a.s.) : Hatay'a ait, Hatay ile ilgili,
hâteııa ( ﺧ ﺎ ﺗ ﻢa.i.) : 1. mühür, üstü mühürlü yiizük.
hatenât
ﺧﺘﺎ ت
(a.i. lıateııe'nin c .): kaynanalar,
hatene ( ﺧ ﺘ ﻐ ﻪa.i.c.: lıateııât) : kaynana, (bkz : hatne).
h âtem -î m e r â r e t :
acılık mührü. 2. en son.
h âtem -î s a d â r e t :
pâdişâhın sadrâzamlarda
hatfe enfihi vefat: rahat döşeğinde eceliyle ölen.
h âte m ü 'n -n e b îy y în
hatf ( ﺧ ﻄ ﻒa.i.) : 1. kapma, aşırına, çalma. 2. şimşeğin göz kamaştırması, gözü alıııası.
duran ıaaülaüı-ü. h âtem ü 'l-en b iyâ ,
(nebilerin, peygamberlerin Hz. Mulaananaed. h â te m ü 'l-m ü lk :
sonuncusu):
hükümdar mührü,
(payganaberlerin sıaıauıacusu): Hz. Mulaananaed.
h âtem ü 'l m ü rse lîn h âtem ü ' 1-v a h y
(vahi mülaüı٠ü ): Hz. Mulaana-
naed.
hatf ( ﺣ ﺘ ﻒa.i.) : ölüm, ölme, (bkz : mevt),
hatf-ı ebsâr : göz kamaşması, hâtıb ( ﺣ ﺎ ﻃ ﺐa.s. ve i. liatab'dan): 1. odun toplayan, oduncu, (bkz: hattâb). 2. iyiyi kötüyü ayırdedemeyen kimse, hâtıb-ı leyi, hâtıbü'1-leyl (gece odun toplayan): mec. saçma sapan konuşan [adam],
Peyganaberlik İşareti. 2) Hz. Mulaananaed'in onauzlaı.! arasındaki ben.
hâtıf ( ﺧﺎﻃﻒa.s.c.: lıavâtıf): 1. kapıp götüreıı. 2. göz kamaştıran.
Hâtem ( ﺣ ﺎ ﺗ ﻢa.la.i.) : 1. Arap kabileleri arasında tanınmış "Tayyi” kabilesine mensup ve
hâtır ( ﺧﺎ ﻃ ﺮa.i. hutür'daıı): 1. zillin, fikir. 2. keyif, İıal. 3. gönül.
h â te m ü 'n -n ü b ü v v e t : ı)
390
hâtım ( ﺣﺎﻃﻢa.s.): kırıcı, kırıp ufalayıcı,
hatibe h âtır-ı â tır : m ektuplarda geçen lıatıı- sorma formülü.
gOnüJ inciten.
h â tır-ı n â-çâd : tasalı gönül. 4 . tas. kalbe gelen nıânevî ilitap. h âtır-ı
m e le k i:
A hiret
muhabbeti,
rûhânî kuvvetlerin geleceği ve bu yüzden
betinin cisıııâni kuvvetlere üstünlüğü. r a h m â ıı i:
tas.
de ceınâl-i vahdetin
sâlikin
kalbin-
tecellîsiyle tam bil'
sükûııet husûlü. [ayni zam anda "m uhabbetııllalı” da demektil-J. h âtır-ı ş e y t â n î: tas. nefse m uhabbet yüzün den ma'siyyet işlemesi, [şehvet ve ma'siyyet demektir).
ﺧﺎﻃﺮه
(a.i. İıutûr'dan. c . : ilâ'tıı'ât): hatı-
ı.a gelen, hatırda kalan şey, anda ؟. h â tıra -i
hâtır-mandegi ( ﺧﺎﻃﺮﻣﺎ ﻧﺪﺳﻤﻰa.f.b.i.) : hatırı kalmış olma, giicenm işlik.
hâtır-nevâz ( ﺧﺎﻃﺮ ﻧ ﻮا زa.f.b.s.): gönlü okşayan,
h â tır-ı n e fs â ı ıî: tas. nefis ve tlünyâ m uhab-
lıâtıı'a
Jîâtır-mânde ( ﺧﺎﻃﺮ ﻣﺎ ﻧ ﺪ هa.f.b.s.): hatırı kalm ış, gücenm iş.
tas.
taatm zuhûru.
h â tır-ı
hâtır-hırâç ( ﺧﺎﻃﺮ ﺧ ﺮ ا شa.f.b.s.) : hatır kiran,
âbid e-i
m eşru tiyet
m a d a ly a s ı:
İıatırnaz. h â tır-n e v â z î
( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ ﻧ ﻮا ز ىa.f.b.i.) : gönül okşa-
yıcılık, hatıı'nazlık.
hâtır-nişân ( ﺧﺎﻃﺮ ﻧﺸﺎفa.f.b.s.): hatırda kalan, aklida kalan.
hâtır-nişîn ( ﺧﺎﻃﺮ ﻧ ﺒ ﻦa.f.b.s.): İıatırda kalan, aklida kalan.
hâtır-pesend ( ﺧﺎﻃﺮ ﺑ ﻐ ﺪa.f.b.s.) : sevilen, beğenilen.
hâtır-pezîr ( ﺧﺎﻃﺮ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮa.f.b.s.) : beğenilen, sevilen.
Hürı'iyet âbidesinin yapılm ası dolayısıyla
hâtır-pürs ( ﺧﺎﻃﺮﺑﺮسa.f.b.s.) : İıal hâtır soran.
bastıı'ılan altın ve güm üş m adalya.
hâtır-sâz ( ﺧﺎﻃﺮﺳﺎزa.f.b.s.): gönül yapan, hoş-
ﺧﺎﻃﺮآﺳﺎ
h â tır-âsâ
(a.f.b.s.): İ1UZU1.U olan, kay-
gısı olm ayan. h âtır-â şü fte
ﺧﺎﻃﺮ آﺷﻔﺘﻪ
(a.f.b.s.) : gönlü perişan
nül inciten.
hâtır-çikeste ( ﺧﺎﻃﺮﺷﻜﺴﺘﻪa.f.b.s.): gönlü kırık,
olan. lıâtırât
nııt eden.
hâtır-şilcen ( ﺧﺎﻃﺮ ﺷﻜ ﻦa.f.b.s.): hatır kiran, gö-
( ﻟ ﺠ ﺎ ﻃ ﺮ ا تa.i. hâtıra'nın c . ) : 1. hatıra
gelen, hatırda kalan şeyler. 2. ed. bir kim senin, yaşadığı zam âna, bulunduğu İşlere, görüştüğü kim selere dâir düşüncelerini ve d u ygularım İçinde topladığı kitap.
( ﺧﺎﻃﺮ آ ز ا رa.f.b.s.): lıatıı. kiran, h â tır-â z â rî ( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ آ ز ا ر ىa.f.b.i.): lıatıı-, gönül
h â tır-â z â r
kırıcılık.
ﺟ ﻮ
( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ آ ز ر د هa.f.b.s.) : hatırı kırıl-
olana yakışacak sûrette.
hâtır-çinâsî ( ﺧﺎ ﻃﺮﺷﻨﺎ ﺳ ﻰa.f.b.i.) : hatıı-şinaslık, gönül alıcılık. gelen.
hâtî ( ﺧﺎﻃﻰa .s.): yanıltan, şaşırtan; hatâya dü-
ﺧﺎﻃﺮ
(a.f.b.s.): lıatıı- alan, gönül
alan.
؟tiren. ( b k z : nıulıtî).
hatla ( ﺧﻄﻔﻪa .i.c .: lıatâyâ) : 1. günalı, kabahat, ( ﺧ ﺎ ﻃ ﻮ د ا ﺷ ﺖa.f.b.i.): hatırda tutm a,
h â tır-d â şt
aklida tutma.
( ﺧﺎﻃﺮﻓﺮﻳﺐa.f.b.s.): gönül aldatıcı, ( ﺧﺎﻃﺮ ﺳﻤﺮﻓﺘﻪa.f.b.s.) : üzgün, kir-
h â tır-firîb
h â tır-g irifte gın. h â tır-g ü s â r ilk veren. h â tır-g ü şâ
Siıç. 2. yanlış, yanlışlık.
hatib ( ﺧ ﻄ ﻴ ﺐa .i.c .: lıııtebâ) : 1. câıııide İıutbe okuyan. 2. güzel, düzgün konuşan lcirnse. ( b k z : n âtıka-pe ٠٠dâz).
Iıâtib ( ﺧﺎﻃﺐa .s.): hitâbeden, söz söyleyen, ( ﺧﺎﻃﺮ ﺳﻤﺴﺎرa.f.b.s.) : gönüle ferah-
( ﺧﺎﻃﺮ ﺳ ﻤ ﺜﺎa.f.b.s.): gönül açan, gö-
nüle ferahlık veren. h âtır-h â h
nül alıcı.
hâtır-şinâs-âne ( ﺧﺎﻃﺮﺷﻔﺎﻣﺎﻧﻪa.f.zf.): lıatırşinâs
hâtır-zâd ( ﺧﺎﻃﺮ زادa.f.b.s.): hatıra doğan, akla
h âtır-â zü rd e mış. h âtır-cû
gücenik.
hâtır-çinâs ( ﺧﺎﻃﺮﺷﺎ سa.f.b.s.): lıatıı- alıcı, gö-
( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ ﺧ ﻮ ا هa.fb.i.): gönlün istediği.
hâtib- ؛felelc : astr. M üşteri, Jüpiter. hatîb-âne ( ﺧ ﻄ ﻴ ﺒ ﺎ ﻧﻪa.f.zf.): liatibcesine, hatiblere, güzel söz söyleyenlere yakışııcasına; nutulc söylercesine.
hatibe ( ﺧ ﻄ ﻴ ﺒ ﻪa.i.) : odunlulc, orm anlık. 391
hâtif hâtif ( ﻫ ﺎ ﺗ ﻒa.s.) : 1. sesi işitilip de lcendisi göı-ülmeyen [kimse], seslenici, çağırıcı. 2. i.
gaipten haber veren melek, hâtif-î gaib : görünmeyen çağıi'icı, seslenici؛
şuur, vicdan, *bilinç. hâtif-âııe ( ﻫﺎﺗﻔﺎ ﻧ ﻪa.f.zf.): hâtife yakışacak
sûrette. hâtifî ( ﻫﺎ'ذﻏﻰa.s.): lıâtif'le ilgili, hâtil ( ﻫﺎ ﺗ ﻞa.s.) : 1. durmadan akan [yağmur[.
2. yoı-guıı; dingin. (a.s. hatm'deıı) : 1. hitâma erdiren, bitil'en. 2. mühürleyen, mühürleyici. [“ hâtem” olarak da kullanılır],
hâtim ﺧ ﺎ ﺗ ﻢ
hâtime ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻪ, (a.i.): 1. son, ııihâyet. Hüsn-i hâtime : iyi bil- şekilde bitirme. 2. son ne-
feste kelime-i şalıâdet getil-me.
( ﺧ ﻄ ﺮ هa.i.): den. nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği, hatt ( ﺧ ﻂa.i.c. : hııtût) : 1. ؟izgi. 2. satir. 3٠yol. 4. yazı. 5. pâdişâh yazısı, ferman, buyruk. 6. sıı'a, saf. 7٠gemileı- İçin hareket istikanaeti olarak belirtilen taraf. 8. geo. yalnız uzunluğu olan buut, *boyut. 9. gençlerde yeni terleyen bıyık veya sakal. ıo. parmağın on ikide biri olan bil- ölçü, hatra
hatt-ı âb : gözle görülmeyen yazı, hatt-ı â ftâ b î : kuyruklu harflerin sonunu
süsleyerek yazılan Arapça bir yazı, hatt-ı a n ıû d î : geo. dikey çizgi, hatt-ı âteş-h ân : ateşe gösterilerek okunabi-
len Arapça bil' yazı, hatt-ı a y â g : kâse veya kadeh kenaı-1.
Fatin Efendi'nin 672 şâirin hal tercümesini kapsayan şairler tezlciresi.
hatt-ı âzâdî : azat edilme yazısı,
( ﺧﺎﺗﻤﻪ ﻛﺶa.f.b.s.): İıâtime çeken, son veı'en, bitiren.
hatt-ı bâlâ : cogr. doruk çizgisi, tepelei'in en
H âtim etü 'ş-şu arâ :
hâtinıe-keş hatir
/
(a.s.). (bkz : hattâı-, hatûr).
hatir >
(a.s.): 1. şan ve şeref sâhibi [kimse]. 2. yüce, ulu. 3. mıılıâtaı'alı, tehlikeli, [müen. "hatire” dir].
hatire ( ﺣ ﻄ ﻴ ﺮ هa.i.). (bkz : hazire).
(a.i.) 1. hitâma erdirme, bitirme. 2. Kuı-'ân'ı başından sonuna kadai' olcuma. 3. mühürleme, mühürlenme.
hatm ﺧ ﻌ ﻢ
hatt-ı
B agdâd:
Cemşîd'in
kadehindeki
üçüncü satir. yüksek noktasından geçen hâyâlî çizgi, hatt-ı b â tıl : bil. yazıyı iptal eden, hükümsüz
kılan çizgi. hatt-ı b eııd egî : köle sahibi olabilmek İçin
alınan belge. hattı-ı b e y z â v î : harflerin sonundaki ,kıv-
rıınlai'i oval şeklinde olan arap yazısı, hatt-ı butlân : batal etmek kasdıyla bil- kay-
din veyâ künyenin üzerine çekilen çizgi,
hatm ( ﻟ ﺠ ﺘ ﻢa.s.): 1. lıâlis. 2. i. hüküm ve İcazâ îcâbettirme. 3. i. sağlamlaştırma,
hatt-ı c â m : Cemşîd'in efsanevi kadeliinin
hatm ( ﺧ ﻄﻢa.i.) : 1. kuş gagası. 2. burun [insan
lıatt-ı cânibî : *yanal çizgi,
ve hayvanda]. hatme ( ﺧ ﺘ ﻤ ﻪa.i.c. : hatemât) : liatim etme, bi-
tirme. [bir kere].
üstündeki yazı, hatt-ı celi : bütün İslâm yazılarının uzaktan o k u n a b ile c e k k a d a r
iri yazılmış nev'i. ve
SÜ
-
' .
İÜ S y a z ı s ı n ı n İl i s i
hatm i ( ﺧ ﻄ ﻤ ﻰa.i.) : bot. ebegümeciye benze-
hatt-ı cevr : Cemşîd'in kadehindeki, yazıla-
yen, ondan daha büyük bil" çiçek olup kök ve çiçekleı'i hekimlikte İcullaırılır.
lıatt-ı çeşm-i n ıû r î : ince ve çok küçük liarf
(a.f.b.i.) : tas. Nakşî taı'îkati müritlerinin şeyh lluzûrunda diz çöküp filcı'î ve nazari mâsivâdan tecerrüd edel'elc şeyhe ve dolayısıyla hakka vasi ile yönelip şeyliin işâretleriyle “Fâtiha, İhlâs, inşirah" sûrelel'ini muayyen adetlei'de olcuıua.
hatm -i hâcegâıı ﺧ ﺘ ﻢ ﺧ ﻮا ﺟ ﻜﺎ ف
hatn ( ﺧﺘﻦa.i.): 1. sünnet etme. 2. dâmad. hatne ( ﺧﺘﻐﻪa.i.): kaynana, (bkz : hatene).
392
1.111 ilk satırı. lerle yazılmış bir yazı, mikroskopik yazı, hatt-ı d e s t : el yazısı, el yazması, d îv â iıî : rık'a'nın birleştirilmesinden doğmuştur. Düz ve devil'li Icısımlarııı dalla kısa şekilde tatbik edilmesi sûl'etiyle çabukluk elde edilmiştir, "ince dîvânî, lcıı'ma dîvânî, celî dîvânî” diye çeşitleri vardır. Bunların lnepsine biı'deıı "çepyazısı” denir. Divânî ile celî dîvânî, vakfiye, îlân, İıüccet,
lıatt-ı
hatt-ı nesih
ilmihaber gibi resmî kayıtlarda kullanıl mıştır. hatt-ı emân : düşman ülkesinde verilen gezi kâğıdı. hatt-ı esâs, hatt-ı zemîn : geo. geometrik çizgilerde esas alman çizgi, hatt-ı eşk : Cemşîd'in kadehindeki yazıların beşinci satırı. hatt-ı evvel : ı) Tanrı buyruğu; 2) Tanrının tahtı sayılan Mekke; 3) Arap alfabesinin ilk harfi olan elif ( ١). hatt-ı fâsıl : fasledici, ayırıcı çizgi, hattı-ı firârî : geo. gerçekte paralel olduğu halde uzaktaki bir noktada birleşir gibi gö rünen çizgiler. hatt-ı gubârî ; g. s. bir yazı sitili, hatt-ı gül-zâr : çevresi çiçek resimleriyle süslenmiş olan bir Arap yazısı, hatt-ı hareket : davranış, davranma yolu, hatt-ı hatâ : iptal çizgisi, hatt-ı havâî : havaî hat, havadan çekilen hat. hatt-ı hisâr : sihirli dâire, (bkz : hatt-ı men del) hatt-ı hûbân : sevgilinin yanağında çıkan ince tüyler. hatt-ı hudûd : sınır çizgisi, hatt-ı hûn : baş kesilmesi için verilen fer man. hatt-ı hurûc, hatt-ı irtisâm : geo. bir daire ye teğet olan çizgi. hatt-ı hümâyûn : pâdişâhların herhangi bir iş için bizzat yazdıkları yazılar, (bkz : hatt-ı şerif). hatt-ı icâzet : g. s. vakfiyelerin, dua kitap larının, hattat icazetnamelerinin yazıldığı sülüsle nesih arası bir yazı şekli, hatt-ı ictimâ-i miyâh : suların toplandığı hat, çizgi, dere. hatt-ı imtiyâz : XIX. asırda, Sırbistan, Ro manya gibi beylik olan yerlerin sınırı, hatt-ı istivâ : coğr. ekvator, fr. équateur, hatt-ı istivâî : coğr. ekvatorla *ilgili fr. équa torial, e. hatt-ı istivâ-i semâvî : astr. arzın merkezin den geçerek mihver-i âleme amut (*dikey) olmak üzere tasavvur edilen düzlemin semâ küresi ile arakesidi.
hatt-ı İ'tidâl: astr. ekvator çizgisinin üstünde Güneş'in geçtiği daire, hatt-ı kati' ؛geo. sekant, hatt-ı kebg: kekliğin tüyünün üzerindeki ؟izgi. hatt-ı kirdâr : iyi veya kötü durumların kaydedildigine inanılan yazı, hatt-ı k û fî: "mensûbî" adi da verilen bu yazı ile sikke, kitâbe ve Kur'an yazılmıştır. IV. Halife Hz. Âlî'nin bunu geliştirdiği ve ustaca kullandığı söylenir, önceleri “Mekkl”, "Medenî”, “Basrl” adlan verilmiş olan bu yazı, nesih yazısından sonra itibârını kaybederelc yalnız kitabelerde ve süs yazısı olaralc arasıra kullanılmıştır, hatt-ı lâ-îsme leh : anat. azm-i kas (sternum) üzerinden karma kadar geçen mevhum çizgi, fr. grand droit de l'abdomen. hatt-ı leb : genç çocuğun dudağının üstünde çıkan tüy. hatt-ı mağribi ؛magrip adi verilen : Cezâyir, Tunus ve Fas'lılarm yazıları, hatt-ı mendel: sihirli daire, (bkz: hatt-ı hisâr). hatt-ı mevhûm : hayâli çizgi, hatt-ı mîhî, -1 mismâri ؛çivi yazısı, hatt-ı muhakkak: bir buçuk parçası düz, geri kalanı devirli olan sülüs ile nesih araSindaki bir yazı. hatt-ı munassıb : geo. bir açıyı ikiye ayıran ؟izgi. hatt-ı mûvazî: geo. paralel çizgi, doğru, hatt-ı mücâüib: asimptot, hatt-ı müdâfaa: ask. müdâfaa, korunma, savunma hattı. hatt-ı mümâss : geo. *teğet, fr. tangente. hatt-ı münebbih: geo. *aradogru, fr. ligne de rappel. hatt-ı münhani : geo. eğri çizgi, hatt-ı münkesir: geo. kırık çizgi, hatt-ı müstakim : geo. doğru çizgi, hatt-ı müstedir : geo. *dâiresel çizgi, hatt-ı müşgîn : yanaktaki ben. hatt-ı nâzım : geo. normal çizgi, hatt-ı nesih : kalınlığı "sülüs” yazısının üçte biri kadardır. Sonradan, tashihe elverişli olmadığından, yazanın ustalığını deneme 393
hatt-ı nesta'lîk bakımından, hattatlar arasında bir meheng olmuştur. Başka yazılara nispeten daha ko lay okunduğundan, çok yayılmıştır. Kur'an, tefsir ve hadîs yazmakta çok kullanılmıştır. “Nesih kırması” ve “ ince nesih” diye iki şek li daha vardır. hatt-ı nesta'lîk : tâlik yazısı, hatt-ı nev, -1 nevhîz, -1 nevîn : yeni yeni ter lemeye başlamış olan sakal, hatt-ı nev-zuhûr : yüzde yeni çıkmaya baş layan tüy. hatt-ı nısfı'n-nehâr : coğr. meridyen, fr. méridien. hatt-ı nısfı'1-leyl : astr. gece yarısı çizgisi, hatt-ı nîl : nazara karşı çocuğun alnına ko nulan işaret, hatt-ı nisyân : unutma, hatt-ı nişeste : tam gelişmiş el yazısı, (bkz : hatt-ı pûhte). hatt-ı pây-ı kelâğ, hatt-ı pençe-i gürbe : okunaksız, kargacık burgacık ve karışık yazı. hatt-ı pîşânî : kader, alın yazısı, hatt-ı pûhte : işlek, gelişmiş yazı, (bkz : hatt-ı nişeste). hatt-ı reyhânî : kalınlığı sülüs gibidir. Bun da gözü kapalı harf yoktur. Kur'an ve duâ yazmakta çok kullanılmış ise de, sonraları kullanılmaz olmuştur. İbni Bevvâb tara fından îcâdedildiği söylenir, hatt-ı rılca' : “tevki” e bağlı ve tevki'î kırması gibidir, kat'î bir şekli olmadığı gibi, kalınlı ğı için de bir ölçü yoktur. Harflerinin çoğu bitişiktir. Çabuk yazılabilir bir yazı oldu ğundan mektup ve şâire yazmakta kulla nılmıştır. Bunun, Bağdatlı Ebü'1-Fazl bin Hâzin tarafından îcâdedildiği söylenir, hatt-ı rık'a : divânî'deki harf şekillerinin sâdeleştirilmesi ile meydana gelmiştir. De vir ve meyiller azaltılmış, bu suretle yazıda çabukluk elde edilmiştir. Müsvedde, pusu la, mektup gibi şeylerde kullanılır. “Rık'a kırması”, “Babıâlî kırması” ve II. Abdülhamid devrinden beri kullanılan “İzzet Efen di rık'ası” gibi çeşitleri vardır, hatt-ı sâf : bot. *arıdöl. hatt-ı sak : geo. bir üçgenin tabanı. 394
hatt-ı sebz : ı) yeni çıkan, biten sebze; 2) ço cuğun yanağında çıkan ince tüyler; 3) şim diki zaman ile sonsuzluk arasında bulunan dünyâ. hatt-ı semt-i Kıble : Kıbleyi gösteren yön. hatt-ı siyâh, hatt-ı şeb : Cemşîd'in kadehin deki yazıların dördüncü satırı, hatt-ı siyâkat: bir yazı çeşididir. Her keli mede bir kısaltma yapılmış, çok defa nokta da kullanılmamıştır. Okunması çok zordur. Mâliye, Tapu, Evkaf gibi dâirelerde resmî kayıtlar tutmada çok kullanılmıştır. Güç okunan bir yazıdır. hatt-ı sülüs : harflerin altında dört parçası düz, iki parçası devirlidir. Yazının sülüs (=üçte bir) adını alması, bu üçte iki ve üçte bir nisbetinin dâimâ korunmasındandır. Kalınlığı meşk kalemidir; daha incelerine “ ince sülüs”, kalınlarına da celî (= iri, kalın) veyâ “sülüs celisi” denir, hatt-ı şafak ü fecr: astr. usturlaptaki şafak ve tan çizgisi. hatt-ı şecerî : budak şeklinde bir yazıdır, hatt-ı şikeste : İran'a mahsus bir yazı şekli, hatt-ı şuâ-i müteşâbihe: mat. *özdeş vek törler. hatt-ı taksîm-i miyâh : coğr. su bölümü çiz gisi, *su çatı. hatt-ı ta'lîk: İran yazısıdır, bütün harfleri devirlidir. Kalınlığı sülüs kadardır. Daha incelerine, “ ince ta'lîk”, “hurda ta'lîk”, “gubârî tâ'lik”, daha kalınlarına da “ta'lik celisi” denir. “Kırma ta'lîk” diye bir şekli daha vardır. Rivâyete göre Hoca Ebii-1 Âl, Pehlevî yazısı ile “kûfî furûatı” m birleştir mek sûretiyle îcâdetmiştiı.. hatt-ı tâziyâne : vurulan kırbacın bıraktığı iz, kırbaç izi. hatt-ı tertîb : ordinat. hatt-ı tev'emân : iki ayrı kâğıtta yazılan ve ancak bitiştirildiği zaman okunabilen bir yazı şekli. hatt-ı tevki' (icâzet): eski hattatlarımızın “ icâzet” dedikleri yazıdır. Yarısı düz, yarısı devirlidir. Kalınlığı nesih gibidir. Ferman, menşur, süfera, nâme, mahkemelerden çıkan vakfiye sûretlerinde kullanılmıştır.
havâle- ؛muaccele
Bunun da Ebü'1-Fazl bin Hâzin tarafından îcâdolundugu söylenir, hatt-ı u f k : ufulc. hatt-ı u f k i: geo. *yatay, hatt-ı v â sıt : geo. *kenarortay, hatt-ı v a si : bitiştirici, bitiştiren çizgi, hatt-ı vetedü'1-a r z : astr. usturlapta yer kü-
resinin altında meridyendeki tutulum derecesini gösteren çizgi, hatt-ı veter ؛kiriş; daire kirişi, hatt-ı yem ânî : hatt-ı hamîrî denilen ve Arap
harflerinin asil ve esâsını meydana getiren hat, yazı. hatt-ı zemin : geo. yer *ekseni, hatt-zer-endûd : altınla yazılmış celi yazılar, hattii's-semt ve'l-kadem : astr. her hangi
bir mahalde râsıdın bulunduğu nolctadan ve semâ küresinin merkezinden, yânî Arzili merkezinden geçerek iki tai'afa doğru uzanan ve semâ küı٠esini iki noktada delen hattın bu iki nokta arasında kalan parçası, hattü's-semt ve'n-ııazîr : astr. muayyen bir
maksatla rasat yapmak İçin belli bil. noktada (mevkıf) duran ı'âsıdın bulunduğu noktadan ve Arzın merkezinden geçip iki tarafa uzanarak küre-i semâvî'yi iki noktada delen mevhum hat ve bu hattın iki nokta aı-asında kalan parçası. (a.i.): 1. aşağı inme, indirme. 2٠oyunda taş çıkarma. hattâ (a.zf.): bundan başka, fazla olarak, dalıî, bile, hem de, üstelik de. hatt ﻁ
hattâb ( ﺣﻬﻼبa.i.): oduncu, (bkz : hâtıb). ( ﺧ ﻄﺎ ﻑa.s.): 1. kapan, aşıran, kapıp aliCI. 2. i . kırlangıç, hattân (a.i.): sünnetçi,
hatt-şînâs ﺛﻄﺲ٠٠( ﺧﻂa.f.b.s.) : yazıdan anlayan, yazı uzmanı, fr. graphologue, h â t û n ^ ^ (a.f.c. :havâtîn) :kadın. hâtûn-i İtıyâmet : Hz. Fâtıma. hatUr ( ضa.s.), (bkz : battâr). hatve ﺧﻂ—ؤه٠(a.؛.c. : hatevât) : adim. Fesîhü'lhatve : geni? adim atan, hatve-endâz ( ﺧﻄﻮه ادا زa.f.b.s.) adim atan, hatve-endâzi ى3( ﺧﻄﻮه ا ﻓ ﺪ اa.f.b.i.) : adim aticılık. hatve-şümâr ار٠ ف٥(a.f.b.s.) : 1. hatve, adim sayan. 2. ihtiyatla, çekinerek yürüyen. hâv ۶ (a.i.) : 1. ؟eftâlide oldugu gibi bâzı meyvalann üstündeki ince tüy. 2. çuha ve benzeri gibi kumaşların ters yüzünde bulunan tüy. havâ ( ﻫﻮاa.i.) : 1. hava. Serdiyihavâ : havanın soguklugu. (bkz: hevâ). 2. müz. saz veyâ söz müziğine âit olup da husûsî bir isimle belirtilmeyen parçadır, havâ-yi nesîmî : astr. atmosfer, *havaküre. havâcc ( ر و ا جa.i. hâcce'ııin c.) : hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden hacı [kadınlai", kızlar], havâcib ( ﺣﻮ'ﺟﺐa.i. hâcib'in c.). (bkz: hâcib). havâdis ( ﺣﻮا د تa.i. hâdise'nin c.) : ilgi ile karŞilanan haber; yeni söz. [kelime müfred gibi kullanılır]. havâdis-i mütevâüye-i muhtelife- ؛kevniyye : dünyâya âit ÎÜ1.İÜ türlü ve birbiri ardından gelen ilâdiseler. h a v â f î ^ ^ (a.i. İıâfiye'nin c.) : anat. omuzun İçyüzleri.
hattâf
havâfir ^ ' ۶ (a.i.hâfiı٠'inc.).(bkz : hâfir).
hattâr ( ﺧﺘﺎ)لa.s.): hilekâr. (bkz : hud'a-kâr).
havâkin ( را ضa.i. hâkan'ın c.) : hükümdarlar, pâd ؟؛ahlaı٠, başbuğlar, hâkaıılaı-, hanlai". havâlât ( ﺣ ﻮ ' ﻻ تa.i. İıavâle'nin c.). (bkz : havâle).
hattât
ﺧ ﻄﺎ ﻁ
(a.i.): el yazısı çok güzel olan
sanatkâr. hatt-âver ( ﺧ ﻂ ﺁ ﻭ ﺭa.s.): sakalı yeni yeni çıkmaya başlamış [genç]. hatt-âverde, -hatt-ber-âverde ﺧ ﻂ،
ﺧﻂ ﺁﻭﺭﺩﻩ j J . (a.f.b.s.): sakalı gelmiş, sakalı çıkmış olan. hatti ٠( ﺧﻄﻰa.s.) : 1. hat'ta âit, hatla ilgili. 2. i. g. s. bir yazı stili. 3. geo. *çizgisel, *doğrusal, ﺃﻭﺭﺩﻩ
fr. linCaire.
havâle ۶ ( اكa.i.c. : lıavâlât) : 1. bil. İŞİ veya bir şeyi başka bil'ine bıı'alcma, üstüne bırakma, ısmarlama. 2 ٠gebelerde ve küçük çocuklaı'da bâzaıı göl'ülen sar'a nevinden bil' hastalik. 3. görmeyi önleyen, mâni, lıâil, tahta perde, duvai- gibi şeyler, havâle-i muaccele : huk. mııhal-ün-bih'in fillial ödenmesi lâzım olarak yapılan havâle. 395
havâle-î mukayyetle
havâle-i mulcayyede : huk. muhilin muhal-ün-aleyh zimmetinde yâhut yedinde olan malından vermek üzere diye mulcayyet olan havâle. havâle-î mübheme: huk. muhal-ün-b؛h'in tâcil ve te'cili beyan olunmaksızın yapılan havâle. havâle-i müeccele: huk. mııhal-ün-bih'in muayyen vâdesi hululünde ödenmesi lâzım olarak yapılan havâle. havâle-gâlı ( ﺣﻮاك ﺳﻤﺎهa.f.b.i.): 1. sıkıntı ve darilk hâlinde başvurulan yer. 2. eğlenti, gezinti yeri (blcz : mesir, mesire), havâle-nâme ( ﺣﻮاﻻ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): posta, banka gibi vâsıtalarla para göndermek üzere yazılan mektup, havâle mektubu, havâleten ( ﺣ ﻮ ا ﻻa.zf.): havâle olarak, havâle sûretiyle. havâlî ( ﺣ ﻮ ا ﻟ ﻰa.i.): etraf civar, çevre, yöre. havâlî-i beyne'1-hücerât: bot. nebatların hüceyreleri arasındaki boşluklar. havâmiJ ( ; ا ﻣ ﻞa.s. hâmile'nin c .): gebe lcadınlaı'. havâmis -1 Siileymaniyye ل ﻳ ﻤﺎﻧ ﻪ ﺧ ﻮا ﻣ ﺲ (a.b.i.): Süleymaniye Medresesi'ni teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvân. havânık($ ١^ (a.i. hânkah'ın c .): tekkeler, havânît ( ﺣﻮ'ﻓ ﺖa.i. hânût'un c.): 1. dükkânlar. 2. meyhâneler. h avâre ( ﺧﻮارهf.i.): yiyecelc, yiyinti, havânk ( ﺧ ﻮا ر قa.s. hârık ve hârika'ııın c .): hârikalar, İmkân ve yaradılışın üstünde olan, insanda lrayranlık uyandıran, şeyler, tansıklar. havârık-ı âde : fevlcalâde hâdiselei', Olaylar, h avâ rî ( ;ارىa.i.c.: havâriyyûıı): 1. yardımcı. 2 ٠peygamberlerin fikirlerini yaymada yardımlan dokunan lcimselerden her biri. Hz. îsâ'nın on iki yardımcısından her biri, havâric ارج(a.s. hâriç ve hârice'nin c .): 1. âsîler; zorbalar. 2. “ Halcemeyn Vakası" ndan soni'a Hz. Ali'ye İsyân eden zümre, hâricîler. HavâriyyUn ; ا ر د و ن (a.h.i. havârl'nin c .): havâriler, îsâ Peygamberin oniki kişiden İbâret olan yakm dostlan, yardımcıları. [Simun Petrus ve kardeşi Andreas, Yakub 396
(Zebedi'nin oğlu), Yuhanna (Zebedi'nin oğlu), Filipus, BarOlomeus, Tomas, Matta (vergi mültezimi), Yakub (Alfeus'un oğlu)j Taddeus, Simun (gayur-), Yahuda iskariyot (îsâ'yi ele veren)]. H avarnak ( ر ر شa.h.i.). (bkz : Havernak). havâsıb ( ﺣ ﻮ ا ىa.i. hâsıb'ın c.): şiddetli rüzgârlar. havâsm ; ا ض (a.i. hâsın, hâsına'nın c.): nâmuslu kadınlar. havâss ۶—( واسa.i. hâsse'nin c .): hasseler, duygular. havâss-ı hamse-i bâtına (İçteki be ؟duygu): Hiss-İ müşterek, hayâl, velim, hâfıza, mutasarrıfa. havâss-ı hamse-i zâhire (dıştaki beş duygu): görme, İşitme, tatma, koklama, dokunma, havâss ( ﺧﻮاصa.s. hass ve hassa'nm c.): 1. hassalar, keyfiyetler. 2. muhterem, saygın olanlar. havâss-ı hümâyûn : tar. OsmanlI Devleti'nin fütuhat devirlerinde zaptolunan arâziden hazine uhdesinde alıkonulanları. havâss-ı me'mûrîn : me'murların İlei'i gelenleri. 3. i. bâzı mânevî te'sirler İ ؟in okunan duâlar. Ehl-İ havâss : büyücüler. havâss-ı refîa : resmi yazılarda Eyiip Kadıları hakkında kullanılan bil. tâbir. havâss-ı vü ze râ : tar. OsmanlI Devletinde vezirlere, eyâlet paşalarına, sancak beylerine verilen haslar. havâss ü avâm : ileri gelenler ve lralk. havâssi ( ﺣ ﻮ ' ﺳ ﻰa.s.): biy. duyum sal. h a v â ş î، r ( ; ا دa.i. hâ ؟iye'n؛n c.) : 1. hâşiyeler. derkenarlar, (bkz : hâşiye). 2. lcuyruklar, maiyet adamları. lıavâtıf rıcı şeyler.
(a.i. hâtıf'ın c .): göz kamaştı-
havâtır — ^ (a.i. hâtıra'nın c.) : hâtıralar, fikirler, düşünceler. havâtır-ı nefsâniyye : insan nefsiyle igili dü ؟ünceler. havâtır-ı rabbâniyye: İlâhî ilhamlai", telkinler. havâtır-ı ؟eytâniyye : ؟eytan telkinleri, havâtim, havâtim ا٠( ﺧﻮ\ ﺗﻢ ؛ ﺧﻮابa.i. hâtem'in c.): 1. mühürler.
havz-, hayâl
havâtim-i resmiyye : resmi mühürler. 2. sonlaı٠, âkibetleı..
S iy la 2 s o f y a n , 2 y ü r ü k s e m â î, 7 s o f y a n v e 1 n im
h a fifte n
m ü r e k k e p tir ,
havâtîn ﻟ ﻦ٠( ﺧ ﻮا يa.i. lıâtûn'un c .): İıâtunlar, şerefli kadınlar.
hâvî,hâviye ﺧﺎ وﻳ ﻪ، ( ﺧ ﺎ و ىa.i.) : 1. yer. 2. boş ؟Öİ.
havâyic ( ﺣ ﻮ ا ﻳ ﺞa.i. lıâcet'in c.) : ihtiyaçlar, İÜzumlu, gerelcli şeyleı'.
hâviye ( ﺣﺎ وﻳ ﻪa.i.): havya, tenekecilerin leliim yaparken kullandıkları, çekice benzer bir âlet.
havâyic-i zarûriyye : zai'ûrî, giderilmesi gerelcen İlıtiyaçlaı.. (“İıavâic” şekli doğı'udur). havelâıı ( ﺣ ﻮ ﻻ فa.i.): 1. dönme, dolaşma. 2. değişme. hâven ( ﻫﺎو فa.i.): İıavan. havene ( ﺧ ﻮ ﻟ ﻪa.s. lıâin'in c .): İıâinlilc edenleı', hayııılar. hâver ( ﺧ ﺎ و رf.i.): şark, dogu yönü, gün doguhâver ü bahter: doğu ile bati, (blcz: hâveı٠ân). hâverân ( ﺧ ﺎ و ر ا نf.i.c.) : şark ile gaı'b (dogu ile bati). hâverî ( ﺧ ﺎ و ر ىf.s.): şarkla, doğu ile ilgili. hâveristân ( ﺧ ﺎ و ر ﺳ ﺎ نf.b.i.): doğu tarafı.
IS S IZ , t e n h a
Hâviye ( ﻫﺎ وﻳ ﻪa.h.i.) : Celrennem'in yedinci kati, en şiddetlisi, (bkz : llutame, sakar, saîı'). havkal ( ﺣﻮﻗﻞa.i.) . (bkz : lravkale). havlcale ( ﺣﻮ ﻗ ﻒ ﺀa.i.c.: lıavâkıl) : 1. lıızla yüı٠üme. 2. s. ؟ok İlıtiyaı', zayıfve ؟elimsiz adam. 3. (bkz : havlaka). havi ( ﺣ ﻮ لa.i.) : 1. yıl, sene. 2. etraf, ؟evre. 3. güc, kuvvet, tâkat. Lâ-havle velâkuvvete İllâ b illâh : kuvvet ve kudret ancak Cenâbıhakk'a mahsustur, havlalca ( ﺣ ﻮ ﻟﻘ ﻪa. cü.): İâ İıavle ؟ekme, "İâ-havle velâ-kuvvete İllâ billâh (= güç de, kuvvet de ancak Allah'ın yardımı ile husûle gelil.)" cümlesini söyleme, havme ( ﺣ ﻮ ﻣ ﻪa.i.): tasarruf dâiresi,
Havernak ( ﺧ ﻮ ر ذ قa.h.i.): mimar Sinimmâi" tarafından, Fırat'ın Hire yalcınlarında yapılmış meşhur köşk.
havrâ ( ﺣ ﻮ راa.i.c.: hür): âhû gözlü [kız, kadın], (ahver'in müennesi).
havf ( ﺧ ﻮ فa.i.) : 1. korku: korkma. 2. psik. fobya, yılgı.
havsal ( ﺣ ﻮ ﺻ ﻞa.i.): havuzun kenarında suyun durulduğu yer.
havf-i âr : utanma korkusu, haf-i b â r i: Allah koi'lcusu.
havsala ( ﺣ ﻮ ﻣ ﺤ ﻒa.i.): 1. kuş kursağı. 2. mide. 3 ٠ anlayış, akil ؛zihin. 4. biy. legen.
havf-i fiishat: meydan korkusu, fr. agoraphobie.
havsala-sûz ه ﺳ ﻮ ز٠( ﺣﻮﻣﺤﺪa.f.b.s.): tâkati, tahammülü yakan, mahveden,
havf-i m ehat: kapalı yei" korkusu, klostrofobi.
havsali ( ﺣ ﻮ ﺻﻠ ﻰa.s.): havsalaya ait, ilavsala ile *ilgili.
havfen ( ووﻓﺎﺀa.zf.): korkarak, ؟ekinerek, korku ile.
Havvâ' ( ﺣ ﻮ ا ﺀa.h.i.): 1. Hz. Adem'in zevcesi olup, Adem Cennet'te uykuda iken sol taraf .kaburgasından alman bir kemikten yaratılmış ve bu .ameliyeden Adem ili ؟acı duymamıştır. Adem topraktan, Havvâ, kemikten yaratılmıştır, (bkz: ümmü'l-beşer). 2. esıneı. İcadın. 3. kadın adi.
havf m ine'l-m â': su lcorlcusu, fr. hydrophobie. lıavfen minallâh : Allah'dan korkarak. havf-nâlc ( ﺧ ﻮ ﻓﻐﺎ كa.f.b.s.) : korkulu, korkutan, hâvî ( ﺣ ﺎ و ىa.s.) : 1. ilrtivâ eden, İ ؟ine alan, şâmil, kaplayan, toplayan, (bkz: câmi'). 2. miiz. Türk müziğinin büyüle usullerindendir. 64 zamanlı ve 48 daı'blıdıı". 64 zamanlı yegâne Öİ ؟Ü olan hâvî'nin 64/2 lik “ağır hâvî" mei'tebesi de kullanılmıştır. Bu usul ile peşrev ve besteleı' ölçülmüştür. Hâvî, 16 uzun ("2” kıymetinde) ve 32 İcısa ("!'' kıymetinde) zamânı teşkil eden, sıı'a-
havye ۶ ( ﻳ ﻪa.i.) : yaranın etrâfmdaki kabarık etler. havz ز٠( ﺣﻮa.i.): etrâfı ؟itle ؟evrili yer. havz ( ر ضa.i.): 1. suya girme. 2. salcımlacalc içe solculma, girişme, havz J P f ■ (a.i.c.: lıiyâz): havuz, havz-ı beh işt: cennet lıavıızu. havz-ı h a yâl: İıayal havuzu. 397
havz-ı kevset lıavz-ı lcevser : Cennet'de bir İıavuz. havz-ı mâ : su ilavuzu, fr. cuve â eau. havz-ı n ıâ h î : ؟ ؛inde balık bulunan İıavuz. lıavz-ı m evt (ölüm ilavuzu) : içinden İçene
iler şeyi unutturduğuna inanılan İıavuz. havz-ı re s û l : Kıyamet'te Cennet'te bulunan kimselerin İçinde S'U İçeceğine inanılan ilavuz. havz-ı sâbih : yüzer, yüzen İıavuz. havz-ı te r s â : İçinde şarabin ıuayalandığı yei". İıavza ( ﺣ ﻮ ز هa.i.) : 1. bir hükümetin İdâl'esi al-
tında bulunan ülkelerin bütünü. 2. taı'af yön. havza ( ﺣﻮﺿﻪa.i.) : 1. cogr. a ؟ık ve düz olan deniz kıyısı. 2. ırmak veya kollaı'ı vasıtasıyla sulanan aı'azi. havza-i İııtihâiyye : cogr. *ııçtelcne. hây ( ﻫﺎىf.n.) : vay!, eyvalı! hayâ' ( ﺣ ﻴ ﺎ ﺀa.i.) : 1. utanma, sıkılma. 2. âı٠, ııâmus, edep. 3. Allalı korkusu ile günahtan kaçınma. (a.f.b.s.): utanan, utanga ؟. (bkz: malıcûb). hayâdid ( ﺣ ﻴ ﺎ د ﻳ ﺪa.i. lıaydûd'ıın c .): lıaydııtlaı'. [uydurma kelimelerdendir], hây-â-hây ( ﻫ ﺎ ﺑ ﺎ ﻫﺎ ىf.b.i.): yas tutan kimsenin iniltisi; feı-yâdı. (bkz : lıâyâhûy) hây-â-hûy ( ﻫﺎ ﻳﺎ ﻫ ﻮ ىf.b.i.): 1. çalıp eğlenmeden ؟ikan gürültü. 2. vâveylâ, ؟ığıltı. (bkz : lıâyâ-lıây). lıayâl ( ﺧﻴﺎلa.i.c.: lıayâlât) : 1. insanin kafasında tasarlayıp canlandıı'dığı şey. hayâl-i âşık-âne : âşıkcasıııa İıayal. hayâl-î beşer : insan İıayâli. hayâl-î h a k ik i : fiz. gerçek görüntü, hayâl-î h a t â : yanlış İıayâli, yanlış bir şeyi tasarlama. hayâl-î m urâd : miiz. adi anoniiu liir edvai"-ı İlm-i musikide geçeıı malcam. hayâl-î s â f: teiuiz hayal, bönce düşünce, hayâl-î sefid : beyaz İıayal. hayâl-î tesliıu : teslim İıayâli, teslim olmayı düşünme. 2. kuruntu. 3. kaı'agöz oyunu. 4. gölgeli görünen şey. hayâl-î z â h ir î : fiz. görüııen İıayal, göl'ünen *göi'üntü. 5. Melımet Rauf tai'afıııdan hayâ-dâr ﺣ ﻴ ﺎ د ا ر
398
İstanbul'da liaftada iki defa olmak üzere yayınlanmış mizalii bil. gazete,
hayâlât ﺧ ﻴ ﺎ ﻻ ت
(a.i. hayâlin c.) : İıayalleı, hulyâlar. (bkz : hayâl),
hayâlât-ı âliyye : yüksek İıayalleı. lıayâlât-1 askeriyye : askerlik hayalleri, hayâl-bâz ( ﺧﻴﺎ ل ﺑ ﺎ زa.f.b.i.) : hayal, dalla ؟ok, karagöz oynatan, (bkz : hayâlî).
hayâlen ( ﺧﻴﺎ ﻻa.zf.) : kafada tasarlayıp canlandıraı'ak, İıayal olarak.
İıayâlet ( ﺧ ﻴ ﺎ ﻟ ﺖa.i.c. : lıayâlât) : göze görüııen İıayal, karaltı, görüntü.
hayâl-gede ( ﺧ ﻴ ﺎ ﻟ ﻜ ﺪ هa.f.b.s.) : liayaletlerin bulundugu yei-, bu dünya,
hayâl-hâne ( ﺧﻤﻴﺎل ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.) : vellim, kuruntu melekesi, * yetisi.
hayal-hırâş ( ﺧﻴﺎﻟ ﺨ ﺮا شa.f.b.s.) : hayali yırtan, parçalayan.
hayâlî ( ﺧ ﻴﺎﻟ ﻰa.s.) : 1. hayâl'e mensup, hayâl ile ilgili. 2. karagöz oynatan, liayalci, fr. romantique, (bkz : hayâl-bâz). '3. h. i. Kanûnî Sultan Süleyman devrinin büyük şâirlerinden biri.
hayâliyyât ( ﺧ ﻴ ﺎ ﻳ ﺎ تa.i.c.) : hayâle âit şeyler. hayâliyyUn ( ﺧﻴﺎﻟﻴﻮفa.i. hayâlî'niıı c.) : romantik şâirler, yazarlar, fr. les romantiques, hayâl-perest ( ﺧ ﻴﺎ ﺑ ﺮ ﺳ ﺖa.f.b.s.) : liayalci, İıayal kuı'an, İıayal peşinde dolaşan, dalgın,
hayâl-perver ( ﺧﻴﺎﺑ ﺮ و رa.f.b.s.) : İıayâle düşkün, hayamât ( ﺧ ﻴ ﻤﺎ تa.i. lıaynıe'niıı c.). (bkz : hayme, lııyâm, lriyem).
hayât ( ﺣﻴﺎ تa.i.) : 1. dirilik, caıılılılc. hayât-1 alil : hastalıklı İıayat, hasta ömür. hayât-1 askeriyye : askerlik lıayâtı. hayât-1 câvidânî : dâimî İıayat. hayât-1 husûsiyye : husûsî, *özel İıayat, şahsa âit İıayat.
hayât-1 iıısâni : insana âit İıayat. hayât-1 ma'neviyye : mânevi İıayat. lıayât-1 ma'sûmâne-i tıflâııe : ؟ocuga yalcişacak mâsumlukta ömür.
Hayât-1 Muhayyel : Hüseyin Callit Yalçın'ın 1899da yayımladığı 21 hikâyeden oluşan bir hikâye kitabi.
hayât-ı miisteâr : geçici İıayat, ödün ؟İıayat. hayât-1 müştereke : bot. *ortakyaşama. hayât-1 sahiha : esen İıayat.
hayme-n؛؛în hayât-ı talcdiriyye : huk. hamlin, yânî ı٠a-
hâyende ( ﺧ ﺎ ﻳ ﻔ ﺪ هf.s.) : ağızda ؟iğııeyeıı, çiğne-
ilimde bulunan çocuğuıı hayâtı, [bu cihetle lmamil ölüm zamâıııııda aııası ı-alııııinde olıııak ve sağ doğmak ?artiyle vâl'is olur], lıayât-ı uhreviyye (ahret lıayâtı): ebedi ilayat. 2. Şevket Rado'1111,11 1956'da yayınlamaya başladığı haftalık Türkçe deı-gi. 3. Melimet Emin Yuı'dakıll'uıı 2 Aralık 1 9 2 6 da yayımladığı Türkçe edebi deı-gi. 4. Müdafaa-İ Hukuk Cemiyeti taı'afıııdan 1 9 2 1 de 2 4 sayı kadar Samsun'da yayımlanıııış olan Türkçe günlük gazete. hayât-bah? ( ﺣﻴﺎ ت ﺑﺨ ﺶa.f.b.s.) : lmayat bağışlayan, hayat veı'eıı, yeni baştan zindelik kazandıraıı. hayat-dâr ( ﺣﻴﺎ ﺗﺪارa.f.lm.s.): *dirimli, hayât-efzâ ( ﺣﻴﺎ ت اﻓﺰاa.f.b.s.) : lmayat artıran, hayât-engiz ( ﺑ ﺎ ت اﻧﻜﻴﺰa.f.b.s.) : yaşatan, yaşamaya zoı'layaıı. hayâtî, hayâtiyye ﺑﺎ ﺗ ﻴ ﻪ، ( ﺟ ﺎ ﺗ ﻰa.s.): hayâta, yaşayışa âit, lmayatla ilgili, hayâtiyyât ( ﺟ ﺎ ﺗ ﻴ ﺎ تa.i.c.): biyoloji, fr. biolo-
hâyîde-gû ( ﺧ ﺎ ﺑ ﻴ ﺪ ه ﺗ ﻤ ﻮf.b.i.) : lıâyîde, bayağı
gie. hayâtiyyet ( ﺣﻴﺎﺗﻴﺖo.i.): calililik.
hâyîde-sııhen ﺳ ﺨ ﻦ
hayâtiyyUn ( ﺟﺎﺗﻴﻮنa.i.c.): biyoloji imilgiımleri. haybet ( ﺧ ﻴ ﺒ ﺖa.i.) : malıı-um ve nıe'yfıs olma,
mahrumluk. haybet-zede ( ﺧ ﻴ ﺒ ﺖ زدهa.fb.s.): kedere, S I kıııtıya, nmahrumluğa uğrayan, haydar ( ﺟ ﺪ رa.i.): 1. aı-slaıı. (bkz: esed, dil-gam, gazanfel-, ?ir). 2. Hz. Ali. 3. cesul-, yiğit adam. 4. erkek adi. haydar-ı kerrâr : döııe döne imalimle eden, saldıı-aım. [Hz. Ali'nin vasıflarındandır]. haydara ( ﺣﻴﺪرهa.i.). (bkz : imaydai-). haydar-âne ( ﺣ ﻴ ﺪ را ﻧ ﻪa.f.zf.): haydarcasına, arslancasına; Hz. Ali'yi hatırlatır, andıı-11sûrette. (bkz : gazanferâne, şîrâne). haydari ( ﺟ ﺪ و ىa.i.): 1. haydarlık, aı-slaıılık. 2٠eskiden giyilen kolsuz, İcısa aba hırka, lmaydariyye. lıaydariyye ( ﺣ ﻴ ﺪ و ﻳ ﻪa.i.): hırka altına giyilen kolsuz ve kısa elbise. haydûd ( ﺣ ﻴ ﺪ و دa.i.c.: hayâdid): dağ lııı-sızı. [keliıuenin asil Macarca'dır], hâye ( ﺧﺎﻳﻪf.i.): 1. haya. 2. yumui-ta. hâye-i ib lis : jeol. ?eytan hayası denilen bir nevi ta?.
yici.
hayevân ( ﺣﻮانa.؛.), (bkz : hayvâıı). hayevi ( ﺟ ﻮ ىa.s.) : 1. yılana âit, yılanla ilgili. 2. fels. canlı, dirimsel, fr. vital, [müen. "hayeviyye" dil].
hayeviyye ( ﺟ ﻮ ﻳ ﻪa.i.) : fels. *dirimselcilik, fr. vitalisme. hayf, hayfâ' ﺣﻴﻔﺎ، ( ﺟ ﻒa.e . ) 1 ؛. h a k s i z l i k , c e v ir , z ııl ıım . 2. y a z ı k k i, h e y h a t , v a l i ! . 5. ile ııç , a li, b e d d u a .
hayıflanma : yanıp yakılma, hâygene ( ﺧﺎﻳﻜﻔﻪa.i.) : kaygana denilen, yunmurta ve un ile yapılan bil. tatil,
hâyır ( ﺧﺎﻳﺮa.s.) : hayi-ette icalan, ?aşıran, (bkz : ınütelıayyiı').
hayır-hâh ( ﺧﻴﺮﺧﻮاهa.f.b.s.) . (bkz : hayr-hâlı). hâyic ( ﻫﺎﻳﺞa.s.). (bkz : hâic). hâyîde ( ﺧ ﺎ ﻳ ﺠ ﺪ هf.s.) : ağızda çiğneıııııi?, ağızdan ağıza dolaşmış, bayat, köhııe söz. söz söyleyen, bayağı şâir,
( ﺧ ﺎ ﻳ ﻴ ﺪ هf.b.i.). (bkz :
lıâyîde-gû).
hâyih ( ﺣ ﺎ ﻳ ﺢa.i.) : lâzım olduğu imalde bulunmayan nesne.
hâyik ( ﺑ ﻚa.i.) : bez dokuyan, çulha, hayl ( ﺧﻴﻞa.i.c. : alıyâl, hüyûl) : 1. at. 2 ٠at sürüsü. 3. atli SÜ1.ÜSÜ. 4. zümre, takım, giiruh.
hayl-i adû : düşman sürüsü, hayl-i düşmen : düşman oi'dusu, düşman gürûhu.
hayli ( ﺧﻴﻠﻰf.s.) 1 ؛. epeyice, çokça. 2. bir talcım. 3. zf. oldukça. h a y lic e ( ﺧ ﻴ ﺐa.i.) : *atgillei". (blcz : fei'esiyye).
haylûlet
( ﺟ ﻠ ﻮ ﻟ ﺖa.i.) : yolu kapama, mânî olma, araya giı٠ıııe.
hayme ( ﻟ ﺠ ﻴ ﻤ ﻪa.i.c. : hayamât, lııyâm, lııyenı) : çadır.
hayme-i gerdûn-cenâb : gökyüzü kadar geili? bil- meydana kurulumu? olan çadır,
hayme-i kebûd (ınâvi çadır) : gök, semâ, hayme-i ezrak (mâvi çadır) ؛gök, semâ. hayme-gâh, -geh ﺧﻴﻤﻪ ﺗﻤﻪ، ( ﺧ ﻴ ﻤ ﻪ ﺗﻤﺎهa.f.b.i.) : çadır lcurulan yer.
hayme-nişin ( ﺧﻴﻤﻪ ﻓ ﺸﻴ ﻦa.f.b.s. ve i.) : çadırda oturan, göçebe. 399
hayme-nişînî
( ﺧ ﻤ ﻪ ﺷ ﺒ ﻰa.f.b.i.): İıayme nişinlik, göçebelik, çadırda otııı'ma. h a y m e - s e r â y ( ﺧ ﻤ ﻪ ﺳﺒ ﺮا ىa.f.b.i.): hükümdar çadırı, otağ. h a y n ıe -ııiş în î
h a y n ıe -ş e b b â z î
( ﺧ ﻤ ﻪ ﺷ ﺠﺎ ز ىa.f.b.,i.): İran'da
çadıı'da oynatılan lculcla. (a.s.): çadır biçiminde olan, h a y r ( ز رa.i.) : iyililc; iyi, faydalı İş; fayda, h a y ı - i m u k a y y e d : a h i. birine göre lıayıril olduğu halde, diğerine göre zararlı olan h a y m i ﻣﻰ٠خ
؟ey.
(a.s.): iyi, faydalı, hayırlı, yarar. H a y r ü ' 1- b e r î y y e : Hz. Mulıamıııed. h a y r ü ' 1-b e ş e r : "insanların hayırlısı” : Hz. Muhammed. h a y r ü 'l - e n â m : varlıkların, yaratılmışların en hayırlısı; Hz. Mulıammed. h a y r ü ' 1-f â t ih in : fatilılerin en hayırlısı; İŞİ en iyi eyleyen İÇİŞİ. h a y r ü 'l - h a l e f : lıayırlı oğul; İıalef. [Arapçada ‘'babasından sonra lcalan oğul” demektir!. h a y r ü '1 - u m û r i e v s a t u h â : lıeı- İşte orta yol hayıı'lıdıı'. h a y r ü 'l - v e r â : İıallcın, âlemin hayırlısı; Hz. Mulıammed. hayrân ( ﺟﺒﺮافa.s.): 1. şaşmış, şaşa İcalmı?, ?aşırmış. (blcz : hâil'). 2. çok tutkun. 3. afyon sarhoşu. h a y r â n i ( ﺣﻴﺮاﻧ ﻰa.i.) : hayranlık, şaşkınlık, h a y r â t ( ﺣﻴ ﺮا تa.i.c.) : 1. sevap icazamnalc İçin yapılan hayıı'lı İşler, iyililcler. 2. sevap İçin kui'ulan müessese. S â h ib ü 'l- h a y r â t v e ' 1h a s e n â t : sevap İşler ve güzel şeyler sâhibi. h a y r - e n d lş ( ﺧﺮاﻧﺪﻳ ﺶa.f.b.s.) : lıayıı'lı İş, iyililc düşünen. hayr-endî?-âne ( ﺧﻴ ﺮاﻧ ﺪﻳ ﺸﺎﻧ ﻪa.f.zf.): hayırlı i? düşünene yalcişacalc sûrette. hayr-endîşî ﺷ ﻰ.( ﺧﺒ ﺮا ذ دa.f.b.i.): lıayırlı i? düşünücülük. hayret ( ﺣﻴ ﺮ تa.i.) : şaşına, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağım bilmeme, hayret-i g a m : gam şaşkınlığı, hayret-i Sirfe : tam, hâlis bir şaşkınlık, hayret-bahş ( ﺣﻴ ﺮ ت ﺑﺨ ﺶa.f.b.s.): hayret veren, hayret vel'ici.
hayr
/
hayret-bahşâ ( ﺣﻴ ﺮ ت ﺑ ﺨ ﺸ ﺎa.f.b.s.) : laayret veren. 400
h a y r e t - d ih h a y r e t -e fz â
( ^ ت دهa.f.b.s.): şaşkınlık veren, ( ﺣ ﺮ ت اﻓﺰاa.f.b.s.): hayret artıran,
(bkz: hayret-fezâ).
( ﺣ ﺮ ت ا ﻧ ﻜ ﺪa.f.b.s.): hayret veren, hayret İçinde bırakan,
h a y r e t - e n g iz
( ﺣﻴﺮت ﻓ ﺰ اa.f.b.s.) ؛hayret veren, şaşırtan (bkz: hayret-efzâ). h a y r e t -z â ر ت زا٠٠( حa.f.b.s.): hayret doğuran, şaşkınlık veren.
h a y r e t -fe z â
رت زده٠٠( ﺣﻲa.f.b.s.) ؛hayrete düşmü? olan, şaşa kalmış olan,
h a y r e t-z e d e
ﺧﻮاه/ (a.f.b.s.): herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksevel..
h a y r-h â h
ﺧﻮاﻫﺎﻧﻤﻪ/ (a.f.zf.): hayırhah olana yakışacak sûrette, hayırhahlıkla, iyilikseverlikle.
h a y r-h â h -â n e
h a y r-h â h î .ﻢ
ا ﻫ٠( ز—ر ﺧﻮa.f.b.i.): hayırhahlık,
iyilikseverlik.
ﺧﺒﺮﻳﻪ، ( ﺧﺒﺮىa.s.): hayırla, iyilikle ilgi ; ؛ugui" ve kutluluğa âit. h a y r u l l a h ( ز ر اﻟﻠﻪa.b.s.): “Allah'ın hayırlı ettiği” mânâsına gelen bil. erkek adi. h a y r ü '1 - b e ş e r ( ز راﻟ ﺒ ﺸ ﺮa.b.i.): insanların en hayırlısı; Hz. Mulıammed. h a y r ü 'l - h a l e f ( ز راﻟ ﺨ ﻒa.st.): lıayırlı evlâd. hayrii'n nisâ ' ( ز راﻟ ﻔ ﺴ ﺎ ﺀa.it.): “ kadınların hayıi'lısı” : 1. Hz. Fâtıma'nın sıfatı. 2. i. İcadın adi. h a y r i, h a y r iy y e
haysd*_^(a.i.) 1 ؛. îtibar,saygı.2. ilgi, haysiyyet ت٠ ( ﺟ ﺐa.i.): şeref, onul-, îtibaı-, deger. h a y s iy y e t -ş ik e n ( ﺣ ﺸ ﺖ ﺷﻜ ﻦa.f.b.s.) : şeref ki1.1C1, itibar düşürücü. haysü ( ﺑ ﺚa.zf.) : itibâren, itibâriyle., Minhaysi'1-esmâ': isimlerden sebebiyle ımüseımmâ, bilme, tanıma. Min-haysi'lm ecm û': mecmûu itibâriyle, toptan. Minhaysi's-sıfat: Sifat dolayısıyla zâtı tanıma, hayşûm ( ﺧ ﺸ ﻮمa.i.): anat. geniz, hayşûmî ( ﺧﻴﺸﻮﻣﻰa.s.): genize mensup, genizden gelen. h a y ş û m î s â m i t : gr. hayt
geniz .ünsüzü,
( ﺧ ﻂa.i.c.: alıyât, h uyU ): 1. iplilc, tire, lif.
2. tel. h a y t - ı a k im , h a y t -1 m a h c û b fr. p a ra p h y s e . h a y t-ı b â t ı l :
uzun ahmalc.
:
b o t.
*İcısırtel,
: fecir zamânı ufulcta'beliren ve gittikçe artan sabah ağartısı.
h a y t-ı e b ya z
fecir zamânı, yavaş yavaş silinen gecenin iplik iplik lcaranligi. h a y t -ı m iile v v e n : b o t. lcromatilc iplik, lcromatin.
h a y t -ı e s v e d :
nesc-i dokusu.
g u d rû fi
: anat. telli kıkırdak
h a y t ii'r -r a k a b e : a n a t.
murdar ililc, omurililc,
h a y t-ı
fr. m o e lle é p in iè re .
: Güneş'in iplilc gibi görünen ışınları. 3 ٠a n a t. tel gibi olan organ,
h a y t ü 'ç -ç u â
(a.i.) : 1. urgan, ip, çadır ipi. Zik; çadır kazığı.
h a y t a ،ﺧ ﻂ —ا
h a y ta -i h a y m e h a ١٢t î - ( a . s . ) h a y t iy y e
2.
ka-
(a.i.) :
z o o l.
*ipsiler,
fr.
n é m a to d e s .
( ضf.i.) : tükrülc, salya, h a y û n e t ( ﺣ ﻮﻧ ﺖa.i.) : vakit yaklaşma, h a y v â n ﻳ ﻮا ن٠ (a.i.) : 1. canlılık, dirilik. 2. canlı hayû
şey. 3. insani da İçine alan bütün canlılar. 4 ٠ahmalc adam. hayvân-1 gayr-i van ): hayvan.
n â t ık
(konuşamayan hay-
bahriyye : denizde yaşayan hay-
vanlar. h a y v â n â t -1 b e r r iy y e
: karada yaşayan liay-
vanlai'. h a y v â n â t -1 e h l iy y e
: insana alışlcın hayvan-
ib t id â iy y e : z o o l.
tele İıücreli
hayvanlar.
hayye'l-Kayyum (diri, canlı Allah) ؛mec. önü olmayan, daima yaratan ve yarattıklarının içlerini tedbirle ele alan canlı Allah, hayy ü kadir : canlı ve kudretli, hayyâ ( بa.i.) : yılan, (bkz : hayye). hayyâk ( ﺣﺎ كa.i. hâik'ın c.) : ؟ulhalar.
hayyâl ( زا لa.s. hayl'den) : at yetiştiren, at terbiyecisi. hayyâl ( ﺣ ﺎ لa.s.) : hileci, dalavereci, (bkz: haddâ', reng-âver). hayyâm ( ﺧ ﺈ مa.i.) : 1. çadırcı. 2. h. i. İran'ın meşhur şâirlerinden Ömer Hayyâm'ın adi. h ay y â، ( ﺣ ﺈ تa.i. hayye'nin c.) : 1. yilanlai.. 2. mec. geçimsiz, huysuz, muzur kimse, hayyât ( ﺧﺎ طa.i.) : dilcici, terzi. hayyâtin ( خ ا ﻳ ﻦo.i. hayyât'ın c.) : dikiciler, terziler. hayyâ، în-i hâssa : tar. saray terzilei"؛. hayye ( ﺣ ﺪa.i.c. : hayyât) : yılan. hayye-i esved : icara yılan, hayye /
(a.n.) : toplanıp gelin,
hayye ale's-salâï : toplanın namaza gelin!
h a y v â n â t -1 n a k ia
hayyen ١( حa.zf.) : diri, canlı olarak. hayyen meyyiten : ölü ve diri [olarak],
: z o o l. su hayvanları. : sulu şeyler İçinde gelişen
h a y v â n â t -1 m â iy y e
hayvanlar. h a y v â n â t -1 n e b â t iy y e : z o o l.
helotüritler.
h a y v â n â t -1 ş ib ilı n e b â t iy y e
: *bitkimsi liay-
vanlar. h a y v â n â t -1 t â liy e : biy.
çok hücreli hayvan-
lal.. h a y v â n â t -1 t ü r â b i y y e : z o o l.
vanlai..
hayy / (a.i.) : 1. Allah'ın adlarindandir. 2. s. diri, canlı.
hayye ale'1-felâh : toplanın felâha gelin!
lal'. h a y v â n â t -1
hayvâniyye، ( ﻣ ﻮ ا بa.i.) : hayvanlık,
hayyât-1 mâhir : usta terzi,
hayvân-1 nâtık (konuşan hayvan) : insan, hayvânât ( ﺣ ﻮ ا ﻧ ﺎ تa.i. hayvân'ın c.) : hayvanlar. l ıa y v â n â t -1
hayvânî, hayvâniyye ﺣ ﺪ ا ب، ( ﺣ ﻴ ﻮ ا ﻧ ﻰa. s.) : hayvanla ilgili, canlıya âit.
hayyâkâllah ( ﺣﺈ ك اﻟﻠﻪa.n.cü.) : Allah ömrünü uzun etsin!
: çadır ipi; çadır kazığı. :telşelclindeolan.
ه٠ﺧ ﻴ ﻞ
hayyïz-î İ'tibâr hayvânât-1 vahşiyye : vahşî, yabânî hayvanlar,
*toprakçil hay-
hayyir / (a.s.c. : alıyâr) : 1. her zaman iyililc eden. 2. ؟olc lıayırlı. h a ^ iz j —( حa.i.) : 1. taraf, meydan, melcâıı, mevlci. 2. fels. *uzam, fr. étendue, extension. hayyiz-i husûl : lıâsıl olma yeri, hayyiz-i İmkân : imkânı saglanabilecelc durum. hayyiz-i İ'tibâr : saygı gösterilen yer ve dilı'um. 401
hayyız-ı müselles h a y y ı z - ı m ü s e lle s : a n a t. g ö ğ s ü n İ ç in i u z u n l a m a s ı n a ilciy e a y ı r a n a r a lı k , b o ş lu k , b ö lg e ,
fr. m C d ia s tin . h a y y i z - i t a b i i : h e k . g ö ğ ü s ü , İç te n ik i m ü s â v î o l m a y a n k ı s m a , a y ı r a n zai'.
رزران
(a.i.) : h e z â r e n , S ic a k m e m l e -
k e t le r d e y e t iş e n u z u n y a p r a k l ı k a m ış ,
h ayzerân
رزران
( f . i . ) : 1. h e z â r e n a ğ a c ı.
h a y z e r â n - ı b e l d i : b o t . y a b a n m e r s in i d e n ile n bil- a ğ a ç . 2 . h . i. H â r û n ü 'r - R e ş î d 'i n a irn e si.
رزوم
hayzûm
(a.i.) : h e k . g ö ğ ü s ta lr ta s ı, i m a n
t a h t a s ı, fr. s te r n u m .
۶
hâz
haza'
( f . i . ) : k ir , p a s .
رع
( a . i . ) : 1. k e s m e 2 . k e s ip y a r m a .
h a z a - i ş e z e n : h e k . n e fe s b o r u s u a r a s ı n d a n m a s u r a g e ç i r i p , h a s t a y ı b u s û r e t le t e n e f f ü s e t t i r m e k İç in y a r ı p a ç m a ,
hazâ
١ﻫ ﺬ
(a .i.): b u , 0 , şıı. F i - y e v m i n â h a z â :
bugünkü
günde.
İlâ -y e v m in â h a z â : g ü -
n ü m ü z e k a d a r , h â lâ . L i - h a z â : b u n u n İç in .
M a a - h a z â : b u n u n l a b eı-âb er.
را س
hazâbî
(a.i. İ r iz b â 'n ın c.) : â i'iz a lı, e n g e -
b e li [to p l'a lcla r, y e r le r ],
h a z â fe h a z â in
( ر' فa.i.) : lâ v a n t a ç i ç e ğ i , ( ر ا شa .i. h a z in e v e h i z â n e 'n i n
c.).
( b l c z : h a z in e ).
h a z â i n - i m e d f û n e : g ö m ü lü h a z in e le r . H a z â in ü 's - s a â d â t
[ s a â d e t le r in
M e h m e t o ğ lu E ş r e f i n h e k i m l i ğ e d a i r e s e r i, (a.i. h a z i r e 'n i n c.) :'e t r â f m d a d u -
v a ı. v e y â ç it b u lu n a n a ğ ılla ı'j m e z a r lı k l a r v e ş â ir e .
h a z â lc a t
ﺣﻨﻔ ﺖ
( a . i . ) : h â z ı k l ı k , ü s t a t lık , u s t a -
ille, u z lu k , [en ç o k h e k i m l e r h a k k ı n d a k u lla n ılıı'].
( را ﻫ ﺖa .i.). ( b k z : lra z m ). h a z â n ( را نf.i.) : s o n b a h a r , g ü z . ( b k z h a z â n - d î d e ( را ن ﻟﻲ—دهf . b . s . ) : İra z â n hazâm et
: h a r if). g ö rm ü ş,
y a p r a k l a r ı s a r a r m ı ş , s o ln r u ş .
( ر ا ﻻa .i.). ( b k z : h iz â n e ) . h a z â n - g â h ( راﻟ ﻜﺎ هa .f .b . i .) : â le m , d ü n y â , h a z â n î ( راﻓ ﻰf . s . ) : g ü z m e v s i m i n e â it, g ü z 402
hazar (a.i.) : 1. sâbit meskeni olanların oturdukları memleket. 2. barış ve güven. [Hazei.de : barış ve güven zamânmda]. hazar ve sefer : ı) evde oturma ve yolculuk; 2) barış ve savaş zamânı. hazâreniyye ( را و ذ ﻻa.i.) : bot. kavun ağaçları, fr. passiflorCes. hazâret ( ﺣ ﻬ ﺎ ر تa.i.) : hazır olma, yakınında bulunma, [“gıybet” karşılığı], [kelime, bugün Arapçada "medeniyyet'' mânâsında kullanılmaktadır]. hazaret-i hamse : Tanrı sıfatlarının mazhaı٠ı olan 5 makama verilen ad : [1) Hz. gayb-ı mutlak; 2) Hz. gaybm karşıtı olan Hz. şalıâdet; 3) Hz. gayb-1 muzâf; 4) âlem-i şahâdete yakm olan âlem; 5) Hz. câmia]. hazari ى(a.s.) : 1. köyde, kasabada yaşayanların hayâtına âit; şehiı'li, lcöylü. 2. barış ve güvenle ilgili, baı'ış zaınânına âit. Kuvve-i hazariyye : barış zamâmndaki asker kuvveti, ["seferi" karşılığı]. üazâzü's-sahr : bot. cigerotu. hazâze ( ز ا ز هa.i.) : hek. bulaşıcı, müzmin ve bâzan da öldürücü bil- cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse' ölümü İcâbettiı'ir. hazef ۶ çömlek.
(a.i.) : topraktan yapılan çanak
hazefi ( ر ضa.s.) : lrazefle, çanak çömlekle ilgili. hazefiyye ( ر بa.i.) : 1. çanak, çömlek gibi topraktan yapılmış şeyler. 2. çanak çömlekçilik, keramik, fr. céramique, hazef-pâre ر ﺑ ﺮ ه çömlek kıı'ığı.
hazâne
ilg ili.
hazân-resîde ( را ن ر ﺑ ﺪ هf.b.s.) : hazâna erişm İş, solup sararmış.
h a z â z ^ ( a . i . ) :yosun.
( m u t lu lu k la -
ı'ııı) h a z i n e le r ] ؛. X V . y ü z y ı l b ilg in le l'in d e ir
h a z â i r ^ '^
hazân-lika ( ر ا ن قf.b.s.) : hazan yüzlü, saı'aı'rnış, soluk yüzlü. hazân-nümâ Ui ( ر ا نf.b.s.) : sonbahar görünüşlü; hüzün verici.
h a y z ، / V " ( a .i .) : a y b a ş ı [k a d ın la r d a ],
h ayzerân
hazân-is، ân ( ﺧ ﺰ ا ﺳ ﺎ نf.b.i.) : hazan görmüş, sararıp solmuş yer.
ile
(a.f.b.i.) : çanak parçası,
hazef-rize ﺑﺰه.( رﻓﺮa.f.b.i.) : çanak çömlek parçası, kırıntısı. hazelô j j (a.i.) :ed. (bkz :bahr).
hazin
( ﺧ ﺬ ﻻ تa.s. lnazele'nin c .) : âdiler, al-
h a z e lâ t
؟aklar, bayağılaı', kalleşler, h a z e le
( ﺧﺬﻟﻪa.s. İnâzil'in c .) : yüzsüzler, âdîleı-,
aşağılık lar, b ayağılar, kancıklar.
alçaklar,
kalleşler,
( ﺧﺰمa .i.): 1. dizm e. 2. ed . ilk beytin ortasına birden dörde kadai- lnaı-f İlâve etme.
hazem
(f.i.) :baldız,
hâzen۶
ﺣ ﺰ ن، ( ﺣﺰنa .i.c .: a lız â n ): gam , keder tasa. B e y t ü 'l- h a z e n (hazen evi) : kederi, tasası ؟ok olan yer. Â m ü 'l- h a z e n (tasa y ı l ı ) : Hz. M u h am m ed 'in zevcesi Hz. H adice ile am cası Hz. Ebû-Tâlib'in öldüğü yıl.
hazen, h üzn
h a z e r ( ﺣ ﺬ رa .i.): sakın m a, kaçınm a, koi'unm a,
çekinm e. E l - h a z e r : sakin! h a z e r â t ( ﺣ ﻔ ﺴ ﺮ ا تa.i. hazret'in c.). (bkz : haz-
ret). h a z e r â t -ı h a m s e : tecellînin 5. derecesinin
basam akları. lnazf ( ﺣﻨ ﻒa.i.) : 1. aradan çık arm a, çık arılm a, yok etm e, silm e, ortadan kaldırm a, giderm e, düşürm e. 2. ed. eski yazıd a noktasız h arfli kelim elerden nnanzûm, nnensuı' cüm le tertipleme, (bkz : gayr-i menkut).
h â z ır
( ﺣﺎﺿﺮa .s.c .: huzzâı., hâzırûn, h â z ır in ):
1. huzurda, m eydanda, gözönüude olan, bizzat bulunan. 2 ٠yapılın ı? bil' lıalde satılan [elbise, ayakkabı gibi ؟eyler), fr. c o n fe c tio n . h â z ı r b i'l-m e c lis : m ecliste hazır olan adam , h â z ı r -l ö p : 1) suda pişip k ayn am ı ؟kabu klu
yu m u rta; i ) m e c . em eksiz elde edilen kazail ؟, [miien. "h âzıra"), h â z ı r ü n â z ı r : heı- yerde lıulıınan ve göreıı
[Allalı].
( ﺣﺎﻧﺮa .s.): hazei. eden, korkup ؟ekinen. h â z ı r a ( ﺣﺎ ﺿ ﺮ هa .i.): 1. ؟eliirli. 2 . bir yere yerh â z ır
İeçm i ؟. h â z ı r â n , h â z ır â t ﺣﺎ ﺿ ﺮا ت، ( ﺣﺎ ﺿﺮا نa.s. lıâzır'ın c . ) : b u lu n a n la r [b ir y erd e-],
( ﺣﺎ ﺿﺮ ﻳﺨﺶa .f.b .): 1. h a z ır la n n n ؟. 2. n. lıazır ol! em ri.
h â z ır -b a h ؟
( ﺣﺎ ﺿ ﺮ ﺟ ﻮا بa.b .s.): lıeı. söze, dei"inal, düşünm eksizin uygun cevap veren,
h â z ı r -c e v â b
( ﺣﺎﺿﺮﺟﻮاﺑﻰa.b .i.): h azırcevaplık, ( ﺣﺎ ﺿ ﺮﻳ ﻦa.s. hâzıı-'ın c . ) : hıızûrda,
h â z ı r -c e v â b î h â z ı r în
m eydanda, gözönünde olanlai", liizzat bulunanlar. ( b k z : hâzırûn, İıuzzâi"). [zıddı, “gaibin").
h a zh a z a ( ﺧ ﻐ ﺨ ﻐ ﻪa.i.) : 1. sallanma, el ile harekete getirm e. 2. otuzbir çekımme, fr. on an ism e. (blcz : istim n â bi'1-yed).
h â z ırû n ( ﺣﺎ ﺿ ﺮ و نa.s. lıâzır'ın c .) : huzûrda, m eydanda, gözönünde olanlaı', bizzat bulunanlai'. (bkz : İıuzzâr, lıâzıı'în).
( ﺧﺎﺿﻊa .i.): alçakgönüllülük gösteren, ﺿ ﻌ ﺎl۶ (a .z f.):a l ؟akgönüllüolarak. h âzı-â n e ( ﺧﺎ ﺿﻌﺎﻧ ﻪa .z f.): alçakgönüllülükle,
h â z il ( ﺧﺎﻧ ﻞa .s.c . : lia z e le ) : arkadaşım Z O I' duru m d a b ırakıp kaçan, alçak, aşağılık, k aile؟ kim se.
hâzı'
h â z ıan
m ütevâzıâne.
( ﺣ ﺎ ﻧ ﻖa.s.c. : h u z z a k ): hazâkatli, işiımiım e imli, usta, eli uz. [dililmiizde, eım ؟ok doktorlal. h akkın d a kullanılır.],
h â z ık
( ﺣ ﺎ ﻧ ﻘ ﺎﻧﻪa.zf.) : lmâzık olana yakışacak sUrette, lmazâkatle. (bkz : ı٦mâlmiı'-âıme).
h â z ık -â n e
h â z ık ıy y e t
( ﺣ ﺎ ﻧ ﻘ ﻴ ﺖa .i.): hâzıklık, nmâhirlik.
h â z ım ( ﻫﺎ ﺿﻢa.s. hazm'deim): hazm ettiren, siim-
diren, sindirici. h â z ı m a ( ﻫ ﺎ ﺿ ﻤ ﻪa .i.): yeimileım ؟eyleri ımıîdede
imaznmettireim kuvvet.
( ﺣﺎزﻣﺎﻧﻪa .z f.) : ilmtiyatlı olan adam a yak ışacak sûl'ette.
h â z im -â n e
h â z ın a
( ﺣﺎﺿﻨﻪa .s.): em ziren, em zirici, siltnine,
dadı.
h â zile ( ﺣ ﺎ ﻧ ﻠ ﻪa .i.): anat. kenarlarında k irp ik Inulunmayan çok kıı'm ızı gözkapağı, h a z in i ﻢ
ﻵ( ﺧ ﻔ ﺒ. ة.) :sarho ؟.
lıâ z in ı ( ﺣ ﺎ ز مa .s.): 1. lıaznneden, lnazinnli, ilntiyatlı, akıllı, İşinde gözü açık, sağlam olan. 2. i. erkek adi. h â zim ( ﻫﺎزمa.i. lnezim et'den): inezimete uğratan, zafer kazanan, galip, h a z în ı- â n e
( ﺧ ﻨ ﻴ ﺎ ﻧ ﻪa.zf.): sarhoşçasına, sar-
ino ؟gibi. h â z im e
( ﻫﺎﺿﻤﻪe .i.): m idedeki eritici, sindirici
kuvvet. h a z in ( ﺣﺰﻳ ﻦa.s. h ü z m 'd eıı): 1. lıüzünh'ı, ınıalı-
zun olarak, kederli, gam lı. K a lb - İ h a z i n : tasalı gönül. 2 ٠hüzün verici, ( b k z : nnüteessif).
403
hâzin
( ﺧﺎزنa.i. hizâne'den. c. : huzzân) : İıazîne muhâfızı, hazinedar, bek ؛ ؟,
h â z in
( ﺧ ﺰﻳ ﺘ ﻪa.i.c. : hazâin) : devlet malinin, devlet parasının saklandığı yeı٠.
h a z in e
h a z in e - i â m ir e
: devlet hâzinesi, : mâliye dâiresi,
h a z in e -i e m i r i y y e
(i ؟İıazîne) : savaş ve başkaca olağanüstü durumlar İ ؟in yapılacak liarcamalara malisus yedek İıazîne.
h a z in e - i e n d e r û n
h a z in e - i e s lih a
: bugünkü Askeri Müze'ııin
eski adi. : vakıf idaresi, ı) aı-şiv. 2) Mahmut Celâlettin tarafından 1881-1882 yıllarında 48 sayı kadar İstanbul'da yayımlanmış olan haftalık edebiyat dergisi,
h a z in e -i e v k a f h a z in e -i
evrâk :
Tanrı nimetlerinin görünmeyen hazînesi. h a z i n e - i h â s s a : hükümdarlık makamına malisus tahsisat ile enıvâl ve emlâk, fr.
h a z i n e - i g a y b : fe ls.
t r é s o r e r ie p r iv é e d u S u lta n ,
: ta r. Tanzimat'tan sonra, 1839 da kurulan ve sarayın gelir ve giderleriyle göı'evli bulunan nezaret, bakaillik.
h a z in e - i h â s s a n e z â r e t i
: ta r. Devlet İıazînesi. h a z in e - i r a h t : ta r. OsmanlIlarda has alinlıaziııesiııe verilen bil' ad.
h a z in e - i h ü m â y û n
( ﺧ ﺰ ﻳ ﻪ داوa.f.b.i.) : 1. lıazîneniıı İdâre ve mulıâfazasıııa me'mur edilen kimse. 2. pâdişâh saı'aylaı'ıııda lıaı'em kısmının tertip ve taııziıııiııe lıakaıı İcadın, lıa z în e - d â r î ( ﺧﺰﻳﻪ دارىa.f.i.) : hazinedarlık,
h a z in e -d â r
( ﺧ ﺰ ﻳ ﻪ ﻣﺎ ﻧﺪهa.f.b.s.) : şalısı üzeriııdeıı kaydı siliııeı'ek devlete lcalan mal, para.
h a z iııe -n ıâ n d e
( ﺣﻀﻴﺮهa.i.c. : İıazâir) : etrâfmda duvaiveyâ çit İıulrınan ağıl, mezaı-lık ve sâil-e. h a z îr e t ü '1 - K u d s : m e c . cennet, [bu kelime çok zaman yanlış olarak "hatira" şelclinde kullanılmaktadır]. h a z iz ( ﺣ ﻈﻴ ﻆa.s.) : 1 . nıes'ııd, mutlu. 2 . liisse ve nasibi olan.
h a z ir e
h a z iz
ﺣﻀﻴﺾ
(a.i.) : 1. zil., en a şa ğ ı. 2 . d a ğ eteği,
[zıddı “ e v e ” dil.].
: zilletin en aşağı noktaAy'ın veyâ başka bir seyyâi'eııiıı
h a z i z - i m e z e lle t
SI. 3 . a s tr .
404
mahreki üzerinde Dünyâ'ya en yakın bir mesâfede bulunan nokta, h a z m ( ﺣ ﺰ مa.i.): 1. kat'î karar, sebat, direnme. 2 . doğru ve sağlam rey ve karar, (bkz ؛ hazâmet); fels. fr. p ru d e n c e . h a z m ( ﻫﻀﻢa.i.): midedeki yiyecekleri eritme, sindirme. Iıa z m -İ d â h il -i h i i c r e : biy. *göze İ ؟İ *sindirim. h a z m - i h â r ic î : b iy. *dışsindiı-im. h a z m -i h â r ic - i h ü c r e : b iy. *göze dışı *sindirim. h a z m i ( ﻫﻐ ﻤ ﻰa.s.): biy. *sindirel, fr. d ig e s tif. h a z r â ' ( ﺣﻀﺮاﺀa.s.). (bkz : lıadrâ'). h a z r e t ( ﺣ ﻔ ﺮ تa.i. huzûr'dan. c . : hazerât): 1. [asil mânâsı "kurb", “piş-gâlı” dır). 2 . saygı saymak iizere büyüklere verilen Unvan. H a z r e t -i P e y g a m b e r , H a z r e t - i A li... gibi, [şâhısların dışında da kullanılabilir. H a z r e t -i K u r 'â n gibi). 3. [evvelce] büyük sayılan kimselerin adlarının sonuna "hazretleri" şeklinde getirilirdi: A h m e d B e y e fe n d i H a z r e t le r i. 4 . kalenderce bir sesleniş şek li: -H a z r e t ! s ö z ü n ü y e r in e g e t ir m e d in !
( ز ﻧ ﻮ لa.s.): kimsesiz, yardımsız kalarak her şeyden mahrum sürünme, h a z û l- â n e ( ﺧ ﻨ ﻮ ﻻ ﻧ ﻪa.f.zf.): hazul olana yakışacak sûı'ette. h a z û r ( ﺣﻨﻮرa.s. hazer'den): ؟ok çekingen, ؟ok dikkatli. h a z z ( ﺣ ﻆa.i.c.: huzûz, lıuzûzât): 1. hoşlanma, zevklenme; sevin ؟, memnunluk. 2 . balat, tâlih, nasip, saâdet, kıymet, [ ؟ok zaman “etmek” mastarıyla birlikte kullandı] ؟, h a z z ( ﺣ ﺰa.i.): 1. kesme, kısaltma. 2 . kazıma; yırtma; silme. h a z z â f ( ﺧﺰافa.i.): çanakçı, çömlek ؛ ؟, h a z z â n ( ﺣﺰافa.s.). (bkz : lıâzin). h e , h â ' ( ﻫ ﺎ ﺀa.ha.): Osmaıılı alfabesinin otuzrmcu harfi olup, “ İıâ-İ hevvez” veyâ “ İıâ-İ resmiyye” denilen ve “ebced" hesâbında beş sayısının karşılığı olan İıai'fin adi. h e b a ' ( ﻫﺒﺎﺀa.i.) : 1. gayet ince toz, zerre. 2 ٠yok yere, boş, ııâfile. h e b â e n ( ﻫﺒﺎﺀa.zf.): boşuna, beyhude olaiyık. h e b â e n m e n s û r â : boşuna harcanarak, h e b b ( ﻫ ﺐa.i.): uykudan uyanma. hazû l
٠
hef -bünyâd
( ﻫﺒﻬﻪa .lı.i.): 1. a lıın ak lığıyla ŞÖİ1ret bulm uş olan Yezid adında bir Arap. 2. s. alımalc, aptal.
H ebenneka
h e b ib hebt
( ه— ﻳ ﺐa .i.) : rüzgâr, (bkz : âsıf). ٠( ﻫ ﺎa.i.) : aşağı inm e, aşağı İndiı-me.
( b k z : hübût, nüzûl). h e b û ^ ۶ ^(a.i.) ؛inişyer. hecâ' ( ﺑ ﺠ ﺎﺀa .i.): 1. lıece, hep birden telâffuz olunan bir veyâ biı'kaç haı'f, bir harelcetle ağızdan çıkan söz. 2. bil. Icimseyi şiir veyâ nesil- yoluyla yerm e, (bkz : hicv). H u rû f-î h e c â : 1) e lift e (alfabe) sırasına göre dizilm iş haı-fleı"; 2) kelim elerdeki h arfleri sesİendiı'en (e lif vav, ire, ye) haı-fleı'. h ecâ-gû ( ﻫﺠﺎ ﻛ ﻮa.f.b .s.): hicveden, yeı-en şiir veyâ nesil- yoluyla birin in aleyliinde bulunan, birini zem m eden.
( ﻫﺠﺄﻧﻰa .s.): lıece veznine âit, lıece vezni
h ecâî
ile ilgili. V e z n -İ h e c â î : lıece vezni,
ﺑﺎ.( ﻫﺠﺎa.i. Irece'nin c .) : ileceler. h e c c â v ( هﺀﺟﺎوa .s.): çok hicveden, çok yeı-en. h e c d e h -h e z â r ( ﻫﺠﺪه ?ارf.b .s.): on sekiz bin. h e c e ( ﻫﺠﻪa.i.). (bkz : hecâ'). h ece v e z n i و ز ﻧ ﻲ(a.t.b.i.) : ed . paı-ınakhecâyâ
hesâbı da denilen eski bir nazım âhengi ölçüsü olup lıâlâ da İcullanılıı; 3 den 16 ya lcadar tül'lü heceli ölçüleı'i vaı-dır.
( ﻫﺠﻞa .i.) : c o g r . ilci dağın aı-asındaki İÇİsim , vâdî, dere.
h e c il
( صa.i.) : arkasında ilci höl-gücü olan ve çok lıızlı koşan bil- cins deve,
h e c in
h e c îr
(a .i.) : yazın öğle zam ân m daki SI-
-
caklılc. hecm e، ١~ i ؟، ٥(a.i.) :?iddet. h e c m e tü ' ؟- ؟i t â : kışın ؟iddeti.
r ( ﻫﺞa .i.) : ayı-ılma, tei'ketme; aynlılc. [A rapçada bulunm ayan "h ic r” şekli daha yaygın dır], (blez: hicı.).
h ecr
hecs
ص
(a.i.) : gönüle düşen hâtıralar,
h e d â h îd
٠ ( ﻫﺪاﻫﻲa.i. hüdhüd'ün c .) : çavuş kil?-
İarı, ibibikleı-. hedâyâ
ﺑﺎ.( ﻫﺪاa.i. h ediyye'nin c.) : arm ağanlar,
hediyelei". hedbe
( ﺑﺪدهa .i.): ufak tesbih böceği,
hedeân
( ﻫﺪﺟﺎنa .i.): yava? yü rü yü ş,
٥ (a .i.): bir binâyı güi'ültü ile yık m a, (bkz :h ed m ).
hedd L
h ed d e ( ﻫ ﺪ هa .i.): duvar ve şâire gibi ?eylerin y ık ılm asın d an çıkan ses, gü rü ltü , güm bürhedGb ( ﻫﺪبa .i.c .: elıdâb). (bkz : llüdüb).
( ﻫﺪﺑﻰa .s.): kirpigim si. h e d e f ( ﻣ ﺪ فa.i.c. ؛e h d â f) : 1. ni?an, nişan ali-
h ed eb i
nacak yer, am aç, nişangâh. 2. m eram , m aksat, gaye, am aç. h e d e f- ؛â m â ؛: ulaşm ak istenilen nokta, heder
( ﺋ ﺪ رa .i.): boşa gitm e, yok yere giden
şey.
( ﻫﺪﻫﺪهa .i.): kuşun ötm esi; devenin b ağırm ası; ötm e; bağırm a,
hedhede
h e d î r ﺑﺮ.( ﻫﺪa.i.) : 1. güvercin ve benzeri kuşla-
rin ötm esi. 2. aygırııı kişnem esi, h e d iy y e
( ﻫﺪ؛ﻳﻪa .i.c .: lıe d â y â ):
1. ilediye, arm a-
gan. h e d i y y e - ؛d e n d â n : diş k iıâ sı. h e d i y y e - ؛y â k u t : yakut hediyesi. 2 . kıym et,
değer, ba ؛â. 3. İcadın adi. h e d iy y e t e n
( ﻫ ﺪﻳﺄa .z f.): hediye sûretiyle, ar-
m agan olarak. hedm
( ﻟﺪمa.i.) Y ık m a, harâbetm e.
h e fe v â t O l j i
(a.i. hefve'nin c . ) : 1. kaymalai", ayale kayıp sürçm eler. 2. yam lm alai", yanlışlıklar.
h e ft
( ﻫﻔﺖa .s.): 7 sayısı,
h e ftâ d
( ﻫﻔﺎدf.s.): yetm iş 70. (blez : seb'ûn).
h e f t â d ü d ii ؟â h (yetm iş iki d a l) : insan ırkı-
11111 72 dalı veyâ M üslü m an lıktan m aada 72 m illet.
٠ ( ﺳﺖ اﺧﺘﻢf.b .s.) : a s tr . yedi seyyâre ( g e z e g e n ) : [Utarit, Z ü lıre, M erih, M üşteri, Z u lial, G üneş, Ay], ( b k z : lıe'ft-âyîne, İıeftbânü).
h e f t -a h t e r
h e ft-â sm â n
( ﻫﻔﺖ اﻣﻤﺎنf.b .s.): yedi kat gök.
h e ft-â ؛ ؟y â n e
( ﻫﻔ ﺖ ا ﻓ ﺎ ذ هf.b .i.): yedi yu va,
gökleı..
( ﻫﻔ ﺖ ا ﻳ ﻴ ﺪf.b .s.): a s tr . yedi seyyâre, (ge zeg en ), (blez: heft-ahter, heftbânü).
h e ftâ y in e
( ﻫﻔﺖ >اﻓﻮf.b.s.): a s tr . yedi seyyâre (*gezegen), (bkz : heft-ahter, İıeft-âyine).
h e ft-b â n û
h e ft-b ü r، y â d
( ﻫﻔﺖ د ا دf.b .i.): yedi yapı, gök-
ler.
405
heft- ؟ûş h e ft - ç û ؟
ﺳ ﺖ ج—وش
( f.b .i.) : d e m ir, ç in k o , k u ı _٠
1111 ؟, b a k ir, k alay , a ltın , g ü n lü ؟e ritilm e s iy le m e y d a n a gelen * a la şıııı.
دا د
h e ft - d â n e
C Â A ( f.b .i.) : a ؟û re y a p ım ın d a
> درب:• ( سf.b .i.) : "y e d i
d e n iz ” : Pa-
s ifik O k y a n u su , A tla s O k y a n u su , A k d e n iz ,
ﻫ ﻐ ﺖ دور
( f.a .b .s .) : y a r a d ılış ta n ,
k ıy â ıııe t g ü n ü n e k a d a r g e ç e c e k o la n y e d i devil-. h e ft e
ﻫﻔﻪ
( f .i .) : h a fta , y e d i g ü n .
h e ft - e jd e h â
( س —ت ارده—اf.b .s .) : a s tr .
Inâınû).
ن١ت ا ﻟ ﻮ٠ ( سf.a .b .s .) :
yem ele. (b k z : lneft-reng). o rgan ”
:
ت ا و ر ﺀ٠( سf.b.i.)
؛a s tr . B ü yü le v e
K ü ’ç ü leayı'yı m e y d a n a getiı'eıı yed i y ıld ız , h e ft - g â h
ﻫﻐﻜﺎه
(f.b.i.) : m ü z . T ürle nn üziginin
m ü re k k e p şed m a leam lai'ın d an d ıı'. Segâh m ü re k k e p
m ak aıu ıın ın
ﻫﻔ ﺖ ﻛ ﺸﻮر
h e f t - k i ؟v e r
ﺳ ﺖ ﻣﺮدان، ﻫ ﻔ ﺖ ﻣ ﺮ د
» ( f.b .i.) :
"y e d i
A h y â r,
E v tâ d ,
b ü y ü k le r ": E b d âİ,
ﻫﻔ ﺖ ﺑ ﺮ ه
h e ft - m e y v e
ﻫﻔ ﺖ ﻣﺤﻴﻂ
h e ft - m u h it
( f.a .b .i.) : “ y ed i d e n iz ” ؛
P a s ifik , A tla n tik , A k d e n iz , K a ra d e n iz , Ta-
ninn lnicaz p erd e-
ئ ددر
h e ft - p e d e r
( f.b .i.) : aS tr. y e d ig e r d en i-
len yed i y ıld ız ؛y e d ik a t gö k . h e ft - p e y k e r
ﻫﻔ ﺖ ﺑ ﻜ ﺮ
h e ftre n g ^
ت٠( سf.b.s.)
k u n m u ؟b ir çeşit d ib a.
lealan
A lıy â r,
E v tâ d , E b d â İ,
m aleam ıdu ').
Doınanıınnıına si, fa, do, sol İçin b aleıyye d iye zle l'i leonulur. O rta seleizlidelei sesleri ş ö y l e d i r : kalna n îm lnicaz, yegâln, a şîra n , ıı'ale, n îm z irg ü le , dfigâln, çai'gâln, n im h ic az (çıleıcı o la ra k ). Segâln gib i, lneftgâln da segâln b e şlisi ile lnicaz d ö rtlü sü n d e n m ü l'elekep tir ve n is e b -i şe rîfe sa y ıs ı 7 dir. y e d i tâ n e , y e d i tül.-
h e f t - h â ı n ^ c i (f.b.i.) “ ؛y e d i k o n a k lık y o l” : Rüstenn ile isfen d iyar'u n g e ç tik le ri yol. h e ft - h â n
ن١ ﺧﻮ٠ﺳ ﺖ
( f.b .i.) : "y e d i s o fr a ” : N e v 'î
Z â d e A tâ î'n in t a s a v v u f n ite liğ in d e o lan b ir m e s n e v isi (1627).
h e ft - h û n ö j j
ﻟﻬﻐﺖ
( f.b .s .) : celnen nem in y e d i
ta b a k a sı. h e f t - ı k lim r
( f.b .i.) : 1 . (b k z : esh âb -1
b ü y ü k le r :
[K u tu b ,
N u k a b â ',
G a v s,
N ü ceb â].
( b k z : h e ft-m e rd , h eft-m erd ân ).
ص
،
ا٠( ﻫﻚf.s.) ؛y e d in c i,
( b k z : sâbi'> sâbia). h e fv â n
ان-
( a .i.) : 1 . h ız la g itm e. 2 . a y a k k a -
y ıp sü rç m e .3. y a n ılm a , y a n lış lık , (b k z : h e f ve). h e fv e OjJA ( a .i.c .: h e fe v â t ) : 1. k a y m a , a y a k k a y ıp sü rçm e . 2. y a n ılm a , y a n lış lık , (b k z : h efv ân ).
ﻫﺮده ﻫ ﻜﻴ ﻚ
h e jd e h
( f.b .s .) : o n se k iz ,
h e k ik
(a.i.) ؛k a d ın ta v ır lı erk ek , k a d ın s ı
erk ek , efem in e. h e k im
ﻛ ﻴ ﻢ٠ (o.i.).
ص
(b k z : h a k im ),
(a.s. h ü llıtil'ü n c . ) : ç â re si, p a n -
z e h iri o lm a y a n , ö ld ü rü c ü zeh ir, a g u . h e lâ h ü - n i s â r
ﻫﻼﻫﻞ ﻧﺜﺎر
(a.b.s.) ؛ö ld ü rü c ü z e h ir
saçan .
ﻫﻐﺖ اﻫﻔﻞ
( f.a .b .i.) : B a tla m y o s'u n
a y ıı'd ıg ı d ü n y â n ın y e d i b ö lg e si.
406
ﻫﻔ ﺖ ﺗﺸﺎن
h e ft ü m , h e ft ü m in
h e lâ h il
h e f t - h u m ^ ^ ( f . b . i . ) : C e ı ٦n e tin 7 k a tı.
: 1 . y e d i re n k , (b k z :
h e ft-e lv â ıı). 2 . y e d i re n k ü z e r in e ip lik le d o -
2 ٠y e d i
m ü z iğ i
( f.b .i.) : 1. (b k z : h eft-
ev re n g ). 2. y e d ik a t gök.
k e h f).
ت٠ ( ﻫﻒf.b .s .) :
G a v s,
N ü ceb â].
( f.b .i.) : “ y e d i m e y v e ” :
h ü s e y n î-a ş îr a n 'd ır (n îm lnicaz p e rd e sin d e
h e ft - g â n e ، ulf İÜ o lan .
[K u tu b ,
N ukabâ,
k u şü z ü m ü , ü z ü m , in cir, k a y ıs ı, ؟e ftâ li, llu r-
h e ft - t e n â n
Türle
ﺳﺘﻨ ﺪا ن، ﺳ ﺘ ﻨ ﺪ
(f.b.i.) . (b k z : h eft-ten âıı).
sindelei ؟eddidii-. Drıı'ale n îm lnicaz ve g ü çlü yegân e
(f.b.i.). (b le z ؛h eft-
ik lim ).
b eriy e, Hazei", A r a l.
ت ا د ا م٠( سf.b.s.) : “ y e d i
b a ؟, g ö ğ ü s, k a r in , ilei el, ilei a y a k , h e ft - e v r e n g
( f.b .i.) : y e d i tü rlü ip lik le d o -
m a, e rik . “ y e d i renle” :
H z. îs â 'y a g ö n d e rild iğ i sö y le n ile n y e d i çeşit h e ft - e n d â m
ﺳﺘ ﻜﺎ ر
( b k z : h e ftten ân 2). y e d i ge-
zegen . ( in k z lı e f t - a lı t e ı ., lıe ft-â y iııe , h efth e ft - e lv â n
h e f، -k â r
h e ft-m e n d , h e ft - m e n d â n
K a ra d e n iz , T a b eriy e, H azer, A r a l, h e ft - d e v r
(f.a .b .s .) ذy e d i y a z ı ç e ş i d i :
[sü lü s, m u h a k k a k , tevk i', reylnâni, rık 'a , nesih , ta 'lik j. kunm u ؟kum a ؟.
k u lla n ıla n 7 çeşit h u b u b at, h e ft - d e r y â
ﻟﻬﻐﺖ ﻓﻠﻢ
h e ft - k a le m
h e lâ h il- r iz saçan .
ﻫ ﻼ ﻫﻠ ﺮﻳ ﺰ
( a .f.b .s .) : ö ld ü rü c ü z e h ir
hem-ber helâk ( ﻫ ﻼ كa.i.): 1. malivolıua, ölme. 2. harcanma. 3. çok yorulma, helâl ( ح ا ﻵ لa.i.): 1. kullanılması şeı-'an câiz olan, dinin hükümleri bakımından kullanılabilen, lıaı'am olluayan şey. 2. nikâhlı İcadın, (blcz : İıalîle, harem, lıem-fiı'âş). helâlî ﻛﻰ١ (ﺣﺮa.i.) : 1. bir çeşit yeı-li, buruşuk bez, arışı bürümcük, aı٠gacı pamuk olan bez. Helâlî gömlelc. 2. eslci zaman saati. 3. s. lıelâl ile ilgili olan. helâl-kâr ﻵ ﻟ ﻜ ﺎ ر١( حa.f.b.s.): lıelâl İş göl-en, ilaı'anıdan lcaçıııan. helâllaşmalc (a.t.lı.fi.) : birbirlerine lıaklaı'ını lıelâl etmelc. helalli ( ﺣﻼﻟﻞ—ىa.t.,i.) : zevce, ııilcâlılı İcadın. (İ3İCZ : İıalîle, harem’, lıenı-fiı-âş). helâl-nemek ﻻد ك (a.f.lı.s.): tuz İıalclcı bilen, sâdılc. helâl-zâde ( ا ﻵ ل زادهa.b.s. ve i.) : ııilcâlılı bilana ve baliadan düııyâya gelmiş [çocuk], [alcsi "lıaı'âm-zâde"]. 2. helâl süt emıııiş, sütü temiz, namuslu. 3. mec. sözünün eı'i, doğı'u, dürüst killise. heleyûıı ( ﻫﻴﻮ نa.i.) : bot. kıışlcoıımaz denilen nebat, fr. asperge. (bkz : İıelyûn, mârçûbe). lıelezOıı ( ﺣﺎ—زونa.i.): 1. kabulclu sünıülclü böcelc. 2. saat zembereği gilıi gittilcçe dal'alan dâil-e şelcli, yılan İcavı. 3. geo. İıelis. helezOnü'1-üzn: anat. salyangoz (lculakta-), fr. limaçoıı, colimaçon. helezOni ( و و ﻧ ﻲa.s.): 1. helezon ؟eklinde olan. 2. geo. lıelisel. helile ( ﻫﻴﺎ دf.i.): hek. İıalîle, tohumları müshil olarak lcullamlan bil. nebat, icara İıalîle. helîme (a.i.): lıelme, piriııç, fasulya, nohut ve benzeri gibi ؟eylerin kaynamasıyla meydana gelen kaymalc; peltelenme, heliimme cerrâ ١( ﻫﻠﻢ ﺟﺮa.cü.): “çek beri getir", “var kıyas eyle!" mânâsına ve çok zaman “ve...” ile kullanılır. helvâ ( و اa.i.): unlu, yağlı ve ؟ekerli maddelerle yapılan bil- tatil. helvâ-furûş j j j j ١۶ (a.f.b.i.) : helva yapan veyâ satan lcimse, İıelvacı (İ3İCZ : İıelvâ-ger). helvâ-ger (a.f.b.i.): İıelvacı. helvâ-hâne ﺧﺎذه١( وa.f.lı.i.): İıelva pişirmeye malisus tencere veyâ lcazan. helvâyî (a.i.): İıelva satan, İıelvacı.
/ وا
راﻳﻰ
helyun ( ﻫﻴ ﻮ نf.i.): bot. kuşkonmaz, fr. asperge. (b k z: hilyevn). hem r * (f.e.) : -dalc, -d e ؟, -İ bil. Hem-pâ : arkada ؟. Hem-cins : cinsleri bir, b ir cinsten, hem ziyâret, hem ticâret: bir ziyaret SiraSinda, herhangi bir i ؟ile de ilgilenildigi zaman kullanılan, söylenen bil' deyim, hem-âguç “( ﻫ ﻢ ﴽﺀو شgu” uzun okunur, f.b.s.) : kucak k u c^ a , sarma ؟dola ؟, hem-âheng ﴽ ﺳ ﻰ١٠( هf.b.s.) : uygun, denlc. hemâhim ا٠( ﻫ ﻤ ﺎ هa.i. hemheme'nin c.) : dertler üzüntüler. hemâl (f.i.) : ortak, ؟erik, nazil-, e ؟, benzer. Bî-hem âl: e ؟i, benzei'i yok, eşsiz, hemân ( ﻫ ﻬ ﺎ نf.zf.) : 1. hemen, del-hal, o anda, çarçabuk. 2. öylece, böylece. hemânâ ( ﻫﻤﺎذ —اf.e.): 1. gûyâ, sanki. 2. taıu, tamam, tamâıııen, aynen, tıpkı, hem-ân-dem ( ﻷ د مf.b.zf.) : liemen, çabucak 0 anda, (bkz : deı'-akab, deı'-hâl). hemânend ( ﺷﻤﺎ ﻧ ﺪf.b.e.): gibi, benzer, hem-ân-gâh ( ﻫﻤﺎ ﻧ ﻜﺎ هf.zf.): o anda, heıuen. hem-ârâmiا آ را ش ؟٠( هf.b.s.): berâber, birlikte dinlenen. hemâre ( ﻫ ﻤ ﺎ ﻟ ﻪb.zf.): dâima, her zaman. ["hem-vâre” den bozma). hem -asılJ- ١٠' ا٠( هf.a.b.s.): ayni asıldaıı. hem-asr jM■( ﻫ ﻢf.a.b.s.): bil. asırda yaşayan, çağda ؟. hem-â ؟iyân م ﴽ ﺷ ﺎ ف٠( هf.b.s.): bil' yuvada, bir yerde birlikte bulunan. hem -âvâz ( ﻣ ﻢ آوازf.b.s.): sesleri birbiı-iııe uygun, ayni sesi çıkaran; arkada ؟, hem-âver ا آور٠( هfb .i.): efendileri bir olan kölelei"; İcapı yoldaşı, arlcada ؟. hem-âverd ا آورد٠( هf.b.i.): savaşan iki kişiden herbiri: [“İıem-nâverd” den bozma]. h e m -â v îz ^ J (.٠٥(f.b.i.): savaşta karşılaşan iki kişiden biri. hem-ayâr ى ( د مf.a.b.s.) : denk, eşit, [asil “lıem-ıyâr” dil']. hem-bâr ار٠ ( سf.b.s.): ayni yükü yüklenmiş olan. hem-bâz ( ﻫﻤﺒﺎزf.b.i.): "berâber oynayan" : Ol-tak, şerik. hem-ber (f.b.s.): birlikte oturan, yakın, beı'âbeı' olan. 407
hem-bezm
hem-bezm ص (f.b.s.) : bir mecliste oturan, dernek arkadaşı; İ ؟ki arkadaşı, hem-bû ( ﻫ ﻢ—وf.b.s.) : bil' kokuda, bil' kokulu, kokusu bil.; mec. tarz ve âdetleı'i bir. hem-câ[y] [ ا ] ى٠( ﻫ ﻤ ﺞf.b.s.) : bil- yeı-de oturan; hemşeri. hem-cenâh ا ﺟ ﺎ ح٠( هf.a.b.s.) : müsâvî, denk, *eşit. hem-cenb ﺟ ﺐ hem-pâ).
( د مf.a.b.s.) : a icran, (blcz:
hem-cereyân ﺑﺎن,( ﺟﺮ٠( هf.a.b.s.) : ayni, bir aİÇİŞta olan. hem-cins ا٠( هf.a.b.s.) : cinslei'i bir olan, ayni soydan. hem-cinsî ى٠٠( ﺳ ﺠ ﻎf.a.b.i.): hemcinslik, cinsleri bir olma, ayni soydan olma, h em -civârj'— (f.a.b.i.) : İcomşu. hem-civâri رى١( ﻫ ﻢ ﺀ مf.a.b.s.) : lcomşululc. hem- ؟ü — (f.e.) : [onun] gibi. hem- ؟ünân — ن (f.zf.): böylece. (bkz : İıem ؟ünîn). hem- ؟ünîn ن٠( ﻫ ﻤ ﺞf.zf.) : böylece. (blcz : hem ؟ünân). hem-dâmân ( ﻫﻤﺪاﻣﺎنf.b.i.) : bacanak, hem-dâstaıı ( ﻫ ﻤ ﺪا ﺳ ﺘﺎ نf.b.s.). (bkz: İıemdestân). hem-dem م-( ﻫﻤﺎf.b.i.) : sılcı fılcı, canciğer arkada ؟, (blcz: refik). hem-dem-i gamm : gam arkadaşı, hem-deml ( ﻫﻤﺪﻣﻰf.b.i.) : 1. sılcı fıkı arkadaşlık. 2 . h. i. ؟ehnâme taı-zında manzum OsmanlI târihi yazan bir şâirimiz, hem-derd ( ﻫ ﻬ ﺪ ر دf.b.s.): dert ortağı, dert ve mihneti bir olan. hem-dest c —j ( ﻫﻤﺪf.b.s.c.: hem-destâıı): 1. lcuvvet ve lcudi'ette berâber olan, elele veren. 2. ortak. 3. kuma ؟dolcuyuculukta bir çırağa, ai'tık tele başına ؟alışabilecek seviyeye geldiğini bildiren beratı veren lcimse. hem-destân ( ﻫﻤﺪ ﺳ ﺎ نf.b.s.): 1. ayni sözleri söyleyenleı-, ağızbirliği edenlei". 2. (hemdest'in c .): kuvvet ve kudi'ette berâber olanlar. hem-dest-âne ( ﻫ ﻤ ﺪ ﺳ ﺂ ﻧ ﻪf.zf.): kuvvet ve kudrette berâber olarak, elele vererek, ortakça, hem-destî ﺳ ﻰ٠( ﻫﻤﺪf.b.i.): 1. birlik, berâberlik. 2. ortaklılc. 408
( ﻫ ﻤ ﺪ ﻛ ﺮf.b.s.) : herbirinin Oteki. ( ﻫﻤﺪهf.b.s.): ayni köyden, köyleri bir
h e m -d ig e r h e m -d ih
olan, (bkz : hem-şelırî). ( ﺻ ﺪ لf.b.s.) : düşünceleri, yürekleri bil' olan, gönülde ؟. h e m -d û وش ؟(f.b.s.): omuz omuza gelen, müsâvî olan. heme ،ﻫﻢ ١ (f.s.): cfimle, hep, bütün, hemec ( ﻫﻤﺞa.i.) : 1. sivrisineğe benzer küçük bir böcek. 2. s. şaşkın [kimse]. H e m e d â n iy y e y J^ (a .lı.i.): t a s . Necmeddin-i Kübrevî'nîn kurduğu “Kübreviyye" tarilcatınm şûbelerinden birinin adi. heıııegân ( ﻫﻤﻜﺎنf.zf.): İıepsi, cf'ımlesi. heıııezât ( ﻫﻤﺰاتa.i. lıemeze'niıı c.) : vesveseleı., kuruntular. h e m e z e ( ﺳ ﺰ هa.i.c.: hemezât) : vesvese, ku1'un'tu. h e m -f ik r ( ﻫ ﻤ ﻔ ﻜ ﺮa.f.b.s.) : ayni filcirde olan؛ kafadar. h e m -f i'1 ا ص٠( هf.a.b.s.): su ؟ortağı, h e m -f ir â ş ( ﺳ ﻔ ﺮ ا شf.a.b.i.): yatak arkadaşı, (bkz: hem-hâb). h e m g e r ( ﻫ ﻤ ﺎf.i.): ؟ulha dokuyucu, h e m -g în â n ﻓ ﺎ ن١( ﻫﻢf.b.i.): hep, bütün insanlar. h e m -g û ؟e ( ﻫﻤﻜﻮﺷﻪf.b.i.): komşu, (bkz : hemcins). h e m -h â b ا ب(f.b.s.): 1 . berâber uyuyan, yatak arkadaşı. 2. eş. (bkz : hem -f؛râ) ؟. h e m -h â b e ا د(f.b.i.): yatak arkadaşı, oda arkadaşı. h e m -h â h ( ﺳ ﺨ ﻮ ا هf.b.s.): ayni istekte olan, istekleri bil. olan. h e m -h â l ( ﻫﻤﺢ—الf.a.b.s.): bir halde bulunan, lıalleri birbirine benzeyen, bir İıalli. h e m -h â le t ( ﻫ ﻤ ﺤﺎ كf.a.b.s.): ayni halde olan, h e m -h â n e ( ﻫ ﻤ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪf.b.i.): bir evde oturan ؛arkada ؟. h e m -h ııd û t ود(f.a.b.s.): hudutları bir olan, sınırları yanyana olan, h e m -h û y خ— وى٠( هf.b.s.) : ayni huyda, ayni tabiatte olan, huyları bil. olan, h e m îl (a.i.): b o t . saıısarmaşık denilen bir ؟eşit yabani ot. h e m im — (a.s.): ince [yağmur], (müen.: "İıemîne"). h e m -d i l
hem-rîkâb h em in ( ﻫﻤﻴﻦf.e.zf. ve s . ) : bu bile, tıbkı bu; ؟ok, [İıem = beı'âbeı' ؛in = bu dan yapılm ıştır],
h em -m eşreb ( ﻫﻢ ﻣﺸﺮبf.a.b .s.): m eşrepleri bir, h u ylan uygun , kafadar.
h em -in â n ( ﻫﻤﻌﻔﺎ فf.a.b .s.): dizgin i bir, atbaşı berâber,olan, yanyana birlikte bulunan, arkadaş. ( b k z : refik).
ا
h em îşe ( ﻫﻤﻴﺜﻪf.z f.): d âim â, iler vakit, lıeı- zam an. ( b k z : hem -vâr).
h em -m izâc bil- olan.
h e m k ( ﻫ ﻤ ﻚa .i.): b ir işe d aldırm a, bir İşle m eşgul etm e [birini].
h em -n âm ( ﻫﻤﻨﺎ مf.a.b .s.): a d la n b ir olan, adaş, (bkz ؛semi).
h em -k a d d ( ﻫﻤﻘﺪf.a.b .s.): b ir boyda olan, boyla n bil- olan.
h em -n eb e rd 2. rakib.
h em -k ad eh ( ﻫ ﻤ ﻘ ﺪ حf.a.b .s.): kadeh aı-kadaşı, İ ؟ki arkadaşı, sıkı fık ı dost, ( b k z : İıemsifâl).
h em -n efes
hem -lcadem ( ﻫﻤﻘﺪمf.a.b.i. c . : h em k ad e m ân ): ayakdaş, aı'kadaş. (bkz : hem-pâ). h e m -k a d r ( ﻫﻤﻘﺪرf.a.b .s.): sayılm akta ayni deı-ecede olan. ,
( ﻫﻢ ﻗﺎﻣﺖf.a.b .s.): bil- boyda olan, boylaı-ı bil- olan, boydaş, (bkz : hem-kadd).
h em -k a m e t
h e m -k â r ( ﻫﻤﻜﺎرf.b.s.) : ayni İşte olan, ayni İŞİ işleyen. h em -k âse ( ﻫ ﻤ ﻜ ﺎ ﻣ ﻪf.b .s.): kâseleri, kadelaleri bil- olan; ؟anak arkadaşı, h em -k efş ( ﻫ ﻤ ﻜ ﻐ ﺶf.b .s.): pabucu bir olm a, ayni ayakkab ıyı giym e. h e m -k ırâ n ( ﻫ ﻤ ﻘ ﺮا نf.b .s.): ayni yaşta olan, kuvvette eşit olan. h e m -k ıy m e t olan.
( ﻫﻢ ﻗﻴﻤﺖf.a.b .s.): ayni kıym ette
h em -k îş ( ﻫ ﻤ ﻜ ﻴ ﺶf.b .s.): bil- din ve mezilepte bulunan, dindaş, din yoldaşı, (b k z : hem mezheb). h em -k itâb ( ﻫﻤﻜﺘﺎ بt'.a.b.s.) : 1. kitabi bir olan, ayni dersi göl-en [O grenci]. 2. din arkadaşı, ayni dinde olan.
( ﻫﻢ ﻗﺪر تf.a.b.i.): görev birliği, h em -k ü n ( ﻫ ﻤ ﻜ ﻦf.b .s.): İş, m eslek aı-kadaşı, h em -k u d re t
ayni İşte işleyen, (bkz : meslekdâş). hem m r kaygı.
( عa .i.c .: h ü m û m ): gam , keder, tasa,
h em -m a'n â ﻋﻰ٠ ( ﻫﻢf.a.b .s.): bir anlam da, anlamlaı-ı bil- olan. h em -m atleb ﻣ ﻄ ﻠ ﺐ satlaı.1 bir olan.
( ﻫﻢf.a.b .s.) : istelc ve m ak-
h e m m â z ^ ( a . i . ) :kogucu.
( ﻫ ﻢ ﻣ ﻨ ﻬ ﺐf.a.b .s.): bir din ve m ezhepte bulunan, m ezhepdaş, din, m ezhep yoldaşı, (bkz : hem -kîş). ( ﻫﻢ ﻣﺰاجf.a.b .s.): h u ylan tabiatları
( ﻫ ﻤ ﻐﺒ ﺮ دf.b .s.): 1. savaş arkadaşı,
( ﻫﻤﻨﻔﺲf.a.b .i.): arkadaş,
h em -n esl ( ﻫ ﻤ ﻞf.a.b .s.): 1. ayni nesilden, ayni soydan, soydaş. 2. yaşdaş. h e m -n işîn ( ﻫﻤﻐﺸﻴﻦf.b .s.): berâber oturup kalkan, teklifsiz arkadaş. h em -pâ[y] [ ( ﻫﻤﺠﺎ ] ىf.b .i.): [kötü işleı'de] arkadaş, ayaktaş, om uzdaş, (bkz : hem -kadem ). hem -p âye ﺑ ﻪ. ( ﻫﻤﺠﺎf.b .s.c .: h em p âye -g ân ): pâyece berâber, 1'ütbece bil., h em -p âyeg ân ( ﻫ ﺐ ﻳﻜﺎنf.b.s. hem pâye'nin c .) : pâyece berâber olanlaı-, rütbece bir olanlar, ( b k z : hem -rfitbe). h em -p îşe ﺳﺜﻪ٠( ﻫﻢf.b .s.): sanati bil-, bil- san'atte bulunan. h e m -râ d ( ﻫ ﻤ ﺮ ا دf.b .s.): cöm ertlikte ve kahram an h k ta denk olan kim seler, h e m -râ h ٥( ﻫ ﻤ ﺮ اf.b .i.c.: h e m -râ h a n ): yoldaş, yol arkadaşı, (bkz : hem -reh, hibb2). h e m -râ h â n ( ﻫ ﻤ ﺮاﻣﺎ فf.b.i. hem -râh'ın c .) : yoldaşlaı-, yol arkadaşları. h e m -râ h î ( ﻫ ﻤ ﺮ ا ﻫ ﻰf.b .i.): yol arkadaşlığı, yoldaşlık. hem -ı-âz ( ﻫﻤﺮازf.b .s.): sılcı fık ı arkadaş, sil- arkadaşı. (bkz ذsır-dâş). h e m -râ z î h em -reh
ازى۶ ( هf.i.): ark ad aşlık dostluk, ( ﻫﻤﺮهf.b.i.). (bkz : lıem -ı٠âh).
h em -ren g ( ﻫ ﻤ ﺮﻧ ﻚf.b .s.): bil- renkte, rengi bil.; m ec. lıuylaı-ı bir olan. h e m -re v daşı.
(f.b .s.): berâber giden, yol arka-
h em -re y ( ﺳ ﺮ ؛ ىf.a.b .s.): bil- 1-eyde, bil. sözde bulunan, O ydaş. he ؟ı-ı' ؛k âb berâber.
( ﻫ ﻢ رﻛﺎ بf.a.b .s.) : m üsâvî; atbaşı 409
hem.rî؟ h e m -rî ﻫ ﻤ ﺮ ﻳ ﺶ ؟
(f.b.s.): 1. sakallai". bil" Ornelc olan. 2. bacanalc [iki kız kardeşle evlenen erkekler].
(f.a.b.s.): ayni rütbede olan, (bkz: hem-pâye-gân).
h em -rü tb e ﻫﻤﺮﺗﺒﻪ
( ﺳ ﺎ لf.b.i.) ؛ya ؟da ؟١ yaşıt, (bkz: hem-sinn, heın-zâd).
h em -sâ l
h eın -sâye ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻪ
(f.b.i.c.: hem-sâyegân): lcom-
؟u. h em -sâ y e-i m esih
: Güne ؟,
h em -sâyegâ n ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻜ ﺎ ن
(f.b.i. hem-sâye'nin c.):
( ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻜ ﻰf.b.i.): komşululc.
(f.b.i.) : ikiz ؟ocuk, (bkz :
tev'em). hemşîme ( ﻫ ﻤ ﺜ ﻴ ﻤ ﻪa.i.) : 1. ağaçları kurumu? yer. 2. lcuru odun; kuru odun olmaya yüz tutmu? ağa ؟. (f.i.) : “sütleri bir olan" : kızkardeş, (bkz : uht). h e m - ؟îr e -z â d e ( ﻫ ﻤ ﺜ ﻴ ﺮ ه زادهf.b.i.) : lcizkai.de؟ ؟ocuğu,yeğen.
h e m - ؟îr e ﻫ ﻤ ﺸ ﻴ ﺮ ه
( ﻫﻢf.b.i.) : ortak, kuma, (blcz :
h e m - ؟û y ﺷ ﻮ ى
hem- ؟evher). h e m -t â ﻫ ﻤ ﺘ ﺎ
lcomşulai". h em -sâ yeg i
h e m - ؟ik e m ﻫ ﻢ ﺷ ﻜ ﻢ
(f.b.s.) : benzer, tayda ؟, denlc,
müsâvî. (f.b.i.) : ؟apulda, yağmada arkada ؟, omuzda ؟,
(f.b.s.): 1. uygun, uygunlulc. 2. arkada ؟, arkadaşlık.
h e m -t â z ؛y â n e ﻫﻤﺘﺎ زﺑﺎ ﻧ ﻪ
( ﻫ ﻢ ﺑf.b.i.): ders arkadaşı, berâber deı's olcuyan, melctep (*okul) sınıf arkadaşı.
h e m -t e k
( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮf.a.b.i.c,: hem-seferân): yol arkadaşı, yolda ؟, (blcz : hem-ı'âlı).
h e m -v â r ﻫ ﻤ ﻮ ا ر
h em -sâ z ﻫ ﻤ ﺎ ز hem -sebalc ﻖ
h em -sefer
( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮانf.a.b.s. hemsefer'in c.) : yol arkadaşları, yoldaşlar.
h em -seferân
İıem-seng ﻫ ﻤ ﺪ ؟üde.
(f.b.s.): bir taı-tıda, bir Öİ-
(f.b.i.): 1. arkada ؟, kafadar. 2. eı'lcelc ve İcadın eşlerden lıeı' biri,
h em -ser ﻫ ﻤ ﺮ
h em -seri ﻫ ﻤ ﺴ ﺮ ى h em -sıfa t
(fb.i.) : lcai'ikocalılc.
( ﻫ ﻢ ﺻﻐﺖf.a.b.s.): ayni vasıfta, *ni-
telikte olan.
( ﻫ ﻢ ﺳ ﻔ ﺎ لf.a.b.s.): lcadelı arkadaşı, (bkz: hem-kadeh).
h em -sifâ l
( ﻫ ﻢ ﺳ ﻦf.a.b.s.): sinlei"؛, yaşları bil" olan, yaşıt, (bkz : hem-sâl, lıem-zâd).
h em -sin n
( ﻫ ﻢ ﺻ ﺤﺒ ﺖf.a.b.s.): birbiriyle sohbet eden, konuşan, arkada ؟,
h em -soh b et h em -su fre
( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮهf.a.b.s.): sofra arkadaşı,
(f.b.s.) : berâber ata binmi؟ olan, yol arkadaşı.
h e m -s ü v â r ﻫ ﻤ ﺴ ﻮا ر
(f.b.i.): 1. bir memleketli. (bkz : hem-dilı). 2. yurtta ؟.
h e m - ؟e h rî ﻫ ﻤ ﺸ ﻬ ﺮ ى
( ﻫ ﻢ ﺷﻜ ﻞf.a.b.s.): bir ؟ekilde, bir bi ؟imde, ؟elden bil" olan.
h e m - ؟ekl
h e m - ؟e rr ﻫ ﻤ ﺸ ﺮ
(f.a.b.s.): kötülükte berâber
olan. (f.b.s.): kocalan bir. Ol"talc İcadın, lcuma. (blcz : hem- ؟ûy).
h e m - ؟evh er ﻫ ﻢ ﺷ ﻮ ﻫ ﺮ
410
( ﻫ ﻢ ﺗ ﻚf.b.s.) : yolda ؟, arkada ؟.
(f.b.s.) : bil" tartıda, bir Öİ ؟Ude, müsâvî, denlc.
h e m -te r â z U ﻫ ﻤ ﻌ ﺮ ا ز و
(f.b.s.) : 1. düz yei-, bir çırpıda olan yei-, uygun yeı٠. N â - h e m v â r : çarpık, eğri, düz olmayan. 2. zf. dâimâ. (blcz : hemî ؟e). h e n ı-v â r e ( ﻫ ﻤ ﻮ ا ر هf.b.zf.) : dâimâ, her zaman. [nazımda kullanılır]. (bkz : muttasıl), h e m -v â r î ( ﻫ ﻤ ﻮا ر ىf.i.) : düz olma, düzlük, h e m y â n ( ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ نf.i.) : heybe, dağarcık, ؟anta, büyük kese. h e m y â n ؟e ( ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ ﻧ ﺠ ﻪf.i.) : kese; kü ؟ülc torba; ؟anta. hem z ﻫ ﻤ ﺰ (a.i.) : 1. Silcma [parmaklarla]. 2. dürtme. 3. ısırma. 4. yere ؟alma, (f.b.s.) : 1. ya ؟da ؟, ya ؟ı bir. (blcz : hem-sâl١hem-sinn). h e m -z â n û ( ﻫﻤﺰاﻧﻮf.b.s.) : yan yana oturan; diz dize otui'up konuşan. h e m z e ( ﻫ ﻤ ﺰهa.i.c. : hemezât) : 1. Arapçada elifin adi. 2. “elif, vav, ye, ile" üzerine konulan ( )ﺀi ؟âi"eti. 3 . parmakla Sikma, bil" yere S I kıçtırma ve dürtme. h e m -z e b â n ( ﻫﻤ ﺰ ﺑ ﺎ نf.b.s.) : 1. dilleri bir olan, ayni dili lcoııuşan. 2. ağzı bil" olan,
h e n ı-z â d ﻫ ﻤ ﺰاد
h e m -z e m â n
( ﻫ ﻢ زﻣﺎنf.a.b.s.) : 1 . ؟ağda2 . ؟. ayni
zamanda işleyen. h e m -z e m â n
sistemi,
m u a d e lâ t
:
m a t.
denklemler
fr. é q u a tio n s s im u lta n é e s ,
h e m -z e m â n i ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻰ
e ؟inzamanhk,
ﻫ ﻢ
(f.a.b.i.) : çağdaşlık,
fr. s y n c h r o n is m e .
h e rg â h h e m -z e m in
( ﻫﻤﺰ ﺑ ﻦf.b.s.) : ayni d ü z e y d e , ayni
seviyede olan.
( ﺧﻨﺎزﻳﺮa. hınzir'ın c.) : 1. hınzırlaı-, dom uzlar. D â ü 'l- h e n â z îr : h e k . dom uzbaşı denilen ve ekseriyâ boyunda çık an ŞİŞ, Siraca. 2 . m e c . kötü, fena kişiler, hınzıı-lar. ( ﻫﻔﺠﺎمf.s.) : beceriksiz, elinden İş gel-
m eyen. h en câr
N â-
b e -h e n c â r : usulsüz, yolsuz,
( ﻫﻨﺪ ﻣﻪa.i.) : geom etri.
U s û l-i h en d e-
se : geom eti. ؛kitabi.
fr. g é o m é tr ie é lé m e n ta ir e ,
ﻫﻨﻮز
( f .z f .) : şim d iy e kad ar, b u â n e dek;
d a lla , y e n i, h â lâ ; a n ca k , h e r ( ﻫﺮf .e .) : hep, b ü tü n ,
fr. g é o m é tr ie d a n s l'e sp a c e ,
meti'i, fr. g é o m é tr ie p la n e , fr. g é o m é tr ie d e s c r ip tiv e .
( f .z f.) : m u tla k a ; herh alde;
( ﻫﺮﺑﺎرf .z f .) : h er d efe, d â im â . ( ﻫﺮجf .i .) : k a rışık lık , g ü r ü ltü lü v e
k a rışık
h e r e ü m e r c : altiist, k a rm a k a r ış ık , a lla k b u lh e r c â î ( ﻫﺮﺟﺎ ﻓﻰf .s .) : h ercâ yi, k a ra rs ız , sebatsız,
ﻫ ﺮ ﺟﺄﻳﻠ ﻚ
H e n d e s e -h â n e -i b a h r i : B ahriye M ektebinin
ilk adi. [ı. A bdülham it zam ânm da 1187(1773) yılın d a C ezâyirli H asan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersâne İçinde açılm ıştır],
ﻫﻨﺪ ﺑ ﻪ، ( ﻫ ﻐ ﺪ ﺳ ﻰa.s.) : ge-
om etrik, geom etri ile ilgili. E ş k â l - i h e n d e s iy y e : geom etrik şekiller, h e n d e s i s ils ile -i a le '1 -v ilâ : geo. geom etri di-
zisi, geoıııetı'ik dizi. 1. güç, kuvvet. 2 . ağırlık, va-
kar.
(f.t.b .i.): v e fâ sız lık , sebat-
sizlik , k a ra rsız lık .
ﻫﺮﺟﻨﺪ
h erçen d
h e n d e se -h â n e ٠ ^ ^ ( a .f .b .i.) :T a n z im a t 't a n biraz önce açılm ış olan m ühendis melctebi.
h e r ç i- b â d â b â d
( f .z f .) : iler ne za m a n ,
ﻫﺮﺟﻪ ﺑ ﺎ د ا ﺑﺎد
( f .z f .) : n e o lu rsa
o lsu n , istei" istem ez.
( ﻫﺮﺟﻪf .e ) : h er ne, lıeı- ne şekilde, h e r - d e m ( ﻫ ﺮ د مf .z f ,) : heı- d a k ik a , h er z a m a n , h e r ç ih
d â im â . (b k z : h er-â n ; h er-gâl ٦). h e r -d e m
t â z e : tâ ze lig in i, p a rla k lığ ın ı h iç
k a y b e tm e y e n . h ereb
ﻫﺮب
( a .i.) : 1. k a çm a , (b k z : fii"âr). 2 . şid-
d etli keder. h e r e b â n ( ﻫﺮﺑﺎنa .i.) : k o rk u p k a çm a , h erem
ﻫﺮم
( a .i.) : 1. k o c a m a , k o c a lm a , ih tiyai'-
la m a . H e n g â m - 1 h e r e m : İh tiyaı ٠lık za m â n ı. 2 . h. i. M ıs ır E h r a m la r ın d a n bil. ؛,
(f.i.)
:
zam an, çağ, sira, vakit,
m evsim .
h e r e m â n ( ﻫ ﺮ ﻣ ﺎ نa.lı.i.) :M ıs ı r 'd a taştan y a p ılm ış, â sâ r-ı a tik a d a n iki b in â . E h r a m la r d a n
h e n g â m -1 ş itâ : kış m evsim i,
ik isi.
( ﻫ ﻜﺎ ﻣﻪf.i.) : lcavga, güi"ültü.
h e r e m -d id e
h e n g â m e -i a z â b : azap zam ânı.
( ﻫ ﻜﺎ ﻣ ﻪ ﺳﻤﻴﺮf.b.i.) : 1. hikâye söyleyici; oyu n cu ; hokkabaz. 2. kavgacı, gürültücü. 3. lelce tozu, diş m âcunu gibi şeyler satan çığırtkan lar. ﺳﻤﻴﺮ ى
ﻫ ﻜﺎ ﻣ ﻪ
hengâm egirlik, kavgacılık.
ﻫﺮم ﻟ ﻴ ﺪ ه
( a .f.b .s .): İ o c a m ış , ih ti-
y a rla n ıış , z a y ıfla m ış .
h e n g â m e - g ir
h e n g â m e - g îr î
here
h e r c â îl ik
h e n d e s e -i r e s m iy y e : geo. *tasarı geometi"؛,
ﻫ ﻜ ﺎم
ﻫ ﺮآﻳﻴﻨ ﻪ
elbette; z a ru ri.
lak, d a r m a d a ğ ın ık .
h e n d e s e -i m iis t e v iy y e : g e o . *düzlem geo-
( ﻫ ﻔ ﻚf.i.) :
( f .z f .) : her d a k ik a , h er z a m a n ,
d â im â . (b k z : h er-d em , heı--gâh).
harek et.
h e n d e s e -i m ü c e s s e m e : g e o . *uzay geometi"؛,
h e n d e s i, h e n d e s iy y e
(a ra g m en ).
h e r-b â r
fr. g é o m é t r ie c o té e .
hengâm e
h e n iiz
h e r - â y în e
h e n d e s e -i m u r a k k a m a : g e o . kotlu geom etri,
hengâm
( ﻫ ﻰa .s .) : h a z m i kolay, sılılıate u y g u n , ( ﻫﻨﻴﯫa .z f .) : a fiy e t o lsu n , şifâ olsu n !
h e r-â n ﻫ ﺮ آ ن
h e n d e s e -i â d iy y e : g e o . elemantei- geom etri,
heng
heni
h e n ie n
h e r h â l ü k â r ( d a ) : iler tü rlü d u ru m ve şart
( ﻫﻔﺠﺎرf.i.) : usul, yol, kaide, k u r a l.
h e n d e se
( f .s .) : b ir m e v sim y a şa ya b ile n
nesne.
h e n â z îr
h en câm
ﻫﻜﺎﻣ ﻰ
hengâm i
(f.b.i.) :
h erem i
( ﻫﺮﻣﻰa .s .) : e h ra m
ile, pil-am it ile ilg ili,
o n u n gibi. h e r e m -r e s id e
ﻫﺮم ر ﺑ ﺪ ه
(a .f.b .s .): ih tiy a rlığ a
e rm iş, k o c a lm ış. h e r-g â h
ﻫﺮﺳﻤﺎه
( f .z f.) : heı- z a m a n , hei" v ak it,
(blez : h e r-â n , h er-d em ).
411
hergele
hergele ( ﺧﺮﺳﻤﻠﻪf.i.): 1. eşek süi-üsü. 2. binek ve taşıta alışmamış huysuz hayvan. 3. terbiye ve görgüden uzak, bayağı, aşağılık kimse, hergiz ( ﻫ ﺮ اf.z f): aslâ, katiyyen, hiç bir vakit, hiç bil- sûretle. her-heft ( ﻫﺮﻫﻔ ﺖf.b.i.): kadınların süs olarak kullandıkları yedi şe y : kına, çivit, lâl (alilk), üstübeç, antimon, altın varak, mis. herim ( ﻫ ﺮ ﻳ ﻢa.s.): çok ihtiyarlamış veyâ çökmüş [kimsel. herir ( ﻫ ﺮ ﻳ ﺮa.i.): 1. köpek hırlaması. 2. köpek uluması, (bkz: herr). herise ( ﻫ ﺮ ﻳ ﻪa.i.): keşkek yemeği, herkele ( ﻫﺮﻛﻠﻪa.s.): 1. ince, zarif hoş. (bkz : hiı-ekle, hurekile). 2. i. hoşluk, incelik, herr ( ﻫﺮa.i.): köpek hırlaması, köpek uluması, (bkz: herir). hers ( ﻫﺮسa.i.): bot. mersin ağacı, herseme ( ﻫ ﺮ ﺛ ﻤ ﻪa.i.): 1. arslan. (bkz : dıı-gam, esed, gazanfer, haydar, şîr). 2. burun, hert ( ر تa.i.): 1. yıı-tma. 2. dürtme. 3. dolcunakli söyleme. lierv ( ﻫ ﺮ وa.i.): 1. sopalama, dövme. 2. pişirme. hervele ( ﻫ ﺮ وﻟ ﻪa.i.): 1. koşma, (bkz: şitâb). 2. leng, at yürüyüşü; yüi'üyüş. herze ( ﻫ ﺮ ز هf.s.c.: herzevât): boş lâkırdı, saçma. (bkz: tirzik). herze-derây ( ﻫ ﺮ ز ه ﻟﺮاىfb .s.): mânâsız söz söyleyen, saçmasapan konuşan, geveze, yanşak, (bkz: heı-ze-gû, heı'ze-hâ, herzeİâ). herze-gû j j ( ﻫﺮزهf.b.s.): saçma sözler söyleyen. (bkz : herze-hâ, herze-!â, herze-pâş). herze-gûyi ( ﻫﺮزه ا ﻳ ﻰf.b.i.): herze söyleyicilik. herze-hâ ( ﻫﺮوه ﺧﺎf.b.s.). (bkz : heı-ze-gû, herzelâ). herze-hâr ( ﻫ ﺮ ز ه ﺧ ﻮا رf.b.s.c.: heı-ze-hârân). (bkz: herze-derây,herze-gû,herze-hâ, herzeİâ). herze-hârân ( ﻫﺮزه ﺧﻮا را فf.b.s. herze-hâi-'ın c.) ذsaçma sapan konuşanlar, herze-hâyi ( ﻫﺮزه ﺧ ﺎ ﻳ ﻰf.b.i.): heı-ze söyleme, saçma sapan söyleme. herze-kâr ( ﻫﺮزه ﻛﺎرf.b.s.): abuk sabuk, saçına sapan konuşan, (bkz : heı-ze-gû). 412
herze-lâ ( ﻫﺮزه ﻻf.b.s.). (bkz: herze-gû, herzelrâ). herze-pâş ( ﻫﺮزه ﻳﺎشf.b.s.).(bkz : heı-ze-gû). herze-vât ( ﻫ ﺮ ز وا تa.s. herze'nin c .): boş lâkırdılar, saçma sapan sözler, herze-vekil ( ﻫ ﺮ ز ه وﻛﻴﻞa.b.s.): heı- içe karışıp boşboğazlık eden, saçma sapan konuşan, herze vekil i kâinât: boşboğazlığıyla tanınm ış .
hesâb ( ﺻﺎ بa.i.). (bkz : lıisâb). hesâbı-1 câri: eko. iki kişi arasındaki alacakların belirli bil. süre sonunda tasfiyesi yapılmak üzeı٠e karşılıklı borçlu ve alacaklı hesaplara ayrıntılarıyla yazılması, hesâbât-ı asliyye : eko. muhasebede tutulan hesaplardan bil- İıesap dalını gösteren ve tâlî hesaplaı-a ayrılabilen ana hesaplai'. hesâbî ( ﺻﺎﺑ ﻰa.s.). (bkz : hisâbî). hesti ( ﺳ ﻰf.i.): vâr olma, varlık, (bkz: mevcUdiyyet). h e ş â ş e t c ^ ^ f ı . i . ) :gevreklik, heşîm ( ﻫ ﺸﻴﻢa.s.): kırılmış, ufalanmış, heşş ( ﻫ ﺶa.s.): 1. şen, keyifli. 2. kolay kırılır olan, gevrek. he ؟t ( ﻫﺸ ﺖa.s.): 8 sayısı, heçtâd, heşted ﻫ ﺜ ﺘ ﺪ، ( ﻫ ﺸ ﺎ دf.s.): seksen. (bkz: semâırîn, semânûn). heşt-bihişt ( ﻫﺸ ﺖ ﺑ ﻬﺜ ﺖf.b.s.) : 1. Kur'an'da adi geçen sekiz cennet: [Huld, Dârü's-selâm, Dârü'l-karâr, Adn, Me'vâ, Naim, illiyyin, Firdevs]. 2. İdrîs-i Bitlisi'nin sekiz Osıııanlı pâdişâhı İçin yazdığı meşhur târihi. 3. ilk OsmanlI edebiyâtı şuarâ tezkiresinden Sehi tezkiresi. he ؟t-pâ[yj [( ﺷ ﺖ ا ] ىf.b.ı.) ٠zool. alıtapot. heştüm, heştümîrı ﻫﺜﺘ ﻤﻴ ﻦ، ( ﻫ ﺜ ﺘ ﻢf.s.) : sekizinci. (bkz:sâmin). hetf ( ﻫ ﺘ ﻒa.i.): inceden inceye ve gizlice bir şeyi hatırlatma, fısıldama, hetk ( ﻫﺘ ﻚa.i.): yırtma, yarma, hetki-i hicâb-ı ismet: nâmus pel-desini yırtma. hetk-i perde-i ır z : nâmus perdesini yıı-tma, ırza saldırma, hetl ( ﻫﺘﻞa.i.). (bkz: hütûl). hetlân ( ﻫ ﻄ ﻼ نa.i.): sürekli yağan İıafif yağmur.
hevlnâk hetn ( ﻫﺘﻦa.i.). (blcz : hütûn) hetr ( صa.i.) : 1. fenâ sözleı'le birini kötüleme. 2. bunama. 3. sei'semleme. h e ttâ k ^ (a .s.):y n 'tıp p a rç a la y a n . hevâ'۶ (a.i.) :hava.(bkz :havâ) hevâ ى, ( ىa.i.) : heves, istelc, arzu; sevgi; hoşlanma. Ehl-İ h e v â : hırs sâllipleri, nefsine düşkünler. hevâ vii heves : zevlc ve şehvetler, lıevâ-yi çeşnı-i m est: mahmur gözün ai'zuhevâ-yi ışk : aşk arzusu, hevâ-yi sayd : av hevesi, hevâ-yi sevdâ-fezâ : sevdâ arttıran ilava. hevâ-yi vatan : vatan İıavası. hevâcir ( ﻫﻮاج—رa.i. hâcire'niıı c .): 1. hicret / edenler, göçenler. 2. günlerin en sıcak zamanları. hevâcis ، r —( ﻫﻮاجa.i hâcise'ııin c.): akla gelen lcötü düşünceler, İcuı'untulaı'. hevâ-dâr ( ﻫﻮادارf.b.s.): 1. havadar, etrâfı açık, ı-üzgâl'lı yer. 2. yar, dost, (blcz : lıevâ-hâh). hevâdî ( د د ا د ىa.s. hâdî'nin c .): 1. hidâyet edenler, dogru yol gösteı'enleı'. 2. lcılavuzlaı', ı'ehbeı'leı'. (bkz: hüdât). hevâdic ( ه— وادجa.i. hevdec'in c .): kadınların binmesi İçin, deve üzeı'ine yapılan malifeler. hevâ-hâh ( ﻫ ﻮا ﺧ ﻮا هa.f.b.i.): yar, dost, (blcz: hevâ-dâr؛, muhibb). hevâî ( ﻫﻮاﺋﻰa .s . ) : 1. nefis ve şehvetine mağlûp olmakla ilgili. 2. nefsine düşkün, ciddi şeyİei'le ilgisiz, [müen. “ hevâiyye”]. 3. havaya âit, laava ile ilgili; laavada bulunan, hevâî h a t : ı) direklere dilcilmiş telefon, telgraf telleri; 2) teleferilc. hevâî hisse : tar. OsmanlI devletinde tımar, zeâmet, sipahi salliplerine verilen ele paylar. hevâî-meşreb ( ﻫ ﻮا ﺋ ﻰ ﻣ ﺸ ﺮ بa.b.s.): gelgeç tabiatlı, hoppa. hevâîyyât ( ﻫ ﻮ ا ﺑ ﺖa.s. hevâî'nin c.): ciddi olmayan, gelip geçici şeyler, hevâmm ( ﻫ ﻮ ا مa.i. hâmme'nin c.) : zool. böcelclei", haşereler, [piı'e, lcaı'ınca, lcehle, yılan, akrep... gibi]. El-avâm ke'1 -hevâmm : halk böcekler gibidir.
hevâmm-ı cereb î: uyuz hastalığı böceği, hevân ( د و ا نa.i.): horluk, aşağılık, zelillilc, alçaldık. hevâ-perest ﺑﺮﺳﺖ.( ﻫﻮاa.f.b.s.) : nefsine, zevkine düşkün, sefih [killise], hevâ-perestî ( ﻫﻮاﺑﺮﺳﻰa.f.b.i.): nefsine, zekine düşkünlük, sefih olma durumu, hevdec د ج۶ ( شa.i.c.: hevâdic): kadınlar İçin deve üzerine yapılan mahfe, heves ( ﻫ ﻮ سa.i.): 1. arzu, istek. 2. gelip geçici istelc. Nev-heves : yeni hevesli, yeni alışan, hevesât ت١( ﻫﻮسa.i. heves'in c.): lıeveslei". hevesât-ı nefsâniyye : nefis düşkünlükleri, heves-bâz ا ز٠( ﻣ ﻠ ﺲa.f.b.s.): hevesli, istekli. (bkz: heves-kâı-, heves-nâk). heves-dâr ( ﻫﻮﻣﺪارa.f.b.s.): hevesli, heves-giizâr ( ﻫ ﻮﻣﻜﻨﺎ رa.f.b.s.): lceyfince vakit geçiren. heves-güzâr-âne ( ﻫﻮﺳﻜﻨﺎراﻧﻪa.b.zf.): lceyfine göre hareket edercesine, heves-kâr ( ﻫﻮﺳﻜﺎرa.f.b.s.c.: heveskârân): hevesli, istekli, (blcz : heves-nâk). heves-kârân ( ﻫﻮﻣﻜﺎرانa.f.b.s. heveskâr'ın c .): hevesliler, istelcliler. (bkz : heves-ııâkân). heves-kâî-âne ( ﻫ ﻮ ﺳ ﻜﺎ راﻧ ﻪa.f.b.zf.): heveskâr, hevesli kimseye yakışacak yolda. İıeves-kâri ( ﻫﻮ ﺳﻜﺎرىa.f.b.i.): heveskârlık, heves-nâk ( ﻫﻮﺳﺎﻟﺔa.f.b.s.c. : hevesnâkân): heves edici, lievesli. (bkz : ireveskâr). heves-nâkân ( ﻫ ﻮ ﺳﺎﻛﺎ نa.f. hevesnâk'ın c.) : heves edenleı-, lieveslileı'. (blcz : heves-kâı-ân). heves-perver ( ﻫﻮﺑﺮو رa.f.b.s.): hevesli, (bkz: heves-kâı-, heves-nâk). heves-perverân ( ﻫﻮﻣﺠﺮورافa.f. heves-perver'in c.) : hevesliler, istekliler, (bkz: lieveskârân). heves-perver-âne ( ﺻ ﺴ ﺮ و ر' ﻻa.f.zf.) : hevesli olana yakışacak şekilde, heves-riibâ ( ﻫﻮﺳﺮﺑﺎa.f.b.s.) : heves uyandıran, hevl ( ﻟ ﻮ دa.i.c.: ehvâl) : Icorlcu. (blcz : ilavf). hevl-âver آور (a.f.b.s.): korku getiren, korlcu veren, korkunç, (blcz : hevl-engiz). hevl-engiz ( ﻫﻮل ا ﻓ ﺰa.f.b.s.) : korlcunç. (bkz : hevl-âver). hevl-nâlc ( ﻫ ﻮ وا كa.f.b.s.) : İcorlcıınç, korkulu. Mevt-İ h evl-nâk: lcorkunç ölüm. Vâdî-i h e v ln â k : lcoı'lculıı vâdi. 413
hevn
hevn ( د و نa.i.): 1. kolaylık, (bkz: sühûlet). 2. ehemmiyetsizlik, değersizlik, heyâ-hây (a.n.): çok acı çeken kimsenin bağırtısı. heyâkil ( ﻣ ﺎ ﻛ ﻞa.i. heykelin c .): lreykelleı.. heyâkil-î kadîme : eski heykeller, heyâm ( د ا مa.i.): hayranlık hâli, hey'ât (a.i. İıey'et'in c .): lreyetlei". heybân ( د ا نa.s.) : 1. korkunç; korku veren. 2. çok utangaç. heybet (a.i.): korku ile saygı duygularını bil-den uyandıran hal veyâ gösteriş, (bkz: mehâbet). heyc ص (a.i.): 1. savaş, vuruşma başlama. 2. heyecan, telâş, galeyan, tahrik. 3. s. tozlu, ı-üzgârlı [gün]. heycâ' ( ﻫﻴﺞ—اﺀa.i.) : kavga, savaş, dövüş. Meydân-ı heycâ : savaş yeri, (bkz: lıeycâgâh). heycâ-gâh ( ﻣﺠﺎﺀﻛﺎهa.f.b.i.) : savaş yeri, heycâ-zâr زار(a.f.b.s.): savaş y e ri. (bkz : heycâ-gâh). heyd ( يf.i.) : ekinci yabası, heyecân — ن (a.i.): 1. duyguların bir tepki hâlinde şiddetlenmesi. 2٠coşma, coşkunluk. 3. tozmak, tozumak, heyelân ( ^نa.i.): toprak lcayması. hey'et ب (a.i.c.: hey'ât): 1. şekil, sûret, kıyâfet. 2. görünüş. 3. hal, duı'um. 4. kurul. İlm-i hey'et: astronomi. hey'et-î asliyye : esas şekil. hey'et-î a'yân: senato. hey'et-î bahriyye : gök cisimlerine göre geminin bulunduğu yerin tâyinini konu alan astı'onomi bölümü. hey'et-î îctîmâîyye: toplantı lreyeti, .kurulu. hey'et-î idâre-î âlem : dünyânın İdâre lreyeti, *kurulu. hey'et-î îctîmâîyye: toplantı heyeti, *kurulu. hey'et-î îhtîyârîyye : mahalle ilrtiyar heyeti, köy *kurulu, mııhtaı. *kurulu. hey'et-î mahsûsa : husûsî (*özel) olarak meydana getil'ilen kurul. hey'et-î mecmûa: bir şeyin toptan hâli, umumi görünüşü. 414
hey'et-î mecmûa-1 milliyye : millî topluluk, hey'et-î ta'lîmiyye: ped. *öğretim .kurulu, hey'et-î temsîliyye (temsil İıey'eti): tar. Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adını alan cemiyetin nizâmnâmesi mûcibince seçilen şahıslardan müteşekkil heyet (6 ağustos 1919). hey'et'î umûmiyye : 1) umûmî heyet, .genel kurul2 )؛bil. şeyin hepsi, heı. tarafı, tamami. hey'et-î vekile, -i vükelâ: vekiller heyeti, *bakanlar kui'ulu. hey'et-çinâs س١ش âlimi, bilgini.
( ﻣﺄ تa.f.b.i.): astronomi
heyhat ( ﻫﻴﻬﺎ تa.n.): yazık, ne yazık ؛ne kadar uzak. heyhey ( ص صf.i.): bil. meclis sonunda İçilen İçki dolu kadeh, heyî ( ﺑ ﻰf.i.): madde, varlık, hey'î ( سa.s.): astronomik. 'heylcel ( ﻳ ﻜ ﻞa.i.c.: heyâkil): 1. tunç, taş ve benzei" ؛gibi şeylerden yapılan büyük insan ve şâire. heykel-i lîfî: anat. sti'oma. heykel-i zî-rûh : canlı heykel. 2. s. yakışıklı, güzel. 3. s. soğuk ve duygusuz [kimse], heykel-tırâş اش(a.f.b.i.) : heykel yapan kimse, [asil “lıeykel-terâş” dır]. heykel-tırâşî ( ﻫ ﻤ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮ ا ﻧ ﻰa.f.b.i.): heykeltıraşilk, heykeltıraşın sanatı, [asil “ l٦eykel-terâşî” dil-]. heynr, heyemân د ا نt ( ﻣ ﻢa .i .) : 1. âşık olma. 2. şaşkınlık. h e y m â ^ (a .i.) :susuzçOl. h e y n ^ (a.s.) : kolay; ı'alıat. (bkz : heyyin). heyne ه٠( مa.i.): hek. kolera. heyUb ب rişli.
ذ
(a.s.): heybetli, azametli, göste-
heyûlâ' ( ﻣﻮﻻﺀa.i.): 1. madde. 2. [eski fels.] bütü,n cisimleı-iıı ilk maddesi olarak varsayılan madde. 3. zihinde tasarlanan şey. 4. tas. ı'uh-i a'zaın. 5. eşyânın geı'çek olan kısmı. 6. eliemmiyetsiz, küçük şey. heyûlâî, heyûlânî ﻣ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰ، ( ﻣ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰa.s.) : heyulâya âit, maddî. heyûlânîyyûn
(a.i.c.): maddeciler.
hıdâb heyûlâ-zâr ﻻزارmadde âlemi.
(a.f.b.i.) : hayal veyâ ille
heyyin ( صa.s.) : leolay. (bkz : İıeyn). heyza leusma.
(a.i.) : hek. 1. kolera. 2. şiddetli
heyziim (>ﻳ ﺰ مf.i.): kuru odun, heyzüm-pâre ۶ ( ﺑ ﺮ هf.b.i.): odun parçası, hezâbir ( ر ا رa.i. hizebr'in c .): zool. arslanlar; yigitlet'. Jıezâr ( ز ا رf.i.c.: hezâı-ân): 1. bülbül, (blez : endelib). 2. s. bin. 3. s. pele çok. hezârâıı ( —ارانf.i. hezâr'ın c .): 1. bülbüller. (bkz : anâdil). 2. s. binleı.. hezâr-aşnâ ى olan.
( زا ر آf.b.s.): pek çok tanıdığı
hezâr-âvâ, hezâr-âvâz ( رارآوا ‘ رارآوازf.b.i.): bülbül, (bkz: andelib). hezâr-dâstaıı, hezâr-destân را ر د ا ﻃ ﻦ ‘ ر ا ر ﻃ ﻦ٠( دf.b.i.): bülbül. hezâr-fenn ( را ر ﻫﻦf.a.b.s.): 1. çok bilen, elinden çok İş gelen. 2. i. minâre yapmakta mâhir olan usta. hezâr-nîh ( را ر ﺑ ﺦf.b.i.): 1. bin yerinden yamali olan derviş hırkası. 2٠s. gök yüzlü. 3. s. çok süslü. h e z â r - p â ^ — (f.b.s.): 1. bin ayaklı, ayakları çok olan. 2. i. zool. leırleayale. hezâr-pâreﻷره.( رارf.b.s.) : bin parça, un ufale. hezâr-renk( ر ا ر ر ﻧ ﻚf.b.i.): (bin renleli): *düğün çiçeğigillerden hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki. hezâr-tâbe ( ر'رىرf.b.i.): Güneş, (blez : Âftâb, Milli', Şems). hezâr-yâr ( را ر ﻷ رf.zf.): bin kerre, bin defa, hezec ( ر جa.i.): 1. güzel sesle şarkı söyleme. 2. ed. (blez : bahı--i hezec). 3. miiz. Türle müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi iki zamanlı ve on beş darblıdıı' (22 zamanlı yegâne usuldül'). Peşrev, beste ve İeâr ölçülmesine malisus olup, asırlardan beı'i leullanılınadığından elde nümûneüle bir misal yoktul'. Hezec, bir yül'ük semâî ile onu mütealeip üç muhtelif şeleilde dizilmiş 4 adet sofyan'dan mürekkeptir, hezeyân ﺑ ﻦ. ( رa.i.c.: İıezeyânât): 1. sayılelama. 2. saçma sapan konuşma.
hezeyân-ı miirtei ؟: sarhoşluktan ileri gelen titremeli sayıklama hastalığı, hezeyân-âlûd ( ﻫﺰﻳﺎن آ ﻟ ﻮ دa.f.b.s.): hezeyâna bulaşmış, saçma sapan, çok saçma, hezeyânât ( ر داﻧﺎ تa.i. hezeyân'111 c.): 1. sayıklamalar. 2. saçma sapan konuşmalar, hezheze ( ر ﺿ ﻪa.i.): cisimlerin, hava veyâ başka bir şey dokunmasıyla titremesi, hezil ( ر د لa.i.). (bkz : hüzâl). hezim ل٠( ريa.i.) : 1. gök gürültüsü, (bkz : ra'd). 2. koşarken kişneyen at. 3. saganaklı yağmur. hezimet (a.i.) : bozgun, bozgunluk, savaşta bir taraf askerinin bozulması, hezl — ز ل٥ (a.i.c.: hezliyyât) : 1. eğlence, alay, şaka, lâtife. 2. ed. meşhur ve yaygın bil. nazmın vezni ve kafiyesi taklidedilmek sûretiyle lâtife tarzında nazım yazma; bu tarzda yazılan nazım, (bkz : telızil). hezl-âmîz ( ? ل آa.f.b.s.) ؛şaka ile karışık [söz). ( ﻫﺰلa.f.b.s.): hezel söyleyen, hezelci, şakacı, İâtîfeci. h e z l- g û n e و ﻷ۵ ( رf.s.) : hezel tarzında, şaka, lâtife yollu. h e z l- g û y - â n e ü [ i j ( ﻫﺰلa.f.zf.): hezl-gû'ca, hezl, şaka, lâtîfe söyleyene yakışacak sUrette. h e z l- g û j j
( ﻫﺰلa.f.b.i.): hezlgû'luk, şakacılık, lâtifecilik.
h e z l-g û y î ا ﻳ ﻰ
hezliyyât ( ر ب تa.i. hezl'in c .): şaka ve mizahla ilgili şiiı' veyâ sözleı.. hezm ص (a.i.): 1. Sikma, sıkıştırma. 2. bozma, bozguna uğı'atma. hezr ( ضa.s.) : mânâsız, boş, saçma [söz]. hezz۶ (a.i.) : dil'etme; tahrik, hezzâr ( د ا رa.s.): dâima saçmalayan [adam], hı ( خf.a.lıa.): OsmanlI alfebesinin dokuzuncu harfi olup "ebced'' hesâbmda altiyüz sayısının karşılığıdır. h ıb â z e ^ — ma İŞİ.
(a.i.): ekmekçilik, elemek yap-
hibâziyye د. ( ﺑ ﺰa.i.): bamya, ebegümeci, hatmi gibi nebatların (*bitkilerin) bağlı bulundukları familya. hıdâ' ( ﺧﺪا عa.i.) : hile, (blez : lıud'a). hıdâb ( ﺧ ﻈﺎ بo.i.) . (bkz : lıizâb). 415
h id h ı d ı r - ( a . i . ) . (bkz : hizr, hızır). H ıdîv ﺑﻮ.٠( ﺧﺎf.i.) : imtiyazlı Mısır vâlîsi veyâ bu vâlinin ünvânı. hıdîv-âne ،ﺑ ﻮاﻓﺎ.( ﺧ ﺪf.b.s.) : hıdîve yakışacak sûrette. h ıd îv î ب— و ى .( ﺧﺪf.b.s.) : hıdîve mensup, hıdivle ilgili. h ıd îv i^ e t ﻻ ر ت.( ﺧﺪa.i.) : tar. OsmanlI imparatorluğunda vezirliğe muâdil bir rütbe ve ünvân olup Mısır vâlîlerine tevcili olunur ve Mısır'a “ Hidîviyyet” ve Misır vâlîlerine de "Hıdiv" denilirdi, [bu rütbe, diğer bütün vezirlerin üstünde ve sadrâzimla ayni riitbe ve derecede sayılırdi]. hidr ( رa.i.) : 1. perde, hâil. 2. mânî. h ı f â z ^ ^ (a.i.) : haktanırlık, vefâlılık. hifz ٥۶ ( طa.i.) : 1. saklama. 2. ezberleme. Tahte'l-hifz : muhâfaza altında, polis veyâ jandarma ile. hıfz-ı bilâd ü İbâd : şehirlerin ve halkın lcorunmasi. hıfz-ı emânet : emâneti (can) saklama, hıfz-ı hulculc : halclan koruma, hıfz-ı Kur'ân : Kuı-'ân-ı Kerim' ؛başından sonuna kadar ezberleme, hifzus-sihha : sağlığı koruma, h ı f z î ( a . s . ) :1. *belleksekfr. mnémonique. 2. i. erkek adi. hikd ( ﺣﻬﺪa.i.c. : ahkad, hukud) : kin tutma, öç almalc İçin fırsat bekleme, hılâb ( ﺧ ﻼ بa.i.) : yırtıcı ku? ve hayvan pen ؟esi. hılât ( ﺧﻼطa.i.) : bil. şey başka ?eye karışına, hilk ق٠( ﺧﺎa.i.) : boğaz balgamı, hilt ( ﺧ ﻠ ﻂa.i.c. : ahlât) : 1. eslci hekimlerin insan vücûdunda var saydığı : safra; sevdâ; dem; balgam gibi döl't unsurdan herbiri. hılt-ı mahmûd : vücûdun rahat oluşu, hılt-ı mâî : bot. su *gözeneği, fr. hydratoîde. hılt-ı redî : vücûdu rahatsız eden lıılt. 2. bil. ?eye karışmış olan başka şey. hıltî ( ﺧﻠ ﻬ ﺬ ىa.s.) : dört halttan biriyle ilgili olan. hiltiyyûn ( ﺧﺄ ﻋﻠ ﻦa.i.c.) : alılât'a ؟ok eheminiyet vermek mesleğini tutmu? olan hekimler, fr. humoriste. 416
ت، ( ﺣﺬأa.i.): kına. Ş e c e r -İ h ım m a : yapraklarından kma çıkarılan ağa ؟, hınâ-i girye : ağlayışın acılığı, hınâ-i kadeh : kırmızı şarap, hınâî ( ﺣﺘﺎ؛ىa.i.): kınacı, kına satan. 1 ة ا ا ا ا٤ ( ى فa.i. hanak'ın c.): darılmalar, kızmalar, kin tutmalar. hınâs ( ﺧﺘﺎثa.s. hünsâ'nın c .): kendisinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunanlar, hınat - b - (a.i. hıııta'nın c.) : buğdaylar, hms ( ﺣ ﺚa.i.): yeminin hakkından gelemeyip hükmü altında kalma, hınsır ( ﺧ ﺘ ﻌ ﺮa.i.): serçe parmak, [kelime "hınsar" şeklinde de kullanılabilir], hınsîr ( ز رa.s.): soysuz, alçak, h ı n t a ^ (a.i.c.: hınat): buğday, (bkz ؛kamh, kendüm). h m t a - î e s v e d (siyah buğday): z il. burçak, h ın z îr ﺑ ﺮ. ﺧ ﺰ (a.i.c.: hanâzir): 1. domuz. L a h m - İ h ı n z î r : domuz eti. Ş a h m - i h ı n z î r : domuz yağı. 2. m e c . pis ve İcatı yürükh kimse. h ı n z î r e ﻟ ﺮ ه. ( ﺧ ﺮa.i.c. ؛hınzîrât): hilekâr, fitne kadın, [“ hınzîr" in müennesi olduğu halde mânâ değiştirmiştir]. hınzîriyye ر ﻷ. ( ﺧ ﺰa.i.): zool. domuzgiller. Hırâ' « ■ 'r ( خa.h.i.): Mekke civâı٠ında bulunan yalçın bil" kayalığın adi. [Hz. Muhammed'e ilk vahy bu dagdalci mağarada gelmiştir], (bkz: Cebelü'n-Nûı'). h ıra k ( ﺧﺮقa.i. hıi'ka'nın c.). (bkz : hırka), hırâm ( رامf.i.): nazil, edâlı, salına salma gidiş. (bkz: bahtere). h ı r â m â n ( ﺧ ﺮا ﻣﺎ نf.s.): 1. salına salma, naz ve edâ ile yürüyen. 2. z f . : salına salma, salınaı'ak. h ir â m e n d e ( ﺧﺮاﻣﺬدهf.s.): bkz : hırâmân). h ir â s e t ( ر ا تa.i.): bekleme ؛koruma, (bkz : yâs-dârî). و - h ır â ? ( _ ر ا شf.s.): tırmalayan, [“hırâşîden” mastarından]. h ı r e d ( ر دf.i.): alcıl, us. (bkz : hû?). h ı r e d - â m û z ( ر د ا ﺳ ﻮ زf.b.s.): öğreten, belleten; lioca, .öğı'etmen. h ır e d - â ş û b ( ر د ا ر بf.b.s.) ؛akil dağıtan, h ır e d - f e r s â ا٠ ( ر د ﻓﺮf.b.i.): alcıl yorucu, alcıl yıpı'atıcı. h ın â , h ı n n â
hısân hıred-mend ( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪf.b.s.c.: hıred-mendân): alcıllı, anlayışlı.
h ırk a -p û ş ﺑﻮ ش
hıred-mendân ( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪا نf.b.s. hıred-mend'in c .): alcıllılaı-, airlayışlılar.
h ır le a -p û ş -â n e
hıred-mend-âne ( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻐ ﺪا ﻧ ﻪf.zf.) : alcıllı olana yakışacak sûrette, alcıllıca.
h ırle a -p û ş î
hıred-mendi ( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪ ىa.b.i.): alcıllılılc.
h ı r m â n ﺣ ﺮ ﻣﺎ ن
hıred-pesend ( ﺧ ﺮ د ﺑ ﺴ ﻨ ﺪf.b.s.): akıllı, iyi düşüırül'.
h ı r r â n ﺧ ﺮا ن
hıred-sûz ( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻮ زfb.s.): alcıl yalcıcı, şaşırtıcı, hıred-ver ( ﺧ ﺮ د و رf.b.s.): akıllı, akil olan, hırîdâr ( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪا رf.i.) : müşteri, satın alan, hırîde ( ﺧ ﺮ د هf.s.): satın alıırmış, satın alııraır. Hıristiyâni ( ﺧ ﺮ ﺳﻴﺎﻧ ﻰs.) : Hıristiyanlığa âit, Hıristiyanlılcla ilgili. hırka ( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪa.i.c.: İrırak): kalın kumaştan yapılmış veyâ İÇİ paırrulcla besleırmiş celcet uzuırlugunda bir giyecek, hırka-i A l î : tarikat şeyiriniir Hz. Ali'ye baglılıgını göstermelc İçin mül'îdine giydirdiği hırka.
hırka-i sOfiyye: tas. tarikat erbabının, giı-diklel'i tarikatın özelliklerine göre törenle giydikleri hırka. Hırka-İ Ş e rîf: Hz. Peygamber'in hıı-kası. hırka-i teberrük: bil- kimsenin ille dervişliğe başladığı zaman giydiği hırka,
(a.f.b.i.): fakirlilc, der-
(a.i.) : mahrumluk; ümitsizlik,
(a.s.) : İtâat eden, boyun egen.
(a.i.) : 1. öfke, kızgınlık. 2 . azgınlık. 3. sonu gelmeyen arzu, istek, (bkz: tûl-i emel).
h ırs -ı câ h
: mevlci lıırsı.
h ırs -ı m â l :
mala olan düşkünlük,
h ırs -ı p i r i :
ihtiyarlık hırsı, ihtiyarlıktan merak, öğı'enme hırsı,
h ır s ﺧ ﺮ ص
(a.i.): takdir ve kıyas,
h ırs ﺧ ﺮ س
(f.i.) : z o o l. ayı. (bkz : dtibb).
h ırs-b e ç e
: z o o l. ayı yavrusu, (bkz : hırsek).
h ı r s - b â n ﺧ ﺮ ﺳ ﺒﺎ ن h ırs e k ﺧ ﺮ ﺑ ﻚ
(f.b.i.): ayı oynatan, ayıcı, (f.i.) ؛ayı yavrusu, (bkz: hırs-
be ؟e).
( ﺧﺮ طa.i.): 1. hastalıktan dolayı sari su ile karışık ve kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık siit. 2. erkek keklik,
h ırz ر ز
Hırka-İ Saâdet: Hz. Muhammed'in Topleapı Saı-ayı'nda gümüş saııdıle İçinde salelanair hırkası.
ﺧ ﺮﻗ ﻪ
h ırs ر ص
hırka-i Enes : Enes ibni Mâhk'e bağlananlarm hırkalarına Veı-İlen ad.
hırka-i İrâdet, -teberriik: birinin dervişliğe kabulünde ille giydiği hırka.
ﺑﻮ ﺷﻰ
vişlik.
h ırt
hırka-i hezâr-pâre: Melâmî dervişlerinin giydikleri çok parçalı hırka,
( ﺧﺮﻗﻪ ﺑﻮﺷﺎﻧﻪa.f.zf.): fakircesine,
dervişçesine.
hırka-i Ebû Saîdi'1-Hudrî : keırdi adııra kurulair tarikata girenlere tarikat şeyhi tarafından giydirilen hırka,
hırka-i Fâruk : tas. Halîfe Ömer'den geldiği rivayet edileır ve müritlere giydii-ilen hırka,
( ﺧﺮﻗﻪa.f.b.i.): hırka giyen fakir,
derviş.
(a.i.) : 1. sığınak, (bkz : melâz, melce'). 2. nazar değmemesi İçin kullanılan muska; nazar boncugu. 3. tılsım,
h ırz b i- g a y r ih i: h u k .
esâsen eşyâ saklamaya hazırlanmış olmayıp izinsiz gii'ilebilen ve konulacak malların yanibaşında muhâfızı bulunan bil- yei-. [mescitleı-, yollaı-, meydanlargibi].
l ıı r z b i - i l e f s i h i : h u k .
İçinde eşyâ saklamak üzere lıazıı'lanıp içerisine izinsiz girilmesi memnU olan lıeı- hangi bil- yei-. [evleı', dükkânlar, çadırlar gibi; çuvallar, sandıklal- da bu hükümdedir),
h ırz -i cân
: cani gibi saklama,
(a.i.): 1. İnsaırı iradim etme. 2 . hayvam burma, eıreme, lrayalarım çıkarma,
h ıs â ' ﺧ ﻌ ﺎ ﺀ
(a.i. lraslet'in c . ) : huylar, tabiatlar, alrlâlclar. (bkz: lrasâil).
h ıs â l ﺧ ﺼﺎ ل
hırka-bâzî ( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪ ﻷ ز ىa.f.b.i.): vecde gelen sofuların hırkaları ile oynamaları,
hısâm ( ﺧ ﻌﺎ مa.i. hasm'm c .): 1. iki kişi, birbirlerine düşmanlık etme. 2. mullâsama.
hırka-ber-endâz ( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪ ﺑ ﺮا ﻧ ﺪا زa.f.b.i.): zileiı-de vecde gelen dervişin hıı-kasını çıkarıp atması.
hısâm ( ﺧ ﺼﺎ مa.i.): kavga, çekişme, mücâdele, münâkaşa, uğraşma; İddiâ. hısân ( ﺣ ﻤﺎ نa.i.): zool. aygır.
417
hısân-1 bahrî, hısânü'1-bahr h ı s â n - 1 b a h r i , h ıs â n ü '1 - b a h r
:
z o o l.
deni-
zaygıı-ı.
( ﺧﺼﺎنa.s.) : mümtaz kişiler, h is a s ( ﺣﺼﺺa.i. lrisse'nin c.) : paylar, nasipler, h is b ( ﺧ ﻌ ﺐa.i.) : ucuzlulc, bollulc.
h ıs â n
( ﺣ ﺾa.i.c. : İrusûn) : sağlam, sarp [yer], icale. (blcz : hisâı-2). h is s ( ﺧﺺa.s.) : elcsilc, noksan, h is s is a ( ﺧ ﺼﻴ ﺼﺎa.i.) : bir şeye, bil- kimseye mahsus olan liai. h ış 'a ( ﺣ ﺜ ﻌ ﻪa.i.) : h ek . doğum vakti geldiği sirada ölen annesinin karni yarılarak ؟licaı'ılan ؟oculc. h ı ş f ( ﺧﺸ ﻒa.i.) : geyik yavl'usu. h ış m ( ﺧ ﺸﻢf.i.) : kizgmlilc, Oflce. h ı ş m - â lû d ( ﺧ ﺸ ﻢ آﻟ ﻮدf.b.s.) : darılmış lcıı-gın. (blcz : hışm-gîn, hışmîn, hışm-nâlc). h ı ş m - g îı ı ( ﺧ ﺜ ﻤ ﻜ ﻴ ﻦf.b.s.) : darılmış, dargm, oflceli, İcızgın. (blcz : hışm-âlûd, hışmîn, hışm-nâlc). h ı ş m în ( ﺧ ﺜ ﻤ ﻴ ﻦf.s.) : darılmış, daı-gın. (bkz : hışm-âlûd, lıışm-gîn, lıışm-nâlc). h ı ç m - n â k ( ﺧ ﺸﻢ ﻧﺎكf.b.s.) : Oflceli, kızgın, (blcz : hışm-âlûd, hışm-gîn, hışmîn). h ıç t ( ﺧ ﺜ ﺖf.i.) : 1. kerpiç. 2 . tuğla. h ı ؟t -ı h â m : ham, pişmemiş Icerpi3 . ؟. İcısa el mızrağı ؛icalm haı-bi. h ış t - i p ü h te : fırında pişirilmiş tuğla, lcei-pi ؟. h ıç t e k ( ﺧ ﺸﺘ ﻚf.i.) : kü ؟ük keı-pi ؟, tuglacik. h ıç t -tâ b e ( ﺧ ﺜ ﺖ ﺗﺎﺑﻪf.b.i.) : tuğla ocağı, h ış t -z e n ( ﺧ ﺜ ﺖ زنf.b.i.) : tuğlacı, h ı t â m ( ﺧ ﻄ ﺎ مa.i.) : yulai-, dizgin, (bkz : efsâr, zimâm). h ı t â r ( ﺧﻄﺎرa.i. lıatar'ın c.) : hatarlar, tehlikelel-. (bkz : hatarât). h it a t ( ﺧﻄﻂa.i. lııtta'nın c.) : hittalar, ilclimleı-, diyarlai-, memleketler, ülkeler, h itb e ( ﺧ ﻄ ﺒ ﻪa.i.) : olcunmuş, evlenmek üzeı-e istenilmiş kız veyâ kadın, h it t a ( ﺧﻄﻪa.i.c. : hitat) : memlelcet, diyar, ülke, h i t t a - i c e s im e : büyük ülke, h ı t t a - ı e v v e l : a s tr . dolcuzuncu ve en sonuncu gök tabakasına kadar bütün arş. h i t t a - i k iill : a s tr . (blcz : hıtta-1 evvel), h ıy â b â n ( ﺧﻴﺎﺑﺎنf.i.) : 1. i Ici taı-afı ağaçlı yol, bulvai-, fr. b o u le v a r d , a llé e . 2 . Tahran'da meşhur bir cadde. h ıs ıı
418
h ıy â b e t ( ﺧﻴﺎﺑ ﺖa .i.) : h isse v e n asibi o lm a, h ı y â m ( ﺧﻴﺎمa.i. h a y m e 'n in c.) : ç a d ırla r. R e k z -İ h ı y â m : ؟adil, d ik m e , (b k z : h iyem ). h ı y â n â t ( ﺧﻴﺎﻧﺎ تa.i. lııy â n e t'in c . ) : h â in lik le r. h ıy â n e t ﺧ ﻴ ﺎ ت
( a .i.c .: h ıyâ n â t) : ı.h a y ın lılc .
2 . S. v e fâ sız, h â in . 3 . İtim âd ı, g ü v e n i kö tü ye k u lla n m a .
hıyânet-i vatan :
v a ta n h â in lig i, v a ta n a e d i-
len k ö tü lü k .
hıyâneten ( ﺧﻴﺎﻧﺔa .z f .) : h ıy â n e t y o lu y la , h ıy â n e t edel'ek.
hıyânet-lcâr ( ﺧﻴﺎﻧﺘ ﻜﺎ رa.s.) : h ıy â n e t ed en , h âin, hıyânet-kâr-âne ( ﺧ ﻴ ﺎ ﻧ ﺘ ﻜ ﺎ ر ا ﻧ ﻪa .z f .) : h â in ce, lıâ in e y a k ış a c a k sûı-ette.
hıyâr ﺧﻴﺎر
( a .i.c .: hıyâl-at) : 1.
yapm am ada
huk.
se rb e stlik ؛
bil- İŞİ ya p ıp
İslâ m
llu k u lcu n -
d a a h ş -v e ıiş m es'elelerine âit m u h a y ye rlilc h u su su . 2 . (h a y y ir 'in c.) h a y rı, iy ilig i ؟ok olan içim seler.
hıyâr-ı ayb : mece.
m a lin ay ıp lı o lm a sı sebe-
b iyle o lan m u h a y y e rlik ,
hıyâr-ı bülûg : mece. b ü lû ğ
seb eb iyle n ik â h ı
fe sh e ttirm ek m u lıa y y e rlig i.
hıyâr-ı gabn ü ta'rîr : mece.
a la n ile sa ta n -
d an b iri d iğ e rin i ald a tıp d a b e y id e g a b n -i fâ h iş o ld u g u tah a lck u k e ttiğ in d e a ld a n a n lcim se İ ؟in sâbit o lan m u h a y y e rlik , [satan : " b u m al şu kadai- k u ru ş edei- a l ” diyei-ek m ü şte riyi aldatu- v e m üşteı-i de b â y iin b u sö zü n e İn an ıp o m ail o lcadar k u r u ş a sa tm a ld ık ta n so n ra b e y id e g a b n -i fâ h iş o ld u g u a n la şılırsa
m ü şte ri
İ ؟in
b e y 'i
fesh etm ek
İıaklcı sâbit olur].
hıyâr-ı
hiyânet-i
m ül-âbaha
mürâbaha:
y o lu y la
alcit
mece.
o lu n a n
b e yid e
b â y iin İıiyân eti zâhiı- o ld u ğ u n d a m üşteı-in in m ıılıayyeı- o lm ası.
hıyâr-ı hiyânet-i tevliye : mece.
tevliy e y o lu
ile alcit o lu n a n b e y id e b â y iin h iy â n e ti z â h ir o ld u ğ u n d a m ü şte rin in m u h a y y e r o lm a sı,
hıyâr-ı hîyânet-i vazia : mece.
v a z ia yo lU yia
a k it o lu n an b e yid e b â y iin h iyâ n e ti zâlıiı. o ld u g u n d a m ü şte rin in m u h a y y e r o lm a sı,
hıyâr-ı itk : mece.
itk seb eb iyle c â r iy e n in
n ik â h ı fesh etm ek m u h a y y e rliğ i. taı-afınd aıı
b irisin e
[ıu evlâsı
te z v ic e d ilm iş
o lan
c â riy e azat o lu n d u ğ u z a m a n k o c a s ın ı istem ezse İıâ k im in h ü k m ü n e lıâcet o lm a y a ra k
fııyregî nikâhı feshedebilir, köle için hıyâr-ı ıtk yoktur].
yâhut bâyi dilediğini vermek üzere yapılan satıştaki muhayyerlik.
hıyâr-ı icâzet: mece. fuzûlînin icrâ eyle diği akde icâzet vermek salâhiyetini hâiz olan kimsenin icâzet verip vermemek husûsunda muhayyerliği,
hıyâr-ı tefrik-1 safka : mece. safka'nm tefrik edilmesinden dolayı sâbit olan muhayyerlik [kable'l-kabız mebiin bâzısının telef ve helaki sebebiyle bakiyesinde müşterinin mulıayyer olması gibi],
hıyâr-ı idrâk : mece. (bkz : hıyâr-ı bülûğ). hıyâr-ı istihkak: mece. mebiin bâzısı bilistihkak zabıt olundukta bakiyesinde müş terinin bey1i fesih veyâ kabul arasında mu hayyer olması. hıyâr-ı kemmiyyet: mece. miktâra ıttıla ile sâbit olan muhayyerlik, [bir kimse mevcut fakat miktârı meçhul para ile bir mal iştirâ eyledikten sonra bâyi, paranın miktârına muttâli' oldukta muhayyer olması gibi], hıyâr-ı keşf-i h âl: mece. hubûbat muay yen kab ve ölçek ile ölçülerek veyâhut bir muayyen taş ile tartılarak satıldıktan son ra hâli keşfinde yânı kab ve ölçeğin istiap miktârına ve taşın ağırlığına ıttılaında müşterinin muhayyer olması, hıyâr-ı nakd: mece. bâyi ve müşterinin filân vakte kadar te'diyede bulunmak aksi takdirde beyi olunmamak üzere pazar lık etmeleriyle olan muhayyerlik, [hiyâr-ı nakd'de vaktin bilinmesi îcâb eder], hıyâr-ı rü'yet: mece. görmekle sâbit olan muhayyerlik, [bir malı görmeden satın alan veyâ kirâlayan kimsenin o malı gör düğünde muhayyer olması gibi; dilerse fes heder, dilerse kabûl eder], hıyâr-ı şart: mece. akitte taraflardan biri nin veyâ her ikisinin mâlûm müddet içinde akdi fesih veyâhut icâzet ile infâz eylemek hususlarında şart kıldıkları muhayyerlik, hıyâr-ı ta'rîr-i fi'lî : mece. bâyiin müşteriyi fi'len ta'rîri sabit oldukta müşteri için sâbit olan muhayyerlik. Meselâ [bâyi, ineğin sütü çok zannolunsun diye bir kaç gün sağma yarak müşteri de memesinin büyüklüğüne aldanıp sütü çok zannıyla iştirâ ettikten sonra bâyiin bu veçhile ta'rîr-i fi'lî'si zâhir olsa, Hanefî imamlarından bâzılarına göre müşteri muhayyer olur], hıyâr-ı ta'yîn : mece. kıyemiyattan iki yâhut üç şeyin başka başka pahaları beyân olu narak bunlardan müşteri dilediğini almak
hıyâr-ı vasf: mece. akitte meşrut v a sfı mergubun bulunmamasıyla sâbit olan muhayyerlik. ["sağılır diye satılmış olan bir İneğin sfitten kesilmiş olduğunun zâhir olmasıyla müşterinin muhayyerliği" gibi], hıyârât ت١( ﺑ ﺮa.i. hıyâr'ın c .): İslâm hukukunda alışveriş meselelerine dâir muhayyerlik hususları, (bkz : hıyâr). hıyât ( ﺟ ﺎ طa.i. hâit'în c.): perdelei", mâniler, engeller. hıyât si.
(a.i.): 1. ibrişim, tire. 2. dikiş İğne.-
hıyâte ( ﺧ ﺈ فa.i.): hek. 1. kesilip yarılan bir uzvun yapışmak üzeı٠e dikilmesi. 2. ameliyatta dikiş yapmaya yarayan bağırsak ve şâire gibi şeyler. hıyâtet ﻟ ﺖ٠( ﺧﺔاa.i.): terzilik, dikicilik, hıyâtet-hâne ( ﺧﻴﺎ ﻃﺘ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i.): dikiş evi, dikim evi. 1 ا ا٢( ﺑ ﻀ ﺔ ةa.i. hayz'ııı c .): hek. (bkz : lıiyâz). h ıyâzt ۶ ^ (a.i. havz'un c .): İıavuzlaı.. hıyâze ( ﺑ ﺰ هa.i.): sahipsiz olan ve özel mülkiyete geçirilmesi mubalı bulunan bir mail ihraz ederek kendi malvarlığına geçirme., hıyenı ( ز مa.i. lıayme'nin c .): (bkz : hıyâm). hıyere ٥/ (a.i.) 1 ؛. aralarından beğenme, seçme. 2. s. beğenilmiş, seçilmiş, hıyere-i İlâs : halkın seçilmişi, hıyeretullah ش١( خﺀرهa.b.s.): Allah'ın seçtiği, hryre ( ﻧ ﻤ ﻪf.s.) : kamaşık, donuk, fei'siz [göz], hıyre-bah ؟J J a . ٥/ akil durduran.
(f.b.s.): göz kamaştıran,
hıyre-çeçm ٥/ (f.b.s.): 1. kamaşık, fersiz gözlü. 2. hayâsız, utanmaz. 3. inatçı. 4 ٠cesur. hıyre-dest ( ز ر ه د ﺳ ﺖf.b.s.): eli sakar, tuttuğu İŞİ bozar olan [kimse]. hıyregi > ﺋ ﻰ (f.i.): donukluk, kanıaşıklık [göz hakkında] ؛şaşkınlık.
١
4 9
hıyre-küş hıyre-küş ( ﺧﻴﺮه ﻛ ﺶf.b.s): 1. İıalcsız yere adam öldüren. 2. sevilen, sevgili, hıyre-re'y ( ﺧ ﻤ ﻪ رأىf.a.b.s.): fenâ reyli, reyi zararlı olan. hıyre-sâz ز١( ﺧﺮه سf.b.s.): göz kama?tırıcı, ?a?ırtıcı. hıyre-ser ( ﺧ ﺮه صf.b.s.): sersem, alık, lııyre-ser-âne ( ﺧﻴﺮه ﻣﺮاﻧﻪf.zf.) : sersemcesine, alıkçasına. hıyre-seri ( ﺧﻴﺮه د ر ىf.b.i.): sersemlik, alildik, hızak ( ﺧﺰقa.s. hızka'nın c .): kalabalılclar, yiğınlar. hızâne ( ﺣﻤﺎﻧﻪa.i.): medresede Veı-İlen sütanailk dersi. hızânet ( ﺣ ﻔ ﺎ تa.i.): sütninelik, tayalık. hızıriİyâs ﺑ ﺲ١( ﺧﻀﺮa.b.i.) ؛hıdırellez, 5 mayısa ı-astlayan gün. hızka( ر ﻧ ﻪa.s.c. :hızak) :kalabalık;yığın. Hızr, Hızır ﺧ ﻐ ﺮ، ( ﺧ ﻀ ﺮa.h.i.): içenlere Öİmezlilc veren âb-1 hayât'ı İçmi? bulunan ve lcul sıkıldığı zaman İmdâdına. yeti?mekle me?hur olan peygamber, hibâ ( بa.i.): 1. vergi. 2. bah?i?. 3. kadma kocasından kalan hisse. hibâ ( بa.i.c.: ahbiye): keçeden veyâ abadan yapılmı? göçebe çadırı, oba. hibâb ( ﺑ ﺐa.i. habb'ın c.): 1. haplar. 2. tâneler, tohumlar. hibâl ( ﺣ ﺎ لa.i. habl'in c .): ipler, urganlar, halatlar. (bkz:hubûl). hîbâl-i savtıyye-i süflâ: anat. alt *seskasla-
ب٠( مa.i. hibbe'nin c.) : paçavralar, kesil,mi? kuma? parçaları.
hib eb
( ﺻﻪ ﻷ ىa.f.b.i.) : birine bir?ey bağı?!amak üzere yazılan senet, hib ere ٥/ (a.i.c. : hiberât, hiber) : bir çeşit ÇUbuklu elbise. h ib e-n âm e
( صa.i.c. : ahbâr, hubûr) : 1. hoca, .öğretmen. 2. mürekkep. 3. Yahudi âlimi, bilgini, (bkz : habr).
h ib r
٥-
h ib r e
(a.i.)
: bil-
?ey h a k k m d a k i b ilg i
ve
tecrü b e , (b k z : hibi-et). E h l -İ h ib r e : .b ilir kişi, (b k z eh l-i h ib r e t
ﻝ
vukuf).
ا
( ﺍa.i.) ؛b ir ?ey h a lc k m d a k i b ilg i v e
tecrü b e , (blcz : hibı'e). h i b r ir
ﺑﺮ.( ﺣﺒﺮa.i.c.
: h a b â rir) : d a ğ ç içeğ i,
h i c â ' ( ﺣ ﺠ ﺎ ﺀa.i) : b ilm ec e, b u lm a c a , y a n ıltm a -
h ic â '
( ﻫﺔﺟﺎﺀa.i.)
: h ic v e tm e , y erm e,
h ic â b ( ﺣ ﺞ — ا بa.i.c. : h ü cü b) : 1. u ta n m a ,'s ık ılm a. 2 . p erde, (b k z : hâil). h i c â b - 1 e b r : b u lu t perdesi. h ic â b - 1 ç ih r e : y ü z ö rtü sü . h ic â b - 1 h â c iz : 1 . a n a t. h ic â b -1 sa d r d a d en ilen, g ö ğ ü s ile k a rn i a y ır a n in ce v e g e n i? zar, fr. d ia p h r a g m e . 2 . fz . d ü rb ü n le rd e , fo to g r a f m a k in e le rin d e o b je k tif a ç ık lığ ın ı b ü y ü tü p k ü ç ü lte n d ü zen , d iy a fr a m . h ic â b - 1 k a lb : a n a t. k a lb in b o ? ١u ğ u n u h ü c re lere ta k sim eden za rla rd a n h e r b iri. h ic â b - 1 m e ? îm î : a n a t. ra h im d e c e n in i (k ü ç ü k ç o c u ğ u ) sa ra n zar. h i c â b - ı m ü s t a b t m : a n a t. p levra .
hibâl-î savtıyye-i ıılyâ : anat. üst ses telleri, hibâle ( ﺟﺎ كa.i.c.: habâil): ağ, tuzak; bağ, kement. hibâle-i izdivâc : evlenme bağı, hîbâle-i telbisât: gizli kapaklı tuzak, hibâr ۶ (a.i.). (bkz : habâr). hibât ( ﻣﺎ تa.i. hibe'nin c.): hibeler, bağı?lar. hibb ب٠( حa.i.): 1. sevgi, sevgili. 2. (c.: ahbâb) yol arkada?ı. (bkz: hem-râh). hibb ( ﺧ ﺐa.s.): hîlekâı-, aldatıcı, kurnaz, (bkz : habb, hubb). hibbân ( ﺣﺒﺎنa.s. hibb'in c.) ؛sevgililer, hibbe ( ﺻﻪa.i.c.: hibeb): paçavra, kesilmi? kuma? parçası. hibe ه٠(صa.i.c.: hibât): bağı?lama; bağı?. 420
h ic â b ü '1-c e v f, h ic â b ü '1-k e b e d : a n a t. d iy a fra m .
( ﺣ ﺠ ﺄ ﺑ ﺎ تa.i. hicâb'ın c.) : tılsımlar, ?iİ-İnlilc muskaları. h icâb et ( ﺣ ﺠ ﺎ ﺑ ﺖa.i.) : 1. kapıcılık; perdecilik. 2. mâbeyncilik, te?rîfatçıhk, hükümet veznedarlığı. 3. Kâbe perdeciliği [bahadan ogula kalır]. h icâb î اﺑﻰ-( ﺣﺞa.s.) : zarla ilgili, perde ile ilgili. [müen. “ hicâbiyye” dir]. h icâc ( ﺣﺠﺎ جa.i.) : anat. gözün ilcinci tabakası, h icâc ( ﺣﺠﺎ جa.i. hüccet'in c.) : hüccetler, delil1er, vesikalar, senetler, (bkz : hücec). h ic âl ل(a.i. hacle'nin c.) : gelin odaları. R ab b âtü 'l-h icâl (hacle sâhipleri) : gelinler.
h icâb ât
h'ıcâzî"U ؛ ؛âk hicâl ( ﻫﺠﺎ لa.i. lıecl'iıı c.): çukurlar, uçurumlal'. Iıicâm ( ﺣﺠﺎمa.i.) : ağızlık [hayvan İçin], hicâmet ( ﺣ ﺠﺎ تa.i.), (bkz : İıacâmet). hicân ( ﻫﺠﺎنa.i. hecine'nin c.) : zool. hecinlei'. hîcâr, hicâre ﺣﺠﺎوه، ( ﺣﺠﺎرa.i. İıacer'in c.): taşlal'. Hicâz ( ﺣ ﺠ ﺎ زa.Iı.i.): Arap yarımadasında, Mekke ve Medîııe'niıı bulunduğu ülke, hicâz ( ﺣ ﺠ ﺎ زa.i.): müz. Tiirk müziğiııin 8 numai'alı basit makamıdır, en eski zamanlai'dan olup, hâlen de en büyük rağbetle kullanılmaktadır. Btıgün elde bulunan Tiirk müziği eserlei'inde en ziyâde kııllanılan makam hicazdıi'. Hicaz makamı liicaz döi'tlüsüne rast beşlisi ilâvesinden ibârettir. Dui'ağı dügâh ve güçlüsü -dördüncü derecesi olan- nevâdıi'. Dizisi inici çıkıcıdır. Donanımına si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur. Niseb-i şei'îfe sayısı 7 dil'. Orta sekizlikteki sesleri -pestden tize doğru- şöyledir: dügâh, dik-kül'dî, nim liicaz, ııevâ, lıüseyııî, eviç, gerdâniye ve muhayyer. hîcaz-aşîran : müz. en eski belgelei'i XIX. yy. ortasında olan makam. hicâz-1 hicâz ؛müz. Türk müziğinin en az ilci buçuk üç asıı'lık bir mürekkep makann olup elde nüıuûnesi yoktur. hicâz-1 ırâ k : müz. Türk müziğiııin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup ııümûııesi kalmamıştır. hicâz-1 m uhâlifek: müz. Türk müziğiııin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup ııümûnesi yoktur. hicâz-1 Türlcî: miiz. Türk müziğinin en az altı asillik bil' mürekkep makamı olup ııümûııesi kalmamıştır, hicâz-acem ( ﺣﺠﺎز ﻋ ﺠ ﻢa.b.i.) miiz. en az altı asıılılc mürekkep bil' Türle müziği makamı olup adi Hızıi' bin Abdullah'ın edvaı'ıııda tei'kipler aı'asıııda geçer, hicâz âilesi ﺳﻰ،( ﺣﺠﺎز ﻋﺎﺋﻞa.t.b.i.): müz. hicaz, uzzâl, hümâyûn ve ziı'güle makamlai'indan mül'ekkep gı'upa vei'ilen isimdii' ki, bu döl't nialeam çok defa -birbii'lei'ine fazla benzediklerinden- karışık kullanılmışlardır. Bu benzerlile umûmiyetle hei' döl't makamın
hicaz dörtlüsü veyâ beşlisi ile başlamasından doğmuştur. hicâz-büzürg ( ﺣﺠﺎز ﺑﺰرىa.f.b.i.): müz. Türk müziğinin, en az altı asillik bil' mürekkep makamı olup, elde bir nümûnesi yoktul'. hicâzeyn ( ﺣ ﺠﺎ زﻳ ﻦa.i.c.): 1. iki hicaz. 2. müz. III. Selim'in terkibettigi mürekkep makamlardan biridir. Bugün elde bu makamdan bir parça bulunmamaktadır. Makam, hicaz ile âşîranda hicaz makamlarından mürekkep olduğu İçin bu ad verilmiştir. Terkibindeki ikinci dizi ile aşîran perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede hicazın durağı ve aşîran'da hicazın güçlüsü olan dügâlı ve ikinci derecede de hicazın güçlüsü olan nevâ'dır. Donanımına liicaz gibi si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulul. ve aşîı-anda hicazın geçtiği yerlerde si ve fa bekarlaştırılarak, sol İçin bir bakıyye diyezi katilli, hicâz-gerdâniye ( ﺣ ﺠ ﺎ ز ا د ا ﻧ ﻪa.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asillik makamlaı٠ından olup, elde nümûnesi yoktur. h٤câz-geve ؟t ( ﺣﺠﺎز ﺳﻤﻮ ﺷ ﺖa.f.b.i.): müz. Türk müziğiııin en az altı asillik mürekkep makamlarından olup, elde nümûnesi yoktur, h icâzî( ﺻ ﺎ ز ىa.s.) :1. Hicâz'amensup,Hicaz'la ilgili. 2. Hicazlı. hicâzî ısfahân ( ﺣﺠﺎزى ا ﺻﻔ ﻬﺎ نa.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az beş asillik mürekkep makamlai'indan olup adi Ali Şalı bin Hacı Büke'ııiıı edvarında geçer, hicâzî-uşşâk ( ﺣﺠﺎزى ﻋﺸﺎقa.b.i.): miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Bu ıııakaııı adsız bil' Bektâşi nefesinde görülmüş olup RaufYektâ Bey taı'afıııdan adlaııdırılmıştır. Terkibi hicaz ve hümâyûn makamına uşşak veyâ hüseyni makamının 'ilâvesinden ibârettir. Uşşak veyâ lıüseyııî dizisi ile dügâlı'da duı'ııi'. Güçlüleri bii'iııci dei'ecede -liicaz, llümâyûn ve uşşak makamlarının güçlüsü olan- nevâ ve ikinci dei'ecede de -hüseyııi'nin güçlüsü olanlıüseyııî'dir. Donanımına hicaz gibi si baİcıyye liemolü ile fa ve do bakıyye diyezlei'i konulur. Uşşak İçin bu üç pei'de bekar yapilli' ve si koma bemolü alil', (lıüseyııî İçin si bekar ve si koma bemolü ile do bekar yapılir ve fa bakıyye diyezi mullâfaza edilii'). 421
hîcaz-kâr hicaz-kâr ( ﺣ ﺠ ﺎ ز ﻛﺎرa.f.b.i.): miiz. Türk müziginin şed malumlarındandır. Tahminen 170 sene önce terklbedilmiştir. Rağbetle kullanılmış bil- makamdıı-; çok husûsî biledâ taşıyan bir diziye mâliktir. ZirgUle basitesinin rast (sol) perdesindeki şeddidir. (evcârâ'nın bir yarim ses tizinde kalan şekli OİU1-) güçlüsü -beşinci del-ecesi olannevâ'dıı-. Dizisi inicidir, niseb-i şerife sayısı, zirgülede olduğu gibi, 7 dir. Donanımına si koma mi ve İâ bakıyye bemolleı- ؛ile fa bakıyye diyezi lconulur. 11 ؟hâle göre orta sekizlideki sesleri şöyledir (tizden peste doğru ): gerdâniye, eviç, hisâı-, nevâ, çârgâh, segâh, zirgüle ve rast. Ancak bestekârların hicâzkâı- eserlerde Sikca ve karışık olarak nihâvend ve yegâhda hicâz ile rastda l٦icâz (donanımı si ve mi koma ve İâ bakıyye bemolleridir) geçkileri yapmış olduklaı-ını İlâve etmelc lâzımdıı". hicazlcâr-kürdî ( ﺣﺠﺎزﻛﺎر ﻛ ﺮ د ىa.b.i.): müz. Icürdî'li hicazkâr'ın eskiden ve az kullanılmış olan birinci şekline (ki hicâzkâı- ile rast'da kürdî'den mürekkeptir) verilmiş bir ad. (bkz : kürdî'li hicâzkâr). hicazkâr-pûselik ( ﺣﺠﺎزﻛﺎو ﺑﻮﻣﻪ ﻟ ﻚa.f.t. b.i.): müz. Santûı-Î Edilem Efendi'nin terkibettigi ille maleamdan biridir; hicâzkâı- makamına bir pûselile beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. PUselilc beşlisi ile dügâlı perdesinde kaili.. Güçlü bii'inci del-ecede -hicazkâr'ın güçlüsü olan- ı٦evâ'dır. Donanımına, hicazkâr gibi, si leoma, mi ve la bakıyye bemolleri ile fa baleıyye diyezi leonııluı-; pûselik beşlisi veyâ pûselik maleamı İçin, bütün bu âıızalar bekar yapılır ve sol İçin bakıyye diyezi (yeden olal'ale) İeullanılıı-. hicâz-mâye ( ﺣﺠﺎزﻣﺎﻳﻪa.f.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asillik bil- mürekkep maİeamı olup nümûnesi kalmamıştır. hicâz-nevrûz ( ﺣ ﺠﺎ زﻧﻮ رو زa.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asıı-lık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. hicâz-pûseük( ﺣﺠﺎزﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚa.f.b.i.): müz.Türk müziğinin mürekkep makamİarındandıı. Dede Efendi tarafından terklbedilmiştir. Makam, İıicaz'a pûselilc beşlisi veyâ makarni ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâl٦da kalır. Güçlü birinci derecede 422
-hicaz'ııı güçlüsü olan- nevâ'dır. Donanımına hicaz gibi si bakıyye bemolü ile fâ ve do bakıyye diyezleri konulur. PUselik İçin bu ârızalaı. düzeltilii" ve yeden olan sol. bakıyye diyezi alır. hicâz-selmek ( ﺣ ﺠﺎ ز ﻣﻠ ﻤ ﻚa.f.b.i.) : rniiz. Türk müziğinin e١٦ az altı asillik mürekkep makamlarından olup nümûnesi kalmamıştır, hicâz-şehnâz ( ﺣﺠﺎزﺷﺤﻨﺎزa.f.b.i.): müz. Tüı٠k müziğinin en az altı asillik mürekkep makamlarından olup nümûnesi kalmamıştır, hicâz-zemzeme ( ﺣﺠﺎززﻣﺰﻣﻪa.b.i.): müz. Türk müziğinin en az bir buçuk iki asillik mürekkep makamlarından olup, ııümûnesi kalmamıştır. Hicaz'dan sonra, kürdî dörtlüsü ile kalmaktan ibârettir. hicce ( ﺣﺠﻪa.i.): bil- kerre İıacca gitme. hiccetü'1-vedâ (vedâ h-accı): vefâtından bir yıl önce Hz. Muhammed'in Mekke'ye yaptıgı son hac. hicîr ( ﻫﺠﻴﺮa.i.): huy, âdet, tabiat. hicr ( ﻫ ﺠﺮa.i.): 1. ayrılık, (bkz : cüdâyî, fürkat). 2. sayılclama, saçmalama, hicrân ( ﻫ ﺠﺮا نa.i.): 1. ayrılık, (bkz : firak, fürkat, iftirâk). 2. unutulmaz acı, kedei-, İç acıhicrân-meâl ( ﻫ ﺠﺮا ن ﻫﺂلa.b.s.): hicran anlatan, hicran bildiren. hicrân-zede ( ﻫﺠﺮا ن زدهa.f.b.s.): hicı-âna uğramış, İıicranlı. hicret ( ﻫﺠﺮ تa.i. hecr'deıı): 1 . tar. memlelcetten memlekete göç. 2. Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki, İslâm takviminde tâl-ih başı sayılıı-. hicret-i nebeviyye: Hz. Mulıammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi, hicri ( ﻫﺠﺮىa.s.) : 1. tar. hicretle ilgili. 2. târih başı olarak hicreti a lan : Hicri 1298 târihinde.... [nıüen. "İıicı-iyye” dil-), hicv ( ﻫ ﺠ ﻮa.i.): ed. biriyle, şiir yoluyla alay etme, şiir yoluyla bil-ini gülünç hâle koyma, yerme, [kelimenin asil "İıecv” dil"), hicvi ( ﻫﺠﻮىa.s.): ed. liicivle ilgili; yermeli, liicviyyât ( ﻫﺠﻮﻳﺎتa.i. hicviyye'nin c.) : ed. 1٦İcivle ilgili Şİİ1- ve manzûmeler. hicviyye ( ﻫ ﺠ ﻮ ﻳ ﻪa.i.c.: hicviyyât) sözü veyâ yazısı, taşlama.
ed. hiciv
hikmet- ؛hukûk İıîç ( ﻫ ﻴ ﺞf.zf.) : 1. yok denecek kadar az olan; yok olan. 2. s. elıemmiyetsiz, değersiz. 3. Neyzen Tevfik'in bir Şİİ1-kitabinin adi. hiç-â-hîç ( ﻫﻴﺠﺎ ﻫ ﺞf.s.) : İliç yok, boıııboş. İıîçî ( ﻫﻴﺠﻰf.i.) : hiçlik, yokluk, hîç-kâre ( ﻫﻴ ﺠﻜﺎرهf.lı.s.) : İŞİ rast gitmeyen, hîç-kes ( ﻫ ﻴ ﺠ ﻜ ﻰf.z.) : İliç killise, hida' ( ﺧﺪ عa.i.) : lıîle, düzen, kurnazlık, oyun, hidâb ( ﺣ ﺪ ا بa.i. İıadelı'in c.) : kanburluklar, yumruluklar. lıidâb ( ﺧ ﻔ ﺎ بa.i.). (bkz : lıizâlı). hidâb-âlûd ( ﺧ ﻀ ﺎ ب آﻟﻮدa.f.b.s.) : renkli, renk ı'enlc. hidâc ( ﺧ ﺪ ا جa.s.) : kusur, noksan, eksik [ibâdette]. İıidâce ( ﺣﺪاﺟﻪa.i.c. : hadâic) : deve sırtıııa VIIİ'ulaın yük. hidâd ( ﺣﺪادa.i.) : bil. dul kadıııın mâtem tutujn süsten vazgeçmesi, hidâdet ( ﺣﺪاد تa.i.) : demircilik, lıidâk ( ﺣﺪاقa.i. hadeka'ııın c.) : göz bebekleri, (blcz : ahdâk). hîdâl ( ﺧﺪالa.s. İıadle ve lıadlâ'11111 c.) : kolları bacakları semiz, etli olan kadınlar, hidânı ( ﺧﺪامa.i. lıadenıet'iıı c.) : deve ayağına lıağlaııan kayışlaı', halkalar, ayak' bilezikleİ'İ; ayale kösteklel'i. hidân ( ﻫﺪانa.s.) : alııııale. hidâs ( ﺣﺪاسa.i.) : son, nilnâyet, ilitim. hidâşj ؛؛١j_jı(a.i.) :tırmalama, hidât ( ﻫ ﺪ ا تa.,i. lıâdî'nin c.) : İıidâyeti, doğl'u yolu gösterenler, (bkz : lıâdî). hîdâye ( ﺣﺪاﻳﻪa.i.) : zool. çaylak, hidâyet ( ﻫﺪاﻳ ﺖa.i.) : 1. lnale yoluna, doğru yola leılavuzlama. 2. eı'kek adi. hiddet ( ﺣﺪ تa.i.) : 1. öfke. 2. keskinlik, hiddet-i basar : göz keskinliği. İıiddet-i seyf, hiddet-i tig : leılıç keskinliği, hiddet-i zelcâ : zekâ keskinliği, hidem, hidemât ﺣ ﺪ ﻣ ﺎ ت، ( ﺧ ﺪ مa.i. hidmet, hiznnet'in c.) : hizmetliler; hizmetler', İşler, vazifeler. hidemât-1 şâklca : toprak leazmale, taş taşımale gilli mahkûmlara gördürülen ağlı, ilizmetler, fr. travaux forcés. [ 12 7 4 târihli Cezâ Kanununda mevcut "kürek" ve 1286 târihli
Askerî
C ezâ
Kanunnâm esinde
mevcut
“ prangabent” cezâlan bu ııevîdeııdirler].
hidmet ( ﺧ ﺪ ﻣ ﺖa.i. c. h id e m ât): 1. İş, liizmet, vazîfe (.görev). 2. İş görme, birinin İşini görme.
hidmet-i aslteriyye : askerlik hizmeti, görevi.
hidmet-i yârân-1 safâ : safâ dostlarının ilizmeti. hidmet-giizâr ﺧ ﺪ ﻣ ﻜ ﻨ ﺎ ر
(a.f.b.i.): 1. liizmet-
güzâr, şunun bunun İşini görüveren. 2 ٠ kom isyoncu.
hidmet-kâr ( ﺧ ﺪ ﺳ ﺖ ﻛ ﺎ رa.f.lı.i.): hizmetkâr, hizm etçi [dalla çok erkek). h ؛d n ıe t-k â r î ^
^ ( ﺧ ﺪ تa.f.b.i.):hizn ietkârhk,
hizm etçilik.
hife ( ﺧ ﻴ ﻐ ﺔa.i.) . (lıkz : İıavf). hiffet ( ﺧ ﻔ ﺖa .i.): 1. ilafiflik. 2. hoppalık. hiffet-i mizâc : hafifm eşreplik, hoppalık, hîk ( ر كf.i.) : tulum . hîk-i şerâb : şarap tulumu, hikâyât ( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﺎ تa.i. hikâyet'iıı c . ) : hikâyeler, hikâye, hikâyet ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﺖ، ( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻪa .i.c .: h ik â y â t): 1. anlatm a. 2 . rom an. 3. masal. 4. olnıuş bir İıâdise.
hikâye-i m â-sebak : geçıııişi İıilcâye etine, hikâye-ııiivîs ( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲa.f.b.i.): İıikâye yazan, İıikâyeci, ı'omancı.
hikâye-nüvîsî ﺑ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺴ ﺲ. ( ﺣﻜﺎa.f.b.i.) : hikâyenüvislik, rom ancılık.
İıikâye-perdâz ﺑ ﻪ ﺑ ﺮ د ا ز. ( ﺣﻜﺎa.f.lı.s.) : hikâye söyleyen, İıikâyeci.
hîltçe ( ر ﻛ ﺠ ﻪf.i.) : küçük tulum , hilcern ( ﺣ ﻜ ﻢa.i. h ik m etin c . ) : hikmetler, hilcemi ﺣ ﻜ ﻤ ﻰ ilgili
söz
(a.s.) : hikm et ve felsefe ile ve
düşünce,
[kelimenin
asil
“ lıikn ıî” dir].
lıilcenıî v â d î : ed. D îvan şiirinde felsefeye ve fikre *önenı veı'eıı edebî çığır,
hikemiyyât ( ﺣ ﻜ ﻤ ﻴ ﺎ تa .i.c.): hikm et ve felsefe ile ilgili söz ve düşünceler,
hikka ( ﺣ ﻘ ﻪa.i.) : dört yaşına giren dişi deve, hikke ( ﺣ ﻜ ﻪa .i.c .: h ik e k ): kaşıntı, lıilcmet ( ﺣ ﻜ ﻤ ﺖa.i.) : 1. hakim lik. 2. sebep, hikmet-i ameliyye : pratik lıilgi. hikıııet-i bed âyi' : estetik, hilcmet-i hulcûk : hukuk hikm eti.
423
hikmet- ؛ilâhiyye h؛lcmet-i ilâhiyye : ancak Tanrı'nın bileceği hikmet-i mâdde : İşin lıilcmeti. 3. fizilc [eskiden]. hikmet-i tabiiyye : fizik bilgisi. hikmet-i tecrübiyye: tecrübeye dayanan ilikmet. hikmet-i te ş r i: Allalı'ın emil' ve nehilerine İıükmolan ı'abbânî pl'ensip. hikmet-âmiz ( ﺣ ﻜ ﺖ ﴽﺗ ﻤ ﺴ ﺰa.f.b.s.) : hikmetle karışık, (bkz: hakimâne). hikmet-âmUz ( ﺣﻜﻤﺖ آﺳﻮزf.b.s.) : 1 . hikmet öğreten. 2. hikmetli. hilcmeten ( ﺣ ﻜ ﻤﺎa.zf.): hikmetçe, hikmet baİcımından. hikmet-furûş ت ﻓ ﺮ و ش٠( ﺣ ﻚa.f.b.s.): hikmet satan, hilcmetli bir söz söylediğini sanan. Hikmet-nâme ( ﺣ ﻒ ﻧ ﺎ ﻣ ﺎa.f.b.i.): Antepli ibrâhim bin Bâlî'nin, hilkatten, tabiatten, peygamberler târihinden ve uzun müddet gezip dolaştığı memleketlerin târih ve cogrâfyasmdan İcısa kısa, doğup büyüdüğü Antep ile Mısır târihinden nisbeten daha geniş bahseden manzun eseridir, [müellif, 13.000 beyti bulan bu güzel mesnevisini 1487 (H. 893) yılında memlelcetinde bitil'miştiı-]. hikmet-şinâs ﻓ ﺎ س٠ ( ﺣﻜﻤﺖa.f.b.s.): hikmet, felsefe bilen; filozof. hila' ( ﺧ ﻠ ﻊa.i. İril'at'ın c .): hil'atler, giydirilen lcaftanlaı". h ilâf (a.i.) : 1. karşı Zid. 2. yalan. hüâf-i âde : fels. sapıklık, (*düzgüsüzlük), fr. anomalie. hilâf-ı h ak ik a t: halcikata, gerçeğe uymayan, hakikata Zid. hilâf-ı .tabiat: tabiat, yaradılış dışı, anormal, hilâfen ( ﺧ ﻼﻓﺎa.zf.) : hilâf, yalan olaralc. hilâfet ( ﺧ ﻼ ﻓ ﺖa.i.): 1. birinin yerini tutma. 2. halifelik, peygamber vekili olal'alc İslâmlığı lcoruma vazifesi. D ârü'l-hilâfe: İstanbul (bkz : Âstâne). hüâfet-nâme ( ﺧﻼﻓﺘﺘﺎﻣﻪa.f.b.i.): tarikate intisâb ile usûl dâiresinde muayyen menzilleri aşarak İrşad mertebesine yükselenlere isteklilerin iı-şad ve terbiyesine rulısat ve izni mutazammın şeyhi taı'afmdan vel'ilen mühürlü vesika. 424
hüâfet-penâh ٥( ﺧ ﻼ ﻓ ﻴ ﺎa.f.b.i.) : hilâfetin dayanağı olan, hilâfeti koruyan kimse, halifeliği hâiz bulunan, pâdişâh. hüâfet-penâhî ﺧ ﻼﻓﺎ ﻟ ﻰ (a.f.b.i.)؛ hilâfetpenahhk. hilâf-gîr ( ﺧ ﻼﻓ ﻜﻴ ﺮa.f.b.s.c.: hilâf-gîîan): aleyhinde, Zid fikirde bulunan, hilâf-gîrân ( ﺧ ﻼ ﻓ ﻜ ﻴ ﺮ ا نa.f. hilâf-gîr'in c .): hilâfgirler, aleylite bulunanla، -, hilâf-gîr-âne ( ﺧ ﻼ ﺷ ﻮا ﻧ ﻪa.f.zf.): hilâfgii. olana yaraşır sûrette. hilâf-gîrî ( ﺧ ﻼﻓ ﻜﻴ ﺮ ىa.f.b.i.): hilâfgirlik, karşı tarafı tutma. hilâfına ( ﺧ ﻼ ﻓ ﻪa.t.zf.): aksine, zıddına, tersihilâfî, hilâfiyye ﺧﻼﻓﻴﻪ، ( ﺧ ﻼﻓ ﺲa.s.): 1. İıilâfa âit, İıilâfile *ilgili. 2. münakaşalı, tartışmail. 3. münakaşacı, tartışan. 4. a ؟ık tartışma ile ilgili. hilâfiyyât ( ﺧﻼﻓﻴﺎ تa.i.c.): polemik bilgisi, hilâfü'l-âde ( ﺧ ﻼ ف اﻟﻌﺎﺑﻪa.b.s.): usul ve kaideye karşı. hilâl ( ﻫ ﻼ لa.i.c.: ehille): 1. yeni Ay. (bkz : mâh-ı nev). Rii'yet-İ h ilâ l: Ayı görme, [eskiden ertesi günü ramazan ve bayram olacağına işâıet sayılmak üzere, Ay'ın bil. akşam önce batida ufka yakm vaziyette görülmesi ve bunun mutlaka şâhitlerle İspât edilmesi keyfiyeti. Hava kapalı olup da rü'yet-i hilâl vâki olmazsa şâban ve ramazan otuz gün üzerinden hesap edilii" ve buna "İkmâl-i selâsin” (otuza doldurma) denilirdi]. 2. İcadın adi. hilâl-i ahdar : 1) yeşilay. 2) 1926da Fahrettin Keı'im (Gbkay) tarafından İstanbul'da ayilk olal'alc yayımlanmış "İçki düşmanı" bir ('dergi. hüâl-i ahm er: 1) İcızılay. 2) 1920'de Hilâl-İ Ahmel- Cemiyeti tarafından İstanbul'da yayımlanmış bil. gazete, hüâl-i b eyzâ: anat. lunula, tırnağın dibindelci beyaz lelce, fr. lunule. Hilâl-İ O sm ânî: 1912'de Abdülaziz Bey tarafından İstanbul'da günlük olaralc yayımlanmış İlmî, edebi, siyasi, iktisadi bir gazete. hüâl-i Ramazân : Ramazan ayının başı, ilk günleı'i.
hîlmî
hilâl (a.i.): 1. diş, kulak karıştırıcak âlet. hile ( ﺣﻴﻠﻪa.i.c.: hiyel): oyun, aldatma, dubârâ. fArapçada asil mânâsı “çâre"dir]. 2. iki şey arasına sokulan üçüncü şey. 3. ara, aralık. hile-i ؟er'iyye: şer'î çâre, bulunan çer'î koİaylık. hilâl-î sütûr: satırların aralığı. 4. zaman aralığı, (bkz: hengâm). hîle-bâz ا ﺑ ﺎ ز٠( بa.f.b.s.): hileci, oyuncu, dubâracı, aldatıcı, (bkz: hîle-kâr, hilehüâl-i Şa'bân : Şaban ayı İçinde, perdâz, hîle-sâz). hilâl-dân ( ﺧ ﻼﻟ ﺪا نa.f.b.i.): kürdanlılc. hîle-kâr ﻛﺎرi ٠( ﺣﻴﻞa.f.b.s.): hileci, hîle eden, hilâle ( ﻫﻼﻟﻪa.i.). (bkz : hâle), düzenbaz, oyuncu, (bkz: hîle-bâz, hîlehlâl-ebrû ( ﻫﻼل ا ر وa.f.b.s.): hilâl kaşlı, kaşı perdâz, hîle-sâz). Ay gibi olan. hîle-kâr-âne ( ﺣﻴﻚ ﻛﺎ را دa.f.zf.): hilekârcasına. hilâlet ( ﺧ ﻼ ﻟ ﺖa.i.): samîmî dostluk, (bkz: hîle-kârî( ب ﻛﺎر ىa.f.b.i.): hilekârlık, halâlet, hulâlet). hîle-perdâz ﺀﻟﻪ د ر د ا ذ., (a.f.b.s.): hileci, (blcz : hilâlî ( ﻫﻼل—ىa.s.): 1. hilâl, yeni Ay şeklinde hîle-bâz, hîle-lcâr, hîle-sâz). olan, yeni Ay ile ilgili. 2. i. bil- yazı sitili. 3. i. hîle-sâz ( ﺣﺎ— ه ﺳ ﺎ زa.f.b.s.): hîleci, düzenci, erkek adi. oyuncu, (blcz: hîle-bâz, hîle-kâr, hîlehilâlî sâat ( ﻫﻼذى ﻣﺎﻋ ﺖa.i.): kalıbı balcır veya perdâz). tombak olan eski bir saat, h i l f - (a.i.c.: ahlâf) 1 ؛. birlik maksadıyla hilâliyye ا٠( ﻫﻼلa.i.): bot. kırlangıç otu deniittifak, yardımlaşma. 2. sözleşme, len bir nebat (.bitki). hilkat ( ﺧ ﻠ ﻔ ﺖa.i.): 1. yaratılma, yaradılış. Hilâliyye ٠( ﻫ ﻼﻟﻴ ﺖa.lı.i.): tas. Kadiri tarikatı (blcz : âferîniş, fıtret). 2. tabiat, şubelerinden bil-inin adi. [bu adi kuru- hilkaten ( ﺧ ﻠ ﻘ ﺔa.f.): hilkatçe, yaradılış bakicusu: Şeyh Muhammed Hilâlü'r-Râmi'lmından. Hemedâniyyi'ş Şefîî'nin adından almıştır.], hilkatıyyât ( ﺧﻠﻔﻴﺎ تa.i.c.): tabîî nitelikler, hilâl-manzar د ل٠( ىa.b.s.): “ay görünüşhilkati س (a.s.): 1. hilkatle, yaradılışla ilgili İÜ” : ay çehreli; çehresi ay gibi olan sevgili, olan. 2. hilkatten, doğuştan, tabîî. hilâsi ى٠( سa.s.): beyaz ile zenci melezi, fr. hilkatiyyet ( ﺧﻠ ﻘﺒ ﺖa.i.): hilkatten, doğuştan hybride. [milen. "hilâsiyye”dir]. var olan özellik. hilâş ( ﺧ ﻼ شf.i.): kavga, gürültü, şamata, (bkz : hilkıyyât (a.i.c.): hilkatle ilgili, yaradıhalâlûş). lışta olan vasıflar. hil'at ( ﺧ ﻒa.i.c.: hila'): eskiden, pâdişâh veyâ vezir tarafından talcdîr edilen, begenilen kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan, hil'at-î fâhire : çokdegerli olan kaftan; gösterişli elbise. hil'at-i vedâ : sai-ayda ağırlanan misafirlere giderken giydirilen kaftan, hîl'at-i zerrin : altınla İşlenmiş hil'at, kaftan, hîl'at-bahâ ( ﺧ ﻠ ﻌ ﺖ ﺑ ﻬ ﺎa.f.b.i.): hil'at bedeli, İıil'at giyecek kadar önemi olmayan kişilere elbise yaptırmak üzere armagan olarakverilen para. hîl'at-dûz ( ﺧﻠ ﺴ ﺪ و زa.f.b.i.) : hil'at diken, hil'at biçen, terzi. hilb ( ﺧ ﻠ ﺐa.i.c.: ahlâb): anat. 1. tırnak. 2. ciger; cigerin perdesi. 3. bot. turp. 4. asma yapragi. 5. s. zampara [genç].
hilkıyy٠e - (a.s.): ["hilkî" nin müen.]. (bkz : hilkî). hilkı^et ا٠( ﺧﻠ ﻒa.i.): hılkî olma, yaradılışta olma. hilki ( سa.s.): hilkata mensup, hilkatle ilgili. (blcz: cibillî). h i l l ^ (a.s.): 1. helâl, şerîatçe yapılmasına izin verilmiş. 2. hac zamânmda Mekke dışında ehrâma girilen yerin dışında bulunan sâha. (bkz: Harem). h i lle ^ ( a .i.) :durak,istasyon. hilm ا٠( ﺣﻞa.i.): insanin tabiatında olan yavaşilk, yumuşaklık. hilm-i him ârî: aşırı derecede yavaşlık ve yumuşaklık ki, makbul sayılmaz, hilmî ى٠( ﺣﻞa.s.): 1. yumuşak huylu, nâzik, kibar. 2. i. erkek adi. [müen. "hilmiyye”]. 425
hHmjyyet hilmiyyet ( ﺣﺪ ﻣ ﺖa.i.): yavaşlık, yumuşaklık, hiltit (a.i.) : bot. fenâ kokulu bir çeşit zamk, şeytan tei-esi. hilye ( ﺣ ﺐa.i.) : 1. süs, zinet, cevlıei". 2. güzel Sifatlaı'. 3. güzel yüz. 4. Hz. Muhammed'in mubâı'ek vâsıflarını ve güzelliklerini anlatan manzum veyâ mensul' esel-. [bizde “ hilye-i hâlcani" meşhurdur), hilye-i çihâr-yâr-1 güzîn: ed. dört halife hakkında yazılmış hilyeler. (bkz : İıilye). hilye-i enbiyâ : bütün peygamberler hakkinda yazılmış İıilye. hilye-i Fahr-İ âlem : (bkz : hilye-i şerîf). hilye-i nebevi: (bkz : hilye-i şerîf). hilye-i şerîf: g. s. Hz. Muhammed'in yazı ile yapılmış portresi. 5. g. s. bir yazı sitili, hilyevn ن٠( ﻫ ﺐa.i.): bot. kuşkonmaz, fr. asperge. (bkz: helyûn). him ( ز مa.i.): huy, tabiat, himâle ( ﺣﻤﺎﻻa.i.c.: İıamâil) . (bkz : hamâil). himan ( د ﻫ ﺎ نa.i.): susamış, susuz, (bkz : atşân). himâr ( ﺣﻬﺎلa.i.c.: lıam îr): erkek eşek, h i m â r î ^ ^ (a.s.) 1 ؛. himarla ilgili, eşeklik. 2. eşek gibi. himâriyyet ت. ( ى ا رa.i.): 1. eşek olma durumu; eşeklik. 2. mec. aptallık, himârü'l-vahş ( ﺣﻤﺎﻻﻟﻮﺣ ﺶa.b.i): yaban eşeği, himâye, himâyet ﺑﺖ.( ﺣﻤﺎ؛ ه ؛ ﺣﻤﺎa.i.): koruma, korunma. himâye-î etfâl cem'iyyeti: ؟ocuk Esii-geme Kurumu. himâye-î hayvânât cem'iyyeti: hayvanlaı.! koruma derneği. hime ¥ (f.i.): odun, kütük (bkz: lıîzem). hîme-keş j S ¥
(f.b.i.). (bkz : hîzem-keş).
himem (a.i. liimmet'in c .): 1. gayretler, emekler, çalışmalar, yüksek irâdeler. 2. ermiş 0İanlaı-ın te'sirleri. himemât ( ﻫ ﻤ ﺴ ﺎ تa.i. himmet'in c.). (bkz : himem). himl ،ﺣﻤﻞ ٠ (a.i.): yük. himl-i cesim : ağır yük. himl-ihafif: İıafifyük. himmet ( ﻋﻤﺖa.i.c.: himem ): 1. gayret, emele, çalışma, çabalama. 426
Himmetii'r-ricâl, takla'ü'l-cibâl; becerikli insanların himmeti, dağları yerinden söker. 1. yüksek İrâde. 3. ermiş kimsenin te'siri. Himmetiyye ( ﻫ ﺒ ﺪa.h.i.): tas. Sofiyyenin büyüklerinden Hacı Bayrâm-1 Veli tarafıııdan kurulmuş olan Bayrâmiyye taı'îkati şubelerinden birinin adi. [Kurucusu Himmet Efendiye nispetle bu adi almıştır.) h i m y e A ^ (a.i.) :perhiz[yeme;İçmede). Himyer f (a.h.i.): Yemen'de bir şehir adi. h i m y e r i ^ ^ (a.s.): Himyer'li. himyevi رى٩( ﺣﺐa.s.): perhiz ile ilgili, hin ( ضa.i.c.: ahyân): an, zamaıa, vakit, Sira. hîn-i h âcet: gerektiği zaman, hîn-i sefer (yolculuk ân ı): ölüm, hînâ ( بfi.) : şarkı söyleme, (bkz : huıryâ, terennüm). hînâ-ger ب ﻭ ﻭ (f.b.i.): şarkı söyleyen, hânende, sâzende. (bkz: hânende, lıunyâger). hinâs (a.s. hünsâ'nın c .): kendilerinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunan kimseler. Hind ئ (a.h.i.): 1. bil- kadın adıdır. [Hz. Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın. EbU Süfyân'ın karısı). Fetvâ ve şeriat işlerinde mücerret olarak kadından bahis açılınca bu ad çok geçer. 2. Hindistan. Deryâ-yi Hind: Hind Okyanusu. Hind-İ Garbi: bati Hint, Amerika. hindâm ( ﻣ ﺪا مa.i.): iyi tertipleme, uygunluk, simetri. hindi ( ﻷ ىa.i.): güzel sanatlarda kullanılan bil. İcâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatüt-, v.b.J. Hindi ( ذ د ىa.h.i.c.: Hünüd) : 1. Hindli. 2. Hindistan ileveyâ Hintlileı. ile i.lgili olan. Temr-hindi: demirhindi denilen ve su ile ezilerek İçilen kara bil. meyva. hindibâ' ( ^ ^ ؛a . i . ) :bot.hiııdibâ.
Hindiyye بﺀ.٠( ﻓ ﻞa.lı.i.): tas. Kadiri tarikat؛ şubelerinden birinin adi. hindû و٠( ﻓ ﺎfi. ve s.) : 1. Hintli. 2. Satürn. (bkz : Sekendiz, Zulial). 3. ben, benek. hindUbâr و ﺑ ﺎ ر٠( ﻓ ﺎf.i.): 1. yazı hokkası. 2. h. i. Hindistan. hinduvâne (f.'i.): karpuz; kavun, hine ه٠( هa.i.) : onurlu olma hâli.
hïsâr h i n k ^ (a.i.): kir at.' hirâbe ( ر بa.i.): şehir dışında yapılan haydutlukta, yol kesicilikte bulunma, hirâm ۶—( رامfi.): salınma, salınarak edâl'ı edâlı yürüme, (bkz : bahtere). hirâm ( د ر ا مa.i. herem'in c.): ihramlar, piramitler. hirâs س١( ﻫﺮf.i.): korku, (bkz: bim, havf ters), hirâsân ( ﺧﺮاﺳﺎنf.s.): korkan, korkak, hirâse ( ر ' ﻣ ﻪf.i.): Icorkutacak şey, bostan korkulugu. hirâset ا ﺛ ﺖ/ (a.i.). (bkz: harâset). hirâve ( را و هa.i.): asâ, baston, hirbâ إا/ (a.i.): zool. bukalemûn ؛mec. sik sik fikir değiştiren kimse, hirbed ( ﻫﻢ؛دf.i.): ateşe tapanların reisi, hire ( ﺧﻴﺮهf.i.). (bkz: hıyre). hîre-bahş ( ر ه ﻷ شfb.s.). (bkz: hıyre-bahş). hire-çeşm ( ر هf.b.s.): (bkz ؛hıyreçeşm). hired ( ر دf.i.): (bkz : hıred)'. hred-âmûz ( ر د ا ر زf.b.i.): muallim (*öğretmen). (bkz:hâce). hire-dest ( ر ه د تf.b.s.): (bkz : hıyre-dest). hiref ( ر ىa.i. hirfet'in c.): sanatlar, meslekler. hiregi ا/ ( رf.i.). (bkz ؛hıyregi). hîre-küş ﻛﺶ٠( ر هf.b.s.). (bkz: hıyre-küş). hirem ( ر مa.i.c.: ehrâm). (bkz: ehrâm). hiremi ( ر سa.s.): hireme mensup, ehram şeklinde. hîre-re'y ( ر ه راىf.a.b.s.). (bkz: hıyre-re'y). hire-ser ( ر ه رfb.s.). (bkz: hıyre-ser). hîre-ser-âne( ر ه ﺳ ﺮا ﻧ ﻪfzf.). (bkz ؛hıyreserâne). hîre-serî رى٠( ر ه دf.b.i.). (bkz: hıyre-seri). hirfet ( ر كa.i.c.: hiref): san'at, meslek, hirfet-kâr ر، ( رﻓ ﻚa.fb.i.): sanatkâr, hirmân ( ر ﻫ ﺎ نa.i.): 1. nasipsizlik, mahrumluk. 2. mahrûm olma, hirmen ( ر سfi.)harman. hirmen-i m âh: Ay ağılı, (bkz ؛hâle), hirmen-gâh ( ز ﺀ هf.b.i.): harman yeri, hirmen sUhte( ﺧﺮﻣﻦ ﺳ ﻮ ﺧﺘ ﻪf.b.s.)''harmani yanmış'': mahvolmuş, zarar görmüş. hirr ( رa.i.): kedi, (bkz : gürbe, sinnevr).
hirre ( ر هa.i.c. : hürer) : dişi kedi, hirrekle ( ر ىa.s.).(bkz : herkele, hurekile). hirre-nâme ه٠( ﻣ ﺮ ه ذاa.f.b.i.) : merhum Pertev Paşa'nın mizâhî bir eseri, hirriyye ( بa.i.) : zool. kedigiller, hisâb ا ب٠( حa.i.c. : hisâbât) : hesap, sayma, aritmetik, fr. arithmétique. Bî-hisâb : hesapsız, sayısız, pek ؟ok. İlm-i hisâb : aritmetik bilgisi, tnde'1-hisâb : hesap sonunda, hesâbedilerek. hisâb-1 ameli : mat. pratik hesap. hisâb-1 asgar-i nâ-miitenâhî : infinitezimal hesap. hisâb-1 a'çârî : mat. ondalık hesap. hisâb-1 cümel : Arap harflerinin cümledeki sayı değerine göre yapılan hesap, ebced hesabi. hisâb-1 havâi : mat. zihin hesabi, fr. calcul mental, (bkz : hisâb-1 zihni). hisâb-1 kat'î : kesin hesap. hisâb-1 nazari : mat. teorik hesap. hisâb-1 tefâzuli : mat. diferansiyel hesap. hisâb-1 temâmî : mat. intégral hesap. hisâb-1 zihni : mat. zihin hesâbı, fr. calcul mental. hisâbû'l-benân (parmak hesâbı) : ed. hece vezni, (bkz : vezn-i benân). hisâbî ( ر ىa.s.) : 1. hesâbını iyi bilen. 2. eli sıkı. hisâl ehemmiyetli, alıcı noktası. 5. değiştirme; ؟evirme, (bkz: tahvil, tebdil). 6. gr. harflerin yer değiştirmesi; meselâ [ ؛vav müteharrik, mâ-kabli meftuh olursa, vav yâya kalb olur : vecede, yecidii.. gibi], kalb-i â h e n în demirden yürek, demir gibi sağlam kalb. kalb-i ba'z: ed. metatezli kelimeler : "İhmâl imhâl..'١gibi. kalb-i hâbîde : uyumuş kalb. kalb-i lıâbide-i cihân: cihânm uyumuş kalbi. kalb-i harâb : harap gönül, kalb-i mecrûh : yaralı gönül, kalb-i meftûr: bezgin gönül, kalb-i metrûk: terkedilmiş, bırakılmış göniil. kalb-i muavvec: ed. çapraşık evirm ece. (bkz: mahbûb-1 muavvec). kalb-i muntazam : ed. harfleri ters okunduğu zaman da bil- mânâ ؟ikan kelime : “reşat, taşer..” gibi. kalb-i muztarib : ıztıraplı kalb. İcalb-İ nâ-şâd ؛kederli, hüzünlü gönül, kalb-i selim : temiz gönül, kalbii'l-akreb : astr. semânın kuzey yarimküresinde görülebilen Akreb burcunun en parlak yıldızı, Antares, lât. alpha Scorpuis. kalbü'l-ceyş : ask. ordunun merkez kısmı. kalbü'1-esed: astr. arslan burcunun en parlak yıldızı, (Regulus); fr. RCgulus, lât. alphake.. kalben ( ًﻗ ﻠ ﺒ ﺎa.zf.): kalb ile, kalbden olarak, samimi, İ ؟ten, gönülden, kendi kendine, can ve gönülden.
kalak ( ضa.i.): i ؟sıkıntısı, gönül darlığı, kal'a kân ( ﻗﻠﻌﻪ ﻛﺎفa.f.b.s.): kale yıkan,
kalb-gâh ( ﻗ ﻠ ﺒ ﻜ ﺎ هa.f.b.i.): 1. canevi. 2. ask. ordunun sağ ve sol kanadlarmın arası, merkez bölümü.
kalâllb ( ﻗ ﻼ ﻳ ﺐa.i. kullâb'ın c.): ucu eğri demirler, ؟engeller; kancalar, (bkz: kelâlib). kalânis ( ﻗﻼﻧﺲa.i. kalensöve'nin c.): tepesi sivri kiilâhlar, takkeler.
kalbi ( ﻗﺒ ﻰa.s.): 1. kalbe mensup, kalble ilgili. Emrâz-ı kalbice : kalb hastalıkları. 2 ٠i ؟ten, gönülden. Kalbiyyü'ş-şekl: yürek bi ؟iminde olan.
55،
kalîlü'l-akl k a lb ic e ٠( ﻗ ﻒa.s.): [“ kalbinin miien.]. (bkz : kalbi).
kalem-şör ( ﻧﻠ ﺴ ﻮ زa.f.b.s.): kalem münâkaşası yapan. kâlbüd ٠( ﻛﺎﻻf.i.): 1. kalıp, şekil, [daha çok] kalem-tıraş ( ﻗ ﻠ ﻤ ﺘ ﺮ ا شa.f.b.i.): 1. [eskiden] kakerpiççi kalıbı. 2 ٠insan veyâ hayvan cesedi; mi? kalem açmakta kullanılan uzun saplı beden; kafes, gövde. küçük bıçak. 2. kurşun kalemi açan âlet, kalb-zen ( ﻗﻠﺒﺰنa.fb.s.): 1. kalpazan. 2. yalan- kalem-zede ( ﻗ ﻠ ﻤ ﺰ د هa.f.b.s.): kaleme alınmış, yazılmış. kalem-zen ( ﻗ ﻠ ﻤ ﺰ نa.fb.s.): kalem vurucu, yakâle ﻛﺎﻟﻪ٠ ( fi.) : 1. kumaş, (bkz : kâlâ ٠). zıcı, kâtip, (bkz : kalem-keş). kâJe-i kâm : emel kumaşı. 2. kelek, ham kakalen “( ^ ﻻka" uzun okunur, a.zf.): sözle, söyvun. leyerek. Kalen ve kalemen: sözle ve yazı kalem ( ﻗﻠﻢa.i.c.: alclâm): 1. kalem. 2. taş yontile. (bkz: şifahen). maya yarayan demir âlet, keski. 3. tülbent kalenbek ( ﻗ ﻠ ﺒ ﻚf.i.): tesbih yapılan, öd nevinve kumaşlara boya çekmek üzere kullani" den hoş kokulu bir ağaç, lan bir çeşit ince fırça. 4. yazı çeşitlerinden her biri. 5. bir ağacı aşılamak üzere diğer kalender ( ﺑ ﺪ رf.s.): 1. dünyâdan elini çekip başı boş dolaşan [derviş]. 2. dünyâdan elini ağaçtan kalem şeklinde kesilmiş olan aşı. 6. yazı, yazma. 7. dâire, dâirelerde yazı İşle- eteğini çekip herşeyi hoş gören [kimse], rinin görüldüğü yer, büro. 8. bir listede ya- kalenderân ( ﻗﻠﻔﺪرانfs. kalender'in c .): kalenzili nesnelerin her biri. Ceffe'l-kalem : diiderler, dervişler. şünüp taşınmadan, hemen hüküm vererek. kalender-âne ( ﻗﻠﺪواﻧﻪf.zf.): kalenderce, kalenEhl-İ kalem : eli kalem tutanlar, *yazarlar, dere yaraşır bir şekilde, kalem-i mahsûs : *özel kalem, kalender-hâne ( ﻗﻠﻨﺪوﺧﺎﻷa.f.b.i.): fakir dervişlerin barınmaları İçin yapılan tekkeler, kalem-i sülüs : g. s. sülüs kalemi, sülüs sitilkalender ( ﻗ ﻠ ﻔ ﺪ ر ى ؛f.i.): 1. kalenderlik; feyde yazı yazmak İçin husûsî olarak hazırlanlesofluk; dervişlik; serserilik. 2. ed. halk mış kalem. edebiyâtı tâbirlerindendir. Saz şâirlerinin kalem-dân ( ﻗ ﻠ ﻤ ﺪ ا نa.f.b.i.): kalemlik, kalem “mef'ûlü, mefâîlü, mefâîlü, faûlün" vezkutusu. ninde tertip ettikleri gazeller; sazla çalınıp kalemen ( ﻗ ﻠ ﻤ ﺄa.zf.): 1. kalemle, yazı ile. 2٠saokunan tasavvuf nazmı, yıca. kalenderiyye ( ﻗﻠ ﻨ ﺪ ر ﻳ ﻪfi.) : kalendelligi şiâr kalem-gîr ( ﻗ ﻠ ﻌ ﺮa.f.b.i.): yazı yazılırken kaedinen tarikat. lemin kâğıda takılmaksızın kolaylıkla yiikalensöve ( ﻟ ﻮ هa.i.c.: kalânis): 1. tepesi sivriimesi. ri külâh, takke. 2. bot. yüksük, kalemi, kalemime ب ، ( ﻗﻠﻤﻰa.s.): kalemle kalevi ( ﻟ ﻮ ىa.s.c.: kaleviyyât): kim. kül ilgisi olan. kabilinden olan şey, alkali, kalemis ( ﻗﻠﻤﻴﺲfi.) : zool. bir misk faresi, kaleviyyât ( ﻗﻠﻮﻳﺎتa.s. kalevi'nin c .): kim. kül kalemime ( ﻗ ﻠ ﻤ ﻴ ﻪa.i.): [eskiden] resmî kabilinden olan şeyler, alkaliler. dâirelerde gördürülen İşler İçin ödenen ÜC- İcalıb "( ﻗﺎﻟﺐka” uzun okunur, a.i.): 1. her hanret, yazı parası. gi bir şeye muayyen bir şekil vermek İçin kalem-kâr ( ز ﺀ زa.f.b.s.): ince nakkaş, kullanılan ve o biçimi taşıyan vâsıta, kalıp. 2. vücııd, beden, gövde. 3. nümûne, örnek, kalem-kâri ( ﻛﻞ ؟ne kadar?'' gibi. kemâl-i mehabet ve azam et: azamet ve kem ( ﺗ ﻢf.s.) : 1. az, eksik, (bkz : kalil, noksân). heybetin son derecesi. 2. fenâ, kötü; bozuk. kemâl-i muhabbet(le): sevgi ile dolu olakemâ ( ﻛ ﻤ ﺎa.e.) : "gibi; misilli, olduğu üzere" rak. gibi benzetme edâtıdır. kemâl-i salâhiyyet: salâhiyetin son derecesi, k em â-fi'1-ew el : evvelki gibi, geniş salâhiyet, geniş ؛yetki, kem â-fi's-sâbık: eskisi gibi, kemâl-i z e v k : zevkin son derecesi. 3. bilgi, kem â-hiye-hakkıhâ : hakkıyla, gereği gibi. fazilet. kemâl-i e v v e l: fels. entelekya, fr. intCliechie. kemâ-hiive'1-mu'tâd : mûtâd üzere, alışıldığı 4. erkek adi. gibi. kelim e-i müvellede : yeni türetilen kelime, yeni kelime bulma, neolo)i, fr. néologie,
581
kemâ.ât
(a.i. kemâl'in c.)in san in , bilgi ve ahlâk güzelliği bakımından olgunlu-
kem â lâ t ﻛ ﺪ ا ﻻ ت gu.
k e m â lâ t-ı m e d e n i c e :
medeniyetçe olan ol-
gunluklar. k e m â lâ t-p e rv er ﻛ ﻤ ﺎ ﻻ ﻻ ﺑ ﺮ و ر
(a.f.b.s.) ؛kemal
sâhibi, olgun kimse.
( ﻛ ﻤﺎﻟﻴ ﻪ ﺀ ﺧﻠﻮت؛هa. b.i.): Halvetiyye ؟Ubesinin Bekriyye kolundan meydana gelen üçüncü kol. [kurucusu: Şeyh Muhammet Kemâlettin'dir]. k em â n ( ﻛ ﻤ ﺎ نf.i.): 1. yay [ok atan]. 2 . kavis. 3. keman. kem â n çe ( ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﺠ ﻪf.i.): 1. kemençe, yayla -diz üzerinde- çalınan, kemana benzer küçük bir çalgı. 2. tar. resmî imzalara çekilen uzun kavis. k e m â liy y e -i h a lv e tim e
(fb .i.): 1. yay zarfı, ok kuburu. 2. keman kutusu, k e m â n -d â r ( ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﺪ ا رf.b.s.): yay tutan, yay tutucu.
k e m â n -d â n ﻛ ﻤﺎ ﻧ ﺪا ن
(f.i.): 1. keman veyâ kemençe oku. 2. matkap yayı. 3. güreşte bir oyun çeşidi.
k em ân e ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪ y a y ı,
kem ân e çek m e : g ü r e ş te , e lle r i h a s m m arkasm d a n g ö ğ s ü ü z e r in d e k ilitle d ik te n so n r a m id e s i v e k a r n i ü z e r in d e k u v v e tle S ivazlıya S iva zlıya
gezdirme.
( ﻛﻤﺎفf.b.s.): kaşları yay gibi güzel, biçimli olan, keman kaşlı, k e m â n -g e r ( ﻛﻤﺎ ﻧ ﻜ ﺮf.b.i.): yay [ok atmaya yarayan] yapan sanatkâr,
k e m â n -e b rû ا ر و
k e m â n -g îr
( ﻛﻤﺎﻧﻜﻴﺮf.b.s.): usta ok atıcı,
k e m â n î اذى٠ﻛ ﻢ
(f.i.): alaturlca kemancı,
j L ( ﻛﻤﺎﻧﻚf.b.s.): 1. keman, yay çeken, ok atan. 2 ٠keman çalan. k e m â n -k e ؟î ( ﻛﻤﺎ ﻧﻜ ﺸﻰfb .i.): ok atıcılık, k em â n -k eş
(a.f.b.s.): asil nesli bozuk, (f.a.b.s.): ayârı doğru olmayan, ayârı bozuk, [kelimenin a sil: "kemıyâr" dır].
k e m -a sl ﻛ ﻢ ا ﺻ ﻞ
k e m -a y â r ﻛ ﻤ ﻌ ﻴ ﺎ ر
(a.zf.): gereği gibi; lâyık olduğu gibi, uygun şekilde. k e m â -y e ؟â ﺑ ﺸﺎ.( ﻛﻤﺎa.zf): dilediği gibi, istediği yolda. k e m â -y e n b a g î ﻛ ﻬ ﺎ ﻳ ﻔ ﻲ
k e m -â z â r ﻛ ﻢ آ زا ر
rarsız. 582
(f.b.s.): zarar vermeyen, za-
(f.b.s.): kıymeti az, değersiz, (f.b.s.): talihsiz, k e m -b id âa ( ﻛ ﻤ ﺒ ﻀ ﺎ ﻋ ﻪf.b.s.): 1. sermayesi kıt. 2. bilgisi zayıf az okumu ؟, k e m -b îzâ a ( ﻛ ﻤ ﺒ ﻔ ﺎ ﻋ ﻪf.b.s.). (bkz: kem-bidâa). k e m -cevâb ب١( ﻛ ﻢ ﺟﻮf.a.b.s.): eksik veya kötü cevap veren. k e m -d il ل٠( ﻛ ﻤ ﺎf.b.s.): gönlü kötü, kötülük seven. İ e m -b a h â ﻫﺎ٠ﻛ ﻢ k em -b a h t
-
kem 'e ئ tru ffe.
(a.i.): b o t. yermantarı, domalan, fr.
(ki.): m ü z. ü ؟telli, küçük kemana benzer diz üstünde yayla çalınan bir çalgı.
ken ıen - ؟e
(f.i.): 1. uzakta bulunan herhangi bir ؟eyi tutup çekmek üzere atılan ucu ilmekli uzun ip. 2. idam İçin kullanılan yağlı kayış [eskiden]. 3. geyik ve benzerleri gibi hayvanların yuları. 4. güzelin saçı, kem en d -i c â n -g ü d â z : cani parçalayan, insam öldüren kement, kem en d -i z i i l f : saçın kemendi, k em en d -en d âz ( ﻛ ﻤ ﻐ ﺪا ﻧ ﺪا زf.b.s.): kement atan,
kem en d ﻛ ﻤ ﺪ
( fi.) : 1. bele takılan kuşak, kayış. 2. don, pantalon, ؟alvai. gibi ؟eylerin bele rastlayan kısmı. 3. kapı, pencere, köprü gibi ؟eylerin, oyugu aşağı bakan kavisli kubbesi, tavam. 4. s. tümsekli, tümseği olan : “kemer burun...” gibi. k em er-i â ftâ b : astr. Güneş'in merkezinden geçtiği farzolunan hat. k em er-b en d ٠ ر ﻻد٠( كf.b.i.): 1. kemer bağı. 2 ٠ s. belinde kemer olan. 3. m ec. dervi ؟. k em er-b en d -i h iz m e t : hizmete, i ؟e hazır, k em er-b est ( ﻛ ﻤ ﺮ ﺑ ﺖf.b.s.): kalrraman, yiğit, kem er-beste ( ﻛ ﻤ ﺮ ﺑ ﺴ ﺘ ﻪf.b.i.): 1. kemer, kuşak b a ğ la m ı2 ؟. ٠tas. bektaşilikte belini bağlami ؟, i ؟e, hizmete hazır kimse, k e m e r-gâ h ( ﻛﻤﺮﺳﻤﺎهfb .i.): kemer yeri, bel. k em er-giisiste ( ﻛ ﻤ ﺮ ﻛ ﻪf.b.s.): belindeki kemeri açmış olan, kemersiz ؛çıplak, k e m -feh m ( ﻛ ﻢ ﻓ ﻬ ﻢf.a.b.s.): anlayışı kıt. k e m -g û ( ﻛ ﻤ ﻜ ﻮf.b.s.): az söyleyen, k e m -g û y î ( ﻛ ﻤ ﻜ ﻮ ﻳ ﻰf.b.i.): fenâ, kötü söz söyleyicilik. k e m -g iiftâ r ( ﻛ ﻤ ﻜ ﺴﺎ وfb.s.): az sözlü, az konu ؟an, az lâkırdı eden. k em er ﻛ ﻢ —ر
kenâk kemhâ ( ﻛ ﻬ ﻬﺎf.i.): ipek kumaş; havsız kadife, kem-hâb ب٠( ﻛ ﻢ ﺧﻮاf.b.s.): uykusu az olan, kemhâ-bâfân ( ﻛ ﻤ ﺨ ﺎ ﺑﺎﻫﺎنf.b.i.): kemhâ dokuyuculan. kenıhâ-hâne ( ﻛ ﻤ ﺨ ﺎ ﺧ ﺎ ﻓ ﻪf.b .i.) : ip e k li k u m a ş d o k u n a n yer.
kem -harf ﻛ ﻢ ا ف.(f.a.b.s.): az söyleyen kimse. (bkz: kem-suhan, kem-zebân). kem-havsala ( ﻛ ﻢ ﺣﻮﺻﻠﻪf.a.b.s.): tahammülü az olan kimse. kem-hired ( ﻛ ﻢ ا دf.b.s.): beyinsiz, ahmak. k e m - h U y t ^ م- ( كf.b.s.) :kotühuylu. kemi ي٠( كa.s.c.: kümât): yiğit, kahraman; savaşçı, (bkz: bahâdır), kemin ن٠( ﻛ ﻢf.s.): 1. ؟ok az. 2. pek küçük, kemin ن٠( ﻛ ﻢa.i.c. ؛kemâîn): 1. pusuya gizlenmiş adam. Der-kemin : pusuda. 2. pusu, kemin-i u fû l: yok olma pususu (Güneş'in battığı ufuk). lcemine ى (fs .): 1. noksan, eksik. 2. âciz, hakir; zavallı. kemîn-gâh, kemin-geh ﻛ ﻤ ﻴ ﻦ ﺳﻤﻪ، ﻛ ﻤ ﻴ ﻦ ﺳﻤﺎه (a.f.b.i.): pusu yeri, pusu tutulan gizli yer. kemîn-giişâ ١ ( ﻛﻤﻴﻦ قa.f.b.s.): tuzak a ؟an, tuzak kuran. kemîn-sâz و ( ﻳ ﺰf.b.s.): pusu kurmuş o la n .
kem-iyâr ( ﺻ ﺎ رf.a .b .s .) : ayârı fenâ, k a r ış ık altm ve gümüş. kem-kadr ( ﻛ ﻤ ﻌﺪرf.a.b.s.): kadri, İtibârı az, âdi, değersiz. kem-kaim ( ﻛ ﻤ ﻌ ﺎ ﺋ ﻢf.a .b .s .) : a n la y ışs ız , kem-kâr ( ﻛ ﻤ ﻜ ﺎ رf .b .s .) : 1. İŞİ az. 2. İŞİ b o z u k , fen a.
kem-kıymet ( ﻛ ﻢ ﻗﻴﻤﺖf.a.b.s.): kıymetsiz, degersiz. kem-mâye ا ﻫﺄﻳﻪ٠( كf.b.i.): asil, cevheri, mayası, tıyneti bozuk.
mihverlerine olan amûdî (dikey) uzaklıgma, o noktanın “kemiyyât-ı vaz'iyye” si (coordinate'lan) adi verilir, kemmiyyet ( ﻛ ﻤ ﻴ ﺖo.i.c.: kemmiyyât): 1. sayı, (bkz : aded). 2. nicelik. 3. gr. miifred hâli (tekillik) veyâ cemi hâli (* ؟oğulluk). k e m m û n ^ ( a . i . ) :kimyon, kem-nâm ( ﻛ ﻤ ﻐﺎ مf.b.s.): namsız, şöhretsiz, adi sam belirsiz. kem-nazar ( ﻛ ﻤ ﻄ ﺮf.a.b.s.): kötü gözle bakan, nazari değen. kemne ، uT (a.i.): hek. karasu denilen bir göz hastalığı, fr. amaurose. kem-pâye ﺑﻪ.( ﻛﻤﺎf.b.s.): pâyesiz, rütbesi, derecesi aşağı. kemrâ ١( ﻛﻤﺮf.i.): ağıl, mandıra, kem-sâl ( ﻛ ﻤ ﺎ لf.b.s.): sinni, yaşı az, gen ؟, kem-suhan ا ﻣ ﺨ ﻦ٠( كf.b.s.): az söyleyen kimse. (bkz: kem-harf, kem-zebân). kem-şerm ( ﻛ ﻢ ﺷﺮمfb.s.): utanması olmayan, arsız. kem-ter ( ﻛ ﻤ ﻌ ﺮf.b.s.): 1. daha aşağı, aşağıda bulunan, halcir, itibarsız. 2. eksik, noksan. Bende-i kem -ter: âciz kul, köle, kem-ter-âne ،٧ ( ﻛ ﺌ ﺮ اf.zf.): âcizce, hakirce, ؟ok küçükçe, [kendinden bahseden kimse alçakgönüllülük gösterirken kullanırdı], (bkz: âciz-âne). kem-terin ﺑ ﻦ. ( ﻛ ﻢf.b.s.): 1. en küçük, en aşağı; en ؟ok eksik. 2. pek âciz, ؟ok hakir, kem-yâb (f.b.s.): nâdir, az bulunan, kem-zebân ا زاف٠( كf.b.s.): az söyleyen kimse, (bkz: kem-harf kem-suhan). kem-zede ( ﺛ ﻢ زدهf.b.s.): tâlihsiz. (bkz : kemzen). kem-zen ﻛ ﻢ زن zede).
(f.b.s.): tâlihsiz. (bkz: kem-
kem-zihn ( ذض٠( كf.a.b.s.): akil zayıf aptal,
kemmi ( ﻛ ﺴ ﻤ ﻰa.s.): 1. cesu r, y iğ it [k im se ]. -ken C3-S- (f.s.): kazıcı, kazan, koparan; yıkan, söken. K ûh-ken: dağ yıkan, tünel a ؟an. 2. s ilâ h lı [kimse]. Gûr-ken: mezar kazan, mezarcı. Sikkekemmiyyât (a.i. kemmiyet'in c .): kemiken : sikke kazan. yetler, *nicelikler. kenâin س ﺀ ي (a.i. kinâne'nin c .): okluklar, ok kemmîyyât-1 vaz'iyye: astr.; top. ؛mat. her kılıfları, tirkeşler, sadaklar, ok kuburları, hangi bir noktanın “kemiyyât-ı vaz'iyye" mihverlerine amûdî (*dikey) uzaklıkla- kenâis ( ي ﺀ د سa.i. kenise'nin c .): kiliseler. (bkz:biya'). rina, ve yine her hangi bir noktanın bir hacim İçinde Ü ؟İÜ kemiyyât-ı vaz'iyye kenâk (f.i.): buruntu, karin ağrısı. 583
Ken'ân K en 'ân
ﻛ ﻊ—ان
leketi,
(a.h .i.): 1. H z. Ya'k u b'u n m em -
Filistin,
Palestin.
M â h -1
K en 'ân ,
Y û su f-İ K e n 'â n : H z. Y û s u f P îr -i K e n 'â n : H z. Y âkub. 2 . erkek adi.
(bkz : sâhil). 3. uc, köşe, caklam a, ku caga alm a.
6. etra f pervazı,
çerçeve. 7 ٠çenber.
( ﻛ ﺎ ر ذf.b .i.) : süs olarak kitaba
kasap çengeli. 4 . g.s. kenarlara serilen
ر
ى
(f.b .i.): fıçı ve şâire çenberi.
ken bûr, ken b û re
ﻛﺌﺒﻮره، ( ﻛﻨﺒﻮرf.i.): hile, ya-
ﻛ ﺪ ه
(f.i.): 1. çukur, ilendek. 2. s. kesil-
miş, biçilm iş. ken d e-h âye
ﻛ ﺪ ه ﺧﺎﻳ ﻪ
(f.b .i.): "hayası kesil-
m iş" : hadim ağası.
ﻧ ﺪ ه
k e n d e -k â r ﻛ ﺎ ر
(f.b .s.): kazıyan, oyan,
nakşeden.
( ﻛﻔﺪه ﻛﺎرانf.i.): kalem kâr. k e n d iriyy e ﺑﻪ.( ﻛﺪﻳﺮa .i.): bot. ؛kendirgiller, k en d -m en d ( ﻛ ﺪ ﻣﻨﺪf.b .s.): perişan, darm ada-
İten d e-kârân
gın, harap. k en d û ( ﻛ ﺪ وf.i.): genişçe toprak, k en d û re, k e n d û ri
^و ى
، ( ﻛ ﺘ ﺪ و ر هf.i.): 1. de-
riden yapılm ış b ü yü k softa. 2. peşkir, (f.i.): koyun, köpek, at gibi h ayvan la-
rin derisine takılan böcek, sakırga,
ى
( a .i.c .: e k n â f) : 1. t a r a f yön. E t r â f
ve e k n â f : ya n la r ve yönler. 2. sığın acak yer.
3 . (o .i.): tuvalet, ayakyolu, k e n i f - (a .i.): ayakyolu,
ken isa , ken ise
ziin lâ -y e fn â : kanaat tükenm ez hazinedir. ilk
sûresi
olan
Fâtilia. bulunan, yân î üzerinde put resm i veyâ gayrim üslim hüküm darlardan m â ru f bi-
ﻛﻠ ﺰ
ﻛﻴ ﻤ ﻪ
،
ب
(a .i.c .: k e n â is):
(f.i.): 1. câriye, halayık. 2 ٠evlenm e-
m iş kız, bâkire. k en lz-b eçe
m eskukât ve şâire. k en z-i İ s l â m î : üzerinde İslâm alâm eti bu-
ﻛﻠ ﺰ؛ ﺟﻪ
zili veyâ M üslüm anlara aidiyeti m âlûm bir nakşı olan göm ülü m eskukât ve şâire, k e n z-i m U şte b ih : husûsâ alâmetten hâlî veyâ darb ve nakşı karışık olup M üslü m an lara m i, gayrim üslim lere m i aidiyeti anlaşılam ayan göm ülü m eskukât ve şâire, kep âd e-k eş
J
ﻛﺄاده
j
(f.b .i.): okçuluğa yeni
başlayan. k e p ân
d i f (f.i.): b ü yü k terâzi, kapan. [A rap -
ç a s ı : “ kabbân'’ dır]. k ep en ek
ﻚ
ﺑ
(f.i.): çobanların giydiği, kol-
suz, dikişsiz, keçeden -dövülerek- yapılm ış giyecek. k er
ﻛﻞ
( f s . ) : 1. sagir. (b k z : utrûş). 2. i. kuvvet,
kudret. 3. m erâm ve m aksat. k e r â b is -
١ﻛﻞ
(a.i. kirbâs'ın c . ) : bezler; ku -
maşlar. kerâd , k erâd e k erâh aten
kilise, (bkz :bey'a).
را د ه
،
ﻛﺮاد
( f s . ) : eski, y ırtık
ﻛﺮاﻫﺔ
(a .zf.): iğrenerek, tiksinerek,
istemeye istemeye, zorâki. kerâh et
ﻛ ﺮا ﻫ ﺖ
(a .i.): 1. iğrenm e, tiksinm e,
(bkz : kerh1). 2. istemeyerek, bask ı ile y ap ma. M a a ' 1-k e r â h e : iğrenerek, tiksinerek, istemeye istemeye. 3. [şer'î ıstılah olarak]
(f.b .i.): câriyenin erkek Ç0-
cugu. k en izek
k e n z-i m a h f i : gizli hazîne. E l-k a n â a tü ken -
elbise.
k e n î n ^ (a.s.): örtülü, gizli, (bkz : meknûn).
k e n iz
(a .i.c .: k ü n û z ): hazîne, define, ye-
lunan, y ân î üzerinde kelim e-i çehâdet ya-
lan, dolan.
kenef
ﻛ
rin in ism i gibi bir alâm et bulunan göm ülü
k e n â r-g îr
٠ﻛ ﺎ
k eliz ﺮ
k e n z-i c â h il î: üzerinde câhiliyet alâm eti
( ﻛ ﺎ ر هf.i.): 1. kıyı, kenar. 2. kucak.
hali.
kene
(a .s.): 1. nankör, iy ilik bilm ez.
S û re -i k e n z : Kur'ân'ın
geçirilen kap.
kende
ﻛ ﻮد
raltında sakil değerli eşyâ.
k e n â r-ı â s m â n : ufuk. 4 . nihâyet, son. 5. k u -
3.
ken û d
bahîl, hasis).
k e n â r j ^ (f.i.): 1. kıyı, çevre. 2 . deniz kıyısı,
ken âre
(a .i.): çöpçü, süpürücü; m evlevî
tekkelerinde aptesâne tem izleyicisi. 2 . âsî, günahkâr. 3. pinti, tam ahkâr. (bkz :
ken ân e ( ﻛ ﺎ ﻧ ﻪf s . ) : köhne, eski,
k e n âr-b e ııd
ﻛﺎ س
k en n âs
bir hâlin, bir hareketin sarih ve kat'î şekilde degil, delâlet sûretiyle men'olunm ası.
ﻛﻞ—زك
(fi.) ؛k ü çü k câriye veyâ acm -
kerâh et-î
fa h rim iz e :
İıarâm a
yak ın
dırm a m ânâsıyla câriyeniz. (bkz : memlûke,
kerâhet. [Güneş'in tulü, zeval ve gu ru b v a-
süriyye).
kitlerine y ak m nam az lcılm ak gibi].
584
Savt-ı kerih k erâ h et-i te n zih iy y e : helâla y ak m kerâhet.
ﻛ ﻮ ﺷ ﺮ
k e re m -giister
(temiz su varken kedi artığı olan su ile ab-
g ü ste râ n )k e re m
det alm ak gibi). (Kerâhet denildiği zam an
m ükrim ).
ilk h a tıra gelen kerâhet-i tahrim iyye'dir). k e râ h iy ye t k e râ ih
ﻛﺮاﻫﻴﺖ
ﻛ ﺮاﺋ ﻪ
(a.i.). (bkz : kerâhet).
(a.i. kerihe'nin c . ) : iğrenç şeyler,
ﻛ ﺮاﺋ ﻢ
(a.i.
c.).
(b k z:
(f.i.): 1 . karga, (b k z : gurâb,
zag). 2 . kuzgun. k e r â k iy y
ﻛ ﺮا ﻛ ﻰ
(a .i.): zo o l., astr. turna, fr.
ﻛﺮاﺳﺪ
(f.s.): lâyık, m ünâsip, uygun.
grue. k erâ m en d
ﻛ ﺮا ﻣ ﺖ
(a .i.c .: k e râ m â t): 1. kerem,
m a. 5. velilerin lüzûm u ânında gösterdikleri fevkalâde hal. 4 . erm işçesine yapılan İş, hareket veyâ söylenen söz, fikir. S â h ib -İ k e r â m e t : kerâm et gösterm iş kim se, k erâ m et-i k e v n iy y e : kâinatın yaradılış m ucizesi.
İcerâm et-nıedâr
ر١ﻛﺮاﻣﺖ ت
(a.b.s.): 1. keram et
gösteren kim se. 2. uysal, iyiliksever kimse,
ﻛﺮاﻧﻪ، ﻛﺮان
kerân , k erâ n e
(f.i.): kenar, uc, kıyı.
B î-k e râ n : kenarsız, uçsuz bucaksız kıyışız, k e râ n e -g ir
J—S ( ﻛﺮاﻧﻪf.b .s.): bir kenara çeki-
len, toplum dan uzak yaşayan kim se, (bkz : m erdüm -giriz, m ünzevi), k e râ n -tâ -k e râ n : bir uçtan bir uca.
ﻛﺮارﻳﺲ
(a.i. kiirrâse'nin c . ) : elyazm ası
kitapların sekiz sahifeden İbâret olan form aları.
ﻛﺮاﺳﺘﻪ
(a.f.b.i.): kerem güs-
kârî).
ﻛ ﺮ ﻣ ﻜ ﺎر
k e re m -k â r
(a.f.b.s.): kerem
eden,
lütfeden, eliaçık olan, bağışlayan, cöm ert,
ﻛ ﺮ ﻣ ﻜﺎ راﻧ ﻪ
k e re m -k â r-â n e
(a.f.zf.):
sûrette, elaçıklığı ile, cöm ertlikle, ( b k z : kerem -perverâne). k e re m -k â ri (b k z :
ﻛ ﺮ ﻣ ﻜﺎ و ى
kerem,
(a.f.b.i.) : kerem kârlık.
kerem -giisteri,
kerem -
perveri).
ﻛ ﺮ ﻣﺒ ﺮ و ر
k e re m -p e rv e r
(a.f.b.s.): kerem eden,
lütfeden, eli a ؟ık olan, bağışlayan, cöm ert,
ﻛﺮاوﻳﻪ، ﻛﺮاوﻳﺎ
k e re m -p e rv e r-â n e
ﻛﺮﻣﺠﺮوواﻧﻪ
(a.f.zf.): kerem
sâhibine yak ışacak sûrette, elaçıklığıyla, cöm ertlikle,
verim lilikle,
(b k z :
kerem -
kârâne). k e re m -p e rv e ri
ﻛ ﺮﻫﺒ ﺮو ر ى
(a.f.b.i.): keremper-
verlik, kerem sâhibi olma, elaçıklığı, CÖm ertlik, verim lilik, ( b k z : kerem -giisteri, kerem-kâri). k erem -p işe
ﺳ ﺸﻪ/
(a.f.b.s.): cöm ertçe davra-
nan. kerenây, k e rre -ııâ y
، ﻛ ﺮﻧﺎ ى
(f.i.): eski-
den kullanılan bir çeşit nefesli saz. k e re v
(f.i.): kereste,
k e râ viy â , k e râ viy e
ﻛﺮو
(f.i.): örüm cek, ( b k z : ankebût,
ankût). (f.i.): bo t. ka-
ram an kim yonu.
ا
K erb elâ
( ﻛﺮﺑﻼa.h .i.): Irak'd a im am
kerh
ﻛ ﺮه
(a.i.) 1 ؛. iğrenm e, tiksinm e, hoşlan-
m am a. 2 . zorlam a, (bkz : kerâhet
(a .i.c. : k ü r u b ) : tasa, kaygı, gam , ke-
kerb ب der.
k erh en
ﻛ ﺮ ﻫﺎ ﺀ
)ت'ل٠
(a .z f.): 1. iğrenerek. 2 . istem eye-
rek, hoşlanm ayarak, zorla ؛zorâki. T a v 'a n HUseyn'in
şehldedildiği ve türbesinin bulunduğu yel'. k e r e f s ^ ^ ^ ( a . i . ) :kereviz, kerem
ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮ ى
terlik, cöm ertlik, elaçıklığı. ( b k z : kerem -
verim li, (bkz : kerem-kâr, sahi),
k erâ m et-i m a 'r if e t : bilgi kerâmetleri.
kerâste
(a.f.zf.): cöm ert-
kerem kârcasına, kerem sâhibine yak ışacak
bağış, ( b k z : İhsân, lutf). 2. ikram , ağırla-
k e râ ris
ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮاﻧ ﻪ
verim li, (bkz : kerem -perver, sahi),
(bkz : bercâ, çespân, şâyeste). kerâ m et
(a.f.b.s. kerem -
likle, elaçıklığıyla. k e re m -giisteri
ﻛ ﺮا ﻛ ﺮ
(b k z :
a ؟ık olanlar. k e re m -giister-ân e
kerim e'nin
kerime). k erâ k er
ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮا ن
k e re m -g iisterân
kerem -
güster'in c . ) : kerem sâhipleri, cömertler, eli
nefret edilecek şeyler. k e râ im
(a.f.b.s.:
sâhibi, cöm ert,
ﻛ ﺮم
(a .i.): 1. asâlet, asillik, soyluluk.
2 . cöm ertlik, elaçıklığı, İûtuf, bağış, bahşiş.
ve kerh en : ister istemez, k e r^ r k e ri
ى
k e rih
( كf.i.)
:1. ö rü m cek ağı.2. sağırlık,
(a .i.): kazm afk].
ا د ه
(a.s. k e rh 'd e n ): 1. iğrenç; çirkin.
S a v t-ı k e rih : çirkin ses.
585
kesret-i müvâneset ziyâde sayı İ ؟in kullanılan cemi' sıygası, *kipi, [zıddı: "kıllet” dir]. kesret-i m ü v â n e s e t : iilfet ve iinsiyet ؟oklugu. k esret-gâh ( ﻛﺜﺮﺗﻜﺎهa.f.b.i.): tas. dünyâ, (bkz : kâinât). k esretiyye ( ﻛﺜﺮﺗﻴﻪa.i.): fels. ؟okçuluk, fr. p lu ralism e.
( ﻛ ﺮ ىa.s.): kesirle ilgili, kesûb ( ﻛ ﺴ ﻮ بa.s.): ؟ok kesbeden, ؟ok kaza-
k e sri
nan.
( ﻛ ﺸﻐﻴﺎ تa.i. keşfin c.) : keşifler, bulup meydana çıkarılan şeyler,
k e şfiy y â t
k e şfiy y â t-ı f e n n i c e k e şfiy y â t-ı ilm iy y e ke ؟fiy y â t-ı sm â iy y e k e şfiy y e
: fenle ilgili buluşlar,
: *bilimsel buluşlar. : endüstriyel buluşlar,
( ﻛ ﺸ ﻔ ﻴ ﻪa.i. keşf'den): kelâmcı mez-
heplerinden biı'i.
( ﻛ ﺸ ﻔﺎﻣﻪa.f.b.i.): bir yapının önceden hesaplanan masraflarım gösteren defter, keşif defteri.
keşf-n âm e
K e şfü 'z -zu n û n اﻟ ﻈﻨ ﻮ ن- ( a . i t . ) : "şüpheli ؟eken, ؟ekici. A f y o n şeylerin keşfi" : Kâtip ؟elebi'nin 20 yılda keş : afyon ؟eken. C e f â -k e ş : cefâ ؟eken, tamamladığı bibliyografyaya dâir bir eseri, ü il-k e ş : gönül ؟eken. S îm - k e ş : Sirma İş[asil a d i: Keşfü'z-Zunûn an Esâmi'1 Kütüb leyen.. gibi. ve'l-Fünûn = Kitapların ve fenlerin isimlek e ş-â-k eş ( ﻛ ﺸﺎ ﻛ ﺶf.i.): 1. ؟ekişme, münâkaşa. rinden şüpheli şeylerin keşfi' dir.]. 2. iki kişinin, bir şeyi birer ucundan tutup her birinin kendine dogru ؟ekmesi. 3. peh- keçide ( ﻛ ﺜ ﻴ ﺪ هfs. ve i.) : 1. ؟ekilmiş, ؟ekiİİŞ. 2. tartılmış. 3. tertibedilmiş, dizilmiş. livanların birbiriyle savaşması. 4 ٠gam, ke4. yazılmış. 5. eski yazıda bâzı harflerin der, tasa, kaygı. 5. felâket, üzerine ؟ekilen ؟izgi; sin, çın, vav .. gibi keşân ( ﻛ ﺸﺎ نf.s. keç'in c .): ؟ekenler, ؟ekiciler. kuyruklu uzantılı harflerin yazıda mahsus M ih n e t -k e ş â n : milrnet ؟ekenler, sûrette ؟ekilmesi: "kâf'ın keşidesi güzel olkeşân ( ﻛ ﺸﺎ نf.s.): ؟eken, ؟ekerek, muştu.." k e ş â n b e r k e şân : zorla, ؟eke ؟eke siiriikleye keşîd e-i silk -i ta h r ir ؛yazıya ؟ekilmiş, sUrUkleye götürerek. keşid e-k am et "( ﻛ ﺸﻴﺪه ﻗﺎﻣﺖka” uzun okunur, k eşân k e şân ( ﻛ ﺸﺎ ن ﻛ ﺸﺎ نf.zf.): zorla, sürüklef.a.b.s.): uzun boylu. ye sUrUkleye, ؟eke ؟eke götürerek, keşîd e-rû [y] [( ﻛ ﺸﻴﺪه ل و ]ىf.a.s.): uzun yüzlü, keşâverz ( ﻛ ﺸﺎ و ر زf.i.) : 1. ekinci, (bkz : fâlih). sürâhi yüzlü. 2. ekinlik. keşiş ( ﻛ ﺸ ﻴ ﺶf.i.c.: keçîşân): papaz, karabaş, k e ş e f ﻛ ﺸ ﻒ.(f.i.): kaplumbağa. kilise papazi, (bkz : râhib). -keçende ﻛ ﺸ ﺪ ه- (f.s.): 1. ؟ekici, ؟eken. M ih n etk eşîşân ( ﻛ ﺸ ﻴ ﺸ ﺎنf.i. keşîş'in c .): papazlar, kakeçende : mihnet ؟eken. 2. mütahammil, rabaçlar; kilise papazları, (bkz : ruhbân). dayanan. l c e ş f - ( a . i . c . :keşfiyyât) :1. a ؟ma,meydana k eçîş-ân e ش اﻻ.( ﻛﺶf.zf.): keşişe, papaza yakışır surette, papaz gibi. ؟ikarma. 2. gizli bir şeyi bulma. 3. bir sırrı öğrenme. 4. bir şeyin olacağını önceden k eşîş-h ân e ﻻ(f.b.i.): manast-ır, kilise, anlama. 5. Allala tarafından İlhâm olunma. keşk ( ﻛ ﺸ ﻠ ﻒa.i.): 1. keşkek, unla berâber dö6. bir yapı İ ؟in harcanacak paranın aşağı vülmüş et ve buğdaydan yapılan ve ortayukarı hesaplanması. 7. [ask. düşmanın Sina kızdırılmış yağ dökülen bir yemek. durumunu anlamak iizere gönderilen erle2. yogurt kurusu, keş, kurut, re "keşif kolu" deııiliı']. k eşk ü l ( ﻛ ﺸ ﻜ ﻮ لf.i.): 1. keşkül, [eskiden] derk e ş f -ik e r â m e t : kerametlerin bilinmesi, viçlerin veyâ dilencilerin kullandığı. Hink e şf-i n ik a b : bir şeyin yüzündeki perdeyi distan cevizi kabuğundan veyâ abanozdan kaldırma, gizli yönünü öğrenme, yapılmış dilenci ؟anağı. 2. üstü, dövülmüş k e şf-i r â z : bir sırrı öğrenme, flndık, fıstık ve rendelenmiş Hindistan cevizi gibi şeylerle süslenmiş olan bir ؟eşit süt k eşf-i u y û b : ayıplaı-ın ortaya ؟ıkması. tatlısı, keşkül-i fukarâ. keşfi, k e ş fim e ص ؛ (a.s.) : keşfe men-
ﻛ ﺶ-
-keş
(f.s .c . : keşân):
sup, keşifle ilgili. 588
k eşk û l-i fu k arâ.
(bkz : keşkül).
kevâîb-i “"fiil" keş-m e-k eş
( ﻛ ﺸ ﻤ ﻜ ﺶf.b.i.): 1. çekişme, kavga؛
mücâdele. 2. kararsızlık, keşnî ض (f.i.): orman; koruluk, k e ş ş â f j u r .(a.s. keşfden ): 1. ؟ok keşfeden, edici, gizli bir şeyi meydana ؟ikaran. 2 . sırİarı ؟özen. 3. i. [eskiden] keşifkolu. 4. i. [eskiden] izci. 5. meşhur bir tefsir, keştî ص (f.i.): gemi, (bkz : sefine), k eştî-i g am (gam gemisi): [bu] dünyâ, k eştî-i N û h :
Hz. Nûh'un tufandan kurtulmak üzere yaptığı ve İ ؟ine her canlıdan birer ؟ift aldığı gemi.
(hoşnutluk gemisi): tasavvufta kişinin herşeyi hoşgörür haldekilere İcatılma hâli.
k e ştî-i r ız â
( ص ﺑﺎد؛اf.b.s.): kayık biçiminde olan bardak, kadeh.
k eştî-bâd e
ن(f.b.i.) : gemici, gemi süvârisi, kaptan, (bkz : nâhudâ, rubbân). k e ştî-b â n î ﻧﻰ(f.b.i.): gemicilik, kaptanlık. k e ştî-b â n
k e ştî-gâh
( ﻛ ﺸ ﻜ ﺎ هf.b.i.) : gemilerin barındığı
yer, liman.
( ﻛ ﺸ ﻰf.b.i.): 1. gemi reisi. 2 . m ec. İçici, İçkici. (bkz : ayyâş). k e ş t î- n iş în ^ ﺷﻨﻰ١( كf.b.s.c.: keştî—nişînân): gemide otul'an, gemide bulunan, k e ştî-n işîn â n ان٠٠ ذشj j S (f.b.s. keştî-nişîn'in c .): gemide oturanlai', gemide bulunanlar, k e ş t î - s â z j l j j J S (f.b.s.) : gemi yapan, gemi tâmir eden, (bkz : keştî-ger).
k e ş tî-k e ş ^
ر١ ﻛ ﺸ ﻰ ﺳﻮ٠ (f.b.s.): gemiye binmiş
veya bindirilmiş. k e ş tlş ik e s te
( ﻛ ﺸ ﻰ ﺷﻜ ﺴﺘﻪf.b.s.): kazaya
uğ-
ramış gemi kalıntısı. k e şû fi^ e ( ﻛ ﺶ_وﻓﻴﻪa.i.): OsmanlI devletinde Mısır valilerinin topladığı veı'gi. keşU fiyye m a i l : tar.
Mısır'da devlet göı'evinde bulunabilmek İ ؟in vâlilere veı'ilen ve vâliler tarafından lıarçlık olarak padişahlara göndei'ilen para, lcetâib ( ﻛﺂ ﺋ ﺐa.i. ketibe'nin c.): askerler, alaylal-, birlikler. ketb
( ﻛ ﺒ ﻪa.i. kâtib'in c .): kâtipler.
keteb e-i a k lâ m
: kalem kâtipleri,
(a.fi.): 1. eskiden "onu, 0 şeyi yazdı” mânâsına, levhaların altına isimle birlikte yazılan bir tâbir,
ketebehu
ب
ketebehu S â m î :
Sâmi yazdı... gibi. 2. [eskiden] hattatlık icâzeti: falan kimse "ketebehu'' aidi... gibi.
( صa.i.): kefiyye, Arapların -omuzlarını dahi örtmek iizere- başlarına sardıkİarı örtü. ketib e 111.11. ه.;( (a.i.c.: ketâib): asker, alay, birlik. k e tfiy y e
( ﻛ ﺒ ﺠ ﻪ ^ و رa.f.b.s.): asker yetiştiren, askeri koruyan ve seven. P â d işâh -1 k e tib e -p e r v e r : askeri himâye eden, koruyan, asker yetiştiren pâdişâh. k etif, k itf, k e te f ﻛ ﻌ ﻒ، ﻛﺘ ﻒ، ﻛ ﺘ ﻒ-(a.i. c . : ek tâf): 1. omuz. 2. anat. omuz küreği, kürek kemiği, fr. om oplate. k etm ( ﻛﺘ ﻢa.i.) : 1. bir sözü, bir haberi, bir sırrı saklama, gizli tutma. k e tib e -p e rv e r
a d e m : Allah'ın ruh ve cisim âlemlerini yaratmayı istediği zaman bütün mahlûkların ilki olan cevher-i ahzar'ın çıktığı yer.
k e tm -i
keştî-ger د (f.b.s.): gemi yapan, gemi tâmir eden [kimse].
k e ştî-sü vâ r
ketebe
ب٠( ﻛﺖa.i.): yazma, (bkz: tahrir),
ketb ü ta h r ir e t m e k :
yazmak.
k e tm -i e s r â r :
sırları saklama. 2. gösterme-
me. k e tm -i n ü fû s
: kendini göstermeme,
( ﻛﺂ نa.i.): bo t. keten, k e ttân i ( ﻛ ﺂ ﻧ ﻲa.s.): ketene âit, ketenle *ilgili. k e ttân
[müen. "kettaniyye” ]. ( ﻛﺘﺎﻧﻴﻪa.i.): bot. ketengiller,
k e ttân iy y e
( ﻛﺘﻮمa.s. ketm'den) : sil. saklayan, herşeyi saklayan, ağzı sıkı, k e tû m -â n e ( ﻛﺘﻮﻣﺎ ﻧ ﻪa.f.b.zf.) : ketûm kimseye, herşeyi saklayana, ağzı sıkı olaira yakışır sûrette. ketU m iyyet ( ﻛ ﺘ ﻮ ﺑ ﺖa.i.): ketûmluk, ağız SIkılığı. k evâbis ( ﻛ ﻮ ا ﺑ ﺲa.i. kebise'nin c.). (bkz: kebise). k e v â h il ( ﻛﻮ'ﻫﻞa.i. kâhil'in c.). (bkz : kâhil). k evâib ( ﻛ ﻮ ا ﻋ ﺐa.i. kâib'in c.): tomurcuk memeli kızlar, (bkz : nevâhid). k e tû m
k e v â ib -i e n c iim : astr.
yedigir, Büyükayı'yı meydana getiren yedi yıldız. 589
kevâkib
( ﻛ ﻮ ا ﻛ ﺐa.i. kevkeb'in
c.) : yıldızlar, (bkz : nücûm). Cüm le-İ kevâlcib : takım-
kevâlcib
yıldız. kevâkib-i câriyye : astr. gezegen, kevâkib-i kutbiyye : astr. *dolaykutupsal,
kutba yakın yıldız. kevâkib-i muvalckata : astr. yeni doğmuş
bir yıldız sanılmışsa da gerçekte parlaklığı birdenbire artıp değişen yıldız, fr. Nova, kevâkib-i m uzâafiyye : ast. birbirinin * ؟ekim *etkisinde bulunan ve böylece ortalc kiitle merkezi ؟evresinde dolanan yakm ilci yıldız, fr. étoile double, binaire, kevâkib-i m iitehaw ile : astr. parlaklığı zamana bağlı olaralc değişme gösteren yıldız, fr. étoile variable. kevâkib-i sâbite ؛astr. durağan yıldız, kevâkib-i s a h â b i^ e : astr. bulutsu yıldızlar, kevâkib-i ulviyye : astr. Mars, Jüpiter ve Sa-
türn gezegenleri. kevâkibü'1-fark : astr. a, p ve n cepheus yıl-
dizlari. kevâkibii'l-ham se : astr. beş büyük gezegen, kevâkibii's-seyyâre : astr. Güneş, A y ve beş
gezegen. kevâkib-şiüâs
( ﻛ ﻮا ﻛ ﺐ ﺷﺎ سa.f.b.i.) : astr. mü-
neccim. kevden kevkeb
( ﻛﻮدتf.s.) : ahmak, düşüncesiz, ( ﻛ ﻮ ﻛ ﺐa.i.c. : lcevâkib) : yıldız, (blcz :
ahter, necm, sitâre). kevkeb-i derri : parlak yıldız. kevkebü'1-hadîd : demir parıltısı; demirin
kıvılcımı.
( ﻛﻮﻛﺒﺎنa.i.c.) : Güney Arabistan'da birka ؟yer adi. kevlcebe .( ﻛ ﻮ كa.i.) : 1. gökteki yıldız. 2. süvâri alayı. kevlcebe ( ﻛﻮك؛هf.i.) : gösteriş, tantana. kevkebi ( ﻛ ﻮ ﻛ ﻰa.s.) : yıldıza âit, yıldızla ilgili, lcevme ( ﻛ ﻮ ﻣ ﺪa.i.) : fels. *katışmaç, lciime, fr.
kevkebân
agrégat.
( يa.i.c. : ekvân) : 1. olma. 2. var olma, varlık, vücut. Âlem -i kevn ü fesâd : dünyâ, lcevn ii fesâd : olma ve bozulma, kevn ii mekân : varlık, lcâinat. kevneyn ( ﻛ ﻮ ﻧ ﻴ ﻦa.i.c.) : 1. cismâni ve rûhânî âlem. 2. dünyâ ve âhiret. Seyyidü'1kevn
590
kevneyn (iki cihâmn U İ U 'S U , Efendisi) : Hz. Muhammed. kevni ( ﻛﻮﻧﻰa.s.) : ^acunsal, kozmik, fr. cosmique. kevniyyât ذﻻت/ (a.i.c.) : ^evrenbilim, kozmoloji, fr. cosmologie. kevniyye ( ا بa.s.) : l“kevnî’’nin müen.l. (bkz : kevni). kevr ( ضa.i.) : 1. sarık sarma. 2. ؟okluk, bolluk. El-havrii ve'1-kevr : ؟okluktan sonra yokluk. kevsel ( ﻛﻮ ﺳﻞa.i.) : geminin ki ؟tarafi. kevser ( ﻛﻮﺛﺮa.i.) : 1. maddi ve mânevi ؟okluk؛ kalabalık nesil. 2. Cennet'te bir havuzun adi. 3. Kur'ân-ı Kerim'in 108 inci sûresi. Â b -I kevser : kevser suyu. Şerâb-1 kevser : kevser şarâbı. 4. İcadın adi. key ا/ (f.zf.) : ne zaman, ne vakit. Tâ-be-key veyâ Tâ-key : ne zamana kadar. lcey ٠( ﻫ ﻢf.i.c. : keyân) : büyük hükümdar, pâdişâh, eski Acem şahlarından ikinci tabakada bulunanların adlarının başına getirilirdi. Key-husrev, Key-kubâd, Keykâvûs... gibi, key cem il : ؟ok güzel. keyân ( ﻛ ﻴ ﺎ نf.i. key'in c.) : keyler, büyük hukümdarlar, şahlar. keyânî ﻳ ﺪ ى٠(fs.) : key'e, büyük hükümdâra mahsus, onunla ilgili. keyâniyân ( ﻛﻴﺎ ﻧﻴﺎفf.i.c.) : Key'lerin soyundan olanlar, eski Iran şahları, Irân'ın Ahemenitler âilesi. keyd د٠( كa.i.) : hile, oyun, dalavere, dolap. keyf ( ﻛ ﻴ ﻒa.i.) : 1. sağlık, afiyet. 2 ٠hoşlanma, memnunluk. 3. gönül açıklığı. 4. neş'e; hafif sarhoşluk. 5. arzu, heves, istek. 6. miza ؟, tabiat. keyfe ﻛﻴ ﻒ-(a.zf.) : h e r nasıl, (bkz : keyfe-mâ). keyfe-mâ ( ﻛﻴﻬﻤﺎa.zf) : h e r nasıl, (blcz : keyfe). keyfe-mâ-yeşâ' ا ث ﺀ٠( ﻛﻴﻎa.zf.) : nasıl isterse, istediği gibi. keyfe-me'ttefak ( ﻛ ﻴ ﻐ ﻤ ﺎ صa.zf.) : nasıl rastgelirse, hangisi olursa. keyfer ( ﻛ ﻴ ﻐ ﺮf.i.) : 1. karşılık. 2. mükâfat veyâ mücâzât. keyfi, keyfiyye ﻛﻴﻔﻴﻪ، ( ﻛﻴﻐﻰa.s.) : keyfe, arzuya, İsteğe bağlı; bir kanuna, bir usûle, bir düzene bağlı olmayan. İdâre-i k e y fic e :
kıble-nâme
keyfe göre edilen İdâre. Muamele-i keyfiyye : keyfe göre yapılan muâmele. keyfiyyât ( ﻛ ﻴ ﻔ ﻴ ﺎ تa.i. keyfiyyet'in c.). (bkz : keyfiyyet). keyfiyyet ( ﻛﻴﻐﻴ ﺖa.i.c.: keyfiyyât): 1. *nitelik. 2. bir ؟eyin iyi veyâ lcötü olması ciheti. 3. gr. bir ismin miizeklcer veyâ müennes olması hâli. 4. bir hâdisenin geçişi. 5. madde, husus, İş. 6. gr. cins. keyfiyyeten ( ﻛﻴﻐﻴﺔa.zf.): keyfiyet, *nitelik baİcımından. keyfiyyet ve kem m iyyet: gr. erkeklik ve di ؟ilik, müfretlik ve cemi'lik. keyhân ٠( ﺳﻤﻬﺎذf.i.): Dünyâ. Key-husrev ( ﻛ ﻴ ﺨ ﺴ ﺮ وf.h.i.): Keykâvus'ıın torunu, s ٤yâvu' ؟un oğlu olan meşhur hükümdar. Keykâviis ( ﻛ ﻴ ﻜ ﺎ و سf.h.i.): 1. Keyâniyân'ın ikinci pâdişâhı olup Keykııbâd'ın torunu ve halefidir. 2. i. astr. semânm kuzey yarim küresinde bulunan ve Küçükayı ile Kuğu burçları arasında Tanin burcunun dirseği hizâsmda ü ؟parlak yıldızdan müteşekkil bir bur ؟, lât. Cepheus, fr. CCphCe. keyl ( ﻛﻴ ﻞa.i.c.: ekyâl): 1. ölçme. 2. kile, tahıl, İıubûbat ölçüsü, ölçek, keylî ( ﻛﻴﻠ ﻰa.s.): lcile ile ölçülen [şeyler], keynûnet ( ﻛﻴﻨﻮﻧ ﺖa.i.): vâr olma, varlık, (bkz : sayrûret). keys ﻛ ﺲ٠(a.i.): zekâ, anlayış, kavrayı ؟. keysiyye ( ﻛ ﻴ ﺐa.i.) :zool.(bkz :kisiyye). keyvân ( ﻛﻨﺒ ﻮا نf.i.): astr. Zuhal (Satürn) gezegeni, fr. Saturne. keyvâni, keyvâniyye ﻛ ﻴ ﻮا ﻧ ﻴ ﻪ، ( ﻛ ﻴ ﻮ ا ﻧ ﻰf. s.) : keyvâna âit, keyvan ile ilgili, keyy ( ﻛﻰa.i.) : dağlama [yarayı], keyyâl ( ﻛ ﻴ ﺎ لa.s.): kileci, lcile ile ölçen [kimse]. keyyâliyye ( ﻛﻴﺎ ﻟﻴﻪa.i.) : 1. lcilecinin aldığı ücret. 2. tas. [büyük k ile] sofiyenin büyiilclerinden Ahmedü'r-Rufâî tarafından kurulmuş olan Rufâî' tarikatı lcollarından birinin adi. (kurucusu : Keyyâlü'r-Rufâî adıyla meşhur Şeyh Ismâil Keyyâli'dir). keyyis ( ﻛﻴ ﺲa.s.): 1. kiyâsetli, akıllı, anlayışlı, kavrayışlı. 2. ince, zarif, [miien. : "keyyise”]. kezâ ( ﻛ ﺬ اa.e.): böyle, böylece; bu da öyle.
kezâbir ( ﻛﺬاﺑ ﺮa.i. küzbere'nin c .): asmacıklar. ke-zâlik ( ﻛ ﺬ ا ﻟ ﻚa.e.) : kezâ٠bu; bu da öyle, kezâz, kezâzet ﻛ ﻈﺎ ﻇ ﺖ، ( ﻛ ﻈﺎ ظa.i.): hek. soluk alamayacak derecede mide dolgunluğu, kezim ﻛ ﻴ ﻢ nen.
(a.s.): kızgınlığını, öfkesini ye-
lcezm ا٠( ﻛ ﻆa.i.) : kızgınlığı, öflceyi yenme, kezûb ( ﻛﺬ و بa.s.) ؛pek yalancı, ؟olc yalan söyleyen. kezzâb ( ﻛ ﺬا بa.s. kizb'den): 1. ؟ok yalan söyleyen, pek yalancı. kezzâb-ı bî-hicâb: utanmaz yalancı. 2. i. kim. asit nitrik (HNO3). kıbâb (' ﻗ ﺎ بa.i. kubbe'nin c .): tepesi yarim küre ؟eklinde olan binâ damları. Niih kıbâb (dokuz kubbe): gökyüzü, (bkz : kubeb). kıbâbü'l-aktâb (kutupların Mevlânâ'nın türbesi.
kubbeleri):
kıbâh ( ﻗ ﺎ حa.s. kabih'in c .): kabihler, ؟irkinler. kıbâl ( ﻗ ﺴ ﺎ لa.i.): 1. kar ؟ıla ؟tıı٠ma [bir yazıyı-]. 2. hareket, davranış ؟ekli, kıbâle ( ﻗ ﺒ ﺎ ﻟ ﻪa.i.): ebelik, ؟ocuk doğurtma san'atı. kıbel ( ق— لa.i.): taraf, yan, yön. (bkz : cânib, cihet). M in-kıbeli'r-Rahm ân: Allalı tarafından. (bkz: min-tarafillâh). kıbel-i ؟er'-i ؟eriften : ؟eriat tarafından, kıble ( ﻗﺒﻠﻪa.i.): 1. namaza başlarken yönelinen taraf; Mekke tarah. kıble-i âlem (dünyânın kıblesi): ؟ark (doğu) hükümdarları hakkında kullanılan bir deyim. kıble-i hâcet (hâcet kıblesi): bir arzunun gerçekleşmesi İ ؟in başvurulan makam. kıble-i İs lâ m : Müslümanların namazda yüzünü döneceği, yöneleceği yer. 2. (bize nazaren) cenup tarafı (güney). 3. güneyden esen rüzgâr. 4. darlıkta başvurulan kapı. kıbletü'l-hâcât: hacetlerin husûlü niyâziyle yönelinen makam. kıble-gâh ( ﻗ ﺒ ﻠ ﻪ ﺳﻤﺎهa.f.b.i.): kıblenin bulunduğu semt. kıble-nâme ( ﻗﺒﻠﻪ ﻧ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): “kıbleyi yazan, gösteren” : pusula. 591
kıble-nümâ
kıble-nümâ ( ﻗﺒﻠﻪ ﻧ ﻤ ﺎa.f.b.i.): kıbleyi, cenûbu (güneyi) gösteren âlet, pusula, kıble-rû ( ﻗﻠ ﻪ روa.f.b.s.): yüzünü kıbleye doğru çevirmi ؟, kıbleye yönelmi ؟kimse, kıbletân ( ﻗﺒﻠﺘﺎفa.i.c.). (bkz : kıbleteyn). kıbleteyn ( ﻗ ﺒ ﻠ ﺘ ﻴ ﻦa.i.c.): "iki kıble”: Beyt-İ Muazzam ile Kudüs'teki Beyt-İ Makdis. Mescid-i zû-kıbleteyn : iki kıbleli mescit. Zû-kıbleteyn: iki kıbleli. kıblî ( ﻗ ﻠ ﻰa.s.): 1. güneye âit, güneyle ilgili. 2. i. güneyli. kıbt ( ﻗ ﻂa.i.): Mısır'ın eski, yerli halkı, kıbtî ( ﻗ ﻄ ﻰa.i.c.: kabâtî): 1. kıbt soyundan, çingene, (bkz: kıbtiyân). 2.S. çingene ile ilgili. kıbtiyân ( ﻗ ﺒ ﻄ ﻴﺎ نa.i. kıbtî'nin c .): çingeneler, (bkz: kabâtî.). kıbtiyye ( ﻗ ﻄ ﻪa.s.): ["kıbtî'nin müen.J. (bkz : kıbtî). kıdâh ( ﻗ ﺪ ا حa.i. kadelr'in c .): kadelaler. (bkz : akdâh). kıdem ( ﻗ ﺪ مa.i.) : 1. kadim olma, eskilde, bir İ ؟te eskilik. 2. zamanca, me'mûriyetçe, rütbece eskilik. 3. başlangıcı olmayacak kadar eskilik, ["kıdem", Allah'ın asli sıfatlarındandır]. kıdem-i âlem : dünyânın eskiliği, kıdem-i zam ân î: zaman bakımından eskilik. kıdem-i z â tî: (birinin) rütbe bakımından eskiliği. kıdem tazm în âtı: belirli müddet bir yerde çalıştıktan sonı'a içinden ayrılan kimseye verilen .para, İkrâıniye. kıdemen ( ﻗﺪﻣﺎa.zf.): kıdemce, kıdem yoluyla, eskilikçe. kıdemî ( ﻗﺪﻣﻰa.s.): eskilikle ilgili olan [rütbe veme'mûriyette]. kıdemiyye ( ﻗ ﺪ ﺑ ﻪa.i.) : ["kıdemî” ninmüen.]. (bkz :kıdemî). kıdr, kıdre ﻗﺪره، ( ﻗﺪرa.i.c.: kudûr): çömlek, kıdve ( ﻗ ﺪ و هa.i.) : 1. kendisine uyup ardından gidilecek kimse. 2. bir sınıfın veyâ topluluğun başında olan kimse, lcıdvet (bkz: kıdve). kıdvetü 'l-ârifîn: bilgililerin en bilgisi olan [kimse]. 592
kıdvetü'l-ebrâr : dindarların ve iyi kimselerin en büyüğü. kıdvetü'l-hükemâ: hikmet erbâbının tâbî olup boyun eğdikleri kimse, kıdvetü'l-ulem â: âlimlerin tâbî olup boyun eğdikleri kimse. kıdvetü'l-ümerâ: emirlerin, beylerin tâbî olup boyun eğdikleri kimse, [kelime: ''kadve” ve “kudve” ؟eklinde de kullanılır], kıfâr ( ﻗﻔﺎرa.i. kafr'ın c .): çöller, susuz yerler, k ıh f ( ﻗﺤ ﻒa.i.c.: akhâf, kuhûf) ؛hek. beynin, İçinde bulunduğu kafa kemiği, kafatası, k ıh fî ص (a.s.): kıhıfa, kafatasına âit, kafatası ile ilgili. kihfiyyât ( ﻗ ﺤ ﻔ ﻴ ﺎ تa.i.c.): kafatası kemiğinin ؟ekil bakımından akli meleke (.yeti) lerin belirtisi olduğunu ileri süren görü ؟, kils ( ﻗﻼعa.i. kal'a'nın c.): kaleleı-, surlar, kılâ-ı erb aa: "dört kale" [eskiden] An'adolu ve Rumeli Kavaklarıyla Yû ؟â ve Telli Tabya hakkında kullanılan bir tâbir, kılâ-ı hâkanî (“ka” uzun okunur): hâkan kaleleri. kıla-ı metine : sağlam kaleler, kılâ-ı rasine : sağlam kaleler, kılâa ( ﻗﻼﻋﻪa.i.): yelken, kılâde ( ﻗﻼدهa.i.c. : kalâid): gerdanlık; akarsu, kılâfet ( ﻗﻼﻓ ﺖa.i.): kalafat, gemi kalafatlama, gemi ziftleme usul ve san'atı. kıllet ( ﻗﻠ ﺖa.i.): 1. azlık, [zıddı: kesret]. 2. kıtilk. (bkz: nedret). Cem'-i k ılle t: a. gr. türlü vezinlei.de cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı malrsus olanlaı'ı. kıllet-i nukud ("ka" uzun okunur): para darlığı. kım âr ( ﻗ ﻤ ﺎ رa.i.). (bkz : kumâr, meysir). [kelimenin asil “kımâr" olduğu halde, ''kumar" yaygındır]. kımâr-bâz ( ﻗﺎرﺑﺎزa.f.b.i.). (bkz : kumâr-bâz). [kelimenin asil "kımâr-bâz” olduğu halde "kumâr-bâz” yaygındıı']. kımâr-hâne ( ﻗ ﻤ ﺎ ر ص ﺀa.f.b.i.).(bkz : kumârlıâne). [kelimenin asil "kımâr-hâne” olduğu halde, "kumar-hâne” yaygındıı']. k ı m â t ^ (a.i.): sargı, örtü; sarılacak bez.
kısâr
( ﻗ ﻤ ﻪa.i.) : 1. bot. köm e ؟, fr. capitule. 2. bot. deste şeklinde olan ؟İ ؟ek; tepe [ ؟İ ؟ek vaziyetinde].
k ım m e
k ım m e tü 'r -r e 's : anat. k ın â'
bregma.
( ﻗﻴﺎ عa.i.): örtü; başörtüsü; yaşmak; pe ؟e.
(bkz: nikab). kındîl ( ﻗﻔﺪﻳﻞa.i.c.: kanâdil). (bkz : kandil), k m n â re
( ﻗﺘﺎرهa.i.): kanara, mezbaha.
(nahs-i kırân ): astr. Mars (Merîh) ile Satürn (Zuhal) ün ayni burçta birbirine yaklaşması, [kutsuzluk İşâreti sayılır).
k ır â n -ı n a h se y n
(sa'd-i k ırân ): Venüs (Zühre) ile [üpiter (Müşteri) in ayni burçta birbirine yaklaşması, [kutluluk İşâreti sayılır]. S â h ib -k ır â n : ؟ok tâlihli, ؟ok kuvvetli hükümdar.
k ır â n -ı sa'd eyn
k ın n e b ^ ( a .i.) :k m n a p ,in c e sicim,
k ır â n â t
( ﻗﻨﻄﺎرa.i.c.: kanâtir). (bkz: kantâr). Icirâat ( ﻗ ﺮ ا ﺋ ﺖa.i.) : 1. okuma; devamlı ve düz-
k ır â t
k ın tâ r
gün okuma, (bkz: hânden). (İlm -i k ı r â a t : Kur'ân'ın usûl ve kaidesine göre okunması, : Kur'ân-1 Kerim'in yedi türlü okunuş tarzı, (bkz : rivâyet-i aşere).
k ırâ a t-i seb’a
: bu yedi tarz arasında yaygm olam. B e d ii k ı r â a t : ed. mantıki kıraat şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirme, şiddet makamında yükseltme, -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzûu ses ve İşâretle canlandırma. M a n tık i k ı r â a t : ed. acele etmeyerek, fakat yazı işâretlerine dikkat ederek, yânî virgüllerde biraz, noktalı virgüllel'de biraz daha durmak, şaşma ve sualleri anlatmak, konuşmalarda konuşanların sözlerini ayırmak sûretiyle okuma. M ih a n ik i k ı r â a t : kelimeleri, terkipleri dogı'u telâffuz etmekle berâbel', ezbel' deı'si dinletircesine ve makine gibi saldır saldır okuma. 2. namazın ı'ükünlerinden olmak üzere Kur'an'dan muayyen parçalan okuma farizası,
k ırâ a t-i  s î m
k ırâ a t ü k it â b e t :
okuma ve yazma,
( ﻗﺮاﻻتa.i. kırâat'in c .): (bkz : kırâat). k ırâ a t-h â n e ( ﻗ ﺮاﺋﺘ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i.): İçinde gazete, k ırâ â t
mecmua bulunan büyük kahvehane, k ırâ b
( ﻗ ﺮ ا بa.i.): kılı ؟ve bıçak kını, ( ﻗﺮا ﻟﻴ ﺖa.i.): kııallık. [yanlış ve uy-
k ir â liy y e t
durma bir kelime olmakla berâber kullanılmış ve kullanılmaktadır].
( ﻗﺮانf.i.): 1848 den 1927 ye kadar İran'da kullanılan bir gümüş para. [1 1/4 dolar degerinde olup 10 kıı'an 1 tornan ederdi],
k ır â n
( ﻗﺮانa.i.c.: kırânât): 1. yakınlık, (bkz : mukarenet). 2. iki şeyin birleşmesi. 3. astr. seyyâre (*gezegen) lerden ikisinin bir bur ؟ta birleşmesi.
k ır â n
( ﻗﺮاﻧﺎتa.i. kırân'ın c .): yakınlıklar, yakınlaşmalar, birleşmeler, biraraya gelmeler, ( ﻗﺮاطa.i.). (bkz : kîrât).
( ﻗﺮﺑﻪa.i.c.: kurubât): 1. [evvelce] sakalarm kullandığı, ince köseleden veyâ deriden yapılmış su kabı, saka tulumu. 2. hek. 0 ؟cuklarda karin şişmesi.
k ır b a
k ır b â v iy y ü 'ş -ş e k l: zo o l.
*tulumlular, fr. as-
cons. k ır d
( ﻗ ﺮ دa.i.c.: akrâd, kırede, kurûd): may-
mun.
( ﻗﺮدهa.i. kırd'ın c . ) : zool. primatlar, bütün maymun ؟eşitlerini, ve bâzı âlimlerin sınıflamasına göre, insanları da İ ؟ine alan memeliler takımı.
k ıre d e
( ﻗ ﺮ ﺳ ﺰa.i.): kırmız böceğinden ؟ıkarılan parlak ve al boya.
k ır m ız
( ﻗﺮﻃﺎسa.i.c.: karâtis): 1. kâğıt, kâğıt tabakası, sahife. 2. kâğıtçı,
k ır tâ s
ﻗﺮﻃﺎ ﺑ ﻪ، ( ﻗ ﺮ ﻃﺎ ﺳ ﻰa. s.): âit, kâğıt ile ilgili. M a sâ r if-İ k ı r t â s iy y e : kırtâsiye, kâğıt ve yazı İşleri masrafları, *giderlel'i.
k ırtâ s î, k ı r t â s i ^ e
kâğıda
( ز ﻷ بa.i.): kâğıtla yapılan muâmeleler; kâğıt İşleri,
k ırtâ s iy y e
( ﻗﻴ ﺮ وا نa.i.): 1. keı٠vaıı, kafile, (bkz: kârbân). 2. dünyânın tarafları, doğu ve bati.
k ır v â n
( ﻗ ﺮ ز ا مa.i.): kaldırım şâiri; sa ؟ma sapan söz söyleyen, (bkz: heı'ze-gû, jâj-hâ, tirzîk-gû).
k ır z â m
k ıs
j J
(a.f.): kıyas et!, bununla Öİ ! ؟V e İtıs bunun üzerine kıyas et! V e kıs a le y h i'1-b e v â k î : arta kalanlarım, diğerlerini de buna kıyas et! a lâ -h â z â :
kısâr ( ﻗ ﻤ ﺎ رa.s. kasir'in c .): 1. kısalar, boyu küçükler. 2. Kur'ân-1 Kerim'in az âyetli sûreleri, (bkz: tıvâl). 593
kisâret k isâ re t
( ﻗ ﻤﺎ ر تa.i.): 1. leke çıkarma sanatı, le-
kecilik. 2. çırpıcılık, temizleyicilik, (a.i. kıssa'nın c.) ؛fıkralar, hikâyeler; rivâyetler. k ıs a s -ı e n b iy â ' : peygamberlerin târihi, lcısâs ( ﺻﺎ صa.i.): h u k. öldüreni öldürme, yaralayam yaralama cezâsı. k ı s â s f i'l- e t r â f :h u k . [eskiden] kesilmiş veyâ yaralanmış bir uzuv (organ) mukabilinde, yaralıyanm ve kesenin mümâsil uzvunu yaralama veyâ kesme. İcısas f i'n - n e f s : h u k . [eskiden] katili, nefsi mukabilinde katletme. k ı s â s e n ^ ^ (a.zf.): kısas yoluyla, öldüreni öldürerek, yaralayanı yaralayarak, müsâvî şekilde cezalandırarak. k ısm ( ﻧ ﻢa.i.c. ؛aksâm ): 1. bölük, parça, takim; çeşit, nevi. 2. fasıl, bahis [kitap hakkında]. k ıs m -ı a 'ş â r î : m at. mantis, fr. m an tisse, lcısm -ı tâ m m 1 )؛m at. (logaritmada) tam kisim, *belirtgen; 2) karakteristik, k ısm en L j (a.zf): bil- kısım, bir bölük, bir parça, bir takım olai'ak; bir bahis, bir fasıl olarak, (bkz: kısmî). lcısm et ( ﻓ ﻤ ﺖa.i.): 1. bölme, pay etme, hisselere ayırma. 2. tâlih, nasip, kader. 3. h u k. şâyî olan liisseyi tâyin etme, belirtme. H â ric -İ k ısm e t (bölıhe işleminden sonra arta kalan sayı): m at. *bölüm, k ısm e t-i âd ile : eşit olarak yapılan ayırım, k ısm e t-i a s k e r iy y e : kassamlık, kassam dâiresi. k ısm e t-i c e m ' : fık . türlü ve müşterek şeylerin kısımlara bölünerek her birinde şâyî olan liisselerin birer kısmında cemi, [üç kişi arasında müşterek olan otuz koyunu onai' onai' üçe bölmek gibi], k ısm e t-i fe rt veyâ k ısm e t-i t e f r i k : fık . müşterek bir nesnenin bölünüp, her cüzünde şâyi olan hisselerin birer kısmını belirten kısmet, [bir arsanın ikiye taksimi gibi], k ısm e t-i f u z û l î : fık . yapılması sözle veyâ fiil ile icâzete vakfedilen kısmet, [bir kimsenin, müşterek bir mail, sahiplerinin izin, söz ve fiil icâzetiyle taksim etmesi gibi], k ısm e t-i k a z â : fık . müşterek bir mülke sâhip olanlardan bâzılarının istegi üzerine k ısas ﻗﻤ ﺺ
594
hâkimin (yargıç) cebren ve hükmen yaptığı taksim, kısmet. kısnıet-i rızâ : fık. hepsi âkıl ve bâliğ olmuş bulunan vârislerin (mirasçıların), müşterek mülk sahiplerinin rızâlarıyla yapılan kısmet olup kendi arzularıyla aralarında veyâ hepsinin muvâfakatiyla hâkim (yargı ) ؟tarafından taksim edilir, kismet-i tefrik : her cüzünde şâyî olan hisselerin ?uyûunıın izâlesi sûretiyle ayrılması, kismet-i tereke : huk. terekeye âit olan hakİarı, sahiplerine ulaştırma, kısm î ى٠( فa.s.) : bir kısım, bir kısmına mahsus, bir bölük, bir parça, (bkz : kısmen), kısm î intihâb : ara seçimi, kıssa ( ﻗ ﺐa.i.c. : kısas) : 1. fıkra, hikâye, rivâyet. 2. vak'a, mâcerâ. El-kissa : hâsılı, sözün kısası, kıssa' ( ﻗﻔﺎﺀa.i.) : hıyar. kıssâü'l-himâr ( ﻗﺎﺀاﻟﺤﻤﺎرa.it.) : bot. eşek hıyari, fr. eiater. kıssa-gû ( ﻗ ﻤ ﻪ ﺳﻤﻮa.f.b.i.) : hikâye, masal söyleyen. kıssa-güzâr ر١ى ( ﻗ ﺼ ﻪa.fb.i.): kıssa, masal, hikâye söyleyen kimse, (bkz : kıssa-hân). kıssa-hân ( ﻗ ﺐ ﺧ ﻮ ا نa.fb.i.) : kıssa, hikâye, masal söyleyen kimse, (bkz : kassâs, kıssagüzâr). kissâiyye ( ﻫﺜﺎﺋﻪa.i.) : bot. kabakgiller, kissa-perdâz ه رداز٠( ﻗﻪa.f.b.i.) : kıssa, hikâye düzeıı kimse, masalcı. kıssîs س٠( ﻓ ﻲa.i.c. : kasâvise) : keşiş, papaz, (bkz : râlıib). kist ■ U (a.i.) : 1. hisse, pay, nasip. 2. tarti, ÖİÇÜ ve bölüşmelerde doğru İş görme. 3. parça parça ödenen bir boı٠ç ve sâirenin her defâda verilen kısmı, taksit, kıste'l-yevm : ı) çalışılmayan günler İçin kesilen para; 2) bir aylık maaşın bir güne İsâbet eden kısmı. kist mevâcibi : hisseye düşen paranın verilmesi, ücret. kist mevâcibleri : tar. üç aylık ulûfe. kıstâs j A J (a.i.) : 1. büyük terâzi. 2. ÖİÇÜ. (bkz : mizân). 3. fels. kriteriyum. fr. critérium.
(a.i.c.) : iki kist, iki hisse, pay; iki ÖİÇÜ, iki parça.
kisteyn J .b- J
kıyam lillah
kısteyn m evâcibi: iki kist ulûfe. k ı ؟r ^ ( a . i . c . :ku ؟ûr)ı. kabuk. k ı ؟r-ı arz : Jeol. yer lcabıığu. 2. tahıl; yemi؟ kabuğu. k ı ؟r-ı bâdem : bot. bâdem kabuğu. k ı ؟r-ı s â n î: bot. içkabuk. k ı ؟r-ı s in : anat. dişin kökünü lcaplayan İÇİsim, seman. k ı ؟r-ı ؟ecer : bot. ağa ؟kabuğu. k ı ؟r-ı t â lî: bot. *ikincil kabuk, kıçrî, k ıç r i^ e ﻗﺸﺮﻳﻪ، ( ﻗﺸﺮىa.s.): kı ؟ra, kabuğa mensup, lcabulcla ilgili. Hayvânât-1 k i ؟riy y e : zool. *kabuklular, yenge ؟, İstakoz gibi kabuğu olan hayvanlar. k ı ؟riyye-i âliye : zool. yüksek kabuklular, fr. malacostracees. kıt'a ( ﻗﻄﻌﻪa.i.c.: kıtaât): 1. par ؟a, bölük, cüz. kıt'a-i arz : yeryüzü parçaları, kıt'a-i cesîme : büyük paı٠ ؟a. kıt'a-i d â ire : geo. dâii'e parçası, daire kesmesi. kıt'a-i h a rk a fi^ e : anat. kalça kemiği, kıt'a-i kebîre : ed. iki beyitten fazla olan kıt'a. 5. bir satir sülüs ve altında yazılan birka؟ satir nesiliten meydana gelen yazı parçası, kıt'a-i kiire : geo. küre kesmesi, kıt'a-i m uhayyel: tasarlanmış kıt'a. 3. askerî birlik. 4. ed. en az iki beyitten meydana gelen, gazel tarzında kafiyelenen, ancak ilk beytinin mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan nazım şekli. kıt'a-i münkasime : *bölüt, fr. segment. kıt'a-i m üstakim e: mat. doğru paı- ؟ası. 2. arâzî, memleket iillce. kıt'a kıt'a : parça parça, bölülc bölülc. kıtâ' ( ﻗ ﻄ ﺎ عa.i.): 1. kat'etme, lcesme. 2. geo. dâireden bil' kıt'a, bir parça, bil' lcesme, fr. segment. kitâ'-ı d â ire : geo. dâire parçası, dâire lcesmesi. kıtaât ( ﻗ ﻄ ﻌ ﺎ تa.i. kıt'a'nın c .): 1. parçalar, bölükler, cüzler. 2. memleketler, ülkeler. 3 ٠askeri birlikler. 4. büyük kara parçaları, kıtaât-ı hamse-i ma'lûme: bilinen be ؟kıt'a. kıtâl ( ﻗﺂ لa.i. katl'den): vuruşma, birbirini Öİdürme; savaş, (bkz : mukatele). kıtâr ( ﻗﻄﺎرa.i.). (bkz: katâr).
kıtarü'l-feres: astr. bir takımyıldızın adi. Tay, fr. Petit Cheval. kıtm îr ( ﻗﻄﻤﻴﺮa.i.): Eshâb-1 K ehfin köpeğinin adi. kıtt ( ﻗ ﻂa.i.c.: kıtât): kedi, (bkz : gürbe, hirre, sinnevr). kıvâm ( ﻗﻮامa.i. kavim'in c.) : dikler, doğrular. kıvâm ( ﻗﻮامa.i.) : 1. duru ؟, durma. 2. direk. kıvâm-1 dîn : dinin direği. 3. bir mâyi (Sıvı) nm koyuluk derecesi. 4. tav; ؟ağ. kıvâm ü'd-dîn: 1) dinin direği; 2) i. erkek adi. ["kıvamettin” ؟eklinde kullanılır]. İcıyâdet ( ﻗ ﺎ د تa.i. kaide'den) : kumandanlık, kumanda, Somuta. kıyâfet ( ﻗ ﻴ ﺎ ﻓ ﺖa.i.): 1. kılık; bir ؟eyin di ؟görünü ؟ü. 2. ؟ekil, heyet, sûret. 3. bir kimsenin giyindiklerinin bütünü. İlm-i k ıy â fe t: insanin yüzünden ve di ؟görünüşünden, i؟ vasıflarına, i ؟hayâtına dâiı' ahkâm ؟ikarma bilgisi. Tebdîl-İ k ıy âfe t: tanınmayacak kılığa girme. kıyâfet-ııâme ( ﻗﻴﺎﻓﺘﻨﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): kıyafetten hüküm ؟ikarma kitabi. [Bıırsa'lı büyük mutasavvıf İsmail Halckı'nm "Kıyâfet-nâme”si meşhurdur]. kıyâm ( ﻗ ﺎ مa.i.): 1. kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma. 2. namazın iftitalr tekbîriyle rükû arasındaki ayakta dui'ma kısmı. 3. bili ؟e kalkışma, başlama. 4. ayaklanma, (bkz : İsyân). 5. ölümden sonra dirilip ayağa kalkma, (bkz: ba'sü ba'de'l-mevt).Yevmü'lkıyâm : kıyâmet günü, (bkz : rûz-i kıyâm, 1.Û Z-İ mahşer). kıyâm ve İsyân : ayaklanma, kıyâm billah ( ﻗﺎ م ﺑ ﺎ ﻟ ﻠ ﻪa.b.i.): tas. 1-üsumdan bilkülliye ferâgat ve seyr anillâh, billâh, fillâh sûretiyle mânevî menzillerin hepsini geçtikten sonra hâsıl olan belca billâh mertebesindeki istikamet. kıyâmet ( ﻗﺎ ﻣ ﺖa.i.): 1. dünyânın sonu, bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacakları zaman. Kıyâm -1 k ıyâm et: İcıyâmet vakti, (blcz : rûz-i mah ؟eı'). 2. büyük sıkıntı, belâ, gürültü, patırdı. lcıyâm lillah ( ﻗ ﺎ م غa.b.i.): tas. gaflet uykusundan uyanılc olnaa ve seyr-i İlâllah'a gaflet hâlinden beri bulunma. 595
kıyâs
kıyâs ( ﻗ ﺎ سa.i.): 1. bir ؟eyi başka başka bir ؟eye benzeterek hüküm verme, bu yolda verilen hüküm, bir tutma. 2. karşılaştırma; ؛Ornekseme. 3. umûm kaideye uyma. 4. mant. ؛tasım. Alâ-gayri'l-kıyas : kıyâsa ve kaideye uygun olmamak üzere, kıyâsa m uhalefet: ed. (bkz: galat-1 tahakkümi). kıyâs-ı c e li: asıldaki illetin ferde vücûdu zâhir ve zihne mütebâdir olan kıyas, kıyâs-ı fâ s id : mant. mantığa uymazlık, paralojizm, fr. paralogisme. kıyâs-ı fu k a h â : fık. hakkında açıkça âyet veyâ hadis bulunmayan meselelere dâir, üzerine âyet ve hadis olan benzerlerine göre âlimler tarafından verilen hüküm, kıyâs-ı h a f i: sebebi gizli olan ve zihne birden gelmeyen kıyas. kıyâs-ı m atvi: mant. ؛Onertilerinden biri gizli veyâ söylenmemi ؟olan ؛tasım, entimem, fr. enthymeme. kıyâs-ı mevsûlii'n-netâyic: mant. ؛Ontasım, fr. prosyUogisme. kıyâs-ı m ukassim : mant. ؛ikilem, fr. dilemme. kıyâs-ı m üdellel: mant. ؛kanıtlı karşılaştırma, epikerem, fr. epichereme. kıyâs-ı m iilh akk: mant. ؛astasım, fr. episyllogisme. kıyâs-ı m üselsel: mant. sorit. kıyâs-ı n e fs : kendine benzeterek İıükmetme. kıyâsât ( ﻗ ﺎ ﻣ ﺎ تa.i. kıyâs'ın c .): 1. kıyaslar, (bkz : kıyâs). 2 ٠mant. ؛tasımlar, kıyâsât-ı m iiselsele: mant. ؛çoktasım, fr. polysyllogisme. kıyâseıı ا٠( ﻗ ﺎa.zf.): 1. kıyas sûretiyle, yoluyla. 2. benzeterek, sanarak. 3. kaideye tatbik ederek. lcıyâsî, k ıy â s i^ e ﻗ ﺎ ﺑ ﻪ، ( ﻗ ﺎ ﺳ ﻰa.s.c.: kıyâsiyyât): 1. umûmî kaideye uygun olan. 2. tatbik veyâ benzetme ile olan. kıyâsiyyât ( ﻗ ﺎ ﺑ ﺎ تa.s.kıyâsî'ninc.) :1. umûmî kaideye uygun olanlar. 2. tatbik veyâ benzetme ile olanlar. kıyem ( ﻗ ﻢa.i. kıymet'in c .): değerler. kıyemî ( ﻗ ﻤ ﻰa.i.c.: kıyemiyyât) : az bulunan pahalı nesne. 596
kıyemiyyât ( ﻗ ﻤﻴﺎ تa.i. kıyemî'nin c .): az bulunan pahalı nesneler, degeri olan ؟eyler, kıymet ( ﻗﻴﻤ ﺖa.i.c.: kıyem ): 1. deger. 2. bedel, baha, tutar. 5. ؟eref, onur, itibar. Kaimen kıym et: fık. binâ ve ağaçların ؟bulunduklan yerde durmak üzere kıymeti. Mebniyyen kıym et: fık. binâların bulundukları, durdukları yerdeki kıymeti. M aklûan kıym e t: fık. binâların ve ağaçların yıkıldıktan sonraki kıymeti. Zî-kıym et: kıymetli, değerli, (bkz: kıymet-dâr). kıymet-i adedime : mat. ؛sayımsal değer, kıymet-i a h l â k ic e : mânevi kıymetler, değerler. kıymet-i h a k ik ic e : hakiki, gerçek değer, kıymet-i i'tib âriyye: devletçe kabul edilen değer, fiat. kıymet-i ittihâdiyye : kim. birleşme değeri, kıymet-i izâfiyye : ؛özgül değer, kıymet-i m evzûa: satan tarafından konulan değer, fiat. kıymet-i m u tlaka: mat. mutlak değer, kıymet-i t a k r ib ic e : mat. ؛yaklaşık değer, kıymet-i vasatiyye : fiz. ortalama değer, kıymet-i z â t ic e : birinin kendi, öz değeri, kıymet nazariyyesi: mant. değer ؛kuramı, fr. axiologie. kıymet-agâh ( ﻗﻴﻤ ﺖ آﺀةاهa.f.b.s.): kıymet bilir, değer bilir. kıymet-dâr ( ﻗﻴﻤﺘﺪارa.f.b.s.) : kıymetli, değerli, pahalı, (bkz: zî-kıymet). kıymet-nâ- ؟inâs ( ﻗ ﻤ ﺖ ﻧ ﺎ ﺷ ﺘ ﺎ سa.f.b.s.c.: kıymet-nâ- ؟inâsân): kıymet bilmeyen, değer takdir edemeyen. kıymet-nâ- ؟inâsân ( ﻗ ﻤ ﺖ ﻧﺎ ﺷﺘﺎ ﺳﺎ نa.f. b.s. kıymet-nâşinâs'ın c.): kıymet bilnteyenler, değer takdir edemeyenler, kıym et-şiııâs ( ﻗ ﻤ ﺖ ﻷ سa.f.b.s.c. :kıymet ؟inâsân): kıymet bilen, değer bilen, kıymet-şinâsân ( ﻗﻴﻤ ﺖ ﻓ ﺎ ﺳ ﺎ نa.f.b.s. kıymetşinâs'ın c.): kıymet bilenler, değer bilenler, kıytas (a.i.): zool. ispermeçet balinası, kadırgabalığı. k ıy ta si^ e ( ﻗﻬﻠ ﺴﻴﻪa.i.): zool. balinagiller. kıyye ( ﻗ ﻪa.i.): okka, dört yüz dirhem, kıyye-i â ş â r i: kilo, bin gram olan ağırlık Öİçiisü.
kibrî.î kıyye-i atika (eski okka): okka, [eskiden]
dört yüz dirhem olan bir ağırlık ölçüsü. (1282 gramı karşılar). kıyye-i cedide (yeni okka): kilo, bin gram
olan ağırlık ölçüsü, (okkanm % 78 ini karşılar). [asli "ûkiyye” ve “vukye” dir]. kızbân ( ﺗ ﻀ ﺠﺎ نa.i. kadib'in c .): 1. ince, düz fi-
danlar, dallar, ؟ubuklar. 2. erkeklik âletleri, ki
( ﻛﻪf.e.): kelimelerin sonuna gelen “-ki” sonekinden ayrı olan bu edat bir ismi veyâ bir cümleyi arkadan gelen bir cümleye türlü ilgilerle bağlamakta kullanıldığı gibi, bâzen birtakım duyguları izah etmeye de yarar. 1. bir ismi veyâ zamiri bir cümleye bagladıgı vakit 0 ciimle, ismin sıfatı durumunda o lu r: b ir adam k i söz dinlemez.. (= söz dinlemeyen bir adam). 2. bilmek, anlamak gibi bir hâlin açığa ؟ıkışmı veyâ görmek, işitmek gibi bir duyuşu bildiren fiillerle kurulan bir cümleyi başka bir cümleye bağladığı zaman İkincisi birincisinin fâili (*öznesi) veyâ mef'ûlü (nesnesi) hükmüne geçer : herkes bilir ki D ü nyâ yuvarlaktır (= Dünyânın yuvarlak olduğunu herkes bilir). 3. birinci cümlede fiile belirsiz bir zarf, mütemmime (*tümlece) veyâ fâile (*özneye) sayı veyâ belirsizlik sıfatı geldiğinde ilcinci cümle 0 fiili, mütemmimi (*tümleci) veyâ fâili (*özneyi) vasıflandırmış olur : öyle koşar ki arkasından kurşun yetişmez (= arkasından kurşun yetinemeyecek kadar koşar). 4. ikinci cümledeki hükmün birincideki İşin yapılışı sırasında görülerek şaşıldığını belirtemeye yarar: geldim ki kimseler yok. 5. iki eksiksiz cümleyi bağladığı valcit İkincisi birincideki hiikme bir delil teşkil eder: Ahm et ؟alışıyor ki siz onu seviyorsunuz. 6. ilcinci cümle istek *kipinde veyâ üçüncü şahıs emir kipinde olduğu vakit bu cümle, birincisinin gayesini gösterir : oturdum lci biraz dinleneyim. 7. birinci cümle menfi (*olumsuz) olup, İkincisi yukarıdaki şekilde bulunursa, bu sonuncusu olamayacak bir netice bildirir : sakalım yok ki sözüm dinlensin. 8. soru cümlelerini "bilmem” fiiline bağlayarak tereddüt veyâ ؟âl'esizlik anlatmaya yarar : bilm em ki öyle şey olur mu? 9. şikâyet veyâ kınama gibi duygular anlatmak İ ؟in bir cümlenin sonuna getirilir: 0, beni
sevmez ki. 10. “o kadar, öyle bir" gibi belirsiz zarflarla yapılan ifâdelerin sonuna getirildigi zaman fiile ؟okluk mânâsını verir : o kadar eğlendik ki.. 11. ayni belirsiz zarflar Sifat gibi kullanıldığı vakit begenme veyâ şaşma duygusu anlatır: bana öyle bir kitap verdi ki. 12. bir soru cümlesinin sonuna getirildiği vakit tereddüt veyâ endîşe anlatır : acaba gelmez m i ki. 13. bâzı kelimelerin sonuna, en ؟ok, bir ek gibi eklenerek birtakım zarflar, yeni edatlar meydana getirir: "belki, ؟iinlci, halbuki, mâdem ki, oysaki, öyle ki, sanki, şöyle k i” gibi,
( ﻛ ﺒ ﺎ رa.s. kebir'in c .): 1. büyükler, ulular. 2. ince, terbiyeli, görgülü, nâzik. Sigar ü k ib â r : küçükler ve büyükler. Ricâl-İ k ib â r : büyük adamlar,
kibâr
kibâr-ı m üderrisin : mûsile-i Süleymâniyye
ile üst tarafındaki medreselerde müderrislik edenler. kibâr-ı r i ş â t : iri ve sert kil veya tüy; zool. telek, sert ve uzun kanat tüyü, fr. remiges. kibâr ii sigar : büyükler ve küçükler, büyük
küçük herkes.
( ﻛ ﺒﺎ را ﻧ ﻪa.f.zf.): büyük adamlara, ince, nâzik, görgülü kimselere yakışacak sûrette.
kibâr-âne
k ib â r iy y e ^ .j^ (a .i.) :bot.gebreotugiller. kibâr-zâde ( ﻛ ﺒﺎ ر زا د هa.f.b.i.): lcibar kişilerin oğulları ve kızlan. kibâş ( ﻛ ﺒ ﺎ شa.i. kebş'iü c.): koçlar, erkek koyunlar. kiber /
(a.i.): büyüklük, yaşlılık, yaşlı olma; ilerlemiş yaş.
kiber-i sinn : yaş büyüklüğü.
م٠( كa.i.) : 1. büyüklük, ululuk. 2. büyüklük taslama, yüksekten bakma [birisine].
kibr
kibrit ( ﻛ ﺒ ﺮ ﻳ ﺖa.i.): 1. kırmızı yakut; altın.
2. kükürt. 3. kibrit. kibrit-i ahm er : 1) kırmızı kükürt; 2) simyâ
ilminde topragı altın yapmaya yarayan müessir madde; 3) tas. (bkz : mürşid). kibrit-i n e b â tî : bâzı otların köklerinden
elde edilen ve tedavide kullanılan sari bir toz.
( ا ﻻa.s.): 1. kükürtle ilgili. 2. kükürt renginde olan; a ؟ık sari, a ؟ık limon rengi.
lcibriti ى
597
kibrliyye
L p J (a.i.): bot. kısa kökleri yapraklarla örtülü olan haşişi (Otsu) nebatları (*bitkileri) İçine alan fasile, k ib r itiy y e t ( ا ﻳ ﺒ ﺖa.i.): kükürt *niteliği, k ib r itiy y e t-i h ad id : lcim. yeşil vitriyol. k ib r itiy y e t-i m a g n e z i : k im . sulfat dö manyezi, fr. su lfate de m agndsie. k ib r itiy y e t-i nııh âs : k im . bakir sulfatı, göztaşı, fr. su lfate de cu ivre. k ib r itiy y e t-i sû d : k im . sulfat dö sut, fr. su lk ib r itim e
fa t e d e soude.
(a.i.): 1. büyüklük, ululuk. : Hz. Muhammed. 2. Allah. k ib r iy â i ، T ﻳﺎئ/ (a.s.): kibriyâya mensup, kibriyâ ile ilgili, İlâhî, k ib t ( ﻛ ﺖf.i.): bal arısı, (bkz : nahl). k ifâ e t ( ﻛﺊﺀتa.i.). (bkz: kifâyet, küfv). k i f â f ﻛ ﺎ ف-(a.i.): 1. (bkz : kefâf). 2. (keffe'nin c .): kefeler, terâzi gözleri, terâzi tablaları, (bkz: kefef). k ifâ f-ı nefs : (bkz : kefâf-1 nefs). k ifâ h c ؛i ( a . i . ) :savaş. k ifâ t ( ﻛ ﻔ ﺎ تa.i. küfv'ün c.): eşler, benzei-ler, denkler, arkadaşlar, k ifâ ye ( ﻛﻬﺎﻳﻪa.i.). (bkz : kifâyet). k ifâ ye t ( ﻛﻐﺎﻳ ﺖa.i.) : 1. yetişme, elvei'me; yeterlik. 2. iktidar, yaraı'lık. k ifl ( ﻛ ﺎ لa.i.c.: ekfâl): hisse, nasip, pay. Zü'lk i f l : h .i.: Kur'aıı'da zilcri geçen, rivâyete göre adi Bişr ibni Eyyûb olan zâtın lâkabı, kig, kîh ﻛ ﺦ٠، ( ﻛ ﻎfi.) : göz çapağı. k ih ى (f.s.c.: kihân): küçük, (bkz: kihin, sagîr). k ih ( ك؛حa.i.): irin, cerahat, k îh -i k â zib : biy. irine benzeyen, bâzı ifrâzat (*salgılar). k îh -i m e s â n e : biy. mesânenin İfrâz ettiği irin. k ih â l ( ﻛ ﻬﺎلa.s. kehl'in c .): 30-50 yaş arasında olan kimseler, olgunluk çağında bulunanlar. (bkz: küllûl). k ih â le t ( ﻛ ﺤ ﺎ لa.i.): 1. göz hekimliği, göz hastalıkları bilgisi. 2. göz İçin sürme yapma, siirmecilik. k ih â n ( ﻛ ﻬ ﺎ نf.s. kilı'iıı c .): küçükler, (bkz : sigar). k ib riy â '
ﻳﺎ ﺀ/
H a b îb -İ k ib riy â , R esû l-İ k ib r iy â
598
:küçükler ve büyükler, (bkz : sigar ü kibar). k ih ân e t (a.i.): kâhinlik, falcılık, bakıcıilk. [bizde "kehânet" şekli yaygındır], k ih in ( ﻛﻪ؛نf.s.): küçük, (bkz : kih, sagir). k ih -te r ﻛ ﻬ ﺪ ر٠ (f.b.s.): çok küçük [yaşça]. B irâ d e r-İ k ih -ter : küçük birâder. k ih -te ri ( ز ىf.b.i.): çok küçüklük [yaşça], k i h t e r i n ن٠( ﻛ ﻬ ﺮ دf.b.s.): çok (daha, en, pek) küçük [yaşça]. F e rze n d -i k ih te rin : en küçük ogul. k il ( ﻳ ﻞa.i.): söz. (bkz: giift, kelâm), k il ü k a l ("ka” uzun okunur): dedikodu; çok konuşma, (bkz : giift ü gû). k ilâ ﻟ ﻰ، ( ﻛ ﻼa.s.): her iki, her ikisi. A lâ k ile 't-ta k d ire y n : her iki takdirde, k ile 'ş-şık k a y n : her iki şık. k ilâ b ( ﻛ ﻼ بa.i. kelb'in c.): köpekler. A v 'av e-İ k i l â b : köpeklerin havlaması, k ilâ b -ı e h liy e : ehli köpekler; çoban, av, sokak, ev köpekleri. k ilâ b -ı m a h a lle : mahalle köpekleri, k ilâ b -ı zu lm : zulüm köpekleri, k i l â r ( ﻛ ﺎ رf.i.) :kiler, kile ( ﻛﻬﻠﻪa.i.) : kile, ölçek, k ilem ﻛ ﻠ ﻢ (a.i. kelime'nin c.): kelimeler, lâkırdılar, sözler, (bkz: kelimât). M e v sû k u '1-k ü em : sözüne güvenilir kimse, k i l î m - p û ş ^ ( ﻛ ﻴ ﻢf.b.s. ve i.c. :kilîm -pûşân): aba, hıı'ka, giyen, derviş, k ilîm -ş û y ( ﻛ ﺎ م ﺷ ﺮ ىf.b.i.): kilim, aba, keçe yıkayıcı. k ilin d ir ( ﻛ ﺎ د رf.i.): şarap ölçeği, k ilis a ا٠ ( ﻛ ﻲfi.) : kilise, (blcz : bey'a, kenisa, kenise). k i l k - ( fi.) : kamış kalem, (blcz : hâme). k ilk -i d ü rr-e fşâ n : inci saçan kalem, k ilk -i i'câz ؛mucize kabilinden düzgün ve güzel söyleyen (kalem), k ils س٠( ﻛﺎa.i.): kireç, kireç taşı. H a c e r-i k ils : kireç taşı. k ilsi ( ﻛ ﺎ ىa.s.): kireç taşı yapışında olan, kilsim e ( ﻛﺎ ﺳ ﻪa.s.): ["kilsi"nin müen.]. (bkz : kilsi). kilte ( ﻛ ﺎ هa.i.): demet, deste, k il ü k a l "( د ل و ﻛ ﻞka” uzun okunur, a.b. i.) : dedikodu, (bkz : güft ü gû). k i h â n ü m ih â n
kira'
وس١ ﻛﻞ، ( ﻛﻴﻠﻮ سa.i.) : yemeklerin midede, sonra da bağırsaklarda ezildikten sonra aldığı hal ki, lenf (tümür) damarları tarafından emilmeye elverişlidir, [kelimenin asli Yunancadır].
kiliis, keylû s
(a.i.) : anat. böbrek [insanda] : böbreklerde hâsıl olan taş, kum. Z â tü 'l-k ily e : kilyelerin iltihaplanması. k ilye tâ n ﺗﺎن٠ ( ﻛ ﻞa.i.c.) : (insanda) böbrekler, k ilye te y n ( ﻛﻠﻲ؛نa.i.c.) : anat. iki böbrek, k ily e v i و ى٠( ﻛﻞa.s.) : anat. böbrekle ilgili ؛böbrek biçiminde olan. k im â m ( ﻛ ﻤ ﺎ مa.i.) : 1. hayvan ağızlığı, burunduruk. 2. (kiının'in c.) : bot. tomurcuklar, k im m ( ﻛ ﻢa.i.c. : kimâm) : bot. çiçek kâsesi, çiçek kapçığı, tomurcuk, (bkz : kiimm). kim iis, k e y m û s ﻛﻴﻤﻮ س، ( ﻛ ﻴ ﻤ ﻮ سa.i.) : yemeklerin midede ezildikten sonra aldığı hal. [kelimenin asil Yunancadır], k im yâ ' ﺀ١( ﻛﻴﻤﻲa.i.) : kimyâ. k ilye
ي
H a sâ tü '1-k ily e
b â tıl : [eslciden] simyâgerlerin mevzuları olan şeyler, (bkz : simyâ). k im y â -y ı fiz îk î : k im . *fiziksel Icimya. k im y â -y i g a y r-1 u z v î : k im . inorganik kimyâ, k im y â -y i
fr. ch im ie in organ iq u e,
: k im . termokimya, k im y â -y i m a'den i : kim . mâdenî kimyâ, fr. k im y â -y ı h a r û r î
ch im ie m in érale.
kimyâ-yı saâdet : ı) rûhun maddiyattan aynlarak mâneviyâta geçmesi; 2) Gazzâli'nin meşhur eseri. k im y â -y i u z v i : k im . organik kimyâ, fr. ch im ie organ iqu e.
ﻟﻮ
( ﻛ ﻴ ﻤ ﺠ ﺎa.f.b.i.) : İcimyâ âlimi, tahlil işleriyle uğraşan uzman, k im ye v i ﻛ ﻴ ﺴ ﻮ ى (a.s.) : kimya ile ilgili, kimyâlilc. k im y e v i ak sü '1-am el : k im . *kimyasal *tepkime. k in ( ﻛ ﻴ ﻦf.i.) : gizli düşmanlık, garaz, (blcz : gayz, adâvet, bugz). k în -i p elen g (kaplan kini) : deve kini, siirelcli kin. k în -â g in ( ﻛﻴﻐﺎﺳﻤﻴﻦf.b.s.) : kinle dolu, lcinâne ( ﻛﻔﺎ ﻧ ﻪa.i.c. : kenâin) : okluk, ok kılıfı, tirkeş, sadak, ok kuburu. k im y â -g e r
kîn-âver ( ﻳ ﺎ آ و رf.b.s.): kin besleyen, kinci, (bkz: kîn-dâr). kinâyât ( ﻛﻐﺎي\تa.i. kinâye'nin c .): kinayeler, kinâye (a.i.c.: kinâyât): 1. maksadı, kapalı bir şekilde ve dolayısıyla anlatan söz. 2. üstü örtülü, dokunaklı söz. 3. ed. hakiki mânâsına alınması da câiz iken mecaz olarak kullanılan söz. "Yüzü kızardı, a ؟ık göz...” gibi. kinâye-i baide : ed. uzak bir karineye dayanan kinâye. kinâye-i hafife : ed. kinâyemsi söz, şiir. kinâye-i karibe : ed. yakın bir kârineye dayanan kinâye. kinâye-i vâzıh a: ed. başka bir mânâya gelmesi muhtemel olmayan apaçık kinâye. lc in c e r r 1 ) ؛( ﻛ ﺞ:büyükfil. kin-dâr ار٠ي (f.b.s.): kinci, İçinde kin besleyen. (bkz: garaz-kâr). kîn-dârân اراف٠ي (f.s. kîn-dâr'ın c .): kin tutanlar, kinciler. kîn-dâr-âne ٠( ﻛﻴﺪاراذاf.zf.): kindarcasına, kinci olarak, (bkz: garaz-kâi"-âne). kine ي ( fi.) : gönülde gizlenen düşmanlık, (bkz: kin). kîne-i pelen g: “kaplan kini” : deve kini, kolay kolay sükûnet bulmayan kin. kîne-cû ي ج—و (fb.s.): öç almaya çalışan, (bkz: miintakım). kîne-dâr ي دار (f.b.s.): kin tutan, kinci, (bkz: kîn-dâr). kîne-gâh, kine-geh ﻛﻴ ﻪ ﻛﻪ، ﺀﻗﺎه،( ﻛﻲ—اf.b.i.): savaş meydanı, cenk yeri, kîne-hâh ( ي ﻧ ﻤ ﺎ هf.b.s.): Ocalmak isteyen, kinci, (bkz : kînecû, müntakim). kîne-keş ( ي ﻛ ﺶf.b.s.): düşmandan öç alan, (bkz: müntakim). kîne-meşhûn ي ﻣ ﺸ ﺤ ﻮ ف (f.a.b.s.): kin ile dolu, [“meşhûn-i kine” den çevrilmiştir], kine-ver ي و ر (f.b.s.): kinci, kin tutan, kin besleyen, (bkz: kîne-cû, kîne-llâh, kinedâr, kîn-dâr). ظ1ب (a.i.) :ziffkatran. kir ( ﻛﺒﺮf.i.): erkelclik âleti, (bkz : kadib, zeker, ziibb). kirâ' ( ﻛﺮاﺀa.i.): kirâ, bir şeyin kullanılmasına bedel olarak verilen ücret. 599
kbâ.hâne kirâ-hâne ( ﻛﺮاﺧﺎﻧﻪa.f.b.c.): kira getirmek üzere yapılan yer.
kîs ( ﻛ ﻠ ﺲa.i.c.: ekyâs): 1. para kesesi; torba. 2. anat. dölyatağı [rahimde], (bkz: meşime). 3. anat. vücuttaki bâzı sıvıların toplandığı kese biçimindeki oyuklar.
kirâ-hör ( ﻛ ﻴ ﺮ ا ﺧ ﻮ رa.f.b.s.): kiralayan, lciraile tutan. kirâm ( ﻛﺮامa.s. kerim'in c .): soydan gelenler, soyu temizler; ulular, şerefliler. 2. cömertler, eli açıklar, (bkz : küremâ u).
kisâ i S (a.i.): 1. yün elbise. 2. seccâde) hail, kisb ( ﻛ ﺐa.i.). (bkz: kesb). kisb ü kâr : İç güc, kazan ؟,
kirâmü'd-dîn ( ﻛﺮام اﻟﺪﻳﻦa.it.): 1. din büyükleri, şerefli din ululan.
kisbi س٠( كa.s.): kazanılmış, sonradan edinilmiş.
kirâmen kâtibin : işlenilen günah ve sevapİarı yazmakla görevli bulunan melekler,
kise ( ﻛ ﺴ ﻪf.i.c.: ekyise): 1. kese, küçük, büyük torba, kap. 2. cepte taşman para torbaSI. 3 . kumaştan yapılmış ؟anta biçimindeki kap. 4 ٠para, para hesâbı; para gücü, kîse-i dem'iyye : anat. gözyaşı kesesi, kîse-i fem : zool. bâzı hayvanların avurtları içindeki kese.
kirâr ( ﻛﺮارa.i.): tekrar, bir daha, (bkz: tekerrür). kirâren ( ﻛ ﺮ ا ر أa.zf.): tekrar olarak, tekrar sûretiyle, tekrar tekrar, (bkz : miikerreren). kirâren m irâ râ : (bkz: mükerreren). kîrât ( ﻗ ﺮ ا طa.i.): kırat, şer'îsi, orta büyüklükte beş arpa ağırlığında olan ve kuyumcular arasında kullanılan miskalm yirmi dörtte biri kadar bir ağırlık; ölçüsü, kırât-ı ö r f î: [eskiden] bâzı fukahâmn beyânına göre beş, bâzılarının beyânına göre de dört mutavassıt arpa ağırlığından ibârettir. Bu fark beldelere veyâ örfün tebeddülüne müstenittir, kırât-ı ç e r'î: [eslciden] beş adet mutavassıt arpa ağırlığından İbârettiı'. H afif tartılar ınıkyâsâtından olup elmas ve cevâhir gibi kıymetli eşyâ tartılmasında kullanılır, kirbâs ﺑﺎس/ (a.i.c.: kerâbis): bez; kumaş, keten ve pamulc bez. (bkz : kirpâs*). kirdâr ( ﻛﻠﺪ' رf.b.i.): 1. İç. 2. tarz, yol. Kîrd-gâr ر١( ﻛﺮدﺳﻢf.b.i.): Allah, kîr-fâm ( و ر و ا مf.b.s.): katran renginde, simsiyah. kiris ص/ (f.i.): 1. aldatma. 2 ٠yaltaklanma, kîrîçek ﻳﺸﻠﻎ/ ceng-cû).
(f.i.): savaşçı, (bkz : ceng-âver,
kiriçtete"^(f.i.) :çerçöp. k i r m ^ ( f . i . ) ؛kurt[böcek], kirm -i eb rişîm : ipekböcegi. kirm -i çeb-efrûz: ateşböcegi. kirm -i şeb-tâb: ateşböcegi. kirm ân ( ﻛ ﺮ ﻣﺎ نf.i.c.): kurtlar, kirpâs ﻻ س/ (f.i.): 1. pâdişâh ve vezir evlerindeki divanhâne, dergâh. 2. (bkz: kirbâs). 600
kîse-i hevâiyye: anat. hava kesesi, kîse-i m eşîm iyye: bot., anat. cücük kesesi, embriyon kesesi. kîse-i m ıs rî: 600 kuruşluk para birimi, kîse-i misbâhiyye : anat. yüzme kesesi, kîse-i rieviyye : akciğer keseleri, kîse-i r û m î: 500 kuruşluk para birimi, kîse-i safrâviyye : anat. safrakesesi, kîse-i sebhiyye : yüzme kesesi, kîse-i t a li b e : bot. *çiçektozu kesesi, kise-bud ( ﻛ ﻠ ﻪ ﺑﺪf.s.): ؟ok fakir, pek yoksul, kîse-bür ﻛ ﻠ ﻪ ﺑ ﺮ girih-biir).
(f.b.s.) ؛yankesici, (bkz:
lcîse-dâr ( ﻛ ﻠ ﻪ دارf.b.i.): para hesâbını tutan, parayı toplayan kimse, velcilhar ؟. kîse-dûz ( ﻛ ﻠ ﻪ دوزf.b.s.): kese yapan, kisef ﻛ ﺴ ﻒ-(a.i. kisfe'nin c.): cüzler, kısımlar, parçalar. lcisfe ( ﻛ ﺴﻠ ﻪa.i.c.: k isef): cüz, kısım, parça, kisiyye ( ﻛ ﺴﻤ ﻪa.i.) : zool. keseliler, kisrâ ( ﻛ ﺮ ىa.i.c.: ekâsire) ؛eski İran hülcümdarlarından Nûşirevân-1 Âdil'in lâkabı olup, kendisinden sonra gelenler de bu lâkapla anılmışlardır. Ekâsire-İ A cem : Acem hükümdarları, kisve ( ﻛ ﻮ هa.i.c.: küsâ). (bkz : kisvet.). kisvet ( ﻛ ﺴ ﻮ تa.i.): 1. elbise. 2. husûsî kıyâfet. 3. kisbet, yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri dar paçalı meşin pantalon. 4. bir kimsenin veyâ bir şeyin dış görünüşü.
kî.âbet kiş J
j (f.i.): satranç oyununda bil- taşı zor-
M azıoglu'nun hazırladığı m etin T.D .K . tarafından 1974 te yayım lanm ıştır.].
lama.
kî? ( ﻛﻬﺶf.i.) : 1. din, mezhep. Bed-kîş : dinsiz.
Kitâb-ı Güzîde (beğenilm iş, seçkin k ita p ):
2. ok kuburu. 3. keten kum aş. 4. kuş yeleği.
X I. y ü z y ıl *bilginlerinden im am Serâhsi'nin
5.
Tiirk
?İmşir. 6. âdet, huy, töre,
kişmiş -
(f.i.): kişniş, çok kü çü k tâneli
kişniş J J S (f.i.): 1. (bkz : kişmiş). 2. bot. güzel kokulu bir tohum , karakim yon, lât. coriandrum sativum. (bkz : küzbüre). kişnîz ( ﻛ ﺜ ﺒ ﺰf.i.). (bkz : kişniş). ب
kişt-kâr ( ﻛ ﻔ ﻜ ﺄ لf b .i .) : ekinci; çiftçi, ( b k z : fellâh, fâlih).
kişt-zâr ر١( ﻛ ﺸ ﺮf.b .i.): ekinlik, ekin tarlası, kişver رj j ( f i . ) : iklim ; memleket, vilâyet, ülke. k işve r-î
memleket, iilke ülke.
S
(f.b .s.) :
"memleket, ülke
sü sle y en '': pâdişâh, kıral, hüküm dar. k is v e r-g îr
ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺮ
(f.b.s. ve i.) : ülke, m em le-
ket tutan, pâdişâh.
Furkan, H üdâ, H itâb, Kitâb, M u s h a f Necm ) Nûr, Zikr).
Kitâb-ı h a k im : K u r'ân -1 Kerim . kitâb-ıhâkim : K u r'ân -1 Kerim , (bkz : kitâb-ı H akk).
kitâb-ı h ü k m î: huk. [eskiden] bir şahsın vekili bulunm ayan gaip bir şahıs ile olan dâvâ ve beyyin esin i İstim â ile yargıcın bunu m ü b eyyin olarak kaybolan kim senin
c . ) : iilke, memlelcet tutanlar, pâdişahlar.
kişver-gîr-âne ( ﻛﺸﻮر ﻣﻤﺮاﻧﻪf.zf.): ülke, m em leket tutuculukla, pâdişahçasına.
ﻛﺜ ﻮ ر
(f.b.i.): iilke, memleket
tutuculuk, pâdişahhk.
yargıcın a
gönderdiği
Kitâb-ı Mukaddes : Incil ve Tevrat. Kitâb-ı Miibin : K u r'ân -1 K erim . K itab u llah : K ur'ân. ( b k z : Furkan, H üdâ, Hitâb, N ecm , Nûr, Zikr).
kitâbü'l-âm âl : günah ve sevapların yazıld ı-
açıcı, açan, cihangir, (bkz : fâtilıü'l-bilâd).
kişver-güşâyî ( ﻛ ﺸ ﻮ ر ﺗﻤﺜﺎﻳﻰf.b.i.): memleket, iilke açıcılık, fâtihlik, cihangirlik,
ﻛﺸﻮر
kitâbü'l-egaııî : A rap tarih ve edebiyatçısı Eb ü ' 1-Ferec'in m usikiden bahseden bir kitabi.
kitâbii'l-m übîn :
Kur'ân.
(b k z :
Furkan,
H üdâ, H itâb, Kitâb, M u s h a f N ecm , Nûr, Zikr).
kişver-güsâ ( ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺸﺎf.b.s.) : memleket, ülke
kişver-hüdâ ﺧ ﺪ ا
m ahal
ğına inanılan kitap.
kişver-gîrân ( ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺮانf.b.s. ve i. kişver-gîı-'in
k îs v e r - g îr î ﻣﻤﺮى
arttırm ak
yazı.
k işve r be k i ş v e r : vilâyet vilâyet, memleket jjJ
bilgisini
kitâb-ı Hakk (A llah 'ın k ita b i): Kur'ân. (bkz :
bulunduğu
R û m : Anadolu.
kişver-ârâ آرا
din
didaktik eser.
çekirdeksiz üzüm .
k i ş t c ^ ( f .i .)
ulusunun
am acıyla Tiirk m en -K ıp çak ağzıyla yazd ığı
( f b .i .) : hüküm dar.
["hü d â-yi kişver" den çevrilm iştir],
kitâb ( ى بa .i.c .: k ü tü b ): kitap, ümmü'lkitâb : Kur'ân. (bkz : Furkan, Hüdâ, Hitâb, M u s h a f N ecm , Nûr, Zikr). Ehl-İ k itâb : dört kutsal kitaptan birine îm ân eden, inanan, bağlı kalan, (bkz : kitâbî ؛.
Kitâb-ı Bahriyye (denizcilik k ita b i): Pîrî Reis'in 1521 de denizciler İçin yazd ığ ı bir elkitabi.
Kîtâbu Evsâfî M esâcidi'ş-Şerîfe : A h m e t
kitâbii'n-nakz : huk. [eskiden] mütâreke ve m üsâlâhayı veyâ ahd ve em ânı fesh ve izâleye dâir düşm an tarafından gönderilen m ektuptur ki, düşm an kum an d an tarafın dan gönderildiği sâbit olm adıkça m eâliyle am el ve düşm an üzerine llü cû m olunam az,
kitâbe ( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻪa .i.): 1. kazılm ış yazı, *yazıt. 2. m ezartaşı yazısı.
kitâbe-i m ezâr : m ezar yazısı. kitâbe-i seng-i m ezâr : m ezar taşı yazısı. 3. bir levhanın etrâfına yapılan çiçekli, yaldizil nakışlar, (bkz : ketebe). k i t â b e n ^ (a .z f.): kitap, yazı olarak,
kitâbet ( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﺖa .i.): 1. yazı yazm a, bir m add eyi kaidelerine
u ygun
şekilde kalem e
2. kâtiplik. 3. huk. [eskiden] m evlâ
F a k ih 'in bir H ac ziyâretini ve orada gör-
alma.
düklerini anlatan eseri [Prof. Dr. H asibe
ile m em lûkü
(efendi ile köle)
arasında
6.1
kitâbe.-l bâtıla muvâzaa yoluyla câl'î olan bil' alcit. [buna mükâtebe de denir]. kitâbet-i bâtıla : huk. [eskiden] in'ikad şartlarını câmi olmayan mükâtebedir ki, bununla kitabet hükümleri sâbit olmaz. kitâbet-i fâside : hulc. [eskiden] şart-1 fâside mukarin olan mükâtebedir ki, fâsiden ınün'akit olur. M eselâ: [iki taksitte ellişer liradan yüz lira vermek ve bir taksit zamânmda verilmediği takdirde on lira dalla verilmek şartıyla yapılan kitâbet bu kabildendir. Bu bedeli tediye İıâlinde itk tahakkuk eder. Bununla berâber bu kitabeti mevlâ ile memlûkten her biri digeı'inin rızâsına bakmaksızın feshedebiliı']. kitâbet-i m üştereke: huk. [eskiden] iki kimsenin müştereken mâlik oldukları bir köle veyâ câriye hakkında bir akit ile yaptıkları mükâtebe (yazışma) ki, memlûk bu şeriklere âit kitâbet bedelini tamâmen tediye edince azâdolur. kitâbet-i sah ih a : huk. [eskiden] şerâitini câmî olan mükâtebedir ki, cinsi mâlûm, miktâl'ı belli ve kat'î bir bedel üzerine yapılmış olar. İcitâbet-İ r e sm ic e : resmi yazışına dili, kitâb-hâne ( ﻛ ﺘﺎ ﺑ ﺨﺎ ﻧ ﻪa.f.b.i.): kütüphâne, kitabevi; kitapsaray, kitap satılan veyâ kitap okunan yer. kitâbî ( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻰa.s.): 1. kitapla ilgili; kitapta yazili; kitaba bağlı kalan. 2. dört kutsal kitaptan birine İnanıp bağlı kalan, (bkz: ehl-i kitâb). 3. kitaplara bakmaya me'mûr edilen [kimse]. 4. Hint ve Şam'ın bir çeşit nakışlı kumaşı. 5. kitaba bağlı kala.n, serbest düşüilemeyen kimse : Kitâbî adam, kitâbiyyat ( ﻛ ﻨ ﺎ ﺑ ﺎ تa.i.): bibliyografya, kitâbiyye ( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻪa.i.): bot. ağaçların kâğıt yapılan İç kabuğu, özü. kitâb-serây ﻛ ﺄ ﺑ ﺴ ﺮ ا ى kütüphâne.
(a.f.b.i.):
umumi
(a.i.) : sır saklama, sır gizleme, sir tutarlik. [zıddı : "İzhâr”].
k itm â n ﻛ ﺘ ﻤ ﺎ ن
k itm â n -1 e srâ r : k iv â re
sır(ları) saklama,
( ﻛﻮارهa.i.) : petek, (bkz : küvâre).
k iy â n ﻛ ﺎ ن
(f.i.) : 1. yıldız. 2. merkez,
( ﻛﻴﺎﻧﻰa.s.) : fels. *evrendoğumsal, kozmogonik, fr. cosm ogon ique,
k iy â n î
( ﻛﻴﺎ ﻧ ﻴ ﺎa.i.) : *evrendogum, kozmogoni, fr. cosm ogonie,
k iy â n iy y â t ت k iy ân u s
( ﻛﻴﺎ ﻧﻮسo.i.)
: k im .
k iy â n U s-ih a d id : kim . lciyâset
siyanür.
denair siyanür,
( ﻛﻴﺎ ﺳﺖa.i.) : zeyreklik, uyanıklık, air-
layıçlılık. (bkz : fatânet, zekâvet).
( ﻛ ﻴ ﺎ ﻧﻴﻪa.h.i.) : tas. şîanın dört ?Ubesinden biri. [Kurucusu Kiysan'a nispetle bu adi almıştır].
K iy s â n i^ e
( ﻛ ﺬ بa.i.) : yalan söyleme, yalan, (bkz : dürûg). ("Sidk” karşılığı), k izb i ( ﻛﻨﺒ ﻰa.s.) : sakat, yanlış, yalan, k iz b iy y â t ( ﻛ ﻨ ﺒ ﺠ ﺎ تa.i.c.) : yalan, dolan sözler, yalanlar. köhne ( ﻛ ﻬ ﻔ ﻪf.s.) : 1. eski, eskim iş. 2. zam ânı
k izb
m odası geçmiş,
köhnebahâr : sonbahar, köhne-sâi ( ﻛﻬﺘﻪ ﻣﺎ لf.b.s.) : ihtiyar, yaşlı, (bkz : kühen-sâl).
kûb ( ﻛ ﻮ بf.s.) : vu ran , vu ru cu . Leked-kûb : tekme vu ran . Pây-kûb : ayak v u ru cu . Zerkûb : altın dogen, kuyum cu, kubâ'"( ﻗﻮﺑﺎﺀk u " uzu n okunur, a.i.) : hek. tuzlu balgam .
kubâî “( ﻗ ﻮ ﺑﺎ ﺋ ﻰk u ” uzun olcunur. a .s.) : hek. kuba'ya mensup, tuzlu balgam la ilgili,
kûbân ( ﻛ ﻮ ﺑ ﺎ نf.s.): 1. (kûb'un c.): vuruculai.. 2. zf. vurarak. Pây-kûbân : ayak vu rarak, kubbe ( ﻗ ﻪa.i.c. : kıbâb, kubeb) : y arim küre veyâ kiim betim si yapılan binâ dam ı,
kubbe altı : tar. eskiden, bir n evi kabine toplantısı denilebilecek şekilde vezirlerin d ivan günlerinde, husûsî merâsim lerle top-
Kitâbü'1-cilve ٠( ﻛ ﺂ ب اﻟﺠﻠﻮa.b.i.): Yezidi'lerin iki kutsal kitaplarından biri,
landiklari, İstanbul'da, Topkapı S arayfn d a
kitefe ( ﻛ ﺘ ﻔ ﻪa.i. ketef, ketif, kitfin c.). (bkz: ektâf).
bulunm a hakki olan vezirlere “ kubbe veziri''
kitfeyn ( ﻛﺘﻔﻴﻦa.i.c.): iki omuz küreği. kitle ( ﻛﺘﻠﻪa.i.) [asil: “kütle” dir]. (bkz : kütle). 602
bulunan üstü kubbeli bir dâire. [Bu dâirede denilirdi]. k u b b e -i âb : su yüzün de cık.
peyda olan kabar-
kudât
kubbe-i ؛irûze-fâm : mâvi renkli olan semâ, gökyüzü. kubbe-i gerdende: gökyüzü. kubbe-ihadrâ(yeşilkubbe):Hz.Mevlânâ'nın türbesi. kubbe-i kanek: anat. ağzın tavam, damak. İcubbe-İ m înâ: gökyüzü. İcubbe-İ ser-beft: yıldızlı gökyüzü, kubbe-i u lyâ: gökyüzü, kubbe-i zebercedi: gökyüzü, kubbe-i zerbeft: yıldızlı semâ, gökyüzü, kubbe-i zerrin: Güneş, kubbe-i zümürrüd-fâm: gökyüzü, kubbetii'l-arz: yer yuvarlağının insan oturan kısmının merkezi, kubbetii'l-hanek: anat. damak kemeri. kubbetü'l-İslâm (İslâmın kubbesi): Belh şehrinin bir başka adi; Basra. kubbe-nişin ب ﻧ ﺜ ﻴ ﻦ (a.f.b.s.c.: kubbenişînân): [eskiden] İstanbul'da Topkapı sarayında “Kııbbe-altı” denilen yeı'de toplanan vezirlerden heı' biri. kubeb ( ﻗﺒ ﺐa.i. kubbe'nin c.) : tepesi yuvarlalc, yarim küre şeklinde yapılan binâ damlan, (bkz: kıbâb). lcubebâ ( ﻗ ﺒ ﺒ ﺎa.i. kebâbe'den): karabibergillerden tohumları toz hâline getirilip helcimlikte kullanılan tıı'manıcı bir bitki. k u b e l " (a.i. kuble'nin c.): öpnaeler, öpüşler, öpücükleı-. kû'bere ( ﻛ ﻌ ﺒ ﺮ هa.i.): anat. sâidi, bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü, fr. radius. kubh ( ﻗ ﺒ ﺢa.i.): 1. çirkinlik, [zıddı: "hüsn"]. 2. İslâm fıkhıııda Hanefi mezhebine âit bil' prensip. kubhiyyât ( ﻗﺒﺤﻴﺎ تa.i.c.): fenâ, çirkin olan hususlaı', hareketler, İşler. kuble ، di (a.i.c.: lcubel): öpme, öpüş, öpücük, (bkz: bûse). İcubûr ( ﻗ ﺒ ﻮ رa.i. kabr'in c.): mezarlar, sinler. Ehl-İ kubûr: kabirde bulunanlar, ölüler. Ziyâret-İ kubûr : kabirleri, ölüleri ziyâret. kûçe ( ﻛ ﻮ ﺟ ﻪf.i.) : 1. küçük sokak, dar sokak. 2. çarşı, pazar. kûçek ( ﻛ ﺮ ﺟ ﻚf.i.) ؛miiz. Türk müziğinin eır eski miirelckep makamlarından biri. Sabâ makamı ile ondan evvel gelen aşîran (mi)
perdesine nakledilmiş bir hüseyni beşlisinden mürekkeptir. Sabâ ile dügâh (İâ) perdesinde durur. Güçlü birinci derecede -sabâ'nın güçlüsü olan- çârgâh, ikinci derecede de -beşlinin durağı olan- aşîran (mi) dır. Donanımına sabâ gibi si koma bemolü ile re bakıyye bemolü konulur. Aşirandaki hüseyni beşlisi İçin icâbeden yerlere "fa” bakıyye diyezi ile "si" bekar İlâve ediliı. (bâzen bu beşli -son sesi kullanılmayarakuşşak dörtlüsü İıâlinde geçer ki, bu şekilde "si" nin bekâr yapılmasına lüzum yoktur). Makam umûmiyetle çıkıcıdır. Kulakta geçkili bir sabâ te'sirinden başka bir hâtıra yaratmaz. kûçelc-gerdâniyye: müz. Hızır bin Abdullah'ın edvârına göre küçek makamına gerdaniye âvâzesi katılmakla elde edilen terkip. kûçek-geveşt ( ﻛﻮ ﺣ ﺚ ا ﺷ ﺖf.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep malcamı olup) zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-mâye ( ﻛ ﻮ ﺟ ﻠ ﻒ ﻣ ﺎ ﻳ ﻪf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-nevrûz ( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﻧﻮروزf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-selmek ( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﺳ ﻠ ﻤ ﻚf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir müreklcep makamı olup, zamâııımıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-şehnâz ( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﺷ ﻬﺎزf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bil. numûnesi kalmamıştır. kûçek-zemzeme ( ﻛ ﺮ ﺟ ﻚ ز ﻣ ﺰﻣ ﻪf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir makami olup zamâmmıza bir niimûnesi kalmamıştır. kudâs ( ﻗ ﺪ ا سa.i.): Hz. îsâ'nın Havârileriyle berâber yediği son yemeği anmak üzere Hıristiyanlarm lcilisede bir kab İçinde ekmek ve şarabı talcdis ederek yaptıkları tören. kudât ( ﻗ ﺪ—اةa.i. kâdî'nin c .) : kadılar, (bkz : kadi, kazi, İcuzât). 603
kuddâm kuddâm
( ف ' مa.i.): ön taraf, ileri taraf, (bkz :
pîş). kuddâm î
( ﻗﺪاﻣﻰa.s.): a n a t . ön.
( ﻗ ﺪ سa.n.): "mukaddes, mübârekolsun!" mânâsına gelen ve ermişler hakkında kullanılan bir duâ.
k u d d is e
k u d d is e S ir r u h u
: sırrı mukaddes olsun!
( ﻧ ﻮ سa.s.): 1 . temiz, pâk. lanndandır.
kuddûs
2.
Allah ad-
kuddûsi ( ﻧ ﻮ سa.s.): 1. kuddûs-i İlâhî isminin tecellîsine mazhar olmuş kimse. 2 ٠i. XIX : asrin Borlu meşhur mutasavvıf Türk şâiri. 3. erkek adi.
kudret-i miiyessire: psik. kudretin yüksek mertebesidir. Mâlî mükellefiyetlerden 0 ؟gunun mesnedi budur. kudret-i şems : fiz. güneş enerjisi, kudret-i ziyâiyye : fiz. ışık enerjisi, kudret-yâb ( ﻗﺪر ت ﻳﺎ بa.fb.s.): kudretli, gücü yetebilen. kuds ( ﻗ ﺪ سa.i.) : 1. temizlik, paklık, arılık, (bkz: tahâret). 2. kutsallık, mübareklik. Hazîretü'1-kuds: cennet bahçesi.
kûdek ( ﻛ ﻮد كf.i.c.: kûdegân): ؟ocukluk. (bkz : sabi, tıfl).
kudsi ( ﻗ ﺪ ﻣ ﻰa.s. kuds'den): 1. kutsal, (bkz: muazzez, mukaddes). 2. Allah'a mensup, Allah ile ilgili, (bkz: İlâhî, lâhûtî). Âlem-i kudsi: melekler âlemi. Kuvve-i kudsiyye : kutsal güc. 3. i. erkek adi. [müen.: “kudsiyye”].
kUdek-meniş ( ﻛ ﻮد ك ﻣﻨﺶf.b.s.): ؟ocuk miza ؟-
kudsiyân ( ﻗﺪﺳﻴﺎنa.f.s. kudsî'nin c.): melekler.
kûdegî ( ﻛ ﻮ د رf.i.): ؟ocukluk.
il.
eskiler, eski adamlar. 2. eskiliği bakımından ileri gelenler. (bkz: eslâf).
kudem â'
( ذ ﻫﺎﺀa.s. kadîm'in c.) :
1.
kudeyh ( ﻗﺪﻳﺢa.i.): kadehçik, kü ؟ük kadeh, kudret ( ﻗ ﺪ ر تa.i.): 1. kuvvet, tâkat, gü ؟. 2. Allah'ın ezelî gücü. 3. varlık, zenginlik. 4 ٠Allah yapısı. 5. ehliyet, kabiliyet. Bi-kudret: kuvvetsiz, iktidarsız, tâkatsiz. Yed-İ kudret: Allalı'ın, yaradamn eli. ZÎkudret: zengin. 6 . erkek adi. kudret-i ciiz'iyye: psik. kudret-i külliyenin muayyen bir fi'le taallukudur ki, fiil bununla hâsıl olur. Kudret-i ciiz'iye -fiil ile berâberce vücut bulur, kudret-i elektrikiyye : fiz. elektrik enerjisi, kudret-i harâret: fiz. *ISI enerjisi, kudret-i kimyeviyye : fiz. *kimyasal enerji, kudret-i kiilliyye: psik. esbâb ve alâtın selâmeti mânâsınadır ki, bir şeye temekkün ve iktidar demektir, insan bununla bir İŞİ yapıp yapmamaya mütemekkin ve muktedir olur, [şuradan kalkıp gidebilmek İktidârı kudret-i külliyedir], kudret-i mihânikiyye : fiz. mekanik enerji, kudret-i miimekkine: psik. fiili îfâya kudı'etin aşağı mertebesidir ki, teklifin Sihhatinin şartıdır, [bu kudret olmazsa teklif sahih olmaz; buna: "kudret-i mutlaka'' da denir]. 6.4
k u d sî^ ât ( ﻗﺪﺳﻴﺎ تa.s. kudsiyye'nin c.): Allalr'a, meleklere, lâhût âlemine mensup, 0 âlemle ilgili İşler. kudsiyye ( ﻧ ﺴ ﻪa.s.): ٢‘kudsî”nin müen.j. (bkz: kudsi). Kuvve-i kudsiyye: kutsal kuvvet, İlâhî kuvvet. kudsiyyet ( ﻗ ﺪ ﺳ ﻴ ﺖa.i.): 1. kutsallık, mukaddeslik, azizlik. 2. temizlik, arılık, kudüm ( ﻗ ﺪ و مa.i.): 1. uzak bir yoldan, uzak bir yei'den gelme; ayak basma, (bkz: muvâsalat). miiz. Türk müziğine mahsus usul vurma âletlerindendir. En ؟ok mevlevihânelerde olmak üzere, tekkelerde kullanılmış, lâdînî müzikte az kullanılmıştır; tembâl'in İptid'âîce bir şeklinden İbârettiı'; kendine has ve tatil bil- ses verir. Mevlevi âyinlerinde büyük ehemmiyeti vardır, zîrâ rakseden dervişler kudümün vuruluşuna tâbidir. kudûmî ( ﻗ ﺪ و ﻣ ﻰa.s.): 1. kudiim'e âit, lcudiimle ilgili. 2. i. kudüm ؟alan san'atkâı-. (bkz : kudûm-zen). kudûmiyye ه٠( ﻗﺪوهa.i.): 1. uzak yoldan gelen bir büyüğe, 0 yerin halkı tarafından sunulan armağan. 2. ed. böyle bir vaziyet dolayısıyla yazılan kaside. kudûm-zen ( ﻗﺪ و ﻣ ﺰ فa.f.b.i.): kudüm ؟alan san'atkâr. (bkz: kudûmî*). kudûr ( ﻗﺪورa.i. lcıdr'ın c.): ؟Omlekler.
kulâme
Kudüs ( ضa.h.i.): Filistin'in merkezi olan ?ehir. Rûhü'l-Kudüs : ı) Cebrâil; 2) Hz. îsa'ya üfürülen ruh. kûf ﻛ ﻮ ف-(f.i.): zool. bayku?. (bkz : bûm).
kûhe L a / (f.i.): 1. dağ. (bkz : kûh). 2. at eyeri. 3 ٠deve hörgücü, dağ tepesi gibi sivri ve kubbeli olan ?ey. 4 ٠saldırma, hücum, (bkz : savlet).
kufâr ( ﻗ ﻔ ﺎ رa.i. kafr'ın c .): susuz yerler, otsuz, ISSIZ ؟Oller.
kûh-efgen ( ﻛﻮه اﻓﻜ ﻦf.b.s.) "dağ deviren” : ؟ok kuvvetli.
küfe ( ا ﻓ ﻪf.i.): küfe, kaba ve dayanıklı büyük sepet.
kûhî ( ﻛﻮﻫﻰf.i. ve s.): 1. dağa âit, dağ ile ilgili; dağ gibi. 2. dağlı. Şükûfe-i k û h î: dağ ؟i ؟eği. 3. ta?ralı, dı?arlıklı kaba lcimse; dağlı,
kûfî ( ﻛ ﻮﻓ ﻰa.s.): 1. "Küfe" ?ehrine mensup, bu ?ehirle ilgili olan. 2. (bkz: hatt-1 kûfî). kûfîyyûn ( ﻛﻮﻓﻴﻮنa.i.c.): eski Arap dilcilerinin ayrıldığı iki büyük ?u'beden biri olup, digerine "basîriyyûn” denirdi. kufl ( ﻓﻐﻞa.i.c.: akfâl, ku fû l): kilit, sürgü, küfte ( ﻛ ﻮ ﻓ ﺘ ﻪf.i.): köfte, kıyılmı?, ezilmi?, dövülmü? et, kofte. kûfte-hâr ( ﻛ ﻮ ﻓ ﺘ ﻪ ﺧﻮارf.b.s.): “köftehor, köfte yiyen'' 1 ؛. geveze, ؟al ؟ene. 2. kendini begenmi?; ?arlatan. 3. çapkın. İcufûl ( ﻋ ﻬ ﺮ لa.i. kufl'un c .): 1. kilitler, (bkz : akfâl). 2. seferden, yolculuktan dönme. kûh ( ﻛﻮهfi.) : dağ. (bkz : cebel). kûh-i âte?-fe?ân : "ate? sa ؟an dağ” : yanardağ. kûh-i ce lil: üzerinde Hz. Nûh'un evi İ3UİU-
nan tepe. kûh-ı nûr (ı?ık dağı): ünlü elmas, [?imdi İngiltere tacının elmasları arasında yer almakta olup; yontulmadan Onceki ağırlığı 800 kırat iken acemice yontulması sonunda 279 kırata dü?mü?tür]. kûh-i K a f: 1) Kafdağı; 2) mec. eri?ilemeyen yer. kûh-i rah m et: Mekke-i Miikerreme'de bir
dağ. kûh-i revende : heybetli at, deve, fil. kûh ü d e?t: 1) dağ ve ova; 2) mec. her yer, her taraf. kûhâmûn ( ﻛ ﻮ ﻫﺎ ﻣ ﻮ نf.i.) : tepesi düz olan dağ. kûhân ( ﻛ ﻮ ﻫ ﺎ نf.s.): 1. lcambur. (bkz ؛kûhpü?t). 2. i . at eyeri. 3. i. deve veyâ sığır hörgücü, (bkz : kûhe 3 ’)؛.
kûh-istân ( ﻛ ﻮ ﻣ ﺘ ﺎ نf.b.i.): dağlık; dağı olan yer. (bkz: kûh-pâye). kûhî-yâne ﻫﺎذه/ rette, kaba.
(f.zf.): dağlıya yakı?acak su-
kûh-ken ( ﻛ ﻮ ﻫ ﻜ ﻦf.b.s.): dağ kazıcı, dağ kazan : Ferhâd-ı kûh-ken : dağ kazan Ferhad. (bkz: kûh-kûb). kûh-kûb — وبr ( ﻛﻮهf.b.s.): 1. dağ vuran, dağ kazan, (bkz : kûh-ken). 2. kuvvetli at veyâ katır. 3. kale döven top. 4. i. Şîrînin sevgilisi Ferhâd. kuhl ( ﻛ ﺤ ﻞa.i.): 1. göze ؟ekilen sürme. 2. göz ilâcı. kuhli ص
(a.s.): sürme gibi siyah olan,
kûh-nümûn ( ﻛ ﻮ ﻫﺘ ﻤ ﻮ نf.b.s.): dağ gibi görünen, heybetli. kûh-pâre ( ﻛﻮه وارهf.b.i.): 1. dağ parçası. 2. kuvvetli at. kûh-pâye ( ﻛ ﻮ ﺻﺎﻳ ﻪf.b.i.): dağlık, (bkz : kûhİstân). kûh-peyker ( ﻛﻮه ﻳ ﻜ ﺮf.b.s.): dağ gibi heybetli, iriyaı'ı. (bkz: kûh-nümûn, kûh-ten, kûhvâr). kûh-pü?t ( ﻛﻮه ﺷ ﺖf.b.s.): kanbur. kûh-sâr
ﻛ ﻮ ﻫ ﺴﺎ ر
(f.b.i.) : dağlık; dağ tepesi,
kûh-ten ( ﻛ ﻮ ه ﺗﻦf.b.s.): iriyarı, gOsteri?li, dağ gibi (kimse), (blcz: kûh-nümun, kûhpeyker, küh-vâı'). kuhûf ( ﻗﺤﻮفa.i. kıhf'ın c.). (bkz : akhâf). kûh-vâr ي وار (f.b.s.): iri kıyım, gOsteri?li, dağ gibi (kimse), (bkz: kûh-nümûn, kûh-peyker, kûh-ten). kûj
(f.i.): bot. ali ؟.
kûh-beden ( ﻛﻮه ﺑﺪنf.a.b.s.): dağ gibi, iri yapılı kimse.
kûl-âb ( ﻛﻮﻻ بf.i.): 1. göl. (bkz : göl-âb, gadir). 2. büyük dalga.
kûh-ciğer ( ﻛ ﻮ ه ﺟﻜﺮf.b.s.): dağ yiirelcli, yiğit, kahraman, (bkz: bahâdır).
kulâfe ﻗﻼﻓﻪ.Â(a.i.) : zarf; kabuk, kılıf, kulâme ( ﻓﻼﻣﻪa.i.): kesinti; tırnak lcesintisi. 605
kulâme.eyn
kulâmeteyn ( ﻗ ﻼﻫﺒ ﻦa.i.c.): ''iki tırnak kesintisi” : parantez [()]. kulel ( صa.i. kulle'nin c .): 1. dag tepeleri, doruklar. 2. kuleler. kulel-i seb'a : yedi kule [İstanbul'da], kulkasiyye (a.i.): bot. *yılanyastıgıgiller, fr. aroidees. kulkul ( ﻗﻠ ﻬ ﻞa.s.): 1. ruhu hafif, eline ayagma çabuk [adam]. 2. i. bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkan ses. kullâb ( ﻗ ﻼ بa.i.c.: kalâlib): çengel, kanca, ucu egri nesne, (blcz: küllâb). kulle ( ﻗ ﻠ ﻪa.i.c.: kulel): 1. dag tepesi, doruk, (bkz : zirve). 2. kule. 3. den. bâzı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top. kulûb ( و و بa.i. kalb'in c .): kalbler, gönüller. Mahbûbü'l-kulûb : ı) bütün kalblerin sevgilisi, Hz. Muhammed; 2) Ali Çîr Nevâî'nin meşhur bir eseri. kulunç "( ﻗ ﻮ ﻟ ﺞku" uzun okunur, a.i.): hek. bagirsak ağrısı, bağırsaklarda peyda olup omuz başlarına ve vücûda gelen bir ağrı, kulzüm ( ﻗ ﺰ مa.i.): cogr. 1. deniz. Bahr-ikulzüm : Çap denizi, Kızıldeniz. (bkz : bahr). 2. Kızıldeniz. kumâme ( ﻗﻤﺎﻣﻪa.i.): Kudüs'te Hıristiyanlarca Hz. îsâ'nın mezarı bulunan ma'bed. kum âr ( ﻗﻤﺎ رa.i.): para karşılığı oynanan oyun. [asli “kımar" dır], (blcz : meysir). kumâr-bâz ( ﻗﻤﺎرﺑﺎزa.f.b.i. ve s.-) : kumarcı, kumar oynamak âdetinde olan, [asil "kımârbâz'' dır]. kumâr-bâzî ( ﻗ ﻤ ﺎ ر ﺑ ﺎ ز ىa.f.b.i.): kumarbazille, kumarcılık, kumar düşkünlüğü, [asil "kımâı'-bâzî" dir]. kıımâr-hâne ( ﻗﻤﺎر ﺧﺎﻧﻪa.fb.i.): [dâimâ] kumar oynanılan yer. [asil: "kımâr-hâne” dir]. kum ârî ( ز ر ىa.s.): Hindistan'ın güneyinde kumar (Comoi'in) burnundan çıkarılan en güzel öd. kumâş ( ﻗﻤﺎ شa.i.c.: akm işe): ipek, yün, keten vesâireden yapılan dokuma, küme ( ﻛ ﻮ ﻣ ﻪa.i.c.: kiivem, ekvâm ): kiime. (bkz: kevme). kumkuma ( ﻗ ﻤ ﻘ ﻤ ﻪa.i.c.: kamâkım) : İçine zemzem, mürekkep gibi şeyler konulan yuvarlak testi. 606
kum rî ( ﻗ ﻤ ﺮ ىa.i.c.: kam ârî): kumru, kumriyye ( ﻗﻤﺮﻳﻪa.i.c. ؛kam ârî): kumru, kûn ( ﻛ ﻮ نf.i.): ki ؟, kuyruk sokumu bolgesi. (bkz: mak'ad). kunduz ( ضa.i.): kunduz, postu makbul bir hayvan, kastor. kuneyve ( ﻣ ﻮ هa.i.): anat. kanalcık, fr. canalicule. lcunfuz ( ﻗ ﻬ ﺬa.i.c.: kanâfiz): 1. kirpi. 2. fâre. kunneb ( ﻗ ﺐa.i.): kendir, kenevir, kunû ' ( ﻗﻨ ﻮ عa.i.): kanaat etme. kunUt ( ﻗ ﻮ طa.i.): ümitsizlik, ye'se kapılma, (bkz: nevmidi, ye's). kunût ( ﻗﻨ ﻮ تa.i.): 1. İbâdet, (bkz : tâat). 2. yatSI namazından sonra Icılman ve salât-1 vitir denilen üç rekâtlık namaz. kunut d u â sı: vitir namazının son rek'atmda okunan duâ. kunzua ( ﻗ ﺰ ﻋ ﻪa.i.c.: kanâzı'): 1. kafatasının kenarında bulunan saç; tıraşlı başın iistünde bulunan bir tutam saç. 2. çakıl taşı. 3. başa takılan kadm filesi. 4. ibik, kûpâl ﺑﺎ ل/ (f.i.): demir topuz, gürz, kûr ( ﻛ ﻮ رf.s.c.: kûrân): kör. kur'a ( ﻗ ﺮ ىa.i.c. kura'): 1. yalnız tesâdüfe ve tâlihe bağlı bir ayırma yapmak üzere başvurulan her türlü vâsıta; ad çekme. 2. Tanzimat sonrası askerlik işlerinde kullamlan bir usûl olup, bir yılın doğumluları arasında, ad çekilerek, adına K yazılı kâğıt çekilen asker olur. k ıır'a cı: kur'a çekme İşine me'mur edilen subay ve şâir kimseler. kur'a e frâ d ı: kur'a çekerek askere gidenler, [eskiden]. kur'a-i şer'iyye : askere alma İŞİ. İcur'ası çıkm ak ؛asker olmak, kura' ( ﻗ ﺮ عa.i. kur'a'nın c.). (bkz : kur'a). kurât^^ (a.i. karye'nin c.): köyler, kasabalar. kurâ-yî m ütecâvire: komşu köyler, kûrâb ( ا ر ا بf.i.): serap, ılgım, yalgın, kûrâbe ( ا ر ا د هf.i.): kubbeli türbe, mezar, k u ra d ( ﻗ ﺮادa.i.): hayvan kehlesi. Kur'ân ( ﻗ ﺮآ نa.i.): Hz. Muhammed'e inen kutsal kitap, (bkz: Furkan). Hâfız-1 K u r'âu : Kur'ân'ı, başından sonuna kadai- ezberlemiş olan kimse, [kelime Arapçada : ı) usul
kurs, kursa ve
saygı
ile
okum ak;
2) "z a m m e tm e k ,
c e m 'e t m e k ” m â n â s ı n a g e lir ].
kûrân ﻛﻮوان
(a .f.b .i. v e s . ) : i y i K u r 'â n
o k u y a n k i m s e , K u r 'â n o k u m a y ı m e sle lc e d in e n k im s e .
Kur'ânî, Kur'âniyye ﻗ ﺮ ﴽ ﻳ ﻪ
،
ﺷﴼ ذ ى
(a .s.):
Âyât-1 Kur'âniyye : K u r 'â n â y e t le r i. Ta'bîr-i Kur'ânî: K u r 'â n 'd a g e ç e n s ö z . Mu'cizât-1 Kur'âniyye : K u r 'â n 'ı n b i l d i r d i ğ i m û c iz e le r .
K u r 'â n 'a m e n s u p , K u r 'â n ile i l g i l i :
k u r â z a . ^؛
( a . i . ) : 1 . a lt ın v e g ü m ü ş k ı r ı n t ı l a -
rı. ( b k z : İ 'îz e -i ze r).
kıırâza-i sim :
g ü m ü ş k e s i n t ile r i.
2. k u m a ş
v e ş â ir e p a r ç a s ı . 3 . k ı r ı n t ı , d ö k ü n t ü ,
kıırâza-i kâğâz : lcurb ﻗﺮب
Kureşî, K u r e y ç i ^ ^ ، ( ز ﻓ ﻰa . h . i . ) : K u r e y ? k a b i l e s i n d e n o la n A r a p . Âftâb-1 Kureyşl ( K u r e y ş G ü n e ş i ) : H z . M u h a m m e d . Nebî-i Kureyşl ( K u r e y ş p e y g a m b e r i ) : H z . M u ham m ed.
kurevl( ر و ىa.i.s.,.) : k ö y l ü . Maîşet-ikureviyye : k ö y lü g i b i g e ç i n m e , y a ş a m a , kureybe ب. ز ricule.
( a .i.) :
Kureyş ﺑ ﺶ.ﻗ ﺮ
anat.
( a .h .i.) :
H z.
k o ru n m ası
Sanâdîd-i Kureyş :
o lm a , y a k ın lık , y a k m
tu lu m c u k ,
fr. ut-
M u h a m m e d 'i n
m e n s û b o ld u g u A r a p k a b i l e s i n i n a d i o lu p K â b e n in
k â ğ ıt p a r ç a s ı,
1. y a k ı n
( a .i.) :
( f . i . ) : a l at. ( b k z : k ü r e n d , k ü -
re n ).
( f . z f . ) : k ö r c e s in e .
Kur'ân-hân ﻗﺮآن ﺧﺎن
p â d iş â h ın y a k ın la r ın -
d a b u l u n a n k im s e le r , m â b e y n c i l e r .
kûrengﻛ ﻮ ر ﻧ ﻚ
(f.s. k û r 'u n c . ) : k ö rle r.
kûr-âneﻛﻠ ﺮ' ﻷ
kıırenâ-yi pâdiçâhî:
bu
k a b ile y e
H z.
â itt i.
M u h a m m e d 'i n
p e y g a m b e r liğ in i k a b u l e tm e y e n v e k e n d is in e k a r ş ı d u r a n K u r e y ş k a b i l e s i n i n u l u l a n ,
b u lu n m a .
l ؛urb-ı derece : fer.
ö le n k i m s e y e d e r e c e v e
v â s ıta b a lc ım m d a n y a k ın lık , (m ü te v e ffâ y a
k u rh a
: A l l a h 'a m â n e v i y a k ı n l ı k .
İcurb-İ mesâfe
: y e r y a k ın lığ ı.
( b k z : k a r ib ,
n e z d ik ) .
3.
tas.
2.
Kureyşl ز ﻓ ﻰ
s.
e z e ld e
yakm . yânî
ر ى
ﻳ
d a s e b k a t e d e n a h d e v e fâ .
k u rn e
ü )
m a ğ a v e s ile o la n şe y . 2 . e ti, f t k a r â y a p a r a s ı z
[k e l i m e n i n
a s il
d ır ], ( b k z : k a ı'h a ).
e r v â h â le m in d e A l l a h ile a b d (k u l) a r a s m -
( a . i . ) : 1. A l l a h 'ı n r ı z â s ı n ı k a z a n -
( a . i . c . : k u r û lı )
" k u r h a ” o l d u g u h a ld e “ k a r h a ” ş e k li y a y g ı n -
k û rîﻰ
kurbân ﻗ ﺮ ﺑ ﺎ ن
( a . h . i . ) : K u r e y ş k a b ile s in d e n
o la n , K u r e y ş l i .
o ğ lu , t o r u n u n d a n d a h a y a k ı n d ı r ] ,
kurb-ı Hudâ
re is le r i.
( f . i . ) : k ö r lü k , ( b k z : a m â ). ( a . i . ) : 1 . s i v r i , t ü m s e k şe y . 2 . h a -
m a m k u r n a s ı. k u rn e te yn
ﻗﺮذت؛ن
(a .i.c .) : " i k i k u r n a ” : i k i k a p
o l a r a k d a ğ ı t ı l m a k n iy e t iy le f a r z , v â c i b v e y â
ö l ç ü s ü n d e o l a n su . [ y ı k a n m a y a y e t e r s a y ı -
s ü n n e t o la l'a lc k e s i le n
lir ].
( k o y u n , k e ç i, s ığ ır ,
d e v e ... g ib i) h a y v a n . 3 . b i r g a y e u ğ r u n d a fe d â o lm a .
lcurbet ﻗ ﺮ ت
( a . i . ) : 1 . y a k ı n l ı k , ( b k z : n e z d ik i) .
kurbet-i i i m m
:
huk.
v â s ıta s ıy la
[eslcid en ] a n a v e b ü y ü k
o la n
k a ı'â b e t .
[a n a
b il'
k a r d e ş le r v e b u n l a r ı n f e r ile r i y a k ı n v e u z a k d a y ıla r , t e y z e le r v e b u n l a r ı n fe r ile r i g ib i],
lcurbiyyet A ı 'a p
:)
.
g l'a m e r i
( o .i.) : y a k ın lık ,
yönünden
y a n lış
k û r-b o ğ a z ۶ ^
kûr-dîl ا و ﻟ ﻮ
ا ر
c . ) : K u r 'â n 'ı , Y e d i
:
ﻗ ﺮه
( a . i . ) : 1 . s o g u k . 2 . ış ı k , t â z e lik , p a r -
l a k h k . ( b k z : n û ı', z iy â ) . k u r r e t i i 'l - a y n : g ö z n û r u . ( b k z : n û r - i d ld e ).
3- b o t.
s u te re si. 4 . s. p a r la k , n u r lu , ( b k z :
m ü n e v v e r). k u rr e tiy y e
ر ب
( a . i . ) : B â b lle r d e n Z e r r i n t a ç
a d ı n d a g ü z e l l i ğ i , b i l g i v e f a z i l e t i ile t a m i r m ış b ir k a d ın ın ta r a fta r la r ı,
(f.b .s.) : g ö n lü k ö r, c â h i l.
(f.i.)
lc u r re
( f.b .s .) : k ö r b o ğ a z ; o b u r,
1. k u y u m c u o c a ğ ı ; d e m i r c i
o c a ğ ı; m â d e n o c a ğ ı. 2 . k ü re ,
lcurenâ ﻗﺮئﺀ
(a.s. k a r i 'i n
t a d l ıâ f ız la r .
[k e lim e , o lm a k la
b e râ b e r k u lla n ılm a k ta d ır ].
İcûre —ورهr
ﻓ ﺮ' ﺀ
K ır â e t v e O n R iv â y e t d â h ilin d e o k u y a n ü s -
2 . h ı s ı m l ı k , a k r a b â lı k . 3 . A l l a h 'a y a k ı n l ı k ,
a n a la r
k u rrâ'
(a.i. k a r i n 'i n c . ) : y a k ı n la r .
k u r s , lc u r s a
ﻗﺮ ﺻﻪ
،
ﻗﺮص
(a .i.c .: a k r â s ) : 1. y u -
v a r l a k , v e y a s s ı n e s n e , te k e r, t e k e r le k n e s n e , a ğ ı r ş a k , ç ö r e k ; k ü r e , d â i r e v e h e r t ü r lü d â i r e ş e k lin d e n e s n e . 2 ٠b i r y ı l d ı z ı n g ö r ü nen yü zü .
607
kurs-ı nân
kurs-ı nân : yuvarlak, tekerlek biçimindeki ekmek. kurs-ı simin : astr. Ay. kurs-i Kamer: Ay'ın uzaktan düz görülen yüzü. kurs-i m er'î: görülen halka, kurs-i Şems : Güneş'in uzaktan düz görülen yüzü. kurs-i varak: bot. yaprak, kurs-i zer : altın para. kurta ﻟﻪ٠( ﻗﺮa.i.): kadınların süs olarak kulakİarına taktıkları kiipe. kurta-i gûş : kulak küpesi, (bkz : mengûş). kurubat ( ﻗﺮﺑﺄتa.i. kırba'nın c.). (bkz: kırba), kurûd ( ﻗﺮودa.i. kırd'ın c.). (bkz: kırede). kurûh ٧ ) (a.i. karha, kıırha'nın c.): yaralar, ülserler. kürüm ( ﻗﺮومa.i. karm'ın c .): degerliinsanlar. kürün ( ﻗ ﺮ و نa.i. karn'm c.): 1. zamanlar, devirler, ؟aglar. kurûn-i âhire: tar. İstanbul'un fethi (1453 ) nden sonraki zaman. kurûn-1 muzafferiyyet: zafer aşırları, kurûn-ı sâlife : geçmiş asırlar. kurûn-1 uhrâ: tar. S o n ؟ağ. kurûn-ı ûlâ : tar. ilkçağ [târihin en eski zamanlarından başlayarak, milâdin 395 yılına kadar süren ؟ağ]. kurûn-ı vııstâ : Ortaçağ. [îsâ'nın dogumundan sonra 395. yıldan İstanbul'un Tiirkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar süren ؟ag]. 2. boynuzlar. Adîmetü'l-kurûn : zool. deve gibi boynuzu oymayan ؟atal tırnaklı hayvanlar. kürüz ( ﻗﺮوضa.i. karz'm c.): ödün ؟verilen paralar, borçlar. kıırûz-i hasene : fâizsiz olarak verilen bor؟ paralar. kûs ( ﻛ ﻮ سf.i.): kös, eski savaşlarda, alaylarda deve veyâ araba üstünde taşınarak ؟alman büyük davul, kûs-i gazâ: savaş davulu, kûs-i rahil, kûs-i rihlet: gö ؟davulu, ölüm ânı. kusâme ( ﻓ ﺎ ﻣ ﻪa.i.): kassâm'ın, mirası üleştiren kimsenin ana paradan kendi hissesine düşen miktar. 608
kusâre ( ﻗ ﻤ ﺎ ر هa.i.): 1. husûsî yer, husûsî hîîcre. 2. den. güvertelerin en üstündeki yarim güverte. küse .( ﻛ ﻮ ﻣ ﺎf.i.s.): köse, (bkz : kûsec). kûsec ( ا ﺳ ﺞa.i.s.): köse, (bkz : küse), kuseybe ( ﻗ ﺐa.i.): anat. bronşçuk, kuseyrâ ( ﻗ ﻢ ~ ر ىa.i.): ege kemiğinin öksüzcesi, gegrek. kusûdiyye ( ﻗ ﻬ ﻮ د ﻳ ﻪa.i.): tas. kasdi, irâdesi İrâde-i bârî'de fânî olmak tarikında bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbir, kusûr ( ﻗ ﻤ ﻮ رa.i.),: 1. eksiklik. 2. ayıp; sakatilk; özür, yersiz hareket. 3. su ؟, kabahat, (bkz : İhmâl, tekâsiil). 4. ihmal, tedbirsizlik. 5. bir hesâbın üstü, artanı; artan kısım, üst. 6. (kasr'ın c .): köşkler, kusûr-i Behişt: cennet köşkleri, kusûr-i cenân : gönül köşkleri, kusûr-i cinân : cennetlerdeki köşkler. kusvâ (ﻟ ﻞ-( لa.s.): 1. son derecede bulunan. 2. i. nihâyet, son. Hadd-İ kusvâ: (bkz: aksâ). 3. erişilecek son nokta, son sınır. Derece-i kusvâ, Mertebe-i kusvâ: son derece. 4. Hz. Muhammed'in devesinin adi. (bkz: el-Kusvâ). kuça'rîre ( ﻗ ﺸ ﻌ ﺮ ﻳ ﺮ هa.i.): 1. titreme, (bkz: ikşi'râr). 2. hek. tavuk derisi gibi pürtük pürtük kabararak meydana gelen bir hastalik. kûşe ( ﻛ ﻮ ﺷ ﻪf.i.). (bkz : gûşe). kûşe-i ferâg: insanin her şeyi bırakıp ؟ekil-digi köşe. kûşe-i nisyân : terketme, unutma köşesi, kûşiş ( ﻛ ﻮ ﺷ ﺶf.i.): ؟alışma, ؟abalama. (bkz: gayret). kûçk ( ﻛ ﻮ ﺷ ﻚf.i.): köşk, (bkz : kâh, kasr). kuşûr ( ﻗ ﺸ ﻮرa.i. kışr'ın c .): kabuklar. kuçûr-i eşcâr: aga ؟kabukları, kut “( ﻗ ﻮ تku” uzun okunur, a.-i.c.: akvât): 1. yaşamak İ ؟in yenilen şey. 2. yiyecek, kut-i lâ-yemût ("ku" uzun okunur): ancak ölmeyecek kadar alman gıda, (bkz : tûşe). kut-i mesih ("ku” uzun okunur): hurma, kut-i nâ-bûd ("ku" uzun okunur): ölmeyecek (yok olmayacak) kadar yiyecek, kut-i rûh (“ku" uzun okunur): can İ ؟in olan gıdâ.
kutb-i şimâlî kut-i uşşâlc
( " k u ” u z u n o k u n u r ) : "â ş ık la r ın
ﻛ ﻮﺗﺎ ه
،
: a s t r . m ih v e ı ٠- i A r z i m t i d â d m d a n
y â n î m i h v e r - i â le m 'd e n y a l n ı z 1 0 5 c i v a r ı n d a
g ıd â s ı” : ö p ü ş, ö p m e .
lcûtâh, kûteh ﻛ ﻮ ﺗ ﻪ
kutb -i izâfî
( f .s .) : k ıs a , b o y s u z ,
u z a k ta b u lu n a n k u tu p y ıld ız ın ın h e r h a n g i b i r a n d a k i d u r u m u n a g ö r e t â y i n e d i lm i ş
( b k z : k a s ir ). . ( ﻛﻮىf . b . s . ) : lcö tü o ld u ğ u
lcûtâh-âstîn ا ﺳ ﺨ ﻦ
h a ld e i y i g i b i g ö r ü n e n [k im s e ] ,
kûtâh-bîn ﺑ ﻴ ﻦ
ﻛ ﻮﺗﺎ ه
( f . b . s . ) : İcısa g ö r e n ,
h a k î k î 'n i n
n e t i c e y i g ö r m e y e n , b a s ir e t s iz ,
kûtâh-nazar ﻛﻮﺋﻪ ﻧ ﻈ ﺮ
o la n k u t u p n o k t a s ıd ır ,
kutb-i m e n fî: astr. * e k s i k u t u p , kutb-i m e r'î: astr. k u l l a n ı l a n
(f.a .b .s.). (b lcz : k û t â h -
b in ).
kabûl
e d ile n
k u tb -i
a d ı.
[M u t
l a k k u t u p n o k t a s ı ( k u t b - i m u t la k ) b u g ü n iç in t â y in i m ü m k ü n o lm a y a n b ir n o k ta d ır ; ç ü n k ü K u t u p y ı l d ı z ı , G ü n e ş s is t e m i d â i m i
kûtâh-ter
( f.b .s .) : p e k k ıs a .
lcûtâh-terîn ﻛﻮﺗﺎ ﻫﺘﺮﻳﻦ lcutb ﻗ ﻄ ﺐ
h a r e k e t iç in d e
b u lu n a n
( a . i . c . : a k t â b , k u t û b ) : 1. d ö n e n b i r
d a n e n u z a lc o la n v e y e r * e k s e n i n i n g e ç t i ğ i v a r s a y ı l a n ik i n o lc t a s m d a n h e r b ir i. 3 . e le k trilc c e r e y â n ı m m e y d a n a g e t i r e n p o t a n s i y e l f a r k ı n ı n e n y ü k s e k d e r e c e y i b u l d u ğ u ik i n o k t a d a n h e r b ir i. 4 . b i r m ı k n a t ı s d e m i r i n i n i k i u c u n d a n h e r b ir i. 5 . B i r t a r i k a t i n
a n c a k o n b in sen e k a d a r b u v a z ife s in i g ö r e
p r a t i k m a k s a t l a r l a k a b û l e d ile n b a s i t l e ş t i rilm iş k a p a lı m a h r e k te k i k u tu p h a k îk î d e ğ e rle e ş it t u t u l m u ş b u l u n d u ğ u n d a n b u n a k u t b - i m e r 'î a d ı v e r i l i y o r ] ,
kutb-i m ıkn atîsî : fiz., jeod. 1. p u s la i b r e le r i n i n g ö s t e r d i k l e r i y ö n . 2. coğr., top., jeod. m ık n a tîs iy e t-i A r z ı n
g e n iş b i l g i s i v e s a l â h i y e t i o la n k im s e . 7. b ir
le r
g r u p u n , b i r k a v m i n b a ş ı, u lu 's u , b ü y ü ğ ü .
d e ğ i ld ir .
is t e k le r in , a r z u l a r ı n c e v a p b u l-
e n k e s if o ld u ğ u y e r
k u tu p la rın
A m e r i k a 'd a
b u lu n d u ğ u
L a b r a d o r 'u n
y e r le r ü z e r in
d e z a m a n z a m a n y e r d e ğ iş tire n , b u n u n la
y e t e n fa z la o ld u ğ u n d a n b u s â h a n m o rta sı lc u tu p ; [ h iç b ir a ç ı k l a m a ile
k u lla n ılm a d ığ ı ta k d ir d e z e y k u tb u )
c o ğ râ fî
b e râ b e r b e lli b ir sâ h a d a m a h s u r m ık n a tıs i-
d u g u y e r, h u z u r .
kutb-î arz : coğr.
m ü th iş
b i le c e k t ir . İ h t i y â c ı m ı z b u l u n a n k u t u p i ç i n
u lu 's u [ G a v s 't e n s o n r a g e lir]. 6 . b i r m e v z û d a
kutb-î â m â l :
k â in a tta
s ü r a t le r le h a r e k e t h â l i n d e d i r . K u t u p y ı l d ı z ı
( f . b . s . ) : e n ç o k İcısa.
ç a r k ı n a k s i. 2 . d ü n y â y u v a r l a ğ ı n ı n e k v a t o r -
k a rş ılığ ın d a
İcutb-İ şimâlî k u l la n ı l ı r ,
(k u -
(b k z :
İcu tb -İ ş im â li) ].
d â i r e le r i n i n
g ü n e y k u t b u ; A r z 'ı n
( b o y la m )
h a t t -i
İ s t iv â
d â i r e s i n i n (e k v a t o r) a lt ı n d a ( g ü n e y i n d e k i ) k e s i ş m e n o k t a s ı.
kutb-î c o ğ râ fî : astr.
İ s t iv â d â i r e s i n i n ( e k v a -
to r) m e r k e z in d e n a m û d (d ik ) g e ç e n h a t t ı n A r z 'ı n d e ld iğ i i k i b a sile n o k t a , [fa r a z i o l a r a k t u l d â i r e le r i n i n k e s i ş m e n o k t a l a n ] .
kutb-î coğrâfî-i cenûbî : coğ.
(b k z : k u tb -i
c e n û b î).
lir. B u n a b e n z e r b i r k u t u p d a c e n u p t a b u l u n m a k t a d ı r . [ K u t b - i m ı k n a t î s î t â b i r i h iç
y a l n ı z k u t b - i m ı k n a t î s î - i ş i m â l î 'y i g ö s t e r ir ],
kutb-i m üsbet: astr. kutb-i risâ le t :
* a r t ı k u tu p ,
H z. M u h am m ed.
kutb-i sem âvî : astr.
A r z ın
m e rk e z in d e n
y â n î se m â k ü r e s in in m e rk e z in d e n d â ir e -i i s t i v â - y i s e m a v i y e a m û t ( * d ik e y ) o l a r a k g e ç e n h a t t ı n s e m â k ü r e s i n i d e ld iğ i t a s a v v u r e d ile n i k i n o k t a .
kutb-i semâvî-i cenûbî : a str. :
sem â k u tu p
l a r ı n d a n d â i r e - i i s t i v â - i s e m â v î 'n i n a lt ı n d a
İcutb-İ coğrafî-i şim a lî : coğ.
( b k z : k u tb -i
ş im â lî) .
( g ü n e y i n d e ) b u lu n a n k u t u p ,
kutb-i semâvî-i şim â lî: astr.
kutb-î deverân : tar. OsmanlI hâkanı, halife. kutb-î h a k îk î : astr.
k u tb -i m ık n a tıs î-i şim â lî o la r a k k a b û l e d i
b i r a ç ı k l a m a ile k u l l a n ı l m a d ı ğ ı t a k d i r d e
kutb-î cenûbî : coğr. tu l
d iğ e r
P o la r is , y â n i K u t u p Y ı l -
d i z i n i n p r a t i k m a k s a t l a r l a a s il m a h r e le in -
se m â k u tu p la
r ın d a n d â ir e -i is tiv â -i s e m â v î' ü s tü n d e (k u z e y in d e ) b u l u n a n k u t u p ,
kutb-i ş im â lî: coğr., jeod., top. h a t t -ı
is tiv â
A r z ın tu l
d e n fa rlclı o la ra le ç i z d i ğ i t a s a v v u r e d ile n
d â i r e le r i n i n
(e k v a t o r)
e lip t ik m a la r e k in in b ü y ü le v e k ü ç ü k ç a p l a -
s in in ü z e r in d e (k u z e y in d e ) k e sişm e n o k ta
d â ir e
r ı n ı n k e s i ş m e n o k t a s ı.
sı, k u z e y k u t b u .
609
ku٠ b"î ulemâ kutb-i ulemâ : bilginlerin en büyüğü,
k u tr-i h a k ik î ( g e r ç e k ç a p ) : m at. u z u n l u k b i -
kutb-î zemân : zamâmn ermişlerinin başı,
r i m i n d e ö lç ü le n ç a p . fr. d iam ètre réel,
kutbü'd-dîn ؛ı) dinin kutbu; 2) erkek adi.
k u tr-i k ü re -i sem â : astr. * g ö k k ü r e s i ç a p ı,
kutbü'1-aktâb (kutupların kutbu) : Allalı'ın, lcendisine tasai'ruf kudreti vermiş oldugu veli.
k u tr-i zû -k e sîri'l-ad lâ' : m at. k ö ş e g e n , fr.
kutbü'l-ârifîn : â r i f k im s e le r in k u tb u , en ileİ'İ gelen i.
kutub yıldızı : astr. saplı bir tavaya benzetilen küçükayı denilen takımyıldızının (bir tavaya benzetildigi takdirde tava'nm) ucunda bulunan yıldız, demii' kazık, lât. : Polaris; fr. Etoile Polaire, Alpha Ursus Minoris. lcutbeyn ( ﻗ ﺒ ﻴ ﻦa.i.c.) : 1. ik i k u tu p : [k u z e y k u tb u , g ü n e y k u tb u ]. 2. mec. H z. H a sa n ve H z. H ü s e y in .
kutbi, kutbiyye ﻗ ﺒ ﻴ ﻪ، ( ﻗﻄﺒﻰa.s.) : kutuba âit, kutupla ilgili. kutbiyyet ( ﻗ ﻄ ﺒ ﻴ ﺖa.i.) : 1. fiz. p u s u la ib resin in k u tu b a d o ğ r u d ö n m e k h a ssa sı, fr. polarité, [y a p m a k e lim e le rd e n d ir]. 2 . tas. lcutup m e rte b e sin e e rm e İm tiy â z ı.
lcııtbi^et-i kübrâ : tas. m â n e v i m e rte b e lerin en y ü k s e ğ i.
kUteh ( ﻛﻮﺗﻪf.s.) : kısa, (bkz : kûtâlr). kûteh-bâl ا ل٠( ﻛﻮﺗﻪf.b.s.) : kısa boylu,
diago n ale. k u tren ( ﻗ ﻄﺮأa .z f.) : k u t u r i t ib a r ıy la . k u tri
ﻗﻄﺮ ى
(a.s.) : k u t u r a â it, k u t u r l a ilg ili.
k u tta' ( ﻗ ﻄ ﺎ عa.s. k â t ı'ın c.) : k a t 'e d ic ile r , k e s i c i-
1er,
k e s e n le r .
k u ttâ -i tarik , k u tta ii't-ta rîk : y o l k e s e n le r , h a y d u t la r .
k u ttâ l
ﻓﺂ ل
(a.s. k a t i l i n c.) : k a t ille r , ö ld ü r e n le r ,
ö ld ü ı'ü cü le ı-.
k u ttâ n ( ﻗ ﻄ ﺎ نa.s. k a t ı n 'ı n c.) : o t u r a n l a r , y e r l i -
1er. ku tû ' ( ﻗ ﻄ ﻮ عa.i. k a t 'ın c.) : k e s in tile r , k u tû -i m a h rû tiy y e : k o n u b i ç i m i n d e k i p a r ç a la r .
ku tû ' ( ﻗ ﻄ ﻮ عa.i.) : 1 . b i r y o l d a n v e y â s u d a n g e ç m e . 2 . g ö ç e t m e [k u ş la r },
ku tû b ( ﻗ ﻌ ﻠ ﻮ بa.i. lc u t b 'u n c .). ( b k z : a k t â b , k u tb ). k û t-v â l
ﻛ ﻮ ﺗ ﻮا ل
(f.b .i.) : 1 . k a le m u h â f ı z ı , d iz d a r .
2 . b e le d iy e ı'eisi. kuûd
ﻗﻌ ﻮد
(a.i.) : 1 . o tu ı-m a . 2 . n a m a z ı n o t u -
ı-aı'ak e d â e d ile n k ı s m ı , ( b k z : k a 'd e - i û lâ , k a 'd e -i a lıîre ).
lcûteh-dest ( ﻛﻮﺗﻪ دﺳ ﺖf.b.s.) : 1. kısa elli. 2. keremsiz, hasis.
k u û r ( ﻗ ﻌ ﻮ رa.i. k a 'r 'ın c.) : diplei", d e r i n l i k l e r ;
kûteh-endîç ( ﻛﻮﺗﻪ ا ﻧ ﺪ ﻳ ﺜ ﻦf.b.s.) : kısa düşünen, sonunu düşünmeyen,
ku vâ[y] [ ( ﻗ ﻮ ا ]ىa.i. k u v v e t i n c.) : k u v v e t l e r ,
kûteh-pâ ( ﻛﻮﺗﻪ ﻷf.b.s.) : kısa ayaklı, bodul-. kııtelâ' ( ﻗﺘﻼﺀa.s. katil'in c.) : öldürülmüş kimselel'. (bkz : katlâ). kutn ( ﻗﻄﻦa.i.) : pamuk, kutne ( ﻗ ﻄ ﻨ ﻪa.i.) : zool. şirden, geviş getiren hayvanlai'da dördüncü mide,
n iliâ y e t le r .
g ü ç le r , t â k a t la r . ( b k z : k u v v e t ) ,
k u v â -y î h am se-i b â tın a : ru h . z i l i n i n b e ş k u v v e t i , m e le k e s i, * y e t is i,
k u v â -y i h am se-i zâ h ire : ru h . d ı ş t a k i b e ş [g ö r m e , İ ş itm e , k o k l a m a , d o k u n m a , t a d a lm a ] k u v v e t , * d u y u , * y e ti.
K u v â -y î M illiy y e : ''m i ll i ( * u lu s a l) k u v v e t " ask. i s t i k l â l S a v a ş ı b o y u n c a A n a d o l u 'd a
k u r u la n h ü k ü m e t v e b u liiik û m e t in a sk e ri kutni, kutniyye ﻗﻄﻨﻴﻪ، ( ﻗ ﻌﻠ ﻨ ﻰa.s.) : 1. pamuğa lc u v v e ti. âit, pamukla ilgili. 2. pamuktan yapılma. 3. ipek karışığı pamukla yapılmış l'enlcli k u v â -y î tah iîyye : t a b i a t a â it k u v v e t l e r , entârilik. [vaktiyle erkekler giyerdi], k u v â -y î u m û m iyy e : u m û m i , b ü t ü n k u v v e t kutr ( ﻗ ﻄ ﺮa.i.c. : aktâr) : 1. yan, taraf, bölük, 1er. cihet. 2. mat. *köşegen, çap. Nısıf kutur : k u v â d iy y e ( ﻗ ﻮاﻟﺒ ﻪa.i.) : zo o l. * s ıç a n g ille r . *yarıçap. k u v v â d ( ﻗ ﻮ ا دa .i. k a 'i d 'i n c.) : k u m a n d a n l a r
kııtr-i arz : astr. yer çapı.
.
lcutr-i dâire : mat. dâire kutru, çap. 61
(* lc o m u ta n la r).
kuvvâni
ﻗﻮاﻧﻰ
(a.s.)
: d i n a m i k , fr. d yn am iq u e.
kuvve- ؛muharrike
kuvvâniyyet c~ 3١jâ (a.i.): dinamizm, fr. dynamisme. k u v v e ٥j —( ؛a.i.): ı. kuvvet, güc. 2. niyet, fikir. 3. salâhiyet (*yetki). 4. keyfiyet, vasıf. 5. his. 6. kabiliyet. 7. fels. fr. faculte. k u v v e -i a d a liy y e : anat. adale, kas gücü, k u v v e -i a d l iy y e : h u k. hukuk ve cezâ ka nunlarını, valc'a ve hâdiselere tatbik eden kuvvet. k u v v e -i â h i z e : 1) ahzetme, alma veyâ kav rama gücü. 2) cezbedici, çekici, büyüleyici manevî kuvvet. k u v v e -i a n -il m erk eziyye : fiz. *merkezkaç kuvvet, bir merkez çevresinde hareket eden bir cismi, o merkezden uzaklaştıran kuv vet, fr. fo rce cen trifu ge. k u v v e -i a s k e r iy y e : askerî kuvvet, bir yere çıkartma yapabilecek, kullanılabilecek as ker kuvveti. k u v v e -i azm : azim kuvveti; başarı sağlamak amacıyla her türlü zorluğu yenme kararı, k u v v e -i b a h riy y e : ast. deniz harp kuvveti, k u v v e -i baîd e : gerçekleşmesi uzak bir ihti mal olan şey. k u v v e -i b â sıra : hek. görme kuvveti, gözdeki görücülük kuvveti. k u v v e -i c â z i b e : fiz. [Arz'ın] cezbetme, çek me kuvveti, fr. pesanteur. k u v v e -i câ zib e -i u m û m iy y e : bir cismi oluş turan atomların birbirlerini çekmeleri, k u v v e -i c e b r iy y e : zorlama, ltu vve -i c e rriy y e : fiz. çekme gücü, k u v v e -i c ü z'-i fe rd iyy e : karşılıklı olarak iki cismin birbirlerini çekme kuvveti, k u v v e -i d â f i a : defetme, savma kuvveti, k u v v e -i d e lk iy y e : fiz. sürtünme kuvveti, k u v v e -i elâ stik ıy y e : fiz. *esnek kuvvet, k u v v e -i ele k trîk ıy y e : fiz. elektrik gücü, k u v v e -i e zeliyye (ezelî kuvvet): Allah k u v v e -i fâile, k u v v e -i h âlik a : tanrısal güç. k u v v e -i fâ ile -i e le k t r îk î : fiz. elektrik *geri limi. kuvve-i galibe (“ga” uzun okunur): üstün, ezici kuvvet. k u v v e -i g ıd â iy y e : beslenme gücü, k u v v e -i h â f ı z a : hâfıza kuvveti, hıfzetme, unutmama kuvveti.
: duyum alma gücü, : hayal gücü, k u v v e -i h ayeviyye: sağlığı sürekli kılan güç. K u w e - i h asse
k u v v e -i h a y â liy y e
: hayvan gücü, : sindirim gücü, k u v v e -i h u lû liy y e : gözenekli bir zar ile ay rılan iki sıvının birinden ötekine geçme özelliğinin derecesi. k u v v e -i h a y v â n iy y e k u v v e -i h âzım e
devlet idâresiyle ilgi li, umûmî icrâât ile zâbıta kanun ve nizam larının ve mahkemelerden çıkan hüküm v e ilâmların yerine getirilmesiyle mükellef b u lu n a n kuvvet, k u v v e -i ih tilâ l : ihtilâl kuvveti, k u v v e -i ic r â iy y e : h u k.
: ira seçebilme yetisi, k u v v e -i ilâ h iy y e : (bkz : kuvve-i kudsiyye). k u v v e -i ih tiy â riy y e , k u v v e -i irâ d iy y e de y e tisi,
*merkezcil muhitten merkeze doğru yönelen k u v v e t, fr. fo rce centripète, [kuvve-i an-il merkeziyye'nin zıddı], k u v v e -i in b âtiyy e : *bitelge, *biteklik, k u v v e -i ile'l- m erk eziyye : fiz. k u v v e t,
: bot. yerdeki tohumun fi
k u v v e -i in tâ şiy ye
lizlenme gücü. k u v v e -i istih sâ liy y e
: *üretim gücü,
؛dayanma kuvveti, k u v v e -i k a lb iy y e : dînî inancı kuvvetlendir me. k u v v e -i istin â d
k u v v e -i k a z â iy y e
: h u k. yargılama kuvveti, : fiz. *ürüt, *üretim,
k u v v e -i k e m m iy y e t
: Allah sırlarının kendi sinde gözüktüğü peygamberlerin, ermişle rin kuvveti. k u v v e -i lâ m ise : hek. bir nesnenin yumu şaklığını, katılığını hisseden kuvvet, k u v v e -i k u d siy ye
: fiz. yapışkanlık, : fiz. enerji, k u w e - i m â liy y e : mal ve servetçe olan ikti dar.
k u v v e -i lâ sık a
k u v v e -i m a d d iy y e
: iç, yürek gücü; moral, k u v v e -i m â sik e : tutucu kuvvet, k u v v e -i m e k n iy y e : fiz. gizli güc, potansiyel, k u v v e -i m a 'n e v iy y e
k u v v e -i m ih â n ik iy y e
: denge ve hareket
meydana getiren güç. k u v v e -i m u h a rrik e : fiz.
tinden doğan enerji.
bir cismin hareke
kuvve-i muharrike-i elektrîkiyye k u v v e -i
m u h a rr ik e -i
e le k tr îk iy y e :
fiz.
k u v v e -i
m u h a rr ik e -i
m ık n a t ıs ıy y e :
fiz.
mağnetomotor kuvvet, fr. fo rce m a g n eto m otrice.
kuvvetlerin *bileş kesi, birçok kuvvetlerin yerine geçen kuv vet.
kuvve-i musavvire : maddenin türlü şekille re girme gücü. ؛zihinde hayâlin sakla dığı şeyleri istenildiği şekilde düzenleme ve harcama kuvveti.
k u v v e -i m u ta s a rrıfa
: beş duyu ile duyulan şey leri zihinde de duyma kuvveti, k u v v e -i m ü essire : fiz. *etkin şiddet, k u v v e -i m ü e y y id e : *yaptırım gücü, kuvve ti. k u v v e -i m ü m e y y iz e : içde hissedilen şeyleri birbirinden ayırma kuvveti, k u v v e -i m ü tefek k ire ٠ . p sik. düşünce yetisi, k u v v e -i m ü d rik e
m ü te h a r rik
b i'l-e le k t r ik :
fiz.
elektromotor kuvvet, fr. fo rce m a g n eto m o trice.
k u v v e -i zâ ik a : hek.
tadıcılık kuvveti.
k u v v e -i zâ k ire : psik. a k lid a tu tm a gücü,
duyulmuş bir şeyi tekrar canlandırma kuvveti, k u v v e -i n â b it e : yetişme kuvveti, (bkz: kuvve-i nâmiyye). lcu vve-i n â m iy y e : nemâlandırıcı kuvvet, k u v v e -i n â tik a : p sik. idrak, akıl, k u v v e -i r û h iy y e : p sik. ruh inceliği, k u v v e -i sâ m ia : işiticilik kuvveti, k u v v e -i şâ m m e ٠ . koku alma kuvveti, k u v v e -i şeh ev iy ye : dünyâ zevklerine, şeh vet, ten arzularına düşkünlük, fr. co n cu -
: kişisel nitelik.
k u v v e -i zih n iy y e : p sik.
zihin gücü,
( ﻗ ﻮ تa.i.c. : kuvafy]) 1 ؛. giic, kudret, tâkât; Sihlrat, sağlamlık. 2. bir hükümetin
kuvvet
askeri gücü. k u v v e t i d evlet : d e v l e t i n k u v v e t i . k u v v e t-i k a lb
: İtimâdı, güvenmeyi arttırma.
k u v v e t i k a râ b e t : h uk. k a r â b e t t e k u v v e t . M e s e lâ : baba
[a n a - b a b a b i r k a r d e ş i n
b ir
k a rd e şte n
k u v v e tlid ir :
k a râ b e ti çün kü,
a n a b a b a b ir k a rd e ş ik i k a râ b e t v e d ig e ri b ir k a r â b e t s â h ib id ir ] .
k u v v e t-i tab':
manzum söz söyleme kabiliye-
ti. k u v v e t-i tâli', k u v v e t-i b a h t : t a l i h l i l i k , b a h t a ç ık lığ ı, a ç ik b a h tlilik .
k u v v e t-i tâ lî : y a r d ı m c ı k u v v e t , i k i n c i d e r e k u v v e t-p e z ir
ر.( ﻗﻮﺗﻪa.f.b.s.) : kuvvetli, güçlü.
(arka kuvveti) : 1) yedek kuvvet, arka kuvveti; 2) dayanılacak olan kimse, şeyveyâ hal. 3 . m at. 2 X2 X2 gibi *çarpanlan müsâvî olan bir *çarpmada bunların.miktârmı gösteren rakam : 2X2X2=23 muâdele (*denklem) sinde 3 sayısı, 2 ؛nin kuvvetini gösterir. [Arapça, Farsça yapılan terkiplerde kelime k u v v e şeklinde kullamlir], (bkz: kuvve),
k u v v e tü 'z -z a h r
ى.( قa.s.) : tels. fr. v irtu e l, ( ﻗﻮﻳﺖa.i.) : fels. fr. v irtu a lité , —وىr (f.i.) : 1. köy. 2. mahalle ve İşlek yol;
kuvvi
k u v v iy y e t
piscence. k u v v e -i şe h vâ n iy y e
k u v v e -i zâ tiy ye
ced ek i k u vve t.
k u v v e -i m ü t e h a y y ile :
: istek, yeme içme arzu-
k u v v e -i te b 'îd iy y e : fiz.
kaldırma kuvveti, k u v v e -i t e ş r îiy y e : h u k. kanun yapma salâhiyeti, yetkisi, yasama gücü, k u v v e -i t e 'y îd iy y e : doğruluma, onaylama gücü. k u v v e -i u m û m iy y e : umûmî kuvvet, [en çok] asker ve silâh kuvveti, k u v v e -i v â h im e ؛zihinde hazır olan şeyleri tertip ve sarf etme kuvveti.
612
: arka veren kuvvet, yar-
h â fız a .
k u v v e -i m u h a s s a la : fiz.
k u v v e -i
k u v v e -i z a h riy y e
dımcı, İmdatçı.
elektromotor kuvvet.
kûy
sokak, (bkz : şâh-râh). 3. sevgilinin bulunduguyer. : sevgilinin köyü; sevgilinin oturdugu yer.
k û y -i y â r
kû y-d âş، j >؛١٠l kuyûd
j/(f.b.s.) : köydeş, bir köylü,
( ﻗ ﻮ دa.i. kayd'm
c.)
: 1. kayıtlar, bağlar.
2. deftere geçirmeler. (eski kayıtlar) : Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü'nün bugünkü Arşiv dâiresi (müdürlüğü).
k u y û d -i k a d im e
küfûf
kuyûd-ı vak fiye : Vakıflar Umum Müdürlüğü'nün arşivi.
kübûd ( ﻛ ﻮ دa.i. kebd, kebed'in c .): karaciğerler. (bkz: ekbâd).
kııyûdât ( ﻗﻴﻮداتa.i. kayd'm c. olan kuyûd'ıın c.): resmi muâmeleler ve haberleşmeler defteri.
kücâ ب (f.i.): 1. yer. (bkz : câ, cây). 2. zf. nereye?) nasıl?.
kuyûdât-ı atika : eski kayıtlar, kuyûdât-ı vakfiyye: Vakıflar Müdürlüğü'nün arşivi, kuyûh ( ﺷﻮحa.i. kayh'm c.) : irinler,
Umum
kûy-yâft ( ا ى ﻳ ﺎ ﻓ ﺖf.b.i.): sokakta bulunan bebek, bırakıntı.
küdâs س١( ﻛ ﺪa.i.): hayvan aksırığı, küdûr ( ﻛﺪ و رa.i. keder'in c .): kederler, sıkıntılar, üzüntüler, (bkz: ekdâr). küdûrât ( ﻛ ﺪ و ر ا تa.i. küdur'un c .): (bkz: ekdâr). kiidûret ( ﻛ ﺪ و ر تa.i.): 1. bulanıklık. 2. gam, tasa, kaygı, (bkz : kürbet).
kûz j j j (f.s.): kanbur. (bkz: kûhân., kûhpüşt).
küfât ت١( ﻛﻊa.s. kâfî'nin c.). (bkz : kâfî).
kûz ( ﻛﻮزa.i.): 1. bardak, (bkz ؛kadeh). 2. tas؛ çanak.
küfe ( ﻛ ﻔ ﻪf.i.): küfe, kamıştan veyâ ağaçtan örülmüş sepet.
kuzah ( ﻗ ﺰ حa.i.): 1. bulutlara karışan bir melek. 2. şeytan adlarından biri. 3. renk renk olan çizgi. Kavs-İ kuzah: coğ. ebem kuşağı, yağmur kuşağı, (bkz: alâim-i semâ'). Tabaka-i kuzahiyye ؛anat. göz tabakalarindan biri.
küffâr ( صa.s. kâfir'in c .): kâfirler, hak dinini İnkâr edenler, (bkz : kâfirûn, kefere.),
kuzâhî ( ﻗ ﺰ اa.s.): kuzalıa ait, kuzahla *ilgili, renkli.
kiifr ( ﻛ ﻐ ﺮa.i.c.: küfür): 1. Allah'a ve dine âit şeylere inanmama, Cenâb-1 Hakk'a ortak koşma. 2. dinsizlik, imansızlık. 3. İslâm dinine uymayan inanışlarda bulunma. 4. nankörlük. 5. sövüp sayma, fenâ, kaba söz söyleme. 6. örtme ve gizleme.
k u za h i^ e ( ﻗﺰﺣﻴﻪa.i.): anat. gözün renkli olan tabakası, fr. iris.
küfr-i cahûdî: içinden bilip ağızdan ikrar etmeme.
kuzât ( ﻗ ﻀ ﺎ ةa.i. kadi, kazi'nin c .): lcadılar. Kadi'1-kuzât: kadıların başı, (bkz : kadi, kazi, kııdât).
küfr-i inâdî: içinden bilip diliyle İkrâr ettiği halde İslâm dinine girmeme.
kûze ( ﻛﻮزهf.i.): su testisi, kûze-bâz^ ( ﻛﻮزهf.b.s. ve i.) : testileri başının üstünde tutarak hiiner gösteren oyuncu. kUze-ger ( ﻛﻮزه ﺳ ﻤ ﺮa.f.b.i.): bardakçı; çömlek؛؟. kübâd ( ﻛ ﺎ دa.i.): hek. karacigeı. İltilıabı. kübbâd ( ﻛ ﺒ ﺎ دa.i.): bot. ağaç kavununu andıran, iri ve yumuşak bir limon, küberâ' ( ﻛ ﺮ ا ﺀa.s. kebir'in c .): büyükler, ulular. (bkz: eâzım). küberâ-yi ümmet: ümmetin büyükleri, ululan.
küfr-i inkârî : Allah'ı aslâ bilmeyip ikrar ve îtirâf etmeme. küfr-i nifâkî: dil ile tasdik edip kalben İnkâr etme. küfr-i ziilf: zülfün karalığı, küfrân ( ﻛ ﻔ ﺮ ا نa.i.): iyilik bilmeme, gördüğü lütuf ve insâniyeti unutma, [zıddı: şükrân]. kiifrân-ı ni'met: nankörlük, küfr-bâz ( ﻛ ﺒ ﺮ ﺑ ﺎ زa.f.b.s.): kiifeedici, sövüp sayıcı.
kiibr ( ﻛ ﺮa.i.): büyüklük, (bkz : kibr).
küfr-bâzî ( ﻛ ﻔ ﺮ ﺑ ﺎ ز ىa.f.b.i.): İcüfürbazlık, küfredicilik, sövüp sayma,
kübrâ ( ر ىa.s.): 1. daha (en, pek, çok) büyük olan, ["ekber” in müennesi]. Hadîcetü'1Kübrâ: Hz. Muhammed'in ilk zevcesi. 2. mant. büyük *önerme.
küfriyyât ( ﻛ ﻔ ﺮ ﻳ ﺎ تa.i.c.): 1. kâfirliğe, küfre sebebolan İşler, sözler. 2. hicviyeleı'. 3. mürekkepçi Havâî'nin hicviyelerinden mürekkep mecmûa.
Kübreviyye ( ﻛ ﺮ و ﻳ ﻪa.lı.i.): Alımed Necmeddîn-i Kübrâ taı'afındaıı kurulan bir tarikat.
küfûf ﻛ ﺒ ﺮ ق.(a.i. keffin c.): el ayaları, avuçlar. 613
küfv
küfv / (a.i.c.: kifât): eş, benzer, denk, arkadaş. (bkz : kifâet, mâııend, muâdil, müsâvî, nazir). küfye ( ﻛ ﻔ ﻴ ﻪa.i.) : ancalc geçinecek kadar olan yiyecek. küh ( ﻛ ﻪf.i.): dağ. ["kûh" kelimesinin h a fif letilmişi]. kühen ( ﻛﻬﻦf.s.): eski, yıpranmış, modası geçmiş. Hâne-i İcühen: eski ev ؛mec. dünyâ, (blcz : atik, bâstân, kadim), kühen-deyr ( ﻛﻬﻨﺪﻳﺮf.b.i.): (bu-) dünyâ, küüen-gürg ( ﻛﻬﻔﻜﺮكf.b.i.): (bu-) dünyâ, kühen-lıarâbât ( ﺳ ﻤ ﻬ ﻦ ﺧ ﺮا ﺑﺎ تf.b.i.): (bu-) dünyâ. kühen-pîr ( ص ﺑﻴﺮf.b.s.): çok yaşlı, kühen-sâl ( ﻛ ﻬ ﻔ ﺎ لf.b.s.): "eski yıl” : yaşlı, yaşlanmış, kocamış; eslci. (bkz : atik), küheyli, hiiheylân ﻛ ﺤ ﻴ ﻼ ن، ( ﻛ ﺤ ﻴ ﻠ ﻰa.i.): gözü sürmeli cins Arap ati. kühhân ( ﻛ ﻬﺎ نa.s. kâhin'in c .): falcılar, bakıcılar. (blcz: kehene). küh-istân ( ﻛ ﻬ ﺘ ﺎنf.b.i.): dağlık, dağı çok olan yer. ["kûh-istân" in hafifletilmişi]. kühlân ( ﻛ ﻬ ﻼ نa.i. kelal'in c.). (bkz : kehl). küh-sâr ( ﻛ ﻬ ﺎ رf.b.s.): dağlık, dağ tepesi. ["kûh-sâr” kelimesinin hafifletilmiş]؛, kühûf ( ﻛ ﻬ ﻮ فa.i. kehfin c .): mağaralar. kühûf-i c ib â l: dağların mağaraları, kühûl ( ﻛ ﻬ ﻮ لa.i. kehl'in c .): 30-50 yaş arasında bulunan kimseler, olgunluk çağında bulunanlar. (bkz: kihâl). kühûlet ( ﻛ ﻬ ﻮﻟ ﺖa.i.) : olgunluk çağı, 30-50 yaş aı'ası. (blcz : sinn-i kemâl). kükürd ( ﻛ ﻮ ﻛ ﺮ دf.b.i.). (bkz : gûgird). külâh, küleh ﻛ ﻠ ﻪ، ( ﻛ ﻼهf.i.): 1. külâh, [eskiden] giyilen, ucu sivri veyâ yüksek başlık, başa giyilen şey. (bkz : serpûş). Kec-külâh : külâhı eğri, külâhını eğri giyen, külâh-ı İstivâd âr: sat. İstivâ denilen yeşil şerit dikilmiş bulunan mevlevi sikkesi, külâh-ı M evlevi: Mevlevi kiilâlıı. 2. İçine şeker ve şâire koymak üzere huni şeklinde bükülen kâğıt. 3. mec. oyun, hile, [hafifletilm işi: kiileh'dir]. ltülâh-ı s e y fi: tas. bil. çeşit mevlevi külâhı. külâh-ı v e fâ î: Sultan Divâni ''Dîvân-1 Kebîr’’i almak üzere İran'a giderken Haleb'e
ه1ه
uğradığı sırada oranm şeyhlerinden Ebü'lVefâ'nın ziyarete geldiğinde "teberrilken sikke giymek istediğini” söylemesi üzerine. Sultan üivânî'nin başından çıkarıp şeylıe giydirdiği serpûş'un adi. Ki bu başlık, Dîvânî'nin geceleri giydiği kısa bir sikke İmiş. kiilâh-1 zerd: tar. acemi oğlanlarının başlarina giydikleri başlık. külâle ( ﻛ ﻼ ﻟ ﻪf.i.): 1. kıvırcık sa ؟. 2 . ؟İ ؟ek demeti. kiilbe ( ﻛﻠﺒﻪf.i.): kulübe, kiilbe-i ahzân (lıiizünler kulübesi): gam, keder, tasa evi. külef ﻛ ﻒ٠( د ةkülfet'inc.) :1. zalımetler,sıkıntılar, zorluklar, yorgunluklar.2. merâsimler, seremoniler. kiileh ( ﻛ ﻠ ﻪf.i.). (bkz: külâh). küleh-dûz ( ﻛ ﻠ ﻪ دوزf.b.s.): külah diken, küleh-kûşe ( ﻛﻠ ﻬ ﻜ ﻮ ﺷ ﻪf.b.i.) : [eskiden] külâhın, fes'in köşesi. küleng ( ﻛ ﻠ ﻔ ﻚf.i.): turna kuşu. külfe ( ﻛ ﻠ ﻔ ﻪa.i.): OsmanlI idaresi zamanında Mısır'da kul taifesinin giderlerini sağlamak üzere alman vergi. külfet ( ﻛ ﻠ ﻐ ﺖa.i.c.: k ü lef): 1. zahmet, sıkıntı, zorlulc, yorgunluk, zorlu İş. 2. merâsim, seremoni. külhân, kiilhen ﻛﻠ ﺨ ﻦ، ( ﻛ ﻠ ﺨ ﺎ تf.i.): külhan, han, hamamlarda suyu ışıtmak İçin ateş yakılan yel-, hamam ocağı, külhânî, külheni ﻛﻠ ﺨ ﻰ، ( ﻛ ﻠ ﺨ ﺎ ﻧ ﻰf.i.): 1. çapkm, serseri. 2. okşama ile azarlama sözü. Külhânî-i lây-h âr: meşhur Hakîm-İ Senâî'nin mürşidi. kül٤ç e - ( f . i . ) :külçe, külîçe-i nühâs : bakir külçesi, külîçe-i sim : gümüş külçesi. küll ( ﻛ ﻞa.s.zf.): hep, bütün, çok. Akl-1 kiill ؛ her şeyi kavrayan akil. Alâ-külli hâlin (her halde): şöyle böyle, olabildiği kadar, üstâd-ı k üll: herkesin, umûmun üstâdı. Min-külli'l-vücûh: her veçhile, her bakımdan. külle yevm : her gün. küllâb ( ﻛ ﻼ بa.i.c.: kelâllb): ucu eğri demir, çengel, kanca.
künd-gûş b i r i n i n a d i. T u l â n î v e k ü ç ü k o l a n b u k i t a p küllâbî ( ﻛ ﻼ ﺑ ﻰa.i.): tımarhâne hademesi, l a n â li m l e r c ü b b e le r i n i n y e n le r i n d e t a ş ı r gullâbici. İ a r d ı. KüUâbü'l-cenîn ( ﻛ ﻼ ب ا ﻟ ﺺa.b.i.): hek. İâvta kümün ( ﻛﻤﻮنa .i.) : g i z l e n m e , (b lcz : İh tifâ ). denilen hekimlik âleti, külle ( ﻛﻠﻪf.i.): 1. kâhkül. 2. topuk, kiin ( ﻛ ﻦa .fi.) : o l, o ls u n !, kün fe-kân, kün fe-yekûn : o la n o ld u . [ A l l a l i , küllî, kiilliyye ﻛﻠﻴﻪ، ( ﻛﻠ ﻰa.s.): 1. umûmî, büb u -k ü n !_ e m ir le b ü t ü n v a r l ı k l a r ı y a r a t t ı tün. 2 ٠ ؟ok. 3. mant. *tümel. Husûf-İ k ü llî: g m d a n , t a s a v v u f e d e b iy a tın d a b u k e lim e y e Ayin tamâmının tutulması. Küsûf-1 k ü llî: ؟o k ra s tla n ır ]. tam güneş tutulması. Kaide-i k iilliy ye: umûmî, herşey hakkında tatbik edilecek künâ ( ﻛﺘﺎf i . ) : y e r , e t r â f ı ؟e v r i l e r e k e k ile n y e r . kaide, *kural. Kudret-i k iilliy ye: Allaİr'ın künâm ( ﻛ ﻨ ﺎ مf.i.) : 1. i n s a n i n d i n l e n e c e ğ i y e r . kudreti. 2 ٠k u ? y u v a s ı . 3 . v a h ş î h a y v a n in i. külliyyât ( ﻛ ﻠ ﻴ ﺎ تa.i. külliyet'in c.): 1. bir ya- -künân ﻛ ﻨ ﺎ ن- ( f e .) : - y a p a r a k , - e d e r e k ؛- y a zarın basılmış eserlerinin tamâmı. 2. [eski] p a n , -e d e n . Handekünân: g ü le r e k . Nâlebir şeyin bütünü, hepsi. künân : fe r y â d e d e r e k . Raks-künan : r a k külliyyât-1 hams : mant. Aristo sisteminde ؛ se d e re k , o y n a y a r a k . Nakş-künân : n a k ş e nevi, cins, fark, has, araz (*ilinek). d e re k . Tazal!üm-künân : t a z a l l ü m e d e n , k ü llic e , külliyyet ﻛ ﺒ ﺖ، ( ﻛ ﺐa.i.): y a n ı p y a k ı la n . Zevk-kiinân : z e v k e d e re k , 1. umûmilik, bütünlük. 2. ؟okluk, bolluk. künâsât ( ﻛ ﻨ ﺎ ﻣ ﺎ تa .i. k ü n â s e 'n i n c .) : s ü p r ü n 3. OsmanlI imparatorluğu zamânmda tiile r. Araplardaki bâzı medreselere üniversite künâse ( ﻛﺎ ﺳ ﻪa .i.c . : k ü n â s â t ) : s ü p r ü n t ü , kelimesinin karşılığı olarak verilen bil- ad. künât ( ﻛ ﻨ ﺎ تa .i. k â n î 'n i n c .) : k i n â y e d e b u lu Bi'l-külüyye : bütün bütüne. Ervâhiyye-i n a n la r , k i n â y e c ile r . k iilliy ye: fr. panpsychisme. Kelimiyye-i kiinc ( ﻛﺘ ﺞf.i.) : 1 . k ö ş e , b u c a k , kiilliyye : fr. panlogisme. Kuvve-i kiilliykünc-i kanâat : k a n a a t k ö ş e s i, ye : büt ؟n silâhlı kuvvetler, künc-i mihen : m ih n e t , s ı k ı n t ı k ö ş e s i. 2 . e lkiilliyyen ( ﻛ ﺐa.zf.): büsbütün, ؟ok olarak, b is e v e k i l i m g ib i ş e y le r d e m e y d a n a g e le n tamâmiyle, toptan, kökünden, b u r u ş u k l u k . 3 . s. k a n b u r . 4 . e v a lt ı b o d r u küllü âtin karîb : bütün gelecekler yakındır, m u. küllü şey'in yerciu ilâ-aslih i: her şey aslma küncüd ٠( ﻛﻐﺠﺎf.i.) : bot. s u s a m , lât. sesamum döner. orientale. kiiliing ( ﻛ ﻠ ﺌ ﻚfi.) : taşçı kazması, kiind ( ﻛ ﻨ ﺪf.s.) : 1. kör, keskin olmayan. 2. cekümâhe ( ﻛﻤﺎﻫﻪf.i.): nazarlık, sur, yigit. 3. i. bukağı. 4. kısa, biçimsiz. kümât ( ﻛ ﻤﺎ تa.s. kemi'nin c .): yiğitler, kahra5. anlayışsız. manlar ؛savaşçılar, künde ( ﻛ ﻨ ﺪ هf.i.) : 1. i r i v e k a l ı n a g a 2 . ؟. s u ؟lu_ kiimbed ( ﻛ ﺎ بfi.), (bkz: günbed). n u n a y a k la r ın a g e ç irile n to m r u k . 3 . y a k ıkiimdet ( ﻛ ﻤ ﺪ تa.i.): renk değiştirme, ş ı k s ı z , k u v v e t l i g e n ؟ir is i. 4 . k ü t ü k , k a i m kiimeyt ب (a.i.): 1. doru at. a ğ a ؟g ö v d e s i. 5 . t u z a k , d ü z e n . 6 . k a l ı n k a fa il, a n l a y ı ş s ı z lc im se . kümeyt-i hâme (söz meydanının atma benzetilerek): kalem. 2. kırmızı şarap, kiinde-i ؟ehâr bend : [d ö rt u n s u r itib a riy le ] D ünyâ. kiimm (a.i.c.: kim âm ): bot. ؟İ ؟ek kâsesi, çiçek kapçığı, tomurcuk, (bkz : kimm). kiinde-i hizem : y a k ı l a c a k o d u n , kümmel ( ﻛ ﻤ ﻞa.s. kâmil'in c.): kâmiller, ol- künde-kâr ( ﻛ ﺪ ه ﻛ ﺎ رf.b .i.) : k ı y m e t l i a ğ açla rı." gunlar. iş l e y e n m a r a n g o z , s e d e fç i, fr. ébéniste menuisier. kümmelîn ( ﻛ ﻤ ﻴ ﻦa.s. kâmil'in c. olan kümmel'in c.): kâmiller, künde-kârî ( ﻛﻨﺪه ﻛﺎر ىf.b .i.) : i n c e m a r a n g o z lu k , s e d e f ç ilik , fr. ménuiserie, ébénisterie. kümmî ( ﻛ ﺎ سa.s.): 1. mahrut, koni biçiminde olan. 2. eski yazma kitap ؟eşitlerinden künd-gûş ( ﻛﻐﺪ ا شf.b .s.) : s a ğ ır .
6,5
künende
künende ( ﻛ ﻨ ﺪ هf.s.): edici, yapıcı, eden; yapan. Agaz-kiinen: başlayıcı, başlayan.'
v e a ç k -e fz â ( h ü s e y n î - a ş î r a n 'd a ) ; k ü r d î, s o n
küngüre ( ﻛ ﻴ ﻜ ﺮ هf.i.): kubbenin tepesi, en yüksek yeri.
h a k k ın d a
künh ( ﻛ ﻨ ﻪa.i.): 1. bir şeyin asil, hakikati, temeli. 2. kök, dip. 3. fels. esas, öz. Künhü'l-Ahbâr ( ﻛ ﻨ ﻪ ا ﻻ ﺧ ﺒ ﺎ رa.it.) " ؛haberlerin esasi, özü” ؛Gelib.olulu Mustafa Âlî'nin 1591'de yayınladığı 4 bölümden oluşan tarih kitabi. künişt ( ﻛ ﻨ ﺸ ﺖf.i.): Yahudilerin havrası, künnâşe ( ﻛ ﻨ ﺎ ﺛ ﻪa.i.c. ؛lcünnâşât): kök. k ü m k b j j ٠(a.i.) :nankörlük, künûn d j J (a.i.) ؛bir şeyi gizleme, sakil tutma. künûn ( ﻛ ﺸ ﻮ نf.zf.): şimdi, (bkz ؛el'ân). [“eknûn” kelimesinin hafifletilmişi). lcünûz ( ﻛ ﻮ زa.i. kenz'in c .): hazînelei". künûzât ( ﻛ ﻨ ﻮ ز ا تa.i. kenz'in c. olan künûz'un c .): hazineler. lciinye ﻗ ﺐ٠ (a.i.): bir kimsenin adi, soyadı, doğumu, memleketi, mesleği ve İŞİ gibi hususiyetlerini gösteren kayıt, kürân ( ﻛ ﺮ ا نf.i.): al renkli at. (bkz : küreng). 1 ة ة ئ ؛1 ( ﻛ ﺮ ا ﺀ ىa.i.kürsî'ninc.). (bkz :kürsî). kürât ( ﻛ ﺮ ا تa.i. küıe'nin c .): küreler, yuvarlak olan cisimlei", toparlak nesneler. k ü r b e ^ ( f . i . ) :dükkân, lciirbet ( ﻛ ﺮ ﺑ ﺖa.i.): gam, tasa, kaygı, (bkz: küdûı.et2). kürbet-î gu rbet: gurbet tasası, kürd ( ا دa.i.c.: ekrâd): Kürt, kürdî ( ا د ىa.s.): kürt biçimi, kürtlerinkine benzer. kürdî hotoz : tar. OsmanlIlarda kadınların başlarına taktıkları bir ؟eşit hotoz, kürdî (( ﻛ ﺮ د ﺗ ﻢa.i.): müz. Türk müziğinin ü؟ numaralı basit makamı. Kürdî dörtlüsü ile pûselik beşlisinden ibârettir. Pûselik beşlisi ile dügâh'da durur. Gü ؟lü -beşli ile dörtlünün birleştiği- nevâ'dır. Donanımda “si'' kü ؟ük mücenneb bemolü mevcuttur. Dizisi umûmiyetle ؟ikici olarak seyreder. Orta sekizlideki sesleri -pestden tize doğru- şöyledir: dügâh, kürdî, ؟ârgâh, nevâ, hüseyni, acem gerdâniye ve muhayyer. Şu şedleri isimli olarak kullanılmıştır : Kürdili 616
h ic a z k â r
(r a s t'd a ),
fe ra h n ü m â
(y e g â h 'd a )
a s ır la r d a k u l la n ı l m ı ş v e b u y ü z d e n b ü n y e s i m u s ik is e v e r le r c e
ih t ilâ f a
d ü ş ü l-
m ü ş t ü r j h a l b u k i e n e s k i m a k a m l a r d a n b ir i o lu p , e s k id e n k u l l a n ı l m a k t a id i. N i s b e t e n m u a h h a r z a m a n l a r d a is e - ؟â i'g â h d a o ld u g u g ib i- ş e d le r i v e m ü r e k k e p le r i b o l b o l k u lla n ı l m ı ş fa k a t a s il m a k a m a r a g b e t e d i lm e m i ş tir. B ilh a s s a irer m a k a m ı n s o n u n a - p û s e li k b e ş lis i g ib i- b i r k ü r d î d ö r t lü s ü İlâ v e e d ile r e k p e k ؟o k k ü r d i l i m a k a m l a r t e r k lb e d ilm iş t ir .
k ü r d î-a ş îrâ n
ﻛﺮد ى ﺀﺷﻴﺮ'ن
( a .f .b . i .) : m iiz. b i r -
k a ؟a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m .
( ﻛﺮد ى ر ﺟﺎرﺀىهa.t.f.b.i.): m iiz. ؟ârgâh dizisinin kürdili şekli; yânî, çargâh beşlisine, çargâh dörtlüsü degil de, pûselik dörtlüsü İlâve olunmuş şekli (ki bu durumda, pûselik perdesi yerine kürdî kullanılmakta ve makam "si" küçük mücenneb bemolu almaktadır). Bu diziye H. Saadettin Arel ve Dr. Subhi Ezgi bu ismi vermişlerdir. Abdiilkadir Merâgî bu nrakama “uşşak" demekte ve “TUrklerin millî makamlarıdır” kaydım İlâve eylemektedir. Bugiiırkii uşşâk'ın tertibi ise bambaşka olup, bu “eski uşşak ” yânî kürdili ؟ârgâh 'dan zamâmmıza bir nümûne intikal etmemiştir. Bu dizinin de niseb-i şerife adedi tamam, yânî 9 dur. Orta sekizlideki sesleri -pestden tize dogruşudur. ؛kaba- ؟ârgâh, yegâh, aşîran, kaba ؟ârgâh, yegâh, aşîran, acemaşiran, rast, dügâh, kürdî ve ؟ârgâh.
k iird i'li ؟â rg â h
k ü rd i'lî h îc az -k â r
زﻛﺎر1( ﻛﺮد ى ﻟﻰ ﺣﺞa.t. f.b.i.):
m iiz. Hacı A rif Beyin îcâdettigi bir makam-
dır. Aşağı yukarı 130 senelik olan bu makam, bu müddet İçinde ؟ok büyük bir ragbete mazhar olarak bilhassa şarkı for'me'11 İ ؟in bol bol kullanılmıştır. Bugüır .liicaz, uşşak, hüseynî ve hüzzamdan sonra 5 inci olarak en ؟ok kiirdi'li hicazkâra mensuptul-; en fazla şarkının yazıldığı makam ise, doğrudan doğruya kürdi'li hicâzkârdır. Asil kürdi'lî hicazkâr, kürdî makamının bir pest perdedeki yâırî rast (sol) daki şeddidir. Gü ؟lüsü -dördüncü derece olan- ؟ârgâh (do) dır. Donanımına “si", “mi" ve “la” İ ؟in 3 tâne kü ؟ük mücenneb bemolü alır. Kürdî gibi tabiatıyla bunun da 9 niseb-i şerlfesi vaı'dıı'. Dizisinin seyri umûmiyetle inicidir. Orta
küreyve-î hamrâ s e k i z li s in d e k i s e s le r i -t iz d e n p e s te d o ğ r u o l-
m e r k e z i o l m a k ü z e r e y a p ı ç a p ı s o n s u z o la -
m a k ü z e r e - ş ö y le d ir : g e r d â n iy e , a c e m , n i m -
r a k t a s a v v u r o lu n a n v e s a th ın d a b ü tü n y ıl-
h is a r , n e v â , ç â r g â h , k ü r d i, n i m - z i r g ü l e v e
d ız la r m
r a s t m a k a m ı n ı n i k i n c i b ir ş e k li d a h a v a r d ı r
k ü re .
k i b u , m ü r e k k e p b ir m a k a m d ır v e h ic a z k â r
k ü re -i
ile k ü r d i d iz ile r in d e n v e y â s â d e c e h i c â z k â r ı m ü t e â k ıp
k ü r d i d ö r t lü s ü n d e n ib â r e t t ir ; 3
b e m o l ile
d o n a n ır ;
n o ta
İç in d e
m ü r t e s e m l e r i b u lu n a n m u h a y y e l
s u lb e :
*ta şk ü re ,
lito s fe r,
fr.
l i t h o s p h C r e . ( b k z : k ü r e - i h a c e r i) . k ü r e -i çe m s : a str. G ü n eş,
h ic a z k â r
İ ç in “ fa ” b a k ı y y e d i y e z i ile " s i ” b e k a r v e “ s i " k o m a b e m o lü İlâ v e o lu n u r . M a k a m a “ k ü r d ili h i c a z k â r " , y â h u t “ h i c a z k â r - k ü r d i ” a d i-
k ü r e -i z e m in : y e r y ü z ü , y e r y u v a rla g i. k ü re -i
z iy â :
* ıç ık k ü r e ,
fo to s fe r ,
fr .
p h o to sp h e re.
n i n v e r i l m e s i i l k i n h i c a z k â r ile k ü r d id e n
k ü r e t ü '1 - k e v â k i b : a s t r . a s t r o n o m i o la y ı,
m ü r e k k e p o lu ş u d o la y ı s ıy la d ır . Ç im d i a r t ı k
k ü r e t ü 'l - k ü l l : d o k u z k a t o ld u ğ u n a in a n ıla n
h e m e n d â i m a b a s it ş e k li y â n î k ü r d i n i n r a s t p e r d e s in d e k i ş e d d i k u l la n ı l m a k t a d ı r ,
g ö ğ ü n e n ü s t k a t i. k ü rem â
k ü r e ( ﻛ ﺮ هa .i.c : k ü r â t ) : 1. y u v a r l a k , t o p a r la k ,
ﺳﺎ
k ü r e - i a r z : y e r y u v a r l a ğ ı . 2 . g e o . * k iir e .
a ؟ık
k ü r e - i a r z u m â : D i i n y a 'd a k i k a r a , su , k a y a ,
k i r â m ' 3 ).
k ıs m ı.
2 . u lu la r ,
ﻛ ﺮﻧ ﻚ
،
b ü y ü k le r,
ﻛ ﺮﻧﺪ
(b k z:
( f i . ) : a l at. ( b k z :
ﻛﺮو ى
( a . s . ) : y u v a r l a k ; m a t . * k ü r e s e l.
H e n d e s e -i k ü r e v i y y e : geo . *k ü resel g e o m e t r i . [ " k ü r i y y " d e d e n ir ],
k ü r e - i b e y z i y y e : b iy . o o s fe r,
k ü r e v i y y ü ' ş - ş e k l : g e o . y u v a r l a k ç e k il,
)اﺛﻴﺮ,
k ü r e - i h a c e r i : * t a ş k ü r e , lito s fe r, f r . l i t h o s -
k ü r e v i y y ü 'ş - ş e k l c i i m l e - i k e v k e b i y y e : a s t r . *k ü re m si y ıld ız y ığ ın la r ı.
p h ere. k ü r e - i h a d i d i y y e : h e k . s u d a e r it ile r e k k a n -
k iir e y b e
٠ﻛ ﺮ ﻳ ﺐ
( a . i . ) : b iy . t u l u m c u k , f r . u t r i -
c u le .
s ı z lı ğ a k a r ş ı k u l l a n ı l a n d e m i r l i b i r ilâ ç ,
k ü reyvât
k ü re -i h a k : y eryü zü . k ü r e - i h â r i c e t i i 'l - m e r k e z : a s t r . e s a s i P t o le m a i o s t a r a f ı n d a n o r t a y a a t ıla n v e d ü n y â y ı k â in a tın m e rk e z i s a y a n b ir a s tro n o m i m e r-
ا د وا ت
(a.i. k ü r e y v e 'n i n c . ) : k ü ç ü k
k ü r e c ik le r , y u v a r la k la r , * y u v a r la r , k ü r e y v â t - ı b e y z â : a n a t. *a k y u v a r la r , k a n v e l e n f g ib i v ü c u t SIVI ( m â y i) l a r m d a b u lu n a n ç e k i r d e k l i v e y u v a r l a k h ü c r e le r ,
k e z i.
k ü r e y v â t - ı h a m r â : a n a t . * a ly u v a rla r, k a n a
k ü r e - i h e v â , - l â c e v e r d : g ö k k u b b e s i,
al r e n g in i v e r e n ç e k ir d e k s iz y u v a r la k k ü -
k ü r e -i k a m e r : a str. A y.
ç ü k h ü c r e o lu p , k a n i n h e r m ilim e t ı-e k ü -
k ü re -i lâ c e v e r d : gö k ku bbe, h avak ü re.
b ü n d e b e ş m i l y o n k a d a r b u lu n u r ,
k ü r e - i l e v n i y y e : * r e n k k ü r e , k r o m o s fe r , f r . ch ro m o sp h C re. m â iy y e :
fr.
h y-
k ü re y v â t-ı y â b is e : hek.
k a n in
t e r k ib i n d e
y ü z d e o n d ö r t n i s p e t i n e b u l u n a n d e m i r b i-
k ü r e - i m u s a t t a h a : * d ü z le m k ü r e .
le ç iğ i. [ k e l i m e n i n d o ğ r u s u “ k ü r e y y â t ” d ır ] .
.k ü r e -i m ü c e s s e m e : *y e rk ü re ,
k ü reyve
k ü r e - i n â r i y y e : j e o l . p ir o s fe r , n e s im i:
h avak ü re,
a tm o s fe r,
fr .
( a .i.c .: k ü r e y v â t ) : 1. k ü ç ü k y u -
k ü re y v e -i
beyzâ:
a n at.
*ak yu var,
(b k z :
* a ly u v a r,
(b k z :
k ü re y v â t-ı b e y z â).
k ü r e - i s e m â : a s t r . g ö k t e k i, g ö k c i s i m l e r i n i n g ö ste re n
ﻛﺮﻳﻮه
v a r l a k , * y u v a r . 2 . f i z . m o le k ü l, e le k tr o n ,
a tm o sp h C r e .
v a z iy e tin i
k ü r e y v â t - ı m e n e v i ş e : a n a t . m e n id e k i c in s iy y e t z e rr e c ik le ri.
* s ıık ü r e , h id r o s fe r ,
d ro sp h C re.
k ü re -i
k im s e le r .
k ü râ n ). lc iir e v i
k ü r e - i a y n : h ele, g ö z y u v a r l a ğ ı ,
k ü re -i
(a .s. k e r i m 'i n c . ) : 1 . k e r i m , a s il,
k iir e n d j k iir e n g
t o p r a k p a r ç a l a r ı v e d e n iz le r, k ü r e - i â t e ç : h a v a t a b a k a s ı ü z e r i n d e k i ate ş
k ü r e - i e s i r : ( b k z : e s ir
/
n e c ip , iy i l i k s e v e r , h a y ı r s â h ib i, c ö m e r t , e li-
k ü re ;
m e r k e z i A r z 'ı n
k ü reyve i
h am râ:
a n at.
k ü r e y v â t-ı h a m râ ).
617
küreyve-î ؛ahmiyye kiireyve-i şahmiyye : biy. yağ *yuvarı,
kürük ك/
(f.b .i.) : d e v e y a v r u s u , ( b k z : ş ü t ü r -
p e ؟e).
küreyvi ( ﻛ ﺮ ﻳ ﻮ ىa.s.) : *küresel, kiireyvin ( ﻛ ﺮ ﻳ ﻮ ﻳ ﻦa.i.c.): fizy. alyuvarlara kirmızı rengi veren duru suya benzer bir madde, *yuvarcıklar, fr. globules. kürîz ( ا ﻳ ﻦf.i.): hizmetkâr, kiirizi ( ﻛ ﺮ ﻳ ﺰ ىf.s.): düşkün, beli bükük ihtiyar.
küs j S (f.i.) : k a d ı n ، e n â s ü l â le ti, ( b k z : fe re ), küsâ ى- ٠( كa.i. k i s v e 'n i n c.). ( b k z : k is v e ), kiisâhat ( ﻛ ﺎ ﺣ ﺖa .i.) : s ıs k a lı k , k e m i k h a s t a l ı ğ ı, fr. rachitisme. lc iis b e ي (a.i.) : y a ğ p . s a s ı ؛y a ğ ı , s u y u ç ı k a r ı l m ı ş h e r t ü r lü * b i t k i m a d d e l e r i n i n k u r u k a lın t ıs ı.
kürrâsdj ١^ ( a . i . ) :bot.pırasa. kiirrâse ( ﻛ ﺮ ا ﻣ ﻪa.i.c,: kerâris): elyazması kitaplann sekiz sahifeden İbâret olan forma-
kiisbere ( ﻛ ﺒ ﺮ هf.i.) : bot. k a r a k i m y o n , k iş n iş , küstâh خ٠( ﻛ ﺖf.s.) : a s li " g ü s t â h ''d ı r . ( b k z : g ü s tâ h ).
kiirre ٥/
küstâh-âne ﺎ ﺧﺎﻧﻪ
(fi.): 1. Sipa. 2. tay.
ﺴ
(f.z f.) ؛a s il " g ü s t â h - â n e ”
ﻛ
d ir . ( b k z : g ü s t â h - â n e ) .
kiirre-i h a r : sıpa. kiirsi ﺳ ﻰ/ (a.i.c. ؛kürâsî): 1. oturulacak yüksekçe yer. 2. taht, (bkz : serir). 3. makam, vazife. 4. hükümet merkezi, başkent, (bkz: makarr, merkez). 5. kaide, ayaklık, mesnet. 6. arş-ı a'zam'ın altında bir düzlükte olan, İevh-i mahfûz'ıın bulunduğu yer. Âyete'1k ü rsî: Kur'ân'da: Allahü İâ İlâhe İllâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü... ibâresiyle başlayan ve Bakara sûresinin 255. âyetini teşkil eden kısım. 7. koltuk'un X yıldızı, ؟edir, fr. sehedir. lcürsî-i h â k : kâinatın dayanağı, dünyâ, kürsî-i h a tt: kurallara uygun olarak yazılmış elyazısı. kürsî-i hüküm et: parlamento, kürsî-i memleket: başkent, kürsî-i ses-kûşe : (bu-) dünya, kürsî-i z e r : Güneş. kürsî-dâr ا ر٠( ﻛ ﺮ ﺳ ﺎa.f.b.i.): kiirsiidar, kirmızı ؟uha veya kadife İcaplı olan kürsî-i llümâyûna bakan görevli,
küstâhî ﻛ ﻄ ﺨ ﻰ٠(f.i.) : k i i s t a l i l i k , e d e p s iz lik , küstel — > ؛٠( كf.i.) : zool. b o k b ö c e ğ i , ( b k z
:
h u n f e s â ') .
kiisûd۵- ( a . i . ) :k e s a d . küsûd ﺑ ﺪ٠ ( كa .i.) : ؟e k ilm e ,
m ak sad a va rm a -
d a n g e r i d ö n m e , ( b k z : ric 'a t).
küsûf ف
ﻛ ﻮ
(a .i.) :
astr.
G ü n e ş 'i n t u t u l m a s ı ,
A y 'ı n , D ü n y â 'm ı z ile G ü n e ş a r a s ı n a g i r e r e k g ö lg e s iy le G ü n e ş 'i k ı s m e n v e y â t a m â m e n ö r t m e s i.
küsûf-i ciiz'î : astr.
G ü n e ş 'i n b i r k ı s m ı n ı n
tu tu lm a s ı.
kiisûf-1 halkavi : astr.
h a lk a lı g ü n tu tu lm a -
küsûf-i külli : astr. G ü n e ş 'i n t a m t u t u l m a s ı , küsül و ل٠( كa.s.) : te n b e l, iiş e n ic i. küsûr و ر٠( كa.i. k e s r 'i n c.) : 1. p a r ç a l a r , a r t a n p a r ç a l a r , a r t ık la r , z. mat. k e s irle r, küsûrât ت١( ﻛ ﻮ رa.i. k e s r 'i n c. o l a n k ü s û r 'u n c.) : a rtik la i-, a r t a n k ıs ım la r ,
küsûrât-ı aşeriyye : mat. o n d a l ı k k e s irle r, kürsî-nişîn ص ( ﻛ ﺮ سa.f.b.i.): ı) tahtta otu-küş ز ش- (f.s.) ؛ö ld ü r e n , ö l d ü r ü c ü . Düşmanran pâdişâlı; 2) vâli; 3) câmide, kürsüde küş : d ü ş m a n ö ld ü r e n . Merdüm-küş : oturan, vaaz eden. a d a m ö ld ü r e n . Zebûn-küş : d ü ş k ü n ö ld ü lcürûb ( ا و بa.i. kerb'in c .): tasalar, kaygılar, kederler, gamlar. lcürûm ( ر و مa.i. kerm'in c .): üzüm, bağ kiitülcleri. Fasîle-İ kürûmîyye : *iizümgiller. kürûr ( ا و رa.i.): bir şeyin tekrârı. kürûr-i a'vâm : tâkibetmesi.
senelerin
kürûş وش/
kiişende ﺸ ﺪ ه
( ﻛf.s.) : ö ld ü r e n , ö ld ü l-ü c ü . (blez :
k a t il) .
küşkûye ﻵ-
( fi.) :
miiz.
T iir k m ü z iğ i-
n in e sk i m ü r e k k e p m a k a m la r ın d a n
birbirini
kürûr-i ed vâr: devil'lerin tekrarı, 618
re n ; f ı r s a t d ü ş k ü n ü .
(a.i. kerîş'in c .): işkenbeler.
o lu p ,
z a m â m m ı z a k a l m ı ş b il' n i i m û n e s i y o k t u r ,
küşt-âr ﺸ ﺘ ﺎ ر küşte ﻛ ﺸ ﺘ ﻪ
1. k e s i lm i ş , 2. mec. et.
( ﻛf.s.) :
m i ş [k o y u n ] .
k u r b a n e d il-
(f.s .c . : k ü ş t e - g â n ) : ö l d ü r ü lm ü ş .
küzbere.ü'l-kanât küştegân ( ﻛ ﺸ ﻜ ﺎ نf.s. küşte'nin c.) : öldürülmüşler. kiişte-gân-ı zinde : şehitler, (bkz : şühedâ). küştegî ( ﻛ ﺸ ﻜ ﻰf.i.) : adam öldürme, cânîlik,
katillik. kiîştenî ص
kütüb-i sitte : Hanefî fıkhı üzerine yazılmış 6 kitap: [Mebsûta, Ziyâdât, câmi-i Sagir, Câmi-i Kebir, Sîyer-î Sagir, Siyer-i Kebir], kütüb-i tefâsir : tefsir kitapları, kütüb-i tevârih : târih kitapları.
(f.s.) : öldürülmeye lâyık, öldü-
riilesice. küştere ( ﻛﺸﺘﺮهf.i.) : uzun dülger rendesi, küştî ( ﻛ ﺪ ىfi.) : güreşme, pehlivanlık, (bkz :
musâraa). küştî-câ br ى٠( ﻛﺚf.b.i.) : güreş yapılan yer. küştî-gâh ٥l f ( ﻛ ﺸ ﻰf.b.i.) : güreşe çalışılan
yer. küştî-gîr ( ﻛ ﺸ ﻌ ﺮf.b.i.) : güreş tutan, güreşçi,
pehlivan. küştî-gir-i cehân : cihan pehlivanı. küştî-gîrî ( ﻛ ﺸ ﻌ ﺮ ىf.b.i.) : pehlivanlık, kütle ( ﻛ ﺄ هa.i.) : yığın, kiime, toplu şey. kiitle-i izâfiyye : fiz. OzkUtle, fr. masse spécifique. kütle-î ta l'î^ e ؛bot. *çiçektozu kümesi, küttâb ( ز ا بa.i. kâtib'în c.) : kâtipler, yazıcılar. (bkz : ketebe). Menşe-İ küttâb : kâtip yetiştiren *okul. Reîsü’l-küttâb : divan
kâtiplerinin başı olup Tanzimat'tan önce "hâriciye nâzırı” na verilen bir ad idi. küttâb-ı dîvân-ı hümâyûn : tar. Dîvan-1
Hümâyûnun yazı işlerini görenler, kütüb ( ﻛ ﻘ ﺐa.i. kitâb'ın c.) : kitaplar. Hâfız-1 kütüb : kütüphaneci, kitaplık me'muru, fr. bibliothéquaire. Dârü'l-kütiib : okuma
salonu. kütüb-i mukaddese : mukaddes kitaplar
[Tevrat, Zebûr, incil, Kur'an]. (bkz : kütüb-i semâviyye). kütüb-i miinzeJe : inzal olunmuş, indiril-
miş kutsal kitaplar [Tevrat, Zebûr, Incil, Kur'ân]. kütüb-i miitedâvile : tedavülde bulunan,
herkesin okuduğu kitaplar. kütüb-i semâviyye : kutsal kitaplar.
kütüb-hâne tapsaray.
ﻛﺘﺒ ﺨﺎﻧ ﻪ
(a.fb.i.) : 1. kitaplık. 2. ki-
kütüb-hâne-i umûmî: umûmî kütüphâne) umûmî kitaplık. küûb١küûbet ﻛﻌﻮﺑ ﺖ، ( ﻛﺤﻮبa.i.) ؛kız memesinin büyümesi, kabarması. küûl ( ا لa.i.): alkol, ispirto. Dâii'l-kiiûl: alkol düşkünlüğü, alkolizm, fr. alcoolisme. küûl-i muattar : kim. alkolat. küûl-i mutlak: kim. arı ispirto, küûlî, küûliyye ﻛ ﻮ ﻟ ﻪ، ( ﻛ ﻮ ﻟ ﻰa.s.): alkol ile, ispirto ile ilgili, onun gibi olan. Mevâdd-İ küûliyye: alkol, alkollü maddeler. Meşrûbât-ı küûliyye: alkollü, ispirtolu içkiler. küûliyye ىوﻟﻪ٠(a.s.): "küûlî” nin miien.]. (bkz: küûlî). küûl-perest ( ﻛ ﯯ د ﺑ ﺮ تa.fb.s.): alkolik, alkole düşkün kimse. küûs ( ﻛ ﯯ سa.i. ke's'iü c.): 1. İÇİ dolu kaplar, çanaklar. 2. kadehler, bardaklar. 3. şarap dolu bardaklar; bardaklarla şaraplar. 4. bot. çanaklar. küvâre ( ﻛﻮارهa.i.): petek, (bkz: kivâre). kiivem ( ﻛ ﻮ مa.i. kûme'nin c.): kümeler, (bkz : ekvâm). küveys ( ﻛﻮ_سa.i.): 1. bot. kadehçik. 2. biy. kesecik, fr. saccule. küzâz ( ﻛﺰازa.i.): hek. sinir gerilmesi, tetanos, küzâz-ı fizyoloji: fizyolojik tetanos. küzbere ( ﻛ ﺰ ﺑ ﺮ هa.i.c.: kezâbir): bot. asmaelk, lât. coriandrum sativum. küzberetü'1-bi'r: bot. tere. küzberetü'1-kanât: bot. baldırıkara denilen nebat (.bitki).
619
Ll
İâ ( ﻻa.e.): menfi (*olumsuzluk) edâtıdır. İâ-havle ve-!â-kuwete İllâ b illâh : kuvvet ve
kudret Allah'tadır. İâ İlâhe illallah : “yoktur tapacak; Allah'tır
ancak". lâ-ahlâkıy ۶ e ( ﻻ اﺧﻼﻗﻴﻪa.i.): 1. *ahlâkdışıcılık, fr. amoralisme. 2. ahlâk dışıcılıgı şiâr
edinmiş zümre. lâ-ahlâkî ( ﻻ ا ﺧ ﻼ ﻗ ﻰa.s.): *ahlâkdışı, fr. amorai. İâ-akall ( ﻻ ا ﻗ ﻞa.s.): en azından, daha aşağı
olmaz. lâ-ale't-ta'yîn ( ﻻ ﻋ ﻠ ﻰ ا ﻟ ﺘ ﻌ ﻴ ﻴ ﻦa.zf.): ayırdet-
meksizin, rastgele, gelişigüzel. lâ-ale't-teşbîh ( ﻻﻋﻠﻰ اﻟﺘ ﺸﺒﻴ ﻪa.zf.): teşbih yo-
luyla olmayan, benzetilmeksizin.
lâc ( ﻻجa.s.) : dar şey. Mekânı lâc: dar yer. (bkz : dayyik, mazîk). İâ-cerem ( ﻻ ﺟ ﺮ مa.s.zf.) : şüphesiz; besbelli, elbette, [aslında : "İâ-cereme : İnkıta' yok" demektir). lâ-cevâb ( ﻻﺟﻮا بa.s.) : cevap dışı, lâceverd ( ﻻﺟﻮودa.s.) : 1. lâcivert. 2. koyumâvi, degerli bir süs taşı. [Farsçasi : “lâjverd” dil.]. İâceverd-hûn ( ﻻﺟﻮردﺧﻮنf.b.i.) : gökyüzü. İâceverdî ( ﻻ ﺟ ﻮ ر د ىf.s.) : lâcivert renlcte. Kubbe-i İâceverdî : gök kubbe, semâ, lâ-cezrî ( ﻻﺟﻨﻮ ىa.s.): köksüz ve tohumsuz ot. İâ( ﻻج ؟f.i.) : aldatma, oyun etme, (bkz ؛âl, firib, hud'a, mekr).
laalle ( ﻟﻌﻞa.e.): belki, umulur ki, ola ki. (bkz:
lâd ( ﻻدf.i.) : duvar, (bkz : cidâr). Bün-i lâd : duvarın dibi. Ser-İ lâd : duvarın üstü.
leyte)., [olması mümkün şeyler İ ؟in kullanılır].
İâde ( ﻻﻟﻪf.s.) : akilsiz, ahmalc. (bkz : ebleh, gevden).
laane ( ﻟﻌﻦa.n.): İânet etti.
lâ-be's ( ﻻﺑﺄسa.s.) : sakınca yok.
İâden ( ﻻدنf.i.) : 1. bir cins ؟ali, lât.. cistus. 2. bu ؟alının zamkı. 3. [eslciden] kadınların yüzlerine ben taklidi yaptıkları madde, lâ-des ﻻدس: sözünün fars ؟a "yâd-dâşten = aklida tutmak” dan geldiği söyleniyor! İâdine ،( ﻻﻟﻰf.i.) : kendir, kenevir,
İâbis ( ﻻ سa.s.): giyen, giymiş.
lâ-dînî ( ﻻدضa.s.) : *dindışı, fr. laïque,
lâ-bi-şartın ( ﻻ ﺑ ﺸ ﺮ ؛a.s.): şarta dayanmaksi"
lâ-edrî درى١( ﻻa.s.) : bilmem, [söyleyeni belli olmayan şiirlerin sonuna konulur],
laan-Allah : Allah İânet etsin! lâ-an-şey ( ﻻض ﺷ ﺊa.zf.): boş yere, boşuna. İâbe ( ﻻ ﺑ ﻪf.i.) : 1. yaltaklanma, yalvarma, acz
gösterme. 2. bu yolda söylenen söz.
zm. (a.s.zf.): lâzım, gerekli, gerek, (bkz: zarûrî). [aslında: "ayrılık yok" demeletir].
lâ-büdd ﻻ ﺑ ﺪ
lâc ( ﻻجf.s.): ؟iplak. (bkz : üryân). 620
lâ-edri^e ( ﻻادر„دهa.i.) : fels. *bilinemezcilik, fr. agnosticisme. lâ-ene ى١( ﻻa.s.) : fels. *bendegil, fr. non-moi. lâf ( ﻻ قfi.) : 1. lâkırdı, söz. 2. konuşma.
Ohif lâfü güzâf: boş lâkırdı, (bkz: ]â], lagv). lâg ( ﻻغf.i.): 1. çaka) lâtife. 2. oyun, (bkz: lû'b). lafk ( ﻟ ﻔ ﻖa.i.): iki şeyi birbirine çarpma. lafz ( ﻟ ﻐ ﻆa.i.c.: elfâz): söz. [mânâlı olursa "ke- İâgar ( ﻻ ﻏ ﺮf.s.): 1. arık, zayıf, cılız [hayvanj. Esb-İ İâgar : zayıf beygir. Gâv-1 İâgar: arık lime", mânâsı, edatlarda olduğu gibi, başöküz. 2 ٠mec. ağır, yavaç hareketli [kimse], kalarıyla meydana gelirse "harf'' kısmına ayrılır]. lâgarî ( ﻻ ﻏ ﺮ ىf.i.) : arıklık, zayıflık, cılızlık. lafz be lafz : kelime kelime, İâgt ( فa.i.) : mırıldanma, ses ؟ikarma. lafz-ı küllî: mant. mânâsı herkesçe müşte- lâgzân ( ﻟﻔﺰا فfs.) : sürçen, kayan, (bkz : zâlik). rek olmayan lafız : "zeyd” gibi, lagzide ( ﻟ ﻐ ﺰ ﻳ ﺪ هf.s.): sürçmüş, kaymış, lafz-ı küllî: mant. mânâsı herkesçe müştelâgzîde-pâ, lâgzîde-pây ﻟ ﻐ ﺰ ﻳ ﻠ ﻪ ﻷ ى، د هب—ا. ﻟ ﻐ ﺰ rek olan lafız : ''insan” gibi, (f.b.s.): ayağı sürçmüş, ayağı kaymış, lafz-ı muhtemel: huk. iki veyâ dalla ziyâde lâgziç ( ﻟ ﻐ ﺰ شf.i,) : SÜ1.ÇÜŞ, kayış, sürçme, kaymânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, ma. hangisinin kasdolundugu mücerret rey ile İâgv ٠( ﻟﻐﻮa.i.): 1. faydasız, beyhude, boş. 2. yadeğil, deliller, karineler ile tâyin olunur, mlma, atlama. 3. kaldırma, hükümsüz bılafz-ı mu'teber : ed. mânâlı (anlamlı) söz. rakma. Yem în-İ l a g v : alışkanlıkla edilen lafz-ı miifesser: huk. tahsis ve te'vile ihtive şer'an kefâret lâzımgelmeyen yemin, mal bırakmayacak derecede açık olan sözlâğvî, İâğviyye ﻟ ﻐ ﻮﻳ ﻪ، ( ﻟ ﻐ ﻮ ىa.s.) :lâğva mensup, dür ki, onunla amel vâcip olur, lâğv ile ilgili. Eym ân-1 İâ ğ v iy y e : alışkanlafz-ı miirekkeb: mant. cüzülerinden biri; İıkla edilen ve şer'an kefâret lâzımgelmeyen mânâsının cüzü'lerinden birine delâlet yeminler. eden lafız. lafz-ı müşterek: huk. birçok müsemmâsı lâğviyyât ( ﻟ ﻐ ﻮ ﻳ ﺎ تa.i. İâğviyye'nin c .): beyhude, boş sözler, İşler. bulunan lâfızdır ki, hangi mânâ kasdolundugu taayyün etmediği sûı'ette mânâsız ad- İâgz _( ﻟﻐﺰa.i.) : sürçme, kayma. dolunur, onunla amel olunmaz, -lâh ﻻ خ- (f.e.): kelimenin sonuna gelerek "yer" lafz-ı vâhid : tek söz. mânâsını verir. Dîv-lâh : cinin, perinin bulundugu yer. R û d -lâh : akar suyu bol yer. lafzı zâhir : huk. teemmül ve tefekküre muhSeng-lâh : taşlık [yer], taç olmaksızın dinleyenin derhal mânâsını anladığı sözdür ki, bunun Ziddma "hafi" lâ-halâ ( ﻻﺧﻼa.i.) : gökkubbenin arkası. denir. İâhâmet ( ﻟ ﺤ ﺎ ﻣ ﺖa.i.): etlilik, semizlik. lafza ( ﻟ ﻆa.i.): bir tek söz veyâ kelime. İâ havle ( ﻻ ﺣ ﻮ لa.i.): bir sıkıntı, bir belâ vuİafza-İ celâl: Allah kelimesi, kuunda sabrın tükendiğini göstermek İçin lafzan ( ﻟ ﻔ ﻈ ﴼa.zf.): lafız itibâriyle, kelimenin söylenir, (bkz: İâ). söylenişine, yapışına göre, yazılı olmayaİâ-havle ve-lâ-kuvvete İllâ billâh : yetki ve rak. kuvvet yalnız Allâh'ındır. İâf-zen ( ﻻﻓﺰنf.b.s.): 1. lâfazan, geveze. 2. övü- lâ-havle-gûyân ﺑ ﺎ ن. / ( ﻻ ﺣ ﻮ لa.f.b.i.): lâhavle nen, Ovüngen. okuyanlar, bir sıkıntı, bir belâ vukuunda lafzıyye ( ﻟ ﻔ ﻈﻴ ﻪa.i.): fels. 1. *boşsözcülük. 2. ezsabrm tükendiğini göstermelc İçin lâhavle bercilik. çekenler. İafzî ( ﻟ ﻐ ﻈ ﻰa.s.): gr. kelimenin söylenişine ve İâ-hayr ( ﻻ رa.s.): hayırsız, uğursuz. yapışına âit, onlarla ilgili. Tezyînât-1 lafİâ-hayre fih ( ﻻ ﺧ ﺮ يa.cü.): bu İşte hayır yok. ziyye : sözde ve yazıda görülen ve çok defâ İâhd ، bJ (a.i.c.: elhâd, lühûd): çukur, mezar, tasannua kaçan kelime süsleri. lcabir. İafzî mıırâd ( ﻟﻐﺶ ﻣ ﺮا دa.b.i.): mânâsı bir yana İâhe ( ﻻﺧﻪf.i.) : yama. bırakılaralc, lafzı itibâriyle söylenen söz. lafziyye ( ﻟ ﻔ ﻔ ﻠ ﺴ ﻪa.s.): ["lafzi” kelimesinin mü- İâhib ﻻ ﺣ ﺐ, (a.i.) : açık yol. ennesi]. (bkz: İafzî). İâhif ﻻ ض.(a.s.): zulüm görmüş, kalbi yanık. 621
İâhik İâhik ( ﻻ ﺧ ﻖa.s.) : 1. lühûk eden, yetişen, ulaşan. 2. eklenen. 3. sonradan tâyîn edilen, yenisi. Sâbık ve İâhik : eskisi ve yenisi, önceki ve şimdiki. İâhike ( ﻻﺣﻘﻪa.i.c. : levâhik) : gr. ek. Iâhika-İ müteahhire : gr. son ek, fr. suffixe. İâhika-i miitekaddime : gr. *önek, fr. préfixe. İâhika-i tasrlfiyye : gr. tasrif, ؟ekim eki. İâhim ( ﻻ ﺣ ﻢa.s.) : 1. dâimâ et yiyen. 2. et yediren. lâhîm ( ﻟ ﺤﻴﻢa.s.) : etli, semiz. İâhime ( ﻻ ﺣ ﻤ ﻪa.i.s.) : 1. *etçil, et yiyen hayvan. 2. zool. *etoburlar. İâhin ( ﻻ ﺣ ﻦa.s.) : bilhassa Kur'ân-1 Kerim'i okurken talâffuzda yanlışlık yapan [kimse].(bkz:lehhân). İâhis ( ﻻ ﻫ ﺚa.s.) : sıcaktan veyâ susuzlulctan dilini ؟ikararak soluyan [köpek], lâhîz ( ﻻ ﺧ ﺰf.i.) : sel suyu, seylâb. lâhîz ب (a.i.) : benzer, (bkz : manend, mesel, nazîr, şebîh, veş). İâhk ( ﻟ ﺤ ﻖa.i.) : jeol. lig, alüvyon, fr. alluvion. lâhlcî ( ﻟ ﺤ ﻬ ﻰa.s.) : cogr. lığlı, alüvyonlu, lâhlâh ( ﻟ ﺤ ﻼ حa.i.) : bot. ؟İğdem, lâhlaha ( ﻟ ﺤ ﻠ ﺤ ﻪf.i.) : 1. güzel kokulardan meydana gelen koku. 2. anber, misk, kâfur, İâden gibi şeylerden meydana gelen şamama. lâhlâhiyye ، L٠( ﻟ ﺤ ﻼ حa.i.) : ؟igdemgiller, fr. colchicacées. İâhm ( ﻟ ﺤ ﻢa.i.c. : lühûm) : 1. et. Âkilü'l-lâhm : et yiyen hayvan], (bkz : gûşt). 2. meyvenin çekirdekle kabuk arasında bulunan kısmı. İahm-i zâid: anat. vücutta hastalık neticesinde ؟ikan fazla et. İâhm ii şahm : et ve yağ. İâhme ( ﻟ ﺤ ﻤ ﻪa.i.) ؛et parçası, lâhmiyye ه٠( ﻟ ﺤ ﻢa.i.) : bot. *damkorugugiller. lahn ( ﻟ ﺤ ﻦa.i.c. : elhân) : 1. kaideye uygun ve güzel ses, nagme, ezgi, birden ziyâde sesin yanyana gelerek meydana getirdiği müzik cümlesi, fr. mélodie. 2. ahenk. 3. lügat; dil. 4. olcurken yanlışlık yapma. lâhn-i dâvûdî : tok ses, kaim ses. lâhn-i inkisâr : kırılma sesi, kırgınlık nagmesi. 622
lâhnî ( ا ﺣ ﻰa.s.): sesle *ilgili, ahenkle *ilgili. İâhs ص٠( لa.i.): yalamafk]. İâht ( ﻟ ﺨ ﺖf.i.): bir şeyin parçası, cüzü, lâht-ı c iger: ciğerden kopma. lâhûrî ( ﻻ ﻫ ﻮ ر ىf.i.): Hindistan'ın Lâhur ؟ehrinde dokunan bir ؟eşit şal. lâhûs ( ﻻ ﺣ ﻮ سa.s.): ugursuz. (bkz: meş'ûm, nahis). İâhut ( ﻻﻫﻮتa.i.): ulûhiyyet âlemi, lâhûtî ( ﻻ ﻫ ﻮ ﺗ ﻰa.s.): lâhûta mensup, İâhut ile ilgili, (bkz :İlâhî). lâhûtiyân ( ﻻ ﻫ ﻮﺗﻴﺎ نa.f.c.): lâhûtîler, ulûhiyet âlemine girebilen melekler, lâhût-nişân ( ﻻﻫﻮﺳﺜﺎنa.f.b.s.): İâhut'a benzer, lâhût-pâye ﺑﻲ.( ﻻﻫﻮﺗﺎa.f.b.s.): İâhut derecesinde [yüksek]. İâhz, lâhzân ﻟ ﺤ ﻈ ﺎ ن، ( ﻟ ﺤ ﻆa.i.): göz ucu ile bakma. İâhze ( ﻟ ﺤ ﻈ ﻪa.i.): 1. göz ucu ile bakış. 2. göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zaman. İâic, lâice ﻻﻋﺠﻪ، ( ﻻﻋﺢa.s.c.: İevâic): aşk ateşi kalbini saran [kimse]. lâ-îcâbiyye V - !( ﻻا ﻳﺠﺎa.i.) ؛fels. *yadgerekircilik, fr. indCterminisme. lâ-ilâc ( ﻻﻋﻼجa.s.) ؟ ؛âresiz, İmkânsız. İâim ( ﻻ ﺋ ﻢa.s.): levm eden, yüze karşı ؟ekiştiren. (bkz: İevvâm). İâime ( ﻻﺋﻤﻪa.i.c.: İevâim): çekiştirme, (bkz: serzeniş). lâîn 0—1*1 (a.s.): kovulmuş ؛nefret kazanmış; istenilmeyen. Şeytân-ı lâ în : Allah'ın rahmetinden (yarlıgamasından) mahrum olan şeytan. lajverd ( ﻻزوردf.s.): lâcivert. İâjverdî ( ﻻزوردىf.s.): lâcivertle ilgili, lâk ( ﻻكf.i.): 1. tahta kadeh. 2. s. aşağı, hakir. İâkab ق (a.i.c.: elkab): İâgap, bir kimseye, kendi asil admdan başka takılan ad. İâkah ( ! ﻗ ﺢa.i.): hurma, incir gibi bâzı ağaçlarin erkeğinden dişisine vurulan aşı. lâ k a t ^ ( a .i.) .( b k z :İükate). İâ-kayd ( ﻻ سa.s.): kayıtsız, ilgisiz, lâ-kayd-âne ( ﻻﻗﻴﺪاﻧﻪa.f.zf.): kayıtsızca, ilgisizlikle. lâ-kaydî ى٠( ﻻﻗﺎa.i.): kayıtsızlık, ilgisizlik.
lâle-sar lâ-kaydiyye ﻳﻪ٠( ﻻ يa.i.) : fels. sekincilik, kiyetizm , fr. quiétisme. İâ-kaydiyyûn ﺑﻮن.( ﻻﻗﺪa.s.c.) : İâkayıt bulunan kimseler.
lâ-kelâm ( ﻻﻛ ﻼمa.s.) : hiç bir diyecek yok; ga-
ﻻﻻ
(f.i.) : 1. bir ço cu ğu gezdiren, oyalayan
uşak. 2. saray harem agasi. 3. pâdişâhların sadrâzam lara hitâbederken kullan dıkları Unvan.
ﻻﻻداش
la la -d â ş
(f.t.i.) : tar. O sm anlI sarayın-
daki acem ilerin "kard eş" m ânâsına gelen
yet kesin.
lâkî ( ﻟﻬﻰa.s.) : itibarsız, değersiz [kimse], lâkîm ( ﻟ ﻤ ﻢa.s.) : yontulm uş, yonulm uş. lâkin ( ا ﻛ ﻦa.e.) : am a, fakat, ancak, şıı kadar var ki. [A rap çada bu ''lâkin ” den başka bir
lâkît, lâkîta ﺷ ﻬ ﺪ ه، ق
(a.s.) : 1. yerden kal-
dirilip alınan şey. 2 . sokağa bırakılm ış yeni dogm a çocuk, (bkz : liikata).
lâklâk ( ﺳ ﺎa.i.c. : lekalik) : leylek. Âmeden-İ lâklâk : leyleklerin gelme zam ânı. İâklâka ( ﻟﻌﻠﻌﻪa.i.c. : lâklâkıyyât) : boş, m ânâsız, faydasız lâkırdı.
ﺳ ﻘﴼا ت
birbirlerine söyledikleri söz. lala d estû r
ﻻ ﻻ د ﻣﺘ ﻮ ر
(f.b.i.) : tar. sarayda bu-
lu nan larm dar yerlerden geçerken birbirlerinden izin isteme sOzii. lâle
de “ lâkinne” şekli vardır],
lâklâkı^ât
İâla
ﻻك
(f.i.) : bot. 1. lâle. 2. [eskiden] esirlerin
ve cezâlilarin b o yu n ların a taktıkları dem ir halka. 3. kadın adi. 4 . ağaçtan m eyve toplam ak üzere k u lam lan u cu üç v eya dört çatallı u zu n bir ağaç. lâ le -g ü l : m iiz. H ü seyin bu ldu ğu hüzzam
Sadettin A re l'in
m akam ı gibi başlayıp
sonradan şedarabân m akam ı gibi yegâhda karar kılan m akam ,
(a.i.
lâklâka'nın
c.) :
m ânâsız, faydasız, boş lâkırdılar.
İâkt ( ﻟﻬﻌﻞa.i.) : yerden toplam a, lâktü'l-izâm ve'1-mismâr : vet. atin ayasım , yerde bulunan çivi, kem ik, şişe kırığı gibi şeylerden birinin yaralam ası.
İâkve ( ﻟﻘﻮهa.i.) : ağız çarpılm ası, lâ'l ، M (a.i.) : 1. kırm ızı, al. §arâb-ı İa'l : kirm ızı şarap. 2. kırm ızı ve değerli bir süs taşı. 3 ٠dudak.
la'l-i âb-dâr : güzelin dudağı, lâ'l-i Bedahşâıı : Bedahşân yâkutu. lâ'l-i dürr-efşân : inci saçan, arasından inci gibi dişler görünen dudak,
lâ'l-i gül-feşân : gül saçan dudak, lâ'l-i kehrubâ : sevgilin in dudağı, lâ'l-i mey-gûn : kırm ızı dudak, lâ'l-i mûzab : ı) şarap: 2) kan. lâ'l-i nâb : saf dudak, kıpkırm ızı dudak, lâ'l-i nâ sûhte : işlenm em iş lâl. lâ'l-i revân : şarap, lâ'l-i sâkî : sâkî'nin dudağı, lâ'l-i şeker-bâr : şeker saçan, şeker döken dudak; sevgilin in dudağı,
lâ'l-i yâkut: 1) kıym etli bir taş, grena taşı. 2) seylan taşı.
lâl ( ﻻلa.s.) : dilsiz, (bkz : ebkem). lâl ii ebkem : şaşa kalm ış, dona kalm ış.
lâ le -i h a m r â : k ırm ızı lâle, lâ le -i n u 'm ân : bo t. bir çeşit lâle, d ag şakayığı, k ir gelinciği.
ﻻش
lâ-leb en î
(a.s.) : 1. sütü yetersiz, sütü kıt
olan [kadm ]. 2. henüz süt em m eyen [çocuk]. lâ le -fâ m
ﻻﻟ ﻪ ﻓﺎ م
(f.b.s.). (bkz : lâle-gûn, lâle-
ﻻك
(f.b.s.). (bkz : lâle-fâm , lâle-
reng). lâ le -g û n ö j j reng). lâ le -g ü l
ﻻك ﺳﻤﻞ
(f.b.i.) : m ü z. T ü rk m üziğinde
ku llan ılan ihUrekkep bir m akam .
ﻻك ﺣﺪ İâlek, lâlek â ﻻﻟﻜﺎ İâle-h ad d
(f.b.s.) : lâle yanaklı.
ﻻﻟ ﻚ
،
(f.i.) : 1. pabuç. 2. taç.
3. horoz ibigi, fr. crête. lâ le-n âm e
ﻻك ﻻﻣﻪ
(f.b.i.) : eski edebiyatım ızda
lâle çeşitleri yetiştirilm esi, fiyatları ve şâire üzerine yazılm ış m ensur ve m an zu m eser. İâle-ren g
ﻻك رﻧ ﻚ
(f.b.s.) : lâle renkli, lâle ren-
ginde olan, (bkz : lâle-fâm , lâle-gûn). İâ le -ru h
ﻻك رخ
(f.b.s.) : 1. lâle yanaklı, yan ağı
lâle gibi k ırm ızı olan, (bkz : lâle-ruh-sâr). 2. m iiz. T ü rk m üziğin in en az iki asırlık bir m ürekkep m akam ıdır. Z a m â m m ıza kadar gelm iş bir niim ûnesi yoktur. lâ le -r u h -s â r ا ر٠ر خ İâ le -sa r ﻣ ﺎ ر
ﻻﻟ ﻪ
ﻻك
(f.b.s.). (bkz : İâle-ruh).
(f.b.i.) : 1. sığırcık kuşu.
2. lalelik, (bkz : lâle-zâr).
623
lâle-veş lâle-veş yen.
ﻻ ﻟ ﻪ وش
lâ le -z â r
ﻻﻻ زار
(f.s.): lâle gibi, lâleye benze-
(f.b .i.): lâlelik, lâle yetişen yel-,
lâle bahçesi. lâ le -z â r-ı c e m â l: güzellik lâleligi.
وا م
lâ 'l-fâ m
J J
(a.f.b.s.): k ırm ızı renkli, al.
( b k z : lâ'l-gû n , lâ'l-reng). lâ 'l-g û n
ﺳﻚ^ن
(a.f.b.s.): kırm ızı renkli, al.
( b k z : lâ'l-fâm , lâ'l-reng). lâ 'lîn
ﻻد ن
ﻟﻌﻞ ﻭ ﻟ ﻮ
(a.f.b.s.) : k ırm ızı renkli, al.
lâ'l-veş
ل
ﻻ ل وش
(a.f.b.s.) : yaku t gibi,
(a .h a .): 1. O sm anlI alfabesinin y irm i al-
tıncı h arfi olup "eb ced " hesâbm da otuz sayısın ın karşılığıdır; “ i ” sesini verir. 2. Şev-
ﻻ ﻣﺎ د ﻳ ﻪ
(a .i.):
eşyânın
m addiliğin i İnkâr edenlerin mesleği, fr. im m ateria lism e.
ﻻ ﺟ ﻞ
İâ -m a h a ll
(a .s.): yersiz, yeri olm ayan,
( b k z : lâ-m ekân). İâ -m a n tık i
ﻻﻣﻄﻬﻰ
(a .s.): fels. *m antıkdışı, fr.
alogiqu e. İâm e, İâm ek
ﻻ د
،
ﻻﻣﻪ
(f.i.) : 1. H intlilerin
sarık üzerine sardıkları bir ؟eşit tülbent. 2. baştan ayağa kadar bütün vü cu d u örten örtü. lâ -m eh âle
ﻻﻣﺤﺎ ﻟ ﻪ
(a.s. ve z f .) : ؟âresiz, ister is-
temez. [asil m â n â sı: “ hilesiz” dir]. lâ -m ek â n
ﻻﻣﻜﺎن
(a .s.): m ekânsız, yersiz, yere
İhtiyâcı olm ayan; A llah . İâ m -e lif
ﻻ
tan, dolcunan.
İâmise ( ﻻﻣﺴﻪa.i.) : 1. dokunm akla olan duym a duygusu. 2. biy. d o k u n u m . 3. psilc. doİâmişger ( ﻻ ﺷ ﻜ ﺮf.i.) : bot. karaaga ؟. lâ-muhâle ( ﻻﻣﺤﺎ ﻟﻪa.zf.) : m utlaka, kesinlikle, lâ m ü ’l-fi'l
ﻻم ا ﺳ ﻞ
(a.b.i.) : A rap çad a ÜÇİÜ kök-
ten gelen bir kelim enin son harfi,
lâ-müselüm ( ﻻ ﺳ ﻠ ﻢa.n.) : h i ؟teslim etmem;
val [kam eri aylardan]. İâ -m â d d iyy e
2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi]
kunm a.
( b k z : lâ'l-fâm , lâ'l-gûn).
lâ m
rahşende).
İâmis ( ﻻ سa.s. lems'den) : lemseden, el ile tu-
(a.f.b.i.): yaku tu ؟ok olan
ülke. lâ 'l-re n g
1. parlayan, parıldayan, parlak, (bkz : dikad m adi.
(a .s .) : kırm ızı renkli.
ﺳﺘﺎ ن
lâ '1-ista n
İâmia ( ﻻ ﻣ ﻌ ﻪa.s. lem eân'dan. c. : İevâm i') : 1. parlayan, paraldayan [şey]. Karniyye-i İâmia: hek. gözün ön tarafın da bulunan cam gibi şeffaf (saydam) tabaka, fr. cornée. 2. i. kad m adi. İâmih ( ﻻ حa.h.i.) : H z. N û h 'u n erkek kardeşi. İâmih, İâmiha ﻻ، ( ﻻ ﻣ ﺢa.s. lem h'den) :
hayır!
lân ( ﻻنf.i.) : vefâsizlik, hakikatsizlik, lâ'n ( ﻟ ﻌ ﻦa.i.) : lâ'netleme; ilen ؟, (bkz : bedduâ).
lâ-nazîr ( ﻻﻧﻈﻴﺮa.s.) : eşsiz, benzersiz, lâ-nâzîre-leh ( ﻻﻧﻈﻴﺮﻟﻪa.b.s.) : eşsiz, benzersiz. İ â n e ^ (f.i.) :yu va, (bkz :âşiyân). lâne-i harâb : bozulm uş yuva, lâne-i miirg : kuş yuvası, lâne-i nermin : yum uşak , sıcak yuva, lâne-i peder : baba yuvası, lâne-gîr j S ( ﻻﻧﻪf.b.s.) : y u v a tutan, lâ'net ( ﻟ ﻌ ﻔ ﺖa.i.) : 1. A lla h 'ın m ağfiretinden (yarligam asindan)
m ahru m lu k;
bedduâ,
ilen 2 . ؟. fenâ, kötü, ugu rsuz [yer, kim se], alfobesinde
lâ'netullah ( ﻟ ﻌ ﺌ ﺔ اﻟﻠﻪa.b.i.) : "A llah 'ın İâneti” :
"la m " ile "e lif'' h arflerin in bir arada yazıl-
(a .h a .): 1. O sm anlI
A lla h İânet etsin, m ağfiretinden (yarliga-
m ış şekli. 2. s. eğri, dolam ba ؟. İâ m i'
ﻻﻫﻊ
(a.s. le m e â n 'd a n ) : İem eân eden, par-
layan, parıldayan; parlak. B erk-İ İ â m i ': parıldayan şimşek.
ﻻﺑ ﻪ
،
ﻻﻣﻰ
(a .s.): 1. lâm h arfi
şeklinde olan. 2. i. lâm kafiyesi ile düzenİenmiş olan kaside. 3. i. a. gr. lâm h arfi ile yapılm ış İzâfet terkibi (isim tam lam ası), ( b k z : İzâfet-i lâm iyye).
624
üzerine olsun!
İâ'netullâhâne ( ﻟﻌ ﺸﺔ اﻟﻠ ﻬﺎ ﻧ ﻪa.zf.) : A lla h 'ın
lâ m iü 'n -n û r : n ur saçarak parlayan, lâ m î, lâ m iy y e
m asından) m ah ru m kalsın,
lâ'net-ullahi aleyh : A lla h 'ın İâneti onun
İâ'netine uğram ışçasına, u ğram ış gibi,
lâ-râhate fi'd-dünyâ ( ﻻ ر ا ق ﻓﻰ اﻟﺪﻧﻴﺎdünyâda rahat yoktur), (zf.) : durup dinlenm eden daim a ؟alışılm ası gerektiğini anlatır,
lâ-reybe-fîh ( ﻻرﻳﺐ ﻓﻴﻪa.b.s.) : onda h i ؟şüphe yok; kitab-U llah.
lâ-ya'nî
lâ -r e y b î( ^ ^ ( a .s .) :şüphesiz, lârkî ( ﻻ ر شa.i.): bot. keçiboynuzu, (bkz: harnûb). lâs ( ﻻسf.i.): 1. âdi ipek. 2. dişi hayvan. 3 ٠köpek. lâ-sânî ( ﻻﺛﺎﻧﻰa.s.): İkincisi olmayan, tek. (bkz : vahîd, yektâ). lâsık ( ﻻ سa.s.): yapışıcı, yapışkan; yapışmış olan, (bkz: lâzık). lâsîf ﻟ ﻌ ﺠ ﻒ-(a.s.): parlayan, parlayıcı, (bkz : tâbân). İâ-siyyemâ ﻻ ﺳ ﻴ ﻤﺎ bâhusûs. İâsk ق٠( ﻟ ﻢa.i.): yakı.
(a.zf.): hele, en ؟ok;
(a .f.b .i.) : lâ t î f e c i l i k , ç a -
k a c i l i k . ( b k z : lâ t îf e - p e r d â z î) .
latife-perdâz ﻟ ﻄ ﻴ ﻔ ﻪ ﻳ ﺮ دا ن
(a .f.b .s .c . : lâ t if e -
p e r d â z â n ) : lâ t ife c i, ş a k a c ı, ( b k z : lâ t î f e - g û ) .
İatîfe-perdâzân ﻟ ﻄ ﻴ ﻔ ﻪ ﺑﺮدازا ف
(a .f.b .s . lâ t if e -
p e r d â z 'ı n c.) : lâ t ife c ile r , ş a k a c ıla r .
la، îfe-perdâz-âne ﺑ ﺮ دا زاﻧ ﻪ
ﻟ ﻄﻴ ﻔﺎ
(a .f.z f.) :
l â t if e c ilik le , ş a k a c ı l ı k l a ,
lâtîfe-perdâzî ﺳ ﻒ ﺑ ﺮ دا ز ى
(a .f.b .i.). ( b k z
:
lâ tîfe -g û y î).
Latîfî ﻟ ﻬ ﻠ ﺬ ى
(a .h .i.) : X V I . a s ı r d a y a ş a m ı ş b i r
T ü r k t e z k i r e c i s i d i r ; K a s t a m o n u l u 'd u r , ş â i r v e e d ip t ir ,
896 (1491)
de d o ğ m u ştu r;
1582 d e
d e n iz d e b o ğ u l a r a k ö lm ü ş t ü r .
lâskî ( ﻟﺼﻬﻰa.s.): yalcıya âit, yakı ile ilgili, lass ( د ﻫ ﻰa.i.c.: lüsûs, elsâs): hırsız, (bkz: düzd, sârık). İâş ( ﻻشf.i.): 1. yağma, ؟apul. 2 ٠s. alçak, aşagılık, itibarsız [kimse]. lâşe ( ﻻ ىf.i.): 1. leş. (bkz : cife). 2. zayıf, arık hayvan. 3. mec. kıyıda kalmış kayık, gemi teknesi. lâ-şebîhe-leh ي ﻟﻪ mayan.
latîfe-gûyî د ى/ ﻟﻄﻬﻔﻪ
ﻻ
(a.s.): eşi, benzeri ol-
lâşe-hâr ( ﻻ ى ر ا رf.b.s.): leş yiyen, lâ-şekk ( ﻻ ﺷ ﻚa.zf.): şüphesiz, tabii, elbette, (blez: bî-gümân). İâ çerîke lehu ( ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪa.sü.): Allah'ın şeriki, naziri yoktur. 0, eşsizdir, tektir, lâ-çey ( ﻻ ش ﺀa.s.): bir şey değil, pek değersiz İŞ-
lât ( ﻻ تa.i.): İslâm'dan önce, Arapların Kâbe'de bulunan putlarından biri, lâ-tâil ( ﻻ ظ ﺀ د لa.s.): faydasız, boş, mânâsız, abes. lâ-tenâhî ( ﻻﺗﻴﺎﻫﻰa.s.) : bitip tiilcenmez. lâ-teşbîh ب ﻻ (a.b.s.): benzetmek gibi olmasın! latha ( ﻟﻄﺨﻪa.i.): leke. İatha-İ safrâ : lât. macula lutea. lâtif ﺳ ﻒ-(a.s.): 1. Allah adlarmdandıı-. 2. yumuşak, hoş, güzel; nâzik. 3. i. [abdüllâtif'ten kısaltılarak erkek adi]. latife ( ﺳ ﺲa.i.c.: İetâif): 1. güldürecek tuhaf ve güzel söz ve hikâye, şaka. 2. İcadın adi. latîfe-gû j j ( ﺳ ﻐ ﻪa.f.b.s.): lâtifeci, şakacı, (blez: İâtîfe-perdâz).
latîm eA ٠sü(a.؛.) :m is k . la t m ^ ( a .i .) :t o lc a t a t m a . latma ( ﻟﻄﻬﻪa.i.) : to k a t , ş a m a r . İatma-hâr ( ﻟﻄﻤﻪ ﺧﻮارa .f.b .s .) : t o k a t
y iy e n ,
latma-zen ( ﻟﻄﻤﻪ زفa .f.b .s .) : t o k a t a ta n . İaûk ( ﻟﺒﺮقa.i.) : y a l a n a c a k ) y e n i l e c e k , m â c u n . [“ İ u û k ” ş e k li y a y g ı n d ı r ] ,
lâübâlî ﻟﻰ١( ﻻأبa .s .z f.)
: il i ş i k s i z , k a y ı t s ı z , s a y g ı -
SIZ, s e n li b e n l i [şey, lc im s e ]. ( a s lın d a , A r a p ؟a : " a l d ı r ı ş e t m e m " d e m e k t ir ) ,
lâübâli-yâne ﻻ؟ﺑﺎﻟﻴﺎذه
(a .z f.) : l â u b a li li k le , k a y ı t -
s iz , il g i s i z , s a y g ıs ı'z b i r t a r z d a , s e n li b e n li o la r a k .
lâ-vallâhî ( ﻻ و ا شo .n .) : v a l l â h i , h a y ır . İâ ve naam ( ﻻوﻧﻤﻢa .c ü .) : h a y ı r v e evet
[ ؟o k z a -
m a n , h i ç b i r filc ir s ö y l e n m e d i ğ i n i b i l d i r m e m a l c a m m d a k u l la n ı l ı r ] ,
lâ-vücûd ( ﻻ و ﺟ ﻮ دa .s.) : f e ls . b e n d e g il, fr. nonêtre. lây ( ﻻىf.i.) : 1. ؟a m u r . 2. t o r t u . 3. k ü l. lây ﻻى yen,
(f.s.) : " İ â y î d e n ” m a s t a r ı n d a n : s ö y le s ö y le y ic i.
Herze-lây :
h e r z e s ö y le y e n ,
s a ç m a la y a n , (b k z : h e rz e -g û ).
lâ-ya'kıl ( ﻻ ﻳ ﻌ ﻘ ﻞa .b .s .) : d a l g m , b ih o ş . Mest-İ lâ-ya'kıl : s ı z m ı ş , s a r ilo ş . lâ-ya'kıl-âne ( ﻻﻳ ﻌ ﻘ ﻼﻧ ﻪa .b .z f.) : a k i l e r d i r i lm e y erele, d ü ş ü n c e s i z li k le , d a l g ı n l ı k l a ,
lâ-ya'lem ﻻ ﻳ ﻌ ﻠ ﻢ
(a.s.) : b i r ş e y b i l m e y e n , b i l -
m ez.
lâ-ya'lemü'l-gaybe
illallah :
k a y b o la n ı
A l l a h 't a n b a ş k a s ı b ilm e z ,
lâ-ya'nî ﻻﻳ ﻌﻔ ﻰ
(a .b .s .) : m â n â s ı z .
Mâ lâ-ya'nî :
m a n a sız , sa çm a sa p a n .
625
lâ-yecûz lâ -y e c û z
ﺻﺰ,ﻻ
(a.s.) : c â i z d e ğ i l.
İâ-yefhem (٠ﻻﻏﻪ
(a .s.) : a n l a y ı ş s ı z ,
lâ-yefnâ ﻻ ض
(a .s.) : f e n â b u l m a z , y o k o l m a z ,
tü k e n m e z .
El-kanaatii kenziin İâyefuâ :
k a n a a t, tü k e n m e z b ir h a z in e d ir ,
lâ-yemût ﺑﺒﺮت.ﻻ
(a .b .s .) : ö lm e z ,
fr. immortel,
(b k z : c â v id â n î).
lâ-yemût-âne ( ﻻﻳ ﻤ ﻮﺗﺎﻧ ﻪa .z f.) : ö lm e z lik le , fr. immortellement. ( b k z : c â v id â n e ) .
(a .b .s .) : a z lo l u n m a z , a z lo lu -
lâ-yuhsâ ( ﻻﻳ ﺤ ﻌ ﻰa.s.) : sayılmaz, hesâba gelemez.
(a .b .i.) ؛ö l m e z l i k ,
lâ-yuhtî ( ﻻ ﻳ ﺤ ﻄ ﻰa.s.) : hatâ işlemez, yanlış yapmaz, fr. impeccable.
n am az. (a .b .s .): y a k ı ş m a z , u y g u n
a y r ıla m a z , b ö lü n e -
İa-yu'kal ( ﻻ ﻳ ﻌ ﻘ ﻞa.b.s.) : akil ermez, anlaşılmaz.
(a .z f.) : a r d ı k e s i lm e k s i z in ,
lâ-yukâl ( ﻻ ﻳ ﻘ ﺎ دa.b.i.) : tenâsül âleti, (bkz : kadîb, kîr, merz-gûn).
d ü şm ez, u ym a z.
lâ-yenfekk ﻻ ﻳ ﻨ ﻔ ﻚ
(a .s.)
:
m ez.
İâ-yenkatﻻ ﻳ ﺌ ﻘ ﻄ ﻊ ' ؛
lâ-yu'lâ ( ﻻ شa.zf.) : üzerine çıkılmaz, üstüne ؟ikmak mümkün değil, lâ-yu'lem ( ﻻﻳﻌﻠﻢa.s.) : bilinmez, bilinemez,
d u rm a d a n , hep.
lâ-yenkesir ﻻﻳﻐﻜ ﺴﺮ
(a .s.) : k ı r ı l m a z , k e s i lm e z ,
lâ-yetebeddel ﻻﻳﺘﺒﺪل
(a .s.) : d e ğ i ş m e z .
İâ-yetecezzâ ﻻﻳﺘﺠﺰى
(a .b .s .) :
fiz. p a r ç a l a n m a z ,
b ö lü n m e z , p a r a la n m a z , b ü tü n ,
lâ-yetegayyer ﻻﻳﺘﻐﺒﺮ
(a .b .s .) : d e ğ i ş m e z , b o z u l-
m a z . ( b k z : sâ b it).
lâ-yetehammel ﻻﻳﺘﺤﻤﻞ
(a .s.) : t a h a m m ü l e d il-
m e z , d a y a n ılm a z .
lâ-yetenâhî ﻻﻳﺘﺘﺎﻫﻰ
(a .s.) : s o n s u z , s o n u b u lu n -
lâ-yetenâhiyyet ﻻﻗﻴﺎ ﻫﻴﺖ lâ-yetezelzel ﻻﻳﺘﺰﻟﺰل
(a .i.) : s o n s u z lu k ,
(a .s.) : 1 . s a r s ı l m a z . 2 . g ü -
v e n i l i r , d e v a m l ı , s ü r e k li, (a .b .s .) : z e v a l s i z , b i t i m s i z ,
lâ-yezâlî ﻻﻳﺰاﻟﻰ
(a .b .s .) : İ â y e z a l'e m e n s û b o la n .
lây-hâr ﻻﻳﺨﻮار
(f.b .s.) : t o r t u İ ؟e n ; ş a r a p t o r t u -
su n u İçecek k a d a r a yy a ş.
Külhânî-İlâyhâr
:
m e ş h u r h a k i m S e n â î 'n i n m ü r ş i d i ,
2.
ﻻ ﻳ
(a .s. l e v h 'd e n ) : 1 . p a r la k , p a r la y a n .
â ş ik â r , m e y d a n d a , ( b k z : h iiv e y d â ) . 3 . h a -
t i r a g e le n . [ A r a p ç a d a “ İ â i h " d ir ] . 4 . İ ç in e
(a .i.) :
1.
d ü ş ü n ü le n b i r ş e y i n y a z ı
h â lin e g e tirilm e s i.
2. huk.
ta s a r ı. [A r a p ç a -
d a " İ â i h a ” d ır ].
İâyiha-i kanûniyye
:
huk.
o l u n m a m ı ş k a n u n t a s a r ıs ı.
626
lâ-yiifnâ ( ﻻ„ﻏﻰa.s.) : fenâ bulmaz, yok olmaz, tükenmez. lâ-yii'selü ammâ yef'al : yaptığından dolayı sorguya, suâle uğramayan; Allah, (bkz : bi ؟Un u ؟irâ). lâ-yiizâl ( ﻻ زا لa.s.) : izale edilmez, tükenmez. İazâ ( ﻟﻈﻰa.i.) : 1. ateş, alev. 2. cehennem'in bir adi. lâ-zâle, lâ-zâlet ﻻرﻟ ﺖ، ( ﻻزالa.zf.) : 1. zâil olmasın, zeval bulmasın. 2. olsun! lâ-zâle âliyen : yüce olsun! lâzebeliyye( ﻻ ز ﺑ ﻰa.i.) :bot. horozibiğigiller, fr. amarantacées. lâ-zevâl ( ﻻزوالa.s.) : zevalsiz.
doğan.
lâyiha ﻻﻳﺤﻪ
lâ-yu'ref ( ﻻﻳﻌﺮىa.s.) : bilinemez, lâ-yutâk ( ﻻﻳﻄﺎقa.s.) : tâkat yetmez, ؟ekilmez, dayanılmaz. Teklîf-İ mâ lâ-yutâk : dayamlmaz ve kabul olunamaz teklif, lâ-yüfhem ( ﻻﻳﻔﻬﻢa.s.) : anlaşılmaz,
lâ-yüs'el ( ﻻﻳ ﺸ ﻞa.s.) : mes'ûl olmaz, sorulmaz,
m az.
lâyıh ﺢ
İâ-yuaddvelâyuhsâ ( ﻻﻳﻌﺪ و ﻻﻳ ﺤﻌ ﻰa. b.s.) : sayısız, hesapsız, pek ؟ok. İâ-yugleb ( ﻻ ﻳ ﻐ ﻠ ﺐa.s.) : mağlûp olmaz, yenilmez.
İâ-yenbagî ﻻﻳﻨﺒ ﻐ ﻰ
lâ-yezâl ﻻزال
lâyık-âne ( ﻻ؛ﻗﺎذهa.f.zf.) : yaraşır, yakışır yolda. İâ-yuadd ( ﻻa.b.s.) : sayılmaz, sayılamaz, pek ؟ok.
fr.
lâ-yemûtiyyet ﻻﻳ ﻤ ﻮﺗﻴ ﺖ immortalité. İâ-yen-azl ﻻﻳﻨﻌﺰل
lâyık ( ﻻ سa.s. liyâkat'den) : yakışan, yara?ir, yakışık, (bkz : bercâ, çespân, şâyân, şâyeste).
henüz
ta s d ik
İâ-zevâle-leh ( ﻻ ز و ا ل ﻟ ﻪa.s.) : asla zeval bulmaz. lâzık ( ﻻ ز قa.s.)': yapışıcı, yapışkan; yapışmış olan, (bkz : lâsık, lâzibı). lâzım ( ﻻ ز مa.i.) : 1. gerek. 2. gr. geçişsiz.
lâ z ım -ı g a y r -i m ü f â r ı k :
terki câiz olmayan, onsuz olmayan, ؟ok gerekli. lâ z ım ve k â fî ş a r t : m at. gerek ve yeter şart. lâ z ım ve m e lz û m
: biri olunca öbürünün 'de
olması şart olan. lâ zım , lâ zım e
ﻻ ز ﻣ ﻪ، ( ﻻزمa.i.): 1. gerekli şey.
2. m a t. *gerekçe.
( ﻻ ﻇ ﻰa.i.): 1. ateş. 2. cehennemin altıncı tabakası [puta, ateşe tapanlarla büyücülerin yeri burası olacaktır].
lâ z î
İâzib ( ﻻزبa.s.): 1. yapışıcı, yapışkan. 2. sâbit. 3. lâzım, gerekli, (bkz : lâzık). İeâl ( ﻵلa.i. lü'lü'ün c .): inciler, (bkz: dürer, İeâli). leâlî ( ﻵﻟﻰa.i. lü'lü'ün c.): inciler, (bkz : dürer, İeâl). le â lî-fe şâ n
( ﻵﻟﻰ ﻓﺸﺎنa.f.b.s.): inciler saçan.
( ﻻﻣﺖa.i.): leimlik, alçaklık, bayağılık.
İeâm et
(bkz:denâet). ( ﻟ ﺐf.i.) : 1. dudak. Şeker-leb : şeker dudaklı. G o n ce -le b : gonca gibi dudağı olan. İeb-i â f t â b : gölge.
leb
İeb-i câ n â n
: sevgilinin dudağı.
İeb-i d e r y â :
(deniz dudağı): m ec. deniz ke-
narı. İeb-i d i l b e r : ı)
dilber dudağı; 2) dilber dudağı denilen hamur tatlısı. İeb-i h a n d â n : gülen dudak. İeb-i şe fk a t: şefkat dudağı. 2 ٠u> ؟kenar. İeb-i c û : ırmak kenarı. İeb -i c û y - b â r : su kenarı. İeb -i h a d r â : ufuk. İeb-i keştî-gâh : nehirlerin geçit yeri, boğaz, liman ağzı. İeb-i sâ g a r : kadeh ağzı. ( ب ﺀa.i.): ağız, doğumdan sonra gelen süt.
İebâ'
lebâbet
( ﻟ ﺒ ﺎ ؛ أa.i.): zeyreklik, akıllılık, (bkz:
fatânet). lebâçe
( ﻟﺒﺎﺟﻪf.i.): önü a ؟ık elbise, hırka; cübbe;
ferâce.
ﺑ ﺪ ه، ( ﻟ ﺒ ﺎ دf.i.): 1. yağmurluk 2 ٠kısa hırka. leb -â-leb ( ﻟﺒﺎﻟﺐf.zf.): ağızına kadar dolu. İebân ( ﻟﺒﺎنa.i.): göğüs. İebâd, İebâde
İebbân
le b -b e-leb
( ﻟ ﺐ ﺑﻠ ﺐf.zf.): dudak dudağa, (bkz :
leb-ber-leb).
( ﻟ ﺐ ﺑ ﺮ ﻟ ﺐf.zf.): dudak dudağa, (bkz: leb-be-leb). leb-beste ( ﻟ ﺐ ﺳﺘ ﻪf.b.s.): 1. dudağı, ağzı bağlı. 2. susan. le b b eyk ( ﻟ ﺒ ﻴ ﻚa.n.) " ؛buyurunuz, emir sizindir efendim!'' mânâsına kullanılan bir kelime, [hac ferizasınm icrâsı esnâsmda bu kelime ile başlayan muayyen duâlar söylenir ki buna “telbiye" denir], (bkz : telbiye). lebb eyk -zen ( ﻟ ﺒ ﻴ ﻜ ﺰ نa.f.b.s.): evet diyen, râzı olan. leb -b e r-leb
؛Allah'ın emrine koşup uyan, [ölen hakkında kullanılır]. İeb -cü n b ân ( ﻟ ﺒ ﺠ ﻨ ﺒ ﺎنf.b.s.): "dudağını oynatan" : söz söyleyen, konuşan, lebeb ( ﻟ ﺐf.i.): deriden örülmüş at başlığı, leben ( ﻟﺒﻦa.i.): süt. A d e iftii'l-le b e n : sütsüzlük. A d îm e tü ' 1-le b e n : sütü kesik kadın. İeben-İ k ils ؛k im . kire ؟sütü, lebeni, le b e n iyy e ﻟﻴﺸﺪ، ( ﻟﺒﻨﻰa.s.c.: lebeniyyât) ؛ süte âit, sütle ilgili, sütlü. M e v â d -1 leb en iyye : sütlü maddeler, ürünler, le b e n iyy â t ( ﻟ ﺒ ﻔ ﻴﺎ تa.i. lebeniyye'nin c .): sütlü nesneler. le b -g ü şâ u l ) (f.b.s.): ﺀﺀdudağı açık" : konuşan, söyleyen. lebi ( ﻟ ﻰf.i.): dilim [ekmek, kavun, karpuz], lebib ( ﻟ ﺒ ﺐa.s.c.: İibâb): 1. akıllı, (bkz : fatin, zeki). 2. i. erkek adi. leb b eyk -ze n -i İcâbet
le b ik
( ﻟﺒ ﺠ ﻖa .s.): 1. akıllı, zeki. 2. ( ﻟﺒﻼبa .i.): bo t. sarm aşık.
tatil sözlü.
İeblâb
leb lâb ü ' 1- a r z : bot.
yer sarmaşığı, leb lâb iyye ( ﻟ ﺒ ﻼ ﺑ ﻴ ﻪa.i.): bot. sarmaşıkgiller, fr. hedCracCes.
( ﻟﺮي—زf.b.s.): taşıcı, ağzına kadar dolmuş. [maddi mânevî].
İeb -rîz
( ﻟﺒ ﺲa.i.): 1. giyecek şey. 2. iki şeyi bir birinden ayırt edememe, (bkz : iltibâs). İeb-teşne ( ﻟﺒﺘ ﺸ ﺨ ﻪf.b.s.c.: İeb-teşnegân): susamış. İeb -teşn egân ( ﻟﺐ ' ﺷ ﻜ ﺎ تf.b.s. leb-teşne'nin c.): susamışlar. İebûn ( ﻟﺒﻮنa.s.): sütlü, sağmal [hayvan]. B in t-İ İebûn : süt vermeye başlamış dişi koyun. lebs
( ﺑﺎنa.i.): sütçü. 627
letâc, lecâtel İecâc, lecâcet ﻟ ﺠﺎﺟ ﺖ، ( ﻟﺠﺎجa.i.): ayak direme, çekişme [düşmanlıkta], (bkz : taanniid). lecc ( ﻟﺞa.i.): 1. dar şey. Mekân-1 lecc : dar yer. 2. inâdetme, ayak direme [düşmanlıkta]. İeccâc ( ﻟﺠﺎجa.s.): 1. inatçı. 2. inatçılık. İeclâc ( ﻟ ﺠ ﻼ جa.h.i.): 1. satranç oyununun icatçısı. 2. s. sözü tutuk söyleyen, leclece ( ﻟﺠﻠﺠﻪa.i.): kararsızlık, tereddüt [sözde]. İecûc ( ﻟﺞ— وجa.s.) :çokinatçı, çok çekişken, leç ( ﻟﺞfi.) : 1. yanak, (bkz : ruh). 2. yüz. (bkz : rûy, ruh, ruhsâr). lede- - ( ﻟﺪ ىa.zf.): sırasında, yapıldığı zaman. lede'1-hâce ( ﻟ ﺪ ى اﻟﺤﺎﺟﻪa.b.zf.): hacet, ihtiyaç görüldüğü zaman. lede'l-havâle ( ﻟﺪى اﻟ ﺤ ﻮاﻟ ﻪa.zf.): havâle olundukta. İede'l-İhtiyâc ( ﻟ ﺪ ى ا ﻻ ﺣ ﺒ ﺎ جa.zf) : ihtiyaç hâlinde. İede'l-İktizâ ( ﻟ ﺪ ى ا ﻻ ﻗ ﺘ ﻀﺎa.zf.): gerektiği zaman. lede'l-mutâlaa ( ﻛ ﻌ ﺪ اﻟ ﻤ ﻄﺎﻟ ﻌ ﻪa.zf.): okunduktan sonra. lede'l-müzakere ٥( ﻛ ﻌﺎ ا ﻟ ﺬ ا ﻛ ﺮa.zf.) :müzâkere sırasında. İede's-suâl ى ا د ؤا ل-( لa.zf.): soruldukta, lede't-tahkik( ﻟ ﺪ ى اa.zf.) ؛tahkikolundukta. lede't-teemmül ( ﻟ ﺪ ا ﻟ ﺘ ﺄ ﻣ ﻞa.b.zf.): teemmül edilince, düşünülünce. ledg ( ﻟ ﺪ غa.i.): yılan veyâ akrep sokması, (bkz: les'). İedîg ( ﻟ ﺪ ﻳ ﻎa.s.): yılan, akrep ve buna benzer hayvanlar tarafından sokulmuş kimse, lediin ( ﻟ ﺪ نa.i.) : Allah yani. İlm -i İedün: Allah'ın sırlarına âit mânevî bilgi, gayb ilmi. İedünnî ( أدذىa.s.): Allah bilgisine ve sırlarına âit, onunla ilgili. Mevâhib-İ lediinniyye: Hz. Muhammed'e Allah'ın ihsânı olan bilgi. İed ün n i^ ât ( ﻟ ﺪﻧﺎ تa.i.c.): Allah bilgisi ve sırİarı; mec. bir İşin gizli tarafları, içyüzü. İed ün n i^ e ( دديa.s.): ["İedünnî'' nin müen.]. (bkz :İedünnî). İefâ ( صa.i.) : 1. toprak, (bkz : türâb). 2. s. hakir 628
İefâif ( ﻟﻐﺎﺋﻒa.i. lifâfe'nin c .): sargılar; zarflar, (bkz: İifâfe). lefc, lefce ﻟﻔﺠﻪ، ( ﻟﻐﺞa.i.): kaim dudak. leff ( فa.i.) : sarma; dürüp bir zarf İçine koyma; devşirip kaldırma. İeffü neçr : ed. birkaç isim yazıldıktan sonra bunların herbirine âit olan Sifat veyâ fiilleri ayrıca sıralama. leff ü neşr-i m üretteb: ed. yazılan birkaç isimden sonra bunlara âit sifat veyâ fiillerin ayni tertiple sıralanması. M eselâ: "Meşk eyledi pervâne vü şe'm ü gül-i sadberg / Yanmağı, yakılmağı, yaka yırtmağı benden.'' leff ü neşr-i müşevveş veyâ gayr-i miiretteb : yazılan birkaç isimden sonra bunlara âit sifat veyâ fiillerin karışık olarak sıralanması. M eselâ: “Zülfünle rûhun M ushafi hüsnünde nigârâ / Tefsirin eder âyet-i Nûr ile Duhâ'nın.” İeffâf ( ﻟ ﻔ ﺎ فa.s.) : çok lâfeden, çok söyleyen, cansıkan. leffen ( ًﻟ ﻐ ﺎa.zf): dürülmüş, sarılmış olarak; zarf veyâ mektup İçine koyarak. leftfuM l -(a.s. le ff den): 1. dürülmüş, sarılmış. 2. a. gr. üç harfli kelimenin iki harfi “elif" veyâ “y” olanı. İefîf-i m ak rû n : a. gr. “fâ" SI (ilk harfi) ile, “lam”ı (son harfi) birlikte h a rfi illet olursa : tayy “tavy"... gibi. İefîf-i m efrûk: a. gr. “fâ" SI (ilk harfi) ile “ lâm” 1 (son harfi) birlikte h a rfi illet olursa : vefâ "vefeye” .. gibi. leflâfe ( ﻟﻐﻼﻓﻪa.i.): bot. kurt tırnağı denilen bir *bitki. leftere ( ﻟﻔﺮهf.s.): alçak, sefil. legleg ( ﻟ ﻜ ﻠ ﻚf.i.): leylek. leh ( ﻟﻪa.e.): 1. onun İçin, ona. Magfûrun-leh : kendisine mağfiret olunmuş. 2. i. birinin çıkarına davranış; yana. lehinde ؛onun çıkarına uygun olarak. leha ( ﻟ ﻬ ﺎa.i. lehât'ın c.) ؛anat. küçük diller, (bkz : lehevât, İihâ, lihi, lühî). İehâ ١( ﻟﻪa.e.): leh ve lehu nun miiennesi. (bkz : leh-lehu). İehât (a.i.c.: İehâ, İihâ, lehevât, lihi, lühî) : anat. küçük dil. [“İihât, lühât” şekilleri de vardır].
İemeân-. fosfor؛ İehâz ( ﻟﺤﺎﻓﻞa.i.): gözucu, göz kuyruğu. lehce ( ﻟ ﻬ ﺠ ﻪa.i.): 1. dil ؛dil kolu, bölge dili, fr. dialecte. Fasîhü'1-lehce: dili uz. 2. (Tiirk ؟ede) yüz, surat. Lehce-i Osmânî (osmanlıca İûgat): Ahmet Vefik Paşa'nın iki bölümden oluşan ve 1889 da her iki cildi de bir arada basılan ünlü sözlüğü. LehcetiiT-hakaik: Âli Bey'in 1896 da hazırlanmış bir mizah eseri olup XIX uncu yüzyılın sonundaki OsmanlIların kusur ve hatâlarım eleştirmiştir. İeh-dâr ( ﻟ ﻬ ﺪ ا رa.f.b.s.): 1.... dan yana, lehte olan, bir şey veya kimseden yana olan. 2. lehine poliçe ؟ekilen kimse. leheb ( ﻟ ﻬ ﺐa.i.): alev. EbU-leheb (alev babasi): Hz. Muhammed'in amcası ve Abdü'lMuttalib'in oğlu'dur. İslâm dinini kabûl etmemiş ve halkı da bu dini kabulden uzaklaştırmayı kendisine İç edinmişti. ["Kur'ân-ı Kerim'de Tebbet yedâ ebi lehebin..." diye başlayan 111 inci Tebbet sûresi bununla karısı ümmü Ciimeyl hakkındadır].
lehümâ ( ﻟﻬﻤﺎa.e.): birinden yana olan birinin tarafım tutan iki kişi, lehv ( ﻟ ﻬ ﻮa.i.): oyun, eğlence, faydasız İç. lehviyyât ( ﻟﻬﻮﻳﺎتa.i.c.): oyunlar, eğlenceler. İeîm ( ﺑ ﻢa.s. levm'den. c .: leîmân, İiâm): al ؟ak, açağılık, cimri [kimse], leîmân ( ﻳ ﻤ ﺎنa.s. İeîm'in c.): alçak, pinti, açağılık kimseler, (bkz : İiâm). leîm-âne ( ﻟﺌﻴﻤﺎ ﻧ ﻪa.zf.): alçakca. Muâmele-İ İeîmâne: alçakca muâmele. lek ( ﻟ ﻚa.z.): sana, senin İ ؟in. lek ( ﻟ ﻚf.s.): 1. ahmak, sersem, (bkz: ebleh). 2. yüz bin. lek ( ﻟ ﻚfi.): kırmızı boya ؟ikarmaya yarayan bir mâden. lekâlik “( ﻟﻘﺎﻟﻖka” uzun okunur, a.i. İaklak'ın c.): leylekler. lekânet "( ﻟﻔﺎ ﻧ ﺖka" uzun okunur, a.i.): ؟abuk anlayışlı olma. leke ( ﻟﻜﻪfi.): 1. kirliliği gösteren iz. 2. vücutta görülen siyah veya kahverengi İçâretler. leked ( ﻟ ﻜ ﺪf.i.): tepme, ؟ifte.
lehebân ( ﻟ ﻬ ﺒ ﺎ نa.i.): ateşin alevlenmesi, (bkz : iştiâl).
İeke-dâr ( ﻟ ﻜ ﻪ دارf.s.): lekeli, (bkz: ma'yûb, m'uttehem). [kelimenin asil “lek” dir]. İeked-hâr ( ﻟ ﻜ ﺪ ﺧﻮارf.b.s.): tepme yiyen, ؟ifte yiyen, (bkz: İeked-kûb, leked-zede).
lehef ﻟ ﻬ ﻒ-(a.i.): kaybolan bir şeyin arkasından üzülme.
İeked-kûb ( ﻟ ﻜ ﺪ ﻛ ﻮ بf.b.s.): ؟ifte yiyen, tepme yiyen, (bkz: İeked-hâr, leked-zede).
lehevât ( ﻟﻬﻮاتa.i. lehât'ın c.): anat. kü ؟ük diller. (bkz : İehâ, İihâ, liihi).
leked-zede ( ﻟ ﻜ ﺪ زدهf.b.s.) ؛tepme yiyen, ؟ifte yiyen, (bkz ؛İeked-hâr, İeked-kûb).
İehfân ( ﻟ ﻬ ﻔ ﺎ نa.s.): kalbi yamk. (bkz: mütehassir).
leked-zen ( ﻟ ﻜ ﺪ زنfb.s.): tepme vuran, ؟ifte atan, ؟ifteli.
İehhân ( ﻟ ﺤ ﺎ نa.s.): okurken ؟ok yanlışlık yapan [lcimse]. (bkz : İâhin).
leken ( ﻟﻜ ﻦa.i.c.: elkân): leğen, lem' ( ﻟ ﻤ ﻊa.i.): parlama, parıldama, (bkz: İemeân). İem'a ﻋﻪ٠( لa.i.c.: İemeât): parıltı, parlayış,
lehebü'n-nâr: ateş alevi.
İehîb ( ﻟ ﻬ ﺒ ﺐa.i.): 1. alev. 2. ateşin sıcaklığı. 3. alevlenme [ateş], (bkz: iştiâl). İehîf ﻟﻬﻴﻒ-(a.s.). (bkz: İehfân). lehinde ( ﻟ ﻬ ﻔ ﺪ هa.t.zf.): onun çıkarına uygun olarak; birinden yana, [zıddı: "aleyhinde"]. lehm ( ﻟﻬﻢa.i.): bir nesneyi hemen yutma. lehs ( ﻟ ﻬ ﺚa.i.): dili dışarı ؟ikma, nefesi kesilme.
lem'a-pâş ( ﻟﻤﻌﻪ ﺑﺎشa.f.b.s.) : parıldayan, lem'a-rîz ( ﻟﻤﻌﻪ ر ﻳ ﺰa.f.b.s.): parlayan, parıldayan. İemeân ( ﻟ ﻤ ﻌ ﺎ نa.i.): 1. parlama, parıldama, (bkz: lem'). 2. fiz. gazışı, fr. luminescen-
lehu ( ﻟ ﻪzf.): onun İ ؟in, ondan yana [müen. “İehâ”, tesniyesi: “lehümâ" dır].
lemeân-ı flüârî: fiz. flüorışı, fr. fluorescen-
lehiim ( ﻟﻬﻢa.e.c.): birinden yana olanlar; birinin taraftni tutanlar.
lemeân-ı fosfori: fiz. *fosforışı. 3. kadın adi. 629
lemeât lemeât ( ﻟﻤﻰ تa.i. lem'a'nın c . ) : parıltılar, parlemeât-ı şems : G ün eş'in parıltıları. lemehât ( ﻟ ﺴﺎ تa.i. İem ha'nın c.) ؛bir defâ bakışlar, bir göz atışlar. lem h
ﻟﻤﺢ
(a .i.): 1. bakm a, göz atma.
İemh-i b a s a r : çabucak bir göz atıverme. 2. parıltı, parlam a.
lemha ( ﻟ ﻤ ﺤ ﻪa .i.c .: lem e h ât): 1. bir defâ bakm a, bir göz atış. 2. parıltı, parlam a.
İemha-İ b a s a r : göz açıp kap ayın caya kadar geçen zam an, pek az [zaman].
İemha-İ iftitâh : gözün açılışın daki ilk bakişı, d ü nyâyı ilk görüşü.
İemha-İ û lâ : ilk bakış. lem hatii'l-basar : göz açıp kap ayın caya kadar, pek az zam anda.
lems ( ﻟ ﻤ ﺲa .i.): el ile dokunup duym a, el ile tutm a; dokunm a ile duyulan.
lemsi, lemsiyye ﻟ ﺐ، ( ﻟ ﻤ ﺲa .s .d e m s i y y â t ) : lems ile, dokunm a ile ilgili, ihsâsât-ı lems i y y e : dokunm a .d u yu ları. le m s i^ e t
lenger ﻗ ﺮ
(f.i.)
؛gem iyi yerinde m ıh lam ak
İçin denize atılan zincir ve bu zincirin
İayışlar.
ﻟﻤ ﺴ ﺖ
(a .i.) : bir cisme, bir mâdene
ucun d aki ؟apa.
Fekk-İ len ger : gem inin
lenger alıp yola çıkm ası.
lenger-endâz ( ﻟ ﻜ ﺮ ا دا زf.b .s.): 1. lenger atan, dem ir atan. 2 . (lim anda) dem ir atm i? olan [gemi].
lenger-hâne ( ﻟ ﻜ ﺮ ﺧﺎ ﻧ ﻪf.b .i.): lenger yapılan yer.
lengeri ( ﻟ ﻜ ﺮ ىf.i.): lenger, b ü yü k bak ir sahan. leng-fâhte ( ق ﻓﺎﺧﺘﻪf b .s .) : 1. topal güvercin. 2. miiz. T ü rk m üziğin in k ü çü k usullerindendir; bun a “ aksak fâhte”, “n im fâhte" de denilir. ıo zam an lı ve 6 darblıdır. Lengfâhte, fahte usûlünün yarısıdır. Şarkı gibi k ü çü k
form e'larda
kullan ılm az;
b ü yü k
usuller gibi peşrev, beste (bilhassa nedense nakış besteler bununla ölçülm üştür) şekillerinde
kullanılır.
 y în -i
şeriflerde
de görülür. B u yü zd en İstisnâî olarak büy ü k usuller gibi m uâm eleye tâbî tutulur ve 10/16 ilk degil (ki bu m ertebesi henüz hiç kullanılm am ıştır) 10/8 lik mertebesine "y ü rü k leng fâhte” denir. Şırasıyla T ü rk
parm ak la dokunm aktan m eydana gelen
aksağı, sem âî ve n im sofyan usullerinden
his.
m ürekkeptir. 6 darbının kıym eti sırasıyla
lem-yezel J y . ( ﻟﻢa.b .s.): zeval bulm az, zâil olm az, bâkî, kalıcı. [A llah'ın sıfatlarındandır]. lem -yezeli
ﻟ ﻢ ﻳ ﺰﻟ ﻰ
(a.b .i.): zeval bulm azlık,
bâkilik, kalıcılık. lem ze
ﻟﻤﺰه
(a .i.): göz veyâ kaşla işâret etme,
( b k z : İümeze). lenc
ﻓ ﺞ
(f.i.): naz ve edâ ile salınm a, (bkz :
hırâm ân).
lenf, İenfâ ﻟﻔﺎ، ( ﻟ ﻐ ﻒa .i.) : hek. beyaz kan, VÜcutta ince dam arların İçinde dolaşan, kanin esâsını teşkil eden ve eskilerin ahlât-1 erbaa dedikleri bu dört m addeden biri.
lenfâî, lenfâiyye ﻟ ﻐ ﺎ ب، ( ﺑ ﻐ ﺎ ﺋ ﻰa.s.i.): lenfe âit, lenfle ilgili; len f m addesi; ağır kimse.
Ciimle-i lenfâiyya : len f sistemi. İenfâ-yi dâhilî : hek. *içakkan, fr. endolymphe. leng ( ﻟ ﻔ ﺦf.s .): 1. topal, aksak, (b k z : a'rec). 2. tenâsül âleti. 3. yolcu lu k sırasında kafilen in bir yerde bir iki gün kalm ası.
İeng-âne ( ﻟﻜﺎﻧ ﻪf.z f.): topalcasına. 630
şö y le d ir : n im kavi, kavi, z a if kavi, nim kavi ve zaif. D arb lan n vu ru lu ş şekilleri ve im tidatlan ise şudur : düm (2 zam an), tek (3 zam an), düm (1 zam an), tek (2 zam an), te (1 zam an) ve ke (1 zam an). Leng fâhte, zam an itibârıyla bir kü çü k usûl olduğundan, bu usûl ile ölçülm üş bir eserin notasında, ölçünün terkibine giren T ü rk aksağı, semâî ve nim sofyan, noktalı çizgilerle ayrılm az.
İengî ( ﻟ ﻜ ﻰf.i.): topallık, aksaklık. len terânî ( ﻟﻦ 'ﻧﺮاﻧ ﻰa .c ü .): [sen] beni görm eyeceksin.
İerzân ( ﻟﺮزانf.s.): titrek, titreyen, ( b k z : ra'şân, ra'şe-dâr).
lerze ( ﻟﺮزهf.i.). (b k z : İerziş). İerze-İ istitâr ü istig n a : saklanıp çekilm e titreyişi. le r z e -b a h ş ^
ﻟﺮزه
(f.b .s.): titreten, titreme
veren.
lerze-bahş-ı d i l : gönül titreten. İerze-dâr ( ﻟﺮزه دارf.b .s.): titrek, titreyici. (bkz : İerze-nâk).
levâzımâî
İerze-nâk ( ﻟ ﺮ ز ه ﻧ ﺎ كf.b.s.): titreyen, titreyici, titrek, (bkz: İerze-dâr).
let ( ﻟ ﺖf.i.): 1. dayak, kötek. 2. şiddetle ؟arpma. (bkz: sadme).
lerzende ( ﻟ ﺮ ز ﻧ ﺪ هf.s.): titreyen, titrek, (bkz: İerzân).
letafet ( ﻟ ﻄ ﺎ ﻓ ﺖa.i.): 1. latiflik, hoşluk. 2. güzellik. 3. nezâket. 4 ٠yumuşaklık, (bkz : mülâyemet).
lerze-resân ( ﻟﺮزه رﻣﺎنf.b.s.): titreten, titreme veren. İerziş ( ﻟ ﺮ ز شf.i.): titreme, titreyiş, (bkz: irtiâş). les' ( ﻟ ﻊa.i.): yılan, akrep ve benzeri gibi şeylerin sokması, (bkz : ledg). İesâs ( ﻟ ﺼﺎ صa.i.): hırsızlık etme, (bkz: liisûsiyyet, sirkat), lesâset ( ﻟ ﺼﺎﻋ ﺖa.i.): hırsızlık, lesme ( ﻟﻤﻪa.i.): pe ؟e> yüzörtüsü. (bkz ؛biirka', nikab, şâme). less ( ﻟ ﺚa.s.): dâim olan, lest ( ﻟﺴ ﺖf.s.): güzel, iyi; kuvvetli. İesûs, İesû si^ et ﻟ ﻬ ﻮ ﺑ ﺖ، ( ﻟ ﺼ ﻮ صa.i.): hırsizlik, hırsızlık etme, (bkz : sirkat). İeşker ( ﻟ ﺸ ﻜ ﺮf.i.): 1. asker. 2. mec. yigit, kahraman, cesur. İeşker-i aramrem : ؟ok asker. İeşker-i gam m : gam askeri. İeşker-i İslâm : OsmanlI ordusu. İeşker-i şikeste : kırılmış ordu, bozguna ugramış asker. İeşker-gâh ( ﻟ ﺸﻜﺮ ﺳﻤﺎهf.b.i.): ordu yeri,
İetâif ﻟﻄﺎﺋﻒ-(a.i. İâtîfe'nin c .): latifeler, güldürecek güzel sözler ve hikâyeler. İetâif-i rîvâyât (rivayetlerin, söylentilerin hikâyeleri): Ahmed Midhad Efendi'nin hikâye kitapları. ١ İetâif-i siinbiile : astr. (bkz: Semâk-İ a'zei). letâifü'1-hiyel: harb oyunları ve hileleri. İetâif-gûne ( ﻟﻄﺎﺋﻔﻜﻮﻧﻪa.fb.s.): lâtife, şaka yollu. letre ( ﻟﺘﺮهfs .) : eski, yırtık; par ؟a parça. lett ( ﻟ ﺖa.i.): 1. karıştırma, (bkz: halt). 2. baglama. 3. yaklaşma, yanaşma. 4. dövme, vurma, (bkz: darb). l e v j (a.e.): olsa bile. lev' ( ﻟﻮعa.i.): 1. yakma. 2. yanma, lev'-i garâm : sevgi ile, aşk ile yanma. İev'a ( ﻟ ﻮ ىa.i.c.: İeveât): yiirekyanıklığı, gönül acısı, (bkz : sûziş-i dil). İev'a-i kalb : gönül acısı, i ؟yanıklığı. İev'a ( ﻟﻮﺀاa.i.): den. yısa etme, ؟ekme. levâhik ( ﻟﻮاﺣﻖa.i. İâhika'nın c .): lahikalar, ekler, eklenen şeyler.
leşker-geh ( ﻛ ﻜ ﺮ ﺳﻤﻪf.b.i.): ordu yeri, ordugâh. (bkz: İeşker-gâh).
İevâhik-i İâm ise: biy. *dokuna[ ؟böceklerde], fr. tentacule.
İeşkerî ( ﻛ ﻜ ﺮ ىf.s.): leşkere âit, leşkerle, ordu ile *ilgili.
İevâic ( ﻟﻮاﻋﺞa.s. lâi> ؟İâice'nin c .): kalbi aşktan yananlar.
İeşkerîyân ( ﻟ ﺸ ﻜ ﺮﻳﻴﺎ نf.i.c.): askerler, ordular.
İevâih, levâyih ﻟﻮاﻳﺢ، ( ﻟﻮاﺋﺢa.i. İâyiha'nın c .): 1. lâyihalar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri.
İeşkeri^e ( ﻟﺜﻜ ﺮﻳ ﻪf.s.): ["İeşkerî” nin miien.]. (bkz: İeşkerî). İeşker-keş ( ﻟﺜ ﻜ ﺮ ﻛ ﺶf.b.s.): asker ؟eken, asker İdâre eden. leşker-keşân ( ﻛ ﻜ ﺮ ﻛ ﺸﺎ نf.b.i. ve s. İeşker-keş'in c .): asker idare edenler, kumandanlar, leşker-şikâf ﻛ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﺎ ف.(f.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz: İeşker-şiken, İeşkerşükûf). İeşker-şiken ( ﻛ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﻦf.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz : leşker-şikâf, leşker-şükûf). leşker-şükûf ﻟ ﺸ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﻮ ف.(f.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz: leşker-şikâf İeşkerşiken).
İevâim ( ﻟ ﻮ ا ﺋ ﻢa.i. İâime'nin c .): çekiştirmeler, çekiştirilecek İşler. . İevâmi' ( ﻟﻮاﻫﻊa.i. lâmia'nın c.): 1. parlamalar, parıldayan şeyler, nurlar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri. İevâzım ( ﻟﻮازمa.i. lâzime'nin c .): 1. lâzım olan şeyler, gerekli şeyler; yaşamak, geçinmek, yolculuk İ ؟in lüzumlu olan nesneler. 2. ask. askerin yiyecek, giyecek, yakacak ve savaş eşyâsı ve bu işlerle uğraşan dâire. levâzımât ( ﻟ ﻮا ز ﺳﺎ تa.i. levâzım'ın c.). (bkz: İevâzım). ، 31
levc levc
ﻟﻮ ج
(a .i.): ağızda bir şeyi veyâ lokm ayı
öteye beriye döndürm e. İeveât
ﻟ ﻮ ﻋﺎ ت ﻟ ﻮﻧﺪ
(a.i. lev'a'nın c . ) : yürekten gelen
İe vm -i İâ im : çekiştiricinin kınam ası, lev m e
(f.i.c .: le v e n d â n ): 1. yeniçeri dev-
rinde deniz erlerine verilen bir ad. 2 . vaktiyle Venediklilerin
(a .i.): zem m etm e, çekiştirm e; payla-
ma; başa kakm a.
acılar, İç yanıklık ları. leven d
ﻟﻮم
le v m
Şark m em leketlerin-
ﻟﻮﻣﻪ
(a .i.): pekiştirilmesini, zem m edil-
mesini, başa kakılm asın ı gerektiren İş.
ﻟﻮن
le v n
(a .i.c.: e lv â n ): 1. renk, boya; Sifat.
(bkz : fâm). 2 . nevi, çeşit, (bkz : gûn). 3. be-
den m aaşla topladıkları bahriye askeri. 3. s.
niz, yü zü n rengi. M ü te m â silü '1-le v n : iki
tenbel. 4 . s. ayyaş, ipkici. 5. s. zam para. 6. s.
y ü zü de ayni renkte olan (yaprak). A d e m -İ
kabadayı.
te m y iz-i l e v n : hek. renkkörlüğü.
7. hizm etçi;
gündelikçi;
çırak.
8.
nâm ııssuz kadm . 9. ibne. [Türkçede kulİevn î ( ذوﻓﻲa.s.): renkle ilgili, renge âit. İandıgım ız m ân âlar Farsçada yoktur], L e v n i ( ﻟ ﻮ ﻧ ﻰa.h .i.): X V II I . yü z yıld a yaşam ış, leven d â n ( ﻟﻮاﻧﺪانf.i. leven d'in c . ) : levendler. Ed irn eli ünlü T ü rk m inyatürcüsü. leven d -ân e
ﻟﻮﻧﺪاﻧﻪ
(f.zf.): leventcesine, sür'atle,
hızla.
ﻟ ﻮﻧ ﺪا ت
(a.i. levend'in c . ) : leventler.
(a .i.c .: e lv â h ): yassı, düz, üzerine re-
sim, yazı gibi şeyler yazılabilen nesne. İevh -i c e b i n : alin, (bkz : nâsiye). İevh -i d ii- r e n g : gece ile gündüz. İevh -i em les : üzerine hiç bir şey yazılm am ış, leke düşm em iş levh, fr. table rase. İevh -i h â m û şî (sessizlik le v h a sı): üzerine hiç bir şey yazılm am ış, boş levha, (bkz : İevlı-i emles). İevh -i h â t ı r : hâfıza. len şeylerin yazılı bu lunduğu m ân evi levha; İlm -i İlâhi.
ﻟﻮﺧﻪ
2. m ec. m an zara, görünüş. S er-lev h a : başilk [yazılarda].
(a.i.c.): kirli, pis şeyler.
، ( ﻟﻮامa.s. :ç o k le v m e d i-
( ﻟﻮزa .i.): bâdem. ( ﻟﻮذﻋﻰa .s.): zarif, akıllı, ince [kimse], levze ( ﻟﻮزهa .i.): 1. [bir tek] bâdem. 2 . anat. [bir
le v z
le v za i
ﻟ ﻮ زﺗﺎ ن
lev zetân
(a.i.c.). (bkz : deffeteyn).
l e v î d ^ J ( f . i . ) :kazan[kap ], ،
ﻟﻮﻻك
hadisten alın m ış olup, H z. M u ham m ed'e hitâptır. levlâke levlâk e İem â h a la k tii'l-e flâ k e : Sen olm asaydın. Sen olm asaydın yeri göğü yaratm azdım . [hadis-i kudsi].
ﻟﻮز ﺳﻦ
(a .i.c.): anat. bademcikler,
( b k z : levzetân). İevzî
ﻟ ﻮﻧ ﻰ
(a.s.) 1. bâdem biçim inde olan.
2. bademle ilgili.
( ﻟﻮزﻳﻦa .i.): hek. bâdem hülâsası, ( ﻟﻮزﻳﻔﻪf.i.) 1 ؛. bâdem helvası. 2. bâdem li
levzin e
( ﻟﻮزﻳﺢa .i.): bâdem li helva, ( ﻟﻮزﻳﺎ تa.i.c.): bâdemle yapılm ış
tat-
İılar. le v ziy y e
(a .i.): bir kudsi
(a .i.): anat. iki badem cik,
bademcikler, fr. am ygd alites.
le v z iy y â t
ﻟﻮﻻك
kat-
le v v â m e : nefsin yedi m ertebesinden biri,
levzin ec
h aşallah ” dır].
levlak, levlake
birisini
şahısta katlin
( b k z : nefs-i emmâre).
helva.
ﻟﻮﺣﺘﻴﻦ
olan
ci, çekiştirici, başa kakıcı, paylayıcı. N e fs-İ
(a .n .): A llah , irak etme-
632
ﻟ ﻮﻳﺎ ت
İ e v v â m ,le v v â m e ﻟﻮاﻣﻪ
sin! vahşet verm esin; âferin. [asil " ؛İâ evlevh a teyn
[eskiden]
karineler. Ievsiyyât
İevzîn
İevha-İ n u h û s e t : uğu rsuzluk levhası,
ﻟﻮﺣﺜﻰ اﻟﻠﻪ
h u k.
müttehem
bir düşm anlık bulunm ası gibi alâm et ve
levzeteyn (a .i.): 1. bir yere asılm ak üzere
yazılm ış veyâ yapılm ış yazı veyâ resim.
le v -h a şa lla h
letmekle
tek] bademcik, fr. am ygd ale.
İevh -i m a h fû z : A lla h tarafın dan takdir edi-
levh a
(a.i.) ؛pislik, m undarlık, kir.
nişânesi yâhut m aktu l ile araların da zâhir
[yapm a kelim elerdendir],
ﻟﻮح
ﻟﻮث
le v sü '1-k a tl:
leven dât levh
levs
ﻟ ﻮﻧﻴ ﻪ
(a .i.): bot. bâdem, erik, kayısı,
şeftali, vişne, kiraz ve benzerlerinin İçinde bulundukları fasile. le y
ﻟ ﻰ
(f.i.): 1. kab, zarf. 2. çamur, (bkz : ve-
hal). İeyâil
ﻟﻴﺎ ر
leyâlî).
(a.i. leyl'in c . ) : geceler, (bkz : İeyâl,
fezzat İeyâl, leyâlî ﻟﻴﺎ ﻟﻰ، ( ﻳﺎ لa.i. leyl'in c.) : geceler. İeyâl-i hasret : hasret geceleri. İeyâl-i hoş-nümâ : güzel görünen geceler. İeyâl-i vesvese-hiz : vesvese koparan geceler. İeyân ( ﻳﺎنf.s.) : parlayan, parlayıcı. İeyân ( ﻳﺎنa.i.) : konforlu, lüks hayat, leyin ( ﻳ ﻦa.s.). (bkz : leyyin). leyk ( ﻳ ﻚf.e.) : lâkin, am m â, fakat, ancak, (bkz : lik).
leykin ( ﻟﻴﻜﻦa.e.) : lâkin, (bkz : lik, likin). leyi ( ﻟ ﻴ ﻞa.i.c. : İeyâil, İeyâl, İeyâli) : gece, (bkz : şeb, şev) Nısfü'l-leyl : gece yarısı. Tesâvî-i leyi ü nehâr : astr. gece ile gü n düzün m üsâvi (*eşit) uzunlukta oluşu, fr. équinoxe. [21 M a rt ile 21 Eylülde yıld a iki kere olur].
İeyl-i dimâg : dimagin gecesi, karanlığı. İeyl-i serd : soguk gece. İeyl-i târik : karan lık gece. leyi ü nehâr : gece gündüz. Leylâ' ( ﻟ ﻴ ﻼ ﺀa.h.i.) : Leylâ ile M ecn ûn hikâyesi.nin kadm kah ram âm .
Leylâ vii Mecnûn : Fu zû li'n in ünlü m esnevisi.
İeylâ' ( ﻟ ﻴ ﻼ ءa.i.) : 1. çok karan lık gece. 2. arabi aylarının son gecesi. Leyle-i İeylâ : çok uzun ve ıztıraplı gece. 3. kadm adi. leylâk ، 3( ﻳ ﻼa.i.) : bot. leylâk, lât. syringa vulgaris. İeylâkî ( ﻳﻼﻗ ﻰa.s.) : leylâk renginde olan, mor. leyle ( دﻧﻪa.i.) : 1. bir gece, bir tek gece. 2. gece, (bkz :ley i, şeb).
İeyle-İ bedr : ayin ûndördüncü gecesi. İeyle-İ berât : A ra b i aylarından şâbanın on beşinci gecesi.
İeyle-İ erbaa : çarşam ba gecesi. İeyle-İ hâmûş : susm uş gece. İeyle-İ kadr (kadir gecesi) : ram azan ın yirm i yedin ci gecesi.
İeyle-İ
mi'râc
(m îrâc
gecesi) :
H z.
M u h am m ed 'in göge çıktıgı gecedir ki, kamer aylarından receb'in yirm i yedisine rastlayan kandil gecesidir. İeyle-İ
regaib
A m in e'n in
H z.
(rağbetler
gecesi) :
M u am m ed'e
H z.
gebe kaldı-
gı kam er aylarından receb'in ilk cu m â ve kandil gecesidir.
leyletü'1-arûs : Hz. Mevlânâ'nın âhirete intikali günü hâtırası olarak yapılan tören. leyletü'1-isrâ': ınîrac gecesi, (bkz: İeyle-İ mi'yâc). leylen ( ﻟﻤﻼa.zf.): geceleyin, gece vakti. Leyli ( سa.h.i.). (bkz : Leylâ). leyli, le y lic e ﻟ ﻴ ﻪ، ( ﻟﻴﻠ ﻰa.s.): 1. gece ile ligili, gece olan; gece gibi karanlık, hüzünlü. 2. gece kalman, yatılı. Câriha-İ leyliyye ؛ zool. gece kuşları [başkuş, puhu gibi], leyli mekteb : yatılı *okul, leyli talebe : yatılı *öğrenci. İeymûn ( ﻟﻴﻤﻮتa.i.): limon. leynet ( ﻟﻴ ﺖa.i.): yumuşak koltuk yastığı. leys ( ﻟﻴ ﺲa.i.): yokluk, (bkz : adem), leyse'l-haberû k e'l-ıyân : işitmek görmek gibi olmaz. leys ( ﻳ ﺚa.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, esed, haydar, gazanfer, şîr). 2. hızla hücum eden kimse. leysiyye ( ﻳ ﺐa.i.): fels. nihilizm, fr. nihilisme. leyte ( ﻟ ﻴ ﺖa.e.): olsaydı, keşke, ne olurdu, [tailakkuku mümkün olmayan şeyler İçin kullanılır]. leyte la a lle : "bakalım, bugün, yarin" gibi sözlerle vakit geçirme, İŞİ sürüncemede bırakma, savsaklama. leyyin ( ﻟﻴ ﻦa.s.): yumuşak, (bkz : miilâyim). leyyinü'l-cânîb : yumuşak tabiatlı, kani sicak kimse. İezâiz ( ﻟﻨﺎﺋﺬa.i. lezize'nin c.): tatil şeyler, zevk alınacak şeyler. lezâiz-idiinyeviyye : dünyâ lezzetleri, dünyâ zevkleri. lezez ( ﻟ ﺬ نa.i.): kapıkulu askerine verilen maâşın (ulufenin) dördüncü üç aylığını (şevval, zilka'de, zilhicce) belirten bir tâbirdir. lezim ( ﻟﺰمa.i.). (bkz: malzem). lezir ( ﻟﺰﻳﺮf.s.): akıllı. leziz, lezize ذ ه٠ ﻟﺬ، ٠( ﻟﺬﻳﻞa.s. lezzet'den): lezzetli, tatil, hoşa gider [şey]. İezûk ( ﻟﺰوقa.i.): hek. yakı gibi vücuda yapıştınlan ilâç. lezz ( ﻟﺬa.i.): lezzet, tad, çeşni. İezzât ( ﻟﻨﺎ تa.i. lezzet'in c .): tatlar, çeşniler. 633
lezzet lezzet ( ﻟﺬ تa.i.c.: İezzât): 1. tat, çeşni. 2. mec. zevk, haz, keyif. İezzet-İ ilm : ilmin lezzeti. İezzet-İ nân : ekmeğin lezzeti. İezzet-İ pehlû: yan lezzeti, yanyana bulunma tadı. İezzet-İ sahbâ: şarabin tadı. İezzet-şinâs ( ﻟ ﺬ ت ﺷﺘﺎ سa.f.b.s.): tat alan, tadına varan. lezzet-yâb ( ﻟﺬﺗﻴﺎ بa.f.b.s.): lezzet alan, tat duyan. İıss ( ﻟ ﺺa.i.c.: elsâs, lüsûs): hırsız, (bkz : lass, luss). İİ- ( لa.e.): "İçin, ötürü, dolayı, yüzünden” mânâsına gelir. İi-zâlike: bundan dolayı, onun İçin., gibi. İiâm ( ﻟ ﯫ مa.s. İeîm'in c.): alçak, aşağılık, pinti kimseler, (bkz: leîmân). İiân ( ﻟﻌﺎنa.i.): 1. İâ'netleşme, birbirine lâ'net etme. 2. kari kocanın hâkim huzûrunda çer'î usûlüne uygun olarak dörder defa şahâdetde bulunduktan sonra karşılıklı kendi nefslerine İa'net okumalai'ı. İibâb ( ﻟﺒﺎبa.s. İebîb'in c.): akıllılar. libâçe ( ﻟﺒﺎﺟﻪf.i.): elbise. İibân ( ﻟ ﺠﺎ زa.i.): kadın sütü, insan sütü, (bkz : rızâ'). İibân ( ﻟﺒﺎنa.i.) : süt emzirme, (bkz : ırzâ'). libâs ( دا سa.i.c.: elbise): esvap, (bkz : câme). libâs-ı fâh ir: tar. pâdişâh veya vezirlerce birine taltif olarak verilen değerli kumaş, elbise veya giydirilen kürk, kaftan, libâs-ı fersûde : eskimiş esvap, libâs-ı mâtem : mâtem elbisesi, libâs-üt-takvâ: iman; hayâ. libs ( ﻟﺒﺲa.i.): Kâbe'ye örtülen örtü. libse ( ﻟ ﺴ ﻪa.i.): giyiş, elbise giyme. İicâm ( ﻟﺠﺎمa.i.c.: elcime, elciim, lücüm): hayvanm ağzına vurulan gem. [Farsça “İigâm” dan alınmıştır]. licâm-ıkadîb : anat. zekerin altındaki dil. İi-eb ( ﻻبa.zf.): baba tarafindan, baba yoluyla. li-ebeveyn ( ﻻ ﺑ ﻮ ﻳ ﻦa.zf) : baba ve ana tarafından, ana baba yoluyla. İi-ecl ( ﻻ ﺟ ﻞa.zf.):... den dolayı, İçin, maksadiyla. 634
li-ecli'1 maslaha: ݧ İ ؟in. li-ecli'1 muhakeme : muhakeme İ ؟in. li-ecü't-tahsîl: tahsil İçin, okumak İçin, lif j j -(a.i.c.: elyaf): 1. biy. tel. 2. yıkanırken sabunu köpürtüp yıkanmak üzere kullamlan ve bâzı nebatları (.bitkilerin) telleri didiklenerek yapılan gevşek yumak, lîf-i adali: anat. .kas teli, lîf-i hayvâni: anat. .hayvansal tel. lîf-i hhcrevi: anat. .gözeli tel. lîf-i isfenci: anat. .sünger teli, lîf-i nebâtî: bot. .bitkisel tel. İifâfe ( ﻟﻰ ﻓ ﻪa.i.c.: İefâif): 1. hek. sargı. 2. bot. bâzı çiçeklerin etrâfını çeviren değişik yapraklar. lîfî ﻟﻬﻰ-E(a.s.): lif gibi, life benzer, lîfîn ( ﻟﻒ—نa.i.): biy. fibrin, kanin terkibine dâhil olan beyaz bir madde, lif lif ( ﻟﻒ ﻟﻴﻒa.zf.): tel tel, ince ince. İigâm( ﻟ ﻐ ﺎ هfi.) :gem ؛dizgin, (bkz :İicâm). İigam-rîz ( ﻟ ﻜﺎ ﻣ ﺮﻳ ﺰf.b.s.): dolu dizgin, son sürat. İihâ' ( ﻟﺤﺎﺀa.i.): ağaç kabuğu, (bkz: İuhâ, kışr). İihâ ا/( لﺀa.i. lihye'nin c.): sakallar. İihâ ( ﻟ ﻬ ﺎa.i. lehât'ın c.): anat. küçük diller. (bkz : İehâ, lehevât, lihi, lühî). İihâb (a.i. lihb'in c.).(bkz: elhâb, lühûb). İihâf ( ﻟ ﺤ ﺎ فa.i.c.: lühûf): 1. örtünecek şey. 2. yorgan. 5. sargı. 4. bot. zar, kabuk, lihâfî ( و ﻓ ﻰa.s.): bot. tohum zari ile *ilgili. İihâm ( صa.i.): 1. lehim. 2. lehimleme. İihâz (a.i.): 1. düşünme, (bkz : mülâhaza). 2. riâyet etme. li-hâzâ ( ﻟﻬﺬاa.zf.): bunun İçin, bundan dolayı, lihb ( ﻟﻬﺐa.i.c.: elhâb, lühûb, İihâb): iki tepe veya kayalık arasındaki boğaz, dar geçit, l i h e v i i ^ (a.s.): lihye, sakal ile ilgili, lihi ( ﻟﻬﻰa.i. lehât'ın c.): anat. küçük dil. (bkz: İehâ, İihâ, lehevât, lühî). lî-hîkmetîn ( ﻟﺤﻜﻤﺔa.zf.): bir hikmete mebni olarak. İihyânî ا ذ ى٠( ﻟ ﺢa.s.): uzun sakallı, lihye ( د يa.i.c.: İihâ, İuhâ): sakal, (bkz : rîş). İrhâ-yi lihye: sakal koyuverme. Azîmü'llihye: uzun sakallı. Teysü'1-lîhye: keçi sakallı.
lisânü'l-asâfîr İihye-İ b e y z â
lime lime ؛parça parça.
: b e y a z , a k s a k a l.
İihye-İ hut : zool.
b a lin a b a lık la r ın ın k a n a t-
limmi ( د سa.s.) : mant. Gnsel, fr. a jiriori. (bkz:kablî). ؛٩
: H z . M u h a m m e d 'i n s a k a l l a n -
lim m i^et ( ﻟ ﻤ ﻴ ﺖa.i.) : mant. *önsellik, fr. a priorité.
İ a r ı.
İihye-İ çerîfe
n i n k ı r p ı n t ı s ı n d a n t o p l a n ı p m u h a f a z a e d ile n k i l v e y â k ılla r ,
lihyetii’t-teys : bot.
lîmû ﻣﻮ٠( بf.i.) ؛lijnon. k e ç is a k a lı.
li-muharririhi ( ﻟ ﻤ ﺤ ﺮ ر هa.zf.) : muharriri, yazari tarafından.
İihye-dâr ىه ﺩ ﺍ ﺭ٠( لa .f.b .s.) : s a k a llı , lik ﻳ ﻠ ﻎ
( f e .) : l â k i n , fa k a t , a m m a , a n c a k , ( b k z :
l e y k l n , İ îk in , v e li).
lika' ﻟ ﻘ ﺎ ﺀ
1. g ö r m e , 2. y ü z , ç e h r e . Mehlika : A y y ü z l ü . Hurşid-lika : G ü n e ş y ü z l ü , y ü z ü G ü n e ş g ib i. Bed-lika : ç i r k i n y ü z l ü . rast
( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i.) :
g e lip
İikâ-yi âfâk lika ﻳﻬﻪ
k avu şm a.
: G ö k y ü z lü .
(a.i.) : [e s k id e n ] m ü r e k k e p h o lc k a l a n -
n a k o n u la n h a m ip e k , lö k . lik â ^
۵
ü z e d e n : s ü s lü p a la n .
İikâf-i zerrin li-kailihi ﻟ ﻘﺎﺋﻠ ﻪ
: y a l d ı z l ı p a la n , ( " k a " u z u n o k u n u r , a .c ü .) : s ö z
s ö y le y e n in .
likat ﻗ ﻂ
( " k a " u z u n o k u n u r , a .i.) : b a ş a k t o p -
la m a .
likaullah ۵ ١ﻟ ﻘ ﺎ ﺀ
( " k a '' u z u n o k u n u r , a .b . i.) :
A l l a h 'a k a v u ş m a .
likin ﻟ ﻴ ﻜ ﻦ
(f.e.) : l â k in , ( b k z : lîk , le y k i n ) .
li-kiilli ﻟ ﻜ ﻞ
(a .e.) : h e p s i İ ç in .
li'1-arzîyye ( ﻻ و بa .s.) : astr. j e o s a n t r i k , fr. géocentrique. ü’l-beçeri^e غ٠( ﻟﺒ ﺸﺮاa .s.) anthropocentrique.
* y e r m e r k e z li,
: a n tr o p o s a n tir ik ,
ü'1-eneiyye L ﻟﻼﻷﺀي: fels. égocentrisme. :
* b e n iç in c ilik ,
fr. fr.
İillâh, lillâhi ﻟﻠﻪ، ( ﻟﻠﻪa .e.) : A l l a h 'a m a h s u s . A l l a h İç in . El-hamdii İi'llâh : h a m d , a n c a k A l l a h 'a d ı r . El-hükmü İi'llâh : h ü k ü m a n c a k A l l a h 'ı n d ı r . El-minnetii İillâh : m i n n e t a n c a k A l l a h 'a m a h s u s t u r . Rızâen İi'llâh : A l l a h r ı z â s ı İ ç in .
İi'llâhi ve resûlihi
: A lla h v e re sû l h ü r m e ti-
İi'llâhi derre derriihu :
h a y r ı , A l l a h İ ç in a r t -
s in .
lillâhi taalâ ﺗﻌﺎﻟﻰ li-maslahatin lime ﻣﻪ٠ي
-
ü-münşihi ( ﻟ ﻤ ﻐ ﺸ ﻪa.zf.) : nesri yazan tarafından. li-miitercimihi ( ﻟ ﻤ ﺮﺟﻨﻪa.zf.) : mütercim (*çeviren) tarafından. linet ( ﻳ ﻌ ﺖa.i.) : yumuşaklık, mülâyimlik, ishal. -lis ( _ ﺑ ﺲf.s.) : yalayan, yalayıcı. Kâse-lîs : çanak yalayıcı, dalkavuk, ["lisiden" mastarmdan). (bkz : miidâhin).
(a.i.) :p a la n .
İikâf-i m
li-miiellifihi ( ﻟ ﻤ ﺆﻟ ﻔ ﻪa.zf.) : müellifi, yazarı tarafından.
( ﻟﻠﻪa .c ü .) : u lu T a n r ı ,a ş k ı n a , (a .z f.) : İş ic â b ı,
( f i . ) : p a r ç a , k ü ç ü k v e u z u n d i li m .
İisâm ( ﻟﺜﺎمa.i.) : yüz örtüsü, yaşmak, (bkz : nikab). lisân ( ل—انa.i.c.: elsine, elsün, İüsn, lüsün) : 1. dil [ağızdaki]. 2. konuşulan dil. Fasîhi'1lisân: fesih, açık, düzgün olarak söz söyleyen, uzdilli. İlm-i lisân : yer yüzündeki bütün dilleri ses, şekil, mânâ ve sintaks bakimindan umûmî veyâ mukayeseli olarak inceleyen ilim, lengüistik, fr. linguistique. lisân-1 avâm : halkm konuşma dili. lisân-1 edeb : edep ve edebiyât dili. lisân-1 erâzil: âdi, aşağılık kimselerin dili, argo, (bkz : lisân-1 hazele). lisân-1 hâl : insanin, yüzünün hareketlerinden, duruşundan anlaşılan şey. lisân-1 hazele : âdi, aşağılık kimselerin dili, argo, (bkz : lisân-1 erâzil). lisân-1 kal : konuşma dili; nağme, kuş nağmesi. lisân-1 kâmil: tanrısal olgunluğu olan insan. lisân-1 Kıhtî : Çingene dili, Çingenece. lisân-1 mâder-zâd : ana dili. lisân-1 ma'sûm : temiz, günahsız dil. lisân-1 mizmâr : anat. küçük dil. lisânü’l-asâfîr : bot. kuş dili. 635
Lisanü'1 Gayb
Lisanü'1 Gayb (Gayb'm, Allah'ın dili) : fala bakılması dolayısıyla Hâfız-1 Çîrâzî'nin divanma verilen ad. lisânü'1-hayye : bot. aslandili denilen bir *bitki. lisânü'1-kelb : bot. köpekdiline benzeyen yapraklan hekimlikte kullanılan bir *bitki, lisânü'n-nâr : ateşin parıltısı, alevi, üsânü's-savt : azıdişi ؟ikarmaya yarayan kerpeten. üsânü's-sevr : bot. sığırdili denilen ؟ok yaprakli bir nebat (*bitki). lisân-â ؟nâ ن آﺷﻐﺎ٧ (a.f.b.s.) : dilbilir, yabancı bir dil bilen. lisânen ( د ا ذ أa.zf.) : ağızdan, (bkz : ؟İfâhen). lisânî ( ﻟ ﺴ ﺎ ﻧ ﻰa.s.) : lisâna, dile mensup, dille ilgili. lisâniyyât ( ﻟﺴﺎﻧﻴﺎ تa.i.c.) : dil ilmi, lengüistik, fr. linguistique. lisânullah ( ﻧ ﺎ ن اﻟﻠﻪa.b.i.) : Kur'ân-1 Kerim. İisât ( ﻟﻔﺎ تa.i. lise'nin c.) : hek. diş etleri, lise ( ﻟﺜﻪa.c. : İisât): hek. di ؟eti. (bkz : lisse), li-sebebin ( ﻟﺴﺒ ﺐa.zf.) : bir sebepten dolayı, lisevi ( ﺀ ﻛ ﻮ ىa.s.) : di ؟etlerine âit, di ؟etleriyle ilgili. lisse ( ﻟﺜﻪa.i.c. : İisât). (bkz : lise). ü' ؟- ؟emsiyye ( ﻟﻰ ا ﻟ ﺸ ﻤ ﻴ ﻪa.s.) : astr. giinmerkezli, fr. héliocentrique. İitâf ﻻﻧ ﻒ-(a.i. lâtîf'in c.). (bkz : lâtîf). İitâm ( ﻟﻄﺎ مa.i.) : el ayasıyla vurma, tokat atma, li-ümm ( ﻻمa.b.i.) : ana bir karde ؟. lîv ^ (f.i.) :Güne ؟.(bkz :Âftâb). İivâ' ( ﻟﻮاﺀa.i.c. : elviye) : 1. bayrak, livâ-i saâdet : Hz. Muhammed'in bayrağı, livâ-i ؟erif : Hz. Muhammed'in bayrağı, livâü'l-hamd : Hz. Muhammed ümmetinin mahşer günü altında toplanagma inamlan bayrak; Makam-I Ahmedi. 2. mülkî idârede kazâ ile vilâyet arasında bir derece, sancak. 3. ask. *tugay. 4. ask. *tuğgenaral. Mîr-livâ : miralay ile ferik arasındaki pa ؟a rütbesi, *tuğgeneral. İivâta ف١( شa.i.) : lûtilik, erkekler arasındaki cinsi sapıklık, kulamparalık. İivâz ( ﻟ ﻮ ا ذa.i.) : 1. sığınmalc. (bkz : İlticâ). 2. birbii-inin arkasına gizlenme.
İîve ( ﻳﻮهf.s.): yaltaklamcı, aldatıcı; şakacı; ؟evik. liyâkat ( ﻳﺎ ﻗ ﺖa.i.): 1. lâyık olma, değerlilik, yararlık. 2. iktidar, hüner, fazilet. 3. değim , yararlık. liyâkat-mend ( ﻳ ﺎ ﻗ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪa.f.b.s.c.: liyâkatmendân): liyâkatli, değerli; faziletli. liyâkat-mendân ( ﻳﺎ ﻗ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪا نa.f.b.s. liyâkatmend'in c.): liyakatliler, değerliler; faziletliler. üyâkat-mend-âne ( ﻳﺎﻗﻤﺘﺪاﻧﻪa.f.zf.): liyâkatli olarak, değerlilikle. İi-zâlike ( ﻟ ﺬﻟ ﻚa.zf.): bunun İçin, bundan dolayı, bu sebepten. İizâm ( ﻟ ﺰ ا مa.i.): lâzım olma, lüzum, gereklilik. İi-zâtihi ( ﻟﺬاﺗﻪa.zf.): kendiliğinden. İizâz ( ﻟ ﺬ ا ذa.s. İezîz'in c .): lezzetli, tatil, hoşa gider ؟eyler. İuâb ( ﻟﻌﺎ بa.i.): fizy. 1. salya, luâb-ı ankebût: örümcek ağı. luâb-ı gâv: ışığın, güneşin parlaklığı, luâb-ı sürür: sevin ؟tükrüğü. 2 ٠bal, şeker gibi ؟eylerle yapılan tatil. 3. mec. sevin؟ gözyaşı. luâb-ı ؟ems, luâbü' ؟- ؟ems : serap, pusarık, luâbü'n-nahl: bal. luâbî ى٠ ( ﻟ ﻌ ﺎ دa.s.): 1. İuâba mensup, salya ile ilgili. 2. salya gibi yapışkan. luâbîn ( فa.i.c.): luâb'ın, sudan başka, terkibinde bulunan maddelerin hepsi. luâbiyye ه. ( ﻟﻌﺎاa.s.): ["luâbî"nin müen.l (bkz: luâbî). lu١b ، - J ( a .i.) :oyun.eglence. İu'bet ( ﻟ ﻌ ﺒ ﺖa.i.): 1. oynanan, oynanılan ؟ey, oyuncak. 2. herlcesi hayrette bırakan ؟ey, hâl. lübet-bâz^ ( ﻟﻌﺒﺖa.f.b.i.): oyuncu, hokkabaz, hayalci, kuldacı. lû'bet-bâzân ( ﻟﻌﺒ ﺖ دا زا نa.f.b.i. lû'bet-bâz'ın c .): oyuncular, hayalciler, kuklacılar. İu'bet-gâh ( ﻟﻌﺒﺘﻜﺎهa.f.b.i.): oyun yeri; tiyatro. lu'betü'1-ayn( ﻟﻌﺒﺔ اﻟﻌﻴﻦa.b.i.): gözbebeği. lu'bî ى٠( ﻟﻊa.s.): oyun ile ilgili olan. İu'biyyât ( ﺳ ﺎ تa.i.c.): oyunla ilgili eğlenceler. [canbaz, hokkabaz, tiyatro... gibi], lûc ( ﻟﻮجf.s.): ؟a ؟ı.
lutfiyye İûgat ( ﻟ ﻐ ﺖa.i.c. : lügat) : 1. kelime, söz. 2. her milletin konuştuğu dil ve bu dilin lier kelimesi. 3. İûgat kitabi (*sözlük). İlm-i İûgat : lügatçilik (*sözlükçülük), fr. lexicologie. Ehl-İ İûgat : lügatçilikten anlayan, İûgatçi (*sözlükçü), İûgat sâhibi. Lûgat-İ Nâcî : Muallim Nâci'nin, OsmanlIcada en çok kullanılan Arapça ve Acemce kelimeleri İçine alan ve 1904 te basılan bir lûgatı. (bkz : Nâcî). Lûgat-İ Nimetullah (Nimetullah'm *sözlüğü) : SofyalI Nimetullah Efendi'nin 1540 da düzenlediği Farsçadan Türkçeye *sözlük. Lûgat-İ Şeh-nâme (Şeh-nâme sözlüğü) : Bağdatli Ömer oğlu Abdülkadir adil bir zatin 1721 de §eh-nâme'de geçen kelimeler üzerine düzenlediği Farsçadan Tiirkçeye sözlük. İûgat "( ﻟﻔﺎ تga” uzun okunur, a.i. İûgat'in c.) : 1. lügatler, kelimeler, sözleı'. 2. İûgat kitaplan, *sözlükler. lûgat-çe ب (a.f.b.i.) : küçük İûgat, *sözlük, *sözlükcük. lûgat-nüvîs ( ﻟﻐﺖ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲa.f.b.s.) : İûgat yazan, *SÖZİİİİC yapan. İûgat-perdâz ( ﻟ ﻐ ﺖ وﺑﺎ زa.f.b.s.) :İûgatparalayan, konuşmasında seçme kelimeler kullanan. lûgât-çinâs ( ﻟﻔﺎ ت ﺷﺘﺎ سa.fb.s.) : iyi İûgat bilen. lûgavî (a.s.) : 1. İûgate mensup, İûgat anlayan. 2. mecâzî olmayıp hakiki bir mânâya delâlet eden kelimeye âit olan. lûgavi^ât ( ﻟﻐﻮﻳﺄتa.i.c.) : İûgat ilmi, İûgat bilimi, fr. lexicologie. lûgaviyye ( ﻟ ﻐ ﻮ ﻳ ﻪa.s.) : [''lûgavî’’nin müen.]. (bkz : lûgavî). lûgavi^ûn ( ﻟ ﻐ ﻮﻳ ﻮ نa.i.c.) : İûgat (*sözlük) ile uğraşanlar, lûgatçüer (*sözlükçüler). İûgaz ( ﻟ ﻔ ﻦa.i.c. : elgaz) : 1. bilmece, bulmaca; yanıltmaca. 2. ed. manzum bilmece, eski divanların çoğunda bulunan ve halk dilinde hece vezni ile yazılmış olan bilmece : “Bir küçücük fıçıcık / içi dolu turşucuk" : limon. "Bir küçüçülc Arabcik / Başındadır tablacik” : çivi... gibi. lûhâ ١( ﻟﺢa.i.). (bkz : İihâ). luhayme ﻣﻊ٠( ﻟﺢa.i.). (bkz : liihayme). lûhâza ( ﻟﺤﺎﻇﻪa.i.) : gözucu ile bir şeye dikkatli dikkatli bakma.
İuhûd ( ﻟﺤﻮدa.i. İâhd'in c.). (bkz : lühûd). lûk ( ﻟ ﻮ كf.i.): lök, kısa tüylü yük devesi. İûkata ( ﻟﻮﻗﻌﻠﻪa.i.). (bkz : lukta). Lukmân ( ﻟ ﻘ ﻤ ﺎفa.h.i.): İslâmlıktan önceki Araplarda efsânevi bir şahsiyet olup, Kur'ân'da da zikredildigi gibi, sonraki devirlerin efsâne ve şiirinde öğüt veren sözleriyle meşhur olan pek eski bir hekimin veyâ hikayecinin adi. İûkme ،( ﻟﻮ ﻗﻤﺎa.i.): lokma. lûkme-şümâr ( ﻟﻮﻗﻤﻪ ﺷ ﻤ ﺎ رa.fb.s.): herkesin lokmasını sayan ؛mec. hasis, pinti, (bkz: bahil). İûkta ( ﻟ ﻮ ﻗ ﻄ ﻪa.i.) : yerden toplanan şey. (bkz : İûkata). İÛİ, 1Û1Î ﻟﻮﻟﻰ، ( ﻟﻮلf.i.): 1. şarkı söyleyen, oynayan kadm. 2. utanmaz, hayâsız, nâmussıız [kadın]. 3. s. nâzik ve zarif. İûle ( ﻟﻮﻟﻪf.i.): 1. liile, çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. 2. halka gibi dürülmüş şey, liile. 3. kâğıt külâh. lûrî ( ﻟ ﻮ ر ىf.i.): miskinlik denilen hastalık, (bkz: cüzâm). luss ( ﻟﺺa.i.c.: elsâs, lüsûs): hırsız, (bkz : lass, sârık). İusûs ( ﻟ ﻤ ﻮ صa.s. lass, lıs ve luss'ıın c.): (bkz : lüsûs). Lût ( ﻟ ﻮ طa.h.i.): Hz. İbrâhîm'in yegeni olan peygamber. Kavm-İ L û t: Lût peygamberin çağırışına ehemmiyet vermeyerek ahlâksızlığa düşkünlüklerinden dolayı Allalı tarahndan yok edilen Sodom ve Gomorrah halkı. lût ( ﻟﻮتf.s.): 1. çıplak. 2. tatil yemekler. lutf ﻟ ﻄ ﻒ-(a.i.): 1. hoşluk, güzellik. 2. iyi muâmele ؛iyilik. İutf-i ahlâk: huy, ahlâk, yaradılış güzelliği, lûtf-i amirn : kamu işlerinin düzenliliği, lûtf-i mizâc ؛tabiat, ahlâk güzelliği, lûtf-i yâr : sevgilinin lütfü. İutf-dîde ( ﻟﻄﻐﺪﻳﺪهa.f.b.s.): lütuf, iyilik gören. lutfen ( ﻟ ﻄ ﻐ ﺎa.zf.): bir lütuf olarak, hoşlukla, tatlılıkla, (bkz: inâyeten). lutfi ( ﻟ ﻄ ﻐ ﻰa.s.): 1. İûtfa âit, lûtufla ilgili. 2. i. erkek adi. lutfiyye ( سa.s.) :1. ["lûtfî"nin müen.l. (bkz : lûtfî). 2. i. kadm adi. 637
lu.f-kâr İutf-kâr ( ﻟﻄﻔﻜﺎرa .f.b .s .) : h o ş, g iiz e l, iy i, lû tfile m u â m e le ed en .
k ü ç ü k ؟İ ؟e k y a p r a g i to p lu lu ğ u ,
lutf-kârî ( ﻟ ﻄ ﻔ ﻜﺎ ر ىa .f.b .i.) : lü tu fk â r lık , iltifa tç ılık , c a n a y a k ın lık , iy ilik ç ilik ; İû tu flrâr, iy ilik ç i, c a n a y a k m .
İutf-kâr-ane ( ﻟﻄﻔﻜﺎزاﻧﻪa .f.z f.) : İû tu fk â r o la n a y a r a ş ır y o ld a .
lutf-perver ( ﻟﻄﻒ ﻳ ﺮ و رa .f.b .s .) : (b k z : lû tf-k â r). lutf-şiâr ىر٠( ﻟﻄﻒ ذa .b .s .) : lû fe d e n , iy ilik t e b u -
lûtî ( ﻟ ﻮ ﻃ ﻰa .s .) : L û t k a v m in in ç ir k in h a lle r in i t e k r a r la y a n [k im s e }, k u la m p a r a ,
luveyha ( ﻟﻮﻳﺤﻪa .i.) : 1. la v h a c ık . 2. fiz. lam el, lübân ( ﻟﺒﺎنa .i.) : g ü n lü k , k e n d ir. lübân-ı C âvî : C a v a z a m k ı. İübb ( ﻟ ﺐa.i.) : 1. İç, öz. lübb-i sinn : hek. d işö z ü . lübbü'l-cevz : c e v iz İÇİ. 2. ( i . c . : e lb â b ) : a k ilse lim , *sa ğ d u y u . 3 . ( s .c .: lü b û b ) : h e r ş e y in iy isi, h â lisi.
( a .s .) : ["lü b b î” n in m ü en .J
( b k z : lü bb î). İü b s ( ﻟﺒ ﺲa .i.) : g iy m e . İü b s e ( ﻟﺒ ﺴ ﻪa .i.) : s ö z ü n k a r ış ık lığ ı,
ﻟﺒ ﻮ ب
(a.s. lü b b 'ü n c . ) : 1 . İçler, özler.
2. mec. h e r ş e y in iy ile r i, h â lisle r i. 3. kabulelu m e y v a la r m İÇİ.
lübûs ( ﻟ ﺒ ﻮ سa.i. lib â s 'ın c . ) : e sv a p la r, (b k z : elbise).
İücc ( ﻟﺞa .i.) : k a la b a lık , g ü rû h , cem aat. İücce ( ﻟﺠﻪa .i.c .: İ ü c e c ) : 1. e n g in su. 2. k a la b a ilk , g ü rû h . ( b k z : c e m m -i g a fir). 3 ٠ g ü m ü ş. 4 . ayn a.
İücce İücce ﻟﺠﻪ، ( ﻟﺠﻪa .z f.) : d a lg a d a lg a . İücec ( ﻟ ﺠ ﺞa.i. İü c ce 'n in c . ) : 1. e n g in su lar. 2 . k a la b a lık la r , cem aatler.
lü c e y n ^ J(a .i.) :g ü m ü ş. İücme ( ﻟﺠﻤﻪa .i.) : coğr. ır m a k ağzı, lücüm ( ﻟ ﺠﻢa.i. lic â m 'ın c . ) : gem ler. İüç ( ﻟﺞf.s.) : ç ıp la k . lüfâh ( ﻟﻔﺎحa .i.) : bot. g ü z e lh a tu n ç iç e ğ i. lüfâhîn ( ﻟﻔﺎﺣﻴﻦa.i.) : bot. a tro p in . 638
k u lu b ir * b itk i o lu p e v v e lc e b ü y ü c ü lü k te k u lla n ılır d ı, lât. mandragora officinalis, lüffân ( ﻟ ﻔﺎفa.i.) ؛e k ş i n ar. İiihât ( ﻟﻬﺎتa .i.) : anat. k ü ç ü k d il. [“ İeh ât, İih â t” ş e k ille r i d e v a r d ir j.
İühaymât ( ﻟ ﺤ ﻴ ﻤ ﺎ تa.i. lü h a y m e 'n in c . ) : etçik liihayme ( ﻟ ﺤ ﻴ ﻤ ﻪa.i. la h m 'd e n . c . : İ ü h a y m â t ) : e tç ik . li ih a y m e - i d e m i m e ؛b iy . g ö z y a ş ı *etçiğ i, l ü h î ( ﻟﻬ ﻰa.i. le h â t'ın c.) ؛a n a t . k ü ç ü k d il. (b k z ؛ İeh â, İih â , leh e v â t, lih i). lü h û b ﻟ ﻬ ﻮ ب
(a.i. lih b 'in c . ) : ( b k z : elh âb ,
İihâb).
lühûd ( ﻟﺤﻮدa.i. la h d 'in c . ) : ç u k u r la r, m e z a rla r, k a b irler.
lühûd-i şühedâ' (şe h itle rin k a b ir le r i ) : şeh itlik .
lühûf ( ﻟ ﺤ ﻮ فa.i. lih â f'ın c . ) : ö rtü le r, s a r g ıla r ; ö r tü n e c e k şeyler.
( دىa .s .) : ö z ile, İç ile ilg ili,
liib b iy y e ﻟ ﺒ ﻴ ﻪ
lü b û b
lüffâh ( ﻟﻔﺎحa .i.) : b ü y ü k v e gen i? y a p r a k lı, k o -
ler.
lu n a n .
lutfullâh ( ﻟﻄﻒ اﻟﻠﻪa .it .) : 1. A llâ h 'ın lü tfü , k a y ra sı. 2. i. e rk e k ad i.
lü b b î
hifeyfe a J J J ( a .i.) : 1. bot. b ü r ü m c ü k . 2. bot.
lühûk ( ﻟﺤﻮقa .i.) : u la şm a , e rişm e . İiihûm ( ﻟﺤﻮمa.i. İa h m 'ın c . ) : etler. lühûm-i lezize : le z z e tli etler, lühûn ( ﻟﺤﻮنa.i. İa h n 'ın c . ) : lâ h in le r, n ağ m eler, ah en k ler.
liik ( ﻟ ﻚf .i .) : 1. y o ğ u n ve k a lın şey. 2. k ız ıl b o y a . 3. lö k . 4 . u r ; sıra ca ,
liikah "( ﻟﻘﺎحk a " u z u n o k u n u r, a . i . ) : bot. k a n k u ru ta n , a d a m o tu , lât. mandragora officinalis. liikata "( ﻟ ﻘﺎ ﻃ ﻪk a '' u z u n o k u n u r, a .i.) ': y ere a tılm ış v e y â y e rd e n a lın m ış d e ğ e rsiz şey; b u lu n tu .
lükate-çîn ﻦ
ﻳ
ﻟ ﻘﺎ ﻃ ﻪ
( " k a ” u z u n o k u n u r.
a .f.b .s .) : d eğ ersiz, a r t ık şe y le ri to p la y a n ,
liiknet ( ﻟﻜﻔ ﺖa .i.) : p e lte k lik , d il b a s ık lığ ı, sö z sö y le rk e n d ild e k i tu tu k lu k , k e k e le m e .( b k z : liik û n e t, İü k n û n et).
İiiknet-İ elhân : se sle rin , n a ğ m e le r in p eltek ligi-
İüknûnet ( ﻟ ﻜ ﻴ ﻮ ﻧ ﺖa .i.) : p e lte k lik , d ild e k i tu tu k lu k ; k ek elem e, (b k z : İü k n e t, liik û n e t).
İükta ( ﻟ ﻔ ﻌﻠ ﻪa .i.) : fık. s o k a k ta b u lu n u p a lm a n ve sâ h ib i b e lli o lm a y a n şey.
lüzûm-ı vakf İükûnet ( ﻟﻜﻮﻧ ﺖa.i.): pelteklik, dildeki tutuklulc, kekeleme, (bkz : İülcnûnet, İüknet). İÜ'İÜ' ( ﻟ ﺆ ﻟ ﺆa.i.c.: leâlî) : 1. inci, (bkz : dürr). 2. mec. bâkire, el değmemiş. İÜ'İÜ'-İ lâlâ : parlak inci. İÜ'İÜ'-İ mekııûn: midyenin, kabuğunun İçinde sakil bulunan inci. İÜ'İÜ'-İ miinazzad: ı) inci dizisi, inci kolye. 2) mec. düzgün dişler. İÜ'İÜ'-İ şehvâr: iri inci, lü'lü'-bâr ( ﻟ ﺆﻟ ﺆﺑﺎ رa.f.b.s.): inci yağdıran, inci yağmuru. lii'lü'-feşân ( ﻟ ﺆ ﻟ ﺆ ﻓ ﺜ ﺎ نa.f.b.s.): inci saçıcı, inci saçan, (bkz: İü'lü'-pâş). lü'hi'-pâş ( ﻟ ﺆﻟ ﺆﺑﺎ شa.f.b.s.): inci saçıcı, inci sa ؟an. (bkz: lü'lü-feşân). liinc ( ﻟﻨﺞfi.) : 1. dudak. 2. ağzın İÇİ. 3. s. ؟olak. İüseyn ( ﻟ ﻦa.i.): küçük dil, dilcik, liisn ( ﻟ ﻦa.i. lisân'ın c.): diller, konuşulan diller. (bkz : elsine). tpek az kullanılır], lüsûk ( ﻟ ﺼ ﻮ قa.i.) : 1. yapışma, yapışıp tutma, bitişik olma. 2. ulaşma, lüsûs ( ﻟﻤﻮ صa.s. lass, lıs ve luss'un c.): hırsızlar. lüsûsiyyet ( ﻛ ﻮ بa.i.): hırsızlık etme, (bkz : İesâs, sirkat). l ü s ü n - (a.i. lisân'ın c.). (bkz : elsine, elsün, liisn).
lüsün-i atika : leng. eski diller. liitre ( ﻳ ﺮ هf.i.): 1. ancak iki kişi arasında başkalarınm anlayamayacağı şekilde görüşülen uydurma dili, kuşdili. 2. s. boşboğaz. İüveyf ( ﻟﻮﻳﻒa.i.): anat. *sinirtelcigi. İüveyfî,lüveyfiyye^.^ ، ( ﻟ ﻮ ﻳ ﻐ ﻰa.s.) :küçük lifle, telcikle ؛ilgili. lüzûb ( ﻟ ﺰ و بa.i.): yapışma,yapıştırma,birbirine kafes gibi sokup yapıştırma. İüzûcet ( ﻟﺰوﺟﺖa.i.): 1. yapışkanlık. 2. yapışıp uzayan şeyin hâli. lüzûcîjlezcî ر ﺟ ﻰ، ( ﻟ ﺰ و ﺟ ﻰa.s.) :İüzûcetli,yapışkan; kopmadan uzayan. lüzûciyyet ( ر و ﺟ ﻴ ﺖa.i.): kopmayış, ؟ekilip uzayış. lüzûm ( زومa.i.): 1. lâzım olma, gereklik. 2. bir işe yarama. 3. sayma, lüzûm-i gayr-i miinfekk: ayrılmazlık, lüzûm-ı mâ-lâ-yelzem: ed. şiirde zengin kafiye yapma, (bkz : i'nât). lüzûm-ı muhakeme : huk. muhâkeme lüzûmu; eski usûl-i muhâkemât-1 cezâiyye kanûnuna göre cezâ işlerinde, yapılan tahkikat neticesinde İşin mahkemeye tevdi lüzûmunu İfâde eden kararlar. liizûm-1 vakf: huk. vakfm rücûu kabil olmayacalc sûrette kat'î bir hâle gelmesi.
639
Mm
mâ' ( ﻣﺎﺀa.i.c. : m iy â h ) : su. (b k z : âb). Bi'l-mâ' : h id ra . Havz-1 mâ' : su h a v u z u . Kibrît-İ mâ' : kim. h id r o s ü lfir ik . Klor ma' : kim. h id r o k lo r ik . Mikyâs-1 mâ' : fiz. h id r o m e tre . Miivellidii'l-ma' : kim. h id ro je n , fr. hydrogène. Müvellidü'1-humûza: kim. o k sije n , fr. oxygène. Tedâvî bi'l-mâ' : su te d â v isi.
mâ'-i billûri : b illû rla ş m a su y u . mâ'-i câmid : d o n m u ş su. mâ'-i cârî : cog. a k a r su. mâ'-i dâhili : cogr. g ü n d e ğ m e m i? su. mâ'-i ebyaz : hek. b ir p e rd e d e n d o la y ı g ö rü ? k u v v e t in in k a y b o lm a s ı, m â '-i h a m im : Sicak su. m â '- i h a r â c iy y e : A r a p t o p r a k la n d ış ın d a k i su la r. [D icle, F ır a t g ib i b ü y ü k n e h irler], m â '- i k i l s : k im . k ir e ç taşı,
m â '-i m u k a t t a r : * d a m ıtık su. m â '- i r â k i d : d u rg u n su. m â '- i v e r d : (b k z : m â-verd ). m â '- i z e r r in : a ltın su y u , m â 'ii'l- b a h r : d e n iz su y u , m â 'ii'l- h a y â t : h a y a t s u y u , (b k z : âb -1 h ayât), m â 'ii'l- v e r d : g ü l s u y u , (b k z : m â-verd ). m â - - ( ﻣﺎa.e.) : 1 . o ? e y k i, ?u n e s n e ,... d a k i. m â - b a 'd : a ltta k i, so n d a k i, m â - b e y n : a r a d a k i ik i ? e y in a ra sı. 2 . n e fi e d â tı. (b k z : İâ).
huk.
m ü n âsah ad ak i
ilk
m es'elelerd e v â r is le r d e n h e r b ir in e İsâbet
640
veresesine
taksimi
mâ ( ﻣﺎf.zm.): biz. ma', maa ع٠ ، ( ﻣﻊa.e.): ile, berâber, birlikte. maa-fâiz: fâizle birlikte, maâb ( ﻣﻌﺎ بa.i.): 1. ayıp yeri. 2. ayıp, maâbid ( ﻣﻌﺎدa.i. ma'bed'in c.): İbâdet edecek yerler, tapmaklar. maâbîd ( ﻫﻌﺎدﺟﺪa.i. ma'bûd'un c.): mabutler, ibadet edilecek yel'ler. maâbîd-i islâmiyye : İslâm ma'bedleri; mescid ve câmiler. maâbir ( ﻣﻌﺎﺑﺮa.i. ma'bed'in c.): çitler, geçilecelc yerler, köprüler, kemerler. Turuk u maâbir: yollar ve geçitler. Turuk ve maâbir nezâreti: [eskiden) nâfia vekâleti, maâcîn ( ﻣﻌﺎﺟﻴﻦa.i. ma'cûn'un c.): hamur kıvâmına getirilmiş, yugurulmu? ؟eyler, maâcîn-i tıbbice : hekimliğe âit mâcunlar.
m â '- i le z iz : ta til su.
mâ-fi'l-yed :
eden ve mûrisin lâzımgelen miktar,
maâd ( ﻣﻌﺎدa.i. avdet'den): 1. dönülen, dönüp gidilecek yer. 2. âhiret. 3. dönüş, geri gidi?. 4.tas. gaye, amaç, ulaşılacak yer. 5. dünyâdan sonraki hayat. Akl-İ maâd: geleceği, bundan sonraki hayâtı kavrama. İlm-i maâd : hayat sonu bilgisi, fr. eschatologie. Mebde ü maâd: gelinen ve gidilecek olan yer; insanin dünyâya gelişi ve dönüşü. Yevm-İ maâd: kıyâmet günü, tekrar dirilme günü, (bkz : rûz-i mahşer), mâ-adâ ( ﻣﺎﻋﺪاa.e.): -den başka., (bkz: mâhalâ).
maârî.-perver-âne
mâ-adâ ( ﻣﺎﻋﺪاa.e.): ma'dâ', ba?ka> fazla, gayri, maâdin ( ﻣﻌﺎدنa.i. ma'den'in c.): mâdenler. maâd؛n-i seb'a (yedi mâden): altın, gümü?, bakir, kalay, demir, kur?ıın, nikel, maâdiyyat ( ﻣﻌﺎدﻳﺎتa.i.c.): eskatologya, fr. eschatologie. (bkz: İlâhiyyât). maa-hazâ ( ﻫﻊ ﻫﺪاa.zf): böyle iken, bununla berâber. maâhid ( ﻣﻌﺎﻫﺪa.i. ma'hed'in c.): akit, antla?ma yapılan, sözle?ilen yerler,
maa'l-memnûniyye ع ا ﻟ ﻤ ﻤ ﯯ ﻧ ﻴ ﻪ٠ (a.zf.): memnûniyetle, memnunlukla, seve seve, seve isteye. maa-mâ-fîh ( ﻣﻊ ﻫﺎﻏﺪa.zf.): bununla berâber, böyle iken, böyle ise de. maâmi' ( ﻣﻌﺎﻫﻊa.i. ma'maa'mn c.): ate? çatırtıları. maan ( ًﻣﻌﺎa.zf): berâber, birlikte, (bkz: mashûben). maân
(a.i.): mekân, (bkz : menzil).
maâi? ( ﻣﻌﺎﺋﺶa.i. maî?et'in c.). (bkz: maâyi?).
maânî ( ﻫﻌﺎذىa.i. ma'nâ'mn c.) : mânâlar. İlm-i maânî: İûgat ve sintaks mes'eleleriyle, SÖzün maksada uygunluğundan bahseden ilim.
maâk ( ﻣﻌﺎكa.i.): 1. mezhep; meslek. 2. sığınacak yer. (bkz : melâz, penâh).
maâr ﻋﺎر٠ (a.i.) : ar ve hayâya sebebolacak ?eyler.
maâkıd ( ﻣﻌﺎﻗﺪa.i. ma'kad'ın c.): ma'kadler, akdedilecek yerler.
maârî ( ^ رىa.i.): insanin dâimâ ؟iplak kalan âzâsı.
maâkıl ( ﻫﻌﺎﻗﻞa.i. ma'kıl, ma'kale, ma'kııle'nin c.): 1. sığınacak yerler. 2. kan pahalan,
maârîc ( ﻣﻌﺎر؛جa.i. mi'râc'ın c.): merdivenler.
mâ-âile ( ﻫﻊ ﻋﺎﺋﻠﻪa.zf): âilece, ev halkı ile birlikte.
maâkîs ﻳ ﺲ٠( ﻣﻌﺎa.s. ma'kûs'un c.): ters ?eyler, maakka ( ﻣﻌﻘﻪa.i.) : ؟ocugun anaya babaya olan itaatsizliği. maa'1-cemâe ع اﻟﺠﻤﺎﻋﻲ٠ (a.zf.) : cemaatle, cemaatle birlikte. maa'l-esef ع اﻻﺳﻒ٠ "(a.zf.) : esefle [söyliiyorum],yazık ki. maâlî ( ﻫﻌﺎﻟﻰa.i. ma'lât'ın c.): 1. yüksek, derin fikirler. İdrâk-i m aâlî: yüksek, derin fikirleri kavrama. 2. ?erefler, ululuklar. İktisâb-1 m aâli: ?erefler, ululuklar kazanma. Meyl-İ m aâlî: ululugu, derin ?eyleri ögrenme hevesi. maâlif -(a.i. ma'lefin c.): alef ot, saman, hayvan yemi gibi ?eyler konulan yerler. maa'1-îftihâr ( ﻣﻊ اﻻﻓﺘﺨﺎرa.zf.): iftiharla, övünerek. maâlim ( ﻣﻌﺎﻟﻢa.i. ma'lem'in c.): 1. izler, eserler, ni?âneler. 2. dînî inanmalara âit meseleler. maâlimü'1-hayr, maâlimü’l-yakîn: dînî itikatlara âit yazılını? iki eser. maa'1-kerâha ( ﻫﻊ اﻟﻜﺮاﻫﻪa.zf.): kerâhatle, istemeyerek, zorla.
maârif ﻣﻌﺎرف.(a.i. ma'rifet'in c.): 1. ma'rifetler, bilimler. 2. bilgi, kültür. 3. Milli Egitim Bakanlığı; maarif müdürlüğü. 4. Sultan Veled'in 1284-1296 yılları arasında hazırladıgı tasavvufla ilgili 56 bölümden İbâret eseri. maârif-i rabbâniyye : İlâhî bilgiler. maârîf-i miitenevvia: türlü türlü bilgiler. Maârif-İ Um ûm ice Nezâreti: Maârif Vekâleti, Maârif Vekilliği, Milli Egitim Ba'-kanlığı. Maârif-İ umumiyye nizâmnâmesi: 1869 da Maârif nâzırı Saffet Pa?a tarafından yayımlanmı? bir egitim yönetmeliği, maârif-mend ( ﻣﻌﺎرﻓﻤﺘﺪa.f.b.s.c.: mendân): bilgili, bilgi sâhibi.
maârif
maârif-mendân ( ﻣﻌﺎرﻓﻤﻔﺪانa.f.b.s. maârif mend'in c.): bilgililer, bilgi sâhibi olanlar. Maârif-nâme ( ﻣﻌﺎوﻓﺘﺎﻣﻪa.f.b.i.): 1486'da İstanbul'da ölen Hızır Bey oglu Sinan Pa?a'nın ahlâk ve nasihata dâir eseri. maârif-perver ( ﻣﻌﺎرﺑﺮورa.f.b.s.): maârifi seven, maârifle ilgili ?eyleri koruyan. maârif-perver-âne ( ﻣﻌﺎرف?روراذهa.f.zf.): maârif pervercesine, maârifi korurcasma. 641
moârif-perverî
maârif-perveri ﻣﻌﺎرﺑﺮورى
( a .f .b . i .) :
m a â rifi
s e v m e , m a â r i f l e i l g i l i ş e y le r i k o r u m a ,
maârif-simât ﻣ ﻌﺎ رﻓ ﻤﺎ ط maârik ﻣﻌﺎرك
(a .b .s .) : b ilg ili,
(a .i. m a 're k , m a 'r e k e 'n in c . ) : s a -
v a ş m e y d a n la r ı .
maârîz ﺑﺔش.ﻣﻌﺎر
(a.i.
m i 'r â z 'ı n
c.) :
k a p a lı
[m â n â la r ].
Maarretii'n-Nu'mân: maâsır ﻣﻌﺎ ﺻﺮ
c . ) : ü z ü m , su -
s a m v e s â i r e n i n s ı k ı l a c a ğ ı y e r le r ,
maâsî ﻫﻌﺎىى
(a.i. m a 's i y e t 'i n c . ) : 1 . a s ilik le r , is -
y a n l a r , it a a t s iz lik le r . 2 . g ü n a h l a r ,
maâş ﻣﻌﺎش
(a .i.
a y ş 'd e ıı) : 1 . y a ş a y ı ş ,
d ir lik .
2 . g e ç i n e c e k şe y . 3 . ( c . : m a â ş â t ) m e 'm u r la r a , d u l ve y e t i m l e r e v e r i l e n a y Akl-ı maâş : g e ç i m , k a z a n ç d ü ş ü n c e s i, m a i ş e t d e r d i. Bed-maâş : h a r e k e t i, y a ş a y ı ş ı fe n â o la n . Teng-maâş : g e ç i m i d a r , s ı k ı n t ı e m e k li le r e ,
i lk .
il.
maâşât ﻣﻌﺎ ﺷﺎ ت
(a.i. m a â ş 3ü n c.) : m e 'm u r la r a ,
e m e k li le r e , d u l v e y e t i m l e r e v e r i l e n a y lık la r.
maâşir ﻣﻌﺎﺷﺮ
(a.i. m a 'ş e r 'in c.) : c e m a a t le r , t o p -
lu lu k la ı-, g ü r u h l a r .
maâtıf ﻣﻌﺎﻃﻒ
(a.i. m a 't ıf , m ı 't a f 'ı n c . ) : b a k ı l a -
c a k , g ö z l e n i l e c e k y e r le r,
maâtîr ﻫﻌﺎﻃﻴﺮ
(a .s. m ı 't â r 'ı n c . ) : d â i m a g ü z e l
k o k u s ü r ü n e n le r .
maa't-teessiif ﻫﻊ اﻟﺘﺎﺳﻒ
(a .zf.) : t e e s s ü f le , e s e f
le, y a z ı k k i.
maâvil ^ ول
(a.i. m i 'v e l 'i n c.) : k iilü n k le r , ta ş ,
k a y a p a r ç a l a m a y a y a r a y a n s i v r i k a z m a la ı'.
maâvin ^وف
(a.i. m a û n e t 'i n c . ) : 1 . y a r d ı m l a r .
2 . a z ık la r , y o l y i y e c e k l e r i ,
maâyib ﻣﻌﺎ ﻳ ﺐ
(a .i. a y b 'd a n . m a i b 'i n c.)
:
a y ıp
s a y ı l a n ş e y le r , k u s u r la r , le k e le r,
maâyiş ﻣﻌﺎﻳﺶ
(a.i. m a î ş e t 'i n
c.) : g e ç in m e le r ,
g e r in i ş le r , g e ç i n m e k İ ç in l ü z u m l u şe y le r,
maâz ( ﻣﻌﺎذa . i . ) : s ı ğ ı n a c a k
y e r . ( b k z : İ lt ic â -g â h ,
m e lc e ).
maa-zâlik ﻫﻊ ذﻟ ﻚ v a r k i.
642
maâzım ( ﻣﻌﺎﻇﻢa.s. mu'zam'ın c.) : en büyük kısımlar [bir şeyin]. maâzır ( ئ زرa.i. me'zer'in c.) : sığınacak yer1er. maâzır ( ﺳﺎﻧﺮa.i. ma'zeret'in c.) : mâzeretler.
H a l e p e y â le t i ,
(a.i. m a 's a r a 'n m
maâzallah ( ﻣﻌﺎذاﻟﺬذa.n.) : 1. yegâne sığınacak Allah'dir. 2. Allah korusun, Allah esirgesin, Allah saklasın.
(a .e.) : b u n u n l a b e r â b e r , ş u
maâzîr ﺑﺮ.( ﻣﻌﺎذa.i. mi'zâr'ın c.) : perdeler, ma'a-ziyâdetin ( ﻫﻊ زﻳﺎدةa.zf.) : ziyâdesiyle, fazlasıyla, bol bo٦. mâ-ba'd ( ﻣﺎ؛ﻋﺪa.i.) : fels. sonu, sonrası, sonraki, alttaki. Mâ-ba'de't-tabüyye : *fizikötesi. mâ-ba'de'r-rûhî: psik. *ruhötesi, fr. métapsychique. mâ-ba'de'r-rûhiyyât ( ﻣﺎﺑﻌﺪ اﻟﺮوﺣﻴﺎتa. it.) : psik. (bkz : mâ-ba'de'r-ruhî). mâ-ba’de't-tabüyye ( ﻣﺎﺑﻌﺪ اﻟﺒ ﺠ ﻌﻴ ﻪa.b. i.) : .fizikötesi, metafizik, fr. métaphysique, mâ-bâki ( ﻫﺎﺑﺎﻗﻰa.i.) : kalan, arta kalan, geri kalan. (bkz : bakiyye, mâ-baka). ma'bed ( ﻫﻌﺒﺪa.i. ibâdet'den. c. : maâbid) : İbâdet edilecek yer, tapmak, mâ-beka "( ﻣﺎﺑﻬﻰka” uzun okunur, a.i.) : kalan, arta kalan, geri kalan, (bkz : bakiyye, mâbâkî). ma'ber ﻋ ﺒ ﺮ٠ (a.i. ubûr'dan. c. : maâbir) : geçit, geçilecek yer, köprü, kemer, (blcz : derbend). mâ-beyn ( ﻫ ﺎ د نa.i.) : 1. iki şeyin arası, aradaki şey, ara. 2. haremle (kadınlar dâiresi ile) selâmlık (erkekler dâiresi) arasındaki oda. 3. sarayda, vükelânın ve diger zevâtm miirâcaat edecekleri ve pâdişâha yakınlarınm bulunduğu dâire. 4. pâdişâh sarayı, mâ-beyn-i hümâyûn : sarayda, pâdişâhın husûsî olarak erkekleri kabûl ettiği dâire, mâ-beyn kapısı : harem ile selâmlık dâirelerinin arasındaki kapı, mâ-beyn müşiri : sarayda mâbeyn dâiresi başı. 5. araya soğukluk girmiş olma, mâ-beyn olmalc : ara açılmak. 6. miiz : tam seslere göre İtibâr edilen âhenklere nazaran, yarim ses tiz olan ara âhenklere verilen bir
mâdde.î haşebiyye ad. Bu sûretle mansur mâbeyni, dâvud mâbeyni, bolahenk mâbeyni, miistahsen mâbeyni, kizneyi mâbeyni elde edilir, mâ-beyne-hümâ ( ﻣﺎ ﺑ ﻴ ﺘ ﻬ ﻤﺎa.b.zf.): arası, araİarı. mâ-bihi'l-hayât ( ﻣﺎﺑﻪ اﻟﺤﻴﺎ تa.b.s.) : hayâta vesile olan, yaşamaya sebebolan. mâ-bihi'1-iftihâr ( ﻣﺎﺑﻪ ا ﻻ ى رa.b.s.): kendisiy,le övünülen. mâ-bihi'1-ihticâc( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﺣﺘﺠﺎجa.b.s.): bir delilin veya iddianın dayandığı nokta. mâ-bihi'1-ihtiyâc اﺑﻪ ا ﻻ ﺣﺘﺎ ج٠ (a.b.s.): gerekli olan. mâ-bihi'l-istihkak ( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﺳﺘﺤﻘﺎقa.b. zf.): istihkak, hak etme sebebi,
mâcid, mâcide ﻣﺎﺟﺪه، ٠ﺟﻞ١٠٥ (a.s. mecd'den): 1. çan ve çeref sâhibi olan [kimse]. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. mâcin ( ﻫﺎﺟﻦa.s.) : hileyi, hile yolunu Ogreten. ma'cûn ( ﻣﻌﺠﺮنa.i. acn'den c .: maâcîn) : 1. hamur kıvamında olan şey. 2. hamur kıvâmına getirilmiş ilâ3 . ؟. uyuşturucu maddelerden süzme afyon. 4. sokaklarda satılan, baharlı, tarçınlı ve yapışkan şekerleme. 5. cami, çerçeveyi tutturan madde. 6. künk lökünü. mâ( ﻣﺎ ج ؟f.i.) : öpüş. Mâ ؟în ( ﻣﺎﺟﻴﻦa.h.i.): ؟in ülkesinin giiney bölgesine verilen bir ad. [dâimâ " ؟in” kelimesiyle berâber kullanılır], mada ( ﻣ ﺾa.f.i.). (bkz : mazâ).
mâ-bihi'l-i'timâd ( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﻋﺘﻤﺎدa.b.s.) : itimâda sebeb ve vesile olan şey.
madâhik ( ﻣﻀﺎﺣﻚa.i. madhek'in c.): hâline gülünecek nesneler; soytarılar, komikler,
mâ-bihi'1-kıvâm 1 :ﻣﺎﺑﻪ اﻟﻘﻴﺎم. mant. dayanak, fr. substrat, substratum; 2. fels. varlığın, keyfiyetlerin dayandığı şey, dayanarak,
madâk ﻣ ﻬﺎ ق mazâk).
madalle ( ﻣ ﻬﻠ ﻪa.i.): yolun kaybolduğu yer.
mâ-bihi'ş-şufa ( ﻫﺎﺑﻪ اﻟﺸﻔﻌﻪa.zf.) : şuf'a onunla olur.
m â -d âm ^ ^ (a.bağ.): 1. mâdem, ؟ünkü, degil mi ki. 2. e. devâm ettikçe,
mâ-bihi't-temeddiin اﻟﺘﻤﺪن medenilik 0 şeyle hâsıl olur,
(a.zf.):
mâ-dâme ( ﻣﺎدامa.e.): devam ettikçe, süresin-
mabsara ( ﻣﺒﻤﺮهa.i.): a ؟ık ve meydanda olan hususlar.
mâdâme'l-hayât ( ﻣﺎدام اﻟﺤﻴﺎ تa.zf.): yaşadıkça, hayat devâm ettikçe, ömür oldukça,
ﻣﺎﺑﻪ
ma'bûd ( ﻫﻌﺈودa.i. ibâdet'den): 1. kendisine İbâdet olunan, tapınılan. 2. Allah, ma'bûd-i hakîkî: Cenâbıhak. ma'bûd-i lâ-yezâl: ölmez, ebedî mâbut. ma'bûdün bi'1-hakk (yanılmadan tapılacak zat): Allah. ma'bûde ( ﻣﻤﻮدهa.i.): şirk dolayısıyla kendisine İbâdet olunan peri, put, dişi tanrı, fr. dCesse. m a ' c e l - (a.i.): menzile ulaştıran yol. mâ-cerâ اﺟﺮا٠ (a.i.): cereyan eden, geçen, olup geçen şey. (bkz : ser-güzeçt). Mâcerâ-yı A şk : AbdUlhak Hamit'in 1873'te basılmış bir tiyatrosu. mâcerâ-perest ( ﻣﺎﺟﺮاﺑﺮﺳﺖa.f.b.s.): mâcerâcı.
(a.i.): darlık, sıkıntı, (bkz:
madârib ( ﻣﻬﺎ ر بa.i. darb'dan. madrab, mazrab'ın c.): darbedilecek, dövülecek yerler. madârîb-i emsâl: atasözü söylenecek hal, yer, zaman. madca'( ﻣ ﻬ ﺠ ﻊa.i.c.: madâcı', mazâcı'): mezar, kabir, sin. Nevverallâhu madcaahu: Allah yattığı yeri nurlandırsm. mâdde^U (a.i.c.:mevâdd) : 1. madde. 2. maya, cevher; asil. 3. sicim. 4. İş; mes'ele. 5. sözün özü, rûhu. 6. kanun veyâ nizâmnâmenin bir ftkrası. 7. İûgat kitaplarında izah edilen kelimelerin her biri, mâdde-i asliyye : gr. ı) gövde; 2) köken, mâdde-i dimâgıyye : biy. lesitin. mâdde-i hadrâ (yeşil madde): bot. klorofil, mâdde-i haşebiyye : bot. OdunözU. 643
mâdde- ؛hiicreviyye-i zü's-surûc mâdde-i hiicreviyye-i zü's-surûc : kim. nitrosellüloz. mâdde-i ibtidâiyye : cogr. kim. hammadde, mâdde-i k ışrı^e : bot. kabuk bölgesi, mâdde-i mahsûsa : huk. bir kimseye, o kimsenin halkın nefret ve hakaretine maruz kalmasına sebep olacak yolda belli bir fiil isnat etme. mâdde-i musavvire-i miiçekkile : anat. plazma. mâdde-i musavvire-i ûlâ : biy. protoplazma, mâdde-i mUlevvine : kim. boyar madde, fr. matière colorante. mâdde-i miinevvime : kim. uyuşturucu madde, fr. narcotique, mâdde-i mUşekkile : biy. plazma, mâdde-i sincâbiyye : kim. *bozmadde. mâdde-i vücûd : vücûdun maddesi, mâddetü'l-fesâd : fesâda sebebiyet veren, fesadm başı olan İş. 8. anat. erkeklik organı, mâddeten ( ﻣﺎدةa.zf.) : 1. madde ve cisim olarak. (bkz : cismen). 2. gözle görülür, elle tutulur şekilde. 3. İş ile, İş olarak, mâddî, mâddiyye ﻣﺎﻟﻴﻪ، د ى1( هa.s.) : 1. madde ile ilgili [olan], (bkz : cismâni). 2. dokunma, görme, İşitme, tatma ile duyulan şey1er. 3. paraya ve mala çok ehemmiyet veren. 4. maddeden oluşan : maddi dünya, maddi nokta : fiz. *maddesel nokta, fr. point matériel. mâddiyyât ( « اددا تa.i. maddiyyet'in c.) : 1. gözle görülür, elle tutulur şeyler, cismâni şeyler. 2. mec. para ile ilgili olan şeyler, mâddi^e ( ﻣﺎﻟﻴﻪa.i.) : matérialisme. Lâ immatérialisme.
materyalizm, m addice :
fr. fr.
mâddiyyet ( ﻣﺎدﻳﺖa.i.c. : maddiyyât) : gözle görülen, elle tutulan şey, madde kısmı, mâddiyyûn ( ﻣﺎدﻳﻮنa.i. maddi'nin c.) : maddenin ezeli ve ebedi olduğuna, sonradan yaratılmamış bulunduğuna inananlar, maddeye bağlı kalanlar, fr. matérialistes, mâde ( ﻣﺎدهf.s.) : dişi. Şîr-mâde : dişi arslan. mâdegân ( ﻣﺎدﺳﻤﺎنf.i. mâde'nin c.) : dişiler, mâdegî ( ﻣﺎدﻣﻰf.i.) : dişilik, kadınlık.
؛M
ma'delet ( ﻣﻌﺪﻟﺖa.i. adl'den) : adâlet, adillik; insaflılık, (bkz : ma'dilet). [dogru okunuşu bOyledir]. ma'delet-güster ( ﻣ ﻌ ﺪﻟ ﻜ ﺴ ﺮa.f.b.s.) : adaletli, insaflı, dogru. (bkz : ma'-delet-perver). ma’deleî-kâr ( ﻣﻌﺪﻳﻜﺎرa.f.s.) : adaletli, insaflı, dogru. ma'deleî-nişân
ﺳ ﺪ ﻛ ﺸﺎ ن
(a .f.b .s .):
(b k z :
(a .f.b .s .) :
a d a le t li,
m a 'd e le t -p e r v e r ) .
ma'delet-perver ﻋﺪﻳﺄرور٠
d o g r u , i n s a f l ı , ( b k z : m a 'd e le t -g ü s t e r ) .
ma'delet-perveri
ددرور ى
(a .f.b .i.)
:
a d a le t lilik , d o ğ r u l u k , i n s a f l ı l ı k ,
ma'den ﺳﺪ ن
(a .i.c . : m a â d i n ) : m â d e n ,
ma'den-i asil : kim.
so y m aden,
ma'den mukataasi
:
esk i
m âden
id â r e s i.
[fa s ih i : " m a 'd i n " d ir].
ma'deni, ma'deniyye ﺳﺪذ؛ه، ا٠ ( ﻣﻌﺪذحa.s. c. : m a 'd e n i y y â t ) : 1. m â d e n l e i l g i l i . 2. m â d e n d e n y a p ılm ış .
ma'deniyyât
ﻣﻌﺪﻧﻴﺎ ت
,(a.i.
m a 'd e n i
ve
m a 'd e n i y y e 'n i n c.) : 1 . m â d e n d e n y a p ı l m ı ş
2. m â d e n le r . 3 ٠m â d e n minéralogie.
n e s n e le r .
ma'deniyyûn ﻣﻌﺪﻧﻴﻮن
il m i ,
fr.
(a .i.c .) : m â d e n b i l g i n l e r i ,
m â d e n i l m i y l e u ğ r a ş a n k im s e le r ,
mâder ^ در
(f.i.) : a n n e , a n a . ( b k z : ü m m ) .
mâder-âne ﻣﺎدراﻧﻪ
(f.z f.) : a n a c a , a n a y a , a n n e y e
y a k ı ş ı r s û re t te .
mâder-be-hatâ ﻣﺎدرﺑﺨﻄﺎ
(f.b .s.):
p i ؟.
(b k z :
v e l e d -i g a y r - i m e ş r û ', v e l e d - i z in â ).
mâder-ender ﻣﺎدر ا د ر mâderî ^ درى
(f.b .i.) : ü v e y a n a .
(f.i.) : a n n e lik , a n a l ı k ,
mâderî âile : sosy. maternelle. mâderiyyet ﻣﺎدرﻳﺖ
a n a lık o c a k ,
fr. famille
(o .i.) : a n a l ı k , a n n e l i k , [u y -
d u r m a k e lim e le r d e n d ir ] ,
mâder-nâmî ( ﻣﺎ درﻧﺎ ﻣﻰf.b .s.) fr. matronymique. mâder-şâhî ﻣﺎدرﺷﺎﻫﻰ fr. matriarcal.
:
sosy.
*a n a s a n li,
(f.b .i.) : s o s y . a n a e r k i l ,
mâder-zâd ( ﻣﺎدرزادf.b.s.) : anadan dogma. Cânî-i mâder-zâd : anadan dogma cânî, fr. criminel-né. Lisân-1 mâderzâd : ana dili, madg ( ﻫ ﻤ ﻎa.i.) : 1. ağızda çiğneme, (bkz : mazg). 2. biy. çiğneme, fr. mastication, madgare ( ﻣﺪﻏﺮهa.i.) : iki tarafın ?iddetli hücûmu ile meydana gelen sava?,
( ﻣﻌﺪودا تa.i.s.): -yumurta gibisayı ile alınıp satılan ?eyler. E y y â m iin m a 'd û d â t : kurbanbayramınm son üç günü. [Kur'an'da : “ramazan ayının sayılı günleri'' mânâsında geçer]. G a y r -1 m a 'd û d â t : sayısiz, hesapsız, çok. (bkz: İâ-yuadd).
m a'd û d ât
m a 'd û d iyyet
( د و لa.s.): 1. bâzı Farsça kelimelerde yazıldığı halde okunmayan "V, y” harfleri. 2. (bkz : ma'dil.).
madhek ( ﻣ ﻀ ﺤ ﻚa.i.c. : madâhik) : hâline güliinecek nesne; soytarı, komik, (bkz : mudhik).
m a'd û l
mâdıg ( ذ غa.s.). (bkz : mâzıg).
m a'd û m
mâdih ( ^ د حa.s. medh'den) : medheden, öven. (bkz : meddâh, medîha-gû, mediha-serâ). mâdihe ( ﻣﺎدﺣﻪa.s.) : [“mâdih" in müen.] : (bkz : mâdih). ma'dil ( د لa.i.) : 1. sapılacak yer. 2. (bkz : ma'dûl)؛. ma'dilet ( ﻣﻌﺪﻟ ﺖa.i.). (bkz : ma'delet). mâdiyân ( ﻣﺎدﻳﺎنf.i.) : kısrak, madreb, madrıb ﻣ ﻐ ﺮ ب، ( ﻣﻀﺮبa.i. darb'dan c. : madârib) : 1. darbedecek yer. (bkz : mazreb, mazrib). 2. çakma, kakma yeri, madribe ( ﻣﻀﺮﺑﻪa.i.) ; kılıcın çalım yeri, ağzı, madrûb ( ﻣﻀﺮوبa.s. darb'dan) : 1. darbolunmu?, dövülmü?, vurulmu?, çarpılmı?. 2. basilmi?, damgalanmi?. 3. mat. : çarpılan. (bkz : mazrûb). madrûbun fih : mat. *çarpan, fr. multiplicateur. madrûbât ( ﻣﻀﺮوﺑﺎتa.i. madrûb'un c.) : (bkz : madrûb). madrûbâta tefrik : mat. *çarpanlara ayırma. madrûbeyn ( ﻣ ﻐ ﺮ وﺑ ﺠ ﻦa.i.c.) : mat. birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. (bkz : mazrûbeyn). madrûs ( ﻣﻤﺮوسa.s.) : örülerekyapilmi?, örülmü? ?ey. Çâh-I madrûs : İÇİ örülmü? kuyu. ma'dûd, ma'dûde ﻣ ﻌ ﺪ و د ه، ( ﻣ ﻌ ﺪ و دa.s. add'den) : 1. sayılı, sayilmi?. 2. muayyen, belli. E?hâs-1 ma'dûde : belli olan birkaç ki?i. Eyyâm-1 ma'dûde : sayılı günler. Gayr-1 ma'dûd, Nâ-ma'dûd : sayısız, hesapsız, çok. (bkz : İâ-yuadd, lâ-yuhsâ).
( ﻣﻌﺪودﻳ ﺖo.i.): sayılma,
( ﻣﻌﺪومa.s. adem'den. c.: ma'dûmât): yok olan, mevcût olmayan. E n -n â d ir ü ke'1m a 'd û m : nâdir olan, az bulunan ?ey yok gibid ir.M evcû d ü 'l-ism ,
m a 'd û m ü 'l-c is m :
ismi var cismi yok, adi var kendi yok. m a 'd û m û 'd -d im a ğ : beyinsiz, m a 'd û m ü 'l-c e n â h : zool. *kanatsızlar, m a 'd û m ü 'l-e r c ü l : zool. *ayaksızlar, m a'd û m ü ’z - z ü h r e : bot. çiçeksiz, m a 'd û m iy y â t
( ﻣﻌﺪوﻣﻴﺎتa.i.c.): bulunmaz ?ey-
ler.
( ﻣ ﻌ ﺪ وﺑ ﺖa.i.): ma'dumluk, yokluk. (bkz : mevcûdiyyet). [yapma kelimelerdendir]. m a 'd û m iy y e t-i esm âr : meyva darlığı,
m a 'd û m iy y e t
( ﻣﺎدونa.i.): alt, a?ağı derece, emir itibârıyla a?ağıda olan, [“mâ-fevk” kar?ılı-
m â -d û n
gı]. m â -d û n e '?-?u û r : fels. fr. su b lim in al.
( ﻣﺎ ﻓﺎ تa.i.): fevt olan, kaybolan, elden çıkan ?ey. T e lâ fî-i m â - f â t : kaybedilen bir ?eye kar?ı ba?ka bir ?ey kazanma,
m â -fâ t
( ىﻓﻮﻗﺄa.i.): 1. üst, yukarı. 2. üstte, üst derecede bulunan kimse, ba?, ?ef. m â -fe v k a 't-ta b ia : tabiatın, maddiyâtın aksi olan ?eyler, tabiat üstü,
m â -fe v k
m â -fîh â
( ﻣﺎﻓﻴﻬﺎa.i.): öteki dünyâ, âhiret.
m â -fi'l-b â b
( ﻣﺎﻓﻰ اﺑﺎ بa.b.s.): kapı İçinde,
ﺑ ﻞ١ ( ﻣﺎﻓﻰa.b.i.) : kalbdeki, gönüldeki, yürekteki ?ey. (bkz : mâ-fiz-zamîr).
m â -fi'l-b â l
( ﻣﺎﻓﻰ اﻟﻐﺆادa.b.s.): gönüldeki, İçteki ?ey. (bkz : mâ-fi'l-bâl, mâ-fi'z-zamîr).
m â fi'l-fu â d
( ﻣﺎ ﻓﻴﺶa.e.): ["mâ-fîh-?ey" den] : yok, kalmadı, hak getire.
m â -fî?
645
mâ-fi'z-amîr mâ-fi'z-zamîr ( ﻣﺎﻓﻰ اﻟﻔ ﻤﻴ ﺮa.b.i.) : gönüldeki, İçteki şey. (bkz : mâ-fi'l-bâl).
magarim "( ﻫﻐﺎﻟﻢga” uzun okunur, a.i. magrem'in c.): ödenecek borçlar; diyetler,
mafsal ( ﻣ ﻔ ﻌ ﻞa.i.c.: mefâsıl): anat. oynak yeri, ؛eklem, [asil “mafsıl” dır], mafsal-ı gayr-1 müteharrik : anat. oynamaz ؛eklem.
magaris ىرس٠"( هga" uzun okunur, a.i. magris'in c.): fidanlıklar, fidan yetiştirilen yerler.
mafsal-i müteharrik: anat. oynar ؛eklem, mafsalî ا ى٠( ﻣﻐﻊa.s.) : mafsalla ilgili, oynalc yerlerine, ؛eklemlere âit. mafsıl ل٠( ﻣﻐﻢa.i.c.: mefâsıl). (bkz : mafsal), ma'fûn ( د نa.s.) : kokmuş et; bozulmuş, ؟Ürümüş şey. ma'füvv ( ذa.s. afv'den) :1. affolunmuş, suçu bağışlanmış. 2. istisnâ edilmiş, miistesnâ, ayrı tutulan. magabin "( ﻣﻐﺎ؛نga" uzun okunur” a.i. magben'in c.): anat. kasılclar, oyluk kemikleri. magafir "( ﻣﻐﺎﻓﺮga” uzun okunur, a.i. migfer'in c.): miğferler, ؟elik başlıklar, tulgalar. magair "( ﻫﺨﺎﺋﺮga" uzun okunur, a.i. megare'nin c.): mağaralar, (bkz : magarât). magak "( ﻣﻐﺎكga" uzun okunur, f.i.): ؟ukur. (bkz: hufre). magak-ı g a r: ؟ukur. magak-ı zulmet (karanlıklar 1. dünyâ. 2. insan.
؟ukuru) :
magak- ؟e "( ﻫﻐﺎﻛﺠﻪga” uzun olcunur. f.i.): ؟ukurcuk, küçük ؟ukur.
magasil "( ﻣﻐﺎﺳﻞga" uzun okunur, a.i. magsel, magsil'in c.): gasilhâneler, ölülerin yıkandıgı yerler. magazi "( ﻫﻐﺎزىga” uzun okunur, a.i. magzâ'nın c.): 1. gazâ, sava? hikâyeleri. 2. gazâlar, savaçlar. Fenn-İ magazî: Hz. Muhammed'in gazâlarmdan bahseden târih. Gazî-i ebü'lmagazî: gazâ ile, sava? ile ilgili menkabelerin sâllibi olan gazi, magazil ( ﻫﺪزلa.i.): (bkz : megazil). magbat ﻏﺒﻂ٠ (a.i.c.: magabit): gibta edilecek yer. magben ن٠( ﻣﻎa.i.c.: magabin): anat. kasık, oyluk kemiği, (bkz : âne, ibt). magbûn ( ﻣﻤﻮنa.s. gabn'den): 1. alıç verişte aldanmış olan. 2. şaşkın, şaşırmış, magbûniyyet ( ﻣﻐﺒﻮﻧﻴﺖa.i.): şaşkınlık, magbût ۶ ( طa.s. gibte'den c .: magabit): gıpta edilmiş, imrenilmiş, magdebe -
(a.i.). (bkz : magzebe).
magdûb ب٠( ﻫﻐﻌﺐa.s.). (bkz : magzûb). magdûbiin-aleyh. (bkz : magzûbiin-aleyh). magdûben ( ﻣﻐﻐﻮﻳﺎﺀa.zf. gadab'dan). (bkz: magzûben).
magamiz “( ﻣﻐﺎﻣﺾga” uzun okunur, a.i. magmaz'm c.): pek ؟ukur yerler, lcaranlık yerler.
magdûbin ( ﻣﻐ ﻀﻮﺑﻴ ﻦa.s. magdûb'un c.) g a zaba uğramış olanlar.
magani "( ﻫﻐﺎذىga” uzun okunur, a.i. magni'nin c.): menziller, hânelei".
magdûr ( د و رa.s. gadr'den): gadre, haksızlıga uğramış.
maganim ا٠"( ﻣﻐﺎذga" uzun okunur, a.i. magnem'in c.): ganimetler, düşmandan ele geçirilen mallar.
magdûre ( ﻣﻐﺪورهa.s.) : gadre, haksızlığa ugramış [kadın, kız].
magarât "( ﻣﻐﺎراتga” uzun olcunur. a.i. magare'nin c.): mağaralar, (bkz : magair). magare "( ﻣﻐﺎرهga” uzun okunur, a.i.c.: magarât). (bkz : gar, kehf). magarib ^^.("ga"uzunokunur.a.i.magrib'in c.): 1. garplar, batilar. 2. akşamlar.
ئ
magdûriyyet ( ﻣﻐﺪورﻳﺖo.i.) : mağdurluk, gadre uğramış kimsenin hâli, magib ( ﻣ ﻐ ﺐa.i.): kaybolma, maglak ( ﻣﻐﻠﻖa.i.) : kilitleyecek yer. maglata ( ﻣﻐﻠﻄﻪa.i.c.: magalit): ؛yanıltma ؟, birini şaşırtmak, yanıltmak İ ؟in söylenen zihin karıştırıcı, saçmasapan söz.
m.gşı maglata-perdâz ( ﻣﻐﻠﻄﻪ وﺑﺎ زa.fb.s.): şaşırtacak, yanıltacak, zihin karıştıracak söz tertipleyen, söyleyen. maglata-perdâz-âne ( ﻣﻐﻠﻄﻪ ودازاﻧﻪa.f.zf.): maglata-perdâzcasma, şaşırtacak, yamltacak söz söyleyene yaraşır sûrette. maglata-perdâzi ( ﻣﻐﻠﻄﻪ و داﻧ ﻰa.f.b.i.): *yamltmaç, insani yanıltacak, şaşırtacak söz söyleme. maglûl ( ﻫﻐﻠﻮلa.s.): 1. susuz kalmış, su sıkıntısında bulunan. 2. zincire vurulmuş, zincirle bağlı. maglûlü'1-yed: eli bağlı, magmûd (a.s. gamd'dan): kınına, kılıfına, zarfına konmuş olan, magmûr ﻏﻤﻮر٠ (a.s.): 1. adi sam silinmiş. 2. harap, yıkık, viran. magmUri^et ( ﻣﻐﻤﻮرﻳﺖa.i.): 1. magmurluk, haraplık, viranlık. 2 ٠adi sam kayboluş, magmûz ( ﺳ ﻮ زa.s.): suçlu, kabahatli, magnem ( ﻫﺨﻢa.i.c.: maganim): ganimet, düşmandan ele geçirilen mal. magrem ( و مa.s.c.: magarim): 1. âşık, tutkun. 2. borçlu. 3. i. borç, diyet gibi ödenmesi gereken şey. magres ( و سa.i.): fidanlık, fidan bahçesi,
magriz ( و زa.i.c,: magariz): 1. bir şeyin dâhil edildiği, sokulduğu yer; bir şeyin çıktığı, büyüdüğü geliştiği yer, kuyruk dibi. 2. astr. Dübb-i Ekber (Büyükayı) denilen yıldız grupunun dörtgeniyle kuyruğunun birleşme noktasında bulunan, kümenin dördüncü parlak yıldızı, lât. delta Ursus Majoris. magrûk ( ﻣﻐﺮوقa.s. gark'dan c .: magrûkin): 1. garkolmuş, suya batmış, suda boğulmuş. 2. batmış, batik [gemi]. magrûka ﻏﺮوﻗﻪ٠ (a.s.): [“magrûk"un müen.l (bkz: magrûk). magrûkin ( و و ﻗ ﻦa.s. magrûk'un c.): 1. suda boğulanlar. 2. batmış, batik [gemiler], magrûr-âne ( و و راﻧ ﻪa.zf.): (bkz: mağrûr-âne, mütefahhir-âne, miitekebbir-âne). magrûre و و ر ه mağrûre).
(a.s.):
(bkz:
mağrûr,
magrûren ( و و ر أa.zf.): (bkz : magrûren). magrûriyyet ( و و ر ﻳ ﺖa.i.) :(bkz :mağrûriyyet, azamet, tefâhhur, tekebbür). magrûs, magrûse ﻣﻐﺮوﺳﻪ، ( ﻣﻐﺮوسa.s. gars'dan): garsolunmuş, toprağa dikilmiş. Şecer-İ magrûs : dikilmiş, dikili ağaç. Nihâl-İ magrûs : dikilmiş fidan, magrûz ( و و ضa.s.): tâze. Lâhm-i magrûz : tâze et.
magrib ( و بa.i. garb'den c .: magarib): 1. garb, bati. 2. akşam. Salâtü'1-magrib : magsel ( ﻫﻐﺴﻞa.i. gasl'den c .: magasil): gasilhâne, ölü yıkanan yer. akşam namazı. magsil ( ﻣﻔﺴﻞa.i.c.: magasil). (bkz : magsel). Magrib ( و بa.h.i.): garb, bati tarahnda olan memleketler; Afrika'nın Mısır ötesindeki şimal (kuzey) kısmı, ispanya, Portekiz. Bahr-İ magrib : Atlantik Okyanusu. Magrib-i aksâ: Fas, Merakeş. Magrib-i ednâ : Tarablus ve Berberiyye. Magrib-i esvât ؛Tunus, Cezâyir. Magrib ocakları: Tarablus, Tunus ve Cezâyir. Magribi ( و ﻳ ﻰa.s.): Magribli, Fas halkından, Mısır ötesi Kuzey Afrika halkından olan kimse. magris ( و سa.i. gars'den. c .: magaris): fidanlık, fidan yetiştirilen yer.
magsûb ( ﻣﻔ ﻌ ﻮ بa.s. gasb'dan c.: magasib): gasbolunmuş, zorla alınmış, magsûbün-minh: fık. izni olmaksızın mail gasbedilmiş, zorla alınmış kimse, magsûbe ( ﻣﻐﺼﻮﺑﻪa.s.) : [“magsûb" un miien.]. (bkz: magsûb). magsûl و ل٠٠( ﻣﻎa.s.): guslolmuş, gusletmiş, yikanmış. Mâ-i magsûl: kullanılmış su. magsûle ( ﻣ ﺨﻮﻟﻪa.s.): ["magsûl” ün miien.]. (bkz: magsûl). magşî ى٠( ﻣﻐﺚa.s. gaşy'den): gaşyolmuş, kendinden geçmiş) hayran, baygm. (bkz: mest).
ﻯ
magş؛yyün oleyh m a g şiyy U n a l e y h : baygm , bayılm ış,
ﻣﻐﺸﻴﺎﻧﻪ
m a g şi-yâ n e
mağlûk ( ﻣﻐﻠﻮقa .s.): kilitli; kapalı, ( b k z :
(a.f.zf.): baygıncasına; ba-
yılm ış gibi.
mağmûm ( ﻣﻐﻤﻮمa.s. g a m m 'd a n ): 1. gamlı,
ﻣﻐﺸﻴﺄ
m a g şiyy e n
(a .zf.): baygm , bayılm ış ola-
ﻣﻐﻄﻮس
(a .s.): hava, gaz, su gibi şeyle-
m agzâ
ﻫﻐﺰى
(a.i.) : m eram , m aksat, istek,
m agzâ
ﻫﻐﺰى
،
(a .i.c .: m a g a z i): 1. gazâ, sa-
-
(a.i.) : 1. gazap
m a g z ln e
( ﻣﻐﺰﻳﻰهf.i.).
m agzU b
hiddeti
ﻣﻐﻀﻮب
(bkz : magz).
(a .s .c .: m a g a z ib ): gazep olun-
muş, kendisine kızılm ış olan. m a g z U b iin -a le y h : Icendisine gazabe gelinm iş, kızılm ış olan; A llalı'ın gazabına ugra-
( ًﻣﻐﻐﻮﺑﺎa.zf.
g a z a b 'd a n ): gazap ile,
öfke ile. m a g z U b în ( ﻣ ﻐ ﻐ ﻮ ﺑ ﻴ ﻦa.s. m agzUb'un c . ) : (bkz : magdUbin). m a ğ fir e t
(a.i. g ııfrâ n 'd a n ): A llah 'ın ,
k u lların ın gü n âh ların ı bağışlam ası, yarlıgaması. m a g fir e t-i ilâ h iy y e : A lla h 'ın yarlıgam ası.
ﻣﻐﻐﻮر
(a.s. g u frâ n 'd a n ): A lla h tarafın -
dan gü n ah ları affedilm iş olm ası İçin duâ edilen [kim se], ölm üş, yarlıgan nıış [kimse], ( b k z : merhUm, m igfir). m a g fU r iin -le h : yarlıgan m ış, A lla h tarafın dan gü n ah ları affedilm iş,
ﻣﻐﻠﻮب
(a.s. gale b e'd e n ): galebe edil-
m iş, kendisine üstün gelinm iş, yenilm iş, yenilen [kimse]. m aglU b -ân e
ﻣﻐﻠﻮﺑﺎﻧﻪ
( ًﻣﻐﻠﻮﺑﺎa.zf
gale b e'd e n ): yenilerek,
yenilm iş olarak. m a ğ lû b iy e t
ﻣ ﻐﻠ ﻮ دﺑ ﺖ
magrûr ( ﻣﻐﺮورa.s. gıırûr'dan) : 1. gururlu. 2. bir şeye güvenen 3. güvenilm eyecek şeye güvenip aldanan, kendini beğenm iş [kim se]. 4. bü yü klü k taslayan, (bkz : girra, m üteazzım, mütekebbir).
mağrûr-âne ( ﻣﻐﺮوراﻧﻪa .z f.): 1. m ağrurcasına,
tında bulunm a.
dini beğenerek. 2 . gururla, kibii'le. ( b k z : m ütefahhir-âne, mütekebbir-âne).
magrûre ( و و ر هa .s.): ["m agrû r” un müen.] ( b k z ; m ağrûr).
magrûren ( ﻣﻐﺮورأa .zf.): 1. inanarak, güvenerek. 2. aldanarak.
magrUriyyet ﻣﻐﺮورﻳﺖ
1. gururluluk.
(a .i.):
2 ٠bir şeye güvenip aldanm a. 3. kibirlenm e, övünm e, (b k z ; azam et, tefâhhur, tekebbür).
mağşûş, magşûşe ﻣﻐﺸﻮﺷﻪ
،
ﻣﻐﺸﻮش
(a.s.
gışş’d a n ) : karışık, sa f olm ayan, katışık..
Sikke-i magşûşe: karışık, hileli m âden Leben-i magşûş : karışık, hileli süt.
para.
mağşûşât ( ﻣﻐﺸﻮﺷﺎتa.s. m agşûş'un c . ) : karışık, katışık olan nesneler, [daha ؟ok "m eskukât” hakkın da kullanılır].
ve sa f olmayış.
magz ( ﻣﻐﺰf.i.): 1. beyin, dim ag. 2. anat. ilik, magz-ı püşt : anat. om urilik, m eni. 3. i ؟, öz. (bkz : İübb).
(a.i.): .1. maglUpluk,
yenilm e. 2. bir ku vvetlin in idâresi, em ri al-
648
palı, sıkıntılı olm a [hava-].
ınagşüşiyyet ( ﻣﻐﺸﻮﺷﻴﺖa .i.): karışıklık, hâlis (a.f.zf.): maglUp olana ya-
kışacak sUrette. m a glû b e n
magmûmiyyet ( ﻣﻐﻤﻮﻣﻴﺖa.i.) : 1. m agm um luk,
güvenilm eyecek bil- şeye güvenerek, ken-
yan lcimse.
m a g lû b
magmûmen ( ﻣﻐﻤﻮتa .zf.): tasalı, gam lı, keder-
gam lı, kederli, tasalı olma. 2. bulutlu, kave
icâbettiren şey. 2. gazebetme, hiddetlenme,
m a ğ fû r
ذ
li olal'ak, üzülerek.
ﻣﻔﺰا
vaş hikâyeleri. 2. gazâ, savaş,
m agzU ben
mağmûm-âne ( ﻣﻐﻤﻮﻣﺎﻧﻪa.f.zf.): na, gam lı, kederli olarak.
rin İçine batırılm ış.
m agzeb e
kedeı'ü, tasalı. 2. bulutlu, kapalı, sıkıntılı, [hava-], ( b k z : mukassi),
rak, baygın bir halde. m agtU s
mesdUd).
m a g z -ı b â d â m : bâdeın İÇİ. m a g z -ı
K u r 'â n :
M esnevi.
Kur'ân'ın
1-uhu,
özü;
mahâfil m a g z -ı M e s n e v i: M esn evi'n in ilk on sekiz beyti. 4 . akil. E fs ü r d e -m a g z : beyn i don-
m â h -ı siy â m [sinle], (bkz : m âh-1 nahşeb). m â h -ı ç e b -â râ (geceyi süsleyen, aydınlatan
m u ؟, hissiz, düşüncesiz. S e b ü k -m a g z : Ira-
A y ) : sevgili, güzel, (bkz : m âh -ı çeb-efrûz).
fifb e y in li, akilsiz, düşüncesiz. T e h l-m a g z :
m â h -ı ş e b -e frû z (gece aydınlatan A y ) : (bkz :
boş kafalı, ahm ak.
و دا ر
m âh -ı çeb-ârâ).
(a.f.b.s.): 1. İÇİ, özü dolgun,
m â h -ı şid : ayıçıgı (bkz : m âh-tâb).
İ ؟İİ [badem, ceviz, bugday, m ısır gibi ؟ey-
m â h -ı tâb â n : parlayıcı, parlak Ay.
ler]. 2 . anlayışlı, kavrayışlı, akıllı. 3. ilikli,
m â h -ı Y e m â n î : H z. M u ham m ed . 4. güzel
m a ğ z -d â r
iligi dolgun. m a g z -d â r î 2. m âh
و دا ر ى
k ız veyâ gen ؟, ["m eh " ؟eklinde de ku llam ( a .fb .i.): 1, akıllı olm a hâli.
ilikli, İ ؟İİ, dolgun olm a hâli.
ﻣﺎه
(f.i.) : 1. astr. Ay. (bkz : Kam er). 2. se-
nenin on ikide bir kısm ı, ay. (bkz : ؟ehr). m â h -ı â le m -â râ (dünyâyı süsleyen a y ) : m ec. ay yüzlü, güzel, sevgili, m â h -ı â le m -e frû z (âlemi, dünyâyı aydınlatan a y ) : m ec. güzel, sevgili, m â h -ı a r ؟-â r â (gökleri süsleyen a y ) : güzel, sevgili. m â h -ı h â l : İçinde bulunulan ay. m â h -ı k a m e r i : arabi ayı. m â h -ı K â ş g a r : güzel, yakışıklı T ü rk kızı veya T iirk genci, m â h -ı k e ؟. (bkz : m âh-ı nahşeb). m â h -ı K en'ân, -K e n 'â n î (Ken'an ülkesinin ayı) : Y û s u f Peygamber, m â h -ı M u k a n n a ': M ukanna'ln N ahşeb'teki yapm a ayı; dolunay. m â h -ı m iizev ve r : (bkz : m âh-ı nahşeb). m â h -ı n ah şeb : M ukanna' adil ve H orasanlı bir şahsın N ahşeb (Nesef) şehrinde Siyam D ağın ın eteğinde, m ahâret ve san'atle ku yu içinden dogar halde gösterdiği ay şekli, (bkz : m âh-i ke ؟, m âh-i siyâm). m â h -ı n e v : ı) yeni Ay. (bkz : hilâl); 2) kadin adi. 3. tas. seyrii sülük yoluna giren müptedi, ؟ile doldurm aya yeni başlam ış d ervi ؟. m â h -ı r û : tas. İlâhî tecelliyatın nurlarının zuhuru.
lir]. m âh
ﻣﺎخ
(f.s .):
1. geçm ez
[ak ؟e].
2 . rezil,
m ünâhk, alçak, m ah ab b et
ﻣﺤﺒ ﺖ
(a .i.): sevgi,
m ah a b b e t-i İ l â h i ^ e : hakiki güzellige sahip olan A llah 'ın kendi cem aline meyletmesi ve zâtının aynasında kendi güzelliğini görmesi.
ﻣﺤﺎ ﺑ ﻴ ﺐ
m ah âb lb
(a.i. m ahbûb'un c . ) : m ah-
buplar, sevilm i ؟olanlar, sevilenler,
ﺣﺎﺑ ﺲ٠
m ah âb is
(a.i.
m ahbes'in
c .) :
hapishaneler, cezâ evleri, m a h â b is-i k a d im e : eski hapishaneler,
ﻣ ﺤﺎ ﺑ ﻴ ﺲ
m ah âb is
(a.i. m ahbûs'un c . ) : hapse-
d ilm i ؟, bir yere kapatılm ış olanlar, ( b k z : m ahbûsin).
٠ﻣﺨﺎﺑﺰ
m a h â b iz
(a.i. m ahbeze'nin c.) : ekmekçi
fırınları; ekm ekçi dükkânları,
ﻣﺤﺄﺟﺮ
m a h â c ir
(a.i. m ahcer'in c.) : göz ؟ukur-
İarı. m â-h ad es
ﻣﺎ ﺣﺪ ث:
vâk i olan ؟ey, m âcera, se-
riiven. m a h â d îm
(٠( ﻣﺨﺎديa.i. m ahdûm 'un
c . ) : ogullar;
kibar kim selerin ؟ocukları, m ah âfet
ﻣﺨﺎﻓﺖ
(a.i.) : korkm a, korku, ( b k z :
havf). R e'sü '1-h ik m eti m a h â fe tu lla h : hikm etin ba ؟ı, A lla h korlcusudur. m a h â fe t u lla h : A lla h korkusu, m a h a ffe
ﻣﺤﻔﻪ
(a.i.) : deve, katır gibi hayvan la-
m â h -ı rû ze : ram azan ayı, oru ؟ayı.
rin Sirtm a konulan ve İçine ilci k i ؟i oturabi-
m â h -ı si-rû ze : 1) otuz gü n süren ay : [nisan,
len kapalı vâsıta, mahfe,
haziran, eylül, kasım ]; 2) ؟ok küçük; 3) s. zarif, ince yapılı kadm . m â h -ı sitâre (ay t a lih li): bahtı, talihi, a ؟ık, iyi olan. m â h -ı siyâm : oru ؟ayı, ram azan.
m a h â fil
ﻣﺤﺎﻓﻞ
(a.i. m ah fil'in c.) : 1. oturulacak,
görüşülecek yerler, toplantı yel'leri. 2. büy ü k câm ilerde hüküm darlara veyâ miiezzinlere ayrılm ış ve etrâfı parm aklılcla ؟evrilm i ؟olan yerleı'.
649
mahâfir
mahâfir ( م ^ﻓﺮa.i. m ihfer ve m ihfere'nin c . ) : beller; kazm alar.
mahâîf ( ﻣﺨﺎﺋﻒa.i.c.). (blcz : m ahâvif). mahâk ( ﻣﺤﺎقa.i.) : her arabî ayın ın son ii؟ gecesi, [kelim eyi, ü ؟harekesiyle de kullan m ak câizdir]. (bkz : m ıhâk, muhâk).
mahallî, m ahallice ﻣﺤﻠﻴﻪ، ( ﻣﺤﻠﻰa.s.) : bir yere m ahsus; yerli. Hükûmet-i mahalliyye : m ahallî hüküm et, 0 yerin İdâre heyeti, mahallî örf: m ahallî âdet ve gelenekler; ö rf ve âdet hukuku.
mahalli sâat : astr. her hangi bir yerin m ahallî saati, o yerin m sf-ü n -nehâr (me-
mahâkim ( ﻣ ﺤﺎﻛﻢa.i. m ahkem e'nin c.) : m ahkemeler.
ridyen) indan G üneş'in tam on ikide ge ؟mesi esâsma dayanılarak hesaplanan sa-
mahâkim-î âdîyye : huk. cezâ m ahkem ele-
attir.
[m eselâ: G reem vich'de
saat 14.0 0
iken Türkiye'nin saat m ebdei olan A fy o n
rinden gayri mahkemeler.
mahâkim-î adliyye : huk. adliye m ahkem e-
tûliinde G üneş tam n ısfün-nehâr üzerinde olduğundan, A fy o n 'u n m ah allî h ak ikî saati
leri.
mahâkim-î askeriyye : askerî mahkemeler. mahâkim-î nîzâmîyye : n izâm î m ahkem eler. mahâkim-î şer'i^e : huk. şer'î mahkemeler, mâ-halakallah ( ﻣﺎ ﺧﻠﻖ اﻟﻠﻪa.b.i.) : 1. A llah 'ın yarattığı [her şey]. 2. kalabalık,
12.00 dir].
mahâmid ( ﻣﺤﺎﻣﺪa.i. m ahm edet'in c . ) : 1. m edihler, sitâyişler, senâlar, şükürler. 2 . güzel huylar.
mahâmil ( ﻣﺤﺎﻣﻞa.i. m ah m il ve m ih m el'in c . ) : m ahfiller, m ahm iller, deve üzerine konulan -iki kişinin bineği- sepetler.
mahâlib ( ﻣﺨﺎﻟ ﺐa.i. m ahleb'in c . ) : arslan, kedi, doğan gibi h ayvan ların ؟engelli pençeleri, m a h a ll
ﻣﺤﻞ
(a.i. hulûl'den c . : m ahâll) : yer.
(bkz :c â y ,m e k â n ).B î-m a h a ll,N â b e m e h a ll: yersiz.
mahalle-i hâmûçân (sessizlerin, susm uşlarm m a h a lle si): m ezarlık, kabristan, ( b k z :
mahall-i hendesi: geo. geom etrik yer. mahall-i ikamet: ikam et yeri, otu ru lan yer, adres.
( b k z : mihrâb).
mahâric ( ﻣﺨﺎرجa.i. m ahrec'in c . ) : hurûc edemahâric-î hurûf : gr. harflerin ağızda teşekkül ettiği yerler.
mahârim ( ﻣﺤﺎرمa.s. m ahrem 'in c . ) : m ahrem
mahall-i sadaka : huk. [eskiden] sevap İ ؟in bağışlanan m ail şer'an alm aya ehil olan kimse.
olan, haram olan şeyler.
mahârimü'1-leyl : yo lcu lu k etm ek câiz olm ayan korkun ؟geceler.
mahall-i tahaffuz : sığın ılacak üstü kapalı yer, sığınak.
mahârim ( ﻣﺤﺎرﻳﻢa.s.i. m uharrem 'in c.). (bkz : m ahârim , m uharremât).
mahaHü'1-bey' : mece. satılan şey.
mahârît ( ﻣﺨﺎرﻳﻂa.i. m ahrût'un c . ) : koniler,
mahâll ( ﻫﺤﺎلa.i. m ah all'in c.) : yerler, (b k z: em kine, m evâki').
mahârît-ı munzama: jeol. yan ard ağın ؟atlaklarından, yarık ların d an ؟ıkıp biriken
mahallât ( ﻣﺤﻤﻼتa.i. m ahalle'nin c . ) : m ahalleler.
kül ve taş kümeleri.
mâ-hasal ( ﻣﺎ ﺣﺼﻞa.b .i.): hâsıl olan, m eydana
mahalle ( ﻣﺤﻠﻪa .i.c .: m ahallât) : bir şehir veyâ biri.
riklilik, el uzluğu.
cek, ؟ikacak yerler.
vâdî-i hâm ûşân).
650
vâre, m âh-yâne).
mahâret ( ﻣﻬﺎرتa .i.): m âhirlik, ustalık, becemahârîb ( ﻣﺤﺎوﻳﺐa.i. m ih râb'ın c . ) : m ihraplar,
mahall-i fîrâr : kaçış yeri.
kasabanın,
mâh-âne ( ﻣﺎ ﻫﺎﻧﻪf i . ) : aylık m aaş, ( b k z : m âh-
bölündüğü
kısım lardan
her
gelen şey, netice, (bkz : m ahsûl, semere).
mâ-hasal-1 öm r : 1) evlât; 2) öm ür b o yu n ca ؟alışıp didinerek elde edilen şey, v ü cû d a
mahbûsiyyet getirilen eser; 3) M u allim N âci'n in m eşhur eseri.
mahâsin ( ﻣﺤﺎ سa.i. hüsn ve m ahsen'in c.) : 1. güzellikler. İlm-i mahâsin: estetik, fr. esthétique. mahâsin-i ahlâk : ahlâk, h u y güzellikleri. 2. yü ze gü zellik veren sakal ve bıyık,
mahâsin-i gurbet : gurbetin güzellikleri, mahâsin-i sefâd : ak sakal. mahaşşe ( ﻣﺤﺸﻪa.i.) : kıç. (bkz : dübür, İst, m ak'ad).
mahâtim ( ﻣﺤﺎﺗﻴﻢa.s. m ahtûm 'un c.) : 1. m ühürlenm iş
[şeyler]. 2. bağlanm ış kilitlen-
m iş [şeyler].
mahatt ( ﻣ ﺤ ﻂa.i.) : yolculukta inilecek yer, konak. (bkz : m enzil, m evkif).
mahatta ( ﻣﺤﻄﻪa.i.) : istasyon, mahâvif ( ﻣﺨﺎو ىa.s. m a h û fu n c.) : korkunç, korkulu, tehlikeli [yerler],
mahâvir ( ﻣﺤﺎورa.i. m ihver'in c.) : mihverler, ek sen ler.
mahâyil ( ﻫﺤﺎﻳﻞa.i. m ahile'nin c.) : hayal eserleri.
mahâz ( ﻣﺤﺎضa.i.) : hele, dogum ağrısı, mâ-hazar ( ﻣﺎ ﺣﻀﺮa.i.) : daha önceden hazır olan, hazır bulunan şey, hazır olarak her ne varsa.
Hayrii't-taâmı mâ-hazar ؛yem egin
hayırlısı daha önceden hazır olanıdır,
mahâzir ( ﻣﺤﺎﺿﺮa.i. m ahzar'm c.) : m ahzarlar, u m ûm î dilekçeler, m ürâcaatlar.
mahâzî ( ﻫﻰزىa.i.c.) : rezâlet sebebi olan huylar.
mahâzil ( ﻣﺨﺎﻧﻴﻞa.i. m ah zû l'ü n c.) : rezil, rü svâ olmuş kimseler.
mahâzin ( ﻣﺨﺎزنa.i. m ahzen'in c.) : mahzenler, bodrum lar.
mahâzir ( ﻣﺤﺎﻧﻴﺮa.i. m ahzûr'un c.) : hazel- olunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; engeller, sakıncalar, (bkz : m ahzûrât).
mahbel ( ﻣﺤﺒﻞa.i.): h ayvan in gebelik zam ânı. mâh-be-mâh ( ﻣﺎه ﻳﻤﺎهf.zf.): aydan aya. (bkz : şehriyye).
mahber, mahbere ﻫﺤﺒﺮه، ( ﻣﺤﺒﺮa.i.): [eskiden] hokka, divit. mahbes (a.i. habs'den): 1. hapsolunma yeri, hapishâne, cezâevi) zindan, (bkz : habs-hâne, sicn). mec. karanlık, sıkıntılı yer. mahbes-i âm âl: emellerin hapishanesi. mahbez ( ﻫ ﺨﺰa.i.c.: mahâbiz): ekmekçi fırını, ekmekçi dükkânı. mahbûb ب٣ (a.s. hııbb'dan): 1. muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen, sevgili. 2. erkek sevgili. Zer-İ mahbûb : XVIII. asırda kesilmiş bir altm. mahbûb-i cihân : bütün cihanın sevgilisi. mahbûb-i Hüdâ (Allah'ın sevgilisi): Hz. Muhammed. mahbûb-i muavvec : ed. (bkz : kalb-i muavvec). mahbûbii’l-kalb: gönlün sevgilisi. Mahbûbü'l-Kulûb (gönüllerin sevgilis i): Büyük Türk Şâiri Ali Şîr Nevâî'nin içtimâiyata âit ünlü eseri. mahbûb-dost ( ﻣﺤﺒﻮب دوﺳﺖa.f.b.s.): oglan seven, oglancı, kulampara, (bkz : şâhid-bâz). mahbûbe ﺑﻮﺑﻪ١( هa.i. hubb'dan) : 1. muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen [kadın]. 2. vaktiyle tânesi beş yüz liraya kadar satılan lâle cinsinden bir çiçek. mahbûb-perest ( ﻣﺤﺒﻮب ﺑﺮﺳﺖa.f.b.s.): delikanlılara, gençlere düşkün erkek, mahbûn ( ﻣﺨﺒﻮنa.i.) : 1. kıtlık İçin saklanan şey. 2. ed. aruz vezninde ikinci harfin düşürüleı'ek veznin kısaltılması. [Arap harflerinde]. mahbûs ( ﻣﺤﺒﻮسa.s. ve i. habs'dan c.: mahbûsin, mahâbis): hapsolunmuş, bilyere kapatılmış. mahbûs-hâne ﻻ ى ﻻ۶ ( لa.f.b.i.): hapishâne, cezâevi. mahbûsîn ( ﺳ ﻮ سa.s. ve i. mahbûs'un c.) : hapsolunmuşlar, bir yere kapatılmış olanlar. (bkz : mahâbis). mahbûsiyyet ( ﻣﺤﺒﻮ ﺑ ﺖa.i.): mahbusluk, hapislilik; hapis kalman müddet. 651
mâh-cebîn mâh-cebîn ( ﻣﺎه ﺟ ﺒ ﻴ ﻦfa.b.s.) (Ay alın lı) : mec. alm açık, namuslu, temiz, mahcer ( ﻣ ﺤ ﺠﺮa.i.c.: mahâcir): hek. göz kuru, (bkz: hııfretü'l-ayn).
ÇU-
mahcir ( ﻣ ﺨ ﺠﺮa.s.): 1. bölünmüş, ayrılmış yer. 2. parmaklık. mahcûb ( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ بa.s. hicâb'dan) : 1. kapalı, örtülü, perdeli, (bkz : mestûr). 2. utanan, utanmış, utangaç, (bkz : şerm-sâr). mahcûb-âne ( ﻣﺤﺠﻮﺑﺎ ﻟﻪa.f.zf.): utanarak, utangaçlıkla, sıkılganlıkla. mahcûbe ( ﻣﺤﺠﻮﺑﻪa.s.): 1. utangaç, nâmuslu [kadın, kız]. 2.İ. kapı ardına konulan ağaç, mahcûbiyyet ( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖa.i.): 1. mahcupluk, utangaçlık, sıkılganlık. 2. kapalı, örtülü olma durumu. m ahcûc( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ جa.s.hüccet'den): hiiccet, delil gösterilmiş. mahcûr ( ﻣﺤﺠﻮرa.s. hacr'den): huk. hacr altma alınmış, haczolunmuş, kullanmaktan menedilmiş. mahcûriyyet ( ﻣ ﺤ ﺠﻮرﻳ ﺖa.i. hacr'den): hacir altma almma, *kısıtlanma, mahcûz ( ﻣﺤﺠﻮزa.s. hacz'den): huk. haczedilmiş, mahkemece rehin altma alınmış, mâh-çe ( ﻣﺎﻫﺠﻪf.i.): 1. küçük ay. 2. minâre, kubbe, bayrak direklerinin başına geçirilen küçük ay. mâh-çehre ( ﻣﺎﻫﺠﻬﺮهf.b.s.): ay yüzlü, [asil: "mâh-çihre" dir). mahdûb ( ﻣﺤ ﻀﻮ بa.s.). (bkz : mahzûb). mahdûd ( ﻣ ﺤﺪ ودa.s. hadd'den): 1. tahdid edilmiş, sınırlanmış. 2. sınırlı. 3. belirli, (bkz : muayyen). Nâ-mahdûd, Gayr-İ mahdûd : sınırsız, (bkz : gayr-i muayyen). 4. fık. hudut ve sınırlarının tâyini kabil olan akar, mal, mülk. mahdûdiyyet ( ﻣ ﺤﺪ ودﻳ ﺖa.i.): sınırlılık ؛darlık. mahdûm( ذ و مa.i. hidmet'den c. :m ahâdîm): 1. ogul, evlât, (bkz : ferzend). [asil: “ hizmet edilmiş" mânâsınadır]. 2. hizmet edene nispetle efendi veyâ hanim. mahdûm-1 k â in â t: Hz. Muhammed.
mahdûme ( ﻣﺨﺪوﻣﻪa.i. hidmet'den): kız evlat, m ahdûm i^et ( ﻣ ﺨﺪوﻣﻴ ﺖa.i.): mahdumluk, ogulluk. mahdûr ( ﻧ ﻮ رa.s. hıdr'dan): sakil, örtülü, mahdûre ( د و ر هa.i.): örtünüp kapanarak kimseye görünmeyen [kız], mahdûş ( ﻣﺨﺪو شa.s.): 1. tırmalanmış. 2. vesveselendirilmi?. mâhe ( ﻣﺎﻫﻪf.i.): burgu, matkap, (bkz : miskab, mette). ma'hed ( ﻣﻌﻬﺪa.i.c.: maâhid): ahit, antlaşma yapılan, sözleşilen yer. mahfaza ( ﻣﺤﻔﻈﻪa.i. hıfz'dan): İçinde öteberi saklanan küçük kutu, kab, zarf, mahfaza-i b illû riyye: h e k .: göz adesesini İhâta eden şeffaf (saydam) zar. mahfaza-i büzeyre : bot. küçük sporkesesi. mahfaza-i b ü z û r: bot. ı) ovogondagarcıgı. 2) sporkesesi. Mahfel ( ﻣﺤﻔﻞa.i.): Tahiriilmevlevi tarafından İstanbul'da yayımlapmış aylık bir dergi, mahfi ( ﻣﺨﻔﻰa.s. hafi'den): gizli, sakil, (bkz : hafi). m ahfil ( ﻣﺤﻔﻞa.i.c.: m ahâfil): 1. oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri. 2٠büyük câmilerde hükümdarlara veyâ müezzinlere ayrılmış ve etrâfı parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden biraz yüksek yer. m ahfil-i â l î : Allah'ın huzuru. Tanrı kati, m ahfil-i hümâyûn, mahfil-i şerif: hünkâr mahfili, selâtin camilerde padişahların namaz klimaları İçin ayrılmış yer. (bkz: mahfil)؛. mahfil-i kazâ : adâlet meydanı, mahfil-i kuds (kudsi meclis) : mukaddes ruhların toplandığı yer. mahfil-i ş e rîf: (hkz : mahfil-i âlî), mahfil-i şer'iyyât: İstanbul'un zaptından sonra Fâtih'in teşkil ettigi mahkeme, mahfiyyen ( ﻣﺨﻔﻴﺄa.zf): gizlice, gizli olarak, sakil olarak, (bkz : Sirran). m ahfûf ﻣﺤﻔﻮف-(a.s.): etrâfı, zarar gelmesin diye, kuşatılmış, çevrilmiş.
mahkeme. ؛köbrâ
mahfûk ( ﻣﺨﻔﻮقa.s.): hafakanlı, ikide bir yiiregi oynayan. mahfûr ( ﻣﺤﻔﻮرa.i.): hafr olunmuş, kazılmış mezar.
mâhî-püşt
( ﻫﺎﻫﻰf.b.i. ve s.): balıksırtı.
m âhir ( ﻫﺎﻫﺮa.s. mâhâret'den c . : mehere): 1. mahâretli, hünerli, elinden İç gelir, becerikli. 2. i. erkek adi.
mahfûz ظ(a.s. hıfz'dan): 1. hıfzolunmıış, şaklanmış. 2. korunmuş, gözetilmiş. 3. gizİenmiş. 4. ezberlenmiş.' Levh-İ mahfûz : Allah taraflndan takdir olunan şeylerin ezelde -yazılı - bulunduğu levha, mahfûz h isse : huk. miras bırakanın istegiyle ortadan kaldırılamayan, hissesi, payı.
mâhir-âne ( ﻣﺎﻫﺮاﻧﻪf.zf.) : mahâretle, ustalıkla, ustaca.
mahfUz ( ﺳ ﻮ ضa.s.): alçalmış,
mâhiyân ﻫﻴﺎن١( مf.i.): 1. [mâhî'nin c.] balıklar. 2. [mâh'ın c.] aylar.
mahfûzât ( ﻣﺤﻔﻮﻇﺎتa.i.c.): 1. gizlenilmiş şeyler. 2. ezberlenmiş şeyler. 3٠müz. Türk müziginde nota İcullanılmadığı devirlerde, bir miizikçinin ezbere bildiği müzik eserleri, mahfûzen ئ(a.zf.): polis veyâ]andarma gibi resmi kuvvetlerin muhafazası altında olarak. mâh-gâne ا ﺛ ﻼ٠ (fb.i.) : aylık maaş, aylık, mâhî ( ﻣﺎاﻫﻰf.i.c.: m âhiyân): 1. balık, (bkz : semek). Sayd-İ m â h î: balık avı. 2. ast. Güneybalıgı'nın a yıldızı, fr. fomalhaut. 3. aylık. mâhî / ( ﻣﺎa.s. mahv'dan): mahveden, mahvedici, yok edici, yok eden, mâhî emrâz : hastalıkları yok eden, mâhî'n-niikuç : nakışları silen, mahveden؛ aptesânelerin, binâlarm İç ve dış duvarlarma münâsebetsiz kimseler taraflndan tebeşir, kömül., boya gibi şeylerle yazılan yazılarla yapılan resimleri silme İşini gören memur. mâhî-dân ( ﻣﺎﻫﻰ دانf.b.i.) : 1. balık havuzu, balıklava. 2. mec. "Hut” burcu, mâhî-fürûç ( ﻫﺎﻫﻰ زو شf.b.s.) : "balık satan” : balıkçı, (bkz: semmâk). m âhî-gîr ( ﻣﺎﻫﻰ رfb.s.) : balık tutan, (bkz : mâhî-hâr). mâhî-hâr ر١( ﻣﺎﻫﻰ ضf.b.s.): "balık yiyen" : bailk avlayan, balıkçıl, (bkz : mâllî-gîr). mahile (a.i.c.: mahâyil) : sanmaya ve düşünmeye sebebolan işâret, alâmet, hayal eseri.
m â h ire.^ G (a.s. mehâret'den): 1. ["mâhir" in miien.]. (bkz : mâhir). 2. kadm adi. mahls (a.i.): 1. bir şeyden dönme. 2. kurtulma.
mâhiy-âne rilen ücret.
(f.i.): aylık, ay hesâbıyla ve-
m â -h iy e ^ t٥ (ter.): 0 çey ki. m â h i^ e ( ﻣﺎ يo.i.): aylık. m â h iy e t ( ﻣﺎﻫﻴﺖa.i.): 1. bir çeyin asil, esâsı, içyüzü. 2. fels. *kendilik. 3. doğa. m a h i z - (a.i.) :hayizhâli. mahk ﺣ ﻖ٠ (a.i.): tas. abdin vücûdünun zâtı hakkında fenâsı. m a h k e m e - (a.i.hükm'dene, :m ahâkim ): dâvâlaı'm görülüp hiikme bağlandığı yer. mahkeme-i bidâyet: huk. dâvaların ilk görüldüğü mahkeme, [bundan sonra : "istinaf temyiz” mahkemeleri gelil'], mahkeme-i evkâf: huk. [eskiden] evkaf miifettiçligi denilen dâireye ikinci meşrûtiyetin îlânındaır az sonra verilen bir ad. [vazifesi, cihad tevcih etmek, muhtelif vakıflar arasmdaki gayrimenkul ihtilâflarıyla, vakıf gediklerine bir gayrimenkulun mülk veyâ vakıf olduğuna âit dâvâlaı'ı vesâireyi görmekidi]. mahkeme-i İstîn âf: huk. bidâyet mahkemeleı-iııden verilip kanûnen istînâfı kabil olan hukuk ve cezâ dâvâlarma tekrar bakan ve İbtidâî mahkemelerin üstünde bulunan bir mahkeme ki hukuk ve cezâ adi ile iki kisimdir. mahkeme-i İcird-gâr : Allah'ın mahkemesi, mahkeme-i kübrâ (en büyük mahkeme): kıyâmet günü, (bkz : yevmü'1-kıyâme). 653
m.hkeme-î nizâmiyye mahkeme-i nizâmiyye : huk. cezâ ve hukuk malikemeleri. [“bidâyet" ve "istinaf” adıyla iki dereceye ayrılmıştır]. jnahkeme-i şer'iyye : huk. [eskiden] nikâh, miras talcsimi ile din işleriyle ilgili mes'elelere bakan mahkeme. mahkeme-i tem yiz: huk. temyiz mahkemesi, mahkeme kararlarının yolunda verilip verilmediğini tetkik etmekle vazifeli makam, *yargıtay. mahkeme-i ticâre t: huk. ticâret mahkemesi, ticâretle ilgili dâvâlara bakan mahkeme, mahki ( ﻣ ﺤﻜ ﻰa.s. hikâyet'den): hikâye olunmuş, anlatılmış. mahkud "( ﻣﺤﻘﻮدku" uzun okunur, a.s.): hased olunan, hased edilen, (bkz : mahsûd). mahkuk “( ﻣﺤﻘﻮقku” uzun okunur, a.s.): doğrultulmuş, doğru yapılmış, mahlcûk ( ﻣﺤﻜﻮكa.s. hakk'den): 1. hakkolunmuş, ؟elik kalemle -sert bir şey üzerine- kazılmış. 2. yazıldıktan sonra ؟akı, kalemtraş gibi şeylerle kazınmış. mahkûkât ( ﻣ ﺤﻜ ﻮﻛﺎ تa.s.c.): kazınmış, hakkedilmiş resimler, yazılar; İıakkâk İşleri, mahkûm ( ﻣﺤﻜﻮمa.s.): 1. kendisine hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan. 2. bir mahkemece hüküm giymiş, [müen.: "mahkûme" dir]. 3. katlanma, zorunda olma. mahkûmiin aleyh : huk. aleyhine hükmolunan, dâvâyı kaybeden. mahkûmiin bih : hulc. hüküm ve karârı verilmiş, hüküm giymiş. mahkûmiin leh : hult. lehine hiikmolunan, dâvâyı kazanan. mahkûme ( ﻣﺤﻜﻮﻣﻪa.i.) : ["mahkûm" un müen.]. (bkz: mahkûm), mahkûmin ( ﻣﺤﻜﻮﻣﻴﻦa.i. mahkûm'un c.): mahkûmlar, hüküm giyenler, m ah k û m iyet ( ﻣﺤﻜﻮﻣﻴ ﺖa.i.): 1. hüküm giymişlik. 2. hüküm giyilen süre, mahkun “( ﻣﺤﻘﻮنku” uzun okunur, a.s.): masum, suçsuz. mahkunii'd-dem (“ku" uzun okunur): fık. lcatli lâzım olmayan kimse, [savaşta. 654
İslâmlığı kabul eden bir kimse, mahkunüd-dem olmu? olur], mahkûr ( ﻣﺤﻘﻮرa.s.): hakir, aşağılık, mahlas ( ﻣﺨﻠﺺa.i. hıılûs'dan): 1. halâs olunacak, kurtulacak yer. 2. bir kimsenin ikinci adi. 3. eskiden şâirlerin şiirlerinde kullandikları ad. mahlas b e y ti: ed. gazellerde şâirin adi bulunan beyit. mahlas hâne ( ﻣﺨﻠﺺ ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): ed. divan Şİİrinde şâirin mahlasının bulunduğu beyit, mahlas-nâme ( ﻣ ﺨ ﻒﻣﻪa.f.b.i.): ed. yeni şiir söylemeye başlamış olan birine, üstat bir şâir tarafından bir mahlâs verildiğine dâir yazılan manzume. mahleb ( ﻣﺤﻠ ﺐa.i.): 1. Idris ağacı. 2. bal. (bkz : asel). mahleb ( ﻣ ﺨﻠ ﺐa.i.c.: mahâlib): arslan, kedi, doğan gibi hayvanların ؟engelli pençesi, mâh-lika ( ﻣﺎﻫﻠﻘﺎf.b.s.). (bkz : mehlika). mahlu' ( ﻣﺨﻠﻮعa.i. hal'den): tahtından indirilmiş hükümdar. mahlûa ( ﻣﺨﻠﻮﻋﻪa.s.): [“mahlû'“ un müen.J. (bkz : mahlU'). mahlûc ( ﻣﺤﻠﻮجa.i.): hallâclanmış, atılmış [pamuk]. m ahlûf ( ﻣﺤﻠﻮفa.i.): yemin etme. mahlûfii'n-aleyh: huk. yemin edilen husus, mahlûk ،3 ( ﻣﺤﻠﻮa.s.): tıraş edilmiş baş veyâ yüz. (bkz : matrûş, tırâşîde). mahlûk (3( ﻣﺨﻠﻮa.s. ve i. halk'dan) : halk olunmuş, yaratılmış; *yaratık, mahlûka ( ﻣﺨﻠﻮﻗﻪa.i.) : benimsenen, ؟alınan, kaside, şiir. mahlûkat "( ﻣﺨﻠﻮﻗﺎتka” uzun okunur, a.s. ve i. mahlûk'un c.) : yaratılmış şeyler, canlılar; *yaratıklar. mahlûl ( ﻣﺤﻠﻮلa.s. İıall'den): 1. hallolunmuş, çözülmüş, dağılmış. 2. erimiş, eritilmiş, *eriyik. 3. sâhipsiz maaş veyâ me'murluk. 4. i. mirasçısı bulunmayan ve hükümete kalan [miras]. mahlûl-i m u fassal: tapu usûlüne âit bir ıstılah. [iki kısımdır : biri, defter-i mufassalda
m.hmûl k a y ıtlı olu p d a ic m a l d e fte rin e k a y ıtlı o l-
ﻣﺤﻤﻮد
m ahm ûd
m a y a n k ö y le r v e m e z ra a la r tim a ı ٠ ı olu p h e r
lu n m u ؟,
k im e b e ra t ile v e r ilm iş ise o n a âitti. D iğ e ri,
M a k a m -I
ic m a l d efte rin d e n o k sa n v e d e fte r-i m u fa s sa ld a fa zla o la ra k k a y ıt o lu n a n d ı],
v e h a k k -ı ta p u esh âb ı b ıra k m a k s ız ın m u ta s a r r ıfın m v e fa tıy la m a h lû l k a la n a râ z î.
ﺧﻠﻮل٠ ( هa .s .) :
ö v ü lm e y e
m a h m û d : H z.
değer.
M u h a m m e d 'in
en b ü y ü k şefaat m a k a m ı, C e n n e t,
m a h m û d ü 'ş - ş i y e m : ö v ü le c e k h u y la ra sâ h ip
o lan . 2 . i.
H z.
P e y g a m b e r'in
a d la r ın d a n
b iri. 3 . i. erk ek adi.
d e lin m iş, ö b ü r ta ra fın a
ﻣﺤﻤﻮد
M ahm ûd
İşlen m iş o la n şey.
(a.h.i.),: E b re h e 'n in K â b e 'y i
y ık m a k ü zere g e tird iğ i filin adi.
ﻣﺤﻠﻮﻻ ت
m a h lû lâ t
h a m 'd a n ) : 1 . h a m d o -
e d ilm iş ;
m a h m û d ü 'l - h i s â l : iy i a h lâ k sâh ib i.
m a h l û l - i s i r f : h u k . [eskiden] h a k k -1 in tik a l
m a h lû l
(a.s.
sen â
( a .i.c .) : m ira s ç ıs ı o lm a y a n
b ir ö lü n ü n e v k a fa v e y â m ir iy e k a la n m ir a -
M a h m û d ( K â ş g a r l ı - ) ( ﻣﺤﻤﻮد
( ) ﻛﺎﺷﻐﺎرﻟﻰa. h . i . ) :
K a r a h a n lıla r d a n o la n b u T ü r k b ilg in i v e
ﻣﺤﻠﻮﻟﻪ
m a h lû le
( a .s .) : 1. [“ m a h lû l" ü n m üen.]
( b k z : m a lılû l). 2 . i. k o c a sı ö lm ü ş, d u l k a lm ış k a d m .
o lm a h âli.
k ita b i t a rz ın d a o la n b u eserin i, T ü rk ç e n in A r a p ç a k a d a r v e o n d a n d a h a z e n g in b ir d il
ﻣﺨﻠﻮط
m a h lû t
y a z ılm ış o la n b u eser İslâ m iy e t te'siri a ltın d a k i ilk eserlerd en d ir. M a h m u t, b ir İûgat
( ﻣﺤﻠﻮﻟﻴ ﺖa .i . ) : m a h lû llu k , m a h lû l
m a h lû liy y e t
ed ib i, D i v â n ü L i i g a t i 't - T i i r k a d il ü n lü eseriy le t a n ın m ıştır. 10 7 4 y ılın d a K â ş g â r'd a
(a.s. h a l t 'd a n ) : 1. h a lt o lu n -
o ld u ğ u n u g ö ste rm e k İ ؟in y a z m ış tır. T ü rk ç e
m u ş, k a tılm ış, k a r ış tır ılm ış , k a rışık , (b k z :
sözler, A r a p k a id elerin e g ö re te rtib e d ilm iş
İıalîta). 2 . k i m . *k a rışım .
v e A r a p ç a o la r a k a n la tılm ıştır. M a h m u d ,
ﻣﺨﻠﻮﻃﻪ
m a h lû ta
( a .i.) : b u lg u r la k a r ış ık m e rc i-
imek ço rb ası. ( a .s .) : [“ m a h lû t” u n m iien.]
( b k z : m ah lû t). m ah m asa
g e çirerek
A bbâsî
H a lîfe le rin d e n
M u k t e d i B illâ h 'a ta k d im etm iştir. B u kitap
ﻣﺨﻠﻮﻃﻪ
m a h lû t e
e serin i y a z d ık t a n ü ç y ıl s o n r a b ir d ü zeltm eden
ﻣﺨﻤﺼﻪ
1335 h ic r i y ılın d a K ilis li R ifa t'ın k o p ye si v e d ü ze ltm esiy le b a sılm ış, d a h a so n ra B e-
(a.i. h a m s 'd a n ) : açlık , açlık -
s im A t a la y ta ı'a fm d a n ü ç cilt v e b ir in d ek s
ta n z a y ıf d ü şm e.
h â lin d e y e n i h a rfle rle 19 39, 19 4 0 , 19 4 1 y ıl-
ﻣﺤﻤﻰ
la r m d a , O ztürk çeye ç e v rilm iş tir. A s il tek
m ahm i
(a.s.) : h im â y e gören , k o r u n a n
n ü sh a F â tih M ille t K ü tü p h a n e si E m îr î k ıs -
[kim se].
ﻣ ﺤﻤﺪ ت
m a h m id e t
( a .i .c .: m a h â m i d ) : m e d -
m ahm ûde
h etm e, ö vm e , (b k z : senâ, sitâyiş). m a h m id e t-s â z
ﻣﺤﻤﺪﺗﺴﺎز
( a .f.b .s .): İıa m d ve
sen â eden. m a h m il -
(a.i.c. :m a h â m il) : 1 . m a h fe , d eve
(b k z : m ih m e l'). 2 . heı- y ıl H a re m e y n 'e İlacı k a file siy le g ö n d e rilen a rm a ğ a n la r, ş e r îf:
h a re m e y n e
sü rre
ﻣﺤﻤﺮده
( a .s .) :
["m a h m û d ”
un
m iien.] ( b k z : m a h m û d ). m ahm ûde
ü ze rin e k o n u la n -ik i k iş in in b in e ğ i- sepet,
m a h m il-i
m m d a m a h fu z d u r.
ﻣﺤﻤﻮده
( a .i.) : b o t . b iııg ö z o tu , sak-
m unya. m a h m û d i, m a h m û d iy y e
ﻣﺤﻤﻮدﻳﻪ
،
ﻣﺢ م ودى
(a.
s . ) : 1. II. S u lta n M a h m ııd 'a âit, o n u n la ilgili. 2 . i. o n u n z a m â m n d a ç ık a rılm ış o lan
a d ıy la
25 g ü m ü ş k u r u ş d eğ e rin d e a ltın p a ra . 3 . i.
g ö n d erile n p a ra v e h e d iye le rin y iik le tild iğ i
o n u n a d ın a y a p ılm ış o la n esk i b ir h a rb
vâ sıta .
ge m isi, lcalyon. [9 A ğ u s to s 1 8 1 4 (22 Ç âban
m a h m iy e
ﻣﺤﻤﻴﻪ
(a.i. h im â y e 'd e n ) : 1. bil- şe y i
h im â y e etm e, lcoru m a. 2 . [m u h a fa za lı] b ü y ü k şehir. m a h m iy e -
12 2 9 ) de d e n ize in d irilm iş tir]. 4 . i. M a h m u t d evı-iııde b a sıla n a ltm p ara, m ahm ûl
( a .s .) : [“ m a h m i” k e lim e sin in
m iien nesi]. (b k z : m a h m i).
ﻣﺤﻤﻮل
(a.s. h a m l 'd e n ) : 1. lıa ın l o lu n -
m u ş, y ü k le n m iş . 2 . b ir şe y ü ze rin e k u r u lm u ş. 3 . i. g r., m a n t . m iisn et, *y ü k le m , h a-
655
mahmûle
ber : "insan hayvandır” cümlesinde : insan "mevzu'', hayvan "mahmul') dür.
. ﻣﺤﻤﻮل
m a h m û le
(a.i.) : yük.
(bkz: bâr,
( ﻣﺤﻤﻮﻷa.zf.) : mahmûl olarak,
m a h m û le n
yüklü olarak.
( ﻫﺤﻤﻮمa.s.) : 1 . hümmâya, sıtmaya tutulmuş, sıtmalı olan; ateşli, ateşi olan. 2. m e c . saçmasapan konuşan, ( ﻣﺤﻤﻮﻣﺎﻧﻪa.f.zf.) :
mahmumcasma, ateşli olarak, ateşler İçinde. 2. sayiklarcasma.
m ah m û m âne
1.
m a h m û r ر-
(a.s.hamr'den) : 1 . sarhoşluğun verdiği sersemlik. 2. uyku basmış, ağırlaşmış göz, baygın göz. Ç e ş m - i m a h m û r : baygın göz, süzülerek bakan göz. [müen : “mahmûre" kadın adi olarak kullanılır],
m a h m û r-â n e
( ﻣﺨﻤﻮراﻧﻪa.f.zf.) : mahmurcası-
na, baygm baygın. N i g â h - 1 baygm baygm bakış.
m ahm ûz
m a h m û r-â n e :
(bkz : mahmûr).
2 . i.
un
kadm adi.
( ﻫﺤﻤﻮضa.s.) : hamızlanmış, olcsit-
İenmiş.
O sm a n lI id a re sin d e
ask eri id a d ile re
r ü ştiy e m ek teb i. m a h r e c m e v le v iy y e t i : ta r. O sm a n lI d e v le tin d e ü ç ü n c ü k a d e m e d e k i y ü k s e k k a d ılık la ra v e rile n b ir ad. m a h r e c - i m ü ş t e r e k : m a t. o r ta k .p a y d a , fr. m ê m e d é n o m in a te u r , m ah ref
ﻣﺨﺮى
m ah rek ﺄ m ah rek
ﻣﻘ
ﻣﺤﺮك
(a.i.) : y e m iş sepeti, (a.i.) :y a k a c a k y e r . (a.i. h arek et'd e n ) : 1 . m a t . h a re -
k e tli b ir n o k ta n ın g ü ttü ğ ü yo l. 2 . a str. b ir g ö k c is m in in h a re k etin d e a ğ ır lık m e rk e zin in g e o m e tri b a k ım ın d a n y e ri, .y ö r ü n g e , fr. o rb ite .
m a h r e k -i d â ir e v i : a str. ç e m b e r .y ö r ü n g e . m a h r e k -i ş e m s -i c e n û b î : a str. A r z 'ın m e y lin d e n
d o la yı
G ü n e ş in
S e re ta n
(Y e n g e ç
d ö nen cesi) v e C e d i m e d a r la r ı (O ğ la k d ö n e cesi) a rz la rı a ra sın d a h a re k et ed er g ö r ü n -
m ahnûk(iy ^-٥ a.s. hank'dan) : boğulmuş, bogazi sıkılmış, boğuk.
( ﻣ ﺨﻮﻗﺄa.zf.) : boğulmuş olaralc,
m a h n û lc a n
boğazı sıkılarak.
( ﻣﺎﻫﺎرهf.b.i.) : 1. ay parçası. 2. çok güzel kimse, (bkz : meh-pâre).
m â h -p â re
( ﻣﺎ ﻫ ﺠ ﺮ تf.b.s.) : "Ay'a tapan”: m e c .
bir dilbere gönül veren, m â h -p e rv e r
( ﻣﺎه رورf.b.s.) : mehtaplı,
m a h -p e y k e r / i
( ﻣﺎهf.b.s.) : yüzü ay gibi par-
lak, güzel, nurlu [olan], (bkz : meh-peyker).
( ﻣﺤﺮىa.i.) : 1. elverişli, uygun şey. 2. değerli kimse.
m ah râ
(a.i. hurûc'dan c. : mahâr c.) : 1. hurûcedecek, dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. le n g . ağızdan harflerin çıktığı yer, *çıkak, *boğumlama yeri, f r . p o in t d 'a r t i c u l a t i o n . 3 . ilmiyye rütbesinden Istanbul tarîk-1 mevleviyetlerinin ilk
m a lir e c
la n
m a h r e k -i a r z : a str. y e r .y ö rü n g e s i.
( ﻣﺨﻤﻮرهa.i.c.) : ["mahmûr"
m â h -p e re s t
m a h r e c - i m e k â t ib -i a s k e r i y y e : 1 8 6 4 de a ç ıO grenci y e tiş tirm e k ü ze re 1 8 6 4 de a ç ıla n
m ahm ûm
m ü e n .] .
a ltın d a k i sayı. m a h r e c - i a k lâ m : 18 6 2 de m e m u r y e tiştirm e k ü ze re k u r u la n o k u l.
hamûle).
m ah m û re
p â ye si. 4 . m a t. .p a y d a ) â d î k e sird e ؟iz g in in
ز ج
d ü ğ ü sıra d a h att-1 s e m â v î d â iresin e p a ra le l v e A r z m m erk e zin d e n itib a re n 23 d erece 2 7 d a k ik a g ü n e y d e tersim e ttiğ i m e v h u m dâire. m a h r e k -i ç e m s -i ş îm â l î : a str. A r z 'ın m e y lin d e n d o la y ı G ü n e ş 'in S ereta n (Y e n g eç d ö n encesi) ve C e d i m e d a rla rı (O ğ la k d ö n e n cesi) a rz la rı a r a s ın d a h a re k et ed er g ö r ü n d ü ğ ü sıra d a h att-1 İstiv â -i s e m â v î d â ire sin e p a ra le l v e A r z 'ın m e rk e zin d e n itib â re n 23 d erece 2 7 m e v h u m d a k ik a k u z e y d e te rsim e ttiğ i d âire. m a h r e k m ü s t e v îs i : a str. .y ö r ü n g e .d ü z le m i, m ah rem
ر م
(a.i.) : ik i d a ğ a r a s ın d a k i yo l.
m ah rem
ﻣﺤﺮم
(a.s. h a r â m 'd a n c. : m a h â r im ) :
1.
h a ra m , şerîatın y a s a k e ttiğ i şey. 2 . n ik â h
d ü şm eyen , şerîatçe e v le n ilm e si y a s a k ed ilen. 3 . şerîatçe, k a d m ın k e n d isin d e n k a ç m a d ığ ı
[erkek].
4 . [biriyle]
ço k
s a m im i.
İçli d ışlı o la n . 5 . g iz li o lan , h erk ese sö ylen m e y e n . 6 . h erk esçe b ilin m e m e si icâ b e d e n .
mahsûbât
N â-m ahrem : nikâh düşen, kendisinden kaçılan erkek. 7. tas. Tanrı'nın sırlarını ögrenmeye başlayan kimse, mahrem-i e s râ r: kendisine sır söylenen kimse; sırdaş. mahrem-i râz : kendisine sır verilmiş kimse, tas. Allah'ın sırrına âşinâ olmaya başlayan kimse; veli. mahremân ( ﻣﺤﺮﻣﺎنa.i.c.): mahremler, en yakm olan teklifsiz dostlar, mahrem-âne ( ﻣﺤﺮﻣﺎﺗﻪa.f.zf.): mahrem olarak, gizlice. mahremiyyet ( ﻣﺤﺮﻣﻤﺖa.i.): mahremlik, mahrem olma hâli, gizlilik. mâh-rû ( ﻣﺎه روf.b.s.c.: mâh-rûyân): ay yüzlü, yüzü ay gibi olan, giizel. mahrûb ( ﻣ ﺮ و بa.s.): mahrum edilmiş, elinden sermâyesi alınmış, eli avucu bomboş bırakılmış. mahrûb ( ﻣ ﺰ و بa.s.): harâbedilmiş. m â h -r ııh ^ ( ﻣﺎهf.b.s.) : ay yanaklı, mâh-rııhsâr ( ﻣﺎه ر ﺧ ﺎرf.b.s.): (ay yanaklı) parlalc, güzel yanaklı; yanağı, yüzü ay gibi yuvarlak olan [kimse], (bkz : mâh-ruh). m ahrûk ( ﻣﺤﺮوقa.s. hark'dan): yanmış,yanık, [maddi, mânevi]. m ahrûkii'1-fuâd: yüreği yamk. mahrûkat "( ﻣﺤﺮوﻗﺎتka" uzun okunur, o.i. mahrûk'ıın c .): odun, kömür gibi yakılacak şeyler. mahrûkat-ı mâyia : kim. *akaryakıt, mahrûkat-ı tabiiyye : kim. *doğal yakacaklar.
m ahrûr ( ﻣﺒﺮورa.s. harâret'den): ؟ ؛i harâretli olan, ateşli, ateşlenmiş, kızmış. ٠ İİ-İ mahrûr: ateşli gönül. nıahrûr-âne ( ﻣﺒﺮوراﻧﻪa.f.zf.): ateşli ateşli, harâretli bir şekilde. mahrûre ( ﻣﺤﺮورهa.s.): [“mahrûr" un miien.]. (bkz: mahrûr). mahrûs ( ﻣﺤﺮوسa.s. hirâset'den c . : mahâris : muhafaza edilen, gözetilen, korunan. Memâlik-İ m ahrûse: muhafaza edilmiş memleketler; OsmanlI ülkesi, (bkz: Memâlik-İ Şâhâne). mahrûsa ( ﻣ ﺮ و ﻣ ﻪa.i.): büyük şehir, (bkz: medine-i azime). Memâlik-İ mahrûsa-i şâh ân e: OsmanlI ülkesi, mahrûsa-i m uhabbet: muhabbet şehri, sevgi ülkesi. mahrûse ( ﻣﺤﺮوﻣﻪa.s.): ["mahrûs" un müen.] (bkz: mahrûs). mahrût ( ﻣﺨﺮوطa.i.): geo. *koni, m ahrût-ıkaim ؛geo. *dikkoni. mahrût-1 n â k ıs : geo. *kesikkoni, fr. tronc decOne. mahrût-1 teb errü zi: cogr. birikinti *konisi, m ah rûti ^ و ش
(a.s.): geo. *konik,
mahrûtiyyât ( ﻣ ﺨﺮوﻃﺎ تa.s.c.): mahrûti, konik olan şeyler. m ahrûtiyye ( ﻫ ﺰ و ﻓ ﻲa.i.): geo. konik, mahrûtiyyet ( ﻣ ﺮ و قa.i.): mahrûtilik, konik olma hâli. m âh-rûy ( ^ ^ وىf.b.s.). (bkz : mâh-rû). mâh-rûyân ( ﻫﺎﻫﺮوﻳﺎنf.b.s. mâh-rû'nun c .): ay yüzlüler, yüzü ay gibi olanlar, güzeller,
mahrûm ( ﻣﺤﺮومa.s. hirmân'dan): 1. bahtsız, nasipsiz. 2. istediğini, dilediğini elde edemeyen.
m ahrûz ض٠( ﻣﺤﺮوa.s.): rezil, kepâze, aşağılık,
mahrûm-âne ( ﻣﺮوﻣﺎﻧﻪa.f.zf.): mahrumcası-
mahser م
mahrûme ^ ( د ر وa.s.) : ["mahrûm" un müen.]. (bkz: mahrum).
mahsub ب٠( ﻣﺤﺴﻮa.s. hisâb'dan c . : mahâsib, mahsûbât): 1. hesâbedilmiş, hesâba dâhil edilmiş, avans kapatma. 2. büyük bir zâta mensup kimse.
mahrûmen ( ﻣﺒﺮوئa.zf.): mahrum olarak, bir şeyi veya dilediğini elde edemeyerek, mahrûmiyyet ( ﻣﺤﺮوﻣﻴﺖa.i.) : mahrumluk, diledigini, istediğini elde edememe.
mahsebe -
(a.i.): sanma, şüphe etme, (a.i.): huy, tabiat,
mahsûb ﺣ ﺼﻮ ب٠ (a.s.): kızamık ؟ikarma. mahsûbât ا ت٠( ﻣﺤﺴﻮa.s. mahsûb'un c .): hesâbedilmişler, hesâba dâhil edilmişler.
٥57
mahsûben
( ﻣﺤﺴﻮﺑﺄa.zf.): hesâba katılarak, alacaga tutularak, hesâba geçirilerek; avans olarak.
m ah sû b en
m a h s û b iy y e t ﺖ
ﺑ
( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮa.i.) : mahsupluk,
( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮدa.s. hased'den): hasedolunan, hased edilen, (bkz : mahkud).
m ah sûd
m a h s û s v e n â -m a h s û s
٠ ا٠ ﺧ ﻤ ﻮ ﺀ٠ (a.s.): mahsus) husûsî.
m ah sû sa
m a h s û s a , t d â r e - î a z i z i y y e : Sultan Abdiilaziz zamânmda İstanbul'da ilk olarak deniz işletme idâresi olup, sonraları “Seyr-İ Sefâin” ve ؟imdi de "Devlet Denizyolları" adını almıştır. İd â re -i
( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮ دa.s.): 1. hasad edilmiş, ekini biçilmiş. 2. biçilmiş ekin,
m ah sû sât
ﻣﺨ ﺴﻮ ف.(a.s. hıısûf dan): husûfa ugramış, gölgelenmiş.
m ah sû sen
m ah sûd
m ah sû f
( ﻫﺤﺼﻮلa.s. hıısûl'den): 1. husûl bulan, hâsıl olan, meydana gelen şey. 2. ürün. 3. verim. m a h s û l - î b e d î a : güzel mahsul,
m ah sûl
( ﻣﺤ ﺼﻮﻻتa.i. mahsûl'ün c .): 1 . hâsıl olan, elde edilen şeyler. 2 ٠topraktan yetişen şeyler. 3. ehlî hayvanlardan elde edilen maddeler. 4. sanâyi maddeleri. m a h s û l â t - 1 a r z i y y e : toprak mahsulleri. m a h s û l â t - 1 k i m y e v i c e : kimyâ yoluyla elde edilen maddeler. m a h s û l â t - 1 Sinâiyye : endüstri mahsulleri,
m a h s û lâ t
m a h s û l-d â r
( ﻣ ﺤﻌﻮﻟﺪا رa.f.s.) : mahsul veren,
verimli, bereketli.
: belli belirsiz,
( ﻣﺤﺴﻮﺳﺎتa.i.c.): gözle görülür şeyler. [ma'kulât'ın zıddı]. ( ًﻣ ﺨ ﻌ ﻮ ﻋﺎa.zf.): malısûs olarak, ayrica, bile bile, (bkz : bi'1-iltizâm).
m ahsû si^et ( ﻣﺨﺼﻮﺻﻴﺖa.i.): mahsusluk, husûsî olma hâli (.özellik),
( ﻣ ﺤﺜ ﺮa.i. haşr'den): 1. haşrolunacak, toplanılacak yer; kıyâmette ölülerin dirilip toplanacakları yer. 2. ؟ok kalabalık,
m ah şer
( ﻫﺤﺸﺮىa.s.): mahşeri andıran, mah-
m ah şerî
şer gibi. m ah şûd
( ﻣﺤﺸﻮدa.s.): toplanmış, yığılmış,
m ah şû r
و-
(a.s. haşr'dan): toplanmış,
( ﻫﺎﻫﺬابf.b.i.)
: 1. ay ışığı, mehtap. 2. on dört gecelik Ay. (bkz: bedr). 5. maytap, şenlik gecesinde yakılan renkli kibrit veyâ fişek.
m â h -tâ b
( ﻣ ﺤﻤﻮ نa.s. hisn'dan): kuvvetlendirilmiş, istihkâmlı.
mâh-tal'at اه ﻃ ﻖ٠ (f.a.b.s.) : yüzü ay gibi parlak, güzel olan.
( ﻣﺤﻤﻮرa.s.): 1. muhâsara edilmiş, kuşatılmış. 2. hasredilmiş, sınırlanmış, belli edilmiş. N â - m a h s û r : sınırsız, pek ؟ok. 3. menedilmiş; tazyik edilmiş, sıkıştırılmış.
m ah tû b e
m ah sûn
m ah sûr
f (a.s. hasr'dan) : feri gitmiş, yorulmuş [göz]. Ç e ş m - i m a h s û r : fersiz, yorgun göz.
m ah sûr
( ﻣ ﺤ ﺮ سa.s. hiss'den) : 1. hissedilen, beşduygu'dan biriyle duyulan, anlaşılan, duyulur. 2. belli, âşikâr, meydanda,
m ah sû s
m a h s û s e ﻣ ﺨ ﻤ ﻮ ﻋﻪ، ( ﻣﺨﻤﻮ صa.s. husûs'dan c . : mahâsîs, mahsûsât) : 1. husûsîleşmiş; başkasında bulunmayan, yalnız bir kimseye âit olan. 2. birine ayrılmış olan. 3. lâyık. 4. ayrı, müstakil, başlı başına. 5 . z f . husûsî olaralc, *özel, bilhassa. 6. zf. isteyerek, bile bile. 7. zf. şakadan, yalandan.
m ah sû s,
( ﻣﺨﻄﻮﺑﻪa.i.): evlenmek İ ؟in istenilen
kadın.
( ﻫﺨﺘﻮمa.s.): 1. hâtemlenmiş, mühürİenmiş. 2. kilitlenmiş; bağlanmış, m a h t û m ü 'l - e b s â r : gözkapaklan kapalı olan kör.
m ah tû m
( ﻣﺨﺘﻮنa.s.) : hitân edilmiş, sünnet olunmuş. Tıfl-1 m a h t û n : sünnet edilmiş ؟ocuk.
m ah tû n
( ﻣﺨﻬﻠﻮرa.s. hatar'dan): 1. hatar'a, likeye yakm. 2 . i. fikir v e endîşe,
m a h tû r
te h -
m a h t û t e ﻣﺨﻄﻮﻃﻪ، ( ﻣﺨﻄﻮطa.s.) : 1. hatlanmış, ؟izgilenmiş, ؟izilmiş. 2. yazılmış. (blcz: mektûb).
m ah tû t,
m ah tû tâ t
ﻻت٠( ﻣﺨﻄﻮa.i. mahtut'un c .): yazma
kitaplai". m a 'h û d , m a 'h û d e
c .:
maâhid) :
ﺳﻬﻮﻟﻪ، ( ﻣﻌﻬﻮدa.s. ahd'den. 1. ahdolunmuş,
bilinen;
mâhya, mâhye sö zleşilen. 2 . sö zü geçen, (b k z : m e zk û r).
k o n u lu r. H ic a z İçin si b a k ıy y e b e m o lü , do
3 ٠m e c .
b a k ıy y e d iy e zi ''fa ” b e k a r v e " f a ” b a k ıy y e
[İkincisi] fenâ b ilin e n k a d m .
m âhûdâne
ﻣﺎﻫﻮداﻧﻪ
(f.i.) : kene o tu d en ilen şid-
m ahûf
çası g ö ste rir v e m â h u r d iz is in in ü ç ü n c ü
ﻣﺨﻮف
(a.s. h a v f d e n
1 . k o rk u n ç, m a h û f iy y e t m a h û le
m â h u ly â
c . : m a llâ v if):
k o rk u lu [yer]. 2 . tehlilceli.
ﻣﺨﺮﻓﻴﺖ
ﻣﺨﻮﻟﻪ
d iy e z i k u lla n ılır. H ic a z d izisin d e b ir m ik fa r se y re ttik te n so n ra , k ısa b ir m â h u r p a r-
d etli m ü sh il.
( a .i.) : k o rk u n çlu k ,
( a .s .) : k o c a sı ö lm ü ş k a d m .
( ﻣﺎ ﺧﻮ ﻟﻴﺎf.i.).
(b k z : m â lîh u lyâ ).
m âhûr
ﻣﺎﺧﻮر
( f .i .) : m e y h â n e , k u m a rh â n e .
m âhûr
ﻣﺎ ﻫﻮر
(f.i.) : m iiz . T ü r k m ü z iğ in in en
d erecesi o lan p û se lik "s i” p erd e sin d e k alır. B u tâ rifte n de a n la ş ıla c a ğ ı ü zere b ilg isizc e te rk ib e d ilm i? b ir m a k a m d ır,
ﻣﺎﻫﻮر ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ
m â h û r-p û se ü k
(f.b.i.) : m i i z .
T ü r k m ü z iğ in in t a h m in e n ik i a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m ıd ır. M â h u r ile p û se lik b e şlisi
veyâ
ta m
d iz isin d e n
P û s e lik ile d ü g â h
“ İâ ”
ib ârettir.
p e rd e sin d e k alır.
esk i m a k a m la r m d a n d ır . N e şe li, şu h , fe ra h
G ü ç lü s ü -m â h u r m a k a m ın ın g ü ç lü s ü o la n -
v e r ic i b ir m a k a m d ır. A s ır la r d a n b e ri ra ğ b e t
n e v â (re) d ır. D o n a n ım ın a m â h u r g ib i " f a "
ile k u lla n ılm ış tır. M â h u r, ç a r g â h m a k a m ı-
k ü ç ü k m ü c e n n e b d iy e z i alır. T a m p û se lik
n m ra st (sol) p erd e sin d e k i şe d d id ir; y â n i
d izisi k u lla n ılır s a “ fa” b e k a r y a p ılır ؛y e d e n
b asit b ir şed m a k a m d ır. (A c e m -a ş ir a n gib i
İçin de " s o l” b a k ıy y e d iy e z i k o n u r,
k i, b u d a m â llû r'u n b ir p erd e p e stin d e k a la n b ir ç â r g â h şed d id ir). G ü ç lü sü -b e şin c i d erece o la n - n e v â (re) dır. D iz in in u m û m î se y ri in ic id ir. D o n a n ım ın a " f a ” İçin b ir k iiç ü k m ü c e n n e b d iy e z i a lır (y â n i garb m ü z ig in d e k i "so l m a ]ö r"ü n a y n id ir.), o rta se k izlisin d ek i sesleri -tiz d e n p este d o ğ ru o lm a k üzeı ٠ e- ş ö y le d iı-: g e rd â n iy e , m â lıu r, h ü se y ııî, n e vâ , ç a rg â h , p û se lik , d ü g â h v e rast, m â h û r - i k e b i r : m ü z . T ü r k m ü z iğ in in en az, beş asıı-lık b ir m ü re k k e p m a k a m ı olup z a m â n ım ız a k a lm ış b ir n iim û n e si yo k tu r, m â h û r - ı k e b ir - i k a d i m : m iiz .
ad i N a s ır
A b d iilb a k i'n in T e d k ik ve T a h k ik in d e ge-
az, beş a sırlık b ir m ü re k k e p m a k a m ı olup z a m â n ım ız a k a lm ış b ir n iim û n e si y o k tu r,
ﻣﺎﻫﻮر ﻋﺸﻴﺮان
(f.b.i.): m iiz . T ü r k
m ü z iğ in in en az ik i b u ç u k a sırlık b ir m ü rek k ep m alcam ı olup z a m a n ım ız a k a lm ış b ir n ü m û n e si y o k tu r. m âh û rek
( ﻣﺎ ﻫﻮركf .b .i.) : m iiz .
T ü r k m ü z iğ in in
en az ik i a s ır lık b ir m ü rek k e p m a k a m ı olu p z a m â n ım ız a k a lm ış bil- n iim û n e si y o k tu r. m â h û r-h â n
ﻣﺤﻮﺿﻪ
( a .s .) : 1. h â lis, saf, k a tk ısız .
2 . te m iz, şe refli, asil. m â - h ü v e 'l - h a k k
ﻣﺎﻫﻮاﻟﺤﻖ
( a .b .s .) : h a k
o lan
şeym ahv
ﻣﺤﻮ
( a .i . ) : 1. y o k etm e, o rta d a n k a ld ır-
m a; h a râ b e tm e , p e riş a n etm e; b a tm a , bitm e, y o k o lm a . 2 . t a s . b e şe rî n a k is a la rd a n k u i'tu lm a lıâli. [ z ıd d ı: “ İsb â t"]. m a h v - i a y n - i a b d : ta s. â y a n a v ü c u t iz â fe sin i iskat. m a h v -i
u b û d d iy y e :
ta s.
âyana
vücu t
iz â fe sin i iskat. m a h v ü İ s b â t : b ir m ü sv e d d e n in b â zı y erle-
çen m a k a m . m â h û r - i s a g i r : m iiz . T ü r k m ü z iğ in in en
m a h û r - a ş îr a n
m ahûza
ﻣﺎﻫﻮرﺧﻮان
( f .b .i.) : m iiz . i. H a k k i
B e y 'in te rk ib e ttiğ i b ir m ü re k k e p m a lca m -
ı'in i çizip , b a z ı y e rle rin i ilâvelerle d ü zeltm e. 3 . a str. A y 'd a k i siy a h lık . m â h -v â r
( ﻣﺎﻫﻮارf.b.s.)
; a y gibi, (b k z ; m e h v â r l
m eh -veş). m â h -v â re
ﺋﻬﻮا ره
(f.i.) : a y lık m a a ş, (b k z : m â h -
ân e, m â lı-y â n e ). m â h -v e ş
( ﻣﺎ ﻫﻮشf.b .s .) . (b k z
m a h v iy y e t
ﻣﺤﻮﻳﺖ
( o .i.) :
: m eh -veş). a lç a k g ö n ü llü lü k ,
[y a p m a k e lim ele rd e n d ii']. (b k z : tevâzu '). m âhya, m âhye
ﻣﺎﻫﻴﻪ، ( ﻣﺎﻫﻴﺎa.i.
m â h iy y e 'd e ıı) :
R a m a z a n 'd a b ird e n ç o k m in a re si o lan c a -
dır. M â h u r ile h ic a z d iz isin d e n b ir p a rç a -
m ile r in m iııaı'ele ri a ra sın a gel'ilen İpleı'e
n in b irle şm e sin d e n ib ârettir. D o n a n ım ın a
k a n d il v e y a e le k trik am p u llleı'iyle y a z ıla n
m â h u r gib i " f a ” k ü ç ü k m ü c e n n e b d iy e z i
y a z ıla r, y a p ıla n resim ler.
659
mâh-yâne
mâh-yâne اذه٠( ﻣﺎهf.i.): aylık maaş, (blcz : mâhâne, mâh-vâre, şehriyye). mahz ( ﻫﺤﺾa.i.): 1. su !çatılmamış, hâlis süt. 2. hâlis, İcatkısız, sâde; tam; ta lcendisi, asil. Hikmet-i m ah zâ: tam bir hikmet, hikmetin ta kendisi. mahz-ı h ik em : hilcmetlerin hâlisi, akıllılıgm, filozofluğun ta kendisi.
mahzûlîn ( ﻣﺨﺬوﻟﻴﻦa.s. mahzûl'ün c .): horlar, hakirler, perişanlar, riisvâlar. (bkz: mahâzil). mahzûn ( ﻣﺒﺮوتa.s. hazine'den) : hazînede saklanan şey. mahzûn ( ﻣﺒﺮونa.s. hiizn'den): hüzünlü, tasail, kaygılı, (bkz : mükedder).
mahz-ı kerâm et: tam kerâmet.
mahzûn-âne ( ﻣﺒﺮوﻧﺎﻧﻪa.f.zf.): mahzuncasına, tasalı, kaygılı olarak.
mahz-ı n i'm et: nimetin hâlisi, lcendisi.
mahzûnen ( ﻣﺒﺮوﻧﺄa.zf.): İcaygılı, tasalı olarak,
mahzâ ( ﻣ ﺤ ﻔﺎa.s.) : 1. ancak, yalnız, tek, sâde. 2. hâlis, katkısız, tam.
mahzûniyyet ( ﻣ ﺮ و ﺳ ﺖa.i.): mahzûnluk. tasalı, kaygılı oluş.
mahzana ( ﻣﺤﻔﻐﻪa.i.); güvercinlik,
mahzûr ( ﻣﺤﻈﻮرa.s. hazr'dan c . : mahâzir) harâm edilmiş, yanma yaklaşılması yasak edilmiş; haram.
mahzar ( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮa.i. huzûr'dan): 1. huzur yeri, büyüle bir lcimsenin önü. 2. hazır olma, görünüş, gösteriş. N ik-m ahzar: görünüşü güzel olan. 3.birkaç kişi tarafından İmzâlanmış olan dilekçe. 4. mahleeme sicili. mahzen ( ﻣ ﺤ ﻔﺄa.zf.): ancak, yalnız, tek. (bkz : mahzâ).
mahzûr ^ور (a.s. ve i. hazer'den): hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şey; engel; sakınca. mahzûrât ( د ر ا تa.i. mahzûre'nin c.): şer'an yasak edilmiş olan şeyler. Ez-zarûrâ، tübîhü'l-m ahzûrât: zarûretler, yasak ve haram sayılan şeyleri mubah kılar,
mahzen ( ﻣﺨﺰنa.i. hazn'den c. : mahâzin): mahzûrât ( ﻣ ﺤﻨ ﻮ را تa.i. mahzûr'un c .): hazer 1. İçinde eşyâ saklanacak yer; yer altı, bodolunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; rum. 2.s. havasız, karanlık [yer]. Kurengeller, (bkz: mahâzir). şunlu m ahzen: İstanbul'da Galata'da, mahzûre ( ﻣ ﺤﻨﻮرهa.i.): 1. sakınma, ؟ekinme, deniz kıyısında bulunan gümrük binâsı Sakin 2 . ؟. çekinilecek şey, korku. 3. savaş, [Tanzimat'tan önce]. (bkz: ceng). mahzen-i cûb : İstanbul'da, Tersâne'deki kemahzûre ( ﻣﺤﻈﻮرهa.i.c.: mahzûrât): men' ve reste anbarı. haram edilmiş olan şey. mahzen-i s iirb : İstanbul'da Tersâne'deki mahzûz ( ﻣﺤﻈﻮظa.s. hazz'den): hazetmiş, hoşİevâzım anbarı, kurşunlu mahzen, lanmış, (bkz: memnûn). mahzû' ( ﻣ ﺨ ﻔ ﻮ عa.s.): huzûa ermiş, gönülden mahzûzât ( ﻣﺤﻈﻮﻇﺎتa.i.c.): hoşlanılacak şeymünkadolmuş, boyun eğmiş, ler. mahzûb ( ﻣ ﺨ ﻔ ﻮ بa.s.): boyanmış, (bkz: mahzûziy ۶et ( ﻣﺤﻈﻮﻇﻴﺖa.i.): mahzuzluk, hâz mahdûb, masbûg, mülevven). etme, hoşlanma, (bkz : mesrûriyyet). m aiızûf ﻃ ﻮ ف٠ (a.s.): 1. hazfolunmuş, silinmâî, mâiyye ﻫﺎﺋﻪ، ( ﻫﺎﺋﻰa.s. m â'dan): 1. suya miş, kaldırılmış. 2. ed. eski yazıda noktasız âit, su ile ilgili. 2. su renginde, mâvi. harflerle yazılmış manzum ve mensur söz. Buna "mühmel" ve “mücerred" de denir, maib ( ﻣﻌﻴﺐa.i.c.: maâyib): ayıp sayılan şey, kusur, leke. (bkz: mücerred, mühmel), mâide ( ﻣﺎﺋﺪهa.i.): 1. üzerinde yemek bulunan mahzûl ﺧ ﺬ و ل٠ (a.s.c.: mahâzil): hor, hakir, sofra. Sûre-i mâide : mâide sûresi, Kur'ân'ın perişan; rüsvâ. 5. sûresi. 120 âyettir, Medine devrinde nâzil olmuştur. 2. yemek, ziyâfet. mahzûlen ( ﻣﺨﺬوﻻa.zf.) : hakir, rüsvâ olarak.
660
makam
Mâide-İ M esih : Hz. îsâ ile Havârilerine gökten nâzil olan sofra, (bkz : V. sûre), mâide-i seniyye : pâdişâh ziyâfeti. mâide-i Süleym ân: Endülüs fatihleri araSinda nifâka sebebolan meşhur sofra takı-
ﻣﺎ ﻗﺒﻞ
m â -k a b l
(a.i.) : ön, ö n d ek i, ü sttek i, g e ؟-
m iş; b ir ş e y in k e n d in d e n e v v e l o la n i.fz id d i : "m â -b a 'd ” ]. m â - k a b l e ç ü m û l : g e çm işe e tk ili o lm a.
ta rih ö n c e si,
ﻣﺎ ﻗﺒﻞ
اﻟﺘﺎر خ
m â - k a b l e '، - t â r i h
(a.b.s.) :
fels.
fr. préhistoire,
mâide-sâlâr ( ﻣﺎﺋﺪه ﺳﺎﻻرf.b.i.): sofracı başı,
ma'kad ( ﻣﻌﻘﺪa.i.c. : m a â k id ): a k d e d ile c e k yer.
mâil ( ﻣﺎﺋﻞa.s. meyl'den): 1. bir yana eğilmiş, egik, egri. 2 ٠hevesli, istekli, düşkün. 3. andırır, benzer, ...e çalar. 4. i. geo. egik. mâil-i in h id âm : yıkılmaya yüz tutmuş, kağşamış, (bkz : müşrif-i harâb).
mak'ad ( ﻣﻘﻌﺪa.i. k u û d 'd a n c. : m a k â id ) : 1. o tu -
m âil üstüvâne : geo. egik silindir, mâile ( ﻣﺎﺋﻠﻪa.i.): cogr. aklan, fr. versant. mâiliyyet ( ﻣ ﺎ ﻳ ﺖa.i.): mâillik, egrilik. main ( صa.i.): 1. saf, akar su. 2. geo. Sşkenar dörtgen, fr. losange.
r u la c a k y e r , m in d er. 2 . o tu r a k y eri, geri, k i ؟, m a k a t, (b k z : dubr, İst.),
ﻣﻘﺎدم
makadim
("k a ”
uzu n
o k u n u r,
a.i.
m a k d e m 'in c.) : gelm eler, d ö n ü p gelm eler,
ﻣﻘﺎدو
makadir
( "k a ”
uzun
o k u n u r,
a.i.
m a k d e re t'in c.) : ku d retler, k u w e t le r .
makadir “( ﻣﻘﺎدﻳﺮk a ” u z u n o k u n u r, a.i. m ik d â r v e m a k d û r 'u n c.) : m ik ta rla r, k ısım la r.
makadir-i müştereke : a y n i Öİ ؟Ü ile ö lç ü le b ile n m ik ta rla r.
maişet ( ﻣﻌﻴﺸﺖa.i. ayş'den c . : m aâyiş): 1. yamakadir-i mütenâsibe : mat. o r a n tılı ço k şama, yaşayış. 2. geçinme, geçiniş, dirlik, lu k la r. geçinmek İçin lüzumlu olan şey. (bkz: İş). 3. ilmiye tarikinin başlangıcında bulunan- mak'ad-i Sidk ( ﻣﻘﻌﺪ ﺻﺪقa.it.) : t a k v â e rb â b ın ın C e n n e t'te b u lu n a c a k la rı m a k a m , lara verilen tahsisat. maîşet-gâh ( ﻣﻌﻴ ﺸ ﻜﺎهa.f.b.i.) : maişet yeri, geçim temin edilen yer.
makaid “( ﻣﻘﺎﻋﺪk a ” u z u n o k u n u r, a.i. m a k 'a d 'ın
mâiyye ( ﻣﺎﺋﻪa.i.): zool. Susallar, fr. aquatiques.
m akal
c.) : m ak atler.
2.
maiyyet ( ﻣﻌ ﺖa.i.) : 1. beraberlik, arkadaşlık. 2. bir büyük me'mûrun emri altında bulunma. maiyyet-i se n id e : pâdişâhın yanında bulunanlar. maiyyet me'muru : bir vâlinin yanında İdâre stajı yapan me'mur. maiyyet vapuru ؛kıyı ve ada valilerinin emrinde bulunan vapur, elçiliklerin İstanbul'da bulunan gemileri, mâiyyet ( ﻣﺎﻳ ﺖa.i.): kim. hidrat, fr. hydrate. mâiyyet-i karbon : kim. karbonhidrat, makabih “( ﻣﻘﺎ حka" uzun okunur, a.i. makbaha'nm c .): yakışıksız, çirkin hareketler. makabir “( ﻣﻘﺎﺑﺮka" uzun okunur, a.i. makbire'nin c .): mezarlar, (bkz : medâfin).
ﻃﺎ ل
(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. k a v l'd e n
c. : m a k a lâ t) : 1. sö z, lâ k ırd ı, (b k z : kavi). sö yle m e, sö yleyiş. H ü s n - i m a k a l : sö z
g iize llig i.
ﻣﻘﺎﻻ ت
makalât
(“ k a ”
uzun
o k u n u r,
a.i.
m a k a le 'n in c.) : 1. sözler. 2 . gazeted e v e y â d erg id e ç ık a n y a zıla r.
ﻣﻘﺎﻟﻪ
m a k a le
(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. k a v l'd e n
c. : m a k a lâ t) : 1. söz. 2 . n u tu k . 3 . tek b ir b a h is ü z e rin e k a le m e a lın a n şey.
ﻣﻘﺎﻟﻴﺪ
m a k a lid
(“ k a ”
uzu n
o k u n u r,
a.i.
m ık lâ d 'ın c.) : 1. kilitler, k ilit d illeri, a n a h tarlar. 2 . h azin eler. m a k a lim
ﻣﻘﺎﻟﻢ
( " k a ” u z u n o k u n u r, a.i. m a k -
le m in c.) : u c u b u d a n m ış şeyler, m akam
c. :
“( ﻣﻘﺎمk a ”
u z u n o k u n u r, a.i. k ıy â m 'd a n
m a k a m â t) :
1. k ıy â m
ed ilen ,
d u ru -
la n , d u r u la c a k y er; d u ra k . 2 . m e'm û riye t, m e 'm u rlu k y e ri. 3 . erm işle rd e n b irin in m e z a ri s a n ıla n yer. 4 . m ü z . b ir d u ra k ile b ir
661
makam-ı âî٥
güçlünün etrâhnda, onlara bağlı olarak toplanmış seslerin umûmî heyeti, fr. mode, ton. Nihâvend makamı, hicaz makamı... gibimakam-ı âid : yetkili makam, (bkz : merci'-i âid). makam-ı âlî (yiice m akam ): nezâretler hakkmda kullanılırdı. makam-ı evvel-i sânî: seyyâre (*gezegen) lerin mahrek (*yörünge) leri üzerindeki hareket noktası. makam-ı hizmet: hizmet, İş görme yeri. makam-ı İbrâhîm: Kâbe'de sakil bulunan bir taş. makam-ı Mahmûd: mahşer günü Hz. Muhammed'in diğer nebilerle velilere melce' olan Şefaat-İ Kübrâ makamı. [Ta'bîrât-i Kur'âniyye'dendir]. makamât "( ﻣﻘﺎﻣﺎتka” uzun okunur, a.i. makam ve makame'nin c .): 1. makamlar. 2. meclisler, topluluklar, kalabalıklar. Sâhib-İ malcamât: tasarruf ve hakikat vâdisinde yüce mertebelere ermiş olan. makamât-ı âliyye: yüce makamlar, nezâretler. makamât-ı H arîrî: Arap edibi Hariri'nin hikâye kitabi. makamât-ı mûsikiyye : mûsiki makamları, havalan. makamât-ı mübâreke: Kudüs'te M Ü S İ Ü manlar ve Hıristiyanlarca mübarek addedilen makamlar. makamât-ı Rıdvân: Cennetler, makame "( ﻣﻘﺎﻣﻪka" uzun okunur, a.i.c. : makamât): 1. meclis, cemâat, topluluk, kalabalık. 2. nutuk tarzında söylenilen sözler, makami' “( ﻣﻔﺎﻫﻊka” uzun okunur, mıkmaa'nm c.). (bkz : mıkmaa).
a.i.
makani' "( ﻣﻘﺎﻧﻊka” uzun okunur, a.i. mıkna' ve mıknaa'nm c .): başörtüleri, makariz “( ﻣﻌﺎرﻳﺾka” uzun okunur, a.i. mikrâz'ın c .): kesecek âletler, makaslar, makarr ( ﻣﻘﺮa.i. karâr'dan c . : m akarr): 1. karar edilen, durulan yer, karargâh. 2. oturulan yer. 3. ocak, merkez. Cennet-makarr :
durağı, yeri cennet olan, (bkz: cennetmekân). 4. payitaht, başkent, makarr-ı hiikûmet: hükümet merkezi, (bkz: pây-taht). makarr-ı İdâre : *başşehir, *başkent, makarr-ı sefil: alçak durak, makarr-ı sefil-i feryâd: alçak feryat durağı, ıztırapla dolu dünyâ. nıakas(s)dâr ( ﻣﻘﻌﺪا رo.f.b.i.): elbise İçin kumaş biçen kimse. makasid “( ﻣﻘﺎﺻﺪka" uzun okunur, a.i. maksad'm c .): maksatlar, niyetler ؛arzular, istekler. makasid-i insâniyyet: insanlık maksatları, makasir “( ﻣﻌﺎﺻﻴﺮka” uzun okunur, a.i. maksûre'nin c .): 1. câmilerde etrâfı parmaklıklı yüksek yerler. [Muâviyye tarafından İhdâs edildiği söylenir]. 2. bir evin en mahrem tarafları. makass ( صa.i.c.: makass): makas, [fasihi: mikass dır], (bkz : mıkrâs, mıkrâz). makass ﻗﺎص٠ (“ ka" uzun okunur, a.i. makass ve mikassın c .): makaslar, (bkz: mıkrâs, mıkrâz). makatı' “( ﻣﻘﺎﻃﻊka” uzun okunur, a.i. makta'm c.). (bkz : makta'). makatiü'1-enhâr : cogr. nehil-lerin geçitleri, makatiü'l-evdiye: derelerin aşağı ucu, sularin dağıldığı yerler. m a k a til^ '^ ("ka” uzun okunur, a.i. maktel'in c .): katledilen, öldürülen yerler. makavil “( ﻫﻘﺎوﻳﻞka" uzun mikvel'in c.) : diller.
okunul*, a.i.
makazif "( ﻣﻘﺎذ فka'' uzun okunur, a.i. mikzâf'ın c.): kürekler [gemide]. makbaha (a.i.c.: makabih) : yakışıksız, çiı'kin harelcet. makbaza ( ﻣﻘﺒﻀﻪa.i.): cerrahların cımbıza benzer bir âleti. makber, makbere ﻣﻘﺒﺮه، ( ﻫﻘﺮa.i.c.: m akabir): 1. mezar, mezarlık. 2. AbdUlhak Hâmid'in, karısı Fatma Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı uzun şiir. makbere-i sükûn: sükûn mezarı, insanin ölünce dinleneceği mezar.
makiyân
makbere-i şühedâ: şehitlerin mezarı, makbûh ( ﻣﻬﺒﻮحa.s. lcubl'dan c .: makabih) : beğenilmeyen, fenâ görülen, makbûha ﻗ ﻮ ﺣ ﻪ٠ (a.i.) : hoşa gitmeyen hal veyâ İŞ-
makbul (a.s. kabûl'den): 1. kabul olunmuş, alınmış, alınan. 2. beğenilen, hoş karŞilanan; geçer. makbûlü'ş-şahâde : şahadeti kabul edilmiş, edilen, [miien. makbule, kadm adi olarak da kullanılır]. makbule ( ﻣﻘﺒﻮﻻa.s.): 1. [“makbûl” ün müen.]. (bkz : makbûl). 2. kadm adi. makbûliyyet ( ﻣﻘﺒﻮﻳ ﺖa.i.): makbullük, begenilmişlik. makbûr ﻗ ﻮ ر٠ (a.s. kabr'den): kabire konulmuş, gömülmüş, (bkz : medfûn). makbUz ( ﻣﻘﺒﻮضa.s. kabz'dan): 1. kabzolunmuş, alınmış, (bkz: me'hûz). 2. sıkılmış, daraltılmış. 3. i. bir şeyin alındığına karşı verilen mühürlü, imzâlı kâğıt. 4. gr. “u" ve "ü” sesleri ile okunan "v” harfi: [kayıt ve şart yerine : kayd ü şart gibi], makbûzât ( ﻣﻘﺒﻮﺿﺎتa.i. makbûz'un c.): borçlulardan veyâ satıştan toplanan para, makdem ( ﻣﻘﺪمa.i. kudûm'dan c .: makadim) : 1. gelme; dönüp gelme. 2. tar. OsmanlIlar zamanında kalyoncuların İcullandığı ve üzerinde ucu saçaklı bir sargı sarılı olan başlık. makdem-i behâr : balıârın gelmesi, makderet ( ﻣﻘﺪرتa.i. kudret'den): güç, kuvvet, zor. Makdisiyye ( ﻣﻘﺪﻳﺴﻴﻪa.h.i.): Kadiri tarikatı şubelerinden biri, (kurucusu AbdüHâtîf Makdisi'ye nisbetle bu adi almıştır], makdûh, makdûhe ﻣﻘﺪوﺣﻪ، ^ وح (a.s. kadh'den): kadh olunmuş, beğenilmemiş, ayıp. Ahvâl-İ makdûhe: beğenilmeyen haller, (“memdûh"un zıddı], makdûr ( ﻣﻘﺪورa.i. kadr'den c .: makadir, makdûrât): 1. güc, kuvvet, kudret. 2 ٠Allah'ın takdiri, kader. 3. s. elden gelen. Bezl-İ makdûr : elden geldiği kadar yapma.
Hasbe'l-makdûr : bir kuvvetin üstünde, en fazlası. makdûr-î beşer : insan İçin yapılabilecek, makdûrü'l-istîfâ : istîfâsı mümkün olan. makdûrü'، -teslîm : ele geçirilmesi mümkün olan. makdûrât ( ﻣﻘﺪوراتa.i. makdûr'un c.): 1. gücler, kuvvetler, kudretler. 2. Allah'ın takdirleri, kaderler. m a 'k e s
( ﻣ ﻌ ﻜ ﺲa.i. aks'den): akseden yer, akis
yeri. ( ﻣﻔﻬﻮرa.s. kahr'dan): 1. kahrolmuş, maglûbolmuş, bozguna uğratılmış, yenilmiş. 2. Allah'ın gazabına uğramış, m a k h û r - i k a h r - i İ l â h î : Allah'ın kahrıyla kahrolmuş.
m akhûr
( ﻣﻘﻬﻮراﻧﻪa.f.zf.): kahra uğrayarak, kahra, bozguna, gazaba uğramışlara yaraşır sûrette.
m a k h û r-â n e
( ﻣﻘﻬﻮرأa.zf.): kahrolarak, bozguna uğratılmış olarak, Allah'ın gazabına uğrayarak.
m ak h û ren
makhUriyyet ( ﻃﻬﻮرﻳﺖa.i.): kahrolmuşluk; bitiklik, bitkinlik; Allah'ın gazabına uğrama. ma'kıl ( ﻣﻌﻘﻞa.i.c.: maâkıl): sığınacak yer. (bkz: melce'). ma'kılî ( ﻣﻌﻬﻠﻰa.i.): hiç bir parçasında yuvarİaklık olmayan, düz, dik ve köşeli bir yazı sitili. ma'kid ( ﻣﻌﻘﺪa.i.): akdedilecek yer; bağ, düğüm yeri. makil ( ﺷ ﻞa.i.): 1. öğle uykusu, (blcz : kaylûle). 2. Öğle uykusuna dalınacak yer. ( ﻣﺎ ﻛ ﺮa.s. meker'den): mekr eden, hileci, (bkz: hîlekâr).
m â k ir
( ﻣﺎﻛﺮﻳﻪa.i.): iskelelerin bazılarında alman resimlerden biri.
m â k ir iy y e
( ﻣ ﻘ ﺲa.s. kıyâs'dan): kıyâs edilebilir, benzetilebilir, f r . c o m p a r a b l e .
m a k is
m â k is , m â k îs e
ﻣﺎﻛﺜ ﻪ، ( ﻣ ﺎ ﻛ ﺚa.i.): mekseden,
duraksayan. m a k it
( ﻣ ﻘ ﺖa.s.). (bkz : mebguz).
m â k îy â n
( ﻣﺎﻛﻴﺎنf.i.): tavuk, (bkz : decâce). 663
makleb
makleb ( ﻣﻘﻠ ﺐa.i.): 1. kalbetme, bir şeyin altını üstüne çevirme, bir nesnenin sonunu ön ve önünü son yapma. 2. kalbedecek, degişecekyer. maklû' ( ﻣﻘﻠﻮعa.s. kal'den): kal'olunmuş, kökünden çıkarılmış, sökülmüş. Şecer-İ maklû': sökülmüş ağaç. maklûan ( ﻣﻘﻠﻮﻋﺎﺀa.zf.): kal'edilerek, sökülmüş, kökünden çıkarılmış olarak, maklûan kıymet: fık. sökülmüşüne, yıkılmışına takdir edilen kıymet, [ağaç, binâ... gibi]. maklûb ( ﻣﻘﻠﻮ بa.s. kalb'den): 1. kalbolunmuş, altı üstüne getirilmiş, ters döndürülmüş, başka şekle sokulmuş. 2. harfleri tersinden okunduğu zaman da yine ayni olan kelime veyâ cümle : ["tut, mum, kak, pap, bab, Anastas mum satsana" gibi], maklûb-i muavvec : ed. bir kelimedeki harflerin düzensizce yer değiştirmesiyle ortaya başka bir lcelimenin çıkması, ؛çevirmece, bozuntu. maklûb-i miicennah: ed. söylenişleri ayni iki kelimeden birini beytin başında, öbüİ'ünii sonunda getirme sanat. Meselâ : "Gül ruhun hecriyle lâl olmuş gönül ey goncafem / Gel bana ben ağlayım bülbül gibi sen bak da giil." maklûbiyyet ﻣ ﻘﻠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ hâli.
(a.i.): maklûbolma
maklûm ( ﻣﻘﻠﻮمa.s.) ٠ . yonulmuş, yontulmuş, kesilmiş. Ezfâr-1 maklûme: kesilmiş tirnaklar. maklûmü'z-zııfr: tırnağı kesilmiş, yontulmuş. maklûme ( ﻣﻘﻠﻮﻣﻪa.s.): ["maklûm" un miiennesi], (bkz: maklûm). makrebe ( ﻣﻘﺮﺑﻪa.i.). (bkz : karâbet). makreme ( ﻣﻘﺮﻣﻪa.i.): 1. sofra havlusu. 2. elbezi. 3 ٠mahrama, bâzı köylü kadınların başlarma sardıkları nakışlı örtü. 4. peştemal [asli "mıkreme” dir].
makrûn : kabûle yakın, yaklaşmış. Lefîf-İ makrûn. (bkz: İefîf). makrû٠ -i müsâade : izne kavuşmuş, izin almış. makrûn-i sıhhat: sıhhat ve hakikate yakın, makrûniyyet ( ﻣﻐﺮوﻧﻴﺖa.i.): makrunluk, yakinlik yaklaşma. makrûz ( ﻣﻘﺮوضa.s. karz'dan): İkrâz edilmiş, ödünç verilmiş. maksad ( ﻣﻘﺼﺪa.i. kasd'den c .: makasid): kasdolunan, istenilen şey. (bkz : merâm). maksad-! teşbih : (bkz : vech-i şebeh). maksebe ( ﻣﻘ ﻬﺒ ﻪa.i.): kamışlık, sazlık, (bkz: ney-istân, ney-sitân). maksim ( ﻣ ﺸ ﻢa.i.c.: makasim): 1. taksim edilecek, bölünecek, dağıtılacak yer. 2. suyun kollara ayrıldığı yer, musluk, savak, maksûd ( ﻣﻘﺼﻮدa.s. kasd'den): kasdolunan, istenilen şey, istek, (bkz : emel), maksûde ( ﻣﻘﺼﻮدهa.s. kasd'den): ["maksûd"un müen]. (bkz: maksûd). maksûm, maksûme ﻣﻘﺴﻮﻣﻪ، ( ﻣ ﺸ ﻮ مa.s. kısm'dan): 1. taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. Emvâl-İ maksûme: taksim edilmiş, bölünmüş mallar. Rızk-1 maksûm: (Allah tarafından] ayrılmış rızk ؛kısmet. 2. mat. ؛bölünen, fr. dividente. maksûmiin aleyh : mat. ؛bölen, fr. diviseur. maksûmiyyet ( ﻣﻘﺴﻮﻣﻴﺖa.i. kısm'dan) : taksim olma, olunma, bölünme, maksûr, maksûre ﻣﻘﻤﻮره، ( ﻣﻘﻌﻮرa.s. kasr'dan) : 1. kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış. 2. alıkonulmuş. 3. bir şeye ayrılmış. 4. a. gr. bâzı Arapça kelimelerin sonunda bulunan "Y" ( ) ىşeklinde yazılan elifharfi: [“murtezl - mürtezâ", "da'vî - da'vâ (، دﻋﻮى
ﻣﺮﺗﻀﻰ,)" gibi]. maksûre ( ﻣﻘﺼﻮرهa.i.c.: makasir) : câmilerde etrâfı parmaklıklı yüksek yer. [biraz daha yüksek olul'sa "mahfil" denilir]. [Muâviye tarafından İhdâs edildiği söylenir],
makrûh ( ﻣﻘﺮوحa.s.) : karhedilmiş, yaralanmış. (bkz: mecrûh).
maksûs ( ﻣﻘﺼﺮصa.s.) : kesilmiş, kırpılmış,
makrûn ( ﻣﻘﺮونa.s. karn'dan): 1. yakınlaştırılmış, yakm. 2. ulaşmış, kavuşmuş. İcâbet-
makşûr ( ﻣﻘﺸﻮرa.s.): kışrı, kabuğu çıkarılmış, soyulmuş.
MA
makye'
makt ( ﻣﻌﺖa.i.) : lcin; hiddet.
m a'k u d "( ﻋﻌﻬﺮدka” uzun okunur, a.s. akd'den) :
akdolunmuş, bağlanmış ؛bağlı düğümlü.
malcta' ( ﻣﻌﻬﻠﻊa.i. kat'dan c. : makatı') : 1. kat'edilen, kesilen yer, bir şeyin, kesildiği yer, eski kamış kalemlerin yontulduktan sonra üzerine yatırılıp uçlarının kesildiği sert ağaçtan veyâ kemikten yapılma âlet. 2. mat. *kesit. 3. ed. bir gazel veyâ lcasidenin son beyti. makta-i mahrûti : geo. *konik *kesit, makta'i muvâzenet : cogr. *denge *yanayı, fr. profil d'équilibre.
m a'kul, ma'kule
maktaa ( ﻣﻘﻄﻌﻪa.i.) : üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemik, şimşir veyâ mâdenden yapılmış âlet.
m akulât
maktel ﺷﻞ٠(a.i. katl'den c. : makatil) : 1. katledilen, öldürülen yer. 2. ünlü ölülerin senâsmda yazılan şiirler, maktel-i Hiiseyn : Hz. Hiiseyn'in şehâdetinden bahseden Türkçe ve Farsça eserler. maktû', maktûa ﻫﻌﻄﻮﺀه، ( ﻣﻘﻄﻮعa.s. kat'dan. c. : makati') : 1. kat'olunmuş, kesilmiş. 2. değeri, bahası biçilmiş, pazarlıksız, fr. prix fixe. 3. götürü.
ma'kudU'n-aleyh : fık. bir akdin yapılmasın-
dan as.ıl maksat olan şey; akit kendisi üzerine vâki olan şey. [bir ev satıldığında 0 evin ayni) kirâya verildiğinde 0 evin menfaati, bir kimse nefsini îcâr ettiğinde o kimsenin ameli ma'kud-ün-aleyhtir]. m akul "( ﻫﻌﻮلku” uzun okunur, a.s. kavl'den) :
söylenilmiş, denilmiş; söylenilen [söz],
ﺳﻘﻮﻟﻪ، ﻋﻘﻮل٠ ("ku” uzun okunur, a.s. akl'dan) : akıllıca, akla uygun, akıllıca İş gören, anlayışlı, mantıklı,
“( و ﻻ تku” uzun okunur, a.i. makule'nin c.) : takımlar; ؟eşitler, kategoriler.
^ﻻت (“ku” uzun okunur, a.i. ma'kul'ün c.) : aklin uygun bulduğu, akil ile bilinen şeyler; fels. fr. prédicables.
m a'kulât
“( وku'' uzun okunur, a.i.) : 1, takım, ؟eşit, soy. 2. mant. Ulam, fr. catégorie. 3. s. ilim tasnifi yapılmış, fels. fr. predicament,
m akule ك
m akul ؛
ﻗﻮﻟﻰ٠ (“ku” uzun okunur, a.i.) : kategorik, fr. catégorique.
maktûa ( ﻫﻌﻄﻮﺀهa.i. kat'dan c. : maktûab) : gazete, dergi ve benzeri şeylerden kesilmiş parça, fr. coupure.
ma'kuliyyet “( ﻫ ﻮﻟ ﻴ ﺖku'' uzun okunur, a.i.) : makullük, akla uygunluk, anlayışlılık,
maktûan (ًﻣﻌﻄﻮﺀاa.zf.) : maktû', götürü olarak, toptan.
ma'kum "( ﻣ ﻮمku” uzun okunur, a.s.) : kapail. (bkz : mesdûd).
maktûât ( ﻫﻌﻄﻮﺀاتa.i. maktûa'nın c.) : maktualar, gazete, dergi ve benzeri şeylerden kesilmiş parçalar, fr. coupurer. maktû' cizye ( ﻫﻌﻄﻮع اﺟﺬﻳﻪa.b.i.) : fetih Sirasmda ahâlisi Müslüman olmayan yerler halkmdan sulh yoluyla tâyîn olunan malctû bedel, vergi. maktûl, maktûle ﺷﻮﻟﻪ٠ ، ﺷﻮل٠(a.s. katl'den. c. : makatil, maktûlât, maktûlin) : lcatledilmiş, vurulmuş, öldürülmüş [kimse]. maktûlen ( ﻣﺸﻮﻻa.zf.) : katledilerek, öldürülerek.
ﺀ، ( ﻣﻌﻜﻮسa.s. aks'den) : 1. aks olunmuş, tersine ؟evrilmiş, başaşağı olmuş. M ahrût-İ ma'kûs : geo. başaşağı ؟evrilmiş koni. 2. başka bir şeyin zıddı. 3. ters, yolunda gitmeyen; uğursuz. 4. bir yere çarpıp geri dönen. 5.mat. *evrik, ters. Tâli-i ma'kûs : ters giden, uğursuz tâlih.
m a'kûs, ma'kûse ت
ma'kûsen ( ﻣ ﻌ ﻜ ﻮ ﺳﺄa.zf.) : ma'kûs, aksine, ters
olarak. ma'kûsen miitenâsib : mat. ters *orantılı,
birbirine nispet edilen iki şeyden biri ؟oğıldık ؟a diğerinden eksilme, fr. inversement proportionnel.
maktûlin ( ﻫﻌﺘﻮﻟﻦa.s. maktûl'ün c.) : katledilmiş, vurulmuş, öldürülmüş [kimseler].
m a'kûsiyyet ( ﻣ ﻌ ﻜ ﻮ ﺳﻴ ﺖa.i.) : ma'kûsluk, aksi-
maktûr ( ﻣﻬﻌﻠﻮرa.s.) : katran sürülmüş, katran-
m a k y e ' ( ًﻣﺸﺎa.i.) : konacak, duracak yer. (bkz :
il.
lik, terslik, [yapma kelimelerdendir], mevzi'). ، 65
makzere
makzere ( ﻣﻘﺰرهa.i.) : dı?kılık, fr. cloaque, makzi ( ﻣﻐﻀﻰa.s.) : kazâ olunmu?, odenmi?. makzi'l-merâm ( ﻣﻘﻬ ﻰ اﻟﻤﺮامa.it.) : eri?ilmek istenilen. makzıyyün-aleyh. (bkz : mahkûmiinaleyh). makzûf ( ﻣﻘﻨ ﻮ فa.s.) : hazfolunmu?) atılmı?. Seng-İ makzûf : atılmı? ta?. -mal ﻫﺎل- (f.s.) : "süren, sürülen; takılan, sarilan” mânâlarıyla terkipler yapar. Rû-mâl : yüz süren. Pây-mâl : üzerine ayak sürülen, ayak altında çiğnenen. mâl (a.i.c. : emvâl) : 1. bir kimsenin tasai-rufu altmda bulunan değerli ve gerekli ?ey. 2. varlık, servet. 3. para, nakit, gelir. 4. tüccar e?yâsı. Beytü'l-mâl : [Tanzimat'tan önce] devlet hazînesi; [Tanzimat'tan sonra] ?erîat mahkemelerinde mirasçıları bulunmayan ölmü? kimselere âit mallaı-ın hesâbı görülen dâire. Re'sü'l-mâl : ana para, (bkz : sermâye). 5. eroin, esrar ve benzeri uyu?turucu ?eylerin ortak adi. mâl defterdân : [Tanzimat'tan önce] devlet mâliyesi i?leriyle ıığra?an kimse, mâl-i cizye : arâziden alman haraç, mâl-i ganâim : sava? ganimetinden elde edilen paranın be?te biri ölçüsünde olan ve yetimlere, kimsesizlere verilen para, mâl-i gaybi: sâhibi çıkmayan, bulunmu? mal. mâl-i gayr-i menkul : ta?mmaz, göçüm süz mal. mâl-i gayr-i miitekavvim: huk. [eskiden] İntifâı mübâh olmayan veyâ mübah olup ta İhrâz edilmemi? olan mal. Meselâ : [?arap mal ise de MUslümanlara göre onunla İntifâ mübah olmadığından miitekavvim değildir. Lâkin dinlerince İstîmâli mübah olanlara nazaran mütekavvimdir]. mâl-i KarUn : mec. çok zengin, mâl-i ke?Ufiyye : Mısır'da mansıp almak İçin kâ?ifler tarafından vâlilere verilip Misır hazînesi arasında, cep harçlığı olarak, pâdi?âha gönderilen paralar, mâl-i menkul : nakledilebilen, ta?mabilen mal [binâ ve arâziden maada], mâl-i mîrî : mîrî'ye, hükümete âit olan mal.
bbb
m â l-i m u g te n e m â t:
vurulan urbandan ele geçen hayvan ve sâirenin bedeli, m â l - i m u k a b e l e : t a r . timarlardan hâsıl olan gelirler. m â l-i m ukayyed: mukataalarla malikânelerin defterlerde yazılı gelirleri, m â l-i m iit e k a v v im : h u k . [eskiden] iki mânâda kullanılır: biri İntifâı miibah olan ?eydir, diğeri mâl-i muhrez demektir. M eselâ: [denizde iken balık gayri miitekavvim olup, tutmak ile İhrâz olundukta mâl-i miitekavvim olur. Kezâ, ?ıra ile İntifâ mübalı olduğundan mâl-i mütekavvimdir]. m â l - i n â t ı k : canlı mal, at, deve, katır gibi dört ayaklı hayvanlar. m â l - i s a d a k a t : yoksullara, sava? dü?künlerine verilmek iizere Müslüman tüccarlardan alman zekât, m â l - i s â m i t : cansız mal. m â l - i u h r e v i : âhiret İçin kazanılan sevap, m â l k a l e m i : mâliye dâiresi, m â l m ü d ü r ü : kazâ mâliye me'muru. m a l s a n d ı ğ ı : devlet geliri sandığı, vezne, m â l i i m e n â l : sahip oldugu her ?ey, varı yogu, bütün varlığı,
m a la
ﻻ
(f.i.). (bkz : mâle).
( د ﻛ ﻼ مa.b.s.): söz götürmez, diyecek yok. [asil: “mâ-lâ-kelâme fih” dir].
m â -lâ -k e lâ m
( ﻻ ﻣ ﺎ لa.zf.): çok dolu, dopdolu. (bkz : kesir, firâvân, pür),
m â l-â -m â l
( ﻻذ ﻫﺎ؛هa.s.): sonsuz, uçsuz bucaksız. (bkz : bî-nihâye, bî-pâyân).
m â -lâ -n ih â y e
( ﻣﻌﻼتa.i.c.: m aâlî): 1. yüksek, derin fikir. 2. ?eref, ululuk.
m a 'l â t
( ﻻ سa.s.c.: mâlâ-ya'niyyât): mânâsız, faydasız, bo? [?ey], (bkz : jâj).
m â - l â - y a 'n î
ﻋﺒﺎ ت٠( ﻻa.s. mâ-lâ-ya'nî'nin c .): mânâsız, faydasız, bo? [?eyler],
m â - l â - y a 'n i y y â t
( ﻻ ﻳa.s.): tâkat getirilmez, dayanılmaz. T e k l î f - İ m â - l â - y u t â k : dayamlmaz bir teklif
m â - l â - y u t â k ، 3ﻄ ﺎ
m â l-d â r
( ﻣﺎﻟﺪارa.f.b.s.): maili, mail olan, zen-
gin. m â l-d â r î
servet).
( ﻫﺎﻟﺪارىa.i.): zenginlik, (bkz: gınâ,
ma'lûmât-ı zarûriyye
mâle ( ﻣﺎﻟﻪf.i.) : duvarcı malası, ma'lef ( ﻣﻌﻠﻒa.i.c. : maâlif) : alef, ot, saman, hayvan yemi gibi ?eyler konulan yer. mâle-kârî ( ﻣﺎﻟﻪ ﻛﺎر ىf.b.i.) : alçıdan yapılını? kabartma süs. ma'lem ا٠( ﻣﻌﻞa.i.c. : maâlim) : iz, eser, ni?an. mâ-lem-yekün ( ﻣﺎ ﻟﻢ ﻳﻜ ﻦa.zf.) : sözden İbâret. mâ-lezîm, mâ-lezîme ﻣﺎ ﻟﺰﻣﻪ، ( ﻣﺎ ﻟﺰمa.i.) : malzeme, lüzumlu, gerekli ?ey. mâlî ( ﻫﺎﻟﻰf.s.) : 1. ؟ok, fazla. 2. dolu, (bkz : memlû', pür). mâlî, mâliyye ﻣﺎﻟﻴ ﻪ، ( ﻣﺎﻟ ﻰa.s.) : 1. mala, paraya mensup, mal ile ilgili. 2. devlet gelir ve giderlerinin idâresine âit. Fenn-İ mâlî : mâliye bilgisi. Sene-İ mâliyye (mâlî yıl) : 1840 (1256) yılından sonra, yılba?ı mart hesâbiyla resmi i?lerde kullanılan târih. [0 yıldan sonra otuz altı senede bir yıl fark göstererek, bati takvim sisteminin alınmasına kadar devam etmi?tir]. Usûl-i m â lic e : mâliye usûlü ile ilgili İ?ler. mâlî cizye : tar. OsmanlIlar devrinde sava? larda kazanılan dü?man topraklarından cizye olarak alman vergi,
diger ü ؟mezhep ?unlardır: Hanefî, Şâfiî veHanbelî]. mâlikime، ( ﻣﺎ ﻟﻜﻴ ﺖa.i.): mâlik olma, sâhip olma. mâli? اﻟ ﺶ٠ (f.i.) : sürme, sürü?türme, ugma, ugu?turma. mâli?-gâh, mâli?-geh ﻣﺎ ﻟﺸﻜﻪ، ( ﻣﺎﻟﺜﻜﺎهf. b.i.) : yüz sürülecek yer. (bkz : secde-gâh). mâli?-ger ( ﻣﺎﻟﺸﻜﺮf.b.s.): sürtücü, ugucu, masör. mâliyyât ( ﻫﺎ ﺑ ﺖa.i.s.): mâliye i?leriyle ilgili, mâliye bilgisi. m â l i c e ﻟﻪ١٠٥ (a.s.c. :
mâliyyât) : devlet gelir ve giderleri İ?iyle ugra?an dâire,
mâliyyet ( ﻣ ﺎ قo.i.): mal olma değeri, m âliyyûn ادو ن. (a.i.c.): maliyeciler, mâlizme ( ﻣﺎ ﻟﺰﻣﻪa.i.): tar. [eskiden] yirmi sahifeden İbâret olan cüz, bro?ür. mâl-perest ﺑ ﺮ ت٠( ىلa.f.b.s.): mail, parayı ؟ok seven, mal canlısı.
mâlîde ( ﻣﺎﻟﻴﺪهf.s.) : sürülmü?, ugulmu?.
ma'lûl ( ﻫﻌﻠﻮلa.s. illet'den c . : ma'lûlîn): illetli, hastalıklı, sakat. m a'lûl-gazî: bir sava?tan sakat olarak çıkmi? kimse.
mâlih ( ﻣﺎﻟﺢa.s.) : tuzlu,
ma'lûlen ( ﻣﻌﻠﻮﻷa.zf.) : ma'lûl, sakat olarak,
mâlîhulyâ ( ﻣﺎﻟﻴﺨﻮﻳﺎyun.i.) : 1. karasevda. 2. kuruntu, (bkz : hayâl-i hâm, vesvese). 3. melankolya, fr. mélancolie.
ma'lûlîn ( ﺳﻠﻮﻟﻴﻦa.s. ma'lûl'ün c .): sakatlai", hastalıklılar, illetliler.
Mâlik ( ﻣﺎ ﻟ ﻚa.h.i.) : Yedi Cehennemin hâkimi ve kapıcısı olan melek, zebânileri İdâre eden melek, (bkz : Rıdvân). mâlik ( ﻣﺎﻟﻚa.i. mülk'den. c. : miillek) : 1. sâhip, bir ?eye sâhip, bir ?eyi olan. 2. erkek adi. [müen. “mâlike”], mâlikü'l-mülk : Allah. mâülc-âne ( ﻣﺎﻟﻜﺎﻧﻪf.i.) : 1. kanunda gösterilen ?artlara göre birine verilen beylik arâzî. 2. büyük ve zengin kö?k. (bkz : kâh, kasr, kâ?âne). mâlikî ( ﻣﺎﻟﻜﻰa.i.) : Islâmiyette “ehl-i sünnet" denilen dört mezhepten biri olup imam Malik bin Enes tarafından kurulmu?tur. [Hicaz, Basra ve Afrika'da yaygındır;
ma'lûliyyet ( ﻣﻌﻠﻮﻟﻴﺖa.i.): ma'lulluk, sakatlık, hastalık. ma'lûm, ma'lûme ﻣﻌﻠﺮﻣﻪ، ( ﻣﻌﻠﻮمa.s. ilm'den c . : ma'lûmat) : 1. bilinen, belli. 2. gr. etken, fâili bilinen ve belli olan, m a 'lû m â t ( o .i.m a 'l û m 'u n c .) :1. ma'lûm olan, bilinen ?eyler. 2. bili?. 3. fels. ؛bili, bilgi. Eyyâm-ı ma'lûmât. (bkz: eyyâm). 4. İstanbul'da Artin tarahndan çıkarılan ve eski edebiyatı savunan haftalık edebiyat dergisi. ma'lûmât-ı cüz'iyye : az bilgi, ma'lûmât-ı k ü llic e : esaslı bilgi, ma'lûmât-ı v â s îa : geni? bilgi, ma'lûmât-ı zarûriyye : lüzumlu, gerekli bilgi. 667
mu'lûmât-dar
( ﻫﻌﻠﻮﻣﺎﺗﺪارa.f.b.s.) : ma'lûmatlı,
m a 'l û m â t - d a r
bilgili. وروش ( ﻣﻌﻠﻮﻣﺎتa.fb.s.) : ma'lûmat, bilgi satan, bilgiçlik taslayan,
m a 'lû m â t-fü rû ?
ه٠ﻋﻠﻮ٠ (a.s.) : ["ma'lûm"un müennesi]. (bkz : ma'lûm). A h v â l - İ m a 'l û m e : bilinen haller, durumlar. Ş e r â i t - i m a 'l û m e : bilinen ?artlar, *koşullar. H a r e k â t - 1 m a 'l û m e : bilinen hareketler.
m a 'l û m e
( ﻫﻌﻠﻮﻫﻴﻪa.i.) : tar. her yıl Mekke ve Medine halkına dağıtılmak üzere gönderilen siirre arasında geçen bir tâbir olup “ bilinen" anlamına gelir,
m a 'lû m iy y e
m a 'lû m iy y e t
ﻳ ﺖ٠( ﻣﻌﻠﻮa.i.) : ma'lûmluk, belli
olma, bilinme. m a lze m e
( ﻣﺎﻟﺰﻫﻪa.i.) : *gereç, (bkz : mâ-lezim,
mâ-lezime). m â -m e le k
( ﻣﺎﻣﻠﻚa.i.) : nesi varsa, varı yoğu,
olanı biteni; olanca ?ey.
( ﻫﺎﻣﻐﻰa.i.) : geçen ?ey, geçmiş ?ey, geçmiş zamân. M e z â m â - m e z â : geçen geçti, olan oldu.
m â -m e z â
f (a.s. amel'den).: imal edilmi?, yapılmış, İşlenmiş.
m a 'm û l J
ﻋﻤﻮﻻت٠ (a.s. ma'mûl'ün c.) : İmâl edilmi?, yapılmış ?eyler, makinede, elde yapılmış, İşlenmiş e?yâ.
m a'm û lât
: memlekette, yerli yapilan ?eyler, fr. p ro d u its indigènes, m a 'm û lâ t-ı S in âiyye : sanâyi ürünleri, m a 'm û lâ t-ı d â h îlîy y e
m a 'm û lü n b ih
Aj. ﻋﻤﻮل٠ (a.b.s.) : kendisiyle
amel olunan, yürürlükte olan, hükmü geçer. [kanun, nizam; gramer kaidesi],
( صa.s. umrân'dan) : bayındır, ?enlikli. (bkz : âbâdân). B e y t-İ m a 'm û r : Kâbe.
m a 'm û r
( ﻣﻌﻤﻮﻟﻪa.i.) : ma'mûr olan yer, insan bulunan, bayındır yer; ?ehir, kasaba,
m a 'm û re
m a 'm û re-i d e rû n
: gönül ma'mûresi; gönül
?ehri. m a 'm û re-i d ü n y â
: dünyâ ma'mûresi.
m a 'm û re-i m u h ab b e t m a 'm û re tü 'l-a zîz eski
adi.
: sevgi ülkesi,
( ﻣﻌﻤﻮرهa.it.) : Elâzığ'ın
ma'mûriyyet ﻋﻤﻮرﻳﺖ٠ (a.i.) : ma'murluk, bayındırlık. (bkz : âbâdânî, umrân). ma'nâ ( ﻫﻌﻰa.i.c. : maânî) : 1. mânâ, anlam . 2 . İç, İçyüz. 3. rüyâ, düş. 4. akla yakın sebep. Âlem-i ma'nâ : rüyâ. Bî-ma'nâ : mânâsız, münâsebetsiz. İsm-i ma'nâ : gr. mücerret, *soyut isim. ma'nâ unsûru : gr. semantem. ma'nâ-yi İugavî (bir kelimenin) : lügat mânâsı, lügat anlamı. mânâ ﺗﺎ١( مf.i.) : e ؟, benzer, (bkz : misi, nazir). ma'nâ-dâr ( ﻫﺤﺎدارa.f.b.s.). (bkz : ma'nîdâr). mâ nahnü fîh ذﺣﻦ ﻓ ﻪ١( مa.cü.) : bahsini ettigimiz, üzerinde konuştuğumuz [?ey), mânde ( ﻣﺎ ﻧﺪهf.s.) : kaimi? olan, gitmi? olan. Amel-mânde : İşten kaimi?, i?e yaramaz, ma'nen ( ﻣﻌﺎa.zf.) : İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, (bkz : bâtmen). mânend ( ﻫﺎﻛﺪf.i.) : benzer, e?. Bî-mânend: eşsiz, emsalsiz, (bkz : bî-nazîr, küfv, mesil, nazir, ?ebih). mânend-i bedîhî-i ûlâ : ille bakışta apaçık görünüp bilinen ?ey gibi, mânend-i serv : servinin benzeri, servi gibi, mânend-âbâd ( ﻫﺎﻓﺪ آﺑﺎدf.b.i.) : ölümlekiyâmet arasında geçen zaman. mânende ( ﻣﺎﻛﺪهf.s.) : 1. benzeyen. 2. astr. Oriyon'un p yıldızı, fr. Rigel. ma'nevî, ma'nevi^e ( ﻫﻌﺬوى ؛ ﻫﻌﻮﻳﻪa. s. any'den) : 1. madde dı?ı olan, mânâya âit. 2. rûha ve içe âit olan. Ecr-İ ma'nevî : maddi olmayan karşılık, savap. Kuvve-i ma'neviyye: İç, yürek leuvveti. Veled-i ma'nevî : evlâtlık, oğulluk, ma'nevî evlâd : birinin kendine evlât edindiği kimse. ma'neviyyât ( ﻫﻌﻐﻮﻳﺎتa.i. ma'nevi'nin c.) : maddi olmayan, mânevi olan hususlar ؛yürek gücü. mâneviyye ( ﻫﺎذوﻳﻪa.i.) : iyilik ve kötülük İlâhına inanmaktan İbâret bâtıl bir mezhep olup Zerdüştler'den alınmıştır, manikeizm, fr. manichéisme.
mantıkî
ﻣﻌﻨﻮﻳﻮن
m a 'n e v iy y û n
(a.i.c.):
A lla h 'a
in a n -
m a n s û b in ( ﻣ ﺘ ﻬ ﻮ ﻳ ﻦa.i. m a n s û b 'u n c . ) : m a n -
m ış , b e lb a g la m ış o la n la r, ( b k z : İlâ h iy y û n ,
su b
r a b b â n iy y û n ).
o la n la r.
m a 'n î ( ﻣﻌﻨ ﻰf.i.). (b k z : m a'nâ).
ﻣﺎخ
m â n i' 1.
(a.s.
b u lu n a n la r ,
m e'm U riyette,
m an sû r, m an sû re ﻣﺘ ﻬ ﻮ ر ه
m e n 'd e n
c .:
m e n e a ):
m en 'ed en , ge ri b ır a k a n , a lık o y a n , en gel
r e t 'd e n ) : d ım ıy la
m a n sû re -i
o la n . 2 . i. engel, özür. m â n i - i i r s : h u k . [eskiden] irse m â n i' o la n h a ld ir k i, d ö rt k ıs ım d ır : rik , k a til, ih tilâ f-1 d în , ih tilâ f-1 dâr. m â n i - i is t ik t â b : fiz . *k u tu p e n g e l, fr . d e p o la r is a n t .
، ( ﻣ ﺘ ﺼ ﻮ رa.s. n u s-
1 . n a s r o lu n m u ؟, g a lib ,
ü s tü n
h iz m e tte '
A lla h 'ın
yar-
g e lm iş.
A s â k ir-İ
M u h a m m e d iy y e :
Y e n iç e ri
te ş k ilâ tın ın İâ g v ın d a n s o n r a k u r u la n o rd u [bu u z u n a d in k ı s a l t ı l m ı ş ı : " m a n s û r e " d ir]. 2 .m ü z . T iir k m ü z iğ in d e d iy a p a z o n " l â ” s ın ı d ü g â h o la r a k a la n a h e n k k i, e s k id e n b u a h e n k ile o k u n u rd u . 3. a y n i e sâ sa d a y a n a n n e y çeşid i.
m â n i - i ş e r ' î : şe r'an k a b û le en gel o la n h al.
m a n s û r e h a z î n e s i : II. S u lta n M a h m u t'u n
M â n î ( ﻣﺎﻧ ﻰf .h .i.) : m e ş h u r ؟in li n a k k a ş ın ad-
Y e n iç e r io c a g ım k a ld ır d ığ ı h ic r i 1 2 4 1 (1826)
d ıd ır. B e h r a m Ş â p û r z a m â m n d a İra n 'a ge-
y ılın d a "a s â k ir -i m a n s û r e -i M u h a m m e d iy -
lip Z e r d ü ş t v e îs â d in le ri h a lita s ı o la n b â tıl
y e ” a d ıy la k u r u la n a s k e ri te ş k îlâ tın m a sra -
m e z h e b in i
im a k a r ş ı lık o la r a k a y r ıla n d e v let g e lir le r i
n eşre
b a şla m ış
o ld u ğ u n d a n
îd â m o lu n m u ştu r. ''E rte n g ", " E r je n g " a d il e se rle ri m e şh u rd u r. m â n ia
ﻣﺎﻧﻌﻪ
(a.i.
m e n 'd e n
c .:
m e v â n î ') :
( ﻣﻌﻔﻴﺪارa .f.s .) : m â n â lı, b ir şeye d elâlet
ed en , b ir ş e y d e m e k isteyen . m a 'n îd â r - â n e
ﻣﻌﻨﻴﺪاراﻧﻪ
(a .f.z h ) : m â n â lı şe k il-
( a .i.) : c ih a z o d a sı, g e lin o d a sı,
m ış,
ﻣﻨﺼﺐ
(a.i. n a s b 'd a n . c . : 1 . m e n â s ıb ) :
d e v le t h iz m e ti, m e 'm û riy e t. 2 . m a k a m , rü tb e, d erece, o ru n . ı n a n s ıb - d â r
ﻣﻨﺼﺒﺪار
m u ş,
( a .f.b .i.) : m a n s ib d a b u lu -
(a.s. n a s b 'd a n ) : 1 . n a s b o lu n -
k on m u ş,
d ik ilm iş .
2 . m e 'm û riy e te
A r a p ç a y a m a h s u s o lm a k ü zere s o n u n d a k i h a r f i ü stü n e o k u n a n k e lim e : S ü le y m a n (e),
( a .i.) :
1 . s a tra n ç
oyunun-
d a "n e r d ” in a y r ıld ığ ı o y u n la r ın y e d in c isi.
d u b â ra c ı.
A h k â m -1
( ﻣﻔﻄﻖa.i.
n u t k 'd a n ) : 1 . sö z. 2 . h a k ik a t
ç ık t ığ ın ı g ö ste re n ilim . 3 . lü z u m , m a k s a t v e y â h ü k ü m ile İş, v â s ıta v e y â d e lil a ra s ın d a tu ta r lık .
m a n t ı k - ı s û r î : fo rm e l, b iç im se l m a n tık .
ﺿﺼﻮﺑﻪ ﺑﺎز
(k u ş d i l i ) : Ş e y h
F e rîd ü d -
d în - i A ttâ r 'ın a h lâ k î fik ir le r le sü slü m e ş h u r m a n z u m eseri. m a n tık a n
ﻣﻔﻄﻘﺄ
( a .z f.) : m a n tık ç a , m a n tığ a
göre.
ﻣﻨﻄﻘﻴﺎت
(a.i.) : m a n tık la ilg ili m e-
seleler. m a n t ık ıy y U n
ﻣﻨﻄﻘﻴﻮن
( a .i.c .) : m a n tık â lim le r i؛
m a n tık la u ğ ra ş a n la r .
2 ٠ ted b ir, o y u n , açm az. m a n sû b e -b â z
âyet b u lu n a n .
(a. s. a n la tıl-
a ra r k e n y a p ıla n z ih n i m u â m e le le rd en h a n -
ı n a n t ı k ıy y â t
h a m z e t (e)., gib i, (b k z : m eftû h ).
ﻣﻐﺼﻮﺑﻪ
ﻣﺘ ﺼ ﻮ ص
a ç ık ç a
ad i.
M a n t ı k ü 't - t a y r
ﻣﻨﺼﻮب
k o n u lm u ş , m e 'm û riy e tte b u lu n a n . 3. i. g r.
m an sû b e
h a k k ın d a
،
m a n t ık - ı r e m z i : s e m b o lik m a n tık .
n an . m an sû b
1 . K u r 'â n 'd a
g ile r in in d o ğ r u v e h a n g ile r in in y a n lış y o la
[k e lim e n in a s il “ m ın n a s a '' d ır]. m a n s ıb
n a s s 'd a n ) :
m a n tık
ﻣﻐﺼﻪ
ﻣ ﻨ ﻌ ﻮﻣﺤﻪ
m an sû s, m an sû sa
m a n s û s a : a ç ık la n m ış h ü k ü m le r. 2 . e rk ek
de. m an n asa
( a .i.) : A lla h 'ın y a r d i-
m ıy la m u v a ffo k o lm a , b a şa r m a ,
1. m e n 'ed en şey, en gel, ö zü r. 2 . z o rlu k . m a 'n îd â r
m a n s û r iy y e t ﻣ ﻐ ﻤ ﻮ ر ﻳ ﺖ
(a.f.b.s.) ؛
h îlek â r,
m a n t ı k i ( ﻣ ﻄ ﻘ ﻰa .s .) : m a n tığ a v e m a n tık k a id e le rin e u y g u n , m a n tık lı.
669
mantûk, m.n.ûka m a n tû k ,
mâr-i ham-be-ham : k ıv r ım k ıv r ım , ؟örek-
manzam ( ﻣﻨﻈﻢa.i.c. : ınenâzım) : dizi, Sira.
mâr-i ser-biiride : b a şı k o p a r ılm ış y ıla n , mâr-i sermâ-dide : k ış ın s o ğ u ğ u n d a n u y u -
m a n tû k a ﻣﻨﻄﻮﻗﻪ ، ؛ ﻣﻐﻄﻮقa.s. nutk'dan): 1. söylenilmiş, denilmiş. 2. söz, kelâm, nutuk, mânâ, meflunn.
m anzar
( ﻣﻨﻈﺮa.i. nazar'dan): 1. nazar edilen,
bakılan, görünen yer. 2. görünüş. 3. ؟ehre yüz, H o ş - m a n z a r : görünüşü güzel, güzel yüzlü. K e rîh ü ' 1- m a n z a r : görünüşü ؟irkin, ؟irkin yüzlü. 4. gözbebeği, m a n z a r -ı ؟e ş m : anat. gözbebeği,
( ﻣﻨﻈﺮهa.i. nazar'dan c . : m anâzıı):
m a n z a ra
1. bakılıp seyredilen yer. 2. görünüş. 3. pencere. m a n z a râ n i
( ﻣﻨﻈﺮاﻧﻰa.s.) : gösterişli, güzel
le n m i ؟y ıla n .
m u ş v e u y u ş m u ş y ıla n .
ma'râ ( ﻫﻌﺮىa.i.) : v ü c û d u n ؟o k z a m a n ؟ip la k o la n ye ri.
mârân ( ﻣﺎراتf.i. m â r'ın c.) : y ıla n la r . Şâh-I mârân : y ıla n la r ın p â d iş â h ı; e jd erh â, maraz ( ﻣﺮضa.i.c. : em râz) : h a s ta lık ; mec. d e rt, b elâ , d a y a n ılm a s ı g ü ؟d u ru m ,
maraz-ı asabi : p s ik . n e v ro z , maraz-ı beledi : hek. sü reg elen s a lg m h a sta ilk .
[adam], (bkz: manzari).
maraz-i dil : k a lp r a h a ts ız lığ ı,
( ﻣﻐﻈﺮىa.s.): gösterişli, giizel [adam], (bkz: manzarâni).
maraz-ı hadd : hek. h ız lı s e y re d e n h a s ta lık , maraz-ı İndifâî : hek. siv ilc e , ç ıb a n g ib i cilt-
m a n z a ri
m a n zû d
( ﻣﻐﻀﻮدa.s.) : 1. üstiiste istif edilmiş.
2. i. sik bitmiş ağa ؟.
ﺑ ﻮم
(a.s. nazm'dan) : 1. nazmoİunmuş, tanzim edilmiş, dizilmiş, düzenİenmiş, sıralanmış. D ü r r -i m a n z û m : dizi incisi. 2. ed. vezinli, kafiyeli söz.
m a n zû m
m a n zû m â t
( ﻣﻔﻈﻮﻣﺎتa.i. manzûme'nin c.):
manzûmeler.
( ﺑﻮﻣﻪa.i.c.: manzûmât) : 1. sira, dizi, takım; sistem. m a n z û m e -i d ü v eliyye : birleşmiş milletlerin oluşturduğu bir bütün, m a n z û m e -i e le k trik iy y e : fiz. pil. m a n z û m e -i Ş ü r e k â : astr. (bkz: Siireyyâ). m a n z û m e -i ş e m s iy y e : astr. Güneş ile ona tâbî olan seyyâreler. (Güneş sistemi). 2. vezinli, kafiyeli söz, Şİİ1٠.
m a n zû m e
( ﻣﻨﻈﻮرa.s. nazar'dan) : 1. nazar olunan, bakılan, bakılmış, görünen, görülmüş. 2. gözde olan, beğenilen, m a n z û r-ı â lile ri o l m a k : dikkat nazarini ؟ekmek.
m an zûr
m a n z û re
( ﻣﻨﻈﻮرهa.s.): 1. noksan, kusûru olan,
ayıplanacak kadın. 2. i. âfet, belâ, m âr
( ﻣﺎرf.i.c.: m ârân): yılan, (bkz : hayye).
(iki dilli y ılan ): m ec. iki yüzlü, münafık [kimse].
m â r -i d ü -zeb â n
670
te ؟ik a r a k , p a tla y a n h a s ta lık ,
maraz-ı kalb : hek. 1) k a lb h a s ta lığ ı; 2) mec. elem , ız tıra p , acı.
maraz-i mevt : hek. ö lü m h a s ta lığ ı, ö lü m k o r k u s u h a s ta lığ ı, [erk eği e v in d ış ın d a v e k a d ın ı e v in İçin d e İş g ö rm e k te n m e n e d e n ve b a ş la d ığ ı tâ rih te n itib â r e n en az b ir y ıl İçin d e ö lü m le n e tice le n e n h a s ta lık ],
maraz-i miihlik-i müstevli : hek. b ü y ü k ؟ap d a h a y v a n ö lü m ü n e seb ep o la n s a lg ın
fr. épidémique mortelle, maraz-i müstekarr : hek. u z u n s ü ren s a lg ın h a s ta lık , k ir a n , h a s ta lık .
maraz-ı müstevli : hek. İstilâ ed en h a s ta lık , s a lg ın h a s ta lık , fr. maladie épidémique, maraz-i müzmin : hek. m ü z m in , sü reg en , sü rü n c e m e d e b ır a k a n h a s ta lık ,
maraz-ı rûhî : psik. r u h h a s ta lığ ı, fr. psychopathie. maraz-i sâkıt : hek. sar'a. maraz-ı sâri : hek. sirâ y e t ed ic i, g e çici, b u la Şicı h a s ta lık , fr. maladie contagieuse, ma'raz, ma'rız ﻣﻌﺮض، ( ﻣﻌﺮضa.i. a rz 'd a n c. : m a â rız ) : 1 . b ir ş e y in g ö l'ü n d ü ğ ü , ؟ık t ığ ı yer.
2. b ir ş e y in a rz o lu n d u g u , b ild ir ild iğ i yer. 3. serg i, fr. exposition, (b k z : m eşh er), marazi ( ﻣﺮ ضa.s. m a ra z 'd a n ) : h a s ta lığ a âit, h a s ta lık la ilg ili; h a s ta lık lı.
Mârût maraziyyât ( ﻫ ﺮ ﺻ ﺎ تa.i.c.) : h a s t a lık la r ilm i, fr. pathologie.
m a 'rife t-p e rv e rî
maraziyyûn ( ﻫﺮﺻﻮنa.i.c.) : hek. p a to lo ji u z-
m a 'rife tu llâ h
( ﻣﻌﺮﻓﺖ اﻟﺪa.it.) : tas. Allah'ı an-
lama.
m a n ia n .
ma'rec ﺑ ﺮ ج٠ (a.i.c. : m a â ric ) : ç ık a c a k yer, m erd ive n .
ma'ref ﻫ ﻌ ﺮ ى.(a.i.) : y ü z ü n , d â im â a ç ık g ö rü n e n y e ri.
mâr-efsâ ( ﻣﺎ را ﻓﺎf.b.s.) : y ıla n e fsu n c u su , y ıla n tu ta n ; y ıla n so k m u ş k im s e y i te d â v î eden ,
ma'rek ﻋ ﺮ ك٠ (a.i.c. : m a â rik ). (b k z : m a'reke). ma'reke ( ﻫ ﻌ ﺮ ﻛ ﻪa.i.c. : m a â rik ) : sa v a ş m e y d a n ı, mâr-gîr ;
( ﺑﺮور ى ﻣﻌﺮﻓﺖa.f.b.i.): mârifetperverlik, mârifetlilik, hünerlilik.
( ى رf.b.s.) : y ıla n tu ta n , y ıla n tu tu -
( ﻫﺎ رﺗ ﻦf.b.i.): hastahâne. ["bîmârİstân" dan bozmadır].
m â r-istâ n
( ﻫﺎرﻳﻪa.h.i.): Çem'ûn admda birinin kızı olup hicretin 7. yılında kız kardeŞİ Şîrîn ile birlikte, Mukavkıs tarafından Hz. Muhammed'e hediye edilen kipti bir câriye.
M â riy e
(a.s. maraz'dan c . : merzâ): marazlı, hasta, hastalıklı, sayrı.
m a r iz رﻳﺾ٠ه
m a rîz -â n e
ﺋﻼ٠ ﺮ (ﻫa.f.zf.): marizcesine; has-
talıklı. mâr-hâr ر١( ﺋ ﺮ ضf.b.s.) : y ıla n yiy e n ,
m a rp îç
mârın, mârına ﻣﺎرﻧﻪ، ( ﻣﺎرنa.s.) : 1. ç e k iç le d ö -
m â rr
v ü le r e k a ç ılm a y a m ü sta it o lan . 2. i. tü rlü tü rlü re n k le rd e o la n b ir to p ra k . k ire ç ta ş ı,
3. i. jeol.
mâric ( و جf.s.) : 1. d u m a n sız ateş, alev. 2. du -
m â rre
( ﻣﺎرهa.i.) :
fık.
herkesin gittiği yoldan
gidenler. (a.s.c.): geçenler, : gelip geçenler, gelen gi-
den.
ma'rife ( ﻣﻌﺮﻓﻪa.i.c. : m a â r if) : gr. m â n â ve o la n
sOz,
A ı'a p ç a
h a r f i ta 'rifi (el-) a n la ta n k e lim e, [b ah ç en in k a p ısı gib i. "B a h ç e k'apısı" o lu rsa
nelere
dir].
ma'rifet ( ﻣﻌﺮﻓﺖa.i.c. : m a â r if) : 1. h e rk e sin y a p a m a d ığ ı u s ta lık ; h er
şeyd e
g ö rü lm e -
y e n h u sû siy e t, u s t a lık la y a p ılm ış o la n şey. (b k z : h ü n er, san'at). 2 . b ilm e , b iliş. 3. h o ş a g itm e y e n hareleet. 4 . v â s ıta , aı'acı, ik in c i el.
ma'rifet-nazari^esi : fels. b ilg i n a z a riy e s i, * k u ra m ı, fr. épistémologie.
ﻣﻌﺮﺳﺎﻣﻪ
: zikri (yukarıda) geçmiş olan.
m â r r în ve â b irîn
mârid ( و دa.s.) : in a tç ı, b e lir tilm iş
beyânı (yukarıda) geçmiş
olan.
m â r r în ﻣﺎرﻳﻦ
in a n s ız b a ru t,
Ma'rifet-nâme
( وa.s. mürûr'dan): mürûr eden, geçen,
m â r ü 'l-b e y â n : m â r r ü 'z -z ik r
fr. marne.
mârız ( ﻣﺎرضa.s.) : h a sta , sa y rı, (b k z : m a riz ),
m e fh û m u
( ﻣﺎرﻳﺞf.i.): marpu ؟.
(a.f.b.i.) :
ib r â h im
H a k k i b e y in d îv â n k ü ltü r ü n e âit h a z ır la d ığ ı m e ş h u r eseı'i.
( ﻫﻌﺮوﻓﺎتa.i.c.) : 1. bilinen şeyler. 2. şerîatçe (kanunca) yapılması istenilen şeyler.
m a 'rû fâ t
( ﻣﻌﺮوﻓﺘﺖa.i.): ma'rufluk, meşhurluk, tanınmışlık, ünlülük.
m a 'rû fiy y e t
m a 'rû r
( ﻫﻌﺮورa.s.) : uyuz.
( ﻣﻌﺮوشa.i.): üstü çardak ve kameriye şeklinde yapılmış binâ.
m a 'rû ş
ma'rifet-perver ( ﻣﻌﺮﻓﺖ رورa.f.b.s.) : m â rife tli, hü n eı'li.
ma'rifet-perver-âne و ر ا ﻻ
( ﻫﻌﺮوفa.s. İrfân'dan) : 1. herkesçe bilinen, tanınmış, belli. 2. meşhur, ünlü. K avl-İ m a 'r û f: meşhur, ünlü söz. 3. şerîatın emrettigi, uygun gördüğü. E m r i b i'l-m a 'r û f n eh yi a n i' 1-m ü n k e r : şerîatın emirlerini ve yasaklarım halka bildirme, m a 'rû f-i c ih â n : cihâmn bildiği, dünyâca taninan.
m a 'r û f
( ﻫﺎروتa.h.i.): arkadaşı "Hârût" ile meşhur olan bir melek olup büyü ile uğraştıklaı'ından dolayı kıyâınete kadar kalmak
M â rû t
ﻫﻌﺮﻓﺖ
(a.f.zf.) :
m â l'ife tli, h ü n e rli o la n a y a k ış a c a k sû rette.
w١
ü ze re
B â b il'd e
kuyu
iç erisin d e
h a p se d il-
m işle rd ir. ( b k z : H â rû t). m a 'r û z ,
m a 'r û z e
؟e y in
ﻣﻌﺮوﺿﻪ، ﻣﻌﺮوض
k a rşısın d a ,
s e r ilm i ؟,
m u5
( a .i . c .:
te'sîr
a ltın d a
y a y ılm ış .
b u lu n a n .
4 . v e r ilm i ؟,
su n u l-
. ؟. s ö y le n ilm i ؟, a n la tılm ış, d e n ilm i ؟.
E l - m a 'r û z :
akran dan
ﻫﻌﺺ
ak ran a
m a 's -ı a d a l i : a d a le y e (.k a s a )
cek o lan ؟ey. E v r â k - 1 m â 'r û z a : su n u la n
san cı,
m â -sa b a k
ا ﺳ ﻖ٠
( a .s .) : g e çm iş ؟ey, ge çm iş.
H ik â y e -İ m â - s a b a k : g e çm işi h ik â y e etm ek, ( b k z : s e r -g ü z e ؟t).
ﻣﺼﻌﺪ
m a s 'a d
( a .i.c .: m a s â i d ) : 1. su u d y e ri, y u -
k a r i ç ık a c a k yer. 2 . m e rd iv e n . 3 . m e c . *a ؟am a . ( b k z : rütbe).
m a g a n la r. m a 'r û z - ı b e n d e g â n e m d i r : b ü y ü k b ir m a k a m a y a z ıla n d ile k ç e le rin b a ş ın a k o n u rd u ; b e n k u lu n u z u n d ile ğ id ir.
m asâd
د
( a .i.) : 1. d a ğ y a m a c ın ın y ü k s e k b ir
k ısm ı. 2 . y ü k s e k v e s a rp k ıy ı, m â -sa d a k
m a 'r û z - ı b e n d e - i d i r i n e l e r i d i r : u le m â n ın d ışın d a b u lu n a n la r t a r a fın d a n ؟e y h is lâ m a
m a 'r û z - ı b e n d e le r id ir ؛u le m â n ın
d ış ın d a
b u lu n a n la r ta ra fın d a n ؟e y h is lâ m lık ta b u lu n m u ؟o la n la ra h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk ap
o la r a k k u lla n ıla n b ir tâbir,
[ulem â t a ra fın d a n b u n u n y e rin e ''m a 'rû z -ı
ge ri o lm a y a n b e n k u lu n u z u n d ile d iğ id ir. m a 'r û z - ı d â î- i d ir in e l e r i d ir : u le m â t a r a fın d a n ؟e y h is lâ m a h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk ap o la r a k k u lla n ılır b ir tâ b ir olu p “ b e n esk i [sâd ık, y a k m ] d u â c ın ız ın d ile ğ id ir ” a n la m ın d a d ır. m a 'r û z - ı d â î - i k e m in e le r id ir : u le m â t a r a fın d a n s a d râ z a m a h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk a p o la r a k k u lla n ıla n b ir tâ b ir olu p “ d e ğ e rsiz d u â c ın ız ın d ile ğ id ir ” a n la m ın d a dır. m a 'r û z - ı d â iy â ıı e m d ir : b e n d u â c ın ız ın d ile -
ﻣﺼﺎدر
(a.i. m a s d a r 'ın c . ) : g r . m a s d a r -
lar, isim -fiille r.
ﻣﻤ ﻒ
m a sa ff
- ( a .i.c .: m a s â f f ) : a sk . saf, ta b u -
r u n to p la n d ığ ı yer. (a.i. m a s a f f ı n c . ) : h a rb , s a v a ؟.
ﻣ ﻬﺎ ى
m a sâ ff
(b k z : cen g , cid a l, p ü r h â ) ؟.
d â ile rid ir " d en ilird i]. m a 'r û z - ı ç â k e r - i k e m in e le r id ir : h iç b ir d e-
( a .b .i.): ta sd ik ed ilen , o lu -
a le y h : s a d ık o la n ؟e y ü z e rin e ” d e m e k tir], m a s â d ır
r a k k u lla n ıla n b ir tâbir.
ﻣﺎ ﺻﺪق
n a n h u su s, u y g u n , tıp k ı, f a s l ı : “ m â - s a d a k a
h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i e lk ap o la -
m a s â h if
ﻣ ﻤﺎ ﺣﻒ
-(a.i. m u s h a fı n c . ) : m u s h a f
lar. ( b k z : m e s â h if).
ﻣﻤﺎ ش
m a s â if
(a.i. m a s i f i n c . ) : sa y fiye le r, y a z -
İıklar, y a z m o tu r a c a k yerler, m asâk
ﻣﻤﺎق
m a s â le
( ﻣﺼﺎ ﻟﻪa .i.) : sızın tı,
m asân
ﻣﻬﺎن
m a s â n i'
( a .i.) : d a rlık ,
( a .i.) : e ؟y a s a k la n a c a k y er.
اذى٠( ﻣﻤﺢa.i.
m a sn a 'ln c . ) : su m a h z e n le -
ri, sa rn ıçla r. m a 's a r
( ﻣﻌﺼﺮa.i.).
m a 's a r a
ﻣﻌﺼﺮه
(b k z : m a'sara).
( a .i .c .: m a â s ı r ) : ü z ü m , -su sam
v e s â ire y i sık a c a k yer.
ğ im d ir.
ﻣﻌﺮوﺿﺎت
(a.i. m a 'rû z 'u n c . ) : ı . k ü -
ç ü k te n b ü y ü ğ e b ild irile n , s u n u la n şeyler. 2 . C e v d e t P a şa 'n ın 18 3 9 -18 7 6 y ılla r ı a ra s m d a m e y d a n a gelen ta rih i v e siy a si o la y la rı k o n u e d in e n ü n lü eseri, m arzi
g ire n
k ra m p .
y a y ıla b ile -
k â ğ ıtla r. H e d â y â - y i m â 'r û z a : su n u la n ar-
m a 'r û z â t
( a .i.) : h e k . a d a le n in tu tu lm a sı, b u -
zü lm esi, fr. c r a m p e .
m a 'r û z â t ) : 1. a r z o lu n m u ؟, a rz o lu n a n . 2 . b ir 3.
m a 's
ﻫﺮﺿﻰ
m a s â r i'
ﻣﻌﺎ ر ع
(a.i. m ısra 'ın c.) : 1. m ısra 'la r.
2 . (a.i. m a sra 'm c . ) : g ü r e ؟m e y d a n la rı, m a s â r if
ﻣ ﻌﺎ ر و
(a.i. m a s r a f ı n c . ) : h a r c a n a n
p a ra la r, h a rc a m a la r, giderler, m a s â r if - i d â im e : d e v a m lı giderler,
(a.i. r ı z â 'd a n ) : r ız â g ö ste rilm iş,
m a s â r if - i g a y r - i m e lh û z a : ek o. ne gib i İşler
( b k z : p esen d id e,
d o la yısıy la , n erelere ö d e n e c e ğ i ö n c e d e n b i-
rız â -d â d e ). G a y r - i m a r z i ^ e , N â - m a r z î :
lin e m e ye n v e z o r u n lu lu k g ö r ü ld ü k ç e ö d e -
h o ؟a g itm e m i ؟, b e ğ e n ilm e m i ؟.
n ilm e si z a r û r î o la n m a s ra fla r, fr. im p r C v u .
b e ğ e n ilm iş ;
672
h o şn u tlu k ,
masîf masârif-i melhûza : eko. ne gibi yerlere, ne gibi İ?ler kar?ılıgı ödeneceği önceden bilinen, dü?ünülebüen masraflar, m asârif-i muvakkate : geçici giderler, m asârif-i müteferrika : ؟eşitli giderler, m asârif-i seneviyye : yıllık giderler, masârif-i ?ehriyye : aylık giderler, masârif-i u m û m ic e : umûmî masraflar, giderler. m asârif-i zâide : gereksiz, fazla giderler, m asârif-i zâtiyye : ?ahsi giderler, m asârif ﻣﺼﺎرﻳﻒ-(a.i. masrûfun c .): sarfolunanlar, harcananlar. m asârifât ( ﻣﺼﺎرﻓﺎتa.i. m asârifin c .): harcanan paralar, giderler. masârin ( ﻣﺼﺎرﻳﻦa.i.c.) : bağırsaklar, (bkz: em'â). masâtıb ( ﻣﺼﺎﻃﺐa.i. mastaba ve mıstaba'nm c.) : 1. peykeler, sedirler, sekiler. 2. meyhâne peykeleri. masbah ( ﻣﺼﺄحa.i.c.: masâbih): doğacak yer؛ dogacak zaman. masbû' ( ﻫﻤﺒﻮ عa.s.): kendini begenmi?, kibirli. masbUg ( ﻫ ﺼﻮغa.s. sibg'dan. c.: masâbig): boyanmı?, boyalı, (bkz : mülevven). masbûret ( ﻣﺼﺒﻮرةa.i.c.: masâbir): huk. kendisine yemin dü?en kimsenin hapsine sebebolan yemin. masda ' ( ﻣ ﺼﺪعa.i.): ta?lık yerlerden geçen düz yol.
na iki üstünlü yuvarlak t ( ) ةgetirilen ?ekli: kitbeten... gibi. masdar-ı m îm î: a. gr. ba?mda m harfi bulunan mastar, [meselâ : ketb = yazmak, mikteb yazmak mimi mastar ?ekli], masdari, masdariyye ﻣﺼﺪرﻳﻪ، ( ﻣﺼﺪرىa.s.): masdarla ilgili, masdara âit, masdarlık. m asdariyye ( ﻣﺼﺪرﻳﻪa.i.): Tanzimat'tan önce ?arap ve şâire gibi usâre maddelerinden alinan vergi. m a sd a ri^ et ( ﻣﺼﺪارﻳﺖa.i.): mastarm anlattıgı olu? mânâsı. Edât-1 m asdariyyet: gr. sıfatların sonuna gelen : yyet edâtı: insânî = İnsâni + yyet... gibi. masdû' ( ﻣﺼﺪوعa.s.): ba? ağrısına tutulmu? olan. masduk ( ﻣﺼﺪوقa.s.). (bkz : mısdak), masdûka ( ﻣﻌﺪوﻗﻪa.s.): ["masdûk" un müennesi], (bkz : masduk). masdûka ( ﻣﻌﺪوﻗﻪa.i.c.: masdûkat): dogru söz, gerçek [lâkırdı]. masdûm ( ﻣﺼﺪومa.s.): kendisine vurulmu?, ؟arpılmı?. masdûr ( ﻣﺼﺪورa.s.): 1. yollanmı?, gönderilmi? olan. i . göğsünde ağrısı olan, mâ-sebak ( ﻣﺎ ﺳﺒﻖa.s.): sebkat eden, geçen, geçmi?. mâ-selef ﻒ
ﺋ-(a.s.): geçmi?, evvelki,
ma’sere, ma'seret ﻋﺴﺮت٠ ، ( ﻣﻌﺴﺮهa.i.): güçlük, zorluk.
masfûf, masfûfe ﻣﺼﻔﻮﻓﻪ، ( ﻣﺼﻔﻮفa.s.): s a f İanmı?, safbaglamı?, Sira ile dizilmi?. masdar ( ﻣ ﻌ ﺪ رa.i. sudûr'dan. c . : masâdır): 1. bir ?eyin sudûr ettigi, çıktığı yer, kaynak, mashara ( ﻣﺴﺨﺮهa.s.): 1. maskara, soytarı, temel. 2. gr. fiillerin ?ahıs ve zaman gösmashara-i a le m : âlemin maskarası, retermeyen, fakat müspet (Olumlu) ve menfi zil, kepâze. 2. gülünç, komik. 3. eglenme, (Olumsuz) halleri bulunabilen ismi ?ekli, zevklenme. isim fiil: “gelmek, gelmemek, gelmeklik, mashûb ( ﻣﺼﺤﻮبa.s.c.: mesâhib): berâber gelme, geli?...” gibi. alınmı?, birlikte götürülmü?, kucaklanmı?. masdar-ı binâ'-i merre : a. gr. Arapça masmashûben ( ﻣﺼﺤﻮﺑﺄa.zf.): birlikte oldugu haltarlarm sülâsilerinde birinci harfi fetha de, berâberce. (bkz : maan). (üstün) okunan ve sonuna iki üstünlü yumâsî ( ﻣﺎﺳﻰf.s.): korkusuz, pervâsız. varlakt ( ) ؛getirilen ?ekli: ketbeten... gibi, masdar-j binâ'-i n e v i': a. g r .: Arapça mastarlarda birinci harfi kesreli okunan, sonu-
m a s i f - -(a.i. sayf'dan c . : m asâif): sayfiye, yazlık, yazın oturulacak yer. 673
mâsîk ﻣﺎ ﻣ ﻚ
( a .s .) : 1 . y a p ış k a n . 2 . tu ta n , zap -
m a s lî, m a s liy y e ﻣ ﻌ ﻠ ﻴ ﻪ، ( ﻣ ﻌ ﻠ ﻰa .s .) : h e k . m a s l'a
m â s ik ü 'l - i n â n : a s tr. s e m â n ın k u z e y y a r im -
m a s lû b ( ﻣ ﺼ ﻠ ﻮ بa.s. s u lb 'd a n ) : sa lb o lu n m u ş)
m â s ik
ted en .
âit, se ro m la ilg ili.
k ü re s in d e b u lu n a n ؟o k p a r la k y ıld ız la r d a n m ü te ş e k k il b ir b u r ؟, [A u rig a].
m a s lû b e n ( ﻣ ﻌ ﻠ ﻮ ﺑ ﺄa .z f.) : sa lb e d ile re k , a s ılm ış
m a s ir ( ﻣ ﺼ ﻴ ﺮa.i. s a y rû re t'd e n c . : m a s â y i r ) : 1 . s u y u n a k t ığ ı yer. 2 . k a r a r g â h . 3 . s. s ü r ü p gid e n . m â - s iv â
ﻣﺎﻣﻮى
( a .i.) : 1 . b ir şe y d e n b a ş k a o la n
ş e y le rin h e p si; A lla h t a n m â a d a b ü tü n v a r İık la r. 2 . d ü n y â ile ilg ili o la n şeyler. T e rk -İ m â - s iv â :
dünyâdan
geçm ek,
A lla h 'd a n
ﻣﺴﻘﻂ، ﻣﺴﻘﻂ
(a.i. s ü k u t'd a n .
c . : m e s â k ıt ) : d ü şe c e k yer, d ü şü le n yer.
(“ k u " u z u n o k u n u r, a . i . ) : say-
( a .i.) : k a n in
ve yo ğ u rd u n
İ ؟in -
de b u lu n a n ta b ii su. A g ş iy e - İ m a s l i ^ e : v ü c û d u n , d im a g , ciger, k a lb v e b a ğ ır s a k la r g ib i m ü h im o r g a n la r ım ö rte n in c e , ş e ffa f m a s l- ı le b e n : y o ğ u r d u n y e ş ilim t ır a k su y u , m a s lii'd -d e m : h e k . s e ro m ; k a n in su lu k ıs m ı,
ﻣ ﻌﻠ ﺤ ﺖ
(a.i. s u lh 'd a n c . : m e s â l ih ) :
1 . İş, e m ir, h u s u s , m a d d e , k e y fiy e t. 2 . eh em m iy e tli İş. 3 . b a r ış , d ir lik d ü z e n lik , m a s la h a t - ı â m m e : k a m u n u n y a r a r ın a o la n , m a s la h a t - b in ﺑ ﻴ ﻦ
ﻣ ﻤﻠ ﺤ ﺖ
( a .f.b .s .) : İş gö ren ,
İş g ö r m e sin i b ile n .
ﻣ ﻌﻠ ﺤﺘ ﻜﻨﺎ ر
m a s la h a t - g ü z â r
( a .f.b .s .) : 1 . İş b iti-
re n , İş b ilir. 2 . i. el ؟i n â m ın a İşle ri tâ k ip le v a z ife li k im se . m a s la h a t - p e r d â z ﺑ ﺮ د ا ز
c . : m a sn û â ، ):
ﻣﺼﻨﻮﻋﺎت
m asn û ât
(a.s.
m a s n û 'n ıın
c.) :
m e şeyler.
ﻣﺼﺮع
( a .i.c .: m a s â r i ') : m ııs â r a a e d ile-
c e k y e r , g ü re ş m e y d a n ı,
ﻣﻤﺮ ف
m a sra f
(a.i.
s a r f dan
c . : m a s â rif):
1 . h a rc a n a n p a ra , g i d e r . 2 . h a r ؟, m a s r a f n â z ı r ı : a s k e r lik d â ire s in d e m u h â se b e reisi. m a s r if
ﻣﺼﺮف
-(a.i. s a r f d a n ) : s a r f h a rc a m a
ﻣ ﺼﻠﺤ ﺖ
( a .f.b .s .) : elin -
ﻣ ﻌﻠ ﺤ ﺖ ﺷﺎ س
( a .f.b .s .) : İş b ilen ,
İşd e n a n la y a n .
su.
( ﻣﺼﻼقa .i.) : 1 . d â im â a k a n su b o ru 2. SU y o lu ü z e r in d e b u lu n a n su lia z n e si.
3.
b ü y ü k y a la k .
m a s lâ k
m asrû '
ﻣﻌﺮ و ع
( a .s .) : saı٠'alı, sa r'a h a s ta lığ ın a
tu tu lm u ş. m a srû a n
ﻣﻌﺮوﻋﺄ
m a s r û f,
m a s r û fe
( a . z f ) : s a r'a lı o la r a k ,
ﻣﺼﺮوﻓﻪ
،
s a r f d a n ) : 1 . s a r f o lu n m u ş ,
ﻣﺼﺮوف
(a.s.
h a rc e d ilm iş .
N a k d - İ m a s r û f : h a r c a n a n p a ra . M e b â liğ - i m a s r û fe ,
M e s â î- i
h a rc a n a n
p a ra la r, m e sâile r.
m a s rû fe :
s a rfo lu n a n , 2 . ؟e v r ilm iş ,
d ö n d ü rü lm ü ş . m a s r û f i, m a s r û f iy y e t
ﻣﺼﺮوﻓﻴﺖ، ( ﻣﺼﺮوﻓﻰa .i.) :
m a s r u flu k , h a rc e d ilm iş lik .
d e n iy i İş gelen , e li işe y a tk ın , m a s la h a t - ş in â s
(a.s. s ıın 'd a n
san 'atle y a p ılm ış . 2 . sah te, d ü z m e , u y d u r-
m a h a lli.
(sayd am ) z a rlar.
m a s la h a t
1.
m asra'
k a l v u r u lm u ş , c ilâ la ıım ış . (b k z : m ü c ellâ).
ﻣﺼﻞ
ﻣ ﺼﻮع
m asn û '
y a r a tıla n la r.
m a s k a t i i 't - t â i r : k u ş u n k a n a d ı,
m asl
s a rn ıç , su m a h z e n i.
m a s n û â t - ı İ l â h î c e : İlâ h î k u v v e t t a r a fın d a n
m a s k a t - i re 's : in s a n in d o g d u g u yer.
ﻣﺼﻘﻮل
m a s n a ', m a s n a a ﻣ ﺴ ﻌ ﻪ، ( ﻣ ﻌ ﻎa .i.c .: m a s â n i ') :
1 . san 'atle y a p ılm ış şeyler. 2 . u y d u r m a , dü z-
itâ a tsiz lik ; is y a n , g ü n a h ,
m asku l
o ld u g u h a ld e , a s ılm a sû re tiy le , a s ıla r a k , m a s lû b iy y e t ( ﻣ ﺼ ﻠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖa .i.) : m a s lu b lu k .
m a, yapm a.
b a şk a h e rşe y le ilg is in i k e sm e k , m a 's iy e t ( ﻣ ﻌ ﺼﻴ ﺖa.i. siil. asâ. c . : m a â s î ) : â s îlik ,
m a s k a t , m a s lc ıt
a s ılm ış , a s ıla r a k ö ld ü rü lm ü ş ,
m ass ص
( a .i.) : e m m e , e m e re k ؟e k m e , s o g u r-
m a. m âss, m â ssa
ﻣﺎﺻﻪ، ( ﻣﺎصa .s .) : m a s se d ic i,
e m i-
ci. H a y v â n â t - ı m â s s a : p ire v e b e n z e ri g ib i h o r tu m u y la em en h a y v a n la r , m â s s - ı a d îm ü '1- c e n â h iy y e : z o o l. p ireler, m âst
ﻣﺎﺳﺖ
( f .i .) : y o g u rt.
maşrık m a stab a ,
m is t a b a
-
،
-
(a.i.c. :
m asâtib ) : 1 . p e y k e , se d ir, selci. 2 . m e y h â n e p e y k e si.
ﻣﺴﻄﺮ
m a star
(a.i.) : s a k ız ,
(a.i.) : [asil : m ıs ta r d ır], (b k z :
m ıstar). (a.s.) : d a m a r la rd a n ta ş m ış
[kan].
ﻣﺼﻮ ﺑﻪ
m asû b e
(a.s.) : İsâb et e tm i؟
[m u sib et,
fe lâk et, ked er]. m asû g
ﻣﺼﻮغ
(a.s.) : 1. lcaliba d ö k ü lm ü ş. 2 . dü z.
ﻣﻌﺼﻮم
(a.s. ism et'd en ) : 1. su ç su z , k a -
b a h a tsiz . 2 . i. k ü ç ü k ؟o c u k , (b k z : sabi), [m üen. ; m a'sû m e]. im â m iy e
t m â m - 1 m a 's û m : ı)
m e z h e b in d e
g ü n a h s ız
s a y ıla n
e h l-i b e y t m e n sû b ıı; 2) im â m - ı R a b b â n i'n in o ğlu . m a 's û m ü 'd -d e m : h u k . [eskiden] k ıs a s ı m ü s-
te lz im b ir c in â y e tte b u lu n m a m ı ؟o la n h erh a n g i b ir M ü s lim v e y â Z ım m î. m a 's û m -â n e
ﻫﻌﺼﻮﻣﺎﻧﻪ
(a.f.zf.) : m a 'su m c a sın a ,
m a 'sû m o la n a y a k ış a c a k sû rette. m a 's û m e
ﻣﻌﺼﻮﻣﻪ
(a.i.) : 1. g ü n a h s ız , su ç su z k a -
d m . 2 . k ü ç ü k k ız ؟o c u ğ u . 2 ٠ s. [m a'sû m 'u n m ü en .]. (b k z : m a 'sû m )؛.
ﻣﻌﺼﻮﺳﺖ
m a 's û m iy y e t
(a.i.) : m a 'su m lu k s u ؟-
su z lu k , k a b a h a tsiz lik , (b k z : ism et), m asû n
ﻣﻤﻮن
(a.s.
sa v n 'd a n ) : 1. ş a k la n m ış ,
(b k z : m a h fû z ). 2 . Siyân et o lu n m u ؟, lcoru n m u ؟, k o r u n a n . 3 . sâ lim , s a ğ la m ,
ﻣﻤﻮﺳ ﺖ
m a sû n iy y e t
(o.i.) :
1. m a h fu z lu k ,
e m in lik , s a ğ la m lık . 2 . lco ru n m a. 3. *d o k u n u lm a z lik . m a s û n iy y e t - i ؟a h s iy y e : hulc. k i ؟i d o k u n u l-
m a z lığ ı, fr. in v io la b il it é p e r s o n n e lle . m a sû n iy y e t-i
t e ş r iiy y e :
m e b 'u s lu k
doku-
n ıılm a z lıg ı. m a 's û r
ﻫﻌﺴﻮر
(a.s. u sret'd e n c. : m a'sû rât) : zor,
ﻫﻌﺼﻮر
(a.s.) : s ık ılm ış , s u y u v e y â y a ğ ı
gü ؟. m a 's û r
mâ ( ﻫﺎش ؟f.i.) : börülceye benzeyen fasulyenin iki türü.
( ﻣﺎﺷﺎﺀاﻟﻦa.n.): 1. Allah'ın istediği gibi. 2. Allah nazardan saklasın, ne güzel. 3. nazar değmemesi İ ؟in ؟ocukların üzerlerine iliştirilen ve üstünde bu söz bulunan altm veyâ başka şeyden yapılmış nazarlık. 4. hayret ve memnunluk anlatır.
m â ؟e
3 . ö rn e ğ e u y g u n . m a 's û m
( ﻣﺼﻮاتa.s.): ؟ok bağıran.
m â - ؟âa lla h
ﻣﻌ ﻄ ﻮ ب
m astû b
gü ؟İşler. m asvât
ﻫﺼﻄﻜﻰ
m astak l
ﺳ ﻮ وا ت٠ (a.i. ma'sûr'un c .) : zor olan,
m a'sûrât
٠( ﻣﺎشf.i.): maşa.
( ﻫﻌﺸﺮa.i. İşret'den c . : m aâşir): cemaat, topluluk, birlikte yaşayan cemâat.
ma'çer
ma'şerî
m a'şeriyyet
m â s û r ( ﻫﺎﺳﻮرf.s.) : b ir b irin e k a t lim i ؟
(b k z : m ü m tezic).
[ ؟ey],
( ﻣﻌﺸﺮﻳﺖa.i.): ortaklaşma, fr.
collectivite. (bkz : mecmûiyyet).
( ﻫﻤﺜﺮﺷﺎ سa.f.b.i.): sosy. *toplumbilim bilgini, sosyolog, fr. sociologue.
ma' ؟er- ؟inâs
ئ (a.i.) : kadınlara tuvalet yapan kadın, (bkz: meşşâta).
m âşıta
m âşîj m â ş i^ e ﻫﺎﺷﻪ،
( ﻫﺎﺷﻰa.s. meşy'den c . : mü ؟ ؟ât): yürüyen, yürüyücü. m â ؟î-ale'l-esâb i' : zool. parmaklarının u ؟İarı üzerinde yürüyen ve et yiyen sınıfına dâhil olan hayvanlar [köpek, sırtlan... gibi]. m â ؟î-a le 'l-k e ff : zool. ayaklarının tabanına basan ve et yiyen sınıfına dâhil olan hayvanlar [ayı., gibi]. ( ﻷa.i.c.: m evâşî): deve, koyun, ke ؟i gibi hayvan.
mâşiye ب
( ﻫﺎﺳﺄa.zf.): yürüyerek, yaya olaralc. (bkz: meşyen).
mâşiyen
( ﻫﺸﻌﻮقa.s. ؟akk'dan): ؟akkedilmi ؟, yarılmış; yarık. m aşk û k ü 'r-ricl : zool. *yankayaklılar.
m aşkûk
m aşrık
a lın m ış ؟ey.
( ﻫﻌﺸﺮىa.s.): topluluğun olan, ortak-
İaşa.
ﺷﺮق٠ (a.i. ؟ark'dan. c . : meşârık) :
Güneş'in hâver).
doğduğu
taraf,
doğu,
(bkz;
m aşrıkî ( ﻧ ﺪ ﻓ ﻲa.s.): 1. şark'a, dogu'ya mensup, ؟ark ile, doğu ile ilgili. 2. ؟ark tarafı. 675
ma'şûk ma'şûk ( ﻫﻤﺜﻮقa.s. ışk'dan) : 1. sevilen, sevilmiş [erkek]. 2. i. erkek adi. 3. müz. adi Şerh-i Mevlâna Mübârek Çah'da geçen makam. ma’şûka ( ﻣﻌﺸﻮﻗﻪa.s. ışk'dan): sevilen, sevilmiş [kadın, kız]. ma'şûkıyyet ( ﻣﻌﺸﻮﻗﻴﺖa.i.): ma'şııkluk, sevilme hâli, sevilmiş kimsenin hâli, mâşûre ٠( ﻫﺎﺿﺮf.i.): 1. masura. 2. lüle, emzik; oluk. ma'şûş ( ﻣﻌﻔﻮ شa.s.): zayıf, arık [adam], (bkz : İâgar). mât ا ت٠ (f.i.): satran ؟oyununda yenilme, matâbi' ( ﻫﻄﺎﺑﻊa.i. matbaa'nın c .): *basımevleri. matâbih ( ﻣﻄﺎ؛خa.i. matbah'm c.). (bkz: metâbih).
m atâlil ( ﻣﻄﺎ ﻳ ﻞa.s. m a tlû l'ü n c.) : y a ş , ıs la k [nesneler].
ﻣﻄﻌﻢ
m at'am 1.
m atâm ih m atâm ir
m at'an
ﻣﻄﻌﻦ
m atar
ﻣﻄﺮ
matâîn ( ﻷ سa.i. mıt'ân'ın c .): mızrakla yaralamakta mâhir olan, m a t â l i ' ( a . i . matla'm c.). (bkz : metâli'). matâlib ﻫﻄﺎﻟﺐ metâlib). 676
(a.i.
matlab'ın
c.).
(bkz:
(a.i.c. : m a tâ in ) : ta'n e d ile c e k , SÖ-
(a.i.c. : em târ) : y a g m u r.
ﻣﻄﺮه
m atara
(b k z :
(a.i.) : y o lc u lu k ta b o y u n a v e y â
b ele a s ılı o la r a k ta ş ın a n , e k s e riy â .ü zeri ab a k a p lı s u k a b ı.
matâre
( ﻣﻄﺎرهa.i.)
m atârih
matâin ( ﻫﻄﺎﺀنa.i. mat'an'ın c .): ta'n edilecek, sövülecek yerler.
(a.i. m a tm û re 'n in c.) : 1. to p ra -
b â râ n , gays).
matâhir ( ﻫﻈﺺa.i. mathare'nin c .): 1. İçinde yikamp tahâret olunacak yerler, gusiilhâneler. 2. mataralar, su kaplan,
matâin ( ﻫﻄﺎﺋﻦa.i. matin'in c.) : balçıkla Sivanmış [yerler].
ﻣﺔر،ﻣﻂ
v ü le c e k y e r .
m atârid
matâîm ( ﻣﻄﺎﻋﻴﻢa.s. mıt'âm'ın c .): 1. başkalarım beslemeler. 2. doymakbilmezler, oburlar,
(a.i. m a tm a h 'in c.) : gö z d ik i-
k a lti yerler. 2 . m e z a rla r,
m atâf ﻣﻄﺎف.(a.i. tavâfdan c . : matâif) : tavâf edilecek, etrâfı dolaşıp ziyâret edilecek yer.
matâim ( ﻣﻄﺎﻋﻢa.i. mat'am'ın c.) : taâm edilecek, yemek yenilecek yerler, yemek odaları,
ﻣﻄﺎ ﻣﺢ
len , gö z k o n u la n şeyler.
m atân k
m atâif ط ﺀ ف.(a.i. tavaftan, matâf'ın c .): tavâf edilecek, etrâfı dolaşıp ziyâret edilecek yerler.
c. : m a tâ im ) :
m e k o d a sı. 2 . y e n ile c e k y e m e k ,
matâbih ( ﻣﻄﺎ د خa.i. tabh'dan. matbûh'un c .): tabholunmuş, pişirilmiş şeyler,
mâ-taht ( ﻣﺎﺗﺤﺖa.s.): alt, altta, altta bulunan nesne.
(a.i. ta a m 'd a n .
ta â m ed ilec ek , y e m e k y e n ile c e k yer, ye-
ﻣﻄﺎرق
: k ış ı ؟o k o la n yer.
(a.i. m it r a k v e m itr a k a 'n ın c.) :
d e m ir c i ؟e k içle ri.
ﻣﻄﺎره
(a.i. m itr e d 'in c.) : m ız r a k la r ,
z ıp k ın la r.
ﻣﻄﺎرح
(a.i. m a tra h 'in c.) : 1. ta rh e d ile -
cek yerler. 2. b ir şe y a tıla n yerler,
m atariyyet ﻣﻄﺮﻳﺖ pluviosité. m atâvî ٤ ﻃ ﻮ ﺗ ﻢ
(a.i.) : y a ğ m u r lu lu k ,
fr.
(a.i. m a tv â , m a tv i'n in c.) : dü-
r ü lm ü ş , b ü k ü lm ü ş ş e y le r ؛k ıv r ım la r ,
matâyâ' ﻳﺎ١( ﻣﻌﻞa.i. m a tiy y e 'n in c.) : b in e k h ayv a n la n . (b k z : devâb b).
matbaa
ﻋﻪ٠ﻣﻂ
(a.i. ta b 'd a n . c. : m atâb ı') : m at-
b a a la r, * b a sim e v le ri.
m atbaa-i âmire : d e v let m a tb a a sı, matbah
ﻣﻄﺒﺦ
(a.i. ta b h 'd a n . c. : m a tâ b ih ) :
m u tfa k , (b k z : tâb -h ân e).
m atbah-ı âm ire ; s a r a y m u tfa g i. m atbah-i hass : tar. s a ra y d a , p â d iş â h yem e k le rin in p iş ir ild iğ i b ö lü m ,
m atbah-ı şerif : ı) M e v le v i te k k e le rin d e y e m e k p iş irile n y e r; 2) M e v le v i te k k e le rin d e d e r v iş in ilk te rb iy e y e ri,
matbû'
ﻣﻄﺒﻮع
(a.s.) : 1. ta b 'o lu n m u ş , b a s ılm ış
[k itap , gazete]. 2 . h o ş, lâ tif, m a k b u l, g ü zel.
Suhen-i matbû' : h o ş, g ü z e l söz.
matla’
( ﻣﻄﺒﻮﻋﻪa.i. tab'dan) : 1 . gazete, kitap, dergi gibi basımevinde basılarak hazırlanmış şeyler, basma.
m a tb û a
m a tb û â t
( ﻣﻄﺒﻮﻋﺎتo.i. matbû'un c.) : basılmış
şeyler; kitaplar; [en çok] gazeteler. C e m 'i y y e t i :
Türk
m a tb û â t m iid ir iy y e t-i u m û m iy y e s i:
basm
M a tb û â t-ı
O s m â n i^ e
Basm Birligi. yaym umum müdürlüğü.
( ﻣﺎﺗﻢ ﻛ ﺪ هa.f.b.s.) : mâtem, yas evi. (bkz : beytü'l-hazen, mâtem-serâ).
m â te m -k e d e
m â te m -k ü n â n
( ﻣﺎﺗﻤﺰارf.b.i.) : mâtem yeri, mâtem tutulan yer. (bkz : mâtem-gâh).
m â te m -z â r
( ﻣﺎﺗﻤﺰدهa.f.b.s.): mâtem'e, yasa tutulmuş, mâtemli, yaslı,
( ﻣﻄﺒﻮخa.s. tabh'dan c. : matâbî'h): tabholunmuş, pişirilmiş. T a â m -1 m a t b û h : pişmiş yemek. 2 . kaynatılmış, haşlanmış [İlaç].
m a tfâ
1.
( ﻣﻄﻮﺧﺎ تa.i. matbûh'ıın c .): 1. pişirilmiş yemekler. 2. kaynatılmış İlâçlar,
m a tb û h â t
( ﻣﺎﻷﺧﺮa.b.zf.) : sonradan meyda-
m â -te a h h a r
na gelen. (bkz: mâzî). 2. geçen şey. (bkz: sâbık). 3. önceleri.
( ﻣﺎﺗﻢa.i.) :
hüzün, keder ve musibet zamânmdaki ağlayış, yas; yaslı, kederli bulunma. (bkz : şîven). 2. Muharrem ayının ilk on gününde Hz. imâm-ı Hüseyin İçin yas tutarak mersiyeler okuma âdeti, 1.
( ﻣﺎﺗﻤﺪارa.f.b.s.): mâtemli, yaslı,
m â te m -d â r
acılı.
( ﻣﺎﺗﻢ اﻓﺰاf.b.s.). (bkz: mâtem-
m â te m -e fz â
fezâ).
( ﻣﺎﺗﻢ اﻧ ﻜ ﺰa.f.b.s.): mâtem koparan, mâtemi, yası gerektiren,
m â te m -e n g iz
( ﻣﺎﺗﻢ ﻓﺰاa.f.b.s.): mâtemi, yası ar-
m â te m -fe z â
tiran.
( ﻣﻄﻔﻮa.s.c.: mafûât) : 1. İtfâ edilmiş, söndürülmüş. 2 ٠sandıktan ödenen para hesabi.
m a tfû
( ﺑ ﺂ تa.i. matfû'nun c .): sandıktan ödenen paralar hesabi.
m a tfU â t
( ﻣﻄﻬﺮهa.i.c.: matâhir): 1. İçinde yikamp tahâret olacak yer, gusülhâne. 2. matara, su kabı.
m ath û m m ath û n
( ﻣﺎﻟ ﻜﺎ هf.b.i.): mâtem tutulan yer,
yas evi. (bkz : mâtem-zâr). m â te m -g îr
ﺗﻌﺮ
m â te m -g îr -â n e
(f.b.s.): mâtem, yas tutan,
( ﻣﺎﺗﻤﻜﻴﺮاﻧﻪf.b.zf.): yaslı olarak,
yaslı bir halde. m â te m -h â n e
( ﻣﺎﻟ ﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): yas evi,
[bu] dünya.
( ﻣﺎد ىa.s.) : mâtemli, yaslı.
m ec.
( ﻣﻄﺤﻮمa.i.): dolu, dolmuş, ( ﻣﻄﺤﻮنa.s. tahn'dan): tahnolunmuş,
öğütülmüş. m â t ır ^ ^ (a.s matar'dan) : yagan, yagıcı. m â t ır ^ ^ (a.s. matar'dan): yagan, yagıcı. m a tin e ( ﻣﻄﻴﻪa.i.c.: matâyâ) : binek hayvani, (bkz: dâbbe). m a tiy y e -i n e f s :
binek atını andıran nefs. [nefeuke matiyyetuke ferfik biha = nefsin binek âtındır, onu hoş tut! - Hadîs-İ Şerif],
m atî^ e-rân ( ﻣﻄﻴﻪ رانa.b.s.): bindiği hayvani yola süren. m atk a b
m â te m -g â h
m âte m î
( ﻣﻄﻔﻰa.s. ıtfâ'dan) : ıtfâ edilmiş, söndü-
rülmüş.
m ath are
( ﻣﺎﺗﻘﺪمa.i.) : 1. geçmiş zaman,
m â -te k a d d e m
m âte m
(a.f.zf.): mâtem ede-
( ﻣﺎﺗﻢ ﺳﺮاa.f.b.s.) : mâtem, yas evi, yeri, (bkz : beytii'l-hazen, mâtem-kede).
m â te m -z e d e
m atb û h
ﻣﺎﺗ ﻢ
m â te m -s e r â
: Basm, Yaym (ve Turizm) Genel Müdürlüğü,
M a tb û a t U m û m M ü d ü r lü ğ ü
ﻛﺎ ن
rek, yas tutarak.
( ﻣﻌﻠﻘﺐa.i.): delgi, (bkz : mıskab).
( ﻣﻄﻞa.i.): 2. çekme.
m atl
1.
geçirme, atlatma, defetme.
( ﻣﻄﻠﻊa.i. tulû'dan c . : m atâli'): 1 . tulü' edecek, dogacak yer. 2. Güneş ve şâir yıldızlarm dogması. 3. e d . kaside veyâ gazelin kafiyeli olan ilk beyti. H ü s n - i m a t l a ' : e d . gazelde matla'dan sonra gelen giizel, renkli beyit. 4. t a s . Kur'an'ı ezbere okuyan bir ermiş kimseye Allah'ın tecelli etmesi.
m a tla '
*77
matla'-, garrâ m a t l a ’- ı g a r r â : e d .
her iki mısrâında kafiye
bulunan beyit. bir gökcisminin düz
m a tla -i İ s t iv â î: astr.
açılımı. Güneşin ılım çizgisinden
m a t l a - i İ 't i d â l :
doğduğu nokta. m a tla b , m a tla b e
ﻣﻄﻠﺒﻪ
،
( ﻣﻄﻠﺐa.s. taleb'den.
c. : matâlib) : 1. talebolunan, meram, maksat, istenilen şey, istek. 2. bahis, mesele. 3 . h u k . kanunda, maddenin kenar başlıklarina verilen bir ad. m a t l a b - i d i l h â h : gönlün istediği arzu, maksat.
( ﻃﻠ ﻮ بa.i. taleb'den c. : ınatlûbât) :
m a tlû b
1. talebedilen, istenilen, aranılan şey. 2. alacak, f r . c r é d i t . 3 . m i i z . Tiirk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır.
( ﻣﻄﻠﻮﺑﺎتa.i. matlûb'un c.) : 1. talebedilen, istenilen, aranılan şeyler. 2. alacaklar, f r . c r é d i t s .
ın a tlû b â t
matrah ( ﻣﻄﺮحa.i. tarh'dan c . : matârih): 1. tarh edilecek; tarh olunacak nesire, miktai'. 2. yer. (bkz : mahal). 3. bir şey atılan yer. 4. vergiye esas tutulan kazan ؟, m atrâk ( ﻃ ﺮا قa.i.). (bkz : mitrak). matrân ( ﻣﻄﺮانa.i.): ta ؟giymiş piskopos. [mıtrân şekli de vardırj. matrûd ( ﻣﻄﺮودa.s. tard'dan c . : matrûdiır): tardolunmuş, kovulmuş, vazifesinden 1 ؟karılmış, kovuntu. matrûdin ( ﻣﻄﺮودﻳﻦa.s. matrûd'un c .): tard olunmuşlar, kovulmuşlar. matrUdiyyet ( ﻣﻄﺮودﻳﺖa.i.): matrutlulc, kovuntuluk. matrûh ( ﻣﻄﺮوحa.s. tarh'dan): 1. tarlı edilmiş, ؟ıkarılmış. 2. belitilmiş, konulmuş [vergi]. 3. temeli atılmış [binâ]. matrûhun anh : mat. eksilen, matrûhiin-minh ( ﻣﻄﺮوح ﺳﻪa.b.s.): mat. eksilen, kendisinden başka bir sayı ؟ılcarılan.
Türk müziginin en eski bil. mürekkep makamı olup nümUnesi kalmamıştır,
matrûk ( ﻣﻄﺮوقa.s.): 1. gevşek, sölpük [adam]. 2. lcuruduktan sonra yağmurun tarâvetlendirdigi yer.
( ﻣﻄﻠﻮلa.s.c. : matâlil) : yaş, ıslalc [nes-
matrûş ( ﻣﻄﺮوشo.s.): sakalsız, sakalı tıraş edilmiş, (bkz: mahlûk),
( ﻣﻄﻤﻊa.i.) : tamah
mattâl, mattâle ﻣﻄﺎﻟﻪ، ( ﻣﻄﺎلa.s.): dâimâ vâdini veyâ borcunu uzatıp geciktiren,
( ﻃ ﻤ ﺢa.i.c. : matâmilr) : göz dikilen şey, göz konulan yer, gözü kaldırıp bakacak yer. m a t m a h - ı n a z a r : göz *dikegi.
ma'tûf ( ﻣﻌﻄﻮفa.s. a tfd an ): 1. eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2. biı'iııe isnâdolunmuş, yöneltilmiş. ma'tûfün aleyh : bir rabıt edâtı ile (*bağla) ؟ kendisine bağlı olan kelime,
m a tlU b e k
m a tlû l
( ﻣﻄﻠﻮﺑﻚa.f.b.i.) :
m iiz .
ne]. m a t m a ', m a t m a a
ﻣﻄﻤﻌﻪ
،
edilecek, istenilecek şey. m a tm a h
( ﻣﻄﻤﻮعa.s. tama'dan) : tama' olunmuş; hırsla istenen [şey],
m atm û '
( ﻣﻌﻠﻤﻮرa.s.) : toprak altına konulmuş, gömülmüş, (bkz : medfûn).
m a tm û r
( ﻣﻄﻤﻮرهa.i.c. : matâmir) : 1. mahzen gibi topi'ak altmda öteberi saklanan yer. 2. mezar, kabir. m a t m û r e - i f e n â : mezai", kabir,
m atm û re
ma'tûh, ma'tûhe ﻣﻌﺘﻮﻫﻪ، ( ﻣﻌﺘﻮهa.s. atelr'den): ateh getirmiş, bunamış, bunalc. (bkz: fertût). ma'tûh-âne ( ﻣﻌﺘﻮﻫﺎ ﻧﻪa.f.zf.) : bunamışçasma, bunakçasına. ma'tûk, ma'tûka ﻣﻌﺘﻮﻗﻪ، ( ﺳﺘﻮقa.s. atâk'dan. c . : maâtîk): azatlı, azat olunmuş, (blcz: atik1).
muş [adam].
ma'tûka ( ﻣﻌﺘﻮﻗﻪa.s.c.: m aâtîk): azatlı, azat olunmuş [kadm, kız].
: ı ) gözleri tamamen kör olan lcimse; 2) tek gözlü deccâl.
mat'ûm ( ﻣﻄﻌﻮمa.s.c.: mat'ûmât) : yenecek yemek.
m atm û s
( ﻣﻄﻤﻮسa.s.) : gözü sonradan kör ol-
m a t m û s ü '1 - a y n
mâye-kevser
mat'ûmât ( ﻣﻄﻌﻮﻣﺎتa.i.c.): yenecek şeyler, mat'ûn ( ﻣﻄﻌﻮنa.s. ta'n'dan): 1. ta'n olunmuş, ayıplanmış. 2. (tâûn'dan): taûn'a, vebâya tutulmuş. mat'Unen ( ﻣﻄﻌﻮﻧﺄa.zf.): taûn'a, vebâya tutularak.
peşrev ile bir tâne yine müellifi bilinmeyen saz seınâîsi makama misaldir, mâverâü't-tabîa: fizikötesi, metafizik, mâ-verâî ( ﻣﺎوراﻧﻲa.s.) : öteye mensup, öteki âlemle ilgili.
matvâ ( ﻣﻄﻮىa.i.c.: matâvî). (bkz : matvi).
mâ-verd اورد, (a.f.b.i.): gülsuyu, (bkz: mâ-i verd, mâü'l-verd).
matvi ( ﻃ ﻮ ىa.i. tayy'dan c . : matâvî): dürülmüş, bükülmüş şey; kıvrım, (bkz : matvâ).
mavtm ( ﻣﻮﻃﻦa.i. vatan'dan c . : mevâtm): vatair, yurt edilen yer.
matviyyen ( ﻣﻄﻮﻳﺄa.zf.): bir şeyin İçine sararak, dürerek; sarılı, dürülü olduğu halde,
mâye ( ﻣﺎ؛هf.i.): 1. maya, asil ve lüzumlu madde; asil, esas. 2. para, mal. 3" iktidar, güc. 4. bilgi. 5. dişi deve. 6. müz. Tiirk müziginde bir makam adi. mâye-i S id k : mec. Hz. Ebubekir. mâye-i ؟eb : gece karanlığı, mâye-i zevk ü sü rü r: eğlence ve sevin ؟mayası, mevzuu. mâye-i zindegâni : yaşama gücü,
maûl ( ﻣﻌﻮلa.s.): üstün gelinmiş, (bkz: mağlûb). m aûlün-aleyh: kendisi İ ؟in ağlanılan kimmaûn ( ﻣﻌﻮنa.i.): yardim, imdat, mâûn ( ﻣﺎﻋﻮنa.i.): 1. malin zekâtı. 2. kendisinden faydalanılacak şey. 3. eve lâzım olan şeyler. maûne ﻋﻮذه٠ (a.i.): mavna,
mâye-büzürg ٠( ﻣﺎﻳﻪ ﺑﺰرﺀكf.b.i.): Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. NümUnesi kalmamıştır,
mâûne ( ﻣﺎﻋﻮﻧﻪa.i.) : mavna, [yük taşıyan büyiik kayık (kürekli ve motorludur)!,
mâye-dâr ( ﻫﺎﻳﻪ دارf.s.): mayalı, kudretli; paralı.
maûnet ( ﻣﻌﻮﻧﺖa.i. avn'den. c . : m aâvin): mâye-hicâz ( ﻣﺎﻳﻪ اﺣﺠﺎزf.a.b.i.): miiz. Tiirk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep ma1. yardim, (bkz : İmdâd). 2. azık, yol yiyekarni. Niimûnesi kalmamıştır, cegi. 3. huk. masârif. mâ-vaka' ( ﻣﺎوﻗﻊa.s.): vuku' bulmuş, olup ge ؟miş [şey!, (bkz : ser-güzeşt)٠ mâ-verâ ( ﻣﺎوراﺀa.i.): ard, geri, bir şeyin ötesinde, arkasında bulunan. mâverâ-i benefşevi: fiz. dalga boyu mor renkli ışığınkinden daha kısa olan ışık (yaklaşık olarak 4000 A. dan küçük), fr. ultraviolet. mâverâ-i K a fk a s : Kafkas sıradağlarının ötesindeki şehirler. mâverâü'n-nehr (nehrin ötesi): 1. Orta Asya'da Ceyhun (Amuderyâ) nehrinin kuzeyinde bulunan iilkeye Araplar tarafından verilen coğrafi bir isimdir. Bu coğrafî sâhaya eski Garp (Bati) kaynakları Transoksiyana (Transoxiana) demişlerdir. 2 ٠müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı. Biri devr-i kebir, öteki fahte usûlünde ilci tâne müellifi belli olmayan
mâye-hüseynî ﺳ ﻰ٠( ﻫﺎﻳﻪ حf.a.b.i.): müz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, mâye-ırâk اﻳﻪ ﻋﻮاق٠ (f.a.b.i.): müz. Tiirkmüziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makami. NiimUnesi kalmamıştır, mâye-ısfahân ( ﻫﺎﻳﻪ اﺻﻔﻬﺎنf.b.i.): müz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir miireklcep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, maye-i atik ﻣﺎﻳﻪ ﻋﻌﻖ: müz. Türk müziğinin en az ü ؟asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, mâye-i kebir p — $z اﻳﻪ٠: müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır,
ال
mâye-kevser ( ﻫﺎﻳﻪf.a.b.i.): müz. Tiirk müziğinin eski bir miirelckep makamı. NümUnesi kalmamıştır. 679
mâye-kûçek
( ﻫﺎﻳﻪf.b.i.) : m i i z . Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni. NiimUnesi kalmamıştır,
m â y e -k û ç e k
m â y e -n e v â
( ﻫﺎﻳﻪ ذواf.b.i.) : m ü z . Türk müziği-
nin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır, m â -y e n k a se m
أ٠( ﻣﺎﻳ ﺶa.b.s.) : kısımlara ayrı-
labilen, bölünebilen. m â -y e n k a s e m iy y e t
lünebilme, taksim).
fr.
ﺷﺒ ﺖ.ى
d iv is ib ilité ,
(a.b.i.) : bö(bkz : kabil-i
mâye-pûseük ه ﻻف٠( ﻫﺎﻳﻪ رسfb.i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır, mâye-râst اﻳﻪ ر ا ت٠ (f.b.i.) : miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makami. Nümûnesi kalmamıştır, mâye-rehâvî اﻳﻪ٠ (f.b.i.) : miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni. Nümûnesi kalmamıştır, [asil "mâyeruhâvî" dir].
nıa'yûbe ( ﻣﻌﺒﻮﺑﻪa.s.): ["ma'yûb" ün müen.J. (bkz: ma'yûb). ma'yûben ﻋﻮﺑﺄ٠ (a.zf.): ayıplanarak, ayıp, kusur sayılarak. mâ-yuhdes اﻳ ﺤ ﺪ ت٠ (a.b.s.): sonradan olan, m a - y u 'k a l ^ ( ئa.b.s.): anlaşılır, mâ-yu'kes ( ئ"ﻟﻌﻜﻰa.b.s.): 1. aksedebilir; mant. *evrilir. 2. değiştirilebilir, mâ-yu'ref ( ﻫﺎﻳﻌﺮفa.b.s.): 1. bilinmez. 2. i. minder altında saklanan mal. m âyu'refiyyet cognoscibilite.
(a.b.i.): bilinirlik, fr.
m âyüfhem iyyet ( > ﻏﻬﺴﺖa.b.i.): kavranabilirlik, fr. concevabilite. ma'z ( ﻫﻌﺰa.i.): ke ؟i; karaca, (bkz : üm'ûz). mazâ' ﻏﺎﺀ٠ (a.fi.) ; geçti. mazâ mâ mazâ : geçen geçti, olan oldu, mazâbıt ﻣﺎ ﺑ ﻂ٠ (a.i. mazbata'nm c .): kararnameler, *tutanaklar.
mâ-yetehallel ( ﻫﺎ ﻳ ﺨ ﻞa.b.s.) :hallolunabilir,
mazâcı'( ﻣﻀﺎﺟﻊa.i. mazca'ln c .): mezarlar, kabirler, sinler, (bkz : medâfin, makabir).
mâye-uşşâk ( ﻫﺎﻳ ﻪ ﻋﺸﺎقf.a.b.i.) : m i i z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır,
m a z â c i r ^ ^ (a.i. mazcer'in c .): gönül daralacak, sıkılacak yerler.
mâye-zengûle ( ﻣﺎﻳﻪ ز ﺀ ﻻf.b.i.) : m i i z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makajni. Nümûnesi kalmamıştır, ( ﻫﻐﻴﻊa.i.c. : mâyiât) : su gibi akan, su hâlinde bulunan şey, *SIVI, m â y i '- i b e d e n : b iy . vücut *sıvısı, m â y i '- i b e y n e 'l - h i i c r e : b i y . *göze arası *SIVI,
m â y i'
fr. liq u id e in te r c e llu la ir e ,
: akaryakıt,
mazâhir ( ﻵ ﻫ ﺮa.i. mazhar'm c.): 1. bir şeyin göründüğü, çıktığı yerler. 2. nâil olmalar, şereflenmeler. m azâik ( ﻫﻤﺎﺋﻖa.i. mazlk'in c .): dar olan yerler. mazâin ( ﻵ شa.i. mazanne, mazmne'nin c.). (bkz: mazanne, mazınne). m a z â k t ^ (a.i.): darlık, (bkz : madâk).
mâyiât ( ىﻳﻌﺎ تa .i . mâyi'in c.) : SU gibi akan, su hâlinde bulunan şeyler, sıvılar,
mazâlim ( ﻣﻈﺎﻟﻢa.i. mazleme, mazlime'nin c .): 1. zulümler, can yakmalar, haksızlıklar. 2. adâlet dâiresi.
ﻣ ﺖ.( ﻫﺎa.i.) : mâyi'lik, mâyi'hâlinde olma vasfı, niteliği.
m azâll ( ﻵ لa.i. mazalle'nin c.). (bkz : mazalle).
m â y i '- i m a h r û k
m â y iiy y e t
ً•ﻣﻌﺄاوب
(a.s. ayb'dan c. : maâyîb) : 1. ayıplanmış; ayıplanan. 2. bir eksiği, kusûru olan.
m a 'y û b
m a 'y û b â t
( ه؛ﻋﻴﻮﺑﺖa.i. ma'yûbe'nin c.) : 1. ayıp
sayılan, ayıplanan şeyler. 2. kusurlar, noksanlar. 680
mazalle 4 (a.i. Zill'dan. c . : m azâll): gölgelik. (bkz : sâyegâh, sâye-zâr, zılâle). mazalle-nişln 4 oturan.
ن٠( ذشa.f.b.s.): gölgelikte
mazâmin ﻫ ﻰ س (a.i. mazmûn'un c.) : 1. ödenmesi lâzımgelen şeyler. 2 ٠mânâlar.
mâzî-î baîd m e fh u m la r, * k a v ra m la r . 3. n ü k te li, c in a slı,
özür.
sa n 'a tlı sözler.
mazanne ( ﻣﻈﻐﻪa.i. za n n 'd e n . c . : m a z â in , m a z â n n ) : 1 . b ir ş e y in v ü c u d u n u n z a n n o lu n d u ğ u yer, z a n gö tü re n . 2 . e rm iş sa n ıla n .
mazanne-i hayr : k e n d is in d e n a n c a k iy ilik b e k le n e n k im se .
mazanne-i
ma'zeret-i şer’iyye : m e ş rû m â z e re t, g e çe rli ma'zeret-cû ( ﻣﻌﻨﺮﺗﺠﻮa .f.b .s .) : m â z e re t, ö z ü r a ra y a n .
ma'zeret-hâh ( ﻣﻌﻨ ﺮ ت ﺧﻮاهa.f.b.s.) : m â z e re t, ö z ü r d ile y e n .
ma'zeret-hâhi ( ﻣﻌﻨ ﺮ ت ﺧﻮاﻫﻰa .f.b .i.) : m âz e re t,
kîrâm'dan...:
e rm iş
s a m la n la r 'd a n .
mazanne-i sû ' : k e n d is in d e n a n c a k fen âlılc
ö z ü r d ile y ic ilik .
ma'zeret-mend ( ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻐﺪa.f.b.s.) : ö z ü rlü , ma'zeret-mend-âne
b e k le n e n k im se .
mazârib ( ﻣﻀﺎرﻳﺐa.i. m ız r â b 'ın c . ) : m ız ra p la r. mazârr ( ﻣ ﻔﺎ رa.i. m a z a rr a t'm c.) : z a ra rla r, ziy a n la r.
mazarrat ( ﻣﻀﺮتa.i. z a r a r 'd a n c . : m a z â rr) : zara r, z iy a n ; z a r a r v e rm e , d o k u n m a .
mazarrât ( ﻣﻀﺮاتa.i. m a z a rr a t'm c . ) : z a ra rla r, z iy a n la r, ( b k z : m a z â rr).
ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻨﺪاﻧﻪ
(a.f.zf.) :
m â z e re tli, ö z ü rlü o la ra k ,
ma'zeret-mendi ( ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻨﺪ ىa .f.b .i.) : ö z ü rlü lü k , mazg ﻣﻀﻎ
( a .i.) :
a ğ ız d a
؟İğn em e,
(b k z :
m ad g ).
mazgut ( ﻣﻀﻔﻮ طa.s.) : 1. s ık ılm ış , s ık ış t ır ılm ış . 2 . kim. * sık ıt, fr. comprime. mazhar ( ﻣﻈﻬﺮa.i. z u h û r'd a n . c . : m a z â h ir) : 1. b ir ş e y in g ö r ü n d ü ğ ü , ؟ık t ığ ı yer. 2 . n â il
mazâyık ( ﻣﻀﺎﻳﻖa.s. m â z îk 'm c.) : 1. d ar, s ık ın t ılı ye rle r. 2 . zor, sık ı, g ü [ ؟İşler].
mazaz ﻣﻌ ﺾ 2.
( a .i.) :
r a r a k u y u n u rk e n d a y a n ıla n k ıs a d eğ n ek .
1. a cım a , k ed e rlen m e .
mazbata ( ﻣﻀﺒﻄﻪa.i. z a b t'd a n . c . : m azâb ıt) : k a r a r n â m e ; * tu ta n a k .
mazbût ( ﻣ ﻀ ﺒ ﻮ طa.s. zab t'd an ) : 1. zab to lu n ele
g e ç irilm iş .
2 . y a z ılm ış ,
k a y d e-
d ilm iş . 3 . h a tır d a tu tu lm u ş. 4 . d e rli to p lu . 5.
m u h a fa z a lı, k o ru n m u ş . 6 ٠ b elli, b e lir til-
m iş. 7. sa ğ la m .
mazbuta ( ﻣ ﻤ ﺒ ﻮ ﻃ ﻪa.s.) : ["m a z b u t" u n m iien .]. (b k z : m azbû t).
mazbûtât ( ﻣ ﻬ ﺒ ﻮ ﻃ ﺎ تa.i. m a z b û t'u n c.) : m azb u t o la n şeyler.
zar, k a b ir, sin . (b lc z : m ad ca'). 2. y a t ıla c a k yer, y a ta k .
mazcer ( ﻣ ﻬ ﺠ ﺮa .i.c .: m a z â c i r ) : gö n ü l d a r a la cak , s ık ıla c a k yer. â ^ (a.i. ö zr'd en ) : is te n ilm e y e n b ir
h â lin o lu şu n a y o l a ؟a n k a ç ın ılm a z sebep , ö zü r, b a h â n e . [ a s i l : "m a 'z ire t” d ir].
beyân-1
ma'zeret: m â z e re t b ild irm e , m â z e re t ile r i sü rm e .
e rk ek ad i. 5. b ir ؟eşit tef.
mazhariyet ( ﻣﻈﻬﺮﻳﺖa .i.) : 1. elde etm e, n â il o lm a , ( b k z : m u v a ffa k ıy y e t). 2. ed. b ir g e rç e k v a r lığ ın b ir m e c a z a k a y n a k o lu şu . M e se lâ : k u v v e t en ؟o k k o ld a k e n d in i g ö ster ir v e b u n d a n , k u v v e tli, g ü ؟lü d e m e k o la n : ('kolu u z u n '' d e y im i d o ğ m u ştu r,
mazhar-zen ( ﻣﻈﻬﺮزنa.f.b.i. v e s . ) : m a z h a r ؟ala n , t e f ؟alan .
mâzıg ( ﻣﺎﺿﻎa.s.): ؟ig n e y ic i, ؟iğ n e y e n . Hayvâııât-1 mâzıg: g e v iş g e tire n h a y v a n lar.
mazınne ﻣ ﺬ
mazca' ( ﻣﻀﺠﻊa .i.c .: m ad âcı'; m a z â c ı ') : 1. m e-
n ı a 'z e r e t ٩
4.
mazhar-ı İ'tibâr : itib a r e d ilm e ,
m u sib e t, fe lâ k et acısı.
m u ş,
o lm a , şe re fle n m e . 3 . b â z ı te k k e le rd e o tu -
( a .i.c . : m a z â in ). (b k z
: m azan-
ne).
mâzır ( ﻣﺎﺿﺮa.s.) : ekşi, (b k z : h â m ız , m azir). mâzî, mâziyye ﻣﺎﺿﻴﻪ، ( ﻣﺎﺿﻰa.i. m e z â 'd a n ) : 1. g e ç m iş z a m a n . El-mâzî İâ yiizker : g e ؟m iş ş e y z ik ro lu n m a z . Ezmine-i mâzîye: g e ç m iş z a m a n la r. 2 . gr. g e ç m iş z a m a n d a o la n b ir h â d is e y i a n la ta n fiil.
Fi'l-i m âzî :
m â z î s îg a sı (kipi).
mâzî-i baîd (u z a k geçm iş) : m iş 'li g e ç m iş zam a n in h ik â y e si.
681
mâzî-i nakli
mâzî-i nakli: gr. yalnız işitilen bir ؟eyi anlatan fiil sîgası (kipi): "Ahmet gelmi ؟..” gibi؛ "-mi " ؟li geçmiş zaman, mâzî-i şâd: mes'ut, neşeli mâzi. mâzî-i ؟ühûdî: gr. gözle görülen veyâ görmü ؟gibi bilinen bir ؟eyi anlatan fiil sîgası (kipi): “Ahmet geldi.” gibi; "-di" li geçmiş zaman. mazif ( ﻣ ﻀ ﻒa.i.) : 1. ziyâfet evi. 2. herkese kapisi, sofrası açık ev. mazife (a.i.): 1. İzâfe olunmu ؟. (bkz: mazûfe). 2. gam, keder, tasa. mazik ( ﻣﻀﻖa.i. zik'dan c . : m azâik): sıkıntılı, dar yer. mazille 4 dır.
(a.i.): kıldan yapılma büyük ça-
mazim ا٠( ﻣﺾa.s. mazâim). (bkz : mazlûm). mâzi-perest ر ت. ( ﻫﺎ ﺿ ﻰa.f.b.s.): mâzîye, geçmi ؟e, hâtıralara bağlı bulunan [kimse], mazir ( ﻫﺤﺒﺮa.s.) : ek ؟i. (bkz : hâmız, mâzır). mâziye ( ﻫﺎﺿﻪa.i.): ["mâzî" nin müen.]. (bkz : mâzî). maziz uğramı ؟.
(a.s.): musibet, felâket açısına
mazleme (a.i.c.: mazâlim): zulüm, can yakma, haksizlik. mazlime ^ 4 leme).
(a.i.c.: mazâlim). (bkz: maz-
mazlûm (a.s. zulm'den): 1. zuliim görmü2 . ؟. halim selim, sâkin, sessiz [insan veyâ hayvan]. 3.İ. erkek adi. [müennesi "mazlûme”]. mazlûm-âne ( ﻣﻈﻠﻮﻣﺎﻧﻪa.zf.): 1. mazlûm'a, zulüm görmüşe yaraşır sûrette. 2. sessizce, sessizlikle. m a z l û m e (a.s.) :1. ["mazlûm'unmüen.” ]. (bkz : mazlûm). 2. i. kadm adi.
mazmaza (a.i.): abdest alırken agıza su alma, ağız çalkalama, (bkz : gargara), mazmûm ( ﻣﺤﻤﻮمa.s. ve i. zamm'dan) : 1. zamme ile, Otre ile okunan, Otreli. 2. zammolunmu ؟, İlâve olunmu?. (bkz : mansûb). mazmûn ( ﻣﺤﻤﻮنa.i. Zimn'dan. c. mazâmin): 1. ödenmesi lâzımgelen ؟ey. 2. mânâ, k a v ram. 3. nükteli, san'atlı, ince söz. Bikr-İ mazmûn : ilk defa söylenmiş mazmun, mazmûn-perdâz رداز ( ﻣﻀﻤﻮنa.f.b.s.) : mazmûn düzen, mazmûn söyleyen, mazmûn-tirâz ( ﻣﺤﻤﻮن ﺗﺮازa.f.b.s.) : mazmun söyleyen, nükteli sözler söyleyen, maznûk ( ﻣﺤﻔﻮكa.s.) : nezleli, nezle olmu ؟. (bkz: mezkûm). maznûn ( ﻣﺸﻮفa.s. zann'dan c. : mazânin) : 1. zannolunmu2 . ؟. zan altında bulunan, kendisinden ؟Uphe edilen. 3. huk. bir suç dolayısıyla sorguya çekilen. Sanık, maznûnln ( ﻣﻈﻨﻮﻧﻴﻦo.s. maznûn'ıın c .): zan altmda bulunanlar. mazreb, mazrıb ﻣﺤﺮ ب، ( ﻣ ﺤﺮ بa.i. zarb'dan. c . : m azânb): 1. zarbedecekyer. (bkz : madreb, madnb). 2. çakma, kalcma yeri, mazrûb ( ﻣﻀﺮوبa.s. zarb'dan): 1. zarbolunmu ؟, dövülmüş, vurulmu ؟, çarpılmış. 2 ٠basılmış, damgalanmış. 3.mat. çarpılan, (bkz: madrûb). mazrûbun fih : mat. .çarpan, fr. multiplicateur. mazrûbât ( ﻣﻀﺮوﺑﺎتa.i. mazrûb'un c.). (bkz: mazrûb). mazrûbâta tefrik: mat. çarpanlara ayırma, mazrûbeyn ( ﻣ ﻀﺮ وﺑﻴ ﻦa.i.c.): mat. birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. (bkz:... madrûbeyn).
mazlûmen ( ﻣﻈﻠﻮﻣﺄa.zf.): zulme, gadre uğrayarak.
mazrûf ﻣﻈﺮوف-(a.s. z a rf d an ): 1. zarflanmış, zarfa konmu ; ؟kalıplı, kılıflı. 2. zarflı kâğıt, (bkz: melfûf).
mazlûmin ( ﻣﻈﻠﻮﻫﻴﻦo.s. mazlûm'un c .): zulüm görmüş kimseler.
mazrûfât ( ﻣﻈﺮوﻓﺎتa.i. mazrûfun c .): zarflı ؟eyler.
mazlûmiyyet ( ﻣﻈﻠﻮﻫﺠﺖa.i.): 1. mazlumluk, zulüm görmüşlük. 2. sessizlik, yavaşlık.
mazrûfen ( ﻣﻈﺮوﻓﺄa.zf.): zarf İçinde olarak, zarflı.
682
mebâl mazrûr ( ﻣﻐﺮورa .s .c .: m a z â r ir ): zarar, ziyan görm üş.
mazrûs ( ﻣﻐﺮو سa .s.): örülerek yapılm ış, örülmâzû ( ﻣﺎزوf i . ) : 1. m azi, servi cinsinden, gövdesi düz ve dipten dallanan bir süs ağacı ve bunun kozalağı olup tabaklıkta kullanılır,
lât. thuya. 2 ٠m azi böceği denilen bir haşere, fr. cynips.
m eâlperver ( ﻣﺂﻟﺠﺮورa .fb .s .): m ân â anlatan; m ânâlı. m e â rib
ﻫﺎرب
(a.i. me'rebe'nin c . ) : hâcetler, is-
tekler; hizmetler.
merdivenler.
mazûfe ( ﻣﻀﻮﻓﻪa .i.): İzâfe olunmuş,
m eâsim
m a'zûl ( ﻫﻌﺰولa .s .a z l'd e n ): azledilm iş,işin den çıkarılm ış.
ﻣﺂﺛﻢ
(a.i. me'sem'in c . ) : gün ah edile-
cek yerler; günahlar.
meâsir ( ﻫﺂﺛﺮa.i. me'sere'nin c . ) : güzel eserler,
ma'zûlân ( ﻣﻌﺰوﻻنs. m a'zûl'ün c.). ( b k z : ma'zûlîn).
nişanlar, izler.
meâsir-i ber-güzlde : güzel, seçme eserler,
ﻣﻌﺰوﻷ
(a .zf.): azledilm iş, işinden Ç1-
karılm ış olarak.
meâsir-i İ'tid â l : itidal eserleri. meâzib ( ﻫﺂزبa.i. m i'zâb'ın c . ) : oluklar.
ma'zûlî, ma'zûliyyet ﻣﻌﺰوﻟﻴﺖ، ( ﻣﻌﺰوﻟﻰa .i.): m a'zullük, azledilm iş olma, işinden çıkarılm ış olma.
ma'zûlîn ( ﻣﻌﺰوﻟﻴﻦa.i. m a'zûl'ün c . ) a z l e d i l mişler, işinden çıkarılm ışlar,
ma'zûr ( ﻣﻌﺬورa.s. ö z r'd e n ): özürlü, özürü
m eâzîb
ﻣﺂزﻳﺐ
(a.i. m îzâb'ın c . ) : su yolları,
oluklar.
meâzin ( ﻣﺂذنa.i. me'zene'nin c . ) : ezan okunan yerler.
meâzir ( ئ زرa.i. m i'zer'in c . ) : peştemallar. me-bâd, me-bâdâ ادا٠ م، ( ﻫﺒﺎدf.n .): sakin, ol-
olan.
ma'zûriyyet ( ﻣﻌﻨﻮرﻳﺖa .i.): m âzurluk, özürlü-
m aya ki...
mebâdî ( ﻟ ﻰa.i. m ebde'in c . ) : evveller, baş-
lük.
İangıçlar; prensipler, ilk unsurlar,
mazyefe ( ﻣﺤﻴﻔﻪa .i.c .: m azâyif). -meâb ﻣﺎ ب- (a.i. İy â b 'd a n ): 1. geri dönülecek ,yer. 2. sığınılacak yer. Fazîlet-meâb : 3.
(a .z f.): m ânâ bakım ın d an, h arfi
meâric ( ﻫﻶرجa.i. m a'rec'in c .) : çık acak yerler,
m az'ûf ( ﻣ ﻮ فa .s .): zayıflam ış, zayıf,
fezîletin
meâlen ﻻ
harfine olm ayarak.
m üş şey. (bkz : m adrûs).
m a'zû len
H akikat-m eâl : gerçek, İçten. Hulâsa-İ m e â l : m ân ânın özü. m ânâsız, saçm a.
barın d ığı
yer,
vücu t,
kim se.
Şevltet-meâb : şevketin barın d ığı yer,
vücu t, kim se; pâdişâh.
meâbız ( ﻣﺎﺑﺾa.i. m e'bız'ın c . ) : anat. dizkap akların ın arkasındaki çukurlar,
m eâd ﻋﺎد٠ (a .i.): tas. âhiret. meâdîb آ د ب٠ (a.i. m e'debe'nin c . ) : ziyâfetler. meâhîz ( ﻫﺂﺧﺬa.i. m e'haz'in c . ) : bir şeyin alin dıgı, çıktıgı yerler, kaynaklar,
meâkil ﻛﻞ٦( مa.i. me'kele'nin c.) : eklolunacak, yenilecek şeyler, (bkz : erzâk).
mebâdî-i a h v â l : hallerin başlangıçları, mebâdî-i âliye: felekleri hareket ettiren ruhlar.
mebâdî-i i'tik a d : itikada âit ilk bilgiler, mebâdî-i û lâ : ilk prensipler; başlangıçlar, hilkate âit meseleler.
mebâdî-i u lû m : ilk bilgiler, ilk ilim başlangıçları.
mebâdîyü'u-nihâyât:
tas.
nam az,
oruç,
zekât ve h ac gibi farz olan ibâdetler.
mebâhis ( ﻣﺒﺎﺣﺚa.i. m ebhas'in c .) : 1. bir şeyin bahsolundugu yerler. 2. araştırm a, aram a yerleri; m ünâkaşa m evzûları.
mebâhis-i ilmiyye : ilm i bahisler.
meâl ( ﻫﺂلa .i.): 1. m eydana gelen şey, netice. mebâl ( ﻫﺒﻞa.i. bevl'den) : anat. sidigin çıktığı 2 . m ânâ, kavram , m efhum . B î-m eâl : yer. (bkz : fere, kadib). 683
ıtıebâliğ mebâlig ( ﻣﺒﺎﻟﻎa.i. meblag'm c.): paralar, akçeler. mebânî ى٠( ﻣﺎa.i.c.): binâlar, yapılar ؛temeller. [Arapçada: sözün yapıldığı yer mânâsına gelen "mebni" nin cem'idir]. mebânî-i kelâm: sözün esâsını te ؟kîl eden ؟eyler. meb'as ( ﻣﺒﻌﺚa.i.c.: mebâis): gönderilme, yollanma. mebde' ( ﻣﺒﺪأa.i.c.: mebâdî): 1. evvel, ba_ ؟ langıç, prensip, ilk unsur ؛ilmin ilk kısmı, a. tas. bir sâlikin Tanrı gerçeğine erişmek İçin hareket ettigi başlangıç noktası, mebde'-i a rz : cog. ı) ekvator; 2) ekliptik, Ay ve Giine ؟tutulmasına âit. mebde'-i asli: ilk örnek, mebde'-'i metâlî: astr. itidâleyn dâiresi, ilk semavi meridyen. mebde'-i meyi: astr. ekvator üstünde giine ؟in geçtiği daire. mebde'-i semt: astr. azimut, gökkiiresinin herhangi bir noktasıyla güney yönü arasındaki açı. mebde'-i' sükût: düşüş başlangıcı, mebde-i tezâd : fels. karşıtlık prensibi, mebde'-i tû l: jeod. tul dâirelerinin (*boylam) başlangıç kabul edildiği Londra'da Gremvich'den geçen tul dâiresi,
mebhas-i ciimûdiyye : cogr. *buzul *bilim i, fr. glaciologie. mebhas-i enhâr : cogr. akarsu *bilim i, fr. potamoloji.
mebhas-i esbâb : fels. *nedenbilim , etioloji, mebhas-i esvât : gr. *sesbilgisi, fonetik, mebhas-i gayât : fels. *erekbilim, teleoloji, mebhas-i hayvânât-1 nâime : zool. *yumu ؟akçalar *bilimi.
mebhas-i kuvvet-i havâ: fiz. aerodinam ik, mebhas-i ma'rifet : fels. *bilgi *k'urami, fr. gnoséologie, Cpistemologie. mebhas-i miistehâsât : *eskivarlik *bilim i, paleontoloji, (bkz : m ebhasü'1-m üstehâsât).
mebhas-i rüçeym : biy. embriyoloji, mebhas-i tasvir-i cibâl : cogr. *dagbilgisi. mebhas-i tavsif-i maâdin : kim. m etalo gra-' fi.
mebhas-i tufeylât : zool. *asalakbilim i. mebhas-i viicud : fels. fr. ontologie, mebhas-i zıyâ : fiz. *ışıkbilgisi. mebhasii'l a'sâb : anat. *sinirbilimi, nevroloji. (bkz : mebhas-i a'sâb). mebhâsü'l-be ؟er : antropoloji, mebhasü'l-eçkâl : bot. morfoloji, mebhasii'l-ev'iye : anat. *damarbilimi. mebhasii’l-ezhâr : çiçekler ilmi, bilgisi,
mebdeiyyet ( ﻣﺒﺪأﻳﺖo.i.): başlangıç olma İŞİ.
mebhasii'l-harekât : fiz. *devinbilimi, fr. dynamique.
meberr /
mebhasü'1-ızâm : anat. *kemikbilimi.
(a.i.): ihsan etme, hayır İşleme,
meberrât ت١( ﻣﺒﺮa.i. meberre'nin c.): hayır İçin, sevap kazanmak üzere yapılan İşler, -meberre ( ﻣﺮهa.i.c.: meberrât): hayır İçin, sevap kazanmak üzere yapılan i ؟, mebguz ٠“( ﻣﺒﻐﻮضgu” uzun okunur, a.s. bugz'dan): bugzedilmi ؟, nefret edilmi ؟, sevilmemi ؟. (bkz: menfûr).
mebhasii'l-miyâh : hidroloji. mebhasü'1-müstehâsât :
jeol. *eskivarlikbilimi, paleontoloji, (bkz : mebhas-i müstehâsât). mebhasü'1-urûk : ırkbilim. mebhasii'r-riişeym : anat. embriyoloji.
(a.s. buhr'dan) : soluyan, solugan, tıknefes illetine uğramış olan [insan veyâ hayvan].
mebhûr
mebhas ( ﻫﺒﺤﺚa.i.c.: mebâhis): 1. bir ؟eyin arandığı yer. 2. arama, araştırma yeri. (a.s.) : bahsolunmu ؟, sözü geç3. bâb, fasıl. 4. “-logie: ilim, bilim'' sözü-mebhûs mi ؟, (bkz : mezkûr). nün karşılığıdır.' mebhûsiin-anh : bahsolunmu ؟, sözü geçmiş mebhas-i adalât: anat. *kaSbilim. [nesne]. mebhas-i ahcâr: jeol. *taşbilim, litoloji, mebhas-i a'sâb: fels. sinirbilim, nevroloji, mebhûs ( ﻫﺒﺤﻮصa.s. bahs'tan) : solugan, tiknefes [insan, hayvan]. (bkz: mebhasü'l-a'sâb). 684
mebzMen
mebhût ( ﻣﺒﻬﻮتa.s. beht'den) : hayrette kaimi ؟, şaşmış, (bkz : miitehayyir).
m eb rû s ( ﻣ ﺒ ﺮ و صa .s.): baras hastalığına tutul-
me'bız ﺾ ( ﻣﺄﺑa.i.c. : meâbız) : anat. diz kapağınin arkasındaki çukur.
m e b rû z ( ﻣ ﺒ ﺮ و زa .s.): 1. İbrâz olunm u ؟, gösteril-
me'bızî ( ﻣﺄ ﺑﻀﻰa.s.) : anat. dizkapağının arkasmdaki çukurla *ilgili, dizardiya âit.
m eb sû s
mebi' ( ﻣ ﺒ ﻴ ﻊa.s. bey'den) : satılmış ؟ey.
m eb sû s
mebit ( ﻣ ﺒ ﻴ ﺖa.i. beyt'den) : geceleyecek yer. mebiz ( ﺑ ﻴ ﺾa.i. beyz'den c. : mebâyiz) : 1. hek. rahmin sagmda ve solunda olmak -üzere, iki tarafında bulunan guddeler, bez1er, bezeler. 2. bot. yumurtalık, mebiz-i a'lâ : anat. yumurtalığı üstte, fr. ovaire supérieur. mebiz-i esfel : anat. yumurtalığı altta, fr. ovaire inférieur. meblağ ( ﻣﺒﻠﻎa.i.c. : mebâlig) : para, akçe, meblû'j meblûa ﻣﺒﻠﻮﻋﻪ، ( ﻣﺒﻠﻮعa.s. bel'den) : bel'olunmu ؟, yutulmuş. Lokma-i meblûa : yutulmuş lokma. meblûl ( ﻣ ﺒ ﻠ ﻮ لa.s.) : ıslanmış, ıslak; nemli, ya ؟, meblûle ( ﻣ ﺒ ﻠ ﻮ ﻻa.s.) : [“meblûl'ün- müen.”]. (bkz : meblûl). mebnâ ( صa.i.c. : mebânî) : 1. yapı yeri, binâ yeri. 2. yapı, binâ. mebni ( ﻣﺒﺘ ﻰa.s.) : 1. binâ olunmu ؟, yapılmış, kurulmuş. 2. bir ؟eye dayanan. 3. ...den dolayı, ...den ötürü. 4. a. gr. son harfi hiç bir ؟ekilde değişmeyen, sâbit harekeli kelime. mebnî-ale'1-hikâye : bir hikâyeden çıkarılmi ؟veyâ bir hikâyeye dayanılarak söylenilen söz. mebniyyen ( ﻣﺒﻨﻴﺎهa.zf.) : 1. yıkılmamış, ayakta olarak. 2. bina hâlinde, mebrûd ( ﻣ ﺒ ﺮ و دa.s.) : sogumu ؟, soğuk',
m uş olan, (bkz : baras).
m i2 . ؟. açılm ış ؛mektup),
ﻣﺒﻔﻮث
ﻣﺒﻤﻮص
(a.s.) : 1. gösterilmiş. 2. açılm ış
[mektup). m eb sû t, m eb sû ta ﻣﺒ ﺴ ﻮ ﻃ ﻪ، ( ﻣ ﺒ ﺴ ﻮ طa .s.): 1. bastolunm u ؟,
yayılm ış,
açılm ış.
Z a m m e -i
m eb sû ta : "o ” sesi. 2. uzun uzad ıya anlatılan. 3. g. s. bir yazı sitili, m eb sû ten
ﺳﻮﻃﺎﺀ
(a .z f.): mebsût olarak,
m ebsû ten m iitenâsib : m at. biri, ötekinin sayısına göre büyüyen veyâ küçülen iki adedin aralarındaki nispet, m eb şû re
ﻣﺒﺸﻮره
(a .s.): yüzü, b o yu bosu yerin -
de, güzel [kadın). m eb çû ş
( ﻣﺒﺸﻮشa .s .c .: m e b â şîş): silinm iş, ﻣﺒﻄﻮن
m eb tû n
(a .s.): ölüm ü intâceden ve
-B uh ârî-i Şerlf'd eki bir hadise n azaran - tutulam hükm en ؟ehit sayılan s algin dizanteriye tutulm uş kim se. m eb tû te
( ﻣﺒﺘﻮﺗﻪa .i.): fık .
üç talâk ile boşanm ış
olan kadın. m e 'b û n ( ﻣﺄﺑ ﻮ نo .s.): ibnelik hastalığına tutulm u ؟olan, ibne. m eb 'û s
ﻣﺒﻌﻮث
(a .s.c .: m e b 'û sâ n ): 1. ba's olun-
m u ؟, gönderilm iş, (bkz : miirsel). 2 ٠i. peygam ber olarak gönderilm iş kim se. 3. i. halk tarafın dan seçilerek parlam entoda yer alan kim se, m illetvekili. 4. öldükten sonra diriltilm i ؟olan [kimse]. m eb 'û sân
( ﻣﺒﻌﻮﺛﺎنa.i. m eb'ûs'un
c . ) : meb'uslar,
m illetvekilleri. M e c lis-i m e b 'û s â n : âzâsı halk tarafın dan seçilm iş olan m illi meclis,
ﻣﺒﻌﻮﺳﺖ
mebrûk ( ﻣ ﺒ ﺮ و كa.s.) : tebrike ؟âyeste [kimse, şey]î kutlu.
m e b 'û siy y e t
mebrûke ( ﻣ ﺒ ﺮ و ﻛ ﻪa.i.): 1. [mebrûk'ün müennesi). 2. kadın adi.
m eb yet
ﻣ ﺠﻴ ﺖ
m e b zû l
ﺑﻨ ﻮ ل
mebrûr, mebrûre ﻣﺒﺮوره، ( ﻣﺒﺮورa.s. birr'den) : 1. hayirh, makbûl,beğinilmi[ ؟i ؟, ؟ey), (bkz : mergub). 2. i. [İkincisi] kadın adi.
(a .s.): yayılm ış, dağılm ış, saçıl-
m i ; ؟herkese yayılm ış, herkesçe duyulm uş,
(a .i.): mebusluk, *millet-
vekilliği, (a .i.): geceleyecek yer. (a.s. bezl'den) : İbzâl olunmuş,
bol, çok. m eb zû len ( ﻣ ﺒ ﺬ و ﻷa .zf.): bol olarak, bolca, çokça, esirgenmeyerek.
685
mebıö.î
وﻟﻰ،ب
m eb zû li
-(a.i.): çokluk, bolluk, ( b k z :
ﻣﺒﺬوﻟﻴﺖ
m e b zû liy ye t
(a .i.): bolluk, çokluk,
nın üst tarafında açılm ış bulunan b ir veyâ
m e b z û liy y e t-i elv â n : renk bolluğu.
iki delik.
(a .i.): açlık, ( b k z : mecâet).
ف.ﺑ ﺪ
m e c â d îf
m e c â rî-i t e n e ffü s iy y e : anat. teneffüs bo ru
(a.i. m ic d â fm c . ) : kayık, san-
dal kürekleri.
د ل
m e c â d il
ﻫﺠﺎﺀة، ﻫﺠﺎﺀه
ﻣﺠﺎل
(a .i.): acıkm a; aç-
m ân âda kullanılan s ö z : “ arslanlar ilerliyor” derken,
(a .i.): 1. gü c, ku vvet, tâkat. 2 . fır-
sat, İm kân. B î- m e c â l: kuvvetsiz, tâkatsız.
ﻫﺠﺎﻟﻰ
ed. kendi öz m ânâsıyla kullanılm ayıp,
benzerlikle, benzetm e yolu ile başka bir
ilk. ( b k z : cû').
(a.i. m eclâ'nın c . ) : aynalar, ( b k z :
arslan kelim esinin
ﻣﺠﺎﻟﺲ
m e c â z -ı m ü rekkeb ؛ed. ( b k z : istiâre-i m ü rekkebe). m ân âdan m ecâzî m ânâya naklederken ara
(a.i. m eclis'in c . ) : 1. meclisler,
daki alâka ve m ünâsebetin m üşâbehetinden
toplantılar, toplantı yerleri, ( b k z : meclis).
(benzeyişinden)
2.
etm esi'dir.
köşkler.
M e c â lîs -i
Seb'a
(yedi
m e c lis):
H z.
M evlân â'n ın dinî, ahlâkî nasihatlarım hâvî bir eseri. M e c â lisü 'n -N e fâ îs
(güzelliklerin
toplantı-
l a n ) : ünlü ؟agatay şâiri A li §îr N evâî'n in 149 1 de hazırladığı X V . Y ü z y ıl ؟agatay ve Iran şâirleri hak kın d a değerli bilgiler veren ünlü eseri. m ecâ m î'
c . ) : toplanılacak
(a.i. m icm er' ve m icm ere'nin
c . ) : buhurdanlar, İçinde tütsü yakılan kaplar. m e c â n ik
bir
hâle
istinâd
(a .zf.): m ecaz yoluyla, m ecaz
olarak. m e c â zî ، Sj، ؛؛، * (a.s.) ٠ . m ecâza âit, m ecazla ilgili olan. M a 'n â -y i m ecâzî ؛m ecaz, gerçek ol m ayan m ânâsı. A ş k -ı m e c â z î: dünyâdaki güzelleri ve
dolayısıyla
A lla h 'ı
sevm ek.
M ü lk -i h a k îk î ve m e c â z î: A lla h 'ın hakikat
m ecâzîb
abdallar; sevgiden aklını kaybetm iş olan lar. m e câ z-istâ n m ecbû b
د ش
(a.s. ve i. m eczûb'un c . ) : m ec
zuplar, cezbeye tutulm uş olanlar, dîvâneler,
m e c â m î ' ع٠( ﻣﺠﺎمa.i. m ecm ûa'nın c . ) : dergiler.
ﻫﺠﺎﻣﺮ
m ecâze n
başka
ve ruh âlemi.
( ﻫﺠﺎﻣﻊa.i. m ecm a'ln
yerler, toplantı yerleri.
m e c â m ir
T ü rk askeri
m ânâsına gelişi gibi.
m e c â z -ı m ü r s e l: ed. bir kelim eyi hak ikî
merâyâ). m ecâ lis
geçecek yer. 2 . hakikatin, gerçeğin zıddı. 3.
mecâe» m ecâet
m ecâ lî
ları. m e c â z jk، * (a.i. cevâz'dan c . : m ecâzât) : ı. yol,
(a.i. m icdel'in c.) : köşkler, ka-
sırlar.
m e câ l
m e c â r î-i h e v â iy y e : zool. balina, gergedan, yu n u s b alığı gibi bâzı h ayvan ların başları
( b k z : kesret, m ebzûlî).
m ecâ'
m e c â rî ، £j، ؛؛؟؛،٥ (a.i. m ecrâ'n ın c . ) : suyolları, akıntı yerleri, su yatakları.
kesret, m ebzûliyyet).
(a.i. m encenik'ın c.). (b k z :
m ecânîk).
(a.f.b.i.) : m ecaz yeri. (a.s.) ؛zekeri, husyeleri kesil
miş. m ecb û l d ( a . s . cib illet'd en ): 1. yaratılm ış,
(a.i. m en cenîk'in c . ) : [eski-
(bkz : âferîde). 2. yaratılışın da bir hal ve sı
den] m ancınıklar, savaşlarda b ü yü k taşları
fat bulunan. [A r a p ç a d a : “yarad ılışı iri olan”
atm akta ku llan ılan sapanlar, (bkz : m ence-
m ânâsı vardır].
m e c â n ik
دﺑ ﻖ
nikat). m ecâ n în
m ecbû le ، .Jj٠؛؛١ ،٠٥ (a .i.): [“m ecbû l” ün müen.].
ﻫﺠﺎﺑﻦ
(a.s.
m ecnûn'un
c .) :
de-
( b k z : mecbûl).
olanlar.
m ecb u r j j -؛١٠٥ (a.s. cebr’d e n ) : 1. icbâr edilm iş,
D a rü 'l-m e c â n în (m ecnunlar y u r d u ) : akil
zor görm üş, zorla bir işe girişm iş, ( b k z : nâ-
hastahânesi, tım arhâne.
çâr, m uztar. 2. [eski] hatırı, gönlü alınm ış.
liler,
686
çılgınlar,
aklindan
zoru
metO [asil m ânâsı: “kırıldıktan sonra bütünlenmi ” ؟tir]. 3. bağlı, düşkün, (bkz : meftûn).
mecerre ﺟ ﺮه٠ (a.i.): astr. Samanyolu, (bkz: keh-ke ؟ân).
mecbûren ( ًﻣﺠﺒﻮراa.zf.): mecbur olarak, zorla, zorâki.
mechel ( ﻣﺠﻬﻞa.s.c.: m ecâhil): 1. nişansız, belirtisiz. 2. yolu izi olmayan ؟Öİ.
mecbûri, mecbûriyye ﻣﺠﺒﻮوﻳﻪ، ( ﺻ ﻮ ر ىa.s.): yapma zorunda bulunanlar, ister istemez, zor altında. Hizmet-i mecbûriyye: mecbûri, yapma zorunda bulunulan hizmet. mecbûri h izm et: -devletin yaptırdığı görev,
mechele ( ﻣﺠﻬﻠﻪa.i.): birini câhillige sevkeden ?ey.
mecbûriyyet ( ﺳ ﻮ رﻳ ﺖa.i.): mecburluk, zor, zora tutulma. meccân ( د نa.s.): bedâva, parasız, ücretsiz, meccânen ( ﻣﺠﺎﻧﺄa.zf): bedâva, parasız, ücretsiz olarak. meccâni ( ﻣﺠﺄذىa.s.): parasız, bedâvacı. Leyli m eccâni: parasız yatılı, meccâniyyet ( د د تo.i.): meccânilik, ücretsizlik. mecd ( ﻣﺠﺪa.i.): büyüklük, ululuk; ؟an ve ؟eref. Dâme m ecdiihû: ululuğu, büyüklüğü devam etsin! Sûre-i m ecd: Kur'ân'ın ilk sûresi, (bkz : seb'ül-mesânî, sûretü'1-hamd, sûret-ü ؟- ؟ükr). mecdûd ( ^ ودa.s.): 1. rızkı bol, nasibi a ؟ık, bahtiyar. 2. erkek adi. mecdûl ﺟ ﺪ و ل٠ (a.s. Cedi'den): 1. sağlam [ ؟ey], (bkz: muhkem). 2. bükülmüş. [Arap ؟ad a : “ kemikli ve yapısı sağlam kimse” mânâsınadır]. mecdûr د و ر [kimse].
(a.s.): hek. ؟İ ؟ek ؟ıkarmı؟
mecel ﺟ ﻞ٠(a.i.): zool. ampul, kabarcık, mecellât ( ﻣﺠﻼ تa.i. mecelle'nin c .): kitaplar, mecmûalar, dergiler. Mecellât-I a tik a : eski kitaplar. mecelle ( د هa.i.): 1. kitap mecmûa, dergi. 2.huk. Tanzimat'dan sonra 1869-1876 araSinda fıkıh ilminin muâmeleye âit olan kısmma dâir te'lif edilmiş meşhur eser,
mechûd د(a.s. cehd'den): 1. cehdolunmu ؟, ؟alışılmış, uğraşılmış. 2. kudret, kuvvet, güc. Bezl-İ mechûd, Sarf-1 mechûd: olanca kuvveti ile. mechûl, mechûle ﻣﺠﻬﻮﻟﻪ، ( ﻣﺠﻬﻮلa.s. cehl'den): 1. bilinmeyen, meçhûl. 2. gr. edilgen [bilmekten: “bilindi'', çalışmakta n : “ ؟alışıldı..” gibi]. m ech û lü 'l-ah vâln eyin nesi olduğu bilinmeyen kimse. mechûlii'n-neseb: kimin ؟ocuğu olduğu bilinmeyen. mechûlât ( ﻣﺠﻬﻮﻻتa.s. mechûl'ün c .): meçhul olan, bilinmeyen ؟eyler, mechûliyyet ( ﻣﺠﻬﻮﻳ ﺖa.i.): meçhullük, bilinmezlik. meci' ﺟ ﻰ٠ (a.i.): geli ؟, gelme. mecid ﺟ ﺪ٠ (a.s. mecd'den): 1. Allah adlarındandır. Abdü'l-mecîd : Allah kulu. 2. ؟an ve şeref sâhibi, büyük, ulu. 3. i. Abdü'lmecid'den bozularak erkek adi. mecîdî, m e cid iy e ﻫﺠﻠﺪﻳﻪ، ( ﻫ ﺠ ﻬ ﻰa.s.): Sultan AbdUlmecit'le ilgili. Sim m e c id iy e : yirmi kuruş değerinde gümüş para. mecidiyye altını ؛AbdUlmecit zamânmda ؟ıkarılmı ؟altın lira. mecidiyye n işan ı: AbdUlmecit zamânmda ؟ıkarılmı ؟nişan. mecidiyye ؟eyregi: be ؟kuruşluk gümüş para.
mecenn ﺟ ﻦ٠(a.i.). (bkz : mecenne).
mecidiyye ( ﻣﺞ؛دﻳﻪa.i.): Sultan Abdiilmecit'in tahta çıkışının altıncı yılında (1260 = 1844) onun adma kesilmi ؟olan altın ve gümüş sikkeler, [daha ziyâde 20 kuruşluk gümüş sikkelere verilen bir addır].
mecenne د (a.i.): 1. cinni ؟ok olan yer. (bkz : dîvlâh). 2. delilik, divânelik. 3. kalkan, siper.
meclâ' ( ﻫﺠﻼa.i. cilâ'dan. c . : mecâlî): 1. ؟ikma yeri, görünme yeri. 2. ayna, (bkz: mir'ât, secencel). 687
meclis
meclis ( ﻣﺠﻠ ﺲa.i. cülûs'dan. c . : mecâlis): 1. oturulacak, toplanılacak yer. 2. görüşülecek bir mes'ele İçin bir araya gelmiş insan topluluğu. 3. devlet işlerini görüşmek üzere milletvekillerinin toplanması ve bu milletvekillerinin toplandıkları büyük binâ. Def'-i m eclis: bir toplantıya son verme. Sadr-İ meclis : bir toplantıdaki başkanlık yeri. meclis-i âlî-i h az âin : mâliye işlerini yoluna koymak üzere teşkil olunan hey'et. meclis-i âlî-i s ıh h î: Yüksek Sağlık Şûrâsı. meclis-i âlî-i Tanzîm ât: Tanzîmât'ın icâbettirdigi kanun ve nizâmnâmeleri hazırlamak, memleketin ıslah ve îmârı İçin alınacak tedbirleri müzâkere ve karar ittihâz etmek, mevcut niza'mnâmelerden ıslâha muhtaç görülenler hakkında mııtâlaa bildirmek ve bunların tâdillerini hazırlamak, nâzırlarm vazifelerinden dolayı mesuliyetleri hâlinde muhakemelerini bidâyeten yapmak vazifeleriyle mükellef olmak üzere 1270 (1854) târihinde kurulan meclis. meclis-iâ'yân:ı)Osmanlıİmparatorluğu'nda iki millet meclisinden, üyeleri hükümetçe seçilmiş olanı; 2) [bugün] senato, cumhuriyet senatosu. meclîs-î b e y ': pazarlık İçin bir araya toplanma. meclis-i em ânet: huk. İstanbul'da ilkbelediye teşkilâtı yapıldığı zaman şehremânetinde İhdâs edilen. Hükümet tarafından tâyin edilmiş altı âzâdan olma meclis idi. meclis-i hâss-1 vükelâ : kabine toplantısı., meclis-i İdâre : 1. evvelce halkın seçtiği il meclisi. 2. *yönetim kurulu, meclis-i İdâre-i emvâl-i eytâm : yetimlerin mallarıyla ilgili olan hukuki işlemleri incelemekle görevli bulunan kurul, meclis-i İşret (İçki meclisi): tas. İlâhî iinsiyyetteki lezzet.
meclis-i m eb'ûsân: OsmanlI imparatorlugunda iki millet meclisinden, üyeleri, halk tarafından seçilmiş olam. meclis-i m eşâyilı: [eskiden] tekkelerin içleriyle meşgul olmak üzere meşihat dâiresinde kurulmuş olan bir teşekkül, meclis-i m ey: İ ؟ki meclisi, (bkz: bezm-i mey). meclis-i miiessisân : huk. .kurucu meclis, meclis-i 'şer': şeyhislâm kapışında veyâ kadılarm yanında kanun hükmü alınmak üzere yapılan toplantı. meclis-i şü kû fe: tar. lâle yetiştiricilerinin lâle cinsleri, bakımı ve şâire üzerine tertibettikleri ko'ngre. meclis-i tedkikat-ı şer'iyye : mülga Meşihat Dâiresi'nde bir reisin riyâseti altmda müteşekkil hey'et-i âliye idi ki, 21 Muharre.m 1290 târihli tâlimatnâme ve zeyillerinde yazili oldugu üzere kendisine tevdi olunan İşlerle fetvâhâneden havâle olunan İlâmların vakii hâle ve zabıtnâmelerine uygun olup olmadığını tetkik ederdi, meclis-i ü lfe t: konuşma meclisi, meclis-i vâlâ-yi' ahkâm-1 a d l i c e : ISlahat hareketlerinin icâbettirdigi yeni nizâmnâmeleri hazırlamak, me'murlarm muhakemeleriyle meşgul olmak, lüzum gösterilen devlet içlerinde rey vermek üzere 1253 (1837) yılında teşkil olunan meclis, meclis-i vü k elâ : kabine toplantısı [bugünkü ''bakanlar kurulu'']. m edis-ârâ ( ﻣﺠﻠ ﺲ آراa.f.b.s.): meclisi süsleyen, hoşsohbet kimse.. meclis-efrûz ( ﻣﺠﻠ ﺲ اﻓﺮوزa.f.b.s:'): 1. meclisi aydınlatan, parlatan, (bkz: mecüs-fürûz). 2. miiz. Tiirk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup nümûnesi kalmamıştır. mecüs-fürûz ( ﻣﺠﻠ ﺲ ﻓﺮوزa.f.b.s.): meclisi aydinlatan, ışıklandıran, (bkz : meclis-efrûz).
meclis-i kebîr-i m a â rif: maarif İşleri hey'eti. [bugünkü Millî Eğitim Bakanlığı “Ta'lim ve Terbiye Dâiresi'' karşılığı],
meclisi ( ﻣ ﺠ ﻠ ﻰa.s.): 1. meclise âit, meclisle ilgili. 2. miiz. hâlen Âzerî müziğinde kullamlmakta olan bir makamdır.
meclis-i m âliyye : mâliye nezâreti danışmam kurulu.
meclisiyân ( ﻣﺠﻠﺴﻴﺎنa.i.): meclis ehli; bir topİant'ıda bulunanlar.
688
mecra
mecüs-nüvîs ( ﻣﺠﺎ س ﻧﻮصa.fb.s.): sekreter, zabit kâtibi. meclûb ( ﻣﺠﻠﻮ بa.s. celb'den): 1. celbolunmuş, başka yerden getirilmiş, olan. 2.tarafdardıgı kazanılmış bulunan. 3. tutkun, (bkz: meftûn). meclûbîn ( ﻣﺠﻠﻮإ—ﻳﻦa.s. meclûb'un c.). (bkz: meclûb). meclûbiyyet ( ﻣﺠﻠﻮ ﺑ ﺠ ﺖa.i.): meclubluk, tutkunluk. mecliivv ( ﻣﺠﻠﻮa.s.): cdâlı, parlak, (bkz: mücellâ). mecma' ( ﻣﺠﻤﻊa.i.c.: mecâm i'): 1. toplamlacak yer. 2. kavuşulan yer, nokta, mecma-ı bahreyn, mecma'ii'l-bahreyn: ı) 'iki deniz veyâ büyük bir suyun kavuştuğu nokta, kavuşağı; 2) tas. kabe kavseyn mertebesi. mecma'ü'l-ezdâd: mutlak hürriyet. Mecma'ü'1-Letâif (latifeler mecmûası): BursalI Lâmiî'nin güldürücü ve ogütleyici küçük hikâyelerden meydana getirdiği mensur-manzum eseri. Mecma'ii'n-Nezâir (nazirelerin toplandığı kitap): Edirneli Nazmi'nin, başka şâirlerin gazellerine yazdığı nazirelerini topladığı ünlü eseri. mecmaa -
(a.i.). (bkz: mecmûa).
mecmece (a.i.): 1. kalbindekini söylemek isteyip de yine gizleme. 2. yazının karışıkolması. mecmede ٥-
(a.i.): buzluk, karlık,
mecmû, mecmûa ﻣﺠﻤﻮﻋﻪ، ( ﻣﺠﻤﻮعa.s. cem'den): 1. cem' olunmuş, toplanmış, bir araya getirilmiş şey, top, tüm. M in haysü’1m ecm û': toptan, hepsi. 2. i. bir yazı sitili, mecmû-i c e b ri: mat. *cebirsel *toplam, mecmûa ( ﻣﺠﻤﻮﻋﻪa.i.c.: mecâm î'): 1. toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş, şeylerin hepsi. 2. seçilmiş yazılardan meydana getirilen yazma kitap. 3. dergi, (bkz : risâle). mecmua-i fünûn (ansiklopedi): ı.m ec. geniş bilgisi olan kimse. 2 ٠Cemiyet-i İlmiye-İ Osmaniye adına 4 yıl kadar yayımlanmış
olan bir dergi olup. İçinde tarih, jeoloji, kimya ve felsefeyle ilgili konular yer alırdı, mecmûa-i h ayvân ât: biy. direy, fr. faune. Mecmûa-İ M u allim : Muallim Naci tarafından İstanbul'da haftalık olarak yayımlanmış bir dergi. mecmUa-i nebâtât: bot., biy. *bitey, fr. flomecmûa-i sath ؛geo. bütün, *yüzey. mecmûatü'1-letâif (latifeler mecmuası): ed. gülün ؟ftkra ve hikâyelerin bir araya topİandıgı dergi.' Mecmûatii'n-Nezâir (nazireler mecmûası): Ömer ibn Mezid'in XIV. yüzyıl şairlerinin birbirlerine yazdıkları nazireleri toplayan mecmûası. mecmûan ( ًﻣﺠﻤﻮﻋﺎa.zf.): toplu olarak, toptan, birden; hep. m ecm û i^et (a.i.): 1. topluluk, bütünlük, tamlık, i . sosy. ortaklaşma, fr. collectivisme. mecniyyün-aleyh ه٠( ﻻ ص ﺀاa.s.): kendisi üzerine cinâyet vuku bulan, öldürülen kimse. mecnûb ﺟ ﻮ ب٠( هa.s.): cenup (güney) rüzgârı alan [adam]. mecnûn ، ؟> ؛،، (a.s. cinn'den c . : mecânin): 1. cin tutmuş, çıldırmış, deli; dîvâne. 2. delice seven, tutkun, (bkz : âşık). mecnûn-1 gayr-1 m utbik: huk. [eskiden] kâh mecnûn olup kâh iyileşen kimse. mecnûn-1 m utbik: huk. [eskiden] cünûnu, bütün zamânını kaplayan kimse. Mecnûn ( ﻫﺠﻮنa.h.i.): Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin erkek kahramâm, Kays. mecnûn-âne ذه٧( ﻣ ﺠ ﺮa.f.zf.): delice, delicesine; divânelere yakışır yolda, mecnûne ( ﻫﺠﻮذهa.s.): ["mecnûn” un müen.]. (bkz: mecnûn). mecnûniyyet ( ﻣﺠﻔﻮﻧﻴﺖa.i.): delilik. mecrâ ( ﻫﺠﺮىa.i. ,cereyân'dan. c . : mecârî): 1. suyun cereyan ettigi, aktığı yatak, su yolu, akıntı yeri. 2. bir İşin gidiş, oluş yolu. 3. bir havâdisin, bir haberin yayılma yolu. 4 ٠bedendeki ahlâtın akıştığıyol. 5. elektrik, 689
mecrâ-yı bevl
su, havagazı gibi şeylerin geçirilmesi İçin yapılan tesisat. m ecrâ-yib evl: fizy. sidigin aktığı yol. mecrâ-yi b e y z i^ e : anat. yumurta kanalı, mecrâ-yî dem 'î: anat. gözyaşı yolu, mecrâ-yî sem 'î: anat. *kulakyolu. mecrâ-yi tabi ؛: bir şeyin tabîî yollardan ge ؟İÇİ.
mecrûf ( ﻣﺠﺮوىa.s. cerfd en ): süpürülmüş, kürekle atılmış.
veya mecûs dinine mensup, bu dinle ilgili olan. mecûsiyân ( ﻣ ﺠ ﻮﻳﺎ نa.s. ve i. mecûsi'nin c .): mecûsiler, ateşe tapanlar. m ecUsi^et ( ﻣ ﺠ ﻮ ﺑ ﺖa.i.) : mecûsilik, ateşe taparlık. meczûb ( د و بa.s.i. cezb'den c . : meczûbin : 1. cezbolunmuş, ؟ekilmiş. 2. Allah sevgisinden dolayı cezbeye tutularak k;endinden geçmiş [olan], (bkz : şeydâ). 3. deli, dîvâne, mecnûn.
m ecrûh ( ^ وحa.s.cerh'den): 1. cerholunmuş, yaralanmış, [bu mânâda c . : mecrûhin]. meczûbe ( د و ؛ هa.s.): [“meczûb” un müenj. (bkz: meczûb). 2. huk. İnandırıcı sözlerle çürütülmüş [fikir, mevzu', dâvâ]. meczûbîn ( د و ذ نa.s.i. meczûb'un c .): meczuplar. m ecrûha ( ﻣﺠﻮوﺣﻪa.s.): [“mecrûh " un müen.]. (bkz: mecrûh). meczUbiyyet ( ﻣ ﺠ ﻨ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖa.i.): [birine dogru] mecrûhin ( ﻣﺠﺮواصa.s. mecrûh ؛in c .): cerh olunmuşlar, yaralanmışlar. m ecrU hi^et ( ﻣ ﺠﺮو ﺣ ﺖo.i.): 1 . yaralanış, yaralanma. 2. bir fikri, düşünceyi çürütme, mecrûr ^ور (a.s. cerr'den. c . : mecrûrât): 1. cerrolunmuş, ؟ekilmiş, sürüklenmiş. 2. a. gr. h a rfi cerr veyâ İzâfet hallerinde, son harfi i ile okunan kelimenin h â li: min külli'1-umûri.. gibi, "min'' cer harfi; "külli” : min ile mecrûr; "umûri" de : muzâfiinileyh hâlinde mecrûr. mecrûrât ( ﻣﺠﺮوراتa.s. mecrûr'un c .): mecrurlar, mecrûr olanlar, mecûbe ( ﻣﺠﻮﺑﻪa.i.): cevap, me'cûc ( ﻣﺄﺟﻮجa.i.). (bkz : ye'cûc). mec'ûl ل٠( ﻣﺠﻌﻮa.s.): meydana çıkarılmış, yapılmış olan, (bkz : masnû'1). mec'ûle ﺟﻌﻮﻟﻪ،( مa.s.): ["mec'ûl" ün. miien]. (bkz: mec'ûl). me'cûr ( ﻫﺄﺟﻮرa.s. ecr'den) : 1. ecr ve sevabı verilmiş olan. 2. kirâya verilen [şey], (bkz': mûcer).
gönül akması. meczûm ( ﻣﺠﺰومa.s. cezm'den): 1. cezmolunmuş, niyet edilmiş, kat'î karar verilmiş. 2. a: gr. cezimli, son harfi harekesiz olarak okunan kelime : “ilm, cezb..” gibi, meczûm ( د و مa.s. cüzâm'dan): cüzamlı, miskin illetine tutulmuş [kimse], meczûme
(a.s.) :
["meczûm”
un
mhen.]. (bkz : meczûm ﻣﺠﺰوم، ) ﻣ ﺠﻨﻮم. meczûr ( د و رa.s.): mat. cezri, kare kökü alınmış [sayı] : on sayısı yiiz sayısının kare köküdür. medâ د ى٠ (a.i.) : 1. mesâfe. 2. nihâyet, son. (bkz: gaye, miintehâ). mede'd-dühûr : dünyânın sonuna' kadar, mede'l-a'vâm: yılların sonuna kadar, mede'l-basar : gözün görebildiği kadar, göz erimi. mede'1-eyyâm : günlerin sonuna kadar, medâfi' ( ﻣﺪاﻓﻊa.i. medfa'm c.) : ask. toplar, medâfin ( ﻫﺪاﻓﻦa.i. medfen'in c .): defnolunacak yerler,' mezarlar, kabirler,
mecûs ﺟﻮس٠( هa.i.): Zerdüşt dîninde bulunan halk; ateşe, tapanların bağlı bulundukları din.
medâhik ( ﻣﻌﻨﺎ ﺣ ﻚo.s.). (bkz : mudhikât).
mecûsî ( ﻫﺠﻮﺳﻰa.s. ve i. c . : mecûsiyân): mecûs dîninde bulunan, ateşe'tapan kimse
medâih ( ﻣﺪاﺋﺢa.i. mid'hat'm c .): medhetmeler, övmeler.
690
medâhil دا ﺧ ﻞ٠ (a.i. medhal'in c .): girilecek yerler, girişler.
١١
me'٥ebe٠ ü'l-htan medâin ( ﻣﺪاشa.i. medine'nin c .): şehirler, (bkz: büldân).
m edâyih ( د ا ﻳ ﺢa.i. medîha'nin c.) : övülmeye
Medâin ( ﻣﺪاشa.h.i.): eski îrân'da Dicle civârında yedi şehrin adi olup, İslâm fetihleri sırasında başkenti teşkil ediyordu.
m edâyin
Medâin-İ kisrâ : Iran ülkesi, m edâm i' ( ﻣﺪاﻣﻊa.i. medma'm c .): 1. gözyaşları. 2. gözler. medâmi'-i hicrân : ayrılık gözyaşları, medâr ( ﻣﺪارa.i. devr'den): 1. bir şeyin dönecegi, devredeceği, üzerinde hareket edecegi yer, etrâhnda dönülen nokta. 2. astr. *yorünge, bir seyyârenin (.gezegen) Güneş etrâfında dönerken ؟izdigi dâire. medâr-ı c e d i: cogr. oglak .dönencesi, ekvatorun iki cihetinde varsayılan iki dâireden güneyde bulunanı. medâr-ı ib re t: ibret almaya yarayan. medâr-ı iftih â r: övünme sebebi, övünme vesilesi. medâr-ı kelâm ؛konuşma, söz konusu. medâr-ı mahz-i m übâhât: tam övünme vesilesi. medâr-ı m aişet: ge ؟im vâsıtası. medâr-ı seretân: cogr. ekvatorun iki cihetinde varsayılan iki dâireden kuzeyde bulunam, yenge ؟.dönencesi. 3. vesile, sebep, vâsıta. 4 ٠s. yardımcı, (bkz : muin), medâreyn ( ﻣﺪار؛ﺑﻦa.i.c.): cogr. oglak .dönencesi ile yenge ؟.dönencesi, medârî ( دا ر ىa.s.): medara âit, medarla .ilgili, tropikal. medârî mmtaka : cogr. tropikal kuşak, medâric رﻳﺞ١( ﻣﺪa.i. medrec ve medrece'nin c.): 1. meslekler, tarikatler, yollar. 2. mec. merdivenler. Âric-i medârîc-i feyz ii İkbâl: yükselriıe merdivenlerine ؟ikan, medâris ( دا ر سa.i. medrese'nin c .): medreseler. medârîs-i sahn, - -İ semâniyye : İstanbul'da, Fâtih câmii etrâfında kurulan sekiz medre-
lâyık olan İçler ve hareketler, ( دا د نa.i. medîne'nin c.). (bkz : medâin).
ن٠( ﻣﺪاﻳ ﻞa.s. midyân'ın c.) : borca garkolanlar, dâimâborç eden kimseler,
m edâyin
m edbûg ( د ر غa.i.) : dibâgat olunmuç, taba-
kalanmiç, sepilenmiç. m edbûr
٠( ﻣﺎa.i.) : 1. uzatma, ؟ekme. 2. yayma, döçeme.
medd
m edd-i âh : âhı ؟ekip uzatma. m edd-i basar : hek. uzağı görme, presbit, fr. presbyte. m edd-i basar-! şeyhî ؛biy. yakm görmezlik,
presbitlik. m edd-i bisat : hail, kilim yayma. m edd-i cüz'i : cogr. on beş giinde bir görülen
az deniz kabarması, az derecedeki kabarma zamanı. m edd-i ekmel.: cogr. büyük .gelim, fr. vives eaux. m edd-i k âm il : cogr. denizde yüksek kabar-
ma. m edd-i kiilli : cogr. denizin kabarması. m edd-i nazar : uzaga bakma, gözün görebil-
digi kadar göz alımı, göz irimi. m edd-i nigâh : (bkz : medd-i nazar). m edd-i y e d : el uzatma. 5. gr. bir harfi
lüzûmundan fezla uzatarak telâffuz etme. 4. deniz veyâ nehir sularının yükselip kabarmasi. medd ii c e z r: cogr. .gelgit, suların kabarması ve ؟ekilmesi. 5. elifi uzun okuma. H arf-İ medd : [Arapçada] hemze ile elifin birleşmesi. Harf-İ med ü ؟tür : vav, ya, elif. 6. şer'iye nâiblerinin hizmet zamanlarının uzatılması.
( ﻣﺪاحa.s. medh'den) : 1. daha (pek, en, ؟ok) medheden. 2. i. taklitler yaparak hoş hikâyeler anlatıp halkı'eğlendiren kimse,
m eddah
medde
medârü'1-ayn ( ﻣﺪاراﻟﻌﻴﻦa.b.i.): hek. göz ؟ukuru.
( « د ر رa.s.) : 1. yaralı. 2. zengin,
( ﻣﺪهa.i.) : medd İşâreti.
me'debe
( ﻣﺄدﺑﻪa.i.) : düğün yemegi.
me'debetü'l-hitan : sünnet ziyafeti. 691
meded
meded ( ﻣﺪدa.i.): 1. yardim, imdat, (bkz : nusret). 2. n. aman, eyvah! meded-Allah ( ﻣﺪد اﻟﻠﻪa.n.): aman Allah! meded-cû ( ﻣﺪدﺟﻮa.f.b.s.) : medet, yardim arayan. meded-cûyân ( ﻣﺪدﺟﻮﻳﺎنa.f.b.s. meded-cû'nun c.) ؛,yardim arayanlar. meded-cûy-âne ( ﻣﺪدﺟﻮﻳﺎﻧﻪa.f.zf.): medet, yardım arayana yakışacak sûrette.
Kerîm'in Medine şehrinde nâzıl olan sûre ve âyetleri. medeni hukuk: âile, şahıs, eşya, miras ve bor ؟ilişkilerini düzenleyen hukuk. medeni kanun : 4 Ekim 1926 târih ve 743 sayı ile İsviçre .medeni kanununun Fransızca metninden tercüme edilerek daha önce yürürlükte bulunan "mecelle” nin yerini alan, ve âile, miras, kişi ve eşyâ hukukuyla dgili münâsebetleri düzenleyen kanun,
meded-cûyi ( ﻣﺪدﺟﻮﻳﻰa.f.b.i.): medet, yardim arayıcılık.
medeniyet ( ﻣ ﺪﻳ ﺖa.i.) : medenilik, şehirlilik, uygarlık. medeniyyet-i hâzıra : şimdiki medeniyet,
meded-hâh ( ﻣﺪدﺧﻮاهa.f.s.): medet, yardim isteyen; sığınan.
medenk ( ﻣﺪﻧﻠﺶf.i.) : 1. kapı sürgüsü. 2 . ağa؟ anahtar; kilit damağı.
meded-hâh-âne ( ﻣﺪدﺧﻮاﻫﺎﻧﻪa.f.zf.) : medet, yardim istercesine.
meder ( ﻣﺪرa.i.) : ı.k u ru ؟amur, kuru balçık; kerpi2 . ؟. köy; mahalle,
meded-hâhi ( ﻣﺪدﺧﻮاﻫﻰa.f.b.i.): medet, yardımisteyicilik.
medfa'( ﻣﺪﻓﻊa.i.c. : medâfi') : ask. top.
meded-kâr ( ﻣﺪد ﻛ ﺎ رa.f.s.): yardımcı, (bkz: muin, nasir). meded-kârân ( ﻣﺪد ﻛ ﺎ ر ا نa.s. meded-kâr'ın c .): yardımcılar, yardim edenler, meded-kâr-âne edercesine.
ﻛﺎ راﻧ ﻪ
( ﻣﺪدa.f.zf.): yardim
meded-kârl ( ﻣﺪد ﻛﺎر ىa.f.i.): yardımcılık, meded-res, meded-resân ﻣﺪدرﺳﺎن، ﻣﺪد ر س (f.b.s.): medet, yardim eriştirici, yardıma yetişen, yardımcı; imdada yetişen, meded-resâni ( ﻣﺪد رﺳﺎ ﻧﻰa.f.b.i.): yardim edicilik, yardımcılık. medeni, medeniyye ﻣﺪﻧﻴﻪ، ( ﻣﺪﻧﻰa.s. medine'den): 1. medineye, şehre mensup, şehirli, şehir halkından olan. 2. bir. memleketle-ilgili olan. 3. Arabistan'daki Medine şehrine âit olan. 4. mec. terbiyeli, görgülü, kibar, nâzik. Akvâm-1 medeniyye : medeni kavimler. Hukuk-I m e d e n ic e : medeni haklar, (bkz: hukuk). Kanûn-İ m edeni: medeni kanun. Kavânîn-i m e d e n ic e : medeni esaslar kanunları. Vazâif-İ medeniyye : yurttaşlık vazifeleri (*görevleri), m edeniyyü't-tab': yaradılışı itibârıyla berâberce toplulukla yaşamaya .mecbur olan kimse. 5. [medeni] : Kur'ân-1
medfen ( ﻣﺪﻓﻦa.i. defn'den. c. : medâfin) : defnolunacakyer, mezar, kabir, medfû' ( ﻣﺪﻓﻮعa.s.) : 1. d ef olunmuş, dışarı 1 ؟karılmış. 2. verilmiş, vezneden çıkarılmış, medfûât ( ﻣﺪﻓﻮﻋﺎتa.i. medfû'un c.) : 1. sarfedilmiş, verilmiş paralar, kasadan ؟ikan paralar. 2. verilen, harcanan paranın, hesap defterinde kaydedildiği hâne, kolon. medfUn ( ﻣﺪﻓﻮنa.s. defn'den) : defnolunmuş, gömülmüş, (bkz : melhûd). medfûne ( ﻣﺪﻓﻮﻧﻪa.s.) : [“medfUn'un müen.l. (bkz : medfûn). medh ( ﻣﺪحa.i.) : övme, birinin iyi şeylerini söyleme, (bkz : senâ, sitâyiş). [zıddı : “kadh, zemm'' dir]. medhal ( ﻣﺪﺧﻞa.i. dühûl'den) : 1. dâhil olacak, girecek yer, kapı, antre, fr. entrée. 2 ٠başİangı3 . ؟. giriş. medhal-i kavâid : gramere giriş. 4٠karışma. 5.'parmak [bir İşte]. Zî-medhal : bir işe karışmış olan, bi.r İşte parmagi olan, (bkz : medhal-dâr). medhâl-dâr ( ﻣﺪﺧﻠﺪارa.f.s.) : bir işe karışmış olan, bir İşte parmagi olan, (bkz : ZÎmedhal). medhiyyât ( ﻣﺪ ﺣﻴﺎ تa.i. medhiyye'nin c.) : övmeler.
medresetü'l-kuzât medhiyye ( ﻣﺪﺣﻴﻪa.i.c.: medhiyyât): ed. birini övmek İçin yazılmış şiir, (bkz : senâiyye). medhUl د ﺧ ﻮ ل٠ (a.s. dahl'den): 1. dahi edilmiş, ayıplanacak bir kusur İşlemiş. 2. dile düşmüş. 3. kendisine bir şey girmiş olan. Zevce-i medhUletiin bihâ : gerdege girmiş zevce. Zevce-i gayr-i medhUletün b ih â : henüz gerdege girmemiş zevce. medhUn ( ﻣﺪﻫﻮنf.i.): tabaklanmış deri, (bkz : medbUg). medhUr ( ﻣﺪﺣﻮرa.s.): kovulmuş, uzaklaştırılmış. (bkz: matrûd). medhûç ( ﻣﺪﻫﻮشa.s. dehşet'den): dehşete ugramış, şaşırmış; korkmuş, ürkmüş, medhûş-âne ( ﻣﺪﻫﻮﺷﺎﻧﻪa.f.zf.): ürkmüş bir halde; ükmüş gibi. medhUşiyyet ( ﻣﺪﻫﻮﺷﻴﺖo.i.): dehşete ugramışlık, şaşırmışlık, korkmuşluk. medid, medide ﻣﺪﻳﺪه، ( ﻣﺪﻳﺪa.s. medd'den): çekilmiş, uzatılmış; uzun, çok uzun siiren. Müddet-İ medide : pek çok zaman. medîdü'1-basar: uzaktan gören, medih ( ﻣﺪﻳﺢa.i.c.: medh'den. c . : medâyih): medhetmeye, övmeye sebebolan şey; övme mevzuu. mediha (a.i.). (bkz : meferr). mifre? ( ﻣﻔﺮ شa.i.): g.s. hattatların kullandığı, yazıyı kazımaya yarayan bir ؟e?it kalemtira?. mifre?e ( ﻣﻔﺮ ﺷﻪa.i.c.: mefâri?): karni? kalemlerin birbirine ve mahfazaya ؟arparak bozulmalarım önlemek İ ؟in divitin kalem koymaya mahsus kısmına veyâ kalemdâna konulan örtü.
mihen
( ﻣﻔﺮزa.i.): kamış kalemi ayırmak İçin kullanılan bir çeşit kalemtraş.
m ifre z
( ﻣ ﻐ ﻤ ﺪa.i.): neşter, kan alacak âlet, (bkz: mibza').
m ifs a d
( ﻣﻐﺘﺎحa.i.c.: mefâtih) : 1. anahtar.
m iftâ h
2. şifre cetveli. 3. dil öğrenirken yapılacak tercüme ve mes'elelelerin halledilmiş şekillerini gösteren kitap. M i f t â h ü ' 1- C e n n e (Cennetin anahtarı) : XV. asır şâir ve bilginlerinden Ahmed-i Dâî'nin Arapçadan dilimize çevirdiği bu eser, İslâmın şartlarından bâzı ay ve günlerle bu ay ve günlerde yapılan ibâdetlerin faziletlerinden. Cennetin nimetlerinden. Cehennemin korkunç azâbmdan bahseden bir eserdir. M i f t â h ü 'l - K ü t ü b : A n k a r a k i it iip h â n e s i m ü -
dan
m ifz a l
( ﻣﻐﻀﻞa.i.): gündelik İş elbisesi,
m ifz â l
( ﻣﻐ ﻬﺎ لa.i.): şeref ve fazilet sâhibi.
m îg
( ﻣﺦf.i.): 1. kara bulut, (bkz : ebr, sehâb).
2.
duman, sis. (bkz : duhân).
m îg -n â k m ig s e l
( ﻣﻴﻐﻐﺎكf.b.s.): bulutlu, dumanlı,
( ﻣﻔﺴﻞa.i.): kendisiyle birşey gusledile-
cek âlet, tas, ibrik.
ﻏﻮل٠ (a.i.c.: megavil): hançer, ince ki-
m ig v e l
1ı ؟. m ig z e l
ﻣﻐﻼق
m ig lâ k m ih
İ ç in
duâ
( a . i . c . : m e g a l i k ) : k ilit , m a n d a l ,
( ﻣﻪf . s . c . : m i h â n ) : b ü y ü k ,
u lu . ( b k z : a z i m ,
k e b ir , m i h i n , m ih in e ) . K i h - Ü m i h : k ü ç ü k ve bü yü k. m ih
( f .i . ) : m ıh , ç iv i, e n se r; k a z ık . Ç â r - m î h
ﻣﺦ
(d ö r t ç iv i ) : p u t b i ç i m i n d e o l a n i d a m â le ti,
ﻣﻬﺎد
m ih â d
( a .i.c .:
m ü h ü d ) : yatak ,
döşek.
B i 's e '1 - m i h â d (n e f e n a d ö ş e k ) : c e h e n n e m ,
ﻣﺤﻔﻪ
m ih a ffe
( a .i .) : m a h fe , d e v e v e y â k a tır ın
S i r t m a lc o n u la n v e i k i k i ş i o t u r a b i l e c e k b ü y ü k l ü k t e o la n s e p e t, ( b l c z : m a h a f f e , m i h m e l )؛. -
2.
m i f t e l e ^ (a.i.): 1. öreke denilen ağaç. 2. yün eğirecek çatal degnek.
o lm a s ı
( b k z : m a ğ fû r) m e rh û m ).
m ih â h
(lügatin anahtarı): Amasyalı Şeyh Mahmûd bin İbrâhîm Edhem'in 1491 (H. 897) de II. Bayezid adına kaleme aldığı Farsçadan Türkçeye lügat kitabidir,
a ffe d ilm iş
e d ile n [ k im s e ] , ö l m ü ş y a r l ı g a n m ı ş [k im s e ] ,
d ü r ü R e m z i D e d e 'n in , B u r s a l I T â h i r B e y i n
İ ç in , h a z ı r l a d ı ğ ı f i h r i s t .
(a .s .c .: m e g a fir ) : A lla h ta r a ftn -
günahı
" O s m a n l I M ü e l l i f l e r i " a d il ü ç c i l t li k e s e r i
M i f t â h ü 'l - L û g â
ﻣﻐﻔﻴﺮ
m iğ fîr
ﻣﺨﺎخ
(a .i. m u h h 'u n c.) : 1 . a n a t . ilik le r .
a n a t . b e y in le r .
ﻣﺤﺎق
m ih â k
( a .i.) : h e r a ra b i a y ın ın so n ü ç g e -
c e s i. ( b k z : m a h â k , m u h â k ) . [k e l i m e y i , ü ç h a r e k e s iy le d e k u l l a n m a k c â i z d i r ] . m ih a n
ﻣﺤﻦ
m ih â n
ﻣﻬﺎن
K ih â n
(a.i. m i h n e t 'i n c . ) : s ık ın t ıla r , (f.s . m i h 'i n c . ) : b ü y ü k l e r , u lu la r .
ü
m ih â n :
b ü y ü k le r
ve
k ü ç ü k le r,
( b k z : s i g a r ü k ib â r ) .
ﻣﻬﺎر
m ih â r
(a .i. m ü h ü r 'ü n c . ) : t a y la r , a t y a v -
r u la r ı.
ﻣﺤﻄﻪ
m ih a tta
( a . i . ) : g . s .- h a t t a t l a r ı n k a l e m i n
,u c u n d a k i k ı l l a r ı n
a lı n m a s ı n d a k u l l a n d ı k -
İ a r ı b i r â le t. m ih b e b
ﻣﺤﺒ ﺐ
m ih c e m ,
( a . i . ) : t â n e t â n e k e s e c e k â le t.
m ih c e m e
ﻣﺤﺠﻤﻪ
؛
ﻣ ﺤ ﺠﻢ
( a .i.c .:
m e h â c i m ) : b iy . 1 . ç e k ip e m m e y e y a r a y a n o r g a n v e y â â le t. 2 . h a c a m a t ş iş e s i, f r . v e n to u se .
( ﻣﻔﺰلa.i.c.: megazil): ig, iplik eğirecek
m ih e k m ig z e li
ﻣﻐﺰﻟﻰ
ﻣﺤﺠﻦ
m ih c e n
âlet.
ﻣﻴ ﺨ ﻚ
( a . s . ) : ig e , ip lig e , e ğ i r e c e k â le te m ih e k k
a it.
ﻣﺤﻚ
gü m ü şü n
migfer ( ﻣﻐﻐﺮa.i.c.: magafir). [eskiden] savaşta başa giyilen demir tas, migfer, çelik başlık, tulga. migferi ﻣﻐﻐﺮى
( a .s .) : 1. m iğ fe re m e n su p , m ig -
fe rle i l g ili. 2 . m i g f e r ş e k l i n d e o la n .
2.
(a .i.) : ço m a k ,
( f .i . ) : 1. k a r a n fil. 2 . k ü ç ü k ç iv i,
m ec.
a h lâ k ın ı
(a .i.) : a y â r ın ı
b ir in in
1. m e h e n k , a n la m a y a k a d r in i,
a n la m a y a
yarayan
a lt m
veyâ
yarayan k ıy m e tin i şe y ,
ta ş . ve
v â s ıt a ,
( b k z : m i 'y â r ) . m ih e n
ﺣ ﻦ٠ (a .i.
m i h n e t 'i n c . ) : e z iy y e t le r , m e -
ş a k k a t le r , s ık ın t ıla r .
749
mihfer, mihfere mihfer, mihfere ﻣ ﺤﻔ ﺮه، ( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮa.i.c. : m ahâfir): mihmân-perveri رور ى ﻣﻬﻤﺎن (f.b.i.): 1. hattatların yanlışı kazımakta kullandıkmisâfirseverlik, misâfir ağırlayıcılık. (bkz : İarı bir ؟eşit kalemtraş. z. bel ؛kazma. mihmân-nüvâzî). mîhî ( ﻣﻴﺨﻰfs .) : ؟iviye âit, ؟ivi şeklinde. m ihin, m ihine
ﻣﻬﻤﺠﻪ، ( ﻣﻬﻴﻦf.s.): büyük, ulu.
(bkz: mih). mih-kadem ( ﺻﺦ ﻗ ﺪ مf.a.b.s.): ayağı kırık, mihlâb ( ﻣ ﺤ ﻼ بa.i.): zool. (bkz : mihleb). mihleb ( ﻣ ﺤﻠ ﺐa.i.c.: m ahâlib): yırtıcı hayvan pençesi. mihmân ( ﻣﻬﻤﺎنf.i.): misâfir, konuk, (bkz: zayf ) ﺿﻴﻒ.
nühmân-serây ( ﻣﻬﻤﺎذﺳﺮاىf.b.i.): misâfirhâne, otel. mihmâz, mihmiz ﻣﻬﻤﺰ، (a.i.c.: mahâmiz): mahmuz, (bkz : mehmûz«). mihmel ( ﻣﺤﻤﻞa.i.c.: m ahâm il): 1. mahmil, deve üzerine konulan -iki kişinin binegisepet, (bkz: mahmul؛, mihaffe). z. her yıl Haremeyn'e hacı kafilesiyle gönderilen armaganlar. mihmez ( ﻣﻬﻤﺰa.i.). (bkz : mihmâz).
mihmân-dâr ( ﻣﻬﻤﺎﻧﺪارf.s.): 1. misâfir, konuk ağırlayan kimse, z. ağırlaması İ ؟in resmi bir misâfirin yanma verilen lcimse (bkz: mihmân-nüvâz).
mihmeze ( ﻣﻬﻤﺰهa.i.): üvendire,
mihmân-dârî ( ﻣﻬﻤﺎﻧﺪارىf.i.) : mihmandarlık, misâfir ağırlayıcılık.
mihnet ( ﻣﺤﻔﺖa.i.c.: mihen): 1. zahmet, eziyet, z. gam, keder, sıkıntı, dert. 3. belâ, musibet, mihnet-i rene ii b e lâ : üzüntü ve belâya ugrayan.
mihmân-hâne ( ﻣﻬﻤﺎﻧﺨﺎﻧﻪf.b.i.): misafirhane, otel.
mihnet-âbâd ( ﻣﺤﻔﺖ آﺑﺎدa.f.b.i.): gam, keder dolu olan yer ؛mec. diinya.
mihmân-hâne-iâlem(dünyâmisâfirhânesi): (bu) dünyâ.
mihnet-dide ( ﻣﺤﻔﺘﺪﻳﺪهa.fb.s.): mihnet görmüş, musibete uğramış,
mihmâni ( ﻣﻬﻤﺎﻧﻰf.i.): mihmanlık, misâfirlik, konukluk. mihmânî-i h â s s : seçkin kişilere verilen ziyâfet. mihmânî-i hitân : sünnet düğünü. m ihmânî-i î d : bir dînî bayramda verilen ziyafet.
mihnet-didegân ( ﻣﺤﻨﺘﺪﻳﺪﺳﻤﺎنa.f.b.s. mihnetdide'nin c .): mihnet görmüş, musibete ugramış kimseler.
mihmân-nüvâz ( ﻣﻬﻤﺎﻧﺘﻮازf.b.s.): misâfire İkrâm eden, misâfir ağırlayan, (bkz: mihmân-dâr). mihmân-nüvâz-âne ﻣﻬﻤﺎﻧﻐﻮازاﻧﻪ (f.zf.): misafirpervere, konuksevere yakışacak sûrette. (bkz: mihmân-perverâne). mihmân-nüvâzî ﻣﻬﻤﺎﻧﻐﻮازى mihmân-perveri).
(f.b.i.).
(bkz:
mihmân-perver ( ﻣﻬﻤﺎن ﺑﺮورf.b.s.): misâfir seven, misâfir ağırlayan, (bkz: misâfirperver). mihmân-perver-âne ( ﻣﻬﺪﻣﺎن روراﻧﻪf.zf.): misafirpervere, misâfir ağırlayana yakışacak sûrette. (bkz : mihmân-nüvâzâne). 750
mihnet-gâh ( ﻣ ﺤ ﺘ ﻜ ﺎ هa.f.b.i.): gam, kasâvet, eziyet ؟ekilen yer. (bkz : mihnet-kede). mihnet-kede ( ﻣ ﺤ ﻔ ﺘ ﻜ ﺪ هa.f.b.i.): mihnet, gam, kasâvet, eziyet ؟ekilen yer. (bkz: mihnetgâh). mihnet-keş ( ﻣﺤﺘﺘﻜ ﺶa.f.b.s. c . : m.ihnetkeşân): mihnet ؟eken, eziyet ؟eken, mihnet-keşân ( ﻣ ﺤﻔﺘﻜﺜﺎ نa.f.b.s.: mihnetkeş'in c .): 1. mihnet, eziyet ؟ekenler, z. Ke ؟ecizâde izzet Molla'nm, Keşan'da sürgün iken yazdığı mesnevisi, mihnet-keş-âne ( ﻣﺤﻨﺘﻜﺸﺎﻧﻪa.f.zf.): eziyet ؟ekene yaraşır bir sûrette. mihnet-keşl ( ﻣ ﺤ ﺸ ﻰa.f.b.i.): mihnetkeşlik, eziyet ؟ekerlik. mihnet-zede ده(a.f.b.s.): mihnete, gam, keder, musibete uğramış.
m ihveri sagîr
mihnet-zedegân ( ﻣﺤﻨﺘﺰدﺳﻤﺎنa.f.b.s. mihnetzede'nin c.) mihnete, gam, keder, musibete uğramış olanlar. m ihr ( ﻣﻬﺮfi.) : 1. Güneş, (bkz : âfttâb, hûrşîd, şems). m ihr-i c â n : miiz. adi Şerh-i Mevlânâ Mubârek Şah'da geçen makam, m ihr-i cihân-ârâ : cihânı süsleyen Güneş, mihr-i dirahşân : parlayan Güneş, m ihr ü mâh : Güneş ile Ay. 2. sevgi, (bkz : mahabbet). mihr-i mâder-âne : anaya yakışırcasına sevgi. 3. eylül ayı. mihrâb ( ﻣ ﺤ ﺮا بa.i.): 1. câmilerde, mescidlerde yönelinen taraftaki duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılmış olan oyuk, girintili yer. 2. mec. ümit bağlanan yer. 3. mec. sevgilinin kaşları. 4. g. s. halinin bordür çerçevesi İçinde yalnız bir tarafta bulunan, kemei" görünüşlü motif. 5. *sunak, fr. autel. mihrâb-ı C em şîd: Güneş, m ihrâf ( ﻣ ﺤ ﺮا فa.i.): doktorun yarayı muâyene ettigi âlet. m ihrâk ق١( ﻣ ﺤ ﺮa.i.): fiz. odak, küre İÇİ bi ؟i_ minde bir aynaya [veyâ konveks (dışbükey) bir merceğe] muvâzî (paralel) olarak gelen ışınların aksettikten veyâ kırıldıktan sonra toplandıkları nokta, odak noktası, m ihrâk-ı m e r'î: fiz. ışık *deneyi ile bulunan odak, fr. foyer virtuel. m ihrâk-ı zelzele : cogr. *deprem *odağı, m ihrâk ( ﻣ ﺤ ﺮا كa.i.): ؟ok hareket eden, mihrâs ( ﻣﻬﺮا صa.i.c.: mehâris): elvan yapmakta kullanılan şeyleri ezmege mahsus bir âlet. mihr-bân ( ﻣﻬﺮﺑﺎنf.b.s.): şefkatli, merhametli, muhabbetli, güleryiizlii, yumuşak huylu, mihr-bânî ( ﻣﻬﺮﺑﺎﻧﻰf.b.i.): sevgi, dostluk, mihr-cân ( ﻣﻬﺮﺟﺎنa.b.i.). (bkz : mihre-gân). mihre ( ﻣﻬﺮهf.i.): acemi ördekleri avlamak İ ؟in su kenarlarına bağlanan ördek, mihrgân ( ﻣﻬﺮﺳﻤﺎنf.b.i.): 1. sonbahar. 2. eski Iranlılarm iki büyük bayramlarından birinin adi olup yedinci Güneş ayının onaltıcı gününe rastlar. Bu gün. Iran MecUsilerinin
nevruz'dan sonra gelen en büyük bayramİarıdır. Ayin onaltısından başlayarak, yirmi birinci gününe kadar altı gün devam eder. Başlangıcına : mihrgân-1 âmme, sonuncu gününe: “mihrgân-1 hâssa” denir, (bkz: mihr-cân). mihr-nâz ( ﻣﻬﺮﻧﺎزf.b.s.) : 1. “naz güneşi” : ؟ok nazil. 2. i. kadın adi. mihsâb ( ﻣ ﻬ ﺎ بa.i.): bir ؟er ؟eve İçine gerilmiş tellere geçirilen boncukların oynatılması ile hesap yapmayı sağlayan *aygıt, abaküs, mihsad ( ﻣ ﺤ ﺼ ﺪa.i.): ekin oragi. mihtab ( ﻣ ﺤ ﻄ ﺐa.i.): balta. mihtât ( ﺧ ﻄ ﺎ طa.i.): cetvel tahtası, mih-ter ( ﻣﻬﻌﺮf.s.c.; mihterân): 1. daha büyük. 2 ٠i. (bkz : mehter). mih-terân ( ﻣﻬﺘﺮانf.s. mihter'in c.) : daha büyükler. ıpihteri ( ﻣﻬﺘﺮىf.i.): büyüklük, ululuk, mihver ( ﻣﺤﻮرa.i.c.: mahâvir): 1. *eksen, durdugu yerde dönmekte olan bir şeyin, dolayında döndüğü varsayılan dogru ؟izgi. 2. mat. ii'zerinde bir pozitif cihet varsayılan sonsuz hat. 3. kagni arabasının dingili. mihver-i âlem : astr. Arz'ın merkezinden ge ؟erek semâ küresini her iki taraftan kesen hat. mihver-i a r z : astr. Arz'ın kutup noktalarım birleştiren dogru. mihver-i deverân : fiz. bir cismin berâber etrâftnda döndüğü mihver. mihver-i h arek ât: askeri harekâtın yapıldığı yer. mihver-i k e b ir: astr. Arz'ın Güneş etrafındaki mahrekinde 21 Haziran ve 21 Aralıkta bulunduğu iki noktayı birleştiren ve Güneş'in merkezinden geçen nazari büyük mihver, [bu mihverin iki ucuna "inkılâbeyn” denilirj. mihver-i n eb ât: bot. kök, yaprak ve gövdenin hepsi. mihver-i nuhâ-yı şe v k i: anat. *boyunomurilik *ekseni. mihver-i sa g ir: astr. 22 Eylül ve 20 Mart târihlerinde Arz'ın Güneş etrâfmda ؟evirdigi mahrek üzerindeki iki noktayı 751
mihver-i semâ
birleştiren ve Güneş'in merkezinden ge ؟en nazari küçük mihver, fbu mihverin Güneş'e göre iki tarafta kalan parçalan eşit uzaklıktadır]. mihver-i semâ : astr. gök *ekseni, mihver-i üstüvânî : biy. silindir *ekseni,
mikleme ( ﻣﻘﻠ ﻤﻪa.i.): g. s. kalem konacak âlet, (bkz: kalem-dân).
mihveri ﺣ ﻮ ر ى٠ (a.s.) : *eksenel, eksen ile *ilgili.
m ikrâm ( ﻣ ﻜ ﺮا مa.s.) :,pek çok kerem eden, bağışlayan.
mihyat ( ﻣﺨﻌﻞa.i.) : İğne, (bkz : süzen),
m ikrâs, mikrâz ﻣﻘﺮا ض، ( ﻣﻘﺮا صa.i.c.: mekaris): kesecek âlet, makas, (bkz: mıkrâz).
mihzâr ( ﻣ ﻬﻨﺎ رa.s.) : mânâsız, saçma konuşan. Küllü m iksârün mihzâr ؛her ؟ok söyleyen saçmalayicidir. m ik ( ﻣ ﻴ ﻚf.i.) : ؟ekirge. mik'âb ( ﻣ ﻜ ﻌ ﺐa.i.) : mat. *küp, fr. cube, mik'abi ( ﻣ ﻜ ﻌﺒ ﻰa.s.) : kübik, m îkâîl ( ﻣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻞa.i.) : dört büyük melekten rızkların talcsimine me'mur olan biri,
miknese ﺷ ﻪ (a.i.c.: mekânis) : süpürge, (bkz: cârûb). miknet ( ﻣ ﻜ ﻴ ﺖa.i.): kuvvet, kudret, güc, zor.
mikreb ( ﻣ ﻜ ﺮ بa.i.c.: mekârib): çift sürülen saban. miksaha ( ﺷ ﺤ ﻪa.i.c.: mekâsih): süpürge. m iksâr ( ﺀ وa.s.): 1. sözü uzatan, geveze, ؟ok konuşan. 2. teksir eden, ؟ogaltan. (bkz: miksir). miksefe ( ﻣﻜﺜ ﻐ ﻪa.i. kesâfet'den): kondansatör, İçine elektrik enerjisi yığılan âlet, fr. condensateur. (bkz: miikessife).
mikat "( ﻣ ﻬﺎ تka" uzun okunur, a.i. valct'den. c. : mevâkit) : bir İş İ ؟in belirtilen vakit, zaman veyâ yer.
m iksir ( ﻣﻜ ﺸ ﺮa.s.). (bkz : miksâr).
Mikat "( ﺳ ﻔﺎ تka" uzun okunur, a.h.i.) : Mekke yolu üzerinde hacıların İhrâma girdikleri yer. (bkz : Harem, Hill).
mikçat ( ﻣ ﻜ ﺸ ﻂa.i.) : g.s. hattatların kamış kalemin kabuğunu s'oymak İ ؟in kullandıkları âlet.
mîkatî "( ﻣﻴﻘﺎﺗ ﻰka" uzun okunur, a.i.) : hac mevsimini beklemek üzere Mekke-i Mükerreme'de kalan kimse,
m i k v â l j '^ (a.s.) : ؟ok konuşan,
mikdaha ( ﻣﻘ ﺪ ﺣ ﻪa.i.) : ؟akmak demiri, m ik d â m ^ ^ (a.i.c. : makadim) : 1. ؟okikdâm eden, ؟ok çabalayan. 2. s. pek kıdemli. 3. s. ؟ok ayaklı.
mikvel ﻣﻘ ﻮ ل lisân).
(a.i.c.: makavil) : dil. (bkz:
m ikyâl ( ﻣ ﻲ لa.i. keyl'den. c . : mekâyil): Öİ ؟ek, tahıl öl ؟egi.
mikyâs ( ﻣﻘﻤﺎسa.i. kıyâs'dan): 1. kıyas edecek âlet, öl ؟ek, Öİ ؟Ü âleti. 2. uzunluk ölçeği. m ikdâr ( ﻣﻘ ﺪا رa.i. kadr'den. c. : mekadir) : 3. astr., cogr., mat. öl ؟ek. 1. par ؟a> lcısım, bölük. 2. kıymet, değer. mikyâs-1 am el: kasgücünü ölçmekte kulla3. düze, belirlenen gerekli miktar, doz, fr. mlan âlet, ergograf. dose. 4. derece. Bî-mikdâr : ehemmiyetsiz. mikyâs-1 am û d î: fiz. ilci nokta arasındaki mikdâr-1 fâiz : mat. faiz fiyatı, fr. taux. şâkulî uzaklığı tâyin etmeye yarayan âlet. mikdâr-1 k âfî : yeter derecede. mikyâs-1 gaz : fiz. *gazölçer, manometre. mikdâr-1 muayyen : kim. *düze, belli mikmik.yâs-1 hacm : mat. hacim ölçüleri. tar, doz, fr. dose. mikyâs-1 h am z : fiz. asidoiçer, asidemetre. mikhâl, mikhel ﺷ ﻞ ، ( ﻣ ﻜ ﺤ ﺎ لa.i.c. : mikyâs-1 hiss : psik. *duyumölçer. mekâhil) : sürmelik, göze sürme ؟ekecek mikyâs-1 hurdebin i: fiz. mikrometre. âlet, mil. mikyâs-1 İnhinâ veyâ m e y i: jeod. meyilölmikleb ( ﻣ ﻘﻠ ﺐa.i.) : g. s. eski ciltli kitapların ؟er, bir sathin (*düzey) İnhinâ ve meyil derecesini ölçen tesviye âleti. sol tarafındaki fazla parçanın adi. 752
mîlhâ, milhâ. mikyâs-ı irtifâ' : fiz. *yülcseklikölçer, fr. al timètre. mikyâs-ı kalevî : kim. *alkolölçer, alkali metre. m ikyâs-ı kesâfet : fiz. *yoğunlukölçer, fr. densimètre. m ikyâs-ı klor : kim. *klorölçer, klorimetre. mikyâs-ı kuvvet : fiz. kuvvetölçer, dinamo metre. mikyâs-ı küre : fiz. *küreölçer, fr. sphéromètre. mikyâs-ı küûl : kim. alkollü bir mâyide (sıvı) yüzde (%) ne kadar alkol bulunduğu nu gösteren âlet. m ikyâs-ı leben : fiz. sütün kesâfetini (yo ğunluğunu) tâyin etmeye yarayan âlet, laktodansimetre. mikyâs-ı mâ : kim. hidrometre, mikyâs-ı mâyiât : fiz. *sıvıölçer, fr. aréomè tre. m ikyâs-ı meyi : mat. *eğim ölçüsü, mikyâs-ı nâr: fiz. *ateşölçer, fr. pyramètre. mikyâs-ı riyâh : fiz. *yelölçer, fr. anémomè tre. mikyâs-ı rütûbet : fiz. havanın rütûbet de recesini ölçen âlet. m ikyâs-ı saffet-i hevâ : kum. odyometre, mikyâs-ı sedâ : sedânm âhengini, şiddetini ölçmeye yarayan âlet. M ikyâs-ı Şeriat : 1908'de Dr. Hüseyin Remzi tarafından yayımlanmış haftalık siyasî ga zete. mikyâs-ı zelâzil : fiz. yer sarsıntısının şid detini ve istikametini gösteren âletler, sis mograf. mikyâsü'l-gazât : fiz. *gazölçer, manometre, mikyâsü'l-harâre : fiz. termometre, mikyâsü'l-hevâ : fiz. (bkz : mikyâs-ürriyâh). mikyâsü'l-levn: kim. renkölçer, kolorimetre, mikyâsü'l-matar : fiz. bir yılda yağan yağmurların miktârmı gösteren âlet, fr. pluviomètre. mikyâsü'l-mâyiât : fiz. mâyilerin (sıvı) kesâ fet (yoğunluk) derecesini ölçen âlet, mikyâsü'r-riyâh : fiz. rüzgârların hızını tâyin eden âlet.
m îl ل٠( هa.i.c. : ernyâl, m üyûl): 1. gOze sürme ؟ekmeye mahsus bir âlet. 2. yollardaki mesâfeyi tâyin İ ؟in dikilen nişan. 3. İğne gibi ince ve uzun bir âlet. 4. ucu sivri ؟elik kalem. 5. sivri dağ tepesi. 6. bir kilometreye yakm bir uzaklık. 7. bir ؟arkm, üzerinde döndüğü mihver, eksen, mîl-i bahri (deniz m ili): 1852 metre. mîlâd ( ﻫﺒ ﻼدa.i. velâdet'den): 1. doğum günü. 2. Rz. îsâ'nın doğum günü. Ba'de'l-mîlâd : mîlâd'dan sonra. Kable'1-m îlâd: mîlâd'dan önce. mîlâd-ı î s â : îsâ yortusu, îsâ'nm doğduğu yıl (24/25 aralık). milâdî, milâdiyye ﻳﻼدﻳﻪ٠، ﻳﻼد ى٠(a.s.): milâtla, Hz. îsâ'nm doğum yılı ile ilgili. Sene-İ m ilâdiyye: mîlâd yılı. Târîh-i m ilâdî: mîlâd'târihi. mîlâh ( ﻣ ﻼ حa.i. milh'in c .): tuzlar, milâhat ( ﻣ ﻼ ﺣ ﺖa.i.): gemicilik ؛gemicilik bilgisi. mil'aka ( ﻣﻠﻌﻘﻪa.i.c.: m elâik): tahta kaşık ؛g. s. hattatların kullandığı kü ؟ük kaşık, m ilaka-tırâş ( ﻣﻠﻌﻘﻪ زا شa.f.b.s.): tahta kaşık yapan. milel ( ﻣﻠ ﻞa.i. millet'in c .): 1. milletler, uluslar. 2. bir dinde veyâ mezhepte olan topluluklar. B e y n e lm ile l: milletler arası. Hukuk-i beyne'1-m üel: milletlerarası hukuk, milel-i erbaa (dört topluluk): Müslüman, Yahudi, Ermeni, Rum. milel-i muhtelife-i miitegallibe : galebe etmiş muhtelif milletler. milel-i miitemeddine: medenileşmiş milletler. M ilel ve N ih â î: Şehristânl'nin mezheplere dâir meşhur eseri. m ilh ( ﻣﻠ ﺢa.i.c.: emlâh, milah, milâh, m ilha): tuz. (bkz: nemek). m ilh-i hâmız : kim. asit tuz. m ilhii's-saga: kim. boraks, m ilha ( ﻣﻠ ﺤ ﻪa.i. milh'in c .): tuzlar. milhâ, milhât ^ ت، ( ﻫﻠﻬﻰa.i.c.: melâhî): oyun, eğlence, cünbüş. 753
milhafe milhafe ( ﻣﻠ ﺤﻔ ﻪa.i.) : yorgan, bürünecek şey. [halk ağzında : "melhafe” şeklindedir], milhez ﻟﻬﺰ٠( هa.i.): g. s. mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet. m ilhi ﻟ ﺤ ﻰ٠ (a.s.): tuza âit, tuzla ilgili; tuzdan, milhiyyet د ﻳ ﺖ٠ (o.i.): tuzluluk, m îlî ا ى٠ (f.i.): kedi, (bkz: giirbe, hirre, sinnevr). m ilk ( ﻣ ﻠ ﻚa.i.): birinin tasarrufu altında bulunan şey. (bkz : mülk), m ilk bî-sebebin: huk. [eskiden], (bkz: milk-i mukayyed). milk-i m ukayyed: huk. [eskiden] irs ve şirâ gibi esbâb-1 milkten biriyle takyîd ve beyân olunan milkiyet. ["bu mal bana babamdan miras kaldı” yolundaki iddiâda oldugu gibi]. milk-i m utlak: huk. [eskiden] irs ve şirâ gibi esbâb-1 milkten biriyle takyîd ve beyân edilmeyen milkiyet. ["bu saat benim milkimdir" yolundaki iddiâda oldugu gibi], milk-i yemin : köle, câriye, m ilka ( ﻫﺎﻋﺎa.i.) : g. s. ham iplik, [mürekkep hokkalarına konulurdu], milkat ( ﻣﻠ ﻘﺎ طa.i.): cerrah maşası, milkat ا ﻗ ﻂ٠ (a.i.): 1. yerden bir şey alacak âlet. 2. lavta, rahimdeki çocuğu alacak âlet. milk-dâr ( ﻣ ﻠ ﻜ ﺪ ا رa.f.b.s.): mülk sâhibi, hiikümdar. m ilk-dârî ( ﻣﺎ ﻛ ﺪا ر ىa.f.b.i.): mülk sâhipligi, hükümdarlık. millet ( قa.i.c.: m ilel): 1. din, mezhep. 2. bir dinde veyâ mezhepte bulunanların topu. 3. sınıf, topluluk. 4. makule, kategori, millet-i b ey z â : Müslümanların hepsi, millet-i hâkime : hâkim millet. millet-i İs lâ m : İslâm dîninde bulunanların hepsi. millet-i mesîhiyye : Hıristiyanların hepsi, millet-i muazzama : büyük millet, m illî, m illic e ﻫ ﻴ ﻪ، ( ﻫﺎىa.s.): din ve millete âit, milletle ilgili, *ulusal. Âdâb-1 milliyy e : millete uygun olan edeb ve terbiyeler. A'yâd-ı m illiyye : milli bayramlar.
1
m illî b ak ıy y e: milletvekili seçimi İçin gerekli olan her partinin aldığı oy sayısından artan miktar. m illî k ıy âfe t: bir milletin geleneksel giyim özelliklerini taşıyan kılık. M illî M ecm ûa: Mehmet Mesih Akyigit tarafından 1 Kasım 1923 den 15 Kasım 1928 tarihine kadar İstanbul'da her 15 günde bir yayımlanmış olan edebiyat ve san'at dergisi. M illî Mücadele (ulusal savaş): 19 Mayıs 1919 da Atatürk'ün Samsun'a çıkışından sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kararlaştırılan ve 11 Ekim 1922 Mudanya Miitarekesi'yle sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı. m illî yegâh : sultanî yegâh makamına Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında birkaç gayretlinin taktığı geçici ad. m illiyyet ( ﻣﻴ ﺖa.i.): 1. ayni kavim ve cinsten olma, cinsiyyet, tâifiyyet, kavmiyyet. 2. [büyük M ile] ilk sayısı 3 Mayıs 1950'de yayımlanmış olan ve hâlen İstanbul'da çıkmakta bulunan günlük siyasî gazete.[kurucusu Ali Nâci Karacan idi], milliyyet-perver ( د ر و رa.f.b.s.): *ulussever, *ulusçu, nasyonalist. milliyyet-perver-âne ٠ ﻳﺘﻠ ﺮ و را ﻻ٠ (a.f.zf.): milletini sevene, milliyetçi olana yakışacak surette. m illiyyûn ( د نa.s.c.): milliyetçiler, ulusçular, milliyet akımını benimseyenler, milzâb ب١( ﻣﻠﺰa.s.c.: melâzîb): cimri, çok.ha'sis. mim ( مa.f.ha.): 1. OsmanlI alfabesinin yirmi yedinci harfi olup "ebced" hesâbmda kırk sayısının karşılığıdır. 2. bir kitap veyâ ibârenin altma, sonuna: temme (=bitti) yerine veyâ “mâlûm oldu”, “görüldü'' makamına konulan bir harftir. 3. muharrem ayını bildiren bir İşârettir; belli mânâsına : “ma'lûm'' ve gelmiş, hazır m ânâsına: "mevcUd" kelimelerinin kısaltılmışıdır, mi'mâr ( ﻣﻌﻤﺎرa.i. umrân'dan. c.: mi'mârân): inşâat plânlarım yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr, fr. architecte. mi'mâr-ı kâr-hâne-i k u d ret: Allah.
mine'1-kadîm mi'mârân ﻣﻌﻤﺎرا ن mimarlar.
(a.i.
mi'mâr'ın
c .):
mi'mârî, mi'mâriyye ﻣﻌﻤﺎرﻳﻪ، ( ﻣﻌﻤﺎرىa. s.): mimarlığa,, âit, mimarlıkla ilgili. Fenn-İ m i'm ârî: mimarlık bilgisi, fr. architecture. Usûl-i mi'mâriyye : üslûp, sitil, mi'mâriyye ( ﺳﻤﺎرﻳﻪa.i.): bir yapı İçin mimara verilen para. mimi, mimiyye ﻣﻴﻤﻪ، ( ﻣﻴﻤﻰa.s.): mim harfiyle ilgili; İçinde mim harfi bulunan [kelime]. Masdar-J mim i : Arapçada başında m bulunan masdar şekli. Meselâ, firâr'ın masdar-ı mim isi ؛meferr gibi,
min ba'd ( ﻣﻦ ﺑﻌﺪa.zf.): bundan böyle, bundan sonra. minbaz ( ﻣﺌﺒﺾa.i.): hallaç tokmagi. minber ( صa.i.c.: menâbir): 1. câmilerde hatibin çıkıp hutbe okudugu merdivenli kürsü. 2 ٠ واواda İstanbul'da yayımlanmış olan günlük siyasi ve ticari gazete. [Dr. Rasim Ferit tarafından yayımlanan bu gazete ancak 50 sayıya ulaşabildi], minber-i nüh-pâye (dokuz basamaklı minber) :.؛dokuz felekiistiinde Allah'ın tahtı, mincel ( ﻣﻨﺠﻞa.i.c.: menâcil): ekin oragi. mincem ( ﻣﻔﺠﻢa.i.c.: menâcim): terâzi kolu,
mimrâz ( ﻣﻤﺮاضa.s.): hastalıklı, (bkz: miskam).
min cihetin ( ﻫﻦ ﺟﻬﺔa.zf.): bir cihetten,
min ن٠ (a.e.): -den, denberi. Anhâ m in h â : şundan bundan.
min-ciimle ( ﻣﻦ ﺟﻤﻠﻪa.zf.): bu cümleden olarak, bu cümleden.
mînâ ( ﻣﻴﺘﺎf.i.): 1. şarap şişesi. 2. şişe; cam; billûr. 3. mine, kuyumcuların gümüş üzerine nakşettikleri lâcivert veyâ yeşil renkli sırça. Kasr-ı m în â : gök kubbesi,
m indef ( ﻣﻨﺪفa.i. nedfden. c . : m enâdif): hallaç yayı.
mînâ ( ﺳﻌﺎa.i. c . : m iyânî): liman,
mindil ( ﻣﻨﺪﻳﻞa.i.c.: menâdil). (bkz : mendil).
mînâ-fâm ( ﻣﻴﺘﺎﻓﺎمfb .s.): mina renkli, sırça renkli, cam mavisi, (bkz : mînâ-reng).
mine'J-ân ( ﻣﻦ اﻵنa.zf.): bundan sonra, bundanböyle.
mînâ-gûn ( ﻣﻴﻐﺎﺳﻤﻮنf.b.s.): mine renkli, renkli cam.
mine'1-arç ile'1-ferç ( ﻣﻦ اﻟﻌﺮش اﻟﻰ اﻟﻔﺮشa.cü.): gökten yere kadar, baştan aşağı.
mînâ-kâr ( ﻣﻴﺘﺎﻛﺎرfb .s.): mine işleyen, mine işçisi.
mine'1-aşk ( ﻣﻦ اﻟﻌﺸﻖa.zf.): aşk yüzünden.
mînâ-kârî ( ﻣ ﻐﺎ ﻛﺎ ر ىf.b.i.) : mine işçiliği, mine işleyicilik. min'âm ( ﻣﺘﻌﺎمa.s.): çok İn'am eden, çok bağışta bulunan. mînârât ت١( ﺗ ﺮa.i. menâre [= minâre] nin c .) : minâreler. [asil: "menârât” dır], mînâ-reng ( ﻣﻴﺘﺎرﻧﻴﺮf.b.s.): mine renkli, gök mâvisi. minassa ( ﻣﺘﻤﻪa.i.): gelin sandalyesi, gelinin süslenmiş olarak oturup göründüğü yüksekçe yer. m ؛nassa-pîrâ ( ﻣﻐﻤﻪ ﻳ ﺮ اa.f.s. ve i.) : “gelin sandalyasını süsleyen" : gelin, mînassa-pîrâ-yi nâz ü edâ (nazlanma ve kiritma sandalyesini süsleyen): gelin.
mindel ( ﻣﻨﺪلa.s.): 1. yırtıcı, haris, açgözlü, doymaz, [kimse]. 2. zorba,
mine'1-bâb İle'l-mihrâb ﻣﻦ اﺑﺎ ب اﻟﻰ اﻟﻤﺤﺮاب (a.zf.): (kapıdan mihrâba kadar): hepsi, baştan başa, başından sonuna kadar ؛hepsi, bütün. mine'l-bidâyeti İle'n-nihâye ﻣﻦ اﻟﺒﺪاﻳ ﺖ اﻟﻰ
( اﻟﺘﻬﺎﻳﻪa.cü.): başlangıçtan sonuna kadar, mine'l-evvel ( ﻣﻦ اﻻولa.zf.) : evvelden beri, öteden beri. m ine'l-evvelile'l-âhır ( ﻣﻦ اﻻول اﻟﻰ اﻻﺧﺮa.cü.): baştan sona kadar. mine'l-ezel ( ﻣﻦ اﻻزلa.zf.): ezelden beri, mine'l-garâib ( ﻣﻦ اﻟﻐﺮاﺋﺐa.zf.) : garip şaşılacak şey. mine'1-kadîm ( ﻣﻦ اﻟﻐﺪﻳﻢa.zf.): eskiden beri, çok evvelden. 755
mînel-k.lbî ile'1-ka.bi sebîlâ mine'l-kalbi üe'1-kalbi sebîlâ: kalpden kalbeyolvardır. mine'1-merkezi'ş-şems: astr. güneş merkezine bagil olan, *giinmerkezli, fr. hCliocentrique.
minka', minkaa ﻣﺘﻘﻌﻪ، ( ﻣﺌﻐﻊa.i.): küçük cerrah şırıngası.
minen ( سa.i. minnet'in c .): minnetler, (bkz : minnet).
minkale ( ﻣﻨﻐﻠﻪa.i.): geo. *iletki, yarim dâire ؟eklinde dereceli hendese (geometri) âleti,
minfâh, m infah ﻣﻨﻐﺦ، ( ﻣﺘﻔﺎخa.i.c.: m enâfih): körük.
m in k â r "( ﻣﻘﺎ رka" uzun okunur, a.i. nakr'dan. c . : menâkir) : 1. yırtıcı ku ؟gagası. 2. taşçı kalemi, (bkz: minser). m inkar-ı âteşin : ateşten gaga, m inkar-ı m ah rû t: gagaları kuvvetli ve mahrut (koni) ؟eklinde olan kuşlar [serçe, arıkuşu, karga.-., gibi].
m infâk ( ﻓﻔﺎ فa.s.): çok nafaka veren, min-gayri ( ﻣﻦ ﻏﻴﺮa.zf.): olmayarak, min gayri haddin ( ﻣ ﻨ ﻌ ﻴ ﺮ ﺣ ﺪa.zf.): had, [edep] dışı olarak; haddim olmayarak. min-gayri k a sd in : istenmeyerek, min-gayri resmin ( ﻣﻦ ﻏﻴﺮ رﺳﻢa.zf.): resmi olmayarak. minh, m inhii u ، ٠( ﻣﺬاa.e.c.: m inhüm): ondan. [müzekker hâli]. minhâ ( ﻣﺌﻬﺎa.e.c.: m inhiinn): 1. ondan, bundan. 2. i. çıkarma ve indirme sembolu [in ؟aat keşif hesaplarında hesâba katılmayacak boşluklar (pencere, kapı. v.b.)].
minkab ( ﻣﺘﻘﺐa.i.): 1. cerrah burgusu. 2. yiv açtıkları oluklu kalem.
m inkar-ı m eşkû k: gagaları kısa ve çok yarik olan kuşlar [kırlangıç, çobanaldatan... gibi]. m inkar-ı r a k ik : gagaları uzun ve ince, düz veyâ egri olan kuşlar [çavuş ku ؟u, sinek ku ؟u.. gibi]. m inkâri "( ﻣﻔﻘﺎرىka” uzun okunur, a.s.): gaga biçiminde; gagayı andırır yolda, minkâş "( ﻣﻔﻘﺎ شka" uzun okunur, a.i.): 1. cimbiz. (bkz : mûçîne). 2. demir kalem,
minhâc ( ﻣﻐﻬﺎجa.s.c.: menâhic) : açık, geni؟ yol. (bkz: ؟âh-râh). minhâc-i h idâyet: hidâyet yolu, dogru yol.
min-kıbeli'r-rahmân ( ﻣﻦ ﻗ ﻞ اﻟﺮﺣﻤﻦa. zf.) : Allah cânibinden.
m inhâr ( ﻣﻔﺤﺎرa.i.): misâfir kabûl eden, misâfirsever.
min külli'l-vücûh ( ﻣﻦ ﻛ ﻞ اﻟﻮﺟﻮهa.b.zf.): her cihetle, her yönden.
minhas ( ﻣﻨﺤ ﺲa.i.c.: menâhis): ugursuz ؟ey.
minnet ( ﻣﻐﺖa.i.c.: m inen): 1. bir iyilige, bir iyilik yapana karşı kendini borçlu görme. 2. görülen iyilige karşı teşekkürde bulunma. '3. yapılan iyiligi başa kakma. B i-m in n et: minnetsiz, ettigi iyiligi ba ؟a kakniayan. 4. şükür, teşekkür etme. Veliyyün-ni'-meti bi-m innet: pâdişâh.
minhât, minhat ﻣ ﺤ ﺖ، ( ﺿﺤﺎتa.i.c.: menâhit): ta ؟ve .tahta yontma âleti, min-hays ( ﻣﻦ ﺣﻴﺚa.zf.):... konusunda, min-haysi mecmû' ( ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺠﻤﺮعa. zf.): hepsi, topu. minhii ( تa.e.): ondan, minhiim ( ﻣﻔﻬﻢa.e. minh'in c .): onlardan, min... ilâ اﻟﻰ... ( ﻣﻦa.zf.): -den ...-ye kadar, min-indillâh .( ﻣﻦ ﻋﻔﺪاﻟﻒa.zf.): Allah tarafından. mine's-serâ İle's-Süre^â. [yerden Süreyya (Ülker yıldızı) 'ya kadar] : yerden göge kadar. min evvel ilâ â h irih i: başından sonuna kadar. 756
minnet-dâr ( ﻣﺘﺘﺪارa.f.b.s.): birinden gördüğü iyilige karşı mahcup ve müteşekkir kalan, ıninnet-dâr-âne ( ﻣﻐﺘﺪاراﻧﻪa.f.zf.): minnet eder sûrette, minnetli olarak, minnet-dâri ( ﻣﻨﺘﺪارىa.f.b.i.): minnettarlık, minnet-dide ( ﻣﻨﺘﺪﻳﺪهa.f.b.s.): minnet görmüş, iyilik görmüş. minnet-ke ( ﺳ ﺖ ﻛﺎ ن ؟a.f.b.s.c. :minnet-keşân): minnet çeken, minnet altında bulunan.
mî'Otîyye mînnet-keşân ( ﻣﻐﺖ ﻛ ﺸﺎ نa.f.b.s. minnet-keş'in c.): minnet ؟ekenler, minnet altında bulunanlar. mînnet-şinâs ( ﻣ ﺖ ﺷﻔﺎسa.f.b.s.c.: minnetşinâsân): minnetbilir, iyilik tanıyan, minnet-şînâsân ( ﻣ ﺖ ﺷﻐﺎﻣﺎنa.f.b.s. minnetşinâs'ın c .): minnetbilirler, iyilik tanıyanlar. minnet-şînâs-âne ( ﻣ ﺖ ﺷﻐﺎﻣﺎﻧﻪa.f.zf.): minnetşinascasma, minnetbilirlikle. minnet-şînâsî ( ﻣ ﺖ اةﻃﺴﻰa.f.b.i.) : minnetşinaslık, minnetbilirlik, iyiliktamyıcılık. minser ر٠٠( سa.i.c.: menâsir): 1. yırtıcı kuşlarm gagası. 2. taş ؟ı kalemi, (bkz : minkar). minşaa ( ﻣﻐﺸﻌﻪa.i.): ؟ulha mekigi. minşakka ( ﻣﻔ ﺸﻘﻪa.i.): anat. ؟ukur, yarık, oyuk. minşakka-i müverrihin (teşrih ؟ilerin ؟ukuru ) : anat. el başparmağı ile bilek mafsalı arasındaki ؟ukurluk. [eski teşrih ؟iler (anatomistler), bu ؟ukurluga enfiye döküp kokİadıkları İ ؟in bu adi vermişlerdir], minşâr ﻏﺸﺎر٠ (a.i. neşr'den. c . : menâşîr): destere, bı ؟kı. (bkz : erre). minşârî, m inşâriyye ﻣﻐﺸﺎرﻳﻪ، ( ﻣﻐﺸﺎرىa. s .) : testere gibi, testere ile *ilgili, minşeb ب٠( ﻣﻐﺶa.i.): bot. emici kök, fr. crampon. minşefe ( ﻣﻐﺸﻐﻪa.i.): su silecek nesne; bez; sünger. mintân ( ﻷ نi.), (bkz : nim-ten). m in-tarafillâh ( ﻣﻦ ﻃ ﺮ ف اﻟﻠﻪa.zf.): Allah cânibinden. (bkz : min kıbeli'r-rahmân).
min-vechin ( ﻣﻦ وﺟﻼa.zf.): bir bakımdan, minzâr ( ﺀﻣﻔﻈﺎرa.i٠) : ayna, (bkz : âyîne, mir'ât, secencel). m ir ( صf.i.c. : mîrân) : âmir, baş; kumandan; bey; vâü. m îr-i alem : tar. bayrak beyi.feskiden, saray memurlarının ileri gelenlerine verilen bir Unvan] m îr-i âçıkan : bot. horozibiği, lât. Amaranthus. m îr-i k elâ m : güzel, düzgün, zarif konuşan kimse...-..'' m îr-i kıbtiyân : OsmanlI imparatorlugu'nda Çingenelerden ispen ؟ve cizye vergilerini toplayan kimse, [ ؟ok zaman sipahilerden ve silâhtarlardan seçilirdi]. m îr-i m iran : tar. beylerbeyi. mîrâ' ( ﻣﺮاﺀa.i. riyâ'dan): riyâ etme, mürâyi olma. mîr-âb ( ﻣﻴﺮآ بfb .i.): bir şehrin su işlerine bakan kimse. mîr-âbâd kasrı (JjJ ( ﺳﺮ ﴽ ﺑ ﺎ دf.a.b.i.): sadrâzam Nevşehirli ibrâhim Paşa tarafından III. Sultan Ahmet İ ؟in Kanlıca tepesinde yaptırılan kasır. mi'râc ( ﻣﻌﺮاجa.i.c.: maârîc): 1. merdiven, (bkz: mirkat, siillem). 2. göğe ؟ikma. Leyle-i mi'râc. (bkz : leyletü'1-isrâ): mi'râc gecesi, Hz. Muhammed'in göğe ؟ıktıgı gece ki, Receb ayının yirmi yedisine rastlayan kandil gecesidir. m i'râcü'n-nebîyy: Hz. Muhammed'in gOge agmasiyle meydana gelen büyük mu'cize.
mi'râciyye ( ﻫﻌﺮاﺟﻴﻪa.i.): 1. Hz. Muhammed'in mi'râc-ı şeriflerinden bahseden eser, Mirac münâsebetiyle yazılan manzûme. 2. miiz. TUrk müziğinde, câmi müziğinin en tantanalı forme'udur. Bugün, elde bulunan Mînû- ؟ihr # ( ﻫﺒﻮfb .s.): 1. Cennet yüzlü, yegâne mirâciye Nâyî Osman Dede'nin şagüzel. 2. h. i. Iran mitolojisinde Ferîdûn'ıın heseridir ki, bütün TUrk miiziginin hâl-i büyük oğlu. hâzırda en büyük eseri bulunmaktadır. Bu eser de emsâli gibi unutulmak Uzere iken minvâl ( ﻣﻔﻮالa.i.): 1. çulhaların tezgâh Dr. Suphi Ezgi taraflndan H. Saadettin Arel âletlerinden üstüne bez sardıkları ağa ؟. 2. tarz, yol, sUret, şekil. Ber-minvâl-î ve Ahmet Irsoy'un da yardımlarıyla büyük m eşrûh : açıklandığı, anlatıldığı üzere. bir ؟alışma ile kurtarılmış ve bozuk şeklinBer-mînvâl-i sâ b ık : eskisi gibi. den asli şekline döndürülmüştür. mînû ( صf.i.): 1. cennet, (bkz: adn, bihişt, firdevs). 2. şişe , sır ؟a. 3. zümrüt, zebercet, m înû-yi-hâk: kabir, mezar.
757
mi'râc-nâme
mi'râc-nâme ﻣﻌﺮاﺟﺎﻫﻪ (a.f.b.i.) : Hz. Muhammed'in Mi'râc-i Şerifleri hakkinda yazılmış kaside ve manzume, (bkz: mî'râcîyye). mîr-âhûr ( ﻣﻴﺮ آﺧﻮرf.b.i.): imrahor, sarayın ahir müdürü, ["mî'r-i âhûr"dan bozma], mîr-alây ( ص آﻻﺗﻤﺔf.b.i.) :ask. "alay beyi" :albay. [yazıda : "izzetlii'' lâkabı ile hitâbedilirdi]. mîrân ( ^انf.i. mîr'in c .): beyler. M îr-i m îrân : beylerbeyi; eyâlet vâlisi; miilkiyede paşa ünvânını kazanan rütbelerin İkincisi olup ûlâ sın ıfı sânîsine karşılıktır, m irâr رار٠ (a.i. merre'nin c .): kerreler, defalar, kezler. mirâren ﻻ١( ﻣﺮa.zf.): defalarca. m irâren ve kirâren : birçok defalar, m î r â s ^ ^ (a.i. verâsetveirs'den c . : mevârîs): ölenin hışımlarına veyâ kanunen verilmesi gereken kimseye bıraktığı mal, miilk, para, mîrâsii'l-mükâteb : huk. [eskiden] kitâbete kesilmiş olan memlûke âit terekenin veresesine intikali, ki şu veçhile olur : mükâtebin terekesinden evvelâ yabancılara âit borcu varsa 0 tesviye olunur. Sonra mevlâsına borcu varsa bu verilir, daha sonra kitâbet bedelinden artan kısım te'diye olunur, bundan sonra ne kalırsa 0 da veresesine kalır,
mirfed ( ﻣﺮﻓﺪa.i.): büyük kâse, m îrî ( ﺳﺮىf.s.): 1. beglik, devlet hazînesine âit. 2. i. devlet hazînesi. [Arapçaya benzetilere k : “mîriyye” demek yanlıştır], m îrilû ( ﻫﻴﺮﻳﻠﻮi.): uzayan harpte ve askerin kifayetsizliği zamânmda aylıkla toplanan asker. m ir k a k ۶
(a.i.) : oklava,
mirkam ( ﻣﺮﻗﻢa.i.c.: merâkım ): 1. kalem, yazacak âlet. 2. güneş saati mili, mirkat "( ﻣﺮﻗﺎتka" uzun okunur, a.i.c.: m erâkî): merdiven, basamak; derece, (bkz : mi'râc؛, süllem). Mîrkatü'1-Edeb (edeb merdiveni): Ahmedî'nin Farsça-Arapça manzum bir lügati. mîr-livâ ( ﻣﻴﺮﻟﻮاf.a.b.i.) : ask. tuğgeneral. M îrrîh ( ﻣﺮﻳﺦa.h.i.). (bkz : Merih), [kelimenin a sli: "Mirrîh" olduğu halde, "Merih" şekli yaygındır]. mîrsâd, mirsad ﻣ ﺮ ﻣﺪ، ( ﻣﺮﺻﺎدc.: merâsid): 1. rasat yeri, gözetme yeri. 2. ilk 3 sayısının başyazarı Muallim Nâci olan ve 26 Mart 1891'de yayımlanmış bulunan haftalık edebiyat dergisi. mirsâd-î ib re t: ibretle seyretme yeri,
m îrâs-hâr راﺛﺨﻮار٠( عa.f.b.s.): mirasyedi, [halk dilinde : "mîrâs-hör" sûretinde kullanılır],
mirsât ( ﻣﺮﺳﺎتa.i.c.: m erâsî): gemi demiri, lenger.
mîrâs-hör ث ﺧﻮر— ر ا ر١( ﻣﺮbkz : mîrâs-hâr).
mirşahj mirşaha ﻫﺮﺷﺤﻪ، ( ﻣﺮﺷﺢa.i.) : süzgeç, süzgü.
mir'ât ( ﻣﺮﴽتa.i.c.: merâî, merâyâ): 1. ayna, (bkz : minzar, secencel). 2. meşhur bir çeşit lâle. mir'ât-ı muhaddeb : bombeli ayna, mir'âtü'l-ayn : (bir şeyin) dış görünüşü,
mirtâz ( ﻣﺮئضa.s.) : dinin yasağından. ka ؟ınan. (bkz: perhizkâr). mirvaha ( ﻣﺮوﺣﻪa.i. rîh'den. c . : merâvih): yelpâze. (bkz: meges-rân).
mi'râz ( ﻫﻌﺮسa.i.c.: m aârîz): sözün gizli mânâsı.
m irvaha-ciinbân ( ﻣﺰوﺣﻪ ﺟﻐﺒﺎنa.f.b.s.) : yelpâze sallayan.
mirbat ( ﻣﺮ؛طa.i.): davar bağlanacak bağ.
mîrvaha-cünbânî اذى٠ﺟﻎ yelpâze sallayıcıhk.
mircel ( ﻫﺮﺟﻞa.i.c.: merâcil): kazan, m i r f a k ^ (a.i.c.: merâfık) : 1. dirsek. 2. mutfak. 3. kiler. 4. astr. semânın kuzey yarim küresinde El-fâris burcunda bulunan bir yıldız. m irfaka ( ﻣﺮﻓﻘﻪa.i.): dirsek yastığı. 758
ﺣﻪ٠ﻣﺮو
(a.f.b.i.) :
mîr-zâ, mir-zâ ﻣﺮزا، ( ﻣﻴﺮزاf.b.i.): 1. Iranlılara mahsus bir asâlet ünvânı, beyzâde, [kelimenin sonuna getirilirse : (Haydar M irza gibi) nesebçe büyüklüğe delâlet eder; kelimenin başına getirilirse (Mirza Hiiseyin gibi) alelâde, efendi, bey mânâsına gelir].
m؛skîn-hâne
2. astr. Dübb-i Ekber yıldız kümesinin kuyruk ortasındaki çukurda bulunan, kümenin altıncı derecede parlak yıldızı, lât. zeta Ursus Majoris. mis ( صf.i.): bakir. m isâfir ( ﺳﺎ ﻓ ﺮa.i. sefer'den c . : m üsâfirîn): [asli: "müsâfir" dir]. (bkz : müsâfir). misâha, misâhat ﻣﺴﺎﺣ ﺖ، ( ﺳﺎ ﺣ ﻪa.i.). (bkz : mesâha, mesâhat). mîsâk ( ﻣﻴﺴﺎ قa.i. sevk'den) : sürme, sevketme. m îsâk ق،( ﻣﻴﺔa.i. vüsûk'dan. c . : m evâsik): sözİeşme, andlaşma. Rûz-i m îsâ k : kıyamet günü. Mîsâk-ı M illi: Türk istiklâl dâvâsının temel taşını teşkil eden ve Atatürk'ün reisligi altında toplanan Erzurum, Sivas kongrelerinde tesbit edilip OsmanlI meb'ûsân meclisince 28 Kânûnusânî (Ocak) 1920 târihinde kabûl ve bütün milletçe son haddine kadar tatbikine azmedilen 6 maddelik milli ahitnâme. mi'sâl ( ﻣﻌﺼﺎلa.i.): gelberi, ucu uzun ağaç, m isâl ، Jb (a.i.c.: emsile) : 1. örnek. 2. masal. 3. rüyâ, düş. 4 ٠s. benzer, andırır, (bkz: müşâbih). 5. a. gr. yalnız fâsı (ilk h arfi): h a rfi illet olan kelime. M isal: “vasi, vâiz; yümün, meysûr.." gibi. misâl-i m eym ûn: tugra. misâl-i v â v î: ilk harfi vav olan kelim e: “vücûd, va'z..” gibi. misâl-i yâyî : ilk harfi ye olan kelime : yüsr, yümün.. gibi. A dîm ü'l-m isâl: e ؟i, örnegi, benzeri olmayan. Âlem-i m is â l: rü'ya. Bedr-İ m is â l: Ay gibi. B î-m isâl: eşsiz, örneksiz. D eryâ-m isâl: deniz gibi, pek çok. mi’sam ( د مa.i.): bilek, nabız yeri. mi'samü'1-yed (el bilegi): anat. bilek, mis'ar, mis'âr ﺳ ﻌﺎ ر، ( ﺳ ﻌ ﺮa.i.c.: m esâir): ateş küsküsü, ate ؟karıştırmaya yarayan demir. mi'sâr, mi'sar, mi'sara ﻣﻌﻤﺮه، ﻣﻌﺼﺮ، ﻣﻌﻤﺎر (a.i.): mengene. misâs ( ﻣﺴﺎسa.i. mess'den): degip dokunma; el sürme. Lâ-misâs : tâbû, dokunulmaz ؟ey [inanma bakımından], misbah ( ﺳ ﺒ ﺢa.i.): biy. *yüzgeç.
misbah-ı b a tn i: biy. karin yüzgeci, misbah-ı s a d ri: biy. göğüs yüzgeci, misbah-ı ؟e r c i: biy. anus yüzgeci, misbah-ı z a h ri: biy. Sirt yüzgeci, misbah-ı zenebi : biy. balıkların kuyruğu, m isbahiyyü'r-ricl: biy. *yüzgeç ayaklılar, misbâr ( ﻫﺴﺎرa.i. sebr'den. c . : mesâbir): hek. 1. yara fitili. 2. sonda. misbelce ( ﻣﺴﺒﻜﻪa.i.): mâden eritilip dökülecek kap. mi'sele ( ﻣﻌﺴﻠﻪa.i. asel'den): arı kovam, misenn ( ﻣﺴﻦa.i. senn'den): bilegi taşı, misfât ( ﻣ ﻌﻔﺎ تa.i. safvet'den. c . : m esâfî): su arıtmaya mahsus süzgeç, mishal ( ﻣﺴ ﺤ ﻞa.i. selh'den): 1. keser, törpü, ege gibi yontacak âlet. 2. Kur'ân-1 okumakta mâhir olan adam, m isillû ( ﺷﻠﻠ ﻮa.t.s.): benzer gibi, misk ( ﺳ ﻚa.i.): misk, Asya'nın yüksek daglarmda yaşayan bir cins ceylânın erkeğinin karin derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde, (bkz: müçk). miskab ( ﺷﻘ ﺐa.i. sakb'dan. c . : mesâkıb): matkap, tahta, mâden, kemik gibi ؟eyleri delmeye yarayan âlet. m iskal “( ﺷﻘﺎ لka” uzun okunur, a.i. Siklet'den. c . : m esâkil): yirmi dört kıratlık bir ağırilk ölçüsü, [on dört kırat bir ؟er'î dirhemin karşılığıdır]. miskam "( ﺳ ﻘ ﺎ مka” uzun okunur, a.s. sakamet'den): hastalıklı, (bkz : mimrâz). miskata ( ﻣﺴﻘﻄﻪa.i.): düşürücü sebep ve ilâç, m iski ( ﺳ ﻜ ﻰa.s.): 1. misk gibi güzel kokulu. 2. misk gibi siyah renkli. m iskin ( ﺳ ﻜ ﻴ ﻦa.s. meskenet'den. c . : m esâkin): 1. âciz, zavallı, becereksiz, hareketsiz [adam]. 2. ciizzam hastalığına tutulmu ؟olan. 3. miskli [misk + in], miskin-âne ( ﻣﺴﻜﻴﺘﺎﻧﻪa.f.zf.): miskincesine, tenbelcesine. miskin hane ( ﺳ ﻜﻴﺘ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i): miskin hastaİlgına tutulmuşların yurdu, cüzzamlıların hastahânesi. 759
m؛skîy
m iskly ﻛ ﻰ٠( سa.s.) : miske mensup, misk ile ilgili, misk kokulu. Hitâmiihu m isk: güzellikle sona erdi. miskiyyü'l-hitâm : mükemmel bir şekilde sona erme.
mi'şâb ( ﻣ ﺸﺎ بa.i.): otu, çayırı bol olan yer. mi'şâr ( ﻣ ﺤﺎرa.i.): mat. ondabir (1/10). mîşe-zâr زار٠( ﺑ ﻒt.f.i.): meşelik, küçük koruluk. [yapma kelimelerdendir],
miskiyye ( ﻣﺴﻜﻴﻪa.i.) : zool. *misliler, fr. viverridés.
mişfer ( ﺷ ﻐ ﺮa.i.c.: m eçâfir): devenin sarkık dudağı, (bkz: meşfer).
misi ( ﻣﺜﻞa.i.c. : emsâl) : 1. benzer, kat. Mukabele-bi'l-misl : tıpkısını, benzerini yaparak karşılık verme, misilleme, misl-i hazân (sonbahar gibi) : sonbaharda dökülen yapraklar gibi. 2. miktar. 3. ön, yan, huzur. 4. mat. tekrarlanan bir saymın toplamı. misl-i müşterek : mat. *ortak kat, birtakım tam sayıların kati olabilen sayı. [40 sayısı : 5, 8,10 sayılarının ortalckati'dir]. misl-i mUşterek-i asgar : mat. en küçük ortak kat. misl-i m üştereki a'zam : en büyük ortak kat.
miçhat ( ﻣ ﺸ ﺤ ﻂa.i.) : manivela.
m islak -
(a.s.) : uzdilli [kimse],
mîşîn -
(f.i.) : meçin,
miçkât ( ﺷ ﻜ ﺎ تa.i.c.: meçâkî): İçine kandil, lâmba gibi ?eyler koymak İçin duvarda yapılan oyuk, hücre. miçmaa ( ﺷ ﻤ ﻌ ﻪa.i.): ?amdan. mi?mi? ( ﻣﺸﻤﺶa.i.). (bkz : mışmış), mişrât, mişrat ﺷ ﺮ ط، ( ﻣﺸﺮاطa.i. ?art'dan. c . : meçârît): 1. neşter, hekim bıçağı. 2. keskin bıçak. mişrebe
(a.i. şürb'den): maşrapa,
mişvâr ( ﻣﺸﻮارa.i.): 1. tarz, tavır, hareket, gidişat. 2. gUmeçten bal peteği sağılan âlet,
misli ( ﻫﺴﻠﻰa.s. misl'den) : 1. misil ile ilgili. 2. fiyatta büyük bir fark olmadan benzeri bulunabilen.
mişvâre ( ﺷ ﻮا رهa.i.): çömlek, testi,
mismâr ﺳﻤﺎر٠ (a.i.c. : mesâmir) : 1. çivi, mıh. (bkz : mih). 2. kazık. mismâr-1 âhenîn : demir kazık,
mişvell ( ﻫﺸﻮﻟﻰa.s.): orak biçiminde olan.
mişvâr-gâh ( ﻣﺸﻮار ﺳﻤﺎهa.f.b.i.) : at pazarı,
miçvâz ( ﺷ ﻮا ذa.i.c.: meşâvîz): sarık, misma' ( ﻣﺴﻤﺢa.i. sem'den. c. : mesâmi') : mişvel ( ﻫﺸﻮلa.i. şevlet [= yuvarlak kuyruk] 1. kulak, (bkz : üzn). 2. hek. hastanın, kal'den) küçük orak, orakcik. bini, göğsünü ve ciğerlerini dinlemeye yamişvel-i m u h : anat. beyni ikiye ayıran yarirayan âlet. 3. fz. kulaklık, fr. écouteur, ğın İçine giren örtü. mismaa ( ﻣ ﻤ ﻌ ﻪa.i.). (bkz : misma').
mismâri ﺳﻤﺎر ى٠ (a.s.) : 1. mismâr'a, çiviye mensup, çivi ile ilgili. 2. çivi şeklinde olan. Hatt-ı mismâr ؛: çivi yazısı, (bkz : hatt-1 mîhî). misred ( ﻫﺴﺮدa.i.) : biz, tığ. m issik ( ﺳ ﻚa.s.) : çok cimri, m isvâk ك١( ﺳ ﻮa.i. sevk'den. c. : mesâvîk) : Erâk ağacının ucu dövülüp fırça hâline getirilen ve diş temizliğinde kullanılması sünnet olan ince dalları, mîş ش٠( مf.i.) : koyun, (bkz : ganem, kûsfend). 760
mi?ver-geh ( ﺛﻮرﺳﻤﻪa.f.b.i.). (bkz: mişvârgâh). mişyâ' ( ﺷ ﺎ عa.s.): boşboğaz, mit'âm ( ﻣﻄﻌﺎمa.s.c.: matâim): yemeği bol olan; çok yemek yiyen, mithara ( ﻣﻄﻬﺮهa.i. tahâret'den): matara, mîtîn ﻋﻦ٠( مf.i.): külünk, taşlan kayaları parçalamakta kullanılan büyük çekiç, m îv ﻳﻮ٠ (f.i.): kil. (bkz : mûy). mi'vaz ( ﻣﻌﻮنa.i.): nüsha, muska, mîve ( ﻣﻴﻮهf.i.): [meyve'nin asildir], (bkz: meyve).
mîve-dâr ﻣﻌﻮه دار
(f.b.s.). ( b k z : m e y v e -d â r,
şe m e re -d â r). (f.b.i.) : "g ö n ü l m e y v e s i"
k a y a la r ı p a rç a la m a y a y a r a y a n siv r i k a z m a ,
miyâh ( ﺻﺎهa.i. m â 'ın c . ) : su lar. Hatt-İictimâ-İ m iyâh : cogr. s u la n b ir y ere to p la n a n a r â z in in sın ırı. Hatt-1 taksim-i m iy â h : s u la n b a ş k a b a şk a ta ra fla r a a k a n a r â z iy i a y ır a n sırtlar.
miyâh-1 câriye : a k a r sular, miyâh-ı hârre : k a p lıc a , ılıc a
su la rı g ib i S icak
( f .i .) : 1 . o rta, (b k z : v a sa t). 2 . m e -
Der-miyân : o rta d a , a ra d a , miyân-ı giift ü g û : l â f a rası. 3 . bel, k e m e r y e ri. Mû-miyân (k il b e l l i ) : in c e belli. şa rk ı v e b e stelerin ü ç ü n c ü ' m ısra ı,
ﻣﻴﺎن
( f .b .s .) : o rta b o y lu , (b k z :
ﻣﻴﺎن ﺑﻐﺪ
m iy â n -b e s t e
ﻣﻴﺎن ﺑﺴﺘﻪ
( f .s .) : m e y a n e l, a ra cı, (b k z :
( f.z f) :
meyancıya, ara-
Ciya yakışacak sû rette.
miyân-dârî ﺻﺎﻧﺪارى
( f i . ) : m e y a n c ılık , a r a c ı-
ilk . ( f .i .) : 1. o rta , (b k z : vasat). 2 . ara. k ıv a m
؛h e lva
p işirim in d e ].
4 . g e rd a n lığ ın o rta sın d a k i b ü y ü k in ci. 5 . g. s. o rta y a serile n h ail.
ﺻﺎﻧﻜﺮ ﻣﻴﺎﻧﻜﻴ ﺮ
( f .b .s .) : a ra b u lu c u , ( b k z :
m u ta v a ssıt, m u tavassıta),
m iyân-gîrî
2. kim.
* a y ıra ç , b ir şe-
âlet. ( f .i .) :
1.
so fra , (b k z
: m âid e). 2.
m isa fir,
mîzâb ( ﺻﺆابa .i .c .: m e â z î b ) : su y o lu , o lu k, mîzâb-ı bârân : y a ğ m u r o lu ğ u , mîzâb-ı rah m et : M e k k e 'd e , K â b e n in d a m ın d a b u lu n a n su o lu ğ u ,
mizâbiyye ﺻ ﺰاﺑﻴﻪ
( a .i.) :
fiz.
b irb irle rin e eşit
o lan v e h e p sin in sa tıh la rı (diizey) b ir d o ğ r u ç iz g iy e a m u t (d ik ey) o lan b ir ta k ım d â ire v i
ﺻﺎﻧﻜﻴﺮ ى
ﻣﺰاج
1 . b ir
şeyle
m eze 'd en .
k a r ış tır ılm ış
miiz.
o rta ses.
c .:
e m z ic e ):
o lan b a ş k a
şey.
Bed-m izâc : k ö tü h u ylu . H adîdü'l-m izâc : ç a b u k k ız a n , o s u ru ğu c in li. A sabiyyü'l-m izâc : y a ra d ılış ı tabiat.
itib â rıy la a sab i o la n k im se , ( b k z : se rîü 'lİn fiâl). Dem eviyyii'l-m izâc : ç o k k a n lı. Lenfâviyyü'1-m izâc : İen fâsı ga lip , İen fâ v î g u d d e le ri fa a liy e t h â lin d e b u lu n a n k im se .
N â-m izâc : ra h a tsız, k e y ifsiz . Safraviyyii'lmizâc : s a fra s ı g a lip k im se . 3. sıh h a t. Sû-i m iz â c : sıh h a t b o z u k lu ğ u . mizâc-ı n â z ik : n â z ik tabiat; in c e y a ra d ılış , (a .f.b .s .): m iz a ç b ilic i, b i-
len.
mizâc-gîr ﻣﺰاﺟﻜﻴﺮ
( a .f.b .i.): k e y fe gö re h iz m e t
ed en , h er n a b z a şerbet v e rm e s in i bilen, ( a .f.z f) :
h erk ezin
m iz â c ın ı o k şa y a c a k , h o ş u n a g id e c e k y o ld a ,
m izâc-gîrî ( f .b .i.) :
(a.i.
mizâc-gîr-âne ﻣﺰاﺟﻜﻴﺮاﻧﻪ
( f .b .s .) : a ra b u lu c u lu k ,
( b k z : tavassu t).
miyân-hâne ﻣﻴﺎﻧﺨﺎﻧﻪ
selenoi.de.
mizâc-dân ﻣﺰاﺟﺪان
( f .s .) : d o ğ r a m a c ılık , sem e r-
c ilik g ib i işlerd e k u lla n ıla n a v a d a n lık ,
miyân-gîr
*ölçü t.
y in h a lis lik d e re c e sin i a n la m a y a y a r a y a n
2 . huy,
miyân-dârâne ﻣﻴﺎﻧﺪاراﻧﻪ
miyân-ger
ifad esi.
m iz â c ( f b . s . ) : "b e l b a ğ l a m ı ş '':
dellâl).
ﺻﺎﻧﻪ
n ite-
lig in i, m ik ta r ım v e a y â rın ı b e lirte n k a n u n
(f.b.i.) : k u şa k , kem er,
h e m e n işe h azır.
3. m eyân e,
m i'yâr ( ضa.i. iy a r'd a n ) : 1 . ÖİÇÜ. mi'yâr-ı nakdi : p a r a y a p ıla n m a d e n in
fr.
m iy â n - b e n d
m iy â n e
(a.i.): e v m e y d a n ı) avlu,
c e r y a n la r m o lu k şe k lin d e k i u m û m î h eyeti,
m iy â n -k a d d ).
miyân-dâr ر١ﺻﺎذد
nıiyân-serâ ﺻﺎﻧ ﺮا
k o n u k . 3 . s. tem iz.
y a n , ara, a ra lık .
miyân-bâlâ ﺑﺎﻻ
( f.b .i.) : y a r ıs ı d eğerli taçla rla
sü slü o lan b ir ç eşit tâç.
miz ﻣﺰ
miyâh-ı kilsim e : k ilsli sular, miyâh-ı mâlihe : tu z lu sular, miyâh-ı merre : a cı sular,
(b k z :
m iy â n -b â lâ ).
mi'yâr-ı Sidk :
sular.
4.
(a.i. m în â 'n ın c.) : lim a n la r,
miyân-ser ﻣﻴﺎﻧ ﺴ ﺮ
( a .i .c . : m a â v i l ) : k ü lü n k , ta şla rı,
miyân ﺻﺎن
ﻣﻴﺎﻧﻰ
m iyân-kad d^ ( ﺻﺎنf.a .b .s .): o rta b o y lu ,
mive-dil ﻣﻴﻮه دل mec. evlât. mi'vel ﺳﻮ ل
miyânî
ﻣ ﺰا ﺟﻜﻴ ﺮ ى
( a .i.) : k e yfe gö re h iz m e t
etm e, h er n a b za şerbet v e rm e s in i bilm e.'
761
mi'zâd
ﻣﻌﻀﺎد
m i'z â d
( a .i.) : 1. ta h ra , a ğ a ؟b u d a m a b ı-
؟ağı. 2 . k o lç a k , p a z v a n t. m îz â d
ﻣﺰاح
m iz b e r
n eşe.
( a .i.) : şa k a , lâtife, e ğ len ce , [ a s i l :
ﻣﺰاح آﻣﻴﺰ
( a .f.b .s .): m iz a h k a r ış -
m ış, eğ len ce li. m iz â h - g û [ y ] m iz â h î
(a .f.b .s .): d a lk a v u k .
( a .s .) : m iz a h li, e ğ len ce li, [ a s i l :
“ m ü z â h î” d ir]. m iz â h - n ü v îs
ﻣﺰر
(a.i. zeb r'd en . c . : m e z â b ir ) : k a m ış
ﻣﻨﺒﻪ
ﻣﻌﻀﺪ
m i'z e d
(a.i. z e b b 'd e n ) : sin ek y elp âzesi. (a.i.). (b k z : m i'zâ d ).
m iz e k ( ﻣﺪﻧ ﻚf .i .) : sid ik , (b k z : İdrâr).
[ﻣﺰاﺣﻜﻮى
ﻣﺰاﺣﻰ
k o n u g u a ğ ır-
k a le m . m iz e b b e
"m ü z â h "d ır ]. m iz â h â m iz
( ﻣﻴﺰﺑﺎﻧﻰf.b .i.) : m is â firi,
la y ıc ılık ; e v sâ h ib ilik ..
( ﻣﻴﺰادa .i.) : s e v in ؟, sü rü r,
m iz â h
m îz -b â n î
?ر
m i'z e r
m iz h e r
( ﻣﺰﻫﺮa .i .c .: m e z â h ir ) : m iiz . ﻣﺬﻛﺎر
m iz k â r
ﻣﺰاﺣﻴﻮﻳﺲ
(a .f.b .s .): m iz â h a d âir,
eğ len ce li y a z ı y a z a n ,
m iz l â c
( a .i.c .: m e â z i r ) : p eçtem al, fu ta,
ﻣﺰﻻج
[asil “ m ü z â h -n ü v îs ”
( a .i.) : d â im â erk ek d o ğ u r a n dişi, ( a .i.) : k ilid , sü rg ü ,
( ﻣﻴﺰﻣﺎتf .b .i.) : m is â fir i,
m îz - m â n
dir].
ut.
k o n u ğ u a ğ ır-
la y a n ; e v sâh ib i. (b k z : m îz -b â n ). m iz â h - p e r v e r
( ﻣﺰاﺣﻌﺮورa .f.b .s .): m iz a h i seven ,
m iz a h ta n h o şla n a n . m îz â n 1.
ﻣﻴﺰان
(a.i.
m iz m â r
( ﻣﺰﻣﺎرa .i .c .: m e z â m ir ) : 1 .
n ey, d ü d ü k ,
k a v a l, flü t. 2 . z e b û r'u n h er b ir sû re si. 3 . h e k .
v ez n 'd e n .
c .:
m e v â z in ):
terâzi, ÖİÇÜ âleti, t a r t ı ؛öl ؟ek.
m iz m â r - z e n ( ﻣﺰﻣﺎرزنa .f.b .s .): m iz m a r, d ü d ü k
m î z â n - ı r ü t û b e t - i h a v â : f iz . *n em ö lçer. m îz â n ü 'l - h a r â r e : f iz .
n efe s b o ru su , h a n ç ere.
te rm o m e tre ,
؟alan .
(b k z :
( ﻣﺰرﻗﻪa .i.) : k ü ؟ü k
m iz r a k a
şırın g a ,
m ik y â s ü '1-h a râ re ). m îz â n ü 'l - h e v â : f iz . (b k z : m ik y â s ü '1-m a ta r ). m î z â n ü 'r - r î h : f iz . (b k z : m ik y â s ü 'r-r iy â h ). m îz â n ü 'r - r ii t û b e : f iz . (b k z : m ik y â s -1 rü tû bet). 2 . a s tr . T e râ z i b u r c u , se m â n ın k u z e y y a rım k ü r e s in d e
g ö rü le b ile n
ve
Siin b iile
(B a şa k ) b u r c u n u n y a n ın d a b u lu n a n b ir y ıld iz k ü m e s i o lu p b e lli b a ş lı d ö rt y ıld ız d a n
ر وا ج
m iz v â c
( a .i.) : ؟o k k o c a lı k a d ın ; ؟o k k o c a
d eğ iştire n .
زواﺟﻪ٠( a .i.) : b o t .
m iz v â c e
d işilik , h e m de e rk e k lik u z v u (o rg a n ı) b u lu n a n ؟İ ؟e k [nerkis ؟i ؟e ğ i gibi], m o lla
ظ
، ( ﻣ ﻼa.i. m e v l â n â 'd a n ) : 1 . [eskiden]
m ü te şe k k il k ü ؟ü k b ir b u r ؟, lâ t. L ib r a ; fr. la
büyük
B a la n c e . [M iz a n b u r c u n u n en p a rla k y ıl-
m e d re se talebesi.
d ız ın a (A lp h a ) K i f f a A u s t r a l is , ik in c i d e re ce d e p a rla k y ıld ız ın a (B eta) K i f f a B o r e a lis d en ilir]. 3 . m a t. y a p ıla n h e sâ b ın d o ğ r u o lu p o lm a d ığ ın ı ö lç m e y e y a r a y a n b ir b a şk a
m o lâ -y â n e
büyük
â lim .
2 . [so n rad an ]
( ﻣﻐﻼﻳﺎﻧﻪİ .z f.) : m o lla c a ,
m o lla y a y a -
k ış ır y o ld a . m o llâ y î m û [y ]
5 . a k il, id ra k .
k a d ı,
m o l ia - y i r û m : M e v lâ n a C e lâ le d d în -İ R û m î,
h esap , fr. C p re u ve . 4 . a d alet, e şitlik d u y g u su.
k ü ؟ü k k ü ؟ü k ؟İ ؟ek-
lerd en m e y d a n a gelen v e k e n d isin d e h e m
( ﺳﻼ؛ىa .i.) : m o lla lık .
[ﻣﻮ] ى
( f .i .) : k il. ( b k z : m îv , şa'r). S e r - İ
m û : ı) k il başı, k il u c u 2 )؛k il k a d a r, p e k m i'z â r ( ﻣ ﻌﻨﺎ رa .i . c .: m e â z î r ) : 1. p erde, (b k z : h icâb ). 2 . engel. 3 . ö rtü ,
m û - y i s e r (b a ş k ı l ı ) : sa ؟.
m iz b a h ( ﻣ ﺬﺑ ﺢa .i . ) : b ı ؟ak. m îz - b â n
ﻣﻴﺰﺑﺎن
konuğu
m uabber
( f .b .i.c .: m î z - b â n â n ) : m is â firi,
a ğ ırla y a n ; e v sâ h ib i. ( b k z : m iz -
m â n , m u z if). m îz - b â n â n
ﻣﻴﺰﺑﺎﻧﺎن
(f.b.i.
m îz -b â n 'ın
c .) :
m is â fir i, k o n u ğ u a ğ ırla y a n la r, e v s â h ip le r i.
ر٠ﻣﻊ
( a .s .) : tâ b ir e d ilm iş, y o r u lm u ş
düş. ( b k z : m U e v v e l). m u a b b id
٠ﻣﻤﺪ
m u a b b ir
ﻫﻌﺒﺮ
( a .s .) : ib ad et eden, tap an , (a.s.i. ib â r e t 'd e n ) : r ü y â tâ b ir
eden, g ö rü le n riiy â la r d a n [adam ], ( b k z : m iie v v ib ).
m â n â ؟ılcaran
muâhede-î bî-tarafî muabbirîn ( ﻣﻌﺒﺮﻳﻦa.s.i. muabbir'in c.) : rüyâ tâbir edenler, görülen rüyâlardan mânâ Ç1karanlar.
muaddile ﻣﻌﺪﻟﻪ
(a.s. a d l'd e n ) : [“ m u a d d il” in
m ü e n .].'(b k z : m u a d d il).
muâdelât ( ﻣﻌﺎدﻻتa.i. a d l'd e n .m u â d e le 'n in c .) : 1 . m ü sâ v îü k le r, m ü v â z îü k le r, b e ra b erlik le r. -muaccel ( ﻣ ﻌ ﺠ ﻞa.s. acele'den) : 1. ta'cîl edil2. fels., mat. d e n k le m le r , fr. équations, miş, acele olunmuş. 2. peşin, Onden verilen. 3. müz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanıl- muâdele ( ﻣﻌﺎدﻟﻪa.i. a d l'd e n . c. : m u âd elât) : mış usullerden biri. 1 . m ü s â v îlik , ٨ b e râ b erlik . 2 . fels. muaccel-âne ( ﻣﻌ ﺠ ﻼﻧ ﻪa.fzf.) : acele, peşin olarak.
mat.
d e n k le m ,
fr. équation.
3.
mec.
a n la -
ş ılm a z İç. (b k z : m u a m m â ).
muaccelât ( ﻣ ﻌ ﺠ ﻼ تa.i. muaccel'in c.) : peşin ödemeler.
muâdelet ( ﻣﻌﺎدﻟﺖa.i. a d l'd e n ) : 1. d e n k lik . 2. geo., fiz. *eşd eğerlik ,
muaccele . ( ﻣﻌ ﺠﻠ ﻪa.i.) : beylik ve kirâlarmdan peşin alman kısım,
muâdil ( ﻣﻌﺎدلa.s. a d l'd e n ) : 1. m ü s â v î, d en k . 2 . fiz. *eşd eğer. muâdil-i kimyevi: kim. * k im y a s a l *eşdeğer, muâdil siklet : fiz. *eşd eğ e r a ğ ırlık ,
evkaf
muaccelen ( ﻣ ﻌ ﺠ ﻸa.zf.) : 1. acele, çabuk olarak. 2. peşin olarak. muacceliyyet ( ﻣ ﻌ ﺠﻠﻴ ﺖo.i.) : *ivedilik, muaccib ( ﻣ ﻌ ﺠ ﺐa.s. aceb'den).(bkz : mu'cib). muacciz ( ﻣ ﻌ ﺠ ﺰa.s. acz'den) : 1. tâciz eden, SIkıntı veren, sıkıcı, bıktırıcı, usandırıcı. 2. yapışkan, sırnaşık [kimse],
muâdile ﻣﻌﺎدﻟﻪ
(a.s. a d l'd en ) : [''m u â d il'' in
m ü en .]. (b k z : m u â d il).
m uâf
(o.s. a fv 'd e n ) :
m ü m tâ z ). 3 . serbest. 4 .
muâd ( ﻣﻌﺎدa.s.) : İâde edilmiş, geri çevrilmiş.-
muâf-gâh ﻣﻌﺎ ﻓ ﻜﺎه
muadd ( ﻣ ﻌ ﺪa.s. add'den) : îdâdûlunmuş, hazırlanmış. muaddün-li'1-îstiglâl : kirâya verilmek üzere hazırlanmış olan. muaddel ( ﻣ ﻌ ﺪ لa.s. adl'den) : tâ'dîl edilmiş, eski hâli değiştirilmiş. muaddele ( ﻣﻌﺪﻟﻪa.s. adl'den) : ["muaddelin müen.]. (bkz : muaddel), muaddid ( ﻣ ﻌ ﺪ دa.s.i.) : sayaç, muaddil ( د لa.s. adl'den) : tâdîl eden, müsâvî ve berâber kılan, düzelten, denkleştiren, muaddüü'n-nehâr : *gün-tün eşitliği, fr. équinoxe çizgisi olup bir ucu “Hamel" burcunun başında, öteki ucu “Sünbüle” burcunun sonundadır.
a ffo lu n m u ş , b a ğ ış -
biy.
*b a ğ ışık , [asil :
“ m u â fî” d irj.
muâfât ﻣﻌﺎ ﻓﺎ ت
muâdât ( ﻣ ﻌﺎ دا تa.i. udvân'dan) : karşılıklı düşmanlik. [“muâdâ” şeklinde de kullanılır],
1.
la n m ış . 2 . a y r ı tu tu lm u ş, (b k z : m ü ste sn â ,
muaccize ( ﻣﻌ ﺠ ﺰهa.s. acz'den) : '"muacciz'' in müen.]. (bkz : muacciz).
muâdadat ( ﻣﻌﺎ ﺿ ﺪ تa.i.): yardim etme, (bkz : muâzadat, müzâheret).
m ü s â v îlik ,
(a.i. a fv 'd e n ) : 1. a ffe tm e , sıh h at,
s a ğ lık v e rm e . 2 . sa ğ lık . 3 . g ü v e n lik , (a .fb .i.) : k e n d in i a ffe tirm e k
İçin b a ş v u r u la n yer. m u a fiy e t
2. biy.
ﻣﻌﻔﻴﺖ
(o.i.) : 1 . a ffe d ilm iş
o lm a.
*b a ğ ış ık lık .
muâf-nâme ﻣﻌﺎ ﻓ ﺎ ﻣﻪ
(a.f.b.i.) : a f v k â ğ ıd ı, a f v
y a z ıs ı.
muâf-nâme-i (a.f.b.i.) : b ir
hümâyûn köy veyâ
ﻫﻤﺎﻳﻮن
ﻣﻌﺎﻓﯫﻣﻪﺀ
k a sa b a
h a lk ın ın
y â h u t b ir şa h sın v e r g i v e b a ş k a d ev let teklifle r in d e n a ffe d ilm iş o ld u ğ u n a d â ir y a z ıla n fe r m a n v e y â em ir.
muâhât O ﻣﻌﺎ ﻫﺎ 2.
(a.i.) :
1.
k a r d e ş lik
e d in m e.
k a rd e şlik . 3 . k a rd e şç e se v g i. 4 . İçten a r-
k a d a şlık .
muâhedât ﻣﻌﺎﻫﺪات
(a.i. m ııâ h e d e 'n in c.) : a n d -
la şm a la r.
muâhede ﻣﻌﺎﻫﺪه 1.
(a.i. a h d 'd e n c. : m u â h ed â t) :
k a r ş ılık lı a n d iç m e. 2 . a n d la şm a .
muâhede-i bî-tarafî
: b â z ı d ev letlerin b a şk a
b ir d e v le ti ta ra fsız o la r a k tu tm a y a k a ra r v e r m iş v e 0 d ev letin b îta r a flığ ın ın m er'î
763
muahede- ؛himâyet tutulacağım taahhiidetmiş olduklarım bildiren andlaşma. muâhede-i him âyet: bir devlet, diger bir hükümeti himâye ile düşmanlarının hepsine karşı muhafaza edeceğine dâir yapılan andlaşma. muâhede-i ittifâkıyye: d. h u k .: bir harb çıktıgı zaman birbirlerini desteklemek üzere iki veyâ daha çok devletler arasında yapılan andlaşma. muâhede-i m iizâheret: bir devletin iki devlet. arasında yapılan muhârebeye doğrudan dogruya katılmaksızın savaşanlardan birine nakdi yardımda bulunacağına veyâ para karşılığında bir mikdar asker veyâ harb gemisi vererek yardim edeceğine dâir yapılan andlaşma. muâhede-i su lh iyye: iki veyâ daha çok savaşan devletler arasında harb hâlinin kaldınlmasıyla dostâne münâsebetlerin İâdesi husûsunda yapılan andlaşma. muâhede-i te'm iniyye: bir devletin istiklâline hariçte bir tasallut vukuunda başka bir devlet tarafından yardim görecegine dâir iki taraf arasında yapılan andlaşma. muâhede-i tic â rî: yalnız ticâret işleriyle ilgili olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma. muâhede-nâme ( ﻣﻌﺎ ﻫﺪه ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): andlaşma şartlarının yazıldığı kâğıt, muâhez ( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬa.s.): muâhaze olunan, çekiştirilen; tenkidedilen. muâhezât ( ﻣ ﺆا ﺧ ﻨﺎ تa.i. ahz'den. muâheze'nin c .): 1. azarlamalar, paylamalar, çıkışmalar, darılmalar. 2. tenkidler. (bkz : i'tirâzât).
muahhar ( ﻣﺆﺧﺮa.s. îe'hîr'den): 1. te'hîr edilmiş, sonraya, geriye bırakılmış; sonraki. 2. i. mec. ki ؟. muahhara ( ﻣﺆﺧﺮهa.s. te'hîr'den): ["muahhar” in müen.l. (bkz : muahhar), muahharen ( ﻣﺆﺧﺮأa.zf.): muahhar olarak, sonradan, (bkz: bi'1-âhare). muâhid ( ﻣﻌﺎﻫﺪa.i. ahd'den): 1. antlaşma yapanlardan herbiri. 2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himâye ettiren [Hıristiyan veyâ bir başka dinden kimse], muâhide ( ﻣﻌﺎﻫﺪهa.i.): ["muâhid” in müen.]. (bkz: muâhid). muâhideyn ( ﻣﻌﺎﻫﺪﻳﻦa.i.c.): bir anlaşmayı imza eden iki kişi. muahidin ( ﻣﻌﺎﻫﺪﻳﻦa.i.c.): anlaşma yapan taraflar. muâhiz ( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬa.s. ahz'dan): muâhaze eden, çekiştiren; tenkideden. muâkab ( ﻣ ﻌﺎ ﻗ ﺐa.s.) : cezalandırılmış, muâkabe ( ﻣﻌﺎﺷﻪa.i.): cezalandırma [birini], muâkad ( ﻣ ﻌﺎﻗ ﺪa.s. akd'den): akdedilmiş, mukavele ile tasdik edilmiş olan, muâkade ( ﻣ ﻌﺎﻗﺪهa.i. akd'den): akid, mukavele yapma, anlaşma. muâkale ( ﻣﻌﺎﻗﻠﻪa.i. akl'dan): fels. İş alanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacini güden düşünce, nazar, kurgu, muâkalevî ( ﻣﻌﺎﻗﻠ ﻮ ىa.s. akl'dan): *kurgul. muâkama ( ﻣﻌﺎﻗﻤﻪa.i. akm'dan): dâvâlaşma, çekişme. muâkıb ( ﻣ ﻌﺎ ﻗ ﺐa.s.): cezalandıran,
muâkıd ( ﻣﻌﺎﻗﺪa.s. akd'den): birbiriyle akid muâheze ( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ هa.i. ahz'dan c . : muâhezât): yapan, anlaşan, sözleşen, 1. azarlama, paylama, çıkışma, darılma, muakkab ( ﻣ ﻌ ﻘ ﺐa.s. akab'dan): tâkibolunmuş, (bkz: İtâb). 2. tenkid. (bkz : İ'tirâz). ardı Sira gelinmiş, ardına düşülmüş, muâheze-kâr ( ﻣﺆا'ﻟﺠﺬه ﻛ ﺎ رa.f.b.s.): 1. muâheze muakkad د (a.s. ukde'den): 1. tâkldedilmiş, edici, azarlayıcı, paylayıcı. 2. tenkidedici'. düğümlenmiş, düğümlü; mec. karışık, kamuâheze-kâr-âne ﻛﺎ را ك ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ ه (a.f.zf): palı [söz], (bkz : muğlâk). 2. ed. kolay kolay muâheze edercesine, azarlarcasına. mânâ çıkmayan şiir. muâheze-nâme ( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ ه ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): muâheze, tenkid yazısı, eliştiri yazısı veya kitabi.
1
muakkade ( ﻣ ﻌ ﻘ ﺪ هa.s.): [“muakkad” in müen.]. (bkz: muakkad).
mu.llîmîn muakkam ا٠( ﻣﻌﻖa.s. akim'den): akim bırakılmış, kısırlaştırılmış. muakkib (a.s.i. akab'dan. c. :muakkibin): tâkipçi, arkasından koşan, ardından gelen, muakkibât ( ﻣﻌﻘﺒﺎتa.i.c.): 1. gece ve gündüz melâikesi. 2. namazdan sonra otuz üçer defa tekrarlanan tespih, muakkibin (a.s. akab'dan. muakkib'in c .): takipçiler, arkasından koşanlar, .ardmdan gelenler. mııâlecât ﻋﺎﻟ ﺠﺎ ت٠ (a.i. İlâc'dan. mııâlece'nin 'c.): ilâç yapmalar, ilâçla tedâviler.
muallâkat-ı seb'a: İslâm'dan Onceki Arap şâirlerinin, beggnilip Kâbe duvarına asilmi? bulunan meşhur yedi kasidesi. m uallâkıyyet ( ﻣﻌﻠﻘﻴﺖa.i.): muallâk olma, (bkz: muallâk). muallel ﻋﻠﻞ٠ (a.s. illet'den): ta'lîl edilmiş, sakat, eksik. m ualfeliin-bi'l-garaz: garazla sakat, eksik gösterilmiş. muallem ( ﻫﻌﻠﻢa.s. ilm'den): tâlim görmüş, talimli. Muallem asker : tâlim görmüş asker. muallî ( ﻫﻌﻠﻰa.s.): yücelten, yükselten.
muâlece ( ﻫﻌﺎﻟﺠﻪa.i. İlâc'dan. c . : mııâlecât): ilâç yapma, ilâç kullanma,
m uallik ( ﺳﻠ ﻚa.s. alâka'dan): hek. ta'lik edici, aşıcı, fr. suspenseur.
muâlic ( ﻣﻌﺎ ﻟﺞa.i.) : ilâç veren, hekim, tabip,
muallil ﻋﻠﻠﺊ٠ (a.s. illet'den): ta'lîl eden, sebep, bahâne ileri süren.
muallâ ( ضa.s. ulüvv'den): 1. yüce, yüksek, (bkz : âlî, bülend). 2. makamı, ,rütbesi yüksek. (bkz : bülend-pâye). Dergâh-1 muallâ : pâdişâh sarayı. Makam-I muallâ :'yüce kat [sadrâzam ve şeyhülislâmlar İçin kullamlirdi). 3. kadm adi. 4. g. s. bir yazı sitili, muallâk ( ﺳﻠ ﻖa.s. alâka'dan): 1. ta'lîk edilmiş, asılmış, asılı. 2. havada, boşta duran [bir yere dayanmadan). 3. sürüncemede kalmış [İş). 4. bağlı. 5. ed. açık hece, yânî bir vokal vâsıtasıyla okunan tek h arf: “bâ” hecesi gibi. 6. g. s. bir yazı sitili, m uallâk b i'ş-şart: huk. [eskiden] talikteki cezâ. m uallâkun-aleyh: huk. [eskiden] üzerine tâlik vâki olan şart, [“borçlun gelirse kefilim” gibi. Burada borçlunun gelmesi muallâk-un-aleyh, yânî şarttır), m uallâka ( ﻣﻌﻠﻘﻪa.i.c.: muallâkat): islâmdan önce Arap şâirlerinin beğenilip Kâbe duvarina asılmış olan meşhur kasideleri ki ye'di veyâ dokuz tânedir. muâllaka ( ﺳﻠﻘ ﻪa.s. alâka'dan): [“muallâk'' in müen.]. (bkz: muallâk), muallâkat “( ﻣﻌﻠﻘﺎ تka” uzun okunur, a.i. mııallâka'nın c.): islâmdan önce. Arap şâirlerinin beğenilip Kâbe duvarına asılmış olan meşhur kasideleri.
muallim (٠( ﻫﻌﻞa.s. ve i. ilm'den c . : m uallimin): 1. tâlim eden, öğreten, ؛öğretmen, hoca. 2. Muallim Naci'nin I886'da basılmış, Tercemân-I Hakikat gazetesinin edebi sayfosmdaki şiirlere yazdığı tenkitleri topladığı bir eseri. muallim-i e v v e l: Aristo. muallim-i s â n î: Fârâbî. muallimât ( ﻣﻌﻠﻤﺎتa.s. ve. i. ilm'den. muallime'nin c .): kadın ؛öğretmenler, kadm hocalar. Dârü'1-m uallim ât: Kız ٠Öğretmen Okulu [1870 de ilk defo İstanbul'da açılmıştır). muallime ( ﻣﻌﻠﻤﻪa.s.i. ilm'den. c . : muallimât): ,kadm ؛öğretmen, kadın hoca. muallim-hâne ﻧﻪ(a.f.b.i.): [eskiden) ögretmen yetiştiren okul. muallim-hâne-i nüvvâb ( ﻣﻌﻠﻤﺨﺎﻧﻪﺀ ﻧﻮابa.it.) : hicri 1270 (1853) yılında ve şeyhülislâm Meşreb Efendi hafidi Mehmed A rif Efendi'nin zamânmda kadı yetiştirilmek üzere açılmış olan mektep ( ؛okul). m uallim in ﻋﻠﺴﻦ٠ (a.s.i. ilm'den. muallim'in c .): tâlim edenler, ؛öğretmenler, ؛öğretenler, hocalar. Dârü'1-muallimîn : Erkek öğretmen Okulu. [1848 de ilk defo İstanbul'da açılmıştır). 7٥ 5
muâmelât
muâmelât ( ﻣﻌﺎﻣﻼتa.i. m u â m e le 'n in 1 . d âirele rd e y a p ıla n k a y ıt, tâ k ip v e
c .) : şâire
g ib i İşler. : Ö z l ü k İşleri,
(a.i. a m e l'd e n c . : m u â m e lâ t ) : d a v r a n ış . iy i
Hüsn-i muâmele
d a v r a n ış .
2 . yo l,
:
iy i
m u â m e le ,
d â ire d e y a p ıla n k a y ıt v e şâire. 4 . a lışv e riş,
iz.
5. kim. k a rşıla şm a , muâmele-i cemilekâr-âne : y a r a n m a k ü zere s a r ra flık , p a ra İşleri.
y a p ıla n m u âm ele. (a.s. a m e l'd e n ) : m u â m e le , İş y a -
muannid-âne ﻣ ﻌ ﺪا ﻧ ﻪ
( a .f.z f.) : İn a tç ıy a y a k ış ır
y o ld a , İn a tçılık la .
m uannif ﻣ ﻀ ﻒ
( a .s .) : ta 'n ife d e n , şid d etle a z a r-
la y a n .
muanven ﻣﻌﺘﻮن
(a.s. ü n v â n 'd a n ) : 1. U n va n lı.
2 ٠d ebd eb eli, ta n ta n a lı.
m uâr ﻣﻌﺎ و
( a .s .) : İâre o lu n a n , ö d ü n ç , e g re ti a li-
n a n [şey].
p an . m uam m â c .:
(a.s.) : in atçı, (b k z : m u â n id ).
[ya n lış b ir ke lim ed ir).
3.
mııâmil ﺳﺎﻣﻞ
(a.s. u n k 'd a n ) : b irb ir in in b o y -
n u n a sa rıla n , s a rm a şa n , k u c a k la ş a n ,
muannid ﻣ ﻌ ﺪ
muamelât-ı zâtiyye muâmele ﻣﻌﺎﻣﻠﻪ 1 . d avran m a,
muânik ﻣﻌﺎﻧﻖ
ا٠ﻣﻊ
،
ﻣﻌﻤﻰ
(a.s. v e
m u a m m e y â t):
i. a m â 'd a n .
1 . u sû lü n e
gö re
te rtib o lu n m u ş b u lu n a n v e ç o k d e fe is m in e d elâlet ed en b ilm e c e , y a n ıltm a c a , (b k z : İûgaz). 2 . m e c . a n la ş ılm a z İş. [ m â n â s ı: "g iz li v e g ü ç a n la ş ılır söz, şe k il.." v.b. d em ek tir], (b k z : m u a k k a d ). 3 . g. s. b ir y a z ı sitili,
ﻣﻌﻤﻢ
m uam m em
(a.s.
muâraza ﻣﻌﺎر ﺿﻪ
(a.i. a r z 'd a n ) :
im â m e le n m iş, im â m e li, b a şı ş a r ıld a n m ış , s a n k l ıo l a n .
muârefe ﺳﺎ رﻓﻪ
(a.i. İ r f â n 'd a n ) : b ilişm e , ta n ış-
m a , b ild ik lik , b irb irin i b ilip ta n ım a , (b k z : âş-nâ). (a.i. a rk 'd e n . m ııâ rek e'n in
c . ) : k a v g a la r, v u r u ş m a la r ; savaşlar,
muâreke ^ ﻣﻌﺎر
( a .i.c .: m ııâ r e k â t ) : k a v g a , v u -
ru şm a ; savaş.
muammer ( صa.s. ö m r 'd e n c . :m u a m m e r in ) : m uârız ( ﻣﻌﺎر ضa.s. a r z 'd a n ) : 1. ö m ü r sü re n , y a ş a y a n , y a ş a m ış . 2. i. erkek k a r ş ı gelen, (b k z : m u h â lif). v e k a d ın ad i. ( a .s .) :
[''m u a m m e r ''
in
m iien .]. ( b k z : m u a m m e r).
c . ) : ö m ü r sü ren le r, u z u n y a ş a m ış la r, y a ş a y a n la r . (a.i.
m u a m m â 'n m
c.).
( b k z : m u a m m â ). (a.i. u n k 'd a n ) : b irb ir in in b o y -
n u n a s a rılm a , s a rm a şm a , k u c a k la ş m a , (a.i.) : 1 . b ir ş e y in z a h m e tin i
çek m e . 2 . b ir ş e y i d ik k a tle g ö z a ltın d a b u -
muanber ﻫﻌﺬﺑﺮ
(a.s. a n b e r 'd e n ) : an b e rle şm iş,
g ü z e l k o k a n , g ü z e l k o k u lu ,
muânede ﻣﻌﺎده
(a.i. a n û d 'd a n ) : a n u tlu k , in at-
ç ılık , a y a k d irem e. (a.s. a n û d 'd a n ) : in a tçı, k im s e y e
u y m a y a n , d e d ig i d ed ik , (b k z : m u a n n id ).
mec.
te m iz le n -
m iş, a rın m ış. (a.s. A r a b 'd a n ) : A r a p ç a la ş t ı-
rılm ış , A ra p la ş m ış , A ra p la ş t ır ılm ış .
muarrebe ﻣﻌﺮﺑﻪ
( a .s .) : [''m u a r r e b ” in m ü en .].
( b k z : m u arreb ).
m uarref ﻣﻌﺮ ف e trâ fıy la
(a.s. İ r f â n 'd a n ) :
b ild irilm iş .
lin en . ( b k z : m a 'rû f). (=el) b u lu n a n . 4 .
lu n d u rm a .
76،
ı ı r y 'd a n ) : 1 . çıp la k , s o y u l-
m u ş. (b k z : ârî, m ü b errâ ). 2 .
muarreb ﻣ ﻌ ﺮ ب
muammeyât ﻣﻌﻤﻴﺎت
muânid ﻣﻌﺎ د
k a r ş ı gelenler, (b k z : m u h â lifîn ).
muarrâ ﻋﺮى٠ (a.s.
m u a m m e r i n ^ ^ " (a.s. Ö m rd e n . m u a m m e r 'in
muânât ﻣ ﻌﺎﻧﺎ ت
m u â r a z a eden,
m uârızîn ( ﻣﻌﺎر صa.s. m u â r ı z 'ı n c .) : m u â rız la r,
muammere ﻣﻌﻤﺮه
muânaka ﻣﻌﺎ ﻧﻘﻪ
b irb irin e k a r-
m e.
mııârekât ﻣ ﻌﺎ ر ﻛﺎ ت
İ m â m e 'd e n ) :
1.
şı gelm e, ( b k z : m u h alefet). 2 . k a v g a , ç e k iş-
n ırlı, tâ rifle n m iş.
1.
t â rîfe d ü m iş ,
2 . b ild ik ,
3. a. gr.
b elli,
b i-
h a r f i ta 'r if
fels. *ta n ım lı. 5. mat. SIEdviye-i muarrefe : h e k .
b ilh a ssa ciltte te'sirin i g ö ste rm e k v e c ild in ta b îî
ifr â z â tın ı
(salgısın ı)
ç o ğ a lt m a k
ve
İçin d e, h a s ta lık h â lin i ta b îî h â le g e tirm e k h a ssa sı b u lu n a n ilaçlar,
muarrefe ﻣﻌﺮﻓﻪ
(a.s. İ r f â n 'd a n ) : ["m u a r r e f'' in
m iien.]. ( b k z : m u a rre f).
muavaza ( a .b .i.): a. gr.
ınuâşaka ( ﻣﻌﺎ ﺷﻘﻪa.i. ıçk'dan) : sevişme, birbirini sevme.
ﻫﻌﺮق
(a.s. a r a k 'd a n ) : h e k . terletici
ﻣﻌﺮض
( a .s .) : ta'rîz eden, d o k u n a k lı
muâşeret ( ﺳ ﺎ ﻓ ﺮ تa.i.) : birlikte yaşayıp iyi ge ؟inme. Âdâb-1 muâşeret : görgü, fr. savoir vivre. Hüsn-i muâşeret : iyi geçinme,
m u a r r e f i in b i 'l - l â m
ﻣﻌﺮف ﺑﺎﻟﻼم
h a r f i t â r i f a lm ış ke lim e, m u a r rık [ilâ] ؟. m u a rrız
sö z sö yle ye n , taş atan, ( b k z : m u 'riz). [kelim e a slın d a : “ s ü n n e tç i” d em ek tir], m u a rrif
ﻣﻌﺮى
(a.s.
İ r f â n 'd a n ) : 1. tâ rife d e n ,
e trâ fıy la a n la ta n , b ild ire n . 2 . c â m i v e tekkelerd e h a y ır sa h ip le rin in a d la r ım sa y a n v e d u a ed en m ü e z z in v e y â d e rviş, m u a r r i f â n ( ﻣﻌﺮﻓﺎنa.i. m u a r r i f i n c . ) : 1 . b e lir ticiler. 2 . selâtin c â m ile rin d e c u m h u r m ü e z z in lig i edenler. m u a rriy e
( ﻫﻌﺮﻳﻪa .i.) : h e k im
b ıç a ğ ı [eti, kem ilc-
ten a y ır m a ğ a y a ra r]. m u â sa ra , m u âsarat
ﻣﻌﺎ ﻣ ﺮ ت
،
ﻣﻌﺎﻣﺤﺮه
(a. i.
a s r 'd a n ) : ç a ğ d a şlık , b ir a sırd a y a ş a m ış b u lu n m a , b a ş k a la rıy la b ir a sırd a y a ş a m a , m uâsât
ﻣﺎ ت
m u a s fe r ( ﻣ ﻌ ﻌ ﻔ ﺮa.s.) : sa fr a n la b o y a n m ış gib i sa ri, m e c . sa ra rm ış.
ﻣﻌﺎﻣﺮ
(a.s. a sr'd a n . c . : m u â s ır în ) : ؟a ğ -
d aş, b ir a sırd a y a ş a y a n la r d a n h e r b iri, fr. c o n t e m p o r a in , e. m u â s ır m e d e n i y e t : ç a ğ d a ş u y g a rlık , m u â s ır a
ﻣﻌﺎﻣﺤﺮه
(a.s. a s r 'd a n ) : [“ m u â s ır ” in
m ü en .J. ( b k z : m u âsır). m u â s ır în
ﻣﻌﺎﻣﺮﻳﻦ
(a.s. a sr'd a n . m u â sır'ın c . ) :
ç a ğ d a şla r, b ir a sırd a y a ş a m ış o lan lar, m u âsî
ﻣﻌﺎص
(a.s. İ s y â n 'd a n ) : ita a tsiz, is y a n
ed en , b a şk a ld ıra n . m u â s iy e
ﻣﻌﺎﺻﻴﻪ
( a .s .) : [“m u â s î” n in m ü en .].
( b k z : m u âsî). m u ask er
ﻣﻌﺴﻜﺮ
(a.i.
a s k e r 'd e n ) ;
1. ask er
k a r a rg â h ı. 2 . ask eri y ığ ın a k ta genel k u r m a y h e y e tin in b u lu n d u ğ u yer. (b k z : k a ra rg â h ), m u assel
ﻣﻌﺴﻞ
(a.s. a s e l'd e n ) : h a lli, İçin e b a l
k a tılm ış. m u a s s ir e ter.
ﻣﻌﺴﺮه
m u â ş ı k ^ ^ (a.s. ışk'dan) : âşık olan, seven. muâşır ( ﻣﻌﺎ ﺷﺮa.s.c. : muâşırân) : mııâşeret eden, birlikte yaşayan. muâşır ân ( ﻣﻌﺎﺷﺮافa.s. muâşır'ın c.) : mııâşeret edenler, birlikte yaşayanlar. m u a ş ş e r - (a.s. uşr'dan) : 1. onlu, onluk, on kısma bölünmüş. 2. geo. Ongen, on dılı'lı, on köşeli şekil, fr. décagone. 3. ed. her kıt'ası on mısrâlı şiir. muaşşir ﺛ ﺮ١( ﻣﻊa.i. uşr'dan) : âşar me'murıı, öşürcü, ondalıkçı. muâtât ( ﻣ ﻌﺎ ﻃﺎ تa.i. atâ'dan) : verme.
( ﻣﻌﺎa.i.) : itâ a tsiz lik etm e,
m u â s e r e ( ﻣﻌﺎ ﺳﺮهa .i.) : 1. g ü ç lü k . 2 . fa k irlik ,
m u â s ır
muâşeret-i nisvân: kadınlarla düşüp kalkma.
( a .s .) : fiz . *b ü z g e n , fr. s p h in c -
muâteb ( ﻣ ﻌﺎﺗ ﺐa.s. İtâb'dan) : tekdir olunan, azarlanan, paylanılan. muâtebe ( ﻷ بa.i. İtâb'dan) : itâbetme, azarlama, paylama, çıkışma. muâtib ( ﻷ بa.s. İtâb'dan) : tekdir eden, azarlayan, paylayan, çıkışan. muattal ( ﻣ ﻌ ﻄ ﻞa.s. atal'dan) : 1. tâtil edilmiş, bırakılmış; kullanılmaz, battal. 2. boş, İşsiz. muattar ﻋﻄﺮ٠ (a.s. Itr'dan) : 1. ıtırlı, güzel kokulu. 2. i. kadın adi. 3.İ. meşhur bir çeşit lâle. muattar-sâz ( ﻣﻌ ﻄﺮ ﻷ زa.f.b.s.) : güzel kokulandiran [bir şeyi]. muattış ( ﻣﻌ ﻄ ﺶa.s. atş'dan) : ta'tîş eden, susatan, susatıcı. muattis ( ﻫﻌﻄﺲa.s. ats'dan) : ta'tîs eden, aksırtan, aksırtıcı. muâvaza ( ﻣﻌﺎو ﺿﻪa.i. ivaz'dan) : 1. değiştûkuş, trampa, (bkz : mübadele). 2. hileli, dalavereli İş, danışıklı dövüş. 3. fels. odünleme, fr. compensation. 767
muâv.M.on
muâvazatan ( ﺳﺎو ﺿﺄa.zf.): 1. degiştokuşla, trampa ile. 2. hileli, 'dalavereli, danışıklı dövüş olarak. muâvedet ( د و د تa.i. avdet'den) : 1. geri dönme, dönüş, (bkz: avdet). 2. âdet, tabiat edinme.
muâyede ( ﻣﻌﺎﻳﺪهa.i. îd'den): bayramlaşma, muâyene ( ﻫﻌﺎﻷهa.i. ayn'den): gözden geçirme, yoklama. muâyene-hâne ( ﻫﻌﺎﻻه ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.) : hekimlerin hastalarım kabûl ettikleri yer.
muâyere ( ﻣﻌﺎ ﻳﺮهa.i.): ayarlama, muâveme ( ﻣﻌﺎوﻣﻪa.i.): 1. bir yıllığına tutma. 2. aga ؟, bir sene yemiş verip bir sene ver- muâyin ﻋﺎﻳﻦ٠ (a.s. ayn'dan): görülmüş olan; meme. kat'î olarak belli olan. muâvenât ( ﻫﻌﺎوذاتa.i. muâvenet'in c .): yardımlar, yardim etmeler; yardımcılıklar,
muayyeb (a.s. ayb'dan. c . : muayyebât): ta'yibedilmiş, ayıplanmış (bkz : ma'yûb).
muâvenet ﻋﺎوذت٠ (a.i. avn'den. c. muâvenât): yardim, yardim etme; yardımcılık, muâvenet-i nakdiyye ؛para yardımı,
muayyebât ( ﻣ ﻌ ﻴﺒﺎ تa.i. muayyeb'in c .): ayıp ve İğren ؟şeyler.
muâvid ( د و دa.s.) :1. geri dönen. 2. ...âdetinde olan. muâvin, muâvine ﻣﻌﺎوﻧﻪ، ( ﻣﻌﺎونa.s. ve i. avn'den): 1. muâvenet, yardim eden, yardımcı. 2. bir me'murun işlerine veyâ kendi bulunmadığı zaman yerine geçe'rek yardim eden kimse. Asâkir-İ m uâvine: ask. savaşta başıbozuklardan kurulan ordu. Ef'âl-i muâvine : gr. yardımcı fiiller : [etmek, olmak.. gibi]. Muâviye ( د و ؛ هa.h.i.) : Emevi devletinin ilk hükümdârı olup Hind'in ve Ebû Sufyân'ın oğludur. VII. asırda Mekke'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in kaym birâderi ve vahi kâtibidir. muavvak ﻋﻮق٠ (a.s. avk'dan): ta'vîk edilmiş, geriye bırakılmış, askıda bırakılmış [İş], muavvec ۶ ج (a.s. avec, ivec'den): ta'vlcedilmiş, eğilmiş, egik, egri, kemerli. Sath-ı muavvec : engebeli satıh, yüz.
muayyen ( سa.s. ayn'den): 1. tâyin edilmiş, belli, belirli. 2. kararlaştırılan, muayyenât عﺀىت٠ (a.i. muayyen'in c .): asker, me'mur v.b. kimselere hükümetçe baglanmış erzak ve şâire. muayyenât-ı a sk e ric e : asker erzâkı. muayyene ( ﻫﻌﻴﻪa.s. ayn'dan): [“muayyen” in müen.]. (bkz: muayyen), muayyeniyyet ( ﻣﻌﻴﻨﻴﺖo.i.): bellilik, *belirlilik, m u a v in ص. (a.s. ayn'dan): tâyin eden, belirten. muâzadat ( ﻣﻌﺎ ﺿﺪ تa.i.): yardim etme, (bkz : mııâdadat, müzâheret). muâzala ( د ﻇﻠ ﻪa.i.): bir beytin mânâsını başka beyitle tamamlaması, muâzere ( ﻣﻰذرهa.i. Ozr'den): mâzeret, özür dileme. muâzıd ( ﻣﻌﺎﺿﺪa.i.): yardim eden,
muavvez ﻋﻮذ٠ (a.i.): gerdanlık geçirilecek yer, nüsha (muska), nazarlık yeri,
muazzam, muazzama ﻣﻌﻈﻤﻪ، ( ﻣﻌﻈﻢa.s. azm'den): 1. kocaman, koca. 2. ulu, koskoca. Düvel-İ muazzama : büyük devletler. 3. mühim, ağır. Umûr-i muazzama : mühim, ağır İşler.
muavvezetân ( ﻣﻌ ﻮذﺗﺎ نa.i.c.). (bkz: muavvezeteyn).
muazzamât ( ﻣﻌﻈﻤﺎتa.i.c.): büyük ve ağır İşler. (bkz: mıı'zamât).
m uawezeteyn ( ﻣﻌﻮذشa.i.c.): Kur'ân-1 Kerim'in 113 ve 114. Felakve Nâs sûreleri,
muazzeb (a.s. azâb'dan): azâb İçinde bulunan, eziyet ؟eken, ؟ok sıkıntı gören,
m uavvik ( ﻣﻌﻮقa.s. avk'dan): ta'vîk eden, geriye bırakan, oyalayan [bir İŞİ].
muazzebe ﻋﺬﺑﻪ٠(a.s. azâb'dan): ["muazzeb” in müen.]. (bkz: muazzeb).
muavvece ( ﻫﻌﻮﺟﻪa.i.): inbigin deve boynu gibi egri şişesi.
768
mûcib, mûcibe muazzel ل٠( ﻣﻌﺬa.s.): ta'zîl edilmiş, ayıplanmış; paylanmış, azarlanmış,
mûbedân ( ﻣﻮﺑﺪافf.i. mûbed'in c .): ateşperestlerin reisleri, âlimleri, filozofları,
muazzez ( ﻫﻌﺰزa.s. izzet'den): 1. ta'zîz edilmiş, izzetlendirilmiş. (bkz: izzet). 2. izzet ve şeref sâhibi. 3. İkrâm ve izaz olunan, ağırlanan, hürmetle, saygı ile kabul olunan. 4" kıymetli, değerli, aziz. 5. kadın adi.
mû-be-mû ( ﻣﻮﺑﻤﻮf.b.zf.): kil kil, tel tel, birer birer, ؟ok dikkatle, inceden inceye,
muazzeze ( ﻣﻌﺰزهa.s. izzet'den): [('muazzez'' in müen.]. (bkz: muazzez), muazzezen ( ﻣﻌﺰزأa.zf): izzet ve İkrâm ile, İkrâm olunarak, ağırlanarak, muazzib ﻋﺬ ب٠ (a.s. azâb'dan): 1. tâzibeden, azap ve eziyet veren. 2. mûzip, takılgan, muazzir ( ﻣﻌﻨﺮa.s. Ozr'den): ta'zîr eden, sahte özür ileri süren. mubâh ( ﻣﺎ حa.s. İbâha'dan. c . : mubâhât): İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şey, İş : su İçme, nefes alma., gibi, mubâhât ( ﻣﺒﺎﺣﺎتa.i. mubâh'ın c .): günâhı, sevâbı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler. mubahhal ( ﻫﺠﺨﻞa.s.): tebhil olunmuş, bahil, cimri, pinti. mubahhar ( ﻣﺒﺨﺮa.s. bııhâr'dan) : 1. buharlaşmış, buhar hâline gelmiş. 2. tütsülenmiş, m u b âh i^ et ( ﻣ ﺒ ﺎ بa.i.) : mubahlık, mubâlaga ﻣﺒﺎﻟﻐﻪ miibâlaga).
(a.i.
bülûğ'dan).
(bkz:
mubâsaka ( ﻣﺒﺎﻣﺤﻘﻪa.i.) : tükürme, mubâsara ( ﻣﺒﺎﺻﺮهa.i. basar'dan) : görme yarişma çıkma [hangimiz önce görürüz diye], mubassır ( ﻣﺒﺼﺮa.i. basar'dan) : 1. gözetici, bekleyici, bakıcı. 2. mekteplerde talebenin durumu ile yakından ilgilenen, düzenliği sağlayan kimse, (bkz: muid). 3. gümrüklerde arayıcı kâtibi. mubâtaşa ( ﻣﺒﺎﻃﺸﻪa.i. batş'dan): [iki kişi] elleriyle birbirini kucaklamaya ؟alışma, mubattm ( ﻣﺒﻄﻦa.s. batn'dan): 1. kin tutan, içinden pazarlıklı. 2. karni zayıf ve İçine çökük olan. mûbed ( ﻣﻮﺑﺪf.i.c.: mûbedân): ateşperestlerin reisi, büyük âlimi, hakimi, filozoflı.
mû-bend ( ﻣﻮﺑﺌﺪf.b.i.): sa ؟bağı, (bkz: mûybend). mûbez ( ﻣﻮﺑﺪa.i.). (bkz : mûbed). mûbid ( ﻣﻮﺑﺪa.i.): 1. Mecûsilerin büyük mezhep me'murıı. 2. hakim, feylezof. 3. tedbirli; akıllı adam. mûceb ( ﻣﻮﺟﺐa.s. vücûb'dan): 1. îcâbetmiş, İâzımgelmiç. 2. bir süz veyâ emrin icâbettigi şey, netice. 3.İ. büyük bir me'mûrun, kendisine sunulan evrâkı tasdik İ ؟in ettiği işâret, paraf mûceb-i a k d : huk. akit sebebiyle lâzım olan şey. [bir aş ؟ı İstîcâr olunduğunda o aşçının yemek pişirmesi îcâr akdinin mûcebidir]. mûceb-i cin âyet: huk. cinâyetin hükmü demektir ki, üzerine terettübeden kısas, diyet, hükûmet-i adi gibi şeylerden ibârettir. mu'cem, mu'ceme ﻣﻌﺠﻤﻪ، ( ﻣﻌﺠﻢa.s.): 1. i'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı. Cim-İ mu'ceme : noktalı cim. Târîh-İm u'cem : bir mısrâ beyit veyâ cümledeki noktalı h a rf lerin ebced hesabıyla yekûnunun delâlet ettiği târih. 2. ed. "ebced” hesâbmda noktali harfleri hesâbedilerek düşürülen târih. 3 ٠bir ilmi, müfredatıyla belirten eser., mûcer ( ﻣﻮﺟﺮa.s. ecr'den): icar edilen, kirâya verilen şey. (bkz : me'cûr). mûcez ( ﻣﻮﺟﺰa.s. vecz ve vücûz'dan): 1. icaz yoluyla, kısa, derlitopluyazılmış olan, (bkz : muhtasar, mücmel). 2. i. g. s. bir yazı sitili, mûceze ( ﻣﻮﺟﺰهa.s. vecz ve vücûz'dan): [“mûcez” in müen.l. (bkz : mücez). m û ci' ( ﻣﻮﺟﻊa.s. veca'dan): vecâ ٠elem veren, mûcî وﺟﻰ٠ (a.s. vecâ'dan): ağrıtan, acıtan, mu'cib ( ﻣﻌﺠﺐa.s. aceb'den): İ'câbeden, taaccübe, hayrete düşüren, şaşkınlık veren, (bkz: muaccib). mûcib, mUcibe ﻣﻮﺟﺒﻪ، ( ﻣﻮﺟﺐa.s: vücûb'dan): 1 . icâbeden, lâzımgelen, gereken, gerektiren. 2. i. sebep, vesile. Büâ-m ûcib: sebepsiz, hi ؟yoktan. Esbâb-1 mUcibe: gerektiren 7، 9
mûcîb-î âr, mûtib-.ı hayâ sebepler, *gerekçe. Kazıyye-İ mûcibe : mant. *olumlu *önerme, mûcib-i âr, mûcib-i hayâ : yüz kızartıcı, utandırıcı. mûcib-i tahalli : süslenme sebebi, mûcib-i tahrir-i tereke: huk. [eskiden] mirasçilar arasında gaip, merkut, sagir bulundugu veyahut mirasçılardan biri tarafından talep vuku buldugu takdirde şer'iye mahkemesi mârifetiyle yazılması icâbeden tereke. mûcib-i teyakkuz : uyanıklığı icâbettiren. mûcib sebeij : huk. *gerekçe, mûcibât ( ﻣﻮﺟﺒﺎتa.i. mûcib'in c.) : sebepler, mu'cibe ( ﻣﻌﺠﺒﻪa.i.) : 1. taaccübolunacak, şaşılacak şey. 2. s. [“mu'cib ” in müen.]. (bkz: mu'cib). mûcibe ( ﻣﻮﺻﻪa.s.) : mant. *olumlu, (bkz: müsbet). fr. affirm atif. mûcid ( ﻣﻮﺟﺪa.s. vücûd'dan) : 1. vücut veren, icâdeden, yeni bir şey meydana getiren. 2. fikir ve mânâ yaratan, mûcid-i hakîkî : Allah, mu'cir ( ﻣﻌﺠﺮa.i.) : bir çeşit kadm başörtüsü, mûcir ( ﻣﻮﺟﺮa.s. ecr'den) : îcâr eden, kirâya veren [kimse]. mu'ciz ( ﻣﻌﺠﺰa.s. acz'den) : icâzeden, acze düçüren, başkaları, -bir şey yapmada- geri bırakan; kimsenin yapamayacağı yolda olan, mucîz ( ﻣﺠﻴﺰa.s. vecz ve vücûz'dan) : İcâzet veren, izin veren. mûciz ( ﻣﻮﺟﺰa.s. vecz ve vücûd'dan) : 1. îcâz eden, kısaltan. 2. kısa, toplu, mu'cîzât ( ﻣﻌﺠﺰاتa.i. mıı'cize'nin c.) : tansıklar, mûcizeler. mu'ciz-beyân ( ﻣﻌﺠﺰ ﺑ ﻴ ﺎ نa.b.s.) : anlatışı heı-kese benzemeyen, [şâir, muharrir, kitap], mu'ciz-dem ( ﻣﻌﺠﺰدمa.f.b.s.) : nefesi mu'cize te'sirli olan. mu'cize ( ﻣﻌﺠﺰهa.i. acz'den. c. :mıı'cizât) :tansık, tansuk, dini teyit maksadıyla ve Allah'ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan hârikıılâde İşler, hareketler, haller, (bkz : kerâmet). 770
mu'ciz-edâ ( ﻣﻌﺠﺰ أداa.b.s.): edâsı, tavrı başkaİarının yapamayacağı kadar üstün olan. mu'cize-gû[y] [ ] ى/ ( ﻣﻌﺠﺰهa.f.b.s.): mu'cize gibi söz söyleyen. mu'cize-kâr ( ﻣﻌﺠﺰه ﻛﺎرa.f.b.s.): mucizeli, mu'cize-nümâ ( ﻣﻌﺠﺰه ﻧﻤﺎa.f.b.s.): mûcize gösteren, mûcize derecesinde bir İç ortaya koyan. mu'cize-vi ( ﻣﻌﺠﺰوىa.s.): mucizeye âit, mucize ile ilgili, mucizeyi andıran. mû- ؟îne ( ﻣﻮﺟﻴﻪfb .i.): cımbız, (bkz : minkaş). mûd ( ﻣﻮدfi.) : tavşancıl [kuş]. mUda' ( ﻣﻮدعa.s. ved'den): kendisine emânet olarak verilmiş. mudalla' ( ﻣ ﻔﺎ عa.i. dıl'dan): mat. *çokgen, poligon. mııdârebât ﻣﻤﺎرﺑﺎ ت (a.i. darb'den. mudârebe'nin c.). (bkz : mudârebe). mudârebe ﻣﻐﺎرﺑﻪ (a.i. darb'den. c .: mııdârebât): 1. dövüşme, vuruşma, i . tic. bir yandan sermaye, öte yandan emek konularak kurulan şirket, mııdârebe-i m ukayyede: tic. zaman ve mekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve satıcı ile kayıtlı bulunan mudârebe. ["filân vakit veyâ filân yerde yâhut filân cins mal al, sat, yâhut filân kimselerle veyâ filân belde alıâlîsi ile alıç veriş et') gibi], m udârebe-im utlaka: tic. zaman vemekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve satıcı ile kayitil bulunmayan mudârebe. mudârib ( ﻣﻀﺎربa.s. darb'dan): 1. darbeden [birbirini], dövüşen. 2. mudârebe şirketinde, yânî bir yandan sermâye, öte yandan çalışmak üzere kurulan şirkette sermâyeyi kullanan adam. mudbik ( ﻣﺪﺑﻖa.s. dibk'dan) : leng. tumturaklı, söylenişi parlak görünüşlü, mudcir ( ﻣﻀﺠﺮa.s. ducret'den) : sıkıntıda bulunan, sıkılmış, kaygılı, mudhak ( ﻣﻀﺤﻚa.s. dahk ve dehik'den): gülünecek adam, soytarı. mudhik ( ﻣ ﻀﺤﻚa.s. dahk ve dehik'den) : güldüren, güldürücü.
mugalebe
mudhikât ( ﻣﻀﺤﻜﺎتa.i dihk'den, mudhike'nin c.) : gülünecek şeyler, komediler, fr. comédies. mudhikât-i dehr: zamânm gülünecek şeyleri. m udhike(a.i. dihk'den. c. :mudhikât) : gülünecek şey, komedi, fr. comédie, mûdi' ( ﻣﻮدعa.s. ved'den) : tevdi eden, emânet olarak bırakan, veren. mudi, mudie ﻣ ﻀﻐﻪ، ( ﻣﻀﻰﺀa.s. ziyâ'dan). (bkz : muzi'). m u d i k - (a.s. dik'den). (bkz : muzik). mu'dil ل٠د (a.s.c. : mu'dilât) : gü ؟, zor, ؟etin; fels. fr. complexe. mudil cümle : gr. *girişik cümle, mu'dilât ( ﻣﻌﻀﻼتa.i. mu'dil'in c.) : büyük, ağır, gü ؟ve ؟etin olan İşler, m u'dile ( د ﻟ ﻪa.s.) : ["mu'dil" in müen.]. (bkz : mu'dil). mudili ﻫ ﻞ٠ (a.s. dalâlet'den) : dalâlete düşüren, doğru yoldan ؟ıkarıp eğri yola saptıran. mudili fi'1 : gr. *katışık fiil, mudille ( ﻣﻀﻠﻪa.i. dalâlet'den) : doğru yoldan sapıtan, azdıran, baştan ؟ikaran. mu'dim ( ﻫﻌﺪمa.s.) : idâmeden, yok eden, öldüren.
mufassala ئ (a.s. fasl'dan): [“mufassal" in müen.l. (bkz: mufassal), mufassalan ( ﻣﻐﻤ ﻸa.zf.): mufassal olarak, 'uzun uzadıya, sözü uzatarak, etraflıca, mufassıl ( ﻣﻔ ﻌ ﻞa.s.)': tafsil eden, uzun uzadıya anlatan. mufâz ( ﻣﻐﺎضa.i.): taşkın, ؟ok, bol ؛feyizli, bereketli. mufâzü'1-batn : göğsü ile karni bir düzlükte olan kimse. mufâzala ( ﻣﻔﺎﺻﻠﻪa.i.): fazl ve meziyette birbiriyle yarışma. mufazzal ( ﻣﻐ ﺾa.s. fezl'dan): tafdil edilmiş, başkalarına üstün tutulmuş, m u f a z z a z - (a.s.): gümüşlü, gümüş kaplı. Seyf-İ m ufazzaz: gümüş kaplı kılı ؟, mufazzih ( ﻣﻐﻀﺢa.s.): tafzih eden, rezil eden, mûfî ( ﻫﻮﻓﻰa.s.): ifâ eden, yerine getiren, ödeyen. mufsih ( ﻣﻐﺼﺢa.s.): fasâhatle, uzdillilikle konuşan. m uftır ( ﻣﻐﻄﺮa.s. fltr'dan): iftar eden, oru؟ a ؟an, oru ؟bozan. mug ( ﻣﻎf.i.c.: m ugan): ateşe tapan, (bkz: âteş-perest> mecûsî, Zerdüşt), mugabene ﻏﺎﻻه٠ (“ga" uzun okunur, a.i. gabn'den): aldatışma, birbirini aldatma,
mufaddal ( ﻣﻐ ﻀ ﻞa.s.) : üstün kılınmış,
mugaddi ( ﻫﻐﺪىa.s. gıdâ'dan): besleyici, besleyen.
mufaddile (a.i.) : Hz. Ali'ye, diğer eshâba tafdiledenler hakkında kullanılan bir tâbir,
mugaddiye ﻏﺪﻳﻪ٠ (a.s. gıdâ'dan): [''mugaddi'' nin miien.]. (bkz : mugaddi),
mufâgame . ( ﻣﻔﺎ ﻏﻢa.i.). (bkz : müfâgame).
mugaderet "( د ر تga" uzun okunur, a.i.): salıverm.ek, bırakmak.
mufahham ا٠( ﻣﻐﺦa.s. fahâmet'den) : saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, kerem sâhibi, itibarlı. mufahham (٠ﻏﺢ٠ (a.s. fahm'den) : kömürleşmiş, kömür hâlini almış, mufarrit ل٠( ﻣﻐﺮa.s. fart'dan) : aşırı giden ؛eksik işleyen, kusur yapan,
mugalata ''( ﻣﻐﺎﻟﻄﻪga” uzun okunur, a.i. galat'dan. c .: mugalatât): 1. yanıltmak İ ؟in, yanıltacak yolda söz söyleme. 2. ağız kalabalığı. mugalatât “( ﻷ ﻻ تga” uzun okunur, a.i. mugalata'nm c.): yamltmacalar.
mufâsala ( ﻣﻔﺎ ﺻﻠﻪa.i.) : ayrılma,
mugalaza ( ﻣﻐﺎﻟﻐﻠﻪa.i.): düşmanlık, adâvet).
(bkz:
mufassal د (a.s. fasl'dan) : tafsilli, tafsilâtlı, uzun uzadıya anlatılan.
mugalebe “( ﻫﻐﺎﻟﻪga” uzun olcunur. a.i. galebe'den): 1. galebe ؟almaya, üstün 771
mugallâ, m ugall
gelmeye uğraşma [birbirine]. 2. s. galip. Ustün.
mugavere “( ﻣﻐﺎورهga” uzun okunur, a.i.): ؟apul, yağma, (bkz : garet).
mugallâ, mugalli ( ﻣﻐﻠﻰa.s. galeyân'dan) : 1. galeyan hâline getirilmiş, iyice kaynatılmış. 2. hek. papatya, ıhlamur, hatmi gibi çiçeklerin kaynatılmış suyu.
mugayebe ه٠ “( ﻣﻐﺎدga" uzun okunur, a.i.): 1. kaybolma. 2. birini arkadan zemmetme,
mugallat ١( ﺀﻏﻠﻂa.s. galat'dan) : yanlış telâffuz edilmiş, [müen. : mugallata]. mugalliye ( ﻫﻐﻠﻪa.s.) : ["mugalli” nin müen.]. (bkz : mugallâ, mugalli). mugamere “( ﻣﻐﺎﻣﺮهga" uzun okunur, a.i.) : nefsini şiddete ve sarp işe zorlama, mugameze "( ﻣﻐﺎﻣﺰهga'' uzun okunur, a.i.) : birini göz işâretiyle zemmetme, mugammed ( ﻣﻐﻤﺪa.s. gamd'den) : örtülü, .kilifli, kınına konmuş, (bkz : mugmed). mugammedii'l-cenâh : zool. *kınkanatlılar, fr. coléoptères. mugan د (“ga” uzun okunur, f.i. mug'un c.) : 1. ateşe tapanlar. Pîr-i 'mugan : meyhânecilerin miçosu, en eskisi, yaşlısı. 2. mec. tarikat başkam. mugane "( ﻣﻐﺎﻧﻪga” uzun okunur, a.i.) ; ateşe tapanların âyini. muganni ( ضa.s.i. gınâ'dan) : 1. şarkıcı, fr. chanteur, (bkz : hânende). 2. güzel öten kuş. muganniyye ( ﻫﻐﻴﻪa.s.i. gınâ'dan) : şarkıcı [kadın], fr. chanteuse. m ugarrak ( ﻣﻔﺮقa.s.) : 1. gümüşle (gark'dan) suya daldırılmış,
süslü.
m ugarrid ﻏﺮد٠ (a.s.) : 1. tagrideden, yüksek sesle gönül okşayıcı şarkı söyleyen [hânende]. 2. pek güzel öten [kuş]. mugaşşî ص tıcı.
. (a.s. gaşy'den) : bayıltan, bayii-
mugaşşiy-âne ( ﻣﻐﺸﻴﺎﻧﻪa.f.zf.) : baygıncasına, kendinden geçercesine, mugaşşiye ( ﻣﻐﺸﻴﻪa.s.) : [“mugaşşi” nin miien.]. (bkz : mugaşşî). mugatti ﻏﻄﻰ٠ (a.s.) : örtülmüş, perdelenmiş, üstü örtülü. mugattiye ( ﻫﻐﻄﻴﻪa.s.) : [('mugatti'' nin miien.]. (bkz :mugatti). 772
mugayeret "( ﻫﻐﺎﻳﺮتga” uzun okunur, a.i. gayr'den) : aykırılık, uymazlık, başkalık, (bkz: adem-i muvâfakat). mugayir ر."( تga” uzun okunur, a.s. gayr'dan) : aykırı, uymaz, başka türlü, (bkz: gayr-i muvâfık). mugaylân ( ﻣﻐﻴﻼنf.i.): bot. deve dikeni, fr. acacia Arabica. mugaylân-gâh ( ﻣﻐﻴﻼ ﻧﻜﺎهf.b.i.): [bu] dünyâ. (bkzmugaylân-stân, mııgaylân-zâr). mugaylân-stân ( ﻣﻐﻴﻼﻟﺸﺎنf.b.i.) : [bu] dünyâ. (bkz : mııgaylân-gâh, mııgaylân-zâr). mugaylâü-zâr ( ﻫﺨﺔﻻدزارf.b.i.) : 1. [bu], dünyâ, (bkz: mııgaylân-gâh, mııgaylân-stân). 2. deve dikeni biten yer, dikenlik, mugayyeb ﻫﻐﻴﺐ (a.s. gayb'dan, c .: mugayyebât): tagylbedilmiş, kaybedilmiş, kayıp. mugayyebât ( ﻣ ﻐﻴﺒﺎ تa.i. mugayyeb'in c .) : gizli, görünmez şeyler, (bkz : lediinniyyât). mugayyebât-ı hams (bilinmeyen beş şey): [Kur'ân-ı Kerim'in 34. âyetinde Lokman sûresinde bildirildiğine göre] : 1. kıyâmetin kopacağı zaman; 2. yağmurun yağacağı zaman; 3. ana karnında olanlar; 4. yarin başa ne gelecegi; 5. insanin nerede öleceği, mugayyebe ( ﻣ ﻐ ﻴﺒ ﻪa.i.): gizli, görünmeyen bir şey. mugayyer ( ﻣﻔﻴﺮa.s. gayr'den): tagyir edilmiş, değiştirilmiş, başkalaştırılmış, mugayyere ( ﻣﻐﻴﺮهa.s.) : ["mugayyer'' in müen.]. (bkz: mugayyer). mugazebe “( ﻣﻐﺎﺿﺒﻪga” uzun okunur, a.i.): birbirini gazaplandırma, kızdırma, mugazele “( ﻣﻐﺎزﻟﻪga” uzun okunur, a.i.): âşıkane İâtîfeleşme. mugazzi ى٠( ﻣﻐﻞa.s. gızâ'dan). (bkz : mugaddi), mugfel ( ﻫﻐﻠﺪلa.s. gufûl'den) : iğfâl olunmuş, aldatılmış.
muhabbetnâme mugfele ( ﻣﻔﻔﻠﻪa.s. gufûl'den): ["mufel" in
müen.]. (bkz: mugfel). mugis ﻳ ﺖ٠ (a.s. gıyâs'dan): yardim eden, yar-
dıma koşan. muglim ( ﻣﻐﻠﻢa.i. gulâm'dan) : oglanel. mugliyy ( ﻣﻐﻠﻰa.s.): kaynamış, ot, çiçek, pa-
patya, ıhlamur şerbeti. mugmed ( ﻣﻐﻤﺪa.s. gamd'den). (bkz : mugam-
med). mugnâ ( ﻫﻐﻰa.s.). (bkz : miistagni). mugni ( ﻫﺨﻰa.s. gınâ'dan) : 1. İgnâ eden, zen-
gin eden. 2. doyuran, gönlünü tok kılan. eski ؟algılardan birinin adi. [otuz dokuz kirişli, rübâb ve kanun ortası bir saz idi].
3 ٠ miiz.
mugtezî ( ﻣﻐﻌﺬىa.s. gızâ'dan). (bkz : mugtedi). mugzib ( ﻣﻐﻀﺐa.s. gazab'dan): mûzip, gazebe getiren, liiddetlendiren, kızdıran. mug-be ؟e ( ﻣﻐﺒﺠﻪf.b.i.c.: nıug-be ؟egân): 1. mecûsî ؟ocugu. 2 ٠meyhâneci ؟ırağı. mug-be ؟egân ( ﻣﻐﺒﺠﻜﺎنf.b.i. mug-be ؟e'nin c .) : 1- mecûsî ؟ocukları. 2. meyhâne çırakları,
m u g tâ ri^ e t ( ﻣﻐﺘﺎرﻳﺖa.i.) : bir toplumun yabancılarla yönetilmesi hâli, *yaderklik, fr. hétéronomie. mugtasib ( ﻣﻐﺘﺼﺐa.s. gasb'dan) : igtisâbeden, zor ile alan. m u g t e d ^ ^ (a.s. gıdâ'dan) : gidâlanan, gıdâ alan. mugtemiz ( ﺷ ﻌ ﺰa.s.) : gammazlayan, mugtenem ( ﻣﻐﺘﺘﻢa.s. ganimet'den) : ganimet olarak alınmış. mugtenim ( ﻣﻐﺘﺘﻢa.s. ganimet'den) : ganimet olarak alan, ganimet bilen, m ugterib ( ﻣﻐﺘﺮبa.s.gurûb'dan) :1. gurûbeden, batan. 2. (gurbet'den) gurbete ؟ikan. 3 ٠gurûb. m ugterif ( ﻣﻐﺘﺮىa.s.) : elini daldırıp avucu ile su alan. mugterik ( ﻣﻐﺘﺮقa.s. gark'dan) : İğtirâk eden, suda boğulan. mugtesil ( ﻣﻔ ﺴ ﻞa.s. gusl'den) : igtisâl eden, yıkanan. muh خ٠ (a.i.). (bkz : muhh).
mugberr ( ﻣﻐﺮa.s. gubâr'dan): 1. tozlu, tozlanmış. 2 ٠gücenmiş, gücenik, küskün,
muhâb ( ﻣﻬﺎبa.s. heybet'den) : kendisinden korkulan, UrkUlen.
muğberrü'l-hâtır : hatırı kalmış, gücenik,
muhâbâ ( ﻣﺤﺎﺑﺎa.i.) : korku, ihtiraz, ؟ekingenlik. (bkz : pervâ). Bî-muhâbâ : korkusuz, çekinmeden, (bkz : bî-pervâ).
m ugfil ( ﻣﻐﻬﻞa.s. gufûl'den): İgfâl eden, aldatan. mugfile ( ﻣﻐﻬﻠﻪa.s. gufûl'den): ["mugfil” in müen.]. (bkz: mugfil). mug-kede ( ﻣﻔ ﻜ ﺪهf.b.i.): 1. meyhâne. 2 ٠ateşe tapanların ibâdethânesi. muglak ( ضa.s. galak'den): 1. kapalı, kilitli. 2 ٠çapraşık, anlaşılmaz [öz]. [Arapçadaki asil m ânâsı: "kapanmış, kapalı” demektir], muglakat "( ﻣﻐﻠﻘﺎتka" uzun okunur, a.i. muglak'm c .): anlaşılmaz şeyler, zor şeyler, muglakıyyet ( ﻣﻐﻠﻘﻴﺖo.i. galak'dan): muglak oluş, anlaşılmazlık. mugrak ( ﻣﻔﺮقa.s. gark'den) : gark edilmiş, batmış, batırılmış [suya], muğşâ ( ﻫﻐﺸﻰa.s. gaşy'den): örtülmüş, bürünmüş. [“mugaşşâ” şekli de kullanılır].
muhabbet ( ﻣ ﺤ ﺖa.i.) : [doğrusu : "mahabbet” dir). (bkz : mahabbet). muhabbet-i ebedi : sonsuz sevgi, muhabbetullâh : Allah sevgisi, muhabbet-âmiz آﻣﻴﺰ(a.f.b.s.) : muhabbetle, dostlukla, sevgi ile. muhabbet-ârâ ( ﻣﺤﺒﺖ آراa.f.b.s.) : sevgi bezeyen. [asil : "mahabbet-ârâ" dır], muhabbet-hâne ( ﻣﺤﺒﺖ ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.) : karışık desenli bir İşleme çeşidi, muhabbet-kâr ( ﻣﺤﺒﺘﻜﺎرa.f.b.s.) : muhabbetli, sevgiyi gösteren, [asil : "mahabbet-kâr" dır]. muhabbet-nâme ( ﻣﺤﺒﺘﻐﺎﻣﻪa.f.b.i.) : 1. sevgi mektubu. 2. dostça mektup, [doğrusu : "mahabbet-nâme" dir]. 773
muhabbet-zede
muhabbet-zede ( ﻣﺤﺒ ﺖ زدهa.f.b.s.) : muhabbet, sevgi yüzünden belâya uğramış, muhâberât ( ﻣﺨﺎﺑﺮاتa.i. muhâbere'nin c .): haberleşmeler. muhabere ( ﻣﺨﺎﺑﺮهa.i. haber'den. c . : muhâberât): haberleşme; mektuplaşma. Hutût-İ muhabere : telgraf hatları, muhabere me'muru ؛telgrafçı, muhâbir ( ﻣﺨﺎﺑﺮa.s. haber'den): haberci, haber veren kimse; bir yerden gazeteye haber, havâdis gönderen kimse,
muhâcir ( ﻣﻬﺎﺟﺮa.s. ve i. hicret'den. c. :
muhacirin) : göçmen, göç eden, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede yerleşen, muhâcirin ( ﻣﻬﺎﺟﺮﻳﻦa.s. ve i. muhâcir'in
c.) : 1. göçmenler, göç edenler, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede- yerleşenler. 2. Hz. Peygamber'in emriyle Mekke'den Medine'ye göç edenler, (bkz : ensâr). muhâdaa, muhâdaat ﻣﺨﺎدﻋﺖ، ( ﻣﺨﺎدﻋﻪa.i.
had'dan) : hile etme, oyun etme, aldatma, muhâdara ( ﻣﺤﺎﺿﺮهa.i.). (bkz : muhâzara).
muhâcât ( ﻣﺤﺎﺟﺎ تa.i.): bulmaca, bilmece üzerinde birbirleriyle zekâ yarışına çıkma,
muhâdarât ( ﻣﺤﺎﺿﺮاتa.i. muhâdara'nın c.).
muhâcât ( ﻣﻬﺎﺟﺎتa.i. hecv'den): birbirini hicvetme, yerme.
muhâdât ( ﻣﻬﺎداتa.i.) : hediyeleşmek.
muhâcce ( ﻣﺤﺎﺟﻪa.i.: hiiccet'den): huk. İddiâ edip münâkaşa ederek deliller ve ispatlar gösterme. muhacceb ( ﻣﺤ ﺠ ﺐa.s.): perde ile ayrılan, perdelenmiş, (bkz: tecrid).
(bkz : muhâzarât).
muhaddab ( ﻣﺨﻀﺐa.s.) : tahdibolunmuş, bo-
yanmış, (bkz : muhazzab). muhaddar ( ﻣﺨﻀﺮa.s.) : tahdir olunmuş, yeşil
renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz : muhazzar). muhadde ( ﻣ ﺤﺪهa.s. hadde'den) : 1. sınırlan-
mış. 2. bilenmiş.
muhaccel ( ﻣﺤﺠﻞa.s.): 1. zifafhâneye, gerdege konulmuş. 2. i. ayağı sekili, beyazlı at.
muhaddeb ب
muhaccil ( ﻣﺨﺠﻞa.s. haclet'den) : tahcil eden, utandıran.
convexe.
( دa.s. hadeb'den) : 1. kanburlu, tiimsekli. 2. geo. dışbükey, konveks, fr.
mııhâcemât ﻣﻬﺎﺟﻤﺎت (a.i. hücûm'dan. muhâceme'nin c .): hücûmlar, saldırışlar,
muhaddebii't-tarafeyn : iki yani tümsekli,
muhâceme ( ﻣﻬﺎﺟﻤﻪa.i. hücûm'dan. c . : muhâcemât): 1. hücûm etme, saldırma. 2. her taraftan birden saldırma,
muhadded ( ﻣ ﺤﺪدa.s.) : tahdidedilmiş, sınırı
muhâceret1 ة( ﻣﻬﺎﺟﺮت.hicret'den):muhacirlik, göç etme, göç. mııhâceret-i akvâm : ı) kavimlerin muhacereti, göçü; 2) tar. Milâdî IV. asırda, Avrupa doğusunda Hunlarm tazyiki ile meydana gelen kavimler göçü,
muhadder, muhaddere ﻣﺨﺪره، ( ﻣﺨﺪرa. S. C. :
muhâcet ( ﻣﻬﺎﺟﺖa.i. hecv'den): birbirini hicvetme.
muhaddes ( ﻣ ﺤﺪ ثa.s. hads'den) : 1. tahdis
muhâceze ( ﻣﻬﺎ ﺟﺰهa.i.); fısıldamak,
bombeli dürbün cami. çizilmiş, sınırlanmış. muhadded ( ﻣ ﺨﺪدa.s.) : eti buruşmuş olan,
muhadderât) : kapalı, örtülü, nâmuslu kadinj Müslüman kadını. ' muhadderât ( ﻣﺨﺪراتa.s. muhaddere'nin c.) :
kapalı, örtülü, nâmuslu kadınlar; MÜSİÜman kadınlan. olunmuş, haber verilmiş. 2. şükranla bildirilmiş.
( ﻣﺤﺪﺛﻪa.s.) : ["muhaddes" in müen.]. (bkz : muhaddes).
muhâcim ( ﻣﻬﺎﺟﻢa.s. hücûm'dan): saldıran, hücûmeden.
muhaddese
muhâcimîn ( ﻣﻬﺎﺟﻤﻴﻦa.s. muhâcim'in c .): saldıranlar; üşüşenler.
muhaddid ( ﻣ ﺤﺪدa.s.) : 1. tahdideden, sınırını
çizen, sınırlayan. 2. bileyici, keskinleştirici.
Muhâkemeïü'1-Lûgateyn muhaddir ( ﻣﺤﺪرa.s.) : kabartan, şişiren. Darbe-i muhaddire : kabartıp şişiren vuruş.
muhâfaza-kâr ( ﻣ ﺤﺎﻓﻐﻠﻪ ﻛﺎ رa.f.zf.) : tutucu, bir şeyi olduğu gibi, değiştirmeden tutmak isteyen, eskiye bağlı, fr. conservateur.
muhaddir, muhaddire د ر ه، ( ﻧ ﺮa.s. hadr'den) : tahdir eden, hissi uyuşturucu, uyuşturan, fr. narcotique. Edviye-i muhaddire : hek. uyuşturucu İlâçlar,
muhâ ؛aza-kâr-âne ( ﻣ ﺤﺎﻓ ﻈﻪ ﻛﺎ راﻧ ﻪa.f.zf.) : muhafazakâr olana yaraşır yolda.
muhaddirât ( د ر ا تa.i. muhaddire'nin c.) : uyuşturucu İlâçlar.
muhâfete ( ﻣ ﺨﺎﻓﺘﻪa.i.) : yavaş okuma; söyleme,
muhaddire ( ﻣﺤﺪرهa.s.) : [“muhaddir'’ in miien.]. (bkz : muhaddir). muhaddis د ث (a.s. hadis'den. c. : muhaddisin) : hadis ile meşgul olan, Hz. Muhammed'in sözlerini bildirmiş olan kimse. muhaddisin ( د ﺷ ﻦa.s. muhaddis'in c.) : hadis ile meşgul olanlar, Hz. Muhammed'in sözlerini toplamış olan kimseler, muhaddiş ( ﻣﺨﺪشa.s. hadş'den) : tahdîş eden, kulağı tırmalayan. muhâdene ( ﻣﻬﺎدﻧﻪa.i.). (bkz : muhâdenet). muhâdenet ( ﻣﺨﺎدﻧ ﺖa.i.) : dostluk, yakın ahbaplik. muhâdenet ( ﻣﻬﺎدﻧﺖa.i.) : barışma, barışık olma, (bkz : musâlaha).
muhâfazat ( ﻣ ﺤﺎ ﻗ ﻔﻠ ﺖa.i.) : muhafızlık, koruyuculuk.
muhaffef ﻣ ﺨ ﻔ ﻒ-(a.s. hiffet'den) : 1. tahfif olunmuş, hafifletilmiş, hafiflendirilmiş. 2.g. s. bir yazı sitili. muhaffefe ( ﻣ ﺨﻔﻔ ﻪa.s. hiffet'den) : [“muhaffef” in müen.l. (bkz ; muhaffef). muhaffif ﻣ ﺨ ﻔ ﻒ-(a.s. hiffet'den) : hafifleten, hafifletici. Esbâb-1 muhaffife : hafifletici sebepler [suçu]. muhaffife (a.s. hiffet'den) : [“muhaffif” in miien.]. (bkz : muhaffif). muhâfiz ( ﻣ ﺤﺎ ﻓ ﻆa.s. hıfz'dan) : 1. muhâfaza 'eden, değiştirmeyen saklayan, koruyan. 2. i. bekçi. ınuhâfızîn ( ﻣﺤﺎﻓﻈﻴﻦa.i. . muhâfız'ın c.) : muhâfaza edenler, bir yeri koruyup bekleyenler.
muhâdese ( ﻣﺤﺎدﺛﻪa.i. hadis'den) : konuşma; hikâye söyleme [birbirlerine],
muhâk ( ﻣ ﺤﺎ قa.i.) : her arabi ayının son üç gecesi, [kelimeyi, üç harekesiyle d'e kullanmak câizdir]. (bkz : mahâk, mihâk).
mııhâdeşe ( ﻣﺨﺎدﺷﻪa.i.) : tırmalama, zahmet, sıkıntı verme.
muhâkât ( ﻣ ﺤ ﺎ ﻛ ﺎ تa.i.) : birbirine hikâye söyleme.
muhâdi' ( ﻣﺨﺎدعa.s. had' ve hid'den) : hile yapan, aldatan.
muhâkât ( ﻣ ﻬﺎ ﻛﺎ تa.i.) : ahmak yerine koyma [birini].
muhâdi-âne ( ﻣﺨﺎدﻋﺎﻧﻪa.f.zf.) : hile ile, aidatarak.
muhâkemât ( ﻣ ﺤ ﺎ ﻛ ﻤﺎ تa.i. muhâkeme'nin c.) : muhakemeler.
mııhâdiş ( ﻣﺨﺎدشa.s.) : tırmalayıcı, zahmet ve ıztırap verici.
muhakeme ( ﻣ ﺤﺎ ﻛ ﻤ ﻪa.i. hiikm'den. c. : muhâkemât) : 1. dâvâ İçin iki tarafın mahkemeye başvurması. 2. iki tarafı dinleyip hüküm verme. 3. bir hüküm çıkarmak İçin bir İŞİ zihinde inceleme. 4. yargılama. 5. fels. Uslamlama, U sa vurma, muhâkeme-i gıyâbi^e : huk. giyab karârı, dâvâcilardan biri veyâ ikisi hazır bulunmadiklari halde mahkemece verilen hüküm. MuhâkemetU'l-LUgateyn (iki dilin karşılaştırılması) : ünlü Tiirk şâiri Ali Şîr Nevâî'nin
muhadrem ۶- ( a .s .h a d r a m 'd a n ) :C â h iliy e devrinde doğan ve İslâmlık zamanında da yaşayan kimselere verilen bir ad. muhadremin ( ﻣﺤﻀﺮﻣﻴﻦa.i. : muhadrem'in c.) : Câhiliyeti ve İslâmî İdrâk eden ve ikinci derece İtibâr olunan Arap şâirleri, muhâfaza ( ﻣﺤﺎﻓﻐﻠﻪa.i. hıfz'dan) : hıfzetme, saklama, koruma, kayırma, (bkz : vikaye).
775
muhâkî
bir eseri olup Türkçe ile Farsçanm karşılaştırılmasını ve bâzı alanlarda Türkçenin bu dile üstün oluşu konusunu ele almıştır, muhâkî ( ﻣﺤﺎﻛﻰa.s.): benzeyen, benzer olan, 'muhakka ( ﻣﺤﻘﻪa.i.): 1. hak İddiâ etme. 2. çekişme.
muhâlefe ( ﻣﺤﺎ ﻟﻔﻪa.i. h alfd en ): birbirine karşı yemin etme, antlaşma. muhalefet ( ﻣﺨﺎﻟﻐﺖa.i. sü l.: halefe'den): muhaliflik, uygunsuzluk, aykırılık; düşmanlık. (bkz: Ziddıyyet). muhalefettin li'1-havâdis : mahlûkatın (*yaratıklarm) hiçbirine benzememek sıfatı ve hâli. [Allah'ın sifotlarındandır].
muhakkak, muhakkaka ﻣﺤﻘﻘﻪ، ( ﻣﺤﻘﻖa. s. hakk'dan): 1. tahkik olunmuş, hakikati, gerçekliği, dogrulugu belli olmuş; dogru. 2. her halde, ne olursa olsun, (bkz : mutlaka).
muhaieset ( ﻣ ﺨ ﺎ قa.i. hulûs'dan): birbiriyle dostça geçinme, dostluk ve iyi muâmele etme.
muhaltkar ( ﻣﺤﻘﺮa.s. hakaret'den): tahkir olunmuş, ilakarete uğramış, hor ve hakir tutulmuş.
muhalhil ( ﻣ ﺨﻠ ﺨ ﻞa.s.) : 1. havayı hafifleten. 2. fiz., kim. *analizleyen. 3. eriten, fr. solvent.
muhakkem ( ﻣ ﺤ ﻜﻢa.s. hükın'den). (bkz : muhkem). muhakkik ﻣﺤﻘﻖ (a.s. hakk'dan c .: muhakkikin): tahkik eden, hakikati, gerçeği arayıp meydana çıkaran; soruşturucu, muhakkık-âne ( ﻣﺤﻘﻘﺎﻧﻪa.f.zf.): hakikati, gerçeği araştırana yakışacak yolda, muhakkikin ( ﻣﺤﻘﻘﻴﻦa.s. muhakkikin c .): muhakkıklar, hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar. m u h a k k i r - (a.s. hakeret'den): tahkir eden, hakir ve hor gören. muhakkir-âne ( ﻣﺤﻘﺮاﻧﻪa.f.zf.): tahkir edercesine. muhâl ( ﻣﺤﺎلa.s.) : mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak. Hayâl-İ muhal: İmkânsız, *olanaksız şey. muhale ta'lîk: olmaza bağlama, muhâlaa ( ﻣﺨﺎﻟﻌﻪa.i. hal'den) : huk. kadının kocasına biraz mal vermek suretiyle birbirlerinden resmen ayrılmaları,
muhalif ﻣﺨﺎﻟﻒ (a.s. muhalefet'den): 1. muhalefet eden, aykırılık gösteren, uymayan, uygun olmayan. 2. birinin, düşüncesine zıt düşüncede bulunan, muhaiif-i a k l: akil ve mantiga aykırı düşen, muhâlîf-i ırâk : miiz. Türk müziğinin pek eski bir mürekkep makamı olup XVIII. asır ortalarına kadar kullanılmış, sonra terkedilmiştir. [Gazi Giray'm XVI. asır sonlarından kalma peşrev ve saz semâisi, makama misâldir). muhâlif-i kaide : mant. *düzgüsüz, fr. anormal. muhalif ku٣ e-i elektrikıyye : fiz. zıt elektromotor kuvvet. muhalife ﻣﺨﺎﻟﻔﻪ (a.s. muhalefet'den): [“muhâlif” in müen.]. (bkz : muhâlif). muhalifin ( ﻣﺨﺎﻟﻔﻴﻦa.s. m uhalifin c .): aykırıilk gösterenler, zıt düşüncede olanlar, muhallâ( د ﻟ ﻰa.s.halâ'dan) :tahliyeolunmuş, süslenmiş, süs yapılmış, donatılmış,
muhâlasat ( ﻣﺨﺎ ﻟﺼﺖa.i.). (bkz : muhâleset).
muhallâ ( ﻣﺨﻠﻰa.s. halâ' ve hâlî'den) : 1. tahliye olunmuş, boşaltılmış. 2. süslenmiş, süs yapılmış.
mu.hâlât ( ^ ﻻ تa.s.c.) : muhâl olan, mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak şeyler,
m u h a lla k ^ ^ (a.s.) : 1. tıraş olmuş. 2. hacılarin Mina'da tıraş oldukları yer.
muhâlata ( ﻣﺨﺎﻟﻄﻪa.i. halt'dan. c . : muhâlatât): 1. karışma, (bkz : ihtilât). 2. güzel uyuşma, anlaşma, (bkz : hüsn-i imtizâc).
muhalled ( ﻣ ﺨﻠﺪa.s. huld'den. c. muhalledin ve muhalledûn): tahlid olunan, dâimi, sürekli olarak kalan, (bkz : ebedi),
mııhâlatât ( ﻣﺨﺎﻟﻄﺎتa.i. muhâlata'nm c .): 1. karışmalar. 2. güzel anlaşmalar.
muhalledât ( ﻣ ﺨﻠﺪا تa.s. muhalled'in c .): 1. kalacak şeyler. 2. şaheserler.
٦٦ئ
Muhammediyyûn muhaUedin ( ﻫﺨﻠﺪﻳﻦa.s. muhalled'in c.): dâimî, sürekli olarak kalan şeyler.
muhalliyetii'l-hevâ: fiz. hava boşaltma tulumbası.
muhalledûn ( ﻫ ﺨﻠﺪﻟ ﻦa.s. muhalled'in c.): (bkz: muhalledin).
muhallün-leh ﻻ٠( ﻣﺤﻞa.b.s.): 1. kendisine helâl olan. 2. fık. boşadığı karısı, başka birisiyle evlenip boşandıktan ve bir iddet devresi bekledikten sonra tekrar kendisine dönmesi şer'an kabûl edilen koca,
muh.allef ( ﻣ ﺨ ﻒa.s.): 1. geride kalan. 2. i. ölenin bıraktığı mal. (bkz : tereke), muhallefât ( ﻣﺨﺲ تa.i. muhallefe'nin c.): ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, (bkz: metrûkât). muhallefe ( ﻣ ﺨ ﻚa.i.): olen bir adamm dul kalan karısı. muhalleliin-leh ( ﻣﺨﻠﻞ ﻻa.b.i.) : huk. [eskiden] üç talâk ile boşadığı kadını, mahzâ kendisine helâl olmalc üzere başkasına tezvice râzı olan. muhalles ( ﻣﺨﻠﺺa.s.): tahlis olunmuş, kurtarılmış.
muhâliin aleyh ( ﻣﺤﺎل< ﺀل؛هa.s.): fık. "aleyhine gönderilen” : havâleyi kabûl eden kimse. muhâliin bih إه olunan mal.
(a.s.): fık. birine havâle
muhâliin leh ( ﻫﺤﺎل ﻻa.s.): "lehine gönderilen” : fık. alacaklı olan kimse, (blcz: dâyin). muhâmât ( ﻣﺤﺄﻣﺎتa.i.): 1. koruma. 2. avukatilk etme. muhâmese ﻫﺎ ﺳ ﻪ٠ (a.i.): fısıldanma.
muhalli ( ﻫﺨﻠﻰa.s. halâ'dan): tahliye eden, boşaltan.
muhâmî ( ﻣﺤﺎﻫﻰa.i.): 1. müdafea eden, savunan, koruyan. 2. avukat,
muhallid ( ﻣﺨﻠﺪa..s. huld'den): devamlı, SÜrekli kılan, ebedileştiren,
muhammara ( ﻣﺨﻤﺮهa.i.): son yıllarda Türkiye'de birçok evlerde yapılagelen ve uzun kırmızı yaş biber haşlanıp .ezilerek İçine bir miktar salça, .zeytinyağı, limon, sarımsak, ceviz ve biraz da kırmızı toz biberin karıştırılmasıyla oluşan ve çerez olarak hazırlanan bir çeşit Arap yemeği.
muhallide ( ﻣﺨﻠﺪهa.s. huld'den): [“muhallid" in müen.]. (bkz : muhallid). muhallil ٠( ﻣﺨﻠﻞa.i.): huk. [eskiden] üç talâk ile boşanan bir kadını, mahzâ eski kocaS i n a helâl kılmak İçin, bu kadınla evlenen kimse, [bu hareket kötü sayılır]. muhallil (Jk . (a.s. hall'den): 1. tahlil eden, analiz yapan, kim. çözümleyen. 2. hek. yumruları, şişleri veyâ bir İltihâbı iyi eden ilâç. muhallilât ( ﻣ ﺤﻠ ﻼ تa.i. muhallile'nin c.): hek. iltihapları, şişleri, yumruları iyi eden İlâçlar. * ( ﻣﺤﻠﻠﻪa.s.): [“muhallil'' in müen.]. (.bkz: muhallil). muhallim ( ﻣﺤﺾa.s. hilm'den): halim eden,, sâkin, yavaş kılan. muhallis ( ﻣﺨﻠﺺa.s. halâs'dan): tahlis eden, kurtaran. muhallit ( ﻣ ﺨﻠ ﻂa.s. halt'dan): tahlit eden, karıştıran. muhalliye ( ﻫﺨﺒﻪa.i.): fiz. *boşaltaç.
muhammas ص٠( ﻣ ﺢa.s.). (bkz : muhammes). Muhammed (a.h.i.): bir çok defalar hamd ii senâ olunmuş, tekrar tekrar övülmüş mânâsına gelen bu kelime, Peygamberimizin adıdır. [Kendisinden evvel de bu adi almış kimse yoktur]. Muhammedi ى٠( ﻣﺤﻤﺎa.s. hamd'den): 1. Hz. Muhammed'e âit, onunla ilgili. 2. (a.c. Muhammediyyûn): Muhammed Ummetinden olan, Müslüman. Muhammediyye دﻳﻪ٠( ﻣﺢa.s.): 1. (bkz: Muhammedi). 2. i. Hz. Muhammed'in hayâtına dâir Hacıbayram-ıVeli'nin halifesi Gelibolulu Muhammed efendi tarafından yazılmış olan meşhur manzum eser. 3. Şîî mezhebinin bir kolu. Muhammediyyûn و ن(a.s. Muhammedi nin c .): Hz. Muhammed'in ümmetinden olanlar, Miislümanlar.
Tll
muhammen
muhammen ( ﻣﺨ ﺲa.s. hamn'den): tahmin edilmiş veyâ edilen, sanılmış, sanılan,
muhannâ ( ﻫﺤ ﻰa.s.): 1. eğri, çarpık, bükük, dolambaç. 2. kınalanmış,
muhammene ( ﻣﺨﻤﻔﻪa.s. hamn'den): ["muhammen.' in müen.l. (.bkz :.muhammen),
muhannes ( ﻣ ﺨ ﺚa.s.): korkak, alçak, kadın tabiatlı, kaile ؟, (bkz : nâ-merd).
muhammer ( ﻣﺤﻤﺮa.s. himâr'dan): tahmir olunmuş, eşeğe benzetilmiş, kendisine eşek denilmiş.
muhannes-âne ( ﻣﺨﺘﺎﻧﻪa.zf.)alçakça, alçakcasına, kalleşçe, kalleşçesine,
muhammer ( ﻣﺨﻤﺮa.s. hamr'dan): 1. tahmir olunmuş, mayalanmış, ekşiyip kabarmış. 2. yugurulmuş; şarap gibi kaynayıp kıvâmını bulmuş, (bkz: muhmer). muhammes ( ﻣﺤﻤ ﺲa.s.) : tahammüs etmiş, ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş, (bkz: muhammas). muhammes ( ﻣﺨﻤ ﺲa.s. hums'dan): 1. tahmis edilmiş, beşli, beş katil. 2. ed. [İ.S.] her bendi beş mısrâlı olan manzûme. 3. geo. beşgen, fr. pentagone. muhammes-i muntazam : geo. düzgün beşgen. muhammes-i miitekerrir : ed. beşinci misrai tekrarlanan muhammes. muhammes-i miizdevic : ed. beşinci mısraı tekrarlanmış muhammes. 4. müz. bahr-i h a fifi sâniden 16 darblı beste ve İlâhilerde kullanılan bir usul. muhammez ( ﻣﺤﻤﺾa.s. hamz'dan): hamızlanmış, oksitlenmiş, paslanmış, muhammis ( ﻣﺤﻤﺺa.s.): 1. tava. 2. kahve, mısır gibi şeyleri kavuran, kavurup satan [kimse]. muhammız ( ﻣﺤﻤﺾa.s.): humuzlayan, Oksitleyen. muhammin ( ﻣﺨﻤﻦa.s. hamn'den): 1. tahmin eden, sanan. 2. i. karar veren, değer biçen kimse, eksper. muhammir ( ﻣﺤﻤﺮa.s. hamr'dan): 1. tahmir eden, mayalayan, ekşitip kabartan. 2. yuguran; şarap gibi kaynatıp kıvâmını bulduran. (bkz: muhmir). muhammir ( ﻣﺤﻤﺮa.s.): kızdırıcı ilâç, muhân (a.s. hevn'den): 1. İhânet olunmuş. 2. alçak kişi. muhânet ( ﻣﻬﺎ ﻧﺖa.s.): ["muhân” in müen.J îhânet eden, hâin, alçak, (bkz : muhân*). 778
muhannet ( ﻣ ﺤ ﻂa.s.): tahnit olunmuş, mumyalanmış, (bkz: muhnat). muhannit ( ﻣ ﺤ ﻂa.s.): tahnit eden, mumyalayan. muhârât ( ﻫﻬﺎراتa.i.) : sakalına gülerek biriyl'e alay etme. muhârebât ﻣﺤﺎر؛ات (a.i. harb'den. muhârebe'nin c .): harbetmeler, savaşmalar; harbler, savaşlar. m u h â r e b e (a.i.harb'den.c. :muhârebât): harbetme, savaşma; harb, sava ؟, savaşta yapılan çarpışmalardan her biri, (bkz : ceng, cidâl, perhâş, vega). muhârese, muhâreset ﻣﺤﺎرﺳﺖ، ( ﻣﺤﺎرﺳﻪa. i. hirâset'den): muhafaza, koruma, muhâreşe ۵ ( ﻣﻬﺎرa.i.): kışkırtma, halkı birbirine düşürme. muhâreşe ( ﻣﺤﺎرﺷﻪa.i.): fit verip kavga çıkartma. muhârib ( ^ و بa.i. harb'den): 1. muhârebe eden, savaşan. 2. harb tekniğini iyi bilen, muhâribeyn ( ﻣ ﺤﺎ رﺑﻴ ﻦa.s.c.): iki muhârib, iki savaşçı. Tarafeyn-i muharibeyn : savaşan iki taraf. muharrak (a.s. harik'den): tahrik olunmuş, yakılmış, yanmış. muharref ( ﻟ ﺮ فa.s. harf'den): tahrif edilmiş, değiştirilmiş, kalem oynatılmış [üzerinde], muharref ( ﻣﺨﺮفa.s.): tahrif olunmuş, bunak denilmiş [kendisine-]. muharrefât ( ﻣﺤﺮﻓﺎتa.s. muharrefin c .): tahrif edilmiş, değiştirilmiş şeyler, muharrefe ( ﻫﻴﺮفa.s.): ["muharref" inmiien.]. (bkz: muharref). muharrem ( ﻣﺤﺮمa.s.i.c.: muharremât),: 1. tahrim. olunmuş, haram kılınmış. 2. kamer takviminin birinci ayı, aşûre ayı.
muhâsede
[Müslümanlıktan önce bu ayda savaş haram oldugu İ ؟in muharrem adi verilmiştir. Bu ayin ilk on gününde, Kerbelâ vak'asınm yıldönümü olarak mâtem yapılır ve onuncu günü de aşûre pişirilir]. 3. erkek adi. muharremât ( ﻣﺤﺮﻣﺎتa.i. muharrem'in c.) : şerîat ؟a haram ve yasak olan şeyler. m uharremim e ( ﻣ ﺤ ﺮﺑﻪa.i.) : 1. muharrem'in ilk günü verilmesi âdet olan bahşiş, yılbaşı bahşişi [hicret yılı hesâbıyla]. 2. yeni yıl İ ؟in söylenilen kaside; muharrem ayından bahseden şiir.
mevzu (^konu) yu yazı ile anlatan. 2. te'lif eser sâhibi. (bkz : müellif), muharrirân ( ﻣﺤﺮرانa.i.c.) : muharrirler, yazarlar. muharrire ( ﻣﺤﺮرهa.s. ve i.) : "؛muharrir” in miien.]. (bkz : muharrir), muharririn ( ﻣﺤﺮرﻳﻦa.s.i. muharrir'in c.) : 1. muharrirler, yazarlar. 2. te'lîf, eser sâhipleri. (bkz : müellifin), muharriş ( ﻣﺤﺮصa.s. hirs'dan) : tahris eden, hırslandıran, hırs ve tamah arttıran,
muharremii'l-harâm ( ﻣﺤﺮم اﻟﺤﺮامa.it.): Muharrem ayı.
muharris-âne ( ﻣﺤﺮ ﻋﺎ ﻧ ﻪa.f.zf.) : hırslandırırcasmaj hırs ve tamahı arttirircasina.
muharrer س mış, yazılı.
muharriş ( ﻣ ﺮ شa.s.) : 1. tahri? eden, tırmalayan; azdıran. 2. biy. .irkilten, fr. irritant,
(a.i.): tahrir olunmuş, yazıl-
muharrerât ات.( ﻣﺤﺮرa.s. muharrer'in c .): yazılmış şeyler, yazılı kâğıtlar; mektuplar, muharrerât-ı resmiyye : resmi yazılar, mektuplar. muharrere ( ﻣﺤﺮرهa.s.) : [“muharrer” in müen.]. (bkz: muharrer). muharrib ز ب (a.s. harab'dan. c . : muharribin): harâbeden, yıkan, yok eden, (bkz: muhrib).
muharrişe ٠( ﻟ ﺨ ﺮ ﺷﺎa.s.) : ["muharri " ؟in müen.l. (bkz : muharriş). muharrit
(a.s.) : ishal verici bir ilâ ؟,
muharriz ( ﻣﺢ ر صa.s.) : tahriz ve teşvik eden, kışkırtan. muhâsama ( ﻣ ﺨﺎ ﺻ ﻤﻪa.i. husûmet'den. c. : muhâsamât) : iki taraf arasındaki düşmanilk. (bkz : husûmet).
muharribin ز س (a.s. muharrib'in c .) : harâbedenler, yıkanlar, yok edenler.
muhâsamât ( ﻣ ﺨ ﺎ ﻋ ﻤﺎ تa.i. muhâsama'nm c.) : düşmanlık, i'lân-ı muhâsamât : ask. harb ilânı.
m uharrif ( ﻫﺤﺮفa.s.): tahrifeden, bozan, silen; hilecilik yapan.
muhâsamet ( ﻣ ﺨﺎ ﺻ ﺖa.i. husûmet'den) : düşmanlik. (bkz : muhâsama).
m uharrik ( ز قa.s. harik'den): tahrik eden, yakan.
muhâsara ( ﻣ ﺤﺎ ﺻ ﺮهa.i. hasr'dan) : kuşatma, etrâfını ؟evirme,fr. siège. Ref'-imuhâsara : mııhâsarayı kaldırma.
m uharrik ( ﻣﺤﺮقa.s. hark'dan) : 1. tahrik eden, ؟ok yakan. 2. ؟ok harâret veren, pek susatan. muharrik, muharrike ﻣﺤﺮﻛﻪ، ( ﻣﺤﺮكa.s. hareket'den): 1. tahrik eden, hareket getiren, oynatan. 2. kışkırtan, ayartan, dürten. 3 . fels. *devitken. 4. kim. *karma ؟, m uharrik m a k ara : fiz. hareketli (*devingen) makara.
muhâsebât ( ﻣ ﺤﺎ ﺳﴼا تa.i. muhasebe'nin c.) : hesap İşleri, hesap görmeler; hesap dâireleri. Dîvân-ı muhâsebât : *Sayıştay,
m uharrikiyyet ( ﻣﺤﺮﻛﻴﺖo.i.): hareket ettiren güc.
muhâsebe ﻣﺤﺎﺳﺠﻪ (a.i. hisâb'dan. c. : muhâsebât) : 1. hesap İŞİ. 2 ٠hesaplaşma, hesap görme. 3. bir dâire veyâ " hesap işleriyle meşgul olan kısmı, *saymanlik. muhâsebe-i um ûm ice kanUnu : huk. devlet mallarının idâresi ve hesaplarının tutulması usullerini düzenleyen kanun,
m uharrir ( ﻫﺤﺮرa.s. ve i.c .: muharririn): 1. tahrir eden, yazı yazan, kâtib, yazar, bir
muhâsede ( ﻣ ﺤ ﺎ ﻣ ﺪ هa.i. hased'den) : hasedleşme; birbirini ؟ekememe. 779
muhâsim muhâsim ( ﻣﺨﺎﺻﻢa.s. husûmet'den) : hasım, düşman olarak karşılaşanlardan her biri, muhâsima ( ﻣﺨﺎﺻﻤﻪa.s. husûmet'den) : ["muhâsim” in müen.]. (bkz : muhâsim). muhâsımîn ( ﻣﺨﺎ ﺻ ﻤ ﻦa.i. muhâsım'ın c.) : düşmanlar, (bkz : a'dâ). muhâsir ﻣﺤﺎﺻﺮ
(a .s. h a s r 'd a n . c . : m u h â s ı r î n ,
m u h â s ır û n ) : m u h â s a r a e d en , e t r â fın ı k u şa tan , sa ra n ,
fr. assiégeant,
muhâsira ﻣﺤﺎﺻﺮه
(a .s. h a s r 'd a n ) : [“ m u h â s i r ”
ﻣﺤﺎﺻﺮس
m u h âsara
(a .s.
e d e n le r ,
m u h â s ı r 'ı n
e trâ fın ı
c .) :
k u şa ta n la r,
(b k z : m u h â s ır û n ).
muhâsırûn ﻣﺤﺎﺻﺮون
( ﻣﺤﺼﻞa.s. husûl'den): 1. husûle getiren, hâsıl eden, meydana getiren. M u h a ssıl-I fa h m : Karbon devri. 2. i. vergi tahsildârı [Tanzimat'tan önce]. 3. [eskiden] mutasarrıftan küçük, kaymakam ve müdürler derecesinde bir me'mıır.
m u h assıl
( ﻣﺤﺼﻦa.s.): ı.kale gibi korunaklı ve saglam kılan. 2. nâmahremden saklayan.
m u h assın
i n m ü e n .] . ( b k z : m u h â s ir ) .
m uhâsırîn
( ﻣﺤﺴﻦa.s. hasen'den): tahsin eden, güzel kılan, güzelleştiren.
m u h assin
ﻣﺨﺴﺮ (a.s.: hasar'dan. c .: muhassirîn): hasâra, zarâra, ziyâna ugratan.
m u h a ssir (a.s. m u h â s ı r 'ı n c.). ( b k z :
m u h â s ır în ).
muhâsib (' ﻣ ﺤ ﺎ بa.s. ve i. hisâb'dan) : muhâsebe, hesap işlerini iyi bilen, Sayman. muhâsibiyye ( ﻣ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪa.h.i.) : Ebi Abdullah el-Hâris bin Esed el-Muhâsibi tarafından kurulan tarikat. muhassal ( ﻣ ﺤ ﻤ ﻞa.s. husûl'den) : 1. tahsil olunmuş, hâsıl edilmiş, elde edilmiş. 2. zf. hâsılı, hulâsa, sözün kısası, İşin sonu, muhassal-i kelâm : sözün kısası,
( ﻣﺨﺴﺮﻳﻦa.s. muhassir'in c.): hasâra, zarâra, ziyâna uğratanlar,
m u h a ssirîn
m u h assis
ﻣ ﺤﻔ ﻰ، ( ﻣﺤﺸﺎa.s.): tahşiye olunmuş, hâşiye yazılmış.
m u h aşşâ
m u h aşşen ı
( ﻣﺨﺸﻢa.s.): sarhoş, (bkz : mest).
m u h aşşî
ﻣﺤﺸﻰ
muhassan ( ﻣﺤﺼﻦa.s. hisn'dan) : kuvvetlendirİlmiş, istihkâmlanmış.
m u h aşşî
muhassasa (a.s. husûs ve hâss'dan) : [“muhassas” in miien.]. (bkz : muhassas). muhassasât ( ﻣﺨﺼﺼﺎتa.s. muhassas'm c.) : 1. bir kimseye verilmiş olan maaş, tayin v.b. 2. bütçeden, devlet dâireleri İçin ayrılan para, ödenek. muhassen ( ﻣ ﺤ ﻦa.s. hiisn'den) : beğenilmiş, güzel, faydalı, hayırlı İş. muhassenât ( ﻣ ﺤ ﺴﺎ تa.i. muhassene'nin c.) : 1. güzel, faydalı, hayırlı İşler. 2. üstünlük sebepleri.
(a.s.):
hâşiye
yazan,
hâşiyeleyen. m u h aşşi'
muhassas ( ﻣﺨﺼﺺa.s. husûs ve hâss'dan. c. : muhassasât) : tahsis olunmuş, tâyin edilmiş, ayrılmış [birine].
( ﻣﺨﺼﺺa.s. hıısûs'dan): tahsis eden,
has kılan.
muhassala ( ﻣﺤﺼﻠﻪa.i. husûl'den) : 1. elde edilen netice. 2. fiz. *bileşke,
780
( ﻣﺤﺴﻮa.s.): tahsîr olunmuş) hasret
٠ kalmış.
( ﻣﺤﺸﻊa.s.): kibirlinin, kibrini, bur-
nunu kiran.
( ﻣﺨﺸﻰa.s. haşyet'den): haşyete düşüren, korkutan.
m u h aşşîd
( ﻣﺤ ﺸﺪa.s.): tahşideden, bir yere
toplayan.
ا٠( ﻣﺤﺶa.s.) : keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.
m u h aşşim
m u h aşşiıı
( ﻣﺤﺸﻦa.s.): gücendiren, öfkelen-
diren.
( ﻣﺤﺎطa.s.): 1. İhâta olunmuş, etrâfı çevrilmiş, kuşatılmış. 2. bir şeyin İçinde bulunan, (bkz: mazruf).
m u h ât
( ﺳ ﺎ طa.i.): biy. sümük; sümüğe benzeyen yapışkanlı nesneler,
m u h ât
: öğle sıcağında tel tel gibi görünen Güneş'in ışığı.
m u h âtü 'ş-şeytân
muhayyer
ﻣﺨﺎﻃﺐ (a.s. hutbe'den): 1. hitâbolunan, kendisine söz söylenilen. 2. gr. ikinci şahıs. 3 ٠i. eskiden, şeyhülislâm tarafından, medresede yetişmiş kimseler arasından seçilen ve huzur derslerine kati-, lan en ؟ok dört kişiden biri.
m u h âtab
ﺣ ﻮ ل٠ (a.b.s.): üzerine (poliçe ve şâire) havâle edilen,
m u h avveliin aleyh ، uf.
m uhavvet
( ﻣ ﺨﺎ ﻃﺎ تa.i. mııhâtaba'nın c.) : ko-
m u h a v v if
nıışmalar.
( ﻣﺨﺎﻃﺮهa.i. hatar'dan. c .: mııhâtarât): 1. tehlike. 2. zarar, ziyan, korku. Şirket-İ m u h a t a r a : kâr ve zarâra ortak olmak üzere kurulan şirket, m u h â ta ra -i i z m i h la l : dağılma tehlikesi,
m u h a ta ra
( ﻣﺨﺎﻃﺮاتa.i. muhâtara'nm c .): 1. tehlikelei"; korkular. 2. zararlar, ziyanlar,
m ııh â ta rât
ه.( ﻣﺨﺎطa.i. hatel'den): aldatma, do-
m uhâtele
landırma.
( ﻣﺨﺎﻃﺐa.s. lıııtbe'den): hitabeden,
m ııhâtıb
birine söz söyleyen. m u h âtî
( ﻫﺤﺎﻃﻰa.s. muhât'dan) : biy. *sümük-
sel, sümüğümsü.
( ﻣﺨﻄﻂa.s. hatt'dan): tahtit olun-
m u h atta t
muş, ؟izilmiş, resmi yapılmış, m u h attit
( ﻣﺨﻄﻂa.s. hatt'dan): tahtit eden, ؟İ-
zen; resmini yapan. m ııhâvele
( ﻣﺤﺎوﻟﻪa.i.): isteme, (bkz : taleb).
( ﻫﺤﻮطa.s.): tahvit eden, duvar ؟e-
ken.
ﻫﺨﻮف.(a.s. h avfd en ): havf veren,
korkutan. (a.s.): [“muhavvif” İnmüen.]. (bkz: muhavvif).
m u h a v v ife
(a.s. havl'den): tahvil eden, değiştiren, başka şekle sokan. C e n â b -1 m u h a ٣ ilü 'l-h a v ü v e' 1- a h v â l : havli, kuvvetli ve halleri başka şekle sokan, Allah,
m u h a v v il
( ﻣﺤﻮﻟﻪa.i. havl'den): fiz. transformatör, fr. tran sfo rm ateu r.
m u h a v v ile
( ﻫﻬﺎﻳﺎa.i.): böliinemeyen bir şeyi nöbetleşe kullanma.
m u h ây â
ﻫﺎﻳﺌﻪ٠ (a.i.): bölüşmesi kabil olmayan bir şeyi Sira ile kullanma,
m u h âyee
muhâyene ( ﻣﺤﺎي؛هa.i.): muayyen bir zaman İ ؟in kirâlama. (a.s.) : mahrum kılınmış, yoksun bırakılmış.
m u h ay y e b
m u h ay y e b e n
ﺧﻴ ﻞ٠ (a.s. hayâl'den): tahayyül olunmuş, hayal kurulmuş,
( ﻣﺤﺎورهa.i.c.: muhâverât) : konuşma [iki kişi karşılıklı olarak],
m u h ay y e lât
( ﻣﺤﻮطa.s. havt'dan) : ihata edilmiş, etrafı perde, duvar gibi şeylerle çevrilmiş olan.
m u h ayyele
m uhavvat
m uhavvef
ﻣﺨﻮف-(a.s. h avfden ): korlcutul-
muş. m u h a vvel
( ﻣ ﺨ ﺎa.zf.): mahrum, yoksun
bırakarak. m uh ayyel
m u h avere
edilen,
ل٠( ﻣﺤﻮa.s.): tahvit olunmuş, duvar
( ﻣﺤﺎوراتa.i. muhâvere'nin c .): konuşmalar [karşılıklı].
m ııhâverât
tahviır
؟ekilmiş. m u h a v v ıt
m ııh â ta bât
(a.s.):
hâinleçen.
( ﻣﺨﺎ ﻃﻪa.i. hutbe'den. c . : mııhâtabât) : 1. birbirine hitâbetme, söyleşme, konuşma. 2 . m ec. ؟ekişme.
m u h atab a
ﻫﺨﻮن
m uh avven
( ﻫﺨﻴﻼتa.i. muhayyile'nin c.) : muhayyel olan, hayâl edilmiş şeyler, ( ﻫﺦﺀﻟﻪa.s. hayâl'den): [“mulıayyel” in müen.]. (bkz : muhayyel),
( ﻣ ﺨﻴﻢa.s. hayme'den): 1. kurulmuş çadır. 2. ؟adırı kurulmuş ordugâh,
m uhayyem
( ﻣ ﺨﻴﻤﻜﺎهa.f.b.i.): ordu yeri, ordugâh, (bkz: muasker).
m u h a ^ e m -g â h
( ﻫﺤﻮلa.s. İıavl'den) : 1. talıvil olun-
muş, değiştirilmiş. 2. havâle edilmiş, gönderilmiş; ısmarlanmış, bırakılmış,
( ﻣﺤﻮﻻتa.i. mullavvel'in c.) : havâleler, devlet borcu olaralc ödenmesi bir vilâyet veyâ dâireye havâle edilen paralar.
m u h avvelât
( ﻫﺨﻴﺮa.s. hayr'dan) : 1. seçmeli, beğenmeye bağlı, beğenmece. 2. i. m iiz. Tül'k müziğinin en eski ve en ؟ok kullamlan makamlarındandır. 6 numaı'alı basit makam olan lıüseynî'nin inici şekline
m uh ayyer
781
muhayyer-kiirdî v e r i l e n b i r a d d ır . B a s i t b i r m a k a m d ı r . D u -
k o m a v e “ r e ” b a k i y y e b e m o ll e r i â r ı z a l a r ı
r a ğ ı d ü g â h (İâ) v e g ü ç l ü s ü d e - b e ş i n c i d e -
k o n u lu r . A c e m - a ç î r â n i ؟in> “ s i " k ü ç ü k m ü -
r e c e d e o l a n - h ü s e y n i (m i) d ir . i n i c i o l a n
c e n n e b b e m o lü , “ r e ” b e k a r d e ğ i ş i k l i k l e r i
d i z i s i n i n “ fa ” b a k ı y y e d i y e z i v e “ s i ” k o m a
y a p ı l ı r . F a k a t m u h a y y e r - s ü n b i i l e e s e r le r in
b e m o lü â r ı z a l a r ı , d o n a n ı m ı n d a g ö s t e r ilir .
b ir ؟o g u n d a e v ic p e r d e s in in z iy â d e c e k u l-
H ü s e y n i b e ş lis in in
tiz in e u ş ş a k
d ö r t lü s ü
g e tirile re k d iz is i te ş k il o lu n a n m u h a y y e r i n n i s e b - i ş e r ife m i k t a r ı 8 , y â n i m ü l â y e m e t i h â i z d i r . O r t a s e k i z li s i n d e k i s e s le r i, t i z d e n p e s t e d o ğ r u o l m a k ü z e r e ş O y le d ir : m u h a y y e r, g e r d â n iy e , e v ic , h ü s e y n i, n e v â , ç a r g â h ,
ﻣﺨﻴﺮ ﻛﺮد ى
m u h ayyer k ü rd i
m ü z iğ in in
d a n d ır .
d a b i r m u h a y y e r g e ç k i s i y a p m a n ı n â d e t o ld u g u m â n â s ı ç ık a r ı l a b i l i r . Ş ü h a ld e , s â d e c e “ s ii n b iile ” d e n ile n m a k a m ı n b u f a r k d o la y i s i y l a m u h a y y e r - s ü n b i i l e 'd e n b i r a z b a ş k a o ld u ğ u ih tim a l d a h ilin d e d ir .
segâh ve d ü gâh .
T ü rk
l a n ı l d ı ğ ı g ö r ü lü y o r k i, b u n d a n d a , m a k a m -
( a .b .i.) :
m ü rekkep
T a h m in e n
b ir
m üz.
m a k a m la r ın -
bu çuk
a s ır
evvel
m u h a y y e r-z e n g û le T ü rk
ﻣﺨﺒﺮ زﻧﻜﻮﻟﻪ
(a .f.b .i.) : m i i z .
m ü rek k ep
m a k a m la r ın -
m ü z iğ in in
d a n d ir .
T a h m in e n
b ir
bu çuk
a s ır
evvel
te r k ib e d ilm iş tir . M u h a y y e r m a k a m ın a b ir
t e r k ib e d ilm iş t ir . M u h a y y e r v e z e n g û le m a -
k ü r d i d ö r t lü s ü i l â v e s i n d e n ib â r e t t ir . D u r a k
k a m l a r ı n d a n ib â r e t t ir . Z e n g U l e ile d ü g â h
v e g ü ç lü -a y n e n m u h a y y e r d e o ld u ğ u iiz e -
(la ) p e r d e s in d e k a lır . H e r i k i m a k a m m d a
r e - d ü g â h v e h ü s e y n i p e r d e le r id ir . D o n a -
g ü ç l ü s ü o l a n h ü s e y n i (m i), b u r a d a d a g ü ç -
n ı m ı n a m u h a y y e r i n “ s i ” k o m a b e m o lü v e
lü d ü r . D o n a n ı m ı n a m u h a y y e r 'i n “ s i ” k o m a
“ f a ” b a k ı y y e d i y e z i â r ı z a l a r ı k o n u lu r ; k ü r d i
b e m o lü v e “ fa ” b a k i y y e d i y e z i â r ı z a l a r ı k o -
d ö r t lü s ü
İ ç in ,
“ s i”
bekar
ve
“ s i”
küçük-
m ü c e n n e b b e m o lü d e ğ i ş i k l i ğ i y a p ı l ı r ,
ﻣﺨﻴﺮ ﻳﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ
m u h a y y e r-p û s e lik
(a .f.b .
i.) :
m ü z . T ü r k m ü z iğ in in m ü re k k e p m a k a m la r m d a n
o lu p ,
ta h m in e n
d ört
n u lu r . Z e n g U l e İ ç in " s i ” b e k a r v e “ s i ” b a k i y y e b e m o lü , “ d o ” b a k i y y e d i y e z i “ fa ” b e k a r
a s ır
ön ce
v e “ so l” b a k iy y e d iy e z i d e ğ iş ik lik le ri y a p ılir. U m û m i y e t l e i n i c i b ir s e y i r t â k ib e d e r . m u h a ^ e r z ir g ü le :
m üz.
adm a
H a m p a i- -
t e r k i b e d i l m i ş t i r . M u h a y y e r m a k a m ı n a b ir
s u m y a z ı ş ı y l a y a z ı l m ı ş b i r d e r g id e r a s t l a -
p û s e lik
nan m akam .
b e ş lis i
veyâ
s e k i z li s i
ilâ v e s in d e n
i b â r e t t ir . D u r a k v e g ü ç l ü - a y n e n m u h a y y e r m a k a m ı n d a o l d u ğ u ü z e r e - d ü g â h (İâ) v e h ü s e y n i (m i) d ir . D o n a n ı m ı n a m u h a y y e r i n “ s i ” k o m a b e m o lü v e “ fa ” b a k ı y y e â r ı z a l a r ı k o n u lu i'.
P û s e lik
d iy e z i
d i z i s i İ ç in
“s i"
ﻣﺨﺒﺮ زﻳﺮﻛﺶ
m u h a y y e rz ir -k e ş
( a .f b .i . ) : m ü z .
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı y e d i a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , s o n a s ı r la r d a h i ç k u lla n ılm a m ış tır ;
z a m â n im iz a
m akam a
b e k a r, " f a ” b e k a r v e "s o l” d iy e z d e ğ iş ik lik -
n ü m û n e o l a r a k b i r e s e r i n t i k a l e t m e m iş t ir .
le r i y a p ılır .
3.
m u h a ^ e r -s ü n b ü !e T ü rk
m ü z iğ in in
ﻣﺨﻴﺮ ﺳﻨﺒﻠﻪ
( a .b .i.) : m ü z .
m ü rek k ep
m a k a m la r ın -
d a n d ır . E n e s k i t e r k ip le r d e n b i r i d i r . E s k i den
sâd ece
a c e m -a ş ira n , ilâ v e s in d e n d u r a ğ ı o la n
“ s ü n b ü le ” sa b â
d e n ilird i.
d iz is in d e n
m ü r e k k e p tir. d ü g â lı
Sabâ
M akam ,
b ir k a ç
ses
ile ,
onun
(İâ) p e r d e s in d e
k a lır .
G ü ç l ü l e r b i r i n c i d e r e c e d e s a b â 'n ı n t i z d u r a ğ ı o la n m u h a y y e r (in c e İâ), i k i n c i d e r e c e d e h e m a c e m - a ş î r â n 'ı n h e m d e s a b â 'n ı n g ü ç l ü s ü o l a n ç â r g â h (d o ) ü ç ü n c ü d e r e c e d e d e a c e m - a ş î r a n 'ı n d u r a ğ ı o l a n a c e m - â ş î r a n v e y â a c e m " f a ” d ır. D i z i s i u m û m i y e t le in i c i o l a r a k s e y r e d e r . D o n a n ı m ı n a , s â b â 'n ı n " s i ''
782
g . s. g ü z e l s a n a t l a r d a k u l l a n ı l a n m o i r é e
b i r k â ğ ı t c in s i. m u h a y y ib
-
(a .s.) : m a h r u m
k ıla n , y o k -
su n b ıra k a n .
ﻻ-
m u h a y y ib -â n e
(a .f.z f.) :
m ah ru m ,
h a y â l'd e n ) :
tah ayyü l
y o k s u n b ir a k ir c a s in a . m u h a y y il
ﺧﻞ٠
(a .s.
eden , h a y a l k u ra n . m u h a y y ile
ﻫﺨﻴﻠﻪ
(a.i.
h a y â l 'd e n
c. :
m u h a y y e l â t ) : p s ik .. h a y â l e t m e g ü c ü , * i m g e le m , f r . i m a g i n a t i o n . m u h a y y ir
ﻫﺤﺒﺮ
(a.s. h a y r e t 'd e n ) : h a y r e t v e r e n ,
h a y re tte b ır a k a n , şa ş ır ta n .
muhibbe
m uhayyirii'l-ukul: 1. alcıllara şaşkınlık veren, akliları durduran. 2. meşhur bir lâle cinsi. m u h a b ir ( ﻫﺨﺮa.s. hayr'den): iki şey arasında seçim yapılmasını serbest bırakan, muhâzara ( ﻣﺤﺎﺿﺮهa.i. huzûr'dan. c . : muhâzarât) : 1. hatırda tutulan şeyler. 2. edebi, târihî fıkralar, hikâyeler anlatma, bu mevzû üzerinde konuşma, muhâzarât ( ﻣﺤﺎﺿﺮاتa.i. muhâzara'nm c .): aklida tutulan hikâyeler, faydalı bilgiler, muhâzât ( ﻣﺤﺎزاتa.i.): yüz yüze gelme, muhâzât ( ﻣ ﺤﺎﻧﺎ تa.i. hizâ'dan): ayni hizâda bulunma, karşı durma, karşı olma, muhâzele ( ﻣﺨﺎﻧﻠﻪa.i.): hakirlik, aşağılık, muhâzere ( ﻣﺤﺎﻧﺮهa.i.): birbirini korkutma, muhâzî ( ﺳﺎ ز ىa.s. hizâ'dan) : 1. birbirinin karşısında ve bir hizâda bulunan. 2 ٠mat. paralel. muhâzî ( ﻟ ﻰa.s. lıizâ'dan) : birbirinin karşısında bulunan, karşı hizâda bulunan, muhazzab ( ﻣﺨﻀﺐa.s.): tahzlbolunmuş, boyanmış, (bkz: muhaddab). muhazzar ( ﻣﺨﻀﺮa.s.): tahzir olunmuş, yeşil renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz : muhaddar). muhazzi' ( ﻣﺨﺰعa.s.) : ot ve saman kesmeğe yarayan bir çeşit ziraat makinesi, fr. hachepaille. muhazzil ل٠( ﻣﺨﻞa.s.): tahzil eden, alçaklık, bayağılık İçinde bırakan, muhazzil-âne ( ﻣﺨﺬﻻﻧﻪa.f.zf.): alçaklıkla, bayağılıkla. muhazzir ran.
(a.s.): tahzir eden, sakindi-
muhbir ﺧﺒﺮ٠ (a.s.i. haber'den): 1. haber veren, haberci. 2. bir gazete İçin haber toplayıp ulaştıran. 3. fiz. deney şişesi. 4 . 1866'da Ali Suavi tarafından İstanbul'da yayımlanmış haftalık bir gazete. muhbîr-î sâ d ık : sâdık haberci; mec. mes'ul olmaktan kaçınarak İmzâsız melctup yazan kimse.
muhbire ( ﻣﺨﺒﺮهa.s. ve i. haber'den): ["muhbir” in müen.]. (bkz : muhbir). muhcil ( ﻣ ﺨ ﺠ ﻞa.s. haclet'den). (bkz: muhaccil). muhdes ( ﻣ ﺤ ﺪ ثa.s.) : 1. İhdâs edilmiş, sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. 2. i. g. s. bir yazı sitili. muhdesât ( ﻣ ﺤ ﺪ ﺛﺎ تa.s. muhdes'in c .): İhdâs edilmiş, sonradan meydana gelmiş şeyler, yeni şeyler. muhdis ( ﻣ ﺤ ﺪ ثa.s.): İhdâs eden, yeniden meydana getiren, icâdeden, kuran. muheyh ( ﻫ ﺨ ﺦa.i.): anat. beyincik. muhh ( ﻣﺦa.i.c.: mihâh) : 1. anat. ilik, muhh-i a z m i: anat. kemik iligi. muhh-i m utavassıt: anat. orta beyin, muhh-i şe v k i: anat. murdar ilik. 2. anat. beyin. 3. madde, cevher. muhıkk-ane “( ﻣ ﺤﻘﺎﻧﻪka” uzun okunur, a.f. zf.): hakli olarak; hakli olana, dogruya yakışacak sûrette. muhibb ( ﻣﺤ ﺐa.s. İıubb'dan): 1. seven, sevgi besleyen, dost. m uhibbii'l-kils: cogr. *kireççil. m uhibbii'l-m ilh: cogr. *tuzcul, muhibbii'l-milh n ebât: cogr. *tuzcul *bitki, fr. holophyte. muhibbii'l-yubûse: cogr. *kurakçıl, muhibbii'l-yubûse nebât: cogr. *kurakçıl *bitki, fr. xCrophyte. muhibbii'r-riitûbe : cogr. *nemcil, muhibbii'r-riitûbe n eb ât: cogr. *nemcil *bitki, fr. hygrophyte. 2. i. erkek adi. muhibbân ( ﺳﺒﺎ نa.s. muliibb'in c .): 1. sevenler, sevgi besleyenler, dostlar. 2. bir tarikatın taraflısı olanlar [tarikattan olmadikları halde], (bkz : yârân). muhibb-âne ( ﻣﺤﺒﺎﻧﻪa.zf.): 1. sevene, sevgi besleyene, dosta yakışır sûrette. (blcz: dost-âne). 2. tarikatsever kimseye yakışır sûrette. muhibbe ( ﻣﺤﺒﻪa.s.): kadm dost, kadm sevgili. 783
muhibbi
ﻣﺤﻰ
m u h ib b i
(a.s.) : 1. m u h ib b e âit, m u h ib
ile ilg ili. 2 . K a n û n i'n in n a z ım d a k u lla n d ığ ı m a h la s.
ﻣﺨﻴﻔﻪ، ﻣﺨﻴﻒ
m u h if , m u lıife k o rk u tu c u ,
k o rk u n ç.
(a.s. h a v f d e n ) :
K ıy â fe t-i
m u h ife :
k o r k u n ç k iyâ fet.
ﺣ ﻖ٠ (a.s.
m u h ik k
h a k k 'd a n ) : 1. ih k a k eden,
h a k k i y e rin e ge tire n . 2 . h a k li, d o ğ ru ,
ﻣﺤﻌﻪ
m u h ik k a
(a.s. h a k lc'd a n ) : [" m u h ik k ” in
m ü en .]. (b k z : m u h ik k ).
m u h il ( ﻫ ﺤ ﻴ ﻞa.s.) : 1. İhâle eden, h a v â le eden.
2 . fık .
b o r c u n u b a ş k a s ın ın b o r c u n a n a k le -
m u h ili ( ﻫ ﺤ ﻴ ﻠ ﻰa.i.) : h ile, h ile k â rlık ,
ﺧ ﻞ٠ (a.s.
lialel'd en ) : İh lâl eden, d o k u -
n a n , sa k a tla y a n , b o z a n ,
m u h ill-i â s â y i ؟: â sâyişi, g ü v e n liğ i b o z a n , m u h ill-i n â m û s : n â m u s a d o k u n a n , ııâ m u sa z a r a r veren .
س٠ﻣﺢ
m u h iss
(a.s. h iss'd e n ) : h isse ttire n , du -
yu ran .
ﻫﻮﺣﻤ ﺶ
m û h iş
muhkemât ( ﻣ ﺤ ﻜ ﻤ ﺎ تa.i. muhkeme'nin c .): İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler. muhkemât-ı Kıır'âniyye : mânâsı sarih, açık olan âyetler, [zıddı: “müteşâbihât” dır], muhkeme ( ﻣ ﺤ ﻜ ﻤ ﻪa.s.) : ["muhkem" in müen.]. (bkz : muhkem). muhkim ( ﻣ ﺤ ﻜ ﻢa.s. hükm'den): İhkâm eden, kuvvet veren, kuvvetleştiren, sağlam kılan, m uhlif ( ﻣﺤﻠ ﻒa.i.): şöyle idi veyâ böyle idi diye halkın yemin etmesine sebebolan ؟ey.
den.
m u h ill
saglamlaştırılmı ؟, kuvvetli. 2. huk. degiştirilmesi mümkün olmayan yazı, söz. muhkem kaziyye : huk. kesin hüküm,
(a.s. v a h şe t'd e n ) : k o rk u v e d eh -
؟et v e re n , k o rk u ta n , ü rk ü te n , (b k z : m u v a h -
muhlis ( ﻣﺨﻠﺲa.s.): saç ve sakalına kir dü ؟mü[ ؟kimse]. muhlis ( ﻣﺨﻠﺺa.s. hıılûs'dan) : 1. lıâlis, katkısız. 2. dostluğu, samimiliği ve hâli İçten, gönülden olan, [eskiden, büyükten küçüğe yazılan resmi yazılarda bir nezâket dili olarak ''ben” mânâsına gelen "muhlisiniz” kelimesi kullanılırdı]. 3. i. erkek adi. muhlis-âne ( ﻣﺨﻠﻤﺎﻧﻪa.f.zf.): samimi olarak, İçten gelerek, dostlukla, (bkz : hâlis-âne).
h i) ؟.
m u h it
ﺣﺔط٠ (a.s.
1. İh âta
ed en ,
v e i. h a v t'd a n . c. : m u h itâ t) : e tr â fın ı
ç e v ire n ,
k u şa ta n .
2 . m at., sosy. ç e v re . 3. A l l a h a d la rin d a n d ir.
4 . bot.
z a rf, k ılıf. 5. i. V a ta n K ü tü p h a n e -
si sa h ib i O h a n n e s F e rit E fe n d i t a ra fın d a n 18 8 8 de y a y ım la n m ış o n be ş g ü n lü k f ik ir v e
muhlise (a.s. hıılûs'dan): 1. [“muhlis'' in müen.]. (bkz : muhlis). 2. i. kadın adi. muhmer ( ﻣﺨﻤﺮa.s.). (bkz : muhammer). muhmid (a.s.): ihmâdeden, ateşin alevini bastıran. muhmir ( ﻣﺨﻤﺮa.s.). (bkz : muhammir).
sa n a t d ergisi.
m u h it-i A r z : cogr. D ü n y â 'n ın ç e v re si,
muhnat ( ﻣﺤﺘﻂa.s.). (bkz : muhannet)..
m u h it-i d â ire : geo. çen ber, d â ire ç e v re si,
m u h n i k - (a.s. hank'dan): boğan,, boğucu,
m u h it-i d â ir e -i ؟â k u lî : astr. d ü ş e y d a ire
muhnika ( ﻣﺨﻨﻌﻪa.s. hank'dan): [''muhnik” in müen.]. (bkz: muhnik).
ç e v re si.
m u h it-i İstivâ : astr. elcvator çe v re si, m u h it-i zâ viy e : m at. ç e v re *açısı. m u h itü ' 1-m a â r if : a n sik lo p e d i, m u h itâ t
ﻣﺤﻴﻄﺎت
(a.s. v e i. : m u h it'in c.) : ç e v -
reler.
m u h iti
ﻣﺤﻴﻄﻰ
m u h k em
(a.s.) : *çe vrel, fr. p érip hériq u e,
ﻣ ﺤﻜﻢ
(a.s. h ü k m 'd e n ) : 1. ta h k im
e d ilm i ؟, s a ğ la m
784
k ılın m ış ,
sa ğ la m , be rk ,
muhnis ( ﻣﺤﺘ ﺚa.s.): birine verdiği sözü geri aldıran. muhnit ( ﻣﺤﻨﻂa.s.). (bkz : muhannit). m u h rec[y، ٥(a.s.hurûc'dan) :1. ihrâcolunmu ؟, dışarı çıkarılmış. 2. bir ؟eyin sûreti çıkarılmi ؟. muhrez ( ﻫﺤﺮزa.s.): 1. İhrâz olunmu ؟, elde edilmi ؟, kazanılmış. 2. sudaki balık, akan
muhtasıra
su gibi kimsenin mail olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi,
muhtâcîn ( ﻣﺤﻌﺎﺟﻌﻦa.s. muhtâc'ın c .): ihtiya؟ sâhipleri; fakirler, yoksullar,
( ﻫﺤﺮبa.i.) : torpidoları avlamaya yarayan ve ؟ok hızlı giden bir çeşit küçük harb gemisi.
m u h tâci^et ﻇ ﺠ ﺖ٠( ﻣﻞa.i.): muhtaçlık, ihtiya ؟, yoksulluk, fakirlik,
m u h rib
m u h rib
ﺧ ﺮ ب٠ (a.s. harâb'dan. c .: muhribin):
harâbeden, yıkıp yuguran. (bkz: muharrib).
ه٠( ﻣﺨﺮa.s.): ["muhrib'' in miien.]. (bkz : muhrib).
m u h rib e
( ﻣ ﺨ ﺮﺑﻴ ﻦa.s. muhrib'in harâbedenler, yıkıp yuguranlar.
m u h rib in
c.) :
( ﻣﺨﺮﺟﻪa.i.): çıkrıkçı,
m u h rice
m u h rik , m u h rik a
ﻣﺤﺮﻗﻪ، ( ﻫﺤﺮقa.s. hark'dan):
1. İhrâk eden, yakan, yakıcı. E d v iy e -i m u h r ik a : yakıcı İlâçlar. 2. yanık [ses], m u h rik -d em
دم،3( ﻣﺤﺮa.f.b.s.): nefesi yakıcı
olan ؛âşık.
( ﻣﺤﺮزa.s. İhrâz'dan): ihrâzeden, elde eden, kazanan.
m u h riz
( ﻣﺤ ﺾa.i.): h uk. [eskiden] akil, bülûğ, İslâmiyet, hürriyet, nikâh-1 sahih ile teehhiil gibi evsâfı câmî olan kimse,
m u h sa n
muhtal ( ﻣﺤﺘﺎلa.s.): huk. havâleyi alan kimse, muhtâl ( ﻣﺤﺘﺎلa.s. hile'den): hileci, dalavereci, dubârâcı. (bkz : dessas, muhtedi'). muhtâl ( ^ لa.s. hatl'dan): kibirli, büyüklük taslayan, (bkz : miitaazzım, mütekebbir). muhtâle ( ﻣﺤﺘﺎكa.s.): hileci, dalavereci [kadm).
( ﻣﺨﺘﺎفa.s.): 1. hâin. 2. kendisine hainlik edilen [kimse].
m u h tâ n
( ﺧﺘﺎ رa.s. hayr'dan. c . : mııhtârân): 1. ihtiyâr eden, seçilmiş, seçkin [Hz. Muhammed hakkında kullanılır]. 2. hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan, dilediğini yapan. 3. i. köy veyâ mahalle i?lerine bakmak üzere halkın seçtiği kimse,
m u h tâ r
m u h tâ r-ı H a k k : m u h tâ râ n
( ﻣﺨﺘﺎرانa.s.i. muhtâr'ın c.). (bkz:
muhtâr).
ت(a.i. muhsene'nin c .): haramdan sakınan temiz, nâmuslu kadınlar,
m u h tâ re
(a.i.c.: muhsenât): haramdan kaçman temiz, nâmuslu kadın,
m u h tâ riy y e t
m u h sen ât
m uhsene
m u h sm m u h si
( ﻣﺤ ﺺa.s.). (bkz : muhassm.')).
( ﻣ ﺤ ﻌ ﻰa.s.): İhsâ eden, sayan [sayı],
İhsân eden, iyilikte, bağışta bulunan. 2. i. erkek adi. [miien.: muhsine = kadm adi],
m u h sin
( ﻣﺤﺴﻦa.s. hasen'den):
1.
(a.s. hâcet ve havc'den. c . : muhtâcin): 1. İhtiyâcı olan, kendisine bir şey lâzım olan, bir eksiği olup onu tamamlamak isteyen. m u h tâ c-ı b e yâ n : anlatılmaya muhta ؟, anlatılması gerekli olan. m u h tâ c-ı h im â ye : korunmağa muhta ؟. m u h tâ c-ı h im m e t : yardıma ihtiyacı olan, m u h tâ c-ı m u â v e n e t : yardıma muhta ؟. m u h tâ c-ı sa d ak a : sadakaya muhta ؟. m u h tâ c-ı t a 'r î f : anlatmaya muhta ؟. m u h tâ c-ı te d â v î: tedâviye muhta2 . ؟. yoksul, fakir.
m u h tâc
Hz. Muhammed.
( ﻣﺨﺘﺎرهa.s. hayr'dan) : ["muhtâr" in müen.]. (bkz : muhtâr).
( ﻣﺨﺘﺎرﻳﺖa.i.): muhtarlık, .erkinlik, irâdesi ve idâresi kendi elinde olma, kendi kendine hareket edebilme, (o.s. hasad'dan): hasat edilmiş, biçilmiş [ekin].
m u h ta sa d
( ﻣ ﺨﺘﻤﺮa.s. hasr'dan): ihtisâr edilmiş, kısaltılmış, kısaltma, kısa,
m u h ta sa r
( ﻣﺨﺘﺼﺮهa.s. hasr'dan): ["muhtasar" in miien.]. (bkz : muhtasar),
m u h ta sa ra
m u h ta sa ra n
( ﻣﺨﺘﺼﺮأa.zf.): muhtasar, kısaltıl-
mış, kısa olarak.
( ﻣﺨﺘﺼﺮﻳﺖo.i. hasr'dan): muhtasar, .özetlenmiş olma durumu, kısalık,
m u h ta sa riy y e t
(a.s. hasad'dan): ihtisâdeden, ekin biçen, ekinci.
m u h ta sıd
( ﻣ ﺨ ﻌ ﻢa.s. hasm'dan): husûmet, düşmanlık eden.
m u h ta sım
m u h ta sıra
( ﻣﺨﺘﺼﺮهa.i.): hülâsa, kısaltma. 785
muhtass
(a.s. husûs'dan. c . : muhtassin): bir lcimseye veyâ şeye mahsus olan, ....-e vergi.
m u h ta ss
(a.s. husûs'dan) : ["muhtass" m müen.]. (bkz : muhtass).
m u h ta ssa
( ﺳ ﻰa.zf.): bilhassa, en ؟ok.
m u h ta ssa n
(a.s. husûs'dan. muhtass'nm ,c.) : bir kimseye veyâ şeye muhsas olan şeyler, ....-e vergi olanlar,
m u h ta s s in -
( ﻣﺤﺘﻄﺐo.i.) : bot. baltalık,
m u h ta ta b
ﻣﺨﺘﻄﺐ (a.s. hatab'dan): 1. ihtitâbeden, nikâhla isteyen. 2. hutbe okuyan; nutulc veren.
m ııh tatıb
( ﻣﺤﺘﻄﺐa.s. hatab'dan) : 1. odun ke-
m u h ta tıb
sen veya toplayan. 2 . i. baltalık,
muhtebis (a.s. habs'den): ihtibâs eden, kapanıp kalan. muhtecib ( ﻣﺤﺘﺠ ﺐa.s. hicâb'dan): örtülü, örtünmüş, saklanan, gizlenen, muhtedd ( ﻣﺤﻌﺪa.s. hadd'den): 1. keskinleşmiş, keskin. 2. hiddetlenmiş, kızmış, hiddetli, muhtedi' ( ﻣﺨﺘﺪعa.s. hud'a'dan): hilekâr, dalavereci. (bkz: muhtâl). m u h te d i-â n e
( ﻣﺨﺘﺪﻋﺎﻧﻪa.f.zf.): hilecilikle, da-
laverecilikle. m u h t e f i - (a.s. hafî'den) : İhtifâ eden, saklanan, gizlenen ؛şaklanmış, gizlenmiş, muhtefiye ( ﻣﺨﺘﻔﻴﻪa.s. hafi'den): ["muhtefi" nin müen.l. (bkz : muhtefi).
m ııh ta tıf
muhtelcır (a.s.): ihtikar eden, hakir, aşagı, hor gören.
m u h ta tıfa -
muhtekir ( ﻣ ﺤ ﺘ ﻜ ﺮa.s.c.: muhtelcirin): ihtikâr yapan, yolsuz kazan ؟elde eden, vurguncu, istifçi.
.(a.s.): 1. ihtitâf eden, kapıp götüren. 2. göz kamaştıran. E şi'a -i m u h ta tife : göz kamaştıran ışıklar, (a.s.) : ["muhtatıf” ınmüen.]. (bkz: muhtatıf).
( ﻣ ﺤﺘﻔ ﺮa.s. huzûr'dan): hazırlan-
m u h ta z a r
mış, ölüme hazır, (blcz : muhtazır). m ıılıtazı'
( ﻣﺨﺘﻀﻊa.s.): alçakgönüllülük göste-
ren; boyun egen. mııhtazı-âne ﻧﻪ(a.f.zf.) : alçakgönüllülükle; boyun egerek.
( ﻣ ﺨﺘ ﻔ ﺐa.s.): ihtizâbeden, renkle-
m u h ta zıb
nen, boyanan. hâlinde bulunan, can ؟ekişen. m u h ta z ır-â n e
( ﻣﺤﺘﻀﺮاﻧﻪa.f.zf.): can ؟ekişiyor-
muş ؟asına. 1.
başvurma. 2. miira-
caat yeri. 3. elkitabı. m u h tebes
—
(a.s. habs'den): hapsedilmiş,
(a.s. haber'den): 1. ihtibâr eden, yoklayan, deneyen. 2. haberi olan, bilen.
m u h te b ir
ص
m u h te b ir-â n e
( ﺳ ﺶa.s. halel'den). (bkz : muhtell).
(a.s. h alfd en ): ihtilâf olunmuş, birbirine uymamış; uyuşmamış,
m u h te le f
ي(a.b.s.): üzerinde ihtilâf olunmuş mesele, ( ﻣ ﺨﻠ ﻊa.s.): İhtilâ eden, kocasından boşanan [kadın].
m u h teli'
( ﻣﺨﺖ؛راذهa.f.zf.): yoklarcasına,
( ﻣ ﺨﻠ ﺐa.s.): aldatıcı, hileci,
m u h t e l i c - (a.s. halecân'dan): .ihtilâceden, titreyen [elinde olmayarak],
ﻣ ﺨﻠﻐﻪ، (a.s. s ü l.: halefe) : 1. ihtilâf eden, biribirine uymayan, zıt. 2 . türlü, ؟eşitli; ؟eşit ؟eşit. E m sile -i m u h te life : a. gr. bir kökün ayrı zamanlara göre tasrif edilmiş, ؟ekilmiş şekilleri,
m u h telif, m u h telife
denercesine.
m u h te lik -
(a.s.): ihtilâk eden, tıraş eden,
( ﻣﺨﺘﺒﺮهa.s. haber'den): ["muhtebir'' in müen.]. (bkz: muhtebir).
m u h te lik -
(a.s. halk'dan): yalancı, uydu-
m u h teb ire
78،
m u h tel
m u h telib
( ﻫﺨﺘﺒﺮa.i.):
m u h teb er
( ﻣﺤﺘﻜﺮﻳﻦa.s. muhtekir'in c .) : ihtikâr yapanlar, yolsuz kazan ؟elde edenler, vurguncular, istif ؟iler.
m u h te k irin
m u h te le fiin -fih
( ﻣﺤﺘﻀﺮa.s. hıızûr'dan): ihtizar
m u h ta z ır
muhtekir-âne ( ﻣﺤﺘﻜﺮاﻧﻪa.f.zf.): vurgunculukla, istifçilikle.
rucu.
muhtesib
( ﻣﺤﺘﺾa.s.) : ihtilâm olmuş, düşü
m u h telim
azmış.
muhtera'
ﻣﺨﺘﺮع
(a.s.):
1. İh tirâ
o lu n m u ş,
ic â d e d ilm iş. 2 . u y d u r u lm u ş, u y d u r m a [şey,
( ﻣﺨﺘﻠﺲa.s.) : ihtilâs eden, ؟alan, ؟a-
m u h telis
lıp ؟ıı'pan [resmi yerlerden], m u h telis-ân e
( ﻣ ﺤ ﺸﺎﻧ ﻪa.f.zf.) : ؟alıp ؟ırparca-
söz].
muhtereât ﻣﺨﺘﺮﻋﺎت 1 . u y d u r m a , y a la n , ؟ılearılm ış,
Sina.
(a.s.
m u h te re a 'n m
c.) :
d ü zm e [sözler]. 2 . y e n i
y o k ta n
m eydana
g e tirilm iş
[şeyler].
( ﻣ ﺨ ﻒa.s. hals'den) : ["muhtelis" in müen.]. (bkz : muhtelis).
m uhtelise
ﻣﺨﺘﻠﻄﻪ، ( ﻣﺨﺘﻠﻂa.s. karışık, karm a. A d e le -i m u h telite : anat. boyunun arkasındaki adele. H ey'et-İ m u h telite : türlü devlet delegelerinden olma hey'et (*kurul), m u h telit aded : m at. *karmaşık sayı, fr.
m u h telit,
m uh telite
halt'dan)
n o m bre com plexe, m u h telit te d risâ t m u h tell
: karma Ogretim.
( ﻣﺨﺘﻞa.s. halel'den) : İhlâl edilmiş,
bozulmuş, bozuk; karışmış, m u h tellii's-sih h a : sıhhati, sağlığı bozulmuş, m u h tellü 'ş-şu û r : aklını oynatmış; akil bozuk.
( ﻣﺤﺘﻤﻞa.s. haml'den) : 1. ihtimâli olan, umulur, beklenir, olabilir, olmayacak şey degil. 2. m ant. *olasi, fr. probable, m u h tem elii'z-zid d eyn : ed. bir sözün iki taraflı, yânî hem medih, hem zem olabilecek sûrette söylenilmesi. [Meselâ : “ â b -ı h a y v a n d ır efen d im a r t ığ ın ” mânâsındaki (âb-ı liayvan) hem âb -1 h ayât, hem h a y v a n su yu mânâsına gelir ki : efendim senin artığın â b -ı hayât'tır, yâhut : efendim senin artığın liayvan suyudur. Yânî : "sen hayvansm, senden artan su da hayvanin içtiği bir sudur" demek olur],
m u h tem el
muhterem, muhtereme ﻣﺤﺘﺮﻣﻪ، ﻣﺤﺘﺮم ger, s a y m .
Zevât-1 muhtereme :
muhteremi^et ﻣ ﺤ ﺮﺑ ﺖ
muhteri' ﻣﺨﻌﺮع
(a.s.) : 1. İh tirâ ed en , icâ d e d e n ,
y e p y e n i b ir ş e y m e y d a n a g etire n . 2 . y a la n d a n h a v â d isle r u y d u r a r a k iftir â d a b u lu n a n , [ b k z : m ü fteri].
muhteria ( ﻣﺨﺘﺮﻋﻪa.s.
( ﻣﺤﺘﻤﻰa.s.) : İhtimâ eden, perhiz
( ﻣﺨﺘﻤﺮa.s. hamr'dan) : 1. ihtimâr eden, mayalanarak ekşiyip kabaran. 2. örtüye bürünen, yaşmaklanan,
m u h te m ir
( ﻣﺨﺪﻧﻖa.s. hank'dan) : ihtinâk eden, nefes alamayıp boğulan; boğulmuş, boğuk.
m u h te n ik
h a r'd a n ) : [''m u h te ri'“ in
m iien .]. ( b k z : m u h teri'),
muhteri-âne ﻣﺨﺘﺮﻋﺎﺗﻪ
( a .f.z f.) :
1. îc â d
ederek.
2 . iftir â d a b u lu n a ra k .
muhterib
ﻣﺤﺘﺮب
m u h t e r ib in ) :
(a.s.
h a rb ed e n ,
h a r b 'd e n . sa va şa n ,
c .: (b k z:
m u h â rib ).
muhteribin ﻣ ﺤﺘ ﺮﺑﻴ ﻦ
(a.s. m u h te rib 'in
c .) :
h a rb ed e n le r, sa va şa n la r,
muhterif, muhterife ﻣﺤﺘﺮﻓﻪ، ﻣﺤﺘﺮف
(a. i.
h i r e f d e n ) : sa n a tk â r, İş sah ib i,
muhterik ﻣﺤﺘﺮق
(a.s. h a r k 'd a n ) : ih tirâ k eden,
tu tu şu p y a n a n , y a n m ış , y a n ık ,
muhterika ﻣﺤﺘﺮﻗﻪ
(a.s. h a r k 'd a n ) : [“m u h t e r ik "
in m ü en .]. (b k z : m u h terik ).
muhteris ﻣﺤﺘﺮص
eden.
h ü r m e t 'd e n ) :
d eğ e rlik .
( ﻣﺤﺘﻤﻸa.zf. haml'den) : muhtemel olarak, görünüşe göre, umulur ki.
m u h tem i
(o.i.
m u h te re m o lm a h âli, m u h te re m lik , s a y g ı-
muhteris ﻣﺤﺘﺮس
m u htem elen
sa y g ıd e ğ e r
k im se ler. 2 . i. erk ek ad i.
( ﻣﺤﺘﻤﻼتa.s. muhtemel'in c.) : beklenir, umulur, olabilir şeyler,
m uh tem elât
(a. s.
h ü rm e t'd e n ) : 1. ih tirâ m o lu n m u ş S a y g ı d e -
(a.s. h ir â s e t 'd e n ) : sa k ın a n ,
؟ek in e n . (b k z : m u h te riz , m u h tezir). (a.s. h ı r s 'd a n ) : 1. h ırs sâh ib i.
2 . ؟o k istekli. 3 . ateşli.
muhteriz ﻣﺤﺘﺮز
(a.s. h ı r z 'd a n ) : ih tirâ z eden,
s a k ın a n , ؟e k in en . ( b k z : m u lrteris, m u h te zir).
muhteriz-âne ﻣﺤﺘﺮزاﻧﻪ
( a .f .z f.) : s a k ın a ra k , sa-
k m a s a k ın a , ؟ek in erek , ؟ek in e ؟ekin e,
muhtesib ﻣ ﺤ ﻨ ﺐ
(a.s. h i s â b 'd a n ) :
1.
[eskiden]
b e le d iy e işle rin e b a k a n m e'm u r, b ele d iye
787
muhteşem
me'muru. 2 . [eskiden] polis ve belediye İşlerine bakan me'mur. (bkz : şahne, şıhne). muhteşem ( ﻣﺤﺘﺸﻢa.s. haşmet'den) : 1. ihtiçamlı, tantanalı, debdebeli, görkemli. 2 . i. erkek adi. [asil : "muhteşim" dir]. muhteşeme ( ﻣﺤﺘﺸﻤﻪa.s. haşmet'den) : [“muhteşem" in miien.]. (bkz : muhteşem), muhteçi'( ﻣﺨﺘﺸﻊa.s.) : kendisini alçak tutan,
( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮa.i. huzûr'dan) : 1. [eskiden] çerîat mahkemelerinde mübâçir hizmetini gören kimse. 2 . ask. Yeniçeri ocagmda bir yere bağlı bulunmayan müstakil, (*bağımSIZ) bir kumandan.
m u h z ır
( ﻣ ﺤﻔ ﺮﻳﻪa.i.) : h u k. aleyhine açılan dâvâ münâsebetiyle “muhzır” veyâ “mübâşir" gönderilmek sûretiyle getirilenlerden alınan para.
m u h z iriy y e
muhteçid ( ﻣﺤﻌﺸﺪa.s.) : İhtişâd eden, biriken, toplanan, (bkz : mUtehaşşid).
m u h z in
muhtetib ﻣﺨﺘﻄﺐ (a.s. hatab'dan) : 1. ihtitâbeden, odun toplayan. 2 . i. baltalık, lcoru, orman.
m u id
muhtetin ( ﻣﺨﺘﺘﻦa.s. hitân'dan) : sünnet olmuş, (bkz : mahtûn).
m u id d
muhtevâ ( ﻣﺤﺘﻮىa.s.) : bir şeyin İçinde bulunan; İçteki şey.
m u il ﻣﻌ ﻞ
muhtevi ( د و ىa.s.) : İhtivâ eden, İçine alan, İçinde bulunduran, kavrayan,
m u ill
( ضa.s.) : alil eden, hasta eden.
muhteviyyât ( ﻣﺤﺘﻮﻳﺎتa.i.c. : içindekiler, [doğrusu : "muhteveyât" dır],
m u in
( ﻫﻌﻴﻦa.s. avn'den) : 1. İâne eden, yardim2. yardımcı.
muhtezen ( ﻣﺨﻌﺰنa.s.) : biriktirilip hazîneye, anbara konmuş.
m u in e
muhtezin ( ﻣﺤﺘﺰنa.s.) : hüzünlü, kederli, (bkz : mahzûn, miikedder).
m u ir
muhtezin ( ﻣﺨﺘﺰنa.s.) : hazîneye koyan [biriktirip-], biriktirip toplayıp saklayan, anbara atan. muhtezir ( د ﻧ ﺮa.s.) : sakınan, çekinen, (bkz : muhteris, muhteriz). muhtır ( ﻣﺨﻄﺮa.s. hatr'dan) : hatıra getiren, hatırlatan. muhtıra ( ﻣ ﺨ ﺮ هa.i.) : 1. hatırlatmak üzere yazılan ve sunulan tezkere. 2 . hatıra gelen bir şeyin -unutmamak İçin- İçine yazıldığı kâğıt, defter... v.b. fr. mémoire,
( ﻣ ﺮ نa.s. hüzn'den) : hüzün verici; aciklandirici.
( ﻫﻌﺪa.i. avd'den) : inzibat te'minine me'mur muallim yardımcısı, (bkz : mubassır). ( ﻫﻌﺪa.s. add'den) : idâdeden, hazırla-
yan. (a.s.) : çoluğu çocuğu ve müteallikatı çok olan kimse.
CI.
( ﻫﺎﺑﻪa.s. avn'den) : [“muin" in müen.]. (bkz : muin). ( ﻣﻤﺮa.s.) : İâre eden, ödünç veren.
( ﻫﻌﺰa.s.) : izzet ve İkrâm edici, ağırlayıcı; Allah.
m u izz
mUje
( ﻣﻮرهf.i.) :
gam, kaygı, tasa. 2. belâ,
m ûk
( ر قa.i.) : göz pınarı.
m ûk
( ر كf.i.) : diken.
( ﻫﻘﻌﺮa.s. ka'r'dan) : 1. çukur, oyuk. 2. geo. *İçbükey, fr. concave. m u k a'ar-1 m u h ad d eb : geo. bir yani çukur, öteyam bombeli olan çekil, fr. co n cav o -
m u k a'ar
convexe.
( ﻣﻬﻌﺮهa.s.) : ["muka'ar" in müen.]. (bkz : muka'ar).
muhti ( ﻫﺨﻄﻰa.s. hatâ'dan) : 1. hatâya düşüren, yanıltan. 2 . hatâ eden, yanılan,
m u k aa re
muhti-yâne ( ﻣﺨﻄﺄذهa.zf. hatâ'dan) : hatâya düşerek, hatâ ile, hatâ ederek, yanılarak,
m u k a'ariy y et
muhyi ى٠( ﻣﺢa.s. hayât'dan) : İhyâ eden, dirilten, canlandıran, hayat veren, [maddi, mânevî].
1.
musibet.
( ﻣﻘﻌﺮﻳﺖa.i.) : çukurluk.
ﺷﺐ
m u k ab beb
(a.s. kubbe'den) : kubbeli. : kubbeli binâ.
B in â -y ٤m u k ab b eb m u k ab b el
ل٠( ﻣﻊa.s. kabl'den) : takbil edilmiş,
öpülmüş.
muk٥ ddimetü'l-، eyş
mukabbız ( ﻣﻘﺒﺾa.s. kabz'dan): daraltan, kan.
S I-
mukabbız-ı ev'iye : damar daraltan. mukabbil ( ﻣﻘﺒﻞa.s. kabl'den. c . : mukabbilin): takbil eden, öpen. mukabbilin ( ﻣﻌﺪﴽنa.s. mukabbil'in c .): takbil edenler, öpenler.
2. *Öncüler, ordunun ilerisinde bulunan askerler. mukaddem-dem ( ﻣﻘﺪم دمa.f.b.s.): önceki zamanii takdim edilen. mukadder ( ﻣﻘﺪرa.s. kader'den) : 1. takdir olunmu?, kıymeti biçilmiş; kadri, değeri bilinmi?, beğenilmiş. 2 ٠i. yazılı, almda yazılı. El-mukadder İâ yugayyer: kader değiştirilemez. (bkz : kader). 3. ed. yazılı olmayıp, sözün gelişinden anlaşılan. 4. i. kadm adi.
mukabele ﻗﺎﺑﻠﻪ٠ ("ka" uzun okunur, a.i. sül. : kabile) : 1. karşılık verme, karşılama. 2. karşı gelme. 3. birbiriyle karşılaştırma; mukadderât ( ﻣﻘﺪراتa.i. mukadder'in c .): alin karşılıklı yapılan okuma. 4. câmilerde halyazısı, (bkz : mukadderi, ka karşı Kur'ân okuma. Cebr ii mukabele : mukadderât-ı erbaa : fık. ölçüsü, kile, okka, mat. [evvelce muâdele adını alan] cebir. sayı gibi şeylerle belirtilen nesneler. 5. tas. Mevlevi âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe hâliyle ayakta dönmesi mukaddere ( ذ ر هa.s.) : (“mukadder'in müen.). (bkz: semâ'). (bkz : mukadder). mukabele-bi'l-misl "( ﻣﻘﺎﺑﻠﻪ ا ﻟ ﻔ ﻞka" uzun okunur. a.b.i.) : misilleme, yapılan muâmeleyi aynen tekrarlama. mukabeleten ( ﻣﻘﺎﺑﻠﺔa.zf.) : karşılık olarak; karşılık vererek; karşılaştırılarak. mukabil "( ^ لka" uzun okunur, a.s. sü l.: kabile): 1. karşı karşıya gelen, bir şeyin karşısında bulunan. 2. bir şeye karşı, bir şeye karşılık yapılan. 3. i. karşılık. 4. zf. karşılığında. mukabil-i helezon: anat. *sarmal önü, fr. antheiix. muk'ad ( ﻣﻘﻌﺪa.s. ku'ûd'dan): kötürüm, yatalak. mûkad ( ﻣﻮﻗﺪa.s.): ağır yüklü, mukaddem ( ﻣﻘﺪمa.s. kıdem'den): 1. takdim edilen, sunulan [küçükten büyüğe-]. 2. Önde olan, önden giden. 3. önce gelen, önceki [zamanca-]. 4. değerli, üstün. 5. mant. *önerti. 6. ask. redif askerinin ayrıldığı iki kışımdan birincisi. mukaddem-i rüşeym: bot. cücük (embriyon) taslağı. mukaddemii'l-ayn: hek. gözün kenarı, pınarı. mukaddemâ ( ﻣﻘﻠﻤﺎa.zf.): önce, eskiden, mukaddemât ﻣﻐﺪﻣﺎت (a.i. kıdem'den. mukaddeme'nin c .): 1. mant. *öncüller.
mukaddes, mukaddese ﻣﻘﺪﺳﻪ، ( ﻣﻘﺪسa. s. kuds'den): 1. takdis edilmiş, mübârek, kutsal; temiz. Kütüb-i mukaddese : miibârek, kutsal kitaplar : [Kur'ân, Tevrât, ZebUr, incil]. 2. i. kadın adi. mukaddesât ( ﻣﻘﺪﻣﺎ تa.s. mukaddes'in c .): kutsal şeyler. mukaddim ( ﻣﻘﺪمa.s. kıdem'den): 1. takdim eden, sunan [küçük, büyüğe-]. 2. öne, ileri geçiren. mukaddimât ( ﻣﻘﺪﻣﺎتa.s.i.): nrukaddime'nin c.). (bkz: mukaddime), mukaddimat-ı ilm : fels., fr. propCdeutique. mukaddime ( ﻣﻘﺪﻣﻪa.s. kıdem'den. c .: mukaddimât): 1. öne geçen, önde giden, (bkz: pîş-rev). 2.İ. başlangıç, giriş, önsöz [kitapta-], fr. prdface. mukaddime-i b e jin e : huk. “ beyyine başİangıcı'': hasımdan sâdır olan bir varakadır ki İddiâ edilen şeyi tamâmen İspât etmemekle berâber bu şeyin vukuuna delâlet eyler, fr. commencement de preuve. mukaddime-i darb ii cerh: yaralama ve dövme başlangıcı. mukaddime-i hâdia: ed. aldatıcı başlangıç, mukaddime-i kiiljrâ : büyük başlangıç. mukaddimetU'l-ceyş: ask. ordunun ilerisinde bulunan asker, (bkz : pîş-dâr). 789
İkadd im etü'l-Ede b
MukaddimetU'l-Edeb : Zemahşeri'nin ünlü Arappa - Tiirlcpe sözlüğü, mulcaddir ﻣﻘﺪر (a.s. kader'den. c .: mukaddirin): takdir eden, kıymet bipen; kadrini bilen, begenen. [Allah adlarındandır]. mukaddir-âne ( ﻣﻘﺪراﻧﻪa.f.zf.): takdir edercesine, kıymetini bilircesine. mukaddirin ( ﻣﻘﺪرﻳﻦa.s. mukaddir'in c .): takdir edenler, kıymet bipenler ؛kendini bilenler, kendi beğenenler,
mak gibi tiplerden oluşan denizhayvam familyasmdan biri, mukanna'( ﺷ ﻊa.i.): pepeli, mukanned ئ mu?.
(a.s.) : ?ekerle terbiye olun-
mukannen ( ﻣﻔ ﻦa.s. kanûn'dan. c .: mukannenât): belli belirli, ?aşmaz, (bkz: muayyen). mukannenât ( ﺷ ﺎ تa.s. mukannen'in c .): âdet olan tahsisat.
mukaffâ ( ﻣﻘﻔﻰa.s.): kafiyeli, lcafiyelenmi?.
mukannene ش (a.s.): [“mukannen'' in müen.j. (bkz: mukannen),
mulcaffel ( ﻣﻘﻔﻞa.s. lcufl'den): kilitli, kilitlenmi?. Bâb-ı mukaffel: kilitli kapı,
mukannin ( ضa.s. kanun'dan): kanun yapan. (bkz: kanûn-?inâs).
mulcahhir ( ﻣﻘﻬﺮa.s. kahr'den) : tahkîı. eden, kahreden, yok eden.
mukantar, mukantara ﻣﺸﻄﺮه، ( ﻣﻘﻄﺮa. s. kantara'dan): kemerli, kemer ?eklinde olan ؛köprü.
mukalkal ( ﻣﻘﻠﻘﻞa.s.): 1. kararsız. 2. i. ?arap. (bkz : bâde, hamr, sahpâ). mulcalkale ( ﻣﻘﻠﻘﻚa.i.): surâhi ؛şişe, multalled ( ﻣﻘﻠﺪa.s. kald'den): 1. boynuna gerdanlık takılmış. 2. taklidedilen, örnek tutulan.
mukantarât ( ﻣﺸﻄﺮاتa.i. mukantara'nm c .): kemer ?eklinde olan ?eyler: köprüler, mukaraa ﻗﺎرﺀه٠ (“ka” uzun okunur, a.i. kur'a' dan): 1. ad pekişme. 2. pekişme, vuruşma,
mukallef ﻣﻘﻠﻒ.(a.s.): taklif edilmi?, kalafatlanmış.
mukaraza “( ﻣﻔﺎوﺿﻪka" uzun okunur, a .i.): kazanca ortak olup zararı sermâyeye âit olmak üzere birine bir miktar sermaye verme.
mukallib ( ﻣﻘﻠ ﺐa.s. kalb'den): kalbeden, peviren, başka ?ekle sokan.
mukarebe ^“( ﻣﻘﺎرka” uzun okunur, a.i. kurb'dan). (bkz: mukarebet).
mukallid ( ﻣﻘﻠﺪa.s. kald'den. c . : m ukallidin): 1. bir ?eyi takan, kuşatan, boynuna asan. 2. taklitpi.
mukarebet “( ﻣﻘﺎرﺑﺖka" uzun okunur, a.i. kurb'dan): yakrnlrk ؛akrabalık,
mukallid-âne ذه١ى sûrette.
(a.f.zf.): taklitpiye yakışır
mukallidin ( ﻣﻘﻠﺪﻳﻦa.s. mukallid'in c .): 1. takmanlar, kuşananlar, boynuna takanlar. 2 ٠taklitpiler. mukamere “( ﻣﻘﺎﻣﺮهka” uzun olcunur. a.i.): kumar oynama, oynaşma, mukamir “( ﻣﻘﺎﻣﺮka” uzun okunur, a.s. ve i.) : kumarbaz. mukanfez ( ﻣﻘﺘﻒa.s.): zool. üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan, kirpi, mukanfezii'l-cild ( ﺷ ﻐ ﺬ ا ﻟ ﺠ ﻚa.i.): zool. derisidikenlilerden, denizkestanesi ve beşpar790
mukarenet “( ﻣﻘﺎرﻧﺖka” uzun okunur, a.i. karn'dan): 1. bitişiklik ؛yaklaşma, kavu?ma, bitişme, (bkz : telâkki): 2. uygunluk, mukarib “( ﻣﻘﺎربka” uzun okunur, a.s. kurb'dan): karib, birbirine yakın olan, mukarin “( ﻣﻘﺎرنka" uzun okunur, a.s. karn'dan) : bitişik, ulaşmış, erişmiş, yaklaşmış, bir yere gelmi?. mukarnes ( ﻣﻘﺮﻧﺲa.s.): 1. merdiven ?eklinde dereceleri olan patma tavan, kubbe. 2. kubbe bipiminde olan. 3. bir peşit serpu?. 4. nakışlı, işlemeli, rengârenk olan. Seyf-İ mukarnes: [eskiden] “kırk merdiven” denilen ve ağzı derece derece olan bir peşit kılıp, [bu kelime, dagdan burun gibi pikan
mukassi
sivrilik veyâ kalkık ve yüksek hörgüçlü deve mânâlarına olan “kurnâs” kelimesinden türemiştir]. mukarr ( ﻣﻌﺮa.s. karâr'dan): İkrâr olunmuş, "vardır, evet öyledir” denilmiş, mukarreb ( ﻣ ﻘ ﺮ بa.s. kıırb'dan c . : mukarrebân, mukarrebin): takrlbedilmiş yaklaşmış, yakın. Melek-i mukarreb: Allah'a yakm, yaklaşmış olan melek. mukarrebân (a.s.kıırb'dan, mukarreb'in c.). (bkz: mukarrebin). mukarrebin ( ﻣ ﻘ ﺮ ﺑ ﻴ ﻦa.s. mukarreb'in c .): yakınlaşma, yaklaşmış olanlar, yakınlar. Melâike-İ mukarrebin: Allah'a yakm, yaklaşmış olan melekler, mukarrebûn ( ﻣﻘﺮﺑﻮنa.s. mukarreb'in c .): Allah'a yakm olan büyük melekler, (bkz: mukarrebân, mukarrebin).
medresede, dersi tekrar ederek anlatan müderris (profesör) muâvini. 4. i. huzur hocası [ramazanda pâdişâhın huzûrunda ders vermek, Kur'ân'ı tefsir etmekle vazifeli bulunan müderris, ders-i âmm]. mukarririn ( ﻣﻘﺮوﻳﻦa.s. mukarrir'in c.).(bkz: mukarrir).
ﺀ ﺳ ﻞ3 „ ( ر ﺿ ﻒa.s. karz'dan. c. :m ukarrizin): takriz eden, medheden; medih yollu yazı yazan. mukarrizin ( ﻣﻘﺮﺿﻴﻦa.s. mukarriz'in c .): takriz edenler, medhedenler; medih yollu yazı yazanlar. mukarriin-bih ( ﻣﻘﺮﺑﻪa.b.i.): İkrâr olunan hak, başkasına âit bulunduğu, bir kimse tarafmdan haber verilen hak. mukarriin-leh ( ﻣﻘﺮﻟﻪa.b.i.): kendisine, âit bulunan bir hak, başkası tarafından îtirâf olunan hakîkî veyâ (vakıf gibi) mânevi şahıs,
mukarrer ( ضa.s. karâr'dan. c. :mukarrerât): 1. kararlaşmış. 2. şüphesiz, sağlam. 3. anla- mukarriin-leh bi'n-neseb ( ﻣﻘﺮﻟﻪ ﺑﺎﻟ ﺴ ﺐa.b.i.): tılmış, bildirilmiş. neseb bakımından mîrâsa hakki olduğu İkrâr olunan kimse. mukarrerât ( ﻣﻘ ﺮ را تa.i. mukarrer'in c .): kararlaştırılan şeyler; kararlar, mukarriin-leh bi'n-nesebi ale'l-gayr: fer. nesebce başkasına karâbeti İddiâ edilemukarrere ( ﻣﻘﺮرهa.s. karâr'dan) : [“mukarrer” rek mîrâsa hakki bulunduğu İkrâr olunan in müen.]. (bkz : mukarrer), kimse. mukarreren ( ﻣﻘﺮرأa.zf.): kararlaşarak, kararmukasât "( ﻣﻘﺎﻣﺎ تka” uzun okunur, a.i.): laştırarak, kararlaştırılarak, zahmet ؟ekme. mukarrız( ﻣ ﻘ ﺮ ظa.s.). (bkz : mukarriz). mukaseme . "( ﻣﻘﺎﺳﻢka” uzun okunur, a.i. mukarri' ( ﻫﻀﻊa.s.: takri' eden, başa kakan; kısm'dan): taksim etme, paylaşma, bölüşazarlayan, paylayan. me. mukarrib ( ﻫﻌﺮبa.s. kurb'dan): 1. takribeden, mukasım "( ﻣﻘﺎﺳﻢka” uzun okunur, a.s. yaklaştıran; yakınlaştıran. 2 ٠tar. ramazankısm'dan): taksim eden, paylaşan, bölüşen, da Kur'an metinlerini padişah huzurunda yorumlayan hoca, huzur hocası, (bkz : mu- mukassat ( ﻣﻘ ﺴ ﻂa.s. kıst'dan): taksitli. karrir.). mukassatan ( ﻣﻘﺴﻄﺄa.zf.): taksitle, taksitli olamukarrih ر ح a ؟an ilâ ؟.
(a.s.c.: mukarrihât): yara
mukarrihât ( ﻣ ﻘ ﺮ ﺣﺎ تa.s. mukarrih'in c .): yara açmaya mahsus olan te'sirli İlâçlar, mukarrin (a.s. karn'den): takrin eden, birlikte bulunduran.
rak. mukassem ( ﻣﻘ ﺴﻢa.s. kısm'dan): taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. mukassır ( ﻣﻘﺼﺮa.s. kasr'dan): 1. taksir eden, yapabilir iken yapmayıp ؟ekinen. 2. yapmaya gücü yetmediği İ ؟in bırakan. 3. kusur işleyen, (bkz: mütekasır).
mukarrir ( ضa.s. karâr'dan. c.: m ukarririn): 1. takrir eden, yerleştiren, sâbit kılan. 2. an- mukassi ى٠( شa.s. kasvet'den): kasvet verici, latan, bir maddeyi etraflıca anlatan. 3. i. kasvetli, sıkıntılı, sıkıcı; dar. 791
mukassim
mukassim ( ﻣ ﻘ ﻢa.s. kism'dan) ; taksim eden, ayıran, bölen. Kıyâs-ı mukassim : mant. *ikilem, fr. dilemme. mukaşşer ( ﻣﻌ ﺸ ﺮa.s. kışr'dan) : takşîr edilmiş, kabuğu soyulmuş. Bâdâm-1 mukaşşer : kabuğu soyulmuş bâdem. mukataa "( ﻣﻘﺎ ﻃﻌﻪka” uzun okunur, a.i. kat'dan. c. : mukataât) : 1. arâzinin kesime verilmesi, muayyen bir kirâ karşılığında birine birakliması. 2. bağ, balı ؟e, arsa hâline getirilen ekim toprağı İ ؟in verilen vergi, mukataât “( ﻣ ﻘﺎ ﻃ ﻌﺎ تka” uzun okunur, a.i. mukataa'nm c.). (bkz : mukataa). mukatelât “( ﻣ ﻘﺎ ﺗ ﻼ تka” uzun okunur, a.i. katl'den. mukatele'nin c.) : 1. öldürüşmeler, birbirini öldürmeler, vuruşmalar. 2. savaşlar; kavgalar. mukatele “( ﻣﻘﺎﺗﻠﻪka" uzun okunur, a.i. katl'den. c. : mukatelât) : 1. birbirini öldürme, vuruşma. (bkz : kıtâl). 2. savaş; kavga, m u k a t il^ ^ (“ka” uzun okunur, a.s. katl'den) : birbiriyle vuruşan, birbirini öldüren, mukatilûn ( ﻣﻘﺎﺗﻠﻮ نa.i. mukatil'in c.) : düşmanla savaşan mücâhitler, mukatta', mulcattaa ﻣﻘ ﻄﻌﻪ، ( ﻣﻘ ﻄ ﻊa.s. kat'dan. c. ; mukattaât) ; kat'edilmiş, kesilmiş; kesik, ayrı. Hurûf-İ mukattaa : ayrı ayrı yazılan, bitişik olmayan harfler, mukattaât ( ; ﻣ ﻘ ﻄ ﻌﺎ تa.s. mııkatta'ın c.) : 1. kat'edilmiş, kesilmiş, kesik şeyler. 2. ed. matla'siz şiir parçaları. 3. türlü gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler. 4. herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler ve tamarnlanmamış cümleler. 5. kısaltmalar, fr. abréviation. mukattar ( ﻣﻘ ﻄﺮa.s. katr'dan. c. : mukattarât) : taktir edilmiş, inbikten ؟ekilmiş; *damıtılmış. Mâ-i mukattar : *damıtık su. mukattara ( ﻣﻘ ﻄﺮهo.s. katr'dan) : [''mukattar'' m müen.]. (bkz : mukattar), mukattara-i fevkaniyye : jeol. *sarkıt, fr. stalactite. mukattara-i tahtâniyye : Jeol. *dikit, fr. stalagmite. 792
mukattarât ( ﻣﻘﻄﺮاتa.s. mukattar'in c.) : taktir edilmiş, inbikten ؟ekilmiş nesneler. mukattib ( ﻣﻘﻄﺐa.s.) : hek. buruşturucu, yapışkan [şey]. mukavelât "( ﻣﻘﺎوﻻتka" uzun okunur, a.i. kavl'den. mukavele'nin c.) : mukaveleler, sözleşmeler; yazılı sözleşmeler, mukavelât muharriri : noter, (bkz : kâtib-i adi). mukavele "( ﻣﻌﺎوﻟﻪka" uzun okunur, a.i. kavl'den. c. : mukavelât) : 1. sözleşme. 2. yazili sözleşme. mukavele-nâme “( ﻣﻘﺎوﻟﻪ ﻧﺎﻣﻪka” uzun okunur, a.f.b.i.) : mukavele, sözleşme senedi; sözleşmenin yazıldığı kâğıt; kontrat. mukavelevi ( ﻣﻘﺎوﻟﻮ ىa.s.) : mukaveleye, anlaşmaya âit, mukavele, anlaşma nevinden olan. mukavemet “( ﻣﻘﺎوﻣﺖka” uzun okunur, a.i. kıyâm'dan) ; karşı durma, dayanma, karşı koyma, direnme, direniş, mukavemet-i dâhilime: *i ؟diren ؟١ fr. résistance intérieur. mukavemet-i mahsûsa : fiz. Ozdiren ؟, fr. résistivité. mukavemet-sûz "( ﻣﻘﺎوﻣﺼﻮزka" uzun okunur, a.f.b.c.) : mukavemeti yok eden; dayanılmaz hâle getiren. mukavemet-şiken “( ﻣﻘﺎوﻣﺖ ﺷﻜﻦka” uzun okunur, a.f.b.s.) : mukavemeti kiran. mukavim “( ﻫﻘﺎومka” uzun okunur, a.s. kıyâm'dan. c. : mukavimin) : 1. mukavemet eden, karşı duran, dayanan, direnen: 2. dayanıklık. mukavimin ( ^ و سa.s. mukavim'in c.) : karşı koyanlar. mukavvâ ﻣﻘﻮى، 1. kavileştirilmiş, mukavva.
( ﻣﻘﻮاa.s. kuvvetten) : sağlamlaştırılmış.
2. i.
mukavver ( ﻫﻘﻮرa.s.) : 1. yuvarlak kesilmiş. 2. ziftle karışık veyâ ziftle kaplı. 3. g. s. bir yazı sitili. mukavves ﻗﻮس٠(a.s. kavs'den) : 1. yay gibi eğri. 2. kavisli, bükülmüş, kemerli.
mukraz
mukavvi, mukavviyye ﻋﻮﻳﻪ٠ ، ﻋﻮى٠ (a.s. kuvvet'den. c. : mukavviyyât) : 1. takviye eden, kuvvet veren, kuvvetlendiren. 2. kuvvet İ ؟in verilen [ilâ] ؟, fr. tonique. Edviye-i mukavviyye : lcuvvet ilâçları, mukavvim ( ﻣﻘﻮمa.s.) : 1. kıvâma getiren. 2. egriyi doğrultan, düzelten, mukavvi^ât ( ﻣﻘﻮﻷتa.s. mukavviyye'nin c.). (bkz : mukavvi). mukayaza "( ﻣﻘﺎﻳﻐﻪka" uzun okunur, a.i.) : trampa etme, değişme, (bkz : mübadele), mukayesât "( ﻣﻘﺎﻳﺴﺎتka" uzun okunur, a.i. kıyâs'dan, mukayese'nin c.) : 1. kıyaslamalar, ölçmeler, ölçüler. 2.fels., gr. karşılaştırmalar. mukayese "( ﻣﻘﺎﻳﺴﻪka” uzun okunur, a.i. kıyâs'dan. c. : mukayesât) ; 1. kıyâs etme, ölçme, Öİ ؟Ü. 2. fels., gr. karşılaştırma, mukayese-i rûhiyye : psik. ruh ölçümü, psikometri, fr. psychométrie. mukayese miistevisi : geo. karşılaştırma düzlemi. mukayyed ( ﻣﻌﺐa.s. kayd'dan) : 1. kayıtlı, bagil, bağlanmış. 2. ayağında zincir ve pranga bulunan. 3. bir içe ehemmiyet (٠önem) veren. 4. kaydolunmuş, deftere geçmiş, mukayyedât ( ﻫﻘﺪا تa.s. mukayyed'in c.) : (bkz : mukayyed). mukayyede ( ﻣ ﻴ ﺪ هa.s. kayd'dan) : ["mukayyed” in miien.]. (bkz : mukayyed).
mukbilân ﻣ ﻼ ن٠(a.f.s. kabl'den. mukbil'in c .): kutlular, mutlular, (bkz : mukbilin). mukbile ﻟﻪ٠( ﻣﻊa.s. kabl'den) : 1. ["mukbil” in müen.]. (bkz : mukbil). 2. i. kadm adi. mukbilin ( ﻫﻘ ﺪ نa.s. kabl'den. mukbil'in c .): kutlular, mutlular, (bkz : mukbilân). mukdim ( ﻣﻘﺪمa.s. kıdem'den): İkdâm eden, gayret ve devamlılıkla ؟alışan, İçine düşkün. mukdim-âne ( ﻣﻘﺪﻣﺎﻧﻪa.f.zf.): dikkat ve gayretle. mukhem ( ﻣ ﻘ ﺤ ﻢa.i.): cümle arasındaki fezla ve lüzumsuz kelime, mûkıd ( ﻫﻮﻗﺪa.s.): ikadeden, ateş yakan, mûkın ( ر شa.s.): ikan eden, şüphesiz, kat'î olarak bilen. mûkır وﻗ ﺮ٠ (a.s.): yemişin ؟okluğu dolayısıyla dalları şarkmış aga ؟. mukırr ( ﻣﻘﺮa.s. karâr'dan): 1. İkrâr eden, dogruyu söyleyen, “vardır, evet öyledir” diyen, kusûrunu, kabahatini gizlemeyen. 2. fık. birinin, kendisinde hakki olduğunu haber veren [kimse]. mukırr-âne ( ﻣﻘﺮاﻧﻪa.f.zf.): İkrâr edene, dogruyu söyleyene yaraşır yolda; İkrâr ederek, kusurunu söyleyerek. mukim ( ﻣ ﻘﻴ ﻢa.s. kıyâm'dan): ikamet eden, oturan, (bkz : ârâm-sâz, sâkin).
m u k a ^ i' ( ﻫﺸﺊa.s. kay'dan. c.: mukayyiât) : kay ettiren, kusturan, kusturucu,
mûkiz ( ﻣ ﻮﻗ ﻆa.s. yakaza'dan): 1. ikazeden, uyandıran. 2. gafletten, dalgınlıktan kurtaran.
mukayyiât (a.s.i. mukayyi'in c.) : kay ettirici, kusturucu İlâçlar,
mukle ( ﻣﻌﻠﻪa.i.) : anat. gözbebeği,
mukayyiât-i ma'deniyye : hek. mâdeni kusturucu İlâçlar. m u k a y y i d i (a.s.kayd'dan. c. :mukayyidin) : 1. lcaydeden. 2. i. kayıt me'muru. mukayyidin ( ﻫﺸﺪﻳﻦa.s. ve i. mukayyidin c.) : mukayyitler, kayıt me'murlari. mukbil ﺷ ﻞ٠ (a.s. kabl'den. c. : mukbilân, mukbilin) : 1. ikballi, kutlu, mutlu, (blcz : mes'ûd, bahtiyâr). 2. i. erkek adi.
mukmir, mukmire ﺀةﻣﺮه ، Kamer'den): mehtaplı [gece],
ﻣﻘ ﻤﺮ
(a.s.
mukni', muknia ﻣﺸﻌﻪ، ( ﻣﻘﻨﻊa.s. kanâat'den): İknâ eden, kanaat getiren, İnandırıcı. Edille-i muknia : İnandırıcı deliller, muknia ( ئa.i.) : zool. kurbağa yavrusunun yumurtadan ؟ıktıgı ilk hâli, mukraz ( ﻣﻘﺮ ضa.s. karz'dan): İkrâz olunmuş, ödün ؟verilmiş. 793
mukrî m ukri ( ﻃﺮىa.s. İcırâat'den): 1. [Kur'ân] okuyan. 2 ٠Kur'ân okumasını ögreten veya ezberleten [birine-].
muktedâ, muktedâ-bih
( ﻷa.s. kadv'dan) : 1. İktidâ edilen, uyulan؛ örnek tutulan. 2. önde bulunan, kendisine uyulan [imam, reis... v.b.].
mukriz ( ﻣﻘﺮضa.s. karz'dan): ikraz eden, ödün ؟veren.
m uktedi
muksâ ( ﻣ ﻘ ﻌ ﻰa.s.) : uzak kalınmış, uzaklaştırılmış.
m uktedir
muksem ( ﻣ ﻘ ﻢa.s. kasem'den): kasem edilmiş, yemin edilmiş. m uksem iin-bih: huk. [eskiden] üzerine yemin edilen isim veyâ Sifat. [İslâm hukukunda Cenâb-1 Hakk'm ismi, zâtı veyâ SI fatları üzerine yemin edilir ki bu takdirde isim, zât veyâ sifat muksemün-bih olur], m uksır ( ﻣﻘﺼﺮa.s.). (bkz : mukassır). muksim ( ﺷ ﻢa.s. kasem'den): 1. kasem eden, yemin eden, andiçen. 2. i. yemin edilecek yer.
ﻣﻘﺘﺪا، ﻣﻘﺘﺪا، ﻣﻘﺘﺪى
( ﻣﻘﺘﺪ ىa.s. kadv'dan) : İktidâ eden, uyan, arkadan gelen, (bkz : tâbi'), ( ﻣﻘﺘﺪرa.s. kudret'den) : iktidarli, gücü yeten, becerebilen, ( ﻣﻘﺘﺪرﻳﻦa.s. muktedir'in c.) : iktidarlilar, gücü yetenler, becerebilenler,
m uktedirin
ﻗﺘﻐﻰ٠ (a.s. kafâ'dan) : ıktıfâ edilmiş, ardı Sira, izinden gidilmi ؛؟örnek tutulmuş, uyulmuş [birine].
m uktefâ
( ﻣﻘﺘﻬﻰa.s. kafâ'dan) : ıktıfâ eden, ardı sira, izinden giden ؛örnek tutan, uyan [birine].
m uktefi
( ﻣﻘﺘ ﺤﻢa.s.) : iktihâm eden, göğüs geren, yorulmak bilmeyen,
m uktehim
muksit ( ﻣﻘ ﺴ ﻂa.s. kast'dan) : 1. İksât eden, dogru hareket eden, İş gören. 2. Allah,
mukteia' ( ﺷ ﻠ ﻊa.s. kal'den) : kökünden kopa-
m ukşairr ( ﻣﻘﺜ ﻌ ﺮa.s.) : ıkşı'râr eden, ürperen,
mukteli' ( ﻣﻘﺘﻌﻊa.s. kal'den) : kökünden kopa-
muktasır ( ﻣﻘﺘﺼﺮa.s. kasr'dan) : iktisâr eden, kısa kesen. m uktataf -(a.s. katf'dan. c. :muktatafât): iktitaf edilmiş, devşirilmiş, toplanmış, derİenmiş, derleme.
rılmış. ran.
( ﻣﻘﺘﺮبa.s. kurb'dan). (bkz : miite-
mukterib
karrib).
( ﻣﻘﺘﺮحa.s.) : iktirâh eden, düşünmeden, aklina geldigi gibi söyleyen,
m ukterih
( ﻣﻘﺘﺮنa.s. iktirân'dan) : iktirân eden, yaklaşan, yakm gelen.
muktatafât ( ﻣﻘﺘﻄﻔﺎتa.s. k atf d an ): derlemeler, derlenmiş şeyler, antoloji,
m ukterin
m uktatif ، ﻣﻘﺘﻄﻒ-(a.s. k atf d an): iktitâf eden, derleyen, toplayan.
m ukteriz
m u k te b e s-(a .s .k a b s 'd a n .c . :muktebesât): iktibâs edilmiş, faydalanmak üzere aynen alınmış, aktarılmış.
muktesid
muktebesât OLwuKa.i.kabs'dan,muktebes'in c .): muktebes olan, faydalanmak üzere alinan, aktarılan şeyler. muktebis ( ﻣﻘﺘﺒ ﺲa.s. kabs'den, c. :muktebisin): iktibâs eden, faydalanmak iizere alan, aktaran. [Arapçadaki asil m ânâsı: “ateş yakmak üzere birinden ateş alan" demektir], muktebisin ( ﺷ ﻦa.s. kabs'den. muktebis'in c.) : iktibâs edenler, faydalanmak üzere alanlar, aktaranlar. 794
( ﻣﻘﺘﺮضa.s. karz'dan). (bkz : istikrâz,
müstakriz).
( ﻣﻘﺘ ﻤ ﺪa.s. iktisâd'dan. c. : muktesidân) : tutumlu, fr. économiste,
m uktesidân ﻣﻘﺘﺼﺪان (a.s. c.) : tutumlular, tutumlu économistes.
muktesid'in kimseler, fr.
( ﻣﻘﺘﻌ ﺮa.s.) : 1. iktisâr eden, kısa kesen. 2. (bkz : kanaat-kâr).
m uktesir
m uktetif m uktezâ
-(a.s.). (bkz : muktatif).
ى.( ﻣﺔﺗﻎa.s. kazâ'dan) : 1. İktizâ etmiş,
İâzımgelmiş. 2. kanun İcâbına göre yazılan yazı, derkenar. m uktezâ-yi hâl ü m akam : ed. sözde hâlin, makamm icâbettigi gibi konuşma tarzına
munfasıln
bağlı kalma, yerinde ve adamına göre söyleme. muktezâ-yi h ilk a t: yaradılış icâbı, muktezâ-yi ta b ': yaradılış icâbı,
nıûmesât ( ﻣ ﻮ ﺳﺎ تa.i.). (bkz: umûm-hâne). mum-hâne ( ﻣﻮﻣﺨﺎﻧﻪf.b.i.): mum yapılan veya satılan yer, mum fabrikası,
muktezâ-smca ( ﻣﻘ ﻀﺎ ﺳ ﺠﻪa.t.zf.): gereğince,
mû-miyân ( ﻣﻮﻣﻴﺎفf.s.c.): kil belli, beli kil gibi ince olan güzeller.
muktezayât ( ﻣ ﺸ ﻬﻴﺎ تa.i. muktezi'nin c .): 1. İktizâ eden, lâzımgelen, icâbeden şeyler. 2. neticeler.
mumtır ( ﻣﻤﻄﺮa.s. matar'dan): yağmur yağdıran.
muktezî ( ﻫ ﺸﻐ ﻰa.s. kazâ'dan): İktizâ eden, lâzımgelen, icâbeden, icâbettiren, gereken؛ gerektiren.
mumyâ ( ﻣﻮﻫﻴﺎf.i.): 1. tahnit edilmiş, hi ؟ ؟ürümemek üzere ilâçlanmış ölü. 2. her türlü derde devâ olduğu rivâyet olunan bir masal ilâcı. 3. ؟ok zayıf [kimse],
mukteziyye (a.s. kazâ'dan): [“muktezî" nin miien.]. (bkz : muktezî). muktî ﻗ ﻰ٠ (a.s.): 1. koruyan, kudretli. 2. h. i. Tanrı. mulctir > (a.s.): kocasını nafaka bakimindan sıkıştıran. mukzî ( ضa.s.) : 1. hüküm ve kazâ olunmuş. 2. gerekli görülmüş. 3. tamamlanmış. mûlâ-minhâ \( ﻣﻮﻻ ﺳﻪa.b.i.): huk. [eskiden] îlâ olunan zevce, (bkz : ilâ),
mumzâ ( ﻣﻤﻀﺎa.s. m azâ'dan): İmzâ edilmi? olan. mun'am ا٠( ﺳﻊa.s.): ؟ok kıymetli olarak büyütülmüş. munassab ( ﻣﻔ ﻌ ﺐa.s. nasb'dan): 1. birbirinin üzerine tertiplenmiş olan. 2. i. me'mur, görevli. m unassaf ف٠ م-(a.s.): ikiye ayrılmış, bölünmüş.
mu'lem ( ﻣﻌﺪمa.s. ilm'den): İşâretlenmiş, belirtilmiş.
m unassıf ( ﺳ ﻌ ﻒa.i.): mat. açıortay, fr. bissecteur (-trice).
mûlî ( ﻫﻮﻟﻰa.i.): ilâ eden zev ؟.
munazzaf ﻣﻔﻈﻒ.(a.s. n azifden ): tanzif edilmiş, temizlenmiş, arınmış,
mu'lim ا٠( >لa.s. elem'den). (bkz : müellim). mıı'lin ( ﻫﻌﻠﻦa.s. alen'den): İlân eden, umûma bildiren, haber veren, mûm ( ﻫﻮمf.i.) : 1. mum. 2. s. yumuşak. mûmâ-üeyh ﻣﻮﻣﻰ اﻳﻪ، ( ﻣﻮﻣﺎﻳﻪa.b. zm. c . : mumâ-ileyhüm): imâ edilen, adi geçen, yukarıda anılan [adam], mûmâ-ileyhâ ﻳ ﻬﺎ١ ( ﻣﻮسa.b.zf.c.: mûmâileyhiin): imâ edilen, adi geçen, yukarıda anılan [İcadın, kız]. mûmâ-üeyhim ا٠( ﻣﻮﻣﻰ اﻳﻪa.b.zm. mûmâileyh'in c.) : imâ edilenler, adi geçenler, yukarıda anılanlar.
mıınazzım إ٠( طa.s. nazm'dan): tanzim eden, düzenleyen. munazzif ﻣﻔﻈﻒ-(a.s. nazifden ): temizleyici, temizleyen. mundak ( ﻣﻐﺪقa.s.): dövülüp ufaklanmış, m unfasıl ( ﻣﻔﻨ ﻌ ﻞa.s. fasl'dan. c .: miinfasılin): 1. infisâl eden, ayrılan, ayrılmış, ayrı; bitişik olmayan. 2. işinden ayrılmış, me'murluktan ؟ikmış. (bkz : ma'zûl). Zamîr-İ m u n fasıl: a. gr. başka lcelimeye bitişik olmayan zamir : [hüve, ente, ene gibi], munfasıla ( ﺳﻐﺼﻠﻪa.s.): ["munfasıl” m miien.]. (bkz: munfasıl).
mûmâ-üeyhimâ ا٠( ﻣﻮﻫﻰ اﻟﻪa.b.zm.): imâ edilen, adi geçen, yulcanda anılan [İcadın, kız, erlcek].
munfasılan ( ﻣ ﻔ ﻔ ﻌ ﺎa.zf.) : munfasıl olarak, ayrı, ayrılmış olarak, (bkz : ma'zûlen).
mûmâ-ileyhinne ﻳﻬ ﻦ١ ( ﻣﻮسa.b.zm. mûmâİleyhâ'nın c .): imâ edilenler, adi geçenler, yukarıda anılanlar [kadm, kız].
m unfasılin ( ﺳ ﻔ ﻬﻴ ﻦa.s. munfasıl'm c.): infisal edenler, ayrılanlar, ayrılmış olanlar, bitişik olmayanlar. 795
munfasım
( ﻣﻨﻔﺼﻢa.s.): 1. infisâm eden, kırılan, eksilen. 2. zulüm ve gadir görmüş, kirılmış, kırgın.
m unfasım
( ﻣﻨﻔﺼﻰa.s. fesâ'dan): bir şeyden ayrılıp kurtarılan.
m unfasi
( ﻣﺘﻐﻄﺮa.s. fatr'dan): infitâr eden, ya-
m unfatır
Zilan. m unfazih
( ﻣﻨﻐﻀﺢa.s.): fazâhate uğramış, rezil
olmuş. munhasrr
ﻣﻔﺤﺼﺮان
(a.s.c.).
(bkz:
münhasırân).
( ﻣﻮﻧﺲa.s. üns'ten): 1. iinsiyetli, alışılan, yadırganmaz, alışılmış. 2. cana yakm, sevimli. 3. insandan kaçmayan. 4. i. erkek adi. [miien.: mûnise].
m ûnis
mûnise
( ﻣﻮﻧﺴﻪa.i.) : can yoldaşı, hayat yoldaşı, ( ﻣﻨﻘﺒﺾa.s. kabz'dan) : 1. toplanmış,
m unkabız
؟ekilmiş, büzülmüş. 2. sıkılmış. 3. İnkıbâza uğramış, pekliğe tutulmuş,
( ﻣﻔﻘﻠ ﺐa.s. kalb'den) : inkılâbeden,
m unkalib
dönen, dönmüş, degişen, başka bir şekle, kılığa girmiş, giren, (bkz : münkalib).
( ﻣﻨﻘﺮضa.s. karz'dan): İnkırâz bulan, biten, arkası gelmeyen, sönen, zürriyeti, dölü tükenmiş, kesilmiş olan,
m u n k an z
m unkati
( ﻣﻐﻘﻄﻊa.s. kat'dan). (bkz : münkati').
m unsabb
( ﻣﻨﺼﺐa.s.): insibâbeden, dökülen,
karışan, kavuşan, [bir denize, bir ırmaga....].
( ﻣﻨ ﺼﻎa.s. sibg'dan): insibâg eden,
m unsabig
( ﻣﻨ ﻄﻊa.s. tab'dan): 1. intıbâ' eden, basılan, basılmış, damgalanmış, (bkz: matbu'). 2. yaradılıştan olan. 3. hoş görünen, giizel.
muntabı'
( ﻣﻨ ﻄﺒﺎ تa.s. mııntabı'ın c .) : 1. mıntabi' olan, basılan, basılmış, damgalanmış olan şeyler. 2. yaradılıştan olan şeyler, hoş görünen, güzel şeyler.
muntabıât
( ﻣﻐﻄﺒﺦa.s. tabh'dan) : intibah eden, pişen, pişmiş, (bkz : matbûh).
muntabih
( ﻣﻨﺤﺼﺮa.s.). (bkz : münhasır),
m unhasirân
munsif-âne ( ﻣﻨﻌﻔﺎﻧﻪa.f.zf.): insaflılıkla,
boyanan. m unsalih
( ﺳ ﺼ ﺦa.s.): sulh üzere olan,
m unsam i
( ﻣﻨﺼﻤﻰa.s.): dökülüp akıtılmış,
( ﻣﻨﺼﺮمa.s.): insirâm eden, kesilen, (bkz: munkati').
m u n san m
( ﻣﻨﻤﺮ فa.s. sa rf d an): 1. insirâf eden, geri dönen. 2. a. gr. yerine göre her türlü hareke alabilen kelime,
m u n sarif
( ﻣﻨﻄﺒﻖa.s. tıbk'dan) : İntıbâk eden, birbirine tam uyan; uygun, (bkz: mııtâbık).
m untabık
( ﻣﻨﻄﻐﻰa.s. tufû'dan): 1. ıntıfâ eden, sönen; sönük. 2. fiz. Sönümlü, fr. amorti,
m untafi
( ﻣﻌﻄﻠﻖa.s. talâk'dan) : intilâk eden, giden, bırakılmış, koyuverilmiş, salıverilmiş. (bkz : âzâd).
m untalik
m untam is
ﻣﻔ ﻄ ﻤ ﺲ
(a.s.) : İntımâs eden, belirsiz
olan. .(a.s. m sfd a n ) : 1. yanlanmış, yarıya varmış. 2. i. yari, orta, m untasıf-ı sene : senenin yarısı, tam ortası,
m untasıf -
( ﻣﻨﺘﺼﺢa.s. nush'dan) : nasihat kabûl eden, ögüt dinleyen.
m untasih
m untasıh-âne
( ﻣ ﻔ ﺴ ﺎ ﻧﻪa.f.zf.): ögüt dinleye-
rek. m untasır
( ﻣﺘﺘﺼﺮa.s.): öç alan,
m untavi'
( ﻣﻐﻄﻮعa.s.): sözdinler. (bkz : muti),
( ﻣﻨﻄﻮىa.s. tayy'den): İntivâ' eden, dürülüp bükülen, toplanmış, devşirilmiş.
m untavi
ﻣﺘﺘﻈﻤﻪ، ( ﻣﻨﺘﻈﻢa.s. nizâm'dan): 1. intizamlı, sıralanmış, düzgün, derlitoplu. 2. tertipli. 3. mat. düzgün, [asli: “muntazım" dır), m untazam h a re k e t : düzgün *devim,
m untazam , m untazam a
m untazam m uham mes : mat. düzgün *beş-
gen.
( ﻣﺘﺼﺮحa.s. sarâhat'den): a ؟ık, mey-
m untazam m üseddes : mat. düzgün *altı-
m u n s i f - -(a.s. nasafet'den): 1. insâfeden, insaflı. 2. kötülükte ileri gitmeyen.
m untazam m ütehavvil h a re k e t : fiz. düz-
m unsarih
danda.
796
gen. gün değişen *devim.
murâfakat
muntazaman ( ﻣﻨﺘﻈﻤﺎa.zf.): 1. muntazam, intizamlı olarak. 2. devamlı, sürekli olarak, dâimâ.
m urâbata
muntazar ( ﻣﺘﺘﻈﺮa.s. nazar'dan); intizâr edilmiş, beklenmiş, beklenilen, gelmesi umulan.
m urabba'
muntazır د (a.s. nazar'dan. c. :muntazırin) : intizâr eden, gözleyen, bekleyen, mııntazır-ı rahmet-i Hüdâ: Allalı'ın merhametini bekleyen. muntazıra ( ﻣﻨﺘﻈﺮهa.s. nazar'dan) : [“muntazır” in miien.]. (bkz : muntazır). muntazıran ( ﻣﻐﺘﻈﺮأa.zf.): intizâr ederek, bekleyerek. mııntazır-âne ( ﻣﻨﺘﻈﺮاﻧﻪa.f.zf.): intizâr ederek, bekleyerek. muntazırin ( ﻣﻨﺘﻈﺮﻳﻦa.s. muntazır'm c.) : intizâr edenler, gözleyenler, bekleyenler. munzacı'r ( ﻣﻐﻀﺠﺮa.s. zucret'den): yüreği SIkılmış. munzalim ( ﻣﻨﻈﻠﻢa.s.): İnzılâm eden, -isteyerek veyâ istemeyerek- zâlimin zulmüne boyun eğen. munzamm ﻣﻨﻀﻢ (a.s. zamm'dan): inzimâmeden, üste konan, katılan; ek. munzamm hatt: uzatılmış ele telefon teli. munzar ( ﻣﻐﻈﺮa.s.): İnzâr edilmiş, te'hîr edilmiş, geciktirilmiş. munzicât ت(a.s.i.): yaranın İltihâbını yok edici, İrinini akıtıcı [İlâçlar]. munzic ( ﻣﻨﺸ ﺞa.s.): 1. inzâceden, kemâle eren. 2. hek. cerahatlendiren, irinlendiren, olduran [yara ve çıbanı]. 3. hazmettirici, sindirici. mûr ول٠ (f.i.c.: m ûrân): 1. karınca, (blez: nemi). 2. yoksulluk, fukaralık sembolü. 3. pas hastalığı. murâbaa ( ﻣﺮاﺑﻌﻪa.i. rab'dan): yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma. murâbaha ( ﻣﺮاﺑﺤﻪa.i. ribh'den): 1. mail kâr ile satma. 2. tefecilik, kanûnen verdiği izin SI nırmdan aşkın fâiz alma.
( ﻣﺮاﺑﻄﻪa.i. rabt'dan) : 1. bağlamak.
2. düşmanı, saldıracağı yerlerde durup bekleme.
( ﻣﺮﺑﻊa.s. rub'dan) : 1. terbi' olunmuş, dörde çıkarılmış. 2. dörtlü, dört şeyden olma. 3. dört köşeli. 4. i. geo. kare, fr. carre.
m urabba-i mütekerrir : ed. birinci kıt'anın
son mısraı öteki kit'alarin sonunda tekrarlanan murabba. m urabba-i miizdevic : ed. birinci kıt'anın son mısraı öbür kıt'alarm sonunda tekrarlanmayarak değişen murabba, m urabba-i tâm m : geo. tam lcare. 5. ed. dört misralik kit'alardan meydana gelen manzume. 6. adi, Kenzi Hasan'm edvarında (1700 yöresi) geçen makam, m urabba'ii't terkib : kim. dörtlü *bileşik, fr. quaternaire.
ﻫﺮﺑﻰ، رب. (a.s.) : 1. terbiye edilmiş. 2. (i.c. : murabbayât) : kaynayıp kıvâma geldikten sonra dondurulmuş meyva suyu tatlısı.
m urabba
m urabba'-nişin
( ﻣﺮﺑﻊ ﻧﺸﻴﻦa.f.b.s.) : bağdaş ku-
rup oturan.
( ﻫ ﺮ دا تa.i. murabba* nin c.) : kaynayıp kıvâma geldikten sonra dondu1'ulmuş meyva suyu tatlıları,
m urabbayât
m urâblt راﺑﻂ٠(a.s. ve i. rabt'dan. c. murâbıtîn) :
1. ibâdete bağlı kimse, (bkz : zâhid). 2. [Fas'ta] şeyhlerin, dervişlerin ünvânı.
( ﻣﺮاﺑﻄﻴﻦa.s.i. murâbıt'ın c.) : ibâdete bağlı olanlar; şeyhler, dervişler,
m urâbıtîn
( ﻣﺮادa.i. revd'den) : 1. arzu, istek, dilek. 2. malcsat, meram. Lâfzı m urâd : mânâsı İçin değil, lâfzı İçin söylenmiş söz : "tenbel bir çocuğa melctep talebesi demelc" gibi. m urâd-1 hakk : Allah'ın İsteği. 3. erkek adi.
m urâd
( ﻣﺮادﺑﺨﺶa.f.b.s.) : 1. murad veren. 2. Tanrı sıfatlarından,
m urâd-bahş
( ﻣﺮاﻓﻌﻪa.i. refden) : 1. mahkemeye verme; mahkemeye getirtme; *duruşma, yüzleşerek mahkeme olunma,
m urâfaa
( ﻣﺮاﻓﻘﺖa.i. nfk'dan) : 1. refakat etme, yol arkadaşlığı, yoldaşlık. 2 ٠berâber bulunma, fr. accompagnement. 3. fels.
m urâfakat
797
murâfık
birkaç Olayın ayni zamanda olması, *düşümdeşlik.
( ﻣﺮاﻓﻖa.i. refâkat'den) : 1. refakat eden, yol arkadaşı olan, yoldaş, (bkz : hemrâh). 2. bir şeyle berâber bulunan,
m urâfik
m urâfi'
( ﻣﺮاﻓﻊa.s. ve i. refden) : murâfaa
eden. m urâgabet
ﻣﺮاﻏﺒﺖ
(a .i.) : d ile m e , a r z u e tm e ,
m urâgam e
ﻣﺮاﻏﻤﻪ
(a .i. r a g m 'd a n ) : b i r i n i d a -
n lt a c a k , g ü c e n d ir e c e k b ir d a v ra n ış ta b u lu n m a .
m urâgib
( ﻣﺮاﻏﺐa.s.) : rağbet eden,
( ﻣﺮﺧﻢa.s.) : 1. terhin olunmuş, son harfleri veyâ heceleri düşürülmüş : Zeynelâbidin : yerine "zeynel” demek gibi. 2. i. kısaltma, fr. abréviation,
m urahham
m urahhas
( ﻣﺮﺧﺺa.s. ve i. ruhsat'dan) : 1. ruh-
murakka' germek: pabuç ve şâire üzerine deriye işlenecek motifler İçin patron kesmeye hazırlanmak. murakkaa ( ﻣﺮﻗﻌﻪa.i.c.: murakkaât): hattat meçknâmesi, birbiri üstüne yapıştırılarak mukavva gibi olmuş bir kâğıt üzerine yazılan meşk, güzel yazı örneği, murakkaât ( ﻣﺮﻗﻌﺎتa.i. murakka'ln c .): meşk, giizel yazı örnekleri. murakkak ( ﻣﺮﻗﻖa.s. rikkat'den): incelmiş, ince. murakkam ( ﻣﺮﻗﻢa.s. rakam'dan): 1. yazılmış, yazılı. 2. terkin edilmiş, raklcam, sayı konulmuş; numaralanmış, numaralı, murakkan ( ﻣﺮﻗﻦa.s.): terkin edilmiş, bozulmuş, aradan çıkarılmış, murakka'-pûş ( ﻣﺮﻗﻊ ﺑﻮشa.f.b.s.): yamalı hırka giymiş olan [derviş].
şatlı, izinli. 2. delege, devlet veyâ bir teşekkül, bir kurum adma salahiyetli olarak bir yere, birinin makamına gönderilen kimse
murakkım ( ﻣﺮﻗﻢa.i.: rakam'dan): pusulanın ignesi.
fr. délégué.
mûrân ( ﻣﻮرانf.i. mûr'un c.): karıncalar,
m urahhasa
( ﻣﺮﺧﺼﻪa.i.) : Ermeni piskoposu,
m urahhasin
(a.i. ruhsat'dan). (bkz :
mûr-âne ( ﻣﻮراﻧﻪf.zf.): 1. karıncavâri, karincaya yakışacak sûrette. 2. (bkz: âciz-âne, fakîr-âne, nâçiz-âne).
( ﻣﺮ ﺧﻤﺒ ﺖa.i.) : murahhaslık,
murâsade ( ﻣﺮاﺻﺪهa.i. rasad'dan): gözetleme, dikkatle bakma.
ﻣ ﺮﻟ ﺠ ﺼﻴ ﻦ
murahhas). m u ra h h a si^ e t
delegelik. m urahhil
( ﻣﺮﺣﻞa.s. rıhlet'den) : terhil eden,
bir yerden bir yere göçüren.
ﺀى١( ﻣﺮa.s. riâyet'den) : riâyet eden, saygı gösteren.
m urâî
( ﻣﺮاﻗﺒﻪa.i. rakb'dan) : 1. bakma, gözetme, göz altında bulundurma. 2. tas. kendi İç âlemine bakma, dalıp kendinden geçme. 3. denetleme, kontrol,
m urâkabe
m urâkasa
( ﻣﺮاﻗﻬﻪa.i. raks'dan) : dans,
( ﻣﺮاﻗﺐa.s. rakb'dan) : 1. murâkabe eden, koruyan. 2. Allah'a bağlanmış. 3. d e netçi, kontrolör, fr. contrôleur,
m urâkib
( ﻫﺮﻗﻊa.s. ruk'a'dan) : terki' edilmiş, yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. Câm e-i m urakka' : yamalı elbise. Delk-İ m urakka' : ikiyüzlülerin -kendilerini derviş gibi göstermek iizere- giydikleri yamalı hırka.
m urakka'
798
murassa' ( ﻣﺮﺻﻊa.s.): 1. kıymetli taşlarla bezenmiş. 2. ed. iki mısraı veyâ iki fıkrası kelime kelime birbiriyle ayni vezin ve kafiyede olan [söz, beyit]. 3. g. s. bir yazı sitili. 4. müz. Irak perdesiyle geveşt perdesi arasmda bulunan bir perde ismi, murassas ( ﻣﺮﺻﺺa.s.): 1. kalay veyâ kurşunla kaplanmış. 2. lehimlenmiş, (bkz : mersûs).
٨
ﻣﺮاوﻏﻪ
(a.i.):
güreşme,
(bkz:
musâraa).
٨ ( ﻣﺮاوﺿﻪa.i. râz'dan): 1. bir kimseyi hile veyâ kahir sûretiyle İknâ etme, kandırma. 2. huk. [eskiden] sulh mükâlemesi. murâzaa ( ﻣﺮاﺿﻌﻪa.i. rızâ'dan): emzirme. mûr ؟e ( ﻣﻮرﺟﻪf.i.): 1 . küçük karınca. 2. metal, maden pası. 3. mec. alçak, rezil, değersiz kimse. mûrd ( ﻣﻮردf.i.): mersin ağacı.
musâbiyyet
murdâd ( ﻣﺮدادf.i.): 1. takvim. 2. her ayin yedinci veya sekizinci günü. 3. bu ayı ve günü yönetmekle görevli bir melek, murdâr ( ﻣﺮداوf.s.): 1. mundar, kirli, pis. (bkz : mülevves, münecces, nâ-pâk). 2. İslâmî şerîat hükümlerine göre kesilmemi? [hayvan]. murdâr-hâr ( ﻣﺮدار ﺧﻮاوf.b.s. ve i.) : “murdar yiyen" : karga; ؟aylak. murdia ( ﻣﺮﺿﻌﻪa.i. rıdâ'dan). (bkz : murzia). mu'reb ﻫﻌﺮب (a.s. Arab'dan): İ'raplı, İ'raplanmış; sonu her türlü harekeyi almaya müsâit kelime, (bkz : i'râb). murg ( ر غa.i.). (bkz : miirg). murg-âne ( ﻣﺮﻏﺎﻧﻪf.zf.): kuşlar gibi, kuşlara yakışacak ?ekilde. mu'rib ( ﻫﻌﺮبa.s. Arab'dan): meşhur bir kitabm îrâbını (bkz : İ'rab) bildiren kitap. mu'ribü'1-avâmil: avâmil adil eserin şerhi, mûris ( ﻣﻮرثa.s. verâset'den): 1. irâseden, getiren, veren, kazandıran. 2. miras bırakan, mûrise ( ﻣﻮرﺛﻪa.s. verâset'den): ["mûris” in müen.]. (bkz: mûl'is). mu'riz ( ﻣﻌﺮضa.s. arz'dan): i'râz' eden, yüz ؟eviren, başka tarafa dönen; ta'rîz eden, dokıınaklı söz söyleyen, ta? atan, murtabıt ( ﻣﺮﺑ ﻂa.s. rabt'dan) : 1. bağlı, bağlanmış. 2. mec. bir ?eyle ilgili; ilgisi olan, [müen. murtabıta]. 3. i. zool. kârınlarının bir kısmı gövdesine bitişik olan böcekler,
m uızı' ( ر صa.s. rızâ'dan) : ırza' eden, ؟ocuk emziren. murzia ( ﻣﺮﺿﻌﻪa.i. rızâ'dan): ؟ocuga süt veren, süt emziren, sütnine, bebege süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın, mûs ( ر سa.i.): bı ؟ak. (bkz : kârd, sikkin). mûsâ ( ﻫﻮ صa.s. vesâyet'den): 1. vasiyet olunan mal ve menfaat, mûsâ-bih : vasiyet olunan ؟ey. mûsâ-leh : kendisine bir ?ey vasiyet-OlUnan [adam]. 2. tavsiye olunmu ؟, tavsiye edilmi ؟. Mûsâ, M ûsî ﻣﻮ س، ( ﻫﻮﺳﻰa.h.i.) : 1. Sînâ yarimadasmda Eymen vâdisinde Tür daginda Allah'ın lûtfuna mazhar olarak kavmine “Evâmir-İ a?ere" (on emir) adi altında ahlâk ve prensip kaidelerini bildiren peygamber. [Mısır'da Firaunlarm İsrâil ogullari" na zulmettikleri sırada dünyâya gelmi? ve ölümden kurtulması İ ؟in bir sepet İçinde Nil Nehri'ne atılmış, kurtarılıp büyüdükten sonra Firaune, asasım (asâ-yi Mûsa'yı) yılan ?ekline sokmak mûcizesini göstermi? ve bu sûretle kavmini Mısır'dan dışarı 1 ؟karmak müsaadesini almıştır. Kızıldeniz kıyısına gelince asâsiyle denizi yararak kavmini geçirmiş ve arkadan gelen Firaun ve adamları tekrar birleşen su İçinde kalmıştır]. 2. erkek adi. mû-sâ[y] [( ﻣﻮﺳﺎ]ىf.b.i.) : ustura, musa'ad ( ﻣ ﻤ ﻌ ﺪa.s. suûd'dan): 1. yüce, yücelmi?, ؟ok yüksek. 2. i. kaynatılarak arıtılmış ?arap.
m urtâdd ( ﻣﺮﺗﺎدa.s. redd'den) : İslâm dinini bırakip başka bir dine giren,
musâare ( ﻣﺼﺎﻋﺮهa.i.) : büyüklük taslayarak birinin yüzüne bakmayıp başını ؟evirme,
murtâz ( ﻣﺮﺗﺎضa.s.): alıştırılmış, tâlimli [hayvan].
musâb ( ﻣﺼﺎبa.s. savb'dan. c . : mıısâbin): 1. İsâbet etmi?, rastlamış, üzerine düşmüş. 2. musibete uğramış, (bkz : du ؟âr, giriftâr).
murtazâ ( ﻣﺮﺗﻀﻰa.s. rızâ'dan); 1. İrtizâ edilmiş, beğenilmiş, seçilmiş, (bkz: güzide, miintehab, nuhbe, pesendide). 2. (h.i.) Hz. Âlî'nin lâkabı. 3. erkek adi.
musabbag ( ﺻ ﻎa.s.): boyanmış, boyalı. musâbere, musâberet ﺑﺮت١ ﻣ ﻢ، ( ﻣﻌﺎﺑﺮهa.i. sabr'dan): sabretme, katlanma,
murtazavi ( ﻣﺮ'ذﺿﻮىa.s.) : Hz. Ali'ye mensup, Hz. Ali ile ilgili.
musâbin ( ﻣ ﻌ ﺎ ﻳ ﻦa.s. musâb'ın c.). 1. (bkz: musâb). 2. hastalığa yakalanmış olanlar,
m urtazı' ( ﻣﺮﺗﺤﻊa.s. rızâ'dan) : İrtizâ' eden, süt emen.
musâbiyyet ( ﻣ ﺼﺎﺑﻴ ﺖa.i.) : bil- kötülüğe yakalanma, bir hastalığa tutulma. 799
musâdaka alel.istihkak m usâdaka ale'l-istihkak (a .b .i.) : huk. [e s k id e n ]
اﻻ ﺳﺤﻘﺎ ق
ﻋﻠ ﻰ
ﻣﺼﺎدﻗﻪ
m u a y y e n b ir h a k k a
h a n g is in in m â lik iy e t i h u s û s u n d a ik i k im s e n in i t t i f â k e t m e s i, [b ir v a k f i y e m û c i b i n c e k e n d is in e g a ll e -i v a l c i f t a n ş u k a d a r s e h i m
ﻣﻌﻔ ﻰ
m usaffi m usaffir
h ale
o ld u ğ u n u
onun
t a s d ik in e
m u k a rin
o la r a k v e k a r ş ılığ ın d a b ir iv a z a lm a y a r a k İ k r â r e ts e a r a l a r ı n d a m u s â d a k a b u lu n m u ş o lu r ].
ﻣﺼﻔﺮ
(a .i. s i d k 'd a n ) : k a r ş ı l ı k l ı
d o s t lu k .
ﻣﺼﺎﻓﺢ
m usâfih
( a . s . ) : m u s â f a h a e d e n , el s ı k ı -
.? a n l a r d a n h e r b ir i.
m usaggar
ﻣﺼﻔﺮ
(a .s. s a g i r 'd e n ) : k ü ç ü l t ü l m ü ş ,
" - c ık , - c a k " il m â n â s ı v e r ilm iş .
ﻣﺼﺎﺣﺒﺎت
(a .s. s a d 'd a n ) : t a s d i ' e d i lm i ş ,
(a .s. s i d k 'd a n ) : t a s d i k
o l-
ile b i l d i r i l m i ş .
ﻣﻤﺪر
(a .s. s u d u r 'd a n ) : s u d û r e t m iş ,
ç ık m ış .
m usaddık
ﻣﺼﺪق
(a .s. s i d k 'd a n ) : t a s d i k e d e n ,
g e r ç e k l i ğ i n i , g e ç e r l i ğ i n i r e s m i o la ra le y a z ı ile b ild ir e n .
m usaddık-âne
a h lâ k î k o n u şu p
t u l a n b i r k it a p .
musâhabe, musâhabet
ﻣﺼﺪق
m u ş , g e r ç e k l i ğ i , g e ç i r ü ğ i r e s m i o la ra le y a z ı
m usaddar
s o h b e t 'd e n .
g ö r ü ş m e le r ; 2 ) [e s k id e n ] i l k o k u ll a r d a o k u -
b a ş ı a ğ r ıtılm ış .
m usaddak
(a .i.
m u s â h a b e 'n i n c . ) : s o h b e t le r , k o n u ş u p g ö -
musâhabât-1 a h lâ k ic e : 1)
(a .i.). ( b k z : m u d â r â ) .
ﻣﻤﺪ ع
musadda'
ta s fir ed en ,
r ü ş m e le r .
ﻣ ﻤﺎ دا ت
musâdat
1.
r a r t a n , s a r ı la ş t ı r a n .
mıısâhabât
ﻣﺼﺎدﻗﺖ
m usâdakat
(a.s. s u f r e t 'd e n ) :
ı s l ı k ؟a la n , s e s le n e n . 2 . s a r ı y a b o y a y a n , s a -
v e r ilm e s i ic â b e d e n (A ), b u s e h m in h iç b ir k i m s e y e â it o l m a y ı p y a l n ı z (B ) y e â it b i r
(a.s. s a f v e t 'd e n ) : t a s f i y e e d e n ,
s ü z e n , s ız ır a n .
(a .f.z f.) : t a s d i k e d e r e k ,
g e r ç e k liğ in i, g e ç e r liğ in i re s m i o la r a k y a z ı ile b ild ir e r e k .
،
ﻣ ﻤﺎ ﺣﺒﻪ
(a. i.
k o n u şm a , g ö rü şm e .
musâhere, musâheret ﻣﻌﺎﻫﺮ ت، ( ﻣﻤﺎﻫﺮهa. i. Sihr'dan): evlenme ile meydana gelen akrabâlık. m usahhaf
ﻣﺼﺤﻒ
.(a .s . s a h f d a n ) : y a n l ı ş l ı k l a
d e ğ iş tir ilm iş .
( ﻣﺼﺤﺢa.s. Sihhat'den): tashih
m usahhah
ﻣ ﻤ ﺪ ﻗﺎﻧﻪ
ﻣ ﻤﺎ ﺣﺒﺖ
s o h b e t 'd e n . c . : m u s â h h â b â t ) : s o h b e t , e t m e ,
yanlışı
o lu n m u ş ,
m usahhaha
-
d ü z e lt ilm iş , (a .s.
yanlışsız.
s i h h a t 'd e n ) :
[“ m u -
s a h h a h '' i n m iie n .]. ( b k z : m u s a h h a h ) .
m usaddi'
ﻣﺼﺪع
(a.s. s a d 'd a n ) : t a s d i ' e d e n , b a ş
a ğ r ıt a n .
musâdefe, musâdefet
ﻣﺼﺎدﻓﺔ، ﻣﺼﺎدﻓﻪ
(a. i.
s u d û f d a n . b k z : m ü s â d e fe ).
ﻣ ﻌﺎد ف
m usâdif
"(a.s.
ﻣﺴﺎ ﻓﻌﻪ
s a r ı lm a .
(b k z :
(a .i.) :
2. fizy.
1.
b ir b irin in
boynuna
g ö z ü n , h e r u z a k liic t a b u lu -
ﻫ ﻤﺎ ﻓﺤﻪ
ﻣﺼﺎﻓﺎت
(a .s.
ve
i.
s ih h a t 'd e n .
c .:
m u s a h h i h i n ) : t a s h i h e d e n , y a n l ı ş d ü z e lt e n ,
m usahhihin
( ﻣ ﺼ ﺤ ﺤ ﻴ ﻦa .s. v e i. m u s a h h i h 'i n
z e ltic ile r .
m usahhin
ﺳﺨﻦ
(a.s. s a h n 'd e n ) : t e s h in e d e n ,
ıs ı t a n , ıs ı t ıc ı, k ı z d ı r a n .
(a .i. s a f h 'd a n ) : e l s ı k ı ş m a ,
t o k a la ş m a .
m usâfât
( a . s . ) : ele g e ç i r i l m i ş .
ﻣ ﺼﺤﺢ
c . ) : t a s h i h e d e n le r , y a n l ı ş d ü z e lt e n le r , d ü -
n a n e ş y â y ı g ö r e b ilm e h a s s a s ı.
m usâfaha
ﺳﺨﺮ
m usahhih d ü z e lt ic i.
s u h û f 'd a n ) .
m ü s â d if).
m usâfaa
m usahhar
m usahhir
ﺳﺨﺮ
(a.s. s a h r 'd a n ) : t e s h i r e d e n ,
z a p t e d e n , b o y u n e ğ d i r e n ; e ld e e d e n . (a .i. s a f v e t 'd e n ) : s a m i m i v e
m usâhî
h â l i s d o s t lu k .
ﻣﻤﺎ ﺣ ﻰ
( a . s . ) : b i r ? e y i n h â lis i, s e ç i l m i -
Şİ-
m usaffa
( ﻣﺼﻔﻰa .s. s a f v e t 'd e n ) : t a s f i y e
e d i lm i ş ,
s ü z ü l m ü ş , y a b a n c ı m a d d e le r d e n a y r ı l m ı ş .
m u saffaf
ﻣ ﻌﻔ ﻒ
.(a .s. s a f f d a n ) : t a s f i f e d i lm i ş ,
s a f s a f, S ir a S ir a d i z i l m i ş .
800
m usâhib
ﻣﺼﺎﺣﺐ
(a .s.
s o h b e t 'd e n .
c .:
m u s â h ib â n ) : 1 . b ir iy le m u s â h a b e e d e n , so h b e t t e b u lu n a n , k o n u ş a n , a r k a d a ş . 2 . b ü y ü k b i r z â t ı n y a n ı n d a b u l u n a r a k o n u s ö z ü y le
musarra'
sohbetiyleeglendiren.3.pâdişahlarmhusûsi işlerinde bulunanlardan herbiri. mıısâhibân ﻣ ﻌ ﺎ ﺣ ﺒ ﺎ ن (bkz: musâhib).
(a.f.s. mıısâhib'in c.).
musâhibe ۶ ( ﻣ ﺎa.i.): kadm musâhip. (bkz : nedime). musahrac ( ﻣ ﺼ ﻬ ﺮ جa.s.) : horasan ve kireç ile sıvanmış sahrmç (sarnıç), musakka "( ﺳ ﻘ ﻰka” uzun okunur, a.s. saky'den) : 1. sakyedilmiş, sulanmış. 2. musakka [yemek].
musammat ( ﻣ ﻤ ﻂa.i.): 1. ed. beyitleri kafiyeli ve dOrt kışımdan İbâret manzûme. 2. ed. kıt'alardan meydana gelen Divan Edebiyâtı nazım şekillerinin genel adi. musammem ( ﻣ ﻌ ﻤ ﻢa.s. samm'dan): tesmim olunmuş, kat'î olarak karar verilmiş, (bkz : mukarrer). musammet ( ﻣ ﻌ ﻤ ﺖa.s. ve i. sammet'den): 1. İ ؟İ boş, kof olmayan şey. 2.gr. Arap alfabesinde (m, r, b, n, f, 1) den başka bütün harfler.
m usakkab ( ﻣﻔﻘ ﺐa.s. sakb'dan) :tesklbolunmuş, delinmiş. Lü'lü-i musakkab : delinmiş, delik inci.
musanna' ( ﻣ ﻌ ﻎa.s. sıın'dan): 1. tasni edilmiş, sanat eseri olarak meydana getirilmiş, usta elinden çıkmış, fr. ofeet d'art. 2. çok süslü. 3. uydurulmuş.
musakkafa ( ﺳ ﻘ ﻔ ﻪa.s.): ["masakkaf'' müen.]. (bkz: musakkaf).
musannaa -
m
musâlaha ( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺤﻪa.i. sulh'den. c . : musâlahât). (bkz: miisâlaha). m u sâlahâ^^!^(a.i.su lh'd en.m usâlah a'nm c .): barışlar. mûsâ-leh ﺻ ﻰ ﻟﻪ٠( ﻣﻮa.b.i.) : fık. lehine vasiyet olunan kimse.
m m iie n .].
(a.s. s u n 'd a n ) : [" m u sa n n a ”
(bkz : m u sa n n a '),
musannef ﻣ ﺼ ﻒ-(a.s. S i n f d a n ) : 1. t a s n if e d ilm iş , sıra y a k o n m u ş . 2 . t e 'lif e d ilm iş , y a z ılm ış; k ita p .
musannefât ( ﻣ ﺼ ﻔﺎ تa.s.c.: sin fd a n ): tasnif edilmiş kitaplar.
musâlehün-aleyh ( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢ ﻋ ﻴ ﻪa.b.i.): sulh bedeli.
m usannif ﻣﺼﻒ .(a.s. sinfdan. c .: musannifin): 1. kitap yazan, müellif. 2. düzenleyici, donatıcı.
musâlehün-anh ( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢ ﻋﻴﻪa.b.s.): huk. İddiâ edilen ve istenen şey. (bkz : miiddeâ-bih).
musannifân ( ﻣ ﺼ ﻔﺎ نa.i. m usannifin c .): kitap yazan kadınlar, (bkz : musannifin),
musâlih ( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢa.s. sulh'den): sulh yapan, barışan.
musannife ( ﻣ ﺼ ﻔ ﻪa.i. sin fd a n ): kadın yazar,
musannifek ( ﻣ ﺼ ﻔ ﻚa.i.): 1. küçük musannif musalla ﻣ ﻌ ﺄ ى، ( ﻣ ﺼ ﻼa.i.): 1. namaz klimaküçük müellifler. 2 ٠XVIII. yüzyıl m üellif ga mahsus açık yer. (bkz: namâz-gâh). lerinden Bekir Ahmet Efendi'nin lâkabı, 2. câmi civârmda cenâze namazı kliman m usannifin (a.i. m usannifin c .): kitap yer. Seng-İ m u salla: musalla taşı, yazanlar, (bkz: müellifin), musallat ( ﺳ ﻠ ﻂa.s. salâtet'den): teslit olunmuş, birinin üzerine düşmüş, sataşmış, musâraa ( ﺻﺎر ىa.i. sar'dan) : güreşme, pehlivanlık. İlişmiş; sataşan, rahat bırakmayan, musallat fik r : psik. *takmak, fr. obsession. musalleb ( ﻣ ﺼ ﻠ ﺐa.s. sulb'den) : taslibedilmiş, salâbet verilmiş, katılaştırılmış,
musâraha ( ﻣﺼﺎرﺣﻪa.i. sarâhat'den) : İŞİ m e y d a n d a g ö rm e.
musârahaten ( ﻣﻌﺎرﺣﻪa.zf.): âşikâr olarak,
musallî ( ﻣ ﺼﻠ ﻰa.s. salât'dan): namaz kılan, beş vakit namazına devâm eden,
musâri' ( ﻣﻌﺎ ر عa.s. ve i. sar'dan) : güreşçi,
musallit ( ﻣ ﺴ ﻠ ﻂa.s. salâtet'den) : taslit eden, birini başkasına sataştıran.
musarra' ( ﻣ ﻤ ﺮ عa.s. sar'dan) : ed. iki mısraı kafiyeli olan beyit.
p e h liv a n .
801
mustirah
musarrah ( ﻣﺼﺮحa.s. sarâhaf den) : tasrih olunmuş, açık söylenmiş, belirtilmiş, apaçık. musarraha ( ﻣﺼﺮﺣﻪa.s. sarâhat'den) : ["musarrah” m müen.]. (bkz : musarrah). musarrahan ( ﻣﺼﺮﺣﺄa.zf. sarâhat'den) : sarih, açık olarak, açıkça, (bkz : mufassalan, muvazzafan). musattah, musattaha ﻣﺴﻄﺤﻪ، ( ﻣﺴﻄﺢa. s. sath'dan) : satıhlandırılmış, düz, yassı hâle sokulmuş. Hendese-i musattaha : geo. düzlem geometri, fr. géométrie plane. Küre-i musattaha : cogr. diizlemküre, fr. planosphère. musattah ÖİÇÜ : cogr. plânimetri. musattar ( ﻣﺴﻄﺮa.s. satr'dan) : tastîr edilmiş,
yazılmış. musâvele ( ﻣﺼﺎوﻟﻪa.i. savlet'den) : savlet etme, döğüşmek İçin birinin üzerine atlama,
m u sayk al
ﻣﺼﻘﻞ
(a.s. s a y k a l 'd a n ) : cilâ lı, p a r-
lak, y a ld ız lı, p erd a h lı.
ﻣﻌﻴﻘﻠﻪ
m u s a y k a la
( a .s .) :
["m u s a y k a l"
m
m ü en .]. ( b k z : m u sa yk a l). m û se m û sel
( ﻣﻮﻣﻪf .i .) : arı. ﻣﻮﺻﻞ
(b k z : n ah l).
(a.s. v ı ıs û l 'd e n ) : is â le d ilm iş, v a r -
d ir ilm iş , y e tiş tirilm iş, u la ş tırılm ış , m û s e v î ( ﻣﻮﻣﻮىa.s. v e i . ) : Y a h u d i, H z . M û s â 'n ın d in v e şe rla tin d e n o la n k im se , m û s e v iy y e
( ﻣﻮﻣﻮﻳﻪa .s .) : [“ m û s e v î”
n in m ü en .].
( b k z : m û sev î). m u sh af
ﻣﺼﺤﻒ-(a.s.
s ü l . : sah afe. c. m e s â h i f ) :
1. sa h ife h â lin e g e tirilm iş şey, k itap . 2.İ. K u r'a n . ( b k z : F iirk a n , H ü d â , H itâ b , K itâ b , N e c m , N û r, Z ik r). m û sî
ﻣﻮ ص
(a.s. v e s â y e t 'd e n ) : 1. v a siy e t eden;
b irin i v a s i gö steren. 2 . ta v siy e ed en , [m iie n .: “ m û siy e ” ].
musavver ( ﻣﻤﻮرa.s. sûret'den) : 1. tasvirli, resimli. 2. tasarlanmış, düşünülmüş. Rûh-i musavver : cisimlenmiş ruh.
m u s ib , m u s îb e ﻣ ﺼ ﺒ ﻪ، ( ﻣ ﺼ ﺐa.s. se v a b 'd a n ) :
musavvere ( ﻣﺼﻮرهa.s. sûret'den) : [“musavver” in miien.]. (bkz : musavver), musavveretii'l-adale : anat. sarkoplazma.
m u s ib e t
musavvir, musavvire ﻣﻌﻮره، ( ﻣﺼﻮرa.s. ve i. sûret'den. c. : musavvirân, musavvirin) : 1. tasvir, resim yapan, ressam, figürist. Madde-i musavvire : anat. protoplazma. 2. hayal, fr. image. 3. hayalgiicii. 4. varillelara biçim veren manâsına gelen Allah'ın Sifetlarmdan biri. musavvirân ( ﻣﺼﻮرانa.f.s. musavvir'in c.).
(bkz : musavvirin). musavvir-âne ( ﻣﺼﻮراﻧﻪa.f.zf.) : tasvir edene, resim yapana yaraşır yolda,
İsâbet eden, rastgelen ; y a n ılm a y a n . A k v â l - 1 m u s i b e : isâ b e tli sözler,
ﻣ ﺼﺠ ﺖ
( a .i .c .: m esâib ) : 1. felâket,
a n sız m gelen belâ, sık ın tı. 2 . m e c . u g u rs u z . M u s ib e t -n â m e
ﻣ ﺼﺒﺘﺎ ﻣ ﻪ
(a.f.b.i.) : îr â n ed eb i-
y â tın ın ta n ın m ış m u t a s a v v ıf şâ irle rin d e n F e rîd ü d d în -i A tt â r 'ın eseridir, m u s ib e t-z e d e
ﻣ ﺼ ﺠ ﺖ زده
( a .f.b .s .): m u sib e te ,
felâlcete, be lâya, k a z â y a u ğ r a m ış , m û s ik a l
“( ﻣﻮﻣﻴﻘﺎلk a ”
u z u n o k u n u r, f.i.). (b k z :
m û sik ar). m û s ik a r ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﺎ ر
( "k a ” u z u n o k u n u r, f . i . ) :
1 . m iz m a r ç e şid in d en Sira, k a le m , d ü d ü k ; k a v a l; d e rvişle re m a h s u s b ir saz. 2 . r ü z g â r estik çe g a g a sın d a k i d elik lerd e n tü rlü tü rİÜ ses ç ık a rd ığ ı İçin "m û s ik î" sö z ü n ü n de
musavvirin ( ﻣﺼﻮرﻳﻦa.s. musavvir'in c.). (bkz : musavvir).
b u n d a n a lın d ığ ı riv â y e t o lu n a n m e v lru m
musavvit ( ﻣﺼﻮتa.s. ve i. savfdan) : 1. tasvit
E d v â r -ı İ lm -i M u s ık î'd e g e çe n m a k a m ,
eden, seslenen, ses çıkaran. 2. sesli, musâyaha ( ﻣﻤﺎﻳﺤﻪa.i. sayha'dan) : haykırışına,
karşılıklı boğuşma. mıısâyefe ( ﻣﻤﺎﻳﻐﻪa.i. sayfden) : yazlığına, bir yaz tutulmak üzere pazarlile etme.
b ir ku ş. (b k z : d iğerâır). 3 . a d i a n o n im b ir
m û s ik î, m û s ik ı y y e ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﻴ ﻪ، ( ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﻰo .i.) : m ü zik . Â l â t - ı m û s ik ıy y e : m ü z ik âletleri, m û s ik î- i f ig a n (“ g a ” u z u n o k u n u r ) : fe r y â d ın m û sik isi. m û s ik î - i s ü k û t : se ssiz liğ in mû'Sİkîsi.
mustashib
ﺷﺎ س
m û s ik î - ş in â s
( a .f.b .i.): m U zikçi,
ﻣ ﻮﺑﻘ ﻰ
fr. m u s ic ie n . m û s il
ﻫﻮﺻﻞ
(a.s. v u s û l 'd e n ) : isâle d e n , u la ştı-
ﻫﻮﻣﻠﻪ
-
(a.s. m u s lih 'in
c . ) : İslâh
eden ler, İyileştiren ler, d ü zelticiler, a ra b u lu cu lar. M u s l ih i y y e - i H a l v e t i y y e
ra n , y e tiştire n , v a rd ıra n , m û s ile
m u s lih i n
( a .i.) : m ü d e rrislik te ik in c i y ü k -
sek d erece.
:
[k u ru c u s u , M U s lih 'in g a la tı olu p, " M û s il î” lâ k a b ıy la
m û s ile -i s a h n , -i S ü l e y m â n i y y e : “ F a tih v e
( ﻣﺼﻠﺤﻴﻪﺀa.b.i.)
ta s. H a lv e tiy y e ta rik a tı ؟û b e le rin d e n biri, t a n ın a n
Şeyh
M u s ta fâ
M u s li-
h iid d in E fe n d i'y e n isp e tle b u a d i a lm ıştır;
S iile y m a n iy e m ü d e r ris lik le r i" o la n en y ü k -
T e k ir d a ğ 'd a d o ğ m u ştu r, ö l ü m ü : 10 9 9 (16 9 7
sek d ere ce d e k i b a sa m a k ,
- 98) d ir].
m ü ş ir
وﺳﺮ٠ (a.s.)
: zen gin ,
a y a k d ire ye n . .(a.f.zf.) : ısrâ r v e
in a tla ,
(a.s. s a r r 'd a n ) : ["m u s ır r "
in
ﻣﻤ ﺮأ
(a.zf.) : ısra r ederek, d iren erek ,
a y a k d ire ye re k , in atla, (b k z : m u sirr-â n e ). m û s iy e
ﺟﻪ٠ﻣﻮﺀ
h a r d a l y a k ıs ı g ib i şeyler,
m u sta f
(a.s.
ve
i.
su k u t'd a n .
c .:
d ü ş ü r ü c ü ilâç.
ﺳﻘ ﻄﺎ ط
د ر
ﻣﺼﻄﻒ
kat edenler, d ü şü ren ler, ç o c u k d ü ş ü r ü c ü İlâçlar.
( a .s .) : s a f v e ta b u r h â lin d e d i-
ﻃﻐﻰ٠ع٠ (a.s. se ç ilm iş,
s a fv e t 'd e n ) : 1. ıs tıfâ e d il-
( b k z : g ü zid e ,
m ü n teh ab ).
2 . h . i. H z . M u h a m m e d 'in a d la rın d a n . 3 . i. erk e k adi. m u sta fâ v i,
(a.i. v e s. m u sk ıt'ın c . ) : is-
(a.s. s a b r 'd a n ) : sabred en ,
zilm iş.
m iş ,
m u s k it â t ) : 1. isk at eden, d ü şü ren . 2 . ç o c u k
m u s k it â t
( a .i.) : h e k . k a n h ü c û m ed en y e ri
m u sta fâ
( a .i.) : v a siy e t ed en k a d ın ,
ﺳﻘ ﻂ
m u s k ıt
m u s r if
m u s t a b ır
m ü en .]. ( b k z : m u sırr). m u s ir r e n
(a.s. v e i.), (b k z : m u sa m m e t).
iy i e tm e k İçin k u lla n ıla n k u r u h a c a m a t,
a y a k d ireyerek . m u s ir r e ﻣ ﻤ ﺮ ه
(a.s. m u s lih 'in c.). ( b k z :
m u slih in ). m u sm et -
ﻣﺼﺮاﻧﻪ
m u s ir r - â n e
ﻣﻤﻠ ﺤﻮ ن
m u s lih U n
m u s i r r ^ (a.s. sa rr'd a n ) : ısrâ r eden, d ire n e n ,
ﻳﻪ٠ﻣﺼﻄﻐﻮ m ed
m u s ta fâ v i^ e '(a.s.
s a fv e t 'd e n ) :
M u s ta fâ 'y a
m en su p ,
، H z.
ﻣﻤﻄﻔﻮ ى M uham -
o n u n la
ilg ili.
A h lâ k -1 m u s ta fâ v iy y e : H z. M u h am m ed
m u s k ıt â t -ı c i z y e : h u k . [eskiden) c iz y e n in e d â sın ı b a 'd e lv ü c ııp [m ü k e lle fin
isk at
İslâ m lığ ı
ed en
k a b û lü ,
seb e p le r k a b leled â
ve fâ tı, k ab le le d â ta m b ir se n e n in g e çip d i-
M u s ta fâ 'n ın h ad isleri.
ﻣ ﻤ ﻄﻠ ﺢ
m u s t a la h
(a.s.
s ıılh 'd e n .
c .:
m u s t a la h â t ) : ıstıla h lı, İçin d e ç o k ıstıla h v e te rim o lan , a ğ d a lı.
g er se n e n in g irm e s i gibi]. m u s k ıt â t -ı h u d û d : h u k . h u d û d ıı b â d e lv ü c ııp isk at ed en sebepler. m u s k ıt â t -ı k ı s a s : h u k . [eskiden] k ısa sı isk at ed en sebepler, [k ısas o lu n a c a k n e fis v e y â u z v u n fe v t o lm a sı v e liy y i c in â y e tin c â n îy i
ﻣ ﻤﻠ ﺢ
(a.s.
sıılh 'd a n .
c . : m u slih in ,
m u s lih U n ): 1 . İslâh eden, iy ile ştire n , d ü z e ltici, a ra b u lu cu . 2 . i. erk ek adi. m u s lih a
ﻣﻤﻠ ﺤﻪ
(a.s. s u l h 'd e n ) : [“ m u s lih ” in
m ü en .]. ( b k z : m u slih ). m u s lih - â n e
ﻣﻤﻠﺤﺎﻧﻪ
ﻣ ﺼﻄﻠﺤﺎت
(a.i. m u s ta la h 'm c . ) : IS-
tıla h h â lin e g e tirilm iş kelim eler, m u s t a la h i -
( a .s .) : ıstıla h lı, a ğ d a lı k o -
n ıışa n . (b k z : ıstılâ h -p e rd â z , m u sta lih ). m u s ta lih
-
(a.s.
su lh 'd en ).
(b k z:
m u sta la h i).
a ffe tm e si gibi]. m u s lih
m u s t a la h â t
(a.f.zf. s u l h 'd e n ) : a ra b u -
lu c u lu k la , a ra c ılık la .
m u s t a n i . ( ﻣ ﻤ ﻄ ﻊa .s .) : 1 . ziyâ fe t v eren , y e d ir ip İçiren . 2 . b ir in i y e tiştirip a d a m eden, m u stâ r
ﺳ ﻄﺎ ر
m u s ta r ıf
( a .i.) : ç o k sert v e k e sk in şarap,
ﻣﺼﻄﺮف
( a .s .) : ç ık a r ı İçin h er y a n a
başvu ran . m u s t a s h ib -
(a. s a h â b e t 'd e n ) : b ir in i
y a n m a a la n , b e ra b e rin d e g ö tü re n .
8.3
mustashiben mustashiben ( ﺳ ﺘ ﻤ ﺤ ﺎa.zf.) : yanında olaralc,
birlikte. mustatâb ( ﻣ ﻄﺎ بa.s. tayyib'den) : iyi, âlâ. Kitâb-1 mustatâb : güzel kitap,
( ﻣﺴﺘﻄﻴﻞa.s. tûl'den) : 1. istitâle eden, uzayan. 2. i. geo. *dik dörtgen, fr.
mustatîl
réctangle. nïustatîlü’r-re's : dolichocéphale.
mûş-hâr ( ﻣﺮﺷﺨﻮارf.b.s. ve i.) : "sıçan yiyen" : ؟aylak [kuş], (bkz : mûş-gîr). mû-çikâf ﻣﻮﺷﻜﺎ ف
-(f.b.s.c. : m û -şik â fâ n ) : k ılı
k l i k y a ra n , in ce d e n , in c e y e a ra ştıra n ,
mû-şikâfân ﻣﻮﺷﻜﺎ ﻓﺎن
(f.b.s. m û -ş ik â f'ın c.) :
k ılı k ır k y a ra n la r, in c e d e n in c e y e a ra ç tıra n la r,
biy.
uzunkafali,
fr.
mustatili ( ﻣ ﻄ ﻴ ﻠ ﻰa.s. tûl'den) : mustatil, *dik-
dörtgen biçiminde olan, mustazill ( ﻫ ﻄ ﻞa.s. Zill'dan) : 1. istizlâl eden,
gölgede oturan, gölgelenen. 2 ٠birinin himâyesi, koruması altında [bulunan], korunan, gölgesine sığınmış, (bkz : mahmi). mustazref ﻣﺴﺘﻈﺮف-(a.s.) : 1. zariflik, nükte.
2. hâvî; muhit, mûş ( ﻣﻮشf.i.) : fâre. mûç-i desti, -i sahrâ : zool. tarla faresi; kös-
tebek. mûç-i dii-pâ : zool. Kuzey Afrika'da yaşayan
ve uzun iki arka ayağı üstünde sıçrayan bir kir faresi. mûç-i hurmâ : zool. hurma sıçanı, [kediden biraz lcüçüktür]. m ûç-ikûr : zool. IGrsiçan, köstebek. mûç-i perende : zool. ı) yarasa; 2) sincap; 3) Avustralya'da bulunan keseli bir hayvan. mûç-i sultâniyye : zool. sincaba benzeyen küçük bir fare. muşamma' ( ﻣﺸﻤﻊa.i. şem'den) : muşamba. muşamma'-ı tıbbî : hek. yara, ؟iban ve
sâireye yapıştırılan sari muşamba, yakı. muşamma-î ticârî : tic. balyalara sarılan
ziftli kaim bez. muçâta ( ﻣﺸﺎﻃﻪa.i.) : tararken dökülen sa ؟, sa-
kal teli. mûşek ( ﻣﻮﺷﻚfi.) : fâre yavrusu. mUşek-perran ﺑﺮان. ( ﻣﻮﺷﻚf.b.i.) : zool. ön ve
arka bacağı arasında bulunan bir zarın yardimiyla uzun Siçrayabilen sincap,
mû-şikâf-âne ﻣﻮﺷﻜﺎﻓﺎﻧﻪ
(f.zf.) : k ılı k ır k y a r a r -
c a sm a , in c ed en in ce y e .
mû-şikâfî ﻣﻮﺷﻜﺎ ﻓﻰ
(f.b.i.) : k ılı k ır k y a r m a , in -
ced en in c e y e a ra ştırm a ,
muşt ( ﻣ ﺸﻂa.i. m ışât) : ta ra k , (b k z : şâne). muştü'1-kadem : anat. a y a k ta ra ğ ı, muştü'l-yed : anat. elin ta ra ğ ı, muçt ﻣﺸ ﺖ
(f.i.) :
1. y u m r u k ;
tok at.
2. mec.
a v u ؟. (b k z : m ü şt, m ü çte‘).
muşta ﻣﺸﻄﻪ
(a.i.) : sa ؟ta ra ğ ı,
muşta ﻣﺸﺘﻪ
(a.i.) : 1 . m u şta , p a r m a g in b ir i b ü -
k ü lü p siv rilte re k v u r u la n y u m r u k . 2 . b irine v u r m a k İ ؟in ele v e p a r m a k la r a g e ç irile n d em ir.
muştıyye ( ﻣﺜ ﻄﻴﻪa.i.) : bot. *tarakotugiller, fr. dipsacées. muştî ﻣﺸﺘﻰ
(a.i.) : b ir a v u ؟, b ir a v u ç lu k , b ir
a v u c u n a la b ile c e ğ i kad ar,
muştî ﻣﺸﻄﻰ
(a. s. m u şt'd a n ) : t a ra k b iç im in d e
olan.
Muştü'r-râî ﻣﺸﻂ اﻟﺮاﻋﻰ
(a.it.) : bot. ؟o b a n ta ra -
gı, fesçi d ik en i.
muşt-zen ﻣﺸﺘﺰن
(f.b.s.) : y u m r u k v u r a n , y u m -
r u k ؟u; b o ksö r, (b k z : m ü çt-ze n ).
mu'tâ ﻣﻌﻄﻰ
(a.s. a tâ 'd a n ) : 1. îtâ o lu n m u ş, v e -
rilm iş. 2 .
fels.
*ve ri, v e rilm iş,
mutâ'j mutâa ﻣﻄﺎﻋﻪ
،
İtâat o lu n an , b o y u n ke n d isin e
İtâat
ﻣﻄﺎع
fr. donnée,
(a.s. ta v 'd a n ) :
eg ilen , b a ş k a la rın ın
ettik leri,
dhân-mutâ'
:
d ü n y â n ın b o y u n e g d ig i, âlem e h ü k m ü ge ؟en.
Evâmir-İ mutâa :
İtâat ed ilen , b o y u n
eg ilen em irler.
mûçer ( ﻣﻮﺷﺮa.i.) : bir ؟eşit eğri testere,
mutâame ( ﻣﻄﺎﻋﻤﻪa.i.) : güvercinlerin öpüşmesi.
mûş-gîr ( ﻣﻮﺷﻜﻴﺮf.b.s. ve i.) : “sıçan tutan'' :
mutaassib ﻣﺘﻌﺼﺐ
؟aylalc [kuş], (bkz : mûş-hâr). 804
sıbân,
(a.s. a sa b 'd a n . c. : m u ta a s-
m u ta a ssib in ) :
1. k e n d i
t a r a f ım
mutammis
aşırılıkla tutan. 2. kendi dinini, eski gelenek ve görenelcleri aşırı tutan, onların dışındakilere düşman olan, hiçbir yenilik kabûl etmeyen. mutaassıb-âne ﻻ(a.f.zf. asab'dan): mutaassıpça; körükörüne. mutaassıbin ﻣﺘ ﻌ ﻌﺒ ﺠ ﻦ (a.s. asab'dan, mutaassib'ın c.) : taassubu olanlar, (bkz : mutaassıb). mutaattıl ( ﻣﺘﻌﻄﻞa.s. sül. atele): taattul eden, İşsiz kalan, (bkz : muattal), mutaattır ( ﻣﺘﻌﻄﺮa.s. Itr'dan): 1. taattur eden, giizel lcoku ile koklanan. 2. giizel koku siirhnen. mutaattıra ( ﻣﺘﻌﻄﺮهa.s. Itr'dan): ["mutaattır” m miien.]. (blcz : mutaattır). mutaazzım ( ﻣﺘﻌﻈﻢa.s. azamet'den), (bkz : müteazzım). mutaazzım-âne ﻣﺘﻌﻈﻤﺎﻧﻪ miiteazzım-âne). mutaazzıv —
(a.zf.).
(bkz:
(a.s.): Organlaşmış,
mutabakat ( ﻣﻄﺎﺑﻔﺖa.i. tıbk'dan): mutabıklık, muvâfıklık, uygunlulc, uyuşma, anlaşma, mutabakat beyannâm esi: uygunluk bildirisi; bütçe tatbikatının Millet Meclisi tarafından denetlenmesine esas olan ve Sayıştay'ca hazırlanan gerekçeli cetvel, mutabassır ( ﻣﺘﺒﺼﺮa.s.): açıkgöz, mutabbalc ( ﻣﻄﺒﻖa.s. tabk ve tabak'dan): 1. tatbik olunmuş, uydurulmuş. 2. kapak gibi kapanmış.
m utaffif ( ﻣﻄﻔﻒa.s.) : noksan mal veren dalavereci. mutâher ( ﻣﻄﺎ ﻫﺮa.s.): temizlenmiş, mutâhere ( ﻣﻈﺎﻫﺮهa.i.) : temizleme, mutahhar, mutahhara ﻣﻄﻬﺮه، ( ﻣﻄﻬﺮa.s. tahâret'den) : 1. tathir edilmiş, temizlenmiş, temiz. Libâs-1 mutahhar : temiz elbise. 2. temiz, mubârek. Ravza-i mutahhara : miibârek, kutsal türbe. mutahhir ( ﻣﻄﻬﺮa.s. tahâret'den) : tathir eden, temizleyen. mutâhir ( ﻣﻬﻼﻫﺮa.s.): temizleyici, mu'tak, mu'taka ﻣﻌﺘﻘﻪ، ( ﻣﻌﺘﻖa.s. atak'dan): i'tâk olunmuş, azâdedilmiş, azatlı [kolej. Abd-İ m u 'tak : azâdedilmiş köle. Câriye-İ mu’ta k a : azâdedilmiş câriye, halayık. mu'takii'1-ba’z : tamâmen degil, kısmen azâdedilmiş köle veyâ câriye, mutâlebât ( ﻣﻄﺎ ﻳﺎ تa.i. taleb'den. mutâlebe'nin c .): istenilen şeyler, istekler, mutâlebe ه١( ﻣﻄﺎلa.i. taleb'den. c .: mutâlebât): 1. talepte bulunma, hakkini isteme. 2. dâvâ. mutâli' ( ﻣﻄﺎﻟﻊa.s. tulû'dan. c . : mutâliin): mütâlâa eden, kitap okuyan, mutâliin ( ﻣﻄﺎﻟﻌﻴﻦa.s. mutâli'in c.) : mütâlâa edenler, kitap okuyanlar, mutallâ ( ﻣﻬﻼىa.s. tılâ'dan): tılâlanmış, yaldızlanmış, yaldızlı. mutallâka ( ﻣﻄﻠﻘﻪa.s. talâk'dan) : bırakılmış, boşanmış [kadmj.
mutabık ( ﻫﻄﺎﺑﻖa.s. tıbk'dan) : uyan, uygun [birbirine].
mutallâ-kârî ( ﻣﻄﻼﻛﺎرىa.f.b.i.): yaldızlama, altm kaplama İŞİ.
mu'tâd, mu'tâde ﻣﻌﺘﺎده، ( ﻣﻌﻨﻴﺎ دa.s.i.): itiyad edilmiş, âdet olunmuş, alışılmış,
mutallik ( ﻣﻄﻠﻖtalâk'dan. a.s.): huk. talak ile karısını boşamış olan lcoca.
mu'tâden ( ﺳﺘﺎدأa.zf.) : alışıldığı iizere. mu'tâdî ( ﺳﺘﺎدىa.s.): alışılmış, her vakitki.
mutalsam ( ﻣ ﻄﻠ ﻤﻢa.i. tılsım'dan) : tılısımlı, büyülü.
mu'tâdiyye ( ﻣﻌﺎدﻳﻪa.s.): [“mu'tâdî" nin miien.]. (bkz: mu'tâdî).
mutalsım ( ﻣ ﻄ ﻠ ﻢa.s. tılsım'dan): tılısımlayan, tılısım ve büyü yapan,
m utâf
mut'am ( ﻣﻄﻌﻢa.s.): yiyeceği İçeceği ؟ok olan,
(a.i.). (bkz : matâf).
mutafattjn ( ﻣﺘﻔﻄﻦa.s. fatânet'den): hemen anlayıp farkına varan.
mutammis ( ﻣﻄﻤﺚa.s.): hek. kadınlarda âdet hâlini tanzim eden ilâ ؟. 8.5
mutantan
mutantan ( ﻣﻄﻨﻄﻦa.s. tantana'dan): 1. tantanail, debdebeli; gürültülü, patırdılı. 2. şatafatlı, gösterişli; çok parlak, mııtâraha ( ﻣﻄﺎرﺣﻪa.i.): birbirine söz söyleme. m u târah ât^j^ (a.i.tarh 'd an ,m u târah a'm n c .): konuşmalar, birbirine söz söylemeler, mutarassıd ( ﻣﺘﺮﻣﺤﺪa.s.): tarassut eden, gözleyen. mııtarassıd-âne ( ﻣﺘﺮﺻﺪاﻧﻪa.f.zf.): tarassut edene yaraşır yolda. mutarassidîn ( ﻣﺘﺮﺻﺪﻳﻦa.i.- mutarassıd'm c.): tarassut edenler, gözleyenler; bekleyenler, kollayanlar. mııtâredât ( ﻣﻄﺎرداتa.i. mutârede'nin c .): vuruşmalar, çarpışmalar. mutârede ( ﻣﻄﺎردهa.i. tard'dan. c . : mııtâredât): saldırışnıa [savaşta]. m utarrâ ( ﻣﻄﺮىa.s. tarâvet'den): tarâvetli, tâze. m utarraf ﻣﻄﺮف.(a.i.). (bkz : taştîr, teştîr). mutarrah ( ﻣﻄﺮحa.s. tarh'dan): tarhedilmiş, çıkarılmış. mutarraz ( ﻣﻄﺮزa.s. tırâz'dan): tarazlandırılmış, zlnetlendirilmiş, süslendirilmiş, nakışlı, İşlenmiş; kenarlı, işlemeli, mutarred ( ﻣﻄﺮدa.i.) : cemaati usandıracak derecede okumayı uzatan imam, m ııtarrız ( ﻣﻄﺮزa.s.): elbiseye kenar işleyen, mutarrid ( ﻣ ﺮ دa.zf.) : bir düziye. mutarriden ( ﻣﻄﺮدأa.zf.): bir teviye, bir diiziye. mutasabbır ( ﻣﺘﺼﺮa.s. sabr'dan). (bkz: mütesabbır). mutasabbî ﻣﺘﺼﻰ mütesabbi).
(a.s.
mutasaddıkün-aleyh : sadakayı kabûl edeli kimse. mutasaddır ﻣﺘﻤﺪ ر (a.s. sadr'dan. c . : mutasaddirîn): tasaddur eden, baş sedire geçip oturan, baş köşeye kurulan, mutasaddır-âne ( ﻣﺘﺼﺪراﻧﻪa.f.zf.): baş köşeye geçip kurulana yakışacak sûrette. mutasaddirîn ( ﻣﺘﻬﺪرﻳﻦa.s. mııtasaddır'ın c .): tasaddur edenler, baş sedire geçip oturanlar, baş köşeye kurulanlar. mutasaddi ﺗﻤﺎ(a.s. sadv'dan): 1. tasaddî eden, bir işe girişen. 2. başkasına saldıran, mutasaddikin ( ﻣﺘﺼﺪﻗﻴﻦa.s. mutasaddık'ın c .): tasadduk edenler, sadaka verenler. 2. sâdık, dogru oldugu anlaşılanlar, mutasaffi ( ﻣﺘﻌﻔ ﻰa.s.): tasaffi eden, saflık, temizlik peyda eden, saflaşan, [maddi, mânevî]. Mâ-i m u tasaffl: saf temiz su. Kalb-İ m u tasaffl: saf temiz gönül, mutasallib ( ﻣﺘ ﻤﻠ ﺐa.s. sulb'den): 1. tasaliubeden, sertleşen, katılaşan; sert, saglam. 2. salâbetli, din işlerinde gayret gösteren, m utasallibü'l-varak: bot. Sertyapraklı. mutasallib-âne ( ﻣﺘﺼﺒﺎﻧﻪa.f.zf.): salâbet, kuvvet sâhibi olana yakışacak sûrette. m utasallif -(a.s.c.: mutasallifin): haddinden fazla bilgiçlik ve incelik taslayan, şarlatan. mutasallif-âne ( ﻣﺘﻤﻠﻐﺎﻧﻪa.f.zf.): mutasallif olana, nezâket, bilgiçlik taslayana yakışır sûrette. m utasallifin ( ﻣﺘﺼﻠﻔﻴﻦa.s. mutasallifin c .): haddinden fozla bilgiçlik ve incelik taslayanlar, şarlatanlar. mutasanni' ( ﻣﺘﺼﺘﻊa.s. sun'dan. c .: mutasanniîn): tasannî eden, kendini güzel, süslü göstermek isteyen, yapmacıklı,
sabi'den).
(bkz:
(a.f.zf.).
(bkz:
mutasanni-âne ( ﻣﺘﺼﻔﻌﺎﻧﻪa.f.zf.): tasannu' ederek, yapmacıklı olarak.
mutasaddı' ( ﻣﺘﺼﺪعa.s. sad'dan) : 1. dagilan. 2. yarılıp çatlayan.
mutasanniîn ( ﻣﺘﺼﻨﻌﻴﻦa.s. mutasanni' in c .): tasannu' edenler, kendini güzel, süslü göstermek isteyenler, yapmacıktılar,
mutasabbi-yâne ﻣﺘ ﺼﻴﺎﻧ ﻪ mütesabbiyâne).
mutasaddılc ( ﻣ ﺘ ﺼ ﺪ قa.s.c. : mutasaddikin) : 1. tasadduk eden, sadalca veren. 2. sâdık, dogı'u oldugu anlaşılan. 806
m utasarrıf ( ﻣﺘﺼﺮىa.s. sa rf d an ): 1. tasarruf eden, kendinde kullanma hakki ve
mutavassıt mutavassıta salâliiyeti bulunan. 2 ٠bir sancagm en büy ü k İdâre âm iri [Tanzim at'dan sonra], m ııta sa rrıf-â n e
ﻣﺘﻤﺮﻓﺎﻧﻪ
(a.s.
tarab'dan.
c .:
m u tatarrib în ): tatarrubeden, şevke gelen,
(saı-f'dan. a.f. zf.) : ta-
s a rru f ederek, kendinde kullanm a halckı ve yetkisi bulunaralc.
sevinen, coşup sıçrayan. m u ta ta rrib -â n e
ﻃ ﺮﺑﺎ ﻻ
(a.f.zf.): şevke gelip,
coşup sıçrayarak.
ﻣﺘﻌﺮﻓﻴ ﺖ
m u t a s a r r ıf i^ e t
ﻣﺘﻄﺮب
m u ta ta rrib
(a .i.): 1. m u ta sa rrıf
m u ta ta rrib în
ﻣﺘ ﻄ ﺮﺑﻴ ﻦ
(a.s. m utatarrib'in c . ) :
ilk, ta sa rru f etme hakki. 2. m u ta sa rrıfn
tatarrubedenler, şevke gelip sevinen, coşup
vazifesi.
sıçrayanlar.
ﻣﺘﺼﺮم
m u ta s a rrım
(a.s.c. : m u ta sa rrım in ):
tasarru m eden, kahram anlık, y iğitlik gösteren.
ﻣﺘﻤﻮر
(a.s. sû re t'd en ): 1. tasavvur
edilm iş, tasarlanm ış, düşünülm üş. 2. akla gelebilir, olabilir, (bkz : m iim kin). U m û r-i m u ta s a v v e r e : tasarlanm ış İşler, m u ta sa v v ıt
ﻣﺘﺼﻮت
ﻣﺘﻤﻮ ف
-(a.s.
so fd a n .
c .:
uğraşan. 3 . ilahiyatla u ğraşan ve bunu yaym aya çalışan. m u ta sa v v iflâ n e
(a.f.zf.): sofuca, m u-
ﻣﺘﺼﻮﻓﻪ
(a .i.): m utasavvifler, sofu-
lar. ( b k z : sûfiyyUn). m u ta s a v v ifin
ﻣﺘﺼﻮﻓﻴﻦ
(a.s.i. m u ta sa v v ifin c . ) :
sofiler, sofular. m u ta s a v v ir
(a.s. İc lâ 'd a n ): İclâ olunm uş, SÜ-
rülm üç, sü rgü n edilm iş, m ü cm e l
(a.s. ciim le 'd e n ): İcm âl olun-
m uş, k ısa ve az sözle anlatılm ış, öz. (bkz : hulâsa, m uhtasar).
823
miifmalan
M âlik, im âm -ı Şâfiî, îm âm -1 A h m ed ve b u n ların em sâli gibi].
miicmelen ( ﻣﺠﻤﻸa.zf.) : mücmel, kısa olarak, kısaltarak, az sözle, (bkz : hulâsatan, muhtasaran).
miictehid-i muhti : fık . İçtihâdında hatâ
miicrim ( ﻣﺠﺮمa.s. ciirm'den. c.: mücrimin) : cürüm İşlemiş, suçlu (Sanık),
müctehidün-fih : fık. h ak k ın d a kat'î delil
mücrimin ( ﻣﺠﺮ سa.s. miicrim'in c.) : ciiriim İşlemiş olanlar, suçlular, iâde-i mücrimin : suçluların geri gönderilmesi, miicrimiyyet ( ﻣﺠﺮﻣﻴﺖo.i.) : suçluluk, miicrimiyyet karârı: huk. *suçlandırma kararı. miictebâ ( ﻣ ﺠﺘ ﻰa.s. ceby'den) : 1. seçilmiş, seçkin. (bkz : ber-giizide). 2. i. erkek adi. miictehed ( ﻣﺠﺘﻬﺪa.s.) : İçtihâdolunınuş. müctehedün-fîhâ: üzerinde ictihâdedilen mesele.
e d e n fa k ih . bu lu n m ayan m esele.
miictehidin ى-
(a.s. ve i. m iictehid'in c.).
(bkz : miictehid)). mtictelib ( ﻣﺠﺘﻠ ﺐa.s.) : sürüp götüren, miictemi', müctemia ﻣﺠﺘﻤﻌﻪ
، ( ﻣﺠﺘﻤﻊa.s.
cem'den) : içtim â eden, toplanan, toplanm ış, toplu; b irik m i?, birleşm iş. Memâlik-İ
miictemia : A m e rik a B irleşik D evletleri, (bkz : C em âh îr-i müttehide),
miictemian ( ﻣﺠﺘﻤﻌﺄa.zf.) : cem aatle, toplu bir halde.
miictehez ( ﻣﺠﺘﻬﺰa.s. cihâz'dan): techiz olunmuş, tertip ve tanzim olunmuş, donatılmış,
miictenâ ( ﻣﺠﺘﻨﻰa.s.) : İctinâ olunm uş, d evşiril-
miictehid (a.s. ve i. cehd'den. c.: miictehidin): 1. içtihâdeden, gücü yettiği kadar çalışan. 2. âyet ve hadislerden şer'î hiikiimler çıkaran din allâm esi: imâm-ı A'zam gibi. ؛İran'da bütün ŞİÎ âlimlere verilen bir addır]. miictehid fi'1-mes'ele : huk. [eskiden] herhangi bir mezhepte karşılaşılan ve daha önce 0 mezhebin imâmı tarafından hükme bağlanmamış olan meselelere dâir ictihadda bulunmaya muktedir fakih. [meşâyih-i hanefiyeden: Tahavi-EbU-Hasan el-Kerhi, Şemsü'1-eimme el-Hulvâni, Şemsü'leimmet es-Seralısi, Fahrü'l-îslâm Pezdevi ve emsâli gibi]. miictehid fi'l-mezheb : huk. [e s k id e n ] d o ğ -
müctenib -
r u d a n d o ğ r u y a ş e r 'î d e lille r e m U r â c a a tla a h k â m İs tin b â tı ik tid a r ve e h liy e tin i h â iz o l m a k l a b e r â b e l' S â h ib -İ m e z h e b in
te 's îs
m iş, top lanılm ış. (a.s. cânib'den) : ictinâbeden, sakın an, ؟ekinen, u zak duran, b ir şeye ka-
rışm ayan. (bkz : m ütecânib).
müctenibü'l-küs : cogr. *kireçyeren. müctenih ( ﻣﺠﺘﺒﺢa.s. cen âh'dan ) : 1. ictin âh eden, m eyillenen, b ir tarafa eğilen. 2. secdede, usûlüne göre ellerin i yere koyu p dirseklerini açarak k o llarım kan ad şeklinde tutan. Sâcid-İ miictenih : bu yolda secdeye kapanan.
miicteri ( ﻣﺠﺘﺮىa.s.. ictirâ'd an ) : cür'et eden, cesâret eden.
miicterin ( ﻣﺠﺘﺮنa.s.) : m esleğinde tecrübeli, m âh ir olan. fr. expérimenté. Tablb-i miicterin : tecrübeli, değerli h ekim . miicterr ( صa.s.) : ictirâr eden, geviş getiren, fr. ruminant.
î m â m - ı E b û Y û su f, I m â m -1 M u h a m m e d ,
miicterre ( ﻣﺠﺘﺮهa.s.) : zool. geviş getiren. Hayvânât-1 mücterre : geviş getiren hayvanlar, fr. ruminants.
î m â m - ı z u f e r v e e m s â li g ib i],
müctess ( ﻣﺠﺘ ﺚa.i.) : ed. aru zd a b ir b ah rin
e t t i ğ i u s û l v e k a v â id ü z e r i n e h a r e k e t e d e n m i iç t e h it . [ i m â m - ı A 'z a m 'ın ta l e b e s i n d e n :
miictehid fiş'-şer': huk. [e s k id e n ] n e f ü r û d a ,
adıdır. Bizde k u lla n ılm ış olan vezin leri
n e d e u sû ld e b a şk a b ir m ü c te h id i ta k lid e tm e y ip u s u l k a id e l e r i te 's is v e f ü r û u n h ü -
şu n lard ır : ı) m efâiliin feilâtiin m efâilün feilâtün (az k u llan ılır); 2) m efâilü n feilâtiin
k ü m l e r i n i ş e r 'î d e li ll e r d e n
m efâilün
is tin b â t e d e n
z e v â t. [Im â m -1 A 'z a m E b û H a n if e , Im â m -1
824
feiliin;
m efâilün fa'liin.
3)
m efâiliin
fâilâtü n
müdâvele miictevir ( ﺳ ﻮ رa.s. c iv â r 'd a n ): ictivâr eden, kom şu olan.
miid ( طa.i.). (bkz : miidd). miidâabe ( ﻣﺪاﻋﺒﻪa .i.): şakalaşm a,
[ş iird e :
"m üdâabet" şeklinde geçer].
müdâbere ( ﻣﺪاﺑﺮهa.i. d ü b r'd en ): birbirin e ark asın ı dönm e.
müdâfaa ( ﻣﺪاﻓﻌﻪa.i. d e f den. c . : m üdâfaât) : 1. d efetm e, bir sald ırışa k arşı durm a. 2. korum a, korun m a. 3. huk. .savu n m a.
müdâfaa-i hukuk (cem iye ti): tar. ku rtu lu ş savaşından önce A tatü rk tarafın d an k u ru lm uş olan b ir cem iyet.
müdâfaa-i milliyye : m illî m üdâfaa, m illi .savu n m a.
müdâfaa-i meşrûa : huk. cana ve ırza k arşı yapılan h aksiz ve sert b ir sald ırışın , başka tü rlü önlenm esi kabil olm ad ığı takdirde kuvvetle önlenm esinden İbâret tabîî bir hak.
müdâfaa-i nefs : nefsin i m üdâfaa etm e, kend in i korum a.
müdâfaât ( ﻣﺪاﻓﻌﺎتa.i. d e f den. m üdâfaa'nın c .) : k oru n m alar, .savu n m alar.
miidâfaaten ( ﻣﺪاﻓﻌﺔa.zf.) : m üdâfaa, .sa v u n m a, k oru n m a yoluyla.
müdâfi' ( ﻣﺪاﻓﻊa.s. d e f den. c . : m üdâfiîn ) : m üdâfaa eden, k oru yan , .sa v u n a n , dayanan. Vekîl-İ m üdâfi' : suçlunun avukatı.
müdâfiîn ( ﻣﺪاﻓﻌﻴﻦa.s. m ü d â fi'in c .) : m üdâfaa edenler, koru yan lar, .savu n an lar, dayan anlar.
müdâhaîât ( ﻣﺪا ﺧ ﻼ تa.i. m üdâhale'nin c.) :
m ü d â h e re ( ﻣﺪاﻫﺮهa.i.) : sakın m ad an , ؟ekinm eden m ukavele yapm a, m iid a h h a n tütm üş.
( ﻣﻮﺧﻦa.s. d u h a n 'd a n ): dum anlı,
m iidâhil ( ﻣﺪا صa.s. duhûl'den. c . : m üdâhilân, m üdâhilîn) : d âh il olan, k arışan ,
müdâhilân
ﻣﺪاﺧﻼن
m ü dâh d olanlar, m üdâhilîn).
(a.s. m ü d âh ü 'in c.) : karışan lar. (b k z:
müdâhilîn ( د ا ﺧ ﻠ ﻦa.s. m ü d âh ü 'in c.) : dâhil olanlar, karışan lar, (bkz : m üdâhilân).
miidâhin ( ﻣﺪاﻫﻦa.s. d eh en 'd en ): m üdahene eden, yü ze gülen, dalkavu k ,
müdâhin-âne ( ﻣﺪاﻫﻐﺎﻧﻪa.f.z f.): yü ze gülene yak ışır sûrette, dalkavukça,
müdâm ( ﻣﺪامa.s. d e v â m 'd a n ): 1. devâm eden, süren, sürekli. 2. d evâm eden, arası kesilm eyen. M est-İ m üdâm : d urm adan şarap İ ؟en, şarap ayyaşı. Şürb-i müdâm : devam il İ ؟m e. Zevk i müdâm : h i ؟bitm eyen zevk. 3. i. şarap, (bkz : bâde, ham r, mey, sahbâ).
müdâme ( ﻣﺪاﻣﻪa .i.): şarap, ( b k z : m ey, bâde, ham r, m üdâm , sahbâ).
miidâmele ( ﻣﺪاﻣﻌﻪa .i.): y ü z ü gülm e, İdâre etme.
miidâmere ( ﻣﺪاﻣﺮهa .i.): m ih n et ve sık ın tı ile sabahlam a.
müdâmî ( دا ﻣ ﻰa .s.): d urm adan şarap İ ؟en. müdâm-kâre ( ﻣﺪاﻣﻜﺎرهa.f.b .s.): her zam an yapan, işleyen.
müdânî ( دا ﻧ ﻰa .s.): y a k m eş, benzer. BÎm üdânî : eşsiz, benzersiz,
k arışm alar, araya girm eler, el katm alar, sokulm alar.
müdârâ ( دا راf.i.) : yü ze gülm e, dost gibi gö-
m ü d â h a l e ^ ^ (a.i. duhûl'den. c. m üdâhalât) : karışm a, araya girm e, el katm a, sokulm a.
,müdârât ( ﻣﺪاراتa.i. d e ry 'd e n ): yü ze gülm e,
miidâhane ( ﻣﺪاﻫﻔﻪa.i. deh en 'den ): dalkavuk-
miidârese ( ﻣﺪار ئa.i. ders'den) : ders verm e,
luk, koltu klam a, ["m üdâhanet" şeklinde de kullan ılır].
müdâhane-kâr ( ﻣﺪاﻫﻔﻪ ﻛﺎرa.f.b.s.) : dalkavu k , koltukçu.
müdâhane-kâr-âne ( ﻣﺪاﻫﺘﻪ ﻛﺎراﻧﻪa .fz f .) : dalk avu klu k la, koltu klayarak.
rünm e.
dost gibi görünm e. ders alıp verm e. m ü d â v â , m ü d â v â t ^ j ^ ، ( ﻣﺪاواa.i. devâ'dan) : devâ aram a, h astaya bakıp ilâ ؟verm e,
müdâvele ( ﻣﺪاوكa.i. d ev let'd e n ): 1. devrettirm e, elden ele gezdirm e. 2. döndürm e, ؟evirm e. 3. fik ir verm e, konuşm a.
825
mödâve.e-! efkâr müdâvele-î e fk â r : düşüncelerini birbirine söyleme, bir mesele üzerinde konuşma. müdâvemet ( ﻣﺪاوﻣﺖa.i. devâm'dan) 1 ؛. devâm etme, bir yere her vakit gidip gelme. 2. bir işe aralıksız çalışma.
müddeî دﺀ ى٠ (a.s. da'vâ'dan) : 1. İddiâ eden, dâvâcı. 2 ٠bir hükümde ayak direyen. 3. inatçı. müddeî-i u m û m î: huk. *savcı, umûmî haklar adına dâvâ açan hâkim,
müdâvere ( ﻣﺪاورهa.i. devr'den): tedvir etme, İdâre etme, döndürme.
miiddeiyân ( ﻣﺪﻋﻴﺎتO.İ.C.) : dâvada karşılıklı iki taraf.
müdâvî ( ﻣﺪاوىa.s. devâ'dan): devâ bulan, ilâç veren; iyileştiren. Tabîb-İ m üdâvî: tedâvi eden doktor.
müddeiyye ( ﻣ ﺪ يa.s. da'vâ'dan): ["müddeî” nin müen.l. (bkz : müddeî).
müdâvîm ( ﻣﺪاومa.s. devâm'dan. c . : müdâvimîn): 1. devâm eden [bir yere], bir işe aralıksız çalışan. 2. bir yere devamlı olarak gidip gelen [kimse]. müdâvimetoj'^(a.s.devâm'dan) : [''müdâvim” in müen.]. (bkz : müdâvim). müdâvimîn ( ﻣﺪاوﻣﻴﻦa.s.): 1. devâm edenler [bir yere], bir işe aralıksız çalışanlar. 2. bir yere devamlı olarak gidip gelenler. müdâyene ( ﻣﺪاﻳﻐﻪa.i. deyn'den): ödünç alıp verme. miidbir ( ﻣ ﺪ ﺑ ﺮa.s. dübûr'dan) : İdbâra uğrama, tâlihsiz, düşkün. müdcine ( ﻣﺪﺟﻨﻪa.i.) : miiz. Câhiliyye devrinden başlayarak, eslci Arap müziğinde, muganniyelere verilen bir ad. miidd ( ﻣﺪa.i.) : mut, kara mut, batman nevinden bir ölçek. miiddahar ( ﻣ ﺪ ﺧ ﺮa.s. duhr'dan): biriktirilmiş, toplanıp şaklanmış. miiddahir ( ﻣ ﺪ ﺧ ﺮa.s. duhr'dan) : biriktiren, toplayıp saklayan. müddeâ ( ﻣﺪﻋﻪa.s. da'vâ'dan): 1. İddiâ olunmuş, İddiâ olunan şey. 2. dâvâ olunan şey. 3 ٠asilsiz İddiâ edilen şey. Nakîz-İ m üddeâ: antitez. 4. fels. Sav, tez. müddeâ aleyh : huk. aleyhinde dâvâ açılan, müddeâ bih : huk. dâvâcının dâvâ ettiği, dâvâya sebebolan şey. müddeayât ( ﻣﺪﻋﻴﺎ تa.i.c.) : iddiâlar, İddiâ olunan şeyler. müddehin ( ﻣﺪﻫﻦa.s.): İdhân eden, güzel kokulu yağ sürünen. 826
müddessir ( ﻣ ﺪ ﺛ ﺮa.s.). (bkz : mütedessir, mütezemmil). müddet ( ﻣ ﺪ تa.i. medd'den): 1. zaman, vakit. 2. bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman. 3. muayyen vakit. müddet-î Jıa m l: gebelik süresi, miiddet-i hayât ؛.yaşam .süresi, müddet-î iddet ؛fık. boşanmış bir kadının tekrar evlenebilmesi İçin beklemek zorunda kaldığı müddet, [boşanmış kadın İçin üç ay (üç hayız müddeti), dul kadın İçin dört ay on gündür; hâmile kadınlar İçin bu müddet, doğum ile kayıtlıdır], müddet-î İstînâf: huk. cezâ sebeplerinden, kabahat, suç işlemede on; hukukî sebeplerden altmış bir günlük müddettir, müddet-î İ'tirâz : huk. gıyâbî hükümler İçin cezâî maddelerde kabahat İçin üç, cünha İçin beş; hukukî maddelerde otuzbir günlük müddet. müddet-î ma'lûme : bilinen zaman, müddet-î medîde : uzun zaman, müddet-î ömr : ömür boyunca, müddet-î sefer : huk. [eskiden] mûtedil bir seyr ile üç günlük, yânî on sekiz saatlik mesâfe. müddet-î temyiz : huk. cezâî maddelerde sekiz ve hukuki maddelerde doksan günlük müddet. müddî ى٠( ﻣﺎa.i.) : fels. fr. protensif. miidebbag lanmış.
ﻣﺪﺑ ﻎ
(a.s.): debâgat olmuş, tabak-
miidebber ( ﻣﺪﺑﺮa.s. dübûr'dan): 1. tedbîr alinmış, düşünce ile hareket edilmiş. 2. huk. itki (azâdı) efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle. [müen.: müdebbere].
miidevvine
müdebbir ( صa.s. dübûr'dan. c . : müdebbirân, müdebbirin): 1. tedbir alan, tedbirli, dü ؟ünce ile hareket eden, düşünceli. 2. huk. [eslciden] menkulünün itkim kendisinin ölümüne tâlik etmi ؟olan mevlâ. müdebbirân ( ﻣﺪﺑﺮانa.s. müdebbir'in c.). (bkz : müdebbirin). müdebbirân-1 felek : yedi seyyâre (gezegen).
miidemmag ( ﻣﺪﻣﻎa.s. dimag'dan): aptal, budala. müdemmec ( ﻣﺪﻣﺞa.s.): düzgün olarak birbiri İçine dürülmüş yuvarlak ؟ey. müdemmer ( ﻣﺪﻣﺮa.s. dümûr'dan) : tedmir edilmi ؟, mahvolmuş, yokedilmi ؟. miidemmir ( ﻣﺪﻣﺮa.s. dümûr'dan) : tedmir eden, mahveden, yok eden,
müdebbîr-âne ( ﻣﺪﺑﺮاﻧﻪa.zf.): tedbirli olana yakı ؟ır sûrette.
müdennes ( ﻣﺪﻧ ﺲa.s. denâset'den): tednis edilmi ؟, kirletilmiş.
müdebbire ( ﻣﺪﺑﺮهa.i.) : fık. azatlığı mevlâsının (efendisinin) ölümüne bağlı bulunan câriye.
müdennis ( ﻣﺪﻧ ﺲa.s. denâset'den): tednis eden, kirleten.
müdebbire ( ﻣﺪﺑﺮهa.s. dübûr'dan): ["müdebbir" in müen.]. (bkz : müdebbir), müdebbirin ﻣﺪﺑﺮﻳﻦ (a.s. dübûr'dan. müdebbir'in c .): tedbirli, düşünceli olanlar, (bkz: müdebbirân). miidebdeb ( ﻣﺪﺑﺪ بa.s. debdebe'den): debdebeli, (bkz: mutantan). miidebdebe ( ﻣﺪﺑﺪﺑﻤﻪa.s. debdebe'den): [“müdebdeb” in miien.]. (bkz : miidebdeb). miidehhen ( ﻣﺪﻫﻦa.s. debdebe'den): tedhin edilmi ؟, güzel kokulu yağ sürülmüş, miidehhi( ﻣﺪﻫ ﺶ ؟a.s. dehşet'den): (bkz : müdhi) ؟. miidekkik ﻣﺪﻗﻖ (a.s. dikkat'den. c .: müdekkikin): tetkik eden, inceden inceye araştıran; en ufak gizli ؟eyleri gören, miidekkik-âne ( ﻣﺪﻗﻘﺎﻧﻪa.f.zf.): tedkik ederek, inceden inceye araştırarak; en ufek gizli ؟eyleri görerek. miidekkikin ( ﻣﺪﻗﻘﻴﻦa.s. müdekkik'in c .) : tedkik edenler, inceden inceye araştıranlar, en ufak gizli ؟eyleri görenler,
miiderhem ( ﻣﺪرﻫﻢa.s. dirhem'den): paralı, zengin. müderris ( ﻣﺪرسa.s. ve i. ders'den. c . : müderrisin): 1. ders veren, ders okutan; medrese dersi okutan. 2. profesör, müderrisin ( ﻣﺪرﺳﻴﻦa.i.): 1. medrese dersi okutanlar. 2. profesörler, müdessi ( ﻣﺪﺳﻰa.s. desise'den): yolunu ؟a ؟ırtan, baştan ؟ikaran. miidessir ( ﻣﺪ رa.s. disâr'dan): 1. giyinmi ; ؟bir örtüye bürünmüş. 2. Kur'ân'ın 74. sûresi olup 56 âyettir. [Mekke'de nâzil olmuştur], müdevven ﻣﺪون (a.s. dîvân'dan, c .: müdevvenât): 1. tedvin olunmu ؟, divan, kitap hâline konulmu2 . ؟. bir araya getirilip ؟eki düzen verilmiş, müdevvenât ( ﻣﺪوﻧﺎتa.i. müdevven'in c .): tedvin olunmu ؟, sıralanmış, bir araya getirilmi ؟eserler, (bkz : miiellefât). müdevvene ( ﻣﺪوﻧﻪa.s. dîvân'dan): ["müdevven" in müen.]. (bkz : miidevven).
müdellel ( ﻣﺪﻟﻞa.s. delâlet'den): 1. delil, ؟âhit ile ispat edilmi2 . ؟. sosy. *kanıtlı,
miidevver ( ﻣﺪورa.s. devr'den): 1. tedvir olunmu ؟, döndürülmüş. 2. yuvarlak, tekerlek, degirmi. 3. eko. yeni bilançoya geçirilen [hesap].
müdellele ( ﻣ ﺪ ﻟ ﻠ ﻪa.s. delâlet'den): ["müdellel” in müen.]. (bkz : müdellel),
miidevveriyyet ( ﻣﺪورﻳﺖo.i.): yuvarlaklık. [yapma kelimelerdendir],
miidellelen ( ﻣﺪﻟﻸa.zf): delil, ؟ahit ile ispat edilerek.
miidevvin ( ﻣﺪونa.s. dîvân'dan): tedvin eden, bir araya getirip kitap hâline koyan,
müdellis ( ﻣﺪﻟ ﺲa.s.): tedlis eden, sattığı şeyin ayıbını müşteriden saklayan.
müdevvine ( ﻣﺪوﻧﻪa.s. dîvân'dan): [''müdevvin" in müen.]. (bkz: müdevvin). 827
miidevvir
( ﻣﺪورa.s. devr'den) : tedvir eden, döndüren, çeviren. m ü d e w ir - i fa h iz : hek, uyluk kemiğinin yukarı ucunda bulunan iki çıkıntıdan herbiri.
m iid e v v ir
(٠( ﻣﺪغa.s. dagm'dan) : a.
arka arkaya gelen iki kelimeden birincisinin son, İkincisinin baş harflerinin ayni olması : fe m â ra b ih a ttic â re tu h u .. gibi,
m üdgam
m ü d g a m ü n -fîh
gr.
( ﻣﺪﻏﻢ ﻓﻴﻪa.b.s.) : gr. birbirine
girmiş iki harften İkincisi : fe m â rab ih at âyetindeki ra ljih a t kelimesinin sonundaki t ile "ticâretühiim" kelimesinin başındaki t nin birbirine girmesi gibi, tîc â re tü h ü m
( ﻣﺪاﺣﻞa.s. dahl'den) : İdhâl olunmuş, dâhil edilmiş, girdirilmiş, sokulmuş,
m üdhal
( ﻣﺪﻫﺎﻣﻪa.i.) : ağacının ve bitkisinin çok ve tâzeligi dolayısıyla uzaktan koyu yeşil görünen bahçe,
m üdhâm m e
( ﻣ ﺪ اa.s.) : İdhâr olunmuş, hor, hakir
m üdhar
görülmüş. (a.s. dahl'den) : İdhâl, dâhil eden, girdiren, sokan, (bkz : müdmic).
m iid h il ﻣﺪ ﺧﻞ
m iid h in
( ﻣﺪﻫﻦa.s.). (bkz : miiddehin).
m iid h ir
( ﻣ ﺪ اa.s.) : İdhâr eden, hor, hakir gö-
ren.
( ﻣﺪﻫ ﺶa.s. dehşet'den) : 1. dehşet ve-
m ü d h iş
ren, ürküten, korkutan; korkunç. 2. şaşılacak; aşırı. m U dhişe
( ﻣﺪﻫﺸﻪa.s. dehşet'den) : ["müdhiş”
in müen.]. (bkz : müdhiş).
( ﻣﺪﻫﻦa.i. diihn'den) : İçine güzel kokulu yağ, ıtır gibi şeyler konulan kap, şişe,
m üdhün
m ü d îr
( ﻫﺪﻳﺮa.s. ve i. devr'den. c. : müdîrân) :
1. İdâre eden, çeviren, bakan. 2. idâreden anlayan. 3. İdâre me'muru. 4 ٠ direktör, fr. d irecteu r. 5. nâhiyede en büyük me'mur. m ü d îr-i u m û m î : *genel direktör,
( ﻣﺪﻳﺮانa.i. müdîr'in c.) : müdürler, direktörler; İdâre âmirleri, m ü d îrâ n -ı u m û r : *yönetmenler,
m ü d îrâ n
m ü d îre
( ﻣﺪﻳﺮهa.i.) : bayan müdür,
: İşleri İdâre eden kadın, eski kâhya kadının derece ve vazifesi.
m ü d îre -i u m û r
828
m iid îriy y e t
دﻳ ﺮ ت٠ ( هa . i . ) : müdürlük, müdürün
makam ve vazifesi. m ü d irr
(a.s. idrar'dan): idrar veren, idrar
۶
verici.
( ﻣﺪر'تa.s. müdirr'in c.): idrar verici ?eyler, İlâçlar.
m ü d irrâ t
m ü d lî
دﻟ ﻰ٠(a.s.): delil, tamk gösteren,
m iid m e c
ج٠( ﻣﺪa.s.): İdmâ ؟edilmiş, İçine gir-
dirilmiş.
دﻣ ﺞ٠ (a.s.): İdmâc eden, İçine girdiren, sızdıran, (bkz : müdhil).
m iid m ic
ن٠( ﻣﺪa.s. İdmân'dan): İdmân eden, devâm eden.
m iid m in
miidmin-i hamr : gece gündüz sarhoş [olan], (bkz: şâribü'lleyl ve'n-nehâr). müdn (a.i. medine'nin c.): şehirler, (bkz : medâin, müdün, şühûr). miidrec ( د ر جa.s. derc'den): İdrâc olunmuş, içerisine konulmuş, müdrî ( د ر ىa.s.): İdrâ eden, bildiren, müdrik ( د و كa.s. derk'den): İdrâk eden, anlayan ؛anlamış, akil ermiş. Kuvve-i müdrike (idrak kuvveti): akil. m iid rik â t
، i j ٠L، r(a.i. müdrik'in c.): aklilar,
m ü d r ik e
( ﻣﺪرﻛﻪa.i.c.: müdrikât): fe ls . *anlık,
fr . i n t e l l e c t , p e r c e p t . m iid r ir
( د ر رo.s.), (bkz : miidirr).
( ﻣﺪنa.i. medine'nin c.): şehirler, (bkz : medâin, miidn, şühûr).
m üdün
m ü d ü n - i c e sim e
: büyük şehirler,
ﻣﺆﻳﺪه، ( ﻣﺆﺑﺪa. ebed'den): 1. ebede kadar süren, sonsuz, (bkz : ebedi). 2. ömür boyunca süren, sürecek olan,
m üebbed, m üebbede
( ﻣﺆ ﺑﺪأa.zf.): 1. miiebbed, sonsuz olarak. 2. ömrü oldukça,
m iie b b e d e n
( ﻣﺆﺟﻞa.s. ecel'den): te'cîl edilmiş, ileriye bırakılmış, peşin olmayan, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, *ertelenmiş.
m üeccel
( ﻣﺆﺟﻠﻪa.s. ecel'den): ["müeccelin müen.]. (bkz: müeccel).
m ü e c c e le
muesses
( ﻣﺆﺟﻼa.zf.): müeccel olarak, te'cîl edilerek, *ertelenerek.
m iiellefât
( ﻣﺆﺟﻞa.s. ecel'den): te'cîl eden, ileriye bırakan, *erteleyen.
m iiellem
ﻣﺆدا، ( ﻣﺆدىa.s. edâ'dan): 1. te'diye olunmuş, edâ olunmuş. 2. i. mânâ, mef hum.
m ü e llif ف
m iieccelen
m ü eccil
m ü ed d â'
( ﻣﺆدبa.s. edeb'den): 1. te'dîb edilmiş, edeplendirilmiş, edepli, terbiyeli. 2. okumuş, bilgili. 3. i. erkek adi.
m iieddeb
( ﻣﺆدﺑﻪa.s. edeb'den): ["müeddeb" in miien.]. (bkz : miieddeb).
m üeddebe
m ü eddeben
( ﻣﺆدﺑﺄa.zf.) : müeddep, edepli ola-
rak.
( ر د ىa.s. edâ'dan): 1. te'diye eden, edâ eden. 2. sebebolan, doguran, meydana getiren. m ü e d d î-i n îz â : kavgaya sebebolan.
m ü ed d î
( ر د بa.s. edeb'den. c .: müeddibin) : te'dibeden, edeplendiren, terbiye eden, bilgi ve terbiye veren.
m ü ed d ib
( ﻣ ﺆ د ﺑ ﻴ ﻦa.s. miieddib'in c.) : te'dibedenler, edeplendirenler, terbiye edenler, bilgi ve terbiye verenler,
m ü e d d îb în
m ü ekk ed
( ﻣﺆﻛﺪa.s. ekked ve vekked'den):
1. te'kîdedümiş, sağlamlaştırılmış. 2. tekrâr edilmiş, bir daha lraber verilmiş, tenbih edilmiş.
( ﻣﺆﻛﺪهa.s. ekked ve vekked'den): [“miiekked” in müen.]. (bkz : miiekked).
m iiekkede
m ü ekkeden
( ﻣﺆﻛﺪأa.zf.): te'kidedilerek, tek-
rarlanarak. m ü ekk ed -ked
ﻛ ﺪ٠( ر ﻛ ﺎa.b.i.): sağlamlaştırıl-
mış ev. miiekkid ( ﻣﺆﻛﺪa.s. ekked ve vekked'den): 1. te'kideden, sağlamlaştıran. 2. tekrâr eden, bir daha haber veren, tenbih eden, müekkide ( ﻣﺆﻛﺪهa.s. ekked ve vekked'den): [''miiekkid'' in müen.]. (bkz : müekkid). müellef, müellefe ﻣﺆﻟﻔﻪ، ( ﻣﺆﻟﻒa.s. iilfet'den): 1. te'lîf edilmiş, kitap olarak meydana getirilmiş. 2. yazılmış, toplanmış. 3. i. g. s. bir yazı stili. 4. harmonik.
( ﻣﺆﻟﻔﺎتa.s. müellefe'nin c.): te'lif olunmuş, yazılmış kitaplar, eserler. ( ﻣﺆﻟﻢa.s. elem'den) : elemli, kederli.
D il-İ m iiellem
: elemli gönül.
ر-(a.s. ve i. iilfet'den. c. :müellifin):
te'lîf eden, kitap yazan, eser sâhibi. L i: yazarı tarafından. 2. imtizâc ettiren.
1.
m iie llifih i
( ﻣﻮﻟﻔﺎنo.i. müellifin c.): müellifler, eser sahipleri, *yazarlar.
m iie llifâ n
( ﻣﺆﻟﻔﺎﺗﻪa.f.zf.): müellife, kitap yazana yaraşır yolda.
m ü e lü f-â n e
( ﻣﺆﻟﻔﻴﻦa.s. ve i. Ulfet'den, müellifin c.) : te'lîf edenler, kitap yazanlar, eser sâhipleri.
m ü e llifin
( ﻣﺆﻟﻬﻪa.i.) : Hz. Ali'ye ulûhiyyet isnâdedenler hakkında kullanılan bir tâbir, [şiiyeden olan bu mezhep sâlikleri İbn-i Sebe'nin ehass-1 eshâbından idiler].
m iiellih e
( ﻣﺆﻟﻢa.s. elem'den) : elem veren, inciten; agritan, sızlatan, [yapma kelimelerdendir].
m iie llim
( ﻣﺆﻟﻤﻪa.s. elem'den): ["müellim”in müen.]. (bkz: miiellim).
m ü ellim e
m ü em m en
ﻣﺆﻣﻦ
(a.s.
emn'den):
(bkz:
me'men).
( ﻣﺆﻧﺚa.s. UnUset'den): 1. dişi. 2. a. hakiki, îtibârî veyâ söylenişi itibârıyla dişi olan kelime, *dişil. C e m -İ m iien n es-i s â l i m : -â t ile nihâyetlenen kelimeler: [mü'min : mü'minât (= mii'minler), Miislim : Miislimât (= Miislimler.. gibi], m ü en n es-i h a k î k î : a. gr. müzekker (*eril) kelimenin sonuna “-e" katılarak yapılan veyâ sonunda başka bir müenneslik alâmeti bulunan kelime: [sâlih: sâliha; mûmâileyh: mûmâileyhe, mûmâileyhâ... gibi]. m ü e n n e s-î s e m â î : a. gr. söylenişi itibârıyla müennes (dişi) sayılan kelime : [şems, yed... gibi].
m ü en n es gr.
m iiesser
( ﻣﺆﺛﺮa.s.): kendisine bir şey te'sir et-
miş olan.
( ﻣ ﺆ سa.s. esâs'dan): te'sîs edilmiş, kumulmuş, kurulu.
m üesses
829
müessesân mecljsi m ü essesân m e clisi
ى٠٠( ﻣﺆﺳﺴﺎن مﺀﺟﻞo.it.) : ku-
rucu meclis. c.) : 1. yapılmış binâlar. 2. dâireler. : hayır miiesseseleri, kamu yararına İş gören hayır kurumlan, [câmi, medrese, kütüphane ve benzeri kurııluşlar]. h u s û s ic e
:
husûsî
(.özel)
dâireler.
رد
(a.s. e y d 'd e n ) : 1. te 'y i d e d il m i ş ,
k u v v e t l e n d i r i l m i ş , s a g la m . 3.
2. d o ğ r u l a n m ı ş .
y a r d i m g ö re n . 4 . i. k a d m v e e r k e k a d i.
ردد
m iie ^ e d -y e d
> ﻳﺪ
m ü e y y id
( a .b .s .) : y a r d i m e d i c i .
(a.s.
e y d 'd e n ) : 1. te 'y id e d e n ,
k u v v e tl e n d ir e n . 2 . d o ğ r u l a y a n .
3. y a r d i m
eden.
m ü essesât-1 r e s m i c e
: resmi dâireler,
( ر بa.i. esâs'dan. c. : müessesât) :
m üessese
e d e n . 2 . r ü 'y â t â b i r e d e n , ( b k z : m u a b b i r ) . m üeyyed
m üessesât-1 h a y r iy y e
m ü essesât-1
(a.s. t e 'v i l 'd e n ) : 1. te 'v î l e d e n ,
b a ş k a m â n â v e r e n , b a ş k a m â n â ile îz â h
( ر ا تa.i. esâs'dan. miiessese'nin
m iiessesât
وول
m ü e v v il
binâ, kuruluş ؛.kurum,
وده
m iie ^ id e m iie y y is
و س
( a .i.): .y a p tırım , fr. s a n c tio n . ( a .s .) : m e 'y û s e d e n , k e d e r l e n d i-
re n , ü zen .
ر ﻃ ﻪ، ( ﻣﺆﺳﻒa.s. e s e f den) : esef ettiren,' keder veren, verici; acı, acınacak. A h v â l-İ m ü essife : keder verici haller,
m ü essif, m ü essife
اذه٠ ( رسa .z f .) : m e y u s
e d e re k , k e -
d e r l e n d ir e r e k , iiz e re k . m iie z z i
رذ ى
(a.s. e z â 'd a n ) . ( b k z : m û z î) .
te'sir yapan, m ü e z z i n ( وﻧ ﻒa.s. v e i. e z â n 'd a n . c . : iz bırakan. 2. işleyen, hükmünü yürüten. m ü e z z in in ): ezan o k u y an , 3. ؟ok hissedilen, i ؟e işleyen. 4. dokunan, m ü e z z in in ( ﻣﺆذﻧﻴﻦa.s. v e i. e z â n 'd a n . dokunaklı. 5. eser sâhibi.
m ü essir
( و شa.s. eser'den) :
m iie y y is -â n e
1.
m ü e z z i n 'i n c . ) : e z a n o k u y a n la r ,
( ر'ﺷﺎذهa.f.zf.) : dokunaklı bir
m ü e ssir-â n e
tarzda.
( ﻣﺆﺛﺮاتa.i.) : .etkinler,
m ü essire
( و ر هa.s. eser'den)
:
d u r m a s ı , ( b k z : s e k t e - i k a lb ).
[“müessir” in
miien.]. (bkz : müessir), m i ie s s ir i^ e t
ؤةرﻳﺖ٠ (a.i.) : 1.
fels.
.etkililik, fr.
efficacité. 2. fiz. .indükleme, miiessis ( ر ﻣ ﺲa.s. esâs'dan. c. : müessisin) : 1. te'sîs eden, kuran, temel atan. 2. kuran, kurucu. m iiessis-i devlet m iiessisân
: devlet kuran,
( ر ﺳ ﺎ نo.s. miiessis'in c.) : (bkz:
müessisin). M e c lis-i m iiessisân : kurucu meclis. müessisin ( رa.s. esâs'dan, müessis'in c.) : te'sîs edenler, meydana getirenler, kuranlar, kurucular.
( رولa.s. te'vil'den) : 1. te'vîl edilmiş, başka mânâ verilmiş; kaçamaklı. 2. tâbir edilmiş [rüyâ]. (bkz : muabber).
m üevvel
m iievvelen
83.
(a.i. fü c 'e d e n ) : o lu v e r m e , a n -
s ı z ın e r iş m e . M e v t - İ m ü f â c â t : h e k . k a l b i n
m iiessirât
olarak.
ﻫﻐﺎﺟﺎت
m ü fâcât
( روﻷa.zf) : te'villi, kaçamaklı
m ü fâce
ﻣﻔﺎﺟﻪ
(a.i. fü c 'e 'd e n ). ( b k z : m ü f â c â t) .
m ü fâ d
ﻫﻐﺎد
(a.i. f e v d 'd e n ) : m â n â , k a v r a m ,
( b k z : m e â l, m e flrU m ).
ﻣﻬﺎدات
m ü fâd ât
(a.i. f i d â 'd a n ) : b i r f id y e - i
n e c â tı (k u rtu lm a lığ ı) ö d e m e v e y â k a b u l e tm e . m ü f â d â t - i ü s e r â : h u k . [e s k id e n ] i k i m u h â r i p k a v m i n e s i r le r in i - k a r ş ı l ı k l ı - m ü b â d e l e e tm e s i. m ü fâg am e
ﻣﻔﺎﻏﻤﻪ
(a.i. f a g a m 'd a n ) : 1. ö p m e .
( b k z : t a k b i l, te ls im ). 2 . a n a t . .a ğ ız l a ş m a , m iif â h a re
ﻣﻔﺎﺧﺮه
(a.i. f a h r 'd e n ) : ö v ü n m e [k a r -
ş ılık lı]. m iif â h a re t
ﻣﻔﺎﺧﺮت
(a.i. f a h r 'd e n ) : ö v ü n m e
[ k a r ş ılık lı] , ( b k z : m i if â h a r e ) . m iifâ h e m e m iifâ h ir
. ﻣﻔﺎﻫﻢ
ﻣﻔﺎﺧﺮ
(a.i. f e h m 'd e n ) : a n la ş m a ,
(a.s. f a h r 'd e n ) : f a h r e d e n , ö v ü -
nen. m iifâ k e h e
ﻛﻬﻪ١( ﻣﻨﻢa .i'.): ş a k a l a ş m a .
müfettih müfakkar .y؛، . ( a . i . ) : k ı r k m e r d iv e n d e n il e n ,
miiferri ﻏﺮع٠ ( a . s . f e r 'd e n ) : t e f r î e d e n , d a l b u d a k s a la n .
a r k a s ı d ü z ç e n t i k l i b i r k ılıç ,
m üfam ؛. ٠٤٠ (a.s. f a 'm 'd a n ) : y ü k s e l m i ş , k a
müferric ﻏ ﺮ ج٠ (a.s. fe r e c 'd e n ) . ( b k z : m ü f e r rih ) .
b a r m ı ş [su].
müfârekat c ijL i. (a.i. f a r k 'd a n ) : ı. a y r ı lm a ,
müferrid > د
( a . s . f e r d 'd e n ) : k e n d i n i d i n
İç-
u z a k la ş m a , ( b k z : m ü b â a d e ) . 2 . b i r y e r d e n
l e r in e k a p t ı r a r a k , b i r y a n a ؟e k ilip A lla h a
a y r ı lm a . 3. b o ş a n m a [ k o c a s ın d a n ] ,
İ b â d e t e tm e k le m e ş g u l o la n ,
müfâreze ٥jj، Â٠ ( a . i . ) : b i r ş e y d e n k e s ilip a y r ı l
müferrig ( ﻫ ﻐ ﺮ غa. s. ) : 1. t e f r ig e d e n , d o lu k a b ı b o ş a lta n . 2. y e m e ğ i k u r ta r a n ,
m a.
m üfânk ،3 j ١ -i ٥ (a.s. f a r k 'd a n ) : m ü f â r a k a t e d e n , a y r ı la n , a y r ı lm ış . Lâzım-ı gayr-i m ü fâ n k : a y r ı la m a z , o n s u z o la m a z ,
müfâvaza ؛jlÂ٥ (a.i. f e v z 'd e n ) : 1. m ü s â v î l i k
( a . z f .) : 1. m ü s â v îl ik l e ,
f e ş itlik le . 2 . o r t a k l ı k l a , iş b ir l iğ i e d e r e k ,
müfâvız J
?
(a.s. f e r a h 'd a n ) : 1. f e r a h l ı k v e -
r e n , i ؟a ؟a n , i ؟a ç ıc ı. 2. hek. f e r a h l ı k v e r e n il â ؟.
müferrihât ( ﻣﻔﺮﺣﺎتa.i. v e s . ) : f e r a h l ı k v e ric i, i ؟a ؟ıc ı şe y le r.
( .e ş itlik ) . 2 . o r t a k l ı k , iş b ir liğ i,
müfâvazatan
müferrih
(a.i. f e y z 'd e n ) : m ü f â v a z a ş i r
müferrik
(a.s. f a r k 'd a n ) : t e f r i k e d e n ,
ta k s ir e d e n , k ıs a lta n . m U f e r r i ^ ^ (a.s. f a r t 'd a n ) : t e f r i t e d e n , t e k s i r e d e n , k ıs a lta n .
k e t i n d e o r t a k o la n k im s e ,
müfâz ، / ,؛-i. (a.s. f e y z 'd e n ) : b o l, b e r e k e tli, müfâzü'l-batn : g ö ğ s ü ile k a r n ı b i r d ü z l ü k t e
miifesser ( ﻫﻐﺴﺮa.s. f e s r 'd e n ) : te f e ir e d il m i ş , a ç ı k l a n m ı ş , m â n â s ı a n c a k a ç ı k l a m a ile a n İ a ş ılm ış â y e t v e y â h a d is ,
o la n k im s e . m ü f c ir
(a ٠s ٠) : t e f e c c ü r e d e n , b i r d e n k a y
müfessere ( ﻣ ﻐ ﺮ هa.s. f e s r 'd e n ) : [“m ü f e s s e r ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü f e s s e r ).
n a y ıp a k ıt a n . m ü f e s s i r ر٠( ﻣ ﻒa.s. f e s r 'd e n . c . : m ü f e s s i r i n ) : m ü f e c c i' . ؟ ؛، i . (a.s. f e c 'd e n ) : te f e c c ü ' e d e n , a c ı ta n , ü z e n ; d e r t l i e d e n .
1. te f e ir e d e n , a ç ık la y a n , k ı s a ş e y i g e n iş le tip m â n â s ı n ı m e y d a n a ؟i k a r a n . 2 . K u r 'â n 'ı y o -
müfehhim ؛٠-$،« (a.s. f e h m 'd e n ) : t e f h i m e d e n , a n la t a n .
r u m l a y a n d i n â lim i.
miifessirân ( ﻣ ﻔ ﺮا نa.s. f e s r 'd e n . m iif e s s i r 'in
m ü f e k k ir
(a.s.
f i k r 'd e n ) : 1. d ü ş ü n e n .
2 . f i k i r iş le te n . 3. d ü ş ü n d ü r e n ,
٥
m ü f e k k ire
c.). ( b k z : m ü f e s s ir in ) .
miifessire ( ﺷ ﺮ هa.s. f e s r 'd e n ) : [" m ü fe s s ir " in
(a.i.) ؛d ü ş ü n m e g ü c ü , k u v
v e ti.
m ü e n .] . ( b k z : m ü f e s s ir).
müfessirin س. ﻓ ﺮ٠ (a.s. f e s r 'd e n . m ü f e s s i r 'in
m ü f e l l e s ،j ٠İ a ٥ (a . i . ) : h u k . if lâ s ı n a h ü k m e d i l e n
c .) : b ir
k im s e .
1. te f s ir şey i
e d e n le r,
g e n iş le t e r e k
a ç ık la y a n la r , m â n â s ın ı
k ıs a
v e r e n le r .
2. K u r 'â n 'ı y o r u m l a y a n d i n â lim le r i,
m üferrağ ٤ > müferrak
(a ٠s .) ؛d ö k ü lm ü ş , m ü f e t t a h ^ (a.s. f e t h 'd e n ) : 1. a ç ılm ış . 2. i. g. (a .s.f a r k 'd a n ) : t e f r i k e d il m i ş ,
a y r ılm ış .
müferrec
(a ٠s .)
1 ؛٠m e y d a n ı
o la n , g e n iş .
2. k e d e r g id e r e n . [ T a n r ı v a s ı f la r ın d a n ] ,
müferres müferreş m iş .
(a ٠s .) : F a r s ç a la ş t ır ılm ış . J * j Âa
(a ٠s . ) : te f r i ş e d il m i ş , d ö ş e n
s. b i r y a z ı s itili.
müfettel ( ﻫ ﻔ ﻞa.s. f e tl'd e n ) : t e f t i l e d il m i ş , fib i l e ş t i r i l m i ş , f i ti l g ib i b ü k ü l m ü ş . Gîsûy-i m üfettel : ö r ü l m ü ş s a ؟. m ü f e t t e n ^ (a.s.) : a ç ık g ö z f itn e c i,
müfettih ( سa.s. f e t h 'd e n ) : 1. f e th e d e n , a ؟a n , a ç ıc ı. Yâ müfettihe'l-ebvâb : ey k a p ı l a r ı 831
mö.ettîl a ؟an.... Allah'a hitap. 2. tıkanık yeri a ؟an [ilâ ؟v.b.]. 3 ٠geğirtici, geğirten. m i i f e t t i l ﻏ ﻞ٠ (a.s. f e t i l 'd e n ) : t e f t i l e d e n , b ü k e n , bükücü.
2.
le ş e n [h a s ta ].
miifiz ( ﻫ ﻐﻴ ﺾa.s. f e y z 'd e n ) : f e y i z le n d i r e n , fe y iz v e r e n [A lla h a d l a r ı n d a n d ı r ] . ( b k z : feyz).
ﻫﻐﻦ
m iif e ttin
müfîk ( ﻫ ﻤ ﻖa.s. i f â k a t 'd e n ) : İ f â k a t b u l a n , iy i-
(a.s. f i t n e 'd e n ) : 1. f i t n e d ü ş ü r e n .
m e f t û n , h a y r â n e d e n , ş a ş k ı n b i r h â le g e-
ti r e n .
miifkir miiflic
m i i f e t t i ( ﻫ ﻔ ﺶ ؟a.s. v e i. f e t ş 'd e n ) : 1. a r a ş t ı r a n . 2 . te f ti ş e d e n , b i r İ ş in d ü z e n li , y o l u n d a o lu p o l m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k İ ؟i n 0 İ ş in e t r a f l ı c a
ﻣﻐﻌ ﺮ
(a.s.
f a k r 'd e n ) :
(a.s.
f e l c 'd e n ) :
iflc a r
eden,
f a k i r le ş ti r e n . ﻣ ﻔﻠ ﺞ
fe lç li,
(b k z :
m e f lû c ) .
miiflih ﻣ ﻐ ﻴ ﺢ
(a.s.
f e l â h 'd a n .
c . : m ü flih in ,
m i i f l i h û n ) : İ f lâ h o la n , s e lâ m e te ؟ik a n ,
ü z e r i n d e d u r m a k l a v a z if e li b u l u n a n k im s e , m ü f e ttiş - î h ü k k â m (h â k im le rin m ü f e ttiş i) : [ev v elce] h â k i m
ve n â ib le rin d u r u m u n u
te f ti ş İ ؟i n h e r v il â y e tt e b u l u n d u r u l a n b ü -
ﺷﺖ
(a.s. f e t t 'd e n ) : t e f t i t e d e n , k i r a n ,
m ü f e t t i t ü '1 - h a s â t : h e k . t a ş k ı r a n
[â let], f r .
m ü f l i h i n ( ﻣ ﻔ ﻠ ﺤ ﻦa.s. m ü f l i h 'i n c . ) : İ f lâ h o la n -
m ü f lih U n
(a.s. m ü f l i h 'i n
ﻣ ﻔﻠ ﺤ ﻮ ن
c . ) : İ f lâ h
( b k z : m ü flih in ).
müflik ( ﻫ ﻐﻠ ﻖa . s . ) : b i r i n c i s ı n ı f [şâir],
lith o trite u r. m iife ttitâ t
(a.s. f e t t'd e n . m i i f e t t i t e 'n i n
c.) : k i r a n , e z e n , u f a l a y a n [â le tle r, İlâ ç la r]. m ü f e v v a z a ( ﻣ ﻔ ﻮ ﺿ ﻪa . i . ) : h u k . [e s k id e n ] v e lis i m e h ir
te s m iy e
e d il m e k s iz i n
ﻣﻔ ﻮ ض
müflis ﻏ ﻠ ﺲ٠ (a.s. İ f lâ s 'd a n . c . : m ü f l i s â n v e m ü f l i s 'î n ) : 1. İf lâ s e tm iş , p a r a s ı z , z ü ğ ü r t . 2 . t o p a t m ı ş [ tic â r e tte ] .
müflisân ا ن٠ ( ﻣ ﻐ ﺪa.s. m ü f l i s 'i n c . ) : 1. İf lâ s e tm iş le r, p a r a s ız l a r , z ü ğ ü r t l e r . 2 . t o p a t a n l a r
te z v ic e d il e n k a d m . m i if e v v e z
b u la ra k ,
o la n l a r , f e lâ h b u l a n l a r , s e l â m e t e ؟i k a n l a r ,
e z e n , u f a l a y a n [â le t, il â ] ؟.
ta r a fın d a n
( a .f .z f .) : f e lâ h
s e l â m e t e ؟ik a r a k .
la r , s e lâ m e te ؟i k a n l a r , ( b k z : m ü f l i h û n ) .
y ü k ş e r 'î m e 'm u r . m ü fe ttit
müflih-âne ﻣ ﻔ ﻠ ﺤ ﺎ ﻧ ﻪ
(a.s. te f v iz 'd e n ) : İ h â le v e
[ tic â r e tte ] , ( b k z : m ü f li s in ) ,
müflise ( ﻣ ﻔ ﻠ ﺴ ﻪa . s . ) : [“m ü f l i s " i n m ü e n .] . ( b k z :
s ip â r iş o lu n m u ş . m ü f e v v ı z ( ﻣ ﻔ ﻮ ضa.s. te f v iz 'd e n ) : İ h â le e d e n ,
m ü f lis ) .
müflisen ( ﻣﻔﻠ ﺴﺎﺀa.zf. f ü İ s 'd e n ) : m ü f l i s o la r a k ,
s i p â r iş e d e n .
İf lâ s e d e re k , to p a ta r a k , m i i f e v v ı z a ( ﻣ ﻔ ﻮ ﺿ ﻪa.i.) : n il c â h ın ı v e lis in e te f f iz e d ip d e m e h i r te s m iy e o l u n m a k s ı z ı n te z v i؟
müflisin ﻏ ﺪ ﺳ ﻦ٠ (a.s. f ü İ s 'd e n ) : 1. İf lâ s e t m i ş ler,
o lu n a n k a d m .
p a r a s ız la r ,
z ü ğ ü rtle r.
2. to p
a ta n la r
[ tic â r e tte ] , ( b k z : m ü f li s â n ) . m i i f e z z i ' ( ﻣ ﻔ ﺰ عa.s. fe z 'd e n ) : te f z i' e d e n , h a y -
müfnî ( ﻫ ﻐ ﻰa.s. f e n â 'd a n ) : İ f n â e d e n , m a h v e -
r e tle , ş a ş k ın ş a ş k ı n b a k t ı r a n .
d e n , yolc e d e n . m i i f h a m ( ﻣ ﻔ ﺤ ﻢa.s.) : İ f h â m e d il m i ş , s u s t u r u l m u ş , y ıl d ır ıl m ış .
miifrag ( ﻣﻐﺮغa.s. i f l a g 'd a n ) : i f r â ğ o l u n m u ş , d ö k ü lm ü ş .
m iif h im
ﻣﻔ ﺤﻢ
(a.s. f a h m 'd e n ) : İ f h â m
a ğ ız a ç t ı r m a y a n , s u s t u r a n , y ı l d ı r a n
eden, [ b ir
b a h is te - ] . m ü f h i ş ( ﻣ ﻐ ﺤ ﺶa . s . ) : k ö t ü s ö z s ö y le y e n . m ü f î d ( ﻣ ﻔ ﻴ ﺪa.s. f e y d 'd e n ) : 1. İfâ d e e d e n , a n la ta n ; m â n â l ı . 2. fa y d a lı. 3. i. e r k e k a d i. m ü f id e ﻣ ﻌ ﺪ ه
(a.s. f e y d 'd e n ) : 1. [ " m ü f îd " in
m iie n .] . ( b k z : m ü f îd ) . 2 . i. k a d ı n a d i.
832
müfrat ( ﻫﻀﻂa . s . ) : t e r k o l u n u p u n u t u l m u ş , müfred ( > دa.s. v e i. f e r d 'd e n ) : 1. te k , y a ln ı z . 2. b a s i t [ m ü r e k k e p o lm a y a n ] . 3. gr. * te k il. 4. ed. iki m ı s r a ı a r a s ı n d a k a f i y e b u l u n m a y a n b e y it.
müfredat > دا ت
( a . i . c .) : 1. b a s i t ş e y le r [m ü -
r e k k e p o lm a y a n la r ] . 2 . t o p t a n b i l i n e n şe y le rin a y rın tıla rı, d ö k ü m le ri.
mühâdene
miifrez, müfreze ﻣﻔﺮزه، ( ﻣﻔﺮزa.s. ferz'den): İfrâz olunmuş, ayrılmış. Arsa-İ m üfreze: İfrâz olunmuş, ayrılmış arsa. müfrezü'l-kalemhazine:Tanzimat'tanönce Mısır, Bagdat, Çam ve Yemen hazîneleri hakkında kullanılan bir tâbir. müfreze ( ﻣﻔﺮزهa.i. ferz'den): bir askeri birlikten ayrılan kol. miifreze-i askeriyye : ask. asker kolu. miifrid ( ﻫﻐﺮدa.s. ferd'den): tek başına birakan ؛izolatör. müfrig, m üfriga > ﻏ ﻪ، ( ﻣﻐﺮغa.s. firâg'dan): İfrâg eden, döken, dökücü. Edviye-i müfriga : hek. müshil te'siri yapan, söktürücü İlâçlar. müfrig-i safrâ : hek. safra döken, dökücü. müfrit, miifrite ﻣﻔﺮﻃﻪ، ( ﻣﻔﺮطa.s. fart'dan) : İfrât eden, sınırı geçen, ileri vardıran, aşırı. Muhabbet-i müfrite : aşırı sevgi.
miifteal ( ﺷ ﻌ ﻞa.s. fi'1'den): sahte, uydurma, düzme. müftedi ( ﻫﻔ ﺪ ىa.s.): bedel verip esirlikten kurtarılan. müfteh ( ﻫﻐﺘﺢa.i.): hazine, (bkz : gencine), miiftehir ( ﻫﻐﺘﺨﺮa.s. fahr'den): 1. iftihâr eden, övünen, (bkz: mübâhî). 2. şanlı şerefli. 3 ٠parasız [İş gören), (bkz : fahri), miiftehir-âne ( ﻣﻔﺘﺨﺮاﻧﻪa.f.zf.): iftiharla, övünerek. müftehire ( ﻣﻔﺘﺨﺮهa.s. fahr'den): [“müftehir” in müen.]. (bkz : miiftehir). m iiftekır ( ﻣﻔﺘﻘﺮa.s. fakr'den): 1. iftikar eden, fakir, züğürt. 2. muhta ؟. miiftelit ( ﻣ ﻐﺘ ﻖa.s.). (bkz: miirtecil). müfterâ-aleyh ( ﻣﻐﺒﺮى ﻋﻠﻪa.b.s.): kendisine İftirâ edilen.
nıüfrit-âne ( ﻣﻔﺮﻃﺎ ﻟﻪa.s. fart'dan): aşırı derecede, aşırı olarak.
müftereyât ( ﻣﻐﺘﺮﻳﺎتa.i.c.): başkasının iizerine atılan suçlar, kabahatler, kara ؟almalar, (bkz: azv).
m iifriz ( ﻣﻔﺮزa.s.): 1. İfrâz eden, ayıran. 2. i. virgül [,].
m üfteri ( ﻣﻐﺘﺮىa.s. feriyy'den): İftirâ atan, kara ؟alıcı, (bkz : muhteri')؛,
miifrizât ( ﻣﻐﺮﻧﺎتa.s. miifriz'in c .): 1. İfrâz edenler, ayıranlar. 2. i. virgüller. m üfrizâtü'l-arakıyye: anat. *terbezi.
m üfterih ( ﻣﻐﺘﺮحa.s. ferah'dan): şen, keyifli,
müfsid ( ﺷ ﺪa.s. fesâd'dan. c . : müfeidin): 1. ifsâdeden, bozan. müfsid-i mi'de : mide bozan, mide bozucu. 2. fesatlık eden, ara a ؟an.
müfteris ﻏﺔرص٠ (a.s.): fırsat bulan, fırsat bilen.
müfsid-âne ( ﻣﻐﻤﺪاﻧﻪa.f.zf.): fesatlıkla, ara bozuculukla. miifside ( ﻣ ﻔ ﺪ هa.s. fesâd'dan): ["müfsid" in müen.]. (bkz : müfsid). müfsidin ﻣﻐﺴﺪﻳﻦ (a.s. müfsid'in c.) : ifsâdedenler, bozanlar; fesatlık edenler, ara açanlar. miift ( ﻣﻐﺖf.s.): bedâva, beleş, (bkz: bilâbedel).
m üfterik ( ﻣﻐﺒﺮقa.s. fark'dan): 1. iftirâk eden, ayrılan. 2. dagilan, perişan olan,
müfteris, müfterise ﻣﻐﺘﺮﻣﻪ،. ( ﻣﻐﺘﺮسa.s. fers'den): yırtıcı [hayvan]. Hayvânât-1 m ü fterise: yırtıcı hakanlar, m üfteri ( ﻣﻐﺘﺮش ؟a.s.): secdede iki kolunu yere koyan. müfteri-yâne ( ﻣﻔﺘﺮﻳﺎﻧﻪa.f.zf.): İftirâ edercesine, m üfti ( ﻫﻐﺘﻰa.s. ve i. fetvâ'dan): 1. fetvâ veren. 2. vilâyet ve kazâlarda din işlerine bakan kimse, müftü. m üfti-i kanun : tar. nişancı, m üfti'l-enâm : şeyhislâm.
müftasıd ( ﻣﻐﺘﺼﺪa.s. fasd'dan): iftisâdeden, kan alan, kan alıcı.
müfzî ﻏﻌﺬى٠ (a.s.): ulaştıran, yetiştiren,
müftazıh ( ﻣﻐﺘﻀﺢa.s. fazh'dan) : rezil olmuş [adam].
mühâdene ( ﻣﺨﺎدﻧﻪa.i. hıdn'dan): sulh yapma, barışma.
mühâb
(a.s. heybet'den). (bkz : muhâb).
833
mühdâ mühdâ ( ﻣﻬﺪىa.s. hediyye'den): İhdâ edilmi?,
hediye verilmi?) hediye gönderilmi?. mühdâ-؛leyh ( ﻣﻬﺪى اﻟﻴ ﻪa.b.s.): huk. kendisine
hediye verilen kimse. miihder ( ﻫﻬﺪرa.s. heder'den): İhdâr edilen,
dökülen, akıtılan. mühderü'd-dem : huk. [eskidenl kani heder
olup kısası, diyeti miistelzim bulunmayan kimse. [sava?ta gayrimüslimler arasında bulunan ve onlara atılan kur?unla telef edilen bir Müslim gibi]. miihdi ( ﻣﻬﺪىa.s. hediye'den): İhdâ eden, he-
diye veren, hediye gOnderen. miihdir ( ﻣﻬﺪوa.s. heder'den) : İhdâr eden, he-
der eden, döken, alcıtan. müheddeb ( ﻣﻬﺪ بa.s.): 1. kirpikli. 2. saçakla
süslü. miiheddid ( ﻣﻬﺪدa.s.): tehdideden, korkutan, miihelhel ( ﻣﻬﻠﻬﻞa.s. helhel'den) : 1. zarif, ?ık
elbise. 2. güzel ?iir, söz. miihelhil ( ﻣﻬﻠﻬﻞa.s.): 1. bir ?eyi nâzik ve lâtif
yapan. 2 ٠nâzik ve lâtif söz söyleyen, miihellik ( ﻣﻬﻠ ﻚa.s.). (bkz : mühlik). miihellil ( ﻣﻬﻠﻞa.s. tehlil'den) : tehlil eden, “ İâ
İlâhe illallah” diyen, (bkz : tehlil-hân). mühendis ( ﻣﻬﻐﺪسa.i. hendese'den. c . : miihen-
disin): hendese (geometri) bilen, miihendis. Mühendis-hâne ( ﻣﻬﻨﺪﻣﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): miihen-
dis yeti?tirmek üzere açılan “Hendesehâne” nin sonraki adi. Mühendis-hâne-i Bahrî-İ Hümâyûn: den.
deniz subayı yeti?tirmek üzere açılan mektep [1187 (1773) de Haliç'te, Tersâne'de a ؟ılmı?tır].
m ü h e n d isin
( ﻣﻬﻐﺪﻣﻴﻦa.i. mühendis'in c .):
mühendisler.
( ﻣﻬﻔﺎa.s. tehniye'den): tebrik edilmi?, kutlanmı?.
m ühennâ
( ﻣ ﻬﺪa.s. ve i. Hind'den): Hind demirinden yapılan kılı ؟,
m iih en n ed
m iih e v v il
( ﻣﻬﻮلa.s. hevl'den): korkun ؟,
( ﻣﻬﻴﻜﻞa.s. heykelden): heykelle?" mi?, heykel gibi.
m ü h eyk el
( ﻣﻬﻴﻤﻦa.s. heymenet'den) : birini korkudan koruyan [Allah adlarındandır].
m ü h e y m in
m ü h e^ â ( ﻣﻬﻴﺎa.s. hey'et'den). (bkz : âmâde). m ü h e^ i' ( ﻣﻬﻴﺊa.s. hey'et'den): 1. tehie eden, hazırlayan. 2. bir hastalığı hazırlayan, m ü h e y y ic
( ﻣﻬﻴﺞa.s. heyecân'dan): heyecan
veren. mühezzeb ( ﻣﻬﻦ بa.s. hezb'den): tehzibolunmu?, düzeltilmi?) yoluna koyulmu?. mühezzib ( ﻣﻬﺬ بa.s. hezb'den): tehzibeden, düzelten, yoluna koyan, terbiye eden, miihezzibe ( ﻣﻬﻦﺑﻪa.s. hezb'den): [“mühezzib" in müen.l. (bkz : mühezzib). mühîb ( ﻣﻬﻴﺐa.s. heybet'den): 1. heybetli, korkun ؟, korkutan. 2. tehlikeli, mühîbe ( ﻣ ﻬﻴﺒ ﻪa.s. heybet'den) : 1. ["mühîb” in müen.l. (bkz : mühîb). 2. i. kadın adi. miihimm ( ﻣﻬﻢa.s. hemm'den): 1. ehemmiyetli (.önemli). 2. dü?ündüren, dü?ündürücü. 3. lüzumlu, gerekli.
( ﻣﻬﻤﺎتa.i. mühimme'nin c .): lüzumlu ?eyler. 2. harb malzemesi.
m ü h im m â t
1.
: askeri malzeme.
Mühendis-hâne-i Berrî-İ H üm âyûn; ask.
m ü h im m ât-1 a s k e r i c e
topçu subayı yeti?tirmek üzere açılan mektep. [1187 (1773) yılında Haliç'te Tersâne'de açılmı? olan Mühendis-hâne-i Bahrî-İ Hümâyûn'un geni?letilmesi sûretiyle 1210 (1795 - 96) yılında kurulmu?tur]. Mühendis-hâne-i Su ltan i : III. Selim taraftndan 1207 (1792-93) yılmda Eyüp'te, Bahariyedeki sarayda fenni bilgiler ögretilmek üzere açtırılmı? olan mektep.
m ü h im m â t-1 k ı r t â s iy y e :
834
kırtasiye malze-
mesi.
( ﻣﻬﻤﻪa.s. hemm'den. c . : mühimm ât): [“mühimm” in müen.l. (bkz: mühimm).
m iih im m e
m ü h im m e d e f t e r i : tar.
OsmanlI imparatorlugu zamanında sadâret dâiresinde tutulan defterlerden biri.
mühletin miihimme kalem i : [e s k id e n ] H â r ic i y e d e h â r i ç le
m u h âb ere
iş le rin in
g ö rü ld ü ğ ü
d â ir e .
re k ) a r a s ı n d a k i e t b e n i,
mühim-sâz ز-
( a .f .b .s .) : m ü h i m ( ؛ö n e m -
miihim-ter
ﻣﻬﻤﺮ
( a .f .b .s .) :
ى-
( a .f .b .s .) : p e k ( d a h a , ç o k ,
çok
m ü h im
( ؛ö n e m li) . m iih im -te rîn
ن٠( ﻣﻪa.s. h e v n 'd e n ) : 1. İ h â n e t e d e n , h o r (a.s. h e v n 'd e n ) : [ " m ü h î n ” i n
mühr-i Yezdân ( A lla h m ü h r ü ) : anat. k ı z l ı k mühr-i zâtî : b i r k i m s e n i n k e n d i a d m a k a z d ırd ığ ı m ü h ü r.
miihlet ( ﻣﻬﻠﺖa.i.) : b i r İ ş in y a p ıl m a s ı İç in v e r i le n z a m a n ; b i r İŞİ b e lli b i r z a m a n İç in g e ri b ıra k m a .
mühr-bend
ﻫﺎﻛﻪ٠، ﻣﻬﻠ ﻚ
(a.s. h e l â k 'd e n ) :
h e l â k e d e n , ö ld ü r e n , ö ld ü r ü c ü . İ l l e t - İ m ü h -
( f .b .s .) : m ü h ü r l ü ,
mühr-dâr ( ﻫﻬﺮدارf.b.s.) : [e s k id e n ] b i r d â ir e veyâ
m ü h lik j m ü h lik e
n e z â re tin
re sm i
m ü h rü n ü
k u lla n -
m a k l a v a z if e li o la n k im s e ; h u s û s î k a le m m ü d ü rü .
miihr-dehân ( ﻣﻬﺮدﻫﺎنa . s . ) : 1. a ğ z ı m ü h ü r l ü ;
l i k e : ö l d ü r ü c ü h a s t a lı k ,
ﻫﻬﻤﻞ
r i i n d e b u l u n d u ğ u s ö y le n ile n b i r b i r i n e g ir -
z a r i , ؛e r d e n l ik .
m ü e n .] . ( b k z : m ü h î n ) .
m ühm el
m ü h ü rü .
m i? ik i m ü s e lle s ( ؛ü ç g e n ) ? e k li,
g ö re n . 2 . h o r , h a k ir , a lç a k . 3 ٠h a y m .
ﻫﻬﻶه
mühr-i sadâret : s a d r a z a m v e y a b a ç v e z i r in mühr-i Sül'eymân : H z . S ü le y m â r i in m ü h -
e n ) m ü h i m ( ؛ö n e m li) , ( b k z : e h e m m ) .
m ü h în e
mühr-i resm î : k u r u l u ş l a r a d ı n a k a z d ı r ı l a n m ü h ü r.
li), l ü z u m l u İş le r g ö re n ,
m ü h în
mühr-i nübüvvet : “P e y g a m b e r i n m ü h r ü ” : mec. H z . M u h a m m e d 'i n i k i o m u z b a ş ı ( k ü -
(a.s. h e m l 'd e n ) : 1. İ h m â l e d il-
m iş , b o ş l a n m ı ş , b a k ı l m a m ı ş , b ır a k ı l m ı ş .
k a p a lı . 2 . o r u ç lu .
miihre ( ﻣﻬﺮهf . i . ) : 1. b i r ç e ş it y u v a r l a k şey.
2. a. a lf a b e d e : n o k t a s ı z h a r f . 3. m â n â s ı z ,
2.
b o ş [söz, c ü m le ].
4. ç e k iç . 5. anat. o m u r g a Icem ig i. 6 . k â ğ ı t v e
mühmel-âne ( ﻣﻬﻤﻼﻧﻪa . f z f . ) : e h e m m iy e t v e rm e k s iz i n , b a ş t a n s a v a r c a s ın a ,
cam
b o n c u k . 3. d e n i z b ö c e ğ i k a b u g u .
ş â i r e 'c il a la m a k İ ç in k u l l a n ı l a n b i l l û r to p .
7.
g. s. a l t ı n v e g ü m ü ş e z m e k İ ç in k u l l a m -
l a n v e e k s e r iy â y e ş i m d e n y a p ı l a n u c u k ıv -
mühmelât ﻣﻬﻤﻼت
(a.s.
m ühm el
ün
c .) :
m â n â s ı z , b o ş sö z le r.
mühmele -
(a.s. h e m l 'd e n ) : [ ''m ü h m e l ” i n
m ü e n .] . ( b k z : m ü h m e l) ,
mühmelime ﻫ ﻤﻠ ﺪ٠ ( a . i . ) : ed. ( b k z : c in â s -1 d a r b i) .
mühmil ( ﻫﻬﻤﻞa.s. h e m l 'd e n ) : İ h m â l e d e n , b o ş la y a n , b ı r a k m a y a n , s a v s a k la y a n .
m U h r ^ ( f i . ) : 1. m ü h ü r ; İm z â . Fekk-im ühr : b i r ş e y i n m ü h ü r ü n ü b o z a r a k a ç m a k . 2 ٠ ed. s e v g ilin a g z i.
mühr-i dehân ( a g z m m ü h ü r l e n m e s i ) : ı) mec. s u s m a ; 2) mec. o r u ç , mühr-i cem, mühr-i fâm, mühr-i hum : k a deh.
mühr-i Hümâyûn, mühr-i şe rif : tar. O s m a n l ı l a r d a p â d i ş â h t u ğ r a s ı n ı t a ş ıy a n m ü h ü r.
r ı k ç a , h a v a n to k m a g ı g ib i b i r â le t,
mühre-î nerd : z a r v e p u l [ta v la d a ], mühre-i şeş-d er : ta v l a z a r i, mühre-î z e r : G ü n e ş . miihre taJitası : ü s t ü n d e k â ğ ı t p e r d a h l a n a n ta h ta .
mühre-bâz ٠( ﻣﻬﺮه إاذf.b.s. v e i . ) : 1. y u v a r l a k t a ş l a r l a g ö z b a ğ c ı lık v e .el ç a b u k l u ğ u g ö s te r e n o y u n c u . 2 . m ü h r e c i , c ilâ c ı,
mühre-dâr ( ﻣﻬﺮه دارf .b .s .) : m ü h r e l i , c ilâ lı, mühre-seng ث miihre-zen
ﻣﻬﺮه
زن
ﻣﻬﺮه
( f .b .i.) : a la c a s o m a k i, ( f .b .s .) :
m ü h r e le y e n ,
c ilâ la y a n .
miihtecî -
(a.i. v e s. h i c v 'd e n ) : h ic v e d e n ,
( b k z : h e c c â v ).
miihtecin -
(a.i. h e c e n 'd e n ) : p e k k ü ç ü k
y a ş t a k o c a y a v e r i l m i ş k ız .
835
müh.edî m ü h te d i
ﻣﻬﺘﺪى
(a .s. h i d â y e t 'd e n ) : İ h t id â e d e n ,
h i d â y e t e e r iş e n , İ s l â m
d in in i k a b û l ed en ,
[ m ü e n : " m ü h t e d i y e " d ir ].
ﻣﻬﺘﻠﻚ
m ü h telik
(a .s.
(b k z :
m iih tezz
( ﻣﻬﺘﺰa .s.
(b k z : m iite h e v v ir ).
i h t i z a z 'd a n ) : 1 . i h t i z â z e d e n ,
ﻣﻬﺘﺰه
( a . s . ) : [ " m i i h t e z z ” i n m ü e n .] .
şu
ﻛﺎ ﺑﺎ ه٠ ( a . i . ) :
e v in in
sa tın
h u k . s a tılık o la n k o m -
a lın m a s ın ı
te h ir
ed erek
s a t ı l d ı k t a n s o n r a ş ü f 'a y o l u y l a m ü ş t e r i d e n
m ü k âb erât
ﺀ را ت
(a .i. k i b r 'd e n . m ii k â b e r e 'n i n h a k siz
o ld u ğ u n u
b ild iğ i
h a ld e a ğ ı z k a l a b a l ı ğ ı ile k a r ş ı s ı n d a k i n i s u s -
m ühûd
ﻣﻬﻮد
m ühür
ﻣﻬﻮر
(a .i. m e h d 'i n c .) : b e ş ik le r ,
t u r m a y a ؟a lı ş m a la r . 2 . k e n d i n i b ü y ü k g ö r -
(a .i. m e h r 'i n c . ) : m e h i r le r , e v le -
n ir k e n e rk e k t a r a fin d a n v e r ile n n ik â h b e d e lle ri.
m e le r , b ü y ü k l ü k t a s la m a la r .
ﻣﻜﺎﺑﺮه
m ü k âb ere
(a.i.
k i b r 'd e n ) :
sö zü n ü n
m â n â s ız v e k e n d in in h a k s iz o ld u ğ u n u b il-
ﻣﻬﺪ
(a .i. m i h â d 'ı n c . ) : y a t a k l a r , d ö ş e k -
ler. m ü]
(a.s. v e i. k a 'b 'd a n ) : g e o . m i k â p ,
c . ) : 1 . k e n d in in
( b k z : m ü h t e z z ).
m ühüd
ﻣﻜﻌﺐ
a lm a .
t it r e y e n . 2 . s e v i n ç t e n o y n a y a n ,
m iihtezze
c . ) : 1 . k i r p ik le r ,
k ü b , fr. cu b e . m iik â b e le
( ﻣﻬﺘﻮرa .s.).
(f.i. m ü je 'n in
k i r p i k . 2 . k a d m a d i. m ü k â 'a b
h e l â k 'd e n ) :
m iit e h â lik ) .
m iih te vir
>ﺀﻫﻰن
m ü jg â n
d i g i h a ld e a ğ ı z k a l a b a l ı ğ ı ile k a r ş ı s ı n d a k i n i s u s t u r m a y a ؟a lı ş m a ; k e n d i n i b ü y ü k g ö r m e .
ﻣﺆ
( f .i.) : 1. k ir p ik . 2 . k ö r d u m a n .
>د
m U jd
m iik â fa h a
( f . i . ) : m ü ]d e , b i r i n e s ö y le n e n s e v i n -
d iric i, m u tlu lu k v e r ic i h ab e r,
ﻣﻜﺎﻓﺤﻪ
(a .i. k e h f d e n ) : y ü z y i i z e g e l-
m e ; k a r ş ıla ş m a ; sa v a ş m a . m ü k â fâ t
( ﻣﻜﺎﻓﺎتa.i. k i f â y e t 'd e n ) : 1 .
b e r â b e r lik .
: 1. m u ş tu , s e v in ؟h a b e ri, (b k z :
(b k z : m ü sâ v â t). 2 . b ir h iz m e t v e iy iliğ e k a r -
b e ş â r e t , b ü ş r â ) . 2 . h a y ı r lı , s e v i n ç l i b i r h a b e r
ş ı e d ile n i y i l i k . 3 . ç a l ı ş k a n t a le b e y e h o c a s ı -
m ü jd e
( ﻣﺆدهf.i.)
n i n v e r d i ğ i t a k d ir , b e ğ e n m e k â ğ ı d ı .
g e t i r e n e v e r i l e n b a h ş iş .
ﻣﺰده اور
m ü jd e-â v er
( f . b . s . ) : m ü jd e
g e tire n ,
m u ş t u c u , ( b k z : m ü jd e -r e s ) .
ﻣﺰده ﻓﺮﻣﺎ
m ü ]d e-fe rm â
m iik â fâ t -1 n a k d i c e : p a r a m ü k â fâ tı.
( b k z : m üjde-
r e s â ıı).
ﻣﺆده ﺳﻤﺎن
( f . i . ) : m ü jd e y e k a r ş ı l ı k ve-
r i le n b a h ş iş .
(f.b .i.) :
1 . m ü jd e y e
ﻣﻜﺎﻓﻠﻪ
(a.i.
k e f â l e t 'd e n ) : b i r b i r i n e
ﻣﻜﺎﻓﻰ
(a.s. k i f â y e t 'd e n ) : b e r â b e r , e ş i t ,
،
ﻣﺆدﺳﻤﺎﻧﻪ
( b k z : m ü s â v î) . K a t '- ı m ü k â f î : g e o . p a r a b o l,
v e r ile n
b a h ş iş ,
fr. p a r a b o le .
ﻣﺆدﺳﻤﺎﻧﻰ
k arşı
( b k z : m ü jd e -g â n ) . 2. m iiz. T i i r k m ü z i ğ i n i n
m ü k â fil
٠ﻣﻜﺎﻓﻞ
(a.s. k e fâ le t 'd e n ) : b i r b i r i n i k o -
e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
r u m a y ı b ir b ir in e y a r d im
z a m â m m ız a k a lm ış b ir n iim û n e s i y o k tu r,
e d e n le r d e n h e r b ir i.
m ü jd e-res
ﻣﺆده رس
(f.b .s.) : m ü jd e
e r iş t i r e n ,
m ü jd e v e r e n , m ü jd e g e tir e n ,
m ü jd e-resâ n
ﻣﺰده رﺳﺎن
( f . b . s . ) : m u ş t u la y a n ,
m ü jd e le y e n , m ü jd e e r iş t i r e n ,
m ü jd e-resâ n î
ﻣﺆده رﺳﺎ ﻧﻰ
(f.b .i.) : m ü j d e le y i c i -
lik , m ü jd e e r i ş t i r i c i l i k .
m ü je
ﺷﻪ
( f . i . c . : m ü j - g â n ) : k i r p i k . T îg -i m ü je :
k ir p iğ in k ılın c ı.
m ü jek
836
>دغ
( f .i.) : k ir p ik ç ik .
k a rş ılık
k e f i l o lm a . m ü k â fî
m ü jd e-g âııe, m ü jd e -g â n î
( a .z f.) : m ü k â fâ t,
o la r a k . m iik â fe le
m ü jd e -g â n
ﻣﻜﺎﻓﺎة
m ü k â fâ te n
(f.b .s.).
m ükâhhal
ﻣﻜﺤﻞ
e tm e y i taa h h ü t
(a.s. k û h İ 'd e n ) : s ü r m e li, s ü r -
m e ؟e k ilm iş [g ö z ). m iik â le b e
ﻣﻜﺎﻟﺒﻪ
(a.i. k e l b 'd e n ) : d a l a ş m a [k ö -
p e k le r g ib i]. m ü k â le m â t
ﻣﻜﺎﻟﻤﺎ ت
(a .i.
k e l â m 'd a n .
m ü k â l e m e 'n i n c . ) : k o n u ş m a l a r . m ü k â le m e
ﻣﻜﺎﻟﻤﻪ
(a.i.
k e l â m 'd a n .
c .:
m ü k â l e m â t ) : 1 . k o n u ş m a . 2 . a n t l a ş m a [d e v le t a r a s ın d a ], ( b k z : m u h â v e r e , m ü z â k e r e ) .
mükellef m ü k â le m e - ııâ m e ^ ^
ﻣ ﻜﺎ ف
( a .f .b .i .k e l â m 'd a n ) :
y a b a n c ı b i r d il i k o n u ş a b i lm e k İ ؟i n ik i d il ü z e rin e
m ü k â le m e
(k o n u şm a )
s u re tin d e
te r t i p l e n m i ş k ita p .
ﻣﻜﺎرات
m ü k ârât
(a.i.) k i r â ile t u t m a , k ir â y a
v e rm e .
m ü k â te b e
ﻣﻜﺎﺗﺒﻪ
ﻣﻜﺎﺳﻪ
m iik â te m e m ü k â tib
ﻣﻜﺎﺗﺐ
yazan,
(a.i. k e t m 'd e n ) : g iz le m e .
(a.s. v e i. k e tb 'd e n ) : 1. m e k t u p
m e k tu p la ş a n .
2. k ö le s in i k it a b e t e
k e s m iş o la n ın e v lâ .
ﻣﻜﺎرﻫﻪ
m ü k â re h e
(a.i. l c e r h 'd e n ) : ti k s i n m e ,
ﻣﻜﺎرﻣﻪ
m ü k ârem e
( a . i . ) : lc erem ,
m ü k â v a h a ( ﻣﻜﺎوﺣﻪa . i . ) : ü s t ü n g e lm e , a lt e tm e
e la ç ık lıg ı,
[s a v a şta ].
a z iz lik l l u s û s u n d a y a r ı ş m a ,
ﻣﻜﺎﻳﺪه
m ükâyede m ü k ârî
(a.i. k e tb 'd e n . c . : m ü k â t e b â t) :
m e k t u p l a ş m a , y a z ış m a .
ﻣﻜﺎرى
(a.i. k iı ٠â 'd a n ) : m e k â r î, k a tı r c ı ,
k i r â ile h a y v a n iş le te n . m ü k â r î - i m ü f l i s : h u k . [e s k id e n ] p a r a s ı' v e h a y v a n t e d â r i k i n e k u d r e t i o lm a d ığ ı h a ld e k ir â lık b in e k v ey â y ü k h a y v a n im v a rd ır d iy e y o lc u l a r ı a l d a t a r a k p a r a l a r ı m
a la n
k im s e .
m iik â y e le
ﻣﻜﺎﻳﻠﻪ
(a.i.
m ü k â ş e f e 'n in
c.) :
( b k z : m ü k â ş e fe ).
ﻣﻜﺎﺷﻐﻪ
m ü k â şe fe
( a . i . ) : sö z le , İşle k a r ş ı l ı ğ ı n a
k a rş ılık v e rm e . m ükâyese
ﻣﻜﺎﺳﻪ
(a.i. k i y â s e t 'd e n ) : a k i l v e z a -
r iflik te ؟o k lu k id d iâ s m d a b u lu n m a .
ﻣﻜﺎﻧﺒﻪ
m iik â z e b e
ﻣﻜﺎﺷﻔﺎت
m ü k â ç e fâ t
(a.i. k e y d 'd e n ) : h il e t e r t i p
e tm e , d ü z e n d ü z m e .
(a.i. k i z b 'd e n ) : y a l a n s ö y le -
m e [ k a r ş ılık lı- ] .
mükebbire ( ﻣﻜﺒﺮهa . i . ) : b ü y ü k c â m i le r d e m ü -
(a.i. k e ş f d e n ) : 1. ta s . h a k i k a t
e z z i n le r i n s o n c e m a a t y e r l e r i n d e n a m a z k i-
e h li n e A lla h S ir la r m m g ö r ü n m e s i, k e n d i-
la n h a lk a İm a m ın te k b irle rin i te k r a rla m a k
le r i A lla h n û r u n u g ö r m e le r i. 2 . m e y d a n a
iiz e r e b u l u n d u ğ u ç ı k ı n t ı l ı b a lk o n .
؟ik a rm a .
miikedder'ﺀ ﻵ
ﻣﻜﺎﺷﺤﻪ
m ükâşeha
(a.i. k e ş h 'd e ıı) : k i n d u y m a ,
k i n b e s le m e . m ü k â ş if
ﻣﻜﺎﺷﻒ
s u . 2 . t e k d i r e d il m i ş , a z a r l a n m ı ş . 3 . k e d e r li, .(a.s. k e ş f d e n ) : m ü k â ş e f e d e
b u l u n a n , ( b k z : m ü k â ş e fe ). m iik â te b
ﻣﻜﺎﺗﺐ b e d e le
ü z ü n t ü l ü , ta s a lı .
miikedder-âne ( ﻣﻜﺪراﻧﻪa .f .z f .) : m ü k e d d e r o la -
(a.s. k e tb , k i t â b e t'd e n ) : h u k .
[e s k id e n ] t a m a m l a d ı ğ ı z a m a n a z â d e d i l m e k iiz e r e
b a ğ la n a n
k ö le ,
[ m i i e n .:
n a y a k ı ş a c a k y o ld a .
mükeddir ( ﻣﻜﺪرa.s. k e d e r 'd e n ) : 1. b u l a n d ı ra n . 2. k e d e r v e re n .
m iik â te b e ]. m ü k â t e b - i m e ' z u n : h u k . [e ş k id e n ] t i c â r e t e m e 'z u n o la n m e m l û k ü k it â b e t e k e s m e , [b u c â iz d ir . Ş u k a d a r v a r k i m e m lû lc b o r ç l u b u lu n d u g u ta k d ird e g u re m â k itâ b e ti re d d e d e b ilir le r ] . huk.
[e s k id e n ]
m ü k â t e b 'i n lc e n d i k ö le s in i lc itâ b e te lcesm es id ir k i b u m u v â z a a k a b i l i n d e n o l d u ğ u n -
ﻣﻜﺪره
(a .s .):
[" m ü k e d d ir”
in
m ü e n .] . ( b k z : m ü k e d d i r ) .
miikeffen ( ﻣﻜﻨﻦa.s. k e f e n 'd e n ) : t e k f i n e d ilm i ş , k e f e n e s a r ılm ış .
m ü k â t e b e t ü 'l - v a s î : h u k . [e s k id e n ] v a s i s in i n a ltın d a k i
y e ti m e
â it
m e m lû k ü
k it â b e t e k e s m e s i.
miikellâ' ( ﻣﻜﻼﺀa . i . ) : 1. s â h i l, n e h i r k e n a r ı . mükelleb ( ﻣﻜﻠ ﺐa.s. k e l b 'd e n ) : b u k a ğ ı v e b e n z e r i ş e y le rle b a ğ lı.
mükellef ( ﻛ ﻒa .s. k ü lf e t'd e n . c. : m ü k e l l e f i n ) :
m ü k â t e b e t ü 's - s a g î r : h u k . [eslciden] h e n ii z b â li g o lm a y a n r a k i k m lc itâ b e te k e s ilm e s i,
ﻣﻜﺎﺗﺒﺎ ت
k e n d is in e ş ü k r o lu n m a y a n a d a m .
2 ٠y a n a ş ı l ı r k ıy ı.
d a n c â iz d ir .
m ü k â te b â t
miikeddire
miikeffer ( ﻣﻜﻐﺮa . s . ) : iy i li k le r i İ n k â r e d ilip
m ü k â t e b e t ü 'l - m ü k â t e b :
v e s â y e ti
(a.s. k e d e r 'd e n ) : 1. b u l a n d ı -
r ı l m ı ş , b u l a n ı k . Mâ-i mükedder : b 'u la m k
(a.i.
m i ik â t e b e 'n in
m e k t u p la ş m a l a r , y a z ış m a la r .
c .) :
1.
b ir
m ecbûr
şey i
yapm aya,
o la n .
b ir
2 . k ü lf e tl e
şey i
ödem eye
s ü s le n m i ş ,
m ü-
k e m m e l ş e k i ld e h a z ı r l a n m ı ş o la n . 3. v e r g i v e r m e k le y ü k ü m l ü k im s e .
837
mükellefe
mükellefe ( ﻣﻜﻠﻔﻪa.s. kiilfet'den): [''mükellef” in müen.]. (bkz : mükellef). Ahâlî-i mükellefe : vergi vermekle yükümlü kimseler, mükellefin ( ﻣﻜﻠﻔﻴﻦa.s. mükellefin c .): bir şeyi yapmak, bir şeyi ödemek zorunda bulunanlar. Ef'âl-i mükellefin : farz, vâcip, siinnet, müstahab, mubah, mekruh, m ü f sid, haram. mükellefiyet ﻣﻜﻠﻐﻴ ﺖ (a.i.): *yüküm, mecburiyet, yapmaktan ka ؟ınılamayan İş veyâ bir İŞİ yapmaktan ka ؟ımlamama hâli, mükellel ( ﻣ ﻜﻠ ﻞa.s. İklîl'den): 1. ta ؟lı> ta ؟giymiş, başında ta ؟bulunan. 2. süslü, parlak, (bkz: müzeyyen). mükemmel ( ﻣﻜ ﻤ ﻞa.s. kemâl'den) : 1. kemâle erdirilmiş, kemâl bulmuş, tekmil, tam, olgun, kusursuz, eksiksiz. 2. güzel, âlâ. mükemmele ( ﻣﻜﻤﻠﻪa.s. kemâl'den): [“mükemmel” in müen.]. (bkz : mükemmel), mükemmelen ( ﻣﻜﻤ ﻸa.zf.): mükemmel olarak. mükemmeliyet ( ﻣ ﻜ ﻴ ﺖa.i. mükemmel'den) : mükemmel olma hâli, kusursuzluk, eksiksizlik.
mükerrere ( ﻣﻜﺮرهa.s.) : [ " m ü k e r r e r ” i n m ü e n .] . (b k z : m ü k e rre r).
mükerreren ( ﻣﻜﺮرأa.zf.) : t e k r a r o la r a k , b i r daha.
miikerrir ( ﻋ ﺮ رa.s. k e r r 'd e n ) : 1. t e k r â r e d e n . 2. huk. b i r d e n ؟o k s u ؟iş le y e n , mlikerrire ( ﻣﻜﺮرهa.s. k e r r 'd e n ) : [ " m iik e r r ir " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü k e r r ir ) .
miikesser ( ﻣ ﻜ ﺮa.s. k e s r 'd e n ) : te k s 'ir e d il m i ş , k ı r ı l m ı ş , k ı r ı k . Cem'-i miikesser : a. gr. k a id e y e u y m a y a n , k a id e y a p ı l m a y a n c e m ile r .
mükesser(lik) : gr. * b ü k ü n , fr. flexion, miikessib ( ﻣﻜ ﺴ ﺐa.s. k e s b 'd e n ) : te k s ib e d e n , k a z a n d ıra n .
miikessif ﻣﻜﺜ ﻒ-(a.s. k e s â f e t'd e n ) : k e s i f h â le k o y a n , k o y u la ş tıra n .
miikessife ( ﻣﻜﺜﻐﻪa.s. k e s â f e t'd e n ) : 1. fiz. k o n d a n s a t ö r , İç in e e l e k t r i k e n e r j is i y ı ğ ı l a n â le t,
fr. condensateur, ( b k z : m ik s e fe ) . 2. [“m ü k e s s i f ” i n m ü e n .j. ( b k z : m ü k e s s if ) .
miikessir ( ﻣﻜﺴﺮa.s. k e s r 'd e n ) : t e k s i r e d e n , k ira n .
miikessire ( ﻣﻜﺴﺮهa.s. k e s r 'd e n ) : [" m ü k e s s ir " i n m iie n .] . ( b k z : m ü k e s s ir ) .
mükemmil ( ﻣﻜ ﻤ ﻞa.s. kemâl'den): İkmâl eden, tamamlayan, tamamlayıcı,
mükevkeb ( ﻣﻜ ﻮﻛ ﺐa.s. k e v k e b 'd e n ) : y ıl d ız l ı,
mükenâ' ( ﻣﻜﻔﺎﺀa.s. mekin'in c .): 1. oturanlar, yerleşenler. 2. iktidar ve vakar sâhipleri.
miikevkebe ( ﻣﻜﻮﻛﺒﻪa.s. k e v k e b 'd e n ) : 1. y ıl d ız 1ı. 2. [“m ü k e v k e b '' i n m iie n .].
miikennâ ( ﻋﻐ ﻰa.s. künye'den) : kiinyelenmiş, künyeli.
miikevven
miikennef ( ﻣﻜﻔﻒa.s.): etrâfı sınırlanmış,
ﻣﻜﻮن
k e v n 'd e n . e d il m i ş ,
c. :
y a p ıl m ı ş ,
m e y d a n a g e ti r i lm iş , y a r a t ıl m ı ş ,
miilcerrem ( ﻣﻜﺮمa.s. kerem'den): 1. muhterem, aziz, saym, saygıdeğer, sayılan; ululandırılan, hürmet ve ta'zime erişmiş. 2., i. erkek ve kadın adi. Mekke-i mükerreme : aziz Mekke şehri.
mükevvenât
mükerreme ( ﻣﻜﺮﻣﻪa.s.): [“mükerrem” in müen.]. (bkz: miikerrem).
miikevvin
miikerremen ( ﻣﻜﺮثa.zf.): İkrâm ile; saygı ile.
(a.s.
. m i ik u v v e n â t) : t e k v i n
ﻣ ﻜ ﻮﻧﺎ ت
m a h lû k la rın ,
(a.i.
m ü k e v v e n 'i n
* y a ra tık la rın
h e p s i,
c.) : (b k z :
k â i n â t , m e v c û d â t) .
mükevver ( ﻣﻜﻮرa.s. k e v r 'd e n ) : s a r ı l m ı ş [sarik ].
ﻣﻜﻮن
(a.s.
k e v n 'd e n ) :
te k v i n
e d e n , y a p a n , m e y d a n a g e ti r e n , y a r a t a n ,
fr.
créateur.
mükerrer ( ﻣﻜﺮرa.s. kerr'den. c . : mükerrerât: tekrarlı, tekrarlanmış, tekrar olunmuş,
mükevvine ( ﻣ ﻜ ﻮ ﻧ ﻪa.s. k e v n 'd e n ) : [ " m ü k e v v in "
mükerrerât ( ﻣﻜﺮراتa.i. mükerrer'in c .): mükerrer, tekrarlanmış şeyler.
mükeyyes
838
i n m ü e n .] . ( b k z : m iik e v v in ) . ﻣﻜﻴ ﺲ
(a.s.) : k e s e le n m iş , k e s e şe k -
li n d e to p l a n ı p k a l m ı ş
şey.
mUâ.ne
ﻣﻜﻴ ﻒ
m ü k e y y if
(a.s. k e y f d e n ) : k e y i f v e ric i,
n eşelen d irici; sa rh o şlu k v e re n [şey],
ﻣﻜﻴﻔﺎ ت
m ü k e y y if â t
(o.i. k e y f 'd e n ) : k e y i f ve re n ,
(a.s. k e y f d e n ) : [“ m ü k e y y if ”
ﻣ ﻜﺬ ب
m ü k r im in
(a.s. k i z b 'd e n ) : tek zib ed en ,
y a la n la y a n , y a la n c ı ؟ik a ra n [b irin i, b ir h a b eri].
ﻣﻜﺜ ﻒ
m ii k s i f
ﻣﻜﻔﺮ
m ü k s ir
(a.s. k i z b 'd e n ) : [“ m ü k e z z ib ”
in m ü en .]. (b k z : m ü k ezzib ).
ﻣﻜﻔﻬﺮ
m ü k fe h irr
ﻣﻜﺤﻠﻪ
ﻣﻜ ﺐ
(a.s. k e b b 'd e n ) : b ir ş e y in ü z e ri-
ﻣﻜﺪ
m iik id d
k a tla n a r a k b ir İşte ؟a lışa n , m ii k i r r
ﻣﻜﺮ
m ü k râ
ﻣﻜﺮا
ﻣﻜﺘ ﺤ ﻞ
(a.s. k u h l 'd e n ) : ik tih â l eden,
ﻣ ﻜ ﺮا
(a.s. k i r a 'd a n ) : k ir â y a v e rile n
eşy â . (b k Z ': m ü k r â , m ü ste k râ).
( ﻣﻜﺘﺮىa.s. k i r a 'd a n ) : İk tirâ ed en , k ir â
ile tu ta n , (b k z : m ü ste 'cir, m ü ste k ri). m ü k t e r ib
( a .s .) : z a h m e ti ih tiya rla , z a h m e te
(a.s. k if â y e t 'd e n ) : İk tifâ eden,
s ü rm e ؟eken [gö zlerin e],
m ü k te ri
n e d ü şü p g a y re tle ؟a lışa n ,
(a.s. k e s r e t 'd e n ) : 1. İk sâ r eden,
ﻣﻜﺘﻔﻰ
m ü k te râ
(a.i. k u h l'd e n . c . : m e k â h il ) :
sü rm e k u tu su , ( b k z : sü rm e d â n ). m ü k ib b
- ( a .s .) : k a lın la ş tır ıc ı; t o r tu ؟Ok-
k â fî, y e te r b u la n , (b k z : k a n i'), m iik t e h il
( a .s .) : 1. a sık su ra tlı [ad am ].
2 . i. ü stü ste y ığ ılm ış k a ra b u lu t, m ü k h ü le
(a.i. m ü k r im 'in c . ) : 1. İk râ m
؟o ğ a lta n . 2 . ؟o k m a la sâ h ip o lan , m iik t e fî
ﻣ ﻜﻨﺒﻪ
m ü k e z z ib e
ﻣﻜﺮﻣﻴﻦ
eden ler, a ğ ırla y a n la r, m isa firse v e rle r. 2 . er-
tü r ü c ü .
in m iien .]. (b k z : m ü k e y y if). m ü k e z z ib
ederek,
k e k adi.
o lan şeyler, [y a p m a k e lim ele rd e n d ir],
ﻣﻜﻴﻐﻪ
( a .f .z f.) : İk r â m
a ğ ır la y a r a k ; m isâ fir s e v ir lik le .
sa rh o şlu k g e tire n v e t ir y â k ilik k a b ilin d e n
m ü k e y y if e
ﻣﻜﺮﻣﺎﻧﻪ
m ü k r im - â n e
ﻣﻜﺮ ب
(a.s. i k t i r â b 'd a n ) : ik tirâ b e d e n ,
g a m lı, ta sa lı, k a y g ılı. m ü k te se b , m ü k te se b e
ﻣﻜﺘﺴﺒﻪ، ﻣ ﻜ ﺘ ﺐ
(a.s.
k is b 'd e n . c . : m ü k t e s e b â t ): ik tisâ b o lu n m u ?)
(a.s.). (b k z : h a rû n ).
k a z a n ılm ış , e d in ilm iş , elde e d ilm iş. H a k k -1 (a.s.) : k ir â y a v e rile n eşyâ. ( b k z :
m iik terâ , m iistek râ).
ﻣﻜﺮه
m iik r e h
(a.s. k e r h 'd e n ) : z o rla n a n [k im -
se].
ﻣﻜﺮﻫﺄ
ﻣﻜﺮه
(a.b.i.) : b ir k im s e -
ﻣﻜﺮه
( a .b .i.): ik ra h ta k o rk u -
ﻣﻜﺮم
(a.s. kere m 'd en ) : İk r â m o lu n -
ﻣﻜﺮﻣﻪ
(a.s. k e r e m 'd e n ): ["m ü k r e m ”
m ü k r ih
ﻣﻜﺮه
ﻣﻜﻌ ﺐ
(a.s. k i s b 'd e n ) : ik tisâ b ed en ,
ﻣ ﻜ ﺴﺒ ﻪ
(a.s. k i s b 'd e n ) : ["m iik te sib ”
ﻣﻜﺘﻦ
(a.s. ik t i n â n 'd a n ) : ik tin â n eden,
g izlen en , sa k la n a n . m ükûr
in m ü en .]. (b k z : m ü k re m ).
ﻣﻜﺮى
(a.i. m e k te se b 'in c . ) : ed i-
in m iien .]. (b k z : m ü ktesib ). m ü k t in n
m u ş, a ğ ırla n m ış. m ü k rem e
ﻣﻜﺘﺴﺒﺎ ت
k a z a n a n , ed in en ; elde eden, m ü k t e s ib e
y u gere k tire n şey. m ü k rem
e d in ilm iş
m ü k t e s e b â t -1 il m iy y e : ilim k a z a n c ı, m ü k t e s ib
n in işle m ek iizere İc b â r e d ild iğ i İş. m ü k r e h t in -b ih ﺑﻪ
M a 'lû m â t -1
n ile n bilgiler.
( a .z f .) : zo rla,
m ü k r e h ü n -a le y h ﻋﻠﻴﻪ
hak,
k a z a n ılm ış ,
m â lû m a t. m ü k teseb ât
m iik r e h e n
m ü k rî
m ü k t e s e b : k a z a n ılm ış m ü k te se b e :
ﻣﻜﻮر
(a.i. m e k r'in c . ) : hileler, dü zen ler,
d u b â râ la r. (a.s.). (b k z : m ü k â rî). m ükûs (a.s. k e r h 'd e n ) : İk râ h eden, zo r-
ﻣﻜﻮس
(a.i. m e k s'in c . ) : öşürler, baçlar,
v e r g ile r v e b u n la r ı cib â y e t etm eler,
la y a n . m iik r im ,
ﻣﻜﺮﻣﻪ
m ü k r im e
،
ﻣﻜﺮم
m ül (a.s.
ﻣﻞ
( f .i .) : şarap, (b k z : b â d e , h a m r, m ey,
sah b â).
k e r e m 'd e n ): 1 . ik r a m c ı, İk r â m ed en , ed ici; a ğ ırla y a n ,
a ğ ırla y ıc ı;
m ih m â n -n ü v â z ).
2 . i.
[İkincisi] k a d m adi.
m isâ firse v e r. [b irin cisi]
(b k z : erkek,
m ü lâ a b e ( ﻣ ﻼ ﻋﺒﻪa.i. İa'b v e İu 'b ' d a n ) : o y n a şm a , o y n a y ıp eğ le n m e , (b k z : m ü bâale). m ü lâ a n e ( ﻣﻼﻋﻔﻪa.i.). (b k z : m ü bâh ele).
839
mü.âbese mülâbese ( ﻣ ﻼ ﺑ ﻪa.i. lebs'den) : 1. birbirine benzeyen iki şeyin birbirinden ayirdedilemeyerek karıştırılması. 2. münâsebet, yakınlık, ["miilâbeset" şeklinde de kullanılır]. mülâbesesiyle : dolayısıyla, -den dolayı, mülâbîs ( ﻫﻼصa.s. lebs'den) : 1. karışan. 2. münâsebet kuran; yakınlık gösteren, mülâemet ﻣﻼﺋﻤﺖ mülâyemet).
(a.i.
İe'm'den).
(bkz :
mülâhaza ( ﻵ دa.i.lâhz'den.c. :mülâhazât) : 1. dikkatle bakma. 2. iyice düşünme. 3. diişünce. mülâhazât ( ﻣﻼﺣﻈﺎتa.i. mülâhaza'nın c.) : diişünceler. mülâhazât hânesi : bir konu hakkında düşiincenin yazılacağı yer, sütun, mülâhham ( ﻣﻠ ﺤﻢa.s. İâhm'den) : etli, şişman, semiz, [yapma kelimelerdendir], mülâhhas ( ﻣﻠﺨﺺa.s. hulâsa'dan) : telhis edilmiş, hulâsâsı (Ozeti) çıkarılmış, mülâhık ( ﻣﻼصa.s. İâhk'dan) : bitişik, yapışık. mülâhîd ( ﻵ ﺣ ﺪa.s. lahd'den. c. : miilâhide) hak mezhepten bâtıl mezhebe kayan, mülâib ( ﻣﻼﻋﺐa.s. lû'b'dan) : oynayan, oynaşan. mülâim ( ﻵ ﺀ مa.s. İe'm'den). (bkz : miilâyim). mülâkât "( ﻵ ﻗﺎ تka" uzun okunur, a.i. lika'dan) : 1. kavuşma; buluşma; birleşme. 2. göl'üşme. mülâki ( ﻵ ﻓ ﻰa.s. lika'dan) : buluşan, kavuşan; görüşen. mülâkkab ( ﻣﻠﻘ ﺐa.s. İâkab'dan) : tellcibolunmuş, İâkablanmış, İâkablı. mülâkkah ( ﻣﻜ ﺢa.s.) : biy., bot. döllenmiş, fr. fécondé. mülâm ( ﻵ مa.i. levm'den) : azarlama, azar, (bkz : İtâb). mülâmese ( ﻣﻼﻣﺴﻪa.i. lems'den) : lems etme, el ile tutma, yoklama; birbirine dokunma, (bkz : temâs). 840
m iils a k a
(a.i. lü sû k 'd a n ) : 1. iltisâ k
ﻣ ﻼ ﺻﻔ ﻪ
etm e, b itişm e, y a p ışm a . 2 . u la şm a , y a n a ş m a. m ü lâ s ık ( ﻣ ﻼ ﺻ ﻖa.s. lû sû k 'd a n ) : iltisa k lı, bitişik, y a p ışık ; yalayan a b u lu n a n . m iilâ t a f a 1.
ﻵ ﻃﻐ ﻪ
(a.i. İû tf'd a n . c . : m ü lâ t a f â t ) :
lâtife etm e, şa k a la şm a . 2 . lü tfetm e, g ü ze l
m u âm ele. m ü lâ t a f â t
ﻣﻼﻃﻔﺎت
(a.i. İû tf'd a n . m ü lâ ta fa 'n ın
c . ) : lâtîfe etm eler, şa k a la şm a la r, m ü lâ t a m a ﻵ ﺑ ﻰ
(a.i. la t m e 'd e n ) : şam arlan m a,
tokatlanm a. m ü l â t ı f ﻵ ﻃ ﻒ.(a.s. İ û t f 'd a n ) : lâtîfe ed en , e d ici. m ü lâ t t ıf ,m ü lâ t t ıf a ^ b ،
1.
ﻣﻠﻄﻒ
( a .s .İ û t f 'd a n ) :
t a ltif ed en , b ir iy ilik le g ö n ü l a la n . 2 . h e k .
y u m u ş a t ıc ı [ilâ] ؟, ( b k z : m iile y y in ). E d v i y e - i m ü l â t t ı f a : y u m u ş a t ıc ı İlâçlar, m ü lâ t t ıf â t
ﻣﻠ ﺊ ت
(a.s. m ü lâ ttıf ؛n in c . ) : y u -
m u şa tıc ı İlâçlar. m ü lâ v e m e ه٠ﻵ ل
( a .i.) : b irb ir in i ç e k iştirm e ,
ت٠ﻵي
m ü lâ y e m e t
(a.i. İ e 'm 'd e n ): 1 . u y g u n -
luk. (b k z : m u vâ fa k a t). 2 ٠y u m u ş a k h u y lu luk, y a v a ş lık . 3 . b a ğ ır s a k la r ın y u m u ş a k lığ ı [kabz'ın zıddı]. m iilâ y e n e t ( ﻣ ﻼ ﺳ ﺖa.i. İîn et'd en ) : lin e t, y u m u şa k lık . m ü l â y îm ﻵ د م
(a.s. İe 'm 'd e n ): 1. u y g u n , (b k z :
m ııvâ fık ). 2 , y u m u ş a k h u y lu , y a v a ş [k im se].
3 - p e k liğ i o lm a y a n . 4 . i. erkek adi. m ü lâ z e m e
ﻣﻼزﻣﻪ
( a .s .) : lü z u m lu , ge rek li; a y-
rılm a z . m ü lâ z e m e t
ﻣﻼزﻣﺖ
(a.i.
1"
: 1. b ir
y e re v e y â k im s e y e sım sılcı b a ğ la n m a . 2 . g id ip gelm e. 3 . b ir İşle d e v a m lı m e ş g u l o lm a.
4.
staj
gö rm e.
؟.O s m a n lIla r d a ,
sa h n -1
se m â n y a d a sa h n -1 S iile y m â n iy e m e d re selerin d en b irin d e g ö rd ü ğ ü y ü k s e k ta h sil so n u c u n d a a ld ığ ı ica ze tte n so n ra m ü d e rris o la b ilm e k üzeı-e Sira b e k le y e n d â ııişm en t. m ü lâ z e m e te n ﻻ ز ﻣ ﺔ, ( a .z f .) : m ü lâ z ım ؛olaralc, sta) görerek , m a a şsız , a y lık sız, m ü l â z ık ( ﻣ ﻼ ذ قa.s. l ü z û k 'd a n ) : y a p ış m ış ; y a p iş m iş o lm a, (b k z : m ü lâsık ).
mülhîd
( ^زمa.s. lüzûm'dan. c. : mülâzımîn, mülâzımân) : 1. bir yere veyâ kimseye sarilıp ayrılmayan, tutunup kalan. 2. i. stajyer, bir yere maaşsız olarak gidip gelen. 3. i. ask. teğmen.
m ü lâ z ım
*üsteğmen, *teğmen,
m ü lâ z ım -ı evvel : ask. m ü lâ z ım -ı sâ n î : ask.
ان٠( ﻣﻼزa.s. mülâzım'ın c.) : (bkz :
m ü lâ zım â n
mülâzımîn). m ü lâ z ım î
( ﻣﻼزﻫﻰa.i. lüzûm'dan) : mülâzımlık,
sta]yerlik.
( د ز سa.s. mülâzım'ın c.) : 1. bir yere tutunup kalanlar, bir kimseye sarılıp ondan ayrılmayanlar. 2 . i. stajyerler, bir yere maaşsız olarak gidip gelenler. 3. i. ask. *teğmenler.
m ü lâ z ım în
( ﻣﻼزﻣﻪa.i.) : m iiz. peşrev, saz semâisi, oyun havalan gibi saz eserlerin.den, her hânenin sonunda tekrarlanan, ayni nağme cümlelerinden yapılmış kısım,
m ü lâ zîm e
m iilcem m ü lcî
( ﻫﺪﺟﻢa.s. İicâm'dan) : gemli, yularli.
( ﻫﺪﺟﻰa.s. İlcâ'dan) : İlcâ eden, zorlayan,
zorla yaptıran. m ü lebbes
ﺑ ﺲ٠ (a.s. lebs' ve libs'den) : 1. giyil-
miş. 2. iltibasli, karışık, m iile ffa k
1er,
( ﻣﻠﻔﻘﻪa.i. lefk'den) : 1. *seçmeci-
fr. L e s éclectiques.
2. s. düzme, sahte.
3. yaldızlı söz. m ü le ffe f ﻣ ﻠ ﻔ ﻒ m ü lek â
-(a.s. leffden). (bkz : melfûf).
( ﻣﻠﻜﺎa.i. melik'in c.) : (bkz : melik),
( ﻣﻠﻤﻊa.s. lem'den) : 1. telmi' edilmiş, parlak, (bkz : revnak-dâr). 2. alaca, renk renk. 3. (i. ed. : c. mülemmaât) bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça veyâ Farsça söylenmiş olan manzûme. 4. bulaşmış, SIvanmış. M ü rg -i m ü lem m a-b ed en : Güneş, m ü lem m a' şem se : g. s. ciltli kitaplarda kabin ortaşında bulunan şemse ile köşebentlerin arası tezhiple doldurulmuş ise bu çeşit şemseye verilen bir ad.
m ü lem m a '
( ﻣﻠﻤﻌﺎتa.i. mülemma'3ün c.) : bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça veyâ Farsça söylenmiş olan manzûmeler.
m ü lem m a ât
k â r , m ü le m m a '- s a z ) .
mülemma'-kâr
ﻣﻠﻤﻌﻜﺎر
(a.f.b .s.)
:
m ü r â y î,
riy â k â r.
mülemma'-sâz ( ﻣﻠ ﻤ ﻤﺎزa.fb.'S . le m 'd e n ) : ( b k z : m ü l e m m â '- g e r , m ü l e m m â '- k â r ) .
mülessen
(a.s.) :
ﻣﻠ ﺴ ﻦ
ucu
d il
? e k lin d e
m a h rû ti.
mülevven ( ﻣﻠﻮنa .s. le v n 'd e n ) : 1. r e n k l i , r e n k r e n k , t ü r l ü t ü r l ü , ( b k z : r e n g - â - r e n g ) . 2. b o y a lı, b o y a n m ı ş . Sem'-i mülevven : psik. r e n k l i İ ş itm e , fr. audition colorée, mülevvene ( ﻣﻠﻮﻧﻪa.s. le v n 'd e n ) : [“m ü l e v v e n ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü le v v e n ) .
mülevves ( ﻣﻠﻮثa.s. le v s 'd e n ) : 1. te lv is e d ilm i? , k ir li , p is . 2. i n t i z a m s ı z , k a r ı ş ık , miilevvin ( ﻣﻠﻮنa.s. le v n 'd e n ) : 1. t e l v in e d e n , r e n k v e r e n . 2. b o y a y a n , müleyyen ( ﻣﻴ ﻦa.s. İ î n e t'd e n ) : t e l y in e d il m i ş , y u m u ş a tılm ış .
müleyyin ( ﻣﻠﻴﻦa.s. İ î n e t'd e n ) : te l y in e d e n , l i n e t v e r e n , y u m u ş a t a n , y u m u ş a tı c ı, ( b k z : m ü lâ ttıh ).
( ﻫﺎﻏﻖa.s. lefk'den) : 1. şık, süslü,
tumturaklı. 2. düzme, sahte, m iile ffa k a
miilemma'-ger ( ﻣﻠﻤﻌﻜﺮa.f.b .s. le m 'd e n ) : 1. ik iy ü z lü . 2. p a r l a y a n , p a r l a k , ( b k z : m ü l e m m a '-
miilga دش. ("g a" u z u n o k u n u r , a .s. l a g v 'd a n ) : ilg a o l u n m u ş , la ğ v e d i lm iş , k a l d ı r ı l m ı ş ,
mülhak
(a.s. l ü h û k 'd a n ) : 1. İ l h â k e d il m i ş ,
s o n r a d a n t a k ı l m ı ş , k a tı lm ış .
2. i. b i r a s k e r
k a r a r g â h ı n d a e m i r s u b a y ı y a r d ı m c ı s ı,
mülhakat " ( ﻣﻠﺤﻘﺎ تk a ” u z u n o k u n u r , a.i. m ü l h a k 'ı n c.) : 1. k a t m a l a r , e k le r. 2. b i r m e r k e z e b a ğ l ı o l a n y e rle r, ( b k z : m u z â f â t) .
mülhem ( ﻣﻠﻬﻢa.s. le h m 'd e n . c. : m ü l h e m û n ) : İ l h â m e d i l m i ş , [ b i r in i n ] İç in e d o ğ m u ş ,
mülhem ü belig : İ l h â m e d i l m i ş v e g ü z e l, iy i İfâ d e e d il m i ş .
mülhemûn
( ﻣ ﻠ ﻬ ﻤ ﻮ نa.s. İ l h â m 'd a n . m ü l h e m 'i n
El-mülûkü mülhemûn : p â d iş a h la r , İ l h â m ı n a c.) : İ l h â m o lu n a n l a r , i ؟e d o ğ a n l a r :
m a z h a r o lm u ş k im s e l e r d ir ,
mülhid ( ﻣﻠ ﺤﺪa.s. İ â h d 'd e n . c. : m e l â h id e , m ü lh id in ) :
A lla h 'ı
İn k âr
eden,
d in s iz ,
im a n s ı z .
841
m ülhd-âne
ﻣﻠﺤﺪاﻧﻪ
m ü lh iü -â n e
(a.f.zf. İ â h d 'd e n ) : m ü l h i d ,
d in s 'iz o la n a y a k ı ş a c a k y o ld a , d in s iz c e . m iilh id in
ﻣﻠﺤﺪﻳﻦ
(a.s. İ â h d 'd e n , m ü l h i d 'i n c . ) :
A lla h 'ı İ n k â r e d e n le r, d in s iz le r , im a n s ı z la r ,
ﻣﻠﺤﻖ
(a.s. İ ü h u k 'd a n ) : İ l h â k e d e n , k a -
ﻣﻠﻬﻢ
(a.s. le h m 'd e n ) : İ l h â m e d e n , [b i-
ta n . m ü lh im
r i n i n ] i ' ؟in e d o ğ d u r a n , [m ü e n . : m ü l h im e ] . m iilh im e
ﻣﻠﻬﻤﻪ
( a . s . ) : [ ''m ü l h i m '' i n m ü e n .] .
ﻫﺎﻣﻪ
m iilk
ﻣﻠﻠﻎ
nm
( a . i . ) : a s k e r v e s a r ı k l ı s ı n ıf ı -
d ı ş ı n d a k i m e 'm u r l a r s ın ıf ı . M e k t e b - i
m e 'm u r u y e t i ş t i r m e k ü z e r e k u r u l m u ş o la n m e k te p .
ﻫﺎ ﻛ ﻪ
m iilk iy y e
(a.s. m ü l k 'd e n ) : [ " m ü l k " ü n
m ü e n .] . ( b k z : m iilk ).
ﻣﻠﻜﻴ ﺖ
m ü lk iy e t
(a.i.
m i i l k 'd e n ) :
m ü lk
m ü l k i y e t e k i : g r . iy e lik e k i. (a.i. e l e m 'd e n ) : fe lâ k e t.
( a . i . c . : e m l â k ) : 1. ev , d ü k k â n , a r â z î
g ib i t a ş ı n m a z v e g e lir g e t i r e n m a l . ( b k z : g a y r- i
ﻣﺎ ﻛ ﻪ
m ü lk ic e
s â h ip lig i.
(b k z :m ü lh im ) . m iilim m e
( b k z : m ilk i) .
m ü l k i y y e : * S iy a s a l B ilg ile r O k u lu , İd â r e
( b k z : m e lâ h id e ) . m ü lh ik
k e r v e s a r ı k l ı s ı n ı f ı n ı n d ı ş ı n d a k i m e 'm u r la r .
m e n k û l).
D â rü 'l-m ü lk :
2. b ir
p a y ta h t,
d e v le tin b a ş ş e h ir .
ü lk e s i. 3. v a k ıf
o lm a y ıp - d o ğ r u d a n d o ğ r u y a - b i r i n i n m a i l o la n [ t o p r a k v e y â a k a r , y a p ı], ( b k z : m ille). N e fy -İ m i i l k : fık . b i r k i m s e m a l ı n ı b a ş k a -
ﻣﻠﻜﺎﻣﻪ
m ü lk -n â m e
(a.f.b .i.).
(b k z :
te m li k -
(b k z:
t e m li k -
n âm e). m ü lk -n â m e -i
hüm âyûn:
n âm e). m ü llâ k
ﻫﻼك
m ü ls a k
(a.s. m â l i k 'i n c . ) : ( b k z : m â lik ) ,
ﻫﺎﻣﻖ
(a.s. İ ü s u k 'd a n ) : İ l s â k e d il m i ş ,
b itiş tirilm iş , k a v u ş tu ru lm u ş ,
S in a b a ğ ış la m a . 4 . K u r 'â n 'ı n 67 n c i s û r e s i o lu p M e k k e 'd e n â z i l o l m u ş t u r ; 30 â y e tt e n
ﻛ ﺲ٠ (a.s.
m ü lte b is
l e b s 't e n ) : iltib a s lı, b e n z e -
o lu ş a n b u s û r e : y e r le r i, g ö k le r i, i n s a n l a r ı
y e n , b a ş k a b i r ş e y d e n a y ır d e d il e m e z . fe ls .
v e o n l a r ı n y e d ile le r in i i ç t i k l e r i n i v e C e n â b -1
fr. c o n fu s .
H a k ta r a f ın d a n y o k ta n v a r e d ild ik le rin i b il d i r i r .
m ü lte c â
ﻛ ﺠ ﻰ٠
s ı ğ ın ı la c a k
m ü l k - i m u k a y y e d : h u k . i r s v e ş i r â g ib i m i il k s e b e p l e r i n d e n b ir iy le t a k y i d v e b e y â n o lu n a n m ü l k iy e t . m ü lk -i m u t la k : huk. ir s v e ş i r â g ib i m ü l k s e b e p l e r i n d e n b ir iy le t a k y i d v e b e y a n e d il-
(a.s. l e c 'd e n ) : İ ltic â e d ile c e k ,
y e r.
( b k z : m e lc e ',
p e n â -g â h ,
m e lâ z ).
( ﻫﻜﺠﻰa.s. l e c 'd e n ) : İ ltic â CI d i y a r d a n g e lip s ı ğ ın a n ,
m ü lte c i
m ü lte c iy â n -
ن-
eden, yab an -
(o.i. le c 'd e n . m ü l t e c i 'n i n
c . ) : m ü lte c ile r , İ ltic â e d e n le r , s ı ğ ın a n l a r ,
m e y e n m ü l k iy e t , m ü lk -i s a â d e t : s a â d e t ü lk e s i,
m ü lte f e t
ﻣﻠﺘﻬﺖ
(a .s. l e f t 'd e n ) : 1. il t i f a t e d il m i ş ,
m ü lk -i su h a n : s ö z ü lk e s i, ş i i r d iy â r ı.
b a k ıl m ı ş . 2 . g ü l e r y ü z g ö s t e r il m i ş , h o ş d a v -
m ü lk -i y e m i n : fık . b i r k i m s e n i n te m e llii-
r a n ı l m ı ş . 3. e h e m m iy e t v e r i lm iş ,
k i i n d e b u l u n a n k ö le ve c â riy e . m ü lk -d â r
ﻣﻠﻜﺪار
m ü lk -d â r-â n e
(a.f.b .s.) : p â d i ş â h ,
ﻣﻠﻜﺪاراﻧﻪ
( a .f .z f .) : p â d i ş â h a y a -
r a ş ı r y o ld a . m ü lk -d â rî m ü lk et
^ارى
ﻣﻠ ﻜ ﺖ
( a .f .b .i.) : p a d i ş a h l ı k .
( a . i . ) : ü lk e .
m iilk et-i O s m â n i ^ e : O sm anlI ülkesi. m ü l k - g î r » ( a .f .b .i .) : h ü k ü m d a r . m ü lk î
ﻫﻠﻜﻰ
( a . s . ) : 1. b i r ü lk e y e â it , ü lk e ile ilg i-
li. 2 . ü lk e id â r e s in e â it, o n u n l a ilg ili. 3. a s
842
m iilte ff, m ü lte f fe b irb irin e
ﻣﻠﺘﻐﻪ
s a rılm ış ,
،
ﻣﻠﺘﻒ
(a.s. l e f f d e n ) :
k a rış m ış .
E şc â r-1
m ü l t e f f e t ü '1 - a g s â n : b o t . d a l l a r ı b i r b i r i n e k a r ı ş m ı ş a ğ a ç la r ; fe ls . f r . c o n c o m i t a n t . m iilte fit
ﻣﻠﺘﻨ ﺖ
(a .s . l e f t 'd e n ) : 1. i l t i f a t e d e n ,
y ü z ü n ü ؟e v ir ip b a k a n . 2. g ü le r y ü z g ö s te re n , h o ş d a v ra n a n . 3. e h e m m iy e t v e re n , m iilte f it.â n e İılık la .
ﻣ ﻜﺎ ﻧ ﻪ
( a .f .z f .) : m ü l te f it ç e , il ti f a t -
m ü l t e h i ى٠١( ﻣ ﻚa.s. l i h y e 'd e n ) : s a k a l ı ؟ı k m ı ş o la n g e n ؟.
mülûhyâ
mültehib ( ﻟ ﺠ ﺐa.s. le h e b 'd e n ) :1. il ti h â b e t m i ş , a le v le n m iş , t u t u ş m u ş . 2 . il ti h a p lı , ş iş m iş , k ız a r m ı ş .
ﻣﻠﺘﻤﻊ
m ü ltem i'
(a.s. l e m 'd e n ) : İ l t i m â e d e n , p a -
r ı ld a y a n : p a r l a y a n . m i i l t e m i s - (a.s. le m s 'd e n . c. : m ü l t e m i s î n ) :
mültehibe ( ﻣﻠﺘﻬﺒﻪa.s. l e h e b 'd e n ) : [ " m ü l te h ib ” i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte h ib ).
i l t i m a s e d e n , k a y ır a n .
ﻣﻠﺘﻤﺴﺎﻧﻪ
m ü lte m îs-ân e
mültehif ﻣﻠﺘﺤﻒ.(a.s. l i h a f d a n ) : y o r g a n g ib i b i r şe y e b ü r ü n ü p s a r ıla n ,
ﻣﻠ ﺴﻴ ﻦ
m iiltem isin
mültehif ﻣﻠﺘﻬﻒ.(a.s. l e h f d e n ) : 1. a le v li. 2. mec. k e d e r le y a n a n , ؟o k ü z g ü n ,
İ l h â k o lu n m u ş , k a tı lm ış ,
(a.s. m i i l te m is 'i n c . ) : ilti-
m a s e d e n le r , k a y ır a n la r . m ü ltesem
miiltehik ( ﻣﺒ ﺶa.s. l ü h û k 'd a n ) : İ l h â k e tm iş ,
( a .f .z f .) : il ti m a s e d e n e
y a r a ş ı r y o ld a .
m iiltesık
ﻣﻠﺘﻔﻢ
( a . s . ) : ö p ü lü r ,
ﻣﻠﺘﺼﻖ
(a.s. l ü s û k 'd a n ) : 1. b it iş ik , y a -
p ış ık . 2 . b i r b i r i n e b a ğ la n m ış .
mültehiyye ( ﻣﻠﺘﺤﻴﻪa.s. lih y e 'd e n ) : [ " m i ilt e h i” n i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte h i) .
o la n k u ş l a r .
miilteim ( ﻣﻠﺜ ﻢa.s. İ e 'm 'd e n ) : il ti y a m b u la n , o n u la n ,
iy ile ş e n
[y ara],
m ü lte sık ü ' 1-e s b â ': zool. ik i p a r m a ğ ı b i t i ş i k
(b k z:
il ti y â m -
m ü lte sık ü ' 1-v ü re y k a -i tiiv ey ciy y e : bo t. b it iş ik * ta ç y a p r a k lıla r .
p e z ir ).
mülteime ( ﻣﻠﺘﺌﻤﻪa.s. İ e 'm 'd e n ) : [ " m iilte im ” i n m iie n .]. ( b k z : m iilte im ) .
miilteka
ﻣﻠﺘﻘﻰ
أ٠ ( ﻣﻠﺘﻎa . s . ) : y a ş m a k lı, (a.s. l e v i y 'd e n ) : İltiv â e d e n , b ü -
k iile n , s a r ı l a n , e ğ il e n ؛e ğ r i lm iş , e ğ r i b ü ğ r ü , (" k a "
uzun
l i k a 'd a n ) : k a v u ş a k ,
o k u n u r,
a.s.
( b k z : m ü n t a v i) .
k a v u ş m a ؛b u lu ş m a ;
ﻣﻠﺘﺰم
m iilte z e m
b ir le ş m e y e ri.
mülteka'1-ebh ü r : cogr. ı) d e n i z l e r i n k a v u ş u p b ir le ş t iğ i y e r; 2) İ s lâ m f ı k h ı n a â it iin lii eser.
ik i v e y â d a h a ؟o k k im s e n in n e s e p le rin in b ir le ş t iğ i ş a h ıs .
miilteka-yi sadef ( " k a ” u z u n o k u n u r ) : anat. i k i b ö l ü m l ü k ı k ı r d a k d o k u l a r ı n b ir le ş t iğ i m a f s a l ( e k l e m ) y e ri.
y ın la n .
ﻣﻠﺘﺰﻣﻪ
m ış .
ﻣﻠﺘﺰم
m ü lte zim
y u ta n .
l ü z û m 'd a n .
c. :
k i m s e y i l ü z u m l u s a y ıp t a r a f l ı k g ö s te r e n . 2. i. il ti z a m c ı , k e s e n e k ç i, k e s im c i, d e v le te la y a n [e s k id e n ].
ﻣﻠﺘﺰﻣﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) : i l t i z â m e d e r c e -
sin e .
ﻣﻠﺘﺰﻣﻪ
m ü ltezim e
mültekım-âne ( ﻣﺪﻏﻤﺎﻧﻪa .f .z f .) : y u ta r c a s m a .
(a.s. l ü z û m 'd a n ) : [" m iilte -
z i m ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü lte z im ) ,
miiltekıt ( ﻣﻠﺘﻘﻂa.s. İ â k t 'd a n ) : i l t i k a t e d e n , y e r d e n a l a n ؛t o p l a y a n ؛lu k a t a y ı b u l a n ,
m ü lte zim in 1. i l t i z â m
miilteki ( ﻣﻠﺘﻘﻰa.s. l i k a 'd a n ) : il t i k a e d e n , k a v u -
ﻣﻠﺘﺰﻣﻴﻦ
(a.s.
m ü l t e z i m 'i n
c .) :
e d e n le r , b i r ş e y i v e y â k im s e y i
l ü z u m l u s a y ıp t a r a f l ı l ı k g ö s te r e n le r . 2 . i. i l ti z a m c ı la r , k e s e n e k ç ile r , k e s im c ile r , ( b k z :
ş a n ؛b ir le ş e n ؛b u l u ş a n . le m s 'd e n .
c .:
m ü l t e m e s â t ) : i l ti m a s lı, k a y ı r ı l a n .
mültemesât ( ﻣ ﻠ ﺴ ﺎ تa.s. m i i l te m is 'i n c . ) : il ti m a s lı la r , lc a y ır ıla n la r .
(a.s.
m ü l t e z i m i n ) : 1. i l t i z â m e d e n , b i r şe y i v e y â
m ü lte z îm -â n e
miiltekım ( ﻣﻠﺘﻘﻢa.s. İ â k m 'd e n ) : i l t i k a m e d e n ,
(a.s.
(a.s. l ü z û m 'd a n ) : [" m iilte -
z e m " i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte z e m ).
â i t b i r g e lir i g ö t ü r ü o l a r a k ü s t ü n e a lı p t o p -
miiltekat ( ﻣﻠﺘﻘﻂa . s . ) : to p l a n m ı ş , y e r d e n a li n -
ﻣﻠ ﺴ ﻦ
(a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. i l t i z â m
o lu n m u ş , lü z u m l u , g e r e k li g ö r ü l e n . 2 . k a -
m iiltezem e
mülteka-yi n e s e b ( " k a ” u z u n o k u n u r ) : fer.
miiltemes
m iiltesim m iiltev i
m ü lte z im * ) . m ü lû h iy y e m ü lû h y â
ﻣﻠﻮﺧﻴﻪ
ﻣﻠﻮﺧﻴﺎ
(a.i.). ( b k z : m ü l û h y â ) .
( a . i . ) : bot. m ü l h iy e , e b e g ü m e -
c iy e b e n z e y e n b i r s e b z e . [Y u n a n c a d a n ] .
843
mülûk m ü lû k
ﻣﻠﻮك
(b k z:
(a.i. m e l i k 'i n c . ) : h ü k ü m d a r l a r ,
h ü k ü m d âr-ân ).
m ü lû k ii'l-k e lâ m :
K e lâ m ü 'l-m ü lû k
h ü k ü m d a r la r ın
sö zü ,
sö z ü n h ü k ü m d a rla rıd ır, m ü lû k -i s e lâ s e : astr. E lc e b b â r d e n i l e n b u r c u n d ö r t g e n i İ ç in d e b i r s ı r a y a d iz i lm iş ü ç p a r l a k y ı l d ı z ı n m ü ş t e r e k is m i, fr. les T ro is Rois.
ﻣﻠﻮﻛﺎﻧﻪ
m ü lû k -â n e
( a .f .z f ) :
hüküm dar
g ib i, h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k y o ld a . Z â t-1 m ü lû k â n e : p â d iş â h . m ü lû k î
( a . s . ) : p â d i ş â h a â it, p â d i ş â h l a
il g il i ؛p â d i ş â h a y a r a ş ır . (a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. İ l z â m e d ile n ,
ç ık a ra k
s u s tu ru la n ,
s u s tu ru lm u ş
k i m s e [ b i r b a h is te ] . 2 . l ü z u m l u g ö r ü l m ü ş , g e r e k t ir ilm iş . m ü lz im
ﻣﻠﺰم
(a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. İ lz â m e d e n ,
b a s k ın ç ık a r a k s u s tu ra n , s u s tu r u c u k im s e [ b ir b a h is te ] . 2. l ü z u m l u g ö r e n , g e r e k t ir e n , m ü lz im -â n e
ﻣﻠﺰﻣﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) : s u s t u r u r c a s ı n a ,
s u s t u r m a y a z o r l a y a r a k [sözle], m iilzim e
ﻣﻠﺰﻣﻪ ﻣﻠﺰﻣﻪ
( a .i.) : m a s a ü z e rin d e k i k â ğ ıd ın
d a ğ ıl m a m a s ı , u ç m a m a s ı İ ç in ü z e r i n e k o n u l a n b i r â le t. m ü m âced e
ﻣﻤﺎﺟﺪه
( ﻣﻤﺎرﺳﺖa.i. meres'den. mümâresât) : (bkz : mümârese).
m iim âreset
ﻣﻤﺎدﺣﻪ
(a.i. m e d h 'd e n ) : ö v ü lm e y e
h a k k a z a n m a k h u s û s u n d a b ir b ir i y le ç e k iş m e.
( ﻣﻤﺎرﺗﻪa.i.) : uğraşma, çabalama, (bkz : mücâdele).
( ﻣﻤﺎﺳﺤﻪa.i.) : birbirine yumuşak hareket etme [sözle]. ( ﻣﻤﺎﺛﻠ ﺖa.i. misl'den) : 1. benzeme, benzeyiş, andırma. 2. fels. benzeşim, fr. sim ilitu d e. (bkz : müşâbehet). 3 ٠m at. homoteti, fr. hom othétie.
m iim âselet
( ﻣﻤﺎﺛﻞa.s. misl'den) : 1. benzeyen, andıran, (bkz : mânend, müşâbih, nazir). 2. m at. homotetik, fr. hom oth étiq u e,
m iim â sil
( ﻣﻤﺎسa.s. mess'den) : 1. temâs eden, dokunan, İlişen. 2 . geo. teğet. 3. trig . *tangent, fr. tangent.
m iim âsse
( ﻣﻤﺎﺳﻪa.i.) : temâs etme, birbirine
değme.
( ﻣﻤﺎﺷﺎتa.i. meşy'den) : 1. yoldaşlık, berâber gitme. 2. suyunca gitme, uysallık gösterme, göz yumma,
m ü m âşât-k â r
( ﻣﻤﺎ ﺣﺪهa.i.): övünme,
m üm ahhas
ﻣﻤﺤﺺ
( ﻣﻤﺎﻃﻠﻪa.i. matl'den) : savsaklama, uzatma [bir İŞİ, vâdeyi, borcu],
m iim â zah a
(a.i.): bir yana eğrilme, meylet-
m üm âzaka
me.
m iim â la ta
( ﻣﻤﺎ ﻟﻘﻪa.i.). ﻣﻤﺎ ﻟﻄﻪ
( b k z : te m e llü k ) ,
( a .i.):
ﻣﻤﺎ ﻧﻌﺖ
ik i
ş â irin
m iim âzece a y rı
(a.i. m e n 'd e n ) : m e n e t m e ,
e n g e l o lm a , ö n le m e .
844
( ﻣﻤﺎزﺣﻪa.i. mizâh [=müzâh]'dan) : şakalaşma, takılma. ( ﻣ ﻤﺎ زﻗ ﻪa.i.) : dostluk husûsunda
riyâ gösterme.
m ı s r â l a r l a b i r b i r l e r i n e ş i ir s ö y le m e s i, m üm ânaat
( ﻣﻤﺎﺷﺎﺗﻜﺎراﻧﻪa.f.zf.) : uysal-
m iim âtale
(o.s. mahs'dan) : 1. temhis
edilmiş, tecrübe, imtihan edilmiş, Sinanmış. 2. dayanıklı, kuvvetli,
m iim â la k a
( ﻣﻤﺎﺷﺎﺗﻜﺎرa.fb.s.) : uysal,
m ü m âşât-k â r-â n e
İıkla.
m ü m âh ad e
m üm âl
c. :
m ü m âşât (a.i. m e c d 'd e n ) : ö v ü n m e ؛
b ir iy le s o y l u lu k y a r ı ş ı n d a b u l u n m a , m iim âd eh e
( ﻣﻤﺎرﺳﻪa.i. meres'den. c. : mümâresât) : alışma, alışıklık, yatkınlık, el yatkınlığı, (bkz : meleke),
m ü m ârese
m iim âss
(a.s.) : [ " m ü lz im " i n m ü e n .] .
( b k z : m ü lz im ) . m ü lzim e
( ﻣﻤﺎرﺳﺎتa.i. mümârese'nin c.) : alışmalar, alışıldıklar, yatkınlıklar, el yatkinliklari.
m ü m âre sâ t
m iim â sah a
ﻣﻠﺰم
baskm
( ﻣﻤﺎراتa.i. merey'den) : mücâdele,
؟ekiçme.
m iim ârete
ﻣﻠ ﻮا
m ü lze m
m ü m â râ t
m iim â z ik
( ﻣﻤﺎزﺟﻪa.i.) : övünme,
( ﻣ ﻤ ﺎ ذ قa.s.) : gerçek dost olmayan
[kimse].
( ﻣ ﻤ ﺰ قa.s. mezk'den) : yırtılmış, parça parça olmuş.
m üm azzak
mü'minûn m üm ecced
-
(a.s.
te m c i d e d i l m i ş ,
m e c d 'd e n ) :
m e d h e d ile re k
u lu la n m ış ,
ş e r e f le n d i r i lm i ş . (a.b .s.) : ş e r e f le n d i-
r i l m i ş s o y lu .
- ، 1. te m d id e d e n ,
(a.s.
u z a ta n .
m e d d 'd e n ) :
2. a n a t .
açan,
fr.
te n s e u r.
> ٥
m ü m e y y iz
(a.s.
m e y z 'd e i r ) : 1. te m y iz
İ a r ı n y a z d ı k l a r ı y a z ı l a n d ü z e lt e n k â tip . 3. i. im tih a n d a
b u lu n u p
ta le b e n in
( a g r e n c i)
b il g is in i y o k la y a n k im s e ,
m iim e h h e d
ﻣﻤﻬﺪ
(a.s. m e h d 'd e n ) : 1. y a y ılm ış ,
d ö ş e n m iş . 2 . d ü z e n le n m iş , m iim e h h id
ﻣﻤﻬﺪ ﻣﻤﻬﻞ
ﻣﻤﻴﺮه
m ü m e y y iz e
(a.s.
m e y z 'd e n ) : 1. [" m ü -
m e y y i z ” in , m iie n .] . ( b k z : m ü m e y y iz ') . 2. i.
(a.s. m e h d 'd e n ) : 1. y a y a n ,
k a d ı n m ü m e y y iz , ( b k z : m ü m e y y i z ^ ) . 3. i. g r . t ı r n a k . [" “] İş â re ti.
.d ö ş e y e n . 2 . d ü z e n le y e n , m iim e h h il
(a.s. m e y z 'd e n ) : te m y iz e d il -
e d e n , s e ç e n ) a y ır a n . 2. i. b i r d â ir e d e y a z ıc ı-
ﻣﻤﺪد
m iim e d d id
ز٠ﻣﻢ
m üm eyyez
m a l 'd a n ) : z e n g in ,
m iç , s e ç ilm iş , a y r ı lm ış ,
ﻣﻤﺄﺟﺪﺟﺪ
m iim e c c e d -c e d d
ﻣ ﻮ ل٠ (a.s.
m üm evvel
(a.s. m e h l 'd e n ) . ( b k z : m ü m -
ﻫ ﻞ٠م
m ü m h il
(a.s. m e h l 'd e n ) : m ü h l e t , m e h i l
v e r e n , b e k le y e n .
h il).
ﻣﻤﻠﺢ
m iim e lla h
د٠م
m ü m id d
(a .s .) : tu z lu ,
(a.s. m e d e d 'd e n ) : 1. im d â d e d e n ,
y a r d i m e d e n . 2 . te m d id e d e n , u z a t a n , u z a -
ﻣ ﻤﻠ ﻚ
m ü m e lle k
(a.s. m ü l k 'd e n ) : t e m l i k e d il -
tıc ı.
m iş , m ü l k o l a r a k v e r i lm iş , m i i m e l l e k i i n - l e h : h u k . k e n d is in e b i r ş e y t e m l i k o l u n a n , m i i l k o l a r a k v e r i le n k im s e ,
ﻣ ﻤﻠ ﻚ
m iim e llik
(a.s. m i i l l c 'd e n ) : h u k . t e m l i k
e d e n , m iillc o l a r a k v e r e n k im s e ,
ﻣﻤﺮد
m iim e rre d
(a.s. m e r d 'd e n ) : 1. y ü k s e k ,
g ib i d ü z b in â .'
ﻣﺴﻚ
(a .s. m e l â l 'd e n ) : m e l â l v e r e n ,
u s a n d ıra n , b ık tır a n . Itn â b -1 m ü m i l l : e d . u s a n ç v e re c e k k a d a r sö z ü u z a tm a ,
ﻟﻪ٠ﻣﻪ
m iim ille
(a.s. m e l â l 'd e n ) : [“m ü m i l l " in
m iie n .] . ( b l c z : m ü m il l) .
( b k z : m i ir te f i ') . 2 . d u v a r l a r ı y a lç ın k a y a
m üm essek
ﻫﻤﻞ
m ü m ill
m ü 'm i n
وس
İn a n m ış , (a.s. m i s k 'd e n ) : 1. m i s k l e n -
(a.s. v e i. e m n 'd e n . c . : m ü 'm i n î n ,
m ü 'm i n û n ) : 1. î m â n e tm iş , İ s lâ m d i n i n e İ s lâ m ,
M ü s lü m a n .
2 . K u r 'â n 'ın
4 0 i n c i s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o la n v e 85
m iş , m i s k k o k u lu . 2. İ m s â k e d il m i ş , k e n d i-
â y e tt e n o l u ş a n b u s û r e : A l l a h 'ı n b ir l i ğ i n i
n i t u t m u ş [ s e n e t g ib i, v e s ik a g ib i],
v e p e y g a m b e r a r a c ı lı ğ ı ile k i t a p i n d i r d i ğ i -
ﻣﻤﺜﻞ
m iim e s s e l
(a.s. m e s l 'd e n ) : 1. te m s i l e d il-
m iş , m i s a l g e ti r i lm iş , m i s a l o l a r a k s ö y le n m iş . 2. ta b 'e d i lm iş , b a s ılm ış , ( b k z : m a t b u ') , m ü m e s s il
ﻣﻤﻔﻞ
(a.s. m e s l 'd e n ) : 1. te m s i l e d e n ,
b e n z e t e n . 2 . lc itap b a s t ı r a n , fr. e d i t e u r . 3. i. te m s ilc i, b i r i n i n
v ey â b ir
d â ire n in
a d i-
n i, y a r lıg a y ıc ı o lm a k l a b i r l i k t e s u ç l u la r ı n c e z a s ız k a l m a y a c a k l a r ı m a ç ık la r , m ü 'm i n â t
ﻣﺆﺳﺎت
c.) : î m â n
(a.s.i. e m n 'd e n . m ü 'm i n e 'n i n
e tm iş , İ s lâ m
d in in e
İ n a n m ış ,
M ü s l ü m a n [ k a d ı n la r , k ız la r ] ,
وﻣﻐﻪ
m i i 'm i n e
(a.s.
ve
i.
e m n 'd e n .
c .:
n a h a r e k e t e d e n . 4 . i. a k tö r . 5. h e k . g ıd â y ı
m ü 'm i n â t ) : î m â n e tm iş , İ s lâ m d i n i n e in a n -
e rite re lc k a n v e e t y a p a n , fr. a s s i m i l a t e u r .
m ış , İ s lâ m , M ü s l ü m a n [ k a d m , k ız ],
6.
S im fta y o k la m a y a p a n v e İ n z i b â tı te 'm in
e d e n ta le b e . m ü m e s s ile
c.) :
ﻣﻤﺜﻠﻪ
(a.s. m e s l'd e n ) : [“m ü m e s s i l"
m t im e v v e h , m i i m e v v e h e
ﻣﻤﻮﻫﻪ
،
ﻣﻤﻮه
(a.s.
m e v h 'd e n . c . : m ü m e v v e h â t) : h a y â li, g ö r ü -
(a.s. v e i. e m n 'd e n . m ü 'm i n 'i n e tm iş ,
o la n l a r ,
İ s lâ m
İs lâ m la ı.,
m ü 'm i n û n ) .
d in in e
in a n -
M i is l ü m a n l a r .
E m î r ü 'l - m ü 'm i n î n
( m i i 'm i n l e r i n e m î r l e ı 'i ) : İ s lâ m h a life s i, m i i 'm i n i y y e t
ؤﻣﻨﻌ ﺖ
(o .i.):
m ü 'm i n ü k ,
î m a n l ı l ı k , İ m a n l ı o lm a ,
n ü ş t e h a l d i o la n .
ﻣﻤﻮﻫﺎت
m ış
ؤ س
îm â n
(b k z :
i n m iie n .]. ( b k z : m ü m e s s il) .
m üm evvehât
m ü 'm i n î n
(a.s. m i i m e v v e h 'i n c.) :
h a y â li, g ö r ü n ü ş t e h a k l i o la n la r .
m ü 'm i n û n
ؤﻣﻐﻮن
(a.s. v e i. e m n 'd e n . m ü 'm i n 'i n
c.). 1. ( b k z : m ü 'm i n î n ) . 2. K u r 'â n 'ın 23 ü n c ü
845
mumıss s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o la n v e 119 â y e tte n
ﻫﻤﺘﻠﻰ
m iim teli
(a.s. m e l â 'd a n ) : 1. İ m ti lâ e d e n ,
o lu ş a n b u s û r e : A llâ h 'ı n g ö s t e r d iğ i y o ld a n
m i d e d o lg u n l u ğ u n a u ğ r a m ış . 2. d o lu , d o l-
g it m e k
g u n ; d o lm u ş .
g e r e k t iğ i n e
in a n a n la rın
â h ire tte
g ö r e c e k l e r i b ü y ü k i t i b a r i a ç ık la r ,
( ﻣﻤﺺa . s . ) : e m e n ,
m iim iss m ü m ît
ﺳﻤ ﺖ
ﻫﻤﺘﻊ
m iim ten i'
(a.s. m e n 'd e n ) : 1. İ m t i n â e d e n ,
ç e k in e n . 2 ٠o la m a z , ( b k z : g a y r- i m ü m k i n ) .
e m ic i,
(a.s. m e v t 'd e n ) : İ m â te e d e n , Öİ-
3.
m an t. O l a m a z l ı .
m ü m ten iü ' 1- h a l l : h a ll i, ç ö z ü lm e s i v e y â e ri-
d ü r ü c ü , ö ld ü r e n .
m e s i g ü ç [şey].
ﻣﻤﻜﻦ
m iim k in
(a.s. m e k n . v e m e k â n e t 'd e n . c . :
m ü m k i n â t ) : m ü m k ü n , o la b ilir , o la b ile n , m i i m k i n m e r t e b e : o la b i ld i ğ i k a d a r ,
m ü m k i n ü '1 - v u k u ': o la g a n .
ﻣ ﻤ ﻜﺎ ت
ﻣﻤﻠﺲ
d ik la rıb e z .
ﻣﻤﺘﺎز
(a.s. m e s k 'd e n ) : İ m s â k e d e n ,
(a.s.
m e y z 'd e n ) : 1. im tiy a z lı,
( ﻣﻤﻈﺰهa.s.
ﻣﻤﻘﺎزﻳﺖ
( a .i.):
(a.s. m e d d 'd e n ) : im ti d â d e d e n ,
(a.s. m e d d 'd e n ) : [“m ü m t e d d "
m ü m te h in
ﻣﻤﺘﺤﻦ
(a.s. m e h n 'd e n ) : i m t i h a n
-
s û r e s i o lu p
(a.s. m e h n 'd e n ) : i m t i h a n
(a.s. m a z â 'd a n ) : İ m z â
eden,
س
(a.i. m ü n y e 'n i n c . ) : a r z u e d il e n , is-
t e n i l e n şe y le r.
ﺳﻢ
(a.s.
n i 'm e t 'd e n ) :
n i m e t l e n d i r i l m i ş , r e f â h a u la ş m ı ş ,
ﻣﻔﺎﺟﺎت
m anzûm e:
(a.i. n e c v 'd e n ) : 1. A ll a h 'a d u â
" H a k ta â lâ
a z a m e t â le m in in
t a h t g e h i. (Ş in â si)... g ib i, m ünâdâ
( a . i . ) : K u r 'â n 'm M e d i n e 'd e
60 in c i
n â z i l o la n
v e 13
â y e tt e n o l u ş a n b u s û r e : d i n d ü ş m a n l a n v e A H â h 'a i n a n m a y a n l a r l a d o s t l u k k u r u l m a m a s ı n ı ö ğ ü tle r .
ﻣﻤﻬ ﻰ
İ m z â s â h ib i.
p â d ş e h i / L â - m e k â n d ır , o la m a z d e v l e t i n i n
e d e n , d e n e y e n , s ın a y a n , m ü m te h in e
(a.s. m a z â 'd a n ) : i m z â lı , İ m z â
e tm e , y a lv a r m a . 2 . A ll a h 'a d u â m e v z û 'l u
e d il m i ş , d e n e n m i ş , s ı n a n m ı ş ,
846
m üm zî
m ünâcât
i n m ü e n .] . ( b k z : m ü m te d d ) .
ﻣﻤﺘﺤﻦ
ى٠ﻣﻤﺔ
m ü n a 'a m
u z a y a n , u z a n a n , s ü r e n ; s ü r e k li,
m iim te h a n
(a.s. m a t a r 'd a n ) : İ m t â r e d e n ,
1. i m ti y a z lı lı k ,
m ünâ
ﻣﻤﺘﺪه
ﻣﻄﺮ٠
e d il m i ş .
m a s ı.
m iim te d d e
m e z c 'd e n ) : [“m ü m t e -
z ic" in m iie n .]. ( b k z : m iim te z ic ).
m üm zâ
i f â d e n i n b a ş k a s ö z l e r d e n f o r k lı v e g ü z e l o l-
ﻣﻤﺘﺪ
ﻣﺘﺰﺟﻪ٠ (a.s.
m iim tezice
m e y z 'd e n ) : [ " m ü m tâ z " m
a y r ı, ü s t ü n t u t u l m u ş l u k . 2 . s e ç k i n li k . 3. e d .
m ü m te d d
(a.s. m e z c 'd e n ) : 1. im t i z â c
y a ğ d ır a n .
m iie n .]. ( b k z : m ü m tâ z ) . m ü m tâ z iy y e t
ﻣﻤﺘﺰج
e d e n , u y a n , u y u ş a n , u y s a l, u y u ş m u ş , b a g -
m ü m tır
i. e r k e k a d i.
m iim tâze
(a.s. m i s l 'd e n ) : i m t i s â l e d e n ,
a ld ı ğ ı e m r e u y a n , b o y u n e g e n .
d a ş m ış . 2. k a y n a ş m ış .
a y r ı t u t u l m u ş , ü s t ü n t u t u l m u ş . 2. s e ç k in . 3.
(a.s. m e n 'd e n . c . ) : İ m k â n s ız
m iim tesil -
m iim tezic
c im r i , e li s ık ı, ( b k z : b a h il , h a s is ), m ü m tâ z
(a.s. m e n 'd e n ) : [“m i i m t e n i '“
şe y le r, O l a m a z l ı k l a r .
lc a le m in m ü r e k k e b i n i s i lm e k İç in k u l l a n -
ﻣﺴﻚ
e d il m e s i
i n m ü e n .J . ( b k z : m ü m t e n i ') . m ü m ten iât ت-
(a .s .): d ü z.
m i i m s i h a - (a.i.) : h a t t a t l a r ı n v e ^ ; â t i p l e r i n
m iim sik
e ld e
m ü m k ü n o lm a y a n . m ü m te n ia -
(a.i. m ü m k i n 'i n c . ) : o la b i-
le n , o la b i li r şe y le r, ( b k z : h a d s iy y â t) . m iim le s
o la m a z . m ü m te n îü 't-ta h s îl: t a h s il i,
m ü m k i n ü 'l - v ü c û d : v a r l ığ ı m ü m k ü n o la n .
m iim k in â t
m ü m te n iü ' 1-h u s û l: o lm a s ı m ü m k ü n d e g il,
ﻫﺬادى
(a.s. n i d â 'd a n ) : 1. n i d â e d ilm ( ş ,
s e s le n ilm iş , ç a ğ ır ıl m ı ş . 2 . a. g r . b a ş ı n a n i d â h a r f i g e ti r i lm iş o la n k e li m e : Y â A lî., g ib i, [ b u r a d a : y â n i d â h a r f i , A l î m ü n â d â 'd ı r ] . m iin â d a t
ﻣﻐﺎدات
y a y g a ra , v e lv ele.
(a.i.
n i d â 'd a n ) : b a ğ r ı ş m a ,
lüün'akid
ﺳﺎدﻫﻪ
m iin â d e m e
(a.i.
n e d m 'd e n ) .
(b k z:
m iin â d e m e t) . (a.i. n e d m 'd e n ) : n e d i m l i k
e tm e , b i r a r a d a b u l u n u p k o n u ş m a , e ğ le n m e.
m ü e z z in . [K u r'a n tâ b i r l e r i n d e n d i r ] .
m ü n 'a d i l
ل٠ﺳﻌﺎ
(a.s. a d û l 'd e n ) : İ n 'i d â l e d e n ,
d o ğ r u y o ld a n s a p a n , s a p m ış , m i i n 'a d i l e
ﺳﻌﺪ ﻟﻪ ﺳﻌﺪم
(a.s. a d û l 'd e n ) : [ " m iin 'a d il”
(a.s. a d e m 'd e n ) : İ n 'i d â m e d e n ,
ﻫﻄﺪم
(a.s. n e d i m 'd e n ) : n e d i m l i k
ن٠ﺳﺎده
(a.s.
(a.i.) : a ğ ıt y a k m a ,
ﻫﻄﻬﻪ
m ünâhebe
( a . i . ) : m a i l, y a ğ m a e d ip k a -
p ış m a . m ü n â iın e
ﺳﺎﻋﻤﻪ
(a.i.) : n a z v e n i m e t İ ç in d e b ü -
( ﺳﺎﻗﻼ تa.i. n a k l 'd e n .
m ü n â k a lâ t
m ü n â k a le 1.
e d e n , m e c lis a r k a d a ş ı, ( b k z : m u s â h ib ) . m ü n â d im în
ﺳﺎح
"
c . ) : n a k i l , t r a f i k , u l a ş t ı r m a İçleri,
y o k o la n , ( b k z : m a 'd û m ) . m ü n â d im
(a.zf. g u s s a 'd a n ) : g u s s a li,
t a s a l ı o la r a k .
y iiy e n k a d m .
i n m ü e n .] . ( b k z : m iin 'a d il). m i i n 'a d i m
ًﺳﻐ ﻤﺎ
m iin a g g a s a n
m ünâh
m ü n â d î t ^ ^ ( a . s . n i d â 'd a n ) :1. n id â e d e n j t e l i a i . 2.
(a.s. g u s s a 'd a n ) : g u s s a li, k e -
d e r li, s a f â s ız y a ş a y ış lı.
ﺳﺎ د ت
m iin â d e m e t
ﺳﻐﺺ
m iin a g g a s
m ü n â d i m 'i n
( ﺳﺎﻗﻠﻪa.i.
n a k l 'd e n . c . : m ü n â k a l â t ) :
t a ş ım a . 2 . u l a ş t ı r m a . 3 . a k t a r m a . [A ra p -
؟a d a k i a s i l m â n â s ı : "S ira ile b i r b i r i n e f ı k r a , h ik â y e a n l a t m a k ” d ır ].
c.) :
ﺳﺎﻗﻤﻪ
m ü n âk aşa
(a.i.
n o k s â n 'd a n .
c .:
n e d im le r , b ü y ü k b i r k im s e y i h o ş s ö z v e
m ü n â k a s â t ) : e k s i lt m e [a lış v e r iş , İ h â le g ib i
h ik â y e le r le e ğ le n d ir e n le r .
iş le rd e ].
m ü n â fa k a
ﺳﺎﻓﻌﻪ
(a.i. n i f â k 'd a n ) : m ü n â f ı k l ı k ,
İ k iy ü z lü lü k . m ü n â fâ t
ﺳﺎﻓﺎت
(a.i.
n e f y 'd e n ) :
1. b irb iri-
m u h a le f e t) . 2 . f e ls . f r . e x c l u s i o n ,
ﺳﺎﻓﺮات
(a.i. n e f r e t 'i n c . ) : n e f r e t
la r m d a ] .
ﺳﺎﻗﺜﻪ
m ü n âk aşa
(a.i.
n e f r e t'd e n .
c .:
n a k ş 'd a n .
c .:
ç e k iş m e ,
(b k z:
m ü b â h a s e ) . 3 . m a t . .ir d e le m e ,
ﻣﺘﺎ ﻗﺸﺎ ت
(a.i. m ü n â k a ş a 'n ı n
c .) :
1. a t ı ş m a la r , ç e k iş m e le r, ( b k z : m ü n â z a â t) . 2 . .ta r tış m a la r,
fr.
c ritiq u e s .
(b k z:
m ü b â h a s â t) . 3 . m a t . .ir d e le m e le r .
ğ u k l u k [ a r a la r ın d a ] .
ﺳﺎ ﻓﺎ ت
(a.i.
1. a tı ş m a ,
m ü n â z a a ). 2 . .ta r tış m a , fr. c ritiq u e , (b k z :
m ün âkaçât
ﻫﺎ ﺷ ﺖ
m ü n â f e r â t ) : n e f r e t e tm e , s e v iş m e z lik , so -
m ü n â fe s â t
n a k s 'd a n .
ler.
m ü n â k a ş â t) :
e tm e le r , s e v iş m e z lik le r , s o g u lc lu k la r [a r a -
m ü n â fe re t
(a.i.
m ü n â k a s a 'n ı n c . ) : m ü n â k a ş a l a r , e k s i lt m e -
n e z ıt o lm a , u y m a m a , ( b k z : m u g a y e r e t,
m ü n â fe râ t
ﺳﺎﻗﻤﺎ ت
m ü n âk asât
(a.i. n e f s 'd e n . m i in â f e s e 'n in
c.): ç e k e m e m e z lik le r , g iz li d ü ş m a n l ı k l a r ,
ﺳﺎﻗﻌﻨﻪ
m ünâkaza
(a.i. n a k z 'd a n ) : i k i s ö z ü n
b ir b irin i tu tm a m a s ı; b ir ö n c e k i sö z ü n a k si o la n s ö z .
m ü n â fe se ,
m ü n â fe s e t
ﺳﺎﻓ ﺴ ﺖ
،
( ﻣﻨﺎﻓﺴﻪa.i.
n e f s 'd e n . c . : m ü n â f e s â t ) : h a s e t , k in , ç e k e -
m ünâkehât
1.
m e m e z lik , g iz li d ü ş m a n l ı k ,
ﺳﺎﻛ ﺤﺎ ت
(a.i. m ü n â k e h e n i n c . ) :
n ik â h la n m a la r, n ik â h
k ıy ı ş m a la r . 2 . fi-
k ı h i l m i n i n n i k â h l a ilg ili o la n b a h is le r i , m ü n â f ı k ،3( ﺳﺎفa.s. n i f â k 'd a n . c . : m ü n â f ı k î n ) :
1. n i f a k s o k a n , İ k i y ü z l ü l ü k e d e n , i k i y ü z İÜ.
(b k z :
m ü r â î) .
2. H z.
M u lra m m e d
z a m â n m d a , k â f i r l i k t e d e v â m e tt i ğ i h a ld e lc e n d is in i M ü s l ü m a n g ö s te re n . m ü n â fık -â n e
( ﺳﺎﻓﻌﺎﻧﻪa.f.zf.):
m ü n â fık lık la .
m ü n â fık în
ﻫﻄﻔﻌﻦ
m ü n â f ı k 'm
(a.s.
( ﺳﺎﻓﻰa.s.
n i k â h 'd a n .
c .:
ﻣﻐﺎﻛﺮه
m iin â k e re
( a . i . ) : k a v g a , ( b k z : n iz â ) .
ﺳﺎﻛﺮ ت
(a.i.) : m ü c a d e le , k a v g a ,
d ü ş m a n lık . c.) :
n e f y 'd e n ) : z ıt, u y m a z , a y k ır ı,
( b k z : m u g a y ir , m u h a l if ) .
(a.i.
m ü n â k e h â t ) : n i k a h l a n m a , n i k â h k ıy ı ş m a .
m ü n âk eret
m ü n â f ı k l a r , ik iy ü z lü le r , m ü n â fî
ﺳﺎﻛﺤﻪ
m iin â k e h e
m ü n â k ız
( ﺳﺎﻗﺾa.s. n a k z 'd a n )
:
nakzeden,
b i r b i r i n i t u t m a y a n , ( b k z : m u h a l if , Z idd). m ü n 'a k i d
ﺳﻌﻘﺪ
(a.s. a k d 'd e n ) : 1 . in 'i k a d e d e n ;
d ü ğ ü m le n m iş ,
b a ğ la n m ış ,
b a ğ lı.
2. ik i
847
mün'akis t a r a f a r a s ı n d a r e s m i o l a r a k k a b û l o lu n m u ş . 3.
t e ş k il o lu n m u ş . 4 . k u r u l a n , i ç t i m â e d e n ,
m ü n 'a k i s
( ﻣﻐﻌﻜ ﺲa.s. a k s 'd e n ) : 1. İ n 'i k â s e d e n ,
münâsaha . ( ﺳﺎﺻﺢa . i . ) : n a s î h a t t a b u l u n m a , n a s i h a t.
münâsaha ( ﺳﺎ ﺳ ﺦa.i.) : 1. huk. b i r v â r i s in ,
t e r s in e d ö n m ü ş , ç e v r i lm iş . 2. b i r y eı'e ؟a r-
k e n d in e
p ip g e r i d ö n m ü ş [ışık , ses],
2.
m i i n 'a k i s e
( ﺳﻌﻜ ﺴﻪa.s. a k s 'd e n ) : 1. [ " m iin 'a k is "
i n m iie n .]. ( b k z : m ü n 'a k is ) . 2. i. r e f le k tö r , fr . r é f l e c t e u r .
(a.s.
n a k h 'd e n ) : 1. t e n k i h
e d il m i ş , s o y u l m u ş , a y ık l a n m ı ş , te m iz l e n m iş . 2 . e n iy is i s e ç ilm iş , ( b k z : g ü z id e , m ü n te h a b ) . 3. İd â r e m a k s a d ıy l a fa z la s ı k e s i lm iş [ m a s ra f ]. 4 . e d . h a ş iv s iz sö z.
ﺳﻘﺤﻪ
m ünakkaha
m irâ s ı
a la m a d a n
ö lm e s i.
b i r b i r l e r i n i n y e r i n e g e ç m e le ri.
münâsara ( ﺳﺎﺻﺮهa . i . ) : b i r b i r i n e
y a rd im
e tm e .
ﺳﻘﺢ
m U nakkah
k a la n
( b ir ؟o k k im s e le r in ] o r t a d a n k a l d ı r a r a k
ﺳﻘﻬﺒﺖ
( b k z : n is y â ıı).
münâsebât
ﺳﺎﺳﺒﺎت
(a.i.
n i s b e t 'd e n :
m ü n â s e b e t i n c . ) : ilg ile r, y a k ı n l ı k l a r , İliş ik le r; u y g u n lu k l a r .
(a.s. n a k h 'd e n ) : [ " m ü n a k -
k a h ” i n m iie n .] . ( b k z : m U n a k k a h ) . m ü n a k k a h iy y e t
münâsât ( ﺳﺎﻣﺎ تa.i. n i s y â n 'd a n ) : u n u t m a ,
(a.i.) :
münâsebet
ﺳﺎﻣﺒ ﺖ
(a.i.
n i s b e t 'd e n ) :
1. m ü n â s ip l ik , u y g u n l u k ؛İliş ik . 2 . ilg i, y a -
1. s o y u l m a ,
a y ık l a n m a ; e n iy ile r i s e ç ilm e . 2 . e d . İfâ d e t a r z ı n ı n îc â z , ı t n â b d iy e a y r ı l a n i k i h a d d i -
k i n l i k , b a g . 3 . y a n a ş m a , v e sile .
münâsebet-dâr داو٠ ( ﺳﺎسa .f .b .s .) : m ü n a s e b e t li, * iliş k in .
n i n o r t a s ı. L â fz ı, m â n â s ı n d a n ؟o k o l m a m a k iiz e r e s ö y le m e v e y a z m a . M e s e lâ : " T ü r k i y e
münâsib ﺳ ﺎ ب
(a.s. n i s b e t 'd e n ) : 1. u y g u n ,
B ü y ü k M i ll e t M e c lis i O r d u l a r ı , i l k H e d e f i-
y e r i n d e . 2. y a k ış ık , y a r a ş ık , ( b k z : ؟e s p â n ,
n i z A k d e n iz d ir , ile ri! " ( M u s ta f a K e m a l)...
şâ y e ste ).
münâsibe ( ﻷ بa.s. n i s b e t 'd e n ) : [" m iin â s ib "
g ib i. m ünakkas
ﺳﻌﺺ
(a.s.
n o k s â n 'd a n ) : te n k i s
münâşede ( ﺳﺎﺷﺪهa.i. n e ş i d e 'd e n ) : k a r ş ı l ı k l ı ,
e d il m i ş , e k s iltilm iş . m ünakkaş
ﺳﻘﺶ
(a.s. n a k ş 'd a n ) : 1. n a k ş e d i l -
m iş , n a k ış lı , r e s im l i, iş le m e li. 2. i. r e n k li
dokum a
m o t if le r l e
s ü s lü
k u m a ş la rın
u m û m î a d i. m ü n a k k a t,
ﻣﻐﻘﻄﻪ
،
ﺳﻘﻌﺪ
(a.s.
n a k e t 'd e n ) : te n lc id e d il m i ş , n o k t a l a n m ı ş , m iin a k k a ta :
H u rû f-İ
n o k ta lı
h a r f le r .
ﺳﻘﺎ ت
(a.i.c.) : te m i z l e n m i ş şey -
1er.
p a n , b i r ta r a f a d o g r u d ö n e n , m e y i ll e n e n , b i r y a n a y ö n e le n .
münâvebe ٠( ﺳﺎوبa.i. n e v b e t'd e n ) : n ö b e tl e ş m e , münâvebeten ( ﺳﺎوﺑﺈa.zf.) : m ü n â v e b e , n ö b e t ile , n ö b e tle ş e r e k .
ﺳﻘﺺ
(a.s.
n o k s a n 'd a n ) : te n k i s
e d e n , e k s ilte n . m iin a k k ih
v u ru şm a .
n ö b e tl e İş g ö rm e , n ö b e tle ş e .
m iin a k k a y â t
m iin a k k ıs
ş i ir m a n z û m e s ö y le m e .
miinâtaha ( ﺳﺎﻃﺤﻪa . i . ) : s ü s ü ş m e , b o y n u z la mün'atıf ﺳﻌﻄﻒ-(a.s. a t f 'd a n ) : i n 'i t â f e d e n , sa -
m iin a k k a ta
n o k ta lı.
i n m ü e n .] . ( b k z : m iin â s ib ).
ﺳﻘﺢ
a g la m a . (a.s.) : t e n k i h
ed en , so y an ,
a y ık l a y a n , te m iz le y e n , m i i n 'a m i d
ﻣﺘﻌﻤﺪ
m iin â s a fa
ﺳﺎﺻﻐﻪ
(a.s.) : d ir e ğ e d a y a n m ı ş , (a.i. m s f d a n ) : y a r i y a r ı y a
b ö lü ş m e ; i k i m ü s â v î p a r ç a y a a y ır m a , m iin â s a fe te n
miinâvehe ( ﺳﺎوﺣﻪa.i. n e v h 'd e n ) : a v a z a v a z
( ﺳﺎ ﺻﻔﺈa.zf.) : y a r i y a r ı y a b ö lü ş -
m e k s û r e tiy le , y a r i y a r ı y a o la r a k .
münâvele ( ﺳﺎوﻟﻪa.i. n e v l 'd e n ) : s u n m a , s u n u ş m a , u z a tıp v e rm e .
münâvele-i akdâh : k a d e h l e r i s u n u ş m a . miinâveme ﺳﺎوﻣﻪ
(a.i.
n e v m 'd e n ) :
uyku
h u s u s u n d a y a rış m a .
münâzaa ( ﺳﺎزىa.i. n e z ' d e n . c . : m ü n â z a â t ) : a ğ ız k a v g a s ı, ؟e k iş m e .
münderic, miinderice m ü n â za â t ( ﺿﺎزﻋﺎتa.i. m ünâzaa'nın c . ) : ağız kavgaları, çekişm eler. m iin â z a ra ( ﻣﻔﺎﻇﺮهa.i. n a z a r'd a n ): 1. kaideye u ygu n olarak k a rşılık lı konuşm a. 2. İlm î m ü nâkaşa, ilm i *tartışm a, ( b k z : İlm -i cedel).
miincemid
ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪ
(a.s.
c ü m û d 'd a n ):
1. incim âdetm i?, donm uş, donan, donuk. 2. buz hâlinde olan, (bkz : yah-beste). miincemide ٥( ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪa.s. c ü m û d 'd a n ): [“m üncem id " in müen.]. (bkz : m üncem id). m iincerr ( ﻣﻔ ﺠ ﺮa.s. c e rr'd e n ): 1. bir tarafa ؟e-
m iin a z a râ t ( ﻣﺘﺎﻇﺮاتa.i. m ünâzara'nın c.) : m ünâzaralar.
k ilip sürüklen en, sürülen, kayıp b ir tarafa
( ﺿﺎزع ﻓﻪa.b .s.): h ak k ın d a
m üncez ( ﻣﻐ ﺠﺰa .s.): İncâz edilm iş, sözü yerine getirilm iş.
m iin â z a u n -fih
m ü nâzaa olunan, İh tilâflı, dâvâlı, kavgalı, [m ü e n .: "m ü n âzaatü n -fîh â" dır],
miincezib, miincezibe ﻣﻔ ﺠﻨﺒ ﻪ، ( ﻣ ﻔ ﺠ ﻨ ﺐa. s.
m ü n â z ır ( ﻣﻔﺎﻇﺮa.s. nazar'dan. c . : m ü n â z ırîn ): m ünâzara, m ü n âkaşa eden, *tartışan, m ü n â z ırîn
ﻣﻨﺎﻇﺮى
(a.s.
m iinâzır'ın
giden. 2 ٠varıp sona eren. 3. neticelenen,
c .) :
m ünâzara, m ü n âkaşa edenler, *tartışanlar,
ce z b 'd e n ): 1. incizâbeden, b eriye ؟ekilen. M evâdd-ı m iincezibe: cezbolunan, ؟ekilen m addeler. 2. gönül verm iş, tutulm uş, tutkun.
m ü n â zi' ( ﻣﺘﺎزعa..s. n e z 'd e n ): nizâ', ağız kavgaSI eden, çekişen, kavgacı,
m iincezir ( ﻣ ﻔ ﺠ ﻨ ﻮa .s.): kesilen, ( b k z : m ünka-
m iin 'a z il ۶ ( لa.s. azl'den. c . : m ü n 'a z d în ): 1. İn'izâl eden, ayrılan , elini etegini ؟e-
miinci
ken. 2. azledilen, m e'm urluktan çık arılm ış [olan], (bkz : ma'zûl). m iin 'azile n
ﻣﺘﻌﺰﻷ
(a .z f.):
azledilerek,
m ü n 'az ü în ( ﺳ ﺰﻟ ﻰa.s. m ün'azü'in c.) :1 . İn'izâl edenler, elini etegini ؟ekenler. 2. azledi-
ض
m iin b a g i
(b k z:
(a.s. b u g y e 'd e n ): yakışan , lâyık.
(bkz : bercâ, sezâ, şâyân, şâyeste, çespân).
( ﻣﻐﺒﻌﺖa.s. ba's'den) : 1. İn'biâs eden,
m iin b a is
gönderilen. 2. ilerigelen, dogan. (bkz : m ütevellid). m iin b a sit
( ﻣ ﻐ ﺒ ﻂa.s. b a s t'd a n ): 1. inbisât eden,
yayılan , açılan, genişleyen. 2. şen, gönlü a ؟ık. m iin b it
( ﻣﻐ ﺖa.s. n e b â t'd an ): İnbât eden, eki-
leni güzel yetiştiren, verim li. G a y r-i m ü n b i t : verim siz [toprak]. m ü n b ite ﺗﻪ٠( ﻣﻎa.s. n e b â t'd an ): [''m iinbit'' in m üen.]. ( b k z : m ünbit). m iin c e li
ص
(a.s. c ilâ 'd a n ) : 1. İncilâ eden,
p arlayan, p arlak. S ey f-İ m ü n c e li: p arlak k ılı2 . ؟. m eydanda, besbelli olan.
ا٠( ﻣﺬجﺀa.s.
n e c â t'd a n ): 1. İncâ eden, kur-
taran , (bkz : halâskâr). 2. i. erkek adi. m üncî-i a'zam (en b ü y ü k k u r ta r ıc ı) : A tatü rk. m iinciyye -
(a.s. n e c â t'd a n ): ı.[ “m ü n cî"
n in m üen.]. (bkz : m üncî). 2. i. K u r'ân 'ın 67
vazifesin den çık arılm ış olarak,
lenler, m e'm urluktan çıkarılan lar, m a'zûlîn).
t).
nci sûresi, m ü lk sûresi. m iinciz ( ﻫﻐﺠﺰa .s.): İncâz eden, sözünü yerin e getiren. miindefi'
( ﻣﻔﺪﻓﻊa.s. def' den) : İn difâ etm iş,
geçm iş, atlatılm ış, savu ştu ru lm u ş [hastailk , harb, sık ın tı v.b..]. m iindefiât 0
( ﻣﺘﺪﻓﻌﺎa .i.c.): hek. yaralard an 1 ؟-
k an cerahat, irin v.b.. gibi şeyler, m ündekk
( ﻣﻔﺪكa .s.): düz, düzleşm iş,
miindell
( ﻣﻨﺪ لa .s.): 1. yol gösterilm iş, kıla-
v u z lu k edilm iş. 2. i. akm a, kab arm a [su h akkında]. miindemic
ﻣﺘﺪﻣﺞ
(a.s.
d ü m û c'd a n ):
1. indim âceden, dürülüp sarılan, İ ؟ine yerİeşen, İçine sokulm uş, (b k z : m iinderic). 2. fels. *İçkin, fr. immanent. m iinderic, miinderice
ﻣﻔﺪرﺟﻪ، ( ﻣﺘﺪرجa.s.
d e rc 'd e n ): indirâceden, İçinde bulunan, yer alm ış [İçinde]. M evâdd-1 miinderice : İ ؟inde bu lu n an m addeler.
-
mündericât
miindericât ( ﻣﻨﺪرﺟﺎتa.i. m ü n d e r i c 'i n c.) : i ç i n d e k il e r [ k ita p , g a z e te , m e c m û a g ib i şe y le r in - ] .
d ü r û s 'd a n ) : e s e r i, iz i, n i ş a n ı k a l m a m ı ş .
Evkaf-I miinderise : e s e r i k a l m a m ı ş v a k ı f
(a.s. nüks'den) : baş aşağı
edilmiş. (o.i.): tenkidci. (bkz: münte-
ظ
m ü n e k k ıd
münderis, miinderise ﻣﻔﺪرﺳﻪ، ( ﻣﺪر سa. s.
kid). m iin e k k i
( ﻣﻘ ﻰa.s.) ٠ . temizleyici,
ب٠( ﻣﺬكa.s.): inkılâbeden, kapanan, yüzüstü düşen.
m iin e k k ib
la r. m iin d erisât
ﻣﻨﺪرﺳﺎت
(a.s. m ü n d e r i s 'i n c.) : y i-
miinessak zilmiş.
k ı l ı p m a h v o l m u ş o la n [h a r â b e le r ] . m iin d ib
m ünekkes ﺷ ﻰ٠
ﻷ ب
(a.s.): 1.. pek düz. 2. sıralı di-
(a.s.) : y a r a y ı o n d u r a n i l â ؟,
m iin eb bih,
m iin eb bihe
ﻣﺒﻬﻪ
ﻫﺒﻪ
،
(a.s.
n e b e h 'd e n ) : 1. t e n b i h e d e n , u y a n d ı r a n ; u y -
miinessim أ٠٠( ﻣﺲa.s.): 1. ruh, hayat veren; Allah. 2. köle azâdeden. 3. lâyık olana maaş bağlayan kimse.
k u d a n k a l d ı r a n . 2. d a l g ı n l ı k t a n lc u r ta r a n . 3. u y u ş u k l u ğ u g id e r e n . E d v iy e -i m iin eb bihe : hek. t e n b i h e d ic i, u y u ş u k l u ğ u g id e r ic i İlâ ç la r, fels. fr. stim u lu s,
ﺳﺒﻬﺎ ت
m iin eb bih â t
(a.i. m ü n e b b i h e 'n i n c.) :
t e n b i h e d ic i, u y a r ıc ı, u y u ş u k l u ğ u g id e r ic i İlâ ç la r. m iin ecces -
(a.s.) : m u n d a r ,
k ir li ,
p is.
( b k z : m iile v v e s , n â - p â k ) . m iin ecci
ﻣﻨﺠﻰ
(a.s.
n e c â t 'd a n ) :
k u rta rıc ı,
( b k z : h a lâ s k â r ) .
müneccim ( ﻣﻨﺠﻢa.s. v e i. n e c m 'd e n . c . : m ü n e c c i m i n ) : 1. y ı l d ı z l a r ı n h a r e k e t v e v a z iy e t le r in d e n a h k â m ؟i k a r a n , y ı l d ı z f a l ı n a
2. astrologie ile u ğ r a fr. astrologue,
b a lc a n Icim se, fa lc ı. ş a n lc im s e ,
müneccîm-âne ( ﻣﻨﺠﻤﺎﻧﻪa.f.zf.) : m ü n e c c i m e y a k ı ş a c a k ş e k ild e .
ﻣﻔﺠﻴﻪ
(a.s. n e c â t 'd a n ) : [“m ü n e c c i"
n i n m ü e n .] . ( b k z : m iin e c c i) .
miineddeb
(a.s. n e d b e 'd e n ) : İ y ile ş m iş ,
( " k a ” u z u n o k u n u r , a.s.) : te -
miinekker ﻏﻜﺮ٠ (a.s. n e k r 'd e n ) : 1. t e n k i r e d ilm i? , b i l i n m e y e n , b e l l i o lm a y a n b i r şe y e
850
c.
( ﻣﺒﺮرهa.s. nûr'dan): ["münevver” in müen.]. (bkz: münevver),
m ü n evvere
m ü n e v v e riy y e t
( ﻣﻔﻮرﻳﺖa.i. nûr'dan): miinev-
verlik, aydınlık. m ü n e v v e riy y e ti e f k â r :
fikir aydınlığı,
ﺑﺮم٠ (a.s. nevm'den): h e k . tenvim eden, uyutan, uyku veren, uyutucu [ilâ] ؟, [zıddı: münebbih].
m ü n e v v im
( ﻫﺒﺮرa.s. nûr'dan): tenvir eden, nurl.andıran, parlatan, aydınlatan, ٠۶ (a.s. nezâhat'den): tenzih edilmiş, temiz, arı; uzak, (bkz : tenzih),
m ünezzeh
( ﻣﺸﺰﻫﻪa.s. nezâhat'dan): [“münezzeh" in müen.]. (bkz: münezzeh),
m ünezzehe
m iin e z z e l
( ﻧ ﺰ دa.s. nüzûl'den).(bkz: mün-
m iin e z z il
۶
( لa.s. nüzûl'den). (blcz : mün-
zil).
m i z le n m iş .
d e lâ l e t e d e n , [ m u a r r i f i n m ü n k ir).
ان٠س (a.f. münevver'in nûr'dan): münevverler, aydınlar,
m ü n evverân
zel).
o n u l m u ş , k a p a n m ı ş [y a ra ],
miinekka ض
۶ ( رa.s. nûr'dan): 1 . tenvir edilmiş, nurlandınlmış, parlatılmış, aydınlatılmış; ışıklı. 2. ؛aydm [kimse]. 3 ٠i. İcadın adi.
m ünevver
m ü n e v v ir
müneccimin ( ﻣﻔﺠ ﺲa.s. v e i. m ü n e c c i m 'i n c.) : 1. y ı l d ı z f a l ı n a b a k a n l a r . 2. astrologie ile u ğ r a ş a n l a r , fr. astrologues, m ü n e c c im e
( ﻣﻨﺘﻜﺮأa.zf.) : mütenekkir olarak, kıyâfet değiştirip kendini tanıtmayarak.
m ü n e te k k ir e n
z ıd d ı].
2. ( b k z :
( ﻣﻨﻔﻌﻞa.s. fi'1'den): 1 . İnfiâl eden, gücenen, gücenmiş, yüreğine İşlemiş, alınmış. 2 . f e ls . edilgin, f r . p a s s i f . 3 . k i m . edingin,
m ü n fa il
fr. p a s s if.
münharifî menşur
münfaü-âne ( ﺳﻔﻌﻼﻧﻪa . f z f ) : m ü n f a il c e s in e , g ü c e n m i ş o la r a k , a l ı n m ı ş o la r a k ,
a ç ıla n , a ç ılm ış , a çık , (b k z : m eftû h ).
miinfaile ،0( ﺳﻐﻊa.s. fi'1 'd e n ) : [ " m ü n f a i l" in m ü e n .l. ( b k z : m ü n f a il ) .
m ii n f i k
ﺳﻔﻖ
(a.s. n a fa k a 'd a n ) : n a fa k a veren ,
be sle ye n .
miinfailen ( ﻣﻔﻔﻌﻸa.zf.) : m i i n f a i l o la r a k , g ü c e n erelc, a l ı n a r a k , ( b k z : m ü n k e s i r e n 2).
miinfailiyyet passivité.
( ﻣ ﺸ ﺢa.s. f e t h 'd e n ) : in fitâ h ed en ,
m ü n f e t ih
ﺳﻐﺾ
m üngazz
( a .s .) :
z in d e liğ i
k a lm a m ı? ,
h a y â tı b o z u k olan.
(a.i.) : kim. * d in g in lik ,
fr.
miinfasilin ( ﺳﻔ ﻌﻴ ﻦa.s. m ü n f a s ı l 'ı n c.). ( b k z : m u n f a s ıl) .
m iin g a z z e n
ﺳ ﻐ ﻐﺄ
m ünhâ س
(a.s.): teb lîğ ed ilm iş, b ild irilm iş ,
m ii n h a d a r
( ﻣﻐﺤﺪرa .s .) : in h id â r ed ecek , in e c e k
( a .z f .) : m ü n g a z o la ra k ,
yer, İniş.
miinfatır ( ﺳﻐﻄﺮa.s. i n f i t â r 'd a n ) . ( b k z : m u n fa tır) .
ﻣ ﺨﺪ ع
m iin h a d i'
(a.s.
h u d 'a 'd a n ) :
b irin in
h ilesin e d ü şm e.
miinfecir ( ﺳﻔﺠﺮa.s. f e c r 'd e n ) : 1. i n f i c â r e d e n , a ç ıla n , s ö k e n . 2 . y e r d e n k a y n a y ıp a k a n ,
m iin h a d ib ب-
(a.s. h a d e b 'd e n ) : k a n b u r -
la şm ış; eğ ri.
münfedî ( ﺳﻬﺪىa.s.) : b e d e l v e r i li p k u r t a r ı l a n e sir.
m ü n h a d ir
ر-
(a.s.
h u d û r 'd a n ) : in h id â r
ed en , İn işe d o ğ r u , y o k u ş a ş a ğ ı in en ; İnişli,
miinfekk ( ﺳﻐﻠﺶa.s. f e k k 'd e n ) : i n f i k â k e d e n , a y r ı la n , a y r ı lm ış , ç ık m ış ; s ö k ü l m ü ş . Gayr-İ miinfekk : a y i'ilm a z , b it iş ik , ( b k z : m u t t a -
( b k z : m â il, m ü te h ad d ir).
ﻣﺨﻔ ﺾ
m ii n h a f ı z
( a .s .) : in h ifâ z ed en , a lç a la n .
A r â z î - i m ii n h a f ı z a : a lç a la n a râ zî.
Sil2).
miinfelik ( ﻫ ﺸ ﻠ ﻖa.s. f e l â k 'd a n ) : 1. i n f i l â k e d e n , a ç ıla n , y a y ıla n . 2. lcim. p a tl a y a n , p a tla y ıc ı, fr. explosif.
m ii n h a f ı z a -
(a.s. in h i fâ z 'd a n ) : [“ m ü n -
h a fız " m m ü en .l. (b k z : m ü n h a fız ). m ü n h a l i'
ﻣ ﺨﻠ ﻊ
(a.s. h a l' v e İn h ilâ ' d e n ) : y e r in -
d en ç ık a rılm ış , sö k ü lm ü ş, a y rılm ış ,
miinferic, miinferice ﻣﻔﻔﺮﺟﻪ fe r e 'd e n ) : in f i r â c e d e n ,
a ra sı
،
ﻣﻔﻔﺮج
(a.s.
g e n iş ,
a ç ık
Zâviye-İ miinferice : geo. g e n i? *açı, fr. angle obtus. o la n ; i k i t a r a f ı b i r b i r i n d e n u z a k .
m ii n h a ll ( ﺳ ﺤ ﻞa.s. h a l l 'd e n ) : 1. in h ilâ l eden, a ç ıla n ,
ç ö zü le n . 2 . b o ş k a la n , a ç ık o lan , [yer]. 3 ٠k im . erir;
m e 'm u ru b u lu n m a y a n e rim iş; e riy ik . m iin h a llâ t
ﺳﺤﻼت
miinferid ( ﻃ ﺮ دa.s. f e r d 'd e n ) : 1. in f i r â d e d e n , m e'm u rlu lclar. y a l n ı z o la n , te k , a y rı, k e n d i b a ş ı n a , fr. isolé. 2. t e k t ü k . 3. i. h a p i s h a n e d e b i r k i ş i l i k lıü cm - ünhani ﺳ ﺤ ﻰ
(a.s. m ü n h a ll'in c . ) : a ç ık
(a.s. in h i ı ı â 'd a n ) : 1. İn h in â
ed en , e ğ ilen eğ rilen ; eğri, k a n b u rlu . 2 . geo.
münferiden ( ﻣﺌﻔﺮدأa.zf.) : 1. y a ln ı z , t e k o la r a k . 2. a y r ı a y rı, b i r e r b ir e r. miinferik a y r ı la n .
(a.s. f a r k 'd a n ) : i n f t r a k e d e n ,
Hatt-1 miinferilc : a y r ı la n ç iz g i,
münfesih ﺳ ﻔ ﺢ
(a.s.
f iis h a t 'd e n ) : i n f i s â h
m ü n h a n ik -
(a.s.
(a.s. h a n k 'd a n ) : in h in â k et-
m iş, b o ğ u lm u ş ; b o ğ u k , m ü n h a n iy y â t ت-
(a.i. m iin h a n i'n in c . ) :
m ü n h a n i, e ğ ri o lan şeyler, şekiller, m iin h a n t
e d e n , b o ll a ş a n , g e n iş le y e n ,
münfesih, miinfesiha ﻣﻐﻔﺴﺨﻪ، ﺷ ﺦ
eğ ri, e ğ rili. 3 . top . y ü k s e k lik eğrisi,
ﻣﺨﺮط
m ü n h a rif ﺳ ﺤ ﺮ ى
.(a.s. h a r f d e n ) : 1. in h ir â f
f e s h 'd e n ) : i n f i s â h e d e n , b o z u l a n , h ü k m ü
ed en ,
Madde-i miinfesiha : h ü k ü m s ü z m a d d e . Nikâh-1 miinfesih : b o z u l a n n i k â h .
sapa. 3 . sa ğ la m o lm a y a n ,
k a l d ı r ı l m ı ş , (blez : m efsU h ).
sa p a n ,
( a .s .) : İpliğe d izilm iş,
d o ğru
g itm e ye n .
2 . ça rp ık ,
m i i n h a r i f i m e n ş û r : m a t. d ö r t g e n *b içm e, fr. p r i s m e q u a d r a n g u la ir e .
851
münh.rifü'l-mizât
münharifü'1-mizâc: k e y if s iz , r a h a t s ız . 4 ٠geo. ik i k e n a r ı p a r a l e l o l a n d ö r t g e n , fr. quadrilatère. münharife ( ﺳ ﺮ فa.s. h a r f d e n ) : [“m i i n h a r i f ” i n m ü e n .] . ( b k z : m i i n h a r i f ) .
m ünhî س
(a.s. n eh y'd en . c . : m ü n l ı iy â n ) : h a -
b e r u la ş tıra n ; h ab e rci, (b k z : k asıd).
m iin h iy â n ( ﻣﺘﻬﻴﺎ نa.s. m ü n h î'n in c . ) : h a b e r u la ştıra n la r) h aberciler,
m iin ib ﺑ ﺐ٠ (a.s. n e v b 'd e n ) : 1. İn âb e eden,
münhasır ( ﻣﺘﺤﺼﺮa.s. h a s r 'd a n ) : 1. i n h i s â r
â sîliği, a z g ın lığ ı b ır a k a r a k A lla h 'a yö n elen .
e d e n , s ı n ı r l a n m ı ş , h e r y a n i ç e v r ili. 2. y a l-
2.
n i z b i r k im s e y e v e y â b i r ş e y e m a h s u s o la n ,
v e r im li b ah ar. 4. i. erkek adi.
münhasıran ( ﺳﺤﺼﺮأa.zf.) : h u s û s î o la ra le ( Ö z e llik le ) , s â d e c e , y a l n ı z o la ra lc .
münhasif
ﻣﻨ ﺨ ﺴ ﻒ
-(a.s. h u s û f d a n ) :
1. i n h i -
Kamer-i miinhasif : s ö n ü k l e ş m i ş Ay. 2. k ö r o la n . Ayn-ı miinhasif : k ö r o lm u ş g ö z.
(a.s. n e v b 'd e n ) : 1. ["m ü n îb " in
m ü n îf, m iin ife ﺳﻴﻔﻪ، ( ﻣﻨﻴ ﻒa .s .) ; 1. y ü k s e k , u lu , büyüle, (b k z : âlî, biilen d ). A h k â m -1
m ü n î f e : y ü k se k , b ü y ü k h ü k ü m le r.
2 . i.
[birin cisi) erkek, [İkincisi] k a d ın adi.
y e re g e ç e n ; y e r d e s ü r ü n e n ,
miinhaçi' ( ﻣﻐ ﺨﺜ ﻊa.s.) : k ib i r i , b u r n u İc ırılm a . miinhatt ( ﺳ ﺤ ﻂa.s.) : i n h i t â t e d e n , a ş a ğ ı in e n ; a lç a k ; ç u k u r .
ا٠ﻣﻐﻊ
(a.s.
n i'm e t 'd e n ) :
1. in 'â m
eden, n im e t veren , y e d ir ip İçiren ; A lla h . 2.
v e lin im e t.
k im s e y e y a k ış ır sû rette. 2 . n im e t v e r ir c e s ine; n im e t v e re n k im s e y e y a r a ş ır y o ld a ,
h a ş i') .
münhazim ( ﻣﻨﻬﻬﻢa.s. h a z m 'd e n ) : h a z m o l u ﻋﻞ٠( ﺳ ﻪa.s. h ü b û t 'd a n ) : h ü b û t e d e n ,
y u k a r ı d a n a ş a ğ ı i n e n , İ n m iş , d ü ş e n ; d ü ş -
miinhedil ل٠ ٥
(a.s.) :
aşağ ı
s a lıv e r ilm iş ,
m iin ire ﺳﻴﺮه
( a .s .) : 1 . ["m ü n îr ”
in
m ü en .].
mUnhedim٣.
( a .s .h e d m 'd e n ) :in li id â m e d e n ,
( ﺳ ﻬ ﺪ ﻣﻪa.s. h e d m 'd e n ) : [" m iin h e -
d i m ” i n m iie n .] . (blez : m ü n h e d i m ) . ﺳﻬﻤ ﻚ
(a.s. h e m k 'd e n ) : i n h i m â k
e d e n , b i r İ ş in ü s t ü n e ç o k d ü ş e n ,
münhezim
ﻣﻨ ﻬ ﺰ م
(a.s.
h e z im e t'd e n .
c. :
m ü n h e z i m i n ) : i n h i z â m e d e n , h e z im e te u g ra y a n , b o z g u n a u ğ ra y a n , u ğ ra m ış , b o z g u n , ( ﺳ ﻬ ﺰ ﻣ ﻪa.s. h e z im e t'd e n ) : [" m ü n -
ﻣ ﻬ ﺰ ﻣﴼ
(a.zf.) : m ü n h e z i m
o la -
rale, b o z u l a r a k , b o z g u n a u ğ r a y a r a k , ( b k z : m a g lû b e n ) .
b o z g u n la r .
uzun
o k u n u r,
a.s.
e d e n le r ,
m ış, h a z ırla n m ış . 2 . A l la h 'ın e m rin e gö re v u k u b u la n b ir şey.
m iin k ali' ( ﺳ ﻘﻠ ﻊa.s. k a l 'd e n ) : k a l'e d ile n , k ö k iin d e n sö kü len .
m iin k alib ( ﻣ ﻘ ﻠ ﺐa.s. k a lb 'd e n ). (b k z :.m u n k a lib).
m ü n k a riz
ﻣﻘﺮ ض
(a.s. k a r z 'd a n ) : ( b k z : m u n -
İcarız), [m üen : m ü n k a rız a ]. (a.s. k ı s m 'd a n ) : k ıs ım k ıs ım
b ö lü n e n , bülülc b ö lü k o la n , b ö lü n m ü ş,
m ü n k a şır
ﻣﻘ ﺸﺮ
(a.s. lc ış r 'd a n ) : in k ış â r eden,
lcabu gu so yu la n .
münhezimin ( ﻣﻐﻬﺰﻣﻴﻦa.s. m i i n h e z i m 'i n c.) : in h iz â m
(“ k a ”
m u ti').
m iin k a sım -
h e z i m ” i n m ü e n .] . (blez : m ü n h e z i m ) ,
miinhezimen
ﺳﻘﺎ د
m ü n k a d ir ( ﻣﺘﻘﺪ وa .s .) : 1. b ir ö lç ü y e gö re y a p ıl-
y ık ı l a n , y ık ı l m ı ş , h a r â b o l m ı ış .
miinhedime
m iin k a d
k a v d 'd e n ) : in k ıy â d e d e n , b o y u n egen. (b k z :
ş a r k m ış , s a r k ık .
münhezime
[ m ü e n :m ü n îr e ].
(b k z : m ü n îr). 2 . k a d ın adi.
m üş.
miinhemik
m ü n îr ئﺀر٠ (a.s. n û r 'd a n ) : 1 . n u r la n d ır a n , ışık v e re n , p a rla k , ( b k z : ziyâ d â r). 2 . i. erk e k ad i.
n a n , s in e n .
miinhebit
m ü n 'im
m ü n 'im -â n e ( ﺳﻌﻤﺎﻧﻪa .f .z f .) : 1. v e lin im e t o lan
miinhazi' ( ﻣﻨ ﺨ ﻬ ﻊa.s. h a z a 'd a n ) . (blez : m ü n -
852
m ü n îb e ب
m ü en .]. (b k z : m ü n îb ). 2 . i. k a d ın adi.
s a f e d e n , s ö n ü k l e ş e n , s ö n ü k , ış ık s ız k a la n .
3.
g ü z e l y a g a n , fa y d a lı y a ğ m u r . 3 . tâze v e
h e z im e te
u ğ ra y a n la r,
m ü n k atı' ( ﻣ ﻘ ﻄ ﻊa.s. k a t 'd a n ) : 1. in k ıtâ eden, kesilen,
k e silm iş,
k a sı g e lm eyen ;
so n
lcesik; b u la n .
a ra lık lı. 3. arad a
2 . arbag
münserih k a l m a y a n , a y r ı lm ış . 4 . h e r k e s te n a y n l ı p b i r k iş iy e b a ğ lı k a l a n . 5. g e o . .s ü r e k s iz . 6 . m a t . .k e s i k l i . G a y r - İ m ü n k a t ı ' : fâ s ıla s ız , s ü r e k li, ( b k z : m u t ta s ıl ) .
h id ) . 3. h . i. m e z a r d a s u a l s o r a c a k o la n ik i m e l e k te n b ir i, ( b k z : n e k ir ) . m iin k ir-â ııe
ﻣﻔﻜﺮاﻧﻪ
( a .f .z f .) : m ü n k i r c e s i n e )
İ n k â r e d e r c e s in e .
m ü n k a z i , m ü n k a z i y y e ﻣﺘﻘ ﻀﻴﻪ
( ﻣﺘﻘ ﻀ ﻰa.s.
،
k a z â 'd a n ) : i n k ı z â e d e n , b it e n , b it m i ş , a r d ı
ﻣﻨﻜﺮه
m ü n k ire
(a.s. n e k r 'd e n ) : [ " m ü n k i r " i n
m iie n .] . ( b k z : m ü n k i r ) ,
k e s ilm iş , s o n a e r m iş . V a 'd e - İ m ü n k a z i y y e :
m ünker
ﻣﻴﻜﺮ
ﻣﺘﻜﺮﻳﻦ
m ü n k irin
s o n a e r m iş v â d e .
(a.s. n e k r 'd e n . m i i n k i r 'i n c . ) :
m ü n k i r o la n l a r , ( b k z : m ü n k i r ) , (a.s. n e k r 'd e n ) : 1. İ n k â r e d il m i ş ,
e d ile n , k a b u l v e
ta s d ik
e d ilm e y e n , r e d -
m ünsâk
ﻣﻨﺴﺎق
(a.s. s e v k 'd e n ) : 1. b i r i n e b a g -
d e d ile n . 2. ş e r îa tç e y a p ıl m a s ı c â iz g ö r ü l -
il o l a n v e p e ş i n d e n g id e n . 2 . g ö n d e r i lm iş
m e y e n . G a y r - İ m i i n k e r : İ n k â r o lu n a m a z ,
o la n .
( b k z : m u s a d d a lc , m ü s e lle m ) . N e h y a n i ' 1-
m iin s a k ib
m i i n k e r : m e n e d i le n , m e ş r û o lm a y a n şey -
d e lin e n .
l e r d e n k a ç ın m a .
ﻣﺘﻜﺮا ت
m iin k e r â t
( a .s .c .) : ş e r ia tç a y a p ıl m a s ı
y a s a k e d il e n şe y le r.
ﻣﻔﻜﺮه
m ü n k e re
ﻣﺘﻈﺐ
(a.s. s a k b 'd a n ) : i n s ik â b e d e n ,
m iin s e b ik ﺳ ﺒ ﻚ
(a.s. s e b k 'd e n ) : k a lı b a d ö -
k ü l m ü ş o la n . m iin s e c il
(a.s. n e k r 'd e n ) : [ " m ü n k e r " i n
m iie n .]. ( b k z : m iin lc e r).
ﺳﺠﻞ
m iin s e c im
m ü n k e s i f ^ ^ ( a . s . k ü s û f ' d a n ) : i n k is â f e d e n , k ü s û f a u ğ r a y a n , t u t u l a n , t u t u l m u ş [G ü n e ş ]. M i h r - İ m i i n k e s i f : k ü s û f a u ğ r a m ış , t u t u l -
(a.s. s ic ill'd e n ) : sic ile g e ç m iş ,
m a h k e m e d e f t e r i n e y a z ılm ış ,
ﺳ ﺠﻢ
(a.s. in s ic â m 'd a n ) : i n s ic a m -
il, d ü z g ü n ; fe ls . fr . c o h e r e n t . m iin s e d d
ﺳﺪ
(a.s. s e d d 'd e n ) : i n s id â d e d e n ,
k a p a n a n , t ı k a n a n , k a p a lı ,
m u ş G üneş. m iin k e s ife
ﻣﺘﻜﺴﻔﻪ
m iin s e d il (a.s. k ü s û f 'd a n ) : [" m iin k e -
ﺳﺪل
(a.s. i n s i d â l 'd e n ) : s a lıv e r il-
m i ş , s a r k ık .
s if" i n m iie n .]. ( b k z : m ü n k e s if ) . m ü n s e k ib
ﺳﻜ ﺐ
e d e n , k ı r ı l a n , k ı r ı l m ı ş , k ı r ı k . H a tt- 1 m ü n -
m ü n s e lâ h
ﺳﻜ ﺦ
k e s i r : g e o . k ı r ı k ç iz g i. 2 . k ı r g ı n , g ü c e n m i ş ,
m iin s e lib
ﻣ ﻐﻠ ﺐ
m iin k e s ir
ﻣﻨﻜﺴﺮ
(a.s.
m ü n k e s i r ü 'l - h â l : s a ğ lığ ı, g ii c ii - k u v v e t i v e y a k a lb i
k ırılm ış ,
(b k z:
m ü n k e s i r ü 'l - b â l ) . m ü n k e s ire
ﻣﺘﻜﺴﺮه
( a . i . ) : a y in s o n u , ( b k z : s e l h ) . (a.s. s e l b 'd e n ) : in s il â b e d e n ,
k a ç m ı ş , k a ç ı r ı l m ı ş , k a l m a m ı ş [ r a h a t, h u z u r , e m n iy e t h a k k ın d a ].
a h l â k ı b o z u l m u ş , z a y ıf la m ış o la n , m ü n k e s i r ü 'l - k a l b :
(a .s .) : d ö k ü lü p a k a n ,
k e s r 'd e n ) : 1. i n k i s â r
m ü n s e lib e ﺳ ﻠ ﺒ ﻪ
(a.s. s e l b 'd e n ) : [“m ü n s e li b "
i n m ü e n .l . ( b k z : m ü n s e lib ) .
(a.s. k e s r 'd e n ) : [ " m ü n k e s i r "
m ü n s e lih
ﻣﻨﻠ ﺦ
(a.s. s e l h 'd e n ) : 1. i n s i l â h e d e n ,
i n m iie n .] . ( b k z : m ü n k e s ir ) .
s ı y r ıl ıp ç ık a n , s o y u n a n , s o y u l m u ş ; d e r is i
ﻣﺘﻜﺴﺮأ
ç ı k a r ı l m ı ş . 2 . s o n g ü n ü n e e r m iş . Ş e h r - i
m iin k e s ire n
( a .z f .) : 1. m ü n lc e s ir, k ı r ı k
m i i n s e l i h : s o n g ü n ü n e v a r m ı ş o la n ay.
o la r a k . 2 . k ı r g ı n l ı k l a , ( b k z : m ü n f a il e n ) . m iin k e ş if, m ü n lc e ş ife
ﻣﺘﻜﺸﻐﻪ
،
ﻣﺘﻜﺸ ﻒ
(a.s.
m iin s e lik ﺳ ﻠ ﻚ
(a.s. s i l k 'd e n ) : i n s i l â k e d e n ,
k e ş f d e n ) : 1. iı ık i ş â f e d e n , a ç ıla n , a ç ılm ış ,
y o la g ir e n ; b i r t a r i k a t a g ir m i ş , b i r m e s le k
m e y d a n a ç ık m ış ; a ç ık , g ö r ü n e n . 2. k e ş f o -
t u t m u ş , ( b k z : s â lik ).
İu n m u ş , y e n i b u lu n m u ş . E z h â r-1 m iin k e ş ife: a ç ılm ış ç iç e k le r. m iin k ir
ﺿﻜﺮ
(a.s. n e k r 'd e n . c . : m ü n k i r i n ) :
h a k i k a t : h a k ik a ti
ﺳﻨ ﻰ
(a.s. s e n y 'd e n ) : e g ri, d o g r u o l-
m a y a n , b ü k ü lm ü ş .
1. İ n k â r e d e n , k a b û l e tm e y e n , m iin k ir-i
m iin s e n i
m iin s e rih
ﺳﺮ ح
(a.s. s e r h 'd e n ) : 1. h ı z l ı h ı z l ı
g id e n [h a y v a n ] . 2 . i. e d . a r u z b a h i r l e r i n d e n İn k âr
eden.
2 . i m a n s ı z , in a n m a y a n , d in s iz , ( b k z : m ü l -
b i r i n i n a d i. B iz d e k u l l a n ı l a n v e z n i ş u d u r : m ü f t e i l ü n f â i l ü n m ü f t e i l ü n f â i lü n .
853
miinşaib münşaib ( ﺳ ﻌ ﺐa.s. ş a 'b 'd a n ) : in ş iâ b e d e n , ş û b e le n e n , d a l l a n a n , ç a t a l l a n a n , k o l l a r a ay r i l a n , a y r ı lm ış .
y a n la n , y a rılm ış ; y a rm a .
ﺳﺂ
s u lta n la r ın ın m e k tu p la rı) : ü n lü n iş a n c ı ve r e i s ii lk i it ta p ( d ış iş le r i b a k a m ) F e r i d u n A h m e t B e y in e s e r i.
ﺳﻞ
(a.s. ş e lâ le 'd e n ) : İ n ş ilâ l e d e n ,
(a.s.
2 . y a p ıs ı,
ü s lû b u
güzel
o la n ,
iy i
k â tip .
okuyan.
miintakız
Jab
"
(a.s. n a k z 'd a n ) : in tik a ze d e n ,
g e çe n . 2 . m ira s k a lm ış. 3 . ö lm ü ş, g ö ç m ü ş, la y a n .
miintakile ( ﻣ ﻈﻠ ﻪa.s. n a k l 'd e n ) : [“ m iin ta k il” müntakim ( ﻣ ﻈ ﻢa.s. n a k m 'd e n ) : in t ik a m alan . Öç a la n ; A lla h .
ﺳ
-(a.s.) : s u v e b e n z e r i ş e y le ri s ü n -
g e r g ib i ç e k e n .
miinşife ( ﺳ ﻐ ﻪa.i.) : b i r s ü n g e r g ib i s u y u e m e cek nesne.
münşi-yâne ( ﺳ ﻴ ﺎ كa.f.zf.) : iy i k â ti p le r e y a r a -
miintakim-âne ﻻmüntasıb -
( a .f .z f.) : ö ç a lırc a s m a . (a.s. n a s b 'd a n ) : d ire k g ib i
d ik ilm iş.
müntavi ( ﺑ ﻮ ىa.s.). ( b k z : m iiltevi). müntebih ي٠ ( a .s .) : in tib a h eden, u y a n ık .
ş ı r y o ld a .
ﺳﺨﺐ
in tih â b e d ilm iş ,
(a.s.
s e ç ilm iş ;
n a h b 'd a n ) : s e ç k in ,
(b k z :
g ü z îd e , m ü m tâ z ) .
Müntahabü'1-lûga : k ü ç ü k k i t 'a d a 218 s a h if e l i k A r a p ç a d a n T iir k ç e y e b i r lü g a t k i t a b id i r .
Müntahabü'ş-şifâ : A n a d o l u 'd a y e ti ş e n H a c ı P a ş a ( C e lâ l e d d in H ı z ı r ) 'n ı n h e k im li ğ e â it e s e r id ir .
müntahabât ( ﺳﺨﺐ تa.i. m ü n t a h a b 'i n c.) : se ç m e e s e rle r, y a z ıl a r d e r g is i, fr. anthologie. Müntahabât-1 Eş'ârım ( ş iir le r i m d e n se ç m e le r) : Ş in a s i 'n i n ş i i r l e r i n i i h t i v a e d e n v e 1862'd e b a s ı l m ı ş b i r e s e r i.
854
n m ese rin i k e n d is in in m iş g ib i gösterenler,
in m iien .]. (b k z : m ü n ta k il).
ıııünşid ( ﺳ ﺪa.s. n e ş id e 'd e n ) : İ n ş â d e d e n , ş i ir
miintahab
(a.s. n a h l'd e n . m ü n t a h il'in
g ö çe n . 4 . k a rin e ile, sö z ü n g e lişin d en a n -
münşi ( ﺳ ﻰa.s. v e i. n e ş 'e t'ü e n ) : 1. i n ş â e d e n ,
münşif ﻒ
miintahilin -
miintakil ( ﻣﻴﺘﻐ ﻞa.s. n a k l 'd e n ) : 1. in tik a l eden, (a.s. ş e t t'd e n ) : İ n ş i t â t e d e n , d a -
g ın ı k , p e r i ş a n .
yapan.
in tih a l eden, eser ç a la n , b a ş k a s ın ın ese rin i
b o z u la n .
münşerihü'l-bâl : g ö n lü n e ş e li.
ﺳﺖ
m i i n t a h i l - (a.s. n a h l'd e n . c. :m i in t a h i l in ) :
miintaluş ( ﻣﻨﺘﻔ ﺶb k z :
ş e ı h 'd e n ) : i n ş i r â h l ı ,
g ö n lü a ç ık , s ı k ıl m a y a n , e g le n e n .
münşett
se ç im d e
c . ) : in tih â l edenler, eser ç a la n la r, b a şk a sı-
ş e lâ le h â l i n d e a t ı l a r a k a k a n .
mUnşerih ﺳ ﺮ ح
d ereceli
m ü n ta h ib -i e v v e lle rin se ç tik le ri k im se ,
k e n d is in in m iş g ib i gö steren ,
(a.'s. sa '1 'd e n ) : a le v li, p a r l a y a n ,
( b k z : m ü ş ta d ) .
münşel
m iin ta h ib -i sâ n ile ri seçen ,
miintahib-i sâ n î : ik i
münşeâtü's-selâtîn-i Osm aniye ( O s m a n lI
ﺳﻌ ﻞ
(a.s. n a h b 'd e n ) : in tih â b e d e n ,
seçen ; *seçm en .
miintahib-i evvel : ik i d ereceli se ç im d e
(a.i. n e ş 'e t'd e n . c.) : k a le m e a li-
n a n ş e y le r; n e s i r y a z ıl a r ; m e k t u p la r ,
münşeil
h a b " in m iien .]. (b k z : m ü n ta h a b ).
miintahib -
mUnşakk ( ﻣﻌﺸﻖa.s. ş a k k 'd a n ) : i n ş i k a k e d e n , münşeât ت
müntahabe ( ﺳ ﺨ ﺒ ﻪa.s. n a h b 'd e n ) : [“ m iin ta -
(b k z : âg â h , bîdâr, habir).
müntefaun-bih ( ﻣ ﻈ ﻊ ﺑﻪa .b .s .) : k e n d isin d e n fa y d a la n ıla n .
miintefi' ( ﻣ ﻈ ﻊa.s. n e f 'd e n ) : İn tifâ eden, m en fa a tlen en , y a ra r la n m ış ,
müntefi ( ﻣ ﺾa.s. n e f y 'd e n ) : 1 . İn tifâ ed en , y o k o lan . 2 . k o v u la n , ç ık a rıla n ,
müntefih ( ﻣﺌﺘﻔ ﺦa.s. n e f h 'd e n ) : in tifâ h eden, k a b a ra n , şişen; şişk in , h a v a ile d o ld u ru lm u ş.
miintefil ( ﻣﻨﺘﻐ ﻞa.s. n e f l 'd e n ) : in tifa i eden, n â file n a m a z k ıla n .
miinzil
( ﻣ ﺺa.s. nihâyet'den) : 1. nihâyet bulmuş; bir şeyin varabildiği en uzak yer, son derece, son kerte. 2. son uc. 3. Yazıcıoğlu Ahmet Bîcan'ın dînî, tasavvufi mensur eseri.
m iin te h â
m i i n t e h â - y i â m â l : emellerin
sonu, sonu, m i i n t e h â - y i k i t â b : kitabin sonu, m ü n t e h â - y i i s t i k b â l : istikbâlin
ﻏﺺ٠ (a.s. nihâyet'den) : 1. nihâyet bulan, sona eren, biten. 2. son, en son. 3. bir şeyi tamamlayan.
m ü n te h i
( ﻣﺘﺘﻬﺐa.s. nehb'den): intihâbeden, yağma eden, ؟apul eden, talanlayan, yağmaçı, talancı.
m iin te h ib
m ü n te h ik
( ﺳﺘﻬ ﻚa.s.): halsiz, yorgun bırakan,
m iin te h ir
( ﻣﻔﺘﻬﺮa.s. nehr'den): intihâr eden,
dâimâ akan. (a.s. nahr'den. c. :müntehirin): intihâr eden, kendini öldüren,
m iin te lrir
m iin te h ir -â n e
( ﻣﻨﺘﺤﺮاﻧﻪa.f.zf.): intihâr ederek,
kendini öldürerek.
( ﻣﻐﻌﻬﺮهa.s.): ["miintehir" İnmüen.]. (bkz : miintehir).
m ü n te h ir e
m iin te h irin
( ﻣﻨﺘﺤﺮﻳﻦa.s. nahr'den. müntehir'in
c .): intihâr edenler, kendini öldürenler,
( ﻣﻨﺘﻬﺰa.s. nehz'den): intihâz eden, vakit ve fırsatı kaçırmayan,
m ü n te h iz
m ü n te k ış
( ﻣﻨﻘ ﺶa.s. nakş'dan): intikaş eden,
nakşolunan. m iin te k id
( ﻣﻨﺘﻘﺪa.s.). (bkz : münekkid).
( ﻣﻨﺘﻜ ﺲa.s. intikâs'dan): intikâs eden, başaşağı dönen.
m ü n te k is
( ﻣﻐﺘﻤﻰa.s. intimâ'dan): İntimâ eden, yakınlık ve ilgi peydâ eden,
m ü n te m i
m ü n te m is m ü n te n
( ﻣﺌﺘﻤﺲa.s.): gizli, gizlenen,
( ﻣﻐﺘﻦa.s. nitûnet'den): hastalık bulaş-
( ﻣﺌﺘﺴﺞa.s. nesc'den) : dokunmuş,
m ü n te s ic
( ﺻ ﻖa.s. nask'dan) : 1. bir sıraya dizilmiş, düzgün. 2. fe ls. düzenleşik,
m iin te s ik
( ﻣﺌﺘﺜﺮa.s. nesr'den): İntişâr eden, sa ؟ilan, yayılan, dağılan, m i i n t e s i r t e r b i y e : p e d . yaygm eğitim ,
m iin te s ir
m ü n t e ş i r e ﺳ ﺸ ﺮه ، ( ﻣﻐﺘﺸﺮa.s. neşr'den): 1. İntişâr etmiş, yayılmış, a ؟ılmış; dağınık, (bkz : müteneşşir). 2. duyulmuş, etrâfa yayılmış. A h b â r - 1 m ü n t e ş i r e : yayılmış haberler, (bkz : şâyi'). 3. basılmış ve yayılmış.
m ü n te ş ir,
m iin te v i
( ﻻ ر ىa.s. nev'den) : bir şey yapmaya
niyetlenen.
( ﻣﻨﺘﺰعa.s. nez'den): bir şeyi söken, yerinden ؟ekip koparan,
m iin te z i'
( ﻣﻐﺘﺞa.s. nitâc'dan): 1. intâceden, netice veren. 2. sebebiyet veren; meydana getiren.
m ü n tic
ﻣﺌﺘﻒ-(a.s. n etfden ): h e k . kıldöken, kılları düşüren. D e v â - y i m i i n t i f : kıldöken ilâ ؟.
m iin tif
ذﺗﻐﻪ٠ ، ( ﻣﻨﺘﻦa.s. netânet'den): pis kokan, kokmuş; bozuk, (bkz: müteaffin). B a h r - İ m i i n t i n : Azak denizi. M iy â h - 1 m ü n t i n e : pis kokan sular,
m iin tin , m ü n tin e
m ünye
ﺷﺪ٠ (a.i.c.: münâ): arzu edilen, isteni-
len şey.
( ﺿ ﺰ ﺟ ﺮa.s.): menedilmiş, yasak edilmiş, alıkonulmuş.
m ü n z e c ir
m i i n z e l e ﻣ ﻨ ﺰﻟ ﻪ ، ( ﻣ ﻔ ﺰ لa.s. nüzûl'den): İnzâl olunmuş, aşağı indirilmiş, gökten indirilmiş. K ü t ü b - i m i i n z e l e : gökten indirilmiş kitaplar. [Kur'ân-1 Kerim, Tevrât, Zebûr, Incil],
m iin z e l,
m ü n z e lık
( ﻣ ﺰﻟﻖa.s.): kaygan, kaypak,
( ز و ىa.s. zuvviyy ve zeyy'den): 1 . İnzivâ eden, ؟ekilip bir köşede oturan. 2 . i. köşesine ؟ekilip kimse ile görüşmeyen,
m ış .
m ünzevi
ﻣﻨﺘ ﺐ (a.s. nisbet'den. c .: müntesibin): 1. intisâbeden, giren, kapılanan. 2 ٠alâkası, ilgisi olan,
m ü n z e v î-y â n e
m ü n te s ib
( ﻣﻨﺘ ﺴﺒﻴ ﻦa.s. müntesib'in c .); 1 . intisâbedenler, girenler, kapılananlar. 2. alâkası, ilgisi olanlar.
m ü n te s ib in
( ﻣﻨﺰوﻳﺎﻧﻪa.f.zf.): inzivâya, bir köşeye ؟ekilircesine, ؟ekilerek, ( ﻫ ﺰ لa.s. nüzûl'den): İnzâl eden, aşağı indiren, gökten indiren.
m iin z il
855
miinzle m iin z ile
ﻣ ﻐ ﺰﻟ ﻪ
(a.s. n ü z û l 'd e n ) : [ " m ü n z i l” i n
m iie n .]. ( b k z : m ü n z il) .
ﻣﻐﺬر
m ü n z ir
m ü r â h a k a ( ﻣ ﺮ ا شa.i.) : b u l û ğ ç a ğ ı n a y â n î o n ik i y a ş ı n a y a k la ş m a .
(a.s. n e z r 'd e n ) : a k ı b e t i n i n lc ö tü -
l ü ğ ü n ü s ö y le y e r e k k o r k u t a n , ( b k z : n e z ir ) ,
ﻣﺮاﺳﻪ
ın ü r â h e n e
[ m ü b e ş ş i r 'in z ıd d ı].
ر ﺣﻢ
m ü ra h h im
ﻣﻨ ﻮا ت
m ü n z irâ t
(a.i. m ü n z i r 'i n
c .) : haber
v e r i p k ö t ü l ü ğ ü n ü s ö y le y e r e k k o r k u t a n l a r ,
(a.i. r e h n 'd e n ) : 1. r e h i n e k o y -
m a . 2 . b a h s e g ir iş m e [ b ir ş e y in e ], (a .s . r a h m e t , m e r h a m e t ,
r u h m v e r u h u m 'd a n ) : t e r h i m e d e n , r a h m e tle a n a n .
ü r k ü t e n le r . m ür
ر
را س
m ü râ h ik (a .s .). (b k z : m ü rr).
m ü râât
را ﻋﺎ ت
(a.i. r i â y e t 'd e n ) : 1. h ıf z e tm e ,
s a k l a m a . 2. g ö z u c u y la b a k m a . 3. g ö z e tm e , k o r u m a , ( b k z : h im â y e , v ik a y e ),
ﻣﺮاﻫﻰ
m ü r â h ik a
m ü râ î
را ض
b i r i n e u y g u n k e li m e l e r i b i r c ü m l e d e to p l a -
m iir â î
راﻓ ﻰ
(a.s. r iâ y e t'd e n ) , ( b k z : m u r â î) . (a.s. r i i'y e t'd e n ) : İ k i y ü z lü [k im s e ],
m a. m ü r â i-y â n e
را ﺟﻌﻪ
( a . i . ) : e d . s o r u l u c e v a p lı o la -
d id im d id i Y ok y o k d e v â -y ı d e rd -i n ih â n m d u r u r s e n i n '' ( F u z û li)... g ib i, m ü râcaat
را ﺟ ﺖ
(a.i. r ü c û 'd a n . c. : m ü r â c a â t ) :
m a , d a n ı ş m a ; y a r d i m is te m e , m ü râcaât
را ^ ت
d ö n m e le r .
(a.i.
r u k u b 'd a n ) :
(b k z :
m ıır â k a b e ) .
ﻣﺮاﻗﺼﺖ
(o .i.c.) : r a k s la r , o y u n la r ,
[y a p m a k e lim e d ir ] .
را ﻗ ﺐ
m ü râ k ıb
(a.s. v e i. r u k u b 'd a n ) . ( b k z :
m u râ lc ib ).
(a.i. m ü r â c a a t 'ı n c . ) : 1. g e ri
2. b a ş v u r m a la r,
(a.f.zf.) : i k i y ü z lü l ü k le , ilci-
را ﺗ ﻪ
m iirâ k a b e
m ü râk asat
1. g e r i d ö n m e , ( b k z : m u â v e d e t) . 2 . b a ş v u r -
ﻣﺮاﺳﺎﻧﻪ
y ü z lü l ü ğ e y a r a ş ı r y o ld a ,
r a k , k a r ş ı l ı k l ı k o n u ş m a b i ç i m i n d e y a z ıl m ı ş ş i i r : "S o rd u m m e ğ e r b u d ü rc -i d e h e n d ü r
(a.i. r a l l i k 'd e n ) : d o k u z y a ş ı-
n a b a s ı p b â li ğ o lm a y a n k ız ؟o c u ğ u ,
m ü r â â t - ı n a z i r : e d . m â n â b a k ı m ı n d a n b ir -
m iir â c a a
(a.i. r a h i k 'd e n ) : b ü l û ğ ؟a ğ ın a
e r m iş , o n i k i y a ş ı n a b a s m ış e r k e k ؟o c u k ,
d a n ış m a la r;
m ü râm ât
را ﻣﺎ ت
(a.i. r e m y 'd e n ) : a tı ş m a , b ir -
b i r i n e a tm a .
y a r d i m is te m e le r. ( a .f .b .i.) : m ü r â c a â t
o lu n a c a k , b a ş v u r u l a c a k y er. m iir â c a h a
ﺟﺤﻪ١ر را د ك
m iirâ s e le
m ü r â d if o la n
(a.i. r e d f d e n ) : 1. m ü r â d i f l i k ,
را ﻟ ﻒ
[ " m iir â d e f e t"
ş e k li d e
* e ş a n la m , f r .
synonym e.
( b k z : m ü t e r â d i f ) . 2. a r k a d a ş , ( b k z : re f ik ). m U râ fa a
راﻓﻌﻪ
m iir â fa k a t
(a.i. r e f d e n ) . ( b k z : m u r â f a a ) .
را ﻓ ﻘ ﺖ
(a.i.
r ı f k 'd a n ) .
(b k z :
m ü râ fık راﻓ ﻰ m ıır â f ık ) .
راﻓ ﻊ
(a.i.
r e f â k a t'd e n ) .
(b k z:
(a.s. r e f d e n ) : m a h k e m e y e b a ş -
v u r a n , * d u r u ş m a y a ؟i k a n , ( b k z : m ü r â f i') .
856
را د ك
(a.i. r e s e l'd e n . c. : m ü r â s e lâ t) :
m e k tu b u . m ü râv ed e
را وده
(a.i. r e v d 'd e n ) : is te m e , ( b k z :
m ü râ y â t
راوا ت
(a.i. r ü 'y e t 'd e n ) : 1. g ö s te r iş .
2 . İ k iy ü z lü l ü k .
رﺟﻊ
m ü r c i'
(a.s. r ü c û 'd a n ) : k i m . * in d ir g e n ,
re d ü k tö r, fr. r é d u c te u r , m ü r c ia
ده،رج
(a.i.) : s o n u n d a s e v â b ı v e ؟ı k a r ı
g e r e k t ir e n şey.
m u râ fa k a t).
m ü r â fi'
c.) :
ta le b ).
-(a.s. r e d f d e n ) : 1. b i r m â n â d a
[k e lim e ],
m ü r â s e l e 'ü i n
1. h a b e r le ş m e , m e k t u p la ş m a . 2 . r e s m i k a d ı
b i r m â n â d a o lm a [k e lim e ]. 2 . a r k a d a ş lı k , b e r â b e r y o lc u l u k , k u lla n ılır].
(a.i.
1. m e k t u p la ş m a l a r . 2. r e s m i k a d ı m e k t u p İa rı.
(a.i. r ü c h â n 'd a n ) : [iy ilik te ]
ü s t ü n g e lm e k İ ؟i n y a r ı ş m a , m iir â d e fe
را ﺳ ﻼ ت
m ü r â s e lâ t
راﺟ ﺼﻜﺎه
m ü r â c a a t- g â h
m ü r c ie
ﻣﺮ ئ
(a.i.) : e h l- i s ü n n e t a k id e s in e
m u h a l e f e t e d e n d i n f ı r k a l a r ı n d a n b ir i, m ü rd
رد
b e r m iş .
(f.s.) : 1. ö lm ü ş , (blcz : m a k t û l ) . 2 . g e -
miirekkeb selâse kaidesi
mürdâd ( ﻣﺮدادf.i.) : 1. güneş yılının beşinci ayı. 2. her ayin yedinci veyâ sekizinci günü. [kablel-Islâm eski Iranlılarm dînî yortu günleridir]. 3. bu ay ve günü idâreye me'mur sayılan melek. miirdâ-senc ( ﻣﺮداﻣﺌﺞf.b.i.) : kim. tabîî kurşun oksidi olup sari toz hâlinde veyâ kırmıZI sari -pulcuklar ؟eklinde bulunur ve gümü ؟lü kurşunun kal'edilmesiyle elde edilir, (bkz : mürdeseng). miirde ( ﻣﺮدهf.s. ve i.c. : mürde-gân) : ölü, Öİmü ؟, (bkz : mevtâ, meyyit, mürd). miirde-dil ( ﻣﺮده دلf.b.s.) : gönlü ölmüş, kati yürekli, hissiz, duygusuz; tas. kal den hâl e geçmemi ؟ham ki ؟i. miirdegân ( ﻣﺮدﺳﻤﺎفf.s. miirde'nin c.) : ölüler, ölmüşler, (bkz : emvât, maktûlin). mürde-rîg ( ﻣﺮده رﻳ ﻚf.b.i.) : miras,
ﻣﺮﺟﺐ
m ü recceb
m i i r e c c e b t e r k i b i n d e g e ç e r],
ﻣﺮﺟﺢ
m ü r e c c ih
m ü red â
ﻣﺮدا
(a.i. r u d 'd a n . m ü r î d 'i n c.). ( b k z :
m ü rîd â n ).
ﻣﺮدى
m iir e d d e f
-(a.s. r e d f d e n ) : 1. t e r d i f e d il-
m i ؟, a r d i s i r a y ü r ü t ü l m ü ş . 2 . i. e d . r e d i f l i g a z e l. m ü re ffe h
ى
(a.s. r ü f û h 'd a n ) : t e r f i h e d i l m i ؟,
r e f â h a , r a h a t a , b o ll u ğ a k a v u ş t u r u l m u ş , m ü re ffe h e
ﻣﺮﻓﻬﻪ
(a.s. r ü f û h 'd a n ) : [“m ü r e f f e h ”
i n m ü e n .] . ( b k z : m ü r e f f e h ) , m iire ffe h e n
ﻣﺮﻓﻬﺄ
(a.zf.) : r e f â h , r a h a t , v e b o l-
l u k İç in d e o la r a k . m ü re ffih
ﻣﺮﻓﻪ
(a.s. r ü f û h 'd a n ) : t e r f i h e d e n ,
r e f â h a , r a h a t a , b o ll u g a k a v u ş a n , m iire h h e b
miirde- ؟û, m ü r d e -ş û y ^ ﻣﺮده، ( ﻣﺮده ﺷﻮfb.s. ve i.) : ölü yıkayıcı, (bkz : gassâl).
m iire h h ib
miirebbâ ( ﻣﺮﺑﺎa.s. reby'den) : terbiye olunmuş, terbiye görmüş, (bkz : perveri ؟-yâb).
m iir e h h ib -â n e
miirebbeb ( ﻣﺮﺑﺐa.s.) : 1. bülûga kadar beslenmi2 . ؟. giizel kokulu ؟eylerle hoş olmuş,
m iire k k e b
mürebbib ( ﻫﺮﺑﺐa.s.) : çocuğu bülûga kadar besleyen.
(a.s. r i i c h â n 'd a n ) : t e r c i h e d e n ,
ü s tü n tu ta n .
miirde-seng ( ﻣﺮده ﺳ ﺦf.b.i.) : kim. tabîî kur ؟un oksidi, fr. litharge. (bkz : miirdâ-senc).
miirebbî ى،( ﻣﺮa.s. ve i. terbiye'den) : 1. terbiye eden; çocuk terbiye eden [adam], miirebbî bi'z-zât : kendi kendini terbiye eden; kendi kendini yetiştiren [kimse], fr. autodidacte. 2. besleyen,
(a.s. r ü c u b 'd a n ) : m ü b â r e k ,
k u t l u [ b iz d e y a l n ı z r e c e b a y ı İç in : r e c e b - i
( ﻣﺮﻫﺐa.s. r e h b 'd e n )
: te r h ib e d ilm i ؟,
k o rk u tu lm u ş .
ﻣﺮﻫﺐ
(a.s. r e h b 'd e n ) : te r h ib e d e n ,
k o rk u ta n .
ﻣﺮﻫﺒﺎﻧﻪ
ﻣ ﺮﻛ ﺐ
m i ir e k k e b â t) :
(a.f.zf.) : k o r k u t u r c a s i -
(a.s.
r ü k û b 'd a n .
1. t e r k ib e d i lm iş ,
ik i
c. : veyâ
d a h a ç o k ؟e y le r in k a r ı ş m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n , ( b k z : h a lita ) . 2 . k i m ., fe ls ., fr . h i l e ؟ik , fr . c o m p o s é . C e h l- İ m i i r e k k e b : b il m e d i g i n i b ile b i l m e m e k s û r e tiy le o la n c â h il li k . F â i z - i m i i r e k k e b . ( b k z : fâ iz ). 3. y a z ı m ü r e k k e b i, fr . e n e r e , ( b k z : m id â d ) . m iire k k e b â t
ﻣ ﺮ ﻛﺎ ت
(a.i.
m ü r e k k e b 'i n
c.) :
k i m ., b i l e ş i k l e r , fr. c o m p o s é s .
mürebbiy-âne ( ﻣﺮ؛— ﺑﺎذهa.f.zf.) : terbiye edecek bir ؟ekilde, egiterelc.
m ü r e k k e b â t- 1 g a y r- i m e ş b û a : k im . d o y m a -
miirebbiye ه٠( ﻣ ﺮ دa.i. reby'den) : çocuk terbiyesiyle uğraşan [kadın], fr. institutrice,
m ü re k k e b â t-1 h a d id iy y e : k im . d e m ir b i l e -
müreccah ( ﻣﺮﺟﺢa.s. rüchân'dan) : tercih edilen, üstün tutulan.
m ü r e k k e b â t- 1 m e ş b û a : k im . d o y m u ş b i l e -
m i ؟b ile ş ik le r. ؟ik le r i. ؟ik le r. m ü r e k k e b â t- 1 m iis e n n â iy y e -i b r o m : k im .
müreccaha (a.c. rüchân'dan) : ["müreccah') in müen.]. (bkz : müreccah), müreccahi^et ( صa.i. rüchân'dan) : müreccahlık, üstünlük.
b r o m ü r le r . m i i r e k k e b f i i l : g r. * b ile ş ik fiil. m i i r e k k e b s e l â s e k a i d e s i : m a t . b i l e ş i k ÜÇİÜ * k u r a l ı, f r . r è g l e d e t r o i s c o m p o s é e .
857
mürekkebe m ü rek k eb e m iir e k k e z
( ﻣﺮﻛﺒﻪa.i.) : b o t . *bileşikgiller,
( ﻣ ﺮ اa.s. rekz'den) : rekzolunmuş,
( ﻣﺮوجa.s. revâc'dan): revaçlandırılmış, îtibâr edilmiş, propagandası yapılmış,
m ü rev v ec
dikilmiş.
m iire v v e h
( ﻫﺮﻛ ﺐa.s. rükûb'dan) : terkîbeden, bir *bileşiği meydana getiren, f i z . *bileşen,
m iire v v ic
m iir e k k ib
( ﻫﺮﺳﻢa.s. resm'den) : 1. tersim edilmiş, resmolunmuş, resmi yapılmış; yapılmış, ؟izilmiş. 2. çiçeklerle süslenmiş,
m ü ressem
m iire s s ib
( ﻣﺮﻣ ﺐa.s.): Kuı-'an'ı, ağır ve dikkat-
le okuyan.
( ﻣﺮﺳﻞa.s.) : tersil eden, giizel, yavaş ve ihtiyatla okuyan.
ﻣﺮوح (a.s. râyiha'dan): râyihalandırılmış, kokulandırılmış [güzel],
( ﻣﺮوجa.s. revâc'dan): 1. terviceden, taraflısı olan [bir fikrin]. 2. geçiren, sürüm kazandıran. 3. îtibâr eden, yürüten; propagandasmı yapan.
m iire v v ih
m iire s s il
müressim أ٠( ﻣﺮسa.s. resm'den): tersim eden, resmini yapan.
( ﻣﺮﺷﺢa.s. reşh'den) : 1. terşîh edilmiş, damla damla süzdürülmüş. 2. terbiye olunmuş.
m ü reşşah
m ü r e tte b
( ﻣ ﺮ بa.s. retb'den) :1. tertlbolunmuş,
ﻣﺮوح
1. râyihalandıran, 2. rahatlandıran.
(a.s. râyiha'dan): kokulandıran [giizel].
m iirg
J f (f.i.): sümük.
m ü rg
( ﻫﺮغf.i.c.: miirgan): kuş. (bkz : tayr).
m ü rg -i âb î
(su kuşu): ördek; kaz. : su ؟eken kuş, saka kuşu,
m ü rg -i â b -k e ş
m ü rg -i a ftâ b -â le m
(dünyânın güneş kuşu):
ateş. (âmin kuşu): devamlı olarak âmin diyerek uçtuğuna inanılan melek,
m ü rg -i â m în
dizilmiş, yerli yerine konulmuş. 2. tâyin m ü r g - i â z e r - e & û z (ateş gibi parlak k u ş): edilmiş, bir şey, bir yer İ ؟in ayrılmış. kaknus kuşu, 3. sonradan kurulmuş. 4 ٠danışıklı, uydurm ü r g - i b â g : bülbül, ma, yalandan tertlbolunmuş. m ü r g - i b â l - ş î k e s t e : kırık kanatlı kuş. m ü r e t t e b a t ( ﻣﺮﺗﺒﺎتa.i.c.): 1. bir yer İ ؟in ayrılm ü r g - i b â m : bülbül. mış, düzenlenmiş kimseler. 2. gemi tâifesi, m ü r g - i b î - g â h - h â n , m ü r g - i b i y â k î : vakitsiz gemi personeli. öten horoz. m i i r e t t e b e رﺗﺒﻪ٠ (a.s. retb'den): [“miiretteb” in m ü r g - i b i s m i l l â h î : kuş biçiminde yazılan müen.]. (bkz: miiretteb). besmele. m ü r e t t i b ( ﻣ ﺮ بa.s. retb'den c . : mürettibîn) : m ü r g - i ؟e m e n : bülbül, 1. tertîbeden, nizâma, sıraya koyan. 2 ٠i. m ü r g - i d â n â (akıllı ku ş): papagan. yazı dizicisi [matbaada]. S e h v - İ m ü r e t t i b : m ü r g - i d i l : gönül kuşu, mürettibin yaptığı harf veyâ kelime yanlışm ü r g - i fe le k , m ü r g - i g e r d û n : melek, lığ ı. m ü r g - i g u ş t - r u b â (et kapan k u ş): ؟aylak, miirettib-hâne ( ﻣﺮﺗﺨﺄذهa.fb.i.): basımevlerinm ü r g - i h a k k - g û : ishak kuşu, (bkz mürg-i de tertip ve dizgi işlerinin yapıldığı yer. şeb-âvîz). mürettibîn ( ﻣ ﺮﺗ ﺾa.i. rüteb'den, mürettib'in m ü r g - i h â n e g i (ev kuşu): tavulc. c .): mürettipler, yazı dizicileri, m ü r g - i h o ş - h â n : bülbül, mürettil ( ﻣﺮﺗﻞa.s. tertil'den) : tertil eden, m ü r g - i İ l â h î : rûh, can, nefes, Kur'ân-ı ağır ağır tecvit üzere okuyan. m ü r g - i î s â : yarasa, müre ٣ a' ( ﻣﺮوعa.s.): akil, fikri, düşünüşü, görünüşü saglam [kimse], m iirevvak ( ﻫﺮوقa.s. revk'den): tervikedilmiş, süzülmüş, tortusu giderilmiş, (bkz: miirteşih). 858
: söz, lâf. : Mecnun'un başında yuva yaptığı söylenen kuş. m ü r g - i n â m e , m ü r g - i n â m e - â v e r (mektup götüren ku ş): posta güvercini.
m ü r g - i le b
m ü rg -i M ecn û n
mürsîl m ü r g -i
n â m e -b e r
(m e lctu p
g ö tü re n
k u ş) :
g ü v e r c in .
ﻣﺮغ أﻧﺪاز
m iir g -e n d â z
( f . b . s . ) : b i r b ü y ü k lo k -
m a y i ç iğ n e m e d e n y u ta n ,
m ü r g - i r e n g i n - t â c ( r e n k li t a ç l ı k u ş ) : h o r o z , m ü r g -i r û z : G ü n eş,
ﻫﺮﻏﺰار
m ü r g -z â r
( f .b .i.) : k u ? y a ta ğ ı, k u ş u b o l
o la n yer.
m ü r g - i s e h e r : b ü lb ü l.
m ü r g - z â r - ı u k b â : c e n n e t,
m ü r g - i s e h e r - h â n (s a b a h k u ş u ) : b ü lb ü l; h o -
ر ي
m ü rh iy e
ro z . m ü r g - i s id r e : C e b r â il A le y h is s e lâ m .
m ü r îb
ﻣﺮﻳﺐ
m ü r g - i s u b h (s a b a h k u ş u ) : b ü lb ü l,
m ü r îd
ﻫﺮﻳﺪ
m ü r g -i s iile y m â n : ç a v u ş k u şu .
(b k z : hüd-
h ü d ).
1.
( a . i . ) : h a f i f m ü s lıi l.
( a . s . ) : ş ü p h e le n d i r ic i, ş ü p h e li, (a .s.
r e v d 'd e n .
c .:
m ü r îd â n ) :
İ r â d e e d e n , e m r e d e n , b u y u r a n . 2 . i. b i r
şe y h e b a ğ lı o la n k im s e ,
m ü r g - i ş e b - â h e n g , m ü r g - i ş e b - h â n , m i i r g -İ ş e b - h î z : b ü lb ü l.
ﻣﺮﻳﺪان
m ü r îd â n
(a .s.
m ü r î d 'i n
c . ) : 1. İrâ d e
e d e n le r , e m r e d e n le r , b u y u r a n l a r . 2 . i. b i r
m ü r g -i ş e b - â v îz : is h a k k u şu , (b k z : m ü r g -i
ş e y h e b a ğ l ı o l a n k im s e le r , ( b k z : m ü r e d â ') .
h a k k -g û ) . m ü r îd -â n e
m ü r g -i şeb ü r û z : A y ve G ü n eş, m ü r g - i t a r a b : 1) İıâ n e n d e , ş a r k ı o lc u y u c u ; 2)
m ü r îd iy y e t
b ü lb ü l; 3 ) g ü v e r c i n . m ü r g - i z e b â n e k : b o t . k u ş d i l i d e n ile n b it k i, m ü r g -i z e r : G ü n eş,
m ü rr
m ü r g -i z e r r in - b â l: G ü n eş,
m ü r g -i
z îr e k -s â r
3.
( f .b .i.) : 1. su k u şu . 2 . ö rd e k .
r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş
("g a ” u z u n o k u n u r ) : b ü y ü k
m e le k le r . m ü r g a n - 1 s i d r e : b ü y ü k m e le k le r , (“ g a ” u z u n o k u n u r , f . i . ) : k u ş
(“ g a " u z u n o k u n u r , f . z f ) : k u ş -
ﻣﺮغ ﺑﺎز
ر غ دل
ﻣﺮﻏﻚ
l i y a t m u k a v e l e s i g e r e ğ i n c e m a i l t e s e llü m
m ü r s e lâ t
ﻣﺮ ﺳﻼ ت
(a.i. m ü r s e l e 'n i n c . ) : 1 . İ r s â l
g ö n d e r ile n
( f .i.) : k u ş c a ğ ız , k ü ç ü k k u ş.
ş e y le r .
2 . m e le k le r .
d e v r i n d e n â z i l o lm u ş t u r , 5 0 â y e t t i r ].
ﻣﺮﺳﻠﻪ
(a.i.) : 1 . m e k t u p , k â ğ ı t , p u s u la .
2 . g ö n d e r i l e n şey.
ر ﻟ ﺪ ن٠ (a.s.
:
tav-
m ü r s e l 'i n c . ) : p e y g a m -
b e rle r . m iir s e liin ile y h ﺍ ﺏ
( f .b .s .) : “ k u ş y ü r e k li”
ş a n y ü r e k li , korlcalc. m ü rgek
m i i r s e l ü n - i l e y h : h u k . ı ) o n a g ö n d e r ile n ; 2)
m ü r s e lîn
(f.b .i.) : k u ş ç u , k u ş y e t iş t ir e n ,
( b k z : k u ş-b â z ). m ü r g -d il
. ؟. i. g . s. b i r
y a z ı s it ili.
m iir s e le
ﻣﺮﻏﺎﻧﻪ
l a r g ib i, k u ş l a r a y a k ı ş a c a k ş e k ild e , m ü rg -b â z
h a m m e d . 3 . s a l ı v e r i lm i ş s a 4
3 . K u r 'â n - ı K e r i m 'i n 7 7 n c i s û r e s i. [ M e k k e
y u m u r ta s ı. m iir g a n e
2 . p e y g a m b e r . S e y y i d ü ' 1- m ü r s e l î n “ g ö n d e -
o lu n a n ,
ﻣﺮﻏﺎﻧﻪ
c . : m iir s e lîn ):
e tm e y e y e t k ili k im s e .
c . ) : k u ş la r , ( b k z : t u y û r ) .
m iirg a n e
r e s e l'd e n .
s ö z k e n d i s i n e t e b li ğ o l u n a n k i m s e ; 3 ) n a k -
(“ g a ” u z u n o k u n u r , f.i. m i i r g 'i n
m ü rg a n -1 a rş
(a .s.
r i le n l e r i n b ü y ü ğ ü , UİU'SU o l a n ” : H z . M u -
(“ g a ” u z u n o k u n u r , f.i.) : m i i z .
b ir n ü m û n e s i y o k tu r.
ﻣﺮﻏﺎن
( b k z : te lh ). E l - h a k k u m ü r -
( ﻣﺮاﻧﻪa . i . ) : s ü n g ü .
ﻣﺮﺳﻞ
m iir s e J
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü -
m iirg a n
y> ( a . s . ) : a c ı.
ilâ ؟,
1. İrs â l o lu n m u ş , g ö n d e r ilm iş , y o lla n ılm ış .
ب١ﻣﺮغ ﻣﺮﻋﺎك
رﻗﺪ٠ ( a . i . ) : u y u t u c u
m îîrr â n e
k u r b a ğ a , ( b k z : d ifd a ', g u k ) .
m ü rgak
( o .i .) : m iir it o lm a d u r u m u ,
(a n la y ış lı
k u ş) : s ığ ır c ık k u şu . m ü r g -â b
ﻣﺮﻳﺪﻳﺖ
r i i n : d o ğ r u s ö z a c ıd ır ,
m ü r g -i z e r r în - p e r : G ü n eş, z ir e k ,
m ü r îd o la n a y a k ı-
m ü r itlik . m ü r k ıd
m ü r g - i z e r r i n : s ü lü n ,
m ü rg -i
رﻳﺪاذه٠ ( a . f . z f . ) :
ş a c a k y o ld a .
ﻣﺮﺳﻞ
( a . b . s . ) : k e n d is in e b ir
ş e y g ö n d e r i l m i ş o la n . m iir s il
ﻣﺮﻣﻞ
(a .s. r e s e l 'd e n ) : 1 . İ r s â l e d e n , g ö n -
d eren , y o lla y a n .
859
miirsil-i mektub
miirsil-i mektub
: m e lc tu p g ö n d e re .n . 2 . r e s û l
( p e y g a m b e r ) , e lç i g ö n d e r e n ,
miirsile ﻣﺮﺳﻠﻪ
(a.s.
r e s e l'd e n ) :
["m iir s il"
in
i. t a r i k a t
(a .s. r ü ş d 'd e n .
c. : m ü r ş id in ) :
p i r i, ؟e y h i [ m i ir i d le r in e y o l g ö s -
t e r d i g i İ ç in ]. 3 . g a f le t t e n u y a n d ı r a n .
mür ؟id-i a'zam : H z . M u h a m m e d . mürşid-i dânâ : ç o k b ile n , ç o k
a n la y ış lı
H a k k 'a
k avu şm u ş,
mür ؟id-i Rûm
: A n a d o l u 'n u n m ü r ş i d i , H z .
mürçid-âne . ﻣﺮﺷﺪان
(a .f.z f.) : m ü r ş i d o l a n a y a -
(a .s. r ü ş d 'd e n ) : 1 . [ " m ü r ş i d ” in
m iie n .]. ( b k z : m ü r ş id ) . 2 .
mürşidin ﻣﺮﺷﺪﻳﻦ
(a.s.) : İ r t i d â e d e n , y a s a k o la n
ﻣﺮﺗﺪف
m ü r te d if
.(a.s. r e d f 'd e n ) : i r t i d â f e d e n ,
m i i r t e f i ', m i i r t e f i a
ﻣﺮﺗﻔﻌﻪ
،
ﻣﺮﺗﻔﻊ
(a.s. r e f d e n ) :
y ü c e . C ib â l - İ m i i r t e f i a : y ü k s e k d a g la r . la n d .
i. İc a d ın
miirtagib ﻣﺮﺗﻔﺐ
a d i.
(a .s. v e m ü r ş i d 'i n c.) : m i i r -
1.
ir tik a ed en ,
y u k a r ı ç ı k a n , y ü k s e le n . 2 . ile r le y e n , ( b k z : m ü t e r a k k i , m ü t e â l î , m iit e s â id ). (a .s. r a b t 'd a n ) :
1. i r t i b â t
eden ,
(a.i.) :
h a s ta lığ ı
ş a ş ırta n
m i i r t e h e n ( ﻣ ﺮ ﺗ ﻬ ﻦa.s. r e h n 'd e n ) : r e h i n o l a r a k
m i i r t e h i l ^ ^ ( a . s . r ı h l e t 'd e n ) : 1. i r t i h â l e d e n , d ü n y â d a n g ö ç e n , ö le n . 2 . g ö ç e d e n .
i p o t e k o l a r a k a la n .
miirtehis ( ﻣﺮﺗﺨﺺa . s . ) : i r t i h â s e d e n , u c u z s a -
(a .s. r e c â 'd a n ) : İ r t i c â o l u n m u ؟,
u m u lm u ؟, ü m îd e d ilm i ؟.
yan.
ﻣﺮﺗﺤﺾ
m iir te h iz
(a .s. r e c l'd e n ) : ir t i c â l e n , h e -
d ü şü n m ed en
ﻣﺮﺗﺤﻒ
m i i r t e h i n ( ﻫ ﺮ ﺗ ﻬ ﻦa.s. r e h n 'd e n ) : ,re h in o la r a k ,
b a ğ l a n a n . 2 . ilg i l i , b a ğ la n t ı l ı ,
mürtecel ﻣﺮﺗﺠﻞ
m iirte h a f
a l m a n , i p o t e k e d ile n .
r a ğ b e t e d e n , is t e k g ö s t e r e n ,
mürtebit ١ﻣﺮﺗﺒﻂ
(a.s. i r t i f â d 'd a n ) : ir t i f â d e d e n ,
te d â v î u s u l ü .
(a.s. r a g b e t 'd e n ) : ir t ig a b e d e n ,
(a.s. r a k y 'd e n ) :
ﻣﺮﺗﻬﺪ
m iir te fid
k a z a n a n , e d in e n .
؟itler, d o ğ r u y o l g ö s t e r e n le r ؛p irle r,
s ö y l e n i lm i ş
sö z
veyâ
؟iir.
(a.s.) : i r t i h â z
e d e n , r e z il
o la n . m ü r 't e î
ﻫﺮص
(a.s. r a 'y 'd a n ) : 1. İ r t i â e d e n , o tl a -
y a n . 2 . k ı r d a d o la ş a n .
mürteci' ﻣﺮﺗﺠﻊ
(a .s. r ü c û 'd a n ) :
1.
İr tic â ed en ,
g e r i d ö n e n . 2 . g e r ilik , g e r i y e d ö n m e k t a r a f
fr. réactionnaire.
mürteci ﻫﺮﺗﺠﻰ
(a .s.
miirtecil ﻣﺮﺗﺠﻞ
(a .s.) : h a z ı r c e v a p ,
eden ,
( a .f z f .) : i r t i c â l e n
sö z
v e y â ؟i i r s ö y le y e n e y a r a ş ı r s û r e t te .
miirtecile ﻣﺮﺗﺠﻠﻪ
(a .s.) : [“ m ü r t e c i l ” i n m iie n .].
( b k z : m iir t e c il) .
ﻣﺮس
(a.s. r a 'd 'd e n ) : i r t i â d e d e n , k o r -
k u p ti tr e y e n , ( b k z : m ü r t e i ؟, ra 'ş e d â r ). m iirte i؟
i r t ic â le n ,
d ü ş ü n m e d e n h e m e n ؟i i r v e y â s ö z s ö y le y e n ,
mürtecü-âne ﻫﺮﺗﺠﻼذه
m ü r t e i b ٠( ﻣ ﺮ ﺗ ﻌ ﺐa.s. r u 'b 'd a n ) : i r t i â b e d e n , k o r kan. m iirte id
r e c â 'd a n ) : İ r t i c â
u m u c u , u m a n , ü m itli.
8 ٥٠
ﻣﺮﺗﺪ ع
m ü rte d i'
m i i r t e f i ' o l m a k : k a y b o lm a k .
k ı ş ı r s û r e t te .
lıs ı,
îs lâ m d in in d e n d ö n e n .
m i i r t e f i a r â z î : c o g r . * y ü k s e k e l, a l m . H o c h -
M e v lâ n â .
m en,
( ﻣﺮ'ذدa.s. r e d d 'd e n ) : i r t i d â d e d e n ,
m iirte d d
İrtifâ e d e n , y ü k s e le n , y ü k s e lm iş , y ü k s e k ؛
" f e n â f i l l â h " m e r t e b e s in e u la ş m ış .
mürtecâ ﻣﺮﺗﺠﻰ
( a . i . ) : b i r b i r i ü z e r i n e i s ti f le n -
a r d m a d ü ş e n , a r k a s ı n d a n g id e n ,
mür ؟id-i kâmil : tas.
mürtaki ﻣﺮﺗﻬﻰ
ا٠ﻣﺮﺗﺞ
؟e y le r d e n k a ç m a n .
(m ü r ş it).
miirşide ﻣﺮﺷﺪه
m ü rte c im m iç .
1. İrşâ d e d e n , d o ğ r u y o lu g ö ste re n , k ıla v u z . 2.
( a .z f .) : d ü ş ü n m e d e n , h e -
m e n s ö z v e y â ş i ir s ö y le y e re k .
m iie n .]. ( b k z : m ü r s il) .
mürşid ﻣﺮﺷﺪ
ﻣﺮﺗﺠﻼ
m iir te c ile n
ﻣﺮﺗﻌﺶ
(a.s. r a 'ş 'd e n ) : İ r t i â ؟e d e n , t i t r e -
y e n . ( b k z : m ü r te i d ) . m iir te iş e
ﻣﺮﺗﻌﺸﻪ
( a . s . ) : [“m i i r t e i ” ؟i n m iie n .] .
( b k z : m i i r t e i )؟. m iir te k ıb
ﻣﺮﺗﻘﺐ
(a.s. r a k b 'd a n ) : i r t i k a b e d e n ,
b e k le y e n , g ö z h a p s i n e a la n , ( b k z : m ü t e r a k k ıb ).
mürvârîd
ﻣﺮﺗﻔﺶ
m ü r te k ış
( a .s .) : ir tik a ş ed en , sa v a ş ta
ﻣﺮﺗﻜ ﺐ
m iirte k ib
(a.s.
1-ü k û b 'd a n .
m ü rû r
( ﻣﺮورa.i. m e r r 'd e n ) : 1. g e ç m e , b i r y a n -
d a n g ir ip O te y a n d a n ç ık m a . 2 ٠g e ç ip g itm e .
b i r b i r i n e g ir e n , k a r m a k a r ı ş ı k o la n , c. :
m ü r t e k i b i n ) : İ ı't ik â b e d e n , k ö t ü , y a k ı ş ı k s ı z
3.
so n a e rm e .
m ü r û r - ı b â l â : a s t r . y ı l d ı z l a r ı n m e r id y e n d e n
İş y a p a n ; r ü ş v e t a la n , r ü ş v e t y i y e n , ( b k z :
e n b ü y ü k y ü k s e k l i k t e k i g e ç iş i, * ü s tg e ç iş , fr .
m ü r t e ş î) .
c u lm in a tio n s u p é rie u re .
m ü r t e k i b â n ( ﻣ ﺮ ﺗ ﻜ ﺎ نo .s. m ü r t e k i b 'i n c.). ( b k z :
m ü r te k ib in
m i i r û r - 1 e y y â m : g ü n l e r i n g e ç ip g itm e s i. m ü r û r - i s ü f l â : a s t r . K u tu p y ıl d ız ı a s l ın d a
m ü r t e k ib in ) . ﻣ ﺮﺗ ﻜﺒﻴ ﻦ
(a.s.
m ü r t e k i b 'i n
c .) :
i r t ik â b e d e n le r , k ö t ü , y a k ı ş ı k s ı z İş y a p a n l a r ,
" é p h é m è i- id e " d e n il e n b i r m i i n h a n i ( e g r i ) ç iz e r e k h a r e k e t e t m e k te ik e n , b u e g r i a s t r o n o m l a r c a p r a t i k m a k s a t l a r l a b i r e lip s o la -
r ü ş v e t a la n la r , r ü ş v e t y iy e n le r ,
r a k k a b û l e d il m i ş t ir . H a k i k i k u z e y (p ô le ) m i i r t e k i z ( ﻣ ﺮ ﺗ ﻜ ﺰa .s. r e k z 'd e n ) : y e r l i y e r i n d e , d ik ili d u ra n , s a ğ la m d u ra n ,
m e n o k t a s ı n d a d ı r . P o la r is ( K u tu p y ıld ız ı) e lip s in k ü ç ü k ç a p ı n ı n a l t ı n d a b u l u n d u ğ u
m ü r t e m î ى٠ ( ﻣﺮتa . i . ) : k e ş i f k o lu , k a r a k o l, m i i r t e s ( ﻣ ﺮ ﺗ ﺚa.i.) : h u k . h a r p t e y a r a l a n ı p h a r p m e y d a n ı d ış ın a n a k le d ild ik te n b ir a z so n r a
(a .s. r e s m 'd e n ) : 1 . r e s m o l u n -
m u ş , r e s i m l e n m i ş . 2 . m a t . * iz d ü ş ü m , m ü rte s e m e
ﻣ ﺮﺗ ﺴ ﻤ ﺔ
(a .s. r e s m 'd e n ) : [“ m i i r t e -
a s l ı n d a " é p h é m è r i d e " d e n il e n b i r m i i n h a n i e g ri a s tro n o m la rc a p r a tik m a k s a tla rla b ir e lip s o l a r a k k a b û l e d i l m i ş t i r . H a k î k î k u z e y
( a . s . ) : s ık ı, s a ğ l a m v e s â b it
ﻣ ﺮﺗ ﺦ
m ü r û r - i u l y â : a s t r . * y ü c e lim . K u tu p y ıl d ız ı (* eg ri) ç iz e r e k h a r e k e t e t m e k te ik e n , b u
s e m ” i n m ü e n .J . ( b k z : m ü r t e s e m ) . m iirte s ih
a n d a m ü r û r - i s ü f l â 'd a d ı r . [e lip s in b ü y ü k ç a p ı, h a t t - ı İ s tiv â (e k v a to r) d ü z le m in e p a r a le ld ir].
ö le n i s l a m m ü c â h i d i . m iir te s e m ﻣ ﺮ ﺗ ﻢ
b u e lip s in b ü y ü k v e k ü ç ü k ç a p l a r ı n ı n k e s iş -
(p ô le ) b u e lip s in b ü y ü k v e k ü ç ü k ç a p la r ın i n k e s i ş m e n o k t a s ı n d a d ı r . P o la r is ( K u tu p
o la n . m i i r t e s i m ( ﻣ ﺮ ﺗ ﻢa .s. r e s m 'd e n ) : i r t i s â m e d e n ,
y ıl d ız ı ) e li p s i n k ü ç ü k ç a p ı n ı n i i s t i i n d e b u l u n d u g u a n d a m ü r û r - i u l y â 'd a d i r . [e lip s in
re s m i ç ık a n .
b ü y ü k ç a p ı h a tt-1 İs tiv â d ü z le m in e p a r a l e lm i i r t e s s ( ﻣ ﺮ د سa . s . ) : i r t i s â s e t m iş , d u y u l m u ş . İ ş it ilm i ş , ( b k z : m e s m û ', ş â y i') . m ü rte şî
mürûr-i Va'de-İ yâr : s e v g i li n in v e r d i g i SÖ-
(a .s. r i ş v e t 'd e n ) : i r t i ş â e d e n ,
ﻣﺮدد ى
r ü ş v e t a la n , ( b k z : m i ir t e k ib , m ü s te r ş î). m ü r te ş îf ﻣ ﺮﺗ ﺸ ﻒ
(a .s. r e ş f d e n ) : y u d u m
ﻣ ﺮﺗﺜ ﻊ ﻣ ﺮﺗ ﻮ ى
(a .s.
r e ş h 'd e n ) :
sü z ü lm ü ş ,
o la n z a m a n l a r ı n g e ç m e s i,
fr. prescription.
miirûriyye ( ﻣﺮورﻳﻪa.i. m ü r û r 'd a n ) : g e ç m e lik ,
( a . s . ) : İ r t i v â e t m iş , s u y a k a n -
b i r k ö p r ü d e n , b i r y a b a n c ı ü l k e d e n g e ç e rk e n v e rile n p a ra .
m ış . m iirte z ılc
d â v â n ı n a ç ıl m a s ı v e y â b i r h ü k m ü n y e r i n e g e ti r i lm e s i İ ç in k a n û n e n m u a y y e n , b e lli
( b k z : m iir e v v a k ). m iir te v i
z ii n g e ç ip g itm e s i.
mürûr-i zemân : huk. * z a m a n a ş ım ı, b i r yu-
d u m İç e n . m U r te ş ih
d ir ] .
ﻣ ﺮﺗ ﺰ ق
(a .s.
r ı z k 'd a n ) :
r ız ık la n a n ,
miiriivvet ( ﻣﺮوتa.i. m e r 'd e n ) : 1. in s â n iy e t , m e r t l i k , y iğ i tl ik . 2 . c ö m e r t l i k , iy ilik s e v e r -
a z ık la n a n .
li k . 3 . k a d ı n a d ı . m ü r t e z i k a ( ﻣ ﺮ ﺗ ﺰ ﻗ ﻪa .i. r ı z k 'd a n ) : u lû f e ( m a a ş )
mürüvveten ( ﻣﺮوةa.zf.) : in s a n c a , m e r t l i k v e
s â h ip le r i . m ü r û c ( ﻫ ﺮ و جa .i. m e r c 'i n c . ) : ç a y ı r l a r , ç a y ı r -
miirüvvet-mend ( ﻣﺮوﺗﻤﻨﺪf.b.s.) : 1. in s â n iy e t li .
İık la r . m ü rû d et ﻣ ﺮ ود ت
y iğ itlik le .
( a .i .) : so n d e re ce ta ş k ın lık ,
â s îlik , d i k b a ş h h k g ö s t e r m e .
2.
c ö m e r t, iy ilik s e v e r.
mürvârîd ( ﻣﺮواوﻳﺪf.i.) : in c i, ( b k z : d ii r r , İÜ'İÜ). 861
müsâadâ.
ﻣﺴﺎﻋﺪات
m üsâadât 1.
(a .i.
m ü s â a d e 'n i n
c .) :
m ü sâade
k a b a h a tli b ir k im s e n in m a lin in h ü k ü m e tç e , p â d i ş â h a d ı n a z a p t e d ilm e s i. 2 . m e m n û , y a -
y a r d ı m l a r . 2 . iz in le r .
( ﻣﺴﺎﻋﺪهa.i. s u 'û d 'd a n .
c . : m ü sâ a d â t):
1 . y a r d i m , ( b k z : m u â v e n e t ) . 2 . i z i n . 3 . e lv e r i ş l i b u l u n m a , [ş iir d e : “ m ü s â a d e t ” ş e k lin d e
s a k b i r ş e y i n k a n û n a u y g u n o l a r a k z a b t ı, fr . c o n fis c a tio n . m i i s â d e r e a l e '1 - m a t l û b : m a n t . * s a v ı * k a n ı t s a m a , b i r ş e y i y i n e k e n d is iy le d e lil g ö s t e r -
d e k u lla n ılır ].
m e y e k a l k m a İŞİ.
ﻣﺴﺎﻋﺪه ﻛﺎر
m ü sâ a d e -k â r
( a .f.b .z f) : u ysa l d av -
r a n a n , z o r l u k ç ı k a r m a y a n , h o ş g ö r ü s a h ib i,
ﻣﺼﺎدف
m ü s â d if
-(a.s.
s ı ı d û f 'd a n ) :
te sâ d ü f
e d e n , r a s t l a y a n , r a s t g e le n . m ü sâ a d e -k â rî
ﺳﺎ ﻋﺪه ﻛﺎر ى
( a .f .b . i .) : u y s a l d a v m üsâf
r a n m a , z o rlu k ç ık a r m a m a , h o ş g ö rü rlü k ,
ﻣﺴﺎف
-(a.i. m e s â f e 'n i n
c . ) : m e s â fe le r ,
u z a k l ı k la r . m ü s â a fe
ﻣﺴﺎ ﻋﻔﻪ
(a.i. a f v 'd e n ) . ( b k z : m ü s â a d e ,
ﻣ ﺼﺎﻓﺎت
m ü s â fâ t
m ü s â m a h a ), fr. to fe re n c e .
(a .s .) :
1 . b ir b ir in e
k ö tü
m u â m e le e t m e . 2 . h a s t a y ı t e d â v î e t m e , m üsâb
ﻣﺜﺎب
(a .s. s e v â b 'd a n ) : s e v a p k a z a n m ı ş ,
ﻣﺴﺎ ﻓﺮ ت
m iis â fe re t
sevap k a za n an .
(a .i. s e f e r 'd e n ) : 1 . s e y a h a t ,
y o lc u lu k . 2 . m is a fir lik , k o n u k lu k , m iis â b a k a
ﺳﺎﺑﻘ ﻪ
(a .i. s e b k 'd e n ) : b i r b i r i n d e n m ü s â fe re te n
il e r i o l m a y a , b i r b i r i n i g e ç m e y e ç a lı ş m a , m ü sâb ak at
ﻣﺴﺎﺑﻘﺖ
m iis â fir
( a .i.) : y a r ış , y a r ış m a ,
1. m iis â b e re t
ﻣﺜﺎﺑﺮت
(a .i. s a b r 'd a n ) : 1 . d e v a m l ı ,
sü re k li o la r a k u g r a ş m a . 2 . b ir ş e y y a p m a y a h e m e n g i r i ş m e , ( b k z : m ü b â d e r e t) .
ﺳﺎﺑ ﻖ
m ü s â b ık
ﺳﻌﺪ
( a . s . ) : i s 'â d
e d i lm i ş ,
b a h t iy a r ,
ﻣﺼﺎدﻓﺖ
،
ﻣﺼﺎدﻓﻪ
(a.i.
ﻣﺼﺎدﻣﺎت
(a.i. m i i s â d e m e 'n i n c . ) :
ç a rp ış m a la r, to k u ş m a la r,
ﻣﺼﺎدﻣﻪ
m iis â d e m e
(a.s.
s a d m 'd e n .
c .:
rin e ç a rp m a .
m a.
k o m şu ya
g id e n
k im s e .
4 . hek.
gözün
s a y d a m ta b a k a s ın d a h e r h a n g i b ir se b e p te n
m ü s â fir -h â n e
ﺳ ﺎ ﻓﺮﺧﺎ ﻧﻪ
( a .f .b . i .) : 1 . y o l c u k o -
ﺳﺎﻓﺮﻳ ﻦ
m ü s â fir în
(a.i. s e fe r 'd e n . m i i s â f i r 'i n
m iis â fir-p e r v e r
ﻣﺴﺎﻓﺮﻳﺮور
(a .f.b .s .) : k o n u k s e -
m üsâg
ﻣﺴﺎغ
(a .s. s e v g 'd e n ) : İ s â g a o l u n m u ş ,
b o ğ a z d a n k o la y lık la g e ç ir ilm iş , k o la y y u -
m üsâg
ﻣﺼﺎغ
(a.i. İ s â g a 'd a n ) : a k ı t ı lm ı ş , k a l ı b a
d ö k ü l m ü ş o la n .
m ü s â d e m e -i
s e fâ in :
h a k ik a t
g e m i le r i n
ç a rp m a s ı.
m ü sâ d e m e -i
e flc â r d a n
ç ı k a r ." ( N . K e m â l ) : h a k i k a t ş i m ş e ğ i , İ ıa k ik a t i n ış ı ğ ı , f i k i r l e r i n ç a r p ı ş m a s ı n d a n ç ık a r .
m iis â h e le
ﺳﺎ ﻫﻠﻪ
u y s a llık 3.
ﻣﻌﺎد را ت
(a .i.
s ı ı d û r 'd a n .
m i i s â d e r e 'n i n c . ) : m iis â d e r e le r , y a s a k ş e y le r in k a n u n a u y g u n o la r a k a lın m a la r ı, * z o -
2 . k o la y lık
g ö ste rm e .
k o la y sa n m a .
ve u y s a llık 3.
(a.i. s e h l 'd e n ) : 1 . i n c e l i k v e
g ö ste rm e .
m ü s â h e le -k â r
2 . s i l â h lı ç a r p ı ş m a .
ﻣﺴﺎﻫﻠﻪ ﻛﺎر g ö ste re n .
(a .f.b .s .) : 1 . in c e lik 2 . k o la y lık g ö ste re n .
k o la y sa n a n .
m ü s â h e le -k â r-â n e
ﻛﺎراﻧﻪ
ﻣﺴﺎﻫﻠﻪ
( a .f.z f.):
n e z â k e t v e u y s a l l ı k g ö s t e r e n e y a r a ş ı r y o ld a ,
r a lım la n . m iis â d e r e
b ir in in
t ü lm ü ş .
m iis â d e m e -i b a h r i c e : a s k . d e n iz d e ç a r p ış -
m ü sâd erât
s ır a s ın d a
ver.
m ü s â d e m â t ) : 1 . ç a r p ı ş m a , t o k u ş m a , b ir b i-
"B â rik a -İ
2 . y o lc u lu k
e v in e in e n k o n u k , ( b k z : m ih m â n , d a y f).
c . ) : 1 . y o l c u la r . 2 . m i s a f i r l e r , k o n u k l a r ,
s ı ı d û f 'd a n ) : t e s â d i i f e t m e , r a s t g e lm e . m ü sâd em ât
ü s -s e b îl) .
n a g ı, o te l. 2 . m e c . (b u ) d ü n y â ,
m e s 'u t , m u t l u k ı l ı n m ı ş . m iis â d e fe , m ü s â d e fe t
(a .i. s e fe r 'd e n . c .: m ü s â f i r î n ) :
d o l a y ı m e y d a n a g e le n b e y a z le k e ,
y a r ı ş ç ı , m i i s â b a k a y a k a t ı la n k i m s e , m ü s 'a d
ﻣﺴﺎﻓﺮ
( a . z f . ) : m i s a f i r o la r a k ,
m i s â f i r , y o l d a n g e le n , y o l c u , ( b k z : ib n -
3.
(a.s. v e i. s e b k 'd e n ) : y a r ı ş a n ,
ﺳﺎﻓﺮ ق
ﻣﺼﺎدره
(a .i.
s ı ı d û r 'd a n .
c .:
m ü s â d e r â t ) : 1 . T a n z i m a t 't a n O n c e .h e r h a n g i
m ü s â h e n ıe m e.
ﻣﺴﺎﻫﻤﻪ
(a .i. s e h m 'd e n ) : k u r 'a ç e k -
mösânâ. m ü sâ h e re
ﺳﺎ ﻫﺮه
(a .i. s e h e r 'd e n ) : g e c e u y u y a -
ﺳﺨﻦ
(a .s. s a h a n v e s ı ı h û n e t 'd e n ) :
ﺳﺤﺮ
(a .s. s i h r v e s e h h a r 'd a n ) : b i i -
y ü l e n m i ş , b ü y ü l ü ; b ü y ü ile a ld a n m ı ş ,
m iis a h h a r
ﺳﺨﺮ
o lu n m u ş,
(a .s. s i h r i y y 'd e n ) : 1 . t e s h i r
e ld e
e d i lm i ş ,
e le
g e ç ir ilm iş .
2 . t u t k u n , İtâ a t e t m iş , b o y u n e ğ m i ş . 3. h u k . V e k îl- İ m ü s a h h a r : m a z n u n
(s a n ık )
İ ç in
m a h k e m e c e t â y in o lu n a n a v u k a t.
ele g e ç ir e n . (a.s. s e h m 'd e n ) : k u r 'a a ta n ,
k u r 'a ç e k e n .
(a.s.
s ü û d 'd a n ) :
1. y a r d im
eden. 2 . elverişli, u y g u n , ( b k z : m u v â fık ). eden,
3. m ü s â a d e
iz in
veren .
G a y r-İ
m ü s â i d : e lv e r iş s iz ; m ü s â a d e v e r m e y e n . m ü s â if
- ( a . s . ) : m ü s â a f e e d e n , İş b it ir e n ,
ﻣﺴﺎﻗﺎت
("k a "
uzun
o k u n u r,
a .i.
s e v k 'd e n ) : file, m e y v a s m ı n b i r k ı s m ı n ı a lm a k ş a r tıy la b ir b a ğ ı v e y â a ğ a ç la r ı b ir in e verm e.
m iis â k a ta 2.
( a .f .b . i .) : b a r ı ş
m ü s â le b e
ﺳﺎ ب
m ü s â le fe
ﺳﺎﻟﻐﻪ
(a .i. s e l b 'd e n ) : y a ğ m a , t a la n , (a .i. s e l e f d e n ) : 1 . b i r i y l e b i r li k -
te s e y r e t m e . 2 . b i r m e s 'e le d e b e r â b e r le ş m e .
3.
b i r i n e y o l a r k a d a ş ı o l m a . 4 . ile r i g e ç m e ,
ile r id e , ö n d e b u l u n m a [b ir in d e n ) ,
m ü s â le m e , m iis â le m e t
ﺳﺎﻟ ﻤ ﺖ
،
ﺳﺎﻟﻤ ﻪ
(a. i.
r ı ş ı k l ı k . ( b k z : m ü s â l â h a ) ؛.
ﻣ ﺎ ﻟﻤﺘﻜﺎر
( a .f.s .) : b a rış ç ı,
ﺳﺎﻟ ﻤ ﺖ اﺳﻠﻮب
m ü s â le m e t-ü s lû b
( a .b .s .) : b a -
ﻣﺴﺎﻗﻄﻪ
m U s â lif
(a .s. s e l e f d e n ) : 1 . b i r i y l e b e r â b e r
s e y r e d e n . 2 . b e r â b e r o la n , b e r â b e r le ş e n [b ir
٠ile r d e ,
İ ş d e -]. 3 . y o l a r k a d a ş ı. 4
ö n d e b u lu -
n a n [b ir in d e n -].
u y g u n lu k g ö ste re n .
m iis â k a t
(b k z :
rışse v e rc e , b a r ış ç ıy a y a r a ş ır y o ld a .
ﻣﺴﺎﻋﺪ
m ü s â id
ﻣﺼﺎﻟﺤﻪ ﻧﺎﻣﻪ
m ü s â lâ h a - n â m e
m ü s â le m e t-k â r
ﻣﺴﺎﻫﻢ
g ü v e n lik ,
s i l m 'd e n ) : b a r ı ş İ ç in d e o l m a , b a r ı ş lı k , b a -
m i i s a h h i r - (a.s. s i h r i y y 'd e n ) : t e s h ir e d e n ,
m ü s â h im
2 . b a r ış ,
a n d la ş m a s ı.
t e s h i n e d i lm i ş , ı s ı t ı l m ı ş , k ı z d ı r ı l m ı ş ,
m üsahhar
a n tla ş m a s ı.
m ü s â le m e t ) .
m a y ıp u y a n ık d u rm a .
m üsahhan
rış
(a .i. s u k u t 'd a n ) : 1 . d ü ş ü r m e .
p e y d e rp e y d ü şü rm e ,
m ü s â lih
ﻣ ﻌﺎ ﻟﺢ
(a .s. s u lh 'd e n ) . ( b k z : m u s â lih ) .
ﺳﺎ ﻣ ﺤﻪ
m üsâm aha
(a.i.
s e m â h a t 'd e n .
c .:
m ü s â m a h a t ) : 1 . g ö r m e m e z l i ğ e g e lm e , g ö z yum m a, 3.
hoş
g ö rm e .
2 . a ld ı r ı ş
e tm e m e .
s a v s a k la m a .
m ü sâm ah a-k âr
ﺳﺎ ﻣ ﺤ ﻪ ﻛﺎر
( a .f .b . s .) : 1 . g ö r -
m e z li g e g e le n , g ö z y u m a n , h o ş g ö r e n . 2 . a ld ı r ı ş e t m e y e n . 3 . s a v s a k la y a n ,
m iis a k k a b m üsakkaf
ﺷﻘ ﺐ
(a.s.). ( b k z : m u s a k k a b ) .
ﺳﻘ ﻒ
(a .s.
sa k fd a n .
m ü sâ m a h a -k â r-â n e c .:
1.
m ü s a k k a t â t ) : t a s k i f e d i lm i ş , t a v a n l a n m ı ş ,
gö re re k .
ü s t ü t a v a n l a ö r t ü l m ü ş , t a v a m , d a m ı o la n .
yarak .
m ü s a k k a f â ^ ^ ( a . s . s a k f d a n .m ü s a k k a f in c . ) : m ü s a k k a f o la n , ü z e r i d a m ile ö r t ü l ü o l a n y e r le r : [ev, h a n , d ü k k â n ., g ib i],
m iis a k k a l
ﻣﺘﻌﻞ
(a .s. S ik a l v e S i k l e t 'd e n ) : a ğ ı r -
la n d ır ılm ış , a ğ ır la n d ır ıla n ,
m iis a k k ıl
ﻣﺘﻌﻞ
(a .s. s i k l e t 'd e n ) : s a k i l k ı l a n ,
a ğ ır la ş tır a n .
m iis a k k ib
ﻣﻔﻘﺐ
ﻣﺴﺎﻣﺤﻪ
(a .f.z f.):
2 . a ld ı r ı ş
e t m e y e r e k . 3 . s a v s a k la -
ﺳﺎ ﻣ ﺤﺎ ت
m üsâm ahât
(a .i.
s e m â h a t 'd e n .
m ü s â m a h a 'n ı n c . ) : g ö z y u m m a l a r , h o ş g ö r m e le r , a l d ı r ı ş e t m e m e le r ,
m ü sâ m e râ t
ﻣﺴﺎﻣﺮات
(a.i. m ü s â m e r e 'n i n
c.) :
a k ş a m , g e c e t o p l a n t ı l a r ı , e ğ le n c e le r i,
m ü sâ m e re
ﻣﺴﺎﻣﺮه
(a.i.
s e m r 'd e n
c .:
m ü s â m e r â t ) : 1 . a k ş a m , g e c e t o p la n t ıs ı, e ğ (a .s. s a k b 'd a n ) : t e s k ib e d e n ,
le n c e s i.
2 . o k u ll a r d a
t a le b e le r
ta r a fın d a n
o y n a n p iy e s.
d e le n , m üsâl
ﻛﺎراﻧﻪ
g ö r m e m e z l i ğ e g e le r e k , g ö z y u m a r a k , h o ş
( a . i . ) : s a k a l, ( b k z : lih y e ).
m ü s â l a h a ^ ^ (a.i. s u l h 'd e n . c. :m ü s â l a h â t ) : 1 . b a r ı ş m a , u z la ş m a . A k d - İ m i i s â l a h a : b a -
m ü s â m ih
ﺳﺎ ﻣ ﺢ
(a.s. s e m â h a t 'd e n ) : g ö z y u -
m a n , h o ş g ö r e n , a ld ı r ı ş e t m e y e n , m üsân ât
ﺳﺎﻧﺎ ت
(a.i.) : y ı l l ı k İş g ö r m e .
863
miisânede, miisânedet
ﺳﺎ د ت
m iis â n e d e , m iis â n e d e t
،
ﺳﺎﻧ ﺪ ه
(a. i.) :
ﺳﺎﻧ ﺤ ﻪ
m iis â n e h a
(a.i.
s ü n û h 'd a n ) :
s â n ih
ﻣﺴﺎﻧﻬﻪ
m iis â ra a t
ﺳﺎ ر ﻋ ﺖ
(a.i.). (b k z : m ü sân ât). (a.i. s iir 'a t'd e n ): 1. siir'at v e
ﻣﺴﺎرﻋﺔ
( a .z f .) : siir'atli, acele ola-
ﻣﺴﺎرﻗﻪ
m iis â ra k a
(a.i. sirlcat'den). (b k z : m ü sa -
m ü s b it
( ﻣ ﺴﺒ ﺖa .i.) : y a r a v e h a s ta lık ta n d o la y ı
( a .s .) : İsbâg ed ici, ta m a m la y ıc ı.
m iis b it, m iis b ite
ﻣﺜﺒﺘﻪ، ( ﺷ ﺒ ﺖa.s. s ü b û t 'd a n ) :
ﺳﺎ رﻗ ﺖ
m iis â r a k a t
(a.i.
s ir k a t 'd e n ) : ؟a lm a ,
h ırsız lık . (a.i.
setr'd en ) : 1. O rtiinm e.
ö rtm e. (a.i. se v iy y 'd e n ) : m ü sâ v îlik ,
e ş i t l i k , a y n i h a ld e v e d ereced e o lm a,
ﻣﺴﺎواة
m iis â v â t-p e r v e r
beş m ıs r â İlâve ed ilen gazel, kaside.
ﻣﺴﺒﻌﻪ
ﻣ ﺴﺎوا ت ﺑﺮور
ﻣﺴﺎوﻣﻪ
( a . f b . s . ) : *e şitliğ i
ﺳ ﺐ
m iis e b b e b
( ﺷﺒ ﺖa.s. s ü b û t 'd a n ) : tespit o lu n -
m u ş, sâbit k ılın m ış . m iis e b b ib
(a.s. s e v iy y 'd e n ) : 1 . *eşit, d en k,
b irin in ö te k in d e n fa rk s ız o la n ı, a y n i h a ld e v e d e re ce d e b u lu n a n . 2 . m a t . *eşit (=) işareti.
2.
ﺳﺒ ﺐ
(a.s. se b e b 'd en ) : 1 . seb eb o lan .
icâd ed en .
m ü s e b b î b 'ü l - e s b â b ,
m ü s e b b ib -i
h a k îk î:
C e n â b -ı H a k . m ü s e b b ib e
m ü s â v i 'ş - ş e k l : k i m . *e şb içim li, f r . i s o m o r p -
(a.s. s e b e b 'd e n ) : se b e b o lu n a -
ra k m e y d a n a getirilen . m iis e b b e t
(a.i. s e v m 'd e n ) : p a z a r lık
etm e.
ﺳﺎ و ى
( a .i.) : 1. y e d i kere o lcu n m a-
si gereken duâ. 2 . s. [m ü se b b a 'n m m ü en .]. ( b k z : m ü sebba').
( a .z f .) : m ü s â v î, *eşit o la ra k ,
seven , *e şitlik isteyen . m iis â v e m e
(a.s. seb 'd en ) : 1 . y e d ili, y e d i
f r . h e p t a g o n e . 3 . e d . h er b e y tin e a y n i v e -
m iis e b b a a
ﻣﺴﺎوا ت
m ü sâv âte n
ﺳﻊ
k ış ım d a n m e y d a n a gelen. 2 . g e o . y e d ig e n , zin d e v e tek s a y ılı m ısra iy le a y n i k a fiy e d e
ﻣﺴﺎﺗﺮه
m ü sâ te re
m ü sâvât
v e s i k a o la b ilir k âğ ıtlar. m iis e b b a '
ralcat).
m üsâvî
ﺳﺦ
İs b â t ed ici, eden. E v r â k - 1 m i i s b i t e : delil,
rak.
2.
m iis b ig
pelc h a lsiz k a la n .
acele etm e. 2 . teşeb b ü s, g irişm e , m ü sâraa ten
m i i s b e t a d e d : m a t . * a rtı sayı, m i i s b e t c i h e t : a s t r . p o z it if y ö n .
o lm a , a k la , h a tır a gelm e, m üsân eh e
gerçek, d o ğ ru , y a r a r lı o la n ı y a p a n v e y a a ra yan.
y a r d im etm e, a rk a ؟ik m a .
٠س
( a .s .) : [“m ü s e b b ib " in m ü en .].
( b k z : m ü sebbib).
he. m ü s â v îm
ﻣﺴﺎوم
m iis e b b ih
(a.s. s e v m 'd e n ) : s ık ı p a z a r lık
eden. b i 'n - n a z a r : h u k .
[eskiden]
g ö r-
m e k v e y â g ö ste rm e k iizere a ld ığ ı m a il g ö -
eden,
su b h â n a lla h
tü re n k im se .
m e k ü z e re a ld ığ ı m a il g ö tü re n k im se ,
ﻣﺴﺎﻳﻐﻪ
ﺳﺒ ﺤﻪ
( a .i.) : 1 . şa h a d e t p a rm a ğ ı,
(a.i. s e y f d e n ) : b irb irin e lcılı؟
ﺳﺎﻳﺮه
ﺳﺒ ﺤﺎ ن
o lm a [b irin e].
ﻣﺜﺒﺘﻪ،
e d ilm iş,
*o lu m lu .
3 . f iz .,
ﻣﺜﺒﺖ
d elil m at.
(a.s. s ü b û t 'd a n ) :
g ö ste rilm iş. p o z it if
m iis e b b ih 'in
c.) :
m ü s e b b i h â n - 1 m e l e i 'l - a 'l â : m elekler, m iis e b b ih -â n e
1 . tesbit
(a.s.
tesbih edenler, s u b h â n a lla h d iyen ler. m ü s e b b i h â n - 1 f e l e k : m elekler.
(a.i. s e y r 'd e n ) : y o l a rk a d a şı
m iis b e t, m ü s b e te
in m üen .]. (b k z : m iisebb ih ). m iis e b b ih â n
؟ek m e, b irb ir in e k ılıç la v u r m a , m iis â y e r e
m iis e b b ih a
sa g elin ik in c i p a rm a ğ ı. 2 . s. [“m U se b b ih ”
m ü s â v î m b i ' ş - ş i r â : h u k . [eskiden] iştirâ et-
fr.
2 . g r.
p o s itif.
U l û m - ı m i i s b e t e : p o z it if ilim ler. 4 . m e c .
864
(a.s. sebh v e sib â h e t'd en c.:
d iyen .
m ü s â v îm
m ü s â y e fe
ﺳﺒ ﺢ
m ü s e b b ih â n ) : tesb ih
( ﺳ ﺒ ﺤ ﺎ ﻧ ﻪa.f.zf.) : te sb ih ederek,
su b h â n a lla h d iy e re k ؛su b h â n a lla h d iyen e y a ra ş ır yo ld a. m iis e b b ih în
ﻣﺴﺒﺤﻴﻦ
( b k z : m iiseb b ih ân ).
(a.i.
m iis e b b ih 'in
c .) :
müselles- ؛؛ ؛mâlî
ﻣﺸﺖ
m iis e b b it
(a.s. sü b û t'd a n ) : tesbit ed ici,
sâbit k ıla n , d e v a m lı k ıla n ,
m ü s e llâ h ,
m ü s e llâ h a
s ü â h 'd a n ) :
m i i s e b b i t i i 'l - l e v n : k i m . m o rd a n , fr . m o r -
ﻣﺜﺒﺘﺎت
m iis e b b itâ t
(a.i.c.) : d o n d u ru c u , u y u ş t u -
m iis e b b ite
ﺗﻪ١ﻣﺚ
(a.s.) : [“ m ü se b b it" in m iien ].
m iis e c c a a
s ilâ h lı
s u lh ,
(a.s.
K uvâS u lh -İ
s ilâ h la n a r a k
ﻣﺴﻠﺤﺄ
(a .z f.
s i l â h 'd a n ) :
s i l â h lı
olarak. m ü s e l l e m - (a .s. s e lm 'd e n . c . : m ü s e lle m â t ) :
(b k z : m iisebbit).
m i i s e c c a ’,
ﻣﺴﻠﺢ
m u h â f a z a e d ile n s u lh . m iis e lla h a n
ru c u , b a y ıltıc ı İlâçlar.
،
s ilâ h lı .
y i m i i s e l l a h a : s i l â h lı k u v v e t l e r . m iis e llâ h :
d a n t.
ﻣﺴﻠﺤﻪ
s il â h la n m ı ş ,
-
ﺳﺠﻊ
،
1. t e s lim e d i lm i ş , v e r i l m i ş . 2 . s u g ö t ü r m e z , (a.s.
sec'd en) : e d . s e c ile n d ir ilm iş , c ü m le le rin in
d o ğ r u l u ğ u , g e r ç e k l i ğ i h e r k e s ç e k a b û l e d i lm i ş o la n .
s o n u ,k a fiy e li o lan [söz, n esir]. İ b â r e - i m i i -
m iis e lle m â n
s e c c a a : se c i'li, k a fiy e li söz. m i is e c c e l,
m i is e c c e le
ﻣﺴﺠﻠﻪ
ﻣﺴﺠﻞ
،
2. m ahkem e
d e fte rin e g e ç iril-
m iş. V u k u â t- 1 m ü s e c c e l e : sicile, m a h k e m e d efterin e g e ç irilm iş v u k u a t.
ﻫ ﺴ ﺠﻞ
m iis e c c il
(a.s. se cl'd e n ) : 1. te sc il ed en ,
ne geçiren .
(a.s. siid s'd en ) : 1. tesd is e d il-
m iş, a ltıy a ç ık a rılm ış . 2 . altı k ış ım d a n m e y d a n a gelm iş. 3. g e o . *altıgen , f r . h e x a g o n e , m iis e d d e s -i m u n t a z a m : g e o . d ü z g ü n *a l-
fr . h e x a g o n e r é g u l i e r .
4 . ed. her
k ıt'a sm d a altı m ıs râ b u lu n u r, ilk k ıt'a n ın m ıs r â la r ı a ra la r ın d a k a fiy e li olup, d ig e r k it'a la rd a ise ilk d ö rt m ısra ' a ra la rın d a , so n ik isi ise ilk k ıt'a ile k a fiy e lid ir,
h e r k it'a d a -n a k a ra t h â lin d e - a yn e n te k ra r
m e y d a n d a o l a n m e s e le le r ,
ﺳ ﻚ
m ü s e lle m in -
(a.i.) : y a r d ı m c ı t e o r e m , (a.i. s e lm 'd e n ) : t a r . v e r g i -
d e n a f f e d i l m i ş a c e m i a s k e rle r,
ﺷﻠ ﺚ
(a .s. s e lâ s e 'd e n ) : 1. ü ç le ş t ir ile n ,
ü ç lü , ü ç . İ t t i f â k - 1 m ü s e l l e s ( ü ç lü p a k t ) : b i -
t u r y a - M a c a r is ta n , İta ly a a r a s ın d a k i a n la ş m a . 2. i. ü ç k e r e t a s f i y e o l u n a r a k ç e k i l m i ş b i r c i n s ş a r a p . 3 ٠i. g e o . * ü ç g e n , f r . t r i a n g l e .
4 . m ü z . ü ç m ı s r â l ı g ü f t e . 5. i. g .s. b i r y a z ı s it ili.
m ü s e l l e s - i ü a d d ü 'z - z â v i y e : g e o . * d a r a ç ı lı *ü çg en .
m ü s e l l e s - i k a i n ı ü 'z - z â v i y e (“ k a ” u z u n o k u n u r ) : g e o . d i k * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e r e c t a n g -
m ü s e lle s -i k ü r e v î : g eo. *k ü re se l *ü çgen , m i i s e l l e s - i m u h i : a n a t . b e y i n * ü ç g e n i , fr. tr ig o n e c é ré b ra l.
ed ilen m ü sed d es. (a.s. siid s'd en ) : ["m ü se d d e s''
in m ü en .]. (b k z : m ü sed d es). m ü s e d d i d ^ (a.s. se d â d 'd a n ) : 1. tesd id ed en , d o ğ ru lta n ,
s e lm 'd e n .
le.
m ü s e d d e s -i m ü k e r r e r : ed . son ik i m ıs r â ı
m ü sed d ese ﻣ ﺪ ﻷ
(a .i.c . :
r in c i d ü n y â h a r b in e k a d a r A lm a n y a , A v u s -
u z u n lu ğ u n a d o ğ ru ltu lm u ş,
tigen ,
ﺳﻠ ﻤﺎ ت
m ü s e l l e m 'i n c.) : u m û m i y e t le k a b û l e d i lm i ş ,
m ü s e lle s
m ü s e d d e d ۵^ ( a .s . s e d â d 'd a n ) : t e s d î d e d ü m i ş ,
ﻣﺴﺪ س
m ü s e lle m â t
m ü s e lle m e
sicile, d eftere geçiren . 2 . m a h k e m e d e fte ri-
m ü sed d es
(a.i. s e lm 'd e n ) : y e n i ç e r i
(a.s.
secl'd en ) : 1. te scil e d ilm iş, sicile, d eftere g e ç irilm iş.
ﻣﺴﻠﻤﺎن
d e v r i n d e , y o l iş le r iy le v a z i f e l i o l a n a sk e r,
d o gru
y o la
sevk ed en .
m ü s e l l e s - i m u h t e l i f ü l - a d l â ' : g e o . ç e ş it k e n a r * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e s c a lè n e . m ü s e l l e s - i m ü n f e r i c i i 'z - z â v i y e ؛g e o . g e n iş * a ç ı l ı * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e o b t u s a n g l e .
2 . (sed d 'd en ) : tık a y a n , se d v e b iige t y a p a n .
m ü s e ll e s - i m ü s te v i : g e o . *d ü z le m *ü ç g e n ,
3 . tık a n m ış , sed v e b ü ğ e t y a p ılm ış , (b k z :
m ü s e l l e s - i m ü t e s â v i '1 - a d l a ' : g e o . * e ş k e n a r
m esd û d ).
m ü s e k k in , m iis e k k in e
* ü ç g e n , fr . t r i a n g l e é q u i l a t é r a l ,
ﻣﺴﻜﻔﻪ
،
( ﻣ ﺴﻜ ﻦa.s.
sü k û n 'd a n ) : teslcin ed ici, u y u ş tu r u c u , y a tış tır ıc ı [ilâç]. E d v iy e - i m i is e lc k i n e : te sk in ed ici, u y u ş t u r u c u İlâçlar.
m i i s e l l e s - i m ü t e s â v î 's - s â k a y n ؛g e o . * i k i z k e n a r * ü ç g e n , f r . t r i a n g l e is o c è le ,
m iis e lle s -i ş im â lî : a s tr. k u z e y y a r ım k ü r e s in d e b u l u n a n ü ç p a r la k y i l d i z d a n m e y d a n a
865
müseHesü'r-re's gelen bir y ıld ız küm esi, lât. tria n g u lu m ; fr.
kırşılığında
T ria n g le B aurCal.
m ısrâlı bendlerden m üteşekkil nazım ,
m üseU esü'r-re's : zool. A m erik a'd a yaşayan zehirli ve başı ü ؟köşe olan bir yılan,
satılm ış
ﻣﺜﻤﻨﻪ
m iisem m en e
(a.s.
şey.
5. ed.
sekizer
[('müsemmen'
in
miien.]. ( b k z : müsemmen).
m ü selles m u v â z e n e si: jeo d ., top. tek bir *üçgenin
Öİ ؟Ü h atâlarım
giderm ek
İ ؟in
ﻣﻐﻠﺜﺎت
m iisellesât
(a .i.c.): m at. trigonom etri,
ﻣﺜﻠﺜﻪ
(a .s.): [“m üselles'in müen.).
( ﻣﻐﻠﻔﻪa .i.): kim .
oksijen, hidrojen ve
ﻫﺜﻠﺜﻰ
(a .s.): müselles, üçgen bi ؟i-
m inde olan.
veren. 2.. i. [vaktiyle) m ülkiye kaym akam -
m iisen n â : iki noktalı t ( 4
m iisen n âiyy et
(a.s.) : 1. ü ؟parçaya bölen, ü؟
parçaya ayıran, ü ؟e bölen. 2 . i. H z. Ebubekir, Ö m er ve O sm an'ı halife kabul edip de H z. Â lî'n in halifeliğini reddeden M üslüm an. 3. i. teslis'i kabul eden H ıristiyan.
ﻣﺴﻠﺴﻠﻪ
1. teselsül
،
eden,
ﻣ ﺴﻠ ﺴ ﻞ
zincirlem e,
2. i. ed. bütün m ısrâları kafiyeli m anzûm e. İ- g. S. b ir y a z ı sitili.
ﺳﻠ ﻸ ﻣﺴﻤﺎ
،
ﻣﺴﻤﻰ
(a.s.
sem v
ve
sü m iiv v 'd e n ): 1. tesm iye olunan, bir ism i olan, adlanm ış, adil, ( b k z : benâm ). B Îm ü s e m m â : isim lendirdiği şey m evcut olm ayan. 2. m u ayyan , belirli [zaman], m ü sem m â b i 'n - n a k i z : adıyla, hâli ve harelcetleri arasında tezad olan. B î-m ü se m m â : adsız, bilinm eyen. E ce l-İ m ü s e m m â : eceliyle gelen, n orm al ölüm, m iisem m en
ﻫﺜﻤﻦ
(a.s.
(a.s. müsennâ^'ün c . ) : iki nok-
ﻣﺘﺎ ت
(a .i.c .: m üsenneyyât).: su
bentlerinin, arkların ın kenarı,
ﻣ ﺴﺪه
m iisen ned e
(a.i. se n ed 'd en ): 1. arka yas-
tığı. 2 . arkaya dayanılacak yer.
ﻫﺴﻐﻢ
m iisen nem
m iisen n eyyât
(a .s.): 1. ev ؟atisi şeklinde
se m n 'd e n ): 1. sekiz
renkli. 2 . sekizli, sekiz parpadan m eydana gelen. 3 . geo. sekizgen, fr. octogone. 4 ٠fık . kıym et biçilm iş veyâ biçilen kıym et
ﺳﺒﺎ ت
(a.i. m iisennât'm c . ) : su
bentlerinin, arkların kenarları,
ﻣﺴﺮح
m iiserrah
(a .s.): tesrih edilm iş, boşan-
m ış, bırakılm ış, (bkz : tatlik). m iiserrec
(a.zf. silsile'd en ): teselsül
ederek, zincirlem e, birbirine bağlı olarak, m ü sem m â
(a .i.): fels. ik ili *bölü.
tali t ( )ة. (bkz : m üsennâ 3).
ardı ardına. İb â r e -i m iiselsele : araları ke-
3.
.( ؛. i. g. s. bir yazı
kedilm iş olan. (a.s.
silmeden, zincirlem e giden İbâre, cümle.
m iiselselen
gel-
olan. 2 . kabartm a, kab artm alı olarak hale-
M ü seİm â n ( ﻣ ﺴ ﻠ ﻤ ﺎ نf.i.). (bkz : M üslim ), m üselsel, m iiselsele
ﺷﻨﺎﺑ ﺖ
ﻣﻔﺎ ت
m iisen nât
ünvan.
silsile'd en ):
m eydana
tali harfin sıfatı. T â -i m iis e n n â t: ik i nok-
İarına ve nâhiye m üdürlerine verilen bir
ﻣﺜﻠﺚ
iki kışım dan
miş. 2. i. gr. iki şahsa veyâ ik i şeye delâlet
m iisen nât
m iisellim ( ﻣ ﺴ ﻠ ﻢa.s. selm 'd en ): 1. teslim eden,
m iisellis
(a.s. isn e y n 'd e n ): 1. iki kat, iki
ikili,
sitili.
karbondan olm a nesne, m ü sellesi
sem m 'd en ): zehirleyici,
eden kelime. 3. i. gr. iki noktalı harf. T â -i
( b k z : müselles). m ü sellese
ﻫﺸﻰ
m iisen n â katli,
fr. trigonom C trie. m ü sellese
( ﻣﺴﻤﻢa.i.
m iisem m im agulayan.
tatbik edilen hesap sistemi,
ر ج
(a.s. sere'd e n ): tesric edilm iş,
eyer vu ru lm u ş, eyerlenm iş, eyerli. E sb -İ m iiserrec
٠eyerli at.
ﻣﺴﺮﺟﻪ
m ü serrece
(a.s. sere'd e n ): [“ m Userrec"
in müen.b (bkz : mUserrec). m iiserrer
ص
m iiserri'
ر ع
(a .i.): bot. göbekli bitki, (a.s. sür'at'den) : tesri' eden,
siir'atlendiren. m ü sev ved ât
ﻣﺴﻮدات
(a.i.
sevvâd 'd an .
m iisevvede'nin c.). (bkz : müsveddât). m ü se ٣ ede
ﺳ ﻮده
(a .i
.seved'den.
c .;
m iisevvedât). ( b k z : müsvedde), m iisev veg
و غ٠(سa.s.
sevveg'den. c . : m ü sevve-
g a t ) : izin verilm iş, râzı olunmuş.
Müsl'ımânân m ü sevvegat
ﺳ ﻮ ﻏﺎ ت
(“ g a " u z u n o k u n u r, a. s.
m iis e v v e g 'in c . ) : iz in v e rilm iş, râ z ı o lu n m u ş şeyler. m iis e v v e g a t -ı ş e r 'i y y e : k a sırla ra
ait
m ü 's î ( ﻫ ﺆ سa .s .) : k e d e rli k im s e y i a v u ta n .
m üsî
m a l-
la r m v a sile ri; y e tim le re âit v e y a m ir i a ra -
ﻣﻌﺪ
m ü s 'i d
s u 'd a n ) : İsâet ed en , k ö tü lü k te
(a.s. s a 'd 'd e n ) : İs'âd ed en , b a h tiy a r
ed en , m e s'u d , m u tlu k ıla n .
ziye d a h il m e n k u l v e y a g a y r im e n k u lle rin h a z în e ce sa tılm a sı v e y a te m lik in in şe ria tça
ﻋﻰ٠ (a.s.
b u lu n a n .
ﺳ ﻞ٠م
(a.s. s e y e la n 'd a n ) : İsâle ed en , a k ı-
m ü s in n ض
(a.s. s in n 'd e n ) : y a ş lı, g e çk in , k ٠ -
m ü s îl
u y g u n g ö r ü ld ü ğ ü se k iz d u ru m , [b u te m lik ,
ta n .
te m lik -i s a h ih ile y a p ılır], m iis e v v e m ( ﺳ ﻮ مa.s. s e v v e m 'd e n ) : 1 . n iş a n ile
c a m ıç , ih tiya r.
n işa n lı. 2 . süslü. m ü s e w e r j۶
(a.s. s û r 'd a n ) : e tr â fm a sur, d u -
m ü s i n n e ( ﻣ ﺴﻴﻪa.s. s in n 'd e n ) : ["m iisin n ” in m ü en .l. ( b k z : m ü sin n ).
v a r çek ilm iş. m iis e v v e r e ﺳ ﻮ ر ه
(a.s. sû r'd a n ) : ["m ü s e v v e r "
m ü s k ıtâ t-1 h u d û d ط ^ و د
in m ü en .]. (b k z : m ü se v ve r).
ﻣ ﺴ ﻮد
m ü s e v v id
(a.s.
se v e d 'd e n .
c .:
m ü s k ıtâ t-1 k ıs â s
la m a , ta sla k y a p a n .
ﺳ ﻮده
m ü s k ir
(a.s.) :
["m ü s e v v id "
س.ﺳ ﻮ د
( a .it .) : f ı k . g e -
ﻫﺴﻜﺮ
(a.s. s e k r 'd e n ) : İsk â r eden, sa r-
h a r â m : b ü tü n m ü s k ir o lan , sa rh o ş ed ici
(a.s. m ü s e v v id ' in
şe y le r h a ra m d ır.
c.) :
tesvid ed en le r, m ü sve d d e , k a ra la m a , ta sla k
m ü s k irâ t
y a p a n la r.
ﻣ ﺴﻜﺮا ت
(a.s. s e k r 'd e n ) : sa rh o ş eden,
sa rh o şlu k v e re n şeyler.
m ü s e w if۶
-(a .s .s e v f'd e n .c . :m iis e v v ifin ) :
m iis k ire
g e cik tiren , atlatan , sa v sa k la ya n , m ü s e v v if in , m ii s e v v i f û n m ii s e v v i f i n
ﺳﻮﻓﻮن
،
c . ) : gecik tiren le r,
ﺳﻜﺮه
ﻣﺴﻮﻓﻴﻦ
(a.s.
m iis k it
atlatan lar,
[“m ü s k ir "
in
m ü en .h
ﺳﻜ ﺖ
(a.s. s ü k û t 'd a n ) : İskât eden,
su stu ra n , su s tu ru c u . C e v â b -1 m i i s k i t : su s-
sa v sa k la y a n la r. H e l e k e 'l - m ü s e v v i f û n : at-
ﻣﺴﺐ
(a.s.
(b k z :m ü s k ir ).
t u r u c u c evap .
la tm a c ıla r h e lâ k b u ld u .(h a d is). m iis e y y e b
ﻣﺴﻘﻄﺎ ط ﻗﻤﺎ ص
h o ş eden, sa rh o ş lu k v eren . K ü l l ü m ü s k i r i n
in
m iien .]. ( b k z : m ü se v v id ). m ü s e v v id i n
( a .it .) : f ı k . h a d
rek e n b ir k ıs a s ı ısk at v e İzâle ed en sebepler.
m ü s e v v i d i n ) : tesvid e d e n , m ü sve d d e , k a ra -
m ü s e v v id e
ﺳﻘ ﻄﺎ
c e z â la r m ı ısk a t v e İzâle ed en sebepler.
n ıü s k it-â n e
ﺳ ﻜﺂ ﻷ
( a .f.z f.) : su stu ru rc a sın a .
(a.s. s e y b 'd e n ) : te se y y ü b e d e n ,
m iis k ite
tenbel, ü şen gen , ih m a lc i,
ﺳﻜﺘ ﻪ
(a.s. s ü k û t 'd a n ) : [“ m ü s k it” in
m iien .]. ( b k z : m ü skit). m ü se y y e b -â ü e ﺳ ﺠ ﺠﺎ ﻧ ﻪ
( a .f .z f.) : ih m a l eder-
m ü s l e m i i n - i l e y h ( ﻣ ﺴﻠ ﻢ اﻟﻴﻪa.i. v e s . ) : h u k . b â y i,
cesin e, d ik k a tsiz ce . m ii s e y y e f ﺳ ﻴ ﻒ
M ü s lim
k ılıç lı. m ü s h il د 1.
sa ta n , satıcı.
-(a.s. s e y f d e n ) : K ılıç ta k m ış ,
(a.s. v e i. se h l'd en . c . : m ü s h ilâ t ) : k o la y la ştıra n .
M ü s h i l ü 'l - u m û r :
İşleri
k o la y la ştıra n ; A lla h . 2 . ish a l v e re n , b a g ir s a k la r ı tem izle ye n , k a z û r â tı k o la y lık la d iş a n a ttıra n ilâç, fr. p u r g a t if .
v eren , b a ğ ır s a k la r ı tem iz le ye n İlâçlar, fr. p u r g a t ifs .
( b k z : m ü sh il).
ve
i.
selâ m e t'd e n . İs lâ m
c .:
d in in d e
o lan .
M iis lim â n
ﺳﻠ ﻤﺎ ن
(a.s. v e i. selâm e t'd e n . c . :
M ü s h m â n â n ) : 1. İslâ m d in in d e o lan , (b k z :
y in ).
2 ٠m e c . d o g ru , in s a flı, m e rh a m e tli
[k im se ]. 3 . İs lâ m d in in e b a g il, d in d a r.
M ü s lîm â n â n ( a .s .) : ["m ü s h il'' in
(a.s.
M ü s l im û n ) :
d în -d â r, M u h a m m e d i, m ü 'm in , m ü te d e y-
m ü s h ilâ t ( ﺳ ﻬ ﻼ تa.s. v e i. m iis h il'in c . ) : ish a l
m ü s h ile ﺳ ﻬ ﻠ ﻪ
(٠ﺳ ﻞ
M ü s lim in ,
m iien .].
ﻣ ﻠ ﻤ ﺎ ﻧﺎ ن
M ü s lim â n 'ın
c .) :
(a.f.s. v e i. selâ m e t'd e n . M ü s lü m a n la r,
İslâ m
d in in d e o la n la r.
867
Müslîmâf ﺳﻠ ﻤﺎ ت
M üsüm ât
(a.s. ve i. silm'den) : İslâm
ﺳﻠ ﻤ ﻪ
M ü s lim e
(a.s. ve i. silm'den) : M üslü-
m an [kadm , kız], İslâm dininde olan [kadin, kız]. M ü s lim in
ﺳﻠ ﻤﻴ ﻦ
(a.s. ve i. silm'den) : M iis-
(bkz :
M üslim ûn).
i m â m ü 'l -
M ü s l i m i n : İslâm halîfeleri.
ﺳﻠ ﻤ ﻮ ن
(a.s. ve i. silm'den). (bkz :
c .:
ren.
ﺳﺘﻌﺒﺮﻳﻦ
m ü s t a 'b ir în
(a.s.
m iista 'b ir'in
c .) :
m ü s t a b t ın ( ﺳ ﺘ ﺒ ﻄ ﻦa.s. b a t n 'd a n ) : b ir ş e y in İ_ ؟ y ü z ü n ü b ilen ; b ir İşin iç y ü z ü n ü a n la m a y a
m ü s ta 'c e b ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐ
(a.s. aceb 'd en ) : ş a ş ıla c a k
olan.
ﺳﻤﻦ
(a.s. semen'den) : 1. şişm an, se-
m iz. 2. sem irten [ilâ] ؟.
ﺳ ﻤﻨ ﻪ
m iis m in e
u b u r 'd a n .
؟a lışa n [k im se].
M üslim in). m ü s m in
(a.s.
m ü s îa 'b ir în ) : İsti'b â r eden, r ü y â tâ b ir etti-
İs ti'b â r edenler, r ü y â tâ b ir edenler,
lüm anlar.
M ü s lim û n
ﺳﺘﻌﺒﺮ
m ü s t a 'b îr
dininde olan, M üslüm an [kadınlar, kızlar].
m ü s ta 'c e l ( ﻣ ﺴﺘ ﻌ ﺠ ﻞa.s. a c e le 'd e n ) : acele, tez, h elen y a p ılm a s ı gereken [şey],
(a.s. semen'den) : ["m iism in"
in müen.]. (bkz : miism in).
m ü s ta 'c e le ( ﻣ ﺴﺘﻌ ﺠﻠ ﻪa.s. acele'den) : ["m ü sta 'c e l" in m ü en .]. (b k z : m üsta'cel).
ﻣﻐﻤﺮه، ( ﻣﺜﻤﺮa.s. semer'den)
:
m ü s ta 'c e le n ( ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﻼa.zf. acele'd en) : m ü sta'cel,
1. semereli, yem iş veren, yem iş verici, ye-
acele o la ra k , ؟ab u ca k , ç a rç a b u k , (b k z : ale' 1-
m ü s m ir, m ü s m ire
mişli. 2. netice veren, neticeli. 3. faydalı, ve-
acele).
rim li. (bkz : sem ere-dâr). G a y r - İ m ü s m i r : verim siz, boş, faydasız. E ç c â r-1 m ü s m i r e :
o lm a h âli, *iv ed ilik .
m eyva ağaçları. m iis n e d
د
m ü s ta 'c e liy y e t ( ﻣ ﺴ ﺘ ﻌ ﺠﻠ ﻴ ﺖa.s. a c e le 'd e n ) : â c il
(a.s. sened'den) : 1. isnâdedilm iş,
nisbet edilm iş. 2 . g r . *yüklem , fr . p r é d i c a t .
m ü s ta 'c ib ( ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐa.s. a c e b 'd e n ) : isti'câ b ed en , şaşan , şa şa k a la n .
3 ٠H z. M u h am m ed 'in arkadaşlarından bi-
m iis ta 'c ib e n
rinin tanıklığın a kadar götürülen. 4 . e d .
la ra k .
aruzda kapalı hece.
اﻟﻴﻪ
m ü s n e d ü n -ile y h
m ü s ta 'c il
ﺳﻨﺪ
(a.b.i.) :
"ona
isnâdolunan, dayanılan'', g r . *özne, fr . s u ]et. (bkz : mübtedâ). m iis n id
ﻣﻨﺪ
(a.i.) : 1. söyleyene İsnâd olunan
söz. 2. zam an, dehr. m iisri'
ﻣﺴﺮع
(a.s. siir'at'den) : tesri' eden, sür'at,
hız veren, siir'atlendiren, hızlandıran. m iis ria
ﺳﺮﻋﻪ
(a.s. siir'at'den) : ["m iisri" in
miien.]. (bkz : m iisri').
ﺳﺮ ى
ًﻣ ﺘ ﻌ ﺠ ﺒﺎ
( a .z f .) ; ş a şa ra k , şa şa k a -
( ﻣ ﺴﺘ ﻌ ﺠ ﻞa.s. a c e le 'd e n ) : 1 . İsti'câ l
eden, acele eden, ؟ab u k , tez o lm a s ın ı isteyen . 2 . acele gid en. m iis ta 'c ile
ﺳﺘﻌ ﺠﻠﻪ
(a.s. acele'd en) : ["m ü sta 'c il”
in m iien.]. (b k z : m ü sta'cil). m ü s t a 'f î ( ﻣ ﺴﺘﻌﻔ ﻰa.s. a f v 'd e n ) : 1. İstifâ eden, işin d en k e n d i a rz u s u y la ؟ek ilen . 2 . su ؟u_ n u n b a ğ ış la n m a sın ı isteyen , m ü s t a f z ıl
ﻣﺘ ﻐ ﻀ ﻞ
( a .s .) : b ir şey d en a r ta k a -
lan.
(a.s. serefd en ) : İsrâf eden, m a-
m ü s t a g a l l - ( a . i . g a l l e 'd e n . c . :m iis t a g a llâ t ) :
im i, p arasım boş yere yok eden, tutum suz,
ü stü k a p a lı ira tla rd a n b a şk a , za h ire , ta h ıl
savurgan, h ar vu ru p harm an savuran.
g ib i ira t g e tire n v a k ıf m a l ı.
m ü s rif
m ü s rîf-â n e
ﻣﺴﺮﻓﺎﻧﻪ
(a .fzf. serefd en ) : m alını,
p arasım boşu na y o k ederek, harcayarak, tutum suzlukla, savurganlıkla. m ü s rife
ﺳﺮﻓ ﻪ
(a.s. serefd en ) : ["m iisrif” in
müen.]. (bkz : m üsrif). m ü s t a 'b î d
ﻣﺴﺘﻌﺒﺪ
kul edinen.
868
(a.s. abd'dan) : İstib'ât eden,
m ü s t a g a llâ t
(a.i.
ﻣ ﺴﺘﻐ ﻼ ت
galle'd en .
m ü s ta g a ll'in c . ) : m ü s a k k a fa t (ü stü k ap a lı) ir a tla rd a n b a şk a , za h ire , ta h ıl g ib i ira t getiren v a k ı f m a lla r. m ü s ta g fir fa r
ﻣﺴﺘﻐﻐﺮ
eden,
(a.s.
g ı ıf r â n 'd a n ) :
g ü n â h la r ın ın
A lla h 'ta n d ileyen .
istig -
b a ğ ış la n m a sın ı
miistahiyye
(a.s. gıyâs'dan c. miistagisin): istigaze eden, yardim dileyen, (bkz: miistegis).
m iis ta g is
(a.s. miistagis'in c.) : istigâse edenler, yardim dileyenler. Y a g ı y â s e 'l - m ü s t a g î s î n (ey yardim dileyenlerin yardımcısı): Allah.
m iis ta g is in
( ﺳﺘ ﻐﻨ ﻰa.s. gani'den): 1. doygun, gönlü tok. 2. ؟ekingen, nazil [davranan]. 5. lüzumlu, gerekli bulmayan,
m iis ta g n i
( ﺳﺘﻐﻨﻴﺎﻧﻪa.f.zf. gani'den): müstağni olanlara yakışacak sûrette.
m iis ta g n i-y â n e
(a.s. garâbet'den): istigrâbedilmiş, garip, tuhaf görülmüş,
ﻣﺴﺘﻐﺮب
m iis ta g re b
m iis ta g re b e
( ﻣﺴﺘﻐﺮﺑﻪa.s. garâbet'den): ['(müs-
tagreb” in miien.]. (bkz: müstagreb). m iis ta g rık
( ﺳﺘﻔ ﺮ قa.s. gark'dan): 1. gark ol-
muş, dalmış, daldırılmış, batmış. 2. kendini bilmeyecek derecede dalgın, düşüngen. m ü s t a g r ı k - ı h û n : kana batmış, m i i s t a g r ı k - ı z i y â : ışıga batmış, ışıkla dolu,
ﺳ ﺪ ر ب٠ (a.s.
garâbet'den. c . : müstagribin): istigrâbeden, garibine giden, şaşakalan.
m iis ta g rib
( ﻣﺴﺘﻐﺮﺑﺎﻧﻪa.f.zf. garâbet'den): garibine giderek, şaşıp kalarak,
m iis ta g rib -â n e
(a.s. garâbet'den. müstagrib'in c .): istigrâbedenler, garibine gidenler, şaşakalanlar.
m iis ta g rib in
m ü s ta g ş î
-
m ü s ta g z ir
ﺳﺘﻔ ﺮ ﺳ ﻦ
(a.s.): örtünüp bürünen,
( ﺳﺘﻔ ﺰ رa.s.) : kaz gelen yerden ta-
vugu esirgemeyen. miistagrak ( ﺳﺘ ﻎر قa.s. gark'dan) : batmış. miistagrak bi'd-deyn: borca batmış [lcimse]. miistahaklc (a.s. hakk'dan): [asil "miistahikk” dir.]. (bkz : miistahikk). müstahber ﻣﺴﺘﺨﺒﺮ (a.s. haber'den. c. müstahberât): istihbâr olunmuş, haber alınmış, duyulmuş, İşitilmiş, müstahberât ا ت(a.i. haber'den. müstahbere'nin c .): alınmış, öğrenilmiş İıaberleı.. miistahbir — (a.s. haber'den) : istihbâr eden, habel' alan, duyan, İşiten.
(a.s. hacer'den): sertleşip taşlaşmış, ta? hâline gelmiş,
m ü s ta h c e r
( ﺳ ﺘ ﺨ ﺪ مa.s. ve i. hidmet'den. c . : müstahdemin): istihdâm olunmuş, hizmette bulunan, kullanılan, ücretle ؟alışan,
m ü s ta h d e m
( ﺳﺘ ﺨﺪﻣ ﻪa.s. hidmet'den): [''müstahdem” in müen.]. (bkz: müstahdem).
m ü s ta h d e m e
(a.s. ve i. hidmet'den. müstahdem'in c .): istihdâm olunmuşlar, müstahdemler, ؟alışanlar,
m ü s ta h d e m in ﺳﺘ ﺨ ﺪ ﻣﻴ ﻦ
( ﺳ ﺘ ﺤ ﺪ ثa.s.): yeni bulunmuş,
m ü s ta h d e s
yeni ortaya atılmış.
( ﺳ ﺘ ﺨ ﺪ مa.s. ve i. hidmet'den): istihdâm eden, hizmette kullanan,
m ü s ta h d im
( ﺳﺘ ﺨﺪ ﻣ ﻪa.s.): [''müstahdim” in müen.]. (bkz: müstahdim).
m ü s ta h d im e
m ü s ta h d is
( ﻣ ﺴﺘﺤﺪ ثa.s.): yeni bir şey bulan,
bulucu.
( ﺳ ﺘ ﺤ ﻔ ﻆa.s. i. hıfz'dan. c . : miistahfazin): 1. hıfzeden, koruyan. 2. [Tanzimat'tan sonra] kırk yaşını aşmış olan yurttaşların -muvazzaf ve rediflikten sonraki- askerlik hizmeti,
m ü s ta h fa z
müstahfazin (a.s. ve i. hıfz'dan. müstahfaz'm c .): müstahfazlar. m iis ta h fız
( ﺳ ﺘ ﺤ ﻔ ﻆo.s. hıfz'dan): koruyan,
koruyucu. (a.s. hakk'dan. c . : miistahikkin) : hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.
m iis ta h ik k
: h u k . [eskiden] câniyikısas sûretiyle cezalandırmak hakkına mâlik olan kimse.
m ü s t a h i k k - ı İc ısa s
ﺳﺘ ﺤﻔﻴ ﻦ (a.s. hakk'dan. müstahikk'in c .): hak etmiş olanlar, hak kazanmışlar; lâyık olanlar,
m iis ta h ik k in
ﺳﺘ ﺤ ﻤ ﻞ (a.s.c.: miistahilât): İmkânsız, mânâsız, boş, sa ؟ma şey.
m ü s ta h il
ت(a.i. müstahil'in c .): İmkânsız, mânâsız, boş, sa ؟ma şeyler,
m iis ta h ilâ t
m i is ta h i ^ e ﻣ ﺴ ﺨﻴ ﻪ
(a.i.) : b o t . küstümotugil-
ler, f r . m i m o s e e s . 869
müsiohkar
( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮa.s. halearet'den): istihkar edilen, hakir, hor görülen, küçümsenen,
m iis t a h r ic e
( ﺳ ﺘ ﺤ ﻜ ﻢo.s. hükm'den): istihkâm edilmiş, istihkâmlı, sağlamlaştırılmış, sağlam. (bkz: kavi, muhkem). M e v k i- i m ü s t a h k e m : a sk . etrâfmakale, siper gibi şeyler yapılarak sağlamlaştırılmış yer.
m iis t a h s a l
m ü sta h k a r
m ü sta h k e m
m ü sta h k e m e
( ﻣﺴﺘﺤﻜﻤﻪa.s. hükm'den): ["müs-
tahkem” in müen.]. (bkz: müstahkem), m ü s t a h k ir
( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮa.s. hakaret'den): istihkâr
eden, hakir, küçük gören, küçümseyen,
( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮهa.s. hakaret'den); ["miistahkir'' m müen.]. (bkz : müstahkir).
m ü s t a h k ir a
( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻜﻢa.s. hükm'den): istihkâm eden, sağlamlaştıran.
m iis t a h k im
( ﻣ ﺴﺘﺨﻠﻌ ﻦa.s. halâs'dan): istihlâs olunmuş, kurtarılmış.
m ü sta h la s
( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻠ ﺐa.s. halb'den): 1. h e k . süt hâline getirilmiş, süt gibi beyaz ve sübye tarzında yapılmış olan ilâç. 2 . i. b iy. sübye,
m ü s t a h le b
fr. e m u ls io n .
( ﺳ ﻌ ﺨﻠ ﻒa.s. halef den): istihlâf
m ü sta h le f
edilmiş, kendi yerine geçirilmiş; başkasınm yerine konulmuş. m iis ta h lib - ( a
. s . h a l b 'd e n ) :istihlâbeden,
tırmalayan.
ﺳ ﺘ ﺤﻠ ﺐ
m iis t a h lib
(a.s.
halb'den) :
istihlâbeden, sağan, : süt sağan,
m iis t a h lib - i le b e n
ﺳﺘ ﺨﻠ ﻒ-(a.s. halef den) : istihlâf eden, kendi yerine geçiren; başkasının yerine koyan.
m i i s t a h l if
m iis t a h lis
( ﻣﺴﺘﺨﻠﻌﻦa.s. halâs'dan) : istihlâs
eden, kurtaran, kurtarıcı, m iis t a h m il
( ﻣﺴﺘﺤﻤﻞa.s. haml'den): istihmâl
eden, yüklenen.
( ﺳﺘ ﺨ ﺮ جa.s. hurûc'dan): İstihrâç edilmiş, çıkarılmış; bir şeyden çıkarılmış, alınmış, bir kitaptan alınmış,
m iis t a h r e c
m iis t a h r e c e
( ﺳﻌﺨﺮﺟﻪa.s. hurûc'dan): ["müs-
tahrec” in müen.]. (bkz : miistahrec).
( ﺳﺘ ﺨ ﺮ جa.s. hurûc'dan) : 1. İstihrâç eden, çıkaran. 2. ibâreden mânâ çıkarmak kudretinde olan.
m iis t a h r ic
870
( ﻣﺴﺘﺨﺮﺟﻪa.s. hurûc'dan): [“miistahric" in müen.]. (bkz : miistehric).
( ﻣﺴﺘﺨﺼﻞa.s. ve i. hâsıl'dan. c . : miistahsalât): istihsâl edilmiş, hâsıl olmuş, yetiştirilmiş, üretilmiş, [yapma kelimelerdendir]. ( ﺳﺘ ﺤ ﻌ ﻼ تo.i. müstahsal'in c .): yetiştirilmiş, üretilmiş şeyler,
m iis t a h s a lâ t
ﻣﺴﺘﺤﺴﻔﻪ، ﻣﺴﺘﺤﺴﻦ (a.s. hasen'den): 1. istihsân edilmiş, giizel sayılmış, beğenilmiş, (bkz: makbûl, pesendide). U m û r - i m iis ta h s e n e : beğenilıniş İşler. 2 . m iiz . Türk müziğinde diapaza l a sini (dügâh) f a (acem) olarak kabûl eden âhenk. m iis ta h s e n m â b e y n i : m iiz . ayni sesi evic kabûl eden âhenk; ayni esâsa dayanan ney çeşidi.
m iis ta h s e n , m iis ta h s e n e
(a.s. hâsıl'dan. c . : müstahsilin): istihsâl eden, husûle getiren, yetiştiren, yetiştirici, üretici,
m ü s t a h s il
(a.s. müstahsil'in c .): istihsâl edenler, husûle getirenler, yetiştiriciler, üreticiler.
m ü s t a h s ilin ﻣ ﺴﺘ ﺤ ﺼﻠﻴ ﻦ
m iis t a h s ir
( ﻣﺴﺘﺤﺴﺮa.s.): yorulup lralsiz dü-
şen. m iis t a h y i ﺗ ﺤ ﺒ ﻰ٠( سa.s.
hayâ'dan) : istihyâ eden, utanan, utanga ؟. (bkz : şerm-sâr).
( ﻣﺴﺘﺤﻀﺮa.s. huzûı'dan. c .: miistahzarât): 1. huzûra getirilmiş, istihzar edilmiş, hazırlanmış, hazır. 2. zihinde tutulmuş.
m ü sta h z a r
ﺳ ﺮا ت (a.s. huzûı'dan. müstahzar'm c.) : 1. hazır, hazırlanıüış şeyler. 2. zihinde hazır tutulmuş şeyler. m iis t a h z a r â t - ı t ı b b i c e : hele, hazır yapılmış İlâçlar.
m iis t a h z a r â t
m iis t a h z ır
( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻤ ﺮa.s. hıızûr'dan) : istihzâr
eden, hazırlayan.
ﺳﺘ ﻌ ﺪ (a.s. uddet'den c .: miistaiddân) : 1. İstîdadlı, kabiliyetli, bir şeye kabiliyeti olan. 2. aleıllı, anlayışlı, (blez: fehim, zelei). m iis t a id d -i il m ü k e m â l : olgunluğa ve ilme istidatlı olan.
m ü s t a id d
miisfakriz ( ﻣ ﺴ ﺘ ﻌ ﺪا نa.s. miistaidd'in c .): miistait, istidatlı içimseler,
müstakille ( ﺳ ﺘ ﻘ ﻠ ﻪO.S. kıllet'den) : ["müstakili" in müen.]. (bkz : müstakili),
( ﺳﺘ ﻌ ﺪا كa.f.zf.): miistaid olana
m iistakırr ﺗ ﻘ ﺮ٠ ( سa.s. karâr'dan): istikrar bulmu ؟, karar kılmı ; ؟durulmu ; ؟yerleşmiş, sâbit. [bu kelimeyi, ؟ok zaman ve yanlı؟ olarak : “müstakarr" ؟eklinde okurlar],
m iis ta id d â n
m ü s ta id ü -â n e
yakışacak sûrette.
( ﺳﺘ ﻌ ﺪ هa.s.): [''miistaidd” müen.l. (bkz: miistaidd).
m ü s ta id d e
in
miistaiddân).
m üstakırre ( ﺳ ﺘ ﻐ ﺮ هa.s. karâr'dan): ["müstakırr" in müen.l. (bkz : müstakırr).
(a.s. avn'den): istiâne eden, yardim isteyen.
miistakıss (a.s. kısas'dan): İstıksâs eden, kısas isteyen.
m iis ta id d in
ﺳﺘﻌﺪﻳ ﻦ٠(a.s. müstaidd'in c.). (bkz:
m iis ta in
( ﻣﺴﺘﻌﻂa.zf. avn'den): istiâne ederek, yardim dileyerek. m i i s t a i n e n h i 'l - l â h i t e â l â : Allah'ın yardımına sığınarak.
m iis ta in e n
ﺗﻌﻴﺮ٠( سa.s. âriyet'den): 1. istiâre eden, ödün ؟alan. 2. kinayeli konuşan,
m iis ta ir
( ﻣﺴﺘﻘﺮa.s. karâr'dan): 1. istikrar bulunan, yerleşilen, durulan yer. 2. karargâh.
m iis ta k a rr
(a.s. kubh'dan): beğenilmeyen, tiksinilen.
m i i s t a k i j e h ح٠ﻣﺴﺘﺔ
( ﻫ ﻄﺒ ﺤ ﻪa.s. kubh'dan): [“miistakbeh” in miien.]. (bkz : müstakbeh).
müstakil isteyen.
(a.s.): pazarlığın bozulmasını
müstakili ﻃ ﻞ٠( هo.s. kıllet'den.): başlı başına, kendi başına; kendi kendine, ayrıca, *bagımsız. m üstakili ve dâimî haklar : huk. bir gayrimenkul üstünde bulunan ve tapu siciline *bağımsız ve dâimî olarak tescil edilen haklar. müstakillen ( ﺳ ﺘ ﻐ ﻸa.zf. kıllet'den): 1. kendi başına, başlı başına olarak. 2. ancak, yalniz.
m iis ta k b e h e
( ﻫﺴﺘﻘﺒﻞa.s. İcabİ'den) : 1. istikbal edilen, karşılanan. 2. önde bulunan, ilerideki, gelecek. 3. i. g r. istilcbal sîgası, gelecek zaman, fr . f u t u r .
m i is ta l c b e l
m iis ta k b e lâ t ﺳ ﺨ ﻼ ت
(a.i. müstakbel'in c .) :
gelecek zamanlar. — (a.s. kabl'den): [“müştakbel” in miien.]. (bkz : müstakbel),
m ü s ta k b e le
m ü s ta k b ih
ح٠ﺗﺔ٠( سa.i. lcubh'dan): beğenme-
yen, tiksinen. ل٠ﺳ ﺔ ق (a.s. kabl'den. c. : müstakbilin): 1. istikbâl eden, karşılayan. 2. kıbleye dönen.
m ü s ta k b il
ﻣﺴﺘﻘﺒﻠﻴﻦ (a.s. kabl'den. müstakbil'in c .): 1. istikbâl edenler, karşıİayıcılar. 2. kıbleye dönenler,
m ü s ta k b ilin
müstakim ل٠( ﺳ ﺘ ﻢa.s. kıyâm'dan) : 1. dogru, düz, dik. Sırât-ı müstakim : hakk yol. müstakîmü'l-cenâh : zool. diizkanatlılar : ؟ekirge... gibi. 2. Temiz, nâmuslu, dogru. müstakîm-âne ﻻ(a.f.zf. kıyâm'dan) : nâmuslulukla, doğrulukla, müstakime ﻣﺴﺘﻪﺀﻣﻪ (o.s. kıyâm'dan) : [“müstakim'' in miien.]. (bkz : müstakim), müstakim k ıt'a s ı: geo. dogru parçası, miistakraz, miistakraza ﺳﺘﻘﺮ ﺿﻪ، ﺳ ﺘ ﺘ ﻘ ﺮ ض (a.s. karz'dan. c . : müstakrazât): istikrâz olunmuş, bor ؟alınmış. Mebâlig-İ müştakraza : bor ؟alman paralar, müstakrazât ﻫ ﺴﺘﻘ ﺮ ﺀ ﻃ ﺖ (a.i. karz'dan. müstakraz'ın c .): istikrazlar, bor ؟alınmış paralar. müstakrib ﺳﺔﻗﺮ ب٠ (a.s. kurb'dan): yaklaştıran, yaklaştırıcı.
ﻣ ﺴﺘﻘﺪم (a.s. kıdem'den): 1. istilcdâm eden, takaddüm eden, ileride, m iistakriz ﻃ ﺮ ض٠( هa.s. karz'dan. c . : önde bulunan. 2 ٠(kadem'den): ؟ok ayaldi müstakrizin): istikrâz eden, bor ؟eden, olan. (bkz: medyûn).
m ü s ta k d im
871
mös٠٥krizîn m ü s ta k riz in
( ﺳ ﺘ ﻘ ﺮ ﺿ ﻴ ﻦa.s. müstakriz'in c.) :
m iirgeci, fr. c o lo n is a te u r .
istikrâz edenler, borç alanlar,
( ﻣﺴﺘﻘﺼﻰa.s. kusv'dan) : 1. istiksâ eden, nihâyetine, sonuna varmak isteyen. 2. dikkatle araştıran.
m iis ta k s l
(a.s. kısm'dan) : 1. taksim eden, bölüşen. 2. (kasem'den) : yemin isteyen.
m iis ta k s im ﺳ ﺘ ﻘ ﻢ
m ü s t a k t e b ﻣ ﺴﺘ ﻘ ﻄ ﺐ
(a.s. katb'dan) : f i z . *pola-
rılmıç. f r . p o l a r i s é . (a.s. kutb'dan) : f i z . *poİargı, f r . p o l a r i s e u r . (a.s. katre'den) : istiktar
eden, damlatan. (a.s. katl'den) : İstıkt-al eden, ölüme karşı gögüs geren. ،
ﺳﺘ ﻌﻠ ﻰ
(a. s.
İsti'lâ'dan) : İstilâ eden, yükselen, üstün gelen, üste çıkan. H u r û f i m i i s t a 'l i y e : le n g . "hı, sad, dad, ti, ZI, ayin, kaf” harfleri, fr .
m iis t a n t a k
( ﺳ ﺘ ﻌﻠ ﻢa.s. ilm'den) : İsti'lâm eden,
mâlûmat, bilgi isteyen. m i i s t a 'm e l
( ﻣﺴﺘﻌﻤﻞa.s. amel'den) : 1. kullanıl-
mış. 2. eski, köhne. (a.s. amel'den) : ["miista'mel'' in miien.]. (bkz : müsta'mel).
ﺳﺘ ﻌ ﻤﻠ ﻪ
m i i s t a 'm e l e
m i i s t a 'm e r
( ﺳﺘ ﻌ ﻤ ﺮa.s. umrân'dan) : muhâcir
yerleştirerek ma'mur, şen, bayındır bir hâle getirilen [yer], f r . c o lo n i e ,
( ﻣﺴﺘﻌﻤﺮاتa.i. ıımrân'dan. miista'mere'nin c.) : sömürgeler, f r . c o l o n i e s. (bkz : müstemlekât).
m i i s t a 'm e r â t
(a.i. ıımrân'dan. c. : miista'merât) : muhâcir yerleştirerek ma'mur, şen, bayındır bir hâle getirilen yer, sömürge, f r . c o l o n i e , (bkz : müstemleke),
m i i s t a 'm e r e
m i i s t a 'm i l
ﻣﺴﺘﻌﻤﺮه
( ﻣﺴﺘﻌﻤﻞa.s. amel'den) : İsti'mâl
eden, kullanan. (a.s.amel'den) : ["miista'mil” in müen.]. (bkz : miista'mil).
m i i s t a 'm i l e -
(a.s. umrân'dan) : bir yere yerleştirerek orasını ma'mur.
m i i s t a 'm i r ﻣ ﺴﺘﻌ ﻤ ﺮ
muhâcir
ﻃ ﻖ
(a.s. n u t k 'd a n ) : i s t i n t a k
ﻣ ﺴﻠ ﻖ
(a.s.
o lu n m u ş . m iis t a n t ik
n u t k 'd a n ) : 1 . i s t i n -
t a k e d e n , s ö y le tm e k is te y e n . 2 . h u k . s o r g u h â k im i.
ﻣﺴﺘﻌﺮض
(a.s.) : g e o . e n in e , fr. t r a n s -
v e r s a l, e. m ü s t a 'r a z ü 'r -r e 's : b iy. * y a s s ik a fa li, * k is a k a -
fa il, b r a k i s e f a l , fr. b r a c h y c é p h a le .
ﺳﺘﻌ ﺮ ب
m iis ta 'r e b
m iis ta ’r ib
(a.s. a r a b 'd a n ) : A r a p la ç t i-
ﻫ ﺴﺮ ب
(a.s. a r a b 'd a n ) : A ra p la ç m iç ,
a s le n A r a p o l m a d ığ ı h a ld e s o n r a d a n A r a p la ş m ı ş o la n . A r a b - 1 m iis t a 'r ib : A ıa p l a ş m ı ş A ra p . m ü s ta ’r ib e
ب
(a.s. a r a b 'd a n ) : [ " m iis ta 'r ib "
i n m iie n .] . ( b k z : m iis ta 'rib ).
s o n s e m p h a tiq u e s . m i i s t a 'l i m
(a.s. n u s r e t 'd e n ) : i s t i n s â r
e d e n , y a r d i m is te y e n .
r ı lm ış .
m iis ta k til ﻣ ﺸ ﻞ
m ü s t a 'l î , m i i s t a 'l i y e ﺳ ﺘ ﻌ ﺐ
m iis t a n s ir ﻣ ﺴ ﺮ
m iis ta 'r a z
m i i s t a k t r b ﻣ ﺴﺘ ﻘ ﻄ ﺐ
m ü ş t a k t ı r ﻣ ﺴﺘﻘ ﻄ ﺮ
çen, bayın d ır bir hâle getiren, söm üren, SÖ-
m iis t a 'r ik
ﺳﺘﺒ ﺮ ق
(a.s. a r a k 'd a n ) : i s t i 'r â k e d e n ,
te r le m e k İ ؟i n y a ta n . m iis ta s 'a b
ﻣ ﺴ ﺐ
(o.s. s a 'b 'd a n ) : z o r, g ii؟
o la n ; z o r [İç]. m iis ta s 'a b â t ﻣ ﺴ ﺒ ﺎ ت
(o.s. sa'b'dan) : zor [İş-
1er]. m iis t a s f i -
(a.s. s a f â 'd a n ) : is tis f â e d e n ,
h â li s i n i, s a f ı n ı a la n . m iis t a s g ir
ﻣﺴﺘﺼﻐﺮ
(a.s.
s a g i r 'd e n ) : is ti s g a r
e d e n , k ü ç ü k g ö re n , k ü ç ü m s e y e n . m iis t a s g ir -â n e
ﺳﺘﺼﻐﺮاﻧﻪ
(a.f.zf.) : k ü ç ü k g ö r e -
re k , k ü ç ü m s e y e r e k . m iis ta s h a b
ﺳﺘ ﺼ ﺤ ﺐ
(a.s. s o h b e t 'd e n ) : i s t i s h â f
o lu n a n , b i r i n e y a n ı n d a a r k a d a ş o l a r a k b u lu n d u ru la n . m ü s ta s h ib
-
(a.s.
s o h b e t 'd e n ) :
is ti s h â b e d e n , y a n ı n a a la n , b e r â b e r b u l u n d u ra n . m ü s ta s h ib e n
ًﺳ ﻬ ﺤ ﺒ ﺎ
(a.zf. s o h b e t 'd e n ) : m ü s -
t a s h ip o la r a k , b e r â b e r o la r a k , y a n ı n d a b u lu n d u ra ra k . m ü s ta s 'ib
ﻣ ﺴ ﺐ
(a.s. s u û b e t 'd e n ) : g ü ç sa -
y a n , h e r ş e y i z o r g ö re n .
müstebdel, miistebdeie
ﻣﺴﺘﺼﻮب
m iistasveb
(a.s.
sa v â b 'd a n ):
istisvâbedilm iş, savap, m âkul, doğru görülm üş.
miistazrıf ﻣﺴﺘﻈﺮف-(a.s. z a r f d a n ) : ؟ ؛ine alan)
ﺳﺘ ﺼ ﻮ ب
m iistasvib
(a.s.
savâb'dan) :
istisvâbeden, savap, m âkul, doğru gören,
ﻣﻄ ﺐ
m iistatıb b
(a.s.
tıb b 'd a n ): İstıtbâb
eden, devâ, ؟âre arayan, m ü s ta 'tıf
ﺳﺘﻌ ﻄ ﻒ
ﺳﺘﻌﻄﻔﺎﻧﻪ
m iista 'tıf-â n e
(a.f.zf.): şefkat, sevgi
talebedercesine.
ﺳﺘﻌ ﻄ ﻰ
(a.s.) : bahşiş isteyen,
ﺳﺘ ﻄﺮ ف
m iis ta tra f
-(a.s.) : istitrâf edilmiş, tur-
fa, nâdîde sayılm ış.
ﻣﺴﺘﻄﺮب
m iistatrib
(a.s. ta ra b 'd a n ): eğlence,
neş'e, âhenk isteyen. m iista trib -â n e
ﻣﺴﺘﻄﺮﺑﺎﻧﻪ
(a.f.zf.) : miistatrib
olana, eğlence, neş'e, âhenk isteyene yak ı?acak yolda. m iis ta trif ﻣ ﺴ ﺘ ﻄ ﺮ ف
-(a.s. tu rfa 'd a n ): istitrâf
eden, turfa, nâdîde sayılan,
ﺳﺘ ﻮﻣﺤﻠﻪ
(a.s.) : takm a sa ؟kullanan
ﺳﺘﻮ ﻃ ﻦ
(a.s. vatan'dan). ( b k z : m u-
m iistavsıla [kadm]. m ü sta v tın
tavattın). m ü sta vzi'
ﺳﺘﻮ ﺿﻊ
m iista vzih
(a.s.) : pazarlık eden,
ﻣﺴﺘﻮﺿﺢ ﺳﺘﻈﻬﺮ
(a.s. z a h r'd e n ): istizhâr
eden, dayanan, arka veren, m iista zh iren
ﻣﺴﺘﻈﻬﺮأ
ﺳﺘ ﻈ ﻞ
(a.s. Z ill'd a n ): gölgelenen, göl-
altında bulunan.
ﺳﻌ ﻈﻢ
eden,
b ü yü k
(a.s. a z m 'd e n ): 1. isti'zam gören,
b ü yü k
tutan.
2. (azam et'd en ): kibirli, gururlu, m iistazi
ﻣﺴﺘﻬﻰ
(a.s. z iy â 'd a n ): 1. ziyâ, ışık
alan, ışıklanan, ışıklı. 2. m akbul, âlâ, iyi. m ü s ta z 'if z a y ıf gören.
( ﻣﺴﺘﻌﺎرa.s. âriyyet'den): 1. eğreti [alınmış], takma [ad]. N â m - 1 m i i s t e â r : takma ad, eğreti ad [kendini belli etmemek üzere alınır]. H a y â t-1 m i i s t e â r : [muvakkat olan] dünyâ ömrü. 2 . m i iz . Türk müziginin tahminen iki bu ؟uk ve nihâyet ü؟ asırlık bir mürekkep makamıdır. Segâhdan yegâne farkı, "müstear dörtlüsü" denilen segâh perdesindeki uşşak dörtlüsü (segâh, nim-hicaz, nevâ, dik-hisar) nü kullanmasmdadır. Segâh perdesinde durur; gü ؟lüsü segâh gibi nevâ (re) dir. Aynen segâh'ta oldugu gibi şu ârızalarla donanır : "si" koma bemolü, "mi” koma bemolü, "fa" bakıyye diyezi. Segâh'ın "İâ” bakıyye diyezi ve segâh perdesindeki uşşak dörtlüsünün "do'' bakıyye diyezi, nota ؟ ؛inde gösterilir; müsteâr'ı segâh'dan ayıran İşte bu "do” bakıyye diyezidir (nim-hicaz perdesi). Orta derecede kullanılmış makamlardır, m i i s t e â r k e l i m e : g r . yabancı sözcük,
m iis te â r
( ﻣﺴﺘﻌﺮكa.f.b.i.): m i iz . Türk miiziginin tahminen iki asırlık bir mürekkep makamı. Pek az kullanılmış ve zamâmmıza bir niimûnesi intikal etmemiştir, ( ﻣﺴﺘﻌﺎر ﻟﻪa.b.s.): e d . istiârede müşebbeh (benzetilen) in mânası, ( ﻣﺴﺘﻌﺎر ﻣﺘﻪa.b.s.): kendisinden eğreti olarak bir şey alınmış kimse,
m iis te â riin -m in h
ge altında bulunan; m ec. birinin him âyesi
m iista'zım
yard im beklenen, yard im istenen [Allah'ın
m iis te â riin -le h
(a.zf. z a h r'd e n ): m iistaz-
hir olarak, dayanarak, arka vererek, m iista zıll
müsteân ( ﺳﺘﻌﺎ نa.s. a v n 'd e n ): kendisinden
m iis te â re k
(a.s. vıızûh 'd an) : istizah
eden, İzâhat isteyen. m iista zh ir
etrâfını kuşatan, kuşatm ış olan,
Sifatlarındandır].
(a.s. âtıfet'den) : isti'tâfeden ,
şefkat, sevgi isteyen.
m ü sta 'tî
miistazraf ﺳﺘ ﻈﺮ ف.(a.s. z a rfd a n ): ؟ ؛ine almış, etrâfı kuşatılmış.
.(a.s. z a 'f'd a n ): istiz'âfeden,
(a.s. bıı'd'dan): baid, uzak görülen, olacağı sanılmayan,
m i i s t e b 'a d
( ﻣﺴﺘﺒﺎنa.s. beyân'dan) : 1. meydanda, a ؟ık [olan], (bkz: âşkâr, ayân, vâzıh, zâhir). 2. a ؟ık olarak anla'şılan. m i i s t e b â n b u y u r u l a c a g ı v e c h i l e : anlaşılacağı üzere.
m iis te b â n
miistebdel, miistebdeie ﻣﺴﺘﺒﺪﻟﻪ، ( ﻣﺴﺘﺒﺪلa.s. bedel'den): istibdâl edilmiş, değiştirilmiş. 873
müstebdi'
Efrâd-1 miistebdele : askerliğini bitirerek tezkere almış olan kimseler, müstebdi' ( ﻣ ﺒ ﻀ ﻊa.s.) : fık. kazancı kendine yânî verene âit olmak üzere sermâye verilen kimse.
( ﻣ ﺒ ﺪ عa.s.) : eşi emsâli pek az bu-
m ü s te b d i'
lunur sanan.
edilm iş,
m iiste'cer
( ﻣﺴﺘﺒﻐﻰa.s.) : olması İ ؟in yardımda
( ﺳﺘﺒ ﺤ ﺮa.s. bahr'den) : istibhâr eden, deniz gibi geniş olan [kimse], (bkz : mütebahhir).
m ü s te b h ir
( ﺳ ﻬ ﻰa.s.) : esir eden,
( ﻣﺴﺘﺒﻌﺪa.s. bu'd'dan) : İstib'âd eden, uzak gören, uzak sayan,
m ü s t e b 'î d
(a.s. istibdâd'dan):istibdâdda bulunan, hükmü altında bulunanlara söz lıakkı v e hareket serbestliği vermeyen ؛despot. m ü s t e b i d i n z i b a t : so s y . zorlu disiplin, f r .
m ü s te b id d ﺳ ﺒ ﺪ
d is c ip lin e a u to r ita ir e . m iis te b id d -â n e
( ﻣﺴﺒﺪاﻧﻪa.fzf.) : müstebitçe,
istibdat yaparak, hükmü altmda bulunanİ.ara söz hakki ve hareket serbestliği vermeyerek.
( ﻣﺴﺘﺒﺪهa.s. istibdâd'dan) : [“müstebidd” in müen.]. (bkz : müstebidd).
m iis te b id d e
( ﺳﺘﺒ ﻖa.s.) : istibak eden, yarışa 1 ؟-
kan.
( ﺳ ﺒ ﻴ ﻦa.s. beyân'dan) : açık, mey-
danda. (bkz : âşkâr, vâzıh). m iis te b k i
( ﺳﺘﺒﻘ ﻰa.s. beka'dan) : istibka eden,
bâki olmasını isteyen.
( ﺻﺒ ﺮ ىa.s.) : istibrâ eden, uzvunda sidik damlası bırakmayan,
m iis te b ri
( ﻣﺴﺘﺒﺸﺮa.s. beşâret'den) : 1. İstibşâr eden, müjdeleyen. 2. müjde ile sevinen,
m ü s te b ş ir
m ü s te b ş ire
( ﺳﺘﺒ ﺸﺮهa.s.) : ["müstebşir" in
müen.]. (bkz : müstebşir). 874
[dilegi].
(b k z :
duâsı
kabûl
olunan,
ﻣﺴﺘﺄﺟﻞ
(a.s. e c e l'd e n ): m u ayyen
vakte kadar geciktirilen,
ﻣﺴﺘﺄﺟﺮ
(a.s. ecr'den) : İstîcâr edilen,
kirâ ile tutulan.
ﻣ ﺴﺄ ﺟﺮﻳﻪ
m ü ste 'cerü n -fîh
(a.b .i.): kirâlam a
m aksadı.
bulunan.
m tis te b in
olunm uş
m ü ste c â b ü 'd -d a 'v e :
(a.s. bedel'den) : istibdâl
ﺳﺒ ﺪل
eden, değiştiren,
m tis te b ik
(a.s. c e v â b 'd a n ): isticâbe
kabûl
mucâb).
m üste'cel
m ü s te b i
ﺳﺘ ﺠﺎ ب
m ü stecâb
( ﺳ ﺒ ﺪ ﻋﺎﻧﻪa.f.zf.) : müstebdi' olana yakışacak sûrette.
m ü s te b g i
(a.s. b a tn 'd a n ): istibtân
eden, i ؟yüzün e v â k ıf olan,
duâsı m akbul olan.
m ü s te b d i-â n e
m ü s te b d il
ﺳﺒ ﻄ ﻦ
m ü ste b tın
ﺳﺘ ﺠ ﻬ ﻞ
m iistech il
(a.s.
c e h l'd e n ): istichâl
eden, câhil sayan.
ﺳﻌﺠﻬﻼﻧﻪ
m ü ste ch ü -ân e
(a.f.zf.
c e h l'd e n ):
câhil sayarak.
ﺳﺄ م
m ü ste'cir
(a.i. ecr'den. c . : m ü ste 'cirin ):
1. isticar eden, kirâ ile tutan
[bir şeyi].
2 ٠kirâcı. (bkz : mükterî). m ü ste clr
ﻣﺴﺘﺠﻴﺮ
(a.s. c iv â r 'd a n ): isticâre eden,
am an dileyen, him âye bekleyen. m ü stec ؛r -â n e ^ ١- ( a . f . z f . ) : m ü s t e c î r c e s i n e , am an dileyerek.
ﻣﺴﺘﺄﺟﺮأ
m ü ste'ciren m ü ste 'cirin
(a .z f.): kirâcı olarak,
ﺳﺘﺄ ﺟ ﺮﻳ ﻦ
(a.i.
m üste'cir'in
c .) :
1. kirâ ile tutanlar. 2 . kirâcılar.
ﺳ ﺘ ﺠﻠ ﺐ
m ü steclib
(a.s. ce lb 'd e n ): isticlâbeden,
؟eken [kendine dogru]. m iistecm i'
ﺳﺘ ﺠ ﻤ ﻊ
(a.s. c e m 'd e n ): toplayan؛
toplanan. m ü ste cm i'- ؛h aslet-i c e m i le : güzel hu yu toplayan: güzel hu ya sâhip olan. m ü ste cm i'ü '1-m ecd i v e 'ş -ş e r e f: şân ü şeref ve bü yü klü ğü kendinde toplayan, m ü ste cvib
ﺳﺘ ﺠ ﻮ ب
(a.s.
c e v â b 'd a n ):
isticvâbeden, sual sorup cevâbın ı isteyen, m ü sted'â
ﺳﺘﺪ ﻋﺎ
،
ﻣﺴﺘﺪﻋﻰ
(a.s. d a'vâ'dan. c . :
ın ü sted 'ayât): istida edilen, istenen, dilenen ؛istida (.dilekçe) ile istenilen [şey], m ü sted 'â-aleyh
ﻣﺴﺘﺪﻋﻰ ﻋﻠﺪ
(a.b.s. d a 'v â 'd a n ):
kendisinden dâvâ ve şikâyet olunan [kim se].
müs.ehân
( ﺳﺘ ﺪا مa.s. devâm'dan) : 1. devâmı istenilen. 2. devamlı, sürekli, sürüp giden, (bkz : bâkî, dâim).
m ü s te d â m
ﻣﺴﺘﺪﻋﻴﺎت (a.s. da'vâ'dan. müsted'â'nın c.) : dilenen, istenilen ?eyler; İstidâ ( ؛dilekçe) ile istenilen [?eyler],
m i i s t e d 'a y â t
ان-
m iiste fid ân
m ü ste fîd -ân e
ﻣﺴﺘﻔﻴﺾ
m ü ste fiz
( ﻣﺴﺘﺪلa.s. delâlet'den) : istidlâl olunmuş, bir delil ile İspât edilmi?. ["miistedlel'' kelimesi yanlıştır], (bkz : müstenbat).
m iistefreşe
( ﻣﺴﺘﺪﻋﻰa.s. da'vâ'dan) : İstidâ eden, dilekçe veren [kimse].
m ü s t e d 'î
m ü s t e 'd î
( ﻣﺴﺘﺄدىa.s. edâ'dan) : 1. yardim ve
korunma isteyen. 2. birinin zorla malını alan. m i i s t e 'd i b
ﺳﺘﺎ ﺀ د ب
(a.s. edeb'den) : bilgi ve
edep bgrenen. m ü s te d ill
( ﺳ ﺘ ﺪ لa.s. delâlet'den) : delil ile
İspât edilen. m ü s te d im
eden, devâmını isteyen. 2. devamlı, sürekli, (bkz : dâimî). fe ls . f r . r é m a n e n t ,
( ﻣﺴﺘﺪﻳﻦa.s. deyn'den) : istidâne eden, bor ؟alan, (bkz : müsteir).
m ü s te d în
( ﺳ ﻨ ﻴ ﺮa.s. devr'den) : dâire ?eklinde olan, değirmilenen, değirmi, (bkz : kiirevi).
m ü s te d lr
( ﻣﺴﺘﺪركa.i. derk'den) : Arap ؟ada
bir vezin. m iis te d rik
(a.s. feyz'den) : istifâze eden,
ﻣﺴﺘﻔﻴﻬﺎﻧﻪ
(a.f.zf.) : feyiz alarak,
feyizlenerek.
ﺳﺘﻔﺮﺷﻪ
(a.i. fir â ş 'd a n ): odalık,
câriye, ( b k z : kenizek).
ﻣﺴﺘﻐﺮغ
m iiste frig
(a.s. ferâğ ve fü r û g 'd a n ):
1. istifrag eden, kusan. 2. hek. gaseyan ettiren, kusturan. D e v â -y i m iis t e fr ig : kustu ru cu ilâ ؟. m iiste fsir—
(a.s. fesr'den. c. :m ü ste fsirin ):
bir şeyin tefsirini, izâhını, geni? anlatılm asini isteyen.
ﺳﺘﻔ ﺴﺮه
m iistefsire
(a.s. fe sr'd e n ): [“m iistefsir”
in miien.]. (bkz : miistefeir). m iiste fsirin ﻣ ﺴ ﺘ ﻔ ﺴ ﺮ ﻳ ﻦ
(a.s. m ü stefsirin c . ) :
istifsâr edenler, bir ?eyin tefeirini, izâhını, geni? anlatılm asını isteyen,
( ﻣﺴﺘﺪﻳﻢa.s. devâm'dan) : 1. istidâme
m ü s te d re k
(a.f.zf.): istifâde ederek,
feyiz alan, feyizlenen. m ü ste fîz-â n e
m iis te d e ll
—ا ﻻ
faydalanarak.
( ﻣﺴﺘﺪﺑﺮa.s. diibr'den) : istidbâr eden, arkasını dündüren, yüz ؟eviren,
m iis te d b ir
(a.s. m iistefîd' in c . ) :
istifâde edenler, faydalananlar,
m iiste fti
ﻣﺴﺘﻔﻰ
(a.s. fe tv â 'd a n ): 1. istiftâ eden,
m üftüden fetvâ isteyen. 2. bir m üşkülün hallini, ؟üzülm esini isteyen, m iiste ftih
ﺳﺘﻐﺬ ح
(a.s. fe th 'd e n ): istiftâh eden,
a ؟an, başlayan. m ii s t e f t i^ e —
(a.s. fe tv â 'd a n ): ["m üstefti"
nin miien.]. ( b k z : müstefti).
ﺳﺘ ﻐﺎ ث
m iistegas
(“ga”
u zu n
okunur,
a.s.
g ıy â s 'd a n ): istigase edilm i?, kendisinden
( ﺳﺘ ﺪ ر كa.s. derk'den) : istidrâk
eden, anlamak isteyen. (a.s. feyd'den) : 1. kazanılmış, kâr edilmi?. 2. anlaşılmış, (bkz : münfehim).
m tis te fâ d ﺳ ﺘ ﻔ ﺎ د
m ü s t e f â z ﺳ ﺘ ﻐﺎ ض
(a.s. feyz'den) : dağılıp ya-
m ü s te fh im ﺳ ﻔ ﻬ ﻢ
(a.s.
gıyâs'dan.
c .:
m iiste gisin
-
(a.s. g ıy â s 'd a n ): (b k z :
m üstagisin). m ü steh ab b -
(a.s. h ııb b 'd a n ): 1. sevilen,
ve vâcibden başka olarak sevap kazanılan
(a.s. fehm'den) : anlaşılan, (a.s. fehm'den) : anlamak
isteyen, soran. (a.s.feyd'den. c. :miistefidân) : istifâde eden, faydalanan.
m ü s t e f î d ﺳﺘ ﻔﻴ ﺪ
ﻣﺴﺘﻐﻴﺚ
m ü ste g isin ): istigase eden, yard im dileyen,
beğenilen, (bkz : m akbul, mergub). 2 . farz
yılmış. m ü s te fh e m ﺳ ﺘ ﻔ ﻬ ﻢ
y ard im istenm iş, istenen ؛A llah , m iistegis
İş. S a d a k a verm ek ; o ru ؟tu tm a k [mübarek günlerde-] gibi. m iiste h âm f l p
(a .s.): şaşırm ış, şaşa kalm ış,
( b k z : hayrân). m iiste h ân
ﺳﺘ ﻬﺎف
(a .s.): al ؟ak, değersiz, âdi.
875
müs.ehâs miistehâs ﻣ ﺴ ﺤﺎ ث
(a .s. h a v s 'd a n ) : t o p r a k a l-
miistehâsât c.) :
ﻣ ﺴ ﺤﺎﺛﺎ ت
* t a ş ılla r ,
(a.i.
ﺳﺘ ﺤﺎﺛﻪ
.müstehcen ﺳ ﺘ ﻬ ﺠ ﻦ
fr.
:
fossilles. fr.
p a le o n t o lo ji,
h a v s 'd a n
c. :
fr. fossile,
( a . s . ) : i s ti h v â e d e n , h a y r â n
ﻋﻬﺆى٠( سa.s.
h e z â 'd a n ) : i s t i h z â e d e n ,
o la n . (a.s. h iic n e t 'd e n ) : i s t i h c â n
-
ﻫﺴﺘﻬﺰﻳﺎذه
m iis te h z i-y â n e
(a.f.zf.) : i s t i h z â e d e -
re k , e ğ le n e re k , a la y y o llu ,
(a.s. h iic n e t 'd e n ) : [ " m i i s -
m iis te îr
ﺗﻊﺀر٠( سa.s.
â r i y y e t 'd e n ) : is t i â r e e d e n ,
ö d ü n ؟a la n , ( b k z : m i is te d i n ) .
t e h c e n ” i n m iie n .]. ( b k z : m ü s t e h c e n ) , -
ﻫﺴﺘﻬﻮى
e d e n , a k l ı n ı a la n .
b ir iy le e ğ le n e n , h e r k e s le e ğ le n m e k â d e t i n d e
b i- e d e b â n e , p e r d e - b î - r û n â n e ) .
miistehcin
(a.s. h e l â k 'd a n ) : [“m ü s -
t e h l i k " i n m iie n .]. ( b k z : m ü s te h l ik ) ,
m ü s te h z i
(a.i.) : a y b a ş ı g ö r e n k a d ı n ,
e d i lm i ş , a ç ı k s a ç ık , e d e p s i z c e [o la n ], ( b k z :
müstehcene
ﻣﺴﺘﻬﻠﻜﻪ
m ü s te h lik e
m iis te h v i
(a.i.
m iis t e h â s â t ) : * t a ş ıl, fo s il,
miistehâza ﺳﺘﺤﺎ ﺿﻪ
(a.s. h e l â k 'd e n ) : i s t i h l â k
s o m m a te u r.
m iis t e h â s e 'n in
fo s ille r,
Mebhasü'1-müstehâsât paléontologie. miistehâse
ﺳ ﺘ ﻬﻠ ﻚ
m ü s te h lik
e d e n ) y iy ip İ ç e r e k tü k e t e n , b it i r e n , fr . c o n -
t m d a s a k i l b u lu n a n .
ﻣﺴﺘﻜﺒﺮ
m ü s te k b ir
(a .s. h iic n e t 'd e n ) : i s t i h c â n
(a.s.
k i b r 'd e n .
c .:
m ü s t e k b i r i n ) : k ib i r l e n e n , k e n d i n i b ü y ü k
ed en , ؟ir k in , k ö tü , fe n â g ö re n ,
g ö re n , b ü y ü k l e n e n , ( b k z : m ü te k e b b ir ) .
miistehdi ﻫﺴﺘﻬﺪى
(a .s. h e d y v e h i d â y e t 'd e n ) :
i s t i h d â e d e n , d o ğ r u y o l u , h a k o l a n M İİS İÜ m a n l i k y o l u n u is t e y e n .
miistehdif ﺳ ﺘ ﻬ ﺪ ى
(a .s. h e d e f t e n ) : i s t i h d â f
ed en , h e d e f tu ta n ; h e d e f g ib i d ik ilip d u r a n ,
miistehiff
-
b a y a ğ ı s a y a r a k a la y e d ip e ğ le n e n , -
،
-
(a.s.
c.) : 1 . m ü m k ü n
m ü s te k b irin
ﻣ ﺴﻜﺒ ﺮﻳ ﻦ
(a.s. m i i s t e k b i r 'i n c . ) :
k ib ir le n e n le r , k e n d i n i b ü y ü k g ö r e n le r , b ü -
m iis te k fi
ﺳ ﻜﻔ ﻰ
( a . s . ) : y e te c e k k a d a r ı m is te -
m iis te k if
ﺳﺘ ﻜ ﻒ
( a . s . ) : 1. d i l e n m e k İ ؟i n e li n i
u z a t a n . 2. b a k a r k e n g ö z ü n ü k o r u m a k İ ؟i n
k a b i l o l m a y a n [ş e y ]. 2 . m â n â s ı z , s a ç m a şe y .
miistehilât ﺳﺘ ﺤﻴ ﻼ ت
( a .f .z f .) : k e n d i n i b ü -
yen.
h a v l 'd e n . c . : m iis t e h ilâ t ) : 1 . m ü m k ü n v e
Umûr-i miistehile
ﻫﺴﺘﻜﺒﺮاذه
y ü k g ö re r e k , b ü y ü k le n e r e k ,
y ü k le n e n l e r , ( b k z : m ü t e k e b b ir in ) .
(a .s.) : i s t i h f a f e d e n , a ş a ğ ı,
miistehil, miistehile
m iis te k b ir-â n e
e li n i k a ç ı n ı n ü s t ü n e k o y a n ,
: m â n â s ı z , s a ç m a İşler,
m iis te k in (a.s. h a v l 'd e n . m i i s t e h i l'i n v e k a b il o lm a y a n
ﻣﺴﺘﻜﻴﻦ
( a . s . ) : a lç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s -
te r e n .
ş e y le r .
ﻣﺴﺘﻜﻦ
m iis te k in n
2 . m â n â s ı z , s a ç m a ş e y le r ,
(a.s. k e n n 'd e n ) : i s t i k n â n
e d e n , g iz le n e n , s a k l a n a n ,
miistehill ﻫﺴﺘﺤﻞ
(a.s.
h e lâ l'd e n )
: 1. is t i h l â l
e d e n , h e l a l l i k d ile y e n . 2 . h e la lla ş a n .
miiste'hir, miiste'hire ٥/ L İ s t i 'h â r 'd a n ) :
te e h h ü r
،
ﺳﺘﺄ ﺧ ﺮ
eden ,
Mes'ele-İ miiste'hire : huk.
b ir
(a.s.
g e c ik e n . dâvâ
gö-
i l g i l i o l a r a k g ö r ü lm e s i ic â b e d e n b a ş k a b i r m e s e le .
ﻣ ﺴﺘﻜﻤﻞ
،
ﺳ ﺘ ﻬﻠ ﻚ
(a.
s.
h e l â k 'd e n ) : i s t i h l â k e d i lm i ş , y i y i p iç ile r e k t ü k e t i l m i ş , b it ir i le n . e rza k .
Erzâk-1 müstehleke
:
( a . i . ) : İ ç te k i k i n . (a.s. k e m â l 'd e n ) : i s t i k m â l
e d e n , ta m , o lg u n b i r h â le g e ti r e n , e k s ik s iz o l a r a k b it ir e n .
ﺳﻨ ﻜ ﻤ ﻦ
(a.s. k e m n v e k ü m ü n 'd a n ) :
g iz le n e n , s a k l a n a n . m iis te k n ih
miistehlekj müstehleke ﻣﺴﺘﻬﻠﻜﻪ
876
ﺳﺘ ﻜﺌ ﻪ
m iis te k m il
m ü s te k m in
r i ilü r k e n , b u d â v â d a n ö n c e v e b u d â v â ile
sarf e d ile n
m iis te k in n e
ﺳﺘ ﻜ ﻔ ﺪ
(a.s. k i i n h 'd e n ) : i s t i k n â h
e d e n , k ü n h ü n ü , e s â s ın ı, d o ğ r u s u n u a r a ç tira n . m iis te k râ
ﺳﺘ ﻜ ﺮا
(a.s. h i r â 'd a n ) : k i r â y a v e r i -
le n e şy a , ( b k z : m i i k t e r â , m ü k r â ) .
müstemlek ﻣﺴﺘﻜﺮه
m iis t e k r e h
(a .s.
k e r â h e t 'd e n .
c .:
m ü s te m e n d
ﻣﺴﺘﻤﺘﺪ
( f . s . ) : 1 . ü z ü n t ü l ü , k e d e r li,
m ü s t e k r e h â t ) : i s t i k r â h e d i lm i ş , k e r ih g ö -
h ü z ü n l ü . 2 . b îç a r e , z a v a ll ı . 3 . t a l i h s i z , m u t -
r ü l m ü ş , t i k s i n i le n , iğ r e n i le n , i g r e n ؟.
su z. ( b k z : m ü stm e n d ).
ﻣﺴﺘﻜﺮﻫﺎت
m ü s te k re h â t
m ü s t e k r e h 'i n
(a .s.
k e r â h e t 'd e n .
c . ) : i s t i k r â h e d ile n , t i k s i n i -
le n , i g r e n ؟şe y le r. (a.s. k e r â h e t 'd e n ) : [“ m ü s -
ﻣ ﺴﻜ ﺮﻫﻴ ﺖ
m ü s te k re h iy y e t
( o .i.) :
İ ğ r e n ç lik ,
ﻣﺘ ﻤﻨ ﺪاﻧ ﻪ
( f .z f .) : 1. ü z ü n tü lü ,
z a v a ll ı c a .
m ü s te m h il -
(a .s. m e h l 'd e n ) : m ü h le t ,
z a m a n , m u a y y e n b i r v a k i t is t e y e n ,
t ik s in t i.
ﻣ ﺴﺘﻜﺮ ى
m iis te k r i
m ü s t e m e n d 'i n
k e d e r li o l a r a k . 2 . t a l i h s i z li k le , m u t s u z l u k l a . 3.
t e k r e h " i n m ü e n .] . ( b k z : m iis t e k r e h ).
(f.s .
c . ) : ü z ü n t ü l ü , g a m l ı , k a s a v e t l i k im s e le r , m ü s te m e n d -â n e
ﻣ ﺴﻜ ﺮﻫﻪ
m iis te k re h e
ﻣ ﺴ ﺪا ن
m iis te m e n d â n
(a.s. k i r â 'd a n ) : i s t i k r â e d e n ,
m i i s t e m i ' ( ﻣ ﺴﻤﻊa .s. s e m 'd e n . c . : m ü s t e m l i n ) : 1. İs tim â
k i r â ile t u t a n , ( b k z : i m i k t e n , m iis t e 'c i) ؛. m ü s t e k r i h ( س^ﻛﺮهa.s. k e r â h e t 'd e n ) : 1 . i s t i k r â h
e d e n , d in le y e n ,
d i n l e y i c i , İşite n ,
( b k z : s â m i ') . 2 . b i r o k u la y a l n ı z d i n l e y i c i o la r a k d e v â m ed en .
e d e n , t ik s in e n , k e r i h g ö r e n , ig r e n e n , n e f r e t
(a.s. k ü s r
ve
k e s r e t 'd e n ) :
ﻣ ﺴﺘﻜ ﺸ ﻒ
ﻣﺴﺘﻤﻌﺄ
m iis te m ia n
is t i k s â r e d e n , ؟o k g ö r e n , ؟o k s a y a n , m iis te k ş if
(a .s. s e m 'd e n ) : [“ m i i s t e m i '
" i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s t e m i ') .
ﻣ ﺴﻜﻔ ﺮ
m ü s te k s ir
ﻣﺴﺘﻤﻌﻪ
m ü s te m ia
ed en . 2 . h e k . İştah k esen ,
(a .z f. s e m i 'd e n ) : d i n l e y i c i
o l a r a k ; iş ite r e k , d u y a r a k , (a.s.
k e ş f 'd e n ) : İ s t i k ş â f
ﻣﺴﺘﻤﺪ
m iis te m id d
e d e n , k e ş f e t m e y e ؟a lı ş a n ,
(a .s. m e d e d 'd e n ) : i s t i m d â d
e d e n , y a r d i m is t e y e n .
ﻣ ﺴﺘﻜﺘ ﺐ
m ü s te k tib
( a . s . ) : is t ik t â b e d e n , s ö y le -
ﻣ ﺴﻤﺪاﻧ ﻪ
m iis te m id d -â n e
y i p y a z d ı r a n , d ik t e e d e n ,
(a .f.z f.):
is t i m d â d e d e r e k , y a r d i m is t e y e r e k ,
ﻣ ﺴﺘﻠﺬ
m ü s te le z z
(a.s.
l e z z e t 'd e n .
c .:
m iis t e le z z â t ) : le z z e t a lı n m ı ş , t a d m a v a r i l -
ﻣﺴﺘﻤﻌﻴﻦ
m ü s te m iln
(a .s. s e m 'd e n . m ü s t e m i 'i n .
c.) : d i n l e y i c i l e r , f r . a u d i t e u r s .
m ış .
ﻣ ﺴﺘﻠﻨﺎ ت
m ü s te le z z â t
(a.i.
le z z e t 'd e n .
m ü s t e le z z 'in c . ) : le z z e t a l m a n şe y le r,
ﻣﺴﺘﺄﻣﻦ
m ü s t e 'm î n
(a .s. e m n 'd e n ) : 1 . i s t i m â n
e d e n , a m a n d ile y e n . 2 . v a k t i y l e e c n e b i t e b a a s m a v e r ile n b ir U n v a n . 3 . s ığ ın a n , c a n i-
m iis te lim
ﻣ ﺴﻠﻴ ﻢ
(a .s. le v m 'd e n ) : b e ğ e n i l m e y e -
n ı k u r t a r m a k ş a r t ı y l a t e s lim o la n .
c e k İş g ö re n . m U s t e ' m i n e ^ ^ (a .s. s e m 'd e n ) : [“ m ü s t e 'm i n "
ﻣ ﺴﺘﻠﺬ
m ü s te liz z
(a.s. l e z z e t '.d e n ) : le z z e t a la n ,
i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s t e 'm in ) .
t a d a la n , t a d m a v a r a n . m ü s te m irr m iiste liz z e
ﻣ ﺴﺘﻠﺬه
(a .s. l e z z e t 'd e n ) : [ " m ü s t e -
l i z z " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s te liz z ). m iis te lk î
ﺳﺘﻠﻘ ﻰ
( a .s .) : is tilk a ed en , a r k a ü stü
ﻣﺴﺘﻠﺰم
(a .s. l ü z û m 'd a n ) : i s t i l z â m
m ü s te m ir r e
ﻣﺴﺘﻤﺮه
(a .s. m ü r û r 'd a n ) : [ " m ü s t e -
ﻣ ﺴ ﻤﺪ
( a . s . ) : k e n d is in e
ﻣﺴﺘﻤﻦ
m iis te m ir r e n
ﻣﺴﺘﻤﺮأ
( a . z f . ) : m ü s t e m i r o la r a k ,
s ü r e k li, a r a lı k s ı z , ( b k z : d â im î) . y a r d im
e d ile n , e d i lm i ş o la n . m i i s t e 'm e n
g id e n . 2 . s ü r e k li,
m i r r ” i n m ü e n .] . ( b k z : m iis t e m i r r ) .
e d e n , g e r e k t ir e n ; g e re k e n , m ü ste m e d d
(a .s. m ü r û r 'd a n ) : 1 . i s t i m r â r
d e v a m l ı ; b i r d ü z iy e , d â i m â .
y a ta n . m iis te lz im
ﺳﺘ ﻤ ﺮ
e d e n , b ir d ü z iy e u z a y ıp
(a .s. e m n 'd e n ) : 1 . k e n d is in e
m ü s te m it
ﻣﺴﺘﻤﻴﺖ
( a . s . ) : s a v a ş t a ö lü m d e n y ı l -
m a y a n y ü r e k l i [ k im s e ] , m ü s te m le k
ﻣ ﺴ ﻤﻠ ﻚ
(o .s. m ü l k 'd e n ) : 1 . s a t m
a m a n v e r i l m i ş o la n . 2 . e c n e b i t e b a a s ı n d a n
a l ı n m ı ş m ü l k . 2 . ( b k z : m ü s t a 'm e r ) . [ y a p m a
o la n k im s e .
k e lim e le r d e n d ir ] .
877
müstemlekâ. miistemlekât ﺳ ﺘ ﻤﻠ ﻜﺎ ت (a.i. mülk'den. miistemleke'nin c .): sömürgeler, fr. colonies. (bkz: müsta'mere). müstemleke ( ﺳﺘ ﻤﻠ ﻜ ﻪa.i. mülk'den. c . : miistemlekât): sömürge, fr. colonie. (bkz : müsta'mere). müstemli -
(a.s.). (bkz : müstektib).
miistemsik ( ﻣ ﺴﺘﻤ ﺴ ﻚa.s.) : salıvermemek iizere sıkı tutan. miistemti' ( ﺳﺘ ﻤﺘ ﻊa.s.): istimtâ eden, temettü' eden, faydalanan.
üst derecede bulunan başka mahkemede bakılmasını isteyen [kimsej. müste'nife ( ﺳﺘﺄﻧﻔﻪa.s. en fd en ): ["müste'nif" in müen.J. (bkz : müste'nif). müstenim ( ﺳ ﺘ ﻨ ﻴ ﻢa.s. nevm'den): yalandan uyuyan, uyur gibi görünen, miistenir ( ﺳﺘﻨﻴ ﺮa.s. nûr'dan): istinâre eden, nûr, ışık alan, parlak. müste'nis ( ﺳﺘﺄﻧ ﺲa.s. üns'den) : İstînâs eden, ünsiyet peyda eden, yabâniligi kalmayan, alışık.
miistemzic ﻣﺴﺘﻤﺰج (a.s. meze'den) : istimzâceden, yoklayan, soran [düşüncesini, reyini, hatırını].
müstenker ( ﻣﺴﺘﺘﻜﺮa.s. nekr'den): İnkâr edilmiş. (bkz : münker).
miistenbat ( ﺳﺘﻨﺒ ﻂa.s.): istinbât olunmuş, zımnen anlaşılmış, (bkz : müstedell).
müstenkıs ( ﺳﺘﻨﻘ ﺺa.s. naks'dan) : istinkas eden, fiyatı kısmak, indirmek isteyen,
miistenbi' -
müstenkif ( ﺳ ﻌﻨ ﻜ ﻒa.s. nekfden) : istinkâf eden, kabûl etmeyen, geri duran, el ؟eken, *çekimser.
(a.s.).(bkz : miistahbir).
miistenciz ( ﺳﺘﻔ ﺠ ﺰa.s.) : istincâzeden, va'dini yerine getirilmesini isteyen. miiste'nefiin-aleyh ( ﻣﺴﺘﺄﻧﻒ ﻋﻠﻴﻪa.b.s.): huk. aleyhinde, istinaf sûretiyle dâvâ açılan kimse. miistenfik ( ﺳﺘﻨﻐ ﻖa.s.): şunu bunu beslemek; İ ؟in malını tüketen. miistenfir ( ﻣ ﺴ ﺘ ﺘ ﻔ ﺮa.s.): istinfâr eden, ürken, ürküp ka ؟an. miistenhic giren.
(a.s.): birinin mesleğine
müstenhir ( ﺳ ﺘ ﺘ ﻬ ﺮa.s. nehr'den): aka aka yeri oyan, nehir yapan. m ü ste n id -(a .s.se n e d 'd e n .c . :müstenidât): 1. istinâdeden, dayanan, yaslanan; güvenen. 2. bir delili, şâhidi olan. müstenidât ﻣ ﺴﺘﻨ ﺪا ت (a.s. sened'den. miistenid'in c.) : (bkz : miistenid). müsteniden ﻣﺴﺘﻨﺪأ (a.zf. sened'den): 1. istinâdederek, dayanarak, yaslanarak; güvenerek. 2. bir delil, şâhid (*tanık) göstererek. müste'nif ( ﺳﺘﺄﻧ ﻒa.s. enfden) : 1. istinâfeden, yeniden başlayan. 2. bidâyet mahkemesinden (dâvâların ilk görüldüğü mahkemeden) verilen hükmü kabûl etmeyip, dâvâsına, bir
müstenkıh ( ﺳﺘﻨﻘﻪa.s.): İdrâk eden, anlayan,
müstenkih ( ﺳﺘﻨ ﻜ ﻪa.s.): 1. ağız koklayan. 2. inceleyen, araştıran. müstenkir ( ﺳﺘﻨ ﻜ ﺮa.s.): İnkâr eden, (bkz: münkir). müstensih ( ﺷ ﺦa.s. nesh'den): 1. istinsâh eden, bir yazının sûretini, kopyasını ؟ikaran. 2. teksir, ؟ogaltma makinası, şapirograf. müstenşıkk ( ﺳﺘﺘ ﺸ ﻖa.s. şakk'dan): burnuna su ؟eken [temizlik İ ؟in]. müstenşid ﺳﺘﻨ ﺸ ﺪ (a.s. neşlde'den): istinşâdeden, birisinin şiir okumasını isteyen. müstentic ( ﺳﺘﻨﺂ جa.s. netice'den): istintâceden, netice ؟ikaran. müsterâh ( ﺳﺘ ﺮا حa.i. râhat'dan) : 1. rahat edecekyer. 2. aptesâne. (bkz : pây-hâne). miisterak, miisteraka ﻣﺴﺘﺮﻗﻪ، ( ﺳﺘ ﺮ قa.s. sirkat'den) : sirkat olunmuş, ؟alınmış, (bkz : mesrûk). Hamse-i miisteraka : celâlî senenin sonuna İlâve edilen beş gün. miistercâ ﻣﺴﺘﺮﺟﻰ، ( ﻣﺴﻌﺮﺟﺎa.s. recâ'dan) : 1. ricâ edilmiş. 2. umulmuş, umulan, [yapma kelimelerdendir].
müs.eskî
( ﻣﺴﺘﺮﺟﺢa.s. rücû'dan): istircâ eden, "İnnâ İillâh ve İnnâ ileyhi râciûn (= biz Allah'ın kuluyuz, 0 'na râciiz, 0 'na dönecegiz)" diyen.
miisterci'
(a.s. istirdâdedilmif, geri alınmış.
ﺳﺘ ﺮ د
miisteredd
redd'den) :
( ﺳﺘ ﺮﻓﻪa.s. refâh'den): refah, bolluk, rahatlık isteyen.
m iisterfih
( ﻣﺴﺘﺮﺣﻢa.s. rahm ve ruhum'dan) : 1. istirhâm olunmuş, niyâz olunmuş, yalvarılmış, yalvarılan. 2. birinin merhameti istenilen.
miisterham
müsterhi ( ﻣ ﺘ ﺮ ﺧ ﻰa.s. rehâ'dan) : istirhâ eden,
gevşek, sarkık, sölpük.
miisterşid ﻣﺴﺘﺮﺷﺪ (a.s. rüşd'den. c. : miisterfidîn): istifâdeden, irşâd edilmesini, dogru yolun gösterilmesini isteyeır. miisterşid-âne ( ﺳﺘ ﺮ ﺷﺪاﻧﻪa.f.zf.) : miisterşide, doğru yolun gösterilmesini isteyene yarafir yolda. miisterşidin ( ﻣﺴﺘﺮﺷﺪﻳﻦa.s. miisterşid'in c.) : irfâdedilmesini, dogru yolun gösterilmesini isteyenler. miisterşi-yâne ( ﻣﺴﺘﺮﺷﻴﺎﻧﻪa.f.zf.) : rüşvet istercesine. miistervih ( ﻣﺴﺘﺮوحa.s. râhat'dan): istirahat eden, dinlenen.
( ﺳﺘ ﺮ ﻫ ﺐa.s.): istirhâbeden, kor-
müsterzı' ( ﻣﺴﺘﺮﺿﻊa.s. rızâ'dan) : para ile sütnine tutan.
ﺑ ﻢ۶ ( مa.s. rahm'den) :1. istirhâm
miisterzil ( ﻣﺴﺘﺮذلa.s. rezil'den): istirzâl eden, rezil sayan.
eden ؛niyâz eden, yalvaran. 2. merhamet dileyen.
miistes'ad ( ﻣ ﺴ ﻌ ﺪa.s. sa'd'den): istisâdedilen, ugurlu sayılmış, ugurlu sayılan.
( ﺳﺘ ﺮ ﺣﻤﺎﻧﻪa.f.zf. ruhm'dan): istirhâm edene, yalvarana ؛merhamet dileyene yaraşır yolda.
müste'sal ( ﻣﺴﺘﺄﺻﻞa.s.): istisal olunmuş, kökiinden koparılmış.
müsterhib
kutan. miisterhim
miisterhim-âne
( ﺳﺘ ﺮ ﻫ ﻦa.s. rehn'den): istirhân
miisterhin
ed'en, rehin alan; rehin isteyen. miisterhis
( ﺳﺘﺮﺧ ﺺa.s. rııhs'dan): istirhâs
eden, ucuz sayan.
miisteshil ( ﻣ ﻤ ﻬ ﻞa.s. sehl'den) : istishâl eden, kolay sayan. müsteshü-âne ( ﻣ ﻤ ﻬ ﻼ ﻧ ﻪa.f.zf.): kolay sayarcasma.
( ﺳﺘﺮﻋﺮa.s.): İstir'â eden, birinden
miisteshir ( ﻣ ﻤ ﺨ ﺮa.s.): istishâr eden, alay eden.
bir şeyin korunmasını ve saklanmasını isteyen.
müste'sıl ( ﻣﺴﺘﺄﺻﻞa.s.): istisal eden, kökünden koparan.
(a.s.):
(bkz:
medyûn).
müstes'îd (a.s. sad'dan): istisâdeden, ugurlu sayan, ugur sayan.
( ﺳﺘ ﺮﻳ ﺢa.s. râhat'dan): istirâhat eden, rahat bulan, gönlü rahat, kaygısız.
müstesinn ( ﻣﺴﺘﺴﻦa.s. sinn'den): istisnân eden, yaşlanan, ihtiyarlayan.
m üster'î
ﻣﺴﺘﺄرب
miiste'rib
borçlu,
rpiisterîh
müsterîhii'1- b â l : İÇİ, gönlü rahat.
in müen.]. (bkz : müsterih).
müsteskal ( ﺳﺘﺜ ﻘ ﻞa.s. Siklet'den): istiskal edilen, kendisine, kovarcasma muâmelede bulunulan.
( ﻣﺴﺘﺮﻳﺤﺎ ﻧﻪa.f.zf.. râhat'dan): İÇİ rahat olarak, gönül rahatlığı ile.
m ü s t e s k ı l - (a.s. siklet'den) : istiskal eden, kovarcasma muâmele eden.
( ﺳﺘ ﺮﺑ ﻊa.s.): yamaya, tâmire muh-
miisteskıl-âne ( ﺳﺘﺜﻘ ﻼﻧ ﻪa.f.zf.): istiskal edene yakışacak sûrette.
müsterşî ( ﻣﺴﺘﺮﺷﻰa.s. rüşvet'den) : İstirşâ eden,
miisteski ( ﺳﺘﻨﻘ ﻰa.s. saky'den) : hek. istiska olmuş, karni su toplamış.
miisteriha
( ﻣﺴﺘﺮﺣﻪa.s. râhat'dan): ["müsterih”
m üsterîh-âne
miisterkı'
taç. rüşvet isteyen, (bkz : mürteşî).
879
müsfeslim
miisteslim
ﻣﺴﺘﺴﻠﻢ
c .:
m iis te tâ b
m ü ste slim in ). 1. istislâ m ed en , b o y u n egen.
edilen,
2 . İslâ m d in in i k a b û l eden,
m iis te tâ b
(a.s.
müsteslimin ﻣﺴﺘﺴﻠﻤﻴﻦ
se lâ m e t'd e n .
(a.s. m iiste slim 'in c.)
:
1. istislâ m edenler, b o y u n egenler. 2 . İslâ m d in in i k a b û l edenler.
miistesnâ ﻣﺴﺘﺜﯫ
(a.s.
s e n y 'd e n ):
1 . istisn â ed ilen , k u r a l d ışı b ıra k ıla n , b ıra k ılm ış . 2 . ü stü n . 3 . a y n tu tu la n , * a y rık . 4.
( ﺳﺘ ﻌ ﻢa.s.) : istitâm eden, tamamİanmasını isteyen.
le n e n , g iz li, s a k il. m iis te v â
ﻣﺴﺘﻮى
(a.s. m ü s te sn â 'n ın c.).
( b k z : m ü ste sn â).
(a.i. m e şv ere t'd e n ) : 1. k e n -
d isiyle m iişâ ve re d e b u lu n u la n , k e n d isin e İş d a n ışıla n . 2 . vek âletlerd e v e k ild e n so n ra k i âm ir.
müsteçârî ﺳﺘ ﺸﺎ ر ى
(a.f. m e ş v e r e t 'd e n ) : m iis-
te şa rh k . (a.s. ş e f â a t 'd e n ) : şefâat d ile -
y en , b a ğ ış la n m a s ın ı isteyen ,
müsteçfî ﻣﺴﺘﺸﻔﻰ
müsteçfi-âne ﺳﻌ ﺸﻔﻌﺎﻧﻪ ﻣﺴﺘﺸﻬﺪ
(a.s.
şe h â d e t'd e n
c .:
gö sterilen . (a.s. m ü s te şh e d 'in c . ) :
şâ h it tu tu la n la r, şâ h it o la r a k gö sterilen ler.
müsteşhedât-1 edebiyye : ed.
k e lim ele re m i-
sa l o la r a k g ö ste rilen c ü m le v e y â şiirler,
ﻣﺴﺘﺸﻬﺪ
(a.s.
ﺳﺘ ﻮﻓ ﺮ
(a.s. v e f r 'd e n ) : b o r ç l u d a n
a la c a ğ ın ı t a m â m e n a la n ,
m iis te v i
ﺳﺘ ﻮ ﻫ ﺐ
ﺳﺘ ﻮ ى
(a.s.) : b a h ş i ş is te y e n ,
(a.s. s e v i'd e n ) : 1. d ü z , h e r ta -
ŞİŞİ b i r o la n v e y â h e m e rk e k , h e m d iş i o la n [isim , Sifat].
( ﺳﺘ ﻮ ﻋ ﺐa.s.va'b'den) : 1. istiâbeden, İçine alan, kapsayan. 2 . kaplayan, tutan,
b ild ir ilm e s in i isteyen [ya z ı ile-), (a.s. v e
c .:
d ilin i v e e d e b iy â tım v e fo lk lo ru n u a ra ştır-
müsteşrikin ﺳﻤﺘﺸﺮﻗﻴﻦ
fr. orientaliste.
(a.s.
ve
m ü s t e ş r ik in c . ) : m ü ste şrik le r,
ﺳﻤﺘﻮﻟﺪه
(s. v e 'i . v e le d 'd e n ) : h u k .
efendisinden olma çocuğu bulunan cariye,
ﺳ ﺘ ﻮﻳ ﻪ، ( ﻣﺴﺘﻮﻟﻰa.s. vely'den) : 1. İstilâ eden, ele geçiren, idâresi altına alan. 2. yayılan, her tarafı kaplayan. 3 . h e k . salgm, fr . é p i d é m i q u e . M a r a z - I m ü s t e v l i : h e k . salgm hastalık, fr . m a l a d i e é p i d é m i q u e . N e z l e - i m ü s t e v l i y e : h e k . salgm nezle, nezle salgını.
m ü s te v li, m ü s te v liy e
i. ş a rk 'd a n .
m ü ste şrik in ) : şa rk to p lu lu k la r ın ın tâ rih in i) m a k la m e ş g u l o lan â lim ,
( ﻣﺴﺘﻮﻗﺪa.s.) : 1. yanıp alevlenmiş.
2 . y a k ı p a le v le n d ir ic i. m iis te v le d e
(a.s. iş'â r'd a n ) : istiş'â r eden,
müsteşrik ﻣﺴﺘﺸﺮق
( ﻣﺴﺘﻮيa.s.) : 1. istika eden, olmasım bekleyen. 2 . olacak diye kaygılanan,
m iis te v k i'
m ü s te v k id
ş e h â d e t 'd e n ):
istişh â d e d e n , şâ h it tu tan ,
müsteş'ir ﺳﺘ ﺸ ﻌ ﺮ
listes.
(a.s.) : A l l a h 't a n y a r d i m d i-
m i i s t e v 'i b
müsteşhedât ﻣ ﺴﺘ ﺸﻬﺪا ت
.
ﻣﺴﺘﻮﻓﻖ
le y e n .
r a f ı b ir . 2 . g e o . * d ü z le m . 3. g r . e r k e g i ile d i-
m ü s te ş h e d â t): şâ h it tu tu la n , şâ h it o la ra k
88
ﻣﺴﺘﻮﻓﻰ، ( ﺳﺘ ﻮﻓ ﻰa. s. vefâ'dan) : kâfi derecede, yeteri kadar, tam, mükemmel ؛dolgun.
m iis te v fâ , m iis te v fi
m iis te v h ib
( a . f z f . ) : şefaat d ile rc e -
sin e.
miisteşhid
( ﺳﺘ ﻮ د عa.s. ved'den) : 1. emânet bırakan. 2. emânet bırakılan yer.
m iis te v d i'
m iis te v fir
(a.s. ş i f â 'd a n ) : 1 . şifâ d ile ye n ,
iy ilik isteyen . 2 . k e n d isin e b a k tıra n ,
miisteşhed
(a.s. v ü c û b 'd a n ) : 1. lâ y ık .
( ﻣﺴﺘﻮدعa.s. ved'den) : 1. emânet bırakılan. 2 . emânet olarak bir mail kabûl eden.
m iis te v fik
miisteşfi’ ﻣﺴﺘﺸﻔﻊ
ﺳﺘ ﻮ ﺟ ﺐ
(bkz : sezâ, şâyan). 2 . icâbeden, gereken, m iis te v d a '
(a.s. ş u û r 'd a n ) : b ild irile n ,
h aberli.
müsteçâr ﻣﺴﺘﺸﺎر
(a.s.) : m ü z e k k e r (*eril) ile m ü -
e n n e s i (* d işil) İç in e a la n , m iis te v c ib
müsteç'ar ﺳﺘ ﺸ ﻌ ﺮ
K itâ b - 1
m iis te tim
b e n z e rle rin d e n b a sk ın ,
müstesneyât ﻣﺴﺘﺜﻨﻴﺎ ت
hoş, güzel bulunan. : güzel kitap.
m i i s t e t i r ( ﻣ ﺴ ﺘ ﺘ ﺮa.s. s e t r 'd e n ) : i s t i t â r e d e n , g iz -
ﻣﺴﺘﺜﻨﻰ
،
( ﻣﺴﺘﻄﺎبa.s. tayyib'den) : istitâbe
i.
şa rk 'd a n .
fr. orienta-
m iis te v s i
ﻣﺴﺘﻮﺳﻊ
(a.s.)
: bollaşan, genişleyen.
müşâfehe
ش۶ ( مa.s.): birinden senet, vesika
m ü s te v s ik
alan. m ü s te v z i'
( ﺳﺘ ﻮ ز عa.s.): hak dergâhından il-
müs'ut ﺳ ﻌ ﻂ müsül ﻫ ﺸﻞ
(a.s. yakin'den) : istikan eden, yakinen, kat'î olarak bilen,
m ü s te y k ın
(a.s. yakaz'dan): istikazeden, uykudan uyanan, (bkz : bî-dâr).
m ü s te y k ız
(a.s.) : 1. aman dileyen. 2. birinin yeminini isteyen. 3 ٠miibârek sayan.
m ü s te y m in
m ü s te y s e r
-
(a.s.): kolaylanmış, hazır,
m iis te y s ir
-
(a.s.): istisar eden, nefsine
ayıran.
و ا د٠م (a.s. ziyâde'den) : 1. ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış. 2. i. e d . bahr-i hecez vezinlerinden: "mef'ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün'' vezninde söylenmiş mısra'lara ,''mef'ûlü faûlün" parçalarina müsâvî birer parça katmak sûretiyle meydana getirilen manzûme: Meselâ : / Ey şûh~i kerem-pişe dil-i zâr şenindir / Yok minnetin aslâ / Eykân-1 giiher anda ne kim vâr şenindir / Pinhân ü hüveydâ / (Nedim)
m ü s te z â d - 1 s ü d â s i y y e : e d .
uzun mısraları mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, ziyadeleri mefâîlün mefâîlün vezninde olan müstezat.
( ﻣﺴﺘﺄذنa.s. izn'den): izin istenil-
m ü s t e 'z e n
miş.
( ﻫﺴﺘﺬلa.s. zelil'den): istizlâl eden,
birini zelil, hor, hakir gören,
( ﻣﺴﺘﺄذنa.s. izn'den): izin isteyen,
m ü s te z k ir
ﺳﺘﻨ ﻜ ﺮ
(a.s. zikr'den): istizkâr
eden, hatırlayan. (f.s.c.: müstmendân): 1. üzüntülü, kederli. 2. bîçare, zavallı. 3. talihsiz, mutsuz, (bkz : miistemend).
m ü s tm e n d
(f.s. müstmend'in c.) : mahzun, kederli, üzgün kimseler; biçâreler, zavallılar; talihsizler, mutsuzlar,
m ü s tm e n d â n
ان-
m iis tm e n d -â n e
( ﺳﻌﻤﻔﺪاﻧﻪa.f.zf.): mahzunluk-
la, zavallılıkla.
(a.i.) : e n fiy e k u tu su .
(a.i. m is â l'in c.) :
1.
örnek ler.
2. fels.
E flâ tu n 'u n "id é e s " sö zü k a rşılığ ı,
miisveddât ﺳ ﻮ دا ت
(a.i. s e v v â d 'd a n ) : k a ra la -
m a la r, ta slak lar.
müsvedde ﺳ ﻮ د ه
(a.i. se v e d 'd e n . c. m ü sve d d â t) :
1. k a r a la m a , taslak , b e y a z e d ilm e k ü zere ilk y a z ıla n v e ü z e rin d e d ü zeltm eler y a p ıla n y a z ı. 2 . b e c e rik siz , â ciz, içe y a r a m a z [k im se].
müşâ' ﺷ ﺎ ع şu yû
(a.s. ç ü y û 'd a n ) : 1. içâa o lu n m u ş,
b u lm u ş ,
ru lm u ş.
m iis te z â d
m ü s t e 'z i n
( ﻫ ﺜ ﻮ لa.i.) : a y a k ta d u rm a [sa yg ıd a n d o -
layı].
ham isteyen.
m ü s te z ill
müsûl
y a y ılm ış ,
h erk ese
2 . h isse d a rla r, o r ta k la r
d u yu -
a ra sın d a
b e râ b e rce k u lla n ıld ığ ı h a ld e h isselere ayr ılm a m ış o la n şey, yer.
müşâabe ﻷ ى
(a.i. şu 'b e'd en ) : u z a k la şm a ,
müşâare ﺷﺎ ﻋﺮه
(a.i. şi'r'd en ) : k a r ş ılık lı şiir
sö yle(ş)m e, b irb irin e şiir s ö y le m e ؛şiir y a rışı.
müşâât ﺷ ﺎ ﴽ ت
(a.i.) : 1. y a r ış etm e. 2 . ileri g e ؟-
m e.
müşâbehet ﻣﺸﺎ ﺑﻬﺖ
(a.i. şeb eh v e şib h 'd en . c.
m ü şâ b e h â t) : b e n z e y iş, b e n zem e,
müşa'bid, müşa'biz ﻋ ﺬ٠ش
، -
(a.i.) : h o k -
kabaz.
müşâbih ﻣﺸﺎﺑﻪ
(a.s. şebeh v e şib h 'd en ) : b e n ze -
y e n , b e n zer, (b k z : m ü m â sil, n azlr).
müşâbihe ﻣﺸﺄﺑﻬﻪ
(a.s. şeb e h v e şib h 'd en ). [“ m ü -
ş a b ih ” in m ü en .l. (b k z : m ü şâ b ih ).
miiçabih hadler : mat. b e n z e r müşâcerât ﻣ ﺸﺎﺟﺮا ت
(a.i.
.te rim le r,
m ü şâ c e re 'n in
c.) :
k a v g a la r, d ö vü şm eler.
müşâcereﺛ ﻤ ﻪ
(a .i.şe c e r'd e n .c . :m ü şâ c e râ t) :
1. k a v g a etm e, çek işm e, (b k z : n izâ). 2 . a ğ a ؟ ile b irb ir in e v u r m a .
müşâfehât ( ﻣﺸﺎﻓﻬﺎتa.i. ş e f e 'd e n . m ü ş â f e h e 'n in c.) : a ğ ız a g ız a , y iiz y iiz e , k a r ş ı k a r ş ıy a k o n u ş m a la r .
müçâfehe ( ﻣﺸﺎﻓﻬﻪa.i. şe fe 'd e n .'C . : m ü ş â f e h â t) : a ğ ız a g ız a , y iiz y iiz e , k a r ş ı k a r ş ıy a k o n u ş m a.
881
müşâgabe
müşâgabe ( ﻣﺸﺎﻏﺒﻪa.i.): fels. fr. Cristique. müşâgare ( ﻣﺸﺎﻏﺮهa.i.): mehir alıp vermemek İçin iki kişi birbirinin hısımlarından birer kadınla evlenme. müşâhed ( ﻣﺸﺎﻫﺪa.s. çuhûd'dan): müşâhede olunmuş, görülmüş, görülen, müşâhedât ﻣﺸﺎﻫﺪات (a.i. şuhûd'dan. müşâhede'nin c.): 1. gözle görülen şeyler. 2. fels. *gözlemler. müşâhede ﺷﺎ ﻫ ﺪ ه (a.i. şuhûd'dan. c . : müşâhedât): 1. bir şeyi gözle görme, (bkz : rü'yet). 2. tas. Allah âlemini görme, müşâhede-i mücerrebât-1 filim e : içlenerek elde edilmiş tecrübelerin görülmesi, müşâhere ( ﺷﺎ ﻫﺮهa.i. şehr'den): aylıkla tutma. müşâhere-hârân ( ﺷﺎ ﻫ ﺮه ﺧﻮاراتa.fb.i.): ayİıklılar. ınüşâhereten ( ﻣﺸﺎﻫﺮةa.zf.): aylıklı olarak. ınüçâhereten icare : huk. aylıkla kiralama, müşahhas (a.s. çahs'dan): ı.teşhîs edilmiş, tanınmış, nev'i ve cinsi anlaşılmış. 2. şahıslanmış, şahıs sûretine girmiş. 3٠fels. *somut, fr. concret. müşahhasa ( ﻣﺸﺨﺼﻪa.s. çahs'dan): [“müşahhas” m miien.]. (bkz : müşahhas), müşahhas aded : mat. *somut sayı, müşalıhasât ( ﻣ ﺸ ﺨﻬﺎ تa.s. şahs'dan): *somut bilgiler, fr. Sciences concretes. müşahhıs ( ﻫﺸﺨﺺa.s. şahs'dan): teçhîs eden, taslagin adını koyan. müşâhid ( ﻣﺸﺎﻫﺪa.s. ve i. çuhûd'dan. c . : müşâhidîn): müşâhede eden, gören, bakan. müşâhidîn ( ﻣﺸﺎﻫﺪﻳﻦa.s. ve i. müşâhid'in c .): müçâhede edenler, görenler, bakanlar, müşâkat "( ﻣﺸﺎﻗﺖka” uzun okunur, a.i.): SIkırıtıya dayanma husûsunda yarışma, müşâkat ( ﻣﺸﺎﻗﺖa.i.): düşmanlık: aykırılık, müşâkele ( ﺷﺎ ﻛﻠ ﻪa.i. çekl'den): 1. şekilce bir olma, benzeme. 2. ed. birinin söylediği bir sözü, diğerinin az çok evvelki mânâya zıt olarak kullanması, [meselâ : kaleme devâm edip etmediği sorulan havâî bir adam 882
hakkında: "kendi bâzan gelir ammâ, sözü gelmez kaleme'' denilmesi gibi], müşâlcil ( ﺷ ﺎ ﻛ ﻞa.s. çekiden): şekilce bir olan, benzeyen. müşâr ( ﻣﺸﺎرa.s. çevr'den) : içâret olunan, İçâretle gösterilen. müçârün bi'1-benâm, müşârün bi'1-enâmil: parmakla gösterilen. (bkz: meçhûr, mümtâz, nâm-dâr). müşârata ( ﻣﺸﺎرﻃﻪa.i. şart d an ): şartlaşma, müşârebe ( ﻣﺸﺎرﺑﻪa.i. şürb'den): birlikte İ ؟me. müçârefe ( ﻣﺸﺎرﻓﻪa.i.): 1. yüksek yere ؟ikma. 2. şan ve şeref husûsunda biriyle övünme, müşâreket ( ﻣﺸﺎرﻛ ﺖa.i. şirket'den) : 1. şeriklik, ortaklık, ortaklaşma, birine ortak olma. 2. gr. *İşteşlik [sevişme: birbirini sevme: anlaşma: birbirini anlama., gibi], müşâreze ( ﻣﺸﺎرزهa.i. şerz'den): huysuzluk, geçimsizlik. müşârik ( ﺷﺎ ر كa.s. şirket'den): 1. ortak, bir İş beraberliğinde bulunan, (bkz: şerîk). Bilâ müşârik: ortaksız. 2٠ortaklardan, berâber İş yapanlardan her biri, müşâriz ( ﺷﺎ ر زa.s. şerz'den): kavgacı, huysuz. müşârün bi'1-benân ( ﻣﺸﺎرﺑﺎﻟﺒﻔﺎنa.s.) : parmakla gösterilen. müşârün-ileyh ( ﺷﺎ ر ا بa.s. şevr'den. c . : müşârün-ileyhümâ): "kendisine işâret olunan” : adi geçen, adi anılan [erkek]. [Tanzimat'tan sonra, bahsedilen en yüksek rütbe İçin bu kelime kullanılmıştır], müşârün-ileyhâ( ﻣﺸﺎراﻟﻴﻬﺎa.s. şevr'den): “kendisine içâret olunan" : adi geçen, adi anılan [kadm, kız]. müşârün-ileyhimâ ( ﺷﺎراﻟﻴ ﻬﻤﺎa.s. şevr'den. müşârün-ileyh'in c.). (bkz: müşârünileyh). miiçâ'ça' ( ﻣﺸﻌﺸﻊa.s. şa'şaa'dan): 1. şa'şaalı, parlak, parlayan, parıldayan, (bkz: rûşen). 2 ٠debdebeli, tantanalı, gösterişli, müşâtara ( ﺷﺎ ﻃﺮهa.i. çatr'dan): biriyle bir çeyi yari yarıya bölüşme.
miişekkel
ﻣﺸﺎﺗﻤﺎت
m ü şâtem ât
(a.i. m üşâteme'nin c . ) :
ﻣﺸﺎﺗﻤﻪ
(a.i. şetm 'd en ): sövüşm e,
birbirine sövm e, atışma,
ﻣﺸﻄﺮ
m ü ş a tta r
(a .i.):
ed.
(g e ç iş s iz )
f iille r d e n ,
t ü r l ü v e z in l e r d e b a ş l ıc a f a i l v e z n i n d e g e le n
sövmeler, atışm alar, sovüşmeler. m ü şâtem e
m ü ş e b b e h e : lâ z ım
v e d â i m î b i r v a s f i g ö s t e r e n S ifat : [ a l i m ( ؟o k b il e n ) ؛ş e f î k (ş e fk a tli) ... g ib i]. 2 . fe ls . f i n s a n b i ç im i, a n t r o p o m o r f .
teştîr
edilm iş,
m ısrâları arasına ilâveten ayrıca m ısrâlar getirilm iş gazel v e y â kaside. m ü ça tta r-1 m u h am m e s : ed. araya ü ؟m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside, [meselâ şâir B ü yü k N ed im , N ed îm -İ K ad im 'in : "D erdin nedir gönül sana bir hâlet olm asm / Sad elhazer ki sevdiğin ol âfet olm asm ” beytiyle başlayan gazelini taştîr ederken bu bey-
ın ü ş e b b e h â t
ﻣﺸﺒﻬﺎت
(a.s. m ü ş e b b e h 'i n
c.) :
b e n z e t ile n l e r .
ﻣﺸﺒﻪ ﺑﻪ
m ü ş e b b e h ü n b ih
(a.b .s.
ş i b h 'd e n ) :
k e n d i s i n e b e n z e t ile n , [ c e s u r a d a m ı a r s la n a b e n z e tirk e n ; c e s u r = ın ü ş e b b e h , a rs la n = m U ş e b b e h ü n - b ih 'd ir ] .
ﻣ ﺸﺒﻚ
m üşebbek
(a.s. şebek'den) : 1. şebeke
şekline sokulm uş, ag v e kafes gibi örülm üş
ti şu m üşattar hâle g e tirm iştir: N ed îm -İ
olan. 2. i. g. s. kü ؟ü k aga ؟p arçaların dan
K ad im 'in "D erd in nedir gönül sana bir
yapılan oym alı pano. 3. i. muşabak, tersi v e ’
hâlet olm asm ” m ısrâindan sonra ve "Sad
y ü z ü ayrı ayrı kullanılabilen sim ve renkli
el-hazer ki sevdiğin ol âfet olm asın” m isram d an evvel B ü yü k N ed im 'in ilâ v e le ri: “B îm âr eden bu güne seni râhat olm asın / Bizden tesettür etme abes külfet olm asm / B î-câ tabibe varm ağa hi ؟hâcet olm asm '' dır.
ipliklerle yapılm ış hesap İŞİ nakış, m iiş e b b i'
ﺷ ﻊ٠ (a.s.
şib'den)
: teşbî' eden, kar-
nın ı doyuran.
ﻣﺸﺒﻬﻪ
m ü ş e b b ih e
(a.i. ş i b h 'd e n ) : 1. fe ls . f i n -
s a n b i ç im c il ik ,
fr.
a n th r o p o m o rp h is m e ,
( b k z : m iic e s s im e ). 2 . A lla h 'ı i n s a n b i ç i m i n -
m ü şa tta r-1 m u r a b b a ': ed. araya iki m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside. m ü şa tta r-1 m üsed d es : ed. araya dört m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside, m ü şâverât
ﻣﺸﺎورات
(a.i. m üşâvere'nin c . ) : ko-
( ﻣﺸﺎورهa.i.
m üşeccer
ﻣﺸﺠﺮ
(a.s. ş e c e r 'd e n ) : 1. a g a ؟g ib i
d a l l ı b u d a k l ı [re s im , y a z ı]. 2 . ü s t ü ؟u b u k lu ,
nuşmalar, danışm alar [bir İş üzerinde-], m ü şâvere
d e ta s v ir v e ta s a v v u r e d e n le rin m e n s u p b u l u n d u k l a n K e lâ m î m e z h e p ,
d a llı b u d a k lı [k u m a ş]. n ıü ş e d d e d , m ü ş e d d e d e
ﻣﺸﺪده
،
ﻣﺸﺪد
(a.s.
m eşveret'd en ): danışm a,
ş id d e t'd e n ) : 1. ş i d d e t l e n d i r i l m i ş , ş i d d e t v e -
bir İş üzerinde konuşm a, fr. co n su ltatio n :
r i l m i ş , k u v v e t l e n d i r i l m i ş . 2 . a . g r . ş e d d e li,
["m üşâveret” şeklinde de kullanılır],
ﻣﺸﺎور
m ü şâ v ir
ş e d d e s i o l a n [ h a r f k e lim e ] . H u r û f - İ m ü -
(a.s. ve i. m eşveret'den. c . :
m üşâvirîn) : İstişâre edilen, -kendisine- danışılan.
ﻣﺸﺎوره
(a.s. ve i. m eşveret'd en ):
[“m üşavir'' in miien.]. (bkz : m üşâvir). m ü ş â v irîn
ﻣﺸﺎورﻳﻦ
(a.s. ve i. m ü şâvir'in c.):
İstişâre edilenler, -kendisine- danışılanlar,
ﺑﻌﻪ.ﻣﺸﺎ
(a .i.): 1. dostluk etme [biriy-
le-]. 2. uym a [birine-], m ü şb i'
m ü ş e d d id e
ﻣ ﺸﻊ
(a.s. şib'den) : doyuran.
ve
،
ﻣﺸﺪد
(a.s.
k u v v e tl e n d i-
r e n , ş i d d e t i n i a r t ı r a n , a z d ı r a n . E s b â b -1 m ü ş e d d i d e : h u k . SU ؟İU h a k k ı n d a b i r c e z â n m ş i d d e t i n i a r t ı r ı c ı s e b e p le r, m ü ş e d d id e
ﻣﺸﺪده
(a.i. ş i d d e f d e n ) : f i z . * y ü k -
s e lte ؟. f r . a m p l i f i c a t e u r ,
ﻣ ﺸﻜ ﻚ
ın ü ş e k k e k
m üşekkeke
doym uş, tok, fr. sature.
(a.s. ş e k k 'd e n ) : t e ş k î k o lu n -
ﻣﺸﻬﻪ
(a.s. şe-
şibh'den) : !.b en zetile n .
S ıfa t-ı
،
ﻣ ﺸﻜﻜﻪ
(a.s. ş e k k 'd e n ) : [" m ü ş e k -
k e k ” i n m iie n .] . ( b k z : m U şe k k e k ). m iiş e k k e l
ﻣﺜﺒﻪ
ınüşebbeh, m üşebbehe
ﻣﺸﺪده
ş i d d e tl e n d ir e n ,
m u ş , ş e k k e d ü ş ü r ü l m ü ş , ş ü p h e li,
m ü şebba ١( ﻣ ﺸﻊa.s. şib 'd e n ): 1. işbâ' olunmuş,
beh
m ü ş e d d id ,
ş id d e fd e n ) :
m ü şâ v ire
m ü şâ y a a
ş e d d e d e : ş e d d e li h a rfle r.
ﻣ ﺸﻜﻞ
(a.s. ş e k l'd e n ) : 1. ş e k le k o n u l-
m u ş , ş e k il v e r i lm iş . 2 ٠ş e k li, k a lıb ı, k iy â f e ti y e r i n d e , g ö s te r iş li.
883
miişekkele m üşekkele ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪa.s. şekl'den) : [“m üşekkel” in müen.]. (bkz : miişekkel). m Uşellel
ﻣﺸﺶ
ﻣﻐﻤ ﺖ
m ü şem ın et kim se.
görm üş,
güneşlem iş؛
(a.s.) : h ayır ile yâd olunan
yapı.
m uş, açılm ış.
د٠ش
rilm iş, kendisine şeref verilm iş, şerefli. 2 . i. kadın adi. m ü şerrefe ( ﻣ ﺸ ﺮ ﻓ ﻪa.s. şe re f den) : ["m ü şerref" in müen.]. (bkz : m üşerref),
ﻫﺸﻐﻖ
(a.s. şefak at'd en ): şefkatli, m er-
ﻣ ﺸﻔﻔ ﻪ
(a.s. şefak at'd en ): 1. [“m ü şfik ”
in müen.]. (bkz : m üşfik), i . i. kadın adi. m ü şfik -â n e
ﻣ ﺸ ﻔﻘﺎﻧ ﻪ
m ü şg
ﻣﺸﻚ
(f.i.): m isk.
ﻣ ﻔ ﻚ آﻟﻮد
m ü şg -b â r
ﻣ ﺸ ﻜﺎ ر
1 . teşrîh yapan [doktor], fr. an atom iste.
m ü şg -b îd
ﻣﺸﻚ ﺑ ﻴ ﺪ
m U şerrih a
ﻣﺸﺮﺣﻪ
(a.i. ve s. şe rh 'd e n ): ["m ü-
ﻣﺸﺮﺣﻴﻦ
m ü şg -b û
ﻣ ﺸﻜ ﻮ
(f.b .i.) : bot. sultâni söğüt
ve
s.
şe rh 'd e n ):
1 . teşrih eden [doktorlar], fr. an atom istes. 2 . açıklayanlar.
(f.b .s.): m isk kokulu,
ﻣ ﺸ ﻚم
m ü şg -d e m (a.i.
(f.b .s.): m isk yağdıran ,
ağacı, A cem söğüdü,
şerrih ” in müen.]. (bkz : m üşerrih). m ü v e rrih in
(f.b .s.): m üşke, m iske
bulanm ış.
m iişe rrih ( ﻣ ﺸ ﺮ حa.s. şerh'den. c. m üverrihin): 2. şerheden, açıklayan.
(a.f.zf şefak at'd en ): şef-
katle, merham etle, acıyarak,
m ü şg -â lû d
(a.s. şe rz'd e n ): şîrâzesi olan,
(a.s. şîd'den) : yüksek, saglam ,
ham etli, acıyan; seven. m ü şfik a
m ü ş e rre f ( ﻣ ﺸ ﺮ فa.s. şe re f d e n ): 1. şereflendi-
(a.s. şîd 'd e n ): ["m ü şeyyed ”
kunt yapı yapan. m ü şfik
m ü şe rra h ( ﻣ ﺸ ﺮ حa.s. şe rh 'd e n ): teşrîh olun-
ﻫ ﺸﺰ
ﺷﺪه
in müen.]. (bkz : mUşeyyed). m ü şe y y id
küpe takın m ış, küpe takarak süslenmiş,
(a.s. şîd 'd e n ): teşyidedilm iş,
yüksek, saglam , m uhkem yapılm ış, kunt
m U şeyyed e
m ü şe n n e f ﻣ ﺸ ﻒ.(a .s.): teşnîf edilm iş, küpeli,
m ü şerrez
ﺷﺐ
m ü şey ye d
(a.s. şem s'd e n ): güneşe
gösterilm iş, güneş çok güneşli.
c.). (bkz :
m üşevvik).
(a.s.) : lekeli,
m ü şem m es ﻣ ﺸ ﻤ ﺲ
( ﻣﺸﻮﻗﻴﻦa.s. m ü şe v v ilfin
m ü ş e v v ik in
(f.b .s.): m isk nefesli, nefesi
m isk gibi kokan. m ü şg -e fşâ n
ﻣ ﺸ ﻚ ا ﻓ ﺸ ﺎف
(f.b .s.): m üşk, m isk
saçıcı, m isk saçan, (bkz : m üşg-feşân). m ü şe v v e k ( ﻣ ﺸ ﻮ كa.s. şe v k 'd e n ): dikenli, diken m ü şg -fâ m
şeklinde olan. m ü şe ٣ eş, m ü şev veşe ﻣ ﺸ ﻮ ﺷ ﻪ
düzensiz, karm akarışık. U m u r -1 m ü ş e w e ş e : karm akarışık İşler.
ﻣﺸﻮﺷﺎت
ﻣﺸﻮﺷﻴﺖ
ﻣ ﺸﻮ ق
(a .i.): karışıklık, kar-
ş e v k den.
c .:
m ü ş e v v ik in ): 1. şevk ve gayrete getiren, arzusunu, isteğini artıran. 2 . teşvik eden, fenâlığa sevk eden, ayartan, kışkırtan, önay a k olan. m ü ş e v v ik a ( ﻣ ﺸ ﻮ ﻗ ﻪa.s. şe v k 'd e n ): ["m ü şe vv ik ” in müen.]. (bkz : m üşevvik).
884
(fb.s.) : m üşk, m isk sa ؟ı-
müşk, m isk satan. ﻣ ﺸ ﻜ ﺮ و ﺷﺎ ن
(f.b.s.
m üşg-
fürûş'un c . ) : müşk, m isk satanlar, m ü şg în
(a.s.
ﻣ ﺸ ﻜ ﺸﺎ ف
CI, m isk saçan, (bkz : m üşg-efşân).
m ü şg -fü rû şâ n
m akarışık vaziyet. m ü ş e v v ik
m ü şg-feşân
m ü ş g - f ü r û ş j ı j / i . ( f . b . s . c . :m ü şg-fürû şân) :
(a.s. m üşevveş'in c.) : ka-
rışıklıklar, karışık, karm akarışık şeyler, m ü ş e v v e ş i^ e t
(f.b .s.): m üşk, m isk renkli,
، ( ﻣ ﺸ ﻮ شa.s.
şe v â ş'd e n ): teşvîr edilm iş, belirsiz, karışık,
m ü şev veşâ t
ﻣ ﺸﻜﺎم
siyah.
ﻣ ﺸﻜ ﻦ
(f.s .): 1. m iskli, m isk kokulu.
2. siyah, kapkara şey. Z ü lf-i m ü şg în : siyah saç. m ü şg în -ç â h
ﺟﺎه
ﻣ ﺸ ﻜ ﻦ
(f.b .i.): bâzı güzelle-
rin yüzlerinde bulunan siyah ben. ( b k z : m üşgîn-çeh). m ü şg în -ç e h ﺑﺠﻪ çâh).
ﻣ ﺸﻜ ﻦ
(f.b.i.). ( b k z : m üşgîn-
miiştagil
ﺷ ﻜﻴ ﻦ
m ü ş g în -k ü lâ h ﻛ ﻼ ه
(f.b .i.): güzelin si-
yah saçları.
külâh).
kirpik.
(a.f.b.s.): güç bege-
nen, herşeyi beğenm eyen. m ü şk ü -p e se n d â n ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺠ ﺴ ﻔ ﺪا نa.f.b.s. m ü?kil-
ﻣﺸﻜﺴﺎ
pesend'in c . ) : güç beğenenler, her ?eyi be-
(f.b .s.): ^ i s k gibi.
ﻣﺜﺎ ر
(f.b.i.) : çok güzel kokan,
m ü şh id -
(a.s. ?ehâdet'den) : İşhâdeden,
şâhit (*tanık) getiren. m ü ş'ir ( ﻫ ﺸ ﻌ ﺮa.s. ş u û r'd a n ): iş'âr eden, haber veren, bildiren [yazı ile],
ﺷﺮ
genmeyenler. m ü şk ü -p e se n d -â n e ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺴ ﺪ ا ﻧ ﻪ
m isk kokan yer.
m ü şir
ledenler. m ü şk ü -p e se n d ﻣ ﻔ ﻜ ﺒ ﺬ
m ü ş g în -sin â n ( ﻣ ﺜ ﻜ ﻴ ﻦ ﺳﻔﺎ نf.b .i.): uzun siyah
m ü ?g -s â r
(a.f.b.s. m üçkil-
gü şâ'n ın c . ) : müşkül) güç, çetin ?eyleri hal-
m ü şg în -k ü le h ( ﺷ ﻜ ﻴ ﻦ ﻛ ﻠ ﻪf.b.i.). (bkz : m üşgîn-
m ü ? g -sâ
m ü şk il-g ü şâ y â n ﻣ ﺜ ﻜ ﻠ ﻜ ﺸ ﺎ ﻳ ﺎ ن
(a.s. ?evr'den. c . : m ü şîrâ n ): 1. em ir
( a .f z f .) : güç
beğenene, bir ?ey beğenm eyene y ak ışacak sûrette. m ü ?k ü -te r ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮa.f.b.s.): çok m üşkül, çok zor, çok çetin. m ü şk il-te rîn ( ﺷ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮ ﻳ ﻦa.fb.s.). (bkz : m üşkilter).
ve işâret eden. 2. i. m areşal, m ü şîrâ n ( ﺷ ﺮ ا نa.f. m üşîr'in c.) : mareşaller.
m ü şm e iz ( ﻣ ﺸ ﻤ ﺌ ﺰa.s. işm i'z â z 'd a n ): 1. sıkılan, İkrâh ederek sıkılan; nefret eden. 2 . titre-
m ü ?îr-â n e ذه١ﺷ ﺮ
(a.f.zf.) : müşire, m areşale
yen, ürperen.
yakışacak sûrette. m ü şm eize ( ﻣ ﺸ ﻤ ﺌ ﺰ هa.s. işm i'zâz'dan): ["m ü?m ü ş'ire ﺷ ﻌ ﺮ ه
(a.i. ?u û r'd a n ): fiz. g ö ste rg e ,
m eiz" in müen.]. (bkz : müşmeiz).
buhar ve hava tazyik ("basınç) m m ?iddet
m üşrif ﺷ ﺮ ف-(a.s. ? e r e fd e n ) : 1. yükselen, Ç1-
derecesini gös'teren âlet, m ü ş'ire ﺷ ﻌ ﺮ ه
(a.s. ş u û r'd a n ): [“m üş'ir” in
müen.]. ( b k z : müş'ir). m ü ş ir i ﺷ ﺮ ى
tutm uş olan. 5. v a k ıf m ail m uhafaza eden
(a .f.i.): m üşürlük, m areşallik,
( b k z : m üşiriyyet). ın ü şîriy ye t
ت٠ﺷ ﺮ
m ü şk il, m ü şk ile ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪ، ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻞa.s. ?ekl'den. c . : m ü şk ilâ t): 1. güç, zor, çetin. 2. i. engel, güçlük, zorluk, çetinlik. M e sâ il-İ m ü şk ile :
h a r â b : yık ılm aya
m ü şk ilâ t ( ﺷ ﻜ ﻼ تo.i. m üşkil'in c.) : güçlükler, zorluklar. H a llâ l-İ m ü ş k ilâ t : zorlukları,
tutmu?.
m urâkabe
m ütevellinin
altında
tasarru fu n u
bulundurm ak
üzere
tâyin edilen kim se, [b u n a : “nâzır-1 v a k f” da denir]. (a.s. ?irk'den. c . : m ü ş r ik în ):
A lla h 'a ?erik, o rtak koşan. m ü şrik in ( ﻣ ﺸ ﺮ ﻛ ﻴ ﻦa.s. ?irk'den. m ü şrik'in c . ) : A lla h 'a ?erik, o rtak koşanlar.
güçlükleri halleden, çözen,
m ü şşât ( ﻣ ﺸ ﺎ تa.i. m âşî'nin c . ) : ayaküstü y ü -
m iişk ile ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪa .i.): zor olan İş. (a.f.b .s.c.:
yüz
( b k z : m âil-i inhidâm ).
m ü ş r ik ﻣ ﺸ ﺮ ك
çetin meseleler.
m üşkil-
g ü ş â y â n ): m üşkül, güç, çetin ?eyleri halleden. m ü ş k il-g ü şâ î
m ü ş r if-i
m ü ş r if-i v a k f :
m ü şk ek ( ﻣ ﺸ ﻜ ﻚf.i.). (bkz : mü?g).
ﺷ ﻜﻠ ﻜ ﺸﺎ
kim se, [bâzı yerlerde “n âzır" m ânâsına da kullanılır].
(a .i.): 1. m üşürlük, m are-
?allik. 2. m üşürün, m areşalin m akam ı.
m ü ş k il-g ü şâ
kan. 2 . ölüm e pek yakın bulunan. 3. etrâfa bakan, etrâfı gören. 4 . bir hal alm aya y ü z
riiyen [insan, hayvan]. m ü şt ﻣ ﺸ ﺖ
(f.i.) : 1. yu m ru k , m uşta, ( b k z :
m üşte2 .(؛. avuç, (bkz : m u ؛، ).
ﺷ ﻜﻠ ﻜ ﺸﺎﺋ ﻰ
güçlükleri çözme.
(a.f.b.i.): zorlukları,
m iişta g il ( ﻣ ﺸ ﺘ ﻐ ﻞa.s. ?ugl'dan) : iştigal eden, bir İşle m eşgul olan, uğraşan.
885
müş.ail
müştail ( ﻣﺸﺘﻌﻞa.s. ş a 'l'd e n ) : i ş ti â l e d e n , y a n a n , t u t u ş a n , a te ş a la n , a le v le n e n , ( b k z : m ü n ş e il) .
( ﻣ ﺸﺘﺪهa.s. şiddet'den): ("müştedd” in müen.). (bkz : miiştedd).
m ü ş te d d e
müştâk ( ﻣﺸﺘﺎقa.s. ş e v k 'd e n . c. : m ü ş t â k î n ) : 1. İ ş t i y a k ı ,
( ﻣﺸﺘﺪa.s. ?iddet'den): İştidâd eden, şiddetlenen, şiddetlenmiş, azan,
m ü ş te d d
ö z le y e n ,
g ö r e c e g i g e le n ,
a ta n , ( b k z : a r z û m e n d , h a s r e t- k e ş ) .
can
2. i. e r-
k e k a d i.
müştak cereyan : fiz. k o l * a k ım ı, fr. courant dérivé. müştâkan "( ﻣﺸﺘﺎﻗﺎتlca" u z u n o k u n u r , a.f. m ü ş t â k 'ı n c.). ( b k z : m ü ş tâ k î n ) .
müştâlc-ane “( ﻣﺸﺘﺎﻗﺎﻧﻪk a " u z u n o lc u n u r. a.f.zf. ş e v l i d e n ) : i ş t i y a k l a ,.a r z u ile , ؟o k is te y e re k , c a n a ta r a k .
( ﻣﺸﺘﻬﻰa.s. şehvet'den): iştihâyı gerektiren, arzu olunan, istenilen,
m ü ş te h â
ت(a.i.) :erkeklik hissini tahrik edecek hâle gelmiş olan kız.
m ü ş te h â t
( ﻣﺸﺘﻬﻴﺎتa.s. şehvet'den c.) : iştahı ؟eken, İştah veren şeyler, lezzetli şeyler,
m ü ş te h e y â t
m ü ş te h e y â t-ı m e n f a a t- p e r e s tâ n e :
( ﻫﺜ ﻬ ﻰa.s. şehvet'den): iştehâsı olan. İştahlı, istekli, (bkz : hâhiş-ger).
m ü ş te h î
müştâkîn ( ﻣﺸﺘﺎﻗﻴﻦa.f.b .s.) : ö z le y e n le r, c a n a ta n l a r , ( b k z : m ü ş tâ k a n ) .
( ﻣﺸﺘﻬﺮa.s. şöhret'den): İştihâr eden, şöhret bulan, meşhur, (bkz : nâm-dâr).
m U ş te h ir
miiştakk ( ﻣﺸﺘﻖa.s. ş a k k 'd a n . c. : m i iş ta k k a t ) : 1. iş t i y a k e tm iş , b a ş k a b i r k e li m e d e n ؟ık -
( ﻣﺸﺘﻬﺮهa.s. şöhret'den): [“müştehir” in müen.l. (bkz : müştehir).
m ü ş te h ire
m ış , t ü r e m i ş , t ü r e m e .
müştakk-ı feyz ü nûr : f e y z in v e n û r u n h a s r e tli s i .2 . mat. * tü re v , müştakka ( ﻣﺸﺘﻘﻪa.s. ş a k k 'd a n ) : [ " m i iş t a k k ” m m ü e n .l . ( b k z : m i iş ta k k ) .
m ü ş te h îy â t
ş a k k 'd a n . m ü ş t a k k 'ı n c.) : t ü r e m i ş k e lim e 1er.
müştakkun-minh ( ﻣﺸﺘﻖ ﻣﺘﻪa .b .s. ş a k k 'd a n ) : gr. Ic e n d is in d e n , b a ş k a b i r k e li m e t ü r e m i ş
(a.s. şehvet'den): [“müştehî" nin müen.l. (bkz: müştehî).
( ﻣ ﺸ ﺶa.s. şekvâ'dan): 1. şikâyet olunan. 2 . i. şikâyet.
m ü ş te k â
m ü ş te k â -a n h :
m ü ş te k î
( ﺛ ﻜ ﻰa.s. şekvâ'dan): iştikâ, şikâyet
eden.
d e riy i v u r a r a k
in c e l t m e k t e k u l l a n d ı k l a r ı m â d e n to k m a k .
m ü ş te k i-y â n e
( ﻣ ﺸﺘ ﻲ ﻧﻪa.f.zf.): şikâyet ederce-
m u ş t a , b i r i n e v u r m a k İ ؟i n e le v e y â p a r - sine.
m a k l a r a g e ç ir il e n d e m i r â le t,
müştebeh -
(a.s.) : k a r ı ş ı k , z o r.
m ü ş t e b î h - (a.s. ş e b e h v e ş i b h 'd e n ) : İ ş tib â h e d e n , ş ü p h e le n e n , ş ü p h e c i,
müştebîhât ( ﻣﺸﺘﺒﻬﺎتa.s. ş e b e h v e ş ib h 'd e n . m i i ş t e b i h 'i n c.) : ş ü p h e l e n e n le r , ş ü p h e c ile r , k u ş k u l a n a n l a r , iş k illile r ,
müştebîhe ( ﻣ ﺸﺒﻬﻪa.s. ş e b e h v e ş i b h 'd e n ) : [“r m i ş t e b i h ” i n m ü e n .l. ( b k z : m ü ş te b ih ) .
müştebîk ( ﻣ ﺸﺘﺒ ﻚa.s.) : 1. p e n c e r e g ib i ö r ü l ü . 2 . k a r ı ş ık .
886
kendisinden şikâyet olunan
kimse.
o la n a s il k e li m e .
müşte ( ﻣﺸﺘﻪf.i.) : 1 . m u ş t a , y u m r u k , ( b k z : m ü ş t ٠). 2 . k u n d u r a c ı l a r ı n
( ﻣﺸﺘﻬﻴﺎتa.s. şehvet'den): İştahlı-
lar, istekliler. m ü n te h iy e
müştakkat “( ﻣ ﺸﻘﺎ تk a ” u z u n o k u n u r , a .i.
3.
menfaat
gösterircesine hırslar.
ﻣ ﺸﻜﻴﻪ (a.s. şekvâ'dan): [“müştekî”nin müen.l. (bkz : müştekî).
m ü ş te k iy y e
( ﻣﺸﺘﻤﻞa.s. şümûl'den) : bir şeyin İçinde bulunan, bir şeyin kavrandığı, İçine aldığı, [bizde kelimenin cemi şekli kullanılır].
m ü ş te m e l
ﻣﺸﺘﻤﻼت (a.i. şümûl'den. miiştemel'in c.): eklentiler, bir şeyin İçinde bulunduğu, ona bağlı olan şeyler,
ın ü ş te m e lâ t
müştemil ﺗﻤﻞ٠( ﻣﺚa.s. şümûl'den): İştimâl eden, kavrayan, saran, İçine alan.
mü»ea«ib-âne müşterâ ( ﻣﺸﺘﺮىa.s. şirâ'dan): iştirâ olunmuş, satm alınmış. Mâl-i m üşterâ: satm alinmış mal. müşterek, müştereke ﻣﺸﺘﺮﻛﻪ، ( ﻣﺸﺘﺮكa. s. şirket'den. c . : müşterekin): 1. İştirâk eden, ortak [olan], ortaklaşa. 2. birlik; elbirligiyle yapılan. Fasl-1 m üşterek: mat. *arakesit, iki sathin (düz) birleştiği yer. Mahrec-i m üşterek: mat. paydaları eşit olan bayağı kesirler. müşterekü'l-hayât: biy. Ortakyaşar. müşterekü'1-menfaa: ortaklaşa, berâberce faydalanma. müşterekü'l-mikyâs adetler : mat. ortak ÖİÇÜİÜ sayılar. müşterek ted risât: ped. birlikte agrenim . müştereken ( ﻣﺸﺘﺮﻛﺄa.zf. şirket'den): ortaklaşa, ortak 0İaı-ak. müşterekin ﻣ ﺸﺮﻛﻴ ﻦ (a.s. şirket'den. müşterekin c.). (bkz : müşterek), müşterî ( ﻣﺸﺘﺮﺗﻢﺀa.s. ve i. şirâ'dan. c.: müşterîîn): 1. iştirâ eden, satm alan, aliCI. 2. alışverişte bulunan. 3. istekli, (bkz : hâhiş-ger). Müşterî ( ﻣﺸﺘﺮىa.h.i.): astr. Sakıt, Erendiz, JÜpiter, Mars, (bkz : sa'd-i ekber). miişterik ( ﻣﺸﺘﺮكa.s.) : kendi kendine söylenen [kimse]. Farîzatü'1 -müşterike : mirasla ilgili şer'î bir mesele, müştî ( ﻫﺸﻰa.s.): bir avuç dolusu, müşt-zen ( ﻣﺸﺘﺰنf.b.s.): muştu, yumruk vuran, boksör, (bkz : muşt-zen). müşvike ( ﺷ ﻮ ﻛ ﻪa.i.): dikenli ağaç,
mütâcere ( ﻣﺘﺎﺟﺮهa.i.): birbiriyle ticâret yapma. mütâemet ( ﻣﺘﺄﺀﻣﺖa.i.) : ikiz dogurma. mütâlâa ( ﻃﺎﻟﻌﻪa.i. tulû'dan. c . : mütâlaât) : 1. okuma. 2. tetkik. 3. düşünce, mütâlaa-hâne ( ﻣﻄﺎﻟﻌﻪ ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): okuma salonu. mütâlaât ( ﻣﻄﺎﻟﻌﺎتa.i. miitâlaa'nm c .): 1. okumalar. 2. tetkikler. 3. düşünceler, mütâli' ( ﻣﻄﺎﻟﻊa.s. mütâlaa'dan. c . : mütaliin): okuyan. mütâliîn ( ﻣﻄﺎﻟﻌﻴﻦa.s. mütâli'in c .): okuyanlar, mütâreke ( ﻣﺂرﻛﻪa.i. terk'den): ask. ateşkes, iki tarafın muvakkat bir zaman İçin ateşi durdurması, fr. armistice. mütâreke-i h u s û s ic e : ask. husûsî (Gzel), dar ölçüde ateş kes. nıütâreke-i u m û m ic e : ask. umûmî, geniş ölçüde ateş kes. m ütâreke-nâm e: mütâreke yapılması İçin tarafların müştereken imzaladıkları vesika. m ütârik ( ﺳﺎركa.s.): karşılıklı terkeden, bırakan. Leşker-İ m ü târik : mütâreke eden, silâhı bırakan, ateşi kesen asker, müteabbid ( ﻣﺘﻌﺒﺪa.s. ibâdet'den. c . : müteahhidin): taabbüdeden, İbâdet eden, tapınan, kulluk eden [Allah'a], miiteabbid-âne ( ﻣﺘﻌﺒﺪاﻧﻪa.f.zf.): tapınırcasma, kulluk edercesine [Allah'a], müteabbidin ( ﻣﺘﻌﺒﺪﻳﻦa.s. müteabbid'in c .): taabbiidedenler, tapmanlar [Allah'a],
müt'a ( ﻫﺘﻌﻪa.i.): 1. muvakkat kazanç. 2. çîîlere mahsus geçici nikâh. 3. mehr tesmiye olunmayan ve duhul ve halvet vâkı olmayan mutallakaya verilen bir takım elbise, [her şehrin örfüne göre değişir],
müteabbis-âne ( ﻣﺘﻌﺒﺴﺎﻧﻪa.fzf.): taabbüs ederek, yüzünü ekşiterek.
miitâbaat ( ﻣﺘﺎ ﺑﻌﺖa.i. teba'den) : İttibâ etme, birine tâbi olma, arkasından gitme, uyma,
müteabbisin ( ﻣﺘﻌﺒﺴﻴﻦa.s. müteabbis'in c .): taabbüs edenler, yüzünü ekşitenler.
mütâbi' ﻟﻊ.( ئa.s. teba'dan. c . : mutâbiin): tâbî olan, uyan.
müteaccib ( ﻣﺘﻌﺠﺐa.s. aceb'den): taaccübeden, şaşakalan, şaşan (bkz : mütehayyir).
mütâbiîn ( ﻣﺘﺎﺑﻌﻴﻦa.s. mütâbi'in c .): tâbî olanlar, uyanlar.
miiteaccib-âne ( ﺳﻌﺠﺒﺎﻧﺪa.f.zf.): şaşarak, şaşkin şaşkın, (bkz : mütehayyir-âne).
miiteabbis ( ﻣﺘﻌﺒﺲa.s.c.: müteabbisin): taabbüs eden, yüzünü ekşiten,
887
mUeactibe ( ﻣﺘﻌﺠﺒﻪa.s. aceb'den): [“müteaccib" in müen.]. (bkz : müteaccib).
miiteahhir ( ﻣﺘﺄﺧﺮa.s. â h e r 'd e n ) : t e a h h ü r e d e n ,
( ﻣﺘﻌ ﺠ ﻞa.s. acele'den c.): aceleci, acele eden.
müteahhire ( ﻣﺘﺄﺧﺮهa.s. â h e r 'd e n ) : [" m iite a h -
m ü te a c c ib e
. m iite a c c il
m ü te a c c ü -â n e
( ﻣﺘﻌﺠﻼﻧﻪa.f.zf.): acelecilikle,
s o n r a y a k a l a n , g e c ik e n .
h i r " i n m iie n .] . ( b k z : m ü t e a h h i r ) .
miiteahhirin ( ﻣﻂ ﺧﺮﻳﻦa.i.c.) : s o n z a m a n l a r d a g e le n le r, y e tiş e n le r .
( ﻣﺘﻌ ﺠﻴ ﻦa.s. müteaccil'in c .): aceleciler, acele edenler.
miiteahhirin-i ulemâ : â l i m l e r i n s o n z a -
(a.s.): taacciin eden, hamurİaşan, hamur hâline gelen,
miiteâhid ( ﻣﺘﻌﺎ ﻫﺪa.s.) : t a â h ü t e d e n , b i r İŞİ iiz e -
m iite a c c ilin
m iite a c c in
m a n l a r d a y e tiş e n le r i.
r i n e a la n , ( b k z : m ü t e a h h i d ) .
(a.s. ııdvân'dan): 1. taaddi eden, zulmeden; saldıran. 2 . g r . *geçişli müteâkıb ( ﻓ ﻌﺎﻗ ﺐa.s. a k a b 'd a n ) :1. t a â k u b e d e n , b i r b i r i a r d ı n d a n .gelen [s ira ile]. 2 . a r d ı n d a n (fiil): [ d ü ş ü n d ü r m e k , a n l a t m a k . . . gibi]. g e le n , a r k a s ı S ira b e li r e n , 3. m ü z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza miiteâkibe ،g ؛b (a.s. a k a b 'd a n ) : [“m ü t e â k ı b " kalmış bir numûnesi yoktur.
m ü te a d d i
ﻰ
ﻟ
i n m iie n .] . ( b k z : m ü te â k ıb ) .
ﻣﺘﻌﺪده، ( ﻣﺘﻌﺪدa.s. aded'den): taaddüdeden, çoğalan, çok, birçok, birkaç, türlü türlü. E v râ k -1 m i i t e a d d i d e : türlü türlü, birçok evrak, kâğıtlar,
m ü te a d d id , m ü te a d d id e
ﻣﺘﻌﺪﻳﻪ (a.s. udvân'dan): ["müteaddi” nin müen.J. (bkz: miiteaddi).
m ü te a d d iy e
müteakiben ( ﻣﺘﺬﻗﺒﺄa.zf.) : s o n r a ; a r d ı s i r a , a rk a s ı s ir a , a r k a a r k a y a .
müteâkıd ( ﻣﺘﻌﺎﻗﺪa.s. a k d 'd e n ) : a k it , a n l a ş m a y a p a n i k i k iş id e n h e r b ir i,
müteâkideyn ﺑﻦ.اﻓﺪ٠( ﺀتa.s.c.) : a lıc ı ile s a tıc ı,
( ﻟ ﻰa.s. adû'dan): teâdî eden, düşmanlık eden, (bkz : müteâddî').
müteakkid ( ﻣﺘﻌﻤﺪa.s. a k d 'd e n ) : t a a k k u d e d e n ,
b b dolcunan.
m i i t e a k k i l » (a.s. a k l 'd a n . c. : m ü t e a k k i l i n ) :
m ü te â d î
m ü te â d îd
(a.s.): taâdut eden, kol kola
t a a k k u l e d e n , b i r a z d ü ş ü n e r e k a n la y a n ,
د لb (a.s.): teâdül eden, birbirine denk gelen, (bkz : mütekabil),
m iite â d il
m ü te a ff if ^ b .( a .s .
iffet'den. c. :müteaffifin) : iffetli, şerefli, nâmuslu.
ﻣﺘﻌﺴﺎﻧﻪ nâmuslulukla.
m ü te a ff if- â n e
(a.f.zf.):
iffetlilikle,
( ﻣﺘﻌﺴﻪa.s.) : [''miiteaffif'' in müen.]. (bkz: miiteaffif).
m iite a ffife
(a.s. miiteaffif'in c.): iffetli, şerefli, nâmuslu [kimseler],
m ü te a ffifin
، y b (a.s. ufûnet'den): taaffün eden, bozulup fenâ kokan; kokmuş, çürük,
m iite a ffin
( ﻣﺘﻌﻬﺪa.s. ve i. ahd'den. c. : müteahhidin) : taahhüt eden, bir İŞİ sözle, İmzâ ile üzerine alan.
m ü te a h h id
( ﻣﺘﻌﻬﺪﻳﻦa.s. ve i. ahd'den. miiteahhid'in c .): taahhüt edenler, bir İŞİ sözle, İmzâ ile üzerine alanlar.
m ü te a h h id in
888
d ü ğ ü m l e n e n , k a r ı ş ı k , ç a p r a ş ı k o la n ,
miiteakkil-âne ( ﻣﺘﻌﻔﻼﻧﻪa.f.zf.) : t a a k k u l e d e n e , a n la y a n a y a k ı ş ı r s û r e tte .
müteakkilin ( ﻋﺘﻌﻬﻴﻦa.s. m ü t e a k k ı l 'ı n c.) : ta a k k u l e d e n le r, a n la y a n la r ,
miiteakkis ( ﻣﺘﻌﻜﺲa.s. a k s 'd e n ) : ta a k lc iis e d e n , m a 'k û s o la n , te r s in e d ö n e n ,
müteâl J b (a.s. u liiv v 'd e n ) : 1. y ü k se k ,, y iic e . ( b k z : b iile n d ) 3.
2. T a n r ı 'n ı n
s ıfa tla rın d a n .
fels. * d e n e y ü s tü , t e c r ü b e ile elde' e d il e n
b ilg in in s ın ırla rın ı a şa n ,
[asil : " m ü t e â l î ”
d ir].
müteâlî ( ﻓ ﻌﺎﻟ ﻰa.s. u liiv v 'd e n ) : 1. y ü k s e l e n , y ii k s e k o la n , ( b k z : m iite a lli) . 2 . y ü c e , ü s t ü n . 3.
fels. * d e n e y ü s tü , fr. transcendantal,
miiteâlim ^ b
(a.s. a le m 'd e n ,ve il m 'd e n ) :
t a â l ü m e d e n , h e r k e s ç e b il in e n ,
miitealli ﺗﻌﻠﻰ٠ (a.s.) : t a a l l i e d e n , y ü k s e le n , y ü k s e k o la n , ( b k z : m ü te â lî) .
müte.rrî
müteallik ( ﻣﺘﻌﻠﻖa.s. alaka'dan): 1. asılı, bağlı. 2. taallûk eden, ilgili, İlişiği olan, (bkz : âid, dâir, merbût). miiteallika ( ﻣﺘﻌﻠﻘﻪa.s. alaka'dan): ["müteallik'' in müen.]. (bkz : müteallik), müteallikat "( ﻣﺘﻄﻘﺎ تka" uzun okunur, a.i. müteallikin c.) : 1. yakın kimseler; akrabâ. 2. gr. bir cümlenin mânâsını tamamlayan, açıklayan lcelimeler. mütealükât-ı f i '1 : gr. fi'lin âilesi. miiteallil ( ﻣﺘﻌﻠﻞa.s.): taallül eden, bahâne ile herhangi bir İşin yapılmasını geciktiren, özür ve bahâne ile vakit geçiren, miiteallim ( ﻣﺘﻌﻠﻢa.s. ve i. ilm'den. c . : müteallimin): taallüm eden, ilim) bilgi edinen, ögrenen; okuyan, talebe (agrenci). mütealüm-âne ( ﻣﺘﻌﻠﻤﺎﻧﻪa.f.zf. ilm'den): taallüm ederek, bilgi edinerek, öğrenerek, müteallime ( ﻗ ﻌﻠ ﻤ ﻪa.s. ilm'den) : [“müteallim” in müen.]. (bkz : müteallim). müteallimin ( ﻣﺘﻌﻠﻤﻴﻦa.s. ve i. ilm'den. müteallim'in c .): ilim öğrenenler, bilgi edinenler, talebeler (Öğrenciler), miiteallin ( ﻗ ﻌﻠ ﻦa.s.): taallün eden, aleni, âşikâr, meydanda olan. müteâmı ( ﻣﺘﻌﺎﻣﻰa.s. am â'dan): taâmî eden, görmemezlikten gelen, görmezlenen. müteâmi-yâne ( ﻣﺘﻌﺎﻣﻴﺎﻧﻪa.zf.): görmemezlikten gelerek. müteâmiye ( ﻗﻌﺎﻣﻴﻪa.s. am â'dan): [“müteâmî” nin müen.]. (bkz : müteâmî).
müteammim ( ﻣﺘﻌﻤﻢa.s. umûm'dan): taammüm etmiş, yayılmış, yaygın, müteammime ( ﻣﺘﻌﻤﻤﻪa.s. umûm'dan): [“müteammim” in müen.l. (bkz : müteammim). m ü t e â n ık ^ ^ (a.s.): teânuk eden, birbirinin boynuna sarılan. miiteannî ( ﻣﺘﻌ ﻰa.s.): taannî eden, zahmet ؟eken, zahmetli bir İÇİ üzerine alan, miiteannid ﻗ ﻌﺌ ﺪ (a.s. ' c .: müteannidin): taannüdeden, inâdeden, dediğinden dönmeyen, direnen, (bkz : muannid). müteannid-âne ( ﻣﺘﻌﻨﺪاﻧﻪa.f.zf. İnâd'dan): inat ؟ılıkla, direngenlikle. mUteannidln ﻣﺘﻌﻔﺪﻳﻦ (a.s. 'İnâd'dan. müteannid'in c .): taannüdedenler, inâdedenler, dediğinden dönmeyenler, direnenler. miiteannit (a.s. anit'den): taannüt eden, yanlış arayan, ?unun bunun yanlışını bulmak merâkında olan. miiteannit-âne ( ﻣﺘﺴﺎﻧﻪa.f.zf.): yanlış arayana, yanlış ؟ikarmaya çalışana yakışır sûrette. müteanni-yâne ( ﻣﺘﻌﻔﻴﺎﻧﻪa.f.zf.) : zahmetle, SIkıntı ؟ekerek. müteâref ﻫﺘﻌﺎرف.(a.s. ö rf den): herkesin bildigi, ünlü, (bkz : meşhûr). müteârız ( ﻣﺘﻌﺎوضa.s. araz'dan): taâruzeden, birbirine Zid, muhalif olan,
müteammi ( ﻣﺘﻌﺲa.s. amâ'dan): a'mâ olan, kör olan.
m üteârif ( ﻣﺘﻌﺎوفa.s. ö rf den): 1. birbirini tanıyan, tanışan. 2. bilinen, bilinir, (bkz: ma'rûf meşhûr).
miiteammid ﻣﺘﻌﻤﺪ (a.s. amd'den. c . : müteammidin): taammüdeden, bilerek, tasarlayarak yapan. Gay-İ m iiteam m id: tasarlamadan yapan.
müteârife ( ﻣﺘﻌﺎرﻓﻪa.i. ö rf den): mant., mat. gerçekliği apaçık, meydanda olduğundan isbâtı icâbetmeyen söz, aksiyon,
müteammid-âne ( ﻣﺘﻌﻤﺪاﻧﻪa.f.zf. amd'den): taammüden, bilerek, tasarlayarak, müteammidin ﻣﺘﻌﻤﺪﻳﻦ (a.s. amd'den. müteammid'in c .): taammüden, bilerek, tasarlayarak yapanlar. müteammik ( ﻗﻌﻤ ﻖa.s. um k'dan): taammuk eden, derinleşen, derine giden.
m ütearrık ( ﻗ ﺮ قa.s.): taarruk eden, terleyen, mütearrız ( ﻣﺘﻌﺮضa.s. arz'dan): 1. taarruz eden, saldıran, sataşan. 2. başkasının hakkma, hudûduna geçen. mütearri ( ﻗ ﺮ ىa.s. ury ve uryet'den): 1. taarri eden, soyunan, çıplak. 2. bir şeyden alâkasını kesen. 889
mütearrib
mütearrib ( ﻣﺘﻌﺮبa.s. arab'dan): 1. Araplaşmış. 2. göçebe olarak yaşamakta bulunan [kimsej.
müteavvız ۶ ( ضa.s. ivaz'dan): ivaz, bedel alan.
miitearribe ( ﻣﺘﻌﺮ!هa.s. arab'dan) : ["mütearrib” in müen.].
müteavvic ( ﻣﺘﻌﻮجa.s. ivec'den): taavvüceden, eğrileşen, eğri. Nihâl-İ m iiteavvic: eğri fidan.
m ütearrif ( ﻣﺘﻌﺮىa.s. İrfân'dan) : ârif olan, irfan sâhibi [olan].
müteavvid ( ﻣﺘﻌﻬﻠﺪa.s.) : taavvüdeden, âdet edinen, alışılmış.
miitearris ( ﻣﺘﻌﺮسa.s. arûs'dan): tearrüs eden, karışına sevgisini açıklayan,
müteavviz i j D (a.s.): istiâze eden, sığınan,
müteâsir ( ﻣﺘﻌﺎﺳﺮa.s. usr'dan): teâsür eden, güçleşen, (bkz: miiteassir). müteassıb ( ﻣﺘﻌﺼﺐa.s. asab'dan. c . : müteassibân, müteassıbin): 1. taassubeden, tarafdarlık eden. 2. kendi dininden ve milletinden başkasına kin ve düşmanlık besleyen ؛hi ؟bir yeniliği kabul etmeyen, miiteassıb-âne ( ﻣﺘﻌﺼﺎﻧﻪa.zf.): müteassıbça. müteassif ﻣﺘ ﺴ ﻒ-(a.s.): teassüf eden, doğru yoldan sapan, yolsuzluk eden, miiteassir, miiteassire ﻣﺘ ﺴﺮه، ( ﻣﺘﻌﺴﺮa. s. usr'den) : teassur eden, güçleşen, güç, zor, ؟etin, (bkz : müteâsir). Umûr-i miiteassire: ؟etin İşler. müteâşır ( ﻣﺘﻌﺎﺷﺮa.s.) : muâşeret eden, birbiriyle iyi geçinen. müteaşşık ( ﻣﺘﻌﺸﻖa.s.) : taaşşıık eden, âşık olan, delicesine seven. müteâtıf ﻣﺘﻌﺎﻃﻒ.(a.s. atfdan) : 1. teâtuf eden, birbirini seven. 2. kendisine atfolunan, bağlanan.
müteayyin ﻣﺘﺺ (a.s. ayn'dan. c .: müteayyinân): 1. taayyün eden, belli, meydanda olan, meydana ؟ikan. 2. karar verilmiş. 3. eşraftan, b.elli, ileri gelen kimse, müteayyinân ( ﻫﺘﻊﺀﻏﺎنa.s. ayn'dan): 1. taayyün edenler, belli, meydanda olanlar. 2. karar verilmişler. 3. eşraftan, ileri gelen kimseler, müteayyine (a.s. ayn'dan): ["müteayyin” in müen.]. (bkz : müteayyin). müteayyiş ( ﻻ«؛شa.s. ayş'dan): taayyüş eden, yaşayan, yiyip İ ؟en, geçinen, müteayyiş bi'l-hevâ: biy. hava ile yaşar, müteâzıd ( ﻣﺘﻌﺎﺿﺪa.s. adad'dan): kol kola tutunan, birbirine kol veren, yardim eden, müteâzım (٠( ﻣﺘﻌﺎظa.s.): taâzum eden, gözde büyüyen, göze büyük görünen, (bkz : mütekâbir, miitekebbir). müteazzım أ٠( ﻣﺘﻌﻆa.s. azamet'den): taazzum eden, benlik satan, büyüklük taslayan, (bkz : mütekebbir, azamet-fıırûş). müteazzım-âne ( ﻫﺘﻌﻈﻤﺎﻧﻪa.f.zf. azamet'den) : büyüklük taslayarak, benlik satarak,
müteâtî ﻟﻰ٠( ﻫﺘﻌﺎa.s. atâ'dan) : teâtî eden, birbirine veren, verişen.
müteazzıv ( ﻣﺘﻌﻀﻮa.s. uzv'dan) : ıızuvlaşmış, .organlaşmış.
miiteattıf ( ﻣﺘﻌﻄﻒa.s. a tfd a n ): taattuf eden, esirgeyen, şefkat eden, bağışlayan,
miiteazzî ( ﻟ ﻰa.s. uzv'dan): organlaşmış, fr. organise. müteazzi terbiye : ped. .örgün .eğitim,
müteattıf-âne ( ﻣﺘﻌﻬﻔﺬهa.f.zf. a tfd a n ): esirgiyerek, şefkat göstererek, bağışlayarak, miiteattır, miiteattıra ﻣﺘﻌﻄﺮه، ( ﻣﺘﻌﻄﺮa.s. ıtr'daıı): güzel kokulu, güzel kokan,
miiteazzib ( ﻫﺘﻌﺬبa.s.c.: müteazzibin): taazziibeden, evlenmeyen, bekâr kalan,
miiteattıs ( ﻣﺘﻌﻄﺲa.s.) : aksıran,
müteazzib-âne ذاﺀ١( ﻣﺘﻌﺬبa.f.zf.) : evlenmeyene, bekâr kalana yakışacak yolda,
miiteâvin ( ﻣﺘﻌﺄونa.s. avn'den) : birbirine yardım eden, yardımlaşan,
müteazzibin ( ﻣﺘﻌﻦ ﺑ ﻴ ﻦa.s. miiteazzib'in c.) : taazziibedenler, evlenmeyenler, bekârlar,
müteavvık ( ﻣﺘﻌﻮقa.s.) : taavvuk eden, eğlenen, geciken, oyalanan.
müteazzil ( ﻣﺘﻌﺰلa.s. azl'den) : taazzül eden, ma'zul olan, azledilmiş, işinden çıkarılmış.
890
miitebâyin, miitebâyine
miiteazzir ( ﻣﺘﻌﺬرa.s. özr'den) : 1. taazziir eden, özürlü, özürü bulunan. 2. mümkün olmayan, gü ؟, zor.
mütebahtır-âne اﻻ(a.f.zf.): kibirle sallana sallana yürüyene yakışacak yolda,
müteazzire ( ﻣﺘﻌﺬرهa.s. özr'den) : [miiteazzir" in miien.]. (blcz : miiteazzir).
miitebâid ٠( ﺳﺎﺀدa.s. bıı'd'dan) : 1. tebâüd eden, uzaklaşan, birbirinden uzak bulunan. 2. fiz. *ıraksal, fr. divergent.
miiteazziye ( ﻣﺘﻌﺼﻼa.s. ıızv'dan): ["müteazzi” nin müen.]. (bkz : müteazzi).
mütebâide ( ﺳﺎ ﺀ د هa.s. bu'd'dan) : [“mütebâid” in miien.]. (bkz : mütebâid).
müteazziz ( ﻗ ﺰ زa.s. izzet'den): taazziizeden, izzet, kuvvet, kudret, kıymet, yücelik lcazanan.
mütebakiye ( ﺳ ﺎ د هa.s. beka'dan) : [“mütebâkî" nin miien..]. (bkz : mütebâkî).
miitebâdil ( ﺳﺎ د لa.s. bedel'den): 1. tebâdiil eden, birbirinin yerine ge ؟en. 2. Sira ile degişen. 3. geo. karşılıklı. mütebâdile ( ﺳﺎد كa.s.bedel den) : ["miitebâdil” in miien.]. (bkz : miitebâdil). miitebâdir ( ﺳﺎد رa.s. büdûr'dan): 1. tebâdür eden, birdenbire akla gelen. 2. üstün, birinci olmak İ ؟in ؟ırpman. mütebâdir-i h â tır : hatırlanan, mütebâdir-i zâhir : ortaya ؟ılcan, oluşan. mütebaggız ( ﺳﻐ ﺾa.s. bugz'dan): bugz, kin gösteren. mütebâgız ( ﺳﺎﻏ ﺾa.s.) : tebâgıız eden, bugz, kin güden. mütebahhir ( ﻫ ﺸ ﺦa.s. buhâı'dan) : tebahhur eden, buharlaşan, bugu hâline gelen, dumanlanan, tütsülenen. mütebahhir ﺳ ﺤ ﺮ (a.s. bahr'den. c. : miitebahhirin): bilgisi, deniz gibi geniş ve engin olan, (bkz : allâme). mütebahhir-âne —اﻻ (a.f.zf.) : mütebahhir, bilgisi deniz gibi geniş ve engin olana yakışacak yolda. mütebahhirin ( —سa.s. mütebahhir'in c.) : bilgileri, deniz gibi geniş ve engin olanlar, mütebahhirin-i u lem â: âlimlerin en geniş bilgilileri. mütebâhî ( ﺳﺎﻫ ﻰa.s. behâ'dan) övünen, (bkz : mubâhî, miitefâhir). mütebâlıi-yâne ( ﺳ ﺎ ^ ﻻa.f.zf.): övünerek, (bkz: miitefâhir-âne). mütebahtır ﺧﺘﺮ٠( سa.s. tebahtur'dan): kibirle, gururla, kendini beğenmiş olarak yürüyen.
mütebâkî ( ﻣﺘﺒﺎﻗﻰa.s. beka'dan): bâkî kalan, geri kalan, artan. mütebâkî ( ﺳﺎ ﻛ ﻰa.s. bükâ'dan): tebâkî eden, aglar gibi görünen, yalandan ağlayan, mütebâlî تﺀاﻟﻰ٠ (a.s.): birini sınayan, mütebâlih ( ﻫﺒﺎكa.s.): ebleh gibi görünen, eblehlik, bönlük tavrı takman, miitebâriz ( ﺳﺎرزa.s. bürûz'dan): tebârüz eden, meydana ؟ikan, beliren, bâriz, âşikâr. (bkz: müteberriz). miitebârizîn ( ﻫﺒﺎﻟﻠﺰﻳﻦa.s. mütebâriz'in c .): tebâriiz edenler, meydana ؟ikanlar, belirenler. mütebasbıs ( ﻣﺘﺒﻤﺒ ﺺa.s. basbasa'dan. c . : mütebasbısin): tabasbus eden, yaltaklanan, mütebasbıs-âne ﻻederek, yaltaklanarak.
(a.f.zf.): tabasbus
mütebasbısin (a.s. mütebasbıs'ın c .) : tabasbus edenler, yaltaklananlar. mütebassır ر٠( ﺳ ﻊa.s. basar'dan): tabassur eden, basiretli, gözü a ؟ık, iyice düşünen, ilerisini gören. nıütebassır-âne اﻻ(a.f.zf.): basiretle, iyice düşünerek, ileriyi görerek, mütebassıt ﺳ ﻂ olan.
(a.s.): yayılmış, serilmiş
mütebâyiân ( ﺳﺎﻳﻌﺎنa.i.c.): alıcı ile satıcı, (bkz: âkıdeyn). miitebâyin, miitebâyine ، ( ﺳﺎ سa.s. beyn'den): 1. zıt, birbirine uymayan, uyuşmaz. 2. mat. ortakbölenleri olmayan. Ef'âl-i miitebâyine : birbirine uymayan, zıt İşler. 891
mUtebeddi'
ﻣﺘﺒﺪع
m Utebeddi'
(a.s. b id ' v e b i d 'a t 'd a n ) : sü n -
n et e h li ik e n b id 'a t e h li o lan ,
ﻣﺘﺒﺪل
m iitebed d il
(a.s. b e d e l'd e n ) : 1. te b e d d ü l
m ü teb essim -ân e
y if li.
ﻣﺘﺒﻜﻢ
m iiteb ek k im
(a.s. b e k e m 'd e n ) : d ilsiz -
lenen, sö z sö yle rk en tu tu lu p k a la n , ( b k z : lâl).
ﻣﺘﺒﻜﻤﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) : sö z sö yler-
k e n tu tu lu p k a la ra k , tu tu la ra k .
ra n a n , tenbel.
y ü z gösteren.
ﻣﺘﺒﺘﻞ
( a .s .) : 1. te b ellü l eden, ısla -
n a n , n e m le n e n [şey]. 2 . a ltın ı Islatan , (b k z : se lîsü '1-b e v l).
ﺗﺒﻠ ﺮ٠ (a.s.
b i l l û r 'd a n ) :
1. tebel-
liir eden, b illu rla şa n . 2. k im . b illû rla şm ış.
m ec. b e lire n , b e lirg in ,
m iiteben n i
ﻳﻰ١ ( ﻣﺖa .s .) : b ir in i
m iiteberkı'
رﻗﻊ١ ( ﻫﺖa .s .) :
o ğ u l ed in en ,
teberlcu' eden, p e ؟ele-
y ö n elerek ,
(a.s. b e v l 'd e n ) : t e b e v v ü l
b a ğ ışla y a n , b a ğ ış ta b u lu n a n ,
ﻣﺘﺒﺮى
(a.s. b e râ ' v e
ed en ,
m ü te b e yy in
ﻣﺘﺒﻴ ﻦ
(a.s. b e y â n 'd a n ) : t e b e y y ü n
eden, m e y d a n a ؟ik a n , a n la şıla n ,
m ü te b e yyin e
ﻣﺘﺒﻴﺘ ﻪ
(a.s. b e y â n 'd a n ) : [“ m iite -
b e y y in '' in m iien.]. (b k z : m ü te b e y y in ).
ﻣﺘﺠﺎدل
(a.s. C e d i'd e n ): m ü c â d e le
eden, sa va şa n , u ğ ra şa n ,
m ü te câ h id
ﻣﺘﺠﺎﻫﺪ
(a.s. c e h d 'd e n ) : 1. ؟a lışıp
ç a b a la y a n . 2 . zo ra k a rş ı u ğ ra şa n ,
m iite b e rri' ( ﺳﺮ عa.s. b ü r û 'd a n ) : teb erru ' eden,
1 . teb e rri
( ﻣﺘﺒﺘﻸa .z f .) : A lla h 'a ﻣﺘﺒﻮل
m ü te b e vv il
m ü te câ d il
nen, m ask elen en .
m iiteb erri
(a.s. b e t l 'd e n ) : teb ettiil eden,
A lla h 'a yö n elen .
eden, İşeyen, [ya p m a k e lim ele rd e n d ir],
m iitebellil »
m ü te b e llir
( a .s .) : teb essü r ed en , siv ilc e
( ﻣﺘﺒﺸﺒﺶa .s .) : teb eşb ü ş ed en , g ü ler
m ü tebeşbiş
m ü teb ettilen
m U tebellid ت؛ﻟﺪ٠ ( a .s .) : te b ellü d ed en , a ğ ır d a v -
( a .f.z f.) : m ü te b e ssim
؟ik a ra n .
m iiteb ettil
m U teb ek kim -ân e
3.
ﻣﺘﺒﺜﺮ
m ü teb essir (a.s. b e h c e t 'd e n ) : şen, k e -
ﻣﺘﺒ ﺴ ﻤﺎﻧ ﻪ
o la ra k , g ü lü m se y e re k , gü lere k ,
te h a v v il). 2 . k a ra rsız .
ﻣﺘﺒ ﻰ
(a.s. b e s m 'd e n ) : teb essü m
eden, g ü lü m se y e n , gü len ,
eden, d e ğ işe n , b a ş k a h â le g ire n , (b k z : m ii-
m iitebeh hic
ﻣﺘﺒﺴﻢ
m ü teb essim
yüz
m iit e c â h il
ﻣﺘﺠﺎﻫﻞ
(a.s. c e h l 'd e n ) : te c â h ü l eden,
c â h il gib i g ö rü n e n , b ilm e m e z lik te n gelen, b e r â e t 'd e n ) :
؟e v ire n ,
u z a k la şa n .
2 . k u r tu lm u ş , ih tiy a c ı o lm a y a n . 3 . h er şey-
b ilm e z g ö rü n e n , (b k z : m iiten âk ir). m ü t e c â h ü -â n e
ﻣﺖ^ﻫﻼذه
( a .f.z f.) : b ilm e m e z lik -
ten gelerek, b ilm e z gö rü n e re k ,
d en elin i, e te ğ in i ؟eken; y ü z ؟e v ire n . 4 . ŞİÎ v e A le v ile r d e h u le fâ -y i r â ş id în i se v m e y e n .
m U teberrid
ﻣﻌﺐر د
(a.s. b iir û d e t 'd e n ) : te b e rrü -
ded en , s o ğ u y a n . M â -i m iite b e r r id : s o ğ u y a n su.
m U teberrik, m U teberrike
ﻣﻌﺒﺮى
،
( ﻣﺘﺒﺮكa.s.
b e rek et d e n ) : te b e rrü k eden, m ü b â re k sa-. y ıla n , u ğ u rlu .
m iiteb errik en
ﻫﻌﺒﺮﻛﺎﺀ
(a .z f.):
u g u rlu lu k la ,
u ğ u r lu sa y ıla ra k .
d e rin d e n İtâat eden.
ﻫﺒﺮز
( a .s .) : te b e rriiz eden, m e y d a -
ﺑ ﻞ٠(a.s.)
: teb essiil ed en , İcızgın-
ilk v e y â c e sâ retten d o la y ı y ü z ü n ü ekşiten.
892
(a.s. c a 'd 'd a n ) : te c a 'iid eden,
m ü te c a 'id ü 'l-e ş 'â r : sa ç la rı k ıv ır c ık o lan , k iv ır c ık saçlı.
m ü tecân îb
( ﻣﺘﺠﺎ بa.s. cen b 'd en )
: ic tin â b ed en ,
sa k ın a n , ؟ek in en , u z a k la ş a n , k e n d in i b ir y a n a ؟eken, k a rış m a y a n , (b k z : m ü cten ib ).
m iitecân is
ﻣﺘﺠﺎﻧﺲ
(a.s. c in s 'd e n ) : 1. b ir c in s -
ten. 3. fiz., k im . *h o m o g en , fr. h om ogene.
4. gr. *eşsesli.
n a ؟ik a n , b e lire n , (b k z : m ü te b âriz).
m iitebessil
ﻣﺘﺠﻌﺪ
k ıv ır c ık o lan , k ıv r ık .
ten olan, (b lc z : h e m -c in s). 2.fels. b ir c in s -
m ü te b e rrir ( ﻣﺘﺒﺮرa .s .) : te b e rrü r eden, A lla h 'a
m ü te b e rriz
m iite c a 'id
m iitecân is zii'1-h u d û d -i k e s ir e : m at. *h o m o g en , * ؟o kterim liler. m ü t e c â n i s e ^ ^ (a.s. c in s 'd e n ) : ["m iite c â n is ” in m iien .]. (blcz : m iitecân is).
miitecennib
miitecâsir ( ﻣﺘﺠﺎﻣﺮa.s. cesâret'den. c . : miitecâsirin): tecâsiir eden, cür'et gösteren, ...e kalkışan, yeltenen; kiistah.
müteceddide ده(a.s. cedd'den): [“müteceddid”' in miien.]. (bkz : müteceddid).
(a.f.zf.): kiistah ؟ası-
miiteceddidîn ( — د سa.s. miiteceddid'in c.): teceddüdedenler, yenilenenler, yenileyenler,
miitecâsire — ﺳﺮه (a.s. cesâret'den): [''miitecâsir" in müen.]. (bkz : miitecâsir).
m iiteceffif -(a.s.): teceffiif eden, kuruyan, İÇİ boşalan, koflaşan, [kabuklu meyve], (bkz: mütecevvif, müteyebbis).
miitecâsirin ( — ر سa.s. miitecâsir'in c .): cür'et edenler, cesaretlenenler; ...e kalkışanlar, yeltenenler; küstahlar,
miiteceffife (a.s.): [“müteceffif” in müen.]. (bkz: miiteceffif).
miitecâsir-âne ذه١— ﺳﺮ
miitecavib — و ب veren.
(a.s.) : tecâviibeden, cevap
mütecâvil — ول şan.
(a.s.): cevelân eden, dola-
miitecâvir ( —ورa.s. civâr'dan) : bir civarda olan, komşu. Zâviyetân-1 miiteeâviretân : geo. *yöndeş *açılar. miitecâvire ( — ورهa.s. civâr'dan): ["miitecâvir" in miien.]. (bkz: miitecâvir).Zâviyetân-ı miiteeâviretân : geo. *yöndeş *açılar, miitecâviz ( —وزa.s. cevâz'dan. c .: mütecâvizin) : 1. tecâvüz eden, geçen, aşan. 2. sataşan, saldıran; sarkıntılık eden. 3. fazla, ؟ok. miitecâviz-âne ( —وزاﻻa.f.zf): mütecâviz olana yaraşır sûrette; tecâvüz ederek, sarkmtılıkla. miitecâvizin ( — وﻧ ﺲa.s. miitecâviz'in c .): tecâvüz edenler, saldıranlar, sarkıntılık edenler. miitecâzib — ذ ب ؟eken.
(a.s. cezb'den): cezbeden,
miitecebbir (a.s. cebr'den): 1. tecebbiir eden, zorbalaşan, cebir ve zor kullanan. 2. kibirlenen. miitecebbir-âne ( ﻣﺘﺠﺒﺮاﻻa.f.zf.): zorbalıkla, (bkz: cebren). miitecebbire ٥(a.s. cebr'den): [“mütecebbir” in müen.]. (bkz : miitecebbir). miiteceddid ( — دa.s. cedd'den. c . : müteceddidin): 1. teceddiideden, yenilenen, yeniİeşen. 2. modanın yeniliklerini takip eden, miiteceddid-âne ( — دا ﻻa.f.zf.): müteceddid olana, yenileşene yakışacak sûrette; yenileşmiş biçimde.
miitecehhiz ( ﻣﻌﺠﻬﺰa.s. cihâz'dan): techizatlı, donanmış. miitecelli ( ﻫ ﻌ ﺠﻠ ﻰa.s. celâ' ve celv'den) : 1. tecelli eden, göriinen, meydana ؟ikan. 2. parlak, (bkz: rûşen). miitecellid (a.s. celâdet'den. c . : mütecellidin) : tecelliideden, celâdet, kahramanilk, yiğitlik gösteren. miitecellid-âne — دا ﻻ (a.f.zf.) : celâdetle, kahramanlıkla, yiğitlikle, miitecellidîn ( —دسa.s. miitecellid'in c .): celâdet gösterenler, kahramanlar, yiğitler, miitecemmi' ﻋﺠﻤﻊ٠ (a.s. cem'den. c . : mütecemmiin): tecemmii' eden, toplanan, biriken, yığılan. miitecemmid, miitecemmide ٥، (a.s.): donan, donmuş, (bkz: müncemid). Enhâr-ı miitecemmide : donmuş nehirler, mütecemmiin ( ﻣﺘﺠﻤﻌﻴﻦa.s. mütecemmi'in c .) : tecemmii' edenler, toplananlar, birikenler, yığılanlar. miitecemmil ( ﻫﻌﺠﻤﻞa.s. cemâl'den. c . : mütecemmilin): tecemmiil eden, süslenen, bezenen ؛donanan. miitecemmil-âne ﻧﻪ( a .fz f) : süslenerek, bezenerek, donanarak. miitecemmilin (a.s. mütecemmil'in c .): tecemmiil edenler, süslenenler, bezenenler; donananlar. miitecenni (a.s.): 1. meyva toplayan. 2. İftirâ eden, su ؟atan, (bkz : müfteri), miitecennib (a.s.): ictinâbeden, sakinan, kaçman, ؟ekinen. (bkz : miictenib). 893
mütecennin
( ﻣﺘﺠﻨﻦa.s. cenn ve cünûn'dan): tecenniin eden, delirmiş olan, çıldırmış, (bkz: mecnûn).
m iitecen n in
( ﻣﺘﺠﻨﺎﻧﻪa.fzf.): delirerek, delicesine, ؟ıldırmışçasına.
m ü te ce n n in -â n e
( ﻣﺘﺠﺮعa.s. cür'a'dan): tecerrü'
m iitecerri'
eden, yudumlayarak İ ؟en.
ﻣﺘ ﻀﺎﺣﻜﻪ، ﻣﺘ ﻀﺎ ﺣ ﻚ (a.s.): îedâhük eden, karşılıklı gülüşen. E tfâ l-İ m iite d â h ik e : gülüşen ؟ocuklar [karşılıklıj.
m ü ted âh ik , m iited âh ike
( ﻣﺘﺪاﺧﻞa.s. dühûl'den): 1. tedâhül eden, birbirine geçen, karışan. 2. gecikmiş, ödenmemiş [maaş]. 3. m an t. a ltık . 4 . m at. mütenâsib.
m iite d âh il
( ﻣﺘﺠﺮدa.s. cered'den): 1. tecerrüt eden, soyunan, çıplak olan. 2. evli olmayan. m iite d âir ( ﻣﺘﺪاﺋﺮO.S. devr'den): ..... dâir, ....le 3. tek başına kalan. 4 . tas. dünyâ işlerinden ilgili; âit, İ ؟in, dolayı, üzerine, vazgeçip Allah'a yönelen, m iited ârib ﻣﺘﻐﺎر ب (a.s. darb'dan):
m ü te ce rrid
( ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪa.s. cesed'den): tecessüt eden, ceset hâline gelen, vücut peyda eden,
m ü tecessid
( ﻣﺘ ﺠ ﺴﻢa.s. cism'den): tecessüm eden, cisimlenen, gözle görünen,
m ü tecessim
tedâriibeden, birbirine vuran, vuruşan, (bkz: miitezârib).
( ﻣﺘﺪاركa.s. derk'den): tedârik eden, bulup hazırlayan. B a h r - im iit e d â r ik : (bkz: bahr).
m iite d ârik
ﻣﺘ ﺠ ﺲ (a.s. cess'den c .: mütecessisin) : 1. tecessüs eden, gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen. 2. meraklı,
m ü te d âv î
( ﻣﺘ ﺠ ﺴﺎﻧ ﻪa.f.zf.): gizli şeyleri öğrenmeye çalışarak; merakla...
m iited âvil, m iited âvile
m iitecessis
m iitecessis-ân e
( ﻣﺘﺠﺴﺴﻴﻦa.s. mütecessis'in c .): tecessüs edenler, gizliyi arayanlar, gizliyi gözetleyenler; meraklılar,
m ü tecessisin
m ü tecevşin
( ﻣﺘﺠﻮﺷﻦa.s.). (bkz : miitederri').
(" ﻣﺘﺠﻮفa.s.) : tecevviif eden, İ ؟İ boşalan, kof olan; kovuk olan, (bkz: mütehalli).
m iite c e v v if
( ﻣﺘﺪاوىa.s. devâ'dan): tedâvî eden, kendi kendine ilâ ؟yapan ve bakan, ﻣﺘﺪاوﻟﻪ، ( ﻣﺘﺪاولa.s. devlet'den): 1. tedâviilde bulunan, elden ele gezen; ge ؟en, kullanılan. N u k u d -I m iite d â v ile : tedavülde bulunan, kullamlan paralar. 2. döner [sermâye hakkında],
( ﻣﺘﺪﺑﺮa.s. dübür'den): tedbirli, ilerisini gören, ölçülü hareket eden,
m iited ebbir
( ﻣﺘﺪﺑﺮاﻧﻪa.f.zf.): tedbirli olarak, ilerisini görerek, ölçülü olarak,
m iited eb b ir-ân e
( ﻣﺘﺠﻮزa.s.): 1. câiz olmayan şeyi câiz gören. 2. mecazlı söz söyleyen,
m iite d e ffin
( ﻣﺘﺠﻮزاﻧﻪa.f.zf.) : 1. câiz olmayan şeyi -câiz görürcesine. 2. mecazlı söz söyleyerek.
m iited ehh i
m iite c e w iz
m iite c ev v iz -â n e
( ﻣﺘﺠﻮزﻳﻦa.s. mütecevviz'in c .): 1. câiz olmayan şeyleri câiz görenler. 2. mecazlı söz söyleyenler.
m ü te ce v v izin
m iitecezzi
( ﻣﺘﺠﺰىa.s. ciiz'den) : 1. cüz cüz, par-
؟a parça ayrılan. 2. jeol. ufalanmış. G a y r-İ m iite c e z z i : ayrılamayan, böliinemeyen.
( ﻣﺘﺪاﻓﻊa.s. def'den) : 1. tedafü' eden. İtişen, kakışan. 2 ٠düşmanı defeden,
m iited âfi'
( ﻣﺘﺪﻓﻦa.s. defn'den): defnedilen,
gömülen.
( ﻣﺘﺪﻫﻰa.s. dehâ'dan): dehâ, üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunan.
m ü ted eh h in
( ﻣﺘﺪﻫﻦa.s. dehn'den): tedenhün
eden, bağlanan. m iited ehh iş
( ﻣﺘﺪﻫ ﺶa.s.); yılgın,
( ﻣﺘﺪﻫﻴﺎﻧﻪa.f.zf.): dehâ sâhibine, üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda,
m iited eh h i-yân e
m iited elli
( ﻣﺘﺪﻟﻰa.s.): tedelli eden, nazlanan,
( ﻣﺘﺪﻟﻴﺎﻧﻪa.fzf.): tedelli edene, n.azlanana yaraşır yolda, nazlamrcasma.
( ﻣﺘﺪاﻓﻌﺄa.zf.): 1. itişerek, kakışarak. 2. düşmanı defederek,
m ü ted elli-yân e
( ﻣﺘﺪاﻓﻌﺎﻧﻪa.f.zf.): İtişir kakışırcaSina; düşmanı defedercesine.
m iited en n i
m iite d â fia n
m ü te d â fi-â n e
894
( ﻣﺘﺪﻧﻰa.s. denâet'den): tedenni eden, gerileyen, aşağılayan.
mü.efâhir
miitedennis ى٠ ذ٠( تa.s.): tedennüs eden, kir peyda eden, kirlenen.
müteemmil ( ﻣﻨﺄ ﻣﻞa.s. erael'den) : teemmül eden, derin düşünen, dalgın,
mütederri' ( ^ رعa.s.): tederri' eden, zırhlanan, zırh giyen, (bkz : mütecevşin).
müteemmil-âne ( ﻣﻆ ﻣﻼﻧﻪa.f.zf.): teemmül edene, derin düşünene yaraşır sûrette; derin derin düşünücesine.
miitederric, miitederrice ﻣﺘﺪرﺟﻪ، ( ﻣﺘﺪرجa.s. derece'den): derece derece olan, basamakil.
miitederris ^رس allim).
(a.s. ders'den). (bkz : müte-
miitedessir ( ﺳﺪشa.s.): libâsa bürünme, elbise giyme, (bkz : müddessir, mütezemmil). mütedeyyin ﻳﻦ٠( ﻣﻆa.s. din'den): 1. dine bağlı, (bkz : dîn-dâr). 2. bor ؟edilen, borçlanılan. 3. belirli bir dini kabul etmiş olan,
müteemmir ( ﻣﻆصa.s.): teemmiir âmirlenen, âmirlik eden,
eden,
müteenni ( ﻣﻂ ﻧﻰa.s. eny'den): teenni eden, acele etmeyen, ağır davranan, temkinli, sakmgan. müteenni-yâne ( ﻣﻆ ﻧﻴﺎ ﻧﻪa.f.zf.) : temkinli olarak, sakınarak, çekinerek, müteessif ( ﻣﺘﺄﻣﻒa.s. esef den): teessüf eden, eseflenen, kederlenen.
mütedeyyine ( ﻧ ﺪﻳ ﻸa.s. din'den): ["mütedeyyin” in müen.l. (bkz : mütedeyyin),
müteessif-âne ( ﻣﺘﺄﺳﻔﺎﻧﻪa.f.zf.): miiteessif olarak, eseflenerek, kederlenerek,
miiteeddl ( ﻷ ﺑ ﻰa.s. edâ'dan): edâ edici, eden, ödeyen, ödeyici.
miiteessifen ( ًﻣﺘﺄﻣﻔﺎa.zf.): teessüf ederek, müteessif olarak, üzüntü duyarak,
miiteeddib ﻣﺘﴼدب (a.s. edeb'den. c .: müteeddibin): teeddiibeden, edeplenen, utan ؟duyan, utanan.
müteessir ( ﻣﻂ ﺛﺮa.s. esr ve esâret'den): 1. teessüre kapılan, hüzünlü, kederli, üzüntülü. 2. birinin açısıyla acılanan. 3. psik. du ygulanmış. [müteessir olma : etkilenme],
miiteeddib-âne ( ﻣﺘﺄدﺑﺎﻧﻪa.fzf.): edepli, terbiyeli olana yakışacak sûrette, edeplenerek, utan ؟duyarak. müteeddibin ( ﻣﺘﺄد؛—ﻳﻦa.s. müteeddib'in c .) : teeddübedenler, edeplenenler, utan ؟duyanlar, utananlar. müteehhib ( ﻣﺘﺄﻫﺐa.s.): kendi kendini yetiştirmiş [kimse]. müteehhil ( ﻣﺘﺄﻫﻞa.s. ehl'den): teehhül etmiş, evlenmiş, evli. miiteekkid ( ﻣﺘﺄﻛﺪa.s. te'kid'den): te'kidedici, tekrarlanan, sağlamlaşan, müteellif ( ﻣﺘﺄﻟﻒa.s. ülfet'den): ülfet peyda eden, alışmış, alışkın. miiteellih ( ﺳﺄﻟﻪa.s.c.: miiteellihîn): Allah'ın birliğine inanan. müteellihin ( ﻣﺘﺄﻟﻬﻴﻦa.s.c.) : Allah'a tapınanlar, İslâm âlimleri. miiteellim ( ﻣﺘﺄﻟﻢa.s. elem'den) : teelliim eden, elemlenen, İ ؟İ sızlayan, acı duyan, müteellim-âne ( ﻣﺘﺄ ﻟﻤﺎ ﻧﻪa.f.zf.) : İ ؟İ sızlayarak, acı duyarak.
müteessir-âne ( ﻣﺘﺄﺛﺮاﻧﻪa.fzf.): teessürle, üzüntü ile. müteessiren ( ﻣﺘﺄ'ﺗﺮأa.zf.): 1. müteessir olarak, üzülerek, kederlenerek. 2. *etkilenerek. m U tee^id ( ﺳﺄﻳﺪa.s. te'yid'den): teeyyiideden, kuvvetlenen. müteezzi ( ﻗﺄ ذ ىa.s. ezâ'dan): eziyet ؟eken, SIkılan, incinen ؛üzgün, üzülmüş, mütefahhis (a.s. fahs'dan): tefahhus eden, içyüzünü dikkatle araştıran, mütefahhis-âne ( ﻣﺘﻔ ﺤﻤﺎ ﻧﻪa.zf): araştırıp yoklayarak, her şeyi anlamayı, öğrenmeyi merak ederek. mütefahhir ( ﻣﺘﻨﻤﺨﺮa.s. fahr'den): tefahhür eden, gururlanan, övünen, (bkz: mütefâhir). mütefahhir-âne ( ﻣﺘﻔﺨﺮاﻧﻪa.f.zf.) : tefahhür ederek, övünerek, kurularak, mütefâhir ( ﻣﺘﻔﺎﺧﺮa.s. fahr'den): tefâhür eden, övünen, kurulan, kuı'um satan, (bkz : mütefahhir). 895
mütefakkıh
miitefakkıh
ﻣﺘﻔﻘﻪ
(a.s.
m ü te f a k k ıh in ) : fık ıh
f ı k h 'd a n .
c .:
â l i m i (* b ilg in i); fi-
k ıh la u ğ ra ş a n .
[a d a m ].
mütefekkir
mütefakkıhin ( ﻣﺘﻔﻘﻬﻴﻦa.s. m ü t e f a k k i h 'ı n c . ) : h k ı h â l i m l e r i (* b ilg in le ri); h k ı h l a u ğ r a ş a n -
ﻣﺘﻔﻜﺮ
(a.s.
m ü te f e k k ir in ) : te fe k k ü r d ü ş ü n ü r , d ü ş ü n c e s â h ib i.
f i k r 'd e n . eden,
c .:
d ü şü n en ,
Kuvve- ؛müte-
fe k k ire : d ü ş ü n m e k u v v e ti ,
la r.
miitefakkid
ﻣﺘﻔﻘﺪ
(a.s.
fa k d ,
hkdân
ve
f u k u d 'd a n ) : a r a ş t ı r ı p s o r a n , ( b k z : m iid e k k ik ) .
mütefekkir-âne ( ﻣﺘﻔﻜﺮاﻧﻪa .f .z f .) : te f e k k ü r e d e re k , d ü ş ü n ü p t a ş m a r a k .
mütefekkire ( ﻣﺘﻔﻜﺮهa.i. f i k r 'd e n ) . ( b k z : m ü -
miitefassım ( ﻣﺘﻐ ﻤﻢa . s . ) : 1. i n f i s â m e d e n , k ı r ı la n , ü z ü le n . 2 . s ü t t e n k e s ile n ,
fe k k ire ).
mütefekkirin ( ﻣﺘﻔﻜﺮﻳﻦa.s. m ü t e f e k k i r 'i n c . ) :
mütefattın ( ﻳﺘﻔﻄﻦa.s. f a t n 'd a n ) : t e f a t t u n e d e n ,
d ü ş ü n ü r l e r , d ü ş ü n c e s â h ip le r i.
mütefellik ق٠ ( ﻣﺘﻐﺎa . s . ) : i n f i l â k e d e n , p a tl a y a n ,
d e rh a l fa rk ın a v a ra n .
miitefattır ( ﻣﺘﻔﻄﺮa . s . ) : i n f i t â r e d e n , y a r ı l a n , miitefâvit, mütefâvite ﻣﺘﻐﺎوﺗﻪ، ( ﻣﺘﻔﺎوتa.s. f e v t 'd e n ) : b i r b i r i n d e n f a r k lı, ؟e ş itli o la n , a ra la r ın d a fa rk b u lu n a n , ( b k z : m ü te n e v v i') . m iite fâ y id
mütefekkik ( ﻣ ﺘ ﻔ ﻜ ﻚa.s. f e k k 'd e n ) : d a l g ı n
y a r ı l a n , a ç ıla n .
mütefellis ( ﻫﺘﻐﻠﺲa . s . ) : m ü f l i s o la n , miitefelsif -
(a.s. f e l s e f e 'd e n ) : f i lo z o f l a -
ş a n ; fe lse fe y a p a n .
miitefennin ﺗ ﻔ ﻦ٠ (a.s. f e n n 'd e n ) : t e f e n n ü n
ﺳﻔﺎﻳﺪ
( a . s . ) : f a y d a l a n a n [ b i r b ir in -
d e n ].
mütefâzıl ( ﻣﺘﻐﺎﺿﻞa.s. f a z l 'd a n ) : 1. f a z ile t v e b il g i y a r ı ş ı n a ؟ik a n . 2 . fa z la , a r t ı k ,
miitefazzıl
e d e n , t e k n i k b il g i s â h ib i, f e n â li m i ,
miitefennin-âne ( ﺷ ﺎ ﻧ ﻪa . f z f . ) : m ü t e f e n n i n
ﻣﺘﻐﻀﻞ
(a.s.
f a z l 'd a n .
miitefer'in ( ﻫﺘﻐﺮﺀنa . s . ) : 1. f i r a v n l a ş a n , f i r a c .:
m ü t e f a z z ı l i n ) : f a z ile t, m e z i y e t v e b ilg i y a rış ın a ؟ik a n , (b k z : m ü te fâ z ıl).
mütefazzıl-âne ﻻ-
( a .f .z f .) : fa z ile t, m e z i-
y e t v e b il g i y a r ı ş ı n a ؟i k a n a y a k ı ş ı r s û r e tte .
mütefazzılin -
o l a n a y a r a ş ı r y o ld a .
(a.s. m ü te f a z z ıl'm ' c . ) :
fa z ile t v e m e z i y e t y o l u n d a y a r ı ş e d e n le r,
miitefecci' ﺗﻐﺠﻊ٠ (a.s.) : a ç ı k l a n a n , a c m a n ,
u n t a v r ı t a k m a n , f i r a u n k e s ile n . 2 . k ib i r l i, ( b k z : m a g r û r , m iite a z z ım ) .
miiteferri' ( ﻣﺘﻔﺮعa.s. f e r 'd e n ) : 1. t e f e r r u ' e d e n , b i r k ö k te n a y r ıla n ; d a l b u d a k s a l a n . 2 . b i r k ö k le ilg ili o la n .
miiteferriât ( ﻣﺘﻔﺮﻋﺎتa.i. m ü t e f e r r i 'n i n c.). ( b k z : te f e r r u â t ) .
miiteferric
ﻣﺘﻔﺮج
(a.s.
fe r e c 'd e n .
c .:
m ü t e f e r r i c i n ) : te f e r r i ic e d e n , g e z in e n , h a v a
d e r t l i o la n .
a lm a y a , g e z m e y e , e ğ le n m e y e g id e n ,
miitefeccir ( ﻣﺘﻔﺠﺮa.s. fe c r 'd e n ) : te f e c c ü r e d e n , a ç ıla n , g ö r ü n e n .
müteferricin ( ﻫﺘﻔﺮﺣﻦa.s. m ü t e f e r r i c 'i n c.) : te f e r r iic e d e n le r , g e z in e n le r , h a v a a lm a y a ,
mütefehhim ( ﻣﺘﻔﻬﻢa.s. f e h m 'd e n ) : t e f e h h ü m e d e n , a n la y a n .
miitefe'il
(a.s. f â l 'd e n . c.: m iite f e 'ilin ) :
1. fa l a ؟an> fa la b a k a n . 2. h a y r a y o r a n , h a y r i n b a ş la n g ıc ı, u g u r s a y a n ,
mütefe'ü-âne ( ﻣﺘﻐﺈﻻﻧﻪa .f .z f .) : f a l a ç a r c a s ın a ; h a y ra y o ra ra k .
miitefe'ilin ( ﻣﺘﻐﴼلﺀنa.s. m i i t e f e 'il 'in c.) : 1. fa l a ç a n la r , f a la b a k a n l a r . 2 . h a y r a y o r a n l a r .
896
g e z m e y e , e ğ le n m e y e g id e n le r ,
miiteferrid
ﻫﺘﻔﺮد
(a.s.
f e r d 'd e n .
c .:
m ü t e f e r r i d i n ) : te f e r r i id e d e n , te k v e y a l n ı z o la n , e şi e m s â li o lm a y a n ,
miiteferrid-âne ﺗﻔﺮداﻧﻪ. ( a .f .z f .) : t e f e r r ü d e d e re k , t e k v e y a l n ı z k a la r a k ,
müteferridin ( ﻣﺘﻐﺮد؛نa.s. m i i t e f e r r i d 'i n c.) : te f e r r ü d e d e n l e r , t e k v e y a l n ı z o la n l a r , e şi e m s â li o lm a y a n la r .
mü.egamîz
(a.s.): ferâgat eden, vaz ge-
sarruf, sâhip olma, kullanma hakkini satm alan.
miiteferrih ( ﻣ ﺘ ﻐ ﺮ أa.s. ferah'dan): ferahlanan,
mütefevvizln ( ﻣﺘﻐﻮﺿﻴﻦa.s. mütefevviz'in c.). (bkz: mUtefevviz).
miiteferrig غ٨ çen. İÇİ açılan.
müteferrik ( > قa.s. fark'dan): teferruk eden, dağınık, ayn ayn . müteferriku'l-viireykat-ı ke'siyye: bot. *ayr çanakyapraklılar. müteferrikii'l-vüreykat-ı tiiveyciyye: bot. ayrı *taçyapraklılar. müteferrika (a.i.) :1. ufak tefek masraflar İçin ayrılan para. M asârif-İ müteferrika ؛ ufak tefek masraflar. 2. çeşitli İşler gören. 3" pâdişâh, sadrâzam ve vezirlerin emirlerini götüren kimse. 4. emniyet teşkilâtında, hırsız, dilenci, mecnun, esrarkeş ve benzeri gibi kimselerin ilgili makamlara sevk edilmek üzere barındırıldıkları kısım, miiteferris ( ﻣﺘﻐﺮسa.s. ferâset'den): teferrüs eden, anlayan, anlayışlı, sezişli. mUteferriş ( ﻣﺘﻔﺮشa.s.): teferriiş eden, mefrûş olan, döşenen. miiteferriz ( ﻣﺘﻔﺮزa.s. ferz'den) : teferrhz eden, ayrılan, (bkz : müfrez). miitefessih ( ﺷ ﺦa.s. tefessüh'den): tefessüh etmiş, çürümüş, bozulmuş, kokmuş, miitefessih ( ﻣﺘﻔﺴﺢa.s. füshat'den): bollaşan, genişleyen. miitefettit ( ﻣﺘﻐﺘﺖa.s.) : tefettüt eden, ufek ufak parçalanan. mütefevvih ( ﻣﺘﻔﻮهa.s.): 1. tefevvüh eden, ağzına alan, söyleyen. 2. dil uzatan, mütefevvik ﻣﺘﻔﻮق (a.s. fevk'den. c . : mütefevvikin): tefevvuk eden, üstün gelen, üstün. m ütefewik-âne ( ﻣﺘﻔﻮﻗﺎﻧﻪa.f.zf.): üstün gelerek, üstünlükle.
mü'tefik ( ر ﺋ ﺚa.s.): tersine dönen, dönmüş, mü'tefikât ( ﻣﺆﺗﻔﻜﺎ تa.i.c.) : Lût kavminin darmadagm olan şehirleri. mütegabi “( ﻣﺘﻐﺎﺑﻰga” uzun okunur, a.s.): kendini gabi gösteren, ahmak tavrı takman, miitegabin "( ﻣﺘﻐﺎﺑﻦga” uzun okunur, a.s. gabn'den) : tegabiin eden, birbirini aldatan, miitegabi-yâne “( ﻣﺘ ﻐﺎﺑﻴﺎﻧ ﻪga” uzun okunur. a.f.zf.) : gabicesine, ahmakçasına, miitegaddi ( ﺳﻐﺪ ىa.s. gıdâ'dan) : tagaddi eden, gidâlanan, gıda alan, (bkz : mütegazzi). m iitegaffil ( ﻣﺘﻴﻐﻞa.s.): tegaffiil eden, gaflette bulunan, bilmiyor görünen, miitegafil “( ﻣﺘﻐﺎﻓﻞga” uzun okunur, a.s. gaflet'den): tegafui eden, gafil görünen, gafil gibi davranan. mütegafü-âne “( ﻣﺘﻐﺎﻓﻼﻧﻪga” uzun okunur. a.f.zf. gaflet'den): gafil gibi davranarak, miitegalib “( ﻣﺘﻐﺎﻟﺐga” uzun okunur, a.s. galebe'den): -Sira ile- birbirine galip olan, üstün gelen. miitegalli ( ﻣﺘﻐﻠﻰa.s.): tegalli eden, galiye (misk ve amberden meydana gelen güzel koku) sürünen. miitegallib ( ﻣﺘﻐﻠﺐa.s. mütegallibin): zorba.
galebe'den.
c .:
mütegallib-âne ( ﻣﺘﻐﻠﺒﺎﻧﻪa.f.zf.) : zorbacasına, miitegallibe ﻏﻠﺒﻪ, (a.i.): zorba takımı, derebeyi• mütegallibin ( ﻣﺘ ﻐﻠﺒﻴ ﻦa.s. mütegallib'in c .): zorbalar. m iitegallif ( ﻣﺘﻐﻠﻒa.s.): gılaflanmış, kılıflı, kin İçinde bulunan, (bkz : mütegammid).
mütefevvikin ( ﻣﺘﻔﻮﻗﻌﻦa.s. mütefevvik'in c.) : tefevvuk edenler, üstüngelenler, üstün olanlar.
miitegallit ( ﻣﺘﻐﻠﻂa.s.): tegallüt eden, galata, yanlışa düşen, yanılan,
mütefevviz ٠ﻣﺬﻏﻮﺀش (a.s. fevz'den c . : mütefevvizin): ı.tefevvıız eden, uhdesine, üzerine alan. 2. gayrimenkul malların ta
miitegamiz “( ﻣﺘﻐﺎﻣﺰga” uzun okunur, a.s. c . : mütegamizin): göz ucu ile işâret eden [birbirine]. 897
mütegamizîn
mütegamizin "( ﻣﺘﻐﺎﻣﺰسga" uzun okunur, a.s. miitegamiz'in c.): göz ucu ile işâret edenler [birbirlerine]. miitegammid, mütegammide ﻣﺘﻐﻤﺪه، ﻣﺘﻐﻤﺪ (a.s. gamd'den): lcınlı ؛örtülü, (bkz: mütegallif). mütegammide ( ﻣﺘﻐﻤﺪهa.i.): zool. km kanadİılar. mütegammidetii'l-cenâh : kınkanadlı böcekler. müteganni ( ﻫﺘﻐﻰa.s. gınâ'dan): teganni eden, nağme eden, ırlayan, şarkı söyleyen, (bkz : miiterennim). mütegannic ( ﻣﺘﻐﺘﺞa.s. ganc'den): tegannüceden, nazlanan, naz gösteren, miiteganni-yâne اذه٠( ﻣﺘﻐﺖa.f.zf.): teganni ederek. miitegarrib ( ﻣﺘﻐﺮبa.s. gurbet'den. miitegarribin): gurbete ؟ikan,
c .:
mütegarribin ( ﻣﺘﻔ ﺮﺑ ﺠ ﻦa.s. mütegarrib'in c .): gurbete ؟ılcanlar. miitegarrid, mütegarride ﻣﺘﻔﺮده، ( ﻣﺘﻔﺮدa. s .) : tegarrüdeden, güzel nağmeler ؟eviren [ ؟ok zaman kuş hakkında söylenir]. Bülbül-i m iitegarrid: güzel öten bülbül. Tuyûr-İ mütegarride : güzel öten kuşlar, m iitegarrir ( ﻣﺘﻐﺮرa.s.) : igtirâr eden, gururlanan, güvenilmeyecek şeye güvenen, miitegassil ( ﻣﺘﻔﺴﻞa.s. gusl'den) : 1. gusl eden, yıkanan. 2. gasl eden, yıkayan, mütegaşşî ( ﻣﺘﻔﺸﻰa.s. gişâ ve gaşy'den) : 1. tegaşşî eden, bürünen, örtünen. 2. gaşyolan, kendinden ge ؟en. miitegavvil ( ﻣﺘﻐﻮلa.s.): 1. tegavviil eden, uğraşan. 2. bir şeyin rengine giren, (bkz : mütelevvin). miitegavvir ( ﺳﻔﻮرa.s.): tegavvür eden, derine dalan. mütegayir ( ﻣﻌﻔﺎﻳﺮa.s. gayr'den) : 1. mugayir, zıt olan [birbirine]. 2. değişik, farklı, miitegayyib, mütegayyibe ﻣﺘﻐﺒﺒ ﻪ، ( ﻣﺘﻐﻴﺐa.s. gayb'den): tagayyübeden, gözden kaybolan, uzaklaşan, görünmez olan. Eşhas-ı miiteg a l i b e : kaybolan, kaybolmuş kimseler. 898
mütegayyim ا٠( ﻣﺘﻲa.s. gaym'den): tegayyiim eden, bulutlu [hava]. mütegayyir ( ﻣﺘﻔ ﺮa.s. gayr'den): 1. tagayyür eden, degiçen, başkalaşan. 2. bozulmuş, bozuk. mütegayyir-âne ( ﻣﺘﻐﺒﺮاﻧﻪa.f.zf.): değişmiş, bozulmuşçasına. miitegayyiz ( ﻣﺘﻎﺀﻫﻞa.s. gayz'dan): tagayyüz eden, kızan, kızmış, kızgın [kimse], mütegazzi ( ﻣﺘﻐﺬىa.s.): tagazzi eden, gizâlanan, gıdalanan. (bkz: mütegaddi). mütegazzib ( ﻫﺘﻐﻐ ﺐa.s.): tegazzûbeden, gazabe gelen, hiddetlenen. mütegazzil ۶ ل٥ (a.s. gazel'den): 1. gazel söyleyen, gazel okuyan, (bkz: gazel-hân, gazelserâ). 2. gazel yazan, (bkz : gazel-nüvis). miitehâbb, miitehâbbe ﻣﺘﺤﺎﺑﻪ، ( ﻣﺘﺤﺎبa.s. hubb'dan): birbirini dost sayan. Düvel-İ miitehâbbe: birbirlerini dost sayan devletler. miitehabbir ۶ len.
(a.s.): iyi bilen, kökten bi-
miitehabbis ( ﻣﺘﺤﺒﺲa.s. habs'den): kendini kaybeden, bir yere kapanan, miitehabbis-âne ( ﻣﺘﺤﺒﺴﺎﻧﻪa.f.zf.): kendini hapsedene, bir yere kapanana yaraşır yolda. miitehaccim ( ﻣﺘﺤﺠﻢa.s.): hacimlenmiş, hacimli, cüsseli. miitehaccir ( ﻣﺘﺤﺠﺮa.s. hacer'den): tahaccür etmiş, taş hâline gelmiş, taşlaşmış, miitehaccire ( ﻣﺘﺤﺠﺮهa.s. hacer'den): [“mütehaccir" in müen.J. (bkz : mütehaccir). mütehâcî ( ﻣﺘﻬﺎﺟﻰa.s. hecv'den): birbirini hicveden, birbirini yeren ؛hicveden, miitehâcim ( ﻣﺘﻬﺎ ﺟﻢa.s. hücûm'dan. c . : mütehâcimin) : tehâcüm eden, birbirine hücûm eden, saldıran. mütehâdm-âne ( ﻣﺘﻬﺎ ﺟﻤﺎ ﻧﻪa.f.zf.): hücûm edercesine, saldırırcasma. mütehâcimin ( ﻣﺘﻬﺎﺟﻤﻴﻦa.s. mütehâcim'in c.) : tehâcüm edenler, birbirine hücûm edenler, saldıranlar.
mUehallil m ü t e l ı â c i y - â n e ٠( ﻣ ﺘ ﻬﺎ ﺟ ﻼ ذa.f.zf.) : h ic v e d e r c e s i-
ﻣﺘ ﺤﻜﻢ
m iite h a k k im
(a.s.
m ü te h a k k im in ) : m i it e h a d d ır ( ﻣ ﺘ ﺨ ﻔ ﺮa .s .) : ta h a d d u r e d e n , yeş ille n e n , y e ş il r e n k b a ğ la y a n , ( b k z : m iite h a z z ır ) .
h ü k m 'd e n .
1. t a h a k k ü m
c .: eden,
h â k i m l i k t a k m a n . 2 . z o rb a .
ﻣﺘﺤﻜﻤﺎﻧﻪ
m ü te h a k k im -â n e
( a .f .z f .) :
ta h a k -
k ü m l e ؛z o r b a l ık l a .
m iite h a d d i' ﻣ ﺘ ﺨ ﺪ ع
(a.s. h u d 'a 'd a n ) : ta h a d d u '
e d e n ,'b il e r e k a ld a n a n .
ﻣﺘﺤﻜﻤﻪ
şen .
m ü te h a k k im in
ﻣﺘﺤﻜﻤﻴﻦ
c . ) : 1. t a h a k k ü m
ب٠ﻣﺘﺤﺎ
m iite h a d d ib
(a.s. h a d e b 'd e n ) : ta h a d -
d iib e d e n , lc a n b u r o la n , k a n b u r l a ş a n .
ﻣﺘﺤﺪر
m ü te h a d d ir
(a.s. h ü k m 'd e n ) : [" m ü -
t e h a k k i m " i n m iie n .] . ( b k z : m ü t e h a k k im ) .
( ﻫﺘﺤﺪ ىa . s . ) : t a h a d d i e d e n , ç e k i-
m ü te h a d d i
m iite h a k k im e
n a n l a r . 2 . z o r b a la r .
ﻫﺘﺤﻠﺤﻞ
m ü te h a lh ıl
( a . s . ) : y o k u ş a ş a ğ ı g id e n ,
h ı z l a a ş a ğ ı d o ğ r u in e n , y u v a r l a n a n , ( b k z :
(a.s. m ü t e h a k k i m 'i n
e d e n le r, h â k i m l i k ta k ı -
(a.s. h a l h a l 'd a n ) : a ç ılıp
p a r ç a l a r ı a y r ı l m ı ş o la n ; k a b a r ı k , k a b a r t ı l m i? o la n .
m i in h a d i r ) .
ﻣﺘﺨﺪره
m ü te h a d d ir, m iite h a d d ire
، ( ﻣ ﺘ ﺨ ﺪ رa.s.
h a d e r 'd e n ) : t a h a d d ü r e d e n , ö r t ü n e n , b ü r ü n e n ; m e c . n â m ııs lu . N is v â n - 1 m i i t e h a d d i -
ﻣﺘﺤﺪﺛﻪ، ﻣﺘﺤﺪ ث
ﻣﺘ ﺤﺎ ف
(a.s. h a l f d e n ) : i k i d ü ş m a n -
d a n i k i s i n e d e y e m i n v e re n , m ü te h â lif
ﻣ ﺨﺎ ف
(a.s. h u l f d e n ) : t e h â l ü f e d e n ,
b ir b irin e u y m a y a n .
r e : ö r t ü l ü , n â m ı ıs lu k a d ın l a r . m iite h a d d is , m iite h a d d is e
m iite h â lif
(a.s.
m ü t e h â h f ü '1 - m e r k e z : m e r k e z i b i r o lm a y a n .
h ı ı d û s 'd a n ) : te h a d d i is e d e n , m e y d a n a g e le n
D e v â î r - i m ü t e h â l i f e t ü ' 1- m e r â k i z : m e r k e z i
v e y â ç ık a n , p e y d â o la n . V a k a y i'- İ m i i t e h a d -
y e r l e r o lm a y a n d â ir e le r ,
d i s e : o r t a y a ç ı k a n v a k 'a la r . m ü te h a d d iş
ﻣﻌﺨﺪش
^د ع
( a . s . ) : a l d a n m a m ı ş i k e n a l-
d a n m ı ş g ib i g ö r ü n e n .
ﻣﺘﺤﻔﻆ
m ü te h a ffız
(a.s.
m ü te h â lk -â n e
h ıf z 'd a n .
c .:
m ü te h a lli
( a .f .z f .) : b ü y ü k
b ir
( ﻫﺘﺤﻠﻰa.s. h a l y 'd e n ) : t a h a l l i e tm iş ,
s ü s le n m i ş , d o n a n m ı ş [m a d d i, m â n e v î] .
km an. m ü te h a lli
ﻣﺘﺤﻔﻈﻦ
ﻣﺘﻬﺎﻟﻜﺎﻧﻪ
a c e le ile , ç a b u k lu k l a .
m i i t e h a f f ı z i n ) : t a h a f f u z e d e n , k o r u n u p sa -
m iite h a ffız in
(a.s. h e l â k 'd a n ) : t e h â l ü k
e d e n , k e n d i n i te h l ik e y e d ü ş ü r e c e k k a d a r a c e le ile b i r iş e k o ş a n .
m a la n a n ; ız tır a p çek en , m ü te h â d ı'
ﻣﻴﻬﺎﻟﻚ
m ü te h â lik
( a . s . ) : t a h a d d i iş e d e n , ti r -
(a.s. m i it e h a f f ı z 'ın c.) :
ﺋ ﻰ١ﻣﺖ
(a.s.) : t a h a l l i e d e n , b o ş a l a n ,
b o ş k a l a n , ( b k z : m iite c e v v if ) .
t a h a f f u z e d e n le r, k o r u n u p s a k ı n a n la r ,
ﻣﺘﺨﻠﺪ
m ü te h a llid m iite h a ffif -
(a.s. h i f f e t 'd e n ) : 1. t a h a f f ü f
e d e n , h a f i f le y e n . 2 . a y a ğ a m e s t, ç iz m e g ib i k o n ç lu b i r ş e y g iy e n . m iite h â fit
ﻣﺘﻬﺎﻓﺖ
(a.s. h e f t 'd e n ) : b i r ş e y in iiz e -
r i n e is te k le s a l d ı r a n . m iite h â fit-â n e
ﻣﺘﻬﺎﻓﺘﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) : b i r ş e y in ü z e -
r i n e is te k le s a l d ı n r c a s ı n a . m iite h a k k ık -
(a.s. h a k k 'd a n ) : t a h a k k u k
e d e n , d o ğ r u l u ğ u m e y d a n a ç ık a n , m iite h a k k ık a -
(a.s. h a k k 'd a n ) : [" m ü te -
h a k k ı k " m m ü e n .] . ( b k z : m ü t e h a k k ık ) . m iite h a k k id
ﻣﺘﺤﻘﺪ
(a.s.) : t a h a k k u d e d e n , k i n
t u t a n , ( b k z : k în - d â r ) .
(a.s. h u l d 'd e n ) : t a h a l l ü d e -
d e n , b i r y e r d e d â i m i o l a r a k k a la n , ( b k z : e b e d i, h â li d , s e r m e d i) . m ü te h a llif -
( a .s .) : t a h a l l û t e d e n , u y g u n
g e lm e y e n , u y m a y a n . m iite h a llik -
(a.s. h u l k 'd a n ) : a h l â k p e y d â
e d e n , h u y e d in e n , y e n i b i r h u y lc a z a n a n . m iite h a llik a
ﻣﺘﺨﻠﻘﻪ
(a.s. h a l k 'd a n ) : [ " m ü te h a l-
l i k " i n m iie n .] . ( b k z : m ü te h a llik ) . m ü te h a llil
ﻣﺘﺨﻠﻞ
( a .s .) : 1. .ta h a llü l e d e n , b o z u -
la n . 2. a r a y a g ir e n , a r a y a s o k u l a n , m ü te h a llil -
(a.s. h a l l 'd e n ) : t a h a l l ü l e d e n ,
h a ll o lm u ş , e r i m i ş , ç ö z ü lm ü ş .
899
mUehollile miitehallile -
(a.s. h a l l 'd e n ) : [ " m ü t e h a lli l”
miitehallim -
(a.s. h i l m 'd e n ) : 1. y u m u ş a k
h u y lu İm iş g ib i g ö r ü n e n . 2. anat. m e m e le -
ﻣﻘﺨﻠﺺ
(a.s. h u lû s 'd a n ) : 1, h a lâ s
b u l a n , k u r t u l a n . 2 . m a h l â s a la n , [ik in c i] a d
، ، Jjb
sav aşan .
(a.s.
D iiv e l - i
m i i t e h â r i b e : b ir b ir i y le s a v a ş a n d e v le tle r ,
ﻣﻘﻬﺎرم
m iite h â rim
(a.s.c. :
m ü te h â rim in ) :
d a n i h t i y a r l ı k g ö s te r e n . lîiü te h â rim -â n e
ﻣﺘﻬﺎرﻣﺎﻧﻪ
(a.f.zf.) : y a l a n d a n ih -
t i y a r g ib i g ö r ü n e r e k .
ta k m a n .
miitehallit
h a rb e d e n ,
t e h â r ü m e d e n , i h t i y a r g ib i g ö r ü n e n , y a la n -
ş e n , m e m e g ib i y u v a r l a k l a ş a n ,
mütehallis
ﻫﺘﺤﺎرﺑﻪ
m iite h â rib , m iite h â rib e h a r b 'd e n ) :
İ n m ü e n . ] . ( b k z : m ü te h a llil) .
ﻣﺘﺨﻠﻂ
(a .s .): ta h a llu t ed e n , k a rış a n ,
ﻣﺘﻬﺎرﻣﻴﻦ
m ü te h â rim in te h â r ü m
k a r ı ş ı k o la n .
(a.s. m i i t e h â r i m 'i n c.) :
e d e n le r, i h t i y a r g ib i g ö r ü n e n l e r ,
y a l a n d a n i h t i y a r l ı k g ö s te r e n le r ,
mütehâmî ( ﻫﺘﺤﺎﻫﻰa.s. h i m â y e 'd e n ) : k e n d in i h im â y e e d e n , s a k ı n a n , k o r u n a n , ( b k z :
ﻣﺘﺤﺎﻫﻖ
(a.s. h u m k 'd a n ) : k e n d i n i
mütehâmik-âne
ﺳﺎ ﻣ ﻘﺎ ﻧﻪ
( a .f .z f .) : a h m a k c a s ı-
ﻣﺘﺤﺎﻣﺎﻟﻪ
( a .f .z f .) :
k e n d in i
h im â y e e d e r c e s in e ; s a k ı n a r a k , k o r u n a r a k ,
m üteham m ız -
(a.s. h u m z 'd a n ) : t a h a m -
m ü z e d e n , e k ş iy e n , ( b k z : m i it e h a m m ir ) .
ed en ; k o ru n a n , (b k z : m ü te h â m î).
İ a ş a n , a h m a k g ib i d a v r a n a n v e y â k o n u ş a n , ( b k z : m ü te h â m ik ).
ﺳﻤﻞ
(a.s.
h a m l 'd e n . eden,
c. : daya-
n a n ; y ü k a l t ı n d a b u l u n u p ses ؟i k a r m a y a n [m a d d i, m â n e v i] .
ﻣﺘﺤﻤﻼﻧﻪ
m üteham m ilin ﺳ ﻤ ﻠ ﻴ ﻦ
( a .f .z f .) : 1. t a h a m -
(a.s. m ü t e h a m m i l i n
c . ) : t a h a m m ü l e d e n le r, d a y a n a n l a r , y iilc alt ı n d a b u l u n u p se s ç ık a r m a y a n l a r ,
ﻣﺘﺨﻤﺮ
(a.s. h a m r 'd e n ) : t a h a m -
m i i r e d e n , m a y a l a n a n , e k ş iy e n , fr. fermente, ( b k z : m ü t e h a m m ız ) . ( a . s . ) : m ü n h a n i o la n , e g r i-
le n .
miitehannin
( a . s . ) : ؟o k g ö r e c e ğ i g e le n ,
ö z le y e n , ( b k z : m ü te h a s s ir ) .
900
m ü te h a rrik
ﻣﺘﺤﺮك
(a.s. h a r e k e t 'd e n ) : 1. h a r e -
k e t e d e n , k ı m ı l d a y a n , o y n a y a n . 2 . f e ls ., f i z . h a r e k e t li , İşler. m ü t e h a r r i k b i 'z - z â t ( k e n d i İşle r) : o to m o [h a r f ] .
ﺳ ﺮ ﻛﻴ ﺖ
(a.i.) : fe ls . d e v i n -
g e n lik , fr . m o b i l i t é .
ﻣﻘﺤﺮم
m iite h a rrim
(a.s. h a r â m 'd a n ) .
ﺳ ﺮ ﻣﺎﻧﻪ
m ü te h a rrim -â n e
(b k z :
(a.f.zf.).
(b k z :
m i ite h a z z ir - â n e ) . m iite h a rri?
ﻣﺘﺨﺮش
m ü te h a rr iş iy y e t
(a.s. t a h a r r ü ş 'd e n ) : t a h a r -
ﻣﺘﺨﺮﺷﻴﺖ
(a.i.) : ir k i t i c i l i k , f r .
ir rita b ilité . m iite h a rri-y â n e
٠ﻣﺘﺤﺮﻳﺎذ
(a.f.zf.) : t a h a r r i e d e -
n e , a r a ş t ı r a n a y a r a ş ı r y o ld a , m iite h a rriz
( ﻣﻌﺤﺮزa.i.)
m ü te h â s ım
ﺳﺨﺎ ﺻﻢ
: sak m an , k o ru n a n ,
(a.s.
h u s û m e t 'd e n .
m i it e h â s i m in ) : 1. b i r b i r l e r i n e h a s ı m k a rş ılık lı
d ü ş m a n lık
eden.
c. : o la n ,
2. k a r ş ı l ı k l ı
d â v â e d e n le r d e n h e r b ir i, m iite h â s im in
ﻣﺘ ﺤ ﻦ
(a.s. h a r y 'd e n ) : t a h a r r i e d e n ,
r ü ş e tm iş , t ı r m a l a n a n , t ı r m ı k y iy e n ,
m iil e d e r e k , d a y a n a r a k . 2. y ü k le n e r e k ,
miitehanni ﺳ ﻨ ﻰ
ﺳﺮ ى
m ü te h a z z ir ) .
m ü te h a m m ilin ) : ta h a m m ü l
m iiteham m ir
m iite h a rri
m ü te h a rr ik iy y e t
(a.s. h u m k 'd a n ) : a h m a k -
m üteham m il-âne
(a.s. h a r k 'd a n ) : t a h a r r u k
b il, o to m a t. 3. a. g r. h a r e k e s i o la n , h a r e k e l i
m üteham m i ( ﻣﺘﺤﻤﻰa . s . ) : k e n d i n i h im â y e
m üteham m ik -
ﻫﺘﺨﺮق
a ra ş tıra n .
na.
m ütehâmi-yane
m ü te h a rrik
e d e n , y ırtıla n .
a h m a k g ö s te r e n , ( b k z : m ü t e h a m m i k ) .
m üteham m il
(a.s. te h â r ü ş 'd e n ) : te h â r ü ş
e d e n , h ı r ı l d a ş ı p d a la ş a n ,
m ü t e h a m m i) .
miitehâmik
ﻟﺮ ش
m ü te h â riç
ﻣﺘﺨﺎ ﺻﻤﻦ
b irb irle rin e h a s ım
(a.s. m ü t e h â s ı m 'ı n c.) :
o la n l a r , k a r ş ı l ı k l ı d ü ş -
m a n l i k e d e n le r ; k a r ş ı l ı k l ı d â v â e d e n le r.
müîehayyîl.âne m ü te h â s îd
ﻣ ﺴﺎ ﺳﺪ
: b iri
(a.s. h a sed 'd e n )
b irin e
h ased ed en , b iri b irin i k ısk a n a n , çek e m e yen .
ﻣﺘ ﺤ ﺸﺪه، ﻣﺘ ﺤ ﺸﺪ
(a.s. h a şd 'd e n . c . : m ü te h a ş ş id în ): ta h a ççu d eden, b irik e n , to p la n a n . A s â k i r l m ü te h a ş -
ﻣﺘ ﺤ ﻤ ﻞ
m ü t e h a s s ıl
(a.s. h u sû l'd e n ) : h âsıl olan,
m e y d a n a gelen.
h i s n 'd a n ) :
istih k â m lı
ﻣﺘﺤﻌﻐﻪ، ﻣﺘﺤﺼﻦ
b ir
ta h a ssu n y ere
eden,
k a p a n m ış.
k ale ye ,
A s â k ir -İ
m ü t e h a s s ı n a : k a le ye , is tih k â m lı b ir yere k a p a n m ış askerler, erler, İh tisâsı
o lan , b ir İşin b ir şû b esin i ç o k iy i bilen , *u z m a n . 2 . y a ln ız b ir şeye a y rılm ış , a y rı b ir İşte k u lla n ıla n . (a.s. h aser'd e n ) : ta h a ssü r
eden, p ıh tıla şm ış. D e m -İ m iite h a s s ir : p ıh tıla şm ış kan . (a.s. h a s r 'd e n ) : h asret çe -
m ü t e h a s s ir -â n e ( ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺮ ا ﻧ ﻪa .f .z f.) : h a sre t çe k e -
ﻣ ﺴﺜﺮه
(a.s. h a s r 'd a n ) : [“ m iite h as-
ﻣﺘﺤﺴ ﺲ
(a.s. h i s s 'd e n ) : h islenen,
m ü te h a s s is -â n e ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺴ ﺎ ﻧ ﻪ
( a .z f .) : h islen erek,
ﻣﺘﺨﺎﻃﺐ
m ü te h â tıb
m ü te h â ş i' ﺳ ﺎ ﺷ ﻊ
(a.s. h u ş û 'd a n ) : h u şû ile e g i-
ﻣﺘﻬﺎﺗﺮ
ﻣﺘﺨﺎ ﺷﻰ
(a.s. h u şû 'd a n )
:
h a şy e t g ö s-
teren, k o rk u p çek in e n .
ﻣﺘﺨﻄﺮ
m iit e h a t t ır
(a.s. h ı ıt û r 'd a n ) : ta h a ttu r
m ü t e h a t t ır - ı e y y â m - 1 m â z î : g e çm iş g ü n le ri
m iite h a tt î
( ﻣﺘﺨﻄﻰa .s .) : 1. ﻣﺘﺤﻄﻢ
m iit e h a t t im
m ü t e h a t t im e
a tla yıp g eçen . 2 . h a tâ
(a.s. h a t m 'd e n ) : lü z u m lu ,
ﻣﺘﺤﻄﻤﻪ
ﺿﺤﺎﺷﻰ
(a.s. h a ş y 'd e n ) : teh âşî eden,
m ü t e h â ş i a ^ ^ (a.s. h u ş û 'd a n ) : ["m ü te h â şi" n in m ü en .]. (b k z : m ü te h âşi').
(a.s. h a t m 'd e n ) : ["m U te-
(a.s. h e v n 'd e n ) : b ir
İŞİ
m ü-
d a v r a n a n , ( b k z : m ü tekâsil).
ﻣﺘﺤﺎﺷﻴﺎﻧﻪ
ﻣﺘﺨﺸﻊ
( a .f .z f.) : s a k ın g a n lık -
( a .s .) : teh âşî eden, k o rk a n , (b k z :
ﻣﺘﺨﺸ ﺐ
( a .s .) : h a v fe d ü şen , k o r-
m ü t e h a v v if - â n e
ﻣﺘﺨﻮﻓﺎﻧﻪ
( a .f .z f.) : k o rk a k ca sı-
n a, k o rk a ra k .
ﻣﺘﺨﻮﻓﻪ
(a.s. h a v f d e n ) : ["m U te-
h a v v i f ” in m ü en .]. (b k z : m ü te h a v v if).
ﻣﺘﺤﻮل
(a.s. h a v i d e n ) : 1. t a h a v v ü l
ed en , d eğ işen , d e ğ işm iş, d eğişik , k a ra rsız.
m ü t e h a v v il - i m u t a v a s s ı t : m a t. *p a ra m etre, m ü te h a y y il
ﻣﺘﺨﻴﻞ
(a.s. h a y â l d e n ) : t a h a y y ü l
ed en , h a y â le d a la n , h a y a l k u ra n ,
m ü teh âşî).
şa n , o d u n la şm ış.
ﻣﺘﺨﻮف
2 . m a t. d e ğ iş k e n .
eden, a lç a k g ö n ü llü , (b k z : m ü te vâzî).
çek in e n ,
( a .s .) : t e h â v ü r eden, b irb i-
kak.
m ü t e h a v v il
(a.s. h a ş y e t 'd e n ) : tah aşşu '
sa y g ı ile k a r ış ık k o rk u p
ﻣﺴﺎور
riyle k o n u şa n .
m ü t e h a v v if e
la, ç e k in g e n lik le ; k a ç ım rc a s ın a .
ﻣﺘﺨﺸﻰ
ﻣﺘﻬﺎوف
m ü t e h â v în
m ü te h a v v if
sa k ın g a n , çe k in g en , (b k z : m üteh aşşî).
m ü te h a ş ş îb
( a .s .) : b irb ir in i tekzibed en ,
y a la n la y a n .
m ü t e h â v ir
len.
m ü te h a ş ş î
(a.s. h ita b 'd 'a n ): b irb irin e
h ita b e d e n , sö yleşen .
h im se y e m e y e n , İşin de g e v şe k v e k a y ıts ız
d u y g u la n a r a k .
m ü te h a ş ş i'
( a .f .z f.) : m ü te h a şşî'ye,
h a ttim " in m lien.]. (b k z : m ü te h a ttim ).
d u y g u la n a n .
m ü t e h â ş i-y â n e
ﻣﺘﺨﺸﻴﺎﻧﻪ
gerekli.
s ir ” in m ü en .]. (b k z : m ü teh âşî).
m ü te h â ş î
m ü t e h a ş ş iy â n e
işleyen , y a n ıla n .
rek, ö zleyerek .
m ü te h â ş î
(a.s. h u şû n e t'd e n ) : h u şû n et,
s e rtlik gö steren , (b k z : h açîn ).
h a tırla y a n .
ken, ö zleyen , (b k z : m ü te h a n n in ).
m ü te h a s s is
(a.s. m ü te h a şşid 'in c.) :
eden, h a tırla y a n .
m ü t e h a s s ir ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺮ
m ü te h a s s ir e
m ü t e h a ş ş în -
m ü t e h â t îr
m iite h a s s ir ﻣ ﺘ ﺤ ﺜ ﺮ
ﻣﺘﺤ ﺸﺪﻳ ﻦ
tah a şşü d ed e n ler, b irik en ler, to p la n a n la r,
s a y g ı ile k a r ış ık k o rk a n a y a r a ş ır y o ld a ,
( ﻣﺘﺨﺼﺺa.s. h u s û s 'd a n ) : 1.
m ü te h a s s is
؟id e : b irik e n , to p la n a n asker ؛b ir perde-], m ü t e h a ş ş id în
m ü te h a s s ın , m ü t e h a s s ın a (a.s.
m iite h a ç ç id , m iite h a ç ş id e
(a.s. h a ş e b 'd e n ) : o d u n la -
m ü te h a y y il-â n e
ﻣﺘﺨﻴﻼﻧﻪ
(a.f.zh) : h a y a l k u ra -
ra k , h a y â le , d ü şü n c e y e d a la ra k .
901
miifehayyile
ﻣﺘﺨﻴﻠﻪ
m üteham m ile
(a.s. h a y â l d e n ) : [“ m ü te -
h a y y il ” in m iien .]. ( b k z : m iite h a y y il). m üteham m ile
ﻣﺘﺨﻴﻠﻪ
(a.i. h a y â l 'd e n ) : h a y a l k u r -
h a y y ile ). (a.s.
h a y re t'd e n .
c .:
m iit e h a y y ir in ) : h a y rette k a la n , şa şm ış, şaşırm ış. ( b k z : m ebh û t).
ﻣﺘﺤﻴﺮاﻧﻪ
m ü teh am m ir-ân e
ﻣﺴﻴﺮﻳﻦ
( a .f .z f.) : şa şk ın şaş-
ﻣﺘﺤﻴﺰ
(a.s.
h a y z 'd e n .
c .:
m iite h a y y iz â n , m ü t e h a y y iz in ) : 1. t e h a y y ü z eden, y e r tu ta n . 2 . itib arlı, m iih im , ile ri ge len [k im se ]. m üteh am m izân
ﻣﺘ ﺨ ﻬ ﻊ
(a.s. m iite h a y y iz 'in c.).
( a .s .) : h u z û ' gö steren , al-
ﻧﻪ-
( a .f .z f .) : al ؟akg ön ü l_
ﻣﺘﺨﻀﺮ
( a .s .) : ta h a z z u r eden, y e -
liiliikle.
h ad d ır). (a.s.) : h u z u r d a b u lu n a n ,
h a z ır [olan]. (a.s.) : h iz ip h izip , k iim e
İcüm e to p la n a n .
ﻣﺘﺤﺰن
m iite h a z z in
ﻣﺘﺤﻦر
m iit e h a z z ir
m iit e h a z z ir -â n e
( a .s .) : h ü z ü n lü , kederli, (a.s. h a z e r 'd e n ) : d ilckatli
ﻣﺘﻬﻮد
( a .s .) : te h e v v iid e d e n . Y a h u -
ﻣﺘﻬﻮو
(a.s. h e v r 'd e n ) : t e h e v v ü r
d i olan. m ü t e h e v v ir
eden, b ird e n b ire h id d e tlen en , o s u r u ğ u c in -
. ﻣﺘﻬﻮران
m iit e h e v v ir -â n e
( a .z f .) : â n î ö fk e ile,
s a ld ır a r a k
[so n u n u
d ü şün m e-
den). m ü t e h e v v ir e n
( ًﻣﺘﻬﻮراa .z f .) :
ö fk e ile, k ız g ın -
İık la [so n u n u d ü şü n m e d e n ],
ﻣﺘﻬﻰ
(a.s. h e y 'e t 'd e n ) : h a z ırla n a n ,
h a z ırla n m ış , h azır. m iit e h e y y i'-i h a r e k e t : h arek ete, g itm e ğ e h a-
ﻣﺘﺤﻨﺮاﻧﻪ
ﻣﺘﻬﺠﺪ
( a .f .z f .) : s a k ın a ra k ,
h e c â 'd a n ): h ece leyen ,
( a .s .) : te h e ccü d e d e n , gece
( a .s .) : te h e y y iib e d e n , h ey -
ج٠( ﻣﺘﻪa.s.
h e y e c â n 'd a n ) : t e h e y y ü -
m iit e h e y y ic -â n e
ﻧﻪ-
(a.f.zf.) : h e y e c â n a ge-
lerek, co şa ra k , c o şk u n lu k la ,
،ﻣﺘﻬﻴﺠﺎ
(a.s. h e y e c â n 'd a n ) : ["m ü -
t e h e y y ic " in m ü en .]. (b k z : m iite h ey y ic ).
ﻣ ﻢ
( a .s .c .:
m ü te h e y y im in ).
( b k z : m iite h a y yir).
ﻣﺘﻬﻴﻤﺎﻷ
m ü t e h e y y im - â n e
(a.f.zf.).
( b lc z :
m iite h a y yir-â n e ).
u y a n ıp n a m a z k ıla n .
ﻣﺘﻬﺪ ى
(a.s. h e d y v e h id y e t 'd e n ) :
ed en ,
d o ğru
y o la
g ire n ,
İslâ m
d in in i k a b û l eden. 2 . h e d iye gö n d eren , m ü t e h e d d im
m iit e h e y y ic
m ü t e h e y y im
( ﻣﺘﻬﺠﻰa.s.
m iite h e c c id
ﻣﺘﻬﻴﺐ
m iite h e y y ib
m ü te h e y y ic e
؟ek in erek.
( ﻣﺘﻬﺪمa.s. h e d m 'd e n ) : te h e d d iim
eden, in h id â m eden, y ık ıla n , (b k z : m iin -
902
m iit e h e v v id
ced en , h e y e c â n a gelen, c o şa n , c o şk u n ,
d a v ra n a n , s a k ın a n , ؟ek in en.
h ed im ).
(a.s. h e tk 'd en ) : 1. teh e ttü k
betli, k o rk u v e sa y g ı d u y g u s u n u v eren ,
ﻣﺘﺤﺰب
m ü te h a z z ih
1. ih tid a
ﻣﺘﻬﺘﻚ
eden, y ır tıla n . 2 . u tan m az,' ed ep siz, yırtılc.
zırla n m ış.
ﻣﺘﺤﻀﺮ
m iit e h a z z ır
m iite h e d d î
( a .s .) : te h en n ü ced en , a n sı-
ya n ؟ocuk.
m ü t e h e y y i'
şillenen, y e ş il r e n k b a ğ la y a n , (b k z : m ü te -
m iite h e c c î
ﻣﺘﻬﺌﺞ
m iite h e n n ic
h id d e t ile
ç a k g ö n ü llü lü k eden, (b k z : m ü te vâ zı'). m iit e h a z z ı-â n e
m iite h a z z ır
( a .s .) : teh ellü l eden, s e v in ؟-
li, Oflceli, k ız g ın .
ﻣﺘﺤﻴﺰان
( b k z : m ü te h a y y iz in ). m ü t e h a z z ı'
ﻣﺘﻬﻠﻞ
ten y ü z ü g ü len .
m ü te h e t tik
(a.s. m ü te h a y y ir'in c.) :
h a y re tte k a la n la r, şa şm ışla r, şa şırm ışla r, m iiteham m iz
( a .f .z f .) : a la y ed er-
cesin e.
Zin k a r n ın d a c a n la n ıp k ım ıld a m a y a b a şla -
k m , şa şk ın c a , şa şıra ra k , m ü teh am m ilin
ﻣﺘﻬﻜﻤﺎ ﻧﻪ
m iit e h e k k im -â n e
m iite h e llil
ﻣﺘﺤﻴﺮ
(a.s. t e h e k k ü m 'd e n ): te-
h e k k iim eden, a la y eden,
m a m e rk e zi, fr. im a g in a t io n . ( b k z : m u -
m iiteham m ir
ﻣﺘﻬﻜﻢ
m ü te h e k k im
m iite h e ^ im în
( ﻣﺘﻬﻴﻤﻴﻦa.s.
m ü te h a y y im 'in c.).
( b k z : m iite h a y yirin ). m iite h e z z ic
ﻣﺘﻬﺰج
( a .s .c .: m ü te h e z z iç in ): te-
h ezziice d en , m a k a m la ş a rk ı sö yleye n , m iite h e z z ic -â n e
ﻣﺘﻬﺰﺟﺎﻧﻪ
şa rk ı sö ylercesin e.
( a .f .z f.) : m a k a m la
mütekâmîl-âne m ü teh ezzicin
ﻣﺎ ﺟﻴ ﻦ
(a.s. m i it e h e z z ic 'i n c . ) :
te h e z z ü c e d e n le r , m a k a m l a ş a r k ı s ö y le y e n ler.
o la n ) b e r â b e r le ş e n . N isb e t-i m ü te k âfiy y e : a y n i ö lç ü d e o la n .
ﻣﺘﻜﺎﻓﻴﺄ
m ü te k âfiye n
ﻣﺘﻬﺰز
m ü teh ezziz
(a.s.) : i h t i z â z e d e n , ti tr e y e n ,
z m g ırd a y a n .
( a .z f .) : b i r b i r i n e k ü f ü v ,
a k r a n , d e n k o la r a k . m ü te k âfiye n m ü te n â sib : fiz. m ü n â s e b e t i
k a b z 'd a n ) : 1. a s ı k s u -
o la n v e y â n i s b e t o l u n a n ş e y i n ç o ğ a lm a s ıy la
r a t l ı . 2 . t o p l a n ı p ç e k ile n . 3. b u r u ş u p k a s ı-
b ir ş e y in a z a lm a s ı v e y â m ü n â s e b e ti b u lu -
l a n [a d a le ].
n a n ş e y i n a z a l m a s ı y la b i r ş e y i n ç o ğ a lm a s ı,
ﺗﻤ ﺾ٠ (a.s.
m ü tek ab b ız
ﻣﺘﻘﺒﻞ
m ü tek ab b il
(a.s. k a b û l v e k u b û l 'd e n ) :
k a b û l e d e n , ü s t ü n e a la n , m ü tekab il, m ü tekab ile
ﻟﻪ٠ﻣﺘﻘﺎ
ﻣﺘﻬﺎﺑﻞ
،
(“k a ”
l a r u z u n o k u n u r , a .s. k a b l 'd e n ) : 1. t e k a b ü l e d e n , b ir i, ö t e k i n i n k a r ş ı s ı n d a o la n . M u â m e le -İ m ü tekab ile : ( b k z : m u k a b e l e b i'1 -m is l). 2. m at. k a r ş ı t . m ü tek ab ü ü ' 1-k a d e m : bot. a n t i p o t , fr. an ti-
m ü te k âh il
ﻣﺘﻜﺎ ﻫﻞ
( a . s . ) : ü ş e n g e ç , te n b e l.
m ü te k aid
ﻣﺘﻘﺎﻋﺪ
(“k a ” u z u n o k u n u r , a .s. v e
i. k u û d 'd a n c . : m ü t e k a i d i n ) : t e k a ü t o lu p o t u r a n , e m e k liy e a y r ı lm ış , e m e k li, m ü te k aid in
ﻣﺘﻔﺎﻋﺪﻳﻦ
liy e a y r ı lm ış l a r , e m e k lile r ,
ﻣﺘﻜﺎﻟ ﺐ
m iitekâlib
pode.
ﻣﺘﻘﺎﺑﻸ
m iitekabilen
(“k a ” u z u n o k u n u r , a. z f . ) :
1. k a r ş ı l ı k l ı o la r a k . 2. m at. k a r ş ı t o la r a k , m ü tekab iletân
ﺑﺒﻒ١ﺀﺗﻎ
(" k a ” u z u n
o k u n u r,
a . i . c . ) : b i r b i r i n e m ü t e k a b i l ( .k a r ş ı t ) o la n i k i şey. Z â v iy e tâ n -1 m ü te k a b ile tâ n : geo.
( " k a ” u z u n o k u n u r , a .s.
v e i. m ü t e k a i d ' i n c . ) : t e k a ü t o la n l a r , e m e k -
(a.s.
k e lb 'd e n .
c .:
m ü t e k â l i b i n ) : te k a l ü b e d e n , k ö p e k g ib i b ir b i r i n i n ü z e r i n e s ıç r a y a n , m ü te k âliü -ân e
( a .f .z f .) :
b ir b irin in
ü z e r i n e s ı ç r a y a r a k [ k ö p e k g ib i],
ﻣ ﺘ ﻜﺎﻟ ﺒ ﻴ ﻦ
m ü te k âlib in
(a.s.
k e lb 'd e n .
b i r b i r i n e m ü t e k a b il ( .k a r ş ı t ) o la n z â v iy e le r
m ü t e k â ü b 'i n c . ) : k ö p e k g ib i b i r b i r i n i n ü s -
( .a ç ıla r ) .
t ü n e s ıç r a y a n la r .
m ü t e k a b il iy e t
ق
ﻣﺘﻰ
(“k a ” u z u n o k u n u r
a . i . ) : 1. k a r ş ı l ı k l ı v a z iy e t. 2. fels. . k a r ş ı t l ı k , m ü tek âb ir
ﻣﺘﻜﺎﺑﺮ
(a.s. k i b r 'd e n ) : k e n d i n i b ü -
y ü k g ö re n .
m ü tek allib
ﻣﺘﻐﻠﺐ
(a.s. k a l b 'd e n ) : ta k a l l ü b e -
d e n , d ö n e n , d e ğ iş e n .
ﻣﺘﻌﻚ
m ü te k allid
(a.s.
k ıl â d e 'd e n .
m ü t e k a l l i d i n ) : 1. t a k a l l ü d e d e n ,
m ü tek ad d im , m ü tek ad d im e
ﻣﺘﻘﺪﻣﻪ، ﻣﺘﻌﺪم
(a.s.
c .:
boynuna
t a k a n . 2 . t a k m a n , k u ş a n a n . M ü tek allid -i
k a d m ' v e k u d û m 'd e n . c.: m ü t e k a d d i m i n ) :
s e y f : k ı l ı ç k u ş a n a n . 3. ü z e r i n e a l a n [ b ir
1. t e k a d d ü m e d e n , ö n e g e ç e n , il e r i g e ç e n ,
İŞİ].
ö n d e b u l u n a n , b a ş t a k i. 2 . g e ç m iş , e s k im iş , e s k i.
E z m in e -i m ü te k a d d im e : e s k i
za-
m a n l a r , e v v e l z a m a n la r . 3. t a k d i m o l u n a n , su n u la n .
ن٠ﻫﺘﺔدم
(a.s. m ü t e k a d d i m 'i n
c.) : e v v e ld e n g e lip g e ç e n le r, e s k ile r, e s k i i n s a n la r .
(a.s. m ü t e k a l l i d ' i n c.).
ﻣﺘﻐﻠﻞ
(a.s. k ı l l e t 'd e n ) : a z , a z a l m ış
o la n . m ü te k allis, m ü tek allise -
،
ﻣﺘﻔﻠﺺ
(a.s.
k u l û s 'd e n ) : te k a l lü s e d e n , g e r ile n , ç e k ilip
m iite k a d d im în -i ş u a r â : e s k i ş â irle r .
دس
t o p l a n a n , g e r i lm iş , g e r ile n . A d a lâ t-1 m ü -
(a.s. k ı ı d s 'd e n ) : t a k a d d ü s
“( ﻣﺘﻰدمk a ”
u z u n o k u n u r , a. s . ) :
ﻣﺘﻜﺎﻫﻪ
،
m ü te k â m il
ﻣﺘﻜﺎﻣﻞ
(a.s.
k e m â ld e n ,
c .:
m ü t e k â m i l i n ) : o lg u n , ( b k z : m ü t e k e m m il ) .
.t e k a d ü m e d e n , g e ç m iş b u l u n a n . m ü te k â fî, m ü te k âfiy y e
te k a llise : t e k a l lü s e tm iş , g e r i lm iş a d a le le r, k a s la r.
e d e n , k u t s a l o la n , ç o k t e m i z o la n . m ü tek ad im
ﻣﺘﻘﻠﺪﻳﻦ
( b k z : m ü t e k a ll id ) . m ü te k a llil
m ü te k a d d im in
m iitekad d is
m ü te k a llid in
ﻣﺘﻜﺎﻓﻰ
(a.s.
k ü f v 'd e n ) : b i r b i r i n e k ü f ü v , a k r a n , d e n k
m ü te k â m ü -â n e
ﻣﺘﻜﺎ ﻣﻼﻧﻪ
( a .f .z f .) : o lg u n l u k la ,
o l g u n l u k g ö s te r e r e k .
9.3
mütekâmilin
ﻣﺘﻜﺎﻣﻠﻴﻦ (a.s.kemâ!'den. miitekâmil'in c .): olgun kimseler,
m ü te k â m ilin
“( ﻣﺘﻘﺎﻣﺮka” uzun okunur, a.s. kumâr veyâ kımâr'dan) : kumar arkadaşı, birbiriyle kumar oynayan,
m ü te k a m ir
( ﻣﺘﻘﻤﺺa.s.): takammüs eden, kamis, gömlek giyen.
m iite k a m m is
“( ﻣﺘﻘﺎربka” uzun okunur, a.s. kıırb'dan): 1. tekarübeden, yaklaşan, yakm, gittikçe birbirine yaklaşan. 2 ٠e d . (bkz : bahr-i miitekarib). 3. f i z . ve m a t . yakınsak, gittikçe birbirine yaklaşarak uzanan [şuâlar, ışınlar, çizgiler],
m iite k a rib
m iite k a rib e
“( ﻣﺘﻘﺎرﺑﻪka'' uzun okunur, a.s.):
birbirine yakınlaşan. E ş i'a - i m ü t e k a r i b e : bir noktada toplanan ışınlar. H u t û t - İ m i it e k a r i b e : bir noktaya uzanan çizgiler, m ü te k a rib iy y e t
( ﻣﺘﻘﺎ رﺑﻴ ﺖa.i.) :
m a t.
*yakın-
miitekasır “( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮka” uzun okunur, a.s. kasr'dan. c. : mütekasirîn) : 1. tekasür eden, elinden geldigi halde i ؟yapmayan. 2. kısailk gösteren, (bkz : mukassır). miitekasır-âııe "( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮاﻧﻪka” uzun okunur, a.f.zf.): mütekasır olana, İş yapmayana ؛kisalık gösterene yakışır.sûrette. miitekasırin "( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮﻳﻦka" uzun okunur, a.s. mütekasır'ın c .): 1. ellerinden geldiği halde .İş yapmayanlar. 2. kısalık gösterenler, miitekâsif ( ﻣﺘﻜﺎﺛﻒa.s. kesâfet'den): tekâshf eden, şıklaşan, koyulaşan, yoğunlaşan, miitekâsil ﻣﺘﻜﺎﺳﻞ (a.s. kesel'den. c .: miitekâsilîn): tekâsiil gösteren, üşenen, üşengeç, tenbelce davranan, mütekâsü-âne ( ﻣﺘﻜﺎ ﺳﻼﻧﻪa.f.zf.): üşengeçlikle, tenbelce davranarak.
ﺳﻴ ﻦlL(a.s.kesrden.mütekâsil'in c.) : tekâsiil gösterenler, iişenenler, tenbelce davrananlar.
sama, fr . c o n v e r g e n c e .
m ü te k â s ü în
"( ﻣﺘﻘﺎرنka" uzun okunur, a.s. karn'den) : 1. tekarün eden, yakınlaşmış, yaklaşmış. 2. birbirine bitişmiş,
m ü te k â s iliy y e
m iite k a rin
(a.s. kurb'dan. c. : talcarrübeden, yaklaşan,
ﻣﺘﻘﺮب
m ü te k a rrib
mütekarribin): yakm [olan].
m ü t e k a r r i b ü 'l - h u l û l
[olan] : girmesi yakla-
şan [ay].
( ﻣﺘﻜﺎﺳﻠﻴﻪa.i.): dilencilik etmek sûretiyle eline geçeni yiyerek can beslemek iizere dünyâya gelmiş olduklarına inanan bir tarikat. ( ﻣﺘﻜﺎ رa.s. kesret'den) : 1. tekâsiir eden, çoğalan, çoğalmış, çok. 2. e d . aruz ölçüsü.
m ü te k â s ir
( ﻣﺘﻘﺮﺑﻪa.s. kurb'dan): [''miitekarrib” in miien.]. (bkz : mütekarrib).
m iite k â s ire
( ﻣﺘﻘ ﺮﺑﻴ ﻦa.s. " c.) : takarrübeden, yaklaşan, yakm [olanlar],
m iite k a s s î
m ü te k a rrib e
m ü te k a rrib in
m ü te k a rrih
( ﻃ ﺮ حa.s. karh'tan): karhalı, ya-
ﻣﺘﻜﺎﺛﺮه (a.s. kesret'den) : ["mütekâsir” in miien.]. (bkz : mütekâsir).
ralı, çıbanlı, cerahatli [yara, çıban],
m ü te k a ş ş i'
( ﻫ ﺾa.s. karâr'dan): takarrür eden, kararlaşan; yerleşip kuvvet bulan, (bkz: mukarrer).
m iite k a tı'
m iite k a rrir
( ﻣﺘﻘﺮرهa.s. karâr'dan): ["miitekarrir” in miien.]. (bkz : mütekarrir).
m iite k a rrire
( ﻣﺘﻘﺼﻰa.s.): tekassi eden, dikkatle
araştıran.
( ﻣﺘﻘﺸﻊa.s. kaş'dan) : 1. balgam söktüren [ilâç]. 2 . balgam çıkaran [hasta],
"( ﻣﺘﻘﺎﻃﻊka” uzun okunur, a.s. kat'dan): 1. tekatu' eden, birbirini kesen. 2. g e o . kesişen, birleşen. H a t t e y n - i m i i t e k a t l e y n : kesişen, birbirini kesen iki çizgi, ( ﻣﺘﻘﺎﻃﻌﻴﻦa.i. kat'dan) : g e o . kesişen dogru: H a t t e y n - i m ü t e k a t ı e y n : kesişen, birbirini kesen iki çizgi,
“( ﻣﺘﻘﺎﺳﻢka” uzun okunur, a.s. kısm'dan. c . : miitekasımin) : 1. tekasüm eden, paylaşan, bölüşen. 2. andlaşan.
m ü te k a tıe y n
"( ﻫﺘﻘﺎﺳﻤﻴﻦka” uzun okunur, a.s. mütekasım'ın c.) : bir şeyi aralarında bölüşüp paylaşanlar ve andlaşmalar.
m iite k a tır
m iite k a s ım
m ü te k a s ım in
904
"( ﻣﺘﻘﺎﻃﺮka” uzun okunur, a.s. katr, kutûı' v e katarân'dan) : katre katre dökülen; damlayan.
mütekehhin.âne miitekatil
ﻣﺘﻘﺎﺗﻞ
( " k a " u z u n o k u n u r , a . s ) : [k a r -
miitekattı'
ﻣﺘﻘﻄﻊ
(a.s. k a t 'd a n ) : 1. b i r d iiz iy e
ﻣﺘﻘﻄﺮ
(a.s.
(a.s.
k a y d 'd a n .
il b u l u n a n l a r , d i k k a t l i d a v r a n a n l a r ,
m ütekayyih, m iitekayyiha -
o lm a y a n , k e s ik . 2. cogr.; fels. k e s ik lik ,
m iitekattır
ﻫﺸﺪﻳﻦ
m ütekayyidin
m ü t e k a y y i d 'i n c . ) : t a k a y y ü d e d e n le r , k a y ıt-
ş ı lı k o la r a k ] b i r b i r i n i k a tl e d e n , ö ld ü r e n ,
k a tr e 'd e n ) : t a k a t t u r
e d e n , k a t r e k a t r e d ö k ü le n , d a m l a y a n ,
، ( ﻣﺘﻪﺀحa.s.
k a y h 'd a n ) : t a k a y y u h e d e n , ir i n l i , c e r â h a t li .
C ürû h -i m ütekayyiha : i r i n l i , c e r a h a t l i y a r a la r .
mütekavvem
ﻣﺘﻌﻮم
(a.s.) : to p l a n m ı ş , b iç ilm iş , m ü te k a z i
k e s ilm iş .
ﻣﺘﻬﺎﺀﺑﻰ
(" k a "
uzun
o k u n u r,
a.s.
t a k a z a 'd a n ) : te k a z i e d e n , b o r ç l u y u - ö d e -
m iitekavvi
(a.s. k u v v e t 'd e n ) : k u v v e t
b u l a n , k u v v e tl e n e n . M arîz-İ m iitekavvi: k u v v e tl e n e n h a s t a .
m e s i İ ؟in - s ı k ı ş t ı r a n .
ﻣﺘﻜﺒﺮ
miitekebbir
(a.s.
k ib r 'd e n .
c .:
m ü t e k e b b i r i n ) : te k e b b ü r e d e n , k ib i r l e n e n ,
ﻫﺌﻌﻮل
m ütekavvil
(a.s.
k a v l'd e n .
c .:
m ü t e k a v v i l i n ) : t e k a v v ü l e d e n , k e n d il iğ i n d e n - m e c b u r o lm a d a n - y a l a n sö y le y e n ,
ﻣﺘﻌﻮﻻﻧﻪ
m iitekavvil-âne
k ib i r l i, k e n d i n i b e g e n m i? . ( b k z : m iis te k b ir , m ü t e a z z ım ) .
m ütekebbirin te k e b b ü r
ﻫﺘﻘﻮﻟﻦ
(a.s.
k a v l'd e n .
ﻣﺘﻜﺒﺮﻳﻦ
(a.s. m i it e k e b b i r 'i n c . ) :
e d e n le r ,
k e n d in i
b e ğ e n m iş le r ,
( b k z : m ü s te k b i r in ) .
m ü t e k a v v i l i n c . ) : t e k a v v ü l e d e n le r, k e n d i l i g i n d e n - m e c b u r o l m a d a n - y a l a n s ö y le -
( a .f .z f .) : k ib i r l il ik le ,
k e n d i n i b e ğ e n m i ş l ik l e .
o la n a , m e c b û r o l m a d a n y a l a n sö y le y e n e , y a r a ş ı r y o ld a .
m iitekavvilin
ﻣﺘﻜﺒﺮاﻧﻪ
miitekebbir-âne
(a.f.zf.) : m ü t e k a v v il
ﻣﺘﻜﺪر
miitekeddir
(a.s.
k e d e r 'd e n .
c .:
m i i t e k e d d i r i n ) : 1. t e k e d d ü r e d e n , k e d e r l e -
y e n le r .
n e n , k e d e r l i. 2. b u l a n a n , b u l a n ı k . M â-i mii-
m iitekavvim
( a . s . ) : 1. t a k a v v ü m
eden,
e ğ r i ik e n , b o z u k ik e n d ü z e le n , d o ğ r u l a n .
Nihâl-İ m iitekavvim : d o ğ r u l a n d a l. 2. g er e k l i ı t t ı r â d ı i c â b e tti r e n . 3. te ş k il e d il m i ş , k u r u l m u ş ; m ü e s s e s ; s a ğ la m . 4 . iy i İd â r e e d ile n .
m ütekavvis
ﺗﻌﻮس٠ (a.s.
k a v s 'd e n ) : k a v is le n e n ,
b ü k ü lm ü ş .
ﻣﺘﻜﺪراﻧﻪ
( a .f .z f .) : 1. k e d e r l i b i r
h a ld e . 2 . b u l a n a r a k .
m iitekeddirin
ﻣﺘﻜﺪر؛ن
(a.s. m i i t e k e d d i r 'i n c.) :
ﻣﺘﻜﻬﻞ
m iitekeffil
m iitekeffil-âne
(a.s.). ( b k z : m iite g a d d i) .
ﻣﺘﻜﺄﻳﺪ
( a .s . c .:
te k â y ü d e d e n , b i r b i r i n e
m i ite k â y id in ) :
h il e
eden,
(b k z :
h île -b â z ) .
(a.s.
k e f â le t'te n .
c .:
ﻣﺘﻜﻔﻼﻧﻪ
( a . f . z f ) : te k e f f ü l e d e -
re k , k e f i l o la r a k .
ﻣﺘﻜﻔﻠﻴﻦ
m iite k e ffilin
(a.s. m ü t e k e f f i l 'i n c . ) : te -
k e f f iil e d e n le r , k e f i l o la n l a r ,
mütekâyid-âne
ﻣﺘﻜﺎﻳﺪاذه
( a .f .z f .) : hile ile, dii-
z e n b a z lık la .
miitekâyidin
le r. 2 . b u l a n a n l a r , b u l a n ı k şe y le r,
m i i t e k e f f i l i n ) : te k e f f ü l e d e n , k e f i l o la n ,
ﻫﺘﻌﻮت
miitekâyid
m iite k e h h il
ﻣﺘﻜ ﺤ ﻞ
( a .s .c .: m i i t e k e h h i l i n ) : te -
k e h h ü l e d e n , g ö z ü n e s i ir m e ç e k e n ,
ﻣﺘﻜﺎﻳﺪﻳﻦ
(a.s. m i it e k â y i d 'i n c.) :
te k â y ü d e d e n le r , b i r b i r i n e h il e e d e n le r,
m iitekayyid
m iitekeddir-âne
1. t e k e d d i i r e d e n le r , k e d e r l e n e n le r , k e d e r l i-
y a y ş e k l in e g ir e n ; y a y g ib i e ğ ri; e ğ r i lm iş ,
m iitekavvit
te k e d d ir : b u l a n ı k su .
ﻣﺘﻬﻴﺪ
(a.s.
k a y d 'd a n .
m ü te k e h h ilin
ﻣﺘ ﻜ ﺤﺒ ﻦ
(a.s. m i i t e k e h h i l 'i n c . ) :
t e k e h h ü l e d e n le r , g ö z ü n e s ü r m e ç e k e n le r, c .:
m iite k e h h in
ﻣﺘﻜﻬﻦ
(a.s.
k e h â n e t 'd e n .
c .:
m ü t e k a y y i d i n ) : ta k a y y i id e d e n , k a y ıt lı b u -
m i i t e k e h h i n i n ) : k â h i n l i k , f a l c ıl ık e d e n , g a -
lu n a n , d ik k a tli d a v ra n a n ,
ip t e n b il e n , ( b k z : k â h in ) ,
m iitekayyid-âne
ﻫﻐﻌﺪاﻻ
( a .f .z f .) : k a y ıt lı b u lu -
n a ra k , d ik k a tli d a v ra n a ra k .
m iite k e h h in - â n e
ﻣﺘﻜﻬﺘﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) : k â h in c e s in e ,
fa lc ılık la .
9.5
mütekehhirin mütekehhinin ( ﻣﺘﻜﻬﻨﻴﻦa.s. mütekehhin'in c.) : kâhinlik, falcılık edenler,
miitekessir ( ﻣﺘﻜﺜﺮa.s. kesret'den): tekessür eden, ؟ogalan, artan, ؟ok.
m ütekellif ﻣﺘﻜﻠﻒ (a.s. külfet'den. c .: mütekellifin): telcellüf eden, külfetli, zahmetli bir İş tutan.
miitekeççif açılmış.
miitekellif-âne ( ﻣﺘﻜﻠﻰ ﻧﻪa.f.zf.): külfetli, zahmetli İş tutanlara yakışacak yolda, mütekellifin ( ﻣﺘﻜﻠﻔﻴ ﻦa.s. mütekellifin c .) : tekellüf edenler, külfetli, zahmetli İş tutanlar, mütekellim ﻣﺘ ﻜﻠ ﻢ (a.s. kelâm'dan. c .: mütekellimin, mütekellimûn): 1. tekellüm eden, söyleyen, konuşan, (bkz : mütelâffız). 2. gr. birinci şahıs. 3. nutuk söyleyen. 4 ٠kelâm bilgini. mütekellim ale'l-valcf: [eskiden] mütevelli, mütekellimin ( ﻣﺘﻜﻠﻤﻴﻦa.i.c.): İslâmî ilimlerle meşgul olanlar, İlm-i kelâm âlimleri,
(a.s.) : tekeççüf eden, açılan,
m iitekevvin ( ﻣﺘﻜﻮنa.s. kevn'den): tekevvün eden, hâsıl olan, mevcut bulan, vâr olan, m ütekeyyif ( ﻣﺘﻜﻴﻒa.s.): tekeyyUf eden, bir keyfiyetle vasıflandıran, keyfiyetlenen. m U tek e^is ( ﻣﺘﻜﻴ ﺲa.s. kiyâset'den. c . : mlitekeyyisîn) : tekeyyüs eden, zekî, akıllı görünen, akıllılık taslayan, mütekeyyis-âne
( ﻣﺘﻜﻴﺴﺎﻧﻪa.f.zf.): akıllılık tas-
layana yakışacak yolda, mütekeyyisln
( ﻣﺘﻜﻴﺴﻴﻦa.s. mütekeyyis'in c .) :
tekeyyüs edenler, akıllılık taslayanlar.
miitekellis ( ﻣﺘﻜﻠ ﺲa.s. kils'den) : kireçleşmiş, kireçlenmiş.
m ütelâffız ( ﻣﺘﻠﻐﻆa.s. İâfz'dan): telâffuz eden, bir sözü agzindan ؟ikaran, söyleyen, (bkz : mütekellim).
miitelcemmil ( ﻣﺘﻜﻤﻞa.s. kem âl'den): tekemmiil eden, olgunlaşan, olgun, (b k z : mütekâmil).
mütelâfî ( ﻣﺘﻼﻓﻰa.s. İefâ'dan): telâfî eden, kaybini, zararım karşılayacak başka bir şey kazanan.
miitekemmil-âne ( ﻣﺘﻜﻤﻼﻧﻪa.f.zf.): tekemmül ederek, olgunlaşarak.
miitelâhhız ( ﻣﺘﻠﺤﺰa.s.): telâhhıız eden, ekşi bir şey yiyenin yanında ağzı sulanan,
miitekemm ilîn ( ﻣﺘﻜﻤﻠﻴﻦa.s. kemâl'den. mütekemmil'in c .) : tekemmül edenler, olgunlaşanlar, olgunlar.
mütelâhız ( ﻣﺘﻼﺣﻆa.s.): telâhıız eden, gözucu ile birbirine bakan.
mütekemmin ( ﻣﺘﻜ ﺲa.s. kem in'den): tekemmün eden, gizlenen, pusuya giren, pusuya yatmış olan, pusuda. Leşker-İ miitekemm in : pusuya yatmış asker,
miitelâhi ( ﻣﺘﻼﻫﻰa.s. lehv'den): sazla, oyunla uğraşan, oynayan, (b k z: miitelehhi). m ütelâhik
( ﻣﺘﻼﺣﻖa.s. lühûk'dan): telâhuk
eden,
eden, birbirine mülhak olan, birbiri ardmdan gelen, birbiri ardından yetişip birleşen, birbirine katılan, katışan,
mütekerrih-âne ( ﻣﺘﻜﺮﻫﺎﻧﻪa.f.zf.): tiksinircesine; surat asarcasma.
miitelâhik d a 'v â : huk. davacının ayni zamanda birden fazla hukuki sebebe dayanabildiği dâvâ.
mütekerrih ( ﻣﺘﻜﺮهa.s.) : 1. tekerrüh kerih gören, tiksinen. 2. surat asan,
miitekerrir, miitekerrire ﻣﺘﻜﺮره، ( ﻣﺘﻜﺮرa.s. kürûr'dan): 1. tekerrür eden, tekrarlanan, birden fazla vuku' bulan, birka ؟kere olan, ifâdât-ı m iitekerrire : tekrarlanan ifâdeler. 2. ed. murabbâ, muhammes, müseddes gibi bendli manzûmelerin birinci bendi sonunda mısraın tekrar edilmiş olanı, miitekessir ( ﻣﺘﻜﺴﺮa.s. kesr'den): tekessiir eden, kırılan; parçalanan. Peymâne-İ miitekessir : kınlan bardak, kadeh.
906
miitelâhime ( ﻣﻌﻼﺣﻤﻪa.i.): deri ile berâber epeyce de et kesilmiş olan bir yara, miitelâhi-yâne ( ﺳ ﻼﻫﺎ ﻧﻪa.f.zf.): sazla, oyunla uğraşarak, oynayarak. miitelâhiz ( ﻣﻌﻼﺣﻔﻞa.s.c.: mütelâhizin): telâhuz eden, gözucu ile bakılanlardan herbiri. m ütelâhizin ( ﻣﺘﻼ ﺣ ﻈﻴ ﻦa.s. mütelâhiz'in c .) : telâhuz edenler, gözucu ile bakılanlar.
mü٠elehh؛fîn m iitela'ib ( ﻣﺘﻠ ﻌ ﺐa.s. lâ 'b 'd an ): telâ'ub eden,
oynayan, oyunla meşgul olan,
m ü telâşî
( ﻣﺘﻼﺷﻰO.S.): telâş eden, acele eden,
aceleci.
m iitelâib ( ﻣﺘ ﻼ ﻋ ﺐa.s. lâ'b 'd an ): oynayan, oyun
ile meşgul olan.
m ü telâşiyân e
( ﻣﺘﻼﺷﻴﺎﻧﻪo.f.zf.): telâş ile, acele
ile.
m iitelâ in ( ﻣﺘﻼﻋﻦa.s.): telâun eden, lânetleşen,
m ü te lâ tıf
ﻣﺘﻼﻃﻒ
(a.s. İûtf'dan) :
İûtf ile
ugursuzlaşan.
muâmele eden, muâmelesi kibar ve nâzik
( ﻣﺘﻼﻗﻰa.s. lika'dan): telâkî eden, kavuşan, kavuşmuş, ulaşmış,
olan, (b k z : mültefit).
m ü te lâ k î
m iite lâ k im
( ﻣﺘ ﻼ ﻛ ﻢa.s.): telâkiim eden, birbi-
rine yum ruk atan. m iitelâ k k ıb
ﻣ ﺐ
(a.s.
İâkab'dan.
c .:
m ü te lâ k k ıb în ( ﻣ ﺘ ﻠ ﻘ ﺒ ﻴ ﻦa.s. mütelâkkıb'ın c.) :
telâkkubedenler, İâkab alanlar, İâkab takınanlar.
ﻣ ﻢ
(a.s.) : telâkkum eden, lok-
ma yutan.
yi
m ü t e lâ t ım : dalgalı
m iite lâ ttıf
deniz.
E m v â c-1
ﻣﺘﻠﻄﻒ.(a.s. İûtf'dan) : telâttufeden,
ince, nâzik davranan.
ﻣﺘﻠﻄﻔﺎﻧﻪ
m ü te lâttıf-â n e
(a.f.zf.): incelikle,
'nâziklikle. m iitelattıh
( ﻣﺘﻠﻄﺦa.s.): telâttuh eden, bulaşan,
m ü telâzzî
( ﻣﺘﻠﻘﻰa.s.): telakki eden, kabûl eden, ala n ,... nazariyle bakan,
m iitelebbis ﻣﺘﻠﺒ ﺲ
m ü te lâ k k î
ﻣﺘﻠﻘﺐ
(a.s.-
( ﻣﺘﻠﻈﻰa.s.) : telâzzi eden, alev ؟ika-
ran, alevlenen. (a.s. İibâs'dan):
telebbüs
eden, giyinen, giyinmiş,
İâkab'dan): m iiteleclic ( ﻣﺘﻠ ﺠﻠ ﺞa.s.): teleclüc eden, dilini
İâkaplanmış. m ü telâl, m ü telâlî ﻣﺘ ﻼﻟ ﻰ، ( ﻣﺘ ﻼ لa.s.): parılda-
yan, ışıldayan [şimşek gibi ؟akarak], m ü telâsık , m iitelâsık a ﻣﺘﻼ ﺻﻘﻪ، ( ﻣﺘﻼﺻﻖa.s.
İusûk'dan): telâsuk eden, birbirine bitişen, bitişik. H u tû t-1 m ü telâsık a : birleşmiş hatlar, ؟izgiler. m ü te lâ s ık ü 'l-fe k k e y n : zool. yapışık ؟eneli-
ler. m ü te lâ sık ü 'l-v ü re y k at-1 k e 's iy y e : bot. biti-
şik * ؟anakyapraklılar.
ﻣ ﻢ (a.s.c.: mütelâ'simîn) : telâ'süm eden, kemküm eden, sa ؟masapan cevap veren. ﻣ ﻤﺎﻧ ﻪ
(a.f.zf ) : kemküm
ederek, saçmalayarak. m ü telâ'sim în ( ﻣﺘﻠﻌﺜﻤﻴﻦa.s. mütelâ'sim'in c . ) :
kemküm edenler, sa ؟malayanlar. m iitelâssıs ﻣﺘﻠﺼ ﺺ
؟igneyerek, basık basık konuşan, m iite le ffif ( ﻣﺘﻠﻐ ﻒa.s.): teleffiif eden, sarılıp
bürünen.
ﻣ ﺖ
m ü te le ffit
(a.s. İüss'den): hırsızlık
(a.s.) : teleffiit eden, iltifat
eden. m üteleffit-âne miitelehhi
( ﻣﺘﻠﻐﺄﻧﻪa.zf.): iltifat edercesine,
( ﻣﻌﻠﻬﻰa.s. lehv'den): sazla, oyunla
vakit geçiren, (bkz : mütelâhî). miitelehhib
m ü telâ'sim
eden.
( ﻣﺘﻼﻃﻢa.s.) :
m iitelâtım a : birbirine ؟arpan dalgalar,
( ﻣﺘﻠﻘﻂa.s.): iltikat eden, şuradan buradan dürüp devşiren,
m ütelâ’sim -â n e
،
bulaşık olan [ ؟amur, yag v.b.].
m iitelâ k k ıt
m iitela k k ib
ﻣﺘﻼﻃﻤﺔ
telâtum eden, birbirine ؟arpan, ؟alkalanan, dalgalanan, ؟ırpıntılı; dalgalı. D e ry â -
miitelâkkıbîn): telâkkubeden, İâkab 'alan, İâkab takınan.
m iite lâ k k ım
m ü telâtım , m iitelâtım a
( ﻣﺘﻠﻬﺐa.s. leheb'den): telehhiibe-
den, alevlenen, alev ؟ikaran. m ütelehhif
ﻣﺘﻠﻬﻒ
.(a.s.
lehefden.
c .:
miltelehhifin): telehhiifeden, hasret ؟eken,' hüzünlü olan, yanıp yakılan, miitelehhif-âne ( ﻣﺘﻠﻬﻔﺎﻧﻪa.f.zf.): hasret ؟ekerek, tasalı, kaygılı olarak, yanıp yakılarak, m iitelehhifi»
( ﻣﺘﻠﻬﻐﺒﻦa.s. miitelehhif'in c.) :
hasret ؟ekenler, kederli, tasalı olanlar, yanıp yakılanlar.
907
mütelemmi'
ع٠ﻣﺘﻞ
m ü te le m m i'
(a .s.
l e m 'd e n ) : t e le m m ii'
e d e n , p a r ı l d a y a n . S e y f - İ m ü t e l e m m i ': p a n ld a y a n k ılı ؟. (a .s . l e m s 'd e n ) : t e le m m ü s
ﻣﺘﻠﻤﻦ
( a .s .c .:
m ü te le m m iz in ):
t e le m m i i z e d e n , t a l e b e l i k e t m e k s û r e t iy le ö gren en . ( a . f z f . ) : t a l e b e l i k et-
m e k s û r e t iy le , ö ğ r e n e n e y a k ı ş a c a k y o ld a ,
c.) :
ﻣﺘﻠﻤﻨﻴﻦ
t e le m m ü z
(a.s.
e d e n le r ,
m ü t e l e m m i z 'i n ta le b e lik
e tm e k
s û r e t iy le ö ğ r e n e n le r .
ﻣﺘﻠﺜﻢ
m iite le s s im
( a . s . c . : m i i t e l e s s i m î n ) : t e le s -
ﻣﺘﻠﻮن
m ü te le v v in
(a.s. l e v n 'd e n ) : 1 . t e l e v v i i n
e d e n , r e n k li , b o y a l ı . 2 . r e n k t e n r e n g e g ir e n , b i r h a ld e d u r m a y a n , s e b a t s ız , k a r a r s ı z . m ü t e l e ٣ i n ü 'l - m i z â c : g e lg e [ ؟k im s e ] ,
ﻣﺘﻠﻮذاﻧﻪ
m ü te le v v in -â n e
(a .f.z f.):
s û r e t te .
( ﻣﺘﻠﻮتa .s. l e v s 'd e n ) : t e l e v v ü s
eden ,
k i r l i , p i s , m u n d a r , ( b k z : m ü t e v e s s ih ) .
ﻣﺘﻞ؛ن
(a .s. l e y y i n 'd e n ) : t e l e y y ü n
ﻫﺘﻠﻴﺖ
(a .s. l e y s 'd e n ) : a r s l a n y ü r ü -
ذدﺛﺎذه٠
ﺳﺨﻂ
( ﻣﺘﻠﺰجa . s . ) : t e le z z ü c e d e n , liiz û c e t li, ﻣﺘﻠﺬذ
(a .s.
ﻣﻌﻠﻨﺬاﻧﻪ
te m a h h u t
eden ,
(a .s .c .: m ü te m a h h iz în ):
ﻣﺘﻤﺎﻟﻚ
m ü te m â lîk
( a . s . ) : n e fs i n e h â k i m o la n ,
ﻣﺘﻤﺎرض
m ü te m â rız
m a r a z 'd a n .
c .:
m ü te m â r iz ln ): te m â ru z ed en , h a sta
g ib i
(a .f.z f.) : t a d
(a .s.
g ö r ü n e n , y a l a n d a n h a s t a o la n ,
ﻣﺘﻤﺎرﺿﺎﻧﻪ
m ü te m â rız -â n e
( a .f .z f .) : y a la n d a n
h a s ta la n a r a k .
ﺳﺎرﺿﻬﻦ
(a .s. m ü t e m â r ı z 'ı n c . ) :
t e m â r u z e d e n le r , h a s t a g ib i g ö r ü n e n le r , y a l a n d a n h a s t a o la n la r . m ü te m â sîk
ﻣﺘ ﻤﺎ ﻣ ﻚ
m ü te m â sîl
ﻣﺘﻤﺎﺛﻞ
(a .s.). ( b k z : m iit e m e s s ik . (a .s. m i s l 'd e n ) : ı . t e m â s ü l
fr .h o m o lo g u e .
ﻷ س
t e le z z ii z
a la r a k ,
( a .s .) : te m â s ed en , d e ge n , d o -
kunan.
ﺋ ﻰ٠ﺳ ﺎ
( a . s . ) : 1 . s e y r e ؟ik a n . 2 . s e -
b e p le n i p ؟ik a n .
ﺳﺸﻂ
( a . s . ) : t e m a ş ş u t e d e n , s a ؟ı-
m , sa k a lım ta ra y a n . m iite m a ttır
l e z z e t 'd e n ) :
e d e n , le z z e t b u l a n , t a d a la n , h o ş l a n a n , m ü te le z z iz -â n e
(a .s .) :
i n a n a r a k c a n v e g ö n ü ld e n ؟a lı ş a n ,
m ü te m a ş ş ıt
y a p ı ş k a n o la n , y a p ı ş k a n , m iite le z z iz
m ü te m a h h iz -
m ü te m â çî ( a . f z f ) : a rs la n c a s m a ,
a r s l a n g ib i, ( b k z : ş îr â n e ). m iite le z z ic
( a . i . ) : d e v a m l ı l ı k , *SÜ -
sü m k ü ren .
m iite m â s s
y ü ş lü , a rsla n y ü r e k li. m ü te le y y is -â n e
ﻣﺘﻤﺎدﻳﺖ
ed en , b ir b ir in e b e n z e y e n . 2 . m a t . h o m o lo g ,
e d en , y u m u ş a k o la n , y u m u ş a y a n , m iite le y y is '
ed erek,
r e r lik .
m ü te m â rız în
m iit e le v -
v i n o la n a , r e n k t e n r e n g e g i r e n e y a k ı ş a c a k
m iite le y y in
(a .z f.) : te m â d î
n e fs i n e s ö z ü g e ç e n .
s ü m e d e n , y ü z ü p e ç e li; y a ş m a k l ı ,
m iite le v v is
m iite m â d iy y e t
m iite m a h h ıt
ﻣﺘﻠﻤﻨﺎﻧﻪ
m ü te le m m iz -â n e
m iite le m m iz în
ﻣﺘﻤﺎدﻳﺎ
a r k a s ı k e s i lm e y e r e k , d e v a m l ı , s ü r e k l i o la r a k . ( b k z : b i l â - f â s ı l a , b ii a - i n k ı t a ') .
e d e n , d o k u n a n [el ile ]. m ü te le m m iz
(a .s. t e m â d î 'd e n ) : 1 . t e m â d î
e d en ) u z a y a n , s ü r e n . 2 . f â s ıla s ız , a r a s ız , m iite m â d iy e n
ﻣﺘﻠﻤﺲ
m ü te le m m is
د ى١ﻣﺘﻢ
m ü te m â d î
ﻣﺘﻤﻄﺮ
( a .s .) : t a m a tt u r e d en , -s e -
r i n le m e k g ib i b i r m a k s a t l a -
m ü te m â y il
ﺳﺎ_دل
1 ؟-
(a.s. m e y l 'd e n ) : 1 . t e m â y ü l
e d e n , m e y ille n e n ,
h o şla n a r a k .
yagm u ra
kan.
is t e k li g ö r ü n e n , g ö n l ü
y a t m ı ş . 2 . t a r a f d a r g ö r ü n e n , y ö n e le n , m iite le z z iz e
ﻣﺘﻠﺬذه
(a .s. l e z z e t 'd e n ) : [ " m ü t e le z -
z i z " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e le z z iz ). m ü 't e l i f
ﺗﻠﻒ٠ﻣﺆ
a lı ş a n ,
2. u ygun ,
denk,
(b k z :
m u v â f ı k ) . [ z ı d d ı : m u h t e li f ] , m ü te m â c id övünen.
908
اﺟﺪ٠س
ﻵذه٩ﻣﺘﻤﺎي
( a . f . z f ) : t e m â y iil e d e -
re k , t a r a f d a r c a s ı n a , g ö n l ü y a t m ı ş o la r a k ,
-(a.s. ü l f e t 'd e n ) : 1 . ü lf e t e d e n ,
a lı ş ık .
m ü te m â y ü -â n e
( a . s . ) : ş e r e f v e h a y s i y e t i ile
m iite m â y iz eden ,
ز.ت
(a .s. m e y z 'd e n ) : 1 . t e m â y i i z
s iv r i l e n ,
k e n d in i
g ö ste re n .
2 . ( T a n z i m a t 't a n s o n r a ) s â n i y e r ü t b e s i n i n b ir in c i s ın ıfı k a r ş ılığ ı] .
[a s k e r lik te : m i r â l a y
(a lb a y )
miitemessel m ütem âzih ( ﻣﺘﻤﺎزحa .s .) : m iz a h la n a n , b irb iriy le şa k a , lâtife eden, şa k a la şa n ,
olan.
mütemeccid ( ﻣﺘﻤ ﺠﺪa.s. m e c d 'd e n ) : te m e c c ü d ed en , u lu la n a n . ( a .s .) : te m e c c ü s
ed en ,
m e c û s, z erd iişt olan.
mütemellik-âne ( ﻣﺘﻤﻠﻘﺎﻧﻪa .f .z f.) : y a lta k la n a ra k , a lç a k ç a s ın a y a lv a r a r a k ,
miitemellil ( ﻣﻌﻤﻠﻞa.s. m il le t 'd e n ) : tem ellü l ed en , b ir m illetten (d in d en) olan,
m ütemelmil ( ﻣﺘﻤﻠﻤﻞa .s .) : psilt. ta şk ın ,
ﻣﻌﻤﺪح
miitemeddiiı
: :
te m e llü k ed en , m ü lk ed in en , m a lin sâ h ib i
müt'eme ( ﻣﺘﺄﻫﻪa .i.) : ik iz d o g m a ,
mütemeccis ﻣﺘﻤﺠ ﺲ
miitemellik ( ﻣﺘ ﻤﻠ ﻚa.s. m e lk v e
(a.s.
m e d h 'd e n .
c .:
m ü t e m e d d ih in ) : te m e d d ü h eden, k e n d in i
mü'temen ؤﺗﻤﻦ٠ (a.s. e m n 'd e n ) : e m n iy e tli, g ü v e n ilir, İn a n ılır.
ö ve n , ö v ü n e n .
mütemeddih-âne ( ﻣﺘﻤﺪﺣﺎﻧﻪa .f .z f.) : ö vü n e re k ,
ﻣﺘﻤﯫ
(a.s. m ü n y e'd en ) ٠ .
te m e n n i o lu n a n , isten ilen , isten en , d ile n ir
k e n d in i m e d h e d e re k .
o la n [d ilem ekten].
mütemeddihin ( ﻣﺘﻤﺪﺣﻴﻦa.s. m ü te m e d d ih 'in c . ) : ö vü n e n le r, k e n d in i m ed h e d e n le r.
miitemeddin, miitemeddine . ﻣﺘﻤﺪن، ﻣﺘﻤﺪن (a.s. m e d d e n 'd e n ): te m e d d ü n eden, m e d e n i b ir h a ld e b u lu n a n , m ed e n i.
Akvâm-1 mii-
miitemenn ( ﻣﺘ ﻤ ﻰ ؛a.s. m iin y e'd en ) tem en n i ed en , isteyen , d ileyen .
miitemenni-yâne ( ﻣﺘﻤﻐﻴﺎﻧﻪa .f.z f.) : d ile r b ir ta rz d a , istercesin e.
mü'temer ( ﻣﺆﺗﻤﺮa.i. e m r 'd e n ) : k o n g re , fr. congre.
tem edd ine : m e d e n i k a v im le r, mütemehdi ﺻ ﺪ ى
miitemennâ ﻣﺘﻤﻨﻰ،
(a.s. m e h d 'd e n ) : m e h d ilik m iit e m e r k iz
İd d iâ sın a k a lk ışa n .
ﻣﺘﻤﺮﻛﺰ
(a.s. m e r k e z 'd e n ): m er-
k e zlen m i?) b ir y e re to p la n m ış, m iite m e h d i-y â n e
ﻣﺘﻤﻬﺪﻳﺎﻧﻪ
( a .f .z f.) : m e h d ilik le ,
m e h d ilik id d iâ sın d a b u lu n a ra k , m ü te m e h h id
ﻣﺘﻤﻬﺪ
(a.s. m e h d 'd e n ) : tem e h h ü -
ﻣﺘﻤ ﺤ ﻞ
k im s e n in
( a .s .) : 1. h ile eden. 2 ٠b ir
h a k k in i
ve
iste ğ in i
verm ek
h u sû su n d a o n u k ü lfe t v e z a h m e te so k an , m ü t e m e h h ir
ﻣﺘﻤﻬﺮ
(a.s.c. : m iite m eh h irîn ) : te-
m e h h iir eden, m â h ir o lan , eli u z, uzelli. m ü t e m e h h ir in
ﻣﺘﻤﻬﺮﻳﻦ
(a.s.
m iite m e h h ir'in
c . ) : m â h irle r, eli uzlar, uzelliler. m iite m e k k in
ﻣﺘﻤﻜﻦ
(a.s. m e k â n e t 'd e n ) : te-
m e k k iin eden, m e k â n la n a n , y erleşen , y e rle şm iş [bir yere], o tu ra n , m iite m e k k in e
ﻣﺘﻤﻜﺘﻪ
(a.s.
( ﻣﺘﻤﺮ قa .s .) : te m e r r u k ed en , id -
m a n ed en , a lış m a k ü zere ça lışa n ,
d eden, y a y ılıp d ö şen e n , y a y ılm ış , serilm iş, m iite m e h h il
m ü te m e rrık
m ü t e m e r r id
ﻣﻴﻤﺮد
(a.s.
m erâ d et'd en .
c .:
m ü t e m e r r id in ) : te m errü d e d e n , d ik b a ş lılık ed en , d ik k a fa lı.
m ütem errid-âne ( ﻣﺘﻤﺮداﻧﻪa .f.z f.) : d ik b a şlılık la, d ik k a fa lılık la .
m ütem erridin ( ﻣﺘﻤﺮدﻳﻦa .s .) : tem erriid ed en ler, d ik k a fa lılık edenler.
m ütem errin ( ﻣﺘﻤﺮنa .s .) : O grenm ek, a lış m a k İçin te m rin , eg zersiz y a p a n ,
m ütem eshir ( ﻣ ﺴ ﺨ ﺮa.s. m a s h a r a 'd a n ) : m a sk a r a lık ed en , eglen en.
m iitem eshir-âne ( ﻣﺘﻤﺴﺨﺮاﻧﻪa .f .z f.) : m a s k a ra m e k â n e t 'd e n ) :
[“ m ü te m e k k in ” in m ü en .]. (b k z : m ü te m e k k in ).
mütemelli ( ﻣﺘﻤﻠﻠ ﻰa .s .) : u z u n ö m ü rlü v e ra h a t yaşayan .
m ütemellik ( ﻣﺘﻤﻠﻖa.s. m e l ı k 'd a n ) : te m e llü k ed en , y a lta k la n a n , a lç a k ç a s ın a y a lv a r a n .
İık la.
m ütem eshirin ( ﻣ ﺘ ﻤ ﺨ ﺮ ﻳ ﻦa.s. m ü te m e sh ir'in c . ) : m a s k a r a lık edenler, eğ lenenler,
m ütem eskin ( ﻣﺘ ﻤ ﻤ ﻜ ﻦa .s .) : m isk in le şe n , m is k in lik gö steren .
mütemessel ( ﻣﺘﻤﻔﻞa.s. m is l 'd e n ) : b ir şeye b e n zetilen .
909
mütemessih mütemessih ( ﻣ ﺘ ﻤ ﺢa.s.): 1. temessüh eden, mesheden, bir şeye el süren, sıvazlayan. 2 . bir şeye sürünen.
mütemessih ﺗ ﻤ ﺴ ﺦ٠ (a.s.): temessüh eden, çirkin kılığa giren.
şeyi delil ve şâhid gösteren, dayanan [ona],
miitemessil ﺗﻤﺜ ﻞ٠ (a.s. m isl'deıı): 1. temessül eden, bir şeyin şekline giren. 2. cisimlenen, cisimlenip görünen, (b k z : miitecessim). 3. bir sözü mesel olarak söyleyen, (a.s.): temeşşuk meşk alan, meşk eden.
eden,
mütemeşşî ﺗ ﻤ ﺜ ﻰ٠ (a.s. meşy’d en ): temeşşî eden, yürüyen.
miitemetti' ﻻ ﺳ ﻊ
(a.s. mütû'dan) : temettu' eden, faydalanan, kâr eden, kazanan,
mütemevvic ج٠( ﻣﺘﻤﻮa.s. m evc'den): 1. temevvüceden, dalgalanan, dalgalı. Bahr-İ mütemevvic : dalgalı deniz. 2. kararsız, bir kararda durmayan, hercâi tabiatlı, (b k z: zehhâr).
mütemevvice ﺻ ﺠ ﻪ٠ (a.s. m evc'den): ["mütem evvic'' in müen.]. (bkz : mütemevvic).
mütemevvil
( b k z : m ü te m e y y iz în ).
mütemeyyize ﺗﻢﺀزه٠ ( a .s .) : [''m ü t e m e y y iz "in m ü en .]. ( b k z : m ü te m e y y iz ).
mütemeyyizîn ن٤( ﺳ ﺾa.s. m ü te m e y y iz 'in c . ) :
mütemessik ( ﻣ ﺘ ﻤ ﻚa.s. mesâket'den): 1. temessiik eden, bir şeyi sımsıkı tutan. 2. bir
mütemeşşık -
miitemeyyizân ﺳﻴﺰا ن٠(a.s. m ü te m e y y iz 'in c.).
ﻫﺘﻤﻮل
(a.s. mâl'den. c .: m iitem evvilîn): temevvül eden, mal sâhibi; zengin.
mütemevvilân ( ﻫﺘﻤﻮﻻنa .fs .): temevvül edenler, mal sâhibi bulunanlar, zenginler, (bkz : miitemevvilîn).
seçile n , se ç k in kişiler.
mütemezzik ( ﻣﺘﻤﺰقa .s .) : te m e z z u k ed en , y ır tıla n , p a ra la n a n .
mü'temîn ( ﻫﺆﺗﻤﻦa .s .) : e m n iy e t ed en , g ü v e nen.
miitemmem ﺳ ﻢ٠ (a.s. t e m â m 'd a n ) : ta m a m la n m ış , ek sig i k a lm a m ış ,
mütemmim, mütemmime -
؛
(٠( ﻣﺘﻢa. s.
t e m â m 'd a n ) : 1. İtm â m ed en , ta m a m la y a n , b itiren . 2 . gr. *tü m le ç , h e rh a n g i b ir k e lim e n in m â n â sın ı ta m a m la y a n . 4.
3. fels. *tü m le ç .
ge o. *b ü tü n ler, ta m a m , b ü tü n h â lin e g e -
tiren .
Zaviye-i mütemmime : b ir y a y v e y â
* a ç ıy ı 18 0 d erece ye t a m a m la m a k İç in İlâve o lu n a n y a y v e y â *açı.
mütenâcî ( / b
(a.s.) : te n â c î ed en , fısıld a şa n .
mütenâd-yâne %
b
( a .z f .) : te n â c î ed en e,
fısıldam ana y a k ış ır y o ld a ,
miitenâdd h
( a .s .) : b irb irin d e n ü rk en ,
mütenâdî( ئ د ىa.s. n id â 'd a n ) : b ir b ir in e n id â eden, b irb ir in i ç a ğ ıra n ,
mütenâdîm ؛o b (a.s. n e d e m 'd e n ) : te n â d ü m ed en , n e d im lik eden, İçk i m e c lisin d e a rk a d a ş lık eden.
miitenâdir د رb
(a.s. n e d r e t 'd e n ) : a z b u lu n u r,
( b k z : n âd ir).
müteme٣ îl-âne ( ﻣﺘﻤﻮﻻﻧﻪa.f.zf.): zengin, mal sâllibi olana yakışır yolda,
mütenâfî ﻓ ﻰb
(a.s. n e f y 'd e n ) : b irb ir in e zıt
olan.
mütemevvile وﻟﻪ٠( ﻣﺖa.s. m âl'den ): ["mütem evvil" in müen.]. (bkz : mütemevvil).
mütenâfir ^ b (a.s. n e fr e t 'd e n ) : t e n â fü r eden, b irb irin d e n n e fre t eden, b irb ir in in y ü z ü n ü
mütemevvilîn وﻟ ﻦ٠ت٠ (a.s. mütemevvil' in c .) : temevvül edenler, mal sâhibi bulunanlar; zenginler.
g ö rm e k istem eyen .
mütenâfîs
( a .s .) : b irb iriy le m ü n â k a ş a
eden, a ğ ız d a la şı y a p a n ,
mütemeyyi'. ( ﻣﺘﻢ؛عa.s. m ey'den): temeyyii' eden, mâyi hâline gelen, sıvık olan, sıvıklaşan; sulanıp akan.
mütemeyyiz (a.s.c.: m ütem eyyizîn): 1. temeyyüz eden, seçilen, seçkin. 2. fels. *seçik.
910
mütenaggım (٠( ﻣﺘﺦa.s. n a g m e 'd e n ) : şa rk ı sö yleyen.
miitenahhî ﻋ ﺨ ﻰ٠ (a.s.) : alaı-ga d u ra n , b ir tara fa çekilen .
mütenahhim ﺗ ﺘ ﻢ٠ ( a .s .) : b a lg a m ç ık a ra n .
mü.enâvim-âne m ü te n â h î ، / b (a.s. n ih â y e t'd e n ): ı. nih ây et bulan, biten, sona eren. G ay r-i m ü te n â h î, N â m ü t e n â h î : sonu olm ayan, uçsuz b u caksız, bitm ez tükenm ez. 2. m at. sonsuz, m ü te n â h iy y e t C ١٥b
(a .i.) : *sonluluk,
m ü te n â h iz j ؛٥A b (a .s .) : erişip ulaşan, m ü te n a h n ih ^. ؛٠١^ ٥ (a.s. n ah n a h a'd an . c . : m ü te n a h n ih în ): te n a h n u h eden, h ırıltı ile ses çıkaran, soluyan [boğazından-],
mütenâsib, mütenâsibe ﻷ ب
؛
ﻫﺘﺎ ب
(a.s.
n is b e t'd e n ) : 1. m ü n â s ip ) u y g u n o la n , h e r b a k ım d a n b ir b irin e u y g u n , d e n k ,
mütenâsibü'l-a'zâ : v ii c u t â z â s ı b i r b i r i n e u y g u n o la n . 2. mat. * o r a n tılı, fr. proportionnel. Ma'kûsen mütenâsib : mat. te r s * o r a n tılı, fr. inversement proportionnel. Mebsûten mütenâsib : mat. d o g r u o r a n t ı l ı , fr. directement proportionnel, miitenâsiben b b (a.zf.) : * o r a n t ıl ı o la r a k ,
m ü te n a h n ih -â n e ^ ^ ٥ ( ؛a.f.zf.): h ırıltı ile ses çıkararak, soluyarak,
mütenâsil ( ﻫﺘﺎ ﻣ ﻞa.s. n e s l 'd e n ) : t e n â s ii l e d e n ,
m ü te n a h n ih în ،>.>٥ ٠ (a.s. m ü te n a h n ih 'in c . ) : h ırıltı ile ses çıkaran lar, soluyanlar, [boğazından-].
miitenâsir ; b
m ü te n a 'im ؛٠■**؛؛؛ (a.s. n i'm et’ten. c .: m ü te n a 'im în ): te n a'ü m eden, v arlık içinde ve n azlı büyüyen. m ü te n a 'im -â n e içinde büyüyerek.
(a.f.zf.): n az ve n a îm
m ü te n a 'im în (a.s. m ü te n a'im 'in c.) : te n a'ü m edenler, n azlı ve varlık, b o llu k içinde büyüyenler. m ü te n â k ıs ٠j ٥٥ b
(a٠s٠n o k s â n 'd a n ): te n âk u s
eden, gittikçe azalan, eksilen, m ü te n â k ız ،y٥â b (a٠s . n a k z 'd a n ) : ı. te n âk u z eden, b irb irin e m uhâlif, zıt olan. 2. ik in ci sözü b irin ci sözüne zıt olan, uym ayan. 3. m a n t. *çelişik. m ü te n â k ih ؛ ؛ ؛b (a ٠s. n ik â h ’d a n ) : n ik â h la n a n , b irb irin e k arı veyâ koca olan, m ü te n â k ir
j ؛٠b
(a٠s. in k â r'd a n ) : bilm e-
m ezlikten gelen, bilm ez görünen, ( b k z : m ütecâhil). m ü te n a k k ıl J - b
(a ٠s ٠) : te n ak k u l eden, b ir
yerden b ir yere nakleden, göçen, ( b k z : m üntakıl). m ü te n â s ık ،. •؛؛. . b (a.s. n e s a k 'd a n ) : b ir boyda, benzeşen. m ü te n â s ık a (a ,ş. n asak 'd an ) : [“m ü ten âsık ” m m üen.]. (bkz : m ütenâsık). m ü te n â s ır j - ٠ b
(a ٠s . n â s ır'd a n ) : y a rd ım la
şan, b irb irin e y ard ım eden.
d o g u p b ü y ü y e n , (b k z : m ü te v â ü d ). (a.s. n e s r 'd e n ) : İ n t i ş â r e d e n ,
s a ç ıla n .
miitenassib -
(a.s.) : ta n a s s u b e d e n , d ik i -
le n , d i k i l i p d u r a n [a y a k ta ],
miitenassih ﻣ ﺢ٠( ﻣﺖa.s. n u s h 'd a n ) : t e n a s s u h e d e n , n a s i h a t k a b u l e d e n , ö ğ ü t d in l e y ip u s la n a n .
mütenassih-âne
ﻣﺘ ﺴﺎﻧ ﻪ
(a.f.zf.) :
n a s i h a t,
ö ğ ü t d in le y e r e k .
miitenassir ﺳ ﺮ
(a.s. n a s r 'd a n ) : t e n a s s u r
e d e n , H ıris tiy a n lığ ı k a b û l e d e n , H ıris tiy a n o la n .
mütenassis -
(a.s.) : 1. d e li l ile s â b i t o la n .
2. in c e l e n d i k t e n s o n r a k a r a r v e r ile n ,
mütenâşid ( ﻣﺘﺎ ﺷﺪa.s.) : t e n â ç ü d e d e n , mütenâtıh ؛ح٠( ئa.s.) : t e n â t u h e d e n , s ü s ü ş e n , b ir b irin i sü sen .
miitenâvib ، rhjb (a.s. n e v b e t'd e n ) : 1. n ö b e tle ş e . 2. mant. alternative, miitenâvib cereyân : fiz. d a lg a l ı a k i m , miitenâvibe
، Lfjb
(a.s.
n e v b e t'd e n ) :
[ " m ü te n â v ib " i n m iie n .]. ( b k z : m ü te n â v ib ) .
miitenâvil
Jjb
(a.s.
n e v l'd e n .
c. :
m ü t e n â v i l i n ) : t e n â v ü l e d e n , a lı p y iy e n ,
mütenâvüîn ﯮ ل ؛ ن
(a.s.
m ü t e n â v ü 'i n
c.) :
t e n â v ü l e d e n le r , a lıp y iy e n le r,
miitenâvim ^ b
(a.s.
n e v m 'd e n .
c. :
m ü t e n â v i m i n ) : te n â v i im e d e n , u y u r g ib i g ö rü n e n , y a la n d a n u y u y a n ,
miitenâvim-âne ( ﻣﺘﺎوﻫﺎذهa.f.zf.) : u y u r g ib i y a p a r a k , u y u r g ib i g ö r ü n e r e k .
911
mü.enâvimîn miitenâvimin ( ﻣﺘﻨﺎوﻣﻴﻦa.s. m ü t e n â v i m 'i n c.) : u y u r g ib i g ö r ü n e n l e r , y a l a n d a n u y u y a n la r ,
mütenâzır ( ﺳﺎﻇﺮa.s. n a z a r 'd a n ) : 1. t e n â z u r
m ü te n e ffih ( ﻣ ﺘ ﺘ ﻔ ﺦa .s.): 1. teneffiih eden, övü-
nen. 2. şişmiş, k ab arm ış, şişen, u ru olan. i. a rm u t şeklinde çiçek kadehi,
3.
e d e n , b i r b i r i n i n k a r ş ı s ı n d a b u l u n a n , b ir -
m ü te n e ffil ( ﻣ ﺘ ﻐ ﻞa .s.): nâfile n am az kılan,
b i r i n e b a k a n . 2. mat. * b a k ış ık , s i m e t r ik , fr.
m ü te n e ffir ( ﺳ ﻔ ﺮa.s. nefret'den) : n efret eden,
symétrique. 3. kim. b a k ış ık . 4. sosy. k a r ş ı-
iğrenen, tiksinen.
ilk . m ü te n e ffir-ân e ( ﺳ ﻔ ﺮ ا ﻧ ﻪa.f.zf.): nefret ederce-
ﻣﺘﻨﺎﻇﺮه
miitenâzıra
(a.s.
[ " m ü t e n â z ır "
in
miitenâzıra :
k a rş ılık lı
n a z a r 'd a n ) :
Zavâyâ-yı
m iie n .] .
* a ç ıla r,
(b k z :
m ü t e n â z ır ) .
miitenâziran ( ﻣﺘﻨﺎﻇﺮأa.zf.) : b a k ı ş ı k o la r a k , sim e t r i k o la r a k , fr. symétriquement, miitenâzi' ( ﻣﺘﻨﺎزىa.s. n e z 'd e n ) : m i in â z a a , k a v ga eden.
m ü d d e î ile m ü d d e â a le y h .
m ü te n e ffiz ﻣﺘ ﻐﺬ (a.s. n ü fû z'd an . c .: m üteneffizân) : n üfuzlu, sözü geçen [kim se]. (bkz : nâfiz).
o la n .
miitenazzir ( ﻣﺘﻨﻈﺮa.s.) : d ü ş ü n e r e k d i k k a t l e b a k a n , d ilc k a tle b a k a r a k d ü ş ü n e n ,
miitenazzir-âne ( ﻣﺘﻨﻈﺮاﻧﻪa.f.zf.) : d i k k a t l e b a k ip d ü ş ü n e re k .
miitenazzif ( ﺳ ﻈ ﻒa.s.) : t e n a z z u f e d e n , te -
b u lu n a n ,
p e y g a m b e rlik
ta s -
la y a n ; y a la n c ı p e y g a m b e r . 2. h. i. A r a p ş â i r l e r i n d e n E b û tt a y y ib A h m e d .
ﺳﺞ
(a.s.) : hek. ü f ü r ü l m ü ş ,
(a.s.
n ii b h 'd e n ) : i n t i b â h
e d e n , u y a n a n , u y a n ık ; u s l a n a n , a k l ı n ı b a ş ı n a to p la y a n .
eden, kıyâfet değiştiren, ta n ın m a y a c a k kilığa giren; [takm a b ir adla] k e n d in i ta n ıtm a k istem eyen. (a.f.zf.): m ü ten ek k ire, kıyâfet değiştirip k en d in i ta m tm a y a n a y ak ışır sûrette.
m iiten ek k ir-ân e ﺳ ﻜ ﺮ ا ﻧ ﻪ
şaşağı olan, te rs d ö n en [kim se, canbaz]. m iiten em m il ( ﻣ ﺘ ﻨ ﻤ ﻞa .s.): k a rın c a gibi kayna-
şan. k aplanlaşan, k ap lan huy lu olan. 2. se rt b ir dille k o rk u tan . m ü te n e m m ir-â n e ( ﻣ ﺘ ﺘ ﻤ ﺮ ا ﻧ ﻪa.f.zf.): 1. kaplanla-
şarak. 2. sert b ir dille k o rk u tarak ,
ﻣ ﺞ٠ (a.s. n e c s 'd e n ): 1. tenessiiceden, d o k u n an , örülen. 2. k u m a ş, zar, perd e gibi tel tel ö rü lm ü ş, d o k u n m u ş şey.
m iitenessic
miitenebbit ( ﻣﺘﻨﺒﺖa.s.) : t e n e b b ü t e d e n , y e r d e n b it e n [o t g ib i].
miiteneddim ﺳ ﺪ م
m iiten ek k ir ( ﻣ ﺘ ﻨ ﻜ ﺮa.s. n e k re 'd e n ): ten ek k iir
m iiten em m ir ( ﻣ ﺘ ﻨ ﻤ ﺮa .s.): 1. te n em m iir eden, Ş İŞ İ-
r i l m i ş [v ü c u t].
miitenebbih ﺳﺒ ﻪ
( ﺳ ﻌ ﺪa.s.). (bkz : m ü nekkıd).
m ü tenek kis ( ﻣ ﺘ ﻨ ﻜ ﺲa .s.): ten ek k ü s eden, ba-
m i z le n e n , p a k l a n a n [ m a d d e te n ] ,
miitenebbi ( ﻣﺘﻨ ﻰa.s. n e b e 'd e n ) : 1. n ü b ü v v e t id d iâ s m d a
nüfuzlu, sözü geçen, h atırlı kim seler, m iiten ekkıd
miitenazzim ( ﻣﺘﻨﻈﻢa.s.) : m u n t a z a m , d ü z g ü n
(a .s.c . : m ü t e n e d d i m i n ) :
te n e d d i i m e d e n , n e d â m e t d u y a n , p i ş m â n o la n .
p iş m a n lık la .
müteneddimin ( ﻣﺘﺘﺪﻣﻴﻦa.s.
m iiten essik ( ﻣ ﺘ ﻨ ﺴ ﻖa.s. n a s k 'd a n ) : te n essu k
eden, yeknesak, biteviye olan, m iiten essik -
miiteneddim-âne ( ﻣﺘﻨﺪﻣﺎﻧﻪa .f z f .) : n e d â m e tle , "
c.) : n e d â m e t d u y a n la r , p i ş m â n o la n l a r .
912
(a.s. n e fe s'te n ): 1. teneffüs eden, nefes, soluk alan, soluyan. 2. y o rgunlu k alan, dinlenen.
m iiten effis ﺳ ﻔ ﺲ
m ü te n e ffizâ n ( ﻣ ﺘ ﺘ ﻐ ﺬا فa.s. m iiteneffiz'in c . ) :
miitenâziayn ( ﻣﺘﻨﺎزﻋﻴﻦa.i.c.) : huk. n i z â l a ş a n
miitenebbic
sine, tiksinerek, İğren ؟,
(a .i.): k u llu k eden,
(a.s. n e s im 'd e n ): ten essü m eden, rü zg â r koklayan, rü z g â r k o k u su alan,
m iiten essim ﺳ ﻢ
(a.f.zf.): rü z g â r koklayarak, rü zg â r k o k u su alarak.
m iiten essim -ân e ﺳ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪ
müterakkıb miitenessir ( ﻫ ﺘ ﺜ ﺮa.s. n e s r'd e n ): tenessiir eden, saçılan.
müterabbıs ( ﻣ ﺪ ر صa .s.): ta ra b b u s eden, bekleyen.
müteneşşıt ( ﻣﺘﺘﺸﻂa .s.): neşat (sevinç, neş'e) elde eden.
müterabbi' ( ﻫﺘ ﺮﺑ ﻊa .s.): bağdaş k u ru p o tu rm uş.
mUteneşşib ( ﻫﺘ ﺸ ﺐa .s.): teneşşübeden, b ir şeye İlişip tu tu la n .
müterâdif, miiterâdife ﻣﺘﺮادﻓﻪ، ( ﻣﺘﺮادفa.i. rid fd e n ) : 1. te râ d ü f eden, b irb irin e tâbî bağlı o la n ؛b irin in ard ı Sira giden. 2. gr. yazılışı ayrı, m ân âsı b ir olan [kelime], C şan İam lı, a n la m d a ş , fr. synonyme. Elfâz-1 müteradife : *eşanlam lı kelim eler; [esed, şîr, gazanfer, haydar... gibi], (bkz : m iirâdif).
m üte.eçşif ( ﻣﺘﻨﺸﻒa .s.): teneşşüfeden, suyu, ru tu b e ti çeken, em en; kim. hidroskobik. müteneşşir ( ﻫﺘﺸﺮa .s.): in tişa r eden, dağılan, yayılan, ( b k z : m ünteşir), mütenevvi', mütenevvia ﻣﺘﻮﻋﻪ، ( ﻣﺘﺘﻮعa.s. n e v 'd e n ): tenevvii' eden, nev ilen en ؛tü rİÜ, çeşitli, çeşit çeşit değişik, ( b k z : gûnâgün). Mesâil-İ m ütenevvia: değişik İşler. Nebâtât-ı m ütenevvia: tü rlü tü rlü nebatlar (*bitkiler). mütenevvih ۶ ( حa.s. n e v h a 'd a n ): ten ev v iih eden, feryâdeden; ağlayan, miitenevvih-âne ( ﻣﺘﻨﻮﺣﺎﻧﻪa .fz f.): h ay k ıra ra k aglarcasm a. miitenevvim ( ﻫﻌﻮمa.s. nevm 'den) : uyuklayan, uyuyan; rüyâ gören. miitenevvir ( ﻫﻌﻮرa.s. n û r 'd a n ) : te n ev v ü r eden, n u rlan an , parlayan, miitenezzih ( ﻣ ﺘ ﻨ ﺰ هa .s.c .: m ü te n e z z ih â t): 1. tenezziih eden, gezintiye çıkan, gezip eğlenen. 2. tem ize çıkan, aklanan. miitenezzih-âne ( ﻣﺘﻔﺰﻫﺎﻧﻪa .f.z f): m ütenezzihcesine. mütenezzihât ت١( ﺳ ﺰ هa .s.): 1. tenezzühe, gezintiye çıkanlar, ( b k z : m ütenezzihin). 2. tem ize çıkanlar, ak lan an lar. mütenezzihin ص(a.s. m ü te n ez zih 'in c . ) : gezintiye çıkanlar, (bkz : m ütenezzihât.). miitenezzil ل(a.s. n ü zû l'd e n . c . : m ü te n e z z ilin ): 1. tenezzül eden, aşağı inen; alçalan. 2. gönül alçaklığı gösteren, alçak gönüllü, ( b k z : m ütevâzı'). mütenezzil-âne ( ﻣﺘﻔ ﺰ ﻻﻧ ﻪa.f.zf.): m ütenezzil olana, alçalana y ara şır yolda, mütenezzilen ﻻalçalarak. mütenezzilin ﻫ ﺒ ﺒ ﻦ ( b k z : m ütenezzil).
( a .z f ) : ten ezzü l ederek, (a.s. m iiten ezzil'in c.).
müterâfık ( ﻟ ﺺ ا ﻓ ﻖa .s.): 1. refâkat, ark ad aşlık eden, b erâb er b u lu n a n . 2. k arışık, k arışm ış, b ir arada. miiterâfik kusûr : za rar verici olaym biraz d ah a artm a sın a yol a ؟an kusur. müterâfi' ( ﻣﺘﺮاﻓﻊa.s. r e f d e n ) : m iirâfaaya giden, d u ru şm a İ ؟in h âk im e giden, miiterâfika ( ﻣﺘﺮاﻓﻌﻪa .s.): ["m üterâfık" miien.]. ( b k z : m üterâfık).
m
müterahhil, miiterahhile ﻣﺘﺮﺣﻠﻪ، ( ﻣﺘﺮﺣﻞa .s.): te ra h h ü l eden, göç eden, b ir yerden b ir yere göçen. Kavâfil-İ miiterahhile: göç eden kafileler. müterahhim (٠( ﻣﺘﺮحa.s. r a h m 'd e n ) : m erham e t eden, acıyan. müterahhim-âne ( ﻣ ﺘ ﺮ ﺣ ﻤﺎ ﻧ ﻪa .fz f.) : m e rh a m et ederek, acıyarak. miiterahhir ( ﻫ ﺘ ﺮ اa .s.): deniz gibi dolup taşa n ؛dolup taşan. miiterâhi ( ﻫﺘﺮاﺣﻰa.s. ra h v e t'd e n ): te râ h î eden, geri çekilen, ağ ır d av ran an , yavaş h arek et eden. miitera'id ﺗﺮﺀد٠ (a .s.): irtiâd ed en , titreyen, miiterâkib ( ﻣﺘﺮاﻛ ﺐa.s. r ü k û b 'd a n ) : 1. kirem it gibi b ir b iri ü stü n e b in m iş olan. 2. ed. eski A rap a ru z u n d a k u lla n ıla n beş kafiye tü rü n d e n biri. müterakim, müterakime ﻣﺘﺮاﻛﻤﻪ، ( ﻣﺘﺮاﻛﻢa.s. re k m 'd e n ): te râ k iim eden, birik en , b irik m iş, to p lan m ış, yığılm ış. Evrâk-1 müterakime : b irik m iş evrak. Nukud-I müterakime : birik m iş p aralar. müterakkıb ( ﻣﺘﺮﻗﺐa.s. r ü k ııb 'd a n ) : te ra k k u b eden, bekleyen, gözleyen, u m an . 913
mö.erakkıben miiterakkiben ( ﻣﺘ ﺮ ﻗﺒﺄa.zf. rü k û b 'd a n ) : bekleyerek, gözleyerek, u m a ra k , miiterakkib dikkat : psik. kollayıcı d ik k a t, fr. attention expectante,
ﻣﺮدداﻧﻪ
m ü te re d d id -â n e
( a .f.z f.) : 1. b ir y ere
g i d i p g e le r e k . 2 . m e c . t e r e d d iid e r e k , k a r a r S iz lık la . m ü te r e d d id in
1 . b ir
ﻣﺘﺮددﻳﻦ
(a.s. m i i t e r e d d i d 'i n c . ) :
y e r e g i d i p g e le n le r . 2 . t e r e d d iid e d e n -
miiterakkis ( ﻣﺘ ﺮ ﻗ ﺺa.s.) : b ir düziye y u k a rı Ç1kip aşağı inen, b ir düziye sallanıp raks ve h arek et eden.
m i i t e r e d d i y y e ( ﻣﺮدﻳﻪa . s . r e d y v e r e d e y â n 'd a n ) :
miiterakki-yâne ( ﻣﺮﻗﺎﻧﻪa.f.zf.) : te ra k k i edene, ilerileyene y araşır yolda,
m ü te r e ffi'
müterakki, müterakkiye ﻣﺘ ﺮﻗﻴ ﻪ، ( ﻣﺒ ﺮ ﻗ ﻰa.s. raky'den) : te ra k k i eden, ilerileyen, ileri, ilerilem iş. Milel-i müterakkiye : ileri m illetler. müterâsıf ﻣ ﺘ ﺮا ﺻ ﻒ-(a.s.) : te râ su f eden, saf sû retin d e b irb irin e yanaşıp sıkışm ış olan,
ler, k a r a r v e r e m e y e n le r , k a r a r s ı z l a r ,
[“ m ü t e r e d d i n i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e r e d d i) ,
ﻣﻌﺮﻓﻊ
(a.s. r e f 'd e n ) : 1 . t e r e f f u ' e d e n ,
y u k a r ı k a l k a n , y ü k s e le n . 2 . u l u l u k
m ü t e r e f f i h ( ﻣ ﺒ ﺮ ﻓ ﻪa.s. r e f h 'd e n ) : r e f a h b u la n , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n , m i i t e r e f f i h - â n e ( ﻣ ﺘ ﺮ ﻓ ﻬ ﺎ ﻧ ﻪa .f.z f.) : r e f a h b u la n a , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n a y a r a ş ı r y o l da.
miiterâsil ( ﻣ ﺘ ﺮا ﺳ ﻞa.s.) : terâsiil eden, haberleşen, m ektu plaşan .
m iite r e ffih e ﻣﺘ ﺮﻓ ﻬ ﻪ
miiterassid ( ﻣ ﺘ ﺮ ﺻ ﺪa.s. rasa d 'd a n ) : tarassudeden, dik k atle gözeten, bekleyen, kollayan,
m ü te re ffih in
miiterassidin ( ﻣ ﺘ ﺮ ﺻ ﺪ ﻳ ﻦa.s. m ü terassıd 'm c.) : tarassudedenler, d ik k a tle gözetenler, bekleyenler, kollayanlar. müterâzî ( ﻣﺘ ﺮا ضa.s. rızâ 'd a n ) : k arşılık lı olara k b irb irin d en râzı ve h o şn u t olan, miitercem ( ﻣﺘ ﺮ ﺟﻢa.s. ve i. tercem e'den) : tercüm e olunm u ş, b ir d ilden b aşk a b ir dile çevrilm iş. miiterceme ( ﻣﺮﺟﻤﻪa.s. tercem e'den) : [“m ütercem '' in m üen.]. (bkz : m iitercem ).
g ö ste -
re n .
(a.s. r e f h 'd e n ) : [" m ü t e r e f -
f i h ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e r e f f ih ) . (a .s.
ﻣﺘ ﺮ ﻓ ﻬ ﻬ ﻦ
m i i t e r e f f i h 'i n
c .) :
r e f a h b u la n l a r , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n la r . m iit e r e ffik ( ﻣﺘ ﺮﻓ ﻖa .s .c .: m ü t e r e ffik in ): t e r a f f u k e d e n , s ü k û n e t le , y u m u ş a k l ı k l a d a v r a nan. m ü te r e ffik -â n e
ﻣﺮﻓﻘﺎﺗﻪ
( a .f .z f .) : sü k û n e tle , y u -
m u ş a k h k l a d a v r a n a n a y a r a ş ı r s û r e t te .
ﻣﺮﻓﻘﻴﻦ
m ü te re ffik in
(a .s.
m ü t e r e f f i k 'i n
c .) :
t e r a f f u k e d e n le r , s ü k û n e t l e , y u m u ş a k l ı k l a d a v r a n a n la r . m iite r e h h ib
(a .s.
ﻣﺒ ﺮ ﻫ ﺐ
r e h e b 'd e n .
c .:
m iit e r e h h i b in ) : t e r e h h iib e d e n , r â h i p o la n ,
mütercim ( ﻣﺘ ﺮ ﺟﻢa.s. v e .i. tercem e'den. c. : m ü tercim in ) : tercü m e eden, b ir dild en b aşk a b ir dile çeviren [yazı ile], mütercimin ( ﻣﺘﺮﺟﻤﻴﻦa.s. ve i. m ü te rcim 'in c.) : tercü m e edenler, b ir dild en b aşk a b ir dile çevirenler [yazı ile]. müterecci ( ﻣﺘﺮﺟﻰa.s. recâ'd an ) : 1. üm id ed en , u m an . 2. yalvaran. mütereddi ( ﻣﺘﺮدىa.s. redy ve redeyân'dan) : soysuzlaşm ış. miitereddid ( ﻣﺘﺮددa.s. redd 'd en ) : 1. b ir yere gidip gelen. 2. mec. tereddiideden, k a ra r verem eyen, k ara rsız, ikircim li. 914
r â h i p g i b i ib â d e t le m e ş g u l b u lu n a n , m iite r e h h ib -â n e
ﻣﺘ ﺮ ﻫﺒﺎﻧ ﻪ
( a .f.z f.) : râ h ip
g ib i
ib â d e t le m e ş g u l o la r a k , m iite r e h h ib in
ﻣﺘ ﺮ ﻫﺒﻴ ﻦ
(a .s.
m ü t e r e h h i b 'i n
c . ) : r â h i p g ib i ib â d e t le m e ş g u l o la n la r , m ü te re k k ib
(a.s.
ﻣﺒ ﺮﻛ ﺐ
r ü k û b 'd a n ) : t e r e k -
k ü b e t m i ş , b i r ş e y b a ş k a b i r ş e y le b ir le ş m iş , ( b k z : m ü t e ş e k k i l) . m iite r e k k in
ﻣﺒ ﺮﻛ ﻦ
(a .s .) :
1. te re k k ü n
eden ,
e r k â n d a n o la n . 2 . m a 'n e n k u v v e t b u la n , m iite r e m r im
ﻣﺘ ﺮ ﻣ ﺮ م
( a .s .c .m ü t e r e m r im in ) :
t e r e m r iim ed en , b ir ş e y s ö y le y e c e k m iş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a ld e s u s a n .
mü.esâil
miiteremrimin ( ﻣﺘﺮﺀرﻫﺾa.s. m ü t e r e m r i m 'i n
mütesâbık ﻋﺎﺑ ﻖ٠ ( a . s . ) : m u s â b a k a y a p a n , b ir -
c . ) : t e r e m r ü m edenlei", b i r ş e y sö y le y e c e k -
b i r i n i y a r ı ş t a g e ç m e ğ e ؟a lı ş a n , b ir b ir i y le
m i ş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a l d e s u s a n la r .
y a rışa n .
miiteremrin-âne ( ﻣﺘﺮﻣﺮﻣﺎﻧﻪa.f.zf.) : m i it e r e m r i m c e s i n e , b i r ş e y s ö y le y e c e k m iş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a l d e s u s a n a y a k ı ş ı r y o ld a .
mütesâbî اﺑﻰ- ( ﻣﺘﺺa . s . ) : te s â b î e d e n , b i r k a d m a , a ş k ı n d a n , s e v g i s in d e n b a h s e d e n .
mütesâb؛-yâne ( ﻣﺘﺼﺎ؛—ﻳﺎذهa.f.zf.) : a ş k ı n d a n ,
müterennih ( ﻣﺘﺮﻧﺢa . s . ) : s a r h o ş l u k t a n v e y â b a ş k a b i r h â l i n d e n d o la y ı i k i t a r a f a s a lla n a ra k y ü rü y e n .
s e v g i s in d e n b a h s e d e r e k ؛b i r k a d m a ) .
miitesâdif
ﻣﺘﻌﺎد ف
m iite s â d ifin ):
miiterennih-âne ﺗﺮذﺣﺎذه٠ ( a .f .z f .) : s a r h o ş lu k t a n v e y â b a ş k a b i r İ ı â li n d e n d o la y ı i k i t a r a fa s a l l a n a r a k y ü r ü y e n e y a r a ş ı r y o ld a , b ö y le
-(a.s.
te s â d ü fd e n .
te s â d iif e d e n ,
ra st
c .:
g e le n ,
( b k z : m ü te s â d im ).
miitesâdifin ( ﻫﺘﻤﺎدﻓﻴﻦa.s. m i i t e s â d i f i n c . ) : t e s â d ü f e d e n le r , r a s tg e le n le r .
y ü rü y e re k .
miiterennim
miitesâdim ( ﻣﺘﻌﺎ دمa.s. s a d m e 'd e n ) : te s â d ii m
(٠ﻣﺘﺮذ
(a.s.
m iite re n n im in ):
r e n i m 'd e n .
te re n n ü m
s e s le y a v a ş y a v a ş
c .:
eden,
güzel
ş a r k ı s ö y le y e n ,
(b k z :
miitesâfih ﻓﺢ١ ( ﻣﺘ ﻢa . s . ) : m u s â f a h a e d e n , s e lâ m v e d o s t l u k İ ؟i n e lele v e r e n ,
m i ite g a n n i) .
miiterennim-âne ( ﻣﺘﺮﻧﻤﺎﻧﻪa .f .z f ) : t e r e n n ü m e d e n e , ş a r k ı sö y le y e n e y a k ı ş ı r s û r e tte , ş a r k ı
mütesâgır ( ﻣﺘﻬﻼﻏﺮa . s . ) : te s â g ı ı r e d e n , k ü ç ü k g ö r ü n e n , k ü ç ü le n .
miitesahhin -
s ö y le y e re k .
miiterennimin ن٠( ﻣﺘﺮذمa.s. m i i t e r e n n i m 'i n c . ) : t e r e n n ü m e d e n le r, g ü z e l s e s le y a v a ş y a v a ş ş a ı'k ı s ö y le y e n le r.
d e n , d ib e ؟ö k e n , d u r u l a n , t o r t u l a n a n . r ?
(a.s.) : t e s a h h u n e d e n , ISI-
n a n , k ız a n .
miitesâhib
ﻣﺘ ﻬﺎ ﺣ ﺐ
(a.s.
s a h â b e 'd e n .
m ü te s â h ib in ) : te s â h ü b e d e n , s â h ip
miiteressib ﺗﺮﺳﺐ٠ (a.s. r ü s û b 'd a n ) : te r e s s iib e m iite re s s im
e d e n , b i r b i r i n e ؟a r p a n , b ir b ir i y le ç a r p ı ş a n ,
(a.s. r e s m 'd e n ) : te r e s s i im
c .:
؟ik a n ,
a r k a o la n .
miitesâhibin ﻣ ﺎ ﺳ ﻦ٠ (a.s. m i i t e s â h i b 'i n c.): te s â h ü b e d e n le r , s â h i p ؟ik a n l a r , a r k a o la n la r.
e d e n , r e s m e y le y e n .
nıütereşşif ( ﻫﺘﺮﺷﻒa.s.) : İ r t i ş â f e d e n , e m e r e k
mütesâhîl ۴
(a.s.c. :m ii t e s â h i l i n ) : t e s â h ü l
e d e n , y u m u ş a k m u â m e le d e b u l u n a n ,
a z a r a z a r İ ؟e n .
ınütereşşih ۶ ( ﺷﺢa.s. r e ş h 'd e n ) : 1. te r e ş ş ü h e d e n , t e r g ib i S iz a n , te r le y e n . 2. mec. İş iti-
mütesâhîl-âne ( ﺳﺎ ﻫ ﻼﻧ ﻪa .f .z f .) : te s â h ii l e d e n e , y u m u ş a k m u â m e le d e b u l u n a n a y a k ı ş ı r s û r e t t e , b ö y le m ı ıâ m e le e d e r e k ,
le n . ( b k z : m e s m û ') .
miiterettib ( ﻣﻨﻴﺮﺗﺐa.s. r e t b v e r i it b e 'd e n ) :
miitesâhilin ا ﻫﻠ ﻦ٠( سa.s. m ü t e s â h ü 'i n c . ) :
1. s ı r a la n m ış . 2 . â i t o la n , .... ü s t ü n e d ü ş e n .
te s â h ü l e d e n le r , y u m u ş a k m u â m e le d e b u -
3 ٠ic â b e d e n , g e re k e n . 4 . m e y d a n a g e le n , d o la y ı.
lu n a n l a r .
miiterevvih ( ﻣﺘﺮوحa . s . ) : t e r e v v ü h e d e n , b i r ş e y d e n r â y i h a , k o k u a la n , k o k u l a n a n , ( b k z : m i it e ş e m m im ) .
( a . s . ) : g ii ؟o la n , g ü ç le ş e n ,
miitesâib ( ئ ﺀ بa.s.) : te s â u b e d e n , e s n e y e n , miitesa'id -
(a.s.). ( b k z : m ü te s â id ) . y u k a r ı
؟ik a n , y ü k s e le n .
miitesabbır ( ﻣﺘﻌﺒﺮa . s . ) : s a b r e d e n . mütesabbi -
miitesa'ib -
( a . s . ) : s a b ile ş e n , ؟o c u k t a v r ı
t a k ı n a n , ç o c u k la ş a n .
mütesabbi-yâne ﻼ
ﻫ ﺒ
miitesâid ( ﻣﺘﻤﺎﻋﺪa.s. s ı ı û d 'd a n ) : s ııû d e d e n , y u k a rı
؟ik a n ,
y ü k s e le n ,
ağan,
(b k z :
m ü te s a 'id ) . ( a .f .z f .) : ؟o c u k la ş a -
ra k , ؟o c u k ta v rı ta k ın a ra k .
miitesâil ( ﻫ ﺴﺎﺋﻞa . s . ) : te se 'U l e d e n , d ile n e n , d ile n c i.
915
mü.esâkıl
c .) :
mütesâvi'1-ehdâb : zool. ^ te r lik s i h a y v a n i, fr. paramécie. mütesâvi'1-ercâl : zool. e ş b a c a k l l a r , fr. isopodes. mütesâvi'1-harâre : cogr. iz o t e r m . mütesâvi'1-irtifâ' : cogr. iz o h ip s . mü، esâvîl-matar miihnanileri : cogr. *eşy a ğ ış * e ğ rile ri, fr. isoyètes. (courbes-). mütesâvi'1-umk miinhanileri : cogr. *eşder i n l i k * e ğ rile ri, fr. isobathes, mütesâvi's-sühûne : fiz. * e şs ie a k . mütesâvi'ş-şekl : * e ş b iç im ü , fr. isomorphe, miitesâvi't-tazyik : cogr. izobar, *eşbası. miitesâvi't-tereffu' miinhanileri : cogr. *eşy ü k s e l t i * e ğ rile ri, fr. isobases (courbes-), miitesâvi-terkib : kim. izomerili. înütesâvi'z-zemân zelzele m iinhanileri : cogr. * e ş d e p r e m *eğrileri, fr. homoséïstes (courbes-).
tesâlüh. edenler, s a ğ ır g ib i g ö rü n e n le r, sa-
miitesâviyen ( ﺳﺎ و ﻳﺄa.zf.) : birbirine eş deger-
mütesâkıl ( ﻣﺘﯫ ﻗ ﻞa.s.) : 1. te sâ k u l eden, ü şe n ip a ğ ırla şa n . 2 ٠sa va şa g irm e y e t e ş v ik e d ilm iş ilcen o y a la n ıp k a la n .
mütesâkıt ( ﻣﺘﺴﺎﻗﻂa .s .) : b irb iri a r d ın c a d ü k ü lü p d ü şen. Katarât-1 m iitesâkıta : b irb iri a rk a sın d a n d ö k ü le n d a m la la r,
miitesakkıb ( ﻣﺘﺌﻘﺐa.s.) : tesa k k u b e d e n , d elik lenen, delinen .
miitesâlib, miitesâlibe
ﻣﺘﻤﺎ ﻟﺒﻪ
ﻣﺘﺼﺎﻟﺐ
،
(a.s.
s a l b 'd e n ) : ؟a p ra z , h a ؟vâri> fr. crucial.
m iitesâlif
ﺳﺎ ف
.(a.s.) : b irb iriy le b a c a n a k
olan.
mütesâlih
( ﻣﺘﺼﺎﻟﺢa.s.
s u l h 'd e n ) : te sâ lü h eden,
su lh y a p a n .
miitesâlih
ﻣﺘﺼﺎﻟﺦ
(a.s.) : te sâ lü h eden, s a ğ ır
gib i g ö rü n e n , s a ğ ırlık gö steren,
m iitesâlihin
ﻣﺘﻤﺎ ﻟﺨﻴﻦ
(a.s. m ü te s â ü h 'in
ğ ır lık gösterenler.
d e.
miitesâlik ( ﺳﺎﻟ ﻖa .s .) : 1. t ır m a n ıc ı, tırm a n a n . 2 ٠ u ç u c u , u ça n , (b k z : tâir, ta yy â r).
k ılın ç la v u ra n .
m iitesallik ( ﻣﻌﺴﻠﻖa .s .) : bot. e t r â fm d a k i şeylere d o la n a r a k y u k a r ı d o ğ r u ç ık a n , t ır m a n an .
g elli k u şla r (p a p a ğ a n , d u du ... gibi],
ﻣ ﻤﻠ ﻂ
lut eden, m u sa lla t o lan , sırn a şa n , p e şin i
miitesallit-âne
ﻣﺼﻠﻄﺎﻧﻪ
( a .f .z f .) :
tasallut eder-
cesine, musallat olarak, miitesallitin
: sebat eden, sebat gös-
kapanan.
miiteseffih ( ﻣﺘﺴﻔﻪa.s.) : teseffüh eden, sefih, z e v k v e e ğ le n c e y e düşkün. miiteseffil
(a.s.c. : m ü t e s e f f il in )
ﻣﺘ ﺴﻔ ﻞ
: te s e f
fiil e d e n , se fil, a ş a ğ ı, b a y a ğ ı o la n , b a y a ğ ı-
( ﻣﺘﺴﻠﻄﻴﻦa.s. miltesallit'in c.) : ta-
sallut edenler, musallat olanlar, Sirnaşanlar, bırakmayanlar.
p e ş in i
miitesâmih ﻣ ﻤﺎ ﻣ ﺢ
( ﻣ ﺘ ﺘ ﺒ ﺖa.s.)
te r e n , d a y a n a n .
müteseccid ( ﻣﺘﺴﺠﺪa.s.) : secde eden, secdeye
( a .s .c .: m ü t e s a llit in ) : ta sa l-
b ıra k m a y a n .
İa ş a n .
miiteseffil-âne
ﻣﺘ ﺴﻔ ﻼﻧ ﻪ
(a.f.zf.)
: se fil, a ş a ğ ı,
b a y a ğ ı o la n a y a r a ş ı r y o ld a , b a y a g ıl a ş ı r c a S in a .
( a .s .) : m iis â m a h a
eden,
g ö z y u m a n , h o ş gö ren ,
miitesânid ( ﻣﺘﺴﺎﻧﺪa.s.) : d a y a n a n , *d a y a n ışık , miitesâri' ( ﻣﺘﺴﺎرعa.s.) : ça b u c a k , m ütesâriü'l-fesâd : ç a b u c a k b o z u la n şeyler, [et, b a lık , tâze sebze v e m e y v a la r gibi],
mütesâvî ( ﻣﺘﺴﺎوىa.s. s e v i y y 'd e n ) : b irb irin e m ü s â v î (*eşit), eş olan.
916
miitesebbib ( ﻣﺘ ﺴﺒ ﺐa.s.) : tesebbübeden, sebeb o la n , b i r ş e y in olmasına yol a ؟an. miitesebbit
miitesallika ( ﻣ ﻌ ﻠ ﻘ ﻪa.i.) : zool. a y a k la rı çen -
miitesallit
miitesâyif ( ﺷﺎ ﻳ ﻒa.s.) :tesâyiif eden birbirine
müteseffilin ( ﻣﺘﺴﻔﻠﻴﻦa.s. m i it e s e f f il 'i n c.) : te s e ffiil e d e n le r, se fil, a ş a ğ ı, b a y a ğ ı o la n l a r , b a y a g ıla ş a n la r .
miitesehhir ( ﻣ ﺸ ﻬ ﺮa.s.c. : mütesehhirin) : g e c e u y a y a m a y ip s a b a h l a y a n . Âşık-I miitesehhir : u y u y a m a y a n â ş ık . miitesehhir-âne
( ﺳ ﺴ ﻬ ﺮ ا ﻧ ﻪa.f.zf.)
m a y a ra k , s a b a h la y a ra k .
: gece u y u y a -
müteşâbihât
miitesehhirin ( ﻫﺴﻬﺮﻳﻦa.s. m i i t e s e h h i r 'i n c.) : mütese'il ( ﻫ ﻤﺎ لa.s. s u 'a l'd e n ) : t e s â ü l e d e n ,
(a.s. s e m m 'd e n ) : [“m ü m ü e n .] .
mütese'ü-âne ( ﻣﺴﺄﻻﻧﻪa.f.zf.) : d ile n c ic e s in e ,
(a .s .) : te s e m m ü n eden)
s e m e n k a z a n a n , s e m ir e n , m ü te s e n n ih -
d ile n e r e k .
m ütesellin ( ﻫ ﻤﺄ ﺑ ﻦa.s. m ü t e s e 'ü 'i n c.) : te s â ü l miitesekkin ﺳ ﻜ ﻦ٠ (a.s.) : 1. s ü k û n e t b u l a n , y a tı ş a n . 2 . te s k i n
e d ic i, y a tı ş t ır ı c ı,
(b k z :
(a .s .): te s e n n ü h e d e n , k ü f
le n e n , k ü f l ü .
ﻣﻤﺮ ع
m iite s e rri'
e d e n le r, d ile n e n le r , d ile n c ile r,
( b k z : m ü te s e m -
m im ) . m ü te s e m m in -
d il e n e n , d ile n c i.
(a.s.
s ü r 'a î 'd e n ) : t e s e r r ü '
e d e n , s ü r 'a t g ö s te r e n , k o ç a n , m iite s e rr î
ى٠ﻣ ﻌ ﻢ
(a .s .) : te s e rri e d e n , o d a lık
ﻫﺴﺘﺮ
(a.s. s e t r 'd e n ) : t e s e t t ü r e d e n ,
e d in e n .
m ü s e k k in ) .
müteşekkir ( ﻣ ﺴ ﻜ ﺮa.s.) : t e s e k k ii r e d e n , s a r -
m iite s e ttir
ö r t ü n e n , g iz le n e n .
h o ş o la n .
müteselli ض
m iite s e m m im e te s e m m im ” in
g e c e u y u m a y i p s a b a h l a y a n la r .
(a.s. s ü l v â n 'd a n ) : te s e lli b u l a n ,
a v u n a n , a c ıy ı, k e d e r i u n u t u r g ib i o la n ,
mütesellib ( ﻣ ﺴﻠ ﺐa.s.) : te s e lliib e d e n , k o c a -
m ü t e s e v v i و ى٠( ﻣ ﻢa.s. s i v â 'd a n ) : te s e v v i e d e n , d ü z le n e n , d ü z o la n .
ﻫﺨﻮب
m ü te s e v v ib
(a.s. s e v â b 'd a n ) : 1. s e v a p
s ı n ı n ö lü m ü d o la y ıs ıy la s iy a h g iy ip y a s t u -
k a z a n a n . 2. fa r z d a n s o n r a n â file n a m a z
ta n .
k ıla n . (a.s.c. :
m ü te s e v v ik
m ü t e s e l li h in ) : s i lâ h k u ş a n a n , s i lâ h l a n a n .
m ü te s e y y ib
mütesellih, müteselliha -
،
ﻣ ﺴﻠ ﺢ
Cüyûç-i müteselliha : s i lâ h l ı a sk e rle r, mütesellihin -
(a.s. m i i t e s e l l i h 'i n c.) :
s i lâ h k u ş a n a n l a r , s i la h l a n a n la r ,
mütesellim ل٠( ﻣﺴﺪa.s. s e lm 'd e n ) : 1. te s e lli im e d e n , t e s li m e d il e n i a la n . 2. i. v e r g i t a h s i l d a r ı . 3. i. [ e s k id e n m ü l k î te ş k ilâ tta ] miiteselli-yâne ( ﻫﺴﻴﺎذهa.f.zf.) : te s e ll i b u l m u ş ؟asm a, a v u n u rc a sm a , a v u n a ra k , (a.s.
s iilv â n 'd a n ) :
[ " m ü te s e lli”n i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te s e lli),
müteselsil, müteselsile ﻣ ﺴﻠ ﺴﻠﻪ، ( ﻣﺘﺴﻠﺴﻞa.s. s ils ile 'd e n ) : te s e ls ü l e d e n , z i n c i r g ib i b ir b ir i n e b a ğ lı o la n , z in c ir le m e , z in c i r l e m e g iden.
-
( a . s . ) : te s e y y ü b e d e n , d u l
k a l a n k a d ı n , ( b k z : se y y ib e ).
ﻣ ﺴﻴ ﺐ
m ü te s e y y ib
Cibâl-İ müteselsile : s ır a d a ğ la r ,
miiteselsilen ( ﻣ ﺴﻠ ﺴ ﻼa.zf.) : S ira ile , b i r b i r i p e ş i S ira.
a d ile a d la n a n .
m ü m e d e n , z e h ir le n e n .
te s e y y ii b 'd e n .
c. :
k a y ıts ız
ﻫ ﺼﺎ ﻻ
(a .f z f .) : t e s e y y ü b e -
d e n , k a y ıt s ı z d a v r a n a n a , a ld ı r ı ç e tm e y e n e y a r a ç ı r y o ld a , k a y ıts ız d a v r a n a r a k , a ld ır ıç e tm e y e r e k . -
(a.s.
m i it e s e y y i b 'i n
c . ) : te s e y y ü b e d e n le r , k a y ıt s ı z d a v r a n a n l a r , a l d ı r ı ş e tm e y e n le r . m ü te s e y y id -
(a.s. s e y y i d 'd e n ) : s e y y i d li k
ta s la y a n , s e y y id o lm a d ığ ı h a l d e k e n d i n i s e y y i d g ib i g ö s te re n . m ü te s s â '
ﻣ ﺴﺎ ع
( a . i . ) : e d . h e r k ıt 'a s ı d o k u z
m ı s r a d a n m e y d a n a g e le n m a n z û m e . m ü te ş â b ih
ﻫ ﺸﺎ ﻷ
(a.s. ç e b e h v e ş ib h 'd e ıı. c. :
m ü t e ş â b i h â t ) : 1. te ç â b ü h benzeyen.
2 . K u r'â n -1
e d e n , b irb irin e
K e r im 'in
m ecâzî
m â n â y a e lv e r iş li â y e ti, ( b k z : m u h k e m ) ,
miitesemmi ى٠( سa.s.) : m ü s e m m â o la n , b i r miitesemmim ( ﻣ ﺴﻤﻢa.s. s e m m 'd e n )
(a.s.
te s e y y ü b e d e n ,
d a v r a n a n , a ld ı r ı ç e tm e y e n , m ü te s e y y ib -â n e
m ü te s e y y ib in
kaym akam .
ﻫ ﺴﻴﻪ
( a .s .) : m is v a k k u lla n a n ,
m i ite s e y y ib in ) :
miitesellika ( ﻣﺘﺼﻌﻘﻪa.i.) : zool. * t ı r m a n a n l a r , t ı r m a n ı c ı k u ş l a r , fr. grimpeurs,
miiteselliyye
ﻫﺼﻮك
m ü te ş â b ih â t
ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﺎت
c . ) : 1. b i r b i r i n e : te s e m -
(a.i.
m ü t e ş â b i h 'i n
b e n z e y e n le r .
2 . K u r'â n -1
K e r i m 'i n m e c â z î m â n â y a e lv e r iş li â y e tle ri, ( b k z : m u h k e m â t) .
917
müeşâbihe
( ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﻪa.s. ؟ebeh ve ؟ibh'den): [“müteşâbih” in müen.]. (bkz : müteşâbih).
müte ؟âb ٤he
( ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﺎa.zf.): birbirine benze-
müte ؟âb ؛hen
yerek. müteşâbihen m e v z û ' : geo. homolog,
ﻣﺘﺸﺎﺟﺮ
(a.s. ؟ecer'den. c .: müteşâcirîn): teşâcür eden, ağaçla, sopa ile birbirine vuran.
m üteşâcir
müte ؟âcir-âne ( ﻣ ﺘ ﺸﺎ ﺟ ﺮا ﻧ ﻪa.f.zf.): ağaçla sopa
ile birbirine vururcasına. (a.s. " c.) : teşâcür edenler, ağaçla, sopa ile birbirine vuranlar.
m üteşâcirîn ﻣ ﺘ ﺜ ﺎ ﺟ ﺮ ﻳ ﻦ
( ﻣﺘﺸﺪقa.s.): 1. avurt çatlatarak konuşan. 2. ıstılahlı konuşan,
m üteşaddık
( ﻣﺘﺜﺨ ﺺa.s. ؟ahs'dan): 1. teşahhus eden, şahıslanan, gözle görünür hâle gelen. 2. şahsını tanıyan. 3. şahsı farkedilmi ؟olan.
miiteşahhıs
( ﻣﺘﺸﻌﺐa.s. şa'b'dan): 1. te ؟â'ubeden> ؟Ubelenen, dallanan, kollara ayrılan. 2. çatallı, dallı budaklı. 3.biy. dallı, fr. ram ifie.
müteşa'ib
müteşa'ir
( ﻣﺘﺸﻌﺮa.s. ؟aar'dan): saçlı, kıllı, kılı
çok olan.
müteşa'şl ( ﻣﺘﺸﻌﺸﻊa.s. şa'şaa'dan): 1. teşa'şu' eden, ؟a'şaalanan, parıldayan. 2. gösterişli,
ﺗﺸﺎﺗﻢ, (a.s.): teşâtüm eden, SÖVÜ ؟en, birbirine söven.
müteçâtim
( ﻣﺘﺸﺎﺗﻤﻪa.s.) : [“müteşatim” in müen.]. (bkz: müteşâtim).
müteşâtinıe
m üteşâvir
( ﻣﺘﺸﺎورa.s.) : teşâvür eden, danışan
[birbirine]. müteşebbek
( ﻣﺘﺸﺒﻚa.s. ؟ebk'den): ag gibi bir-
birine geçen. miiteşebbih ( ﻣﺘﺸﺒﻪa.s. ؟ebeh ve ؟ibh'den. c . : müteçebbihin) : teşebbüh eden, benzeyen, andıran.
( ﻣﺘﺸﺒﻬﺎﻧﻪa.f.zf.) : teşebbüh edene, benzeyene, andırana yakışır yolda,
m üte ؟ebbih-âne
( ﻣﺘﺸﺒﻬﻴﻦa.s. müteşebbih'in c.) : teşebbüh edenler, benzeyenler, andıranlar,
müteşebbihin
( ﻣﺘﺸﺒﻠﻒa.s.): teşebbük eden, ؟ebeke ؟eklinde bulunan, ag gibi birbirine geçen.
müteşebbik
( ﻣﺘﺸﺒﺚa.s. ؟ebes'den. c . : müteşebbisin): teşebbüs eden, bir i ؟e giri ؟en.
müteşebbis
( ﻣﺘﺸﺎﻋﺮa.s. ؟İ'r'den : c . : müteşâirîn): ؟âirlik taslayan, tavuk pazarı şâiri.
müte ؟ebbis-âne
( ﻣﺘﺜﺎﻋﺮاﻧﻪa.f.zf.): ؟âirlik taslayana yaraşır yolda, tavuk pazarı şâirlerine yaraşırcasma.
müteşebbise
m üteşâir
müte ؟âir-âne
(a.s. müteşâir'in c .): ؟âirlik taslayanlar, tavuk pazarı ؟âirleri.
m üteşâirîn
ﺳ ﺸﺎ ﻋ ﺮﻳ ﻦ
m ü te şâ iri^ e t ( ﻣ ﺘ ﺸ ﺎ ﻋ ﺮ ﻳ ﺖa.i.): ؟âirlik taslama,
tavuk pazarı şâirliği.
( ﻣﺘﺜﺎﻛ ﻰa.s.) : hallerinden ؟İkâyet edenlerden herbiri [birbirine-],
m üteşâkî
m üteşâkil ( ﻣﺘﺸﺎﻛﻞa.s. ؟ekl'den): 1. bir ؟ekilde
olan, ؟ekli birbirine benzeyenlerden herbiri. 2. ed. aruz bahirlerinden, fâilâtün mefâîlün mefâîlün vezni. m üteşakkıf ( ﻣﺘﺸﻐﻒa.s.): 1. tesakkufeden, bir
Hıristiyan papazlığı takınan ؛papaz olan. 2. tavanlanan, tavan olan,
( ﻣﺘﺸﺎركa.s. ؟irk ve ؟irket'den): müşârekette bulunan, birbiriyle ortak olan.
m üteşârik
918
( ﻣﺘﺸﺒﺜﺎﻧﻪa.f.zf.) : teşebbüs ede-
rek, bir işe girişerek.
( ﻣﺘﺸﺒﺜﻪa.s. ؟ebes'den): [“müte ؟ebbis” in müen.]. (bkz : müteşebbis), ( ﻣﺘﺸﺒﺜﻴﻦa.s. müteşebbisin c .) : teşebbüste bulunanlar, bir i ؟e girişenler,
müteşebbisin
( ﻣﺘﺸﺠﻊa.s.c. : müteşecciin) ؟eci', yigit, yüı'ekli gibi görünen, (bkz : mütecessil').
müteşecci'
miite ؟ecci-âne
( ﻣﺘﺸﺠﻌﺎﻧﻪa.f.zf.) : yigit, yürekli
olana yaraşır yolda.
( ﻣﺘﺸﺠﻌﻴﻦa.s.c.: miiteşecci'in c .): ؟eci', yigit, yürekli gibi görünenler,
müteşeeciin
miiteşeccir ( ﻣﺘﺸﺠﺮa.s.): ağaçlanan kaba ot.
( ﻣﺘﺸﺪدa.s. ؟iddet'den): 1. şiddetlenen, hızlanan. 2. katılaşmış, sertleşmiş olan. 3. İşini sert ve hiddetli tutan,
müteşeddid
( ﻣﺘﺸﺪدهa.s. ؟iddet'den): ["müte ؟eddid” in müen.]. (bkz : müteşeddid).
müteşeddide
m٥٠eşeyy؛în ( ﻣﺘﺸﺪقa.s.c.: müteşeddikin): teşedduk eden, söz ebeliği eden.
m ü t e ş e d d ik
büzülen, daralan, kasılan, spazm yapan [adale, sinir].
( ﻣﺘﺸﺪﻗﺎﻧﻪa.f.zf.): müteşeddikcesine, söz ebeliği edercesine,
m ü t e ş e n n if
( ﻣﺘﺸﺪﻗﻴﻦa.s. müteşeddikin c.) : teşedduk edenler, söz ebeliği edenler,
m iite ç e r r i'
m U te ş e d d ik -â n e
m ü t e ş e d d ik in
( ﻣﻌﺸﻔﻰa.s. şifâ'dan): 1. şifâ bulan, iyileşen. 2. öcünü alarak yüreği rahat eden,
m ü t e ç e ff î
m ü te ç e h h î
( ﻣﺘﺸﻬﻰa.s.) : iştahlanan, İştahlı.
m U te ş e h h ib
( ﻣﺘﺸﻬﺐa.i.) : fiz .,
m ü te ş e h h id
( ﻣ ﺤﻬﺪa.s. şehâdet'den) : namazın
lcim .
akkor,
ka'delerinde "ettehiyyâtii" duâsını okuyan,
( ﻣﺘﺸﺄمa.s. şeamet'den): teşe'üm
m ü te ç e 'im
eden, uğursuz sayan, üzerine uğursuzluk geliyor gibi sanan.
( ﻣﺘﺸﻜﻰa.s. şekvâ'dan) : şikâyette
m ü te ç e k k î
bulunan, müştekî). m ü t e ş e k k ik
şikâyetçi,
sızlanan.
(bkz:
( ﻣﺘﺸﻜﻠﺚa.s.): şek ve şüphede ka-
lan, şüpheden kurtulamayan,
( ﻣﺘ ﺸﻜﻞa.s. çekl'den): 1. teşekkül etmiş, şekillenmiş, şekillenen. 2. meydana gelmiş, kurulmuş, olmuş, olma,
m ü t e ş e k k il
m ü t e ş e k k ir
( ﻣﺘﺸﻜﺮa.s. şükr'den): teşekkür
eden, iyilik bilen, iyiliğe karşı nâzik davranan.
( ﺿﺸﻜﺮاﻧﻪa.f.zf.): teşekkürle, iyilikbilirlikle, iyiliğe karşı nâzik davranışla.
m ü t e ş e k k ir -â n e
( ﻣﺘﺜﻜ ﺮهa.s. şükr'den): [“milte-
m ü t e ş e k k ir e
şekkir” in müen.]. (bkz : müteşekkir), m ü te ş e lş ü
( ﻣﺘﺸﻠﺸﻞa.s.): teşelşül eden, şarıl
şarıl akıp ؟ağlayan.
( ﻣﺘﺸﻤﻞa.s.): teşemmUl eden,
m iit e ş e m m il
İhrâma bürünen.
ﻣ ﺜ ﻒ.(a.s.) : teşennüf eden, küpe
takınan.
( ﻣ ﺸﺮ عa.s. çer'den): 1. teşerrıı' eden, şeriat içleriyle uğraşan. 2. şerîat ve fıkıh işlerinde geniş bilgisi olan.
( ﻣﺘﺸﺮﻋﺎﻧﻪa.f.zf.) : şeriat işleriyle uğraşana ve bu yolda geniş bilgisi olana yakışır yolda.
m ü te ş e r i-â n e
ﻣﺘﺸﺮف-(a.s.): teşerrüf eden, şereflenen, şeref duyan.
m ü te ş e rrif
( ﻣﺘﺸﺘﻰa.s.): teşetti eden, bir yerde kışlayan, kıçı geçiren.
m ü te ş e tt î
ﻣﺘﺸﺘﺘﻪ، ( ﻣﺘﺸﺘﺖa.s. şetat'dan) : teşettiit eden, dağılan, karışan, perîşân olan. Â r â - y i m ü te ş e tt it e : dağılan reyler.
m ü te ş e tt it , m U te şe ttite
müteşevvik ( ﻣﺘﺸﻮقa.s. şevk'den. c . : müteşevvikin): teşevvıık eden, ؟ok istekli, (bkz: hâhiş-kâr).
( ﻣﺸﻮﻗﺎﻧﻪa.f.zf.): teşevvuk edene, ؟ok istekli olana yaraşır yolda.
m ü t e ç e v v ik -â n e
( ﻣﺘﺸﻮﻳﻦa.s. müteşevvik'in c .): teşevvuk edenler, ؟ok istekliler.
m ü t e ş e v v ik in
( ﻣﺤﻮشa.s. teşevvüş'den): teşevvüç eden, karmakarışık, anlaşılmaz, İ ؟inden çıkılmaz. U m û r - 1 m ü t e ç e v v i ç e : karmakarışık İşler.
m ü te ç e w iş
( ﻣﺘﺸﻴﻄﻦa.s.): şeytanlık eden, şeytanca hareketlerde bulunan.
m ü t e ş e y t ın
( ﻣﺘﺸﻴﻊa.s. ve i.): şîâ'dan c.: müteşeyyiin): teşeyyü' eden, ŞİÎ mezhebine girmiş olan, ŞİÎ, Şiîlik taslayan.
m ü t e ş e y y i'
( ﻣ ﺤﻴ ﺪa.s.): teşeyyüdeden, yükselten, sağlamlaştıran.
m ü te şe y y id
( ﻣﺘﺸﻤﻢa.s. şemm'den): teşemmüm eden, koklayan, (bkz : miiterevvih).
m ü t e ş e y y id e
( ﻣﺘﺸﻤﺮa.s. şemer'den) : teşemmür eden, işe hazırlanan, kollarım sıvayan,
m ü te şe y y ih
m iite ç e m m im
m ü t e ş e m m ir
( ﻣﺘﺸﻤﺲa.s. şems'den) : teşemmüs eden, güneşe ؟ikan, güneşlenen.
m iite ç e m m is
(a.s. şene'den) : 1. teşennüc eden, buruşan. 2 . azan [yara]. 3 . h ek .
m U te ş e n n ic
ﻣﺪ ج
( ﻣﻌﺸﻴﺪهa.s.): ["müteşeyyid" in müen.]. (bkz: müteşeyyid).
( ﻣﺘ ﺸ ﺦa.s.): teşeyyüh eden, şeyh gibi görünen, şeyh tavrı takman, sahte şeyh veyâ ihtiyaı'. ( ﻣﺘﺸﻴﻌﻴﻦa.s.i. müteşeyyi'in c .): teşeyyii' edenler, ŞİÎ mezhebine girmiş olanlar, Şîîler; Şiîlik taslayanlar.
m ü t e ş e y y i in
واو
mutefabbı' mütetabbı'
ﻣﺘﻄﺒﻊ
(a.i. t a b 'd a n ) : t a t a b b u e d e n ,
ta b i a tl e n e n .
mütetabbib
ﻣﺘﻄﺒﺐ
(a.s. v e i.), ( b k z : m u t a t a b -
b ib ).
mütevâdd
۶ اد
miitevâdi'
ﻫﺘﻮادع
( a . s . ) : b i r b i r i n e s e v g i g ö s te r e n , ( a . s . ) : te v â d u ' e d e n , d ü ş m a n -
lig i b ı r a k a r a k b a r ı ş a n .
m ütevâfık ( ﺳﻮاﻓﻖa.s. v e f k 'd e n ) : 1. te v â f u k
mütetâbi',
mütetâbia
ئﺀ
،
(a.s.
t e b a 'd a n ) : t e t â b ü e d e n , b i r b i r i a r d ı n c a g ele n , p e y d e r p e y o la n , ( b k z : m ü t e t â l î , m ü t e v â lî). izâfât-i mütetâbis : a r k a a r k a y a s ır a l a n a n iz a f e tle r , ( b k z : t e t â b ıı - i İz â fa t).
e d e n , b i r b i r i n e u y g u n ; u y a n , u y g u n o la n .
2. mat. * y ö n d e ş. m ütevâfıka ذه٤( ﻣﺘﻮافa.s. v e f k 'd e n ) : [ ''m ü t e v â f ı k " m m ü e n .J . ( b k z : m ü te v â f ık ) .
m ütevâfık tetâb u k : Jeol. * u y u m l u * k a tla ş mütetâbian
( ﻣﺘﺘﺎﺑﻌﺄa .z f . ) : b i r b i r i
a rd ın c a ,
ظ ؛ ع اﻟﻮرود
m ütetâbi'ü'l-vürûd
m a . fr. stratification concordante.
( a .b .s .) : a r d ı
a r k a s ı k e s ilm e y e n .
ﻣﺘﻄﻬﺮ
m ütetahhir
t u h u r 'd e n ) :
(a.s.
ta h â r e t,
te ta h h u r
eden,
tu h r
ve
t e m iz l e n e n
[m a d d i, m â n e v i) .
m ütetâlî
ﺗﻄﻠﻰ٠
ﻋﺘﻄﺄول
ﻣﺘﻮﻏﻞ
m iitevaggıl
(a.s. t û l 'd e n ) : u z a y a n ; b i r b i r i
( ﻣﺘﻮاﻓﺮa.s.
(a.s.
v ü g u l 'd e n .
c .:
m ü t e v a g g ı l i n ) : te v a g g u l e d e n , ؟o k m e ş g u l o la n , f a z la u ğ r a ş a n ; b i r ş e y i n il e r i s in e , d e rin lig in e v a ra n .
ب٠ﻣﺘﻂ
(a.s. ta y b , t a y y i b 'd e n ) : te -
m ütevaggılin
ta y y ü b e d e n , g ü z e l k o k u lu şe y s ü rü n e n .
ﻣﺘﻌﻴﺮ
m ütetayyir
،
v ü f û r 'd a n ) : te v â f ü r e d e n , ؟o g a la n , b o lla -
(a.s.) : b i r b i r i a r d m c a g id e n ,
a rd m c a u z a n a n .
m ütetayyib
miitevâfir, m ütevâfire ﻣﺘﻮاﻓﺮه
n a n . M â-i-m ütevâfire : ؟o g a la n , b o l l a n a n
( b k z : m ü t e tâ b i ') .
m iitetâvil
m ütevâfık zâviyeler : geo. * y ö n d e ş * a ç ıla r, fr. angles correspondants.
(a.s.
t a y r 'd a n .
c .:
m ü te ta y y ir in ) : te ta y y u r e d e n , u ğ u rs u z sa-
(a.s. m ü t e v a g g ı l 'ı n c . ) :
te v a g g u l e d e n le r, ؟o k m e ş g u l o la n l a r , f a z la u ğ r a ş a n l a r ; b i r ş e y i n ile r is in e , d e r i n l i ğ i n e v a ra n la r.
y a n ; ü z e r i n e u ğ u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i
m ütevahhid ( ﻣﺘﻮﺣﺪa.s. v a h d e t'd e n ) . ( b k z :
b i r h is s e k a p ıl a n .
m ütetayyir-âne
٠ﻣﻌﻄﻴﺮاﻻ
(a.zf. t a y r 'd a n ) : ü z e -
r i n e u ğ u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i b i r h is s e k a p ıla ra k .
m ütetayyirin ( ﻫ ﻈ ﺮﻳ ﻦa.s. t a y r 'd e n ) : t e t a y y u r e d e n le r, u ğ u r s u z s a y a n la r ; ü z e r i n e u g u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i b i r ir is s e k a p ıl a n la r .
miitetebbi'
ﻟ ﻊ
(a.s. t i b 'd e n ) : te t e b b u ’ e d e n ,
d ik k a tle a ra ş tır a n .
mütetevvec
ﻣﺘﺘﺮج
ﺟ ﺪ١ﻣﺘﻮ
( a . s . ) : s a h te , y a p m a o l a r a k
v e c d e g e le n .
ﻫﺘﻮاﺟﻪ
ﻣﺘﻮﺣﺸﺎﻧﻪ
m ütevahhiş-âııe
( a .f .z f .) : t e v a h h u ş
e d e r e k , k o r k a r a k , ü r k e n , y a d ır g a y a r a k ,
mütevâid ( ﻫ ﺆا ىa.s. v a 'd 'd e n . c. :m ü t e v â i d i n ) : v a id le ş e n , s ö z le ş e n , b i r b i r i n e s ö z v e r e n ,
id le ş e n le r , s ö z le ş e n le r, b i r b i r i n e s ö z v e r e n -
miitevâcihen
m ütevâkil ﻛ ﻞ١ ( سa .s .) : b i r b i r i n i v e k il e d e n , m ütevak kı' ( ﻣﺘﻮﻗﻊa.s. v a k 'd a n ) : te v a k k u ' e d e n , m e d e t e y le y e n , b e k le y e n , u m a n ,
m ütevakkı-âııe ( a . s . ) : y ü z le ş e n , y ü z y ü z e
g e le n . ( a . z f .) : y ü z y iiz e g e le re k ;
ﻣﺘﻮﻗﻌﺎﻧﻪ
( a .f .z f ) : m ü te v a k k i
o la n a , ü m î d e d e n e y a k ı ş a c a k s û r e tte .
miitevakkıd
ﻣﺒﺮاﺟﻬﺄ
k a r ş ı l a ş a r a k , k a r ş ı k a r ş ıy a .
920
e d e n , k o r k a n , ü r k e n , ü r k e k , y a d ır g a y a n ,
ler.
m ütetevvic ۶ ( جa.s. t â c 'd a n ) : 1. t a ؟g iy m iş , ta ç lı. 2. bot. د
miitevâcih
mUtevahhiş ( ﻣﺘﻮﺣﺶa.s. v a h ş 'd e n ) : t e v a h h u ş
m ütevâidin ( ﻣﺘﻮاﺀدﻳﻦa.s. m i i t e v â i d 'i n c . ) : v a -
(a.s. t â c 'd a n ) : t a ؟g iy d ir il-
m iş .
miitevâcid
m ü te f e r r id ) .
ﻣﺘﻮﻗﺪ
( a .s .) : te v a k k u d e d e n , t u t u -
ş u p y a n a n . Âteş-i m iite'vakkıd : t u t u ş a n , y a n a n a te ş.
mütevazziha
( ﻣﺘﻮﻗﻒa.s. vu k u f dan) : 1. tevakkuf eden, duran, bekleyen, eğlenen. 2. bir şeye bağlı olan, ancak onunla olabilen, (blcz : vâbeste).
m ü t e v a lc k if
m iit e v a k k ir
ﻣﺘﻮﻗﺮ
m ii t e v a k k ir în
( ﻣﺘﻮﻗﺮﻳﻦa.s. miitevakkir'in c.) :
(a.s. vakar'dan. c. : miitevakkirin) : vakarlanan, onurlanan,
vakarlananlar, onurlananlar.
ش١ﻣﺘﻮ
m ütevâtir
(a.s. v e tr 'd e n ) : t e v â t ü r e d e n ,
a g i z d a n a ğ ız a d o la ş a n , h a l k a r a s ı n d a sö y le n ile n .
mütevâtire
ﻣﺤﻮاﺗﺮه
(a.s. v e tr 'd e n ) : [ " m ü t e v â tir ''
i n m ü e n .J . ( b k z : m ü t e v â ti r ) .
ﻣﺘﻮاﺗﺮأ
miitevâtiren a g iz d a n
a ğ ız a
(a.zf.) : t e v â t ü r e d ile re k ,
d o la ş a r a k , h a l k
a ra s ın d a
s ö y le n e re k .
( ﻣﺘﻮﻗﻰa.s. vikaye'den) : tevakki eden, kendini gözeten, sakınan, çekinen,
m iit e v a k k î
ﻣﺘﻮﻃﻦ
m ü te v a ttm
(a.s. v a t a n 'd a n ) : t a v a t t u n
e tm iş , b i r y e r i v a t a n e d i n m i ş , y u r t t u t m u ş , y u rtla n m ış .
( ﻣﺘﻮاﻟﻰa.s. vely'den) : tevâlî eden, birbiri ardınca giden; art arda gelen, üstüste, bir diiziye olan.
m ü t e v â z î ( ﺳﻮاﺿﻊa.s. v a z 'd a n . c. : m ü te v â z ı în ) :
( ﻣﺘﻮاﻟﺪa.s. vâlide'den) : birbirinden dogup üreyen, (bkz : mütenâsil).
m ü te v â z ı- â n e
m ü t e v â lî
1. te v â z u eden, 2 . g ö s te r iş s iz .
a lç a k g ö n ü llü ,
k ib ir s iz .
m ü t e v â lîd
ﻣﺘﻮاﻟﻴﻪ
(a.i.) : 1. m a t. Sira. 2. ["mütevâlî” nin müen.]. (bkz : mütevâlî).
m ü t e v â liy e
m iite v â liy e n
( ﻣﺘﻮاﻟﻴﺄa.zf.) : art arda, üst üste,
bir düziye, aralık vermeden, m ü te v â rî
( ﺳﻮارىa.s. verâ'dan) : tevâri eden,
gizlenen; gizli, sakil. m ü t e v â r îd , m ü t e v â r id e
ﻣﺘﻮاﺿﻌﺎﻧﻪ
(a.f.zf.) : 1. te v â z û , a l-
ç a k g ö n ü ll ü lü k l e , k ib i r s i z li k le .
2 . g ö s te r iş -
s iz o la r a k .
ﻣﺘﻮاﺿﻴﻦ
m ütevâzıîn
٨
(a.s.
'
c.) :
t e v â z û e d e n le r , a lç a k g ö n ü llü l e r , k ib ir s iz le r ,
m ütevâzî
ﻗﻮاز ى
(a.s. v e z y 'd e n ) : 1. b i r b i r i n e
m u v â z î (p a r a le l) o la n . 2. geo. p a r a l e l, fr.
parallèle.
ﺳﻮارده
،
ﻣﺘﻮاود
(a. s.
vürûd'dan) : tevâriideden, gelen. M e k â tîb -i mütevâride : gelen mektuplar, mütevâris ( ﻣﺘﻮارثa.s. verâset'den) : 1. tevârüs eden, birinden birine miras kalan. 2. babadan ogula geçen, [maddi, mânevî]. mütevâsık ( ﻣﺘﻮاﺛﻖa.s.) : tevâsulc, birbirine güvenmek sûretiyle anlaşan, mütevâsıl, m ü te vâ sila ﻣﺘﻮاﺻﻠﻪ، ( ﻣﺘﻮاﺻﻞa.s. vasl'dan) : birbirine vâsıl olan, gelen; birbirine bitişmiş. H u tû t-1 m ü te v â sila : birbirine bitişmiş çizgiler.
m ütevâzi'l-adlâ' : geo. parallélogram m e.
fr.
p a r a l e lk e n a r ,
m ütevâzî'1-m ustatilât : geo. d i k d ö r t g e n l e r * p r iz m a s ı, fr. parallélipipède rectangle. m ütevâzi's-sütûh : geo. د fr. parallélépipède. 3. ed. v e z in v e k a f iy e b a k i m i n d a n b i r b i r i n e u y g u n s e c i'le r. M e s e lâ :
sen. d a r ü l f i i n U n u n ؛b ü t ü n fünûnuylaJ mütefennin* o lu n c a y a k a d a r, ben' darülcünûnun* b ü t ü n cünûmıyla) mütecennin« o la c a g im ... g ib i, m ütevâzîn
ﻣﺘﻮازن
(a.s.
v e z n 'd e n ) : t e v â z ü n
e d e n , t a r t ı l a r ı b i r o la n , i k i s i n i n a ğ ır lı ğ ı b ir b ir in e d e n k , u y g u n o la n ؛d e n k .
mütevâsî ( ﻣﺘﻮا صa.s.) : birbirine teveccüh eden, yönelen, birbirine tavsiye eden,
m ütevâzine ^ ' ۶ ( a .s .v e z n 'd e n ) : [“m ü t e v â z i n ”
mütevâsîb ( ﻣﺘﻮاﺋﺐa.s.) : birbirinin üzerine sıçrayan.
m ütevâziyen
m iit e v a s s il
ﻣﺘﻮﺻﻞ
(a.s.) : 1. v â s ıl o lan , k a v u ş a n .
2. münâsebet ve yakınlık kuran, n ıü te v a ş ş ih
( ﻣﺘﻮﺷﺢa.s.) : süslenen, takip takış-
tiran. m ü te v â t î
2.
fels.
i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te v â z in ) .
ﻣﺘﻮازﻳﺄ
(a.zf.) : m u v â z î, p a r a l e l
o la r a k , b ir b ir i y le b ir le ş m e d e n ,
ﻣﺘﻮازﻳﺖ
m ütevâziyet m ütevazzih
(o.i.) : mat. * p a r a le llik ,
( ﻣﺘﻮﺿﺢa.s.
v ı ı z û h 'd a n ) : te v a z z u h
e d e n , a ç ık la n a n , a ç ık lık p e y d â e d e n ,
( ﻣﺘﻮاﻃﻰa.i.) : 1. birbirine benzeyen. *telcanlamli, fr. u n iv o q u e .
m ütevazziha
ﻣﺘﻮﺿﺤﻪ
(a.s. v u z û h 'd a n ) : [" m ü -
te v a z z i h '' i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te v a z z ih ) .
921
mü.evazzî m ü te v a z z i
?ض
( a . s . ) : te v a z z u ' e d e n , a b d e s t
? ﺟﻊ
( a . s . ) : 1. v e c a 'la n a n , a ğ r ı d u -
a la n . m iite v e c c i'
y a n . 2 . s ılc ın tılı, d e r t li .
٠? ﺟﻰﻻ
m iite v e c c i-â n e
٠? ﺟﺎ
( a . s ) : v e c d e g e le n , k e n d i n -
d e n g e ç e c e k d e r e c e d e d a l g ı n l ı k g ö s te r e n ; ta s. k e n d i n d e n g e ç e r e k A lla h s e v g is in e d a -
la n . ،،? ج
m ü t e v e c c ih
(a.s.
v e c h 'd e n .
c .:
m ü t e v e c c ih i n ) : 1. te v e c c ü h e d e n , b i r c ih e te , b i r t a r a f a d ö n e n , y ö n e le n . 2 . b i r i n e ,k a r ş ı s e v g is i v e iy i d ü ş ü n c e l e r i o la n . 3. b i r t a r a f a g itm e y e k a l k a n .
ﻣﺘﻮﺟﻬﺎس
m iit e v e c c ih -â n e
( > ﻛﻸa.zf.) : mütevekkil olarak, kadere boyun eğmiş, İŞİ oluruna bırakmış olarak.
miitevekkilen
(a.f.zf.) : a ğ r ı d u y a r a k ;
s ı k ı n t ı ile. m iite v e c c id
( >ﻛﻼذهa.f.zf.) : tevekkül ile, kadere boyun egerek, İŞİ oluruna bırakarak.
miitevekkil-âne
( > ﻛﻸ ﻋﻠﻰ اﻟﻠﻪa. b.zf.) : Allah'a tevekkül ederek, Allah'a sığınarak.
mütevekkilen alallah
( ? قa.s. ve i. vely'den) : 1. birinin yerine geçen. 2. bir vakfm idâresi, kendisine verilmiş olan kimse.
mütevelli
٠( ? لa.s. vilâdet'den) : 1. tevelliideden, dogan, dünyâya gelen. 2. meydana gelmiş, doğmuş. 3. ilerigelmiş.
mütevellid
m ütevellidii'l-hayy: zool. doğurganlar, fr. ( a .f .z f .) : te v e c c ü h
vivipares.
e d e r e k , b i r y a n a d ö n e r e k , y ö n e le r e k ,
? ًﺟﻬﺎ
m ü te v e c c ih e n
( a .z f .) : 1. te v e c c ü h e d e -
re k , y ö n e le r e k . 2. g it m e k iiz e r e [ b i r y e re d o ğ r u ] . 3. n iy e tle n e re lc . m ü t e v e c c ih in
ﻫﻴﻦ٢?
(a.s. m i it e v e c c ih 'i n c . ) :
te v e c c ü h e d e n le r, b i r y a n a d ö n e n le r , y ö n e le n le r.
? دد
m iite v e d d id
(a.s.) : d o s t lu k , m u h a b b e t
? ﻟﻠ ﻪ
(a.s.) : [ " m ü t e v e d d id ”i n
m iie n .] . ( b k z : m iite v e d d id ) . m ü te v e ffa
?ﻓﻲ
(a.s. v e f â t 'd a n ) : v e fâ t e tm iş
?ﻓﺎه ?ش
(a.s.
v e h m 'd e n .
c .:
m ü t e v e h h i m i n ) : te v e h h i i m e d e n , v e h im le n en , k u ru n tu lu . m ü t e v e h h im -â n e
ذه١? ﻫﻢ
( a .f .z f .) : v e h im le -
?ﻫﻬﺾ
(a.s.
v e h m 'd e n .
m i i t e v e h h i m 'i n c . ) : t e v e h h i im e d e n le r , v e h im le n e n l e r , k u r u n t u l u l a r , m ü t e v e k k il
?ﻛﻞ
(a .s. v e k l 'd e n ) : te v e k k ü l
e d e n , İ ş in i A ll a h 'a v e y â o l u r u n a b ı r a k a n , k a d e re b o y u n eğen.
922
gürültü, patırdı, şamata eden.
( ?رقa.s.) : teverruk eden, yapraklanan, yapraklı. Şecer-İ m ü tevern k : yapraklanmış, yapraklı ağa ؟. (a.s. veı-â'dan) : teverrii' eden, dinin emrettiği şeylere sımsıkı bağlı 'kalan, (blcz : perhiz-kâr).
٠( سﺀالa.f.zf.) : miiteverri' olana, dinine sımsıkı bağlı kalana yaraşır sûrette.
miiteverri-âne
n ir c e s in e . m ü t e v e h h im in
(a.f.zf.) : sersem ve
hayranlıkla.
m iiteverri' ? رع
( a . s . ) : m u v a f fa lc o la n , (٠? ه
m iite v e h h im
miitevellih ( ?لﺀa.s.) : tevelliih eden, hayran olan, olmuş; şaşan, şaşmış, akil başından giderek sersem ve hayrân olan.
m ütevernk
(a.s. v e f â t 'd a n ) : v e f â t e tm iş ,
ö lm ü ş [ k a d ın , k ız ]. m iit e v e f f ık
mütevellide ( ﻫﺘﻮﻟﺪهa.s. vilâdet'den) : b'mütevellid'' in miien.]. (bkz : mütevellid).
mütevelvil ﺑﺮﻟﻮل٠ (a.s.) : tevelviil eden, velvele,
o la n , ö le n , ö lm ü ş , ö lü . m iite v e ffâ t
kız ؟ocuklar.
miitevellih-âne ه٠?ﻟﻬﺎ
g ö s te r e n , k e n d i n i s e v d ir e n , m iite v e d d id e
miitevellidât ( ﻫﺘﻮﻟﺪا تa.i. mütevellide'nin c.) :
miiteverrid
( ?ردa.s.) : teverriideden, gül gibi
kızaran.
( ?ركa.s. varak'dan) : teverrük eden, namazda kaynağını sağ ayağı üzerine koyup oturan veyâ kaynakların birini veyâ ikisini yere koyan.
müteverrik
mü.eıâhif müteverrim f i P (a.i. verem'den. c. : müteverrimin) : 1 . ŞİŞ, kabarık. 2 . s. teverriim etmiş, veremli, ince hastalıklı, müteverrime ه٠( ﻫﺘﻮرa.s. verem'den): ["müteverrim” in müen.l. (bkz : müteverrim). miiteverrimen ( ًﻣﺘﻮرﻣﺎa.zf.) : teverrüm ederek, verem olarak, ince hastalığa tutularak, müteverrimin س٠( سa.s. müteverrim' in c .): veremliler. müteverrimûn ( ﺻﺮﻫﻮنa.s. verem'den): veremliler, ince hastalığa tutulmuş olan kimseler. müteverris ﻋﻮرث٠ (a.s.). (bkz : miitevâris). miiteverrit ل٠( ﻣﺘﻮرa.s.): tevarrut eden, zor bir işe rastlayan. mütevessi' ﻣ ﻤ ﻊ٠ (a.s. viis'at'den): 1. tevessü' eden, genişleyen, geniş. 2. mec. büyüyen, gelişen. mütevessia ( ﻫ ﺒ ﺮ دa.s. viis'at'den): [“miiteves'si” nin miien.). (bkz ; miitevessi'). mütevessib ( م ﺀ بa.s.).: tevessübeden, sıçrayan, atlayan. miitevessid ( ﻫﺒﺮﺳﺪa.s.) : tevessiideden, yastığa dayanan. mütevessiden ١( ﺳ ﺴ ﺪa.zf.): yastığa dayanarak. mütevessih
(a.s.). (bkz : mütedennis).
mütevessik ٠( ﻣﺘﻮﺛﻖa.s. sikat ve vüsûk'dan) : bir işe sımsıkı sarılan. mütevessik-âne ( ﻣﺘﻮ'ذﻋﺎذهa.f.zf.): bir işe sımsıkı sarılarak. mütevessil t k p (a.s. vesile'den) : 1. tevessiil eden, sarılan; inanan. 2. sebep tutan. 3. başvuran ؛girişen. mütevessilen ( ﻫﺜﻮﺳﻼa.zf.): 1. tevessül ederek, sarılarak; inanarak. 2. sebep tutarak. 3. baş vurarak, girişerek. miitevessim r ? (a.s. vesm'den) : tevessüm eden, bir şeyi çözmeye çalışan, miitevettir, mütevettire ﻣﺘﻮﺗﺮه، A p (a. s. vetr vevitret'den): tevettür eden, gerilen, gergin olan. A'sâb-ı mütevettire : gergin sinirler.
m iiteyeyyil t k p (a.s. veyl'den) : teveyyiil eden,
vâveylâ çağıran, çığlık atan, feryâdeden. miitevezza' ﻟﺰع۶ ( مa.s.): tevzi' olunmuş, dağı-
tılmış. miitevezzi' t i p (a.s.) : tevzi' eden, dağıtan, (bkz: müvezzi'). miiteyakkın ( ﻫﻌﻘﻦa.s. yakin'den): teyakkun eden, yakin, kat'î olarak bilen. müteyakkız ﺗ ﻴ ﻆ٠ (a.s. yakaza'dan): 1. teyakkuz eden, uyanık bulunan, uyanmış, tetik-de. 2. gözü açık olan. müteyakkıza (a.s. yakaz'dan): [“müteyakkız” in müen.]. (bkz : müteyakkız), müteyakkız-âne ( ﻫﻌﻘﻈﺎذهa.f.zf.): teyakkuzla, uyanık bulunarak, uyanıklıkla, göz açıkİığı ile. müteyebbis (a.s. yubûset'den): teyebbüs eden, kuruyan, kuru olan, (bkz: müteceffif). müteyemmen (a.s. yümn'den): meymenetli, uğurlu, mübarek, kutlu. müteyemmim ا٠( ﻫﻌﻢa.s. yemam'dan): teyemmüm eden, (bkz: teyemmüm). müteyemmim-âne ﻣﻤﺎذه٠( ﻣﻊa.f.zf.): teyemmüm edercesine. müteyemmimen ﺑ ﻤ ﺎ٠ (a.zf.): teyemmüm ederek. müteyemmin ( ﻫﻴﻤ ﻦa.s. yümn'den): teyemmün eden, meymenetli, uğurlu sayan. müteyemminen ﻋ ﻂ٠ (a.zf.): bereketli ve uğurlu sayarak. müteyessir ( ﻫ ﺒ ﺮa.s. yiisr'den): müyesser olan, kolaylıkla meydana gelen; kolay yapılan, yapılması kolay. mütezâdd, mütezâdde ( ﻣﺘﻔﺎد ؛ ﻣﺘﻐﺎدهa. s. Zidd'dan) : birbirine zıt olan, birbirinin zıddı olan. Efkâr-1 mütezâdde : birbirine zıt düşünceler. mütezahhir ( ﻫﻄﻬﺮa.s. zahr'dan) : 1. karışına, nikâhı bozacak bir söz söyleyen. 2. biri tarafından yardim edilen, taraflısı olan. " ، > ٠? -(a.s.c.: mütezâhifin): savaşta birbirinin üzerine yürüyüp çatan. 923
müîezâhî.-âne ( ﻣﺘﺰاﺣﻔﺎﻧﻪa.f.zf.): savaşta birbirin in üzerine y ü rü y ü p çatan a y araşır yolda.
m ütezâhîf-âne
? اﺣﻢ
m ütezâhîm
(a.s. zîh âm 'd an . c . : m ü te z â h îm în ): lcalabalıktan sıkışan, birbirin in ü stü n e çıkan.
m ütezâhim în ( ﻣﺘﺰاﺣﻤﻴﻦa.s. m ü te zâ h im 'în c . ) :
k alab alık tan sıkışanlar, b irb irin in ü stü n e çıkanlar.
( ﻣﺘﻈﺎﻫﺮa.s. z u h û r'd an ) : te zâ h ü r
m ütezâhîr
eden, görünen, çıkan.
( ﻣﺘﻀﺎﻋﻒa.s. zı'f'dan) : te zâ ü f eden, k at kat artan , ik i veyâ d ah a çok k ati olan, [maddî, m ânevî].
m ütezâîf
( ﻣﻌﺰﻫﺪa.s. zü h d 'd en . c . : m ü te z e h h id în ): zâh it olan, d în e son derecede bağlı b u lu n an .
miitezehhid
( ﻣﺘﺰﻫﺪاﻧﻪa.f.zf.): zâh id olana, d îne son derecede bağlı b u lu n a n a y araşır yolda.
miitezehhid-âne
( ﻣﺘﺰﻫﺪﻳﻦa.s. m ü te z e h h id 'in c . ) : zâh ît olanlar, dîne son derece bağlı bulunanlar.
m ütezehhidîn
( ﻣﺘﺰﻫﺮa.s. zehre'den) : 1. parlayan. 2. çiçeklenen, ؟İçekli. ( b k z : m üzehher). 3. kim. *çiçekseven, fr. e fflo resc en t.
m ütezehhir
( ﻣﺘﺰﻛﻰa.s. z e k â 'd a n ): 1. tezekkî eden, tem ize çık an [kimse]. 2. zekât veren. 3. d in e çok bağlı [kimse],
mütezekki
( ﻣﺘﻔﺎﻋﻔﻪa.s. z ı'f 'd a n ) : ["m ütezâîf” in m üen.]. (bkz : m ütezâîf).
m ütezekkir
( ﻣﺘﺰﻗﻢa .s.c .: m ü te z a k k ım în ): tezak k u m eden, güçlükle yu tan ,
m ütezellik
mütezâîfe
m iitezakkım
( ﻣﺘﺰﻗﻤﺎﻧﻪa.f.zf.): te z a k k u m ederek, güçlükle y u ta ra k ,
m ütezakkım -âne
m ütezakkım in
( ﻣﺘﺰﻗﻤﻴﻦa.s. m ü tezak k ım 'ın
c . ) : tezak k u m edenler, güçlükle y u tan lar, m ütezârîb
( ﻣﺘﻀﺎربa.s.). (bkz : m ütedârîb).
( ﻣﺘﺰاولa.s.) : 1. tezâvül eden, bir şeyi b ir şeye y ak laştıra n . 2. b ir şey m eydana getirm eye çalışan.
m ütezâvîl
( ﻣﺘﺰاورa .s.c .: m ü te z â v îrîn ): birbirin i ziyâret eden, b irb irin i gidip gören,
m ütezâvîr
( ?اورﻳﻦa.s. m ü tezâv îr'in c . ) : b irb irin i ziyâret edenler, b irb irin i gidip görenler.
( ﻣﺘﻨﻜﺮa.s. z ik r'd e n ): 1. te ze k k ü r eden, hatırlayan. 2. b ir içe d â ir söyleşen, ( ﻣﺘﺰﻟﻖa .s.): tezellu k eden, kayan, sürçen. Pây-i m ütezellik : kayan, sürçen ayak.
( ﻣﻌﻨﻠﻞa.s. z ille t'd e n ): tezellül eden, k en d in i zelil gösteren, zillete, alçaklığa katlanan.
mütezellil
( ﻣﺘﺬﻟﻼﻧﻪa.f.zf.): zelil, alçak olan a yak ışacak sû rette, alçakçasına,
mütezellil-âne
( ?إزلa.s. ze lz e le 'd e n ): tezelzül eden, titreyen, ırg alan an , sarsılan, sallan an , oynayan, Zingırdayan. A rz -1 m ü tezelzil : titreyen, sarsılan to p rak . B înâ-yi mütezelz i l : sallan an bînâ.
mütezelzil
( ﻣﺘﺰﻣﻞa .s.): te ze m m ü l eden, elbiseye, ö rtü y e b ü rü n e n , ( b k z : m üddessir, m ütedessir, m üzzem m il).
m ütezâvîrîn
m ütezem mil
m ütezâyid ? اﻳﺪ
mütezenbir
(a.s. ziyâde'den) :tezâyüdeden, ziyâdeleçen, çoğalan, a rta n ,
m ütezâyif
( ﻣﺘﻀﺎﻳﻒa.s.) : fels. fr. connotatif.
m iitezayyık
( ﻣﺘﺼﻖa .s.): ta za y y u k eden, dar-
İaşan. mütezebbid
( ﻣﺘﺰﺑﺪa .s.): 1. tezebbüdeden, kö-
piiklenen, k öpüren. 2. k ay m ak bağlayan. Leben-i mütezebbid : k ay m ak lı süt.
( ﻣﺘﺬﺑﺬ بa.s. z e b z e b e 'd e n ): 1. tezebzübeden, kararsız, (bkz : m iitereddid). 2. karm ak arışık .
mütezebzih
924
( ? ﻧ ﺮa .s.): te ze n b ü r eden, kibirlenen, b ü y ü klenen, k u ru la n ; can sıkıcı b ir ta v ır ta k m a n , (bkz : mUtekebbir). ( ?ﻧﺪقa .s.): tezen d u k eden, Zind ik olan, k â fir olan.
mütezendik
ﻣﺘﺰوج (a.s. zevc'den c .: m ü te z e v v ic în ): tezevvüceden, zevce edinen, evlenen, evli, evlenm iş, ( b k z : zât-üzzevc).
mütezevvic
( ﻣﺘﺰوﺟﻴﻦa.s. m ü tezevvic'in c . ) : tezevvücedenler, zevce edinenler, evlenenler, evliler, evlenm işler.
m ütezevvicîn
mUvecteh mütezevvid ( ﺿﺰودa.s. zâd'dan. c .: mütezevvidin): tezevviideden, yanma erzak, azık alan.
heyetçe cinayetle itham edilen ve muhake. me edilmesi kararıyla cinayet mahkemesine çıkarılan sanık.
mütezevvidin ( ﺿﺰودﻳﻦa.s. mütezevvid'in c .): tezevviidedenler, yanma erzak, azık alanlar.
miittehemiyyet ( ﻣ ﺘ ﻬ ﺐo.i.): suçluluk, suçlandırılma. [yapma kelimelerdendir].
mütezevvilc دﻧ ﻮ ق. (a.s. zevk'den): 1. tadını tadan. 2. zevk ve safâ eden, mütezeyyin ( ﻣﺘﺰﻳﻦa.s. zinet'den): zinetlenen, süslenen, bezenen. müt'ib ( ﻣﺘﻌﺐa.s. ta'b'dan): İt'âbeden, yorgunluk veren, yoran. miitimm ( ﻫ ﺘ ﻢa.s. temâm'dan): tamamlayan, tamamlayıcı, tamamlamaya yarayan, miitlif ( ﻣﺘﻠ ﻒa.s. telef den): 1. telef eden, öldüren, yok eden, (bkz : miihlik). 2. tehlikeli, mütlife ( ﻣﺘﻠﻐﻪa.s. telef den): ["miitlif” in miien.]. (bkz: miitlif). miittaki ( ﻣﺘﻬﻰa.s. vaky ve vikaye'den): 1. ittika eden, sakınan, çekinen. 2. Allah'dan korlcan. (bkz : âbid, zâhid). miittebi' ع١( ﻣﺖa.s. tab'dan) : İttibâ eden, tâbî olan, uyan, (bkz : muktedi). müttefakun-aleyh د٠( ﻣﺔﻫﻖ ﺀلa.b.s.): üzerine ittifâk edilmiş, anlaşılmış olan, müttefik, miittefika ﻣﺸﻘﻪ، ( ضa.s. vefk'den): 1. bağlaşmış, birleşmiş, anlaşmış, (bkz: müttehid). 2. filcirce berâber olan, (blcz: hem-fiki", hem-rey). Düvel-İ miittefika: bağlaşmış, anlaşmış devletler, müttefikii'l-kavl: söz birliği. müttefîkü'1-menfaa: menfaatleri bir olan, birleşen. miittefika ( ﻣﺸﻘﻪa.s. veflfden): ["müttefik” in müen]. (blcz: müttefik), miittefikan ( ﻫ ﻈ ﺊa.zf.): elbirligiyle, berâber, birlikte; oybirliğiyle,
hep
miittehaz, miittehaza ﻫﻌﺨﻨﻪ، ( ﻣﺘ ﺨﺬa.s. ahz'dan) : ittihâz olunan, kabûl edilen; kullanılmakta, yürürlükte bulunan. Usûl-i miittehaza: tutulan kaideler, miittehem ( ﻣﺘﻬﻢa.s. vehm'den) : 1. kabahatli, suçlu, (bkz: miittehim). 2. huk. ceza muhakemeleri usulü lcanununa göre bir
miittehid, müttehide ﻣﺘ ﺤﺪه، (a.s. vahdet'den): ittihâdetmiş, birleşmiş, birlik olmuş, birleşik, (bkz : müttefik). Memâlik-İ müttehide: birleşmiş memleketler. miittehiden ( ﻣﺘ ﺤﺪأa.zf.): ittihâdederek, birlikte, berâber olarak. müttehim ا٠( ﻣﺘﻪa.s. vehm'den): töhmetli, kabahatli, suçlu görülen, suçlanan. miittehiz ( ﻣﺘ ﺨﺬa.s. ahz'den): ittihâz eden, kabûl eden; sayan. miittehize ( ﻣﺘ ﺨﺬهa.s. ahz'den): [“müttehiz” in miien.]. (bkz: müttehiz). müttekâ ( ﻣﺘﻜﺎa.i. vekâ'dan): İttikâ olunacak, dayanılacak âlet; koltuk degnegi; asâ. miittekâ-yi zer-kes : altın kakmalı asâ. miittekm ( ﻣﺘﻘﻦa.s.): iyice bilen, bir şeyin bir türlü olmasına akil yatan. miitteki ﺗ ﻜ ﻰ٠ (a.s. vekâ'dan): İttikâ eden, dayanan, dayanmış. müttekiyye ( ﻣﺘﻜﻴﻪa.s.): [“mütteki" nin müen.l. (bkz : mütteki). müttesi' ( ﻣﺘﺴﻊa.s. vüs'at'den): tevessü' eden, genişleyen. miittesia (a.s.): ["müttesi” in müen.]. (bkz: müttesi'). müttesim ٣ ٥ (a.s.): vesimli, kızgın damga vurulmuş; husûsî bir alâmeti veyâ nişanı olan. müttezih ( ﻣﺘﻌﻨﺢa.s.): ittizâh eden, açık, meydanda olan. mütûn ( ﻣﺘﻮنa.i. metn'den. c .): bir yazıyı şekil ve noktalama hususiyetleriyle birlikte meydana getiren kelimeler. Şerh-i mütûn : metinlerin şerhi, açıklanması. müvâkil ( ر ا ﻛ ﻞa.s.): yapamadığı İŞİ başkasına yaptıran. müvecceh ( ﻣﻮﺟﻪa.s. vech'den): 1. tevcih edilmiş, yüzü bir tarafa döndürülmüş. 2. her925
müve، ، ibe-! helezOniyye kesin teveccüh ettigi, makbul, münâsip, uygun. 3. mant. fr. modales, miiveccibe-i helezOniyye : bot. .sarmal tal-
kim, fr. cym e hélico'1'de. m üveccibe-i kesîrü'l-cânib : bot. *çokkollu
talkım. miiveccibe-i unkudiyye : bot. talkım, m iiveccibe-i zâtü'ş-şu'beteyn : bot. ikilcollu
talkım. miiveccibe miiveccih
müveUidü'1-levn : chromatogène.
( ﻣﻮﺟﺦa.s. ve i.) : mat. .doğrultman,
miiverrahan
( ﻣﻮﻛﻞ ﺑﻪa.b.s.) : miiekkil tarafından, miiekkele (vekile) bildirilen şey.
miivekkeliin-bih
( ﻣﻮﻛﻞa.s. ve i. vekâlet'den). (bkz:
müekkil).
( ﻣﻮﻛﻠﻪa.s. vekâlet'den) : [“müvekkil” in miien.]. (bkz : müvekkil).
müvekkile
miivellâ ( ﻣ ﻮ ﻟ ﻰa.i. veli'den) : 1. bir İş tâkibi İçin şeılatçe vazifelendirilen me'mıır. 2 ٠h u k. bir kazâda vâkı bâzı muayyen dâvaları o kazâ hâlciminin görmesine mahzur veyâ mânî bulunduğu sûrette yalnız mezkûr dâvâları İstimâ ve fasletmek üzere tâyin olunan hâkim [yargıç].
ﻣ ﻮﻟ ﺪ
(a.b. i.) :
miivellidü'1-mâ' ( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ اﻟﻤﺎﺀa.b.i.) : kim. h id ro jen, fr. hydrogène.
( ﻣﻮﻛﻞa.s. vekâlet'den) : vekil tâyin
edilen, vekil edilen kimse [biri tarafından].
fr.
miivellide ( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ هa.i. vilâdet'den) : 1. ebe [kadin]. 2. s. [“m üv ellid ” in m üen.]. (bkz : m üvellid).
miiverrah atılm ış.
m üvekkil
renkveren,
müvelidü'z-ziyâ' : kim., fiz. ışıkveıen.
( ﻣﻮﻓﺮa.s.) : tevfir edilmiş, çoğaltıl-
mış. miivekkel
biy.
müvellidü'1-humûza ا ﻟ ﺤ ﻤ ﻮ ﺿ ﺔ kim. oksijen, fr. oxygène.
( ﻣﻮﺟﺒﻪa.i.) : talkım.
fr. directeur. miiveffer
müvelüd-i milh, müvellidü'1-emlâh : tuzveren, fr. halogène.
ﻣﻮر خ
(a.s. îrâ h 'd a n ) : tâ rih li, tâ rih i
ﻣﻮر ئ
(a.zf.) : tâ rih li olarak,
miiverred ( ﻣ ﻮ ر دa.s.) : güllenm iş, k ız arm ış, k ırm ız ı olm uş. müverrih ( ﻣ ﻮ ر خa.s. ve i. î ؛â' ؛dan. ٩ : m ü v errihin ) : 1. tâ rih yazan, ta rih çi. 2. “ebce d ” hesâb m a göre m a n z û m o la ra k tâ rih d ü şü ren k im se [bir had ise h ak k ın d a], müverrihin ( ﻣ ﻮ ر ﺧ ﻴ ﻦa.s. ve i. tâ rih 'd e n . m ü v e rrih 'in c.) : 1. tâ rih yazanlar, tarihçiler. 2. "ebced)' hesâb m a göre m a n z û m o la ra k tâ rih d ü şü ren le r [bir had ise h ak k ın d a], miivessah ( ﻣ ﻮ ﺳ ﺦa.s.) : tevsih edilm iş, kirli, k irletilm iş. miivessi' ( ﻣ ﻮ ﻣ ﻊa.s. vesü' ve saat'den) : tevsi' eden, genişleten.
müvessi-i ev'iye : biy. d a m a r genişleten, fr. (a.s. vaso-dilatateur. vilâdet'den) : 1. tevlldedilmiş, doğmuş, dogurulmuş, dogma. 2. melez, kani karışık. müvessih ( ﻣ ﻮ ﺳ ﺦs.s.) : tevsih eden, kirleten , 3. aslında yok iken sonradan meydana gel- miivesvis ( ﻣ ﻮ ﺳ ﻮ سa.s. vesvese'den) : k u ru n tu cu, k u ru n tu eden, vesveseli, miş. Kelim ât-1 miivellede : yapma kelime1er. müvesvis-âne ( ﻣ ﻮ ﻣ ﻮ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪa.fzf.) : vesveseli, kuru n tu lu b ir ta rz d a. miivelledât ( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ ا تa.s.c.) : 1. doğmakla mey-
müvelledj
miivellede
ﻣ ﻮﻟ ﺪ ه
،
ﻣ ﻮﻟ ﺪ
dana gelmiş canlılar. 2. yapma kelimeler. miivellid
( ﻣﻮﻟﺪa.s. vilâdet'ten) : 1. tevlideden,
doğuran. 2. doğurtan, dogurtucu, ebe. kim. meydana gelen, meydana getiren, m iivellid-i elektriklere : fiz. elektrik *üreti-
ci. m iivellid-i kudret : dincelten, fr. sthénique, m üvelüd-i lifin : zool. fibrinojen.
926
müvesvise ( ﻣ ﻮ ﺳ ﻮ ﺳ ﻪa.s. vesvese'den) : [“m iivesvis” in miien.]. (bkz : m üvesvis). müveşşah
ﻣﻮ ﺷﺢ
(a.s.). (bkz : m uvaşşah).
m iivezzi' ( ﻣ ﻮ ز عa.s. vez'den. c. : m üvezziin) : 1. tevzi' ve tak sim eden, dag itan . 2. i. postacı, posta, m ek tu p , te lg raf gibi şeyleri ev ev d ag itan kim se. 3. gazeteci, evlere gazete d ag itan kim se.
miizd m iiv e z z iin ( ﻣ ﻮ ز ﻋ ﻴ ﻦa.s. v e i.), (blcz : m iivezzi'). m ü y â d â t ( ﻣ ﻴﺎ دا تa .i.) : 1. m ü k â fa t. 2 . eld en ele v e rm e .
tu tm a , g ü n d e lik ile m u âm ele. m iiy e m m e n ( ﻣﻴ ﻤ ﻦa .s .) : y ü m ü n lü , b ere k e tli; u ğ u rlu . m ü yesser
(a.s. y ü s ı 'd e n ) : k o la y ı b u lu n u p
ﻣﻴﺴﺮ
(a.s. y iisr'd e n ) : k o la y ım b u lu p
m ü y û n ( ﻣﻴ ﻮ نa.i. m e y n 'in c . ) : y a la n sö y le m e le r; y a la n la r.
ﻣﺰﺧﺮف
m ü zah ref
(a.s. z u h r u f d a n ) : 1. y a la n c ı,
sah te y a ld ız , tel, p u l, b o y a g ib i şe y le rle SÜ'S-
ﻣﻨﺎب
(a.s. z e v e b â n 'd e n ) : 1. İzâb e ed il-
( b k z : b âd e , h a m r, sahbâ). 2 ٠ k im . e rim iş ,
SIVI h â lin e g e lm iş, fr. fo n d u ,
ﻣﺰﺧﺮﻓﺎت
(a.s. m U z a h re F 'n in c.) :
tel, p u l, b o y a , y a ld ız g ib i ?eyler,
ﻣﻨﺎﻛﺮا ت
(a.i. m ü z â re k e 'n in
c.) :
m ü zâ k ere le r.
( ﻣﻨﺎﻛﺮهa.i. z ik r'd e n .
m ü zâk ere
c . : m ü z â k erâ t:
le b e n in d e rs in i h a z ır la y a b ilm e k İç in ؟a lışm a sı. 3 . fe ls . O y la ş ım , fr . d e iib C r a tio n . m üzâl
ﻣﻨﺎل
( a .i.) : 1 . etek, k u y r u k . 2 . ek, İlâve,
( b k z : zeyl).
m ü z â d ( ﻣ ﺰا دa.s. ziy âd e'd en ) : ç o ğ a ltılm ış , artır ılm ış .
m ü z â r a a ^ ^ ( a .i.) : zira' ile sa tm a , [zira, 75 0 وs a n t im lik b ir u z u n lu k ölçü sü ].
ﻣﺰﻋﻔﺮ
( a . s . ) 1. s a fr a n la n m ış , s a r i
re n g e b o y a n m ış . 2 . b ir ؟eşit s a fr a n lı pilav,
ﻣﺰاح
m iiz a h r e f â t
1. b ir İş h a k k ın d a k o n u ş m a , d a n ış m a . 2 . ta-
m iş, e r itilm iş , e rim iş. L a 'l- i m ü z â b : şa ra p ,
m üzâh
2 . i. e rk ek ad i.
m ü zâk erât
m ü y û l ( ﻣﻴ ﻮ لa.i. m e y l'in c.). (b k z : m eyi),
m ü z a 'fe r
z a h r'd a n ) : 1. z a h ir o lan ,
1. sü p rü n tü le r, p islik le r. 2 . y'alan cij sah te,
y a p a n ; k o la y lık la m e y d a n a getiren ,
m üzâb
( ' ﻣﻈﺎﻫﺮa.s.
a rk a , t a r a f lı ؟ik a n , y a r d im eden, k o r u y a n .
İÜ. 2 . (c. : m ü z a h r e fâ t ) : s ü p rü n tü , p is lik .
ﻣﻴﺴﺮ
y a p ıla n ; k o la y gelen , k o la y lık la o lan , m iiy e s s ir
( a .s .) : 1 . z a h m e t, s ık ın tı v eren .
2 . a y k ır ı gelen. m ii z â h ir
m iiy â v e m e ( ﻣﻴﺎ و ﻣ ﻪa.i. y e v m 'd e n ) : g ü n lü ğ ü n e
زا ﺣ ﻢ
m ü z â h im
(a.i.). (b k z : m iz â h ). [asil " m ü z â h ”
o ld u g u h a ld e " m iz â h " ş e k li y a y g ın d ır],
m ü zâraa
ﻣﺰارﻋﻪ
( a .i.) : 1 . e k in c ilik ü z e r in e y a -
p ıla n İşler. 2 . f ı k . to p ra ğ a , ç a lış m a y a v e k a z a n c a o r t a k o lm a k ü z e re k u r u la n şirk et.
ﻣﺰاوﺟﻪ
m üzâvece
(a.i. z e v c 'd e n ) : 1 . e vlen m e.
(a.s. z i h â f d a n ) : ed . z ih a flı,
2 . ؟ift o lm a . 3 . ed . b ir m ıs r a d a k e lim e g r u p -
şiird e v e z in z a ru re tin d e n , b ir h a r f i d ü şü -
İa r ın ın y e r in i d e ğ iştire r e k c ü m le y i te k ra r-
rü lm ü ş , o k u n m a m ı? v e y â m e m d u t (u zun)
la m a . ["B e n p ü r o ls a m o l te h id ir, o l p ü r o lsa
ik e n k ıs a o k u n m u ? o la n k e lim e,
b en te h i” (N âbî) m ıs r a ın d a o ld u g u gibi].
m üzâüaf
ﻣﺰاﺣﻒ
m üzâham e
ﻣﺰاﺣﻤﻪ
s ık ın tı v e rm e .
(a.i. z a h m 'd e n ) : 1 . z a h m e t, 2 . k alab alık ;;
İtişe
k a k ış a
h ü c û m e tm e [b ir yere], (b k z : iz d ih â m ). m üzâhe
ﻣﺰاﺣﻪ
m ü zâh eret
(a.i.). (b k z : m iz â h ).
ﻣﻈﺎ ﻫﺮت
n ıü z â v e le
زاوﻟﻪ
İ ؟in ؟a lışm a . m üzâyaka
ﻣﻀﺎﻳﻘﻪ
(a.i.
z ik ,
zayk
ve
d ik ,
d a y k 'd a n ) : s ık ın tı, d a r lık , p a r a s ız lık ; y o k (a.i. z a h r 'd e n ) : a rk a la m a ,
lu k .
y a r d im etm e , k o r u m a . m ü z â h e r e t - i a d l i c e : e k o . m a h k e m e m a sr a f la r ım ö d e m e k te n â ciz o la n v e m ü ra c a a tın d a h a k li o ld u ğ u n a d e lil g ö ste re b ile n k im se le rle , h a y ır k u r u lu ş la r ın a t a h a k k u k e d e n h a r ؟v e m a s r a fla r ü z e rin d e d e v letç e y a p ıla n y a r d im .
ﻣﺰاﺣﻜﻮﻳﺎﻧﻪ
o la n a y a k ış ır sû rette.
m üzâyed e
(a.f.zf.) : m iz â h g û
٥ﻣﺰاﻳﺪ
(a.i. z iy â d e 'd e n ) : a r tır m a ,
m iiz â y e d e - i a l e n i y y e : e k o . m a lin h a k ik i d e ğ e riy le s a tılm a s ın ı te m in e tm e k iiz e re a lıc ıla r a r a s ın d a , a r t t ır m a y a p ıla r a k ta tb ik o lu n a n sa tış u su lü . m üzâ^^ele
m ü z â h - g û ( ﻣﺰاﺣﻜﻮa.f.s.). (b k z : m iz â h -g û ). m ü z â h -g û -y â n e
( a .i.) : 1 . b ir şe y i, b a ş k a b ir şeye
y a k la ş t ır m a . 2 . b ir ş e y m e y d a n a g e tirm e k
m üzcât
راﻳﻠ ﻪ
ﻣﺰﺟﺎت
( a .i.) : b ir b irin d e n a y r ılm a . ( a .s .) : az, az n esn e, ( b k z : en-
d ek , k a lil). m ü z d ( ﻣ ﺰ دf .i .) : 1. ü c ret, k a r ş ılık . 2 . k ir â .
927
müzd-i m ü z d -i d e n d â n : diş kirâsı. 3. m ü kâfât. 4. sevap, ecir, y an i ah re tte verilecek m ükâfat, m ü z d â d ( ردا دa.s. z iy â d e 'd e n ): 1. ziyadeleşm iş, artm ış, çoğalm ış. 2. i. k a d m adi. m ü z d e c ir ( ر د مa.s.) : edilen yasağı k ab û l eden ve 0 yolda dav ranan , m iizd e cire ( ر د ر هa.s.) : miien.]. (bkz : m üzdecir).
[“m ü zd ecir"
in
m iiz d e h a m ( ر د مa.s. z a h m 'd e n ): izd ih am lı, kalabalık. m iiz d e h im د م kalabalıklı.
ر
(a.s. zahm 'den) : izd ih am lı,
m iiz d e h im -g â h ( ﻣﺰدﺣﻤﻜﺎهa.f.b.i.) : k alab alık yer. M iizdelife ( رد فa .h .i.): K âbe'de, “A rafat'' ile “M in â" arasın d a b u lu n a n k u tsa l b ir yer. m ü z d e v ic ( ردو جa.s.z ev c 'd e n ): 1. izdivâceden, evlenen. 2. b ir kelim eye kafiye olan, (bkz : m ukaffâ). m iizd ev ice ( ر د و مa .i.): 1. b o t. k a v u şu r suyosu n la n . 2. s. [“m ü zdevic” in m üen.]. (bkz : m üzdevic). 3. m a t. *eşlenik, m iizd -v er
ردور
(f.b .i.): ücretle ؟alışan.
m iiz e b b a k ( ر قa .s.): zlb ak lan m ış, ü stü n e Civa sürülm üş. m iizeb zeb ( ﻫﺬﺑﺬ بa.s. ze b z e b e 'd e n ): 1. b ir şeye k a ra r verem eyen, ik ircim li; beceriksiz. 2. k arm ak arışık . m ü z eb z ib ذ ذ ب. (a.s. z e b z e b e 'd e n ): 1. k arıştira n , k a rm a k a rışık eden. 2. ( b k z : m üzebzeb.).
( رﻓ ﺖa.s.) : ziftli, ziftlenmiş, zift SÜrülmüş.
m ü z e ffe t
m iiz e h h e b ( ﻫﺬﻫﺐa.s. z e h e b 'd e n ): 1. tezh ib o İunm uş, altm su y u n a batırılm ış, (bkz : m üzerkeş). 2. yaldızlanm ış, m iiz e h h e r ( و ﻫ ﺮa.s. z ü h re 'd e n ): 1. ؟İ ؟ekli; ؟İ ؟eklenm iş, ؟İ ؟ek a ؟m ış. 2. i. k a d ın adi. m iiz e h h e r k û f î : i. g. s. b ir yazı sitili, m iiz e h h ib ( ذ بa.s. zeheb'den) :1. tezhibeden, altın su y u n a b a tıra n , te z h ip ؟i. 2. yaldıza b atıran , yaldızcı. 928
miizekkâ ر ﻛﺎ، ( ﻣﺰﻛﻰa.s. z e k â t'd a n ): 1. tezkiye
edilm iş, p ak lan m ış, ak lan m ış. 2. A llah 'ın ad i a n ıla ra k kesilm iş hayvan. 3. zekât verilm iş. miizekker ( ﻣ ﻨ ﺎa.s. ve i. z ik r'd e n ) : 1. erkek, er. 2. a. gr. “eril, kelim eyi erkek gösteren
[isim, zam ir, Sifat, fiil(. m iizekker-i s e m â î: gr. erkeklere m ah su s ol-
d u g u k u la k ta n d u y u la n kelim e,
ا/( ﻣ ﺰa.s. z e k â t'd a n ): 1. tezkiye eden, tem izleyen, aklayan. 2. şâh itle rin vaziyetin i inceleyerek şa h itle rin in k ab û l edilebilecegini ispat eden. 3 ٠cenâze tö ren in d e tezkiye eden.
miizekki
m üzekki'n-nüfûs : 1) nefisleri a rıta n 1469 (2 ؛
(874) d a ölen Şeyh Eşrefoglu A b d u llah 'ın ö ğ ü tleri hâvî d în î b ir eseri,
( ﻣ ﻨ ﺎa.s. z ik r'd e n ) : 1. zik r ettiren , h a tıra getiren, an d ıra n . 2. zikreden, İbâdet eden.
m iizekkir
( ﻣ ﻨ ﺎ هa.i. z ik r'd e n ) : b ir İş İ ؟in üstü n m ak am a yazılan resm i kâğıt,
miizekkire
miizellak
( ﻣﺰﻟﻖa.s.): ayağı kay dırılm ış,
ر ف.(a.s.): y ü zü n d e yeni yeni tüyler ؟ikan, (bkz : şâbb-1 em red). [yapm a kelim elerdendir].
m iizellef
m iizellil ش
( دa.s. ziillv e z ille t'd e n ): zelilleştiren, h ak irleştiren.
miizelzel
( ﻫﺰﻟﺰلa.s.): tezelzül etm iş, zelzeleye
uğram ış. miizemmele
رﻣﻠﻪ
miizemmem
( ﻣﻨﺎدمa .s.): bayağı, aşağılık, fenâ,
(a .i.): so ğu k su testisi,
k ü stah [adam[.
( ﻣﺰﻣﻞa.s. te z m il'd e n ): tezem m ül etm iş, b ir şeye sarılm ış, sargılanm ış.
m iizem m il
M iizzem m il sû re si : K u r'ân'ın 73. sûresi olup
20 âyettir; M ekke'de n âzil olm uştu r, müzenned
( ر دa .i.): 1. d ar yer. 2. ta m ah k â r,
ebsıkı. m iiz e n n id ( ز دa .s.): ؟a k m a k ile ateş ؟akan. m U zerkeş ( ز ر ﻛ ﻞa.-f.b.s.): a ltın sırm alı, altin Sirma ile İşlenmiş., ( b k z : m iizehheb). S eccâde-İ m ü z e rk e ş : a ltın sirm a ile İşlenm iş seccâde.
miizzemmil m iiz e rri’ ( ﻣﺰرعa.s. zer'den) : to h u m eken [makine]. m iizev v â ( ر و ىa.s. zâ v iy e 'd e n ): zâviyeli, köşeli. m ü zev v eb ( ﻣﻨﻮبa.s. z e v e b â n 'd a n ): tezvibedilm iş, eritilm iş. m ü zev v ec ( ﻣﺰوجa.s. zevc'den) : tezvic edilm iş, çiftleştirilm iş. m ü z ev v e k ( رو قa.s.) : Civa ile y aldızlanm ış. m ü z ev v e r ( ﻣﺰورa.s. z e v e r'd e n ): tezv ir olunm uş, uy d u ru lm u ş, düzm e [söz, haber..].
m ü z e ^ f-â n e
m ü z e c in ( ﻣﺰﻳﻦa.s. zinet'den) : tezyin eden, süsleyen. miizgel
m üz'ic
ﻣﺰﻋﺢ
(a.s z a 'c 'd a n ) : İ z 'â c e d e n , r a h a t s ız -
ilk v e re n , u s a n d ıra n .
m ü z e v v ib ( ﻣﻨﻮبa .s.z e v e b â n 'd a n ):tezvibeden, eriten.
m üzîl
m ü z e v v irin ( ﻣﺰورﻳﻦa.s. m iizev v ir'in c . ) : tezvirciler, arabozucular.
( ﻣﺰﻫﺮهa.i.c. : mezâhir) : ؟İ ؟ekli yer,
çiçek bahçesi.
miiz'ice
m ü z e v v ir-â n e ( ﻣﺰوراﻧﻪa.f.zf.): tezvircilikle, arabozuculukla.
( ﻣﺰﺳﻤﻞa.i.) : yün egirmege yarayan İğ.
miizhere
m ü z ev v e re ( ﻣﺰورهa.s. z e v e r'd e n ): [“m iizevver" in m üen.]. (blcz : m üzevver).
m ü z e v v ir ( ر و رa.s. zever'den. c. :m ü z e v v irin ): tezv ir eden, yalanı telleyip pullayan, arab o zucu. ( b k z : miifsid).
( ﻣﺰﻳﻔﺎ ﻧﻪa.f.zf.) : 1. tezyif ede-
rek, alay ederek, eğlenerek, eglenircesine. 2. aşağı görürcesine.
( ﻣﺰﻋﺠﻪa.s.) : ["müz'ic" in miien.].
(bkz : müz'ic).
( ر ﻳ ﻞa.s. zevâl'den) : İzâle eden, yok eden, gideren.
m üz ٤lü'l-levn : kim. renk gideren. m üzill ذ ل٠ (a.s.) : İzlâl eden, zelil kılan.
(a.s. zelle'den) : 1. ayak kaydırıcı. 2. yanlış yaptıran, yanlış i? gördüren.
m iizill ز ل
miizmen
( ﻣﻨ ﺲa.s. zaman'dan) : müzmin hâle
gelmi?. mec. zayıflamış, halsiz düşmüş,
m ü zey y el ( ﻫﺬﻳﻞa.s. z e y l'd e n ): 1. zeyli, ilâvesi, m üzm in, m üzm ine . رﻣﺶ، ( ر سa.s. zaman'dan) : hek. üzerinden zaman geçmiş, k atılm ış nesnesi olan. 2. eklentisi olan. eskimiş, süreğen [hastalık], fr. chronique. 3 . cevâbı altm a yazılıp geri gönderilen [tezkere]. İllet-İ m üzm ine : süreğen hastalık, m ü z ey y e lât ( ﻣﺬﻳﻼ تa.i.c.) : k atılm ış şeyler, eklentiler. m ii z e ^ e le n ( ﻣﺬﻳﻸa.zf.): k ağ ıd ın altm a, ek karşılığı yazılaralc. m ü z e y y e n ^ ( a .s .z in e t'd e n .c . :m iizeyyenât) : 1. zinetlen dirilm iş, süslenm iş, süslü. 2. i. k ad ın adi. m ü z ey y e n ât ( ﻣﺰﻳﻔﺎتa.s. m üzey y en 'in c . ) : zinetlend irilm iş, süslenm iş şeyler, süslü şeyler. m ü z e y y if ﻣﺰﻳﻒ-(a.s z e y f d e n ) : 1. te zy if eden, kalp o ldu ğu nu gösteren. 2. eğlenen, alay eden. 3. delillerle çürüten .
m üzm in hezeyân : hek. dört evreli hezeyan :
[endîşe ؛zulme uğrama duygusu; büyüklük fikri; bunama.].
( ﻣﺬﻧ ﺐa.s. zenb'den. c. : müznibin) : günah, suç işleyen, suçlu, (bkz : günâh-
miiznib
kâr). m üznibin ( ﻣﺬ ﻧ ﺒ ﻴ ﻦa.s. müznib'in c.) : günah
işleyenler, suç işleyenler. m üzzem mel ( ر ﻣ ﻞa.s.) : tezmil edilmiş, elbise
İçine sarılmış. m iizzem m il
( ﻣﺰﻣﻞa.s.) : tezmil eden, .elbise
İçine saran, (bkz : mütezzemmil).
929
Nn
n â - ﻻ- (he.) :başag elerekk elim ey im en fileçtiren b ir e d a t : N â -b e d îd : gözükm eyen, g ö rü n m eyen. N â - p â k : tem iz olm ayan, pis. N âp u h t e : pişm em iş, h a m [adam]. [Farsçada "nâ" ile "bi" e d atları ara sın d a fark vardır. “Bi” k at'î nefy edâtıdır. "N â" ise nefy fiilin in v u k u u n u b ild irir. "Bi" isim lerin b aşın a gelir; "nâ" fiillerden tü rem e kelim elerle SIfatlarm b aşın a konur]. n â -â g a z "( ﻻ ﴽﺀازga" u z u n o k u n u r, f.b .s.): geçm için başlangıcı olm ayan gün.
n â -b e -d îd kayıp.
( ت إدددf.b.s.):
gö rü nm ez, bellisiz,
n â -b e -h e n c â r ر-
( ﻻf.b.s.): USÛİSÜZ, yolsuz, n â -b e -h e n g â m ( ﻻ ﻃ ﺎ مf.b.s.): m evsim siz, vakitsiz, z a m â n m d a n önce, n â -b e -h ıre d ﺧﺮد٠( ﻻf.b.s.): akilsiz, kafasız, n â -b e h re ( ﻻ ﺑﻬﺮهf.b.s.): 1. ulu. ( b k z : azim). 2. soysuz, ( b k z : fürûm âye). 3 ٠karışık, ( b k z : m ağşûş). n â-b e -k a id e “( ﻻ ﺑﺔاﺀدهka" u z u n o ku nu r, f.a.b.s.) ؛kaideye uym ayan, k u ra la aykırı, kaidesiz.
n â -â ç n â ( ﻻ آ ىf.b.s.): bilinm eyen, yabancı, ( b k z : bî-gâne). [bâzan n az ım d a : "n âçn â” şeklinde de kullanılır].
n â -b e -k â r ﺑﻜﺎل٧ (f.a.b.s.) : 1. İçsiz, işe yaram az. 2. haylaz, yaram az, hayırsız,
n â -â z â d ( ﻻ آزادf.b.s.) : “k u rtu la m ay a n " : m ec. alçak, âdi [kimse].
n â -b e -m a h a l ( ى؛ﻣﺤﻞf.a.b.s.): m ahalsiz, yersiz, yolsuz, yerin de olm ayan, u ygunsuz,
n â -â z m û d e ( ﻻ آز ﺳﺪهf.b.s.) : denenm em iş, SInan m am ış.
n â-b e -m e v sîm ا٠ ( ﻻﺑﻤﻮمfa .b .s .): vakitsiz, SIrasız, u ygunsuz, ( b k z : bl-vakt, nâ-behengâm ).
n a 'b ب٠( ذعa .i.) : karga veyâ'horoz gibi ötm ek. n â b ( ﻻبa.i.c.': e n y â b ): 1. azı dişi. 2. yaşlı deve. n â b ( ﻻ بf.s.): 1. hâlis, saf, arı. 2. katıksız. 3. berrak . 4. i. oluk. n â -b â lig ( ﻻ ﻻﻟﻎf.a.b.s.): 1. bâlig olm ayan, hen ü z bülûga erm em iş. 2. m ec. geri zekâlı.
n â -b e r-c â ،( ﻻﺑﺮجf.b.s.): yersiz, yolsuz, ( b k z : nâ-becâ). n â -b e sî ( ﻻ سf.i.) : yokluk, (bkz : adem), n â -b e -sû d ود٠ ( ﻻسf b .s .) : el değm em iş, el dok u n m am iç, yeni şey. C â m e -i n â - b e - s û d : yeni elbise. n â b ız ( ﻻضa.s.) : n ab azan eden, v u ra n ,
n â-b â y este ( ﻻ ﻻ د تf.b .s.): uyg u n su z, yakışıksiz; gereksiz.
n â b ız a ( ﻻ بa.i. nab z'd an. c . : n e v â b ız ): a n a t. nabız d am arı.
n a b a z â n ن١( ﻓ ﺐa .i.): d a m a r v u rm ası, nabız atm ası.
n â b î ( ﻻﻳﻰa .i.): 1. haberci, h ab er veren, (bkz : m uhbir). 2 ٠i. erkek adi.
n â -b e -c â ﺟﺎ٠ ( ﻻf.b .s.): yersiz, yolsuz, yerin d e degil, m ünâsebetsiz, u ygunsuz, ( b k z : nâbercâ).
N â b î ( ﻻﻳﻰa.h .i.): b ü y ü k T ü rk şâiridiı.1626 ؛ d a U rfa'da d oğ m uştu r. D ö rd ü n cü S ultan M ehm et devrin de (1648 - 1687) İstan b u l'a
93.
notıns gelerek M u s â h ib -İ Ş e h r iy â r î M u s ta fa P a şa d â iresin e in tisab ile o n u n d iv a n k â tip liğ in i y a p m ış v e b ir a ra H ic a z 'a d a g itm iştir. M u s ta fa P a şa ö lü n ce H a le p 'e ؟e k ilerek u z u n m üddet
o ra d a
y a ş a m ış tır ;
H a le p
V â lîs i
B a lta c ı M e h m e t P a şa ile b irlik te y e n id e n İs ta n b u l'a
g e lm iştir
(1710 ).
İs ta n b u l'd a
h a y â tın ın so n y ılla r ın d a b a ş m u h â s e b e c ilik v a z ife s i g ö rm ü ş v e 1 7 1 2 de ö lm ü ştü r. B a şlıc a eserle ri ş u n l a r d ı r : M iire tte p D iv a n , H a y r iy y e , H a y r-â b â d , S u rn â m e , Z e y l-İ S iy e r-i V e y s i, T u h fe tü 'l-H a r e m e y n , M ü n şe â t. V â d î
n abza
ﻧﺒﻀﻪ
(a.i.) : d a m a r ın b ir kere atm ası,
ﻧﺒﺾ آﺷﻐﺎ
n a b z -â şn â
( a .f.b .s .): n a b ız d a n a n la -
y a n , m iz a ؟bilen .
ﻧﺒﺾ ﺳﻤﻴﺮ
n a b z -g lr
: n a b za , m iz â c a gö re d a v r a n -
m a s ın ı b ilen , y a r a n m a s ın ı b ilen fb irin e-].
ﻧﺒﻐ ﻰ
nabzl
( a .s .) : d a m a r ın a tm a sıy la ilg ili.
n â - c â i z j j b - U (f.a .b .s .): c â iz d eg il, y a p ılm a z , n a 'c â t
ﻧﻌ ﺠﺎ ت
(a.i. n a'ce'n in c . ) : d iş i k o y u n la r,
( b k z : n i'â c ). n a 'c e
ﻧﻌﺠﻪ
( a .i .c .: n i'â c , n a 'c â t ) : d işi k o y u n ,
sâ h ib i b ü y ü k b ir ş â ird ir; şiirleri d a h a ؟o k
n â c i ' ( ﻧﺎﺟﻊa .s .) : h a z m ı k o la y y iy e c e k ,
h ik e m id ir. E b ü '1-H a y r v e E m in
n âcî
a d il ik i
ﻧﺎﺟﻰ
(a.s. n e c â t'd a n ) : 1 . n eca t b u la n , k u r -
o g lu o lm u ştu r. A lim d ir , m ü z ik te S e y y id
tu la n ,
N u h m ü ste a r a d ıy la b estele ri v a r d ır ; y a z ıs ı
d en k u r tu lm u ş , c e n n e tlik . ٠3 . i. erk ek adi.
d a p e k g ü z e ld ir.
[m iie n .: n â ciye ].
ﻧﺎﺑﻌﻪ
n â b i'j n â b îa
ﻧﺎح
،
(a.s. n e b e â n 'd a n ) : y e r-
d en ؟ık ıp fış k ıra n , k a y n a y a n , a k a n .
ﻧﺎﺑﻐﻪ
selâm ete
kavu şan .
2 . ceh enn em -
N â c î ( ﻧﺎ ﺟﻰa .h .i.) : İs ta n b u l'd a s a ra ؟e s n â fın d a n A l i A g a a d ın d a n â m u slu b ir a d a m ın o g lu
( a .s .c .: n e v â b ig ) : 1. şan ı, şö h re ti
olu p m e ş h u r m u h a rrirle rd e n A h m e d M id -
b ü y ü k a d a m . 2 . so n ra d a n şâ ir o lan . 3 ٠b ü -
h a t E fe n d i'n in d â m â d ıd ır. B a b a s ın ın ö lü -
y ü k A r a p şâ iri N â b ig a t e z -Z ü b y â n î.
m ü n d e n so n ra R u m e li'y e g id ip V a r n a m e d -
n â b ig a
ﻷﺑ ﻴﻨﺎ
n â -b în â
( f .b .s .c .: n â -b în â y â n ) : a'm â,
g ö zü g ö rm e z, a n a d a n d o g m a kör. ( b k z :
ﻻﺑﻴﻴﺎﻳﺎ ن
(f.b.s. n â -b în â 'n ın
a'm âlar, g ö z ü gö rm ezle r, a n a d a n
c .) :
dogm a
körler, (b k z : a d ırrâ , azırrâ).
ﻧﺎ ﺳﺎﻳ ﻰ
n â -b în â y î
ﻧﺎﺑﺖ
n â b ît
(f.b.i.) : k ö rlü k , a'm âlık .
(a.s. n eb â t'd a n ) : [“ n â b it" in m iien .].
ﻧﺎﺑﺘﻪ ﻧﺎﺑﺬ
sa va şa n ,
sa va şç ı,
(b k z
ذ
m u h â rib ). N abt
ﻧﺒﻂ
ﻧﺒﻄﻰ
( a .s .) :
N abt
k a v m in e
m e n su p ,
o n u n la ilg ili. n â -b û d
ﻷﺑﻮد
o lan , b u lu n m a -
İflâ s etm iş, p e rişa n olm u ş, ( b k z : m u z -
m a h il).
ﻧﺒﺾ
H ik e m ü 'r -R ifâ î,
N e v â d i r ü '1-ek âb ir,
S â ib 'd e S ö z , H u lâ s a tü '1-a h lâ s , U b e y d iy y e , M ü te r c im , M e d re s e H â tır a la rı, M e c m û a -İ S u h e n , E s â m i, O sm a n lI Ş â irleri, M u h a m m e d M u z a ffe r m e c m û a sı. M u h â b e râ t, M e k tııp la rım . [Lû gat-İ N â c î, “ fe tv â ” k elim esin e h a z ırla n m ış , alt
tarafı) M iiste c â b iz â d e is m e t B e y ta ra fın d a n ta m a m la n m ış tır]. n â c il
ﻧﺎﺟﻞ
( a .s .) : s o y u so p u te m iz o lan [insan,
h a y v a n ].
n â -b û d -m e n d nabz
Y a d ig â r-1 N ü m ûn 'esi,
S â n ih â tü 'l-A r a b ) S â n ih â t-1 A c e m , E m s â l-İ
k a d a r k e n d i ta ra fın d a n
( f.b .s .) : 1. y o k
y a n . (b k z : m a 'd û m ). 2 . so n ra d a n y o k alan . 3.
b en d ,
A ru z
M u a llim , Istılâ h â t-1 E d e b iy y e , N u m û n e -İ
(a .h .i.) : A r a p y a r ım a d a s ın ın k u z e -
y in d e o tu ra n S u ry â n ile rd e n b ir k ısım . N a b ti
T erk îb -İ yâhut
M e s n e v î-İ M u a llim N â c i. N e s ir o la ra k y a z -
A l i, ( a .i.) :
G a z i,
T a k t i'
d i k l a r ı : îc â z -1 K u r'â n , M u a m m â -y i İlâ h î,
( a .i.) : b ir k ab ile d e y e n i ؟ik a n k ii-
؟ü k evlât. n â b îz
E rtu g ru l N â c i,
( b k z : nâbit). n â b it e
d ö rt y a ş ın d a ik en İs ta n b u l'd a v e fâ t e tm iş Çerâre, F ü rû z â n , H a m iy y e t , Z â tiin n itâ k a y n ,
(a.s. n eb â t'd a n ) : y e rd e n biten , y e r-
ﻧﺎﺑﺘﻪ
zetesine in tisâ b e tm iştir. A r a p ç a , F a r s ç a ve F r a n s ız c a y ı ؟o k iy i b ilen N a c i 18 9 3 de k ır k tir. M a n z u m eserleri şu n la r d ır : Â te şp â re ,
d en ؟ılcıp b ü y ü y e n , [m iie n .: "n â b ite "]. n â b ite
o ra d a r ü ştiy e h o c a lığ ın d a b u lu n m u ş , so n ra İsta n b u l'a gelerek "T e r c e m â n -I h a k ik a t '' ga-
a'm â, d arir, kür). n â -b în â y â n
rese le rin d e s a ğ la m b ir ta h sil g ö rm ü ş, y in e
ﻧﺎ ﺑﻮد ﻣﻐﺪ
( f b . s . ) : fa k ir, y o k su l.
( a .i.) : 1. b iy. a ta r d a m a r, v u r u r d a -
m a r. 2 . m e c . h â !e t-i r û h iy y e , p siko lo ji.
n â -c î n s
ﻧﺎﺟﻔﺲ
(f.a .b .s .): 1 . c in s i b o z u k . 2 . a y n i
cin ste n o lm a y a n . 3 . cin si b o z u k , al ؟ak, so ysu z, a şa ğ ılık .
931
nar nâcir
٠ﻻﺟﻮ
( a .i.) : a ğ a ç la rd a y a p ra k s a p la rın ın
ﻻص nâciş ﻻ ص nâcis
(a.i.) : o n u l m a z h a s t a l ı k ,
nâ-der-berâber
(a.i.) ؛a v ı ü r k ü t ü p a v c ı t a r a f ı n a k o -
v a la y a n a d a m .
p e y m â n e ).
nâ-cüsbân
ان٠ﻻ ج
( f .b .s .) : k ı m ı l d a n m a z , d u (f.b.s.). ( b k z : n â - ؟e s p â n ) .
( f i . ) : ؟a m a ğ a c ı, ( b k z : n â c û ).
ﻻﺟﻮاذﻫﺮد
nâ-cüvân-m erd
nadh ( ذ ﻫ ﺢad.), (b k z : nazh ). nâdıc e
u ( a .s .c . : n e v â d ı c ) : k ıv â m a g elm iş,
nâdî
ﻻﻟ ﻰ
( f .b .s .) : 1 . ؟â r e s iz , i s t e r is te m e z .
n evâ d î). m e c lis, e n c ü m e n , to p la n tı, ( b k z :
ﻻد ب
nâdib nâdic
ﻻدج
ta r ) . 3. z a v a llı, ( b k z : b î - ؟â re ). ؟âr-nâ-çâr :
( ﻻ د ر ىf b . i . ) : ؟â r e s iz lik . n â ' ؟e ( ﻻﻋﺠﻪa . f . i . ) : y u m u ş a k y e r. n â - ؟e h ( ﻻ دf.i.) : n a c a k , k ü ç ü k b a lta . n â - ؟e s p â n ﺳﺎن٠ ( ﻻجf.b.s.) : 'y a r a ş m a z ,
3.
lâ y ık ,
(f.b.s.) : 1. h i ؟h ü k m ü n d e
o la n ,
d e ğ e r s iz , e h e m m iy e t s i z , ؟o k k ü ç ü k
[?ey].
F r a n s ı z c a 'd a n y a p tı ğ ı e d e n b i r e s e ri.
nâ- ؟îz-âne
ﻻ؟ﺑﺰاذه
b a s ı lm ış ,
te r c ü m e l e r i
i h t iv a
ﻻﺟﻴﺰى
( f .z f .) : p e k k ü ç ü k , e h e m m i-
( f .b .i .) : n â ؟i z l i k ١ d e ğ e r s iz lik ,
e h e m m iy e t s i z ji k .
nâ-dân
ﻻدان
(f.'b.s.) : 1. b ilm e z , ( b k z : c â h il).
2 . n o b r a n , k a b a , te r b iy e s i k ıt.
nâ-dânî
ﻻداﻧﻰ
( f .b .i .) :
1. b il m e z l ik ,
( ﻧﺎداﻧﺴﺐf .b .s .) :
b il m e z , c â h il.
ﻧﻀﺎرت، ﻧﻀﺮ
(a.i.) : a lt m . ( b k z :
ﻻداﺷﺖ
(f.b.s.) :
u ta n m a z ,
h a y â s ız .
( b k z ؛h a lî ü 'l- i z â r ) .
nâ-dâ?tî
ﻻدا ص
( f .b .i .) : u t a n m a z l ı k , h a y a s ız -
ilk .
( ﺻ ﺢa.i.). ( b k z : n a z c ). nâdd ( ﻻدa . i . ) : r ı z k , a z ık .
nadc
932
nâdim -âne
(a.s. n â d im 'in c . ) : n e d â m e t
ﻻدﻣﺎﻧﻪ
( a .f.z f.) : p iş m â n o la ra k , p iş-
m a n lık la .
( ﻧﺎدﻣﺄa .z f .) : p iş m a n o larak , ( ﻻ د بa .i.) : p işm a n lık , nadir ( ذ ﻏﺮa.s.). (b k z : n azir). nâdir ( ﻻدرa.s. n ed re t'd e n . c . :
nâdim en
n â d irâ t,
n e v â d i r ) : 1. se yrek , az, en d er b u lu n u r. En-
nâdirü ke'l-ma'dûm : n â d ir o lan , a z b u lu n a n ?ey, y o k g ibid ir, (b k z : m iite n âd ir). 2. i.
n âd irü 'l-vü cû d : b e n z e ri p e k az b u lu n a n [insan].
nâdirât
ﻻدرات
(a.s. n â d ir 'in c.) : se y rek , az, az
b u lu n a n ?eyler, (b k z : n evâ d ir).
nâdire
z e h e b , zer).
nâ-dâ?t
ﻻدﻣﺎ ن
d u ya n la r, p işm â n o lan lar,
erkek adi.
(b k z:
c ih â le t) . 2. n o b r a n l ı k , k a b a lı k .
n â-d ân ist,n â-d ân iste ﻧﺎداﻧﺴﺘﻪ، nadar, nadâret
(a.s. n e d â m e t'd e n . c . : n â d i m â n ) :
nâdim iyyet
y e ts iz b i r ? e y o la r a k . n â - ؟iz î
ﻻدم
n e d â m e t d u y a n , p iş m â n o lan ,
nâdim ân
I8 8 6 'd a
( f .b .s .) : 1. g ö rü lm e m i?) g ö r ü l-
i. k a d m adi.
nâdim
u y g u n o lm a y a n .
E lc re m 'in
( a .s .) : 1. iy i p işm iş et. 2. o lg u n m e y -
m e d ik . 2. p e k se y re k b u lu n a n , ؟o k d eğerli.
n â- ؟âri
2 . R e c â iz â d e
( a .i.) : a ğ ıt y a k a n , a ğ ıt a ğ la y a n ,
ﻻدده
nâ-dîde
i s te r is te m e z , ( b k z : m u tla k a ) .
ﻻ؟ﺑﺰ
(a.s. n id â 'd a n ) : 1. n id a ed en , h a y -
( b k z : n â ih a , n e v v â h ).
2 ٠.. z o r u n d a k a lm ış , ( b k z : m e c b u r , m u z -
n â - ؟îz
( f .b .s .) : d e lin m e m i?, d elik
b ezm ). 3. i. erkek adi.
( f .b .s .) : t a m a h k â r ,
p i n t i , c im r i , e lis ık ı.
nâ- ؟âr ﻻ د ر
ﻻدرده
a ç ılm a m ış, (b k z : g a y r-1 m e sk u b , n â-sü fte ).
k ir a n , ç a ğ ıra n , ( b k z : m ü n â d î). 2 . ( a .i .c .:
ﻻﺟﺴﺒﺎن
ﻻم
(f.b.s.) : b irlik te o lm a -
o lg u n la şm ış.
ra g a n .
nâ-cüv
ﻻدرراض
y a n , a n la şa m a y a n , u y u ç a m a y a n .
nâ-derîde
ﺟﺬ- ( ﻻa . i . c . : n e v â c i z ) : a z ı d iş i, nâ-cû ﺟﻮ٠ ( ﻻf i.) : ؟a m a ğ a c ı, ( b k z : n â - c ü v ) . nâcûd ( ﻻﺟﻮدf.i.) : b ü y ü k k a d e h , ( b k z : nâçiz
nâ-cünbân
nâ-deın-saz از٠ ( ىدسf.b .s .) : a h e n k siz, u y g u n suz.
d i b i n d e k i filiz .
ﻻدره
(a.i. v e s . ) : 1. n â d ir o la n ?ey. 2. k a -
d m adi.
nâdire-i z a m a n : z a m â n m d a b ir eşi d a h a b u lu n m a y a n k im se.
nâdire-dân
ﻻدره دان
( f.b .s .) : â lim , z a rif, (b k z :
h u rd e -d â n ).
n â d ir e -g û ^
ﻻدره
(f.b.s.). (b k z : n â d ire -se n c ).
nâfice nâdire-gûyân
ﻧﺎدره ا ﻳ ﺎ ن
( f b .s . n â d i r e - g û 'm ı n
nafaka-i id d e t : huk. [e s k id e n ] k a d ı n 'ı n id -
c.) : g ü z e l f ı k r a a n l a t a n l a r , n ü k t e l i s ö z s ö y -
d e ti İ ç in d e lâ z ım g e le n n a f a k a , [ ç ü n k ü k o c a
le y e n le r. ( b k z : n â d ir e - s e n c â n ) .
b o ş a d ı ğ ı k a r ı s ı n ı i d d e t i b it in c e y e k a d a r i n -
nâd ؛re-kâr ( ﻧﺎدره ﻛﺎ رf .b .s .) : n â d i r İşler, s a n 'a t le r
f a k l a m ü k e l le f ti r ] .
nafaka-i m akziyye : huk. h â k i m t a r a f ı n d a n
y a p a n ..
nâdiren ( ﻧﺎدراa .z f . ) : n â d i r o la r a k , a z o la r a k , nâdire-perdâz ( ﻧﺎدره ر دا زf .b .s .) : g ü z e l v e in c e
ile n a f a k a b o r ç l u s u n u n r ı z â l a r ı y l a a r a l a rm d a k a ra rla ş tırd ık la rı n a fa k a .
s ö z s ö y le y e n .
nâdire-senc ٣
ta k d ir o lu n a n n a fa k a .
nafaka-i m a rz iy y e : huk. n a f a k a a la c a k lıs ı
p e k a z b u l u n u r , ç o k a r a l ık l ı,
( ﺗ ﺪ ر هf.b .s.c. : n â d i r e - s e n c â n ) :
g ü z e l f ı k r a l a r a n l a t a n , n ü k t e l i s ö z le r s ö y le y e n , z a r i f [ k im s e ] , ( b k z : n â d i r e - g û , n ü k t e d â n ).
nafaka-i m e frû z a : huk. k a z â v e y â r ı z â ile ta k d ir v e tâ y in o lu n a n n a fa k a .
nafaka-i m e m â lik : huk. [e s k id e n ] k ö le v e c â r iy e n a f e k a l a r ı .
nâdire-sencân ( ﻧﺎدره ﺳﻔﺠﺎنf b . s . ) : g ü z e l f ı k r a l a r a n l a t a n l a r , n ü k t e l i s ö z s ö y le y e n le r, z a r i f k im s e le r .
nafaka-i muaccele :'huk. iş le m e d e n v e r i le n n a fo k a .
nafaka-i miistedâne : huk. b o r ç ile t e d â r i k
nadret ( ﻧ ﻀﺮتa.i.). ( b k z : n a z r e t) .
o l u n a n n a f a k a , [v e re siy e m a l a l m a k l a o la -
nâ-dürüst ( ﻧﺎدر ﺳ ﺖf .b .s .) : 1. d o g r u o lm a y a n ,
b ile c e ğ i g ib i ö d ü n ç p a r a a l m a k l a d a o lu r].
e g ri. 2. s a ğ la m , g e r ç e k o lm a y a n . 3. h a k s i z , y a n lış .
c . ) : n a fe k a la r.
nâ-diirüstî
ﻧﺎدرﺳﺘﻰ
( f .b .i .) : 1. d o g r u , g e r ç e k o l-
m a m a . 2 . s a g la m , g e rç e k o l m a m a h â li , y a n lış lık , h a k s i z li k . 3. e g r ilik .
nâ-ehl
اﻫﻞ٧
n a - e h l 'i n c.) : e h il o lm a -
y a n la r , e h liy e ts iz le r.
ذﺟﺎم١ذا
m eye
k ü r k y a p ıla n
hayvan
p o st-
İ a r ı n ı n k a r n i a l t ı n d a k i d e r i k ıs m ı . 3. mec.
nâ-fercâm
ﻧﺎ ﻓﺮﺟﺎ م
( f .b .s .) : s o n u ç ık m a z , b o ş ,
f a y d a s ız [şey, İş].
ذدام١ذا
( f .b .s .) : b iç im s iz , g a y n m u n -
ta z a m .
nâ-endîş
g ö b e ğ in d e n ç ı k a r ı l a n b i r ç e ş it m i s k , k o k u .
g ü z e li n , s e v g i li n in sa ç ı.
( f .b .s .) : g e le c e ğ in s o n u o lm a -
yan gün.
nâ-endâm
ç e k . 2 . v ü c u t t a ç ı k a n s iv ilc e , k a b a r c ı k .
2. d e ris in d e n
ﻫﻼن١( ذاf.b.s.
nâ-encâm
nafata ( ﻧﻔﻄﻪa . i . ) : hek. 1. ç o c u k l a r d a ç ı k a n Çİnâfe ( ﻧﺎﻓﻪf . i . ) : 1. m i s k â h û s u d e n i l e n h a y v a n i n
( f .a .b .s .c .: n â - e h l â n ) : e h il o lm a -
y a n , e h liy e ts iz .
nâ-ehlân
nafakat “( ﺗﻔﻘﺎ تk a " u z u n o k u n u r , n a f a k a 'n m
nâfe-rîz
ﻧﺎﻓﻪ رﻳﺰ
(f.b.i.) 1
؛. g ö b e k
d ü şü re n .
2. k o k u s a ç a n .
ذدﻳﺶ١ذا
( f .b .s .) : u z u n u z a d ıy a d ü ş ü n -
d e g m e z , a ç ık , m u tla lc , m u h a k k a k ,
d ü ş ü n m e y e n . Â k ıb et-n â-en d îş : s o n u d ü şü n m ey en .
nâ-endîşîde
ﻧﺎ ﻓﺮﻣﺎ ن
(f.b.s.) : f e r m a n s ı z ,
e m ir
d in l e m e z , ( b k z : s e rk e ş).
nâfıa ( ﻧﺎﻓﻌﻪa.i.) : 1. b a y ı n d ı r l ı k İş le ri. 2. İc a d ın a d i.
ذااذدﻳﺸﺪه
( f .b .s .) : d ü ş ü n ü l m e m iş ,
nâevs ( ذا؛وسf.i.) : k ilis e , m a n a s t ı r , n â f ﻧﺎف- ( f .i.) : 1. g ö b e k , ( b k z : s ü r r e ) . 2. mec. o r t a , ( b k z : n â h , v a s a t),
nâf-i şeb : g e c e y a r ıs ı, ( b k z : n ıs fü '1 -le y l). nafaka ( ﻧﻔﻘﻪa.i. n e f k 'd e n . c . : n a f a k a t ) : 1. y iy e c e k p a r a s ı, g e ç im lik . 2. b i r i n i n lc a n û n e n m e c b u r iy e t in d e
m ahkem e
k a râ rıy la
a d li e d e b i e s e r i n i ş e r h e d e n , v â li li k le r d e b u İ u n m u ş A d a n a l ı â lim .
nâf-i zemin : M e k k e - i M ü k e r r e m e .
g e ç in d i r m e k
nâfi' ( ﻧﺎﻓﻊa.s. n e f y 'd e n ) : 1. m e n f a a tl ı, fa y d a lı, k â r l ı. 2. i. A lla lı a d l a r m d a n d ı r . [Abdiinn â f î ' : H z . M u h a m m e d 'i n k ö le s in i n ad i]. 3. h. i. 'A b d ü 'n - n â f i " a d ı n d a n b o z u la r a lc e r k e k a d i. 4 . Z e m a h ş e r i 'n i n " e l- M u ta v v e l”
nâf-i âlem : M e k k e - i M ü k e r r e m e .
k im s e l e r e aylılc.
nâ-ferm ân
b u lu n d u ğ u b a ğ la n a n
nâfî ( ﻧﺎﻓﻰa.s. n e f y 'd e n ) : g id e r e n , g id e r ic i, y o k e d e n , y o k e d ic i.
nâfic ( ﻧﺎﻓﺞa . i . c . : n e v â f i c ) : k a b u r g a k e m i k le r in i n s o n u , eg e. n â fic e
( ﻧﺎﻓﺠﻪa . i . ) : m is g ö b e ğ i, ( b k z : n â fe ). 933
nâf!h
( ﻻﻓﺦa.s. n e f l f d e n )
n â fih
: n e fh
e d ic i, e d e n ,
n â fih a ^
( ﻻa.s. n e f h 'd e n ) : [ " n â f ih "
i n m iie n .] .
( b k z : n â f ih ) .
ﻻس
n â file
n â -g e h â n ,
٠ذاﻛﻬﺎذى
ü f ü r e n , ü f ü r ü c ü , iifle y ic i.
( a . s . c . : n e v â f i l ) : 1. l ü z u m l u d e g il
n â -g e h â n e ,
ﻻﻛﻬﺎذه
؛
n â -g e h â n î
ﻛﻬﺎت ﺀ١ذ
(f.zf.) : a n s ı z ın , b ir d e n b ir e .
K a z â - y i n â - g e h â n î : a n s ı z ı n g e le n k a z â .
ﻻس
n â g e h -z u h û r o lu v e r e n .
٠ىﻏﺾ
( f .a .b .s .) : a n s ı z ı n o la n ,
i k e n y a p ı l a n i?. 2 . f a r z l a r ı n d ı ş ı n d a k l i m a n
n â g ız
n a m a z . 5 . fa y d a s ız , i?e y a r a m a z , b o ? [?eyl.
2, s a lla y a n , n â - g i r î z ر/ ( ﻻf .b .s .) : ؟a r e s iz . n â - g ü f t e ( ﻻ يf .b .s .) : s ö y le n m e m i? . n â - g ü ? â d e ( ﻧﺎﻛﺸﺎدهf .b .s .) : a ç ılm a m ı? )
ﻻﻫﺮ
n â fir
(a.s.
n e f r e t 'd e n ) :
1. n e f r e t
eden.
2. k o rk a n , ü rk e n .
( ﻻﺿﻪa.s. n e f i e t 'd e n ) : ,["n â fir"
n â fire
in m ü e n .) .
( b k z :'n â f ir ) . n â fiz
ﻻذن
( a . s . ) : 1. h a y r e t e d e r g ib i b a ş ı n ı
s a lla y a n .
k a p a lı,
( b k z : g a y r- i m e f tû h ) .
(a.s. n ü f û z 'd a n ) : 1. d e le n , d e lip g e-
ر ؛ ﻻﻛﺮاره١( ﻻﻛﻮf.b. s . ) :
n â -g ü v â r, n â -g ü v â re
ç e n . 2 . iç e r iy e g iı'e n , iş le y e n . 3. te 's ir y a p a n ,
1. m i d e d e z o r h a z m e d i l e n [?ey). 2 . İç ilm e -
s ö z ü g e ç e n . H ü k m - i n â f i z : te 's ir e d ic i h ii-
si, y e n il m e s i a c ı o la n [?ey), ( b k z : n â -h o ? " g ü v â r).
k ü m . ( b k z : m iite n e ffiz ). n â f i z ü 'l - e m r : 1) e m r i g e ç e n , s ö z ü d in l e n i le n ; 2) k e n d is in e b o y u n e ğ ile n .
nagm e
" o l s u n ”,
" o l m a s ın ”
? e k lin d e lc i s ö z ü v e e m r i g e ç e n [k im s e ) . 4 . i. e r k e k a d i. n â fiz e
ﻻﻛ ﻪ
(a.s. n ü f û z 'd a n ) : [" n â fiz " i n m ü e n .] .
( ﻻﻫﺬﻳﺖa . i . ) : n â f i z li k , s ö z ü g e ç e rlik , n â f û r e ﻻﺿﺮه، ( ﻻﻫﻮرa.i.) : f ıs k iy e , ( b k z :
n â fiz iy y e t
ﻻﻛﺎه
( f .b .s .) : 1. v a k it s i z . 2 . z f. a n s ı z ın ,
b i r d e n b ir e , ( b k z : n â - g e h ) . G â h ü n â - g â h : v a k it li - v a k i ts i z . n â -g â h â n
ﻻﻛﺎﻫﺎن
( f .b .s .) : a p a n s ı z ı n , b i r d e n b i-
re . ( b k z : n â - g e h â n , n â - g e h â n e , n â - g e h â n î ) . nagam
ا٠( ذغa.i.
n a g m e 'n i n c . ) : â h e n k le r , e z g i-
nagam ât
(a.i. n a g m e 'n i n c . ) : â h e n k le r ,
ل١ذﻏﻤﻚ
b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â n r m ı z a k a im i? b i r n ü m û n e s i y o k tu r . b a s ı lm ış , ş i i r l e r i n i ih t i v a e d e n b i r e s e ri, n ag m e-g er le y e n .
ا
n ag m e-h ân
ذس
ذ ى ﺧﻮا ن
ا٠ذغ
( a .f .b .s .c .:
nagam -
p e r v e r â n ) : 1. n a g m e s e v e n , n a g m e b e s le y e n . 2 . n a g m e c i, t ü r k ü s ö y le y e n ,
( روران٠ذغ
(a .f.b .s. n a g a m -
p e r v e r 'i n c . ) : 1. n a g m e s e v e n le r. 2 . n a g m e c ile r, t ü r k ü s ö y le y e n le r ,
ا ز٠س
( a .f .b .s .) : ? a r k ı s ö y le y e n ,
p e rd â z , n a ğ m e -sâ z , n a g m e -z e n ).
ئ را ﻧ ﻰ
( a .f .b .i .) : ? a r k ı, t ü r k ü
( ذﻏﻬﻪ ﺣ ﺰa .f .b .s .) :
n a ğ m e - h îz
(a.f.b .s.): t ü r k ü s ö y le y e n ,
( ﻻسf.b .s.zf.).
n a g m e k a ld ıra n ,
ه ﻛﺎر ى٠ ( ذغa .f .b .i .) :
(b k z : n â -g â h ).
(b k z : n a g m e -
h â n î) . n a ğ m e - k e ş ﻛﺶ٠
رور
n a g a m -p e rv e râ n
( a .f .b .s .) : ö te n , t ü r k ü sö y -
t ü r k ü sö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - k e ş , n a g m e -
n a ğ m e -k â rî
( a .f .b .s .) : e z g ic i, n a ğ m e l e r
s ö y le y e n . n a g a m -p e rv e r
934
n a g m e - i D â v û d : D â v u t P e y g a m b e r in g ü z e l sesi.
â h e n k u y a n d ı r a n , t ü r k ü , ? a r k ı s ö y le y e n .
n a g a m â t-1 a ? k : a? k n a ğ m e le ri,
n â -g e h
m a c ı k la s ö y le d iğ i sö z .
s ö y le y ic ilik . ( b k z : h â n e n d e - g i ) .
e z g ile r, g ü z e l se s le r.
n ag am -sâz
( a .i .c . : n a g a m â t) : 1. a h e n k , e z g i,
n ag m e-h ân i
le r, g ü z e l se sle r.
n ag am -k âr
ه٠ذغ
g ü z e l ses. 2 . b i r k i m s e n i n n a z l a n a r a k , y a p -
N a g m e - i S e h e r : R e c â iz a d e E k r e m 'i n 1871 d e
fe v v â re ). n â -g â h
( f . s . ) : g iiz e l, iy i, g ö z e h o ? g ö r ü n e n .
n a g m e - i k â b i l : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in esk i
( b k z : n â f iz ) .
n â fû r,
ﻧﺮ
Ş i'r - i n a g z : g ü z e l, h o ? ?iir.
n â f i z ü '1 - k e l i m : s ö z ü g e ç e n , n â f i z ü 'l - k e l i m e t e y n :
nagz
د٠ذغ
( a .f .b .s .) : ? a r k ı s ö y le y e n ,
t ü r k ü s ö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - h â n , n a g m e p e rd â z , n a ğ m e -sâ z , n ag m e -z e n ). n a g m e -p e rd â z
ذﻏﻤﻪ رداز
( a .f .b .s .) : ? a r k ı sö y -
le y e n , t ü r k ü s ö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - h â n , n a ğ m e -k e ş, n a ğ m e -sâ z , n ag m e -z e n ). n ağ m e -sâ z (b k z ؛
ji ئ
(a.f.b .s-.): ? a r k ı s ö y le y e n ,
n ağ m e-h ân ,
p e rd â z , n a g m e -z e n ).
n ag m e-k e?,
nagm e-
nahl nağme-sâz-ı hevâ ؛lieves ve arzu türküleri söyleyen. nağıne-serâ ه ﺳﺮا٠( ذغa.f.b.s.): türkü söyleyen, şarkı okuyan. nagme-zen زن٠( ذﻏﺊa.f.b.s.) : şarkı söyleyen, türlcü söyleyen, (bkz : nağme-hân, nağmeperdâz, nağme-sâz, nagme-zen). nah' ( ﻫﺨﻊa.i.): kesme, boğazlama, (bkz : nahr, zeblı). nah ( ﻧﺦf.i.): 1. tel. 2. ip. (bkz : rişte). 3. değerli kumaşlardan yapılan bir ؟eşit lıalı, kilim, nâh ( ﻻخf.i.): göbelc. (blcz : nâf, sürre). nahâfet ( ﻧﺤﺎ ﻓ ﺖa.i.): zayıflık, cılızlık, arılclık. nahâfet ( ﻧ ﺨﺎﻓ ﺖa.i.): aksırma, nâ-hâh ( ﻻ ﺧ ﻮ ا هf.zf.): istemeyerek, zorâlci. Hâhnâ-hâh : ister istemez, (bkz : tav'an ve kerhan), (bkz: kerhan). nâ-hakk ( ﻻ سf.a.b.s.): 1. haksiz. 2. bîhûde, boş. nâ-halef ( ﻻﺧﻠ ﻒf.a.b.s.): soyuna ؟ekmeyen, hayırsız evlâd. nâ-hânde ( ﻻﺧﻮاﻟﺪهf.b.s.): okunmamış, nahârir ( ذح؛ﻟﻴﺮa.i. nihrir'in c .): bilgili, tecrüb ؟li, âlim, fâzıl, mâhir kimseler, nahâset ( ﻧﺨﺎ ﺳ ﺖa.i.): 1. canbazlık. 2. esircilik. nâ-hâst ( ﻻﺧﺎ ﺳ ﺖf.b.s.): kötürüm, nâ-hâst ت٠( ﻻﺳﺎسf.b.s.): istenilmemiş, istelcsiz; zf. istemeden. nahb — (a.i.): 1. ölüm, ecel. 2. yüksek sesle ağlama. nahb — (a.i.): 1. ؟ekip ؟ikarma. 2. şerefe İ ؟İlen kadeh. 3. en iyi şeyi seçme, tercih etme. nah ؟îr ﺧ ﺠﻴ ﺮ٠(f.i.): 1. av. (bkz : sayd). 2. yaban keçisi. 3. av yeri, avlak. nah ؟îr-gâh ٥( ذ ﺧ ﺠﻴ ﺮ هf.b.i.): avlak, av yeri. (bkz: misyed, misyede). nahçîr-gîr / ( ذﺧﺞﺀرf.b.i.): avcı, (bkz : nâh ؟îrvân, sayyâd). nah ؟îr-vân —وان (f.b.i.): avcı, (bkz: nah ؟îr-gîr). nâ-hemtâ ( ﻻﻫﻤﺘﺎf.b.s.): müsâvî olmayan, eş ve denkolmayan. nâ-hem-vâr ( ﻻﻫﻤﻮا رf.b.s.): 1. düz- olmayan, eğri. 2. uygunsuz. 3. uymayan, (bkz : gayr-i mııtâbık). nâ-hem-vârî ( ﻻﻫﻤﻮارىf.b.i.): 1. düz olmama, eğrilik. 2. uygunsuzluk; uymazlık.
nâ-hencâr ( ﻻﺻﺠﺄرf.b.s.) : yolsuz, dogru olma-
yan. (a.s. nuham'dan) : 1. ؟ok balgam ؟ikaran adam. 2. tamahkâr, cimri, pinti, (bkz : bahil, hasis).
nahhâm
(a.s.i.) : 1. hayvan alıp satan, canbaz. 2. esirci, esir satıcısı,
nahhâs ص nahhâs nahhât
ىس٠( ذa.i.) : balcirci. ( ﻧﺤﺎ تa.i.) : kereste kesicisi, doğrama-
Ci; marangoz; tahta, ağa ؟oymacısı, (a.s.) : kibirli, gururlu,
nahhât
nâhî ( ﻻ سa.s. nehy'den) : men'eden, yasak
eden, önleyen. (a.i.c. : nuhat) : nahiv (syntaxe)
nâhî ﻻ ص
âlimi. nahib -
(a.s. nahb'dan) : korkak, (bkz :
cebin). nahib
ﺻﺐ٠( ذa.i.) : avaz avaz ağlama,
nâhib ( ﻻ بa.s. nehb'den) : yağma eden, ta-
lanlayan, yağmacı, talanci, ؟apulcu. (bkz : yağmâ-ger). nâhid, nâhide ( ﻻ ه د ؛ ىﻫﺪهa.s.c. : nevâhid) : 1. turun ؟memeli kız. 2. i. [birincisi] erkek,
[İkincisi] kadın adi. ( ﻻ ب ؛f.i.) : 1. Veniis (Ziihre) gezegeni, Çulpan. 2. yeni yetme kız. (bkz : nâhid, nâhide).
nâhîd, nâhîde ﻻ ﺑ ﻪ
nâhidât
( ﻻﻫﺪا تa.s. nâhide'nin c.). (bkz :
nevâhid). n a h i f - (a.i.) : genizden gelen ses. n a h if —
.(a.s. nehâfet'den) : zayıf, arık, (bkz : İâgar, zebûn).
ص (a.h.i.) : Süleyman Nahifi İstanbul'da doğmuştur, ؟eşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş 1738 de İstanbul'da ölmüştür. Nahifi iyi bir gazel şâiri olmakla berâber, ona iin kazandıran asil eseri Mesnevi Tercümesi'dir. Mevlânâ'nın 6 ciltlik bu büyük eserini 1712 de aynen ve manzum olarak tercümeye başlamış, 1730'da tamamlamıştır. Bundan başka bir dîvânı ile bir ka ؟eseri daha vardır,
N ah ifi
nâhik ( ﻻ سa.s. nehak'dan) : merkep gibi ani-
ran, eşek sesli. (a.i.c. : nevâhik) : dudaklı hayvanlarm göz pınarı.
nâhika ﻻ م
nahil ( ذ خ ؛ لa.i.) : 1. hurma ağacı. 2. (nahl'in
c.) : hurma ağaçları, hurmalık. 935
nâhîl nâhil ( ﻧ ﺎ ﻫ ﻞa.s.) : susuz, suyu olmayan, (bkz : b.eyâbân).
nahiz ( ﻧ ﺨ ﺰf.s.) : 1. i. tuzak) pusu. 2. eksik) sakat, kusurlu.
nâhil ( ﻧﺎﺧﻞa.i. nahl'den) : kalburcu,
nahîz-gâh ( ﻧﺨﻴﺰﺳﻤﺎهf.b.i.): pusu yeri, (b k z : kemîn-gâh).
nâhil, nâhile ﻧﺎ ﺣﻠﻪ، ( ﻧﺎﺣﻞa.s. nahl'den) : ince, zayıf arık. nahile ( ﻧ ﺨ ﻴ ﻠ ﻪa.i.) : huy, tabiat, nahir ( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮa.s. nahr'den) : boğazlanmış, kesilmiş. (bkz : mezbuh). üştür-i nahir : boğazlanmış deve. nahir ﺨ ﺮ
ﻧ
(a.i.) : burundan hırlama,
nâhir ( ﻧ ﺎ ﺣ ﺮa.i. nahr'den) : 1. çürüyüp ufalanmış kemik. 2. hayvan kırımında kemikleri kırıp eritip çerviş yağı yapan kasap, nâ-hirâs ( ﻧ ﺎ ﻫ ﺮا سf.b.s.) : korkusuz, cesur; atak, nahire ( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮ هa.s. nahr'den). [“nahir” in miien.]. (bkz : nahir). nahire ( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮ هa.i.) : ayin ilk günü veyâ son gecesi. nâhire ( ﻧ ﺎ ﺣ ﺮ هa.i.) : 1. ayin birinci günü. 2. ayin sonu, son gecesi. nahis ( ﻧﺤﻴﺲa.s. nahs'den) : 1. uğursuz, yümünsüz. 2. i. kıtlık : Sâl-i nahis : İcıtlık yılı. nâhis ﺲ
ﻧﺎ ﺣ
(a.i.) : kıtlık yılı,
nahise ( ﻧ ﺤ ﻴ ﺴ ﻪa.s. nahs'den) : [“nahis” in miien.]. (blcz : nahis). nahit, nahite ﻧ ﺤ ﻴ ﺘ ﻪ، ( ﻧ ﺤ ﻴ ﺖa.i.) : inilti, nâhiye ( ﻧ ﺎ ﺣ ﻴ ﻪa.i.c. : nevâhî) : 1. yan taraf, kenar, yan. 2. civar, çevre. 3. küçük yer; bölge, nâhiye-i hasele : anat. *altkarm, fr. hypogastre. nâhiye-i ıbtiyye : anat. koltukaltı bölgesi, nâhiye-i katâniyye : anat. bel bölgesi, nâhiye-i merâkiyye : anat. gegrelc, fr. hypocondre. nâhiye-i rakabiyye : anat. ense nâliiyesi. nâhiye-i şersûfi^e : anat. *üstkarın *bölgesi, fr. épigastre. nâhiye-i tahte'z-zakaniyye : anat. *çeneucu altı (-bölgesi). nâhiye-i zahriyye : anat. arka nâhiyesi. nâhiye-i us'ûsi^e : anat. kuyruk sokumu nâhiyesi. 4. mülkî taksimatta kazâdan küçük, köyden büyüle yurt parçası. 5. (c. : nevâlıî) *bucak. nâhiyevi ( ﻧﺎﺣﻴﻮىa.s.) : *bölgesel. 936
nahl ( ﻧ ﺤ ﻞa.i.c.: n ü h ûl): arı, bal arısı, (bkz : ya'sûb, zünbûr). nahl ( ﻧ ﺨ ﻞa.i.): 1. hurma ağacı. 2. gümüş veyâ mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulmaSI) vaktiyle âdet olan süs ağacı. 5 . ed. ince, uzun, nârin vücutlu dilber, nahl-i ergvân : meşhur bir çeşit lâle, nahl-i M eryem ؛Hz. îsâ'nın dogumu sıralarinda Hz. Meryem'in dogum sancılarından ıztıraplı bir halde tutunduğu, altında oturdugu hurma ağacı. nahl-i mâtem, nahl-i tâ b û t: evvelce İran'da, ölen pek yaşlı kimselerin tabutu üzerine konulan bir çeşit süslü tâç. nahl-i tûr : Hz. Mûsâ'nın Eymen vadisinde, üzerinde tecelli eden İlâhî nurları görmüş oldugu mukaddes ağaç, (bkz : Şecer-İ tür), nahl-bend ( ﻧﺤﻠﺒﻨﺪa.f.b.i.): 1. ağaç budayıp tanzim eden kimse. 2.balm um undan taklit süs ağacı yapan kimse, balmumcu, (bkz : kalem-kâr). nahle ( ﻧﺨﻠﻪa.i.): 1. bir fidan. 2. bir tâne hurma ağacı. nahle ( ﻧﺤﻠﻪa.i.): bir tek arı. nahl-istân ( ﻧ ﺨﻠ ﺸﺎ نa.f.b.i.): 1. hurmalık, hurma fidanlığı. 2. fidanlık, ağaçlık, (b k z : nahl-zâr). nahliyye ( ﻧﺨﻠﻴﻪa.i.): bot. lrurmalar, fr. palm iers. nahl-zâr ار۶
( ذa.f.b.i.). (blcz : nahl-istân).
nahme ( ﻧﺤﻤﻪa.i.): göğüsten çıkan ses. nahnaha ﻧ ﺴ ﻪ soluma.
(a.i.): 1. öksürük. 2. hırıltılı
nâ-höş ( ﻧﺎﺧﻮشfb .s.): hoşa gitmeyen, bege nilmeyen. nâ-hoş-güvâr ( ﻧﺎﺧﻮﺷﻜﻮارf.b.s.): hazmi zor, tatsız, (b k z: nâ-güvâr). nâ-höşi ( ﻧﺎﺧﻮﺷﻰf.b.i.): fenâlık, İğrençlik, nâ-hoşnûd ( ﻧﺎﺧﺸﺘﻮدf.b.s.): 1. hoşnut olmayan, memnun olmayan. 2. râzı olmayan, nâ-hoşnûd ( ﻧﺎﺧﻮﺷﻐﻮدf.b.s.): 1. İıoşnut olmayan, memnun olmayan. 2. razı olmayan.
nâîbe-i leyâl nâ-hoşnûdî
ﺧ ﻮ ﻓ ﻮ د ى1( ذf.b.i.)
: h o ş n u ts u z lu k ,
nahr ر١ ( ذa . i . ) : b o ğ a z la m a , k e s m e .Y e v m ü 'n nahr : k u r b a n b a y r a m ı n ı n ilk , z i l h ic c e n i n o n u n c u g ü n ü , ( b k z : n a h , z e b h ).
nahs ( ﻻ صa . i . ) : 1. u ğ u r s u z l u k , y ü m ü n s ü z l ü k . 2 . s. u g u r s u z , b a h ts ız , nahs-i asgar : astr. M e r i h (M a rs ) g e z e g e n i, nahs-i e k b e r : astr. Z ii h a l (S a tü r n ) : g e z e g e n i.
nahs-i fe le k : astr. Z u h a l v e M e r i h g e z e g e n -
ﻻص ﺀت١ذ
(a.i.c.). ( b k z : n a h s - i felek), (a.i.) 1 ؛. y o n m a , y o n u lm a , o y m a ,
o y u lm a , t a h t a , a g a ؟o y m a c ılığ ı. 2. i k i k e li m e d e n
te k
k e li m e
m eydana
g e tirm e :
" E l h a m d ii li ll â h i, B is m il lâ h i” y e r i n e " h e m -
nâ-hûş-m end
ﻧﺎﺧﻮﺷﻤﻔﺪ
(f.b.s.) :
anlayışsız,
kavrayışsız. n a h v ^ (a.i.) : 1. (c. : enhâ) yan, yön, taraf, cihet. 2. yol. 3 ٠ e. gibi, benzer, (bkz : mânend). 4 . *sözdizimi, sintaks, fr. syntaxe, nahve
( ذﺧﻮهa.i.) : ؟örek otu. (bkz : habbe-i
( ﻻ ز بf.b.s.) : g iiz e l o lm a y a n , ؟i r k in , ( ﻧﺎﺧﺪاf .b .s .) : 1. A lla h s ız , A l l a h t a n
nâ-hûb
nâ-hudâ
k o rk m a z . 2. g e m i k a p ta n ı,
nâ-hudâ-yi Hudâ-nâ-şinâs : A lla h 'ı t a n ı m a y a n g e m i c i : [ S ü le y m a n N a z i f 'i n k u l l a n d ı ğ ı c in a s lı b i r tâ b ir ] , ( a s i l : "nâv-1 hudâ : te k n e s a h i b i ” d ir).
ذاﺧﺪآرس
nâ-hudâ-ters
( f .b .s .) : A l l a h 't a n k o r k -
m az.
ﺧﻦ٧ ( f . i . ) : tırn a lc .
( b k z : zifr).
( f .b .i .) : a te ş,
ﻷض
nâhun-be-dendân د د ا ن
( f .b .s .) : k e d e r -
d e n v e y â h a y r e t t e n d o la y ı p a r m a ğ ı n ı d iş le r i a r a s ı n a k ı s t ı r m ı ş o la n ,
nâhun-bür
ذاض ر
( f .b .i.) : t ı r n a k m a k a s ı veyâ
؟a k ış ı, ( b k z : n â h u n - b ü r â , n â h u n - g î r ) .
nâhun-bürâ[y]
[را] ى
m a k a s ı, t ı r n a k
ﻻض
؟a k ış ı,
( f .b .i .) :
tırn a k
( b k z : n â h u n -b ü r,
n â h u n -g îr).
nâhune
ﻧﺎ ﺧﺪ
nak.
nâhun-gîr
(f.i.) : 1. t a n b u r m ı z r a b ı . 2 . t i r -
ل
(f.b.s.). ( b k z : n â h u n - b ü r ,
( ﻻض ﺧﻮارهf .b .i .) : hek. d o la m a . ( b k z : n â h u n -p â l).
nâhun-pâl
ذاﺧﻦ ﻵل
n â h u n -h â re ).
(a.f.b.s.). (bkz : nahvet-
fürûş). nahvi (a.s.) : *sözdizimi, sintaksla ilgili, fr. syntaxique.
nah vi^U n رن.( ﻓﺤﻮa.s. ve i.) : gramerciler, gramer uzmanları. nahz ٠>( ذحa.i.) : 1. bir şeyle dürtme. 2. biber gibi şeyleri havanda dövme, nahz ض١( ذa.i.) : 1. kemigin etini ayıklama. 2. cerrahlıkta ameliyâtta kesilecek kemigi a ؟ma. (a.s.) : kara haberci, şom ağızlı,
nâib ( ﻻﺀبa.s. ve i. nevb'den. c. : nüvab) : 1. vekil, birinin yerine ge ؟en. 2. kadı vekili. 3. kadı, şeriat hükümlerine göre hüküm veren hâkim. 4. nöbet bekleyen, nöbetle gelen. nâib-i fâil : gr. meçhul (.edilgen) fiil mevzûu olan kelime. Meselâ : kuddise sirruhu'da,
kuddise : meçhul fiil, sirruhu : nâib-i fâil. [Arapçada nâib-i fâil'in harekesi merfû (mazmum) olur]. nâibât
ﻧﺎﺧﻦ
n â h u n -b ü râ ).
د
ت ﻫﺮوش٠( ذﺧﻮa.f.b.s.) : büyüklük satan, böbürlenen, (bkz : nahvet-pişe).
naib ب٠( ذﻋﻲa.i.) : karga ve ؟irkin sesli kuşların ötüşü.
nâhun-ı hâme : k a l e m i n u c u , b u r n u ,
ذاض ﴽ ﻓ ﺎ ب
nahvet-i cündiyâne : binicilik gururu, nahvet-fürûş
nâî ص
nâhun-ı âftâb : a te ş, nâhun-âftâb
ى٠( ذﺧﻮاa.i.) : kibir, gurur, büyüklenme, ululanma, kurulma, böbürlenme, (bkz : taazzum, tekebbür).
nahvet-pişe ه٠ﺳﺚ
d e le , b e s m e le ” g ib i, ( b k z : m e n h û t ) .
nâhun
( ﻧﺎﺧﻦ “راشf.b.i.) : tırnak çakısı veyâ makası, (bkz : nâhun-gîr).
nâhun-tırâç
nahvet
( a . i . ) : z a y ıf la m a ,
nahseyn naht
ﺧﻦ٧ (f.b.i.). (bkz : nâhun-
tırâş).
sevdâ).
le ri.
nahs
nâhun-pîrâ ﺀرا٠
( f .b .i .) : hek. d o la m a , ( b k z :
ﻻ'ﺑﺖ
(a.i. nâibe'nin c.). (bkz : mesâib).
nâibe ﺋ ﻪ٧ (a.i.c. : nâibât, nevâib) : 1. nâib'in
miiennesi. 2. belâ, kazâ, musibet. 3. nöbetle gelen. H um m â-yi nâibe: hek. nöbetli sıtma. nâibe-i leyâl : Ay'dan veyâ yıldızlardan
kinâye. 937
naif naif ﻧ ﻌ ﻴ ﻒ.(a.s.): zayıf, [zaif ile birlikte kullanılır].
nâime-i mücerrede: nâimeler.
nâiha ( ﻧﺎﺋ ﺤ ﻪa.i.c.: envâh, nevh): ağıt yakan, ağıt aglayan [kadın].
»âime-i sedefiyye : zool. kabuklu nâimeler.
naik ( ﻧ ﻌ ﻖa.s.): 1. karga ötü?ü. 2. horoz sesi, nâil ( ﻧﺎﺋ ﻞa.s. neyl'den): 1. mıırâdına eren, ermi?, ele geçiren. 2 ٠ i. erkek adi. nâile ( ﻧﺎﺋﻠ ﻪa.s. neyl'den): ["nâil" in müen.]. (bkz: nâil)'. Nâilî ( ﻧﺎ ﺋﻠ ﻰa.h.i.): Divan Edebiyâtı?âirlerinden olup adi Salih'tir. Manastır'da dogmu?tur. Mısırlı zengin bir âile yanında hocalık İ ؟in gittigi Mısır'da 1876'da ölmü?tür. Nâilî-i Kadim ﺑ ﻢ.( ذا'دﻟﻲﺀ ﻗ ﺪa.h.i.): degerli Türk ?âirlerinden olup istanbul'ludur; ismi Mustafa'dır. Şâir Nef'î ile ؟agda? ya?amı? ve H. 1077 (ı666~ı667)'de vefât etmi?tir. Sebk-İ Hindi tarzında ?iirler yazmı?tır. n â ili^ e t ( ﻧﺎﺀﻳ ﺖo.i.): murâda erme, ele geçirme. [yapma kelimelerdendir], naim ( ﻧ ﻌ ﻴ ﻢa.i.): 1. bollukta ya?ayı?. 2. h. i. cennetin bir kısmı. Dârü'n-naîm : cennet. 3. erkek adi. naîm-i ayn : keyif ve mutluluktan gözlerin parlaması. naîm-i dünyâ : rahat, kolay ve bol ya?ayı?. naîm-i İlâ h î: Allah'ın İûtfu, ihsânı. nâim ( ﻧﺎﺋﻢa.s. nevm'den. c . : nâimîn, niyâm, nüvvâm, nüvvem, niiyyem): uyuyan, uykuda bulunan. Dîl-ber-i n â im : uyuyan güzel. Tıfl-ı n â im : uyuyan ؟ocuk, (bkz: hâbîde, hufte). nâim ( ﻧﺎﻋﻢa.s. ni'm.'den): 1. tâze, körpe, kil ؟ıksız nebat (*bitki). 2. etli sebze. 3. yumu?ak, lcemiksiz [?ey]. Naîmâ ( ﻧ ﻌﻴ ﻤﺎa.h.i.): Haleb'de dogmu?tur, asil adi Mustafa Naim'dir. Kendisini tanıtan; Ravzatii'l-Hüseyn fî Hulâsa-1 Ahhâri'1Hâfikayn'dır. Hicri 1000 yılından 1070 yılına kadar olan vakalardan bahseder. Naîmâ'nın ?âirligi de vardır. Fazla olmayan ?iirlerinin ؟ogu güzel sayılabilir, (d.: 16 5 2 -0 . :1715). nâimât ( ﻧﺎ ﻋ ﻤﺎ تa.s. nâime'nin c.). 1. tâze ve yumu?ak ?eyler. 2. nâzik ?eyler, (bkz: nâime). nâime ( ﻧﺎ ﻋ ﻤ ﻪa.s.): 1. nazil büyütülmü? [kadın, kız]. 2. i. zool. *yumu?ak ؟alar, fr. mollusques. 3. i. kadm adi. 938
zool.
kabuksuz
nâimîn ( ﻧﺎ ﺋ ﻤ ﻴ ﻦa.s. naim'in c .): uyuyanlar) uykuda bulunanlar, (bkz: hâbîde-gân, huftegân٠ niyâm, nüvvâm, nUvvem, niiyyem). nâ-insâf ذ ﺻ ﺎ ف١( ذاf.a.b.s.): insafsız, [daha ؟ok "bî-insâf" ?ekli kullanılır], nair ( ﻧ ﻌﻴ ﺮa.s.): haykıran, na're atan, nâir ( ﻧﺎﺋ ﺮnâr'dan. a.s.) ؛parlayan, nâire ( ﻧﺎﺋ ﺮ هa.i.c. nevâir): 1. ate?, alev. 2. Sicakilk. (bkz: harâret). nâiz ( ﻧﺎ ﻋ ﻆa.s.): kuvvetlendiren; 'kaldıran, (bkz : İntiâz). nak' ( ﻧﻘﺢa.i.): 1. suda ıslanma. 2. sicak suda ha?lama. 3. ilâ ؟olarak çıkarılan su. 4. hayvanm yiyeceğini soguk su ile ıslatma. 5 ٠ toz. (bkz: gubâr). -nâk ﻧﺎ ك- (f.e.) : isimlere takılarak Sifat meydana getiren bir edat olup "-İİ, -İÜ" mânâsını verir, [derd-nâk: dertli, elem-nâk: elemli., gibi]. naka' "( ﻧﻘﺎ ﺀka" uzun okunur, a.i.): temiz olma, pâklenme. nâka ( ﻧﺎﻗﻪa.i.): di?i deve, maya. nâka-i b a h ri: deniz fili, nâ-kabil “( ﻧﺎ ﻗﺎﺑﻞka” uzun okunur, f.a.b.s.c.: nâ-kabüân): 1. olmayacak, olamayacak, nâ-kabü-i İcrâ : yapılması İmkânsız, yapılamaz. nâ-kabü-i ta'rif: tarif edilemez, anlatılmaz, nâ-kabü-i te'lîf: telif edilemez, bagda?amaz, uyu?amaz. 2. kabiliyetsiz, câhil, nâ-kabüân ( ﻧﺎﻗﺎﺑﻼنf.a.b.s. ve c .): 1. olm’ayacak, olamayacak İ?ler. 2. beceriksiz, bilgisiz, kabiliyetsiz kimseler. nâ-kabûl ( ﻧﺎ ﻗ ﺒ ﻮ لf.a.b.s.): istidatsız, kabiliyetsiz. nâ-kâfî ( ﻧ ﺎ ﻛ ﺎ ﻓ ﻰf.a.b.s.): kâfi degil, yetmez, (bkz: gayr-ı kâfi). nakale ( ﻧﻘﻠﻪa.s. nâkıl'in c .): 1. nakledenler, haberciler. 2. e?yâyı bir yerden ba?ka bir yere ta?ıyanlar. 3. bir maddenin geçmesine uygun, elveri?li olan ?eyler. 4. bir kitabi, bir yazıyı bir dilden bir ba?ka dile ؟evirenler, aktaranlar. 5. fiz. elektrik akımını veya ISIyi ileten maddeler, *iletkenler.
nâkli
ﻧﺎﻛﺎم
nâ-kâm
( f .b .s .) : 1. m a k s a d ı n a e r iş e m e -
m iş . ( b k z : b e d - b a h t , m a h r û m ) . 2. y o k s u n k a l m ı ş , n a s ip s iz .
nâ-kerde ( ﻧﺎ ﻛ ﺮ د هf.b.s.) : yapılmamış, olmamış,
ﻧﺎﻛﺎ س
nâ-kâm î
nakdiyye ( ﻧ ﻘ ﺪﻳ ﻪa.s. nakd'den) : ["nakdî" kelimesinin miien.]. (bkz : nakdî),
(f.b.i.) :
b a h ts ız l ık ,
nâ-kes ( ﻧ ﺎ ﻛ ﺲf.b.s.c. : nâ-kesân) : 1. nekes, cimri, pinti. 2. insâniyetsiz, alçak,
nâ-lcâmî-i d ü şm en : d ü ş m a n ı n m ı ı r â d ı n a
nâ-kesân ( ﻧ ﺎ ﻛ ﺴ ﺎفf.b.s. nâ-kes'in c.) : 1. nekes1er, cimriler, pintiler. 2. insaniyetsizler, al ؟aklar.
m a h rû m iy e t. n â i l o lm a m a s ı, d ü ş m a n ı n m a h r û m i y e t i .
nakarât ( ﻧﻘﺮا تa.i. n a k r a 'n m c . ) : 1. miiz. b i r m ü z i k p a r ç a s ı n d a ( g ü f te li e s e rle rd e ) g iif te n i n t e k r a r e d il e n k ıs m ı . 2. mec. u s a n ؟v e r e c e k k a d a r s ik s i k t e k r a r l a n a n sö z.
nalcare
ﻧﻘﺎره
nâ-kesî ( ﻧ ﺎ ﻛ ﺴ ﻰf.b.i.) : alçaklık, nâmertlik.
( " k a " u z u n o k u n u r , f . i . ) : 1. d a v u l,
k ö s . [ n a z ım d a " n a k k a r e ” ş e k l in d e d e g e ç e r]. 2 . d ü m b e le k .
nâ-kâre
ﻧﺎﻛﺎره
( f .b .s .) : 1. iş e y a r a m a z , y a r a r s ız .
2 . te n b e l, ü ş e n g e n , u y u ş u k ,
ﻧﺎﻛﺎرﻣﻰ
nâ-kâre-gî
(f.b.s.)
؛y a r a r s ız l ık , u y u -
ş u k l u k , te m b e ll ik .
nâ-ka'r-yâb
ﻧﺎﻗﻌﺮﻳﺎب
( f .a .b .s .) : d ib i b u c a ğ ı b u -
lu n m a y a n , d ip s iz . Bahr-İ nâ-ka'r-yâb : d ib i b u c a ğ ı b u l u n m a y a n d e n iz ,
( ﻧﺎﻛﺎﺳﺘﻪf .b .s .) : n o k s a n s ız , e k s ik s iz , ( ﻧﻘ ﺐa . i . ) : 1. d e lm e . 2. d e li k v e y â la ğ ı m
nâ-kâste nakb
a ؟m a.
nakb-zen ( ﻧﻘﺒﺰنa .f .b .i.) : la ğ ım c ı, la ğ ı m a ç ıc ı, nakd
ﻧﻘﺪ
( a . i . c . : n u k u d ) : 1. a k ؟e, m â d e n p a r a .
2. p a ra
o la r a k
b u lu n a n
s e r v e t.
nâ-kes-âne ( ﻧﺎﻛ ﻤﺎ ﻧﻪf.zf.) : 1. nekeslikle. 2. al ؟akçasına.
3. p e ş i n
p a ra .
nâ-keşîde ﻧ ﺎ ﻛ ﺸ ﻴ ﺪ ه (f.b.s.) ؛ 2 . mec. İçilmemiş.
1 . ؟ekilmemiş.
nâkıd ( ﻧﺎ سa.s.) : 1. paranın kalbini anlayan. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. i. dirhem, dinar. nâkıl ( ﻧﺎﻗﻞa.s. nakl'den. c. : nâkılân) : 1. taşıyan. 2. geçiren. 3. ؟eviren [bir dilden-]. 4 . işittiğini anlatan. 5 ٠ fiz. *iletken, fr. co n ducteur.
nâkıl-i a h b â r : haberler nakledici. [miien. : "nâkile"]. n â k ıü y y e t ( ﻧﺎ ﻗ ﻠ ﻴ ﺖa.i. nakl'den) : 1. geçirme
vasfı. 2 . fiz. *iletkenlik, fr. co n d u ctib ilité [yapma kelimelerdendir],
( ﻧﺎﻗﻞ ﻣﺠﻠ ﺲa.b.s.) : söz taşıyan. (bkz : münâhk, gammâz).
n â k ıl-m e c lis
( ﻧﻘﻤ ﺖa.i.). (bkz : nakmet). "( ﻧﺎﻗﺮka” uzun okunur, a.i.) :
n akunet
n ak d -a-n ak d : ؟a b u k ؟a b u k ö d e m e le r le b o r c u a z a l tm a .
nakd-i cân : e n k ı y m e t l i şey.
1. nişana isabet eden ok. 2 ٠ s. delen, oyan, kazan,
n â k ır
n â k ıs, n â k ıs a
ﻧﺎﻗﺼﻪ، ( ﻧﺎﻗﺺa.s. naks'dan):
nakd-i cins : n a k i t p a r a ; m a l.
1 . noksan, eksik ؛tam olmayan. 2. kusûru
nakd-i hâlis : b a ş k a m a d e n l e k a r ı ş ı k g ü m ü ş
olan, kusurlu, (bkz : kem). 3. m at. *eksi [-] İşâreti. M a h rû t-İ n â k ıs : kesik koni. 4 . a. gr. yalnız lâ m ü 'l-fi'li “son harfi'' harf-i illet olan kelime : remy, sehv.. gibi,
v e y a a ltm p a ra .
nakd-i mevcûd : e ld e b u l u n a n p a r a , nakd-i tevfir etm e k : p a r a y ı b o l b o l h a r c a -
n â k ıs ad e d -i tâ m m : m at. negatif *tamsayı-
m ak.
nakden
ﻧﻘﺪأ
( a .z f .) : 1. p a r a o l a r a k , p a r a ile .
2 . p e ş i n , e ld e n .
nakdi ( ذﻫﺪىa . s . ) : n a k d e m e n s u p , n a k i t l e ilg ili, p a r a b a k ı m ı n d a n o la n , p a r a c a ,
nakdi cezâ : p a r a c e z a sı, nakdi k ıy m e t: b i r ş e y in p a r a b a k ı m ı n d a n
n â k ıs ü 'l-iy â r : ayârı eksik, bozuk, n â k ısâ t
( ﻧﺎﻗﺼﺎتa.s. nâkıs'ın c.) : eksigi olan-
lar. n â k ısâ tü ' 1-a k l (akil kısa olanlar) : m ec. ka-
dinlar.
d e g e ri.
nakd-ine
lar. n â k ısa tü ' 1-a k l (akil kısa) : mec. kadm.
ﻧﻘﺪﻧﻪ
( f .i . ) : 1. h a z ı r v e p e ş i n p a r a .
2 . k ıy m e t l i m a l.
nakdine-i h a y â t : h a y â t ı n k ıy m e ti .
n a k i l e ه٠( ﻧﺔa.s.) : ["nakî" nin miien.]. (bkz : nakî). n â k ız ( ى ضa.s. nakz'dan) : bozan, bozucu.
939
nâku-ı müddeâ nâkız-ı müddeâ : mant. *karşısav, antitez, nâkıza ( ﻧﺎﻗ ﻀﻪa.s. nakz'dan) : [“nâkız” in miien.]. (bkz : nâkız). nâkî ( ﻧﺎﻗﻰa.s.) : 1. temiz, pâk. 2. i. erkek adi. nakl' ( ﻧ ﻌ ﻊa.s.): kandırıcı, kandıran, nakia ( ﻧﻘﻴﻌﻪa.i. nak'dan): ziyâfet; dâmat İçin
hazırlanan yemek [zifaf gecesinde], nakib ( ﻧﻘﻴ ﺐa.s. ve i.'nakabet'den. c . : nukabâ):
1. bir kavim veyâ kabilenin reisi veyâ vekili. 2. bir tekkede, şeyhin yardımcısı olan en
eski derviş veyâ dede. nakib-i İm â re t : İmâret şeyhinin (âmirinin)
yardımcısı. n ak îbü'l-eşrâf: Peygamber soyundan olan-
larm işlerini görmek üzere içlerinden hükümetçe tâyin olunan me'mur. nakîbü'l-eşrâf k a y m a k a m ı : taşralarda bu
İşle vazifeli olan kimseler, nakibe ( ﻧ ﻘ ﻴ ﺒ ﻪa.i. nakb'dan): 1. insan ruhu.
2. akil, (bkz : hûş). nakih ( ﻧﻘﻴﻪa.s. nekahet'den): hastalıktan yeni
kalkıp henüz zayifolan [kimse], nakliyye ( ﻧﻘﻴﻌﻴﻪa.i.): zool. *haşlamlılar, fr. influsoires.
nakîza ( ﻧﻘﻴﻔ ﻪa.s.c.: nakâiz): birbirine karşı,
zıt olan şey, İş. nakizeyn ( ﻧﻘﻴﻀﻴﻦa.b.s.): birbirine zıt olan iki şey•
"( ﻧﻘﺎ بka" uzun okunur, a.s. nakb'den. c . : nakkabân): delik açıcı, delici,
nakkab
"( ﻧﻌﺎﺑﺎنka" uzun okunur, nakkab'm c .): delik açıcılar, deliciler,
nakkabân
"( ﻧﻘﺎدka" uzun okunur, a.s. nakd'den. c . : nakkadân): 1. nakd eden, paranın kalpim sağlamından ayıran. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. tenkidçi. 4 ٠ imam, hatip ؛kayyûm.
nakkad
nakkad-ı e rz : imârette pişirilen pilâvın pi-
rincini ayıklayan hademe,
"( ﻧﻘﺎدانka" uzun okunur, a.s. nakkad'm c.). (bkz : nakkad).
nakkadân
n ak kaf ۵ "( فka" uzun okunur, a.s.): iyi niyet
sâhibi, temkinli kimse.
"( ﻧﻘﺎلka" uzun okunur, a.s. nakl'den): nakledici, hikâyeci, masalcı,
nakkal
"( ﻧﻘﺎوka” uzun okunur, a.i. nakr'dan): 1. çalgı ؛miizik. 2. taş oyma sanatkârı. 3. s. gagalayan.
nakkar
"( ﻧﻘﺎرهka” uzun okunur, nakr'dan): çiftenâra, dümbelek,
nakik ( ﻧﻘﻴﻖa.s.) ؛kurbağa, tavuk, kedi gibi hayvanların boğuk sesi,
nakkare
nâkil ( ﻧﺎ ﻛ ﻞa.s.): 1. nükûl eden, dönen. 2. kaçınan, çekinen, (bkz : muhteriz).
nakkare-zen
ııakîme ( ﻧﻘﻴﻤﻪa.i.): nefis, kendi ؛asil, cevher, nakir ( ﻧﻘﻴﺮa.i. nakr'den): 1. hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. 2. pek küçük, ehemmiyetsiz şey. nak lr ü k ıtm îr: takımıyla, hepsi, iğneden
İpliğe kadar. nakls ( ﻧ ﻘﻴ ﺺa.s. noksân'dan): eksik, (bkz : nâ-
temâm). nâkis ( ﻧ ﺎ ﻛ ﺲa.s. neks'den c . : nevâkis) ؛ı.ba-
Şinı dâimâ öne eğen [adam]. 2 ٠ alçak, âdî, bayağı. nakise ( ﻧﻘﻴﺼﻪa.i.c.: nekais): eksiklik, kusur;
kabahat, ayıp. n a k is e d â r
( ﻧﻘﻴﺼﻪ دارa.f.b.s.): kusurlu, eksiği
olan. nakiz ( ﻧﻘﻴ ﺾa.s. nakz'dan) : zıt, karşı. M iisem m â b în -n a k îz : adi, vaziyetine ve
hareketine uymayan. nakîz-î müddeâ : mant. antitez, karşı İddiâ.
940
a.s.
a.i.
( ﻧﻘﺎره زنikinci “ka” uzun okunur. a.f.b.s.): nakkare, çiftenâra, dümbelek çalan [kimse].
“( ﻧﻘﺎو ﺧﺎﻧﻪka” uzun okunur. а. f.b.i.): çalgı takımı, çalgı yeri, (bkz: mehter-hâne).
nakkar-hâne
n a k k a r i^ e
( ﻧﻘﺎرﻳﻪa.i.): zool. *ağaçkakangil-
ler. nakkaş “( ﻧﻘﺎشka” uzun okunur, a.i. nakş'dan):
1. yağlı boya ile duvar nakışları yapan usta, süsleme sanatkârı. 2. i. nakış işleyen, nakış yapan kimse. nakkaç-1 e z e l : Allah.
( ﻧﻘﻞa.i.): 1. bir şeyi başka bir yere götürme. 2. taşıma, aktarma, geçirme,
nakl
nakl-i hüm âyûn : pâdişâhın taşınması, nakl-i şahâdet. (bkz : kitâb-1 hükmî), n ak l-ü d -d em : fizy. kan aktarma. 3. ayni-
m başka bir şey üzerine alma. 4. anlatma, söyleme [hikâye, masal...]. 5. tercüme etme. б . cogr. *taşın, fr. transport.
nâle-kâr
ذ ﻫﻔﺪ
n a lc l-b e n d
( a .f .b .s .) : h ik â y e c i,
m a s a l,
h a z ırla y a n
ﻧﻌﻼ
( a . z f . ) : 1. n a k i l y o lu y la . 2. a n l a t m a
ذﻫﺎى
dokum a
ذ ﻫ ﺸﺪ ى
n ak ş-b en d î
(a.f.b .i.) : 1. n a k ı ş b e n d l l i k ,
r e s s a m l ık ; s ü s le m e li d o k u m a s a n a t ı. 2 . Ş e y h
v e y â h ik â y e y o lu y la . n a k il
s ü s le m e li
s a n a tk â rı, (b k z : n a k k a ? , re ssâ m ).
h ik â y e b a ğ la y a n , u y d u r a n , n a k le n
k im s e ,
( a . s . ) : 1. ta ş ı m a ile ilg ili. 2 . a k la
M u h a m m e d B a h â ü d d î n N a k ç b e n d 'i n k u r -
d e g il, n a k l e d a y a n a n , y â n î, s ö y le n e n [h a -
d u g u z ü h d e , m ü r â k a b e y e v e h a f i z ik r e d a -
k ik a t] . M â z î - i n a k i l : g r . - m iş 'li g e ç m iş :
y a n a n t a r i k a t i n e g ir m i ? k im s e ,
ت
n a k ç -b e s te
s e v m iş , g itm iş ., g ib i.
ذﻫﺶ
( a .f .b .i.) : m i iz . ik i h â n e li
n a k i l ؟a h â d e t ؛h u k . d â v â l ı n ı n g ıy a b ı n d a g ö -
b e s t e ؟e k li o lu p n â d i r k u l l a n ı l m ı ş t ı r . N a k ış
r ü l e n d a v â la r d a , d a v â c ı t a r a f ı n d a n g e ti r i le n
b e s te le r d e , b i r g e le n e k o l a r a k h e m e n d â i m â
v e b u lu n d u k la r ı y e rd e d in le n e n ta n ık la r ın b e y a n la r ı. n a k liy â t
(a.i. n a k l i y y e 'n i n c.) : 1. t a ş ı m a
İş le ri. 2 . a n l a t ı l a n l a r d a n ö ğ r e n i le n ؟ey ler,
ذﻫﻴﻪ
n a k lic e
(a.i. n a k l 'd e n . c . : n a k l i y y â t ) :
1 . e ؟y â ta ş ı m a İŞİ. 2 . t a ş ı m a p a r a s ı, ta ş ı m a -
ا٠ ( ذعa . i . ) :
i n t i k a m , ö ç a lm a , e z â v e r e r e k
c e z â la n d ırm a . nakm et
ﻧﻘﻤ ﺖ
(a.i.) : i n t i k a m , ö ç a lm a , e z â v e -
r e r e k c e z a l a n d ır m a . nakr
٠ذﻗﺮ
n a k ؟-p e rd â z î
(a.i.) : 1. v u r m a . 2. k u ş u n y e m t o p -
ذﻫﺶ
("k u ”
uzun
o k u n u r,
؛. H ı r i s t i y a n l a r d a
a .i.
İb â d e t
c.
vak-
2. b ir
s ö z le ş m e y i y o k s a y m a ,
n a k z - i s i n n : ç ü rü y ü p k ı n l a n d iş in ؟u k u -
( a . i . ) : 1. r e s im . 2 . d u v a r l a r a , ta v a n -
l a r a y a p ıl a n y a ğ lı v e y â s u l u b o y a r e s im , s ü s le m e s a n a t ı. 3 . ip e k le , S irm a ile İş le m e . 4.
( a .f .b .i.) : s ü s lü iş le m e le r,
n a k z -ı s ıy â m : o ru ؟bozm a,
n a k s - ı d î n : d în î in a n ç la rın z a y ifo lm a s ı. nak؟
ذﻫﺶ
( ذﻫﻮتa.i.) ؛b i r ؟e y in s e ç k in i. ( ذ صa.i.) : 1. b o z m a , ç ö z m e ; k ı r m a .
nakz
m e , a z a l tm a .
(a.f.b .i.) ؛r e s s a m l ık .
t i n i b i l d i r m e k ü z e r e k il is e d e ؟a l ı n a n ؟a n . nakvet
( a . i . ) : 1. n o k s a n , e k s ik lik . 2. e k s ilt-
ﻧﻔﺶ ﺑﺮدازى
2 . f â n u s , ؟a n b iç i m i n d e o l a n ؟işe.
İ l t ı r a ş l ı k , fr . s c u l p t u r e .
ذﻫﺺ
ﻧﺎﻗﻮس
nâkus
y a p m a , t a ؟o y m a c ılığ ı. F e n n - İ n a k r : h e y naks
(a.f.b .s. v e i . ) : n a k ı ş y a -
n â k u î i ^ u ( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k r 'd a n ) : 1. d ü d ü k . 2 . b o r u .
n e v â k is ) 1
la m a s ı. 3. o y m a , k a z m a , ta ş o y m a , h e y k e l
ذص
n a k ؟- s e m â î ( ذﻫﺶ ﻣﻤﺄﺀىa .b .i .) : m ü z . i k i h â n e li b e s t e v e y â s e m â î. n a k ş -tırâ z j١ >
ilk . M a s â r i f - İ n a k l i c e : ta ş ı m a p a r a s ı, nakm
le n k -fâ h te u s û lü k u lla n ılm ış tır. n a k ؟- p e r d â z رداز p a n , re s sa m .
m e c . h ile , r e n k .
r u n d ؛k a l a n k ö k p a r ç a s ı,
ذﻗﻬﺎ
nakzen nal
ض
(a.zf.) : n a k z e d e r e k , b o z a r a k ,
( a . i . ) : 1. a y a k k a b ı, p a p u 2 . ؟. n a l. 3 ٠o tu -
r a c a k y e r l e r i n e n a ş a ğ ıs ı,
n a k ؟- ı b e r - â b : d e v a m s ız , s ü r e k s iz ؟ey.
nâl
n a k ؟-ı b î g ı ı b â r : s ık ın tı, b a s k ı a ltın d a b u lu n a n l a r m a ğ la y ış ı. n a k ؟- ı c e b i n : a l i n y a z ıs ı, ( b k z : s e r - n ü v iş t) .
ﻻل
(f.i.) 1 ؛. k a r n i ؟d ü d ü k , ( b k z : m i z m â r ) .
2 . k a m ı ş . 3 . k a r n i ؟k a l e m i n i ç i n d e k i sa z . 4 ٠? e k e r k a m ı ş ı . 5. s. in le y e n , in le y ic i.
n a k ؟- ı d i l - f î r î b : g ö n ü l a ld a t ıc ı s û r e t.
n â l â n ( ﻻﻻتf . s . ) : 1. in le y ic i, in le y e n . 2 . i. k a d ı n a d i.
n a k ؟- ı d î v â r : d u v a r a y a z ıl m ı ş fr e s k ; m e c .
n â -J â y ık
c a n s ız , k u v v e ts iz , r u h s u z k im s e . n a k ؟- ı k a d e m , - -1 p â y : a y a k iz i. 5. m ü z . b e s te v e s e m â î f o r m e 'l a r m ı n h u s û s î b i r ؟e lelin e v e r i le n is im .
n a '1 - b e n d n a '1 - b u r n a 'l ç e -
n a k ؟- ı n î k : iy i, h o ؟, g ü z e l, m u t l u a n .
n â le
n a k ؟- ı p e l e n g : g .s. b i r k u m a ş v e ؟i n i m o t if i. k ış la rın ı
-
( f a . b . s . ) : lâ y ık s ız , lâ y ı k d e g il.
٠ ( ذﻋﺐa .f .b .i.) : n a lb a n t . ( ذ ضa.f.b .i. n a '1 'd a n ) :
n a lb u r , n a l,
؟iv i g ib i ؟e y le r y a p a n k im s e ,
n a k ؟- ı k ü l l : t ü m y a r a t ıl ış .
n a k ؟-b en d
ﻻﻻ ق
( b k z : n â - r e v â , n â -s e z â ).
( a .f .b .i.) : k u m a ş l a r ı n
b a ğ la y ıp
ip e k
te lle r le
na-
te z g â h a
ﻻك
(a.f.b .i.) : n a lç a , (f.i.) : in le m e , in i l t i , ( b k z : fe ry â d ).
n â l e - i b ü l b ü l : b ü l b ü l ü n f e r y â d ı. n â le -k â r
ﻻك ﻛﺎر
( f .b .s .) : in le y e n , ( b k z : n â le -
s e n e , n â le - z e n ) .
941
nâle-künân nâle-künân ﻛ ﺂ ن feryâdederek. nâlende
ﻻﻛﻪ
ﻻك
(f.zf.):
inleyerek,
(f.s.): inleyen, inleyici.
nâle-senc ( ﻻك ﻟ ﺞf.b.s.): inleyen, inildeyen, (bkz : nâle-zen). nâle-senci ص
( ﻻكf.b.i.) : feryâdedicililc.
nâ-makbûl ( ﻻﻫﻌﺒﻮلf.a.b.s.): makbul olmayan, kabûl olunmamış, beğenilmemi ؟, nâ-ma'kul "( ﻻﻫﻌﻘﻮلku” uzun okunur, f.a. b.s.) : ma'kul olmayan, akla uygun gelmeyen, nâ-ma'lûm ( ﻷﻫﻌﻠﻮمf.a.b.s.): bilinmeyen, bilinmemiş. (bkz ؛mechûl).
nâle-serâ ١( ﻻك ﺳﺮf.b.s.) : inleyen,
nâmân ( ﻻﻣﺎنf.i. nâm'ın c.): isimler, adlar,
nâ'leyn ( ضa.i.c.): 1. bir çift ayakkabı. 2. bir çift nalın. 3. bir çift nal.
nâ-ma'rûf ( ﻻ ر و ىf.a.b.s.) ؛ma'rûf olmayan, tanınmayan, bilinmeyen,
na'leyn-tırâş ( ﻧ ﺪ ر ا شa.f.b.s. ve i.): nalmcı.
nâ-marzî ( ﻻ ر سf.a.b.s.): arzuya, İsteğe uygun olmayan.
nâle-zen ( ﻧﺎك زنf.b.s.): inleyen, inildeyen, (bkz ؛nâle-senc). nâle-zenân rek. nâle-zenî
( ﻻك زﻻنf.zf.): inleyerek, inildeye-
( ﻻك زﻧﻰf.b.i.). (bkz : nâle-senci).
na'lî ( ذ شa.s.): nal biçiminde olan, nâliş ( ﻻدشf.i.): inleyi?, inleme, inilti, nâliş-kâr, nâliş-ker ﻛﺮ٠ ﻻﻟﺚ inleyen, inildeyen, nâliş-zen
، ر،ىﻟﺸﻚ
(fb. s.) :
( ﻻﻟﺸﺰنf.b.s.) : inildeyen,
na'l-tırâ? ( ذﻋﻠﺘﺮا شa.f.b.i.): 1. ağaç ayakkabı yapan sanatkâr. 2. nalmcı.
nâ-matbû' ( ﻻﻫﻄﺒﻮعf.a.b.s.): 1. tabiata uygun olmayan. 2٠basılmamı? olan [yazı], nâm-âver ( ﻻم آورf.b.s.c.: nâm-âverân): ad salmış, ünlü, (b kz: me?hûr, nâm-berde, nâm-dâr, nâm-ver). nâm-âverân ( ﻻم اورانfb.s. nâm-âver'in c.): ad salmı? olanlar, ünlüler, (bkz ؛meşâhîr, nâm-verân). namâz ( سfi.) : namaz, (bkz : salât). namâz-1 pî?în : öğle namazı, namâz-ı ?âm : akşam namazı,
nâm-ı diğer (öteki ad) ؛takma ad.
namâz-gâh ( ﺗﻤﺎز ﺳﻪf.b.i.): [çok zaman] açıkta namaz kılmak üzere yapılan yer olup kıble tarafında mihrap yerine bir d ik ili taşı bulunur, üstü açık mescid.
nâm-ı müsteâr : lcendi admdan başka eğreti alman ad.
namâz-güzâr ر١ى edâ eder olan.
nâm-ı şerîf: ?erefli isim, mubarek ad. 3. adres. 4. yerine, vekillilc.
nâm-ber-dâr ( ﻻم ردا رf.b.s.): namlı, adil sanlı, (bkz : meşhûr, nâm-âver, nâm-berde, nâmdâr, nâm-ver).
nâm ( ﻻمf.i.c.: nâmân): 1. isim, ad. 2. ün, İâkab.
na'mâ' ( ﻧﻌﻤﺎﺀa.i. ni'met'den): 1. ihsan, bahŞİŞ, nimet, insani refâha kavuşturucu şey. 2. bahşiş, armağan. nâ-ma'dûd ۵ﯮ çok.
(f.a.b.s.) ؛sayılmaz, sayısız,
jU j (f.b.s.): namazlarım
nâm-bürde ( ﻻم ر د هf.b.s.). (bkz : meşhûr, nâmâver, nâm-dâr, nâm-ver). nâm-cû[y] [( ﻻﻣﺠﻮ]ىf.b.s.c.: nâm-cû-yân): 1. nam arayan, ün arayan. 2. yiğit,
nâ-mağlûb ( ىﻫﻐﻠﻮبf.a.b.s.): mağlup olmaz, yenilmez.
nâm-cûyân ﺟﻮﻻن٠( ﻻهf.b.s. nâm-cû'nun c.) : 1. nam arayanlar, ün arayanlar. 2. yiğitler,
nâ-mahdûd ( ﻻﻫﺤﺪودf.a.b.s.): hudutsuz, sınır-
nâm-dâr ار٠( ﻻﻣﺎf.b.s.c. ؛nâm-dârân): namlı, ünlü, (bkz : meşhûr, mUştehir, nâmber-dâr, nâm-ver).
SIZ.
nâ-mahrem ( ﻻﻫﺤﺮمf.a.b.s.): 1. mahrem olmayan. 2. nikâh düşmeyen. 3. yabancı erkek tarafından görülmesi câiz olmakla kendisinden kaçılan. 4. yabancı, (bkz : bigâne),
nâm-dârân ( ﻻط'رانf.b.s.: nâm-dâr'ın c.): namlılar, ünlüler, (b kz: meşâhîr, nâmâverân, nâm-verân).
nâ-mahremiyyet ﺣ ﺮﻣﻴ ﺖ٠( ىfa.b.i.): namahremlik.
nâm-dârî ( ىﻣﺪا ر ىfb.i.): namdarlık, şöhret, ünlülük.
nâ-mahsûr ( ﻻﻣ ﺤﻤ ﻮوf.a.b.s.): sonu olmayan, sonsuz, sınırlanmamı?.
nâme ه٠( ﻻf.i.): 1. mektup. 2. sevgiye ve aşka dâir yazılmış mektup. 5. kitap, mecmûa.
942
nâ-murâd n â m e -i h icrâ n
: ayı-ılık mektubu,
nâm e-resânî
n â m e -i h ü m â y û n :
[eskiden] pâdişâh tarafmdan bir hükümdara gönderilen mektup,
n â m e -i h ü m â y u n -1 izzet ve saadet m eşh û n :
pâdişâh tarafından bir hülcümdara gönderilen ululuk, yücelik ve mutlulukla dolu mektup. : pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen degere, yüceliğe, ululuğa ve saygıya ulaşmış, kavuşmuş olan mektup,
n â m e -i h ü m â y û n -1 iz ze t-m a k rû n
n â m e -i
h ü m â y û n -1
m e s e r r e t -m a k r û n :
pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen meserrete, sevince ulaşmış, kavuşmuş olan mektup. n â m e -r e s â n î : mektup
(adi, mevkii, ünvanı mutlu olanm mektubu): pâdişâh mektubu, : kara yüzlü, felâket haber-
li mektup.
ر ﺿ ﺐ٠"( ﻻgu” uzun okunur, f.a. b.s.): rağbet olunmayan) beğenilmeyen,
nâ-m ergub
nâ-mer'î ( ﻻرﻓﻲf.a.b.s.) : 1. görünmez; görülmez. 2. modası geçmiş, nâ-merzâ ﻻ ر ص: (bkz : nâ-marzî). nâ-mesbûk ( ﻻ ﺑ ﻮقf.a.b.s.): sebketmemi?, geçmemi ; ؟benzeri olmamı ؟, nâ-mesmû' ( ﻻ ﻣ ﻤ ﻮ عf.a.b.s.) : 1. işitilmemi ؟. 2. işitilmeye değmez.
( ﻻ سf.a.b.s.): 1. örtülmemi ؟, (bkz : uryân). 2. açık, meydanda, (bkz : İyân).
nâ-m estûr
olmayan, kutsuz. ﻻ ﻫﺜ ﺮ و ع (f.a.b.s.): huk. ؟eriata, kanuna uymayan, yasaya aykırı, (bkz: me ؟rû').
nâ-m e ؟rû'
؟erefli, mubarek, kutsal mek-
nâ-m evzûn ( ﻻرزونf.a.b.s.): 1. vezinsiz, ÖİÇÜsüz. 2. ed. vezni bozuk [manzûme].
ﻻﻫﻪ- (f.s.) : "yazılı, yazılmış, küçük ki-
nâ-m eysûr ( ﻻ د و رf.a.b.s.): 1. İŞİ kolaylaştırılmamı2 . ؟. elde edememi ؟, ele geçirememi; ؟
n â m e -i ؟e r i f :
tup. -n âm e
(f.b.i.): nâme, mektup
nâ-m es'ûd ( ﻻ ﺳ ﻮ دf.a.b.s.): mes'udve mübârek
ulaştırma İŞİ.
n â m e -i sa âd et-ıın vân n â m e -i siy a h lik a
ا ذ ى٠ﻻ ﻫ ﻪ ر م
eriştiricilik.
tap” mânâlarına gelerek mürekkep (birİeşik) lcelimeler meydana getirir: [emirnâme, kanûn-nâme> karar-nâme.. gibi],
( ﻻﻫﻪ اورf.b.s.): mektup götüren,
n â m e -â ve r
y. ( ﻻﻫﻪf.b.s.): mektup götüren.
K ebû ter-İ
ﻏﻬﻮم٠ ( ﻻf.a.b.s.): mânâsız, anla-
nâm î
( ﻻ ﻫﺄرلf.a.b.s.): umulmadık, bek ه ﻧﻮص٠( ﻻf.b.i.):
tar.
Bâblâlî'de,
( ﻻ ر و طf.a.b.s.): râbıtasız,mânâsız,
saçmasapan. n â -m erd
( ﻻ ر دf.b.s.): 1. merd olmayan, alçak
( ﻻ ﻫ ﻬ ﺮ ﻻ ذ ىf.b.i.): muhabbetsizlik, vefasızlık, sevgisizlik.
nâm iye ( ﻻ بa.i.): olma, yerdenbitme. K uvve-i nâm iye : olma, yerden bitme kuvveti,
( ﻻ ب ﻻرa.f.b.s.): hayat verici, ( ﻻ زا جf.a.b.s.): mizaçsız, keyifsiz,
[kimse]. 2. korkak, (bkz : cebin).
nâm îye-bâr
(f.zf.): insaniyetsizlikle, alçaklıkla,
nâ-m izâc
n â -m erd -â n e
ﻻ ردا ﻻ
nâmertlikle,
rahatsız, hasta.
(f.b.i.): 1. nâmertlik, insaniyetsizlik, alçaklık. 2. korkaklık,
n â -m e rd î
ﻻ رد ى
n â m e-res, n â m e-resân
( ﻧﺎﻣﻬﺮﺑﺎنf.b.s.): muhabbetsiz,
vefâsız, sevgisiz. nâ-m ihr-bânî
dîvân me'murluklarından biri, n â-m erb û t
( ﻻسa.s. nüm üw'den): yerden biten, yeti ؟en٠ büyüyen, artan, [müen. “ ؛nâmiye” ]. (bkz: nâbit).
nâ-m ihr-bân
lenmedik. n â m e-n ü v îs
( ﻻسf.s. nâm'dan): 1. namlı, ؟Ohretli, ünlü. 2. i. erkek adi.
nâm î
şılmaz. n â -m e'm û l
( ﻻم ﺳﺘﻌﺎ رf.a.b.i.): takma ad [kendini belli etmemek İçin alman-],
posta güvercini,
n â m e -b e r:
(bkz: nâme-âver). n â -m e fh û m
( ﻻسa.i. nemk'den) 1 ؛. yazıcı, kâtip (bkz : nüvisende). 2. erkek adi.
nâm -ı müsteâr
(bkz: nâme-ber). n â m e -b e r
elde edilememiş, ele geçirilememiş, nâm ık
ﻻﻫﻪ رﺳﺎن
،
ئ رس
(f.b.s.): nâme eriştiren, mektup ulaştıran.
( ﻻ زا سf.a.b.i.): mizaçsızlık, keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık,
nâ-m izâcî
nâ-m urâd ( ﻻ رادf.b.s.): 1. murâdma erişememi2 . ؟. i. müz. Türk müziğinin eski bir mü943
nâ-murâdî
rekkep makamı olup zamâmmıza kalmış bir nümûnesi yoktur. nâ-murâdî ( ﻻ راد ىf.b.i.): muradına erişememe, isteğine ulaşamama, nâmûs ( ﻻر سa.i.c.: nevâmis): 1. kanun, nizam. 2. ar, edep, hayâ, ırz. 3. temizlik, doğruluk. 4. Allah'a yakın olan büyük melek, Cebrâil. [Aı-apçada: “esrâr sâhibi" mânâsına da gelir; asil: Yunancadır],
nâ-mütenâhî ( ﻻ ﻷ سf.a.b.s.): sonsuz, uçsuz bucaksız. Fezâ-yî nâ-mütenâhî: sonsuz gibi görünen boşluk. nâ-mütenâhîyyet ( ﻻ ﻣﺘﺎ ﻣ ﺖf.a.b.i.): sonsuzluk. nâ-müvecceh وﺟﻪ٠( ﻻf.a.b.s.): tevcih edilmemi ؟, yönetilmemi ؟. nâ-müveccîh ،( ذاﻫﻮﺟﺎf.b.s.): uygun olmayan, uygunsuz.
nâmûs-i dilberi: dilberlik nâmusu, güzellik ؟eref ve haysiyeti,
nâ-müyesser ر٠( ﻻ سf.a.b.s.): müyesser olmayan, elden gelmeyen.
nâmûs-i elcber: Cebrâil.
nâm-ver ( ﻧﺎﻣﻮرf.b.s.c.: nâm-ver-ân): namlı, adli, ünlü, (bkz: me ؟hûr, nâm-âver, nâmberdâr, nâm-dâr).
nâmûsiyye ( ﻻ ر بa.i.): 1. yatanların görülmemesi İçin yatagm etrâfına çekilen perde. 2. cibinlik. nâmûs-kâr ﻻرﺳﻜﺎر 2. dogru. [adam].
(a.f.b.s.) :
1. nâmuslu.
nâmûs-kâr-âne راذه١( ﻻﻣﻮﺳﻚa.f.zf.): nâmuslulukla. (bkz: nâmûs-pervei'-âne). nâmûs-perver ( ﻻرس رورa.f.b.s.): nâmuslu. nâmûs-perver-âne ر وا ﻻ ( ﻻر سa.f.zf.): nâmuslulukla. (bkz: nâmûs-kârâne). nâmûs-perveri nâmusluluk.
رور ى
ﻧﺎﻣﻮس
(a.f.b.i.):
nâ-mutasavver ( ﻻﻣﺘﻤﻮرf.a.b.s.): hatıra ve hayâle gelmeyen.
nâm-verân ( ﻻررانf.b.s. nâm-ver'in c.) : namİılar, adlılar, ünlüler, (bkz: meçâhîr, nâmâverân, nâm-dârân). nâm-verî( ﻷرر ىf.b.i.): meşhurluk, ünlülük, nâm-zed ( ﻻ ر دfb.s.): 1. nişanlı, sözlü, yavuklu. 2. aday. 3. huk. miras bırakanın fevkalâde ikame yoluyla tayin ettigi miras4 .1 ؟. huk. lehine vasiyet yapılan kimse. nân ( ﻻنf.i.): ekmek, (bkz : hubuz). nân-ı aziz: ekmek. nân-ı aziziyle perverde olmak: birinin ekmegiyle beslenmek,
( ﻧﺎf.a.b.s.): güvenilmez,
nân-ı cevin : arpa ekmegi. nân-ı gülâc: ekmek kadayift, güllaç baklavasi.
nâ-muvâfık ( ﻻرا شfa.b.s.): mııvâfık, uygun olmayan, uymaz.
nân-ı harâm: kanun dışı sağlanan yiyecek ve para.
nâ-mübârek ( ﻻ ﺑ ﺮ كha.b.s.): uğursuz, meymenetsiz.
nân-ı helâl: kanuna uygun, yasal yollardan sa'glanan geçim, para, nân-ı hu ؟k : kuru ekmek,
nâ-mûtemed inanılmaz.
nâ-miihezzeb ﻫ ﺬ ب٠( ﻻf.a.b.s.): ıslah edilmemi ؟, terbiye görmemi ؟. nâ-mülâyim أ٠ي٠( ﻻﻣﺎلf.a.b.s.): 1. uymaz, uygunsuz. 2. sert, çetin. nâ-münâsib ( ﻻ ﻣ ﻼ بf.a.b.s.) : uygun olmayan, münâsebetsiz, yakışıksız, uygunsuz, nâ-müsâid ( ﻻ ﺳﺎ ﻋﺪf.a.b.s.): müsâit olmayan, bir İ ؟İ güç bir hâle sokan, nâ-müstahikk ( ﻻf.a.b.s.) : 1. istihkakı olmayan. 2. istihkak olunmamı ؟, hakedilmemi ؟. nâ-miistaidd ( ﻻ ﺳﺘ ﻌﺪf.a.b.s.): istidatsız, kabiliyetsiz. 944
nân-ı keşkin: buğdaydan başka hububatla yapılan ekmek, nân-ı telh : acı ekmek, nân-ı teng : küçük kalıp ekmegi. nân ü nemek: tuz ve ekmek [hakki], nân ii ni'met: iyilik, bağış, (bkz: âtıfet, İhsân). na'na' e ( ؛a.i.): nâne. na'nâ' ( ﻧﻌﻴﺎعa.i.): nâne. (bkz : na'na'). nân-bahâ ^ ( ﻻfb.i.): imparatorluk zamanında bâzı devlet memurlarına ekmek karşılığı olarak verilen para.
nâ-re'y
nân-cû[y] [( ذاذﺟﻮ]ﺗﻤﺄfb.s. ve i.) : “ekmek arayan" : dilenci, (bkz : gedâ, nân-hör). nân-hâh ( ﻧﺎﻧﺨﻮاهf.b.s.): “ekmek isteyen'': dilenci. nân-hâr ( ﻧﺎن ﺧﻮارf.b.i.) :tar. ölen yeniçerilerin çocukları. nân-hör ( ﻧﺎن ﺧﻮرf.b.s. ve i.) : dilenci, (bkz: gedâ, nân-cû[y], nân-hâh). nân-kör ( ﻧﺎ ﻧﻜﻮرfb .s.): gördüğü iyiliği unutan; tuz, ekmek hakkini bilmeyen, nân-pâre ( ﻧﺎ ﻧﺠﺎرهf.b.i.): 1. ekmek parçası, bir lokma ekmek. 2. geçime yarayan İş, me'murluk. nân-pez ( ﻧﺎ ﻟﺠﺰfb .i.): ekmekçi, ekmek pişirici. (bkz: habbâz). nânû ( ﻧﺎ ﻧﻮf.i.): ninni. nâ-pâk ( ﻧﺎﺑﺎكf.b.s.c.: nâ-pâkân): pis, murdar, nâ-pâkân ( ﻧﺎ ﺑﺎﻛﺎنf.b.s. nâpâk'ın c .): pisler, murdarlar. nâ-pâkî ( ﻧﺎ ﺑﺎﻛﻞf.b.i.): pislik, murdarlık, (bkz : hubs). nâ-pay-dâr ( ﻧﺎﻳﺎﻳﺪارf.b.s.): sebatsız, kararsız; süreksiz. nâ-perhiz-kâr ( ﻧﺎﺑﺮﻫﻤﺰﻛﺎرf.b.s.): 1. sağlığına dikkat göstermeyen. 2. günahtan kaçınmayan. 3. toplumun ahlâk kurallarım hiçe sayan. nâ-pervâ ( ﻧﺎﺑﺮواf.b.s.): 1. pervâsız, korkusuz, çekinmez, aldırışsız, (bkz: bî-pervâ). 2. sersem. nâ-pesend, nâ-pesendide ، ﻧﺎ ﺑ ﺤ ﺪ ﻳ ﺪ، ﻧﺎ ﺑ ﺴﻔﺪ (f.b.s.): beğenilmez. nâ-peydâ ( ﻧﺎﺳﺪاf.b.s.): 1. bellisiz, görünmeyen, gizli. 2. kaybolmuş, (bkz: nâ-bûd). Peydâ vü nâ-peydâ : belli belirsiz, nâ-pezîr ( ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮf.b.s.): 1. kabul etmez. 2. olamaz, olmaz. nâ-puhte ( ﻧﺎ ﺑﺨﺘﻪf.b.s.): 1. pişmemiş, çiğ. 2. mec. tecrübesiz, acemi, nâr ( ﻧﺎرf.i.): bot. nar. nâr ( ﻧﺎرa.i.): 1. ateş, od. 2. cehennem. Ehl-İ n â r : cehennemlik olan. El-İntizârü eşeddii m in-en-nâr: bekleme, ateşten daha şiddetlidir, thrâk-bi'n-nâr: ateşle yakma. 3. yakıcı şey [ateş gibi]. Küre-i n â r: jeol. ateş kiire. nâr-ı a ş k : aşk ateşi.
nâr-ı beyzâ : kim. akkor, nâr-ı fâ r is i^ e : hek. yılancık, na'ra ( ذﻋﺮهa.i.): (bkz : na're). nâ-râst ( ﻧﺎراﺳﺖf.b.s.): 1. dogru olmayan, egri. 2. yanlıç, dogru olmayan. 3. razı olmayan, nâr-bün ( ﻧﺎرﺑﻦf.b.i.): nar ağacı, nârcîl ( ﻧﺎرﺟﻴﻞa.i.): Hindistan cevizi, nârçîl ( ﻧﺎرﺟﻴﻞf.i.): Hindistan cevizi, (bkz: nârgîl). nârdâ ( ﻧﺎرداf.b.s.): lâyık degil. (bkz: nâçespân). nâr-dân ( ﻧﺎردانf.b.i.) : 1. nar tâneleri. 2. göz yaşı damlaları. nârdenk ( ﻧﺎردﻧﻚfi.) : nâr, erik, kızılcık, elma gibi meyvalardan çıkarılan ekşimsi pekmez. nâr-dîn ( ﻧﺎودﻳﻦf.i.): bot. sünbül-i rûmî denilenbir çiçek. na're ( ﻧﻌﺮهa.i.): nâra, yüksek sesle bağırma, na're-i h ayyâkallâh : "Allah canını bağışlasin!" tarzındaki bağırma, na're-i mestâne : sarhoş gibi nâra atma, na're-endâz ( ﻧﻌﺮه اﻧﺪازa.f.b.s.): nâre atan, nâ-refte ( ﻧﺎرﻓﺘﻪf.b.s.): gidilmemiş, geçilmemiş, kimsenin geçmediği [yer], nârenc ( ﻧﺎرﻧﺞf.i.): 1. turunç. 2. portakal, nârenci ( ﻧﺎرﻧﺠﻰf.s.): turuncu, turunç renginde. nârenciyye ( ﻧﺎرﻧﺠﻴﻪa.i.): bot. turunçgiller [portakal, mandalina, limon, greypfrut (=altıntop) gibi şeyler], nâreng ( ﻧﺎرﻧ ﻚf.i.). (bkz : nârenc). nârengi ( ﻧﺎرﻧﻜﻰf.i.). (bkz : nârenci). nâ-res ( ﻧﺎرسf.i.) : ham meyva. nâ-resâ ( ﻧﺎرﻣﺎf.b.s.) : 1. münâsip, uygun olmayan. 2. yetişmemiş, ham. nâ-resâyî ( ﻧﺎرﺳﺎﻳﻰf.b.i.): 1. hamlık. 2. uygunsuzluk. [asli: "nâ-resâî" dir]. nâ-resîde ( ﻧﺎرﺳﻴﺪهf.b'.s.): 1. olmamış, ham. 2. bulûğa ermemiş, (bkz : nâ-bâliğ). nâ-reşîd ( ﻧﺎرﺷﻴﺪf.a.b.s.): olgunlaşmamış, kemâle ermemiş. nâ-revâ ( ﻧﺎرواf.b.s.): yakışmaz, (bkz: nâsezâ). nâ-revân ( ﻻروانf.b.s.): akmayan; geçmeyen, nâ-re'y ( ﻻرأىf.b.s.): 1. tedbirsiz. 2. mec. dinsiz, imansız.
n٥'re-zen na're-zen ( ﻧﻌﺮه زنa.f.b.s.) : nâre atan, ku vvetli
ﻧﺎﺻﻮاب
nâ-savâb
(f.a.b.s.) : d o ğ r u
o lm ayan )
y a n lış , h a k siz . Cevâb-1 nâ-savâb : y a n lış ,
bağıran.
nârgîl ( ﻧﺎرﺳﻤﻴﻞf.i.): hindistan cevizi, ( b k z : nârçîl).
h a k siz cevap.
ﻧ ﻤﺎ ﺑﺢ
n a s â y ih
nârgile ( ﻧﺎرﺳﻤﻠﻪf.i.): nargile, nârgüe-keş ( ﻧﺎرﺳﻤﻠﻪ ﻛﺶf.b .s.): nargile İçen, narh ( ﻧﺮخf.i.): nark, çarşıda, pazarda satılan
(a.i. n a s l h a t 'm c.) : ö ğ ü tle r ,
nasâyih-i pederâne : b a b a c a s m a
ö ğ ü tle r ,
[a sli : “n a s â i h ” d ir ].
Nasâyıhü'l-M ülûk ( p a d i ş a h l a r ı n ö ğ ü tl e r i ) :
şeyler İçin resm i m akam larca gösterilen
1639 d a ö le n S iv a s 'il A b d ü lm e c i t Ş e y h î'n i n
fiat. [kelim enin asil “n irh " dir].
I. A h m e t 'i n e m r iy le ؟e ş itli e s e r le r d e n s e ؟e-
narh-ı metâ-i derd ii belâ : dert ve belâ m anârî ( ﻧﺎرىa .i.): 1. ateşe m ensup ؛ateşle ilgili. 2 ٠cehennem lik, (bkz : dûzehî). 3. i. cin, peri.
nâ-sâz ( ﻧﺎﺳﺎزf.b .s.) : u y m a z , u y g u n s u z . Tâli'-i nâ-sâz : u y g u n s u z t â l i h .
ﻣﺎزى٠ﻧﺎ
nâ-sâzî
nâriye ( ﻧﺎرﻳﻪf s . ) : [“nâr” in miien.]. (bkz : nâr), n â ri^ e t
r e k m e y d a n a g e ti r d i ğ i d i n d e n , a h l â k t a n v e m e m le k e t i d a r e s i n d e n b a h s e d e n e s e ri,
linin narhı, değeri.
ﻧﺎرﻳﺖ
(o .i.): yak ıcılık, ateşin özelliği,
nâr-pistân ( ﻧﺎرﺑﺴﺘﺎنf.b .i.): 1. n ar gibi top olan meme. 2. s. m em esi nar gibi top olan [kız vey â k a d ın ].
ﻧﺎﻣﺎزﻛﺎر
nâ-sâz-kâr
y e n , m u h â l if . 3.
rm hayırlısı, halka faydası dokunanıdır,
nâs-ı ızrâr : huk. birinin, her ne şekilde olursa olsun bir başkasının m enkul veya gayrim enkul m alın ı ,harap etmesi, yo k et-
z ıtlık .
nasb
(f.b.s.) : 1. u y g u n g ö r m e -
2. m i in â s e b e ts i z İşle u ğ r a ş a n .
i ş it il m e m i ş , b e k le n m e m i ş ,
ﻧﺎﻣﺎزﻛﺎرى
nâ-sâz-kârî
nârven ( ﻧﺎرونf.i.): bot. karaağaç, nâr-ver ( ﻧﺎرورf b .s .) . ( b k z : nâr-pistân). nas ( ﻧﺺa .i.). (bkz : nass). nâs ( ﻧﺎسa.i. İns'in c . ) : insanlar, halk, herkes. Alâ melei'n-nâs : herkesin İçinde, herkesin karşısında. Beyn-en-nâs: h alk arasında. Hayrü'n-nâs men yenfau'n-nâs : insanla-
(f.b.i.) : u y m a z l ık , u y g u n s u z -
lu k .
( f b .i.) : 1. u y g u n s u z l u k ,
2. u y g u n s u z , m i in â s e b e ts i z İş g ö r m e ,
ﻟﻬ ﺐ
: 1. d i k m e ,
(a.i.)
s a p la m a ,
nasb-ı hıyâm : ç a d ı r l a r ı d ik m e , nasb-ı nazar : g ö z a tm a , b a k m a , nasb-ı nigâh : g ö z d ik m e . 2. b i r m e 'm u r lu ğ a t â y i n . 3. a. gr. i s m i n i'r â b ı, h a r f i n ü s t ü n (e) o k u n m a s ı.
nasb-ı ayn [etmek] : g ö z ü d i k m e [k]. nâ-senclde
ﻧﺎﺳﻔﺠﻴﺪه
(f.b .s.) : 1. t a r t ı l m a m ı ş , Öİ-
ç ü lm e m iş . 2 . d e ğ e r le n m e m iş . 3 . iy i d ü ş ü n iilm e m iş .
mesi veya zarar verm esi,
na's, na'se ﻧﻌﺴﻪ، ( ﻧﻌﺲa .i.) : 1. uykusu gelme, u yku bastırm a, ım ızganm a,
( b k z : sine).
2. zayıflık , bitkinlik, kuvvetsizlik,
nâ-sabûr ( ﻧﺎ ﺻﺒﻮرf.a.b .s.): sabırsız, İÇİ tez, tezcanlı.
nâsere
( ﻧﺎﻣﺮهf i.) : a y â r ı ( ﻧﺎﺳﺰاf.b.s.) :
nâ-sezâ
b o z u k [p a ra ], y a k ış m a z ,
(b k z : n â -
re v â ).
ﺳ ﺖ
nasfet
(a.i.) : 1. i n s a f h a k lililc , d o ğ r u l u k ,
2. fels. * d e n k s e r lik , fr. équité, ( b k z : h a k k a n iy e t) , [asli : “n a s a f e t" d ir ].
nasaf ( ﻧﺼﻒa.i.) : uşak, hizm etçi, nâ-sâf ﻧﺎﺻﺎ ف-(f.a.b.s.): 1. s a f olm ayan, hâlis olm ayan, karışık. 2 . pis, kirli,
nasafet ( ﻧﺼﻐﺖa .i.): [bu şekli asil olm akla berâber; "nasfet'' şekli yaygınd ır], ( b k z : nasfet).
nâsıb
ﻧﺎﺻﺐ
(a.s. n a s b 'd a n ) : 1. n a s b e d e n , ( b i r
y e re ) d ik e n . 3.
2. a. gr. h a r f i ü s t ü n (e) o k u t a n .
n a s b e d e n , t â y i n e d e n , a ta y a n ,
nâsıbe
ﻧﺎﺻﺒﻪ
(a.s. n a s b 'd a n ) : [ n â s ıb 'in m ü e n .] .
( b k z : n â s ıb ).
nasâib ( ﻧﺼﺎﺋﺐa.i. nasibe'nin c.) : dikili taşlar, na'sân ( ﻧﻌﺴﺎنa.s.) : uykusu gelmiş, uyku bas-
n âsıf
ﻻﺻﻒ
(a.i. n i s f d a n ) : g e o . a ؟ı o rta y , a ؟ıy ı
ik i e ş it p a r ç a y a b ö le n d o ğ r u , f r . b i s s e c t r i -
tırm ış [adam].
nasârâ ( ﻧﻤﺎر ىa.i. lar.
94،
٨
c . ) : H ıristiyan -
nâsıh, n â s ı h a
ﻧﺎﺻﺤﻪ
،
ﻧﺎﺻﺢ
(a.s. n u s h 'd a n ) :
1. n a s i h a t e d e n , ö ğ ü t v e r e n , ( b k z : p e n d - k â r .
nass v â iz ). 2 . [b irin c is i] e rk e k , [İk in c isi] k a d ı n a d i.
nâsıh-i emin : H z . Nûh. nâsıh-âne ٠ ( ﻻﺻﺤﺎذa .f .z f .) : n a s i h a t e d e r e k , ö ğ ü t v e re re k .
y a z ıl a n m a n z u m v e y a m e n s u r e se r, ( b k z : p e n d -n â m e ).
nasîhat-nâ-peîîr ﻻﻧﺪ ر-
( a .f .b .s .) : ö ğ ü t
d in l e m e z .
2. i. e r k e k a d i.
nâsıra ( ﻻ ﺻﻪa.s.) : [ " n â s ır ” m m ü e n .] . ( b k z :
nasihat-pezir دد و-
( a .f .b .s .) : ö ğ ü t d i n -
ler.
n â s ır).
nâsırîn ن٠( ﻻﺻﺮa.s. n â s ı r 'ı n c . ) : y a r d ı m c ı l a r , nâsıriyye ( ﻻ بa . i . ) : e s k i b i r M ı s ır p a r a s ı, nâsıye ( ﻻ بa.i. n a s â 'd a n c . : n e v â s î ) : a li n , ( b k z : c e b in , p î? â n î).
nâsıyede mestûr (olmak): a l ı n d a y a z ıl ı o lm ak.
nâsıye-i h â l : y ü z ü n g ö s te r iş i, ta v ır , v a z iy e t, nâsıye-pîrâ ( ﻻ ب دراa .f .b .s .) : a l m s ü s le y e n , nâsıye-sâ ١( ﻻ بسa.f.b .s.) : a l n ı n ı y e r e s ü r e n , nâsıye-sâzî ى3( ﻻ ب ﺳﺎa.f.b .s.) : a l n ı n ı y e r e sü rm e.
nâsî ( ﻻ سa . s . ) : n is y â n e d ic i, e d e n , u n u t a n , u n u tu c u . (a .i.):
1. p a y , h is s e . 2. b i r i n i n e ld e
e d e b ild iğ i ?ey. 3. A l l a h 'ı n k ı s m e t e t t i ğ i şey.
nasib almak : [B e k ta ş îlik te ] t a r i k a t a g i r m e tö r e n i y a p ıl m a k .
nasîb-dâr ب ' ر
( a .f .b .s ) : h is s e d â r . ( b k z :
b e h re -m e n d ).
nasîb-dâ? ش١ب
nâsik ( ﻻ سa.s. n e s a k 'd a n ) : te r t i b e d e n , d ü z e n le y e n .
y a r d i m e d e n le r.
nâsik ( ﻻ ﻣ ﻚa . s . ) : A l l a h y o l u n d a İ b â d e t e d e n ) d i n e b a ğ lı , ( b k z : â b id , z â h id ) .
nâsil ل٠ ( ﻻa . i . ) : k i l d ö k ü c ü il â ؟, nâ-sipâs ( ﻻﺳﻲ\سf .b .s .) : ş ü k r e tm e y e n , n a n k ö r , nasir ر٠( ذصa.s. n a s r 'd a n ) : n u s r e t e d e n , y a r d ım c ı. ( b k z : m e d e d - k â r , m u i n ) ,
nâsir ( ﻻشa.s. n e s r 'd e n ) : 1. y a y a n , s a ç a n . 2 . n e sir y a z a n .
nâsiye ﻻ ب
(a.s. n i s y â n 'd a n ) :
m ü e n .] . ( b k z : n â s î
[“n â s î ” n i n
) ﻻ س,
nâsiye ( ﻻ بa.i.c. n e v â s î ) . ( b k z ؛n â s ıy e ). nasl ل٠١ ( ذهa . i . c . : n is â l, n u s û l ) : te m r e n , o k , k a r g ı g ib i ؟e y le r in u c u n d a k i s iv r i d e m ir ,
nasr ( صa . i . ) : 1. y a r d i m . 2 . ü s t ü n l ü k , ( b k z : z a fe r). Sûre-i nasr : K u r 'â n 'ı n n o . s û r e s i, nasrullah : A l l a h 'ı n y a r d ı m ı , nasrun min-Allahi ve fethiin karib : “y a r d ım
A l l a h 'd a n d ı r ,
f e t ih
de
y a k ın d ır .')
m â n â s ı n a g e le n b i r “ â y e t-i k e r im e " , ( a .f .b .s .) : h is s e d e b e r â b e r ,
n a s i p d e eş o la n , ( b k z : lie m - h is s e ). (a.i. n a s b 'd a n . c . : n a s â i b ) : d ik i -
li ta ? , y o ll a r a n i ş a n İç in d i k i l e n ta?,
nâsic ( ﻻﺳﺞa.s. n e s c 'd e n ) : 1. n e s c e d e n , d o k u y a n . 2. s ır a la y a n , d ü z e n le y e n .
nâsicü'1-hiyel: k ö t ü l ü k e d e n , nasih ( ﺻ ﺢa .s . c .: n u s a h â ) : n a s i h a t, ö ğ ü t v e re n .
nasrü'd-dîn :
ı) d i n e
y a rd ım ı
dokunan؛
2) d i l i m i z d e " n a s r e d d i n ” ? e k lin d e k u l l a m l a n e r k e k a d i.
nasrâni ى٠ﺻ ﺎ [H z .
î s â 'n ı n
( a .i .c .: n a s â r â ) : H ı r i s t i y a n . o tu r d u ğ u
" N a s ıra ” k ö y ü n e
m e n s u p d e m e k tir ] .
nasrâniyye ( ﺻﺎذ؛دa . s . ) : [“n a s r â n l 'n i n m iie n .] . ( b k z : n a s r â n i) .
nasrâniyyet ( ص'ﺳ ﺖa . i . ) : H ı r i s t i y a n l ı k ,
nâsih ( ﻷﺳﺦa.s. n e s h 'd e n ) : 1. n e s h v e İ b tâ l e d e n , b a t t a l e d e n . 2. i s t i n s â h e d e n , k o p y a s i n i ؟ik a r a n .
nasihat -
nasihat-ger ( ﺳ ﺤ ﺘ ﻜ ﺮa .f .b .s .) : ö ğ ü t v e r e n , nasihat-kâr ر(a.f.b .s.): ö ğ ü t v e r e n , nasihat-nâme ﻻﻫﻪ( a .f .b .i.) : i n s a n l a r a y o l g ö s t e r m e k , ö ğ ü t v e r m e k m a k s a d ıy l a
nâsır ( ﻻصa.s. n a s r 'd a n c . : n â s ı r î n ) : 1. y a r d ım c ı, y a r d i m e d e n , ( b k z : m u i n ) . Hayrii'nnâsır ( y a r d im e d i c i n i n e n h a y ı r l ı s ı ) : A lla h .
nasibe -
( a .f .b .s .) : k e n d i s i n -
d e n ö ğ ü t a l ı n a c a k sö z .
nâsıhü'1-ceyb : k a lb i t e m iz [a d a m ],
nasib -
nasîhat-âmîz ﺳﺰ٠ ا-
nasri ( ﻧ ﺼ ﻰa . s . ) : A lla h y a r d ı m ı ile ü s t ü n l ü k v e ü lk e a l m a k l a ilg ili.
nass ( ضa . i . c . : n u s û s ) : 1. s a r i h l i k , a ç ık lık , (a.i. n ı ı s l ı 'd a n c . : n a s â y i h ) :
ö ğ ü t, ( b k z : iz a , p e n d , va'z).
k a t 'i l i k . 2. m â n â s ı n d a s a r i h l i k , k a t 'î l i k b u l u n a n K u r 'a n â y e t i n i n d e li l o l a r a k g ö s te r ile n i.
nass-ı kati'
fels. * in a k , d o g m a . 4 . g r . e s k id e n , s â d e c en â - ç e k i b î ( ﻧﺎ ﺷﻜ ﻰf.b.i.). ( b k z : n â - ş ik ib î) . nâşıt ( ﻧﺎﺷﻂa.s. n e ç a t 'd a n ) : ş e n , n e ş e li [a d a m ], nass-ı kati' : m â n â s ı s a r ih , a ç ık o la n K u r 'â n n â ş î ( ﻻ شa.s. n e ş 'e t'd e n ) : 1. n e ş e t e d e n , e d ic i, 3.
b i r m â n â y a g e le n k e lim e ,
â y e tl e r i n d e n d e lil o l a r a k g ö s t e r il e n â y e t,
il e r i g e le n .
nassi ( ذﻫﻰa . s . ) : fels. * in alcsal, d o g m a t ik , nassiyye ه٠ ( ذمa . i . ) : * in a k ç ılık , d o g m a t iz m , fr. dogmatisme. nâ-sûde ( ﻧﺎﺳﻮدهf .b .s .) : i s t i r â h a t e tm e m i ş , d in le n m e m iş .
nasûh ( ﺳ ﻮ حa.s. n u s h 'd a n ) : 1. n a s î h a tç ı , ö g ü tç ü . 2. h â li s , te m iz . Tevbe-i nasûh : b o z u lm a s ı İ m k â n s ı z tö v b e . 3. i. erlcek a d i. nasûhî ( ﺻﻮﺣﻰa . s . ) : 1. b o z u l m a z şelcild e tö v b e e d ic i. 2 . e r k e k a d i. [ m ü e n . : " n a s û h iy y e " ] .
1. ş i ir
ﻻﺷﺪه
okuyan,
،
ş i ir
٠ﻻﺷﺪ
(a.s. n e ş id e 'd e n ) :
s ö y le y e n ,
ş i ir y a z a n .
2. [b irin c is i] e rk e k , [İk in c isi] k a d m a d i. nâ-çikib ( ﻻﺷﻜﺐf .b .s .) : s a b ır s ız . Âçık-I nâşikib : s a b ır s ız â ş ık , [ş iird e " n â - ş ik î b â " şek li n d e d e k u ll a n ıl ır ] .
nâ-şikîb ( ﻻﻓﻜﻴ ﺐf.b.s.) : s a b ır s ız , nâ-şikîb-âne ( ﻧ ﺎ ﻓ ﻜ ﻬ ﺒ ﺎ ﻻf .z f .) : s a b ı r s ı z lı k la , nâ-şikib-ânî ( ﻻ ﻋﺎ ﻧ ﻰf .b .i .) : s a b ır s ız lık , ( b k z : n â -ş e k ib î) .
Nasûhiyye-i Halvetiyye ﺀ ﺧﻠﻮت؛ه٤ ( ﺳ ﻮ ﺣﺎa . s t . ) : H a lv e tiy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b ir i,
nâ-şikibî ( ﻻﺷﻚ؛ىf .b .i.) : s a b ır s ız lık , ( b k z : n â ş e k ib â n î) .
nâsûr ( ﻻ رa . i . c . : n e v â s ir ) : 1. b â s û r d e lig i, fr. fistule. nâsûr-ibevlî: hek. i d r a r y o ll a r ı d o k u l a r ı n ı n m a r a z i o l a r a k s e r tle ş m e s i,
nâ-şinâs ( ﻻﻧﺎ سf .b .s .) : 1. b il m e z , (blcz ؛c â h il) . 2. t a n ı m a z o la n . Hakk-nâ-çinâs : h a k b ilm e z , h a k t a n ı m a y a n . Ni'met-nâ-şinâs : iy il i k b il m e z , n a n k ö r .
nâsûr-i dem'i: hek. k a n l ı b â s û r . nâsûr-ı şercî : hek. b â s û r . 2. nası-r. nâsût ( ﻻﺳﻮتa . i . ) : i n s a n l ı k , m a h l û k ı y e t , in s a n l ı k c â m ia s ı, İ n s a n lığ a â i t şe y le r. Âlem-i nâsût: i n s a n l ı k â le m i, [ l â h û t 'u n z ıd d ı], nâsûtî ( ﻻﺳﻮ'ذىa . s . ) : d ü n y â y a , İ n s a n lığ a m e n -
nâ-şinâsî ى٠( ﻻىﻻf.b.i.) : b il m e z l ik , t a n ı m a z ilk .
nâ-şinîde ( ىﺷﺒﺪهf.b.s.) : i ş it il m e m i ş , d u y u lm a m ış . Kavl-İ nâ-çinîde : i ş it il m e m i ş sö z . nâşir ( ﻻشa.s. n e ş r 'd e n ) : 1. n e ş r e d e n , d a g i t a n , sa ç a n , y a y a n , a ç a n . 2. b ir k ita p n e şre d e n , * y a y ın la y a n .
s u p , d ü n y â ile , i n s a n l ı k l a ilg ili,
nâsûtiy-ân ( ﻻﻣﻮ"ﺑﺎنa .i .c .) : in s a n l a r , nâ-süfte ( ﻻﺳﻚﺀf .b .s .) : d e li n m e m iş . Dürr-inâsüfte : d e li n m e m iş in c i, ( b k z : İÜ'İÜ-İ g a y r- i m e s k u b ) . mec. e v le n m e m i ş g ü z e l k ız . nâ-sütûde ( ﻻﻣﺘﻮدهf.b.s.). a ş a ğ ı lı k , b a y a ğ ı, d e g e rs iz .
na'ş ص
2. zf. ö t ü r ü , d o la y ı, se b e b iy le ,
n â ş id j n â ş id e
nâşir-i efkâr : f i k i r l e r y a y ıc ıs ı, nâşirü'l-harâre: kim. * ıs ıv e re n , nâçire ( ﻻ ﺷﻪa . i . ) : anat. k o l u a ç a n a d a le , nâ-çitâ ( ﻻ ىf .b .i.) : s a b a h t a n b e r i b i r ş e y y e m e m iş o lm a .
nâçiz ( ﻻ شa.s. n e ş z 'd e n ) : 1. d â i m a k a l k m ı ş , ta b u t,
k a b a r m ı ş , a t a n [d a m a r ] . 2 . k a r ı ş ı n a k a r ş ı
c e n â z e , k e fe n e s a r ılı p t a b u t a k o n m u ş ö lü .
( a . i . ) : İ ç in d e
ö lü
b u lu n a n
ç o k z â li m o la n [k o c a ]. 3. h e y e c a n l a c o ş m a
( b k z : c e n â z e , m e y y it) .
[k a lb ].
nâ-şâd ( ﻻﺷﺎدf .b .s .) : h ü z ü n l ü , g a m lı, k e d e r l i, ta s a lı.
d in ] .
nâ-şâdi ( ﻻ ﺳ ﺎf .b .i .) : g a m l ıl ık , nâ-şâyeste ﺑﺖ. ( ﻻﺷﺎf .b .s .) : lâ y ı k o lm a y a n , lâ y ı k d e g il. ( b k z : n â -s e z â ).
nâ-şekîb, nâ-şekib ﻻﺷﻜﺐ، ( ﻧﺎﺷﻜﻴﺐf.b. s.). ( b k z : n â - ş ik îb , n â -ş ik ib ) .
nâ-şekîb-âne ﺷﻜﻲ—اﻧﻪ٠( ﻻf.zf.). ( b k z : n â - ş i k î b â n e ).
nâ-şekib-ânî ş ik ib â n î) .
948
nâçize ( ﻻ ﺷﻪa . s . ) : i t a a ts iz l ik te d i r e n e n [k a -
ﺛﻜﺒﺎذى٠ﻻ
(f.b.i.).
(b k z :
nâ-
nâ-çiiküfte ( ﻻ دf .b .s .) : a ç ıl m a m ış . Zehre-i nâ-şüküfte: a ç ıl m a m ış ç iç e k , nâ-şüste ( ﻻ ﺷﺘ ﻪf .b .s .) : y ı k a n m a m ı ş , nat' ( ﻧﻄﻊa .i .c .: e n tâ ', n u t û ' ) : 1. s o f r a b e z i. 2. m e ş in d e n y a p ı l a n d ö ş e k , fr. natte. nat'-ı zemin : y e r y ü z ü , ( b k z : r û - y i z e m in ) , na't ( ﻧﻌﺖa . i . c . : n ı ı û t ) 1. b i r ş e y i m e d h e d e r e k a n l a t m a , v a s ı f l a n d ı r m a . 2. ed. H z . M u h a m m e d 'i ö v m e k ü z e r e y a z ı l a n ş iirle r.
nâvek-î seheri
nâ-tâb ( ﻻﺗﺎ بf.b.s.): güçsüz, kuvvetsiz, takatten dü ؟mü ؟. nâ't-bân ( ﻧﻌﺖ ﻻنa.f.b.s.) ؛na't-1 ؟erif okuyan kimse. nâ-temâm ( ﻧﺎﻟﻤﺎمf.a.b.s.) : tamamlanmamı ؟, bitmemi ؟. nâ-temâmî ( ﻧﺎﺗﻤﺎﻣﻰf.a.b.i.): noksanlık, eksiklik. nâ-temâmiyyet ( ﻻﺗﻤﺎ ﺑ ﺖf.a.b.i.). (bkz : nâtemâmî). nâ-ters ( ﻻﺗﺮسf.b.s.): korkusuz, cesur, yürekli, na't-gû ( ﻧﻌﺖ ﺳﻤﻮa.f.b.s.): na't söyleyen, nath ( ﻧﻄﺢa.i.): süsme, boynuzla vurma, na't-hân ( ﻧﻌﺖ ﺧﻮانa.f.b.s.): 1. na't, kaside okuyan. 2. cumâ günleri bâzı selâtin câmileriyle tekkelerde güzel sesle "na't-i ؟erif" okuyan adam. nâtıh ( ﻧﺎﻃﺢa.s.c.: nevâtıh) : 1. süsen, boynuzuyla vuran [hayvan]. 2. sıkıntı, keder, (bkz: elem, mihnet).
nâ-tırâş, nâ-tırâ ؟îde ﻧﺎﺗﺮاﺷﻴﺪه، ( ﻧﺎﺗﺮاشf.b.s.): yontulmamı ؟, tıraş olmamı ؟, terbiye görmemi ؟, ham kaba. nâtıs ﻟﺲ٠( ذاa.s.): bilgili, faziletli [adam], (bkz : dânâ). natih ( ﻧ ﻄ ﺢa.i.): 1. çifteli at. 2. mec. ؟om. nati ( ﻧﻄﻴﺶ ؟a.i.): kuvvet ve hareket, natrûn ( ﻧﻄﺮونa.i.): 1. güher ؟i!e. 2. boraks. nats ( ذدىa.i.): nadas. nat( ض ؟a.i.): bünye ve yaradılışın kuvveti, ؟iddeti. natûh ( ﻧﻄﻮحa.s. nath'dan): ؟ok süsen, süsegen [hayvan]. natûk ( ﻧﻄﻮقa.s. nutk'dan): güzel, düzgün söz söyleyen. nâtûr ( ﻷ شa.i.c.: nevâtir). (bkz : nâtır). nâ-tüvân ( ﻧﺎﺗﻮانf.b.s.): zayıf kuvvetsiz, (bkz : zebûn). nâ-tüvânî ( ﻧﺎﺗﻮاﻧﻰfb .i.): zayıflık, kuvvetsizlik, nâûr j f \ j (a.s.): 1. kani kesilmeyen, kani durdurulamayan [damar]. 2. i. değirmen kanadı.
nâtık ( ﻧﺎﻃﻖa.s. nutk'dan): 1. söyleyen, konu ؟an, lâkırdı eden, (bkz: gûyâ, gûyende, nâûre ( ﻧﺎ ﻋﻮرهa.i.c.: nevâîr): bostan dolabı, suhan-senc). Gayr-İ n âtık: konuşma ve düşünceden mahrum. 2. İdrâk eden, dü ؟ii- nâûs وس١( ىf.i.): kilise, manastır; mecûsî ate ؟kedesi. (bkz: deyr, sûmnât). ["nâvûs" ؟ekli nen. 3. bir ifâdesi olan. 4. bir ؟eyi gösteren. 5. beyân eden, bildiren, bildirici. Hayvân-1 de vardır]. nâtık (konuşan hayvan): insan. 6. erkek nâ-ümîd ﻳ ﺪ٠( ﻧﺎ اfb.s.): ümitsiz, ümidi kırılmi ؟, (bkz: nev-mîd). adi. [|müen. “nâtıka"]. 7. tas. Allah'ın insanda dile gelme durumu, nâ-ümîdî ( ﻷ اﻣﻴﺪىf.b.i.): ümitsizlik, ümitkırıklığı. (bkz: kunût, me'yûsiyyet, nâtıka ( ﻧﺎﻃﻘﻪa.i.): 1. düşünüp söyleme hassası, nevmidi). kuvveti. 2. düzgün, dokunaklı söz söyleme. 3.kadın adi. nâ-üstiivâr ( ﻧﺎ اﺳﺘﻮارf.b.s.): 1. sağlam olmayan, dayanıksız. 2. münâsebetsiz. nâtıka ( ﻻ قa.i. nutk'dan): [“nâtık" ınmüen.]. nâ-üstiivârî رى١( ذااﺳﺘﻮf.b.i.): 1. sağlam olma(bkz: nâtık). ma. 2 ٠münasebetsizlik, nâtıka-i cem 'iyyet: cemiyetin nâtıkası, söz nâv ( ﻷوfi.) : 1. İ ؟İ kovuk, oyuk ؟ey. 2. kü ؟ük söyleme kudreti. gemi; kayık. ııâtıka-perdâz ( ﻧﺎﻃﻘﻪ ﻳﺮدانa.fb.s.): düzgün ve nâ-vâkıf ﻷواﻗﻒ-(f.a.b.s.): tanımayan, iyice dokunaklı söz söyleyen, bilmeyen. nâtıka-pîrâ ( ﻧﺎﻃﻘﻪ ﺑﻴﺮاa.f.b.s.): sözünü, dokunâv-dân ( ﻧﺎودانf.b.i.): oluk, (bkz : mîzâb). nakli, düzgün kelimelerle süsleyen, nâv-dân-ı hâme : kalem oyuğu, nâtıkıyyet ( ﻷﻃﻘﻴﺖa.i. nutk'dan): nâtıklık, nâve ( ﻧﺎوهf.i.): ؟amur ve hamur teknesi, konuşmaklık, söz söylemeklik. [yapma kenâvek ( ﻷوكf.i.) ؛ok. (bkz: nebi, sehm, tir), ilmelerdendir]. nâvek-i müjgân : oka benzeyen kirpik, nâtır ( ﻻﻃﺮa.i. natr'dan. c . : natare, nuttâr, nâvek-î k a lb i: İçten ؟ekilen âh. nüterâ): 1. bağ, bahçe bekçisi. 2. hamam natırı, hizmetçisi, [bizde cemi ؟ekilleri kulnâvek-i seheri : sehervaktinde edilen bedduâ İanılmamıştır]. (ilen) ؟. 949
nâvek-endâî
( ﻧﺎوك اﻧﺪازf.b.s.): ok atıcı, okçu. (bkz ؛kemân-keş, tîr-endâz). n â vd c-e n d â zî ( ﻧﺎوك اﻧﺪازىf.b.i.): ok atıcılık, n âvek -m ü jgân ( ﻧﺎوك ﻣﺆﻛﺎنf.b.s.) 1 ؛. ok gibi olan kirpik. 2. kirpiği ok gibi olan dilber, n âver ( ﻻورfs .c .: nâverân) : mümkün, kabil, olabilir.
n âvek -en d âz
( ﻻورانf.s. ııâver'in c.) : mümkün olan, olabilir şeyler, (bkz : miimkinât). n â v e rd ( ﻧﺎور دf.i.): savaş ؛dögüş. (bkz: ceng, harb, heycâ, neberd, perhâş, vega). n â v e rd -g â h ( ﻧﺎوردﺳﻤﺎهf.b.i.) : savaş meydanı, n âv e rd -h â h ( ﻧﺎورد ﺧﻮاهf.b.s.) : savaş isteyen, (bkz: ceng-cû). nâvî ( ﻻوىf.s.) : 1. İÇİ oyuk şey. 2. i. üç direkli gemi. n âvîce ( ﻻوﺑﺠﺎﺀf.s.) : pis, murdar, mülevves. (bkz: habis). na'y ( ﻧﻌﻰa.i.) : ölüm haberi getirme, nây ( ﻻىf.i.): 1. kamış. 2. miiz. ney, kamıştan yapılan düdük. n â y -ı b î n î : anat. burun deliği, n â y -i e n b â n : m üz. gayda, tulumlu boru, n â y -i g ü l ü : anat. boğaz, gırtlak, (bkz : hülkum). n â y -i rû y în , n â y -i rû y în e : m ü z. eski savaşlarda çalınan tunçtan yapılmış bir boru, n â y -i tü r k î : m ü z. zurna. -n â y ﻻى- (f.e.). (bkz : nâ_). n â -y â b ( ﻧﺎﻳﺎبf.b.s.): 1. bulunmaz. K a 'r -1 n ây â b : dibi bulunmaz. 2. benzeri olmaz, (bkz: ender, nâdir). n â y -b â n ( ﻧ ﺎ ﻳ ﺒ ﺎ نf.b.s.): ney çalan, (bkz : nâyî, nây-zen, ney-zen). n â y -çe ( ﻧﺎﻳﺠﻪfb .i.): küçük ney. n â-yeste ( ﻻﻳﺴﺘﻪf.b.s.): lâyık olmayan, (bkz: nâ-şâyeste). n â y î ( ﻻشf.i.): ney çalan, (bkz : nây-bân, nâyzen, ney-zen). n â y ih a . ( ﻧﺎﻳﺢa.i. nevh'den c . : nâyihat): para ile ölüye ağlayan kadın, sağucu, (bkz: nevvâha). n â y în ( ﻻ ﻳ ﻴ ﻦfs .) : kamıştan yapılma, sazdan. n ây-veş ( ﻻﻳﻮشfb .s.): ney gibi. n â y -zen ( ﻧﺎﻳﺰنf.b.s. ve i.) : neyzen, ney çalan. (bkz : nây-bân, nâyî, ney-zen). n a'z ( ﻧﻌﻆa.i.). (bkz : İntiâz). n â v e râ n
950
(f.i.): 1. kendini beğendirmek İ ؟in takmılan yapmacık, (bkz: cilve, İşve, ؟ive). 2. bir şeyi begenmiyormu ؟gibi gözükme. 3. şımarıklık. 4. yalvarma, ricâ. n â z ü n a îm (İçinde o lm a ) : refâh ve bolluk İçinde olma. n â z ii n iy â z ( ile ) : ı) isteksiz olarak, istemeyerek. 2) yalvarıp yakararak, n â-zâd j n â-zâd e ﻧﺎزاده، ( ﻧﺎزادf.s.): 1. dogmamış. 2. olmayacak. n a z â if ظﺀ ف.(a.s. nazifin c .): nazif, nezâfetli, temiz, pâk olanlar. n a z â ir ( ﻧﻈﺎﺋﺮa.i. nâzire'nin c.). (bkz : nazire), n â z â n ( ﻧﺎزانf.s.): 1. nazil. 2. i. kadm adi. n a z a r ( ﻧﻈﺮa.i.c.: enzâr): 1. bakma, göz atma. 2. düşünme, (bkz : mülâhaza). 3. göz değme. (bkz: İsâbet-i ayn). 4. iltifat. 5. itibar. 6 . yan bakış. A t f-1 n a z a r : bakma. C â -y i n a z a r : düşünme. H ü sn -i n a z a r : iyi gözle görme, im 'â n -ı n a z a r : bakıp süzme. N û r -i n a z a r : göz nuru. S a r f-1 n a z a r : şöyle dursun. S a r f-ı n a z a r e t m e k : vazgeçmek. 7. s. güzel, dilber. n a z a r-ı h a k k a n i : Hamzaviye tarikatında mürşidin bakışıyla talibin aşk ve cezbeye uğraması ve cezbe ile fenâ'ya ermesi. n a z a r-ı i b r e t : fena bir olayı ders alınacak bir örnek olarak görme. n a z a r -ı i s t ih c â n : müstehcen telâkki etme bakışı. n a z a r -ı is t îlâ -k â r â n e : istilâcılara yaraşan bakış. n a z a r -ı m u s a g g e r : bir şeyi gerçek boyutlarindan küçük görme. n a z a r i şe fk at ؛acıma bakışı. n a z a r-ı şek k ii t e d k ik : şüphe ve tetkik baki-
n â z ﻧﺎز
?1. n a z a r -ı t a k d i r :
kıymet biçme bakışı,
1. altın. (bkz : zeheb, zer). 2. tâzelik. (bkz : nadar). n a z a ra n ( ﻧﻈﺮأa.zf.): 1. göre, .. bakima göre, bakarak, bakılırsa. 2. nisbeten, nisbetle, kiyaslayarak. n a z a r-b â z ( ﻧﻈﺮﻳﺎنa.f.b.s.): 1. şuhlukla, neşe ile bakan. 2. güzeli seyretmekle yetinen, maddi tatmin edilmeyi istemeyen, n a z a r-b â z î ( ر ﻷ ز ىa.f.b.i.): şuhlukla, neşe ile bakış. n azar, n az âre t
ﻧﻐﺎر ت، ( ﻧﻀﺮa.i.):
nâ-zîbâ nazar ber kadem ( ﻧﻈﺮ ﺑﺮﻗﺪمa.b.i.) : tas. nakşî tarikatında bulunan on iki tâbirden biri, [diğerleri : hoşderdem, sefer der vatan, halvet der encümen, yad kerd, bâz keşt, nigâh dâşt, yâd-dâşt, v u k u fi zamani, v u k u fi adedi, v u k u fi kalbi'dir]. nazar-endâz ( ﻧﻈﺮاﻧﺪازa.f.b.s.) : göz atan, bakan. nazâret, nadâret ( ﻧ ﻐﺎ ر تa.i.) : 1. tâzelik. 2. güzellik, hoşluk. 3. parlaklık, nazar-firib ( ﻧﻈﺮﻓﺮﻳﺐa.f.b.s.) : göz aldatan, yanlış düşündüren, düşünceleri yanlış yola sevk eden. nazar-firib-i efkâr : fikirlerin gözünü aldatıcı. nazar-gâh ( ﻧﻈﺮﺳﻤﺎهa.f.b.i.) : nazar edilen, bakilan veyâ bakılacak yer. nazar-geh ( ﻧﻈﺮﺳﻤﻪa.f.b.i.). (bkz : nazar-gâh). nazari ( ﻧﻈﺮىa.s.) : 1. nazar'a, bakışa âit, nazarla, bakışla ilgili. 2. yalnız görüş hâlinde bulunan, tatbik edilmemiş, teorik, fr. théorique. nâ-zarîf ( ﻧﺎ ﻇﺮﻳﻒf.a.b.s.) : zarif olmayan, nazariyyât ( ﻧﻈﺮﻳﺎتa.i. nazariyye'nin c.) : ilmi görüşler, düşünüşler. Nazariyyât-I Edebiyye : ed. Servetifünûn şâiri Ahmet Reşit Bey'in, edebiyat bilgilerine dair 1912 de hazırladığı iki ciltlik eseri. nazariyyât-i hikemiyye : nazari (teorik) fizik, fr. théories physique, nazariyye ( ﻧﻈﺮﻳﻪa.i.c. : nazariyyât) : ı.mat. teori, fr. théorie. nazariyye-i kiyâmet : biy. kiyâmet teorisi. 2. İlmî görüş, İlmî düşünüş; kuram, nazar-perver ( ﻧﻈﺮﺑﺮورa.f.b.s.) : göz okşayıcı, nazar-rübâ ( ﻧﻈﺮرﺑﺎa.f.b.s.) : göz ؟eken, nâz-bâlîn ( ﻧﺎزﺑﺎﻟﻴﻦf.b.i.) : yastık, (bkz: nâzbâliş). nâz-bâliş ( ﻧﺎزﺑﺎﻟﺶf.b.i.) : yastık, (bkz: nâzbâlîn). nazc ( ﻧ ﻤ ﺞa.i.) : 1. pişme, olma, kıvam bulma, olgunluk. 2. bülûga erme. nazc-ı kable'l-vakt : bülûga erme.
zamânmdan
önce
nâz-dâr ( ﻧﺎزدارf.b.s.) : 1. nazil. 2. i. meşhur bir ؟eşit lâle.
( ﻧﺎ ز رf.i.) : naziklik, incelik ؛asil : "nazükî" diri. n âzen d e ( ﻧﺎزﻧﺪهf.s.) : 1. naz edici, nazil, hoş edâlı. (bkz : içve-bâz, içve-kâr). 2. sevgili, n â z e n d e -â ! : meşhur bir çeşit lâle, n âzen d e -i ta n n â z : alaycı, nazil güzel, n â z e n in ( ﻧﺎزﻧﻴﻦf.s.) : 1. cilveli, oynak. 2. ؟ok nazil yetiştirilmiş, şımarık. 3. nârin, ince yapılı. 4 . mahut. T a rîk -1 n â z e n in : Bektâşi tarikatı. 5. m iiz. eski bir makam,
nâzekî
n â z e n în -i
d il-rü b â -y i
tem ed d ü n :
medenileşmenin gönül ؟eken güzeli, n az h ( ﻧﻀﺢa.i.) : su ؟ekme, (bkz ؛nadh). n â z ıc ( ﻧﺎﺿﺞa.s.) : olgun, yetişmiş, pişmiş, kıvâma gelmiş [et, meyva]. n â z ım ( ﻧﺎﻇﻢa.s. nazm'dan. c. : nâzımîn) : 1. tanzim eden, nizâma koyan, düzenleyen. 2. ed. nazım hâline koyan, manzûme yazan. n â z ım -i m e n â z ım -i u m û r -i c u m h û r : halkin işlerini sıraya koyan, düzenleyen. 3. fiz. *düzenge ؟, düzenleyici, fr. régu lateu r. 4 . m at. normal. 5. i. erkek adi. [müen. nâzıme, kadm adi olarak da kullanılır], n â z ım a ( ﻧﺎﻇﻤﻪa.i.) : [“nâzım” in müen.l. (bkz : nâzım). n â z ım -â n e ( ﻧﺎﻇﻤﺎﻧﻪa.f.zf.) ؛nâzım olana yakışacak yolda. n â z ım în ( ﻧﺎﻇﻤﻴﻦa-.s. nâzım'ın c.) : tanzim eden1er, nizâma koyanlar, düzenleyenler, n â z ır ( ﻧﺎﻇﺮa.s. nazar, nezâret'den. c.: nuzzâr) : 1. nazar eden, nezâret eden, bakan, gözeten. 2. i. (eskiden) vekil, bakan [kabinede], (bkz : vezir). 3. bir yüzü bir tarafa olan. n â z ır -1 İm âre t : imparatorluk devrinde vak if imaretlerinin yemekhane müdürü, n â z ır -ı v a k f : h uk. [eskiden] mütevelliye vakfa âit işlerde nezâret etmek ve işlerde rey bakımından mütevelliye merci olmak üzere nasbolunmuş olan zat. n â z ır a ( ﻧﺎﻇﺮهa.s.) : 1. nâzır'ın müennesi. 2. i. göz. (bkz : ؟eşm, dide). n â z ır a -h â n ( ﻧﺎﻇﺮه ﺧﻮانa.f.b.s.) : bakarak taklideden. n âz iâ t ( ﻧﺎزﻋﺎتa.i.c.) : Kur'ân'ın 77 nci sûresi olup 46 âyetten oluşmuştur. [Mekke'de nâzil olmuştur]. n â -z îb â ( ﻧﺎ ز ﻳ ﺒﺎf.b.s.) : yakışmayan. 951
nazie n a z îc
( ﻧ ﺪ ﻳ ﺞa.s.): pişmiş, yetişmiş, kemâlini
bulmu ؟.
ﻧﻀﻴﺪه، ( ﻧ ﻬ ﻴ ﺪa.s.) 1 ؛. yerli yerinde, tertipli. 2. yastık, minder, ؟ilte gibi ev eşyası.
n a zld , n azîd e
ﻧﻈﻴﻒ-(a.s. nezâfet'den): 1. temiz, (bkz : pâk, pâkize, tâhir). 2. i. erkek adi. [müen.: "nâzîfe"].
n a z if
nazife ( ﻧﻈﻴﻐﻪa.s. nezâfet'den) 1 ؛. temiz. 2. i. kadın adi. 3. Abdülhak Hâmid'in 1876 da basılmış manzum tiyatrosu,
( ﻧﺎزكfs .) : 1. ince, (bkz: nârin, rakik). 2. terbiyeli, saygılı. 3. güzel, zarif, [kelimenin a sli: "nâzük" dür].
n â z ik
( ﻧﺎزﻛﺎﻧﻪf.z f): nezâketle, incelikle,
n âzik -ân e
kibarlıkla. n âzik -b ed en
( ﻧﺎزك ﺑﺪنf.a.b.s.): bedeni, vücûdu
( ﻧﺎزك أداf.b .s.) : nâzik davranışlı, ( ﻧﺎزك اﻧﺪامf.b .s.) : nâzik endamlı,
n â z ik -e n d â m güzel
vücutlu, (blez : nâzik-ten).
( ﻧﺎزك ﺳﻤﺰﻳﻦf.b.s.) : ؟ok nâzik, (bkz :
n â z ik -g ü z în
nâzik-ter). n â z ik -h a y â lâ n
( ﻧﺎزك ﺧﻴﺎﻻنf.a.b.s.): 1. Allah'ın
yarattıklarım düşünenler, ârifler. 2. ؟âirler. n â z ik -h ıılk
( ﻧﺎزك ﺧﻠﻖf.a.b.s.): tabiatı, yaradı-
İ 1 1 ؟nâzile olan.
( ﻧﺎزﻛﻰf.i.) : nâziklik. (bkz ؛nezâket), ( ﻧﺎزك ﻣﺰاجf.a.b.s.): nâzik tabiatlı, n â zik -ten ( ﻧﺎزك ﺗﻦf.b.s.) ؛nâzik vücutlu, (bkz : n â z ik î
n â z ik -n ıizâ c
nâzik-endâm). n â z ik -ter
( ﻧﺎزك ﺗﺮf.b.s.): fazla nâzik, (bkz:
nâzik-güzîn). n â z ik -terin
( ﻧﺎزﻛﺘﺮﻳﻦf.b.s.): daha nâzik, en
nazik. n â z ik -v ü c û d
( ﻧﺎزك وﺟﻮدfa.b.s.): vücûdu nâzik
ve lâtif olan.
( ﻧﺎزلa.s. nüzûl'den): 1. yukarıdan aşağı inen, inici.
n â z il
(göğün en yüksek, dokuzuncu kati olan Arş'tan nâzil olan, Aı-ş'tan inen) ؛K u r 'â n -1 K erim . 2 . bir yere konan, 'bir yerde konaklayan. 3. m üz. inici, tizden peste doğru giden dizi.
N â z ile tü ' 1- A r ؟
( ﻧﺎزﻟﻪa.i.): 1. belâ, sıkıntı, (bkz: mihnet, dâhiye). 2. inme, (bkz : nüzûl). 3. nezle.
n â z ile
952
( ﻧﻀﻴﺮa.s.): '1. tâze. (bkz : âb-dâr). 2 ٠altin. (bkz : nazar, zeheb, zer),
n a z ir
( ﻧﻈﻴﺮa.s. nazar'dan): benzer, e ؟, (bkz: kiifv, ؟ebih, mânend, mesil).
n a z ir
( ﻧﻈﻴﺮهa.i.c.: nazâir): 1. örnek, karşılık. 2. ed. bir şâirin manzum bir eserine ( ؟ok zaman gazeline) başka bir şâir tarafından ayni vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer. 3. kadın adi.
n azire
n a z îre -g û
( ﻧﻈﻴﺮه ﺳﻤﻮa.f.b.s.) : nazire söyleyen,
n a z ire -p e rd â z
( ﻧﻈﻴﺮه ﻳﺮدانa.f.b.s.): kaside dü-
zenleyen. n âziş
( ﻧﺎزشf.i.). (bkz ؛nâz),
( ﻧﻈﻢa.i.) : 1. dizme, tertibetme, sıraya koyma. 2. sira, tertip. 3. ed. vezinli, kafiyeli söz. 4. halk şâirlerinin mesnevi ؟eklindeki manzûmelere verdikleri ad.
nazm
nâzik olan. n â z ik -e d â
( ﻧﻈﻴﻢa.i.): 1. Sira Sira, dizi dizi olan ؟ey. 2. XVIII. asırdaki büyük şâirlerimizden biri.
n a z îm
c ih a n g i r : cihânı dünyâya yayılan ؟iir.
n a z m -ı
n a z m -ı g a r r â :
tutan
nazım,
parlak nazım,
n a z m -ı g û y â n :
konuşurmuş gibi yazılan na-
Zim ؟ekli. (cevherlerin dizisi): Bâbıâli hocası ve Mümeyyizü'ş-Şuarâ Antepli Hasan Ayni'nin Arap ؟a-Türk ؟e manzum lügati.
N a z m ü ' 1-c e v â h ir
(incilerin dizisi): Mütercim Asım'ın altı göbek önceki dedesi Antepli Şeyh Ahmet'in Arapça - Türkçe manzum .sözlüğü.
N a z m ü 'l-le â l
( ﻧﻈﻤﺄa.zf.)m anzum olarak,, nazım ile. [zıddı: "nesren''].
n azm en
( ﻧﻈﻤﻰa.s. nazm'dan): 1. nazımla ilgili olan. 2. i. erkek adi.
nazm l
n azm i^ ât ( ﻧﻈﻤﻴﺎتa.i. nazm'ın c .): manzum yazılar.
( ﻧﻈﻤﻴﻪa.s. nazm'dan): ["nazmi” nin müen.J. (bkz : nazml). 2. kadın adi.
n a z m iy ye
n â z -p e rd â r
( ﻧﺎزﺑﺮدارf.b.s.): birinin nazını ؟e-
ken. n â z -p e rd â rî
( ﻧﺎزﺑﺮدارىf.b.i.): naz ؟ekme,
n â z -p e rv e r-â n e
( ﻧﺎزﺑﺮوراﻧﻪfz f.): nazlanarak.
nebâtiyye
nâz-perverd, nâz-perverde ازرورده، ﻻزﺑﺮورد (f.b.s.): naz İçinde büyümüş, terbiye olmuş, nazil. nâz-perveri ( ﻷزرورىf.b.i.): naz ederlik, nazlanma. nazra ( ذﻇﺮهa.i.): [bir tek] bakış, nazra-i mahmûr : mahmur bakış, nazra-i münâcât: yalvarıp yakaran bir bakış. nazra-i nefrin : lânetleyen bakış, nazra-i perîşân : perişan bakış, nazra-i şefakat: şefkatli bakış, nazra-i şûm : uğursuz bakış, nazra-gâh ( ذﻇﺮه ﺀةاهa.f.b.i.): bakış yeri; gözle bakılan yer; göz önü. nazra-kiinân ( ﻧﻈﺮه ﻛﻔﺎنa.f.zf.) ؛bakarak, seyrederek. nazret ( ﻧﻀﺮتa.i.). (bkz: nezâret), nâzük ( ﻷﻧﻚf.s.). (bkz : nâzik), nâzük-âne ( ﻻزﻛﺎﻻf.zf.). (bkz : nâzik-âne). nâzük-beüen ( ﻧﺎزك د نf.a.b.s.). (bkz: nâzikbeden). nâzük-edâ ( ﻧﺎزك أداf.b.s.). (bkz : nâzik-edâ). nâzük-endâm ( ﻧﺎزك اﻧﺪامf.b.s.). (bkz: nâzikendâm). nâziik-güzîn ﻳ ﻦ/ ( ﻻزكf.b.s.). (bkz: nâzikgüzîn). nâzük-hayâlân ﺧﺎ ﻻ ن nâzik-hayâlân). nâzük-hıılk ض hulk).
( ﻧﺎزكf.a.b.s.). (bkz:
( ﻻزكf.a.b.s.). (bkz: nâzik-
nâzükî ( ﻻ ز اf.i.): nâziklik, incelik, nâzükî ( ﻻزﻛﻞfi.), (bkz : nâzikî). nâzük-mizâc ( ﻧﺎزك را جf.a.b.s.). (bkz: nâzikmizâc). nâzük-ten ( ﻻزك شf.b.s.). (bkz : nâzik-ten). nâzük-ter ( ﻻزك رf.b.s.). 1. (bkz: nâzilc-ter). 2. i. “nâzikter” şeklinde kullanılan kadm adi. nâzük-terîn ( ﻻ ز ا د نf.b.s.). (bkz: nâzikterin). nâziik-vücûd ( ﻻزك و ر دf.a.b.s.). (bkz : nâzikvücûd). ne ( ذهf.e.): degil, yok. neâb ( د بa.i.): 1. karga yavrusu. 2. karga veyâ horoz gibi ötme.
ا٠ذﻋﺎئ
n e â im
(a.i. n e â m e 'n i n c.) : d e v e k u ş la r ı.
( b k z : n e â m â t) . n e 'Â l
(a.i.) : n a lb a n t ,
ا٠ذع
neam
(a.e.) : 1. e v e t, p e k g ü z e l, h a y h a y ;
ö y le d ir. L â ve n eam : e v e t v e h a y ır ; e v e t v e h a y ı r d e m e y i p s u s m a . 2 . (c. : e n 'â m ) d e v e , ö k ü z , k o y u n g ib i d ö r t a y a k lı h a y v a n , n eâm ât
ﻧﻌﺎﻣﺎت
(a.i. n e â m e 'n i n c.) : zool. d e v e -
k u ş l a r ı , ( b k z : n e â im ) .
( ﻧﻌﺎﻣﻪa.i.c. : n e â m â t) : zool. d e v e k u ş u , ( ضa.s.) : k a f a t u t a n , b a ş k a l d ı r a n , ( b k z
n eâm e n e'âr
:
â sî, s e r k e ş ) . n e'âre
( ذﻋﺎرهa.s.i.)
: f â h iş e , o r o s p u ,
n e b ' ( ذعa.i.). ( b k z : n e b e â n ) .
ﻧﺎ ﻏ ﺖ
n eb âgat
(a.i. n e b g 'd e n ) : â ş i k a r o lm a ,
m e y d a n a ç ık m a .
ﺑﺎ ف
n eb âh at
(a.i.) : 1. ş a n , şe re f, o n u r . 2 ٠ş a n
v e ş e r e f s â h ib i. 3. k a d m a d i.
ﻧﺎدل
n e b â il
(a.s. n e b il e 'n in c.) : y ü c e le r, y ü k -
se k le r. n e b â ir
ﻧﺎ ر
(a.i. n e b i r e 'n i n c.): t o r u n l a r , ( b k z :
e s b â t). [y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] , n ebâlet
ﻧﺎﻟ ﺖ
(a.i.) : 1. z e k ilik .
2. b ü y ü k lü k ,
u l u l u k . 3. c ö m e r tl ik , n eb ât n ebât
( ﻧﺎ تf.i.) : n ö b e t ş e k e r i, ( ﻧﺎ تa .i.c . : n e b â tâ t) : t o p r a k t a n
b it e n ,
؟i k a n h e r t ü r l ü şey, b itk i. n ebât-1 m â iy y e : bot. * s u c u l * b itk i, n eb âtât
ﻧﺎدا ت
(a.i. n e b â t 'ı n c.) : 1. n e b a t (* b itk i)
la r. 2 . b o t a n i k , fr. b o tan iqu e, n eb âtât-ı ib tid â iy ye : bot. b i r h ü c r e l i, (te k * g ö zeli) * b itk ile r, fr. pro to phytes. n eb âtât-ı k e sîrü '1-h iicerât : bot. ؟o k h ü c r e l i * b itk ile r, fr. m étaph ytes. n eb âtât-ı m â iy y e : bot. s u * b itk ile r i, * s u c u l * b itk ile r. n eb âtât-ı m ü teşebbise : bot. s a r m a ş a n , s a r ilıc ı * b itk ile r, fr. lian e. n eb âtât-ı s ü fliy y e : bot. a ş a ğ ı * b itk ile r, fr. p lan tes in férieu res. n eb âtât-ı zâ tü 'l-b ü z û r : bot. t o h u m l u *bitk ile r , fr. sp erm ato p h ytes. n eb âtî
دﻧ ﻰ
(a.s.) : 1. n e b â ta (* b itk iy e ) m e n s u p ,
n e b a t (* b itk i) ile ilg ili. 2 . n e b a t (* b itk i) d a n y a p ıl m ı ş . 3 ٠cogr. b it k is e l, fr. végétal, n e b â tiy y e
ﻧﺎﻧ ﻪ
(a.s.) : [ " n e b â tî” n i n m ü e n .] .
( b k z : n e b â tî) .
953
nebâ.îyyön
ﻓﺎﻗﻮن
n e b â tiy y û n
( a .i .c .) : b o t a n i k â l i m l e r i
( .b i lg i n le r i ) .
l a n b i r ç e ş it iç k i. 2 . ş a r a p ,
اﻳ ﺪ٠( f . z .) : l â z ı m d e ğ il, n ebbâc (a.s.) ﺑ ﺞ: se s i s e r t o la n , n ebbâh ( ﻓﺎحa . s . ) : h a v la y ıc ı. n eb b âl ( ذادa.i. n e b l 'd e n ) : o k ç u , n e-b â yed
n ebk, n ebık , n ıb k ok atan, (bkz: tirendâz). neşşâf ﺳﺎ ف.(a.s. neşf den): 1. ؟ok neşf eden, emen, soğuran. 2. bir şeyi kendine ؟eken, neşşâl ل١( ذشa.s.): pişmemiş yemeğe saldıran.
neşter ( ﻧﺪدرf.i.): hekim bıçağı, [asil: “nîşter” dir]. neçûr ( ذﺷﻮرa.s. neşr'den) : ؟ok neşreden, dağıtan, saçan. ne-şüküfte ( ﻧﺸﻜﻔﺘﻪf.b.s.): açılmamış, (bkz: nâ-şüküfte). neçv و٠( ذثa.i.): canimin büyümesi, boy atmasi; yeniden peyda olup hayâta gelme, neşv ii nemâ : yetişip büyüme, sürüp çıkma, neşvân ( ﻧﺸﻮانa.s. neşve'den): çakırkeyif, sarhoş. (bkz: bed-mest, sekrân). neşvât ( ﻧﺸﻮاتa.i. neşvet'in c .): keyifler, sevinçler. neşve ( ﻧﺸﻮهa.i.): sevin ؟, hafif sarhoşluk, keyif, neş'e. [bizde yanlış olarak "neş'e" şekli yaygındır]. neçve-bah ﺧ ﺶ ؟٠ ( دﺛﻮهa.f.b.s.): neşelendiren, keyif veren. neşve-bahşâ ﺧ ﺸﺎ٠( ﻧﺸﻮهa.f.b.i.): neşelendirici, keyif verici. neşve-dâr ( ﻓﺸﻮه دارa.f.b.s.): neş'eb, keyifli, neşve-dâr-âne ( ذﺷﻮه داراﻻa.f.zf.): neş'elilikle, keyiflilikle. neşve-gâh ( ذﺛﻮه ﺀﻛﺎهf.b.i.): neş'e yeri, keyif yeri. neşve-mend ( ذﺷﻮه ﻫﻐﺪf.b.s.) : neş'eb, keyifli, neşve-rübâ ( ذﺷﻮه رداa.f.b.s.): neş'e ؟ekici, neş'e verici. neşvet ( ﻷ و تa.i.): keyif, sevin ؟, sarhoşluk, (bkz: neşve). neşve-yâb ( ذﺛﻮه _ﻻبf.b.s.) : keyifli, neş'eb. netâc ( ﻷ جa.i.): hayvanin -kendi kendine- dogurması. netâic ( ئﺀحa.i. netice'nin c .): neticeler, *sonu ؟lar. netâyic ( ﻷ جa.i. netice'nin c .): [asil: "netâic" dir]. (bkz: netâic). netâyic-i e f'â l: işlerin neticeleri, netâyic-i vahime : vahim, korkulu, kötü neticeler (Sonuçlar). Netâyicü'1-vukuât: OsmanlI Devleti'nin siyasal olaylarından ؟ok, bütün teşkilâtını, kurumlarım konu edinen ve 1889 da vefat etmiş olan MansUrizade Mustafa Nuri Paşa'nın bir eseri, netf ( ﻧﺘﻒa.i.) : kil yolma, neth ( ذﺗﺢa.i.): fizy. ter.
nevâfis
(ilk ârıza uşşak dörtlüsü, İkincisi rast beşlinetha (a.i.) : hek. vücuttaki kan suyunun si İ ؟in). Orta sekizlideki sesleri pestden tize veyâ başka bir sıvının bulunduğu yerden doğru olmak üzere şöyledir : dügâh, segâh, dışarıya sizmasi, fr. exsudât, çargâh, nevâ, hüseyni, evic, gerdâniye ve nethavi ء و ى١( كa.s.) : hek. netha yoluyla olmuş, muhayyer. Dizisinde niseb-i şerife'den 8 sızıntı ile ilgili. tâne bulunur; mülayimdir. Bâzı eserlerde netice (a.i.c. netâic) : 1. Sonuç, son. (bkz : inici-çıkıcı olarak da kullanılmıştır; maâkıbet, nihâyet). 2. Oz, *Ozet. (bkz : hulâsa). kamlar arasında Sira itibârıyla 22 nci gel3. fels. Sonurgu, fr. conséquence. 4. yemektedir. miş. nevâ-yı H usrevâni: meşhur Bârbed'in netice-i hayât : ömrün neticesi, yaşamaktan Husrev-i Perviz'in meclisinde okuduğu bir hâsıl olan şey. şarkı. netice-i istidlal : fels. *vargi, fr. conclusion, nevâ-yı mehd (beşik sesi): ninni, netice-i kelâm : sözün kısası, nevâ-yı siinbüle: müz. Türk müziğinin netice-i taleb : huk. iddia olunan şey. eski mürekkep makamlarından olup bir netice-bahş ﺧ ﺶ٠ ﺟﻪ٠ ( شa.f.b.s.) : netice veren, nUmûnesi kalmamıştır, neticelendiren. nevâ-yı u şşâ k : miiz. Türk müziğinin eski netice-pezir ﻳﻨﺪر(a.fb.s.) : neticelenmiş, bir mürekkep makamı olup zamâmmıza son bulmuş. kalmış bir nUmûnesi yoktur, netn ( صa.i.) : fenâ kokma; kokma, çürüme, nevâ-aşîrân ( ذواﺀﺷﺮانf.b.i.): müz. TiirkmUzineûzü-billâh اس٠ ( ذ*وفa.n.) : 1. “Allah'a sığınıginin en az altı asırlık bir mürekkep makariz”. 2. Allah korusun. mi olup zamâmmıza kalmış bir nUmûnesi yoktur. nev ( رf.s.) : 1. yeni. 2. yeni, son zamanlarda çıkmış. 3. tâze, körpe. Tarz-1 nev : yeni nev-âbâd ( رﴽﺑﺎ دf.b.s.): yeni şenelmiş, tarz. nev-âbâd k a s r ı: IV. Murad tarahndan nev' ( ر عa.i.c. ; envâ') : 1. çeşit, türlü. 2. cins. Kandillide 1042 (1632 - 33) de yaptırılan 3. sınıf. Beni-nev' : kendi nevinden, sini- kasır. fmdan. (bkz : hem-cins). nevâbız ( را ضa.i. nâbıza'nın c .): nabız danev'-i beşer : insan soyu, insanlar, marlan. nev'i şahsına m ünhasır : kendine has, ken- nevâbig ( را خa.s.: nâbiga'nm c .): 1. ulu, şerefdine münhasır, kendine Özgü karakter ve li kimseler. 2. sonradan şâir olanlar, davranışı olan kimse, nevâbit ( ر ا تa.s. nâbite'nin c .): yerden bitennev'-i teşhir : teşhir çeşidi, teşhir tan. ler, yerden çıkıp büyüyenler, nevâ[y] [( را] ىf.i.) :1. ses, sadâ, makam, âhenk, nevâciz ﺟ ﺬ١( رa.i. nâciz'in c .): azı dişlerinin nâğme. M ürg-i hoş-nevâ : güzel sesli kuş. sonundaki altlı üstlü bulunan dişler, nevâ-yı acem : müz. Kantemir'in edvarında nevâd ( زالfi.) : 1. mahzen. 2. zarar ziyan. (1695) etbâ arasında tanım ladığı makam (bkz : hasâr). 3. dil. (bkz : zebân). ki kullanılmaz. nevâde ( رادهa.i.): torun, (bkz : hafid). nevâ-yı bülbül : bülbül nağmesi. 2. refah. nevâdıc ( را ﻏ ﺞa.s. nâdıc'ın c.). (bkz : nevâzıc). 3. İevâzım, kuvvet, zenginlik. 4. nasip, beh- nevâdî ( راد ىa.i. nâdî'nin c .): meclisler, topre. Bî-nevâ : behresiz, mahrum. 5. müz. lantılar. Türk müziğinin 7 numaralı basit makamı nevâdî-i ü debâ: ediplerin toplantıları, olup en eski makamlardan biridir. Uşşak 'dörtlüsüne rast beşlisinin ilâvesinden mey- nevâdir ( وادرa.s. nâdire'nin c .): nâdir olan, az bulunan şeyler, (bkz : nâdirât). dana gelmiştir. Seyri çıkıcıdır (inicisine nevâfic ( راﻫﺞa.i. nâfic'in c.). (bkz : nâfic). tâhir denilir). Durak dügâh (İâ) ve güçlü nevâfil ( راﻫﻞa.i. nâfile'nin c.): farz ve -dörtlü ile beşlinin birleştikleri dördüncü vâcib'den mâdâ yapılan ibâdetler, derece olan- nevâ (re) dir. Donanımına si koma bemolü ve fa bakiyye diyezi konulur nevâfis ( را ضa.i. nefsâ'nın c .): loğusalar. 967
nevâflz
راﻓﻦ
n e v â fiz
(a.s. n â f i z e 'n i n c . ) : n ü f û z e d ic i
n e v â ir
واش
ﺀﻳﺮ١( رa.i. n â û r e 'n i n c . ) : b o s t a n d o la p -
( f .i .) : h â n e n d e , o lc u y u c u .
n e v â îr İa rı.
şey ler. nevâger
/ را
n e v â -g e r d â n iy y e m ü z iğ in in
ﻧﻮاﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ
en
( f .b .i .) : m ü z . T ü r k
n e v â k ıl
a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k -
n e v â k ıs
(a.i. n â i r e 'n i n c.) : a te ş le r, a le v le r,
( وا شa.i. n â k ı l e 'n i n c.). ( b k z ؛n â k il ) , ( را ضa.i. n a k i s a 'n m c . ) : n o k s a n l a r ,
k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r
e k s ik le r. İ k m â l - i n e v â k ı s : e k s i k l i k l e r i ta -
n ü m û n e s i y o k tu r .
m a r n la m a .
راﺳﻤﻮﺷﺖ
ıı e v â - g e v e ş t
( f b .i.) : m ü z . T ü rk m ü z i-
g in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m i o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r n ü m û n e s i y o k tu r. nevâhî
ى۶ ﺷﺎ
(a.i. n â h i y e 'n i n c . ) : 1. y a n la r , ta -
r a f la r . 2. n â h iy e le r , b u c a k la r , n e v â h î- i
kazâ:
b ir
b a ğ lı
o la n
y a n a rd a ğ la rın
e trâ fm d a
v o lk a n
( را صa.i. n e h y 'i n c . ) : y a s a k şey ler, ( را ﻫﺪa.s. n â h i d 'i n c . ) : t u r u n ؟m e m e -
n e v â h id
li k ız la r .
c.) : b a ş l a r ı n ı
n e v â k is
ﻧﻴﺲ١ز
(a.i. n â k u s 'u n c . ) : İ b â d e t z a -
m a n l a r m d a k i l i s e d e ؟a l m a n ؟a n la r . T a n î n - İ n e v â k i s : ؟a n s e s le ri.
ررد ى
ta r a f ın d a n
(f.a.b .i.) ؛m ü z . I I I . S e lim
te r k l b e d i l m i ş
m ü rek k ep
m a-
را س
d ö rtlü s ü
il â v e s in d e n
m eydana
g e lm iş tir .
K ü r d î d ö r t l ü s ü ile - n e v â 'n ı n d a , d u r a k p e r b i r i n c i d e r e c e d e d e n e v â 'n ı n g ü ؟lü s ü o la n n e v â " r e ” v e ik i n c i d e r e c e d e ؟a r g â h " d o '' d u r. N e v â g ib i " s i" k ü ç ü k m ü c e n n e b b e m o İÜ k u ll a n ıl ır .
(a.i. n â h i k a 'n m
c . ) : d u d a k lı
h a y v a n la rın gö z p ın a rla rı,
( ﻧ ﻮ ا ىf.i.) : 1. o k ş a m a . 2 . s a z ؟a lm a , n e v â h t e ( ﻧﻮاﺧﺘﻪf .s . ) : 1. o k ş a n m ış . 2 . s a z ؟a l-
nevâht m ış . nevâî
n â k i s 'i n
d e s i o la n - d ü g â h " İ â ” d a k a lı r . G ü ؟lü le r,
e s e r le r i g ö r ü l e n y e rle r,
n e v â h ik
(a.s.
k a m l a r d a n b ir id i r . N e v â m a k a m ı n a k ü r d î
n e v â h î - i m u h t e r i k a : j e o l . e s k i d e v ir le r d e
nevâhî
ﻛ ﺲ١ر
d â im â ö n ü n e eg en a d a m la r,
n e v â -k ü rd î
k a z â 'y a
n â h iy e le r . sö n m ü ş
n e v â k is
nevâl
زا ل
( a . i . ) : 1. tâ l i h , k ıs m e t . 2 . b a h ş i ş ,
b a ğ ış . D e r y â - n e v â l : b a ğ ış ı d e n iz g ib i ؟o k o la n . n e v â le
( را ﻻa . i . ) : 1. v e r g i, b a ğ ış , ( b k z : n e v â l ) .
2 . n a s ib , t â l i h , k ıs m e t , ( b k z : n e v â l') . 3. y i-
راﻧﻰ
( f . s . ) : 1. m a k a m , â h e n k v e n a s i p ile
ilg ili. 2 . h . i. A li Ş îr 'in lâ k a b ı. N e v â î ( A li Ş ir - )
(_ راﻓﻰ ) ﻇ ﻰ ﺳ ﺮ
y e c e k , İç e c e k ; b i r t e k p o r s iy o n . n e v â le - ؟în
( f .h .i .) : i l k
Ç a ğ a ta y le h ç e s in i k u l l a n a n b ü y ü k
را ك ص
( a .f .b .s .) : k ı s m e t i n i a la n ,
y iy e c e k to p la y a n .
T ü rk
n e v â - m â y e 4 ( ذواﻣﺎيf .b .i .) : m ü z . T ü r k m ü z i ğ i-
ş â i r id i r . H e r a t 'd a d o ğ m u ş t u r ; ؟o c u k l u g u n -
n in e n a z a ltı a s ır lık b ir m ü re k k e p m a k a m ı
d a H ü s e y i n B a y k a r a ile s ü t k a r d e ş o lm u ş v e a y n i m e k te p te o k u m u ş tu r. B a y k a ra , H e ra t h ü k ü m d a r ı o lu n c a e s k i m e k t e p a r k a d a ş ı v e s ü t k a r d e ş i N e v â î'y i y a n m a a lm ış e v v e lâ m ü h ü r d a r l ı ğ ı n a , s o n r a d a n e d i m l i g i n e tâ y i n e tm i ş t i r . S u l t a n d a n s o n r a d e v le t in e n y ü k s e k r e s m i ş a h s iy e ti o l a r a k y a ş a m ış v e
o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r ö r n e ğ i y o k tu r .
٨
n e v -â m e d ,
ﻧﻮآﻣﺪه، ﻧﻮآﻣﺪ
n e v â m is ص ş e r la tle r .
را
(a.i. n â m u s 'u n c . ) : k a n u n l a r ,
n e v â m îs - i İ l â h i ^ e : İlâ h î k a n u n la r ,
ö lm ü ş t ü r .
n e v â m îs -i t a b i a t : ta b ia t k a n u n la r ı,
B a ş lıc a e s e r le r i ş u n l a r d ı r : M u h â k e m e t ü ' 1-
n e v â m îs - i t a b i i c e : ta b ii k a n u n la r .
a ltm ış
yaşm d a
ik e n
H e r a t 'd a
lû g a t e y n , F e r h â d v e Ş îr în , M e c n û n v e L ey li,
n e v -â m ۶z
M ü n ş e â t- ı T ü r k î , M e c â l is ü 'n - n e f â îs .
n e v 'a n
( d .:
1441 - ö . : 1501). n e v â ib
رأ ب
(a.i. n â i b e 'n i n
n e v â î b - i e y y â m : g ü n l e r i n m u s ib e t le r i ,
رأ ح
(a.i. n â i h a 'n ı n c.) : ö lü a r lc a s ın d a n
p a r a ile a ğ l a t ı l a n k a d ı n l a r .
968
رآ ر ز
رئ
(f.b .s.) : y e n i a lı ş a n , a c e m i,
( a .z f .) : 1. n e v i, ؟e ş i t b a k ı m ı n d a n ,
c in s c e . 2. b ir a z . c . ) : m u s ib e tle r ,
k a z â l a r , b e lâ la r , ( b k z : m e s â ib , n â ib â t) .
n e v â ih
(fb . s .) :
y e n i g e lm iş , y e n i y e tm e ,
n e v -â -n e v و
ﻧﻮا
n e v â -n e v -rû z
(f z f .) : y e n i y e n i,
رآ ر ر و ز
( f .b .i .) :
m üz.
T ü rk
m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k lc e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş bil- e s e r i y o k tu r .
nevber
nev'an-mâ آ٠ ( ﻧﻮﻋﺎa.zf.): bir türlü, bir sûretle, bir dereceye kadar, bir bakıma göre. nevâ-perdâz ( ﻧﻮاﻳﺮدازf.b.s.): şarkı okuyan, ؟algıcı. nevâ-perdâzâ. ( ﻧﻮاﺑﺮدازانf.b.s. nevâ-perdâz'ın c .): şarkı okuyanlar, çalgıcılar, nevâ-pûseük ( ﻧﻮا ﻳﻮﻣﻪ ﻟ ﻚf.b.i.): müz. Türk miiziginde bir mürekkep makam. III. Selim tarabndan terkibedilmiş olan mürekkep makamlardan biridir. Nevâ makamına pûselik beşlisi veyâ tam dizisi ilâvesinden meydana gelm iştir: Pûselik ile dügâh "İâ” perdesinde kalır : Gü ؟lüler birinci derecede nevâ'nın gü ؟lüsü nevâ "re”, ikinci derecede de pûselik'in gü ؟lüsü heseyni (mi) perdeleridir: Donanımına nevâ gibi si koma bemolü ile “ fa” bakıyye diyezi konulur. Pûselik İ ؟in nota İçinde "si” bekar “ fa” bekar, yedende de “sol” bakıyye diyezi kullanılır. Bu makamın yerine ikinci şekli olan tâhir-pûseük ؟ok kullanılmıştır. nev-arûs ( ﻧﻮﻋﺮوسf.a.b.s.c.: nev-arûsân): yeni gelin. nev-arûsân ( ﻧﻮﻋﺮوﺳﺎنf.a.b.s.: nev-arûs'un c .): yeni gelinler. n e v â - s â z ^ y j (f.b.s.): ؟algıcı, okuyucu, (bkz : hânende, muganni). nevâ-selmek ( ﻧﻮاﺳﻠﻤﻚf.b.i.): miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza bir niimûnesi kalmamıştır. nevâsıb ( ﻧﻮاﺻﺐa.i. nâsıb'dan) ؛a. gr. dâhil olduklan isim veyâ fiili mansup kılan harfler. nevâsî ﻧ ﻮا س.(a.i. nâsiye'nin c .): 1. alınlar. 2. ileri gelenler, ulular. nevâsîr ( ﻧ ﻮاﺑ ﺮa.i. nâsûr'un c .): bâsıır delikleri, fr. fistules. nevâ-şehnâz ( ﻧﻮاﺷﻬﻔﺎزf.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni, olup zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır. nevât ( ﻧﻮاتa.i.c.: nevey, neveyât): 1. hurma ؟ekirdegi. 2. ؟ekirdek. 3. s. ؟ekirdek şeklinde ve hâlinde olan [şey]. 4. bot. besler ؟ekirdek. nevât-ı münbite : bot. *besler ؟ekirdek. nevâtıh ( ﻧﻮاﻃﺢa.i. nâtıh'ın c.). (bkz : nâtıh).
nevâtî ( ﻧﻮاﻧﻲa.i. nûtî'nin c .) : gemiciler, nevâtir ( ﻧﻮاﻃﻴﺮa.i. nâtûr'un c.): 1. natırlar, hamam hizmetlileri. 2. bostan bekçileri. nev-âverde ( ﻧﻮآوردهf.b.s.): yeni icat edilmiş, nev-âyende ( ﻧﻮآﻳﻔﺪهf.b.s.c.: nev-âyende-gân): yeni gelmiş olan. nev-âyendegân ( ﻧﻮآﻳﻐﺪﺳﻤﺎنa.b.s. nev-âyende'nin c .): yeni gelmiş olanlar, nev-âyîn ( ﻧ ﻮ آ سf.b.s.): 1. yeni üslûp. 2. yeni üslûp ؟ikaran. -nevâz ﻟﻮاز- (f.s.) ٠ "okşayan, okşayıcı” mânâlarıyla kelimelere eklenir, [nevâhten mastarından]. D il-nevâz: gönül okşayan. Rııh-nevâz: okşayıcılık... gibi, nevâzende ( ﻧﻮازﻧﺪهf.s.): okşayan, okşayıcı, nevâzıc ( ﻧﻮاﺿﺞa.s. nâzıc'ın c .): kıvama gelmişler, olgunlaşmışlar. -nevâzî ﻧﻮازى- (f.i.): nevaz “okşama” ile yapılan kelimeleri isimleştirir : Bende-nevâzi: bendeye, köleye iltifat edicilik. D ü-nevâzî: gönül okşayıcılık, gibi. nevâzil ( ﻧﻮازلa.i. nâzile'nin ve nezle'nin c .): 1. hâdiseler. 2 ٠belâlar. 3. nezleler, nevâziş ( ﻧﻮازشf.i.): okşama, gönül alma, iltifat. nevâziş-gâr ( ﻧﻮازﺷﻜﺎرf.b.s.) ؛okşayan, gönül alan, iltifat eden. nevâziş-gâr-âne ( ﻧﻮازﺷﻜﺎراﻧﻪf.zf.): okşayarak, gönül alarak, iltifet ederek, nevâziş-ger ( ﻧﻮازﺷﻜﺮf.b.s.). (bkz: nevâzişgâr). nev-bâde ( ﻧﻮﺑﺎدهf.b.i.) : tâze şarap, nev-bahâr ( رﺑﻬﺎرf.b.i.): 1. ilkbahar, (bkz: rebi, evvel bahar). nev-bahâr-ı ömr : ömrün ilkbaharı, nev-bahâr-ı Viıslat: kavuşma baharı. 2. müz. Türk miiziginin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır. nev-bahâr ( ﻧﻮﺑﻬﺎرى ؛f.b.s.): ilkbaharla ilgili, nev-bâre ( ﻧﻮﺑﺎرهf.b.s. ve i.), (bkz: nev-bâve). nev-bâve ( ﻧﻮﺑﺎوهf.b.s. ve i.) : 1. turfonda yemiş. 2. yeni yeşillik. 3. hediye, nev-be-nev ( ﻧﻮﺑﻐﻮf.zf.): yeniden yeniye, tâzeden tâzeye. nevJjer ( ﻧﻮﺑﺮf.i.): 1. turfanda ؟ikan meyve ve ؟İ ؟ek. 2. memeleri yeni gelişen kız. 969
nevbet t a r a f ı n d a n b i r p e ş r e v ile s a z s e m â is i v e nevbet ( ﻧﻮﺑﺖfi.) ؛resmi yerlerde muayyen va" s â z -ı â h ı m d in l e y in ..” g ü f t e li b i r ç a r k ı b e s kitlerde çalman davul, dümbelek gibi şeyte l e n m i ş , b a ş k a b i r b e s t e k â r t a r a f ı n d a n ler, bando, mızıka, (bkz : gülbâng). k u lla n ılm a m ış tır. nevbet ( ﻧﻮﺑﺖa.i.c.: nüveb): 1. Sira; Sira ile gönev'e-mâ ( ﻧﻮﻋﻤﺎa.zf.) : b i r s û r e tle , b i r d e r e c e , rülen İş. nevbet-i miirettep : müz. birbiriyle ilgisi nevend, nevende ﻧﻮﻧﺪه، ( ﻧﻮﻧﺪk i.) : 1. h ı z l ı g iolan dört parçadan olma güfteli bir müzik. d e n a t. 2 . p o s t a c ı, a tl ı p o s t a c ı. nevbet-i su ltâ n i: [eskiden] muayyen vakit- -neverd ﻧﻮرد- (f.s.) : “ d ö n e n , d o la ş a n , g e z e n , lerde sarayla muhtelif yerlerde mızıka çay o l a la n " m â n â l a r ı n d a * b ir le ş ik S ifat y a p a r . İınması. Reh-neverd : y o ld a g e z e n , d o la ş a n . Sehranevbet-i telebbiis: giyilme sırası. 2. hastaneverd : s a h r â l a r d a g e z e n , g ö ç e b e , ilk ateşi. 3. hek. vakit vakit ortaya çıkan nevesân ( ﻧﻮﺻﺎتa.i.) : h a r e k e t e tm e , k ı m ı l d a ayni cinsten fizyolojik bozuklukların hepsi. m a. (b k z :n e v s ). 4. karakol, nokta hizmeti, n e v - e s e r ( ﻧﻮأﺛﺮf.a.b .i.) : miiz. D e d e Ef. t a r a f ı n nevbet-hâne ( ﻧﻮﺑﺘﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): nöbet çalan d a n t a h m i n e n 1,5 a s ı r ö n c e v e y â b i r a z d a h a mûsikî takımının yeri, (bkz: mehters o n r a te r k i b e d i l m i ş b ir , m ü r e k k e p m a k a m hâne). d ır . D iz is i b i r s e k iz li İ ç in d e İfâ d e e d ile b ile n nevbeti ( ﻧﻮﺑﺘﻰf.i.): mehterbaşı [bando zâbiti]. b a s i t g ö r ü n ü ş l ü b i r te r k i b o l a n n e v - e s e r , n ik nevbet-zen ( ﻧﻮﺑﺘﺰنa.f.b.s.): nöbet çalan, mur i z b e ş l is i n e h ic a z d ö r t l ü s ü n ü n ilâ v e s i n d e n ayyen vaktin geldiğini bildiren, m ü r e k k e p t i r . D u r a ğ ı r a s t (so l) v e g ü ç lü s ü nev-bünyân ( ﻧﻮﺑﺒﺎفf.b.s.) ؛yeni yapılmış, yeni - b e ş l i n i n d ö r t l ü ile b i r l e ş t i ğ i b e ş i n c i d e r e c e yapılı. o la n - n e v â (re) d ir . D iz is i i n i c i- ç ık ı c ı o l a r a k s e y r e d e r . D o n a n ı m ı n a “si') v e “m i ” b a k iy y e nev-biiride ( ﺗﻮرﻳﺪهf.b.s.): yeni kesilmiş, yeni b e m o l le r i ile “fa ” v e “ d o ” b a k i c e d iy e z le koparılmış. r i k o n u r . “S i” b e m o l ile “d o " d iy e z n i k r i z nev-câh ( ﻧﻮﺟﺎهfb .i.): bir makama veyâ b e ş lis i, “m i ” b e m o l ile “fa ” d iy e z d e h i c a z me'mûriyete yeni geçmiş olan, d ö rtlü s ü iç in d ir (a y n i d o n a n ım ş e d a ra b a n nevcet ( ﻧﻮﺟﺖi.): 1. erâtın yatak bandıralarım m a k a m ın d a d a g ö rü lü r v e e sâ s e n b u ik i bağladıkları ince ip. 2. (a.i.c.: neve): fırtı-
m a k a m b i r b i r i n e p e k b e n z e r ) . O r t a s e k iz li-
nev-cîvân ( ﻧﻮﺟﻮانf.b.s.): tâze, genç delikanlı, [asli: "nev-cüvân” dır]. ٥ ev-civânî ( ﻧﻮﺟﻮاﻧﻰfb .i.): tâzelik, gençlik, delikanlılık. [asil: “nev-cüvânî” dir]. nev-demide ( ﻧﻮدﻣﻴﺪهfb .s.): yeni yetişmiş, taze. nev-devlet ( ﻧﻮدوﻟﺖf.a.b.s. c . : nev-devletân): yeni görmüş, sonradan görmüş, sonradan görme, büyüklüğü sindirememiş. nev-devletân ( ﻧﻮدوﻟﺘﺎنf.a.b.s. nev-devlet'in c .): sonradan görmeler, büyüklüğü sindirememiş olanlar. neve ( ﻧﻮهf.i.): torun, (bkz : hafîd). neved ( ﻧﻮدf.s.): doksan: 90. (bkz: tis'în, tis'ûn). nev-edâ ( ﻧﻮأداf.a.b.i.): 1. yeni tarz, yeni edâ. 2. müz. notacı Hacı Emin Ef. tarafından tahminen doksan sene evvel terkîbedilmiş bir mürekkep makam olup Emin Ef. 970
d e k i s e s le ri, p e s t d e n t i z e d o g r u o l m a k ü z e r e şO y le d ir : r a s t , d ü g â h , d i k - k ü r d î , n i m h ic â z , n e v â , h i s a r e v ic v e g e r d â n iy e . B u d iz id e n is e b - i ş e r lf e d e n 6 t â n e o l d u g u İç in , g iz li m ü t e n â f i r İ t i b â r e d i l i r ؛N e v - e s e r p e k - ç o k k u l l a n ı l m a m a k l a b e r â b e r , ç o k g ü z e l, h a y â l v e “m é l a n c o li e '' t a s v i r l e r i n e m ü s â i t b ir m a k a m d ır.
nevey, neveyât
ﻧﻮﻳﺎت، ﻧﻮى
(a.i. n e v â t 'ı n c.) :
ç e k ir d e k le r .
nevfel ( ﻧﻮﻓﻞa.i.) : 1. d e n iz , ( b k z : d e r y â , b a h r ) . 2 . i. e r k e k a d i. nev-güşâde nevh
ﻧﻮح
ﻧﻮﺳﻤﺸﺎده
(f.b.s.) : y e n i a ç ılm ış ,
(a.i. n â i h a 'n ı n c.) : a g it y a k a n , a ğ ıt
a ğ la y a n k a d ı n l a r , ( b k z : e n v â h ) .
nevh
ﻧﻮح
(a.i.) : 1. ö lü y e a v a z a v a z a ğ la m a .
2 . g ü v e r c i n i n n a g m e ile ö tm e s i,
nevha m a.
ﻧﻮﺣﻪ
(a.i.c. : n e v h â t) : ö lü y e s e s le a g la -
nevta nevha-gâh
( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺎهa.f.b.i.) : ölüye ağlanacak
nev-kadem, nev-reftâr ﻧ ﻮ رﻓﺂ ر، ( ﻧ ﻮﻗ ﺪ مf. b .s.) :
( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﻪa.fb.i.). (bkz : nevha-gâh). ( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺮa.fb.s.c. ؛nevha-gerân) :
nev-kâr ( ﻧ ﻮ ﻛﺎ رf.b.s.) : y e n i iş e b a ş l a m ı ş , a c e m i,
yer.
y e n i y ü r ü m e y e b a ş l a m ı ş [ ؟o c u k ],
nevha-geh nevha-ger
ölü ağlayıcısı.
( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺮىa.fb.i.) : ölü aglayıcılığı. ( ﻧﻮﺧﺎ ﻣ ﺖf.b.s.) : gen ؟, tâze hayvan. nevhât ( ﻧﻮﺣﺎتa.i. nevha'nm c.) : ölüye yüksek
nevha-geri nev-hâst
sesle ağlamalar. nev-hatt
( ﻧﻮﺧﻂf.a.b.s.) : sakal başı yeni ؟ikma-
ya başlamış [gen] ؟.
( ﻧﻮﻫﻮسf.b.s.c. : nev-hevesân) : 1. bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlayan. 2. ؟abuk hevesi ge ؟en, maymun İştahlı. nev-hevesân ( ﻧﻮﻫﻮﺳﺎفf.b.s. nev-heves'in c.) : 1. bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlayanlar. 2. ؟abuk hevesi geçenler, maymun iştahlılar.
nev-heves
nev-hîz
( ﻧﻮﺧﻴﺰf.b.s.) 1 ؛. yeni yetişmiş, yeni
؟ıkmış. 2. gen ؟, tâze. Nihâl-İ nev-hîz : gen ؟, tâze fidan, nevî ( ذوىf.i.) : yenililc. nev'î
( ﻧﻮﻋﻰa.s. nev'den) : nevi ile, ؟eşitle, cins-
le, sınıfla ilgili. ( ﻧﻮﻋﻰa.h.i.) : 1533'de Malkara'da doğmuştur. Asil adi Yahyâ'dır; medrese tahsilinden sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik gibi vazifelerde bulunmuş, 1599'da ölmüştür. Bir dîvânı, edebi risâleleri ve bâzı ilmi eserleri vardır. nev-îcâd ( ﻧﻮاﻳﺠﺎدf.a.b.s.) : yeniden meydana getirilmiş, evvelce yok iken sonradan yapılmış. nevîd ( ﻧﻮﻳﺪf.i.) : iyi, sevinçli haber, müjde, (bkz : beşâret). nevin ( ﻧﻮﻳﻦf.s.) : 1. yepyeni, yeni şey, yeni olma. 2. i. kadın adi.
N ev'î
nev-înân
( ﻧﻮﻋﻨﺎ نf.a.b.s.) : binege yeni alıştırı-
lan at, acemi, torlak at. neviyye ( ﻧﻮﻋﻴﻪa.s. nev'den) : ["nev'î" nin miien.]. (bkz : nev'î). nev'iyyet ( ﻧﻮﻋﻴﺖa.i.) : fels. *özgüllük, türsellik, fr. spécificité.
( ﻧﻮكf.i.) : 1. sivri uc. 2. kuş gagası. 3. kirpigin ucu. nevk-i kalem : kalemin sivri ucu. nevk-i m üjgân : kirpiklerin ucu.
nevk
nev-kârân ( ﻧ ﻮ ﻛﺎ را نf.b .s. n e v - k â r 'm c.) : y e n i iş e b a ş l a m ı ş o la n l a r , a c e m ile r ,
nevker ( ﻧ ﻮ ﻛ ﺮf i.) : k u l, k ö le , ( b k z : a b d , b e n d e , ؟â k e r , n û g e r) .
nev-kise nevi
ﻧﻮل
ﻧﻮﻛﻴﺴﻪ
(f.b.s.) : s o n r a d a n g ö r m e ,
(a.i.) : 1. b a h ş i ş , ( b k z : a tiy y e ). 2. n a v -
lu n , g e m i k ir â s ı ؛y o lc u la rın v e rd ig i v a p u r p a r a s ı.
nevm ( ﻧﻮمa.i.) : 1. u y k u . (B k z : h â b , n ü â s , sin e ). 2. r ü y â . En-nevm uhuvvü'l-m evt : u y k u ö l ü m ü n k a r d e ş id ir . Beyne'n-nevm ve'1yakaza : u y k u ile u y a n ı k l ı k a r a s ı, nevm -i müstecleb : fels. fr. provoqué (somnambulisme). nevm -i sm âî : psik. h ip n o z , s ö z le , b a k ış la t e l k i n y a p ı l a r a k m e y d a n a g e t i r i l e n b i r ؟e ş it u y k u , fr. hypnose.
nevm i, nevm iyye
ﻧ ﻮﺑ ﻪ
،
ﻧﻮﻣﻰ
(a.s.) : u y k u y a
m e n s u p , u y k u ile ilg ili.
nevm id
ﻧﻮﻣﻴﺪ
(f.s. : “n â - ü m î d 'd e n ) : ü m i ts iz ,
ü m î d i k ı r ı k , ( b k z : k a n û t , m e 'y û s ).
nevm id-âne
ﻧﻮﻣﻴﺪاﻧﻪ
(f.zf.) :
ii m i ts iz c e s i n e ,
ü m i ts iz l ik le , ( b k z : m e 'y û s â n e ) .
ﻧﻮﺳﺪ ى
nevm idi
(f.i.) :
ü m i ts iz l ik ,
(b k z :
k u n û t) .
nev-m iislim
ﻧ ﻮ ﺳﻠ ﻢ
(f.a.b .s.) : M ü s l ü m a n l ı ğ ı
y e n i k a b u l e tm iş [k im s e ],
nev-nihâl
ﻧﻮﻧﻬﺎل
(f.b.s.) : 1. tâ z e f i d a n , a g a c m
t â z e s ü r g ü n ü . 2. y e ti ş m iş g ü z e l k ız .
nev-niyâz
ﻧﻮﻧﻴﺎز
(f.b.s.) : 1. iş e y e n i b a ş la y a n , [ ؟o c u k ] . 2. tas. m ü p t e d i
y e n i m e ş k a la n s â l ik
h a k k ın d a
tâ b i r l e r i n d e n d i r .
s u lla n ilir,
M e v le v i
tas. M e v le v i t a r i k a t ı n a
y e n i g ir e n , s e m â t ö r e n l e r i n e y e n i b a ş l a y a n k im s e , [ b u n l a r b i n b i r g ü n d e n İ b â r e t o la n ؟ile m ü d d e t i n i m a t b a h t a ( m u tf o k ta ) d o ld u ru rla rd i].
nev-pervâz
ﻧﻮﺑﺮواز
(f.b.s.) : y e n i k a n a t l a n m ı ş ,
y e n i u ç m a ğ a b a ş l a m ı ş [k u ş ],
nev-peydâ nevr
ﻧﻮر
ﻧ ﻮﻳﺪا
(f.b.s.) : y e n i ؟ik m a .
(a.i.c. : e n v â r) : 1. p a r l a k l ı k . 2. a ğ a ؟
؟İç e g i.
nevrâ
ﻧﻮرا
(a.s. n e v r 'd e n ) : 1. (d a h a , ؟o k , p e k )
p a r l a k . 2. i. k a d ı n a d i. [“e n v e r " i n m iie n .]. (b k z je n v e r).
971
nev-râh n e v -râ h
ﻧﻮراه
( f .b .i .) : 1. y e n i y o lc u , i l k o l a r a k
ﻧﻮرﺳﻤﺎن
n e v re g â n
( f i . ) : m u k a v v a ve d e ri oy-
y e n i b ite n .
a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
( f .b .s .) : y e n i y e tiş m e , y e n i y e -
n e v r û z - i h â r â : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n
( ﻧﻮرسf .b .s .) : 1. y e n i y e tiş e n ,
z a m â m m ı z a k a im i? b i r n ü m û n e s i y o k tu r ,
2 . i. k a d m , b â z e n e r k e k a d i. n e v -re s id
ر رﺑﺪ
a z 3 - 4 a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
tiş m iş . n e v -re s id e
ذورﺳﻴﺪه
( f .b .s .c .: n e v r e s i d e - g â n ) :
y e n i y e ti ş m iş , y e n i o lg u n l a ş m a y a b a ş l a m ı ş ,
n e v re s id e g â n
ﻧﻮرﺳﺪﺳﻤﺎن
(f.b.s. n e v - r e s id e 'n i n
c.) ؛y e n i y e tiş m iş le r , y e n i o lg u n l a ş m a y a
z a m â m m ız a b ir n ü m û n e s i k a lm a m ış tır, n e v r û z - i h i i s e y n i : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,
ﻧﻮرﺳﻢ
( f .a .b .i.) : 1. fy e n i ç ık m a ) y a k a -
SI b ü y ü k , k o ls u z , h a r m â n i g ib i, k ı r m a l ı b i r
n e v r û z - i ı r a k : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n
en
a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
ç e ş it k a p u t. 2. y e n i m o d a ,
z a m â m m ız a b ir n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,
رر ت
( f .b .s .c .: n e v - r e s te g â n ) : y e n i
b it m i ? , y e n i y e ti ş m iş , y e n i m e y d a n a g e lm i? . n e v -r e s te g â n
n e v r û z - i h i c â z : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n ' e n
a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
b a ş l a m ı ş o la n la r , g e n ç le r, tâ z e le r.
n e v -re s te
z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,
a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
g e n ç , tâ z e .
n ev -re sm
z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r n ü m û n e s i y o k tu r , n e v r û z - i b i i z i i r g : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n
m a k t a k u l l a n ı l a n b i r m ü c e l li t â le ti, n e v -re s
n e v r û z -٤ b e y â t î : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
y o lc u l u ğ a ç ık a n . 2 . y e n i y o l.
ﻧﻮرﺳﻌﻜﺎن
n e v r û z - i ıs f a h â n : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
(f.b.s. n e v r e s t e 'n i n c . ) :
z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,
y e n i b itm iş le r , y e n i y e tiş m iş le r , y e n i m e y n e v r û z - i r û m î : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in en
d a n a g e lm iş o la n l a r .
a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n e v - r e s t e - g â n - ı m a â r i f : b il g id e y e n i y e ti-
z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,
? e n le r. n e v -rû z
ﻧﻮروز
n e v rû z -i ( f .b .i .) : 1. y e n i g ü n . 2 . G ü n e ş 'i n
k o ç b u r c u n a g i r d iğ i g ü n o lu p r û m î m a r tin
dokuzuna
r a s tla r ,
ilk b a h a r
b a şla n -
s u ltâ n i:
1) S u lt a n
C e la lü d d în
M e l î k ş â h 'ı n t a k v i m i n d e k i n e v r û z ; 2) m i iz . T ü r k m ü z iğ in in e sk i b ir m ü re k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,
g ıc ı v e C e lâ li t a k v i m i n e g ö re y ıl b a ş ı d ır . n e v r û z - i H â r iz m ş â h : H a riz m ş a h s u lta n i C e lâ l e d d in
M e l i k ş a h 'm
d ü z e n li ğ i
ta k v i -
m e g ö re y ılb a ş ı. 3. m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n e sk i m ü re k k e p m a k a m la r ın d a n b irid ir. U r m i y e li S a f i y ü d d i n 'i n k i t a b ı n a y a z m ı ş o ld u ğ u A r a p ç a g iif te li b i r r e m e l b e s te b u m a k a m a m is a ld ir. S o n z a m a n la rd a
1.
H akki
B e y b u m a k a m d a n d a rb e y n ve h a f if b e s te -
n e v r û z - i u ş ş â k : m i iz . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a lm a m ış tır, n e v rû z iy y e
ﻧﻮروزﻷ
( f .b .i .) : n e v r u z g ü n ü İ ç in
h a z ı r l a n a n b i r ç e ş it m â c u n , o g ü n İç in h a z ı r l a n a n k a s id e , [ f a s â h a t k a id e l e r i n e a y k ir ıd ır ] . n e v rû z -k û ç e k
ﻧﻮروز ﻛ ﻮ ﺣ ﻚ
( f .b .i .) : m ü z . T ü r k
le r ile a k s a k v e y ü r ü k s e m â ile r , i k i d e ş a r k ı
m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p
b e s t e le m iş t ir .
m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a n ü m û n e s i k a l-
n e v r û z - i A c e m : m iiz . T iirk m ü z iğ in in e n
m a m ış tır.
a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
n e v rû z -n e v â
n ü m û n e s i k a lm a m ış tır. n e v rû z -i A r a l,: m ü z. 3 - 4
a s ırlık b ir m ü -
r e k k e p m a k a m o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r .
m a k a m ı o lu p
z a m â m m ı z a k a im i? b i r n i i m û n e s i y o k tu r .
972
( f .b .i .) : m i iz . T ü r k m ü -
k a r n i o lu p n ü m û n e s i z a m â m m ı z a k a l m a m ı ş t ır . n e v rû z -p û s e lik
n e v r û z - i a s i : m i iz . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p
ﻧﻮروز ﻧﻮا
z ig i n in e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a -
ﻟﻚ
.
ﻧﻮروز ﻟﻮس
( f .b .i .) : m ü z .
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r .
nez'
( ﻧﻮروز راﺳﺖf.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni olup zamânıınıza kalmış nümûnesi yoktur.
nevrûz-râst
( ﻧﻮروز راﻫﺎوىf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az beş-altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur.
nevrûz rehâvi
nevrûz-sabâ
( ﻧﻮروز ﺻﺒﺎf.b.i.): miiz. Türk mü-
ziginin en az 5 - 6 asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza niimûnesi kalmamıştır.
( ﻧﻮروزf.b.i.) : miiz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza niimûnesi kalmamıştır. nev-riiste ( ﻧﻮرﺳﺘﻪf.b.i.): yeni yetişme, nevs ( ﻧﻮصa.i.) : asılı olan bir nesnenin, öteye beriye sallanması, -hareket etmesi; kımıldanma, hareket etme, (bkz : nevesân). nev-sâl ( ﻧﻮرزلf.b.i.) : "yeni y ıl” : yılbaşı, nev-sâle ( ﻧﻮﺳﺎ ﻟﻪfb.s.) : gen ; ؟tâze; kii ؟ük. nev-sefer ( ﻧﻮﺳﻔﺮf.a.b.s.): yeni yolculuğa 1 ؟kan.
nevrûz-zengûle زﻧﻜﻮﻟﻪ
nev-sefer-i n û r-ta l'a t : parlak yiizlii yolcu, nev-şâh
( ﻧﻮﺷﺎخf.b.i.) : 1. yeni dal. 2. yeni bit-
miş geyik boynuzu. nev-şüküfte ( ﻧﻮﺷﻜﻔﺘﻪf.b.s.) : yeni açılmış [ ؟İ ؟ek]. Gonce-i nev-şüküfte : yeni açılmış
gonca. nevt ( ﻧﻮطa.i.c.: envât, niyât): asma [bir yere-], (bkz: ta'lîk). nevti ( ﻧﻮﻓﻲa.i.) : gemici, (bkz : keştî-bân, nûtî). nevvâb ( ﻧﻮابa.s. nevb'den) : 1. nâiplik eden, vekillik eden. 2. Hindistan'ın Müslüman bölgesinde Timur sultanlarının saraylarmda bulunan büyük kumandan veya vâli. 3.18 inci yüzyılda Hindistan'da kazandığı büyük bir servet ile İngiltere'ye dönen kimse. 4. zengin ve şatafatlı bir ömür süren kimse. nevvâh ( ﻧﻮاحa.s. nevh'den): 1. ağlayan, çığlık koparan. 2. ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [adam], nevvâhe ( ﻧﻮاﺣﻪa.s. nevh'den): 1. ağlayan, ؟ığilk koparan [kadm, kız]. 2. ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [kadın, kız].
nevvâr ( ﻧﻮارa.s.): nurlu, *aydm.
( ﻧﻮزادf.b.s.): 1. yeni doğmuş, yeni doğan. T ıfl-ı n e v -z â d : yeni doğmuş ؟ocuk. 2. i. erkek adi.
nev-zâd
nev-zem in
( ﻧﻮزﻣﻴﻦf.b.s.): yeni tarz, yeni çeşit,
nev-zuhûr ( ﻧﻮﻇﻬﺮرf.a.b.s.): yeni ؟ikma. ney ( ﻧﻰfi.), (bkz : nây). ney-i bezm -i gam : gam meclisinin neyi, ney ü nûş : miizik ve şarap.
( ﻧ ﺠ ﻪf.i.): 1. küçük ney. (bkz : nây- ؟e). 2. dokumacılıkta kullanılan küçük kamış,
ney- ؟e
neyelân
( ﻧﻬﻼنa.i.): İsteğe ulaşma,
ney-istân ( ﻧﺴﻌﺎنf.b.i.): kamışlık, sazlık, (bkz :
maksebe, ney-zâr). neyi ( ﻧﻴﻞa.i.): 1. merâma erişme; isteğine ulaş-
ma. 2. s. ulaşılan şey. ney-pâre ( ﻧﻰ واوهfb .i.): kamış parçası, neyrenc ( ﻧﻴﺮﻧﺞa.i.c.: neyrencât): tılsım, (bkz :
nireng). neyrencât ( ﻧﻴﺮﻧﺠﺎتa.i. neyrenc'in c .): tılsım-
lar. neyrûz ( ﻧﻴﺮوزf.i.). (bkz : nev-rûz). ney-sîtân ( ﻧﻴﺴﺘﺎنf.b.i.): kamışlık, sazlık, (bkz :
maksebe, ney-zâr). ney-şeker ( ﻧﻴ ﺸﻜﺮfb .i.): şeker kamışı,
(a.i.): 1. musibet, belâ, (bkz: dâhiye, meşakkat). 2. koga.
neytal ﻧﻴﻄﻞ
}ةأل7 ( ﻧﻰa.s.): ؟İğ, pişmemiş [etv.b.].
(a.s. nûr'dan): 1. nurlu, parlak, (bkz : ziyâ-dâr). 2. ışıklı cisim; cisimlenmiş nur. 3. Güneş, (bkz: Âftâb, Hûrşîd, Mihr, Şems). 4. i. erkek adi. [miien. "neyyire"].
neyyir ﻧﻴﺮ
n eyyir-i asgar : astr. Ay. n eyyir-i a'zam : astr. Güneş, neyyire ( ﻧﻴﺮهa.s. nûr'dan) : 1. ["neyyir” in
miien.]. (bkz : neyyir). 2. kadm adi. n e y y i r e y n ^ (a.i.c.): "cisimlenmiş iki nur" : Güneş ile Ay. ney-zâr ( ﻧﻴﺰارf.b.i.): kamışlık; sazlık, (bkz:
ney-sitân). ney-zen ( ﻧﻰ زنf.b.i.). (bkz : nây-zen). ııey-zen-âne ( ﻧﻴﺰﻧﺎﻧﻪf.zf.): neyzene yakışacak yolda. N igâh-1 n eyzen ân e : neyzen gibi
yan bakış. nez' ( ﻧ ﺰ ﺀa.i.): bozma; halkı birbirine düşür-
me. (bkz: İfsâd). 973
nez. nez'
دزع
(a.i.) 1 ؛. b i r ؟e y i y e r i n d e n k o p a r m a ,
s ö k m e . 2 . k a l d ı r m a , y o k e tm e . 5. c a n ç e k iç m e . Hâlet-İ nez' ؛c a n ç e k iş m e , ( b k z : h â l - i ih t iz â r ) .
nezâfet ( ﻧﻈﺎﻓﺖa.i.) : t e m iz l ik , p â k l ı k . Ennezâfetii m ine'l-îm ân : t e m i z l i k i m â n d a n
ﻧ ﺰا ق
(a.i. n e z h 'd e n ) : 1. te m iz l ik ,
p â k l ı k . 2 . in c e lik , ( b k z : r i k k a t) . 3. k a d ı n a d i. (o .i. n â z ü k 'd e n ) : 1. n â z ik l ik .
2 . z a r i f l i k , in c e lik . 3. te r b iy e , ( b k z : e d e b ). 4 . e h e m m iy e t , [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] .
( ﻧﻈﺎرهa.i.) : b a k m a , s e y ir, nezâret ( ﺻﺎرتa.i.) ؛tâ z e lik , p a r l a k l ı k ,
nezâre
le tâ f e t, n e d â r e t , ta r â v e t) . e t r â f ı g ö r m e , s e y ir, ( b k z : m a n z a r a ) . 2 . g ö z e tm e , g ö z d e n g e ç ir m e , d e n e t i m , k o n tr o l. 3. İ d â r e ؛r e is lik . 4 . n â z ı r l ı k , v e k illik ,
nezâret-hâne
ﻧﻈﺎرﺗﺨﺎﻧﻪ
( a .f b .i.) : s u ç ş ü p h e s iy le
g ö z a lt ın a a l m a n k i m s e l e r i n k o n u l d u ğ u y e r.
ﻓﺰد
(f.zf.) : 1. y a n , k a t . ( b k z : in d ) . 2 . g ö re ,
n a z a r ı n d a , f i k r in c e .
( ﺑ ﻮ ﻟ ﺪ كf.s.) : y a k ı n , ( b k z : k a r ib ) . n e z e v â n ( د ز وا نa.i.) : s ı ç r a m a , a tl a m a ,
n e z d ik
n e z f ^
(a.i.) : 1. k u y u n u n s u y u n u t a m â m e n
b o ş a l tm a .
nezf-i çâh : k u y u y u b o ş a l t m a . 2. hek. k a n g itm e , k a n a m a , fr. hémorragie, nezf-i dim âği : hek. b e y i n k a n a m a s ı , nezf-i rahm : hek. k a d ı n l a r ı n a y b a ş ı h a ll e r i n d e fa z la h a y iz g ö r m e le r i.
J j j (a.s.) ز ب
nezfiyye
: k a n a m a k l a ilg ili, (a.s.) : [ ''n e z f i” n i n
m iie n .] .
( b k z : n e z fi).
زه
(a.i.) : 1. t e m iz l ik , a r ı l ı k . 2. m a s u m -
lu k .
ﻧﺰ ف
(a.s.) : fa z la lc a n k a y b ı n d a n b i t k i n
h â le g e le n [k im s e ]. n e z ih
nezle-i m üzm ine : hek. yerleşmiş, kronik
دزﻷ
nezle-i sadriyye : hek. göğüse inen nezle,
göğüs nezlesi. nezle-i s ü f l i c e : hek. belsoguklugu.
(a.s.) : hek. nezleye âit, nezle ile
ilgili. nezr ( د رa.i.c. : nüzûr) : adak, adama, nezr-i m evlevi veya (-Mevlânâ) : Mevlânâ
adına yapılan özel tören, (a.s. nizâm'dan) : nizam veren, tertipleyen, düzenleyen,
nezzâm م
( ذﻇﺎرهa.i.) : 1. seyirci. 2. bir ؟eye bakma. (bkz : nezâret), m km et ( ﻧﻘﻤﺖa.i.). (bkz : nakmet). nezzâre
( ﺻﺎ فa.i. msfdan) ؛bir ؟eyi tam olarak ikiye bölme.
n ısâf
n i s f - -(a.s.c. : ensâf) : 1. yarim, yari. 2. i. g. s. bir yazı sitili. m sfu' 1-cenâh : zool. yarimkanadlilar. n isf-ik u tr : geo. yari ؟ap, fr. rayon, nısf-ı kutr-ı k aim : geo. 1. *içyarıçap, fr. apothème. 2. yanal yükseklik, fr. apothème. nısf-ı kutr-ı zâh iri : geo. g ö r ü n ü m y a r ı ç a p ı, fr. diamètre apparent,
nezfü'1-enf ؛hek. b u r u n k a n a m a s ı ,
n e z if
nezle ٠( ﻓ ﺰ لa.i.) : hek. nezle, burun akması,
nezli J j j (b k z :
nezâret ( ^ ر نa.i. n a z a r 'd a n ) : 1. b a k m a , b a k i ؟,
nezh
nezire ( ذذﻳﺮهa.i.) : nezredilen ؟ey, adak, nezire ( ذذﻳﺮهa.s. nezr'den) : [“nezir" in müen.].
nezle.
ﻧ ﺰا ﻛ ﺖ
nezâket
nezfi
vererek korkutma. 2. Hz. Muhammed'in adlarmdandır.
(bkz : nezir).
g e lir.
.nezâhet
nezd
nezir ﻟﺮ٠( ذذa.i. nezr'den. c. : nüzerâ, nüzür) : 1. birini, dogru yola sokmak İ ؟in gözdağı
(a.s.) : 1. t e m iz , p â k . 2 . i. e r k e k a d i.
nısf-ı küre : astr. k ü r e n i n y a r ı s ı ؛y a r ı m k ü r e ؛ cogr. y a r ı k ü r e , fr. hémisphère, nısf-ı küre-i ؟İm âli : cogr. k u z e y y a r ı k ü r e , nısf-ı m üstakim : geo. y a r i m d o g r u , fr. demi droite. n ısfi^ ü 'l-c e n â h : zool. *yarimkanatlilar. nısfü' 1-leyl : gece yarısı,
(a.s.): 1. [ n e z i h 'in m ü e n .] . te -
m sfü'n-nehâr : astr., cogr. 1. günün ortası, öğle vakti. 2. meridyen, fr. méridien,
m i z , p â k . Â m â l - i nezihe : te m i z e m e lle r .
m sfü'n-nehâr dâiresi : astr., cogr. meridyen
3.
g ü z e l, k ib a r .
nezihe
. ذ—زده
H i s s i y y â t - I nezihe : t e m i z d u y g u la r ,
nezil
974
(د —ودلa.i.
n ü z l 'd e n ) : m i s â f i r , k o n u k .
dâiresi. nısfü'n-nehârî : astr. meridyen.
n igâh-dâr
msfü'n-nehâr miistevisi : astr. m e r id y e n d ü z l e m i , fr. plan méridien, nisfet ( ﻧ ﻌ ﻔ ﺖo . i . ) y a r ı m l ı k , [ y a p m a k e li m e le r d e n d ir ] . n ey .
(a .i.c .: e n d â d ) : b e n z e r,
e§.
(b k z :
m â n e n d , n a z ir ) .
دأ ت
( a . i . ) : A y 'ın v e G ü n e ş 'i n e t r a f ı n -
d a b a z a n g ö r ü l e n p a r l a k d a ir e , ( b k z : h â le , n ü d 'e t) .
nisfiyyet ( ﻓ ﻌﻔﻴ ﺖa.i.) : y a r ı m l ı k , y a r i y a r ı y a b ö lm e .
n ifâ '
ع١ ( ذﻏﺪa . i . ) : m e n f a a t, ç ık a r , fa y d a , ( ﻧﻔﺎقa . i . ) : 1. m ü n â f ı k l ı k , i k i y ü z l ü l ü k ,
n ifâ k
n ısfı^ e-zen ه زن٠( ذﺻﻎa.f.b .s.) : n is f iy e ç a la n s a n a t k â r , ( b k z : n e y -z e n ) .
A r z 'ın h a tt-1 i s t i v a n ı n (e k v a to r) g ü n e y i n d e k a l a n y a r ıs ı.
n ısıf küre-i garbi ( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﻏﺮﺑﻰa.b .i.) : cogr. b a t i * y a r im y u v a r i.
n ısıf küre-i semavi-i cenûbî اوىﺀ٠ﻧ ﻤ ﻒ ﻛﺮهﺀ س (a.b .i.) : astr. h a tt-1 İs tiv â - i s e m â v i'n in g ü n e y i n d e k a l a n s e m â y a r i m k ü r e s i,
nısıf küre-i semavi-i ?imali ﻣﻤﺎوىﺀ٠ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ( دا ر ىa .b .i .) ؛astr. h a tt-1 İs tiv â - i s e m a v in i n k u z e y i n d e k a l a n s e m â y a r i m k ü r e s i,
n ısıf küre-i şarkî ( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺷﺮﻗﻰa.b .i.) : cogr. d o g u * y a r im y u v a r i.
n ifâ k î n if â r
y i n d e k a l a n y a r ıs ı.
( ذﻫﺎﻗﻰa . s . ) : n if a k la , i k i y ü z l ü l ü k l e ilg ili, ( ذﻫﺎرa.i. n e f r 'd e n ) : 1. k o r k m a , ü r k m e .
2. n e f r e t g ö s te r m e .
ذﻫﺎس
( a . i . ) : lo h u s a l ı k h â li . [ H a n e f i m e z -
h e b in d e
4 0 , Ş â fiî m e z h e b in d e 6 0 , d ig e r
n if â s
m e z h e p le r d e
30
g ü n d ü r].
D e m -İ n i f â s :
h e k . d o g u m e s n a s ın d a g e le n k a n . n if â s î
( ذﻫﺎﺳﻰa . i . ) : lo h u s a li g a
â it, l o h u s a l ı k l a il-
g ili. H u m m â - İ n i f â s î : h e k . a lb a s tı , d o g u m d a n s o n r a m e y d a n a g e le b ile n v e e k s e r iy â te h l i k e l i o la n b i r h a s t a lı k , n if h a n ig â h
nısıf küre-i ?İmâli ( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺷﻤﺎﻟﻰa.b .i.) : astr. A r z 'ın , h a tt-1 İ s tiv â n ı n (e k v a to r) k u z e nısıf müstakim -
a r a b o z u k l u ğ u , b o z u ç u k l u k . 2. m ü s l ü m a n g ö r ü n ü p - k â f i r o lm a .
nısıf küre-i cenûbî ( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺟﺘﻮﺑﻰa. b .i.) ؛
( ﻧﻔﺨﻪa.i.). ( b k z : n e f h a ) . ( ﻧﻜﺎهf . i . ) : 1. b a k ış , b a k m a .
 h û -n ig â h :
â h û b a k ış lı , c e y lâ n b a k ış lı . A tf-1 n i g â h : b a k ıv e r m e . ( b k z : n a z a r , n ig e h ). n i g â h - ı ؟e ş m - i y â r : s e v g i li n in b a k ış ı,
ﻧﺼﻒ
(a.b .i.) :
geo. y a -
r i m * d o ğ ru .
nit' ( ذﻃﻊa.i.) : anat. a ğ ız t a v a n ı n ı n p ü t ü r y e rle ri.
ni- - ( ﻓﻰf.e.) : n e f y e d a tı, ( b k z : b îlâ ). niâc (a.i. n a 'c e 'n in c.) : d iş i k o y u n la r , ( b k z :
n i g â h - ı g a z a b : k ı z g ı n l ı k b a k ış ı, ö flceli b a k ış . n i g â h - ı h a y r e t : h a y re 'tle , ş a ş k ı n l ı k l a b a k m a , n i g â h - ı i b r e t : ib r e tl e b a k m a , n i g â h - ı i n t i h â b ؛s e ç m e , b e ğ e n m e b a k ış ı, n i g â h - ı İ ş v e : g ü z e l, s e v in ç li v e h a r e k e t l i b a -
n a 'c â t). İa r ı.
ذد
n id d n i d 'e t
nisfiyye ( ذﻫﺔيa.i. m s f d a n ) ؛b i r ç e ş it k ı s a
niâl
n i d â - y i h a y ş û m î : g e n iz d e n g e le n b a ğ ı r t ı ,
(a.i. n a '1 'in c.) : 1. n a ll a r . 2. a y a k k a p -
Saff-ı niâl ؛ı) p a p u ç lu k , a y a k k a p l a r m 2) b i r y e r d e o t u r u l a c a k y e r-
k ış . n i g â h - ı n â z : n a z b a k ış ı,
b ı r a k ı l d ı ğ ı y e r;
n i g â h - ı p i i r - f e n : h i l e k â r b a k ış ,
l e r i n e n a ş a ğ ıs ı.
n i g â h - ı t e g a f i i l : te g a f iil b a k ış ı, m a k s a d ı v e
niam ل٠( ذعa.i. n i 'm e t 'i n c.) : n im e tl e r . Veliyyii'nniam : l û t u f t a b u l u n a n in s a n , nibâh ( ﺑ ﺢa.i.) : 1. k ö p e k h a v la m a s ı, ( b k z : a v 'av e, n ü b â h ) . 2 ٠y ıl a n tıs la m a s ı, nibâl ( ذا دa.i. n e b l 'i n c.) : o k la r , nicâd ( ﻧ ﺠﺎ دa.i. n e c d 'd e n ) : k ıl ıç b a ğ ı. Tavîlü'nnicâd : u z u n b o y lu a d a m , nicâr ( ضa.i. n e c r 'd e n ) : e sa s , a sil, k ö k . nidâ ( دا ﺀa.i.) : 1. ç a ğ ır m a , b a ğ ı r m a , s e s le n m e . 2. se s v e r m e . 3. gr. * ü n le m , fr. interjection.
h â l i a n l a m a z l ı k t a n g e le n b a k ış , n ig â h - ı t e d k i k : a ra ş tır m a
b a k ış ı.
2. g ö z.
( b k z : a y n , ç e şm ). n î g â h - e n d â z : b a k a n , b a k ıv e r e n .
ﻧ ﻜ ﺎ ﻫ ﺎن
n ig â h -b â n
(f.b.s. v e i . ) : 1. g ö z c ü ; b e k ç i.
( b k z : h â r i s , n ig e h - b â n ) . 2. k a d m a d i. n ig â h - b â n î
ﻧ ﻜ ﺎﻫﺒﺎ ﻧﻰ
(f.b.i.) : g ö z c ü lü k , b e k ç ilik .
( b k z : h a r â s e t) . n ig â h -d â r
ر١ذﻛﺎﻫﺪ
(f.b.s. v e i . ) : 1. g ö z c ü , b e k ç i.
2. s a k la y ıc ı, k o r u y u c u , ( b k z : h â f ı z , h â m î ) .
975
nigâh-fürûz
nigâh-fürûz ( ﻧﻜﺎه ﻓﺮوزf.b.s.) : g ö z ü , b a k ış ı n u rla n d ıra n .
nigâl ( ﻧﻜﺎ لf . i .) : a te ş li k ö m ü r p a r ç a s ı, nigâr ( ﻧﻜﺎوf . i .) : 1. r e s im . 2. ( r e s im g ib i g ü z e l) s e v g ili. 3. s. r e s m e d il m i ş , r e s m i y a p ıl m ı ş . H âtır-n igâr : h a t ı r d a r e s m o l u n m u ş g ib i y e r le ş e n . 4 . p u t. ( b k z : s a n e m ). 5. müz. T ü r k m i i z i g i n i n e n a z a ltı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ıd ır
(m u ra d n â m e ).
B ir
z a m a n la r
u n u t u l m u ş o ld u g u III. S e lim 'in
sûz-i dil-
ârâ is m iy le a y n i t e r k i p t e f a k a t b a ş k a a d la b ir 6.
m akam
y a p m a s ın d a n
a n la ş ıl m ı ş tı r .
k a d m a d i.
nigâr-ı n ik : müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü r e k k e p
m a k a m ı o lu p
z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r ,
nigâr-ı nik-acem : müz. e n a z ik i ü ç a s ı r l ı k b ir m ü re k k e p m a k a m
o lu p z a m â m m ı z a
k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r .
Nigâr
ﻧﻜﺎر
(f.h .i.) ؛
ş â irle rim iz d e n d ir.
O sm an
kadm
P a ş a 'n ı n
k ız ı -
d ır . A v r u p a e d e b iy â tm i iy ic e t e t k i k e tm iş b il h a s s a
A b d ü lh a k
H â m id
ve
R e c â iz â d e E k r e m 'i n te 's ir i a l t ı n d a k a l m ı ş t ı r . İ m z â s m ı d â i m a ( N ig â r b in t - i O s m a n ) d iy e a ta r d ı.
Aks-İ sadâ, Efsûs, Niran a d ı n d a
e s e r le r i v a r d ı r , ( d . : 1856 - ö . : 1918).
nigâr-çek ( ﻧﻜﺎر ﺣ ﻚf .b .i .) : müz. T ü r k m ü z i ğ in i n e n a z ü ç a s ı r l ı k b i r m iir e k lc e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r ,
nigârek ( ﻧﻜﺎركf.i.) ؛m ü z . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a lc a m ı o lu p z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,
nigârende ( ﻧﻜﺎرﻧﺪهf . i .) : [e s k id e n ] r e s s â m . [in s a n r e s i m l e r i y a p a r d ı] .
n ٤gâr-hâne ( ﻧﻜﺎرﺧﺎﻧﻪf .b .i .) : 1. r e s im v e h e y k e lle rle s ü s le n m i ş o la n y e r: r e s im v e h e y k e l s e r g is i. 2 . p u t h â n e . 3. g ü z e lle r i ç o k o la n y e r. 4 . r e s im y a p a n l a r ı n ç a l ı ş t ı k l a r ı a tö ly e , ( b k z ؛n i g â r - i s t â n '^ '3).
nigârî ( ﻧﻜﺎرىf.i.). ( b k z : n ig â r e n d e ) . nigârin ( ﻧﻜﺎرﻳﻦf s . ) : 1. r e s im le r le , n a k ı ş l a r l a s ü s lü . 2. i. r e s im g ib i g ü z e l se v g ili, nigâr-İstân ( ﻧﻜﺎرﻣﺘﺎنf b . i . ) : 1. r e s im v e h e y k e lle r le s ü s le n m i ş o la n y e r ؛r e s im v e h e y k e l s e r g is i.
976
nigâriş ( ﻧﻜﺎرشf .i .) : r e s i m y a p m a . nîgâriş-pezîr ( ﻧ ﻜﺎ رﺑﻨﻴ ﺮf .b .s .) : r e s im y a p a n , ( b k z : re ssâ m ).
nîgâşte ( ﻧﻜﺎ ﺷﺘﻪf .s .) : 1. r e s m o lu n m u ş . ( b k z : m u s a v v e r).
2 ٠y a z ıl m ı ş ,
( b k z : m u h a rre r,
m e k t u b ؛, m e r k u m ') .
nigeh ( ﻧﻜﻪf .i .) : b a k ış , b a k m a , ( b k z : n a z a r , n ig â h ) .
nigeh-i ؟eşm-i y â r : s e v g i li n in ( g ö z ü n ü n ) b a k ış ı.
nigeh-i h ayret : h a y r e t b a k ış ı. nigeh-bân ( ﻧﻜﻬﺒﺎنf.b.s. v e i.), ( b k z : n i g â h b â n ).
n igehb ân i ( ﻧﻜﻬﺒﺎﻧﻰf.b.i.). ( b k z : n ig â h - b â n î) . nigeh-dâr ( ﻧﻜﻬﺪارf.b.s. v e i.), ( b k z : n i g â h d â r).
nigeh-endâz ( ﻧﻜﻪ اﻧﺪازf .b .s .) : b a k ıv e r e n . ( b k z : m eşhur
v e T a n z i m a t 't a n s o n r a y e ti ş e n b ü y ü k ş a h s i y e tl e r in
( b k z : n i g â r - h â n e 1A3). 4 . G a f f â r î 'n i n m e ş h u r e s e ri.
2. p u t h â n e . 3 . g ü z e ll e r i ç o k o la n y e r.
n ig e r â n ) .
nigeh-fiirûz ( ﻧﻜﻬﻔﺮوزf .b .s .) : b a k ı ş ı g ö z n u r l a n d ı r ı c ı o la n .
nigerân ( ﻧﻜﺮانf .s .) : b a k ıv e r e n , b a k ıc ı , b a k a n , b a k a k a la n .
Nig-girdâr ( ﻳ ﻜ ﺢ ﻛﺮدارf.b.s.) : iy i d a v r a n a n , g ü z e l, iy i İş y a p a n .
nigin ( ﻧ ﻜ ﻦf .i .) : 1. y ü z ü k , ( b k z : e n g ü ş te r ) . 2. m ü h ü r , ( b k z : h â t e m 3 .(؛. y ü z ü k k a ş ı.
nigîn-dân ( ﻧﻜﻴﺘﺪانf .b .) : y ü z ü k k u t u s u , y ü z ü k m a h f a z a s ı.
nigîn-sây ( ﻧ ﻜ ﺴﺎ ىf .b .i.) : h a k k â k , m ü h ü r k a -
ZICI. nigû ﻧﻜﻮ
( f .s .) : g iiz e l, iy i. ( b k z : h a s e n , h û b ,
n îg û ) .
nigû-hâh ( ﻧﻜﻮﺧﻮاهf .b .s .) : iy i li k is te y e n , h a y ı r d ile y e n .
nigûhende ( ﻧﻜﻮﻫﻔﺪهa . s . ) : ç e k iş ti r ic i , y e ric i. nigûhide ( ﻧﻜﻮﻫﻴﺪهf .s .) : ç e k i ş t i r i l m i ş , y e r i lm iş , ( b k z : m ezm û m ).
n igû h iş ( ﻧﻜﻮﻫ ﺶf .i .) : ç e k i ş t i r m e , y e r m e , ( b k z : g ı y b e t , z e m m ).
n i g û - k â r / / j ( f .b .s .) : 1. iy i İş y a p a n . 2. i y i li k eden.
nigû-kârî ( ﻧﻜﻮﻛﺎر ىf .b .s .) : i y i l i k e tm e . nigûn ( ﻧﻜﻮنf .s .) : 1. te 'r s in e d ö n m ü ş , a l t ü s t o lm u ş . 2. te r s , a k s i, u g u r s u z . Ser-nigûn : b a ş a ş a ğ ı o lm u ş , a lt ı ü s t ü n e g e lm iş .
nihâvend- ؛kebîr
nigûn-baht ( ﻧﻜﻮن ﺑ ﺨ ﺖf .b .s .) : tâ l ih s iz . ( b k z : b e d -b a h t).
nigûn-sâr ( ﻧﻜﻮن ﺳﺎرf .b .s .) : b a ş a ş a ğ ı. [ş iird e " n i g û - s â r ” ş e k l in d e d e g eçer].
nigûn-taşt ( ﻧ ﻜ ﻮ ن ﻃﺸﺖf .b .i .) : 1. ta ş tı , le g e n i te r s in e d ö n ü k . 2. m e c . g ö k y ü z ü , ( b k z : a s m â n , s e m â ).
nigû-siyer ( ﻧ ﻜ ﻮ ﺳﻴ ﺮf .b .s .) : iy i h u y lu , iy i a h la k -
m ag ara; m a h z e n ; b o d ru m ,
il.
nigûyî ( ﻧ ﻜ ﻮﻳ ﻰf . i . ) : iy ilik , g ü z e llik , h o ş l u k . -nih ( ذهf . i .) : 1. ş e h ir , b e ld e . 2. fi. nihâden m a s -
nihânî ( ﻵذىf . i . ) : 1. g iz lilik , s a k i ll ik . 2. s. g iz li, s a k il.
nihân-peykerân ( ﻧﻬﺎن ﻳ ﻜ ﺮا نf .b .i .) : b ü y ü k m e -
t a r m d a n e m r - i h â z ı r : “k o y !”.
-nih devr-i kebîr yerin e devr-i revân, berefşan yerine nîm berefşan k aim olm uştur. 60/8, y ü rü k nîm zencir m ertebesi olur. 60 zam an ii olarak bir de, 26 darblı (devr-i k ebîr + berefşan) şeklindeki d arb eyn usulü m evcuttur. Eskiden bu usûl ile peşrev, beste, İlâhi gibi şekiller Ölçülmüş, son radan ye rin i zencir'e terketm iştir. M u zaffer'in bu u su l ile olan bir h ü seyn î peşrevi, b u gü n de elim izdedir ve nîm zen cir'in yegâne nüm ûnesidir. D arb ları şOyledir : D ü m (1 zam an, zaif), te (2 zam an, kavi), tek (1 zaif), düm (2 zaif), tek (2, nîm kavi; düyek bitti), düm (2, n îm kavi), tek (3, kavi), düm (1, zaif), tek (2, kavi), te (1, nîm kavi), he (1, zaif; lenkfahte bitti), düm (2, kavi), te (1, nîm kavi), ke (1, zaif), düm (2, nîm kavi), tek (4 kavi), te (1, nîm kavi), ke (1, zaif; nîm çenber bitti), düm (3, kavi), düm (2, kavi), tek (2, nîm kavi), düm (3, kavi), tek (2, kavi), tek (2, n îm kavi; ağır devr-i
n îm -z e n c ir
niseb-i a'dâd revan bitti), düm (2, kavi), tek (1, zaif), düm (2, kavi), tek (1, zaif), düm (2, kavi), düm (1, .kavi), tek (1, zaif), düm (1, nim kavi), (1, zaif), tek (2, kavi), te (1, nim kavi), ke (1, zaif; n im berefşan bitti), n im -zu lm e t ( ﻧﻴﻢ ﻇﻠﻤ ﺖf.a.b.s.) : y a ri k aran lık , ( b k z : nim -m uzlim ). n în â n ( ^نa.i. nûn'un c . ) : balıklar, (bkz : esm âk, sim âk). n îr â n ( ﻳﺮا نa.i. n âr ve nûr'un c .) : 1. aydınlıklar, p arıltılar, ışıklar. 2. cehennem , tam u, (bkz : dârü's-saîr, dûzah). 3. ateş, n iren c ( ﻳﺮذجa .i.c .: n ire n c â t): 1. hile, düzen. 2 ٠afsun, büyü. 3. resim , taslak, (bkz : nireng). n ire n câ t ( ﻧﻴﺮﻧﺠﺎتa.i. niren c'in c . ) : 1. hileler, düzenler. 2. afsunlar, bü yü ler; afeunla, tılSim la ilgili şeyler. 3. resim ler, taslaklar, n ire n g ( ﻳ ﺮ ﻧ ﻚf.i.): 1. hile, düzen. 2. afeun, büyü. 3. resim , taslak, (bkz : nirenc). n ir e n g i ( ﻧﻴﺮﻧﻜﻰf.i.): je o d . h aritasın ı çıkarm ak üzere bir sâhayı üçgenlere b ölm e İŞİ, n iren gi şebekesi kurm a, n ir e n g i n o k t a s ı: je o d . niren gi ve m uvâzene hesaplarıyla diğer noktalarla olan m esâfeleri ve râ k ım ı ölçülm üş yer. [1, 2, 3, 4 derece olurlar], n î r î z y ^ (f.i.) . (bkz : nikriz), n ir iz i ( ﻧﻴﺮﻳﺰىf.i.): m iiz. T ü rk m ü ziğin in en az altı asırlık b ir m ürekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur, n îr û
(f.i.): zor, ku vvet, güc. (bkz : zûr).
n îrû -m e n d güçlü.
( ﻧﻴﺮوﻣﻐﺪf.b .s.): zorlu, ku vvetli,
n îrû -m e n d î vetlilik.
( ﻳ ﺮ و ﻣﻐﺪىf.b .i.): güçlülük, kuv-
nisâb-1 rüçd : rüşt ؟ağı. nisâb-1 sirkat : huk. [eskiden] bir dinar veyâ hâlis gümüşten on dirhem sikke, [kıymet ؟e bu miktardan az olan bir mail ؟almak hadd-i sirkati icâbetmez]. 5. hisse, nasib. nisâcet ( ﻧ ﺴ ﺎ ﺟ ﺖa.i.) : dokumacılık, ؟ulhalik. nisâî ( ﻧ ﺎ ﺋ ﻰa.s.) : kadm ile *ilgili, kadına ait. nisâiyye ( د ا ﻳ ﻪa.i.) :1. kadm hastalıkları, i . kadin hastalıkları kilinigi, fr. gynécologie, nisâî ( ﻧﺼﺎلa.i. nasİ'ın c.) : temrenler, ok, kargı gibi şeylerin uçlarındaki sivri demirler, nîsân ( ﻧ ﻴ ﺴﺎ نi.) : nisan ayı. Ebr-İ nîsân : (nisan bulutu) = mec. bolluk, bereket, cömertlik, nisâr ( ﻧﺜﺎ رa.i.) : 1. saçma, serpme. 2. sa ؟ı, düğünde saçılan para. -nisâr ذأر- (a.s.) : "saçan, saçıcı” mânâsına kelimeleri sıfatlandırır. Cevher-nisar : mücevher saçan. D ü rr-n isar : inci serpen, saçan. Pertev-nisâr : ışık saçan. Zer-nisâr : altın saçan... gibi. n isâr- ؟în ( ﻧﺜﺎرﺟﻴﻦa.f.b.s.) : saçılan şeyleri toplayan. nisbet ( ﻧﺴﺒﺖa.i.) : 1. bağlılık, ilgi, (bkz : mensûbiyyet, merbûtiyyet). 2. kıyaslama, Öİ ؟Ü. 3 ٠mat., fels. *oran, fr. rapport. 4. inat olsun diye yapılan İş. 5. zf. inat olarak, (bkz : rağmen). nisbet-i a'dâd : mat. adetler arasında olan mukayese, Öİ ؟Ü. nisbet-i İnşâiyye : mant. dogru ve yalan ihtimâlini düşünmeye ihtiya ؟olmayan söz. nisbet-i m uzâafa : mat. harmonisiz oran, fr. rapport anharmonique. nisbet-i nâkısa : mant. arkasının beklenme-
n is â ( ﻧﺴﺎﺀa.i. m ere'nin c.) : 1. kadın lar, (bkz : n isvân, zenân). 2. K ur'an'ın 4 ün cü sûresi olup 176 âyetten oluşm uştur; 58 âyeti M ekke'de 118 âyeti M edine'de nâzil olm uştur. [konusu : k ad ın ların ve yetim k ızların h a k la rın ın k oru n m ası ve m iras tak sim i sirasm da kendilerine eşit d avram lm asıd ır.]. n isâ b ( ﻧﺼﺎبa .i.): 1. asil, esas. 2. bir m alin zekâtını verm ek üzere v arılm ası gereken m iktar. 3. serm âye, m al. 4. derece, istenilen had. n is â b -ı e k s e r iy y e t : * ؟og u n lu k derecesi.
si gerekli olan söz. nisbet-i tâm m e-i haberim e : mant. arkası-
nm beklenmesi gerekli olmayan söz. nisbeten ( ﻧ ﺴﺒ ﺔa.zf.) : 1. göre, yanında. 2. önce-
kine göre, bir dereceye kadar, şöyle böyle, nisbi ( ﻧﺴﺒﻰa.s. nisbet'den) : 1. nisbetle olan,
lcıyaslama ile olan, *göreli, (blcz : izâfî). 2. birbirine göre, öncekine göre, fr. proportionnel.
n is b i^ e ( ﻧ ﺴ ﺒ ﻴ ﻪa.s. nisbet'den) : ["nisbi" nin müen.]. (bkz : nisbi). niseb ( ﻧ ﺴ ﺐa.i. nisbet'in c.) : nisbetler. niseb-i a'dâd : huk. [eskiden] adetlerin nisbeti, adetler arasında mukayese, [iki adet 983
nîseb-î şerîfe birbiriyle mukayese edilince 'dört nisbet hâsıl o lu r: temâsül, tedahül, tevâfuk, tebâyün]. nîseb-î şerîfe : ı) şerefli nisbetler2 )؛miiz. bir sekizlideki, tam sekizli (5 T, 2 B), tam beşli (3 T, I B) ve tam dörtlü (2 T, 1 B) sayısının yekûnuna Tiirk müziğinde verilen bir ad ["şu makamların niseb-i şerîfe'si 6 dır veyâ şu makamda niseb-i şerifeden 6 tâne vardır." demek 0 makamın sekizlisindeki tam sekizli, tam beşli ve tam dörtlü sayısınm yekûnu 6 dır demektir], nist ت٠( سf.e.): yoktur, değildir, nîstî ﺗﻰ٠( بf.i.): yokluk, (bkz: adem). Âlem-i nîstî : yokluk âlemi. Hestî vii n is tî: varille ve yokluk. nîsûn ( ﻧ ﺮ تa.i. nisvân'ın c.) : kadınlar, nîsvân ( د وا نa.i.c.: nisûn) : kadınlar, (blez : nisâ, zenân). nisve ( ﻧﺴﻮهa.i.). (bkz : nisvân). nîsvî ( ﻧ ﺮ ىa.s.): nisâ tâifesine mensup, n îs v î^ e وﻳﻪ٠٠( ذa.s.): ["nisvî" nin müen.]. (bkz: nisvî).
(si) perdesinde kalır. Güçlüsü re (nevâ) perdesidir. nişâburek ( ﺳﺸﺎ>وركf.b.i.) : 1. küçük nişâbur. 2. miiz. Tiirk müziğinin tamâmen üç asırilk bir mürekkep makamıdır. Rast makaminin dügâh (İâ) perdesindeki şeddi ile, uşşak makamının pûselik "si" perdesindeki şeddinden mürekkeptir. Rast dizisi ile dügâhta kalır. Umûmiyetle inici .larak seyreder. Güçlüleri birinci derecede -terkibindeki her iki makamm da güçlüsü olan- hüseyni (mi), ikinci derecede de -pûselik'de uşşak'ın durağı olan- pûselik (si) dir. Donanımına fa küçük mücenneb, do bakıyye ve sol bakıyye diyezleri konulur; bu ârızalar, terkibindeki her iki dizide de müşterektir. PUsek'de uşşak makamı şudur (tizden peste) : tiz pûselik, muhayyer, nlm-şehnaz, mâhur, hüseynî, nevâ, nîmhicâz ve pûselik. Dügâh'da rast makamı da şudur (tizden peste): muhayyer, nîmşehnâz, mâhur, hüseynî, nevâ, nîm-hîcaz, pûselik ve dügâh. Nîşâbûrek, orta derecede kullanılmış makamlardandır.
ﻧﺸﺎدور، ( ﻧﺸﺎدرa.i.): nişadır. ( ﻧﺪادر ىa.s.) : nişadırla, amonyakla
nişâdır, nîşâdur
nisviyyet ( ﻧﺴﻮﻳ ﺖo.i.) : kadınlık,
nişâdırî
nîsyân ( د ا نa.i. nesy'den) : unutma, (blez: ferâmûş).
nişân
؛ilgili.
( ﻧﺪا نf.i.): 1. nişan, iz, belirti, (bkz: alâmet). 2. işâret, fabrika işareti. 3. yara izi. 4. amaç, hedef vurulması istenilen nîş ش٠( ذf.i.): 1. İğne [arı, akrep gibi böceklernokta. 5. vurulacak noktaya silâhı çevirme. de-]. 2. diken. 3 ٠zehir, ağı. 6. yavukluluk İşâreti. 7. bu İşâreti takmak nişâ ﺷﺎ٠(f.i.) : nişasta. üzere yapılan tören. 8. hâtıra İçin dikilen taş. 9. tuğra. ıo. taltifimin verilen madalya. nişâbur ( ددادورf.i.) : müz. Türk müziğinin 11. ferman. en az beş asırlık bir mürekkep maleamıdır. Suhânî-yegâh makamının pest tarafına nişân-1 ift ih â r : tar. II. Mahmud zamanında (pûselik, nim hicaz ve nevâ) perdelerinden çıkarılmış nişan. müteşekkil bir (nişabur ölçüsü) ilâvesinden nişân-ı tîr-i site m : zulüm okunun nişanı, mürekkeptir (ki bu, bir küçük üçlüdür). hedefi. Makam bu ÜÇİÜ ile pûselik (si naturel) per-nişân ﻧﺸﺎن- (f.s.): "duran, dikilen, kalan'' desinde karar eder (ki bu perdede kalan gibi mânaları gelerek bileşik sıfatlar yapar: yegâne klasik Türk müziği makamıdır). H a tır-n işa n : unutulmayan, aklida kalan. Donanımına gerek sııltânî-yegâh'da, gerekM a'delet-nîşân : adalet gösteren... gibi. se mevzuubahs üçlüde bulunan do bakıyye nîşânde ( ﻧﺸﺎ ﻧﺪهfs .) : nişan, hedef olarak dikildiyezi konulur; sultânî-yegâh'ın si küçük miş şey. mücennep bemolü, îcâbeden yerlerde nota nişâne ( ﻧﺸﺎﻧﻪf.i.): iz, alâmet, belirti, İçinde İlâve edilir (Dr. Suphi Ezgi'ye göre). Nişâbur, aşağıdaki dizilerde karışık olarak nişân-gâh ( ﻧﺸﺎ ﻧﻜﺎهf.b.i.): 1. nişan tahtası, heseyreder; çargâh beşlisi, pûselik sekizlisi, def yeri. 2. silâh namlusunun üstündeki nikürdî dörtlüsü ve uşşak dörtlüsü. Pûselik şan alınacak kısım [arpacık ve gez]. nisyân-1 ebedi : ebedî unutma,
niyaz
ﻧﺸﺎﻧﻜﻴﺮ
n iş â n -g îr
( f.b .i.) : ç iz g i ç iz m e y e m a h -
s u s m a r a n g o z â le ti.
n işâ n -k e ş ﻧﺸﺎ ﻧﻜ ﺶ g e r le r in
d ü l-
le b i r li k t e g ö ç e d e c e k o la n b a b a s ı n a y ü k l e r i
iş â r e t
b a ğ l a m a k ü z e r e i k i y e b ö lü p v e r d i g i k u ş a k
( f.b .i.) : m a r a n g o z v e
re n d e le y e c e lc le r i
ta h ta la ra
ç e k m e k ü z e r e k u lla n d ılc la r ı b ı ç a k s ı z â le t,
n iş â p u r ﻧﻴﺸﺎﺑﻮر n işâ ste ﻧﺸﺎﺳﺘﻪ
(f.i.) ؛
m ü z.
( b k z : n iş â b u r ) .
(f.i.) : n iş a s t a ,
n iş d e t ﻧ ﺸ ﺪ ت
fr. am id o n .
( a .i .) : 1. k a y b o la n
şe y i a ra m a .
( f . i . ) : k a v a l, ç o b a n d ü d ü ğ ü , ( b l c z :
m i z m â r , n â y - ç e , n e y , n e y -ç e ) .
n iş e s t ﻧ ﺸ ﺖ
r m d a n ] . ( b k z : m e k i m , m u k i m , n iş în ) .
o t u r a n . 2 . k a r a y a o t u r m u ş [-g em i]'. ،
ﻧ ﺸ ﺴﺘﻜﺎه
( f . b . i . ) : o t u r a c a k y e r.
n işe ste g â n
ﻧ ﺸﺘﻜﺎ ن
n îş -h â r n iş îb
( ﻳ ﺸﻜﺮf . b . i . ) : [n e y -ş e k e r ] ş e k e r k a m ı ş ı , ( ﻳﺸﺨﺎرf . b . s . ) : d ik e n b a t m ı ş ,
ﻧﺸﻴﺐ
( f . i . ) : İ n iş , İ n iş a ş a ğ ı , [ y o k u ş u n Z id -
d i]. : İ n iş v e y o k u ş ,
n işîb -g â h ﻧ ﺴ ﻜ ﺎ ه n iş îm e n
-
k i,
-g e h
ﻧ ﺴﻔ ﻜ ﻪ
،
ﻧﺸﻴﻤﻨﻜﺎه
(f.b .i.):
n itâ s e t ﻧ ﻄ ﺎ ت n itâ s î ﻧﻄﺎﺳﻰ n îv â r ﻧﻴﻮار n lv e ﻧﻴﻮه
H a lv e î- n iş în : y a l K û ş e - n iş în : k ö ş e d e o t u r a n . M e d re s e - n iş in : m e d r e s e d e o t u r a n . M e sn e d -n işin : y ü k s e k b i r m a k a m d a b u lu n a n . S â h il-n işîn : s â h ild e , k ı y ı d a o t u r a n . T ek y e -n işln : t e k k e ş e y h i,
k e lim e le r i s ı f a t l a n d ı r ı r .
n iz o tu r a n , te n h a d a o tu r a n .
( f .s .) : o tu ru c u , o tu ra n ,
(f.i.) : n e ş te r, h e k i m b ı ç a ğ ı ,
( a . i . c . : n u t û ') d e r i d ö ş e k ,
n itâ c ﻧﺘﺎج
(a.i.) : y a v r u d o g u r m a , y a v r u l a m a ,
( f . i . ) : a g la m a , in l e m e , s ı z la n m a , ( b k z :
n iv e n d ﻧﻴﻮﻧﺪ
s u la r , ( b k z : n u tfe ).
n itâ h ﻧﻄﺎح
( a .i .) : to s v u r m a , b o y n u z la v u r m a ,
n itâ k ﻧﻄﺎق
(a.i.) : 1 . k u ş a k , k e m e r . 2 . p e ş t e m a l.
3 . k u ş a k y e r i. 4 . b i r ç e ş it A r a p e lb ise s i,
ü n v â n ı.
H z. (b k z :
( f . i . ) : a k il, İ d r â k , a n l a y ı ş , [b iz d e
k u lla n ılm a y a n b ir m â n â s ı d a : “ ü z e r lik to h u m u n u n k ı r m ı z ı s ı ” d ır ], ( f . i . ) : â le m d e m e y d a n a g e le n h a lle r,
E b û b e k i r 'i n
( f . i . c . : n i y â g â n ) : d e d e , ( b k z : c e d d ).
n iy â b ﻧﻴﺎ ب
(a .i. n â b 'ı n c .). ( b k z : n â b ).
n iy â b e ﻳﺎﺑﻪ
( a .i .) : n ö b e t,
ﻳ ﺎﺑ ﺖ
( a . i . ) : 1. n â i b l i k , v e k â le t , v e k i ll i k .
2 . k a d ı v e k i ll i ğ i , k a d ı lı k .
n iy â g â n ﻧﻴﺎﺳﻤﺎن
(f.i. n i y â 'n ı n c . ) : d e d e le r, ( b k z :
e cd â d ).
n iy â h , n iy â h a t ﻳﺎ ﺣ ﺖ
،
ﻧﻴﺎ ح
( a . i . ) : a ğ ıt, ö lü i iz e -
r i n e , i y i l i k l e r i n i s a y ıp d ö k e r e k , a g la m a .
n iy â m ذ^م
(a.s. n e v m 'd e n . n â i m 'i n c . ) : 1 . ( b k z :
n â i m î n , n ü v v â m , n ü v v e m , n iiy y e m ) . 2 . u y u -
n iy â m ﻳﺎ م
(f.i.) : k m , k ı l ı ç k ı n ı ; k ı l ı f , (f.b .i.c . : n i y â m - g e r â n ) : k m
y a p a n sa n a tk â r.
(a.i. n ııtfe ^ 'n in c.) : d u r u s u la r , s a f
n itâ k ü 'l-c e v z â :
( a . i . ) : a n l a y ı ş l ı h e k i m , d o k to r ,
( f . i . ) : y e r le g ö k a r a s ı, b o ş l u k , ( b k z :
n iy â m -g e r ﻧﻴﺎ ﻣﻜﺮ
n itâ ' ﻧﻄﺎع
n itâ f ﻧﻄﺎف
(a .i.). ( b k z : t a b a b e t ),
y a n l a r , u y k u d a o la n la r , ( b k z : h â b îd e - g â n ) .
(f.i.) : n e ş te r, [n îş t e r 'in m u h a f f e f i ] .
n îş te r ﻳ ﺸﺘﺮ
E b û b e k i r 'l e
b ü k â , n e v h a ).
n iy â b e t
- n i ş î n ^ ^ - (f.s.) : " o t u r a n , o t u r m u ş ” m â n â s ı y l a
n işin e n d e ﻧﺸﻴﺘﻔﺪه
P eygam b er,
P e y g a m b e r ta r a fın d a n : "A lla h sa n a y a r in
n iy â ﻧﻴﺎ
( f b .i .) : ç u k u r y e r.
y u r t , d u r a k ; to p la n ıla c a k yer.
ııişte r ﺳ ﺮ
H z.
M e k k e 'd e h ic r e t e h a z ı r l a n ı r k e n b a ğ l a m a k
h â d is e le r .
( f i .) : o t u r a c a k y e r.
n işîm e n -g â h ,
nm
: H z . E b û b e k i r 'i n k ı z ı E s m â 'n ı n
ünvânı
h e r b ir i.
Z â tü 'n -
n itâ k a y n
n iv e r ﻳﻮو
n işîb ü f irâ z
ik iy e b ö -
p a r ç a la r ın d a n
fe z â ).
(f.b .s. n iş e s t e 'n in c . ) : o t u r -
m u ş la r , o tu r.a n la r. n îş -g e r
(a.i.) ؛b i r n i t â k 'ı n
lü n m ü ş
C e n n e t t e i k i k u ş a k v e r e c e k t i r '' d e n ilm iş t ir ,
( f . i . c . : n iş e s t e - g â n ) : 1 . o t u r m u ş ,
n işe s،e -g â h , n işe st-g e h ﻧ ﺸ ﺴﺘﻜﻪ
m ü jd e le n m iş t ir ] .
ü z e r e k u ş a ğ ı n ı ik i y e b ö l m e s i ü z e r i n e H z .
( f . i . ) : o t u r a n , [“ n iş e s t e n ” m a s t a -
n işe ste ﻧﺸﺴﺘﻪ
k i, k e n d is in e C e n n e t 't e ilci k u ş a k v e r i l e c e ğ i
n itâ k a y n ﻧ ﻄﺎﻗ ﻦ
2 . a r a ş t ı r ı p s o r m a , ( b k z : c ü s t ü c û ).
n îşe ﻳ ﺸ ﻪ
[ M e k k e 'd e n M e d i n e 'y e h i c r e t g ü n ü n d e H z . E b û b e k i r 'i n k ı z ı E s m â 'n ı n H z . P e y g a m b e r -
n iy â m -g e ri ﻧﻴﺎ ﻣﻜﺮ ى
( f . b . i . ) : k m y a p ıc ılılc .
n iy â r ﻧﺎ ر
(a.i. n â r 'ı n c . ) : a te ş le r, ( b k z : n iy e re ).
n iy â t ﻧﻴﺎط
(a.i. n e v t 'i n c.) : a s m a l a r [ b ir y e r e ],
n iy â z ﻧﻴﺎ ز
( f.i.) :
1. y a l v a r m a ,
yak arm a.
2.
duâ.
3 . b â z ı ta r ik a tla rd a k ü ç ü g ü n b ü y ü ğ e k a rşı o l a n s e lâ m , s a y g ı v e d u â s ı. 4 . ih t i y a ç , m u h -
k ız ı-
z â t-ü n -n itâ k a y n ).
ta ç lık .
B î-n iy âz
o lm a y a n .
: m u h t a ç o l m a y a n , ih t i y a c ı
5 . b e k tâ ş i e d e b iy â tm d a
ric â ve
985
nîyâzî d u â y ı m u h t e v i m a n z u m v e y â m e n s u r sö z -
م
n iz â m
( a . i . c .:
n iz â m â t) :
1. d iz i,
te rtip ,
k a id e .
le r. 6 . m i iz . Ş e y h A b d iil b â k i D e d e E f. ta r a -
S ira.
h n d a n te r t i b e d i l m i ? m ü r e k k e p m a k a m l a r -
3. z a m â m n i c â b l a r m a g ö re k o n u l a n e s a s la r.
d a n b ir i d i r , 1,5 a s ı r l ı k o la c a k tır ,
4 . H i n d i s t a n 'd a m ü s t a k i l k ü ç ü k d e v le tle r
وازى
n iy â z î
( f . s . c .: n i y â z i y â n ) : 1. n iy a z l a il-
2. d ü z e n ,
u s u l,
y o l;
h â lin d e k i ü lk e le rin h ü k ü m d a rlığ ı.
g ili; n iy a z e d ic i, y a lv a r ıc ı. 2 . i. e r k e k a d i.
n iz â m - ı c â r î : y ü rü rlü k te k i d ü zen .
3.
n i z â m - 1 c e d i d : “y e n i k a n u n , y e n i s is te m a s -
s e v g ili, , ( b k z : m a h b û b ) . 4 . h . i. X V I I I .
a s r i n v a h d e t- i v ü c û d a k a i l o la n , b u y ü z d e n
k e r" ; I I I . S e lim z a m â n m d a k u r u l m u ş o la n
tâ k ib a ta m â r u z k a la n b ü y ü k T ü r k m u ta -
y e n i a s k e r lik .
s a v v i h , N iy a z î- İ M ıs r î. N iy â z î
ﻧﺎز ى
(a .h .i.):
ş a irle rin d e n d ir. A hm ed
n i z â m ü 'd - d î n : XV.
B u r s a 'd a
P a ş a 'n ı n
a s rin
d îv â n
b u lu n m u ?
zam ânm da
ve
y a ş a m ış t ır .
H a y â tı h a k k ı n d a e t r a f l ı m â l û m a t o lm a y a n bu
ş â irin
e p e y c e k a-sîd esi b u l u n d u ğ u n u
A ra p ç a , F a rsç a v e T ü rk ç e ü z e rin e m ü re tte p d îv â n ı v a rs a d a s o n r a d a n k a y b o ld u ğ u n u L â tîf î y a z m a k t a d ı r . n iy â z - k â r
ﺑﺈﻧ ﻜﺎ ر
o la n , ( b k z : n iy â z - m e n d ) .
ﺑﺈزﻛﺎرا ﻻ
n iy â z - k â r-â n e
ı.y a lv a r a -
n iy â z - m e n d â n e )*'؛.
د٠ﺑﺎ زم
( f .b .s .c .: n i y â z - m e n d â n ) :
ﻣﻐﺪان3ﺑﺎ
(f.b .s. n i y â z - m e n d 'i n
1. y a lv a r m a l a r .
2 . İ h tiy â c ı
o la n la r ,
m u h t a ç la r .
دا ز دا ﻻ
( f .z f .) :
1. y a lv a r a -
r a k . 2 . ih tiy a ç la , m u h t a ç l ı k l a , ( b k z : n iy â z -
( ﺳﺮهa.i.
n â r 'ı n c . ) : a te ş le r, ( b k z : n iy â r ).
n i^ â t
ﺑﺈ ت ﻳﺖ
( a .z f .) : n i z â m a , k a n u n a u y a r a k ,
ذﻇﺎﻫﻰ
( a . s . ) : 1. u s û l ü n e u y g u n , t e r t i p -
li, d ü z e n li . 2 ٠k a n u n v e n i z â m a â it , o n u n l a G e n c e 'lid ir . 4 . i. e r k e k a d i. n iz â m iy y e
ذﻫﻼﻣﻪ
n iz â m iy y e
(a.s.) " [ ؛n i z â m î ” n i n m ü e n .J .
ذﻫﻰﻟﺒﻪ
( a . i . ) : 1. i l k a s k e r lik d e v re s i.
2 . b u t ü r l ü a s k e r lik iş le riy le u ğ r a ş a n d â ir e . n iz â m i^ e
h a z în e s i:
[e s k id e n ]
H a r b iy e
N e z â r e ti v e z n e s i, h a z în e s i, g a rn i-
z o n la r d a , u m û m u n g ir ip ç ı k m a s ı n a m a h s u s b ü y ü k k a p ı, c ü m l e k a p ıs ı, n ö b e t tu ta n a sk e ri k a ra k o l, n iz â n ı-n â m e
(a.i.). ( b k z : n iy y e t).
n iy y e t
ﻧﻈﺎﻣﺎ
n i z â m a , u s û l e g ö re , y o lu n c a ,
n i z â m i y y e k a r a k o l u : n iz â m iy e k a p ı ş ı n d a
k â râ n e ).
ﻧﻴﺖ
n i z â n ı â t ı l â z i m e : g e re k li n iz a m la r, n iz â m e n
n iz â m iy y e k a p ı s ı : k ış la la rd a v e y â
n iy â z - ın e n d - â n e
n iy e t
(a.i. n i z â m 'ı n c . ) : n iz â m l a r ,
3 ٠[e s k id e n ] k a r a o r d u s u ,
n iy â z - k â r ) . n iy â z - m e n d â n
n iy e re
ﻧﻈﺎﻣﺎت
d ü z e n le r ; k a n u n h ü k ü m l e r i ,
( b k z : n iz â m î) .
1. y a lv a r a n . 2 . İh tiy â c ı o la n , m u h t a ç , ( b k z :
c .) :
d ü z e n i;
ilg ili. 3. İ r a n 'ı n e n b ü y ü k ş â i r l e r i n d e n o lu p
( f .z f .) :
r a k . 2 . m u h t a ç l ı k l a , m u h t a ç o la r a k , ( b k z :
n iy â z -m e n d
n iz â m ı,
a d i o la r a k k u lla n ılır. n iz â m â t
n iz â m î
( f .b .s .) : 1. y a lv a r a n . 2. İ h tiy â c ı
1) d i n i n
2) d i l i m i z d e : “n i z â m e t t i n ” ? e k lin d e e r k e k
ﻧﻈﺎﺳﺎﻣﻪ
( a .f .b .i.) : t ü z ü k , k o n u -
l a n n i z a m v e u s û l ü İç in e a l a n v e n e y o ld a
(a.i. n i y y e t 'i n c . ) : n iy e tle r , ( a . i . c . : n iy y â t) : 1. n iy e t, m e r a m ,
h a r e k e t e d il e c e ğ in i b i l d i r e n r e s m i h ü k ü m ler. [ilg ili v e k â le t v e y â d â ir e c e tesb it.. D e v le t
k u r m a . 2 . n a m a z d a n , o r u ç t a n ö n c e b a ş la -
Ş û r â s ın c a (D a n ış ta y ) t e t k i k , İ c r â V e k ille r i
m a d u â s ı n ı o k u m a , [ n a m a z ın v e o r u c u n
H e y e tin c e k a b û l e d ilir ] ,
? a r t l a r m d a n d ı r ] . 3. k u ş l a r ı n k a ra m e la
ş e k e rle rin in
s a rılı
ç e k ti ğ i v e y â b u lu n d u ğ u
k â ğ ı t l a r d a k i , fa l y e r i n e g e ç e n , y a z ıla r,
دز
n îz
( f . e . ) : " -d e , - d a , d a h î ” * a n la m ın d a b i r
a tıfe d a tı. n iz â '
د زا ع
n iz a m - n â m e - i e s â s î : h u k . a n a tü z iik . n iz â m -? â h î
٠ ( ﻣ ﺸ ﺎ ﻫ ﻢa .f .b .i.) : g. s. g ü z e l sa -
n a t l a r d a k u l l a n ı l a n b i r k â ğ ı t c in s i, [te z h ip , h a t, m i n y a t ü r v.b.].
(a.i. n e z 'd e n ) : ç e k iş m e , k a v g a ,
( b k z : m ü n â z a a ) . K a t '- ı n i z â ' : k a v g a y ı y a tış tırm a . n iz â - i lâ f z î : b o ş u n a ç e n e y a rış tırm a .
986
n i z a m - n â m e - i d â h i l î : * iç t ü z ü k ,
n iz â r
( ﻟ ﺰ ا رf . s . ) : z a y ıf, a r ı k , İâ g a r. ( دا ر تa . i . ) : k o r k u t u p , u y g u n s u z
n iz â re t
?ey-
le r d e n v a z g e ç i r m e k İ ç i n s ö y le n ile n sö z . n iz e
ﺑﺰه
(f.i.) : k a r g ı , m ı z r a k ; s ü n g ü , h a r b e .
nûf n îz e - i b i - d e r g : sö ğ ü t y a p ra ğ ın ı
a n d ıra n
m ız ra k .
n o k ta - i h e n d e s e : g eo . k e n d is in d e ü ç b u u t
n î z e - i b â r - k e ? : k e s ilm i? d ü ? m a n b a ? ı n ı n ta n î z e - i g ü l - g û n î : m e ? h ı ır b i r ç e ? it lâ le ,
n o k t a - i i n c i m â d : f i z . * d a m ı tı k s u y u n d o n d u g u h a r â r e t d e re c e s i,
n î z e - i r u m m â n i : m e ? h u r b i r ç e ? it lâ le ,
n o k t a - i i n h i l â l : k i m . ç ö z ü lm e n o k ta s ı,
n î z e - i s i n â n : m e ? h u r b i r ç e ? it lâ le , n î z e - b â z 3ب
ﻳﺰه
(f.b .s.) ؛m ı z r a k l a o y n a y a n ,
n o k t a - i İ n ' i t â f : m a t . b ü k ü m n o k ta s ı, n o k t a - i İ n k ı l â b : a s t r . g ü n e ? i n 21 h a z i r a n v e
m ız ra k lı.
ﻳﺰه دار
( f .b .s .) : k a r g ı lı , m ı z r a k l ı ; s ü n -
22 a r a l ı k g ü n l e r i a r a s ı n d a k i y ö r ü n g e s in e a it n o k ta .
g ü lü .
ﻳﺰ ك
n iz e k
(* b o y u t) d a n h i ç b i r i t a s a v v u r o l u n m a y a n ?ey.
k ıld ığ ı m ız ra k .
n îz e -d â r
n o k t a - i h a r î f î : c o g r . g ü z n o k ta s ı,
( b k z : k e n iz e k ) .
n o k ta - i İ r t i f â : m e rm i m a h re k in in en y ü k -
( f .b .i .) : 1. m ı z r a k ç ı . 2. m ı z -
n o k ta - i İ 't i d â l : a s tr. ilk b a h a r v ey a so n b a h a r
( a . i . ) : 1. e k s ik lik , a z a l m a , a z lık .
n o k t a - i i ’t i d â l - i r e b i i : a s t r . i l k b a h a r n o k t a -
( f . i . ) : 1. c â riy e ,
s e k n o k ta s ı.
2. k ü ç ü k m ız ra k , sü n g ü , n iz e - z e n
ﻳﺰه زن
n o k ta s ı.
ra k la v u ra n .
ﺷﻤﺎن
n o k sân
2 . s. e k s ik , k u s u r l u , ( b k z : n â k ıs ) . 3. y o k lu k , ( b k z : fık d â n ).
n o k t a - i m a d d i y y e : f i z . m a d d e n o k ta s ı,
n o k s â n - ı a r z : f ı k . b i r y e r i n e k il m e d e n ö n c e k i d e ğ e riy le e k i l d i k t e n s o n r a k i d e ğ e r i a r a S in d a k i ü c r e t fa r k ı. g e r i ö lç ü s ü n d e v e y â d a h a ç o k o la n k ıs m ı, [e s k id e n ]
b ig a r a z
b i l i r k i ? i n i n İ h b â r ıy la m â l û m o la n s e m e n n o k sâm .
n o k t a - i m ü l t e k a : c o g r . k a v ? a k n o k ta s ı, n o k t a - i m ü ? a '? a a ؛a s t r . s a ç ı lm a n o k ta s ı, f r . p o in tra d ia n t. n o k t a - i n a z a r : g ö rü ? , n o k t a - i r e b i i : c o g r . b a h a r n o k ta s ı,
n o k s â n - ı y e s i r : f ı k . b i r ? e y in d ö r t t e b i r d e g e rin i b u lm a y a n n o k s â m .
اذى٩ ( ﺷﻊa . s . ) : e k s i k li k le ilg ili, n o k s â n i y y e t ( ﺷ ﻌﺎ ﻳ ﺖo . i . ) : e k s ik lik ,
[y a p m a
n o k t a - i t e m â s : g e o . d e g m e n o k ta s ı, n o k t a - i t e n â z u r : a s t r . s i m e t r i k n o k ta [ la r ] .
k e li m e l e r d e n d i r ] .
٠ﺷﻂ
n o k t a - i s u k u t : m e r m i n i n d ü ? t ü g ü n o k ta , n o k t a - i t a t b i k : f i z . u y g u l a m a n o k ta s ı,
n o k sân i
n o k ta
y ip f a r z e d i l e n n o k ta , n o k t a - i m u v â z e n e t : * d e n g e * y a n a y ı,
n o k s â n - ı f â h i ? : f ı k . b i r ? e y in d ö r t t e b i r d e n o k sâ n -ı s e m e n : h u k .
n o k ta - i m e v h U m e : g ö rü n ü ? te h is s e d ilm e -
( a .i.c .: n ik a t,
n u k a t ) : 1. n o k t a .
n o k t a - i t e v a k k u f : d u r a k l a m a n o k ta s ı,
2 ٠b e n e k , le k e . 3 . m a t . h i ç b i r b u u t ( b o y u t)
n o k t a - i t u l u ' : a s t r . d o g u ? n o k ta s ı,
u o lm a y a n i? â r e t. 4 . y e r. 5. m e v z u , * k o n u .
n o k t a - i z e m i n : J e o d . ü z e r i n e â le t k u r u l m a -
6.
te k
n ö b e tç i,
t e k p o li s
m e 'm ı ı r u
b u lu -
SI m ü m k ü n o lm a y a n h e r h a n g i b i r n i r e n g i
n a n k ü ç ü k k u lü b e , g ö z c ü . 7. d e r e c e , k e r t e .
n o k t a s ı n ı k u ll a n ı l a b i l e c e k b i r h â le g e tir -
8.
m e k İ ç in y e r d e te s is e d i l e n v e b u n ir e n g iy e
h a l, * d u r u m .
n o k t a c ı : [e s k id e n ] im â r e t h â n e l e r d e , m e d r e s e le r d e i n z i b a t i? le r in e b a k a n m e 'm u r . n o k t a - i a v r â : a n a t . k ö r b a ğ ı r s a k n o k ta s ı, l â t . p u n c tu m co ecu m . n o k t a - i b i n i ? : g ö z b e b e ğ i, n o k t a - i e v c - i b â l â : a s t r . * y ü c e lim n o k ta s ı, n o k t a - i f e y z : fe y iz v e b e r e k e t n o k ta s ı, n o k t a - i g a l e y â n : s u y u n b u h a r a ç e v r i ld i ğ i h a r â r e t d e re c e s i. n o k t a - i g u r û b : a s t r . b a ti? n o k ta s ı.
r a s a t v e ö lç ü le r le b a ğ l a n a n n o k t a , n o k ta -i z e r r i n : G üne?, n o k t a n o k t a : ı) b e n e k b e n e k . 2) t e k te k . n o k ta te y n
ص
( a .i .c .) : i k i n o k t a (:).
n o k t a t e y n - i m ü t e k a b i l e y n : a s t r . k a r ? ı lı k lı i k i y ı l d ı z ı n b u l u n d u ğ u n o k ta l a r ,
( ذﻋﺮهa.i.) : e ? e k s in e ğ i, n u â s ( ﻷ سb k z : n ü â s ). n û f ذوق- ( f .i.) : y a n k ı, f r . a c c o u s t i q u e . n u a ra
(b k z :
sa d â ).
987
nufâha
( ذ ﻷ يa.i.) ؛su üzerin d eki kabarcık, ( ﻧﻮفf.i.) : ؟ığıltı. n û ger ( ﻧ ﻮ اf.i.) : kul, köle, (bkz : abd, bende, n u fâ h a n ûfe
( ﻧ ﻮ ا ىf.i.) : k u llu k kölelik, bendegi, ؟âkerî).
n û g erî
(bkz :
( ر حa.h.i.) : N ûh Peygam ber, K ıır'an 'd aki
k ron olojik sıraya göre yirm ib eş p eygam b erin baştan üçüncüsü. Sefîn e-İ N û h (N ûh'un gem isi) : H z. N û h 'u n T û fân 'd an lcorunm ak üzere b ütün can lılard an birer ؟ift ald ığı gemi; m ec. her ؟eşit in san in bir araya geldiği toplantı yeri. N û h sû resi : K u r'ân 'ın 71 in ci sûresi olup 28
âyettir ve M ekke'de nâzil olm uştur. nuh â١
(a.i.) : anat. m u rd ar ilik.
n u h â -i şevk i : anat. om u rilik, fr. m oelle épinière.
(a.i.) : balgam ,
n uhâm n u h âm e nuhâm î
( ﻧﺨﺎﻣﻪa.i.) : balgam , ( ﻧﺨﺎﻣﻰa.s.) : fizy. b algam la .ilg ili,
.b a lga m si, .sü m ü k sü .
( ﻧﺤﺎسa.i.) : 1. bakir. 2. b a k ir para, n u h âsî ( ﻧﺤﺎﻣﻰa.s.) : 1. b a k ırla ilgili, bakarli, n u h âs
b akırd an . 2. b a k ir p ara ile ilgili, n u h ât ( ﺧﺎ تa.i. n âh î'n in c.) : n ah iv (syntaxe)
âlim leri. nuhât nuhbe
( ذﺧﻪa.i.) : 1. h erşeyin iyisi, seçkini.
n u h b e -i â m â l : em ellerin en sonu, ideal.
3 ٠m eclis (İ ؟ki) arkadaşı; sık ı fık ı arkadaş. 4 ٠Sünbülzâde V ehbi'nin A ra p ؟a-Türk ؟e m an zu m lûgatı. (arm ağanın seçilm işi) : A h m e t b in A lî b in A h m e t'in 1649'da düzenİediği F arsçad an Turkçeye .sözlü k,
N u h b e tü 't-T u h fe
ا/ ( ذ وa.s.) : 1. N ûh'a âit, N ûh ile ilgili. 2. p ek eski.
nûhî
( ﻧﺤﻠﻪa.i.) :
1. d in şubesi, m ezhep. 2. ؟e-
y iz , düğü n hediyesi. n u h re
( ﻧﺨﺮهa.i.) : k em ik d okusunun çürüm e-
si. nuhûs
la n .
988
u ğ u rs u z lu k ,
(b k z:
ﻧﺨ ﺖ
n u h u st
( f .s .) : ilk , b ir i n c i , ( b k z : e v v e l,
n u h u stin -
(f.s.) : ilk , b ir in c i , ( b k z : e v v e l,
n u h u s t , v â h id ) . n u h u st-zâd , n u h u st-zâd e
ﻧﺨﺴﺘﺰاده، ﻧﺨﺴﺘﺰاد
(f.b.s.) : e v v e l d o ğ a n , i l k d o ğ m u ş o la n , nûk
ﻧﻮك
(f.i.) : 1. k u ş g a g a sı. 2. g a g a g ib i u c u
s iv r i o la n şey. 3 . o k u n u c u , t e m r e n ,
ﻧﻔﺎﻋﻪ
nukaa
(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : İç in d e
i l â ؟ıs la t ıl a n su . n u k ab
ﻧﻘﺐ
(a.i. n u lc b e 'n in c.). ( b k z : n u k b e ) .
n u k a b a ' ( ﻧﻘﺒﺄa.s.i. n a k i b 'i n c . ) : n a lc ib le r. ( b k z : n alcib ). n u k at
ﻧﻘﻂ
(a.i. n o k t a 'n m c.) : n o lc ta la r . ( b k z :
n ik a t) . B i-n u k a t : " e b c e d " h e s â b m d a n o k ta s ız h a r f , ( b k z : m ü h m e l) , n u kave
ﻧﻘﺎوه
(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1. h e r ş e -
y i n iy isi. 2. te m iz l ik , p â k l ı k . ( b k z : n a k a v e ). n u kb e
ﻧﻘﻪ
( a . i . c .: n u k a b ) : 1. r e n k , ( b k z : le v n ) .
2. p a s . ( b k z : )e n g , je n g â r ) . 3. p a ç a s ız d o n . 4.
y ı r t ı k , a s t a r y ır t ı ğ ı , 5. y o l.
( ﻧﻌﻞa . i . ) : m e z e , ؟e re z . n u k re ( ﻧﻘﺮهa . i . ) : 1. k ü lç e h â l i n d e
nukl
güm üş,
n u k re -i h â m : iş le n m e m iş , h a m g ü m ü ş k ü l ؟esi. 2 ٠e n s e ؟u k u r u . n u k re -i k a f â : e n s e ؟u k u r u . 3 . O s m a n l I i m -
(a.i.) : hıçkırm a,
2. seçkin, seçilm iş, (bkz : güzide, m üntahab).
n u h le
(a .i.):
ç e â m e t). n u h u s t i n , v â h id ) .
؟âker, nevker).
Nûh
ﻧﺤﻮﺳﺖ
n u h û set
p a ra to rlu g u n d a ç ık a rıla n ilk p a ra la r, nukud
ب
(“k u ” u z u n o k u n u r , a .i. n a k d 'i n
c . ) : n a k it le r , p a r a l a r .
F ık d â n -1 n u k u d :
p a r a y o k lu ğ u , p a r a d a r lığ ı, n u k u d -ı m evk u fe : h uk. v a k f o l u n a n p a r a l a r , nukul
ﻧﻘﻮل
( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k l 'i n c . ) :
n a k il le r , h ik â y e le r , r iv â y e tle r . nukuş
ﻧﻘﻮش
(“ k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k ş 'ı n
c . ) : n a k ış la r , r e s im le r ,
( ﻧﻌﺾa . i . c .: e n k a z ) : b i n â y ı k ı n t ı s ı , ( ﻧﻮلf . i .) : k u ş g a g a sı, ( b k z : m i n k a r ) . n u 'm â ( ﻧﻌﻤﻰa.i.). ( b k z : n a 'm â , n i'm e t) . n u 'm ân ( ﻧﻌﻤﺎنa . i . ) : 1. k a n . ( b k z : nukz
nûl
d em ).
Ş a k ay ık u 'n -n u 'm ân : bot. g e lin c ik . 2 . h. i. ( b ü y ü k " n ” ile) i m â m - ı A 'z a m 'ın a d i. 3. e rk e k a d i. 4 . bot. g e lin c ik , n u 'm ân -ı b e rri ؛bot. g e li n c ik ؟i ؟eğ i.
( ﻧﺤﻮسa.h.i.) : M erih ve Z iih re yıld ız-
n u m ru k a tik .
ﻧﻤﺮﻗﻪ
( a . i . c .: n e m â r i k ) : k ü ç ü k y a s -
nûşâdur num ûne
ﻧﻤﻮﻧﻪ
n u m û n e-g âh
(f.i.). ( b k z : n ü m û n e ) .
٥، r . ﻧﻤﻮن
g â h ). nun
ن
ورﺑﺨﺸﻪ٠ ( a .f .h .i .) :
N û r-b a h ş iy y e
(f.b.i.). ( b k z : n ü m û n e -
( a . h . ) : 1. O s m a n l I a lf a b e s i n in y i r m i
s e k i z in c i h a r f i o lu p “e b c e d ” h e s â b ı n d a e lli s a y ı s ın ı n k a r ş ı l ı ğ ı d ı r . 2 . a r a b i t â r i h l e r d e r a -
s u : M u h a m m e d ü 'n - N u r b a h ç i 'n - N e c c â r 'a n i s p e t l e b u a d i a lm ış tı r ] ,
ﻧﻮرأﻓﺸﺎن
n û r-e fç â n
( a .f .b .s .) : n u r s a ç a n , e t r â f ı
a y d ın l a ta n .
m a z a n a İ ş â r e tt ir . 3 . F a r s ç a d a , f i il le r d e n e f y
n û r-fe şâ n
(* o lu m s u z ) e d â t ı d ı r : [ h u d â n e - k e r d e : A lla h
n û rî
g ö s te r m e s in ., g ib i]. 4 . ( i . c . : e n v â n , n î n â n )
ta s . K ib re -
v iy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b i r i : [ k u r u c u -
ﻧﻮرى
ﻧﻮرﻓﺸﺎن
(a.f.b .s.). ( b k z : n û r - e f ş â n ) .
( a . s . ) : 1. n u r a â it, n u r ile ilg ili. 2 . i.
e r k e k a d i.
b a lı k , ( b k z : s e m e k ). Z ü n - n û n : H z . Y û n u s .
n û r i y y e ( ﻧﻮردهa . s . ) : 1. [“n û r î ” n i n m iie n .]. 6 8 . s û r e s i n i n k a le m ( b k z : n û r î ) . 2 . i. k a d m a d i. d e n b a ş k a a d i. 6 . a y n i s û r e n i n b a ş ı n d a k i N û riy y e ( ﻧﻮردهa .h .i .) : R u f â î t a r i k a t ı m ü t e ş â b i h h a r f k i, m ü r e k k e p h o k k a s ı d iy e ? û b e le r in d e n b ir i, [ k u r u c u s u : N û r e d d i n te f e ir e d ilir . 7. k ılıç ; k ı l ı ç s ı r tı . 8 . k a ş . H a b ib u lla h -i H a d is id ir] , n û r ( ﻧﻮرa.i. e n v â r, n î r â n ) : 1. a y d ın l ık , p a r ı l n û r - p â ş ( ﻧﻮر ﻷشf .b .s .) : n û r s a ç ıc ı, n û r s a ç a n , ti , p a k l a k l ı k . C e b e l - i n û r , C e b e l ü 'n - n û r n û r - p e r v e r ( ﻧﻮر رورa .f .b .s .) : n u r l u , ış ık lı, ay( N u r d a ğ ı ) : M e k k e 'd e k i H a r r a d a g i. Z ü 'n 5.
K u r 'â n - ı K e r im 'in
n û r e y n : ik i n u r s â h ib i, [H z. P e y g a m b e -
d ın lık .
r i n i k i k ı z ı n ı a lm ış o lm a s ı d o la y ıs ıy la ] H z .
n û r - t a l 'a t
O s m a n . S û r e t ü 'n - n û r : K u r 'â n 'ı n 2 4 ü n c ü
n u sah â
s û r e s i o lu p 6 4 â y e ttir , M e k k e 'd e n â z i l o l-
n u sarâ
m u ş tu r .
(b k z : av en e, e n sâr, n u ssâr).
n û r - i a y n , - -i ç e ş m , - -i d i d e : p e k s e v g ili k im s e , [en ç o k e v lâ t İç in k u ll a n ı l ı r ] ,
ب
N u sa y ri
b i n d e n o la n .
ذﻣ ﺢ
nush
n û r - i c e n â n : m e ş h u r b i r ç e ş it lâ le , n û r - i ç e ş m ( g ö z n u r u ) : e v lâ t, ( b k z : n û r - i
ﻧﻤﺮ ت
2 . A l l a h 'ı n 4.
n û r - i î m â n : i m a n a y d ın lığ ı. m iib în ,
-
-i
n u h u s tîn :
( a . i . ) : n a s i h a t v e r m e , ö g ü t. ( b k z :
p e n d , v a'z). n u sret
a y n ). n u r - i İ l â h î : İ l â h î n û r , A lla h 'a â i t n u r .
n û r-i
(a.s. v e i . ) : N u s a y r 'e m e n s u p ,
y e z id i li g in b i r k o lu o la n , N u s a y r 'm m e z h e -
n û r - i b a s a r (g ö z n u r u ) : h e k . em ek ,
H z.
M u h a m m e d 'i n r û h â n i y e t i .
(a.i.
n a s r 'd a n ) :
y a rd ım ı.
3. b a ş a r ı ,
1. y a r d i m . ü s tü n lü k .
e r k e k a d i.
ﻧ ﻤﺎ ح
n u ssâh
(a.s. n â s i h 'i n c . ) : n a s i h a t e d e n le r,
ö g ü t v e r e n le r , ( b k z : v u 'â z ).
ﻧﺼﺎو
nussâr
n û r - i s â d e : s a d e , s a f n u r ; T a n r ı ış ığ ı,
(a.s.
n â s ı r 'm
c . ) : y a r d ı m c ı la r .
(b k z : av en e, en sâr, n u sa râ ).
n û r - i t e c e l l i : m a n e v i b a k ı m d a n a y d ın l a n m a.
nusûl
ﻫﺞa .i.): 1. toz. (bkz : gubâr). 2. s. fitne, r e h d ( رﻫﺪa .i.): b a s tıra ra k ezme, r e h - d â n ( ره دانf.b.s.): yol bilen, re h e b ر ق ters).
(a .i.): korku, ( b k z : havf, hirâs,
re h e b â n ( ر قa.i. râ h ib 'in c.). (bkz : ru h b ân ). re h e b â t ( رﻫﺒﺎتa.i. re h b e t'in c . ) : korkular, ؟ekingenlikler, y ılgınlıklar, re h f
ﺭ ﺽ
(a .i.): bilem ek, keskinletm ek.
re h - g ü z â r ( ر ش' رf.b.i.): geçit, geçecek yol. reh -g ü zâ r-1 k a lb ؛kalb geçidi; gönül yolu, re h -g iiz e r ( رﻫﻜﺬرf.b.i.). (bkz : reh-güzâr). re h îd e ( رﻫﻴﺪهf.s.): d e rt ve sık ın tıd a n kaçm ış olan. r e h in , r e h in e ( ر ص ؛ ر قa.s. r e h â in ) : reh in edilm iş; b ir şeye g ara n ti o la ra k tu tu lm u ş, r e h k ( رضa .i.): 1. y ü rü m e. 2 ٠ark a d an yetişip yaklaşm a. 3. k ö tü şeylere d ü şk ü n lü k . 4. şaşa kalm a. re h k e t ( رﻫﻜ ﺖa .i.): zayıflık, güçsüzlük, kuvvetsizlik. re h l ( رضa .i.): hek. 1. d o ğ u m d a n önce gelen sari b ir su. 2. doğum da, ؟o cu ğ u n İçinde
1033
rehle
y ü zd ü ğ ü m ayi, am n iy u s m âyii. G ışâ-i r e h l : am niy us zari, d o ğ u m d a ؟o c u k ile İçinde y ü zd ü ğ ü m ây iin i ؟m ahfazası, re h le ( رﻫﻠﻪa.i.). (bkz : rehlet).
re h -z e n l ( رﻫﺰﻧﻰf.b.i.): haydutluk, hırsızlık, re is ( رﺋﻴﺲa .s.): baç, başkan, (bkz : re's). re îs-i k a b ile : kabile reisi, reîs-i ş â irâ n : şâirlerin başı,
re h le t ( رﻫﻠﺖa .i.): şişme, şişkinlik, r e h m e t ( رﺣﻤ ﺖa .i.): rah m e t, yağm ur,
re îs-i v ü k e lâ (*başbakan).
r e h n ( رﻫﻦa.i.c .: rih ân , rü h û n , rü h n , rü h ü n ) : tu tu , ö d ü n ؟alın an eşyâ, p a ra k arşılığ ın d a gösterilen şey, ipotek.
re îsü 'l k ü ttâ b : eskiden O sm anlI hariciye vek ille rin in ünvânı.
r e h n -i m iis te â r : fık . b irin in m a lın ı ö d ü n ؟ alıp k en d isin in izniyle re h in etm e, re h -n e v e rd ( رﻫﻔﻮردf.b.i.): ''yol tu ta n , yola 1 ؟k an " : yolcu, (bkz : rah -neverd, ibnü's-sebîl, reh-rev). r e h -n iş în ( ره ﻧﺸﻴﻦf.b .i.): (bkz : râh -n işîn ). r e h -n iş în ( رﻫﻔﺸﻴﻦf.b .s.): 1. y o lu n ü ze rin d e o tu ran . 2. yolcu. 3. ؟er ؟i, gezici esnaf. 4. b ir k ö p rü b aşın d a o tu ru p gelen g idenden vergi alan kim se. 5 ٠serseri. 6. hırsız, re h -n ü m â ( رﻫﻨﻤﺎf.b.s.): yol gösteren, kılavuz. ( b k z : delil, râh -b er, râh -n ü m â). r e h -n ü m û n ( رﻫﻔﻤﻮنf.b.s.). (bkz: reh-nüm â). re h - n ü m û n î ( رﻫﻨﻤﻮﻧﻰf.b.i.): kılavuzluk, (bkz : hidâyet, hüdâ). re h -p e y m â ( رﺻﻴﻤﺎf.b.s.): yol öl ؟en. re h -p e y m â y l ( رﺻﻴﻤﺎﻳﻰf.b.i.): yolculuk, re h -re v ( رﻫﺮوf.s.): yola giden, yolcu, ( b k z : ibnü's-sebîl, râh-rev, reh-neverd, rehrevân). re h -re v â n ( رﻫﺮوانf.b.s.): yolcular, yola gidenler. (bkz : reh-rev). reh-rev ân-1 e z e l : A llah'ın sevgili k u lla n . re h -re v â n -ı g e r d û n : yedi ş e r a r e gen).
(*geze-
re h -re v â n -ı sefer : gece g ü n d ü z ibadet eden kim seler. re h -re v â n -ı t a r i k a t : dervişler, re h -re v l ( رﻫﺮوىf.b.i.): yolculuk, re h s ( رﻫﺲa .i.): b ir şeyi ayakla çiğneyerek ezme. r e h t ( رﻫﻂa.i.c. : e r h â t) : 1. cem aat, kalabalık. 2. kabile. re h -v â r ( رﻫﻮارf.b.i.). (bkz : râh-vâr). re h y âb ( و ﻫﺈ بf.b .s.): yo lun u bulabilen; girebilen. re h -z e n ( رﻫﺰفf.b.i.): yol kesen, (bkz : k u tta -i ta rik , râhzen).
1034
(vekillerin
b a ş ı) : başvekil
r e îs ü 'l- u le m â : R um eli kazaskerliği yapm ış o la n ların en kıdem lisi. re k a b e t “( رﻗﺎﺑﺖka” u z u n okun ur, a .i.) : 1. gözleme, gözetlem e. 2. rekibolm a hâli, b irbirin i ؟ekem em e. 5. k ısk an m a. 4. benzerleriyle y arışa ؟ik m a, fr. c o n c u rre n c e. re k a ik “( رﻗﺎﺋﻖka'' u z u n o ku nu r, a.s. raklk, rak lk a'n ın c .) : ince n â z ik olan şeyler, r e k â k e t ( ر ﻛﺎ ﻛ ﺖa .i.): 1. gevşeklik, zayıflık, derm ansızlık. 2. ed. sö zün k u su rlu , bağİantısız olm ası [“selâset” in zıddı]. 3. kekem elik, pepem elik, tu tu k lu k , re k â n e t ( رﻛﺎ ﻧ ﺖa.i. re k n 'd e n ): ağırbaşlılık: guru rlu lu k . re k 'a t ( رﻛ ﻌ ﺖa .i.c .: re k e â t): n a m a z d a b ir kiyam (ayakta durm a), b ir rü k û (ayakta iken eğilme) ve iki sücûd (yere k ap an m a) d a n İbâret hareket, [a s il: beli eğip y ü z ü stü k a p a n m a k 'tır" ؛rü k 'at” o k u n u şu d a vardır], re k 'a t-i sân iy e : ik in ci rek'at. re k 'a t-î û lâ : b irin ci rek'at. re k 'a te y n ( رﻛﻌﺘﻴﻦa.i.c.): ik i rek'ât. r e k a y ık ' "( رﻗﺎﻳﻖka" u zu n o k un ur, a.s. rak ik , ra k ik a 'n m c.). (bkz : rekaik). r e k b . ( ر ﻛ ﺐa.i. râk ib 'in c . ) : 1. süvâri tak ım ı, atlılar alayı. 2. m iiz. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekk ep m a k a m ı olup zam âm m ıza k alm ış n iim û nesi yoktur, re k b -i n e v r û z : m iiz. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ü rek kep m a k a m ı olup za m â m m ız a k alm ış n iim ûn esi yoktur, re k d ( ر ﻛ ﺪa.i.): kım ıld am am a , d u rg u n ve sessiz olm a. re k e â t ( رﻛﻌﺎ تa.i. rek'at'ın c . ) : rekâtlar, r e k lk ( ر ﻛ ﻴ ﻚa.s. re k â k e t'd e n ): kekem e, pepeme, tu tu k ; kusurlu, r e k îk ü 'l- lis â n : d ili tu tu k , re k lk e ( رﻛﻴﻜ ﻪa.s. re k â k e t'd e n ): ["rekik” in miien.]. ( b k z : rekik).
rence rekin ( رﻛﻠﺖa.s.) : 1. g u r u r l u , a ğ ır b a ş lı. 2 . y ü k s e k . ( b k z : â lî, b ü le n d ) . 3. i. e r k e k a d i. rekine ( ر ىa . s . ) : [ " r e k in ” i n m iie n .]. ( b k z : r e k in ) .
rekiz ر ي
re m e s ( ر ثa.i.c. : erm âs) : sal. re m -g e rd e ( رﻣﻜﺮدهf.b.s.) : 1. ü rk m ü ş, ürkek. 2. titre m i؟, (bkz : m ü rte i)؟. remîde
(a.s. r e k z 'd e n ) : 1. g iz li, g ö m ü l ü
[d e fin e ]. 2 . s a ğ la m , a d a m a k ıll ı,
rekm ( رﻛﻞa . i . ) : y ığ m a , b i r i k t i r m e , reks ى٠ ( ركa . i . ) : g e r i d ö n d ü r m e , ؟e v ir m e , ( b k z : re d d ) .
rekûb, rekûbe
رﻛﻠﺐ ؛ ر ي
:
( a . i . ) b in e k h a y -
v a m . ( b k z : m a tiy y e ) .
rekud دA ) ( " k u " u z u n o k u n u r , a . s . ) : u y u m u ؟, ( b k z : h â b îd e ) .
rekz ( رﻛﻞa . i . ) : y e re s a p la m a , d ik m e , k u r m a , rekz-i alem : b a y r a ğ ı b i r y e re d ik m e , rekz-i hiyâm : ç a d ı r k u r m a , rekz ﻛﺾ٠ ( رa . i . ) : 1. te p m e , t e p i n m e , rekz-i arz : t o p r a k ü z e r i n d e te p i n m e . 2 . h a y v a m y ü r ü t m e k , k o ş t u r m a k İ ؟i n te p m e ,
rem ( رمf . i .) : 1. ü r k m e . 2 . ti tr e m e , ( b k z : ra ' ؟e). 3. s ü r ü .
remâd ( رﻫﺎدa.i.) : kül. remâd-ı bürkânî: jeol. y a n a r d a ğ k ü lü , remâdet ( رﻫﺎذتa . i . ) : i n s a n v e y â h a y a n k ı r ı remâdî, remâdiyye بﺀ. رﻫﺎد، ( رﻫﺎدىa . s . ) : 1. k ü le m e n s u p , k ü l ile ilg ili. 2 . k ü l r e n g i n d e o la n , g ri.
remân ( رﻫﺎنf . i . ) : s ü r ü . reme ( رﻫﻪa . s . ) : ü r k e n , ü r k e k , ( b k z : r e m e n d e ) . Esb-İ reme : ü r k e k at. reme ه٠ ( رf . i . ) : 1. s ü r ü . 2. a s k e r t a b u r u v e in -
( رﻣﻴﺪهf.s.) : ü rk m ü ؟, k o rk m u ؟. ٠ رمﺀﻣﺎ، ( رﺳﻢa.s.) : ؟ü rü m ü ؟,
rem im , rem im e
ç ü rü k [en ؟ok kem iğin, b ilhassa ö lm ü ؟insan k em iğ in in sıfatıdır}. A zm -İ re m im : ؟ü rü m ü ؟kem ik, iz â m -ı re m im e : ؟ü rü m ü ؟kem ikler, (bkz : rüfât). r e m i ( رضa.i.c. : rim âl, C.C. : erâm il) : 1. k u m . (bkz : rig). 2. b ir ta k ım n o k ta ve çizgilerle k ay ıp tan h ab e r verm e d olandırıcılığı, rem il. re m m ( رمa.i.) : on arm a, r e m m â h ( رﻣﺎحa.s.) : m ızrakçı, süngücü. r e m m â l ( رﻫﺎلa.s.) : rem il döken, fal a ؟an, kay ip ta n h ab er verm ek id d iâsm d a b u lu n a ra k d o la n d ırıc ılık eden [adam}, r e m m â n i ^ e ( رﻫﺎذهa.i.). (bkz : rüm m âniyye). r e m m â z ( رىزa.s. rem z'den) : işaretlerle konu؟an. re m s ( ر سa.i.c. : rum ûs) : sin, m ezar, kabir. (bkz : g û r ٠, m edfen, m erkad). re m y ( رسa.i.) : atm a, tü fek atm a, (b k z : endâht).
( رﻫﺰa.i. rü m û z, rüm ûzât). 1. i؟âret, İçâretle an latm a, (bkz : im â). 2. gizli ve kap a lı b ir sû rette söyleme. 3. müz. m ü zik te p erd elerin veyâ ara lık la rın yerine, o n ları a n la tm a k üzere k u lla n ıla n İçâretler.
rem z
rem z-â ؟nâ
( رﻣﺰأﺷﺎa.f.b.s.). (bkz : ) ( رﻫﺰى ‘ ر ر ﻷa.s.) : 1. rem ze
rem zi, rem ziyye
s a n k a la b a lığ ı . 3. (h .i.) : [ b ü y ü k “R " ile] Ü 1-
m ensup, rem iz ile ilgili. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] k ad m adi. 3. mant. .sim gesel,
k e r y ıld ız ı.
fr. symbolique.
remed ( رﻫﺪa.i.) : g ö z a ğ rıs ı, g ö z a ğ r ı m a s ı , ( b k z : sâ d ).
remed-i mütekayyih : hek. i r i n l i g ö z n e z le si.
remel ( رضa.i.). ( b k z : b a h r - i re m e l), remel-i kasir : müz. v a k ti y le T ü r k m ü z i ğ in d e k ı ı l l a n ı l m ı ؟b i r u s u l o lu p
٨
n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,
remel-i tavîl : müz. v a k ti y le T ü r k m ü z i ğ i n d e k u l l a m l m ı ؟b i r u s u l o lu p ,
٨
k a i m i ؟n ü m û n e s i y o k tu r ,
remende ( رﺳﺪهf . s .) : ü r k ü c ü , ü r k e k , ( b k z : re m â n ).
re m z -؟in â s ( رﻫﺰ >ﺷﻈﺲa.f.b.s.) : 1. gizli kapakil a n latılan ؟eyleri ve işâretle ri bilen. 2. b ir m a k sat a n latan resim , ؟ekil ve saire, (bkz : m uam m â). re n â n e t
ذت١( رذa.i.)
: inlem e, sesle inlem e,
re n e ( رذجf.i.) : 1. ağrı, SIZI. 2. zahm et, eziyet, sık ın tı. B i-ren c : sıkıntısız, kolayca, re n c -i sefer : sefer zahm eti; yolculuk meşalekati. 3. hışım , öfke, gazab. re n c -b e r ﺟﺒﺮ،( ر؛f.b.i.) : rençper, ırgat, [rene : SIk ın tı t b e r : ؟eleen = sıkıntı ؟eken, m e؟akkatli, ağır içlerde bulunan], re n c e ،( رﻧﺠﺎf.i.). (bkz : rencûr).
1035
rencide ren c id e ٥( وﻧﺠﻴﺪf.s.): in c in m iş, k ırılm ış, re n c id e g i ( ر ﻧ ﺠ ﻴ ﺪ رf.i.): 1. in cin m iş, h a tırı kirılm ış olm a, güceniklik. 2. kederlilik, dertlilik. (bkz : âzürdegî, rencûri). re n c id e -h â tır ( رﻧﺠﻴﺪه ﺧﺎﻃﺮf.a.b.s.): h a tırı kirılm ış, gücenmiş., ( b k z : âzürde-hâtır). re n c i ( رﻧﺠﺶ ؟f.i.): incin iş, sızlanış, eziyet veriş; az ar ؛keder. re n c û r ( رﻧﺠﻮرf.s.): sık ın tılı, in c in m iş ؛rahatSIZ, hasta, d ertli. D il-İ r e n c û r : in cin m iş, h asta gönül, (bkz : âzürde. r e n c û ri ( رﻧﺠﻮوىf.i.): in c in m iş olm a, rah a tsizlik, d ertlilik , h astalık , ( b k z : rencidegi, âzürdegî). r e n d e ( رﻧﺪهf.i.): rende, re n d id e ( وﻧﺪﻳﺪهf.s.): rendelenm iş,
re n g in ( ر شf.s.): 1. ren k li, p a rla k re n k li ؛boyalı, ( b k z : m ülevven). 2. güzel, lâtif, hoş. 5. süslü. 4. i. k a d ın adi. r e n g in -te r ( و ﻧ ﺶf.b.s.) ؛fazla renkli, güzel renkli. re n g re n g ( ر ﻧ ﻚ ر ﻧ ﻚf.s.): ؟ok renkli, h e r renkte n olan. ren g -re z ( رﻧ ﻚ رزf.b.i.): 1. boyacı. 2. m ec. m eyhaneci. r e n in ( وﻧﻴﻦa .i.): 1. h ay k ırm a, b ag irm a. 2. in ilti, inlem e. r e n n â n ( رﻧﺎفa.s.): ؟ok ses ؟ik a ra n , inleyip dura n ؟ ؛ınlayan. (bkz : ta n in -e n d â z , ta n n ân ). re's ( رأسa .i.): 1. baş, kafa, (b k z : ser). A le'rre's : b âşü stü n e. B i-r e 's ih i: k en d i başına; başlı başına. M a sk a t-i r e 's : b ir k im sen in dogd u g u yer, vatan. 2. baş, başkan.
re n g ( رﻧﻚf.i.): 1. renk , (bkz : levn). 2. m ü z. tü rlü sazla rın ses b en zerliğ i ؛m e s e lâ : nefesli sazla rd a n flü t ile tro m b o n ayrı ayrı reng arzederler. N ey ile g irift y ak ın rengde sese m âliktirler. S oprano, alto v.b. k larn etler, ayni ren g in n ü an slarıd ır. 3. hile, oyun. 4. sûret, şekil. 5. iskanbil k âğ ıd ı ü ze rin d ek i d ö rt değişik işâ re t olup genellikle ik i renkten oluşur: k ırm ız ı ve siyah, re n g -i d i l : m iiz. T ü rk m ü ziğ in d e b ir m akam . M uâsır m üzisyenlerden m ü h en d is H âlis Bey ta ra fın d a n nev-eser m a k a m ın ın b ir derece pesti olan acem -aşiran (fa) perdesindeki şeddine verilm iş isim dir. Güçlü, beşinci derece olan ؟ârgâh (do) dır. D onan ım ın a "si" ve "m i" kom a, "İâ" ve "re" bakıyye bem olleri konulur. in ic i- ؟ıkıcı olarak seyreder. D izisi gizli m iiten â fir'd ir (niseb-i şerife s a y ıs ı: 6). O rta sekizlisindeki sesleri, p estten tize d o ğ ru o lm ak üzere ş ö y le d ir: acem -aşiran, rast, zengûle, segâh, ؟ârgâh, hicaz, d ik -h isar ve acem, re n g -â m îz ( ر ﻛﺎ ﻣ ﻴ ﺰf.b.s.) : ren k renk, tü rlü renkli, ( b k z : m ülevven). re n g -â -re n g ( رﻛﺎرﻧ ﻚf.b.s.) : ؟eşit ؟eşit, renkli, ( b k z : g û nâ-g ûn, m ülevven).
re's-i c u m h û r : cu m h u rreisi, c u m h u rb a şk ar e 's - ik â r : İş başı, devleti İdâre m evkii. 3. baş, başlangıç. re's-i se n e-i efren ciy y e (efrenci sen en in b a ş ı) : 1 O cak, [b u g ü n k ü T ü rk ta k v im in e göre de 1 Ocak]. re's-i se n e-i h ic riy y e (h icri se n en in b a ş ı) : 1 M u h arrem . re's-i se n e-i m â l i c e (m âlî seneni b a ş ı) : 1 M art. re's-i se n e-i m ilâ d iy y e (m ilâdî se n en in b a ş ı) : ıv e y â i4 0 c a k . re's-i sen e-i rû m iy y e (rû m î sen en in başı; G arplı Efrenci ta k v im in i k ab û l etm em iş olan Çark H ıristiy a n la rı İ ؟i n ) : 1 Oca.k. [b u g ü n k ü T ü rk takvim in.e g ö re '14 Ocak]. (T ürklerde re's-i sene-i rû m iy y e "= rû m î sene başlangıcı" : 1 M a rt idi). re'sü '1 -h ik m eti m a h â fe tu lla h veyâ m a h a b b e t u l l a h : h ik m e tin (düşüncenin) başı, A llah k o rk u su d u r veyâ sevgisidir. 4. cogr. b u ru n . 5. u ؟, tepe. re's-i c e b e l: dag d o ru g u . 6. koy u n , k e ؟i gibi canlı hayvan. 7. a n a t. baş. 8. geo. tepe.
re n g -â -re n g -î â h e n g : ah en g in b in b ir tü rlü renkleri.
re's-i m a h r û t : geo. p ir a m itin tepesi, d orugu. 9. b o t. n eb a tla rın (*bitkilerin) kö k ten en u za k olan nokta'sı.
ren g -âv e r ( رﻧﻚ آورf.b .s.): hileci, dalavereci, ( b k z : haddâ', hayyâl).
re's-i uzv-1 te 'n îs : b o t. dişicik başı, tepecik, fr. stig m ate.
resmiyyât -re s
رس
- ( f .s .c . : - r e s â n ) : " e r iş e n , y e tiş e n , u la -
ر ﺳﺪه
re s îd e
( f .s .c .: r e s i d e g â n ) : e r i ş m i ş , y e tiş -
ş a n ” m â n â l a r ı y l a * b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r :
m iş) o lg u n l a ş m ış . N â - r e s î d e : e r iş m e m iş ,
D e s t - r e s : el y e ti ş t ir i c i, e lli, is te ğ i n e u la ş a n .
p iş m e m iş , k ö r p e . N e v - r e s i d e : 1) y e n i y e tiş -
F e r y â d - r e s : fe r y â d e y e tiş e n . N e v - r e s : y e n i y e tiş m e ., g ib i. -re sâ
رى
- ( f .s .) : y e tiş e n , y e ti ş t ir e n , e r iş e n .
M ü jd e -re s â :
m ü jd e
y e ti ş t ir e n ,
m ü jd e c i.
N â - r e s â : y e tiş m e z , e lv e r m e z ,
ل٠رﺳﺎ
re s â il
رﺳﺄﻟﺖ
( a . i . ) : 1. ( b k z : ris â le t). 2 . d e v e y i
e ş k i n y ü r ü t m e . 3. s a ؟ı s a lıv e rm e .
ler, u l a ş a n l a r " m â n â l a r ı y l a b ir le ş i k k e li m e le r y a p a r : Ş e r e f - r e s â n : ş e re fe u la ş a n la r ., g ib i. ( f .i . ) : 1. h a s r e t, ( b k z : İş tiy â k , ta -
m ı ş o lm a .
( a . i . c . : r ü s ü l , r ü s e l â ) : e l ؟i. ( b k z :
re s is , r e s i s e -
ر
،
ر ص
‘
رﺛ ﺚ
(a .i.) : h e k . h a s ta lık
b a ş la n g ıc ı.
ردده
(a .s .) : e s k im iş , y ıp r a n -
m ı ş , e s k i, k ö h n e .
رس
re s iy y
( a . s . ) : 1. h a y ı r d a v e y â ş e r d e ı s r a r
e d e n , d i r e n e n . 2. ؟a ti y i a y a k ta t u t a n d ir e k .
ردا'ذﻳﻖ
(a.i. r u s t â k 'ı n c . ) : k ö y le r. [F a rs-
( ردادهa . i . ) : a g ıt la m a . r e s â y i ' اﻳﻊ٩٠( رa.i. r e s ia 'n m
s e z â , ş â y â n , şâ y e s te ).
k im s e y e d a n ı ş m a d a n , ( b k z : m ü s ta k i li ) , r e 's e n m u k a b i l z â v iy e : g eo . te r s a ؟ı, fr. a n g le
( f .b .s .) : “ip le o y n a y a n ” : ip
r e s m i n : r e s m i o lm a y a r a k , * ö zel o la r a k , r e s m - i g ü m r ü k : g ü m r ü k v e rg is i. resm en '
رﺳﻤﺎ
( a .z f .) : 1. r e s m i o la r a k , d e v le t
a d m a , d e v le t t a r a f ı n d a n . 2 . â d e t y e r i n i b u ls u n d iy e ; n e z â k e t ic â b ı o la r a k , g ö r ü n ü ş te . la ş ı l d ı g ı n a g ö re . 5. ü ş ü l ü n c e , u s û l ü n e g ö re . re s m i,
c a n b a z ı.
٠ر س ذا
r e s m - i s e l â m : s e lâ m r e s m i, a s k e r i p r o t o k o la
3. b ile b ile , is te y e is te y e . 4 . k a t 'î o la r a k , a n -
o p p o s e p a r le s o m m e t.
رس از
r e n . ( b k z : m e r â s im ) .
ı o . v e rg i.
( ر سf .i . ) : ip , u r g a n , h a la t , ( b k z : h a b l) . r e 's e n ١ ( راسa .z f .) : k e n d i k e n d in e , k e n d i b a ş ı n a ,
resen
رص؛ﻋﻪ
r e s m - i k a d i m : e s k i u s u l,
g ö re y a p ı l a n tö r e n . 9 . s. r e s m i : M i n - g a y r i
(f.i.) : lâ y ık , ( b k z ؛c e d ir , ؟e s p â n ,
re se n -b e n d
s im , f o t o ğ r a f r e s m i. 6 . t a r z , ü s lû p . 7. â d e t, u s u l ؛ta v ır , d a v r a n ı ş ,
r e s m - i g i i ş â d , - i i f t i t â h ؛a ç ılış tö r e n i, c . ) : k a b a ra la r, k a -
b a r a g ib i b i r y e re k o n u l a n sü s le r,
re se n -b â z
r e s m - i m a k t û ' : m a t . y a n a y , f r . p r o f i l . 5. r e -
r e s m - i g e ç i t : g e ç it r e s m i, g e ç it tö r e n i,
resây e
ردد
2. e se r, iz , n iş a n , a lâ m e t. 3. s û r e t. 4 . t e r t i p ,
r e s m - i n e v : y e n i t a r z , y e n i u s u l . 8 . alay , t ö -
؟a d a n A r a p ç a y a g e ç m iş tir ] ,
re s ia
ل٠رس
re s û l).
p lâ n , ta s la k .
( رﻣﺎﻧﻪ ر ا رf .b .s .) : h a s r e t ؟e k ic i, r e s â n e n d e ( رﻻاذدهf.s.) : g e tir ic i, u l a ş tı r ıc ı . r e s â s e t ( رﺛﺄﺛﺖa . i . ) : e s k ilik , k ö h n e li k , y ı p r a n -
re sâ n e -h â r
resed
(a.f.b .i.) : i k t i d a r m e v k i i, İş b a ş ı,
r e s m ( H J ( a . i . ) : 1. y a z m a , ؟iz m e ; d e s e n , p e n t ü r .
اﻻﺀ٠رل
h a s s ü r ) . 2 . te e s s ü f , ( b k z : te l e h h ü f ) .
r e s â tik
رأﺳﻜﺄر
d e v le ti i d a r e m e v k ii.
re s is , re s is e
- r e s â n ا ن٠ راا- (f.s. -res'.in c . ) : " e r iş e n le r, y e ti ş e n -
re s â n e
r e 's i k â r re s il
(a.i. r i s â le 'n i n c . ) : 1. m e k t u p la r .
2 . k ü ç ü k k it a p la r . 3. m e c m û a la r , d e rg ile r , r e s â le t
m iş ; 2) g e n ؟. r e s i d e - i h i t â m : h i t â m a e r m iş , b it m i ş ,
re s m ic e
ر ب
،
ر س
( a .s .c .:
r e s m i y y â t ) : 1. d e v le t t a r a f ı n d a n v e y â d e v le t ( f .b .s .) : h a l a t a tm ış , b a ğ lı,
( a . i . c . : r e s â y i ') : k a b a r a , k a b a r a
g ib i b i r y e re k o n u l a n sü s.
a d ı n a o la n . 2 . a la y la , m e r â s im le o la n . 3. re s m e , y a z ıy a , ؟iz g iy e â it. 4 . ؟o k c id d i, ؟o k s e r t. 5.
te k l if li . G a y r - İ r e s m i : r e s m i o lm a y a n .
( f . f i . ) : 1. y e ti ş t i, e r i ş ti . 2. i. a l ı n a n
N î ı n - r e s m î : y a r i r e s m i, b i r d e re c e y e k a d a r
b i r p a r a n ı n iâ d e s iy le k a y d ı n ı n s ilin m e s i,
r e s m iy e t i o la n . S û r e t - İ r e s m i y y e d e : r e s m i
h e s â b ın ın
e d il e n
o la r a k . H â - i r e s m i y y e : k e l i m e n i n s o n u n -
i ş â r e t [r e s id e n m a s t a r ı n d a n ] . 3. m â l iy e d e
d a o lu p f e t h a ( ü s tü n ) y i s a ğ l a m l a ş t ı r a n h e .
r e s id
رﺑﺪ
h ü k ü m s ü z lü ğ ü n e
d â ir
k a y ıt lı p a r a n ı n t a h s i l e d ilm e s i. 4 . h e s a b i n k a p a tı lm a s ı . 5. a ؟ı k v e y a k a p a l ı a r t t ı r m a n i n s o n a e rm e s i.
[ b e n d e k e li m e s in d e k i h e g ib i.]. re s m î^ â t
ا ت٠رﺳﻢ
( a .i .c .) : r e s m i o la n , h u s û s î
o lm a y a n İşler.
1.37
resmiyyet
resm iy y et ( رﺳﻤﻴﺖa .i.): 1. resm ilik. 2. ciddilik, teklifli olm a hâli.
K â şifin in evliyâ m e n âk ıb in e âit eserin in adi.
ress ( ر سa .i.): 1. İÇİ taşla ö rü lm ü ş kuyu. 2. Sem ûd k av m in in peygam berleri H an zale b in Safvan'ı İçine a ttık la rı kuyu. B en i ress, E sh âb ü 'r-ress : Sem ûd kavm i.
re şe n ( رضi.) : Yeniçeri m evâcibinin ü çü n c ü üç aylığı.
re ssâ m ( ر ﻣ ﺎ مa.i. re s m 'd e n ): resim yapan, resim çizen san'atkâr; a rtist ؛d esin atö r ؛İllüstratör.
re ş h ( رﺷﺢa .i.): Sizma, sızıntı, terlem e, ( b k z : tereşşüh).
reste
ر ﺳﺘ ﻪ
(f.s.c.: re s te g â n ): k u rtu lm u ş,
re ste g â n ( ر ﺳ ﺘ ﻜ ﺎ نf.s. reste'n in c . ) : k u rtu lm u ş olanlar.
r e ş f ( رﺷﻒa .i.): suyu em erek İçme, suyun, em ilerek içilmesi.
re şh a ( رﺷﺤﻪa .i.c .: re ç e h â t): h ek . sızıntı, dam la, fr. tra n s s u d a t. reç h a-fe şân ( رﺷﺤﻪ ﻓﺸﺎنa.f.b.s.): d am la saçan,
re s t-g â r ( ر ﺳﻜﺎرf.b.s.): k u rtu lu c u , k u rtu la n ,
re şh a -p â ş ( رﺷﺤﻪ ﺑﺎشa.f.b.s.): d am la saçan, saÇicı.
re s t-g â rî ( ر ﺳﻜﺎر ىf.b.i.): k u rtu lm a , ( b k z : halâs, necât).
re ş h a -rîz kücü.
re s û l ( رﺳﻮلa.i.c .: rü sü l, rüselâ, e r s ü l) : 1. elçi. 2. peygam ber, yalvaç, (bkz : m iirsel, resil, nebi).
reşh a-y âb ( رﺷﺤﻪ ﻳﺎبa.f.b.s.): sızın tı bu lm u ş,
R esûl-İ E k re m : H z. M u h am m ed . R e su lu lla h : Hz. M uham m ed . 3. h u k . tasarru fta h a k k i olm ak sızın b irin in sö z ü n ü old u g u gibi b ir başk asına b ild ire n kim se,
رﻳﺰ
( رﺷﺤﻪa.f.b.s.): d am la döken, dö-
re şîd ( ر ﺷ ﻴ ﺪa.s. r ü ş d 'd e n ) : 1. d o ğ ru yol tu ta n . 2. iyi h are k et eden, akıllı. 3. ergin, (bkz : âkıl, bâliğ). 4. i. erkek adi. [m ürşid ﺀﺀd o ğ ru yolu gösteren” m â n âsın a A llah sıfatların dandır]. (m ü e n .: "reşide” k a d ın adıdır)., reşld iy y e ( ر ﺷ ﻴ ﺪ ﻳ ﻪa.s.): 1. reşid o lan la dgili. 2. i. n işa sta ve şekerle y ap ılan b ir çeşit tatil,
re 'sü 'l-m â l ( رأس اﻟﻤﺎلa.b .i.): an a p ara. fr. capita l. ( b k z : serm âye),
re ş îh ( ر ﺷ ﺢa .i.): ter. (bkz : arak),
re sy ( رشa .i.): ağıt ağlam a,
re ş îk ( رﺷﻴﻖa .s.): b o y u u z u n ve biçim li olan [adam], (bkz î b ü len d -k ad d , serv-endâm ).
resye ( رﺛﻴﻪa .i.): h ek . rom atizm a, resy e-i a d a liy y e : h ek . adale rom atizm ası, resy e-i c e n b i ^ e : h ek . satlıcan, zatülcenb. resy e-i m a f s a l i ^ e : h ek . m afeal ro m atizm are ç â d ( رﺷﺎدa .i.): 1. m â n ev î d o ğ ru yolu b u lu p o yola girm e, h a k y o lu n d a y ü rü m e. 2. S ultan R eşad ad ın a b asılan altın . 3. erkek adi. re ç â d e tlü ( رﺷﺎدﺗﻠﻮa .s.): şeyhler, [tahsisen çelebiler] h a k k ın d a k u lla n ıla n resm i İâkab. re ş â k a t ( رﺷﺎ ﻗ ﺖa .i.): 1. b el inceliği. 2. d av ran m a ve k ım ıld a n ışta k i h o şlu k ve incelik, re şâ ş, re şâ şe رﺷﺎﺷﻪ، ( رﺷﺎشa .i.): çisenti, serpinti, toz gibi ince yağm ur, re şâ şe -p â ş ( رﺷﺎﺷﻪ ﺑﺎشa .fb .s .): se rp in ti saçıcı. re ş e h â t ( رﺷﺤﺎتa.i. reşh a'n ın c . ) : sızıntılar, dam lalar. re ç e h â t-ı k a le m (kalem d am laları, sızıntıları): k alem den d ökü len fik ir m ahsulü, re ç e h â tü a y n i'1 -h ay â t: îrâ n 'ın b ü y ü k m utasav v ıf şâ irlerin d en M olla H ü seyin
1038
re ş k ( ر ﺷﻚf.i.): 1. k ısk a n m a , h ased, g ü n ü . 2. s. k ıskanılm ış. reşk -i â l e m : herkesi k ısk a n d ıra c a k k a d a r ü stü n d u ru m d a olan. re ş k 'â v e r ( ر ﺷﻚ آورf.b.s.): hasede d ü şü ren , k ısk an m a y ı u y an d ıra n , r ş k - e n d â z ( ر ﺷﻚ اﻧﺪازf.b.s.) ؛gıp ta ettirici, im rendirici. re şk -e n g iz ( ر ﺷﻚ ا ﻋ ﺰf.b.s.). ( b k z : reşk-âver). re ş k în ( رﺷﻜﻴﻦf.s.): hasetçi, k ıskanç, ( b k z : hâsid, hasûd). reşk -sâz ( ر ﺷﻚ ﺳﺎزf.b .s.): g ıp ta saçan, gıpta ettiren . reşş ( رشa .i.): 1. serpm e, p ü sk ü rtm e . 2 ٠serp in ti yağm ur, çisenti. r e tâ im ( رﺗﺎﺋﻢa.i.- retim e'n in c.) ؛b ir şeyi hatırla m ak üzere p arm a ğ a b ağ lan a n iplikler, ( b k z : ritâm ). re te l
رﺗ ﻞ
(a .s.): hoş, m u n ta z a m ؛gönül çeken,
re tim e ( ر ﺗ ﻴ ﻤ ﻪa .i.c .: r e tâ im ) : b ir şeyi h atırlam a k üzere p arm a ğ a b a ğ la n a n iplik.
revgani gül
retk ( رﺗﻖa . i . ) : y ı r t ı ğ ı v e y a r ı ğ ı y a p ı? t ır ıp t â m i r retk ii fetk : iy i İ d â r e e tm e , retk ü fetk-i umûr : İ? le ri iy i id a r e e tm e , retka' “( رﺗﻘﺎﺀk a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : ü r e m e o r g a n ı n d a c im a g a m â n î o la c a k s û r e t t e b i-
retm ( رﺗﻢa . i . ) : bot. k a t ı r t ı r n a ğ ı , retme ( رﺗﻤﻪa.i.). ( b k z : r e tim e ) . retve ( رﺗﻮهa . i . ) : a d im , ( b k z : h a tv e ) . -rev رو- ( f . s . ) : “g id e n , y ü r ü y e n ” m â n â l a r ı ile * b ir le ? ik k e li m e l e r y a p a r . Aheste-rev : a ğ ır g id e n . Pî?-rev : ö n d e n g id e n , ( b k z : p î? - d â r ) . Tiz-rev : ؟a b u k g id e n ., g ib i. Kalem-rev: b i r k im s e n in s ö z ü n ü n v ey â b ir h ü k ü m d â r ın e m r i n i n g e ç tiğ i y e r. h a v f , h ir â s ) . 2 . h a le c a n .
revâ ( رواf . s . ) : y a k ı? ır , u y g u n , y e r i n d e , ( b k z : c e d ir ,
e c d e r, h a r iy y ,
lâ y ık ,
?âyân,
c .) :
1 .b ag -
?ây este).
revâbıt رواﺑﻂ
(a.i.
r â b ı t a 'n ı n
la r. 2 ٠m ü n â s e b e tl e r , ilg ile r. 3. b a ğ lı lı k la r . te r ti p le r , s ır a la r , u s u lle r , d ü z e n le r ,
revâc ( رواجa . i . ) : 1. s ü r ü m , g e ç e rlik . 2. k ıy m e t, d e g e r. Bî-revâc ؛s ü r ü m s ü z , itib a r s ız , revâc-dâr ( رواﺟﺪارa .f .b .s .) : re v a ç lı, s ü r ü m l ü , i t i b a r l ı [m al].
revâ-dâ?te ( رواداﺷﺘﻪf .b .s .) : u y g u n b u lm u ? . revâfız ( رواﻓﺾa.i. r â f ı z â 'n ı n c . ) : Ş ia m e z h e b in i n İ f r â ta k a ç a n k o l u n a m e n s u p k im s e le r ,
revâh ( رواحa . i . ) : 1. b i r ? e y i e ld e e t m e d e n d o g a n n e ? e . 2 . g iin e ? b a t t ı k t a n s o n r a g e c e o lu n c a y a k a d a r g e ç e n z a m a n ,
revâhî ( رو اﻫﻰa.i. r â h i y e 'n i n c . ) : b a l a r ı la r ı, revâhil ( رواﺣﻞa.i. r â h i l e 'n i n c . ) : 1. y ü k d e v e l e r i. 2 . y ü k h a y v a n l a n .
revâid ( رواﻋﺪa.i. r â i d e 'n i n c . ) : g ü r le y e n b u lu t la r.
revâk ( رواقa .i . c .: e r v i k a ) : 1. ü s t ü ö r t ü l ü , ö n ü a ؟ı k y e r. 2 . k e m e r a l t ı ؛s u n d u r m a ؛s a ç a k a ltı; ؟a rd a k .
revâk-ıbî-sütûn : g ö k y ü z ü , revâkü'l-ayn: k a?. revâkü'1-leyl: g e c e n in ö n c e s i, revâkı^ûn ( رواﻗﻴﻮنa .i . c .: e s k i Y u n a n fe y le s o f l a r ı n d a n b i r f ı r k a n ı n a d i, s to a 'c ıla r, fr.
b ir in in
b ir
f e y le s o f u n ,
r e v â k ı a lt ı n d a
d e rs
revâki ( رواﻧﻲa .s .c . ؛r e v â k i y y û n ) : 1. r e v â k a â it, r e v â k l a i l g i l i . 2. i. Z e n o n y o l u n d a o l a n fe y le s o f, s t o a c ı . (a .s. r â k i d 'i n c .) : d u r a n , d u r g u n
o l a n ? e y le r .
revâki^e رواﻗﻪ
fels. Z e n o n fe ls e fe s in i n fr. portique, stoïcisme, revân ( روانf.s .) : 1. y ü r ü y e n , g id e n , a k a n , s u g i b i a k ı p g i d e n [sö z ]. Âb-I revân : a k a r su . ( b k z : m â - i c â r î ) . Taht-1 revân : t a h t a r a v a n . (a .i.) :
a d i, s t o a 'c ilik .
( b k z ؛m a h fe ) . 2 .İ . r u h , c a n ؛n e fe -i n â t ı k a .
revân-1 pâk: T ü rk
rev', rev'a روﻋﻪ، ( روعa . i . ) : 1. k o r k u , ( b k z :
a d ın d a
v e r m e s i n d e n k i n â y e o l a r a k t a k ı l a n b i r a d i.
revâkid رواﻛﺪ
t i ? i k l i k o l a n [ k a d ın ],
4.
[Z e n o n
k a p ıla r ın d a n
e tm e .
a h râ ,
Stoïciens.
t e m iz r u h .
m ü z iğ in d e
5. i. miiz.
k u lla n ılıp
v a k tiy le
z a m â m m ız a
n ü m û n e s i i n t i k a l e t m e m i ? u s u lle r d e n b ir i.
4.
h e m e n , d e r h a l : [“ S u g i b i e z b e r le m i? o k u r
revân
/ M â c e ra -y ı
d eh ri h er d em
s û -b e -
s û "l.
revân-bah?١revân-bah?â روان ﺑﺨﺸﺎ، روان ﻳﺨﺶ (f.b .s .) : c a n l a n d ı r ı c ı , c a n b a ğ ı ? l a y ı c ı .
revâne رواﻧﻪ
(f.s.) : g id e n , y ü r ü y e n ,
revânegi ر وا ش
(f.i.) :
1. y ü r ü m e ,
g it m e .
2.
a le -
m a [s u v e b e n z e r ? e y le r ],
revânî ( رواﻧﻰf.s.) : 1. r e v a ç l ı , r a ğ b e t li , d e g e r li. 2 ٠r e v â n i t a t lıs ı, ( b k z : r e v g a n i ) . revânî-furû? ( رواﻧﻰ ﻓﺮوشf.b .i.) : r e v â n i s a t a n , r e v â n ic i.
revâsî ( رواﺳﻰa.i. râsiye'nin c.) : b ü y ü k daglar. revâsib ( رواﺳﺐa.i. rü sû b 'u n c.) : to rtu la r. revâsib.i remliyye : k u m t o r t u l a r ı , revâtib ( ر وا بa.i. r â t ib e 'n i n c.) : 1 . v a z ife le r . 2 . m a a ? la r .
revâyih ر وا ح
(a.i.
r â y i h a 'n m
c.) :
k o k u la r .
( b k z : f e v â y i h ) . [a s il : " r e v â i h ” d ir ].
revâzin ( روازنa.
v e f. r e v z e n 'i n c.) : p e n c e r e le r ,
revende ( ' روﻧﺪهf.s.) : 1. g id ic i, g id e n . 2. ؟o k y ü r i iy e n . A y e n d e vii r e v e n d e : g e le n g id e n , revende-gân ( روﻧﺪﺳﻤﺎنf.i. r e v e n d e 'n i n c.) : g i d e n le r , y ü r ü y e n le r .
revendegân-i âlem : g e z e n le r ,
g e z g in le r ؛
astr.
yedi gezegen .
re v e n d re روﻧﺪﻳﻪ
(a.i.) :
bot.
* k a r a b u g d a y g il-
1er. ( b k z : r â v e n d i y y e ) .
revgan روﻏﻦ
(f.i.) :
revgan-i gül
1. y a g .
: g ü l y a g i.
1.39
revgan-! huş
revnak-efzâ-yi mevki-i İ'tibâr : itib ar m ev-
r e v g a n - ı h û ş : s u s a m y a ğ ı,
k iin in zen g in liğ in i a rtıra n ,
re v g a n - ı s â d e : sâd e yağ. r e v g a n - ı z e y t : z e y t i n y a ğ ı. 2. r u g a n , p a r l a k d e r i. 3. ü s t ü y a ğ g ib i k a y a n p a r l a k şey. 4 . h a f i f h a f i f e s e n r ü z g â r ı n v e r d i ğ i s e r in li k . 5. c ilâ , v e r n i k .
روﻏﺪان
re v g a n -d â n
( a .f .b .i.) : 1. y a ğ k a n d i l i ,
( b k z : k a n d il ) . 2. y a ğ h a n e , y a ğ ç ı k a r ı l a n y er. 3.
y a ğ k o n u l a n y er.
( رو ضf.i.) : r e v â n i ta tlıs ı, r e v h a روﺣﻪ، ( روحa . i . ) : 1. r a h a t ,
re v g a n i re v h ,
gönül
r a h a t lı ğ ı. r e v h - i r û h : c a n r a h a t ı . 2. r a h m e t , r e v h u l l a h ؛A l l a h 'm r a h m e t i , r e v h ü r e y h â n : r a h a t ile r ı z ık . 3. h a f i f e s e n r ü z g â r ı n v e r d i ğ i t a t l ı l ı k , c a n lılılc .
روﺣﺎ؛ى
re v h â n i
( a . s . ) : g ö n ü le f e r a h l ı k v e r e n ,
g ö n ü l a ç a n , g ü z e l g ö r ü n ü ş lü , h a v a d a r [yer],
روﺣﺎ ﺑ ﺖ
re v h â n iy y e t
(a .i.) : re v h â n ilik , g ö n ü l
r e v i ş ( روشf.i.) : 1. g i d i ş ,y ü r ü y ü ş . 2 . ta r z , ü s lû p . 3 ٠t u t u m , y o l. 4 . g e ç iş , o lu ş ,
روى
s o n h a rfi. re d a y a n a n re v i. r e v i y y - i m i i f i d : e d . S ifat v e f i i l h â l i n d e k e lim e le r e d a y a n a n re v i.
روﻳﺖ
ta r a fim
( a . i . c . : r e v i y y â t ) : b i r İ ş in h e r
iy ic e
düşünüp
ta ş ın m a .
B ilâ _
re v iy y e t: d ü ş ü n m e k s iz in , re v k
روق
( a . i . c . : e r v â k ) : 1. p e r d e , ( b k z : h ic â b ,
s iitre ). 2 . e v ö n ü . 3. s. sa f, h â li s . 4 . b o y n u z , r e v k ü 'ş - ş e b â b : g e n ç li k b a ş la n g ıc ı, re v m
روم
( a . i . ) : 1. m e r a m , m a k s a t . 2 . k e li m e d e
s ü k û n d a n a y ır d e d il e m e y e c e k d e r e c e d e g iz -
روس
( a . i . ) : p a r l a k l ı k , g ü z e ll ik , tâ z e lik ,
süs. r e v n a k - 1 b a h â r : b a h â r ı n g ü z e lliğ i, tâ z e lig i. r e v n a k - ı c e m â l : y ü z ü n g ü z e lliğ i, p a r l a k lı ğ ı, re v n a k -b a h ş
روش ﻷ ض
( a .f .b .s .) : 1. p a r l a k l ı k ,
g ü z e ll ik , t â z e l i k v e r e n . 2.İ. m e ş h u r b i r ç e ş it lâ le . rev n ak -d âr re v n a k -e fz â
( روش دارa .f .b .s .) : p a r l a k , ( روش اﻫﺰاa .f .b .s .) : b i r ş e y i n
li g in i , z e n g i n l i ğ i n i a r t ı r a n .
1040
(bkz : neces, rics)؛.
revş ( روشf.i.) : gidi?, y ü rü y ü ş; usûl, tu tu m , revzen ( روزنf.i.a.c. : revâzin) : pencere, (bkz : revzen-i mahiu : in d irilm iş pencere, revzen-çe ذﺟﻪ3( روf.i.) : k ü ç ü k pencere, revzene ( روزﻻa.i.) : pencere, (bkz : revzen). rey’ ( ردعa.i.) : nem â, gaile, re'y ( رأىa.i.c. : ârâ) : 1. görm e, görüş. re'ye'1-ayn : ken d i gözüyle görerek. 2. fikir, düşünce.
re'y-i sâlim : d o g r u f i k i r , d o g r u d ü ş ü n c e . 3. oy, fr. vote. re'y-i âmm : u m û m u n reyi, .g en el oy. re'y-i hod : k en d i reyi, re'y-i rezin ؛ağırbaşlı, ih tiy atlı re'y. reyâhin ( ردا صa.i. rey h ân 'ın c.) : bot. feslegenler.
li v e b e l i r s i z o la n h a r e k e , re v n a k
revse ( روكa.i.) : 1. tezek, m ayıs, fışkı. 2. pislik,
derîçe).
( a . i . ) : e d . lcafiy e o la n k e l i m e n i n
r e v i y y - i m u t l a k : e d . is im h â l i n d e k e lim e le -
re v iy y e t
ziginde b ir m ü rek k ep m ak am . T ah m in en b ir asır evvel te rtib ed ilm iş ve p ek az kullan ılm ıştır, m ü stear ile Irak m a k a m la rın d a n m ü rek k ep tir. Ira k ile ıra k perd esin d e kalır. G üçlüsü b irin c i derecede segâh (m üsteâr'ın güçlüsü), ik in ci derecede de dü g âh (İâ) Ira k 'm güçlüsü) perdeleridir. D o n a n ım ın a m iistear gibi “si" ve "m i" k o m a bem olleri ile "fa'' ve “do” bakiyye diyezleri k o n u lu r (m üsteâr'ın “İâ” bakiyye diyezi, Ira k 'm “m i” ve “do ” b e k a n n o ta İçinde k u llan ılır). Bu m a k am ın terkibi hüzzâm -1 cedit ve rû -y i ıra k m a k a m la rın d a oldugu tarz d ad ır,
yol.
a ç ıc ılık , g ü z e l g ö r ü n ü ş l ü l ü k .
re v iy y
revnak-niimâ ا٠( روس ذa.f.b.i.) : 1. p arlak lık , tâzelik, güzellik gösteren. 2. miiz. T iirk m ii-
rey'ân ( ر^نa.i.). (bkz : reyeân). reyb ( ر بa.i.) : şüphe, (bkz : g ü m â n , şekk). Bilâ-reyb : şüphesiz, reyb ii gümân : şüphe ve zan. reybü'1-menûn : dünyâ hâdiseleri, r e y b i - j (a.s.) : fels. şüpheci, fr. sceptique, reybiyyûn ﻥ- ( ﺭa.s. rey b i'n in c.) : fels. şüpheciler.
g ü z e l-
reyeân ( ردئ نa.i.) : 1. h er şeyin evveli, tâzelik zam anı.
rıfk f e y e â n - ı ş e b â b : g e n ç lik ؟a ğ ı. 2. a r t m a , b e r e ( a . i . c . : r e y â h i n ) : 1. b o t . fe s le ğ e n .
2 . k a d m a d i. ( a . i . ) : 1. b i r d e m e t fe s le ğ e n .
a ğ ır b a ş lı.
2. r ı z ık , g e ç in e c e k şey. re y h â n l
ﻧﻰ
رﻳﺤﺎ
رﻳﻬﻘﺎن
رﻳ ﻦ
(" k a ” u z u n o k u n u r, a .i.) : b o t.
( a . i . ) : 1. k i r p a s . ( b k z : v e s a h ) . 2 . g ö -
liy e).
re z
( رﻳﺎنa . s .c . : r i v â ) : s u y a
re z m -g e h
( رﺿﺎعa . i . ) : s ü t e m m e , ( b k z ( رﺿﺎﻋﺖa . i . ) : s ü t e m m e ,
re z m -h â h
re z m i
رذاﻟﻞ
re z â il
(a.i.
a l ؟a k ؟a İşler,
r e z i le 'n i n a y ıp
U m m -ü r-
(a.i.) ؛t a s . ŞİÎ m e z h e b i n i n b i r
( a . s . ) : 1. a ğ ır, a ğ ır b a ş lı, v a k a r l ı,
t e m k i n l i [k im s e ]. 2. i. k a d m a d i. [r e z z â n ? e k lin d e d e g e ç e r]. ر زا ت
( a . i . ) : v a k a r l ıl ık , t e m k i n l i l i k ,
( رزاﻳﺎa.i. r e z i e 'n i n c . ) : b e lâ l a r ,m u s ib e t le r , ( رزﺑﺎنf .b .i.) : b a ğ c ı;
b a ğ b e k ç is i, ( b k z :
رزﻳﺌ ﻪ
(a.i.c. ؛r e z â y â ) : b e lâ ,
m u s ib e t ,
رذﻳﻞ
( a .s . c .: r ü z e l â ) : 1. a lç a k , b a y a ğ ı, so y -
s u z , h a y â s ız , u t a n m a z ,
( b k z : fü rû m ây e,
p e s p â y e ). 2 ٠m a s k a r a , re z ile
f i o lu p , " e b c e d ” h e s â b m d a i k i y ü z s a y ı s ın ı n İ ş â r e t t i r ; " re " h a r f i n i n k a r ş ılı ğ ıd ı r , r ı b h ( ر ﻳ ﺢa.i.). ( b k z : r ib h ).
rıd â î
ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ
(a.s.). ( b k z : r e d â î) .
rıd â î
ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ
( a . i . ) : m ü z . a d i a n o n i m b i r e d v âr-1
rıd v â n
رﺿﻮان
(a.i.) 1 ؛. r â z ı o lm a , h o ş n u t l u k ,
r ı d v â n u l l a h i a le y h , r ı d v â n u l l a h i t e â l â : A ly ı l l a r ı n d a y a z ıl m ı ş m a n z u m
a n o n im
b ir
e d v a r d a t e r k ip l e r a r a s ı n d a * t a n ı m l a n a n b i r
fe lâ k e t. re z il
( a . h a . ) : O s m a n l I a lf a b e s i n i n o n i k i n c i h a r -
ر
l a h r â z ı o ls u n ! 2 ٠e r k e k a d i. 3. m ü z . 1500
b â ğ -b â n ). re z ie
( a . i . ) : 1. re z e , k a p ıy ı a ؟ıp k a p a m a y a
( b k z : rız â ).
fe lâ k e tle r. re z -b â n
رزه
İ l m - i m u s i k i 'd e g e ؟e n b i r m a k a m ,
a ğ ır lık , a ğ ır b a ş lı lı k . re z â y â
2 . i.
k a rş ılığ ıd ır. A ra b i a y la rın d a d a re b iü lâ h ire
رزان
re z â n e t
؛. b ü t ü n
A lla h .
d e m i r i . 2 ٠u f a k ؟e n g e l. rı
k o lu . re z â n
v e re n
y a r a y a n v e b a ? p a r m a k l a b a s ı l a r a k iş le t il e n
( a . i . ) : 1. r e z illik , a lç a k lık . 2 . u ta -
ر زا ﻣ ﻴ ﻪ
n z k 'd a n ) 1
rız k ın ı
la h . rezze
m a s k a ra lılc .
re z â m iy y e
(a.s.
r e z z â k - ı â l e m : d ü n y â n ı n r ı z k ı n ı v e r e n A l-
m l a c a k h a l, u t a n ؟v e r ic i ?ey. 3. a r s ız lı k . 4.
( f .b .s .) : k a v g a c ı, s a v a ? ؟ı.
A b d ü r r e z z a k 'd a n k ı s a lt a r a k ] e r k e k a d i.
b ilg is iz lik .
رذاﻟ ﺖ
رزاق
m a h lû k la r ın
r e z â i l ( u t a n ıl a c a k , a l ؟a k ؟a iş le r i n a n a s ı ) : re z â le t
رزم ﻳﻮز
( b k z : c e n g - c û , m ııh â r ib ) . re z z â k
c . ) : u ta n ıla c a k
h a r e k e t le r .
( f .s .) : s a v a ş a m e n s û p , s a v a ş la ilg i-
رز ﻣ ﻰ
li.
( a . s . ) : s ü t e m m e k le ilg ili,
ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ
kav-
g a y a h a z ır.
: re z â a t).
rezâat
( f .b .s .) : ؟o k s a v a ? a g i r ip
( رزﻣﻜﺎهf .b .i.) : sa v a ? m e y d a n ı , ( رزﻣﻜﻪf.b.i.). ( b k z : r e z m - g â h ) . ( رزم ﺧﻮاهf .b .s .) : s a v a ş a is te k li,
re z n ı-y û z
( b k z : b â d e , h a m r , s a h b â şe râ b ).
re z â î
( f .b .s .) : 1. k a v g a lı b i r ?e-
؟ık m ı? , ؟o k a s k e r lik g ö r m ü ? .
D u h t e r - i r e z ( ü z ü m a ğ a c ı n ı n k ız ı) : ş a r a p , re z â '
رزم ﻟﻴ ﺪ ه
re z m -d id e
k a n m ış,
( f .i.) : asm a , b a ğ k ü tü ğ ü . D u h t- İ v ey â
رز
: k a v g a , sav a?, c e n k , ( b k z : c id â l,
رزم آزﻣﺎ
re z m -a z m â
re z m -g â h
(a.i. r i y g 'd e n ) : g ü z e l k o k u , ( b k z : g a-
re y y â -y i k a r a n f i l : k a ra n filin g ü zel k o k u su , re y y â n
a ğ ır,
R e 'y - i r e z i n :
k ild e , sa v a ? g ib i. 2. sa v a ? g ö r m ü ? .
n a h t a n d o la y ı].
رﻳﺎ
s a ğ la m .
p e rh â ş).
n ü l s ık ın t ıs ı , i ؟ü z ü n t ü s ü [iş le n e n b i r g ü re ^ â
( رزمf.i.)
re z m
s a f r a n , ( b k z : z a 'fe râ n ) . re y n
2. m e c .
s a ğ l a m f ik ir .
( a . s . ) : 1. fe s le ğ e n g ib i in c e n a -
k ış lı. 2 ٠i. ( b k z : h a t t - ı r e y h â n i) . re y h u k a n
( رذﻳﻠﺖa . i . ) : re z illik ) a lç a k lık , ( رزﻳﻦa . s . ) : 1. v a k a r l ı, t e m k i n l i ,
re z ile t re z in
رﻳﺤﺎﻧﻪ
re y h â n e
( a . s . ) : "؛r e z il" i n m ü e n .] . ( b k z :
re z il).
رﻳﺤﺎن
re y h â n
رذﻳﻠﻪ
re z ile
k e tl e n m e .
رذﻳﻠﻪ
( a . i . c . : r e z â i l ) : k ö t ü , fe n â h u y .
m akam . R ıd v â n
رﺿﻮان
( a .h .i .) : C e n n e t i n k a p ıc ıs ı o la n
b ü y ü k m e le k . rıfk
( رﻓﻖa . i . ) : y u m u ş a k l ı k ,
y a v a ş lık , ta t l ı l ı k .
1041
rıfkı
رﻓﻬﻰ
rıfk ı
( a . s . ) : 1. y u m u ? a k l ığ a , y a v a ? lığ a ,
( ر ﺣﻠ ﺖa.i.). ( b k z : r ih le t) . r i h v e t ﺧﻮت٠ ( رa .i.) : gev?ek, sö lp ü k
o lm a , ( b k z :
rız v â n
( b k z : h a tt-1 r ık 'a ) .
( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. r u k 'a 'n ı n c . ) :
1. ü z e r i n e y a z ı y a z ı l a n k â ğ ı t v e d e r i p a r ç a İa r ı. 2 . k ı s a m e k t u p l a r . 3. y a m a l a r . 4 . d ile k ç e le r. ( a . i . ) : f ı k . k u ll u k , e s i r li k , k ö le lik .
K a y d - ı r i k k ؛k ö le l ik k a y d ı, b a ğ ı. 2 . k u l k ö le . h i s m e v z u u o la n k ö le , c â riy e ,
k ö le lik .
( b k z : m e m lû k iy y e t) .
رﺀاﻻﻛﺄر
( a .f .z f .) : s a y g ı g ö s te r e n , s a -
ﺑﻜﺎراذه.رﺀا
(a.f.zf.) ؛s a y g ı g ö s te -
re re k , sa y a ra k .
رﺀا؛ﺗﻜﺎرى
(a .f b .i.) :
r i â y e tk â r lık ,
s a y g ı g ö s te r m e .
رﺀا؛ﺑﺎو
( a .f .s .) : “s a y g ılı” a n l a m ı n d a b i r
M U s lü m a n m b i r H ı r i s t i y a n a y a z d ığ ı m e k tu p ta k u lla n ılır. m e m n u n lu k .
R ı z â e n İ i l l â h : A lla h 'ı h o ? n u t e t m e k İç in . 2 . r â z ı o lm a , p e k iy d e m e . 3. is te k , k e n d i is te g i.
rib â
( رب اﺀa . i . ) :
1. b i r ? e y a r t m a , ç o ğ a lm a . 2 . te -
f e c ilik le a l m a n fâ h i? fâ iz . r i b â - y ı f a z l : ö lç ü le b ile n , t a r t ı l a b i l e n ? e y le ri f a z la s ıy la p e ? in o l a r a k d e ğ i? t ir e r e k s a ğ la -
r ı z â - i B â r î : A l l a h 'ı n İs te ğ i,
n a n rib â .
r ı z â - i t a r a f e y n : ik i t a r a f m İs te ğ i,
( رتﺀتa.i.). ( b k z : re z â a t). r ı z â - c û ٠ ( ر ﺗ ﺠ ﻮa .f .b .s .) : r â z ı e tm e y i
rib â '
rız â a t
rız â -c û y -â n e
ر ت ﺟﻮ؛اذه
g a y e e d i-
r e b 'i n c . ) : 1. e v le r [ b a h ç e s iy le
رﺑ ﺞ
rib â c
(a .i.): k a n a d la rın m o rta s ın d a k ü -
ç ü k k a p ıs ı o la n b ü y ü k k a p ı,
( a .f .z f .) : r â z ı e tm e y e
ا ح٠ر
rib â h
ç a lı ? ır c a s ın a .
رﺗ ﺠ ﻮ؛ ى
ع١( ربa.i.
b ir lik te ] . 2 . b a r ı n ı l a n y e rle r. 3 . a r â z ile r .
n e n , A l l a h 'ı n r ı z â s ı n ı a r a y a n ,
(a.i. r i b i h 'i n c . ) : t i c . k â r l a r , k a z a n ç -
la r. ( a .f .b .i .) : r â z ı e tm e y e ç a lı? -
m a.
rib â -h â r
اﺧﻮار٠ر
( a .f .b .s .) : te f e c i, f â h i? f â iz le
p a r a i? le te n .
ر ت داده
( a .f .b .s .) : r â z ı o lm u ? . ( b k z
:
m a r z i) . r ı z â e n ( ر ى ؛a . z f .) : r â z ı o la r a k . r ı z â e n İ i l l â h : A l l a h r ı z a s ı İç in ,
( ر ﻵﻓ ﻲa . s . ) : r â z ı o l m a k l a ilg ili, ﺀى٠( ر تa.s.). ( b k z : r ıd â î) . r ı z â m ( ر ذ مa . i . ) : b ü y ü k k a y a p a r ç a s ı. rız â î
rız â î
r ı z â m - 1 s e y y â r e , -1 d â l l e : je o l . b â z ı g e n i? o v a l a r ı n o r t a s ı n d a b u l u n a n ı o o v e 150 b i n k a n t a r a ğ ı r l ı ğ ı n d a k i m u a z z a m ta ? la r.
1.42
( a .z f .) : s a y a r a k , s a y g ı g ö s te r e -
yan.
riâ y e tlü
( ر شa.i.). ( b k z : r a tl). r ı z â ' ذا ع٠( رa.i.). ( b k z : re z â ). r ı z â ' ىﺀ٠ ( رa . i . ) : 1. h o ? n u tl u k ,
rız â -d â d e
رﻋﺎﻳﻪ
riâ y e t- k â rî k u llu k ,
ritl
rız â -c û y î
m a. riâ y e te n
r iâ y e t- k â r-â n e
m a y a n k ö le , c â riy e . ( a .i.): fık .
2 . sa y -
m a : sa y g ı, ( b k z : h ü r m e t , İ 'tib â r ) . 3. a ğ ır la -
rîâ y e t-k â r
r ı k k - ı v â f î r : a z â d e d i lm e s i m e v z û u b a h s o l-
رﻫﻴﺖ
( رﻻﺀa.i.). ( b k z : riy â ). ( و ﻻ نa.i.). ( b k z : r iy â s e t) . r i â t ( رﻻتa.i. r i e 'n in c . ) : a k c iğ e rle r , r i â y e t ( و و تa.i.) 1 ؛. g ü tm e , g ö z e tm e .
re k .
r ı k k - ı n â k ıs : k e n d is in e b ir n e v i a z a tlık b a -
rık k ı^ e t
(a.i.). ( b k z : r ıd v â n ) .
riâ s e t
r ı k 'a k ı r m a : g. s. b i r y a z ı s itili,
وق
رﺿﻮا ن
riâ '
r ı k 'a d î v â n î : g . s. b i r y a z ı s itili,
rik k
d ığ ı n i m e t . 3. O s m a n l I i m p a r a t o r l u ğ u d e v r i n d e s i p a h il e r e v e r i le n m a a ? .
( رﻫﻌﻪa.i.).
رىع
( a .i . c .: e r z â k ) : 1. a z ık , y iy e c e k İç e c e k
r ı z k - ı m u k a d d e r : A l l a h 'ı n t a k d i r e d ip a y ır -
r a h â v e t) .
rik a '
رزق
r ı z k - ı m a k s û m : A l l a h 'ı n a y ır d ı ğ ı k ıs m e t ,
a d i. [ m ü e n . : " r ıf k ıy y e " ] . n h le t
r ı k 'a
rız k
?ey. 2 . A ll a h 'ı n h e r k e s e b a h ? e t t i g i n i m e t ,
t a t l ı l ı ğ a m e n s u p , o n u n l a ilg ili. 2 . i. e r k e k
rib â -h ö r
ﺧﻮر١رب
( a .f .b .s .) : fâ iz c i. ( b k z : r i b â -
h â r) . rîb â s
ﺑ ﺲ.ل
( f . i .) : h e k i m l i k t e k u l l a n ı l a n ilâ ç ,
b ir râ v e n t tü r ü , lâ t. r h e u m r ib e s . [k a ra b u g d a y g ille r d e n ]. rib â t
ط١ ( ربa . i . c .: r i b â t â t ) : 1. b a ğ ,
ip . 2 . s a ğ l a m
y a p ı. 3. k o n a k h a n ؛te k k e . 4 . a n a t . (c.: e r b it a , r u b u t ) : s in ir le r . r i b â t - ı a r i z : a n a t . e n li b a ğ , f r . l i g a m e n t l a r ge.
ridf ribât-ı beyne'l-mafsal: anat. e k le m bağı, fr. ligament interarticulaire.
؟e k i l m e h a t t i, y o lu .
huk.
b o ş a d ığ ı k a d ın ı
id d e t s ü r e s i İ ç in d e y e n i d e n n i k a h l a m a .
ribât-ı muallik : anat. aşıcı bağ, fr. ligament suspenseur.
ric'at-1 illet : hek.
ribât-ı miidevver : anat. y u v arlak bağ, fr. İİgamentrond.
ric'at-i kahkariyye : ask. i n t i z a m s ı z l ı k v e
ribât-ı müsennen: anat. dişli bağ, fr. ligament denteie.
ric'at-i kevâkib : astr. y ı l d ı z l a r ı n m i h v e r i n -
ribâtet ( رﺑﺎﻃﺖa.i.) : 1. kalbi sağlam olm a.
ric'î ( رﺟﻌﻰa.s.) : g e r i d ö n m e y e â it, o n u n l a ilg ili. Talâk-ı ric'î : t e k r a r k a r ı ş ı n a d ö n m e -
2. kalb kuvveti. 3. sabır, tah am m ü l,
h a s t a l ı ğ ı n g e r i d ö n m e s i,
( b k z : n iik s ).
b a ş a rıs ız lık la g e ri d ö n m e ,
d e n g e r i d ö n m e s i.
ribâtî ( رﺑﺎﻃﻰa .i.): hancı, odacı,
si m ü m k ü n v e c â iz o la c a k ş e k ild e e r k e ğ i n
ribbi ( رﺑﻰa.i.c .: rib b iy y û n ): b ü y ü k kalabalık,
k a r ı s ı n ı b o ş a m a s ı;
ribbiyyûn ( رﺑﻴ ﻮ تa.i. rib b i'n in c . ) : b ü y ü k kala lalık la r. r ib e t ( ر ﻳ ﺒ ﺖa.i.c .: riy e b ): şüpheye düşm e, şüphelilik.
ribh ( رﺑﺢa.i.c .: r ib â h ) : tic. kâr, k a z a n ؟, fâiz. riblta ( رﺑﻘﻪa .i.): kem end, kem en d bağı, ilm ekli ip.
ric'a ( رﺟﻌﻪa.i.): fık. b ir veyâ ik i defâ boşayan erkeğin te k ra r k arışın a dönm esi,
fels. fr. rétospéotif (-regard); récurrence. 2. astr. * te r s y ö n . 3. fels.
g e r i l e k , g e r i g id e n .
رﺟﻌﻪ
ric î^ e
(a.s.) "[ ؛ric 'î" n i n m ü e n .l . ( b k z :
ric 'î).
ricl ( رﺟﻞa .i.c . ؛e rc â l, e rc iil) : a y a k , ( b k z : k a d e m ).
ricl-i kâzib ؛zool. y a la n c ı a y a k , fr. pseudopode. riclü'1-ankebût : zool. ö r ü m c e k a y a ğ ı.
ricâ ( رﺟﺎa.i.). (bkz : recâ).
riclü'1-bahr : cogr. k ö r f e z .
ricâl رﺟﺎل
riclü'1-cebbâr : astr. e lc e b b a r (o r io n ) b u r -
(a.i. re c ü l'ü n c.) : 1. erkekler. 2. (râcil'in c .) : yayan, yaya olanlar. 3 ٠belli m evki sâhibi kim seler.
ricâl-i aynii't-tahakküm ve'z-zevâid: tas. b ir k ısım evliyâ. ric â l-i d e v l e t: devlet ricâli, devletin ileri gelenleri.
ricâl-i dudmân-ı bektâşiyan : tar. Yeniçeri o cağ ın ın y ü ksek rü tb eli subayları.
ricâl-i gayb, -ii'1-gayb : h er devirde olan fak at görülm eyen ve A llah 'ın em irlerin e göre in sa n la rı idâreye ؟alışan m iib ârek kim seler.
ricâl-i ilah ice : tas. m ân ev i k u d re t ve kuvvet sâhibî olan evliyâ.
ricâlullah : tas. m ân ev i k u d re t ve k u vvet sâhibi olan evliyâ.
ricâlü'1-feth: tas. b ir k ısım m ân ev i k u d re t sâhipleri.
ricâlü'l-mennân : tas. evliyâm n b ir kısm ı.
c u n u n i k i n c i d e r e c e d e n p a r l a k y ı l d ı z ı o lu p d ö r t g e n i n s a ğ a l t k ö ş e s in d e b u l u n u r , (R ig el),
lât. Beta Orion.
riclü'1-vezz ( رﺟﻞ اﻟﻮزa.b .i.) : bot. k a z a y a ğ ı, fr. alisme. rics ( رﺟﺲa .i.c . : e rc â s ) : 1. d i n i n y a s a k e t t i ğ i şey, g ü n a h . 2 . p is lik , m u r d a r l ı k , ( b k z ؛n e c e s , re v s e 2).
ricz ( رﺟﺰa.i.c. : e rc â z ) : 1. a z a p . 2. p u t a ta p m a . 3.
p is lik , [ m a d d i, m â n e v i] .
rî ؟âl ( رﻳﺠﺎ لf.i.) : re ç e l, ( b k z : r îç â r , r îs â r) . rîçâr ( رﻳﺠﺎرf.i.) : re ç e l, ( b k z : r îç â l, r îs â r) . ridâ' ( رداﺀa.i.) : 1. b e ld e n y u k a r ı ö r t ü l e n ö r t ü . 2. h ırk a . 3. d e rv iş le rin o m u z la rın a a ttık la r ı p o s t.
ridâ-yi memât : ö lü m ö r t ü s ü . ridâyî ( رداﻳﻰa.i.) : müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n b ir ka؟
a s ırlık b ir m ü re k k e p
m a k a m ı o lu p
z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r .
ricâlii't-tahtil-esfel: tas. evliyâm n b ir kıs-
riddet ( ردتa.i.) : İ s lâ m d i n i n d e n d ö n m e ,
ric'at ( رﺟﻌﺖa .i.): 1. geri dönm e. 2. gerilem e, ؟ekilm e; geri kaçm a. Hatt-1 ric'at: geri
ridf ( رد فa .i.c . : e r d â f ) : 1. a r k a . 2 . r e d i f t e n
( b k z : ir t i d â d ) .
ö n c e g e le n “elif, h e , y e " h a r f l e r i .
1.43
tîdf-i miifred ridf-i m iifred ؛ed. “y a l n ı z e l i f v av , y e ” g ib i h a r f l e r d e n m e y d a n a g e le n r id f . r i d f i z â i d 'i o la n r i d f h a r f l e r i d f a r a s ı n d a b u l u n a n s e s s iz h a r f :
sahte, dahte k e li m e l e r i n d e k i h g ib i, ( a . i . ) : g e c e v e g ü n d ü z , ( b k z : le y i
رض
( a .i . c .) : [s a g il v e so llu ] i k i a k c i-
g er.
رو ﻷ
؛
رﺀرى
( a . s . ) : a k c iğ e r e â it,
a k c iğ e r le ilg ili. Sekte-i r ie v iy y e : hek. a k c ig e r n e z le s i.
iiz e -
ر س
( a . h . i . ) : s o f iy e n in b ü y ü k l e r i n -
d e n A h m e d e r - R if â î t a r a f ı n d a n k u r u l a n b i r t a r i k a t . [ A h m e d e r- R ifâ î. d . : 512 (1118-19) ö . : 578 (1182-83)].
رﻫﻌﺖ
و٠رﻓﻌﻌﺎ
b i n b a ş ıl a r s a h ip le rin in
(f.i.) : 1. to z . ( b k z : g u b â r ) . 2. r ı h , y a z ı y a ra y a n
in c e
kum .
3. k u m .
rîg-i beyâbân-ı gam m : g a m ç ö l ü n ü n k u m u , rîg-i revân : a k a r k u m .
رﻳﻜﺪان
(f.b.i.) : r ı h h o k k a s ı ,
( a . i . c . : e r y â h , r iy â h ) : 1. y el, r ü z g â r .
(b k z :b â d ).
rîh-i ce n û b î : cogr. " g ü n e y r ü z g â r ı ” : lo d o s , rîh-i şim âlî : cogr. " k u z e y r ü z g â r ı ” : p o y r a z . 2 . r o m a t i z m a , y el, a ğ rı,
rîh-i t a y y â r : r o m a t i z m a , y el. rihâl
1.44
tar.
to p
döken
( f .b .i.c .: r i h t e -g e r â n ) : d ö k -
ا ن/ وﻷئ
rîhte-ger-ân
(f.b .i. r i h t e - g e r 'i n c . ) :
d ö k m e c ile r . r îh tım
( f . i . ) : r ı h t ı m , ( r ih = k u m d e m e k -
rih v
رﻧ ﻢ
( a . s . ) : r e h â v e t li , g e v ş e k , s ö lp ü k , ( b k z :
ra h v ).
رق
(a .i.) :
fizy.
sa ly a , a ğ ız su y u .
A le 'r -r îk :
r î k u 'l - h a b î b : a s ı r lı k
s e y in
m iiz .
T ü rk
m ü rekkep
m ü z iğ in in
m akam ı
o lu p
b ir H ü-
S a a d e ttin A r e l k it a p lığ ın d a k i m a n -
رﺣﺄل I j
z a m â m m ız a k a lm ış n ü m U n e si y o k tu r, rik a b
رﻻب
( " k a " u z u n o k u n u r , a .i. r a k a b e 'n i n
c . ) : b o y u n , e n s e k ö k ü , ( b k z : r a k a b â t) .
رﻛﺎب
( a . i . c . : r ü k ü b ) : 1 . ü z e n g i . 2 . b ii-
y ü k b i r k i m s e n i n k a t i, ö n ü . 3 . m ü z . v a k t i y -
b ir i
o lu p
z a m â m m ız a
k a lm ış
n iim û n e s i
y o k tu r.
ىﺑﺪار٠ر
( a .f .b . s .) :
iiz e n g i
tu ta n
a ta b in e r k e n ü z e n g i s i n i t u -
ta n ].
rikâbiyye
ر ي
( a . i . ) : s a d r â z â m , ve z i-rle r v e
b â z ı d e v le t r i c â l i t a r a f ı n d a n m u a y y e n z a -
( b k z : r e m i).
rîhâle
( f .b .i.c .) :
ر؛ﺧﻪ
[h ü k ü m d â r ın
( a . i . c . : e rf â d , r u f û d ) : b a h ş iş ,
k u ru tm a y a
رح
to p d ö k e n
m e c i.
rikâb-dâr
ü n v â n ı [e s k id e n ].
rih
tar.
le T ü r k m ü z i ğ i n d e k u l l a n ı l m ı ş u s u lle r d e n
( a . t . s . ) : a s k e r lik t e
la m i il k iy e d e ü ç ü n c ü r ü t b e
rîg-dân
ا
rihte-ger
rik â b
( a . i . ) : 1. y ü k s e k l ik , y ü c e lik , b ü y ü k
v e b ü y ü k r ü t b e . 2 . e r k e k a d i.
رك رﻳ ﻚ
(f.b .c .):
z u m a n o n im b ir e d v a r d a t a n ım la n m ış t ır ;
k im s e .
rig
rîhte-gân و؛ ﺧﻜﺎ ن
kaç
R ifâî ﺀ ى١ ( رفa . h . i . ) : R if â i li k t a r i k a t ı n d a n o la n
rifd
٠وﻳﺨﻰ
rîhte-ci-yân
a ç k a rn ın a .
r in e k o n u la n b e z b a s k ı, k o m p re s.
rif'atlii
2 . ö lm e ,
r î h t e ^ . j ( f . s . ) : d ö k ü l m ü ş , a k ı t ı lm ı ş ,
rîk
( رﺀوﻳﻪa . i . ) : zool. a k c iğ e rlile r, rifâde ( رﻓﺎدهa . i . c . : r e f â i d ) : h e k . y a r a l a r ı n rieviyye
rif'at
göçm e.
t ir ), r i h + t i m = [a s lın d a ] k u m s a l d e m e k t ir ,
rievij rieviyye
rifâiyye
1. g ö ç,
s a n a t k â r la r
( رﺀﻷa . i . c .: r i â t ) : a k c ig e r. İn tifâ h -ırie : hek. S illii'r-rie : v e r e m . Haşîşetü’r - r ie : bot. c iv a n p e r ç e m i, c ig e r o tu . Z â tü 'r-rie : a k c ig e r z a r i İ l ti h â b ı, fr. pneumonie.
rieteyn
( a .i.) :
s a n a t k â r la r .
ü n e h â r , r û z u şeb ).
rie
ر ذ
rihlet
( b k z : v e fâ t ).
rid f-i z â id ٠ . ed. k a f i y e y i m e y d a n a g e ti r e n
ردﺋ ﻦ
(a.i. r e h n 'i n c .). ( b k z : m ü r â h e n e ,
r e h n ).
rid f-i mürekkeb : ed. h e m r i d f i a s li's i, h e m
ridfân
ن١رخ
rihân
(a.i. r a h l 'i n c . ) : d e v e p a l a n l a r ı , ( a . i . ) : e y e r, a t s e m e r i.
m a n l a r d a p â d i ş â h a v e r i l e n h e d iy e le r ,
rikâz
رﻛﺎذ
( a . i . ) : y e r a lt ı n d a t a b i i o l a r a k b u lu -
n a n m â d e n le r v e d e fin e le r ,
rikbân
ر؛ﺑﺎن
(a.i.
r a k a b e 'n i n
c.).
(b k z :
r a k a b â t) .
rikkat
رك
( a . i . ) : 1 . r a k i k l i k , y u f k a l ı k , i n c e lik .
2 . m e r h a m e t , a c ım a ,
rikk at-ikalb
: g ö n ü l y u flc a h g ı.
rikkat-âm iz ﴽﻋﻴﺰ
رﻗﺖ
(a .f.b .s .) : k a lb e h ü z ü n
v e r e c e k o la n .
rikkat-âver
رﻗﺖ آور
m a u y a n d ıra n .
(a .f.b .s .) : m e rh a m e t, a c ı-
r؛şte-keş r i k k a t - e f z â ( ر ﻗ ﺖ ا ﻓ ﺰاa .f .b .s .) : r i k k a t a r t ı r a n , m e r h a m e t u y a n d ıra n .
اﻋﺰ
rik k a t-e n g lz
ﻓ ﺰا
(a.f.b.s.).
رﻗ ﺖ
( b k z : rik k a t-
efzâ). e d e n , in c e l ik g ö s te re n ,
r î s â r ( ر ﻳ ﻤ ﺎ رa . i . ) : re ç e l, ( b k z : r îç â l, r îç â r).
ile s a ç m a sö z .
r î m - i â h e n : d e m ir b o k u ,
r î s m â n - b â z ( ر ﻳ ﺴ ﻤ ﺎ ن ﺑﺎ زf .b .s .) : " ip o y n a y a n " : canbaz.
r î m - i a s e l : b a lm u m u .
رﻣﺎح
(a.i. r u m h 'u n c . ) : m ı z r a k l a r , s ü n -
g ü le r , k a r g ı la r .
r i m â y e t ( ر ﻣ ﺎ ﻳ ﺖa . i . ) : a tıc ılık , o k , k u r ş u n , g ü lle
(b k z :
r i ş â ş , r i ş â ş e ر ﺷﺎ ﺷ ﻪ، ( ر ﺷ ﺎ شa.i.) : d ö k ü n t ü , se r-
r î ş â t ( ر ﻳ ﺸ ﺎ تf.i. r î ç 'in c . ) . ( b k z : rîş).
r i m e ( ر ﻳ ﻤ ﻪf .i . ) : ç a p a k .
ﺑﺰ
rîş -b ü z
r î m e - i ç e ş m : g ö z ç a p a ğ ı, ( a .i.) : ç ü rü m ü ş k e m ik ,
( ر ﻳ ﺶf .b .i.) : k e ç i s a k a l ı g ib i s iv r i
o la n s a k a l. r î ş - d â r ( ر ﻳ ﺸ ﺪ ا رf .b .s .) : s a k a llı,
( b k z : rü f â t) . r î m - n â k ( ر ﻳ ﻤ ﻐ ﺎ كf .b .s .) : 1. i r i n l i . 2 . p is , m u r d a r ,
riş d e t ر ﺷ ﺪ ت
r i n d ( ر ﻧ ﺪf .s .c .: r i n d â n ) : k a le n d e r , d ü n y â İşle -
m i z li k .
r i n i h o ş g ö r e n k im s e , a ld ır ış s ız , رﻧ ﺪا ن
c.) : r ü ş v e tle r ,
p in ti.
g ib i ş e y le ri a t m a d a m â h i r o lm a ,
رم
(a.i. r i ş v e t 'i n
ر ﺷﺎ
riiş â ) .
r i m â l ( ر ﻣ ﺎ لa.i. r e m l 'i n c . ) : k u m l a r ,
،
( b k z : lih y e ). 4 . tü y , k il. 5. a n a t . te le k , riş â
r i m â h a t ( ر ﻣ ﺎ ﺣ ﺖa . i . ) : m ı z r a k ç ı l ı k s a n 'a tı.
رﻣﻪ
r î ş ( ر ﻳ ﺶf.i.) : 1. y a r a . 2 . s. y a r a l ı. D i l - r î ç : y iir e g i y a r a l ı, ( b k z : m e c r û h ü 'l - f u â d ) . 3. s a k a l,
r i m â h ü 'l - c i n : h e k . t a u n , v e b a , y u m u r c a k ,
rim m , rim m e
a g ıt la m a .
( b k z : h a b l) . Â s m â n ü r î s m â n : a k ı l l ı s ö z ü
r î m ( ر ﻳ ﻢf . i .) : 1. i r i n . 2 . R o m a 'n m b i r a d i.
(fs.
r i n d 'i n
( a . i . ) : d ü r ü s t l ü k , d o ğ r u l u k , te -
r î ş e ( ر ﻳ ﺜ ﻪf .s .) : 1. s a ç a k , p ü s k ü l . 2 . b o t . in c e ,
c . ) : k a le n d e r le r ,
d ü n y â iş l e r i n i h o ş g ö re n le r.
s a ç a k lı k ö k .
ل
rîş e -g îr
( ر ﻳ ﺸ ﻪf .b .s .) : k ö k t u t m u ؟, k ö k le ş -
m iş .
r i n d â n - 1 H ü d â : h a k e re n le r, r i n d - â n e ( ر ﻧ ﺪ ا ﻧ ﻪf z f . ) : r i n d o l a n a y a k ı ş ı r y o l-
r î ş - h a n d ( ر ﻳ ﺸ ﺨ ﺘ ﺪf b . i . ) : b ı y ı k a l t ı n d a n g ü lm e , alay .
da. rin d e k
رﻧﺪ د
( f . s . ) : r i n t l i ğ i ta k l i d e d e n , s a h t e
r i n t , s a h t e k a le n d e r , rin d i
( a .f .b .i.) : H z . M u h a m -
r i s m â n , r î s m â n ر ﻳ ﺴ ﻤ ﺎ ن، ( ر ﺳ ﻤ ﺎ نf.i.) : ip ; h a la t,
r i m ( ر مa.i.). ( b k z : r i m m ) .
rin d â n
٥رﺳﺎﻟﺘﻬﺎ
ris â le t-p e n â h m e t.
r i s â y e t ( ر ﺛ ﺎ ﻳ ﺖa . i . ) : a ğ ıt y a k m a , a ğ ıt s ö y le m e ,
r i k k a t - y â b ( ر ﻗ ﺘ ﻴ ﺎ بa.f.b .s.) : a c ıy a n , m e r h a m e t
rîm â h
( a .b .i .) : 1. e lç ilik e d e n .
2. H z . M u h a m m e t .
( ر ﻗ ﺖa .f .b .s .) : a c ık lı; d o k u -
n a k li . rik k a t-fe z â
رﺳﺎﻟﺘﻤﺂب
r is â le t-m e â b
رد ى
r î ş - s â z ( ر ﻳ ﺸ ﺎ زf .b .i .) : c e r r a h , rîş -tâ b
( f i . ) : r i n t l i k , k a le n d e r li k ,
رﻳ ﺸﺘﺎ ب
( f .b .i.) : k ı v ı r c ı k s a ç v e s a k a l,
r i ç t e ( ر ﺷ ﺘ ﻪf .i .) : 1. ip lik , ti r e . S e r - r î ş t e : ip u c u ,
r i s ( ر ﻳ ﺲf . i .) : ö f k e , ( b k z : g a y z , g a z a b ).
t u t a m a k . 2 . ilg i, b a ğ . ( b k z : a lâ k a ). 3. g. s.
r i s â 'j r i s â y e t ر ﺛ ﺎ ﻳ ﺖ، ( ر ﺛﺎ ﺀa . i . ) : a ğ ıt a ğ la m a ,
s a n a t k â r â n e y a p ıl m ı ş b i r y a z ıy ı v e y â y a -
r i s â l e ( ر ﺳ ﺎ ﻟ ﻪa.i.c. ؛r e s â i l ) : 1. m e lc tu p . ( b k z :
p ı l m ı ş b i r m i n y a t ü r ü ç e v r e le y e n t e z h i b in
n âm e). 3.
2. k ıs a
y a z ıl m ı ş
küçük
k it a p .
te ç e k m e k ).
r i s â l e - î m a h s û s a : m o n o g r a f i, r i s â l e - î n â m e : t a r . ( b k z : lâ le - n â m e ) . r i s â l e t ( ر ﻣ ﺎ ﻟ ﺖa . i . ) : 1. e lç ilik , s e f â r e t. 2 . p e y -
r i ş t e - î c â n : c a n ip lig i, c a n b a g i. r i ç t e - î e ş k : g ö z y a ş ı İp liğ i, riş te -fü rû ş
g a m b e r lik . R i s â l e t ü 'n - n u s h i y y e : d îv a n ın ın
İç k ı s m ı n a s ı n ı r o l a r a k te k , ç if t, e ş it v e y â f a r k l ı k a l ı n l ı k l a r d a ç e k il e n ç iz g i, [ f i i l i : r i ş -
m e c m û a , d e rg i,
Y unus
b a ş ın d a b u lu n a n
t a s a v v u f i b i r m e s n e v is i (1308).
E m r e 'n i n , 573 b e y i t l i k
ﻓﺮوش
( ر ﺷ ﺘ ﻪf .b .s .) : ip lik ç i, i p l i k sa -
t a n . ( b k z : h a b b â l) . riş te -k e ş
ﻛﺶ
( ر ﺷ ﺘ ﻪf .b .s .) : i p l ik ç e k e n , d o k u -
m a ç ı.
1045
rişvef rişvet
ﺷﻮت٠ر
( a . i .c .: r i ş â , r ü ş â ) : r ü ş v e t, ( b k z :
riyâh-1 gayr-i m untazam a : cogr. is t i k a m e t le r i e k s e r iy â d e ğ iş ik o la n v e n e z a m a n te k -
rü ş v e t) .
rişvet-i kelâm (s ö z r ü ş v e t i ) : ı) b i r k i m s e n i n , y a p tı ğ ı y a n l ı ş l ı k l a r ı n ö r t b a s e d il m e s i b a k i m m d a n k a rş ıs ın d a k in e v ey â b ir b a ş k a s ın a y a r a n m a k a m a c ıy la s ö y le d iğ i p o h p o h la y ı c ı
r a r e s e c e k le r i b e lli o lm a y a n r ü z g â r la r .
riyâh-1 m u n tazam a : cogr. a l t ı a y b i r cih e t t e n , a l t ı a y a k s i c i h e t t e n e s e n r ü z g â r la r , m e v s im r ü z g â r la r ı ,
ر ﻛﺎ ر
s ö z le r; 2) E sle id e n b i r le im s e n in k e n d i h a k -
riyâ-kâr
k m d a s ö y l e n il e n le r i g e ti r e n e a r m a ğ a n o la -
riyâ-lcâr-âne
r a k v e rd iğ i p a ra .
riyâ-kârî
rişvet-hâr
رﺷﻮﺗﺨﻮار
( a .f .b .s .) : r ü ş v e t y iy e n ,
( b k z : r ü ş v e t- h â r ) .
rişvethO r
رﺷﻮﺗﺨﻮر
y iy e n ,
( b k z : r iş v e t- h â r ) .
رﻻم
ritâm
ip lik le r,
( b k z : r e t â im ) .
رح
ﻷ ف
( a . i . ) : 1. h a r a m , m e m n û o la n şey.
( a .f .b .s .) : r e is lik , b a ş -
b a ş k a n lık ed en .
ﺑﺎﺳﺖ.ر
(a.f.b .i.) : 1. re is e ,
b a ş k a n a â it, o n u n l a ilg ili. 2 . re is , b a ş k a n o lm a k lı k .
2 . ç ık m a z y o l.
r ı y la b i r le ş t iğ i y e r d e v e s o l t a r a f t a b u l u n a n
r i y â z ^ ^ J (a.i. r a v z a 'n m c.) : b a h ç e le r , a ğ a ç lık , ç i m e n l i k y e rle r.
riyâz-ı Cennet, riyâz-1 R ıd v â n : C e n n e t
b ü y ü k ç u k u r.
ritic-i sagir : anat. m i d e n i n b a r s a k l a r a a ç ıld ığ ı y e r d e v e s a ğ t a r a f t a o la n k ü ç ü k ç ö k ü n -
b a h ç e le r i.
riyâzât
ﺑﻀﺎت.ر
(a.i. r i y â z e t 'i n c . ) : r iy â z e tle r ,
n e fs i k ı r m a l a r , d ü n y â le z z e t l e r i n d e n s a k i n -
tü .
m a la r , p e r h i z le , k a n a a t l a y a ş a m a la r ,
r i t l ( ر رa . s . ) : h o ş , lâ tif , g iiz e l.
( رﻳﻮf i . ) : d e k , d ü z e n , h ile , ( b k z : h u d 'a ) . rivâ ( رواa.s. r e y y â n 'ı n c . ) : s u y a k a n m ı ş l a r , r iv â k ( رواقa.i.). ( b k z : r e v â k ) . rivâk ıyyû n ( رواذونa.s. r i v â k i 'n i n c . ) : ( b k z :
riv
re v â k ıy y û n ).
rivâki
رواﻓﻲ
riyâzet
rivâyât
رو'ﺑ ﺖ ر وا ت
s a k ın m a , p e r-
h iz le , k a n a a t l e y a ş a m a .
riyâzet -٤b ed en iyye : j i m n a s t i k , riyâzî, riyâziyye
(a .s .c .:
r i v â k ıy y û n ) .
(b k z :
ﻷ ب، ﺑﺎﺀذى. ( رa . s . ) : 1. h e s a p -
r iy â z î ilim le r , m a t e m a t i k . 2. i. g. s. b i r y a z ı s itili.
(a.i. r i v â y e t'i n c . ) : r iv â y e tle r,
ﺑ ﻀﺎت.ر
riyâziyyat
( a .i .c .) : m a t e m a t i k b ilg is i.
riyâziyyât-ı âliye : y ü k s e k m a t e m a t i k , 1. * sö y le n -
riyâziyye
ti , b i r h a b e r , s ö z v e y â h â d i s e n i n h ik â y e s i.
b ilg is i.
(a .i.c .:
riv â y a t):
2 . h ik â y e e d il e n b i r h a b e r , s ö z v e y â h â d is e .
rivâyet-kerde ا د ه
ر وا ت
( a . f b . s . ) : r iv â y e t e d i-
( a . i . ) : ö z ü , s ö z ü b i r o l m a m a , İ k iy ü z -
r iy â -fü r û ş : İ k i y ü z lü , r i y â k â r . riyâh ﺑﺢ.( وa.i. r î h 'i n c . ) : 1. r ü z g â r la r . M iirsilü r-riyâh ( r ü z g â r l a r g ö n d e r e n ) : A lla h . 2 . y e lle r, a ğ r ı la r , r o m a t i z m a l a r .
(a .i.) : h e s a p ilm i, m a te m a tik
ن٠ رﻳﺎﺿﻴﻮ
(a.i. r i y â z i 'n i n c . ) : m a t e -
m a t i k â l i m l e r i (* b ilg in le ri),
riyeb
le n , s ö y le n ile n .
lü l ü k . ( b k z : s â lû s î).
ﺑﺎﺿﻴﻪ.ر
riyâziyyû n
rivâyet-i aşere : ( b k z : k ı r â a t - i se b 'a ).
ربﺀ
( a . i . ) : n e fs i k ı r m a , d ü n y â le z -
la , m a t e m a t i k l e ilg ili. U lû m -i r iy â z iy y e :
* s ö y le n tile r.
rivâyet
ت٠رﻳﺎه
z e tle rin d e n v e r a h a tın d a n
re v â k î) .
1046
ﺑﻠ ﺖ ﻻاه.ر
k a n l ı k m a k a m ı n d a b u l u n a n , b a ş k a n o la n ,
riyâset-penâhi إﻏﺎﻫﻰ
ritic-i k e b ir : anat. m i d e n i n b o ğ a z b o r u l a -
riyâ'
( a . i . ) : re is lik , b a ş l ık , b a ş o lm a ,
b a ş k a n l ık .
riyâset-penâh
(a.i. r e t i m e 'n i n c . ) : b i r ş e y i h a t ı r -
la m a k ü z e re p a rm a ğ a b a ğ la n a n
ritic
راذه١ ( رﻳﺎكa .f .z f .) : ik i y ü z lü l ü k le , ( ﻷ ﻛﺎ ر ىa .f .b .i.) : r i y a k â r l ı k , İ k iy ü z -
lü lü k .
riyâset ( a .f .b .s .) : r ü ş v e t
( a .f .b .s .) : İk iy ü z lü ,
رب
(a.i. r i b e t 'i n c . ) : ş ü p h e y e d ü ş m e le r ,
ş ü p h e lilik le r .
( رزa.i.). -riz رشriz
( b k z : riz z ). ( f .s .) :
''d ö k e n ,
a k ıta n ,
saçan "
m â n â l a r ı y l a * b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r . Eşle-
riz : g ö z y a ş ı d ö lcen . Hû'n-rîz : k a n d ö k e n . Ç eref-rîz : ş e r e f s a ç a n , rizâm
رزام
( a . s .) : s e r k e ş a d a m v e y â at.
rubâî rîz â n
رزان
( f . s . ) : d ö k ü le n , a k a n .
k o m a b e m o l ü ile (fa) b a k ıy y e d iy e z i y a z ılır ,
r î z e ( رزهf . i . ) : k ı r ı n t ı , d ö k ü n t ü , s a ç ın tı, u f a k p a rç a . r î z e - i â h e n : h a r â r e t e g ö s t e r il e n d e m i r i n y iiz ii n d e M e y d a n a g e lip , s o ğ u d u k t a n s o n r a
d a k i â r ı z a la r , s e g â h 'd a d a v a r d ı r ) . B u t e r k ip h ü z z â m - ı c e d id 'e p e k b e n z e m e k te d ir ,
ç e k iç le v u r u l d u ğ u z a m a n k o la y lık la a y n l a -
r û - y i i l t i f a t : g ü le r y ü z .
b il e n k ü ç ü k k ü ç ü k p a r ç a l a r ,
r û - y i İ â l e - r e n g : lâ le r e n k l i , k ı r m ı z ı , s ı h h a t l i yüz.
r î z e - i e l m â s : p e k k ü ç ü k e lm a s p a r ç a l a n , r î z e - i s î m î n : 1) g ü m ü ş d ö k ü n t ü s ü ; 2) y ıl d ız l a r d a n k in â y e .
rîz e - ؟în
رره ض
(f.b.s.) : d ö k ü n t ü ; k ı r ı n t ı t o p (f.b.s.) : d ö k ü n t ü ; k ı r ı n t ı y i-
y e n . ( b k z : r î z e - h ö r , lıık a ta - h â r ) . rîz e -h ö r
ر٠رزه ﺧﻮ رزه ﻛﺎر رزه رزه
( f .z f .) : u f a k u f a k ; p a r ç a p a r -
( رزشf . i . ) : d ö k ü lü ş , a k ış . ( رزa . i . ) : g iz li ses. رو- ( f . s . ) : " b ite n , o la n " m â n â l a r ı n a
rîz iş
v e c h -i
r û - y i z i ş t : ç ir k in y ü z .
ru â m
ru â t g e le r e k
* b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r . H o d - r û : k e n d il i-
( رﻋﺎفa.i.) : h e k . b u r u n k a n a m a s ı, ( وﻋﺎمa . i . ) : h e k . s a k a ğ ı ( m a n k a f a )
has-
r u 'b ru b '
ت١( رﺀa.i. r â î 'n i n c . ) : ç o b a n la r , ( ر بa . i . ) : 1. k o r k u , ( b k z : h a v f, re h b ). ( رﺑﻊa . s . c . : e rb a ', r u b û ' ) : d ö r t t e b ir, ç e y -
re k , b i r ş e y i n d ö r t k ı ş ı m d a n b i r k ıs m ı,
g in d e n .. g ib i.
r u b '- ı c e y b : a s t r . İ s lâ m a l e m i n i n k u l l a n d ı ğ ı ,
(f.i.) : y ü z , ç e h re .
r û - y i a r z : Y e ry ü z ü ,
D ünyâ,
( b k z : rû y -1
z e m in ) .
T ü r k l e r t a r a f ı n d a n i c â d e d ile n v e e s k i b i r a s t r o n o m i â le t i o la n r u b u ' t a h t a s ı n ı n b i r ç e ş it l o g a r i t m i k a b a k v e y â t r i g o n o m e t r i k
r û - y i a ş î r â n : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ş , a ltı a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,
r u b '- i m u k a n t a r a : a s t r . İ s lâ m â l e m i n i n k u l-
r û - y i h i c â z : m i iz . T ii r k m i i z i g i n i n y e n i m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n b ir i,
İ a n d ıg ı, T ü r k l e r t a r a f ı n d a n ic â d e d ile n v e e s k i b i r el a s t r o n o m i â le t i o la n r u b u ' t a h -
rû -y i h û b : güzel yüz.
t a ş ı n ı n ü s t ü n e s e m â n ı n İ r t i s â m ı ç iz ilm iş
r û - y i ı r â k : m ü z . T ü r k m i i z i g i n i n e n a z a ltı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı d ı r . S e g â h 'a ı r a k m a k a m ı n d a k i b i r d ö r t l ü n ü n ( ı r a k 'd a s e g â h d ö r t l ü s ü n ü n ) il â v e s in d e n m ü r e k k e p ti r . B u d ö r t l ü ile ı r a k p e r d e s in d e k a lı r . G ü ç İ ü le r b i r i n c i d e r e c e d e - s e g â h 'ı n d u r a ğ ı o la n d e re c e d e
r u b '- i d â i r e : d â i r e n i n d ö r t t e b ir i,
b i r k ıs m ı .
rû -y i d i l : y u m u şa k yüz.
ik in c i
h e s a p c e tv e li m â h i y e t i n d e k i b i r y ü z ü ,
r u b '- i m e s k û n : D ü n y â 'n ı n k a r a o la n d ö r t t e
r û - y i d e r y â : d e n iz in y ü z ü ,
segâh,
(b k z :
ta lıg ı.
riz z
[ر و ى
yüz.
r û - y i z e r d : s a r i, s o l g u n y ü z .
ru â f
ça.
rû [y ]
p a rla k
r û - y i z e r d - i s e f a l e t : s e f a le t in s a r i y ü z ü ,
( f .b .s .) : u f a k te f e k İş le r y a -
pan. rîz e rîz e
tâ b â n :
tâ b â n ) . r û - y i z e m in : Y e ry ü z ü , D ü n y â ,
( f .b .s .) : d ö k ü n t ü , k ı r ı n t ı y i-
y e n . ( b k z : r îz e - h â r ) . rîz e -k â r
r û - y i r ı z â : r a z ı o lm a . rû -y i
رزه ﺧﻮار
y ü z ü ; 2) p e n b e
t â n e l i b i r c in s ü z ü m ; 3) b i r ç e ş it z a m b a k ,
la y a n . rîz e -h â r
r û - y i m u v â f a k a t : u y g u n g ö rm e , r û - y i n i g â r : ı) s e v g i li n in
r î z e - i z e r : a ltm k ırın tıs ı, (b k z : p e rv â z e ).
-rû
s e g â h 'ı n (m i) k o m a b e m o l ü (İâ) b a k ıy y e d iy e z i n o t a i ç e r is i n d e k u l l a n ı l ı r ( d o n a n ı m ı n -
- ı r a k 'ı n
g ü ç lü s ü
o la n - d ü g â h , ü ç ü n c ü d e r e c e d e d e - s e g â h 'ı n
b u lu n a n b ir y ü z ü . rû b
روب
rû b â h , rû b e h
رون
،
روﺑﻪ
( f .i .) : 1. t i lk i . 2. m e c .
h il e k â r , k u r n a z . ru b â h - â n e ,r û b e h - â n e ؛ رو^ﻻ
( رو؛اﻫﺎذهf .b .z f .) :
h il e k â r , t i l k i g ib i k u r n a z c a s ı n a ,
( روﺑﺎﻫﻰf .i .) : m e c . k u r n a z l ı k , a k ıl lı lı k , ﺀى١ ( ربa .i .c .) : r u b â i y y â t. ( b k z : r ü b â î) .
g ü ç lü s ü o la n - n e v â d ır . U m û m i y e tl e ç ık ıc ı
rû b â h î
o l a r a k s e y r e d e r. D o n a n ı m ı n a ı r a k 'ı n
ru b â î
(si)
(f.i.) : 1. s ü p ü r m e . 2. s ü p ü r g e . R i i f t ii
r û b (s ilip s ü p ü r m e ) : m e c . g e z ip to z m a ,
1047
rubâlyyâ. rııbâiyyât
(a.i. r u b â î 'n i n
رﺑﺎ ﻋﻴﺎ ت
c.).
(b k z :
ruh-i d il-d â r : s e v g i li n in y a n a ğ ı, ruh-i gülnâr : g ü l p e m b e s i y a n a k ,
r ü b â iy y â t) .
rubb ( ر بa.i.) : m e y v a s u y u ,
ruh-i rengin : r e n k l i y a n a k ,
rubbân
ruh-i yâr-i dil-sitân : g ö n ü l a l a n s e v g i l i n i n y a n a ğ ı. 2. a n k a k u ş u . 3. b u k u ş u n a d m a v e -
( a . i . ) : k a p t a n , ( b k z : k e ş t î- b â n ,
ر ﺑﺎ ن
n â -h ü d â ).
rubbe
r i l e n s a t r a n ç t a ç l a r ı n d a n b ir i,
( ر بh a . c e rr ) ö y le s i v a r k i...
rûbeh-âne
( ر و ﺑ ﻬﺎ ﻧﻪf .z f .) : tillc ic e s in e , k u r n a z c a ,
ruhü'ş-şatranç ( ؟a t r a n c t a ş ı ) : it ib a r lı , s a y g ı-
rûbehî ( روﺑﻬﻰf . i . ) : t i l k i l i k ; k u r n a z l ı k , rû-bend-bâz
( ر و ﺑ ﺪ ﺑﺎ زf.b .s. v e i . ) : “y ü z ö r t e n ” :
( ر و ﺑ ﺮا هf .b .s .) : y ü z ü y o la d o g r u ; g it-
( ر و ﺑ ﺮ وf .b .s .) : y ü z y ü z e .
rub'iyye ( رﺑﻌﻴﻪa . i . ) : 1. ç e y r e k a l t m , [e s k id e n ] k u lla n ıla n
b ir
a ltın
lira n ın
d ö rtte
b ir i.
2. bot. ö k ü z g ö z ü . rubû'
( ر ﺑ ﻮ عa.s. r u b 'u n c . ) : d ö r t t e b ir le r,
rubûbî ( رﺑﺮﺑﻰa . s . ) : 1. s â h i b 'e , e f e n d iy e m e n s u p . 2: A l l a h 'a m e n s u p . İlm -i rubûbî. ( b k z : ( ر و دf .i.) :
1. ı r m a k , çay. ( b k z : n e h r ) . 2. k e -
( ر ﺿ ﻌﺎa.i. r a d i 'n i n c . ) :
1. s ü t k a r d e ş le r .
رود آور
( f .b .i .) : n e h i r s u l a r ı n ı n e t r a f
t a n a l a r a k g e ti r d i g i a ğ a ç , d a l g ib i şey ler,
rûd-bâr ( رودﺑﺎرf .b .i .) : 1. b ü y ü k I r m a k . 2. irm akkenan.
rûde-bîn ﺑ ﻴ ﻦ
( رودهf .b .s .) : h a y v a n i n b a ğ ır -
s a ğ ı n a b a k a r a k g û y a g a y ıp t a n h a b e r v e r e n fa lc ı. ( ر و د ﺳ ﻤﺎ نf.i. r û d e 'n i n
c .) : anat. b a ğ ır -
s a k la r .
rûd-sâz ru fû d ruga'
( ر و د ﺳ ﺎ زf .b .i .) : ç a lg ıc ı, ( b k z : s â z e n d e ) .
"( و ﻏﺎ ﺀg a” u z u n o k u n u r , a . i . ) : se s, s a d â .
rûganin, rûganine
ر و ﻏ ﺘ ﻴ ﺌ ﻪ، ( ر و ﻏ ﺌ ﻴ ﻦf .i .) : “k a d ı
lo k m a s ı ” d e n i l e n b i r h a m u r İŞİ, g ö z le m e ; poğaça.
rûh-i n e fsâ n i : i n s a n i n a k ı l l ı r u h u , rûh-i r e v â n : g id ic i o la n r u h ; d e ğ e r li c a n , se v g ili. ( M a 'ş u k 't a n k in â y e ) .
rû h -i zikri : h â f ı z a , * b e lle k , rû h u lla h : H z . îs â . r û h i i 'l - e m î n , r û h i i ' 1- k u d ü s : C e b r â il. 6 ٠c in , m e le k ; m u h a y y e l v a r l ık . 7. m i iz . T ü r k m ü z ig in d e e n a z b e ş a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p y o k tu r .
ruhâm ( رﺧﺎمa . i . ) : m e r m e r . ruhâm -ı h â m : iş le n m e m i ş m e r m e r , ruham â' ( رﺣﻤﺎﺀa.i. r a h i m 'i n c . ) : r a h i m o la n la r. ( b k z : r â h i m i n , r â h i m û n ) .
ruhâm î ( ر و ﺳ ﻤ ﺮدا فf .b .s .) : y ü z ç e v ir e n , y ü z
d ö n d ü re n . y ü z d ö n d ü rü c ü lü k . ( ر خf .i . ) :
1. y a n a k , y ü z ç e h r e , ( b k z : h a d d ,
( وﺧﺎﻣﻰa . s . ) : 1. m e r m e r e
â it, m e r m e r le
ilg ili. 2. m e r m e r d e n y a p ıl m ı ş ,
rûhânî
rû-gerdânî ( روﺳﻤﺮداﻧﻰf .b .i .) : y ü z ç e v ir ic ilik , ruh
m iç k im s e le r d e - ] .
m a k a m o lu p z a m â n ı m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i
( ر ﻓ ﻮ دa.i. r i f d 'i n c . ) : b a h ş iş le r ,
rû-gerdân
v e h a y v a n d a -].
rû h -i ta b ii : * h a y v a n s a l h a y a t,
rûde ( رودهf . i . c . : r û d e - g â n ) : anat. b a ğ ır s a k ,
rûde-gân
rû h -i h a ssâ s : psik. * a lg ıla m a * y e tisi, rû h -i h a y â li: psik. d ü ş ü n m e * y e tisi,
rûh-i n e b âtî : b it k i l e r d e k i h a y a t ilk e s i,
2 . s ü t e m e n ç o c u k la r .
rûd-âver
c u gaz.
rûh-i akli : a n l a m a * y e tisi,
ru h -i kudsi : İ lâ h î g e r ç e ğ i k a v r a y a n r u h [er-
m e n ç e . 3. s a z k ir iş i , s a z te li,
rudaâ
M erkez-i rûh-i h a y v â n i : k a lb . M erkez-i rûh-i n e fsâ n i : d im a g . M erkez-i rû h -i ta b ii: k a n . kim. e s a n s . 5. i s p i r t o g ib i u ç u -
rû h -i h a y v â n i : psik. h a y v a n s a l r u h [ i n s a n
İlâ h iy y â t).
rûd
rû h ( روحa .i .c .: e r v â h ) 1 ؛. c a n , n e fe s . 2. c a n lılı k , h is , d u y g u . 3. e n m ü h i m n o k t a , ö z .
m e y e h a z ır.
rû-be-rû
il. 4 . d iz g i n . 5. ta ç . ( b k z ؛efser, ik lil) . 6 ٠ta ra f , y ö n . ( b k z : c â n ib ) . 7. h a s ı r o t u .
İ r a n 'd a m a s k e li o y u n l a r ı n g ö s te r is i,
rû-be-râh
ru h -i z e r d : s o l g u n y a n a k , s a r i y ü z .
ووﺣﺎﻟﻰ
(a.s. r û h ' d a n ) : 1. r û h a â it, r u h
ile ilg ili. 2. g ö z le g ö r ü l e m e y e n , c is m i o lm a y a n . 3 ٠m e z h e p iş le r i n e â it, â h i r e t l e ilg ili o la n . M e c l is - i rûhâni : H ı r i s t i y a n l a r ı n ,
İz â r, r u h s â r , r u h s â r e ) .
m e z h e p le r i n e â it i ş le r i n t e t k ik i y le v a z if e li
ru h -i â l : p e m b e y a n a k .
b u l u n a n h e y 'e tle r i. R e is - İ rû h â n i: p a p a z .
1048
™kum p is k o p o s . 4 . i. r u h t a n m e y d a n a g e lm i? o la n m e le k . r û h â n i - y - â n 0 ( روﺣﺎذاa.i. r û h â n î 'n i n c . ) : r u h -
ﻓﺎ ت١روح
(a.i. r û h â n î 'n i n c . ) : ( b k z :
ﺑﺖ،روح
( a . i . ) : 1. r û h â n î l i k , r u h -
t a n İ b â r e t o l a n ı n h â li. 2. ö lm ü ş b i r k im s e n i n d e v â m e tm e k te o la n r û h ı ı n u n k u d r e t i . 3. is l â m i y e t i n d ı ş ı n d a k i d i n a d a m l a r ı n ı n G z e lli g i.
( ر و ﺑ ﻮ نa.i. r û h â n î 'n i n ۶û h â n iy y â t ) .
rû h â n i^ û n
c.) :
رص
(a.i. r ı ı h s a t 'ı n c . ) : iz in le r , m iis a -
رب
CI o l a r a k s e y r e d e r.
روح ﻳﺪور
rû h -p e rv e r
ru h b â n iy y e t
ر ﻫﺎ ﺳﺎ
( a . i . ) : [ " r e h b â n iy y e t” şe k -
li d o ğ r u d u r ] , ( b k z : re h b â n iy y e t) .
ر ب
ru h sa t
١روح اش
( روح بa .f .b .s .) : r u h y ı p r a t a n , ﺑﺐ. ( روح ضa .f .b .s .) : r u h a v la y ıc ı; r u h
e ğ le n d ir ic i. ( a . s . ) : 1. r û h a â it, r u h l a ilg ili, r u h c a .
روص
ت-ر س
( a . h .i .) :
X V I.
a s ırd a
y e ti ş e n
B a ğ d â d î.
ر و ﺣﺎ ت
ﻋﻪ٠رﺧﻪ
( a . i . ) : i z i n k â ğ ı d ı [ t ic â r e t
v e y â s a n a t İ ؟i n v e rile n - ],
( و ﺧ ﻬ ﺂ ﻷa .f .b .i.) : i z i n k â ğ ıd ı , ب- ( رa .f .b .s .) : i z i n a la n , ( رﺧﺴﻮدهf .s .) : y a n a ğ ı n ı , y ü z ü n e
rııh -s û d e
SÜ-
re n , y ü z ü n ü sü rm ü ş.
ا/ر ﺧ ﺴ ﻮ د
ru h -sû d e g i
( f .b .i .) : " r ıı h - s û d e " lik ,
روح اﻟﻠﻪ
rû h u lla h
( a .b .i .) : M ü s l ü m a n l a r ta r a -
رس
r u k 'a
( a . i . c . : r u k a ', r i k a ' ) : 1. ü z e r i n e y a z ı
y a z ıl a n k â ğ ıt , d e r i p a r ç a s ı. 2 . k ıs a m e k t u p , ( b k z : ş ıık k a ) . 3. y a m a . 4 . d ile k ç e ,
( a . i . ) : p s ik o lo ji, * r u h b ilim , f r .
p s y c h o l o g ie .
رو ب
(a.i. r ı ı h s a t 'ı n c . ) : iz in le r , m ü -
s a a d e le r.
f m d a n H z . I s a İ ؟i n k u l l a n ı l a n b i r te r im ,
v â d î s â h i b i b ü y ü k O s m a n l I ş â i r i R û h î- i
rû h iy y e
iz n i, b a k m a y a
y ü z s ü r m ü ç lü k .
2 . i. e r k e k a d i.
rû h iy y â t
( a .i .c .: r u h a s , r u h s â t ) : iz in ,
r u h s a t - ı n î y â z : y a lv a r m a iz n i,
ru h s a tiy e
( a .f .b .s .) : 1. r û h a t â z e l i k v e -
o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ii m û n e s i y o k tu r ,
R ûhî
( f .i .) : 1. y a n a k ,
m ü s â a d e e tm e .
ru h s a t-y â b
ا/ر و
ر ﺧ ﺎر
r u h )؛. H a t t - ı r u h s â r : y ü z d e s a k a l d a n ö n c e
ru h s a t-n â m e
rû h î
،
( b k z : r u h ؛, h a d d , İz â r). 2. y ü z , ؟e h r e . ( b k z :
d e e n az ik i a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m
rû h -firîb
ر ﺧﺎ ر ه
ru h sâ r, ru h sâ re
r e n , c a n a c a n k a t a n . 2 . m ü z . T ü r k m ü z i ğ in -
rû h -fe rsâ
( a .f .b .s .) : r u h b e s le y e n ,
r û h a k u v v e t v e fe ra h lık v e re n ,
ru h s â t
p a z la r . ( b k z : r â h i b â n , r e h e b â n ) .
rû h -e fz â
h is a r ) v e h ü s e y n i . N is e b - i ؟e r i f e 'd e n 9 a d e -
ru h s a t-ı n e z z â r e : b a k m a
(a.i.). ( b k z : re h e b , re h b ).
( روح ﻻوشa .f .b .s .) : c a n b a ğ ış la y a n , ( رﺻﺎتa.i. r â h i b 'i n c . ) : e v le n m e y e n p a -
rû h -b a h ç ru h b â n
m âh u r,
m üsaade.
a d e le r. ru h b
? ö y le d ir : h ü s e y n î-a ş îra n ,
؟i k a n a y v a tü y le r i.
( b k z : rû h â n iy â n , ru h a s
d o g ru
d i n e m â l i k t i r ( m ü lâ y im ) , U m û m i y e tl e ؟ik i -
rû h â n iy â n , rû h â n iy y û n ). rû h â n i^ e t
n o t a İ ç in d e k u l l a n ı l ı r . S e s le ri, p e s t d e n t i z e r a s t , d ü g â h , ؟â r g â h , n e v â , n i m h i s a r (v e y â
t a n m e y d a n a g e lm i? o la n m e le k le r , ru h â n iy y â t
“m i n e u r " ü n a y n id i r ) . Y e d e n in e " r e ” d iy e z i,
( a . i . ) : 1. fe ls . t i n s e l c i l i k ,
fr .
s p r i t u a l i s m e . 2 . h e k . d ib i i l t i h a p l ı v e y a s SI b i r t a k ı m k a b a r c ı k l a r ile m e y d a n a g e le n b i r n e v i c il t h a s t a lı ğ ı. 3 . s. ''r û h î ” n i n m ü e n . 4 . İ. k a d ı n a d i.
( ر و بa . i . ) : ( b k z : r û h iy y e ) . r û h - n e v â z ( روح ﻧﻮازa .f .b .i.) : 1. r u h o k ş a y a n . ru h iy y e t
2 . m ü z . T ü r k m ü z i ğ i n d e b i r m a k a m . D r. S u p h i E z g i t a r a f ı n d a n , p û s e l i k 'i n a ş î r a n (m i) p e r d e s in d e k i ş e d d i n e v e r i lm iş is im d ir . G ü ç lü - b e ş in c i d e r e c e o la n - si ( p û s e lik ) p e r d e s id ir . D o n a n ı m ı n a (fa) İç in b i r k ü ؟ü k m ü c e n n e p d iy e z i k o n u l u r ( y â n i m i
ru k a'
رﻗﻊ
ru k ab â'
(a.i. r u k 'a 'n ı n c . ) : ( b k z : rik a ').
رقﺀ
(a.s.
r a k i b 'i n
c . ) : 1. r a k i p le r ;
r i c â l- i g a y b 'd e n b i r z ü m r e . 2. i. b e k ç ile r, ( b k z : ra k ib â n ). ru k a d
رﻗﺪ
(" k a " u z u n o k u n u r, a .i.) : u y u m a ,
u y k u , ( b k z : n ev m ). ru k b â
رش
(a.i. i r t i k a b 'd a n ) : h u k . [e s k id e n ]
" b e n s e n d e n ö n c e ö lü r s e m s e n i n o ls u n , s e n b e n d e n ö n c e ö lü r s e n b e n i m o ls u n " d iy e r e k b i r ? e y i h i b e e tm e . ru k u d
رش
( " k u ” u z u n o k u n u r , a.i.) : u y u m a ,
( b k z : n ev m , ru k a d ). ru k u m
رﻫﻮم
( " k u ” u z u n o k u n u r , a.i. r a k a m l n
c . ) : ra k a m la r.
1049
rukye rukye ( ر يa.i.): büyücü ve üfürükçülerin okudukları ؟ey, afsun, (bkz : neft), rukye-hân ( ر ﻗﻴ ﻪ ﺧﻮانa.f.b.s.): afsuncu, üfürükçü. (bkz : neffâs, neffâse, sihr-bâz). rûm ( ر و مa.i.): 1. Romalı. 2. Arap ilinde başka ilden olan kimse. 3. Anadolu. 4. OsmanlI. 5. Sivas ve yöresi. Mollâ-yi Rûm : Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî. rû-mâl ( روﻣﺎ لf.b.s.): yüz süren, yüz sürücü, rû-m âlî ( روﻣﺎ ﻟﻰf.b.i.): yüz sürücülük, rûm î ( روﻣﻰa.s.): 1. (bkz : rûm2)2. i. rum Üİkesinden; Anadolulu. 3. i. g. s. süslemede (tezhip) sitilize edilmi ؟yaprakları andıran ve umûmiyetle Zid kıvrımlı iki parçacıktan, bâzan tek parçadan İbâret olan motiflerle bir göbeğe bağlı olarak spiral kıvrımları hâlinde yapılan süsleme nev'i ve süslemedeki motiflerden her biri. Rûmiyye ( ر و ﻣ ﻴ ﻪa.h.i.): tas. Abdülkadir-i Geylânî taraftndan kurulan ''Kadiri'' tarikatı ؟ûbelerinden biri, [kurucusu Şeyh Ismâil Rûmî'ye nispetle “ismâiliyye" de denir], r û m i^ e ( ر و ﻣ ﻴ ﻪa.s.): ["rûmî” nin müen.l. (bkz: rûmî). rumûs ( ر ﻣ ﻮ سa.i. rems'in c.) : sinler, mezarlar, kabirler, (bkz ؛kubûr). rumûz ( رﻣﻮزa.i. remz'in c .): remizler, İşâretler; mânâsı gizli olan sözler, rumûz-î is tik lâ l: istiklâl remizleri, rumûz-i k im y e v ic e : kimyâsal semboller, rıımûz-i m illiy e t : işâretleri.
milliyet
remizleri,
rumûzât ( ر ﻣ ﻮ ز ا تa.i. rumûz'un c.) : rumuzlar, İşâretler. rû-nümâ ( روتf.b.s.): 1. yüz gösteren, meydana çıkan. 2. i. yüz görümlüğü, rû-niimâyî ( ر و ﻧ ﻤ ﺎ ﻳ ﻰf.b.i.): yüz göstericilik, meydana çıkma.
rusgii'l-kadem : anat. topuk kemiğini olu ؟turan yedi kemik. rusgü'1-yed: anat. el bilegi. rû-siyâh ( ر و ﺑ ﺎ هf.b.s.): kara yüzlü, yüzü kara, ayıbı olan. rû-siyeh ( ر و ﺑ ﻪf.b.s.). (bkz: rû-siyâh, siyeh-rû). rûspî ( ر و سf.i.): orospu, (bkz: fâhişe). rûstâ ( ر و تf.i.): köy. (bkz: dih, karye, rustâk). rûst-â-hîz ( ر و ﻣ ﺘ ﺎ ﺧ ﻴ ﺰf.i.): kıyâmet günü, (bkz : rüst-â-hîz, rüst-e-hîz, yevm-i kıyâmet). rustâî, rustâyi ر و ﻣ ﺘ ﺎ ﻳ ﻰ، ( رو ﻃ ﺶf.i.) ؛köylü, (bkz: rüstâî, rüstâyî). rustâk ( رﺳﺂ قa.i.c.: resâtik): köy. (bkz ؛dih, karye, rûstâ). rustâki ( ر ﺗ ﻔ ﻰa.s.) ؛köylü, (bkz : dihkan). rûçen ( ر و ﺷ ﻦf.s.): 1. aydın, parlak. 2. belli, meydanda, (bkz: ayân, â ؟kâr, mü ؟a' ؟a'ı, zâhir). 3. i. erkek adi. rûşenâ ( ر و ﺷ ﺘﺎf.s.). (bkz : rûçen). rûşenâyî ( ر و ﺷ ﯫ ﻳ ﻰf.i.). (bkz : rûşenî1'2). rû ؟en-basar ﻣ ﺮ. ( ر و ﺷ ﻦf.a.b.s.) : a ؟ık görüşlü, rûçen-beyân ( ر و ﺷ ﻦ ﺑ ﻴ ﺎ نfa.b.s.): a ؟ık söyleyen, fasih konuşan. rûşen-çerâğ ( ر و ﺷ ﻦ ﺟ ﺮ ا غf.b.s.): “kandili parlak yanan" : mutlu, (bkz : bahtiyâr). rû ؟en-dil ( ر و ﺷ ﻦ دلf.b.s.c.: rûşen-dilân): gönlü aydınlık, hakikatleri bilen, (bkz ؛ rûşen-zâmir). rû ؟en-dil-ân ( ر و ض دﻻنf.b.s. rûşen-dil'in c.) : gönlü aydınlık olanlar, hakikatleri bilenler. rû ؟en-fuâd ( ر و ﺷ ﻦ وا دf.a.b.s.): aydın yürekli. rû ؟en-ger ( روﺷﻐﻜﺮf.b.s.): cilâyapan, parlaklık veren. rû ؟en-gîr ( روﺷﻔﻜﻴﺮf.b.s. ve i.) : parlatıcı, cilâcı, cilâveren.
rû-nümûde ( ر و ﻧ ﻤ ﻮ د هf.b.s.): yüz göstermiş, meydana çıkmış.
rûşenî ( ر و سf.i.): 1. aydınlık, açıklık. 2. belli olma. 3 ٠bir tarikatın adi. 4. Halvetiye'nin Rûşenî kolunun kurucusu olan Aydınlı Ömer Dede.
rû-nümûn ( روﻧﻤﻮنf.b.s.): yüz gösterici, meydana çıkan, (bkz : rû-nümâ). rû-pû ( روﺑﻮش ؟f.b.s. ve i.) : 1. yüz örtüsü. 2 ٠yüz örtücü, yüz örten.
Rûşeniyye ( ر و بa.h.i.): tas. Halvetiyye tarikati şubelerinden biri, [kurucusu Şeyh Dede Ömer Rûşenî'ye nispetle bu adi almıştır].
rû-sefîd ( ر و ﺳ ﻔ ﻴ ﺪf.a.b.s.): yüzü ak, alm pak, ؟erefli.
rûşen-zamîr dil).
rusg
rû- ؟inâs ( روﺷﻔﺎسf.b.s.): bilen, tanıyan.
1050
رد غ
(a.i.): anat. bilek.
ر و ﺷ ﻦ ﺿ ﻤﻴ ﺮ
(f.a.b.s.). (bkz : rûşen-
Rübâb-nâme rû-şin âsî ( روﺷﻐﺎﺳﻰf.b.i.): âşinâlık, tamrlık. rutab ( رﻃﺐa.i.) ؛hurma, olgun hurma,
rûze-güşâ u f ( روزهf.b.s.): oru ؟açan, oruç bozan, iftar eden.
rutûbet ( رﻃﻮﺑﺖa.i. ratb'dan): yaşlık, nem. (bkz: beli). ruûd ( رﻋﻮدa.i. ra'd 'dan, ra'd'ın c .): gök gürlemeleri.
rûze-hâr ( روزه ﺧﻮارf.b.s.) ؛oru ؟yiyen, oru ؟suz.
ruûnet ( رﻋﻮﻧﺖa.i.): 1. bönlük, sünepelik. 2. insana ağır gelecek hallerde bulunma, ruvât ( رواتa.s. râvî'nin c .): rivâyet edenler, hikâye edenler, (bkz: peyâm-âverân, peyâm-âverdegân, râviyân). rûy ( روىf.i.) :.tun ؟. rûyâ ( روﻳﺎf.s.): yerden biten, bitici. (bkz: nâbit). rûyîn ( ر و ﻳ ﻴ ﻦf.s.): 1. tunçtan. 2. i. tun ؟, rûyîn-ten ( ر وﻳﻴ ﻦ ﺗﻦf.b.s.): tun ؟vücutlu, güçlü kuvvetli, rûy-ver ( روﻳﻮرf.s.) : tunçtan,
rû-zerd ( رو زردf.b.s.): sari yüzlü, sararmış. rüzgâr ( روزﺳﻤﺎوf.i.). (bkz : rüzgâr). r û z î ( روزىf.s.): 1. gündüze âit, gündüzle ilgili. 2. i. rızık, azık; nasip, kısmet, rûzî-dih ( روزى دهf.b.i.). (bkz ؛rûzî-resân). rûzî-hâr ( روزى ﺧﻮارf.b.s.): rızık, azık yiyici؛ mahlûk, canlı. rûzîne ( روزﻳﻔﻪf.i.): gündelik, (bkz: rûzâne, yevmiyye). rûzîne-dâr ( روزﻳﻴﻪ دارf.b.s. ve i.) : gündelikçi. rûzî-resân ( روزى رﺳﺎنf.b.s.): rızık ulaştıran, Allah. rûzî-yâne ( روز ﻳﺎﻧﻪf.b.i.): günlük kısmet, günlük azık.
rûz ( روزf.i.c.: rûzân): 1. gün. (bkz: yevm). 2. gündüz, (bkz : nehâr).
rûz-merre ( روز ﻣﺮهf.s.): her günkü, her günlük. (bkz: yevmi).
rûz-i belâ : kıyamet günü, (bkz : rûz-i cezâ, rûz-i hisâb).
rûz-nâm ؟e ( روز ﻧﺎﻣﺠﻪfb .i.): "vukuât-1 yevmiye defteri'', günlük hâdiselerin yazıldığı defter.
rûz-i cezâ, - -İ haşr, - -i h isâ b : Kıyâmet günü, (bkz: mahşer). rûz-i elest: Allâh'ın ruhları yaratıp biraraya topladığı gün. rûz-i hızır te v z ii: tar. imparatorluk devrinde örfî vergilerin ilk taksidinin toplandığı gün. rûz-i kıyâm et: (bkz : rûz-i cezâ). rûz ü şeb : gece ve gündüz, (bkz: Leyi ü nehâr). ruzaâ' ( رﺿﻌﺎﺀa.i. razi'in c.): 1. süt kardeşler. 2. süt emen ؟ocuklar. rûzân ( روزانf.i. rûz'un c.) : günler ؛gündüzler, (bkz: eyyâm). rûzâne ( روزاﻧﻪLi.): gündelik, (bkz: rûzîne, yevmiyye). rûz-bân ( روزﺑﺎنf.b.i.): kapıcı, rûz-be-rûz ( روز ﺑﺮوزf.zf.): günden güne, (bkz : yevmen-fe-yevmen). rûze ( روزهf.i.): oru ؟. (bkz : savm, sıyâm). rûze-dâr ( روزه دارf.b.s.): oruçlu, (bkz : sâim). rûz-efrûz ( روزاﻓﺮوزf.zf.): (bkz : rûz-be-rûz). rûz-efzûn ( روزاﻓﺰونf.b.s.): 1. uzun ömürlü. 2. ömür uzatan.
rûz-nâm ؟e-i hümâyûn ذtar. OsmanlI imparatorlugu devrinde kazaskerler tarafından tutulan kadı ve müderris namzetleri defteri. rûz-nâme ( روزﻧﺎﻣﻪf.b.i.): 1. yevmiye defteri. 2. takvim. 3. günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt, gazete. 4. gündem, ruz-nâme-î havâdis : vaktiyle Çör ؟il adında bir İngiliz'in Türkçe olarak İstanbul'da 1 ؟kardığı gazetenin ismi, rûz-nâme-i m üzâkerât: konuşma gündemi. -rübâ رﺑﺎ- (f.s.): “kapan, kapıcı'' mânâlarıyla .birleşik kelimeler yapar. Â hen-rübâ: demir kapıcı, mıknatıs. D il-rü b â: gönül kapan... gibi. rübâb ( رﺑﺎبa.i.): 1. müz. (bkz: rebâb). 2. Cemâl Nâdir tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebi, İçtimâi, felsefi bir dergi. Rübâb-ı Şikeste (Icırık rübap, saz): şâir Tevfik Fikret'in 1899'da yayımladığı, dört böİümden ibaret şiir kitabi. Rübâb-nâme ( رﺑﺎﺑﺘﺎﻣﻪa.f.b.i.): Sultan Veled'in 1301'de tasavvufi fikirlerini İfâde etmek İ ؟in yazdığı eseri. 1051
föbâî rü b â î
اﺀى٠ر
( a . s .c . : r ü b â i y y â t ) : 1. d ö r t 'e m e n -
s u p , d ö r t l e ilg ili.
g e ç e r, o r a d a n i l k i n d i g i b ü y ü k r û h a , y â n î A lla h 'a i t t i s a l p e y d a e d e r. İç te o İn iş le b u 1 ؟-
r ü b â i 'l - a d l â : g e o . d ö r t k e n a r l ı ç e k il, r ü b â i ' l - b ü z û r : b o t . d ö r t ç e k ir d e k li m e y v e , r ü b â i 'l - c e n â h : z o o l. d ö r t k a n a t l ı h a ş e r a t. r ü b â i 'l - e s â b î ': b o t .
d ö rt
y a p ra k lı
[çiçek,
r ü b â i 't - t e r k î b : a z o t, o k s ije n , h i d r o j e n , k a r -
ًرﺟﻮﺀا راﺟﻮم
r ü b â i 'z - z e v â î z a : g e o . d ö r t k ö ş e li ş e k il. 2. i. e d . a y n i e s a s ta 2 4 ş e k illi v e z in le y a z ıl a n d ö r t m ı s r â l ı k şiir. 3. i. m a s t a r ı d ö r t h a r f l i fiil, r ü b â î - m e z î d ü n - f i h : g r. m a s t a r ı m m e y d a n a g e ti r e n d ö r t h a r f t e n ü ç ü a s li o lu p b i r i v e y â ik is i s o n r a d a n k a t ı l a r a k m e y d a n a g e ti r i le n k e l i m e l e r : [te d a h r e c ... g ib i], t i r e n d ö r t h a r f t e n h e p s i d e a s li o la n k e lim e l e r : [ d a h r e c . . . g ib i]. fiy e li o la n r ü b â î . (a.i. r ü b â î 'n i n c.): r ü b â î le r .
( a . i . ) : ö n d iş le r ile a z ı d iş le r i
a r a s ı n d a v e ilcisi a l t t a b u l u n a n d ö r t d iş .
ا٠( ربa.zf.)
riib b e m â
ررع
: b a 'z a n , b â z ı k e re ,
-
رز
روده
رﻫﺪان
riife d â n
( a .i.): ra fa d a n y u m u rta ,
r i i f e k a ' ﺀ١ " رﻓﻊk a " u z u n o k u n u r , a .i. r e f i k 'i n c.) ؛ rü ft
ي
(f.i.) : s ü p ü r m e ,
to z m a . rü fû
( رضf.i.)
: d i k i ş i b e ll is iz y a m a : ö r g ü ,
r ü f û - g â r î ( رﻓﻮ^رىf .b .i .) : ö r ü c ü l ü k ,
^ ( رضf .b .i.) : ö r ü c ü , ö r g ü c ü . ( رﻫﺎوىf .i .) : 1. r u h a (U rfa ) h a l k ı n d a n
rü fû -g e r
k e n d i k e n d in e
ç a la n
s a n d ı k l ı b i r ç a lg ı, [ m ü z ik te " r e h â v î" şe k li n d e k u l l a n ı l m ı ş t ı r ) ,
رض
( f . s . ) : k a p ıl m ı ş , k a p ıl a n , ( b k z :
rü h n
D ü -rü b û d e :
r ü h û n ن٠( رﻫﻮa.i. r e h n 'i n c . ) : r e h i n le r , ( b k z : re h n ).
g ö n lü
k a p ıl m ı ş ,
( b k z : m e f tû n ) .
ﺟﺤﺎن٠ر
(a .i.):
1. ü s t ü n l ü k ,
ü s tü n
o lm a , ( b k z : e fd a liy y e t, f â ik iy y e t). E s b â b -1 r ü c h â n : ü s t ü n l ü ğ e s e b e b o la n şey ler, [ a s i l : r e c e h â n o lu p : t e r â z i n i n b i r k e fe s i a ğ ır b a s m a k m â n â s ın a d ı r .] . 2 . e r k e k v e y a k a d ı n a d i. rü c h â n i^ e t
rü d û m
o la n . 2. k u r u l u n c a
(a.i. r a b b 'd e n ) : 1. e fe n d i-
lik . 2 . t a n r ı l ı k , u lû h i y y e t. m ü b te lâ ) .
( ر رa.i.). ( b k z : ric z ). ( ردومa.i. r e d m 'i n c.) : s e d le r, b e n d le r . r ü e s â اﺀ٠ ( رؤسa.i. r e i s 'in c . ) : re is le r, b a ş k a n l a r . R ü f â î ( ر سa .h .i .) : ( b k z : R ifâ î). r ü f â i y y e ( ر ﻻ يa . i . ) : ( b k z : rifâ iy y e ). r ü f â t ( رﺋ ﺖa.i.) : ç ü r ü m ü ş , u n u f a k o lm u ş şey. riic z
rü h â v î
(a.i. r e b 'i n c.). ( b k z : rib â ).
rü b û b iy y e t
(a.i.) : a k a n y ıl d ız , m e te o r , ( b k z :
r i i f t ü r û b ( s ü p ü r ü p t e m i z l e m e ) : m e c . g e z ip
r ü b â i y y â t - ı H a y y â m : H a y y â m 'ın r ü b â î le r i.
ﻟﺐﺀﻫﻪ
رﺑ ﻢ
a r k a d a ş la r , ( b k z : h e m - r â h â n , p â d â ş â n ) .
r ü b â î- y i m u s a r r a ': g r. ü ç ü n c ü m ıs râ ı d a k a -
rü b â iy y e
c.) : 1. ta ş la m a la r ,
A z m -İ r ü f â t : ç ü rü m ü ş k e m ik ,
r ü b â î - m ü c e r r e d : g r . m a s t a r ı m m e y d a n a g e-
ا ت٠رﺑﺎﺀ
(a.i. r e c m 'i n
ç ih â b ).
r ü b â i 'l - v ü c û h : g e o . d ö r t y ü z l ü [şek il],
rü b â iy y â t
( a .z f .) : g e riy e d ö n e r e k ,
ta ş a t u t m a l a r . 2. a k a n y ıld ız la r , riic iim
b o n d a n o lm a .
rü c h â n
r ü c û h a k k ı n a k e f il o lm a ,
rü c û m
r ü b â i 'l - e z h â r : b o t . d ö r t ç iç e k li * b itk i,
rü b û d e
k ı ş a n ü z û l v e u r u c ( r ü c û ) d e n ir , r ü c û a k e f â l e t : il k k e f i l i n b o r ç l u y a k a r ş ı o la n rü c û a n
ağ aç].
rü b û '
h a y v a n a , i n s a n a n i h a y e t in s â n -1 k â m i l e
رﺟﺤﺎذ؛ت
( o . i . ) : ü s t ü n o lm a k lı k ,
( b k z : fâ ik iy y e t). r ü c û ' ( رﺟﻮعa . i . ) : 1. d ö n m e , g e ri d ö n m e . 2. cay m a , s ö z ü n d e n d ö n m e , s ö z ü n ü g e r i a lm a , r ü c û - i b a h r : c o g r . d e n i z i n ç e k ilm e s i, r ü c û v e n ü z û l : t a s . b e z m - i e le s tte , y â n î
riih iin
(a.i. r e h n 'i n c.). ( b k z : r ü h û n ) .
( رسa.i. r e h n 'i n c.). ( b k z : r ü h û n ) . ( ر يa.s. r â k i b 'i n c . ) : b in e n l e r ,
rü k b â n
b in -
m iş le r, b in ic ile r , ( b k z : f ü r s â n ) . r ü k b e ( ر يa .i .c .: r ü k e b , r i i k e b â t ) : a n a t . d iz , d iz k a p a ğ ı. riik e h
ر ي
(a.i. r ü k b e 'n i n c . ) : a n a t . d iz le r,
d iz k a p a k la r ı . (blcz : r ü k e b â t) .
رﻳ ﺖ
rü k e b â t
(a.i. r ü k b e 'n i n c . ) : a n a t . d iz le r,
d iz k a p a k la r ı . ( b k z : r ü k e b ) . rü k n la m
ري
( a . i . c : e r k â n ) : 1. b i r ş e y i n e n s a g -
ta r a f ı , te m e l d ir e ğ i. 2 . k o lo n , d ir e k ,
e z e ld e k i r u h l a r v a k t i g e lin c e b u m a d d i
(b k z :
â le m e in e r , ö n c e c e m â d d a d ır , s o n r a n e b â ta ,
k u v v e tl i k im s e . 4 . h u k . İ s lâ m h u k u k u n d a
1.52
s ü tü n ).
3. n ü f u z l u ,
e h e m m iy e t li ,
rusjjmıyye s ö z l e ş m e n i n k u r u l m u ş s a y ı lm a s ı İ ç in b u l u n m a s ı g e r e k li ş a r t la r ,
rü k n ü 'l-b e y ' : fık.
ر ﺳﺘ ﻪ- ( f .s .) : “ b itm iş , ؟ık m ıç , y e t iş m iş ”
m â n â l a r ı y l a * b i r l e ş i k k e lim e le r y a p a r .
rüşte
s a t ış ş a r t ı.
Rükniyye ( رﻛﺬﻳﻪa . h . i . ) : tas. K i b r e v i y y e ş u b e le r in d e n b i r i .
-riiste
ta r ik a tı
[ F i r d e v s i y y e d e d e n ilir .
rüst-e-hîz Riistem
N ev-
: y e n i y e t i ş m i ş [n e b â t (* b itk i)], ( و ﻣ ﺘ ﺨ ﻴ ﺰf.i.). ( b k z : r e s t - â - h îz ) . (f.h .i.) : 1. ü n lü
ر ﺷﻢ
Ira n
ş â ir i F ir -
K u r u c u s u R i i k n e d d i n e l - F i r d e v s i 'y e n is p e t -
d e v s i 'n i n Ş e h n â m e 's i n d e a d i g e ç e n İ r a n 'ı n
le b u a d i a lm ı ş t ı r ] .
ü n l ü p e h l i v a n v e s a v a ş ç ıs ı. ( T ü r k e d e b iy a -
rüknü'd-dîn رﻛ ﻦ اﻟﺪﻳﻦ
( a . b . i . ) : e r k e k a d i o la -
r a k b i z d e “ r ü k n e d d i n ” ş e k lin d e k u l l a n ı l a n b u k e lim e : “ d i n i n e n s a ğ l a m o la n ı, d i n i n t e m e l d i r e ğ i ” d e m e k t ir ,
rükû' رﻛ ﻮ ع
(a .i.) :
1.
t m d a : “ R ü s t e m - İ Z â l ” , h a l k d i li n d e : " Z a lo g lu R i i s t e m " ş e k lin d e g e ç e r ]. 2 . e r k e k a d i.
riistem -âne
( ر ﺳ ﻌ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪf . b . z f . ) : İ r a n 'ı n ü n lü p e h -
l i v a m R iis t e m g ib i, p e h l i v a n c a s m a .
ö n e d o ğ r u e ğ ilm e .
2 ٠n a -
rüstî ر س
( f .i.) : 1. y iğ itlik ,
( b k z : f iit ü v v e t ) .
m a z d a d iz le r e t u t u n a r a k v ü c û d u n b e ld e n
2 . ü stü n lü k , (b k z : m u v a ffa k ıy y e t). 3 . k u v -
y u k a r ı s ı y e r e m ü v â z î g e le c e k ş e k ild e e ğ il-
ve t. ( b k z :n ir u ) .
m e h a r e k e t i.
rükûb رﻛ ﻮ ب
rüsûb رﺳﻮب
( a .i .) : 1. b in m e . 2 . b ir v a s ıta y a
b in m e .
riisûbü'1-h a m r :
rükûd رﻛ ﻮد
( a . i . ) : r â k i d l i k , r â k i d o lm a , d u r u l -
m a , d u r g u n lu k , (b k z : rü k û d e t).
rü kû d-i hevâ
rü sû b î
( o .i.) : d u r u lm a , d u r g u n lu k .
( b k z : r ü k û d ) . [y a p m a k e lim e le r d e n d ir ] ,
rültûn رﻛﻮن
( a . i . ) : c a n v e g ö n ü ld e n m e y i l ,
riikûnet وﻛﻮﻧ ﺖ
( a .i .) : a ğ ır b a ş lılık , g u r u r lu lu k .
rü m h ( رﻣﺢa . i . c . : r i m â h ) : 1 . k a r g ı , m ı z r a k , s ü n g ü . 2. mec. f i k a r â l ı k , y o k s u l l u k , ( a .s .) : 1. k a rg ıy a , m ız ra ğ a , s ü n g ü -
y e m e n s u p , b u n l a r l a il g i l i .
2. bot. i.
yap ra -
ğ ı n ı n u c u s i v r i o l a n n e b a t (* b itk i),
rüm is رﻣﺚ
( a . s . ) : ip i ç ü r ü k [ k im s e ] , s ö z ü n e
g ü v e n i l m e y e n [a d a m ],
rüm m ân رﻣﺎن
( a .i.) :
bot.
n a r . ( b k z : e n â r).
r ü m m â n î^ j( a .s .) : 1 . n a r ç-içeği r e n g in d e o la n . 2. k i r d e d o r u a r a s ın d a b i r d o n u o la n at. r ü m m â n i^ e
( رﻣﺎ ﻧﻴﻪa . i . ) : bot.
rüselâ' رﺳﻼﺀ
(a .i. r e s û l 'ü n c . ) : p e y g a m b e r le r .
* n a r g ille r ,
( b k z : r ü s ü l) .
rüsl رﻣﻞ
رﺳﻮﺑﻰ
(a .s.) :
jeol.
rüsûbî sahrâ : jeol. rüsûh رﺳﻮخ
* t o r t u s a l.
* t o r t u l * k iilt e .
( a . i . ) : 1 . m u h k e m , s a g l a m o lm a .
2 . b ir ilm in d e r in liğ in e , in c e liğ in e v a r m a . 3 . m a h â r e t , m e le k e . ( o .i.) : 1. sa ğ la m lık , ( b k z :
m e t â n e t ) . 2 . m a h â r e t ; m e le k e , h a z â k a t ; i n -
(a .i. r i k â b 'ı n c . ) : ü z e n g ile r ,
rü m hî وﻣﺤﻰ
şa ra p to rtu su
(a.i. r ü s û b 'u n c . ) : t o r t u la r , ç ö -
riisûhiyyet ر ﺳﺮﺧﻴﺖ
( b k z : re k â n e t, v a k a r),
rüküb ر ﻛ ﺐ
rüsûbât رﺳﻮﺑﺎت k ü n t iile r .
: d u rgu n h ava,
riikûdet ر ﻛ ﻮد ت
(a.i. r e s û l 'ü n c.). ( b k z : r ü s e lâ , r ü s ü l) .
rüst-â-hîz
( a .i.c .: r ü s û b â t ) : to rtu , ç ö k ü n tü .
(b k z :d ü r d î) .
( f i . ) : k ıy â m e t, m a h şe r. R û z -i re s t-â -
h î z : k ıy â m e t g ü n ü , (b k z : y e v m - i k ıy â m e t).
rüstâî, rüstâyî رﺳﺘﺎﻳﻰ، ( رﺳﺘﺎﺋﻰf s . ) : 1 . k ö y ile ilg i l i . 2. i. k ö y lü , ( b k z : r u s t â î , r ü s t â y î ) . 3 . ed. p a s t o r a l n e v i .
c e lik .
rüsûm رﺳﻮم
(a .i. r e s m 'i n c . ) : 1 . v e r g ile r , g ü m -
r ü k v e r g i le r i . 2 . u s û l, m e r â s i m .
rüsûm -ı c ü lû siy y e : tar.
O s m a n lI i m p a r a -
t o r lu ğ u n d a tim a r , z e â m e t v e d iğ e r m a k a m s a h i p l e r i n d e n c ü l û s m ü n a s e b e t i y le a lı n a n v e r g ile r .
rüsûm -i İütf ü k e re m :
lü tu f
ve
k erem
â d e t le r i; i y i l i k v e i h s a n u s u lle r i,
rüsûm -i m iictem ia : tar.
O s m a n lI i m p a r a -
t o r l u ğ u n d a ü lk e d e y a p ı l a n v e y â d ı ş a r ı d a n g e t i r i l e n h e r t ü r lü iç k i d e n a l m a n v e r g i ,
rüsûm -i s itte :
“ ip e k , t ü t ü n , b a l ı k a v ı, t u z ,
İ ç k i v e p u l '' d a n a lı n a n v e r g ile r ,
rüsûm ât رﺳﻮﻣﺎت
(a.i. r ü s û m 'u n c . ) : g ü m r ü k
id â r e s i.
rüsûm î رﺳﻮﻣﻰ
( a . s . ) : r ü s û m 'a â it, r ü s u m , v e r g i
ile ilg i l i .
rüsûm iyye رﺳﻮﻣﻴﻪ
( a . s . ) : [“ r ü s û m ” u n m ü e n .] .
( b k z : rü sû m ).
1053
riisiil riisiil
ل٠رل
(a.i. r e s û l 'ü n
( b l c z : r ü s e lâ ) .
c . ) : p e y g a m b e r le r ,
Hâtem ii'r-rüsül (p e y g a m -
b e r l e r i n e n s o n g e le n i, s o n p e y g a m b e r ) : H z . M uham m ed.
rüsvâ[y]
[رﻣﻮا]ى
( f .s .) : r e z il, i t ib a r s ız , h a y s i-
y e ts iz . ( b k z : h a z û l) .
rüsvây-i â le m : e n b a y a ğ ı, ç o k a ş a ğ ı lı k a d a m , rü svâyî ( ر را ﻳ ﻰf.i.) : r e z i ll ik , h a y s iy e ts iz lik , it ib a r s ız l ık , ( b k z : h iz ). riiş â rü şd
( رثa.i. r i ş v e t'i n c . ) : r ü ş v e tle r , (b k z ( ر ﻧ ﺪa . i . ) : 1. d o ğ r u y o lu b u l u p
: rişâ ). g itm e ,
d o ğ r u y o ld a g itm e . 2 . d o ğ r u d ü ş ü n m e , a k il s â h i b i o lm a . 3. b â li ğ o lm a , b ü lû ğ a e r m e , e rg in l ik . H a d d - İ r ü ş d : e r g i n l i k ç a ğ ı. İ s b â t - i r ü ş d : e r g i n l i ğ i n i ş e r 'a n v e r e s m e n İ s b â t e tti r m e .
rüşdî, r ü ş d i^ e رﻷدده، ( راةد ىa . s . ) : 1. r ü ş d 'e , e r g i n li ğ e â it, e r g i n li k le ilg ili. 2 . i. o r t a o k u l, [e s k id e n i p t i d a i ile i 'd â d î a r a s ı n d a - ü ç ü ilk , ü ç ü o r t a o l m a k ü z e r e - a lt ı s ı n ı f l ı k b i r m e k te p id i]. 3 ٠i. b i r i n c i s i e r k e k a d i.
rüşeym ا٠ ( رشa . i . ) : biy. o ğ u lc u k , fr. embryon. 2 . bot. e m b r iy o n . rüşeym -i â r ı z î : bot. g e ç ic i c ü c ü k , rüşeym î
ر ص
( a . s . ) : e m b r iy o n h â l i n d e o la n ,
رﺷﺮ
( a . i . ) : 1. v a z if e li b i r k i m s e n i n
e li n d e k i İ m k â n l a r ı p a r a v e y a m a l k a r ş ılı ğ ı n d a k ö tü y e k u l l a n m a s ı . 2. b u ş e k ild e v e r i li p a l ı n a n p a r a v e y a m a l. ( b k z : riş v e t) . riitb e
رب
( a . i . c . : r ü t e b ) : 1. S ira, d e r e c e , b a s a -
m ak.
riitbe-i a k l : a k l i n d e re c e s i. riitbe-i e s m â : i s i m l e r i n b e ll i b i r a ş a m a y a g ö re s ır a la n ı ş ı .
rütbetü' 1-ilm a'le'r-rüteb : i l i m r ü t b e s i, r iitb e l e r i n e n y ü k s e ğ i d ir . 2 ٠m e 'm u r l u k m e v k ii,
riiveyd e ر و د ه
(a.s.) : 1. hoş, ince, nâzik. 2. ka-
riitbe-i bâlâ : tar. O s m a n l I i m p a r a t o r l u ğ u n d a R u m e l i v e A n a d o lu k a z a s k e r li ğ in d e n s o n r a g e le n e n y ü k s e k r ü t b e ,
rütbe-şinâs
riive y h a
( و و دa.i.) : 1. incelik, zariflik. 2. fels,
fr. élégance.
rii'yâ ( رؤبa.i.) : 1. düş. 2. mec. gerçekleşmesi beklenen şey, umut. rü'ya-yi kâzibe : gerçekleşmeyen yalancı riiya. rii'yâ-yı sâdık : gerçekleşen riiya. rii'yâ-âm îz
( رؤب ﴽمﺀزa.f.b.s.) : rüyâ gibi,
rü'yet ( ر ؤ بa.i.) : 1. görme, bakma, göçülme. Cihâz-1 rü'yet : hek. görme cihâzı. 2. İdâre
etme, çevirme, yönetme. 3. araştırma, rü'yet-i muhâsebe : huk. vasiye âit hesâbm
d e re c e s i.
رب ز س
( a .f .b .s .) : r ü t b e t a n ı r , d e -
re c e b ilir .
( ر بa.i.). ( b k z riitbetlii ( ر'ﺑﻠﻮa.t.s.) riitbet
rile n U nvan.
hâkim (yargıç) taraflndan görülmesi, rü'yet fillah : fels. Tann'da görme,
( رﻧﻼﺀa.s. rezil'in c.) : reziller, (bkz : evbâşân, hazele).
rüzelâ
( ر و ز اf.i.) : 1. zaman, devir, (bkz : hengâm, vakt). 2. dünyâ, (bkz : âlem). 3. yel. (bkz : bâd, rih). rüzgâr-ı küllî : koz. (bkz : nikat-i cihât), riizz ( رزa.i.) : bot. pirinç, (bkz : erz). rüzgâr
: r iitb e ). : O s m a n lIla r d e v rin d e
H ı r i s t i y a n , r û h â n î r e is le r e v e p a t r i k l e r e v e -
1054
rüûs ( رؤوسa.i. re's'in c.) : 1. başlar. 2. sadrâzamm verebileceği küçük rütbeler İçin verilen resmi yazı. 3. ilmiye, sarıklı ulemâ derecelerinden biri, [medrese tahsilini bitirip mülâzim olanlar, yedi senelik miilâzemet müddetini bitirdikten sonra şeyhislâmın bulunduğu rüûs (.yeterlik) sınavına girerken, kazananlar ibtida hariçle müderris tayin olunur.]. r ü v â k ( رواقa.i.). (bkz : revâk). r ü v â k i ( رواﻓﻲa.s.c. : riivâkıyyûn). (bkz ؛ revâkî). r ü v â t ( رواتa.s. râvî'den). ؛rivayet edenler, .söylentide bulunanlar. din adi.
ta s la k . rü şv e t 0
و ب، ( ر شa.s.) : rütbeye mensup, derece, rütbe ile ilgili, riiteb ( ر بa.i. rütbe'nin c.) : rütbeler, dereceler, riiteb-i askeriyye : askerlik rütbeleri, riiteb-i i l m i c e : sarıklılar sınıfında bulunanlarm rütbeleri. riiteb-i m ülkiyye : sivil memurlara muhsus rütbeler, dereceler. riiteylâ ( رﺳﻼa.i.) : zehirli ve iri bir cins kir örümceği. rütbîj r ü t b i^ e
Ss
sâ'
( داﺀa . h a . ) : “se "
h a r f i n i n A r a p ç a a d i.
s a â d e t-m e n d
-sâ
i
- ( f . s . ) : b e n z e t m e e d â t ı o la n " â s â ” n i n
h a f i f l e t i l m i ş i . A n b e r - s â : a n b e r g ib i. G a y r s â ; g a y ır g ib i. sâ'
ع
d irh e m lik
b ir
h u b u b a t ö lç e ğ i. -s â [ y j
ئ وى
s iir e n . C e b în - s â [ y ] : a l i n s ü r e n ... g ib i,
ﺳﻌﺎدﺗﻨﺎ ﻣﻪ
ﻣﻌﺎد ت
،
ﻣﻌﺎده
(a.i.) : m u t l u l u k .
d ir . ؟e v ir e n 1505 (H . 911) d e İ s t a n b u l 'd a ö le n B a lI k e s ir li M e h m e d M u h i d d i n
Z e y re k A ğa a d m a
T o p k a p ı S a r a y ı n d a k a r a a g a l a r m b e k le d iğ i k a p ı. A s r - ı s a â d e t , V a k t- İ s a â d e t , Z e m â n - 1
s a â d e t-n ü m û d
s a â d e t : H z . M u h a m m e t z a m â n ı. : so n s u z m u tlu lu k .
s a â d e t-p e n â h
fe ls . ü s t ü n m u t l u l u k , ü s -
m u t.
(a.b .s.) : m u t l u l u k l a
s o n a e re n . ( a .f .b .i.) : 1. b ü y ü k b i r
z â t ı n e v i. 2. m u t l u k i m s e l e r i n y a ş a d ı ğ ı ev. s a â d e t-in tim â
ﻣﻌﺎد ت اﺳﺎﺀ
( a .b .i .) : ş a n s lı, ta -
lih li.
saâdetlii معادﺗﻠﻮ
m u h ta s a r
( a .f .b .s .) : s a a d e t, m u t -
( a .t . s . ) : a s k e r lik t e m i r a l a y (al-
b a y ) ile b i r i n c i f e r ik ( k o r g e n e r a l) , s iv ild e
اه-ﺳﻌﺎدى
( a .f .b .i.) : b a h ti y a r l ık ,
ﺳﻌﺎدت ﻋﻨﻮان
( a .b .s .) : c e n n e t te
m u tlu lu ğ a k a v u ş m u ş . s a â lib
ﺛﻌﺄﻟﺐ
s a â lik
ﻣ ﻌﺎﻟ ﻚ
ric i.
ﺳﻌﺎدﺗﺨﺎﻧﻪ
ﺳﻌﺄدىﻣﻮد
y a p tığ ı
m u t l u l u k y e ri. sa â d e t-u n v â n
saâdet-encâm ﻣﻌﺎد ت ا ^ م
F e r î d ü d d î n - i A t t â r 'ı n
ü z e rin e
l u l u k g ö s te r e n .
Saâdet-İ u z m â : fels. ؛iis m u t, fr. bCatitude. saâdet-bahş ﺧ ﺶ٠ ( ﺳﻌﺎدتa .f .b .s .) : s a â d e t v e -
s a â d e t-h â n e
C â m î 'd i r .
2 . X V I. a s r i n ş â i r v e b i l g i n l e r i n d e n P ir iz -
P endnâm esi ş e r h d ir .
B â b - ı s a â d e t ( B â b ü 's - s a â d e ) : İ s t a n b u l 'd a ,
Saâdet-İ ebediyye Saâdet-İ t â m m e :
( a .f .b .i.) : I . î r a n l ı H Ü -
s e y i n V â ız 'ın K e r b e ia f â c i a s ı n ı h ik â y e e d e n
r e n l i Ş e m 'î 'n in I I I . M u r a d 'ı n y a k ı n l a r ı n d a n
(a.i.). ( b k z : sia).
saâd e, saâd et
( a .f .b .i.) : b a h t i y a r l ı k ,
m u tlu lu k .
“R a v z a t ü 'ş - ş ü h e d â ” a d il e s e r i n i n ؟e v ir m e s i -
- ( f .s .) : " s ü re n , s ü r ü c ü ” m â n â la rıy la
؛b ir le ş i k k e lim e le r y a p a r . C e b h e - s â ; y ü z s a a ^
( a .f .b .s .) : m u t l u , ( b k z :
دﺗ ﻤ ﺪ ى١ﻣﻊ
s a â d e t-m e n d i
S a â d e t-n â m e
(a .i.c .: e s v â ) : b in
ﻣﻌﺎدﺗﻤﻐﺪ
b a h ti y â r , m e s 'û d ) .
s â - i m ü s e l l e s e : ü ؟n o k t a l ı " s e ” h a r f i.
(a.i. s a 'l e b 'i n c . ) : tilk ile r . (a.i. s u 'l û k 'ü n c . ) : 1. d ile n c ile r ;
d e r v i ş le r ; k a le n d e r le r . 2. s e r s e rile r. sâat
ﻣﺎﻋ ﺖ
( a . i . c . : s â â t ) : 1. s a a t. 2. v a k it , z a -
m a n . 3. m u a y y e n v a k it . 4 . İc ıy â m e t. E ş râ t-1 s â a t : k ıy â m e t
a lâ m e tl e r i .
E şre f-İ
s â a t:
u g u rlu zam a n , s â a t b e s â a t : s a a t t e n s a a te , s â a t - i h a k i k i : a s t r . G ü n e ş 'te n İ r t i f â a l m m a k
v e z ir ile m î r ü l ü m e r â l ı k r ü t b e l e r i a r a s ı n d a -
s û r e tiy l e b u l u n a n s a a t k i, b u , ö l ç ü n ü n y a -
k i k im s e le rin re s m i ü n v â n ı.
p ı l d ı g ı m a h a l l i n h a k i k i s a a t id i r ,
saâdet-nıeâb ا ب٠ ( ﺳﻌﺎدتa .f .b .s .) : s a â d e t
s â h ib i.
s â a t - i m u h t â r : u g u r l u v a k it .
1.55
sâa.-i nücûmî sâat-i n ü c û m î: astr. bir yıldızın i'tidâl-i
sabâ-aşîrân ( ﺻﺠﺎ ﻋ ﺒ ﺮا نa.f.b.i.): müz. elde yal-
rebîî noktasından veyâ mahallin nısf-ünnehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki geÇİŞİ arasındaki zamanın 24 de b ir i: (cideral time).
niz nümûneük fahte usûlünde "İâ" bir peşrevle “İâ” bir saz semâisi bulunan mürekkep makam. Sabâ ile açîran'da uççak'dan ibârettir. Umûmiyetle inici olarak seyrettikten sonra, ikinci dizi ile aşîran (mi) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de açîran'da uşşâk'ın güçlüsü ve sabâ'nın durağı dügâh (İâ) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi “s” koma bemolü ile "re'' bakıyye bemolü konulur. Sabâ'nın ''İâ" bakıyye bemolü, açîran'da uşşak'ın iki bekar ile "fa” bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır,
sâat-i vasati ؛astr. hakîkî Güneş'e tâbî olma-
mak üzere muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, mahallin nısfün-nehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamânm 24 de biri, (mean time). saat zâviyesi: astr. her hangi bir yıldızın
saat zâviyesi, 0 yıldızın mürûr-i ulyâ'dan msfiin-nehar (meridyen) dâiresine kadar hareketi sırasında meydana gelen açının saat cinsinden ifâdesidir. (1 saat 15 derecedir). (bkz : mürûr-i ulyâ). sâât
( ﺳﺎﻋﺎتa.i. sâat'în c .): saatler,
sa'b, sa’be ﺻﻌﺒﻪ، ( ﺻﻌ ﺐa.s. sııûbet'den c . : sıâb): 1. güç, zor, çetin. U m ûr-1 s a 'b e : zor,
çetin İşler, (bkz : asir). sa'bü'l-fehm, sa'b ü 'l-m eâl : anlaşılması güç
olan. sa'b ü'l-h u sû l : meydana gelmesi güç olan.
sabâ-berâber ( ﺻﺒﺎ ﺑﺮاﺑﺮa.fb.s.): sabâ rüzgârı
gibi hafif ve lâtif. sabâbet ( ﺻﺒﺎﺑﺖa.i.): âşıklık, sevgi,
( ﺻﺒﺎحa.i.): sabah. A le 's-sa b â h : çin-i sabâh, sabahleyin erkenden,
sabâh
sabâh-ı m a h şe r : kıyâmet sabahı, sabâh m e yd a n ı : Tekkede çile dolduranların
sabahları toplandıkları meydan, sabâh sabâh : sabahın erken saatinde,
sa 'b ü 'l-m ü rû r : geçilmesi güç olan, [en çok
(a.i. subh'dan) : 1. güzellik, lâtiflik, yüz giizelligi.
yalçın dağlar hakkında kullanılır]. 2. kuvvetli, zorlu. 3. mec. söz dinlemez, inatçı kimse.
sabâh-gâh ( ﺻﺒﺎﺣﻜﺎهa.f.b.i.) : sabah vakti, (bkz :
(a.i.): 1. gün doğusundan esen hafif ve lâtif rüzgâr. Esb-İ sa b â -re ftâ r : rüzgâr gibi uçan at. 2.m üz. Türk müziğinin en eski ve mâruf makamlarındandır. Türk müziğinin en orijinal ve karakteristik makamlarindan biri olan sabâ, yürekler parçalayıcı, gönüller yakıcı bir hüzün, elem, ziihd ve pişmanlık duygusunu gayet net olarak bildirir. Rağbetle kullanılmış bir makamdır. Çargâh'da zengûle (ki bu makam şevkefzâ'nın terkibinde de mevcuttur) ile sabâ dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh (İâ) perdesinde kalır. Zengûle'nin durağı çargâh perdesi, sabâ'da çok mühim bir rolü olan güçlüdür. Çargâh'da zengûle'nin güçlüsü olan rast (sol) perdesi gibi ikinci bir güçlünün, fazla kıymeti yoktur. Donanımına "si” koma bemolü ile ''re" bakıyye bemolü konulur. Çargâh'da zengûle'nin “İâ” bakıyye bemolü; nota İçinde kullanılır.
sabâ ب
1.5،
sabâhat ﺻﺒﺎﺣ ﺖ
Sabâhat-İ sîm â : yüz giizelligi. 2. kadm adi.
bâm-dâd). sabâhü'1-hayr اﻟﺨﻴﺮ
( ﺻﺒﺎحa.b.i.): bâzı atların alnmda bulunan beyaz leke, [bu beyazlık, alnından burnunun üstüne kadar uzarsa buna “akıtma” derler].
sabâ-pûseük ( ﺻﺒﺎﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚa.f.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen bir buçuk asır evvel veyâ biraz daha yakm bir zamanda Dede Ef. tarafmdan terkibedilmiştir. Makam, sabâ'nın sonuna pûselik beşlisi veyâ tam dizisi ilâvesinden ibârettir. PUselik ile dügâh (İâ) perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de pûselik'in güçlüsü hüseyni (mi) perdeleridir. UmUmiyetle çıkıeı olarak seyreder. Donanımına sabâ'nın "si" koma ve "re” bakıyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "İâ" bakıyye bemolü ile pûselik'in iki bekarı ve “sol” bakıyye diyezi nota İçinde kullanılır.
sâbîkun-i evvelûn sabâ-reftâr
ﺻﺎرﻫﻄﺮ
(a.f.b .s.) : r ü z g â r g ib i h a f i f
v e ؟a b u k g id e n [e n ؟o k a t h a k k ı n d a k u ll a n ılır ] .
sabâret
( ﺻﺎرتa.i.). (bkz : kefâlet).
( ب ﻋﺚ قa.b.i.) : miiz. Tiirk müziginin en az iki asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur.
sabâ-u??âk
sab âv et sabâyâ
( ﺻﺎو تa.i.) : s a b ilik , ؟o c u k lu k . ( ﺻﺎ_اa.i. s a b iy y e 'n in c.) : k ü ؟ü k
k ız la r ,
k ız ؟o c u k la rı.
sabâ-zem zem e (veyâ sabâ kürdî) ، ﺻﺒﺎزﻣﺰﻣﻪ ( ﺻﺎﻛﺮد ىa.b .i.) : miiz. T ü r k m i iz i g in d e b i r m ü r e k k e p m a k a m d ı r : s a b â ile k ü r d î d ö r t İ ü s ü n d e n m ü r e k k e p t i r . B u d ö r t l ü ile d ü g â h “İ â ” p e r d e s i n d e k a lır . G ü ؟lü l e r b i r i n c i d e r e c e d e s a b â 'n ı n g ü ؟l ü s ü o la n ç a r g â h (d o ), i k i n c i d e r e c e d e d e n e v â (re) p e r d e l e r i d ir . D o n a n ı m ı n a s a b â g ib i “s i" k o m a v e “r e " b a k i c e b e m o l le r i k o n u lu r . S a b â 'n ın “İ â ” b a k iy y e b e m o l ü , k ü r d î d ö r t l ü s ü n ü n i k i b e k a r i ile “s i" k ü ؟ü k m i ic e n n e p b e m o l ü , n o t a İç in d e k u l l a n ı l ı r .
sabb
ب٠( صa.i.)
: d ö k m e , d ö k ü lm e ; b o ? a lt m a
b o ? a lt il m a .
sabbâg غ٤( صa.s. v e i.) : 1. b o y a y a n ; b o y a c ı. 2. d e r i a l t ı n d a k i b o y a lı m a d d e , sabbâr
ﺻﺎر
(a.i. s a b r 'd a n ) : bot. 1. a tla s ç iç e ğ i
( k a k tü s ) . 2. f r e n k in c ir i,
sabbâr
ار٠(صa.s.)
: ؟o k s a b ır lı, s a b r ı ؟o k o la n ,
( b k z : s a b û r ).
sabbâre
ﺻﺎره
(a.s.
s a b r 'd a n ) :
[“s a b b â r " ın
m ü e n .] . ( b k z : s a b b â r ).
sab b âriyye ( ﺻﺎرﻵa.i.) bot. a t l a s ؟i ؟e g ig ille r, fr. cactées.. Sâbbe
٠ﺳﺎب
(a .h .i.) : tas. b id 'a t v e d e lâ l e t e h li
a r a s ı n d a k i “Ş ia '' ? U b e le rin d e n b ir i,
sabg
ص
(a.i.) : 1. b o y a m a , b o y a n m a . 2. b â z ı
n e b a t k ö k le r in e is p i r t o , e t e r g ib i ? e y le r k a r ı ? t ı r ı l a r a k y a p ıl a n il â ؟,
sâbık, sâbıka
س٠ ﺳﺎ، اس٠( ﻻa.s.
s e b k 'd e n ) : 1. g e -
؟ici, g e ؟e n , g e ؟m i? . Sene-İ sâbıka : g e ؟e n y ıl. 2 ٠? i m d ik i n d e n b i r e v v e l m e 'm û r iy e tte b u l u n m u ? o la n . 3 . ile r d e b u l u n a n , z a m a n ca, rü tb e c e ö n d e b u lu n a n ,
sâbıkü'l-beyân, sâbıkü'z-z ٤k r : z i k r i g e ؟m i? , y u k a r ı d a s ö y le n ilm i? .
sâbık ve esbak : e s k i v e d a h a e sk i.
sâbık ve İâ h ik : eski ve yeni, sâbıka ( ﺳﺎﺑﻬﻪa.i.c.: sâbıkat, sevâbık) : 1. ge ؟mi? ?ey, geçmi? hal ve vak'a. 2. ge ؟mi?te i?lenmi? su ؟. sâbıka-i me?iyyet-i i l a h i c e : mukadderat, alin yazısı. sâbıka-i mükerrere: birden fazla su ؟İ?leme. sâbıka-i mükerrere eshâbm dan: birka؟ kerre rnahkûm ve SU ؟İU olmu? kimse, sâbıka . ( ﺳﺎﺑﻬﺎa.zf.): evvelce, bundan önce, s â b ık i. ا ﺷ ﻦ٠( سa.s. sâbık'ın c.): sâbıklar, ge ؟mi?ler, önce gelmi? olanlar, (bkz : sâbikun). sâbıkin-i İslâm : en önce İslâm olan kirk zat. (bkz: sâbıkun-i evvelûn). sabi ( صa.i.c.: asbiye, sıbyân, sıbvân, sabye, sibye, subye): 1. henüz memeden kesilmemi? erkek ؟ocuk. 2. ü ؟ya?ını tamamlamayan erkek ؟ocuk. sabî-i muabbir ؛huk. [eskiden] söyleyen ve söylediğini bilen ؟ocuk, sâbi' ئ١( صa.i. ve s.): yıldızlara tapanlardan sebea'li. sâbi'j sâbia ﻣﺎﺑﻌﻪ، اﺑﻊ٠( سa.s.): yedinci, (bkz: heftiim). Bâb-ı sâb i': yedinci bab. sâbi'-a?er : on yedinci. sâbian ﺑﻌﺎ١( سa.zf.): yedinci olarak, yedinci olmak üzere. sâbig, sâbiga اﺑﻐﻪ٠ س، ( ﻣﺎﺑﻎa.s.): tam, uzun, tafsilâtlı. sâbih ( د ا حa.s. sibâhat'den): yiizen, yüzücü. Havz-ı sâbih : yiizer havuz, sabih, saljiha ،(a.s. subh'dan) : 1. güzel, lâtif, ?irin. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. sâbiha اﺑ ﺤ ﻪ٠( اa.i. sibâhat'den. c . : sâbihât): 1. gemi, (bkz : ke?tî, sefine). 2. s. ["sâbih'in miien.]. (bkz: sâbih). sâbihât ت١( ﻣﺎﺑ ﺢa.i. sâbiha'nm c .): 1. gemiler. 2. yıldızlar. 3. imanlıların ruhları, sâbiîn ا ﺷ ﻦ٠( هa.i. sâbi'in c .): yıldıza tapanlar, sâbikıın "( ﺳﺎﺑﻬﻮنku” uzun okunur, a.s. sâbık'ın c.) : ge ؟mi?ler, öne gelip ge ؟mi? olanlar, (bkz: sâbıkîn). Sâbikun-İ evvelû n : ilk defa Müslüman olanlar. [40 ki?idir ki ilki erkeklerden Hz. Ebûbekir; kadınlardan Hz. Hadice, ؟ocuklardan Hz. Ali; sonuncusu Hz. Ömer'dir]. 1057
sâbîr
( ﺻﺎﺑﺮa.s. sabr'dan) : sabreden, dayanan, acelesiz bekleyen, dişini sikan, (bkz : sabûr).
sâbir
sabûh ( ﺻ ﻮ حa.i.): 1. sabahleyin sagilan süt. 2 . sabah vakti İçilen şarap. 3. mahmurluk bozan İçki.
sâbire ( ﺻﺎﺑﺮهa.s. sabr'dan) : [“sâbir" in müen.].
sabûhî ( ﺻﺒﻮ ﺣ ﻰa.s.): sabah içkisiyle ilgili,
(bkz : sâbir). sâbirin ( ﻣﺎﺑﺮﻳ ﻦa.s. sâbir'in c.) : sabırlılar. Fukarâ-İ s â b ir in ؛yoksulluğun îztiraplari-
na katlanan fakirler. sâbit
( ﺛﺎﺑﺖa.s. sebât, sübût'dan)-: 1. hareket-
siz, kımıldamayan, yerinde duran. 2. İspât edilmiş, anlaşılmış. 3. i. erkek adi. sâbit-fikir : *saplantı; fr. idée fixe,
sabit 1 ﻃ ﻴ ﺜ ﺖ.) : meşhur Türk şairlerindendir. Bosna'da öziçe kasabasında doğmuştur; asil adi Alâeddin'dir; şâir Nâbi ile muasırdır. Şiirlerinde tâbir ve atasözü kullanmaya çok merak salmıştır. İstanbul'da tahsil görerek Bosna, Konya, Diyarbekir mevleviyetlerine eriştikten sonra (H. Ii24)'de ölmüştür. Dili tutuk olduğundan dogru dürüst konuşamadığı İçin münâsebet düştükçe : "ben konuşamıyorum, bereket versin kalemim biraz konuşuyor, 0 da konuşmazsa çatlardım” dermiş. Miirettep dîvânı vardır ve yazmadır. 'Bilhassa "Derenâme” adli eserinde argoya da yer vermiştir, sâbitât
( ﺛﺎﺑﺘﺎتa.s. sâbite'nin c.) : seyyar (geze-
gen) olmayan, yerinde durur gibi görünen yıldızlar, [seyyârâtm zıddı],
( ﺛﺎﺑﺘﻪa.s.c. : sâbitât, sevâbit) : 1. seyyar (gezegen) olmayan ve yerinde durur gibi görünen yıldız, [seyyâre'nin zıddı]. 2. kadin adi. 3. zool. *tulumlular,
sâbite
sâbit-kadem ( ﺛﺎﺑﺖ ﻗﺪمa.b.s.) : 1. değişmez, devamli. 2. ayağına sağlam. 3. yerinde veyâ
sözünde duran.
sâbûn
( ﺻﺎﺑﻮتa.i.): sabun,
sâbûn-hâne ( ﺻﺎ ﺑﻮﻧﺨﺎ ﻧﻪa.f.b.i.): sabun yapılan yer) sabun imalâthanesi, sâbûnî, sâbûniyye ﻣﺤﺎ ﺑﻮﻧﻴﻪ، ( ﻣ ﺎ ﺑﻮﻧﻰa. s .) : 1. sabuncu, sabun yapan ve satan. 2. sabunlu, sabun karışık. 3. sabun çeşidinden, sâbûniyye ( ﺻﺎﺑﻮﻧﻴﻪa.i.): nişasta helvasının bir çeşidi. sabûr ( ﺻﺒﻮرa.s. sabr'dan): çok sabırlı, (b k z : sabbâr). [Allah adlarmdandır]. sabûr-âne ( ﺻﺒﻮراﻧﻪa.f.zf.): sabırlı olana yakışacak yolda, sabırla. sabye ( ﺻ ﻴ ﻪa.i. sabi'nin c.) : küçük erkek çocukları, oğlancıklar, (b k z : sıbyân). [kelimenin : "sibye, subye” şekilleri de vardır], (b k z : sıbyân). sâc ( ﺳﺎ جa.i.): Hindistan'dan gelen, kerestesi makbul ve sert bir ağaç, sâci' ( ﻣﺎ ﺟﻊa.s.): 1. seci'li, kafiyeli söz söyleyen. 2. (b k z : mukaddem). sâcid ( ﺳﺎﺟﺪa.s. secde'den c . : sücced): 1. secde eden, alnını yeren koyan. 2. i. erkek adi. [m üen.: "sâcide" dir]. sad ( صa.ha.): OsmanlI alfabesinin on yedinci harfi olup, “ebced" hesâbında doksan sayısının karşılığıdır; “s” sesini verir. sad-ı mühmele : “sad" harfinin bir adi. [noktasızlıgmdan dolayı], sad
( ﺻﺪf s .) : yüz [sayı], (bkz : mie).
sa d ( ﻣ ﻌﺪa.i.): 1. kutluluk. 2. ugur. 3. s. kutlu: uğurlu.
s a b ic e ( ﻣ ﺒ ﻴ ﻪa.i.c. : sabâyâ) : ergenlik çağına ulaşmamış, pek küçük kız çocuk,
sa'd-ı a s g a r : astr. Venüs (Zühre, N â h id ): gezegeni.
sabr ( ﺻ ﺮa.i.) : 1. sabir, dayanma, katlanma. 2. tas. nefeine hâkim olma, kendini tutma,
sa'd-j e k b e r: astr. Jüpiter (Müşteri) gezegeni.
sabr-ı Cemil : Allah'dan gelen bir acıya dasabr-ı EyyUb : Hz. Eyyûb'un -dillere destân olan- sabrı. 2. bot. Sokatra adasında çıkan,
sa'd ü'd -d în: dilimizde “sâdettin” şeklinde erkek adi olarak kullanılan bu kelime : dinin mübârekligi, dini ugurlu, kutlu kılan demektir.
sari sabir da denilen ve özü hekimlikte kullamlan bir nebat (*bitki).
sa'dullah : ı) Allah'ın kutlu, tâlihli kıldığı “mânâsınadır”; 2) erkek adi.
Sabr ü Sebât : Abdiilhak Hâmid'in 1874'te
sâd ( ﻣﺎدa.s.): 1. (bkz : sâdd). 2. hek. aksu, göz perdesi.
yanma.
basılmış bir tiyatro eseri. 1.58
saded sâd د١( سa.i.): göz ağrısı, göz hastalığı, (bkz: remed). sadâ ١( ﺻﺪo.i.): 1. ses. (bkz : savt âvâz). 2. a. yankı. sadâ-yi b a s it: sesin bir defâ tekrârı. sadâ-yi mürekkeb : sesin bir çok defâlar tekrârı. sa'd-âbâd ( ﺳﻌﺪﴽﺑﺎدa.b.i.): 1. mutluluğu çok, bol olan yer. 2. h. i. [büyük s ile] İstanbul Kâğıthâne deresi kıyısında bulunan bir mesirenin adi olup Lâle Devri'nde büyük bir ün kazanmıştır. sadak ( ﺻﺪقa.i.): 1. doğruluk, doğru olma,
(bkz : Sidk). 2. tasdik edilen, Onaylanan ?ey. sadakallâhü'1-azîm : Allah'ın büyüklüğünü tasdik ederim. [Kıır'an'da: sûre, âyet, aşır gibi ?eyler okunup bittikten sonra en son söylenen cümle]. sadaka ﺻﺪﻗﻪ 2. zekât.
(a.i.c.: sadakat): 1. sadaka.
sadaka-i fıtr : fitre, ?eker bayramında aynen 1667 gram buğday, buğday unu; 3334 gram arpa, arpa unu, kuru üzüm, hurma veyâ râyice göre bunların bedelleri üzerinden yoksullara verilen sadaka. sadaka-i mahbûse : huk. [eskiden] (bkz : sadaka-i mevkufe). sadaka-i mevkufe : huk. [eskiden] vakfı inşâ İçin kullanılan sarih sözlerdendir. "Vakfettim, hapseyledim" gibi "sadaka-i mevkufe kıldım" da denilebilir ve bu sözle de vakıf inşâ edilmi? olur. sadalca-i m uharrem e: sadaka-i mevkufe).
[eskiden]
(bkz:
sadaka-i m uhbese: huk. [eskiden] (bkz: sadaka-i mevkufe). sadaka-i müebbede : huk. [eskiden] (bkz: vâkıf). sadaka arz-1 h â li: OsmanlI imparatorluğu devrinde sadaka istemek üzere padişaha verilen dilekçe. sadakat "( ﻣﺤﺪﻗﺎتka” uzun okunur, a.i. sadaka'nm c.) : 1. sadakalar. 2. fık. MÜSlümanlarm ellerinde bulunan ve fakirlere, düşkünlere verilen üç maldan biri.
sadâkat ( ﺻﺪاﻗ ﺖa.i. sidk'dan): dostluk, vefâlılık, İçten bağlılık; doğruluk) yürek doğruluğu. sadâkat-kâr ( ﺻﺪا ﻗ ﻜﺎ رa.f.b.s.): sadakatli, hakikatli, sâdık, doğru. sadâkat-kârî ( ئﺀاقﺀر ىa.f.b.i.).': sadakatlilik, bağlılık. sadâkat-perver ( ﺻﺪ'ﻗﻴﺮورa.f.b.s.): sâdık, bağil.
sa'dân ( ﻣﻌﺪانa.i.c.). (bkz : sa'deyn). sadâ-nüvîs ( ﺳﺪ'وﻳ ﺲo.a.f.b.i.): fonograf sadâret ا ر ت٠( تa.i. sadr'dan): 1. başta bulunma, öne geçme. 2. sadrâzamlık, sadrâzamın İÇİ ve makamı. 3. Rumeli ve Anadolu kazaskerligi. sadâret hatt-1 hümâyunu : tar. sadrâzamın değişmesi münâsebetiyle pâdişâh tarafından çıkarılan ferman. sadâretpenâh ( ﺻﺪادىاهa.f.b.s.): sadrâzam bulunan [kimse]. sa d â re t-p e n â h î^ ^ j.^ (a .f.b .s.) :sadrâzama âit, sadrâzamla ilgili. sâdât ( ﻣﺎدا تa.i. seyyid'in c .): 1. seyyitler, ulular. 2. Hz. Hasan neslinden gelmek üzere Hz. Muhammed'in soyundan olanlar. [Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de “şürefâ” derler]. sâdât-ı kabile : kabilenin ileri gelenleri, sad-bâr
(f.z f): yüz kere,
sad-berg ( ﻣﺤﺪ ﺑﺮسf.b.s. ve i.) : 1. yüz yapraklı, katmerli. Gül-i sad-berg: yüz yapraklı samlan, katmerli, makbul bir gül çeşidi. 2. g. s. cilt kapaklarının ortasına yapılan şemsenin üzerindeki motif. sâdd ا د٠ ( اa.s. sedd'den): 1. kapayan, örten, engel olan. 2. hek. aksu denilen göz perdesi, sâde ا د ه٠(a.i. seyyid'in c .): seyyidler. sâde ( ﺳﺎدهf.s.): 1. düz, basit, yalın, gösterişsiz. 2. süssüz. 3. karışıksız, katkısız. 4. derin düşünemeyen, bön, saf [adam]. 5. zf. yalnız, ancak. 6. arasına, İçine peynir, kıyma ve benzeri şeyler konulmamış [hamur], sâdec ا د ج٠ (a.i.): “sâde''nin Arapçalaştırılmı?1.
saded ( ﺻﺪدa.i.): 1. yakınlık, civar. 2. fikir, niyet, kasid; teşebbüs. 3. konuşulan madde, asil mevzu. Hâric-ez-saded: mevzû dışı. 1.59
Sadede gelmek Sadede gelmek : m e v z û a d ö n m e k , m e v z û d ış ı s ö z le r i b i r y a n a b ı r a k m a k ,
ﻣﺎده د ل
sâde-dil
( a .f b .s .c . : s â d e - d ü â n ) : 1. te -
m i z y ü r e k l i . 2 ٠sa f, b ö n . ( b k z : S â d e -İe v h ).
ﻣﺎده دﻻن
sâde-düân
(a .f.b .s. s â d e - d ü 'i n c.) : te -
m i z y ü r e k l il e r , s a f la r , b ö n le r ,
sâde-dîlâne ( ﺳﺎده دﻻﻧﻪf.zf.) : s a f lık l a , b ö n lü k l e . Hissiyyât-I sâde-dil-âne : ed. sa f, la ü b â l î s ö z le rle d o lu o la n İb â r e .
sâde-dilî
ﺳﺎده دﻟﻰ
(a.f.b .i.) : s a f lık , b ö n l ü k ,
sadef ﻣﺪ ف.(a.i.c. : e s d â f ) : s e d e f, i n c i k a b u ğ u . sadef- ؟e
ﺻﺪ ﻓﺠﻪ
(a.f.b .i.) : k ü ؟ü k se d e f,
sâdıkü'1-kavl: dogru sOzlü. (bkz: râst-gû; sâdıkü'l-kelâm). sâdıkü'l-kelâm : dogru söyleyen, (bkz : râstgû, sâdıkü'1-kavl). sâdıkü'l-va'd: va'dinde, sözünde duran. 3. i. erkek adi. sâdıka ( ﻣﺎدﺗ ﻪa.s. sidk'dan): 1. [“sadık” in müen.l. (bkz : sâdık). 2. i. kadın adi. sâdıkan "( ﺻﺎدﻗﺎنka” uzun okunur, a.s. sâdık'ın c .): 1. dogru kimseler. 2. sadakatli, İçten bağlılığı olan kimseler, sâdıkan-ı a ş k : aşkta sâdık olanlar,
sadefe ( ﺻﺪﻓﻪa.i.) : 1. zool. p u l, b a l ı k p u l u , fr. écaille. 2. anat. k a b u k ,
sâdık-ane "( ﺳﺎدﺗﺎﻧﻪka" uzun okunur, a.zf.): sâdık olana yaraşır yolda,
sadefe-i üzn : anat. k u l a k ؟u k u r u , fr. conque.
sâdır, sâdıre ﺻﺎدره، ( ﺻﺎدرa.s. sudûr'dan): ؟ikan. Şeref-sâdır: şerefle ؟ikan [pâdişâh emri]. Kelimât-1 sâdıre : ؟ikan kelimeler,
ﺻﺪﻓﻰ
sadefi
(a.s.) : ( b k z : s e d e fi),
sadef-kâr ( ﺻﺪ ﻓﻜﺎ رa.f.b .s.) : s e d e f İŞİ y a p a n , se d e fle s ü s le m e y a p a n .
sadef-kâri ( ﺻﺪﻓﻜﺎر ىa.f.b .i.) : s e d e f İŞİ, s e d e f iş ç iliğ i, s e d e f ç ilik .
( ﺳﺎدﺳﻤﻰf.i.)
sâdegî
: s â d e lik , d ü z lü k , s ü s s ü z lü k .
sâdegî-i İfâde : İfâ d e s â d e lig i. sâdegî-i libâs : g iy i m s â d e lig i. sâde-kâr ﻛﺎ ر
ﺳﺎده
(a.f.b.i.) : k u y u m c u ta s la k -
sa'dî ( ﻣﻌﺪ ىa.s.): miiz. 1. saâdete, ugura mensup. 2. i. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur. 3. i. erkek adi. 4. îrân'ın büyük mutasavvıf ve mütefekkir şâiri (Şeyh Sa'di), sâdic ( ﺳﺎدجa.s.). (bkz : sâde), sadid ( ﺻﺪﻳﺪa.i.): hek. irin, yaradan akan sari
؟ISI. Sâde-İevh
ﺳﺎده ﻟﻮح
(a.b .s.) : sa f, b ö n . ( b k z :
sadîd -٤ seretâni: hek. seretan denilen yaradan akan irin.
(a.i. s a d m e 'n i n c.) : 1. ؟a r p m a -
sadik ( ﺻﺪﻳﻖa.s. sidk'dan. c . : asdika, sudeka, sudkan): 1. dogru, gerçek dost,
s â d e - d i l )؛. sad em ât
ﺻﺪﻣﺎت
lar, to k u ş m a l a r , ؟a tm a la r . 2 . a n s ı z ı n b a ş a g e le n b e lâ la r . 3. kim. p a tl a m a l a r , sâ d e -rû
ﺳﺎده رو
( a .f b .s .c .: s â d e - r û y â n ) : y ü z ü
tü y s ü z , g e n ؟d e li k a n lı .
sâde-rûyân
ﺳﺎده روﻳﺎن
(a .f.b .s. s â d e - r û 'n u n c.) :
s a k a l ı, b ıy ı ğ ı ç ı k m a m ı ş g e n ç le r,
sâdet
ﻣﺎ د ت
(a.i.) : hek. ü z e r i n e a k s u d e n i l e n
p e r d e g e lm iş g ö z .
sa'deyn
ﺳﻌﺪﻳﻦ
(a .i.c . : s a 'd 'd a n ) : astr. " i k i u g u r -
l u l a r ” : V e n iis ( Z ü h r e ) ile J ü p i te r (M ü ş te r i) g e z e g e n le r i. K ırân -1 sa'deyn : V e n iis ile J ü p i te r 'i n a y n i d u r u m d a o lm a s ı k i, k u t l u l u k İ ş â r e ti s a y ılır.
( ﺻﺪﺳﻤﻮﻧﻪf b .s .) : y ü z t ü r l ü , ؟e ş itlli. ( ﺻﺪﻫﺰارf.b .s.) : y ü z b in . sâdık ( ﺻﺎدقa.s. s i d k 'd a n . c. : a s d i k a ) : 1. d o ğ -
sad-gûne
sad-hezâr
r u , g e rç e k , ( b k z : s a h i h ) . 2 . s a d â k a t i, İ ç te n b a ğ lı lı ğ ı o la n , ( b k z : v e fâ - k â r).
1060
sadîk-ı k a d im : esk dost. 2. dogru sözlü [adam], (bkz: râst-gû). sâdin ( ﺳﺎدنa.i. sedn'den. c . : sedene) :'kapıcı؛ perdedar; Kâbe-i Mükerreme kapıcısı, sâdir ( ﺳﺎدرa.s.): hayrette kalan, şaşan, (bkz : hâir, hayrân, miitehayyir, velhân). sâdis ( ﻣﺎد سa.s.): altıncı, (bkz: şeşüm). Dâire-İ sâd ise: altıncı dâire [Beyoğlu Belediye Dâiresi]. sâdîs-aşer : on altıncı, on altı, sâdise ( ﺳﺎدﺳﻪa.s.): [“sâdis” in müen.]. (bkz: sâdis). sâdisen ( ًﻣﺎ د ﻣﺎa.zf.): altıncı olarak, altıncı olmak üzere, altıncı derecede, sa'diyye ( ﺳﻌﺪﻳﻪo.i.): bot. papirüsgiller, fr. cypCracCes.
safâyih
Sa'diyye ﺳﻌﺪﻳﻪ٠ (a.h.i.): Sa'düddîn-i Cibavi (1336) tarahndan kurulmuş olan Rifâî tarikati kollarından biri. sadme ( ﻣﺪ ﻫﺪa.i.c.: sademât): 1. çarpma, tokuşma, çatma. 2. ansızın başa gelen belâ. 3. kim. patlama. sadme-i İnkılâb : İnkılâp sadmesi, hayattaki değişiklik darbesi. sadme-i mün'akise : fiz. bir te'sirden sonra onun Ziddm a aksi taraftan çıkan te'sir.
sadme heyecan : psik. sarsm a heyecan, fr. emotion choc. sad-pâ دإا٠(صf.b.s.): yüz ayaklı [olan). sad-pâre ( ﺻﺪﺋﺮهf.b.s.): yüz parça; parça parça olmuş, (bkz : rize rize). sadr در٠( صa.i.c.: sudûr): 1. göğüs, (bkz : ber, sine). 2. yiirek. 3. herşeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en baş. 4. oturulacak en iyi yer. 5. baş, başkan, (bkz : reis). 6. kazasker. 7٠sadrâzam sözünün kısaltılmışı, sadre şifâ verm ek: gönül ferahlatmak, sadr-ı â l î : vezirlerin, vekillerin başı, sadrâzam. sadr-ı Anatolu : Anadolu kazaskeri, sadr-ı a'zam : "sadrâzam” : [saltanat devrinde] başvekil. sadr-ı cehân : dünyânın en itibarlı mevkiinde bulunan. sadr-ı R û m : Rumeli kazaskeri, sadr-ı v u stâ : anat. *ortagöğüs, fr. mesothorax. sadreyn ( د ر سa.i.c. sadr'dan): “iki sadır” : OsmanlI imparatorluğu devrinde 1845'de ihdas olunan ve imparatorluğun sonuna kadar devam edegelen Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin müsteşarı, Rumeli ve Anadolu kazaskerliği. sadr-gâh ( در ﺳﻤﺎهa.f.b.i.): en mühim yer; tam orta yer. sadri, sadriyye ٠( د ر ى ‘ ﺻﺪرﻷa.s.) : 1. göğüse âit, göğüsle ilgili. Emrâz-1 sadriyye : göğüs hastalıkları. sadriyye ( د ر ﻷa.i.): huk, çocukla anası arasmdaki bağ, çocuğun anası ve onun hısımlariyla olan bağı, [babaya nispetinde sulbi, sulbiyye denildiği gibi], sadr-nişln ( د ر ﺳ ﻦa.fb.s.): baş sedirde, üst başta oturan [toplantıda-].
sad-sâl ل١( ﺻﺪسf.b.i.): yüzyıl, asır. sa'dûn ( د و نa.s.): 1. mübarek) kutlu, uğurlu. 2. h. i. erkek adi. saf د (a.i.). (bkz : saff). sâf, sâfî ﻓﻰ١ ص، ( ﺻﺎفa.s. safâ, safvet'den): 1. temiz, hâlis, katkısız, karışık olmayan. 2 ٠bön, kolay aldatılabilen, kurnazlığa akil ermeyen, [müen.: “sâfiyye”]. Safa ( ﺻﻬﺎa.h.i.) : Mekke civârm dabiryer olup hacılar, burası ile Merve denilen yer arasında Hz. Hacer'in gidiş geliş hareketini remzederek dört defa gidip üç defa gelirler, safâ' ( ﺻﻐﺎﺀa.i.) : 1. saflık, berraklık, (bkz : safvet). 2. gönül şenliği, kedersizlik, neş'e, zevk, eğlence. Ehl-İ s a fâ : safâ adamı, keyif adami. 3. miiz. Türkmüziginin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, safâ-yı hâtır : gönül rahatlığı, gönül huzuru, safâ-yı bâtın : İç saflığı; rûhıın kedersizliği. safâ-yı gü lşen : gülşen safâsı; gül bahçesi eğlencesi. safâ-yı h ilk a t: yaradılışın zevki. 4. erkek adi. safâ-bahş ﻏﺎ ﻻوش٠( ﺀa.f.b.s.): safâ veren, eğlendiren, rahatlandıran. safâ-cû f r İ P (a.f.b.s.c.: safâ-cûyân): rahat, eğlence arayan. safâ-cûyân ﺑﺎت٠ﻏﺎ ﺟﻮ١٠ (a.f.b.s. safâ-cû'nun c .): rahat, eğlence arayanlar, safahât ت(a.i. safha'mn c .): 1. safhalar. 2. Mehmet Akif'in meşhur eserinin adi [7 kitaptan ibârettir]. safâih ( ﺻﻔﺎﺋﺢa.i. safiha'nin c .): düz yassı şeyler; mâdenî levhalar. safâ-perver ( ﺻﻬﺎ رورa.f.b.s.): safâlı, safâ veren, İç açan. saf-ârâ ( ﺻﻒ آراa.s.). (bkz : saff-ârâ). safari ( ر ىa.i. sefer'den): 1. Afrika'da, siyahlarm bulundukları yerlerde kafile hâlinde yapılan vahşî hayvan avı. 2. sefer kafilesi. safat ( ﻣ ﻐ ﻂa.i.). (bkz : sefat). safâ-yâb ب١( ﺻﻐﺎيa.f.b.s.): safâlanmış, safâ bulmuş. safâyih ﻧ ﺎ ﻳ ﺢ safâih).
(a.i. saftha'nm c .): (bkz: ,061
saf-beste sa f-b e s te 1
ﻣﺤﻒ
؛
(a.s.). ( b k z : s a f f b e s t e ) .
دراﻧﻪ
sa f-d e r-â n e d e râ n e ).
( ﻣﺤﻒa .z f ) .
(b k z :
saff
sâ f-d e rû n
b ö n , k a l b i te m i z , İ ؟İ s a f k o la y a ld a t ıl a b il e n . sâ f-d e rû n â n
( ﺻﺎﻓﺪروﻧﺎنa .f.b .s. c . : s â f - d e r û n 'u n ( ﺻﺎﻓﺪروﻧﺎﻧﻪa .f .z f .) : b ö n l ü k l e ,
sâ f-d e rû n -â n e
ﺻﻌﺎﻓﺪل
( a .f .b .s .) : k o la y a l d a t ı l a n , s a f
( ﺻﺎﻓﺪﻻﻧﻪa .f .z f .) : y ü r e k s a f lığ ıy la ,
( ﺻﻔﺮانa .i .c . ) : m u h a r r e m v e s e f e r a y la -
rı. (b k z :s e f e r â n ) . S a f e v i ( ﺻﻐﻮ ىa.s.c. :s a f e v iy y â n ) : S a f i a d ı n d a k i k i m s e n i n s o y u n d a n o la n ; F a r s h ü k ü m d â r ı ş a h İ s m â i l 'i n s o y u .
ﺻﻔﺮﻳﺎن
( ﺻﻒ ﺷﻜ ﻦa . f b . s . c . : s a f f ş i k e n â n ) .
s a ff-ş ik e n
( ﺻﻒ ﺷﻜﺘﺎ نa .f.b .s. s a f f - ş i k e n 'in
s a fflş ik e n â n
( ﺻﻐﺰنa .f .b .s .) : d ü ş m a n s a f l a r ı m v u -
safh
( ﺻﻔﺢa . i . ) : 1. y ü z ؟e v ir m e . 2 . a f f e tm e , s u ؟
b a ğ ış la m a , ( b k z : a fv ).
ﺻﻔﺤﻪ
safh a
( a . i . c .: s a f a h â t ) : 1. b i r ş e y i n d ü z
y ü z ü . 2 . b i r c is m i n g ö r ü n e n t a r a f l a r ı . 3. y a z ıl m ı ş v e y â y a z ıl a b il ir s a h if e . 4 . in c e , y a s s ı v e g e n iş c is im , le v h a ; y u f k a . 5. b i r h â d i s e d e
(a.s.
s a f e v i'n in
c .) :
s a fe v ile r. S a f e v iy y e
• ( a .z f .) : s i r a s ir a , d iz i d iz i,
( ﺻﻒ ﺷﻜﺎ فa .f .b .s .) : d ü ş m a n s a f la -
r a n , y a r a n y iğ it, ( b k z : s a f f-d e r) .
( ﺻﻐﺮa . i . c . : e s fâ r). ( b k z : sefer),
S a fe v i^ â n
ﺻﻒ ﺻﻒ
s a ff-ş ik â f
sa ff-z e n
( ﺳﻌﻔﻪa . i . ) : h e k . k e l.
sa fe râ n
( ﺻﻐ ﺖa.i.). ( b k z : s a fv e t).
sa ffe t
s a f f e y n ( ﺻﻔ ﻦa .i .c . ) : 1. i k i S ira. 2 . s a v a ş ta k a r ş ı la ş ı la n i k i ta r a f .
c . ) : d ü ş m a n s a f l a r ı m y ı r t a n y iğ itle r,
b ö n lü k le , ( b k z : s â f-d e rû n â n e ).
safer
2 . i. y iğ i tl ik , k a h r a m a n l ı k ,
( b k z : s a f f - ş ik â f ) .
bön. (b k z : sâ fd e rû n ).
s a 'f e
( ﻣ ﻔ ﺪ ر ىa.f.b .s.) : 1. s a f -d e r'e , d ü ş m a n
r ı n ı y a r a n , b o z a n [y iğ it],
s a f lık l a , ( b k z : s â f - d ü â n e ) .
s â f-d il-â n e
( ﻣﻔﺪ راﻧ ﻪa.f.zf.) : y iğ itç e s in e ,
sa ff-d e r-â n e s a f fld e r i
sa ffsa ff
c . ) : b ö n le r , k a lb i te m iz , İ ؟İ s a f o la n l a r ,
s â f -d il
m a n s a f l a r ı m y ı r t a n y iğ itle r,
s a f l a r ı m y ı r t a n k im s e y e â it , b u n u n l a ilg ili.
( ﺻﻔﺪر ىa.s.). ( b k z : s a f f - d e r i) . ( ﺻﺎﻓﺪرونa .f .b .s .c .: s â f - d e r û n â n ) :
sa f-d e ri
( ﺻﻔﺪرانa.f.b .i. s a f f l d e r 'i n c . ) : d ü ş -
sa ff-d e râ n
( ﺻﻒ درa.f.b .s.). ( b k z : s a f f d e r ) . s a f - d e r â n ( ﺻﻒ درانa.s.). ( b k z : s a f f d e r â n ) .
sa f-d e r
b i r b i r i a r d ı n c a g ö r ü l e n h a l l e r i n h e r b ir i, s â fî,
( ﻣﻔﻮﻳﻪa .h .i .) : t a s . S a f i y ü d d în - İ
s â f iy y e
ﺻﺎﻓﻴﻪ
،
ﺻﺎﻓﻰ
(a.s.
safv et ve
s a f â 'd a n ) : 1. d u r u , te m i z , k a tı k s ı z ; b i r şe y -
E r d e b il i t a r a f ı n d a n k u r u l m u ş o la n t a r i k a t ı n
le k a r ı ş ı k o lm a y a n , k a tk ı s ı z . 2 . s a m i m i , s a f
a d i.
3 ٠n e t. [say ı İ ؟in ]. 4 . z f. s a d e c e , y a ln ı z ,
[ k u r u c u s u n a n i s p e t l e : “E r d e b iliy y e ”
d e d e n ilir ] . saff
ﻣﻒ
s a f ih
( a . i . c . : s u f û f ) : 1. d iz i, s ira ; c â m i d e
c e m â a t i n s ıra s ı. s a f f - ı d ü ş m e n â n : d ü ş m a n l a r ı n sa fi. 2. b i r s ı r a y a d iz i l m i ş a sk e r. s a f f - ı h a r b : a s k . s a v a ş h a t t ı n ı m e y d a n a g e tir e n a s k e r d iz is i. s a f f - ı n i â l : a y a k k a b ı l a r ı n d i z i ld i ğ i S ira, p a p u ؟lu k ; m e c l is in e n a ş a ğ ı y e ri. s a f f - ı s i p â h : a s k e r sa fi, d iz is i, sa ff-â râ
( ﺻﻒ آراa .f .b .s .) : s ıra y ı, a s k e r s a f la -
r ı n ı s ü s le y e n . s a f f - b e s t e ﺑﺴﺘﻪ
( ﺻﻒa .f .b .s .) : s a f b a ğ la m ış , s ir a
s i r a d iz ilm 'iş . sa ff-d e r
( ﺻﻔﺪرa .f.b .i.c . : s a f f d e r â n ) : 1. d ü ş -
m a n s a f l a r ı m y a r a n y iğ it, ( b l e z : s a f f z e n ) . 2 . i. e r k e k a d i. s a f f - d e r - i y e g â n e : b ir ic i k , e ş s iz k a h r a m a n .
1062
( ﻣ ﺒ ﺢa . i . ) : 1. g ö k y ü z ü . 2 . y a s s ı, d ü z o la n
şey. s a f ih a -
( a . i . c .: s a f â i h ) : 1. d ü z , y a s s ı y ü z .
2. m â d e n i le v h a . 3. f i z . p la k a , s a fih i, s a f i h i ^ e
ﺻﻔﻴﺤﻴﻪ
،
ﻣﻔﻴ ﺤ ﻰ
( a . s . ) : y u flc a
g ib i, in c e , y a s s ı v e g e n iş b i r b iç i m d e o la n , s a f i h i y y ü 'l - m i n k a r : z o o l. * s ü z g e ç g a g a lıla r, fr . l a m e l l i r o s t r e s . s â f il
ﺳﺎﻓﻞ
( a . s . ) a ş a ğ ı , a l ؟a k . M e r d - İ s â f i l : a l-
؟a k a d a m . T a r a f - I s â f i l : a ş a ğ ı ta r a f , s â f il
( ﺛﺎﻓﻞa . s . ) : ؟O kelek, t o r t u , ( b k z : r ü s û b ,
d ü r d î) . s â f i l e ( ﺳﺎﻓﻠﻪa . i . ) : d ip , a lt, b i r ş e y i n a ş a ğ ıs ı, a ltı, a lt ta r a f ı . s â filiy y e t s â fin
( ﺳﺎﻓﻠﻴ ﺖa . i . ) : a ş a ğ ılık , a lç a k lık ,
ﺻﺎﻓﻦ
( a . i . c .: s â f i n â t ) : 1. c in s a t, s o y a t.
2. a n a t . i ؟a ş ı k k e m i ğ i n d e n t o p u ğ a k a d a r g.iden b ü y ü le d a m a r .
sâho-î zuhUr ( ﺻﺎﻓﻴﺎتa.i. s â f i n 'i n c . ) : c in s , s o y a tla r , ﺻﻐﻴﺮه، ( ﺻﻔﻴﺮa . i . ) : 1. ıs lık . 2 . in c e ,
s â fin â t
s a f ir, s a f ire
g ü z e l ses. 3. le n g . ıs lıg ım s ı [ses], h u r û f - 1 s a f i r e : ıs lı k h a r f l e r i “j, ş” g ib i. fr . s i f f l a n t . 4.
g ö k y a k u t.
sü ffâ r):
ﺳﺎﻓﺮ
،
1. y o la
* ta s ım . 2. fe ls . * b ilg ic ilik , f r . s o p h i s m e . s a f s a ta - p e rd â z
(a.s. s e f e r 'd e n c . :
ç ık m a y a
h a z ır ,
ş ik â f).
A s â k i r - İ s â f i r e ': s e f e re h a z ı r aslcerler. 2 . i.
sa f-şik e n
y a z ıc ı, k â tip .
ﺻﻔﻴﺮ أﻧﺪاز ﺻﻐﻴﺮﻳﻪ
( a .f .b .s .) : a v a z ı ç ık t ığ ı ،
n e fe s
ﺻﻔﺮى
( a . s . ) : ıs lığ ım -
a lırk e n
d u y u la n
ıs lı-
( a .f .b .z f .) : 1. s a fç a ,
bönce.
2 ٠ç o k te m iz , ç o k s a f o la r a k , s a fiy y
( ﺻﻐﻰa . s . ) : te m iz ,
saff
( ﺻﻒ ﺷﻜﻦa.f.b .s.). ( b k z : s a f f ş i k e n ) . ( ﺻﻒ ﺷﻜﻴﺎنa.f.b .s.). ( b k z : s a f f
ﺻﻐﻮت
(a.i.) : 1. s a f lık , h a li s l ik , te m iz l ik ,
s a f v e t - i v i c d â n : v i c d a n s a f lığ ı,
( ﺻﻐﺰنa.i.). ( b k z : s a f f-z e n ). "( ﺻﻐﺎﺋﺮg a" u z u n o k u n u r , a .s.
sa f-z e n
s a g i r e 'n in
c . ) : k ü ç ü k g ü n a h la r. sâg ar
s a f i y y i i 'd - d i n ( d i n i t e m iz , d i n i p â k ) : e r k e k
ﻣﺎ ﻏﺮ
( f . i . ) : 1. k a d e h , İç k i b a r d a g i . ( b k z :
n â c û d , p iy â le ). 2 . t a s . A l l a h 'ı n n u r u ile d o l a n i n s a n g ö n lü .
a d i.
s â g a r - ı g e r d â n : d ö n e n k a d e h [e ld e n ele-],
s a f i y y i i 'l - k a l b : k a lb i te m iz ,
ﺻﻔﻴﻪ
s a f iy y e
( a . s . ) : [" s a fiy y " i n m ü e n .] . ( b k z :
sa fiy y ).
s a g lr ile
m ü ş te rin in to k a la ş a ra k h a y rım g ö r d e m e le r i. 2 . y a p ı l a n s a tış . v e r i l d i d iy e s a tıc ı ile a l ı c ı n ı n e l s ık ış m a s ı,
ﺻﻔﺮا
( a .i.): h e k .
1. ö d .
2 . [e s k ile r in ]
“a h lâ t - ı e rb a a " d e d i k l e r i ş e y le r d e n b i r i o lu p e s a s i, ö d d e k i y e ş i li m s i s a r i m â y i (sıv ı) d ir . s. s a r i. 4 . s a f r a .
ﺻﻔﺮاوى
sa frâ v i
(a .s .): ı .h e k .
sa fra y a ,
öde
m e n s u p , ö d ile ilg ili. 2 . s a f r a 'y a â it. 3. a ti k ,
e r m e y e n , a lı ş v e r i ş t e a l d a n a n ç o c u k .
Sagîr-İ
( ﺻﻒ ﺳ ﻂa.zf.). ( b k z : s a f f-s a f f). ( ﺳ ﺎ فa . i . ) : b o t . s ö ğ ü t a ğ a c ı, l â t .
sagîr ü k e b ir : k ü ç ü k v e b ü y ü k , sagirü's-sinn : y a ş ı k ü ç ü k , ( b k z : h ıı r d - s â l) . sagire ( ﺻﻐﻴﺮهa .s .c .: s a g a i r ) : 1. k ü ç ü k . 2 . [Öİd ü r m e , z in â , h ı r s ı z l ı k ç e ş i d i n d e n o lm a y a n ] k ü çü k günah.
ﺻﻐﺼﺎﻓﻴﻦ
h a z im
sa-
(a .i.) : h e k . s ö ğ ü t a ğ a c ın ın
g ü ç lü ğ ü n e k a r ş ı k u l l a n ı l a n te 's ir li
ﺻﻔﻌﺎ ﻓﻴﻪ
( a . i . ) : b o t . s ö ğ ü tg ille r , fr .
ﺳﺎﻓﻴ ﺖ
( ﺳﺎحa.i. s a h â 'n ı n c.). ( b k z : s â h â t). s a h ( ﺻﺢa.i.). ( b k z : s a h h ) . s a h â ' ( ﺳﺨﺎﺀa . s . ) : c ö m e r tl ik , e la ç ık lığ ı.
(b k z:
s a h â v e t , s e m â h a t).-
ﺳﺎﺣﻪ
( a . i . c . : s â h , s â h â t ) : m e y d a n , a v lu ,
a la n . s â h a - i m ı k n a t ı s i y y e : f i z . m a g n e t i k a la n ,
s a lic in C e s . s a fs â fiy y e t
( a . i . c . : s u g u r ) : s ı n ır , d ü ş m a n a ğ z ı
sah
sâha
b i r c e v h e r i. sa fs â fiy y e
ﺛﻐﺮ
o l a n y e r.
lix . ( b k z :b id ) . sa fs â fin
m ü m e y y i z : a l ı m a s a t ı m a a k i l e re n ,
a lı ş v e r i ş t e a l d a n m a y a n ç o c u k ,
sagr
n a v e r i le n b i r s ıf a t [e s k i h e k im li k te ] , sa f-sa f
( a . s . c . : s i g a r ) : 1. k ü ç ü k , u f a k , ( b k z :
g e lm e m i ş ç o c u k .
h ır ç ın , z a y ıf v e e s m e r o la n la rın y a ra d ılış ı-
sa f-sâ f
ﺻﻔﻴﺮ
h u r d ) : 2 . b ü l û g a e r m e m i ş , e r g i n l i k ç a ğ ın a
s a g ir - i g a y r- i m ü m e y y iz : a lım a , s a tım a a k il
s a f k a -i v â h i d e : b ir p a z a rlık s o n u n d a k a r a r sa frâ
s â g a r - ı k e ş î d e : ç e k il m i ş , İ ç ilm iş k a d e h , s â g a r - ı s a h b â : ş a r a p ic a d e h i.
( ﺻﺎﻓﻴﺖa . i . ) : 1. s a f lık . 2. b ö n lü k , ( ﺻﻔﻘﻪa . i . ) : 1. b i r s a tış s ı r a s ı n d a s a tıc ı
s â fiy y e t
3.
(b k z :
p a k l ı k , a r ı l ı k . 2 . e r k e k a d i.
sa g a ir
p â k , s a f a rı.
s a f iy y u lla h : H z. A dem ,
sa fk a
(a.f.b.s.).
s a ^ e tu lla h : H z. M u h am m ed .
ğ ım s ı h ı r ı l t ı l a r .
ﺻﺎﻓﻴﺎﻧﻪ
ﺻﻒ
ş ik e n â n ) . safv et
SI [s o lu k ]. H a r â h i r - İ s a f i r i y y e : h e k . c iğ e r h a s ta la rın d a , s â fi-y â n e
(a.f.b .s.) : s a f s a ta
s a f-ş ik e n -â n
k a d a r b a ğ ıra n , h a y k ıra n , s a f ir i, s a f iriy y e
ﺳ ﻐ ﻄ ﻪ ﻳﺮدان
ﺷﻜﺎ ف
sa f-ş ik â f
y o lc u .
s a f ir- e n d â z
( a . i . ) : 1. g ö r ü n ü ş t e d o ğ r u g ib i
g ö r ü n d ü ğ ü h a ld e g e r ç e k te y a n lı ş o la n k ıy a s ,
k a b i l i n d e n s ö z s ö y le y e n [a d a m ],
ﺳﺎﻓﺮه
s â f ir, s â f ir e
ﺳﻐﺴﻄﻪ
s a fs a ta
( a . i . ) : h e k . s a lis ila t.
s â h a - i z ıı h û r : g ö rü n m e m e y d a n ı.
1063
sahabe
ﺻﺤﺄﺑﻪ
sahâbe sâ h ip
(a.i.
ç ık a n l a r ,
s â h i b 'i n
c . ) : 1. s â h ip le r ,
tu ta n la r ,
(b lc z :
e s h â b ).
2 . ( b k z : s a h â b î).
sahâbet
ﺻﺤﺎﺑﺘﻜﺎر
(a.f.b .s.) : s â h i p ç ık a n ,
( a . i . ) : H z . M u h a m m e d 'i g ö r m ü ş
v e K e n d ile rin in
s o h b e tle rin d e b u lu n m u ş
o la n m ü 'm i n k im s e , [ m ü e n . : " s a h â b iy y e " ( a . i . ) : H z . M u h a m m e d 'i
g ö r m ü ş v e K e n d i l e r i 'n i n s o h b e t i n d e b u l u n m u ş o la n k a d ı n .
ﻣ ﺨﺎﻓ ﺖ
sa h â fe t
2 . h a f i f l i k , a k ils iz lik .
ﺻﺤﺎﺀف
sahâif
c . ) : s a h ife le r,
ﻣ ﺨﺎﻛﺎ ر
(a.f.b .s.) : c b m e r t, e li a ç ık ,
ا٠ ( ﺻﺦa . i . ) : g ii n e ş d e y a n m a [b iri], ( ﻣﺨﺪانa . s . ) : ( b k z : s a h n â n , s u h n â n ) . s a h â n e t ( ﻣ ﺨﺎﻧ ﺖa.i'.) : s ıc a k lık , k ı z g ı n l ı k , ( b k z :
saham
s u h û n e t). s a h a r - (a.i. s a h r e 'n i n c.). ( b k z : s u h û r ) . (a.i. s a h r â 'n ı n c . ) : s a h r â l a r , k i r -
la r ; ç ö lle r, ( b k z : s a h â r î) .
ﻣ ﺨ ﺮا ت
(a.s.
c .) :
(b k z:
ﺗﻤﺪ-
( a . s . ) : k a y a ile ilg ili; k a y a c in -
^ رى
(a.i. s a h r â 'n ı n c . ) : s a h r â la r , k i r -
ﺳﺎﺣﺎت
(a.i. s â h a 'n ı n c . ) : a ç ık y e rle r, m e y -
d a n l a r , a v lu la r , a la n l a r .
sahâvet
ﺧﺎ و ت٠ ( لa . i . ) : 1.
sahâvet-kâr ( ﺳﺨﺎوﺗﻜﺎرa .f .b .s .) : c ö m e r t, e lia ç ık . ( b k z : c e v â d , s a h i).
sahâvet-kâr-âne
ﺳﺨﺎوﺗﻜﺎراذه
(a.s. s â h i b 'i n c . ) : s â h ip le r , y a k ı n
d o s t la r , ( b k z : e s h â b ). te v e lv ü l) .
1064
ﺳﺎﻫﻰ
(a.s. s e h v 'd e n ) : h a t â iş le y e n , y a n i -
la n .
ﺻﺎﺣﺐ
1. s â h ip .
(a.s. v e i. s a h b 'd e n . c . : e s h â b ) : ( b k z : m â lik ) .
2 . b i r v a s f ı o la n ,
sâhib-i a r z : d e v le t; d e v le t i te m s i l e d e n z a t. sâhib-i a s â : H z . M û s â Sâhib-İ a y â r : d a r p h a n e d e k e s ile n p a r a l a r ı n a y a r v e ö lç ü l e r i n i d ü z e n le y e n k im s e ,
sâhib-i beyân : H z . M u h a m m e d . sâhib-i c e m â l : g ü z e l, y a k ı ş ı k l ı [k im s e ] , sâhib-i devlet: t a l i h l i , ş a n s l ı [ k im s e ] , v â li. tar. s a d r a z a m ( b a ş b a k a n ) , se].
sâhib-i h â n e : e v s â h i b i.
( b k z : s â h i b ü 'l -
sâhib-i h a y râ t : h a y ı r l ı İş le r y a p m ış , o la n k i m s e [c â m i g ib i, ç e ş m e g ib i].
sâhiİj-i hıırûc : ı) İ s lâ m d i n i n e g ö re d ü n y â y ı, ç ık a c a k o la n k im s e ; 2) tar. h ü k ü m d a r l a r a is y a n e d e n k im s e .
sâhib-i hût (balık a d a m ı) : Y u n u s P e y g a m b e r.
( a .f .z f .) : c ö m e r t-
lik le , c ö m e r tç e s in e .
sahb -
( b k z : f e tâ ٩
sa h â -k â r).
d ü z e n e s o k m a k İ ç in g ü n ü n b i r i n d e o r t a y a
c ö m e r t l i k , e la ç ık lığ ı.
( b k z : s a h â , s e m â h a t) . 2 . k a d ı n a d i.
sahb -
( ﺳﺎﺧﻂa . s . ) : k ı r g ı n , d a r g ı n . ( صa . s . ) : c ö m e r t, e lia ç ık .
b e y t) .
la r ; ç ö lle r, ( b k z : s a h â r â ; s a h r â v â t) .
sâhât
sahi
sâhib-i firâş : y a t a l a k [k im s e ] ,
s in d e n .
sahârî
(b k z :
sâhib-i emel: i h t is a s s a h ib i, g ir i ş k e n [ k im -
s a h r e 'n i n
su h û r). sah ari
kadm .
[ tim a r , z e â m e t v e h a s s a h ip le r i] ,
sahanân
sa h arât
'( a . i . ) : s e v ic i
İç y a p m ı ş o la n , ( b k z : m ü e llif , m u s a n n i f ) ,
( b k z : s a h i).
ﺣﺎﻟ ﻰ٠ه
ﺳﺤﺎﻗﻪ
( b k z : h â iz ) . 3 . k o r u y a n , ( b k z : h â m î ) . 4 . b i r
Sahâif-İ İk b â l : b a h t i y a r l ı k s a h if e le r i. sahâ-kâr
(a.i. s a h f d e n ) : (e s k i) k i t a p a lıp
s â h ik a l.
sahib
(a.i. s a h i f e 'n in
y a p ra k la r, ( b k z : su h u f).
sah ârâ
sahhâka
sâhî
(a.i.) : 1. z a y ıf lı k ; b o z u k l u k .
ﺳﺎ ف
s a t a n k im s e , k ita p ç ı.
sâhıt
d ir ].
ﻣ ﺤﺄﺑ ﺐ
(a.fi. Sih h at'den ): "doğrudur, yan -
bir içâret.
sahhâf
k o ru y a n .
sahâbiyye
ﻣﺢ
sahh
lıçsızdır” m ânâsına resm î yazılara konulan
m a , a r k a o lm a , y a r d i m e tm e ,
sahâbî
( a . i . ) : ? a ra p . ( b k z : bâde> h a m r ,
m e y ), [asil m â n â s ı : " a s h a b ” i s m i t a f d i l i n i n m ü e n n e s i o lu p "al, k ı z ı l ” m â n â s ı n a g e liri.
( a . i . ) : 1. s â h i p ç ık m a . 2. k o r u -
sahâbet-kâr
١ﻣﻬﺐ
sahbâ
( a . i . ) : g ü r ü l t ü , p a t ı r d ı e tm e , ( b k z :
sâhib-i ik tid â r : b i r İŞİ b a ş a r m a y a g ü c ü y e te n . ( b k z . m u k t e d ir ) .
Sâhib-İ im tiy â z : i m ti y a z s â h i b i, k e n d i s i n e a y r ı c a lı k t a n ı n m ı ş o l a n [ k im s e ] .
Sâhib-İ kadib ( k ı lı ç s a h i b i ) : .H z . M u h a m m ed.
sa h k
sâhib-i k â in â t: Hz. Allah, sâhib-î m âid e: "sofra sâhibi” : huk. [eskiden] evinde yemek pişirip ehil ve ıyâline yediren kimse, [sâhib-i mâide olmak İçin, nafakası üzerine vâcip olmayanları beslemele şart değildir]. sâhib-î m en zil: eskiden ok atışlarında birincilik alarak, oku düşürdüğü yere kendi adma kitabe diktiren atıcı, sâhib-î nâmûs : 1) kanun yapıcısı; 2) namuslu; 3) Hz. Muhammed. sâhîb-i r e 'y : 1) düşüncesi kabul olunan, öğütii tutulan [kimse]; 2) vezir, sâhib-î r ü ş d : 1) rüştünü ispat etmiş olan [kimse]; 2) gerçek dindar, sâhîb-i S ıffîn : Sıffın savaşının ulu kişisi,. mec. Hz. Ali. sâhilî-i sikke ve h utbe: kendi adma sikke (para) basan ve camilerde namma hutbe okutan hükümdar. sâhîb-i tab iat: iyi tabiatlı, yaradılışı iyi. sâhîb-i ta sn if: eser sahibi. Sâhib-İ Yâsin : Yasin okutularak kendisine
çağrıda bulunulan kimse; Hz. Muhammed. sâhib-î yed-i beyzâ (beyaz elin sah ib i): Hz. Mûsâ; mucizeler yaratan kimse, sâhib-î zemân : zamanın kuvvetli, kudretli büyük adamı. sâhibü'1-beyt: ev sâhibi. (bkz: sâhib-i hâne). sâhibii'l-m ekasım : huk. [eskiden] ganimet mallarım mücâhitler arasında tâyin ve tevzîa me'mur olan kimse, sâhibii's-selem : selemde para veren müştesâhîbât ( ﻣﺤﺎﺣﺎتa.i. sâhibe'nin c .): sâhibeler, kadın sâhipler. sâhih-dil ( ﻣ ﺎ ﺣ ﺐ دلa.f.b.s.): 1. cesur. 2. kutsal (kimse). 3. dindar. sâhibe ( ﺳﺎ ﺣﻪa.i.c.: sâhibât): 1. sâhib'in müennesi. Sâhibe-İ cem âl: güzelliği olan kadın. sâhibetü'1-beyt: ev sâhibesi, kadm ev sâhibi. 2. kadm adi. sâhib-fırâç ( ﺻﺎﺣﺒﻔﺮاشa.f.b.s.): yatağa düşmüş, hasta.
sâhi»J-hurûc ( ﺻﺎﺣﺐ ﺧﺮوجa.f.b.s.) : ayaklanarak idâreyi ele geçirmiş [kimse]; ayaklanmi?) âsî. sâhîb-kemâl ( ﺻﺎ ﺣﺒﻜﻤﺎ لa.b.s.) : kemal sâhibi, olgun [kimse]. sâhib-kırân ( ﺻﺎﺣﺒﻘﺮانa.f.b.i.): ı.h er zaman başarı, üstünlük kazanan hükümdar. 2 ٠meşhur bir çeşit lâle. sâhib-nazar ( ﻣﺎ ﺣﺒﻔ ﻈﺮa.b.s.): tecrübesi, görüşü, düşüncesi kuvvetli olan, sâhîb-saâde sâhibi.
ﻣﻌﺎده
ﺻﺎﺣﺐ
(a.b.s.): saâdet
sâhib-vücûd د٠( ﺻﺎﺣﺐ وﺟﻮa.b.s.): mevki sâhibi, varlığı sayılır, sözü geçer [kimse], sâhib-zuhûr ( ﺻﺎﺣﺐ ﻇﻬﻮرa.b.s.): ayaklanan,, baş kaldıran, başa geçen. sah if ( ﻣ ﺨﻴ ﻒa.s. sahâfet'den): 1. zayıf, hafif. 2. gevşek, boş. 3. seyrek dokunmuş bez. sahife (a.s. sahâfet'den): [“sahif" in miien.]. (bkz: sahif). sahife (a.i. sahfdan. c . : sahâif, suh u f): 1. üzerine yazı yazılan veya basılan bir kâğıt yaprağının iki yüzünden her biri; kâğıt yaprağı. sahife-i h â l i f e : boş sahife. sahife-i miitelemmis : birine, bir yere götürmesi İçin verilen ve İçinde götürenin kendi ölüm emri bulunan mühürlü mektup. 2. kendinden öncekilere veya sonrakilere kıyaslanarak düşünülen olay veya an. sahih, sahiha ﺻﺤﻴﺤﻲ، ( ﺻﺤ ﺢa.s. sihhat'den. c . : sihâh) : 1. gerçek, doğru. 2. hâlis, kusursuz, ayıpsız. Efkâr-1 sah ih a : gerçek fikirler, doğru düşünceler. 3. ed. İafzî ve mânevî nakiselerden ârî üslûp. 4. a. gr. kelimenin ana harfleri (hurûfı asliye). ı) hemze (başta "elif”; orta veyâ sonda hamze) den; 2) tazif (iki ayni harf yanyana geldiği zaman yalniz biri yazılıp üzeri şeddelenmek) den; 3) h a rfi illet (değişmeyi kabûl eden "ve”; "ye" ile bunlardan kalbolunan “elif'') den sâlim bulunursa kelime sahihtir. M eselâ: şerk, şâkir “şükr”; ma'kul “akl”; efdal “ fazl”; mezâhib “mezheb”.. gibi. sahihan ( ﺻﺤﻴﺤﺄa.zf.): gerçekten, (bkz: cidden, hakikaten). sahik ( ﻣ ﺤ ﻴ ﻖa.s.): 1. uzak, (bkz: baîd). 2. çok karışık anlaşılmaz söz. 1065
sâhik s â h i k ^ ^ ( a . s . ) : e z ip d ö ğ e n .
ﻣﺎ ﺣﻘﻪ
s â h ik a
s e v ic i k a d ı n . s a h il s â h il
ا ي
sâ h iy y e
( a . s . ) : 1. s â h i k 'i n m i ie n n e s i. 2 ٠i.
ﺳﺤﻖ٠ ( a . i . ) :
sahk
د ( a . s . ) : a t k iş n e m e s i , ( b k z : şîh e ). ( ﺻﺎﻫﻞa . s . ) : k iş n e y ic i, k iş n e y e n , ( > ﺳﺎﺣﻞa . i . c . : s e v â h i l ) : d e n iz , n e h ir , g ö l
(a.s.
s e h v 'd e n ) :
[ « s â h î" n in
m iie n .]. ( b k z : s â h î). 1. d ö ğ m e , d ö ğ ü lm e , e z m e ,
k ır m a , k ır ılm a , d ö ğ ü p y u m u ş a tm a . 2. s ü rtm e.
sâh ü -h ân e
( ﺻﺤﻞa . i . ) : se s b o ğ u k l u ğ u , se s k ıs ık l ığ ı , ( ﻣ ﺤﻠ ﺐa . i . ) : s â le p , l â t . o r c h i s . s a h le b i ض ( a . i . ) : s â l e p ؟i ١s â le p s a t a n ,
s â h ilî
s a h le b iy y e -
s â h il
sah J
s a h le b
k e n a r ı , y a lı, k ıy ı.
( ﻣﺎﺣﻠﺨﺎﻧﻪa .f b .i.) : y a lı e v i. ا ﻃ ﻰ٠ ( a . s . ) : s a h i l ile .i l g i l i , * k ıy ısa l, s â h ü - r e s î d e ( ﺳﺎﺣﻠﺮ ﺳﺪهa .f .b .s .) : k ıy ı y a u la ş -
sahn
m ış .
را ى٠ا ﺣ ﻞ
sâ h ü -se râ y
( a .f b .i.) : b ü y ü k y a lı k a s -
( a . i . ) : b o t . s a le p g ille r , fr .
o r c h id a c C e s .
sahn
( ﺻﺨﻦa . i . ) : s ıc a k lık , h a r â r e t . Cfup ( a . i . c .: s u h û n , s ı h â n ) :
1. a v lu .
2 . e v in o r t a s ı n d a k i a ç ık l ık . 3 . o y u k , b o ş -
،ض
s a h in , s a h in e -
(a.s. s ı ı h û n e t 'd e n ) :
S icak , k ız g ı n , ıs ın m ış . M â y iâ t- 1 s a h i n e : SIc a k s u la r. s a h în , s a h in e -
ﺛﺨﻴﻦ
،
k a im aba.
ﺣﺮ١( سa.s.
um ûm un
to p la n m a s ın a
m a h s u s ü s t ü k u b b e li , ö r t ü l ü y e r. 5. b ü y ü k k â s e . 6 . s a h a n . 7. s a h n e . 8 . z il. 9 . a n a t . k u -
(a.s. s i h a n 'd e n ) :
1. k a im . 2 . s ik . 3. k a ti , p e k . A b â - i s a h i n :
s â h ir
lu k , b o ? y e r. 4 . o r t a , m e y d a n , a r a l ık ; c â m i v e m e d re s e le rd e
la ğ ı n d ış b o ç lu g u . s a h n - i d û r e n g : D ü n y â [g e c e v e g ü n d ü z o lm a s ı itib â r ıy la ] .
s i h r 'd e n . c . : s â h i r i n , s â h i r û n ,
s e h e re ) : 1. b ü y ü c ü , ( b k z : e fsU n -g e r, f ü s û n -
s a h n - i ؟e m e n : b a h ç e n i n o r t a s ı, m e y d a n ı ,
k â r , s ih r - b â z ) . 2 .b ü y ü le y ic i te 's ir y a p a n g ü -
s a h n - i g ü l ç e n : g ü l b a h ç e s i n i n o r t a s ı,
zel.
s a h n - i l â l e - z â r : lâ le b a h ç e s i n i n o r t a s ı,
s â h ir
اﻫﺮ٠( سa.s.
s e h e r 'd e n ) : 1. g e c e u y u m a y a n ,
s â h ir
ﺧﺮ١( سa.s.
s a h r 'd e n ) : m a s k a r a l ı k e d e n ,
ﻣﺎﺣﺮاﻧﻪ
( a .f .z f .) : b iiy ü le r c e s in e ; b ii-
y iile y ic i g ib i.
دا را ت
s â h irâ t
(a.s. s â h i r e 'n i n c . ) : b ü y ü c ü k a -
ﻣﺎ ﻫﺮه
yüzü.
2 . ؟Öİ.
(b k z :
ﺳﺎﺣﺮه
(a .s .c .: s â h irâ t, s e v â h i r ) : b ü y ü c ü
kadm . ı) k a d ı n l a r ı n
s i h ir b a z ı ;
2) k a d ı n l a r ı n e r k e k l e r i k e n d i n e e n z iy â d e
ﻳ ﻦ/ﻣﺎ
(a.s. s â h i r 'i n c.) : b ü y ü c ü le r ,
b ü y ü le y ic ile r , ( b k z : s â h i r û n ) . s â h ir-p îş e
ﺳﺜ ﺪ/ﺳﺎ
( a .f .b .s .) : 1. s i h i r b a z h u y lu ;
s i h i r b a z l ı ğ ı İş e d i n m i ş o la n . 2. g ü z e lliğ iy le i n s a n i b ü y ü l e y e n d ilb e r,
ا ر و ن٠( لa.s.
s â h i r 'i n c . ) : b ü y ü c ü le r ,
b ü y ü le y ic ile r , ( b k z : s â h i r in ) .
1066
sah n e
-
(a .i.c .: s a h a n â t ) : s a h n e ,
şan o ,
tir]. sah n ey n
-
( a .i .c .) :
؟if te
zil.
(b k z:
sah n ân ).
b a ğ la y a n ı.
sâ h irû n
ﺣﻦ٠ ( مa . i . ) : k ı r m a , ( b k z : k e sr). ( ﻣ ﺊنa.s.). ( b k z : s a h a n â n , s u h n â n ) . s a h n â n ( ﺻ ﺊ نa .i .c .) : ؟if te zil. ( b k z : s a h -
[ a s l i : t a ş l ı k te p e l e r d e k i " d ü z l ü k " d e m e k -
s â h i r e t ü 'n - n i s â :
s â h irin
s a h n - i s i m : b e y a z k â ğ ıt,
n e y n ).
b e y â b â n ). s â h ire
r e s e t e d r i s â t ı n d a b i r d e re c e ,
sahnân
( a . i . ) : 1. y e r y ü z ü .
Sâhire-İ g a b r â : y e r
lu s e k iz m e d r e s e , i l m i y e ( s a r ı k l ı l a r ı n ) m e d -
sah n
d m l a r . ( b k z : s e v â h ir ) . s â h ire
m e d r e s e m e y d a n ı) . F â ti h m e d r e s e s i, F â t i h c â m i i n i n ik i t a r a f ı n d a k i k â r g i r v e k u r ş u n -
( b k z : m a sh a ra ). sâ h ir-â n e
s a h n - i s e m a n [ İ b tid â - y i h â r i ç v e İ b t i d â - y i d â h i l k ı s ı m l a r ı n d a n s o n r a g e le n ] (s e k iz
u y k u s u z . 2 . e r k e k a d i. [m iie n . s â h ir e ] .
( ﺻﺨﺮa .i .c . : s u h û r ) : k a y a , ( ﺻﺨﺮa.i. s a h r e 'n i n c.). ( b k z : s u h û r ) . s a h r â ( ﺻﺤﺮاﺀa .i .c . : s a h â r â , s a h â r î , s a h r â v â t ) :
sahr
sah r
k ir , o v a , ؟Öİ. ( b k z : b â d iy e , d e ş t, fe y fâ ). s a h r â - y i a d e m : y o k l u k ؟ö lü ; ö lü m , s a h r â - y ik e b ir : gU neyde Ç a t g ö lü h iz â s m d a n d o ğ u y a d o g r u v e k u z e y d e C e z â y ir , T u n u s ,
sâid Libya altına k ad a r u z a n a n A frik a'n ın en b ü y ü k ÇÖİÜ. sahrâî
( ﺻﺤﺮاﺋﻰa .i.): sahrâya, k ira, ovaya âit. ( ﺳ ﺮ ا ﻧﻮردa.Lb.s.) : çölde, k ırd a
sahrâ-neverd
dolaşan. sahrâ-nişîn
( ﺻﺤﺮاواتa.i. sa h râ 'n ın c . ) : ovalar,
k ırlar; çöller, (bkz : sahârî).
[( ﺻﺨﺮه ]ةa .i.c .: sahr, s ahar, suhûr, s a h a r â t) : 1. kaya. 2. jeol. külte,
sahreft]
sahre-i indifâiyye : jeol. p ü sk ü rm e külte, sahre-i m iiltesika : jeol. yapışık külte, sahre-i müştaile : jeol. y a n a r külte,
( ﺻﺨﺮة اﻟﻠﻪa.b .i.): Beyt-İ M ukaddes (B eytü'l-M akdis) de B enîisrâil peygam berlerin in İbâdet ettik le ri m e şh u r kaya ki Hz. Peygam ber M irac gecesinde sem âya b u rad an u rû c etm iştir,
sahretullah
sahrm c
( ﺻﻬﺮﻧﺞa .i.): sarnıç.
sahrınc-ı peke : anat. peke sarnıcı,
( ﺻﻬﺮﻳﺞa.i.). (bkz : sahrm c). saht ( ﻣ ﺨ ﺖf.s.): 1. kati, sert, çetin, pek. 2. kuvsahric
vetli, güçlü, saglam . 3. güç, zor.
( ﺳ ﺨ ﺖ ﺑﺎزوf.b .s.): kolu kuvvetli, ( ﺳ ﺨﺘﺪ لf.b.s.): k ati yürekli, sâhte ( ﺳﺎﺧﺘﻪf.s.): 1. düzm e, düzm ece, yapm a-
saht-bâzû saht-dil
cık; yaland an ; taklit. 2. kalp; karışık, sâhtegi
( ﻣﺎ ﺧﺘﻜ ﻰf.i.): sahtelik, kalplik; yalan,
düzm e.
( ﺳ ﺨ ﺖ ووf.b.s.) : 1. p ek y üzlü, 2. dargm , su ra tı asık.
saht-rû
( ﺳﺤﻮرa .i.): sahur, tem cit yem egi. sâhûr ( ﺳﺎﻫﻮرa.i. s u h û r 'd a n ) : 1. gece u y an ık lıgı, uykusuzluk. 2. ay ağılı, ( b k z : hâle),
( ﺻﺎﻫﻮرa .i.): D ü n y â 'n m Ay'a düşen, husUfii (Ay'ın tu tu lm asın ı) m ey d an a getiren gölgesi.
sâhûr
( ﻣﺤﻮر ىa .i.): 1. sa h u r davulcusu. 2. sah u rd a k i d av u l g ü rü ltü sü ,
sahûrî
( ﺻﺤﻮa .i.): 1. ayılm a, ayıklık, k en d in e gelme. 2. h a s ta n ın iyileşm esi. 5. tas. sekr (k en d in d en geçme) h â lin in zıd d ı olup b ih u d lu k (k en d in d en geçme) h â lin d e n sonra h is âlem in e te k ra r dönm e,
sahv
salive
( ﺻﺤﻮهa .i.): ayıklık, u y an ık lık ,
sâî ( ﺳﺎﻋﻰa.s. sa'y'den. c . : s â û n ) : 1. çalışan. 2. h ızlı y ü rü y en . 3. h ab erci ؛h a b e r götüren;
k o g u cu lu k e d e n . sâî bi' 1-fesâd : o rtalığ ı b irb irin e k a ta n fesat-
؟.
1
( ﻣﺎﺋ ﺐa.s.) : b ir yerle, b ir şeyle İlişiği ol-
sâib
m ayan.
( ﺻﺎﺋﺐa.s. se v â b 'd a n ): 1. yanlışsız, d ogru, yan lışlık yapm ayan. 2. m aksada, hedefe uygu n . 3. hedefe d o g ru ulaşan. Sehm -İ sâib ؛ hedefe u la şan ok. 4. i. erkek adi.
sâib
sâib
( ﺛﺎﺀبa.i. s e 'b 'd e n ): y ag m u r getiren bora,
sâibü'l-bahr : d en izin m ed ve cezr'den so n ra
( ﻣﺎﺧﺘﻪf.b.s.): 1. sahteci; gerçeği b ozan, değiştiren. 2. kalpazan, (bkz : hilekâr).
sâibe
( ﻣﺎﺧﺘﻪf.b .i.): sahtekârlık,
sâibe
( ﻣﺎ ﻟﺠﺘﻪfa .b .s .): yapm a ta v ırlar ta k m a n , k en d in i satm aya çalışan,
sâibî
sâhte-kâr ﻛﺎ ر
sâhte-kârî ﻛﺎ ر ى
hilekârlık. sahte-vekâr وﻗﺎر
k ıy ıy ı basıp d o ld u rd u ğ u su.
( ﺳﺎ بa .i.): başı boş b ıra k ılm ış hayvan; deve (özellikle dişi deve),
( ﺻﺎﺋﺒﻪa.s. se v â b 'd a n ): [''sâib” in m üen.]. ( b k z : sâib). ( ﺻﺎﺋﺒﻰa.i.c .: sâ ib iy y û n ): y ıld ızlara ta-
pan.
( ﻣ ﺨ ﺖ ﺳﻤﻴﺮf.b.s.): b ir şeyi sıkıca tu -
s â i b i ^ û n ( ﺻﺎﺋﺒﻴﻮ فa.i. sâib î'n in c . ) : yıldızlara tap an lar.
( ﺳﺨﺘﻰf.i.) : 1. katilik, sertlik. 2. güçlük,
said ( ﺳﻌﻴﺪa.s. sa'd'den) : 1. m utlu, u g urlu. (bkz :
saht-gir
tan. sahti
( ﺳﺨ ﺖ ﻟﻜﺎ مf.b.s.): başı sert, gem
alm az [at].
sahûr
ن٠( ﺻﺤﺮا ﺋﺶa.f.b.s.): k ırd a, çölde
o tu ran , ( b k z : bedevi). sahrâvât
saht-ligâm
sıkıntı. sahtiyân
( ﺳﺨﺘﻴﺎتf.i.)
: 1. sepilenerelc b o y an m ış ve cüâlanm ış deri. 2. s. b u deriden yapılm ış, [aslında "sahtyân" dır].
sahtîyânî
ferhunde, m es'ûd, m ubârek). 2. â h ire tin i h azırlam ış [kimse]. 3. i. erkek adi. said
( ﺻﻌﻴﺪa.s. s u û d 'd a n ) : 1. yüksek. 2. y u k a rı
çıkan.
( ﻣﺨﺘﻴﺎﻧﻰf.s.) : sahtiyan (deri) y ap an - sâid ( ﺻﺎﻋﺪa.s. su û d 'd an ) 1. y u k a rı çıkan, yük-
veyâ satan.
selen, k alk an , kalkıcı. 2. anat. önkol. fr. 1067
sâîd hareket avan t-b ras. 3 .m ü z . pestte n tize d o g ru gi-
den ؟ikici dizi, [tizden peste d o g ru giderse nâzil (inici) denir]. sâ id h areket : cogr. *ağış, fr. m o u vem en t asCendant. sâ id
arasın d ak i kısm ı, (bkz : m irfak).
( ﺳﺎﻋﺪانa.i.c.) : kol ve bacak, [her ikisi
birden].
said e ( ﺳﻌﻴﺪهa.i. sa'd 'den) : 1. ["said" in miien.]. (bkz : said). 2. i. k a d m adi.
ﺳﺎﺋﻔﻪ، ( ﺳﺎﺋﻎa.s.) : kolay y u tu la n [yiyecek ve İçecek].
sâig, sâ ig a
( ﺳﺎﺋﻖa.i.c. : sâka) : ask. ardçı. ﺳﺎﺋﻘﻪ، ( ﺳﺎﺋﻖa.s. sevk'den) :
S ip e r-i
s â ilc a : y ıldırım savar, p arato n er, fr . p a r a to n n e r re .
( ﺳﺎﻋﻘﻪa.s.) : sevkeden, sü rükleyen, götüren hal; sebep.
sâ ik a
sâ ik a -ze d e
( ﺻﺎﻋﻘﻪ زدهa.f.b.s.) : y ıld ırım ؟arp -
m ış.
( ﻣﺎﺋ ﻞa.s. savlet'den) : saldırıcı, sald ıran , (bkz : m ütecâviz).
sâ il sâ il
ﻣﺎﺋ ﺲ ﺻﺎﺋﺖ
sâite
( ﺳﺎﺋﻞa.s. sııâl'den) : 1. suâl eden, so-
ran . 2. i. dilenci, (bkz : deryûze-ger, gedâ). 3. (seyelân'dan) akıcı, akan,
( ﺳﺎﺋﻴ ﺖo.i.) : 1. akıcılık, ak a n şeyler in hâli. 2. dilencdik.
sâ iliy y e t
( ﻣﺎ ﺋ ﻢa.s. savm 'den. c. : sâim în , sâim û n , suvvâm ) : 1. o ru ؟tu ta n , oruçlu. 2.İ. erkek adi. [müen. : “sâim e” k a d ın adıdır],
sâ im
( ﻣﺎﺋﻤﻪa.i. sevm 'den. c. : sevâim ) : çayıra başıboş o la ra k salıverilen hayvan,
sâ im e
(a.s. s a v t 'd a n ) : 1. sesli; ses ؟i k a r t a n .
(a.f.s. s â î 'n i n c.) : 1. ؟a lı ş a n l a r .
2. h a b e r c ile r , h a b e r g ö tü r e n le r , ( b k z : s â û n ) .
sâk
ط ﺳﺎق
(a.i.). ( b k z : s a k k ). ( a . i . c . : s ik a n , s û k ) : 1. anat. b a ld ı r , in -
c ik . 2.b o t. sap .
sâk-ı c e z r i : bot. k ö k s a p . sâk-ı m iiltesık : bot. y a p ış ık sa p . sâk-ı m iiteh âfit : bot. s a r ı l g a n sa p . sâk-ı z â h if: bot. s ü r ü n g e n sa p . sâkü'l-esved : bot. b a l d ı r ı k a r a d e n i l e n n e b a t (* b itk i). 3. geo. k e n a r .
ﺻﻌﻘﻪ
sa'ka
( a . i . ) : hek. b a y ıl m a , b a y g ın l ık ,
( b k z : g aşy ).
Sa'ka-İ h a fife : h a f i f b a y g m l ı k . Sa'ka-İ şedide : ş i d d e tl i b a y g ın l ık , s âka
ﺳﺎﻗﻪ
(a.i. s e v k 'd e n . c. s â i k 'ı n c . ) : ask. a r d -
؟ıla r , o r d u n u n g e r i s in d e b u l u n a n a s k e r le r,
sâkatü 'l-ceyş : a r d ç ıla r , o r d u n u n g e r i s in d e b u l u n a n a s k e rle r.
( ﺛﻐﻼنa.i.c.).
sakalân
( b k z : s a k a le y n ) .
sakaleyn ( ﺛﻘﻴ ﻦa .i .c .) : i n s a n v e c in . Resûlü'ssakaleyn, Seyyid ii's-sakaleyn : [in s v e c i n n i n P e y g a m b e r i o lm a s ı h a s e b iy le ] : H z . M uham m ed.
( ﺻﺎﺋﻤﻴﻦa.s. sâ im 'in c.) : o ru ؟tu ta n la r. (bkz : sâim ûn, suvvâm , suvvem).
sakam
( ﺻﺎﺋﻤﻮنa.s. sâim 'in c.) : o ru ؟tu ta n la r. (bkz : sâim în, suvvâm , suvvem).
sak am
sâ im în
(a.s. s a v t 'd a n ) : [" s â it" i n m iie n .] .
ﺳﺎﻋﻴﺎن
s â i-y â n
sakalibe
1068
(a.i. s iy â s e t'd e n ) , ( b k z : sâ y is, râ y iz ).
ﻣﺤﺎﺋﺘﻪ
( ﻣﺎﺋﻤﻪa.s.) : 1. [“sâim ” in m üen.]. (bkz : sâim ). 2.İ. k a d ın adi.
sâ im e
sâ im û n
(a.b .s.) : u y u r g e -
( b k z : sâ it).
sak 1. sev-
keden, götüren. 2. siiren, sü rü cü . 3 ٠psik. *güdü, fr . m o t i f .
( ﺻﺎﻋﻘﻪa.i.c. : savâik) : y ıld ırım .
s â it
ﺳﺎر
2. gr. s e s li [ h a r f ] , fr. voyelle.
(bkz : said).
s â ik a
(a.s.) : 1. " ş â ir '' i n m iie n n e s i. 2 ٠s e y r
şâir fi' 1-menâm ﻓﻰ اﻟﻤﻔﺎم zer, fr. somnambule. sâ is
( ﺻﻌﻴﺪهa.s. su û d'd an ) : ["said" in miien.].
sâik, sâ ik a
ﺳﺎﺋﺮه
ve h a re k e t eden.
sâ id -i sim in : güm üş gibi kol.
sâ ik
b a ş k a , g a y ri.
şâire
sâ id -i b illû r : bem beyaz kol.
saide
şâir ( ﺳﺎﺋﺮa.s. s e y r 'd e n ) : 1. s e y r e d e n , h a r e k e t te o la n , y ü r ü y e n , ( b k z : c â il). 2. b i r ş e y d e n k a l a n b a ş k a şey. 3. g e ç e n , d o la ş a n . 4 . d ig e r,
( ﺳﺎﻋﺪa.i.c. : sevâid) : k o lu n dirsekle bilek
sâ id â n
sair ( ﺳﻌﻴﺮa.i.) : 1. a te ş , a le v li a te ş . 2. T a m u , C e h e n n e m . A zâb -1 sair : C e h e n n e m a z â b ı.
ﻣ ﻘﺎﻟ ﻪ
(“k a ”
uzun
o k u n u r,
a .h .i.
s ı k lâ b 'ın c . ) : is lâ v la r.
ﺳﻘﻢ
( a .i .c . : e s k a m ) : h a s t a l ı k ,
ille t,
( b k z : sa lc a m , m a r a z ) .
ﺳﻘﺎم
(“k a " u 'Z un o k u n u r , a .i.c . : e s k a m ) :
h a s t a lı k , ille t.
sâkîn, sâkine
sakamet "( ﻣﻘﺎﻣ ﺖk a " u z u n o k u n u r , a.i.) : s a -
sâkî ( واشa.s. saky'dan. c . : s u k a t) : 1. su veren,
k im lile , b o z u lelu le, n o k s a n l ık , s a le a tlik ; y a n lış lık .
su d ağıtan. 2. kadeh, İ ؟k i sunan. 3. (sak'dan) b a ld ıra veyâ b a ld ır k em iğine âit, o n u n la ilgili. 4. in sa n ru h u n a A llah sevgisi, A llah n u r u saçan kim se,
sakankur jj iı (a.i.) : 1. M ı s ı r 'd a b u l u n a n k u m k e r t e n k e le s i. 2 . s a h a n g u r d e n i l e n b i r
sâki-yi şeb : m ehtap, ayışıgı.
t ü l b e n t ؛s a r g ı ؛b i r ؟e ş it in c e t ü l .
sakar ( ﺳﻬﺮa.i.) : c e h e n n e m , t a m u , ( b k z : d û z a h ).
sâki-yi kevser (kevser [şarabı] sunan): Hz. Ali.
sakar-makarr ﻫﻌﺮj L (a.b .s.) : m e k â n ı c e h e n salcat ٠( ﺳﻌﻂa.s.) : 1. b i r ş e y in d ü ş ü k v e iş e y a -
sâkib, sâkibe ﻷ ي، ( ﺳﺎﻛﺐa .s.): dökülen, dökücü. Dem'-i sâkib : dökülen gözyaşı. Miyâh-ı sâkibe : dökülen sular,
r a m a z k ıs m ı . 2 . f e n â v e fa y d a s ız şey. 3. y a n -
sakil ل٠( ﺛﻢa.s. siklet'den c. : sikal, s u k a lâ ):
n e m o la n , c e h e n n e m e g id e n ,
İış.
4. b i r t a r a f ı h a s t a v e y â e k s ik 0 İ a n .( b k z :
a lil). 5. b o z u k , y a n lış .
sakatât
ﺳﻘﻄﺎت
(a.i. s a k t a 'n m c.) : 1. d ü ş ü k y e r-
1er, e k s ik le r, y a n l ı ş l a r (s ö z d e , k o n u ş m a d a ) . 2 . e t i y e n e n h a y v a n l a r ı n p a ؟a, c iğ e r, İş k e n b e , b a ş g ib i u z u v la r ı.
sakati ( ﺳﻌﻬﻠﻰa.s.) : 1. k ö tü , fe n â m a l s a ta n . 2 . y a n l ı ş l a r ı ؟o k o la n [ m u h a r r i r , ş â ir].
sakatiyyUn
ﺳﻮن
(a.s. s a k a t i 'n i n c.) : ؟o k
y a n l ı ş y a p a n m u h a r r i r l e r , ş â irle r ,
sâkayn
داﻓﻴﻦ
(a.i.c.) : * ik iz k e n a r.
Sâkayn-İ şibh-i m ü nh arif : geo. * ik iz k e n a r * y a m u k , fr. trapèze isocèle, sakb
ﺛﻬﺐ
(a.i.c. : s u k u b ) : 1. d e lm e , d e lin m e .
2 . b i r t a r a f t a n ö te k i ta r a f a k a d a r a ؟ı k o la n delile, ( b k z : su k b ). 3. a n la m a ,
sakb-ı m üteşârî : hek. v ü c û d u n t ü r l ü o r g a n s a k f - (a.i.c. : s u le u f) : ta v a n , ؟a ti, d a m .
ب٠( ﺛﺎقa.s.
sakil-i remel: miiz. T ü rk m üziğinde vaktiyle k u lla n ılm ış b ir b ü y ü k usul,
l a r ı n ı d e lm e y e m a h s u s â le t,
sâkıb
1. ağır, (bkz : girân). 2. sıkıntılı, can sikan. 3. ؟irk in . 4. gr. ağıl- ve k a im o k u n an [hece]. 5. müz. T iirk m üziğ in d e ağ ır k ara k terli 48 zam an lı ve 34 v u ru çlu b ir u su l olup kâr, beste, peşrev ve İlâhî gibi eserlerde k u lla n ılırdi. Şırasıyla sofyan, sengin sem ai, sofyan, 3 sengin sem ai, 4 so fyandan oluşur. V u ru şu : diim (2 zam an, kavi), te (1 n im kavi), ke (1 za m a n zayıf); d ü m (2 kavi), te (1 n im kavi), ke (1 zayıf), te (1 n im kavi), ke (1 zayıf); d ü m (2 kavi), te k (2 n im kavi), tek (2 n im kavi); d ü m (2 kavi), d ü m (2 n im kavi), te k (2 n im kavi), d ü m (2 kavi), tek (2 n im kavi), tek (2 n im kavi); d ü m (2 kavi), te k (1 zayıf); d ü m (1 n im kavi), te k (1 zayıf), d ü m (1 kavi), te k (1 zayıf); d ü m (1 n im kavi), tek (1 zayıf); d ü m (2 kavi), te (1 n im kavi), k e'd ir (1 zayıf),
s a k b 'd a n ) : 1. d e le n , d e li k a ؟a n ,
sakilü'r-rûh : rû h u ağır, k a n i ağır, in sa n a SIk ın tı veren [kimse], (bkz : girân-cân).
b i r t a r a f t a n ö b ü r t a r a f a d e lip g e ؟e n . 2. p a r -
sâkilü'1-hezec ( ﺛﻘﻴﻞ اﻟﻬﺰجa.b.i.) : miiz. T ü rk
lale ış ık lı. Necm -İ sâkıb : p a r l a k y ıld ız . 3. i.
m ü ziğ in d e vaktiyle k u lla n ılm ış b ir büyüle usul.
erleek a d i.
4. te s ir li, * e tk ili. Akl-1 sâkıb :
* e tk ili a k il. Fikr-İ sâkıb : p a rla le d ü ş ü n c e , s â k ı b a ^ ü (a.s. s a k b 'd a n ) : [ " s â k ıb ” i n m ü e n .] . ( b k z : s â k ıb ).
sâkıt ( ﻣﺎﻗ ﻂa.s. s u k u t 'd a n ) : 1. d ü ş e n , d ü ş ü c ü , d ü ş m ü ş . 2. h ü k ü m hüküm süz.
v e itib a rd a n d ü şm ü ş,
3. d ü ş ü k ,
v a k it s i z
ra h im d e n
d ü ş e n ؟o c u k , [m iie n . : “s â k ı t a ”].
sâleiye ا ﻗ ﻪ٠( لa.s. s a k y 'd e n . c. : sâleıy ât) : 1. İ ؟k i d a ğ ı t a n k a d m . 2 . (c. : s e v â k î) : s u d o la b ı, s u arlei. 3. [" s â k î” n i n m ü e n .] . ( b k z : sâ k î).
saki' ( ﺻﻬﻴﻊa.i.) : le ıra ğ ı, ؟iy. ( b k z : jâ le , şe b n e m ).
sakim ( ﻣﻘﻴﻢa.s. s a k a m e t'd e n ): 1. hasta, hastalık lı. (blez : m ariz). 2. yanlış. 3. ı'ivâyeti d o g ru , sağlam olm ayan [hadis].
sakime ف
(a.s. sa k a m e t'd e n ): ["sakim ” in m üen.]. ( b k z : sakim ).
sâkin, sâkine ﻣﺎﻛﻔﻪ، ( ﻣﺎ ﻛ ﻦa.s. s ü k û n 'd a n ): 1. h arek etsiz olan, oynam ayan. 2. uslu, k en d i h âlin d e olan, yavaş. 3. ( c .: s â k in â n ) : o tu ra n (b ir yerde), ( b k z : m ukim ). 4. a. gr. h areke ile o k u n m ay an [harf]. Hurûf-İ sâkine: sâ k in haı'fleı', harekesiz harfler. 5. tesk in olm uş, yatışm ış.
ًا0، 9
sâkî-nâme
د٠داﻓ ﻰ ذا
s â k î-n â m e
( a .f .b .i.) : e d . s â k î v e ş a r a b ı
överek," s â k i d e n ş a r a p is te m e y e d â i r d i v a n ş â irle r in in y a z m ış o ld u k la rı m a n z û m e .
ﻣﺎﻛﻨﺎف
s â k in -â n
(a.f.b .s. s â k i n 'i n c . ) : s â k i n le r ,
o t u r a n l a r [ b ir y e rd e -).
ﺳﺎﻛﻔﺎ ﻻ
s â k in -â n e
( a .f .z f .) : s e s s iz c e ؛s â k i n o la -
n a y a r a ş ı r y o ld a . s â k it, s â k ite
ﻣﺎﻛﺘﻪ
،
ﻣﺎﻛﺘﺎ ﻻ
ﻣﺎ ﻛ ﺖ
(a.s. s ü k ü t 'd a n ) : su -
ا ث.
(a.i. s u l b 'd e n ) : 1. p e k li k , k a ti -
( b k z : se b â t).
Salâbet-İ ahlâk : a h lâ k , k a r a k t e r s a ğ la m lığ ı. Salâbet-İ d i n i c e : d î n s a ğ la m lığ ı. 3. b i r m â d e n i b a şk a b ir m â d e n e
s ü rte re k
؟iz -
m â d e n i n g ö s t e r d iğ i m u k a v e m e t,
salâh ﻣ ﻼ ح
( a .f .z f .) : s e s s iz c e , se s ؟ik a r -
m a y a r a k . ( b k z : s â m it- â n e ) . sak k
ﺻﻼ؛ت
ilk , s a ğ la m lık . 2. m â n e v î k u v v e t, d a y a n m a ,
m e k İ ؟i n s a r f o l u n u n k u v v e te k a r ş ı ؟iz ile n
s a n , se s ؟ik a r m a y a n . ( b k z : h â m û ş ) . s â k it-â n e
s a lâ b e t
( a . i . ) : 1. d ü z e lm e , iy ile ş m e , iy ilik .
2 . r a h a t l ı k , b a r ı ş . 3. d i n e o la n b a ğ lı lı k . 4 . i. e r k e k a d i.
( a . i . c . : s i k â k , s u k U k ) : 1. h u k . ş e r 'î
m a h k e m e d e n v e r i le n İ lâ m , b e r a t , k a d ı h iic -
salâh-ı h â l : h â l i n , d u r u m u n d ü z e lm e s i, salâhü'd-dîn : s a l â h a d d i n ş e k l in d e y a y g ın
c e ti v e b u g ib i y a z ı l a r d a k i tâ b ir le r , * d e y im -
o la n b u k e li m e “ d i n e b a ğ lı” m â n â s ı n a g e le n
ler. 2 . h u k . v e s ik a la r .
b i r e r k e k a d ıd ır .
s a k k - i k a d im : h u k . m a h k e m e c e d ü z e n le n e n e s k i v e s ik a , s e n e t.
ﺗ ﺎ٠(“ k a ”
sak k a
ﻣ ﻜﺎ ك
u z u n o k u n u r , a .i. s a k y 'd a n ) :
h ü c c e t y a z m a d a m a h â r e t i o la n , ş e r i a t m a h -
ﻣﻌﺎي\ن
ﺻﻬﻞ
( o . c . ) : s a k a la r , s u t a ş ıy a n
S a lâ h iy y e -i H a lv e tiy y e
"ﺑﻪ۶
ﺀ٠ﺻ ﻼﺣﺎ
(a .h .i.):
[ k u r u c u s u , B a lI k e s ir li A b d u l l a h S a l â h a d d i n e fe n d iy e n is p e tl e b u a d i a lm ış tı r ) ,
( a . i . ) : t ö r p ü ile e ğ e le m e ; c ilâ la m a .
ﺳﻬﻤﻮذﺀا
s a k m U n iy a
( ﺻﻼﺣﻬﺖ٥. İ . ) :
1 . y e tk i , b i r iş e k a -
r ış m a y a v e y â v a z if e ic â b ı b i r İş y a p m a y a ,
m ü s h i l g ib i k u l l a n ı l a n b i r m a d d e , [a sil Y u-
b i r h a r a k e t t e b u l u n m a y a h a k l i o lm a . 2 . b i r
n a n c a d ır).
dâvâyâ
jLp
( a .i.): h e k . b ir
s a lâ h iy y e t
g ö z o tu ,
sakr
(a .i.c .: Sikar, sukur) : ZO.Oİ. tepeli do-
gan. s a k ta saky
( a . i . c . : s a k a t â t ) : s ö z d e k i y a n lı ş l ık ,
( ﺳﻬﻰa . i . ) : s u l a m a ,
s u İ ç irm e , ( b k z : İr v â ;
ا ع.,
s a lâ h i^ e t-d â ؛
ﺗﺪار٠ﺻﻼح
( o .b .s .) : s a l a h iy e t li
s a l 'a m -
( a .c ü .) : " s a ll a lla h ü a le y h i v e sel-
şe k li.
( a . i . ) : b a ş t e p e s i n i n d a z la k lığ ı , k ıls ız -
lığ ı.
sâ lâ r
ر٠ﻣﺎإد
( f .i .) : b a ş , k u m a n d a n , b a ş b u ğ , e n
b ü y ü k â m i r . K a f ü e - s â l â r : k a f i l e n i n b a ş ı, (f.i.) : y ıl. ( b k z : â m , sen e).
s â lâ r - ı tâ ife : tâ ife n in b ü y ü ğ ü ,
s â l - i h â l : İ ç in d e b u l u n u l a n y ıl. sa lâ '
s a lâ h iy y e t:
le m '' c ü m l e s i n i n k a y n a ş t ı r ı l ı p , k ı s a l t ı l m ı ş
s a k y - î m â ' : s u d a ğ ıt ln a .
ا ل
A d e m -İ
(* y e tk ili), ( b k z : v a z if e - d â r ) .
isk a ).
s a l'
b a k a b il m e .
s a l â h iy e t s iz l ik (* y e tk is iz lik ), s a l â h i y y e t - i t e ş r i i c e : * y a s a m a * y e tk is i,
ﻣﻘﻄﻪ
b o z u k lu k .
sâl
d iy e b a ğ ı r a n .
ta s . H a lv e tiy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r i n d e n b ir i,
k im s e le r . sak i
İ ؟i n s a la v a t o k u y a n m ü e z z in . 2 . m e y d a n o k u y a n , ''k e n d i n e g ü v e n e n v a r s a ç ık s ın ! ”
(a.s. s a k k 'd a n ) : i'l â m , b e r a t ,
k e m e si k â tib i.’ sa k k a -y â n
( a .f .b .s .) : 1. m i n â r e d e s a l a t
v e re n , c u m â v ey â c e n â z e n a m a z ın a d â v e t
su d a ğ ıta n ؛sak a. sak k âk
salâ-hân ن١ﺻﻼﺧﻮ
;*ip
s a lâ riy y e
( a . i . ) : 1. c u m â n a m a z ı n a v e b â z ı y e r-
le r d e c e n â z e y e ç a ğ ı r m a k İç in m i n â r e l e r d e o k u n a n s a la v â t. 2. m e y d a n o k u m a , " k e n d i n e g ü v e n e n v a r s a ؟ık s ın ! ” d iy e b a ğ ı r m a .
3. b ir m a h a lle ؟o c u k la r ın ın , b a ş k a b ir m a h a ll e ؟o c u k l a r ı y l a t a ş k a v g a l a r ı n a ؟i k m a la -
büyük
ﻣﺎﻻر~ﻷ
(f.t.i.) : t a r . e m ir , v e z ir v e s a i r
k iş ile r e
â it to p r a k
ü rü n le rin d e n
ö ş ü r le b i r l i k t e a l ı n a n v e rg i. s a lâ t
ﺻﺎوه
،
ﺻﻼه
؛
ﻣﻼت
( a . i . c . : s a l â v â t ) : 1. n a -
m az. s a l â t - ı a ş â : a k ş a m n a m a z ı,
rı. [" e s - s a lâ ” ş e k l in d e d e k u l l a n ı l ı r ) . 4 . ta s .
s a l â t - ı f e c r : s a b a h n a-m azı.
M e v le v ile r d e
s a lâ t- ı h a m s e : (b e ş v a k it n a m a z ) : s a b a h ,
"Ç an’l a r ı
m u k a b e l e y e ç a ğ ır m a .
1070
nam aza,
yem eğe,
ö ğ le , i k i n d i , a k ş a m v e y a ts ı n a m a z l a r ı .
sâlîhûn salât-ı h a v f : m uharebeden evvel klim an iki rekât nam az.
salât-ı id : b a yram nam azı. salât-ı istihâre : istihareden önce klim an iki rekât nam az.
salât-ı istiska : yagm u r dııâsına çıkıldığı zam an klim an nam az. sa lâ t-ı İ ş r a k : güneş çıktıktan sonra klim an nam az.
sâl-hûrde ( ﺳﺎﻟﺨﻮردهf.b.s.) : pek ihtiyar, ؟ok yaşlı, (bkz : sâl-dîde). salib ﻳ ﺐ١( ﺀa.i.c. : sılâb) : ha ؟, (bkz : ؟elîpâ). Ehl-İ salib : haçlılar, fr. croisades, ilkaii'ssalib fi'l-m â : ha ؟ı suya atma, salib-i ahmer : kizilha ؟. salib-i cenûbî (cenup ha ؟ı) : Cenup (güney١ kutup yıldızı. Beta Croix Austral ؛ing. : southernCross.
sünnetinden sonra (H anefilerce vâcip, di-
( د ا بa.s. selb'den) : 1. kapıp götüren, alan, alıp yok eden. 2. menfileştiren. 3. İnkâr eden. [müen. : "sâlibe"]. sâlibe ( دا بa.i.) : fels. négatif,
ger mezheplerce sünnet) olarak klim an
salilji -
salât-ı se fe r : yola çık ıld ığı zam an k lim an iki rekât nam az.
salât-ı v itr : yatsı n am azının son iki rekâtlık
üç rekâtlık nam az. 2 . H z. M u h a m m e d 'e :
aleyhisselâtıvesselâm ,salavâtullahi aleyh, sallallahii aleyhi ve sellem dııâlarından birini okum a.
salât-ı iim m iyye : miiz. salât'ın bir nev'ine T ü rk
m üziğinde
âyinlerde
verilen
m uayyen
M uham m ed'e
âit
ad.
d în î
eşyânın
Bâzı
günlerde m erâsim
dînî H z. ile
ziyâretinde okunur. C â m i m ûsikisine âit şekillerdendir, [bugiin elimizde bulunan "salât-ı U m m iyye”; Itri'nin olup segâh m aka m m d a sem âi usuliindedir ve T ü rk dînî m iiziginin en belig şaheserlerinden biridir].
salâvât
ﺻﻠﻮ'ت
(a.i. sa lâ tn in
c . ) : 1. nam az-
lar. 2. H z. M uham m ed'e ve O nun soyun dan gelenlere okunan d u a : [A llahilm m e salli alâ seyyid in â M u h am m ed in ve alâ âli seyyid in â
M u h am m ed
=
efendim iz
M u h am m ed 'e ve onun soyuna sopuna salât ve selâm olsun].
salb
ﺻﻠﺐ
(a .i.): 1. asma, daracagm a çekme.
2. çarm ıh a germe. sa lb en
ﺑﺎ
(a .zf.): asarak, asm ak sûretiyle
[idam]. sâ l-d îd e
اﻟﺪﻳﺪه٠( دf.b .s.): ihtiyar, yaşlı ؛tecrübeli,
( b k z : sâl-hûrde). sâle
( داكf.s .): 1. senelik, yıllık.
S ad -sâ le : yüz.
senelik. 2. (bkz : sâka).
sa'lçb (a .i.c .: sa â lib ): tilki. Dâü's-sa'leb : hek. saç, sakal, kil dökülmesi, fr. alopCcie. İııebii's-sa'leb : itüzüm ü. salhâ اﻟﻬﺎ٠( دf.i. sâl'in c . ) : yıllar, ( b k z : a'vâm, senevât, sinin).
sâlib
(a.s.) : 1. salibe, ha ؟a mensup, putla ilgili. 2. salib, ha ؟şeklinde olan. 3 ٠Hıristiyan. 4. haçlılardan olan,
salibim e (bkz : salibi).
(a.s.) : [“salîbî''nin miien.].
salibim e ﻟﻪ-( ﺻ ﺐa.i.) : bot. turpgiller, salibiyyûn ن-
(a.i.c.) : Hıristiyanlar.
sâü f ( ﻣﺎﻟ ﻒa.s. selef'den) : ge ؟en, geçmiş, sâlife ( دا فa.s. selef den) : 1. [sâlifin miien.]. geçen, geçmiş. E ^ â m -1 sâlife.. geçmiş günler. 2. anat. kulak memesinden köprüciik kemiğinin çukuruna kadar olan kısım. sâlifii'1-beyân ( ﻣﺎﻟ ﻒ ا ﺑ ﺎ نa.b.s.) : beyânı geçmiş, bildirilmiş. sâlifü'z-zi-kr / ( ﻣﺎﻟ ﻒ اﻟﺬa.b.s.) : zikri geçen, bildirilen, (bkz : mezkûr), salih ( ضa.s.c. : sulehâ). (bkz : sâlih). sâlih, sâliha ﺻﺎ ﻟ ﺤ ﻪ، اﻟﺢ٠( هa.s. salâh'den. c. : sâhhûn, sulehâ) : 1. yarar, elverişli, iyi, uygun, yakışır. 2. salâhiyeti (yetkisi) ve hakki olan. 3. dinin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan. A'mâl-i sâliha : dince makbul olan İşler. 4.İ. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. sâlîhât ( ﺻﺎﻟﺤﺎ تa.i. sâliha'nm c.) : 1. şeriatın emrettiği, ahlâk ve insâniyetçe beğenilen İşler. 2. hayır ve hasenat sâhibi Müslüman kadınlar. sâlihât-ı nisvân : dindâr, iffetli, temiz Müslüman kadınlar. sâlihât-ı iimmet : Allah'ın emirlerine uyarak hayırlı işlerde bulunan İslâm kadınları, sâlihûn ( ﺻﺎﻟﺤﻮنa.s. sâlih'in c.) : sâlihler, günahkâr olmayanlar, (bkz : sulehâ). 1071
sâlik
s â l i k d L (a.s. sülûk'den. c . : sâhkân, sâlikin): 1. bir yola giren, bir yolda giden, (bkz: münselik). 2. bir tarikata girmiş bulunan, (bkz: mürîd). sâlîkân ( ﻣﺎﻟﻜﺎ نa.f.s. sâlik'in c .): sâlikler, bir tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş olanlar. (bkz: sâlikin). sâlikân-ı arş : büyük melekler, sâlîkîn ( ﺳﺎﻟﻜﻴ ﻦa.s. sâlik'in c .): sâlikler, bir tarikata veyâ bir mesleğe bağlanmış olanlar. (bkz: sâhkân). sâlîm ( ﻣﺎ ﻟﻢa.s. silm'den. c . : sâlimin) : 1. sağ; sağlam. 2 ٠eksiksiz, sakatı, noksanı olmayan. 3. korkusuz, emin, (bkz: mutmain, müsterih. 4. a. gr. İçinde illet harflerinden biri (elif, vav, ye) bulunmayan kelime, s â l im e ^ ^ (a.s. silm'den): ["sâlim” in müen.]. (bkz: sâlim). sâlimen ( ﺳﺎﻟﻤﺄa.zf.) : 1. sağ, sağlam, sıhhatte olarak. 2. emniyetle, güvenle, sâlîmîn ( ﺳﺄﻟﺴﻦa.s. sâlim'in c .): sağ ve sağlam olanlar.
salsâl ل-
(a.i.): ؛eol. 1. kumla karışık ince ؟amur. 2. lüleci ؟amuru.
saİsâl-i cümûdiyye : jeol. .buzulta?, moren. saİsâlî ﻟﺼﺎﻟﻰ٠( هa.s.): salsal'la ilgili, lüleci ؟a-
muru hâlinde olan. saltanat ( ﺳ ﺴ ﺖa.i.): 1. sultanlık; pâdişahlık,
hükümdarlık. 2. bolluk ve zenginlik, çatafatlı hayat. (bkz : dârât, debdebe, tantana). Saltanat-I senid e : OsmanlI imparatorluğu-
nun bir adi. sâlûs اﻟﻮس-( سf.s.): riyakâr, İkiyüzlü, (bkz: münâhk, zerrâk). Merd-İ sâlûs: riyâkâr adam. sâlûs ث٠( ﺛﺎﻟﻮa.i.): teslis, fels. fr. trivium. sâlûsî وﺳﻰ5( ئf.i.): riyâkârlık, İkiyüzlülük, (bkz: riyâ). s a l v e le ^ ^ (a.i.): Hz. Muhammed'e okunan : “besmele, hamdele” ile birlikte “vesselâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain" ؟eklindeki duâ. salyân, salyâne ﺑ ﺬ ه١ س، ( ﻣﺎﻟﻴﺎ نf.i.): yılda bir
sâlimiyye ﻟﺴﻪ١(سa.i.) : İslâm dininde kelâmın kollarından biri. [Muhammed bin Sâlim'in adından].
alman vergi; Tanzimat'tan önce bir kısım me'murlarla müstahdemlere yıllık olarak verilen vazife (ücret).
sâlis ﻟﺖ،( ثa.s.): üçüncü. Bâb-1 sâlis: üçüncü kapı; üçüncü bölüm. Cild-İ sâlis : üçüncü cilt. Şahs-ı sâlis : bir İşle ilgili karşılıklı iki tarahn dışında kalan bir üçüncü şahıs,
sâm م١( سf.i.): 1. elegimsagma, gök kuşağı, (bkz: âdyende, âlâim-i semâ, kavs-i kuzah). 2. ateş, od. 3. sersemlik hastalığı.
sâlisât ( ﺛﺎﻟﻘﺎتa.s. sâlise'nin c .) : sâliseler,
Sâm f L ( ؛f.h.i.): Hz. Nûh'un oglu ki Semitik kavimler bunun neslindendir.
sâlise ( ﺛﺎﻟﺜﻪa.s.c.: sâlisât, sevâlis): 1. üçüncü [“sâlis" in müennesi]. 2. i. sâniyenin altmıştabiri. 3. i. binbaşılık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı: “rifatlü" dür. 4. i. kadm adi.
sâmân ( ﻣﺎﻣﺎ نf.i.): 1. servet, zenginlik. 2. rahat; dinçlik. 3. düzen, (bkz : âsâyiş). Bî-ser ü sâmân: perişan hal. 4. kudret, iktidar.
sâlisen ( ًﺛﺎﻟﺜﺎa.zf.): üçüncü olarak,
samânî ا٠( ﺻ ﻤﺎذ جt.a.s.): saman renginde, açık sari.
sâ lise ه٠ ( ﺳﺎلfi.) : ed. yeni yılın kutlanmasını ve târihini ele alarak muharremde yazılıp sunulan medhiye. [yapma kelimelerdendir]. sallâ ( ﻫﺎ ىa.n.): "sallallahu aleyhi ve sellem” cümlesinin kısaltılmışı, (bkz : sal'am). sallallahii te â lâ : Allah onun şânını yüceltsin! sâl-nâme ( ﻣﺎﻟﻐﺎﻣﻪf.b.i.): yıllık, [muayyen mevzulara dâir yıldan 'yıla çıkarılan dergi, kitap].
Sâmân ن١( ﻣﺎمa.h.i.): Sâmânî devletinin -kurucusu.
Sâmânî اذى٠( ﺳﺎa.h.i. Farsça c.: Sâmâniyân): 1. Sâmânî devletinden olan. 2. s. sâmân devletine âit, onunla *ilgili, [müen.: sâmâniyye]. sâmân-sûz ى ر١( سf.b.s.): rahatı, huzûru
bozan. (a.s.) : 1. pek yüksek, ulu,' dâim, ezeli, ebedi. 2. (h.i.): lcimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah. 3. i. (Abdiissamed'den) erkelc adi.
samed ﺻ ﻤ ﺪ
samt s a m e d â n î,
ﺻﻤﺪاﻧﻴﻪ
s a m e d â n iy y e
،
ﺻﻤﺪاﻧﻰ
( a .s .) : A lla h 'a v e 0 'n u n ezeli k u v v e t v e k u d re tin e
m e n su p ,
A lla h
ile
ilg ili olan.
A v n - İ s a m e d â n î : A lla h 'ın y a rd ım ı. E l t â f - 1 s a m e d â n i y y e : İlâ h î lû tu fla r.
ﺻﻤﺪاﻧﻴﺖ
s a m e d â n i^ e t
sa m e d â n îlik .
ﺻﻤﻢ
ﺻﻤﻎ
sam g
( a .i .c .: s u m û g ) : z a m k ,
ﺳﺎﻫﻊ
( a .s .) : z a m k h â lin d e v e y â z a m k
d in le y e n , d in le y ic i, ü z n - i s â m i ':
İşiten, d in le y e n k u la k .
ﺳﺎﻣﻰ
(a .h .i.) : X V I I I . a sırd a y a ş a m ış O s-
m a n ii şâ irle rin d e n b ir i o lu p A r p a E m in i
ﺳﺎس
(a.s. s ü m ü w 'd e n ) : 1 . y ü k s e k , y ü c e ,
lcam d an ç ık a n İşler İçin k u lla n ılırd ı]. E m i r n â m e - i s â m î : sa d âret m a k a m ın d a n ç ık a n y ü k s e k e m ir k â ğ ıd ı. 2 . şö h re tli, ü n lü . 3 . i. erkek adi. [ m iie n .: "s â m iy e " v e k a d ın adi].
س١ (سa .s .) : S â m s o y u n d a n olan, s â m î ( ﺻﺎسa.i.) : k a tilik , sertlik ; k u ru lu k . S â m î ( ﺳﺎﻣﻰa .i.) : 1. b e y a z ır k ın A s u r c a , İb r a n iSâm î
ce, H a b e şç e gib i d ille ri k o n u şa n çeşitli k a v im le r in in to p la n d ığ ı kol. 2 . s. b u k o ld a n
( a .s .) : 1. s â m i'in m iien n e si. 2 . k u -
la k ta k i İşitm e k u v v e ti, b iy. *İşid im . K u v v e - ؛ s â m îa : İşitm e k u v v e ti. 3 . k a d ın adi. s â m ia -ş ik â f
ﺳﺎﺳﻪ ﺷﻜﺎ ف
-(a .f.b .s .): k u la ğ ı y ır -
ﺳﺎﻣﺢ
(a.s. s e m â h a t 'd e n ): 1. c ö m e rt, eli-
açık , (b k z : sah i). 2 . i. erkek adi. s â m îh a
ﺳﺎﻣﺤﻪ
(a.s. sem â h a t'd e n ) : [“ s â m ih ” in
( a .s .) : sek izin ci, ( b k z : h eştü m ). se k iz in c i
cild .
[ m ü e n .:
ﺛﺎﻣﺌﺄ
( a .z f .) : se k iz in c i o la ra k , se k izin -
s â m îr
( ﺳﺎﻣﺮa .i.) : ge ce to p la n tıla rı, ( ﺛﺎﻣﺮa.s.): m e y v a lı, m e y v a tu tm u ş,
(bk z:
m îv e -d â r ). D î r a h t - î s â m îr : m e y v a lı ağaç. S â m ir î
ﻣﺎﻣﺮى
( a .h .i.) : y a p tığ ı b ir b u z a ğ ıy a , H z .
h a lk ı ta p tır m a y a k a lk ış a n h erif, (b k z : İcl-i sâ m irî). s â m ît
ﺻﺎﻣﺖ
(a.s. s a m t 'd a n ) : 1. sesi ç ık m a y a n ,
su sa n , (b k z : sâkit). 2 . sessiz, ses ç ık a rm a z , sa g ir. 5 . c a n s ız [m al]. 4 . g r. sessiz h a rf, ü n sü z, fr. c o n s o n n e . s â m ît ü İ e r z â n : su sm u ş v e titrek , s â m it -â n e
ﺻﺎﻣﺘﺎ ﻧﻪ
( a .f.z f.) : sessizce, ses ç ık a r-
m a k s ız m . ( b k z : sâkit-ân e).
( ﺳﺎﻣﻌﻮنa.i.). (b k z : sâ m iîn ). ( ﺻﻤﻞa .i.) : k a tilik , sertlik , k u ru lu k ,
s â m iû n
d ik -
lik . (su m û l). s a m lâ h
ﺻﻤﻼح
( a .i.) : 1. k u la k deligi. 2 . k u la k
p ası, k u la k k iri. sâm m , sâm m e
ﺳﺎﻣﻪ
،
ﺳﺎم
(a.s. s e m 'd e n ) : ze-
ﺳﺎﻣﻌﻴﻦ
(a.s.
2 . d in leyen ler, s a m im , s a m îm e
s â m i'in
c.) : 1. işitenler.
ﺻﻤﺎ
(a.s.) : 1. sa g ir v e d ilsiz, [esam m 'm
m ü e n n e si]. 2 . sesi ç ık m a y a n . 3 . k a ti v e so m
،
ﺻﻤﻴﻢ
sâm m e
ﺳﺎﻣﻪ
( a .s .c .: s e v v â m ) : (y ıla n , alcrep
gibi) z e h irli [h a y va n ].
d in ley iciler.
ﺻﻤﻴﻤﻪ
otlar. sam m â
k a y a . 4 . a n a t. m id e ye y a k m b a ğ ırsa k la r,
m ü en .]. ( b k z : sâm ih ). s â m iî n
( a .s .) : y a g il, sem iz,
h irle ye n , a ğ ılı. N e b â t â t -1 s â m m e : zeh irli
tan. s â m îh
( a .i.) : s a m im îlik , sen li
c i d ereced e.
sam l
olan.
ﺳﺎﻣﻌﻪ
n in
M û s â T û r - i S în â 'd a A ll a h 'l a k o n u şu rk en ,
(b k z : âlî), [sa d râ z a m la ilg ili o la n v e 0 m a -
s â m îa
[“ s a m îm î"
"s â m in e ” ].
s â m îr
Z â d e d iy e m eşh u rd u r. sâm î
( a .s .) :
ﺻﻤﻴﻤﻴﺖ
s â m în :
s â m in e n
(a.s. sem 'd e n . c . : sâ m iîn , s â m iû n ) :
1 . İşiten. 2 . Sâm î
ﺳﺎﻣﻦ ﺛﺎﻣﻦ
s â m în
C ild -İ
g ib i olan. s â m î'
ﺻﻤﻴﻤﻴﻪ
m iien .]. ( b k z : sa m îm î).
s â m în
s a m g - ı r a t e n c i : reçin e,
ﺻﻤﻐﻰ
( a .s .) : 1. İçten , c a n d a n , g ö n ü l-
d en. 2 . İçli d ışlı, sen li be n li,
b e n li, İçli d ış lı o lm a h âli,
s a m g - ı n e f t i : h in t reçin esi,
sam gi
ﺻﻤﻴﻤﻰ
s a m îm î
s a m îm i y y e t
(a.i.) : sa ğ ırlık ,
( a .f.z f.) : s a m îm î o la ra k ,
İçten, g ö n ü ld e n gelerek,
s a m im ic e
( a .i.) :
T a n r ılık , ( b k z : u lû h iy y e t). sam em
ﺻﻤﻴﻤﺎ ﻧﻪ
s â m îm - â n e
( a .i.) : 1. İç, öz,
asil; m e rk e z, g ö b e k [İn'san h a k k ın d a ]. 2 ٠i. [b irin cisi] erkek, [İkincisi] k a d ın ad i. A n s a m îm î'1 - k a lb : c a n v e g ö n ü ld e n . s a m îm ü '1 - k a lb : k a lb in , g ö n ü lü n İÇİ.
sam sâm
ﺳﺎ م
(a.i.) : k e sk in k ılıç , (b k z : se y f-i
b ü rrâ n ). sam sâm e
ﺳﺎ ﻣ ﻪ
( a .i.) :
A m r 'ın
k ılıc ı.
[Z ü lfe k a r 'd a n so n ra gelen m e ş h u r k ılıç ], sam t
ﺻﻤﺖ
(a.i.): su sm a, (b k z : h â m û şî, sü kû t).
somu samU
ﺻﻤﻮ
(a.i.) : iy i o lm a , a fiy e t b u lm a , (b k z :
İfâkat).
ﺻﻤﻮت
samUt
(a.s. sa m t'd a n ) : 1. a z k o n u ? a n .
2 . su sm u ?; su ra t a sa r a k su san .
-sân
ﺳﺎت-
(f.s.) : “ b e n zer, a n d ır ır '' m â n â la rın a
ge lerek *b irle ? ik k e lim e le r y a p a r. Yek-sân : b ir gib i; b ir d ü ziye.
ﺳﻔﺎﺟﻖ
sanâcik
(o.i.c.) : T ü rk ç e “ s a n c a k " k e li-
m e sin in A r a p ç a c e m i ?ekli,
sand, sandal ل٠ ﺻﺎ، ( ﺻ ﺪa.i.) : Hindistan'dan getirilir kuvvetli ve güzel kokulu sert bir ağaç. sandal, sandal ﺻﻐﺪ ﻟﻰ ؛، ( ﺻ ﺪ لa.s.). (bkz : sandel, sartdeli). sandel, sandel ﺿ ﺪ ﻟﻰ ؛، ( ﺻﻐﺪلa.s.) : 1. sandal ağacı ile ilgili. 2. i. sandal ağıcından yapılmi? sandalye, iskemle. 3. i. Avrupa hükümdarlarının oturdukları hiikûmet kürsüsü.
(a.i. s ın d îd 'in c.) : b a ? k a n la r;
sandûk ( د و قa.i.c. : sanâdik) : sandık, [asil : "sundûk” dur].
sanâdîd-i A rab : C â h iliy e t d e v r i A r a p la r ı-
sanduka ( ﺻﻨﺪوﻗﻪa.i.) : mermerden veyâ çuhadan yapilmi? mezar üstü.
sanâdid
ﺻﻐﺎدﻳﺪ
ile ri gelenler.
n in b ü y ü k le ri, b a ?la ri.
sanâdîd-i Bektâ?iyân : ask., tar. o cak agala-
( ﺿﺎدﻳﻖa.i. sundUk'un ( ﺿﺎﺋﻊa.i. sania'nm c.) :
sanâdik
c.) : sandıklar,
sanâi'
diizme, tertipli
İ?ler, hileler, tuzaklar.
san'at
ﺻﻔﻌﺖ
(a.i.c. : san'ât) : 1 . san at, u sta lık ;
hiin er, m â rife t. 2 . b ir ? e y i g ü z e l y a p m a k , b ir ? e y in g ü z e l, b e ğ e n ilir o lm a sı İçin u y g u la n a n k u ra lla r.
san'ât
ﺻﻔﻌﺎت
(a.'i. san 'at'ın c.) : san atlar, u sta -
İık la r, h ü n erler, m â rife tle r.
san'at-ger ( ﺻﻌﺘﻜﺮa.f.b.s.) : 1. sa n a tç ı. 2. e s n a f san'at-kâî 2. artist.
ﺻﻌﺘﻜﺎر
(a .fb .i.) : 1. sa n a tçı, u sta.
(a.f.zf.) : s a n a tk â rc a ,
b ir s a n a tk â ra y a k i? a c a k y o ld a ,
san'at-kârî ﺿﻌﺘﻜﺎر ى
(a .fb .i.) : sa n a tk â rlık ; u s -
ta lik , a rtistlik .
ﺿﺎﻳﻊ
(a.i. sın â a t'in c.) : san'atlar, z a n a -
atlar, (b k z : sın âat). [asil : “ s ın â i'" d ir].
sanâyi'-i lâfziyye : ed. c in a s v e şâ ire g ib i ?ek il h ü n erleri.
Sanayi'-İ ma'neviyye :
te?b ih v e istiâ re g ib i
m â n â ?ek illeri.
sanâyi'-i nefise : g iiz e l san'atlar, fr. beauxarts. sanâyi' ii h ire f : s a n a tla r v e rız k a , g e ç in m e y e y a r a y a n İ?ler.
sancâk ﺳ ﺠﺎ ق
(t.i.) :
ask.
a la y b a y r a ğ ı, [k elim e
T ü r k ç e o lm a k la b e râ b e r
sancâk-1 ?erif g ib i
te rk ip h â lin d e k ıılla n ılm ı? v e O s m a n lic a d a “ s a n â c ik " ?e k lin d e c e m ile n d irilm i? tir].
sancâk-dâr ﺳﻔﺠﺎﻗﺪار (b k z : a le m -d â r).
1074
sandUk-kâr ( ﺿﺪوﻗﻜﺎرa.f.b.i.) : 1. veznedar, kasiyer. 2. sandıkçı, karagöz ustalarının ikinci yardımcısı olup İ?leri, resimleri sandiktan çıkarmak ve değneklere geçirip özel bir iple sıralamaktır. sanem ( ﺻ ﻢa.i.c. : esnâm) : 1. put. (bkz : büt, cibt, çelîpâ, salib). 2. güzel kimse, sanem-i mahlika : Ay yüzlü güzel. sanem-hâne ( ﺻﻐﻤﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.) : puthâne, tapinak. (bkz : büt-hâne). sanem-perest ( ﺻﻨﻤﻴﺮﻣﺖa.f.'b.s.) : puta tapan.
san'at-kâr-âne ﺻﻌﺘﻜﺎراﻧﻪ
sanâyi'
Sandüka-İ tabi : anat. orta kulak, (bkz : İizn-i mutavassıt). sandük-çe ( ﺿﺪوﻗﺠﻪa.f.b.i.) : küçük sandık.
(t.fb .s .) : s a n c a k ta ?iya n .
sanevber ( ﺻﺘﻮﺑﺮa.i.) : 1. çam fıstığı ağacı. 2. çam fıstığı kozalağı. 3. sevgilinin boyu bosu. sanevber( ﺻﻮﺑﺮى ؛a.s.) : kozalak ?eklinde, koni biçiminde. sanevberiyye ( ﺻﻐﻮﺑﺮﻳﻪa.i.) : bot. kozalaklılar, fr. conifères. sânevî ( واﻧﻮىa.s.) : ikinci. Keyfiyyât-I sânevi^e : fels. fr. qualités secondaires. sâneviyye ( ﺛﺎﻧﻮﻳﻪa.s.) : ["sanevi" nin müen.J. (bkz : sânevî). san( ﺿ ﻊ ' ؛a.i. sıın'dan) : görülen i?, (bkz : amel). sân( ﺻﺎﻧﻊ ' ؛a.s. sıın'dan) : 1. yapan, i?leyen, yapıcı. 2. yaradan, san'at eseri olarak meydana getiren. 3. (h.i.) : Allah. 4. huk. istisna akdinin borçlusu. sâni'-i hakîkî, - -İ lem-yezel : Allah, sâni'-i hakim : hikmet sâhibi olan yaratıcı; Allah.
sarhan sân i-ik âin â t: fels. epitken, demiurgos (halk İçin ؟alışan), fr. demiurge. sâni'-i lem-yezel (daimâ kalacak olan): Allah. sâniü's-semâvâti ve'1-arz: gökleri ve yeri yaratan Allah. sânî ( داذىa.s. seny'den): ikinci, (bkz : düvüm). Cild-İ s â n î: ikinci cilt, sânî aşer : on ikinci. sania (a.i.c.: sanâi', sanîât) : düzme, uydurma İş, tuzak, hile. sanîât ت،( ﺻﺒﻊa.i. sanîa'nın c.). (bkz : sanâi'). sânîh, sâniha ( ﺳﺎﻧﺢ ؛ ﻣﺎﻧﺤﻪa.s. sünûh'dan): zihin ve fikirde hâsıl olup ؟ikan, fikre doğan. Çeref-sânih (pâdişâhın irâdesi hakkında kullanılır) : şerefle ؟ikan. Efkâr-1 sân ih a : doğan fikirler. sâniha ( ﻣﺎﻧﺤﻪa.i.c.: sânihât): ؟ok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şey. sâniha-ârâ ( ﻣﺎﻧﺤﻪ آراa.f.b.s.): sünûh eden, akla, hatıra gelen. sânihât ( ﻣﺎﻧ ﺤﺎ تa.i. sâniha'nm c .): ؟ok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şeyler, sânihât-ı S ey râ n î: Seyrânî'nîn içinden gelen duygulan İfâde eden şiirleri, sâniye ( داﻧﻪa.i.c.: sâniyât, sevânî): 1. s. sânî'nin müennesi. 2. dakikanın altmışta biri. 3. yarbaylık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı: "izzetlü" dür. 4. kadm adi. sâniyen ( ﻻيa.zf.): ikinci derecede, ikinci olarak. sar' ( ﺻﻮعa.i.): hek. (bkz : sar'a). -sâr ا ر٠ - (f.s.): “yer" bildirerek *birleşik kelimeler yapar. Ç eşm e-sâr: ؟eşmeleri ؟ok olan yer. Kûh-sâr : dağlık yer. sâr ( ﺛ ﺮa.i.): öç, intikam. Ahz-İ s â r : öcalma. [asli: "se'r” dir]. sar'a ( ﺻﺮﻋﻪa.i.): hek. tutarık, tutarak, bayıhıCI, ağız köpürtücü ve ؟ırpındırıcı bir sinir hastalığı. sârâ ١( ﺳﺎرf.s.): hâlis, katkısız. Anber-i s â r â : hilesiz, katkısız anber. sarâhat ( ﺻﺮاﺣﺖa.i.) : açıklık, ibârede açıklık, sarâhaten ( ﺻﺮاﺣﺔa.zf.) : a ؟ık ؟a, açıkdan açığa, a ؟ık olarak. sarâih ( ﻣﺮاﺋ ﺢa.s. sarihlin c .): hâlis Arapkam [atlar], (bkz: sarih).
s a râ m e t ( ﻣﺮا ﻣ ﺖa.i.) : yiğitlik, k a h ra m a n lık , s a râ s ir ( ﺻﺮاﺻﺮa.i. sarsar'm c.) : şiddetli g ü rü ltü lü rüzgârlar. sa ra y ى١( ﺻﺮf.i.). (bkz : serây). s â r-b â n ا ر ﻷ ن. (f.b.i.) : deveci, deve sü rü cü sü . (bkz : sü tü r-b ân , üçtür-bân). s â r- ؟e ( ﻣﺎرﺟﻪf.b.i.) : serçe [kuş]. (bkz : usfûr). sa rf ى (a.i.) : 1. (c. : sarfiyât) harcam a, m asra f etm e, gider. 2. p a ra bozm a. 3. ؟evirm e, d ö n d ü rm e. 4. değişm e. 5. (c. : su rû f) gramer, d ilb ilg isi. sarf-ı makderet : giic, k uvvet sa rf etm e, sarf-ı mehâret : m a h â re t sarfetm e. sarf-ı nazar : vazgeçm e, sarf-ı zihn : ak il sarfetm e. s a r fü nahv: gr. d ilb ilg isi, fr. gram m aire,
( ﺻﺮﻓﻪa.i.) : 1. astr. m enâzil-i k am erd en biri, (bkz : m enâzil-i kam er). 2. bo n cu k ,
sarfe
، ( ﺻﺮﻫﻰa.s.) : 1. h arc am a ile, giderle ilgili. 2. gram erle, d ilb ilg is i ile ilgili.
sarfi, sarfiyye
۶ ( ا تa.i. sa rf 1,2'nin c.) : 1. harcam alar, m a sra f etm eler, giderler. 2. biy. V Ü cu tça s a rf edilen, v ü c u d u n çık arttığ ı şeyler, salgılar, (bkz : İfrâzât).
sarfiyât
( ﺻﺮﻫﻴﻮنa.i.c.) : gram erle u ğraşanlar, gram erciler, (bkz : nahviyyûn).
sarfiyyû n
( ﺻﺮحa.i.c. : su rû h ) : köşk, (bkz : kâh, k asrk â şân e ).
sarh
sar'î رﺀى٠( ﺀa.s.) : 1. sar'a h astalığ ı ile ilgili.
2. sar'ali.
( ﺻﺮ؛عa.s.) : [yere yıkılm ış] sar'ali kim se, ( دار ىf.s.) : sü rü cü , süren, sârî, sâriye ارﻳﻪ٠( ا ر ى ؛سa.s. sirâyet'den) : busari'
sârî
İaşan, bulaşıcı', fr. contagieux. Em râz-1 sâriye : hek. bulaşıcı h astalık lar, fr. m aladies contagieuses.
رف١(صa.s. s a r f dan) : 1. sarfeden, harcayan. 2. değiştiren.
sâ rif
sârife
ارﻓﻪ٠. (a.i.c. : savârif) : değişiklik, değiş-
me.
ح٤( ﺻﺮa.i. sarâh at'd en ) : 1. açık, m eydanda. 2. belli, (bkz : aşkâr, hüveydâ). 3 ٠(c. : sürehâ) s a f hâlis [irk]. 4. (c. : sarâih) hâlis A ra p k a m [at], (m üen. : "sâriha").
sarih
sarihan b y
(a.zf.) : açıkça, açık, m ey danda
olarak. 1075
sârîk s â rik ( ﻣﺎرقa.s. sirkat'den) : 1. çalan, h ırsız lık eden. 2. i. h ırsız, uğ ru , (bkz : düzd, lass).
sa th -ı m â il-i h e v e s â t: ed. heveslerin eğik sathi, heves u ç u ru m u .
s â rim , sâ rim e ﻣﺎرﻣﻲ، ( ﺻﺎرمa .s.): keskin, kesici. ( b k z : bü rrâ n ). Seyf-İ s â r i m : keskin kılıç. Suyûf-1 s â rim e : k esk in kılıçlar,
s a th -ı m u h a d d e b : geo. y ü z ü k ab arcık , 1 ؟k ın tılı olan satıh.
s a r ir ﻳﺮ٠( ﺻﺮa .i.): cızırtı, g ıcırtı [kalem, kapı gibi şeylerde]. S a r îr-İ
h â m e : kalem cızırtısı.
s a rîrü 'l-b â b : k apı gıcırtısı, sâ rr, s â rre داره، ا ر٠(a.s. s ü r û r 'd a n ) : sevindirici, s e v in ç li: Peyâm -1 s â r r : sevinçli haber. Â sâ r-ı s â rre : sev in dirici eserler, s a rrâ c ( ﺳﺮاجa.i.). (bkz : serrâc).
s a th -ı m u h t e l i t : tü rlü ?ekil ve d u ru m la rı olan .yüzey. s a th -ı m ıı k a 'a r : geo. ü zeri ç ö k ü n tü lü olan cisim. s a th -ı m i i n h a n i : geo. eğri .yiizey, fr. su rfa ce co u rb e. s a th -ı m ü s t e v î: geo. .d ü zlem , fr. p la n , s a th -ı m ü te n â z ır : m a t. sim etri .d ü zlem i, s a th -ı ş â k u l î : a str. .d ü şe y .d ü zlem ,
s a rrâ c -â n ( د را ^ نa.i.c.). (bkz : serrâcân).
s a t h ı u f k i : m a t. .y a ta y .düzlem ,
sa rrâ c -h â n e ﺟﺨﺎذه٠( ﺳﺮاa.f.b.i.). (b k z : serrâchâne).
sa th e n ( ﺻﻄ ﺦa.zf.): d ıştan , dış yüzden,
s a r r â f ( ﻧ ﻢ' فa.s.c .: s a rr â f â n ) : 1. sarfeden. 2. i. sarraf. 3. anlayan, değer veren.
s a th i { f x L (a .s.): 1. dişyüzeyle ilgili. 2. m a t. .yüzeysel, fr. su p e rfic iel. M e sâh a -İ sa th iy y e : y ü z .ö lçü m ü . 3. zf. ü stü n k ö rü ,
s a rrâ f-ı s u h a n : giizel k o n u şan , güzel sözlere değer veren kim se. sa rrâ fâ n
( ﺻﺮاﻓﺎنa.i. sa rrâ f'ın c . ) : sarraflar,
s a r r â fiy y e
ﺷﻪ١( ﺻﺮa .i.): 1. sa rra flık hak k i.
2. sarraflığ a âit, sa rra flık la ilgili. s a rs a r ( ﺻﺮﺻﺮa.i.c .: s a râ s ır ) : şiddetli, g ü rü ltü lü rüzgâr. s a ' t e r ^ (a .i.): b o t. zater, kekik. S a 't e r - İ b e r r i :
b o t. k ek ik o tu ,
lâ t. t h y m u s
s e r p y llu m .
s a 'te ri اﻻزى٠( دa .i.): 1. soytarı. 2. şen, k eyifli kim se. 3. k ekik o tu ile ilgili, satev ât ﻃﻮا ت٠( دa.i. satv et'in c . ) : satvetler. s a th ( ﻃ ﺢa.i.c .: sutûh) : 1. ev dam ı, (bkz : bâm ). 2. b ir şeyin dış tarafı, dış yüzü. 3. ü stten g ö rü n en kısım . 4. geo. y ü z e y . s a th -ı a m û d î : geo. d i k e y d ü z le m . s a th -ı arz: zem in).
cogr.
Y eryüzü,
( b k z : rûy-i
ş a t h i y a t ﻳ ﺎ ت٠( ﺻﻂa .i.c .): sathi, âd i şeyler, s a th ic e ( b k z : sathi).
(a .s.): ["sathi" n in m üen.l.
s a t h i d e n ب١( طa.zf.): 1. dış yü zd en , d ıştan . 2. Üstten, d erin leştirm ed en , sudan. sâtı'j s â tıa ﻣﺎﻃﻌﻪ، ( ﺳﺎﻃﻊa.s. s u tû 'd a n ) : yükselip m ey d an a çıkan, yükselen, yükseldikçe yükselen. A lem -İ sâtı': y ü k selen bayrak. E n v â r-ı s â tıa : y ükselen ışıklar, s â tıh ( ﻣﺎﻃﺢa .s.): y ery ü z ü n ü açan A llâh. s â tir J i (a.s. s e tr'd e n ) : örten, k ap atan . Lihâf-1 s â t ı r : kabuk, zar, deri, s â tir ü 'l - u y û b : ayıpları (g ü n ah ları) ö rten A llah, [settârü'l-uyûb, d a h a yaygındır), sa tl J L (a .i.): 1. tas, kova. 2. k ü ç ü k leğen. 3. at sulam a kovası. .satr
j L
(a.i.c .: s u tû r ) : yazı sırası,
s â tu r ( ) زﻃﻮرa .i.c .: s e v a tir): sa tir [bıçak],
s a th -ı b a h r : jeol. deniz yüzü. s a th -ı c â n i b î : geo. .y a n a l yüzey, fr. su rfa ce latCrale.
sa tv et ﻃﻮ ت٠( دa .i.c .: sa te v â t): 1. b irin in üzerine şiddetle sıçram a. 2. ezici kuvvet; zorluluk.'
s a th -ı d â h i l î : kam erin , altın d a n g ö rü n en yüzü.
sa tv e t-m e d â r ر١( ﺳﻄﻮت طa.b.s.) : satvet sebebi, satvet vesilesi.
s a th -ı d e ry â : d en izin yüzü.
sâ û n اﺀون٠( دa.s. sâî'n in c.). (bkz : sâî).
s a th -ı ir tic â c
: .şa lın ım .düzlem i.
s a th -ı m â i l : co g r.
.a k la n , dağ yam acı,
v e rsa n t.
s a th -ı m â ile : (bkz : sath-ı m âil). 1076
fr.
s â û r اﺀور٠( دa.i. sa'r'dan) : ocak; fırın , ( b k z : tennûr). sa û t ل٠( ﺳﻌﻮa.i.) : enfiye gibi b u ru n a çekilen toz İlâçlar.
sayd-efgen savâb ( ﺻﻮابa .i.): 1. d o ğru lu k , d ü rü stlü k ; d o ğ ru hareket, d o ğ ru davranış, d o ğ ru düşünce. 2. s. doğru, d ü rü st, sa v âb -d id e ( ﺻﻮاﺑﺪﻳﺪهa .fb .s .): d o ğru, h ak li görülm üş; beğenilm iş. sa v âb -en d îş ( ﺻﻮاب اﻧﺪﻳ ﺶa .s.): düşüncesi, görü şü d o ğ ru olan. sa v â b -n ü m â ( ﺻﻮاﺑﻐﻤﺎa.f.b.s.): d o ğ ru y u gösteren; doğruya benzer. s a v â ik ^ ١۶
(a.i. saika'm n c . ) : y ıld ırım lar,
savâlic ( ﺻﻮاﻟﺢa.i. savlecân'm c . ) : çevgânlar, cirit o y n an ılan eğri sopalar, sav âm i' ( ﺻﻮاﻣﻊa.i. savm aa'nm c.) : İbâdet yerleri, teklceler, *özel'tapm aklar, (bkz : biya'). s a v â n m ( ﺻﻮارمa.i. sârım 'ın c . ) : keskin kılıçlar. s a v â rif ﺻﻮارف.(a.i. sârife'nin c . ) : değişiklikler, değişmeler. Savârif-İ dehr : dü nyâ değişiklikleri, sa'vât ( ﺻﻌﻮاتa.i. sa've'nin c . ) : k u y ru k sallay an kuşları, (bkz : Slâ). savatir ( ﺳ ﻮا ﻃﻴ ﺮa.i. sâ tû r'u n c.). (bkz : sevâtir). savb ( ﺻﻮبa .i.): taraf, cihet, yön. sav b -ı â l î : y ü ksek taraf, sa've ( ﻣﻌ ﻮهa.i.c .: sa'vât, S lâ): zool. k u y ru k sallayan [kuş]. sa v f ( ﺻﻮفa .i.): b ir y an d a olm ak, y ü z çevirm ek.
savmaa-nîçîn ( ﺻﻮﻣﻌﻪ ﻧ ﺸ ﻦa.f.b.s.) : tekkede, *özel İbâdet yerinde, tapınakta oturan, savn ( ﺻﻮنa.i.) : koruma, (bkz : muhâfaza, siyânet, vikaye). savt ( ﺻﻮتa.i.c. : esvât) : 1. ses, sadâ. 2. bağırma, haykırma, çığlık. Meleke-i savt: fiz. suda ses çıkarmak hassası bulunan bir âlet, savt-i asli : fiz. *anases. savt-i biilend : yüksek ses. savt-i hazin : hüzünlü ses. savt-i şedîd : şiddetli ses. savt-i şefevî : gr. yuvarlak *ünlü, savt-i taklidi : yansıma, fr. onomatopée, savt ( ﺳﻮطa.i.c. : esvât, siyât) : 1. kamçı, kırbaç, (bkz : tâziyâne). 2. kırbaçlama, kamçı ile vurma. savti, savtiyye ﺻﻮﺗﻴﻪ، ( ﺻﻮﺗﻰa.s.) : sese âit, sesle ilgili ؛gr. ses çıkaran harf, *ünlü. Hurûf-İ savtiyye : sesli harfler, savti şedde : gr. vurgu, fr. accent, savtiyyât ( ﺻﻮﺗﺎ تa.i.c.) : leng. *sesbilimi, fonetik, fr. phonétique. savvâg ﺻﻮاغ
(a.i. Siyâgat'den) : kuyumcu, (bkz : sayyâg).
sa'y ( ﺳﻌﻰa.i.c. : mesâi) : 1. çalış, çabalama, gayret, emek. 2. geçinmek İçin İş İşleme, sa'y-i amel hürriyeti : çalışma serbestisi.
Sâviye-İ H a lv e tim e ( ﺳﺎوﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮﺗﻴﻪa.h. i . ) : H alvetiyye ta rik a tı şubelerinden, D U rdiriyye-i H alvetiyye k o lla rın d an biri, [k u ru cu su Şeyh Seyyid A h m ed b in M u h a m m ed elh^âlikiy es-Sâvî'ye nispetle b u adi alm ıştır],
sa'y-i belig : emek harcayıp gereği gibi çalışma.
savl ( ﺻﻮلa .i.): saldırış, atılış, (bkz : savlet),
sa'y ii amel : çalışma. 3. koşma, yürüme [hac'da “safâ" ile "Merve" arasında],
sav lecân ( ﺻﻮﻟﺠﺎنa .i.c .: sa v â lic): çevgân, cirit o y n an ılan eğri sopa. savlet ( ﺻﻮﻟﺖa .i.): şiddetli h ü cu m , saldırm a, savlet-i seyfii kalem : k ılıcın ve k alem in saldırışı. savm ( ﺻﻮمa.i.c .: sıyâm) : oruç. Ş eh r-i savm : oruç ayı, ram azan. sa v m -ı D â v û d : b ir g ü n oruç tu tu p , b ir g ü n ifta r etm e. sa v m aa ( ﺻﻮﻣﻌﻪa.i.c .: s a v â m i'): 1. İbâdet yeri, tekke, *özel tapm ak . 2. N esârâ râ h ip le rin in h a lk ta n İnkıta' ve İnzivâsı İçin te'sis ed ilm iş olan hücre.
sa'y-i miri : devlet adına alman eşyâ ile mütahitlerin taahhüt bedellerinden indirilen kısımlar.
sayâkile ( ﺻﻴﺎ ﻗﻠﻪa.i. saykal'm c.) : 1. cilâcılar. 2. cilâ âletleri. sayârif ( ﺑﺎر فa.s. sayrefi'nin c.) : 1. İşini bilir, kurnaz içimseler. 2.i. sarraflar, sayd ( ﺑ ﺪa.i.) : 1. av. (bkz : şikâr). 2. avlama, avlanma. sayd-ı bahri : deniz, göl ve akarsularda yapılan avcılık. sayd-ı berri : kara avcılığı, sayd-ı mâhî : balık avı. sayd-efgen ( ﺻﻴﺪ اﻓﻜ ﻦa.f.b.i.) : avcı. 1077
s.ydelânî sa y d e lâ n i ( ﺻ ﺪ ﻻ ﻧ ﻰa .i.): 1. eczâcı; ispençiyar. F e n n -İ s a y d e lâ n i: eczâcılık ilim ve fenni, ispen çiyâri. 2 . s. eczâcılık la ilgili, saydele
( ﺻ ﻴ ﺪ ﻟﻪa .i.): eczâcılık.
sayd -g â h ( ﺻ ﺪ ﻛ ﺎ هa.f.b .i.): avlak, av yeri, (bkz : şikâr-istân). sayd -geh ( ﺻﺪ ﻛ ﻪa .fb .i.) : avlan acak yer, avlak, ( b k z : sayd-gâh). sa y d -g e r
( ﺻ ﺪ رa .f.b .i.): avcı, ؛bkz : sayyâd).
sâye ( ﺳﺎﻳﻪf.i.): gölge, (b k z : zili). 2. korum a, sâhip çıkm a, (bkz : h im âye, siyânet). 3. yardım . ( b k z : m uâvenet).
sâ y e -p e rv e r ( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﺮورf.b .s.): gölgelendiren, gölge veren ؛koruyan. sâye-p û ş ( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﻮشf.b .i.): 1. ?em siye. 2. kam eriye. 3. ؟ardak. sâ y e -re v sâ y e -z âr zaile).
( ﺳﺎﻳﻪ روf.b .s.): k aran lık ta dolaşan, ( ﻣﺎﻳﻪ زارf.b .s.): gölgelik, ( b k z : m a-
s a y f ( ﺻ ﻒa .i.c .: esyâf, s u y û f ) : yaz [mevsim),
( ﺻﻔ ﻰa .s.): yaza âit, y azla ilgili, ( ﺻﻔﻴﻪa .i.): yazlık) y a z lık ev. sa y h a ( ﺻﻴﺤﻪa .i.c .: s ıy â h ) : b agirm a, nâra s a y fi
s a y fiy y e atm a.
sayh a-i i i m i d : ü m it h aykırışı,
sâye-i b îc â n : cansız gölge., sâye-i fe y z -i h a m i y e t : h am iyet feyzin in sâyesi.
sâ y îd e ( ﻣ ﺎ ﻳ ﻴ ﺪ هf.s .): 1. sü rü lm ü ş ؛ezilm iş. 2 ٠eskim i?, yıp ran m ış.
sâye-i H u d a (A llah'ın g ö lg e si): m ec. halife,
sâ y is ( ﻣﺎ سa.i. siy â set'd e n ): seyis, at uşağı. [ a s li: "sâis” dir). (bkz : râyiz).
sâye-i l ü t f ü k e re m : iy ilik ve ih san gölgesi, sâye-i m e d id : uzun gölge,
sâ y is-h â n e ( ﺳﺎ ﻳ ﺨﺎ ﻧ ﻪa.f.b .i.): üzerine y ü k konulup yolcunu n da b in d ig i h ayvan ,
sâye-i şâ h â n e (p âdişâhın g ö lg e si): m ec. pâd işâh ın him ayesi, k oru yu cu lu ğu ,
sa y k a l ( ﺻ ﻘ ﻞa .i.c .: s a y â k ıle ): 1. cilâcı. 2. cila âleti. 3. s. p arlak, cilâlı.
sâye-b â n ﺑ ﺒ ﺎن. ( ﻣ ﺎf.b.i.) : 1. sayvan , gölgelik, (bkz : sâye-gâh). 2. b ü y ü k çadır. 3. s. koruyan. (bkz : hâfız, hâm î).
s a y k a l-k â r ( ﺻ ﻘﻠ ﻜﺎ رa.f.b .i.): yald ızcı, ( b k z : saykal-zen, tılâ-kâr).
s â y e -b â r ﺑﺎر b ırakm ış.
( ﺳﺎﻳﻪf.b .s.): gölge yapm ış, gölge
sâ y e -d â r ( ﺳﺎﻳﻪ دارf.b.s.) : gölgeli, gölgesi olan, gölge eden. 2. koruyan, sâhip ؟ikan , (bkz : hâm î). sâye-efgen , sâ y e -fig e n ﻣﺎﻳﻪ ﻓﻜ ﻦ، (f.b.s.) : 1. gölge yapan, gölge 2. m ec. k oru yan , (bkz : hâm î).
ﻣﺎﻳﻪ اﻓﻜﻦ düşüren.
sâ ye-en d âz ( ﻣﺎﻳﻪ اﻧﺪازf.b .s.): gölge salan, m ec. k o ru yu cu lu k eden.
s a y k a l-k â ri ( ﺻﻘﻠ ﻜﺎ ر ىa .f.b .i.): yald ızcılık . ( b k z : saykal-zeni, tılâ-kârî). s a y k a l-z e d e ( ﺻﻘﻠ ﺰدهa .fb .s .) : cilâlı, cilalan m ış, ( b k z : m usaykal). sa y k a l-z e n ( ﺻ ﻴ ﻘ ﻠ ﺰ نa.f.b.i.) : yald ızcı, ( b k z : saykal-kâr, tılâ-kâr). sa y k a l-z e n i ( ﺻﻘﻠﺰﻧ ﻰf.b .i.): ya ld ız cılık , (bkz : saykal-kâri, tılâ-kârî). sa y re f, s a y r e fi ﺻﺮﻓﻰ، ( ﺻ ﺮ فa .s.c .: sayârif, s a y â r ife ): 1. İşini bilir, ku rn az. 2. i. sarraf,
sâ y e-g â h ( ﺳﺎﻳﻪ ﻛﺎهf.b .i.): gölgelik, gölgeli yer. (bkz : sâye-bân').
sa y rû re t ( ﺻﻴﺮورتa .i.): 1. olm a, edilm e, kiİınm a, bir halden b aşka b ir hâle değişm e. 2 ٠fels. .olu , fr. deven ir.
sâ y e -g ü ste r ( ﺳﺎﻳﻪ ﻛ ﺴﺘ ﺮf.b .s.): 1. gölge eden, gölge salan. 2. koru yan , (bkz : sâye-d âr'’2).
sa y v â n ( ﺻﻮانa .i.): 1. k ırm a, p ervaz, k ıv rım , ( b k z : sâye-bân).
sâye-h âh ﺧﻮاه٠ ﺳﺎﻳﺎCEE” (f.b .s.): him âye, korum a isteyen, k o ru m a bekleyen,
s a y v â n -ı s a g i r : bot. k ü çü k gü n eşlik, fr. om bellule.
sâ y e -n işîn ( ﻣﺎﻳﻪ ﻧﺜﻴ ﻦf.b .s.): 1. gölgede oturan. 2. b ir ?eyin gölgesine sığınan, korun an , ( b k z : m ahm i).
Sayvân-İ iizn ؛k u lak kepçesi, fr. pavillon de l'oreille.. 2. bo t. şem siye. 3. gün eşlik.
sâ y e -n işîn -i e m â n : em niyet gölgesi altında oturan. sâye-p e re st ( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﺮﺳﺖf.b .s.): 1. gölgeyi seven. 2. m ec. k o ru n m ak tan hoşlanan. 1078
s a y v â n ü 'l-ü z e y n : an at. *kalb ku lakçıgı. sa y v â n iy y e ler. sa y y âd
( ﺻﻮاﻧﻴﻪa .i.): b ot. *m aydanozgil-
( ﺻﺎ دa .i.): avcı, (bkz : sayd-ger).
sa y y a d -! b î- in s â f: in safsız avcı.
se-bahr say y âd -ı ecel (ecelin a v c ısı): m ec. ölüm ; A zrâil. S ay y âd iy y e ( ﺻ ﻴﺎ د ﻳ ﻪa.h .i.): ta s.R ifâ iy y e ta rik a tı k o lla rın d an biri. [A hm ed iz z e ttin es-Sayyâd ta ra fın d a n k u ru lm u ş ve b u sebeple ad ın a n isp et edilm iştir, ( d . : 508 (1114) - ö . : 620 (1223)].
( ﺻﻴﺎغa .i . (b k z : savvâg ).
sayy âg
Siyâgat 'den ) : k u y u m c u ,
sâ z ( ﻣﺎزf.i.): 1. m ü z . ؟algi. 2. silâh. 3. at tak im i. 4. Sira, düzen. 5. kuvvet, k u d ret. 6. öğrenm e. 7. u stalık . 8. hile. 9. eş, benzer. 10. m enfaat. -sâz ﺳﺎز- (f.s.): "yapan, u y d u ran , diizen” m â n âla rın a gelerek *birleşik kelim eler yapar. Ç â re -sâ z : ؟âre b ulan. H â tır-s â z : hatir, gönül yapıcı. N â - s â z : m iinâsebetsiz, uygunsuz. sâzec ( ﺳﺎﻧ ﺞa.s.c.: sev âzic): sâde, ( b k z : basit). sâ ze n d e ( ﻣﺎزﻧﺪهf.i.c .: sâ z e n d e -g â n ): 1. ؟algıcı. (bkz : m utrib). 2. s. yapıcı, düzenleyici. sâ z e n d e -g â n ( ﺳﺎزﻧﺪه ﺳﻤﺎنf.b.i. sâzende'nin c . ) : 1. ؟algıcılar. 2.s. yapıcılar, düzenleyiciler.
se ( ثa.ha.) : O sm anlI alfab esin in beşin ci harfi olup "eb ced ” hesâbm da b eşyü z sayısın ın k arşılığ ıd ır; s sesini verir,
se ( ﺳﻪf.s.) : 1. ü ؟. (bkz : selâs, selâse). 2. tavla z a rın ın üzerin deki ü ؟nokta. Penc ü se : beş (ile) ü [ ؟zar oyununda],
sea ( ﺳﻌﻪa.i.) : fels. giic, iktidar, fr. capacité, seâbîb ( ﺛ ﻌﺎﺑ ﺠ ﺐa.i.) : salya, seâbîb ( ﻣﻌﺎ ﺑ ﻴ ﺐa.i. su'bûb'un c.) : s a f su akan yerler.
seâbîn ( ﺛ ﻌﺎ ﺑ ﻴ ﻦa.i. su'bân'ın c.) : b ü yü k yılan -
sâ ze n d e-g î ( ﺳﺎزﻧﺪه ﺳﻤﻰf b .i.) : çalgıcılık.
lar, ejderhalar.
sâzî ( ﺳﺎزىf.i.) ؛yapıcılık, diizenleyicilik. sâziş ( ﺳﺎزشf.i.): yapılış, k u ru lu ş. sâ z -k â r ( ﺳﺎزﻛﺎرf.b.s.) : 1. uygun, ( b k z : m ııvâfık). 2. m iiz. i. saz ؟alan sanatkâr, (bkz : sâzende). 3. m ü z. T iirk m üziğinde b ir m ürek kep m ak am d ır. En az altı asırlıktır. F akat son asırlarda az k u lla n ılm ıştır. Segâh, uşşak d ö rtlü sü ve ra st'd a n m ü rek k ep tir. Son m a k am ile rast (sol) perdesinde d u ru r. Güçlüler, birin c i derecede -her ü ؟d iz in in de güçlüsü olan- nevâ (re), ik in ci derecede -segâh'ın d u rağ ı olan- segâh, ü çü n c ü derecede de -uşşak d ö rtlü sü n ü n d u rağ ı olan- dügâh (İâ) dır. Yalnız h er ü ؟d iz in in m üşterek ârızası olan "si" ko m a bem olü ile donan ır. Segâh İ ؟in "m i" kom a bem olü, "fa" ve "İâ" bakıyye diyezleri, rast İ ؟in “fa" bakıyye diyezi n o ta içerisinde k u llan ılır, s â z -k â rî ( ﺳﺎزﻛﺎرىf.b.i.): uygu n lu k , m uvâfakat).
den ilird i. B u forme p ek eskidir. En eski bir nüm ûne olarak Sultan V eled'in 7 a s irlik b ir saz sem âisi eldedir. Saz sem âisi k lâsik asrin son eseridir) (bâzan on dan sonra b ir oyu n h avası da ؟a lın a b ilir ؛fakat bu .klâsik fasılda yapılm az). V aktiyle saz sem âileri ak sak sem âisi gibi sen gin sem âî (veyâ b ir m ertebe y ü rü ğ ü olan y ü rü k sem âî), cu rcu n a (aksak sem âin in bu m ertebe yü rü ğü ) usulleri ile de ölçülm üşse de a rtık ya ln ız 10/8 aksak sem âî k u llan ılm ak tad ır. Saz sem âileri u m ûm iyetle 4 hâne olur. 3. h ân eliler nâdirdir, 5 h ân eliler ise p ek azdır,
(b k z:
sa z-sem âisi ( ﺳﺎز ﺳﻤﺎ ﻋﻴ ﺲf.a.b .i.): m iiz. T ü rk m ü ziğ in in m â ru f saz eseri "form e'' udur. V aktiyle sem âilere b e ste sem âisi, b u n a m ukabil a k s a k sem âî, y ü r ü k se m â î gibi sem âî usulleriyle yazılan peşreve de “saz sem âisi"
s e â lîl ( ﻧﺂﻟﻴﻞa.i. sü 'lû l'ü n c.) : 1. m em eler. 2. viicutta m eydan a gelen siğiller,
( ﺳﺐa.i.). (bkz : sebb). seb' ( ﺳ ﻊa.s.) : yed i [sayı], (bkz : heft). seb'a ( ﺳﺒﻌﻪa.s.) : yedi [sayı], (bkz : heft). seb
Seb'a-İ iklim : iklim ler.in yedisi, yedi diyar. Seb'a-İ m e s â n î : tekrarlan an yedi âyet, fâtiha sûresi.
Seb'a-İ muallaka : (bkz : m uallâkat-i seb'a). Seb'a-İ se y y â re (yedi gezegen) : U târid (Merkür), Z iih re (Venüs), M irrih (M ars), M üşteri (Jüpiter), Z ü h al (Satürn), N eptün, Plüton. S eb â ( ﺳﺒﺎa.h.i.) : H z. Süleym an'ın zevcesi B elk is'in Yem en'de h ü km ü altında bulund u rduğu m âm u r olan şehri, se -b â -d ii ﺑﺎدو nunda].
( ﺳﻪf.b.s.) : ü ( ؟ile) ik i [zar oyu-
se b âh a t ( ﺳﺒﺎﺣﺖa.i.) : [asil : "sibâhat" dir]. (bkz : sibâhat). se -b a h r ( ﺳﻪ ﺑﺤﺮf.a.b.i.) : m iiz. T ü rk m üziğin in en az alti a s irlik b ir m ürekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur.
1079
sebâik
sebâik ﺑ ﺎ ﺋ ﻚ
(a .i. s e b ik e 'n in c . ) : e r it ilip k a l ı b a
d ö k ü l m ü ş m â d e n le r , k ü lç e le r ,
sebak ﺑ ﻖ
d e rs.
( a .f .b . i .) : m u a l l i m ( * ö ğ -
y i . 2 . b a h â n e . 3 . a lâ k a , ilg i. 4 . v â s ı t a . 5 . â le t.
1.
(a .i. s e b k 'd e n . c . : e s b â k ) :
ﺳﺒﻖ آﻣﻮز
6. ed. h a r e k e li
re t m e n ).
( ﺳﺒﻘﺪاشa .f .b . i .) : d e rs a r k a d a ş ı, sebak-gâh ( ﺳﺒﻘﻜﺎهa .f .b . i .) : m e k t e p , m e d r e s e , sebak-hân ( ﺳﺒﻘﺨﻮانa .f .b . i .) : d e rs o k u y a n , se b a k -d â ş
sebât ﺛﺒﺎ ت m a,
( a .i .) : y e r in d e d u r m a , k ım ıld a m a -
sö zü n d en ,
k a râ rın d a n
vazgeçm em e.
Bî-sebât: s e b a t s ız . Bî-sebâtî : s e b a t s ız lık . sebât-1 kadem : a y a k d ir e m e ; d a y a n m a , sebât-ı pây-i erbâb-1 metânet: m e t â n e t
ﺛﺒﺎﺗﻰ
1.
(a .i.) :
s e b a t lı lık ,
sö zü n d e,
eden ,
( a .f b .s .c .: s e b â t-k â r â n ): sebât
sö zü n d e,
k a râ rın d a
d u ran ,
(b k z :
m u k d im ). (a .f.b .s . s e b â t -k â r 'ın c . ) :
s e b â t e d e n le r , s ö z ü n d e , k a r â r ı n d a d u r a n l a r ,
sebât-kârâne ﺛﺒﺎﺗﻜﺎراﻧﻪ
( a .f.z f.): se b â t ed erek ,
sö z ü n d e d u r a r a k ; y ılm a d a n , y o r u lm a d a n ,
sebât-kârî .( ﺷﺎﺗﻜﺎرﻣﻢa .f.i.) : s e b a t k a r lık , sebâyâ ( ﺳﺒﺎﻳﺎa.i. s e b i'n in c . ) : s a v a ş t a n ı lır ] . s e b â y ü d ü (s e b â id ii)
( ﺳﻪ ﺑﺎى ودوf . b . s . ) : ü ç
(ile)
i k i [z a r o y u n u n d a ] . (a .i.) : sö v m e , sö v ü p sa y m a , ( b k z :
d ü ş n â m , ş e t m , ta'n ). (a .s. s e b b 'd e n ) : ç o k k ü f ü r e d e n .
ﺳﺒﺎﺑﻪ
( a .i .) : şe h â d e t p a r m a ğ ı, b a ş p a r-
sebbâbe-gezâ ﺳﺒﺎﺑﻪ ﺳﻤﻨﺎ
(a .f.b .s .) : ş a ş a r a k p a r -
m a g ın ı ıs ıra n , ( b k z : e n g ü ş t b e r-d e h â n ).
1. s u d a 2. i. y ü z g e ç ,
(a .s. s i b â h a t 'd e n ) :
y ü z ü c ü , ( b k z : s â b ih ).
yüzen,
sebbâhe ( ﺳﺒﺎﺣﻪa . i . ) : y ü z ü c ü k u ş l a r s ı n ı h . sebbak ( ﺳﺒﺎقa.i.) : y ü ğ r ü k at. sebbâk ( ﺳﺒﺎكa . s . ) : e r it ic i, e r it ip k a l ı b a d ö k e n , sebbî ( سa.s. s e b y 'd e n ) : e s ir e d i lm i ş , e s ir o la n .
sebbûre ﺳﺒﻮره t a s ı.
1080
sebeb-i terk-i cân : can verm e sebebi, sebebi, sebebime ﺑ ﺒ ﻴ ﻪ، ( ﺑ ﺒ ﻰa .s.): sebeple ilgili.
ﺳﺒﺒﻴ ﺖ (o .i.): sebebolm a, icâbettirm e. [yapm a kelim elerdendir],
sebed ( ﺑ ﺪa .i.): sepet. sebel ﺑ ﻞ
( a . i . ) : hek. g ö z e i n e n p e r d e , d u m a n lı ,
b u l a n ı k g ö r m e h a s t a l ı ğ ı , ( b k z : s a d d ). ( a . i . ) : b ı y ı k , ( b k z : ç â rib ).
sebel-nâk ﺳﻠﻔﺎك
( a .f .b . s .) : s e b e l h a s t a l ı ğ ı n a t u -
t u l m u ? , g ö z ü p e r d e li.
se-berg ( ﺳﻪ ﺑﺮسf.b .i.): g. s. tezhipte k u llam lan sitilize ü ؟p etallı b ir çiçek m otifi, [ a s il: “si-berg” ].
sebh ﺳﺒﺢ
( a . i . ) : y ü z m e [s u d a ], ( b k z : s ib â h a t) .
sebha ﺳﺒﺤﻪ
( a . i . ) : K u z e y A f r i k a 'd a b â z ı l a r ı s u
sebhale ﺑ ﺤ ﻠ ﻪ sebi ﺳ ﻰ
m a g in y a n ın d a k i p a rm a k ,
sebbâh ﺳﺒﺎح
yaşam asın a sebebolan k im se,
sebeb-i sakil: ik i harekeli h arften İbâret
ile ö r t ü l ü t u z l u ç ö k ü n t ü ,
(b k z : k ü fr -b â z , ş â tim , şe ttâ m ). se b b âb e
te n , s e n .." g ib i].
sebeb-i hayât : 1) ana ve baba; 2) hayâtına,
sebele ﺳﺒﻠﻪ e s ir d ü -
ş e n le r, [e k s e r iy â k a d ı n l a r h a k k ı n d a k u l la -
sebbâb ﺳﺒﺎب
e d . i k i h a r f t e n , h a r e k e li b i r
h a r f l e s â k i n b i r h a r f d e n İ b â r e t o la n [ " b e n ,
sebebiyyet
sebât-kârân ﺛﺒﺎﺗﻜﺎراف
sebb ب
p arça.
sebeb-i hafif:
sebeb-i vücûd : v a rlık sebebi,
k a r â r ı n d a d u r m a . 2 . e r k e k a d i.
sebât-kâr ﺛﺒﺎﺗﻜﺎر
b i r h a r f ile s â k i n b i r h a r f d e n
v e y â i k i h a r e k e li h a r f d e n m e y d a n a g e le n
olan : [“ h areket”; “azam et” ... gibi],
s a h i p l e r i n i n a y a k d ir e m e s i,
sebâtî
( b k z : S e b â ).
sebeb ( ﺳﺒﺐa . i . c . : e s b â b ) : 1. s e b e p , * n e d e n . Bilâ-sebeb: s e b e p s iz , h i ç y o k t a n . Lisebebin : b i r s e b e p d e n , b i r m a k s a t t a n d o la -
2 . ö n d ü l. se b a k -â m û î
Sebe'( ﺳﺒﺄa .h .i.).
(a .i.) : y a z ı t a h t a s ı; y a z b o z t a h -
( a . n . ) : “ s ü b h â n - A l l a h " d e m .ek .
( a .i .c .: s e b â y â ) : s a v a ş ta e s ir d ü şe n
k im s e .
seb'î ( ﺑ ﻌ ﻰa .s.): 1. yed i sayısıyla ilg ili olan. 2. i. hek. yedi günde b ir gelen Sitma. sebîha ( ﺑ ﻴ ﺤ ﻪa.i.): gecelik, gecelik elbisesi, sebike ( ﺳ ﺠﻴ ﻜ ﻪa .i.c .: s e b â ik ) : eritilerek k alıb a dökülm üş şey, külçe,
sebike-i zehebiyye: altın külçesi, sebil ( ﺳ ﺠﻴ ﻞa .i.c .: sübül, s ü b û l) : 1. yol, b ü yü k cadde. 2. sebil, su dağıtılan yer. 3. hayrat olarak, p arasız dağıtılan su. Ebnâ-yi sebil : yolcular, yo la gidenler. Fî-sebîliUâh : A lla h
sebük-mizâî yolu nda, h ayrat olarak, ibnü's-sebîl : yolcu. Tahliye-i sebil : kapıp salıverm e.
Sebîlü'r-Reşâd :
E şref
E d ib
ta r a fın d a n
İ s t a n b u l 'd a y a y ı m l a n m ı ş , s iy a s i, il m i , d in i, e d e b i b i r d e r g i.
sebil-hâne ﻻ-
(a.f.b.i.) : sebil, hayrat olarak gelip geçenlerin su içm esine m ahsus yer.
seb'în -
(a.s. seb'den) : yetm iş sayısı, (bkz : seb'ûn, heftâd).
sebit C
m
m .j
(a.s.). (bkz : sâbit).
seb'iyye -
(a.i.) : Şia'nın 7 im am a in an an kısm ı, “yed i im am cılar”..
sebk ( ﺳﻖa.i.) : 1. ileri geçm e, ilerilem e, evvelce geçm e, v â k i olm a. 2. koşuda kazan an hayvan .
sebk ( ﺳ ﻚa.i.) : 1. b ir şeyi eritm e, kalıb a dökme. 2. ed. ibârenin tarz ve tertibi. sebk-i Hindi : ed. X V II. y ü zyıld a D ivan şiirinde başlayan ve orijin al m azm unlar, hayaller, teşbihler ve m ecazlar yaratm ak am acım güden edebi çığır, [en ön em li temsilcileri N eşâtî, N âilî, Fehîm -İ K ad im ve V ecdi'dir].
sebk-i kelâm : ed. b ir yazıd a veya konuşm ada sözün düzeni.
sebk-i mefsûl : ed. ayrı ayrı, k esik k esik yazm a tarzı.
sebk-i mevsûl : ed. cüm leleri b ağlayarak birleştirm e tarzı.
sebk-i miirekkeb : ed. hem k ısa, hem uzu n cüm leli İfâde tarzı.
sebk ii rabt : ed. ifâdede tu tarlik, cü m len in düzgün oluşu. 3. huk. yargılam a neticesinde edinilen k an aatin k arara yazılm ası,
sebt ت١( سa.i.): cumartesi- (bkz: yek-şenbih). Eshâbü'sşebt: Mûseviler.Yevmii's-sebt: cumartesi günü. sebtiyyûn ( ﺳﻴ ﻮ نa.i.c.): Hıristiyanlıkta “cumartesi gününü” kutsal sayan bir mezhep, cumartesiciler. sebû و٠( سki.): 1. testi. 2. şarap kabı, sebû-y؛ tehî: boş testi. sebû' ( ﺳﻮ_عa.i.c.: sibâ'): yırtıcı hayvan, canavar. sebûçe ( س؛وﺟﻪf.i.): 1. küçük kap. 2. küçük testi. sebûh ( ﺳﻮحa.s. sibh'den) : yüzgeç, sebui ( صa.s.): yırtıcıya mensup, canavarla ilgili. sebuiyyet (a.i.) : yırtıcılık, seb'ûn ﺑﻌﻮن٠( سa.s.): yetmiş : 70. (bkz : heftâd, seb'în). sebük د (f.s.): 1. hafif, yeğni. 2. çabuk. 3٠ağırlığı, ağırbaşlılığı olmayan, sebük-bâr ﻛ ﺒ ﻞ٠( سf.b.s.): yükü hafif, eşyası az olan. sebiik-dest ( ﺳﺒ ﻚ د ﺳ ﺖf.b.s.): eli yatkın, el İşlerini çabuk yapan kimse, sebiik-destî ( ﺳ ﻚ د سf.b.i.): eline çabuk olma, el yatkınlığı. s e b i d i l ، ^ ﺳ ﻚ٠(f.b.s.): keyifli, neşeli, gönlü şen. sebük-endîş ﻳﺶ٠( ﺳ ﻪ اىf.b.s.): sathi düşünen, derin düşünemeyen. sebiik-himmet ( ﺳﺒ ﻚ ﻫ ﻤ ﺖka.b.s.): hevessiz, gayretsiz. sebiik-hired د ا ل siz, kararsız.
(f.b.s.): akilsiz, tedbir-
sebkat ( ﺳﻘ ﺖa.i.) : geçm e, ilerlem e,
sebük-hîz ا ك٠( سf.b.s.): çabuk kalkan, hareket eden.
seblâ' ﺀ٠( ﺳﺦa.s.) : 1. uzun k irp ik li [göz]. Ayn-İ seblâ : uzun k irp ik li göz. 2. İcadın adi.
sebükî ( س؛ﻛﻰki.) : 1. hafiflik, yeğnilik. 2. çabukluk.
seblet ( ﺳﺎ تa.i.). b ıyık, (bkz : sebele). sebr ( ﻻ مa.i.) : fels. fr. résidus (méthode des-).
sebü!t-inân ن(f.a.b.s.) : çabuk koşan, sebük-magz ﻛ ﻤ ﻐ ﺰ٠( سf.b.s.): beyinsiz, akilsiz, (bkz: sebük-sâr).
sebsebiyye -
sebük-ınagz-âne ( ﺳﺒﻜﻤﻔﺰا ﻻf.zf.); akılsızca, sebiik-mâye ( ﺳﻜﻤﺎﻳﻪf.b.s.) : değersiz, itibarsız, sebük-meşreb ( ﺳﺒﻚ ﻣﺸﺮبf.a.b.s.): hoppa, hafifmeşrep.
(a.h.i.) : R ifâ iy y e tarikatı lcollarm dan biri. [kurucusu : Şeyh Siileym ân Sebsebi'dir].
sebt ب
(a.i.) : yazm a, kaydetm e, deftere ge-
çirm e.
sebt-i defter : deftere geçirm e.
sebiik-mizâc ( ﺳﻜ ﻤ ﺰا جf.a.b.s.): hafif mizaçlı, hoppa [adam]. 1081
sebük-pâ
sebük-pâ ( ﺳﻠ ﻰ ﺑﺎf.b.s.): ayagma çabuk [kimsel. sebük-pây ( ﺳ ﺸﺎ ىf.b.s.) : ayagma çabuk olan, (bkz: bâd-pâ). sebiik-pervâz رواز٠( ﺳ ﻚf.b.s.) : çabuk uçucu, sebük-rev ﺳ ﻜ ﺮ و٠ (f.b.s.): çabuk giden, (bkz: çâbük-pâ). sebiik-re'y ( ﺳﺪ ى رأىf.b.s.): hafif fikirli, 'dü?üncesiz. (bkz: sebük-magz). sebük-rûh ﻛ ﺮ و ح٠( سf.a.b.s.): 1. hafif ruhlu, İÇİ tez. 2. ho?sohbet, zarif ?en olan; mec. lâübâlî. sebük-sâr ﻛ ﺴﺎ ر٠( سf.b.s.): beyinsiz, akilsiz, (bkz: sebük-magz). sebiik-seng itibarsız.
J
j
( ﺳﺒ ﻚf.b.s.): hafif ta?; mec.
sebiik-ser ( ﻻ ﻟ ﻞf.b.s.): 1. hafif dü?ünceli. 2. a?ağılık, sefih. sebiik-seri ﻛ ﺴ ﺮ ى٣(سf.b.i.): dü?üncesizük. sebük-tûz ( ﺳﺒﻜﺘﻬﻠﺰf.b.s.): ayagma çabuk, çabukko?an. (bkz : sebük-pâ, sebük-pây). seby ( ﺳ ﻰa.i.) : harbde esir olma, almma. sebz >-، (f.s.): ye?il, ye?il renkli, (bkz : ahdar). Berg-İ sebz : ı) ye?il yaprak; 2) gönül almak üzere verilen ufacık hediye. Hatt-1 sebz: delikanlılarda sakal ve bıyıktan önce çıkan ince tüy. 3. siyah. sebz-i hisâr: miiz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, sebz-i tâze: miiz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, sebzâ-reng زا ر ش١( سf.b.s.): 1. ye?il renkli. 2. esmer, karasarı. sebz-der-sebz ( ﺳ ﺰ د رﺳﺒﺰf.b.i.): (bkz: sebzender-sebz). sebze ( ﺳﺰهf.i.c.: sebze-vât): 1. ye?illik, çimen. 2. yemeği yapılan ye?illik. sebz-ender-sebz ( ﺳﺰ اﻧﺪرﺳﺰf.b.i.): 1. ye?illik İçinde ye?illik. 2. müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup niimûnesi kalmamı?tır. sebz-ender-sebz-i hisâr : müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. 1082
sebz-ender-sebz-i kadim: miiz. Türk müziginin en az ü ؟asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. sebze-vât ( ﺳ ﺰ وا تf.a.i. sebze'nin c.): zerzevat. ؛Farsça olan bu kelimeyi Arap kaidesine göre cemilendirmek yanlı? bir te?kil olmakla berâber kullanılır olmu?tur]. sebze-zar ( ﺳ ﺰه زارf.b.i.): 1. ye?illik. çayırlık, çimenlik. 2. sebze tarlası, bostan. sebz-fâm 0< ( ذامf.b.s.): ye?il renkli.(bkz: sebz-reng). sebzi ﺳﺰ ى٠(f.s.) : 1. ye?ille ilgili, ye?illi. 2. müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur. sebzin ( ﺳﺰ؛ﻳﻦf.s. sebz'den): ye?il renkli, rengi ye?il. (bkz: ahdar). sebz-pûç إوش٠( ﺳﺰf.b.s.): ye?il örtülü, ye?il elbiseli. sebz-reng J j j j f j (f.b.s.): ye?il renkli, (bkz: sebz-fâm). sec' ( ﺳ ﺠﻊa.i.c.: escâ'): 1. nesirde yapılan kafiye, *İçuyak. 2. ibârenin kafiyeli olan cümle sonlarından her biri. 3 ٠kumru, güvercin gibi kıı?ların ötü?ü. sec'-i mefrUk: ed. (bkz : sec'*). sec'-imukayyed : ed. (bkz : sec'-i rabti). sec'-i murassa': ed. her iki fâsılanın kelimeleri sayıca ve her bir kelime, kar?ılığı olan kelime ile vezin ve harf adedi itibariyle uygun dii?mesi: Zübde-İ' vâkıfân-1* rumûz-ü dekayık4/ ve Umde-İ٠ sâkinân-1* künûz-d hakayık4... gibi. sec'-i mutarref: ed. hiç bir ?arta mânî olmaksızın yalnız fâsılaları kafiyeli olan seci': andelib-i ho?-efrâz, nagamatiyle sâmia-nevâzdır... gibi. sec'-i müvâzî: ed. sayıca müsâvî olmayan, mütekabil kelimeleri kâmilen kafiyeli olmayan, yalnız vezin ve kafiyelerde birle?en seci': hamd-i nâ ma'dûd ve senâ-yi nâmahdûd... gifei. sec'-i rabti: ed. bağımlı seci' secâhat ( ﺳﺠﺎ ﺣ ﺖa.i.): yumu?akhuyluluk. secâvend ( ﺳﺠﺄوذدf.i.): Kur'ân-1 mânâya uygun dogru okumak İçin konulan i?âret. ؛Meselâ: "kaf: durmayı"; "sad: geçmeye
setd
ruhsatı'';, "cim : durma veyâ geçmenin câiz olduğunu”; "mim : muhakkak sûrette durmayi” gösterir; kelime, bu işâretleri koyan zâtın memleketi olan “Secâvend” şehrinden alınmıştır]. secâyâ ( ﺳﺠﺎﻳﺄa.i. seciyye'nin c.): seciyyeler, huylar, tabiatler, karakterler, secc ( ﺛﺞa.i.): akma [su-], seccâc ( ‘ ^ جa.i. secc'den): 1. bol, şiddetli akan su. 2. çağlayan. seccâde ( ﻣﺠﺎدهa.i. secde'den c .: secâcid): 1. seccâde, üzerinde namaz kliman küçük kilim, küçük hail. 2. yazmalarda görülen belli başlı bir motifin adi. seccâde-nîşîn ( ﻣﺠﺎده ﺻﻞa.fb.s.): "seccâdede oturan”. : şeyh; imam. seccân ( ﻣﺠﺎنa.i. sicn'den): gardiyan, hapishâne me'muru. secde ( سﺀﺟﺪهa.i.c.: secdât): namazda alını, el ayalarım, dizleri ve ayak parmaklarım yere dayamaktan İbâret İbâdet vaziyeti, secde gülü: g. s. bir çeşit süsleme olan halkârda görülen gül motifinin bir nev'i. secde-i sehv: namazda yapılan bir yanlış İçin secde etme. secde-i şükrân : büyük bir sevince karşılık yapılan secde. secde-i tilâvet: Kur'ân'ın 14 yerindeki secde âyetlerini okuyunca, okuyan ve İşiten İçin yapılması lâzımgelen secde, secde-gâh ٥، r ( ﺳﺠﺪهa.f.b.i.): İbâdet edilecek, namaz kılınacak yer. (bkz : mescid). secde-geh ٠ ( ﺳﺠﺪه ﻛﺎa.f.b.i.). (bkz : secde-gâh). secde-gir ( ﺳﺠﺪه اa.f.b.s.): secdeye kapanan, secde eden. secede ( ﺳﺠﺪهa.s. sâcid'in c.): secde edenler. (bkz : süccâd, siicced, sücûd). secencelj secencele ؛(a. i.): ayna, (bkz: mir'ât). sech ( ﺳﺠﺢa.i.): 1. hek. bir şeyin derisini, kabuğunu soyup sıyırma. 2. tırmalama, secir ( ﻻصa.i.): cibre, posa, (bkz : asire). secir-i ineb : üzüm posası, seciyye (a.i.c.: secâyâ): huy, tabiat, karakter (bkz: meşreb). seciyyevi ﺟ ﻮ ى٠( ﻻa.s.): *ırasal, karakteristik, seci (a.i.c.: sicâl): İÇİ su dolu kova.
sedâ ( ذدىa.i.c. : sedâyâ). (bkz : sidy, sedy). sedâ
( ﻣ ﺪا..i.) : (bkz : sadâ).
sedâb
ا ب٠( ﺳﺎa.i.) : bot. sedefotu.
sedâcet
دا ﺟ ﺖ٠(a.i.) : sâdelik.
Sedâcet-İ kelâm : söz sâdeligi. Sedâcet-İ lisan : leng. dil sadeliği,
داد٠ ( اa.i.) : 1. doğruluk, hatâsizlik; doğru ve hakli şey. 2. erkek adi. sedâil ( ﻣﺪ'ﺋﻞa.i. sedil'in c.) : askılar; perdeler, zarlar, örtüler. sedâ-nüvîs ( ﺻﺪا ﻧﻮصf.b.i.) : gramofon plâğı; teyp. sedâyâ ( دا بa.i. sedâ, sedy, sidy'in c.) : memeler. Zâtü 's-sedâyâ: zool. memeliler, fr. sedâd
m am m ifères.
٠( ﺳﺪa.i.) : 1. kapama, tıkama; kapanma, tıkanma, engel olma. 2. mânia, perde, (bkz: hâciz, hâil). 5. set, tiimsek. 4. bara), büğet. 5. rıhtım. sedd-i âhenîn ؛demir duvar, demir perde, sedd-i bâb : kapı örtme, sedd-i Ç in : Çin seddi. sedd-i hâil : araya giren, engel olan set. sedd-i kebir (büyük sed) : Çin seddi. sedd-i nutk : .susma, sedd-i rahne : gediği kapama, tıkama, sedd-i ram ak : ölmeyecek kadar yiyip İ ؟me. seddâd ( ﺳﺪادa.i.) : 1. şişe tıpası. 2. tampon, sedeb ( د بa.i.). (bkz : sedab). s e d e b i^ e ( د د يa.i.) : bot. sedefotugiller, fr.
sedd
rutacCes. sedef ﻰ
( ﻟa.i.). (bkz : sadef).
sedef-çe ﻓﺠﻪ٠( ﺻﺎa.f.b.i.) : küçük sedef, (bkz:
sadef-çe). sedefe ( ﺻﺪﻓﻪa.i.) : 1. bir tek sedef kabuğu. 2. anat. kulak kepçesi. sedefe-i iizniyye : hek. kulak sayvanı, fr. pavillo n de l'oreille. 3. biy. pul. sedefi د ﻓ ﻲ٠( ﺀa.s.) : sedefe mensup, sedefle il-
gili. sedef-kâri
( ﺻ ﺪ ^ ر ىa.f.i.) : sedefçilik,
sedene ( ﺳﺪﻟﺦa.i. sâdin.'in c.) : kapıcılar, perde-
darlar, Kâbe-i Miikerreme kapıcıları, ( دد غa.i.) : 1. baş yarma. 2. baş yarığı, sedid د, ( يa.s. sedâd'dan) : 1. doğru, hak. (bkz : sedâd). 2. i. erkek adi.
sedg
1083
sedd sedîd ﻳﺪ٠( ﺳﺪa.i.) : anat. kapak, sedide ( ﺳﺪﻳﺪهa.s. sedâd'dan) : 1. [“sed id ” in müen.]. (bkz : sedid). 2. i. k ad m adi. sedil ٠( ﺳﺪﻳﻞa.i.c. : sedâil) : askı; perde, zar, örtü. sedin ( د نa.s.) : etli, vücutlu, toplu, cüsseli [kim se]. sedir ﻳﺮ٠( ﺳﺪo.i. a. sadr'dan) : 1. od an m baş tara fin a kon ulan döşenm iş kerevet. 2. k aryo la. se d ir-i atlas : bot. atlassediri. sed m
( ﻻ د مa.i.) : d ik fışk ıra n su.
( دنa.i.) : 1. puthâne. 2. tapm ak, sed n ( دنa.i.) : vü cu t âzâların ın an orm al sed n
şe-
kilde gelişm esi. se d y ( د ىa.i.c. : sedâyâ) : m em e, em cik, (bkz : pistân). sedy-i kesirü'l-leben : çok sütlü m em e, sedye
( ددهa.i.)
: anat. m em e.
sedye-i vahidii's-sukbe : zool. *gagalim em eli, fr. ornithorynque. sedye-i zü 'z-zafîr : zool. *toynaklılar, seele 4
(a.i. sâil'in c.) : dilenciler,
sefâ' ( ﺻﻐﺎﺀa.i.) : safâ'. sefâh
( ﺳﻔﺎهa.i.). (bkz : sefâhat).
sefâhat ( ﺳﻔﺎﻫﺖa.i.) : 1. zevk ve eğlenceye -aşırı derecede- düşkünlük. 2. akilsizlik . 3. h ar v u ru p h arm an savurm a, sefâin ( ﺳﻬﺎشa.i. sefin e'n in c.) : 1. gem iler, (bkz : süfün). 2. mec. tü rlü k o n u la n İçine alan kitaplar. Sefâin-İ harbiyye : harb gem ileri, sefâlet ( ﺳﻔﺎﻟﺖa.i.) : 1. sefillik, h ak irlik , düşk ü n lü k, aşağılık. 2. yoksulluk, sefâret ( ﻧ ﺮ نa.i.c. : sefârât) : sefirlik, elçilik. [a sh -.''sifâ re t"d ir]. sefâret tercüm ânı : O sm anlIlar devrinde İstan b u l'd a bu lu n an yaban cı elçiliklerde te rcü m an lık yap an v azifeli kim se, sefâret-hâne elçilik.
( ﺳﻐﺎرﺗﺨﺄذعa.f.b.i.) : elçilik konağı,
sefâret-nâme ( ﺳﻔﺎرﺗﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.) : ed. yab an cı bir ülkeye elçilik *göreviyle gidenlerin hatırala rın ı İçinde toplayan eser, sefâric
( ﻣﻐﺎرجa.i. sefercel'in c.) : ayvalar,
sefat k l (a.i.) : 1. sepet, sele. 2. b a lık ve ağaç pulu. 1084
sefâtic ( ﺳﻬﺎﺗﺞa.i. süftece'nin c.): tic. poliçeler, sefeh ( ﺳﻬﻪa.i.): akilsizlik, sefele 4 ı (a.s. sâfîl'in c.): aşağı kimseler, alçaklar. sefen ( ﺋﻬﻦa.i.): nasır. sefer ﻏﺮ٠( ﺀa.i.c.: esfâr): arabi aylarının ikincisi [yılbaşı Muharrem olmak itibârıyla-], sefer j i (a.i.c.: esfâr): 1. yolculuk. 2. savaşa gitme. 3. savaş. 4. askerin savaş hâlinde veyâ savaşa hazır bulunması hâli. 5. defâ, kerre, kez. 6. huk. üç gün üç gece siiren yolcululc. 7. tas. insan gönlünün Allah'a yönelişi. sefer bahşişi: (bkz : sefer in'âmı). sefer in'âmı: ask., tar. harb dolayısıyla Yeniçeri ocağı asker ve subaylarına verilen bahşiş. seferân ( ﺻﻔﺮانa.i.c.): muharrem ve sefer ayları. (bkz: saferân). sefer-ber j i j L (a.f.b.i.): 1. savaşa gönderilmiş veyâ gönderilmek üzere bulunan [asker]؛ savaşa hazırlanmış devlet. 2 ٠s. bir olayın, bir amacın çözümü yolunda milletçe veya hep birlikte yapılan [hazırlık], sefercel ( ﻣﻔ ﻮ ضa.i.c.: sefâric): ayva, sefer der vatan : tas. dünyâdan elini eteğini çekerek Allah'a yönelme, gerçek vatan sayılan ilahi ülkeye dönmek İçin yola çıkma hazırlığında bulunma. sefer-giizin ﻳ ﻦ/ ( ﺳﻔﺮa.f.b.s.): yolculuk eden, yol giden. seferi, seferice ﺳﻔﺮﻳﻪ، ( ﺳﻬﺮىa.s.): 1. seferle, yolculukla ilgili olan. 2 ٠savaş ile ilgili. 3. şer'an en az 18 saatlik yere gitmek üzere yola çıkan kimse, yolcu. ["hazeri"niri Ziddi]. seferice ﺑﻪ.( ﺳﻐﺮa.i.): savaş durumunda bulunma. \ seferii'l-hayr ( ﺳﻐﺮاﻟﺦ؛رa.it.): sefer, arabi aylarının İkincisi [takvimlerde, hususi melctuplarda, resmi *belgelerde: sad ( ) صharfiyle belirtilirdi]. seff 4 (a.i.c.: süfûf) : 1. ilâcı toz hâline getirme. 2. toz hâline getirilmiş ilâç, seffâh ( ﺳﻔﺎ حa.s.): 1. hatip, giizel söz söyleyen. 2. cömert, eli açık, (bkz : ' ٨ 3. kan dökücü, gaddar.
segâh muhayyer s e ffâ k ( ﺳﻔﺎكa.s. s e fk 'd e n ): 1. lcan dökücü. (bkz : hûn-rîz). 2. (bkz : seffâh'). sefid ( ﻣ ﻔﻴ ﺪf.s .): ak. (bkz : beyzâ, ebyaz). Bahri-sefid : A kdeniz. R îş-i sefid : ak sakal, sefid ü siyâh : akla kara,
Sefîr-İ kebir : büyük el ؟i. sefire ( ﺳﻔﻴﺮهa.i. sefâret'den): 1. bayan el ؟i. 2. sefir'in e?i. s e fk ( ﺳﻐ ﻚa .i.): dökm e, akıtm a. s e fk -i d im â ': kan dökm e, k an dökücülük.
sefîdâ, sefidâc ﺳﻔﻴﺪا ج، ( ﺳﻔﻴﺪاf.i.): üstiibec.
s e fl ( ﺛﻤﻞa.i.). (bkz : kazûrât).
sefidâb ( ﺳﻔﻴﺪا بfi.), (bkz : sefîdâ, sefidâc).
sefsefe ( ﺳﻔﺴﻔﻪa.i.) : un, hâlin d eki şeyleri eleme,
sefidi ( ﺳﻔﻴﺪ ىa .i.): akille, beyazlık, sefih ( ﺳﻔﻴﻪa .s.c .: s ü fe h â ): 1. zevk ve eğlenceye düşkün, p arasım p ulunu is râ fe d e n akilsiz. 2. huk. iradesine h âk im olam ayan [kim se], sefîh-âne ( ﻣﻔﻴﻬﺎﻧﻪa .f.z f ) : sefih olan kim seye y a k ışır yolda. sefil, sefile ﺳﻐﻴﻠﻪ، sefilân , s ü fe lâ ): 2. alçak. 5. uslu ru su “s â fil” dir]. 5. bayağı, alçak.
( ﺳﻐﻴﻞa.s. sefâlet'den. c . : 1. sefalet ؟eken, yoksul. tabiatlı, [kelim enin dog4. yıp ran m ış, eski, harap.
sefilân ( ﺳﻐﻴﻼنa.i. se fil'in c.). (bkz : sefil, sefile, süfelâ). sefile ( ﻣﻐﻴﻠﻪo .s.): mec. orospu, ( b k z : fâhişe, zâniye). sefine ( ﺳﻔﻴﻴﻪa .i.c .: sefâin, s ü fü n ) : gem i, vapur, ( b k z : keştî). Sefîne-İ nefise fi'l-m enâkıbi'l-M evleviyye (M evlevi m enkıbeleriyle dolu güzel gemi) : 1866 da M ısır'd a b asılan ve ü ؟bölüm den oluşan bu e se rd e : 1 in ci bölüm de kendi zam an ın a k ad ar K onya'da M evlân a dergâh ına şeyh olan çelebilerin hayatları; 2 nci bölüm de b irçok tekkelerde şeyh lik etm iş olan M evlevi şeyhleri; 3 üncü bölüm de ün lü M evlevi d ervişleri incelenir, sefine-i nefise-i M evleviyye (M evleviliğin nefis, güzel g e m is i): M ustafa Sâkıb D ede'nin (Öİ. 1736) M evlevi şeyh ve dervişlerin in b iyo grafile rin i konu edinen eseri, sefine-i Nûh : 1) N û h 'u n gem isi; 2) astr. sem ânın gü n ey yarım k ü resin d e bu lu n an b ir b u rcu n adi. Sefînetü'r-rüesâ (reisler g e m is i): A h m ed R esm i Efen di'n in (1700-1783) O sm anlI reisülküttap (hariciye vekili) la rın ı anlatan eseri: [eserin bir başka adi da : H alîfetü'îrüesâ (reislerin halifesi) dir. sefînetü 'ş-şu arâ: ed. d ivan toplanan şiir m ecm ûası.
şâirlerin den
sefir ( ﺳﻔﻴﺮa.i. sefâret'den. c . : süferâ) : el ؟i.
nişasta
gibi "toz
seftece ( ﺳﻐﺘﺠﻪa.i.c. : sefâtic) : poliçe, sefû f ( ﺳﻔﻮ فa .i.): toz ilâ ؟, seg
J j ( f i . ) : 1. köpek, it. (bkz : kelb).
seg-i d îv â n e : kudu z köpek, ( b k z : kelb-i akûr). 2. mec. d ayan ıklı, segabet “( ﻣ ﻐ ﺎ ﺑ ﺖga” uzun okunur, a .i.) : açlık, ( b k z : cû'). seg-âbî ﻣ ﻜ ﺎ ﺑ ﻰ âbî'den].
(f.i.): zool. kund uz,
[seg-i
segâh ( ﻣ ﻜ ﺎ هf.b .i.): müz. T ü rk m ü ziğin in en esk i m ak am lan n d ad ır. K u v v e tli b ir ziihd ve açık b ir hüzün bild irir. E n eski devirlerden b e ri rağbetle k u llan ılm ıştır. Segâh beşlisi ile hicaz d örtlüsünden m ürekkeptir, (şu halde, d izisi b ir sekizli dâhilinde İfâde edilebilen m ürekkep m ak am lard an olm uş oluyor). D o n an ım ın a “s i” ve “m i” kom a be-' m olleri ile “ fa" b ak ıyye diyezi konulur, hicaz d örtlüsünün “ İâ” b ak ıyye diyezi, nota içerisinde k u llan ılır. M akam dizisi niseb-i şerifeden 5 tânesini İçine ald ığın dan, gizli m iiten âfir sayılır. D u rağ ı segâh, güçlüsü -üçü ncü derecesi olan- nevâ (re) perdeleridir. U m ûm iyetle ؟ik ici o larak seyreder. O rta sekizlisin deki sesleri -pestden tize d ogru olm ak üzere- şöyledir : segâh, çârgâh, nevâ, d ik hisar, evic, gerdâniye, sünbiile ve tiz segâh. se g â h -a ra b a n : müz. adına ilk olarak 1910 yılla rın d a rastlan an b ir malcam. segâh-acem ( ﺳ ﻜﺎ ه ﻋ ﺠﻢf.a.b.i.) : miiz. T ü rk m ü ziğin in en az altı asırlık b ir m iirekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış nüm ûnesi yoktur. segâh-mâye ( ﺳ ﻜﺎ ه ﻣﺎﻳﻪf.b .i.): müz. m âye m akarninin, segâh ile segâh perdesinde k alan nev'ine -dügâh perdesinde k alan d an tefrik m aksadıyla- bâzan verilen b ir adi. segâh m uhayyer ( ﺳ ﻜﺎ ه ﻣﺨﻴﺮf.a.b .i.): müz. T ü rk m ü z ig in in b irk a ؟a sırlık b irm iire k k e p 1.85
seg-bân
makamı olup zamânıınızakalmış numûnesi yoktur.seg-bân ( ﻣ ﻜ ﺒ ﺎ نfi.) : 1. seymen, yeniçeri ocağına bağlı bir sınıf asker. 2. OsmanlI saraylarinda av köpeklerine bakan kimse. seg-bân-ı cedid: tar. Bayraktar Mustafa Paşa taraftndan 1808 de, Nizamıcedit ocağının yerine meydana getirilen askeri bir kuruluş. seg-cân ﺟ ﺎ نJ j (f.b.s.): it canlı. seg-pe ؟e ﺳ ﻚ ﺑ ﺠ ﻪ eniği.
(fb.i.): köpek yavrusu, it
segrî ( ﻣ ﻐ ﺮ ىfi.) : sağrı, hayvanin beli ile kuyruğu arasındaki dolgunca yer. sehâ' ( ﺳ ﺤﺎ ﺀa.i.c.: eshiye): anat. beyin zari, sehâb ( ﺳ ﺤ ﺎ بa.i.): 1. bulut, (bkz: ebr, gays*, mig). 2. karanlık. 3. bulut gibi uçuşan böcekler. sehâb-ı gayr-1 muzi : astr. karanlık nebiilözler. sehâb-ı matîr : yağmur bulutu. sehâb-ı rahm et: rahmet bulutu, sehâb-âlûd ( ﺳ ﻰ ب آﻟﻮدa.f.b.s.): bulutlu, (bkz : ebr-âlûd). sehâbe ( ﺳ ﺤﺎ ﺑ ﻪa.i.): 1. tek bulut. 2. kalsiyum spektrumunda K- çizgisinde ؟ekilmiş güneş resimlerinde görülen benekler, *püskülcük, fr. flocculus. sehâbî ( ﺳ ﺤ ﺎ ﺑﻰa.s.): bulutumsu, bulutla ilgili, sehâbiyye ( ﻣ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪa.i.) : 1. astr. *bulutsu, nebülöz. 2. ["sehâbî" nin miien.]. (bkz: sehâbî). sehâbiyyet ( ﺳ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﺖa.i.) : çoğr. bulutluluk, sehâfet ( ﺳ ﺨ ﺎ ﻓ ﺖa.i.). (bkz : sahâfet). sehâî ( ﺳ ﺤ ﺎ ﻓ ﻲa.s.) : beyin zarma âit, onunla ilgili. sehâib ( ﺳ ﺤ ﺎ ﺋ ﺐa.i. sahâbe'nin c.) : bulutlar. Sehâib-İ meftûre : durgun, ağır bulutlar, sehâiyye ﻣ ﺤ ﺎ ﺋ ﻴ ﻪ (bkz: sehâî).
(a.s.): ["sehâî"nin müen.].
sehânet ( ﺋ ﺨﺎﻧ ﺖa.i.): 1. kaimlik, (bkz : sihan). 2. sıcaklık. 3. katilik, peklik, sehâyâ ( ﻣ ﺤ ﺎ ﻳﺎa.i. sehâ'nın c.)': beyin zarları. [“sehâ''nın asil cem i: "eshiye" olup "sehâyâ" kelimesi, Cemiyyet-i Tıbbıyye-İ Osmâniyye tarafından kabûl edilmiş ise de yanlıştır]. İltihâb-1 sehâyâ: hek. beyin zar'ı İltihâbı,
1086
menenjit. Nezf-İ sehâyâ : hek. beyin zari kanaması. sehek ﺳ ﻬ ﻚ
(a.i.) : bot. bugdaypasi.
(a.i.c. : eshâr) : 1. tan yeri agarmadan biraz önceki vakit. A le 's-se h e r : sabah erkenden. 2. kadın adi.
seher ﺳ ﺤ ﺮ
(a.i.) : hek. uykusuzluk, gece uyuyamama hastalığı. İllet-İ seh er : uykusuzluk hastalığı.
seh er ﻣ ﻬ ﺮ
güneşin ufkun altında 6٥ de iken gözlenen gün ağarması veya kararmasi, sivil tan, fr. crép u scu le civil,
seh er-i âm m e : astr.
sehere
( ﺳﺤﺮهa.s. sâhir'in c.). (bkz : sâhir).
ﻣ ﺤ ﺮﺑ ﻪ، ( ﺳﺤﺮﺳﻤﺎهa.f. b.i.) : seher vakti, sabahın erken saati,
seh er-gâh , - -geh
( ﻣ ﺤ ﺮ ﺧﻴﺰa.fb.s.) : 1. erkenci, sabahİarı erken kalkan. 2. sabahleyin esen,
seh er-h iz
ﺳﺤﺮﻳﻪ، ( ﻣ ﺤ ﺮ ىa.s.) : sabah ve şafakla ilgili. İb âd e t-i se h e rim e : seher vakti ibâdeti. M ü r g -i seh eri : bülbül,
seheri, se h e rim e
seh h âk a
( ﺳﺤﺎﻗﻪa.s.) : sevici kadm.
( ﺳﺤﺎرa.s. sihr'den) : 1. (pek) büyücü, (bkz : sâhir, sihr-bâz). 2. büyü gibi bir kuvvetle ؟eken, büyüleyici,
seh h âr
( ﺳﺤﺎرهa.s.) : 1. sehhâr'ın müennesi. 2. i. büyüleyici, ؟ok güzel mânâsına kadm adi.
seh hâre
( ﺳﻬﻰf.i.) : 1. düz, dogru. 2. fidan gibi [boy]. 3. i. erkek adi.
sehi
( ﺳﻬﻰ ﻗﺪf.a.b.s.) : boylu boslu, düzgün endamlı, (bkz : sehi-kamet).
seh i-k ad d
"( ﺳﻬﻰ ﻗﺎﻣﺖka" uzun okunur. f.a.b.s.) : düz, düzgün boy.
seh i-k am et
( ﺳﻬﻴﻢa.s. sehm'den) : hisse sâhibi. ( ﺳﻬﻞa.i.): 1. kolay, (bkz : âsân). 2. sâde.
seh im sehl
mümteni : ed. kolay ve sâde göründüğü halde, bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz.
seh l-i
kolay olarak alınacak ve elde ؟dilecek şey.
sehlü'1-m e 'h a z : sehlen
( ﺳﻬﻼa.zf.) : kolaylıkla, kolay olarak.
Eh len ve sehlen
: safâ geldiniz, hoş geldi-
niz. seh l-ter ﺳ ﻬﻠ ﺘ ﺮ
(f.b.s.) : ؟ok kolay en kolay,
(a.i.c. : sihâm) : 1. ok.' (bkz : tir). 2. yay. 3. (c. : eshâm) aksiyon, hisse bede-
seh m ﺳ ﻬ ﻢ
selâm
li. 4. kısım, hisse, pay. 5. or. eğrilik payı [tomruklarda].
( ﻣ ﻬ ﻢf.i.): korku, dehşet, (bkz : bim). ( ﺳﻬﻤﻜﻴﻦf.b.s.): korkunç; korkulu,
seh m
se h m -g in
(bkz: sehm-nâk).
( ﻣﻬﻤﻰa.s.): okla *ilgili, okumsu, *oksu. ( ﺳﻬﻤﺄكf.b.s.): korkunç, korkulu,
seh m i
se h m -n â k
(bkz: sehm-gin). ( ﺳﻪ ﺑﺎf.b.i.): 1. üstüne bir şey konulan ayaklı destek. 2. küçük masa. 3. darağacı. 4. üç ayaklı iskemle veya maşa,
seh -p â
( ﻣﻬﺮانa.s.): geceleri uyanık duran,
se h râ n
seh -ren g
( ﺳﻪ ر ﻧ ﻚfb.i.): bir çeşit ipekli ku-
maş. ( ﻣﻪ ﺗﺎرf.b.i.): m üz. telli sazlardan üç telli bir saz.
se h -tâ r seh u n
( ﺳﺨﻦf.i.): söz. (bkz : sühan).
( ﺳﻬﻮa.i.c.: sehviyyât): 1. yanlış, (bkz : hatâ). 2. yanılma, (bkz : gaflet),
seh v
seh v-i k a le m : yanlışlıkla yazma, seh v-i m iirettib
: miirettip yanlışı,
seh v-i sa rih
: pek açık yanlış,
seh v-i tertib
: tertip, dizme yanlışı,
sehven
( ﻣﻬﻮأa.zf.): yanlışlıkla, yanılarak,
se h viy y â t
( ﺳﻬﻮﻳﺎتa.i. sehv'in c ): yanlışlar,
sek am
( ﻣ ﻘ ﻢa.i.c.: eskam): hastalık, illet,
sek ârâ
( ﻣ ﻜﺎ ر ىa.s. sekrân'ın c.). (bkz : sükârâ).
sekb
( ﺳ ﻜ ﺐa.i.) : suyu dökme; su dökülme,
sek -bân
( ﺳﻜﺒﺎنf.b.i.). (bkz : seg-bân).
( ﺳﻜﺒﻪa.i.c. : sekebât) : 1. baştaki kepek. 2. takke.
sekbe
( ﺳﻜﺒﺎ تa.i. sekebe'nin c.) : 1. baştaki kepekler. 2. takkeler.
sekebât
( ﺳﻜﻔﺎ تa.i. sekne'nin c.) : durma [lar], dııruş[lar]. H arek ât ii sekenât (kımıldamalar ve duruşlar): davranış, oturuş, duruş, [kelime dilimizde müfret gibi kullanılır],
sekenât
( ﺳﻜﻔﻪa.s. sâkin'in c.): sâkin olanlar, oturanlar.
sekene
seken e-i a s l i : sosy. seken e-i k a r y e :
yerli, fr. autochtone.
köy sâkinleri, köyde otu-
ranlar. sekerât
( ﻣ ﻜ ﺮا تa.i.c.): sarhoşluklar.
sek erâtü ' 1- m e v t :
can çekişirken gelen baygınlık, dalgınlık, (bkz : ihtizâr).
( ﺳﻜ ﻞa.i.): tas. Bektaşi dervişlerinin boyunlarına aştıkları taş. sekin e, sek in et ﺳ ﻜ ﻴ ﺖ، ( ﻣ ﻜ ﻴ ﻪa.i.c.: sekâin): 1. karar; rahat, sâkinlik, dinlenme. 2. gönül rahatlığı. 3 ٠İsrâil oğullarına ihsan olunan bir mûcize. [tabutla gezdirilir, kendilerine güven) düşmanlarına korku verirmiş], se k k âk ( ﺳﻜﺎكa.i.): bıçakçı, çakıcı, s e k r ^ j (a.i.): sarhoşluk, (.bkz : bed-mesti). se k rân ( ﺳﻜﺮانa.s. sekr'den. c .: sükârâ): sarhoş. (bkz: bed-mest, mest, ser-hoş, sermest). se k râ n iy y e t ( ﺳﻜﺮاﻧﻴ ﺖo.i.): sarhoşluk, se k r-âv e r ( ﻣ ﻜ ﺮ آورf.b.s.): sarhoşluk veren, sarhoş eden, baş döndüren, (bkz : müskir). sekre ( ﻣﻜ ﺮهa.i.): 1. sarhoşluk. 2. şaşma, (bkz : hayret). 3. şiddet. 4. dalgınlık, baygınlık, sekt ( ﺳ ﻜ ﺖa.i.): 1. sesini soluk almadan durdurma. 2. ed. şiirde bir harekenin düşmesinden meydana gelen ahenk kırıklığı, sek t-i m e li h : ed. hafif ahenk kırıklığ ı: ''mef'ûlü mefâilün faûlün” veznini "mef'ûlün fâilün faûlün" hâline koyma, sekte ( ﺳﻜﺘﻪa.i.): 1. durma; durgunluk. 2. kesilme. 3. bozukluk, zarar. 4. kanin birdenbire durması. 5. (bkz : sekt). sek te-i d im â g ıy y e : hek. beyin inmesi, sek te-i k a lb : kalb sektesi, kalbin durması, sek te-i r i e v i ^ e : hek. alccigere kan hücûmu. se k te -d âr ( ﺳﻜﺘﻪ دارa.f.b.s.): 1. sekteye uğramış, bozulmuş, zarara uğramış. 2. ahengi, düzeni bozulmuş, sel ( ﺳﻴﻞa.i.). (bkz : seyl). sel'a ( ﺳﻠﻌﻪa.i. seleât sila') : hek. 1. hıyarcık. 2 ٠ur. 3. başta olan yarık, selâ' ( ﺳﻼﺀa.i.) : anat. cenin torbası, son. sek il
selâcika ( ﺳﻼﺟﻘﻪa.i. selçûk'un c.): Selçuklular. S e lâ tîn -ı selâcika: Selçuklu sultanları, s e lâ h if ( ﺳ ﻼ ﺣ ﻒa.i. sulhafât, sulahfât'm c.) : zool. kaplumbağalar. se lâ ik ( ﺳﻼﺋﻖa.i. selika'nm c.) : selikalar, güzel söyleme ve yazma istidatları, selâkat ( ﺳ ﻼﻗ ﺖa.i.): güzel söz söyleme kabiliyeti, (bkz: talâkat). se lâ lim ( ﺳ ﻼﻟﻢa.i. süllem'in c.): merdivenler, se lâ m ( ﺳﻼمa.i.): 1. barış, rahatlık. 2. sonu iyi ve hayırlı çıkma. 3. fânî, gelip 1.87
selâme, selâmet
geçici olmama, zevalsizlik. [Allah adlarından biri]. 4. âçinâlık, bildik. 5. selâm, esenleme. Dârü's-selâm: Cennet. Medînetü's_ selâm : Bağdat. Aleyhi's-selâm : onun iizerine selâmet olsun.
selâtin câm ii: sultanlar adına yaptırılan büyük cami. selâtin meyhâne : büyük meyhane.
Selâtîn-nâme ( ﺳ ﻼ ﻃﻴ ﻦ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.) : Edirne Hasköy'üüde Adni Mahmud Paça medselâme, selâmet ﺳﻼﻣﺖ، ( ﺳﻼﻣﻪa.i.): 1. sâlimlik, resesi müderrisi Sanca Kemal'in 1489 (H. eminlik, k o r k u v e endişeden uzak olma. 895) yılında kaleme aldığı 3600 beyitlik 2. selâmete çıkma, kurtulma. 3. iyi netice. manzum OsmanlI târihidir, [bir adi da 4. kurtulma, (bkz : halâs, necât, rehâ). 5. ed. "Tevârih-İ Â 1-İ Osmân” dır], cümlenin düzgün ve doğru olması. 6. esen- selb ( ﻣﻠ ﺐa.i.): 1. kapma zorla alma. 2. kallik. dırma, giderme, (bkz: İbtâl, İzâle). selâmetü'1-însan fi hıfzı’l-lisân : başını der3. menfileştirme, Olumsuzlaştırma. de sokmak istemeyen, dilini tutmalıdır, 4. in ؛âr etme. 5. fels. fr. nCgation. selâmî ( ﺳﻼﻣﻰa.s.) : 1. anat. parmak kemiği. selben ( ﻣﻠﺒﺎa.zf.): 1. kaldırarak, yok ederek, 2. i. erkek adi. gidererek. 2. İnkâr yoluyla, s e lâ m la t ( ﺳﻼﻣﻴﺎتa.i.c.): anat. parmak ke- selbi ( ﺳﺪىa.s.): menfilikle (Olumsuzlukla) mikleri. ilgili. Selâmiyye ( ﺳﻼﻣﻴﻪa.h.i.): tas. XVII. yüzyıl selbiyye ( ﺳﻠ ﺒ ﻴ ﻪa.s.): [“selbi" nin miien.]. ortalarında kurulan Celvetiyye tarikatı (bkz: selbi). şubesinden biri, [kurucusu: Selâmi Ali sele ( ﺛﻠ ﺞa.i.c.: sülûc): kar. (bkz : berf). Efendi'dir. 1103 (1691) de ölmüştür], selce ( ﺳﻠﺠﻪa.i.): zool. istiridye, selâmlık ( ﺳﻼﻣﻠﻖa.t.i.): 1. büyük konaklarda selcem ( ﺳﻠ ﺠ ﻢa.i.): bot. şalgam, misafirlere ayrılan dâire. 2 ٠eskiden padiselci ( ﺛﻠ ﺠ ﻰa.s.): kara âit, karla .ilgili. şahların cuma namazına gitme töreni, selcûkî,J؛i ؟، L (a.s.): Selçuklu, selâmiin aleyküm ( ﻣ ﻼم ﻋﻠﻴ ﻜﻢa.cü.): "selâmet üzerine olsun!" mânâsına bir selâmlama sözü. selâmün kavlen ( ﺳﻼم ﻗﻮﻷa.cü.): “üstüne sağlık" mânâsına Allah'dan sıhhat, sağlık, afiyet dileme"; felç, inme, nüzûl. selâs ( ﺛ ﻼ ثa.s.): üç. (bkz : se). selâse ﺛﻠﺜﻪ، ( ﺛﻼﺛﻪa.s.): üç. Şuhûr-i selâse : üç aylar. selâse-aşer: o n
ü ç
.
Selâse-İ gassâle : tas. Bektaşilerde S in d a İç ile n İç m e
ilk
üç kadeh
İç k i
, üçüncü
sofra-
b ard ağı
, ü ç le m e .
selâset ( ﺳﻼﺳﺖa.i.) : ed. [sözün] akıcı olma hâli, akıcılık, kolay anlaşılma hâli, selâsil ( ﺳﻼﺳﻞa.i. silsile'nin c.): 1. zincirler. 2 ٠zincirleme giden şeyler. 3. sıradağlar. Selâsil-İ müçgîn : sevgilinin saçı, selâsin ( ﺛﻼﺛﻴﻦa.s.) : otuz, (bkz : selâsûn). selâsin ( ﺳﻼﺳﻴﻦa.i.): selâsiniye fasilesinden yapraklan pek küçük bir ağaççık, selâsûn ( ﺛﻼﺛﻮنa.s.): otuz, (bkz : sî, selâsin). selâtin ( ﺳﻼﻃﻴﻦa.i. sultân'ın c.): sultanlar. 1088
selcuki^e ( ﺳﻠﺠﻮﻗﻴﻪa.s.): miien.]. (bkz : selcûki).
[“selcuki"
nin
sele ( ﺳﻠﻪa.i.): (bkz: selle), seleât ( ﻣﻠ ﻌﺎ تa.i. sel'a'nın c.): hek. hıyarcıklar؛ urlar. seleb ( ﺳﻠ ﺐa.i.c.: eslâb): 1. birinden kapılıp alınan şey. 2. soyularak birinden alınanşey. 3. savaş âleti. selef ( ﺳﻠﻒa.i.c.: eslâf, süllâf): 1. bir yerde, bir İçte, bir vazifede başka birinden önce bulunmuş olan kimse, ["halef" in zıddı]. 2. eski adam, (bkz : cedd). Selefime ( ﺳﻠﻔﻴﻪa.h.i.): sahâbe ile Tâbi'in mezhebinde bulunan fukahâ muhaddisin. [bunun yerine Eseriyye de kullanılır; Selefiyye'nin yolu Kur'an yoludur], selem ( ﺛﻠﻢa.i.) : diş gediği, selem ( ﺳﻠﻢa.i.): peşin para ile veresiye mal alma. selh ( ﺳﻠﺦa.i.) : 1. yiizme, soyma, derisini 1 ؟karma. 2. her arabi ayının son günü, [ilk gününe "gurre" denilir]. 3. ed. başkasına âit olan bir şiirin manâsına dokunmadan
selmek
yalnız kelimelerini değiştirmek suretiyle onu benimseyerek neşretme, selh-hâne ( ﺳﻠ ﺨ ﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.) : salhâne. (bkz: mezbaha). selib ( ﻣ ﻴ ﺐa.s.) : 1. soyulmuş, alınmış, giderilmiş. 2. akil başından alınmış. 3. traş olunmuş. seliha ف (a.s.) : 1. soyulmuş, bozulmuş şey. 2. kabuk. selika ( ﺳﻴﻬﻪa.i.c.: selâik): güzel söyleme ve yazma istîdâdı. seüka-dâr ( ﺳﻴﻬﻪ دارa.f.b.s.): 1. zevk ve aşırı zekâ sahibi. 2. iyi huylu [kimse], selika-mend ( ﺳﻴﻬﻪ ﻫﻐﺪa.f.b.s.) : 1. zevk ve aşırı zekâ sâhibi. 2. iyi huylu [kimse], selîka-şiâr ( ﺳﻴﻬﻪ دﻋﺎرa.b.s.): 1. zevk ve aşırı zekâ sâhibi. 2. iyi huylu [kimse], seliki, selikiyye ، ( ﺳﻴﻬ ﻰa.s.) : selikaya mensup, bununla ilgili. Letâfet-İ selikiyye : selika güzelliği. selil J - L (a.i.): 1. yeni doğmuş erkek çocuğu. 2. netice, (bkz : semere). s ؛lîl-i me}٢ t : ölü doğmuş çocuk- i selile ( ﺳﻴﺎهa.i.): yeni doğmuş kız çocugü. selim (٠( ﺳﻲa.s. selâmet'den): 1. sağlam, kusursuz, doğru, (bkz: sahih). Akl-1 selim: *sağduyu. Zevk i selim : güzel tabiat, güzel zevk sâhibi. 2. i. erkek adi. 3 ٠hek. habis olmayan [tümör]. selîmü'1-kalb : temiz yürekli adam, selime ( ﺳﻴ ﻤ ﻪa.s.) : 1. ["selim” in müen.]. (bkz : selim). 2. i. kadm adi. selimi ﻳﻤﻰ٠(سa.i.) : tar. bir çeşit başlık. [Yavuz Sultan Selim'e nispetle bu adi almıştır; 65 santim boyunda, yukarısı ağzından genişçe, tepesi yarık değil düzdür ve üzerine tülbent sarılır]. selimiyye ﺳﻪ٠( ﺳﻲa.i.) : eski ve zarif kumaşlardan birinin adi. [Üsküdar'da Selimiye'de dokunduğu İçin III. Selim'e nispet edildiği kayıtlardan anlaşılmıştır], selim-nâme ( ﻷﻣﻪ٠( ﺳﻲa.f.b.i.)': tar. Yavuz Sultan Selim'in (1512-1520) Trabzon'daki vâİiliği (1509) zamânmdan başlayarak. Gürcülerle, baba ve kardeşleriyle olan miicadelelerini, Safevîlerle ve Memlûklarla olan savaşlarım konu edinen eser(ler).
selis ﻟﺲ٠( سa.s.): 1. kolay, yumuşak. 2. bağlı, boyun eğmiş. seüsü'l-bevl : hek. 1) sidiğin dâimî akıntısı; 2) sidiğini tutamayan [adam], selis ( د ىa.s. selâset'den): 1. düzgün, akıCI [İbâre, anlatış]. 2. miiz. Türk (Anadolu) halk şiiri ve müziğinin XIX. asır başlarmda meydana ؟ıktığı anlaşılan bir şeklidir. Arûz'un "feilâtün feilâtün feilâtün feilün" vezni ile yazılır; "forme” olarak gazel, bâzan murabba, muhammes ve müseddes kullanılır, ?ehirli âşıklar tarafından seyrek olarak yazılmıştır. 3. ed. halk edebiyatında XIX. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlamlan bir nazım şekli. selise ( د هa.s. selâset'den) : ["selis" İnmüen.]. (bkz: selis). selit ( ﺳﻠﻬﻞa.s.): 1. ağzı bozuk, küfürbaz. 2. i. zeytinyağı. selita ( ﺳﻴﻬﻠﻪa.i.) : 1. İçine zeytinyağı konulan salata. 2. s. seliF'in müennesi. seli ل٠(سa.i.) : 1. sıyırma, sıyrılma. 2. ؟ikarma, çıkarılma; çekme, çekilme, sell-i seyf: kılıç çekme, sellâc ( ﺛ ﻼ جa.i.): buz ve kar satan adam, sellâh ( ﺳﻼخa.i. selh'den) : kasaplık hayvan kesen, yüzen. sellât ( ﺳ ﻼ تa.i. selle'nin c.): seleler, sepetler, selle ( دفﺀa.i.) : koyun, keçi sürüsü, selle ٠( ﺳﻞa.i.c. : sellât, silâl): sele, sepet, selle-bâf ﻣ ﻚ ﺑﺎ ف.(a.f.b.i.) : sele, sepet, küfe, zenbil ören kimse, sepetçi, sellem ﺀ٠( ﻣﻞa.f.i.) : "selâmete erdirsin!” mânâsıyla duâlarda geçer, sellemehii's-selâm: aldırış etmeden, çekinmeden, uluorta, destursuz, selm أ٠ ( ﺳﺪa.i.). (bkz : silm). selmâni ( ﻻ دا ﻓ ﻰa.i.) : niyaz kabûl eden derviş. [Selmân-1 Fârisî'ye nispetle bu adi almıştir; bektâşilikle mevlevilikte sadaka kabuİÜ, dilencilik câiz değildir. Yapılan yardim "niyaz” adi altmda kabûl edilir], selme ( ' ذ كa.i.) : gedik, rahne, selmek ( ﺳﻠ ﻤ ﻚfi.) : miiz. Türk müziğinde en eski bir mürekkep makamdır. Az kullanılmış, son asırlarda hiç rağbet edilmemişken, R. Fersan 1948 de -makamm mâhiyetini H. Saadettin Arel'den bilvasıta öğrenerek- bir 1089
selmek.bûselik
saz semâisi yazmı?tır; elimizde ba?ka bir nUmUnesi yoktur. Selmek, hüseyni geçkili bir rast makamdır. Rast ile rast (sol) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede -rastın güçlüsü- nevâ (re), ikinci derecede -hüseyninin durağı- dügâh (la), üçüncü derecede de -hüseyninin güçlüsü- hüseyni (mi) perdeleridir. Donanımına rast ve hüseyninin mü?terek ârızaları olan "si'' koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur. Esâsen her iki dizinin ortak seslerinden istifâde edilerek terkibedilmiştir. Hüseyni, rastın her yerinde ge ؟ki olarak kullanılabilmekle berâber selmek'in gerdâniye makarninin tersi olduğu görülüyor, selmek-bûselik: müz. Hızır bin Abdullah'ın
edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yarısı) selmek âvâzesine buselik makamı eklenince Oluşan terkip. selmek-i k eb ir: müz. Türk müziğinin en
az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, selmek-i sa g ir: müz. Türk müziğinin en
az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur, selmek-nevâ : miiz. Hızır bin Abdullah'ın
selmek âvâzesine neva makamım eklemekle elde ettiği terkip. selmek-u??ak: müz. selmek âvâzesine u??ak
makamı eklenince Oluşan terkip, selmek-büzürk ( ﺳﻠ ﻤ ﻚ وركf.b.i.): miiz. Tiirk
müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza İcalmı? niimûnesi yoktur.
دز( ﺳﻠ ﻤ ﻚf.a.b.i.): müz. Türle müziğinin en az altı asırlık bir mürelekep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur.
selmek-hicâz
selmek-hüseyni -
( ﺳﻠ ﻤ ﻚf.a.b.i.): miiz. Türle müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur.
selmele-irâk ( ﺳﻠﻤ ﻚ را قf.a.b.i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asillik bir müı'ekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur. selmek-ısfahân اﺻﻔﻬﺎن
( ﺳﻠ ﻤ ﻚf.b.i.): miiz.
Türk müziğinin en az altı asırlıle bir mü1090
rekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur. selmek-kû ؟ek ( ﺳﻠ ﻤ ﻚ ﻛ ﻮ ﺟ ﻚf.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur. selmek-râst ( ﻣﻠ ﻤ ﻚ ر ' تf.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur.
( ﺳﻠﻤ ﻚf.b.i.): miiz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur, [asil: “selmek-ruhâvi" dir].
selmek-rehâvi ﻟ ﻬﺎ و ى
( ﺳﻠ ﻤ ﻚf.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur.
selmek-zengûle زﻧﻜﻮﻟﻪ
selsâl ل١( ﺳ ﻒa.i.): tatil) lezzetli; hafif su. selsebil -
(a.i.): 1. tatil ve hafif su. 2. Cennette bir ؟eşmenin adi. 3. (bkz ;sebil). 4. g. s. suyunun aktığı yer kademeli olan bir ؟e?it ؟e?me, fr. fontaine a cascades. selûkiyye ( ﺳﻠﻮق؛هa.i.): kaptan kamarası, selûl ٠( ﺳﻠﻠﻞa.s.): ölü olarak doğmıı? ؟ocuk, selvâ ا و ى٠ (a.i.): 1. bal. (bkz: asel). 2. isrâiloğullarınm Tih sahrâsında bulundugu müddetçe “menn” ile Allah'ın ihsânı olan (bıldırcına benzer) bir ku?. selvet ت٠( ﺳﻠﻮa.i.): 1. gönül rahatlığı, i ؟huzuru. 2. memnunluk, mutluluk; zevk, keyif sem' ع٠ ( مa.i.): 1. İ?itme, işitiş. 2. dinleme, kulak verme. 3. (c.: esmâ') kulak, (bkz : gû?, üzn). sem-i miilevven : psik. renkli İ?itme, fr. audition colorCe. semâ' ﺀ١( ﺳﻢa.i. sümüw'den. c .: semâvât):
gökyüzü, (bkz; âsmân). semâ-yi lâciverdi : lâcivert renlcte gökyüzü, semâ' ع١( ﺳﻢa.i.) : 1. İ?itme, duyma. 2. mevlevi
âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe hâliyle ayakta dönmesi, zilcretmesi. (bkz: mukabele). semâ-i râh : tas. yolda yapılan semâ [mevlevi
tâbirlerindendir]. semâcet ( ﺳﻤﺎ ﺟ ﺖa.i.): 1. ؟İı-kinlik, fenâ görü-
nii?. 2. söz çirkinliği.
semar semâcet-î İbtidâ': sözün b aşlan g ıcın d ak i çirkin lik.
semâcetü't-tahallüs:
ed. kaside başlangıcı dem ek o lan "nesib” veyâ “teşb îb ” ile g irizg âh ın ؟irk in olm ası,
semâen ( ﺳﻤﺎﻋﺄa.zf.): işiterek, semâ-hâne ( ﺳﻤﺎﻋﺨﺎﻧﻪa .fb .i.): m evlevi tekkesin in sem â edilen geniş divanhânesi.
semâhat ( ﺳﻤﺎ ﺣ ﺖa .i.): 1. cöm ertlik, el açıklığı; iyilikseverlik, (bkz : sahâ). 2. erkek ve kad in adi.
semâhât-kâr ( ﻣﻤﺎﺣﺘﻜﺎرa.f.b.s.): eh a ؟ık, CÖm ert.
semâhat-lii ( ﺳﻤﺎﺣﺘﻠﻮa.t.b .s.): [eskiden] d in âlim leri arasın d a kazaskerlik pâyesinde b u lu n a n la ra m ah su s resm î İâkab.
semâî ( ﺳﻤﺎ ﻋ ﻰa .s.): 1. sem â'a m ensup, h i ؟b ir kaideye bağlı kalm ad an , işitilerek ögrenilen. 2. miiz. T iirk (A nadolu) h a lk şiirin d e (yânî klâsik şiirin te'siri altın d a olm ayan veyâ pek az olan asil h a lk şiirinde) b ir “form e” u n adıdır. Saz şâiri ta ra h n d a n bestelen ir ve semâî adi altın d a o k u n u r. Şekil itibârıyla aynen ko şm a g ib id ir ؛o n d an farkı h ecen in 4 + 4 = 8 vezni ile y azılm asın d an dır. M evzuu itibârıyla d a k o şm a d an farkild ir ؛sem âîde âdeta b ir ta k ım tekerlem eler v a rd ır ؛fakat b u n la r oldukça b ir m â n â arzederler, m ânîd e o lduğu gibi m ân âsız degildirler.
semâî (miizik “ form”u) (ﺳﻤﺎ ﻋ ﻰ )ﻣﻮزﻳﻚ ﻓﻮرﻣﻰ (a .i.): müz. T iirk m ü z iğ in in m â ru f “com p osition form e'u”. L âdînî ve güfteli eserlere m ah su s b ir şeklidir, (“saz sem âîsi” “form e” u n u n d ışın d a kalır). G iifte, 4 m ısrâ ile b irta k ım “te re n n ü m '' d en ilen lâftzlard an İbâret olur. H er m ısrâı m ü teak ip gelen teren n ü m , h âneleri k ara k teriz e eder ve şark ın ın “n a k a ra t”ı, p eşrev in "m ülâzim e''si ro lü n d e b ulunur. Eger ik i m ısrâ ark a arkaya oku n u p d a so nra te re n n ü m gelirse, sem âiye “n akış sem âî” denilir. Bu şekilde eserin sâdece 2 h ân e olacagı tabiidir. Şu halde, 2 h ân eli sem âiye “n ak ış sem âî” denilir. ik i hâneli eserde ise m iilâzim e d ö rt defâ degil, fokat sâdece ik i defâ te k ra r edildiği İ ؟in, u zun, süslü ve h a ttâ b âzan b ir ta k ım m ısrâ lard an İbâret o lab ilir ؛b u n u n İ ؟in “n ak ış” denilm iş olacaktır. N akış semâî.
sem âîden (yânî 4 hanelisinden) d a h a ؟ok k u llan ılm ıştır. S em âinin yegâne denilecek b aşk a h içbir “form e” da b u lu n m a y an husûsiyeti, sâdece sem âî u su lleri (aksak sem âî, y ü rü k sem âî ve b u n la rın m ertebeleri) ile olçülebilm esidir.
semâî (usul) ( و ل٠( ﻣﻤﺎﻋﻰ )اهa .i.): müz. T iirk m ü ziğ in d ek i ik i basit u su ld en b iri ve n îm so fy an d an so n ra en k ü çü ğ ü . B ü tü n diger usuller, b u ik isin in m u h te lif şekillerde te rk ib in d en ib arettir. Sem âî u sû lü 3 zam an il ve 3 darb lıd ır. D arb la rı şOyledir : d ü m (ı zam an lı, kavi), te k (ı, n im kavi) ve tek (ı, zayıf). Ş arkıda ve b aşk a yerlerde k u lla n ılm ış b ir u su ld ü r (saz sem ailerinde so n hân e, m u h te lif fentazi eserler, Itri'n in salât-1 ü m m iyyesi V.S.). Bu u su l ile ölçülm üş h i ؟b ir y ü rü k veyâ sengin sem âî y o k tu r ؛o n u n İçin bâzı n o ta lard a -diger b irk a ؟u su l gibi basit o ld u k ları halde- 6/8 veyâ 6/4 u su lle rin in ikiye b ö lü n erek yazılm ası cehâlet eseridir; b u şekilde, esas u sû lü n husûsiyet ve m â h iy etin d ek i m â n â b o zu lm u ş olur,
semâiyye ( ﺳﻤﺎﻋﻪa.s.) : [“sem âî” n in miien.]. (bkz.: sem âî).
sem'an ( ﺳﻤﻌﺄa .z f ) : 1. işiterek. 2. dinleyerek. sem'an ve tâaten : b âşü stü n e. semân ( ﺛﻤﺎنa .s.): sekiz, (bkz : heşt, semâniye). Sahn-İ semân : eski m edreselerdeki tah sil so n u n d a elde edilen ders-i â m 'd a n evvelki ilm i rütbe.
sem ân-aşere : on sekiz, semân ( ﺳﻤﺎنf.i.): 1. (bkz : âsm ân). 2. güneş ay ın ın y irm i yedinci g ü n ü . 3. b ıldırcın,
semâne ( ﻣﻤﺎﻧﻪf.i.): 1. tavan. 2. b ıld ırcın , semânet ( ﻣﻤﺎ ﻧ ﺖa .i.): sem izlik, besililik. semânin ( ﺛﻤﺎﻧﻴﻦa .s.): seksen, (bkz : sem ânûn). semâniye ( ﺛﻤﺎﻧﻴﻪa .s.): sekiz, (bkz : sem ân). S e m â n i^ e - iH a lv e tiy y e ^ ۶ ( ﺳﻤﺎﻧﻴﻪﺀa.b .h .i.): tas. H alvetiyye ta rik a tı şubelerinden Bekriyye-i H alvetiyye k o lla rın d a n biri, [kuru c u su Şeyh M u h a m m e d b in A b d ü lk erim el-m edeni es-Sem ânî'ye nisp etle b u adi alm ıştır. ( d . : 1132 (1719) - ö . : 1189 (1775)].
semânûn ( ﺛﻤﺎﻧﻮنa.s.) : seksen, (bkz : heştâd, sem ânin).
semâ-pâre ( ﺳﻤﺎ ﺑﺎرهa.f.b.i.) : gök parçası, semâr ( ﺛﻤﺎرa .i.): m eyva. (bkz : semere). 1091
semasıe semâsire ( ﺳﻤﺎ ﺳﺮهa.s. simsâr'ın c .): komisyon-
semeni ( ﺳﻤﺌﻰa.i.): tereyağı,
cular, tellâllar. semâvât ﺳﻤﻮا ت، ( ﺳﻤﺎوا تa.i. semâ'nın c .): 1. gökler. 2. tas. insanin olgunlaşıp yükseldigi büyüle *aşamalar. semâvî, sem âviyye ﺳﻤﺎوﻳﻪ، ( ﺳﻤﺎوىa.s.): 1. semâya mensup, semâ ile ilgili. 2. Allah'dan olan, (bkz : İlâhî), Allah'ın İ ؟İ. Kütiib-İ sem âviyye : Tevrat, Zebur, incil, Kur'an. semâviyyât ( ﺳﻤﺎوﻳﺎ تa.i.c.): semâvî olan ؟eyler, gölccisimleri. semâ'-zen ( ﺳﻤﺎ ﻋﺰنa.f.b.s.): semâ yapan, törenle dönen [mevlevi). Ser-sem â'-zen : semâzenlerin dönüş.lerine nezâret eden zat. semek ( ﺳ ﻤ ﻚa.i.c.: esmâk, sim âk): balık, (bkz: mâhî). semeke ( ﺳﻤﻜﻪa.i.c.: esmâk, simâk). (bkz: semek).
semen-sâ ( ﻣ ﻤ ﻔ ﺎa.f.b.s.): 1. yasemin döşeyen.
semen ( ﻣ ﻤ ﻦa.s.): semizlik, yağlılık, [asil: "semn" ve “simen" olduğu halde bu ؟ekli yaygındır], (bkz: semn). semen ( ﺳﻤﻦf.i.): yâsemin. Berg-İ se m e n : yâsemin yaprağı. semen ( ﺛﻤﻦa.i.c.: esmân) : baha, kıymet, değer, tutar. Takdir-sem en : değer biçme. Ta'yinse m e n : değerini belirtme. semen-i h â l : huk. peşin olan semen, kıymet. semen-i m is i : bilirkişi tarafından hakiki
kıymetini tâyin etme. semen-i miisemmâ : iki tarafın isteğiyle de-
gerlendirilen kıymet. semen-i r â y ic : geçer değer, sürümü olan
kıymet. semen-ber ( ﺳﻤﻐﺒﺮf.b.i.): göğsü yâsemin gibi
beyaz olan, yâsemin göğüslü [sevgili]. ( ﺳﻤﻐﺒﻮf.b.s.): yâsemin kokulu. semend ( ﺳﻤﻐﺪf.i.): 1. kula at. 2. ؟evik ve güzel at. semend-i hâme : kalemi, ؟evik ve güzel bir ata benzetme. semender ( ﺳﻤﻨﺪرf.i.): 1. zool. kurbagagillerin kuyruklu takımından bir hayvan lât. salam andra maculosa. 2. ateşte yaşar bir masal hayvani, [kelimenin “samtender” in muhaffefi olduğu lügatlerde yazılıdır]. sem en-fâm ( ﺳﻤﻤﺎ مfb .i.): yâsemin renkli. semen-bû
1092
2. yâseminimsi.
( ﺳ ﻤﻔ ﺰا رf.b.i.): yâseminlik. ( ﺳﻤﺮa.i.): gece sohbeti, gece toplantısı,
sem en-zâr semer
semer ( ﺛﻤﺮa.i.c.: esmâr, sim âr): 1. meyva, yemi2 . ؟. mahsul, verim. 3. netice. B i-se m e r : meyvasız ؛neticesiz. Şecer-İ bi-semer, Diraht-I bi-sem er : meyvasız ağa ؟. İktitâf-1 semer : netice elde etmek, semer-i ar'ar : bot. ardıç, semer-i bakli : bot. baklamsı meyva. semer-i basite : bot. basit meyva. semer-i fak ir : bot. kapçık meyva. fr. akCne, achaine. semer-i in e b i : bot. üzümsü meyva. semer-i miicevvez : bot. buğdaysı meyva. semer-i miitekessire : bot. karışık meyva. semerât ( ﺛﻤﺮا تa.i. semere'nin c .) : 1. yemişler, meyvalar. 2. faydalar, verimler. 3. neticeler. 4. devlete âit mülk ve akarlarla toprakların-
dan ve mukataalardan alman irat, gelir, semere ( ﺛﻤﺮهa.i.c.: semerât): 1. meyva, yemi ؟. 2 ٠fayda, verim. 3. netice. 4. huk. bir ؟eyden elde edilen gelir. semere-i fuâd (gönül m eyvası): evlât, semeretullah (Allah'ın meyvesi): bot. muz.
( ﺛﻤﺮه دارa.f.b.s.) : 1. yemi ؟veren. 2. verimli, kârlı, (bkz : mîve-dâr, müsmir),
sem ere-dâr
semi' ( ﺳﻤﻌﻰa.s. sem'den): 1. İşiten, İşitme kuvveti olan. 2. Allah adlarındandır. semî-üd-duâ (duâyı İşiten): Allah, sem’î, sem'iyye ﺳﻤﻌﻴﻪ، ( ﺳﻤﻌﻰa.s. sem'den) : İşitme ile ilgili, İşitme duyusuna *ilişkin, semic ( ﺳﻤﻴﺞa.s.) : ؟irkin, semih ( ﺳﻤﻴﺢa.s.): 1. semâhatli, cömert, eli a ؟ık. 2. i. erkek adi. semiha (a.s.): 1. ["semih" in miien.]. (bkz : semih). 2. i. İcadın adi. semile ٠( ﺛﻤﻴﻞa.i.) : 1. artmış, artık şey. 2. dere
İçinde lcalan su artığı.
ن٠( ﺳﻢa.s.c.: sim ân): semiz, şişman, besli, yağlı.
semin
semin, semine ﺛﻤﻴﻨﻪ، ( ﺛﻤﻴﻦa.s.): 1. pahalı, kıymetli. D ü rr-i sem in : kıymetli inci. 2. i.
[İkincisi) kadın adi.
sena-guyı sem ir ٠( ﺛ ﻤﻢa.s.) : m eyva veren, m eyvali. (bkz :
zâtü'l-esm âr).
( صa.i.) : arkadaş, (bkz : hem -dem , m usâhib, refik). [A rapçada : "gece v ak ti b irlik te sohbet eden” m ânâsınadır].
sem ir
( ﺳﺲa.i. ism 'den) : adaş, a d la n b ir olan, (bkz : hem -nâm ).
sem iyy
sem iyye
Ç m (a.s. ism 'den) : m üen.]. (bkz : semiyy).
[('semiyy”in
s e m im e ﻳﻪ٠(سa.i.) : sop, klan, semm
r*
(a.i.c. : sim âm , süm ûm ) : zehir, agi.
sem m -i bâbilî (bâbilzehri) : şarap, (bkz :
bâde, ham r, hâniye, mey), sem m ii'1-fâr : sıçanotu, semmii's-semek : bot. b alik o tu den ilen n o-
h u t b ü y ü k lü ğ ü n d e zehirli b ir nebat, *bitki,
( ﻣﻤﺎكa.i. sem ek'den) : balıkçı, sem m ân ( ﺳﻤﺎنa.i.) : hâlis, süzm e yağ yap an sem m âk
veyâ satan [kimse].
( د ا رa.fb.s.) : zehirli, (bkz : zehr-
nâk). sem m ij sem m iyye ب zehirle ilgili. sem m iyyet -
س ؛٠ (a.s.) : zehirli,
(a.i. sem m 'den) : zehirlilik.
sem n ıû rj ۶ (a.i.c. :sem âm ir) :1. zool. sam ur. 2. i. sa m u ru n derisinden y ap ılan kiirk. sem m ûriyye ﺑﻪ.( ﺳﻤﻮرa.i.) : zool. su sam u ru g il1er, fr. mustélidés. sem m ii's-sem eki^e ا ﻟ ﺴ ﻤ ﻲ
أ٠( سa.b.i.) ; sem -
m üssem ek (balikotu) denilen n eb â tm bağlı oldugu sınıf. se m n ض lılık.
sem tü '.-n azîr: astr. bir şâkulî hat her iki tarafa dogru sonsuz olarak uzatılırsa, bu mevhum hattın semâ küresini biri ufkun altında, digeri üstünde iki noktadan keser -râsıdın bulunduğu yere göre- alttaki noktanm adi semt-ün nazir'dir. semtü'r-re’s : astr. başucu, fr. zCnith.
sem m -i kati : ö ld ü rü cü te'siri olan zehir.
sem m .dâr
semt ra s a d ı: top., jeod. her hangi bir yerde üzerinde rasat âleti bulunan belli bir nokta ile koordinatları bilinen ikinci bir noktanın hakîkî kuzey istikametiyle teçkîl ettigi açıyi, yânî semt açısını bulmak İçin kutup yıldızına veyâ başka yıldızlara, yâhııt Güneş'e yapılan rasatlara dayanan hesap ameliyesi.
(a.s.) : 1. tereyagi. 2. sem izlik, yağ-
sempati [fr. olan b u kelim e: (sempati-i kebir: b ü y ü k sem patik, fr. grand sympathique)
semtü'r-re's d â ire si: astr. her hangi bir yerin semt-ür-re's noktası ile Arz'ın merkezini İçine alan düzlemlerden her hangi birinin semâ küresi ile ara kesiti, semtü'r-re's-i ş â k u lî: astr. başucu doğrultusu aleti. sem tü'r-re'sî: astr. *başucul, fr. zCnithal. semûh ( ﺳﻤﻮحa.s. semâhat'den): çok cömert. Nasûh-İ semûh : çok ögüt veren, semûm ( ﺳﻤﻮمa.i.): 1. sam yeli, Sicak rüzgâr. 2. zehirli şey. senâ' ( ئﺀa.i.c.: esniye): övme, övüş, (bkz: medh). senâ' ( ت ءa.i.) : 1. meyva ve yapraklarının karışmasmdan meydana gelen baklagillerden İç sürdürücü bir ot. senâ-i Hindi : Hindistan'dan gelen senâ. senâ-i kâzib : yabâni sinâmeki. senâ-i m e k k i: sinâmeki. [sürgün vermesi İçin kullanılır]. senâ-i M ıs r î: Mısır'dan gelen senâ. 2. şimşek parıtısı.
şeklinde yanlış b ir terk ip o larak h e k im lik diline girm iştir].
senâbik ﻃﺒ ﻚ٠(سa.i. sünbük'ün c .): at, katır gibi tek tırnaklı hayvanların tırnakları, *toynaklar.
ﻣﺮا٠(سa.s. sum ret'den) : 1. esmer. 2. i. k a d ın adi. [“esm er” in m iiennesi].
senâbil ﺗ ﻞ٠(a.i. sünbülenin c .): bot. başaklar. (bkz: sünbülât).
( ﻣ ﺖa.i.c. : sum ût) : 1. taraf, cihet, yön. 2. astr. açıklık.
senâ-gû ( ىﺳﻤﻮa.f.b.s.): medheden, öven, (bkz : senâ-hân, senâ-kâr, senâ-ver).
sem râ semt
semt açısı : Jeod. rasat h a ttın ın kuzey-giiney
istikam etiyle yaptığı açı. [doğu ve b ati olm a k üzere iki tü rlü dür], semt-i kadem : astr. ayakucu.
senâ-gû-yâne ﻳﺎذه/ﺳ ﺊ (bkz: senâ-kârâne). senâ-gûyî J övücülük.
l
(a.f.zf.): övercesine.
(a.f,b، i.) : medhetme, övme, 1093
senâ-hân
senâ-hân ( ﻓﺎ ﺧﻮ' نa.f.b.s.): [birini] öven, medheden. (bkz : senâ-gû, senâ-kâr, senâ-ver).
senderûs ﻵ ﺀ( ﻻدرو س.) : sandalos, k eh lib ar nevinden, k u p al agacm dan çık an b ir zam k,
senâî ( ى'ﻳﻰa.i.): mecûs. (bkz : veseni).
sene (a.i.c. : senevât, sinin) : yıl. (bkz : âm , sâl). Re's-i sene : yılbaşı,
senâiyye ( ﻧ ﺎ د هa.i.): ed. birini övmek İçin yazılan manzûme. (bkz: medhiyye). senâ-kâr ( ذاك؛رa.f.b.s.): öven, medheden. (bkz : senâ-gû, senâ-hân, senâ-ver). senâ-kâr-âne ( ﺷﺎﻛﺎراﻧﻪa.f.zf.): övene, medhedene yakışacak yolda, övercesine. senâ-kârî ( ﻧﺎ ﻛﺎ ر ىa.f.b.i.): senâkârlık, övücülük. senâm ﻃ ﻢ٠ (a.i.c.: esnâm): 1. deve hörgücü. Sûre-i senâmii'1-Kur'ân: Kur'ân'ın ilk sûresi; Fâtiha. 2. tepe, doruk. 3. orta, merkez. senâmii'n-naka: devenin hörgücü, senân ﻃ ﻦ٠ (a.s.): ışıklı, parlak, (bkz: rûşen, ziyâ-dâr). senânir ( ﻻط ﻧﺮa.i. sinnevr'in c.): kediler, senâ-ver (a.f.b.s.): medheden, öven, (bkz : senâ-gû, senâ-hân, senâ-kâr). senâ-ver-âne ( ﻓﺎور'ذهa.f.zf.): birini övene âit, onunla ilgili. senâ-verî ( ﻻ و و ﻫﺎa.f.b.s.): birini medhedene, övene âit, onunla ilgili. senâyâ ١( ﻻﻃﻲa.i. seniyye'nin c.): ön dişler, önlerdeki dört diş [ler]. .senbûse ﺑﻮ ﺳﻪ٠( ﻻf.i.): baklava yufkası inceliginde açılan hamurla yapılan bir tatil. -sene ﺳ ﺞ- (f.s.): ''tartan, ölçen, değerlendiren" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Nükte-senc: nükteyi yerinde kullanan; nükteden anlayan. Suhan-senc : söylediği sözün mânâsını hakkıyla bilen, sözün mâhiyetini takdir edebilen, sencide ٥(f.s.): 1. tartılı, ölçülü, yerinde [söz]. Suhan-i sencide: ölçülü, tartılı söz. 2. i. g. s. tezhipte (süslemede) bir kıvrıma bağlı yaprak motifinin kıvrımın mukabil tarafına konulanının adi. sendân ( ا ﻧ ﺎ نa.i.) : örs denilen demirci âleti, sendâni ( ذ ا ﻓ ﻰa.s.): örse benzeyen, örsU andıran. Azm-İ sendâni: anat. kulagm İçinde bulunan ve örse benzeyen bir kemik, sendel ( ﻧ ﻞf.i.): 1. sandal. 2. bot. sandal ağa-
ü
sene-i avâm : kesirsiz yıl. [365 veyâ 366 gün], sene-i d e v r ic e : yıl dö nü m ü, sene-i efrenciyye (efrenci ta k v im in e göre sene), (bkz : re's-i sene-i efrenciyye). sene-i h ic r ic e : H z. M u h a m m e d 'in M ekke'den M edine'ye hicreti, başlangıç say ılan sene. [M uharrem ayı, b u n a başlangıç sayılm ıştır]. sene-i hicriyye-i şem sice : güneş y ılı hesab in a d ay an an tak vim . [23 eylül 622 ta rih in den başlar]. sene-i inhirâfiyye : astr. .a n o m a l yıl, fr. année anomalistique. sene-i kameriyye (k am er yılı) : on ik i k am er ay ın d an İbâret zam an olup M u h a rre m in b irin d e başlar. Zilhicce ile b iter ve 354 veyâ 355 g ü n sürer. sene-i kebise : astr. a rtık yıl. [dört yılda b ir gelen 366 g ü n lü k yıl]. sene-i m â lic e (m âlî yıl) : 1 M a rtta n itib âreh başlam ası m âliyece kabû l edilen yıl. sen e-i medârî : astr. .d ö n en ce yılı, sene-i m ilâ d ic e : Hz. îsâ 'n ın d o ğ u m tâ rih i, başlangıç o larak kab ûl edilen yıl. (bkz : re's-i sene-i m îlâdiyye). sene-i necmiyye : astr. yıldız yılı, sene-i rûmiyye (rû m î ta k v im in e göre sene) : (bkz : re's-i sene-i rûm iyye). sene-i şem sice : 22 M a rtta n , m ü teâk ip 21 M a rta k a d a r süren yıl. (îra n lıla r'ın m illi takvim i). senevi vasati : cogr. y ıllık o rtalam a, sene-be-sene ب b (a.zf.) : seneden seneye, y ıld an yıla, yıllar geçtikçe, sened ( ﻻ ذa.i.c. : senedât) : 1. d ay an ılacak şey. 2. .belgit. 3. tapu. 4. kuvv etli delil olabilecek sö z. sened-i âdi : âdi senet, tasd ik edilm em iş senet. sened-i bahri : den. b ir g em in in k im e âit old u g u n u gösteren senet, sened-i hâkanî : tapu'senedi.
1094
seng-îs.ân sened-i itt ifâ k : II. M a h m u d d ev rin d e âyân
ile y apılan sözleşm e (29 Eylül 1808). sened-i m iisb it : İspât edici senet, sened-i re s m i : resm î senet, resm en ta sd ik
edilm iş senet. senedât-1 a y n iy y e : eko., huk. ve o rta k lık
p ay ın ı aynî şekilde şirkete y atıran o rtak lara verilen aynî serm ayeyi tem sil eden hisse senetleri, [şirketin tescilinden itib aren 2 yıl geçm edikçe b aşk ala rın a devredilem ezler]. senedât-1 b a h r i : gem i senedi, gem i tasdik-
( صa.i.c .): ik i sene, ik i yıl. ت١( ﺳ ﻮa.i. sene'nin c . ) : seneler, yıllar,
seneteyn
( b k z : sinîn). senevi
( ﺷﻮىa.i. s ü n â î'd e n ) : b iri hayr, öteki şer
İçin olan iki y ara tıcın ın b u lu n d u ğ u n a inan a n m ecûsî taifesinden olan kim se, senevi, s e n e v ic e وﻳ ﻪ٠؛ ﻻ
( ﻷ و ىa .s.): seneye
m ensup, sene ile ilgili, b ir yıllık. Vâridât-1 s e n e v i c e : y ıllık gelir, seneviyye ( دودهa .i.): m ecûsî tâifesi. seng
J
j
lan.
(f.i.) : 1. taş. (bkz : hacer).
seng-i asyâb : d eğ irm en taşı, seng-i felâhan : saban taşı, seng-î fesân : bileği taşı, seng-i h â r â : m e rm er taşı, p ek sert taş. seng-i ib r e t : tar. Topkapı Sarayı'nda o rta
k ap ın ın ön ü n d e b u lu n a n d ik ili taş. [îdâm ed ilenlerin b aşları b u n u n ü zerin e konu lu p h alk ibret alsın diye te şh îr edildiği İçin b u adi alm ıştır. T an z im a t'tan so n ra k ald ırılm ıştır]. seng-i im tihân : 1) m ih e n k taşı; 2) denem e.
S ınav. seng-i kabir : m ezar taşı, seng-i m elâm et : b irin i k ın a rk e n sözle atıla n
taş. seng-i m e z â r : m ezar taşı, seng-i m ih e k : m e h en k taşı, seng-i M ûsâ : u s tu ra taşı; bileği taşı, seng-i m u sa lla : m u salla taşı, seng-i sebük (h a fif taş) : küfeği taşı. 2. ta rtı,
ÖİÇÜ; ağırlık. seng-i siyâh : 1) m ih e n k taşı; 2) K abe'nin du-
v a rın d a b u lu n a n siyah taş; H aceriesved.
J
j
( ﺳ ﻜﺎf.b .i.): tü rlü tü rlü taç-
ilk.
( ﺳ ﻜ ﺪ لf.b.s.): taç yürekli, seng-dü-âne . ( ﻣ ﻜﻠ ﻼ نf.zf.): k ati yüreklilere seng-dil
yakıçacak yolda, k ati yüreklilikle,
از٠٧( ﺳ ﺪ اf.b .s.): taç atan, dokun a k li söz söyleyen, d o k u n d u ran ,
seng-endâz senger
nam esi. senevât
y ağ m u r taşı. seng ü sebû (taç ve te s ti) : m ec. k ira n ve k ırıseng-a-seng
( ﺳ ﺪا تa.i. se n ed 'in c.). (bkz : sened).
senedât
seng-i y e d e : y ağ m u r y ağ d ıra n tılsım lı taç,
j L
(f.i.) :
1. b ü y ü k
oklu
kirpi.
2. istih k âm . sengin ( ﻻ ﻋ ﻦf.s.) : 1. taçtan, taçtan yapılm ıç. Dİİ-İ sengin : taçtan yürek, k ati kalb. 2. ya-
vaş, ağır. sengin devr-i hindi ( ﺳ ﻜ ﻦ د و ر ﺳ ﺎf.a.b. i . ) : miiz. b aşk a u su llerin m uayyen m ertebele-
rin e "ağır" d enilirken, "sengin'' ism i bâzı te k n ik m ecburiyetler dolayısıyla d a yaln ız “y ü rü k sem âî" u sû lü n ü n ağ ır m ertebesine m ah su s ik e n i. H a k k i B eyin b a stırm ış old u g u b in lerce n o ta d a 7/4 ağ ır devr-i h in d i u sû lü n ü n b u isim altın d a o lduğu g ö rü lü r (salâhiyet sâh ib i olm ayan ve m ev zû d a bilgileri ta m b u lu n m ay an lar, İşte böyle b ir ism in T ü rk î'si yerine F arisi'sini ik am e etm ekle bile y an ılm ış olurlar),
ﻛ ﻦ ﺳﻤﺎﻋﻰ٠(f.a.b.i.): müz. ağır sem ailerd en 6/4 u sû lü ile ölçülm üş olanla ra -ak sa k sem ailerden te ftik m aksadıylav erilen isim ; 6/2 u sû lü ile ölçülm üşse, “ağır sen g in sem âî'' denilir.
sengin sem âî
sengin semâî (usûlü) ( ﺻﻮل١) ﺳ ﻌ ﻦ ﻣﻤﺎ ﻋ ﻰ (f.a.b .i.): miiz. y ü rü k sem âî u su lü n ü n b ir ağ ır m erteb esin e (6/4) v erilen isim dir; b ir
m erteb e d a h a ağ ırın a “ağ ır sengin sem âî" (6/2) denilir. Bu usuller, ayni zam an d a k en d ileri ile ölçülm üş b u lu n a n sem âî “form e”u n d a k i eserleri de işâret ederler; o n u n İçin sen g in sem âî yerine “ağ ır sem âî” veyâ “sem âî” denilem ez ve b u h u su stak i k aid e b o zu lm u ş olur, (çü n k ü “ağır sem âî”; sem âî fo rm e 'u n u n m uayyen b ir çeşid in in u m û m î ism i o lduğu gibi “sem âi” de b am b aşk a b ir u sû lü n ism idir), seng-istân ﺷ ﻨ ﺎ ن
(f.b.i.): taşlık, taşı cok olan yer. (bkz : seng-lâh ؛١seng-zâr). 1095
seng-lâh
sen g -lâh ( ﺳﻨ ﻜ ﻼ خf.b.i.) : 1. taşlık, taşı çok olan
yer. (bkz : seng-istân, seng-zâr). 2.[büyük s ile] Afşarlı Nâdir Şâh'ın kâtibi olan Mirza Mehmed Mehdi Hân'ın -başlıca Ali ?îr Nevâî'nin eserlerine dayanarak- ؟agatay Turkçesi'nin lügat ve gramerini veren eseri, se n g -p â re ( ﺳ ﻤ ﺎ ر هf.b.i.) : taş parçası, se n g -p u şt ( ظ ﺑ ﺸ ﺖf.b.i.) : kaplumbağa, se n g -riz ( ﺳﻐﻜﺮﻳﺰf.b.i.) : taşlama, taş atma; taşlanan kimse. sen g -rîze ( ﺳﻴ ﺮﻳ ﺰ هf.b.i.): çakıl taş, küçük taş. se n g -rû ( ﻣ ﻴ ﺮ وtaş yüzlü): saygısız, utanmaz, arsız, yüzsüz.
ﻣﻴ ﺮا ش
(f.b.i.):
taş
önderi. se r-i k â r : işbaşı. se r-i k û y : sevgilinin bulunduğu yer. se r-i m e n z i l : hedef, gaye, âınâc. se r-i m û[y] : 1) kilucu2 )؛pek az şey. se r-i pâ[y] : ayak başparmağı; ؟orap veya
ayakkabının burnu, se r-i z e b â n : d ilin ucu. se r ii b e rg : bir şeyi elde etmek İsteği, hırsı, se r ü b iin : 1) başlangıç ve son; tamamıyla;
2) bir şeyin esasi, temeli, se r ii çeşm : zevkle, memnuniyetle,
se n g -sâ r ( ﺳ ﻜ ﺎ رf.b.i.): taşı bol yer. se n g -tra ş
se r-i h a y l : bir topluluğun, bir kalabalığın
yontucu
(sanatlcâr). s e n g -tra şi ( ﺳﻜﺘﺮاﺷﻰf.b.i.) : taş yontmacılık. se n g -z âr ( ﺳ ﻴ ﺮا رf.b.i.): taşlık, taşlı yer. (bkz:
seng-istân, seng-lâh). seniyy, seniyye ب، ز (a.s.) : yüksek, yüce. İrâ d e -i s e n i d e : yüce buyruk, s e n iy y ü 'l-c e v â n ib : her yani yüceliklerle
dolu olan. seniyye ( يa.i.c.: senâyâ) : öndeki dört diş. s e n tû r ( د ر رf.i.) : santur, kanun biçiminde tokmaklarla çalman telli bir çalgı, s e n tû ri ( د ر ر ىf.i.): santuri, santur çalan kimse.
se r ii k â r : İş güç, canla başla girişilen İş. se r Ü s â m â n : gerekli olan araç ve güç [bir
şeyi yapmak İçin-]. ser- - ( صf.s.) : "baş, başkan" mânâlarıyla başa gelerek *birleşik kelimeler yapar. Serk â t i b : başkâtip. S e r - m u h a r r ir : başmu-
harrir, *başyazar., gibi, se râ ( ر اf.i.). (bkz : serây).
- (fs.) : "şarkı söyleyen” mânâsıyla *birleşik kelimeler meydana getirir. N ag m e serâ : türkü, şarkı söyleyen. N â le -se râ : inleyen gibi.
-se râ ر ا
se p ed ٠( ﺳﺎf.i.): sepet.
serâ ( ر ىa.i.): toprak, (bkz: arz, türâb). , Eyne's- Ş ü r e k â v e's-serâ : aralarında yerle gök kadar fark vardır. F ev k a's-serâ : yer yüzü, toprak üstü. T a h te 's -s e r â : yer altı, mezar.
se p id ٠( ﺳ ﺎfs.): beyaz, ak. (bkz : beyzâ, ebyaz,
se râ b ( د را بa.i.): 1. ılgım, fr. m ira g e . 2. m ec.
se-p â ئü (f.i.): üç ayaklı, (bkz : seh-pâ).
sefid). sepid e ( ﺳﻴﺪهf.i.): tan vakti, se p id e-d em ( ﺳ ﺪ ه دمf.b.i.) : sabah aydınlığı, se p id i ( ر د ىf.i.) : beyazlık, aklık,
(f.i.): 1. baş, kafa, kelle, (bkz: re's). 2'. baş, başkan, (bkz: reis). 3. tepe, dorulc. (bkz :'zirve). 4. uç kenar. 5. nihâyet, son. ser-i b â lin : bir hastanın baş ucu. ser-i b â m : dam üzerindeki gök, hava boşluğu. se r-i b â r : bostan korkuluğu. ؛ se r-i d â r : daragacınm başı, üstü, se r-i d îv â r : duvarm üstü; duvarın üstündeki gök. se r-i e ş c â r : ağaçların başı.
ser ر
1096
öteki dünya. 3. kadm adi. se râ b î ( ر ا ﻳ ﻰa.s.): 1. serapla ilgili. 2. serâp
gibi. (a.i. sirbâl'in c.): gömlekler, (bkz : akmise).
se râ b il ر ا د ل
Serâb-İstân ( ﺳﺮاﺳﺎنa.f.b.i.): 1 . serap göl-ünen
yer. 2. bu dünyâ. serâ-çe ( ﺳﺮاﺟﻪf.b.i.): saraycık, küçük saray,
küçük konak; evcegiz. s e r-â g a z jU ’î "( ﺳﺮga" uzun okunur, f.b.i.): yeniden, baştan başlama. se râ h ر ا ح
(a.i.) : boşama [eşini-], (bkz:
tatlik). s e r-â h e n g ( ﺳﺮ آ ﻫ ﻎf.b.i.): çalgıcıların başı,
orkestra şefi.
ser-berg
s e râ h in ر ا ﺣ ﻦ
(a.i. s ir h â n 'ın c . ) : k u r t l a r [y ır -
tıc ı h a y v a n ].
s e r-â h û r ﺳﺮآﺧﻮر
ta r.
(f.b .i.) :
O s m a n lI l a r d a v e
i l k z a m a n l a r d a o r d u b i r y e r e n a k le d e r k e n n a k i l İ ş in i y a p a n g ö r e v l i ,
s e râ id ﻗﺮاﺋﺪ٠(a.i. s e râ ir را ش
( a .f .b . i .) : s ı r l a r e v i. ta b ia t s ır la r ın ın
to p -
İa n d ığ ıy e r.
se râ m â c ﺳﺮاﻣﺎج
( f.i.) : b o y u n d u ru k ,
se r-â m e d ﺳﺮآﻣﺪ
(f.b .s .c . : s e r - â m e d â n ) : b a ş t a
b u lu n a n , ile r i g e le n , ( b k z : s m d id ) .
se r-â m e d â n ﺳﺮآﻣﺪان
(f.b .s.
s e r - â m e d 'i n
c .) :
b a ş t a b u lu n a n l a r , ile r i g e le n le r ,
se r-â -p â ﺳﺮاﻳﺎ
( f.z f.) : b a şta n a ya ğ a k a d a r, b a ş -
t a n b a ş a , b ü t ü n , h e p . ( b k z : s e r -t â - p â , s e r t â -s e r ) .
se râ -p e rd e ﺳﺮاﻳﺮده
( f .b .i.) :
1.
s a r a y p e r d e s i, h a -
r e m d â i r e s i n i n ö n ü n e ç e k ile n b ü y ü k p e r d e . 2 . o ta ğ , p â d iş â h ç a d ır ı.
se râ r, s ir â r ﺳﺮار
،
را ر
( a .i.c .: e s ir r e ) : a y in so n
g e c e s i.
s e râ rî را ر ى
(a.i.
s ü r i y y e 'n i n
(f.zf.) :
k u l l a n ı l a n b i r ç e ş it
ş a lv a r .
Serây-İ s ip e n c : dünya. se râ y â ( ﺳﺮابa.i. seriyye'nin c .) : dü şm an üzerine gönd erilen k ü ç ü k süvâri m üfrezeleri, se râ y -d â r ( ﺳﺮاﻳﺪاوf.b.i.): ayvaz: b ü y ü k yerlerde yem ek ve sofra işlerine b ak a n kim se, [b u n lar ekseriyâ V anli E rm en i veyâ k ü rd u şağ ın d an olurdu]. se râ -y e n d e ( را ﻳ ﺌ ﺪ هf.b.s.): şark ı söyleyen,
s e r-b â lîn ( رﺑﺎﻟﻴ ﻦf.b.i.): baş yastığı, ( b k z : b âlîn -i ser'den).
ser-bâz ( ر ﺑﺎ زf.b .s.c.: s e r-b â z â n ): 1. cesur, yi-
se râ sim e ﺳﺮاﺳﻤﻪ se râ sim e ر ا ﺑ ﻤ ﻪ
(f.s.) : s e r s e m ,
ﺳﻌﻤﻜﺮ
git. 2. İra n 'd a b ir sın ıf asker,
(f.s.). ( b k z : s e r â s im e ).
se râ sîm e -g î ر ا ﺳ ﻤ ﻜ ﻰ
( f . b . i . ) : s e r s e m lik ,
( f.a .b .i.) : 1. a sk e r v e o r d u k u -
m a n d a m . 2 . h a r b i y e n â z ı r ı ( m illi m ü d â f a a v e k i li) [ T a n z i m a t 't a n s o n r a ], s e r -a s k e r i
ﺳﺮﻋﺴﻜﺮى
i l g ili,
(f.a .b .s .) :
m illi m ü d â fa a
[ T a n z i m a t 't a n s o n r a ] .
Bâb-1
ser
ask er-
v e k i ll i ğ i n e
â it
s e r -a s k e r i (se -
r a s k e r k a p ı s ı ) : s e r a s k e r d â ir e s i. H a r b i y e N e z a r e t i . [B a y e z ıt y a n g ı n k u l e s i n i n d i b i n d e k ) b i n a ( ş i m d i k i ü n i v e r s i t e b in a s ı) id i],
se râ v il ﺳﺮاوﻳﻞ
(a .i.c .:
s e r â v îlâ t):
1'. ş a lv a r .
ser-bâzân ( ﺳﺮﺑﺎزانf.b.s.): serbâzlar. ser-bâzî ( ﺳﺮﺑﺎزىf.b.i.): cesurluk, yiğitlik, ser-be-ceyb ( ﺳﺮﺑﺠﻴﺐf.b.s.): düşünceden, u ta n m a k ta n veyâ kederden başın ı göğsün ü n ü ze rin e sark ıtm ış olan,
ser-behâ ( ﺳﺮﺑﻬﺎf.b.i.): baş pahası; diyet, haraç, ser-be-mühr ( رﺑ ﻤ ﻬ ﺮf.a.b.s.): ı) ağzı mühül-lü, kapalı; 2) oruçlu, (bkz : m üh r-deh ân).
ser-bend ( ر ﺑ ﻐ ﺪf.b.i.-): başa sa rılan veyâ bağla n an şey.
ser-berân ( ﺳﺮﺑﺮاتf.b.s.): baş gösterm iş, uç verm iş.
ser-berg ( ﺳﺮﺑﺮﺳﻤﻂf.b.i.): usûle göre tezhipte
2 . don.
se râ v îlâ t
Serây-İ Serâir-İ mahabbet: m u h a b b et Sirların ın sarayı.
se rb ( ﺛﺮبa .i.c .: s ü r û b ) : 1. içyağı, b ağ ırsak la rı sa ra n yağ. 2. azarlam a; çekiştirm e, beğenm em e.
ç e ş it k ı y m e t l i k u m a ş .
l ik le
Serây-İ h ü m â y û n : p âd işâh sarayı.
b aşa, b ü sb ü -
t ü n . 2 . a lt m v e y â g ü m ü ş te lle d o k u n m u ş b i r
s e r -a s k e r
Serây-İ fen â: (bu-) dünya.
s e r-â z â d ( ﺳﺮآزادf.b.s.): 1. serbest, hür, başı boş. 2. rah a t, dertsiz.
1. b a ş t a n
se r-â-se r şa lv âr : e s k i d e n
Serây-İ b e k a : öteki dünya. Serây-İ cedid, Serây-İ Cedîd-İ âmire : Topkapı S arayı'nm F âtih d ev rin d e k i adi.
c . ) : c â r iy e le r ,
o d a lık la r.
se r-â -se r ﺳﺮاﺳﺮ
sarayı. Serây-İ âtîk-i â m ire : tar. S ultan F âtih M ehm ed ta ra fın d a n Bayezit'te y ap tırıla n saray m adi.
(a.i. s e r ir e 'n in c . ) : g i z l i şe y le r,
s e râ ir-h â n e -i t a b i a t :
Serây-İ âmire : tar. O sm anlI p âd işâ h la rın ın Serây-İ â s a fî : ta r. sa d râza m dâiresi.
s e r id e 'n in c . ) : t iritle r,
s e râ ir-h â n e راﺋ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ
se râ y ( ا را ىf.i.) : 1. saray. 2. b ü y ü k konak, (bkz : k âh , kasr). 3. h ü k ü m e t konağı.
را وﻳ ﻼ ت
(a.i.
s i r v â l 'i n
c.
s e r â v i l 'i n c . ) : 1 . ş a lv a r la r . 2 . d o n la r .
o la n
(süslemede) m o tiflerin çıkm asın a yarayan y ap rak şekilli ilk m otif, an a m otif. 1097
٥
ser-be-s hrâ
s e r-b e -s a h râ ( ﻣ ﺮ ﺑ ﻤ ﺤ ﺮ اf.a.b .s.): başı ovada, k a ra r tutm az. se r-b e-se r ( ﺳ ﺮ ﺳ ﺮf.zf.) : başbaşa; b a şta n başa, b ü sb ü tü n . se r-b est ؛( ﺳ ﺮ ﺑ ﺴ ﺖ.b .s.): 1. başı boş; kayıtsız. 2. istediği gibi h arek et eden. 3. sıkılm ayan. 4. engelsiz.
askerlerin m aa? ve şâire gibi içlerine b ak a n kim se [T anzim at'tan önce]. 3. p ir [şeyh]; baş. se r-çe şm e-i c â n : can pınarı, se r-çe şm e g ân ( ﺳﺮﺟﺸﻤﻜﺎفf.b.i.): serçeşm eler. se r- ؟în ( ﺳﺮﺟﻦf.b.s.) : 1. m ek ik dili. 2. seçkin şey, seçme.
se r-b est-â n e ( ﻣ ﺮ ﺳ ﺘ ﺎ ﻧ ﻪf.zf.): serbestçe, hiç b ir engelle karşılaşm adan, serbest olarak,
se r-ç în î ﺳﺮﺟﻐﻰ
se r-b este ( ﺳ ﺮﺑ ﺴﺘ ﻪf.b .s.): 1. başı bağlı. 2. ö rtü lü , gizli, kapalı.
se rd ( ﺳﺮدf . s . ) : 1. s o g u k . se rd : s o g u k s u . 2. s e r t ,
se r-b e stî ( ﺳﺮﺑﺴﺘﻰf.b.i.) : serbestlik, se r-b estiy y et ( ﻣ ﺮ ﺳ ﻴ ﺖf.b .i.): 1. serbestlik, (bkz : ser-besti). 2. devletin tic aret yapm am asın ı ve ek o n om ik alan a k arışm am a sın ı u y gun gören *öğreti, *erkincilik, se rb e st-n a z m ( ﻣ ﺮ ﺑ ﺖ ﻧ ﻈ ﻢT a.b.i.): ed. vezin, kafiye gibi k u ra lla ra bağ lı olm ay an b ir n âz ım şekli, fr. v ers lib res. se r-b e -sü c û d ( ﻣ ﺮ ﺳ ﺠ ﻮ دf.a.b .s.): secde edici, başın ı yere degdirici. se r-b ev v â b în ( ﺳﺮ ﺑ ﻮ ا ﺑ ﻴ ﻦf.a.b .i.) : k ap ı tu ta n , m âbeyinci. se r-b e -z â n û ( ﺳ ﺮﺑ ﺰاﻧ ﻮf.b .s.): ked erd en başı dizlerin e düşm üş [kimse]. s e r-b e -z e m in ( ﺳﺮﺑﺰﻣﻴ ﻦf.b.i.): başı yere eğilm iş olan, ( b k z : ser-zem in). se r-b iilen d ( ﺳ ﺮ ﺑﻠ ﻐ ﺪf.b.s.c.: s e r-b ü le n d â n ): 1. başı yüksek; yüce. 2. m ü z. T ü rk m üzig in in birkaç asırlık b ir m ü rek k ep m a k am ı olup zam âm m ız a kalm ış n iim û n esi yoktur,
( f . b . i . ) : b a ş p i ş i r i c i , O s m a n lI
s a r a y ı n d a m u t f a k g ö r e v l i l e r i n d e n b ir i, ( b k z : b â r id ) . h a ş in , ç ir k in .
3.
 b-I s e r t,
k a b a , h o yra t.
se rd s â m i t : gr. sert sessiz, se rd ( ﺳﺮدa .i.): [sözü] d ü zg ü n ve m ü n âseb etli söyleme. se rd ( ﺛﺮدa .i.): d ogram a, do ğranm a, se rd â b ( ﺳﺮدابTi.).: 1. Sicak m em leketlerde çok sicak gün lerde b a rın ıla n d erin yer altı odası. 2. ta r. p âd işâh saray ların ın sa g v e sol ta ra fla rın d a b ir y âh u t b irer o d a b u lu n a n üç köşe sofa. se rd â b e ( ﺳﺮداﺑﻪf.i.). (bkz : serdâb). s e r-d â d e ( ﺳﺮدادهf.b.s.): baş verm iş, baş gösterm iş olan. s e r-d â r ( ﺳﺮدارf.b.i.c.: s e r- d â r â n ) : 1. asker başı, k u m an d an , *kom utan. s e r-d â r-ı e k re m : b a şk u m an d a n , *başkom utan; başbuğ. s e r-d â r-ı g alib : galip k u m a n d an , *komutan.
s e r-b ü le n d â n ( ﺳ ﺮ ﺑﻠ ﻐ ﺪا نf.b.s. ser-b iilen d 'in c . ) : başı yü k se k olanlar; yüceler,
s e r-d â r-ı u l e m â : ta r. za m â n m en yaşlı ve bilgili âlim i. 2. p âd işâh h ocaları,
se r-b ü le n d i ( ﺳ ﺮ ﺑ ﻠ ﺌ ﺪ ىf.b .i.): b aşı yükseklik; yücelik.
s e r-d â râ n ( ﺳﺮدارانf.b.i. ser-d âr'ın c .) : k u m a n danlar, *başkom utanlar,
s e r-b ü re h n e ( ﺳ ﺮﺑ ﺮ ﻫﻔ ﻪf.b .s.): başı açık. ser-b U rlde ( ﺳ ﺮ ﺑ ﺮ ﻳ ﺪ هf.b.s.): b aşı kesilm iş,
s e r-d â rî ( ﺳﺮداوىf.b.i.): serdarlık, b aşk ıım an d an lık .
sere ( ﺳ ﺮ جa .i.c .: s ü r û c ) : eyer, a t ta k ım ı, ( b k z : bergiistvân).
se r-d e fte r ( ﺳﺮدﻓﺒﺮf.a.b.i.): defterin b aşın d a yazili olan, en b aşta b u lu n a n , en ileri geçen,
serc-i feres : at eyeri. serc-i t e r e k i : a n a t. ense k em iğ in in ü stü n d e k i çukur. se r-ciim le ( ﺳ ﺮ ﺟ ﻤ ﻠ ﻪf.a.zf.): b ü tü n , hepsi, (bkz : bi'1-cümle). se r-ciim le -i âle m : âlem in hepsi, herkes, se r-çe şm e ( ﺳ ﺮ ﺟ ﺸ ﻤ ﻪf.b.i.c.: se r-çe şm e g ân ): 1. çeşm e başı, pınar, su başı. 2. y ard ım cı 1098
se rd i ( ﺳﺮدىf.i.) : 1. sertlik, kabalık, ho yratlık . 2. soğukluk, (bkz : bürUdet).
Serdî-İ h ev â : h av a n m sertliği. Serdî-İ t a b i a t : huy, ta b iat sertliği, s e r-d ih ( ﻣﺮدهf.b.s.): reis, baş olan, se r-d û z ( ﺳﺮدوزf.b.i.): k e n a rın d a altın veyâ g üm üş tellerle İşlen m iş' m o tifler b u lu n a n bez kap lam alı m ukav va cilt.
serheng
seref ( ﻣ ﺮ ىa.i.) : lüzumsuz harcama, (bkz : İsrâf). ser-efgen ( ﻣﺮاﻓﻜ ﻦfb .s.): uğrunda başını veren, kendini feda eden. ser-efgende . ( ﺳ ﺮاﻟﻠ ﻪf.b.s.c.: ser-efgendegân): başını eğen. ser-efgendegân ( ﺳﺮاﻓﻜﻴﺪﺳﻤﺎفf.b.s. ser-efgende'nin c.) : başını eğenler, ser-efrâz ( ﺳﺮاﻓﺮازf.b.s.): başını yukarı kaldıran, yükselten, benzerinden üstün olan, sereka ( ﺳﺮﻗﻪa.s. sârik'in c .): hırsızlar, serem ( درمa.i.): ağızdaki dişin kökünden kirılması. ser-encâm راذﺟﺎم٠( سf.b.i.): 1. bir İşin sonu. 2. başına gelen. 3. vak'a. ser-endâz ( ﺳﺮاﻧﺪازf.b.s.c.: ser-endâzân): 1. ؟ekinmez, korkusuz, fedakâr, pervâsız. 2. miiz. vaktiyle Türk müziğinde kullanılmış bir usul olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. ser-endâzân ( ﺳﺮاﻧﺪازانf.b.s. ser-endâz'ın c.): fedakârlar, serdengeçtiler, pervâsızlar, korkusuzlar. ser-endâzi ى٠( ﺳﺮاذداذf.b.i.): pervâsızlık, fedâkârlık, ؟ekinmezlik. ser-engUşt ( ﺳﺮاﻧﻜﺸ ﺖf.b.i.): parmak ucu. [asli: ser-i engüşt]. ser-esvâb ( ﺳﺮاﺛﻮا بf.a.b.i.): tar. esvapçı başı, seretân ( ﺳﺮﻃﺎنa.i.) : 1. yenge ؟, ؟aganoz. seretân-ı bahri: zool. deniz yengeci. 2. hek. yenirce. 3. astr. Güneş'in 22 Haziranda girdiği Yenge ؟burcu ki “cevzâ” burcu ile “esed” burcunun arasındadır, seretân-ınedârı: Yenge* ؟dönencesi (burcu), seretâni ( ﺳﺮﻃﺄذىa.s.): seretan, kanser ile ilgili, sereyân ن١( ﺳﺮيa.i.): dağılma, yayılma, (bkz: sirâyet). ser-firâz ر ﺿﺎ ز٠ (f.b.s.). (bkz : ser-efrâz). ser-firâzi ( ﺳﺮﻓﺮ'زىf.b.i.): serfirâzlık. serfürû ( ﻣﺮﻓﺮوf.i.): başegme, söz dinleme, (bkz: İnkıyâd, İtâat). ser-fürû-bürde ( ﺳﺮﻓﺮوﺑﺮدهf.b.s.): 1. baş eğmiş. 2. düşünceye dalmış. ser-gerdân ( ﻣﺮﺳﻤﺮدانf.b.s.): 1. başı dönen, sersem, şaşkın, (bkz : ser-geşte). 2. perişan, ser-gerdâni داذ ى/( ﺳ ﺮf.b.i.): sergerdanlık, başı dönme, sersemlik.
ser-gerde ( ﺳ ﻮا د هf.b.s.)
: e le b a ş ı,
(b k z : ser-
k e r d e ).
ser-gerde-i eşkıyâ
: ş a k ile rin ,
h a y d u tla r ın
b a ş ı, re is i.
ser-germ
م/ﺳ ﺮ
(f.b .s.)
: 1. k a fa sı
k ız m ış , k ız -
g i n . 2 . s a r h o ş ؛n e ş e li, ( b k z : m e s t ),
ser-germ-i aşk ser-germi
: a şk sa rh o şu ,
ﺳﺮاﻣ ﻰ
(f.b .i.) : 1 . s a r h o ş lu k , c o ş m a .
2 . ,k ı z g ı n lık .
ser-geçte ٠ﺳﺮﻛﺸﻰ
(f.b .s.). ( b k z : s e r - g e r d â n )؛.
seî-geçtegân ﺳ ﺮ ﯪ ن
(f.b .s. s e r - g e ş t e 'n in c.) :
b a ş ı d ö n e n le r ; s e r s e m le r ; ş a ş k ın la r ,
ser-geştegl ﻣ ﺮ ﺗ ﻤ ﺜ ﺶ
(f.b .i.) : s e r g e ş te lik , ş a ş -
k in lik .
sergin J j J
(f.i.) : g ü b r e , f ış k ı,
ser-girân ﻣﺮﺳﻤﺮان
(f.b .s.) : " b a ş ı a g i r ” : ؟o k s a r -
h o ş.
ser-girâni ﺳﺮﻛﺮاﻓﻰ
(f.b .i.) : ؟o k s a r h o ş lu k ,
ser-güzeçt ﺳﺮﺳﻤﻨﺸﺖ
(f.b .i.) : s e r ü v e n , b i r i n i n
b a ş ı n d a n g e lip g e ؟e n
ser-hadd ﻣ ﺮ ﺣﺪ
şey.
(b k z : m â ce râ ).
(f.a .b .i.c . : s e r -h a d d â t ) : s e r h a t ,
h u d u t , s ın ır .
ser-haddât ( ﺳﺮ ﺣﺪا تf.a.b.i. se r-h ad d 'in c.) : serhatler, h u d u tlar, sınırlar, ser-hadd-dâr m uhâfızı.
(fa.b.i.) :
ﻣ ﺮ ﺣﺪدا ر
sın ır
serhaddi ﺳﺮﺣﺪى٠(a.b.i.) : kisa, serâser kapli sam u r k ü rk . ser-halka ( ﺳﺮﺣﻠﻘﻪf.a.b.i.) : h a lk a h âlin d e otura n la rm başı. serhân (س ر ﺣﺎنa.i) : k u rt, canavar, ser-hâne ( ﺳﺮﺧﺎﻧﻪf.b.i.) : 1. (bkz : m izb ah , m ızbaha). 2. miiz. T ü rk m ü ziğ in d e peşrev ve saz sem âisin in b irin c i hânesi. serhas س١( ﺳﺮخa.i.) : sivri
U ؟İU
serhas-i miizekker : bot. fougère mâle. serhasiyye ٠ﺳﺮﺧ ﺴﺎ
(a .i.)
: bot.
serhasiyye-i kebire : bot. cedanum ostruthium. ser-hayl ر ﺧ ﺰ
n eb a t (*bitki), egreltiotu,
fr.
e g r e lt io t u g ille r .
k ı r a l o tu ,
lât. peu-
(f.a .b .i.) : 1 . k e r v a n v e k a f i l e
b a ş ı, ( b k z : s â r - b â n ) . 2 . b a ş , b a ş k a n , ( b k z : S in d id ).
serheng ﺳ ﺮ ﻫ ﺦ k avas;
(f.i.c . : s e r h e n g â n ) :
y a s a k ç ı.
2. miiz.
T ü rk
1.
çavu ş;
m ü z iğ in d e
b i r k a ؟a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m o lu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m U n e si y o k tu r.
1099
serhengân
serhengân ( ﺳﺮﻫﻔﻜﺎنf.i. serheng'in c.) : çavuşlar; kavaslar; .yasakçılar,
ser-höş ( ﺳﺮﺧﻮشf.b.s.) : sarhoş, (bkz : bedm est, m est, sekrân). ser-höş-âne
( ﻣﺮﺧﻮﺷﺎ ﻧﻪf.zf.) : sarhoşça, sarhoş-
؟asm a, (bkz : m est-âne). ser-h ö şî ( س ر ﺧﻮ ﻏ ﻰf.b.i.) : sarhoşluk, seri', seria ﺳﺮﻳﻌﻪ، ( ﺳﺮﺑﻊa.s. siir'at'den. c. : sırâ') ; 1. ؟abuk, hızlı. 2. ed. a ru z d a âhengi
hızlıca b ir vezin olup bizde k u lla n ılm ış şekli şu d u r : “m ü fte ü ü n m ü fte ilü n fâilün". serîü'1-hareke, -ü's-seyr : h ızlı giden, serîü'l-infiâl, -ü't-teessür : ؟a b u k gücenen. serîü'1-intikal : ؟ab u k anlayan, p e k zeki, serîü's seyr : h ız lı giden, serîü’z-zevâl : ؟ab u k kaybolan, süreksiz, serian
( ﻣﺮﻳﻌﺄa.zf.) : sür'atle, ؟abuk, hem en,
çarçabuk, (bkz : aceleten). serid ﺑﺪ.( ﺛﺮa.i.) : tirit denilen yem ek. se rik a ۶
(a.i.) : ؟alınm ış, ؟alın m ış şey. (bkz :
m esrûk). serikat ( ﻣﺮﻗ ﺖa.i.) : ؟alın m ış nesne, serikat-ı muhtelife : huk. gerek bir kim seye ve gerek b aşka b aşka kim selere âit olup m u h telif h irzlard a bu lu n an m allar h ak k in d ak i şirketler.
b aşın d a ders görd ük leri h asta koğuşları; h asta b ak ılan yerler, klinikler. serîriyyât-1 d â h iliy y e : hek. i ؟h a stalık la rı klinigi. serîriy y ât-1 h â ric iy y e : h ek. dış h asta lık ları kliniği. s e rîr-n iş în ( ﻣ ﺮﻳ ﺮﻧﺒ ﻦa.f.b.s.): "ta h tta o tu ra n ” : pâdişâh, (bkz : serîr-ârâ). s e rîü ' 1-hezec ( ﺳﺮﻳﻊ اﻟﻬﺰجa.b .i.): m iiz. T iirk m ü ziğ in in vaktiyle k u lla n ılm ış u su llerin d en b iri olup za m â m m ız a k alm ış n iim û nesi yoktur. seriy y e ( ﺳﺮﻳﻪa .i.c .: se râ y â ): 1. d ü şm an üzerine gönderilen k ü çü k sü vâri m üfrezesi; gece b ask ım gazvesi. 2. câriye, odalık, s e r-k â r ( ﻣ ﺮ ﻛﺎ رf.b.i.): işbaşı, m ü d ü r; kâhya, s e r-k a rin ( ﺳﺮﻗﺮﻳﻦf.a.b.i.): baş m âbeyinci. ( b k z : ser-kıırenâ). s e r-k â tib ( ﻣ ﺮ ﻛﺎﺗ ﺐf.a.b.i.): baş kâtip, m âbeyn k âtip le rin in başı, h ü k ü m d a rla rın başkâtipleri [T an zim at'tan sonra], s e r-k e h h â l ( ﻣ ﺮ ﻛ ﺤﺎ لf.a.b .i.): p âd işâh ın baş gözhekim i. se r-k erd e ( ﺳﺮﻛﺮدهf.b .i.): b ir g ü rû h u n başı, b ir ta k ım ın başı, baş. [fenâ m ânâda], se r-k e rd e-i eşk ıy â : ؟ete reisi,
serikat-i müttehide : huk. b aşka b aşka kim -
se r keş ( ﺳﺮﻛ ﺶf.b.s.): dikbaşlı, b aşk ald ıran ; inatçı; itâatsiz.
selere âit old u ğu halde b ir m ah alli İıırzda bu lu n an m allar h a k k m d a k i sirkatler,
se r-k eş-â n e ( ﻣﺮﻛﺸﺎﻧﻪf.zf.): itaatsizlikle, inatla, dikbaşlılıkla.
ser-i kûy ( ﻣﺮﻛﻮ ىf.i.). (bkz : ser-kûy). serir ( ﻣﺮ؛رa.i.c. : esirre sürür) : 1. taht, (bkz : erike). 2. yatacak yer.
se r-k eşî ( ﻣﺮﻛ ﺸ ﻰf.b.i.): serkeşlik, inatçılık, itaatsizlik, dikbaşlılık.
serir-ibasari : anat. talam us.
se r-k û b ( ﻣ ﺮ ﻛ ﻮ بf.b.s.): 1. b aşa v u ra n , b aşa kakan. 2. başa v u ra c a k şey.
serir-i felek : astr. B ü yü k ayı tak ım yıld ızı,
se r-k û çe ( ﻣﺮﻛﻮ ﺟﻪf.b.i.): sok ak başı,
yedigen, (bkz : D übb -i ekber).
serir-i mecrûhin ؛y a ra lı hasta yatağı, serir ü efser : taht ve ta ؟, serîr-ârâ ( ﻣﺮﻳﺮ اراa.f.b.s.) : "tah tı süsleyen” : p âdişâh, (bkz : serîr-nişîn).
s e r-k u d û m i ( ﺳﺮﻗﺪوﻫﻰf.a.b .i.); tas. M evlevi ây inlerini İdâre eden kim se, o rk estra şefi, s e r-k u re n â ( ﺳﺮﻗﺮﻧﺎf.a.b .i.): baş m âbeyinci. (bkz : ser-karin). se r-k û y ( ﺳﺮﻛﻮ ىf.b.i.): m ahalle, sokak başı,
s e rire ( ﺳﺮﻳﺮهa.i.c. : serâir) : 1. g izli şey, sır; gizli fik ir ve hal. 2. yatak.
se rm ( رمa.i.) : b irin in d işlerini k ırm a ,
serire-dân ( ﺳﺮﻳﺮه دانf.b.s.) : İçteki sırrı bilen,
se rm â ( ﺳﺮﻫﺎf.i.) : kış, soğuk, (bkz : şitâ).
seriri ( ﺳﺮدرىa.s.) : y a tıra ra k hastaya b akm a, k lin ik , fr. clinique.
se rm â -d id e ( ﺳﺮﻣﺎدﻳﺪهf.b.s.): ؟ok ü şü m üş, donm uş. M âr-1 se rm â -d id e (kış geçirm iş yılan) : m ec. eski k u rt, tecrü beli k u rn a z adam .
s e r ir iy y â t ( ﺳﺮﻳﺮﻳﺎتa.i. serire'nin c.) : 1. yataklar. 2. k lin ik ler, h ekim yetişeceklerin hasta
1100
ser-lev h a ( ﺳﺮﻟﻮﺣﻪa.f.b.i.): başlık [yazıda],
ser-.âb
s e r m a k ^ (a.i.) : bot. karapazi. ser-nıâye ( ﻣﺮﻣﺎﻳﻪf.b.i.) : 1. anamal, sermaye-i a y n ic e : eko. sermayenin yani
ekonomik mânada kâr gayesi ile tahsis edilmiş servetlerin, nakitten başka kıymetlerden teşekkül eden kısmı. 2. anapara. Miitedâvil sermâye (döner sermâye) : bir ticâret İşini çevirmek ve yaşatmak İçin biitçede ayrılan sermâye. Sermâye-İ mübâhât : hakli sevinç ve iftihar
sebebi.
ser-nigûn ( ﻣ ﺮ ﻧﻜ ﻮنf.b.s.): 1. başaşağı olmuş, ters dönmüş, (bkz: ma'kûs). 2. talihsiz, bahtsız. sern iivişt ( ﺳﺮﻧﻮﺷﺖf.b.s.): 1. başa yazılan, alin yazısı, (bkz : mukadderât). 2. yazı başligi, (bkz : ser-nâme> İinvân). serpâş ( ﻣﺮﺑﺎﺷﻦf.i.): 1. ؟omak ؛gürz. 2. [eskiden] savaşta giyilen demir başlık, ser-penâh ( ﺳﺮﻻاهf.b.i.): başlık, migfer; migferin enseyi koruyan saçaklı kısmı; tolga. ser-pençe ( ﻣﺮ ﺳﺠﻪf.b.i.): güçlü kuvvetli kim-
Sermâye-İ tereddiid : şüpheli sermâye, alış-
verişte kullanılmayacak şüpheli sermâye. 3. bilgi, ustalık. 4. genelev kadını, sermâye-dâr ( ﺳﺮﻣﺎﻳﻪ دارf.b.s.) : sermâyesi olan,
(bkz : mâl-dâr). sermâye-dârân ﻣﺎﻳﻪ داران٠( ﻣ ﻢf.b.i. sermâye-
dâr'ın c.) : sermayedarlar, sermed ( ﻣﺮﻣﺪf.s.) : 1. dâimî, sürekli, (bkz : câvid, câvidân, dâim, ebedi). 2. i. erkek adi. sermedi ى٠( ﺻ ﻸf.s.). (bkz : sermed).
serpençegl ( ﺳﺮﺑﻨﺠﻜﻰf.b.i.): serpençelik, güçlülük, kuvvetlilik. ser-pûş ( ﻣﺮﺑﻮ شf.b.i.): başa giyilen şey, başlık, ser-pûşe ( ﺳﺮﻳﻮﺷﻪf.b.i.): başörtüsü, (bkz : bürka'). ser-pUşene ( ﺳﺮﺑﻮﺷﻪf.b.i.): başörtüsü, (bkz : ser-pûşe). serrâ' ( ﺳﺮاﺀa.i.): genişlik, kolaylık. serrâ' ve d e rrâ : genişlik ve darlık (sıkıntı),
sermediyyet ٠ﺑﺖ.( ﻟﺮتf.i.) :1. dâimilik, daimlik,
sürerlik, süreklilik, (bkz : beka, ebediyyet). 2. fels. éternité.
serrâc ( ﺳﺮاجa.i.) : saraç, serrâcân ( ﺳﺮاﺟﺄنa.i. serrâc'ın c .): saraçlar,
ser-menzil ( ﻣ ﺮ ﻣ ﻔ ﺰ لf.a.b.i.) : durak yeri,
serrâc-hâne ( ﺳﺮاﺟﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.) : saraçhâne, saraçlarm bulunduğu çarşı,
ser-mest ( ﻣ ﺮ ﻣ ﺖf.b.s.) : sarhoş, (bkz: b ed -
ser-rişte ( ﻣﺮرﺷﺘﻪf.b.i.): ipucu, tutamak,
mest, ser-hoş> sekrân).
ser-sâm ( ﻣ ﺮ ﻣﺎ مf.b.i.) : sersem; insana sersemlik veren bir hastalık,
ser-mest-i gurûr : gurur sarhoşu, ser-mest-âne ( ﻣﺮ ﺳﺘﺎﻧﻪf.b.zf.) : sarhoş gib i,
sarhoşça, sarhoşçasına,
ser-sebiik ( ﻣﺮ ﺳﺒ ﻚf.b.s.): akil hafif, akilsiz, beyinsiz.
ser-mesti ( ﺳﺮﻫﻤﻐﻰf.b.i.) : sarhoşluk, ser-mû ( ﻣﺮﻣﻮf.b.s.) : kil kadar, pek az şey. ser-muharrir ( ﺳﺮﻣﺤﺮرf.a.b.i.) : başmuharrir,
*başyazar. ser-mûze ( ﺳﺮﻣﻮزهf.b.i.) : çizme üzerine giyilen
lâstik ayakkabı. ser-miicellid ( ﻣﺮﻣ ﺠﻠﺪf.a.b.i.) : 1. başmücellit.
Ş1 vaktiyle saraylarda yıldıza bakarak hük ü m ç ık a r a n v a z ife li k im se ,
ser-miirettib ( ﺳﺮﻣﺮﺗﺐf.a.b.i.) : b aş m iire ttip , m ü re ttip liâ n e s e r v is i şefî. (f.b.i.) : 1. m e k tu p
2 . bil' ta ife n in b aşı.
ser-sebz ( ﺳﺮﺳﺒﺰf.b.s.) : 1. tâze, yeni yetişmiş; yemyeşil. 2. şanslı, talihli, ser-sebzi ( ﻣﺮﻣﺒﺰ ىf.b.i.): 1. tazelik. 2. şanslılık, talihlilik. serseri t J j j j j (f.s.): 1. serseri, ötede beride başı boş gezen. 2. boş, beyhude söz. serseri-yâne ( ﻣﺮﻣﺮﻳﺎﻧﻪf.zf.): serserice,
2. saray miicellitlerinin başı, ser-müneccim ( ﻣﺮﻣﻨﺠﻢf.a.b.i.) : müneccimba-
ser-nâme ﻣﺮﻧﺎﻣﻪ
sersâr ر١( ﺛﺮثa.s.), (bkz : herze-gû).
b a şlığ ı.
ser-çâr ( ﻣﺮﺷﺎ رf.s.) : 1. ağzına kadar dolu, taşkin. (bkz : leb-â-leb). 2. sınırı aşan, ileri giden. ser-şârî ( ا ر ﺷﺎ ر ىf.i.) : doluluk, taşkınlık, ser-şikeste ( ﺳﺮ ﺷﻜ ﺴﻪf.b.s.): başı kırık; ucu kırılmış olan. ser-tâb ب،( ﺳﺮتf.b.s.) : inatçı, (bkz : anûd). 1101
sertâb sertâb ( ﺳﺮﺗﺎ بf.i.) : cild in tam am lay ıcısı ola-
serv-i sehi : d o ğ ru b ü y ü m ü ş ik i d ald an İbâret
rak yapılan ve k ita b in ü st k ısm ın ı ö rte n m ik lab 'm açıkta d u ra n ü st kısm ı,
serv-i ser-efrâz : başı y ü k se k selvi; baş ؟eken
ser-tabbâl ( ﻣ ﺮ ﻫﺒﺎ لf.a.b.i.): tar. b aş davulcu, ser-tâ-be-pâ ( ﻣ ﺮﺗﺎﺑﺎf.b.s.): b a şta n ayaga, baş-
ta n başa, (bkz : ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-pâ, ser-îâ-ser).
selvi. [güzellerin b o y u b u n a benzetilir]. selvi. serv-i sim in (güm üş selvi) : ay ışığ ın ın de-
n izd e y aptığı ışık yol. servâ ( ﺳﺮواf.i.) : söz; m asal, ser-vakt ( ﺳﺮوﻗﺖf.i.) : k im se b u lu n m a y an boş
ser-tâ-be-ser ( ﻣﺮﺗﺎ ﺳ ﺮf.b.s.): b a şta n başa,
oda, dâire; y aln ız görüşülecek yer.
ser-tabib ( ﻣ ﺮ ﺑ ﺠ ﺐfa .b .i.): başhekim , ser-tâc ( ﻣﺮﺗﺎ جf.b.s.): baş tâcı olan, ؟ok sevilen,
sayılan. ser-tâk ( ﻣﺮﻃﺎ قf.b .i.): evin ü stü n d e b u lu n a n
etrâft a ؟ık oda, dâire. ser-tâ-pâ ( ﻣﺮﺗﺎﺑﺎf b . z f ) : b a şta n ayağa, b a şta n
aşağı, b a şta n başa, tam am ıy la, b ü sb ü tü n , (bkz : ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-ser). ser-tarik ( ﻣﺮﻃﺮﻳﻖfa .b .i.) : tar. ؟elebi efendi-
n in m u âv in i ve K onya M ev levihânesinin şeyhi yerindeki k ıd em li d ed e n in ü n v ân ı. [Mevlevi tâb irlerind end ir]. ser-tâ-şer ( ﺳﺮﺗﺎ ﻣ ﺮf.zf.): b a ş ta n başa, hep, bü-
tü n . (bkz : ser-â-pâ, ser-tâ-pâ).
serv-endâm ( ﺳﺮواﻧﺪامf.b.s.) : servi boylu, b o y u
u z u n ve biçim li olan [kimse], (bkz : reşîk). server ( ﺳﺮورf.i.c. : serverân). 1. baş, başkan,
reis, ulu. server-i enbiyâ, -i kâinât (Peygam berlerin
başı, k â in â tın en büyüğü) : H z. M u h am m ed. 2. erkek adi.
( ﺳﺮوراتf.i. server'in c.) : başlar, başk anlar, reisler; ulular.
serverân
( ر و ر ىf.i.) : 1. başlık, b aşk an lık , (bkz : riyâset). 2. ululuk.
serveri
servet ( ﺛﺮو تa.i.) : 1. zenginlik, varlık, (bkz : gınâ). İlm -i servet : ik tisat, fr. économie. servet-i akl : ak il zenginliği, akıllılık.
ser-te-ser ( ﻣ ﺮ ﺳ ﺮf.zf.). (bkz : ser-â-ser, ser-tâ-
ser). ser-tırâş ( ﻣﺮﺗﺮاشf.b .i.): berber, ser-tîz
(f.b.s.): ucu, b aştarafı sivri olan; keskin. T îg -i ser-tiz ؛k eskin k ılı ؟, (bkz : seyf-i b ü rrân ).
ا8 اوde A h m e t Ih sa n ta ra fm d a n İsta n b u l'd a y ay ım lan m ış h a fta lık b ir dergi.
Servet-i Fiinûn :
servet-i i l m i c e : ilim zenginliği, bilgililik.
2. erkek v e y â k a d m adi. se rv -istâ n ( ﺳﺮوﺳﺂنf.b.i.) : servilik, selvilik.
( ﺳﺮوf.i.) : 1. bo ynuz, (bkz : karn). 2. şarap kadehi.
s e r v i c e ( ﺳﺮو؛هf.a.i.) : bot. servigiller,
[( ﺳﺮوﺑﺎ]ﻛﺔf.i.): 1. b a şta n aşağı, tam am en. 2. tas. dervişin ta rik a t ve m evlevihâne ile b âğ ın ı kesm e. [Mevlevi tâb irlerinden dir].
s e r- z a g a r i ( ﺳﺮزغ ر ىf.b.i.) : ta r. Y eniçeri cem âat o rta la rın d a n altm ış d ö rd ü n cü o rta n ın k um an d am .
serû
ser ü pâ[y]
serv
( ﺳﺮوf.i.) : 1. servi, selvi. 2. m ec. sevgilinin
boy u bosu.
ser-zede
( ﺳﺮزدهf.b.s.) : baş gösterm iş, uc ver-
m iş, çıkm ış.
( ﺳﺮزﻣﻴﻦf.zf.) : b aşın ı yere koyarak, (bkz : ser-be-zem in).
ser-zem in
serv-i â z â d : ؟ok uzay an düz b ir selvi; düz-
gün, başı dile.
ser-zeniş ( ﻣﺮزﻧ ﺶf.b.i.) : başa k ak m a, takaza.
serv-i ؟emân : n az ve edâ ile salm a salm a
y ü rü y en sevgili. serv-i h ırâ m â n : ı) nazil sa lla n an 2) mec. (bkz : serv-i ؟em ân).
se rv -k ad d ( ﺳﺮوﻗﺪf.a.b.s.) : servi boylu,
Ser-Zeniş-İ r ü z g â r : k ad e rin cilvesi, başa ge-
len lcötü hal. selvi;
se r-z e n iş-k â r ( ﻣﺮزﻧﺸﻜﺎرf.b.s.) : başa k ak an , sitem eden, çıkışan.
serv-i n â z : d alları .yana sa rk a n selvi; mec.
ser-zeniş-kâr-âne ( ﺳﺮزﻧﺸﻜﺎراﻧﻪf.b.zf.) : başa
u z u n boylu sevgili. serv-i revân : y ü rü y e n selvi; m ec. u z u n boy-
lu sevgili. 1102
k akarcasm a, sitem li b ir şekilde, ser-zergerân ( ﺳﺮزرﺳﻤﺮانf.b.i.) : tar. k u y u m c u -
başı.
sevam ser-zevvâkin-i hâssa ( ﺳ ﺮﻧ ﻮاﻗﻴ ﻦ ﺧﺎ ﺻﻪf. a .b .i.): tar. çeşnigirbaşı. se-şenbih
( ﺳﻪ ﺷﺒﻪf.b .i.): ü çüncü gün, salı,
sevâd-ı h a t t : yazı m ürekkebi, sevâd-ı M üslim in : İslâm cem âati, sevâd ü 'l-ayn : hek. gözbebeği.
setâ ( تf.i.): müz. üç telli saz; tanbur. [ a s il: "seh -tâ” dır].
sevâdü'1-kalb : yü reğin ortasında -var sayılan- k ara benek.
setâir ( ﻣﺘﺎﺋﺮa.i. sitâre'nin c . ) : örtünülecek, perdelenecek şeyler.
sevâdü'1-vech : yü z karası, utanç.
se-târe ﺗﺎره- ( ﻣﻪf.b .i.): 1. müz. üç telli saz. 2. düzen, uyum . setir ( ﺳﺘﻌﺮa.s. se tr'd e n ): 1. örtülm üş, kapalı. (bkz : m estûr). 2. mec. tem iz, nâm uslu. setire ( ﺳﺘﻴﺮهa .s.): 1. setir'in m üennesi. 2. i. örtü.
( ﺳﺘﺮa .i.): örtm e, kap am a, gizlem e,
sevâdü'1-vech fi'd -d â re y n : tas. b ilk ü lli ye fenâ fi-llâh d an ibârettir. B ir ؟ekildek i sâh ib in in aslen v e kat'en, zâhiren ve bâtm en, dünyâ ve ahireten vü cu d u yoktur. B u m ertebe fak r-i h a k ik i m ak am ı olup adem -i asli'ye rü cû ' neşesidir. B unun İçin ا ذاﺗ ﻢ اﻟﻔﻘﺮ ﻓﻬﻮاﻟﺶdem işlerdir,
setr-i a v re t: ayıp yerlerin i kapam a,
sevâd-hân ( ﺳ ﻮاد ﺧ ﻮا تf.b .s.): y a z ı okuyabilen, söktürebilen.
setr-i h a k ik a t: dogruyU saklam a, gizlem e,
sevâfil ( ﺳ ﻮاﻓ ﻞa.s. s â fil'in c . ) : alçak lar [insan
setr
setr-i hüsn : gü zelliği örtüp gizlem e, setre
( ﻣﺘﺮهa.i. setr'den). (bkz : setri),
setri ۶ ( ىa.i. se tr'd e n ): düz yak alı, önü tek ilik li, çuh adan yap ılm ış elbise, settâr
( ﻣﺘﺎرa.s. se tr'd e n ): 1. örten; A llah,
settârü'l-uyûb : ayıp ları (günahları) örten, b ağışlayan A llah ; mec. ayıp ları örten eski p ü skü elbise. 2. i. [abdiissettar'dan kısaltm a olarak] erkek adi. sevâ' ( ﺳﻮاﺀa .i.): berâber olm a, beraberlik, denk, e ş i t , (bkz : m üsâvî).
ve yer hakkın d a].
sevâhil ( ﺳ ﻮا ﺣ ﻞa.i. sâh il'in c.): yalılar, k ıyılar. Sevâhil-İ bahr-i siyâh : K arad en iz k ıy ıla rı, sevâhir ( ﺳ ﻮا ﺣ ﺮa.s. sâhire'nin c .) : bü yü cü kad m lar. ( b k z : sâhirât).
sevâî ( ﺳﻮاﻧ ﻲi.) : ipek [kum aş], sevâid ( ﺳ ﻮا ﻋﺪa.i. sâid 'in c .) : dirsekten bileğe k ad ar olan kısım lar, (bkz : m e r â fık g
sevâim ( ﺳ ﻮاﺋ ﻢa.i. sâim e'nin c.) : 1. çayıra başı boş olarak salıverilen h ayvan lar; otlak hayvam . 2. üzerine zekât terettübeden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırn a k lı lıayvan lar.
sevâb ﺛ ﻮا ب (a .i.): 1. A lla h tarafın d an m ü kâfatlan d ırılan hareket. 2. h ayırlı hareket, h a yır İşleme.
se v â k ıb ( ﺛﻮاﻗﺐa.i. sâkıbe'nin c .) : p arlak yıldızlar.
sevâbık ( ﺳﻮاﺑﻖa.i. sâbıka'nın c.) : geçm iş şeyler, geçm iş haller; geçm işte İşlenm iş suçlar,
s e v â k ıt ( ﺳ ﻮا ﻗ ﻂa.i. sâkıta'nın c.) : düşükler, düşm üşler.
sevâbit ( ﺛ ﻮاﺑ ﺖa.i. sâbite'nin c.) : seyyar (g e z e gen) olm ayan ve yerinde d u ru r gibi görünen gök cisim leri, yıldızlar,
s e v â k ıt-ı fâ tih a : fâtih a sûresinde bulunm aya n h arfler.
sevâd ( ﺳ ﻮادa .i.): 1. k aralık, siyah lık, k arartı. 2. yazı, karalam a. Teksîr-İ sevâd : boş yere yazı yazm a. 3. u zaktan k a rartı hâlinde göriilen k alabalık. 4. b ir şeh rin çevresindeki k a ra rtı hâlinde görünen bağ, bahçe ve bostanlar. 5. s. k ara, siyah. 6. güm üş üstüne siyah la İşleme n akış, savat, sevâd-ı a'zam : "ulu şeh ir” : M ekke-i M iikerrem e. sevâd-ı batn : anat. karaciğer, sevâd-ı defter (defterin s iy a h lığ ı): mec. dünyâda işlenen günahlar.
s e v â k î ( ﺳﻮاﻗ ﻰa.i. sâkıye'nin c.) : sâkıyeler, su yerleri, su dolapları, su ark ları, ( b k z : sukat). sevâkin ( ﺳ ﺮا ﻛ ﻦa.s. sâkin 'in c .) : 1. sâkin olanlar, oturanlar. 2. atm ayan dam arlar, sevâlif ﺳ ﻮاﻟ ﻒ.(a.i. sâlif, sâlife'nin c . ) : geçm işler, geçm iş insanlar. sevâlis ( ﺛ ﻮاﻟ ﺚa.s. sâlise'nin c.). (bkz : sâlisât). sevâm m ( ﺳﻮامa.i. sâm m e'nin c . ) : zehirli hayvanlar.
sevânî ( ﺛﻮاﻧﻲa.i. sâniye'nin c .) : 1. sâniyeler. 2. ik in ci derece şeyler, ( b k z : sâniyât). 1103
sevânih
sevânih ( ﺳﻮاﻧ ﺢa.i. sâniha'nm c.) : içe doğan şeyler. sevâtı' ( ﺳﻮاﻃﻊa.i. sâtı'm c.): belli ve yüksek olan şeyleı'. sevâtîr ( ﺳﻮاﻃﻴﺮa.i. sâtûr'un c.) : satırlar [bıçak]. sevâzic ( ﻣ ﻮ ا ﻧ ﺞa.s. sâzec'in c.): sâde, basit şeyler. sevb ( ﺛ ﻮ بa.i.c.: sevâb, siyâb) : 1. bez. 2. elbise, (bkz : câme). sevda' ( ﺳﻮداﺀa.s.c.: sûd): 1. çok kara, çok siyah. ["esved" in müennesi]. 2. i. eslcilerin insan mizâcmda kabul ettikleri dört hılttan biri. 3 ٠(bkz : sevâdü'1-kalb). sevda ( ﻻرداf.i.): 1. aşk, sevgi. 2. aşırı sevgiden doğan bir çeşit hastalık. 3. istek, heves, arzu. sevdâü'1-kalb: yürekte olan siyah nokta, (bkz : süveydâü'l-kalb). sevdâ-cûi؟- b r (f.b.s.): sevgi arayan, sevda-fezâ ( ﺳﻮداﻓﺰاf.b.s.): sevdâ artıran, sevda-ger ( ﺳﻮداﺳﻤﺮf.b.s.) : 1. sevdâlı, âşık, (blcz : meftûn, sevdâ-zede) 2. i. tüccar, (bkz: sûdâ-ger). sevdâ-geri ( ﺳﻮداﺳﻤﺮىf.b.i.): 1. sevdâlılık, âşıklık. 2. tüccarlık, ticaret, (bkz: sûdâgeri). sevdâ-kâr ( ﺳ ﻮ دا ﻛﺎ رf.b.s.) : sevdâlı, sevda-perest ( ﻣ ﻮ د ا ر ﺳ ﺖf.b.s.): 1. tamahkâr. 2. pek düşkün, tutkun, sevdâvi ( ﻣ ﻮداو ىf.b.s.) : meraklı, kuruntulu, sevdâ-zede ( ﺳﻮدا زدهf.b.s.): sevdâlı, âşık, (bkz : meftûn, sevdâ-ger). sevebân ( و ﻷ نa.i.): sağalma, hastanın İyileşmesi. severân ( و را نa.i.): tozun, dumanın kalkması, tozup kalkma. sevgend ( ﻣﺮﻛﺪf.i.) : and, yemin, lcasem. sevik ( ﻣﻮﻳﻖa.i.): bot. kavut, kavrulmuş un. seviyy ۶ ( ىa.s.) : 1. düz, doğru. 2. berâber, bir, eşit, denk. seviyye ( ﻻودهa.s.) : 1. müsâvîlik, berâberlik. 2. düzlük, doğruluk. Hem seviyye: bir düzlükte, bir yükseklikte. seviyye-i m â': su seviyesi, suların yüzündeki düzlük. seviyye-i zihniyye : psik. zihin seviyesi. 1104
seviyken ( ﺳﻮﻷa.zf.) : 1. bir diiziye. 2. müsâvî olarak, hep bir olmak üzere, seviyyet ﺑﺔ, ﺳﻮ، ( ﺳ ﻮﻳ ﺖo.i.): müsâvîlik, *eşitlik, denklik. sevk ق٠۶( سa.i.) : 1. önüne katip sürme, ileri sürme. 2. (sebebolup) bir neticeye bağlama. 3. yollama, gönderme, (bkz : İrsâl). sevk-i garize : psik. *içgüdü, fr. instinct. sevk-i tabîî: psik. *içgüdü, fr. instinct. sevk ii İdâre : *yönetim. sevkıyât ( ﻻ و ﻗ ﺎ تa.i.): asker gönderme İÇİ ve dâiresi. sevici J r ("k” kaim okunur, a.s.): sevk ile, gönderme ile *ilgili. sevkü'l-ceyş ( ﻣ ﻮ ق ا ﺑ ﻦa.b.i.): askeri birliklerin hazır bulunması gereken yerleri kararlaştırıp bu birlikleri oralara sevketme İŞİ ve bu İŞİ araştıran ilim, strateji, fr. stratCgie. sevm ( ﻣ ﻮ مa.i.): satılık bir şeye paha biçme, sevm-i nazar: bir mail görüp göstermek üzere alıp senet verme, sevm-i şirâ : bir malin değeri tâyin edilerek satın alma yolu. sevr ( دورa.i.c.: esvâr, sivere, sîrân, sire, siyere, siyâr, siyâre): 1. öküz, boğa, (bkz : gâv, gâve). 2. astr. boğa burcu, semânın kuzey yarımküresinde bulunan bir burç. [Dübb-i Ekber'in “alpha” yıldızını Ayyuk'a birleştirdikten sonra hemen ona yakın bir mesâfe ile mâilen gidilecek olursa kırmızı renkli bir yıldıza tesâdüf olunur ki, bu yıldız sevr burcunun en parlak yıldızı olan “Aynü'ssevr'١veyâ "Ed-deberân” dır], lat.: Taurus; fr. Taureau. [Arapçada: “reis” mânâsında dalcullamlır]. sevret ﺳﻮرة، ( ﺳ ﻮ ر تa.i.): 1. öfke, kızgınlık. 2. tezlik. 3. hücûm; dövüş. 4. hükümdârın şiddeti, kudreti. sevsen ( ﺳﻮﺳﻦa.i.) : bot. susam, (bkz : süsen). sevseniyye ( ﺳﻮ ﺳﺒﻪa.i.) : bot. siisengiller, fr. iridacCes. se vii yek ( ﺳﻪ و ﻳﻠ ﻎf.b.s.) : (se yek) üç (ile) bir [zar oyununda]. sevvâb ( ﺛ ﻮا بa.s. ve i.) : esvap satan, elbiseci. sevvâm ( ﺳﻮامa.i. sâmme'nin c.): (yılan, akrep gibi) zehirli hayvanlar. seyâhat ( ﺑ ﺎ ﺣ ﺖa.i.) : yolculuk, gezi, [asil "siyâhat” olduğu halde bu şekli yaygındır].
seyyâhûn seyâhat-nâme ( ﺳﻴﺎﺣﺘﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.) : seyâhat, gezi h â tıraları kitabi, [asil : "siyâhat-nâm e” dir]. (bkz : siyâhat-nâm e).
seyl-gâh ( ﺳﻴﻞ ﺳﻤﺎهa.f.b.i.): sel yatağı, selin aktığı yer.
seyehân ( ﺑ ﺤ ﺎ نa.i.) : 1. seyâhat, gezi. 2. gölgen in güneşle berâber dönm esi,
seyl-râm ( ﺳ ﻞ رامa.f.b.i.): selin köpüre köpüre akması.
seyehân
( ﺑ ﺨ ﺎ نa.i.) : batm a [vappr v.b.].
seyelân ( ﺳﻴﻼنa.i.) : 1. akm a, akıntı, (bkz : cereyân). seyelân-1 d em : hémorragie.
hek.
k an
akm a,
fr.
seyelân-1 ebyaz : hek. (bkz : seyelân-1 m eni). seyelân-1 leben : sütün, çoklu ğu n d an dolayı, m em eden kendi kendin e akm ası.
seyl-hlz ( ﺑ ﻠ ﺨ ﻴ ﺰa.f.b.s.): taşkın, coşkun [su],
seyr ( ﺳ ﺮa.i.) : 1. yürüme, yürüyüş; gitme, hareket. 2. yolculuk. 3. gezme, gezinme, (bkz : teferrüc). 4. eğlenmek iizere bakma, (bkz : temâşâ). 5. uzaktan bakıp karışmama. 6. gezilecek, görülecek şey. seyr fi' 1-m e n â m : ؛uyurgezerlik, fr. somnambulisme. seyr-i gülistan : gül bahçesinde gezinme,
seyelân-1 m eni : hek. m eni'n in d urm adan akm ası, m eni akıntısı.
seyr-i m ü n h a rif: cogr. eğri gidiş, fr. loxodromie.
seyelân-ı üzn : hek. m üzm in k u lak iltih ab ın d aki cerahatli akıntı. 2. fiz. *akı, fr. flu x. 3. cogr. sellenm e, fr. ruissellement,
seyr-i sefâin (gemilerin yürümesi): Akay
se y f ( ﺳ ﻒa.i.c. : e s y â f sü yû f) : k ılıç, (bkz :
tîg).
seyr-i s e r i' : hızlı gidiş.
seyfullah : ı) A lla h 'ın 2) erkek adi.
k ılıc ı y â n i
askeri;
s e y fü 'd -d în : 1) din in k ılıcı, d in in askeri; 2) seyfeddin şeklinde k u llan ılan erkek adi. s e y fi, s e y f i ^ e ﺳ ﻒ، ﻏﻰ٠(سa.s.) : 1. k ılıçla ilgili, askerliğe âit. 2. k ılıç şeklinde. 3. i. asker züm resi. seyh ( ﺳ ﺢa.i.c. : sü yû k ve esyâh) : 1. ak ar su. (bkz : m â-i cârî). 2. çizgili elbise.
Seyhân ن١ﺳ ﺢ
(a.h.i.) : 1. Ü rdün'ün ötesinde, Hz. M û sâ'n ın m ezarı bulunduğu şehir. 2. A d an a ovasım y a ra ra k İskenderun körfezine dökülen nehir. 3. erkek ve k ad m adi.
seyl ( ﺳﻴﻞa.i.c. : süyûl) : 1. sel. 2. şiddetle gelen ?ey. se y l-i b e lâ : belâ seli. seyl-i Sirişg-İ dide : gözyaşı seli. seylü'1-arim : Sebâ ?ehrini b atıran m eşhur sel âfeti. seylâb, seylâbe suyu.
ﻣﻴﻼﺑﻪ، ( ﺳﻴﻼبfi.) : sel, sel
Seylâbe-İ aşk : aşk seli. Seylâbe-İ eşk : gözyaşı seli. Seylâbe-İ hûn : k an seli,
( ﺳﻴﻼﻧﻰa.i.) : Seylantaşı. seyl-âverd ( ﺳﻴﻞ آوردa.f.b.s.) : selle gelm i? seylâni
olan.
idâresi iken şimdi Denizbank olan müessese. 7. miiz. Türk müziğinde makamların karakteristik yürüyüşü,
( ﺳﺮانa.i.): 1. gezinme, (bkz : teferrüc). 2. bakıp seyretme, (bkz: temâşâ). [asil: "seyerân" dır].
seyrân
( ﺳﺮاﻧﻜﺎهa.f.b.i.): seyir yeri, eğlence yeri, gezme yeri.
seyrân-gâh
( ﺳﻴﺮ ﻫﻊ اﻟﻠﻪa.b.i.): tas. sâlikin her mertebede Allah ile olan seyri, [seyr ü sülûk'ün dört mertebesinden üçüncü mertebesi hakkında kullanılır].
seyr m aallah
seyr ü sefer j L ( ص وa.b.i.): gidiş geliş, trafik.
د ك٠ ر و ا٣(سa.b.i.): tas. tarikatte tâkip olunan usûl, tarikata giren kimsenin (sâlih) gerçek varlığa ulaşması İçin yaptığı mânevî yolculuk, [dört mertebesi vardır : 1 . Seyr-illallah (Tanrı yolculuğu). 2. Seyrfillâh (Tanrı yolunda yolculuk). 3. Seyrmaallah (Tanrı ile yolculuk). 4. Seyr-anillâh (Tanrı'ya yönelen yolculuk)].
seyr ü sülük
( ﺑ ﺎa.s. ve i. seyfden): 1. kılıç yapan, kılıççı. 2. kılıçlı. 3 ٠cellât.
se yyâ f ف
( ﺳﺎ حa.s. ve i. siyâhat'den. c . : seyyahûn, seyyâhin): yolcu; gezici, fr. touriste.
seyyâh
seyyâhîn
( ﺳﺎﺣﴼ نa.i. seyyâh'm c.): seyyahlar,
turistler. se^âhûn ( ﺳﻬﺎﺣﻮنa.i. seyyâh'ın c.): seyyahlar, (bkz : seyyâhîn). 1105
seyyâl
seyyâl ( ﺳﺎ لa.s. seyelân'dan) : 1. akıcı, akan, (bkz : mâyi'). 2. i. kadm adi. 3. fiz. akışkan, fr. fluide. seyyâlât ( ﺳﺈ ﻻ تa.i. seyyâle'nin c.) : seyyâleler. ş e lâ le ( ﺳﺈ كa.i.): su gibi akan şey; mâyi, sıvı; akıntı. Seyyâle-İ berkiyye: elektrik akımı, cereyâm. seyyâr ( ﺳﺈوa.s. seyr'den): 1. gezici; gezen, doİaşan, 2. yerli olmayıp, istenilen tarafe taşınabilen, fr. portatif. 3. astr. bir yerde durmayıp dolaşan, yer değiştiren gök cismi. seyyâr tekke: esrar İ ؟mek İ ؟in kullanılan otomobil, [argo]. seyyârât ( ز ر ا تa.i. seyyâre'nin c.): astr. *gezegenler. seyyârât-1 gayr-i m e ric e : gözle görülemeyen ve ancak büyük rasat dürbünleri ile görülebilen seyyareler. seyyârât-1 siifliyye: astr. *i ؟gezegenler, yakin gezegenler. seyyârât-1 u l v i c e : astr. *dışgezegenler. seyyâre٥j^>(a.i.c. :seyyârât) :1. astr.Güneş'in etrâfmda dolaşan gezegen. 3. kervan, kafile. [modern Arap ؟ada "otomobil" dir]. s e ^ i ' ع٠( ﺳﺞa.s.) : fenâ, kötü, (bkz : bed). seyyiât ( ﺳ ﯫً تa.i. seyyie'nin c.) : 1. fenâlıklar, kötülükler. 2. suçlar, günahlar. 3. kötülüğe karşılık ؟ekilen sıkıntılar, seyyib, seyyibe ب ( ' ذ ب ؛a.i.c. : seyyibât) : dul kadm. [seyyibe, yanlış olmakla berâber kullanılır olmuştur]. seyyibât ت kadınlar, seyyibUn ن kadınlar,
(a.i. seyyib'in c.) : dul kalmış (bkz: seyyibûn). ( ﺑ ﻮa.i. seyyib'in c.): dul kalmış (bkz: seyyibât).
ز
seyyid ( بa.i.c. : sâdât) : 1. efendi, bey; aga; ileri gelen, baş, başkan. 2. Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hasan'm soyundan olan kimse. seyyid i kâinat: Hz. Muhammed. seyyid-i nev'-i beşer: insanların efendisi, ulusu: Hz. Muhammed. 3. bizde “seyit” şeklinde erkek adi olarak kullanılır. seyyidü'1-âfak (ufukların, göklerin efendisi): Hz. Muhammed. seyyidü'1-ebrâr (hayır sahiplerinin, dindarİarın, doğruların efendisi): Hz. Muhammed. 110،
se^idü'l-enâm : bütün halkm efendisi, se^idü'l-enbiyâ' (peygamberlerin efendisi, başkam) : Hz. Muhammed. se^idü'l-kevneyn (iki cihanın efendisi): Hz. Muhammed. seyyidü'1-muhâcîrîn (göçenlerin en ulus): Hz. Muhammed. seyyidiil-miirselin (peygamberlerin efendi' si, başı): Hz. Muhammed. seyyidü's-sakaleyn (iki cihânm efendisi): Hz. Muhammed. seyyidân ان٠( ﺳﺎa.i.c.) : Hz. Muhammed'in iki torunu olan : Hz. Hasan ve Hüseyn. secid e ( ﺳﺪ هa.i.): [muhterem] kadın, (bkz : bânû, sitt). seyyidi ( ﺳ ﺪ ىa.s.): 1. seyyide mensup, seyyid'le ilgili. 2. n. "ey benim efendim!” hitâbı. seyyie ( بa.i.c.: seyyiât): 1. fenâlık, kötülük. 2. su ؟, günah, (bkz : hatia). 3. kötülük kar?ılığı ؟ekilen sıkıntı. se^ ie ب seyyi').
(a.s.): [''seyyi'” in müen.]. ('bkz:
sezâ ١( ﻣﺰf.s.): münâsip, uygun, yaraşır, (bkz : ؟espân, lâyık, şâyân, şâyeste). sezâ-yi sine: göğüse yakışan, göğüste taşımaya lâyık olan, sezâ-yi takriz : ögmeye lâyık, sezâ-yi tezlil: al ؟ak görülmeye, tahkir edilmeye lâyık olan. sezâb ( ر ا بf.i.): bot. su teresi, sezâb ا ب٠( ﺳﻞa.i.). (bkz : sedâb). sezâbiyye ب٠( ﺳﺬابa.i.): bot. sedefotugiller. sezâiyye ز ا ب (a.i.): tas. Halvetiyye tarikatinin Gülşeniyye şûbesi kollarından biri, [kurucusu, Morevi Hasan Sezâî bin Aliy-yür-Râmî'ye nispetle bu adi almıştır]. sezâ-vâr ( را وا رf.b.s.): münâsip, uygun, yaraşır. (bkz: ؟espân, lâyık, sezâ, şâyân, şâyeste). sezâ-vârî ( را وا ر ىfb.i.): münâsiplik, uygunluk, yaraşırlık. (bkz : liyâkat, şâyestegî). Slâ ( ﺻﻌﺄa.i. sa've'nin c.): kuyruk sallayan kuşİarı. (bkz: sa'vât). sıâb ( ﺻﻌﺄبa.s. sa'b'ın c.): gü ؟, zor, ؟etin [şeyler].
sıfır-ı mutlak
ﺻﺒﺎغ
s ıb â g
( a .i .c .: esbiga) : 1. b o y a . 2 . y a r a d ı-
İış .
s ib g , s ib g a
ﺻﺒﻐﻪ، ( ﺻﺒﻎa .i.) : 1.
İçine k u m a ş ve
şâire b a tırıla n b o y a . 2 . H ır is t iy a n la r ın v a f tizi. 3 . d in , m ezh ep . s ib g a tu lla h : İslâ m 'ın
A lla h 'ın
y a ra tılış ı.
y a ra tıc ı
4 . isp irto
ve
k u v v e ti, lo k m a n
r u h u İçin d e e ritilm iş b o y a m ad d eleri, fr. te in tu r e . s ib t
ﺑ ﻂ
(a.i.c. : esbât) : to ru n , (b k z : n ebire,
h a fid ).
( ﺑ ﻄﺎ نa.i.c.). (b k z : sibteyn). ( ﺳﺒﻄﻴﻦa.i.c.) : ik i to ru n .
s ıb t â n
s ib te y n
S ıb t e y n - iM ii k e r r e m e y n :H z .M u h a m m e d 'i n ik i to ru n u : H z . H a s a n ile H tiseyn . s ıb v â n s ıb y â n s ib y e
( ﺻﺒﻮانa.i. sa b i'n in c.). (b k z : sıbyân ). ( ﺻ ﻴ ﺎ نa.i. sa b î'ııin c . ) : ç o cu k la r, ( ﺻﺒﻴ ﻪa.i. sa b i'n in c.). ( b k z : sabye,
sıb yâ n , subye). s ıd â k ( ﺻ ﺪا قa .i.) : n ik â h ak çesi, k a im , ( b k z : k â b în , m eh r). s ıd d îk 1.
ﺻﺪﻳﻖ
(a.s.
s id k 'd a n .
c . : S id d ik u n ) :
p e k d o g ru , s ö z ü n ü n eri [k im se ]. 2 . İslâ m
â le m in in ille h a life si ve H z . M u h a m m e d 'in v e fâ lı d o stla rın d a n H z . E b û b e k r 'in lâk ab ı. [H z. E b û b e k ir, y a ş lı erkeklerd en ilk M tisltim a n o lan v e A ş e r e -İ M ü b e şşe re 'd e n b irin cisid ir (5 7 1 - 634)]. 3 . i. erkek adi. [m tie n .: "Siddilea” d ilim iz d e “ sıd ık a ” şe k lin d e k a d ın ad i o la ra k k u lla n ılır]. S ıd d ik a
ﺻﺪﻳﻘﻪ
( a .h .i.) :
"d o s d o ğ r u
k a d ın ” :
1. H z . Â iş e . 2 . H z . M e r y e m . 3 . k a d ın ad i. S id d ik ıy y e t
ﺻﺪﻳﻘﻴﺖ
( a .i .) : fa z la , ç o k d o ğ ru lu k ,
s rd k ( ﺻ ﺪ قa .i.) : 1. d o ğ ru lu k , ge rçe k lik , (b k z : h a k ik a t).
2 . İç,
y tire k
te m iz liğ i,
(b k z:
h â lis iy y e t, m u h âlasat). s ıd k -ı d e r tin : y tire k te m iz liğ i. S id k u k iz b : d o ğ r u lu k v e y a la n . S id k u s e b â t : d o ğ r u lu k v e sebat. S ıf a h â n
ﺻﻔﻬﺎن
( f .h .i.) : I s fa h a n şeh ri,
s ıf â k ( ﺻﻔﺎ قa.i.c. s if â k a t ) : h e k . a d aleleri (*k a sİarı) ö rten v e k o r u y a n in ce zarlar, s ıf â r ( ﺻﻔﺎرa .i.) : 1. kene. 2 . s. sari, s ifa t ( ﺻ ﻐ ﺖa.i. v a s f 'd a n . c . : s ıf â t ) : 1 . h a l, k e y fiy e t, stiret, şekil, v a rlık , (b k z : v a sf). s ıf a t -ı â r ı z a : ticâ ret, kâr, a y ıp v e ilel g ib i m e v s û fa s o n ra d a n â rız o la n hâlet.
sıfat-ı asliyye : Allah'ın vücut sıfatı. 2. niçan, alâmet, (bkz : çiâr). 3. yüz ve kılık, (bkz : lcisve, kisvet). 4 ٠bir şahıs veyâ şeyin hâli. 5. İâlcab, Unvan. 6. gr. Sifat, bir şahsın veyâ şeyin hal ve çânını, renk veyâ sayısım, derecesini gösteren kelime, fr. adjectif. 7. gr. [terlciplerde] *belirten, (bkz : mevsûf). 8. gibi. Fuztili-Sifat : Fuzuli gibi. Bâkîsifat : Bâkî gibi. sıfât ( ﺻ ﻔﺎ تa.i. vasf'dan, sıfat'ın c.) : sıfatlar, vasıflar. sıfât-1 adediyye : gr. sayı sıfatları. sıfât-1 aslice : esas *nitelikler. sıfât-1 cemâliyye : tas. lütuf ve merhamet ile ilgili vasıflar. sıfât-1 İlâ h ic e : tas. kendisini ve zıddını Cenâb-ı Hakk'a nispet câiz olan vasıflar, [ı'ızâ, rahmet, sıhhat, gazap., gibi]. sıfât-1 istifhâm iyye : gr. soru sıfatlan. sıfât-1 iç â r i^ e : gr. işâret sıfatlan. sıfât-1 kıyâsiyye : gr. bir kaideye (*kurala) bağlı ve uygun olarak meydana gelen sifatlar. sıfât-1 miibheme : gr. *belgisiz (mübhem) sifatlar. sıfât-1 semaine : gr. bir kaideye (*kurala) bağlı olmayıp işitilmekle öğrenilen sıfatlar, sıfâtı selbiyye : tas. mânâsında selb mümkün olan sıfatlar : kıdem, beka, vahdâniyyet, muhalefettin lilhavâdis, kıyam binefeihi. (bkz : sıfât-1 zâtiyye). sıfât-1 subtitiyye : tas. Allah'ın sıfatları : hayat, ilim, semi', basar, İrâde, kudret, kelâm, tekvin. sıfât-1 tavsifiyye : gr. *niteleme sıfatları, fr. adjectifs qualificatifs. sıfât-1 ta'yîni^e : gr. belirtme Sifetları, fr. adjectifs déterminatifs, sifat terkibi : gr. sifat takımı. sıfât-1 zâtice : tas. (bkz : sıfât-1 selbiyye). Sıffîn ( ﺻﻔﻴﻦa.h.i.) : Farat havâlisinde, Rikka yakınında bir yer olup Hz. Ali ile Muâviye arasında geçen savaştan dolayı tin kazanmıştır. Sifr ( ﺻﻔﺮa.i.c. : asfâr) : sıfır, hiç. sıfrü'1-yed : eli boş; mahrum, sıfır-ı mutlak : fiz., kim. *saltsifir, fr. zéro absolu. 1107
sıhâf
ﻣ ﺤﺎ ف
s ıh â f
.(a.i. sa h fe 'n in c.) : g e n iş, d ü z k a b -
lar.
ﻣ ﺤﺎ ح
sıh â h
(a.s. v e i. s a h ih 'in c.) : d o ğ ru la r,
gerçekler.
sıhlıa ﺻ ﺤﻪ
(a.i.). (b k z : sıh h at).
Hıfzıı's-sıhha
:
s a ğ lık k o r u m a b ilg isi.
sıhhat ﻣ ﺤ ﺖ ؟ek lik. 2.
(a.i.) :
1.
s â h ih lik , d o ğ ru lu k , ger-
s a ğ la m lık , sa ğ lık .
3. ed.
sö z ü n
y a n lış v e e k sik o lm a m a sı, (b k z : İıakîkat).
sıhhat ve İçtimâi mııâvenet vekâleti : s a ğ lık v e s o s y a l y a r d im b a k a n lığ ı.
ﺳﺎ ﻣ ﻪ
S ih h a t-n â m e
(a.f.b.i.) : e d .
h a sta la -
n a n b ir in in iyele şm esi d o la y ısıy la y a z ıla n m an zû m e.
sıhhî
-
(a.s.) : 1. sıh h atle , saglilcla ilg ili,
sıh h ate , s a ğ lığ a y a ra r. 2 . h e k im liğ e âit.
Sih h iy ye -
(a.i.) : 1. h e k im lik işle riyle, sa ğ -
ilk işle riy le u ğ r a ş a n d âire. 2 . s. sa ğ lığ a âit, s a ğ lık la ilg ili. 3 . s a ğ lık İşleri. S ih h iy y û n
ﻣﺤﻴﻮن
(a.i.) : [eskiden]
h e k im le -
rin , s a ğ lık işle rin e ؟o k e h e m m iy e t v e re n k ıs m ı, h ifz is s ih h a ile u ğ r a ş a n h e k im le r, fr . h y g ié n is te s .
S ih r
ب
(a.i.c. : eshâr, su h a râ ) : 1. k ız a lıp k ız
v e r m e k le a k r â b a d a n o la n k im se . 2 . ev le n m e k le m e y d a n a gelen y a k ın lık . s ih ri
ﻣﻴﺮ ى
(a.s.) : ev len m e le rd e n m e y d a n a ge-
len [a k ra b a lık ]. S ih r iy y e t
ﺻﻬﺮﻳﺖ
(a.i.) : evlenm elc y o lu y la o lan
a k ra b â lilc . S ik a r
“( ﺻﻘﺎ رk a ” u z u n olcunur. a.i. sa k r'in c.):
z o o l . te p e li d o ğ a n la r.
Sik i
ﺛﺶ
(a .i.c. : eskal). (b k z : Silclet).
sık lâ b ( ﺻ ﻘ ﻼ بa.h .i.c. : sa k alib e) : T ü rk le rle ilg ili d e s t a n i ta rih le rd e b â z ı e tn ik g ru p la ra v e r ile n b ir ad. [A v a rla r, B u lg a r k r a lı T e rv e l v e İ s lâ v I rk ın d a n o n a b a ğ lı o la n la rı v e B u lg a r la r ı a n la tm a lc İ ؟in k u lla n ılırd ı].
sık let ( ﺛ ﻘ ﻠ ﺖa.i.) : 1. a ğ ırlık , y ü k . 2 ٠ sık ın tı. Sik le t-i iz â fiy y e : fiz. c isim le rin b ir sa n tim e tre k ü p ü n ü n a ğ ırlığ ı, y o ğ u n lu k (kesâfet).
Sik le t-i m u tla k a : m u tla k a ğ ırlık .
Siklet-ke( ﺷﻠ ﺖ ﻛ ﺶ ؟a.f.b.s.) : ağırlık ؟eken, yük taşıyan. Sikt ( ﻃ ﺖa.i.): hek. düşük, ölü düşen ؟ocuk. siktUz-zend : 1) ؟akmaktan ؟ikan kıvılcim; 2) Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin meşhur şiir mecmûası. Sila ( ﺻﻠﻪa.i. vasl'dan. c. : sılât) : 1. memleketine gitme, akrabâsma ulaşma, sıla-ı rahm : ana, baba ve akrabâsini ziyâret vazifesini yapma, [bunu terke : “kat'ı rahm” denir], "sıla-ı rahm etmeyenin ameli kabul olunmaz." (Hadis). 2. bahşiş, hediye. 3. gr. rabıt sîgası, *bağ-fül, ula ؟, fr. gérondif, sılât ( ﺻ ﻼ تa.i. sıla'nın c.) : 1. sılalar. 2٠armaganlar, bahşişler. sile ( ﻣﻠ ﻪa.i.) : bir şâire, yazdığı medhiye karşıİığı olarak verilen para, sımâd ( ﺻ ﻤﺎ دa.i.) : şişe tıpası, tıkacı, (bkz : sımâm). sımâh ( ﻣ ﻤ ﺎ خa.i.) : 1. kulak, (bkz : gûş, üzn). 2. kulak deliği. sımâh-1 bevli : anat. kadlbin ucundaki delik. sımâh-1 cân : can kulağı, sımâm ( ﻣ ﻤﺎ مa.i.) : 1. şişe tıpası, (bkz : sımâd). 2. hek. damardaki tıkanıklığa yol a ؟an kan pıhtısı. sımâme ( ﺻﻤﺎﻣﻪa.i.) : 1. kan damarlarında tikanıklık yapan kan pıhtısı. 2. s. [“sımâm” m müen.]. (bkz : sımâm ؛. sımlâh ( ﺻ ﻼ حa.i.) :kulakkiri. S im t ﺻ ﻤ ﻂ
(a.i.) : dizi, dizilmiş şey.
sımt-ı İÜ'İÜ' : inci dizisi, sımtî ( ﺳﻤﻄﻰa.i.) : ed. üçüncü, dördüncü mısrâları kafiyeli olup diğerleri bir kafiyede olmayan şiir. sınâat ( ﺻﻔﺎ ﻋ ﺖa.i.c. : sınâât, sanâyi') : san'at, zanaat, ustalilc, mahâret. sınâât ( ﺻﺎ ﻋﺎ تa.i. sınâat'ın c.) : san'atlar, zanaatlar. (bkz : sanâyi'). sınâât-ı seb'a ( ﺻﻔﺎ ﻋﺎ ت ﺑ ﻌ ﻪa.b.i.) : fels. arts libéraux.
S i k l e t - i z â h i r î : f i z . g ö rü n e n a ğ ırlık ,
sınâb ( ﺿﺎ بa.i.) : hardal,
s i k l e t - i z â t i c e : .ö z g ü l a ğ ırlık .
sınâî, Sinâiyye ﺻﻔﺎﻋﻴﻪ، ( ﺻﻔﺎﻋﻰa.s.) : 1. sanatla ilgili. 2. tabiatten olihayan, insan yapısı. Ezhâr-ı sinâiyye : yapma ؟i ؟ekler.
S ik le t-â v e r
1108
آور
( ﺛ ﻘ ﻠ ﺖa.f.b.s.) : u s a n d ırıc ı, sık ı-
S I.
sınâiyyât ( ﺻﻔﺎﻋﻴﺎتa.i. sınâî'nin c .): 1. sanatla ilgili olan şeyler. 2. insan yapısı şeyler, sınâr ( ﺻﺎ رa.i.): bot. çınar, sındîd ( ﺻ ﺪ ﻳ ﺪa.i.c. : sanâdid): baş, başkan, ileri gelen. s m f ^ (a.i.c.: esnâf, sun ûf): sınıf. Sinv ( ﺻﻐﻮa.i.): 1. dal, budak, bir kökten çatallanan dallar. El-veledii alâ-sınvi e b ih : erkek evlâd babanın budağı üzerinde, onun halindedir. 2. erkek evlât, erkek kardeş, sır'a ( ﺻﺮﻋﻪa.i.): güreşte birini, yerde ters çevirme şekli. sırât ( ﺻ ﺮا طa.i.): 1. yol. (bkz : râh, tarik). sırât-1 m ü stakim : 1) doğru yol2 )؛vaktiyle İstanbul'da çıkan (1909) ve Mehmet Akif'in yazılarım yayan bir dergi. 2. Sirat köprüsü, üstünden geçip Cennete gitmek üzere Cehennem'in üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir köprü, sırf ( ﺻ ﺮ فa.s. ve zf.): 1. sâde, yalnız, ancak. 2. tamâmıyla, büsbütün, baştan aşağı kadar. (bkz: kâmilen). Sirr ر٠ (a.i.c.: esrâr): 1. gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey. ifşâ-yi sirr : gizli şeyi herkese söyleme, (bkz : râz). 2. Allah'ın akil ermeyen hikmeti. sırr-ı îc â d : icat sırrı, yaradılışın gizli sebebi, sırr-ı İstivâ: tas. siyah bir şerit adi olan İstivâ, yüksek bir alâmet sayılırdı. Cenâb-1 Mevlânâ'dan kalmış olup iki yollu olan külâh-ı seyfi veyâ kılıcî tâç yollarına takılan şerif. [Mevlevi tâbirlerindendir, bu tâcı ancak cezbe-i Rahmân ile İstivânın Sirrma vâkıf olan mümtaz zatlar giyebilirdi], sırr-ı kader : alınyazısının gizliliği, sırr-ı m a h fi: çözülmeyen sır. sırr-ı rübûbiyyet: tas. rübûbiyyetin merbûb üzerindeki nişanı, [tasavvuf! eserlerde: sırr-ı riibûbiyyet, bir sırdır ki eğer zâhir olsa, miitevakkıf-ün-aleyh olduğu şeyin butlâm sebebiyle bâtıl olur] ؛varlıkların yalnız Allah tarafından bilinen, insanlarca bilinmeyen gizlilikleri, sırr-ıtecelliyyât :tas. "kalbetecelli-ievvel'in İnkişâfıyle meydana gelen ve cem'-i esmâ beyninde ehâdiyyet-i cem'iyyeyi İzhâr eden şuhûd ve zuhûr; Allah'ın kâinatta veya
insan gOnliinde görünmesiyle ilgili olan gizlilikler. Sırrü' 1-Esrâr ve Matla'ü'l-Envâr (Sirlarm hikmeti ve nurların doğuş yeri): Hurûfî şâirlerden Mürekkepli Enveri'nin mensurmanzum tasavvuf! eseri, sırrü's-sırr : tas. İcmâl ve cem'-i ehâdiyyette hakaikm tafsîlât-1 kâmilesine ve hakayıkm müştemil oldugu kâffe-i mütaallikata hakikatleri veçhile ilim gibi hakkm âbidden teferriidhne bâis olan şey ؛Allah tarafından bilinen gerçeklerin özü. ( ﺳﺮاa.zf.) : gizlice) gizli olarak, (bkz: hafiyyen).
S irr a n
sirran tezkiye : [eski huk.] kadı'nın, mestûre denilen varaka (yazılı kâğıt) ile bir şâhidin âdil olup olmadığını mensûboldıigu yerden tahkik etmesi. sırr-daş ( ﻣ ﺮ دا شa.t.b.s.): 1. sırları bir olan, birbirinin sırrını bilen. 2. sır saklayan, sırrıyyûn ﺑﻮن.( ﺳﺮa.i.c.): mistikler, sırrî, S i r r i y y e (a.s.) : 1. sır ile, gizlilikle ilgili. 2. i. [birincisi] erkek adi. Siyag ( صa.i. sîga'nın c .): gr. sigalar, *kipler, sıyag-ı İnşâiyye : gr. dilek *kipleri, sıyag-ı muhtelife: mâzî, muzârî, emir v.b. gibi çeşitli, türlü kipler. Siyâgat ( ﺻ ﺈ نa.i.): kuyumculuk, sıyâh ( ﺻﺎ حa.i. sayha'nm c .): bağırmalar, haykırışlar. : mâtem haykırışları, s ı y â l , S i y â l e t ﺻﻴﺎﻟﺖ، ( ﺻﺈلa.i.) : hamle etme, saldırma, üzerine atılma, (bkz : savlet), s ı y â m ( ﺻﺎمa.i.) : oruç. H â l - i s ı y â m : oruç hâli. Şehr-i sıyâm : oruç ayı, ramazan. s ıy â h -ı m â te m
Siyânet ( ﺻ ﺈ تa.i.): koruma, korunma, (bkz : hıfz, himâye, muhafaza), sıyâs, siyâsî ﺻﺈ ص، ( ﺻﺎ صa.i. sıysa'nın c.): 1. kaleler. 2. köşkler. 3٠sığınacak yerler, sıysâ (a.i.c.: sıyâs, siyâsî): 1. kâle. 2. köşk. 3. sığınacak yer. si ( صf.s.): otuz. si vü dii : otuz iki. [HurUfllere göre eski alfabeyi teşkil eden 32 harfin İfâde ettiği insânî hüviyet]. sia ا٠( ﺳﻊa.i. vüs'at'den): 1. genişlik, bolluk. 2. takat, güç. 1109
sîa-î ٥؛mâgıyye sia-i dimâgıyye : düşünce genişliği, sia-i h â l : genişlik, rahatlık, bolluk, sia-i magrib : astr. Güneş'in ufuk üzerinde
battığı nokta ile hakiki bati noktası arasmdaki uzaklık. sia-i m aşrık : astr. Güneş'in ufuk üzerinde dogdugu nokta ile halciki dogu noktası araSindaki uzaklık. siâye ، 4 (a.i.): huk. [eskiden] miikâtebin kitâbet bedelini te'diye edebilmesi İçin çalışması. Siâye-İ m ilk : huk. [eskiden] kazancı mevlâsınm milki sayılan memlûkün çalışması. [miidebber gibi ki bunun kisbi mevlâsma âittir. Hattâ mevlâsınm vefatından sonra borcu İçin kıymeti nispetinde çalışmaya mecbur olur]. Siâye-İ zam ân : hulc. [eskiden] kazancı mevlâsınm millci sayılmayan ve yalnız kendi borcunu ödemek İçin çalışan memlûkiin sâyidir. [mükâtep gibi ki bu, mevlâsma karşı yalnız zâmin oldugu bedel-i kitabeti te'diye İçin çalışır]. siâyet ( ﻣ ﻌﺎ ﻳ ﺖa.i.) : koguculuk, adam çekiştiricilik, dedikodu, (bkz : gıybet). sib ب ( fi.) : elma, (bkz : siv, tuffâh). sîb-i zenahdân : sevgilinin elmayı andıran çenesi. sibâ' ﺑ ﻊ٠ (a.i. sebu'un c.) : yırtıcı hayvanlar, canavarlar. sibâb ب١( سa.i.) : sövme, küfür etme. sibâhat ( و ا تa.i.): suda yiizme ["sabâhat" şekli daha yaygındır]. sibâk ( ﺑ ﻖa.i. seblc'den): 1. bir şeyin üst tarafi, geçmişi. 2. bag, bağlantı, sibâk u siyâk. (bkz : siyâk u sibâk). sicâl ل١( ﻣ ﺞa.i. secl'in c . ) : İÇİ su ile dolu olan kovalar, (bkz: sücûl). sicili د (a.i.c.: sicillât): 1. resmi vesikaların kaydedildiği kütük. 2. me'murlann durumu İçin tutulan dosya. SİCİİI-İ a h vâl : me'murlann hal tercümelerinin resmi işlerle ilgili bulunan hususları. SİCİİI-İ nüfûs : nüfus kütüğü, sicillât ( ﻣ ﺠ ﻼ تa.i. sicill'in c .) : 1. resmi vesikaların kaydedildiği kütükler. 2. me'murlann durumunu gösteren dosyalar. 3. g. s. bir yazı sitili. 1110
sicn ( صa.i.c.: sücûn): hapishâne, cezâevi. (bkz: mahbes, zindân). sidâd ( ﺳ ﺪا دa.i.): 1. şişe tıpası, (bkz: sımâd). 2. delik, yarık kapatacak şey. 3. hek. tıkaç, tampon. sidirât ( ﺳ ﺪ را تa.i. sidre'nin c.). (bkz : sidrât). sidr ر٠( ﻣﺎa.i. sidre'nin c .): Arabistan kirazları, (bkz: sidrât). sidrât ( ﻣ ﺪ ر ا تa.i. sidre'nin c .): Arabistan kirazları. (bkz: sidr). sidre ( ﻣ ﺪ ر هa.i.c.: sidr, sidrât): ı.b o t. Arabistan kirazı. 2. en yüksek makam, [ondan sonra Tanrı'ya gidilir]. sidretü'1-müntehâ: arşın sag yanında bir ağaçtır ki ötesine hiç bir mahlûk geçemez. [“sidretü'1-müntehâ” yi, beşerî ilmin son haddi olarak izah edenler vardır; ötesi Allah'ın zât âlemidir], sidre-kadd ( ﺳﺪ وه كa.b.s.): uzun boy. sidre-nişln ( ﻣ ﺪ ر ه صa.f.b.s. ve i.) : Sidre'de oturan melek. sidre-nişinân ( ﻣ ﺪ ر ه ﻓﺸﻴﺸﺎنa.i.c.): sidretü'1miintehâ hududunda duran melekler, sidy ( ﺛ ﺪ ىa.i.c.: sedâyâ). (bkz : seda, sedy). sifâd ( ﺳﻬﺎدa.i.) : hayvanların çiftleşmesi. Mevsim-i sifâd: hayvanların çiftleşme zamânı. sifâl, sifâle ﻇ ﻞ ؛ ﺳﻔﺎﻟﻪ٠( مf.i.) : 1. testi ve saksı parçaları. 2. çanak, çömlek. 3. fıstık, ceviz, bâdem kabugu. 4. orak, sifâlin ( ﺳ ﻬﺎﻟ ﻦf.i.): çanak çömlek gibi şeyler؛ çamurdan yapma şey. Kûze-i sifâlin : toprak testi. sifânet ﺳ ﻔﺎﻧ ﺖ dürûgerî).
(a.i.) : marangozluk,
(bkz:
sifâriş ( د ر شf.i.). (bkz : sipâriş). sifle ﻏ ﻼ٠ (a.s.): alçak, âdi; terbiyesiz, sifle-kâm 4 ﻛﺎ م، (a.f.b.s.): âdilerin, bayagilarin İşine yarayan. s ifle - n ih â d ^ 4
، (a.f.b.s.): alçak tabiatlı,
sifle-perver 4 ( ر و رf.b.s.): alçak, âdi kimseleri tutan, lcoruyan ve kullanan, sifr ( ﺳﻬﺮa.i.c.: esfâr): 1. yazılı şey ؛kitap, cüz; mektup. 2. Tevrât'ın beş kitabından her biri.
Sikender : Siyag) : gr. k ip , fiilin çekiminden meydana gelen türlü şekillerden her biri.
sig a ( ص؛ﻏﻪa.i.c.
: bağlama ulacı. sîg a -i ih b â riy y e : gr. bildirme *kipi, fr. in d isîg a -i a t f i ^ e catif.
s i h r - i h e l â l 'd i r ] .
istek *kipi, fr. o p tatif-
su bjo n ctif.
ﺑﻦ.ﺳﺤﺮ آﻓﺮ
s ih r -â fe rin
ﺣﺮ اﻫﻴﺰ٠ (سa . f . b . s . ) : b ü y ü
: gr. dilek *kipleri, fr. su b -
Jo n ctif.
^
gr.
ulaç,
bag-fiil,
fr.
géron d if.
اذه3ﺳﺤﺮﺑﺎ
?art sîgası (*kipi), [gelirse
ى3 ﻣﺤﺮإا
s ih r -b e n â n
(“ga" uzun okunur, a.s. sagir'in c.) : küçükler. sig a r ü k ib â r : küçükler ve büyükler, sig a r ( صa.i.) : küçüklük, ufaklık.
s ih r i, s ih r iy y e
sig a r-i c ir m : cüsse küçüklüğü.
: suç küçüklüğü. : ya? küçüklüğü, çocukluk, (bkz :
sig a r-i ciirm sig a r-i sin n
sabâvet). sih ( ﺳ ﺦf.i.) : 1. demir ?i?. 2٠kebap ?İ?İ. sihâ' ( ﺳ ﺤﺎ ﺀa.i.c. : eshiye) : 1. ince deri. 2. beyin zari, (bkz : sehâ'). sihâh ( ﻣ ﺤ ﺎ حa.s. ve i. sahih'in c.). (bkz : sıhâh). ( ﻣﻬﺎمa.i. sehm'in c.) : 1. oklar. (mukadderât okları) : ?âir Nef'î'nin meşhur hiciv mecmûası. 2. sehimler, hisseler. sih â m -1 m e frû z a : huk. [eskiden] takdir ve tâyin olunan sehimler. sih a n ( د ضa.i.) : kaimlik, İÇİ bo? olan ?eylerin kalınlığı, (bkz : sehânet). sih r f u (a.i.) : 1. büyü; gözbağcılık, büyücülük. (bkz : efsûn). 2. büyü kadar te'siri olan ?ey, fettanlık. 3. ?iir ve güzel söz söyleme gibi insani meftûn eden hüner, sanat. s ih r-i h elâl (helâl olan büyücülük) : ed. her iki tarafa bağlanması mümkün olan bir ara cümle veyâ kelimeyi muhtevi mısrâ veyâ beytin rûha ho? gelmesi hâli. [Meselâ, Nedim'in : “Gizlice arasam ağzın lebin
sih â m
S ih â m -1 K a z â
( a .f .b . i .) : s i h i r b a z lı k , b ü y ü -
c ü lü k .
söylerim..." gibi]. sigâl ( ﺳﻜﺎ لf.i.) : 1. fikir, düşünce. 2. kuruntu. (bkz : endîşe). B e d -sîg â l : fenâ fikirli, sigâli? ( ﺳﻜﺎﻟﺶf.i.) : düşünü?, kuru?, s ig a r ﻏﺎ ر٠
( a .f.z f.) : b ü y ü c ü lü k le ,
b ü y ü c ü g ib i, f e t t a n l ı k l a . s ih r -b â z î
sîg a -i ?a r tiy y e : gr.
(a .f.b .s .) : b ü y ü y a p a n , b ü y ü c ü ,
( b k z : n e f f â s , n e ffâ s e , s â h ir ). s ih r-b â z -â n e
ra b tiy y e :
g ib i t e 's ir li
o la n , b ü y ü l e y i c i . s i h r - b â z 3^
sîg a -i İn şâ iy y e
(a .f.b .s .) : b ü y ü le y e n , b ü -
y ü le y ic i. s ih r -â m îz
sîg a -i iltiz â m iy y e : gr.
sîg a -i
e m s e m s o r s a m / H î ؟b i r ç â r e b i l i r m i d i l- i b î m â r e a c e b ” b e y t i n d e k i “ s o r s a m ” k e lim e s i
ﺳﺤﺮﺑﻨﺎن
( a .b .i.) : ü s tü n
sa n a tk â r
ve y a yazar.
( ﺳﺤﺮي—ﻳﺎنa . b . s . ) : d ü z g ü n
s ih r -b e y â n
v e t e s ir li
a n la tm a .
ﻳﻪ٠ﺳﺤﺮ
،
ﺳﺤﺮى
(a .s.) : b ü y ü ile
ilg ili. s ih r -s â z
ﻣﺤﺮﻣﺎن
( a .f .b . s .) : b ü y ü c ü , ( b k z : s ih r -
b â z ).
ﻣﻘﺎﺀ
sik a '
( " k a ” u z u n o k u n u r, a .i .) : k ır b a , sa -
k a l a n n İ ç in e s u k o y d u k l a r ı k ö s e le d e n y a p ılm ı? k a b . s ik a
دﻗﻪ
(a .i. v ü s û k 'd a n . c . : s i k a t ) : 1 . g ü v e n ,
e m n i y e t . 2 . İ n a n ılır , g ü v e n i l i r k i m s e .
ﺻﻜﺎك
s ik â k
(a .i. s a k k 'i n c . ) : ş e r 'î m a h k e m e -
l e r d e n v e r i l e n h ü c c e t le r , i l â m l a r , b e r a t la r , ( b k z : su k û k ).
ﺛﻬﺎل
s ik a l 1.
("k a ”
u zun
o k u n u r,
s a k i l 'i n
c .) :
a ğ ı r ? e y le r . 2 . a g ı r c a n l ı k im s e le r .
ش١ ( ﻣ ﻚf . i . ) : d ü ş ü n ü ? , k u r u ? . ﻗﺎن٠ “(سk a ” u z u n o k u n u r , a .i. s a k 'ı n
s ilc â li? s ik a n
c .) :
s a k la r . s ik a t
ﺛﻘﺎت
( “ k a ” u z u n o k u n u r , a .i. s i k a 'n m c . ) :
İ n a n ı l ı r k im s e le r . s ik a y e
ﺳﻬﺎﻳﻪ
(“ k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1 . s u i ç e -
c e k k a b . 2 . i ç i l e c e k s u y u n t o p l a n m a s ı İ ç in y a p ıla n y er, b ü ğ et. sik a y e t rin e
ﺳ ﻘﺎﻳ ﺖ
(“ k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1 . b i-
İçecek
su
verm e.
2 . K â 'b e
s a k a lığ ı,
M e k k e 'd e h a c ı l a r a z e m z e m d a ğ ı t m a İ?İ. s ik e k
ﺳﻜ ﻚ
s ik e n c iib in
(a.i. s i k k e 'n i n c . ) : s ik k e le r .
ﻣ ﻜﻨ ﺠﺒﻴ ﻦ
( a . i . ) : b a l ile s ir k e n in
k a r ı ş t ı r ı l m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n b i r ? e rb e t. S ik e n d e r
دل٠ﺳﻚ
(f.h .i.). ( b k z : İ s k e n d e r).
1111
sikengübin sikengiibîn ( ﻣ ﻜ ﻜ ﺒ ﻴ ﻦf.i.). (bkz : sikencübîn).
sîlî-hâr ( ﺳﻴﻠ ﻰ ﺧ ﻮارf.b.s.) : şamar yiyen, tokat
sikke ( ﺳ ﻜ ﻪa.i.c.: sikek): 1. para üzerine vurulan damga. 2. mâdenî para, akçe, sikke-i hâlise : hâlis altın veyâ gümüş akçe,
silih-dâr ر١( ﺳﻠ ﺤ ﺪa.f.b.s.). (bkz : silâh-dâr).
sikke-i hasene: para. sikke-i magşûşe : karışık veya gümüş para. 3. düz sokak, düz yol. 4. mevlevî külâhı. sikke-i şerîfe : Mevlevi tarikatı mensuplarınin başlarına giydikleri külâh. sikketü'1-hadîd: demiryolu, sikke-dâr ( ﺳ ﻜ ﻪ دارa.f.b.s.): darphane muhasebecisi. sikke-hâne ( ﺳ ﻜ ﻪ ﺧﺎﻧﻪa.fb.i.): para basılan yer. sikke-ken ( ﺳ ﻜ ﻪ ﻛ ﻦa.f.b.s.): mâdenî paranın kalıbını hakkeden, kazan; para ressamı, sikke-pûş ( ﺳ ﻜ ﻪ ﻳﻮشa.f.b.i.): sikke denilen başlığı giyen. sikke-sûret ( ﺳ ﻜ ﻪ ﺻﻮر تa.b.i.): para gibi kendini parlak gösterme, yüzünü gözünü boyama. sîkke-şinâs ( ﺳ ﻜ ﻪ ﺷﺘﺎ سa.f.b.s.) : nümismat, meskukât uzmanı. sikke tekbîri ( ﺳ ﻜ ﻪ ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮ ىa.b.i.): tas. tarikata yeni girenlerin başına sikke giydirilirken yapılan duâ. [Mevlevi tâbirlerindendir]. sikke-zen ( ﺳ ﻜ ﻪ زنa.f.b.s.) : mâdenî para basan. sikkîn ( ﺳ ﻜﺒ ﻦa.i.): bıçak, sil'a ( ﺳ ﻚa.i.): 1. ticâret mail. 2. vücutta olan ur. 3. sülük. silâ' ( ﻣﺎ عa.i.c.: seleât) : hek. hıyarcıklar; urlar. silâh ( ﻣ ﻼ حa.i.c.: esliha): silâh, silâh-dâr ( ﺳ ﻼ ﺣﺪارa.f.b.s.): silâhları muhâfeza eden me'mıır. süâh-endâz ( ﺳ ﻼ ح اﻧﺪازa.fb.s.): İcâbında karaya çıkarılan tüfekli deniz eri. süâh-hâne ( ﺳﻼ ﺣ ﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): silâhların sakİandığıyer, askeri depo. silâh-şOr ( ﺳ ﻼ ﺣﺜ ﻮ وa.fb.i.): silâhlı adam, silâh eri, savaşçı. silâl ﻻ ل٠(a.i. selle'nin c.): seleler, sepetler, sîlî ﻟ ﻰ٠( مfi.): 1. şamar, tokat. 2. belâ, musiybet, felâket. silif ( ﻣ ﻠ ﻒa.i.): bacanak, silih & 1112
(a.i.). (bkz : silâh).
yiyen, (bkz : sîlî-hör).
( ض ا لf.i.) : sille, şamar, tokat yiyen. (bkz : sîlî-hâr). silih-şör ر(a.f.b.s.). (bkz : silâh-şör). sîlî-zen ( ﺑ ﻠ ﻰ زنf.b.s.) : tokat vuran, silk ﻟﻖ٠(سa.i.) : bot. pancar, silk د (a.i.) : 1. iplik. 2. Sira, dizi. 3. yol: meslek, tutulan yol. silk-i askerî : askerlik meslegi. silk-i leâlî : inci dizisi. sili ل٠( مa.i.) : 1. erime, (bkz : zevebân). 2. hek. verem. sül-ih an âzîr. (bkz : dâü'l-hanâzîr). sülü'r-rie : verem, akciğer veremi, sillî J j (a.s.) : verem hastalığı ile *ilgili, silm ا٠( ﺳ ﻞa.i.) : barış, barışıklık, (bkz : âsâyiş, sulh). silsile ü > (a.i.c. : selâsil) : 1. zincir, zincirleme olan şey. 2. art arda gelen şeylerin meydana getirdiği sira. 3. soysop, ocak. 4. babadan oğula Sira ile yazılarak meydana gelen kuşak, soy defteri. 5. jeol. sıradağ. 6. mat. seri, dizi, fr. série. silsile-i a d e d i ^ e i miitenâlcisa : mat. azalan aritmetik dizi. silsile-i adediyye-i miitezâyide : mat. çoğalan aritmetik dizi. silsile-i alel'vilâ : mat. dizi, fr. progression, silsile-i cibâl : cogr. sıradağ, silsile-i merâtib : büyükten küçüğe veyâ kü ؟Ukten büyüğe doğru [rütbe sırasına göre]; sosy. hiyerarşi, fr. hiérarchie, silsile-i miitekarib : mat. *yakınsak dizi, silsile-i nukat ؛mat. noktalar dizisi, silsiletii'z-zeheb : tas. "On iki imam'ı tasdik etmek, candan sevmek” yerinde kullanılan bir tâbir. süsüe-nâm e ( ﺳﻠ ﺴﻠﻪ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.) : meşhur bir kimsenin silsilesini gösteren cetvel, silta ( ﺳﻠﻄﻪa.i.) : şilte. sim ( ﺳﻴ ﻢf.i.) : 1. gümüş, (bkz : fidda). 2. gümüş sîlî-hör
para. 3. s. gümüşten, sırmadan. 4. s. gümüş taklidi Sirma veyâ mâden tel. sîm ii zer : gümüş ve altın, simâ' ( ﺳ ﻤﺎ عa.i.) : ؟algi dinleme; çalgılı tören.
sîn
sîmâ ( ﺳ ﻤ ﺎfi.) : 1. yüz, ؟ehre, beniz, (bkz: vech). 2. kimse. Şecer-İ sîmâ: bot. aylanduz [kötü kokan bir ağa] ؟, lât. ailanthus glandulosa. sîm-âb ( ﺳﻴﻤﺎ بfi.) : (gümüş su ): Civa. (bkz: zibak). s i m â k ^ (a.i.): 1. bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet; vâsıta, sebep. simâk-î a'zel: astr. semânın kuzey yarim küresinde bulunan sünbüle burcunun en parlak yıldızı, fr. 1'Epi. [alpha Virgo]. simâlc-î râmih : astr. semânın lcuzey yarim küresinde bulunan el-Awâ burcunun en parlak yıldızı, Arcturus. [alpha Boötes]. 2. (a.i. semek'in c .): balıklar, (bkz : esmâk).
sim-ber (f.b.s.c. : sîm-berân) : göğsü gümüş gibi olan. sîm-berân ( ﺑ ﻤ ﺒ ﺮا نf.b.s. sim-ber'in c.) : göğsü gümüş gibi olanlar. sime ( ﺳﻤﻪa.i.c. : simât) : damga) işâret, iz; fels. fr. schème. sim etii'l-vakf : huk. bir şeyin vakfedildigini
gösteren içâret. simen ( ﺳﻤﻦa.i.) : semen, semizlik, sîm -endûd ا ا د و د٠( ﺳﻲf.b.s.) : gümüş kaplı, gümüş yaldızlı. sim eviyye ( ﺳﻤﻮﻳﻪo.i.) : sime'ye mensup, fr. schématique. sim hâk ق1( ﺳﻤﺢa.i.) : anat. kemikleri örten
ince deri veyâ zar. (fs.) ؛gümüşten, gümüş gibi, gümüşe benzer. Piyâle-İ sim in : gümüş ka-
sîmâkân ( ﺳ ﺎ ﻛ ﺎ نa.i.c.) : astr. simâk-1 a'zel ile Simâk-İ râmih.
sim in -
simâm ( ﺳ ﻤﺎ مa.i. semm'in c .): zehirler, ağılar, (bkz: sümûm).
deh.
simâtıı't-taâm : sofraya dizilmiş yemekler, simât ( ﺳﻤﺎ تa.i.): nişan, alâmet; damga, iz.
sîmîn-ber ( ﺳ ﻤ ﻦ رf.b.s.) : gümüş vücutlu, VÜcudu gümüş gibi olan. sîm în -fe w â re ( ﻣﻴ ﻤﻴ ﻦ ﻓﻮارهfa.b.s.) : Ay. (bkz : Kamer, Mâh). sîm în-ten ( ﺳ ﻤ ﻦ دنf.b.s.) : gümüş tenli, gümüş gibi parlak ve beyaz vücutlu, (bkz : sim-ten). simiyâ ب (a.i.) : eski, bâtıl kimyâ ilmi, simiyâ-ger ( ﺳﻤﻴﺎﺳﻤﺮa.f.b.i.) : simyacı, sîm-keş ( ﻣ ﻴ ﻢ ﻛ ﺶf.b.i.c.) : sîm-keşan) : haddeden gümüş tel ؟eken sanatkâr, sîm-keşân ( ﻣ ﻴ ﻢ ﻛ ﺸﺎ نf.b.i. sîm-keş'in c.) : gümüş tel ؟ekenler, Sirma işleyiciler. sîm-keş-hâne ( ﺳﻴﻢ ﻛ ﺶ ﺧﺎﻧﻪf.b.i.) : sirma tel işlenilen yer. simlâh ( ﺻ ﻤ ﻼ حa.i.). (bkz : samlâh). sim-reng ( ﺳ ﻢ ر ﻧ ﻚf.b.s.) : beyaz ve parlak, sim sâr ( ﺳ ﺎ رa.i.c. : semâsire) : simsar, tellal, komisyoncu. sim sâriyye ( ﺳ ﺎ ر ﻳ ﻪa.i.) : simsarın, alıcıdan veyâ satıcıdan aldığı para, sim sim ( ﺳ ﻤ ﻢa.i.) : susam, (bkz : süsen), sim -ten (f.b.s.) : gümüş tenli, (bkz : sîmîn-ten). sîmürg ( ﺳﻴﻤﺮغf.i.) : anka kuşu, masal kuşu, sin ( صa.i.). (bkz : sinn).
-simât ﺳﻤﺎ ت- (a.i. sime'nin c .): damgalar, İşâretler, izler. Fazâil-sîmât: alâmetleri faziletten İbâret olan.
sin ( سa.ha.) : 1. OsmanlI alfabesinin on beşinci harfi olup "ebced” hesâbmda altmış sayısının karşılığıdır; s sesini verir.
simân ( ﺳ ﺎ نa.s. semin'in c .): semizler, besililer, yağlılar. simâr ( ﺛﻤﺎرa.i. semer'in c .): meyvalar, yemişler. simâr-1 b a k liy e : bot. bakla, fasulya gibi *bitkiler. simâr-ı cerâbiyye : bot. kuru tohumlu *bitkiler. simâr-ı harnûbiyye : keçiboynuzu ve benzeri gibi ؟ok ؟ekirdekli *bitkiler, simâr-ı hayvâniyye : bot. tek hücreli ve yuvarlakbir ؟izgi üzerinde açılan meyvalar. simâr-ı miicennaha: bot. ekseriyâ bir tohumlu ve lcanat biçiminde olan meyvalar. simâr-ı miiltesika : bot. bir kütle İçinde bir ؟ok kendine kıvrılmış yaprakların birleşmesiyle meydana gelen meyvalar. simâr-ı nevâiyye : ؟ok ؟ekirdekli meyvalar. simâr-ı tuffâhi^e : elma cinsinden meyvalar. simât ( ﺳ ﺎ طa.i.): 1. sofra, yemek masası, (bkz: mâide). 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. ziyâfet.
1113
sîn-i mühmele
sîn-i mühmele : "sin” harfinin bir adi. [noktasızlıgmdan dolayı]. 2. "sual" kelimesinin kısaltılmış şekli. Sin ( ﺻﺪنa.h.i.): ؟in. Sînâ ( ﺳ ﻴ ﺂa.h.i.): Arap Yarımadası'nm Mısır ile birleştiği yerde bir müselles (*üçgen) teşkîl eden yarımada, [isrâiloğulları Hz. Mûsâ ile kırk sene yol bulamayıp burada dolaşmışlar ve Hz. Mûsâ buradaki Tûr-i Sînâ'da Allah'ın hitabına nâil olmuştur], sinâd ( ﺳﺘﺎدa.i.): ed. reviden önce gelen ünlülerin değişmesi sonucu ortaya ؟ikan yanlış kafiye. sinân ( ﺳﺎ نa.i.c.: esinne): 1. mızrak, süngü. 2. erkek adi. sinânî ( ﺳﺘﺎﻧ ﻰa.s.): 1. mızrak ile ilgili. 2. i. süngü, mızrak gibi şeyler yapan usta. Sinânî^re ( ﺳﺎﻧﻴ ﻪa.h.i.): tas. Ahmediyye-i Halvetiyye'nin kollarından biri, [kurucusu ibrâhim bin Abdurrahman el-Halvetl'nin mahlası olan “üm m î Sinan'' a nispetle bu adi almıştır]. sincâb ( ﺳ ﻔ ﺠﺎ بf.i.): zool. sincap, teyin, ؟ökelez. sincâbi ( ﺳ ﺠ ﺎ ﺑﻰf.s.): sincap renginde olan, kahve rengi ile kurşûni arasında bir renk, sincâbiyye ( ﺳﻨ ﺠﺎ ﺑ ﻴ ﻪf.a.i.): zool. *sincapgiller. sincerf ( ﻣﻨﺠﺮ فf.i.) : sülüğen boya, sindân ( ﺳﻐﺪانf.i.) : örs. ["sendân” şeklinde Arapçalaştırılmıştır]. sindiyân ( ﺳﻨﺪﻳﺎنa.i.): bot. pelit ağacı, sine ( ﺳﻐﻪa.i.c.: sinevât) : uyuklama, uyku bastırma, ımızganma, (bkz : na's, na'se). sine ( ﺳﻴﻔﻪf.i.) : 1. göğüs. 2. yürek (kalb). sîne-i billûr : ؟ok beyaz göğüs, sîne-i pür hırs : hırs dolu göğüs, yürek, sîne-i pür-kîne : kin ile dolu yürelc. sîne-i s â f : temiz göğüs, sîne-i sîmîn : gümüş gibi beyaz olan göğüs, sîne-i şe fk a t: müşfik, şefkatli kalb. sîne-i ter : tâze göğüs. sine-bend ( ﺳﻴﻔﻪ ﺑﻐﺪf.b.i.): göğüs bağı, sutyen. sîne- ؟âk ( ﺳﻴﻔﻪ ﺟﺎ كf.b.s.): göğsü, yüreği yaralı. (bkz: mecrûhü'1-kalb). sîne-gâh ( ﺳﻴﻔﻪ ﺳﻤﺎهf.b.i.): göğüs, sîne-güçâ ( ﺳﻴﻨﻪ ﺳﻤﺸﺎf.b.s.): göğüs a ؟an. 1114
sîne-pûş ( ﺳﻴﻨﻪ ﺑﻮشf.b.i.): göğüslük, Zirh. sîne-sâf ( ﻣﺴﻪ ﺻﺎفf.a.b.s.): sarılıp kucaklaşmi?. sîne-sûz ( ﺳﻴﻔﻪ ﺳﻮزf.b.s.) : yürek yakan, sinevât ( ﺳﻔﻮاتa.i. sine'nin c .): uyuklamalar. Imızganmalar. sine-zen ( ﺳﻴﻔﻪ زنf.b.s.): göğüs döven, göğsünü döverek yas tutan. sinh ( ﻟ ﺴ ﺦa.i.c. : esnâh, sünûh) : di? yuvası, diş ؟ukuru. sinh-i sinn : anat. diş ؟ukuru. sini ( سf,i٠). (bkz: sini), sînî ( ضf.i.): sini, büyük tepsi. Sînî ى٠( صa.h.i.): 1. ؟inli. 2. ؟İn'de yapılmış, ؟in İŞİ, porselen. Sinimmâr ( ﺳ ﻤ ﺎ رa.h.i.): Nu'man îbn-i Münzir'in Havernak adıyla yaptırdığı köşkün mi'marı. [köşk bittikten sonra bir benzerini daha yapmasın diye sarayın damından atılarak öldürülmüştür], sinin ( ﻣﺌﻴ ﻦa.i. sene'nin c .) : yıllar, (bkz : a'vâm, sâlhâ, senevât). sinin-i sâlîfe : geçen yıllar. Sinin ( ﺳﻴﻨﻴﻦa.h.i.): Sînâ dağı, (bkz: Tûr-i Sînâ). sinn ( ضa.i.c.: esinne, esnân, esünn): 1. diş. (bkz: dendân). 2. yaş, ömrün derecesi. Cezr-ii's-sinn : diş kökleri. Hadâset-İ sinn (yaş tâzeligi): gençlik. İnficâr-1 sinn : ağızda ilk dişlerin çıkışı. Lebbii's-sinn: hek. dişin hassas olan kısmı. Tahdîd-İ sinn : yaş haddi. Tâcü's-sinn : hek. dişin, etden dışarı çıkmış kısmı. Unkii's-sinn : dişin kökü ile, etten dışarı ؟ikan kısmı arasındaki yer. sinn-ibuhrân. (bkz : sinn-i ye's). sinn-i bülûğ : ergenlik yaşı, bülûğ yaşı, sinn-i cevân î: onbeş yaşından otuz yaşına kadar geçen ömür, sinn-i in h itat: çökkünlük ؟ağı. sinn-i kiih û let: otuz yaş ile elli yaş arasmdaki zaman. sinn-i İâhime : zool. etobur dişi, sinn-i nâbî : köpek dişi, sinn-i sabâvet: doğduğu zamandan erginlik ؟ağına kadar geçen on beş yıllık zaman, sinn-i sâm it: gr. *dişsel, diş sessizi, fr. dentale.
sipihr sinn-i şebâb : yedi yaşından on beş veyâ yir-
mi yaşına kadar olan zaman, sinn-i şeyhUhet : elli yaşından sonraki za-
man.
akrabâsm dan birine kendi açlığından ayırtip verd ird iği para.
sipârişât ( ﺳﺠﺎرﺷﺎتki. sipâriş'in c.) : siparişler,
sinn-i tem yiz : ayırdetme yaşı,
sipâs ( ﻣﺠﺎسf.i.) : şükretm e, duâ etme. H am d ü sipâs : A llah 'a şükür.
sinn-i tu fû liy y e t : süt dişlerinin düşmesiyle
sipâs-dâr ( ﻣﺠﺎﻣﺪارf.b.s.) : ham deden, şükre-
onların yerine sâbit dişlerin çıkmaya başladığı zaman, [insanlarda hayâtın yedinci senesidir].
sipâs-dârî ( ﻣﺠﺎﻣﺪار ىf.b.i.) : ş ü k r e d e r i , şük-
sinn-i v u k u f : duraklama yaşı, sinn-i ye's : kadınların âdetten kesildiği yaş.
den. retme. (bkz : sipâs-güzârî).
ﻣ ﺠﺎ ﺳﻜﻨﺎر
sipâs-güzâr
(f.b.s.) :
şükreden,
A lla h 'a duâ eden.
[en çok 45-50 yaş arasında olur], sinnen ( ﺳﺘﺎa.zf): yaşça, yaş bakımından,
sipâs-güzârî ( ﻣ ﺠﺎ ﻣﻜﻨﺎ ر ىf.b.i.) : şükrederlik,
sinnevr ( ﺳ ﻮ رa.i.c.: senânir): kedi, (bkz : gür-
sipâsî ( ﻣﺠﺎﻣﻰf.s.) : teşekkür eden, m innettar,
be, hirr, hirre, kıtt). sinnevr-i cebeli : dağ kedisi, sinni ( ﻣﺘﻰa.s.): dişe âit, dişle ilgili.
sipeh ( ﻣﺠﻪf.i.) : 1. asker, (bkz : ceyş, İeşker,
sinni s â m it: gr. diş sessizi, diş ünsüzü, sinniyye ( ﻣﻨﻴ ﻪa.s.): [“sinni” nin müen.]. (bkz :
sinni). sipâh ( ﻣﺠﺎهf.i.c.: sipâhân): 1. asker, (bkz : ceyş,
şükretm e, (bkz : sipâs-dârî).
sipâh). 2 . ordu, (bkz : cünd).
sipeh-i belâ : belâ askeri; belâ ordusu, sipeh-biid
ﻣﺠﻬﺒﺪ
(f.b.i.) : başbuğ, başkum an-
dan. [“ sip e h b e d ” şekli de var],
sipeh-dâr ( ﻣﺠﻬﺪارf.b.i.). (bkz : sipâh-dâr).
٠baş-
sîpeh-dârî ( ﺳﺠﻬﺪارىf.b.i.) : seraskerlik, kom utanlık.
İeşker, sipeh). 2.,ordu, (bkz : cünd). sipâh-dâr ( ﺳﺠﺎﻫﺪارf.b.i.): en büyük asker, (bkz: ser-asker).
sîpeh-keş ( ﺳﺠﻬﻜﺶf.b.s.) : “er güder'' : başku-
sipâhî ( ﺳﺠﺎﻫﻰf.i.c.: sipâhiyân) : timar sâhibi
sîpeh-sâlâr ( ﻣ ﺠ ﻬﺎ ﻻ رf.b.i.). (bkz : sipâh-sâlâr).
süvâri askeri, [eski OsmanlI ordusunda bir sınıf süvâri olup, öşrünü aldıkları arâziye karşılık, savaşa kendi yetiştirdikleri hayvanlarıyla katılırlar, fakat cephâneyi hükümetten alırlardı], sipâhi se n e d i : tar.
sipahilerin timarları içindeki devlet topraklarım çiftçilere dağıtırken verdikleri vesika,
m an d an (.başkom utan),
sipeh-sâlârî ﻣ ﺠ ﻬﺎ ﻻ ر ى
(f.b.i.).
(b k z :
sipeh-
1. m isafirhane,
otel.
dârî).
sipenc
ﺳﺠﻨﺢ
(f.i.) :
2. m isâfir. 3. (bu) dünyâ. Serây-İ sipenc : dünyâ.
sipend ( ﻣﺠﺘﺪf.i.) : üzerlik tohumu, [tütsü olarak kullanılır].
siper ( ﺳﺠﺮf.i.) : 1. arkasına saklanılacak şey.
sipâhiyân ( ﺳﺠﺎ ﻫﻴﺎفf.i. sipâhl'nin c .): sipâhiler,
2. k o ru yu cu
timar sâhibi süvâri askerleri, sipâhi-yâne ( ﺳﺠﺎ ﻫﻴﺎ ﻧﻪf.zf.): sipâhice, sipahiye yakışır sûrette. sipâh-sâlâr ( ﺳﺠﺎﻫ ﺴﺎﻻرf.b.i.): askerlerin en biiyüğü. (bkz : sipâh-dâr, ser-asker). "Sİpâr ﺳﺠﺎر- (f.s.): "fedâ eden, veren” mânâlarına gelerek ؛birleşik kelimeler yapar : C ân-sipâr : canını fedâ eden., gibi,
cak yer veyâ şey. 4. s. kuytu, korunulabilen
( ﺳﻰf.b.i.): 1. Kur'ân'ın her bir cüzü. 2. mecmûa, küçük kitap. [30 cüz demektir], sipâriş ( ﺳﺠﺎرشf.i.c.: sipârişât): 1. ısmarlama, ısmarlayış. 2. bir şeyin yapılmasını ISmai-lama. 3. birinin, başka yerde bulunan
sî-pâre ﺑﺎره
engel.
3. gizlenilip
savaşıla-
[yer]. 5. şapka kenarı, önü.
siper-i sâika : yıldırım savar, paratoner, fr. paratonnerre. siper-i şems, şems-siper : şapka kenarı, y ü zü güneşten koruyan başlık,
sipergam ( ﻣﺠﺮﻏﻢf.i.) : bot. fesleğen, lât. ocvm um basilicum . siper-m isâl sipihr ﻣﺠﻬﺮ
( ﻣﺠﺮﺷﺎ لf.a.b.zf.): kalkan (f.i.) :
gibi,
1. (bkz : asmân,
semâ).
2. tâlih. 3. miiz. Tiirk m üziğinde bir m ürekkep m akam olup en az altı asırlıktır: az kullanılm ıştır, ik i çeşidi vardır. B irinci
1115
s؛p؛ht-hüseynî n e v 'i şe h n a z ile h is a rd a n m ü re k k e p tir, ik in -
s ir â d
ﺳﺮاد
ci n e v 'i ise h is a r ile k û ç ek ten m ü te şe k k il-
s îr â n
( ﺳﺮانa.i.
dir. B ir in c i çeşid e "e sk i s ip ih r” d iy e b iliriz ; ؟ü n k ü e sk id en k u lla n ılm ış tır v e m u a h h a r eserler ik in c i n ev'e d â h ild ir. H e r ilci ؟eşit de d ü g â h (İâ) p erd e sin d e k a lır (ilk i h isar, İk in c isi k û ؟ek ile). G ü ؟lü, b irin c i d erece de irer ik isin d e de h ü s e y n i (m i) p e rd e sidir, ik in c i d ereced e g ü ؟lü, e sk i sip ih r'd e n e vâ , d iğ e rin d e ise ؟a r g â h 'd ır. D o n a n ım a h is a r'm "s o l" v e "r e ” b a k ıy y e d iy e z le ri k o -
s ir â y e t
( a .i.) : a y a k k a b ıc ı b izi, (b k z : bîz).
ﺳﺮاﻳﺖ
sû r'u n c . ) : kaleler, h isarlar,
( a .i.) : g eçm e, b u la ş m a ؛y a y ılm a ؛
d a g ilm a . s ir â y e t f i'1 -c in â y e : h u k . işlen en b ir c in â ye t n eticesin d e ؟ik a n şecce (b aş y a rığ ı) v e y a ce râ h a tin d â ire sin i ge n işletm e si v e y â v e fâ ta m ü e d d î olm ası.
( ﺳﺮﺑﺎلa .i.c .: s e r â b i l ) : göm lelc. ( b k z :
s ir b â l
k a m is , p irâh en ).
( ﺳﺮ ﺟﺸﻢf.b.s.) : g ö zü , g ö n lü tok. ( ﺳﺮﺟﺸﻤﻰf.b .i.) : tû k g ö zlü lü k . ( ﺳﺮﻧﻚf.b.s.') : 1. ü ؟renle, ü ؟ren k li.
n u lu r; h isa rd a m e v c u t h ü s e y n i İ ؟in , b u ik i
s îr - ؟eşm
p e rd e b e k a r y a p ıla r a k " s i ” k o m a b e m o lü
s îr - ؟eşm î
ile " f a ” b a k ıy y e d iy e z i k u lla n ılır. Ş e h n a z
s i-r e n g
v e d iğ e r sip ih r'd e k i k û ؟ek İ ؟in ic â b e d e n
2 . X V ., X V I . a sırla rd a n , X V I I I . a sra k a d a r
İşâretler, n o ta iç e risin d e lcııllanılır. (ik in c i
k u lla n ıla n b ir ؟eşit ip ek li k u m a ş. 3 . s. g ü ؟
b ir d o n a n ım a ç ılab ilir). M a â m â fih , m a k a m i te rk ib e d e n d iz ile rin b â z a n ta m â m ı d eğil, b ir p a rç a s ı k u lla n ılır, s ip ih r - h iis e y n i
ﺳﺠﻬﺮ ﺣﺴﻴﻨﻰ
(f.b.i.) : m ü z . T ü r k
İcam ı olu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r.
ﺑﻬﺮﻋﺸﺎق
(f.a.b.i.) : m ü z . T ü r k
m ü z iğ in in b irk a ؟a sırlık b ir m ü re k k e p m a k a rn i olu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r.
ﺳﻴﺮده
(f.i.) : m ü z . T ü r k m ü z iğ in d e
a la n a h e n k k i, “ a h te r î” d e d en ilir,
( ﺳﻌﺮa .i . c .: e s 'â r ) : n a rh , ( ﺳﺮf .s .) : 1 . tok , d o y m u ş .
D i l - s i r : g ö n lü
ﺳ ﺮا ب
( f .b .s .) : 1. s u y a k a n m ış . 2 . tâze,
k ö rp e . G ü J - i s îr - â b : tâ z e g ü l.
ﺳﺮاج
( a .i .c .: s ü r ü c ) : ışık , k a n d il, m u m .
s ir â c - 1 r â h - ı h i d â y e t : d o ğ r u y o lu n ışığ ı; H z . M uham m ed. s ir â c ü 'd - d în : ı) d în in k a n d ili; 2 ) [sıra c e d d in şe k lin d e k u lla n ıla n ] erk ek adi. s ir â c ü 'n - n e h â r (sab ah ı ş ı ğ ı ) : g ü n e ş, s îr â c e
ﺳﺮاﺟﻪ
( a .i.) : h e k . sıra c a , ( b k z : d â ü 'l-
h a n â zir). s ir â c î
ﺟﻰ١ﺳﺮ
( a .i.c .: siyer) : 1 . b ir k im s e n in İ ؟İ,
fr. b io g r a p h ie . s ir e t -i h a s e n e : g ü ze l, iy i a h lâ k , s ir h â n
ﺳﺮﺣﺎن
( a .i .c .: s e r â h i n ) : k u r t [y ır tıc ı
k a n d ille r in b a k ım ı v e y a k ım ı İşiyle g ö re v li o la n k im se .
( ﺳﺮﺷﻚf.i.): g ö zy a şı, (b k z : dem ', eşk). ( ﻣﺮﺷﻜﺒﺎرf.b.s.) : g ö z y a ş ı d ö ken ,
s ir i ş k
s ir iş k - b â r
( ﻣﺮﺷﺖf .i .) : y a ra d ılış ,
tabiat, huy. (b k z :
S ir iş t-İ h û b : g ü z e l tabiat, a h lâ k ,
( ﻣﺮﻧﺘﻪf .s .) : y o g u ru lm u ş ; k a r ış tır ılm ış , ( ﺳﺮﻗﺖa .i.) : h ırsız lık , ؟a lm a , ؟a lm m a . ( ﺳﺮﻛﻪf .i .) : sirke ؛bit y u m u r ta s ı.
s ir iş t e s ir k a t s ir k e
s ir k e -i d ih -s â le (on y ıllık s ir k e ) : k in , d ü şm a n lık . s i r k e - e b r û ارو
( ﻣﺮﻛﻪf.b .s .) : h u y s u z ,
aksi, ters
[ark ad aş]. s ir k e -fu r U ş
رﻛﻪ ﻫﺮوش٠ ( عf.b .s .) :
1 . sirke satan ,
sirk e ci. 2 . m e c . e k şim iş y ü z lü [k im se ], s ir k e - f u r û ş î
ﺛ ﻰ٠ﺳﺮﻛﻪ ﻓﺮو
( f.b .i.) : 1 . sirk e sa tıc ı-
ilk , sirk e cilik . 2 . ek şi y ü z lü lü k , s ir k e n c iib in
( a .s .) : 1 . m u m la , k a n d ille ilg i-
li. 2 . i. ta r. O s m a n lI d e v le tin d e m u m v e
1116
ﻳﺮ ت
h ilk a t, tabiat).
s îr ü p î y â z : s a r m ıs a k v e so ğ a n ,
s îr â c
k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r, s ir e t
s ir i ş t
to k , k a n m ış . 2 . sa r m ıs a k . (b k z : fû m ).
s îr - â b
m ü rek k e p b ir m a k a m ı o lu p z a m â m m ız a
h a y v a n ], ( b k z : g ü r g , zi'b).
d iy a p a z o n 'u n lâ 's ın ı h ü s e y n i (m i) o la r a k
s îr
(f.i.) : 1. a n k a d en ilen h a y â lî ku ş.
h â li, ta v rı, g id işi, a h lâ k ı. 2 ٠h a l tercü m esi,
s ip ih r - u ş ş â k
s i'r
ﺑ ﺮﻧ ﻚ
2 . m ü z . T ü r k m ü z iğ in in en a z ik i ü ؟a sırlık
m ü z iğ in in b irk a ؟a sırlık b ir m ü re k k e p m a -
s ip iir d e
a n la şıla n şey. s ir e n g
( ﺳ ﺮ ﻛ ﻴ ﺠ ﺒ ﻴ ﻦa.i.): b a l ile sirk e n in
k a r ış tır ılm a s ın d a n m e y d a n a gelen b ir şerbet. s ir k e n g iib in sirkenciibin).
ﻣ ﺮ ﻛ ﻜﺒﻴ ﻦ
(fi.).
(b k z:
Sitte sirvâl ﺳ ﺮ وا ل
( a .i .c .: s e r â v i l ) : şalvar,
(b k z :
şervâ'l).
sîsâ ﺳﻴﺴﺎﺀ
(a.i.) : h e k . o m u rg a k e m ik le rin in
d iz ild iğ i yer.
:
alış.
Dâd ii sitâd :
alış,
altın la , g ü m ü şle işlem eli at
:
"a la n , a lıc ı" m â n â la rıy la
*b irle şik k e lim eler y a p a r :
Cân-sitân
alan . Dil-sitân : g ö n ü l alan, sitâre ( ﺳﻈﺮهa.i. setr'd en . c . : s e t â ir ) :
: can
( f .i .c .: s it a r e g â n ) : 1.
(b k z : ahter, k e vk e b , n ecm ).
2.
astr.
y ıld ız ,
talih , kader,
bah t.
(f.b.s. site m -d id e 'n in
m ış kim seler. ( f.b .s .) : zu lm ed en , h a k siz lik
eden; z â lim , (b k z : sitem -ger, sitem -k âr).
sitem-ger ﺳ ﺘ ﻤ ﻜ ﺮ
(f.b.s.c. : s it e m -g e r â n ) : z u l-
m ed en , h a k siz lik eden; zâ lim , (b k z : sitem -
s it e m -g e r â n
ﻣﺴﻜﺮان
(fb .s . site m -g e r'in c . ) :
zu lm ed en ler, h a k s iz lik edenler, ( f.b .i.) : z u lü m , eziyet, zo r-
b a lık .
sitem-kâr ( ﺳﺘ ﻤ ﻜﺎ رfb.s.c.: sitem-kârân): zulüm ve haksizlik eden. sitem-kârân ( ﺳ ﻤ ﻜ ﺎ را نfb .s . sitem -k â r'ın c . ) : z u lü m v e h a k s iz lik edenler,
sitem-ke? ﻣ ﺘ ﻤ ﻜ ﺶ
S i t â r e - İ r a h ş â n : p a rla k y ıld ız ,
ﺳﺘﺎره دان
( f .b .i.) : m ü n e c c im ,
fr.
a st-
r o l o g u e . ( b k z : sitâre-şin âs).
ﺳﺘﺎرﺳﻤﺎن
(f.i. sitâ re'n in c . ) : a s t r . y ıl-
d ızlar. (b k z : k e v â k ib , n ü cû m ). s itâ re -ç in â s
ﺳﺘﺎره ﺿﺎس
(fb .i.). ( b k z : m ü n e c -
cim ).
sitâyiş ( ﺳﺎﻳ ﺶf .i .) : 1. senâ). 2. s. öven. sitâyiş-gâh ﻣ ﺘﺎ ﻳ ﺸ ﻜﺎ ه
ö v m e , ö vü ş, (b k z : m e d h ,
sitem-nâme ( ﺳ ﻤ ﺎ ﻣﻪf.b .i.) : sitem li m ek tu p , sitem-reside ( ﻣﺘ ﻤ ﺮﺑ ﺪ هf b . s . ) : sitem e (zu lm e) u ğ r a m ış .
sitiz, sitize ﺳﻴﻨ ﻪ
،
ﺳﺘﻴﺰ
( f .i .) : k a v g a , ؟ek işm e.
( f .b .s .) : m e d h e d e n , ö ve n ,
( f b . s . ) : m e d h e d e n , öven,
( b k z : se n â -h â n ).
sitâyiş-kâr-âne ﻣﺘﺎﻳ ﺸ ﻜﺎ راﻧ ﻪ
(f.b .z f.): m e d h e d e -
rek, ö verek.
sitâyiş-nâme ( ﺳﺘﺎﻳﺸﻐﺎﻣﻪf b . i . ) : ed. m e d h iy y e . sitebr ر١ ( سf .s .) : k a im , y o ğ u n ; kab a, sitebri ( ﻣﺘﺒﺮىf .i .) : k a im lik , y o ğ u n lu k ; k a b a -
Pür-sitîz
: ؟ok
k a v g a c ı.
sitîze-cû ﺳ ﺰ ه ﺟﻮ (f .b .i.) : k a sid e lerin m e d -
ö v ü c ü , ( b k z : sitâ y iş-k â r).
sitâyiş-kâr ﻣ ﺘ ﺎ ﻳ ﺜ ﻜ ﺎ ر
( f b ٠s ٠ ) : z u lü m ؟eken, zu lm e
u ğ r a y a n , ( b k z : sitem -d id e).
(b k z : c id â l, g a v g a , p erh âş).
h iy e k ısm ı.'
sitâyiş-ger ﻣ ﺘﺎ ﻳ ﺸ ﻜ ﺮ
ilk .
sitem-didegân ﺳ ﻤ ﺪ ﻳ ﺪ ﻛ ﺎ ن
sitem-geri ﻣ ﺘ ﻤ ﻜ ﺮ ى ö rtü n ü le -
cek, p erd e le n ece k şey.
sitâre ﻣﺘﺎره
(f.b.s.c.: s it e m -d id e g â n ) :
gâr, sitem -k âr).
( b k z : sen g-lâh ). (f.s.)
(f.b .s .): İşine z u liim k a r ış -
tira n , h â in ; h a k siz , in sa fsız,
sitem-gâr ﺳ ﻤ ﻜ ﺎ ر
-sitân ﺳﺘﺎن- (f.e.): y e r a d i y a p m a y a y a r a y a n ek. (b k z : -İstân). Gül-sitân : g ü ye ri, g ü l b a h ؟esi, g ü llü k . Seng-sitân : ta şlı yer, taşlık ,
s itâ re g â n
sitem li.
sitem-âmiz ﺳ ﻢ آﻣﻬﺰ
c . ) : h a k s iz lik g ö rm ü ş o lan lar, zu lm e u g ra -
b a şlığ ı.
s itâ r e -d â n
( f.b .s .) : sitem le b u la şm ış; sitem le k a rışık ,
h a k siz lik g ö rm ü ş, zu lm e u ğ ra m ış,
a lim sa tım , (b k z : a h z ü i'tâ).
-sitân ﺳﺂن-
eziyet.
ç ık ışm a .
sitem-dide ﺳ ﻤﺪﻳﺪه
cem il). 2 . ؟a tırd ı, p a tırd ı,
sît-i safâ : neş'e sesi. sitâd ( ﺳﺎدf .i .) : a lm a , (f.i.)
3.
sitem-âlûd١ sitemâlûde ﺳ ﻢ آﻟﻮده، ﺳﺘﻢ آﻟﻮ د
sîsâî, sisâiyye ﺑ ﺎ ﺋ ﻴ ﻪ، ( ﺳﻴﺴﺎﺋﻰa .s .) : sisa ya âit. Basala-i sisâiyye : hek. so g a n ilik , sit ( تa.i. v e s.), (b k z : sitt). sit ( ﺻﻴﺖa .i.) : 1. ü n , iy i şöh ret, ( b k z : z ik r-i
sitâm ﻣ ﺎ م
sited ( ﺳ ﺪf.i.). (b k z : sitâd). sitem ( ﺳ ﻢf .i .) : 1. z u lü m , h a k siz lik . 2.
(f.b .s .): k a v g a a ra y a n , k a v -
gacı.
sitize-kâr ﻛﺎ ر٥ ( ﺳ ﺰf.b .s .) : k a v g a c ı, sitîze-rû ( ﺳ ﺰ ه روf.b .s .): su ra tı asık ,
so m u rt-
kan.
sitiz-ger ( ﺳﻴﺰﺳﻤﺮf.b .s .) : k a v g a c ı; in atçı, sitr J J ( a .i.c .: estâr, s ü t û r ) : 1. p erd e. 2. ö rtü , sitt ( ﺳ ﺖa .i.) : 1. h a n im , (b k z : b â n û , seyyid e). 2 . S. altı [sayı], (b k z : sitte, şeş), sitte ü ( a .s .) : 1. altı [ s a y ıf (b k z : şeş). 2. i. altılık . Cihât-ı sitte : d o g u (şark), b a ti (garp ), k u z e y (şim al), g ü n e y (cenup), b a ş u c u (y u k a ri),
ayakucu
(aşağı).
Riisûm-İ sitte : 1117
si٠٠e-i sevr OsmanliidâresindekiDüyûn-ıUmûmiye'ye bırakılmış olan altı vergi.
siyâh-baht ت١( ﺳﺎ ه بf.b.s.) : kara bahtlı, talihsiz, (bkz: siyâh-rûz).
sitte-i sevr : Güneş'in sevr (boğa) burcunda bulunduğu nisan ayında fırtınalarıyla meşhur olan altı gün. 3. ilmiye rütbesi,
siyâ!ı- ؟erde ( ﺳﺎ ه ﺟ ﺮ د هf.b.s.): esmer, karayagiz olan, (bkz:
sitti ﺗ ﻰ٠ (a.n.): “ benim hanımım!'' mânâsına bir nidâ.
siyâh-dest ت٠( ﺳﺎ ه دسf.b.s.)': 1. haris, cimri, tamahkâr. 2. şanssız,
sittin ن٠( سa.s.): altmış,
siyâh-dil ( ﺳﺎ ه دلfb.s.): fenâ yürekli,
sittin-sene ( ﺳ ﺒ ﻦ تa.zf.): altmış sene (pek uzun zamandan kinâye). (bkz : İlâ-nihâye).
siyâh-fâm ( ﺳ ﺎ ه ﻫﺎمf.b.s.): siyah renkli,
siyâh-çeçm -
( ﺳﺎ هf.b.s.): kara gözlü,
sittûn ﺳﺒﺮن٠(a.s.): altmış, (bkz : sittin).
siyâh-gûş ( ﺑ ﺎ ﻫ ﻜ ﻮ شf.b.i.): zool. karakulak denilen hayvan.
siv ( ﺳﻴﺮfi.) : elma, (bkz : sib, tııffâh).
s؛y â h - h â n e ^ ( ﺑ ﻪf.b.i.): hapishâne.
sivâ ( ﻣ ﻮاa.i.): başka, gayri. Mâ-sivâ : (bkz : mâ-sivâ).
siyâhî ( ﺳﺎ ﻫ ﻰf.s.): 1. siyaha mensup, siyahla ilgili. 2. i. siyahlık. 3. i. zenci,
sivâg ﻳ ﺮا غ٠ (a.i.): kuruyu, yumuşatarak veyâ eriterek, suluyu da koyulaştırarak istenilen kıvama getiren kimyevi bir madde, sivâr ﺑ ﺮا ر٠(a.i.c.: esâvir, esâvire, şuûr, esvire): bilezik, (bkz : berencen, berencin, ebrencen, yâre). sivâr-ı zerrin : altın bilezik. Sivâsiyye-i Halvetim e ﺳﻪﺀ١( ﻣ ﻮa.h.i.): tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden ؟emsiyye-i Halvetiyye'nin kollarından birinin adi. [kurucusu Şeyh Abdiilehad-iinNûrî-i Sivâsî'ye nispetle bu adi almıştır], siyâb ( د ا بa.i. sevb'in c .): giyecekler, siyâbî ( صa.i.): hamamda çıkarılan elbiseleri muhâfaza eden kimse, esvapçı. siyâbullah ( ﺛ ﻴﺎ ب اﻟﻠﻪa.it.): Kâbe örtüsü, siyâdet د ت١( سa.i.): 1. seyyidlik, efendilik, beglik, sâhiplik. 2. Hz. Hasan vâsıtasıyla Hz. Muhammed'in soyundan olma hâli, (bkz: şerâfet). siyâdet-ia: Hz. Muhammed'e intisâb şerefinde bulunan zat. siyâh ( ﺳ ﺈ هfs .) : 1. kara, (bkz: esved) Bahr-İ siyâh : Karadeniz. Baht-1 siyâh : kötü tâlih. Zülf-i siy â h : kara sa2 . ؟. (i.c.: siyâhân): zenci. siyâhân ( ﺳﺎ ﻫﺎ نf.i. siyâh'nin c .): zenciler,
siyâh-kâm ( ﺳﺎ ه ﻛ ﺎ مf.b.s.): ümitsiz, üzgün, siyâh-kâr ( ﺳ ﺈ ﻫ ﻜ ﺎ رfb.s.): günahlı, suçlu, siyâh-kârî ( ﺳﺎ ه ﻛﺎ ر ىf.b.i.): günahlılık, su ؟luluk. siyâh-kede ( ﺳ ﺎ ﻫ ﻜ ﺪ هf.b.s.): kapkara yer. (bkz: siyeh-kede). siyâh-lika "( ﺳﺎ ﻫﺎ ﻗﺎka" uzun okunur, f.b.s.): kara yüzlü. siyâh-magz و olan.
( ﺳﺎ هf.b.s.): İ ؟İ, gönlü kara
siyâh-mest ( ﺳ ﺎ ﻫ ﻤ ﺴ ﺖf.b.s.) : ؟ok sarhoş, siyâh-nâm ﻓ ﻢ١( سf.b.s.): günahkâr ؛bîçare, zavallı. siyâh-neş'e ( ﺳﺎ ه ﻧﺸﺸﻲf.a.b.s.): İ ؟İ kara, neşesi kaçık. siyâh-pûş ﺑ ﺮ ش١( سf.b.s.): 1. karalar giymiş. 2. yaslı, mâtemli. 3. i. seyis, uşak ؛kavas, siyâh-reııg ( ﺳﺎ ه ر ﻧ ﻚfb .s.): kara renkli, siyâh-rû ( ﺳﺈ ﻫ ﺮ وf.b.s.): kara yüzlü, yüzü kara؛ ayıbı olan, (bkz : rû-siyâh, siyeh-rû). siyâh-rûz ( ﺳﺈ ه روزf.b.s.): tâlihi kara, bahtsız, (bkz: siyâh-baht). siyâh-zebân ( ﺳﺈ ه زا نfb .s.): dilinden zehir akan, kötü söz söyleyen, siyâk ( ﺳﺈ قa.i. sevk'den): sözün gelişi, İfâde şekli.
siyâhat ( ﺳ ﺈ ﺣ ﺘ ﺮa.i.). (bkz : seyâhat).
siyâk-ı kelâm : söz gelişi,
siyâhat-nâme ( ﺳﺈ ﺣ ﺘﺎ ﻫ ﻪa.f.b.i.): ı.b ir seyyahin (turist) gezip gördüğü yerlere âityazdığı kitap. 2. Evliya Çelebi'nin on ciltlik ünlü eseri.
siyâk u sib âk : sözün gelişi, sözün (öncesinin sonrasına olan) uygunluğu, tutarlığı.
1 ﺀاا
siyâkat ( ﺳﻴﺎﻗ ﺖa.i.): 1. binek hayvanini arkasmdan sürme. 2. (bkz : hatt-1 siyâkat).
sofyân siyâkatü'l-a'dâd : ed. bir fıkrada bahsedilen birka ؟ismi, bir münâsebetle birbirine bağlamaktan İbâret bir san'at. siyâkat v a v ı: mec. kanbur. siyâset ( ﺑ ﺈ ﺳ ﺖa.i.): 1. seyislik, at İdâre etme, at işleriyle uğraşma. 2. memleket idâresi. 3. huk. cezâ; îdâm cezâsı. 4. politika. 5. diplomatlık. Erbâb-1 siyâset: siyâset adamları, diplomatlar. Meydân-1 siyâset: İdâm cezâsının tatbik edildiği meydan. 6. kurnazca İş veya hareket. Siyâset-İ âmme : huk. bütün bir cemiyetin salâh ve İntizâmı İ ؟in iltizâm olunan bir kısım hükümler. Siyâset-İ h âssa : huk. bâzı cürüm işleyenler hakkında, velev katil sûretiyle olsun, vuku bulacak zecir ve te'dip. [nehb ve garet gibi, fisk ve fücur gibi memnû fiillere miikerrenen cüret edenlerin kahr ve tenkil edilmesi bu kabildendir]. Siyâset-İ m iilk : devletin veya bir topluluğun din bakımından idare edilmesi. Siyâset-İ nefsiyye : bir topluluğun dini bakımdan idare edilmesi. Siyâset-İ şer'iyye : huk. [eskiden] beşeriyetin salâh ve İntizâmı İ ؟in Islâmiyetin kabûl ve iltizam ؟ttigi hükümler. siyâseten ( ﺳ ﺈ ئa.zf.): siyâset bakımından; diplomatlıkça. siyâset-gâh ( ﺳﻴﺎ ﺳﺘ ﻜﺎهa.fb.i.): siyâset bakimindan öldürülmesi gereken kimselerin öldürüldüğü yer. siyâset-nâme ( ﺑ ﺈ ﻃ ﻬ ﻪf.a.b.i.): ed. padişahlara ve büyük devlet adamlarına, devlet işlerinde ve halka adaletli davranmaları yolunda öğüt veren, mensur ve manzum didaktik eser. siyâsî ( سﻳﺎﺳﻰa.s.): 1. siyâset icâbı olan. 2. diplomatça olan, politik. 3. siyâset adamı. siyâsiyyât ﺳﺎ ت، ( سa.i.): politika, siyâset İşleri. siy â s ic e ( ﺑ ﺈ بa.s.): ["siyâsî” nin miien.]. (bkz: siyâsî). siyâsiyyûn ( ﻣ ﻮ نa.i.c.): diplomatlar, politikacılar. siyât د (a.i. savt'ın c .): kamçılar, kırbaçlar. siyeh ( بf.s.). (bkz : siyâh). siyeh-baht ( ﺳ ﻴ ﻬ ﺨ ﺖf.b.s.): kara tâlihli.
siyehçerde ﺳﻴ ﻬ ﺠ ﺮده ؟erde).
(f.b.s.).
(bkz: siyâh-
siyeh-dil ( ﺑ ﻬ ﺪ لf.b.s.) : kötü yürekli, siyeh fâm م،ﺳ ﻬ ﻎ siyeh-reng).
(f.b.s.). (bkz: siyâh-fâm)
siyeh-kâr ( س؛ﻫﻰرf.b.s.): kötü İçler yapan, günaha giren, (bkz : fâsık, siyâh-kâr). siyeh-kede ( سﺀﻫﻜﺪهf.b.s.): kapkara yer. (bkz : siyâh-kede). siyeh-mest(f.b.s.) :fazlasarhoş, (bkz : bed-mest, sekrân). siyeh-neş’e (f.b.s.): kötü, kara neşeli. siyeh-pûç ش(f.b.s.): karalar giyinmiş; mâtemli. (bkz: siyâh-pûş). siyeh-reng و ﻟ ﺔ siyâh-reng).
(f.b.s.). (bkz: siyeh-fâm,
siyeh-rû ﻫ ﺮ و٠( مf.b.s.): yüzü kara olan, rezil, (bkz: rû-siyeh). siyeh-rûz ( ﺑ ﻠ ﻮ زf.b.s.): bahtı kara, (bkz: siyâh-rûz). siyer ( ﺑ ﺮa.i. siret'in c .): 1. ahlâk ve yüksek vaS i f l a r . 2. mevzuu Hz. Muhammed'in hayâtı olan kitap. 3. (bkz : hadis). Ehl-İ siyer : Hz. Muhammed'in hayâtını yazan kimse. Siyer-i D a r ir : Erzurumlu Mustafa Darir bin Yûsuf'un 1388 (H. 790) yılında Mısır hükümdârı Berkok nâmına Ebü'1-Haseni'lBekri ile Abdülmelik bin Hişâm'ın siyer kitaplarından birini tamamlar şekilde se ؟erek dilimize ؟evirdiği 5 ciltlik mensur siyer-i nebevi'dir. siyyân ( ﺑ ﺎ نa.i. siyy'in c .): birbirine denk (eşit), (bkz : müsâvî). [müfredi "siyy" bizde kullanılmaz]. siyyânen ( ﺳﺎ ؛اa.zf.): birbirine denk, müsâvî (eşit) olarak. siyyemâ ( بa.zf): “İâ-siyyemâvelâ siyyemâ” şekilleriyle : "hele, husûsiyle, bahusus, her şeyden önce” mânâlarına gelir. sofyân ( ﺻﻮف؛انf.i.): 1. Iran Azerbeycamnda kü ؟ük bir şehrin adi. 2. miiz. Türk müziginde bir kü ؟ük usul; mürekkep usullerin en küçüğü olup, 2 tâne nim sofyandan mürekkeptir. 4 zamanlı ve 3 darblıdır. Darbları şöylediı: diim (2 zamanlı, kavi), te (1, nim kavi), ke (1, zayıf). Tabîî mertebesinde 4/4 olup, 4/2 ağır sofyan ile 4/8 yürük sofyan nâdir kullanılmıştır. Garb müziğindeki 1119
sohbet sofyan olm ayıp, 4 darblı (kavi, zayıf, kavi, za yıf) b ir usuldür. S o fyan ile İlâhiler, şarkılar, peşrevler, o y u n h avaları, tevşihler hattâ besteler v.b. ölçülm üştür,
sohbet ( ﺻﺤﺒﺖa .i.): görüşüp konuşm a; arkadaşlık. Âdâb-ı sohbet: k on u şm an ın yolu yordam ı.
sohbet-iyârân : dostlar sohbeti, sû' ( ﺳﻮﺀa .i.): 1. kötülük, fenâlık. 2. kötü, fenâ. sû-i ahlâk : ah lâk kötülüğü, kötü ahlâk, sû-i amel: kötü İş, su ؟, kusur, kabahat, sû-i ef'âl : kötü h areketler, kötü davran ışlar, sû-i fik r : d üşüncenin k ötü lü ğü ; kötü düşünce.
sû-i h âl : h al k ötülüğü, fenâ, kötü hal. sû-i hareket: fenâ d avranış, sû-i hulk : ah lâk k ötülüğü, ( b k z : sû-i ahlâk), sû-i İdâre : kötü İdâre. sû-i hazm : hazım bozu kluğu, sû-i İsti'mâl: kötüye ku llan m a, sû-i İ'tiyâd: a lışık lık fen âlıgı, kötü alışkan ilk .
sû-i karin : kötü huylu arkadaş, sû-i kasd : cana k ıym aya h azırlan m a, sûi'l-kınye : hek. u m û m î h alsizliğe yo l a ؟an, ish al (sürgün) ve benzerleri gibi hastalık,
sû-i m isâl : kötü örnek, sû-i mizâc : sağlık bozu kluğu, sû-i muâmele : fenâ m uâm ele. sû-i niyyet : kötü, b o zu k niyet, sû-i şöhret :.k ö tü tan ın m ışlık, kötü tanınm a.
sû-i tefehhüm : fena, ya n lış anlaşılm a, sû-i tefsir : ya n lış yo ru m lam a, sû-i telâkki: kötüye ؟ekm e, sû-i teçekkiil: vü cu t yap ısın ın kötü ku ru lu şu.
sû-i zann : fenâ, kötü sanış. sû[y] ( ﺳﻮ]ىﺀf.i.) : t a r a f cihet, yan. ( b k z : cânib).
suâd ( ﻣﻌﺎدa .h .i.) : 1. erkek ve k ad ın adi. suâl ل١ ( ﻣﺆa .i.c . : es'ile, s u â lâ t) : 1. sorm a, soru lm a, soru ştu rm a, soru. 2. (c. es'ile) sorulan şey. 3. dilenm e, dilencilik,
suâl د (a .i.): öksü rü k, (bkz : sürfe). suâl-i d ik i : boğm aca öksü rü ğü . 1120
suâl-i kelbi: durup durup gelen şid detli öksü rü k.
suâlât ( ﻣ ﺆا ﻻ تa.i. su âl'in c . ) : sualler, sorular, ( b k z : es'ile).
sub' ( ﺳ ﻊa .s.): yedide b ir : 1/7. su'bân ( دﻋﺎنa .i.c . : s a â b în ) : 1. b ü y ü k yılan , ejderhâ, ( b k z : bürsân). Haşeb-İ su'bân : bot. b aklagillerd en b ir *bitki. Luf-İ su'bân : bot. yılan o tu . 2. astr. sem ân m k u ze y y a rim küresinde bulunan T ın n în b u rcu n u n ؟evird igi b ü yü k k avsin ortasında ve K ü çü k ayı d örtgenin in tam k arşısın d a bu lu n an en p arlak y ıld ız. (Alpha Draco).
subât ( ﺑ ﺖa .i.): 1. uyku, h a fif uyku. 2. sog u k Sitma denilen uzu n uyku, kom a,
subbâh ( ﺑ ﺢa.s. sâb ih 'in c .) : yüzenler, yüzücü ler [suda-].
sû-be-sû و٠( ﺳﻮسf.z f.) : ta r a f taraf, her tarafa, her yan a, her tarafta, h er yand a,
subh ﻳ ﺢ٠. (a .i.c .: e sb â h ): sabah, sabah vak ti. Salât-1 subh : sabah nam azı, subh-i behâr : m eşhur b ir ؟eşit lâle, subh-i kâzib : fecirden önce, geçici olarak, tan ye rin in ağarm ası,
subh-i sâdık : tan y e rin in ağarm ası, subh ii mesâ : sabah ve akşam , subha -
(a.i.). (bkz : sübha).
subha -
(a.i.) : tas. binefeihi âşikâr m evcut olm ayıp fakat eşyân ın sûreti ile v u z û h buldugu İ ؟in h eyû la denilen (hebâ) güneşin ışgın d a görülen ince toz.
subh-dem م-
(a.f.z f.): sabah vak ti, (bkz :
ale's-sabâh).
subh-gâh ( ﺻ ﺤ ﻜﺎهa.f.b .i.): sabah v ak ti, (bkz : subh-dem).
subh-hiz ( ﺻ ﺢ ﺧ ﺰa.f.b .s.) : erken k alk an , erkenci. ( b k z : seher-hiz).
subhi (a .s.): 1. sabaha ait, sabahla ilgili. 2. i. erkek adi. subhiyye -
(a .s.): 1. [''su bhi” n in m iien.]. (bkz : subhi). 2. i. k ad m adi.
subre ( ﺻﺮهa .i.) : y ığ ın , b irik in ti, subu' ( ﺳ ﻊa.s.). ( b k z : sub'). sıı'bûb ۴ subye -
( بa .i.c .: s e â b îb ): s a f su akan yer.
(a.i. sabi'nin c.). (bkz : sabye, sibye, sıbyân).
suhnân sû d ( ﺳ ﻮدf.i.) : fayda, kâr, k azan ؟. B î-s û d : faydasız, kârsız. Ç i-sû d : ne fayda, neye yarar,
s u fiy y û n و ن٠( ﺻﻮفa.s. ve i. sû fi'n in c . ) : 1. tas a v v u fe h li olanlar. 2. sofular,
sû d ( ﺳ ﻮدa.s. ve i. sevdâ'nın c.) : sevdalar,
s u fr ( ﺻﻬﺮa .i.): bakir, p irin ؟, tu n ؟,
suda' ( ﺻ ﺪا عa.s.) : 1. baş ağrısı. 2. rahatsız etm e, rahatsızlık.
s u fr e t ( ﻣ ﻐ ﺮ تa .i.): 1. sarilik , sari renk. 2. beniz soluklugu.
sû d â -g e r ( ﺳﻮداﺳﻤﺮf.b .i.): tüccar, bezirgân.
s u f r i ^ e ﺑﻊ.( ﺻﻐﺮa .i.): tas. H aricî m ezhebinin k o lların d an b iri. [Ziyad bin A sfer'in adindan].
su d â -g e rî ( ﺳﻮداﺳﻤﺮىf.b .i.): ticâret, sû d e ( ﺳ ﻮدهf.s .): 1. sürm üş, sürülm üş. R u h s û d e : yü zü n ü sürm üş. 2. ezilm iş, dövülmüş.
s u fû f
( د فa.i. s a ffm c . ) : sıralar, diziler,
sudeka' "( ﻣﺪﻗﺎﺀka" uzun okunur, a.s. sad ik 'in c .) : dogru, h a k ik i dostlar, (bkz : sudkan).
s u g râ ( ﻣ ﻐ ﺮ ىa .s.): 1. daha (pek, en, ؟ok) k ü ؟ü k ["asgar” m m iiennesi]. 2. i. m an t. k ü ؟ük "önerm e, fr. m in e u re .
s û d e - r û j ( ﺳ ﻮدهf.b .s.): sürülm üş yüz.
sû gvâr
su d fe ( ﺻﺪﻓﻪa .i.): fels. tesâdiif, fr. h a sa rd .
s û g v â r î ا ر ى/ ( ﺳ ﻮf.i.): üzüntü, keder, m atem ,
su d g ( ﺻ ﺪ غa.i. e s d â g ) : 1. şakak. 2. şakaklardan sarkan sa ؟.
su h âf
s u d g i ( د د ﻓ ﻲa .s.): şakağa âit, şakakla ilgili. A z m -1 s u d g i : şakak kem iği, s u d k a n "( ﺻﺪﻗﺎ نk a" uzun okunur, a.s. sad îk'ın c .) : dogru, h a k ik i dostlar, (bkz : sudeka).
۶ ( ﻳ ﺮf.s.) : acılı, kederli, (a .i.): akciger verem i,
suh an ض (f.i.). ( b k z : kavi, kelâm , sühan). ["suhun” çekli de vardır], s û h â n ( ﻣ ﻮ ﻫﺎ نf.i.) : törpü. sû h â n -ı r û h : öm ür törpüsü,
sû d -m en d ( ﺳ ﻮدﻣﻐﺪf.b .s.): faydalı, k ârlı, kazan ؟lı.
s u h a n -â râ ( ﺳ ﺨ ﻦ آ راf.b .s.): düzgün söz söyleyen, fasih konuşan, ( b k z : belig, suhanperdâz, sühan-ârâ).
s u d û r ( ﺻﺪ و رa.i. sadr'm c . ) : 2. sadrâzam lar. 3. kazaskerler.
s u h a n - ؟în ( ﺳ ﺨ ﻦ ضf.b .s.): söz getirip götüren, dedikoducu, (bkz : sü h an - ؟în).
1. göğüsler.
Sudûr-İ k i r â m : kazaskerler. Sudûr-İ n â s : vezirler.
s u h a n -d a n ( ﺳ ﺨﺌ ﺪا نf.b .s.): söz bilen, güzel söz söyleyen, ( b k z : sühan-dân).
su d û r ( ﺻﺪ و رa .i.): sâdır olm a, m eydana ؟ikm a, olm a, (bkz : vuku', zuhûr).
s u h a n -g iiz â r ( ﻣ ﺨ ﻦ ﺳﻤﺰارf.b .s.): sözü yo lu ile söyleyen.
s û f ( ﺻ ﻮ فa .i.c .: e s v â f ) : 1. sof, yü n , yapağı. 2. y ü n dokum a.
s u h a n -p e rd â z ( ﺳ ﺨ ﻦ ر د ا زf.b .s.): düzgün, fasih konuşan, ( b k z : belig, süh an -ârâ, sühanperdâz).
s û fâ r ( ﺳﻮﻓﺎ رf.i.) : 1. İğne deliği. 2 ٠ok gezi, s u f e f - (a.i. sofa'nm c .) : sofalar, su fe y h a ( ﺻﻔﻴ ﺤ ﻪa .i.): levhacık, su fe y h a -i a z m iy y e : anat. k em ik levhacığı, fr. la m e lle osseuse. su ffe ( ﺻﻔﻪa .i.c .: s u fe f ) : sofa. Ç em en -İ su ffe : ؟im enlik, ؟im en li yer.
Jy
s û fî (a.i. ve s .c .: s û fiy y û n ) : 1. ta s a v v u f ehli. 2. sofu, (bkz : m utasavvıf), s û fiy â n ( ﺻﻮﻓﻴﺎنa .i.c .): sûfiler, sofular, s û fi-y â n -ı lcule : tar. O sm anlIlarda hüküm dar sarayın ın kulesinde k ap ıcılık görevinde bulunan bâzı kim seler, sû fi-y â n e ذه١( ﻣﻮﻓ ﻲa.f.b .zf.): m u tasavvıflara ya k ışa n yolda, ta sa v v u fla ilg i l i , s û fiy y e ( ﺻﻮﻓﻴﻪa.s. ve i . ) : ta sa v v u f ؟ular.
su h an -sen c ( ﺳ ﺨ ﻦ ﺳ ﺞf.b .s.) : hesaplı, ölçülü konuşan, ( b k z : sühan-senc). s u h a n -se râ ( ﺳﺨﻐﺴﺮاf.b.s.c. : sııh a n -se râ y â n ): ah en k li söz söyleyen. s u h a n -se râ -y â n ( ﺳﺨﻐﺴﺮاﻳﺎنf.b.s. suhanserâ'nın c . ) : ah enkli söz söyleyenler, su h an -v e r ( ﺳ ﺨﻔ ﻮرf.b .s.): düzgün konuşan, ( b k z : sühan-ver). su h a n -v e râ n ( ﺳ ﺨﻨ ﻮرا نf.s. su han -ver'in c . ) : düzgün konuşanlar, s u h a r â ( ﺻﻬﺮاa.i. sıhr'ın c . ) . (bkz : Sihr). s u h n â n ( ﻣ ﺨ ﻔﺎ نa .s.): 1. Sicak gün. 2 ٠Sicak, kızgm . Â s â r - ı s u h n â n : fiz . ütü ve soba gibi ؟ok k ız d ırılm ış bir m âdeni satıh üzerine serpilen m âyiin derhal u fak küre şeklinde b ir tak ım k ısım lara a y rıla rak h erb irin in 1121
suhre
döner bir hareleette bulunması hal ve lceyfiyeti, fr. phénomènes de caléfaction, suhre ( ﺳﺨﺮهa.i.) : biriyle alay etme; maskarailk. suhre-kâr ( ﺳﺨﺮه ﻛﺎرa.f.b.s.) : maskaralık eden, maskara. suhre-kâr-âne ( ﺳﺨﺮه ﻛﺎراﻧﻪa.f.zf.) : maskara-
sûk ( ﺳﻮ قa.i.c.: esvâk): çarşı, pazar, alim satim yeri. sûk-ı su ltân !: mezat yeri, sûk-ı Ukâz : islâmdan önce, Arap YarımadaSinda bulunan ve Arap şâirlerinin toplanıp şiir yarışı yaptılclan Nahle ve Tâif arasında kurulan meşhur bir panayırın adi. sûka "( ﺳﻮىka” uzun okunur, a.s.): ؟arşı mensûbu, esnaf.
suhriyye ( ﺳﺨﺮﻳﻪa.i.) : maskaralık, alay, sûhte ( ﺳﺮﺧﺘﻪf.s.) : 1. yanmış, tutuşmuş, yanık, (bkz : mahruk). Dil-sUhte : gönlü yanmış, leederli. 2. i. (c. : sûhte-gân) : softa, medrese talebesi.
sukab ( ﺛ ﻘ ﺐa.i. sukbe'nin c .): delikler, (bkz: sukabât, sukub).
sûhte-cân ( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﺟﺎ نf.b.s.) : ıztırap ؟eken; cani yanmış.
sukalâ' (bkz: sükalâ').
sûhte-dil ( ﺳﻮﺧﺘﻪ دلfb.s.) : bagri yanık, üzgün, leederli, yaslı sûhtegân ( ﻣﻮ ﺧﺘﻜﺎ نf.i. sûhte'nin c.) : softalar, medrese talebeleri. sûhte-kevkeb ( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﻛ ﻮ ﻛ ﺐf.a.b.s.) : ''yıldızı yanık” : şanssız, talihsiz, sûhte-pâ ( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﺑﺎf.b.s.) : "koşmaktan” tabam yanmış, tabam şişmiş. sûhte-vân ( ﺳﻮﺧﺘﻮانf.i. sûhte'nin c.) : softalar, kaba sofular. sûhte-vât ( ﻣﻮﺧﺘﻮا تf.b.i.). (bkz: sûhte-vân). suhub ( ﺳﺤ ﺐa.i. sehâbe'ııin c.) :bulutlar, (bkz : sehâib). suhuf ﺻ ﺤ ﻒ-(a.i. sahife'nin c.) : sahifeler, yapraklar. (bkz : sahâif). [Allah'ın dört kitaptan başka Cebrâil vâsıtasıyla bâzı peygamberlere yolladığı emirler Ici yüz tânedir : 10 Hz. Âdem'e; 50 Hz. Şît'e; 30 Hz. İdrîs'e; 10 Hz. Ibrâhîm'e]. suhun ( ﻣ ﺨ ﻦf.i.). (bkz : suhan). (a.i. sahne'nin c.) : sahneler, (bkz : sahanât). suhûr ( ﺻﺨﻮرa.i. sahr ve sahre [tfnin c.) : büyük taşlar; kayalar; mâden kütleleri. Suhûr-İ bürkâniyye, -i indifâiyye : jeol. volkanik taşlar, kayalar. suhûr-1 fiddiyye : kim . arjantit. suhûr-1 ganem iyye : cogr. *hörgü ؟kaya> fr.
suhûn ﺻ ﺤ ﻮ ن
moutonnée (roche-).
suhûr-1 rüsûbiyye : *tortul *külte, *tortul taş, fr. roche sédimentaire. sûk ( ﺳﻮ قa.i. sâk'ın c.). (blez : sikan).
„22
sukabât ( ﺛ ﻘ ﺒﺎ تa.i. sukbe'nin c .): delikler, (bkz : sukab, sukub). [“sukubât” şekli de vardır), sukat "( ﻣ ﻘ ﺎ تka" uzun okunur, a.s. saky'den): sâkiler. (bkz: sevâkî). sukata “( ﺳﻘﺎ ﻃﻪka” uzun okunur, a.i.): kırıntı, döküntü; artık, (bkz : rize). suka، a- ؟în “( ﻣ ﻘﺎ ﻃ ﻪ ﺟﻴﻦka” uzun okunur, a.fb.s.): kırıntı, artık toplayan, (bkz : rize-
؛؟٠ ). sııkata-hâr ﺳﻘﺎ ﻃﻪ ﺧ ﻮا رCEE"—(“ ka” uzun okunur. a.f.b.s.): kırıntı, artık yiyen, (bkz: rîze-hâr). sukaybe ( ﺛ ﻘ ﻴ ﺒ ﻪa.i.): delikçik, sukaybe-i k ü lliy y e: bot. kapıcık, fr. micropyle. sukb ( ﺛ ﻘ ﺐa.i.c.: sukub). (bkz : salcb). sukbe ( ﺛﻘﺒﻪa.i.c.: sukub, sulcab, sulcabât): delik. sukbe-i fıkariyye : biy., anat. omur deligi, fr. trou vertebral. sûkî ( ﺳﻮﻓ ﻲa.s.): 1. ؟arşı, pazar ile ilgili. 2. ؟arŞ1İ1, pazarlı. sukub ( ﺛ ﻘ ﺐa.i. sukbe'nin c.) : delikler, (bkz: sulcab, sulcabât). sukub "( ﺛ ﻘ ﻮ بku” uzun okunur, a.i. saİcb'ın ve sulcb'un c .): 1. delmeler, delinmeler. 2. bir taraftan öteki tarafo kadar a ؟ık olan delileler. sukuf "( ﺳﻘﻮفku” uzun okunur, a.i. sakfm c.): damlar, tavanlar, ؟atılar. sukuf-i b ü y ü t: evlerin damları, sukuf-i m Unakkaşa: nakışlı, süslü tavanlar, sukûk ( ﺻﻜﻮكa.i. salck'in c .): şeriat mahkemeşinden veı'ilen ilâmlar, beratlaı', hüc-
sultânî, sultâniyye
cetler ve bunlarda geçen terimler, tâbirler, deyimler. sukur “( ضku” uzun okunur, a.i. salcr'm c.). (bkz: Sikar). sukut “( ﻣﻔ ﻮ طku” uzun okunur, a.i.): 1. dii?me, a?ağı inme. 2. sarkma. 3. büyük bir vazifeden ayrılma. 4. ؟ocuğun eksik veyâ ölü olarak dogması. sukut-ı h a k k : hakkin sukutu, hakkin dü?mesi, kaybolması. sııkut-ı hayâl ("ku” uzun okunur) : hayal kirıklığı, dü? yıkımı, dü? kırıklığı, ümitsizlilc. sukutiyye "( ﺳﻬﻮﻃﻪku” uzun okunur, a. i.) : para?Ut. sul'a ( ﺻﻠﻌﻪa.i.): ba?ın dazlak, sa ؟olmayan kısmı. sulahfât ( ﻣﻠ ﺤﻔﺎ تa.i.c.: selâhif): kaplumbağa. sulb ا ب٠ (a.i.c.: aslâb): 1. omurga kemiği, bel kemiği. 2. döldö?. (bkz : ziirriyyet). 3. döl. 4. (s. salâbet'den) : sert, kati. 5. s. fz. kati. 6. s. ta? gibi. sulbe ( ﺳ ﻪa.s. salâbet'den) : [“sulb''ünmüen.l. (bkz: sulb). sulbi د ى.. (a.s.): birinin sulbünden gelme, kendi evlâdı, oğlu. sulbiyye a . (a.s. salâbet'den): 1. [“sulbi” nin müen.l. (bkz: sulbi). 2. i. birinin sulbünden gelme. sulbiyyet (o.i.): 1. katilik, sertlik. 2. cisimlerin kati hâli. 3. duygusuzluk, ta? gibi olma. sulehâ ( ﺻﻠﺤﺎﺀa.s. sâlih ve Salih'in c .): sâlih, iyi, yarar, salahiyetli, günah i?lemeyen kimseler. sulh ح٠( ﺻﺎa.i.): 1. bari?, ban?ma, barı?ıklılc. (bkz : musâlaha, müsâlemet). 2. rahatlık, (bkz : âsâyi?). 3. uyu?ma, uzla?ma. sulh ü m iisâlem et: *bari? ve *baysallık. sulh-âmîz ﻃﺢ ًاﺳﺰ. (a.f.b.s.): barı?tırıcı, ara bulucu. sulhen ( ﺻﻠﺤﺎﺀa.zf.): sulh, bari? yoluyla, uzla?arak. sulhi, sulhiyye ‘ ض (a.s.): 1. sulha, barı?a âit, barı?la ilgili. 2. i. [birincisi) erkek, [İkincisi) kadm adi. su lh i^ e (a.i.): ed. sava?tan barı?ıklığa geçilmesi münâsebetiyle yazılan ?iir.
sulh-nâme ب(a.f.b.i.) : sulh) bari? kâğıdı; taraflar arasında yapılan bari? ?artlarının yazıldığı kâğıt. su lh perver ( ﺻﻠﺢ ر و رa.f.b.s.) : bari? isteyen, *baı'ı?sever. sulta ( ﺳ ﺲa.i.) : baski, fr. autorité. (a.s.c. : selâtin) : 1. pâdi?ah, hükümdar. 2. hükümdar ailesinden olan [anne, kız karde?, kız ؟ocuk gibi) İcadınlardan her biri. H a n im su ltan : sultan kızı. 3. bâzı Bekta?! büyüklerine verilen ad. su ltân -1 cih ân (cihana hülcmeden) : Allah.
su ltân ﺳﻠﻄﺎ ن
: güne?. : Hz. Muhammed. su ltân -1 en ciim : Güne?. su ltân -1 ؟erh
su ltân -1 D e r v îşâ n
: OsmanlI pâdi?âhı. su ltâ n -ı iim em : ümmetlerin sultânı, su lta n k e th ü d â sı : tar. Osmanhlardapâdi?ah ve ?ehzadelerin evlendirilen kızlarının dairelerindeki i?lerini gören kimse. su ltâ n ii'?-?u â ra : ?âirlerin sultânı, su ltân -1 R û m
( ﻣﻠﻄﺎت ﴽﺑﺎدa.f.b.i.) : Arak (Iran) ?ehrinin eski adi. sultani ﻧ ﻰ١( ﺳﺪطa.i.) : Mısır, Trablus, Tunus ve Cezâyir darphânelerinde basılan OsmanlI altınları hakkında oralarca alem olmu? bir tâbir. su ltâ n -â b â d
sultâni cedid : miiz. Türk müziğinde bir mü-
rekkep makamdır, di Cemil Ef. tarafından terkibedilerek bir pe?rev ile bir saz seınâîsi bestelenmi?tir. ؟edaraban ile ferahnümâ makamlarının karı?ık olarak kullanılmasmdan ibârettir. Şedaraban ile yegâh (re) perdesinde kalır (bu perde, ferahnümâ'nm da durağıdır). Güçlüler, birinci derecede -?edaraban güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -ferahnümânın güçlüsü olanrast (sol) dur. Şedarabanm “si" ve “mi'' bakıyye bemolleri ile “fa” ve “ do” bakıyye diyezleri donanımına konur. Ferahnümâ İ ؟in nota içerisinde bu dört ârıza bekar yapılarak “si" ve “mi” küçük mücenneb bemolleri kullanılır. sultâni, sultâniyye ﻃﺎذى ﺀ ﺳﻠﻄﺎذ؛ه٠( ﻣ ﺎa.s. selâ-
tet'den) : sultana, hükümdâra âit, sultanla, hükümdarla ilgili. M ekâtib-İ sultâniyye : liseler. M ekteb-i sultâni : Galatasaray İİsesi. 1123
sul.ânî tenbel
sultân ؛tenbel: çok, aşırı derecede tembel [kimse]. sultânî-hüzzâm ( ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ ﻫ ﺰامa.b.i.): miiz. Tiirk müziğinde bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yok,tur. [galibâ bir asır leadar veyâ az daha önce terkibedilip hemen unutulmuştur], sultânî-ırak ( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ را قa.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen üç asırlık olup az kullanılmıştır. Isfahan ile Irak makamından bir dizinin (meselâ makamın pest dörtlüsü olan ırak'da segâh dörtlüsünden) birleşmesinden mürekkeptir. Mevzuubahis dörtlü ile ırak perdesinde kalır. Güçlü -birinci derecede ısfahanin durağı ve ırakın güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -Isfahânm güçlüsü olan- nevâ (re) perdeleridir. Donanımına ırak gibi ''si” koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur. Isfahan İçin nota içerisinde "si” bekar, "fa” bekar, "do” bakıyye diyezi gibi değişiklikler yapılır, böylece, bu makamm, beste-ısfahandan pek az farklı oldugu anlaşılmış olur. sultânî-nevâ (' ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ راa.f.b.i.): miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Nümûne olarak yalnız Kantemiroglu'nun bir aksak semâisi vardır. Sultâni nevâ ile bir rast beşlisinden müteşekkildir. Bu rast beşlisi çıkıcı bir şekilde İcrâ edilerek, tiz durağı olan nevâ (re) perdesinde karar verilir. Güçlü, makamın terkibindeki her iki dizinin de durağı olan dügâh (la) perdesidir. Donanımına nevâ gibi "si” koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur (ki ilk ârıza rast beşlisinde de müşterek olup ikinci ârıza bulunmaz), sultân ؛pûselik ( ﺳﻠﻄﺎ ﻧﻰ ﻳﻮ ﺳﻠﻚa.f.b.i.): müz. Türk müziğinde mürekkep bir makam olup zamanımıza kalmış bir nümûnesi yoktur, suhânî-segâh ( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ ﺳﻜﺎهa.f.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Galibâ bir asır önce terkibedilmiştir (Arap müziğinde de kullanılır). Segâh ve miistear ile şedaraban makamlarının birleşmesinden doğmuştur, ?edaraban ile yegâh (re) perdesinde kalır (ki bu perde, diger iki makarnin da güçlüsüdür). Güçlüler birinci derecede -ilk iki makamın durağı olan- segâh, ikinci derecede de -şedarabanm güçlüsü
1124
olan- dügâh (İâ) dır. Donanımına segâh “si” ve “mi” koma bemolleri ile “fa” bakiyye diyezi konulur. Segâh'ın “İâ” bakiyye diyezi, mUstear'm “ do” bakiyye diyezi, nota İçerisinde kullanılır. Şedaraban İ ؟in donanım değiştirilerek, “si” bekar, "mi” bekar, “si” ve “mi” bakiyye bemolleri, “do” bakiyye diyezi İlâve edilir, (“fa” bakiyye diyezi müşterektir). Umûmiyetle inici olarak seyreder, sultâüî-yegâh ( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ ﻳ ﻜﺎ هa.f.b.i.) : miiz. Türk müziğinde bir makamdır. Dede Efendi tarafından -II. Sultan Mahmud'a ithâfen- tesmiye edilmiştir (ki 4 parçalık faslı, pâdişâh vashnda medhiyedir) [şu halde tahminen 130 seneliktir], Suhânî-yegâh, pûselik makarninin re (yegâh) perdesindeki şeddidir (re mineur). Güçlüsü -beşinci derece olandügâh (İâ) perdesidir. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Donanımına “si” İçin bir küçük mücenneb bemolü konulur; yeden'in “ do” bakiyye diyezi, nota içerisinde kullanılır. Dizisinde niseb-i şerlfeden -pûselikte oldugu üzere- 9 tânesi mevcuttur (hepsi) ve şu halde "mülâyim” dir. Orta sekizlisindeki sesleri -tizden peste olmak üzere- şöyledir : nevâ, nim hicaz, kürdî, dügâh, rast, acem-aşiran, hüseynî-aşîran ve yegâh. Makam, rağbetle kullanılmıştır. Gayet güzel bir diziye mâlik olup, hayal dolu “lyrique” ve şuh aşk parçaları İçin tercih edilebilir. Bir zamanlar, makamın ismi “milli-yegâh” (?!) diye değiştirilerek, zamânm “tragicomique” timsallerinden biri yaratılmıştır. Sultan Veled (Mehmed Behâüddîn-) ﻣﻠ ﻄﺎ ن )ﻣ ﺤﻤﺪ ( ﺑ ﻬﺎ ﺀاﻟﺪﻳ ﻦ( وﻟﺪa.b.h.i.) : meşhur Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî'nin oğludur. 1226 yılında dogan Sultan Veled, babasının mevlevi tarikatini bir kaide ve sistem,altına almıştır. Divânından başka ibtidânâme, intihânâme, Rebâbnâme adında üç manzum ve M aârif adında da bir mensûr eseri vardır. Sultan Veled, on üçüncü asrin ikinci yarışında Anadolu oguz lehçesi edebiyâtmda mühim bir varille olarak kendini tanıtmıştır. Şiirleri daha ziyâde didaktiktir, (d. : 1126 - ö. : 1312). su'lûk ( ﺻﻌﻠ ﻮ كa.i.c. : saâlik) : 1. fakir. 2. serseri. 3. dilenci. sûm ( ﺛﻮمa.i.) : sarmisak. (bkz : fûm, sir). summ r . (a.s. asamm'ın c.) : sagirlar.
sûre.â
summâki ( ﺳﻤﺎ ﻓ ﻰa.i.): ebrûli, gayet sert, par-
lak ve değerli bir taş. summân ﻣ ﻤ ﺎ ن
(a.i. asamm'm c.). (bkz:
summ). sumnât ( ﺳ ﻮ ﻣﻔﺎ تfi.) : puthâne, kilise, (bkz:
deyr, nâûs). Sûmnât ( ﻣ ﻮ ﻣ ﻔﺎ تa.h.i.) : Hindistan'da Gücerat diyârmda bulunan meşhur bir puthânenin adi. [Mahmûd-İ Gaznevi'nin fethi sıralarinda yıkıldığı rivâyet edilir]. sumûg ( ﻣ ﻤ ﻮ غa.i. samg'ın c .): zamklar. sumûl و ل٠( صa.i.) : sertlik, kuruluk, katilik, diklik. Sumûl-İ m e ^ i t î : ölünün dimdilc olması,
lcatılması. sumût ( ﺻ ﻤ ﻮ تa.i.): 1. susma, (bkz: sükût).
2. somurtma. sun' ( ﺻﻌ ﻊa.i.) : 1. yapış, yapma, (bkz: eser). 2. te'sir, kudret. sun '-ibedi' : güzel eser. sun'-i beşer : insan İŞİ, insanin elinde olan ?ey. sun'-ullah : 1) Allah'ın kudreti, te'siri; 2) er-
kek adi. sun'î ( ﺿﻌﻰa.s.) : yapma, takma, (bkz : ma'mûl, masnû'). sun'î ilkah : hek. sun'î dölleme. sun'î u fu k : astr. bir civa kabinin *yüzeyinde
meydana getirilen ufuk, [yıldızlar, bu ufuk yüzeyindeki *yansıma yardımıyla tarassut edilir]. sun'iyye -
(a.s.): ["sun'î" nin müen.]. (bkz :
sun'î). sunûf ( ﺿ ﻮ فa.i. sınf'ın c .): sınıflar. Sunûf-İ âliye : yüksek sınıflar. su'r ( وورa.i.c.: es'âr) : artık [yiyecek, İçecek
hakkında]. sûr ( سa.i.c.: esvâr, sîrân): ?ehrin etrâfma çekilen yüksek duvar, kale, hisar. Dâhil-İ sûr : ?ehir İÇİ. Hâric-İ sûr : ?ehir dışı. sûr-i sultânî: Topkapı sarayım karadan çevir.en ve Bizans surlarına bitişen sûr. sûr ( ﺳﻮرfi.) :1. düğün, (bkz :velime). 2. ziyâfet. 3. ?enlik. sûr-i hümâyûn : tar. pâdişâhların erkek Ç O cuklarıııın sünnetleri, kızlarının da evlendirilmeleri münâsebetiyle yapılan düğün.
sûr ٠( ﺻﻮزa.i.) : 1. boynuzdan yapılmış büyük boru, (bkz : nakur). 2. Kiyâmette, Hz. İsrâfîl'in üfleyeceği boru, sur'a ( ﺻﺮىa.i.) : güreşte ekseriya ters dönmüş kimse. surâh ( ﺻﺮاحa.i.) : çığlık, feryat, sûrâh ( ﺳﻮراخf.i.) : delik, gedik, (bkz : rahne, sukbe). surâhî ( ﺻ ﺮا ﺣ ﻰa.i.) : surâhi, su şişesi, sûre ( ﺳﻮرهa.i.c. : süver) : Kur'ân'ın ayrıldığı 114 bölümünden her biri, sûre-i A 'râf : Kur'ân'ın 7. sûresi [206 âyettir; Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Fâtır : Kur'ân'ın otuz beşinci sûresi (45 âyettir; Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Felak : Kur'ân'ın 113. sûresi [beş âyettir; Medine'de nâzil olmuştur. Muavvizeteyn denilen iki sûreden biridir], sûre-i Fiirkan : Kur'ân'ın yirmi beşinci sûresi [77 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Hâkka : Kur'ân'ın 69. sûresi [52 âyettir ve Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Hucerât : Kur'ân'ın kırk dokuzuncu sûresi... v.b. [sûre, aslında İbranca olup : 1) duvarda, dizilmiş bir taş tabakası; 2) yazı satırı; 3) yazılmış; nesne mânâlarına gelir], suredân ( ﺻﺮدا نa.i.) : hek. dil altında bulunan iki siyah kan damarı. sûret ( ﺻ ﻮ ر تa.i.c. : suver) : 1. biçim, görünüş, kılık. 2. tarz, yol, gidiş. 3. çâre. Sûret-İ h â l : hâlin nasıl olduğu. Sûret-İ h u sû l
: meydana geliş yolu.
Sûret-İ İtâat : y a p m a c ık itaat, y a la n d a n b o y u n eğiş.
Sûret-İ kat'iyye(de) : * k e sin lik (le ), asla. Sûret-İ mahsûsa : G z e l o la ra k , Ö z e llik le , b ilerek , b ir g a y e y e d a y a n a ra k . Sûret-İ Sûret-İ
mutlaka(da) : *k e sin lik (le ), asla. salâh : r iy a k â r lık , İk iy ü z lü lü k .
Sûret-İ suûd : yiilcselme tarzı.
: hal çâresi. 4 . yazı veyâ resim kopyası. 5. resim. 6. surat, aksilik, yüz ekşiligi. 7. m at. pay, fr. n um érateur.
Sûret-İ tesviye
Sûret-İ zâhire : görünüş, fr. apparence, sûretâ
ﻣﻮرﺗﺎ zâhiren).
(a.zf.) :
görünüşte,
(bkz : 1125
sûre.-bâz sûret-bâz ( ﺻﻮرﺗﺒﺎزa.f.b.s.): eski Türklerde kukla oynatan kimse. sûret-bend ( ﻣﺤﻮرﺗﺒﻨﺪa.f.b.s.): tasvir yapan; resimci.
surûh ( ^ وحa.i. sarh'ın c .): köşkler, yüksek binâlar. (bkz: kusûr). Süryânî ( ﺳﺮﻳﺎذىa.s. ve i.), (bkz : Süryânî), sûs ( ﻟﻮ سa.i.): 1. tabîat, huy. (bkz: tînet).
sûret-ger ( ﻣﺤﻮرﺗﻜﻮa.f.b.s. ve i.) : sûret, resim yapan, ressam.
SÛS
sûret-nümâ ( ﺻﻮرﻋﻤﺎa.f.b.s.): şekil ve sûretini gösteren, meydana gelen, (bkz: sûret-yâb, sûreî-pezîr). sûret-perest ( ﺻﻮرﺗﻴﺮﺳﺖa.f.b.s.): sûrete tapan, sûrete ehemmiyet veren, sûret-pezir ( ﺻﻮوت ﻳﻨﻴﺮa.fb.s.): hâsıl olan, meydana çıkan, (bkz: sûret-nümâ, sûretyâb). sûret-yâb ( ﺻﻮرﺗﻴﺎبa.fb.s.): şekil ve sûret bulan, meydana gelen, (bkz: sûret-nümâ, sûret-pezîr). sûrî
(Jjr
(f.s.): düğüne âit, düğünle ilgili,
sûrî ( ﺻﻮرىa.s.): 1. görünürde olan, hakikî ve İçten olmayan, (bkz : zâhirî). 2. gösterişten İbâret olan, gösterişlik. sUriyye ( ﺳﻮرﻳﻪf.i.). (bkz : sûr-nâme). sûr-nâ[y] [( ﺳ ﻮ ر ]ىf.b.i.): zurna, sûr-nâî ( ﺳﻮرﻧﺎﻧﻰf.b.i.) : zurnacı, sûr-nâme ( ﺳﻮرﻧﺎ ﻣﻪf.b.i.): 1. ed. düğün, ziyâfet, şenlik gibi şeyleri tasvir İçin yazılan manzum, mensur yazı. 2. Dîvan Edebiyâtı'nm ünlü şâirlerinden Nabî'nîn (1642-1712), 1675 de IV. Mehmed'in şehzadeleri (Mehmed, Ahmed) İçin Edirne'de yapılan sünnet dügününü anlatan 587 beyitlik manzum eseri. surnâ-pâ ( ﺳﺮﻧﺎﺑﺎfb .i.): zool. zürâfo. surnây ( ﺳﺮﻧﺎىfi.) : miiz. zurna, (bkz : sûr-nâ). surnâ-zen ( ﺳﺮﻧﺎزنf.b.i.): zurnacı, surre ( ﺻﺮهa.i.c.: surer): 1. para kesesi, para çıkını. 2. Hac zamanlarında pâdişâh tarafmdan Mekke ve Medine'ye her yıl gönderilen para ve şâire. surre e m in i: bu parayı vazifelendirilen kimse,
göndermekle
surre-i hümâyûn ؛tar. Hac münâsebetiyle haremeyn'e gönderilen para ve hediyeler, su rû f ( ﺻ ﺮ و فa.i. sarin in c .): 1. gramerler, dilbilgisi kitapları. 2. değişiklikler, değişmeler, (bkz: tebeddülat). 1126
2. meyan kökü.
( و سf.i.) : 1. güve. 2. kurtçuk, (bkz : sür-
fe). süsen ن٠( ﺳﻮسf.i.): bot. susam, lât. sesamnm. (bkz: sevsen, simsim). süsenime ( ﺳﻮﺳﻐﻪa.i.): bot. süsengiller, susamgiller. sûsmâr ( ﻣ ﻮ ﺳﺎرf.i.): keler, kertenkele, (bkz: yerbû'). sutû' ( ؤ عa.i.): 1. yükselme, yukarı çıkma, (bkz : suûd). 2. belli olma, yayılma [koku, tozv.b..]. sutuh ( ﻣﻄﻮحa.i. sath'ın c .): geo. *yüzeyler, fr. snrfaces. sutûh-ı y e s â r î^ e : geo. açılmayan satıhlar, *yüzeyler. sutûr jjL (a.i. satr'm c .) : satırlar, yazı dizileri. (bkz: estâr). suturlâb ( ﺳﻄﺮﻻبf.i.): fiz. usturlab. suûbet ( ﺻﻌﻮﺑﺖa.i.): güçlük, zorluk, suûbet-î telaffu z: psik. dil tutukluğu, anartri, fr. anarthrie. suûd ( ﻣﻌ ﻮدa.i. sa'd'm c .): 1. mübârek sayılan yıldızlar. 2. erkek adi. suûd ( ﺻﻌﻮدa.i.): 1. yukarı çıkma, yükselme. 2. erkek adi. suûr ( ﻣﺆورa.i. sivâr'ın c .): bilezikler, suût ( ﻣﻌ ﻮ طa.i.): enfiye, suvâ' ( ﺳﻮاعa.i.): Câhiliyet devrinde Hiizely kabilesinin taptığı put. suver ( ﺻﻮرa.i. sûret'in c .): sûretler. suver-i âlem : âlemin sûretleri; mevcûdâtın görünüşleri ؛dünyâ manzaraları ve halleri, suver-i k ab ih a: müstehcen, açık saçık resimler. suvvâm ( ﺻﻮامa.s. sâim'in c .) : oruç tutanlar. (bkz : sâimîn, sâimûn, suvvem). suvvem ( ﺻﻮمa.s. sâim'in c .): oruç tutanlar. (bkz : sâimîn, sâimûn, suvvâm). sûy ( و ىf.i.): taraf, cihet, yön. (bkz : cânib). suyûf ( ﺻﻮ فa.i. sayfm c .) y a z mevsimleri, sûz ( ﺳﻮزf.i.): 1. yanma, tutuşma; ateş, sıcaklık. 2. dert, ıztırap, acı.
sûz-nâk sûz-i ciger : ciğerin yanması; ciğer yanıklığı, sûz-i d i l : gönül ateşi, acı, ıztırap, aşk. sûz u gü d âz : yanıp yakılma, sûz ü tâb-1 g irye : ağlamanın ateşi ve harâreti. -sûz ﺳﻮز- (f.s.): “yakan, yakıcı" mânâlarına gelerek .birleşik kelimeler meydana getirir : Dİİ-SÛZ: gönül yakan, yakıcı. Vicdân-sûz : vicdan yakan. sûzân ( ﺳﻮزانfs.) : 1. yakan, yakıcı. 2. yanan, yanıcı. 3. i. kadm adi. süzen ( ﺳﻮزنf.i.): İğne. Çeşm-i sü zen : İğne gözü, İğne deliği. Sûzen-İ ؛sâ (Hz. Isâ'nm İğnesi) : İsa'nın cüb-
besinde bulunduğuna ve onun güneşten daha yükseklere çıkmasını önlediğine inamlan bir İğne. sûzen-bâl ( ﺳﻮزﻧﺒﺎلf.b.s.): kanadının tüyleri İğne gibi düz ve dik olan [kuş], sûzen-dân ( ﺳ ﻮزﻧﺪا نf.b.i.): iğnelik, ignedanilk. sûzende ( ﺳ ﻮزﻧﺪهf.s.): yakan, yakıcı, (bkz: sûzân). sûzen-ger ( ﺳ ﻮ زﻧ ﻜ ﺮf.b.s.): İğneci, İğne yapan. sûzenî ( ﺳﻮزﻧﻰf.s.): 1. İğne ile ilgili. 2. i. ince İğne İŞİ, bir çeşit ince nakış, kasnak İŞİ (nakış). sûzen-per ( ﻣﻮزﻧﺠﺮf.b.s.): kanat tüyleri İğne gibi düz ve dik olan [kuş]. sûzî ( ر ؤ ىf.s.): 1. yanma, tutuşma ile ilgili. 2. i. erkek adi. sûz-i dil ( ﺳﻮزدلf.b.i.): miiz. Türk müziğinde bir şed makamdır. Tahminen Abdülhalim Ağa'nın İhtirâı ve 180 seneliktir, ؟ok kudretle ve bâriz olarak his tebliğ eden sûz-i dil'de aşk ıztırâbı, mâzî hasreti gibi duygular sezilir. Rağbetle kullanılmıştır. Zengüle'nin hüseynî-aşîran (mi) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derecede olan- pûselik (si) dir. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerife'den -Zengüle gibi- 7 tânesine sâhip olmakla “miilâyim'' dir. sûz-i dil-ârâ ( ر ز د ل آ راf.b.i.): miiz. Türk müziginde bir mürekkep makamdır. III. Selim tarafından terkibedilmiştir. Az kullanılmıştır. Murad-nâmede de bildirildiğine göre en az altı asırlık bulunması lâzımgelen nigâr makamının terkibi, sûz-i dilârâ
ile aynıdır; sonradan nigâr makamının tamâmıyla unutulmuş olduğu III. Selîm'in sûz-i dilârâ'yı terkibinden anlaşılmaktadır. Gene Abdülkadir Merâgî'nin Câmi'ü'lelhân'mda “çargâh-mâhûr” makamı geç mektedir ki, bu da aynı terkipte bulunsa gerektir. Sûz-i dilârâ, çargâh ile şeddi olan mâhur'dan mürekkeptir. Mâhur ile rast perdesinde (sol) kalır (ki bu aynı zamanda çârgâh'm güçlüsüdür). Güçlüsü birinci de recede -çârgâhın durağı olan- çârgâh (do), ikinci derecede de -mâhûr'un güçlüsü olannevâ (re) dir. İnici- çıkıcı karışık bir şekilde seyreder. Donanımına mâhûrun “ fa” küçük mücenneb diyezi ârızası konulur ve çârgâh için bu perde, nota içerisinde bekar yapı lır. Bâzı bestekârlar sûz-i dilârâ'da hüseynî geçkisi yapmağı âdet edinmişlerse de, bu, makamın terkibinde mevcut değildir, sûziş ،٠۶ jj... (f.i.) ؛ı. yanma, yakma. 2. te sır etme, dokunma. 3. yürek yanması, büyük acı. sûziş-i nihân : gizli yanma; için için yanma, sûz-nâk iJüjj... (f.b.s.): 1. yakan, yakıcı. 2. do kunaklı. (bkz : müessir). 3. müz. Türk mü ziğinin 13 numaralı (sonuncu) basit ma kamıdır. Basit makamlardan yegâne yeni olanı olup, bütün diğerleri pek eskidir. Sûznâk, tahminen 1780 senelerinde Abdülhalim Ağa, Ahmet Ağa, Mehmet Ağa” dan biri tarafından îcâdedilmiştir. O zamandan beri, en ziyâde rağbet edilen makamlardan biridir. Net olarak içli bir hüzün telkin eder. Sûznâk, rast beşlisi ile hicaz dörtlüsünden yapılmıştır. Rast beşlisi ile rast (sol) perde sinde durur. Güçlüsü, beşli ile dörtlünün birleştiği beşinci derecede olan nevâ (re) dir. înici-çıkıcı karışık bir şekilde seyre der. Donanımına “si” koma bemolü, “m i” bakıyye bemolü ve “fa” bakıyye diyezi ko nulur (ilki rast beşlisi ve son ikisi de hicaz dörtlüsü için). Niseb-i şerife'den dizisinde 7 tâne bulunmakla “mülâyim” sayılır. Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tize doğru olmak üzere- şöyledir : rast, dügâh, segâh, çârgâh, nevâ, eviç ve gerdâniye. Bu asıl sûznâk1dır. Bir de durak üstü olarak dügâh perdesi yerine zengüle kullanan sûznâk vardır ki, buna “zengüleli sûznâk” derler ve zengüle makamının rast (sol) perdesindeki 1127
siib' şeddi (hicazkâr) gibidir. Hicazkârdan farki, dâima degil, fekat ancak karara dogru karakteristik olarak zengiile perdesini bir nevi üst-yeden olmak; üzere kullanmasıdır, siib '( ﻣﺒ ﻊa.i. seb'den) : yedide bir. siibâî ( ﻣﺒﺎﻋﻰa.s.) : 1. yedi harfli, yedizli, yedili [kelime v.b.J. 2. yedi kısımlı, yedi parçalı, sübât ( ﻣﺒﺎ تa.i.) : 1. hek. dalgınlık, hastanın dalması, koma, fr. léthargie. 2. uyku, hafif uyku. siibât-1 gaflet : gaflet uylcusu. Sübbûh ( ﺑ ﻮ حa.h.i.) : Allah, (bkz ؛Rabb). siibha ( ﺳﺒﺤﻪa.i.) : 1. çekilen tesbih. 2. tesbih tânesi. siibha-i zâkir : zikredenin tespihi. sübha-dâr ( ﻣﺒ ﺤﻪ دارa.f.b.s.) : tespihli. sübha-۶ rd ١ sübha-gerüân ﻣﺒ ﺤﻪ، ﻣﺒ ﺤﻪ ﺳﻤﺮد ( ﻛﺮدانa.f.b.s.) : tespih devr eden, edici, sübha-keş ( ﺳﺒﺤﻪ ﻛ ﺶa.f.b.s.): tesbih çeken, (bkz : sübha-şümâr). siibhale ( ﺑ ﺤ ﻠ ﻪa.i.) : “suphânallah" demek, sübhân ( ﻣﺒ ﺤﺎ نa.h.i.) : Allah. siibhân-Allah ( ﺳ ﺒ ﻰ ن اﻟﻠﻪa.i.n.) : 1. 'Allah'ı her türlü arazlardan, kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih ederim” mânâsınadır. 2. şaşma anlatmak İçin kullanılır, siibhâne ( ﻣﺒﺤﺎﻧﻪa.n.). (bkz : siibhân-Allah). sübhânî, sübhâniyye ﺳﺒﺤﺎ ﻧﻴﻪ، ( ﺳﺒﺤﺎﻧﻰa.s.) : Allah'a âit, Allah ile ilgili, (bkz : rabbâni). siibhâniyyet ( ﺳﺒﺤﺎ ﻧﻴﺖa.i.) : kutsallık, sübha-şümâr ( ﻣﺒ ﺤﻪ ﺷﻤﺎرa.f.b.s.) : tespih çeken, (bkz : sübha-keş). sübûl ول٠( سa.i. sebil'in c.). (bkz : sübül). sübûr ( ^ رa.i.) : azap, sıkıntı; mahvolma, sübût üjj (a.i.) : sâbit olma, gerçekleşme, meydana çıkma, ["bulmak” fiili ile kullanılır[. sübût ت٠( ﺑ ﻮa.i. sebt'iıı c.) : cumartesiler, cumartesi günleri. sübûtî ( ﺛﺒﻮ شa.s.) : gerçek, dogru, olumlu,
siicced ﺟﺪ٠( سa.s. sâcid'in c.): secde edenler, secde edip yere kapananlar, (blcz: secede, süccâd, sücûd). sücûd ﺳ ﺠ ﻮد٠ (a.s. sâcid'in c .): secde edenler, secde edip yere kapanairlar. (bkz: secede, süccâd, sücced). sücûd ( ﺳ ﺠ ﻮ دa.i.): secde etme, namazda aim, el ayalarım, dizleri ve ayak parmaklarım yere getirerelc alman vaziyet, sücûf ( ﻣ ﺠ ﻮ فa.i. secfin c .): perdeler, örtüler, sücûl ٠( ﺳﺠﻮلa.i. secl'in c .): İ ؟İ su ile dolu olan kovalar, (bkz: sicâl). sücûn ( ﺳ ﺠ ﻮ نa.i. sicn'in c .): hapishaneler, cezâevleri, zindanlar, südâsî ( ﻣ ﺪا ﻣ ﻰa.s.): 1. altılı. 2. ahilik, südâsi'l-adlâ : altı kenarlı. 3. altı harfli [kelimej.
südâsi'l-büzûr : altı tohumlu nebat (*bitki), südâsi'l-vücûh : geo. altı yüzlü. südâsi'1-vüreykat: bot. altı yapraklı çiçek, siidde ( ﻣ ﺪ هa.i.c.: siided): 1. kapı, (bkz : bâb). 2. eşik, (bkz : âstân, atebe, vasid). 3. biy. V Ü cudun bir yerinde görülen tutukluk.
Südde-İ devlet-meâb : devletlinin, pâdişâhın kapısı. süded د٠( ﺳﺎa.i. südde'nin c .) : kapılar ؛eşikler, südeyde ( ﺳ ﺪﻳ ﺪ هa.i.): anat. kapakçık, kapaçık. siidfe ( ﺳﺪﻓ ﻪa.i.): kapı, giriş, antre, (bkz : bâb, der, mahrec, medhal). siids ( ﻣ ﺪ سa.s.) : altıda bir : ı/6. (bkz : südüs). siidiis ( ﻣ ﺪ سa.s.): altıda bir : ı/6. (bkz: siids). südüs-i dâire : geo. altilik, fr. sextant, süedâ' ( ﻣ ﻌ ﺪا ﺀa.s. said'in c.) : 1. kutlu, ugurlu kimseler. 2. i. kadm adi. süfehâ ( ﻣ ﻐ ﻬﺎa.s. sefih'in c .): sefihler, süfelâ ' ( ﻣ ﻐ ﻼ ﺀa.i. sefil'in c.) : sefiller, süferâ ( ﺳﻔﺮاﺀa.i. sefir'in c .): elçiler. Reîsü'ssüferâ : bil- memlekette bulunan sefirlerin kıdemlisi. süferâ-yi ecn eb ice : yabancı devlet elçileri. s U f f â r j ^ (a.s. sâfir'in c .): yolcular,
sübül ( ﺳ ﻞa.i. sebil) in c.) : sebillei-, yollar, caddeler, (bkz : sebil). Hâdi-s-sübül : hayır ve şer gösteı'en; Hz. Muhammed.
süfl ( ﻣﻤﻞa.i.) : çöküntü, tortu, (bkz: dürdî, rüsûb).
süccâd ( س؛ﺟﺎدa.s. sâcid'in c.) : secde edenler. (bkz : secede, sücced, sücûd).
süflâ ( ﺳﻬﻠﻰa.s. sâfil'den): daha (en, pek, çok) alçak) aşağı olan, ["esfel'in müennesidir].
1128
süfl-i şerâb : şarap tortusu,
sühâr süflî ( د شa.s.): 1. tortuya, döküntüye âit. 2. i. çıkartı, (bkz : gaita). Hummâ-yi s ü flic e : gaitanın bağırsaklarda emilmesinden meydana gelen Sitma, ateş, nöbet, süflî, siifliyye ﺳﻐﻠﻴﻪ، ( ﻣ ﺶa.s.) : 1. aşağıda bulunan, (bkz : tahtâni). 2. alçak, bayağı, (bkz: deni). Hidemât-1 sü fliy y e : çöpçülük, süprüntücülük gibi şeyler. 3. kılıksız kıyâfetsiz. 4. i. astr. Utarit (Merkür) ile, Venüs (Zühre) gezegenleri, süfliyyât ( — تa.i.c.) : tas. dünyâ ile ilgili bayağı İşler, hususlar, şeyler. süfliyyât-1 m a d d ic e : maddi bayağılıklar, aşağılıklar. süfliyye ( ﺛ ﻔ ﻴ ﻪa.s.): ["süflî'' ﺛﻐﻠ ﻲnin müen.]. (bkz : süflî). s ü fli^ e t ( ﻣ ﻐ ﻠ ﻴ ﺖa.i.) : süflülük, alçaklık, bayağılık. süfliyyeyn ( ﺳ ﻔ ﻠ ﻴ ﻴ ﻦa.i.c.) : "iki sü flü '': Utarit (Merkür) ile Venüs (Ziihre) gezegenleri, süfliyyin (a.s.c.) : ayak takımı, düzensiz kalabalık. siifre ( ﻣ ﻐ ﺮ هa.i.): sofra, (bkz : hân, mâide). Süfre-İ z iyâfet: ziyâfet sofrası, süfte * i (f.s.): delinmiş, delikli, (bkz: meskub). Dürr-i süfte : delinmiş inci, süftece (a.i.c.: sefâtic): tic. poliçe, süfte-gûş ( ﺳﻔﺘﻪ ا شf.b.s.): 1. kulağı delinmiş. 2.mec. kulağı delik, (bkz : â rif vâkıf), sü fû f ( ﻣ ﻔ ﻮ فa.i. seffin c.). (bkz : seff). süfün ( ضa.i. sefine'nin c .): gemiler, [en çok harp gemileri], (bkz : sefâin). sügur “( ل*ﻟﻞgu" uzun okunur, sagr'ın c.): SInirlar, düşman ağzı olan yerler, sügvâr ( ﻣﻮﺳﻤﻮارf.i.). (bkz : sûgvâr). sügvârî ( ﺳﻮﺳﻤﻮارىfi.), (bkz : sûgvârî). Sühâ ١( ﺳﻪa.i.): 1. astr. Büyükayı yıldız kümesinden en küçük yıldız, [eskiden, gözlerin görüş derecesi bu yıldızla tecrübe olunurmuş]. 2. erkek adi. sühan — (f.i.): söz, lâkırdı, (bkz: kavi, kelâm, İâfz, suhan). sühan-ı gaibi ("ga" uzun okunur): görünmeyen dünyâdan, gelecekten haber veren söz. sühan-ı g ılâ fî: anlaşılmaz dil. sühan-ı zinde : güzel, parlak bir konuşma.
sühan-âferîn ( ﻣ ﺨ ﻦ آﻓ ﺮﻳ ﻦf.b.s.) : söz yaratan, şaır. sühan-ârâ آ وا söyleyen.
c/u (f.b.s.): güzel, düzgün söz
sühan-ârâyî ( ﺳ ﺾ آرا شf.b.i.): güzel, düzgün söz söyleyicilik. sühan-çîn ﺧ ﻦ ; ص٠ (f.b.s.): söz toplayan, söz getirip götüren, dedikoducu, sühan-dân ( ﻣ ﺨ ﺪ ا نf.b.s.): sözbilen, güzel söz söyleyen. sühan-dânî اﻓ ﻰsöz söyleyicilik.
(f.b.i.): sözbilirlik, güzel
sühan-fehm إ٠( و ض ﻓﻪf.a.b.s.): sözün değerini takdir eden. sühan-gû ا söyleyici.
( ﺳ ﺨ ﻦf.b.s.): söz söyleyen, söz
sühan-güzâr ( ﺳ ﺨ ﻜ ﻨ ﺎ رf.b.s.): güzel söz söyleyen. siihan-perdâz ز١ض ﻳﺮد zel söz söyleyen.
(f.b.s.): düzgün, gü-
sühan-perdâzi ( ﺳ ﺨ ﻦ ﺑ ﺮدا ز ىf.b.i.): düzgün, güzel söz söyleyicilik. sühan-perver ( ﻣ ﺨ ﻦ ر و رf.b.s.): güzel söz söylemesini bilen. sühan-pîrâ ﺧ ﻦ د را٠٠( لfb .s.): süslü söz söyleyen. sühan-rân انsühan-rânî — اﻓﻰ
(f.b.s.): güzel söyleyen, (f.b.i.): güzel söyleyicilik.
sühan-râz ( — رازf.b.s.): söz, sır saklayan, siihan-senc ( — ا ﺳ ﺞf.b.s.c.: sühan-sencân): hesaplı, ölçülü konuşan, sühan-sencân ( ﻣ ﺨ ﻦ ﻣ ﻔ ﺠﺎ نf.b.s. siihan-senc'in c .): hesaplı, ölçülü konuşanlar, sühan-senci — konuşma.
—
(f.b.i.) : hesaplı, ölçülü
sühan-serâ ( ﺳ ﺨﻨ ﺴ ﺮاf.b.s.). (bkz : suhan-serâ). sühan-serâyân ( ﻣ ﺨ ﻔ ﻤ ﺮا ﻳﺎ نf.b.s.: sühanserâ'nın c.) : (bkz : sııhan-serâyân). sühan-şinâs ( ﺳ ﺨ ﻦ دا سfb .s.): söz bilir, sözün kıymetini takdir eden, sühan-ver ﻣ ﺨﺘ ﻮ رI (f.b.s.): düzgün konuşan, sühan-verî ( ﺿ ﺘ ﻤ ﺄf.b.i.): düzgün konuşma, sühan-zâ ( ﺳ ﺨ ﺘ ﺰ اf.b.s.): kelime doguran, kelime yaratan. sühâr ( ﺳ ﺤﺎ رa.i.): uykusuzluk, geceleri uyuyamama. 1129
Siiheyl Süheyl ( ﺳﻬﻴﻞa.i.): 1. semânın güney yarim küresinde bulunan Sefîne-İ Nûh burcundaki parlak ve büyük bir yıldızın adi, fr. canopus. Yemen'den daha iyi göründüğü İçin buna "Süheyl-İ Yemânî” de derler. 2. erkek adi. Süheyl-İ Ferd veyâ Çam: astr. ŞUcâ' burcunun bir yıldızı, (bkz : şücâ'). Süheyl-İ Huzzâr: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile "Süheyl-İ Rakkaş” arasına ؟ekilen hat üzerinde bulunan ve “ Sefîne-İ Nûh”a yakın olan yıldız. Süheyl-İ Mahlef: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile “Süheyl-İ Rakkaş” arasına ؟ekilen hat üzerinde bulunan ve “Süheyl-İ Huzzâr)'dan sonraya kalan yıldız. Süheyl-İ Rakkaş: astr. “Sefîne-İ Nûh" ile ''Süheyl-İ Mahlef''den ge ؟en hat üzerinde “Süheyl-İ Mahlef” den sonra gelen yıldız. Süheyl-İ Yemânî: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile "Recül-İ Yesâr-İ Cevzâ” arasına ؟ekilen hat üzerinde “Sefîne-İ Nûh’’dan sonra gelen yıldız. [Süheyl dogdugu zaman Yemen'de ؟ikan akik taşı, rengini ondan alırmış]. Siiheyl ü Nev-bahâr: XIV. asır Anadolu Turkçesinin şiir dilindeki ilk güzel örneklerini veren "Ferheng-nâme-i Sa'dî'' miitercimi Hoca Mes'ûd bin Ahmed tarafından Fars ؟adan Türk ؟eye tercüme edilmiş, ؟in hükümdârının kızı Nevbahâr'a âşık olan Yemen hükümdârının oglu Süheyl'in ؟İn'e seyâhatini ve bir ؟ok mâcerâlarını anlatan manzum bir aşk hikâyesidir. [Do ؟. Dr. Cem Dil ؟in tarafından geniş bir inceleme ile birlikte, ؟evriyazı ve eleştirili olarak hazırlanan "Süheyl ü Nev-bahâr”; Atatürk Kültür Merkezi tarafından yayımlanmıştır. VII t 676 s., Ankara, 1991]. siiheylâ ( ﺳﻬﻴﻼa.i.) : 1. yumuşacık huylu kadm. 2. kadm adi. siihre ( ﺳﺤﺮهa.i.) : yalancı fecir, siihreverdiyye ( ﺳﻬﺮوردﻳﻪa.h.i.): tas. Şeyh Ömer Çahâbettin Sühreverdi tarafîndan kurulan tarikat. sühûlet ( ﺳ ﻬ ﻮ كa.i.): 1. kolaylık. 2. kolaylık vasıtası. 3. yavaşlık, usul; nâzik muâmele. 4. s. elverişli, kullanışlı. 5. paraca kolaylık. sühûlet-bahş ( ﺳﻬﻮﻟﺒﺨ ﺶa.f.b.s.): kolaylık veren, kolay kullanılan, pratik. 1130
sühûmet ( ﻣ ﻬ ﻮ تa.i.): hısımlık, akrabalık, (bkz: karâbet). sühun ﺧ ﻮ ن٠(لti.): sOz. (bkz: sühan). sühûııet ﺧﻮذت-( سa.i.): sıcaklık, kızgınlık, (bkz: harâret). sbhûnet ( ﺛﺨﻮ؛تa.i.): katilik, peklik, (bkz: sehânet). sükalâ' ( ﺀﻵﺀa.s. sakll'in c .): ağırlar; ؟irkinler; kabalar; sözü sohbeti ؟ekilmeyen kimseler. sükârâ ( ﻣﻜﺎر ىa.s. sekrân'ın c .): sarhoşlar, (bkz: mestân). sükkân ( ﻣﻜﺎ نa.s. sâkin'in c .): oturanlar. sükkân-ı belde : şehir sâkinleri, şehirde oturanlar. sükkân-ı hâne : hâne sâkinleri, evde oturanlar. sükkân-ı semâvat ü zemin : göklerin ve yeryüzünün sâkinleri. sükker ﺳﻜﺮ٠(a.i.): şeker. Tebevvül-i siikker: şeker İşeme. Sükker-İ hülâm : kim. aminoasetik asit, glikokol. siikker-i ineb : glikoz veyâ levüloz. Sükker-İ mükerrer : nöbet şekeri. sükkerü'l-manzara : şeker görünümünde olan. siikkeri ( ﺳﻜﺮىa.s. ve i.) : 1. şekerle ilgili. 2. şekerden yapılan tatil. siikkeri mermer : jeol. şekerimsi mermer. süknâ ( ﺳﻜﺎىa.i.) : oturulacak yer, konak. Kabil-i süknâ: oturmaya elverişli yer. Tetimme-i süknâ : oturmak üzere verilen lüzûmu kadar arsalar. siikub "( ﺛﻌﻮ؛بku" uzun okunur, a.i. sakb'm, sukb'un c.): delikler. sükûn ( ﻣﻜ ﻮ نa.i.): 1. durma, kımıldamama. 2. hareketsizlik, durgunluk. 3. dinme, kesilme. 4. a. gr. hareketsizlik : [azm kelimesindeki z harfinin hâli gibi). sükûn-i dem: soğukkanlılık. sükûn-i mu'tâdî: her zamanki sessizlik. sükûn ü hâb : durgunluk ve uyku. sükûn-âlûd ( ﺳﻜﻮن آﻟﻮدa.f.b.s.): sükûnet dolu, sükûnet ( ﻣ ﻜ ﻮﻧ ﺖo.i.): 1. durgunluk, dinginlik, dinme, azalma. 2. rahat. sükûnet-bahş ( ﺳﻜﻮﻧ ﺖ ﺑﺨﺶa.f.b.s.): huzur verici, rahatlatıcı, dinlendirici.
sülût sükûnet-gâh ( ﺳﻜﻮ ﻧﺘ ﻜﺎ هa.f.b.i.) : d in le n m e ye ri; mec. m ezar. sükûnet-perver
ﺳﻜﻮﻧﺒﺮور
(a .f.b .s .): ra h a tla n -
ﻣﻜﻮﻧﺘﻴﺎب
( a .f.b .s .): sü k û n e t b u -
lan , d u rg u n la ş a n , d u ra n ; d u ru la n ; d in en ,
sükûn-pezîr
ﺳﻜﻮن ﻳﻨﻴﺮ
(a.f.b.s.) : d u rg u n , y a -
tışm ış, sâ k in .
sükût
ﺀ ت
sükût-i istifhâm : so rg u sessizliği,
N ebevi
de ta m a m la m ış tır . H z . M u h a m m e d 'e k a rç ı s a m im i b a ğ lılığ ın ı, v e îs lâ m
d e rin
ta h a ssü sle riyle
ü m m e tin in d in i h e y e c a n la r ıy la
m e z c e d e re k n a k le m u v a ffa k o ld u ğ u İ ؟in b u eserler a r a s ın d a en ؟o k s a y g ı v e k ıy m e t k a -
şâire y a p m a k ta k u lla n ıla n k ıy m e tli b ir taş.
2. S ü le y m a n 'a âit, s iile y m a n la ilg ili. 3. s. g. s.
sükût-perest ( ﺳﻜﻮﺳﺮﺳﺖa.f.b.s.) : su sa n , su sm a y i seven.
g ü z e l sa n a tla rd a k u lla n ıla n b ir k â ğ ıt c i n s i : [tezhip, h a t, m in y a tü r v.b.].
sülâf, sülâfe ﺳﻼﻓﻪ، ( ﺳﻼفa .i.) : 1. şarap, (b k z : b âd e, h a m r, sah bâ). 2 . m e y v e su yu . 3 . b ir
en g ü ze l ta ra fı,
sülâle-i tâh ire : H z . M u h a m m e d 'in te m iz sülâlesi.
sülâm, sülâmî ى٠ ﺳﻼ، ( ﻣﻼمa .i .c .: sü lâ m iy â t) : hek. el v e p a r m a k k e m iğ i,
ت٠ﻣﻼب
(a.i. sü lâ m î'n in
c .) : hek. el
v e p a r m a k k e m ik le ri,
sülâsâ' ﺛﻠﺜﺎﺀ، ( ﺛﻼﺛﺎﺀa .i.) : salı, sülâsî JİĞ (a.s. s e lâ s e 'd e n ): 1. Ü ؟İÜ, ü ؟şe yd e n m e y d a n a gelen.
sülâsi'l-ezhâr : bot. b ir sa p ta ü ؟ ؟i ؟e ğ i b u lu n a n *bitki.
sülâsî k ü û l : kim. * ü ç ü n c ü l alk o l, fr. alcool tertiaire. sülâsî mezidün f i h : a. gr. z â id h a r f a lm ış Ü ؟İÜ kelim e.
sülâsî mücerred : a. gr. ü ؟h a r f li asli k e lim e kökü.
sülâsi’r-re's : ü ؟k a fa lı (h a y v a n ). 2. a. gr. asil ü ؟h a r f o la n [fiil[.
sülehfâ ( ﻣﻠ ﺤﻔﺎa .i.) : (b k z : sü lh afâ). sülehfât ( ﺳﻠﺤﻔﺎ تa .i.) : (b k z : siilh afât). Süleyman ؟elebi ﺟﻠ ﻰ7 ( ﺳﻠﻴ ﻤﺎ نa .h .i.) : B u rs a 'd a d o ğ m u ştu r, b a b a s ın ın a d i A h m e t P a şa 'd ır. Y ıld ır ım
B a ye z it'm ,
siileyme ، U -L (a.i.) : hek. el v e a y a k p a rm a k la r ın ın ik in c i k e m iğ i, fr. phalange. siileyme-i sagire : anat. p a r m a k ü ç ü n c ü kem iğ i, fr. phalangette.
sülâle ( ﺳﻼﻟﻪa .i.) : s o y sop, dö l döş, o ca k .
S u lta n
"S iy e r -i
süleymânî ذى١ ( ﺳﻴﻢa .i.) : 1. k e m er to k ası v e
şan . 2 . i. erkek adi.
Ö n ce
D a r ir 'in
z a n m ıştır. (d. : ? - ö. 14 2 1).
sükûtî ( ﺳﻜﻮ'ذىa .s .) : 1. su sm a y ı seven , az k o n u -
sülâmiyât
K adı
m a n z u m eser, b u sâ h a d a y a z ılm ış b ü tü n
(a.i.) : su sm a , sö z sö ylem em e,
( b k z : sam t).
ş e y in
ile
t e r c ü m e s in d e n İlh â m a la r a k 14 0 9 sen esin -
d ırıc ı, d in le n d iric i.
sükûnet-yâb
sa m im iy e t v e h e y e c a n la İfâd e etm eg e ؟a lıçm ıştır. E s e r in i  ç ık P a ça 'n ın "G a r ib n â m e "s i
so n ra
E m ir S ü le y m a n 'ın y a k ın la r ın d a n o lm u ştu r. P e y g a m b e rim iz h a k k ın d a y a z d ığ ı M e v lid 'i
sülhafâ ( ﺳﻠﺤﻔﺎa.i.) : k a p lu m b a ğ a , sülhafâ-i azb : zool. tatil su k a p lu m b a ğ a sı, sülhafâ-i b a h r i c e : zool. d e n iz k a p lu m b a ğası.
sülhafâ-i berriyye : zool. k a r a k a p lu m b a ğ a sülhafâ-i m ezragiyye : zool. neh ir, g ö l ve b a ta k lık la r ın k e n a rın d a y a ş a y a n , k a r a k a p lu m b a g a s ın a b e n z e r b ir c in s k a p lu m b a ğ a ,
sülhafât ( ﺳﻠ ﺤﻔﺎ تa .i.c .: s e l â h i f ) : zool. k a p lu m b a ğ a . ( b k z : sü lh afâ).
siilhafiyye ( a .i.) : zool. k a p lu m b a ğ a la r, fr. cheioniens. süllâ' ( ﻣﻼﺀa .i . ) : n e b a tla rın (*bitki) k a b u k la rı ü z e rin d e b u lu n a n v e k o la y lık la k o p a n d ikenler.
siillâf ( ﺳﻼفa.i. s e le fin c . ) : selefler, ö n ce gelip g e çm işler, ( b k z : eslâf).
sülle ٠( ﺛ ﻞa.i.) : 1. ؟o k p a ra . 2. in s a n to p lu lu ğ u , k a la b a lık . Lâ yüferriku beyne's-siille ve's selle : k o y u n s ü rü sü ile in s a n k a la b a lığ ın ı fa rk e tm e z; ؟o k aptal. s ü lle m
دم
2. hek. k u la ğ ın iç in d e k i
m e rd iv e n şek lin d e o lan b o şlu k ,
ile p e k ؟o k İslâ m şâ irin e n a sib o lm a y a n b ir
s ü lm e
ى
şö h ret k a z a n m ış ,
s ü lû c
ﺛﻠ ﻮ ج
m e v z û u n u y ü k s e k bil.
( a .i .c .: s e l â l i m ) : 1. m erd iv en , (b k z :
m i'r â c ؛, m i r k a t ) :
(a.i.) : ged ik, ؟atlak. (b k z : sahre). (a.i. selc'in c . ) : karlar.
1131
sölûk sülük ( ﺳﻠ ﻮ كa.i. silk'den): 1. bir yola girme, bir yol tutma. 2. husûsî bir sınıfa, bir grupa katılma. 3. bir tarikata intisâbetme. sü'lûl ﺋﺆﻟﻮل٠ (a.i.) : 1. meme başı. 2. vücutta meydana gelen sigil. sülüs ث٠( ﺛﻞa.i.) : 1. ü ؟te bir. 2. (bkz : hatt-1 sülüs). 3. sikkenin ü ؟te bir değerindeki madeni para.
sümün ( ﺛ ﻤ ﻦa.i.) : sekizde bir : ı/8 ٠(“siimn” de denilir). sümüvv ( ﺳ ﻮa.i.) : yükseklik, yücelik, (bkz : rifat, uliivv). [maddi, mânevi kullanılır]. sünâî ( ئﺀﻳﻰa.s.): 1. ikili, ikilik, iki kışımdan olma. 2. gr. asli harfi iki olan [kelime], s. fels. *ikincil, fr. secondaire.
sülüs c e lisi: g. s. bir yazı sitili,
sünâîyü'l-m esken: bot. dioîque.
sülüs g ro ssi: g. s. bir yazı sitili, [hattat Râkım'm îcâdıdır].
sünâî k ü û l: kim. *ikincil alkol, fr., alcool secondaire.
sülüsân ( ﺛﻠﺜﺎنa.s.) : ü ؟te iki, ü ؟kışımda iki kisim. (bkz: siilüseyn).
sünâîyye ( ىاﺀﺳﻪa.i.): fels. ikicilik, fr. dualisme. (bkz : isneyniyyet).
süliiseyn ( د ﻛ ﻦa.s.c.): ü ؟te iki, ü ؟kışımda iki kısım, (bkz: sülüsân).
sünbâde ﺳﺎ د ه sümpâre).
sülüsî ( د شa.s.): 1. sülüsle, ü ؟te bir ile ilgili. 2. i. biryazı sitili.
siinbâdec ( ﺳﺎ د جa.i.). (bkz : sünbâde).
sülvân, süİvâne ﺳﻠﻮاﻧﻪ، ,( ﺳﻠﻮا نa.i.): yüreğe feı'ahlık veren ruh; i ؟a ؟ıcı ilâ ؟,
(f.i.) :
iki
evcikli,
zımpara.
sünbül ﺳﻞ،( اf.i.) : 1. sünbül. 2. güzellerin saçı, sünbül-i asâfîr : (bkz : âle ٦٥/oo).
süm'a ( ﺳﻤﻌﻪa.i.) : görsünler, işitsinler diye yapılan göstermecilik, (bkz : riyâ).
sünbül-i h a tâ î: bot. melekotu.
sümmâk ا ق٠(سa.i.) : somak, kebaba, hamura konulan ekşice ve kırmızı tâneler. siimme (صa.zf.): 1. sonra, (bkz : ba'dehu, pes). 2. tekraı' ve tekrar. sümme't-tedârik ( ﺛ ﻢ اﻟﺘ ﺪا ر كa.b.s ve zf.): tedârikten sonra, İş olduktan sonra düşünülmüş, sonradan uydurma; son anda yapılan veya düşünülen, [asil: "sümme'ttedâîük'' dür]. siimpâre ﺳﺎره٠ث sünbâde).
(o.i.):
zımpara,
(bkz:
siimre, siimret ﺳ ﺮ ت، ( ﺳ ﺮ هa.i. esmerlik, karayagızlık. süm-tırâş ( ﺳ ﺘ ﺮا شf.b.i.): suntra ؟, nalbantlarm tırnak kesme âleti. sümûhat ﺣﺖ,( ﺳﻤﻮa.i.): elaçıklığı, cömertlik, (bkz : semâhat). sümûm وم٠( مa.i. semm'in c .): zehirler, ağılar, (bkz : simâın). siimut ط٠(سa.i. simât'ın c .): 1. sofralar, yemek masaları. 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. s a f lar, sıralar, diziler. 1132
(bkz:
sünbük ( ﻣ ﺒ ﻚa.i.c. : senâbik) : toynak, at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların tırnağı.
süm r ( ؛f.i.): dört ayaklı hayvanların tırnağı,
sümeyre ( ﺛﻤﻴﺮهa.i.) : 1. meyva ؟ağlası. 2. bot. kendi üzerine kıvrılmış yaprak,
fr.
sünbül-i hindi : bot. kediotu. sünbül-i m iizekker: bot. châton.
tırtılımsı,
fr.
sünbül-i r û m î: bot. hind sünbülü, nardin yağı, kedi otu. sünbül-i sir-âb : tâze, tarâvetli sünbül. sünbül-i teb er: bot. güzelhâtunçiçeğigülerden, *özellikle iki çeşidi ؟ok yaygm olan bir süs *bitkisi. sünbülât ( ﺳ ﻼ تa.i. siinbiile'nin c .): başaklar. sünbüle ب٠ ( مa.i. senâbil, sünbülât): 1. başak. 2. astr. Başak Burcu, semânın kuzey yarim küresinde bulunan yedi parlak yıldızdan müteşekkil bir dörtgen ve iki kuyruklu bir bur ؟, lât. virgo; fr. vierge. [Güneş ağustosta bu burca girer]. 3. miiz. muhayyer sünbüle makamının XIX. asırdan evvel kullanılan ismi [maamâfih, bu iki malcam arasında ehemmiyetsiz bir farkm bulunduğu anlaşılıyor]. Siinbiile en eski makamlardandır. 4. Muallim Naci'nin 1890 da basılmış bir şiir kitabi. sünbüle-i k a d im : müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makamdır.
sürfe s iin b iile -n ih â v e n d
ﺳﺘﺒﻠﻪ ﻧﻬﺎوﻧﺪ
( a .f.b .i.): m iiz .
T ü r k m ü z iğ in d e bil' m ü rek k e p m a lcam olup z a m â m m ız a k a lm ış n iim û n e si y o k tu i' ؛en az ik i asırlık tır. s iin b iili b ü lle
ﺳﺘﺒﻠﻰ
3 . H a lv e tiy y e
2 . y a g m ır s u z t a rik a tın ın
k a p a lı Sünbül
hava. S in a ıı
S ü n b ü li y y e - İ H a lv e t iy y e H a lv e tiy y e
"C e m â liy y e - i
ﺳﻔﻮن
sü n û n
biri.
-s ü p â r
( ﺳﻐﺒﻠﻴﻪﺀ ﺧﻠﻮ'ﺑﻪf .a .h .i.) :
ta rik a tı
H a lv e tiy y e ”
[S ü n b ü l
S in a n
şu b ele rin d en n in
k o lla r ın -
a d ıy la
m e şh u r
( د ا رf .b .i.) : sü n b ü l b ah çe si, ( ﻓﺪسa .i.) : p a rla k re n k li, ؟İ ؟e k li a ltm
v e y â g ü m ü ş telle işlem eli, n a k ışlı o la ra k d o -
sündüsî ( ﻓ ﺪ ﻣ ﻰa .s .) : sü n d ü ste n y a p ılm ış şey. sünen ( ﺳﻐﻦa.i. s ü n n e t'in c . ) : sü n n etler, dilelel'i k u tsa l İşler,
(صa .i.) : (b k z : siirr). ( ﺳﺮادقa .i .c .: s ü r â d ık a t ) :
( a .i.c .: sü nen) : 1. iy i a h lâ k , iy i
v e ta sv ib le ri [m is v a k lcu llan m a, cem a a tle n a m a z k lim a v.b.. g ib i].(b k z : h ad is). E h l -İ
sünnet : Ş ia 'n ın h â ric in d e k i İslâ m m e z ile p lerin e m e n su p o lan ؟o g u n lu k .
rin ؟o k defâ ed â ed ip b â z a n terk ettik le ri sü n n e t [n a m a z d a u z u n olcum a, ik in d i ve y a tsı n a m a z la r ın ın ilk sü n n e tle ri gibi..],
ed â
e ttik le ri
n a m a z la rın d a k i)
(sabah,
sü nn etler.
3 ٠ ؟o c u ğ u sü n n e t etm e, (b k z : h itân ).
ﺳﺘﻴﻪ، ﻣﺘﻰ
ﻣﻔﻮخ
o k u n u r,
a.i.
d â ire le rin in ö n ü n e ؟ek ilen b ü y ü k perdeleı.. 2 . o ta ğ la r, p â d iş â h ç a d ırla rı,
( را غf .i .) : iz, eser, işâret. s ü r 'a t ( ﻣ ﺮ قa .i . ) : ç a b u k lu k , h ız.
ra m a . s ü r 'a t - i İ n t iş â r : y a y ılm a h ızı, s ü r 'a t -i m iim k in e : m ü m k ü n o la n ؟ab u k lu k . s ü r 'a t -i s e y r : gid iş h ızı,
( a .i.c .: s ü n û h â t ) : 1. sa ğ la m
sü rb
ﺳﺮب
( f .i .) : k u r ş u n ؛k a la y ; k u r ş u n v e k a -
la y k a rış ım ı.
ﺳﺮﺑﻪ
s iir b e
( a .i .c .:
siireb,
sü rü b ):
1. sü rü .
sü re h â' sü re r
ر
Ş ü re k â
( ﻣﺤﺮﺣﺎﺀa.s. s a r ih 'in
c . ) : s a fl ık la r ,
(a.i. sü rre'n in c.) : a n a t. göbeklei".
ر
(a .h .i.) : 1. astr.
Ü lk e r
y ıld ız ı,
c u n u n en p a rla k y ıld ız ı o lan E d d eb e râ n 'ııı
(a.s.) : sü n n e t eh -
lin d e n o la n k im se , [ a k s i : ŞİÎ], sünûh
uzun
[se m â n ın k u z e y y a r im k ü re sin d e S e v r b u r-
s iin n e t u lla h : A lla h 'ın k o y d u ğ u n iz a m , s ü n n î, s ü n n iy y e
( "k a ”
c . ) : 1. sa r a y p erd eleri, h a re m
2 . g ü r û h , cem âat.
s iin n e t -i m ü e k lc e d e : H z . P e y g a m b e rin h e ak şam
ﺳﺮادﻗﺎت
s ü r 'a t -i t e b a h h u r : fiz . b u ğ u la ş m a h ızı,
S ü n n e t-İ g a y r - i m iie k k e d e : H z . P e y g a m b e -
ö ğle,
perde). s ü r â d ik a t
s ü r 'a t -i i n t i k a l : ؟a b u k a n la m a , ؟a b u k k a v -
tabiat. 2 . H z . M ıılıa m ın e d 'in sö zleri, İşleri
d â im â
1. b ü yü k
p â d iş â h ç a d ır ı. 2 . s a r a y p erd e si, (b k z : serâ-
s ü r 'a t - i İ n f i â l : ؟o k ؟a b u k g ü c e n e n , d a rıla n ,
sünne ( ﺳﻐﻪa .i.) : (b k z : sünnet),
h e m en
( f .s .) : 1. ıs m a rla n m ış , sip âriş
sü râg
siinen-i s e n id e : H z . M u h a m m e d 'in İşle-
ﺳﺖ
ﺳﺠﺮده
o lu n m u ş. 2 . v e r ilm iş, b ıra k ılm ış ,
siirâ d ık 'ın
k u n m u ş ip e k k u m a ş.
h e r b ir c ü zü .
c ü z ” d ü r]. s ü p iir d e
sü r
sü n b ü l-z â r
(b k z:
2 . m e c m û a , k ü ç ü k k itap , [ a s i l : “ sî-p â re = 3 0
s ü râ d ık
m en
(a.i. sen e'n in c . ) : y ılla r,
ﺳﺎر- ( f .s .) : (b k z : -sip âr). ( ﺳﺎرهf.b .i.) : 1. K u r 'â n 'ın
ğ ıı İ ؟in b u ad i a lm ıştır],
sünnet
( a .s .) : 1. i ؟e d o g m a h â lin e m e n -
sin in ).
S in â n e d d în -İ B o r lo v i ta ra fın d a n k u r u ld u -
sü n d ü s
(a.i. s ü n û h 'u n c . ) : a k la , h a tı-
sü p âre
sitili.
dan
ﺳﻔﻮﺣﻰ
sü n û h î
E fe n d i b ö lü m ü n e m en su p . 4 . i. g. s. b ir y a z ı
ta s.
ﺳﻔﻮﺣﺎت
ra gelen) i ؟e d o g a n şeyler,
su p, h a tıra gelm ek le ilg ili. 2 . erkek adi.
(f.s.) : 1. sü n biile m en su p , sü n -
ilg ili.
sü n û h ât
ile risin d e v e F e re s-i A 'z a ın istik a m e tin d e g ö rü n e n g ü ze l b ir y ıld ız k ü m e s i (Pleiades)].
ve
(b k z : P ervin ). I k d -1 S ü r e y y a , a str. Ü lk e r
e m in o lm a . 2 . a d a m a k ıllı b ilm e . 3 . (sin il'in
[g e rd a n lığ a b e n ze tilm e sin d e n d o la yı b u ad
c.): diş y u v a la r ı, d iş ؟u k ıırla rı.
v e r ilm iş tir ]. 2 . erkek v e k a d m adi. 3 . asil-
sü n û h
ﺳﻔﻮح
( a .i .c .: s ü n û llâ t ) : 1. a k la, h a tıra
m ış a v ize.
gelm e, i ؟e d o g m a . 2 . ؟licm a, z u h û r etm e,
s iir fe
v â k i o lm a . Ş e r e f -s ü n û h : şerefle a k la gelen.
s ü r fe
( ﺳﺮﻓﻪa.i.) : b iy. k u r tç u k , ( ﺳﺮﻓﻪf .i .) : öksü rülc. (b k z
: suâl).
1133
siirh siirh ( ر خf.s.) : 1. kırmızı, kızıl, (bkz : ahmer). 2. kırmızı mürekkep. 3. bab veyâ fasıl başİıkları kırmızı mürekkeple yazılmış olan yazma kitap. sürh-âb ( ﺳ ﺮ خ آ بTb.i.): 1. kırmızı su. [lcan ve şarap]; allık. 2. mec. keder, gözyaşı, sürh-âbî ( ﺳ ﺮ ﺧﺎﺑ ﻰTb.i.): 1. kırmızı ördelc. 2. s. kırmızı su renginde olan, sürhî ( ر ضf.i.): lcırmızılık, kızıllık, (bkz: humret). sürhî-i hicâb : utançtan dogan kırmızılık, sürh-ser ( ر ﺧ ﺮf.b.s ve i.) ; 1. kızılbaş. (bkz : râfızî). 2. s. kırmızı başlı, sürîn ن٠( ﺳﺮf.i.): 1. makat. 2. göbelc. s ü ri^ e ( ﺳﺮﻳﻪa.i.c.: serârî): câriye, odalık. (bkz ؛kenizek, memlûke). sürm ( ر مa.i.): anat. kaim bağırsağın alt kısmi. Nezf-İ siirm : bâsur. sürme ( ﺳﺮﻣﻪf.i.): sürme, (bkz : kûhl). sürme- ؟ûb ( ر ﻣ ﻪ ﺟ ﻮ بf.b.s.): göze sürme ؟ekmek İ ؟in kullanılan mil. sürme-dân ( ﺳﻮﻣﻪ دا نTb.i.); sürme kabı, sürme hokkası. sürme-keş ( ﺳﺮﻣﻪ ﻛ ﺶTb.s.): sürme çekmiş; sürme ؟eken, sürme ؟ekici, sürr ( رa.i.): anat. yeni doğmuş ؟ocuğun kesilmiş göbeği. sürrâk ( ر ا قa.s. sârik'ın c.): hırsızlar, (bkz: düzdân). sürrât ( ر ا تa.i. sürre'nin c.). (bkz : sürer), sürre ( ﺳ ﻪa.i.c.: sürer, sürrât): 1. göbek, (bkz : nâf). siirre-i b âtın a : yumurtanın sarısı, i ؟göbek, fr. chalaze. [tam ortasında bulunmasından kinâye]. Sürre-İ r i e : anat. akciğer göbeği, fr. hile pulmonaire. 2. s. erkeğin hoşlandığı [kadm]. sürrevi ( ر و ىo.s.): göbeğe ait, göbekle ؛ilgili. [asli: “sürrî” dir]. (bkz: sürrî). sürrî ( ر ىa.s.): göbeğe âit, göbekle ؛ilgili, sürûb ( ﺛ ﺮ و بa.i. serb'in c .): 1. içyağları. 2. azarlamalar, çekiştirmeler, beğenmeler, sürûc ( ﺳ ﺮ و جa.i. serc'in c .): eyerler, at takımlan. sürûd ( ر و دf.i.): şarkı; türkü. sürûd-i hezâr ; bülbül nağmesi. 1134
sürûd-i husrevâni: müz. Iran sâsânî müziginde halk türkülerine verilen isimlerden biri, ؛kısaca : husrevâni de denilir], sürûd-gû / ( ﺳﺮودf.b.i. ve s.): 1. şarkıcı, solist. 2. şâir, ozan. sürûd-serâ ( ﺳﺮود ﺳﺮاf.b.i. ve s.): 1. şarkıcı, solist. 2. şâir. sürür ( ﺳﺮورa.i.): sevin ؟. D ârü 's-siirû r: sevin ؟evi, sevinçli yer. Sürûrî ( ﺳﺮورىa.h.i.): XVIII. asrin ikinci yarışında yaşamış olan bu şâirin asil adi Osman'dır. Adana'lıdır. Şiirde önce "Hüznî" sonra da "Sürûrî" mahlasım kullanmıştır. Birçok şiirler yazmış ve bunlardan bir divan tertibetmiştir. Şiirlerin çoğu hiciv ve mizâha âittir. Zamânı şâirlerinden Siinbülzâde Vehbi ile Şeyh Galib'i de hicvetmiştir. Sürûrî'nin asil şöhret ve muvaffakiyeti "ebced" hesâbıyla tertibettigi manzum târihlerindedir. Târihlerinden bir kısmı sonradan "Sürûrî Mecmûası” adıyla neşredilmiştir, (d.: ? - ö .: 1813). sürûrî ( ارور ىa.s.): 1. sürurla, sevinçle ilgili. 2. neşeli, keyifli. 3. i. erkek adi. sürûç ( ر و شTi.): 1. (c .: sürûşân): melek. (bkz: firişte). 2. Cebrâil. sürûş-ân ( ﺳﺮوﺷﺎنTi. sürûş'un c .): melekler, (bkz: firiştegân). sürûçe ( ﺳﺮوﺷﻪTi.), (bkz : sürüş), sürüc ( ر جa.i. sirâc'in c .): ışıklar, kandiller, mumlar. sürür ( ﺳﺮرa.i. serir'in c.) : 1. yatacak yerler. 2. tahtlar. Süryânî ( رﻳﺎﻧ ﻰa.s. ve i.) : eski Suriye (Şam) halkından, onların eski dinlerinden olanlar. siist ( ﺳ ﺖf.s.): 1. gevşek, sölpük, mec. tenbel. 2. mânâsız, değersiz [kelime], süst-azm ﺳ ﺖ ﻋﺰم [kimse].
(f.a.b.s.): iradesi zayıf
süst-baht ( ﺳ ﺴ ﺖ ﻳﺨ ﺖf.b.s.): talihsiz, şanssız [lcimse]. süstendâm ( ﺳ ﺖ اﻧﺪامf.b.s.): vücûtça zayıf [kimse]. süstî ( ﺳ ﺊf.b.i.): 1. gevşeklik, sölpüklük, tenbellik. 2. değersizlik, süst-pây ( ﺳ ﺖ ﺑﺎىf.b.s.): yavaş yürüyen.
süyûl siist-peym ân ( ﺳﺴﺖ ﻳﻤﺎنf.b.s.) : sözü, andı gev?ek olan, saglam olmayan, sütâ' ( ﺛ ﻄﺎ عa.i.) : nezle, (bkz : zükâm). siitre ( ﺳﺘﺮهa.i.) : perde, örtü. Sütre-İ b e y z â : beyaz perde. Sütre-İ h a d râ : ye?il perde, sütûde ( ﻣﻌﻮﻟﻪf.s.) : övülmü?; övülmeye deger. sütûdegî ( ﺳ ﻮ ﺑ ﺮf i . ) : övülmü?, övülmeye lâyık olma hâli.
sütûde-sıfât ( ﺳ ﻮده ﺻﻔﺎتf.a.b.s.) : sıfatı, vash övülmü?, iyi vasıflı. sütûde-?iyem ( ﺳﺘﻮده ﺷ ﻢf.b.s.): ahlâkı övülmü?, iyi ahlâklı. sütûh ( ﺳ ﻮهf.s.): 1. kederli, sıkıntılı. 2 ٠yorgun. 3. beceriksiz.
sütûh-i mütevâziye: geo. paralel *düzlemler.
sütün ﺗﻮت٠( مf.i.) : 1. direk. 2. gazete, kitap veyâ dergi gibi ?eylerde sahifenin, yukardan a?ağı dogru bölünmü? oldugu kısımlardan herbiri, kolon.
sütûr ( ﺳﺘﻮرf.i.) : binek ve yük hayvani, sütûr ( ر رa.i. sitr'in c .) : 1. perdeler. 2. örtüler.
sütûr-bân ن1( ﺳﺮ ر؛f.b.i.) : seyis, hayvana bakan.
sütûr-dân ( ﺳﻮردانf.b.i.): ahir. sütürde ( ز د هf.s.): tıra? edilmi?, yontulmu?.
siitiire ( ﺳ ﺮهf.i.): ustura, siitiirg ( ﻣ ﺮ ؛ لf.s.) : 1. büyük, iri. (bkz : muazzam). 2. kuvvetli, güçlü. 3. ofkeli, kızgın, kavgacı. SİİÛI ( ﺳﺆلa.i.) : etbeni.
süvâr ( ﻣﻮارf.i. ve S.C.: süvârân): 1. ata binmi?, binici. 2. “ binen, binici” mânâlarına gelerek *birle?ik kelimeler meydana getirir.' Esb-süvâr : ata binen, ata binici. Estersüvâr : katıra binen... gibi,
süvâri ( ر ا ر ىf.i.): 1. atlı. 2. atlı asker. 3. gemi kaptanı.
süver ( ر رa.i. sûre'nin c .) : sûreler, süveydâ ( ﺳﻮﻳﺪاa.i.): 1. kalbin ortasında bulundugu sanılan kara benek. 2. kalbdeki gizli günah. 3. bot. *besidoku, fr. endosperme. 4- bot. besiörii, fr. albumen.
süveydâü'l-kalb: yürekte olan siyah nokta. (b k z : esvedii'l-kalb, sevdâü'1-kalb).
habbetii'l-kalb,
süveyk ( ر قa.i. sak'dan): bot. sapçık, süvüm ( ر مf.s.) : üçüncü, (bkz : sâlis). süyûf ( ﺳﻴﺮفa.i. se y fin c .) : kılınçlar. (b k z : esyâf) Bakıyyetü's-süyûf: kılıçtan arta kalanlar, sava?tan ölmeden kurtulabilenler. Ehl-İ süyûf : kılıç ehli, askerler,
süyûh ( ﺳ ﻮ حa.i. seyh'in c .) : 1. alcar sular. 2٠çizgili elbiseler, (bkz : esyâh). süyûl ( ر لa.i. seyl'in c.) : seller.
1135
Şş
Şaâbîn ( ﺷ ﻌﺎ ﺑ ﻴ ﻦa.i. şa'bân'ın c .) : şa'banlar. şaâyir ( ﺷ ﻌ ﺎ ﻳ ﺮa.i. şaîre^nin c.) : hek. arpacıklar, fr. orgelets. şa'b ( ﺷﻌﺐa.i.c.: şuûb) : 1. cemaat, tâife; kabile. 2. Kızıldenizden çıkarılan dallı budaklı taşlar. 3. bölün.müş, parçalanmış şey. 4 ٠hek. kafatasındaki çatlaklık, şâb ( ﺷﺎبf.i.) : şap. şâb-ı r û m î : bir çeşit biber, şâb ( ﺷﺎبa.s. ve i.) : (bkz : şâbb). şa'bân ( ﺷﻌﺒﺎنa.i.c.: şaâbîn): 1. arabi aylarınin sekizincisi, ramazandan önce gelen ay. 2. erkek adi. Şa'bâniyye-iH â!vetiyye ٧ ۶ ( ﺷﻌﺈﻧﻴﻪﺀa.b.h.i.): tas. Halvetiyye Tarikatı asli şubelerinden biri, [kurucusu : Şa'bân-1 Vell'dir]. şâbâş ش ( ﺷﺎﺑﺎf.i.): takdir etme, begenme, “ aferin!" deme, (bkz : hâşâ), şâbâş-hân ( ﺷﺎﺑﺎش ﺧﻮانf.b.s.): begenip alkışlayan, aferin diyen, (bkz : âferîn-hân, tahsinhân).
şâd ( ﺷﺎدf.s.) : sevinçli, (bkz : memnûn, mesrûr). D il-ş â d : gönlü sevinçli, şâd-âb ( ﺷﺎد آبf.b.s.): suya kanmış) sulu; tâze. (b k z : ıeyyân). şâd-âbi ( ﺷﺎد آﺑ ﻰf.b.i.): suya kanmıçlık, sulu olma; tâzelik. şâd-âb-ter ( ﺷﺎد آ ﺑ ﺘ ﺮf.b.s.): çok, aşırı sulanmış, su verilmiş. şâdân ( ﺷﺎدانf.s.) : 1. sevinçli, keyifli. 2. şad kimseler. 3. i. kadm ve erkek adi. ş â d - b e h r ^ ^ (f.b.i.) : sevinçli durum, şâd-hâb ( ﺷﺎدﺧﻮابf.b.s.); uykusu tatil, şâdî ( ﻻ ذ ىf.i.): 1. memnunluk, sevinçlilik, gönül ferahlığı, (b k z : mesrûriyyet). 2. erkek adi. M ürde-İ ş â d l: çok sevinçten gelen ölüm, [miien.: “şâdiye” ]. şâdi ( ﻧﺎﺑﻰa.i. şedâ'dan): 1. mahkeme hademesi; mübâşir. 2. tar. vaktiyle sultan sarayina odun götüren yeniçeri; odun anbarı me'muru. 3. nagme ile şiir okuyan. 4. ilimden, edebiyattan hissesi olan. 5. tar. torba oğlanı. Acemi Ocağı neferi,
şâbâşi ( ﺷﺎ ﺑﺎﺷﻰfi.) : aferin deme, begenme, alkışlama.
şâdiye ( ﺷﺎﻟﻴﻪa.s.): r. giizel sesle şarkı 'okuyan, şiir söyleyen kadm. 2. i. kadm adi.
şâbb ( ﺷﺎبa.s. ve i. şebâb'dan. c. : şübbân) : genç, delikanlı; yigit. Şeyh ii şâbb: ihtiyar ve genç.
şâd-kâm ( ﺷﺎد ﻛﺎمf.b.s.): çok sevinçli,
şâbb-ı e m re d : lıenüz sakalı, bıyığı çıkmamış olan genç. Şâ'beze ( ﻓ ﻌ ﻨ ﻪa.i.) : el çabukluğu, hokkabazlık,
(b k z : şu'bede). ş a 'b e z e - b a ^ ( ﺷﻌﺒﻨﻪa.f.b.s. ve i . ) : hokkabaz, şâb-hâne ( ﺷﺎﺑﺨﺎﻧﻪf.b.i.): şap çıkarılan yer.
1136
şâd-kâm î ( ﺷﺎد ﻛﺎﻣﻰf.b.i.): çok sevinçlilik. şâd-m ân ( ﺷﺎدﻣﺎنf.s.): sevinçli, (bkz : mahzûz, memnûn, mesrûr). şâd-m ânî ﺷﺎدﻣﺎﻧﻰ (f.i.): sevinç, (b k z : mahzûziyyet, mesrûriyyet). izhâr-1 şâdm â n î: sevincini gösterme, şâd-m erg ( ﺷ ﺎ د ﻣ ﺮ سf.b.i.) : sevinç ölümü, çok sevinmeden dogan ölüm.
şâh-bâz ؟â d -n â k
( ﺷﺎدﻧﺎكf . b . s . ) :
g ö n lü m e m n u n , ( b k z :
m e srû r).
câm i
çok
a v lu la r ı n d a n
b u lu n a n ,
a r k ı. 7. e ğ e k e m i ğ i . 8 . a l in . 9 . e lb is e t i r iz i,
e trâ fı
çok
ıo. b ü y ü k ؟âh ( ﺷﺎهf.i.c .
( ثﺀa . f i . ) :
is t e d i. İ n ş â a l l a h ( in ş a lla h ) : A l -
ﺷﻐﻖ
b o y ney. : çâh ân ) : 1. p â d iş â h , ( b k z : h u s -
r e v , p â d - ş â lı , ؟e h , ؟e h e n - ؟âh ). 2 . I r a n v e y â E fg a n h ü k ü m d â r ı. 3. s a tra n ç ta ş la r ın ın en
la h is t e d i is e ; A l l a h is t e r s e . ؟a fa k
p a r ç a p a r ç a . 4 ٠k a d e h . 5 . p a r m a k
en
( f.b .i.) : ş a d ır v a n ,
m u s lu k lu d u v a r la ç e v r i l i s u h a z n e s i. ؟âe
؟âh :
u ç l a r ı n d a n k o lt u ğ a k a d a r i n s a n e li. 6 . s u
ﺷﺎدروان
şâd u rvân
çâh
(a.i.) : 1 . g u r u b d a n s o n r a k i a l a c a
m ü h im i.
k a r a n l ı k . 2 . G i i n e ؟d o g m a d a n ö n c e k i a la -
؟âh-ı enciim :
c a lılc .
؟âh-ı gedâ-nihâü : ( ﺷﻐﻖ آﻟﻮدa .f.b .s.)
؟a fa k - â lû d
: ş a f a k r e n g in d e ,
؟a f a k g ib i. ş a fa k -g û n
(ﺷﻐﻖ ا نa .fb .s .)
: ş a f a k r e n k li, k ız ıl,
( ﺷﻐﺸﻤﻮنa .fb .s .)
ş a fa k -n ü m û n
: ؟a f a k y e r i g ib i
k ız ıl re n k te g ö rü n e n .
( ﺷﺎﻓﻊa.s.
؟â fi'
؟e f â a t 'd e n ) : ş e fâ a t e d e n , k a b a -
h a t li k i m s e n i n a f v ı İ ç in a r a y a g i r i p y a lv a ra ir. ( b k z : ؟e fi') .
H z. M uh am m ed . ؟â f i- i y e v m - i a r a s â t [a ra sa t (m e y d a n ) g ü n ü n ü n ş e fa a t ç is i] : H z . M u h a m m e d .
ف؛ه ﺷﺎ، ﺛﻔﻰا
eden. E d v iy e - i
؟â f i y e : ؟i f â l ı İlâ ç la r . 2 . k i f â y e t e d e n , y e t e r g ö r ü n e n , ( b k z : m u k n i ') . C e v â b - 1 ؟â f î : y e t e r g ö r ü le n c e v a p .
ﺷﺎﻫﻌﻰ
(a .h .i.) : I m â m - ı Ş â f i î m e z h e b in d e n
o la n k im s e . Ş â fiî
ﻏﺄﻓﻌﻰ
(a .h .i.) : s ü n n e t e h l in in s â l i k b u lu n -
d u k l a n d ö r t m e z h e p t e n b i r i n i n İ m a m ı o la n z a t [G a z z e li o lu p a s il a d i i d r is 'd i r ] . ( H i c r i : d . : 15 0 - ö . : 2 0 4 ).
k im s e .
ﻧﺎﺳﻪ
e)-
d erh a. H z . A li.
؟âh-ı Risâlet: H z . M u h a m m e d . ؟âh-ı ؟îr-çeng : a r s la n p e n ç e li p â d i ş â h . ؟âh-ı zinde (Kasım İbn-i Abbâs): Hz. ؟âh-ı zü'1-fekar : Hz. Ali. ؟âha ( ﺷﺎﺧﻪf.i.) : 1 . b o y u n d u r u k .
2 . ik i d iş li ça-
ta l.
؟ahâb
( a . i . c . : ؟İh b â n , ؟ü h ü b ) : 1 . ( b k z :
؟İh â b ). 2 . e r k e k a d i.
؟ahâdet ﺷﻬﺎدت
( a . i . ) : 1 . ؟â h i t l ik , ؟â h i t l i k e tm e ,
* t a n ık lık . 2 . b ir ؟e y in d o ğ r u lu ğ u n a in a n m a . 3 . d e lâ le t , a lâ m e t , iç â r e t . 4 . " e ؟h e d ü e n İâ İlâ h e i l İ a llâ h ...” c ü m le s in i s ö y le m e . 5 . ؟e h i t l ik , ؟e h it o lm a . 6 . g ö z le g ö r ü le n ؟e y le r, c ih a n .
Âlem-i ؟ahâdet: D ü n y â , Âlimü'l-gayb ve' ؟- ؟âhâde ( g ö r ü le n
v e g ö r ü lm e y e n ؟e y l e r i b i l e n ) : A l l a h , (a.i.) : ؟â f i i l i k , i m â m - ı Ş â f i î m e z -
h e b in d e n o lm a . ؟agal
ل، ( ﺷﻎf . i . ) :
؟â g il
ﻏﻞ١ (شa .s.
( b k z : s e g a l) . ؟u g l 'd e n ) : 1 . m e ş g u l
؟ahâm et eden,
e d e n ; t u t a n . 4 . b i r m ü lk t e o t u r a n .
د/ ( ﺷﺎf . i . c . : ş â g ir d â n ) . ( b k z : ؟â k ir d ) . ؟â g i r d î دى/( ﺷﺎf.i.) : ؟a k i r t l i k , ç ı r a k l ı k . ؟â g ir d
( داخf . i . ) : 1 .
şahâdet-nâme ﺷﻬﺎدﺗﺜﺎﻣﻪ
( a . f . b . i . ) : 1 . d ip lo m a .
2 . v e s i k a , .b e lg e .
e d ic i. 2 . m e ş g u l o lm a y ı g e r e k t ir e n . 3 . İş g a l
؟âh
M uham m ed.
؟âh-ı Levlâk : H z . M u h a m m e d . ؟âh-ı mârân ( y ı l a n l a r ı n ؟â h ı, p â d i ş â h ı ) :
v a r lık la r , d ü n y â .
Ş â f i i y y ü ' 1- m e z h e p : Ş a f i î m e z h e b in d e n o la n
؟â fiy y e
؟âh-ı Kerbelâ ( K e r b e la ؟â h ı ) : H z . H ü s e y in , ؟âh-ı Kevneyn : " i k i D ü n y â n ı n ؟â h ı " : H z .
M u h a m m e d 'i n y e ğ e n i.
(a.s. ؟İ f â 'd a n ) : 1 . ؟i f â
v e r e n , v e r i c i, h a s t a y ı i y i
Ş â fiî
f a k i r m i z a ç lı ؟a h , k i b ir li
o lm a y a n h ü k ü m d a r .
؟âh-ı merdân, ؟âh-ı velâyet:
؟â f i - i r û z - i c e z â (c e z â g ü n ü n ü n ş e fa a t ç is i) :
؟â fi, ؟â fiy e
a s t r . G ü n e .؟
d a l, b u d a k , ( b k z : g u s n ) .
؟â h - ı â h û : c e y lâ n b o y n u z u . 3 . p a r ç a . ؟â h - ı g ü l : g ü l d a lı. 2 . g e y i k v e b e n z e r i g ib i h a y v a n la r ın d a llı b o y n u z u , (b k z : k a rn ).
ﺷ ﺤﺎ ت
( a . i . ) : y a ğ l ı l ı k , s e m i z li k , ؟İ_ ؟
m a n l ı k , ؟İ ؟m a n o lm a .
( ﺷﺎﻫﺎنf.i. ؟â h 'ı n ؟âh-âne ( ﺷﺎﻫﺎﻧﻪf . z f . ) : ؟âhân
k ü m d a r la
c . ) : ؟a lrla r. 1 . h ü k ü m d â r a â it , h ü -
i l g i li . 2 . h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k
؟e k i ld e o la n , ç o k m ü k e m m e l.
؟âh-bâl ل١ﺷﺎم
( f.b .i.) : k u ؟k a n a d ın ın en u z u n
t ü y ü , ( b k z : ؟e h - b â l).
؟âh-bâz از٠ ( ﺷﺎهf . b . i . ) : ı . b i r c in s i r i v e b e y a z d o ğ a n . 2. s. y i ğ i t , ؟a n lı , g ö s t e r iş li [a d a m ]. 1137
şâh.bender şâlı-bender ر٠ ( ﺷﺎفf.b .i.). ( b k z : ş e h - b e n d e r ) . şâh-beyt
ﺷﺎه ﺑ ﺒ ﺖ
(f.a .b .i.) : ed. b i r g a z e li n e n
g ü z e l b e y ti.
şâh-dâne ( ﺷﺎﻫﺪاﻧﻪf.b .i.) : 1. i r i i n c i t â n e s i. 2. k e n e v ir to h u m u .
şâh -dâr ( ﺷﺎﺧﺪاوf.b .s.) : 1. d a llı , b u d a k l ı [a ğ a ç ]. 2. d a l l ı b o y n u z u o la n [ h a y v a n ] , şâh -dârû
ﺷﺎﻫﺪارو
(f.b .i.) : ş a r a p , ( b k z : b â d e ,
şâhen-şâh ( ﺷﺎﻫﻔﺸﺎهf.b .i.) : en b ü y ü k p â d i ş â h , ş a h , p â d i ş a h l a r p â d i ş â h ı, ş a h l a r ş â h ı.
şâhen-şâhî ( ﺷﺎﻫﻔﺸﺎﻫﻰf.b .i.) : u lu p â d i ş â h t ı k , y ü c e h ü k iim d a r lilc .
şâhen-şeh ( ﺷﺎﻫﻔﺜﻪf.b .i.).
(b kz :
şâ h e n -şâ h ,
şeh e n -şe h ).
şâhid-zâr ( ﺷﺎﻫﺪ زووa.f.b.s.): yalancı şâhit. şâhik ( ﺷﺎﻫﻖa .s.): yüksek, yüce [dağ, binâ, yapı...]. ş â h ik a . ( ﺷﺎﻫﻖa .i.c .: ş e v â h ik ): dağ tepesi) dağ doru ğ u , ( b k z : zirve), ş â h în ( ﺷﺎﻫﻴﻦf.i. arapça c . : ş e v â h în ): zool. doğan [kuş], lâ t. falco p e re g rin u s . ş â h -k â r ( ﺷﺎ ﻫﻜﺎ رf.b.i.) : baş eser, en güzel eser, ( b k z : şâh-eser).
şahm (> ﺛ ﺤ ﻢa .i.c .: şuhûm ) : 1. içyağı, etler arasm da b u lu n a n yağ. 2. kim. katıyag, d o n yağı.
şâhen-şehî ( ﺷﺎﻫﻔﺸﻬﻰf.b .i.) : u lu h ü k ü m d a r l ı k , şâh-eser ( ﺷﺎه ارf.a .b .i.) : 1. ü s t ü n e s e r, fr. chefd'œuvres. 2 . ü s t ü n d e ğ e r d e , ( b k z : ş â h - k â r ) . 3. ed. b i r ş â i r i n , b i r m u h a r r i r i n e n g ü z e l e s e r i.
şâhıs ( ﺷﺎﺧﺺa.i. ş a h s 'd a n ) : 1. b e li r t e n . 2. ö lç m e k İ ç in d i k i le n , b i r b u ç u k m e t r e k a d a r u z u n lu ğ u n d a b u l u n a n a ğ a ç k a z ı k la r ,
şâhl ( ﻓﺎﻫﻰf.s.) : 1. ş a h a , h ü k ü m d â r a m e n s u p , ş a h ile i l g i l i . 2. i. ş a h l ı k , h ü k ü m d a r i lk . 3. i. y u m u r t a l ı , n i ş a s t a l ı b i r h e lv a . 4. i. m e r m e r ş a h i d a d e n ile n in c e v e m a k b u l b i r p a t i s k a . 5. i. e s k i t o p l a r ı n b i r ç e ş id i. 6. i. e s k i d e n g ü m ü ş t e n , s o n r a l a r ı b a k ı r l a n ik e ld e n (b k z : k ırâ n ) y ir m id e
b i r i d e ğ e r in d e o la n b i r I r a n p a r a s ı ,
şâhid ( ﺷﺎﻫﺪa .s. v e i. ş e h â d e t 'd e n . c . : ş e v â h id ) : 1. ş â h i t ( * t a n k ) . 2. s e n e t y e r i n e g e ç e c e k ş e k i ld e b ü y ü k b i r e s e r d e n v e y â k i m s e d e n a lin a n ö rn ek .
şâhid-i âdil : d o ğ r u s ö z lü ş â h it . şâhid ( ﺷﺎﻫﺪf.s.) : 1. s e v g i li , ( b k z : m a h b û b e ) . 2. g ü z e l, ( b k z : d il- b e r ) . şâhid-i bâzâr : o r t a m a i l g ü z e l [ k a d ın ] , şâhid-i devrân : ü n l ü g ü z e l, h e r k e s ç e b i li n e n v e s e v i l e n g ü z e l,
şâhid-i zîbâ ١y a k ı ş ı k l ı g ü z e l, şâhid-bâz از٠ ( ﺷﺎﻫﺪf.b .s.) : “ g ü z e ll e o y n a y a n '' : o ğ la n c ı , k u l a m p a r a , ( b k z : m â h b û b - d o s t ) .
şâhid-bâzî ( ﺷﺎﻫﺪﺑﺎزىf.b .i.) : o ğ l a n c ı l ı k , k u l a m p a r a lık .
ü zerin d e yazı ve ؟İ ؟ek b u lu n a n m erm erd en baş ve ayak taşı.
ş a h îm ( ﺷﺤﻴﻢa .s.): yağlı, sem iz, şişm an,
s a h p â ).
y a p ı l a n v e k ı r â n 'ı n
şâhide ( ﺷﺎﻫﺪهa .i.): m e za ra d ik in e d ik ilen ve
şahm-ı ma'deni: m in e ral yağ. şahme (a.i.) : [bir parça] içyağı. şahmetü'l-üzn: k u la k m em esi, şâh-merdân ( ﺷﺎﺧﻤﺮدانf.b .s.): şah m erd an , aşağı y u k a rı çık an b ü y ü k d e m ir to k m ak ,
şâh-nâme ( ﺷﺎﻫﻐﺎﻣﻪf.b.i.) : 1. h ü k ü m d a rla rın biyografisini m a n z u m o la ra k a n la ta n eser.
2. h. i. Tus'lu F ird e v sin in ü n lü m a n z u m destanı.
şahne ( ﺷ ﺤﻪa .i.): 1. in zib at m e'm u ru , em niyet m e'm uru. [a s il: "şihne” dir]. 2. h a rm a n la ra n ezâret eden kim se.
şâhne-i çehârüm (d ö rdüncü k a n u n düzenle y e n ): H z. M u h am m ed .
Şahne-İ çehârüm-hisâr : ı) G ü n eş2 )؛H z. îsâ.
Şahne-İ çehârüm-kitâb (d ö rd ü n cü k ita b in s a h ib i): H z. M u h am m ed .
Şahne-İ deryâ-yı ışk (aşk d en iz in in b e k ç isi): H z. M uham m ed.
Şahne-İ gavga-i kıyâmet (k ıy âm et g ü n ü n ü n adâlet ve em n iy etin i sağ lam ak la g ö re v li): H z. M uham m ed.
Şahne-İ İklîm-i adi ii dâd (adâlet ve d o ğ ru lu k ü lk esin in em n iy etin i sa ğ la y a n ): halife H z. Omer.
Şahne-İ kişver-i Sidk : halife H z. Ebûbekir. Şahne-İ mülk-i hayâ : halife H z. O sm an. Şahne-İ necef: halife H z. Ali. Şahne-İ penciim hisâr : astr. M erih gezegeni.
şakayıkıyye Şahne-İ şeb : gece
şahne-î şeb ü seher : H z .
ﺷﺎ ﻓ ﺸ ﻴ ﻦ
şâh-nişîn
çâh-zâde ﺷﺎﻫﺰاﻟﻪ
bekçisi.
(f .b .i.) : o d a n ın s o k a k ta ra -
fın a o la n çık ın tısı, d ış a r ıy a d o g r u u z a n a n
şâh-per ﺷﺎه ﻳﺮ
1. b ü y ü k ,
(f .b .i.) :
İşlek yo l, a n a
yo l, cad de. 2 . ş a şırılm a sı m ü m k ü n o lm a y a n
ﺷﺨﺺ
( a .i . c .: şih âs, şu h û s, e ş h â s ) : 1. k işi,
k e n d isin e
b ir
şa h ıs
m u â m e le si y a p ıla n b a n k a , şirket v.b. g ib i
(ü ç ü n c ü ş a h ı s ) : d â v â d a h e r ik i
şâh-sâr ﺷﺎ ﺿﺎ ر
( f b . s . ) : d a llık , a ğ a ç lık , k o r u -
( a .z f .) : 1. şa h ıs itib â rıy la , şa h ısç a ,
c isim ce . 2 . k e n d i [lcendim , lcendin, lcendin iz...). 3 . y a ln ız u z a k ta n gö rerek .
ﺷ ﺨﻬ ﻰ
،
؛iye, Icendine âit, şa h ısla , k e n d i ile, k işi ile
Ef'âl-i şahsice : şa h sî İşler. Zamîr-İ şahsî : şa h ıs z a m i r i : b e n , sen, 0.. gibi, şahsî beyyine : huk. *k işisel ispat, * ta n ık la ilg ili.
isp at. (a.i.c.) : 1. k işin in
k e n d i-
ne, şa h sın a âit sözler. 2 . b irin in şa h sın a âit m ü n â se b e tsiz sözler.
ﺷ ﺨ ﻌﻴ ﺖ
( a .i.) :
1. k işilik ,
k işi
h u sû siy eti (*özelliği). 2 . k işi, lcim se, y ü k s e k kişi.
şahsiyyet-i hükmiyye : sosy. şâh-süvâr ﺷ ﺎ ﻫ ﺴ ﻮ ا ر
*tü z e l k işilik .
( f .b .s .) : ata iy i bin en , (b k z :
şeh -sü vâı').
( ﺷ ﻌ ﻴ ﺮa .i . ) : a rp a , (b k z : cev).
Hubz-İ şair ؛
a r p a e k m eg i. ( ﺷ ﺎ ﻋ ﺮa.i. şi'r'd en . c . : ş â irâ n , ş u a r â ) : şâir,
o za n .
şâir-i elhân
şâhûr ( ﺷﺎ ﺧﻮرf .i.) : ek m e k fır ın ı,
e k m e k tan d ıi'1.
( b k z : tenn û r).
(a.i. ş i’ı-’den). (b k z : şu arâ). ( a .f.z f.) : 1. şâ irce, şâire y a k ı-
ş a c a k y o ld a . 2 . s. m e v z u u şiir sa y ıla b ile c e k k a d a r h o ş, lâ t if o lan şey.
şaîre ﺷﻌﻴﺮه
( a .i.) : 1. a rp a tânesi, b ir tek a rp a .
2 . ( a .i .c .: ş a â y i r ) :
şak ﻖ
hele,
a rp a c ık ,
fr. orgelet.
( a .i .c .: şâirât, şevâir): İcadın şâir,
( ﺛa .i .) : (b k z : şakk ).
şakaik " ( ﺷﻘﺎﺋﻖk a ” u z u n o k u n u r, a.i. şa k îk a 'n m c . ) : şa k a y ık . Şakaikü'n-nu'mân : bot. gelin c ik .
[ ş a k îk a : A r a p ç a d a
"y a r ık ,
؟atla k
şey; y a r im baş a ğ rısı” m â n â la rın a gelir).
Şakâik-i
N u'm ân i^e :
â lim le rin d e n
ed.
X V I.
T a şk ö p rü lü -z â d e
a sır
Ahm ed
؟e m se d d in E fe n d i'n in A r a p ç a o lal'ak y a z o ld u g u
m eşh u r
b iy o g r a fy a
eseridir.
[M e c d i E fe n d i ta ı'a fm d a n te rcü m e e d ilm iş tir. b u esere y a z ılm ış o lan ze y ille r a ra sın d a A tâ î'n in , Ş e y h î'n in v e U şşâ k î-zâ d e'n in k ileım eşh u rd u r).
şakavet ﺷﻘﺎوت
( "k a ” u z u n olcunur. a . i . ) : (b k z :
şekavet).
( f .b .s .) :
İcışacak sû rette.
: a h e n k şâiri,
şâir-âne ﺷﺎﻋﺮاﻧﻪ
m ış
şâh-tere ( ﺷﺎ ﻫﺘﺮهf.b.i.) : şahtere, lât. fumaria anotolica. (A ra p ç a s ı “şa h te re c” dir.]. şâh-terîdyye ( ﺷﺎﻫﺘﺮﻳﺠﻴﻪa .i.) : bot. şah teregiller, fr. fumariacCes.
şâh-vâr ﺷﺎﻫﻮار
d ik e n lile r fa-
şâire ﺷﺎﻋﺮه
şalsîyyât ﺷﺨﺼﻴﺎت
ş a h s iy e t
bot.
(a.i. ş e v k 'd e n ) :
şâirân ﺷﺎﻋﺮان
(a.s.) : şa h sa , k i-
( " k a " u z u n o k u n u r, a .f .z f .) : is-
m ily a s ı.
şâir
lu k.
şahsiye ﺷﺨﺼﻴﻪ
ş e v k 'd e n ) : 1. şevk li,
te k lice , ş e v k li o la ra k .
şaîr
ta ra fı d a tu tm a y a n .
ş â h s î,
şâik-âne ﺷﺎﺋﻘﺎﻧﻪ şâike ﺷﺎﺋﻜﻪ
o rta k lık la r.
ﺷ ﺨ ﻌﺄ
( a .s .) : d ik en li,
şâik, şâika ﺷﺎﺋﻘﻪ، ( ﺷﺎﺋﻖa.s.
rin cisi] erkek, [İkincisi) k a d ın adi.
ş a h s - ı h ü k m î : *tiize l kişi,
şahs-ı sâlis
(a.f.b.s.) : şâib eli, lekeli; k ir-
li; k u su rlu .
h evesli, istekli, (b k z : a rzû -m e n d ). 2 . i. [bi-
k im se . 2 . g r. şa h ıs,
m a 'n e v î :
ü z e r in -
g ü m â n ).
şâik ﺷﺎﺀك
m a r. (b k z : ş ir y â n -1 ebher).
G ü n e ş 'in
de b u lu n a n siy a h lekeler. 3 . şü ph e, ( b k z :
şâibe-dâr ﺷﺎﺋﺒﻪ دار
d o g r u v e a ç ık yol. ş â h - r e g ( ﺷﺎ ﻫ ﺮ سf .b .i.) : şah d a m a r, bü yü le d a -
şâh sen
(a.i. çe v b 'd e n . c . : ç e v â ib ) : 1 . leke,
k u s u r ؛n o k sa n , n a k isa . ( b k z : ayb). 2 . k ö tü
çâibe-i ؟e m s ic e : astr.
(f.b.i.). (b k z : şâ h -b â l).
şâh-râh ﺷﺎﻫﺮاه
şa h s-ı
şâibe ﺷﺎﺋﺒﻪ eser, iz.
k ısm ı.
şah's
( f.b .i.) : çah o g lu , h ü k ü m d a r,
p â d iş â h o g lu , prens.
M uham m ed.
2. i.
1.
şâh a, h ü k ü m d â r a y a -
iri v e iy i c in s in ci.
şakayıkıyye ( ﺷﻘﺎﻳﻘﻴﻪa .i.) : bot. İarı, fr. aetinaires.
d e n iz şa k a y ık -
şakıkıyye şakıkıyye "( ﺷﻘﻴﻘﻴﻪki" lar uzun okunur, a.i.): bot. düğünçiçeğigiller, fr. renonculacöes. şakırrâk ( ﺷﻘﺮاقa.i.) : yeşil, kırmızı ve beyaz renklerle süslü bir kuş. [“şıkırrâk” şekli de kullanılır]. şakî ( ﺷﻬﻰa.s. şekavet'den): 1. bahtsız, fenâ hareketli, haylaz, habis. 2. haydut, yol kesen. şâkl / ( ﺷﺎa.s. şikâyet'den): şikâyetçi, şikâyet eden, (bkz: müştekî). şâkiyü's-silâh: âletleri ve silâhları pek keskin olan kimse. şakîk ( ﺷﻘﻴﻖa.s. şakk'dan): 1. ikiye bölünmüş bir şeyin her parçası. 2. i. ana baba bir olan erkek kardeş. şakîka ( ﺷﻘﻴﻘﻪa.s.c.: şakaik): 1. yarık, çatlak, ortasından yarılmış şey. 2. i. ana baba bir olan kız kardeş. 3. yarim baş ağrısı. şakîkıyye ( ﺷﻘﻴﻘﻴﻪa.i.): bot. düğünçiçeğigiller, fr. renonculacöes. şâkile ( ﺷﺎﻛﻠﻪa.i.c.: ?evâkil): 1. yol, tarik, mezhep, meslek. 2. yaradılış, (bkz : tıynet). şâkir ( ﺷﺎﻛﺮa.s. şükr'den): 1. şükreden, gördüğü iyilige karşı duâ eden, (bkz: müteşekkir). 2. i. erkek adi. şâkird ( ﺷﺎﻛﺮدf.i.c.: şâkirdân) : 1. talebe (*öğrenci). 2. çırak, yamak. 3. stajyer [asil: "şâgird" oldugu halde “şâkird" şekli yaygmdır]. şâkirdân ( ﺷﺎﻛﺮدافf.i. şâkird'in c.) : şâkirtler. [asli: “şâgirdân" dır]. şâkirdân-ı ehl-i h iref: tar. sarayda ehl-i hiref denilen sanatkârların yanmda çırak olarak çalışan kimseler, şâkire ( ﺷﺎﻛﺮهa.s. şükr'den): [“şâkir” in müen.]. (bkz: şâkir). şâkk ( ﺷﻖa.i.c.: şükuk): 1. yarma, yarılma, çatlama; yırtma, paralama; kırma. 2. yarık, çatlak. şakk-ı galsa m î: zool. *solungaç yarığı. şakk-ı kamer : Hz. Muhammed'in, parmak işaretiyle Ay'ı ikiye bölmesi şeklinde gösterdigi mucize. şakk-ı silviyüs : biy. silviyiis yarığı. şakk-ı şefe : ağız açma, konuşma. şakk-ı tahte'1-cîld: hek. cild altındaki yariklar, çatlaklar, yaralar. 1140
şâkk, şâkka ﺷﺎﻗﻪ، ( ﺛ ﻖa.s. meşakkat'den): zahmetli, eziyetli. Hidemât-1 çâ k k a : zahmetli ve kaba İçler: [toprak kazmak, ta? taşımak gibi-]. ?âkk-ı asâ : degnegi yarmak; mec. topluluktan ayrılmak. çakrâk ( ﺷﻘﺮاقa.i.): sari asma nevinden bülbül gibi öter birku?. çâkul ٠“( ﺷﺎﻗﻮلku” uzun okunur, a.i.) : geo. *çekül, fr. fil a plomb. ?âkulî “( ﺷﺎﻫﻮﻟﻰku" uzun okunur, a.s.): mat. 1. çâkule mensup, çâkul ile ilgili. 2. geo. *düşey, fr. vertcial. ?âkuliyye ( ﺷﺎاوﻟﻪa.s.): [“şakulî''nin müen.]. (bkz: şâkulî). şâl ( ﺷﺪلf.i.): şal. şâlâkî / ( ﺷﺎﻻfi.) : şal taklidi kumaş, [“şâl-i hâkî” den bozma oldugu söylenir]. şâİî ( ﺷﺎ)ىf.s.): 1. şala mensup, şalla ilgili. 2. i. şalın ince ve zarifbir çeşidi, şâm ( ﺑﺎ مa.i. şâme'nin c .): benler [vücuttaki]. (bkz: şâmât). şâm ( ذا مfi.) : akşam. şârn-1 garib ân : akşamı hüzünlü, gamlı akşam. şârn-ı İsrâ : Mi'râc gecesi, şâm-ı mugber : dargm, gamlı akşam, şâm u seher : akşam sabah, şâmât ( ﺷﺎﻣﺎتa.i. şâme'nin c.) : benler [viicuttaki-]. (bkz : şâm). şâme ( ﺷﺎﻫﻪf.i.): [kadm] başörtüsü, (bkz : burka', lesme). şâme ( ﺷﺎﻣﻪa.i.c.: şâm, şâmât) : ben [vücuttaki-], (bkz :hâl). şâme-geş ( ﺷﺎﻣﻪ ﺳﻤﺶf.b.s.): başına örtü 'alan, şâme-güşâ ( ﺷﺎﻣﻪ ﺳﻤﺸﺎf.b.s.): başörtüsünü a ؟an kadm. şâm-gâh ( ﺷﺎﻣﻜﺎهf.b.i.): akşam vakti, (bkz: şâm-geh). şâm-geh ( ﺷﺎﻣﻜﻪf.b.i.): akşam vakti, (bkz: şâm-gâh). şâmî ( ﺷﺎﻣﻰo.s.) : 1. Çamlı. 2. Çam şehri ile ilgili. (bkz: Dimişki). şâmih, şâmiha ﺷﺎﻣﺨﻪ ﺷﺎﻣﺦ، (a.s. şemh'den. c . : şevâmih): 1. yüksek, (bkz: âlî, ıuürtefi'). Cibâl-İ şâmiha : yüksek daglar. 2. kibirli, azametli.
şa'rîyyet ( ﺷﺎﻣﺨﻪa .i.): hek. beyinde, k em ik te ve v ü cu d u n b aşk a yerlerinde tabii o la ra k görü len çıkıntılar.
؟â m ih a
lin s iy y e : anat.
ş â m ih a -i
*içayabudu, fr.
hypothCnar. ten âr:
ş â m ih a -i
anat.
*dışayabudu,
fr.
thenar. ؟âm il, ؟â m ile
ﺷﺎﻣﻠﻪ، ( ﺷﺎﻣﻞa.s. ؟em i ve
؟-arâb-ı
(kelim eleri İçine alan) : degerli *bilgin A fy o n k arah isar'lı H asan b in H üseyin im âd ü d d în 'in 1505 te düzenlediği F arsçadan T ürkçeye sözlük.
( ﺛﺎ مa.s. ؟e m m 'd e n ): k o k u alan, k o k u
؟âm m
؟arâb-â ؟âm ﺷﺮاب آﺷﺎم
( ﺷﺎﻫﻪa.i.): biy. *koklam a, fr. o dorat. ( ىa.i. şe 'n 'd e n ): 1. ؟an, şöhret, ün. 2. hal,
؟arâb-hâne ﻟﺨﺎذه١ (ﺷﺮa .f.b .i.)
؟â n -ı İ n s â f : in sa fın ؟ânı, insafa y ak ışan ؟ey.
؟â n e ( داﻧﻪfi.) : tarak , (bkz : m u ؟t). ؟â n e -i esb : at kaşağısı, kaşağı. ؟â n e -d â n ؟â n e-sâ z
( ﺷﺎﻧﻪ دانf b .i.) : ta ra k ku tu su , ز١( ﺷﺎﻧﻪسf.b.s. ve i.) : ta ra k yapan, ta-
rakçı. ( b k z : m e؟؟ât).
( ﺷﺎﻻ زدهf.b.s.) : ta ra k la saçları ta-
şân e-zed e
ran m ış. şân e -zen
( ﺛ ﺎ ﻻ زنf.b.s.): 1. b aştarayan. (bkz :
m e؟؟âta). 2. m ec. güçlükleri, zo rlu k ları ÇÖzen. ؟a'r
( ﺷﺒﺮa.i.c .: eş'âr, ؟iâr, ؟u û r ) : kil. (bkz :
mûy). ؟a 'r-ı ؟â rib : bıyık kılı. ؟âr
( ﺛ ﺮf.i.): ؟ehir. ( b k z : belde).
ب١ﺷﺮ
(a.i. ؟u rb 'd a n . c . : eşribe) : 1. İÇİlecek şey. 2. ؟arap. (bkz : bâde, hami-, mey, salıpâ).
؟a râb
؟a r â b -ı b î-g a ؟: hilesiz ve k atk ısız ؟arap. ؟a r â b -ı en giir : ü z ü m şarabı. ؟a r â b -ı erga v ân : erguvan ren g in d ek i şarap, ؟a r â b -ı İ a 'l : k ırm ız ı şarap. ؟a r â b -ı n âb : k atk ısız şarap. ؟a r â b -ı n û h î : b in senelik eski ؟arap. ؟a r â b -ı rıım m â n î : n ar ren g in d ek i ؟arap.
ÇO
: 1. ? a r a p e v i, ؟a ra p
y a p ı l a n v e y â s a t ı la n y e r . 2 . b ü y ü k ؟-a r a p f i .Ç İ Ş İ
çarâb-hâr ﺷﺮاﺑﺨﻮار ؟arâbî ﻧﺮا ش
(a .i .)
(a .f.b .s .) : ؟a r a p İ ç e n ,
: 1 . ؟a ra p ç ı.
2 . s. k ı r m ı z ı ؟-a
ra p re n g in d e o la n , ؟
arâbiyye : ( b k z
: h a m r i y y e ).
؟ârık , ؟ârıka ﺷﺎرﻗﻪ
،
( ﺷﺎرقa .s .
؟-a r k d a n ) : d o
Necm-İ Nücûm-i ؟: ârika
g a n , p a rla y a n , p a rla y ıc ı; p a rla k . ؟
؟am m e
keyfiyet. A z îm ü ' ؟- ؟ân : ؟ânı, ؟Ohreti, keyfiyeti b ü y ü k olan. 3. gösteri؟, çalım . 4. âdet, tabiat, huy. (bkz : İ'tiyâd).
(a .f.b .s .) : ? a r a p İ ç e n ,
؟arâbetii'r-râiyye ( ﺷﺮاﺑﺬاﻟﻮاﻋﻴﻪ- a .b .i.) : bot. b a n p i is k ii lü g i ll e r , fr. aquifoliacées .
alici;koklayan. [ın ü e n .: "؟âm m e"]. K u v v e -i ؟âm m e : koku alm a ku v v et ve hassası, ؟ân
: ç e r 'a n i ç i lm e s i n e c e v a z v e r i
؟arâb-dâr ( ﺷﺮاﺑﺪارa .f .b .i .) : ب
؟ü m û l'd e n ) : 1. İçine alan, kaplayan, çevreleyen. 2. [birincisi] erkek adi. ş â m ilü 'l-lu g a
tahûr
le n , m ü s a a d e e d ile n i ç i l e c e k ,
ârik
: p a rla y a n y ıld ız .
p a rla y a n , p a r la k y ıld ız la r ,
؟ârıka ﺷﺎرق
(a .i .c . : ؟e v â r ık ) : a y d ı n lı k , I ؟.ı k
b k z : n û r , z iy â ) ).
؟âri ' ( ﺷﺎرعa.s . ؟er'den) : 1 . ؟eriat koyan, kanun .koyan, (bkz : vâzıü'l-kanûn) : Allah. 2. Hz Muhammed. ؟a'rî, ؟a'riyye ﺷﺒﺮ؛ه، ( >ﺷﻌﺮى,a.s.) : 1. kıla mensup kil ile ilgili. 2. fiz. kılcal. Ciimle-i ؟: a’riyye -hek. kırmızı ve siyah kan damarları arasın da bulunan saç gibi ince damarlar. Ev'iye-İ ؟a'riyye : *kılcal damarlar, ؟ârib ( ﻻ ر بa .s . ؟
ş ü r b 'd e n ) :
âribü'1-leben : s ü t
1.
İç e n , İ ç i c i ,
İçen .
؟,âribü'l-leyl i .c ) İ ç k i
؟ârid ﺛ ﺮ د
ve'n-nehâr : g e c e d ü şk ü n ü . 2 ٠ . : ؟e v â r ib ) (a . i .
؟e r d 'd e n ) :
g ü n d ü z İç e n b ıy ık ,
t u t u n m u ؟, -b e g e n i l
m i ؟v e y a y ılm ış ؟iir le r ; ؟iir t a r z ın d a k i ata .s ö z le r i. 2 . s. b a ş ıb o ş , k a ç m ı ş [ h a y v a n ] . 3 . s s a p m ış , a y k ı r ı ,
؟ârih ( ﻻ ر حa.s. ve i . ؟erh'den. c. : şurrâh) : bir kitabi ؟-erh eden, bir kitaba açıklam a ya zan kimse. Hz. Şârih : Mesnevinin şârihi İsmâil Resûhi Dede. Kavl-İ ؟.ârih : mant tâ rif.
؟a'riyye ( ﺷﻬﻢ؛هo .i .)
: ؟.e h r iy e , ç o r b a l ı k m a k a r n a
ş a 'r ” : k i l g ib i in c e o lm a s ı n d a n k i n â y e “ ] ].
؟a'riyyet ( ﺷﻌﺮ؛ات-a.i.) : fiz., kim., anat. i lk , fr. capillarité , ؟a'riyyet ﻟﺐ.ﺷﻌﺮ capillarité .
(.a.i.) :
fiz.
* k ılc a l
* k ılc a llık ,
fr 1141
şark
( ﺷﺮقa.i.): 1. Doğu. 2. Avrupa kültürünün dışında kalan Müslüman ülkeleri. Ş a r k ve G a rb (Doğu ile B ati): bütün dünyâ. şarlc-1 c e n û b î: cogr. güneydoğu. ["Cenûb-İ şarkî" şekli yaygındır], şa rk -ı ş i m a l i : cogr. kuzeydoğu, [“şimâl-i şarkî' ؛şekli yaygındır]. şa rk a n ( ﺷﺮﻗﺎa.zf) : gün doğusu tarafından; şarkında, doğusunda. ş a rk ıy y â t ا ت١( ﺷﺮقa.i. şark'dan) : 1. doğu dili, târihi ve edebiyatlarıyla uğraşan ilim kolİarına toplu olarak verilen bir ad. 2. miiz. dört, beş, altı ve daha çok mısrâlı şiirlerden terennüm güftesi yapılan ezgilere verilen bir ad. ş a r k ı^ û n ( ﺷﺮﻗﻴﻮنa.i.c.): şarklılar, doğulular, şa rk î, ş a rk ıy y e ﺷﺮﻗﻴﻪ، ( ﺷﺮﻗﻰa.s.) : 1. şarkla, doğu ile ilgili. 2. şark, doğu ülkeleriyle ilgili. C e n û b -İ ş a r k î : cogr. güneydoğu. Ş im â l-i ş a rk î : cogr. kuzeydoğu. E lsin e -i ş a r k i c e : (yaşayan) şark dilleri: [Türk, Arap, Fars, Ordu, ؟in, Hint, Kore, Tibet, Japon ve şâire gibi Asya'da kullanılan diller], şa rt ب (a.i.c.: şürût) : 1. şart, .koşul. 2. vaziyet, hal. 3. yemin. ş a r t-ı a rz (arz şartı): Jeod. herhangi bir yüksek dereceli nirengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (bâz) dayanan bir nirengi şebekesi kurulduğu takdirde Öİçillerden hareketle bütün şebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sınırlayan noktalarda tahassiil edecek arz farkım gidermek İçin muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği şart, ş a r t-ı a 'z a m : h u k. mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan şart. ş a r t-ı b â t ı l : hu k. [eskiden] vâkıhn fayda ve maslahattan ârî ve vakfm gayesine muhâlif olan arzusıı.[hâin mütevellinin azlolunmaması, mevkuf akarm şu miktardan fazlaya kirâlanmaması gibi]. ş a r t-ı b â z (baz şartı): Jeod ., astr. herhangi bir nirengi şebekesinde birden fazla baz bulunduğu takdirde, birinci bazdan mevcut ölçülere dayanarak ikinci bazm üstüne kadar bütün üçgenler dolaşılarak varildiğında ÖİÇÜ hatâlarından doğan intibaksızİığı gidermek İçin kurulan husûsî muâdele şa rk
1142
(denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği şart. şart-ı c â iz : huk. [eskiden] akd-i bey'in muktezâsmdan olan, yahut alcdin muktezâsmı teyide den, yahut müteâref, yâni örf ve âdet-i beldede câri ve şart-ı hıyâr gibi meşrû olan şarttır ki bu şartla beyi' sa hih ve muteberdir. (dili şartı): jeod ., astr. herhan gi bir nirengi şebekesinde, şebekenin bir dıl'mdan kalkıp bütün üçgenleri dolaştık tan sonra aynı dili' üzerine kulak yapmak sızın, yâni dıl'ı sınırlayan noktalar devirden sonra üstüste gelecek şekilde doğru hesap layabilmek üzere muvâzenede tatbik edilen muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gös terdiği şart.
şa rt-ı d il'
şart-ı l â ğ v : huk. [eskiden] akd-i bey'in muktezâsmdan olmayıp ve muktezâ-yi akdi teyîd dahî etmeyip, müteâref olmayan ve akdi yapan taraflardan birine veyâ ma'kudün-aleyhe faydası bulunmayan şarttır ki bu şartla beyi' sahih, lâkin şart lağvolur. [baş kasına satmamak, yâhut mer'aya salıver mek şartıyla bir hayvanı satmak gibi], [beyide] akd-i bey'in muktezâsmdan olmayıp ve akdin muktezâsmı teyîd dahî etmeyip, müteâref ve meşrû olmayan ve fakat âkitlerden biri ne faydalı olan şarttır ki bu şart müfsit ve bu şartla beyi' fâsittir. [arasıra binmek şar tıyla bir atı satmak gibi],
ş a r t-ı m ü fs i d : huk.
şa rt-ı m ü te a h h ir : hu k. vakfiyedeki müteârız
şartlardan sonraki şart, [vakıfta] vâkıfın vak fiyesinde yekdiğerine muârız ve muhâlif zikrolunan şartlara ıtlak olunur ki hepsini îmâl mümkün olmazsa sonraki şart evvel ki şartın hükmünü nesheder.
şa rt-ı m ü t e â r ız : hu k.
[vakıfta] vakfi yedeki müteârız şartlardan ilk şart olup buna : şart-ı evvel de denir,
ş a r t-ı m ü te k a d d im : hu k.
ş a r t-ı n â s i h : huk.
vakfiyede müteârız şart
lardan sonuncusu. ş a r t-ı s â n î : hu k.
vakfiyede müteârız iki şarttan ikinci şart olup önceki şartın hük münü kaldırmış sayılır, ş a r t-ı s a r i h : huk. [vakıfta] yekdiğerine atıf sûretiyle kullanılan tâbirleri muttasıl
şatranc
,olarak tâkibedip onlara vuzuh veren kayıt cocuguma ve çocuğumun çocuğuna ve"] -neslime vakfeyledim'' diye sayılan meşrût ün-leh'leri tâkiben zikrolunan "erkek" lâfzı gibi ki bütün sayılanlar İçin mûteber bir kayıt addolunur]. ؟art-1 semt (semt ؟artı) : jeod., astr. evvelce -hesaplanmış, binâenaleyh iki ucu arasında ki tul ve semti belli bir dıl'a (baz) dayanan herlrangi bir nirengi şebekesinde ölçülerden -hareket sûretiyle bütün üçgenler dolaşıldık tan sonra baza varıldığında tahassül edecek -semt farkım gidermek üzere muvâzene he sapları yapılırken kurulan husûsî muâdele denklem) ve bu muadelenin gösterdiği) ؟art . ؟art-1 takyidi : huk. [eskiden] akdi takyideden " ؟arttır ki "üzere” ve "şartıyla gibi lâfızlarla İfâde olunur, ؟art-ı tûl (tul ؟-artı) : jeod. herhangi bir yük sek dereceli nirengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (baz) dayanan bir -nirengi şebekesi kurulduğu takdirde Öİ çülei'den hareketle bütün ؟ebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sınırlayan -noktalarda tahassül edecek tul farkım gi dermek İçin muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği ؟art. ؟art-ı v â k ıf: vakfedenin, vakfi yapanın ko ؟tugu ؟art . ؟art-ı zû-erbaati'1-adlâ (dörtgen ؟.artı) : jeod herhangi bir nirengi şebekesinde İç açıları -toplamı dörtyüz grat olması gereken dört genin ÖİÇÜ hatâlarından doğan grat farkım gidermek üzere muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği ؟art. ؟arteyn ( ﺷﺮﻃﻦa.i.c.) : koz. hamel burcundaki iki yıldızın adi. ؟arti , ؟artiyye ﺷﺮﻃﻴﻪ، ( ﺷﺮﻃﻰa.s .) : ؟-art ile ilgi li , ؟art gibi olan; şartlı. Sîga-i ؟artiyye : ؟art sîgası (*kipi) ["gelirse söylerim" gibi]. ؟artiyyet ( ﺷﺮﻃﻴﺖa.i.) : şartlılık , ؟-arta bağlı ol ,makilk. fr. conditionnalité şart-nâme ( ﺷﺮﻃﻐﺎﻣﻪa.f.b.i.) : yerine getirilmesi .gerekli olan şartların yazıldığı resmi kâğıt bkz : mukavele-nâme)).
؟ast
( ﺷ ﻬ ﺖf.i.) :
1. (bkz : ؟e s t ’2). 2 . s. altm ış :
60. (a.i.) : 1. p arla k lık , 2. gOsteri?) yaldız.
şa'şaa
ça'çaa-bah ç şa 'şa a -d â r
parlam a.
( ﺷﻌﺸﻌﻪ ﺑﺨﺶa.f.b.s.) : p a rıltı veren,
( ﺷﻌﺸﻌﻪ دارa.f.b.s.) : şa'şaalı, göste-
ri؟li, parlak.
( ﺷﻌﺸﻌﻪ ﻷشa.f.b.s.) : 1. p a rıltı saçan, p arıltılı. 2. geo. b ir d a ire n in k en d i *yarıcapı u z u n lu ğ u n d a k i yay p arç asın ı gören m erkez *açı, fr. rad ian t.
şa'şaa-p âş
؟at
( ﺷﻂa.i.c. : çutût). (bkz : ؟att).
؟ât
( ﺷﺎتa.i.) : koyun, (bkz : ganem). ( ﺷﻄﺢa.i.) : ed. ciddi b ir hissi veya d ü şü n ceyi m iz â h î b ir edâ ile a n la ta n ؟iir.
؟ath
ت(a.i.c.) : 1. alaylı, eğlenceli hikâyeler, (bkz : hezliyyât). 2. ed. d u d ak larda b ir teb essü m u y a n d ırm a k m aksadıyla söylenen m an zû m e. [D ertli'nin: "Girdâb-1 m ih n e tte k ap a n d ın k a ld m / V erm edin b ir y an d a n ses k a ra b a h tım / A n lad ım gafilsin, uykuya d a ld m / D eli p o y raz gibi es k a ra b a h tım .” gibi].
؟a th iy y â t
؟a t h i ^ â t - 1 sO fiyâne : ed. bâzı m eczu p ların
sözlerini ta k lit sûretiyle y azılın ı؟, zâh ird e saçm a görülen, fakat ؟erh ve ta h lili h âlin d e m â n îd â r o ld u g u an laşılan m an zû m eler h a k k ın d a k u lla n ıla n b ir deyim . [Kaygusuz A b d al'ın ؟athiyyâti, d in d a rla r n az arın d a k u friy y a tta n sayılırdı]. ؟a t h i ^ e (a.i.) : â h ire t ah v â lin i alaylı b ir dille an la ta n d a h a çok m a n z u m sözler, ؟â tliy y e
( ﺷﺎﻃﺌﻴﻪa.i.) :
zool. uzu n b acak lilar, fr.
échassiers.
( ﺷﺎ رa.s. ؟etâret'd en . c. : şu ttâr) : 1. n e'؟eli١ keyifli, ؟en. 2 . i. b ü y ü k b ir k im sen in ati yan m d a gitm ekle vazifeli aga.
ş â tır
؟âti'
اﻃﺊ-( شa.s.c.
؟â tim
: şevâtî) : kıyı, kenar.
( ﺷﺎﺗﻢa.s. ؟etm 'den) : sövüp sayan, k ü fü r
eden.
( ﺷﻄﺮa.i.) : 1. yari, yarim . 2. kısım , bölüm , parça. 3. ed. m ısra.
؟a tr
( ﺷﻄﺮﻧﺞa.i.) : 1. satran ç oyunu, (bkz : sad-reng). 2. fildişi ayna ve k ak m ala rd a o y u la n satıhla, k ak ıla n p a rç a n ın zigzakli o la rak k areler teşkil etm esi sûretiyle meyd a n a gelen m otif. 3. ed. T ü rk h a lk şiirinde
؟a tra n c
1143
şat.
“müfteilün müfteilün” vezniyle murabba' şeklinde yazılan manzûme. şatt ( ﺷﻂa.i.c.: şutût) : büyük nehir. Şattü'l-Arab : cogr. Dicle ve Fırat nehirlerinin Korııa'da birleşmesinden meydana gelen büyük nehir. şavt ( ﺷﻮتa.i.) : 1. koşma, bir şeyin yöresinde koşma, dolanma. 2. Beyt-İ Şerîf ziyâretinde Hacer-i Esved'den başlayıp şartı üzere dolanarak yine Hacer-i Esved'e gelmelc üzere yapılan tavâf. şavt-1 b â tıl: fiz. girdiği bir delilcten karşıdaki duvara aksederek etrafında dOnüyormıış gibi görünen güneş ışığı, şâyân ( ﺷﺎﻳﺎنf.s.): yakışır, yaraşır, değer, (bkz : ahrâ, çespân, lâyık, münâsib). Şâyân-I d ik k a t: 1) dikkat edilmesi gereken; dilckate deger. 2) *önemli, orijinal, *ilgin ؟, şâyân-ı h ay re t: şaşmaya deger, şaşılacak, hayret edilecek. Şâyân-I h iirm et: saygı deger, saygıya lâyık. ( b k z : Ş â y â n -I i h t ir â m ) . ş â y â li- ı
ib re t: i b r e t
a lın m a s ı g e re k e n ,
şâyâıı-ı ihtirâm : saygı
d e g e r.
(bkz :
şâ y â n -1
İıü r m e t ) .
şâyân-ı istig ra i,: garip bulunacak durumda, şâyân-ı İ'tim âd : itimat edilmeye deger, itimada lâyık, güvenilir. ؟âyân-ı m erham et: acınacak, acınır, şâyân-ı senâ : öğmeğe lâyık olan, şâyân-ı ta k d ir: takdire deger, takdire lâyık, beğenilir. şâyân-ter ( ﺷﺎﻳﺎ ﻧﺘﺮf.b.s.) : daha (pek, en) lâyık, (bkz: elyalc). şâyed ﺷﺎﻳﺪ٠(f.e.): eger; olaki, olabilir ki, olur ki. şâyeste ﺷﺎﻳﺴﻪ. (f.s.): yakışır, yaraşır; uygun, (bkz: ahrâ, cedir, çespân, lâyık, miistahik, sezâ, şâyân). şâyeste-i tevfik i Cenâb-1 m ü teâl: Cenâb-1 Hakk'ın yardımına lâyık olan, şâyestegî ( ﺷﺎﻳ ﺴﻜ ﻰf.i.): yaraşırlık, uygunluk, (bkz: liyâkat). şâygân ( ﺷﺎﻳﻜﺎنf.s.): 1. lâyık, yakışır, münâsip, yaraşır, (bkz: ؟espâıı, lâyık, sezâ). 2. ucuz, bol, ؟ok. (bkz: mebzûl, vâsi'). Genc-İ şâyg ân : Husrev Perviz'in hazînesi. Vasi 1144
ü şâygân : ed. kafiyelerde revi harfinden sonra tekrarlanan zamir veyâ edat, [meselâ: "âbâde, feryâde” kafiyelerinde a lar; “ işâretimiz, beşâretimiz” kafiyelerinde “miz’le r vasi ü şâygândır]. şâygânî ( ﺷﺎﻳﻜﺎﻧﻰf.i.): 1. şâyegânlık, ucuzluk, ؟okluk, bolluk, (blcz: vefret). 2. lâyıklık, miinâsiplik, yakıçırlık, uygunluk, şâyi' ( ﺷﺎﻳﻊa.s. ?üyû'dan) : 1. duyulmuş, herkeşçe bilinmiş. 2. taksim olunmamış müşterek hisse. 3. bir şeyin her noktasıyla ilgili bulunan. şâyia ﻳﻌﻪ١( شa.i.c. : şâyiât) : şâyi' olmuş, yayılmış haber, yaygın olan *söylenti. Hisse-i şâ y ia : hissedarların, ayrılmamış, bölünmem^ş maldaki hisseleri, şâyian ( ﺷﺎﻳﻌﺄa.zf): 1. şâyi olarak; herkesçe duyularalc. 2. s. müşterek, ortaklaşa, birlikte, şâyian tasarru f: huk. [eskiden] bir mîrî arâziyi birçok kimsenin müştereken tasarrufu. şâyiât ( ﺷﺎﻳﻌﺎتa.i. şâyia'nın c.) : şâyialar. şâzeliyye ( دا ﻧ ﺪ هa.h.i.): tas. Ebü'1-Hasan Takiyüddin Ali bin Abdullah eş-Şâzelî taraftndan kurulmuş olan tarikat. [Ali bin Ebü'1-Hasan eş-Şâzelî, hicri 593 (Milâdî 1196 - 1197) yılında Afrika'da Septe civârmdaki gamâre nâhiyesi köylerinden birinde dogmuştur]. şâziyye ( ﺷﻬﻠﻪa.i.c.: şezâyâ): 1. yay, kavis. 2. anat. incik kemigi. 3. ağa ؟kıymığı gibi bir şeyden kopmuş parça. 4. hek. incik denilen baldır kemiğinin yanındaki ince uzun kemik. 5. kırılan kemikten meydana gelen parçalar. şâzz, çâzze ﺷﺎﻧﻪ، ( ﺷﺎنa.s.c.: şüzûz): kaide (*kural) dışı, kaideye (*kurala) uymayan. Kelimât-ı şâzze: kaide (*kural) dışı olan kelimeler, (bkz: müstesnâ). şeâir ( ى ' رa.i. şâire'nin c.) : âdetler; törenler, [miifredi “şaire: alâmet, işâret" mânâsınadır]. çeâir-i v a k f: huk. vakfm gayesine uygun olarak yürütülebilmesi İ ؟in lüzumlu bulunan vasıtalar ve görevliler, [bir mescide lâzım olan : hail, kilim, ışık, su, imam, müezzin.. gibi]. şeâmât ( ﺷﺄﻣﺎتa.i. şeâmet'in c .): uğursuzluklar.
şebîhûn
şeâmet ( ﺷﺄﻣﺖa.i.c.: şeâmât) : uğursuzluk, şeb ( ﺷ ﺐf.i.). (bkz : şebb).
şeb-bûy ( ﺷﺒﺒﻮﺗﻢﺀf.b.i.) : bot. şebboy, lât. matthiola incana.
şeb ( ﺷ ﺐf.i.c.: şebân): gece, (bkz: leyi, şev). Rûz ü şeb : gündüz ve gece, şeb-i arûs : gelin gecesi; Mevlânâ'nın öldüğü gece. şeb-i aşk: aşk gecesi, şeb-i deycûr : karanlık gece, şeb-i firâk : ayrılık gecesi, şeb-i gamm : gam gecesi, şeb-i hicrân : hicran gecesi, ayrılıkla geçirilen gece.
şeb-çirâg ( ﻣ ﺠ ﺮا غf.b.i.) : gece parlayan yakut,
şeb-i mâtem : matem gecesi, şeb-i târîk: karanlık gece, şeb-i yeldâ: yılın en uzun gecesi. [22 Arailk]. şeb ü rûz : gece gündüz, şebâat ( ﻣﺎﻋﺖa.i.) : toklulc, tamamlık, dolgunluk. (bkz: şibâ'). şebâb ( ﻣﺎبa.i.) : gençlik, tâzelik, civanlık. şebabet ( ﻣﺎﺑﺖo.i.). (bkz : şebâb). şebâbîk ( ﻣ ﺎ ﻳ ﻚa.i. şübbâke'nin c.) : 1. kafesler. 2. balıkagları. şebah ( ﻣﺢa.i.c.: eşbâh): ceset; ciisse, cisim, şahıs. şebâhet ( ﻣﺎﻫﺖa.i.)': benzeme, benzeyiş, (bkz : müşâbehet). şebâik ( ﻣﺎﺋﻚa.i. şeblke'nin c.). (bkz : şebeke), şebâket ( ﻣﺎﻛﺖa.i.): ağ ve kafes gibi örülme, şeb'ân ( ﺷﺒﻰ نa.s. şib'den. c .: şibâ'): tok, doymuş. (bkz: sir). Batn-1 şeb'ân: tok karin, karni tok. şebân ( ﺛ ﻦf.i. şeb'in c.): geceler, şebâne ( ﻣ ﺎ ﻻf.s.): 1. geceye âit, gece ile ilgili, gecelik, gece vakti olan. 2. geceden kalma, şebân-gâh ( ﻣﺎﻋﺎهf.b.i.): 1. geceleyin, gece vakti. 2. gecelenecekyer. şebân-geh 4( ﺛ ﺬ كf.b.i.). (bkz : şebân-gâh). şebân-rûz ( ﻣﺎذروزf.b.s.): “gece gündüz" : 24 saatlik zaman. şeb-ârâ ( ﺷ ﺐ آراf.b.s.) : geceyi süsleyen, şeb-âvîz ( ﺷﺐ آ و زf.b.i.): ishak kuşu, [ayağından asılarak baş aşağı sarkar ve öter], şebb ( ﺷﺐa.i.): şap. şeb-bâz ( ﺷﺒﺒﺎزf.b.s ve i.): Karagöz oynatan usta, [bkz : hayâl-bâz, hayâlî, sûret-bâz).
çeb-dîz ( ﺷﺒﺪﻳﺰf.b.s.): "gece renkli" : 1. karayagiz at. 2. Hüsrev Perviz'in meşhur atının adi. çeb-efrûz ( ﺷﺐ اﻓﺮوزf.b.s.) : geceyi aydınlatan, şebeh ( بa.i.): benzer, benzeyiş, şebeke ( ﺷ ﻜ ﻪa.i.c.: şibâk) : 1. avcı; balık agı. 2. ag gibi yapılmış, gerilmiş hat ve yolların mecmûu. 3. s. kafes şeklinde olan. 4. ıskara. 5. anat. ag şeklinde olan nesiçler (dokular). Şebeke-İ ankebûtiyye: anat. ag şeklindeki
beyin zari. 6. kötü niyetlerle gizli lcurulan topluluk. 7. *öğrenci pasosu. 8. idare, *örgüt. şebekî ( ﺷﺒﻜﻰa.s.) : 1. şebekeye mensup, şebeke ile ilgili. 2. anat. ağsı, ağımsı, şeb-engîz ( ﺷﺐ ا ﻋ ﺰf.b.s.): gece kuşu, yarasa, şeb-gerd ( ﺷ ﻜ ﺮ دf.b.i.): 1. gece dolaşan kol, bekçi. 2. Ay. (bkz : Kamer, Mâh). 3. hırsız, şeb-gîr ( ﺷ ﻜﻴ ﺮf.b.s.): 1. gece uyumayan. 2. gece giden kervan. 3. sabah vakti. 4. sabah kuşu. şeb-gîrî ( ﺷﻜﻴﺮ ىf.b.i.): gece uyuyamama, uykusuzluk, fr. agrypnie. şeb-gûn ( ﺷﺒﻜﻮنf.b.s.): "gece renkli'': kara, (bkz: şeb-reng). şeb-hân ( ﺷﺒﺨﻮانf.b.s.): gece öten bir cins bulbul. şeb-hâne ( ﺷﺐ ﺧﺎﻧﻪf.b.i.): yoksulların, geceleri parasız olarak kalmaları İçin hayır ve hasenat sahibi kimselerin yaptırdıkları yerler, şeb-hengâın ( ﺷ ﺐ ﻫﺘﻜﺎمf.b.s.): gece vakti, geceleyin. şebhîz ( ﺑ ﺨ ﻴ ﺰf.b.s.): geceleri uyanıp kalkan ve İş gören. şeb-hûn ( ﻣ ﺨ ﻮ نf.b.i.): gece baskım, (bkz: şebîhûn). şebîh ي (f.s. şibh'den): benzeyen, benzeyici. (bkz: mânend, miimâsil, müşâbih, nazir). şebîhûn ( ﻣ ﻴ ﺨ ﻮ نf.i.): gece baskım, (bkz: şeb-hûn). 1145
؟att "müfteilün müfteilün” vezniyle murabba' şeklinde yazılan manzûme. şatt ( ﺷ ﻂa.i.c.: şutût) : büyük nehir. Şattü'l-Arab: cogr. Dicle ve Fırat nehirlerinin Korna'da birleşmesinden meydana gelen büyük nehir. şavt ( ﺷﻮتa.i.): 1. koşma, bir şeyin yöresinde koşma, dolanma. 2. Beyt-İ Şerîf ziyâretinde Hacer-i Esved'den başlayıp şartı üzere dolanarak yine Hacer-i Esved'e gelmek üzere yapılan tavâf. şavt-ı b â tıl: fiz. girdiği bir delilcten karşıdaki duvara aksederek etrafında dOniiyormuş gibi görünen güneş ışığı, şâyân ( ﺷﺎﻳﺎنf.s.): yakışır, yaraşır, deger. (bkz : ahrâ, çespân, lâyık, miinâsib). Şâyân-I dilckat: 1) dikkat edilmesi gereken; dikkate deger. 2) *önemli, orijinal, *ilgin ؟, şâyân-ı h ay re t: şaşmaya deger, şaşılacak, hayret edilecek. şâyân-ı h ürm et: saygı deger, saygıya lâyık. (bkz: şâyân-ı ihtirâm). şâyârnı ib re t: ibret alınması gereken, şâyân-ı ihtirâm : saygı deger. (bkz : şâyân-ı hürmet). şâyân-ı istigrab : garip bulunacalc durumda, şâyân-ı İ'tim âd : itimat edilmeye deger, itimada lâyık, güvenilir, şâyân-ı m erham et: acınacak, acınır, şâyân-ı senâ : öğmeğe lâyık olan, şâyân-ı takdir : takdire deger, takdire lâyık, begeniliı'. şâyân-ter ( ﺷﺎﻳﺎ ﻧﺘﺮf.b.s.) : daha (pelc, en) lâyık, (bkz: elyak). şâyed ﺑﺪ.( ﺷﺎf.e.) : eger; olalci, olabilir ki, olur lci. şâyeste ﺑ ﺖ. ( ﺷﺎfs .) : yakışır, yaraşır; uygun, (blcz: ahrâ, cedir, ؟espân, lâyık, müstahik, sezâ, şâyân). şâyeste-i tevfik-i Cenâb-1 m ü teâl: Cenâb-1 Hakk'm yardımına lâyık olan, şâyestegî ( ﺷﺎ ﻳ ﺴﺘﻜ ﻰf.i.) : yaraşırhk, uygunluk, (bkz: liyâkat). şâygân ( ﺷﺎﻳﻜﺎنf.s.): 1. lâyık, yakışır, münâsip, yaraşır, (bkz: ؟espân, lâyık, sezâ). 2. ucuz, bol, ؟ok. (bkz: mebzûl, vâsi'). Genc-İ şâyg ân : Husrev Perviz'in hazînesi. Vasi 1144
ii ş â y g â n : ed. kafiyelerde revi harfin-
den sonra tekrarlanan zamir veyâ edat, [meselâ: “ âbâde, feryâde” kafiyelerinde a lar; “ işâretimiz, beşâretimiz” kafiyelerinde "miz”ler vasi ü şâygândır]. şâygânî ( ﺷﺎﻳﻜﺎﻧﻰf.i.): 1. şâyegânlık, ucuzluk, ؟okluk, bolluk, (bkz: vefret). 2. lâyıklık, miinâsiplik, yakışırlık, uygunluk, şâyi' ﻳﻊ١( شa.s. ?üyû'dan) : 1. duyulmuş, herkes ؟e bilinmiş. 2. taksim olunmamış müşterek hisse. 3. bir şeyin her noktasıyla ilgili bulunan. şâyia ( >ﺗﺎﻳﻌﻪa.i.c.: şâyiât) : şâyi' olmuş, yayılmış haber, yaygm olan *söylenti. Hisse-i şâ y ia : hissedarların, ayrılmamış, bölünmem*iş maldaki hisseleri, şâyian ( ﺷﺎي*اa.zf.) : 1. şâyi olarak; herkesçe duyularak. 2. s. müşterek, ortaklaşa, birlikte, şâyian tasarru f: hulc. [eskiden] bir miri arâziyi birçok kimsenin müştereken tasarrufu. şâyiât ﻳﻌﺎت١(شa.i. şâyia'nın c.) : şâyialar. şâzeliyye ( داﻧ ﺒ ﻪa.h.i.): tas. Ebü'1-Hasan Talciyiiddin Ali bin Abdullah eş-Çâzelî tarafından kurulmuş olan tarikat. [Ali bin Ebü'1-Hasan eş-Şâzelî, hicri 593 (Milâdî 1196 - 1197) yılında Afrika'da Septe civârmdaki gamâre nâhiyesi köylerinden birinde dogmuştur]. şâziyye ( ﺷﻬﻠﻪa.i.c.: şezâyâ) : 1. yay, kavis. 2. anat. incilc kemigi. 3. ağa ؟lcıymığı gibi bir şeyden kopmuş parça. 4. hek. incik denilen baldır kemiğinin yanındaki ince uzun kemik. 5. kırılan kemikten meydana gelen parçalar. şâzz, şâzze ﺷﺎﻧﻪ، ( ﺷﺎنa.s.c.: şüzûz) : kaide (*kural) dışı, lcaideye (*kurala) uymayan. Kelimât-ı şâzze : kaide (*lcural) dışı olan kelimeler, (blcz: müstesııâ). şeâir ( ﺷﻌﺎﺋﺮa.i. şâire'nin c.) : âdetler; törenler, [miifredi "şaire: alâmet, işâret" mânâsınadır]. şeâir-i v a k f: huk. vakfm gayesine uygun olarak yürütülebilmesi İ ؟in lüzumlu bulunan vasıtalar ve görevliler, [bir mescide lâzım olan : hail, kilim, ışık, su, imam, müezzin.. gibi]. şeâmât ( ﺷﺄﻣﺎتa.i. şeâmet'in c .): uğursuzluklar.
şebîhûn şe â m e t ( ﺷﺄﻣﺖa.i.c .: ş e â m â t): u ğ u rsu zlu k , şeb ( ﺷﺐf.i.). (bkz : şebb). şeb ( ﺷﺐf.i.c.: şebân) : gece, ( b k z : leyi, şev). R û z ü şeb : g ü n d ü z ve gece, şe b -i a r û s : gelin gecesi; M evlânâ'nın ö ldüğü gece. şeb -i aşk : aşk gecesi, şeb -i d ey c û r : k a ra n lık gece, şe b -i f i r â k : ayrılık gecesi, şeb -i g a m m : gam gecesi, şeb -i h ic râ n : h ic ra n gecesi, ay rılık la geçirilen gece. şeb -i m â te m : m atem gecesi, şeb -i t â r î k : k a ra n lık gece, şeb -i y e l d â : y ılın en u z u n gecesi. 22 ؛A railk]. şeb ü r û z : gece gündüz, şe b â a t ( ﻣ ﺎ قa.i.) : tokluk, tam am lık , dolgunluk. ( b k z : şibâ'). şeb âb
ﻣﺎ ب
(a.i.) : gençlik, tâzelik, civanlık.
şe b ab e t ( ﺷﺒﺎ ﺑﺖO.İ.). (bkz : şebâb). şe b â b îk ( ﻣ ﺎ ﺑ ﻴ ﻚa.i. şübbâke'nin c.) : 1. kafesler. 2. balıkagları. şe b a h ( ﻣ ﺢa.i.c .: e ş b â h ): ceset; cüsse, cisim , şahıs. şe b â h e t ( ﻣ ﺎ قa.i.)': benzem e, benzeyiş, (bkz : m üşâbehet). ş e b â ik ( ﻣﺎ ﺋ ﻚa.i. şebike'nin c.). (bkz : şebeke), şe b â k e t ( ﻣﺎ ﻛ ﺖa.i.) : ag ve kafes gibi örülm e, şeb 'ân ( ﺑ ﺎ فa.s. şib'den. c . : ş ib â ') : tok, doym uş. (bkz : sir). Batn-1 ş e b 'â n : to k k arin , k a rn i tok.
şe b -b û y ( ﻣ ﻮ ىf.b .i.): b o t. şebboy, lâ t. m a tth io la in c a n a . şe b -ç irâ g ( ﺷﺒﺠﺮاغf.b .i.): gece p arlay an yakut, ş e b -d îz ( ﻣﺪ شf.b.s.): “gece r e n k l i '': 1. k arayağız at. 2. H iisrev P erviz'in m eşh u r a tın ın adi. ş e b -e frû z ( ﺷﺐ اﻓﺮوزf.b.s.).: geceyi aydınlatan, şe b eh ( ﺷﺒﻪa .i.): benzer, benzeyiş, şeb ek e ( ﺷﺒﻜﻪa .i.c .: ş ib â k ): 1. avcı; b alık ağı. 2. ag gibi yapılm ış, gerilm iş h a t ve y o lların m ecm ûu. 5. s. kafes şeklinde olan. 4. ıskara. 5. a n a t. ag şeklinde olan nesiçler ( d o k u lar). Şebeke-İ a n k e b û tiy y e : a n a t. ag şeklindeki b ey in zari. 6. k ö tü niyetlerle gizli k u ru la n topluluk. 7. O g re n c i pasosu. 8. idare, *örgüt. çeb ek î ( ﺷﺒﻜﻰa .s.): 1. şebekeye m ensup, şebeke ile ilgili. 2. a n a t. ağsı, ağım sı, şe b -e n g îz ( ﺷﺐ ا ﻋ ﺰf.b.s.): gece kuşu, yarasa, şe b -g e rd ( ﺷﺒﻜﺮدf.b .i.): 1. gece d o laşan kol, bekçi. 2. Ay. (bkz : Kam er, M âh). 3. hırsız, ç e b -g îr ﺳ ﻌ ﺮ (f.b.s.): 1. gece u y um ayan. 2. gece giden k ervan. 3. sabah vakti. 4. sab a h kuşu. ç e b -g îrî ( ﺳ ﻌ ﺮ ىf.b.i.): gece u y u y am am a, uyk u suzluk, fr. a g ry p n ie . ç e b -g û n ( ﻣ ﻜ ﻮ نf.b.s.): “gece re n k li” : kara, ( b k z : şeb-reng). ç e b -h â n bul.
ﺷﺒ ﺨ ﻮا ن
(f.b.s.): gece öten b ir cins bul-
şe b ân e ( ﻣ ﺎ ﻻf.s.): 1. geceye âit, gece ile ilgili, gecelik, gece v a k ti olan. 2. geceden kalm a,
ç e b -h â n e ( ﺷ ﺐ ﺧﺎﻧﻪf.b.i.): y o k su lların , geceleri p arasız o la ra k k alm aları İçin h ay ır ve hasen a t sahibi k im selerin y a p tırd ık la rı yerler,
ş e b â n -g â h ( ﺷﺒﺎ ﻧﻜﺎهf.b.i.): 1. geceleyin, gece vakti. 2. gecelenecekyer.
şe b -h e n g â m ﻫﺘﻜﺎ م celeyin.
şeb ân -g eh ( ﺷﺒﺎ ﻧﻜﻪf.b.i.). (bkz : şebân-gâh).
ş e b h îz ( ﻣ ﺨ ﺰf.b.s.) : geceleri uy an ıp k alk a n ve İş gören.
şe b â n ( ﻣﺎ نf.i. şe b 'in c . ) : geceler,
ş e b â n -rû z ( ﻣﺎذروزf.b.s.): ‘(gece g ü n d ü z ” : 24 saatlik zam an. ş e b -â râ ( ﺷﺐ آراf.b.s.): geceyi süsleyen,
ﺷ ﺐ
(f.b .s.): gece vakti, ge-
şe b -h û n ( ﺷ ﺒ ﺨ ﻮ نf.b.i.): gece baskım , ( b k z : şebîhûn).
şebb ( ﺷﺐa .i.): şap.
şe b îh ( ﻣ ﻴ ﻪf.s. ş ib h 'd e n ): benzeyen, benzeyici. ( b k z : m ân en d , m iim âsil, m üşâbih, nazir).
şe b -b â z ( ﺷﺒﺒﺎزf.b.s ve i . ) : K aragöz o y n atan usta, [bkz : hayâl-bâz, hayâli, sûret-bâz).
ş e b îh û n ﻮ ن şeb-hûn).
şeb -âv îz ( ﺷﺐ آ و رf.b.i.): ish ak kuşu, [ayağınd an asılarak baş aşağı sa rk a r ve öter],
ﺷﺒﻴ ﺨ
(f.i.) : gece baskım , ( b k z :
1145
şebîke
( ﺷ ﺒ ﻴ ﻜ ﻪf.i.): 1. (bkz: şebeke). 2. bati taraflarında Arapların giydikleri hasırdan örülmüş bir başlık. şeb-istân ( ﺷﺒﺴﺘﺎنf.b.i.): 1. yatak odası. 2. gece ibâdetine mahsus oda. 3. harem dâiresi, şeb-külâh ( ﺷﺒﻜﻼهf.b.i.): gecelik külâh. şeb-nem ( ﺷﻨ ﻢf.b.i.): ؟iy. (bkz : nedâ). şeb-pere ( ﺷﺠﺮهf.b.i.): zool. yarasa, (bkz: huffâş). şeb-reng .( ﺷ ﺐ زﻧﻚf.b.s.): "gece renginde olan” : siyah. şeb-rev ( ذ ر وf.b.s.): gece giden, gece yolculuğu eden. şeb-tâb ( ﺷﺒﺘﺎ بf.b.i.): ateş böceği, şeb-tâ-be-seher ( ﺷ ﺐ ﺗﺎ ﺳ ﺨ ﺮf.a.zf.): geceden sabaha kadar. şeb-zinde-dâr ( ﺷﺐ زﻧﺪه دارf.b.s.): 1. geceleri İşle meşgul olan. 2. gece uyumayıp İbâdet eden. 3. gece bekçisi. şeb-zinde-dâr-ı so h b e t : sohbetin şebzindedârı; sohbetle sabahlayan, şec ( ﺷﺞa.i.): baş yarma, şecâat ( ﺷﺠﺎﻋﺖa.i.): yiğitlik, yüreklilik, (bkz : besâlet, hamâset). şecc ( ﺷﺞa.i.): geminin denizi yararak yol alması. şeccât ( ﺷﺠﺎ تa.i. şecce'nin c.) : başta ve yiizde meydana getirilen yaralar, şecce ( ﺷﺠﻪa.i.c.: şeccât, şicâc) : fık. başa ve yiize vurarak meydana getirilen yara. Şecce-İ â m m e : hek. beynin en üstteki zarinin yırtılması. Şecce-İ bâzıa : hek. derisi kesilen yara. Şecce-İ d â m ia : fık. lcan ؟ıktığı halde cerâhat yerinde birikip akmayan yara. Şecce-İ dâm iyye : fjk. kani alcan yara. Şecce-İ h â r ıs a : fık. derisi yırtıldığı halde kan ؟ikmayan yara. Şecce-İ m uvazzah a: fık. kemiği meydana ؟ıkıp görünen yara. Şecce-İ m iin ak k ale : fık. kemik kırılmakla berâber yerinden oynamış olan yara. Şecce-İ m ütelâh im e : fık. deri ile etin de kesilmiş olduğu yara. Şecce-İ sim hâk ؛fık. kemik üzerindeki zar gibi ince deriye kadar yırtılıp fakat o deri yırtılmamış olan yara. şebîke
1146
؟ecen ( ﺷﺠﻦa.i.c.: eçcân, sücûn): dal, budak, kol. Z û -şe ce n : budaklı. ؟ecer
( ﺷﺠﺮa.i.c : eçcâr): ağa ؟, (bkz : dıraht).
Şecer-İ ketira
: bot. geven.
Şecer-İ İâden : bot. İâden ağacı. Şecer-İ lisân-1 usfûr : bot. dişbudak ağacı. Şecer-İ m ışm ış : bot.
kayısı ağacı.
Şecer-İ ru m m â n : bot. nar ağacı. Şecer-İ sam g ؛bot. Arap zamkı elde edilen
bir ağa ؟. Şecer-İ siileymân : bot. katran ağacı. Şecer-İ te m r : bot. hurma ağacı. Şecer-İ tin : bot. incir ağacı. Şecer-İ tuffâh : bot. elma ağacı. Şecer-İ tûr. (bkz : nahl-i tûr). şecerü'l-bellût : bot. meşe ağacı. şecerü'I b u n d u k : bot. fındık ağacı. şecerü'1-hubz : bot. ekmek ağacı. şecerii'1-h ür : bot. kavak, şecerü'l-hür-i b e y z â : bot. akkavak. şe ce rU lle vz ؛bot. badem ağacı, şecerü'n-neb': bot. kaym ağacı, şecerü's-sınâr : bot. ؟inar ağacı, şecerü't-tuffâh : bot. elma ağacı,
( ﺷﺠﺮاتa.i. ؟ecere'nin c.) : şecereler, ( ﺷﺠﺮهa.i.c.: şecerât) : 1. kü ؟ük ağa ؟, bir
şecerât şecere
tek ağa ؟. Şecere-İ h a y a t : biy.
hayat ağacı. 2. soy ağacı, bir ailenin soyunu sopunu gösteren cetvel, (bkz: silsile-nâme).
( ﺷﺠﺮه ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.) : şecereyi gösteren kitap veya yazı. şecerî ( ﺷﺠﺮىa.s.): şecerle ilgili, şecere, ağaca âit. Hatt-ı şecerî. (bkz : hatt). H urûf-İ ؟ecer i^ e : ağa ؟dallarıyla ؟izilen harfler.
şecere-nâme
( ﺷﺠﺮﺳﺎفa.f.b.i.) : ormanlık, ağa ؟ilk yer. (bkz : meşcere).
Şecer-İstân
ﺷﺠﻴﻌﻪ، ( ﺷﺠﻴﻊa.s. şecâat'den. c .: şicâ', şüceâ, şüc'ân): cesur, yürekli, yiğit, şecic ( ﺷﺠﻴﺞa.s. şecc'den) : başında yarası olan kimse.
şecı, şecîa
şecîr
( ﺷﺠﻴﺮa.i.): kısa, kü ؟ük ağa ؟, ( ﺷﺪاﺋﺪa.s. şiddet'den; ؟edide'nin c.):
şedâid
zahmetli, meşakkatli, eziyetli haller, sıkıntılar.
şe.evât şedarabân (şedd-i arabân) ( ﺷﺪﻋﺮﺑﺎ نa.b.i.): müz. Tiirk müziğinde bir şed makam olup en az beş asırlıktır. İfâde kudretini hâiz, tahassür, tahattür gibi hissiyâtm tasvirine pek müsâit bir makamdır. Oldukça rağbetle kullanılmıştır, ?edaraban, zengiile makamının yegâh (re) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derece olan- dügâh (İâ) perdesidir. Donanımına “si” ve “m i” bakıyye bemolleri ile “fa” ve “ do'' bakıyye diyezleri konulur. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerife adedi -zengüledeki gibi- 7 olmakla, miilâyimdir. Orta sekizlisindeki sesleri - tizden peste doğru olmak üzere- şOyledir : nevâ, nim hicaz, dik kürdi, dügâh, rast, ırak, kaba hisar ve yegâh. Bu makamın bir sekizli tizine (yânî nevâ perdesinde kalanına) araban denilmiştir, şedd ( ﺷﺪa.i.): 1. sıkı bağlama, sıkı bağlanma, Sikma. şedd-i nitâk-1 h im m et: himmet kuşağını kuşanma, işe sıkı başlama. şedd-i r ih â l: hayvanin semerini bağlama, hayvana semer vurma [yolculuk maksadıyla-]. 2. tasvir. 3. miiz. bir diziyi, bulunduğu yerden başka bir perde üzerine nakletmek. Tabii aralıkların ayni kalması elzemdir. Ayni aralıkları te'mîn etmek İçin, bâzı perdelere muhtelif değiştirme işâretleri koymakicâbeder. Meselâ dügâh (İâ) perdesinde bulunan hüseyni beşlisinin yegâne ârızası "si'' koma bemolii'dür; bu beşliyi hüseyni aşîran (mi) perdesine nakledecek olursak, si bekarlaşır. 4. sertleştirme, pekiştirme. 5 ٠tas. eski esnaf teşkilâtı kuruluşlarında ahiliğe, sanata bağlılığını göstermek üzere sarındığı kuşak. şedd-i arabân. (bkz : şedarabân). Şeddâd ( ﺷﺪادa.i.) : Yemen'de Ad kavminin hükümdârı. [büyük binâlarla ve bu arada Cennete benzetmek arzusuyla yaptırdığı "İrem bağı” ile ün almıştır. Bu bağdaki köşke girmek nasibolmadan Tanrı gazabına uğrayarak İıepsi yer ile bir olmuştur], şeddâd-âne ( ﺷﺪاداﻧﻪa.fzf.): Şeddâd'ınki gibi, 0 yolda yapılmış [en çok, büyük, sağlam yapılar hakkında kullanılır], şeddâdî ( ﺷﺪادىa.s.): çok büyük ve sağlam [yapı].
şedde ( ﺷﺪهa.i.): gr. Arapçada ve Farsçada iki defa okunması icâbeden bir harfin iize; rine konulan işâret: cerr, bürrân.. gibi. () İşâreti. şedîd, çedîde ﺷﺪﻳﺪه، ﻳﺪ٠( ﺷﺎa.s. şiddet'den c . : şidâd): şiddetli, sert, kati; sıkı. Zârûret-i şedîde : şiddetli, sıkı ihtiyaç, şedîde ( ﺷﺪﻳﺪهa.i. şiddet'den. c . : şedâid): belâ. musibet, büyük sıkıntı, şef' ( ﺷ ﻔ ﻊa.s.) : 1. çift [tek'in zıddı]. (Kur'ân tâbirlerindendir). 2. ince. [Bârîk şef niikteleri cem' edip Nedim / Nâzende şâhid-i sühane perçem eyleriz. (Nedim)] şefâat ( ﺷ ﻔ ﺎ ﻋ ﺖa.i.): birinin suçundan geçilmesi veyâ dileğinin yerine getirilmesi İçin edilen aracılık. şefâfet ( ﺷﻐﺎﻓﺖo.i.): şeffaflık, şeffaf olma, saydamlık. şefakat ( ﺷﻐﻐﺖa.i.c.: eşfâk): 1. şefaat, acıyarakve esirgeyerek sevme. 2. kadın adi olup “şefaat” şeklinde kullanılır. şefakat-ı nişân-1 hüm âyûn î: ikinci Sultan Hamid'in kadınlara verilmek üzere çıkarttığı nişan. şefakat-ı iibiivvet: babalık şefkati, şefakat-kâr-âne ( ﺷ ﻔ ﻘ ﺘ ﻜ ﺎ را ﻧ ﻪa.f.b.zf.): şefkat göstererek, merhamet ederek, acıyarak, şefakat-nisâr ( ﺷ ﻔ ﻘ ﺖ ﻧﻘﺎ رa.fb.s.): şefkat saçan, şefkat dagitan. şefe ( ﺷﻬﻪa.i.c.: şefevât, şifâh): 1. dudak, (bkz : leb). Bintü'ş-şefe (dudagin k ız ı): söz, lâkırdı. Şakk-1 şefe : ağız açmak, lâkırdı etmek. Hurûf-İ şefe (dudak harfleri): b, p, f, m, V harfleri. şefe-i hevâmm : zool. böceklerin üst dudağı fr. labre. şefe-i s ü flâ : anat. altdudak. şefetü'1-erneb: tavşan dudağı denilen ve yukardan aşağıya kadar yırtık olan dudak. 2. kenar. şefef ( ﺷﻐﻒa.i.): yaradılışı kötü olan kimse, şefetân ( ﺷﻔﺘﺎتa.i.c.): iki dudak, alt ve üst dudak. (bkz: şefeteyn). şefeteyn ص şefetân).
(a.i.c.): iki dudak,
(bkz:
şefevât ( ذ ذ و ا تa.i. şefe'nin c .): 1. dudaklar. 2. kenarlar. 1147
şefevî, ؛efeviyye ﺷﻐﻮﻳﻪ، ( ﺷﻐﻮىa.s.): dudağa mensup, dudakla ilgili. H u rû f-İ ؟efev iy ye (dudak harfleri) : b, p, f, m, V.
؟efevi, ؟e fe v iy ye
؟efevi s â m i t : gr.
dudaksal, dudak sessizi, fr.
labiale.
( ﺷﻐﻮﻳﻪa.i.): bot. ballıbabagiller, ( ﺷﻐﺎفa.s.): saydam, içinden, bakışın
؟e fe v i^ e ç e ffâ f
ve ışığın geçmesine mânî olmayan cisim : N îm ؟e f f â f : yari ؟effaf, yari saydam.
( ﺷﻔ ﻊa.s. ؟efâat'den. c. : ؟üfeâ): 1. ؟efaat eden, bir suçun bağışlanması İçin aracıilk eden, (bkz: ؟âfi'). 2. huk. ؟üf'a halckı sâhibi.
؟efî'
"( ﺷﻐﺎلga” uzun okunur, f.i.) : çakal, (bkz: şegâl, va').
şegal şegâl ؟eh
( ﺷﻜﺎلf.i.) : çakal, (bkz : ؟egal).
( ﺷﻪf.i.). (bkz: ؟âh).
؟ehâ
( ﺷﻬﺎf.n.): ey ؟ah!, ey pâdişâh!
؟ehâdet
( ﺷﻬﺎدتa.i.). (bkz : ؟ahâdet).
( ﺷﻬﺎ ﻣ ﺖa.i.): 1. zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik, i . îrân ؟âhının bir İinvânı.
؟ehâmet
؟ehâmet-lü : îrân ؟âhının lâkabı,
( ﺷﻬﺒﺎﺀa.s.): 1. kir. akçıl [at donlarından olup “eşheb'in” miiennesidir]. 2. Haleb ؟ehri. Halebü' ؟- ؟e h b â : [uzakdan kırçıl görünen) Haleb.
çehbâ'
bitişik komşu evinin satılmasından dolayı ayni para ile bu evi satm alma hakki üstünlüğüne mâlilc olan kimse,
؟eh-bâl ( ﺷﻬﺒﺎ لf.b.i.): 1. ku ؟kanadının en uzun
(kıyâmet günü günahlılarının şefaatçisi): Hz. Muhammed.
tüyü, (bkz : ؟âh-bâl). 2. Hüseyin Saadettin tarafından İstanbul'da yayımlanmı ؟onbe؟ günlük bir gazete. 3. i. kadm adi.
şe fî-i c â r : fık.
؟e fî-i m ü zn ib in , -i r û z -i cezâ
i im m e t : Müslümanların suçunun bağışlanması İçin aracılılc eden, m ec. Hz. Muhammed.
؟e fî-i
(günahların bağışlatası) : Hz. Muhammed.
؟e fîü 'l-m ü zn ib în
؟e fîü 'l-v e râ (ümmetlere, Miislümanlara ؟efaat edecek olan): Hz. Muhammed.
؟efîü 'l-ü m e m ,
؟efif, ؟efife
ﺷﻐﻴﻐﻪ، ( ﺷﻐﻴﻒa.s.) : (bkz : şeffâf).
( ﺷﻴ ﻖa.s. ؟efakat'den): 1. ؟efkatli, merhametli, acıyıcı, esirgeyici. 2. i. erkek adi. [müen. "şefîka” kadm adi olarak kullamlir].
؟e fik
؟eflcat ( ﺷﻔﻘﺖa.i.). (bkz : ؟efakat). ؟e fk a tlü
( ﺷﻐﺸﻠﻮa.t.s.) : babalar hakkında kul-
lamlan iinvan.
؟egab
( ﺷﻐﺪآﻟﻮf.b.i.):
1.
( ﺷﻔﺐa.s.): fitne uyandıran.
(“ga” uzun okunur, a.i.): hek. kalb zari, iltih â b -ı ؟e g a f : kalb zari İltihâbı.
؟e g a fJlis
؟e g a f-ı d â h ilî-i k a lb
: anat. İç yürek zari,
؟e g a f-ı h â ric î-i k a lb
: anat. di ؟yürek zari,
؟e g a f - (a.i.): delicesine sevme,
( ﺷﻔﻌﺪارa.f.b.s.): delirtici. “( ﺷﻐﺎﻓﻰga” uzun okunur, a.s.): kalb za-
ş e g a f-d â r ؟e g a fî
rina âit, bununla ilgili. 1148
( ﺷﻬﺒﺎزf.b.i. ve s.), (bkz : ؟âh-bâz).
( ﺷﻬﺒﻔﺪرf.b.i.): 1. konsolos. 2. tar. Mahmut II. zamânmda, OsmanlI imparatorluğu İçinde yerli Müslüman tüccarların korunması bakımından aralarında çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlığı gidermekle görevli bulunan kimse, [bu mânâdaki ؟elrbender adi ikinci Meşrutiyetten sonra kaldırılmıştır].
؟eh-bender
( ﺷﻬﺒﻔﺪر ﺧﺎﻧﻪf.b.i.): şehbenderlik, konsolosluk, konsoloshane.
؟eh-bender-hâne
( ﺑ ﻴ ﺖ ﺷﻪf.a.b.i.): ed. (bkz: şâh-
؟eh-beyt
beyt).
( ﺷﻬﺪa.i.c.: şihâd): ı.b al. (bkz: asel). 2. gümeç balı.
؟ehd
؟ehd-âb, çehd-âbe
“semiz e rik '': ؟eftâli. 2. m ec. öpücük, (bkz : bûse).
؟e ft-â lû
؟eh-bâz
ﺷﻬﺪاﺑﻪ، ( ﺷﻬﺪا بa.f.b. i.) :
bal şerbeti.
( ﺷﻬﺪ آﻣﻴﺰa.fb.s.): 1. bal ile karışık. 2. İçinde bal varmış gibi tatil.
؟ehd-âm îz ؟eh-dâne
( ﺷﻬﺪاﻧﻪa.b.i.). (bkz : şâh-dâne.'l.
çeh-dânec
( ﺷﻬﺪاﻧﺞa.b.i.). (bkz: şâhdâne٠٩
şeh-dâne). ؟ehd-hâü şehd-kâm
( ﺷﻬﺪﺧﺎنa.b.i.): bal sofrası, ( ﺷﻬﺪ ﻛﺎ مa.f.b.s.): tadı damağında
kaimi.؟ ؟ehen- ؟âh, ؟ehen- ؟eh
(bkz: ؟âhen- ؟âh).
ﺷﻬﻔﺸﻪ، ( ﺷﻬﻔﺸﺎهf.b.i.).
؛ehn.z-hâz şehevât ( ﺷﻬﻮاتa.i. şehvetin c .): şehvetler, nefis düşkünlükleri, aşırı- istekler, (bkz: şehvât). şehevât-ı nefsâniyye : nefis düşkünlükleri, şehevî ةﻫﻮى٠(a.s.): şehvetli, *kösnül. şehîd (a.s. ve i. şehâdet'den. c . : şühedâ). 1. dîn veyâ yüksek bir ülkü uğrunda ölen lcimse; savaşta ölen. şehîd-i hancer-i müjgân ؛hançere benzeyen kirpiklerin şehîdi. şehîd-i hükmî: huk. yangında yanarak, suda boğularak veya herhangi bir İlmî araştırmada veya hastalık sırasında hayatini kaybeden Müslüman kimse. şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ şehîdi): Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin,
Hz.
şehîde ( ﺷﻬﻴﺪهa.s. ve i.) : [“şehîd” in müen.). (bkz: şehîd). şehîk ( اﺛﻬ ﻖa.i. şehka'dan): 1. nefesi İ ؟eri alil-ken seslenme; hıçkırık. 2. soluk alma. şehîk-i ten h âyî: yalnızlık nefesi, şehîm أ٠( ﺷﻬﻲa.s. şehâmet'den): şehâmetli, akıllı ve kurnaz yiğit, [miien. : şehîme”]. şehîr ر٠( ﺷﻪa.s. şöhret'den): namlı, ünlü, (bkz : meşhûr, nâm-dâr). şehîre ( ﺷﻬﻴﺮهa.s. şöhret'den): [“şehîr” in müen.J. (bkz : şehîr). şehiyy, şehiyye ه٠ ﺷﻪ، ( ﺷﻬﻰa.s. şehvet'den) : iştahlandıran, isteklendiren. Et'ıme-i şehiyye : İştah uyandıran yemekler, şehka ( ﺷﻬﻘﻪa.i.): hıçkırık, keskin ؟ığlık. Şehka-İ bükâ : ağlama hıçkırığı, şeh-kâr ﻫ ﻜ ﺎ ر٠( شf.b.s.) : üstün eser, fr. chef d'oeuvres. (bkz: şâh-eser). şehlâ' ( ﺷﻬﻼﺀa.i.): 1. elâ göz, koyu mâvi göz. 2. s. elâ gözlü [kadm]. 3. tatil şaşı, [“eşhel” in müennesi]. Ayn-1 şehlâ, Çeşm-i şeh lâ : elâ göz veyâ tatil şaşı bakan göz. şeh-levend ( ﺷﻬﻠﻮﻧﺪf.b.s.) : boylu boslu, şen, güzel gen ؟. şeh-levend-âne ( ﺷﻬﻠﻮﻧﺪاﻧﻪf.b.zf.): boylu boslu, güzel gençlere yakışır yolda, şehm ( ﺷﻬﻢa.s.): 1. becerikli, anlayışlı, zekî. 2. cesur, kahraman, yiğit, şeh-nâme ( ﺷ ﻬ ﺎ ﻣ ﻪf.b.i.): OsmanlI târihine âit muharebelerin evvelâ manzum, sonra man-
zum ve mensur olarak karışık yazılmışı, (bkz: şâh-nâme). şehnâz ( ﺷ ﻬ ﺄ زf.i.): miiz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarmdandır. ؟ok güzel ve karakteristik bir makam olup, hicazkârm daha yumuşağı ve nazlısı, masal edâsma ؟ok müsâit bir nev'idir. Eskiden pek ؟ok kullanılmıştır; son zamanlarda orta derecede kullanılmıştır. Şehnaz, uzzal veyâ hicaz veyâ hümâyûn makamına, hüseyni aşîran (mi) perdesine göçürülmüş bir hümâyûn ilâvesinden mürekkeptir. Uzzal veyâ hicaz veyâ hümâyûn ile dügâh (İâ) perdesinde kalır (bu perde, hüseyni aşîran'da hümâyûn'un da gü ؟lüsüdür). Gü ؟lüler, birinci derecede -hümâyûn ile hicâz'ın gü ؟lüleri olan- nevâ (re), ikinci derecede de -uzzal'ın gü ؟lüsü ve hüseyni aşîran'da hümâyunun durağı olan- hüseynî (mi) perdeleridir. Karışık ve fakat daha ؟ok inici bir seyri vardır (ve muhayyer perdesini ؟ok kullanır). Donanımına “si" bakıyye bemolü, "fa" koma diyezi, “ do” ve “sol” bakıyye diyezleri konulur, (ikinci ve dördüncü ârızaları hüseyni aşlranda hümâyûn İ ؟indir; diğer ikisi de hümâyûnun ârızalarıdır). Eğer uzzal veyâ hicaz kullanılmışsa “ fa” bakıyye diyezi (“ fa” bekardan sonra) ve “sol" bekai" yapılır. şehnâz-ısfalıan : müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yarısı) şehnaz âvâzesîne ısfahan makamım ekleyerek elde edilen terkip. şehnâz-büzürk ( ﺷ ﻬ ﺎز وركf.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesî yoktur. şehnâz-hâverân ( ﺷ ﻬ ﺂ ز ﺧ ﺎ و را نf.b.i.) : müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen bir, bir bu ؟uk asır veyâ daha evvel terkibedilmiştir. Dellâl zâde'nin İlâhisi, Musullu Hâfız Osman Efendi'nin İlâhîsi makama misâldir. Şehnaz ile ırak makamlarmdan mürekkeptir. Irak ile ırak perdesinde kalır. şehnaz-hicâz ( ﺷ ﻬﺘﺎ ز ﺣ ﺠ ﺎ زf.a.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. 1149
şehn٥z-hüseynî ?e h n az -h iise y n i ( ﺣ ﺴ ﻴ ﻨ ﻰ ﺷﻬﺎ زf.a.b .i.): m ü z. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup z a m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.
şe h n az-râsî
? e h n a z -irâ k ( ﺷﻬﻔﺎز را قf.a.b .i.): m ü z. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k am ı olup za m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.
?e h n a z-re h âv i
?e h n az -k û ç ek ( ﺷﻬﺂز ﻛ ﻮ ﺣ ﻚf.b.i.) : m iiz. T iirk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k am ı olup za m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.
?e h n a z-u ??âk
?eh n az -n e v â ( ﺷﻬﺎز ذواf.b.i.): m iiz. T ü rk m üziginin en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m akarni olup za m â m m ız a kaim i? n iim ûnesi yoktur.
?eh n az-zen giile
?e h n a z -p û s e lik ( ﺷﻬﻨﺎ ز ﻳﻮﻣﻪ ﻟ ﻚf b .i.) : m iiz. T iirk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m akarnidir. M a k a m ın 2 çe?idi v ard ır; b irin c i çe?idi basit, İkincisi m ürek k e p tir. Basit olan ı 2 n u m a ra lı basit m a k a m ım ız p û se lik 'in inici ?eklinden ibârettir. P û selik 'd e o lduğu üzere, p û selik be?lisi ile h icaz d ö rtlü sü n den ibârettir. G üçlüsü -be?li ile d ö rtlü n ü n birleştiği be?inci derece b u lu n a n - h ü sey n i (mi) perdesidir, in ic i b ir ?ekilde seyrederek dü gâh (İâ) perd esin de kalır. M uhayyer perdesi çok m ü h im d ir. D o n a n ım ı -la m in e u r gibi- be? olup y ed e n in in sol bakıyye diyezi n o ta içerisinde ku lla n ılır. N iseb-i ?erife'den 9 u n a (hepsine) m â lik olm ak la dizisi m ülâyim dir. O rta sekizlisindeki sesleri -tizd en p este d o ğ ru o lm ak üzere- ?öyledir : m uhayyer n im ?ehnâz, acem , hüseyni; nevâ, çargâh, p ûselik ve dügâh. ik in c i (miirekkep) ?ekli ise, ?ehnâz ile p û selik be?lisinden ibârettir. Bu be?li ile dü g âh (İâ) perdesinde du ru r. G üçlüler b irin c i derece -?ehnâz'ın b irin c i güçlüsü olan- nevâ (re), ik in ci derecede de -?ehnazm ik in c i güçlüsü ve pûselik be?lisinin en tiz sesi olan- h ü sey n i (mi) perdeleridir. M uhayyer perdesi, çok m ühim d ir. in ic i o la ra k seyreder. D o n a n ım ın a ?ehnâz'ın "si" bakıyye bem olü, "fa" kom a diyezi, "sol'' ve "do" bakıyye diyezleri kon u lu r (gene ?ehnâz İçin eğer icâbederse "fa” b ek a r ve "fa" bakıyye diyezi, “sol" b ek a r k ullan ılır). P û selik be?lisi İçin "si” bekar, "do” bekar yapılır).
1150
ﺳ ﺖ١( ﺷﻬﺎز رf.b.i.): m iiz. T ü rk m üzig in in en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m ak arn i olup za m h a m m ız a k aim i? n iim û n esi yoktur. ( ﺷﻬﻔﺎز رﻫﺎوىf.b .i.): m ü z. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m a k a m ıo lu p z a m â m m ız a k a lm ı? n ü m û n e si yoktur, [a s il: “?eh n az -ru h âv i” dir].
( ﺷﻬﻔﺎز ﻋﺸﺎقf.a.b .i.): m üz. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup za m â m m ız a k aim i? n ü m û n esi yoktur. ( ﺷﻬﺂز زﻧﻜﻮﻟﻪf b .i.) : m ü z. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup za m â m m ız a k aim i? n ü m û n esi yoktur.
?e h -n i?în -
(f.b .i.): p en cere çıkm ası, balkon. ( b k z : ?âh-ni?în).
( ﺷ ﻬﺜﺎ هfb.i.). (bkz : ?âhen-?âh). ( ﺷﻪ؛رf b .i.) : ku? k a n a d ın ın en u z u n
?e h n -?âh ?e h -p e r
tü y ü , (bkz :? âh -b âl, ?âh-per).
٠( ﺷﻪa.i.c .: e?hür, ? ü h û r ) : 1. yeni av. (bkz : hilâl). 2. ay, o tu z g ü n lü k zam an.
?e h r
?e h r-i r a m a z â n : ra m a z a n ayı. ?e h r
ﺛﻬﺮ٠(f.i.): ?ehir, b ü y ü k belde, b ü y ü k kent,
il. ? e h r -e m â n e ti : belediye. ? e h r -e m in i : belediye reisi. ?e h -râh
( ﺷﻬﺮاهf.b.i.). (bkz : ?âh-râh).
?e h -râh -ı t e r a k k i : te ra k k in in , ilerilem en in
b ü y ü k yolu. ? e h r-â râ
ا٠)( ﻏﻬﺮاf.b.s.): ?ehri süsleyen, ?ehre
süs veren.
( ﺷﻬﺮآﺷﻮبf.b .s.): ?ehri fesâda ve-
?eh r-â?û b
ren. ?e h r-â y în ?e h r-b â n
( ﺷﻬﺮآﻳ ﺠ ﻦf.b.i.) : d o n an m a, ?enlik, ( ﺷﻬﺮﻳﺎنf.b.i.) : ?ehre bak an , ?ehir
bekçisi. ?eh -reg
ئ
?e h r-e n g iz
(f.b.i.). (bkz : ?âh-reg).
( ﺷﻬﺮاﻧﻜﺒﺰf.b .s.): "?ehir k arı? tıran " :
ed. b ir yerin tabii ve sosyal özelliklerind en b ah sed en b ir n az ım tü r ü [çoğunlukla b u çe?it eserler, sosyal hayat b a k ım ın d a n b ir ta k ım d ed ik o d u lara sebebiyet verecek m âhiyette idi; XVI. asır ?âirlerim izd en F ak iri'n in ?ehrengizi göze çarpar).
şeker-k٠n٥ şeh rî
ى
(f.s.) :
د
1. şe h ir li:
2. İstanbullu,
İstanbul'da doğup büyüm e. 3. m ec. ince, kibar.
ﺑﻪ.ﺷﻬﺮ
şehrî, şeh riye
ﺣﻴ ﺮ ى ؛
(a .s.): aylık, aya
mensup, ayla ilgili.
şe h r-i n â z
ﺛﻴ ﺮﻧﺎ ز
(f.b .i.): m ü z. T ü rk m üziğin in
en az ik i a sırlık b ir m ürekkep m akam ı olup zam âm m ıza kalm ış nüm ûnesi yoktur, adi. 3 . her Iran ayın ın 4 . günü,
ﺷﻴﺮﻣﺘﺎن
şeh r-îstâ n
(f.b .i.): b ü y ü k şehir,
şehzâdeler, pâdişâh, hüküm dar oğu llan ,
ﻓﻴﺮﻳﺎران
ş e h r-y â r-â n e
(fb.i. şehr-yâr'ın c.) : hü-
ﺑ ﺮا ذ ه.ﺷﻴ ﺮ
( f z f .) :
hüküm dara,
ﺷﻴ ﺮ " ﻷ ر ى
(f.b .s.):
1. hüküm dara,
2. şehriyarlık,
hüküm darlık,
pâdişahlık.
ﺷ ﻬ ﺮا ر
(f.b.s.). (bkz : şâh-süvâr).
ş e h -sü v â r-ı m ü lk -i s a â d e t : saâdet ülkesinin ünlü binicisi. ş e h -tâ n e ^ ۴
ﺷﻬﺘﺮه
(f.b.i.). (bkz : şah-tere).
ﺷﻬﻮاﻧﻰ
(a.f.b.s.): eşkıyalığa
ﺷﻜﺮ
(f.i.): şeker (nazım da : “şekker” şek-
li de kullanılır). Ş îr ii şekk er (sütle şeker) senli benli halde olan; uygun, (bkz : m ûnis, şeker-âb
ﺷﻜ ﺮآ ب
(f.b .s.): dostluk arasına giren
soğukluk, k ırgın lık [çekerle su gibi u yu şam azlık]. (bkz : şeker-rengz).
ﺷﻜﺮآوﻳﺰ
şe k e r-â v îz
(f.b.s.) : hoş, giizel, za rif
ş e k e r - b â r ^ ^ (f.b .s.): şeker yağdıran , etrâfa
şek e r-d e h ân
beglik (devlete âit) gemi, 2. şehvete ؟ok düşkün
olan
ﺷﻜﺮدﻫﺎن
(f.b .s.): şeker sözlü, tatil
dilli, ( b k z : şeker-güftâr). ş e k e r-g ü ftâ r
(a.s.) : 1. şehvete m ensup, şeh-
[kimse].
ﺷﻜﺮﺳﻤﻐﺘﺎر
(fb.s.) : sözü şeker gibi
ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎر
(f.b .s.): teşekkür eden,
tatil olan. şe k e r-g ü z â r
iyilik bilen.
ş e h v â n iy y e ( ﺷﻬﻮاﻧﻴﻪa .s.): [''şehvânî”ninm üen.]. ( b k z : şehvânî). şeh v â n iyye t
ﺷﻘﺎوت ﺳﺸﻪ
alıçmış.
tatil gülüş.
(i.) : brik nevinden iki direkli
vetle ilgili.
ilk, haydutluk.
şeker saçarcasına tatil. H a n d e -i şek e r-b âr :
(f.b.i.). (bkz : çâh-dâne).
çehtiye -
( ﺷﻜﺎﺋﻢa.i. şekim e'nin c . ) : şekimeler. “( ﺷﻘﺎوتka” uzun okunur, a .i.) : 1. bed-
m uvâfık).
pâdişâha m ahsus, hüküm darla, pâdişâhla
şeh -sü v â r
("k a " uzu n okunur, a .i.) : 1. bed-
alçaklık, ( b k z : denâet).
şeker
pâdişâha yak ışacak sûrette.
ilgili.
ﺷﻐﺎﺀ
şekavet-pîşe
küm darlar, pâdişahlar.
ç e h r-y â rî
şeka'
(a.i.) . (bkz : şekk).
bahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk. 2 . eşkıya-
hüküm dar. şe h r-y â râ n
çek ﺷ ﺪ
şekavet
şe h r-y â r ( ﺷ ﻴ ﺮ ^ رf.b .i.c.: şehr-yârân) : pâdişâh,
ﺷﻬﻮاﻧﻴﺖ
( ﺷﻬﻮارf.b.s.). ( ﺷﻬﻮاتa.i.
(a .i.): şehvetlilik, şehvetli (bkz : şâh-vâr). şeh vetin
c . ) : şehvetler,
şeker-h âb
(a.i.c. : şehvât) : 1. aşırı istek.
2 . nefis. 3. C in se l istek.
ﺷﻬﻮت
İştiha uyandıran.
ﺷﻜﺮﺧﻮا ب
(f.b .i.): otururken gelen
şek er-h an d , şeker-h and e
(a.f.b.s.): şehvet, istek,
ﺷﻜﺮﺧﻔﺪه، ﺷﻜﺮﺧﻔﺪ
(f.b .s.): sevgilinin tatil tatil gülüşü, [z ıd d ı: "zeh r-h an d "]. şekeri
şehevât).
şeh vet-en glz ا ذ ي
(f.b .i.): teşekkür etme,
tatil uyku, (bkz : nüâs, sinne).
nefis düşkünlükleri, aşırı istekler, ( b k z :
ﺷﻬﻮت
ş e k e r -g ü z â r î ر ى١ﺷ ﻜ ﻠ ﻰ iyilik bilme.
olm a hâli, kösnülük.
şehvet
(f.b.i.c. : şeh -zâd e gân ): hü-
kiim d ar oglu, prens, (bkz : şâh-zâde).
şek âim
şeh -rû d ( ﺛ ﻴ ﺮ و دfb '.i.): b ü yü k ؟a y nehir,
şeh -v â r
şeh -zâd e ﺷ ﻬ ﺰ ا د ه
bahthk, bahtı karalık, kutsuzluk. 2 . rezillik,
şe h rîr ( ﻧ ﻴ ﺮ رf i . ) : 1. takvim . 2. İran'da 6 . ayin
şehvât
(a.f.b.s.): şehvetine,
prensler.
gisi.
şeh vâ n î
^ ت
ر
nefsine ؟ok düşkün [kimse].
şe h -zâd e gân ( ﺷ ﻴ ﺮا د ﺳ ﻤ ﺎ نf.b.i. şeh-zâde'nin c.) :
ş e h r i y y e i d e k â k in : tem ettü' (kazan ) ؟ver-
şeh-tere
şehvet-perest ت
ﺛﻜﺮ ى
(f.s .): şekere âit, şekerle ilgili,
çek erin ( ﺷ ﺒ ﺮ سf.s.): şekerli, tatil.
Şeker-İstân ( ﺷﻜﺮﺳﺘﺎ نf.b .i.): şeker kam ışı tarlası. şek e r-k an d
ﺷﻜﺮﻗﻔﺪ
(f.b .i.): nebat çekeri.
1151
؛eker-leb şeker-leb ( ﺷﻜﺮﻟ ﺐf.b.s.): 1. dudağı şeker gibi tatil. 2. tatil dudaklı, tatil sözlü, şeker-pâre ( ﺷﻜﺮﻳﺎﻟﻪf.b.i.) : 1. ؟ok şekerli ve tatil olan bir kayısı nev'i. 2. bir ؟eşit nakış, şeker-reng ( ﺷﻜ ﺮ رﻧ ﻚf.b.s.): 1. sarıya ؟alar beyaz [renk]. 2. araları a ؟ık, bozuşuk, bozuk, pek yolunda olmayan [ahbaplık], (bkz: şeker-âb). şeker-rîz ﺑﺰ,( ﺷﻜﺮلf.b.s.): 1. çeker sa ؟an, pek tatil. 2. sevinçten gelen gözyaşı, şeker-şiken ( ﺷﻜﺮ ﺷﻜﻦf.b.s.): tatil konuşan, tatil söz söyleyen. şekevât ت١( ﺷﻜﻮa.i. çekve'nin c.) : şikâyetler, sızıltılar, (bkz : şikâ). şekîb ( ﺷﻜﻴ ﺐb.): 1. sabır, tahammül, (bkz : sabr). N â-şekîb: sabırsız. 2. erkek adi. [asli: “şikîb” dir]. şekîbâ (f.s.): sabıı-lı. (bkz: mütehammil, sâbır, sabûr, şeki-bende). [asil: "çikîbâ" dır]. şekîbâî ( ﺷﻜﻴﺒﺎ'د ىf.i.): sabırlılık. [asil: "şikîbâî" dir]. çekibende ( ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﺘ ﺪ هf.s.). (bkz : çekîbâ). [asil: “şiklbende” dir]. çekîme (a.i.c.: şekâim) : 1. dayanma, (bkz : mukavemet). 2. gem. (bkz : İicâm). K avi^ii'ş-şekîm e, Şedîdü'ş-şekîm e: ؟ok mukavemeti, dayanması olan, şekk ( ﺷ ﻚa.i.c.: şiikûk): şüphe, zan, tereddut. (bkz : gümân, reyb, şübhe, zann, zu'm). Bilâ-şek, B î-şek : şüphesiz. Yevm ü'ş-şekk: hilâlin görülmemesi sebebiyle şâban'ın otuzuncu günü mii, yoksa ramazanın birinci günü mü olduğunda tereddüt hâsıl olan gün. şekkâz ۵ ( زa.i.): huk. cinsel İlişki sırasında duhûlden evvel boşalan kimse, şekkerln ( ﺷﻜﺮﻳﻦfs .): tatil, şekerli, şekkî, şekkiyye ﺷﻜﻴﻪ، ( ﺷﻜﻰa.s.): şüpheye âit, şüphe ile *ilgili. şekl ٠( ﺷﻜﻞa.i.c.: eşkâl): 1. çekil, bi ؟im> kılık, (bkz : hey'et, sûret). 2. resim, pilân, taslak. 3 ٠türlü, cins, nevi, ؟eşit. 4. ؟ehre, beniz. 5. ed. bir manzûmenin mısrâları sayısına ve kafiyeleri sırasına göre aldığı bi ؟im. 6. hal, durum. şeklen ( ﺷﻜ ﻼa.zf.): şekilce, şekil bakımından, şeklî ( ﻓ ﻜ ﻞa.s.): şekle mensup, şekille ilgili. 1152
şe k li^ â t ( ﺷﻜﻠﻴﺎ تa.i.): leng. çekil bilgisi, fr. morphologie. çekliyye ( ﺷﻜﻠﻴﻪa.i.): fels. *şekilcilik, fr. f .r malisme. şekm ( ﺷﻜﻢa.i.): 1. sertlik. 2. güc. 3. kuvvet, şekûr ( ﺷﻜﻬﺪلa.s. ve i.) : 1. Allah'ın 99 adından biri. 2. ؟ok çiikreden. çekvâ ﺷﻜﻮى، ( ﺷﻜﻮاa.i.): şikâyet, sızıltı, hoçnutsuzluk. (bkz: şekve). şekvâ-eser ( ﺷﻜﻮى أﺛﺮa.b.i.): şikâyetçi, şikâyet uyandıran. şekve ( ﺷﻜﻮهa.i.c.: şikâ, şekevât): (bkz: çekvâ). çekve-kâr ( ﺷﻜﻮه ﻛﺎوa.f.b.s.) : şikâyet eden, (bkz: şâki). şekve-rîz ( ﺷﻜﻮه ردزa.f.b.s.): şikâyet saçan, sizıltı yayan. şekve-tırâz ( ﺷﻜﻮه را زf.b.s.): şikâyet donatan, şelâcim ( ﺷﻼ ﺟﻢa.i. şelcem'in c .): şalgamlar, şelâle ( ﺷﻼﻟﻪa.i.c.: şelâlât): 1. ؟ağlayan. 2. cogr., Jeol. * ؟avlan, (bkz: şelâle), şelcem ( ﺷﻠﺠﻢa.i.c.: şelâcim): şalgam, şelel ( ﺷﻠﻞa.i.): 1. (bkz : şell). 2. biy. vücuttaki renkli lekeler. 3. iskorbiit. 4. hek. sari benek, gözde agtabakanm en hassas noktası. Şelel-İ asfer : biy. sari benek. Şelel-İ İntâşiyye : bot. ؟imlenme beneği. çe leli sem 'î: anat. İşitme beneği, şeleng ( ﺷ ﺶf.i.) : oyuncunun, soytarıların sıçramaları, perende atmaları ve ayakları kıçlarını döve döve koşarak idman yapmaİarı. şelgam ( صf.i.): şalgam, şell ( ﺷﻞa.i.): ؟olaklık, elin, kolun eğri oluşu, şellâlât ( ﺷ ﻼﻻ تa.i. şellâle'nin c .): büyük ؟ağlayanlar. şellâle ( ﺷﻼكa.i.c.: şellâlât): büyük ؟ağlayan, şelvâr ( ﺷﻠﻮارfi.) : şalvar, şelvâr-bend ( ﺷﻠﻮارﺑﻨﺪfb .i.): u ؟kur٠ Çelyâk ( ﻧ ﺪا قa.h.i.): astr. Lyra burcu, lâ t .: Lyrae; fr. la Lyre. [HerkUl burcunun yanindadır]. şem ( د مa.i.). (bkz : şemm). çem' ( ﺷﻤﻊa.i.c.: çürnû'): 2. mum. şem'-i a se l: bal mumu.
1. balmumu.
şems-i cemâl şem '-i c ih â n -e fr û z (dünyâyı m u m ) : güzel sevgili,
aydınlatan
şem '-i e frû h te : yan an m um . şem '-i İ k b â l : talih, şans ışığı, şem '-i İlâ h î (İlâhî m u m ) : m ec. K ur'an-1 K erim , ( b k z : Furkan, H uda, H itâb, K itâb, M ushaf, N ecm , N ûr, Zikr). şem '-i k â fû r : k âfu rd an yapılan beyaz m um . şem '-i k iilb e -i a h z â n : h üzünler kulübesin in m um u; m ec. H z. Yusuf, şem '-i k ü şte : söndürülm üş m um . şem '-i m e d is - â r â : m eclisi süsleyen, m eclise zevk veren m um ; m ec. topluluğa neşe veren güzel. şem '-i m e z â r : m ezar başında y a k ılan m um .
؟e m elât ( ﺷﻤﻼ تa.i. ?em le'nin c . ) : A rap ların baş örtüleri; k ıld an yap ılm ış örtüler; sarıklar. şem 'î ( ﺷﻤﻌﻰa.s.) : 1. şem'a, ışığa m ensup, ışıkla, m um la ilgili. 2. m um yapan veya satan kim se. 3. i. şâir: H âfız D îvân ı'n m şârihi. 4. erkek adi. şe m îm ( ﺷﻤﻴﻢa.s. şem m 'd e n ): güzel kokan, güzel kokulu; güzel k oku, çem îm -i c i b â l : d ağların kokusu, şe m îm -i k â k ü l : k âk ü lü n kokusu, şem îm e ( ﺷﻤﻴﻤﻪa .i.c .: şem âim ) : güzel kokulu şey. (bkz : n efh a, râyiha), şe m l ( ﺷﻤﻞa .i.): 1. örtm e, bürüm e; k avram a, İçine alm a. 2. topluluk, in san yığ ın ı,
şem '-i ş a m -e frû z : geceyi aydınlatan güzel,
şem le ( ﺷﻤﻠﻪa .i.c .: şem e lât): A ra p la rın b aş örtüsü; k ıld an yap ılm ış örtü; sarık.
şem '-i ş e b -â râ (geceyi süsleyen ışık) : m ec. güzel; sevgili.
؛e m m ( ﺷﻢa .i.): koklam a, kok lan m a, koku alm a. H iss-İ ؟e m m : kok u duym a h assası,
şem '-i ş e b -istân : gece m um u, gece k an d ili.
şe m m âm â t ( ﺷﻤﺎﻣﺎتa.i. şem m âm e'nin c.) : şam am alar.
şem 'a ( ﺷﻤﻌﻪa .i.): m um lu fitil, m um a b a tin im ış fitil. şem 'a-ger ( ﺷﻤﻌﻪ ﺳﻤﺮa.f.b .i.): m um cu, m u m yapan kim se. şem 'a -g e rân ( ﺷﻤﻌﻪ ﺳﻤﺮانa.f.b.i. şem 'a-ger'in c . ) : m um yapıcılar, m um yapanlar, m um cular, şe m 'a -g e râ n -ı h â s s a : tar. O sm anlI sarayın da m um yapan *görevliler, ş e m â il ( ﺷﻤﺎﺋﻞa.i. şim âl'in c .) : 1. huylar, tabiatler, ah lâklar. 2. tas. gü zelliğin ve büy ü k lü ğ ü n b ir araya gelm esi, şe m â il-i şe rîfe : H z. M u h am m ed 'in m iibârek tavırları. şe m â il-n â m e ( ﺷﻤﺎﺀﺑﺎﻣﻪa .f.b .i.): b ir k im sen in dıştan görünüşündeki özellikleri anlatan eser. şe m â im ( ﺷﻤﺎﺋﻢa.i. şem im e'nin c.) : kokular, (bkz : revâyih). ş e m â rîh ( ﺷﻤﺎرخa.i. şim râh 'ın c.) : 1. hurm a veyâ üzüm b u d ak lan , salk ım ları. 2. dağ tepeleri.
( ﺷﻤﺎﻟﻪa .i.): şam ata, gü rültü, patırtı, şem âtet ( ﺷﻤﺎﺗﺖa.i.) : b irin in kötü du ru m d a
şem âte
olm asına veya düşm esine sevinm e, şem '-d ân şe m -d â n î
( ﺷﻤﻌﺪانa.f.b.i.) : şam dan. ( ﺷﻤﺪاﻧﻰa.f.b .i.): şam dancı.
şe m m ân ıe ( ﺷﻤﺎﻣﻪa .i.c .: şe m m âm â t): şam am a, yen m eyen k ok u lu b ir cins kavu n , şem m âs ( ﻓﻤﺎ سa .i.): 1. b aşın ın tepesi tıraşlı olan b ir p apaz sın ıh . 2. k ilise kandilcisi, ؟em m e ( ﺷﻤﻪa .i.): 1. b ir kere koklam a. 2. pek az şey. şe m m î ( ﺷﻤﻰa .s.): 1. kok lam aya âit, k oklam a ile ilgili. 2. koku alan. şem s ( ﺷﻤﺲa .i.c .: ş u m û s): 1. Güneş, (bkz : Â ftâb , H orşîd, M ihr). G u rû b -İ Ş e m s : G iin eşin batm ası. T u lû -i Şem s : G ü n eşin doğm ası, k e'ş-şe m s f î v a s a ti'n - n e h â r : gün ortasın d ak i güneş gibi m eydanda, gün gibi âşik âr ve sarih , apaçık, besbelli. Şem s ii K a m e r : G üneşle Ay. şe m s-i a s r : ik in d i güneşi, şe m s-i d ır a h ş â n : p arlak güneş, şem s-i f ü r û z â n : p arlak güneş, şe m s-i h a k i k a t : h akik at güneşi, şe m s-i m ü n îr : p arlak güneş, şem s-i ra h ş â n : p arlak güneş. 2. m üz. T ü rk m ü ziğin in b irkaç asırlık b ir m ürekkep m akarni olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur. şe m s-i c e m â l: m iiz. anon im bir edvâr-1 İlm -i m ûsikide *tan ım lan an m akam . 3. tas.
1153
şems-âbâd bir ışık k ayn ağ ı olarak görünüş alan ın a 1 ؟k an A llah 'ın adi. şem s-âb â d آﺑﺎد lilc [yer].
( ﺷﻤﺲa .f.b .s.): gü n lü k güneş-
şem se ( ﺷ ﺴ ﻪa.i.) : 1. G üneş şeklinde yapılan İşleme resim . 2. yazm a lcitapların b aşına yap ılan sü s ؛cild in orta k ısm ın d a bulunan beyzl süslem e. ş e m s e li: g. s. ortasında beyzi (oval) b ir göbek bu lu n an hail.
?emseddin Sâmi ( ﺷﻤﺲ اﻟﺪس ﺳﺎﻣﻰa.h.i.): 1850 y ılın d a Rum elide “ F raşe ri” kasabasında doğm uştur. B ab asın ın adi H âü d 'd ir. M erhum b ü yü k b ir dil âlim i idi. A rap ça, Farsça, Fran sızca, R u m ca ve biraz da İtalyan ca bilirdi, ilk eseri "M u h tasar T ârih-İ Fran sa” ad li b ir tercüm edir. 1872 de “ Taaşşuk-1 Tal'at ve Fıtn at" ad il b ü y ü k h ik âyesin i yazdi. Sonra "G âv e ”; "B e sâ " p iyeslerin i, "H afta" ve “A ile ” m ecm û aların ı neşretti. O nun en b ü yü k hizm eti, altı c iltlik "K am û sü 'la'lâm "ı, "K am û s-İ T ü r k î”si, Fran sızcadan îü rlcçe ye , T ü ık çe d e n F ran sızcaya olan kam u sları iledir, (d. : 1850 - ö . : 1904). şem sî ( ﻟ ﻰa .s.): 1. G üneşe âit. G üneşle ilgili. 2. i. erkek adi. şem siyye ( ﺷ ﻤ ﺴ ﻴ ﻪa.i. şe m s'd e n ): 1. şem siye. 2.S. G üneşle ilgili. H u rû f-1 şem siyye: ( b k z : hu rû f). M a n z û m e -İ şem siy y e : astr. Güne.ş sistem i. [U târid (Merlcür), Z ü h re (Venüs), A rz, M erih (M ars), M üşteri (lupiter), Z u h al (Satürn), U ı'anüs, N eptün, Pluton]. 3. tas. h alvetiyye ta rik a tı kolların d an b iri olup kuru cu su SivaslI Şeyh Şem seddin (Öİ. 1598) dir. 4. s. ["şem sî" nin müen.]. (bkz : şemsî). 5. i. zool. g iin s iile r, fr. h e iio z o a ire s. şe m s-p â re ( ﺷﻤﺴﺎرهa.f.b.i.) : 1. G üneş parçası. 2. m ec. ؟ok parlak.
şemşîr ( ﺷﻤﺸﻌﺮf.i.) : k ılı ؟, (bkz : seyf, tîg). şemşîr-i Hindi ؛H indistan'da ؟elikten yapılan m akbul bir kılı ؟,
şemşîr-i tâb-dâr : parlak k ili ؟, şemşîr-i zulm : zulüm kılıcı, şemşîr-bâz ( ﺷ ﻤﻐﺒ ﺮ ﺑﺎزf.b.i.) : kılıçla oynayan, kılıçla oyun lar yapan, iyi lcılı ؟kullanan kimse.
şemşîr-be-dest ( ﺷﻤﻐﺒﺮ ﺑ ﺪ ﺳ ﺖf.b.s.) : elinde İÇİil ؟tutan.
şemşîr-ger / ( ﺷ ﻤ ﺸ ﺮf.b.i.c.: şem şîr-gerân): kiİ1 1 ؟؟.
şemşîr-gerân ا ن/( ﺷ ﻤ ﺸﻴ ﺮf.i. şem şîr-ger'in c.) : 1. kılıççılar. 2. tar. sarayın kılıççıları, şemşîr-zen ( ﺷﻤﺸﻴﺮزنf.b.s.) : kılıçla vu ran , kiil ؟ ؟eken.
şemyâne ( ﺷﻴﺎﻧ ﻪf.i.) : gölgelik, (bkz : sâyebân').
şe'n ( ﺷﺄنa.i.c. : şiân, şüûn) : 1. i ؟, (bkz.: fi'1, kâr). 2. yeni İş, yeni ؟ikan hal, hâdise,
şen ( ﺷ ﻦf.i.) : 1. naz ve edâ. 2. göze ve gönüle hoş görünen hal. 3. s. ferahlı, sevinçli. 4. kendir. 5. s. bayındır, (bkz : ma'mûr). şen ( ﺷ ﻦa.i.c. : eşnân). (bkz : şem). şenâat ( ﺷ ﻔﺎ ﻋ ﺖa.i.) : kötülük, fenâlik. (blcz : habâset).
şenâr ( ﺷﻔﺎرa.i.) : b ü yü k utanc, ayıp, şenâyi' ( ﺷﻐﺎﻳ ﻊa.i. şenîa'nın c.) : kötü İşler, ayıp İşler, yakışıksız hareketler, [asil : “şenâi' ” dir].
şenbih ( ﻓ ﻐ ﺐf.i.) : 1. gün. 2. cum artesi. Çehârşenbih : ؟arşanba. Dü-şenbih : pazartesi. Penc-şenbih: perşenbe. Se-şenbîh : sali. Yek-şenbih : pazar. şeng ( ﺷ ﻚf.i.) : 1. haydut, eşkıyâ. (bkz : şâki). 2. S. neşeli, kıvrak.
şem s-sip e r ( ﺷﻤﺲ ﺳﺠﺮf.b .i.): 1. G üneşten lcoru n m ak üzere başa giyilen en ؟ok beyaz bezden yap ılan başlık. 2. şapka sipel'i.
şengare, şengaret ﺷﻐﺮ ت، ( ﺷﻐﻐﺮهa.i.) : kötü
şe m sü 'd -d în ( ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦa .b .i.): 1. dîn in güneŞİ. 2. erkek adi. [yanlış olarak "Şem settin” şekli yaygın dır].
şe'nî ( ﺷﻌﻨ ﻰa.s.) : fels. gerçek, fr. réel, şenî' ( ﺷ ﻊa.s. şenâat'den) : fenâ, kötü, ayıp, utanılacak. Fi'l-işenî'. (bkz : zinâ). [müen. :
Ş e m s ü 'l-H a k a y ık (h akikatler g ü n e ş i): Hz. M evlân â'n ın d îvân ı (bkz : D îvân -1 Kebîr).
şenîa ( ﺷﻔﻴﻌﻪa.i.c. : şenâyi') : kötü İş, ayıp İş, ya-
şem sü 'l-m ek âtîb (m ekteplerin G ü n e ş i): İstan bul'da, O rtaköyde b u lu n an b ir mektep (O kul).
şe'niy۴et ( ﺷﺄ ﻧﻴ ﺖa.i.) : fels. gerçek, gerçeklik, fr. réalité.
1154
hurluluk.
şengerf ( ﺷ ﻜ ﺮ فf.i.) : zincifre denilen boya,
“şenîa” ]. kışıksız İş.
şerbe.-hâne şenn ( ضa.i.c.: eşnân): ?araba su karıştırma, şennâr ( ﻻ رa.i.c.: şenâir) : ayıp; utanç; kötülük. şenşene ( ﻓ ﻔ ﻲa.i.) : âdet; usûl, şenşene-i azamet ve İk b â l: ikbal ve azamet âdeti. şer ?
(a.s. ve i.c .: eşrâr). (bkz : ?err).
şer ( ضa.i.c.: ?ürür). (bkz : ?err). ?er' س (a.i.): Allah'ın emri, âyet, hadis, icmâ-i ümmet ve kıyâs-1 fukahâ esasları üzerine kurulmu? olan din kaideleri, (bkz : ?eriat). Hâkimii'ş-şer': ?er'iye mahkemesi reisi, kadı. şer'-i şerîf: İslâm ?erîatı. şerâb ( ﺷﺮ'بa.i.). (bkz : şarâb*). şerâfe ( ﺷﺮافa.i.). (bkz : ?erâfet). ?erâfet ( ﺷﺮاﻓﺖa.i.): 1. şerefli olma, şereflilik. 2. kişizadelik, soydanhk. 3. şeriflik, imam Hasan vasıtasıyla Hz. Muhammed soyundan gelme, (bkz : siyâdet). şerâfet-i Mekke-i M iikerrem e: Mekke ?erifligi. şerâif ( ﺷﺮاﺋﻒa.i. ?erife'nin c.) : mutlular, kutlular. şerâih ( ﺷﺮاﺋﺢa.i. ?eriha'nm c .): et dilimleri; vücuttan kopmayarak ayrılmış olan et parçaları. şerâir ( ﺛﺮاﺋﺮa.i. ?erire'nin c .): kıvılcımlar, şerâit ( ﺷﺮاﺋﻂa.i. ?art ve ?arîta'nın c .): ?artlar, [aslında "?arita" nin c. olmakla berâber ancak mânâca büyük bir fark olmadığından bizde “şart” in c. olarak da kullanılır], şerâit-i istib d âl: huk. [eskiden] vakfiyede Öngörülmediği halde, vâkıfln şartlarının değiştirilmesini gerektiren durumlar; istibdal tasarrufunu inşâ İçin aranan kayıt ve şartlardır ki vakıfakarm İntifâ edilemez bir hâle gelmesi, tâmiri İçin gailenin bulunmaması, hâkimin izni, ülülemr'iû emri, bedel alınacak milk akarm mahal ve mevkiinin vakıf akarm mahal ve mevkiinden ?eref ve rağbetçe aşağı olmaması hallerinden ibârettir.
şerâket ﻛ ﺖ١( ﺷﺮa.i.): 1. ?eriklik) ortaklık. 2. arkadaşlık, (bkz : refâkat). çer'an ( ﺷﺮﻋﺎa.zf.): çerîatça çerîat hükmünce, şeriata uygun olarak. şerâr, şerâre ﺷﺮاره، ( ﺷﺮارa.i.) 1. kıvılcım. 2. Muallim Naci'nin 1885'te basılmış bir şiir kitabi. şerâre-i elektrikiyye: fiz. müsbet (anot) ve menfi (katot) elektriğin birbirine degmesinden meydana gelen kıvılcım, şerâre ( ﺷﺮارهa.i.c.: ?erer): kıvılcım, şerâre-figen ( ﺷﺮاره ضf.b.s.): kıvılcım saçan, ?erâret ( ﺛ ﺮا ر تa.i.) :şerirlik, şer İşleme, fenâlık, kötülük. ?erâset ( ﺷﺮاﻣ ﺖa.i.): titizlik, huysuzluk; ge ؟imsizlik. çerâsîf ( ﺷﺮاﺳﻒa.i. şersûf'un c .): anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdaklar. ?erat ( ﻧ ﺮ طa.i.c.: eşrât) : 1. alâmet, nişan, iz, işâret. 2 ٠bir ?eyin en bayağısı, en aşağısı, şerâyi' ( ﻧﺮاﻳﻊa.i. ?eriat'ın c .): şeriatlar, ?eriat hükümleri (asil: “şerâi' ” dir]. şerâyîn ( ﻧ ﺮ ا ﻳ ﻦa.i. şiryân'ın c .): anat. atardamarlar, fr. artCres. şerâyîn-i harkafiyye : anat. harkafe denilen uyluk kemiğinin içinden ve dışından geçen kırmızı veyâ siyah kan damarları. şerâyîn-i k ily e v i: anat. böbreklere kan dagitan damarlar. şerâyîn-i m asarıkıyye: anat. bağırsaklara kan dağıtan damarlar. şerâyîn-i sübâtiyye: anat. ?ahdamarlarij boynun iki tarafında kalbden kafaya çıkan iki kalın atardamar. şerâzet ( دراز تa.i.): 1. çok sert ve kuru olma. 2. sertlik, kabalık, haşinlik. ?erâzim ( ﺛ ﺮا ذ مa.i. şirzime'nin c.) : küçük, az olan topluluklar.
şerâit-i m evk iin e : cogr. konu?, bir yerin çevresi içindeki duruşu,
şerbet ( ﺷﺮﺑﺖa.i. şürb'den): 1. ?erbet, içilecek tatil ?ey. 2. bardakla müshil olarak İÇİlen ilâç. 3. bâzı maddelerin suda eritilmişi (suda eritilmiş çimento, suda eritilmiş giibre., gibi].
şerâit-i v a k f: huk. vâkıfın vâkıfnâmede açıkladığı kurallar.
?erbet-hâne (a.f.b.i.) : [OsmanlIlar devrinde] meyhâne. 1155
şerç şerç ( ﺛ ﺮ جa.i.): anat. kıç, diibiir, anus. [Arapçada : (‘fere” mânâsına da gelir], şeref ( ﺛﺮىa.i.): 1. [ma'nen] büyüklük, yükseklik) ululuk. 2. övünme, (bkz: iftihâr). 3. üstünlük, (bkz : miimtâziyyet). 4. erkek adi. şe re fi ârızî, - -İ iz â f î: mevki ve rütbeden gelen büyüklük. Şeref-İ h a m îd î: miiz. ser-müezzin Tevfik Bey'in terkibederek II. Abdülhamid'e İthâf ettiği makam ki, ismi sonraları Dr. Suphi Ezgi tarafından “şeref-nümâ” olarak değiştirilmiştir. (bkz: şerefnümâ). şe re fi z â t î: kendi öz vasıflarından ve faziletlerinden dogan büyüklük. şerefü'd-dîn : ı) dinin şerefi; 2) dilimizde “şerâfettin” şeklinde erkek adi olarak kullanılır. şerefü'l-insân: XVI. asır bilginlerinden BursalI Lâmiî ؟elebi'nin Kanuni Sultan SÜleyman adma kaleme aldığı eserdir, [insanlarm yaradılışta hayvanlardan her sûretle üstün olduklarım belirtmek İçin yazılmıştir]. şerefü'l-mekân bi'1-mekîn : mekânın şerefi mekin (oturan) ile dir. şereflbahş, şereflbahşa ﺷﺮف ﺑﺨﺸﺎ، ﺷﺮف ﺑﺨﺶ (a.f.b.s.) : şeref veren, şereflendiren, şerefe ( ﺷﺮﻓﻪa.i.c.: şüref, şürefât, şürüfât): 1. yüksek bir yerin çıkıntısı. 2. minârede ezan okunan yer. (bkz : şürfe). şereflefzâ ( ﺷﺮف اﻓﺰاa.f.b.s.): şeref artıran, artırıcı. şeref-hâh ( ﺷﺮﻓﺨﻮاهa.f.b.s.): şeref dileyen; onur sağlayan. şerefim e ( ذ رﻧ ﻪa.i.): bir yerin İmârıyla civarda bulunan mülklerin artan kıymeti gözönünde tutularak bunların sahiplerinden belediyece alman vergi veyâ bu emlâkin arasından sokaga terk olunan yer. şeref-nümâ ( ﺷﺮﻓﻐﻤﺎa.fb.i.): miiz. Türk müziginde bir mürekkep makamdır. Asil adi “şerefi hamîdî” olup Dr. Suphi Ezgi tarafından sonradan bu ad verilmiştir. Ser-müezzin Tevfik Bey tarafindan II. Abdiilhamid'in şerefine terkibedilmiştir. Hicaz ve aşîran'da beyâtî ile yegâh'da rast makamlarından mürekkeptir. Son makam 1156
ile yegâh perdesinde durur (bu perde, hicazm da güçlüsüdür). Güçlüleri, birinci derec.ede -hicazın durağı ve iki makamın da güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -yegâh'ın sekizlisi bulunan- nevâ (re) perdeleridir. Donanımına hicazın “si” bakıyye bemolü ile "fa" ve “do” bakıyye diyezleri konulur. Aşiranda beyâtî İçin “s.i” bekar ve “ do” bekar (fa diyez müşterektir), yegâhda rast İ ؟in de “si” bekar (diger iki ârıza müşterektir) nota içerisinde kullanılır, inici Ç1kıcı karışık bir şekilde seyreder, şeref-pezir ( ﺷﺮف إذدرa.f.b.s.): şeref ve itibar bulan. şeref-resân ( ﺷﺮ ﻓﺮﻣﺎ نa.f.b.s.): şeref eriştirici, şeref eriştiren, ulaştıran, şeref-rîz رﻓﺮﻳﺰ٠(شa.f.b.s.): şeref veren, şeref-sâdır ( ﺷﺮﻓﺼﺎدرa.b.s.): şerefle çıkan [pâdişâh emri], (“olan” yardımcı fiili ile kullanılır). şeref-sânih ( ﺷﺮﻓﺴﺎﻧﺢa.f.b.s.): şerefle hatırlanan [padişah emri], (''olan” yardımcı fiili ile kullanılır). ؟eref-sudûr (a.b.s.). (bkz: şeref-sâdır). ["eden” yardımcı fiili ile kullanılır], şeref-sünûh ( ﺷﺮﻓﺴﻨﻮحa.f.b.s.). (bkz: şerefsânih). [''eden” yardımcı fiili ile lcullamlır]. şeref-tevârüd ( ﺷﺮﺿﺮاردa.b.s.). (bkz: şerefvârid). [“eden” yardımcı fiili ile kullanılır], şerefivârid ( ﺷﺮﻓﻮاردa.b.s.). şerefle gelen, [“olan” yardımcı fiili ile kullanılır], şeref-vâsıl ( ﺷﺮﻓﻮاﺻﻞa.b.s.): şerefle gelen. şeref-vurUd ( ﺷﺮﻓﻮوودa.b.s.). (bkz : şeref-vâi'id). ["eden” yardımcı fiili ile kullanılır]. şeref-vusUl ل۶ ( ﺷﺮﻓﻮa.b.s.). (bkz : şerefvâsıl). şeref-yâb ( ﺷﺮﻫﻌﺎبa.f.b.s.): şeref bulan, şeref kazanan. şerefizâhir ( ﻧﺮﻓﻈﺎﻫﺮa.b.s.): şerefle çıkan. [“olan” yardımcı fiili ile kullanılır]. şeref-zuhUr ( ﺷﺮﺋﻬﻮرa.b.s.). (bkz : şeref zâhir). [“eden'' yardımcı fiili ile kullanılır], şereh ( ﺛ ﺮهa.i.): şiddetli hırs, tamahkârlık, açgözlülük. şereng ( ﺷ ﺮ كf.i.): zehir, (bkz : semm). şerer ( ذررa.i. şerâre ve şerere'nin c .): kıvılC im lar .
şerere ( ﺷﺮرهa.i.c.: şerer). (bkz : şerâre). şerer-feşâıı ن1( ﺷﺮرﻏﺶa.f.b.s.): kıvılcım saçan.
şerm-sarı ş e r e r - n â k ك٧ ( ﺷ ﺮ رa .f.b .s .): k ıv ılc ım sa ç a n ,
s o y u n d a n gelen lere v e M e k k e e m irle rin e
şe r-g îr ذ ر ر
v e rile n b ir U n van . 4 ٠ i. erk ek v e k a d m adi.
şerh
(f.b.s.). (b k z : şe rr-g îr).
( a .i .c .: ş ü r û h ) : 1. a ؟m a ١ a y ırm a .
ﺷ ﺮأ
[m üen. “şe rife ” ],
2 . a ç ık la m a , * a ç ım la m a [b ir ib â re y i v e y â
ş e r ih ( ﺷ ﺮ هa.s.). (b k z : şerh ân ).
ese ri-]. 3 . b ir k ita b in ib â re sin i k e lim e ke li-
ş e r îh a ( ﺷ ﺮ ﻳ ﺤ ﻪa .i . c .: şerâih ) : 1. et d ilim i. 2 . v ii-
m e a ؟ıp iz a h ed erek y a z ıla n kitap . 4 . a ؟ık
c u tta n k o p m a y a r a k a y r ılm ış o la n et p a rç a -
a n la tm a , (b k z : îz â h , tafeil). ş e r h -i
m ü tû n
(m e tin ler
ş e rh i):
eskid en
D â r ü lfü n û n 'd a o k u tu la n v e *k o n u su ed eb i eserleri şerh e tm e k o la n ders,
ş e r îk
(a.s. v e i . c . : ş ü r e k â ) : 1. o rta k .
ﺷ ﺮﻳ ﻚ
2 . ders, m ek tep , m ed rese a rk a d a şı, ş e r îk -i c ii r m : h u k . su ؟o rta ğ ı,
ş e r h a ﺣ ﻪ٠ ( ﺷ ﺮa .i.) : d ilim , k e silm iş, d ilin m iş şey, ş e r ik e ﺷ ﺮ ﻳ ﻜ ﻪ
p a rç a . ş e r h a ş e r h a : d ilim d ilim , p a rç a p a rç a , şerh â n ﺷ ﺮ ﻫﺎ ن
( a .i.) : ؟o k ta m a h k â r, a çg ö zlü ,
(blcz : lıarîs). ş e r 'î,
ş e r 'i ^ e
ﺷﺮﻋﻴﻪ، ﺷﺮﻋﻰ
( a .s .) : şeriata
âit, şeria tla ilg ili; şeriata u y g u n . H ü k m - i ş e r 'î : şeriata u y g u n h ü k ü m . M a h k e m e - i ş e r l y y e : şe r'î m a h k e m e , şeriat h ü k ü m le r in e gö re d â v â la ra b a k a n m a h k e m e , ş e r 'î d ir h e m : o rta b ü y ü k lü k te k i a r p a a ğ ırlı-
(a.s. v e i . ) : ["ş e r ik " in m iien .].
( b k z : şerik ). ş e r ir
ﺷﺮﻳﺮ
( a .i .c .: ş e r â ir ) : k ıv ılc ım ,
ş e r ir
ﺷﺮﻳﺮ
(a.s. şer'd en . c . : eşirrâ , e ş r â r ) : k ö tü ,
k ö tü lü k işleyen , h a y ır s ız
[ad am ], fesatçı,
[asli•. “ ş ir r îr ’’ dir]. ş e r ir e ٥( ا ﺷ ﺮﻳ ﺮa.s. ş e r 'd e n ) : ["ş e r ir ” in m iien.]. ( b k z : şerir).
ﺷﺮﻳﻄﻰ ﺷﺮﻳﻂ
ş e r it , ş e r ît î ،
( a .i . c .: ş e r â it ) : 1 . şe-
rit. M e n k û ş â t - ı ş e r î t î y y e : şerit şek lin d e o la n m îm â r î süsler. 2 . u z u n yo l. 3 . d a r v e
ğ ın d a o lan Öİ ؟Ü. ş e r 'î h â s ı l a t : h u k . şer'iye m a h k e m e le rin in
u z u n p a rç a , d o k u m a p a rç a s ı. 4 . zool. VÜCUd u y a ssı, in c e u z u n b ir b a ğ ır s a k a sa la ğ ı,
resim le ri. ş e r 'i ^ e v e k â l e t i : 2 7 M a y ıs 1336 tâ rih v e 3
ş e r ît a
ﺷﺮﻳﻄﻪ
(a.i. ş a rt'd a n . c . : ş e r â it ) : h u sû sî
N o . B ü y ü k M ille t M e c lis i İc râ V e k ille rin e
şa rt, m u k a v e le y i, sö z le şm e y i m e y d a n a g e -
d â ir k a n u n la te şk il o lu n a n v e k âlet. [3 M a r t
tiren m a d d elerd en h e r biri,
1 3 4 0 tâ rih v e 4 2 9 N o lu Ş e r'iye v e E v k a f v e
ş e r 'i y y â t ﺷ ﺮ ﻋ ﻴ ﺎ ت
( a .i.c .) : şer'î İşlere, İslâm î
E r k â n -ı H a r b iy e -i U m û m iy e V e k â le tle rin in
şe ria ta u y g u n v e b u n u n la ilg ili o lan h u su s-
ilg a sın a d â ir o la n k a n u n la ilg a e d ilm iş v e
lar.
y e r in e a y n i k a n u n la “ D iy â n e t İşle ri R e is liğ i” m a k a m ı tesis o lu n m u ştu r], ş e r îa t ( ﺷ ﺮ ﻳ ﻌ ﺖa.i. şer'd en . c . : şe râ i') : 1. d o ğ r u yo l. 2 . A lla h 'ın em ri. 3 . âyet, h a d is v e ic m â -i ü m m e t e sa sla rın a d a y a n a n d in k aid eleri, ( b k z : şer'). ş e r îa t -ı g a r r â : İslâ m d in i, ş e r îa t -ı ! s e v i c e (H z . îs â 'n ın k u lla r a gö sterd ig i A lla h 'ın e m r i ) : H z . İsa 'n ın şerîatı. ş e r îa t -ı is l â m i y y e , - -1 M u h a m m e d iy y e , - -1 A h m e d i y y e : İslâ m şerîatı. ş e r îa t -ı M U s e v iy y e (H z . M û s â 'n ın k u lla r a g ö ste rd iğ i A lla h 'ın
e m r i ) : H z . M û s â 'n ın
şerîatı. ş e r îa t -ı s â b ie : H z . İ b r â h îm 'in şerîatı. ş e r i f ( ﺷ ﺮ ﻳ ﻒa.s. ş e r e f den. c . : e şrâ f) : 1 . şe re fli, m iib ârek , k u tsal. 2 . so ylu , te m iz . 3 . ( a .s .c .: şü refâ) H z . M u h a m m e d 'in to r u n u H a sa n 'm
ş e r 'i y y e t ( ﺷ ﺮ ﻋ ﻴ ﺖa .i.) : şeria ta u y g u n o lm a , şerm ﺷ ﺮ م
( f .i .) : u ta n m a . B î - ş e r m : u ta n m a z .
( b k z : h icâ b , m a h c û b iy y e t). ş e r m - â lû d
آﻟ ﻮد
ﺷﺮم
( f.b .s .) : u ta n a n , u ta n g a ؟,
Silcılgan. ş e r m e n d e ( ﺷ ﺮ ﻣ ﺌ ﺪ هf.s.). ( b k z : ş e rm -g în , şeı.m sâr). ş e r m e n d e g i ( ﺷ ﺮ ﻣ ﻐ ﺪ ﺳ ﻤ ﻰf .i .) : u ta n g a ç lık , ( b k z : şe rm -sâ rî). ş e r m - g î n ( ﺷ ﺮ ﻣ ﻜ ﻴ ﻦf.b .s .): u ta n g a ؟. (b k z : ş e ım sâr). ş e rm -n â k
ﺷﺮﻣﯫ ك
(f.b.s.) : u ta n g a ؟, m a h c u p .
(b k z : şerm en d e, ş e r m -g în , şerm -sâ r). şe rm -sâ r
ﺛ ﺮ ﺳﺎ ر
( f.b .s .) :
u ta n g a ؟.
(b k z :
m a h c û b , m ü sta h y i). ş e r m - s â r î ( ﺷ ﺮ ﻫ ﺴ ﺎ ر ىf.b .i.) : m a h c u p lu k , u ta n g a ؟lık . ( b k z : m a h c û b iy y e t).
„57
şen şerr ( ﺷﺮa.i.c.: çürür): 1. kötülük, fenâlık; kötü İç. [zıddı: “hayr" dır]. 2. kavga, gürültü, (bkz: nizâ'). şerr ii fesâd : kötülük ve bozukluk, şerr ( ﺷﺮa.s. ve i. c . : eşrâr): 1. fenâ, fenâlık eden adam, kötü adam, (bkz: fâsid, fâsik, muzır). 2. daha (pek, en) kötü. şerrü'n-nâs : insanların en zararlısı, en kötüsü. şerrâh ( ﺷﺮاحa.s. şerh d e n ): şerh eden, açıklayan, yorum yapan [kimse], şerret ( ﺷﺮتa.s.): (bkz : şirret), [asil: “şerret” dir]. şerr-gîr ( ﺷﺮﺳﻤﻴﺮfb .s.): âsî, karşı gelen; saldırgan. şerrî ( ﻧ ﺮ ىa.s.): kötülüğe âit, kötülükle ilgili, şerrim e ( ﺷﺮﻳﻪa.s.): ["şerri" nün müen.]. (bkz : şerri). çersûf ﻧﺮ ﺳﻮ ف-(a.i.c.: çerâsîf): anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdak. şersûfî, şersûfiyye ﺷﺮﺳﻮﻓﻴﻪ، ( ﺷﺮ ﻣﻮﻓﻰa.s.): çersûfa âit, çersufla ilgili, şerûd ( ﺷﺮودa.i.): ed. atasözü yerine geçen güldürücü ve manzum söz. şerûm ( ﺷﺮومa.s.): ferci ile şerci birleçip arası kaybolmuş [kadm]. şervâl ( ﺛ ﺮ وا لa.f.i.): şalvar, (bkz : sirvâl). şerze ( ﺷﺮزهf.s.): kudurmuş, kuduruk, (bkz : akur). şest ( ﺷﺴ ﺖfi.) : 1. okçuların parmaklarına geçirdikleri yüksük, (bkz: zih-gir). 2. balık oltası. şeş ( ﺷﺶfs .) : altı [sayı], (bkz: sitt). Dü-şeş : 1) 6 (ile) 6, iki zarın 6 sayılı iki yüzünün yanyana gelmesi; 2) mec. güzel bir tesâdiif rastgele. şeş-cihet: altı cihet, altı yön, her yön, her tara f dünya [bizim-]. şeş-kalem (altı kalem ): İslâmî yazının Türklerce kullanılan sitillerine esas teşkîl eden 6 sitilin müşterek ismi, [şeş kalem : 1) muhakkak; 2) reyhâni; 3) sülüs; 4) tevki'; 5) nesih; 6) rık'a]. şeş übeş (çeçbeç): 6 (ile) 5. [zar oyununda]. şeş ü dii (şeşidü): 6 (ile) 2. [zar oyununda]. 1158
şeş ü çihâr (şeşcihar): 6 (ile) 4. [zar oyununda]. şeş ü se (şeşise): 6 (ile) 3. [zar oyununda], şeş ü yek (şeşiyek): 6 (ile) 1. [zar oyununda], şeş-arûs ( ﺷﺶ ﻋﺮوسf.a.b.i.): astr. “altı gelin” : [Utârid (Arzıtilek), zuhre (Venüs)) Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)]. (bkz: şeş-bânû). şeş-bânû اذو٠ ( ﺷﺶf.b.i.): astr. "altıhamm” : [Utârid (Arzıtilek), Ziihre (Venüs), Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)]. (bkz: şeş-arûs). şeş-berg (altı yaprak) ( ﺷﺶ ﺑﺮسf.b.i.): g. s. fildişi oyma ve kakmalarda görülen ucu sivri 6 petalli ؟İ ؟ek motifi. şeş-der ( ﺷﺸﺪوf.b.i.): 1. tavla kutusu. 2. mec. dünya [bizim-]. şeş-gâh ( ﺷﺜ ﻜﺎ هf.b.i.): miiz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nUmûnesi yoktur, şeş-hâne ( ﻓ ﺸ ﺨﺎﻧﻪf.b.i.): 1. şişâne, namlusunda 6 yivi bulunan tüfek veyâ top. 2. g. s. tezhipte kullanılan 6 petalli bir çiçek motifi, şeşhâne-nokta: g. s. tezhipte (süslemede) kullanılan bir süsleme motifi, şeş-pâ ( ﺷﺸﺠﺎf.b.s.): altı ayaklı, şeş-per ( صf.b.i.) : 1. altı kanat. 2. eski harp âletlerinden 6 dilimli topuz, şeş-sad ( ﺷﺶ ﺻﺪf.b.s.): altı yüz (600). şeş-sâle ( ﺷﺶ ﺳﺎﻟﻪf.b.s.): altı yaşında, altı yıllık bir zamanı olan, şeş-tâ ( ﺷﺸﺘﺎf.b.i.): 6 telli tanbur. şeş-târ ( ﺷﺸﺘﺎرf.b.i.): 1. altı telli. 2. miiz. Eskiden Tiirk müziğinde ve umûmiyetle İslâm miiziginde kullanılan bir mızraplı saz olup üç asırdanberi Tiirk miiziginde tanbur bu çalgıyı unutturmuştur. şeş-târî ( ﻧ ﺸ ﺎ ر ىfb .i.): 1. miiz. şeştar çalan san'atkâr. 2. Şam, Hindistan gibi ülkelerde dokunan yollu bir kumaş, şeşüm أ٠-( ﺷﺶf.s.): altıncı, (bkz : sâdis). Mâh-i şeşü m : altıncı ay. şet ( ﺷﺖa.i.). (bkz : şett). şetâret ( ﺷﻄﺎرتa.i.): 1. neşe, şenlik, sevinç. 2. bâzı Arap halayıklara verilen bir ad. [Arapçadaki asil m ânâsı: “ hilekârlık''; “şaklabanlık" dır]. 3. çoğunlukla, Arap ve ؟erkez lcadınlarma verilen bir ad.
şevk-âver ş e tîm ( ﺷﻤﻢa.s.) : sövülm üş, k ü fred ilm iş [kim se]. ?etim e 1 : ﺳ ﻤ ﻪ. ["?etim” in müen.]. ( b k z : ?etim ). 2. i. sövüş, sövme, sövüp sayış, ( b k z : düşnâm ; ?etm). ?etit, şe tîte ﺛ ﺒ ﻊ، ( ﺷﺘﻴﺖa .s.c .: şettâ) : ayrı, dağınık; ؟eşitli; tü rlü. E ?yâ-yi ?etite : d ağ ın ık eşyâlar. ?etm ا٠( سa.i.c .: ş ü tû m ) : sövm e, sövüp saym a, (bkz : düşnâm , sebb). Sebb ü ş e tm : sövüp saym a. şe tm -i g aliz : edepsizce sövme; ağır, su n tu rlu küfür.
şev âri' ( ﺷﻮارعa.i. çâri'in c.) : yollar, caddeler, şe v ârib ( ﺷﻮ'ربa.i. şâ rib 'in c.) : bıyıklar. E b û şe v a rib : pos bıyıklı kim seler. ?e v â rid ( ﺷﻮاردa.i. ?erd'den. ؟ârid e'n in c.) : dağılm ış, d a ğ ın ık ?eyler. çev âtî ( ﺷﻮاﻃﻰa.i. çâtî'nin c . ) : kıyılar, kenarlar, şev âzî ( ﺷﻮاﻓﻠﻰa.i.c.) : d ağ ların d ik ta ra fları, çevâzz ( ﺷﻮاذa.i. şâzze'nin c.) : m iistesnâlar; kaide dışı olanlar.
çâzlar,
?evende ( ﺷﻮﻧﺪهf.s. çüden'den) : 1. v a r olan, olan. 2. giden. şe v h er ( ﺷﻮﻫﺮf.i.) : koca, (bkz : şûy, zevc).
?e tm ü d a rb : dövm e, sövme.
؟e v h e r-d a r ( ﺷﻮﻫﺮدارf.b.s.) : evli [kadm].
?etm ü İa'n : sövm e, ilenm e, beddua.
?ev h er-d id e ( ﺷﻮﻫﺮدإدهf.b.s.) : koca görm üş, [eskiden] kocası olm u? kadın.
? e tt ( ﻫﺌﺖa.i. eştât, ş ü tû t ) : ayrı, d a ğ ın ık olm a, ş e ttâ ( ضa.s. şe tît'in c . ) : 1. değişik, ؟eşitli, tü rlü [şeyler]. M evâdd-1 ş e ttâ : ؟eşitli m addeler. U lûm -1 ş e t t â : ؟eşitli ilim ler. 2 ٠gazetelerin siyasi m eselelerden b ah setm ey en hu sûsî kısm ı. ş e ttâ m ( ﺷﻂ مa.s. ? e tm 'd e n ): ؟ok k ü fü r eden, ( b k z : sebbâb, şâtim ). ?ev ( ضf.i.): 1. gece, (bkz : leyi, ?eb). 2. yokuş aşağı, İnişli yer. 3. s. m eyilli, eğik, şev âg il ( ﺷﻮاﻏﻞa.i. ?agile'nin c . ) : m eşguliyetler, uğraşm alar. şe v â h id ( ﺷﻮاﻫﺪa.i. şâ h id 'in c . ) : ?ahitler (*tam klar). şe v â h îk ( ﺷﻮاسa.i. ?âhika'nın c . ) : yüksekler, tepeler; d ağ tepeleri, dağ d o ru k ları, şe v â h în ( ﺷﻮاه؛نa.i. F a rs ç a : şâ h în 'in c.) : ?ahinler, doğanlar. şevâi' ( ﺷﻮا'حa.i. şây i'in c.) : şâyi olanlar, yayılm i? bu lu n an lar. şev âib ﺀب١( ﺷﻮa.i. şâibe'nin c . ) : 1. lekeler, k usurlar, ayıplar; noksanlar. 2. eserler, izler. 3. şüpheler. ﺀ şe v âil ﺀ٠( ﺿﺎﺀلa.i. şâile'nin c . ) : ate? alevleri, ş e v â ir ( ﺷﻮاﻋﺮa.i. şâire'nin c.) : k a d ın şâirler, ?ev âk il ( ﺷﻮاﻛﻞa.i. ?âkile'nin c . ) : yollar, ta rik ler, m ezhepler; m eslekler; yaradılışlar, ?ev âm ih ( ﺛﻮاﻣ ﺦa.s. ?âm iha'nın c.) : yüksekler, y ü k sek ?eyler, y ü k sek tepeler, şe v â m il ( ﻓﺮاﻫﻞa.s. şâ m ü e'n in c . ) : İ ؟ine alanlar, kaplayanlar, çevreleyenler, ş e v â rık رق١( ﺷﻮa.i. şâ rik a 'n m c . ) : aydınlıklar.
?evle ( ﺷﻮكa .i.c .: e ş v â k ): diken, (bkz : hâr). şev k ( ﺷﺮقa .i.c .: e ş v â k ): şiddetli arzu; keyif, neşe, sevin ؟. [T ü rk ç e 'd e : “ışık" m ân âsın ad ır]. şevk-i c e d id ؛m iiz. ara b a n k ü rd î m ak am ın in b ir adi. şevk-ı d i l : ı) gönül şevki, gönül neş'esi, sevinci; 2) m iiz. T ü rk m ü ziğ in d e b ir m ürekkep m a k am olup en az ik i a sırlık tır (belki A b d u llah A ğa ta ra fın d a n terklbedilm iştir). Şevk-ı dil, ra st ile sû z n âk m a k a m la rın d a n m ü rek k ep olup, h er ik i d iz in in m ü şterek seslerinden istifâde ed ilm iştir. S ûznâk ile rast (sol) perd esin d e k a lır (k i b u perde, ay n i za m a n d a rast'ın d a durağıdır). H er ik i m a k a m ın d a güçlüsü o lan nevâ (re), şevk-ı d il'd e de güçlüdür. D o n a n ım ın a ra st gibi “si” ko m a bem olü ile “fa” bakıyye diyezi k o n u lu r ve sû z n âk 'ın “m i” b a k i c e bem olü, n o ta içerisinde b u n la ra İlâve ed ilir (İcâbında zengiile'li sû z n âk 'ın “İâ” bakıyye b em olü de böyle ku llan ılır), şevk-i h iis n : güzelliğin şevki, neş'esi. şevk-i sû rîd e : p e rişa n neş'e, ik i yakası b ir araya gelmeyen, sevin ؟, şevk-i te h e ^ U c : p sik . coşku, şevk, şevke ﺷﻮﻛﻪ. ، ( ﻓ ﻮ كa .i.c .: e ş v â k ): b o t. deve dikeni. şe v k -â lû d ( ﺷﻮق آﻟﻮدa.f.b.s.): şevkli, keyifli, neşeli, sevinçli. şev k -âv er ( ﺷﻮق آورa.f.b.s.): 1. neşe getiren, neş'e veren.
1159
şevk-âver-i detön ?evk-âver-i d e r û n : gönüle ne?e, ferahlık veren, İçini ne?elendiren. 2 ٠i. m iiz. Türk
şevl(-engîz ( ﺷﻮق ا ﻛﺘ ﺰa.f.b.s.) : 1. lceyf, neşe, sevin ؟, arzu koparan, yaratan. 2. i. m ü z.
müziğinde bir miireklcep makam olup. A rif Mehmet Ağa tarafından terkibedilmi?tir. Çârgâhda rast ve nihâvend ile acem-a?iran malcamlarmdan mürekkeptir. Şu haliyle taı'z-1 cedit malcamına ؟ok yalçındır. Acem a?îran ile acem a?îran (fa) perdesinde durur. Güçlüleri -birinci derecede çârgâhda rastin durağı ve acem a?îranın güçlüsü olan ؟ârgâh (do), ilcinci derecede -nihâvendin durağı ve çârgâhda rastın güçlüsü olan- rast (sol), üçüncü derecede de -nihâvendin güçlüsü olan- nevâ (re) perdeleridir. Donammina acem-a?îran'ın “si" küçük miicenneb bemolü lconulur. Nihâvend İ ؟in "mi” küçük mücenneb bemolü İlâve edilir (lceza "fa" bakiyye diyezi); çârgâhda ı'ast İ ؟in ise “si” bekar ve “si” koma bemolü ile “m i” koma bemolü kullanılır.
Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktul'.
?evk-bah? ( ﺷﻮق ﺑﺨﺶa.f.b.s.) : 1. ?evk veren.
2. me?hur bir çe?it lâle. ?evke ( ﺷﻮﻛﻪa.i.) : 1. bir tek dilcen. 2. dikenli
*bitki. 3. s. dilcen gibi ucu sivri olan ?ey.
( ﺷﻮق اﻓﺰاa.f.b.s.) : 1. ?evklendiren, ne?e arttıran. 2. i. m iiz. Tiirk miiziginde bir mürekkep makam olup, kuvvetli bir tahmin ile III. Selim tai'afindan terkibolunmu?tur. Biraz kasvetli, ly riq u e ve İ ؟İİ bir malcamdir. Oldukça ı'ağbetle kullanilmi?tir. Şevk-efzâ, acem a?îran, ؟ârgâh'da zengiile ve acem a?îran'da nikriz be?lisinden mürekkeptir, inici ؟ılcıcı kari?ık bir ?ekilde seyreder. Nilcriz be?lisi ile acem a?îran (fa) perdesinde kalır (ki acem a?îran'ın da durağıdır). Güçlüleri, birinci derecede -çârgâhda zengüle'nin güçlüsü olan- gerdâniye (sol), ikinci derecede de -acem a?îı'an'ın güçlüsü ve çârgâhda zengiilenin durağı olan- ؟âı'gâh (do) perdeleridir. Donanımına Acem a?îranın küçük mücenneb bemolü (si İ ؟in) konulur; çârgâhda zengüle İ ؟in “si” bekar ve "si” lcoma bemoİÜ, “mi” lcoma bemolü, "İâ” ve "re" bakiyye bemollel'i ile acem a?iranda nikriz be?lisi İ ؟in de "si" bekar ve "si'' koma bemolü, “İâ” balciyye bemolü, nota içerisinde kullanılır. Bâzı ?evlcefzâ eserlerin, mevzuubahis nikriz be?lisini kullanmalcsızın acem a?îran makamı ile karar verdiği de görülür.
?evk-efzâ
1160
? e v k erân ( ﺷﻮﻛﺮانf.i.) : b o t. baldıran otu. ? ev k erân -ı m â î : b o t. su rezene [râziyâne] si
veyâ küçük baldıran. ?evket ( ﺷﻮﻛ ﺖa.i.) : 1. büyüklük, heybet [pâdi?ahlar İ ؟in kullanılırdı), (bkz : azamet, celâl). 2. erkek adi. şevket-lü ( ﺷﻮﻛﺘﻠﻮa.t.b.s.): ?evketli, azamet ve heybet sâhibi [pâdi?âhın vâsfıdır], ? e v k e t-m a k rû n ( ﺷﻮﻛ ﺖ ﻣﻘﺮونa.b.s.): ?evketli. ?e v k et-m asir ( ﺷﻮﻛ ﺖ ﺻ ﺮa.b.s.). (bkz : ?evket-
makrûn). ?ev k et-m eâb ( ﺷﻮﻛﺘﻤﺄبa.f.b.s.). (bkz: ?evket-
penâh). ?e v k et-p en âh ( ﺷﻮﻛﺘﻴﯫهa.f.b.s.): ?evketin âit ol-
dugu, ?evketin bulunduğu yer, pâdi?ah.
( ﺷﻮﻛ ﺖ اﻟﻴﻬﻮدa.b.i.) : bot. tek ؟eneklilerden *salepgillere mensup, ؟İ ؟eklerinin zarifliğiyle me?hur bir *bitki,
?evketü'1-yehûd
?evket-vâye ( ﺷﻮﻛ ﺖ واﻳﻪf.b.s.): hükümdara
kısmet olan, hükümdara âit. ?evket ve İclâl veyâ ?evket ve i k b a l : debde-
be, tantana ve ?eref. ? e v k m iz e !.. ( ﺷﻮﻗﻜﺰهo. dey.) : ta r. tirendazların
miisâbakaya ba?lamadan önce vaziyet alarak seyircilerden büyük rütbede bulunanlara dönüp ati? müsaadesi istemek İ ؟in kullandığı tâbir, [bu tâbirin cevabi: ''kuvvet ola!" dır]. ?evki ( دوﻓﻲa.s.) : 1. ?evkle, ne?e ile ilgili. 2. i.
erlcek adi. ?evki ( ﺷﻮﻛﻰa.s.) : dikene âit, dikenle ilgili. A 'sâb-ı ? e v k iy y e : a n a t. fıkra (omuı.) larm
yan deliklerinden geçerek vücûda yayılan sinii-ler. iltih âb -1 m u h h -i sev k i-i h â d d : hek. müzmin omurililc İltihâbı. iltih âb -1 sehâyâ-yi d im â g î-i ? e v k i : h ek . menenjit. M ih v e r-i d im â g î-i ?evki : a n a t. dimağ, dimağçe, basala-i sisâiye ve nuhâ-i şevkinin hepsi. N ü tû -i ? e v k i : a n a t. omuriliği te?kîl eden fiicra (omur) İarın yan ve ön kışımlarindaki dilcenimsi ؟ıkıntılar. ?ev k -istân ( ﺷﻮﻛ ﺴﺎنa.f.b.s.) : dikenlilc.
Şeyhî
şevkim e ( ذ وﻓ ﻪa.s. şevk'den): 1 [“şevkî” nin müen.l. (bkz : şevkî). 2. i. kadın adi.
şeydâî ..'؛؛Ar1( ؛f.i.): sevgiden ileri gelen dîvânelik, şaşkınlık.
şevk ü tarab ( > ب ﺷﻮق وa.b.i.): 1. neş'e, sevinç ve coşkunluk. 2. müz. Türk müziğiııde bir mürekkep makamdır. III. Selim tarahndan terkîbedilmiştir. Şevk ü tarab, sabâ ve acem aşîran ile hüseyııî aşîranda (mi) kürdî dörtlüsünden mürekkeptir, inici çıkıcı olarak karışık bir şekilde seyreder. Kürdî dörtlüsü ile hüseynî aşîranda kalır. Bâzan acem-âşîran kullanılmaz, ki, bu şekilde makam, aşîran perdesinde kalan bir sabâ zemzeme manzarası arzeder. Güçlüler, birinci derecede -sabâ ile acemaşiran güçlüleri olan- çârgâh (do), ikinci derecede -sabâ'nın durağı ve kürdî.dörtlüsünün tiz sesi olan- dügâh (İâ), üçüncü derecede de -acem aşîranın durağı olan- acem aşîran (fa) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi “si” koma bemolü ile “re” bakıyye bemolü konulur. Sabânın tiz “İâ” bakıyye bemoİÜ, acem aşîranın “si” bekar ve "si” küçük mücenneb bemolü ile “re" bekarı, kürdî dörtlüsünün “si" ve “re" belcarlan, nota içerisinde îcâbettîkçe kullanılır. Makamın bir de ikinci çeşidi vardır ki, bunda kürdî dörtlüsü bulunmaz ve doğrudan doğruya sabâ ile acem aşîran terkibindedir ve acem aşîran perdesinde kalır,
şeyh ؛، i (a.i. şeyhûhet'den. c . : eşyâh, meşâyih, şüyûh): ı. yaşlı adam, ihtiyar. 2. (c. meşâyih, şüyûh) bir tekke veyâ zâviyede reislik eden ve müritleri bulunan kimse. 3. kabile ve aşiret reisi. [Arabistan'da],
şevi ﺷﻮل٠(a.i.c. : eşvâl)’": 1. vazodaki su kalıntıS I . 2. geniş, I S S I Z , tenha toprak, şevlet ( ﺷ ﻮ كa.i.) : astr. 1. menâzil-i kamerden birinin adi. (bkz : menâzü-i kamer). 2. akrep kuyruğunun yuvarlak kısmı, şevne ( ﺷﻮﻧﻪa.i.) : anbar. [Mısır'da kullanılır], şevvâl ( ﺷﻮ'لa.i.) : arabî ayların onuncusu olup, ilk üç günü şeker bayramıdır, şey ( ﺷ ﺊa.i.c. : eşyâ) : şey, nesne, şey'-i k a lîl: az şey. şeyâtîn ( ﺷﻴﺄﻃﻦa.i. şeytân'ın c .): şeytanlar, şeyb ب٠( ثa.i.): saç sakal ağarması, kocama, ihtiyarlık. şeybe ي (a.i.): Kâbe'nin temizliğiyle görevli olan kimse. şeybiyye ب ﺀ
(a.i.): likenler, fr. lichenCes.
şeydâ ( د د اf.s.): aşktan aklını kaybetmiş, dîvâne, düşkün, şaşkın.
şeyh-i f â n i: huk. yaşlılığı dolayısıyla gücü nü yitirmiş olan kimse, şeyh-i im â re t: bir imaretteki yoksul kimse lere gerekli yardımı yaparak buraya gelen misafirleri ağırlamakla görevli kimse, şeyh-i n ecd î: mec. şeytan, iblis, şeyhü'l-ekber: Muhyiddîn-i Arabi, şeyhü'l-harem : halife tarafından Mekke'ye vazifeli olarak gönderilen memur, şeyhü'l-islâm : şeyhislâm. şeyhü'l-vüzerâ : vezirlerin en yaşlısı. şeyhân ،)،?؛،٠«(> ؛a.h.i.c.): fık. Hanefiyye fukahâsınca İmâm-ı Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yûsuf. şeyhayn ، >؛١^ (a.i.c.): “ iki şeyh” : huk. siyer kitaplarında : Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer'e; İslâm hukukunda is e : Hz. İmâm-ı A'zam ile Hz. İmâm-ı Yûsuf'a verilmiş olan ünvan. Şeyh Galib (a.h.i.): 1757 de İstanbul'da doğdu. Dîvânını 1780 de tertîbetti, 1782 de Hüsn ü A şk ı yazdı. Konya'ya seyâhati var dır. Küçükten mevlevîliğe girmiştir. 1785 de derviş olarak Yenikapı Mevlevîhânesine girdi. 1790 da Galata Mevlevîhânesi Şeyhi oldu. 1798 de İstanbul'da öldü. Eserleri: Dîvânı ile Hüsn ü Aşkından ibârettir. Şeyhî ،٠s؛١r ( >؛a.h.i.): Germiyanlı olan şâirin asıl adı Sinan'dır. Dîvanından başka “Hüsrev ve Şîrîn”; “Harnâme” adında ve mesnevî tarzında ، iki eseri vardır. 1422 yılında Kütahya'da ölmüştür. Divânı, Türk Dil Ku rumu tarafından 1942 de bastırılmıştır. Şeyhî (a.h.i.) : Şeyhî, tarihî bilgisi, hal tercümeleri üzerindeki tetkikleri ve araş tırmaları ile tanınmıştır. Şeyhî'yi en çok tanıtan eseri Nev'îzâde Atâî'nin “Şakayik-i Nu'mâniyye Zeyli” ne zeyil olarak yazdığı “Vekayiü'l-fuzalâ” adındaki tezkiresidir. Şeyhî, bu eserinde H icrî: 1044-1143 arasın da yetişmiş âlim, şâir ve devlet adamlarının 1161
Şeyhî
hal tercümelerini yazmaktadır, (d. : 1667 ö. : 1732).
Şeyhî ( ﺷﻴﺨﻰa.h.i.) : Sivas'ta doğmuştur. Asil adi Abdülhamid'dir. Halvetiye tarikatindandir. Divânından başka yirmiden fazla eseri vardır. ilmi, târihî bilgisi ve çâirliği ile taninmış bir şahsiyet idi. 1639 yılında ölmüştür. Dîvânı basılmıştır. şeyhûhet ( ﺷﻴﺨﻮﺧﺖa.i.) : şeyhlik, yaşlılık, ihtiyarlik. şeyh ûh î^ et ( ﺷﻴﺨﻮﺧﻴﺖa.i.). (bkz : şeyhûhet). şeyhü'l İslâm ( ﺷ ﺦ اﻻﺳﻼمa.i.) : OsmanlI Devleti zamanında dini meselelerle şeriat mahkemelerine bakan en yüksek rütbeli din adamı, şeyhislâm. şeyhü'l-m eydân ( ﺷ ﺦ اﻟﻤﻴﺪانa.b.i.) : [eskiden] okçular tekkesinin başında bulunan kimsenin ünvanı. şeyh-zâde ( ﺷﺨﺰادهa.f.b.i.) : tas. tarikat şeyhinin oğlu. şey'î ( ﺷ ﺶa.s.) : âfâlcî, *nesnel, fr. objectif. [aksi : enfüsî]. şey'îyye ( ﻣ ﺒ ﻪo.s.) : [“şey'î” nin miien.]. (bkz : şey'î). şey'iyyet ﺷ ﻴ ﺖ objectivité.
(a.i.) : fels. *nesnellik, fr.
şeyn ( ﻳ ﻦa.i.) : leke, ayıp, kusur. şeypûr
( ﻓ ﻮ رf.i.) : müz. Sâsânî ve Arap mü-
ziklerinde kullammış basit bir nefesli saz. şeytân ( ﺷﻄﺎنa.i.c. : şeyâtîn) : şeytan. şeytanet ( ﺷ ﻄ ﺖa.i.) : şeytanlık, kurnazlık, hilekârlık. şeytanet-kâr ( ﻳ ﺸ ﻜ ﺎ رa.f.b.s.) : şeytanlık, hile ve fesatçılık yapan. şeytanet-kâr-âne ( ﺷﻴﻌﻜﻜﺎراﻧﻪa.f.zf.) : şeytanİıkla, hile ve fesatla. şeytânî ( دا ذ ىa.s.) : şeytana âit, şeytanla ilgili, şeytana yakışır. şeytaraciyye ( ﺷﻴﻄﺮﺟﻴﻪa.i.) : bot. *dişotugiller, fr. plumbaginées.
ş e ^ â d ( ذادa.i. şeyd'deıı) : 1. sıvacı. 2. riyâkâr, yüze gülen, (bkz : mürâi). 3. helâk eden (kendini-). Şeyyâd H am za ( د ا د ﺣﻤﺰهa.h.i.) : Yunus Emre'den önce ilk Türkçe şiir yazan ve bu şiirleri aruz ve hece vezniyle kaleme alan 13. .yüzyılın gezgin bir dervişi. şezâ ( ذ ذاa.i.) : kokulu şeylerin kokusu. 1162
( ﺷﺰنa.i.) : anat. trakea, fr. trachée, şezerât ( ﺷﺬراتa.i. ؟ezre'nin c.) : 1. içlenm eden ؟ezen
m â d en in içinden to p la n ıla n a ltın parçaİarı. 2. süs o larak k u lla n ıla n inci ve altm tâneleri. ş e z r j ^ (a.i.c. : çüzûr) :1. içlenm eden m âd en in içinden çık arıla n altm . 2. süs o larak kullam la n inci ve altın.
( ﺷﻨﻮهa.i.c. : şezerât, şüzûr) : 1. işlenm em iş h a m altın. 2 ٠süs İçin asılan inci ve altin.
şezre
( ﺷ ﺤﻪa.s.) : inzibat m e'm u ru , em niyet m e'm uru. (bkz : m uhtesib, şahne).
şıh n e
Ş ih n e tii'n -n ece f: H z. Ali.
( صa.i.). (bkz : şıkk). ( ﺷﻖa.i.) : 1. ikiye b ö lü n m ü ş şeyin her
ç ık
şık k
parçası. 2. b ir İçin ik i cih etin d en h e r biri, ik i şık ta n b ir in i tercih!... : ya onu, ya b u n u yapm a. şık k -ı e vv e l : im p a ra to rlu k d ev rin d e m âliye
te şk ilâtın ın ayrıldığı b irin c i m â lî bölge, şık k -ı sâlis : im p a ra to rlu k d ev rin d e m âliye
te şk ilâ tın ın ayrıldığı ü çü n c ü bölge, şık k -ı sâ n î : im p a rato rlu k d ev rin d e m âliye
te şk ilâtın ın ayrıldığı ik in c i bölge. Şik k ayn
çın, şun
( ﺷﻘﻴﻦa.i.) : b ir İşin ik i ciheti, ( شa.ha.) : O sm anlI alfab esinin on al-
tın cı h arfi olup, "ebced" h esâb m d a üç y ü z sayısının k arşılığ ıd ır“ ؛ş” sesini verir,
( ﺷﻌﺎعa.i. şu â'n ın c.). (bkz : şuâât). şîa ( ش؛ﻋﻪa.i. eşyâ, şiya') : 1. taraflıla r, yard ım cışiâ'
lar. 2. Hz. A li taraflısı. 3. Şiîlik. 4. y ard im Cilar ve ta ra fd arlar topluluğu,
ب٠( ﺷﻌﺎa.i. şi'b 'in c.) : d ar yollar, dağ yolları, patikalar, keçiyollari.
şiâb
şiâb
ب٠( ﺷﻌﺎa.i. şu'be'nin c.). (bkz : şuabât).
şiân ( ﺷﯫنa.i. şe'n'in c.). (bkz : şüûn). şiâr -şiâr
( ﺷﻌﺎرa.i. şa'r'ın c.) : kıllar, (bkz : şuûr). ﺷﻌﺎر- (a.s.) : “iyi, ü stü n lü k veren işâret,
âdet” m â n âla rın a gelerek *birleşik kelim e1er m eyd ana getirir. M erham et-şiâr : (hep) m erham etli. Şöhret-şiâr : şöh retli, ün lü , şö h ret k azanm ış. Zafer-Ş ؛âr : '(dâima) zafer kazan m ış, ü stü n gelmiş,
ر١( ﺷﻊa.i.c. : şaâyir) : 1. alâm et, işâret, iz. 2. ayırıcı işâret, ayirdedici âdet. 3. hacı olm a k İçin M ekke'de y apılan tören(ler).
şiâr
şifâh ( ﺷﺐf.i.) : 1. İniş; aşağı doğru eğiklik, (bkz :
şib
nişîb). 2. servet kaybı, şib ü firâz : İniş ve çıkış,
( ﺷﻌﺐa.i.c. : şiâb) : 1. dar yol, keçiyolıı, dağ yolu. 2. oymak [kabile]. 3. küçük alcarsu yatağı. şib' ( ﺷﺒﻊa.i.) : doyma, tokluk, (bkz : şiba'). şiba' ( ﺷ ﻊa.i.) : doyma, tolcluk. (blcz : şib'). şibâ' ( ﺷﺒﺎعa.s. şeb'ân'ın c.) : toklai", karni doymuşlar. şibâk ( ﺷﺒﺎكa.i. şebeke'nin c.) : ağlar, tuzaklar, kafesler. şibh ( ﺷﺒﻪa.i.c. : eşbâh) : 1. benzeme, benzeyiş. 2. bir şeyin benzeri. 3. benzeyen şey. şibh akd : sözleşme benzeri, fr. quasi-
şi'b
contrat. şibh-i amd : huk. lcatli meşrû olmayan bir
insani âlât-1 cârihadan sayılmayan bir şey ile lcasden öldürme. ٦buna : “şibhü'l-hatâ” da denir]. şibh-i beşer, zool. insanımsılar, orangutan, şempanze, goril gibi kısmen insana benzeyen maymunlar, fr. anthropoïde, (bkz : şibh-i insâniyye). şibh-i beşere : anat. üst derimsi, fr. épidermoïde. şibh-i billûri : billurumsu, fr. cristalloïde, şibh-i cenâh : anat. *kanatsi. şibh-i ceyb : fiz. siniisoit. şibh-i ceybi : sinüsoidal. şibh-i cezire : cogr. yarımada, fr. presqu'île, şibh-i cezri : bot. kökümsü, fr. rhizoîde. şibh-i cild : anat. cildimsi, fr. dermoïde, şibh-i cümle : gr. cümlenin mânâsını ta-
marnlayan *ünlem. şibh-i ciirm : huk. fâil, kusursuz veya hakli
olduğu İıalde tazminat borcunun çıkmasına sebep olan davranışlar, şibh-i hüsn-i tâlil : ed. bir hâdisenin vukuuna şâirâne olmakla berâber kat'î olmayan bir sebep göstermek. [“Niçin hamidesin ey çarh söyle boynunda / Birikmiş ahların mi vebâli kalmıştır'' beytindeki "birikmiş ahlann vebâli'' şibh-i hüsn-i tâlil'dir]. şibh-i insâniyye : zool. (bkz : şibh-i beşer), şibh-i isfenci : süngerimsi, fr. spongoîde. şibh-i kalevi : kim. alkaloit, fr. alcaloïde.
şibh-i kevkeb : astr. k ü ç ü k .gezegen. ؟İbh-i küre : astr. .y u v arlağ ım sı, fr. spherolde. şibh-i ma'den : m âdenim si, fr. métalloïde, çibh-i m ü n h arif : geo. yam uk, fr. trapèze, çibh-i nâim e ؛zool. .y u m u şak c am sıla r. şibh-i necliyye : bot. gram inidées.
fr.
bugdayim silar,
şibh-i zili : astr., fiz. y ari gölge, loşluk, yari k a ra n lık , fr. pénombre, şibhü'l-cildü'l-müşevvek: zool. denizkestanesi, fr. échinoïde.
( ﺷﺒﻞa.i.) : arslan yavrusu, şibr ( ﺷﺒﺮa.i.) : 1. karış. 2. astr. gökteki b ir deşibl
recelik kavis, yay.
( ﺷﺠﺎعa.s. şecî'in c.) : cesurlar, yiğitler, yürekliler, (bkz : şüceâ).
şicâ'
( ﺷﺠﺎجa.i. şecce'ııin c.). (bkz : şeccât). ( ﺷﺠﻌﺎنa.s. şicâ'ın c.). (bkz : şüc'ân). şîd ( ﺷﺪf.i.) : G üneş, nur, aydınlık, şidâd ( ﺷﺪادa.s. şe d îd 'in c.) : sertler, katişicâc
şic'ân
lar. Seb'ün şidâd : H z. Y ûsuf z a m â n m d a M ısır'd a geçirilen yedi k u ra k yıl.
( ﺷﺪ تa.i. şed d ’den. c. : şided) : 1. sertlik, k atilik . 2. fazlalık. 3. sıkılık. 4. in a n d ırm a , sözle yola g etirm e y erin e k ab a k u v v et kullan m a.
şiddet
Şiddet-İ basar : hek. görüş keskinliği. Şiddet-İ hâl : d u ru m u n güçlüğü, şa rtla rın
zorluğu, yoksulluk. Şiddet-İ havâss : psik. d u y u m keskinliği, şiddet-fsefâlet : yok su llu ğ u n artm ası. Şiddet-İ şehvet : ih tira s şiddeti. Şiddet-İ ta z y ik : zo rlam an ın , sık ıştırm a n ın
şiddeti.
( ﺷﺪىa.s.) : 1. h a f if *yeğin. 2. şiddetlendirici, *yeğinleştirici,
şiddî
( ﺷﺪدa.i. şiddet'in c.) : şiddetler, ( ﺷﻐﺎﺀa.i.c. : eşfiye) : h a sta lık ta n k u rtu lm a ,
şided şifâ'
iyi olm a, sağalm a. D ârü'ş-şifâ : hastah ân e. ş ifâ -iâ c il: [hastalıktan) çab u k k u rtu lm a , şifâ-i sadr : öç alm ış olm a, gönlü ferahlam a,
( ﺷﻐﺎ ﺑﺨ ﺶa.f.b.s.) : şifâ verici, veren, iyilik veren, iyileştiren,
şifâ-bahş şifâh
( ﺷﻔﺎهa.i. şefe'nin c.) : dudaklar, (bkz :
şefevât).
1163
şifâ-hâne şifâ-hâne ( ﺷﻔﺎﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): 1. lrastahâne. (bkz : dârü'ş-şifâ).
şifâ-hâne-i m estûrân : k a d m hastahânesi. 2. tim arh ân e.
şîfâhen ( ﺷﻔﺎﻫﺄa.zf.): ağızdan, sözle, ( b k z : şifâhî).
şifâhî ( ﺷﻔﺎﻫﻰa .s.): agızdan, sözlü, ( b k z : şifâlıen).
şifâhî imtihân : *sözlü *Sinav. şifâhî vasiyet-nâme : sözlü, ag ızd an yapılan vasiyetnâm e.
şikâ ( ﺷﻜﺎa.i. ؟ekve'nin c.) : şikâyetler, sızıltılar, (bkz : şekevât).
-çikâf ﺷﻜﺎ ف- (f.s.) : “y ırta n , yaran" m â n âsın a gelerek *birleşik kelim eler yapar. S af-şik âf : saf y aran, saf yarıcı. M û -şik âf : k il y a ra n ؛ k ılı k ırk yaran., gibi,
şikâf ( ﺷﻜﺎ فf.i.) : 1. yarık, y ırtık , ؟atlak. çikâf-ı dîvâr : d uv ar çatlağı, yarığı, çikâf-ı câme : elbise y ırtığı. 2. g. s. boya ile y aldızın b irlikte k u lla n ılm ası sûretiyle yap ılan süslemeler.
ş i f â h i ^ â t ( ﺷﻤﺎ ﻫﺎ تa.i.c.) şifâhî olan, ag ızdan alm an , sözlü ifâdeler.
çikâfe ﺷﻜﺎ ﻓﻪ
ş i f â h i ^ e ( ﺷﻔﺎﻫﻴﻪa .s.): [“şifâh î” n in miien.]. (b lcz: şifâhî).
؟İkâfe-zen ( ﺷﻜﺎ ﻓﻪ زنfb.i.) : çalgıcı, ( b k z :
şifâ-nâ-pezîr ( ﺷﻐﺎ ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮa.f.b.s.): şifâ k ab u l et-
şik a k ،3 ،iâ ("ka" u z u n oku nu r, a .i.) : uyuşm azilk, anlaşm azlık, bozuşm a, ( b k z : ih tilâ f m uhalefet).
m ez, tedâvî edilem ez, onulm az.
şifâ-pezîr ( ﺷﻐﺎﺑﻨﻴﺮa.f.b.s.): iyileşebilir, ge ؟ebilir, onulur.
şifâ-resân ( ﺷﻐﺎرﺳﺎنa.f.b.s.) : şifâ u la ştıran , iyi eden.
şifâ-sâz ( ﺷﻐﺎﺳﺎزa.f.b.s.) : iyi eden, ( b k z : şifâbahş, şifâ-resân).
( f i . ) : m ızrap, tâziyâne, zahme).
؟algi ؟, ( b k z :
sâzende).
şikâl ( ﺷﻜﺎلa .i.): 1. devenin ay ağının baglandıgı ip, bukağı, köstek; el ve ayak zinciri. 2 ٠devenin p a la n ım bağlayan ip. 3. ü ؟ayağı sekili (beyaz) at.
şikâl-gâh : atin ayagm a b u k ağ ı ta k ıla n yer.
şifâ-yâb ( ﺷﻐﺎﻳﺎبa.f.b.s.): şifâ b ulan, iyileşen, !''olm ak'' y ard ım cı fiiliyle b erâb er k u llam lir].
şikâr ( ﺷﻜﺎرf.i.) : 1. av. ( b k z : sayd). 2. avlam a.
şifte ( ﺷﻴﻔﺘﻪf.s.): k a ؟ık, d ü şk ü n , tu tk u n , (bkz :
şikâr-i sû ret : görün üşe av olm a; g ö rü nü şe
m eftû n , şeydâ).
şîfte-dil ( ﺷ ﻴ ﻪ د لf b .s .) : gönül verm iş, tu tku n .
şiftegi ( ﺷﻴﻔﺘﻜﻞf.i.): kaçıklık, d ü şk ü n lü k , tu tk u n lu k . ( b k z : m eftûniyyet).
şihâb ( ﺷﻬﺎبa.i.c .: şihbân, ş ü h ü b ) : 1. kıvılcım . 2. ak a n yıldız. 3. erkek adi. [A rapçada : “cesur, y ü rek li kim se') m ân âsın ad ır].
şihâb-ısâkıb : 1. delip geçen kıvılcım . 2. astr. *akanyildız.
şihâbü'd-dîn : d in in kıvılcım ı, [dilim izde
3. avlanan hayvan. 4. gan im et, d ü şm a n d a n ele geçirilen m al. 5. en der b u lu n a n şey. aldanm a.
çikâr-gâh ( ﺷﻜﺎرﺳﻤﺎهf.b.i.): avlak, av yeri, avı ؟ok olan yer. (bkz : şikâr-istân).
çikârî ( ﺷﻜﺎرىf.s.): 1. ava m ensup, avla ilgili. 2. i. [şâhin, dogan gibi] av kuşu. 3. i. p â d işâ h ın av hizm etçisi. 4. i. m e şh u r T ü rk târihçisi.
çikâr-istân ( ﺷﻜﺎرﺳﺘﺎنf.b.i.): avlak, a v y e ri, avı ؟ok olan yer. (bkz : sayd-gâh, şikâr-gâh).
şikâriyye ( ﺷﻜﺎرﻳﻪa.i.): ed. av kasidesi, k o n u su av olan kaside.
erkek adi o la ra k “şeh âb e ttin ” şeklinde kulİanılır].
şikâyât ( ﺷﻜﺎﻳﺎ تa.i. şik â y e tin c.) : şikâyetler,
şihâs ( ﺷﺨﺎصa.i. şahs'ın c.). (bkz : eşhâs). şihbân ( ﺷﻬﺒﺎنa.i. şihâb'in c . ) : 1. kıvılcım lar.
?İkâyet ( ﺷﻜﺎﻳ ﺖa .i.c .: şik â y â t): sızlanm a, ya-
2 ٠ak a n yıldızlar, (bkz : şühüb).
şîhe ( ﺷﻴﻬﻪf.i.): at kişnem esi, (bkz : sahil). ŞİÎ
( ﺷﻴﻌﻰa.s. ve i . ) : şîa m ezhebinde olan, Hz. A li taraflısı.
ş î i ^ e t ( ﺷﻴﻌﻴﺖa.i.) : şîîlik.
1164
sızlanm alar. m k m a , y akm m a.
şikâyet-nâme ( ﺷﻜﺎﻳﺘﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.): 1. şikâyet m ektu b u , şikâyet yazısı. 2. FuzU li'nin n işan cı paşaya gönderdiği m e şh u r şikâyet yazısı,
şikem ( ﺷﻜﻢf.i.): k arin , (bkz : batn). şikembe ( ﺷﻜﺴﻪf.i.): işkem be.
-؛mas ؟ikem-bende ( ﺷ ﻜ ﻢ ﻧ ﺪ هf.b.s.): karnına, miğdesine bağlı, düşkün, çok yiyen, pisboğaz, (bkz: ekûl). ؟ikem-derd ( ﺷ ﻜ ﻢ دردa.b.i.): karin ağrısı, ؟ikem-perest ( ﺷﻜﻢ ﺑﺮﺳﺖf.b.s.): boğazını seven, boğazına düşkün, obur, (bkz: ؟ikemperver). ؟ikem-perver ( ﺷﻜﻢ ﺑﺮورf.b.s.).(bkz: ؟ikemperest). ؟ikem-rev ( ﺷﻜﻢ روf.b.i.): hek. ishal, ötürük, ؟iken ( ﺷﻜﻦf.i.): büklüm, kıvrım, (bkz : ؟ikence). ؟İken-i k â k ü l: kıvırcık saç, saç kıvrımı, - ؟iken ﺷ ﻜ ﻦ- (f.s.): “kiran, kırıcı'' mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler meydana getirir. Büt- ؟iken : put kiran. Dil- ؟ik e n : gönül kiran, gönül kırıcı. Hâtır- ؟iken : hatır kiran. Peymân- ؟ik e n : yemininde durmayan,
؟ikeste-zebâni ؟ikib
ز واذ ى
( ﺷ ﺘ ﻪf.b.i.): pelteklik,
( ﺷﻜﻴ ﺐf.i.). (bkz : çekîb). ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﻔ ﺪ ه، ( ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﺎf.s.): sa-
çikîbâ, ؟ikibende
birli, (bkz: sâbır). ( ﻧﻜﻔﺘ ﻊf.s.): açılmış, şiküfte-rıı ( ﺷﻜﻔﺘﻪ روf.b.s.): yüzü açık. ؟İmâl ل٠( ﺷﻢa.i.): 1. s.l, sol taraf, (bkz : yesâr). 2. cogr. kuzey. Eshâbü'ş-şimâl: amel d e f terleri sol taraflarından verilen cehennemlik insanlar. ؟ikiifte
؟imâl-i garbi: cogr. kuzey bati, şimâl-i ؟arki: cogr. kuzey doğu. ؟İmâlen ( ﺷﻤﺎﻻa.zf.): soldan, sol taraftan olarak, ؟imal, kuzey tarafından. ؟İm âli ﻟﻰ١( ﺷﻢa.s.): ؟İmâle âit, ؟imal ile, kuzeyle ilgili. Kutb-İ ؟İm â li : kuzey kutbu, ؟im âliyye ره١( ﺷﻢa.s.): [“ ؟İmâli" nin miien]. (bkz: ؟İmâli). ؟im e ة٠( مa.i.c.: ؟iyem ) : huy, tabiat, (bkz : haslet). Şimr ( ﺷﻤﺮa.h.i.) : Kerbelâ hâdisesinde Hz. Hüseynin başını kesen mel'ûn. ؟İmrâh ( ﺷﻤﺮاخa.i.c.: ؟em ârîh): 1. hurma veyâ üzüm budağı, salkımı. 2. dağ tepesi, (bkz : teli).
؟ikenc ( ﺷ ﻜ ﺘ ﺞf.i.) : 1. büklüm, kıvrım, (bkz: ؟iken). 2. aldatma, hile, oyun. 3. melodi, nağme. 4. işkence. . ؟İkenc-İ gîsû : saç büklümü. ؟ikence ( ﺷ ﻜ ﻨ ﺠ ﻪf.i.) : işkence. ؟ikest ( ﺷ ﻜ ﺖf.s.): 1. kırılmış, kırık. 2. i. kirma, kırılma. 3. i. yenilme, (bkz : maglubiyyet). ؟imrâhiyye ﺻﺎﺣﻤﻪ٠(شa.i.): Hz. Ali'ye muhalefet ؟ikeste ( ﺷﻜﺴﺘﻪfs .) : 1. kırık, kırılmış, (bkz: eden hârici zümresinin bir kolu. meksûr). 2. yenilmi ؟. (blcz : mağlûb, miin- ؟im ؟âd ( ﺷﻤﺸﺎدf.i.): ؟İm ؟ir ağacı. hezim). Le ؟ker-İ ؟ikeste: bozulmu ؟asker. ؟im ؟îr ر٠( ﺷﻤﺶf.i.): kılıç, [asil: “ ؟em ؟îr" dir]. 3. ta'lîk'i andırır bir yazı ؟ekli. (bkz : seyf ؟em ؟îr, tig). ؟ikeste beste : kırık dökük, şöyle böyle. ؟imşîr-i bürrân : keskin kılıç. ؟İkeste-İ ؟ikeste-tâli': talihsiz dîvâne, ؟im ؟îr-ger ( ﺷﻤ ﺸﺮﻛﺮf.b.i.): kılınççı. (bkz: ؟ilceste-bâl ( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﺎ)أf.b.s.) : kırık kanatlı, ka ؟em ؟îr-ger). nadı kırık; kederli. ؟im ؟îr-zen زن(f.b.s.): kılıçla vuran, ki ؟İkeste-bâzû ( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﺎزو£b.s.): kolu kırılmış. İıç çeken, (bkz : ؟em ؟îr-zen). mec. kuvvetten dü ؟mü.؟ ؟İnâb ب١( فf.i.): suda yüzme, yüzme, (bkz: ؟ikeste-bend ( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﻐﺪf.b.i.) : 1. kırıkçı, Ç1 ؟İnâh, ؟İnâr). kıkçı. 2. sargı bezi. ؟İnâh ( ﻓ ﺎ هf.i.): suda yüzme, (bkz: ؟İhâbet). ؟ikeste-dil ( ﺷﻜﺴﺘﻪ د لf.b.s.): gönlü kırık, ke[“ ؟inâ” ؟ekli de vardır). derli, mahzun. ؟İnâhte ( ﻓﺎ ﺧﺘ ﻪf.s.): tanınmış, herkesçe bili ؟ikestegi ﺷ ﻜ ﺘ ﻜ ﻰ (f.i.): kırıklık, (bkz: nen. (bkz: ma'lûm). inkisâr). ؟İnâr (>ةﻃﺮf.i.): yüzme [suda-], (bkz : sebh). ؟İkeste-pâ ( ﺷ ﻜ ﺘ ﻪ ﺑﺎf.b.s.): ayağı kırık, _ ؟inâs س١ ش- (f.s.): “anlayan, tanıyan, bilen” ؟ikeste-tâli' ( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﻃﺎﻟﻊf.a.b.s.): tâlihi kırık, mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler tâlihsiz. meydana getirir. Hâtır- ؟inâs : hatır sayan, ؟ikeste-zebân ( ﺷ ﻜ ﺘ ﻪ ز ﺑﺎ نf.b.s.): 1. peltek. 2. i. hatır kırmayan, hatır bilen. Târih- ؟in â s : târilı bilen, târiliten anlayan., gibi. kırık uçlu [lcalem]. 1165
şınası şinâsi ( ﻓﺄ ﺳ ﻰf.s.): 1. tanımaya mensup, tammalda ilgili, tanıyıcı. 2. (Ç büyük harfle) Tanzimat devrimizin ünlü şâir ve gazetecisi.
şirâ' ( ﺷﺮاعa.i.) : yelken, gemi yelkeni, (bkz: bâd-bân).
şinâver اور٠( شf.s.): suda yüzen, yüzgeç, (bkz : sâbilı).
şi'râ' ﺀ١( ﺷﻌﺮa.i.): yelken, gemi yelkeni, (bkz: bâd-bân).
şinâverî ( ﻧﺎ و ر ىf.b.i.): [suda] yüzgeçlik, yüzücülük. (bkz : sibâhet, şinâh).
şi'râ' ( ﺷﻌﺮاﺀa.i.): astr. iki yıldızın adi.
şinev j j (f.s.): İşiten, dinleyen. Dûr-şinev (uzağı İşiten): telefon. şinîd ب
(f.i.): İşitme, (bkz : sem', İstimâ).
şinîde ( ﺧﻴ ﺪ هf.s.): İşitilmiş, duyulmuş. Nâşinîde: işitilmemiş, duyulmamış. Nevşinîde: yeni İşitilmiş, [fasihi: “şenîde” dir.]. şi'r (a.i.c.: eş'âr): 1. anlama, (bkz : fehm. İdrâk). 2. ed. şiir, edebi değeri olan nazımlı ve lcafiyeli söz. Aksâm-1 şi'r: ed. mısrâ, beyt, gazel, kaside, rubâî, murabba, kıt'a, mesnevi, medhiye, hicviye, fahriye, münâcât, tevhid, tehlil gibi şi'rin beyan yollan. şîr
( ﺷ ﻬ ﺮf.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, esed, gazanfer, haydar, leys).
şîr-i âsmân : astr. arslan burcu, şîr-i felek: astr. arslan burcu, şîr-i Hakle (Allalı'ın arslam) : Hz. Ali. (bkz : esedu'llah). şîr-i Hudâ (Allah'ın arslam) : Hz. Ali. şîr-i jiyân : kızgın, kükremiş arslan. şîr-i mâde : zool. dişi arslan. şîr-i ner : erkek arslan. (bkz : nerre-şîr). şîr-i sipihr : astr. arslan burcu, Güneş, şir-i Yezdân : Hz. Alî. şîr ü hûrşîd : Iran devletinin en büyük nişani. 2. süt. (blez : şîre1). şîr-i berfîn : kar gibi beyaz süt. şîr-i mâder : ana sütü, şîr-i miirg : kuş sütü ؛mec. bulunmayan şey. şîr-i revgan (f.b.i.): [şîr : süt + revgan : yağ] = şırlağan, susamyagı.
im satıcı tarafından fiatlandırılıp muhayyer olarak satılması.
şi'râü'l-yemânî, şi'râ-yi yemânî: astr. semânın güney yarımküresinde bulunan Kelbü'l-ekber (Büyük Köpek) burcunun ve bütün semânın görünen en parlak yıldızı, Sirius; lât. alpha Canis Majoris. şi'râü'ş-şârnl, çi'râ-yi şâmi ؛astr. Küçük Köpelc, Kdbü'1-asgar, burcunda en parlak yıldiz, (Procyon); lât. alpha Canis Minoris. şirâ'-gUşâ ( ﺷﺮاع ﻛ ﺸﺎa.f.s.) : yelken a ؟an. çîr-âne ( ﺷﺮاذهf.zf.): arslancasına, arslana yaraçır yolda, (bkz: esed-âne١ gazanfer-âne, haydar-âne). Hamle-i çîr-âne: arslanca saldırış. şirâü'l-hanek( ﺷﺮاع اﻟ ﺤﻔ ﻚa.b.i.): anat. damak etegi, fr. voile du palais. şîrâz ز١( ضf.i.): miiz. Türk müziğinde eski bir müreklcep malcam olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur, [hâlen Âzerî müziginde de bu isimle bir malcam vardır], şîrâze ه3 ( شﺀراf.i.) : 1. kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yapralcları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit. 2. pehlivan lcispetinin paçası. 3. mec. esas, düzen, nizam. 4. bağ, örgü. 5. kispet paçası, ؟irâze-bend ٠( ﺷﺮاؤه ﺑﺪf.b.s.): 1. şirâze baglayan. 2. düzen veren, düzenleyen, şîrâze-gîr jS ( ﺷﺮازهf.b.s.) : şirâze yapılmaya elverişli [kitap]. şîrâz-sünbüle ب ( ﺷﺮازf.a.b.i.) : müz. Türk müziğinde birkaç asillik bir miirelckep makam olup zamâııımıza kalmış nümûnesi yoktur. şirb ( ﻧ ﺮ بa.i.): su hissesi, suya âit Irak; ekin ve hayvan sulama nöbeti,
şîr ü şelcker (süt ve şeker): muvâfık, uygun. 3. mec. yigit, yürekli.
şirb-i hâss : huk. [eskiden] muayyen kimselere mahsus olan alcar sudan su alma hakki.
şirâ' ( ﺷ ﺮا ﺀa.i.) : satm alma, satm almma. [“etmek” yardımcı fiili ile kullanılır]. Bey' ü şirâ: alim satım. Sevm-İ şirâ: fık. bir ma-
şîr-ceng ( ﺳ ﺮ ﺟﺌ ﻚf.b.s.) : arslan cenlcli, arslan gibi savaşan.
1166
şîr-bân ن١( ﺷﺮبf.b.i.) : arslan bekçisi,
Şirket-İ milk
ﺷﻴﺮدان
ş îr d â n
(f.i.) : 1. ?ird en , g evi? ge tire n
h a y v a n la r ın ik in c i m id esi, g evi? b a ğ ır s a ğ ı. 2 . İ ؟in e süt k o n u la n k ap , sü t İcabı, ş îr - d â r
ﺷﻴﺮدار
( f.b .s .) : sü tlü , sü t ve re n ,
ş îr - d e r - z e n c îr
ﺷﺮدوزﻧﺠﻴﺮ
( f.b .s .) : z in c ire v u -
r u lm u ? a rsla n . ş îr - d il
ﺑﺮدل
( f.b .s .) : a rs la n y ü r e k li, cesu r,
( b k z : şîr-m erd ). ş îr e
ﺷﺮه
( f .i .) : 1 . süt. (b k z : ş î r ) . 2 . ş ıra , (b k z :
u sâre). ş îr e _ ! e n g U r : ü z ü m su y u ; ?arap. ş i'r e n
١ﺷﻌﺮ
ş îr - g îr
(a.zf.) : ? iir o la ra k , ş iir y o lu y la ,
( ﺷ ﺮ ا رf.b.s.) : 1 . a rs la m tu ta c a k d ere-
ced e k u v v e t li ve c e su r o lan . 2 . ؟a k ırk e y if,
ال٠ﺑ ﺮ ﺧ ﻪ
ş îr în i
n a y a k m h k , sem p ati. ş îr în - k â m
(f.b.s.) : 1 . süt İ ؟en, lıe n ü z m e-
m e d e o lan , ( b k z : sabi). 2 . ta r. a c e m iliğ e
( f.b .s .) : ta til, h o ş m u â m e le
ﻛﻼم٠س. ( ضf a . b . s . ) : sö zü
ş îr în - s u h a n so h bet.
ﺧﻦ٠د ر سس
ş îr în - t a b ' ﻟ ﻊ٠ tab iâ tlı. ş îr în - t e r
ta til, h o ş
(f.b.s.) : sö z ü tatil, h o ş-
( ﺷﺮﻳ ﻦf.a.b.s.) : y a v a ş y u m u ş a k
ﺷﺮ س ر
ş îr în - z e b â n tatil.
e sirle rd e n b ir k ısm ı.
? irk
(a.s.) : ?i're m en su p , ?iirle ilg ili,
^س
( f.b .s .) : t a t lılığ ı d a m a g m d a
ş îr în - k e l â m so h bet.
ş îr - is t â n
ş îr în
ﻓ ﺮ؛ﺛﻜﺎر
ş îr în - k â r eden .
a lın m a y a n v e y â sa y ıs ı b eşten e k s ik o la n ş i'r î
ﺷ ﺮﻳﻜﺄم
k a lm ış , ta d ı d a m a ğ ın d a k a lm ış ,
(fb .s.) : d a h a ş ir in , d a h a tatil,
d a h a s e v im li.
y a r i sarlro?. ş îr - h â r
( ﻫﺒﺮق ﺳﻤﻮارf .b .s .) : ta d ı h o ş o lan . ( ﺑ ﺮ د ىf.i.) : 1. ta tlılık . 2 . s e v im lilik , ca-
ş îr în - g ü v â r
(f.s.) : 1. tatil. 2 . s e v im li, c a n a y a k m ,
se m p a tik . 3. m iiz . T ü r k m ü z iğ in d e bil- b ily ü k u s u l o lu p ?eyh A b d ü lb â k i D ed e t a r a fın d a n te rk ib e d ilm iştir. H e rh a ld e z a m â n m d a b u u s u l ile ili ؟o lm a z s a b e s te k â r ı ta r a fın d a n b ir k a ؟e se r y a z ılm ış s a d a z a ın â n ım ız a b ir te k n ü m û n e s i in tilcal etm i? d e ğ ild ir. 4 4 z a m a n lı v e 22 d aı ٠ b lı o lu p p e ş re v v e beste g ib i şe k ille re m a lisu stu r. M u h t e lif şe k ille rd e v a z e d ilm i? 1 1 tâ n e s o fy a n d a n m ü rek -
ك٠ب
در س ﻷ ن
(f.b.s.) : ta til d illi, d ili-
ﻃ ﻦ٠( ﺷﺮاf.b.i.) : a rs la m ؟o k o la n yer. ( a .i.) : m ü ş r ik ü k , A lla h 'a ?erik , o r ta k
k o şm a , A lla h 'd a n b a şk a b ir A lla h b u lu n d u g u n a in a n m a . ? ir k e t
ﻛ ﺖ٠( ﺷﺮa.i.) : 1 . o r t a k lık . 2 . tic a re t İ ؟in
m e y d a n a g elen k u r u l.
Şirket-İ a 'm â l : fık. ؟a lış m a y ı se rm â y e o la r a k k a b û l ed en şirk et. Ş irk e t-İ a y n : f ı k . m u a y y e n v e m e v c u t o la n m a ld a k i o r ta k lık . Ş irk e t-İ
deyn:
huk.
[eskiden]
a la c a k ta
İştirâ k . ? İr k e t-İ e m v â l : h u k .
[eskiden]
? e r ik le r in
k e p tir, d a r b la r ı ? ö y l e d ir : d ü m (4 z a m a n lı,
o r ta y a s e rm â y e o lm a k ü z e re b ir e r m ik t a r
k a v i ) : te (1, n im k a v i), k e (1, z a y ıf), te (1,
m a l k o y a r a k b iı ٠ lik te , y â h u t a y r ı a y r ı, y â h u t
n im k a v i), k e (1, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), te k (2,
m u tla k a a lız ü îtâ e tm e k v e h â s ıl o la c a k rib -
n im k a v i); te k (4, k a v i), te (2, n im k a v i), k e
h i a r a la r ın d a p a y la ş m a k iiz e re k u r d u k la r ı
(2, z a y ıf) ; te (2, n im lcavi), k e (2, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), te (1, n im k a v i), k e (1, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), d ü m (2, n im k a v i), te k (4, k a v i); te (2, k a v i), te (2, n im lcavi); te (2, k a v i), k e (2, n im lcavi). Ş îrîn
در س
( f.h .i.) : F e rh â d (H u srev ) ile Ş îr în
lıilc â y e sin in İcadın k a h r a m a n ı, ş îr în - â v â z
ﺑ ﺮ س آواز
( f.b .s .) : ta til sesli, se si tat-
il.
?irk et. Ş irk e t-İ İb â h e : fı k . k im s e n in m a il o lm a y a n ?e ylere (su gibi) s â h ip ؟ik m a k s a lâ h iy e tin d e â m m e n in o r ta k o lm a sı. Ş irk e t-İ ih t i y â r iy y e : se rb est ira d e ile b ird e n ؟o k k iş in in lcu rd u gu o r ta k lık . Ş irk e t-İ İ n â n : h u k . [eskiden] ? e r ik le r a ra s m d a ta m m ü s â v â t (eşitlik) ? a rt e d ilm e k siz in a k d o lu n a n ?irket.
? îr ؛n _cem âl
ﺷﻴﺮﻳﻦ ﺟﻤﺎل
(f.a.b.s.) : s e v im li y ü z -
Ş irk e t-İ m e f â li s : (b k z : Şirket-İ v ü c û h ). ? İr k e t-İ m i l k : h u k . [eskiden] e sb â b -1 tem el-
s îr în - e d â
ﺑ ﺮ س ادا
ş î r î n - g ü f t â r ﺀﻗﻬﻄﻞ İ10? so lıb et.
(f.b.s.) : lâ t if ed alı,
ﺑﺮ س
(f.b.s.) : ta til k o n u şa n ,
lü k te n o la n iş tirâ v e ittih a p v e k a b û l-i vasiyet v e te c â v ü z g ib i b ir seb ep le, y â h u t h a lt v e ih tilâ t-ı e ın v â l ile y â n î m a lla ı'ı k a b il-i
1167
şirket-î mudârebe t e m y i z v e te frilc o l m a y a c a k sû r'e tte k a r i ؟tır m a k , y â h ııt m a lla r ı 0 sû re tte y e k d iğ e r in e
şiry â n -1 s ü b â t î : anat. ş a h d a m a r [ b o y n u n i k i y a n ı n d a o la n ].
k a r ı ş t ı r m a k l a b i r ؟e y i n b i r d e n f a z la k i m s e -
؟ir y â n -ı ş e f e v î : anat. d u d a k . a t a r d a m a r ı ,
le r a r a s ı n d a m ü ş t e r e k o lm a s ı. [M e s e lâ : b i r
şiry â n -ı ؟ezen : anat. s o l u k b o r u s u .
k i m s e b i r m a l ı n ı i k i k iş iy e h ib e v e y â v a s i y e t e d ip d e o n l a r d a t e s e llü m v e k a b u l e tse le r, m a l, b u i k i İÇİŞİ a r a s ı n d a m ü ş t e r e k o lu r ].
؟İrket-İ m u d â re b e : fık . b i r t a r a f t a n s e r m â y e , d iğ e r ta r a ft a n e m e k o lm a k ü z e re k u r u la n ؟ir k e t.
o la b i l e c e k m a l l a r ı v e s e r m â y e m i k t â n v e h is s e le r i m ü s â v î o l a r a k b ir , i k i v e y â d a h a ç o k k i m s e l e r i n l c u r d u k l a n ؟ir k e t.
؟İrket-İ v ü c û h : fık . k r e d i ile m a l a lı p s a t m a k ü z e r e k u r u l a n ؟ir k e t.
رد٠ﺳ ﺮ
( f . b . s . ) : a r s l a n y ü r e k li , c e s u r ,
( b k z : ؟î r -d i l) .
؟îr-m e rd â n
ﺷﻴﺮﻣﺮدان
( f . b . i . ) : 1 . y iire lc li, c e s u r,
k a h r a m a n k im s e le r . 2 . k u t s a l lcişiler.
؟ir-p e n çe
ﺷﻴﺮ؛ﻏﺠﻪ
(f.b .i.): " a r s l a n e li": hele, e n
ç o k e n s e d e v e s ı r t t a ç ı k a n , ç a b u lc g e n iş le y e n v e te h lilc e li b i r h a ld e o la b ile n , ç o ğ u is ta filo k o le m i k r o b u n d a n ile r i g e le n b i r k a n
ت٠ﺷﺮ
(a.i.) : 1 . ؟e rirlilc, k ö t ü l ü k . 2. (o. s.) :
g e ç im s iz , h ır ç ın , h u y s u z , k a v g a c ı.
؟ir r ir
ﺷﺮ؛ر
(a .s .c. : e ؟i r r â , e ؟r â r ) : [ç o k ] ؟e rir , ؟e r
iş le y e n , ( b k z : ؟e rir ), [ " ؟i r r i r " ؟e k li a s il o ld u ğ u h a ld e b i z d e “ ؟e r i r ” o l a r a k k u l la n ı l ı r ] .
Ş ir v â n î
ﻓﻰ١ﺷﺮو
( f s . ) : 1. Ş i r v â n ؟e h r i ile ؛ilg ili.
2. h. i. Ş i r v a n l ı . ؟İry â n
؟ir y â n -ı z ü l â k î : anat. m id e y e g i d e n d a m a r İ a r ı n h e p s i.
؟ir y â n î, ؟ir y â n iy y e
' ﺷﻮﻳﺎن
( a . i . c . : ؟e r â y î n ) : anat. ؛a t a r d a -
m ar.
؟ir y â n -ı â d û d î : anat. b â z û d a b u lu n a n d a m ar.
. ﺷﺮذم
؟ir z im e
؟ir y â n -ı c e f n i : anat. g ö z k a p a ğ ı . ؟ir y â n -ı e b h e r : anat. t e m i z , lc ır m ız ı k a n i y ü r e k te n v ü c û d a d a ğ ıta n ؛a ta rd a m a r,
؟ir y â n -ı i k l î l î : anat. k a lb i b e s le y e n v e k i r m ız ı k a n i n a k l v e se v k e d en d a m a r.
؟ir y â n -ı k ı ı 'b e r î : anat. b ile k d a m a n , ؟ir y â n -ı n â z i l : hek. a ş a ğ ı i n e n ؛a t a r d a m a r , ؟ir y â n -ı r i e v i : anat. a k c i ğ e r l e r i n İ ç in e d a ğ ı l a n v e l c ır m ız ı k a n i d a ğ ı t a n d a m a r .
؟ir y â n -ı s â i d : hek. k a l b d e n ç ı k a n ؛a t a r d a -
1168
،
درداذى
(a .s.) : anat.
( a .i .c .: ؟e r â z i m ) : 1. b ir ؟e y in k ii-
؟U k b i r p a r ç a s ı . 2 . k ü ç ü k , a z o l a n t o p lu lu k , ş iş e
ﺷﻴﺸﻪ
(f.i.) : ؟i ؟e, s ır ç a , ( b k z : k a r û r e ) .
ز١ب
؟î ؟e -b â z
-
( f .b .i.) :
؟iç e le rle
n u m ara,
o yu n yap an , hokkabaz.
؟itâ
ئ
( a . i . ) : k i ؟, ( b k z : z e m is t a n ) . M e v sim -i
؟i t â : k i ؟m e v s im i. ؟İtâb
( ﺷﺘﺎ بf . i . ) : a c e le , s ü r 'a t , ç a b u k l u k , ﺑ ﺖ١ ( ﺷﺖf . i . ) : a c e le e d e n , ç a b u k
؟itâ b ân
o la n ,
k o ş a n , s e ğ ir t e n , [“ o l m a k '' y a r d ı m c ı f i i l i ile k u l la n ı l ı r ] , ( b k z : m ü t e h â ü k ) .
ﻷ ى
؟itâ î
( a . s . ) : k ı ؟a â it, k ı ç l a i l g ili.
ﺷﺘﺄﺋﻪ
؟itâ iy y e
( a . s . ) : 1. k ı ş lı k .
2. i. g i r i z g â h
b a ş l a y a n k a s id e .
؟İtevî, ؟ite v iy y e
ﺷﺘﻮ؛ه
،
ﻧﺪ و ى
( a . s . ) : 1. k ı ؟a â it,
k ı ş la i lg ili. 2 . i. k i ؟s e b z e s i,
şiv âz
ل٠ﺷﻮا
( a . i . ) : 1. d u m a n s ı z a te 2 . ؟. s u s a m a .
( b k z : a t ؟, ؟u v â z ).
؟ive
ﺷﻴﻮه
( f . i . ) : 1. n a z , e d â .
؟îve -i d il-b e r : g ü z e l i n n a z ı, e d â s ı. ؟îve -i r e f t â r : y ü r ü y ü ş t a r z ı , y ü r ü y ü ş t e k i e d â . 2. leng. s ö y l e y i ؟, y e r l i v e y â y a b a n c ı k o n u ؟m a t a r z ın d a k i t e lâ ffu z h u s u s iy e tle r in in b ı r a k t ı ğ ı u m û m î in t ib a la r , fr. accent.
از ﺷﻴﻮه٠ ( f . b . s . ) :
؟îv e -b â z
m ar.
ﺷﺮﻳﺄﺑﻪ
k ıs m ı k ı ؟d a n b a h se d e n v e y â k i ؟ta s v ir iy le
ç ıb a n ı.
؟irre t
a lt ı d a m a r ı .
؟i r y a n ( .a t a r d a m a r ) ile ilg ili..
؟İ r k e t - İ m u f â v a z a : fık. o r t a k l ı k s e r m â y e s i
şîr-m e rd
؟ir y â n -ı ta h t-e t-te rk o v a : anat. k ö p r ü c ü k
؟iv e li, c i l v e l i , ( b k z :
i ؟v e -b â z ) .
ﺷﻴﻮه ﺑﺎزى
ş îv e -b â z î
( f . b . i . ) : ؟î v e - b â z lı k , ؟i v e lilik ,
cilv e lililc . ؟iv e -g e r ؟İv e g î
ا
ل
؟îv e -lc â r
( ﺷﻮهf.b .s.). ( b k z : ؟îv e - k â r ) . ( ﺷﻴﻮهf.b .s.). ( b k z : ؟îv e - k â r ) . ( ﺷﻴﻮه ﻛﺎ رf.b .s.) : 1 . ؟iv e li, İş v e li,
c ilv e li.
(b lcz : g a n n â c , i ؟v e - b â z ) . 2 . i. k a d ı n is m i, ؟iv e n
( ﺷﻴﻮفf.i.)
: m â t e m , y a s ؛i n le m e , s ı z la n m a ,
( b k z : n e v h a ). ؟îv e n -g â h , ؟iv e n -g e h
ﺷﻴﻮﻧﻜﻪ، ﺷﻴﻮﻧﻜﺎه
m â t e m , y a s y e r i , m â t e m e v i.
( f.b .i.):
٥
؟u'be e-bâz-âne şîv e -n ü m â
ﺷﻴﻮه ﻧﻤﺎ
( f .b .s .) : 1. n a z g ö s te r e n .
2. i. m iiz. T ü r k m ü z i ğ i n d e b i r m ü r e k k e p
ﺻﺎ ع
şuâ'
( a . i . c . : e ş i'a , şiâ') ç u â â t) : 1. ış ın ,
G ü n e ş 'te n v e y â b a ş k a b i r ış ı k k a y n a ğ ı n -
m a k a m o lu p , ü ç a sıı-lık k a d a r d ı r . S a b â ile
dan
f e r a h f e z â 'd a n
G ü n e ş 'i n i p l ik i p l i k o l a n ış ı k l a r ı . 2 . v e k tö r ,
m ü re k k e p tir.
(F e r a h f e z â ,
a c e m a ş î r a n ile s u l t â n i y e g â h 'd a n İ b â r e t o lu p ,
so n rad an
A hm et
A ğa
ta ra fın -
d a n - b e lk i ş î v e n ü m â 'd a n i l h a m
a lın a ra k -
t e r t i b e d i l m i ş t i r ; s u l t â n i y e g â h ise, b u n d a n d a s o n r a m ü s t a k i l v e is im li m a k a m o l a r a k -D e d e E f e n d i t a r a f ı n d a n - k u l l a n ı l m a y a b a ş -
uzanan
te l te l ış ık l a r . H aytü 'ş-şu â':
fr. vecteur. ş u â - i m e r'î : fiz. g ö r m e e k s e n i , ş u â - i m e r k e z i: fiz. * ö z e k * ışın , ş u â - i m ü n 'ak is : fiz. * y a n s ıy a n * ışın , ş u â - i n ısf-ı k u tr : fiz. * y a r ıç a p v e k tö r ü ,
la n m ış tır). F e ra h fe z â (y â n î s u ltâ n i y eg âh )
ş u â - i v â r i d : fiz. g e le n * ışın ,
ile y e g â h (re) p e r d e s in d e k a lı r . G ü ç lü le r , b i-
ş u â - i z i y â î : fiz. ış ık * ış ın la rı,
r i n c i d e r e c e d e - s a b â 'n ı n d u r a ğ ı v e s u l t a n i y e g â h 'ın g ü ç lü s ü o la n - d ü g â h (İâ), ik i n c i d e r e c e d e d e -s a b â ile a c e m a ş î r a n 'm g ü ç lü le r i o la n - ç â r g â h (do) p e r d e l e r i d ir , ( ü ç ü n c ii d e re c e d e , a c e m a ş î r a n 'ın d u r a ğ ı a c e m a ş î r a n d a g ö s te r ile b ilir ) . D o n a n ı m ı n a s a b â ile "si" k o m a b e m o l ü ile “r e ” b a k ıy y e b e m o lii k o n u l u r ve s a b â 'n ı n t i z " İ â ” b a k ıy y e b e m o l ü , f e r a h f e z â n m “s i” b e k a r , " r e ” b e k a r , “s i” k ü ç ü k m i ic e n n e b b e m o l ü (ve s u l t a n i y e g â h 'ın " d o " b a k ıy y e d iy e z i) ic â b e tti k ç e n o t a iç e r is i n d e k u l l a n ı l ı r ,
( ﺷﻴﻊa.i. ş îa 'n ın c . ) : ş îa la r. ( ﺷ ﻢa.i. ş î m e 'n in c . ) : h u y la r , ta b i a tl a r , şo b ân ( ﺷﺒﺎنf i . ) : ç o b a n , ( b k z : ş û b â n ) .
Ş u â â t- I şem siyye : fiz. G ü n e ş ış ın l a r ı,
( ﺷﻌﺎبa.i. ş u 'b e 'n in c.). ( b k z : ş u a b â t). ( ﺷﻌﺒﺎتa.i. ş u 'b e 'n in c . ) : ş û b e le r, b ö lü k -
şuâb
şu ab ât
ler, k ıs ım la r , t a k ı m l a r ; d a ll a r , b u d a k la r , ş u â b a t - ı te d risiy y e : * ö ğ r e tim k o lla r ı, şu âi
ﺷﻌﺎﻋﻰ
şu â iyy e
( ﺷﻌﻞa.i. ş u 'l e 'n i n c . ) : a le v le r, a te ş ( ﺷﻌﺮاa.i. ş â i r 'i n c . ) : 1. ş â irle r ,
şu arâ
( a . s . ) : ş ö h r e tli , ü n l ü , ş ö h r e t i a ğ ız -
l a r d a d o la ş a n . şö h re -i â f â k : b ü t ü n d ü n y a c a t a n ı n m ı ş ,
ﻧﻬﺮ ت
( a . i . ) : 1. ü n , a d y a p m a . 2 . a d , s a n .
şö h ret-i â f â k : h e r t a r a f ç a m e ş h u r , şö h ret-i k â zib e : y a la n c ı ş ö h r e t, şö h re t-g îr
ﺷﻬﺮﺗﻜﻴﺮ
( a .f .b .s .) : ş ö h r e t i y a y ılm ış ,
ü n s a lm ış . şö h re t-şiâ r
ﺷﻬﺮﺗﻴﺎب
d in in d e n evvel
şu a râ -y i Y e m â n î : astr. S ir iu s . 2. K u r 'â n 'ın 2 6 . s û r e s i o lu p İ ç in d e ş a i r l e r i n z i k r i g e ç tiğ i İ ç in b u a d i a lm ış tı r . M e k k e 'd e n â z i l o lm u ş t u r , 227 â y e ttir . şû b ân şu 'be
( ﺷﻮﺑﺎنf i . ) : ç o b a n , ( b k z : ş o b â n ) . ( ﺷﻤﻪa . i . c . : ş iâ b , ş u a b , ş u a b â t ) : 1.
şû b e,
b ö lü k , k ıs ım , t a k im , b ö l ü n t ü . 2 . d a l, b u şu b e-i sa fâ : m iiz. M a r a g a lı A b d i i l k a d i r o ğ lu
( a .f .b .s .) : ş ö h r e t b u la n ,
şu b e-i ş â h i : m üz. M a r a g a lı A b d i i l k a d i r o ğ lu
A b d iil a z iz 'i n a d l a n d ı r d ı ğ ı b i r m a k a m , A b d iil a z iz 'i n S u lta n II M e h m e t'e a r m a ğ a n
-şû, -şûy _ﺷﻮى، ﺷﻮ- ( f .s .) : " y ık a y a n , te m iz le y e n ” m â n â l a r ı n a
g e le r e k * b ir le ş ik k e li-
Câme-şûy : Ç a m a ş ı r y ık a y a n .
Mürde-şûy: ö lü y ık a y ıc ı, ( b k z : g a ss a l). şû[y] [( ﺷﻮ]ىf.i.) : y ık a m a . Ş ü s t ü şû : y ık a m a , te m iz le m e .
fr. p ro cy o n . ş u a râ -y i c â h i l i m e : İ s lâ m
( a .b .s .) : ş ö h r e t l i ü n l ü ,
ş ö h r e tli .
m e l e r y a p a r.
( b k z : ş â i r â n ). şu a râ ü 'ş-şâ m iy y e ( k e v k e b i ) : astr. p r o s y o n ,
dak.
ﺷﻬﺮﺗﺸﻌﺎر
( b k z : m e şh û r). şö h ret-yâ b
a le v le ri, o z a n la r ,
H i c a z 'd a g ö r ü n e n A r a p ş â ir le r i,
şö h re -i şeh r : b ü t ü n ş e h r i n d i l i n d e g e z e n , şö h ret
( ﺷﻌﺎﻋﻴﻪa.i.) : zool. * ış ın lıla r, fr. ra d i-
olaires. şu al
ﺷﻬﺮه
(a.s.) : ş u a 'a m e n s u p , ş u â ile , ış ın la ,
v e k tö r le ilg ili.
şiyem
şöh re
(a.i. ş u â 'ı n c.) : ş u a la r , ış ın la r ,
ş ı ı â â t - ı m iin k esire : fiz. k ı r ı l a n * ış ın la r.
şiya'
şo b â n -ı v â d î-i eym en : H z . M û s â .
ﺷﻌﺎﻋﻞ ت
şu âât
o la r a k a d la n d ırd ığ ı b ir m a k a m , şu 'bed e
ﺷﻌﺒﺪه
( f i . ) : e lç a b u k lu g u , h o k k a b a z l ık .
[ A r a p ç a d a : “ş a 'b e z e ” d ir ]. şu 'b e d e -b â z
( ﺷﻌﺒﺪه ﻷزf .b .i .) : h o k k a b a z , ( ﺷﻌﺒﺪه ﺑﺎزاﻧﻪf.zf.) : el ç a b u k lu -
şu 'b e d e -b â z-â n e
ğ u ile , h o k k a b a z c a s m a .
1169
şufeyre ?ufeyre ( ﺷﻐﺮهa.i.) : zool. n e m f , ( b k z : şü fe y re).
şugl
( ش > ؛a . i . c . : e şg a l, ş u g u l) :
1. İş, u ğ r a ş a -
T ü rlc le r t a r a f ı n d a n b e s t e le n m iş A r a p ç a g ü fte li İ l â h î l e r e v e r i l m i ş b i r a d , İ l â h îd e n b a ş k a bil" d î n î e s e r i n g ü f t e s i A r a p ç a is e , b u is im v e rile m e z . E s k i A r a p m ü z i ğ i n d e ş u g l, b a m b a ş k a b i r m â n â d a d ı r . B u n a k ıy â s e n h a n g i T ü rk b e s te k â rın ın
İlâ h i ş e k lin in A ra p ç a
g ü f t e l e r i n i t e f r i k İ ç in b u i s m i v e r d i ğ i n i b il m i y o r u z . P e k ç o k f u g l e li m i z d e m e v c u t tu r . M e s e lâ Z e k â i D e d e 36 ş u g l b e s t e le m iş t ir , (" g u ” u z u n o k u n u r , a .i. ş u g l 'ü n
c . ) : İşler, u ğ r a ş a c a k , m e ş g u l o la c a k ş e y le r؛ d e r t le r , g a ile le r.
şûh ( ذ و خf.s.) : 1. h a r e k e t l e r i n d e s e r b e s t. 2. n e şeli, ş e n v e o y n a k [ k a d m ] . 3. a ç a k s a ç ık , h a y a s ız [ k a d m ] .
şûlı-i cefâ-cû : c e f a k â r g ü z e l, şûh-çeşm ( ﺷﻮخ ﺟ ﺸﻢf.b .s.) : e d e p s iz , u t a n m a z , a rs ız ؛k ü s tâ h .
şûhi ا/ ﺷ ﻮ
(f.i.) : ş u h l u k ,
o y n a k lı k ,
(b k z:
ç u 'le-d âr
(a.f.b .s.) : ış ık lı, ( b k z : ç u 'le -
şûh-meşreb ( ﺷﻮخ ا ؤ بf .a .b .s .) : a ç ık m e ş r e p -
ﺷﻌﻠﻪ دار
( a .f .b .s .) : a le v li, a le v le n m iş .
( b k z : ş u 'le - b â r , ş u 'le -v e r, ş u 'le -z e n ).
( ﺣ ﻪ ﺳﻤﻴﺮa .f .b .s .) : a le v a la n , t u t u ş a n , ( ﺷﻌﻠﻪ ﺧﻴﺰa.f.b .s.) : ış ı k s a ç a n , p a r ı l t ı l ı , şu 'le-n iim â ( ﺷﻌﻠﻪ ﻧﻤﺎa .f .b .s .) : a le v g ö s te r e n ,
şu 'le -g îr
şû 'le -h îz
a le v li. şu 'le -p e rv er
ﺷﻌﻠﻪ ﺑﺮور
( a .f .b .s .) : a le v le n d ir ic i,
ış ık la n d ıra n . şu 'le-p û ş
ﺷﻌﻠﻪ ﺑﻮش
(a.f.b .s.) : a le v le ö r t ü l ü , a le v
İ ç in d e k a lm ış .
( ﺷﻌﻠﻪ رﻧ ﻚa .f .b .s .) : a le v r e n k l i , ( ﺷﻌﻠﻪ رﻳﺰa.f.b .s.) : a le v s a ç a n , ış ıld a -
şu 'le-ren g şu 'le -rîz yan. şu 'le-ver
ﺷﻌﻠﻪ ور
(a.f.b .s.) : ış ık lı,
a y d ın l ık .
( b k z : ş u 'le - b â r , ş u 'l e - d â r , ş u 'le -z e n ). ç u 'l e - z e n
ﺷﻌﻠﻪ زن
(a.f.b .s.).
( b k z : ş u 'le - b â r ,
ş u 'le - d â r , şu 'le -v e r).
( ﺣﻮﻳﺪهf.s.) : k a r m a k a r ı ş ı k , ( ﺷﻌﻢa . i . ) : ş e â m e t, u ğ u r s u z l u k , ( ﺷﻐﻢa.i.) : ş o m . ( b k z : ş û m ). ( ﺷﻮمf s . ) : ş o m , u ğ u r s u z , ( b k z :
ş û lîd e ş u 'm ş u 'm
d e lâ l).
şû m
m e n l lû s ,
m e ş 'û m ) .
li, ş e n v e n e ş e li.
şûh-rû و/ ( ﺷ ﻮf .b .s .) : e d e p s iz , u t a n m a z , k ü s ta h .
şuhûm ﺣﻮم٠( شa.i. ş a h m 'ı n c.) : İç y a ğ la r; d o n y a ğ la r ı.
( شa.h a.). ( b k z : şın ). şûne ( ﺷﻮﻧﻪa . i . ) : anbai". şû r ( ﺷﻮرf . s . ) : 1. tu z l u . 2 .
şu n
k e k r e m s i. 3. ş a m a ta ,
g ü l'ü ltü .
şuhûm-ı ma'deniyye : m i n e r a l y a ğ la r , şuhûs ( ﺷﺨﻮصa.i. ş a h s 'ı n c.). (blcz : e şh â s). şûh-zebân ( ﺷﻮﺧﺰﺑﺎنf.b .s.) : a ğ z ı k a la b a lık , m ü n a s e b e ts iz , k ü s ta h .
şukka Ah (a.i.) : 1. p aı-ça; k u m a ş v e y â k â ğ ı t p a r ç a s ı. 2 . k ü ç ü k te z k e r e , y a z ı, c . ) : y a r ı k l a r , ç a tl a k la r ,
ﺷﻮرى
( a . i . ) : 1. k o n u ş m a k İç in t o p l a n m a .
2 . k o n u ş m a y e ri, ç û râ -yı a s k e r i: *siiel * d a m ş ta y . şU râ-yı devlet
(d e v le t
ş û r a s ı ) : * d a m ş ta y ,
İd â r e d â v â l a r m a b a k m a k , h ü k ü m e t ç e h a k a v e le le ri ü z e r i n e d ü ş ü n c e s i n i b il d ii 'm e k g ib i v a z if e le r i o la n v e ü y e le r i B ü y ü k M i ll e t
şu'le ( ﺷﻌﻠﻪa . i . c . : ş u a l) : 1. a le v , a te ş a le v i, şu'le-i bî-ziyâ-yi hüzn-i kamer : A y 'ın h ü z n ü n ü n ış ık s ız p a rıltıs ı,
M e c lis i'n c e s e ç ile n y ü k s e k k u r u l . ؟û râ -y ı devlet b a şm ü d d e iu m U m isi: h u k. b a ş k a n ıın * sö zcü sü .
şûle-i cevvâle : h a v a d a d ö n d ü r ü l e r e k y a n a n p a rç a s ın ın
şû râ
z ı r l a n a n k a n u n t a s a r ı l a r ı v e i m ti y a z m u -
şukuk “ ( ﺷﻌﻮقk u ” u z u n o lc u n u r. a.i. ş a k k 'ı n
b ir o d u n ç e m b e r.
ﺷﻌﻠﻪ ﺑﺎر
d âı'j şu 'le -v e r, ç u 'le -z e n ).
c a k , m e ş g u l o la c a k ş e y ؛d e r t , g a ile . 2. m ü z .
şugul
çu 'le-b âr
m eydana
g e ti r d i ğ i
şu'le-i cihân-sûz : c i h â n ı y a k a n alev , şu'le-i şemşîr-i tâb-dâr : p a r l a k k ı l ı c ı n a le -
şU râ-yı d evlet m iid d e iu m û m isi: h uk. k a n u n * sö zcü sü . ؟û r â -y ı s a lta n a t: tar. S e v r m u â l a e d e s i n in im z â s ın d a n
önce,
İ s t a n b u l 'd a
b iz z a t
S ıılta n 'ın r i y â s e ti a l t m d a p â d i ş a h l ı ğ ı n b ü -
v i, p a r ı l d a m a s ı . 2 ٠a t l a r d a b e y a z t ü y l e r d e n
y ü k m e 'm u r l a r m d a n İ b â r e t f e v k a lâ d e m e c -
o lu ş a n b e n e k l e r . 3. k a d m a d i.
lis.
1170
şübühât şû râ b , ç û râ b e
ه، ب ؛ ﺷﻮرا١ﺷﻮر
(f.s.) : k ir li , a c ı su .
( b k z : ü c â c ). m e c . g ö z y a ş ı,
ﺿﺮه
( f i . v e s . ) : 1. ç o r a k , v e r i m s i z to p ra lc .
ىةن١ﺷﻮر
(f.b.s.) : k a r g a ş a l ı k ç ı k a r a n ,
( ﺷﺮره رf .b .s .) : g ü h e r ç i le y a p a n , ş û r - e n g î z ( ﺷﻮراك؛ﴽزf.b.s.) : ş a m a ta , g ü r ü l t ü
şû re -g e r
( ﺿ ﻪ زارf.b.i.): ç o r a k l ı k y er. ( b k z :
ş û r - is tâ n ) .
ç û rî
( f .b .i .) : k a r g a ş a l ı k y e ri, k a v g a
(f.i.) : m ü z . T ü r k m ü z i ğ in d e e s k i b i r
m ü r e k k e p m a k a m v e e s k id e n k u l l a n ı l m ı ş p e r d e is i m l e r i n d e n b ir is i. K a n t e m i r o g lu n d a k i “İ â ” b i r s a z s e m â is i m a k a m a m i s a l d ir . H â le n A z e r i m ü z i ğ in d e d e b u is im d e b i r
ﺷﻮر_ده
( f s .) : 1. k a r ı ş ık , p e r i ş a n . 2. â ş ık ,
ﺧ ﺖ٠ ﺷﻮرﻳﺪه
ş û rîd e -b a h t
( f b .s .) :
b a h ts ız ,
ş u û n - ı h â r i c i m e : d ış * o lay lar,
ا/ﺷ ﻮ رﻳﺪ
(f.i.) : 1. k a r ı ş ı k l ı k .
2 . tu t -
(a.i. ş u û n 'u n c . ) ; h â d is e le r , o la y -
ض
(a.i.) : a n la m a , a n la y ış , h is s e tm e ,
d u y m a. B î- ş u û r : şu u rsu z, ş u û r n ü v e s i : fe ls . * b ilin ç o c a ğ ı, fr . f o y e r d e la c o n s c ie n c e .
( ضa.i. ş a 'r'ın c.) : k ıl la r , ( b k z : şiâ r). ( ^رىa.s.) : ş u u r la * ilg ili, ş u û r a â it. ş u v â z ( ﺷﻮاظa.i.) : 1. d u m a n s ı z a te ş. 2. s u s a m a .
şu û r
( ﺷﻮىa . s . ) : y a v a ş, ( ﺷﻮىf . i . ) : k o c a , ( b k z : ş e v h e r , ş û y - d î d e ٠ ( ﺷﻮﻳﺪﻳﺪf .b .s .) : k o c a y a
şu v ey y
ç û rîd e -h â l ، > o la n .
ﺷﻮرﻳﺪه
ç û rid e -h â tır >
( ﺷﻮردده ﺧﺎf.a.b .s.) : a k i l d a ğ ı-
(f.a.b .s.) : h â l i p e r i ş a n
( f .b .i .) : 1. ç o r a k , v e r i m s i z
y e r. ( b k z : ş û r e - z â r ) . 2 . t u z l u y e r.
ﺑﻮر ش
( f . i . ) : k a r ı ş ı k l ı k , k a r g a ş a lı k ,
( ﺷ ﻮرةﻛﺎهf.b.i.) : k a v g a , k a r ı ş ı k l ı k
y e ri.
ﺑ ﺪ ه.ﺷ ﻮ
ş û y îd e
e d e n le r.
ﺛ ﻦ
şübbân
( a . s . ) : y ı k a n m ı ş , ( b k z : m a g s û l,
(a.i. ş â b b 'ı n c . ) : g e n ç le r, d e li k a n -
İıla r, y iğ itle r. ç i i b b â n - ı v a t a n : v a t a n g e n ç le ri, v a t a n y iğ itle r i. çübeh la r. şü b h e
( ﺷﺮاحa.s. v e i . ) : ş â i'ih le r , ş e r h c ile r, ş e r h
ﻟﻪ٠ﺷﺮ
v a rm ış , ev-
m e rh û z ).
n ık , f i k r i p e r i ş a n [k im s e ] , ş û r-is ta n
zevc).
İ e n m iş k a d ın .
k u n lu k , d ü ş k ü n lü k .
ç û rîş -g â h
ﺷﯯﻧﺎت
la r . ( b k z : ş ü û n â t ) .
şûy
tâ l ih s iz .
ç u rta
(a.i. ş e 'n 'in c.) : İşler, y e n i ç ı k a n İşler,
( b k z : a tş , şiv âz).
t u t k u n , ( b k z : m e f t û n , şe y d â ).
şu rrâ h
ﺷﯯن
h â d is e le r (* o lay lar), v a k 'a la r .
şu û rî
m a k a m v ai'd ıı'.
ş û riş
şu û n
çuûr
ç û rîd e g î
(a.i. ç a 'b 'd a n ) : t a r . A b b â s ile r
n m k a r ş ı s ı n d a o la n v e A r a p la ı'ı h a k i r g ö r e n
çuûnât
ﺷﻮرﺀﻗﺎه
ﻧﻮر ى
ç û rîd e
ﺷ ﻌ ﻮﺑ ﻪ
ş u û n - ı d â h i l i y y e : İç *o lay lar...
yapan.
ç û r-g â h y e ri.
ç u û b i y ۶e
b i r s iy a s i a k im .
k a rm a k a rış ık ed en .
ç û re -z â r
k a b ile le r . 2 . K ız ıl d e n iz 'd e n ç ı k a r ı l a n d a ll ı
z a m â n m d a i m p a r a t o r l u k t a k i A r a p b a s k ı s ı-
2 . t u z l u [n e s n e ]. 3. g ü h e r ç ile . ç û r-e fg e n
(a.i. ç a tt'ın c.) : b ü y ü k n e h ir le r , (a.i. ç a 'b 'ın c.) :1. c e m a a tle r , ta ife le r;
b u d a k l ı ta ç la r.
( b k z : b e d - b a h t , b e d - t â li ', b î- b a lıt). şû re
ل٠ﺷﻄﻮ
çuûb
( ﺷﻮر؛ﺧﺖf b . s . ) : t â l ih s iz , b a h ts ız .
ç û r-b a h t
ş u tû t
ب
(a.i. ş ü b h e 'n i n c . ) : ş ü p h e le r , k u ş k u -
ب
(a.i.c. : ş ü b e h , ş ü b ü h â t ) : ş ü p h e ,
k u ş k u , ( b k z : re y b , şekle, z a n n ) . ş e b l ı e - i a k d : h u k . [e s k id e n ] s û r e te n m e v c u t
( a . i . ) : 1. ö n d e g id ip d ü ş m a n l a s a v a -
o la n b i r a k d - i n i k â h t a n h â s ı l o la n ş ü p h e d i r
ş a n a s k e r ; ç a r h a c ı a s k e r i. S â h i b - İ ş u r t a : i n -
k i b u n a şü p h e -i n ik â h d a d e n ir ve b u n u n la
z ib a t m e 'm u r u . 2. [y elk en e] u y g u n r ü z g â r , şu rû b
ﻧﺮو ب
(a.i. ş u r b 'd a n ) : 1. ş u r u p , ç o k k a y -
n a t ı l a r a k k o y u l a ş t ı r ı l m ı ş ş e r b e t. 2. s u l u v e ş e k e r li ilâ ç . şu rû t
ﺛﺮوط
(a.i.c.). ( b k z : ş e r â it) .
ç u r û t- ı is ti c â r : k ir â la m a ş a rtla rı, ç u r û t- ı s a l â t : n a m a z m ş a rtla rı.
h a d s â k ı td ı r . ş ü b h e - i İ b â h a : h u k . [e s k id e n ] b i r ş e y in a l i n m a s ı m u b a h o lm a s ı h a lc k m d a k i ş ü p h e , şü b h e-d âr iş k illi. şü b ü h ât b e h ).
ﻫﻪ دار٠ (شa .f .b .s .) :
ﻫﺎ ت٠( شa.i.
ş ü p h e y e k a p ıl a n ,
ş ü b h e 'n i n c.). ( b k z : ŞÜ-
ا ا71
؛ütâ' ş i i c â ' ع١ ( ﺷﺞa . i . ) : 1 . ş e c â a t ü , c e s u r , y i g i t . 2 . a s t r . A r s l a n v e Y e n g e ç a r a s ı n d a y ı l d ı z k ü m e s i, f r .
ﺷﺠﻌﺎن
ş ü c 'â n
(a.s.
ş e c î 'i n
c.).
(b k z:
ş ic â ',
ﺷﺠﻌﺎﺀ
şü ceâ
(a .s. ş e c î 'i n c . ) : c e s u r la r , y ü r e k l i -
ض
şU ceyre
( a . i . ) : b o t . a ğ a ç ç ı k , ç a lı , ( b k z :
ﺷﺠﻮن
ﺷﻜ ﺮ
(a .i. ş e c e n 'in c.) : 1 . d a lla r , b u d a k -
ﺷﻜﺮات
g e ç ti;
g it m e ,
g id iş ,
[ d â i m â " â m e d " k e lim e s iy le b i r li k t e k u l la n ı lır ] . A m e d ş ü d : A m e d ü ş ü d : g e ld i g it ti;
( f . s . ) : 1 . g i t m i ş , g id e n . 2 . m e c . ö lm ü ş ,
( ﺷﺪﺳﻤﺎنf . b . i . c . ) : g id e n le r , g e ç m i ş le r , ( ﺷﻔﻌﻪa . i . ) : f ı k . b i r m ü l k , k a ç a s a t ı n
şü d egân ş ü f 'a
ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎر
şü k r -g ü z â r -â n e
k o m ş u o l a n ı n , a y n i p a r a ile s a t ın a l m a k o lu n m a s ı h a k k i,
fr. d r o it d e p r e e m p tio n . (a .s. ş e f i 'i n c . ) : ş e f a a t e d e n le r , e d i -
e d e n le r .
٥ﺷﻎﺀر
( a .i .) : b o t . n e m f, fr. n y m p h e .
( ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎرىa .f.b .i.): i y i l i k b i l m e , ( ﺷﻜﻮﻓﻪf . i . ) : 1 . ؟İ ؟e k . 2 . g . s. s ü s le m e d e
şü h ed â'
( a . i . c . : e ş fâ r ) : 1 . y a s s ı b ı ç a k , ( b k z :
( ﺷﻬﺪاﺀa .i. ş e h î d 'i n c . ) : şe h itle r, ( ﺷﻬﻮدa . i . ) : 1 . ( ş â h i d 'i n c . ) : ş â h it le r ,
t a n ı k l a r . 2 . s. m a d d i , m e r 'î . 3 . v ü c u t b u l m a , v a r o lm a , g ö rü n m e . Â l e m - i ş ü h û d : g ö r ü le n â le m
[b u d ü n y â ] . 4 . g ö r m e , ( b k z :
m ü şâh e d e). şü h û d î
( a . s . ) : ş ü h û d ile ilg ili. M â z î - i
( ﺷﻬﻮرa .i.
ş ü h û r -i a y la r:
( f .b .i.) : tü r lü m a d d e le r-
ﺷﻜﻮﻓﻪ زار
şü k û fe -z â r
(f.b .i.) : ç i ç e k y e r i , ç i ç e k
k a m e r im e : [m u h a rr e m ,
c e m â z iy e l
şü kû h
ﺷﻜﻮه
( f . i . ) : u lu lu lc . ( b k z : a z a m e t , c e lâ l,
şü k û k
kam er s a fe r,
â h ir
ﺷﻜﻮك
(a .i. ş e k k 'i n c .) : şe k le r , ş ü p h e le r,
z a n le r .
ﺷﻜﻮﻓﺘﻪ.
-ş ü k ü fte
g e le r e k
-
( f .s .) : "a ç ılm ış ”
* b i r le ş ik
k e l i m e le r
m â n â sın a
yap ar.
N ev-
ş ü k ü f t e : y e n i a ç ı lm ı ş ., g ib i, şü k ü fte g î
ﺷﻜﻔﺘﻜ ﻰ
( f .b .i.) :
a ç ılm a ,,
a ç ılm ış
o lm a , * a ç ılm ış lık .
ﺷﻤﺎر
( f . i . ) : 1 . h e s a p , s a y ı. B î - ş ü m â r : h e -
s a p s ız , s a y ı s ı z , ( b k z : İ â - y u a d ) .
ﺷﻤﺎر
- ( f .s .) : "s a y a n , s a y ıc ı, e d en , e d i-
c i " m â n â l a r ı n a g e le r e k * b i r l e ş i k k e l i m e le r a y la r ı,
arab i
r e b i ü le v v e l,
( c ü m â d e 'l -â h i r e ) ,
receb ,
ş a 'b a n , r a m a z a n , ş e v v â l , z i l 'k a 'd e , z ilh ic c e ] , ş ü h û r - i s e l â s e ( ü ç a y l a r ) : r e c e b , ş a 'b a n , r a -
1172
ﺷﻜﻮﻓﻪ دان
d e n y a p ıla n ç iç e k lik , ç iç e k v a z o s u ,
-ş ü m â r
ş e h r 'i n c . ) : a y la r ,
r e b i ü lâ h ir , c e m â z i y e l e v v e l ( c ü m â d e 'l -û lâ ) ,
m azan.
a d i. 3 ٠k a d ı n a d i. [ a s i l : “ ş i k û f e ” d ir ].
şü m âr
ﺷﻬﻮدى
ş ü h û d î . ( b k z : m â z î) . şü h û r
s ı r f ç iç e k m o tifle r in e d a y a n a n b ir t a r z m
m e h â b e t ).
s i k k i n ) . 2 . k ı l ı ç a g z i. 3 . k i r p i k b it e n y e r le r ,
şü h û d
( a .f .z f .) : iy ilik s e -
b a h ç e s i.
( b k z : ş u fe y r e ) .
ﺷﻐﺮه
ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎواﻧﻪ
s e v e r, iy i l i k b i l i r c e s i n e .
şü k û fe -d â n
c ile r , b i r s u ç u n b a ğ ı ş l a n m a s ı İ ç in a r a c ı l ı k
şü fre
(a .f.b .s .) : te şe k k ü r ed en ,
v e r le r e , iy i l i k b i l i r l e r e y a r a ş ı r y o l d a , i y i l i k -
şü k û fe
şü fe y re
a lâ m e t i, i y i l i k
[ b u n a : " r i s â l e " d e d e n ilir ], şü k r -g ü z â r
a lı n m ı ş s a , o m ü l k e o p a r a ile s â h i b o l m a .
ü z e r e b a ş k a la r ın a te rc ih
(a.i.) : ş ü k r â n
b a ş l a r ı n a g i y d i k le r i t â c l a r a s a r ı l a n p a r ç a ,
H a k k - ı ş ü f 'a : s a tılık b ir m a la o r t a k v e y â
ﺷﻔﻌﺎﺀ
te şe k -
( ﺷﻜﺮاﻧﻴ ﺖ٥ .İ.) : ş ü k r a n l ı k . ( ﺷﻜﺮآوﻳﺰa .f.b .i.) : t a s . s ö f i y e n i n
şü k r -g iiz â rî
ş ü fe â '
(b k z :
i y i l i k b ile n , i y i l i k b ilir , ( b k z : m ü t e ş e k k i r ) ,
g e lip g it m e . 2 . m e c . ö ld ü ,
ﺷﺪه
m in n e tta r lık ,
(a.i.) : 1 . t e ş e k k ü r e t m e , i y i l i k
ﺷﻜﺮاﻧﻪ
k a r ış ık . 2 . m e c . k a rış ık ,
şü d e
ş ik â y e t ç i le r ,
b i l m e n iş â n e s i. ş ü k r â n iy y e t
(f.fi.i.) : 1 . g it t i,
c .) :
b ilm e . 2 . İc a d ın a d i.
ş ü k r -â v îz
٠ﺷﺪ
ş â k î 'n i n
( a . i . ) : g ö r ü le n i y i l i g e k a r ş ı g ö s t e r ile n
la r . ( b k z : a g s â n ) . Z û - ş ü c û n : d a l l ı b u d a k l ı ؛
şü d
(a.i.
m e m n u n lu k ,
şü k rân e
n ih â î) . şü cû n
ﺷﻜﺎ ت
şü k rân
(a .i.) : b o t . ( b k z : ş ü c e y r e ) .
ره٠ﺷﺞ
c . ) : 1. k ıv ılc ım la r.
k ü r ).
le r, y i ğ i t l e r , ( b k z : ş ic â ') . şü ceyr
ç ih â b 'ın
؟İ k â y e t e d e n le r . şü k r
ş ü c e â ).
(a.i.
2 . a lca n y ı ld ı z l a r , ( b k z : ş ih b â n ). çükât
h y d r e . ( b k z : e ş-Ş ü c â ).
ﺷﻬﺐ
şü h ü b
y a p a r . H a t v e - ş ü m â r : a d im sa y ıc ı. L o k m a ş ü m â r : h e r k e s in
İo k m a sıh ı
s a y a n .,
g ib i.
Ş ü k r - g ü z â r : ş ü k ü r v e .d u â e d ic i, şü m âren d e
ﺷﻤﺎرﻧﺪه
(f.s .) : h esâb ed en , sayan ,
s a y ıc ı. ş ü m â r îd e m ış .
ﺷﻤﺎرﻳﺪه
( f .s .) : h e s a p la n m ış ,
s a y ıl-
5ااﻻﻻ ş ü m û ' و ع٠ش
(a.i.
ş e m 'i n
c.) : 1 . b a l m u m l a r ı .
2 . m u m la r .
şümûl
l a m a , ( b k z : İh â ta ). 2 . â it o lm a , d e lâ le t e t m e ; m â n â l a r ı a r a s ı n d a b i r m â n â s ı d a h a o lm a .
3 . fels. . k a p l a m , fr. extension, şiimûlî ( ﻟ ﻮ ﻟ ﻰa .s.) : .k a p l a m l ı , fr. extensif,
şümûüyyet ﺷﻤﻮﻳ ﺖ
fels.
(a.i.) :
.k a p l a m l ı l ı k ,
fr.
(a .i. ş e m s 'i n c.) : ş e m s le r, g ü n e ş -
şümürde ﺷﻤﺮده
(f.s.) : h e s â b e d i l m i ş , s a y ı lm ı ş ,
(f.i.) : b it . ( b k z : k a rn i).
fık.
şürbü'l-habeş* اﻟﺤﺒﺶ ﺷﺮ ب
(a.b .i.) :
bot.
h e k im -
H z.
M uham m ed
so yu n d an
o la n la r .
şe re fe ). (a .i.):
zool.
(a.i.) : b a ş l a m a , (b k z : m ü b â ş e r e t ) . (a .i.) : k a ç m a , (a .i. ş e r h 'i n c.) : ş e r h le r , i z a h la r ,
(a .i. ş a r t 'ı n c.) : ş a r t la r , k o ş u l l a r ,
( b k z : ş u r û t) .
gibi kinci. şütür-kürre
( ﺷﺘﺮﻛﺮهf.b .i.): deve yavrusu,
( b k z : şütür-peçe). d ev e n in k i gibi sarkık. şütür-m ûr
( ﺷﺘﺮﻣﻮرf.b.i.): m itolojik b ü y ü k b ir
şiitür-m ürg ( ﺷﺘﺮﻣﺮغf.b.i.): zool. devekuşu,
١( ﺷﺮبf.b.s.) : 1. deve ayaklı. 2. i. bot.
k ek ik otu. şütür-süvâr ﺷﺮ ﻣ ﻮا ر
(f.b.i.): deve binicisi;
u z u n yol yolcusu.
رى١( ﺷ ﻮﻟ ﺮf.b.i.) : yolculuk dolayısıyla o ru ç tu tm a k z o ru n d a olm am a,
şütür-süvârî (a.i. ş e r e fe , ş ü r f e 'n i n c.). ( b k z :
ş ü re fâ t).
şiitür-zühre
şüs ( ﺷﺲf i . ) : a k c iğ e r , ( b k z şüst ( ﺷ ﺖf.i.) : y ı k a m a , şüst ü şû
ر1( ﻓ ﺮ خf.b.i.): bot. deve dikeni. [( ﺷﺮﺧﻮا ىf.b .s.): deve huylu, deve
şiitür-hû[y]
şütür-pâ
(a .i. ş e r r 'i n c.) : ş e rle r, k ö t ü lü k le r ,
şürüfât ﺷﺮﻓﺎت
( ﺷ ﺮ ا ﺑ ﻪf.b .i.): deve ile kedi, iyi ile kö tü ; m ünâsebetsiz, karışık; iyili fenâlı.
şiitür-gürbe
k arın ca.
f e n â li k l a r ; k a v g a l a r , g ü r ü lt ü le r ,
şürût ﺷ ﺮ و ط
2. eğlence İ ؟in deve k ılığ ın a giren çocuk. 5. dalga.
şütür-leb ( ﺷ ﺮﻟ ﺐf.b.s.): deve dudaklı, d udağı * s e r ç e g ille r .
a ç ı k l a m a la r .
şürûr ﺷ ﺮ و ر
şütürek ( ﺷ ﺮ كf.i.): 1. k ü ç ü k deve, devecik.
şiitür-hâr ş ü r f e 'n i n c .) : ş e r e f e -
şü rek â( ﺷﺮﻛﺎa .i. ş e r î k 'i n c.): ş e r ik le r , o r t a k l a r , şürfe ( ﺷ ﺮ ﻓ ﻪa .i.c . : ş ü re f, ş ü r e fâ t , ş ü r ü fâ t ) . ( b k z :
şürûh ﺷ ﺮ و ح
ر١( ﺷﺮبf.b.i.): b ir deve y ü k ü k a d a r
olan ağırlık.
ş ü t ü r - g â v ^ ^ (f.b.i.): zürâfâ.
(a .s. ş e r îf 3 ü n c.) : H z . H ü s e y n
çürefât ( ﺷ ﺮ ﻓ ﺎ تa .i. ş e r e fe , 1er. ( b k z ; ş ü r ü fâ t ) .
şiirû' ﺷ ﺮ و ع şürûd ﺷ ﺮ و د
( ﺷﺘﺮﺑﺎﻧﺎنf.b.i.c.): tar. has ah ırd a-
( ﻧ ﺮ د دf.b.s.): deve huylu, kinci, [a s li: "ü ştü r-d il" diri.
( b k z : ş ü re fâ t).
şürşûriyye ﺷ ﺮ ﺷ ﻮ ر ﻳ ﻪ
( ﺷﺮﺑﺎنf.b.i.) : deveci, deve ؟obam , ( b k z : cem m âl).
şütür-dil
(a.i. ş e r e fe , ş ü r f e 'n i n c.) : şe re fe le r,
v â s ıta s ıy la
şütûm -i g a liz a : kaba küfürler, şütür ( ﺷ ﺮf.i.): deve, (bkz : cemel).
şütür-beçe ( ﺷﺮ؛ﺟﻪf.b .i.): deve yavrusu,
l ik t e k u l l a n ı l a n k u r t d ö k ü c ü b i r ilâ ç ,
ﺷﺮفﺀ
( ﻧﺪومa.i. şetm 'in c.) : küfürler, sövmeler, sövüp saym alar,
şütür-bâr
s a y ı lı k i m s e le r e m a h s u s
o l a n a k a r s u d a k i İ ç m e h a k k i,
ş ü re fâ '
[yaşlı k ad m j. şütûm
ki d ev e b ak ıcıları.
şürb-i müdâm : d e v a m l ı İç m e , şürb-i yahûd : g i z l i g i z l i ş a r a p İ ç m e ,
şüref ﺷ ﺮ ف
ى٠( ﺷﺚf.s.) : karaciğere âit, karaciğerle il-
gili.
şütür-bânân
?ürb ( د ر بa .i.) : İ ç m e , İ ç ilm e , şürb-i hamr : ş a r a p İ ç m e , :
?üçî
şütürbân
( b k z : m a 'd û d ) .
şürb-i hâss
?üç ( ذ شf.i.): karaciğer, (bkz : kebed).
şü?-pistân ﻃ ﻦ٩ ( ﺷﺶf.b .s.) : sa rk ık m em eli
extensivité.
?üpüş ذ ش
( ﺷﺴﻪf.s.): y ık an m ış. N â -şü ste : y ık an -
m am ı?.
و ل٠ ( شa.i.) : 1 . İ ç in e a lm a [m a 'n e n ], k a p -
şümûs ﺷﻤﺮس 1er.
?üste
: y ık a m a .
: rie ).
( ﺷﺘﺮزﻫﺮهf.b .s.): korkak, yüreksiz,
( b k z : cebin.). şüûn 0 ( ﺷ ﻮa.i. şe'n'in c.) : İşler; yeni İşler;
hâdiseler.
1173
şiiûnât çüûnât ت
ﺷﯯﻧﺎ
(a.i.
ş ü û n 'u n
c.) :
h â d is e le r ,
* o la y la r .
şüyû' ﺷﻴﻮع
(a.i.
i ç in d e n ( a . i . ) : [h e rk e s ç e ) d u y u l m a , y a y ı l -
m a , b ilin m e ; d a ğ ılm a .
şüyû-ı a s li : huk.
a k it y a p ıld ığ ı s ır a d a m e v -
n i n h i b e s i n d e k i ş ü y û g ib i),
t â r î:
huk.
a k d in
ş e z r e 'n in
to p la n a n
a lt ın
c .) :
ı . m â d e n in
p a r ç a la rı.
2 . sü s
o l a r a k k u l l a n ı l a n in c i , a lt ın g ib i ş e y le r , e ş Ş ü z û r ü 'z - z e h e b i y y e : M o l l a
c u t o la n ş ü y û . [b ir m a ld a n ş â y i b ir k ıs m ı-
şüyû-i
şü zû r
S a l i h 'i n X V I .
a s ır d a y a z d ı ğ ı t â b i r le r l ü g a t i o lu p k ı s m e n O s m a n lı c a , k ı s m e n d e M ı s ı r K ı p ç a k ç a 's ı y l a y a z ılm ış tır .
b a ş la n g ıc ın d a
m e v c u t o lm a y ıp s o n r a d a n â r ız o la n şü y û . [ t a m â m ı h i b e o l u n a n m a l i n ş â y i h is s e s in e b ir m ü s te h lik ç ık a r a k z a p te tm e s iy le h â s ıl
ş ü z û r ü 'z - z e h e b : a lt ı n k ı r ı n t ı s ı , şü zû z
(a .s. ş â z z 'm c . ) : k a id e ( * k u r a l) d ış ı
o la n la r , k a id e y e ( * k u r a la ) u y m a y a n l a r ,
o l a n ş ü y û g ib i). şü yû h
ﺷﻴﻮخ
(a.i. ş e y h i n c . ) : 1 . ş e y h le r , ( b k z :
ın e ş â y ih ) . 2 . y a ş lıla r .
1174
şü zû zen
١â j ، L i
(a .z f.) : ş â z o l a r a k , k u r a l d ı ş ı k a
la r a k , k u r a l a u y m a y a r a k .
Tt
t
( تa .h .): O sm anlI alfabesinin d ö rd ü n cü h arfi olup "ebced'' hesâb m d a d ö rt y ü z sayısın m karşılığıdır; “te ” h a rfin i karşılar,
tâ
( ﻧ ﺎf.i.): kat, b ük lüm . D ü -t â : ilci kat, iki b üklüm . Yek-tâ : b ir kat, tek, birinci, (blcz : bî-hem -tâ, bî-nazîr).
tâ
( تf.e.): kadar, dek, degin. ( b k z : ilâ),
tâ-b e-eb ed : ebediyen, tâ -b e -k e y : ne v ak te kadar, tâ-b e-sab âh : sabaha kadar, tâ-be-seh er : sabaha kadar,
( ﺑ ﺪa.i. a b d 'd e n c . : taabbüdât) : İbâdet etm e, k u llu k etm e; tapm a, tap ın m a.
taabbiid
taabbüdât ( ﺗﻌﺒﺪا تa.i. ta ab b ü d 'iin c .) : ibâdetler;
tapm alar, tap ın m alar.
( ﺗ ﻌ ﺒ ﺚa .i.): hek. sayıklam a veyâ hav ad ak i b ir şeyi tu tm ay a ؟alışır gibi ellerini sallayarak h arek et ettirm e.
taabbüs
taabbüs
( ﺗ ﻌ ﺒ ﺴ ﺎ تa.i. ta a b b ü s'ü n c . ) : yüz ekşitm eler, su rat asm alar.
taabbüsât
( ﺗ ﻌ ﺠ ﺐa.i. a c e b 'd e n ): şaşakalm a, ( b k z : tahayyür).
( ﺗ ﺎa .h a .): O sm anlIca “te" ve “ti" h arflerin in A rapça'daki adi. ["te" ince, "ti" k aim t fonem iyle söylenir.] Kasîde-İ tâiyye : ed. kafiyeleri t ile n ihâyetlenen kaside,
taaccüb
tâ-i fe v k a n ic e ; tâ-i m iisenn ât : ik i n o k ta lı
taaccül
tâ
te : (bkz : tâ-i tavil). tâ-i g i r d : y u v arlak t. tâ-i m e ftû h a : ü stü n (e) o k u n an te. tâ-i t a v il : u zu n te. tâ'
( طa.f.h .a.): "ti” h a rfin in b ir adi.
tâ-i mühmele : noktasız ti [“zı” d an ay ırm ak
İ ؟in b u ad verilm iştir].
( ﺗ ﻌ ﺐa .i.): 1. y org u n lu k . 2 ٠sık ın tı, zahm et, m eşakkat, eziyet. 3. hek. sin irle rin zayıflığı dolayısıyla adalelerde ve başka yerlerde du y u lan şiddetli sancı, istihkar-1 taab : y o rg u n lu ğ u h i ؟e saym a, çalışkanlık,
taab
taab-ı z ih n i: psik. zihin yorgunluğu,
( ﺗﻌﺐ آورa.f.b.s.): y o rg u n lu k veren, ( ﺗ ﻌ ﺒ ﺾa.i.) : abaza ؟ekm e, ( b k z : is-
taab-âver taabbuz
tiınnâ-bi'1-yed).
( ﺗﻌﺒﺲa .i.c .: ta a b b ü s â t): y ü z ekşitm e,
su rat asm a.
ta a ccü b -k ü n â.
( ﺗ ﻌ ﺠ ﻜ ﻨ ﺎ نa.f.zf.): şaşk ın şaş-
k in , şaşkınlıkla.
( ﺗ ﻌ ﺠ ﻞa.i. acele'den. c . : ta a c c ü lâ t): acele etm e, acelecilik.
( ﺗ ﻌ ﺠ ﻼ تa.i. ta a c c ü l'iin c . ) : acele etm eler; acelecilikler.
taaccülât
( ﺗﻌﺠﻦa.i. a c n 'd e n ): m â cu n gibi olm a, h am u rlaşm a , h a m u r h âlin e gelme.
taaccün
( ﺗﻌﺪىa.i. ad û 'd a n c . : ta a d d iy â t): 1. ge ؟m e, öteye geçme, sald ırm a, ( b k z : tecâvüz). 2. zulm etm e; adaletsizlik. 3. örf, âdet ve k a n u n la rın s ın ırın ı aşına. 4. gr. fiilin geçer halde olm ası.
taaddi
( ﺗﻌﺪﻳﺎتa.i. ta a d d i'n in c . ) : taaddilei". taaddüd ( ﺗﻌﺪدa.i. a d d 'd e n ) : b ird en ؟ok olm a, taaddiyât
؟ogalm a, sayısı artm a. taaddiid-i basar : b ir şeyi sayı b a k ım ın d a n
o ld u ğ u n d a n d ah a fazla görm e, taaddiid-i ezvâc : ؟ok kocalılık. 1175
t.addüd-i zevcât taaddiid-i z e v c â t: birkaç k ad ın la evlenip
n ik â h ı altın d a birkaç k a d ın b u lu n d u rm a ,
ﺗ ﻌ ﻔ ﻒ-(a.i. iffe t'd e n ): iffetli olm a, ahlâkdışı şeylerden kaçınm a,
taaffiif
taaffiin
( ﺗ ﻌ ﻔ ﻦa.i. u fû n et'd en . c . : ta a ffiin â t):
çü rü y ü p kokm a, leş ko km a, k ö tü kok u Ç1karm a. taaffiin-i nefes : nefesin kokm ası,
( ﺗ ﻌ ﻔ ﺎ تa.i. ta affiin 'iin c .) : fenâ, pis kokular, ( b k z : tefessiihât).
taaffiinât
( ﺗ ﻌ ﻬ ﺪa.i. ah d 'd en . c . : ta a h h iid â t): 1. ü stü n e, ü zerin e alm a, yapılm ası İçin söz verm e. 2. b ir İşin yapılm ası İçin resm i olara k sözleşm e. 3. postaya verilen b ir şeyin yerine u laşm a sın ı sağlam a,
taahhiid
taahhüdât
( ﺗﻌﻬﺪا تa.i. ta a h h ü d 'ü n c . ) : ü stü n e
alm an İşler. taahhiid-nâme ( ﺗﻌﻬﺪﻧﺎ ﻣﻪa.f.b.i.) : ta a h h ü t kağı-
di, b ir şeyi yapm ayı ü stü n e ald ığ ın ı bildiren resm i kâğıt. taakkud
( ﺗ ﻌ ﻘ ﺪa.i. a k d 'd e n ) : 1. d üğüm lenm e;
bağlanm a; an laşılm az hâle gelme. 2. akit, k o n trat yapm a. taakkud-ı m a fs a l: hek. b ir m afsalın, hasta-
ilk dolayısıyla, az h areket etm esi veyâ büsb ü tü n hareketsiz kalm ası. taakkud-i e m 'â ' : hek. b ağ ırsa k d ü ğ ü m len -
mesi.
( ﺗ ﻌ ﻘ ﻞa.i. ak l'd a n . c . : ta a k k u lâ t) : 1. alcıl erdirm e, zih in y o ra ra k anlam a. 2. h atırlam a, h a tıra getirm e,
taakkul
( ﺗ ﻌ ﻘ ﻼ تa.i. ta a k k u l'iin c .) : 1. akil erdirm eler, zih in y o ra ra k anlam alar. 2 ٠ha-
taakkulât
tırlam alar, h a tıra getirm eler, taakkiis ( ﺗﻌﻜ ﺲa.i.). (bkz : teakküs). taâlâ ( ﺗﻌﺎﻟﻰo. cüm .). (bkz : teâlâ). taâlallah
( ﺗﻌﺎﻟﻰ اﻟﻠﻪa.cü.). (bkz : teâlallah).
taali ( ﺗﻌﺎﻟﻰa.i. u liiv v 'd e n ). (bkz : teâlî). taâli-perver
( ﺗ ﻌ ﺎ ﻟ ﻰ ﺑ ﺮ و رa.f.b.s.). (bkz : teâlî-
perver). (a.i. uliivv'den. c. te a lliiy â t): (bkz :
tealli).
( ﺗ ﻌ ﻠ ﻴ ﺎ تa.i. ta a lli'n in c.). ( b k z :
tealliyât).
( ضa.i. alak 'd an . c . : ta a llu k a t): 1. asiil olm a, asılm a. 2. İlişiği, ilgisi olm a. 3. sevme. 4. âit olm a. 5. tas. dün y â ilgisi.
taalluk
١١ااﴽ
ta a lliil ( ﺗﻌﻠﻞa.i. illet'den. c . : ta a lliilâ t): vesile ve b ah ân e aram a, y alan d a n bahanelerle b ir İşten kaçınm a.
( ﺗ ﻌ ﻠ ﻼ تa.i. ،a a llü l'ü n c .) : ağır davra n m a ؛İşten kaçınm alar,
taalliilât
( ﺗ ﻌ ﻠ ﻢa.i. ilm 'd e n ): Ogrenme, ögrenilm e, okuyarak, deı-s ala ra k öğrenm e, elde etm e.
taalliim
( ﺗﻌﻠﻤﺎ تa.i.c.): öğrenm eler, ( ﺗ ﻌ ﻠ ﻦa.i.): aleni, âşikâr, meydanda
taalliim ât taalliin
olm a. taâlüm ( ﺗﻌﺎﻟﻢa.i. ilm 'den). (bkz : teâlüm ). taâm ( ﻃ ﻌ ﺎ مa .i.c .: e t'im e ) : yem ek, aş. Ba'de'tt a â m : yem ekten sonra. Esn â-yî t a â m : yem ek sırasında, yem ek yerken. Kable'tt a â m : yem ekten önce, taâm -hâne ( ﻃﻌﺎﻣﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): yem ek salonu, taâm î ( ﺗﻌﺎﻣﻰa.i. am â'dan). (bkz : teâm î). taâm iyye ( ﻃ ﻌ ﺎ ﺑ ﻪa .i.): 1. yem eklik, yem ek pa-
rası. 2. tekkelere b ağ lan a n yem eklik, taam m i ( ﺗ ﻌ ﻤ ﻰa.i. a m â 'd a n ) : k ö r olm a, gör-
m ez hâle gelme. taam m uk -
(a.i. u m k 'd a n . c . : ta am m u k a t ) : derinleşm e.
“( ﺗ ﻌ ﻤ ﻘ ﺎ تk a” u z u n o k u n u r, a.i. ta a m m u k 'u n c . ) : derinleşm eler,
taam m ukat
( ﺗﻌﻤﺪa.i. a m d 'd e n ) : b ir İŞİ bilerek ve isteyerek yapm a, (bkz : am d, kasd).
taam miid
( ﺗﻌﻤﺪا تa.i. ta a m m iid 'iin c . ) : bilerek ve isteyerek yap ılan İşler,
taammiidât
( ﺗﻌﻤﺪاa.zf.) : bilerek ve isteyerek, evvelden tasarlayıp k u ra ra k [suç İşleme], ( b k z : am den, kasden).
taammüden
taammüden ciirm : huk. bilerek ve isteyerek
suç İşleme. taammiidi, taam m iidiyye
taalli ض taalliyât
ta a llu k a ، "( ﺗ ﻌ ﻠ ﻘ ﺎ تka" u z u n oku n u r, a.i. ta allu k 'u n c .) : 1. hışım lar, akrabâ. 2. *ilgiler, ilişkiler, (bkz : m ilteallikat).
،
( ﺗﻌﻤﺪىa.s.):
ta am m iid ile, kasid ve niyetle olan, ( b k z : kasdi).
( ﺗ ﻌ ﻤ ﻢa.i. u m û m 'd a n ) : 1. u m û m î olm a, um ûm ileşm e. 2. (İm â m e 'd e n ): sa rık sarm a. 3. (am m 'dan) :,am ca olm a,
taam m iim
( ﺗ ﻌ ﺎ ﻣ ﻞa.i. am el'den. c . : ta â m ü lâ t) : ( b k z : teâm ül).
taâm ül
taayyün
taâmülât ( ﺗ ﻌﺎ ﻣ ﻼ تa.i. t a â m ü l 'ü n c.). ( b k z : t e â m ü lâ t ) .
ta'ân, ta'âne ﻃﻌﺎﻧﻪ، ( ﻃﻌﺎنa.s. ta 'n 'd a n ) : ؟o k SÖv e n , ؟o k y e r e n , ؟o k z e m m e d e n , ç e k iş ti r e n ,
taanni ( دصa.i,).. ( b k z : te a n n l ) . taannüd ، U i (a.i. İ n â d 'd a n . c. : t a a n n ü d â t ) : i n â d e t m e , d i r e n m e , a y a k d ir e m e , ( b k z : te m e rrü d ).
taannüdât ﺗ ﻌ ﺌ ﺪ ا ت
(a.i.
'
c.) :
in â d e t m e l e r , d ir e n m e l e r , a y a k d ir e m e le r ,
taannüf ( ﻟﻌﻔﻒa.i. u n f d a n ) : t e k d i r e tm e , a z a r la m a , d a r ı l m a .
taannüt ( ﺗﻌﻨﺖa.i.) : h e rlc e s in y a n l ı ş ı n ı a r a m a , taânuk ذق١( ﺗﻊa.i. u n k 'd a n ) . ( b k z : te â n u k ) . taârîc ( ﺗﻌﺄرﻳﺞa.i. ta 'r îc 'ın c.). ( b k z : te â r îc ) . taarri ( ﺗ ﻌ ﺮ ىa.i. u r y v e u r y e t 'd e n ) . (bkz : te a r r i ) .
taarruk ( ﺗﻌﻮقa.i. a r a k 'd a n ) : te r le m e , taarrus س٠( ﺗﻌﺮa.i.c. : t a a r r u s â t ) : k o c a n ı n , k a r i S in a k a r ş ı s e v g is in i g ö s te r m e s i,
taarruz
(a.i.c. : t a a r r u z â t ) : 1. İliş m e , sa -
ta ş m a , ta k ı l m a . 2 . d ü ş m a n a s a l d ır m a ,
taarruzât ( ﺗﻌﺮﺿﺎتa.i. t a a r r u z 'u n c.) : 1. s a ta ş m a la r,
ta k ılm a la r,
iliş m e le r.
2. d ü ş m a n a
s a l d ır m a la r .
taarruzi, taarruziyye ﺗﻌﺮﺿﻴﻪ، ( ﺗ ﻌ ﺮ ﺿ ﻰa. s.) : t a a r r u z l a ilg ili; t a a r r u z y o lu y la . Hareket-i taarruziyye : s a l d ı r m a h a r e k e t i, taarrüb ( دع— ربa.i.) : a r a p l a ş m a , a r a p k ı l ı ğ ı n a g ir m e .
taarrüf ( ﺗ ﺮ فa.i.). ( b k z : t e a r r ü f ) . taarrüs ( ﺗ ﻤ ﺮ سa.i.) : k o c a n ı n , k a r ı ş ı n a s e v g i g ö s te r m e s i.
taâruz ( ^رضa.i. a r a z 'd a n ) . ( b k z : t e â r u z ) . taârıızât ( ﺗ ﻌﺎ ر ﺿﺎ تa.i. t a â r u z 'u n c.). ( b k z : te â r ıız â t) .
taassi ( ﺗﻌﻬ ﻰa.i. İ s y â n 'd a n ) : is y a n e tm e , a y a k la n m a , b o y u n eğ m em e,
taassub -
(a.i. a s a b 'd a n ) : 1. b i r i n e t a r a f
d a r l ı k e tm e . 2 . k e n d i d î n i n i ؟o k ü s t ü n t u t a r a k b a ş k a d i n d e n o l a n l a r a d ü ş m a n o lm a ,
fr. fanatisme. taassub-kâr ( ﺗ ﻌ ﺼ ﺒ ﻜﺎ رa.f.b .s.) : t a a s s u p g ö s te r e n . ( b k z : m ü te a s s ib ).
taassub-kâr-âne ( ﺗﻌ ﺼﺒﻜﺎراﻧ ﻂa.f.zf.) : ta a s s u p g b s te r ir c e s in e .
taassub-kâri ﻛﺎرى٠( ﺗﻌﻢa.f.b .i.) : t a a s s u b k â r l i k .
taassüf ( ﺗﻌﺴﻒa.i.c.: taassüfât). (bkz: İ'tisâf). taassiifât ( ﻣ ﻨ ﺎ تa.i. taassüf'ün c .): doğru yoldan sapmalar; yolsuzluklar, haksizliklar. taassiir I (a.i. usr'dan): güçleşme, gü؟ olma, (bkz: teâsür). taaç ؟î - ( a . i . ) :akşam yemeği yeme, taaşşuk ( صa.i. ışk'dan): âşık olma, tâat ( ﻷ فa.i.): Allah'ın emirlerini yerine getirme, İbâdet. tâât ( ﻃﺎ;ا تa.i. tâat'ın c .): ibadetler, tâat-dâr ل١( ﻃﺎىدa.f.b.s.): dinine bağlı, dindar, tâat-dârî ( ﻃﺄﺀدار ىa.f.b.i.): dine bağlılık, dindarlık. tâat-gâh ( ﻃﺎ ﻋ ﻌ ﻜﺎ هa.f.b.i.): İbâdet yeri, (bkz : İbâdet-gâh). taattuf ( ﺗ ﻌ ﻄ ﻒa.i. atfdan. c . : taattufât): 1. esirgeme. 2. acıma, merhamet etme, şefkat gösterme. 3. verme. taattufât ( ﺗﻌﻄﻔﺎتa.i. taattufun c.): 1. lûtuflar, ihsanlar, bağışlar. 2. merhamet etmeler, acımalar. taattul ( J k (a.i.): İşsiz kalma, işlemez olma, taattur و.k î (a.i. Itr'dan) : güzel kokular SÜrünme. taattus (a.i. atse'den): hapşırma, aksırma. taavvuk ( ﺗﻌﻮقa.i. avk'dan): oyalanma, gecikme. taavvuz ( ﺗ ﻌ ﻮ ضa.i. ivaz'dan): bedel alma, bir şeye karşılık alma; bir şey karşılığı olarak alınma. ta a v v u z i ta m s: hek. kadınların âdet görmesi. taavvüc ج(a.i. ivec'den): eğri olma, eğrilme. (bkz: İ'vicâc). taavvücât ت1 ( ﺗﻌﻮجa.i. taawüc'ün c .): eğrilmeler. taavvüd ( ﺗ ﻌ ﻮ دa.i. âdet'den): 1. âdet edinme, edinilme, (bkz: İ'tiyâd). 2. hasta ziyaret etme. taavvüz i j r i (a.i. İyâz'dan): “eûzübiUâh" deme, Allah'a sığınma, (bkz : istiâze). taayyün (a.i. ayn'den. c . : taayyünât): 1. meydana ؟ikma, âşikâr olma; belli olma; belirme. 2. âyânsırasına girme, itibarlanma, belli başlı adam olma. 1177
taayyün- ؛sânî
taayyün i sânî : huk. i h â le d e ,
a k d in k im in le
y a p ıla c a ğ ın ın k a ra rla ş tırılm a s ı,
taayyünât ت
-
(a .i. t a a y y ü n 'ü n c . ) : m e y d a -
n a ç ı k m a la r , b e lli o lm a la ı.; a d a m
s ır a s ın a
m ü l.
b e lli b a ş lı a d a m o lm a .
taayyüş ﺗﻌﻬﺶ
(a.i. a y ş 'd e n ) : y a ş a m a , g e ç in m e ,
( a .f .b . i .) : y a ş a m a y e r i , g e -
p a r la k l ı k ,
(a.i. a z a m e t 'd e n ) : g ö z ü n d e b ü -
( a . i . ) : u z u v , p e y d â e t m e , ş e k i lle n -
- ( f . s . ) : " p a r l a y a n , p a r la t a n , a y d ı n l a -
Âlem-tâb : â le m i, d ü n y â y ı Cihân-tâb : c i h â n ı a y d ı n l a t a n .,
a y d ın la ta n . (a .i. t a a z z u m 'u n
c.) : 1. k i -
b ir le n m e le r . 2 . ( a z m 'd e n ) : k e m ik le ş m e le r ,
t a a z z u v - (o .i. u z v 'd a n ) . ( b k z ؛ taazziib — و ب٠( تa .i. a z e b 'd e n ) :
t a a z z i). e v le n m e y ip
b e k â r k a lm a .
taazzül ( ددزلa .i. a z l'd e n ) . ( b k z : İ 't iz â l) . taazzür ذل٠( ﺗ ﻢa.i. O z r 'd e n ) : 1 . ö z ü r b i l d i r m e , (b lcz : İ 't iz â r ) . 2 . g ü ç l e ş m e , g ü ç o lm a ; m ü m k ü n o lm a m a . g e r ç e k m â n â , t e fs irle
i z a h e d i le m e y e n v e y a ç o k z o r i z a h o l u n a n m â n â : [e v lâ t e d in e n b i r k i m s e n i n v a s i y e t "o ğ lu m ”
sö zü
oğul
a n l a m ı n a g e lir, h a l b u k i
evlâtlık
k e lim e s i e v -
İ a t lık d e ğ i ld ir ] . b ir
İugât
k e lim e n in
* a n l a m ı n d a n b a ş k a bil. * a n l a m d a k u l l a n ı l m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n a n l a m d e ğ i ş i k l i g i.
taazziir-i örfî ؛huk. b i r
ce
sö z ü n , h a k îk î m â n â sı
k u lla n ıla r a k
güzel
[keleş
g e rçe k
m â n â s ın ın
k e lim e s in in
e v v e l-
m â n â s ı n a g e lir k e n , b u g ü n
a ra s ın d a :
h a lk
kel; anlayışsız, sersem; ؟irkin
m â n â l a r ı n a k u l l a n ı l m a s ı g ib i].
taazzür-î şer'î : huk.
h a k îk î m â n â n ın
ka-
n u n d a , o l d u ğ u n d a n b a ş k a t ü r lü t e fs ir i,
taazziiz ﺗ ﻤ ﺰ ز
(a .i.) :
1. a z i z
k lim a ; a z iz s a y m a .
2 . t e n e z z ü l e t m e m e . 3 ٠ç e k i n m e .
tab' ب—ع h ü r,
1. t a b ia t ,
d am ga b asm a.
tabi': 1178
(a .i.) :
g ib i, [t â b is t e n m a s t a r ı n d a n ] ,
tab'a ﻟﻌﻪ٠ ( a . i . ) : b i r k e r e b a s ı l m a . tab'a-i ûlâ : b i r i n c i b a s k ı, tabâat (a.i.). ( b k z : tıb â a t ). tabâbet C — ٠ ( ﺀبa . i . ) : 1 . h e k i m l i k , 2.
d o k t o r lu k .
t ıb ilm i.
tabâbet-i rûhiyye : r u h h e lc i m lig i, fr. psychiatrie. tabâhat ( ﺑ ﺎ ﺧ ﺖa . i . ) : a ş ç ı l ı k , y e m e k p i ş i r m e sa n 'a tı.
tabak ش
(a .i.c . : e t b â k , t ı b â k ) : 1 . t a b a k (k a p ].
2 . in c e k a t.
tabakü'1-arz : y e r y ü z ü , tabaka ق ( a . i . c . : t a b a k a t ) : 1. k a t ,
*k a tm a n ,
tab ak a.
taazzür-î ma'nâ : gr.
u n u tu lm a s ı:
k ıv rım ı,
t a n ” m â n â l a r ı n a g e le r e k * b i r l e ş i k k e lim e le r m e y d a n a g e t i r ir .
d ış ın d a
sa ç ın
k ı n t ı , e z iy e t. 7. ö fk e . 8 . k ı l ı c ı n k e s k i n l i ğ i ,
k e m ik le ş m e .
geçen
sark an
b ü k lü m ü .
1 . b ü y ü k l ü k s a t m a , k i b i r l e n m e . 2 . [a z m 'd e n )
n a m e s in d e
z iy â ).
H u r ş î d : G ü n e ş 'i n h a r â r e t i . 4 . t â z e lik .
-tâb ﻷ ب
m e. t a a z z u m ^ (a.i. a z a m e t 'd e n . c . : T a a z z u m â t ) :
taazzür-î hakiki : huk.
n û r,
t â b - ı z i i l f : p e r ç e m i n k ı v r ı m ı , (b lcz : tâ). 6 . SI-
yü m e , b ü y ü k g ö rü n m e,
taazzumât ﺗ ﻌ ﻈ ﻤ ﺎ ت
(b k z :
( b k z : t a r â v e t). 5 . k ı v r ı m , b ü k l ü m , tâ b -ı g î s û : yan d a n
ç i n m e y e r i.
taâzum ﺗ ﻌ ﺎ ﻓ ﻠ ﻢ taazzî ﺗﻌﻬ ﻰ
2 . ış ık ,
3 . h arâ re t.
tâb-ı
( b k z : in t iâ ş , m a iş e t).
taayyüş-gâh ﺗﻌﻴﺸﻜﺎه
tab'-ı yârân : d o s t l a r ı n t a b i a t ı, y a r a d ı l ı ş ı , tâb ( د ا بf . i . ) : 1. g ü c ٠ k u v v e t , t â k a t . Bî-tâb : t a k a t s i z , g ü ç s ü z ; y o r g u n . Tâb ü tâkat, tâb ü tüvân : g ü c , k u v v e t , d a y a n m a , t a h a m -
h u y, y a r a d ılış .
3 ٠k i t a p
t a b i î o l a r a k , t a b la t iy le .
2. m ü Bî-t-
b asm a.
tabalca-i hâricî-i edimme : anat. * d ış d e r i. tabalta-i karniyye : anat. ı) s a y d a m t a b a k a ; 2 ) k o r u n t a b a k a s ı [d e rid e ],
tabalca-i kitâbiyye : bot. * d o ğ u r g a n * d o k u , tabaka-ikuzâhiyye: anat. ir is , tabaka-i mantâriyye ؛bot. m a n t a r t a b a k a s ı , tabaka-i meşlmiyye : anat. d a m a r t a b a k a , tabaka-i muhâtiyye : biy. m u k o z a , tabaka-i munzamme : anat. g ö z * s ü m ü k s e l z a r i.
tabaka-i miivellide: bot. * b ü y i i t k e n d o k u , fr. cambium. tabaka-i miivellide-i felliniyye: bot. m a n t a r d o g u r a n , fr. phellogCne. tabaka-i palisadiyye : bot. p a l i s a t t a b a k a s ı, tabaka-i sulbe: biy. s e r t t a b a k a .
tâbi' tabaka-i şebekiyye : biy. a g ta b a k a , fr. retiné. 2.
t o p lu lu k , s ın ıf. 3 . b il' v e y â i k i y a p r a k l i k
k â ğ ı t . 4 . s i g a r a p a k e t i.
taljakat ﺑ ﻔ ﺎ ت٠
("k a "
uzun
o k u n u r,
a .i.
t a b a k a 'm n c.) : t a b a k a la r ,
tabakatii'l-arz : je o lo ji, fr. 'géologie, tabakatii'l-fukahâ: f a k i h l e r i n s ı n ı f
v e d ere-
ç e le r in e d â iı' b i y o g r a f i l e r i ,
tabakatii's-semâ : g ö k t a b a k a l a r ı , tabakatü'ş-şuarâ : ş â ir le r in s ı n ıf ı,
ş â i r le r i n
b iy o g r a fis i. t a b a k - ç e ^ ^ (a .f.b .i.) : k ü ç ü k t a b a k ,
tabâk-hâne ،ﻃ ﻘ ﺨ ﺄ ﻻ
(o .f.b .i.) : s e p i y e r i, ( b k z :
d e b ؛â g -h â n e ) .
tab'an ﻋﺎ١ط
(a .zf. t a b ' d a n ) : t a b i i o la r a k , k e n d i -
lig in d e n , y a r a d ılış ta n .
tâbân ٠
Mâh-i tabân : Necm-İ tâbân : p a r la k y ı l d ı z . Vech-İ tâbân: p a r la k y ü z . 2. i. e r k e k a d i. tabânçe ﺑ ﺬ ﺟ ﻪ٠ ( f i .) : a v u ؟İ ؟İ, el a y a s ı, tab'âni^e L ﺑﻌﺎس٠ (a.i.) : d o ğ a l c ı l ı k , n a t i i r a l i z m , fr. naturalisme. tabân-keş ﺑﺬﻛ ﺶ٠ (t.f.b .s.) : t a b a n t e p e n , y a y a p a r la k
(f.s.) : 1 . ı ş ı k lı, p a r la k . ay-.
yü rü yen .
tabasbus
-
(a.i.
b a s b a s a 'd a n .
c. :
ta b a sb u sâ t) : y a lta k la n m a , a lç a k ç a y a lv a r m a.
tabasbus-i kelb-âne,
-1
kelbi :
k O p e k ç e s in e
y a lta k la n m a .
tabasbusât ت
-
(a .i. t a b a s b u s 'u n c .) : y a l -
t a k la n m a l a r , a l ç a k ç a y a l v a r m a l a r ,
ta lja s s u r 2 . ile r is in i
(a.i. b a s a r 'd a n ) : 1 . g ö z a ç ı k l ı ğ ı .
g ö rü ş,
d ik k a tle
b a k ıp
e sâ s ın ı
k avram a.
tabattun ( د شa .i. b a t n 'd a n ) . ( b k z : t e b a t t u n ) . tâb-âver ( ﻷ ب آورf.b .s.) : g ü c y e t i r e n , d a y a n a n , tâb-âver-i mukavemet : k a r ş ı d u r m a k g ü c ü n d e o la n .
tabâyi' ﺑ ﻴ ﻊ٠ (a .i. t a b î a t 'ın c.) tabâyi'-i ahâlî-i âlem :
: t a b ia t le r. dünyâ
h a lk ın ın
t a b i a t la r ı.
tabâyi'-i zî-rûh : i n s a n l a r ı n y a r a d ı l ı ş l a r ı , tabbâh (a.i. t a b h 'd a n . c . : t a b b â h i n ) : a ş ç ı, ( b k z : a ş -p e z ).
tabbâhin ﺑ ﺨ ﻠ ﻦ٠ (a.i. t a b b â h 'ı n c.) : a h ç i la r . tabbâhin-i hâssa : tar. s a r a y a ş ç ı l a r ı , tabbâl ﺑ ﻞ٠ (a.i.) : d a v u l c u .
tâb-dâde ( ى د دا د هf.b.s.): 1. yandırılmış, parlatılmış. 2. ısıtılmış; alevlendirilmiş, tâb-dâr ( ى؛— دارf.b.s.): 1. parlak ışıklı. Dîdâr-1 tâb-dâr : parlak yüz. 2. kıvrımlı, büklümİÜ. Gîsû-yi tâb-dâr : bükülmüş, bükülü sa ؟. 3. kederli, üzüntülü, sıkıntılı, tâ b - d â r î^ '^ d (f.b.i.): parlaklık, tâb-dih ( ﺗﺎﺑﺪهf.b.s.): 1. ışık veren. 2. i. iplik bükücü. 3. ısıtan, sıcaklık veren. 4. kuvvetli, güçlü kılan. tâ-be ( ' ﻧ ﺎ د هf.z f): "-e kadar" mânâsına gelerek kelimenin başına getirilir. ؛â-be-ebed : ebediyete, sonsuzluğa kadar, tâ-be-key: ne zamana kadar, niceye dek. tâ-be-kıyâm et: kıyâmete kadar, tâ-be-m ahşer: mahşere kadar, tâ-be-sabah: sabaha kadar, tâ-be-i tâb -d ân : bir pencereyi kapatacak kadar cam, bez veyâ kâğıt perde, tâbe ﻻ ب٠ (a.cü. tayyib'den) : "iyi ve temiz olsun!') mânâsınadır. tâbe se râ h : “toprağı, kabri iyi ve temiz olsun!" mânâsına ölen İçin edilen duâ. tâbe ي (f.i.): 1. tava. 2. geniş, düz yüzlü tugla. tâbe-i zer (altın tava): mec. Güneş, tâ-be-ferdâ ( داﻻ ﻓﺮداf.b.zf.): kıyamete kadar, tâbel, tâbil ﺗﺄﺑﻞ، ل٠( ﺗﺎa.i.c.: tevâbil): yemeklere konulan bahar. tâbende ( ى^هf.s.): parlayan, ışık veren, (bkz : tâb-nâk). tâbende-gl ( / ( ﺗﺎﻻدf.b.i.): parlaklık, tâbe.de-izâr '( ى د د ه ﻋﻨﺎرf.b.s.) :parlakyanakil.
tabh ( ب—خa.i.): 1. pişirme, pişirilme. 2. ilâ؟ kaynatma. tab-hâne ﺑﻌﺨﺎذه٠ (a.f.b.i.): matbaa. t â b - h â n e ^ ^ (f.b.i.) :1 . ocak veyâ soba ile ISItılankışlikyer; ؟ ؛ ؟eksobası. 2 ٠nekahethâne. (bkz: dârü'ş-şifâ). tabh-hâne ﻻ(a.f.b.i.): mutfek; lokanta, tabhi ﻟ ﺨ ﺪ ى٠ (a.s.): pişirmekle, pişirilmekle ilgili. t a b h i^ e — (a.i.): pişirmek veya pişirilmek üzere birine verilen ücret, pişirmelik. tâbi' ( داﺑﻊa.s. teb'den. c .: tâbiîn, tâbiûn, tebea, tevâbi'): 1. birinin arkası Sira giden, ona 1179
tabi tüm.e u y a n . 2. b o y u n e g e n , b a g i l k a l a n ; b i r i n i n e m r i a l t ı n d a b u l u n a n . 3 . a. gr. k e n d i n d e n e v v e lk i k e lim e y e g ö re h a r e k e a l a n [k e lim e ],
tâbi ciimle : gr. b a ğ ı m l ı c ü m l e , y a n c iim le, fr. proposition subordonnée. 4. i. H z . M u h a m m e d 'i g ö r m ü ş o l a n l a r ı (e s h â b ı) g ö r ü p k e n d i s i n d e n h a d i s d i n l e m i ؟o la n ,
tâbi'-i asemm : mat. ؛o r a n d ı ş ı fo n k s iy o n , tâbi'-i gayr-ı cebri : y ü k s e k f o n k s iy o n la r , fr. fonctions transcendantes, tâbi'-i
miisellesâtî :
mat.
tr ig o n o m e trik
f o n k s iy o n .
tâbi' ve metbU' : t â b î o la n v e o l u n a n k im s e .
— ع٠( ﻃﺎa.s.
t a b 'd a n ) : 1. ta b 'e d e n , k i t a p b a -
s a n ; k i t a p b a s t ı r a n . 2. i. m a t b a a c ı; ed itO r.
tabiat -
(a.i.c. : t a b â i ') : 1. ta b i a t , y a r a d ı -
i l ؟, h u y , â d e t, m i z a ؟. H üsn-i tabiat ؛z e v k g ü z e lliğ i. 2 . k â i n a t . K anûn-İ tabiat : t a b i a t k a n u n u , k â in â tın d ü z e n in i d e v â m e ttire n k a n u n . 3 . b ü y ü k a p te s e t m e k o la y lığ ı v e y â ta b ia tiy le -
(a .t.z f.) : t a b i i o la r a k , d o g a l
.,( طa.i.
tabib L é
t i b b 'd a n . c. : e tib b â , t a b i b â n :
h e k im , d o k to r . Ser-tabib : b a ş h e k i m ,
tabib-i adli : huk. a d li t i p iş le riy le v a z if e li
ت
ﻧ ﻴﺎ
(a.i. t a b i b 'i n c.) : h e k im le r ,
خ٠( ﻃﺎa.s. t a b h 'd a n )
: 1. p iş ir e n , a ؟ ؟ı. ( b k z :
a ؟p e z ). 2. hek. a t e ؟y a p a n , a te ş li. Hum m ây i tâbih : a te ş li S itm a .
ﻃﺎﺑ ﺨﺄ
o la n .
3 ٠o la g a n ,
a lı ş ı lm ış ,
her
z a m a n k i,
tabii ıstıfâ' : zool. ؛d o g a l ؛s e ؟im . tabii intiba : jeol. ؛f iz ik s e l iz , fr. empreinte physique.
ﻷض
(a.s. t â b i 'i n c.) : H z . M u h a m m e d 'i
g ö rm ü ş o la n la rı g ö rü p k e n d ile rin d e n h a d is d i n l e m i ؟o la n l a r . Tebe-İ tâbiîn : t a b i i n d e n b i r i n d e n , y â n î i k i n c i d e r e c e d e o l a r a k h a d is n a k l e t m i ş o la n , [" e tb a -i tâ b i î n " d e d e n ir ] .
tabiiyyat 1180
dogum
tâbiiyyet-i meksûbe : d a h a s o n r a , d e g iç t ir ile r e k g ir il e n tâ b iiy y e t.
tâbiiyyet-i mütekabile : sosy. * b a g m la ş m a , fr. interdépendance.
و ن-ﻳ ﻊ
tabiiyyUn
( ى؛— لa.i.c.
tâbil
(a.i.c.) : ta b iiy y e c ile r , t a b i a t ı
: t.ev âb il) : n â n e , b ib e r , t a r ç ı n ,
k a r a n f i l g ib i ؟e y le r, [y e m e k le r e k o n u la n - ] ,
ta'bîr
ص
(a.i. ıı b û r 'd a n . c. : t a 'b î r â t ) : 1. İfâ d e ,
a n l a t m a . 2 . b i r m â n â s ı o l a n sö z . 3 . ؛d e y im .
4. ؛t e r i m . 5. r ü 'y â y o r m a . H üsn-i ta'bîr : te r b iy e v e e d e p d â i r e s i n d e a n l a t m a . Sû-i ta'bîr : e d e p v e te r b iy e d ı ؟ı k u l l a n ı l a n s ö z le a n la tm a .
ta'bîrât
ا ت-
ta'bîr-nâm e tâb-istân tâb-istânî
(a.i. t a 'b î r 'i n c.) : tâ b i r l e r , ؛te -
ﺗﻌﺒﻴﺮﻧﺎ ﻣ ﻪ
(a .f.b .i.) : r ü 'y â k it a b i,
ﻇ ﻦ٠( ﺗﺎبf b .i.) : y a z . ( b k z : s a y f). ﺳﻈﻨ ﻰ٠(تf.b.s.) : y a z a m e n s u p , y a z la
ilg ili, y a z lı k [ek in ], ( b k z : sa y fi).
ﻻ ش
(f.i.) : p a r l a y i ؟, p a r i l d a y i ؟. ( b k z :
re v n a k ).
( ﺗﺎ ﺑﺸﻜﻪf.b.i.) : p a r ı l t ı y e ri, ﺑﻌﻮن١(تa.s. t â b i 'i n c.). ( b k z : tâ b iîn ) . ta'biye ب (a.i.) : [a sk e ri] y e r li y e r i n e k o y u p
ﻧﻲ^ت
tâbiûn
ta'biyetü'1-cey ؟: a s it, s tr a te ji, tâbiyevî
(a.s.) : 1. t a b i a tl e ilg ili. 2. ta b i a t ic â b ı
[m ü e n . : ta b iiy y e ] . [z ıd d ı : “s u n 'î" ] .
tâbiîn
b irin in ,
h a z ır la m a ; te r t i b e t m e .
(a.i.) : 1. s. t â b i h 'i n m ü e n n e s i.
2 . ö ğ le sıc a ğ ı.
ش
a s lic e :
t â r i h i n d e n it i b â r e n h â i z o l d u g u tâ b iiy y e t.
tâ b i ؟-geh
d o k to r la r .
ta b ii
tâbiiyyet-i
tâbi ؟
d o k to r .
tâbiha
(a.i.) : t â b i l i k , t â b î o lm a ; b i r
r ü 'y â l a r m y o r u m l a r ı m y a p a n k ita p ,
o la r a k .
tâbih
ﺗﺎﺑ ﻌﻴ ﺖ
d e v le t in t e b a s m d a n b u l u n m a , ؛u y r u k l u k ,
r i m l e r ; - ؛d e y im le r .
z o r lu ğ u .
tabibân
li z m , fr. naturalisme. tâ b iiy e t
A lla h a d d e d e n z ii m r e , fr. naturalistes,
tâbi'-i miitezâyid : mat. a r t a n f o n k s iy o n , tâbi'
t a b i i c e ﻋﻪ٠( طa.i.) : 1. ta b î a t b ilg is i. 2 . n a t i i r a -
(a.i.c.) : t a b i i ilim le r .
( ﺗﺎس—وىa.s.)
: tâ b iy e y e â it, tâ b iy e ile il-
g ili.
tabi
ﺑ ﻞ٠ (a.i.) : 1. د دا ز
tabl-bâz
d a v u l. 2. anat. k u l a k z a r i, (a.f.b .i.) : d a v u lc u , ( b k z : ta b i-
z e n ).
table-kâr
ﻃﺒﻠﻪ ﻛﺎر
(t.f.b .i.)
: 1 . ta b l a
ta ş ıy a n ; b a -
؟i n d a ta b l a ile u f a k te f e k s a t a n g e z ic i e s n a f .
2 ٠y e m e k y e n i r k e n i ؟g ö r e n h iz m e tç i , tabl-hâne ،٧ ( ﻃﺒﻠﺨﺎa.f.b .i.) : 1. b ü y ü k d a v u l. 2. tar. m e h t e r h â n e , p â d i ş â h ı n s a r a y m d a lc i a sk eri b a n d o .
tabiî ، T
ل١ط
(a.s.) : 1. d a v u l a â it, d a v u l l a ilg ili.
2 . k u l a k z a r ı n a â it.
ta’cîn tabl-zen ( ﻃ ﺒ ﻠ ﺰ نa .f .b .i.) : d a v u lc u , ( b k z : ta b itâb-nâk
ﺗﺎﺑﺤﺎك
( f .b .s .) : p a r l a k , ış ık lı, ( b k z : m ü -
tâb-nüm â
ﺗﺎ ﺑ ﻐ ﻤﺎ
( f .b .i.) : k u v v e t ö lç e r, k u v v e t
( ﺗﺒﺼﺮهa.i.).
( a . i .c . : te v â b it) : 1. ö lü t a ş m a n s a n -
d ik . 2. İ s r â il o ğ ıı ll a r ı İ ؟in H z . M û s â y a g e le n e m irle rin
k o n u ld u ğ u
s a n d ık .
u z u n y u m u r t a s a n d ığ ı.
tâbûtii'1-ahd, tâbûtü's-sekîne : H z . M û s â - y a g e le n İ l â h î e m i r l e r i n İç in e k o n u l d u ğ u m u k a d d e s s a n d ı k . 3. İç in e y u m u r t a i s t i f e d il e n
tâc ( ﺗﺎجa . i .c . : e tv â c , t î c â n ) : 1. h ü k ü m d a r l a r ı n b a ş l a r ı n a g iy d i k le r i c e v a h i r li b a ş l ık , ( b k z : d î h î m , e fser, İk lîl). 2 . g e li n le r in b a ş l a r ı n a k o y d u k l a r ı c e v â h i r li s ü s b a ş l ık . 3 . [e s k id e n ] b â z ı t a r i k a t e h li ş e y h l e r in g iy d iğ i b a ş l ık , te re k . 4 . s o r g u ؟, t a r a k , k u ş l a r ı n b a ş l a r ı n d a k i u z u n c a tü y . 5. e s k i d e n k u m a ş l a r d a , e n ؟o k s u l t a n l a r ı n g iy d iğ i e lb is e le rd e g ö r ü l e n b i r
6. bot.
ç iç e k le r i n * ؟a n a k y a p -
r a k l a r m d a n s o n r a k i r e n k l i k ıs ım ,
tâc-âverî
( a .f .b .z f .) : t a ؟g iy e n e ,
ﺗﺎج آورى
( a .f .b .s .) : 1. h ü k ü m d a r a â it,
h ü k ü m d a r l a ilg ili. 2. i. h ü k ü m d a r l ı k , k ı r a l ilk .
tâc-bahş
ﻷج ﺑﺨﺶ
( f .b .s .) : t a ؟v e r e n , h ü k ü m d a r
y a p a n , ( b k z : tâ c -v e r).
tâc-beyt
ﻷج ﺳﺖ
( f .b .i.) : ed. b i r k a s i d e n i n s o n -
l a r m d a n â z ı m ı n ı n m a h l â s ı b u l u n a n b e y it,
tâ c -d â r ( ﺗﺎﺟﺪارa .f.b .s. v e i. c . : t â c - d â r â n ) : ta ç lı,
la r, h ü k ü m d a r l a r .
tâc-d ârân-ı z e m â n : z a m a n ı n t a ؟g iy e n le ri, k ıra lla rı, h ü k ü m d a rla rı,
ﺗﺎ ﺟ ﺪا راﻧ ﻪ
tâc-dâr-âne
( a .f .z f .) : h ü k ü m d a r c a ,
h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k y o ld a ,
tâc-dârî
ﺗﺎ ﺟ ﺪا ر ى
( a .f .b .i.) :
h ü k ü m d a rlık ,
p â d iş a h lık .
( ىﺟﻜﺎهa .f .b .i.) : h ü k ü m e t m e r k e z i, ( ﺗﻌﺠﻴ ﺐa.i. a c e b 'd e n ) : ş a ş d ı r m a , h a y r e t e
tâcîk ( ﺗ ﺎ ﺟ ﻴ ﻚf .i .) : İ r a n 'a y a k ı n k o m ş u o la n tâî k a b i l e s i n i n a c e m c e te l â f f u z u y la b ü t ü n
tâc-ı g ü l : g ü ld e n y a p ı l a n t a ؟, tâc-ı s e r : b a ş tâ c ı, e n ؟o k s e v ile n , ؟o k î t i b â r e d il e n [şey v e y â k im s e ],
A ra p la r ı
İfâ d e
eden
e tn ik
te rim
o lm u ş -
t u r ; s o n r a , i s lâ m iy e t i k a b û l e d e n F a rs v e T ü r k 'l e r e d e m ü ş r i k T ü r k 'l e r v e P a r s la r ta -
tâc-ı ş e m m : m u m ış ığ ı. g e lin
(a .f.b .s. v e i. t â c - d â r 'ı n c . ) :
ta ç lıla r , t a ؟g iy e n le r; p â d iş a h la r , ş e h in ş a f ı-
d ü şü rm e.
tâc-ı g e r d û n : g ü n e ş.'
T â c ü 'l-A rû s : 1)
ﺗﺎ ﺟ ﺪا را ن
tâc-dârân
ta'cîb
tâc-ı f î r û z e : g ö k y ü z ü ,
ta c ı, g e lin
b a ş lığ ı;
1790 y ı l ı n d a ö le n S e y y id M ü r t e z â e z -
Z e b î d î 'n i n
ﺗﺎج آ و را ﻧ ﻪ
tâc-gâh
tâc-ı e d h e m : ed. i s t i ğ n â 'n ı n t i m s â li ,
2)
( a .f .b .i.) : t a ؟g iy e n , h ü k ü m d a r ,
t a ؟g iy e n , p â d i ş â h , ş e h e n ş a h , h ü k ü m d a r ,
u z u n s a n d ık .
m o t i f ş e k li.
ﺗﺎج آور
h ü k ü m d a r a y a r a ş ı r y o ld a .
tabsir ( ﺗﺒ ﻌﻴ ﺮa.i.). ( b k z : te b s ir) .
m ukaddes
tâc-âver
tâc-âver-âne
( b k z : te b s ıra ) .
tabtaba ( ﻃﺒﻄﺒﻪa.i.) : 1. t ı p ı r t ı . 2. s u ç a ğ ıltıs ı,
ﺗﺎﺑﻮت
t â r i h i [I. S e lim 'in n e d i m i H a s a n C â n 'm o g -
( b k z : tâ c -d â r).
te c r ü b e â le ti.
3.
Saad-
lu d u r ] . ( d . : ? ö . : 1008 [1599]).
n e v v e r , z iy â - d â r ) .
tâbût
H oca
d e t t i n E f e n d i 'n i n 2 c i l t l i k m e ş h u r O s m a n l I
b â z ).
tabsıra
T âcü 't-T evârih : Ş e y h ü lis lâ m
K a m û s ü 'l - M u h î t ü z e r i n e y a p -
r a f ı n d a n " t â c î k '' d e n i l m i ş t i r . T ü r k 'l e r M ÜS li i m a n o l d u k t a n s o n r a d a F a r s ç a k o n u ş a n k a v im le r e " t â c îk " d e m i ş l e r d ir . B u g ü n O r t a
tı ğ ı A r a p ç a ş e r h tir . [1306 y ıl ı n d a , M ı s ır 'd a ,
A s y a 'd a
M a t b a a - i H a y r iy y e 'd e b ü y ü k k ı t 'a d a (4973)
k a n d e h â li s i n e T ü r k l e r " t â c î k '' d e rle r,
s a h if e o l a r a k 10 c ilt h â l i n d e b a s ı lm ış o la n bu
e s e r in
ta m
a d i:
T â c ü 'l- A r û s
m in -
C e v â h i r i 'l - K a m û s ” d u r] .
Tâcü'l-Edeb : A m a s y a lI A li A l â e d d i n b i n H iis e y n 'in 1453 (H . 857) y ı l ı n d a t e 'l îf e tti ğ i a h l â k v e â d a b d a n b a h s e d e n b i r e s e r id ir ,
tâc ü serir : t a c v e ta h t , tâcü 's-sin n : anat. d iş ta c ı, fr. couronne.
ta'cîl
ﺗﻌﺠﻴﻞ
F a rsç a k o n u ş a n
B u h â râ ,
S e m e r-
(a.i. a c e le 'd e n . c . : t a 'c î l â t ) : a c e le et-
tirm e , ç a b u k la ş tırm a .
ta'cîlât ( ﺳ ﺠﻴ ﻼ تa.i. ta 'c î l'i n c . ) : a c e le e t t i r m e ler, ç a b u k l a ş t ı r m a l a r .
ta'cîm
ﺗﻌ ﺠﻢ
(a.i. a c m 'd e n ) : n o k t a l a m a , n o k ta -
la t m a .
ta'cîn
ﺗ ﻌ ﺠﻴ ﻦ
(a.i. a c n 'd e n ) : y u g u r m a , h a m u r
y a p m a , h a m u r h â l i n e g e ti r m e , g e tir ilm e .
1 ا81
tâcir tâcir ( ﺗﺎﺟﺮa.i. ticâret'd en . c . : tü c c â r ) : ticâretle
uğraşan. tâ cirü 's-su ltân î : tar. X IV ve XV. asırlard a
M em lûk su ltan la rı İçin, K afk aslard an ve d ah a çok K ırım 'd an esir devşirerek M ısır'a gönderm ekle görevli b u lu n a n m em urlar.
ta'dîl m â beyne's-satreyn ؛b ir m e tin arasına,
m ânâyı değiştiren, ta m am lay an veyâ izah eden b aşk a kelim e ve cüm leler sokulm ası, fr. interpolation.
( ﺗﻌﺪﻳﻼ تa.i. ta'd îl'in c .) : 1. d o ğ ru ltm alar, do ğrulam alar. 2. değişiklikler,
ta'dîlât
( ﺗﺎ ﺟ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪa.f.b.i.): sah tiy an ta cirle rin in "lonca'' İa rın ın b u lu n d u ğ u M e rc an 'd ak iy e r [İstanbul'da),
ta'dilen
ta'cîz ( ﺗﻌﺠﻴﺰa.i. acz'den. c . : ta 'c îz â t): rah atsız
gesi.
Tâd r-h ân e
etm e, ca n ın ı Sikma, sık ın tı verm e, te d irg in etm e. ta'cîz-i mükâteb : huk. [eskiden] k itâ b et be-
delini ed âd an âciz o ld u ğ u n u m ü k âteb in İddiâ ve itira f etm esi. ta'cîzât ( ﺗﻌﺠﻌﺰاتa.i. ta'cîz'in c .) : rah a tsız etm e-
ler, tedii-ginlikler. tâc-ser ﺳﺮ
( ﺗﺎجf.b.i.) : mec. baştâcı, m u h terem ,
aziz, değerli k ıy m etli kim se, tâc-ver
( ﺗﺎ ﺟ ﻮ رf.b.i.): pâd işâh , h ü k ü m d a r.
(bkz ؛tâc-dâr). t â d ۵ü ٠(a.s.) :ağı[şey). tadaccu' ( ﺗ ﺸ ﺠ ﻊa.i.): üşenm e, gevşek d avran-
ma. tadaccur ( ﺗ ﻬ ﺠ ﺮa.i. d u c re t'd e n ): İç sıkılm ası;
sıkıntı, ( b k z : tazaccur). ta'dâd
( ﺗ ﻌ ﺪ ا دa.i. a d e d 'd e n ): 1. saym a; sayı.
2. b irer birer söyleme, sayıp dökm e; sayım , ta'dâd-ı nâkıs : mat. eksilc, n o k sa n sayım ,
( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻼa.zf.): değiştirerek, değiştiı-ile-
rek. ta'dîl-nâme
( ﺗﻌﺪﻳﻠﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.): değişiklik *öner-
ta'diye ( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻪa .i.): geçirm e, tecâvüz ettil-me. 2. gr. b ir fiili, m üteaddi (= g e ç işli) hâle koy-
m a. [b ak m a k 'tan : b ak tırm ak , k o şm a k 'ta n : koşturm ak..." gibi.) Edât-1 ta'diye : lâzım (= geç işsiz) b ir fiilin m iiteaddi (= g e ç işli) kiİınm ası İçin eklenen edat,
( ﺳ ﻠ ﻴ ﻞa .i.): dalâlete düşürm e, d o ğ ru yoldan çıkarm a, azd ırm a, ayartm a,
tadlil
tadris ( ﺗ ﻀ ﺮ ﻳ ﺲa.i.) : 1. te crü b e görm üş olm a. 2. diş k am aştırm a. tadris-i a 'sâ b : sinirlere ta z y ik y ap a rak ıztı-
rap verm e.
( ﺗ ﻔ ﻌ ﻞa.i. fa d l'd a n ) : ü stü n lü k taslam a. (blcz: tafazzul).
tafaddul
( ﺗﻔﺤﺺa.i.). (bkz : tefahhus). ( ﻃﻐﺮاتa.i. tafra'n m c . ) : ilm iyyede (sa-
tafahhus tafarât
rik lılar sınıfında) rütbeler, derece alm alar, tafattun ( ﺗ ﻔ ﻄ ﻦa.i. fa tâ n e t'd e n ): an lam a, akil
erdirm e, (bkz : İdrâk, taak ku l, tefehhüm ),
ta'dâd ve ta s n if : mat. sayım ve döküm ,
tafattur ( ﺗ ﻔ ﻄ ﺮa.i. f ıtr 'd a n ) : yarılm a, açılm a
ta'dâd ve terkim : sa y ılan o k u m a ve yazma;' mat. sayılam a, fr. numCration.
tafazzul
tada'du' ( ﺗ ﻀ ﻌ ﻀ ﻊa.i. di'da' 'd a n ) : 1. alçak gö-
n ü llü lü k gösterm e. 2. h o r olm a. 3. v îrâ n olm a. 4. ak lın ı k ay b etm e [hasta], tadarrus ( ﺗ ﻬﺮ سa .i.): diş kam aşm ası, tadcir ( ﺗ ﻀ ﺠ ﻴ ﺮa.i.) ؛y ü re k d ara ltm a , can sik-
m a. ta'dîd ( ﺗﻌﺪﻳﺪa .i.): 1. h az ırlan m a, h azırlan ılm a.
2. saym a, n u m a ra lam a,
( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻞa.i. adl'den. c. ؛ta'dîlât) 1 ؛. 'doğru ltm a, d oğru lam a. 2. değişiklik,
ta'dîl
tâ'dîl-i z e m â n : astr. gayri m u n ta z a m hare-
ket eden şem s-i h a k îk î ile m u n ta z a m hareket ettiği farzo lu n a n şem s-i m ev h u m araSinda m eydana gelen fark. 1182
ayrılm a, ( b k z : infitâr).
( ﺗ ﻔ ﻀ ﻞa.i. fa z l'd a n ) : ü stü n lü k taslam a. ( b k z : tafaddul).
( ﺗﻔ ﻀ ﺢa.i.): rezil etm e, (bkz : tafzih). tafdil ( ﺗ ﻔ ﻌ ﻴ ﻞa.i. fadl'dan. c . : tafdilât) : 1. bitafdih
rin i ötekilerin den ü stü n tu tm a. 2 ٠gr. e n ü stü n lü k , fr. superlatif. İsm-i ta fd il : m ukayese ve ü stü n lü k gösteren Sifat. [Arapçada " e fa l” vezninde : “ekber, ahm er...” gibi; dilim izde “d aha, en, pek, ç o k ” e d a tla rıy la : “d ah a güzel, en güzel, p ek güzel, çok güzel.. gibi, eski T ürkçede : “-rek, -ra k '' ekleriyle : "küçürek, ufarak...” gibi; F a rs ç a d a : “-ter, -terin" e d a tla rıy la : “büziirk-ter, b üzürkterin..." gibi edatlarla ya'pılır). tafdilât ( ﺗ ﻔ ﻀ ﻼ تa.i. ta fd il'in c . ) : tafdiller,
*enüstünlükler.
tagazziyyât
( ﻃ ﻐ ﺮ هa .i.): 1. y u k arıy a sıçram a, atlam a. 2. y u k a rıd a n atıp tu tm a. 3. ( c .: tafarât) ilm iyyede (sarıklılarda) rütb e, derece alm a,
tafra
( ﻃ ﻐ ﺮ ه ا ﻧ ﺪ ا زa.f.b.s.). (bkz : tafra-
tafra-endâz
furûş). tafra-fıırûş
( ﻃ ﻐ ﺮ ه ﻓ ﺮ و شa.f.b.s.): y u k a rıd a n
k ü m ).
tagallübât tagallü f ﻖ tagallüt
atıp tu tan .
( ﺷﺮه ﻓ ﺮ و ﺷﺎﻧ ﻪa.f.zf.): y u k arı-
d an atıp tu tarak . tafsil د
٠( ﺷﻪa.i. fasl'dan. c . : ta fs ilâ t): etrâfryla, etı'aflı o larak bildirm e, u z u n uzadıya anlatm a, açıklam a.
tafsil-i müreklceb : mant. yargısı ayrık veya
bOliinm eli olan m a n tık yanlışı,
( ﺷ ﻌ ﺠ ﻼ تa.i. tafsil'in c . ) : etra flı ola-
ra k bildirm eler, u z u n uzadıya anlatmalaı-, açıklam alar. tafsîlât-1 m â lâ y â n î : boş uzatm alar, tafsilâtlı m eşrûha : iz ah edilm iş tafsilât, tafsilen
( ﺗ ﻐ ﻠ ﺐa.i. g ale b e'd en . c . : tag allü b ât):
z o rb a lık , zo rla h ü k ü m sü rm e , (b k z : ta h a k -
( ﺗ ﻔ ﻠ ﺠ ﺎ تa.i. ta g a ü ü b 'ü n c . ) : zo rb a -
İıklar. ( b k z : ta h a k k ü m â t).
tafra-furûş-âne
tafsilât
tagallüb
( ' ﺗﻔﻌﻴ ﻼa.zf.): u z u n uzadıya, a y r ın t ılı
olarak, ( b k z : m ufassalan).
( ﺗ ﻐ ﻠa.i. g ılâ f'd a n ). (b k z : tegalliif).
( ﺗ ﻐ ﻠ ﻂa.i. ga la t'd a n ). (b k z : tegallüt).
tagallütât
(a.i. ta g a ü ü t'ü n c.). ( b k z :
ﺗ ﻐﻠ ﻄﺎ ت
tegalliitât). t a g a m g u m ( ﺗ ﻐ ﻤ ﻐ ﻢa.i. g a m g a m a 'd a n ) : a n la şılm a z söz.
tagam m üd
( ﺗ ﻐ ﻤ ﺪa.i. g a m d 'd e n ) ؛sa rm a , ört-
m e, b ü rü m e .
ﺗﻔﻨ ﻰ
taganni
(a.i. g ın â 'd a n . c . : ta g a n n iy â t) :
1 . zen g in le şm e .
2 . m u h ta c o lm a m a ؛y e tin -
m e. 3 ٠ m a k a m la o k u m a .
ﻟ ﻔﻴﺎ ت
taganniyât
(a.i.
ta g a n n i'n in
c .) :
ta g a n n ile r.
taganniic
( ﺗ ﻔ ﻴ ﺞa.i. g a n c 'd a n ). (b k z : tegan n ü c).
tagarriir
( ﺗ ﻐ ﺮ رa.i. g u r û r 'd a n ) :
1. g u r u rla n m a ,
b ö b ü rle n m e . 2 . k e n d in i te h lik e y e k o y m a .
3.
b o rç la n m a , ( b k z : teg a rrü r).
( ﺗﺎسf.i.): 1. tafta, düz ve d o n u k olan b ir
t a g a s s iil ﻞ
çeşit ipekli kum aş. 2. büzülm üş, k atlan m ış, bükülm üş. 3. s. y an m ış, yanık. 4. s. aydm ilk, parlak. 5 ٠s. üzgün, kederli,
gassü l).
tagavvu r
( ﺗ ﺪ و رa.i. g a v r 'd a n ) .( b k z : te g a v v u r).
tâfte-ciger (ciğeri y a n ık ) : sevdalı, âşık, tu t-
tagavviil
ول.
tâfte
ku n .
tagaşşî
ﻌ
( دa.i. g ışâ 'd a n ). ( b k z : tegaşşî).
ش
tagayyüb tagayyüm
tâ ft-h â n e ( ﺗﺎ ﻓﺘﺨﺎ ﻧﻪf.b.i.): m atbaa, basım evi,
tagayyüm ât
ta fz ih ( ﺷ ﻀ ﺢa.i.c .: ta fz ih â t): rezil etm e,
(a.i. g u l'd e n ). (b k z : te g a v v ü l).
( ﺗ ﻐ ﻴ ﺐa.i. g a y b 'd e n ) : k a y b o lm a , g ö z-
tâ fte -g î ( ﺗﺎ ﻓ ﺶf.b.i.): 1. kızg ın lık , h iddet, şiddet. 2. yorgunlu k. 3. biçim ini, şeklini degiştirm e. 4. eğirm e, bükm e, ta f t in ( ﺷ ﻴ ﻦa.i. fa tâ ııe t'd e n ): akil erd irtm e , anlatm a, ( b k z : tefhim ),
(a.i. g u sl v e g asl'd en ). (b k z : te-
ﻟ
d en u z a k la ş m a , g ö rü n m e m e , ﺗ ﻐ ﻢ
(a.i. g a y m 'd a n ). ( b k z : teg ay-
y ü m ). ﻫﻴ ﻤﺎ ت
(a.i. îa g a y y ü m 'ü n c . ) : b u -
lu tlanm alai".
tagayyür
( ﺗ ﻔ ﻴ ﺮa.i. g a y r 'd e n ) : 1. d e ğ işm e , b a ş-
k a la şm a . (b k z : tebed d ü l). 2 . re n g i d eğ işm e .
3 . b o z u lm a ,
kokm a.
ta fz ih â t ( ﻏ ﻔﻴ ﺤﺎ تa.i. ta fz ih 'in c . ) : rezil etm eler.
tagayyiirât ( ﺗ ﻐ ﺮ ا تa.i. t a g a y y ü r 'ü n c .) : 1. d e-
( ﺷﻔﻴ ﺾa.i. fiz z e 'd e n ): güm üşlem e, gü-
2 . r e n k d eğişm eler. 3 . b o z u lm a la r, k o k m a -
tafziz
m üşlenm e; güm üş kaplam a, tagaddi
( ' د ىa.i. gıdâ'd an. c . : ta g a d d iy y â t):
gidâlan m a, beslenm e, (bkz : tagazzi). tagaddiyyât
( ﺗ ﻐ ﺪ ﻳ ﺎ تa.i. ta g ad d i'n in c . ) : bes-
lenm eler, gidâlanm alar. (bkz : tagazziyyât). tagaffü l
( ﺗﻐﻐﻞa.i. g a fle t'd e n ): gaflet gösterm e,
an lam azlık tan gelme, düşü n cesizlik yapm a, ( b k z : tegaffül, tegafiil).
gişm eler, b a şk a la şm a la r, (b k z : tebed d ü lat). lar.
tagayyüz
( ﺗ ﻐ ﻴ ﻆa.i. ga yz'd e n ). ( b k z : teg a y y ü z ).
tagayyüzât ت
( ﺗ ﻔ ﻈ ﺎa.i. t a g a y y iiz 'ü n c . ) : h id -
d etlen m eler, k ızm a la r.
tagazzi
ﻰ
ﺗ ﻔ ﻨ
(a.i. g ız â 'd a n . c . : t a g a z z iy y â t ) :
b e sle n m e , g id â la n m a . (b k z : tagad d i),
tagazziyyât
( ﺗ ﻐ ﺬ ﻳ ﺎ تa.i. ta g a z z i'n in c . ) : b e sle n -
m eler, g id â la n m a la r. (b k z : ta g a d d iy y â t).
.agazziil
ta g a z z ü l ( ﺗﻔﺰلa.i. g a z e l'd e n ): ( b k z : tegazzül). ta g b ir (a.i. gııbâr'dan. c . : ta g b irâ t): 1. toza b u lam a, b u la n m a. 2. m u ğ b er etm e, gücendirm e. ta g b ir â t ( ﺗﻌﻴﺮا تa.i. ta g b ir'in c . ) : 1. toza bulam alar, bu lan m alar. 2. m u ğ b er etm eler, giicendirm eler. ta g d iy e ( ﺗ ﻔ ﺪ ﻳ ﻪa.i. g ıd â 'd a n ) : 1. g id âlan d ırm a, gid âlan d ırılm a, beslem e, beslenm e, ( b k z : iâşe). 2. gerekli m alzem eyi m akineye koyma. ta g fil ( ﻧ ﻔ ﻔ ﻞa.i. gaflet'den. c . : ta g filâ t): gafil avlam a, avlanm a. ta g filâ t ( ﺗﻐﻐﻴﻼتa.i. ta g fil'in c . ) : gafil avlam alar, avlanm alar. tâg ıy e ( ﻃﺎ ﻏ ﻴ ﻪa .s.): 1. aptal, k ib irli ve in atçı [adam]. 2. i. y ıldırım . tâg ıy y e ( ﻃﺎﻏﻴﻪa .s.): [“tâgî" n in m üen.]. (bkz : tâgî). tâ g î ( ﻃ ﺎ ضa.s.c .: tâ g u n , tu g a t) : azgın, İsyân eden.
ta g n iy e ( ﺗ ﻔ ﻨ ﻴ ﻪa.i. g ın â 'd a n ) : b irin i zen g in etm e. ta g rib ( ﺗﻐﺮﻳﺐa.i. g u rb e t'd e n ): 1. b irin i g u rb ete gönderm e, gönderilm e. 2. m em lek etten çıkarm a, u zak la ştırılm a. 3. kovm a, ta g rid ( ﺗﻐﺮﻳﺪa.i.). (bkz : tegarriid). ta g r ik ( ﺗﻐﺮﻳﻖa.i. g a r k 'd a n ) : su d a b o g m a . ta g rim ( ﺗﻐﺮﻳﻢa.i. g a rm 'd a n ): ödenm e, ödenilm e ؛ödetm e. ta g rim -i d ü y û n : b o rç la rın ödenm esi, ta g r i r ( ﺗﻐﺮﻳﺮa.i. g u rû r'd a n . c . : ta g r ir â t) : m ü şteriyi aldatm a. ta g r i r â t ( ﺗ ﻐ ﺮ ﻳ ﺮا تa.i. ta g rir'in c . ) : m ü şteriy i aldatm alar. ta g ris ( ﺗﻐﺮ سa.i. g a rs 'd a n ): yere d ik m e, dikilme. ta g şîş ( ﺗ ﻔﺜﻴ ﺶa.i. gış'dan. c . : ta g şîşâ t): 1. k arıştırm a, saflığ ın ı giderm e. 2. degerli b ir şeyi değersiz b ir şeyle k a rıştırm a . 3. im ren m e, ta g şîşâ t ( ﺗ ﻔ ﺸ ﻴ ﺸ ﺎ تa.i. tagşîş'in c .) : 1. k a rıştırm alar, saflığ ın ı giderm eler. 2. degerli şeyleri değersiz şeylerle k arıştırm ala r,
ta g lib ( ﺗ ﻐ ﻴ ﺐa.i. g a leb e 'd e n ): ed. b ir İlişik ve ilgiden dolayı b ir kelim eyi, b aşk a b ir m ân ây ı da İçine alacak şekilde k u lla n m a : b ab a ile anneye "ebeveyn'' denilm esi gibi.
tag şiy e ( ﺗﻐ ﺸﻪa.i. g ış â 'd a n ): 1. ö rtm e, ö rtü lm e , b ü rü n m e. 2. (g ay ş'd en ): k e n d in d e n geçirme, geçirilm e.
ta g lif ( ﺗ ﻐ ﻠ ﻴ ﻒa.i. g ılâ f 'd a n ) : k ın ın a koym a. (b k z :ta g m id ).
ta g tiy e ( ﺗ ﻐ ﻄ ﻴ ﻪa.i. g ıtâ 'd a n ) : ö rtm e, ö rtü lm e , (bkz :tagşiye).
ta g lif-i s ü y û f (kılıçları k ın ın a k o y m a ): sulh yapm a.
tâ g u n "( ﻃﺎ ﻏ ﻮ نga” u z u n ok u n u r, a.i. tâ g î'n in c . ) : azılı, azgın kim seler, (bkz : tugat).
ta g lik ( ﺗﻐﻠﻴﻖa.i. g alak'd an . c . : ta g lik a t): 1. kap am a, kap an ılm a. 2 ٠kilitlem e,
tâ g u t "( ﻃ ﺎ ﻏ ﻮ تgu” u z u n o k u n u r, a.s. ve i . c . : tavâgî, ta v â g it): 1. k ay ıp tan h ab e r veren, büyücü. 2. şeytan. 3. islâ m d a n önce M ekke'deki Lât ve U zzâ p u tları,
ta g lik -i ebvâb : k a p ıla rın kilitlenm esi. 3. ed. m uğlak, k ap alı söz söyleme, (bkz : İbhâm). ta g lik a t "( ﺗ ﻐ ﻠ ﻴ ﻘ ﺎ تka” u z u n ok u n u r, a.i. ta g lik 'in c .) : k apam alar; kilitlem eler; kapalı sözler söyleme. ta g lit ( ﺗﻐﻠﻴ ﻂa.i. galat'dan. c . : ta g litâ t): 1. yanlışlığ ını çık arm a. 2. yan ıltm a; y an ıltılm a. ta g litâ t دلﺀﻃﺎت٠(a.i. ta g lit'in c .) : 1. y an lışlığ ın ı çıkarm alar. 2. y an ıltm alar, yam ltılm alar. tag liy e ( ﺗ ﻔ ﻴ ﻪa.i. g a le y â n 'd a n ): 1. k aynatm a. 2. p ah a la n m a, (bkz : iğlâ). ta g liz ( ﺗﻐﻠﻴ ﻆa.i. g ılz e t'd e n ): k ab a ve galiz yapm a, k ab a söyleme. ta g m id ( ﺗ ﻔ ﻤ ﻴ ﺪa .i.): k ın ın a koym a, ( b k z : taglif). ta g m is ( ﺗﻔﻤﻴ ﺲa.i.) : b atırm a, dald ırm a.
1184
tag v iy e ( ﺗ ﻐ ﻮ ﻳ ﻪa .i.): b a şta n çık arm a, azd ırm a, ( b k z : İgvâ). ta g y ir ( ﺗ ﻔ ﻴ ﻴ ﺮa.i. gayr'den. c . : ta g y ir â t) : başk alaştırm a;d e ğ iştirm e ;b o z m a, (bkz :ta h v il, tebdil). H u k u k i ta g y ir : b irin in k en d in e âit olm ayan b ir ta şın ır eşy an ın bazı işlem lerle şeklini değiştirm esi, ta g y ir-i İfâd e : ifade değiştirm e, ta g y ir-i m e v z i': yer değiştirm e, ta g y ir-i ş e k l : b içim değiştirm e, ta g y ir â t ( ﺗ ﻔ ﻴ ﻴ ﺮ ا تa.i. ta g y ir'in c . ) : b aşk alaştırm a lar; değiştirm eler; bozm alar, ta g y ir-h â n e ﺗ ﻔﻴﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ im alâthanesi.
(a.f.b .i.):
İçki
tah.îüb tagyiz V ( دم؛a.i. g a y z 'd e n ): hiddetlendirm e, kızdırm a.
tahâdu' ﺨ ﺎ د ع görünm e.
tagzît ب (a .i.): 1. fiz . tazyik etm e, fazla üzerine taz y ik (basın ) ؟yapm a. 2. hek. ؟ok sıkı baglam a.
tah âf ( ﻃﺨﺎفa .i.): h a fif ve ؟e ffa f (saydam) bulut.
ﻳﻪ٠( ﺗﻐﺎa.i. gızâ'dan ). (bkz : tagdiye). tagziye ،ﺗﻐﺰي ١ (a .i.): gazâ ettirm e, ettirilm e, din tagziye
( ﺗa.i. h u d 'a 'd an ): ald an m ı ؟gibi
tahaffuz ( ﺗ ﺤ ﻔ ﻆa.i. h ıfz 'd a n ): ken d in i m uhafaza etme) sakın m a, koru n m a, tah affuz-ı k u d re t: fiz. en erjin in saklanm a-
u ğru n d a savaştırm a. tahacciim ا٠( ﺗﺤﺞa.i. h a cm 'd e n ): hacim lenm e, büyüm e, irileşm e.
tahaffuz-hâne yeri.
tahaccür ( ﺗﺤﺠﺮa.i. hacer'den. c . : ta h a c cü râ t): 1. ta ؟la ؟ma> ta ؟olm a, ta ؟gibi katılaşm a. 2. hek. kab u k baglam a.
tah affuzi
tahaccürât ا ت(a.i. tah accü r'ü n c .) : ta ؟laşm alar, ta ؟kesilm eler. tahaddi ( دح— د ىa .i.c .: ta h a d d iy â t): m eydan okum a. tahaddiyât ( ﺗﺤﺪي— ا تa.i. tah addi'n in c .) : meydan okum alar. tahaddu' ﻀ ﻊ tahazzu').
( ﺗ ﺨa.i. hudû', hıızû'dan). (bkz :
tahaddu' ma.
( ' ﺧ ﺪ عa.i. h u d 'a 'd an ): bilerek aldan-
tahaddur zur).
( ﺗ ﺨ ﻔ ﺮa.i. hıdr'dan). ( b k z : tahaz-
tahaddüb ب٠( ﻟ ﺤ ﺎa.i. h a d e b 'd e n ): k an b u rla ؟m a, d ışarıya d ogru ؟ık ın ta peyda etme. tahaddiir ( ﺗ ﺨ ﺪ رa.i. h a d e r'd e n ): 1. örtü n m ek [kadın], ( b k z : tesettür). 2. hek. uyuşm a u yu ştu ru lm a. tahaddiir ل٠( ذ ﺣ ﺎa.i. h a d r'd e n ): 1. y o k u ؟aşağı inm e, ( b k z : inhidâr). 2 ٠yulcarıdan aşağı akıp gitm e. tahaddiir-i m iyâh : su ların akıp gitm esi. tahaddiis ( ﺗ ﻤ ﺪ تo.i. hads ve h u d û s'd a n ): 1. psik. sezgi, fr. intuition. 2. yok iken peyda olm a, ortaya ؟ikm a, m eydana ؟ıkm a. tahaddiisi itif.
( ﺗ ﻌ ﻞ' ذ ىa .s.): psik. sezgili, fr. intu-
ta h a d d iisi^ e ( ﺗﺤﺪﺛﻲa .i.): psik. sezgicilik, fr. intuitionisme. tahaddiisiyye ب٠( ﺗﺤﺎa .s.): [“ tah ad dü sî’ nin m üen.]. ( b k z : tahaddüsi). tahaddii ؟
( ﺗﺨﺪشa .i.): 1. tırm alanm a.
tahaddii ؟-i ezhân : zih in lerin tırm alan m ası. 2. üzüntü duym a.
( ﺗ ﺤ ﻔ ﻈ ﺨﺎﻧ ﻪa .f.b .i.): k aran tin a
( ﺗﺤﻬﻐﻠﻰa .s.): k o ru n m a ile ilgili,
tah affuz-kâr ( ﺗ ﺤ ﻔ ﻈ ﻜ ﺎ رa.f.b .s.): ken d in i m u hafaza eden, k oru n an , sakın an , tahaffuz-kâr-âne k o ru m ak İ ؟in.
( ﻟﺤﻔﻈﻜﺎراﻧﻪa .f.z f.): kendin i
tah affiif (a.i. h iffe t'd e n ): 1. h afiflem e, h afiflen m e. 2. ayağa m est, ؟izm e gibi k on ؟lu b ir ؟ey giym e. tahaffiif-i b â r : y ü k ü n hafiflem esi, tah affüf-i ıztırâb : ıztırap, elem ve kederin hafiflem esi, azalm ası. tahakkud ( ﺗ ﺤ ﺘ ﺪa .i.): k in tu tm a, k in gütm e. (b k z :te h â s ü d )٠ tahakkuk ( ﺗﺤﻬﻖa.i. h a k k 'd a n ) : h ak ik at olarak m eyd ana ؟ikm a, gerçekliği anlaşılm a, tahakküm r ( ﺗﺤﻚa.i. hiikm 'den. c . : tahakk ü m â t ) : 1. h â k im lik tak ın m a. 2. zorb alık etm e. tahakküm ât ( ﺗ ﺤ ﻜ ﻤ ﺎ تa.i. tah akk ü m 'ü n c .) : 1. h â k im lik takın m alar. 2. zorbalıklar, tahalhul ( ﺗ ﺨﻠ ﺨ ﻞa.i. h a lh a l'd e n ): 1. ayağa halh al (bilezik) takm a. 2. hava cereyâm olm asi. 3. bir cism in, h acm in in kabarıp ؟İçmesi. tahallî ( " ﻷ د ىa.i. hâlâvet ve hıılvân'dan. c . : ta h a lliy â t): kendi ken d in i donatm a, süslenm e. tahallî ض (a.i. h a lâ 'd a n ): 1. boşalm a, b o ؟ k alm a. 2. tenhaya ؟ekilm e, yaln ız kalm a, tahalliyât ( ﺗﺤﻲ— ا تa.i. tah alli'n in c .) : donatm alar, süslenm eler [kendi kendini-], tahalluk ( ﺗﺨﻠﻖa.i. h u lk 'd a n ): ah lâklan m a, bir tabiat, h uy edinm e.
( ﺗ ﺨ ﻠ ﻂa .i.): k arışm a, k a rışık olm a [eşyâ-].
tahallut
ta h a llü b tere ؟ ؟üh).
(a .i.): 1. ter ve su sızm a, ( b k z :
1185
٥
tah llüb"î rievî
tahallüb-i rievi : hele, k ö p e ğ i n d i l i n i ç ı k a r a r a k s o lu m a s ı. 2 ٠s ü t p e y d a e tm e , s iitle n m e .
tahalliid ( ﺗ ﺨﻠﺪa.i. h u l d 'd e n ) : b i r y e rd e d â i m î
( a .f .b .s .) : t a h a m -
m ü l ü e r ite n , y o k e d e n , ( b k z : t a h a m m ü l süz).
tahammülsüz ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻠ ﻌ ﻮ زa .f .b .s .) : t a h a m m ü -
o l a r a k k a lm a .
tahallüf ( ﺗﺨﻠ ﻒa.i. h i l â f d a n ) : 1. g e r id e k a lm a ,
İÜ m a h v e d e n ,
yakan,
( b k z : ta h a m m ü l-
g ü d â z ).
a r k a d a b ı r a k ı l m a . 2. u y g u n g e lm e m e ,
tahalliil ( ﺗ ﺨ ﻠ ﻞa.i. h a le l 'd e n . c . : t a h a l l ü l â t ) : 1. h a le l b u l m a , b o z u lm a . 2. e k ş im e , s irk e İe ş m e . 3. a r a y a g ir m e .
tahallül ( ﺗ ﺤ ﻠ ﻞa.i. h a i l d e n , c . : t a h a l l ü l â t ) : 1. h a ll o lm a , c ü z ü le ı'i b il 'b ir i n d e n a y r ı lm a . 2.
ﺗﺤﻤﻠﻚ—واز
ta h a m m iil-g ü d â z
ta h a m m ü r
ﺗﺨﻤﺮ
(a.i.
h a m r 'd e n .
c .:
t a h a m m ü ı ٠ât) : m a y a l a n m a , e k ş im e , ( b k z : ih t im â r ) .
tahammürât ( ﺗ ﺨ ﻤ ﺮا تa.i. t a h a m m ü l ü n c . ) : m a y a l a n m a l a r , e k ş im e le r,
tahânet ( ﻃﺤﺎﻧﺖa .i .) : d e ğ ir m e n c i li k ,
kim. a y r ış m a .
tahallülât ( ﺗ ﺤ ﻠ ﻼ تa.i. t a h a l l ü l 'i i n c . ) : 1. h a llo l m a l a r , c ii z ü le r i b i r b i r i n d e n a y r ı lm a la r .
2. kim. a y r ı ş m a l a r .
tahanni ( ﺗ ﺤ ﻔ ﻰa . i h a n y 'd e n ) : e ğ ilm e k , e ğ r ilm ek.
tahannüf -
tahallülât ( ﺗ ﺨ ﻠ ﻼ تa.i. t a h a l l i i l 'ü n c . ) : t a h a l -
( a . i . ) : H a n e f i m e z h e b in e g ir -
m e ; H a n e f i m e z h e b i n d e n o lm a ,
tahannün -
liille r.
tahalliis ( ﺗﺨﻠﺺa.i. h u l û s 'd a n ) : 1. h a lâ s o lm a , k u r t u l m a . 2 . e d . ş iir d e m a h l a s k u l l a n m a .
Hüsn-i tahalliis: m a h l a s ı n y a l n ı z l â f z ın ı d e ğ il, m â n â s ı n ı d a m u r â d e t m e .
[m e s e lâ
(a.i. h a n i n 'd e n ) . ( b k z : t e h a n -
n ü n ).
tahâret ( ﻃ ﻴ ﺮ تa . i . ) : 1. t e m i z l i k . ( b k z : n e z â fe t). 2 . te m iz l e n m e .
taharri ( دح—رىa.i. h a r y 'd e n . c . : t a h a r r i y y â t ) :
B â k î'n in : " M i n n e t H ü d â 'y a , d e v le t-i d ü n y â
1. a r a m a , a r a ş t ı r m a ,
fe n â b u l u r / B â k î k a l ı r s a h if e - i â le m d e
( b k z : t e f a h h u s , te f tiş ). 2. s iv il p o li s , t a h a r r i
bâlcî k e l i m e s i n i n k u l-
â d ı m ı z '' b e y t i n d e k i l a n ı l ı ş ı g ib i].
tahammi ﺗ ﺤ ﻤ ﻰ
(a.i.
ham y,
h im â y e t
ve
k o r u n m a . 2. p e r h i z e tm e ,
tahammus ( ﺗ ﺤ ﻤ ﺺa.i.) : b iiz iilm e , b ü z ü l ü p b u ru şm a .
ﺗﺨﻤ ﺾ
tahammuzât ت-
(a.i.
h a z m 'd a n .
c .:
(a.i. t a h a m m u z 'u n c . ) :
tahammüd ( ﺗ ﺨ ﻤ ﺪa . i . ) : a te ş in s ö n m e y e y ü z tu t m a s ı .
taharri^ât ت١( ﺗﺤﺮيa.i. t a l ı a r r i 'n i n c . ) : a r a m a la r, a r a ş t ı r m a l a r , a r a ş t ı r ı l m a l a r ; a r a t m a l a r , ( a .i .) : 1. y ı r t ı l m a . 2 . y a r ı lm a ,
taharrüf ( ﺗﺤﺮفo .i .) : S a p ı n ç , fr. aberration. e tm e , k ı m ı l d a m a , o y n a m a ,
taharrük-i a'sâb : hele, s i n i r l e r i o y n a t a n b i r h a s t a lı k , fr. nervomotilite. 2. a. gr. h a re le e le n m e , h a re le e a lm a , b i r h a r e k e ile o lc u n m a
ﺗﺤﻤﻞ
(a.i.
h a m l 'd e n .
c. :
t a h a m m i i l â t ) : 1. y ü k l e n m e , b i r y ii k ii iis tiin e a lm a . 2. d a y a n m a , k a t l a n m a . 3. k a ld ı r m a.
tahammiilât ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻼ تa.i. t a h a m m i i l 'ü n c.) : t a h a m m ü l l e r , d a y a n m a la r ,
tahammül-fersâ ( ﺗ ﺤ ﻤﻠ ﻐ ﺮ ﻣﺎa .f .b .s .) : t a h a m m ü lü y ıp ra ta n .
tahammiil-gezâ ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻠ ﻜ ﺰ اa .f .b .s .) : d a y a n ıl 1186
r u y u a ra m a .
taharri memuru : s iv il p o lis ,
taharrük ( ﺗ ﺤ ﺮ كa.i. h a r e k e t 'd e n ) : 1. h a r e k e t
e k şim e le l', o k s itle n m e le r ,
m az.
m e m u ru .
taharruk ﺻ ﺎ
t a h a m m u z â t ) : e k ş im e , o k s itle n m e ,
tahammül
a ra tm a ,
taharri-i hakikat: h a k i k a t i n a r a n m a s ı , d o ğ -
m a h m i y e t 'd e n ) : 1. k e n d i n i h im â y e e tm e ,
tahammuz
a ra ş tırılm a ;
[h a rf].
taharrUkiyyet ( ﺗ ﺤﺮﻛﻴ ﺖa . i . ) : 1. fiz. h a r e k e t li lik , k ı m ı l d a m a h â li. 2. fels. fr. motilite. taharrükiyyet-i
nüve :
biy.
k a ry o k in e z ,
a r a ç l ı * b ö lü n ü m .
taharrüm ( ﺗ ﺤ ﺮ مa.i. h a r â m 'd a n ) : h a r a m d a n k a ç ın m a ; s a k ı n m a , ç e k in m e ,
taharrüş س
٠(a.i.).
( b k z : ta h a r r i i z ) . [ ''ta h a r -
r ü s " m a d d i y a tt a ; " t a h a r r i i z " m a 'n e v i y a tt a k u ll a n ıl ır ] .
tahazzm
taharriis : biy. ir k it m e , irlc iltm e , fr. irritatitaharrüş ( ﺗﺨﺮشa . i . c . : t a h a ı - r ü ş â t ) : tı r n a a l a n m a , ö r s e le n m e .
îaharrüçât ( ﺗ ﺨ ﺮ ﺷﺎ تa.i. t a h a r r ü ş 'ü n c . ) : ti r m a l a n m a l a r , O rse le n m e le r. m a . ( b k z : ih t ir â z ) .
tahattur-i miibhem : fels. fr. réminiscence, tahatturât ( ﺗﺨﻄﻮاتa.i. t a h a t t u r 'u n c.) : t a h a t tahattiim ( ﺗﺤﺘﻢa.i. h a t m 'd e n ) : l â z ı m o lm a , İÜz u m l u o lm a .
tahassul ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻞa.i. h u s û l 'd e n ) : 1. h â s ı l o lm a , n e ti c e o l a r a k ç ık m a . 2. fels. ü r e m e , ü r e t m e , fr. reproduction. tahassun ( ﺗﺤﺼﻦa.i. h i s n 'd a n ) : 1. k a le v e h is a r a k a p a n m a , i s t i h k â m a ؟e k ilm e ,
A l l a h 'ı n k o y d u g u İş a re t,
tahavviif ( ﻟ ﺨ ﻮ فa.i. h a v f d e n ) : k o r k u y a d ü ş tahavviil ( ﺗ ﺤ ﻮ لa.i. h a i 'd e n . c. : ta h a v v i il â t) : d e ğ iş m e , d ö n m e , b i r h a l d e n b i r ş e k ild e n ,
m a l is u s o lm a , ( b k z : ih tis â s ).
tahassür ( ﺗﺤﺜﺮa . i . ) : hek. p ı h t ı l a ş m a [k a n - ]. tahassür-i dem : hek. k a n i n p ı h t ıl a ş m a s ı, tahassür ( ﺗ ﺤ ﺴ ﺮa.i. h a s r e t'd e n . c . : t a h a s s ü r â t ) : 1. h a s r e t ؟e k m e . 2 . ؟o k is te n i le n v e ele g e ؟i ٠ r i le m e y e n şe y e ü z ü lm e , ( ﺗ ﺤ ﺴ ﺮ ا تa.i. t a h a s s ü r 'i i n c . ) : ta -
h a s s ü r le r .
tahassüs ( ﺗ ﺤ ﺴ ﺲa.i. h is s 'd e n . c . : t a h a s s ü s â t : liis le n m e , d u y g u la n m a .
tahattiim ( ﺗ ﺨ ﺘ ﻢa.i. h a te m 'd e n ) : 1. h a te m , y iiz ü k t a k ı n m a . 2 . tas. a r i f l e r i n g ö n ü ll e r i n e
m e.
tahassüs ( ﺗ ﺨ ﺼ ﺺa.i. h ı ı s û s 'd a n ) : h u s û s î v e
[ A r a p ؟a d a k i a s il
m â n â s ı : " iy i b i r h a b e r d u y u p e m i n o l m a ”
b a ş k a b i r h â le , ş e k le g ir m e ,
tahavvül-i şems : astr. g e c e le r in u z a m a S in d a n k ı s a lm a y a (22 A r a lı k ) , k ı s a l m a d a n u z a m a y a (22 H a z i r a n ) d ö n m e s i v e d ö n m e z a m a n ı , g ü n d ö n ü m ü , fr. solstice, tahavviilât ( ﺗ ﺤﻮﻻ تa.i. t a h a v v ü l 'U n c.) : d e ğ iş m e [1er], d e ğ iş ik l ik [1er].
tahavvülât-1 külliyye : b ü y ü k d e ğ iş ik lik le r , tahayyül ( ﺗﺨﻴﻞa.i. h a y â l d e n , c. : ta h a y y ü l â t ) : h a y â le g e ti r m e , la a y a ld e c a n l a n d ı r m a , c a n l a n d i r i l m a , h a y â le d a lm a ,
d ır ].
tahassüsât ( ﺗ ﺤ ﺎ تa.i. t a h a s s ü s 'ü n c . ) : d u y -
tahayyülât ( ﺗﺨﻴﻼ تa.i. t a h a y y ü l ü n c.) : ta h a y y iille r, h a y â le g e tir m e le r , h a y a ld e c a n l a n -
g u la n m a la r.
tahaşşî ( ﺗﺨﺸﻰa.i. h a ş y e t 'd e ı ı ) : ü r p e r m e , tahaççu' ( ﺗ ﺨ ﺸ ﻊa.i. h u ş û 'd a n ) : a l ç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s te r m e .
tahaşşub ( ﺗ ﺨ ﺸ ﺐa . i . ) : o d u n la ş m a , tahaççüd ( ﺗ ﺤ ﻔ ﺪa . i . c . : t a h a ş ş ü d â t ) : b ir i k m e , y ıg ıln a a , t o p l a n m a [a s k e r h a k k ın d a ] , to p la n m a la r
d ı r m a l a r , h a y â le d a lm a la r ,
tahayyül! ( ﺗﺨﻴﺶa.s.): t a l ıa y y ü l le ilg ili, ta h a y y ü l sû l'e tiy le .
tahayyür ( ﺗﺤﻴﺮa.i. h a y r e t 'd e n . c. : t a l ıa y y ü r â t) : h a y r â n o lm a , h a y r e t e d ü ş m e , ş a ş a k a lm a , ş a ş ır m a , ( b k z : ta a c c h b ).
tahayyürât ( ﺗ ﺤ ﻴ ﺮا تa.i. t a h a y y ü r 'ü n c.) :
tahaşşüdât ( ﺗ ﺤ ﺸ ﺪ ا تa.i. t a h a ş ş ü d 'ü n c . ) : b ir ik m e le r , y ığ ı lm a la r ,
h a tı ı'a g e ti r m e , g e t i r i l m e ؛u n u t u l d u k t a n s o n r a h a t ı r l a n a n şey.
tu rla r.
taharriiz ( ﺗﺒ ﺮ زa.i. h ı r z 'd a n ) : ؟e k in m e , s a k i n -
tahassürât
tahattur ( ﺗ ﺨ ﻬﻠ ﺮO.İ .C. : t a h a t t u r â t ) : h a t ı r l a m a ,
[a s k e r
h a k k ın d a ] .
tahaşşün ( ﺗﺨﺸﻦa.i. h ı ı ş û n e t 'd e n ) : s e r tle ş m e , k a t ı l a ş m a [ m a d d i v e m â n e v i] ,
tahaşşür ( ﺗ ﺤ ﺶa.i. h a ş ı - 'd e n ) : m e z a r d a n ؟ilem a , d ir il m e .
tahatti ( ﺗ ﺨ ﻄ ﻰa.i. h a tv e 'd e n . c . : t a l ı a t t i â t ) : 1. b i r ş e y i a tla y ıp g e ؟m e , b i r ş e y a tl a n ıp g e ؟i l m e ؛s ı n ı r ı a ş m a . 2. s a ld ır ış , t a h a t t î â ^ ü ^ ( a . i . t a h a t t i ' n i n c . ) : te c â v ü z le r , s a ld ır ış la r .
tahattîât-1 a'dâ : d ü ş m a n l a r ı n s a l d ır ı ş l a r ı.
İ ı a y r â n o ln a a la r, h a y r e t e d ü ş m e le r , ş a ş a k a lm alai", ş a ş ıı'm a la r .
tahayyüz ( ﺗﺤﻴﺰa.i. h a y z 'd e n ) : 1. y e r t u t m a , y e r a lm a . 2. e h e m m iy e t k a z a n m a . 3. fiz. h e r h a n g i b i r c is m i n b o ş l u k t a y e r a lm a s ı,
tahayyiiz-i ecsâm : c i s im le r i n b o ş l u k t a y e r a lm a s ı.
tahazzu' ( ﺗ ﺤ ﻔ ﻊa.i. h u z û ', h u d û 'd a n ) : a lç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s te r m e , ( b k z : ta h a d d u ') .
tahazzur ( ﺗ ﺨ ﻔ ﺮa.i. h ı z r v e h ı d r 'd a n ) : y e ş ille ş m e , y e ş il r e n k b a g la m a .
tahazzur -
(a.i. h â z ı r 'd a n )
: h a z ı r o lm a ,
h a z ır b u lu n m a .
1187
tahazziib t a h a z z iib
ﺗﺤﺰ ب
(a.i. h i z b 'd e n ) : h iz ip le n m e ,
z ü n ü tek ra rla m a la r.
to p la n m a , b irik m e , ( b k z : te ce m m u '), tah azzü n
ﺗﺤﺰن
(a.i. h iiz n 'd e n ) : h ü z ü n le n m e ,
ﺗ ﺤﺬر
(a.i. h a z e r 'd e n ) : s a k ın m a , k o -
ﺗ ﺨﺒﻴ ﺮ
(a.i. h a b e r 'd e n ) : h a b e r v e rm e ,
ﺗ ﺤﺒﻴﺬ
(a.i.) ؛
“h abbezâ”
(ne
gü zel)
( ﺗﺤﺠﻴﻞa.i. h a c le 'd e n ) : 1 .
g e rd eğ e k o y m a .
2 . a tla rın a y a ğ ın d a b e y a z s iğ il b u lu n m a sı,
ﺗ ﺨ ﺠﻴﻞ
ﺗ ﺨ ﺠﻴ ﻼ ت
(a.i. t a h c il'in c . ) : u ta n d ır m a -
ﺗ ﺤ ﺠﺒ ﺮ
(a.i. h a c e r 'd e n ) : 1. b ir y e re taş
şa n la m a . 3 . f ık . k im s e n in g irm e m e si İçin a r â z in in e tr â fm a ta şta n çit y a p m a ,
ﺗ ﺤﺪﻳ ﺐ
t a h d ib
tır m a ,
k a m b u r la ş tır ılm a ,
k u b b e le n d irm e ,
( ﺗﺨ ﻀﻴﺐa.i. h id a b 'd a n ). ( ﺗ ﺤ ﺪ ﻳ ﺪa.i. h a d d 'd e n .
(b k z : tah zib). c . : t a h d id â t ) :
( b k z : tahtit).
lilc.
ﺗ ﺤ ﺪﻳ ﺪا ت
(a.i.
t a h d id 'in
c .) :
S in ırla m a fla r), k ısın tıfla r]. t a h d id i
ile *ilg ili.
k a zm a .
ﻃ ﺤﺎ ن
tahhân
(a.s. v e i. t a h n 'd e n ) : ö ğ ü te n , d e-
g irm e n c i.
ﻃﺎ ﻫ ﻞ
( a .s .) : b a y a t su, b e k le y e re k b o z u l-
m u ş su.
tahille
ﺗ ﺤﻠ ﻪ
( a .i.) : y e m in d e n k u r tu lm a k İçin
tahilletii'l-kasem : y e m in k efâ reti. tahin
ﻃ ﺤﻴ ﻦ
( a .i.) : 1. ö ğ ü tü lm ü ş ta h ıl. 2. d a r ı
u n u . 3 . şekerle k a r ış t ır ıla r a k h e lva sı y a p ı-
tâhine
ﻃﺎ ﺣ ﺘ ﻪ
( a .i.c .: t a v â h i n ) : hek. ö ğ ü tü c ü
ﺗ ﺤﺪﻳﺪ ى
tahini
ﻃ ﺤﻴﺘ ﻰ
( a .s .) : t a h in h e lv a sı re n g in d e
o lan , ta h in ren gi, k o y u s a m a n ren gi.
( a .s .) : *sın ırla y ıc ı, fr. l im it a -
t if.
tâh ir
ﻃﺎ ﻫ ﺮ
(a.s. ta h â ret'd en ) : 1. tem iz, (b k z :
p â k ). 2 . ab d est v e g u slü b o z a n şey lerd en
ﺗ ﺤﺪﻳ ﻖ
(a.i. h a d e k a 'd a n ) : g ö z ü n ü a y ır -
ﺗ ﺨﺪﻳ ﺮ
(a.i. h a d e r 'd e n ) : O rtü len d irm e,
O rtü le n d irilm e , ö rtü lü b u lu n d u rm a ,
( ﺗﺨﻀﻴﺮa.i.). (b k z : tah zir). ( ﺗ ﺤ ﺪ ﻳ ﺚa.i. h u d u s'd a n . c . :
b iri b u lu n m a y a n . 3. i. erk ek ad i. 4. i. müz. T iir k
m a d a n dilckatli d ik k a tli b a k m a ,
t a h d is
(a.s.
d iş, a zı dişi, fr. molaire.
t a h d id â t
ta h d ir
ﺗ ﺨ ﻔﻴ ﻐ ﻰ
la n ö ğ ü tü lm ü ş su sa m .
t a h d id - i s in n : yaŞ' h a d d i, tek aü tlü k , e m e k li-
t a h d ir
،
v e rile n k efâret.
h u d u t tâ y in etm e, s ın ır ç iz m e , sın ırla m a ,
t a h d ik
ﺗ ﺨﻔﻴﻔﻴ ﻪ
tah fifi, tahfifiyye
t â h ıl
(a.i. h a d e b 'd e n ) : k a m b u rla ş -
k u b b e le n d irilm e .
t a h d id
(a.i. t a h f i f i n c . ) : h a fifle t m e -
tah fir ( ﺗﺤﻔﻴﺮa.i. h u fre 'd e n . c . : t a h f i r â t ) : ç u k u r
k o y m a , y ığ m a . 2 . v e t. h a y v a n i d a ğ la y ıp n i-
t a h d ib
ﺗ ﺨ ﻔﻴ ﻔﺎ
h if f e t 'd e n ) : 1 . h a fifle tm e y e âit, h a fifle tm e
lar. t a h c ir
le tilm e si, d ü şü rü lm e si. 3 . k o la y la ştırm a ,
tahfifât ت
la y la ştırm a la r.
(a.i. h a c l'd e n . c . : t a h c il â t ) : u ta n -
d ırm a . t a h c ilâ t
(a.i. h iff e t 'd e n ) : 1. h a fifle tilm e .
2 . y ü k ü n ü a za ltm a .
ler, h a fifle tilm e le r; y ü k ü n ü a z a lt m a la r ؛k o -
t a h c il - i a r û s : g e lin i, gerd eğ e k o y m a , t a h c il
(a.i. ta h d îç 'in c . ) : t ır m a la -
tah fif-i kadr-i ؟e r ' : ؟e ria tın d e ğ e rin in h a f i f
d em e[k ]. t a h c il
ﺗ ﺨ ﺪﻳ ﺸﺎ ت
m a la r ؛k u rc a la m a la r.
ta h fif -
( b k z : İh bârât). t a h b iz
(a.i. h ad eç'd en . c . : t a h d iş â t ) : tir-
tahdî ؟-i ezhân : z ih in le ri lcu rcalam a. tahdîçât
r u n m a , çek in m e . t a h b ir
ﺗﺨﺪﻳ ﺶ
tahdîş
m a la m a , tır n a k la in c itm e ؛k u r c a la m a .
k ed e rlen m e . t a h a z z iir
k ü rle b ild irm eler. 3 . H z . M u h a m m e d 'in SÖ-
m ü z iğ in d e
en
e sk i
m a k a m la r d a n
b ir i o lu p esk id en ç o k k u lla n ılm ış tır ; so n z a m a n la r d a
az
T â h ir, n e v â n m
k u lla n ılm ış
b u lu n u y o r.
in ic i şe k lin i te şk il e ttiğ i
cih e tle g ir ift b ir m a k a m d ır. N e v â g ib i ü ş t a h d is â t ) :
ş a k d ö rtlü sü n e râ st b e şlis in in ilâ v esin d en
1 . sö ylem e , a n la tm a , riv â y e t etm e. 2 . şü k ü r,
y a p ılm ış tır. U ş ş a k d ö rtlü sü ile d ü g â h “ İâ ”
te şe k k ü r ile b ild irm e . 3 . H z . P e y g a m b e r'in
p erd e sin d e k alır. G ü ç lü -d ö r t lü ile b e şlin in
s ö z ü n ü te k ra rla m a , [asil m â n â s ı : ('gö rü len
b irle ştiğ i m ü şte re k ses o la n - d ö rd ü n c ü d e-
iy iliğ i h erk ese sö y le m e ” ), t a h d is â t
ﺗﺤﺪﻳﺜﺎ ت
(a.i. ta h d is 'in c . ) : 1. sö yle m e -
ler, a n la tm a la r,
1188
r iv â y e t etm eler. 2 . teşek-
rece n e v â "r e ” p erd esid ir. D o n a n ım ın a “ s i” k o m a b e m o lü ile “ fa” b a k ıy y e d iy e z i k o n u lu r (ilk i u ş ş a k d ö rtlü sü , İk in c isi de râ st
tahkimât b e ş lis i iç in d ir ) . D iz is in d e n is e b - i ş e r if e d e n
ta h in e
ﻻي
(a.i. h a y y 'd e n . c. t a h i y y â t ) : 1. "A l-
8 t â n e b u l u n m a k l a m i il â y im d ir . E k s e r iy â
la h ö m ü r v e r s in ! '’ d e m e . 2. s e lâ m v e rm e )
t i z d u r a ğ ı o la n m u h a y y e r " İ â ” p e r d e s i n d e n
h a y ı r d u â e tm e . 3. m ü l k , m â l ik i y y e t.
b a ş la y ıp in i c i o l a r a k s e y r e d e r. O r t a s e k iz li s i n d e k i s e s le r i - t iz d e n p e s t e d o g r u o lm a lc ü z e r e - ş ö y l e d ir : m u h a y y e r , g e r d â n iy e , e v iç , h ü s e y n i, n ev â, ç â rg â h , seg âh , d ü g â h .
tahiyyetü'l-mescid: s a b a h , ö ğ le , i k i n d i n a m a z l a r m d a n e v v e l m e s c id e g i r i n c e h e n ü z n a m a z v a k t i g ir m e m iş s e o t u r m a d a n s e v a p n iy e tiy le k l i m a n ik i r e k 'a t n a m a z ,
tâhir-i kebir : miiz. T ü r k m i iz i g in i n e n
tahkik ( ﺗ ﺤ ﻴ ﻖa.i. h a k lc 'd a n . c . : t a h k i k a t ) :
a z i k i a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
1. d o g r u o lu p o l m a d ı ğ ı n ı a r a ş t ı r m a . 2 . d o g -
z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,
r u o lu p o lm a d ı ğ ı n ı m e y d a n a ؟i k a r m a . 3. s.
tâhir-i sagir: müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z ik i
a s ırlık b ir
m ü re k k e p
m akam ı
o lu p
z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,
d o g r u , g e rç e k .
tahkika -
( " k ” la r k a im v e u z u n o k u n u r,
a.f.) : g e r ç e k te n , ( b k z : h a k i k a t e n , s a h i h e n ,
tâhirii's-sırr : tas. C e n â b -1 H a k 'd a n b i r İ â h z e
ta h k i k a n ) .
tahkikan ( ﺗﺤﻘﻴﻘﺎﺀa.zf.) : gerçekten, (bkz : haki-
g a f il o lm a y a n k im s e .
tâhirü's-sırr ve'l-alâniyye: tas. İÇİ d ış ı te m iz k im s e ؛h e m h a k k in , h e m d e h a lk ın h a k l a r ı n a t a m â m ı y l a r i â y e t k â r o la n k im s e ,
tâhirü'z-zâhir: tas. d ış ı t e m i z ؛C e n â b -1
k a te n , s a h ih e n ) .
tahkikat " ( ﺗ ﺤﻘﺔ— ا تk a ” u z u n o k u n u r , a.i. ta h l c i k 'i n c.) : a r a ş t ı r m a l a r , s o r u ş t u r m a l a r ,
tahkikat-ı evveliyye : ö n s o r u ş t u r m a , tahkikat-ı ibtidâiyye : huk. i l k s o r u ş t u r m a .
H a lc k 'm m a â s id e n k o r u d u ğ u k im s e ,
tâhire ( ﻃﺎ ﻫ ﺮ هa.s. t a h â r e t 'd e n ) : 1. [ " t â h i r ” in m iie n .] . ( b k z : tâ h i r ) . 2. i. k a d m a d i.
tahkiki, tahkikiyye ﺗ ﺤ ﻘ ﻴ ﻘ ﻴ ﻪ، ( ﺗ ﺤ ﻘ ﻴ ﻘ ﻰa.s.
tahiri ( ﻃﺎﻫﺮىa . i . ) : g. s. g ü z e l s a n a t l a r d a k u ll a -
tahkim ( ﺗ ﺤ ﻜ ﻴ ﻢa.i. h ü k m 'd e n . c . : t a h k i m â t ) :
m l a n b i r k â ğ ı t c in s i, [te z h ip , k a t, m i n y a t ü r
1. h a k e m tâ y i n e tm e [ b ir d â v â İç in -]. 2 . sa g -
v.b.].
l a m l a ş t ı r m a , b e r k i tm e ,
tâhir-pûseük ( ﻃ ﺎ ﻫ ﺮ ﺑ و ﺳ ﻪ ﻟ ﻚa.f.b .i.): müz.
h a k k 'd e n ) : ta h k ilc a t, a r a ş t ı r m a ile * ilg ili,
tahkim bi'1-mekân : huk. [e s k id e n ] b â z ı
m akam -
h â d is e le r h a k k ı n d a v u k û b u l d u ğ u m e k â n ı n
d ır . T a h m i n e n i k i a s ı r e v v e l t e r k ib e d i lm iş ,
m e d â r - ı h ü k ü m a d d e d ilm e s i: [b u , h u k u k -1
T ü rk
m ü z i ğ in d e
b ir
m ü r e lc k e p
s a f v e r e b î î b i r m a k a m d ı r . O ld u k ç a r a g b e t e d il m i ş t ir , i s m i n d e n d e a n la ş ıl a c a ğ ı ü z e r e , t â h i r m a k a m ı n a b i r p û s e l i k b e ş lis i v e y â t a m
ş e r 'iy e c e b i r a s ild ir].
tahkim-i delâleti'1-hâl : huk. [e s k id e n ] b â z ı h u s u s l a r d a h â l i n h a k e m i t t i h â z e d ilm e s i,
d iz is i ilâ v e s in d e n t e r e k k ü p e d e r. B u d iz i ile
[ b u h ıı k u k - ı is lâ m iy e c e m û t e b e r b i r a s il-
d ü g â h " İ â ” p e r d e s in d e k a lır . G ü ç lü le r b i-
d ır].
r i n c i d e re c e d e - T â h i r 'i n g ü ç lü s ü o la n - n e v â " r e ”, ik i n c i p e r d e d e d e - p û s e l i k 'i n g ü ç lü s ü o la n - h ü s e y n i " m i ” p e r d e l e r i d ir . D o n a m -
tahkim-i h â l : huk. [e s k id e n ] h â l- i h â z ı r ı hakem
k ılm a k
d e m e k tir
k i,
is ti s h a p
k a b i l i n d e n d i r . [ b ir d e ğ i r m e n i n k i r â m ü d -
m m a T â h i r 'i n " s i” k o m a b e m o l ü ile " f â ” b a -
d e ti
k ıy y e d iy e z i k o n u l u r ؛p û s e l i k İç in si b e k a r ,
İc â r e e s n â s ı n d a s u y u n İ n l c ıt â ın d a n d o la y ı
" s o l” b a k ıy y e d iy e z i k u l l a n ı l ı r , i n i c i o l a r a k
0
b ittik te n
m ü d d e tin
so n ra ü c re tte n
m i is te 'c ir - m ü d d e t - i te n z ilin i ta le b e d e -
s e y r e d e r. III. S e lim 'in t e r k i b e t m i ş o l d u g u
r e k m û c i r ile a r a l a r ı n d a i h t i l â f v â k i o lu r.
n e v â p û s e l ik m a k a m ı , t â h i r - p û s e ü k 'i n Ç1-
B e y y in e d a h i o lm a d ığ ı v e i h t i l â f l a r ı İ n k ı -
k ıc ı ş e k l i d i r v e a r a l a r ı n d a b a ş k a c a b i r f a r k
t a k e y f i y e ti n d e o l d u g u t a k d i r d e h â l - i h â z ı r
y o k tu r .
t a h k i m o lu n u r . Y â n î h a k e m k ı l ı n ı r . E g e r
tahiyyât ﺳ ﺎ ت١(تa.i. h a y y 'd e n ) : " A lla h ö m ü r le r
v e r s in ! ”
d u â la r .
d e m e le r؛
2. n a m a z ı n
" e t t e h i y y â ti i” d u â s ı.
s e lâ m la r ,
k a 'd e le r in d e
h a y ır o lc u n a n
v a k t - i d â v â v e h u s û m e t t e s u a k ıy o r s a , sö z y e m i n ile b e r â b e r m iis te 'c ir in o lu r],
tahkimât ت٠( ﺗ ﺤﻜﻴﻢa.i. t a h k i m 'i ı r c . ) : ask. b i r y e ri d ü ş m a n ın
h ü c û m u n a k a r ş ı s a g la m -
1189
٠ahkîm-nâme İ a ş t ı r m a v e y â d ü ş m a n s a l d ı r m a s ı n a k a ı'ş ı s a ğ l a m l a ş t ı r ı l m ı ş y er.
tahkim-nâme ( ﺗ ﺣ ﻜ ﻴ ﻣ ﻧ ﺎ ﻣﻪa .f .b .i.) : fık. m e v c u t b i r İ h t i l â f ı n h a ll i İç in t a r a f l a r ı n y a p t ı k l a r ı y a z ılı m u k a v e le .
tahkir ( ﺗ ﺤﻌ ﺮa . i .c .: t a h k i r â t ) : 1. h a k a r e t e tm e . 2 . h o r g ö r m e , k ü ç ü k g ö rm e .
tahkir-âmiz ﴽﻣﻠﺰ٠( ﺗ ﺤﻘﻢa.f.b .s.) : h a k a r e t l e k a r ı ş ık . ( b l e z : m u h a k k i r - â n e ) .
tahkirât ( ﺗ ﺤﻔ ﺮا تa.i. t a h k i r 'i n c . ) : h a k a r e t e tm e le r, h o r g ö rm e le r , k ü ç ü k g ö rm e le r .
tahkiye ( ﺗ ﺤ ﻜ ﻴ ﻪo .i. h i k â y e 'd e n ) : h ik â y e e tm e , a n la tm a .
tahli'( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﻊa.i. h a l 'd e n ) : s ö k ü p ç ık a r m a ; k o tahliât ( ﺗ ﺨﻠ ﻌﺎ تa . i . ) : h i l 'a t g iy d ir ilm iş le r . tahlid ( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﺪa.i. İ ı u l d 'd e n ) : d â i m î o l a r a k
tahlilât ت-
(a.i. t a h l i l 'i n
c.) : ta h l il le r ,
a ira liz le r.
tahlili, tahliliyye -
،
ذﺣﻴﻠﻰ٠(a.s. h a l l 'd e n )
ta lr lile â it, t a h l i l ile * ilg ili,
:
fr. analytique,
tahlim ( ﺗ ﺤ ﻠ ﻴ ﻢa.i. h il m 'd e n ) : h a l i m l e ş t i r m e , s a k i n l e ş t i r m e , ( b k z : te s k in ) .
tahlis -
(a.i. h a l â s 'd a n ) : k u r t a r m a , k u r -
ta rilm a .
tahlis-i giribân : y a k a y ı k u r t a r m a , k u r t u l tahlisiye ه٠( ﺗ ﺨﻠﻴﻊa.i.) : c a n k u r t a r a n . Vesâit-İ tahlisiyye : c a n k u r t a r a n v â s ı ta l a r ı. tahlit -
o tu r tm a , o tu r tu lm a .
tahlif ( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﻒa.i. h a l e f d e n ) : b i r i n i k e n d i y e -
(a.i. h a l t 'd a n .
c. : t a h l i t â t ) : 1. k a r ı ş -
t i r m a , k a r ı ş t ı r ı l m a . 2. b i r ş e y in , h a li s l iğ i n i g id e r e c e k ş e k ild e , İç in e b a ş k a ş e y le r k a r ı ş -
r i n e b ır a k ın 'a .
tahlif ( ﺗﺤﻠﻴﻒa.i. h a l f d e n . c . : t a h l i f â t ) : y e m i n e t t i r m e , y e m i n v e r m e , a n d iç m e , İç il'ilm e .
Resm-İ tahlif: a n d iç m e m e r â s i m i (* tö re -
t i r m a . 3. b o z m a .
tahlitât ت-
(a.i. t a h l i t 'i n c.) : 1. k a r ı ş t ı r m a -
la r, k a r ı ş t ı r ı l m a l a r . 2. b i r ş e y in , lr â lis lig in i g id e r e c e k ş e k ild e , İç in e b a ş k a ş e y le r k a r ı ş -
n i).
tahlif-i şühûd : hulc. ş â h i d le r e y e m i n e tt ir [ b i ld i ğ in i o l d u g u
g ib i s ö y le y e c e ğ in e
tahlifât ت-
t ı r m a l a r . 3 ٠b o z m a l a r .
tahliye -
(a.i. t a h l i f i n c . ) : y e m i n e t t i r -
m e le r, a n d iç i r m e le r , iç ir ilm e le r .
tahlik ق٠ ( ﺗﺤﻞa . i . ) : t ı r a ş e tm e , t ı r a ş e d il m e . tahlil (' ﺗ ﺨ ﻴ ﻞa.i. h a l l 'd e n ) : e k ş itm e , s irk e le ş tahlil ( ﺗ ﺤ ﻠ ﻴ ﻞa.i. h a l l 'd e n . c . : t a h l i l â t ) : 1. m ü r e k k e p bil. c is m i t e t k i k e t m e k İç in e s a s u n s u r l a r a a y ır m a , * ç ö z ü m le m e .
İç in e , h a s s a s ım v e y â k o k u s u n u d e ğ i ş t i r m e k İç in , şe k e r, b a l l â r a t v e b e n z e r i g ib i ş e y le r k a tm a .
tahliye ﺧ ﺐ٠ (a.i. h a la ', h a l v e t v e h -a lv 'd e n ) : 1. b o ş a l t m a ,
tiı'm e .
2. kim. a n a -
liz .
tahlil-i asli : lcim. * asal a n a li z , fr. analyse immediate. tahlil-i elektriki: fiz. e le k tr o liz . tahlil-i hacmi : kim. * h a c im s a l a n a li z , fr. analyse volumetrique. tahlil-i hurde-bini: m ik i- o s k o p la ta lilil. tahlil-i kemmi: kim. * n ic e l a n a li z , fr. analys e quantitative. tahlil-i keyfi : kim. * n ite l a n a li z , fr. analyse qualitative. tahlil-i rû h î : psik. p s i k a n a li z .
1. s ü s le m e , d o n a t2. kim. b i r m a d d e
(a.i. h a ly 'd e n ) :
m a , b e z e m e , d o n a tılm a .
d â iı'-].
1190
tahlil-i vezni : kim. * t a r tı l a n a liz ) fr. analyse gravimétrique, analyse pondérale.
m a.
p a rm a .
me
tahlîl-i unsuri : kim. * e le m a n te r a n a li z , fr. analyse élémentaire.
b o ş a l tı lm a ,
boş
b ıra k m a .
2 . s e r b e s t b ı r a k m a , s a lıv e r m e .
tahliye-i derûn : M e l â m î ü k 't e g ö n ü ll e r d e y a l n ı z A lla h a d ı n d a n b a ş k a b i r ş e y b ır a k m am a.
tahliye-i sebil : b i r s u ç lu y u s a lıv e r m e . tahmid -
(a.i. h a m d 'd e n . c. : t a h m i d â t ) :
h a m d e tm e , e lh a m d ü lilla h d e m e , ş ü k re tm e .
tahmidât ا ت-
(a.i. t a l r m i d 'i n c.) : h a m d e t -
m e le r, ş U k re tm e le r.
t a h m i l e - (a.i. h u m k 'd a n . c. : t a h m i k a t ) : " a h m a k ” d e m e , " a h m a k ” o l d u ğ u n u s ö y le m e.
tahmikat ﻻ ت٠ " ( ﺗﺤﻢk a ” u z u n o le u n u r . a.i. t a h m i k 'i n c.) : “a l i m a k ” d e m e le r, " a h m a k ” o l d u ğ u n u sö y le m e le r.
tahrîk- ؛sevda
tahmil -
(a.i. ham l'den. c . : ta h m ilâ t):
1. yüklem e, yükletm e, yükletilm e. 2 ٠bir İŞİ, b irin in üzerine bırakm a, rakm a. me.
(a.i. hanek'den) : boğm a, (bkz :
tahnit -
(a.i.) : 1. ölüyü, bozulm am ası İ ؟in
m uayyen form ül dâhilinde İlâçlama. 2. [bir (a.i. ta h m ilin c.) : yü klem e-
ﲢﻤ ﻼ ﺕ
tahmim -
(a .i.): h ü m m â verm ek, (bkz :
n in i buhurla tütsülem e" dir].
tahnit-i meyyit : ölünün - ر
hüm m â).
tahmin -
(a.i. ham n'den. c . : ta h m in â t):
aşağı yulcarı bir fik ir söyleme. ﺕ
cismi] d ayanık lığın ı artırm ak İ ؟in İlâçlama,
fr. imprégner, [asil m ânâsı : “ ölünün kefe-
ler, yükletm eler, yükletilm eler.
-
(a.i. tahm in'in c . ) : tahm in-
tahminen -
(a .zf.): aşağı yu k arı, (bkz :
tahmini, tahminiyye -
، -
(a. s . ) :
tahm ine âit, tahm inle ilgili, aşağı yu k a rı hesaplanan. K ıy m e t-İ tahm iniyye : aşağı yu k a rı hesaplanan değeri [bir şeyin]. (a.i. ham r'den. c . : ta h m irâ t):
1. yu gu rm a ,
tahrib
ﺏ
(a.i. harâb'dan. c. : tahribat) :
. ﺗ ﺮ
Tahrîb-İ Harâbât : N a m ık K em al'in, Z iy a Paça'nın H arâbât adil eserine karşı tenkit-
takriben).
tahmir -
tahniyye (a.i.) : 1. tahn'a âit, tahm la ilgili. 2. i. öğütm e ücreti. harâbetm e, edilme, yılcıp bozm a.
ler. (bkz.: hadsiyyât).
yu ğu ru lm a.
2 . m ayalan dırıl-
ma.
lerini ihtiva eden eseri, (bkz : Tâkib).
tahribat
ﺧ ﺮ ﻳ ﺞ—ا ت٠
(a.i.
tahrib 'in
c.) :
harâbetmeler, yık ıp bozm alar,
tahrib-kâr
(a.f.b.s.) : yıkıcı,
tahric ( ددري—جa.i. hurûc'dan. c. : tahricât) : 1. çıkartm a.
2 . diplom a
verm e.
3. H z.
P e yg am b erin sözünü ilk rivâyet edeni or-
tahmir -
(a.i. him âr'dan. c . : ta h m irâ t): ﺕ١-
taya çıkarm a.
tahriciyye
eşek deme [birine-].
tahmirât
tahnik İhmâk).
tahmil-i zahm et: z o r b ir İŞİ b irin e y ü k le t -
tahminât
(a.i.) : kim. hum uzlandirm a,
oksitleme.
tahn ﻟ ﺣ ن٠ (a.i.) : Öğütme, öğ'ütülme.
tahmil-i m innet : birini m innet altında bı-
tahmilât
tahmîz -
(a.i. tahm ir'in c . ) : eşek de-
ﺧ ﺮ ﻻ ﻱ ﺀ٠ (a.i.) : H icaz'd a ulaşım İş-
lerinde kullanılan, katil-, deve ve benzeri h ayvan lar İçin m uayyen bir nispette alınan
meler.
tahmirât ت١ص
(a.i. tahm ir'in c . ) : 1. y u g u r-
vergi.
2 . m ayalandırılm a-
tahrif ﺿ ﻒ٠ (a.i. h arefd en ) : genç bir adam a
(a.i. hum s'dan. c . : ta h m isâ t):
tahrif ( ﺗﺤﺮي— فa.i. h a r f den. c. : tahrifat) ؛
1. bir şeyi beş, kat veyâ beş köşeli yapm a.
1. h arflerin in yerini değiştirm e, bozm a, ka-
m alar,
yu ğu ru lm alar.
b u n ak lık isnâdetme.
lar.
tahmis -
2. ed. bir şi'rin her b eytin in üstüne üçer
lem oynatm a, değiştirme. 2. bir ibârenin
m ısrâ katarak her beyti beşer m ısrâa Ç1-
m ân âsın ı değiştirme.
karm a, (bkz : teştîr). Mutarref tahmis, ed. tahm is edilen gazelin her beytin in birinci ve ikinci m ısra'ları arasına üçer m ısrâ İlâve etm ek sûretiyle vü cû d a getirilen nazım .
tahmis -
(a.i. h am s'd e n ): 1. ateşte kızd ı-
rıp kavu rm a. 2. kahve kavrulan yer; kahve kavrulup satılan yer.
tahmis -
yer. ( b k z : tahm is)؛.
ﲢ ﺮ ﳞﺎ ﺕ
(a.i. ta h r ifin c) : bozm alar,
değiştirmeler, kalem oynatm alar,
tahrik
(a.i.) : 1. yırtm a, yırtılm a. 2. yar-
m a, yarılm a.
tahrik ﺉ.( ' ﻡa.i. hark'den) 1 ؛. çok yak m a, y aklim a. 2. susatma, susatılma,
tah rik ﻙ
(a .i.): döğülm üş kahve satılan
ﺩ. ( ﲢ ﻞa.i. hareket'den.
c. : tahrikât) :
1. kım ıldatm a, kım ıldatılm a, oynatm a,
tahrik-i sevda : sevdâ u yandırm a, işletme.
tahmisât ( ﺗﺨﻤﻴ ﺲ — ا تa .i.ta h m is 'in c .): tahm isler.
tahmis-hâne ﻻ-
tahrifat
2. kışkırtm a,
azdırm a.
3. yola
çıkarına.
4. uyan d ırm a. 5 ٠ a. gr. m eczum (cezimli) (a.f.b.i.): kahvenin
kavrulup düğülerde satıldığı yer.
bir h arfi hareke'ile okum a : "ilm " kelim esini "ilim '' okum a., gibi.
1191
tahrîk-âmîz
tahrîk-âmîz 8 ة( ﺻ ﺪ ا آ ﺳ ﺰ.£ ط.) :kışkırtıcı, tahrikât ( ﺗ ﺤ ﺮ ﻛﺎ تa.i. tah rik 'in c . ) : kışkırtm a, [müfret (te k il) gibi kullanılır).
( ز ر صa.i. hırs'dan. c . : ta h rîsâ t): h ırs-
landırm a, hırslandırılm a, ta h rîsâ t
tahrim ل٠( ﺗﺤﺮيa.i. h ırm ân'dan. c . : ta h rim â t) : h aram klim a, kılınm a. klim alar, kılınm alar.
ﺑﺶ.( ﺗﺨﺮa .i.c .: ta h rîşâ t): tırm alam a, tir-
m alanm a. 2. yakıp kaşındırm a, azdırm a, ta h rîşâ t
tahrime ٠—( ﺗﺤﺮ؛ مa.i.) : nam aza başlarken "A llahii Ek ber" sözüyle iki elinin baş parm akların ı ku lak mem elerine d oğru kaldırarak tekbir alm a.
ا ت٠( ﺗ ﺤ ﺮﻳ ﻢa.i. tahris'in c . ) : hırslandır-
malar, hırslandırılm alar. ta h rîş
tahrimât J i —H / Ü (a.i. tahrim 'in c . ) : haram
( ﺗ ﺨ ﺮ ﻳ ﺜ ﺎ تa.i. tahrîç'in c . ) : 1. tırm a-
lam alar, tırm alanm alar. 2 . yakıp kaşındırmalar, azdırm alar.
tahrîz ( ﺗﺤﻮﻳﺾa.i. hırz'dan. c . : ta h rîz â t): kışkırtm a, kışkırtılm a, (bkz : tergib, teşvîk).
tahrimi, tahrimiyye ﺗﺤﺮﻳﻤﻴﻪ، ( ﺗ ﺤ ﺮ ﻳ ﻤ ﻰa. s . ) : harâm a âit, liaram la ilgili. Kerâhet-İ tahrim iyye : harâm a y a k m olan kerâhet [at eti yem ek gibi).
tahrîzât ذﺣﺮﻷﻏﺎت٠(a.i. tahrîz'în c . ) : kışkırtm alar. tah sil -
(a.i. h ıısû l'd e n ): 1. hâsıl etme,
edilme, ele geçm e, geçirilm e. 2. vergi yeyâ
tahrir j i / ü (a.i.) 1 ؛. yazm a, yazılm a,
irat toplama. 3. ilim Ogrenme.
tahrir-ibeyyine : huk. yazılı iptal *belgeleri, tahrir hey'eti : y azı *kurulu. 2 ٠ ed. kom pozisyon. 3. kitap yazm a. 4 . kaydetme,
tahrir-i em lâk : em lâk kaydı. 5. hür etme, azâdetme.
ta h sîl-î i b t îd â î : *ilkoğrenim . ta h silât
ت-
6.
sayım ,
tahrir-i nüfûs : nüfus sayım ı, tah rirli : g. s. kontur çizgileri belirtilm iş
(a.i. tahsil'in c . ) : halktan
vergi ve rüsum alım ı; para alım ı, ta h s îl-d â r halktan
tahrir-i rakabe : köle azâdetme.
ار-
(a.f.b .i.c.: ta h sîl-d â râ n ):
vergi
ve
vâridâtı
tahrirât ( ﺗﺤﺮﻳﺮاتa.i. tahrir'in c.) ؛bir dâirece yazılan resm i m ektupflar). [kelime, m iifret gibi kullanılır).
tahsil
eden
m em ur.
tahsîl-dârân ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻴ ﻠ ﺪ ا ر ا نa.hb.i. tahsîldâr'ın c . ) : tahsildarlar.
tahsili, tahsîliyye ﺗ ﺤ ﻤ ﻴﻠ ﻪ، -
süsleme m otifi.
(a. i . ) : tah-
sil ile, vergi veyâ irat ile .ilgili, ta h s ilim e
( ﺗ ﺤ ﻌ ﻴ ﻠ ﻴ ﻪa .i.): tahsildarlık hakki,
tahsildarlık yüzdesi, topladıkları paradan
tahrîrât-1 sâniye : tar. sadrazam tarafından, İstanbul dışında bulunan resm i m akam larla yapılan yazışm a.
tahrîrât-1 umûmiyye : eski İdâre h u ku ku nda “ tâm îm = genelge'' m ânâsınadır.
tahrîrât-ı vârîde ؛gelen m ektuplar, tezkereler.
tahsildarlara verilen hisse,
tahsîn ص
riyle m eşgul olan kalem. (a .zf.): y azı ile, yazm ak
(a.i. hüsn'den. c . : ta h sîn â t):
1. güzel bulup takdir etme, beğenip alkışlama. 2. güzelleştirm e, güzel klim a,
tahsin-ilâfz: lâfzı, sözü güzelleştirm e. 3. erkek adi.
tahsin -
tahrirât kalem i : resm i dâirelerde yazı İşletahriren د را.ﺳ ﺮ
ta h rîs
(a.i. h is n 'd a n ): kale gibi sağlam -
İaştırma. (bkz : tahkim , takviye, teşyîd).
tahsinât ( ﺗ ﺤ ﺴ ﻴ ﺎ تa.i. tahsin'in c . ) : 1. beğenmeler, alkışlam alar. 2. güzelleştirmeler, güzel klim alar.
sûretiyle.
ﺗﺤﺮﻳﺮ؛د، ( ﺗ ﺤﺮ؛ ر ىa .s .): yazı
tahsin-hân ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻴ ﻦ ﺧﻮانa.f.b.s.): beğenip al-
ile, yazı ile ilgili, im tih â n -1 t a h r i r i : yazılı
kışlayan, aferin diyen, (b k z : âferîn-hân,
yoklam a. H ey'et-İ t a h r i r i c e m i i d i r i : (ga-
şâbâş-hân).
ta h r ir i, t a h r i r i c e
zetelerde) y azı İşleri m üdürü, ta h r ir i im t ih â n : yazılı *smav.
tahris ( ﺗ ﺨ ﺮ ﻳ ﺲa .i.): İçinde bir şey saklanılan nesne; anbar.
1192
tahsîn-hânî ذى١ ﺧﻮ-
(a.f.b.i.): alkışlayıcı-
ilk, aferin deyicilik.
tahsin-kerde ﻛﺮده-
(a.f.b.s.): beğenilm iş,
(b k z : m akbûl, mergub).
t٥h١e'z-zemîn tahsin-nâm e ( ﺗﺤ ﺴﻴﻦ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): takdirnâm e, beğeni kâğıdı.
tahsir ( ﺗ ﺤ ﺒ ﺮa.i. h asret'd en ): hasret bırakm a, bırakılm a, hasret etme, edilme.
tahsir -
(a.i. h a sâ r'd a n ): zarara uğratm a.
tahsis ( ﺗ ﺨ ﺼ ﻴ ﺺa.i. husûs'dan. c . : ta h sisât):
taht
( ﺗ ﺤ ﺖa.i.) : 1. alt,
m
zıddı]. 2. s. elde,
a ş a ğ ı.
(bkz : zîr) : [“fevk"
taht-ı beşerevi : anat. üstderi altı, taht-ı edim m e-i dâh ilim e : anat. i ؟d e r i
altı. taht-ı esâret : esâret altı,
1. bir şeyi birine veyâ bir yere m ahsus klim a,
taht-ı fâsıla : bot. * a ltfa m ily a .
ayırm a. Be-tahsis. (b k z : b i' 1-hâssa). Bi't_
taht-ı m edâr : cogr. .a s t r o p i k a ) fr. subtropique.
ta h s is : m ahsus, ayrıca, ayırarak. 2 . [aylık] bağlam a.
tahsisât ( ﺗ ﺨ ﺼ ﻴ ﺼﺎ تo.i. tahsis'in c . ) : 1. sosy.
taht-ı m e d â rî: cogr. .a s t r o p i k a l , fr. subtropicaj.
*ödenek. 2 . bir dâire veyâ bir kim se İçin ay-
t a h t - ı m ü m â s : g e o . . t e g e t a ltı, f r . s o ı ı s - t a n -
r ılm ış para.
tahsîsât-ı mestûre : *örtülü ödenek, devletin,
g e n te .
m âlî form alitelere tâbî tutm aksızm gizli
taht-ı mütezât : mant. * a ltk a r ş ıt, fr. subcontraire.
siyâsî İşler İçin bütçede tahsis ettiği para,
taht-ı m üzâkere : k o n u ş u l m a k t a o la n ,
tahsisât kabilinden v a k f: ku ru m ülkiyet. H azîneye ait bir m ü lk toprağın faydaların m H azîneden alacaklı olan kişiye bırakılması.
tahsisen ( ﺗ ﺨ ﺼﻴ ﺼﻤﺎa .zf.): tahsis sûretiyle; hele, en çok.
tahşîd ( ﺗ ﺤ ﺸﻴﺪa.i. haşed'den c . : ta h şîd ât): yığma, biriktirm e, toplam a [en çok asker hakkm d a kullanılır].
tahşîdât ( ﺗ ﺤ ﺸﻴﺪا تa.i. tahşîd'in c . ) : yığm alar, biriktirmeler,' toplam alar [asker hakkında].
tahşîm ل٠( ﺗﺤ ﺶa.i. h ışm 'd a n ): gazaplandırm a, öflcelendirme.
tahşiye ( ﺗ ﺤ ﺸ ﻴ ﻪa.i. h a şy 'd e n ): hâşiye yazm a, yazılm a, ( b k z : der-kenâr).
tahşiye ( ﺗ ﺨ ﺸ ﻴ ﻪa.i. h aşy e t'd en ): ürperm e, iirpertilme.
taht ( ﺗ ﺨ ﺖf.i.): 1. h üküm darların oturduğu b ü yü k koltuk. 2. hüküm darlık m akam ı,
taht-ı âc (fildişi ta h t ) : gün, gündüz; beyaz şey•
taht-ı abnûsî (abanoz ta h t ): gece, taht-ı fîrûze (fîrûze ta h t ) : gökyüzü, taht-ı hüm âyûn : pâdişâh tahtı, taht-ı M uh am m ed: Â y în -i C em töreninde kullanılan, üstü m um larla süslü basam aklar.
taht-ı nerd (tavla ta h ta sı): tavla tahtası, taht-ı S ü le y m â n î : Süleym an Peygam berin havada uçtu ğu n a inanılan tahtı.
taht-ı nâzım : anat. . n o r m a l a l t ı , fr. sousnormale. taht-ı râhe : anat. a v u ؟İç in d e , k ü ç ü k p a r m a g m a l t ı n d a b u l u n a n ç ık ı n t ı ,
taht-ı revân : d ö r t k iş i v e e k s e r iy â i k i k a t ı r t a r a f ı n d a n t a ş m a n n a k i l v â s ıta s ı,
taht-ı s ın ıf: bot. a lts ın ıf , taht-ı şûbe : alt ş û b e .
( ﺗ ﺎ ﺧ ﺖf.i.) : y a ğ m a , ç a p u l, s o y g u n , ta l a n . (bkz : garet, târâc, târât). tahtânîj tahtâniyye ﺗﺤﺘﺎ ﻧﻴﻪ، ( ﺗﺤﺘﺎﻧﻰa.s.) : 1. altta olan, alttaki. Dâire-İ tahtâniyye : alt, alttaki dâire. 2. noktası altta olan [harf], tahtâni fevkâni : altlı üstlü, tahte ( “ﺧﺘﻪf.i.) : tahta,
tâht
tahte ( ﺗ ﺤ ﺖa.zf.) : alt, altta, altında, t â h t e ^ ü (f.s.) : yağmalanmış, talanlanmış. tahte'l-arz( ﺗ ﺤ ﺖ اﻻرضa.b.i.) : cogr. yeraltı, ta h te l-b a h r ^ ' ( ﺗ ﺤ ﺖa.b.i.) : den. "denizin altı” : denizaltı gemisi. tahte'1-cüd ( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟ ﺠﻠﺪa.b.i.) ؛biy. derialtı, tahte'l-hıfz ( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﺤﻔﻆa.zf.) : muhâfaza altmda. (bkz : mahfûzen). taht'el-kamer ( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﻘﺒﺮa.it.) : astr. ayalti. tahte-pûş ( ﺗﺨﺘﻪ ر شf.b.i.) : taraça, tahtaboş, tahte’s-serâ ( ﺗ ﺤ ﺖ ا ىa.b.i.) : toprak altı, tahte'ş-şuûr ( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟ ﺸ ﻌ ﻮ رa.b.i.) : şuur altı, altşuur, fr. subconscience, tahte'z-zemin ( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﺰ سa.b.i.) : cogr. toprak altı, (bkz : tahte's-serâ).
1,93
taht-gâh m unda bırakm a, istediğini seçm eyi teklif
( ﺗ ﺨﺘﻜﺎهf.b .i.): 1. taht y eri.'2 . başşehir,
ta h t-g â h
etme.
(b k z : dâı٠ü's-saltana). ta h t-g â h -î s a lt a n a t : saltanat tahtının bu-
ameliyat, operasyon yapm a,
( ﺗ ﺨﺘﻜﻪf.b.i.). (bkz : taht-gâh). ( ﺗﺨﻄﺌﻪa.i. h a tâ 'd a n ): yan lışın ı çıkarm a,
ta h zib
( ﺗ ﺨ ﺘ ﻴ ﻢa.i. h atm 'd e n ): m ühür basm a,
ta h zib
ta h t-geh ta h tle ta h tîm
( ﺗ ﺨ ﻄﻴ ﻂa.i. h a tt'd a n ): 1. çizm e, çizilm e,
çizgi ile belli etme. 2 . çizgi, ta h tît-î a r â z î : topografya, ta h t-n îşîn
ta h z lb -i lih ye : sakal boyam a,
su değirm eni, (bkz : âsyâb).
ta h z in
âsyâb). 2 . en b ü yü k azı dişi, ta h û r
ma.
ta h û re ta h v îf
lar, korkuya düşürmeler,
( ﺗﺨﻮﻳﻐﺄa.zf.) : korkutarak,
( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻞa.i. h a v l'd e n ): 1. değiştirm e,
değiştirilm e, çevirm e, döndürm e. 2. ( c .: tahvilât) ؛boı'ç senedi; aksiyon, ta h v îl-î d ü y û n : boı٠ç değiştirm e, ta h v ilâ t
( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻼ تa.i. t a h v il nin c . ) : borç se-
ııetleı'i; aksiyonlar. ta h v îl-d â r
( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻠ ﺪ ا رa.fb.s. h a v l'd e n ): tahvil
sâhibi. ta h v in
( ﺗ ﺨ ﻮ ﻳ ﻦa .i.c .: ta h v in â t): birisine lıâin
kilm e. derli klim a, kılınm a. (a.i. h ayâld e n , c . : ta h y ilâ t):
akla, fikre getirm e, getirilme,
ﺗ ﺨﻴﻴ ﻼ ت
(a.i. tah yil'in c . ) : akla, fikre
getirmeler, getirilmeler,
ﺗ ﺨﻴ ﺠ ﺮ
(a.i. hayr'den. c . : ta h y îrâ t): bi-
rini, iki şey arasından birini seçm ek duru-
1194
( ﺗ ﺤ ﻀ ﺠ ﺾa.i.): rağbet ettirm e, isteklen-
dirme. (b k z : tahrik, teşvîk).
( ﺗ ﺎ ﺋ ﻰa .s.): t harfine mensup, t ile ilgili.
tâ î
M a sd a r-I t â î : sonunda t bulunan m asdar : sahâvet, sefâhet... gibi. Tâî
ﻓﻰ1( طa.h .i.): T a y y kabilesinden olan, T a yy
kabilesine âit, onunla ilgili,
( ﺗﺎﺋ ﺐa.s. te vb e 'd e n ): 1. tövbe eden.(bkz :
tâîb
tevbe-kâr). 2 . i. erkek adi. 3. X V I II . asırda. Lâle D evri'nde şâirlerin reisi sayılan şâir, tâîbe t â if
ﺗﺎ ب
(a.s. tevb e'd en ): f"tâ ib " in müen.].
( ﻃﺎﺋﻒa.s. t a v â f d a n ) : 1. tavâfed en , etrâfını
kınında bir şehir. tâîfe
( ﺗ ﺨ ﻴ ﻴ ﺐa.i. h iy b e t'd e n ): m ahru m , ke-
ta h y ilâ t
ta h z îz
dolaşan, dönen. 2. A rabistan 'd a M ekke ya-
( ﺗ ﺤﻮﻳ ﻂa.i. h a v t'd a n ): duvar çekm e, çe-
ﺗ ﺨﻴﻴ ﻞ
( ﺗ ﺤ ﻨ ﻴ ﺮ ا تa.i. tahzir'in c . ) : sakindir-
malar, sakm dırılm alar.
(b k z : tâib).
deme, denilm e.
ta h y ir
me. (b k z : men'). ta h z îrâ t
( ﺗ ﺨﻮﻳﻔﺎ تa.i. t a h v ifin c . ) : korkutm a-
ta h v îfe n ta h v il
lama. 3. yeşillendirm e, yeşil renk verm e,
( ﺗﺨﻮﻳ ﻒa.i. h a v fd e n . c . : ta h v îfâ t): kor-
kutm a, korkuya düşürme,
ta h y il
km d ırm a, sakındırılm a. 2 . m enetme, ta h z îr ( ﺗ ﺤ ﻀ ﻴ ﺮa.i.): 1. hazırlam a. 2 . ilâç hazır-
( ﻃ ﻬ ﻮ ر هa.s. ta h â ret'd e n ): [“ tah û r" un
ta h v îfâ t
ta h y ib
ta h z îr ( ﺗ ﺤ ﻨ ﻴ ﺮa.i. hazer'den. c . : ta h z irâ t): 1. sa-
ta h z îr ( ﺗ ﺤ ﻈ ﻴ ﺮa .i.): men'etme, önleme, önlenil-
miien.]. ( b k z : tahûr).
ta h v it
ta h z în ( ﺗ ﺨ ﺰ ﻳ ﻦa .i.): hazînede saklam a,
( ﻃ ﻬ ﻮ رa.s. tah âret'd en ): çok tem iz; te-
m izleyici.
( ﺗﺤﺰﻳﻦa.i. h ü zn 'd e n ): 1. kederlendirm e,
tasalandırm a. 2. hazin hazin K ur'an oku-
( ﻃﺎ ﺣ ﻮ ﻧ ﻪa .i.): 1. su değirm eni, (bkz :
tâ h û n e
( ﺗ ﺨﺬﻳ ﻞa .i.): alçaltm a, bayağılaştırm a,
ta h z îl
hüküm dar, pâdişâh.
ﻃﺎﺣﻮﻧﻪ، ( ﻃﺎﺣﻮنa .i.c .: ta v â h îıı):
( ﺗ ﺨ ﻀ ﻴ ﺐa.i. h iz a b 'd a n ): bo yam a fsa ؟,
sakal-].
( ﺗ ﺨ ﺖ ﻧ ﺸ ﻦf.b .s.): ('tahtta oturan” :
tâ h û n , tâ h û n e
( ﺗ ﺤﺰﻳ ﺐa.i. h iz b 'd e n ): takım t akim top-
lama.
m ühürlem e, ( b k z : temhir), ta h tit
( ﺗ ﺨ ﻨ ﻴ ﻊa .i.): 1. kesme, yarm a. 2. hek.
ta h z l'
lundugu yer, İdâre merkezi,
( ﻃ ﺎ ﺋ ﻔ ﻪa.s. t a v â f d a n ) : ["tâ if” in müen.].
(b k z : tâif). tâîfe
ﻃ ﺎ ﺋ ﻔ ﻪ-(a.i.c. ؛t a v â if ) : 1. bölük, takım , gü-
ruh, hrka. 2 . kavim , kabile. 3. tayfa, gem i işçisi. tâ ife -î b â g iy y e : İsyân eden güruh, tâ îl
( ﻃ ﺎ ﺋ ﻞa .i.): fayda, yarar. B î - t â i l : faydasız,
boşuna. L â -tâ il ؛m enfaatsiz, beyhude, b o şuna.
takarrür
( ﻃﺎﺋﺮa.s. ta y erâ n 'd a n ): 1. uçucu, uçan. 2. i.
tâ ir
m ü d d e t i n m ü r û r e tm e s i k i b u , b â z ı h u s u s -
kuş. ( b k z : m ürg). N e s r ü 't -t â ir : astr. nesir
l a r d a d â v â n ı n rU y e tin e , ş a h a d e t i n İ s t i m â ı n a
burcu, kartal takım yıldızı.
b i r m â n î te ç k îl e d e r, b u n a " t a k a d d ü m - i z a m â n ” d a d e n ir , [m e s e lâ : s i r k a t t e n , g ay -
tâ ir -i cen n et ؛cennet kuşu.
r i m e ç r û m u k a r e n e t t e n d . l a y ı h a d ic r â s ı
tâ ir -i h a y â l : m uh ayyile kuvveti.
h u s U s u n d a t a k a d d ü m - i z a m a n ; ? a h â d e t in
T â ir - i k u d ü s : Cebrâil aleyhisselâm.
k a b u lü n e m â n id ir. B u m ü d d e tin m ik tâ r i
tâ ir -i p ü r -n e ş 'e : neşeli kuş.
h a k k ı n d a m u h t e l i f s ö z le r v a r d ı r . B u n u n e n
T â ir - i sidre : C ebrâil aleyhisselâm .
a ş a ğ ı h a d d i a l t ı a y v e y â b i r ay, v e y â ü ç g ü n -
tâ k
( ﻃ ﺎ قa .i.c .: tâkat, etvâk, tikan) 1 ؛. binâ
kem eri. 2. y a rim dâire şeklinde kapı ve
d ü r . B ir k a v le g ö re b u n u n t a k d i r v e t â y î n i v e li y y ii le m r e m u h a v v e l d ir ] .
pencere üstü. 3. kubbe, künbet. N ü h -t â k :
ta k a d d ü s
dokuz kat gök.
ta k a lliib
( ﺗﻘﺪسa.i.) ( ﺗ ﻘ ﻠ ﺐa.i.
: m ü b â re k , k u tlu k lim a , k a lb 'd e n . c. : t a k a l lü b â t ) :
tâ k -ı b â zîçe -ren g : küreler; kader, baht, talih.
1. d ö n m e , b i r y a n d a n b i r y a n a ç e v r ilm e .
tâ k -ı e b r û : taş kem eri, kemer biçim indeki
2. d e ğ iş m e , b a ş k a k a lı b a g ir m e , ( b k z : ta h a v v ü l, te b e d d ü l ) .
kaş. tâ k -ı fîrû z e , -İ h ad râ, -i lâciverd i, -i kem li, -i n ilüfer, -İ t â r ı m : gök. (b k z : semâ).
ﺗ ﻘﻠ ﺪ
ta k a llü d
(a.i. k a l d 'd e n ) : 1. t a k m a , t a k ı n -
m a , t a k ı n ı l m a , g e r d a n l ı k g ib i b o y n a g e ç ir -
tahtı. tâ k -ı za fer : târihî bir hâdiseyi, zaferi an m ak veyâ gelecek olan b ü yü k bir kim seyi karşı-
m e , g e ç ir ilm e . 2. (k ılıç ) k u ş a n m a , k u ş a n ı l m a . 3. b i r İŞİ ü s t ü n e a lm a , ta k a llü d -i k a z â : h uk. h â k i m l i ğ i k a b û l.
lam ak İçin ku ru lan kem erli yapı,
( ﺗ ﺎ كf.i.): asma, ü zü m kütüğü, (b k z :
ta k a llü d -i s ü y û f : k ı l ı ç l a r ı k u ş a n m a , ta k a llü l
kerm).
( ﻃﺎﻗﻪa .i.): 1. kubbeli m ahfe. 2. pencere, tâ k a ( ﻃﺎﻗﻪa.i.). (bkz : tâb, tâkat). tâ k a
( ﺗﻘﺒﺾa.i. kabz'dan. c . : ta k a b b u zât):
ta k a b b u z
1. büzülm e,
kısılm a;
toplanıp
çekilme.
2. kabız, peklik olma. systole.
( ﺗ ﻘ ﺒ ﻔﺎ بa.i. takabbuz'un c . ) : 1. bü-
ziilmeler, kısılm alar; toplanıp çekilmeler.
1. k a s ı lm a , b i r ş e y in to p l a n ı p b ü z ü lm e s i . 2 . hek. b i r o r g a n ı n ç e k ilip t o p l a n m a s ı,
ﺗ ﻘﻠ ﻬﺎ ت
ta k a llü sâ t ta k a m m u s
ﺗﻘﺒ ﻞ
(a.i. k a b u ld e n ): 1. kabul etme,
alm a. 2. benim sem e. 3. üstüne alma, (b k z :
(a.i. ta k a l l i l s i i n c.) : k a s ıl-
( ﺗﻘﻤﺺa.i.
k a m i s 'd e n ) : g ö m le k g iy -
(a .c ü .): "m ukaddes olsun!''
( ﺗﻘﺪمa.i. k ıd e m 'd en ): 1.
önce gelme,
önce davranm a. 2. ileri geçm e, ileride bulunm a. 3. protokola göre öne geçm e, daha yu k a rı oturm a. H a k k -1 ta k a d d ü m : önde bulunm a hakki. F a z l-1 t a k a d d ü m : önde bulunm a meziyeti. hâdisenin
: b it le n m e , b it li
ﺗﻘﻔ ﻦ
(a.i.) : k a n u n l a ş m a ; d e ğ iş m e z ,
k a t 'î o l a r a k b e li r m e . ta k a r iz
“( ﺗﻘﺎرﻳﺾk a ” u z u n
o k u n u r , a.i. t a k r i z 'i n
ta k a r r u h
ﺗﻘ ﺮ ح
(a.i. k a r h 'd a n ) : 1. k a r h a l a n -
m a , y a r a d e r i n le ş i p b ü y ü m e . 2 . y a r a ç ıb a n
m ânâsına.
ta k a d d ü m -i
( ﺗﻘﻤﻞa.i. k a m l 'd e n )
o lm a .
c.). ( b k z : ta k r i z â t ) .
taahhiid). 4. öpülm e.
ﺗﻘﺪ س
ta k a m m ü l ta k a n n ü n
2. kabız, peklik olm alar,
ta k a d d ü m
( ﺗﻘﻠﻞa.i. k i l le t 'd e n ) : a z o lm a , a z a l m a , ( ﺗ ﻘ ﻠ ﺺa.i. k u l û s 'd a n c. : t a k a l lü s â t) :
m e.
ta k a b b u z â t
takad d ese
ta k a llü s
m a la r.
ta k a b b ıız-ı k a lb : biy. yü rek kasıntısı, fr.
ta k a b b iil
(a.i. t a k a l l i i b 'i i n c.) : d e ğ iş -
m e le r, ( b k z : t a h a v v ü l â t , t e b e d d ü l a t) ,
tâ k -ı m u k a rn e s ؛ı) gökyüzü; 2) Süleym an'ın
tâ k
ﻟ ﻔﻴﺎ ت
ta k a llü b â t
ah d:
o lm a . ta k a r r ü b
vu ku u n d an
[eskiden]
bir
itibâren
bir
(a.i. k ı ı r b 'd a n ) : 1. y a k la ş m a ,
ta k a r r ü b ile ' 1-a r z : jeol. y e r e y ö n e lm e , fr. g éo tro pism e. ta k a r r iim
h uk.
ﺗﻘ ﺮ ب
y a n a ş m a . 2 . v a k t i y a k ı n o lm a ,
ta k a r r ü r
( ﺗﻘﺮمa.i.) : t a t i l t a t i l y e m e , ( ﺗﻘﺮرa.i. k a r â r 'd a n ) : 1. k a r a r
b u lm a ,
k a r a r l a ş m a ; k a r a r k li m a . 2 . y e rle ş m e .
1195
takasdur
دو٠( ﺗﻘﺺa .i.): k im . kalaylanm a, talcass س٠ “( ﺗﺔاka” uzun okunur, a.i. k a ss 'd a n ): ta k a sd u r
takas, öde?me, hesapla?m a, m ahsupla?m a, ta k a ssi -
(a .i.): bir ?eyin aslını esâsını
ﺗ ﻘﺎ ﻣ ﺮ
(“ ka”
u zu n
okunur,
a.i.
k a s r'd a n ): esirgem e, elinde iken yapm am a, ( b k z : dirig).
ص
ﻃﺎﻗﺎت
(a.i. k ı? r 'd a n ): kabuklanm a, ka("k a” uzu n okunur, a.i. tâk'ın c . ) :
tâkatler, güçler, (a .i.): güc, kuvvet,
( ﻃﺎﻗﺘﻔﺮﻣﺎa.f.b.s.): tâkat götürm ez,
ﻃﺎ ﻗ ﺘ ﻜ ﺪا ز
(a.f.b.s.): tâkati, gücü
ﻃﺎﻗﺖ
ن۵
(a.f.b.s.): tâkati tüke-
ten. ta k a ttu b -
(a .i.): 1. hek. buru?m a. 2. ka?-
la rm çatılm ası. ta k a ttu r
( ﺗﻬﻄﺮa.i. katr, kütür ve k a ta ra n 'd a n ):
dam lam a, dam la dam la akm a, ta k a tu r
ﺗﻘﺎط
r
(“ ka"
u zu n
okunur,
a.i.
k a tre 'd e n ): ( b k z : tekatur). t a k a ' u r - (a.i. k a 'r'd a n ): m ııka'ar olm a, ؟ukıırla?m a. okunur,
a.i.
( ﺗﻬﻮىa.i. k u v v e t'd e n ): kuvvetlenm e, ta k a v v ü l ( د ﻧ ﻮ لa .i.c .: takavvülât). (b k z : teta k a v v i
kavvül).
ta k a y y u h
( ﺗﻘﻮسa.i. kavs'den).
ﻃﺎ ب iki
(a.f.b.i.): 1. kü ؟ü k tak, zafer yan ın d ak i
kü ؟ük
kemerler.
2. kü çü k pencere.
( ﺗﺎﻛﺪاﻧﻪf.b.i.): üzüm ؟ekirdegi. ح٠( ﺗﻘﺪa.i.): beğenm em e, zem m etm e, ta k d im r - (تﻋﺪيa.i. kıdem 'den. c . : ta k d im â t): tâlt-dâne
1. öne geçirme, geçirilm e, öne alm a, ileriye sürme, sürülm e. 2. b ü yü k bir kim senin h u zûruna bir çey götürm e, verm e. 3. sunbir ba?kasına tanıtm a. i't id â le y n :
astr.
d e v in m e ,
fr.
precession. ta k d îm ü ' 1-e h em m ale'1-m ü h im m : pek m üh im olanı m ü h im olandan üstün tutm a, ta k d im ü t e 'h î r : gr. metatez, bir ibâredeki sözlerin yerlerini degi?tirerek düzeltme, fr. mCtathCse. ta k d im â t
ﺳ ﺎ ت. ( ىa.i. takdim 'in c . ) : büyüğe
sunulan ?eyler. ta k d im e
ﺗﻘﺪ ﺳ ﻪ
(a .i.c .: te k a d im ): 1. takdim .
2 ٠kendinden üstün kim seye su nulan arta k d im e n L o jJi;(a .zf.) :1. takdim ederek, sunarak. 2. öne geçirerek, ta k d im e n m ü z â k e r e : *öncelikle konu?m a. ta k d ir
ص
(a.i. kader'den. c . : ta k d irâ t): 1. be-
(bkz : tekavvüs).
2. [değerini, ehem m iyetini, İüzûm unu] an-
ح٩( ﺗﻊa.i. kayh'dan). (b k z : tekay-
lam a. 3. ezelde A llah 'ın olm asını istediği ?eyler, (bkz : kader). A lâ -k ile 't-ta k d ir e y n :
t a k a y y ü ' ش—وﺀ٠(a .i.) : kusar gibi olup kusam a-
her iki surette, [-de hâli son takı olarak kullanıldığı z a m a n : vakit, vaziyet, ?art”
ma.
( ﺗﻬﻴﺪa.i. kayd'dan. c . : ta k a y y iid â t):
1. bağlanm a, bağlı olm a. 2. ؟alı?ma, ؟abalam a, uğra?m a, üstüne dü?me. 3. dikkatli davranm a. A d e m -İ ta k a y y ü d : kayıtsızlık, üzerine i? edinm em e.
1196
tâ k - ؟e
ğenme, değer biçme, değer verm e ؛verilm e.
yuh).
ta k a y y ü d
(a.i. k a b l'd e n ): öpm e, (bkz ؛
m agan . ﺀ
ta k a v im "( ﺗ ﻬﺎ و دمk a'' uzu n ta k vim 'in c . ) : takvim ler,
ta k a v v ü s
7■"— ل:ق
ta k d im -i
eriten, yak an m ahveden. tâ k a t-?ik en
(a.i. takbih'in c . ) : ؟irkin gör-
ma, kü çü k büyüğe bir ?ey verm e. 4. birini,
dayanılm az. tâ k a t-g ü d â z
ت-
meler, ayıplam alar.
ta k d ih
tâ k a t-i v i s â l : kavu ?m a tâkati; bulunm a kudreti. tâ k a t-fersâ
ta k b ih ât
tâkın m
1. taklar, (bkz : tikan). 2 . (a.i. tâkat'in c . ) :
ﻃﺎﻗﺖ
(a.i. kubh'dan. c . : ta k b ih ât): ؟ir-
telsim).
bu k tutm a.
tâ kat
( ﺗﻘﺒﻴ ﺐa.i. k u b b e'd en ): kubbeleme, kub-
ta k b ih -
ta k b il
ta k a ??u ' ( ﺗﻘ ﺸﻊka?'dan). (bkz : teka??u').
tâlcat
tak b ih
kin görme) beğenmeme.
ara?tırm a. ( b k z : istiksâ).
ta k a ççıır
kayyüdler, dikkatler. be gibi yapm a.
sayı?m a.
ta k a su r
( ﺗ ﻔ ﺪ ا تa.i. tak ayyü d 'ü n c . ) : ta-
ta k a ^ ü d â t
a n la tır: 0 takdirde = o halde ؛geldiği takdirde = gelirse., gibi]. ta k d ir-i İ l â h î : A llah 'ın takdiri, A llah 'ın her ?eyi daha önceden düzenlemesi, ta k d ir-i k ı y m e t : değer biçme.
taklîd-î seyf t a k d î r - â m î z ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ آ ﺑ ﺰa .f b .s .) : ta k d ir eden,
t a k d ir â t ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ا تa.i. ta k d ir 'in c . ) : takd irler, t a k d îr e n ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮاa .z f .) : ta k d ir ederek, d e ğ e rin i
t a k d îr - h â n ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﺧ ﻮ ا نa .f.b .s .): ta k d ir eden,
su retiy le ,
ﺗ ﻌﻘﻴﺪ
ta'kîd
(a.i. akd'den. c. : ta'kîdât) : 1. dü-
ğüm lem e, düğüm lenm e. 2. ed. ibâreyi veyâ
ta'kîd-i lâfzî : ed. sözün anlaşılm az halde İfâde edilmesi.
b eğen en .
ﺗﻘﺪﻳﺮى
( a .s .) : 1. ta k d ire m e n su p , ta k d ir
ile ilg ili, k a d e rd en o lan . 2 . g r. g ö rü n ü rd e
ﺗﻘ ﺪﻳ ﺮﻳ ﻪ
( a .s .) : ["ta k d ir ” in m ü en .l.
( b k z : tak d iri).
yan.
ﻣﻪ
k u tsa lla ştırm a ,
k u t-
sal b ilm e , k u tsa l tu tm a . 2 . A lla h 'a şü k re tm e. 3 . u lu la m a , b ü y ü k sa y g ı g ö sterm e,
A lla h 'a şü k retm eler, u lu la m a la r,
ta k fil
ﺗﻘﻔﻴ ﻞ
anlaşılır cüm leler yapm alar.
ﺗ ﺐ
(a.i.) : kayettirici maddeler verm e,
takîetü'r-m hbân : yap rak lan ishal verici ve ta'kim
ﺗﻌﻘﻢ
(a.i. akm ve ukm 'dan) : 1. akam ete
2. m ikropsuzlaştırm a, fr. stérilisation. ta'kir
ﺗﻌﻘ ﺮ
(a.i. akr'dan) : 1. hek. bir u z v u (or-
gani) yara rak sinirleri kesme. 2 . (ka'r'dan) çukurlaştırm a.
( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺎa.i. ta k d is'in c . ) : ta k d isle r;
ﺗﺎﻛﻰ
(a.i. ta'kîd'in c.) : ta'kid'ler, dü-
uğratm a, kısırlaştırm a; neticesiz bırakm a.
(a.i. k u d s'd a n . c . : t a k d is â t ) :
1. m u k a d d e sle ştirm e ,
t â -k e y
ﺗﻌﻘﻴﺪا ت
gümlem eler, düğüm lenm eler ؛karışık, zor
k a y ettirci olan bir ot. ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﻧ ﺎa .f.b .i.): b e ğ e n ile n b ir
işe k a r ş ı v e rile n y a z ılı k âğ ıt, t a k d is ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺲ
halde İfâde edilmesi.
takie
t a k d i r - k â r ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﻛ ﺎ رa.f.b.s.) :b e ğ e n ip a lk ışla -
t a k d ir - n â m e
ta'kîd-i m a'nevî : ed. m ân ân ın anlatılm az ta'kîdât
o lm a y ıp , îtib â rî o la n , ö yle d en ilen ,
t a k d is â t ت
tâ k ib
cü m leyi anlaşılm az şekilde düzenleme,
a n la y a ra k .
t a k d ir im e
(a.zf.) :
tâkibederek.
b e ğ en en .
ta k d ir i
ًﺗ ﻌ ﻘ ﻴ ﺒ ﺎ
ta'kiben
taklî' ( ﺗﻘﻠﻴﻊa.i. kal'den) : kökünden söküp koparm a.
( f .z f .) : ne v a k te k ad ar,
taklîb
(a.i. k u f l 'd e n ) : k ilitle m e , k ilitle n -
ﺗﻘﻠﻴ ﺐ
(a.i. kalb'den. c. : taklibât) : 1. ter-
sine ؟evirm e, ؟evrilm e. 2. bir yandan bir yan a döndürm e, döndürülm e. 3. bir şeyin
m e. ta k fiy e
ﺗﻘﻴ ﻪ
(a.i. k a f â 'd a n ) : k a fiy e le m e , k a fi-
şekil ve kalıbını değiştirme,
taklîb-ihiikûm et : hüküm etin başındakiler؛
ye le n m e ; k a fiy e b u lm a . t a k h ir ( ﺗ ﻘ ﻬ ﻴ ﺮa.i. kah ı-'d an . c . : t a k h ir â t ) : k a h retm e. t a k h ir â t ( ﺗ ﻘ ﻬ ﻴ ﺮ ا تa.i. t a k h ir 'in c.) : k a h re tm e ler.
veyâ İdâre şeklini -kanunsuz olarak- değiştirm e. (bkz ؛darbe-i hükümet) : 4. hek. dogu m u kolaylaştırm ak İ ؟in ebenin, ؟ocu ğu rahim de ؟evirm esi. 5. kim. .e virtim , fr. in-
version.
t a k ıy y e
ﺗﻘﻴﻪ
( a .i.) : 1. s a k ın m a , ؟e k in m e . (b k z :
ih tirâz). 2 . b irin in m e n sû b o ld u ğ u m e z h e b i gizlem e si.
( ﻃﺎﻗﻴﻪa.i.) : takke, t â k ıy y e - d û z ( ﻃﺎﻗﻴ ﻪ دوزa .f.b .s .): ta k k e
taklibât taklîd
t â k ıy y e
ﺗ ﻘﻠﻴﺒﺎ ت
(a.i. taklib'in c.) : değişiklik-
1er, değişmeler.
ﺗﻘﻠﻴ ﺪ
(a.i. kald'den. c. : taklidât) : 1. tak-
m a, asma, kuşatm a. d ik e n ,
tak k eci.
taklîd-î emâret : huk. [eskiden) emâret, yân î em irlik um ûrıınu bir zâta teffiz ve İhâle
talci ( ﺗ ﻘ ﻰa .s .) : 1. g ü n a h ta n , h a r a m d a n k a ؟ı-
etme.
n a n , d in in e b a ğ lı [k im se ], ( b k z : m ü tta k i,
taklîd-î ham âil : m uska takm a,
zâ h id ). 2 . h . i. ik i im a m d a n biri,
taklld-i kazâ : huk. [eskiden] bir kim seyi
t a 'k îb
ﺗﻌﻘ ﺐ
(a.i. a k a b 'd a n . c . : t a 'k ib â t ) : 1 . a r-
k asm a
d ü şm e,
a rk a sın d a n
gelm e.
2 . k o v a la m a .
g itm e
3 . g ü tm e.
veyâ
4 . (b k z :
T a h rîb -İ H a râ b â t). t a 'k îb â t m a.
ﺗ ﻌ ﻘﻴﺒﺎ ت
(o.i. ta 'k îb 'in c . ) : k o v u ş t u r -
hâkim liğe nasp ve tâyîn etme,
taklîd-î kelâm : psik. .y an k ıca, ekolali, fr. Ccholalie. taklîd-î s e y f: kılı ؟kuşatm a. 2 . benzem eye veya benze ؛m eye ؟alışma. 3. b iric in hareketlerini tekrarlayarak onunla alay etme, 1 1 .7
taklidat öykünm e.
4 . b ir
ş e y in
sa h te sin i
yapm a,
ç ık a rm a . Ehi-İ taklid : d in ic a b la rin i a n la y a r a k d e ğ il, b a ş k a la rın a b a k a r a k y a p a n la r.
5.
( b k z : takribi).
ﺗ ﻘ ﺮﻳﺒﻴ ﺖ
ta k rib ic e ؛
(a .i.): fels. *yak laştırırı,
miiz. b ir m o t i f v e y â te m a 'y i e k siltm e (d i- fr. ap p ro xim atio n .
m in u tio n ), a r tır m a (au gm en tatio n ), ters h a reket (m o u ve m e n t co n tra ire ), ç e şitli usuller, u y g u la r, g e çk ile r v e b a şk a v â sıta la rla tekra rla m a san 'ati k i, c o n tre p o in t'd a b a şlı b a şm a b ir b a h is te şk il ed er v e p e k ç o k ç e şid i v a r d ır (im ita tio n à l'é c re v isse , i. c a n o n iq u e , i. à l'u n isso n , i. p a r m o u v e m e n t c o n tra ire , i. in te rro m p u e , i. sim p le (ou libre), i. liée, i. p a r a u g m e n ta tio n , i. p a r d im in u tio n v.b.).
( ﺗﻘﻠﻴﺪا تa.i. t a k lid 'in c.) : tak litler, takliden ( ًﺗ ﻘ ﻠ ﻴ ﺪ اa.zf.) : 1. tıp k ısın ı, b e n z e rin i taklidât
y a p a r a k . 2 . g ü lü n ç t a r a f ım b e lirte re k ,
taklidi ى٠( ﺗﻬﻲ اa.s.) : ta k litle y a p ıla n . Savt-İ taklidi : leng. fr. onomatopée, taklidiyye
ﺗﻬﻴﺪﻳﻪ
(a.s.) : [''ta k lid i'' n in m iien.].
(b k z : ta k lid i).
taklif-i sefâin : g e m ile rin k a la fa tla n m a sı,
ﻷد ل
(a.i. k ille t'd en ) : a z a ltm a , a z a ltılm a ,
in d irm e , (b k z : tenkis),
taklil-i m a s â rif: m a s r a fla r ın a z a ltılm a sı, taklim ( ﺗ ﻘ ﻠ ﻴ ﻢa.i.) : [k alem , k a m ış , t ır n a k g ib i şeyleri] k e sm e, y o n tm a ; y o n tu lm a ,
taklis
ﺗﻘﻠﻴﺺ
(a.i. k u lû s'd a n ) : 1. b ü z m e . 2. hek.
b â z ı h a s ta lık la rd a n so n ra ad alelerd e m e y d a n a gelen se rtlik , k a tilik ,
takliye
ي
(a.i.) : hek. a n a ra h m in d e k i Ç0-
c u g u n y e d in c i a y a d o ğ r u h arek et etm esi, d ö n m esi.
takm is
ﺗﻘﻤﻴﺺ
ض أدرﻳﻊ
taknin
(a.i. k a m is'd e n ) : g ö m le k g iy d ir-
(a.i. k a n û n 'd a n ) : k a n u n k o y m a , (a.i.c. : tak riâ t) : b a şa k a k m a , a z a r-
ﺗﻘﺮﻳﻌﺎت ﺗﻘ ﺮﻳ ﺐ
ta k r ir ( ض_رa.i. karâr'dan. c. :ta k rirâ t,te k a rir ): 1. yerleştirme) yerleştirilm e.
2. sağlam laş-
tirm a, sağlam laştırılm a. 3. anlatm a, anlatış. 4 . *önerge, resm i olarak yazı ile bildirme. 5. siyâsî nota. 6. tapuda m ülkünü başkasm a sattığını söyleme. 7. [eskiden] resm i dâirelerden, sâdece m ühürlenm iş olarak Bâbıâliye gönderilen yazı. H ü sn -i t a k r i r : m aksadı, açık ve güzel bir İfâde ile bildirme. ta k r ir -i
â lî:
tar.
sadrâzam
tarafından
pâdişâha yazılan yazı, ta k r ir -i k e lâ m : konuşma, tinden bir söz veyâ İş sudûrunıı görüp de nehyetmeyerek sükût etmesi, ta k r ir -i sü k û n k a n û n u : 4 M a rt 1925 de T ü rkiye B ü yü k M illet M eclisi tarafın d an tahriklere ve tahrikçilere karşı çık artılan bir kanun.
ﺗﻬﺮﻳﺮات
ta k r ir â t
(a.i. takrir'in c . ) : ağızdan an-
latılanşeyler.
( ﺗﻬﺮﻳﺮاa .zf.): ( ﺗ ﻘ ﺮﻳ ﺾa.i.
ta k rire n ta k r iz
ağızdan anlatarak. karz'dan.
ta k riz â t): 1. ödünç verm e,
c .:
takariz,
(bkz : İkrâz).
2 ٠bir kitabin başına konulm ak üzere tanınm ış bir kim seden istenen takdim ve ta k r iz
ﺗﻬﺮي ط
(a .i.c.: ta k r iz â t): 1. [bir eseri]
) ﺗﻘﺮ ص. ﺗ ﻘ ﺮ ﻳ ﻈﺎ ت
ta k riz â t
(a.i.
takriz'in
1. tenkidetmeler. 2 . (bkz : takrizât
(a.i. t a k r i'in c.) : b a şa k a k m a la r,
a z a rla m a la r, p a y la m a la r,
takrib
(a.i. k a rin 'd e n ): yaklaştırm a;
tenkidetme. (bkz : intikad). 2 . (bkz : takriz
la m a , p a y la m a .
takriât
ﺗﻘ ﺮﻳ ﻦ
berâber bulundurm a.
takdir yazısı.
m e, g iy d irilm e .
takri'
ta k r in
ta k r ir -i n e b i : H z. M u h am m ed 'in , iim m e-
t a k l i f - (a.i.) : k a la fa tla m a , k a la fa tla n m a . taklil
t a k r ib iy y e ي-—( ﻫﺮدa .s.): ["tak rib i" ninm üen.].
ta k riz â t
ذرﻳﺾ— ا ت٤(تa.i.
c .) :
)ﺗﻘﺮﻳﻀﺎت,
takriz'in c . ) : 1. ödünç
vermeler, ( b k z : İkrâzât). 2 . kitabin başı-
(a.i. k u r b 'd a n ) : 1 . y a k la ş tır m a ,
na konulm ak üzere tan ın m ış kim selerden
y a k la ş t ır ılm a . 2 . ta h m in . 3 . y o lu n u b u lm a .
istenen takdim ve takdir yazıları, ( b k z :
4. v e sile , b a h â n e . takriben
ًﺗ ﻘ ﺮ ﻳ ﺒ ﺎ
(a.zf.) ؛a ş a ğ ı y u k a r ı, (b k z :
ta h m in e n , ta h m in i).
takribi س ta h m in i).
اا98
٠م
(a.s.) : aşağı yulcan. (bkz :
takariz). ta k sim -
(a.i. kism 'dan) 1 ؛. m at. bölm e,
parçalara ayırm a. 2. bölüm, ta k sim -i a 'm â l : İş bölüm ü. 3. m at. bölü, fr. d ivision .
Takvîm-İ Vakoy'؛ taksim -i guram â : mat. 1) k â rı v e y â z a ra rı
taktirât ( ﺗ ﻐ ﺮ ا تa.i. taktîr'in c.): damla dam-
o r ta k la r a ra sın d a k o y d u k la r ı se rm â y e n is-
la akıtmalar, damlamalar; damıtmalar, inbikten ؟ekmeler.
b e tin d e ta k sim etm e; 2) fık. b ir b o rç lu n u n terek esin i a la c a k lıla rın b o r ؟m ik ta r la r ı n isb e tin d e a r a la r ın d a ta k s im etm e,
ilgili.
taksim -i m iyâh : s u la rın d a ğ ıtılm a sı,
ta k v â ( ﺗﻘ ﻮ ىa.i vikaye'den): Allah'dankorkma,
taksim -i miisennâ : fels. ik ili t a k sim (*bölü) : 4.
sa va k , a k a r su la r ın a y rıld ığ ı yer. 5. m iiz .
? a rk m ü z iğ in d e fa slın b a ? m d a v e o rta sın d a y a ln ız b ir ؟a lg ıc ı t a ra fın d a n a k lid a n y a p ıla n b ir gezin ti.
taksimât
د بت
tak tiri ( ﺗ ﻐ ﻴ ﺮ ىa.s.): taktire mensup, taktir ile
Allah korkusuyla dinin yasak ettigi ?eylerden kaçınma. Ehl-İ takvâ : dinin yasak ettigi ?eye sımsıkı bagil kalan veyâ kalanlar., (bkz: mütteki). ta k v a lla h : Allah korkusu,
(a.i. ta k sim 'in c.) : tak sim le r,
b ö lm e le r; b ö lü m le r; bö lü n tü ler,
(bkz: havf-i
Bârî). takvib ( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﺐa.i.): 1. yeri kazma. 2. bir ?eyi
talcsir ( ﺗﻘ ﻤﻴ ﺮa.i. k a sr'd a n ) : 1. k ısa ltm a . 2 . b ir
yerinden ؟ekip koparma.
İ?İ ek sik y a p m a . 3 . b ir ?e y i y a p a b ilir ik en
tak vid ( ﺗ ﻘ ﻮﻳ ﺪa.i.): yedme, yederek ؟ekme,
؟ek in ip y a p m a m a . 4 . (c. : tak sirât) k u s u r
takvil ( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻞa.i.c.: takvilât): İftirâ. (bkz:
etm e. 5. (c. : tak sirât) k ab a h a t, su ؟, g ü n a h .
Piir-taksir : k u su rlu , k ab a h a tli, taksirât
ﺗﻘ ﻌﻴ ﺮا ت
takvilât ( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻼ تa.i. takvil'in c .): iftirâlar.
(a.i. t a k s îr ,5'in c.) : 1 . k u s u r -
lar, su çlar. 2. a lin y a z ısı, (b k z : kad er),
taksit
ﺷﻴ ﻂ
(a.i. k ist'd a n . c. : tekasit) : b ir b o r-
cu n , k ısım k ıs ım v e b elli z a m a n la r d a ö d e n m esi ge re k li o lan p a rç a la r ın d a n h e r b iri,
takçîr ( ﺗ ﻘ ﺸ ﻴ ﺮa.i. k ı?r'd a n ) : k a b u ğ u n u so y m a , k a b u ğ u so y u lm a .
takti'
ﺗﻘ ﻄﻴ ﻊ
(a.i. kat'dan) : 1. kesme, kesilme,
p ar ؟a par ؟a etme, parçalara bölme. 2. ed. (c. : taktiât) : m anzûm eyi vezin parçalarina göre ayırıp aralıklı okum a. M eselâ :
Haddeden ge( ؟fâilâtün), m i? nezâket (fâilâtün), yâl ü bâl ol (fâilâtün), mu? sana (fâilün).. gibi.
taktiât
ﺗ ﻘ ﻄﻴ ﻌﺎ ت
(a.i. ta k tP n in c.) : ed. b ir ?iiri
tefâile a y ırm a la r, h e r p a r ç a la r ım
İsnâd).
a ra lık lı
o la ra k o k u m a la r. t a k t î İ 5 - ( a . i . ) : k a ? ؟a tıp ^ıü zek ?itm e .
talctil ( ﺗ ﻘ ﺒ ﻞa.i. k a tl'd en ) : ؟o k ö ld ü rm e , ö ld ü rü lm e .
talctin ( ﺗﻘ ﻄ ﻦa.i.) : filiz sü rm e, taktir ( ﺗﻘﻄﻴﺮa.i. katr, k u tu r v e k a ta râ n 'd a n . c. : tak tirât) : 1. d a m la d a m la a k ıtm a , d ö k ü lm e , d a m la m a . 2 . d a m ı t m a , in b ik te n ؟ek m e,
taktir-i tedrici : kim. * a y r ım s a l d a m ı t m a , fr. -distillation fractionnée, taktir-i yâbis : kim. k u r u d a m ı t m a , fr. distillation sèche.
(bkz: İsnâdât). ( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻢa.i. kavm, kıyâm'dan. c . : takavim ): 1. egriyi doğrultma, eğri doğrultulma; düzeltme, kesme, yoluna koyma, bi ؟ime koyma, (bkz: tanzim, tertib). 2. tak,vim. A hsen-i ta k v im : en güzel nizam, tertip, ?ekil ve sûret; mec. insan,
takvim
tak vim -i arabi : Hicret'den 17 sene sonra gö-
rülen lüzum üzerine Hz. Ömer tarafından kamer senesi esas ve hicret târihi ba?langı؟ sayılmak sûretiyle tertiplenen takvim, takvim -i bahri ''deniz takvimi" : Güne?'in,
Ay'ın sâbit ve gezegenlerin; arz, tûl, meyi ve doğu?larını ve diğer feleki mes'eleleri halle yardımı olan cetveller bulunan takvim, takvim -i c e lâ li : Hicri 468 yılında -ba?langı-
CI nevruz olmak üzere- Melik?âh-İ Sel ؟ûkî
devrinde hazırlanan takvim, takvim -i efrenci (efrenci takvim ): Papa XIII.
Gregorius tarafından 1582 de tashih edilip, ?imdiye kadar -umûmiyetle- kullanılmakta olan ve 1926 dan beri de Türkiye'de kullamlan takvim. takvim -i rûm î (rûmî takvim ): Milâttan 46
sene önce Julius Caesar tarafından tesis edilen takvim. Takvîm -İ V a k a y i' : 1831-1922 tarihleri araS in d a yayımlanan OsmanlI Devleti'nin ilk resmi gazetesi.
1199
Takvîmö'l-büldân
(şehirlerin takvim i): şehirlerin adlarından ve kuruluşlarından bahseden meşhur Arapça eser,
Takvîm ü'l-büldân
takvîm -çe
( ﺗﻘﻮﻳﻤﺠﻪa.f.b.i.): küçük takvim, ( ﺗﻐﻮﻳﻤﺨﺎﻧﻪa.f.b.i.): tar. Devletin
takvim -hâne
resmi gazetesi olarak neşri kararlaştırılan “Takvîm-İ Vekayi" in basılması İçin kurulan matbaa.
( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﺲa.i. kavs'den): kavislendirme, yay şekline koyma, konulma,
takvis takvit
( ﺗﻘﻮﻳﺖa.i.): besleme, (bkz: tegaddi). ( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻪa.i. kuvvet'den): kuvvetlendir-
takviye
me, kuvvetlendirilme, (bkz : takviyet).
( ﺗﻘﻮﻳ ﺖa.i.). (bkz: takviye), ( ﺗ ﺒ ﺠ ﺪa.i. kayd'dan. c . : takyidât):
takviyet takyid
1. kayıt ve şartla bağlama, şart koşma. 2. bağlama. 3. harfe nokta ve hareke koyma.
( ﺗ ﻘ ﻴ ﻴ ﺪا تa.i. kayd'den. takyid'in c.): kayıtlamalar, kısıntılar, (bkz : takyid).
takyidât
( ﺗﻘﻀﻴﻪa.i. kazâ'dan): kazâ etme, eksiği yerine getirme.
takziye
(a.i.): bot. çiçeklerin üreme organı olan sari toz. Gubâr-1 t a l ' : bot. çiçektozu,
tal' ﻃ ﻠ ﻊ
fr. pollen.
tâl ( دالf.i.): 1. zil [parmaklara takılan]. 2. gümüş veyâ bakir tepsi, tâlâb ( ﺗﺎﻻبf.i.): göl, büyük havuz, tâlâc ( ﺗﺎﻻجf.i.): ses, sedâ. 2. meş'ale. 3. çığlık. 4. kavga.
( ﻃ ﻼ قa.i.): boşama, nikâhlı kadını bırakma. Sûre-i ta lâ k : Kur'ân'ın 65. sûresi,
talâk
talâk-ı bâin : fık. zevcenin iddet müddeti (üç
temizlenme devri) sona ermeksizin zevcine dönmeye hakki olmayan talâk, fık. karısını mukarenet zamânmdaki tuhr'da veyâ hayız ânında boşama.
talâk-ı b id 'iy y :
talâk-ı farr : fık. [eskiden] karinin talep ve
muvâfakati olmaksızın kocanın maraz-1 mevtinde bâinen ika ettiği talâk, [iddet İçinde koca vefât edince mutlaka kendisine vâris olur]. talâk-ı m u a lla k : fık. [eskiden] vukuu bir
şartın husûlüne tâlik olunan talâk, talâk-ı m ü n c e z : fık. [eskiden] bir şeye mu-
allak ve bir zamana muzâf olmayan talâk.
12.0
ر
talâk-ı r i c 'î : fık. ؛eskiden] karinin idde-
ti İçinde kocanın vazgeçmeğe hakki olan talâk, [talâk-ı ric'î, iddet bitmedikçe zevciyeti İzâle etmeyen ve iddet İçinde zevcin zevcesine mürâcaat hakki olan talâk], talâk-ı selâse : fık. “üçten dokuza boş ol!” demek sûretiyle kadın başka erkekle evlenmeden (hulleye girmeden) eski kocasına dönmesine İmkân vermeyen talâk, talâk-ı s ü n n î : fık. karısını mukarenet olmayan tuhr'da boşama, (bkz : tuhr). talâkat ( ﻃ ﻼ ﻗ ﺖa.i.): 1. dil açıklığı, düzgün sözlülük. 2. gükryüzlülük. talâk-üâm e ( ﻃﻼﻗﻨﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): boşama kâğıdı, boş kâğıdı. tâlân ( ﺗ ﺎ ﻻ نf.i.): talan, yağma, çapul, (bkz: târâc). tâlân-ger ( ﺗ ﺎ ﻻ ﻧ ﻜ ﺮf.b.s.): yağmacı, çapulcu. tâlân-gerî ( ﺗ ﺎ ﻻ ﻧ ﻜ ﺮ ىf.b.i.): yağmacılık, çapulculuk. tâlâr ( ﺗ ﺎ ﻻ رf.i.): 1. dört direk üzerine yapılan, tahtaboşa benzeyen ve geceleri yatılan yer. 2. büyük oda, salon. tal'at ( ﻃ ﻖa.i.): 1. yüz, surat, çehre, (bkz: dîdâr). 2. güzellik. M ihr-İ ta l'a t : güzellik güneşi. ta!'at-efrûz ( ﻃﻠﻌ ﺖ ا ﻓ ﺮ و زa.f.b.s.): parıldatan, (bkz: tal'at-firûz). tal'at-firûz ﻃ ﻖ ﻓ ﺮ و ز (f.b.s.): parıldatan, (bkz: tal'at-efrûz). talâvet ( ﻃ ﻼ و تa.i. tulvet'ten): güzellik, şirinlik, zariflik. talâyi' ( ﻃ ﻼ ﻳ ﻊa.i. talîa'nın c .): ask. öncüler. [Arapça'daki şekli “talâî'” dir]. talazzî ( ﺗﻠﻈﻰa.i. İazâ'dan) ؛alevlenme, alev çıkarma. tâle ( ﻃ ﺎ لa.cü. tavl'den): “uzun olsun!” mânâsınadır. tâle öm rühû : “öm rü uzun olsun!” duâsı. taleb ( ﻃ ﻠ ﺐa.i.): 1. isteme, istenme, dileme. 2. istek. A r z ü taleb : aranan [eşyâ] ve piyasaya çıkarılan [eşyâ], fr. offre et demande. (bkz: miirâvede). taleb-i husûm et: huk. [eskiden] taleb-i takrir ve işhattan sonra şefiin hâkim huzûrunda dâvâ etmesi.taleb-i m iivâsebe : huk.. [eskiden] şefiin akd-i bey'i duyduğu mecliste derhal: “ben
ta'lîm ve terbiye mebiin şefiiyim”, yâhut: “biş-şüf'a talep ederim” demek gibi taleb-i şüf'aya delâlet eder bir söz söylemesi, taleb-i takrir ve işhâd :huk. [eskiden] taleb-i
müvâsebeden sonra lâzım olan taleptir ki şefiin iki kişi huzûrunda olarak mebiin yaninda: “bu akan filân kimse iştirâ etmiş” yâhut müşterinin yanında : “sen filân akan iştirâ etmişsin”, yâhut henüz bâyi yedinde iken onun yanında : "sen filân akarım filâna satmışsın ben ise şu 'cihetle onun şefiiyim, taleb-i şüf'a etmiştim; şimdi dahi talep ederim şâhit olunuz" demesi, (a.f.b.s.) : 1. alacaklı. 2. evlenme arzusunda bulunan kimse,
taleb-dâr
ﺩ ﺍ ﺭ
(a.i. tâlib'in c.) : 1. istekliler. 2. *öğrenci. (bkz : şâkird). [kelime, “tâlib" in c. oldugu halde “ ögrenci" mânâsında miifret gibi kullanılır].
talebe
ﻃﺐ
talebe-i ulûm : medrese talebesi, taleben ( ﻃﻠﺒﺄa.zf.) : talep ederek, isteyerek, taleb-kâr ( ﻃﻠﻜﺄ رa.f.b.s.) : istekli, taleb-nâme ه٠( ﻃ ﺒ ﺎa.f.b.i.) : istek kâğıdı, talh ( ﻃﻠﺢa.i.) : bot. zamk ağacı,
(a.s.) : anat. çiçektozıına âit, çiçektozu ile *ilgili, [müen. : "tal'iyye” ].
tal'î
ﳻ.
tâ li' ( ﻃ ﺎ ﻟ ﻊa.i. tulU'dan) : 1. nişangâhın arkasına düşen ok. 2. tulü' eden, dogan. Kamer-i tâli' : dogan Ay. 3. tâlih, kısmet, kader,
baht. tâlî, tâliye داب، د ى١(تa.s. tülüw'den) : 1. son-
radan gelen; bir şeyin arkası Sira giden. 2. ikinci derecede olan. Mekâtib-İ tâliye: iptidâiden sonra ve âlî'den önce gelen mektepler. Mes'ele-İ tâliye : öncekinden sonra çıkan mes'ele. Ulûm-i tâliye : i'dâdî mekteplerinde gösterilen dersler. 3. Kur'ân okuyan. 4. mant. *sonurtu, fr. conséquent, tâlî cümle : mant. *bağımlı cümle, yan cüm-
le. (bkz : tâbi' cümle),
tâlîbân ﻃﺄﺑ ﻦ
(a .f.i. v e s . ) : 1 . t a lip le r , is t e y e n le r .
2 . *Ö ğ re n c ile r .
tâlibe ب
ﻻ.
( a . s . c . : t â l i b â t ) : m e k t e p li k ı z .
[ t â l i b 'i n m ü e n n e s i].
tâlid ٠ ( ﺗﺎﻻa . i . ) : b i r
k im s e n in e v in d e b u lu n a n
k ö le , c â r i y e , h a y v a n .
tâlih ﻃﺎﻟﺢ
(a .s.) ؛y a r a m a z , f a y d a s ı z , [“ s â l i h ” in
z ıd d ı].
tâliha ﻃﺎﻟ ﺤ ﻪ
( a . s . ) : [ " t â l i h " i n m iie n .]. ( b k z :
t â lih ).
talik ئ
( a . s . ) : 1 . g i i l e r y i i z l i i [a d a m ], ( b k z :
2.
m ü te b e ssim ).
düzgün
sö z
s ö y le y e n
[a d a m ], ( b k z : fa s î h ü 'l - l i s â n ) .
ta'lîk ق٠ﺗﻌﻞ
(a.i. a la k 'd a n . c . : t a 'l i k a t ) : 1 . a s m a ,
a s ı l m a . 2 . b i r ş e y e b a g i l g ö s t e r m e . 3 . g e c ik t i r m e , a ş ı n t ı d a b ı r a k m a , a s k ı d a b ı r a k ı lm a . 4 . b e l l i b i r z a m â n a b ı r a k m a , ( b k z : t e 'h îr ). 5 . ( b k z : h a t t - ı ta 'lîk ).
ta'üku't-takrîr : huk.
[e s k id e n ]
v a z ife te v c ih le r in in h â k im
v a k fa
â it
ta r a fın d a n b ir
ş a r t a t a 'l i k e d i lm e s i d e m e k t i r k i s a h ih t i r ,
ta'üku't-takrîr fi'1-vezâif: huk. (y a r g ıç )
b ir
z â te
h itâ b e n :
"ş u
h â k im in v a z ife n in
s â h i b i ö lü r s e v e y â ş ö y le b i r v a z i f e i n h i l â l e d e r s e s a n a t e v c i h e t t i m ” d e m e s i.
ta'likat ت-
( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. t a 'l î k 'i n
c .) : b i r k i t a b i n a ç ı k l a m a s ı o l a r a k k e n a r ı n a v e y â a y r ı b i r e s e r o l a r a k y a z ı l a n d ü ş ü n c e le r , n o t la r .
ta'lîl ل
د
(a .i. ille t 'd e n . c . : t a 'l î l â t ) : 1 . s e b e p ,
2. fels. * t ü m fr. deduction. Hüsn-i ta'lîl: ed.
b a h â n e g ö s t e r m e , g ö s t e r ilm e . d e n g e lim ,
g ü z e l , u y g u n b i r s e b e p b u lm a ,
ta'lîl bâ'de'l-vuku': b i r
şeye so n ra d a n u y g u n
b ir se b e p u y d u rm a .
ta'lîlât ﻳ ﻼ ت٠(a.i.
t a 'l î l 'i n c . ) : ta'lil'ler, s e b e p ,
b a h â n e g ö s t e r m e le r .
ta'lîm ﻳ ﻢ٠ (تa .i.
il m 'd e n . c . : t a 'l î m â t ) : 1 . ö ğ r e n -
m e , 'ö ğ r e t m e , ö ğ r e t i m , ö ğ r e t i l m e . 2 . o k u t -
tâlî encümen : alt komisyon,
m a , d e r s v e r m e , v e r i l m e . 3 . m e ş k ile y e t i ş -
tâlî mahrût : cogr. *ekkoni.
t i r m e . 4 . a s k e r li k İ d m a n ı . 5 . e g z e r s iz .
talîa -
(a.i.c. : talâyi') : ask. öncü, (bkz : mukaddimetul-ceyş).
tâlib ( ﻃ ﺎ ﻟ ﺐa.s.c. : tullâb, tulleb, talebe) : 1. isteyen, istekli, (bkz : hâhiş-ger). 2. i. öğrenci,
[miien. tâlibe].
Ta'lîm-i
Edebiyat:
R e c â iz a d e
E k r e m 'i n
1 8 8 0 d e b a s ı l m ı ş , e d e b iy a t * b i lg i l e r i n e d a i r b i r e s e r i.
ta'lîm ve taallüm ta'lîm ve terbiye
: ö g r e tim v e ö g re n im .
: * ö g r e t i m v e * e g it im .
1201
a'lîmât ta'lîmât ﺗ ﻌﻠ ﻴ ﻤﺎ ت
(a .i. t a 'l î m 'i n c .) : b i r İş g ö r ü l -
m e s i İ ç in n e y o l d a d a v r a n ı l a c a ğ ı m g ö s t e r e n e m ir ,
: g iz li v e r ile n tâ lim a t.
ta'lîmât-ı re sm ic e : resmi tâlimat. ta'lîmât-nâme ( ﺗﻌﻠﻴﻤﺎﺗﯫﻣﻪa.f.b.i.) : *yönetmelik, ta'lîm-gâh ٥( ﺗﻌﻠﻴﻤ ﻰa.f.b.i.) : tatbiki olarak *su-
bay *adayı yetiştirilen ordugâh, ta'lîm-hâne ( ﺗﻌﻠﻴ ﻤ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i.) : askerin tâlime
alışmasına mahsus yer, meydan, ta'lîmî ( ﺗﻌﻠﻴﻤﻰa.i.) : ogretici, fr. didactique, ta'lîm-nâme ( ﺗﻌﻠﻴﻤﻨﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.) : 1. bir me'mura verilen tenbihleri İçinde toplayan kitap. 2. Asker tâlimine dâir yazılmış kitapçık, ta'lîn ( ﺗﻌﻠﻴﻦa.i.) : açığa vurma, vurulma, (bkz : i'lân). ta'liye ( ﺗ ﻌ ﻠ ﻴ ﻪa.i.) : yükseltme [bir şeyi], (bkz : i'lâ). ta'üye-i nâme talk ﻃ ﻠ ﻖ
(a .i.) : m i k a , ö r e n p u l u ; d e r i h a s t a l ı k -
(a .n .) : v a l l a h i b i l l a h i k e l i m e le r i n -
(a .i. l û t f d a n . c. : t a lt ifa t ) : 1 . g ö n ü l
o k ş a m a , g ö n ü lü h o ş e tm e . 2 . y u m u ş a t m a ; ilâ ç
k u l l a n m a . 3 . r iitb e ,
n i ş a n , m a a ş a r t ı r ı m ı g i b i ş e y le r le s e v i n d i r m e.
taltifât ﺗﻠ ﻄﻴ ﻔﺎ ت
(a .i. t a l t i f i n c.) : l û t u f l a r , ih -
s a n la r , b a ğ ış la r .
taltîfât-1 şâhâne
: p â d iş â h
t a r a fın d a n
gön-
d e r ile n m ü k â f a t l a r , h e d iy e le r ,
taltifen ﺗ ﻠ ﻄ ﻔ ﺎ
(a .i. l a t h 'd a n ) : b u la ş t ı r m a , b u la ş -
t i r i l m a , b u l a ş ı k e tm e .
talziye " ﺳ ﻪ
(a .s. t a m 'd a n ) : t a m a ' e d e n , t a m a 'c i.
ta'm ﻃ ﻌ ﻢ
(a .i.c . ؛t u û m ) : 1 . y e m e , ( b k z : e k i).
2 . t a d , le z z e t , z e v k .
tama’ ﻃ ﻤ ﻊ
(a .i.) : d o y m a z l ı k ; ç o k is t e m e ; a ç -
tama'-ıhâm
: h a m t a m a h , o l m a y a c a k iste k ,
ﻃ ﻤ ﻌ ﻜﺎ ر
(a .f.b .s .) :
1. aç
g ö z lü .
2 . t a m a h k â r , c i m r i , ( b k z : h a s is , n â k e s ).
12.2
ﺳ ﻰ١( ﺗﻢa.s.): noksan tamamlamaya mahsus, onunla ilgili; tamamlayan, bölünmeyen. tam âm iyyet ( ﺳ ﺎ ﺑ ﺖa.i.): tamamlık, bütünlük, doğruluk, tamlık. ( ﻃ ﻤ ﻌ ﺎa.zf.): tamah ederek, tamah
sûretiyle.
( ﻃﺎﻫﺎ تf.i.): uygunsuz, saçmasapan söz.
tâm ât-ı c ü h e lâ : câhillerin saçma sapan söz-
leri.
( ﺳ ﻄ ﺮa.i. matar'dan).(bkz: temattur). tâmetü'l-kiibrâ ﻟ ﻜ ﺒ ﺮ ى١( ﻃﺎﻣﺔa.it.): kıyâmet günü, (bkz : rûz-i kıyâmet)., tâmi' ( ﻃﺎﻣﻊa.s. tama'dan. c .: tumeâ) ؛tamahçı, tamah eden. tâmia ( ﻃﺎﻣﻌﻪa.s. tama'dan): ["tâmi''' in miien.]. (bkz: tâmi'). ta'mîd د5( ﺗﻰمa.i.) : vaftiz etme,
(a.i. umk'dan. c . : ta'mikat): 1. derinleştirme, derin kazma. 2. esâsına varacalc şekilde araştırma, inceleme, (bkz: tahkik, tedkik).
ت("ka" uzun okunur, a.i. ta'mîk'in c.) : derinleştirmeler; araştırmalar, incelemeler, (bkz : tahkikat, tedkikat). ta'm îm (a.i. umûm'dan): 1. umûmileştirme, umumileştirilme. 2 ٠*genelge, fr. circulaire.
ta'mîm ât ta’mim en
g ö z lü lü k .
tama'-kâr
eksiksiz olarak, bütünüyle, tam âm î
ta'mikat
(a .i. İ e z â 'd a n ) : a le v le n d i r m e , a le v -
le n d ir ilm e .
tam' د ع
tam âmen ( ﺗ ﻤ ﺎ ﻣ ﺎa.zf.): 1. büsbütün. 2. tam ve
ta'm îk -
(a .z f.) : t a l t i f s U re t iy le , t a l t i f e d e -
re k , m ü k â f a t l a n d ı r a r a k , * ö d ü lle n d i r e r e k ,
taltih ﺗ ﻠ ﻄ ﻴ ﺦ
din logaritmasının sıfırdan farkı, tam âm -ı m iim ass : mat. kotanjan.
tam attur
s ö y le n e n ü ç ü n c ü b i r lce lim e .
y u m u ş a ta c a k b ir
tam âm -1 lo g aritm a : mat. her hangi bir ade-
tâm ât
d e n so n ra d a h a ç o k İn a n d ır ıc ı o lm a k ü zere
taltif ﺗ ﻒ
gil, eksik. 5. taşıtların hareketi İçin verilen İşaret. 6. doğru. tam âm -1 ceyb : geo. kosinüs.
tam 'an
: m e k tu b a b a ş lık k o y m a ,
la r m d a k u lla n ıla n b e y a z b ir to z , p u d ra ,
tallâhi ﻟﻠﻪ١ﺗ ﺎ
eksiksiz, tam olma. 2. bitme, bitirme, son. 3. uygun, münâsip. 4. ne eksik ne fazla. Bitam âm ihi, Bi-tam âm ihâ, B i't-ta m â m : tam olarak, eksiksiz. N â -ta m â m : tam de-
fr. directif.
ta'lîmât-ı h a fic e
tam âm ( ﺗ ﻤ ﺎ مa.i. temm'den): 1. tamam, tam,
( ﺗﻌﻤﻴﻤﺎتa.i. ta'mîm'in c .): tâmimler. ( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﻤ ﺎa.zf.): tâmim sUretiyle, g e -
nelge ile.
( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﺮa.i. ıımrân'dan. c . : ta'mîrât): onarma, düzeltme, bozuk şeyi düzeltme.
ta'm îr
٠ansîs
eski şeyi düzeltip yeni hâline getirme, (bkz: termîm). ta'mîrât ( ﺗﻌﻤﻴﺮاتo.i. ta'mîr'in c.): tâmirler, diizeltmeler, onarım. ta'mîr-hâne ( ﺗ ﻌ ﻤﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪa.fb.i.): daha çok motorlu vâsıtaların tamir edildiği yer, *onarım yeri. ta'miye ( ﺗ ﻌ ﻤﻴ ﻪa.i. amâ'dan): 1. körletme, kör etme. 2. kapalı şekilde anlatma. 3. ed. "ebced'' hesâbıyla düşürülen bir târihte, hesâbı doğru bulmak İçin çıkartılacak veyâ eklenecek sayı. [Meselâ: Sürûrî'nin 1206 sayısını göstermesi gereken : “rûh-i îsâ etdi eflâke urUc (= )روح ﻋﻴ ﺴ ﻰ اﻳﺘﺪى ا ﻓ ﻼ ﻛ ﻪ ﻋﺮوجmısrâı 1205 sayısını gösterdiğinden : "âsmân târîhe kıldı ser-furû” ta'miyesiyle, yânî â nin delâlet ettiği 1 sayısının katılmasıyla târih tamamlanmıştır]. tâmm, tâmme ﺗﺎﻣﻪ، ( ﺗﺎمa.s.): 1. bütün, eksiksiz, noksansız; mükemmel, olgun. Ma'lûmât-1 tâm m e: tam bilgi. 2. kat'î bir zamanı, ortamı bildirir, zaman anlatan zarflara getirilerek mânâyı *kesinleştirir, tâmmü'l-a'zâ : her uzvu (*organı) bütün, tamam. tammâ' ( ﻃ ﻤ ﺎ عa.i. tama'dan): son derece tamah eden. tammât ( ﺗ ﺎ ﻣ ﻤ ﺎ تa.i.c.): mânâsız, uygunsuz, saçma sözler. Tammât-1 cühelâ : câhillerin, bilgisizlerin saçmasapan sözleri (bkz: tiirrehât). tâmmât ( ﻃﺎﻣﺎتa.i.): kıyâmet. tâmme ( ﻃ ﺎ ﻣ ﻪa.i.): 1. büyük kıyamet, büyük felâket. 2. keskin çığlık. tams ( ﻃ ﻤ ﺚa.i.): âdet görme, aybaşı, (bkz: hayz). tams ( ﻃﻤﺲa.i.): yoketme, belirsiz klima. ta'n ( ﻃﻌﻦa.i.): sövme, yerme ؛ayıplama. tanâbir ( ﻃﺘﺎﺑﻴﺮa.i. tunbûr [tanbur] un c.): müz. tanburlar. tanbûr, tanbûre د و ر ه، ( د و رa.i.c.: tanâbîr): müz. tambur, Tiirk halk müziğinde kullamlan, cura, bulgari, çöğür, bağlama gibi mızrapla çalınan telli çalgılara verilen genel bir ad. [asil: "tunbûr" dur], tanbûr-ı H orasân: müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir çeşit tambur.
ta n b û ri kebir-i T ü r k î: müz. Türk müziginde kullanılmış bir çeşit tambur, tanbûr-i Türkî ؛müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış olan bir çeşit tambur, tanbûrânî ( ﻃﻐﻮراﻧﻰa.s.). (bkz : tanbûri). tanbûri ( د و و ىa.s.): tamburu çok güzel çalan mûsiki üstâdı. (bkz : tanbûrânî). tanbûr-zen ( ﻃﺒﻮوزنa.f.b.s.): tambûri, tambur çalan. ta'ne L ( ﻃﻌﻦa.i.): sövme ؛zemmetme, çekiştirme, yerme. ta'ne-zen ( ﻃﻌﺘﻪ زنa.f.b.s.): söven ؛zemmeden, çekiştiren, yeren. ta'nîf ( ﺗﻌﻨﻴﻒa.i. unfdan. c. ؛ta'nîfât): şiddetle azarlama, darılma, (bkz ؛ta'zîr, tekdir), ta'nîfât ( ﺳ ﻴ ﻔ ﺎ تa.i. ta'nîf'in c .): şiddetle azarlamalar, darılmalar. tanin ( ﻃﺘﻴﻦa.i.): 1. tınlama, çınlama. 2. Vizlama, vızıltı. 3.19 Temmuz 1908 de Hüseyin Cahid Bey (Yalçın) tarafından çıkartılan ve ilk *sorumlu müdürü Muammer Nâilî Bey olan, İstanbul'da yayımlanmış günlük bir gazete. tanîn-endâz ( ﻃﻨﻴﻦ اﻧﺪازa.f.b.s.): tınlayan, çınlayan. tanîn-gâh . ( ﻃ ﺒ ﻪa.f.b.i.): çınlama yeri, tanînî ﺑ ﻰ٠ (a.s.): tanine âit, taninle ilgili, tannân ( ﻃ ﺸﺎ نa.s. tanîn'den): tınlayan, çınlayan. tannâne ( ﻃﺘﺎﻧﻪo.i.): müz. senfoni, tannâz ( ﻃ ﻨﺎ زa.s.) : herkesle eğlenen, (bkz: müstehzi). tannâz-âne ( ﻃﺘﺎزاﻧﻪa.fzf.): herkesle eğlenerek, eğlenircesine. (bkz: müstehziyâne). tansib ( ﺗ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐa.i. nesb'den): yükseğe kaldırma, kaldırılma. tansif ( ﺗﻨﺼﻴﻒa.i. m sfd a n ): yari yarıya bölme, iki müsâvî (*eşit) kısma ayırma, tansîf-î zâvîye: geo. bir zâviyeyi (*açıyı) iki müsâvî (*eşit) kısma ayırma, tansîr ( ﺗ ﻨ ﻌ ﻴ ﺮa.i. nasr'dan): Hıristiyanlaştırma. tansîs ( ﺗ ﻨ ﻌ ﻴ ﻌ ﻦa.i. nass'dan): 1. kayıtlan ve teferruatım inceden inceye tedkik etme. 2. Kur'an veyâ hadisten şâhit göstererek bir dâvâyı müdâfaa etme, savunma. 1203
tansîs-.le'l-esâmî tansîs-ale'l-esâm î: hulc. [eskiden] bir ziimreden isimleri sayılmak sûretiyle gösterilen me?rût-iin-lehleri İfâde etmek üzere kullamlan bir ıstılah. tansisât ( ﺗﻨ ﺼﻴ ﺼﺎ تa.i. nass'dan. tansis'in c.): araçtırmalar, incelemeler. tantana ( ﻃﻨﻄﻪa.i.): 1. "tan tan'' diye seslenme, ses ؟ikarma. 2. ?a'?aa, debdebe, patırtılı, gürültülü gösteri?. tantana-i ?evket ü İc lâ l: ululuk ve azamet gürültüsü.
tanzirât ( ﺗ ﺒ ﺮ ا تa.i. tanzîr'in c.): 1. benzetmeler. 2. benzerleri yapılmalar [şiir hak.], tanziren ( ﺗ ﺒ ﺮ أa.zf.): nazire olarak, tanzir, benzetme sûretiyle. târ ( ﻻرf.s.): 1. karanlık, (bkz : muzlim). Şeb-i târ : karanlık gece. 2. i. tel: sa ؟teli, târ-ı u d : ud teli, târ-ı z iilf: sa ؟teli. 3. i. iplik, târ-ı ankebût: örümcek agı. târ târ : tel tel) iplik iplik. 4. (dokumada) arçak. [zıddı: arga5 .[ ؟. i. tepe,
tanz ( ﻃ ﻨ ﺰa.i.): alay etme, eglenme. (bkz: istihzâ).
târâ ١( ﺗ ﺮf.i.): yıldız, (bkz : kevkeb, necm).
tanzîd ( ﺗﻨﻀﻴﺪa.i.): istifetme, edilme. tanzif ( ﺗﻨﻈﻴﻒa.i. nezâfet'den. c .: tanzifât): temizleme.
tarab ( د ر ا بa.i.c.: etrâb): sevin ؟lilik, ?enlik; sevinçten gelen coçkunluk ve tepinme, ay? ve sefa.
tanzifât ( ﺗ ﻨ ﻈ ﻴ ﻔ ﺎ تa.i. tanzifin c .): temizlik i?" leri [Belediyece yaptırılan-].
tarab-ânıûz ( ﻃﺮ ب آﻣﻮزa.f.b.s.): tarap Ogreten.
tanzifât ve ten virât: temizleme ve aydınlatma. tanzih ( ﺗﻨ ﻀﺞa.i.): gereği gibi piçirme, piçirilme. tanzim ( ﺗ ﺒ ﻢa.i. nazm'dan. c . : tanzimât): 1. düzeltme, düzenleme, diizen verme, yoluna koyma. 2. nesir veyâ nazım olarak yazma. Tanzimât ( ﺗﻨ ﻈﻴﺎ تa.i. tanzim'in c .): 1. düzeltmeler, düzenlemeler, düzen vermeler, yoluna lcoymalar; nesir ve nazım olarak yazmalar. 2. Sultan Abdülmecit zamânmda, 1839 yılının 3 Kasım günü Gülhâne'de okunan ve Giilhâne Hatt-1 Hümâyunu adi altında anılan bir pâdiçah fermam olup Büyük Re?it Pa?a tarafından İlân edilen ıslahât *tasarısı ve bu ıslahât devri (*dönemi). [1877 Rus harbine kadar sürmekle sınırlandırılır. Asil a d i: "Tanzimât-I Hayriyye” dir]. Tanzimât E debiyyâtı: ed. edebiyatımıZin Bati medeniyetinin tesiri altında geli?en ve Tanzimat'ın İlânından 20 yıl kadar sonra, yâni 1860 da baçlayan ve Edebiyat-I Cedide'nin baçladıgı 1896 yılına kadar devam edegelen bir *akim.
tarab-efzâ ( ﻃﺮ ب ا ﻓ ﺰ اa.f.b.s.): ferahlığı ve ne?eyi artıran. tarab-engiz ( ﻃ ﺮ ب اﻧﻜﻴﺰa.f.b.s.): 1. ne?e uyandıran; sevindirici, coçturucu. 2. i. miiz. vaktiyle Türk müziğinde kullamlmı? bir usûl olup zamâmmıza niimûnesi kalmamı?tır. tarab-fezâ ( ﻃﺮ ب ﻓ ﺰ اa.f.b.s.): ne?eyi artıran, i ؟e ferahlık veren, (bkz : tarab-efzâ). tarab-gâh ( ﻃﺮﺑﻜﺎهa.f.b.i.): sevin ؟, coçkunluk yeri. tarab-nâk ( ﻃﺮﺑﺎكa.f.b.s.): sevinçli, C0?kun. tarab-sâz ( ﻃ ﺮ ﺑ ﺎزa.f.b.s): ne?e ve sevin ؟veren; nagme diizen. târâc ( ﺗﺎراجf.i.): 1. yagma, ؟apul, talan, (bkz : garet). 2. yagma etme, talanlama. târâc-gâh( ﺗ ﺎ ر ا ﺟ ﻜ ﺎ هf.b.i.): yagmanm edildiği yer. târâc-geh ( ﺗﺎراﺟﻜﻪf.b.i.). (bkz : târâc-gâh). târâc-ger ( ﺗ ﺎ ر ا ﺟ ﻜ ﺮf.b.s.c.: târâc-gerân): yagmaçı, (bkz: yağmâ-ger). târâc-gerân ( ﺗﺎ را ﺟ ﻜ ﺮا نf.b.s. târâc-ger'in c .): yağmacılar. târâc-kerde ( ﺗﺎراج ﻛ ﺮدهf.b.s.): yagma edilmi?.
taraf ( ﻃﺮفa.i.c.: etrâf): 1. yan, yön. 2. bölge, yer, memlelcet, Ullce, kıt'a. 3. [bir kimsenin] tanzir ( ﺗﻨﻀﻴﺮa.i.) : tâzelendirme, tâzeleçtirme. yani. 4. tarafdarlık, sâhip ؟ikma, koruma. tanzir ( ﺗ ﺒ ﺮa.i. nezâret'den. c . : tanzirât) : 5. aralarında anlaçmazlık bulunan iki ki?i٠ den veyâ iki toplulukta'n her biri. B i-taraf: 1. benzetme, benzetilme. 2. bir ?iirin tarafsız, hi ؟bir tarafı tutmayan. mânâca, ?ekilce benzerini yapma. Tanzîmât-ı Hayriyye : (bkz : Tanzimât).
1204
ta'rîb
( رﻓﺎذأa.f.zf.) : bir tarah, bir yani destekleyerek, bir taraftan yana olarak,
taraf-âne
( ردارa.f.b.s.) : bir tarah tutan, bir tarafı kayıran, (bkz : tarafgir),
taraf-dâr
( ردارىa.f.i.) : tarafdarlik, kayırıcılık. (bkz : taraf-giri).
taraf-dâri
tarafeyn ( ر شa.i.c.) : 1. iki taraf. 2. mat. yanlar, fr. extrêmes. tarafeyn-i teşbih : ed. teşbih'in unsurların-
dan müşebbeh ve müşebbehün bih'e müştereken verilen ad. taraffu z taraf-gir
( ﺗﺮﻓﺾa.i.) : râfızî olma, râfızîleşme. ( ﻃﺮﻓﻜﻴﺮa.f.b.s.) : bir tarafı tutan, bir
tarafı kayıran, (bkz : taraf-dâr).
( ر ﻓ ﻜ ﻴ ﺮ ا ﻧ ﻪa.f.zf.) : taraf tutarcaSina, bir tarafı destekleyerek,
taraf-gir-ân e
( ﻃﺮﻓﻬﻴﺮىa.f.b.i.) : tarafdarlik, kayirıcılık. (bkz : tarafdâri).
taraf-giri
t a r a f i^ e t
( ر ﻳ ﺖo.i.) : taraf tutma,
taraf ta raf
( ﻃﺮف ﻃﺮفa.zf.) : yer yer, semt semt
her yanda. ta râif
( راﺋ ﻒa.i. tarife'nin c.) : az bulunur şey-
1er. tarâik
( را سa.i. tarikat'in c.) : tarikatler, mes-
lekler. târân
( ﺗﺎ را فf.s.) : karanlık, (bkz : muzlim,
târik). tarassud
( ﺗﺮ ﻋﺪa.i. rasad'dan. c. : tarassudât):
gözetme, bekleme, dikkatle bakma, gözleme.
( ﺗ ﺮ ﻣﺪا تa.i. tarassud'un c.) : tarassutlar, gözlemeler, gözetmeler,
tarassudât
ت١( ى رf.i.) : yagma, çapul, talan, (bkz : tâht, târâc).
târât
tarâvet
( را و تa.i.) : tâzelik, tâze olma,
( ر دa.i.) : 1. kogma, sürme, uzaklaştırma. 2. vazifeden, mektepten uzaklaştırma,
tard
tard-ı rekib : ed. (bkz : tardiyye). tard ii aks : ed. bir mısraın iki cüzünü me-
tatez ile başka bir mısrâ meydana getirme ve bu sûretle bir beyit teşkil etme. [Meselâ : Mümkin değil Hüdâ'yi bilmek de bilmemek de / Bilmek de bilmemek de mümkin degil Hüdâ'yi... gibi].
( رددهa.i.) : ed. beşinci mısrâı, birinci bendin dört mısrâıyla kafiyeli olmayan mu-
tardiyye
hammes. [Şeyh Galib'in Hüsn ü Açk'ında tardiyelere rastlanır], târe ( ىرهa.i.): defâ, kere, (bkz : bâr, bâre). târek ( ﺗﺎوكf.i.): tepe, başın tepesi, târem ( &رمf.i.): kubbe, künbet, dam. târem-i ahzar: gökyüzü, târem-i çârum : dördüncü cennet, târem-i fîrûze-fâm, - -i nîl-gûn : gök. (bkz : semâ). târenı-i p âk : cennet, târeten ( "وارهa.i.): defa, kerre. târeten ba'de uhrâ : bir kaç kerre, defalarca, tareyân ( >ﻳﺎنa.i.): geliverme, oluverme, birdenbire ؟ikma. t a r f ^ ( a . i . ) :1. bakış.2. gözucu. tarfe ( >ﻓﻪa.i.): göz kapağının bir kerre açılıp kapanması. tarfe-i ayn : (bkz : tarfetü'l-ayn). tarfetii'l-ayn : bir kerre göz açıp kapayıncaya kadar olan an. (bkz: İemha-İ basar), tarh ( ر حa.i.): 1. atma, koma, bırakma. 2. dagitma, bölme, ta'yin. 3 ٠kurma, tertipleme, düzenleme. 4. mat. çıkarma, fr. soustraction. 5. g. s. süslemeli desen. 6. bahçede çiçek dikmek üzere ayrılan yer. tarh-ı esâs : temel atma, tarh-ı tenâsübî: mat. iskonto. tarhâni ﺗ ﺮ خ\ﻓ ﻰ: müz. Türk-Çağatay klâsik halk şiiri müziğinde XV. asırda kullanılmış bir şekil olup güftenin vezni "müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün” dür. [edebiyatta karşılığı: “müstatref" dir]. tarh-efgen ﻓ ﻜ ﻦ١( ر حa.f.b.s.): kuran, düzenleyen; temel kuran, binâ yapan, tarh-endâz ( ر ح ا دا زa.f.b.s.): temel atan, düzenleyen. tarhûn ö j j } (a.i.): tuzla otu, hekimlikte kullanılan ıtırlı bir nebat, târık ( ﻃﺎ و فa.i.c.: etrâk, turrâk): 1. sabah yıldizi, çulpan, Venüs (Zühre). 2 ٠erkek adi. tari ( د ر ىa.s. tarâvet'den): tarâvetli, tâze. Lâhm-i târî: tâze et. târî ( ﻃ ﺎ ر ىa.s. tarâ'dan): ansızm çıkan, birdenbire görünen [bir kimsede veyâ şeyde-], ta'rîb ( 'ذﻋﺮ_ د بa.i. Arab'dan. c .: ta'rîbât): 1. Arapçalaştırma, Arapçalaştırılma. 2. birinin sözünü reddetme. 1205
ta'rîbât
ta'rîbât ( ﺗ ﺮ ﻳ ﺒ ﺎ تa.i. ta'rîb'in c .): 1. Arapçalaştırmalar, Arapçalaştınlmalar. 2. (bkz: takbîhât).
târîh-i t a b îî: hayvan, nebat (*bitki) ve dünyanm tekâmülünü (*evrimini) anlatan ilim.
ta'rîc ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﺞa.i.c.: teârîc): 1. çıkıntı, tümsek peydâ etme. 2. anat. beynin büküntiileri arasındaki çıkıntılar.
târîh-i u m û m î: umûmî (*genel) târih. 2. “ebced" hesâbıyla düşürülen târih,
tarid ( ﻃﺮﻳﺪa.s.): kovulmuş, çıkartılmış, (bkz : matrûd). târid ( ﻃﺎردa.s. tard'dan): tardeden, kovan; SÜrüp çıkartan. târid-î dîdân, - -İ d u d : sogulcan düşüren ilâç.
târidü'l-hasât: hek. mesâneden taşlan çıkaran.
târîh-i m iihm el: ed. noktasız harflerle diişürülen târih, (bkz : târih-i sâde), târîh-i sâd e: ed. noktasız harflerle düşürülen târih, (bkz : târih-i mühmel), târîhçe ( ﺗﺎ رﻳ ﺨ ﺠ ﻪa.f.b.i.): küçük târih, *özet târih. târihî, târihim e ﺗﺎرﻳﺨﻴﻪ، ، T ( ﺗﺎرﻳﺦa.s.): târihe âit, târihle ilgili. târîh-nüvîs ( ﺗﺎرﻳﺦ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲa.f.b.i.): târih yazan, (bkz: müverrih).
ta'rîf ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﻒa.i. İrfân'dan. c . : ta'rîfât): 1. etrâflyla anlatma, anlatılma; etrâflyla târîh-şinâs ( ﺗﺎرخ ﺷ ﻔ ﺎ سa.f.b.i.): târihçi, târih bilen, tarihten anlayan, bildirme, bildirilme. 2. bir maddeyi bütün lüzumlu noktalarım İçine alır ?ekilde bir tarîk ( ﻃ ﺮﻳ ﻖa.i.c.: turuk): 1. yol. (bkz : râh). İbâre ile anlatma. Harf-İ ta 'rîf: a. gr. isimKuttâ-İ ta r ik : yol kesen haydut. Evlâ bî'tlerin mânâsını belirtmeye yarayan el harf ta r ik : en iyi, en âlâ yol. "el-ma'lûm" gibi. tarik bedeli: [evvelce] yol yapımı İ ؟in alinan paraya verilen bir ad, yol vergisi. tâ rif ( ^رفa.s.): yeni, (bkz : cedid, nevresîde). tarif, tarife ﻃ ﺮﻳ ﻐ ﻪ، ( ﻃﺮﻳﻒa.s. turfa'dan): az bulunan, nâdir, zarif ?ey.
tarîk-iAhmed-imuhtâr:Hz.M uhammed'in yolu; Müslümanlık.
ta'rîfât ( ﺗﺒﺮﻳﻔﺎتa-.i. ta'rîf in c.): târifler.
tarîk-i âmm, -i su ltân i: geni? yol, cadde.
ta'rife ( ﺗ ﻌ ﺮ ﻓ ﻪa.i.): 1. fiatveyâ zaman gösteren cetvel. 2. bir ?eyin kullanılışını anlatan kâğıt.
tarîk-1 hâss : bir veyâ birkaç eve mahsus çıkmaz sokak. 2. usûl,
ta'rîf-hân ( ﺗ ﻌ ﺮ ﻳ ﻒ ﺧﻮانa.f.b.i.): câmi ve tekkelerde namazdan önce Hz. Muhammed ile büyüklerin evsâhna dâir cemâate yüksek sesle izahlarda bulunan vazife sâhipleri.
tarîk-ı y â b is: harâretle bir mâdeni tahlil etme usulü. 3. meslek,
ta'rîf-nâme ( " ر ﻳ ﻔ ﺎ ﻣﻪa.f.b.i.): bir ?eyin yapılışını, kullanılışını anlatan yazı. tarih ( ﻃ ﺮ ﻳ ﺢo.i.): işe yaramadığından dolayı bir yana atılmış ?ey. târîh ( ﺗﺎرخa.i. erh'den. c . : tevârîh): 1. târih,
tarîk-i kazâ : huk. yargı yolu,
tarîk-i aklâm : sivil meslek, tarik-i ehl-i seyf: askerlik mesleği, tarîk-ı ra tib : kim. toz hâline getirilen bir madde su ile karıştırılarak cins ve’ nevinin tahlili usûlü. 4. vâsıta, sebep. 5. -tas. bir velinin Tann'ya ulaşması İçin tuttugu yol.
târîh-i e d e b iy a t : edebiyat târihi,
ta'rîk ( ﺗ ﺮ ﻳ ﻖa.i. arak'dan): terletme, tere yatırılma, terletilme.
târîh-i h u sû sî: husûsî (*özel) târih,
ta'rîk ( ﺗﻌﺮﻳﻚa.i.): 1. ugma. 2. balık ağı çekme,
târîh-i nebeân : çılcış, kaynama zamânı. [nehir hakkında].
târik ( ﻧ ﺎ ر كa.s. terk'den): terk eden, bıralcan, vaz geçen.
Târîh-i Şâhî (?ah tarihi) :.asil adi "Tevârîh-i Çâhî fi'l-Ehâdîsi'l-ilâhî'' olan ve XVI. yüzyıl *bilginlerinden İbrahim adil bir zatin yazdığı, yaratılıştan Hud Peygambere kadar geçen *olayları anlatan târih.
târilc-i dü n yâ: ı) dünyâ işlerinden elini ayagını çekip bir köşede oturan2 )؛evlenmeyen papaz.
12.6
târilc-i sa lâ t: namazı terk eden, namaz kilmayan, beynamaz.
tarz-ı tedîd
târîk ( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻚf.s.): karanlık, (bkz : muzlim). §eb-i t â r îk : karanlık gece, tarîka ( ﻃ ﺮﻳﻘ ﻪa.i.): 1. (bkz : tarikat). 2. müz. “peşrev” isminden önce bu “forme” daki saz eserlerine verilmiş isim ki, bilhassa XVI. asırdan evvel kullanılmıştır, tarikat ( ﻃﺮﻳﻘﺖa.i.c.: tarâik): Allah'a ulaşmak arzusuyla tutulan yol; tasavvufi meslek. tarîkat-ı hâcegân: Ahmed Yesevi'nin adina kurulan Yesevi tarikatinden doğan Nakşibendî tarikatı. tarikat cih âzı: tarikata girerken giyilen : ayakkabı, elbise, külâh, başlık, asâ gibi şeyler. tarikat k ö çeği: mevlevilikte, tarikatçıların hizmetinde bulunan kimse, can. târlk-baht ( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻚ ﺑ ﺨ ﺖf.b.s.): bahtı kara, tâlihsiz. târîkî ( ﺗﺎرﻳﻜﻰf.i.): karanlık, (bkz : zulmet), ta 'rîs ( ﺗﺎرa.i.): 1. düğün yapma. 2. bir kızı gelin etme. ta'riye ( ﺗ ﻌ ﺮﻳ ﻪa.i.): soyma, soyulma, çıplaklaştırma. târiye ( ﻃﺎ رﻳ ﻪa.i.): ansızın gelen belâ, (bkz: dâhiye). tariyy, t a r i f e رﻳﻪ، ( ر ىa.s.): 1. körpe, yaş, taze. 2. yumuşak [ekmek), tâ'rîz ( ﺗ ﻌ ﺮﻳ ﺾa.i. arz'dan. c .: ta'rîzât): 1. dokundurma [sözle-], dokunaklı söz söyleme, taş atma, taşlama, taş. ta'rîzât ( ﺗ ﻌ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ تa.i. ta'rîz'in c .): dokundurmalar [sözle-], dokunaklı söz söylemeler, taş atmalar, taşlamalar, taşlar, ta'rîzen ( ًﺗﻌﺮﻳﻐﺎa.zf.): ta'riz yoluyla, dokunaklı söz söyleyerek, taş atarak, ta'rîz-kâr ( ﺗﻌ ﺮﻳ ﻀﻜﺎ رa.f.b.s.): ima yoluyla, dokunaklı söz söyleyen, taş atan, târ-mâr ( ﺗﺎ ر ﻣﺎ رf.s.): karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz : târ ü mâr). tarrâde ( ﻃﺮادهa.i.): dibi düz bir çeşit hafif kayık. tarrâh ( ﻃ ﺮ ا حa.s.): 1. tarh eden. 2. i. g. s. süslemeli desen çizen sanatkâr. 3. resim, daha çok bahçe resmi yapan kimse, tarrâka ( ﻃﺮاﻗﻪa.i. tarr'dan): gümbürtü, tarrâr ( ﻃﺮارa.i.): yankesici.
tarsi' ( ﺗ ﺮ ﺻﻴ ﻊa.i. ras'dan. c .: tarsîât). (bkz ؛ tersi'). tarsif ( ﺗﺮﺻﻴﻒa.i.): birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma, tarsif-i cidâr : duvarm sağlamlaştırılması, tarsin ( ﺗ ﺮ ﺑ ﻦa.i. rasânet'den. c . : tarsinât). sağlamlaştırma, (bkz : tahkim) takviye), tarsin-i cidâr : duvarı sağlamlaştırma, tarsinât ( ﺗ ﺮ ﺑ ﺎ تa.i. tarsin'in c .): sağlamlaştırmalar. tarsis ( ﺗ ﺮ ﺑ ﺲa.i. rasâs'dan): 1. kurşunlama, kurşunlaştırma. 2. sağlamlaştırma. 3 ٠kadinin yalnız gözleri görünecek şekilde örtünmesi. tarsîsü'l-esnân: çürük dişlerin kurşunla doldurulması. tartib ﺗ ﺮﻳ ﺐ (a.i. ratâbet'den): 1. rutubetlendirme, ıslatma, ıslatılma, tartib-i lisân : güzel bir söz söyleyerek dili ma'nen tatlılaştırma. 2. tarâvet, tâzelik verme. 3. hoşlandırma, hoşlandırılma, tartil ( ﺗﺮﻃﻴﻞa.i. ratl'dan): saçı, yukarıdan bogar ak örgüsünü, kıvırcıklarını açma, târ iim â r ( ﺗﺎ ر و ﻣﺎ رf.b.s.): karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz : târ-mâr). târ ü pûd ( ﺗﺎزوﺑﻮدf.b.i.): arşakile argaç, çözgü ve atkı [dokumacılıkta), tarz ( ﻃ ﺮ زa.i.): 1. şekil, biçim, sûret, kılık. 2. usul, yol. (bkz : üslûb). tarz-ı bârid : ed. soğuk bir üslûb ile yazı yazma. tarz-ı cedid : miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Kazasker Mustafa izzet Ef. tarafından terkibedilmiştir. Sııltânî yegâh veyâ yegâhda rast mürekkeptir, inici, çıkıcı olarak karışık seyrederek bu dizilerde gezinir. Acem-aşiran ile acem-aşlran "fa” perdesinde karar eder. Güçlüleri, birinci derecede -sııltânî yegâh ile yegâhta rastın durağı ve nev-eser ile nihâvend'in güçlüsü olan- nevâ "re'', ikinci derecede -sııltânî yegâh ile yegâhda rast'm güçlüsü- dügâh “ İâ”, üçüncü derecede -nihâvend ile neveserin durağı olan- rast “sol”, dördüncü derecede de -acem-aşîran'ın güçlüsü olançârgâh “ do” perdeleridir. Donanımına “si” küçükınücenneb bemolükonıılıır. (Bu ârıza acemaşiranda, nihâvend'de, nev-eser'de, 1207
tarz-ı faâliyyet
sultânı yegâh'da bulunur, yânî makamın hemen bütün dizilerinde vardır). Ayrıca îcâbettikçe nota içerisinde şu ârızalar ilâve olunur: sultânî yegâh'ın, yeden “ do” bakıyye diyezi, yegâh'da rastın “si” bekarı ile fa ve “do” bakıyye diyezleri, nihâvend'in “mi” küçük mücenneb bemolü ile yeden “ fa” bakıyye diyezi, nev-eser'in “m i” bakıyye bemolü ile “ fa” ve “ do” bakıyye diyezleri. Görülüyor ki, müşterek seslerden ve yakın dizilerden istifâde edilmiştir; fakat hiçbir orijinalliği yoktur, tarz-ı faâliyyet : işleyiş,
mecut olmadığından, donanımın "re” bakıyye bemolünün ، e'sîri bunlar İ ؟in yoktur; gene donanımın “si” küçük mücenneb bemolü ise, her iki dörtlüde de müşterektir), tarz-ı teşkil : kurtuluş,
(a.i. rızâ'dan): 1. râzı ve hoşnûdetme. 2. işlenen bir kusûra karşı özür dileme, [“vermek, almak, istemek” yardımcı fiilleriyle kullanılır],
tarziye ﻧ ﺮ ب
tarziz ( ﺗﺮﺿﻴﺾa.i.): hek. cildin altındaki nesi ؟-
leri (dokuları) ezmek, dokuların ezilmesi, tas ( ضa.i.): tas, su kabı,
tarz-ı h â l : çözüm yolu, çözüm şekli,
ta's ( صa.i.): yok olma, kaybolma,
tarz-ı hareket : tutum,
tasabbi -
tarz-ı i'tilâ f : uyuşma, uzlaşma yolu, tarz-ı m efsûl: ed. kesik kesik cümlelerle söz
söyleme. tarz-ı müteallik, -1 m evsûl: ed. bilinmeyen,
alışılmamış kelimeler kullanılarak anlaşıl ması güçleştirilmiş yazı tarzı, tarz-ı n evin : müz. Türk müziğinde bir
mürekkep makamdır. Haşim Bey tarafın dan terkîbedilmiştir. Tarz-ı nevin, nikriz beşlisi kullanmayan ikinci çeşit şevk-efzâ (ki terkibi çârgâh'da zengüle ile acem aşirandan ibârettir) ile rast'ta kürdi dörtlü sü ve bâzan da bunun yerine rast' ta uşşak dörtlüsünden mürekkeptir. Sondaki dörtlü ile rast “sol” perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede -çârgâh'da zengülenin du rağı ve acem-aşîran'ın güçlüsü olan- çârgâh “ do”, ikinci derecede -acem aşîran'm durağı olan- acem aşîran “ fa” perdeleridir. Aynı zamanda tiz durak ve çârgâh'da zengüle nin güçlüsü olan gerdâniye “sol” büyük ehemmiyetle kullanılır (ikinci güçlü, aynı zamanda yedendir). Birinci güçlü de, aynı zamanda sonda kullanılan mevzuubahs her iki dörtlünün de son sesidir. Donanı mına şevk-efzâ gibi “si” küçük mücenneb ve “re” bakıyye bemolleri konulur. Gene şevk-efzâ'nm çârgâh'da zengüle dizisi için “si” bekar, “si” koma bemolü, “mi” koma bemolü, “lâ” bakıyye bemolü, rastta uş şak dörtlüsünün “lâ” koma bemolü, rastta kürdi dörtlüsünün “ lâ” küçük mücenneb bemolü îcâbeden yerlerde nota içerisin de ilâve edilir. (Son iki dörtlüde “re” sesi 1208
(a.i. saby'den): çocuklaşma, 0 ؟cuk tavrı takmma.
tasabbu' ع٠( ﺗﺺa.i. ısbî'den): parmak parmak
ayrılma. tasabbun (a.i.): 1. sabun gibi köpürme. 2. kim. sabunlaşma. tasabbur ر٠( ﺗ ﻢa.i. sabr'dan): sabırlanma, sab-
retme. (a.i. sady'den. c . : tasaddiyât): bir işe girişme, başlama, (bkz: mübâşeret, ibtidar, teşebbüs).
tasaddi (JU
tasaddu' ( ﺗﺼﺪعa.i.): 1. dağılma. 2. yarılıp ؟at-
lama. tasadduk ق٠( ﺗ ﻌ ﺎa.i. sadaka'dan. c .: tasaddu-
katt): sadaka olarak verme, verilme, tasaddukat “( ﺗ ﺼ ﺪ و ا تka” uzun okunur, a.i.
tasadduk'un c.): sadakalar, (bkz: sadakat), tasaddur ( ﺗ ﻤ ﺪ رa.i. sadr'dan): baş sedire ge ؟-
me, en başta oturma. tasaffi ( ﺗﺼﻬﻰa.i. sâf'dan): saflaşma, durulma, tasaffuh ( ﺗ ﻤﻐ ﺢa.i.): 1. levha levha olma ؛levha
hâline konulma. 2. yaprak yaprak olma,
( ﻟ ﻠa.i. salâtet'den. c . : tasallûtât): musallat olma, sataşma, başına ekşime,
tasallut ﻂ
tasallutât ( ﻗ ﻠ ﻄ ﺎ تa.i. tasallut'un c .): musallat
olmalar, sataşmalar. tasalluten ( ﺗ ﺴﻠ ﻄﺄa.zf.): tasallut ederek, musal-
lat olarak, sataşarak. tasalliib ( ﻟ ﻌ ﻠ ﺐa.i. sulb'den c . : tasalliibât):
1. katılaşma, sertleşme. 2. sağlamlaşma, tasallüb-i c ilt : anat. cildin katılaşması, tasallüb-i dimağ : anat. beynin katılaşması.
tasayyuf
tasalliib-i şerâyîn: anat. damarların sertleşmesi. 3. din husûsunda fazla gayret ve taassub gösterme.
ïasarrufât-1 lisâniyye (dil tasarrufları) : dil-
tasalliibât ( ﺗ ﺼﻠ ﺒ ﺎ تa.i. tasallüb'Un c .): 1. katılaşmalar, sertleşmeler. 2. din husûsunda çok taassub ve gayret göstermeler.
tasarrufi ( ﺗ ﺼ ﺮ ﻓ ﻰa.s.) : tasarrufa mensup, ta-
tasalJiif ( ﺗ ﻌ ﻠ ﻒa.i.c.: tasallüfât): 1. övünme, kendi gücünün dışında olan fazilet ve zarâfet iddiâsında bulunma. 2. ed. şâirin, fahriye (kendini övme) yolunda yazdığı şiir.
tasa'ub ( ﺗ ﺼ ﻌ ﺐa.i. sııûbet'den. c.: tasa'ubât) :
tasallüfât ( ﺗ ﺼﻠﻔﺎتa.i. tasallüf'Un c .): gösteriş olarak yapılan nezâketler, tasannu' ( ﺗ ﺼ ﻔ ﻊa.i. sun'dan. c . : tasannuât): 1. yapmacık. 2. bir şeyi olduğundan daha süslü, daha değerli gösterme, tasannuât ( ﺗ ﺼﻔ ﻌﺎ تa.i. tasannu'un tasannu'lar, yapmacıklar,
c .):
tasârîf ( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻒa.i. tasrifin c.): Allah'ın istedigi yolda İdâre ve irâdeleri, tasarruf ف(a.i. sarf dan. c .: tasarrufât): 1. sâhibolma. 2. İdâre ile kullanma, tutum, ekonomi, (bkz: iktisâd). Bi't-tasarruf: tasarrufla. 3. artırma, artırılma [para, mal-]. 4. bir "zevce” muâmelesinde bulunma,
de, herkesin kabul edebileceği yenilikleri kullanma. sarrufla ilgili. tasarrum ( ﺗﺼﺮمa.i.): yiğitlenme cesâretlenme.
güçleşme, tasa'ubât ( ﺗﺼﻌﺒﺎتa.i. tasa'ııb'un c.) : güçleşme-
1er. tasa'ud ( ﺗﺼﻌﺪa.i. suûd'dan) : 1. yukarı çıkma,
ağma. 2. yükselme, kalkma [buhar ve gaz]. tasa'udât ( ﺗﺼﻌﺪاتa.i. tasa'ııd'un c.) : tasa'udlar,
buharlaşmalar. tasa’udât-1 merzagiyye : bataklık yerlerden
yükselen fenâ kokular. tasâvir ( ﺗ ﺼﺎ و ﻳ ﺮa.i. tasvir'in c.) : tasvirler, re-
simler. tasâvîr-i esâtîr : mitolojiye âit resimler. tasavvuf ( ﺗ ﺼ ﻮ فa.i. sûfdan. c. : tasavvufât) :
sofulaşma, gönlünü Allah sevgisine bağlama. İlm-i tasavvuf: tasavvuf ilmi, tasavvufbilgisi. tasavvufât ( ﺗﺼﻮﻓﺎتa.i. tasavvufun c.) : tasav-
vuflar.
tasarııf-ı fi'lî: huk. [eskiden] fiil ile olan tasarruf: bir mail istihlâk etmelc gibi,
ta sa v v u f! ( ﺗ ﺼ ﻮﻓ ﻰa.s.) : tasavvufa âit, tasav-
tasarrııf-ı kavli: huk. [eskiden] beyi', îcâr, kefâlet, havâle, ikrar, hibe, nikâh, talâk gibi söz ile yapılan tasarruflar,
tasavvur ( ﺗﻤﻮ رa.i. sûret'den. c. : tasavvurât):
tasarruf-ı müllâk: huk, [eskiden] bir milkte yalnız mal sâhibinin yapması câiz ve sahih olan tasarruf. tasarruf-ı şer'î: huk. [eskiden] satmak, bağışlamak, vekâlet, kefâlet, havâle teslimi gibi muâmeleler. tasarruf nisâbı: tereke ile mahfuz hisselerin mecmuu arasındaki fark,
vufla ilgili. 1. zihinde şekillendirme, kurma. 2. göz önüne getirme [zihinde]. 3. istek, arzu. tasavvıır-ı sâzec : appréhension.
psilc.
*ilksezi,
fr.
tasavvurât ( ﺗ ﺼ ﻮ را تa.i. tasavvur'un c.). 1. tasavvurlar. 2. mant. kaziye (*önerme) lerin
zihinde meydana gelişini ve bunların nazariyesini mevzu yapan bahis, tasavvuri, tasavvuriyye ﺗ ﻤ ﻮ ر ﻳ ﻪ، ﺗ ﻤ ﻮ ر ى
(a.s.) : tasavvura âit, tasavvurla ilgili, (bkz : hayâli).
tasarruf sandığı: küçük tasarrufları değerlendirip işleten kuruluş,
tasavvut ( ﺗﺼﻮتa.i. savt'dan) : leng. *sesleme, fonasyon, fr. phonation.
tasarrufan ( ًﺗ ﻤ ﺮ ﻓ ﺎa.zf.): İdâre, tutum, iktisat maksadıyla.
tasaw ut-i elektriki : fiz. elektrik tınlaması,
tasarrufât ( ﺗ ﻌ ﺮ ﻓ ﺎ تa.i. tasarrufun c .): tasarruflar.
tasayyud ( ﺗ ﺼ ﻴ ﺪa.i.) : avlanma, ava çıkma,
tasarrııfât-ı fi'liyye : bir san'atm icrâsı, tam bir salâhiyete mâlik olma.
tasayyuf ( ﺗ ﻤ ﻴ ﻒa.i. sayfdan) : yazlama, bir yerde yazı geçirme.
rezonansı. (bkz : istiyâd).
12.9
tasdi'
tasdi' دع.( تﺀدa.i. sııdâ'dan. c . : tasdiât): 1. baş ağırtma, baş ağrıtılma. 2. tâ'cizetme, can S i k m a , rahatsız etme. tasdiât ( ﺗ ﺼ ﺪﻳ ﻌﺎ تa.i. tasdi'in c .): baş ağrıtmalar, can sıkmalar, (bkz : ta'cîzât). tasdik ( ﺗ ﺼ ﺪﻳ ﻖa.i. sidk'dan. c . : tasdikat): 1. doğrulama, gerçeklendirme, gerçek olduğunu söyleme. 2. Onaylama. Bi't-tasdik: tasdik ile, tasdik ederek. Edât-1 tasdik: "evet, öyle, doğru..'' gibi tasdika delâlet eden edat. tasdikan ( ﺗﺼﺪﻳﻬﺎa.zf.): tasdik sûretiyle, tasdik İçin. tasdikat ﺋ ﺖ٠"( ﻣ ﺤﺪka” uzun okunur, a.i. tasdik'in c.): doğrulamalar, gerçeklendirmeler, Onaylamalar. tasdiki, tasdikime ﺗﺼﺪﻳﻘﻴﻪ، ( ﺗ ﻤ ﺪﻳﻘ ﻰa. s.): tasdika ait, tasdikle *ilgili, tasdik-nâme ( ﺗﺼﺪﻳﻬﺌﻤﻪa.f.b.i.): 1. *gerçekleme kâğıdı. 2. bir okuldan başka bir okula nakledebilmesi İçin öğrenciye verilen belge,
tasfiye -
tasfiye-i düyûn :
b o r ç la rın fa iz le rin i ö d e y ip
h e sâ b ın ı k a p a m a .
tasfiye-i kalb : y ü r e ğ in i tem izlem e , tasfiye-hâne ﺧﺎﻧﻪ(a .f.b .i.) : (p etro l) tasgir ﺗ ﻤﻔﻴ ﺮ ç ü ltm e , 2.
gr.
(a.i. sig a r'd a n . c . : t a s g ir â t ) : k ü ç ü ltü lm e ,
isim
v e y â sıfatı, k ü ç ü k m â n â sıy la
çü ce k , k u ş c a ğ ız .." gib i; 2) 5)
A r a p ç a d a : fiilin ik in c i h a r f i ile ü ç ü n -
u b eyd ); t ıfİ'd a n (= tu feyl)... g ib i e d a tla r ge tir ile r e k y a p ılır ].
tasgirât ا ت-
(a.i. ta sg ir 'in c . ) : k ü ç ü ltm e -
ler.
tashif ﺗﺼﺤﻴﻒ
(a.i. s a h f d a n . c . : t a s h if â t ) : y a z ı
y a z a rk e n k e lim e y i y a n lış y a z m a , y a n ılıp y a n lış k e lim e y a z m a . —
(a.i. t a s h if 'in c . ) : y a n ılıp
y a n lış k e lim e y a z m a la r, —
(a.i. S ih h at'd en . c . : ta sh ih ât) ؛
1. sa ğ lığ ın ı
İâde
etm e,
tasfifât — ت (a.i. tasfifin c .): saf saf dizmeler, sıralamalar.
tashî'h-i mizâc :
.
tasfirât — ا ت (a.i. tasfir'in c.): 1. ıslık çalmalar. 2. sarıya boyamalar.
121
iy ile tm e .
(b k z :
İfâkat)(.
tashih be-dergâh: tar.
tasfir ( ﺗ ﻌﻔﻴ ﺮa.i. safir'den. c .: tasfirât): 1. ıslık çalma, ıslıkla seslenme. 2. sarartma, sarıya boyama.
F a r s ç a d a : “ çe,
c ü h a r fi a ra s ın a s â k in b ir y : a b d 'd e n (=
tasfif ( ﺗﻤﻐﻴ ﻒa.i. saffdan. c . : tasfifât): saf saf dizme, dizilme, sıralama,
tasfik-i esnân ؛soğuktan dişlerin birbirine çarpması. tasfikat ا تj ffii.fi“ (ka” uzun okunur, a.i. tasfik'in c .): kanad çırpmalar,
k ü ç ü ltm e ed âtı.
k e f (h a r f )” : “ m e rd ü m ek , d îv â n ç e ...” gib i;
tashih
t a s f i k - (a.i.c.: tasfikat): kanad çırpma,
1. k ü -
u fa ltılm a .
[ı) T ü rk ç e d e : “ c a k , cek, c a ğ ız , c e g iz ” " ؛k ü -
tasdiye ( ﺗ ﻤ ﺪﻳ ﻪa.i.): el çırpma, alkış.
tasfihât ( ﺗ ﺼﻔ ﺢ—اتa.i. tasfih'in c .): 1. el çırpmalar, alkışlamalar. 2. yaprak hâline getirmeler.
u fa ltm a ,
Edât-1 tasgir :
k u lla n m a .
tashifât ت
tasfih ( ﺗ ﻤ ﻐ ﻴ ﺢa.i. safh'dan. c . : tasfihât): 1. el çırpma, alkışlama. 2. yassıltma, yufka hâline koyma, yaprak yaprak yapma,
.a r ıt -
m a yeri.
tasdir ^ ( ﺗ ﺊa.i. sadr'dan. c . : tasdirât): 1. başa koyma, başa geçirme. 2. kitabin başına önsöz koyma, konulma. 3. yazma, satir dizme, (bkz : tastir). 4. çıkarma, çıkartma, tâse^ ü (f.i.) :tasa,kaygı.
(a.i. s a f v 'd a n ) : s a f k lim a , k ılın -
m a , s a fla ştırm a ; tem izlem e.
y e n iç e r i o c a ğ ı k ü tü -
ğ ü n e isim y a z ılm a s ı k e y fiy e ti. sa ğ a ltm a , h a s ta lığ ı te d â v î
etm e. 2 . y a n lış ı d o ğ ru ltm a , d ü zeltm e ; y a n İış d ü zeltilm e.
tashih-i karâr : huk.
te m y iz
m a h k e m e si
(Y a rg ıta y )' n d en v e r ilm iş o la n b ir k a r â r a îtirâ z ile 0 k a r a r ın ta s h ih in i -m e z k û r m a h k e m e d e n -t a le b v e istîd â etm e,
tashihât ت1ﺗ ﺼ ﺤﻴ ﺢ
(a.i. ta s h ih 'in c . ) : ta sh ih le r,
dü zeltm eler.
tashin ﺣ ﻦ٠ﺗ ﻪ
(a.i. s a h n 'd a n ) : s a h n e y e k o y m a ,
sa h n ed e o y n a n a c a k şekle k o y m a ,
tâsi' ﺗ ﺎ ﺳ ﻊ
(a.s. t is 'a 'd a n ) : d o k u z u n c u , ( b k z :
Cild-İ tâsi': d o k u z u n c u cild . tâsian ( ﺗﺎ ﻣ ﻌ ﺎa .z f .) : d o k u z u n c u o la ra k , d o k u n ü h ۶ m ).
zu n c u d ereced e, d o k u z u n c u su .
tas'îb ﺗ ﺼ ﻌﻴ ﺐ
(a.i. su û b et'd en . c . : t a s 'îb â t ) : g ü ç -
le ştirm e , g ü ç le ştirilm e , z o rla ştırm a , zo rla ştırılm a..
tasrhen
tas'îbât ( ﺗ ﻌ ﻌ ﻴ ﺒ ﺎ تa.i. tas'îb'in c.): güçleştirmeler, zorlaştırmalar, ["teshilât" m zıddı], tas'îd ( ﺗ ﻤ ﻌﻴ ﺪa.i. suûd'dan): 1. yukarı ؟ikarma, çıkarılma. 2. kim. bir cismin ışıtılarak buharlaştırılması, fr. sublimation. ta'sîl ( ﺗﻌﺴﻴﻞa.i. asel'den): bal katma, ballama, ballandırma. ta'sîl-i kelâm : sözü ballandırma, tatlılaştırma. ta'sîr ﺳ ﺮ٠ (a.i. ıısr'dan. c .: ta'sîrât): güçleştirme, güçleştirilme, (bkz : tas'îb). tas'îr ( ﺗ ﺼ ﻌﻴ ﺮa.i.): lcibirlilik yüzünden konuşurken, yüzünü başka tarafa ؟evirip karşısmdakinin yüzüne bakmama, ta'sîr Sikma.
(a.i. asr'dan. c .: ta'sîrât): suyunu
ta'sîrât ( ﺗﻌﺴﻴﺮاتa.i. ta'sîr'in c .): güçleştirmeler, giiçleştirilmeler. (bkz: tas'îbât). ta'sîrât ( ﺗ ﻌ ﺼﻴ ﺮا تa.i. ta'sîr'in c.): suyunu sikmalar, sıkıp suyunu ؟ikarmalar. ta'sîr-hâne ( ﺗﻌﺼﻴﺮﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): tohumların ezilerek yag çıkarıldığı atölye, taskil ( ﺗﺼﻐﻴﻞa.i. saykaldan, c .: taskilât): cilâ vurma, cilâlama. taskil-i seyf: kılıcın cilâlanması. taskilât ت ( دa.i. taskil'in c.): cilalamalar, cilâ vurmalar.
tasmimât ت(a.i. tasmîm'in c .): tasımlanan, tasarlanan, yapılması kararlaştırılan İçler, şeyler. tasmit ب (a.i. semt'den): ed. gazel veyâ kasideyi musammat denilen tarzda tanzim etme; yânî, kafiyeli beyitleri dört kısım olarak tanzim etme : ["Erdi yine ürd-i Behişt; oldu havâ anber-sirişt / Âlem Behişt-enderBehişt; her kûçe bir Bâğ-I İrem" (Nef'î)]. tasmit ( ﺗﺼﻤﻴﺖa.i.): susturma, (bkz : İskât). tasni' (a.i. sun'dan. c . : tasniât): 1. yapma. 2. düzme, uydurma, yakıştırma. 3. fels. yapıntı, fr. fiction. tasniât ن(a.i. tasni'in c .): yapma, düzme, uydurma, yakıştırma şeyler. tasnif (a.i. sın ıf dan. c .: tasnifât): 1. sinif sın ıf takım takım ayırma, sınıflama, bölümleme. 2. eser ve kitap haline getirme, ["sünûh ve havâşî'den nice tasnif vardır” (Sehi, Lâtîfî)]. tasnifât تmiş eserler.
(a.i. tasnifin c .): tasnif edil-
t a s n i m - (a.i. sanem'den): put hâline getirme. tasri' رﻳﻊ٠( ﺗﺺa.i. sar'dan): ed. 1. bir beytin iki mısrâını da kafiyeli yapma, (bkz: musarra'). 2. bütün mısrâları kafiyeli manzûme yazma.
taslilj ( ﺗ ﻤﻠﻴ ﺐa.i. salb'den. c .: taslibât): 1. ha ؟a, tasrif ( ﺗ ﺼ ﺮﻳ ﻒa.i. sa rf dan): 1. (c.: tasarif) : ؟armıha gererek îdâm etme. 2 ٠ha ؟ ؟ikarma. istediği yolda İdâre [Allah hak.]. 2. (c.: 3. (sıılb'den): katılaştırma, katılaştırılma, tasrifât): gr. bir kelimenin ؟ekimi, * ؟ekim. iJm -i ta srif: gr. gramef. taslibât ( ﺗ ﺼ ﻴ ﺒ ﺎ تa.i. taslib'in c .): 1. ha ؟a, ؟armıha gererek îdâm etmeler. 2. ha1 ؟ ؟karmalar. 3. (sulb'den): katılaştırmalar, katılaştırılmalar.
tasrifât 0 ( ﺗﺼﺮﻏﺎa.i. tasrifin c .): gr. tasrifler, * ؟ekimler.
taslit (a.i. salâtet'den. c . : taslitât): musallat etme, sataştırma, sataştırılma, [birini bir başkasına-].
tasrifi ( ﺗﻤﺮﻳﻐﻰa.s.): 1. tasrife âit, tasrif ile ilgili. 2. gr. *bükümlü. 3. leng. * ؟ekimli, ؟ekilebilir; fr. conUgable.
tasliye (a.i. salevât'dan): “aleyh-issalavât" veyâ "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem...” duâsını okuma.
tasrih ( ﺗﺼﺮ؛حa.i. sarh'dan. c .: tasrihât) ؛a ؟ık a ؟ık söyleme, söylenme, açıktan a ؟ığa bildirme, bildirilme, belirtme, belirtilme. B i't-tasrih ؛tasrih sûretiyle, açıktan a ؟ığa bildirerek, (bkz: tasrihen).
tasliye-hân ﻳﻪ ﺧ ﻮا ف٠( ﺗﺺa.f.b.s.): tasliye okuyan, salevât-1 şerife getirici, tâsme ( ﺗﺎﻣﻤﻪfi.) : tasma, kayış halka, tasmim ( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﻢa.i. samm'dan. c.: tasmimât): tasımlama, tasarlama, kat'î (*kesin) olarak niyetlenme.
tasrif İâh ik a sı: gr. fiil ؟ekimi eki.
tasrihât ( ﺗﻤ ﺮﻳ ﺤﺎ تa.i. tasrih'in c.) ؛a ؟ık söylemeler, belirtmeler. tasrihen ( ﺗ ﻬﺒ ﺮ ﻻ ئa.zf.): açıktan a ؟ığa bildirerek. 1211
tas.îh
tastih ﺗ ﻄ ﻤ ﺢ
(a.i. sa th 'd a n ) : b ir ş e y i y a s s ı v e
d ü z etm e, y a ssiltm a .
tastir ﺷ ﻄ ﻴ ﺮ
(a.i. sa tr'd a n ) : sa tir d iz m e , y a z ı
y a z m a , y a z ılm a .
tasvib ﺗ ﺼ ﻮﻳ ﺐ 1.
(a.i. sa v â b 'd a n . c. : tasvib ât).
d o ğ r u b u lm a . 2 . u y g u n g ö rm e ,
tasvibât ﺗ ﺼ ﻮﻳﺒﺎ ت
(a.i. t a s v ib 'in c.) : d o ğ r u b u -
lu n a n , u y g u n g ö rü le n şeyler,
tasviben ( ًﺗ ﺼ ﻮ ﻳ ﺠ ﺎa.zf.)
: ta sv ib e d e re k , d o ğ r u
b u la ra k , u y g u n gö rerek , g ö rü le re k .
tasvib-kerde ﺗ ﻤ ﻮﻳ ﺐ ﻛﺮده
(a.f.b.s.) : ta sv ib o lu n -
m u ş, d o ğ r u b u lu n m u ş , u y g u n g ö rü lm ü ş,
tasvig ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﻎ
(a.i. sig a 'd a n . c. : ta sv ig a t) : k a -
İıp la ştırm a , k a lıp şek lin e k o y m a , k o n u lm a ; eritip k a lıb a d ö k m e.
tasvigat ﺗ ﺼ ﻮﻳﻔﺎ ت
("g a ”
uzun
o k u n u r,
a.i.
ta s v ig 'in c.) : k a lıp la ş tır m a la r ; eritip k a lıb a d ö km eler.
tasvir ﺗ ﺼ ﻮﻳ ﺮ
(a.i.
sû re t'd e n .
c. :
ta sv irâ t,
te sâ vir) : 1 . r e s m in i y a p m a . 2 . resim ; fig ü r ; p o rtre ,
(b k z : sûret).
3. ed.
y a z ıy la
tâ rif
etm e, (b k z : tavsif}).
Tasvir-iEfkâr:Şinasi t a ra fın d a n İs ta n b u l'd a y a y ım la n m ış b ir gaz ete ,
tasvir-i hümâyûn
: p â d iş â h ın resm i,
tasvir-i hümâyûn nişanı : tar.
II. M a h m u d
t a ra fın d a n 18 3 2 de ç ık a rıla n ve ü z e rin d e II. S u lta n M a h m u d 'u n m in y a tü r ü b u lu n a n b ir n işa n .
tasvir-i mücessem : c a n lı resim , tasvirât ( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﺮ ا تa.i. ta s v ir 'in c.)
: tasvirle r,
re sm in i y a p m a la r. t a s v ir i
ﺗﻌﻮﻳﺮ ى
(a.s.) : ta sv ir e âit, ta sv irle *ilg ili,
fr. descriptif.
ﺗﺼﻮﻳﺖ
t a s v it
(a.i. sa vt'd e n ) : seslen m e, seslen -
d irilm e , ses ؟ik a rm a . -tâ ş ﺎﺷﻦ
ﺗ
- (f.e.) : " - d â ş " m â n â sın a gelir, ["d in -
d âş, s ır-d a ş ” d a o ld u ğ u gibi],
ta'şîr ﺗ ﺸﻴ ﺮ
(a.i. ö şr'd en .
c.
: ta'şîrât) :
1.
o n d a b i-
İ'ini a lm a , o n d a b iri a lm m a . 2 . o n a ؟ik a rm a . 3.
o n a b ö lm e.
ta'şîrât ﺗ ﺤﻴ ﺮا ت
(a.i. ta 'şîr'in
c.) : 1.
o n d a b ir in i
a lm a la r, o n d a b irleri a lın m a la r. 2 . on'a 1 ؟k a rm a la r. 3 . on'a b ö lm eler,
taşt ﻃﺸﺖ
(f.i.) : legen.
taşt-ı simin : g ü m ü ş leğen , taşt-ı zerrin : a ltın leğen . 1212
taşt-dâr ( ﻃ ﺜ ﺘ ﺪ ا رf.b.s. ve i.) : tar. îslâm devletlerinde yemekten önce ve sonra, elini yüzünü yıkarken ve abdest alırken legen, ibrik getirerek hizmette bulunan ve hükümdarın elbise, kılı ؟ve oda takımlarım korumakla görevli bulunan kimse, taçt-gen ( ﻃ ﺸ ﻜ ﻦf.b.i.): legen yapan, legenci. taşt-hâne ( ﻃ ﺸﺘ ﺨﺎﻧ ﻪf.b.i.): tar. OsmanlIlarda, hükümdara âit eşyanın sarayda saklandığı yer. taştîr ( ﺗ ﺸ ﻄ ﻴ ﺮa.i. ?atr'dan): ed. 1. bir gazelin beyitleri arasma ayni vezin ve kafiyede mânâca da uyuşacak şekilde ü ؟er mısra' İlâve etme. 2. bu şekilde yazılmış manzûme. (bkz: teştîr). tât ( ﺗﺎتf.i.): Türk'lerden gayri olanlar, (bkz : tâcîk). tatabbub ( ﺗﻄﺒﺐa.i.). (bkz : tetabbub). Tâtâr ( ﺗﺎﺗﺎرf.i.c.: Tâtârân): Tatar. Tâtârân ۵١j^ü(f.i.Tâtâr'm c.) :Tatarlar. Tâtârî ( ﺗﺎﺗﺎ ر ىf.s.): Tatarlara âit, onlarla ilgili, (bkz: Tetârî). tatarrub ( ﺗﻄﺮبa.i.): tarablanma, keyiflenme, neşelenme. tatarruf ( ﺗ ﻄ ﺮ فa.i. tarafd an ): bir yana ؟ekilme. tatarruk ( ﺗ ﻄ ﺮ قa.i. tark ve turûk'den) 1 ؛. yol bulma; yol bulup gitme. 2. dövülme, tatavvur ( ﺗﻄﻮرa.i.): fels. fr. modification. tatayyub ( ﺗﻬﻠﻴﺐa.i.): güzel koku sürünme, tatay^ur ( ﺗﻄﻴﺮa.i. tayerân'dan c.: tatayyurât) : kötüye yorma, uğursuz sayma, (bkz: teşe'üm). tatayyurât ( ﺗ ﻄﻴ ﺮا تa.i. tatayyur'un c .): ugursuz saymalar, kötüye yormalar, tatbik ( ﺗ ﻄﺒﻴ ﻖa.i. tıbk'dan. c . : tatbikat): 1. uydurma, uydurulma, yakıştırma.' 2. benzetme, uydurma, (bkz : temsil). 3. karşılaştırma. (bkz : mukabele, mulcayese. 4. bir kanunu, bir maddeyi *uygulama, tatbik-i hatt u hâtem : huk. şüpheli görülen bir imzanın kime âit olduğunun tespiti İ ؟in bilirkişi tarafından yapılan *inceleme, tatbike medâr İmzâ : huk. senetteki imzanın borçlu tarafından İnkâr edilmesi hâlinde bu imzanın borçluya âit olup olmadığının tespiti İ ؟in yapılacak imza karşılaştırılmaSina esas alınabilecek imza.
tavâf
tatbikan (a.zf.): tatbik suretiyle, *uygulayarak. tatbikat ت("ka" uzun okunur, a.i. tatbik'in c .): 1. tatbikler, ameli, pratik dersler, tâlimler. 2. aslc. manevra, tatbiki ( ' ذ ﻳ ﻔ ﻰa.s.) : tatbika âit, tatbik, pratik ile ilgili. tatbikiyye ( ﺗﻄﻲ؛هa.s.) : [“tatbiki" nin müen.b (bkz: tatbiki). tatbil ل٠( ﺗﻄﺐa.i. tabl'den) : davul ؟alma,
tatmin ( ﺗ ﻄ ﻤ ﻴ ﻦa.i. tamn'dan. c . : tatminât): kalbe emniyet verme, verilme, insanin yüregini rahatlandırma; doyurma [ma'nen]. tatminât ت(a.i. tatmin'in c .): kalbe emniyet vermeler, verilmeler, insanin yiiregini rahatlandırmalar; ma'nen doyurmalar, tatmin-kâr رdoyurucu.
(a.f.b.s.): gönül kandırıcı,
tatrib ( ﺗ ﻄ ﺮ ﻳ ﺐa.i. tarab'dan): keyiflendirme, neşelendirme.
tatbin ن٠( ﺗﻄﻞa.i.): bir şeye ؟amur sürme, tathin (a.i. tahn'dan. c .: tathinât): öğütme, un yapma.
tatriz > ( ﺗﻄﺮيa.i.): 1. elbiseye kenar İşleme, İşlenme. 2. bir şeyin etrâfma oya yapma, dantele dikme.
tathînü'l-hasât: hek. mesânedeki taşların bir âletle öğütülerelc ameliyatsız düşürülmesi. tathinât ﺑﺬا ت١( ﺗﻂa.i. tathin'in c.): öğütmeler, un yapmalar. tathir ذﻃﻬﻴﺮ٠(a.i. tahr'dan. c . : tathirât): temizleme, paklama.
tâtûle ( ﺗﺎﺗﻮﻟﻪki.): bot. tatula, (bkz : tâtûre).
tathirât ت١( ﺗﻄﻬﻴﺮa.i. tathir'in c.): temizlikler, ta'tîl ( ﺗﻌﻄﻴﻞa.i. atal'den. c .: ta'tîlât): çalışmaya ara verme, ؟alışmayı durdurma, durdurma, lcesme. ta'tîl-i fa'âliyyet: çalışmaya ara verme, ta'tîlât ( اﻋﻬﻠﻼتa.i. ta'tîl'in c .): tâtiller. ta'tîl-nâme L - م١( ﺗﻌ ﻄﺪa.f.b.i.): [Tanzimat'tan sonra) bir gazetenin muvakkat bir zaman İ ؟in lcapatılması hakkında gazete idârehânesine g'Onderilen resmi yazı, ta'tîn ( ﺗ ﻌﻴ ﻦa.i.) : 1. kök, yaprak cinsinden ilâ؟ olabilecek şeyleri bir SIVI İçine koyarak bir müddet terketme. 2. anat. hayvanin iskeletini ؟ikarmalc İ ؟in etleriyle birlikte suya sokarak etlerin dökülmesini beklemek İ ؟in yapılan ameliyat. ta'tîr ر٠( ﺗﻌﻲa.i. Itr'dan): güzel koku ile kokulandırma. ta'tîs ﻦ ma. ta'tîş -
tâtûre ( ﺗﺎ ﺗ ﻮ ر هf.i.): hayvan ayağına vurulan köstek, bukağı, payvant (pay-bend, pâbend). tâtûre ( ﻃﺎﺗﻮرهa.i.) ؛bot. tatula, (bkz : tâtûre). tatvik ( ﺗﻄﻮ؛قa.i. tavk'dan): boyuna gerdanlık takma, takılma. tatvil ٠( ﺗﻄﻮﻳﻞa.i. tûl'den. c .: tatvilât): uzatma, uzatılma. tatvil bilâ-tâil: ed. faydasız tafsilât, tatvil-i kelâm : ed. sözü uzatma, tatvilât ( ﺗﻬﻠﻠﻴﻼ تa.i. tatvil'in c .): boş, beyhude, fazla sözler. tatvîş ( ﺗﻄﻮﻳﺶa.i.): iğdiş etme, burma, tatyib ( ﺗ ﻴ ﻴ ﺐa.i. tayyib'den. c .: tatyibât): hoş etme, edilme, hoşlandırma, gönlünü hoş etme, gönül hoş edilme, iyi davranma, tatyib-i hâtır: gönlünü alma, gönlünü hoş etme. tatyibât ( ﺗ ﻴ ﻴ ﺎ تa.i. tatyib'in c.): gönlünü hoş etmeler, iyi davranmalar, tatyiben ( ًﺗ ﻴ ﻴ ﺎa.zf. tayyib'den): gönül alarak, gönlü hoş ederek.
( ا ﺑa.i. atse'den): aksırtma, aksırtıl-
tâûn ( ﻃﺎ ﻋﺮنa.i.c.: tevâîn): hek. vebâ, yumurcak denilen salgm hastalık,
(a.i. atş'dan) : susatma, susatılma,
tâûnî ﻻ ﺀﻟ ﺪ ى٠ (a.s.): hek. vebâ'ya âit, vebâ ile ilgili, (bkz: vebâî).
tatlik ذﻃﻴﻖ٠(a.i. talâk'dan): 1. [nikâhlı zevceyi) boşama, bırakma, ayırma. 2. dişi hurma, incir gibi bâzı ağaçları, erkeklerinin çiçeğini asarak, yemişlendirme. tatliye ( ﺗﻄﻞ؛دa.i. tılâ'dan): sıvama, tıla; cilâ verecekbir şeyi sürüp sıvama.
tav' ( ﻃﻮعa.i.): 1. İtâat etme, boyun eğme, dinleme. 2 ٠isteyerek bir şey yapma, tav'un bi-nefsihi: fels. kendiliğinden, İ ؟inden, fr. spontane. tavâf ( ض ' فa.i.) : 1. etrâfını dolaşma. 2. hacı olmak üzere zamâmnda ve muayyen usul 1213
tavâgî
dâhilinde Kâbe'nin etrâfını dolaşarak ziyâret etme. tavâgî ( ﻃﻮاﻏﻰa.i. tâgut'un c.): putlar, tavâgit ( ﻃﻮاﻏﻴﺖa.i. tâgut'un c.). (bkz : tavâgî). tavâhin ( ﻃ ﻮا ﺣ ﻦa.i. tâhine'nin c .): öğütücü dişler, azı dişleri. tavâhin ( ﻃﻮاﺣﻴﻦa.i. tâhûn, tâhûne'nin c.): 1. su değirmenleri. 2. öğütülmüş şeyler, tavâif ( ﻃ ﻮاﺋ ﻒa.i. tâife'nin c .): tayfalar; güruhlar, fıkralar, bölükler. tavâifi mülûk: Abbâsî imparatorluğunun yıkılmasından sonra İslâm âleminde teşekkül eden küçük devletler; Anadolu beylikleri. tavâîn ( ﻃﻮاﻋﻴﻦa.i. tâûn'un c.): vebâlar, yumurcak denilen salgm hastalıklar, tavâli' ( ﻃ ﻮاﻟ ﻊa.i. tâh'in c.): tâlihler, bahtlar, kısmetler. tavâmir ( ﻃﻮاﻣﻴﺮa.i. tûmâr'ın c .): tomarlar, dürül ؟üş nesneler. tav'an ( ﻃﻮﻋﺎa.zf.): isteyerek, kendi isteğiyle, tav'an ve kerhen: hem isteyerek, hem istemeyerek. tavârtk ( ﻃ ﻮا ر قa.i. târık ve târika'nm c.): 1. gece gelen belâlar. 2. tarikatlar; kabileler, tavassub ( ﺗ ﻮ ﺻ ﺐa.i.): hastalanıp perişan olma. tavassut ( ﻃﻮﺳﻂa.i. vasat'dan. c .: tavassutât): araya girme, aracılık, ara bulma, aracılık etme. tavassutât ( ﺗ ﻮ ﻣ ﻄ ﺎ تa.i. tavassut'un c.): araya girmeler, aracılıklar, ara bulmalar, aracılık etmeler. tavâşî ( ﻃ ﻮا ﺷ ﻰa.i.c.: tavâşiye): hadim ağası, harem ağası. tavattun ( ﺗﻮﻃﻦa.i. vatan'dan): yerleşme, yurt tutma, yurtlanma. tavâvis ( ﻃﻮاوﻳﺲa.i. tâvııs'un c .): tavus kuşları, tavazzû' ( ﺗﻮﺿﻮﺀa.i. vuzû'dan): abdest alma, tavazzuh ( ﺗ ﻮ ﺿ ﺢa.i. vuzûh'dan): açıklanma, açıklığa kavuşma, aydınlanma, tavd ( ﻃ ﻮ دa.i.c.: atvâd): dağ. (bkz: cebel, kûh). tavefân ( ﻃﻮﻓﺎتa.i.). (bkz : tavâf). tavf ( ﻃﻮفa.i.). (bkz : tavâf). tâv-hâne ( ﺗﺎ و ﺧ ﺎﻧ ﻪt.f.b.i.): güçsüzler yurdu, (bkz: dârü'l-aceze, tâb-hâne). 1214
tav'î ( ﻃ ﻮ ﻋ ﻰa.s. tav'dan): kendiliğinden, İ ؟indenj fels. spontane. ta'vîc ( ﺗﻌﻮﻳﺞa.i.): eğ.me; eğilme; eğriltilme; eğriltme. ta'vîd ( ﺗﻌﻮﻳﺪa.i.): âdet ettirme, ettirilme, ta'vîk ( ﺗﻌﻮﻳﻖa.i. avk'dan. c . : ta'vikat): oyalandırma, geciktirme, geciktirilme, aşıntıya bırakma, asıntı. ta'vîk-i ihtimâr: hek. antiseptik madde kullanarak ekşimesini, bozulmasını önleme, ta'vikat "( ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﻘ ﺎ تka" uzun okunur, a.i. ta'vîk'in c .): oyalamalar, geciktirmeler, (bkz: ta'vîk). tavil,tavile ﻃﻮﻳﻠﺔ، ( ﻃﻮﻳﻞa.s. tûl'den. c .: tıvâl): 1. uzun, (bkz : dırâz). 2. ؟ok süren, (bkz: medid). 3. ed. (bkz : bahr-i tavil). tavîletü'1-ercül ؛zool. incikleri uzun olan kuşlar [leylek, devekuşu., gibi), tavile ( ﻃ ﻮ ﻳﻠ ﻪa.i.): 1. hayvan katan, birbiri ardma bağlanmış bir Sira hayvan. 2. ahir, tavla. 3. çayıra koyuverilen hayvanin ayağına bagladılcları ip, tavla ipi. taviyyet ( ﻃﻮﻳﺖa.i.): gönülde gizli olan kasid, niyet. ta'vîz ( ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﺬa.i. İyâz'dan): nazara ve başka kötülüklere karşı takılan muska, (bkz: hamâll, hırz, nüsha). ta'vîz ( ﺗﻌﻮﻳﺾa.i. ivaz'dan. c .: ta'vîzât): 1. bedel ver۴ e, karşılık olarak bir şey verme, verilme. 2. kim. bir cismin, bir feaşkası yerine geçmesi. ta'vîzât ( ﺗ ﻌ ﻮﻳ ﻀﺎ تa.i. ta'vîz'in c .): ödün ؟verilen par ; ؛karşılık olarak verilen şeyler, ta'vizen ( ﺗ ﻌ ﻮﻳ ﻀﺎa.zf.): karşılık alınmak sûretiyle; karşılık olarak; ileride gelirinden kesilmek şartıyla. ta'vîzî ( ﺗﻌﻮﻳﻀﻰa.s.): fels. *ödünlü, fr. commutatif. tavk ( >قa.i.c.: etvâk): 1. gerdanlık, tavk-ı zerrin: altın gerdanlık. 2 . halka, tasma. 3. bâzı kuşların boyunlarındaki tüyden halka. 4. tâkat, güc. tavk-ı beşer : insan gücü, tavr ( ﻃ ﻮ رa.i.c.: etvâr): 1. hal, edâ, gidiş; davranış. 2. yapmacık; gösteriş, büyüklük. 3. mûsikide tutulan şahsî ve üstâdâne tarz, tavr ü hareket: gidiş؛, .genel tutum.
»a'yînâ. tavsif ( ﺗﻮ ﺻ ﻒa.i. vasfdan. c .: tavsifât): 1. vaSiflandırma, *niteleme. 2. ilim, bilgi, tavsif-i felekiyyât, tavsif-i semâ: astr. Uranografi. tavsîfü'l-emrâz: hek. hastalıklar ilmi. 3. ed. bir ?eyin yalnız oldugu gibi degil, biraz da şâirce görüldüğü ve duyulduğu gibi anlatılması. tavsifât ( ﺗﻮﻣﻴﻬﺎ تa.i. tavsifin c .): vasıflandırmalar, *nitelemeler. tavsifi, tavsifiyye ﺗ ﻮ ﺻ ﻔ ﻴ ﻪ، ( ﺗﻮﺻﻴﻪ—ىa.s. v a sfd an ): tavsife âit, tavsif ile *niteleme ile *ilgili, *nitelemeli. tavsil( ﺗ ﻮ ﺻ ﻞa.i. vasl'dan): ulaştırma, ulaçtırılma, vardırma, vardırılma, (bkz : îsâl). tavsif ( ﺗ ﻮ ﺳ ﺠ ﻂa.i. vasat'dan c .: tavsitât): araya koma, konulma, aracılık ettirme, aracı bulma. tavsitât ( ﺗﻮﺳﻴﻄﺎتa.i. tavsifin c.): araya komalar, konulmalar, aracılık ettirmeler, aracı bulmalar. tavsiye ( ﺗ ﻮ ﺻ ﻪa.i. vasy'den): 1. vasiyet bırakma. 2. sipâri? etme, ısmarlama. 3. öğütleme. 4. kayırmalık. tavsiye-nâme ( ﺗﻮﺻﻴﻪ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): tavsiye mektubu, birinin kayınlması İçin yazılan yazı, tavtia ( ﺗﻮﻃﺌﻪa.i. vaty'den): anlatılacak maksadi destekleyecek yolda önceden bâzı sözler söyleme. tavtin ( ﺗ ﻮ ﻳ ﻦa.i. vatan'dan): 1. bir yerde yerleştirme, yurtlandırma. 2. bir ?eye baglamp onu neticelendirme, tâvus ( ﻃﺎوسa.i.c.: etvâs, tavâvis): tavus kuşu. Çeşm-i tâvus: astr. tavus sûretinde görünen sâbit bir yıldız, tâvııs-i âte?-per: Güneş, tâvııs-i sidre : Cebrâil aleyhisselâm. tavvâf ( ﻃﻮافa.s.): 1. [daha, pek, çok, en] tavaf eden, etrâfını dolaşan. 2.İ. Kâbeyi ziyâret eden. 3. i. resmi dâirelerde gece bekçisi, tavvâfiyye ( ﻃﻮاﻓﻴﻪa.i.): resmi dâirelerdeki gece bekçilerine verilen ücret, tavzif ( ﺗ ﻮ ﻇﻴ ﻒa.i. va zfd a n ): vazifelendirme, işe alma, i? verme. tavzih ( ﺗ ﻮ ﺿﻴ ﺢa.i. vıızûh'dan. c .: tavzihât): açıklaşa, açık anlatma, aydınlatma, tavzihan ( ﺗ ﻮ ﺿﻴ ﺤﺎa.zf.): açıklayarak, aydınlatarak.
tavzihât ﺣﺎ ت٠( ﺗﻮصa.i. tavzih'in c .): açıklamalar, a ؟k anlatmalar, aydınlatmalar. tavzlhen ( وa.zf.). (bkz : tavzîhan). tay ( ضa.i.).(bkz :tayy). tayâlis ( د د سa.i. taylasân'ın c.) : 1. baça sarilan sarıkların omuzlar üzerine salıverilen uçları. 2. başa ve boyna sarılan ?allar v.b. tayâlise ،إ ﻳ ﻮ ا tayâlis).
(a.i. taylasân'ın c.). (bkz:
tayarân ( ﻃﻴﺮانa.i.). (bkz : tayerân). Taybe 4 : > (a.h.i.): Medîne-İ Münevvere, (bkz: Yesrib). tayerân ( ﻳ ﺮ ا نa.i.): 1. uçma. 2. havada gaz olma. tayf ( ي—فa.i.c.: tu yû f): 1. uykuda görünen hayal. 2. korkudan karanlıkta görünen hayâlet. 3. fiz. tayf. tayf-ı munkati': fiz. kesikli tayf fr. spectre discontinu. tayf-i mütemâdî : fiz. kesiksiz tayf fr. spectre continu. tayf-bin ( د ﻧ ﺪ نa.f.b.i.): spektroskop. TayfUri^e ﻳﻪ٠)( ﻳ ﻐ ﻮa.h.i.): tas. Ebû Zeyd Tayfur bin îsâ bin Surûşân el-Bistâmi tarahndan kurulan tarikat. tâyı' ﺑ ﻊ.( ﻃﺎa.s. tav'dan): bir İÇİ istekle, kendi isteğiyle yapan. tâyıa ﺑ ﻰ.( ﻃﺎa.s. tav'dan): ["tâyı" nm müen.]. (bkz: tâyı'). tâyıan ( ًﻃﺎﻳﻌﺎa.zf) : isteyerek. ta'yîb ﺐ lama.
( ﺗ ﻴa.i. ayb'dan. c . : ta'yîbât): ayıp-
ta'yîbât ( ﺗ ﺴﺒﺎ تa.i. ta'yîb'in c.): ayıplamalar. ta'yîn ( ﺗ ﻌ ﻴ ﻴ ﻦa.i. ayn'dan) : 1. ayırma, belli etme. 2. bir me'mûriyete koyma. 3. tayin, asker ekmegi. 4. erzak. ta'yîn-i cihet: fels. *yöneltim, fr. orientatita'yîn-i mikdâr : kim. *düzem, doz *belirtimi, fr. dosage. ta'yinli İzâfet terkibi: gr. *belirtili isim takimi. ta'yinsiz İzâfet terkibi : gr. belirtisiz isim takimi. ta'yînât ( ﺻ ﺎ تa.i. ta'yîn3'4 'ün c.): maaştan başka verilen yiyecek, erzak. 1215
ta'yînî
ta'yînî (a .s.): fels. *belirleyen, fr. determinatif. ta'yînî Sifat: gr. b elirtm e sıfatı, ta'yin-kerde ر د ه(a.f.b .s.): tâyin edilm iş; belirtilm iş.
adi. 3. H z. M u h am m ed 'in , annes'i  m ine'ye verd igi b ir ad.
tayyib-i hâtır : gönül h .ç lu ğ u . tayyibât ( د ا تa.i. tayyibe'nin c.) : iyi, güzel İçler ve hareketler.
ta'yîr -
ta y y ib e ﺷ ﻪ hareket.
ta'yîrât ا ت-
t â z ^ “(f.i.) : koçm a, koçuç. “؛tek " kelim esiyle tek ü tâz olarak kullan ılır], tazaccu' (a .i.): üçenm e, gevşek davran-
(a .i.c .: ta'yîrât) : kabahati yü ze v u ra ra k utan dırm a. (a.i. ta'yîr'in c .) : kabahatleri yiizlem eler, yü ze vu rm alar,
ta'yîş (a.i. ıyş'den.). (bkz : iâşe). taylasân ( ﺷ ﺲ — ا نa .i.c .: tayâlis, ta y â lis e ): 1. başa sarılan sarigin om uzlar üzerine salıverilen ucu. 2. başa ve b o yn a sarılan şal v.b.
tayr د ر
( a .i.c .: atyâr, t u y û r ) : kuş. ( b k z :
m iirg).
(a.i.c. ؛ta y y ib â t): iyi, güzel İç ve
m a. ( b k z : tadaccu').
tazaccur ﺟﺮ١ ( ﺗﻬﺬa .i.): i ؟sıkılm a; sıkıntı, (bkz : tadaccur).
tazalliil ( ﺗ ﻈﻠ ﻞa.i. Z ill'd a n ): gölgelenm e, gölge altına girm e, gölgede olm a,
tazallüm ( ﺗ ﻈﻠ ﻢa.i. zulm 'den. c . : ta z a lliim â t): sızlanm a, yanıp yakılm a,
tayr-î hür : zool. atm aca. tayrü'd-devle: devlet kuşu, tayriyyûn ( ش„ونa .i.): k u şlar üzerinde tetkiklerde b u lu n an âlim ler, fr. ornithologistes. tayrü'd-devle (devlet k u ş u ) : hüm â. tayy ( د ىa .i.): 1. dürüp biilcme, dürülüp bü-
tazallümât ( ﺗﻈﻠﻤﺎتa.i. tazallü m 'ü n c .) : SIZ-
külm e, sarm a, katlam a. 2. atlam a, üzerinden geçme.
tazammun ( ﺗ ﻀ ﻤ ﻦa.i. Z im n 'd an ): 1. İçine alan,
ta y y -i m ek ân , -1 m esâfe, -1 zem â n : m ekânı, m esâfeyi, zam ân ı atlarcasın a geçm e. 2. Ç1karm a, k ald ırm a, yok etm e, lâğvetm e,
başka şeyler arasında b ir şeyi daha h âvî olan, ( b k z : indim âc). 2. (zım an'dan) k efil olm a, '-(bkz : taahhüd, tekeffül). 3. fels. *İçlem, *İçerme, fr. comprehension.
ta y y â r ( ب ^ رa.i. ta y e râ n 'd a n ): 1. uçucu, uçan. 2. fiz . gaz olan, h avada gaza değişen. C a 'fe r-İ T a y y â r ؛B i'r-i M aUne savaşında ik i kolu kesilerek şehit olan H z. C a'fer ibnii Ebî-Tâlib olup, k o lların ın yerinde k an atlar çıkıp C ennette u çtu ğu H z. M u h am m ed tarafın d an görülen zat k i H z. Â lî'n in kardeşi' ve P eygam b erim izin am cası oğludur. R îh -i ta y y â r : yer değiştirerek esen yel, rom atizm a. 3. i. erkek adi.
tayyârât ( ﺷﺮ' تa.i. tayyâre'nin c . ) : havadan, beleşten gelen paralar.
tayyâre ( ﺷ ﺮ هo .i.c .: tayyârât) : havadan, beleşten gelen p ara, [bizde “u ça k " m ân âsın a gelen bu kelim e, O sm anlIca olup. Fazıl A hm ed A ykaç tarafın d an yapılm ıştır]. T a y y â re C e m 'iy y e t i: H ava K u rum u, ta y y ib , ta y y ib e ي ، ( ﻳ ﺐa .s.): 1. iyi, güzel, hoş. K e lim â t-1 t a y y i b e : h oşa gider, güzel söz. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] İcadın 1216
tazallüm-i h â l : hâlinden şikâyet etm e, SIZlanm a. lanm alar, yan ıp yakılm alar,
tazammud ( ﺗﻀﻤﺪa .i.): y a ra n ın m erhem li bezle bağlanm ası.
tazannl ( ﺗ ﻬﻠ ﻰa.i.). (bkz ؛tazannün). tazannün ( د ﻣ ﺖa.i. za n n 'd e n ): zan ile İş görme.
tazarru' ( ﺗ ﻀ ﺮ عa.i. zurû'dan. c . : ta z a rr u â t): ken d in i alçaltarak yalvarm a,
tazarruât ( ﺗ ﻀ ﺮ ﻋﺎ تa.i. tazarru'un c . ) : 1. ricâlar, niyazlar, yalvarm alar. 2. XV . asır ediblerinden Sinan Paşa'nın m eşhur ta sa v v u fi eseri,
tazarruf ( ﺗ ﻈ ﺮ فa.i. zarif'd en . c . : ta z a rr u fâ t): zarâfet, z a riflik taslam a, satm a, in celik gösterm e.
tazarrufât ( ﺗ ﻈ ﺮ ﻓﺎ تa.i. ta z a r r u fu n c .) : z a riflik taslam alar, satm alar, in celik gösterm eler,
tazarru'-nâme ،( ﺗ ﻀ ﺮ ﻋ ﺎ ﻧ ﺎa .f.b .i.): 1. b ir şey istem ek İçin ken d in i alçaltıp y a lv a ra ra k yazılan tezkere, m ektup, m anzûm e. 2. (b ü yü k T ile) 1486 (H. 891) de ölen H ızırb e y O glu Sinan Paşa'nın Tanrı'ya y a lv a rışla rım ve Peygam berle bâzı dih u lu la rım öğü şlerin i
»âziyâne-i bârân İçine alan yer yer m an zum , yer yer m ensur b ir eserdir. tazarrur ( ﺗ ﻐ ﺮ رa.i. zarr ve z u rr 'd a n ): zarara, ziyâna uğram a, zarar görm e, tazavvu' ( ﺗ ﻀ ﻮ عa .i.): b ir şeyin güzel kokusunun etrâfa yayılm ası. tazayyuk kışm a.
( ﺗﻀﻖa.i. zîk, d îk 'd e n ): daralm a, SI-
taza} ٩mk-ı k u d d â m i: hek. sünnetsiz k im selerde gulfe (sünnet derisi) nin iltihaptan d olayı d aralm ası; gu lfen in sün n etsizlik neticesi olarak geriye d oğru toplanıp daralm ası. tâze ( ﺗﺎزهf.s .): 1. tâze, körpe; sulu, yaş. 2. genç. 3. yıp ran m am ış, yo ru lm am ış, tâ z e g î ( ﺗﺎزﻣﻰf.i.): 1. tâzelik, körpelik, yen ilik . 2. gençlik. tâzende .( ﺗ ﺎ ز ﻧ ﺪ هfs. ve i . ) : koşucu. Esb-İ tâzende : koşucu at, y a rış ati. tâze-rûy ( ﺗ ﺎ ز ه روىf.b .s.): güler yü zlü , güleç. (bkz : bâsim , besim , bessâm ). tâze zebân ( ﺗﺎزه ز ﺑ ﺎ نf b .s .) : "taze d illi" : yeni ve d u yu lm ad ık güzel sözler söyleyen, tazhir ( ﺗ ﻈ ﻬ ﺮa.i. zahr'dan) : 1. arkaya atm a, atılm a, arkaya bırakm a, b ırakılm a. 2. savsaklam a, ( b k z : İhm âl). tâzî ( ﺗ ﺎ ز ىf.i. ve s . ) : 1. ( c .: tâ z iy â n ): A rap ; A rap ça. Esb-İ t â z î : A rap ati. Lisân-1 t â z î : A rap dili, A rap ça. Zebân-1 t â z î : A ra p dili. 2. tazı, ,av köpeği, [tavşan y ak alam ak İçin k u llan ılır]. ta'zîb ( ﺗﻌﻨﻴ ﺐa.i. azâb'dan. c . : ta'zîb ât): eziyet etm e, b o şu n a yorm a, ta'zîh-i rû h : can Sikm a. ta'zîbât ( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺒ ﺎ تa.i. ta'zîb'in c .) : azaplar, eziyetler, b o şu n a yorm alar, taz'îf ( ﺗﻀﻌﻴﻒa.i. zı'f'd an . c . : ta z 'îfâ t): 1. ik i kat etm e, b ir o k ad ar daha artırm a. 2. zayıflan dırm a. taz'îfât ( ﺗ ﻔ ﻌ ﻴ ﻔ ﺎ تa.i. t a z 'îf in c .) : 1. ik i k at etmeler, b ir o k ad ar daha artırm alar. 2. z a y ıf landırm alar. ta'zîl ( ﺗﻌﺰﻳﻞa .i.): b ir h astan ın güzel ve İnandırıcı sözlerle teselli edilm esi,
( ﺗﻌﻨﻴ ﻞa .i.c .: ta 'zîlât): ayıplam a, ta'zîlât ( ﺗﻌﻨﻴ ﻼ تa.i. ta'zîl'in c .) : ayıplam alar. ta'zîl
ta'zîm ( ﺗ ﻌ ﻴ ﻢa.i. azm 'den. c . : ta'zîm ât): 1. büyük lem e, u lu lam a, b ü y ü k saym a. 2. saygı gösterm e, İk râm etme. ta'zîm ât
( ﺗ ﻌ ﻈ ﻴ ﻤﺎ تa.i. ta'zîm 'in c .) : hürm etler,
saygılar. ta'zimen rek.
( ًﺗ ﻌ ﻈ ﻴ ﻤﺎa .z f.): h ürm et ve İk râm ede-
ta'zîr ( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺮa.i. Ozr'den. c. ؛ta 'z îrâ t): esassız özü r b ild irm e, vesile ve bahâne aram a, ta'zîr ( ﺗ ﻌ ﺰ ﻳ ﺮa.i.c. ؛ta 'z îrâ t): 1. tekdir etm e, azarlam a. 2. suçluyu suçuna göre sözle tekdir etme. ta'zîr-i a h îs s â : huk. [eskiden] İçtim âi vaziyetleri düşkün, sefeleden m a'dût kim seler h a k k m d a k i tâzird ir k i hem m ahkem eye bilcelp İlâm sûretiyle, hem de darp ve hapis sûretiyle yapılab ilir. ta'zîr-i e şrâ f: huk. [eskiden] üm erâ, yüksek tüccar, k ö y âyân ı gibi şerefli kim seler h a k k m d a k i tâzird ir k i y a bilvâsıta îlâm sûretiyle veyâ m ahkem eye celbedilerek bilm uvâcehe İhtâr sûretiyle yapılır, ta'zîr-i e v s â t: huk. [eskiden] İçtim âi m evkileri orta halde bulunan kim seler h akk ın d ak i tâzird ir k i hem m ahkem eye bilcelp îlâm sûretiyle hem de hapis sûretiyle yapılır, ta'zîr-i te 'd îb : huk. [eskiden] âkil b âliğ old u gu halde henüz m ükellefiyet çağında b u lu n m ayan b ir çocu ğu n yap tığ ı bir- CÜrüm den dolayı h a k k ın d a te'dip ve tekzip m ak sad ıyla y ap ılan tâzir. ta'zîr-i uk u b et: huk. [eskiden] m ü kellef bir şahıs tarafln d an irtik âp olunup da şer'an m u ayyen b ir cezâsı b u lu n m ayan b ir ciiriim den dolayı ukubeten yap ılan tâzir, [m ücrim in bu hususta M ü slim ile gayrim üslim , h ür ile abd (kök), erkek ile kad ın olm ası m üsâvîdir]. ta'zîrât ( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺮ ا تa.i. ta'zîr'in c .) : esassız özür 'bildirm eler, vesile ve b ahân e aram alar, ta'zîrât ( ﺗﻌﺰﻳﺮاتa.i. ta'zîr'in c .) : tekdirler, azarlam alar. / tâzîyân ( ﺗ ﺎ ز ﻳ ﺎ نf.i. tâzî'n in c .) : A raplar. (bkz : Urbân). tâzîyâne ( ﺗﺎ ز ﻳﺎ ﻧ ﻪf.i.): 1. kırb aç, kam çı, (bkz : savt). 2. müz. tezene, m ızrap. 3. mec. vâsıta, sebep. tâziyâne-î b â r â n : yağ m u ru n kam çısı. 1217
tâz؛yâne-i teşvîk tâziyâne-i te ç v îk : şevklendirme kamçısı
[vâsıtası).
( ﺗﻌﺰﻳﻪa.i. azv'den) : 1. başsağlığı dileme. 2. Ca'feri mezhebinde olanların Muharrem aymda yaptıkları mâtem merâsimi.
ta'ziye
( ﺗﻌﺰﻳﻪ ﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): başsağlığı dileyen yazı, mektup, (bkz : ta'ziyet-nâme).
ta'ziye-nâme
( ﺗﻌﺰﻳﺖf.i.). (bkz : ta'ziye)؛. ta'ziyet-nâme ( ﺗﻌﺰﻳﺘﻨﺎ ﻣ ﻪf.b.i.) : başsağlığı dileta'ziyet
yen yazı, mektup.
( ﺗﻌﺰﻳﺰa.i.c.: ta'zîzât): izzetleme, izzetlendirme, şerefli, lcutlu klima,
ta'zîz
ta'zîzât
( ﺗ ﻌ ﺰﻳ ﺰا تa.i. ta'zîz'in c .): izzetlemeler,
izzetlendirmeler, şerefli, kutlu klimalar,
( ﺗ ﻀﻴﻞa.i.). (blcz : tadlil). tazlil ( ﺗ ﻈ ﻠ ﻴ ﻞa.i. Zill'dan): gölgelendirme, göltazlil
gelendirilme. tazm id ■ L ( ﺗﻀﺞa.i.): merhemli bezi yaraya
bağlama; İâpa vurma.
( ﺗ ﻀ ﻤﻴ ﻦa.i Zimn, zımân'dan. c .: tazminât): 1. sebebolunan zarar ve ziyânı ödeme; zarar ve ziyan ödeme. 2. ed. başkaSina âit olan bir mısrâ veyâ beyti isim tasrih ederek veyâ etmeyerek intihal ve tevârüd olmaksızın kend'i şiirine alma san'atı.
tazm in
'tazm inât
ت-
(a.i. tazmin'in c .): zarar
ödemeler. tazrir
( ﺗﻀﺮﻳﺮa.i.): zarara uğratma,
( ﺗ ﻌ ﺒ ﺒ ﻊa.i. ziyâ'dan. c .: tazyiât): birakip kaybetme, kaybına sebebolma.
tazyi'
tazyi-i evJcat : boş yere vakit geçirme, vakit
kaybetme.
( ﺗ ﻀﻴﻴ ﻌﺎ تa.i. tazyi'in c .): kaybetmeler, kaybına sebebolmalar.
tazyiât tazyik
( ﺗ ﻀﻴﻴ ﻖa.i. zik, dik'den. c . : tazyikat):
1. daraltma, daralma. 2. darlaştırma, sıkıştırma. 3. zorlama, baskı. 4. sıkıntı verme. 5. fiz. basınç. tazyik-i cânihi : fiz. yana *basınç,
te
( تa.ha.) : O sm anlI alfabesinin dördüncü h a rfi olup "ebced" hesabında d ortyü z sayısının k arşılığıd ır, (bkz : t),
teâdî ( ﺗ ﻌ ﺎ د ىa.i. adû'dan. c. : teâdiyât) : düşm an lik, ara açılm a, (bkz : adâvat, husûm et, m uâdât). teâdiyât ﺑﺎت.( ﺗﻌﺎدa.i. teâdî'nin c.) : düşm anlıklar, ara açılm alar. teâdud ( ﺗ ﻌ ﺎ ﺿ ﺪa.i. adııd'dan) : 1. kol kola girme. 2. b irb irin i arkalam a, birbirin e yard im etme, (blcz : teâvün). teâdül ( ﺗ ﻌ ﺎ د لa.i. adl'den. c. : teâdülât) : berâberlik, d en klik, birbirin e denk gelme, teâdül-i zam ân : astr. zam an d e n k le m i, fr. équation du temps. teâdülât 1 ﻳ ﺘ ﻌﺎ د ﻻ تteâdül'ünc.) :beraberlikler, birbirin e denk gelmeler, teahhur ( ﺗﺄﺧﺮa.i.). (blcz : teehhür), teâhüd ( ﺗ ﻌ ﺎ ﻫ ﺪa.i. ahd'den. c. : teâhüdât) : 1. sözleşm e. 2. andlaşm a. teâhüdât ( ﺗﻌﺎﻫﺪاتa.i. teâhüd 'ün c.) : 1. sözleşmeler. 2. andlaşm alar. teakkiis ( ﺗ ﻌ ﻜ ﺲa.i. alcs'den) : tersine dönm e, yansım a.
( ﺗ ﻌ ﺎ ﻗ ﺐa.i. akab'dan) : 1. birbiri arkaSinda gitme, birbirini ta'kibetme. 2 . fels. fr.
teâkub
consécution. teâkud
د
teâküs ( ﺗ ﻌ ﺎ ﻛ ﺲa.i.) : 1. fels. antagonisme. 2. *tersClme, bir şeyin ters şekle gelmesi
*olayı. teâküs-i avârız : cogr. *terselme, yer şekli *terselmesi, fr. inversion de reliefse. teâküs-i siihûnet : cogr. sıcaklık *terselmesi, fr. inversion de température,
( ﺗﻌﺎﻟﻰa.cüm.) : "yüksek olsun!" mânâsına gelen bir söz olup Allah adıyla birli'kte kulİanılır : Allûhu teâlâ, Hakk teâlâ ve tekaddes”.
teâlâ
tazyik-i derûnî : fiz. *içbasınç.
teâlallah
tazyik-i h a v â : fiz. açıkhava *basıncı,
teâlî
tazyik-i v a s a t i : fiz. ortalama *basınç,
"( ﺗ ﻀ ﻴ ﻴ ﻘ ﺎ تka" uzun okunur, a.i. tazyik'in c .): tazyikler.
tazyikat te
( تf.e.): kadar, dek, değin, (bkz : ta). Ser-tes e r : baştan ba ۶a.
1218
.,(a.i. akd'den) : akidleşme, bağlaş-
ma.
( ﺗﻌﺎ!ى اﻟﻠﻪa.cü.) : Allah yükseltsin!
( ﺗ ﻌ ﺎ ﻟ ﻰa.i. ulüvv'den) : yükselme, ululan-
ma. Teâlî-i İslâm (Cemiyeti) : Kurtuluş Savaşm-
dan önce kurulmuş olan bir cemiyet, teâli-perver
isteyen.
( ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺑ ﺮ و رa.f.b.s.) : yükselmeyi
tebagguz
tealli ( ﺗﻌﻠ ﻰa .i. u li iv v 'd e n . c . : t e a l l i y â t ) : y ü k s e lm e , y ü k s e k o lm a , ( b k z : i't ilâ ) .
( ﺗﻌﻠﻴﺎتa .i. t e a lli 'n i n
tealliyât
٠( ﺗﻌﺎﻃﻰa.i.
a t â 'd a n ) : 1 . v e r i ş m e , b i r b i r i n e
v erm e.
c . ) : y ü k s e lm e le r ,
y ü k s e k o lm a la r .
teâlüm ( ﺗﻌﺎﻟﻢa .i. i l m 'd e n ) : b i r ş e y i h e r k e s in b i lm e s i , b i r ş e y h e r k e s ç e b i li n m e ,
teâtî
(b k z:
t e â r ü f ’).
teâtî-i e fk â r : b i r b i r le r in e f i k i r v e r m e . teâtî-i mekâtib : b i r b i r le r in e m e k t u p v e r m e . 2 . tic. h e r b i r i b i r t a r a f t a k a l m a k i iz e r e i k i v e y â d a h a ؟o k n ü s h a o la r a k t a r a f la r a ra S in d a m u k a v e le y a p m a . 3 .
teâmî ى٠( ﺗﻌﺎa.i. a m â 'd a n ) : g ö r m e z le n m e , g ö r -
lâ k ı r d ı s ı z
o la r a k
m al
fık. p a z a r lı k s ı z ,
d e ğ iş m e ,
tır a m p a
e tm e .
m e z g ib i g ö rü n m e .
teâmül ( ﺗﻌﺎﻣﻞa .i. a m e l'd e n c . : t e â m ü l â t ) : 1 . İş.
teattus ( ﺳﻠﺲa . i . ) : a k s ı r m a , ( b k z : t a a tt u s ) .
( b k z : m u â m e le ) . 2 . b i r İ ş in o lu ş u . 3 . ö t e d e n
teâtuf ( ﺗﻌﺎﻃﻒa .i. â t ıf e t 'd e n . c . : t e â t ı ı f â t ) :
b e r i o la g e le n m u â m e le , y e r le ş m i ş o la n ö r f,
1. b ir b ir in e s e v g i, ş e fk a t g ö ste rm e . 2 . b irb i-
â d e t.
r in e b a ğ l a n m a .
teâmül-i kadim ؛e s k id e n b e r i y a p ı la g e l d i ğ i İ ؟i n k a n û n g i b i s a ğ la m la ş a n b i r u s u l.
4.
kim. * t e p k im e , fr. rCaction.
teâmülât
ﺗ ﻌﺎ ﻣ ﻼ ت
(a .i.
t e â m ü l'ü n
ﺗﻐ ﻰ
d e r t a ؟m a . 3 . s ık ı n t ı, ı z t ı r a p , t a s a , e n d îş e ,
teânıık ( ﺗ ﻌ ﺎ ﻧ ﻖa.i. u n k ' d a n ) : b i r i n i n b o y n u n a s a r ılm a , ( b k z : m u â n a k a ) .
teârîc ( ﺗﻌﺎ رﻳ ﺞa.i. t a 'r îc 'in c . ) : 1 . ؟ı k ın t ı la r , t ü m s e k lik le r . 2 . anat. b e y n i n d ış s a t h ı n d a k i
teâvün ( ﺗﻌﺎونa .i. a v n 'd e n . c . : t e â v ü n â t ) : y a r d ı m l a ş m a , b i r b i r i n e y a r d i m e tm e ,
teâvünât ( ﺗﻌﺎوﻧﺎتa .i. t e â v ü n 'ü n c . ) : y a r d ı m l a r , teâzud ( ﺗﻌﺎﺿﺪa . i . ) : 1 . k o l k o la t u t u n m a , b i r b i r i n e k o l v e r m e ؛mec. y a r d i m . 2 . fels. fr. mutualisme. teb ( ﺗ ﺐf . i . ) : 1 . h a r â r e t . 2 . hele. S itm a . ( b k z :
؟ık ın tıla r ı.
ﻧﺒﺮى
m u s k a la r .
teâvîz-i sıbyân : ؟o c u k l a r ı n m u s k a la r ı , (a.i. a n a 'd a n . ) : 1 . z a h m e t ؟e k m e ,
e m e k v e r m e , ؟a b a la m a . 2 . b i r i n i n 'b a ş ı n a
te a rri
s e v g ile r .
teâvîz ( ﺗﻌﺎوﻳﺬa .i. t a 'v î z 'in c . ) : b o y n a a s ı la n c .) :
t e â m iille r .
teanni
teâtııfât ( ﺗﻌﺎﻃﻔﺎتa .i. t e â t ı ıf 'u n c . ) : k a r ş ı l ı k l ı
(a .i. u r y v e u r y e t 'd e n ) : 1 . s o y u n m a ,
ç ıp la k la ş m a . 2 . b i r ş e y d e n , b i r İşte n b e r i v e
h u m m â , u r v â ') .
teb ii tâb : a te ş v e ı ş ı k ; mec. ş e v k , ate ş, teba' ( ﺑ ﻊa.i.) : t â b î o lm a , u y m a ,
b o ş o lm a .
tearriif ( ﺗﻌﺮفa . i . ) : b i r ş e y i a r a ş t ı r a r a k ö ğ r e n m e.
tebaa ﻋﻪ٠ (تa .i. t â b i 'i n c.) : U y r u k , b i r d e v le t in h ü le m ü a l t ı n d a b u lu n a n k im s e [ le r ] .
teâruz ( ﺗﻊ — ار ضa.i. a r a z 'd a n . c . : t e â r u z â t ) : b ir b i r i n e z ıt o lm a , ( b k z : t e b â y ü n , t e h â lü f) .
teâruzât ( ﺗ ﻌﺎ ر ﺿﺎ تa.i. t e â r u z 'u n c . ) : b i r b i r in e z ıt o lm a la r .
teârüf ( ﺗ ﻌﺎ ر فa.i. a r e f d e n . c . : t e â r ü f â t ) : 1 . b i r ş e y i h e r k e s b i lm e , b i r ş e y h e r k e s ç e b i li n m e , ( b k z : te â lü m ) . 2 . b i r b i r i n i t a n ı m a , t a n ı ş m a.
tebâb اب١ (تa . i . ) : z a r a r , z iy a n , k a y ı p , ( b k z : hasa r , h e lâ k ) .
tebâbia اﺑﻌﻪ١ (تa.i. t u b b a 'm c.) : 1 . e s k i Y e m e n h ü k ü m d a r l a r ı n m U n v a n la r ı. Dârü't-tebâbia : M e k k e 'd e H z . M u h a m m e d 'i n d o ğ d u ğ u ev. 2 . g ö lg e le r . 3 . a r ı b e g le r i.
tebâdiil ( ﺗﺒﺎدلo.i. b e d e l 'd e n ) : b i r b i r i n e b e d e l o lm a , b i r b i r i n i n y e r i n i t u t m a , d e ğ iş m e ,
teârüfât ( ﺗ ﻌﺎ ر ﻓﺎ تa.i. t e â r ü f 'ü n c.) 1 ؛. h e r k e s ç e b i li n e n ş e y le r . 2 . b i r b i r i n i t a n ı m a l a r , t a n ı ş m a la r .
tebâdülât ( ﺗﺒﺎدﻻتa .i. t e b â d ü l'ü n c . ) : d e ğ iş m e ler.
tebâdiir ( ﺑ ﺎ د رo .i. b ü d û r 'd a n . c . : t e b â d ü r â t ) :
teassi ( ﺗ ﻌ ﻬ ﻰa .i. İs y â n 'd a n ) . ( b k z : t a a s s i).
1.
teâsür ( ﺗ ﻌ ﺎ ﺛ ﺮa . i . ) : g ü z e l g e ç in m e , d i r l i k e t m e
ş â i r i n b i r b i r in d e n h a b e r s iz o l a r a k a y n i ş ii r i s ö y le m e s i, ( b k z : t e v â r ü d ٩.
[ h a lk ile -]. te â sü r
ﺗ ﻌﺎ ر
a n s ı z m a k l a g e lm e , ( b k z : s ü n û h ) . 2 . i k i
(a.i. i i s r 'd e n ) : b i r ş e y g ü ç le ş m e ,
g ü ؟o lm a , ( b k z : t a a s s ü r ) .
tebagguz ( ﺗﻐﺾa.i. b u g z 'd a n ) : s e v m e m e , k i n b e s le n te . ( b k z : te b â g u z ).
1219
tebâguz
tebâguz ٠( ﺗ ﺎ ﻓ ﺾa .i. b u g z 'd a n . c . : t e b â g u z â t ) : s e v iş m e m e , g i z l i d ü ş m a n l ı k b e s le m e , ( b k z :
ﺗﺎ ه
z a m â n ı , ö n c e s i.
tebâşîr-i fecr, tebâçîr-i subh : s a b a h ı n o ld u -
te b a g g u z ). te b â h
tebâşîr ( ﺗﺒﺎﺷﻴﺮa . i . ) : 1. m ü jd e . 2 . h e r ş e y i n i l k
(f.i. v e s . ) : 1 . b o z u k , ؟ü r ü k , b e r b a t ,
h a r a p , m a h v o lm a . 2 . y ı k ı l m ı ş , y ılc ın t ı; tü -
g u n u h a b e r v e r e n i l k a y d ı n lı k , ( b k z : fe c r - i k â z ib ) .
t e b â ç î r - ^ ( f . i . ) :te b e ş ir,
k e n m e . ( b k z : te b e h ).
tebahhur ﺣﺮ١ (تa.i. b a h r 'd e n ) : 1. d e r y a la n m a , d e n iz le ş m e . 2 . b i r ş e y i n İ ؟in e d a lm a v e p e k d e r i n i n e v a r m a . 3 . b i r i l i m d e d e r i n ih t is a s kazanm a.
tebattun ( ﺳ ﻬ ﺪ نa.i. b a t n 'd a n ) : b i r ş e y i n İ ç in i d ı ş ı n ı i y ic e a n la m a y a ؟a lış m a ,
tebâtu' (ﺳﺎﻃﺆa . i . ) : a ğ ı r d a v r a n m a , b a t i h a r e k e t e tm e .
tebahhur ( صa.i. b ı ıh â r 'd a n . c . : t e b a h h u r â t ) . 1 . b u ğ u l a n m a , b u ğ u h â l in e g i r m e . 2 . t ü t s ü le n m e .
teba'uz ( ﺗﻌ ﺾa . i . ) : k ı s ı m k ı s ı m a y r ı lm a , p a r ؟a la n m a .
tebâüd
tebahhurât ات-
(a.i. t e b a h h u r 'u n c . ) : b u -
h a r la r , b u ğ u l a r ; b u h a r la ş m a l a r , b u ğ u la n m a la r .
(a .i. b ı ı'd 'd a n c .: t e b â ü d â t ) : u z a k -
İ a ş m a , b i r b i r in d e n u z a k d ü ş m e .'
tebâüdât ( ﺑﺎع — د ا تa .i. t e b â ü d 'ü n c . ) : u z a k la ş m a la r , u z a k d ü ş m e le r ,
tebâhî ( ﻧﺎ صa . i . ) : ö v ü n m e , ( b k z : t e f â h ü r , te m ed d ü h ).
tebâül اﺀل- (تa . i . ) : k a r i k o c a c ilv e s i, tebâyün ( د ا د نa.i. b e y n 'd e n . c . : t e b â y ü n â t ) :
tebâh-kâr —ﻛﺄر ( داهf . b . s . c . : t e b â h - k â r â n ) : h a r â b e d e n , m a h v e d e n , b it ir e n , ( b k z : t e b e h -
i k i ş e y a r a s ı n d a k i z ıd d iy e t , a y k ı r ı l ı k , ( b k z : t e â r ıız ).
tebâyün-i a'dâd : fer. i k i a d e t a r a s ın d a b ir -
k â r ).
tebâh-kârân ( ﺗﺎﻫﻜﺎرانf . b . s . ) : t e b â h - k â r 'ın c . ) : h a r â b e d e n le r , m a h v e d e n le r , b it ir e n le r ,
tebâyün-i e fk â r : d ü ş ü n c e le r in a y k ı r ı l ı ğ ı ,
( b k z : te b e h -k â râ n ).
tebâh-kârî
ﻗﺎﻫﻜﺎرى
h arâb etm e,
( f.b .i.) :
m ah vetm e,
t e b a h k â r lık ,
b itirm e ,
(b k z:
tebahtur ﺧﻌﺮ٠ (تa . i . ) : 1 . k i b i r l i k i b i r l i y ü r ü m e . 2 . d a lg a l a n m a , d a l g a l a n ı r o lm a ,
ﺗﺒ ﺖ
( a . i . ) : t â b î o lm a , u y m a ,
tebaiyyeten ( دﻣﺔa . z f . ) : t â b î o la r a k , u y a r a k , tebâkî ا/ ( ﺗ ﺎa .i. b ü k â 'd a n ) : y a l a n d a n a ğ la m a , a ğ la r g ö rü n m e , te b â n ç e —
tebâyünât ﺋ ﺖ. ( ﻻa.i. t e b â y ü n 'ü n c . ) : i k i ş e y a r a s ı n d a k i z ıd d iy e t le r , a y k ı r ı l ı k l a r ,
tebâziil —اذل (بa . i . ) : [ s a k ın m a d a n ] b ir b i r in e
t e b e h - k â r i) .
te b a i^ e t
d e n b a ş k a k a s ım - 1 m ü ş t e r e k ( o r t a k b ö le n ) b u lu n m a m a s ı [5 ile 7, 9 ile 1 1 g ib i),
^ ( f .i .) :to k a t,
v e rm e .
tebb ( ﺑﻤﺐa . i . ) : 1 . z a r a r , z iy a n , k a y ıp , ( b k z : te b â b , h a s â r ,
h e lâ k ).
2. "z a ra ra
u ğ ra şın !"
m â n â s ın d a b e d d u â c ü m le s i,
tebcil (ﺳﺞ؛لa.i. b e c l v e b ü c û l'd e n . c. : t e b c i l â t ) : u lu la m a , a ğ ı r la m a , ( b k z : ta 'z îm ) t e k r im ) .
tebcilât ت٠ ( ﺳﺞﺀاa .i. t e b c i l 'i n c . ) : u lu la m a la r , a ğ ı r la m a la r , ( b k z : ta 'z im â t , t e k r im â t ) .
tebâr ( f . i . ) : a s il, so y . ( b k z : n e s e b , n e s i), âlitebâr : s o y u y ü k s e k ; a s il,
tebcilen -
tebâr
tebdi' د ﻳ ﻊ١ ( تa . i . ) : 1 . b i r i n e b id 'a t is n â d e t m e .
( a . i . ) : y o k o lm a , b it m e , (blcz : h e lâ k ) .
tebârelc ( ﻗﺎركa .fi. b e r e k e t 'd e n ) : " m ü b â r e k ets in !”
tebârekallah : A l l a h m i i b â r e k e ts in ! tebâreke ( ^ركa . i . ) : K u r 'â n 'ın 67. s û r e s i, ( b k z : s û r e t ü 'l- m ü lk ) .
tebârüz ( دارزa .i. b ü r û z 'd a n ) . 1 . i k i d ü ş m a n ın ç a r p ı ş m a k ü z e r e m e y d a n a ç ık m a s ı . 2. hek.
( a . z f . ) : u lu la y a r a k , a ğ ı r la y a r a k ,
( b k z : ta 'z im e n ).
2.
b i r i İ ؟i n " d i n i n i d e ğ iş t i r d i '' d e m e ,
tebdil ٠( ﺳﺪﻳﻞa.i. b e d e l'd e n . c . : t e b d i l â t ) : d e ğ iş t ir m e , d e ğ iş t i r il m e , b a ş k a b i r h â le g e t ir m e , ( b k z ؛t a g y i r , t a h v il) .
tebdil-i hevâ: 1. h a v a d e ğ iş i k l iğ i . 2. iz in , m ü s a a d e ; i s t ir a h a t [ d a h a ؟o k a s k e r lik t e ] ,
tebdil-i kıyâfet : k ı l ı k d e ğ iş i k l iğ i ,
b i r ş e y i n ؟ılc ın t ılı o lm a s ı, m e y d a n d a b u -
tebdil-i mekân : y e r d e ğ iş t i r m e ,
lu n m a s ı. 3 . g ö r ü n m e , g ö z ü k m e . 4 . b e lir m e .
tebdil-i m evzi' : y e r d e ğ iş t ir m e .
1220
teberüken
tebdil i ş e k l: şekil değişim i, dönüşüm. tebdilât ( ﺗ ﺒ ﺪ ﻳ ﻼ تa.i. tebdil'in c.): değiştirmeler, değiştirilmeler. tebdilen ( ﺗﺒﺪﻳﻼa.zf.): değiştirerek, rek.
' ذ,"
tebea ( ﺑﻌﻪa.s. tâbi'in c.): tâbî olanlar, uyanlar, *uyruklar. tebean ( ﺗﺒﻌﺄa.zf.): tâbî olarak, uyarak. tebeddii’ ( ﺗﺒﺪ عa.i.) 1 ؛. bid'ate sapma. 2. dinini değiştirme, (bkz: irtidâd). 3. iyi ahlâkını değiştirme. tebeddül ( ﺗﺒﺪ لa.i. bedel'den. c .: tebeddülat): değişme, başka hâle girme, (bkz.: tagayyür, tahavvül). tebeddülat ﺗ ﺒ ﺪ ﻻ ت (a.i. bedel'den. c. tebeddül'ün c.): değişiklikler; değişiklik, (bkz: tagayyiirât, tahavvülât). tebeddülât-1 cesîm e: büyük değişiklikler. tebeh ( ﺗ ﺒ ﻪf.i. ve s.): 1. bozuk, çürük, berbat, yıkılmış, harap. 2. mahvolma; yıkıntı; tükenme. (bkz ؛tebâh). tebehhül ( ﺑ ﻬ ﻞa.i.): tahsil İçin sıkıntı çekme. tebehhüm ( ﺑ ﻬ ﻢa.i.): müphem, şüpheli, belirsiz olma. tebehhür ( ﺑ ﻬ ﺮa.i.): hek. kısa ve sik nefes alma. tebeh-kâr ( ﺑ ﻬ ﻜ ﺎ رf.b.s.c.: tebeh-kârân) : harâbeden, mahveden, bitiren, (bkz: tebâh-kâr). tebeh-kârân ( ﺗﺒ ﻬ ﻜﺎ را نf.b.i. tebeh-kâr'ın c .): harâbedenler, mahvedenler, bitirenler, (bkz: tebah-kârân). tebeh-kârl ( ﺑ ﻬ ﻜ ﺎ ر ىf.b.i.): harâbetme, mahvetme, bitirme, (bkz : tebâh-kârî). tebekkiim ( ﺑ ﻜ ﻢa.i. bekem'den): söz söylerken tutulup kalma, dili tutulma. tebelbül ( ﺗﺒﻠﺒﻞa.i.c.: tebelbülât): dilin karışıkİığı, anlaşılmaz hâle gelmesi, tebelbiil-i elsin e: dillerin anlaşılmaz hâle gelmesi. tebelbülât ( ﺑ ﻠ ﻼ تa.i. tebelbül'ün c.): dil ka!şıklıkları. tebelliid ( ﺑ ﻠ ﺪa.i.): ağır, hareketsiz, tenbel olma. tebellüğ ( ﺗ ﺒ ﻠ ﻎa.i. büluğ'dan. c .: tebelliigat): 1. yetişme, erişme. 2. anlayıp alma.
"( ﺗ ﻨ ﺎga" uzun okunur, a.i. tebellUg'Un c.) 1 ؛. yetişmeler, erişmeler. 2. anlayıp almalar. tebelliih ( ﺑﻠ ﻪa.i. ebleh'den) : ahmaklaşma, ahmaklik gösterme. tebelliil ( ﺗﺒﻠﻞa.i.) : ıslanma, nemlenme, tebellür ( ﺗ ﺒ ﻠ ﺮo.i. billûr'dan) : billurlaşma, fr. cristallisation, [yapma kelimelerdendir], tebenni ( ﺑ ﻰa.i. beni'den) : evlât edinme, teber ( ﺑ ﺮf.i.) : 1. balta. 2. dervişlerin taşıdıkİarı uzun saplı ve yarim ay şeklindeki balta. 3. meşin bıçağı. teber-dâr ( ﺗﺒ ﺮدا وf.b.s. ve i.c. : teber-dârân) : teberli, baltacı, baltali, [Yeniçeriler arasında] baltali asker ؛solak sınıfı, tebelliigat ت
teber-dârân ( ﺗ ﺒ ﺮ د ا ر ا فf.b.s. ve i. teber-dâr'ın
c.) ؛baltacılar. teber-dârân-1 hâssa : tar. pâdişâh sarayın-
daki solaklara verilen bir ad. teber-hûn ( ﺗﺒ ﺮ ﺧ ﻮ نf.b.i.) : 1. bot. kızılsoğüt. 2. hünnap. 3. tarhun. teberku' ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻗ ﻊa.i. rub : berkaa) : peçelenme, yüzünü örtme, (bkz : telessüm). teberku-i nisvân : kadınların örtünmeleri, peçelenmeleri. teberrâ ﺗ ﺒ ﺮ ى، ( ﺑ ﺮ اa.i. berâ'dan) : 1. uzaklaşma, uzak durma, çekilme. 2. sevmeyip yüz çevirme. [zıddı tevellâ]. teberri ( ﺑ ﺮ ىa.i. berâ'dan) : 1. sevmeyip yüz çevirme, (bkz : teberrâ). 2. aklanm a, arınma. teberru' ( ﺑ ﺮ عa.i. burû'dan c. : teberruât) : bağış, bağışlama, (bkz : İâne). teberrû ( ﺑ ﺮوa.i.). (bkz : teberrâ). teberruan ( ﺑ ﺮ ﻋ ﺎa.zf.) : bağış yoluyla, bağışlayarak. teberruât ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻋ ﺎ تo.i. teberru'un c.) : bağışlar, bağışlamalar. teberriid ( ﺑ ﺮ دa.i. berd'den. c. : teberriidât) : 1. soğuma. teberriid-i hevâ : havanın soğuması. 2. soğuk suya girme. teberrük( ﺑ ﺮ كa.i. bereket'den. c. :teberrükât) : mübârek sayma, uğur sayma, teberrükât ( ﺑ ﺮ ﻛ ﺎ تa.i. teberrül('ün c.) : mübârek ؛aymalar, uğur saymalar, teberriiken ( ﺗﺒﺮﻛﺎa.zf.) : uğur sayarak. 1221
teberrür teberriir
( ﺑﺮرa.i.): Allalı rızâsına çalışma,
teberriiz ( ﺑ ﺮ زa.i. bürûz'dan): meydana çıkma, görünme. tebertum ( ﺑ ﺮ ﻃ ﻢa.i.): 1. hiddetlenme. 2. büyüklük taslama.
( ﺗﺒﺮزدf.i.): nebat şekeri, teberzin ( ﺑﺮزﻳﻦf.i.): eyer baltası, eyere asılan teberzed
küçük savaş baltası. tebessül ( ﻟ ﺒ ﻞa.i.): surat asma, somurtma؛ yüzünü ekşitme. tebessüm ( ﺑ ﺴ ﻢa.i. besm'den. c . : tebessümât): gülümseme, (b k z : ibtisâm). tebessiim-i h ııly â : hayal edilen şeyden dogan gülümseme.
tebhâl, tebhâle ﺑﺨﺎﻟﻪ، dudak kabartısı. tebhâle-dâî دار uçuklu.
( ﺑ ﺨ ﺎ لa.i.): hek. uçuk,
( ﺑ ﺨ ﺎ ﻟ ﻪf.b.s.): uçuklamış,
tebhic ( ﺑ ﻬ ﻴ ﺞa.i. behlc'den): güzelleştirme, güzelleştirilme. tebhîl ( ﺗ ﺒ ﺨ ﻴ ﻞa.i. bahal ve buhl'den): biri İçin hasis, pinti deme. tebhir (a.i. buhâr'dan. c . : tebhirât): 1. bugu hâline getirme. 2. tütsüleme, tütsülendirilme. 3. etüvden geçirme. tebhirât ( ﺗ ﺒ ﺨ ﻴ ﺮ ا تa.i. tebhir'in c .) : tütsüler, tebhir-hâne
ﺧﺎﻧﻪ
( ﺗ ﺒ ﺨ ﻌ ﺮa.f.b.i.): bugu evi, etüv,
tebessüm-i istifsâr : sorgulu gülümseme.
tebi ' ( ﺳ ﻊa.i.): 1. yardımcı, yardak, (bkz : tâbi'). 2. sığır yavrusu ؛mal.
tebessiim-i m a h zû ziyye t: hoşlanmadan dogan gülümseme.
teb'îd ( ﺗ ﺒ ﻌ ﻴ ﺪa.i. bu'd'dan): 1. uzaklaştırma, uzaklaştırılma, uzaga sürme. 2. kovma,
tebessiim-i m em n û n iyet: sevinç gülümsemesi. '؛
te'bîd ( ﺗ ﺄ ﺑ ﻴ ﺪa.i. ebed'den. c . : te'bîdât): ebedileştirme, sonsuzlaştırma, sonsuzlaştırılma.
tebessiim-i m es'û dân e: mutluluk gülümsemesi. tebessiim-i zir-leb (dudağın altından giilm e ): bıyık altından gülme, tebessiimât ت lümsemeler.
( ﺑ ﻤ ﺎa.i. tebessiim'ün c .) : gü-
tebessiim -kiinân ﻤ ﻜ ﻨ ﺎ ن yerek, gülümser halde,
( ﺑa.f.zf.) : gülümse-
tebessür ( ﺗ ﺮa.i.): hek. sivilce çıkma, tebeşbüş ( ﺑ ﺸﺒ ﺶa.i.): [küçükten büyüğe] güler yüz gösterme. tebettiil ( ﺑ ﻌ ﻞa.i.): dünyâ işlerinden el ayak çekerek Allah'a yönelme, (b k z : İnzivâ, İ'tikâf). tebevyül
( ﺑ ﻮ لa.i. bevl'den): İşeme.
te b e w ü l-i siikker : hek. şekerin idrar yoluyla çıkraası, ؛eker İşeme. tebevvül-i sü k k e ri: hek. idrarda şeker buİunma.sı. tebevvül-i zülâl ؛, hek. idrarda albümin bulunması. tebevviilii'd-dem : fizy. kan İşeme, idrar kana karışarak kan zehirlenmesi, tebeyyün ن٠( بa.i. beyân'dan): belli olma, anİaşılma, meydana çıkma, tebezzuk
( ﺑﺰ قa.i. bü zâk'dan): tükürme,
tebezziil ( ^ لa.i.): yarılma, (bkz : şakk). tebezziir ر٠( ﺑﺰo.i.): bot. sporlanma.
1222
te'bîdât ﺗﺄﺑﻴ ﺪا ت (a.i. te'bîd'in ebedileştirmeler, sonsuzlaştırmalar.
c .) :
te'bîn ( ﺗ ﺄ ﺑ ﻴ ﻦa.i.): 1. bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama. 2. ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme. te'bîr ﺳ ﺮ
( ﺗ ﺄa.i.): aşılama [ağaç], (b k z: telkih), ( ﺗﺄ ﺑﻴﺲa.i.): hakaret, horlama, teb'îz ( ﺑ ﻌﻴﻠ ﺾa.i.): kısım kısım ayırma, para-
te'bîs
lama. tebkit ( ﺑ ﻜ ﻴ ﺖa.i.): 1. vesika ile birini susturma. (bkz : İskât). 2. başa kakma, tebkiye ( ﺗ ﺒ ﻜ ﻴ ﻪa.i. bükâ'dan): dokunaklı sözlerle aglatma, ağlatılma, teb-lerze ( ﺗ ﺐ ﻟﺮزهf.b.i.): Sitma tit'remesi, Sitma nöbeti. teblig ( ﺗ ﺒ ﻠ ﻴ ﻎa.i. bulûg'dan. c . : tebligat): 1. yetiştirme, eriştirme, bitiştirme. 2. götürme؛ taşıma (bkz : iblâğ). 3. ed. mübâlağanın birinci derecesi, (b k z: gulüvv, İgrâk). tebligat “( ﺗﺒﻠﻴﻔﺎ تga” uzun okunur, a.i. teblig'in c .) : tebliğler. tebligat-ı r e s m ic e : resmi tebliğler, teblil
( ﺗﺒﻴ ﻞa.i.): ıslatma, ıslatılma,
tebliye ( ﺗﺒﻠﻴﻪa.i.): eskitme, eskitilme, tebn ( ﺑ ﻦa.i.c.: etbân): saman, (b k z : tibn). Tarik ii't-tebn : astr. Samanyolu, ["tibn" şekli de kullanılır].
tecâvîf-i dîmâğ
tebnî ﺑ ﻰ٠ (a.s.) : saman renkli, (bkz : tibni). tebrid ﺑﺪ.( ﺗ ﺮa.i. bürudet'den): 1. sogutma, sogutulma. 2. mec. ara açılma,
teb-zede ﺗ ﺰ د ه (f.b.s.c.: teb-zedegân): hürrımâya, sıtmaya tutulmuş,
tebrie ( ﺗ ﺮﺋ ﻪa.i.). (bkz : tebriye),
teb-zedegân ( د ﺳ ﻤ ﺎ نf.b.s. teb-zede'nin c .): hUmmâya, sıtmaya tutulmuş olanlar,
tebrik ( ﺗ ﺮ ﻳ ﻚa.i. bereket'den. c .: tebrikât) : "mübârek, kutlu olsun!” deme, kutlama, ugurlu olmasını dileme,
tebzîl ( ﺗﺈ ز _ د لa.i. bezl'den): 1. yarma, delme. 2. hek. bir uzvun suyunu boşaltmak üzere 0 yeri bir âletle delme ameliyesi.
tebrikât ( ﺗ ﺮ د ﻛ ﺎ تa.i. tebrik'in c.): tebrikler, kutlamalar.
tebzir ( ﺗ ﻨ ﻮa.i. bezr'den. c .: tebzirât): 1. tohumu saçıp dagitma. 2,. har vurup harman savurma, (bkz: İsrâf).
tebrlk-nâme ( ﺗ ﺮ ﻳ ﻜ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): tebrik yazısı, kutlama yazısı. tebriye ، 4 ( ﺗ ﺮa.i. berâet'den): 1. birini temize çıkarma, şüpheden kurtarma. 2. borçtan kurtarma. tebriye-i zimmet etm ek: zimmetinde hükümet parası olmadığını, bununla İlişiği bulunmadığım ispat etmek, [asil: "tebrie” dir). tebrizi ر ى. ( ضa.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, tebsıra ( ﺗ ﻤ ﺮ هa.i. basar'dan): 1. insanin gözünü açacak keyfiyet. Tebsıra-İ ibret (ibret, ders alınacak hâdiseler): Midhat Paşa'nın hâtıralarının 1. cildi. 2.1835'de ilk hariciye nazırı olan A kif Paşa'nın meşhur eseri, tebsil ﻣﺒ ﻞ٠( تa.i. basal'dan): soyup sogana çevirme, soyulup sogana çevrilme, tebsir (a.i.): târifve izah [insanin gözünü açacak şekilde-). tebşîr د (a.i. beşr'den. c .: tebşîrât): müjde verme, müjdeleme, müjdelenme, tebşîrât ( ﺗ ﺸ ﺮ ا تa.i. tebşîr'in c.): 1. müjdelemeler, müjde vermeler. 2. rüyâda alman mânevî müjdeler. tebtı'e ( ﺗ ﻄ ﻪa.i. bati'den): ağırlaşma, yavaşlama.
tebzirât ( ﺗﻨﺪ را تa.i. tebzir'in c.): 1. tohum sa ؟malar. 2. isrâflar. (bkz ؛İsrâfât). tecâdiil ﺗ ﺠ ﺄ د ل mücâdele).
(a.i.
cedel'den).
(bkz:
tecâhiil ل- ( ﺗ ﺠﺎ مa.i. cehl'den. c .: tecâhülât): câhil gibi görünme, bilmemezlikten gelme, tecâhül-i â rifâ n e : ed. bilinen bir şeyi, edebi bir nükte ile bilinm iyorm u veyâ başka türlü biliniyormuş gibi gösterme san'atı. tecâhülât ( ﺗ ﺠ ﺎ ﻫ ﻼ تa.i. tecâhül'ün c.): câhil gibi görünmeler, bilmemezlikten gelmeler, tecâhül-kâr gelen.
(a.f.b.s.) :bilmemezlikten
tecâhül-kâr-âne ( ﺗ ﺠﺎ ﻫﻠ ﻜﺎ را ﻷa.f.zf.): bilmemezlikten gelircesine. tecâhül-kârî ( ﺗ ﺠﺎ ﻫﻠ ﻜﺎ و ىa.f.b.i.): bilmemezlikten gelme. tecâlüs ﻟ ﺲ١( ﺗ ﺞa.i.): bir mecliste bulunma, bir arada toplanma. tecânüb ( ﺗ ﺠ ﺎ ﻧ ﺐa.i. cenb'den): sakınma, ؟ekinme. tecâniis ذ س١( ﺗﺞa.i. cins'den): bir cinsten olma. tecârib ( ﺗﺞ—اربa.i. tecribe ve tecrübe'nin c.): denemeler, deneyişler. tecâr ٤b-i nazariyye : nazari tecrübeler,
tebtil ( د ﺳ ﻞa.i.). (bkz : tebettül).
tecâsür ( د رa.i. cesâret'den): cesâretlenme. (bkz: ictisâr).
tebvib ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﺐa.i. bâb'dan): bablara ayırma, kısım kısım ayırma.
teca'üd ٠( ﺗﺠﻌﺪa.i. ca'd'den): kıvırcık, büklüm büklüm olma (sa ؟-).
tebvie ( ﺗﻮدهa.i.): bir kadını boş bir evde oturtma.
tecâveze'llahii an-seyyiâtihi اﻟﻒ ﻋﻦ ﺳﺎﺗﻪ3ﺗﺠﺎل (a.cü.): Allah günâhını affetsin,
tebyin ( ﺳ ﻦa.i. beyân'dan): meydana çıkarma, belli etme; açıktan açığa anlatma,
tecâvlf ف yerler.
tebyiz (a.i. beyâz'dan): 1. beyazlatma, ağartma. 2. beyaza çekme [müsveddeyi-).
د
(a.i. tecvif'in c.): oyuklar, oyuk
tecâvîf-i d im âg : anat. beynin içindeki boşluklar. 1223
tecâvîf.i kalb te c â v îf-i k a l b : anat.
kalbin, ikisi sağda ve ikisi solda olmak üzere ayrıldığı dört bo?luk. tecâviib ( ﺗ ﺠ ﺎ و بa.i. cevâb'dan): cevaplaşma. (bkz: mücâvebe). te câviil ( ﺗﺠﺎولa.i. cevelândan. c . : tecâvülât): cevelân etme, dolaçma. tecâvü lâ t ( ﺗﺠﺎوﻻ تa.i. tecâvül'ün c .): cevelân etmeler, dolaşmalar, te câ v iir ( ﺗﺠﺎورa.i.): kom?ıı olma, te c â v ü z ( ﺗ ﺠ ﺎ و زa.i. cevâz'dan. c . : tecâvüzât): 1. ötesine ge ؟me> sınırı a?ma, atlama. 2. saldırma, sataşma, sarkıntılık. 3. el uzatma, başkasının hakkına dokunma. 4 . h uk. kullamlacak bir hakkin üçüncü bir ki?i tarafmdan zorlaştırılması. te câ v ü zâ t ( ﺗ ﺠﺎ و زا تa.i. tecâvüz'ün c.): tecâvüzler. te câ v ü zî, te c â v iiz iy y e ﺗﺠﺎوزﻳﻪ، ( ﺗ ﺠﺎ و ز ىa.s.): tecâvüzle ilgili. H arek ât-1 t e c â v ü z c e : ask. saldırma hareketi, te c â v ü z î v e te d â fü î i t t i f a k : *saldırı ve *savunma antlaşması. te c â v ü z -k â r ( ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ رa.f.b.s. c .: tecâvüzkârân): tecâvüz eden, sataşan, saldıran. te c â v ü z -k â râ n ( ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ را نa.fb.s. tecâvüzkâr'ın c .): sataşanlar, saldıranlar, te c â v ü z -k â r-â n e ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ راﻧﻪ (a.f.zf.): tecâvüzkârcasma, saldırırcasma. te c â v ü z -k â rî ( ﺗﺠﺎوزﻛﺎرىa.f.i.): tecâvüzlcârhk. tecâziib ( ﺗ ﺠ ﺎ ذ بa.i. cezb'den). ı.(b k z : miicâzebe). 2. birbirini cezbetme, ؟ekme, sempati, p sik., fels. duygudaşlık; fr. sym path ie.
tecâziir ( ﺗ ﺠﺎ ز رa.i.): sövüşme, (blcz: müşâteme). tecbin ( ﺗﺠﺒﻴﻦa.i. cebânet'den): korkak sayma, birisine: "korkaksın!" deme, tecb ir ( ﺗﺠﺒﻴﺮa.i. cebr'den): kırık veyâ ؟ıkıkkemigi tâmir etme, sarıp iyi etme, edilme, tecd i' ( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﻊa.i.): hele. 1. vücûdun bir yerini kesme. 2. ؟ocuğu muzur şeylerle besleme ve gelişmesini önleme. 3. bir kimseye onmasın diye bedduâ etme, te c d id ( ﺗ ﺠﺪﻳﺪa.i. cidd'den. c . : tecdidât): yenileme, yenilenme, tâzelenme. te cd id -i îm â n : îmânın yenilenmesi, te c d id -i n ik â h : nikâh tâzeleme, yenileme. 1224
te cd id -i m a t l a ' : ed.
kasidenin orta yerlerine doğru yeni bir matla', söyleme,
( ﺗ ﺠﺪﻳﺪا تa.i. tecdid'in c .): yenilemeler, yenilenmeler, tazelemeler,
tecd id ât
( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﺪ أa.zf.): yenileterek, yenilenerek, tazelenerek.
tecd id en
te c d il
( ﺗ ﺠﺪﻳ ﻞa.i.): yere vurma, yere yıkma,
te c d ir
( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﺮa.i. cederi'den): ؟ocuğun ؟İ ؟ek
çıkarması.
( ﺗ ﺠ ﺮa.i. cebr'den. c .: tecebbürât): kibirlenme, büyüklenme,
teceb biir
( ﺗﺠﺒﺮاتa.i. tecebbür'Un c .): kibirlenmeler, biiyiiklenmeler.
teceb b ü rât
( ﺗ ﺠ ﺪa.i.) : hek. kötü gidâdan veyâ neşvünemâ İnkıtâından dolayı gözdeki meçime tabakasının arkadan yarılması,
te c e d d ü ' ع
( ﺗ ﺠﺪدa.i. cidd'den. c . : teceddudât): tâzelenme, yenilenme, yeni olma, fr. re n a-
teced d ü d
issance.
( ﺗ ﺠ ﺪ د ا تa.i. teceddüdün c.): teceddütler, yenilenmeler, yeni olmalar,
teced d ü d ât
te ced d iid -p erver
( ﺗ ﺠ ﺪ دﺑ ﺮ و رa.f.b.s.): yenilik
taraflısı. te c e ffiif
( ﻳ ﺠ ﻔ ﻒa.i. ceffd en ): kuruma [ya?
?ey]. teceffiif-i cü lû d : ya? derilerin kuruması, tecehhiiz ( ﺗ ﺠ ﻬ ﺰa.i. cihâz'dan): cihazlanma, hazırlanma; lıazır bulunma. tecehh ؛z-i arûs : gelinin hazırlanması, tecellâ ^
(a.i. cilve'den). (bkz : tecelli),
tecelli ( دﺟﻠﻰa.i. celâve celv'den. c .: tecelliyât): 1. görünme; belirme. 2. kader, tâlih. 3. Allah'ın lûtfuna nâil olma. 4. tas. hak nûrunun tesiriyle makbul kulların kalbinde İlâhî Sirlarm ayân olması hâli, [zıddı: “setri. tecelli-i âsâr
: tas. cismâni sûretteki ?ahâdet
âlemi. İlâhî kuvvetin bütün yiiceligini insanlara duyurması,
tecelli-i c e l â l: tas.
Allah'ın fiillerinden bir fi'lin, kulun kalbine miinkeçif olması,
tecelli-i e f 'â l : tas.
Allah'ın esmâ-i hüsnâSindan (Allah adlarından) bir ismin abdin kalbine nıünkeşif olması.
tecelli-i e s m â : tas.
tetezzli îc.îhâd tecellî-i ra h îm î: tas. Allah tarafından mü'minlere, Siddiklere İfâza olunan kemâlât. tecellî-i rah m ân l: tas. Allah tarafından mevcûdâta (varlıklara) dağıtılan olgunluk, tecellî-î s ıfâ t: tas. Allah'ın sıfatlarından bir sıfatın kulun kalbinde miinkeşif olması, tecellî-î sıfâtî : tas. mebdei, zâtten temeyyüz ve tayyün edecek veçhile İlâhî sıfatlardan bir sıfatla vuku' bulan tecelli, tecellî-î şu hû dî: tas. nur ismi ile müsemmâ (adlanmış) olan vücûdun zuhûru. tecellî-î z â tî: tas. hiçbir Sifat itibar etmeksizin mebde-i zât olan tecelli; hiç bir sıfata bürünmeden doğrudan dogruya Allah'tan gelen tecelli. tecelli-gâh, tecellî-geh ﺗ ﺠ ﻠ ﻌ ﻪ، ( ﺗ ﺠﻠ ﺠ ﻜﺎ هa. f.b.i.): tecelli yeri, görünme yeri, tecelli-senc ( ﺗ ﺠﺪ ى د عf.b.s.): tecelliyi ölçüye vuran, tecelli tartan. tecelliyât ( تﺀﺀﻳﺄتa.i. tecelli'nin c .): tecellîler, tecelli-zâr زار(a.f.b.i.): İlâhî cilvelerle dolu yer. Allâh'ın tecelli ettigi, varlığını belli ettigi yer. (bkz : tecelli-gâh). tecellüd ( ﺗ ﺠ ﻠ ﺪa.i.c.: tecelliidât): 1. yalandan celâdet, yiğitlik gösterme. 2. inâdetme, ayak direme, (bkz : ısrâr). tecemmu' ( ﺗﺠﻤﻊa.i. cem'den. c.: tecemmuât): toplanma, yığılma, birikme. (bkz: tehâciim). tecemmuât o ( ﺗﺠﻤﻌﺎa.i. tecemmu'un c.): toplanmalar, yığılmalar, birikmeler, tecemmüd (a.i. cemâd'den. c . : tecemmüdât): donma; sertleşme, katılaşma. [yapmakelimelerdendir], tecemmüdât ا ت(a.i. tecemmüd'Un c .): donmalar, sertleşmeler, katılaşmış, donmuş şeyler; buzlar. tecemmül ﺗ ﺠ ﻤ ﻞ (a.i. cemâl'den c . : tecemmülât): süs, süslenme, tecemmülât ( ﺗ ﺠ ﻤ ﻼ تa.i. tecemmül'ün c.): süslenmek üzere kullanılan eşyâ. tecemmülât-1 beytiyye : ev eşyâsı, evde bulunan eşyâ. (bkz : esâs), tecemmüm ا٠( ﺗﺠﻢa.i.): büyüme; çoğalma [nebat (*bitki)]. tecenni (a.i. cenn ve cünûn'dan): 1. meyva devşirme, devşirilme. (bkz:
ictinâ').2٠(cinâyet'den) : cânîsinî” deme.
birine
"sen
tecenniib (a.i. ictinâb'dan): sakmma, ؟ekinme. (bkz: ictinâb). tecennün ( ﻻ صa.i. cenn ve cünûn'dan): delirme, çıldırma. tecerru' ( ﺗﺠﺮعa.i. cıır'a'dan): yudum yudum İçme, İçilme. tecerru-1 g u ssa : gam yerfie. tecerrüd ( ﺗ ﺠ ﺮ دa.i. cered'den): 1. soyunma, çıplak olma. tecerriid-i e v râ k : yaprakların dökülmesi. 2. her şeyden boş olma, her şeyden uzak olma. 3. tas. her şeyden vazgeçip Allah'a yönelme. 4. bekâr kalma, evlenmeme, tecessiid (a.i. cesed'den): gövdelenme, gövde peyda etme. tecessiim ( ﺗ ﺠ ﺴﻢa.i. cism'den. c .: tecessiimât): 1 . cisimlenme, görünme, belirme. 2. göz önüne gelme. tecessiim-i hayâl ؛hayal görme, tecessüs (a.i. cess'den. c . : tecessüsât): 1 . yoklama, araştırma, araştırılma, (bkz : tahkik, tedkik). 2. bir şeyin İç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışma; gözetleme, tecessüsât ت(a.i. tecessüs'iin c .): yoklamalar, merakla araştırmalar; gözetlemeler, tecessüs-kâî ( ﺗ ﺠ ﺴ ﺴ ﻜﺎ لa.f.b.s.): araştırıcı, aı'aştıran, meraklı, (bkz : miitecessis). teceşşî ﻻ ﺋ ﻰ٠ (a.i.). (bkz : teceşşü'). teceşşü' ﺀ(a.i.) : fizy. gegirme. tecevvü' L f ü (a.i. cû'dan): aç kalma, kendini aç bırakma. tecevviif ٠( ﺗﺠﻮفa.i. cevfd en ): oyulma, oyuk hâline gelme, İÇ İ boş olma; İçine İşleme. tece٣ iiz (a.i. cevâz'dan. c .: tecevviizât): 1 . cevaz verme, câiz görme, yapılmasını uygun görme. 2. sözü mecaz olarak söyleme, tecevvüzât ت١( ىﺟﻮزa.i. tecevvüz'iin c .): tecevviizler, yapılması uygun görülen şeyler, tecevviizen ١( ﺗﺠﻮزa.zf.): cevaz yoluyla, teceyyüş (a.i. ceyş'den). (bkz : tehaşşüd). tecezzi ( دج—زىa.i. cü z 'd e n )[a sil: "tecezzüv” dür], (bkz: tecezzüv). tecezzî-i ictih âd : huk. [eskiden] bir müçtehidin bâzı meselelerde müçtehit olup, bâzılarmda olmaması, bâzı meselelerde 1225
tecezziir *yetkili bazılarında ise yetkisiz olma durumu. [ekseri ulemâ bunun cevâzma ve bâzıları adem-i cevâzma zâhip olmuşlardır].
tecezziir ( ﺗﺠﻦ رa.i. cezr'den): mat. kökleri bir Sira üzere düzenleme.
tecezziiv ( ﺗ ﺠ ﺰ وa.i. cüz'den): kısım kısım böliinme, doğranma, ufalma,
tecfif ( ﺗ ﺠﻔﻴ ﻒa.i. c e ffd e n ): kurutma, kurutulma [yaş şey]. techil ( ﺗ ﺠ ﻬﻴ ﻞa.i. cehl'den. c . : techilât): birinin câhilligini, bilgisizliğini meydana koyma,
techiz ( ﺗ ﺠ ﻬ ﻴ ﺰa.i. cihâz'dan. c . : techizât): cihazlama, lüzumlu şeyleri tamamlama; donatma, *donatım.
techiz-i m e ^ it : ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen, pamuk ve sairesi tedârik edilerek haZirlanması.
techiz-i sefâin : gemilerin donatımı, techiz ve tekfin : ölünün yıkanıp kefenlenmesi İŞİ.
techizât ( ﺻ ﺰ ا تa.i. techiz'in c .) : donatım. techîzât-1 askeriyye : ask. askeri donatım, te'cîc ( ﺗﺄ ﺟﺘ ﺞa.i.): tutuşturup alevlendirme. te'cîc-i nâr : ateşi tutuşturma, tec'îd ( ﺗ ﺠ ﻌﻴ ﺪa.i. ca'd'dan): sa ؟kıvırtma, kıvırtılma.
te'cîl ( ﺗﺄﺟﻴﻞa.i. ecl'den. c . : te'cîlât): sonraya bırakma, geciktirme [belli bir zamana kadar], (zıddı :('ta'cîl").
te'cîl-i düyûn ؛borçların tecili, *ertelenmesi, te'cîlât ( ﺗﺎ ﺀ ﺟﻴ ﻼ تa.i. te'cîl'in c .) : sonraya bırakmalar, geciktirmeler, [belli bir zamana kadar].
teclid ( ﺗ ﺠ ﻠ ﻴ ﺪa.i. cild'den): 1. ciltleme, ciltlenme. 2. (celd'den) hayvanin derisini yüzme,
teclil ( ﺗ ﺠ ﻴ ﻞa.i. cüll'den): ؟ul örtme, ؟ul örtülme [hayvana-],
teclil-i feres : ata ؟ul örtme, tecliye ( ﺗ ﺠ ﻠ ﻴ ﻪa.i. cilâ'd an ): cilâ verme, verilme.
tecliye-i m ir'ât : aynayı silip parlatma, tecliye-i seyf : kılıca cilâ verme, tecmid ( ﺗ ﺠ ﻤ ﻴ ﺪa.i. cüm ûd'dan): dondurma, dondurulma.
tecmil ( ﺗ ﺠ ﻤ ﻴ ﻞa.i.c.: tecm ilât): süs. (b k z : tezyin). 1226
tecmilât ( ﺗ ﺠ ﻤﻴ ﻼ تa.i. tecmîl'in c.) ؛süsler, (bkz : tezyinât). tecnîd (a.i. cünd'den) : askerleri sıralama, sıraya koyma. tecnis ( ﺗﺠﻨﻴ ﺲa.i. cinâs'dan) : ed. cinas yapma, iki mânâlı söz (veyâ mânî) sOyleme. tecnis-i hatt : ed. telaffuzları ve bâzı harfleri ayrı fakat yazılışları Arap harflerine göre benzeyen kelimelerle yapılan cinas [muhabbet, mihnet... gibi]. tecnis-i kalb : ed. harfleri sondan başa dogru ters okunduğunda meydana gelen diger bir kelime ile yapılan cinas [mâr, râm... gibi]. tecnis-i m utarraf: ed. son harfleri değişik ilci kelimeyle yapılan cinas, [câm, cân... gibi]. tecnis-i mükerrer : ed. cinaslı kelimelerden İkincisinin, birinci kelimenin sonundaki hece ile ayni olması sûretiyle yapılan cinas [feryâd, yâd... gibi]. tecnis-i miirekkeb : ed. cinaslı kelimelerden birinin mürekkep olması sûretiyle yapılan cinas [bahâne, bahâ ne?... gibi]. tecnis-i nâkıs : ed. (bkz : cinâs-1 nâkıs). te cn is-i tâ m m : ed. (bkz : cinâs-1 tâmm). te cn iz ( ﺗ ﺠ ﻨ ﻴ ﺰa.i. cinâze'den) : ölüyü tabuta koymat Olü tabuta konulma, tecri' ( ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﻊa.i. cer' ve cere'den) ؛yudum yudum ! ؟irme, içirilme. tecrib ( ﺗﺠﺮﻳﺐa.i. cerb'den) : deneme, sınama, tecrib e ( ﺗ ﺠ ﺮ ﺑ ﻪa.i. cerb'den. c. : tecârib) : 1. tecrübe, deneme, sınama, (bkz : tecrib). 2. görgü. 3. görmüş geçirmiştik. fr. expérim en tatio n . te crib e -i k alem tecribeten
: deneme,
( ﺗ ﺠ ﺮ ﺑ ﺔa.zf.) : tecrübe ederek, dene-
yerek, sınayarak, (bkz : bi-t-tecribe). ( ﺗﺠﺮﺑﻰa.s.) : deneme ile ilgili, te c rib iyy e ( ﺗ ﺠ ﺮﺑﻴ ﻪa.s.) : [“tecribi” nin müen.]. (bkz : tecribi). te crid ( ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﺪa.i. cered'den. c. : tecridât) : 1. soyma, soyulma. 2. ayırma, bir tarafta tutma. 3. tas. her şeyden el ayak ؟ekip Allah'a yönelme. E h l-İ te c rid (dünyâsından geçmiş olan) : dervişler. 4 . fels. soyutlama, fr. ab stractio n . 5. fiz. *yalıtma, fr. iso lation. 6 . ed. bir şâirin kendini mücerred bir te crib i
tedâhM-fi'1-kaz؛
şahıs, yânî ayrı bir adam farzederek ona hitâbetmesi. (bkz: hitâb). 7. ed. noktasız harflerden .oluşan kelimelerle cümle veya mısra yapma.
tecvir ذﺟﻮﻳﺮ٠(a.i. cevr'den) : cevretme, zora, SIkıya koyma.
tecviz ( ﻟﺠﻮﻳﺰa.i. cevâz'dan. c. : tecvizât) : câiz görme, görülme, izin verme, verilme,
(a.i. tecrid'in c.) : tecritler, bir yana ayırmalar.
tecvizât ( ﺗﺠﻮﻳﺰاتa.i. tecviz'in c.) : câiz görme-
(a.zf.) : 1. tecridederek; tek olarak, tekleyerek. 2 . fels. .soyutlayarak,
tecyif ( ﺗ ﺠ ﻴ ﻴ ﻒa.i.) : 1. vurm ak sûretiyle kor-
tecrid ât ت١ﺻ ﺪ
tecrid en ﺑﺪا.ﺗ ﺠﺮ
( ىﺟﺮ؛حa.i. cerh'den): yaralama,
te crih
(a.i. ciirm'den. c . : tecrimât): birinden cerime alma, para cezâsı alma, birini cezâlandırma.
te c rîm م- ﺗ ﺠ ﺮ د
kutmak. 2. çok korkmak,
tecyi( ﺗ ﺠ ﻴ ﻴ ﺶ ؟a.i. ceyş'deû). (bkz : tahçîd). teczi' ( ﺗﺠﺰئa.i.). (bkz : teczie). teczie ٠( ﺗﺠﺰىa.i. cüz'den) : kısım kısım ayırma, bölme, doğrama, ufaltma,
(a.i. tecrim'in c.): tecrimler,
teczim ( ﺗ ﺠ ﻨ ﻴ ﻢa.i.) : 1. kesme [kol, kanad gibi
ﻣ ﺲ٠(a.i. cers'den): h uk. 1. hâdiselerin
teczir ( ﺗ ﺠﻨﻴ ﺮa.i. cezr'den) : mat. cezrini bulma,
te c rim â t ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﻤﺎ ت
suçlamalar. tecrîs
1er, görülmeler, izin vermeler, verilmeler,
؟eyleri-]. 2. cüzam illetine ugratma.
bir kimseye tecrübe kazandırması, umumi efkârda (.kamuoyunda) onu güçlü hâle getirmesi. 2. yalancı ؟âhitlik, hırsızlık gibi suç işleyen kimseleri teşhir etme, halka tanitma. tecrü b e ﺗ ﺠﺮﺑﻪ
(a.i.): [asil: "tecribe” dir]. (bkz:
tecribe). te c rü b l
( ﺗﺠﺮﺑﻰa.s.). (bkz ؛tecribi).
( ﺗﺠﺲ— ﻳﻢa.i. cism'den): cisimlendirme, vücut verme, vücutlu gösterme, gösterilme,
tecsim
tecsimât ت(a.i. tecsim'in c.): cisimlendirmeler, vücutlu göstermeler, gösterilmeler. te csîm i
( ﺗﺠﺴﻴﻤﻰa.s.): cisimlendirmeye âit, ci-
simlendirme ile ilgili, te csim i sa n 'a tla r te c v î' ﺗ ﺠ ﻮﺑ ﻊ
: g. s. plâstik sanatlar,
(a.i. cû'dan): acıktırma, acıktırıl-
ma. (a.i. cevdet'den): 1. bir ؟eyi güzel yapma. 2. Kur'ân-1 Kerim'i usûlüne bağlı kalarak okuma ilmi. 3 ٠bu okumayı öğreten kitap.
te c v id ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﺪ
seslerin mahreçlendirilmesi, bogumlandırılması, fr. a rticu la ti-
te c vîd -î h u r û f : leng.
kare kökünü alma.
tecziye ٠( ﺗﺠﺰيa.i. cezâ'dan) : cezâlandirma. tedâbir ( ﺗﺪاﺑﻴﺮa.i. tedbir'in c.) : tedbirler, yollar, ؟âreler.
tedâbîr-i âkıl-âne : akıllıca tedbirler, tedâfü' ( ﺗﺪاﻓﻊa.i. d e f den. c. : tedâfüât) : 1. birbirini defetme, İtişme, kakışma. 2. kendini koruma, .savunm a.
tedâfüî, tedâfiiiyye ﺗﺪاﻓﻌﻴﻪ، ( ﺀ ا ؤ سa.s.) : kendini koruma, .savunm a ile ilgili. Harb-İ tedâfüî : kendini müdâfaa ederek yapılan harb.
tedahhum ( ﺗ ﻀ ﺨ ﻢa.i. dahm'den) : anat. İrileşme, kalınlaşma; şişkinleşme.
tadahhıım-ı nîhâyât : anat. yanlar .irilimi, fr. acromégalie, [eller ve ayaklar gibi organlarm irileşmesi hastalığı],
tedâhük ( ﺗ ﻀﺎﺣﻚa.i. dihk'den) : gülüşme [kar' ؟ılıklı-].
tedâhül ( ﺗ ﺪ ا ﺧ ﻞa.i. dühûl'den. c. : tedâhülât) : 1. birbirinin İçine girme. 2. geri kalma [i؟ hakkında]. 3. bir taksitin ödenmeden ötekinin gelmesi; ödemede gecikme. 4. yiğılıp kalma, birikme. 5. karışma, (bkz : müdâhale).
tedâhül-fi'l-hudûd : huk. [eskiden] bir cins(a.i. cevfden c . : tecvîfât): 1. oyma, oyulma, oyuk hâline koyma. 2. oyuk yer. 3. anat. kalbin boşluklarından her biri.
t e c v if ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﻒ
(a.i. tecvîfin c.): 1. oymalar, oyulmalar, oyuk hâle koymalar. 2. oyuk yerler. 3. anat. kalbin boşlukları.
te c v îfâ t ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﻔ ﺎ ت
ten olan müteaddit esbâb-1 huduttan dolayı yalnız bir İıad ile İktifâ edilmesi hâli. [Meselâ : bir şahıs birka ؟defa zinâda veyâ sirkatte bulunsa hakkında yalnız bir had ile İktifâ edilir].
tedâhül-fi'1-kazf : huk.
[eskiden] birçok kaziflerden dolayı yalnız bir had ile İktifâ 1227
tedâhül-i a'dâd
edilmesi hâli. [Meselâ: bir şahıs bil- veyâ daha ziyâde lcimselere bir İâfz ile veyâ başka başka lâfızlar ile zinâ İsnâdında bulunsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir “hadd-i kazf” İcrâ edilir], tedâhül-i a'dâd: fer. iki sayıdan birinin digeri ile tamâmen yânî kesir bırakmaksızın taksimi kabil olması, [ü ؟ile dokuz gibi], tedâhül-i iddeteyn: fer. [eskiden] iki iddetin birbiri İçine girmi ؟olması, [meselâ: bir kimse bâinen tatlik ettiği bir kadına iddet esnâsmda kendisine helâl olur zanniyla mukarenette bulunsa bu mukarenet sebebiyle ikinci olarak lâzımgelen iddet; kadının beklemelcte olduğu birinci iddete tedâhiil eder. Bu sûretle kadm; birinci iddeti İlcmâl ettilcten sonra ikinci iddetin sebebinden itibâren noksan kalan miktân tamamlar]. tedâhülât ( ﺗ ﺪا ﺧ ﻼ تa.i. tedâhül'ün c .): tedâhiiller. tedâî ا/ ( ﺗ ﺪ اa.i. da'vet'den): bir ؟eyi hatıra getirme; psik. .çağrışım, tedârik ( ﺗﺪاركa.i. derk'den). (bkz : tedâriik). tedârikât ( ' دا ر ﻛﺎ تa.i.). (bkz : tedârükât). tedâriki ( دا ر ﻛ ﻞa.i.). (blcz : tedârükî). tedârub ( ﺗ ﻀﺎ ر بa.i. darb'dan): dövüşme, vuru ؟ma. (bkz: mudârebe). tedârük ( ﺗ ﺪ ا ر كa.i. derk'den. c. : tedârükât): tedârik, hazırlama; araştırıp bulma, ele ge ؟irme, edinme. tedârükât ( ﺗﺪارﻛﺎ تa.i.): hazırlıkflar]. tedârükât-ı harbice, -1 seferiyye : harp, haZirlıklan.
tedârükî ( د ا ر شa.i.) : hek. bir hastalığın şiddeti ihtimâline karşı gereken tertîbâtı alma. tedâriis ( ﺗﺪارسa.i.): okuma; yazma, tedâvî ( دا و ىo.i. devâ'dan. c . : tedâvîyât): ilâ؟ verme, iyileştirmek İ ؟in bakma. Berâ-yî tedâvî: tedâvî İ ؟in. tedâvî-bi'1-ineb: üzümle tedâvî, üzüm kürü. tedâvî-bi'l-mâ': su ile tedâvî. tedâvî bi'1-misl: hek. bir hastaya ters, aksi tedâvide bulunma, soğuk almış bir hastayi yine soğuk bir ؟eyle tedavi usûlü, (bkz: tedâvî bî-n-nakîz). 1228
tedâvî-bi'n-nazîr : soğuk alan bir hastayı yine soğuk ؟eylerle tedâvî ederek meydana gelecek aks-i te'sirden faydalanma usûlü, tedâvibi'zzidd ve tedâvî bî'n-nakîz : bir hastalığa Ziddiyle ilâç verme, menfi tedâvide bulunma. tedâvîyât ( ﺗﺪاوﻳﺎ تa.i.' tedâvi'nin c.) : tedâviler. tedâviil ( و دا و لa.i. devlet'den. c. : tedâvülât) : elden ele gezme, dolaşma, kullanılma, tedâvülât ( ﺗ ﺪا و ﻻ تa.i. tedâvül'ün tedâviiller, geçerli olmalar,
c.) :
tedâvür ( ﺗ ﺪ ا و رa.i. devr'den) : Sira ile yapma; karşılıklı yapma. tedbic ( 'ﻧﺪ ﺑﻴﺞa.i.) : rülcû'da başı ؟ok eğme, tedbir j— ( 'ﻧﺪيa.i. dübûr'dan. c. : tedâbir) :bir ؟eyi te'min edecek veyâ önleyecek yol, ؟âre. Hüsn-i tedbir : iyi düşünülerek tutulan yol. Sû-i tedbir : yanlış tutulan yol.
tedbir-i menzil : ev idâresi ile ilgili hususlardan bahseden ilim, ev idâresi bilgisi, fr. économie domestique, tedbir-i muallak : huk. [eskiden] bir ؟arta tâlik olunan tedbir, kölenin bir .yüküm lülüğü yerine getirmesine bağlı olarak azat edilmesi, [“sen 11 ؟İŞİ yaparsan müdebbersin” denilmesi gibi. Bu halde memlûk 0 İ ؟İ mevlâsınm hayâtında yaparsa vefatında malinin ü ؟te birinden azat olur],
tedbir-imukayyed :huk. [eskiden] mevlânm bir kayıt ile mukayyet olaralc vefâtma muallâkan yaptığı tedbir, [“ben bu İıastalığımdan ölürsem'' yâhut "ben bu yolculuğum esnâsmda vefât edersem sen hürsün" denilmesi gibi].
tedbir-i mutlak: huk. [eskiden] mevlânm alelıtlak mevtine muzaf olan tedbir, ["ben öldüğüm zaman sen hürsün” denilmesi gibi, "ben seni miidebber kıldım" denilmesi de bu kabildendir].
tedbir-i miilk: devleti idare sanatı, devlet .yönetimi sanatı.
tedbir ehli : tedbirli, zeki, akıllı kimse; öğüt veren kimse.
tedbir nafakası : huk. birinin, kendinden sonra hür olacağını bildirerek kölesini azat etmesi.
tedbirât ( ﺗ ﺪ ﺑ ﻴ ﺮا تa.i. tedbir'in c.) : (bkz : tedâbir).
tedkika.
tedebbür ( د ﺑ ﺮa.i.c.: tedebbiirât): 1. sonunu, hakikati düşünme. 2. arkasını dönme, tedebbiirât ( دﺑ ﺮا تa.i. tedebbür'iin c .): sonunu, halcikati düşünmeler, tedeffiin ( د شa.i. defn'den): defnolunma, gömilime. tedehhi ( د سa.i. dehâ'dan): dâhîleşme, dehâ eseri gösterme. tedehhü. ( د ضa.i. dehn'den): yağlanma, yağ sürünme. tedehhüş ( د ﻫ ﺶa.i. deheş'den): dehşete düşme, korkma, yılma. tedellâ ( د شa.i.) ؛tas. mukarriblerin, makamİarın son mertebesine yükseldikten sonra ifâkatbahş olan bir sahne nüzûlü. Allah'a yakın olduğu söylenen kimselerin bulundukları son makam. tedelli ( د د ىa.i. dell'den. c .: tedelliyât): nazlanma. tedelliyât ( د ﻳ ﺎ تa.i. tedelli'nin c .): nazlanmalar.
أ6ك6( د ك ﺀ ﻻ ﻻ اa.i.): sürtme; uguşturulma. tedellül ل٠ ( ﻇﻞa.i.): nazlanma, (bkz: tegannüc). tedemmu' ( د ﻫ ﻊa.i. dem'den): 1. gözün yaşarması. 2. hek. hastalık dolayısıyla gözden yaş gelme. tedemmug ( د ﻣ ﻎa.i. dimâğ'dan): fels. beyinİeşme, fr. ceebration. tedemmiil ( د ﻣ ﻞa.i.): toprağı gübreleme, toprağa gübre dökme. tedenni ( دﻓ ﻲa.i. denâet'den. c .: tedenniyât): aşağı inme, aşağılama, gerileme, [zıddı: "terakki'']. tedenniyât ( دﻧﻴﺎ تa.i. tedenni'nin c.): aşağılamalar, gerilemeler. tedenniis ( د ضa.i.): kirlenme, pislenme. tedennüs-i câme : elbisenin kirlenmesi, tederru' ( د ر عa.i.): zırhlanma, zırh giyme, tederrüb ( د ر بa.i.): alışma, (blcz : ülfet), tederriic ( د ر جa.i. derece'den): derece derece, adim adim ilerleme. tederriin ( ﻧ ﺪ و فa.i.): bir uzvun, bir organm şişmesi. tederriis ( ﺗ ﺪ ر سa.i. ders'den, c .: tederrüsât): ders alma, ders olarak okuma.
tederrüsât ( ﺗ ﺪ ر ﺳ ﺎ تa.i. îederrüs'ün c .): ders almalar, ders olarak k lim a la r tedessiir ( د شa.i.) : elbise giyme, tedevviir ( د و رa.i.): yuvarlaklaşma, tedeyyiin ( د ﻳ ﻦa.i. din'den): 1. dine bagil olma. 2. dininde sımsıkı bağlı kalma. 3. (deyn'den) borçlanma, tedfin ( د ضo.i. defn'den): defnetme, gömme, tedhin ( د ضa.i. duhah'dan): tütsüleme, dumaniama. tedhin ( د صa.i. dühn'den): güzel kokulu yağ sürme, sürülme. tedhiş ( د ﻫ ﻴ ﺶa.i.c. : tedhîçât) : dehşet verme, dehşete düşürme; şaşırtma, korkutma, yıldırma. tedhîş-i ezh ân : zihinlerde heyecan yaratma. tedhîşât ( ﻟ ﺼ ﻔ ﺎ تa.i. tedhîş'in c.) : tedhişler, yıldırmalar, korkutmalar, te'dîb ( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺐa.i. edeb'den. c .: te'dîbât): 1. edeplendirme, edeplendirilme. 2. terbiye etme, terbiyesini verme; haddini bildirme. Hadd-İ te'd îb : bir su ؟işleyeni, başkalarina örnek olacak şekilde, cezalandırma [mııâhaze, tâzîr, darb.. gibi], te'dîb h a k k i: huk. velinin vesayeti altmda bulunan bir ؟ocuğa karşı sert davranmak, ihtarda bulunmak ve daha da mühim cezayi vermek hakki. te'dîbât ( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﺎ تa.i. te'dîb'in c .): 1. edeplendirmeler, edeplendirilmeler. 2. terbiye etmeler, terbiyesini vermeler, te'diben ( ًﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﺎa.zf.): te'dip İ ؟in, te'dip sûretiyle; tevbih ve tekdir ederek, te'dîbîj te'dibiyye ﺗﺄ د ﻳﺒ ﻴ ﻪ، ( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﻰa.s.): tedip ile; terbiye ile, edeplendirme ile *ilgili: Mücâzât-ı te'dibiyye: terbiye edici, edeplendirici cezalar. te'dîyât ( ﺗﺄدﻳﺎتa.i. te'diye'nin c .): ödemeler, te'diye ( ﺗ ﺎ د ﻳ ﻪa.i. edâ'dan. c .: te'diyât): 1. ödeme; ödenilme. 2. borcunu verme, te'dîye-i deyn : bor ؟ödeme, tedkik ( د ﻗ ﻴ ﻖa.i. dikkat'den. c . : tedkikat) : dikkatle araştırma, araştırılma, inceden inceye yoklama, inceleme, tedkikat “( د ﻗ ﻴ ﻘ ﺎ تka" uzun okunur, o.i. tedkik'in c.)': tetkikler, inceden inceden araştırmalar, incelemeler. 1229
tedklkatı şer'iyye t e d k i k a t - ı ş e r 'i y y e : [e s k id e n ] ş e y h i s lâ m k a p ıs ın d a , ş e r 'î iş le rle il g il i o l a n h ü k ü m l e r i n k a r a r a b a ğ l a n d ı ğ ı d â ir e ,
دﻗﻴﻘﺘﺎﻣﻪ
te d k ik -n â m e
te d lis
ﺗﺪﻳ ﻪ
( a . i . ) : s ü r m e , u g a la m a . ( a . i . ) : a lı ş v e r i ş t e s a t ı c ı n ı n m a l k u ( a . i . ) : 1. s a r k ı t m a , s a r k ı t ı l m a ; y u -
k a r ı d a n a ş a ğ ı b ı r a k m a , b ı r a k ı l m a . 2 . d e lil, v e s i k a h a z ı r l a m a . 3 . ş a ş ır m a , d e h ş e t e d ü ş -
ﺗ ﺪ رﻳ ﺐ، ﺗ ﺪ رﻳ ﻰ
(a.s.
d e r s 'd e n ) : d e r s e â it, d e r s le * ilg ili,
ﺳﻢ٠د
te d s im
( a . i . ) : n a z a r d e ğ m e m e s i İ ç in k ü -
؟ü k ؟o c u k l a r ı n ؟e n e ç u k u r l a r ı n a s iy a h b e nek yapm a. te d s ir
ددر
( a . i . ) : k u ş u n , y u v a s ı n ı d ü z e n le m e -
si) d ü z e ltm e s i.
m e.
دﻣ ﺞ
te d m ic
( a . i . ) : b i r ş e y i b a ş k a b i r ş e y i n İ ؟İ-
n e y e r l e ş ti r m e .
د ﻣﻴ ﻢ
te d m im
(a.i. d e m 'd e n ) : h e k . k a n i n , b â z ı
v e d a m a r l a r d a ؟o ğ a lm a s ı. te d m ir
دﺳﺮ
(a.i. d i m â r 'd a n . c . : t e d m i r â t ) : y o -
ت١د ﻣﻴ ﺮ
و ﻳ ﺎ ت٠ﺗﺪ
(a.i. t e d v i n 'i n c . ) : t e d v i n le r ,
d i v a n ş e k l in e s o k m a la r ; k i t a p y a p m a l a r ,
د و
d ü rm e ,
(a.i. d e v r 'd e n . c . : t e d v i r â t ) : 1. d ö n d ö n d ü rü lm e ,
؟e v ir m e ,
؟e v r i lm e .
2. d e ğ i r m i ş e k le s o k m a , s o k u l m a ,
( a . i .c . : t e d n i s â t ) : k i r l e t m e , k i r l e -
tilm e . te d n is â t
2 . k it a p h â l i n e g e tir m e .
te d v ir
(a.i. t e d m i r 'i n c . ) : y o k e tm e -
le r, m a h v e t m e l e r , te p e le m e le r,
ﺗﺪﻧﻴ ﺲ
1. e d . d i v a n ş e k l in e s o k m a [ m a n z û m e le r i- ] .
te d v in â t
k e tm e , m a h v e t m e , te p e le m e , te d m ir â t
( د بa .i.) : b a ş ta n ؟ik a r m a , a z d ırm a , ( ﺗ ﺪ و ﻳ ﻦa.i. d î v â n 'd a n . c . : t e d v i n â t ) :
te d s iy e te d v in
s e b e p t e n d o la y ı, c iğ e r le r d e , b a ğ ı r s a k l a r d a
te d n is
t e d r î s â t - 1 i b t i d â i y y e : i l k ö ğ r e t im ,
te d ris i, te d r is im e
s u r u n u m ü ş t e r i d e n s a k l a m a s ı , h ile , te d liy e
(o.i. t e d r i s 'i n c . ) : t e d r i s l e r
t e d r i s â t - ı t â l i y e : * o rta ö ğ r e t im ,
te s p i t e d e n e se r, a r a ş t ı r m a ,
ﺗﺪﻟﻴ ﻚ دﻳ ﺲ
ا٦ﺗﺪري
(* ö ğ re tim ). t e d r î s â t - 1 â li y e : y ü k s e k * ö ğ r e tim .
( a .f .b .i.) : b i r ş e y i n t e t k i -
k i n d e n , in c e l e n m e s i n d e n ؟i k a n n e ti c e le r i te d lik
ت
te d r is â t
te d v ir - i â l e m : d ü n y â y ı d ö n d ü rm e , İd âre e tm e . 3. e d . b i r m ı s r â d a k i k e l i m e l e r i n y e r i-
دﻳ ﺴﺎ ت
(a.i. t e d n i s 'i n c.) ؛k ir le t m e l e r ,
n i d e ğ iş ti r m e k l e v e z n i n v e m â n â n ı n b o z u l -
k ir le t il m e le r .
m a m a s ı , y â n î, y in e a y n i m â n â n ı n a n la ş ıl -
دري—ع
m a s ı. M e s e lâ : “şö y le b i r f i k i r g e ld i a k li m a ;
te d r i'
(a.i. d ı r 'd a n ) : z ı r h g iy d i r m e , g iy -
a k l i m a (şöyle b i r f i k i r g e ld i..." g ib i,
d ir il m e . t e d r i - i c ü y û ş : a s k e r le r e z ı r h g iy d i r i lm e ,
( د رﻳ ﺐa.i. d e r b 'd e n ) : p e d . * y e tiş tir im , t e d r i b i ( د ر سa . s . ) : fe ls . fr . e m p r i q u e . t e d r i c ( د ر جa.i. d u r û c 'd a n . c. ؛t e d r i c â t ) : 1. d e te d rib
re c e d e r e c e , b a s a m a k b a s a m a k ile r le m e , ile r le tm e ; a z a r a z a r h a r e k e t . A l e 't - t e d r i c : t e d r i c ü z e r e . B i 't - t e d r i c : a z a r a z a r, y a v a ş , y av aş. 2. e d . if â d e n in d e re c e d e re c e y ü k s e lm e s i. 3 . fe ls . fr . g r a d a t i o n .
( ﺗﺬ'وﻳﻪa.i. d e v â 'd a n ) : d e v â , i l â ؟ ( ﺗﺄﺑﻰa.i. e b 'd e n ) : 1. b i r i n i b a b a
te d v i y e
v e rm e ,
te e b b i
e d in m e .
2. h u k . b i r i n i e v la t e d in m e , t e 'e b b i i d
te e b b iih te e b b iin
te e c c iic te e c c iil
( د رﻳ ﺠﺎ قa.i. t e d r i c 'i n c . ) : te d r iç le r , ( د ر دa .z f .) : d e r e c e d e r e c e , y a v a ş y a -
v a ş , a z a r a z a r. te d r ic i, te d ric iy y e
ﺗﺪ رﻳ ﺲ
ﺗﺪرﻳﺠﻴﻪ، ﺗ ﺪ ر ﻳ ﺠ ﻰ
(a. s . ) : d e -
(a.i. d e r s 'd e n . c . : t e d r i s â t ) : d e r s
v e r m e , v e r i lm e , o k u tm a , t e d r i s h e y 'e t i a 'z â s ı : * ö ğ r e tim * ü y esi.
1230
2 . â li c e n a p lı k ,
ﺗﺄﺑ ﻦ
(a.i.) : b i r i n i n y o l u n d a n g itm e ,
( ﺗﺄﺟﺞa.i.) : t u t u ş m a , a le v l e n m e [a te şi, ( ﺗﺄﺟﻞa . i . ) : b e lli b i r z a m a n a k a d a r m e -
b il , m ü d d e t is te m e , te e c c iim
( ﺗﺄ ﺟﻢa . i . ) : ö flc e le n m e .
t e e d d i i b ( ﺗ ﺎ ﺀ ﺩ ﺏa.i. e d e b 'd e n . c . : t e e d d i i b â t ) :
re c e d e r e c e , y a v a ş y a v a ş o la n , y a p ıla n , te d ris
( ﺗﺄﺑﻪa .i .) : 1. k ib i r l e n m e .
iz i n e u y m a .
t e d r i c - i h â b i t : i f â d e n i n a lç a lm a s ı, te d ric â t
( a . i . ) : 1. ü r k ü p ؟e k in m e . 2 . e v le n -
g ö z to k l u ğ u ile b i r ş e y d e n v a z g e ç m e ,
te d r ic - i s â id : e d . ifâ d e n in y ü k s e lm e s i,
te d r ic e n
ﺗﺄﺑﺪ
m e m e , b e k â r k a lm a .
e d e p le n m e , e d e b in i t a k ı n m a , e d e p li d a v r a n m a , u t a n m a ; ؟e k in m e . t e e d d i i b â t ( ﺗ ﺄ ﺩ ﺑ ﺎ ﺕa.i. t e e d d i i b 'ü n c.) u t a n m a la r, ç e k in m e le r , e d e p le n m e le r , e d e b in i ta k ın m a l a r .
teevviil
teeddiiben ( ﺗﺄدﺑﺎa.zf): edep ve terbiye icaidesine riâyet ederek, edepli davranarak, utanarak, çekinerek. teefflif ( ﻧﺄﻓ ﻒa.i.): of çekme, oflama,
teennüs ( ﻷﻧﺚa.i. ü n s 'd e n ) : j. m ü e n n e s o lm a . 2 . k a d ı n g ib i h a r e k e t e tm e , k a d ı n l a ş m a .
teenniis ( ﺗ ﺄ ﻧ ﺲa .i. ü n s 'd e n ) : ü n s i y e t p e y d a e tm e , a lış m a .
teehhi ( ﺗﺄ ﺧ ﻰa.i.): birisiyle kardeş olma, birini kardeş edinme.
teerrüb ( ﺗﺎ ﺀ ر بa.i.) : k e n d i n i z e k i g ö s te r m e y e
teehhiil ( ﺗ ﺄ ﻫ ﻞa.i. ehl'den): 1. ehlileşme. 2. evlenme.
teessi ( ﺗ ﺄ ﻣ ﻰa.i.) : 1. te s e lli v e r m e , a v u tm a .
teehhiilât ( ﺗﺄ ﻫ ﻼ تa.i.c.): evlenmeler,
teessüf ( ﺗﺄ ﺳ ﻒa.i. e s e f 'd e n . c. : te e s s ü f â t) : e s e f
ç a lış m a .
2. s a b r e tm e .
teehhür ( ﺗ ﺄ ﺧ ﺮa.i. te'hir'den. c .: teehhürât): 1. sonraya, geriye kalma. 2. gecikme. Bilâteehhür: gecikmeden.
teessiifât ( ﻷﺳﻔﺎتa.i. t e e s s ü f ü n c.) : te e s s ü f le r ,
teehhürât ( ﺗﺄ ﺧ ﺮا تa.i. teehhür'ün c .): sonraya kalmalar, gecikmeler.
teessiim ( ﺗ ﺄ ﺛ ﻢa.i. is m 'd e n ) : g ü n a h t a n k a ç ın -
teekküd ( ﺗ ﺄ ﻛ ﺪo.i. ekd'den): sağlamlaşma, kuvvet bulma.
teessür ( ﺗ ﺄ ﻣ ﺮa.i.) : o y a l a n d ı r m a ; İ ş te n aliicoy-
teekkül ( ﺗ ﺄ ﻛ ﻞa.i. ekl'den): 1. hek. yaranın, yenik gibi açılıp büyümesi, oyulup açılması. 2. eklolunma, yenme.
teessür ( ﺗﺄﺛﺮa.i. e s r v e e s â r e t 'd e n c. : t e e s s ü r â t ) :
le n m e , k e d e r l e n m e , t a s a l a n m a ; a c ım a .
e s e f le n m e le r , a c ın m a la r , ü z ü lm e le r .
m a.
m a.
1. k e d e r l i v e ü z ü n t ü l ü o l a r a k h is le n m e , İçle n m e . 2 . b i r ş e y i n t e 's i r i n i d u y m a . 3. a c ı,
Mûcib-İ teessür : te e s s ü r e Serîü't-teessür : ç a b u k te e s s ü r e
teelliif ( ﺗ ﺄ ﻟ ﻒa.i. iilfet'den. c .: teellüfât): alışma, hoş geçinme; bağdaşma,
keder duym a.
teelliifât ( ﻷ ﻟ ﻔ ﺎ تa.i. teellüfiin c .): alışmalar, hoş geçinmeler; bağdaşmalar.
k a p ıl a n .
teelliim ( ﻷ ﻟ ﻢa.i. elem'den. c .: teellümât): elemlenme, kederlenme, tasalanma, teellümât ( ﺗﺄﻟﻤﺎ تa.i. teellüm'ün c.) ؛kederlenmeler, eseflenmeler, tasalanmalar. te e m m î^ b ( a .i. emet'den): câriye edinme, teemmül ( ﻷ ﻣ ﻞa.i. emel'den. c . : teemmülât): iyice, etraflıca düşünme. Bilâ-teem m ül: düşünmeden, düşünmeksizin,
s e b e b o la n .
teessürât ( ﺗﺄﺛﺮا تa.i. t e e s s ü r 'ü n c.) : te e s s ü r le r , ü z ü n t ü l e r , ü z ü lm e le r , a c ıla r , k e d e r le r ,
teessiir-bahş, teessiir-bahşâ ﻷﺛﺮﺑ ﺨ ﺸﺎ، ﺗﺄﺛﺮ ﻳ ﺨ ﺶ ( a .f b .s .) : h ü z ü n v e k e d e r v e r e n , ta s a y a d ü şü ren .
teessiiri, teessiiriyye ﺗﺄﺛﺮﻳﻪ، ( ﺗ ﺎ ﺛ ﺮ ىa.s.) : fels. d u y g u s a l , fr. affectif. teessüri vurgu : gr. d u y u ş v u r g u s u , fr. accent affectif.
teemmülât ( ﺗ ﺄ ﻣ ﻼ تa.i. teemmül'ün c .): iyice, etraflıca düşünüp taşınmalar.
teessiiriyyet ( ﺗﺎ ﺛ ﺮ ﻳ ﺖa.i.) : fels. .d u y g u l u l u k , d u y g u l a n m a h a li, fr. affectivité.
teemmülât-1 arn ika: derinden derine düşünüp taşınmalar.
teessüs ( ﺗ ﺄ ﻣ ﺲo.i. e s â s 'd a n ) : 1. te m e lle ş m e ,
teemmiili ( ﺗﺄ ﻣﻠ ﻰa.s.): fels. düşüncel, fr. İdéal,
teevvi ( ﺗ ﺄ و ىa.i. e v y 'd e n ) : o t u r a c a k y e r e d i n -
teemmiim ( ﻷ ﻣ ﻢa.i. Umm'den): 1. ana edinme. 2. huk. çocııgun ana tarafından tanınması,
m e , y u r t l a n m a , y u r t t u t m a , b i r y e r d e y e r-
teemmiir ( ﻷﻣﺮa.i. emr'den): âmirlik taslama, teenni ( ﺗﺄﻧﻰa.i. enâet'den. c .: teenniyât) :'ı. yavaş gitme, yavaş hareket etme, yavaşlık; gecikme. 2. ilerisini düşünerek acelesiz, dikkatli davranma. Bilâ-teenni ؛dikkatsiz, ihtiyatsız olarak. teenniyât ( ﻷﻧﻴﺎ تa.i. teenni'nin c .): acelesiz ve düşünceli davranmalar.
y e r le ş m e , k ö k le ş m e . 2 . k u r u l m a .
İe ş m e .
teevvüd ( ﺛ ﺄ و دa.i.) : e ğ r i lm e , i k i k a t o lm a , b ü k ü lm e .
teevvüh ( ﺗ ﺄ و هa.i.c. : t e e v v ü h â t) : in l e m e , a h v a h e tm e .
teevvühât ( ﺗﺄوﻫﺎتa.i. t e e w ü h 'ü n c.) : in l e m e 1er, a h v a h e tm e le r .
teevviil ( ﺗ ﺄ و لa.i.) : b a ş k a m â n â y a g e lm e ; m â n â s ı b a ş k a o lm a .
1231
teeyyid
teeyyüd ( ﻷﻳﺪa.i.): kuvvetlenme, kuvvet bulma, sağlamlaşma; doğru çıkma, gerçekleşme,
tefârîk ( ﺗ ﻐﺎ رﻳ ﻖa.i. tefrikin c .): 1. ayırmalar, seçmeler. 2. ufak tefek ?eyler. 3. az degerli hediyeler.
teezzi ( ﺗﺄﻧ ﻰa.i. ezâ'dan): rencide olma, incinme, gönlü kırılma.
tefâsil ( ﺗﻔﺎ ﺻﻞa.i. tafsilin e .): tafsiller, ayrıntı-
teezziir ( ﺗ ﺄ ز رa.i.): bürünme, örtünme, (bkz : tesettür).
tefâsir ( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﻴ ﺮa.i. tefsirün c .): Kur'ân'ı îzâh
tef ( ضfi.): 1. sıcaklık, (bkz: harâret). 2. buhar.
tefassum -
tefaddul ( ﺗ ﻔ ﺾa.i.). (bkz : tefazzul). tefâfih ( ﺗﻔﺎ ﻓ ﺞa.i. tuffâh'ın c .): elmalar, tefahhum ( ﺗ ﻔ ﺤ ﻢa.i. fahm'den): kim. kömürİeşme, fr. carbonisation, tefahhur ( ﺗ ﻔ ﺨ ﺮa.i. fahr'den. c . : tefahhurât):
lar. (bkz: tafsilât). eden kitaplar. (a.i.): kırılma, kesilme, (bkz:
infisâm).
tefâsuh ( ﺗﻐﺎﺻﺢa.i.): fasâhatle söyleme, tefâviid ( ﺗ ﺪا و لa.i.): faydalanma, birbirinden faydalanma.
tefâviit ( ﺗﺬ و تa.i. fevt'den): 1. iki ?eyin birbi-
övünme, kurulma, (bkz: iftihâr, temeddüh).
rinden farklı olması, (bkz : tezâd). 2. iki ؟ey arasındaki fark. Bî-tefâvüt, Bilâ-tefâvüt ٠ . farksız.
tefahhurât ( ﺗ ﻔ ﺨ ﺮا تa.i. tefahhur'un c .): övün-
tefâvüt-i hasene : hicri yıl ile, mâlî yıl ara-
meler, kurulmalar.
tefahhus ( ﺗﻔﺤﺺa.i. fahs'den. c . : tefahhusât): inceden inceye araştırma,
tefahhusât ت-
(a.i. tefahhus'un c .): inceden inceye araştırmalar,
tefahhu'( ﺗﻔﺤ ﺶ ؟a.i. fuhş'dan): açık saçık, âdi kelimeler kullanma, müstehcen bir ؟ekilde konuşma. tefâhiim ل٠( ﺗﻐﺎهa.i. fehm'den)anlaşma,
smdaki 1٥ gün ve yirmi bir saatlik forktan meydana gelen vâridât (gelir) farkı,
tefâyiid ( ﺗﻐﺎﻳﺪa.i.). (bkz : tefâviid). tefâzul ( ﺗ ﻐ ﺎ ﺿ ﻞa.i. fazl'dan. c . : tefâzıılât): 1. fazilet ve meziyet yarışına çıkma. 2. fark, mikdar fozlası.
tefâzul-ı iktidâr : fiz. potansiyel farkı, tefâzul-i İrtifâ ' : cogr. iki noktanın deniz sathından olan yükseklikleri (râkımlar) arasındaki fark.
tefâhiir ( ﺗ ﻔ ﺎ ﺧ ﺮa.i. fahr'den. c . : tefâhürât): 1. övünme, (bkz: temeddiih). 2. övünç, (bkz: iftihâr).
tefâzuli ﺑﺎ ى٠( ﺗﻐﺎa.s.): 1. tefâzula âit, tefâzul ile
tefâhürât ( ﺗﻔﺎ ﺧ ﺮا تa.i. tefâhür'ün c .): 1. övün-
tefazzul ( ﺗ ﻔ ﺨ ﻞa.i. fazl'dan): 1. fazilet, üstün-
meler. 2. övünçler.
tefâîl ( ﺗﻬﺎﺀل — لa.i. tefile'nin c.) : ed. tefileler, mısrâ veyâ beytin vezin parçalan, tefalckud ( ﺗ ﻔ ﻘ ﺪa.i. fakd, fıkdân ve fukud'dan. c . : tefaklcudât): arayıp sorma, arayıp sorulma. (bkz : cüst ü cû, tefahhus).
tefakkudât ( ﺗﻔﻘﺪا تa.i. tefakkud'un c .): arayıp sormalar, arayıp sorulmalar,
tefakkuh e
(a.i.): 1. gül gibi açılma. 2. fıkıh öğrenme. 3. anlama, kavrama, bilme,
tefakkur ( ﺗ ﺾa.i. fakr'den): fukarâlaşma. tefâkum ( ﺗﻐﺎﻫﻢa.i.) : [İŞİ büyüyüp güçleşme,
ilgili. 2. i. mat. iki rakamın arasında miktarca olan farktan dogan nisbet. lük satma. 2. iyilik; bağışlama, (bkz : tefaddul).
tefci' -
(a.i. feci'den. c . : tefciât): acıtma, canını yakma; dertli klima,
tefcir -
(a.i. fecr'den) : 1. yerden su kaynatıp akıtma. 2. drenaj. 3. hek. kani veyâ cerâhati akıtmak İçin ameliyattan sonra yaranın İçine delikli borular sokma,
tefcir h avzası : cogr. boşalma havzası, tefdiye ( ﺗ ﻔ ﺪ ﻳ ﻪa.i. fedâ'dan): canını başkasına fedâ etme, “canim sana kurban olsun’' demefkj.
tefeccu' ( ﺗﻬﺪﺟﻊa.i.): acıma, cani yanma; dertli,
tefâkiih ( ﺗﻔﺎﻛﻪa.i. fâkihe'den): 1. birbirine kar ؟ılıklı yemi ؟atma. 2. mec. şakalaşma,
tefeccür ( ﺗ ﻔ ﺠ ﺮa.i. fecr'den. c . : tefeccürât):
tefâric ﻳ ﺞ٠)( ﺗﻨﻤﺎa.i. tefrice'nin c .): yırtmaçlar; aralıklar.
1. tan yeri ağarma. 2. yerden su kaynayıp akma. 3. hek. yarılma, ؟atlama.
1232
kaygılı olma.
tefe'ülât
tefecciirât ( ﺗ ﻔ ﺠ ﺮ ا تa.i. te f e c c ü r 'ü n c . ) : te fe c c iirle r.
tefehhüm ( ﺗﻔﻬﻢa.i. f e h m 'd e n c . ) : t e f e h h i i m â t ) : y a v a ş y a v a ş a n l a m a , f a r k ı n a v a r m a . Sû-i tefehhüm : y a n l ı ş a n la m a , tefehhiimât ( ﺗ ﻔ ﻬ ﻤ ﺎ تa.i. te f e h h i i m 'ü n c . ) : y a v a ş y a v a ş a n la m a la r , f a r k ı n a v a r m a la r ,
tefekkuh ( ﺗﻔﻘﻪa.i. f ı k h 'd a n ) : 1. h k ı h ö ğ r e n m e . 2 . f ı k ı h d a ؟o k b il g il i o lm a . 3. ( b k z : t a a k k u l , te f e h h ü m ) .
tefekküh ( ﺗ ﻔ ﻜ ﻪa . i . ) : 1. h o ş l a n m a ؛ş a ş ır m a , ( b k z : h a y r e t) .
2. p iş m â n
o lm a . 3. y e m iş
t o p l a m a ؛y e m iş y e m e . - z i n c i r h a l k a s ı g ib i- b i r b i r i n d e n a y r ı lm a ,
tefekkür ( ﺗ ﻔ ﻜ ﺮa.i. f i k r 'd e n . c . : t e f e k k ü r â t ) : d ü ş ü n m e , z ih in y o rm a ؛d ü şü n ü lm e ,
tefekkiirât ( ﺗﻔ ﻜ ﺮا تa.i. t e f e k k ü r 'ü n c . ) : d ü ş ü n m e le r, z i h i n y o r m a l a r ; d ü ş ü n ü l m e l e r ,
tefelluk ( ﺗﻔﻠﻖa.i. f e l a k 'd a n ) : y a r ı l m a , ؟a tl a m a , ( b k z : in f il â k ) .
açılma.
teferruk ( ﺗ ﻔ ﺮ قa.i. fark'dan) : ayrılma, dağılma.
teferruk-i ittis â l : hek. h e r h a n g i b i r s e b e p v e y â h a s t a l ı k l a c il d i n y a r ı lm a s ı,
teferriic ( ﺗﻔﺮجa .i .c .: t e f e r r ü c â t ) : 1. a ç ılm a , fer a h l a m a . 2 ٠g e z in ti. 3. g e z in tiy e ç ık ı p g a m d a ğ ıt m a .
teferrücât ( ﺗ ﻔ ﺮ ﺟ ﺎ تa.i. te f e r r i i c 'ü n c . ) : 1. a ç ılfe ra h la n m a la r.
2 . g e z in tile r . 3. g e -
z in t iy e ç ık ı p g a m d a ğ ıt m a l a r ,
teferriic-gâh ( ﺗﻔﺮ ﺟﻜﺎهa .f .b .i.) : e ğ le n c e , g e z in t i y e r i, ( b k z : m e s ire ) .
teferriic-geh ( ﺗ ﻔ ﺮ ﺟ ﻜ ﻪa.f.b .i.). ( b k z : te f e r r ü c g â h ).
teferrüd ( ﺗ ﻔ ﺮ دa.i. f e r d 'd e n ) : 1. h e r k e s t e n ay rılıp
te k ,
y a ln ız ,
te n h a
k a lm a .
2 . e ş s iz ,
e m s â ls iz , b e n z e r s iz o lm a . 3 ٠k e n d i b a ş ı n a
tefellüc ( ﺗ ﻔ ﻠ ﺢa.i. f e l c 'd e n ) : 1. y a r ı l ı p ؟a tl a m a . 2. hek. felc o lm a , fe lc e u ğ r a m a , tefelliim ( ﺗﻔﻠﻢa . i . ) : bot. m a n t a r l a ş m a , tefellüs ( ﺗﻔﻠ ﺲa . i . ) : 1. İf lâ s e tm e . 2. h e k . i n s a n c i l d i n i n p u l p u l d ö k ü lm e s i, fe y le s o fla ş m a ; felsefe s ö z le r i s ö y le m e ,
tefelsüfât ( ﺗ ﻔ ﻔ ﺎ تa.i. te f e l s i i f ü n c . ) : fe y le s o f la ş m a la r .
tefennün ( ﻫ ﻦa.i. f e n n 'd e n ) : 1. d e ğ iş m e , ( b k z : te n e v v i i') . 2 . fe n ö ğ r e n m e ؛b i r ç o k ş e y le r ö ğ r e n m e . 3 ٠s ö z ü t ü r l ü t ü r l ü sö y le m e ,
tefenniin fi'1-ibâre ( ﺗﻐﻐﻦ ﻓﻰ اﻟﻌﺒﺎرهa .c ü .) : ed. b i r d e fa s ö y le n ilm iş o la n b i r s ö z ü i k i n c i d e fa o
sö zü
k a l m a , o lm a .
Dâiye-İ teferrü d : eşi, a k r â n ı
o l m a m a k d â v â s ı, a r z u s u ,
teferrüs ( ﺗﻔﺮسa.i. f e r â s e t'd e n . c . : t e f e r r ü s â t ) : s e z m e , a n l a r g ib i o lm a .
teferrüsât ( ﺗﻔﺮﺳﺎتa.i. t e f e r r i i s 'ü n c . ) : s e z i n ti -
tefelsüf ( ﺗﻔﻠ ﺴ ﻒa.i. fe ls e fe 'd e n . c . : t e f e l s ü f â t ) :
g e r e k in c e ,
teferruh ( 'ذﻧﺪرحa.i. ferah'dan): ferahlanma, İ ؟İ
m a la r,
tefekkiik ( ﺗ ﻔ ﻜ ﻚa.i. f e k k 'd e n ) : m ü n f e k o lm a ,
s ö y le m e k
alman bir mülkün ferag muâmelesini yaptırma, tapusunu kendi üzerine ؟evirme,
te k ra rla m a -
m a k İ ؟i n b a ş k a t ü r l ü İfâ d e e tm e . [M e se lâ b i r s ö z d e F u z U li'd e n b a h s o l m u ş k e n t e k r a r
le r, s e z m e le r , s e z in le m e le r ,
teferrüş ( ﺗﻔﺮشa.i. f e r ş 'd e n ) : y a y ıl m a , s e r ilm e , teferriiz ( ﺗﻔﺮزa.i. İ f r â z 'd a n ) : a y r ı lm a , tefer'un ( ﺗﻔﺮﻋﻦa.i. f i r 'a v n 'd e n ) : 1. F ir a u n la ş m a . 2. s o n d e r e c e d e k ib i r l e n m e , ( b k z : a z a m e t) , te fe s s ü h
( ﺗﻔ ﺴ ﺢa.i. f ü s h a t 'd e n ) : a ç ıl m a , g e n iş -
le m e . ( b k z : in b is â t) .
tefessüh ( ﺗ ﻔ ﺴ ﺦa.i. f e s h 'd e n . c . : t e f e s s ü h â t ) : 1. ç ü r ü m e ,
ç ü rü y ü p
d ö k ü lm e ,
te f e s s ü h â t
( ﺗ ﻔ ﺴ ﺎ تa.i. t e f e s s ü h ü n c . ) : ç ü r ü -
z i k r i i c â b e d i n c e : " L e y li v ü M e c n û n ş â i r i"
m e le r, ç ü r ü y ü p
d e n il m e s i g ib i].
c i s i m l e r i n k o k u p d a ğ ıl m a s ı,
teferru' ( ﺗﻔﺮعa.i. fer'den. c .: teferruât): 1. d'allanma, dal budak salıverme. 2. bir ؟ok kiSimlara ayrılma. 3 . bir lcökten çıkıp ayrılma.
teferruât ( ﺗﻔﺮﻋﺎتa.i. t e f e r r u 'u n c . ) : a y r ı n t ı l a r , fr. accessoires. teferrug ( ﺗ ﻐ ﺮ غa.i. f e r â g 'd a n ) : 1. f â r iğ o lm a , v a z g e ç m e . 2 . b i r i ş i b i t i r i p k u r t u l m a . 3. s a t ı n
b o z u lm a .
2. h e k . b i r c is m i n k o k u p d a ğ ıl m a s ı, d ö k ü lm e le r , b o z u l m a l a r ؛
tefettüt ( ﻫ ﺖa.i. f e t t 'd e n ) : u f a k u f e k p a r ç a l a n m a , u n u f a k o lm a .
tefe'ül ( ﺗ ﻔ ﺄ لa.i. f â l 'd e n . c . : t e f e 'ü l â t ) : 1. fa l a ç m a , f a la b a k m a . 2 . h a y r e y o r m a , u ğ u r s a m a , u ğ u r say m a.
tefe'ülât ( ﺗ ﻔ ﺄ ﻻ تa.i. t e f e 'ü l 'ü n c . ) : 1. f e l a ç m a la r , f a la b a k m a l a r . 2 . h a y r e y o r m a la r , u ğ u r s a y m a la r .
1233
tefevvuk
ﻟﻔ ﺮ ق
te f e v v u k tü n
(a.i. f e v k 'd e n ) : iis te ؟i k m a , ü s -
o lm a , y ü k s e l m e . D â iy e - İ t e f e v v u k :
ü s t t e b u l u n m a d â v â s ı, İs te ğ i,
ﺗﻔ ﻮه
te f e v v iih
b i r i n i n İ f lâ s ın a h ii k m e d i lm e s i. [ b u h ü k ü m i 'l â n e d ilir ]. t e f r i ' ^ “ ( a . i . f e r 'd e n . c . : t e f r i â t ) : f e r 'l e n d ir m e .
(a.i. f e v h 'd e n . c . : t e f e v v ü h â t ) :
( b k z :f e r ') .
1. a ğ z a a lm a , s ö y le m e . 2 . m i in â s e b e ts i z s ö z
t e f r î c ^ ^ ( a . i . ) . ( b k z :te f r ih ) .
s ö y le m e , d i l u z a t m a .
te f ric e
ﺗ ﻔ ﻮ ﻫﺎ ت
te f e v v ü h â t
(a.i.
t e f e v v ü h 'ü n . c . ) :
ﺟﻪ٠ ( ﺗﻔﺮa .i .c .: te f â ric ) : y ı r t m a ؟, a r a l ık , ( ﺗ ﻬ ﺮ د دa.i. f e r d 'd e n ) : 1. d ü n y â d a n g e-
te f rid
m ü n â s e b e t l i , m i in â s e b e ts i z sö z le r, b o ş b o -
؟ip y a l n ı z A ll a h ile m e ş g u l o lm a , k e n d i n i
g a z lık la r , d e d i k o d u l a r , c e z â y a ؟a r p t ı r ı l m a -
A lla h 'a a d a m a . E h l - İ t e f r i d : k ö ş e y e ؟e k ilip
s i n i g e r e k t ir e n s ö z le r.
ib â d e t le m e ş g u l o la n k im s e . 2. f i z . e le k t r i k -
te f e v v U z
ﺗﻔ ﻮ ض
( a . i . ) : 1. ü s t ü n e a lm a , ü z e r i n e
a lm a [ b ir İŞİ-]. 2 ٠f ı k . g a y r i m e n k u l u n ta s a i- r u f h a k l a r ı m s a t ın a lm a ,
ﺗﻨﻴ ﺶ
le n m e m e s i i s te n i le n ş e y i e l e k t r i k n a k l e d e n c is im le r d e n a y ır m a , ( b k z : te c r id ) . te f rig
ﺗ ﻬ ﺮد غ
( a .i .c .: t e f r i g a t ) : 1. d o lu k a b ı b o -
(a.i. fe y z 'd e n c . : t e f e y y i i z â t ) :
ş a l tm a ; d o lu k a b i n b o ş a l tı lm a s ı. 2 . y e m e g i
fe y iz b u l m a , ile r ile m e , y ü k s e l m e , ( b k z : te -
k o t a r m a , y e m e k k o t a r ı l m a . 3. ( f e r â g a t'd e n )
ra k k i).
f e r â g a t e t t i r m e , v a z g e ç ir m e ,
te f e y y ü z
te f e y y ü z â t
ﺗ ﻐﻴ ﻔﺎ ت
(a.i. t e f e y y ü z 'ü n c . ) : fe y iz
b u l m a l a r , ile rile m e le r , y ü k s e l m e l e r , ( b k z :
(٠ ( ﺗﻐﺤﻲa . i . ) : k ö m ü r l e ş t i r m e , ل٠( ﺗﻐﺨﻲa.i. f a h m 'd e n ) : 1. b ü y ü k
te f h im
saym a,
m a : r â g i b 'd a k i " r ” n i n k a i m , re c e b 'd e lc i "r" - (a.i. f e h m 'd e n . c . : t e f h i m â t ) : a n -
la t m a , a n l a t ı l m a , b i l d i r m e , b il d i r i l m e , te f h im - i m e r â m : m e r â m ın ı a n la tm a ,
ﺗ ﻔ ﻬ ﻴ ﻤﺎ ت
(a.i. t e f h i m 'i n c . ) : a n l a t m a -
la r, a n l a t ı l m a l a r , b il d ir m e l e r , b il d ir il m e le r ,
( ﺗﺄﻳ ﻒa.i.). ( b k z : te e f f iif ) . t e 'f î k ( ' ﻧ ﺄ ﻓ ﻚa . i . c . : t e 'f î k â t ) : 1. y a l a n t e 'f î f
ﺗﺄ ﻓ ﻜ ﺎ ت
s ö y le m e .
(a.i. t e 'f î k 'i n c . ) : y a l a n s ö y le -
m e le r, y a la n l a r , İ f t i r â e tm e le r , t e f 'î l
ﺗﻨﺶ—ل
(a.i. f â l 'd e n ) : fa l a ç t ı r m a , f a la b a k -
tırm a . ( a .i . c .: t e f â i l ) : m ı s r â v e y â b e y t i n
v e z in p a r ç a s ı. te f l c i h
ﺗﻔﻘﻴ ﻪ
(a.i. f ı k h 'd a n ) : 1. f ı k ı h ö ğ r e t m e .
2. ö ğ re tm e , a n la tm a . te fk ih
( ﺗ ﻔ ﻜ ﻴ ﻪa . i . ) : 1. h o ş l a n d ı r m a ; h a y r e t e d ü -
ş ü r m e . 2 . y e m iş y e d ir m e , te fk ir
( ﺗ ﻔ ﻜ ﻴ ﺮa . i . ) : 1. d ü ş ü n d ü r m e , d ü ş ü n d ü -
r i il m e . 2 . fe ls . f r . id C a tio n . te f lik ^ te f lis
( a . i . ) : je o l . d i l i n i m , f r . c liv a g e .
ﺗﻔ ﻲ ﺳﺲ
(a.i. f e l s 'd e n ) : 1. b i r i s i n e " m ü f l is ''
d e m e , d e n il m e . 2 . h u k . y a r g ı ç t a r a f ı n d a n
1234
d e v r i. V a k t- İ t e f r i h : h e k . ؟İ ؟e k h a s t a l ı ğ ı a ş ı s ın ı n y a p ı l m a s ı n d a n t e 's i r i n i g ö s t e r in c e y e lc a d a r g e ç e n z a m a n .
س٠ض
te f rik
(a.i. f a r k 'd a n ) : a y ır m a , s e ç m e ,
a y ır d e tm e . M e c l i s - i t e f r i k : İ d â r e m e c lis i â z â s ı ( y ö n e tim k u r u l u ü y e s i) s e ç i m i İ ؟i n te f r il c a
(" ﺷﺮﻗﻪa.i. f a r k 'd a n ) : 1. a y r ı lm a , a y r ı lı k .
2.
bozuşm a,
( b k z : n if â k ) . 3. g a z e te v e y â
d e r g ile r d e k ı s ı m lc ısım ç ı k a r ı l a n u z u n y a z ı, te f rik a te n te f riş
( ﺗﻔ ﺮﻗﺔa .z f .) : t e f r i k a s û r e tiy le .
( ﺀﺿﻴﺶa.i.
fe r ş 'd e n . c . : t e f r î ş â t ) : 1. d ö ş e -
m e , d ö ş e n m e , y a y m a . 2. e v e ş y â s ın ı 'd ü z e n -
ﺗ ﻔ ﻌﻠ ﻪ
t e f 'i l e
t e f r i h ﺑ ﺮ ﺑ ﺦ٠ (a.i. f e r h 'd e n ) : 1. k o r k u s u z k a lm a . 2. g e liş m e , f i liz le n m e . 3 . y u m u r t a d a n
y a p ıl a h to p l a n tı .
2 . y a la n ; İ f t i r â e tm e . t e 'f î k â t
(a.i. f e r a h 'd a n ) : f e r a h l a n d ı r m a ,
g ö n ü l a ؟m a.
؟i k m a z a m â n ı . D e v r - İ t e f r i h : b iy . k u l u ç k a
n i n in c e o k u n u ş u ., g ib i,
te fh im â t
دﻧ ﺮﺑ ﺢ
te frih
( b k z : ta 'z îm ) . 2. a . g r. b i r h a r f i k a i m o k u -
t e f h i m
o k u n u r , a.i. te f r i g 'i n
c . ) : 1. d o lu k a p l a n b o ş a l t m a l a r . 2 . y e m e k le r i k o ta r m a l a r .
te r a k k iy y â t ) . te fh im
"( ﺀﻏﺮﻳﻐﺄتga" u z u n
te f rig a t
le m e . te frîş â t
ﺗﻐﺮﻳﻔﺎ ت
(a.i. te f r î ş 'i n c . ) : 1. d ö ş e m e le r ,
d ö ş e n m e le r , y a y m a la r . 2. e v e ş y â s ın ı d ü z e n le m e le r . te f rit
ﺗﻐﺮﻳ ﻄﻞ
(a.i. f a r t 'd a n ) : t e r s in e a ş ı r ıl ık , o r-
ta la m a n m
؟o k a lt.ın d a k a lm a .
[ " if r â t”ı n
z ıd d ı]. te fs id e
( ﺗﻔ ﺴﺪهf .s .) : h a r â r e t l i , İc ız g ın . ( ﺗ ﻔ ﻴ ﺪ ه دلa .b .s .) : y ü r e ğ i
te f s id e - d il
y a n ık ,
b a ğ r ı y a n ık . te fs id e -le b
ﺗﻔﺴﻴﺪه ﻟ ﺐ
( f .b .s .) : p e k s u s a m ış .
tegafülât
ﺗﻔ ﺴ ﺢ ﺗﻔﻴ ﻖ
tefsih tefsik
teftîşât
c.) : te f tiş le r ,
teftîçî
m e n s u p , te f tiş le il-
f ü c û r a s ü r ü k le m e , b ir is i n e fâ s ık , k a b a h a t li, g ü n a h k â r dem e.
tefsikat
ةا ت٠ﺗﻔ ﺴ ﻞ
("k a” u z u n
o k u n u r,
a.i.
te f s îk 'ı n c . ) : h s k v e f ü c û r a s ü r ü k le m e l e r , 2 . K u r 'â n - ı
K e r im 'in
m ânâ
b a k ım ın d a n
îz â h ı . 3. ( c . : te f â s ir ) K u r 'â n 'ı î z â h e d e n k ita p . Hüsn-i tefsir : b i r şe y e g ü z e l, m ü n â s i p m â n â v e r m e . İlm -i te fs ir : K u r 'â n 'ı îz â h e t m e n i n y o ll a r ı m , u s u l l e r i n i b i l d i r e n ilim .
Sû-i tefsir : b i r şe y e f e n â m â n â v e r m e , tefsir-i hendesi : mat. g e o m e t r i k * y o ru m ,
" ﻓﺒ ﺮا ت
(a.i. te f s i r ؛'؛n i n c . ) : 1. y o r u m -
la r. 2 . K u r 'â n 'ın m â n â s ı n d a y a p ıl a n y o r u m la r.
ﺗﻔﺴﺮه
tefsire
g ili.
teftit
tefsir ( ﺗﻔ ﺴ ﺮa.i. fe s r 'd e n . c. : t e f s i r â t ) : 1. y o r u m .
tefsirât
( ﺗ ﻔ ﻴ ﺜ ﺎ تa.i. t e f t i ş 'i n ( ' ﻧ ﻔ ﻴ ﺶa . s . ) : te f ti ş e
(a.i.) : g e n iş le m e , ( b k z : te v e s s ü ') , (a.i. f i s k 'd e n . c . : t e f s i k a t ) : f is k v e
(a.i.) : hek. 1. d o k t o r u n , h a s t a n ı n
İ d r â r ı n a b a k m a s ı, i d r â r ı m u â y e n e e tm e s i.
ﺗﻔﺘﻴ ﺖ
( a . i . ) : p a r ç a p a r ç a e tm e , u n u f a k
e tm e , e d ilm e , p a r ç a l a n m a ,
teftit-i ahcâr : t a ş l a r ı n p a r ç a l a n m a s ı , teftit-i zücâc : s ı r ç a n ı n u n u f a k o lm a s ı, tefvik
ﺗﻌﻮﻳﻖ
(a.i. f e v k 'd e n ) : tar. o k ç u l u k t a , y a -
y m s o l el ile y u k a r ı y a k a l d ı r ı l m a s ı ,
te fv it ﺖ
( ﺗ ﻐ ﻮ ﻳa.i. f e v t 'd e n ) : g e ç i r m e ,k a ç ı r m a .
tefvit-i s a lâ t : n a m a z v a k t i n i k a ç ır m a , tefviz
ﺗ ﻐ ﻮﻳ ﺾ
( a . i . ) : 1. İh â le , s i p â r iş e tm e , e d il-
m e . 2 . d a ğ ı t ı m , ( b k z : te v z i'). 3. b i r g a y rim e n k u l ü , b i l i n e n b e d e li k a r ş ı l ı ğ ı n d a , b i r k i m s e n i n ü s t ü n e b ı r a k m a . 4. tas. h e r ş e y i A l l a h 't a n b e k le m e .
tefviz-i sa lâ h iy y e t: huk. * y e tk i v e r m e , tefviz-i ta lâ k : fer. [e s k id e n ] k o c a n ı n t a l â k ı
m uâyene
k a r ı ş ı n a v e y â ü ç ü n c ü b i r ş a h s a te v d i e tm e -
tefte ( ﺗ ﻒf . s . ) : k ız m ış , k ız g ı n , h a r â r e t l i . Â hen-i te fte : k ı z m ı ş d e m ir . D il-İ te fte :
" İ r â d e e t t i g i m v a k i t e m r - i t a l â k k e n d i e lim -
2. h a s ta n ın ,
d o k to r
ta r a f ın d a n
si. [ m e s e l â : e v v e lâ k a d ı n e rk e g e h i t a b e n
o lu n a n id râ rı.
teftih
( ﺗﻔﺼﺢa.i.
f e 'th 'd e n . c . : t e f t i h â t ) : 1. a ç m a .
( b k z : g ü ş â d ) . 2 . g e ğ ir m e ,
teftihât
ﺗ ﻔﻴ ﺤﺎ ت
(a.i. t e f t i h 'i n c . ) : 1. a ç m a la r .
2 . g e ğ ir m e le r.
ﻏﻴﻖ٠(a.i. f e t k 'd e n ) : y a r m a , y a r ı l m a , teftik ( ﺗ ﻔ ﻴ ﻚa.i. f e t k 'd e n ) : d it m e k , d id i lm e k , teftik
t a r a y ı p a ç m a k [y ü n , p a m u k g ib i ş e y le ri-],
teftil
ل-(تغ يa.i.
f e t l 'd e n ) : f i ti l y a p m a , b ü k m e ,
(a.i. f i t n e 'd e n ) : 1. f i tn e y e , f e s â d a
d ü ş ü rm e . 2 . m e ftu n , v u r g u n k lim a ,
teftir
ي ر. (تفa .i .c . : t e f t i r â t ) : f ü t u r ,
u san ç, bez-
g in lik v e rm e .
teftirât
ﻣ ﺮ' ت
(a.i. t e f t i r 'i n c . ) : u s a n ç l a r , b e z -
ﺗ ﻐﻴ ﺚ
(a .i.): u fe k u fa k p a rç a la m a k , p a r-
tefviz-i um ûr : İ ş le ri b ı r a k m a , tefzi'
ﺗﻔ ﺰﻳ ﻊ
( a . i . ) : 1. U rk iitm e . 2. b e l i n le t m e ,
h a y r e t le b a k d ı r m a . te g a b b iir
( ﺗﻐﺒﺮa.i.
g u b â r 'd a n ) : to z l a n m a ,
t e g a b b i i r - i m e n â h i r : h e k . tif o v e b e n z e r i b u r u n d e li k l e r i n e g ir e r e k b ir ik m e s i, te g a b iin
"( ﺗﻐﺎﺑﻦg a" u z u n
ﻏﺒﺶ٠(a.i.
fe tş 'd e n . c . : t e f t î ş â t ) : 1. g e re g i
g a b i i n , Y e v m ü 't - t e g a b i i n : k ı y â m e t g ü n ü , ( b k z : y e v m ü '1 - k ıy â m e ). (a.i. g a d a b 'd a n ) : g a z e b e g el-
ﺗﻔﻀﺮف
(a.i. g u d r û f d a n ) : g u d r u f l a n -
m a , k ık ırd a k la n m a .
( ﺗﻐﻐﻞa.i. g a f le t'd e n ) . ( b k z : te g a f iil). “ ( ﺗﺨﺎﻓﻞg a '' u z u n o k u n u r , a .i. g a f l e t'd e n .
tegaffiil
b i r ş e y in d o ğ r u s u n u b u l m a k İ ç in h e r t a r a h
tegafiil
a r a y ı p t a r a m a . 2 ٠m u â y e n e , k o n t r o l . 3 . m ü -
ﺳ ﺐ
m e , h i d d e t l e n m e , k ı z m a , ( b k z ؛te g a z z iib ) .
g ib i s o r u p a r a ş t ı r m a , s o r u l u p a r a ş t ı r ı l m a ;
f e ttiş ; te f ti ş v e t a h k i k m e 'm u r u . M ahkem e-i
o k u n u r , a .i. g a b n 'd e n ) :
b i r b i r i n i a l d a t m a [a lış v e riş te ] . Y e v m - İ t e -
te g a d r u f
ç a la n m a k .
teftiş
d i l e d iğ i v a k i t k e n d i s i n i t a t l i k e d e b ilir . F a k a t e r k e ğ i n b o ş a m a h a k k i b â k id i r ] .
te g a d d ü b
g in lik le r .
teftis
v e e m r - i t a l â k k a d ı n a te f v iz e d il m i ş o l u r ؛
g ib i h a s t a l ı k l a r d a h a v a ile k a r ı ş ı k t o z l a r ı n
b ü k ü lm e .
teftin -
d e o l m a k ü z e r e n e f s im i s a n a te z v i c e t t i m ” d e y ip e r k e k d e b u n u k a b u l e ts e n i k â h s a h i h
k ı z g ı n g ö n ü l.
c . : t e g a f ü l â t ) : a n l a m a m a z l ı k t a n g e lm e ,
tegafiilât
ﺗ ﻐﺎ ﻓ ﻼ ت
(" g a '' u z u n
o k u n u r,
a.i.
te ftiş : huk. [e s k id e n ] e v k a f n e z â r e t i n d e ,
te g a f ü l'U n c . ) : y a l a n d a n g a f l e t g ö s te r m e le r ,
ş e y h i s lâ m k a p ı ş ı n a b a g i l ş e r 'î m a h k e m e .
a n l a m a m a z l ı k t a n g e lm e le r.
1235
tegallî tegalli
(a.i. g a l i y e 'd e n ) : g a liy e d e n il e n -
m is k ve a n b e rd e n m ü re k k e p g ü z e l k o k u lu s iy a h m â c u n u s ü r ü n m e ,
(a.i. g a la t 'd a n . c . : t e g a l i u t â t ) :
y a n lı ş l ığ a d ü ş m e , y a n ıl m a ,
ت١ﺗﻄﻂ
tegallütât
(a.i. te g a llU t'U n c . ) : y a n ı l m a -
ﻏ ﺎ ﻟ ﺐ٠("ga)'
u z u n o k u n u r , a.i.). (blcz :
tegalviin
ﺗ ﻐ ﻠ ﻮن
( a . i . ) : fiz. g a lv a n o y a p m a , p il-
le r d e n g e t i r i l e n e l e k t r i k c e r e y â m y la b i r c is t e g a m ü z ^ t o ("g a" u z u n o k u n u r , a. g a m z e 'd e n c . : t e g a m i i z â t ) : [ b ir b ir in e ]
göz
ucu
ile
i ş â r e t e tm e , e d iş m e .
ﺗ ﻐﺎ ﻣ ﺰا ت
e tm e le r , e d iş m e le r.
ﺳ ﺞ ت-
(a.i. te g a n n iic 'U n c . ) : n a z -
l a n m a la r . ؟ir m e .
m a . ( b k z : ig t ir â b ) . ( a . i .c .: t e g a r r U d â t ) : k u ş u n , lâ tif ,
tegarrüdât
ت١ﺗﻐﺮد
(a.i. t e g a r r ü d 'U n c . ) : k u ş l a -
(a.i.):
ﺗ ﻐ ﺮ ر
g u ru r la n m a ,
(b k z :
o l m a h â li , ( b k z : te ş e c c iir).
tegassun -
(a.i. g a y m 'd a n . c. : te g a y y ü m â t) :
te g a ^ ü m â t
( ﺗ ﻐ ﻴ ﻤ ﺎ تa.i. te g a y y ü m 'i i n c.) : b u -
tegayyiir
ددر
tegayyiiz
( ﺗ ﻐ ﻴ ﻆa.i. g a y z 'd e n . c . : te g a y y ü z â t) :
(a.i. g a y r 'd e n ) . ( b k z : ta g a y y iir ) .
ت-
tegayyüzât
(a.i. te g a z z iil'U n c.) ؛h id -
d e tle n m e le r , k ız m a la r . (a.i. g a z a b 'd a n ) : g a z e b e g e lm e ,
g a z e p le n m e , ö f k e le n m e , te g a y y iiz ).
( b k z : te g a d d iib ,
t e g a z z i i l J j j ” (a.i. g a z e l'd e n . c . : t e g a z z i i l â t ) : g a z e l s ö y le m e . 2 . e d . g a z e l t a r z ı n d a ş i ir
yazm a. ( ﺗ ﺒ ﺮ ﻻ تa.i. t e g a z z iil 'ii n c . ) : 1. g a z e l
s ö y le m ؟ler. 2 . g a z e l t a r z ı n d a ş i i r y a z m a la r ,
ل)ل
tegerg 3 ( f .i . ) : [y a g a n ] d o lu . B ârân ü teg e r g : y a g m u r v e d o lu . ( ﺗ ﺜf .i . ) : s a k a l ı y e n i ؟ik m a y a b a ş l a y a n
teh
، ( ىf .i . ) : 1.
d ip . ( b k z : b ii n , k a'r).
teh-i d e r y â : d e n i z i n d ib i. 2. k a t , m e r te b e ,
(a.i. g ı ş â e 'd e n ) : 1. b ü r ü n m e , ö r2 ٠( g a ş y 'd e n )
k e n d in d e n
ge ؟m e.
( b k z : tag şiy e* ).
ﺗﻔ ﻮ ط
tehâbb ﺟ ﺎ ب٠ ( a . i . ) : s e v iş m e , d o s t l u k p e y d â tehabbür
ﺗﺦ>—و
(a.i. h a b e r 'd e n ) : iy i b il m e ,
e s â s ın ı b ilm e .
tegassiil J j j (a.i. g a s l v e g u s l 'd e n ) : y ık a n m a ,
(a.i. g a i t a 'd a n ) : b ü y ü k a p te s
bozm a.
tegavvül
ص
e tm e .
(a.i. g u s n 'd e n ) : d a l l a n m a , d a l
b u d a k p e y d â e tm e .
tegavvut
a .i.c .:
teh-i kâçâne : k ö ş k k a ti ,
( ﺗ ﻐ ﺮ سa.i. g a r s 'd a n ) : [a g a ] ؟d i k i l m i ş
tiin m e .
o k u n u r,
teh-i ؟â h : k u y u n u n d ib i,
ig t ir â r ) .
tegaşşî -
("g a" u z u n
ﺗ
g e n ؟, ( b k z : şâb b -1 e m r e d ) .
r i n ö tm e le r i.
tegarriir
o k u n u r , a.i.
b u l u t l a n m a , ( b k z : te s e h h iib ).
tegil ﲁ
h o ş v e n a ğ m e l i b i r ş e k i ld e ö tm e s i,
tegarrüd-i h e z â r : b ü l b ü l ü n ö tm e s i,
tegarriis
ﻰ ﻳ ﺄ
tegazzülât
tegarrüb ( و ر بa.i. g u r b e t 'd e n ) : g u r b e t e ؟ık -
ﺗﻔﺮد
("g a ” u z u n
t e g a y i i z â t ) : k a r ş ı l ı k l ı k ız ı ş m a , ö f k e le n m e ,
1.
t e g a r b i i l ( ﺗ ﻐ ﺮ ﺑ ﻞa.i. g ı r b â l 'd e n ) : k a l b u r d a n g e -
tegarriid
ﺗ ﻐﺎﻳ ﺮا ت
tegazzüb -
(a.i. g a n c 'd a n c.: t e g a n n U c â t ) :
n a z la n m a .
tegannücât
a .i.c .:
h id d e t l e n m e , k ız m a , ( b k z : te g a z z ü b ).
("g a" u z u n o lc u n u r . a.i.
te g a m ü z 'i i n c . ) : b i r b i r i n e g ö z u c u ile i ş â r e t
teganniic
o k u n u r,
lu t l a n m a l a r . ( b k z : ta g a y y ü m â t) .
m i n e le k t r i k le n m e s i.
tegamiizât
(“g a ” u z u n
te g a y iir 'U n c.) ؛z ıt o lm a la r , b a ş k a t ü r l ü l ü k le r, u y m a m a la r .
tegayyiim
m u g a le b e ).
1236
tegayiirât
tegayüz
la r.
tegaliib
ص
t e g a y ü r â î ) : z ıt o lm a , b a ş k a t ü r l ü o lm a , u y m a m a , .( b k z : m u g a y e r e t) .
tegalliif-i em'â : hek. b a g i r s a k d o la ş m a s ı,
ﺗ ﻐﻠ ﻂ
d e r i n e d a lm a . 2 . b i r ş e y in e s â s ın ı a r a m a ,
tegayiir
tegallüf ( ' دﻟ ﻒa.i. g ı l â f 'd a n ) : k ı l ı f l a n m a . tegalliit
tegav ٧ ür ( ' د و رa.i. g a v r 'd e n ) : 1. d e r i n d a lm a )
tehabbüs -
(a.i. h a b s 'd e n ) : k e n d i n i b i r
y e re k a p a m a .
tehâcî ﻫﺎﺟﻰ٠(a.i. h e c â 'd a n ) : 1. h ic v e t m e . 2 . h ic iv le ş m e . t e h â c ü m ^ ^ ( a . i . h ü c û m 'd a n . c . : t e h â c ü m â t ) : 1. [b irlik te ] h ü c û m e tm e , s a l d ı r m a . 2 . ü ş ü ş -
( a . i . ) : r e n k t e n r e n g e g ir m e .
m e , to p la ş m a .
teheccî
ﺗ ﻬﺎ ﺟ ﺴﺄ ت
tehâcümât
1. [ b irlik te ]
(a.i.
hücûm
t e h â c ü m 'ü n
e tm e le r ,
c.) :
s a l d ır ı ş l a r .
2 . ü ş ü ş m e le r , to p l a ş m a la r , ( b k z : t e h â f ü t 1).
tehâdu'
ﺗ ﺨﺎ د ع
(a.i.) : a l d a n m a m ı ş i k e n a ld a n -
m ı ş g ib i g ö r ü n m e .
ﺗ ﺤﺎد ب
tehâdiib
h a d d ü b ).
tehâfiit
(a.i.) : 1. b i r b i r i ü s t ü n e a tı lm a ,
( b k z : t e h â c ü m ) . 2. b i r ş e y i n h ı r s l a ü z e r i n e d ü ş m e . 3. k e n d i n i p e y d e r p e y b i r ş e y e ؟a r p m a.
tehâfütü'1-felâsife (f e y le s o f la rı h ı r p a l a m a ) : G a z â l i 'n i n m e ş h u r e s e r i,
tehallüf ( ﺗ ﺨ ﻠ ﻒa.i.) : différenciation.
( ﺗﺨﻠ ﺺa.i.
tehalliis tehâhif
u y g u n s u z lu k ,
fels.
h u lû s 'd a n ) . ( b k z : ta h a l lü s ) .
(a.i. h a l f 'd e n ) : h â k i m i n i k i ta -
r a f a d a y e m i n v e r d i r m e s i,
tehâhif
(a.i. h u l f 'd e n . c. : te h â l ü f â t ) : b ir -
b i r i n e z ıt o lm a , b i r b i r i n e u y m a m a ,
tehâliik
ﺗ ﻬﺎﻟ ﻚ
(a.i. h e l â k 'd a n . c. : te h â l ü k â t ) :
c a n a tm a ; b i r b i r i n i it i p ç iğ n e y e r e k k o ş u ş m a ; is te k le a tı lm a .
ﺗ ﻬﺎﻟ ﻜﺎ ت
tehâlükât
(a.i. t e h â l ü k 'ü n c.) : c a n a t-
m a l a r ; b i r b i r i n i itip ç iğ n e y e r e k k o ş u ş m a la r ; is te k le a tılm a la r .
tehâmî
ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻰ
s a k ı n m a . 2 . a v u lc a tlik e tm e ,
ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻴﺎ ت
tehâm iyât
(a.i. t e h â m i 'n i n c.) : 1. k e n -
d in i k o ru m a la r, s a k ın m a la r. 2. a v u k a tlık e tm e ç a lış m a la r ı.
ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻖ
tehâmuk
d ö lc m e , k e n d i n i a h m a k g ö s te r m e ,
tehanniin
ﺗﺤﻦ
(a.i. h a n i n 'd e n ) : ؟o k a r z u , is te k
g ö s te r m e ; g ö r e c e ğ i g e lm e , ( b k z : ta h a s s ü r ) ,
tehâriic
ﺗﺨﺎرج
(a.i.) : 1. ç ık ış m a . 2. fık. o r t a k l a -
r m , b i r k ı s m ı a k a r , b i r k ı s m ı a r â z î v e b â z ıs ı d a p a r a ü z e r i n e y a p t ı k l a r ı a n la ş m a ,
tehârüm
ﺗ ﻬﺎ ر م
(a.i. h e r m 'd e n ) : g e n ؟o l d u ğ u
h a l d e k e n d i n i y a ş l ı g ö s te r m e , i h t i y a r g ib i
( ﺗﺨﺎرشa.i.)
: h ı r ı l d a ş ı p d a la ş m a ,
tehârüş-i kilâb : k ö p e k l e r i n h ı r ı l d a ş a r a k d a -
ﺗﺤﺎﻣﻴﻦ
(a.i.) : müz. e s k i A r a p m ü z i ğ i n -
d e e s a s İ â h n i g ü z e ll e ş t ir m e k ü z e ı'e k u l l a m la n sü s n o ta la r ın ın m e c m û u n a v e rile n b ir ad.
teh â şî
( ﺗﺤﺎﺷﺎa.i.). ( b k z : tehâşî). ( ﺗﺤﺎﺷﻰa.i. h a ç y 'd e n ) : k o rk u p
çe k in m e ,
s a k ın m a , ( b k z : ih tirâz). B î - t e h â ç î : ؟ek in m ed en , sa k ın m a d a n .
ﺗ ﺨﺎ ﻃ ﺐ
te h â tu b
(a.i. h a t b 'd e n ) : h ita p la çm a .
( b k z : m u h â ta b a ).
ﺗﻬﺎون
t e h â v iin
(a.i. h e v n 'd e n ) : e h e m m iy e t v e r-
m em e , m U h im sem e m e, a ğ ır d a v r a n m a , h a fifsem e. t e h â v iir teh âyâ
ﺗﺤﺎور ﺗ ﺤﺎﻳﺎ
(a.i.). (b k z : m u h âvere). (a.i. te h iy y e 'n in c . ) : se lâ m la r ؛
h a y ırd ııâ la r.
ﺗ ﺨﺎﻧ ﻞ
te h â zü l
( a .i.) : s a v a şta n k a ؟ıp g e ri d ö n -
m e.
( ﺗﻬﺠﻴﻦa .i.) : 1 .
t e h c in
d e d ik o d u y a p m a . 2 . m iis-
teh cen , a çık , ed ep d ışı sa y m a , t e h c ir
( ﺗﻬﺠﻴﺮa.i. h ic r e t 'd e n ) : g ö ç ettirm e, ( ﺗﻬﺠﻴﻪa .i.) : h ecelem e, (b k z : teh ecci).
t e h c iy e
ﺗﻬﺪﻳﺪ
(a.i. h ü d û d 'd a n . c . : t e h d id â t ) : b i-
r in in g ö z ü n ü k o rk u tm a , g ö z ü k o rk u tu lm a , g ö z d ağı. t e h d îd - â m îz
ﺗﻬﺪﻳﺪ آﻣﻴﺰ
( a .f.b .s .): teh d itle k a r i-
şık.
ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪا ت
(a.i. te h d id 'in c . ) : g ö z ü n ü
k o rk u tm a la r, g ö z d a ğ ı verm eler, t e h d id e n
( ﺗﻬﺪﻳﺪاa .z f .) : k o rk u ta ra k , k o rk u tm a k
İçin. t e h d id - k â r
ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪ ﻛﺎ ر
( a .f.b .s .): k o rk u ta n , g ö z-
d a ğ ı veren . t e h d îd - k â r - â n e
ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪ ﻛﺎ راﻧ ﻪ
( a .f.z f.) :
tehdit
ed ercesin e.
ﺗﻬﺪﻳﻢ
(a.i. h e d m 'd e n ) : y ık m a , y erle b ir
ﺗﻬﺪﻳﻦ
( a .i.) : ç o c u ğ u a v u tm a , g iize l sö z-
t e h d im
t e h d in
lerle s u stu rm a ; y a la n d a n y ü z e g ü lü p m e d h e tm e.
İa ş m a s ı.
tehâsîn
(a.i. h a s e d 'd e n ) : h asetleçm e.
etm e.
g ö rü n m e .
tehârüş
ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﺪ
( b k z : m u h â sed e).
t e h d id â t
(a.i. h u m k 'd a n ) : a h m a k l ı ğ a
(a.i. h a s m 'd a n ) : h u sû m ette,
d ü ş m a n lık ta b u lu n m a , (b k z : m u h â sa m a ).
t e h d id
(a.i.c. : te h â m iy â t ) : 1. k e n d i n i
ﺗ ﺨﺎ ﺻ ﻢ
t e h â s ıım
teh âşâ
ﺗ ﻬﺎﻓ ﺖ
(a.i.): y a s tığ a d a y a n m a , (b k z :
teve ssü d ).
t e h â s iid
(a.i.) : k a m b u r la ş m a , ( b k z : ta -
ﺗﺤﺴﺐ
t e h a s s iib
t e h d iy e
ﺗﻬﺪﻳﻪ
(a.i. h e d y v e h id y e t 'd e n ) : h e d iye
v e rm e , b a ğ ış la m a , (b k z : İhdâ). te h e cci
ﺗﻬﺠﻰ
(a.i. h e c â 'd a n ) : h ecelem e, ( b k z :
teh ciye).
1237
»ehetcUd
ﺗﻬﺠﺪ
te h e c c ü d
(a.i. h e c d 'd e n ) : 1. g e c e u y a n ı p
ا٠( ﺗﻪﺀجa.i. h ü c û m 'd a n )
te h e c c iim
: h ü c û m e tm e ,
ى٠ﺗﻬﺎ
( a . i . ) : h i d â y e t le n m e , d o ğ r u y o la
g ir m e .
ل٠ ( ﺗﻬﺎa . i . ) : s a r k m a , te h e d d ü m ( ﺗ ﻬ ﺪ مa .i . ) :
te h e d d ü l
ﺗﻬﻚ
te h e k k iim â t):
y ık ılm a ,
teheyyiicât 0 ( ﻟﻬﻲﺀﺟﺎa.i. teh eyyiic'ü n c.) : heye-
(a .s ü l.:
1. alay ,
hekem e.
i.c .:
teheyyücât-1 miitevâliye : d evam lı heyecan-
e ğ le n m e .
2. g ö rü -
e ğ le n m e . 3 . e d . t a 'r îz 'in te 's ir li o l a n k ıs m ı . M e s e lâ : “E d e b iy y â t ı t u t u p b o ğ d u g ü r û h - i k u d e m â / O k u y u n siz d e o n u n c â n ı n a e y g e n ؟ü d e b â " b e y t i n d e o l d u ğ u g ib i,
ﺗ ﻬ ﻜ ﻤﺎ ت
(a.i. t e h e k k i i m 'ü n c . ) :
1. a la y la r, e ğ le n m e le r . 2. c id d i t a v ı r t a k ı n a -
ﺗﻬﻜﻤﺄ
(a.zf.) : t e h e k k ü m s û r e tiy le ,
a la y İ ؟in .
ل٠ﺗﻬﺎ
( a . i . ) : y ü z ü g ü lm e , k e y if li o lm a ,
te h e m te n -
( f .s .) : i r iy a r ı , b o y lu b o s l u y i-
g it. T e h e m -te n
ﺗﻬﻤﺘﻦ
( f .h . i .) : E s k i I r a n k a h r a m â m
Z a l o ğ lu R ii s te m 'in lâ k a b ı, t e h e m t e n - t e n ﺗﻦ
lanm alar.
teheyyüci (a.s.) : fels. h eyecanla ilgili, fr. émotionnel. teheyyiim إ٠( ﺗﻬ ﺲa.i.) : şaşm a, şaşıp kalm a, (bkz : tahayyür).
tehezziic ( ﺗﻬﺰجa.i.) : m ak am la şark ı söylem e, tehezzüz ( ﺗ ﻴ ﺮ زa.i.) : h a fif titrem e, deprenm e, (bkz : ihtizâz).
r a k e ğ le n m e le r .
te h e lliil
ﺗﻬﻤﺘﻦ
(f.b .s.) : te h e m t e n te n l i,
te h e n n iic ( ﺗ ﻬ ﻨ ﺞa .i.): h e k . ؟o c u ğ u n , a n a ra h m i n d e c a n l a n ı p k ım ı l d a m a s ı ,
tehi ( صf.s.) : 1. boş. (bkz : hâlî). 2. zf. boşun a. 3. hünersiz, m ârifetsiz; b ilgisiz. 4. zf. boşu boşuna, nâfile.
( ﺗﻬﻰf.b.s.) : eliboş, züğürt, tehi-destân ( ﺗﻬﻰ د ﻗ ﺎفfb .i. tehi-dest'in tehi-dest د ت
tehi-desti ( "دص د سf.b.i.) : zü ğü rtlü k, tehî-gâh ( ﺗ ﻬ ﻜﺎهf.b.i.) : boş böğür, tehi-geh ( ﺗ ﻬﻜ ﻪf.b.i.). (bkz : tehî-gâh). tehlkls ي ؟ fakir.
C ik la rla ş i d d e t l i k a ş ı n t ı y a p a n b i r c ilt h a s -
te'hîl ﻞ
ta lığ ı.
ﺗ ﻬﺘ ﻚ
(a.i. h e t k 'd e n ) : ı . y ı r t ı l m a .
2. a ln m m d a m a n ؟a tla m a , u ta n m a z lık ta n ü z ü n tü d u y m a m a .
c.) :
eliboşlar, züğürtler,
t e l ı e r r ü ş ( ﺗﻬﺮشa . i . ) : h e k . k ü ç ü k k ü ç ü k k a b a r -
te h e ttiik
c. :
(b k z :
n ü ş t e c id d i, h a k i k a t t e a la y d a n İ b â r e t o la n
te h e k k iim e n
(a.i. heyecân'dan. teheyyücat) : heyecan lan m a, coşm a,
canlan m alar, coşm alar. r
te h e k k ü m â t
teheyyiic
teheyyiic kabiliyyeti : h eyecan lilik.
sO lp ü m e .
in h i d â m ) . te h e k k ü m
teheyyiib ( ﺗ ﻬ ﻴ ﺐa.i. heybet'den) : korkutm a; korkm a.
s a l d ır m a ; a c e le g itm e . te h e d d i
teheyyiiat ( ﺗﻪ؛_ؤا تa.i. te h e y y ü u n c.) : hazırlanm alar.
n a m a z k l i m a . 2 . g e c e n a m a z ı,
( ﺗﻬﻰf.b.s.) : “ boş k eseli'' : ؟ok
ﺗﴼﻓ
(a.i.) : 1. m isâfire : “ hoş geld in iz!” demelc olan “ehlen ve sehlen'' cü m lesin i söylem e. 2. ehliyetli k lim a. 3. lâyık , m üstah ak görm e, görülm e. 4. ü rk e k liğ in i giderm e, alıştırm a.
te h e v v u '
tehim ذﻫﻴﻢ٠(a.s. töhm et'den) : kabahatli,
te h e v v iid
tehi-magz ﻏﺰ٠( صf.b.s.) ؛b o şk afalı, beyinsiz,
( ﺗﻬﻮعa . i . ) : k u s m a , ( b k z : İ s tif râ ğ ). ( ﺗﻬﻮدa . i . ) : Y a h u d i o lm a , t e h e v v i i m ( ﺗﻬﻮمa . i . ) : h a f i f u y k u , ı m ız g a n m a , ( b k z : s in e , te h v im ) . te h e v v ü r
ﺗﻬﻮر
(a.i. h e v r 'd e n . c . : t e h e v v ü r â t ) :
ö fk e le n m e , k ö p ü rm e . te h e v v iir â t
ﺗﻬﻮرات
(a.i. t e h e v v ü r 'ü n c . ) : ö f k e -
le n m e le r , k ö p ü r m e le r . te h e y y u z
ﺗ ﻬﻴ ﺾ
(a .i.) : h e k . k ır ık k e m iğ in k ay -
n a y ıp b itiş m e s i. te h e y y ii'
1238
( ﺗﻪ؛ؤa . i . c . : t e h e y y ü â t ) : h a z ı r l a n m a .
tehimagzi ﻣ ﻐ ﺰ ى
SU ؟İU.
( دﻫﻰf.b.i.) : b o şk afalılık . be-
yin sizlik.
tehi-mi'degân ﻣﻌﻠﻜﺎ ن
( ﺗﻬﻰf.a.b.s.) : m idesi boş
olanlar, açlar.
tehî-miyân ا ن٠ ( ﺗﻬﻰf.b.s.) : İ ؟İ boş. tehî-miyânî ( ص ﻫﺎذىfb.i.) : İ ؟İ boşluk, İ ؟İ boş olm a. t e ' h î r ^ ü (a.i. ahar'dan. c. : te'hîrât) : sonraya, geriye bırakm a, gecikti.rme, geciktirilm e.
tehzim te 'h îr-i İc râ (yürü tm enin d u rd u ru lm a sı): istek üzerine dâvâ m evzuu bulunan b ir kara rm yü rü tü lm esin i durdurm a, te 'h îrâ t ( ﺗ ﺄ ﺧ ﻴ ﺮ ا تa.i. te'h îr'in c .) : son raya bırakm alar, geciktirm eler, geciktirilm eler, te h iy y â t ( ﺗ ﻬ ﻴ ﺎ تa.i. tehiyye'nin c .) : hazırlam alar, h azırlan m alar, [ a s il: “tehyiât') dır], ( b k z : tehyiât). te h iy y e ( ﺗﻪ؛هa .i.c .: te h iy y â t): 1. selâm . 2. selâm verm e. 3. h ayır duâ etm e. 4. beka, m iilk, m âlikiyyet. te h iy y e tü 'l- m e s c id : m escide girin ce oturm adan k lim a n ik i rekât n âfile nam azı, ( b k z : tehyie).
( ﺗﺤﻴ ﺖa.i.). (bkz : tehiyye). te h lik ( ﺗ ﻬ ﻠ ﻚa .i.): öldürm e, ( b k z : İhlâk). te h lik e ( ﺗﻬﻠﻜﻪa.i. helâk'dan). (bkz : tehlüke). te h lil ( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻞa.i. hell'den. c . : te h lilâ t): İslâm te h iy y e t
d in in in tevhit akidesin i hulâsa eden "Lâîlâh e illa llâ h '' sözünü tekrarlam a, te h lilâ t ( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻼ تa.i. teh lil'in c . ) : “ L â-îlâh e illa llâ h ” sözlerini söylem eler, te h lil-h â n ( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻞ ﺧ ﻮ ا نa.f.b .s.): tehlileden, "İâilâh e-İllallâh " sözünü m ak am la okuyan, ( b k z : m ühellil). teh liik e ( ﺗ ﻬ ﻠ ﻜ ﻪa.i. h e lâ k 'd a n ): tehlike; b ir ؟ey in veya b ir k im sen in varlığın ı, güvenliğin i tehdit eden durum , teh n iye
( ﺗﻬﻴﻪa.i.). (bkz : tehniyet).
te h n iye t (a .i.): tebrik etm e, ku tlam a; "h o ؟geldin!” deme, te h rib
( ﻟﻬﺮﻳﺐa .i.): kaçırm a, kaçırılm a,
te h rim ( ﺗ ﻬﺮﻳﻢa .i.): kocaltm a, te h tik ﻟ ﺶ- ( ﺗﻬﺐa.i. h e tk 'd e n ): 2. nâm usa halel getirm e, te h vi'
1. yırtm a.
( ﺗﻬﻮﻳﻊa .i.): ku stu rm a, ku stu ru lm a,
te h v id ( ﺗ ﻬ ﻮ ﻳ ﺪa.i. h e v d 'd e n ): Y ahu dileştirm e, Y ah u dileştirilm e. te h v il ( ﺗﻬﻮﻳﻞa.i. hevl'den. c . : te h v ilâ t): korkuya düşürm e. te h v ilâ t ( ﺗﻬﻮﻳﻼتa.i. teh vil'in c .) : k orku ya dü ؟ürm eler. te h v im ( ﺗ ﻬ ﻮ ﻳ ﻢa .i.): ım ızganm a; h a fif uyku, ( b k z : tehevvüm ). te h v in ( ﺣﻮﻳﻦa.i. hevn'den. c . : te h v in â t): 1. ehvenleştirm e, ehvenleştirilm e, kolaylaştırm a, kolaylaştırılm a; hafifletm e, h afifletilm e;
ucuzlatm a, ucuzlatılm a. 2. alçaltm a, alçaltılm a. te h v ln â t ( ﺗﻬﻮﻳﻨﺎتa.i. tehvin 'in c .) : 1. ehvenle ؟tirm eler, ehvenleştirilm eler, kolaylaştırm alar) k o laylaştın lm alar; hafifletm eler, hafifletilm eler; ucuzlatm alar, ucuzlatılm alar. 2. alçaltm alar, alçaltılm alar. teh vîç ( ﺗﻬﻮﻳﺶa .i.): k a rm a k arışık etm e, (b k z : teşviş). teh viye
( ﺗﻬﻮﻳﻪa.i. h e v â 'd a n ): h avalan d ırm a.
t e l ı y î '- ( a . i . ) . ( b k z :tehyie). te h y iâ t ( ﺗ ﻬﺒﺎ تa.i. tehyie'nin c . ) : hazırlam alar, h azırlan m alar. te h ylb ( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺐa .i.c .: te h y lb â t): heyb etli gösterm e, gösterilm e. te h y lb â t ( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺒ ﺎ تa.i. teh ylb'in c.) ؛heybetli gösterm eler, gösterilm eler, te h ylc ( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺞa.i. heyecân'dan. c . : te h y lc ât): h eyecan lan dırm a, coşturm a, te h y lc ât ( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺠ ﺎ تa.i. tehyic'in c .) : heyecanlan d ırm alar, coşturm alar, te h yie ﻬ ﺒ ﻪ lanm a.
( ﺗa .i.c .: te h y iâ t): hazırlam a, hazır-
te h zlb ﻬ ﻨ ﻴ ﺐ düzeltm e; etm e.
( ﺗa .i.c .: te h z ib â t): 1. ıslâh etm e, tem izlem e.
2. çocu ğu
adam
te h z lb -i a h l â k : ah lâk ı düzeltm e, te h zib ât ( ﺗ ﻬ ﻨ ﻴ ﺒ ﺎ تa.i. tehzib'in c . ) : ıslâh etm eler, düzeltm eler; tem izlem eler, te h zic ( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﺢa .i.c .: te h z icâ t): m ak am la şarkı söylem e, ( b k z : tehezzüc). te h zicât ( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﺠﺎ تa.i. tehzic'in c .) : m akam la şark ı söylem eler. te h z il ( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﻞa .i.c .: te h z ilâ t): 1. zayıflatm a. 2. alaya alm a; hezil, alay şekline koym a. 3. ed. ciddi b ir esere lâtife tarzın d a nazire yazm a, [meselâ : "D ağ ıttın hâb-1 nâz-1 y âri ey feryâd; neylersin? / Edip seyrangehim yekser h arâb-âbâd, neylersin?" m a tla ım n : "D ağ ıttın arp a v ii b u ğd ayım ı ey bâd, neylersin? / Ed ip harm engehim yekser harâbâbâd, neylersin?'' ؟ekline sokulm ası gibi]. te h z ilâ t ( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﻼ تa.i. teh zil'in c .) : 1. zayıflatm alar. 2. alaya alm alar, hezil, alay şekline koym alar. te h z lm ( ﺗﻬﻈﻴﻢa.i. h a z m 'd e n ) : hek. 1. Silctırm a, sık ıştırm a. 2. h ü lâ s a s ı (*özeti) a lın a c a k b ir
1239
tehzîz m ad d eyi 35-40 derecede ısıtılm ış su İçinde bırakm a.
tehziz ( ﺗﻬﺰﻳﺰa.i.c. : tehzizât) : hareket ettirm e, h a fif titrem e, titretilm e, tirm eler, h a fif titretm eler, titretilm eler.
tek ( ﺗ ﻚf.i.) : koşm a, seğirtm e, tek ü dû, tek ü pûy, tek ü tâz : öteye beriye
( ﺗ ﻜ ﺎ ﻳ ﻤ ﻒa.i. t e k l i f i n c.)
: 1. te k l if le r .
2 . v e rg ile r .
tekâlif-i ayn ice : eko. m ü k e l l e f l e r i n ç a h s î d u r u m l a r ı n a z a r a a l ı n m a k s ı z ı n m ü l k iy e t le r i a l t m d a b u l u n a n e m v â l v e k ı y m e t l e r ü z e r i n d e n a l ı n a n v e rg i.
koşuşm alar.
( ﺗﻘﺒﻞa.cü.) : "A llah
kabu l et-
sin!'' m ân âsın a gelir.
tekâlîf-i em iri^e : h ü k ü m d â r ı n k e s t iğ i v e rgi.
tekabbuh ( ﺗ ﻘ ﺒ ﺢa.i. kubh'dan) : ؟irk in görm e, k ötü saym a.
tekabkub
" ( ﺗ ﻘ ﺎ ﻟ ﺐk a " u z u n o k u n u r , a .i. t a k l î b 'i n
c.) : ؟e v ir m e le r , d ö n d ü r m e l e r ؛İ ؟İ d ı ş a ؟e v ir m e le r .
tekâlif
tehzizât ( ﺗ ﻬ ﺰﻳ ﺰا تa.i. tehziz'in c.) : hareket et-
tekabbelallah اﻟﻠﻪ
tekalib
tekâlif-i harbice : sa v a ? s ı r a s ı n d a a l m a n fe v k a lâ d e v e rg i.
( ﺗﻘﺒﻘ ﺐa.i.) : b a ğ ırsak la rla gazların
yap tığı gu rultu.
tekâlif-i örfiyye : huk. [e s k id e n ] k a n u n v e n i z â m a m ü s t e n i t o lm a k s ı z ı n i d â r e t e n g ö -
tekabül "( ﺗﻘﺎﺑﻞk a " uzu n okunur, a.i. kabl'den c. : tekabülât) : 1. k arşı k arşıya olm a, k arşı k arşıya, yü zy ü z e gelm e, k arşılaşm a. 2. karşılık olm a, karşılam a.
tekabül-î saffeyn : ask. savaşan ik i ordunun
rü le n lü z û m a m e b n i a lm a n a k ؟e v e s â ire v e h a l k a y ü k l e t i l e n g a ry e . [ b u p a r a l a r ı n t a h s i l i n e m e 'm u r o l a n l a r : m ı ıh a s s ıl, s ip â h i, m ü l te z i m , s u b a ş ı, k o r ııa g a s ı'd ır ] .
tekâlîf-i şâkka : ç e r 'î c e v a z b u l u n m a y a n v e t e k â l i f k a id e l e r i n e d e u y m a y a n v e rg i.
karşılaşm ası.
tekabülât "( ﺗ ﻘ ﺎ ﺑ ﻼ تk a ” uzu n okunur, a.i. tekab u l'ü n c.) : k arşı k arşıya, yü zyü ze gelm eler; k a rşılık olm alar, k arşılam alar,
tekaddüm ( ﺗ ﻘ ﺪ مa.i. kidem 'den). (bkz : takaddüm).
tekâlîf-i şer'iyye : d i n i n e m r e t t i ğ i z e k â t, h a r a ؟g ib i v e rg ile r . 3. ib â d e tle r ,
tekâliib
: k o p e k g ib i s a l-
( ﺗ ﻜ ﺎ ﻟ ﺐa.i. k e lb 'd e n )
d irm a . t e k â m ü l ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻞa.i. k e m â l 'd e n . c.: t e k â m ü lâ t ) :
telcadim ﺗ ﻘ ﺎ د ﻳ ﻢ
("k a” u zu n okunur, a.i. takdim e'nin c.) : sungular, verilen hediye1er, arm ağanlar.
1. k e m a ] b u lm a , o lg u n l a ş m a . 2. biy., fels. طévolution.
e v rim ,
m ukadderât).
tekâmülât ( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻼ تa.i. t e k â m ü l 'ü n c.) : 1. te k â m ü ll e r , o lg u n l a ş m a la r . 2. * e v rim le r, fr. évolutions.
tekadiim "( ﺗﻘﺎدمk a” uzun okunur, a.i.) : 1. ge ؟m iş bulunm a. 2. fık. m ü rû r-i zam an (za-
tekâmiiliyyet ( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻠ ﺖa.i.) : biy., fels. *e v rim c ilik , fr. évolutionnisme,
tekadir "( ﺗﻘﺎدﻳﺮk a" uzun okunur, a.i. tak d ir'in c.) : 1. alin yazilari. 2. ihtim aller.
(bkz :
m an *aşım ı) olm a.
tekadiim-i ezmine : zam ân m geçmesi, tekadiim-i zamân : huk. b ir hâdisen in vu k u u n d an itibâren bâzı hallerde dâvânın b a k ılm asın a şahadetin dinlenm esine m ân î teşkil eden m üddet,
tekaffi ( ﺗﻘﻔﻰa.i.). (bkz : İktidâ). tekâfî, tekâfü’ ﺗ ﻜﺎ ﻓ ﺆ، ( ﺗﻜﺎ ﻓﻰa.i. k ü f den) : birb irin in dengi olm a,
tekâfül ( ﺗﻜﺎﻓ ﻞa.i.) : fels. fr. solidarité, tekâhhiil ( ﺗ ﻜ ﺤ ﻞa.i. kûhİ'den) : sürm e ؟ekm e [göze-], (bkz : iktihâl).
tekâhiil ( ﺗﻜﺎ ﻫﻞa.i.) : d ik katsizlik, ihm al. 1240
tekâmüliyye
( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻠ ﻪa.i.). (b k z
tekamiir ﺗ ﻘ ﺎ ﻣ ﺮ
("k a "
: te k â m ü liy y e t).
uzun
o k u n u r,
a.i.
k ım â r'd a n ) : k u m a r o y n a m a ,
tekâpû ﺑ ﻮ
( ﺗ ﻜ ﺎfi.)
: 1. telâş ile k o ş a r a k a ra ş tır-
m a . 2 . d a lk a v u k lu k , k a v u k s a lla m a ,
tekarir " ( ﺗﻬﺎرﻳﺮk a " u z u n o k u n u r, a.i. t a k r ir 'in c.) : ta k rirle r, te k lifle r, *ö n ergeler,
(b k z :
ta k rirâ t).
tekariib ﺗ ﻘ ﺎ ر ب
(" k a ”
- k u r b 'd a n ) : 1. i k i
uzun
ş e y in
o k u n u r,
b irb irin e
a .i.
y a k ın
2. fiz. y a k ı n s a m a , fr. convergence. ( b k z : ta k a r r h b ) .
o lm a h â li .
tekarüb-i mahâric : h a r f l e r i n m a h r e ç l e r i n i n b i r b i r i n e y a k ı n o lm a s ı؛
tekaz
ﺗﻜﺎرم
te k â rü m
( a . i . ) : a y ıp v e k u s u r o la c a k şe y -
ﺗ ﻘﺎ ر ن
te k a riin
( " k a ''
uzun
o k u n u r,
a.i.
k a r n 'd e n ) : b i r b i r i n e y a n a ş m a , b i r b i r i n i n y a n m a g e lm e , ( b k z : m u k a r e n e t) . b a ğ lı b u l u n a n ş e y i n h a t ı r a g e lm e s i. M e s e lâ : " k a l e m g e t i r ” d e y in c e , h o k k a y ı, k â ğ ıd ı ; b i r 'İğ n e is te n i li n c e ' İp liğ i h a t ı r l a m a k ... g ib i, ( b k z : te d â î).
ﺗ ﻘﺎﻳ ﻂ
(" k a " u z u n o lc u n u r. a.i. t a k s i t 'i n
c . ) : ta k s itle r .
ﺗﻜﺎﺛ ﻒ
te k â s iif
(a.i. k e s â f e t'd e n ) : ş ı k la ş m a , k o -
y u la ş m a ; y o ğ u n la ş m a .
ﺗ ﻜﺎ ﻣ ﻞ
te k â s iil
(a.i. k e s e l'd e n . c . : t e k â s ü l â t ) :
ﺗ ﻜﺎ ﻣ ﻼت
(a.i. t e k â s ü l 'ü n c . ) : ü ş e n -
ﺗﻘﺎ ﺳ ﻢ
k a s e m 'd e n ) :
(" k a ”
uzun
o k u n u r,
1. y e m in le ş m e ,
a.i.
a n d la ş m a .
2 . b ö lü ş m e , b ö lü ş ü lm e , ( b k z : m u k a s e m e ) .
ﺗ ﻜﺎ ﺷ ﺮ
te k â s ü r (b k z :
(a.i. k e s r e t 'd e n ) : 1. ç o ğ a lm a ,
ta a d d ü d ,
te k e s s iir).
2. ç o k
övün-
m e . S û r e - i t e k â s ü r : K u r 'â n 'ın 102. s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o l m u ş t u r , 8 â y e ttir ,
ﺗﻜﺎ ﻣ ﺮ
te k â s ü r
(o.i. k e s r 'd e n ) : k ı r ı l m a ; f i z . * k i-
r ı n ı m , d if r a k s i y o n , f r . d i f f r a c t i o n . [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] . t e k â s ü r - i z i y â ': f i z . i k i n o k t a d a n g e lip b i r n o k ta y a y a n s ıy a n ik i ış ın ın b ir b ir in i k ir m a s ı. te k a ş ş u '
ﺗﻘ ﺸ ﻊ
(a.i. k a ş 'd a n ) : h e k . b a l g a m Ç1-
k a rm a , ( b k z : te n a h h u m l. t e k a ş ş u '- i d e m : h e k . k a n t ü k ü r m e , te k a tir
ﺗﻘﺎﻃﻴﺮ
( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. t a k t i r 'i n
ﺗﻘ ﻄ ﻊ
( a . i . ) : h e k . b i r S itm a n ö b e t i n i n
m u n t a z a m v a k it le r e a y r ılm a s ı, te k a ttiil
ﺷ ﻞ
(a.i. k a t l 'd e n ) : b i r b i r i n i k e s m e ,
k e s iş m e . te k a tu '
ﺗﻘﺎض
( " k a ” u z u n o k u n u r , a.i. k a t 'd e n ) :
k e s m e , k e s iş m e , ç a tış m a ; i k i ç iz g i n i n b ir b i-
3.
t e k a i i d s ٩n d ı ğ ı : e m e k li s a n d ığ ı.
ﺗ ﻘ ﺎ ﻋ ﺪا
te k a iid e n
ﺗ ﻘﺎ ﻋ ﺪ ﻳ ﺔ
te k a ü d î^ e
("k a" u z u n o k u n u r, a .i.) :
e m e k l i a y lığ ı. te k â ü l
ﺗ ﻜﺎ ؤ ل
(a.i. k ü û l 'd e n ) : k i m . i s p ir t o la ş -
ﺗﻜﺎور
(f.s. v e i . ) : k o ş u c u ; s e g i r ti c i, y o r-
te k â v e r
( " k a ” u z u n o k u n u r , a.i. k a tr ,
k ü t ü r v e k a t a ı 'â n 'd a n ) : d a m l a m a , d a m l a d a m l a d ö k ü lm e , ( b k z : ta lc a ttu r). (a.i.). ( b k z : m ü k â te b e ) .
[at].
E s b - İ t e k â v e r : k o ş u a ti. te k a v im
ﻟ ﻘﺎ وﻳ ﻢ
(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : ta k -
v im le r .
ﺗﻘ ﻮ ل
te k a v v iil
( a . i . c .: t e k a v v i i l â t ) : y a l a n sö y -
le m e .
ﺗﻘﻮﻻت
te k a v v iilâ t
(a.i. t e k a v v i i l 'i i n c . ) : y a la n
s ö z le r.
( ﺗﻘﻮمa . i . ) : d o ğ r u l m a
te k a v v iim
[e g ri ik e n - ].
te k a v v iim - i n i h â î : k ö rp e f id a n ın
d o g ru l-
m a s ı. t e k a v v i i m - i ö r f î : h u k . [e s k id e n ] b i r m a l i n m u h r e z o lm a s ı.
ﺗﻘ ﻮ س
te k a v v iis
(a.i. k a v s 'd e n ) ؛k a v is le n m e ,
y a y ş e k l in e g ir m e , y a y g ib i e ğ r i lm e v e e g r i o lm a .
ﯮ ت٤(تa.i.
te k a v v iit
k u t 'd a n ) : a z ı k l a n m a , b e s -
le n m e ; g e ç in m e . te k â y â
ﺗ ﻜﺎﻳﺎ
(a.i. t e k y e 'n i n c . ) : te k k e le r , ( b k z :
z e v â y â ). te k â y iid
ﺗ ﻜﺎﻳ ﺪ
(a.i. k e y d 'd e n . c . : t e k â y ü d â t ) :
b i r b i r i n e h il e y a p m a , ( b k z : te h â d u ') . te k â y ü d â t
ﻛ ﺎ ﻳ ﺪا ت
(a.i. t e k â y ü d 'ü n c.) ؛b ir b i r i -
n e h il e y a p m a l a r .
( ﺷ ﺢa.i. k a y h 'd a n ) : ir i n l e n m e . ( ﺗﻖ؛ﺣﺎتa.i. te k a y y ü h 'U n c . ) :
te k a y y u h
ﻛﺎ ﺗ ﺐ
(" k a ” u z u n o k u n u r, a .z f.):
e m e k liy e a y r ı la r a k .
te k a y y u h â t
te k â tü b
a y r ı lm a .
e m e k lilik .
r i n i k e s ip g e ç m e s i. N o k t a - i t e l c a t u ': k e s iş -
ﺗ ﻘﺎ ﻃ ﺮ
o k u n u r , a .i. k u û d 'd a n ) :
1. k a r ş ı l ı k l ı o t u r m a . 2 . e m e k liy e
m e n o lc ta sı. te k a tu r
(a.i. k e t m 'd e n ) : s ı r s a k l a m a
" ( وﻗﺎﻋﺪk a ” u z u n
te k a iid
c . ) : d a m la m a la r, d a m ıtık la r , te k a ttu '
ﺗ ﻜﺎﺗ ﻢ
ga (b in ic is in i s a rsm a y a n ) y ü rü y ü ş lü
m e le r, te n b e llilc le r; ilg is iz lik le r , te k a s iim
tele). te k â tiim
m a.
ü ş e n m e , te n b e l li k ; ilg is iz lik , te k â s ü lâ t
u z u n o k u n u r , a.i. k a t i d e n ) :
[ b i r b ir in d e n - ] .
t e k a r i i n f i '1 - h a y â l : e d . b i r ş e y in z i k r i ile o n a
te k a s it
" ( ﺗﻰ"لk a ”
te k a tü l
b i r b i r i n i ö ld ü r m e , v u r u ş m a , ( b k z : m u k a -
le r d e n k a ç ın m a .
ir in -
le n m e le r . te lc a z
ﺗ ﻘﺎ ض
( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1. k a r ş ı-
İ a ş t ı r m a . 2 . b ir b ir i y le ö d e ş m e . 3. ta k a s , b ir i n i n a la c a ğ ın ı v e r e c e ğ in e k a r ş ı l ı k t u t m a .
1241
tekazâ
telcazâ "( ﺗ ﻘﺎ ﺿ ﺎIra" u z u n o k u n u r , a.i.) : 1. a la c a k lm ın b o rç lu y u s ık ış tırm a s ı. 2 . s ık ış a r a k
tekâziib ( ﺗ ﻜﺎ ذ بa.i. k iz b 'd e n ) : b i r b i r i n e y a l a n
büyüklük satma, (bkz : taazzum).
tekazzu' ( ﺗﻘﻀﻊa.i.) : ç ı b a n ı n ,i r i n l e n m e s i . : " a l â im - i s e m â ',
ﺗ ﻜﺒﻴ ﺐ
(a.i. k e b â b 'd a n ) : k e b â b e t m e ,
e d ilm e . te k b ir
tekeddiir ( ﺗ ﻜ ﺪ رa.i. keder'den) : 1. bulanma,
saflığını kaybetme. 2. kederlenme
k a v s - i k u z a h " ş e k l in i g ö s te r m e , te k b ib
en üst derecesi. tekebbür ( ﺗ ﻜ ﺒ ﺮa.i. kibr'den): kibir gösterme,
s ö y le m e , b i r b i r i n i a l d a t m a .
( ﺗﻘﺰحa.i. k u z a h 'd a n )
en alt derecesi. tekebbiid-i ulyâ : astr. en yüksek noktanın
s ö z s ö y le m e . 3. b a ş a k a k m a ,
te lc a z z u h
tekebbüd-i süflâ : astr. en yüksek noktanın
tekeddiir-i hâtır : kederli olma. tekeffüf ( ﺗ ﻜ ﺲa.i. keffd en ): avuç açma, di-
( ﺗﻜﺒﻴﺮa.i. k i b r 'd e n . c. : t e k b i r â t ) : " A llâ h ü
e k b e r (= T a n r ı u l u l a r ı n u l u s u d u r ) ” d e m e f k ].
iftitâh tekbiri : n a m a z a b a ş l a r k e n i k i e li
lenme. (bkz: tese'ül). tekeffül ( ﺗ ﻜ ﻔ ﻞa.i.): birine kefil olma, kefalet
etme veyâ verme.
k u l a k m e m e le r in e d e ğ d i r e r e k " A llâ h ü e k -
tekehhiif ( ﺗ ﻜ ﻬ ﻒa.i. keh fden ): magara gibi
b e r '' d e m e . 2 . 'A l l â h ü e k b e r , A l l â h ü e k b e r,
oyulma, kazılma. tekehhül ( ﺗ ﻜ ﺤ ﻞa.i.). (bkz: iktihâl).
İ â i lâ h e il l'A ll a h ü v 'A lla h ü e k b e r, A l l â h ü ek b e r v e li'llâ h i'1 h a m d ” d e m e [k].
tekbir-i iftitâh : n a m a z a b a ş l a r k e n a l m a n ille te k b ir .
tekbirât ( ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮ ا تa.i. t e k b i r 'i n c.) : te k b ir le r , te k b i r g e tir m e le r .
tekbir-hân ( ﺗﻜﺒﻴﺮ ﺧﻮانa .f b .s .) : te k b i r d u a s ı n ı o k u y a n , t e k b i r g e tir e n .
tekdir ( ﺗ ﻜ ﺪ ﺑ ﺮa.i. k e d e r 'd e n . c. : t e k d i r â t ) : 1. b u l a n d ı r m a . tekdir-i mâ' : s u y u b u l a n d ı r m a . 2 . k e d e r l e n d i r m e , k e d e r l e n d ir ilm e ,
tekdir-i hâtır : İç, g ö n ü l s ı k ın t ıs ı , n e ş e s iz lik . 3.
a z a r l a m a , a z a r l a n m a ; a z a r . 4 . ö ğ r e n c iy e
v e r i le n v e s ic ilin e g e ç ir il e n b i r c e z â . [tevb ih d e n a ğ ır d ır ) .
tekdirât ( ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ا تa.i. t e k d i r 'i n c.) : te k d ir le r , a z a rla m a la r.
tekdîrât-1 çedîde : ş i d d e t l i a z a r l a m a l a r ,
Ç1-
k ış m a l a r .
tekdiri, tekdirime ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ﻳ ﻪ، ( ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ىa.s.) : t e k d i r e m e n s u p , t e k d i r l e ilg ili. Mücâzât-1 tekdiriyye : huk. k a b a h a t, n e v i n d e n o la n s u ç la rın g e re k tird iğ i h a f i f cezâ.
teke ف
(f.i.)
:-1. e r k e k k e ç i. 2. s ü r ü ö n ü n d e
g id e n k ö s e m e n . 3. b i r c il t d e f te r . 4 . te z e k , m a y ıs .
tekehhiin ( ﺗﻜﻬﻦa.i.): kâhinlik, falcılık etme, tekelliif ( ﺗ ﻜ ﻠ ﻒa.i. kiilfet'den c .: tekellüfât):
1. külfetli, zahmetli İç görme. 2. özenme, bir İÇİ gösterimli bir hâle koymak İçin uğraşma. 3. gösteriş, yapmacık. Bi-tekellüf, Bilâtelcellüf: külfetsiz, sıkıntısız, tabii olarak. tekellüfât ( ﺗ ﻜ ﻒ تa.i. tekellüfün c .): 1. tekel-
liifler, güçlüklere, zorluklara katlanmalar. 2. Ozenmeler. tekellüfât-1 münçiyâne : münşilere mahsus
zorluklar, külfetler. tekellüm ( ﺗ ﻜﻨ ﻢa.i. kelâm'dan): 1. söyleme, konuşma. 2. ed. bir yazarın kendisini ölmüş
farze ؛erek yazı yazması, tekelliim-i sâm it : ed. sessiz konuşma. tekelliimât ( ﺗ ﻜﻠ ﻤﺎ تa.i.c.): konuşmalar; söyle-
meler. tekellüs ( ﺗﻜﻠ ﺲa.i. kils'den. c .: tekellüsât): ki-
reçleşme. tekellüs-i şerâyîn : hek. yaşlılık dolayısıyla
*atardamarların kireçlenmesi. ﺗﻜﻤﻞ (a.i. kemâl'den. c. ؛ tekemmülât): kemâle gelme, kemal bulma, olgunlaşma.
tekemmül
tekemmülât ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻼ تa.i. tekemmiil'ün c .):
tekebbiid ( ﺗ ﻜ ﺒ ﺪo.i. k e b e d 'd e n ) : 1. k a tı la ş m a , s e r tle ş m e . 2. o. b i r o r g a n ı n k e b e d le ş m e s i,
kemâle gelmeler, kemal bulmalar, olgunlaşmalar.
k a r a c ig e r le ç m e s i. [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] ,
tekemmiim ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻢa.i. kümm'den): çarşafa bü-
tekebbiid-i rie : hek. z a t ü r r i e n i n i k i n c i d e v r i n d e a k c i ğ e r i n k a r a c i ğ e r g ib i k a tı la ş m a s ı ,
fr. hépatisation. 1242
rünme. tekemmiin ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻦa.i. kümûn'dan): pusuya
yatma, gizlenme.
te'kîdü'z-zemm bîmâ yü ؛b؛hü‘l-medh tekemmii( ﺗ ﻜ ﻤ ﺶ ؟a.i.) : 1. acele etme. 2. hek.
adalenin iltihap ve şâire neticesinde büzülüp ؟ekilmesi. tekennî ( ﺗﻜﺘﻰa.i. künye'den) : kiinye alma, ad alma. tekerrüh ( ﺗﻜﺮهa.i. kerh'den) : igrenme. (bkz :
istikrâh). telcrarlanma. giydikten sonra- yine işlenmesi, tekerriirât ( ﺗ ﻜ ﺮ را تa.i. tekerriir'ün c.) : tekrarlanmalar. tekerrii? ( ﺗ ﻜ ﺮ شa.i.) : buruşma, tekessüf ( ﺗ ﻜ ﺜ ﻒa.i.). (bkz : tekâsiif). tekessiir ( ﺗ ﻜ ﺜ ﺮa.i. kesret'den) : ؟ogalma. (bkz : efzâyiş). tekessür ( ' ﻧ ﻜ ﺮa.i. kesr'den) : kısılma, tekeççüf (a.i. keşf'den) : açılma, (bkz : İnkişâf). tekevvün (a.i. kevn'den. c. : tekevviinât) : var olma, meydana gelme, oluş. tekewün-î beyz : zool. yumurta *oluşması. tekevviin-i cibâl : jeol. *dagoluş, orojeni, fr. orogénie. fels.
önoluş, fr.
tekewiin-i ezrâr : zool. tomurcuklanma, fr. bourgeonnement. biy.
*bireyoluş, fr.
tekevvün-i meni : biy. sperma oluşması. tekevvün-i nev'î : phylogénie.
hek. z a r a r l ı b i r m a d d e n i n v ü c û d u n b i r
ta r a f in a g ire re k o ra d a b ü n y e n in m e y d a n a g e t i r d i ğ i k e s e y e g ir m e s i,
tekfil ( ﺗ ﻜ ﺶa.i. k e f â l e t 'd e n ) : k e f i l e tm e , e d iltekfin ( ﺗﻜﻔﻴﻦa.i. k e f e n 'd e n . c . : t e k f ln â t ) : k e fe n e s a r m a , k e fe n le m e ,, k e f e n le n m e ,
tekerriir-i ciirm : huk. bir suçun -hüküm
tekevvün-i ferdi : ontogénie.
z e k î, u y a n ı k g ö r ü n m e . 2 . z a r i f l i k g ö s te r m e .
3.
m e , k e f i l g ö s te r m e .
tekerrür ( ﺗ ﻜ ﺮ رa.i. kerr'den c. : tekerriirât) :
tekevvüni evvel: préformation.
tekeyyiis ( ﺗ ﻜ ﻴ ﺲa.i. k i y â s e t 'd e n ) : 1. k iy â s e tli,
biy.
*soyoluş, fr.
tekevvünât ( ﺗ ﻜ ﻮ ﻧ ﺎ تa.i. tekevvün'ün c.) : var
olmalar, meydana gelmeler, oluşlar, tekevvüni ( ﺗ ﻜ ﻮ ﻧ ﻰa.s.) : fels. oluşla ilgili, *oluşul, fr. génétique. tekeyliis ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻠ ﺲo.i.) : yemeklerin midede ve bağırsaklarda ezilerek lenf damarları tarafmdan emilmeye elverişli bir hâle gelmesi, kilüs hâlini alması. tekeymiis ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻤ ﺲo.i.) : yemeklerin midede ezilmesi, kimüs hâline girmesi. te k e ^ ü ^ ^ ؛J (a.i. keyf'den):ı. keyiflenme؛ keyiflendirecek ؛bir şey aliUa. 2. keyfiyet؛ lenme.
tekfinât ﺖ
ﻓ٠(a.i.
t e k f i n 'i n c . ) : k e fe n e s a r -
m a la r , k e fe n le m e le r, k e f e n le n m e le r .
tekfir ( ﺗﻜﻐﴼرa.i. k ii f r 'd e n . c . : t e k f i r â t ) : 1. b ir in e k â fir dem e.
tekfir-i seyyiât ( k e f r 'd e n ) s u ç la r ı, g ü n a h l a r ı o lm a m ı ? g ib i a d d e tm e . 2. y o k e tm e , o r t a d a n k a ld ırm a .
tekfir-i yemin : y e m i n i n k e f â r e t i n i v e r m e , tekfirât ( ﺗ ﻜ ﻔ ﻴ ﺮ ا تa.i. t e k f i r 'i n c . ) : 1. k â f i r e tm e le r. 2. y o k e tm e le r , o r t a d a n k a l d ı r m a l a r ,
tekhil ( ﺗ ﻜ ﺤ ﻴ ﻞa.i. k u h l 'd e n ) : s ü r m e ؟e k m e , s ü r m e ؟e k il m e [g ö z ü n e -],
te'kîd ( ﻷ يa.i. e k d 'd e n . c . : t e 'k î d â t ) : 1. k u v v e t l e ş t i r m e , s a ğ l a m l a ş tı r m a . 2. ü s te le m e , b i r İş İ ؟i n e v v e lc e y a z ıl a n b i r y a z ıy ı t e k r a r la m a . 3. gr. p e k i ş t i r m e , fr. intensif. te'kîd-i lâfzî : a y n i s ö z ü n t e k r â n . te'kîd-i ma'nevi: gr. s ö y le n iş i b a ş k a , m â n â s ı m ü ş t e r e k o l a n k e lim e , s i n o n i m ( * e ş a n la m -
il) k e lim e , fr. mot synonyme. te'kîd-i münâsebet-î vedâiyye :
d o s tlu k
m ü n â s e b e t l e r i n i k a v il e ş t ir m e ,
te'kîdât ( ﺗﺄﻛﻴﺪا تa.i. t e 'k î d 'i n c . ) : te 'k i tl e r , sa g la m la ş tırm a la r.
te'kiden ( ًﺋ ﻜ ﻴ ﺪ اa . z f ) : 1. t e 'k i t y o lu y la , s a g l a m l a ş t ı r a r a k . 2 . e v v e lc e y a z ı l a n b i r y a z ıy ı te k ra rla y a ra k . t e ' k î d î t ^ ^ f c ( a . s . ) : t e 'k i d e â i t , t e k i t i l e i l g i l i ,
te'kîd-nâme ﻫﻪ٧ ( ﺗﴼﻛ ﻲa .f .b .i.) : t e 'k i t y a z ıs ı, e v v e lc e y a z ıl a n b i r y a z ıy ı t e k r a r l a y a n y a z ı,
te'kîdü'l-medh
دﺷﻪ اﻟﺬم
ا٠حب
bimâ
دأ ﻛ ﺪا و د
yüşbihü'z-zemm
( a . c ü . ) : ed. b i r i n i z e m
e d e r s û r e t t e m e d h e t m e . M e s e lâ , ç a lı ş k a n b i r ؟o c u k İ ؟i n : “ d u r u p d i n l e n d i ğ i y o k , g e c e g ü n d ü z k it a p l a r ı y l a u ğ r a ş ıy o r " d e n il m e s i g ib i.
te'kîdü'z-zemm
bîmâ
د ح٠ الA~k ﺗﴼ ﻛ ﺪاﻟ ﺬ م ﻳﻤﺎ
yüşbihü'l-medh ed. b i r i n i m e d -
( a .c .) :
h e d e r s û r e t t e z e m m e t m e : M e s e lâ , h a y la z
1243
bir ؟ocuk İ ؟in : " o kadar intizam meraklısı ki sahifeleri dağılmasın diye kitaplarının kenarlarım kesmiyor'' denilmesi gibi, te'kîl ( ﺗﺄﻛﻴ ﻞa.i.): yedirme, yedirilme [bir kimseye). teklif ( ﺗ ﻜ ﻠ ﻴ ﻒa.i. külfet'den): 1. birinden eziyetli, fakat başkası İ ؟in foydalı olan bir i ؟isteme. 2. (c.: teklifât) İ ؟İİ dışlı olmayan, ؟ekingen mııâmele. 3. vergi yükleme. 4. Onerge. teklif-i hâm : miinâsebetsiz, ağır teklif teklif nıâlâ-yutak: ağır ve yapılmayacak teklif. teklif tekelliif: resmi davram ؟. teklifât ﺖ ﻓ٠ (a.i. teklifin c .): teklifler, önermeler, öneriler. teldifi ( ﻛﻠﻴ ﻬ ﻰa.s.) : mecbûri, .yükümlü, teklif-nâme ( ﻛﻠ ﻴ ﻐ ﻐ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): huk. sigorta yaptırmak isteyen bir kimseye, sigortacı tarafından verilen matbu vesika, teklil ( ﺗ ﻜﻠﻴ ﻞa.i. İklîl'den): ta ؟giydirme, teklis س٠( ﺗﻜﻞa.i. kils'den): kireçleştirme, tekmid ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻴ ﺪo.i.): hek. ılık veyâ soğuk su pansumanı, [yapma kelimedir], telcmil ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻴ ﻞa.i. kemâl'den. c .: tekmilât): 1. kemâle erdirme. 2. bitirme, bitirilme, tamarnlama, tamamlanma. 3. s. tam, eksiksiz, bütün, hep. tekmîl-i en fâ s: ölme. tekmil-i selâsin : [Ay görülemediği zaman] (ramazânın ilk gününün tâyini İ ؟in) arabi aylarına göre otuz günü tamamlama, tekmile ( ﺗ ﻜ ﻤ ﻠ ﻪa.i. kemâl'den): 1. ek, katma gibi eksik İ ؟in sonradan yapılan ؟ey. 2. ek. tekmin ( ﺗﻜﻤﻴ ﻦa.i. kemin'den): pusuya, sipere yerleştirme, yatırma. tekniye ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻴ ﻪa.i. künyeden): künye koma, künyeleme, künyelenme. tekrâr ( ﻛ ﺮا رa.i. kerr'den): 1. bir ؟eyi iki veyâ daha ؟ok defa yapma. B e-tekrâr: bir defo daha. 2. zf. yine, bir daha, yeniden, tekrâr-ı lâ f z î: ed. yalnız sözün ibârede tekrân. tekrâr-ı ma'nevi : ed. mânâları bir olan kelimeleri bir arada kullanm a: dikkat ve İtinâ, sabır ve tahammül., gibi. Kesret-i te k râ r: ed. bir cümlede ayni kelimenin -lüzumsuz olarak- ikiden ؟ok tekrar edilmesi.
Y2AİV
tekrâr tekrâr : arka arkaya, ardı ardına, üst üste. tekrâr-ale't-tekrâr ( ﺗﻜﺮار ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻜﺮارa.zf.): ؟Ok defo, (bkz: mükerreren). tekrâren ( ﺗﻜﺮارأa.zf.): tekrarlanarak, defalartekrîh ( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻪa.i. kerâhet'den. c .: tekrihât): kerîh gösterme ؛sevdirmeme, tekrihât ( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻬ ﺎ تa.i. tekrih'in c .): kerih göstermeler ؛sevdirmemeler. tekrîm ( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻢa.i. kerem'den. c. ؛tekrimât): saygı gösterme, ululama, (bkz : ta'zîm). tekrimât ( ﻛ ﺮﻳﻤﺎ تa.i. tekrim'in c .): saygı göstermeler, ululamalar, (bkz : ta'zîmât). tekrimen ( ﺗﻜﺮﻳﻤﺄa.zf.): saygı göstererek, ululayarak, (bkz: ta'zimen). tekrir ( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﺮa.i. kerr'den): 1. tekrarlama, tekrâr etme ؛bir daha yapma veyâ söyleme. 2. ed. sözün te'sirini kuvvetlendirmek İ ؟in bir sözü bile bile tekrâr etme san'atı: "ey varlığı vârı vâr eden vâr..” gibi, tekrir-i istid la l: mant. misal verme, örnek getirme. tekrir-i merdûd: lüzumsuz, gereksiz söz tekrarı, fels. geneleme, fr. tautologie. tekrirât ( ﺗﻜﺮﻳﺮا تa.i. tekrir'in c .): tekrarlamalar, tekrar etmeler. tekris ( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﺲa.i.): 1. temele ta ؟koyma. 2. Tanrlya vakfetme, takdis. 5. ithaf teksib ( ﺗﻜ ﺴﻴ ﺐa.i. kesb'den): kazandırma, kazandırılma. teksif (ت ك "■■■ فa.i. kesâfet'den): 1. koyu ve sik yapma, bir sıvıyı koyulaştırma. 2. dokuma ve sâireyi şıklaştırma. 3. şeffaflığını (saydamlığını) giderme. 4. yığma, toplama, teksif-i n ire n gi: )eod. yüksek dereceli nirengi noktalan arasına daha tafsilâtlı harita yapmaya esas olmak üzere küçük dereceli nirengiler İthâl etme ameliyesi. teksir ( ﺗ ﻜ ﺴ ﺮa.i. kesr'den): ؟ok kırma [bir ؟eyi], kırılma. teksir r ٠( ﺗ ﻚa.i. kesret'den c . : teksirât) : ؟ogaltma, çoğaltılma. teksir-i sevâd : faydasız yere ؟ok yazı yazma, teksirât ( ﺗﻜ ﺸﺮا تa.i. teksir'in c .): ؟ogaltmalar, ؟oğaltılmalar. teksir-hâne ( ﺗ ﻜﺜﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪa.f.b.i.): darphanede para basılan yer.
Büâ-tela'süm tekşîf ( ﻟ ﻜ ﺪ ﻳ ﻨ ﻰa.i. keşfden) : çok açma, açılma. tek-tâz ( ﺗﻜﺘﺎزf.b.i.) : çok koşan ؛koşucu, tektil, ( ﺗﻜﺘﻴ ﺐa.i. ketebe'den) : yazdırma, tekvin ( ﺗﻜﻮﻳﻦa.i. kevn'den. c. : tekvinât) : 1. vâr etme. 2. yaratma. Âlem-i tekvin : vücûd ve hııdûs âlemi, oluşma âlemi. Kitâbü'ttekvin : Tevrat'ın birinci kısmı olup ilkçağ târihine me'hazdir. tekvinât ( ﺗﻜﻮﻳﻨﺎ تa.i. tekvin'in c.) : 1. var etme1er. 2. yaratmalar. tekvini ( ﺗ ﻜ ﻮ ﻳ ﻨ ﻰa.i.) : fels. oluşla ilgili, *oluşul, fr. génétique. tekvir ( ﺗ ﻜ ﻮ ﻳ ﺮa.i.) : 1. değirmi yapma, yuvarlaklaştırma. 2. Kur'ân'm 8ı inci sûresi olup 29 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur, tekye ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻪa.i. vekâ'dan. c.: tekâyâ): 1. dayanma, (bkz : istinâd). 2. güvenme, (bkz : İ'timâd). 3. tekke, (bkz : dergâh, hânkah, zâviye). tekke-i miirgan (kuşların tekkesi) : Süleyman Peygamber'in kurdugu tekke ki, yılda bir defa kuşlar burada toplanır ve yedi gün meçhul bir yerden gelen yiyeçeklerini yerler. tekye-gâh ( ﺗ ﻜ ﻪ ﺳﻤﺎهa.f.b.i.) : dayanılacak yer. (bkz : İstinâd-gâh, mesned). te k y e -g e h ^ ^ î(a .f.b .i.). (bkz :tekye-gâh). tekye nişin ( ﺗﻜﻴﻪ ﻧﺸﻴﻦa.f.b.s.) : tekkede oturan, derviş. tekye-zen ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻪ زنa.f.b.s.) : dayanan, istinâdeden. tekyil ( ﺗ ﻜ ﻴ ﻴ ﻞa.i. kile'den) : kile ile ölçme, tekzib ( ﺗ ﻜ ﻨ ﻴ ﺐa.i. kizb'den. c. : tekzibât) : yalanlama, yalan olduğunu söyleme, tekzibât ( ﺗ ﻜ ﺬ ﻳ ﺒ ﺎ تa.i. tekzib'in c.) : yalanlamalar, yalanım meydana çıkarmak İçin söylenen sözler, tel ( ﺗﻞa.i.c. : tilâl). (bkz : teli), telaffuz ( ﺗﻠﻐﻆa.i. İâfz'dan. c. : telaffuzât) : söyİeyiş, söyleniş. telaffuzât ات,( ىﻏﻆa.i. telâffuz'un c.) : söyleyiş1er, söylenişler. telâfi ( ﺗﻼﻓﻰa.i. lefy'den) : [ziyan olanın] yerini doldurma, ziyam karşılama. Gayr-ikabil-i telâfi : yei-ine konmaz. Nâ-kabü-i telâfi : yerine konmaz. telâfî-i mâ-fât : edilen bir ziyânm birazmdan faydalanma.
telâfif ( ﻧ ﻼ ﺑ ﻒa . i . ) : anat. k ı v r ı m l a r , b ü k l ü m le r, ü ü k ü n t ü l e r .
telâfîf-i hısânü'1-bahr: d e ıı iz a y g ı r ı k ı v r ı m ı , telahhum ( ﺗ ﻠ ﺤ ﻢa.i. İ â h m 'd e n ) : e tle n m e ) s e m irm e .
telahhuz ( ﺗﻠﺤﺰa . i . ) : i m r e n e r e k a ğ ız s u l a n m a , telâhî ( ﺗ ﻼ و ىa.i. l e v h 'd e n ) : o y u n l a , o y u n â le tle r iy le v a k i t g e ç ir m e , ( b k z : te le h h l) .
telâhuk ( ﺗﻼﺣﻖa.i. l ü h û k 'd a n ) : b i r b i r i a r k a s ı n d a n g e lip b ir le ş m e , b i r b i r i n e k a t ı l m a ,
telâhuz ( ﺗ ﻼ ﺣ ﻆa . i . ) : g ö z u c u ile b a k m a ؛g ö z ü c u y la b a k ış m a .
telâki ( ﺗ ﻼ و ىa.i. l i k a 'd a n ) : b i r i b i r i n e k a r ş ı g e li p b u l u ş m a , k a r ş ı l a ş m a , b i r b i r i n e u la ş m a , b ir le ş m e . Mev'id-İ telâki : b u l u ş u p g ö r ü ş iile c e k y e r, r a n d e v u y e ri. Yevnûî't-telâki ( b u l u ş m a g ü n ü ) : mec. k ı y â m e t g ü n ü , ( b k z : rû z - i m a h şe r).
telâki-gâh ( ﺗ ﻼﻗ ﻌﺎ هa .f .b .i.) : b u l u ş m a y e ri, telâkki ( ﺗ ﻠ ﻘ ﻰa.i. l i k a 'd a n . c . : t e l a k k ı y y â t ) : 1. a lm a , k a b û l e tm e . 2 . ş a h s î a n la y ı ş , ş a h s î g ö r ü ş . Hüsn-i telâkki : a n la y ı ş g ö s t e r m e , iy i n iy e t le k a b û l e tm e . Sû-i telâkki : fe n â a n la y ı ş , lâ y ık ıy la a n la y a m a m a ,
telâkki-i m iilk : fık. b i r k i m s e d e n b i r m ü l k s a t ı n a lm a .
telâkkiyyât ( ﺗﻠﻘﻴﺎ تa.i. t e l â k k i n i n c . ) : 1. ş a h s î a lm a la r , k a b û l e tm e le r . 2 . ş a h s î a n la y ış la r , g ö r ü ş le r .
telâkkub ( ﺗ ﻠ ﻘ ﺐa.i. İ â k a b 'd a n ) : l â k a p l a n m a ; İ â k a b a lm a .
telâkkıım ( ﺗ ﻠ ﻘ ﻢa.i. l o k m a d a n ) : 1. p a r a l a y ıp lo k m a lo k m a y u t m a . 2 . k a r i n g u r u l t u s u ,
telâkkun ( ﺗﻠﻘﻦa.i.). ( b k z : te le k k u n ) . telâküm ( ﺗ ﻼ ﻛ ﻢa . i . ) : y u m r u k l a ş m a , b o k s , telâmiz, telâmize ٥ ﺗﻼﻣﻦ، ( ﺗ ﻼ ﺑ ﺬa.i. t i l m i z 'i n c . ) : ؟O m ezler, * ö ğ re n c ile r,
telâsim ( ﻃﻼﺳﻢa.i. tı lı s m 'ı n c . ) : tıls ım la ı-. ( b k z : tı lı s m â t) . te lâ s s u s te lâ s u k
( ﺗﻠﻤ ﺺa.i. İ â s s 'd a n ) : h ı r s ı z l ı k e tm e , ( ﺗ ﻼ ﺻ ﻖa.i. l ü s û k 'd a n ) :,1. b it iş m e , b i '
t i ş i k l i k . 2 . hek. b i r o r g a n m b i r b a ş k a s ın a b it iş ip y a p ış m a s ı.
tela'siim ( ﺗ ﻠ ﻌ ﺜ ﻢa.i.) : 1. c e v a p v e r i le c e k y e rd e v e r e m e y ip k e k e le m e . Büâ-tela'süm: k e k e le m e d e n , d o ğ r u d a n
d o g ru y a . 2. saçm a-
1245
s a p a n c e v a p v e r m e , k e m k i i m e tm e . 3. d i l d o la ş m a . te lâ ş
ﺗﻼ ش
(a.i. İ e ş v 'd e n ) : 1. h e r h a n g i b i r
s ı k ı n t ı l ı a c e le . 2 ٠e n d îş e , k a y g ı, ta s a , s ı k ı n t ı , k u ru n tu .
ﺗﻼﺷﻰ
n â z ik â n e
m u â m e le d e
b u lu n m a ,
(b k z:
te l â tu f ) .
ﺗﻠﻄﻔﺄ
te lâ ttııf-k â r
(a.i. t e l â t t u f u n c . ) : n â z i k â n e
( a .z f .) : l û t f i l e , n e z â k e t le ,
ﺗﻌﻠﻔﻜﺎز
( a .f .z f .) : l û t f i l e , n e z â k e t le
m u â m e le e d e n .
ﺗﻠﺒ ﺐ
( a . i . ) : b o t . m e y v e n i n iç le n m e s i,
te le b b iik ( ﺗ ﺒ ﻠ ﻎa .i.) : m id e d o lg u n lu ğ u n a u g ra -
ﺗﻠﺒﻦ
te le b b ü n
(a.i. l e b e n 'd e n ) : 1. d u r m a , e g le n -
m e. 2. h e k . m e m e d e n s ü tü n d a m la d a m la
n e z â k e t le d a v r a n a n l a r a y a k ı ş a c a k ş e k ild e , t e l â t t u h ( ﺗﻠ ﻄ ﺦa . i . ) : b u la ş m a , b u l a ş ı k o lm a , t e l â t u f ( ﺗ ﻼ ﻃ ﻒa.i. İ û t f 'd a n . c . : t e l â t ı ı f â t ) : İ û t u f v e n e z â k e t le h a r e k e t e tm e , ( b k z : te l â t t u f ) . t e l â t ı ı f â t ( ﺗ ﻼ ﻃﻔﺎ تa.i. t e l â t u f u n c . ) : n â z i k â n e d a v ra n m a la r. t e l â t u m ( ﺗ ﻼ ﻃ ﻢa.i. l a t m 'd e n ) : 1. [d a lg a la r ] ؟a r p ış m a . 2 . ؟o k d a lg a l a n m a , te lâ tıım -g â h
ﺗ ﻼ ﻃ ﻤ ﻜﺎ ه
( a .f .b .i.) : 1. d a lg a s ı, ؟o k
o la n y e r, d a lg a l ı y e r. t e l â ı ı b ( ﺗ ﻼ بa.i. İ a 'b 'd a n ) : o y n a m a ؛o y n a ş m a , ( b k z : m iilâ a b e ) .
ﺗﻠﻌ ﺐ
(a.i. İ a 'b 'd a n ) : 1. o y n a m a , o y u n l a
u ğ r a ş m a , e g le n m e . 2 . ( İ u â b 'd a n ) : y e m e k le r i n a ğ ı z d a t ü k r i i k l e k a r ı ş m a s ı . 3. h e k . s a ly a n ı n a k m a s ı. t e l â u n ( ﺗ ﻼ ﻋ ﻦa.i. İ â 'n e t 'd e n ) : b i r b i r i n e k a r ş ı i l k l i l â 'n e t o k u m a ; s ö ğ ü ş m e .
ﺗ ﻼوم
ﺗﻠﺒ ﺲ
te le b b iis
(a.i. İ ib â s 'd a n . c . : t e l e b b ü s â t ) :
g iy m e ; g iy in m e , ( b k z : İk tis â ). te le b b iis â t ت
ﺗ ﺐ
(a.i. t e l e b b ü s 'ü n c . ) : g iy m e -
le r ; g iy in m e le r .
ﺗﻠ ﺠﻠ ﺞ
te l e c li ic
t d â t t u f - k â r - â n e ( ﺗ ﻄ ﻔ ﻜ ﺎ ر ا ﻧ ﻪa .f .z f .) : ta t l ı l ı k l a ,
te lâ v ü m
(a.i. İ i c â m 'd a n ) : g e m le m e , g e m
a k m a s ı.
ﺗﻠﻌﻠﻔﺎت
m u â m e le le r , in c e d a v r a n ı ş la r ,
t e l â 'ı ı b
ﺗﻠ ﺠ ﻢ
v u r m a ؛g e m le n m e .
m a . ( b k z : İm tilâ ') .
t e l â t t ı ı f ( ﺗ ﻠ ﻄ ﻒa.i. İ û t f 'd a n . c . : t e l â t t u f â t ) :
te lâ ttu fe n
b i r a g z d a n y ü k s e k s e s le o k u m a l a r ı , te lc im
te le b b ü b ( a . i . ) : 1. d a g il m a . 2. e h e m m i y e t i n i
( * ö n e m in i) k a y b e tm e . 3. te lâ ş ,
te lâ ttııfâ t
( a . i . ) : h a c ı l a r ı n A r a f a t 't a “le b b e y k
A llâ h t im m e le b b e y k ..." d iy e b a ş l a y a n d u a y ı
e n d i ş e d e n k e d e r d e n ile r ig e le n h e y e c a n l ı v e
te lâ ş î
ﺗﺒﻴﻪ
te lb iy e
(a.i. l i i c c e t 'd e n ) : ş a ş k ı n l ı k t a n
d o la y ı l â k ı r d ı y ı a g z m d a k a r ı ş t ı r a r a k sö y le m e . te le f
ﺗﻒ
( a . i . c .: t e l e f â t ) : 1. y o k e tm e , ö ld ü r m e .
2 . b o ş y e re h a r c a m a , y ı p r a t m a , t e l e f â t ( ﻟ ﻠ ﻐ ﺎ تa.i. t e l e f i n c . ) : 1. s a v a ş , k a z a v e b a ş k a s e b e p le r le u ğ r a n ı l a n c a n k a y b ı. 2 . a s k . z â y ia t. te le ff iif
ﺗﻔ ﻒ
(a.i. l e f f d e n ) : b ü r ü n ü p s a r ı n m a ,
b ü rü n ü p ö rtü n m e . te le ff iit
ﺗﻠﻐ ﺖ
(a.i. l e f t 'd e n ) : e t r â f ı n a b a k ı n m a ,
( b k z : iltifa t). te le h h i
ﺗﻠ ﻬ ﻰ
( a .i .) : o y n a m a , o y u n l a v a k i t g e -
؟ir m e ( ؛b k z : te l â h î, te lâ 'u b ).
ﺗﻠ ﻬ ﺐ
te le h h ü b
(a.i. l e h e b 'd e n ) : 1. a le v le n m e ,
a le v le n ip y a n m a , t u t u ş m a . 2 . il t i h a p , y a n g ı, te le h h ü f
ﺗﻬ ﻒ
(a.i. l e h e f d e n . c . : t e l e h h i i f â t ) :
1. h a s r e t v e k e d e r le y a n ı p y a k ı l m a , m a h z û n o lm a . 2 . ü z ü lm e . te le h h ü fâ t ت
( ﺗﻠﻬﻰa.i. t e l e h h ü f ü n
c . ) : h a s r e tle
y a n ı p y a k ıl m a l a r , m a h z û n o lm a la r , ü z ü l (a.i. l e v m 'd e n ) : b i r b i r i n i ç e k iş -
m e le r.
ti r m e .
( ﺗﻠﻘ ﻦa . i . ) : p s i k . f r . a u t o - s u g g e s t i o n . ( ﺗﻸﻟﺆa.i. l ü 'l ü 'd e n ) ؛p a r ı l d a m a , ( ﺗ ﻠ ﻢa .i .c . : e t l â m ) : 1. z i r . p u l l u ğ u n t o p -
te le k k u n t e l b î s ( ﺗﺒﻴ ﺲa.i. le b s 'd e n . c . : t e İ b î s â t ) : 1. a y ıb ın ı, k u s û r ı ı n u ö r t e r e k b i r ş e y i s a h t e le n d i r m e . 2 . s û r e t - i h a k t a n g ö r ü n e r e k h i l e e d ip a l d a t m a . 3 . h il e , o y u n . İ b l î s - i p ü r - t e İ b î s : ؟o k h il e li Ş e y ta n .
(a.i. teİbîs'in c .) : 1. ayıbım, kusûrıınu örterek sahtelendirmeler. 2 . Sûret-İ haktan görünerek hile edip aldatmalar. 3. hileler, oyunlar.
te İb îs â t ﺗ ﺒ ﻴ ﺴ ﺎ ت
1246
t e l e 'l ü ' te le m
r a k t a b ı r a k t ı ğ ı iz , ؟iz g i, f r . s i l l o n . 2 . b iy . * ؟iz i, f r . s i ll o n . te le m m u '
ﺗﻠ ﻤ ﻊ
(a.i. İ e m 'a 'd a n ) : p a r ı l d a m a ,
( b k z : İ ltim â ') . te le m m iis ile -].
ﺗﻤ ﺲ
(a.i. l e m s 'd e n ) : d o k u n m a fel
îelh-mîzâc telemmiiz ( 'ﻧﻠﻤﻦa.i. tilm iz'den): talebelik (.öğrencililc), ؟ömezlilc etme, öğrenci olarak devâm etme. teles ( ﺗﻠ ﺲa.s. tallis'den): yıpranmış, tel tel iplikleri ؟ıkmış [kumaş]. telessiim (.( ﺗﻠﺶa.i.): yaşmak tutunma, yaşmaklanma. (blcz: teberku'). tele'iiv ( ﻷ وa.i.): parıldama, (bkz : İemeân). televviin ( ﺗ ﻠ ﻮ فa.i. levn'den. c . : televviinât): 1. renkten renge girme, renk değiştirme. 2,. döneklik, kararsızlık. 3. tas. temkin hâlinin zıddı. televviinât ( 'ﻧﻠﻮﻧﺎ تa.i. televviin'ün c .) : 1. renkten renge girmeler, renk değiştirmeler. 2. döneklikler, lcararsızlılclar. televviis ( ﺗ ﻠ ﻮ ثa.i. levs'den. c . : televvüsat): kirlenme, pislenme, bulaşıp murdar olma, televviisât ( ﺗ ﻠ ﻮ ﺛ ﺎ تa.i. televvüsun c .) : kirlenmeler, pislenmeler, bulaşıp murdar olmalar.
telh-giiftâr ﺑ ﻐ ﺎ ر telh-gû).
( ﺗﻠﺦf.b.s.): acı sözlü, (b k z:
t e l h î - ( a . i . ) :acılık, (bkz :merâret). telhib ( ﺗﻠﻬﻴﺐa.i. leheb'den. c . : teİhîbât): alevlendirme; alevlendirilme, tutuşturma; tututturulma. teİhîbât ت ( ﻳ ﺎa.i. teİhîb'in c .) : alevlendirmeler; alevlendirilmeler, tutuşturmalar; tutuşturulmalar. telhî-çeşîde ٥L meşakkat ؟ekmiş.
T
خ٠( ﺗﺎf-b.s.): acı tatmış,
telhîd ب (a.i. İâhd'den): 1. kabire İâhid yapma, kabir lâhidlenme.2. gömme, (blcz: defn). telh if ( ﺗﻠﻬﻴﻒa.i.c.: teİhîfât): acmma, acıklanma. teİhîfât ( ﺗ ﻠ ﻬ ﻤ ﺎ تa.i. telhifin c .) : acınmalar, açıklanmalar.
teleyyün ( د نa.i. leyn'den): 1. yumuşama, sertliğini kaybetme. 2. sulanma,
telhim (٠( ﺗﺎﺣﻲa.i. İâhm'den): semirtme, etlendirme.
teleyyiin-i d im â g î: hek. beyin sulanması,
telhîn ن٠( ﺗﻠﺢa.i. İâhn'den c . : teİhînât): 1. okurken h arfveyâ kelime değiştirme. 2. nagme ile okuma. 3. yanlışını ؟ikarma.
teleyyiis ( ﺗ ﻠ ﺚa.i. leys'den): arslan yürüyüşlü, arslan yürekli olma, arslan kesilme, telezziic ( ﺗﻠ ﺰ جa.i. İüzûcet'den): yapışkan olma, telezzüz ( ﺗ ﻠ ﺬ ذa.i. lezzet'den. c . : telezziizât): lezzet, tad alma, hoşlanma, hoşa gitme, telezziizât ( ﺗ ﻠ ﺬ ﻧ ﺎ تa.i. telezzüz'iin c .) : lezzet, tad almalar, horlanmalar, hâz etmeler, te lfif ( ﺗﻠﻐﻴ ﻒa.i. le ffd e n ): sarma, bürüme; örtme. / /
telh-gû ( ' ﻧ ﻠ ﻴ ﻜ ﻮf.b.s.) : acı söyleyen, (bkz : telhgüftâr).
telfîk ( ﺗ ﻠ ﻴ ﻖa.i. lefk'den. c . : telfîkat): 1. birleştirme, toplayıp bir arada birleştirme. 2. k ؛tma, *katkıda bUlunma. 3. fık. Çarklı iki mezhep görüşünü birleştirme. 4. ed. (b k z: tenâsüb).
teİhînât ( ﺗ ﻞ ﺀ ﻳ ﺄ تa.i. teİhîn'in c .) : 1. okurken kelime veyâ h arf değiştirmeler. 2. nağme ile okumalar. 3. yanlışını ؟ikarmalar. telhis (a.i. lahs'dan. c . : teİhîsât): 1. .özetleme, hulâsa etme, uzun bir yazıyi kısaltma. 2. tar. sadrâzam tarafindan pâdişâha yazılacak şeylerin kısaltması veyâ bu yolda kısaltılmış yazı. teİhîsât ا ت١( ﺗ ﻠ ﺨ ﻊa.i. teİhîs'in c .) : özetlemeler, kısaltmalar, hulâsalar. telhisen ( ًﺗ ﻠ ﺨ ﻴ ﻌ ﺎa.zf.): .özet olarak, kısaltılarak. (b k z : hulâsaten).
telfîkat “( ﺗﻠﻔﻘﺎ تka" uzun okunur, a.i. tel'fik'in c .) : 1. birleştirmeler, bir arada toplamalar, (b k z: miiellefât). 2. üzerine katmalar, *katkıda bulunmalar.
telhisi (a.f.i.): Bâblâlî'den pâdişâha yazılacak şeylerin .özetini ؟ikaran me'mur.
telh ( ﺗﻠﺦf.s.): acı. (bkz : mürr). G üftâr-1 telh : acı söz.
te ^ -k â m ( ﺗﻠ ﺨ ﻜﺎ مf.b.s.): “ damağı acı" : keder-
telh-âb, telh-âbe
ه٠ ﺗﻠﺨﺎ،
(f.i.): acı su.
telh-bâr ﺑ ﺮ١( ﺗﻞf.b.i.) 1 ؛. meyvesi acı olan, acı olan meyve. 2. neticesi acı olan İş.
telhiye ي (a.i. levh'den): gafil, [birisini) eğlendirme; eğlenme, hoş vakit geçirme,
telh-kâm î ( ﺗﻠ ﺨ ﻜﺎ ﻣ ﻰa.b.i.): kederlilik. telh-m izâc ( ﺗ ﻠ ﻎ ز ا جf.a.b.s.): kötü huylu, (b k z : bed-ah!âk, bed-tînet).
1247
telh-nâk te lh -n â k
ﺗﻠ ﺨﻨﺎ ك
( f .b .s .) : le z z e ti a c ı o lan , h o ?
ﺗﻠﻌﻴﺐ
t e l 'î b
(a.i. İ u 'b 'd a n ) : o y n a tm a , r a k se ttir-
( a .i.c .: t e lk in â t ) : 1. [fikir] aşıla -
ﺗﻠﻴﺪه، ﺗ ﻠ ﻴ ﺪ
(a.i. v e le d 'd e n ) : y a b a n -
CI m e m le k e tte d o ğ d u ğ u h a ld e k ü ç ü k ik en İslâ m d iy â r m a g e tirile re k o r a d a b ü y ü m ü ş v e o r a n ın tâ b iiy e tin i k a b û l e tm iş o la n k im -
koym a.
2 . y e n id e n
M ü s lü -
m a n o lan k im s e y e îm â n e s a s la rım a n la tm a . 3.
m e, o y n a tılm a , (b k z : terkis).
te lid , te lid e
ﺗ ﻌ ﻦ
te lk in
m a , k u la g m a
o lm a y a n .
01ü g ö m ü ld ü k te n so n ra m e z a r b a ç m d a
İm a m ın sö y le d iğ i d în î sözler,
t e l k i n b i - n e f s i h i : p s i k . k e n d i k e n d in e telk in , f r . a u t o - s u g g e s t i o n .
t e l k i n - i r ü c û ' : h n k . z in â gib i, h a d d i m û c ib b ir c ü r m ü ir tik â b e ttig in i h â k im in h u z û -
t e 'l î f
ﺗﺄﻟﻴﻒ
(a.i. iilfe t 'd e n ) : 1. u z la ş tır m a , b a r i? -
tırm a . ( b k z : m ü sâ leh a , m ü sâlem et).
ru nd a
İk râ r
ed en
?a h sa
bu
ik r â r m d a n
n ü k û l e tm e sin i h â k im in içrâ b ı v e İh sâs etm esi, [m e s e lâ : g a y r i m e ç rû m ü n â se b ette
t e 'l î f - î b e y n : a ra b u lm a , u z la ş tırm a , ?ek ild e
b u lu n d u ğ u n u İk râ r ed en ؟a h sa h â k i m i n :
h o şn U d etm e .
“ z in â m i y a p tm ? b e n z a n n e tm e m k i sen
2 . ( a .i.c .: te'lîfât) k ita p , e ser y a z m a ؛y a z ıl-
b ö y le b ir ? e y y a p m ı? o la sm '', “ sen y o k s a
t e 'l î f - i k u l û b : g ö n ü lle ri iy i
m u â m e le d e
ç e k e ce k
b u lu n m a ؛
m i? , o rta y a k o n u lm u ş eser. Z a 'f-1 t e 'l î f : e d .
r ü 'y â m i g ö rd ü n ?” v e y â ''a r a n ız d a b ir a k d -i
ifâ d ed e d ü şü k lü k .
n ik â h b u lu n m u ? o lm a s ın ?" d em esi gibi].
ﺗﺄﻟﻴ ﻔﺎ ت
t e 'l î f â t ler.
(a.i. t e 'l î f in c . ) : 1. t e 'lîf e tm e -
2 . y a z ılm ış
k itap lar,
eserler,
(b k z :
m ü ellefât).
t e 'l î h
ﺗﺄﻟﻪ
t e l 'î n
ﺗﻠ ﻌ ﻴ ﻦ
(a .f.b .s .) : t e 'lîf e d ilm i?.
(a.i. İ l â h 'd a n ) : ta n r ıla ş tır m a ,
ﺗ ﻞ
t e ll-i c e b e l : d a ğ tepesi,
(a.i. lâ 'n 'd e n . c . : t e l 'î n â t ) : lâ 'n e t
ﺗﻠ ﻌ ﻴ ﻌﺎ ت
(a.i. te l'în 'in c . ) : lâ 'n e t o k u m a -
lar, lâ'netlem eler, lcargım alar.
ﺗ ﻞ ﻛﺎرى
te l-k â r î
t e ll-i r e f i ' : y ü k s e k tepe,
ﺗﻠ ﻤﻴ ﻊ
t e lm i'
(t.f.b .i.): tel h â lin d e o lan g ü -
(a.i. İâ k a b 'd a n . c . : t e lk ib â t ) :
lâ k a p la n d ırm a , lâ k a p ta k m a ,
ﺗﻠ ﻘﻴﺒﺎ ت
te lk ib â t
(a.i.
te lk ib 'in
c .) :
ﺗﻠﻘﻴﺢ
(a.i. İü k u h 'd a n . c . : t e lk ih â t ) : 1. aşı
y a p m a , a şıla m a ; a şıla n m a . 2 .b o t. d işi m e y v e y e erlcek m e y v e n in to z u n u a şıla m a , d ö l le n d irm e .
d a n a lm a n s e ru m la y a p ıla n aşı [çiçek h a st a lığ ın a k a rşı-].
t e l lc i h - i c e d e r î : çiçe ğ e tu tu lm u ? lcim seden a lm a n
s e ru m la y a p ıla n karşı-'].
aşı [çiçek h a sta -
2 . erkelc h a y v a n
n u tfe sin i
u sû lü n e gö re d işi h a y v a n a a şıla m a , ( b k z : ilk ah ).
( ﺗﻠﻘﻴﺤﺎ تa.i. t e lk ih 'in c . ) : aşılar, ( ﻟ ﻠ ﻘ ﻴ ﻢa.i. l o k m a 'd a n ) : lo k m a v e rm e ,
te lk ih â t te lk im
v e rilm e , lo k m a lo k m a y e d ir m e , y e d irilm e .
1248
ren k
t e lm iâ t
ت،( ﺗﻠﻤﻴﻊa.i.
t e lm i'in c.) ؛telm i'ler, k a r i-
ş ık y â ^ ılm ış şiirler.
te lm ih
ﺗﻠ ﻤﻴ ﺢ
(a.i. m e lh 'd e n . c . : t e lm ih â t ) :
sö z a ra sın d a lcastedilen b ir ? e y i m â n â lı
o la ra k sö ylem e, a ç ık sö ylem em e, İm â li lcon u şm a . 2 . ed . ib âred e b a h s i g e ç m e y e n b ir k ıssa y a , fık r a y a , a ta sö zü n e v e y â m e şh u r b ir ?iire, b ir sö ze işâ ret etm e. M e se lâ : "ç o k ta n a ?m ı? 0 b e lk i İ z m it'i d e'' m ıs r a ın ın ,“ ati a la n
t e l lc i h - i b a k a r î : in e k m e m e si lc a b a rc ık la rm -
lığ ın a
2. ren k
o lan m a n z û m e y a p m a , (b k z : m ü le m m a '),
1.
lâ k a p la n d ırm a la r, lâ k a p ta k m a la r,
te lk ih
p a rıld a tılm a .
F a r sç a , (,Türkçe g ib i b a şk a b a ş k a d ille rd e
y a p ıla n İş, g ü m ü ş İşlem e, g ü m ü ş lcakm a.
ﺗﻠ ﻘﻴ ﺐ
(a.i. le m e â n 'd a n . c . : t e l m iâ t ) :
1. p a rıld a tm a ,
y a p m a , y a p ılm a . 3 . ed. m ıs r â la r ı, A r a p ç a ,
rnü şü ö re rek v e y â b ir ? e y ü z e rin e k ak aralc
te lk ib
( a .i.c .: t i l â l ) : tepe, k ü m e , y ığ ın , (b k z :
ş im r â h ) .
o k u m a , lâ 'n etlem e , k a r g ım a ,
t e l 'î n â t
(a.i. t e lk ih in c . ) : 1. ö ğretm eler.
2 . ö ğ re tile n ?eyler.
te li
ﻷﻟﻴﻒ ﻛﺮده
t e 'l i f - k e r d e
ﺗ ﻖت
te lk in â t
Ü sk ü d a r'ı g e ç t i" ib â re sin e te lm ih e d ilm esi gibi.
te lm ih â t
ﺗﻠﻤﻴﺤﺎت
(a.i. te lm ih 'in c . ) : telm ih ler,
im a li sözler.
te lm ih e n
ﺗﻠﻤﻴﺤﺄ
( a .z f .) : te lm ih y o lu y la , te lm ih
İçin, İm â li o larak .
te ls im
ﺗﻠﺒ ﻢ
( a .i.c . : t e İ s îm â t) : a ğ z ın ı ö p m e ؛
ö pm e, ( b k z : takbil).
te İs îm â t
ﺗﻠ ﺸ ﺴﺎ ت
le r ؛ö pm eler.
(a.i. teİsîm 'in c . ) : a ğ ız ö p m e -
١
Temâşâ-hâne-i Osmânî (tiyatrosu) telvi ' ( ﺗﻠﻮﻳﺢa.i. lev'den. c . : telviât): İçini yakıp dertlendirme; dertlendirilme, İÇİ yanma, üzülme. telviât ( ﺗﻠ ﻮﻳﻌﺎ تa.i. telvi'in c .) : İçini yakıp dertlendirmeler, dertlendirilmeler. telvih ( ﺗﻠﻮﻳ ﺢa.i. levh'den. c . : telvihât): 1. açıklama, belli etme. 2. ed. lüzumlu şeylerden bahsetmek sûretiyle olan kinâye ["filâncanın mutfağında çok odun sarfolunur'' denildiği zaman bundan mutfekta çok yemek piştiğine, ev sâhibinin cömertligine ve misafirinin çokluğuna intikal edilir]. 3. posa hâline getirme, telvih m edresesi: miftah ve hâriç medreseleri arasında yer alan üçüncü derecede bir medrese. telvîhât ( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﺤ ﺎ تa.i. telvîh'in c .) : telvihler, açıklamalar. telvim ( ﺗﻠ ﻮﻳﻢa.i. levm'den. c . : telvim ât): azarlama, azarlanma, paylama, paylanma, çekiştirme, çekiştirilme. telvimât ( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﻤ ﺎ تa.i. telvim'in c .) : azarlamalar, azarlanmalar, çekiştirmeler, çekiştirilmeler. telvin ( ﯯ ﺑ نa.i. levn'den. c . : telvinât): renk verme, boyama, boyanma,
temâhiil ل ranma.
( ﺗﻤﺎهa.i.): mühlet verme; ağır dav-
temâliik ( ﺗ ﻤ ﺎ ﻟ ﻚa.i.): kendine hâkim olma, nefsini tutabilme.
temâm ( ﺗﻤﺎمa.i. temm'den). (bkz : tamâm), temânü' ( ﺗ ﻤﺎ خa.i.): fels. fr. exclusion. temânıZü٥ jUj (a.i. maraz'dan. c. :tem âruzât): yalandan hastalanma, kendini hasta gibi gösterme. tem âruzât ( ﺗ ﻤﺎ ر ﺿﺎ تa.i. temâruz'un c .) : yalandan hastalanmalar, kendini hasta gibi göstermeler. temâsih ( ﺗ ﻤﺎ ﺳ ﺢa.i. timsâh'ın c .) : timsahlar, temâsil ( ﺗ ﻤ ﺎ ﺛ ﻴ ﻞa.i. timsâl'in c .) : timsaller, sûretler, resimler, semboller, temâss ( ﺗ ﻤ ﺎ سa.i. mess'den): 1. birbirine değme, dokunma. 2. yan yana bulunma. 5 ٠münâsebette bulunma; İlişki, temâsül ( ﺗ ﻤ ﺎ ﺛ ﻞa.i. mesl'den. c . : temâsülât): 1. benzeme, benzeyiş, (bkz : müşâbehet). 2. mat. kesirsiz taksim kabûl etme. tem âsül-i a 'd â d : fer. biri mirasçı adedini, diğeri de mirastaki hisseyi İfâde eden iki sayının birbirine müsâvî (*eşit) olması hâli,
telvinât ( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﻌ ﺎ تa.i. telvin'in ç .) : renk vermeler, verilmeler, boyamalar, boyanmalar,
temâsülât ( 'ﻧﻤﺎ ﺛ ﻼ تa.i. temâsül'ün c.) : 1. benzemeler, benzeyişler. 2. mat. kesirsiz taksim kabûl etmeler.
telvis ( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﺚa.i. levs'den. c . : telvisât): 1. buİaştırma, kirletme, pisletme. 2. mec. bozma, berbâdetme [bir İŞİ-].
tem âşâ ( ﺗﻤﺎﺷﺎf.i.): 1. bakıp seyretme. 2. gezme, (bkz : teferrüc3, tenezziih). Şâyân-I tem âşâ : görülmeye değer.
telvisât ( ﺗﻠﻮﻳﺘﺎ تa.i. telvis'in c .) : 1. bulaştırmalar, lcirletmeler, pisletmeler. 2. mec. [İşleri] bozmalar, berbâdetmeler.
tem âşâ-gâh ( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺎهf.b.i.): 1. seyir ve gezinti yeri. 2. tiyatro. 3. sinema.
telviye ( ﺗﻠﻮﻳﻪa.i.): burma, kıvırma, çevirme,
( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﻪf.b.i.). (bkz : temâşâ-gâh). tem âşâ-ger ( ﺗﻤﺎ ﺷ ﺎ ﻛ ﻞf.b.i.c.: temâşâ-gerân):
telyin ( ﺗ ﻠ ﻴ ﻴ ﻦa.i. leyyin'den) 1 ؛. yumuşatma, yumuşatılma. 2. liynet verme, İÇİ yumuşatma, kabızlıktan kurtarma,
tem âşâ-gerân ( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺮافf.b.i. temâşâ-ger'in c .) : seyircilei'.
telziz ( ﺗ ﻠ ﺬ ﻳ ﺬa.i. lezzet'den): lezzetlendirme, tatlandırma, tatlandırılma,
temâşâ-geh seyirci.
tem âşâ-gerî ( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺮ ىf.b.i.) : seyircilik,
temâciid ( ﺗ ﻤ ﺎ ﺟ ﺪa.i. m ecd'den): ululuğunu, büyüklüğünü, şerefini çoğaltma,
temâşâ-hâne ( ﺗﻤﺎﺷﺎﺧﺎﻻf.b.i.): 1. etrâfı temâşâ edecek yer. 2. mec. dünyâ. 3. tiyatro oynanan yer.
temâdî ( ﺗ ﻤ ﺎ د ىa.i. m edd'den): siirme,. sürüp gitme, uzama, devâmedegelme.
tem âşâ-hâne-i garâib : garip şeylerin görülme yeri.
tema'diin ( ﺗﻤﻌﺪ نa.i. ma'den'den): mâdenleşme, mâden hâline geçme,
Tem âşâ-hâne-i Osm ânî (tiyatrosu): Küçük İsmail tarafından 1883 de İstanbul'da kurulan bir tiyatro topluluğu.
temahhut ( ﺗ ﻤ ﺨ ﻂa.i.): sümkiirme.
1249
٠emâ$â-kârî
temâşâ-kârî ( ﺗ ﻤﺎ ﺷﺎ ﻛﺎ ر ىf.b.i.): seyircilik, seyirci vaziyeti.
temattî ( ﺗ ﻤ ﻄ ﻰa.i. matiyy'den) : gerinme [vücutta duyulan ağırlıktan dolayı],
temattur ( ﺗ ﻤ ﻄ ﺮa.i. m atar'dan) : yağmur yağma; Sicak mevsimde serinlemek üzere yağmur altına çıkma.
temâvüt ( ﻧﻤﺎوتa.i. mevt'den) : kendini ölmüş gibi gösterme.
temâyül ( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﻞa.i. meyl'den. c . : tem âyülât): 1. meyletme, eğilme, bir yana ؟arpılma. 2. bir yana veyâ bir kimseye fazla tarafdârlık ve sevgi gösterme.
temâyül-i rahim : hek. rahim çarpıklığı, temâyülât ( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﻼ تa.i. temâyül'ün c .) : 1. meyiller, muhabbetler, sevgiler. 2. mec. bir tarafa doğru meyletmeler, eğilmeler,
temâyüz ( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﺰa.i. meyz'den. c.: tem âyüzât): yükselme, üstün olma, sivrilme, kendini gösterme.
temâyüzât ( ﺗ ﻤﺎ ﻳ ﺰا تa.i. temâyüz'ün c .) : yükselmeler, üstün olmalar, sivrilmeler, yükselmeler, kendini göstermeler,
temazmuz ( ﺗﻤﻐﻤ ﺾa.i. m azm aza'dan): ağzını su ile çalkalama,
temâziic ( 'ﻧﻤﺎزجa.i.): şakalaşma, temcîd ( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺪa.i. mecd'den. c . : temcidât):
temeddiih ﺗ ﻤ ﺪ ح
(a.i.
m e d h 'd e n
c. :
te m ed d ü h ât) : b ö b ü rle n m e , k e n d in i Ovm e.
temeddiihât 'ﻧﻤﺪ ﺣ ﺎ ت
(a.i. te m e d d ü h 'ü n c.) :
b ö b ü rlen m eler, k e n d in i ö vm eler,
temeddün
ﺗﻤﺪ ن
(a.i.
m e d e n iy y e td e n ) :
m ed en ile şm e, m e d e n i o lm a , .u y g a r la ş m a ,
temehdi ﺗ ﻤ ﻬ ﺪ ى d â v â sın a
(a.i.): m e h d ileşm e , m e h d ilik
k a lk ışm a ,
m e h d ilik
d â v â sın d a
/ ٠٠
b ^ lu ^ m a .
temehhiid ﺗﻤﻬﺪ
(a.i. m e h d 'd e n ) : 1. y a y ı l l j l d ö -
şen m e. 2 . m e h d ilik satm a,
temehhür ( ﺗﻤﻬﺮo.i. m a h â re t'd e n )
: m â h ir o lm a ,
u z elli o lm a.
ﺗﻤﻜ ﻦ
temekkün
(a.i.
m e k â n e t'd e n ) :
m e k â n la n m a , y erleşm e, y e r tu tm a ,
temellük ﺗﻤﻠﻖ
c. :
(a.i. m e lk 'd e n .
tem ellu k at) :
y a lta k l'a n m a , d a lk a v u k lu k ,
temellukat ﺗ ﻤ ﻠ ﻘ ﺎ ت te m e llu k 'u n
c.) :
(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. y a lta k la n m a la r ,
d a lk a -
v u k lu k la r.
temellük ﺗ ﻤ ﻠ ﻚ
(a.i. m e lk v e m ü lk 'd e n . c. :
tem ellü kât) : m ü lk e d in m e , k e n d in e m a l etm e, sâ h ip o lm a .
temellüke sâlih tabiî kuvvetler : huk.
elekt-
rik , su g ü c ü g ib i ü stü n d e m ü lk iy e t h a k k i k u ru la b ile n tab ii ( d o ğ a l ) k u v ve tle r,
temellükât ﺗﻤﻠﻜﺎ ت
(a.i. t e m e llü k ü n c.) : m ü lk
1. ululama, ağırlama. 2. sabah namazı vak- ed in m eler, k e n d in e m a l etm eler, sâ h ip olm alar. tinden evvel minârelerde belli makamlarda söylenen Arapça niyaz İlâhisi [ilkönce Hz. temelliil ( ﺗ ﻤ ﻠ ﻞa.i. m illet'd e n ) : 1. m ille tle n Bilâl-İ Habeşî tarafından söylenmiştir], m e, b ir m ille tin ferd i o lm a . 2 . b ir d in e
temcidât ( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺪ ا تa.i. temcid'in c .) : 1. ululamalar, ağırlamalar. 2. sabah namazı vaktinden evvel minârelerde söylenen niyaz İlâhileı'i.
temcis ( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺲa.i.): birisini mecûsî dinine sokma.
temdid ( ﺗﻤﺪﻳﺪa.i. m edd'den): 1. uzatma, uzatılma; sürdürme, (bkz : tatvil). 2. bir harfi uzun okuma, çekme, (bkz : İmâle). 3. kim. sulandırma.
temdih ( ﺗ ﻤ ﺪ ﻳ ﺢa.i. medh'den. c . : dîhât): çok övme.
temdîhât ( ﺗ ﻤ ﺪ ﻳ ﺤ ﺎ تa.i. temdih'in c .) : çok övmeler.
temdin ( ﻟﻤﺪﻳﻦa.i.): medenileştirme, temeccüd ( ﺳ ﺠﺪa.i. m ecd'den): ululaşma, şerefsâhibiolm a.
1250
3.
m e n sû b o lm a .
(m elel,
m e lâ l'd e n )
hek.
lıa sta lığ ın te'siriyle y a ta k ta ı'ah at y a ta m a y ıp , k ım ıld a n ıp d u rm a ,
temelmül ( ﺗﻤﻠﻤ ﻞa.i.) : y a ta k ta ra h a t o lm a m a , temennâ ( ﺗ ﻤ ﻐ ﻰo.i. m ü n y e 'd e n ) : 1. (b k z
:
tem en n i). 2 . tem en n â h , eli b a şa g ö tü re re k v e rile n selam .
temenni ﺗ ﻤ ﻐ ﻰ
(a.i.c. : te m e n n iy y â t) : d ilem e,
dilek, istek.
tem enni^ât ' ﻧ ﻤ ﻴ ﺎ تa.i.
te m e n n i'n in c.) : d ile -
m eler, dilekler, istekler,
temerküz ﺗ ﻤ ﺮ ﻛ ﺰ tu tm a .
4.
(a.i. m erk e z'd en ) :
2 . to p la n m a .
kim.
3 . b irik m e ,
1. m erk e z y ığ ılm a .
*d e rişm e, s u y u a z a la r a k k o y u h âle
gelm e, k o y u la şm a , fr. concentration, temerkiiz-i zerrevi : kim. m o le k ü l *d e rişm esi, fr. concentration moléculaire.
temhîs-'ı İlâhî te m e rm ü r ( ' ﻧ ﻤ ﺮ ﻣ ﺮa.i. mermere'den): 1. hek.
devamlı olarak dil ve dudakların titremesinden İbâret bir hastalık. 2. *bileşim, te m e rm iir-i z iy â -y ı kevkeb : astr. *1Ş1İ *bile-
şim.
٠ (a.i.
m e v c 'd e n . c. : t e m e v v ü -
c a t) : d a lg a l a n m a , d a lg a l ı o lm a , d a lg a d a lg a o lm a , ( b k z : te lâ tu m ) .
tem ewüc-i deryâ : d e n i z i n d a lg a l a n m a s ı, temevviicât ( ﺗﻤﻮﺟﺎتa.i. îe m e v v ü c 'ü n c.) : d a l-
(a.i. mürûd'dan. c .: temerriidât): 1. dikbaşhhk, inat, direnme. 2 . huk. bir borcun geç ödenmesi,
te m e rriid
temevviic س
ﺗﻤﺮد
tem erriid ât ت١( ﺗﻤﺮدa.i. temerriid'ün c .) : dik-
başlılıklar, inâdetmeler, direnmeler, te m e rriin ( ﺗ ﻤ ﺮ نa.i.): tekrar ettire.ettire alış-
tırma; idman yapma, egzersiz yapma, (a.i. mashara'dan. c . : temeshurât): maskaralanmak, maskaralık etmek.
tem esh u r
g a la n m a la r .
temevviil ز و د
(a.i. m â l 'd e n ) : m a l e d in m e ,
z e n g in le ş m e .
temevviit ( ﺗﻤﻮتa.i. m e v t 'd e n ) : hek. b i r o rg a n i n ç ü r ü y ü p ö lü h â l i n e g e ç m e s i, te m e ^ ü '
ص
(a.i. m e y 'd e n . c. : te m e y y ii â t) :
m â y i (sıv ı) h â l i n e g e lm e , c ıv ı k la ş m a ; kim. S ı v ı l a ş m a , fr. liquéfaction,
temeyyiiât ت-
(a.i. t e m e y y i i 'i i n c.) : m â y i
(sıv ı) h â l i n e g e lm e le r, c ıv ı k la ş m a l a r ; kim.
* S iv ıla ş m a la r, fr. liquéfactions, (a.i. temeshur'un c .) : 1. maskaralıklar. 2. maslcaraya, alaya alma- temeyyiih ( بa.i.) : s u l a n m a . lar. temeyyiih-i dem : hek. k a n i n s u l a n m a s ı ,
tem esh u rât ا ت-
tem eskiin ( ' ﻧ ﻤ ﻜ ﻦa.i.): miskin olma, miskin-
İeşme.
temeyyiiz
(a.i.c. : te m e y y iiz â t) : k e n d i n i
ﳌﻴ ﺰ
g ö s t e r m e , s i v r il m e , b e n z e r l e r i n d e n f a r k lı
tem essiih ( ﺗ ﻤ ﺴ ﺢa.i. m esh'den): 1. meshetme,
bir şeye el sürme. 2. bir şeye sürünme, tem essiih ( ﺗ ﻤ ﺴ ﺦa.i.): meslr olma, şekil değiş-
tirme.
o lm a . Mâ bihi't-temeyyüz : k e n d is iy le te m e y y i iz e d i l e n şey.
tem e^üzât ( ﺗ ﻤ ﻴ ﺰا تa.i. .te m e y y iiz 'ü n c.) : te m e y y iiz le r , b e n z e r l e r i a r a s ı n d a s iv r ilm e le r ,
temessiihi ﺳ ﺨ ﻰ٠(تa.s.): meshe inanan.
b e lli o lm a la r .
t e m e s s U k ^ (a.i. mesk'den. c. :temessükât): 1. tutunma, sarılma. 2. borç senedi,
temezzuk ( ﻧ ﺮ قa.i.) : y ı r t ı l m a , p a r ç a p a r ç a
t e m e s s i i l - (a.i. misl'den. c . : temessülât): 1. bir şekil ve sûrete girme, cisimlenme. 2 . benzeşme. 3. biy. *özümleme, fr. assim i-
temhid -
latio n .
m e. (a.i. t e m h i d 'i n c.) : 1. y a y m a -
la r , d ö ş e m e le r , d ö ş e tm e le r . 2 . ıs lâ h e tm e le r , d ü z e ltm e le r .
mesi. tem essiilât ( ﺗ ﺸ ﻼ تa.i. temessül'ün c .) : temes-
siiller, cisimlenmeler; uymalar, — (a.i. m eşy'den): [ma'neviyatta kullanılır],
(a.i. m e h d 'd e n . c. ؛te m h i d â t ) :
1. y a y m a ; d ö ş e t m e . 2 . d ü z e lt m e ; d ü z e n le -
temhidât ا ت-
tem essiil-i k l o r o f il i : bot. klorofil *özümle-
tem eşşî
o lm a .
te m h ik —
(a.i.) : İ p t â l e tm e ,
temhil ( ﺗ ﻤ ﻬ ﻴ ﻞa.i. m e h l 'd e n . c. ؛te m h i l â t ) : yürüme.
tem eççu k ( ﺗﻤ ﺸ ﻖa.i. m eşk'den): 1. meşk alma;
meşk yazma. 2. yazı örneği. 3. alıştırma, tem eşşu t ( ﺗ ﻤ ﺸ ﻂa.i. m uşt'dan): saçını, sakalı-
m tarama, saç sakal taranılma,
m ü h le t, m e h il v e rm e , s o n ra y a
b ıra k m a ,
* e rte le m e ; z a m a n v e f ı r s a t v e r m e ,
temhilât ( ﺗ ﻤ ﻬ ﻼ تa.i. t e m h i l 'i n c.) : m e h i l v e rm e le r, s o n r a y a b ı r a k m a l a r , * e rte le m e le r,
temhir —
(o.i. m ü h r 'd e n ) : m ü h ü r l e m e ,
temhiriyye ( ﺗﻤﻪ؛ري طa.i.) : m i i h i i r .p a r a s ı, b i r
te m e ttu ' ( ﺗ ﻤ ﻌ ﻊa.i.c.: temettuât): 1. kâr etme,
k â ğ ı d ı n r e s m i ş e k il a lm a s ı İç in g e r e k e n
kazanma. 2. kâr, fayda. H isse -i te m e t t u ' : bir şirket hissedarlarından her birine İsâbet eden kâr.
m ü h ü r ü n b a s ı lm a s ı İ ş in d e ö d e n e c e k iic r e t.
tem ettu ât ( ﺗ ﻤ ﺘ ﻌ ﺎ تa.i. temettu'un c .) : kârlar,
feydalar, kazançlar.
temhis -
(a.i. m a h s 'd a n . c. : t e m h is â t) :
te c r ü b e , i m t i h â n e tm e ,
temhis-i İlâhî : A l l a h 'ı n k u l u n u i m t i h a n e tm e s i.
1251
»emhîsâ» temhisât ( ﺗ ﻤ ﺤﻴ ﻤﺎ تa.i. temhis'in c .) : tecrübeler, imtihan etmeler.
temmâr temme
temime ( ﺗﻤﻴﻤﻪa.i.): nazar boncuğu, nazarlık. te’mîn ( ﺗ ﺄ ﻣ ﻴ ﻦa.i. em n'den): 1. güvenlik his-
(a.i.): hurmacı, hurma satan,
(a.fi.) : "bitti, tamam oldu” mânâsınadır. [kitapların sonuna yazılmak âdet idi]. ﰎ
si verme. 2. sağlamlaştırma. 3. elde etme. 4. *sağlama.
temmet C — ( ﺗﻢa.fi.): "temme” nin müennesi-
te'mînât ( ﺗﴼ ﻣﻴ ﻐﺎ تa.i. te'mîn'in c .) : *inanca,
temmûziye ( ﺗ ﻤ ﻮ زﻳ ﻪo.i.): ed. yazdan ve Sicak-
*güvence, sağlamlık bakımından gOsterilen kefil, verilen söz veyâ para,
temniye ( ﺗ ﻤ ﻴ ﻪa.i. m eni'den): fizy. meni akit-
te'mînât-ı aymyye : elco. karşılığı mal olan te'minat.
dir]. (bkz ؛temme). tan bahs ile medhe dâir yazılan kaside, ma, belini getirme,
temr ( ﺗﻤﺮa.i.): hurma, (bkz : nahl).
te'minen ( ﺗﺄﻣﻴﻨﺎﺀa.zf.): te'mîn sûretiyle. te'mîr ( ﺗ ﺄ ﻣ ﻴ ﺮa.i. em r'den): vâlî olarak tayin etme, vâlî yapma.
temr-i H in d i : Hind hurması, demirhindi, [meyvasıyla şerbeti yapılır],
temre ( ﺗﻤﺮهa.i): bir tek hurma,
te'mît ( ﺗﺄﻣﻴﺖa.i.) : zihnen tahmin etme, (bkz : tahmin, takdir).
temkin ( ﺗ ﻤ ﻜ ﻦa.i. mekânet'den): 1. ağır başlılık. 2. hek. hastalığın bir yere yerleşmesi. 3. ihtiyat, tedbir. Ehl-İ temkin : ı) ağırbaş1ı; 2) tas. televvünden kurtulup huzur ve
temri ( ﺻ ﻰa.i.): hurmayı seven, temrih ( ﺗﻤﺮﻳﺦa.i.): hafifçe siirme, uguşturma. temrin ( ﺗ ﻤ ﺮ ﻳ ﻦa.i.c.: temrinât): alıştırma, idman yaptırma, yaptırılma, egzersiz, idman,
temrinât ( ﺗﻤﺮﻳﺎ تa.i. temrin'in c .) : temrinler, egzersizler, idmanlar, alıştırmalar,
sükûna mazhar olmuş kimse, kendini yalniz Tanrı yoluna adamış olan kimse. Pürtem kin : ؟ok ağırbaşlı.
temrir ( ﺗ ﻤ ﺮﻳ ﺮa.i. m iirr'den): acılık verme, ve-
temlie ( ﺗ ﻤ ﻠ ﻐ ﻪa.i. m el'den): ağız ağıza doldur-
temriz ( ﺗﻤﺮﻳﺾa.i. m araz'dan): zayıf gösterme, gösterilme [daha ؟ok söz hak.],
ma. temlih ( ﺗ ﻤﻠ ﺢa.i. m ilh'den): 1. tuzlama, İçine tuz katma ؛tuza yatırma. 2. ed. söz arasında giizel bir mazmun (niilcteli, cinaslı, giizel söz) söyleme. temlihât ( ﺗ ﻤﻴ ﺤﺎ تa.i. temlih'in c .) : temlihler, nükteli, cinaslı, giizel sözler.
temlik ( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴ ﻚa.i. melk ve miilk'den. c . : temlilcât): mülk olarak verme,
temlik-i sahih ile tem lik : kamu yararına kullanılan arazinin herhangi bir sebeple başkalarına satılması. temlikât ( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴ ﻜ ﺎ تa.i. temİîk'in c .) : miilk olarak vermeler. temliken ﻜ ﺄ sûl'etiyle.
( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴa.zf.): miilk olarak vermek
lirinin birine verilmesi veya şartlara uygun olarak rakabenin temlikini bildiren vesika.
temİîk-nâme-i hüm âyûn :
temsih
( ﲤﰞa.i. m esh'den): Allah'ın insani maymun kılığına sokması,
temsih ( ﺗ ﻤ ﺠ ﺢa.i.). (bkz : mesh). temsil ( ﺗﻤﻔﻴﻞa.i. misl'den. c . : temsilât): 1. benzetme. (bk z: teşbih). 2 . bir şeyin aynını yapırfa. 3. örnek söz ؛söz gelişi. 4. tiyatro oyunu. 5 ٠*özümleme, alınan gıdanın uzviyete dâhil edilmesi, fr. assimilation. 6 . [birinin veyâ bir topluluğun] adına hareket. ﺀ
temsilât ( ﺗﻤﺜﻴﻼتa.i. temsil'in c .) : temsiller, temsili ( ﺗﻤﺸﻠﻰa.s.): temsile âit, temsil ile ilgili, temsili hükümet : milletin yasama g'ücünün kullanılmasını parlamentoya devretmesine dayanan İlükûmet şekli,
temsili teşbih : ed. benzetilenle benzetmelik
temlik-nâme ( ﺗ ﻤﻠ ﻴ ﻜ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): miri arazi ge-
(b k z: temlik-
nâme).
temlis ( ﺗﻤﻠﻴ ﺲa.i. m elis'den): düzleme, pürüzlerini giderme.
temliye ( ﺗﻤﻠﻴﻪa.i.): doldurma, doldurulma. 1252
rilme.
arasındaki birden fazla Özellikleri Sira ile anlatılarak yapılan teşbih,
temsiliye ( ﺗ ﻤﺜﻴﻠ ﺠ ﻪa.i.): ed. bir yığının bir yıgına, birka ؟şeyin birka ؟şeye benzetilmesi,
temsir ( ﺗﻤﻌﺒ ﺮa.i. m ısr'dan): bir yeri şehirlendirme, şehir hâline getirme,
temsiye ( ﺗ ﻤ ﺴ ﻪa.i.): “akşamınız hayırlı olsun, tünaydın, hayırlı akşamlar.” gibi akşam
»enoggum selâmı verme, [Arapçasi : nıesâküm bi'1hayr'dir].
temşît ( ﺗ ﻤ ﺸ ﻴ ﻂa.i. muşt'dan) : tarama, taranma. 1. yürütme, yürütülme. 2. meydana gelmesini kolaylaştırma.
temşiyet-i umUr : İşleri yoluna koyma, ileriletme, yürütme.
temti' -
(a.i.) : faydalandırma, faydalandırilma, kâr ettirme, kâr ettirilme.
temvih ه٠( ﺗﻤﻮa.i. ma'dan. c. : temvihât) : 1. sulandirma, su katma. 2. ed. sözü yaldızlama. 3. haksiz bir şeyi telleyip pullayarak hakli gösterme. 4. başka bir mâdeni, altın veyâ gümüş suyuna daldırma, galvanoplasti, fr.
galvanoplastie.
te n
ﻟ ﻦ
( f .i .) : 1. i n s a n v ü c u d u n u n d ış y ü z ü .
b ü n y e li , b ü n y e s i d e m i r g ib i s a g l a m o la n . N e r m - t e n : y u m u ş a k v ü c u tlu . te n â c î
ﺗﺘﺎﺟﻰ
( a . i . ) : f ıs ıld a n m a , f ı s ıl tı ile k o n u ş -
ﻣﺎ ب
(a.i. n i d â d v e n e d d 'd e n ) : 1. b ir b i-
m a. te n â d d
r i n d e n ü r k m e . 2 . d a g il m a , p e r i ş a n o lm a . Y e v m ü 't - t e n â d d ٠ . k ıy â m e t
وا د ى
te n â d î
(a.i. mey'den) : mâyî (sıvı) hâline getirme; fiz., kim. *sivindirmafk] fr.
liquéfier.
(a.i. n e d e m 'd e n ) : k o n u ş m a ,
( b k z : m u s â h a b e t) .
ﺗ ﻐﺎ د ر
( a . i . ) : n a d ir le ş m e , a z b u l u n u r
ﺗﻴ ﻐ ﻂ
(a.i.) 1 ؛. ç o k h i d d e t l e n m e , a te ş
o lm a . p ü s k ü r m e . 2. h e k . y a k ı y a p ı ş t ı r m a k l a c ild in k a b a rm a sı. te n â fî
دا ﻓ ﻰ
( a .i.) : b ir b irin e z ıt v e m u h a lif
o lm a . t e n â f î - i a k v â l : s ö z l e r in , l â k ı r d ı l a r ı n b ir ib i a n tilo g iq u e . t e n â f i i r (a.i. n e f r e t 'd e n ) : 1. b i r b i r i n d e n n e f r e t e tm e , b i r b i r i n d e n ü r k ü p k a ç m a . 2 . e d . k u -
temyi-ihevâ : fiz. havayı tazyikle, mâyî (sıvı) hâline getirme, SIVI hava. temyiz -
(a.i. meyz'den) : 1. ayırma, ayrilma, seçme, seçilme. 2. iyiyi kötüden ayirdetme. 3. [Tanzimat'tan sonra] bir dâvânm üçüncü ve son görülme derecesi. Mahkeme-i temyiz : temyiz mahkemesi (*yargitay). Divân-ı temyiz : temyiz mahkemesinin kuruluşundan önce bu mahkemenin İşini gören dîvân. 4. a. gr. sayıları ve belirsiz isimleri belirten kelime. Meselâ : “işrûne dirhemen = yirm i dirhem” ve “ratle zeyten = bir ratıl zeytinyağı” tâbirlerinde : “ dirhemen” ve “zeyten” gibi. (a.zf) : temyiz sûretiyle, tem-
yiz yoluyla.
temzic زﻳﺞ٠(تa.i. mezc'den). (bkz : meze). temzik س.( ى وa.i.c. : temzikat) : yırtma, paralama.
ﻣﺎ د م
te n â d iim
r i n e u y m a m a s ı , fe ls . m a n t i g a u y m a y a n , f r .
temyi' -
temyizen ا-
(a.i. n i d â 'd a n ) : b i r b i r i n e n i d a
günü.
te n a f fn t
edilme.
(b k z :
e tm e , b a g i r m a . Y e v m ü 't - t e n â d î ٠ . k ıy â m e t
malar. 3. haksızlıkları hakli göstermeler.
temvil ( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﻞa.i. mâl'den) : mal sâhibi etme,
günü,
rû z -i m a h şe r).
te n â d iir
casma yapılan temvihler; aptalaldatir nitelikteki temvihler.
o k u n u r , a.i.
g ö v d e, v ü c u t, b e d e n . Â h e n - t e n : d e m ir
temvihât ( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﻬ ﺎ تa.i. temvih'in c.) : 1. sulandirmalar, su katmalar. 2. ed. sözü yaldızlatemvîhât-1 ebleh-firibâne : aptalları aldatır-
(" k a ” u z u n
te m z îk l n c . ) : y ırtm a la r, p a ra la m a la r. 2.
temşiyet, temşiye ﺗﻤﺸﻴﻪ، - ( a . i . m e ş y 'd e n ) :
ﺗ ﻤ ﺰ ﻳ ﻘﺎ ت
te m z ik a t
la g a h o ş g e lm e y e n h e c e v e y â k e li m e l e r i n b i r a ra d a b u lu n m a s ı. t e n â f ü r - i h u r û f : e d . k u la g a h o ş g e lm e y e n h a rfle rin
b ir
a ra d a
b u lu n m a s ı,
[m e s e lâ '
N â b î 'n i n " L e ta f e t k a t k a t o lm u ş â r ı z ı n d a n e s t e r e n l e n m i ş ” m ı s r a ı n d a k i ''n e s te r e n le n m i ş ” k e li m e s i g ib i]. t e n â f ü r - i k e l i m â t : e d . k u la g a h o ş g e lm e y e n k e l i m e l e r i n b i r a r a d a b u l u n m a s ı , [m e s e lâ Â m i d l i H â m i 'n i n "E y a n d e lib ; o g ü l u y u m u ş m u ş se s is te m e z " m ı s r a ı n d a k i “u y u m u ş m u ş ” k e li m e s i g ib i]. te n â f iis
ﺗﺎ ﻓ ﺲ
( a .i .c .: t e n â f ü s â t ) : h a s e t e tm e ,
çekem em e. te n â fü s â t
ﺗﻐﺎ ﺷﺎ ت
(a.i. t e n â f ü s 'ü n c . ) : h a s e t e t-
m e le r, ç e k e m e m e le r . te n a g g u m
إ٠ م
(a.i.
n a g m e 'd e n .
c .:
t e n a g g u m â t ) : ş a r k ı s ö y le m e , [a la y m a k a m m d a k u lla n ılır].
1253
fenahhî
tenahhi ﺗﻔﺤﻰ
( a . i . ) : a la r g a d u r m a , b i r y a n a ç e -
k il m e .
tenahhum ﺗ ﺨ ﻢ 2.
( a . i . ) : 1. a s ı k s u r a t l ı o lm a .
(a.i. n i h â y e t 't e n ) : b it m e , t ü k e n m e ,
so n a e rm e . so n su z.
tenahnuh
Bî-tenâhî :
ﺗﻔ ﺤﻨ ﺢ
(a.i.
b itm e z -tü k e n m e z ,
n a h n a h a 'd a n .
c .:
t e n a h n u h â t ) : g ı r t l a ğ ı n ı te m iz l e m e k ü z e r e h ı r ı l t ı l ı se s ç ı k a r m a v e ç ı k a r ı l a n b u ses; ö k sü rm e.
tenahnuhât ﺗ ﻔ ﺤ ﻔ ﺤﺎ ت
(a.i. t e n a h n u h 'u n c . ) :
g ı r t l a ğ ı n ı t e m iz l e m e k ü z e r e h ı r ı l t ı l ı s e s le r ç ı k a r m a l a r v e b ö y le ç ı k a r ı l a n s e s le r; ö k s ü r m e le r.
tenâî ( ئﺀﻳﻰa.i.) : u z a k l ı k , tenakkud ( ﺗﻴﻌﺪa.i.). ( b k z : in t ik a d ) . tenakkul ( ﺗﻔﻘﻞa.i. n u k l 'd e n ) : 1. b i r
y e rd e n b ir
y e re g e ç m e . 2. m e z e y e m e ,
tenakkut ئ
(a.i. n o k t a 'd a n ) : n o k t a n o k t a
o lm a , b e n e k b e n e k o lm a ,
tenâkus ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﺺ
(a.i. n a k s 'd a n . c . : t e n â k ı ı s â t ) :
ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﻤﺎ ت
(a.i. '
c . ) : a z a l-
(a.i. n a k z 'd a n . c . : t e n â k u z â t ) :
ç e liş m e , i n s a n i n b i r s ö z ü ö t e k i n i ç ü r ü t m e s i , b i r s ö z ü ö te k i n e u y m a m a s ı , * k a r ş ıtl ık , Z idd iy y e t. ( b k z : m ü b â y e n e t) .
tenâkuzât ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﻀﺎ ب
(a.i.
t e n â k u z 'ı ı n
c .) :
t e n â k u z l a r , ç e liş m e le r, ç e liş k ile r ,
tenâküh ( ^ ﻛ ﺢa.i. n i k â h 'd a n ) : n i k â h l a n m a . tenâkiir ( ﺗ ﺎ ﻛ ﺮa.i. n e k r 'd e n ) : 1. b il m e z l e n m e , b il m e z l i k t e n g e lm e . 2. psik. * k a r ş ıt d u y g u , a n t i p a t i , fr. antipathie. tenânir ( ﺗ ﻐﺎﻧﻴ ﺮa.i. t e n n û r 'u n c . ) : 1. t a n d ı r l a r , o c a k la r , f ı r ı n l a r . 2 . s u p m a r l a r ı .
ten-âsân ﺗ ﻦ آ ﺳ ﺎ ن
( f .b .s .) : r a h a t ı m d ü ş ü n e n
[a d a m ].
ten-âsânî ( ﺗﻦ آﺳﺎﻧﻰf.b .i.): r a h a t ı m d ü ş ü n m e , tenassub ( ﻗ ﻌ ﺐa . i . ) : d i k i l i p d u r m a , ( b k z : in tis â b ) .
tenassuh ﺷ ﻊ
tenâsüb-i m uayene kanunu : kim. sâbit oranlar kanunu.
tenâsübî ( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﻰa.s.) : 1. tenâsübe mensup, tenâsiiple ilgili. 2. mat. sayılar arasındaki tenâsüple, Oranla ilgili.
tenâsiih ( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﺦa.i. nesh'den) : 1. fels. *ruh göçümü, ruh sıçraması, rûhun bir cisimden ötekine, bâzan da insandan hayvana ve hayvandan insana geçmesi İnancı, fr. métempsycose. 2. fık. mirasçının, mirastan önce ölümüyle miras malin onun mirasçilarina kalması. 3. biy. bâzı hayvanların kurttan kelebek hâline dönüşmesi olayı.
tenâsühî ( ﺗﻐﺎﻣﺨﻰa.s.c. : tenâsUhiyyUn) : 1. ruh göçümüne âit, ruh göçümü ile ilgili. 2. ruh güçümüne inanan. göçüne inanan görüş. inananlar.
tenâsül ل٢ ( ﺗﻐﺎسa.i. nesl'den) : birbirinden dogup üreme: türeme; üretnre. Âlât-1 tenâsül : anat. üretme organları. tenâsü-l-i bikri : biy. c in s i m ü n â s e b e t o lm a k s ı z ın v u k u b u l a n d o g u m , p a r t e n o j e n e z , fr. parthénogénèshe. tenâsül-i cedid : bot., zool. yenilenme. tenâsül-i gayr-i miitecânis : iki ayrı cins hayvanin çiftleştirilmesiyle melez bir cins yetiştirme.
tenasiil-i mütevâlî : biy. metajenez. tenâsiilleri beyzi : biy. y u m u r t l a y a n l a r , fr. ovipares. tenâsülleri tevelliidî : biy. doğuranlar, fr. vivipares. tenâsül bi-nefsihi ﺷ ﻪ
( ﺗﻐﺎﻣﻞa.b.i.) : biy. ken-
diliginden türeme. ( a . i . ) : a k i l b a ş ı n a g e lm e ; ö ğ ü t
a lm a , n a s i h a t d in l e m e .
tenassuk ق٠ ( ﺗﻲa . i . ) : n iz â m ın a k o n m a .
1254
tenâsiib ( ﺗ ﻐﺎ بa.i. nisbet'den) : uyma, uygunluk; birbirini tutma; yakışma; mat. Orantı, fr. proportion.
tenâsühiyyûn ( ﺗﻴﺎﺳﺨﻴﻮنa.i.) : ruh göçümüne
m a l a r , e k s ilm e le r .
tenâkuz ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﺾ
( ﺗ ﻐ ﺎ ﻣ ﺮa.i. nasr'dan) : yardımlaşma,
tenâsiihi^e ( ﺗﻐﺎﺳﺨﻴﻪa.i.) : ruh göçümüne, ruh
a z a l m a , e k s ilm e . te n â k ııs â t
tenâsur
(bkz : teâvün).
b a lg a m ç ık a r m a , ( b k z : te k a ş ş ıı').
tenâhî ﺗ ﻐ ﺎ ﻫ ﻰ
tenassur ( ﻟ ﻴ ﻌ ﺮa.i. nasrân'dan) : Hıristiyan olma.
d ü z e n le m e , s ı r a l a n m a ,
tenâsülî ش
( اa.s.) : tenâsül ile, nesil yetiştir-
mekle ilgili.
tenâsüliyye
( ﺩﺍﺱ — ﺏa.s.) ''[ ؛tenâsülî" nin miien.]. (bkz : tenâsülî).
tenebbiih tenâsiir ﺗﻨﺎﺛﺮ
1.
2.
p ü s-
t e n b e l - (f.s.) : tenbel, üşengeç; ağır davranan [İçte].
(a .i.c .) : ç o c u k y a z ıs ı, a c e m i y a -
tenbel tenbel : hiç bir işe yaramaksizin, tenbel bir şekilde.
(a.i. n e ş id e 'd e n ) : k a r ş ı l ı k l ı ş ii r
(a.i.) : k ü p e t a k m a ,
tenbel-hâne ( ﻣﻠ ﺨﺎﻧ ﻪf.b.i.) : İş görülmeyen yer, miskinler yeri, tenbelleri toplayıp oturttuklan yer.
(a.i.) : s ü s ü ş m e , b i r b i r i n i s ü s m e
tenbelit ( ﻣ ﻴ ﺖf.i.) : hayvan yükü, küçük yük.
(a.i.) :
s a ç ı l m a , se i-p ilm e .
k ü rm e.
tenâçîr ﺗ ﻨ ﺎ ﺷ ﻴ ﺮ
ZlSl.
ﺗﻨﺎ ﺷ ﺪ
tenâşüd
o lc u m a , ( b k z : m ü n a ş e d e ) .
te n a ttu f-'
ﺗﻨﺎﻃﺢ
tenâtuh
[h a y v a n la r].
tena'um r * j
(a.i. n i'm e t 'd e n . c. : t e n a 'u m â t ) :
n i m e t İ ç in d e , b o l l u k İ ç in d e b u l u n a r a k r a h a t e tm e .
tena'umât
(a.i. t e n a 'u m 'ıı n c.) : n im e t le r ,
tenbih ( ﺗ ﻐﺒﻴ ﻪa.i.c. : tenbîhât) : 1. uyandırma, uyarma, uyarı. 2. psik. *uyarım, fr. excitation. 3. bir İşin yapılmasını, bırakılmasını, veyâ 0 İşten vazgeçilmesini tekrar tekrar hatırlatma.
n i m e t İ ç in d e , b o l l u k İ ç in d e b u l u n a r a k r a -
tenbîhât ﻫﺎ ت٠( شa.i. tenbîh'în c.) : tenbihler.
h a t e tm e le r.
tenbûl ل٠( ﻣﻮf.i.) : Hindistan halkının, dişlerini temizlemek, dudaklarım kızartmak İçin çiğnedikleri bir yaprak veren biber ağacı,
ض آور
ten-âver
(f.b .s .c . : t e n -â v e r â n ) : e t in e
d o l g u n , e t li c a n lı.
ten-âverân
( ش آورانf.b .s.
t e n - â v e r 'i n c.) : e t in e
d o l g u n , e t li c a n l ı k im s e le r ,
( ﺗﻨﺎوبa.i. n e v b e t 'd e n ) : n ö b e t le ş m e , ٠( ىولa.i. n e v l 'd e n ) : a lıp y e m e , a lı n ı p
tenâvtib tenâvül
y e n ilm e .
ﻣﺎ و م
tenâviim
(a.i. n e v m 'd e n ) : u y u r g ib i g ö -
riin m e , y a la n d a n u y u m a ,
ﺗﻨﺎور
tenâvür
(a.i.) : i r i v ü c u t l u k im s e ,
tenâzu' ( ﺗﻨﺎزعa.i. n e z 'd e n ) : ç e k iş m e , u ğ r a ş m a . tenâzu'bi'1-eydî : fık. i k i k i ş i n i n z ily e t o ld u k l a r i , e ll e r i n d e b u l u n d u r d u k l a r ı b i r g ay r i m e n k u l İ ç in k a v g a e tm e le r i.
tenâzu-1 fi'leyn : gr. i k i f i i l i n b i r b i r i n d e n t ü r e m e s i.
tencîde ٥-
(f.s.) : buruşmuş,
tencîm ص (a.i. necm'den. c. : tencimât) : yıldiz ilmi ile uğraşma. tencimât ( ﺗﻨﺠﻴﻤﺎ تa.i. tencim'in c.) : yıldız ilmi ile uğraşmalar. tencis ( ﺗ ﻨ ﺠ ﻴ ﺲa.i. necâset'den) : pisleme, pis etme. tenciye ( ﺗﻌﺠﻴﻪa.i. necât'dan) : kurtarma, (bkz؛ tahlis). t e n c i z - (a.i.) : sona erdirme; sonuçlandırma. tendiye ﻳﻪ٠( ﻣﺎa.i.) : ıslatma, nemleme, nemlenme. ten-dürUst ( ﺗ ﻨ ﺪ ر تf.b.s.) : vücudu sağlam, sağlam vücutlu, sağlam, kuvvetli,
tenâzur ( ﺗ ﻨ ﺎ ﻇ ﺮa.i. n a z a r 'd a n ) : 1. b i r b i r i n i n k a r ş ı s ı n d a o lm a , b i r b i r i n e b a k m a . 2. mat. * b a k ış ım , s i m e t r i, fr. symétrie,
ten-dürüstî ( ﻧ ﺪ ﻧ ﺲf.b.i.) : vücut sağlığı, sağİamlık, kuvvetlilik.
tenâzurî ( ﻣﺎ ر ىa.s.) : mat. * b a k ış ık , s i m e t r i k , fr. symétrique.
tene ( ﺗ ﻨ ﻪf.i.) : 1. vücut, beden, gövde, cüsse. 2. örümcek ağı. (bkz : beytü'l-ankebut).
tenazzuf ( ﺗﻨﻈ ﻒa.i. n e z â f e t 'd e n ) : t e m iz l e n m e ,
tenebbi ( دذىa.i. nübüvvet'den) : peygamberlik İddiâsına kalkışma, (bkz : tenebbü').
p â k la n m a .
tenazzum
ﺗﻨ ﻈ ﻢ
(a.i.
n a z m 'd a n ) .
(b k z :
tenebbii' ٠( ﻣﺆa.i. nübüvvet'den) : peygamberlik İddiâsına kalkışma, (bkz : tenebbi).
tenazzur ( ﺗ ﻨ ﻈ ﺮa.i. n a z a r 'd a n ) : d ü ş ü n e r e k ,
tenebbii' ع٠( ىa.i. nebeân'dan) ؛yerden kaynama.
in t iz â m ) . d ik k a tle b a k m a .
tenbâkû
ﺗﻨﺒﺎﻛﻮ
( f i.) : t ö m b e k i, n a r g i l e ile İç ile n
tü tü n .
tenbâl
ا ل
^
(a.s.) : k ı s a c ı k
b o y lu ,
[a d a m ].
tenbân ( ﺗ ﻨ ﺒ ﺎ نf.i.) : d o n , İç d o n u , t u m a n .
bodur
tenebbiih ( د بa.i. nebâhat'den) : 1. uyanma, uykudan kalkma. 2. gafletten kurtulma, kendine gelme, aklını başına toplama. 3 . psik. *uyarım, fr. excitation, (bkz: intibah).
1255
îenebbühâ»
tenebbiihât ﺗ ﻨ ﺒ ﻬﺎ ت 1. u y a n m a la r,
(a.i.
uykudan
t e n e b b ü h 'i i n k a lk m a la r.
c .) :
2. g a f
le tt e n k u r t u l m a l a r , k e n d i n e g e lm e le r , a k i l n i b a ş ı n a t o p la m a la r .
tenebbiit ﺗﻔﺠﺖ
3. psik.
u y a rım la r ,
(a.i. n e b â t 'd a n . c . : t e n e b b i i t â t ) :
(a.i. t e n e b b iit 'ü n c . ) : b itlc i-
le n m e le r , y e r d e n b it m e le r , ç i m le n m e le r .
tenebbütât-1 lâhmiyye ؛hek.
(a.s. n e f z 'd e n ) : n ü f u z l u , n ü f u z
s â h ib i, s ö z ü g e ç e r o lm a ,
tenekkür ﺗ ﺒ ﺮ
(a.i. n e k r 'd e n ) : b i l i n m e y e c e k ,
t a n ı n m a y a c a k k ı l ı ğ a g i r m e ؛lc e n d in i b i l d i r -
b it lc ile n m e , y e r d e n b i t m e ؛ç i m l e n m e ,
tenebbütât ﺗ ﻐﺒ ﻌﺎ ت
teneffiiz ﺗ ﻔ ﻦ
vü cû d u n bâzı
m e m e ; t e b d il g e z m e .
teneklciis ( ﺗﻨﻜ ﺲa .i .n ü k s 'd e n ) : b a ş a ş a ğ ı o lm a , tenemmii nev'î ( ﺗ ﻐ ﻤ ﻰﺀ ﻧ ﻮ ﻋ ﻰa . b . i . ) : fels. fr. philogdnie. te n e m m iil
( ﺗﻔﺶa.i. n e m l 'd e n ) : 2. hek. v ü c û d u n
1 . k a r ı n c a g ib i
y e r le r in d e d u t tâ n e s i şe k lin d e m e y d a n a g e -
kayn am a.
le n f a z l a e t k a b a r c ı k l a r ı ,
o rg a n ı u y u ş u p k a rın c a la n m a .
teneddüb ﺗﻨ ﺪ ب
(a.i. n e d b e 'd e n ) : [y a r a ] k a p a n -
teneddüm ﺗ ﻐ ﺪ م
(a .i. n e d â m e t 'd e n ) : p i ş m â n
teneffu' ﺗ ﺸ ﻊ
(a .i. n e f d e n . c . t e n e f f u â t ) : f a y -
( a .i .) : n â file n a m a z k lim a v e y â
o ru ç tu tm a .
( a . i . ) : p e k g ü z e l , e ş s iz , ç o k a z
b u lu n u r o lm a .
tenessüm ص
(a .i. n e s im 'd e n . c . :t e n e s s ü m â t )
؛
h a v a te n e ffü s etm e . (a.i. n e f r e t 'd e n ) : 1. iğ r e n m e , t i k -
mec.
teneffüs ﺗ ﺸ ﺲ
so gu m a.
(a.i. n e fe s 'd e n ) :
d e rs
a r a la n
1.
n e fe s , s o lu k
v e r ile n
d in le n m e .
4 . t a n y e r i a g a r m a . 5 ٠d e n iz s u y u n u n d a l g a ile s â h ile v u r m a s ı .
(a .i. t e n e s s ü m 'ü n c . ) : h a v a
tenessür دذدر
(a .i. n e s r 'd e n ) : a ç ı lm a , s e r p ilm e ,
y a y ı l m a , ( b k z : İ n tiş â r),
teneşşî ( ﺗﻔﺸﻲa . i . ) : n e ş v e le n m e , s a r h o ş o l m a , teneşşııt ( ﺗ ﻔ ﺸ ﻂa .i. n e ş a t 'd a n ) : k e y i f l e n m e , ş e n le n m e , f e r a h l a n m a .
teneffüs bi'l-hevâ : h a v a l i
S o l u n u m , h a v a ile
*s o lu n u m .
teneşşüb
-
( a . i . ) : b i r ş e y e İ liş ip t u t u l m a ,
( b k z : İ n t iş â b ).
teneffüs-i cildî : biy.
d e ri *s o lu n u m u ,
teneffüs-i kasabi: biy. t r a k e respiration trachCenne. teneffiis-i safiri : hek.
* s o lu n u m u ,
teneşşüf ﺗﻔﺸﻒ fr.
t a b i i se s .
(a .i.) : e m m e , çe k m e , so ğ u rm a
[s u y u , r u t u b e t i].
teneşşür ﺗ ﺴ ﺮ
h a v a n ın te n e ffü s b o -
r u la r m a g ir d ig i v e y â ç ık t ığ ı s ır a d a g a y r i
(a .i.). ( b k z : İ n t iş â r ),
te n e v v u h
(a.i. n e v h a 'd a n . c . : t e n e v v u h â t ) :
f e r y â d e d e r e k a g la m a [ ö lü n ü n a r k a s ı n d a n ] .
tene٣ uhât ﺗ ﻐ ﻮ ﺣ ﺎ ت
teneffii-s-i sınâî : hek. b o ğ a z d a n
a ç ı la n s u n 'î
b i r d e l i k v â s ı t a s ı y l a h a s t a n ı n t e n e f f ü s e tm e s i.
teneffiisât ﺗ ﻨ ﻔ ﺴ ﺎ ت
tenessümât ﺗ ﻐ ﻤﺎ ت t e n e f f ü s e tm e le r.
a lm a . 2 . y o r g u n l u k a l m a k İ ç in d i n l e n m e .
(a.i.
t e n e v v u h 'u n
c .) :
f e r y â d e d e r e k a ğ l a m a l a r [ö lü İç in ],
tenevvü' د و ع
(a .i. n e v 'd e n c . : t e n e v v i i â t ) : ç e -
ş it le n m e , ç e ş it ç e ş it o lm a , ç e ş it lilik , (a.i. t e n e f f ü s 'ü n c . ) : t e n e f
fiis le r .
teneffiis-hâne ﺗ ﺘ ﻔ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ h â l'ic i d i n l e n m e y e r i.
1256
(a.i. n e m â v e n ü m i i v v 'd e n ) :
g e liş ip b ü y ü m e .
tenessüh ﺻ ﺦ
( a .i.) : b o ş lâ fla rla g u r u r la n m a ,
teneffiil ﺗ ﻨ ﻔ ﻞ
(a .i. t e n e m m i i r 'ü n c . ) :
t e h d id â t ).
tenemmüv ﺗ ﻐ ﻤ ﻮ
(a.i. n e f l r 'd e n ) : 1 . ş iş m e , k a b a r -
m a . 2 . ü f le n e r e k ş iş m e . 3 . u r l a n m a .
teneffuh ﺗﺸﺦ
ﺗ ﻴ ﻤ ﺮا ت
t ü lü s e s ç ı k a r m a la r . 3 . k o r k u t m a l a r , ( b k z : (a .i. t e n e f f u 'u n c . ) : f a y d a l a n -
m a la r , y a r a r l a n m a l a r .
teneffuh ﺗ ﻔ ﺢ
k o r k u t m a , ( b l c z : t e h d id ).
te n e m m iir â t
1. k a p la n la ş m a la r . 2 . k o r k u t m a k İç in g ü r ü l-
d a la n m a , y a r a r la n m a .
teneffuât ﺗ ﻨ ﻔ ﻌ ﺎ ت
3 . o k u ld a
n i k o r k u t m a k İ ؟i n g ü m b ü r t ü l ü s e s ç ı k a r m a . 3.
o lm a .
s in m e . 2 .
t e n e m m U ^ ( a . i . n i m r 'd e n . c . :t e n e m m ü r â t ) : 1. k a p la n la ş m a , k a p la n h u y lu o lm a . 2 . b ir i-
m a.
teneffür ض
b ir t a r a fi, b ir
tenevvüât ﺗ ﻴ ﻮ ﻋ ﺎ ت
(a.i. t e n e v v ü 'i i n c . ) : ç e ş it -
le n m e le r , ç e ş it ç e ş it o lm a la r , ( a .f .b . i .) : o k u ld a d e rs
tenevviim ذﻳﻮم٠(a.i. n e k le m e .
n e v m 'd e n ) : u y u k l a m a , p i -
teng-me ؛reb te n e w ü r
ﺗﻔﻮر
(a.i. n û r 'd a n ) : n u r l a n m a , p a r l a -
t e n e z z e h e ٥^ ( a . i . ) : " b e r î v e u z a k t ı r ” m â n â s ı n a A lla h h a k k ı n d a k u ll a n ı l ı r , te n e z z ü h
ﺗﻴﺰه
r ı d ü ş e n b i r İŞİ v e y a d u r u m u k a b u l e tm e , a lç a lm a , in m e , a ş a ğ ıla m a . 2 . g ö n ü l a lç a k lığ ı, k ib i r s i z li k . 3. d ü ş m e , i n m e [fiyat],
( ' ﺗ ﻨ ﺰ ﻻa .z f .) : g ö n ü l
a lç a k lığ ıy la , a l-
ç a k g ö n ü ll ü lü k l e , k ib ir s iz lik le .
( ﺗﺬغ؛خa.i.
n e f h 'd e n . c . : t e n f i h â t ) : 1. ç o k
ü f l e m e , ü f l e tm e . 2 . ü f l e y ip ş iş ir m e , ü f l e n ip ş iş ir ilm e .
ﺗﻨﻔ ﺨﺎ ت
te n fih â t
le n ip ş iş ir ilm e le r .
ﺗﺬﻫﻴﻞ
g a n i m e t v a a t e tm e v e y a ğ m a d a b u l u n m a l a -
t e n f i l - i â m m : h u k . b ü t ü n g a z ile r e v e r i le n s ö z v e a y r ı la n te n f il. t e n f i l - i h â s s : h u k . a s k e r i t e ş v ik m a k s a d ıy l a s a v a ş g ü c ü n ü a r t ı r m a k İç in d e v le t b a ş k a n ı n ı n , s a v a ş ç ıla r a g e r e ğ i n d e n fa z la g a n i m e t p a y ı h u s u s u n d a s ö z v e r m e s i, (a.i. n e f r e t'd e n . c . : t e n f i r â t ) : 1. n e f
r e t e t t i r m e , e t t i r i l m e , iğ r e n d i r m e , İ ğ r e n d i r i l m e , t i k s i n d i r m e , t i k s i n d i r i l m e . 2 . (n e f i r 'd e n ) s a v a ş a to p l a m a ; a s k e r t o p l a m a , te n firâ t
ﺗ ﻨ ﻐ ﻴ ﺮا ت
(a.i. t e n f i r 'i n c.) ؛n e f l e t e t t i r -
m e le r, e tt ir il m e le r ; iğ r e n d ir m e le r , i ğ r e n d ir i lm e le r , t i k s i n d ir m e le r , t i k s i n d ir i lm e le r . te n fis
ض
' (a.i. n e f e s 'd e n . c. ؛t e n f i s â t ) : n e fe s -
le n d i r m e , n e f e s le n d i r il m e , s o l u k l a n d ı r m a , s o lu k la n d ırılm a , fe ra h la n d ırılm a , te n f is â t
( ﺗﺬﻏﺲ_اتa.i.
t e n f i s 'i n c . ) : n e f e s le n d i r -
m e le r, n e f e s le n d ir ilm e le r , s o l u k l a n d ı r m a l a r , s o lu k la n d ırılm a la rfe r a h la n d ırılm a la r. te n f îş
ﺗﻴ ﻐﻴ ﺶ
(a.i. t e n f i ş â t ) : p a m u k a tm a , a tıl-
m a ; y ü n d it m e , d it il m e , te n fîş â t
ﺗ ﻨ ﻔ ﻴ ﺸﺎ ت
(a.i. t e n f î ş 'i n c . ) : p a m u k a t-
m a l a r , a tı l m a l a r ; y ü n d itm e le r , d itilm e le r . te n f iz
د
(a.i. t e n f i z 'i n c . ) : n ü f u z l u k il-
t e n g ( ﺗ ﻒf .s .) : 1. d a r, s ı k ı n t ı l ı [şey, y e r], (blcz : d a y y ık ) . 2. k ü ç ü k . D e h â n - 1 t e n g : k ü ç ü k a ğ ız . 3. i. d e n k , e şy â , y ü k d e n g i. 4 . s ık ı; y a p ış ık . 5. z a v a llı. 6. n â d ir . 7. z o r. 8. in c e . 9.
b a g , k a y ış .
t e n g - â - t e n g : ç o k d a r ; in c e ; ç o k n â d ir , te n g - â b
ﻫﻎ آب
( f .b .s .) : sig su ; s ığ lık .
T e n g â r ( ﺗ ﺼ ﻐ ﺎ ﺭf .b .i.) : 1. A lla h . 2 . y a n m a g ir il g e rli o lm a s ı b a k ı m ı n d a n
e le g e ç ir ilm e s i
k o la y o lm a y a n şey.
( ﺗﻨﻜﺎ ىf i . ) : b o g a z , v â d î. te n g - b â r ( ﺗ ﻒ ﺑ ﺎ رf b .s .) : ço k
z o r o la n , e r iş il-
m esi güç.
( ﺗﻨﻜ ﺠ ﺸﻢf b . s . ) : a ç g ö z lü , t e n g - ç e ş m î ( ﺗ ﻒ ﺣﺸﻤﻰf .b .i .) : a ç g ö z lü lü k , t e n g - d e h â n ( ﺗ ﻒ دﻫﺎنf b . s . ) : d a r a ğ ız lı, t e n g - d e s t ( ﺗ ﻨ ﻜ ﺪ تf.b.s.) ؛e lid a r , z ü ğ ü r t , t e n g - d e s t i ( ﺗﻨ ﻜﺪ ﺳ ﺘ ﻰf .b .i .) : e ld a r lıg ı, z ü ğ ü r t te n g - ç e ş m
r i n a i z i n v e rm e .
دض
ﺗﻨ ﻔﻴ ﺪا ت
te n g â y
(a.i. n e f e l'd e n ) : s a v a ş a te ş v i k m a k -
s a d ıy la b i r t a k ı m a s k e r le r e v e y a g a z ile r e b o l
te n fir
te n fiz â t
m e s i z o r o la n k im s e . 3. a z b u l u n u r v e d e (a.i. t e n f i h 'i n c . ) : 1. ç o k ü f l e -
m e le r, ii f le tm e le r . 2. ü f l e y ip ş iş ir m e le r , ü f
te n f il
k e m e l e r i n c e v e r i lm e s i g e r e k li b u l u n a n k a -
m a la r, h ü k m ü n ü y ü rü tm e le r,
t e n e z z ü l ( ﺗ ﲋ ﻝa.i. n ü z û l 'd a n ) : 1. k e n d i n e a y k i-
te n fih
y e r i n e g e ti r i lm e s i b a k ı m ı n d a n T ü r k ' m a h rar.
(a.i. n i i z h e t 'd e n ) : g e z in ti, ( b k z :
te f e rrü c ) .
te n e z z iile n
te n f iz k a r a r ı : h u k . y a b a n c ı m e m le k e t m a h k e m e l e r i n c e v e r i le n h ü k ü m l e r i n T ü r k iy e 'd e
m a , ış ıl d a m a , a y d ı n l ı k o lm a .
(a.i. n ü f û z 'd a n . c . : t e n f i z â t ) : n â f i z
k lim a , h ü k m ü n ü y ü rü tm e .
lü k . te n g - d il
ﺗﻨ ﻜﺪ ل
( f .b .s .) : y ü r e ğ i d a r , İÇİ s ı k ın t ıl ı.
( b k z ؛d il- te n g ) . te n g - d ili
ﺗﻨ ﻜﺪ ﻟ ﻰ
(f.b.i.): d a r y ü r e k l i l i k . ( b k z :
d il- te n g i) . te n g -h a v s a la
ﺣ ﻮ ﺻﻠ ﻪ
d a r, ta h a m m ü ls ü z
٠ ( ﺗ ﻎf a . b . s . ) : h a v s a la s ı
[k im s e ] ,
( b k z : te n ü k
h a v s a la ). te n g - h û y
( ﺗﻨﻜﻂ ﺧﻮىf .b .s .) : ç a b u k
k ız a n , ç a b u k
h id d e tle n e n . te n g i
ﺗﻨ ﻜ ﻰ
( f i . ) : 1. d a r l ı k . 2 . z ü ğ ü r t l ü k . 3. k ii-
ç ü k l ü k . 4 . in c e lik . 5. s ı k ıl ık . 6 . n â d i r l i k , a z b u l u n u r l u k . 7. z a v a llılık , te n g is -
(a.i. n a g s 'd a n ) : h a y â t ı n ı k e d e r li,
t a s a l ı k li m a . te n g îz
ﺗﻨ ﻔﻴ ﺾ
( a . i . ) : z i n d e l iğ i n i s a r s m a , z in d e -
l i g i s a r s ıl m a . te n g -m a â ş
ﻣﻌﺎش
( ﺗ ﻒf .a .b .s .) : y a ş a m a s ı z o rla -
ş a n , z o r d u r u m d a o la n , te n g - m e ş r e b
ﺗ ﻐ ﻂ ﻣﺸﺮ ب
( f .a .b .s .) : s i n ir l i,
a s a b i.
1257
tengnâ tengnâ ( ﺗﻨ ﻜ ﻔﺎf.i.): 1. dar yer; geçit, bogaz. (bkz : derbend). 2. mezar, teng-nây
ﺫﺍ ﻯ٠ﺗﻴ ﲁ
teng-peygûle teng-sâl ﺳﺎ ﻝ ilk yılı.
(f.b.s.): sıkıntılı yer.
ﺗﻨ ﲁ ﺑﻴ ﻔ ﻮ ﻙ
ﺗﻨ ﲁ
(f.b.s.): dar köşe,
(f.b.i.): kuraklık, yokluk, kıt-
teng-sâr ﺳ ﺎ ﺭ falı; aptal.
ﻟ ﲁ
teng-târ
(f.b.i.): küçük, dar çadır,
ﺗﻨ ﲁ ﻳ ﺎ ﺏ
teng-zarf
ﻇﺮف
teng-zehre üzgün.
(f.b.s.): zor bulunur, nadir,
ﺗﻨ ﲁ
(f.a.b.s.): İçine az şey alan,
ﺗ ﻔ ﲁ ﺯ ﻫﺮﻩ
(f.b.s.): gamlı, kasavetli,
tenhâ-nişîn tenhâyi ilk.
fr. criti-
d a n g ö z d e n g e ç ir m e , e l e ş t i r m e ,
que. [ d o ğ r u s u : " i n t i k a d ” d ır ], tenkidât ( ﻋ ﺒ ﺪ ا تa.i. t e n k i d 'i n c.) : te n k i d le r , * e le ş tirm e le r, fr. critiques, tenkidi ( ﺗ ﺸ ﺪ ىa.s.) : * e le ş tirim s e k fr.. critique, v e l ü z u m s u z k ı s ı m l a r ı n ı ç ı k a r t ı p d ü z e lt m e , a y ık l a m a , a r ı t m a . 2. h u b u b a t ı n ta ş ın ı , t o p r a g ı n ı a y ık l a m a . 3. m e 'm u r m a a ş l a r ı n d a n in d i r m e .
tenkih ( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺢo.i. n i k â h 'd a n . c. : t e n k i h â t ) : n i k â h e tm e , e d il m e , n i k â h k ıy m a , k ıy ı lm a ,
tenhâ ( ﺗ ﳯ ﺎf.s.): 1. yalnız, ISSIZ, boş. 2. yalnız, tek. (bkz : münferid, vahid). tenhâ-rev
k o n u y a â i t y a z ıy ı v e y â e s e r i d e g e r b a k i m i n -
tenkili ( ﺗ ﺸ ﺞa.i.c. : te n k i h â t ) : 1. b i r ş e y i n fa z la
ﺗﻨ ﻜﺘﺎ ﺭ
teng-yâb
(f.b.s.) : kuş beyinli, dar ka-
tenkid ﺑ ﺪ٠(o.i. n a k d 'd e n . c. : t e n k i d â t ) : b i r
ﺗ ﳯ ﺎ ﻧﺸﲔ
ﺗ ﳯﺎ ﺭ ﻭ
ﺗﳯﺎﱙ
(f.b.s.): yalnız oturan,
(f.b.s.): yalnız giden,
(f.i.): tenhalık, yalnızlık, ıssız-
e v le n d i r m e , e v le n d ir ilm e ,
tenkihât ت-
(a.i. t e n k i h 'i n c.) : b ü tç e y i
d ü z e n le m e k iiz e r e m e 'm u r m a a ş l a r ı n d a n y a p ıl a n in d i r m e le r .
tenkihât ( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺤ ﺎ تa.i. t e n k i h 'i n c.) : n i k â h e tm e le r, e d ilm e le r , n i k â h k ıy m a la r , k ı y ı l m a -
tenhil
ﺗ ﻔ ﺨﻴ ﻞ
tenhit
ﺗﻨ ﺤﻴ ﺖ
(a.i.): eleme, elenme [elek ile-], (a.i.). (b k z: naht).
la r, e v le n d ir m e le r , e v le n d ir ilm e le r ,
tenkil ( ﺗﻨﻜﻴﻞa.i.c. : te n k i l â t ) : 1. u z a k l a ş t ı r m a ,
tenide ( ﺗﻨﻴ ﺪ ﻩf.s.): 1. dokunmuş, örülmüş, (b k z : mensûc). 2 ٠i. örümcek agı.
( b k z : te b 'îd ) . 2. ö r n e k o la c a k b i r c e z â v e r-
t e n ' î l ^ (a.i. na'1'dan): 1. nallama, nallanma. 2. [eski kimyâda demir mâdeni ile başka bir mâdeni karıştırma mânâsında kullamlirdi].
tenkilât ( ﺗ ﻴ ﻜ ﻴ ﻼ تa.i. t e n k i l 'i n c.) : 1. u z a k -
ten'îm أ٠( ﺗﺬﻋﻲa.i. ni'm et'den): 1. nimetlendirme, nimetlendirilme. 2. "evet" diye cevap verme.
tenkir ( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺮa.i. n e k r'd e n . c. : te n k irâ t) : 1 . b i-
te'nîs ( ﺗﺄﻧﻴ ﺚa.i. iinûset'den): a. gr. (bir kelimeyi) müennes, dişi İcılma, kılınma, [kelimenin sonuna bir t getirilerek yapılır], te'nîs ( ﺗﺄﻧﻴﺲa.i. üns'den) : 1. mûnis klima, alıştırma, alıştırılma. 2. bir hayvani terbiye edip kullanılır, işe yarar hâle getirme, ten'îç ( ﺗﻨ ﻌﻴ ﺶa.i.): 1. yukarı kaldırma. 2. sUrçüp düşen kimseye kalkması İçin duâ etme, tenîze
ﺗﻨ ﲒ ﻩ
(f.i.): uç, etek.
tenîze-î k û h : dag etegi. tenkâr ( ﺗ ﻜ ﺎ رf.i.): kim . boraks, bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden meydana gelen tuz. tenkıye ( ﺗ ﻨ ﻘ ﻴ ﻪa.i. naky'den): 1. ayıklayıp temizleme. 2. kaim bağırsağa su verme ve bu İş İçin kullanılan alet, (b k z : hukne, ihtikan).
1258
m e . 3. [ b irin i] te p e le m e ,
la ş tırm a la r.
2. ö rn e k
o la c a k
c e z a l a n d ı r m a l a r . 3. te p e l e m e l e r
ş e k ild e [d ü şm an -
la r i-] .
lin m e y e c e k , ta n ın m a y a c a k h â le g e tirm e .
2. a. gr. b ir is m i n e k re y a p m a , y â n î h a r f i t â r i f s i z , e fliflâ m s iz k u lla n m a ,
tenkirât ( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺮ ا تa.i. te n k ir 'in c.) : 1 . b ilin m e y e c e k , ta n ın m a y a c a k h â le g e tirm e le r. 2. gr. is im le ri n e k re y a p m a la r,
tenkis ( ﺗﻨ ﻘﻴ ﺺa.i. n o k sâ n 'd a n . c. : te n k isâ t) ؛ a z a ltm a , k ıs m a , in d ir m e , e k siltm e , ek siltilm e.
tenkis ( ﺗﻨﻜﻴ ﺲa.i. n ü k s'd e n ) : 1. b a ş a ş a ğ ı etm e, e d ilm e . 2 . b o şa ltm a .
tenkisât ( ﺗﺬةﻳ ﻬﺎ تa.i. te n k is 'in c.) : a z a ltm a la r, in d irm e le r, ek siltm e le r, e k siltilm e le r.
tenkiç ( ﺗﻨﻘﻴﺶa.i. n a k ş'd a n . c. : te n k işâ t) : n ak şetm e, n a k ış la m a , n a k ış la n m a , İşlem e, resim y a p m a .
tenkîçât ( ﺗﻨﻘﻴ ﺸﺎ تa.i. te n k id in c.) : n a k şe tm e le r, n a k ış la m a la r, re s im y a p m a la r , işlem eler.
îenû-mend ب (a.i.): fenâsını atma, temizleme, (bkz: tenkıye).
te n k it
( ﻫﺄﻳ ﻂa.i. nakt'den): 1. noktalama; noktalanma [harf-]. 2. cümle İçinde ( , ; ! ? : . v.b.) gibi İşâretler kullanma, f r . p o n c t u a -
te n k it
tio n .
(a.i.): kurtarma, (bkz: inkaz).
te n k iz
( صa.i. nemk'den): 1. güzel yazı ile yazma. 2. yazma, yazılma,
te n m ik
te n m ir
ﻳﺮ٠( ﺗﺬa.i.). (bkz: tenemmür). ( ﺗﻴﻤﻴﻪa.i. nemâ'dan): nemâlandırma,
te n m iy e
nemâlandınlma, artırma, artırılma, te n n û b
( ﺗ ﻴ ﻮ بa.i.).
b o t.
norveç çamı; beyaz
köknar. te n n û b - i k â z ib : b o t. te n n û b iy y e
katran ağacı,
( " ؤ ﺑ ﻴ ﻪa.i.):
b o t.
çamgiller, fr.
a b ie tin C e s .
( ﺗ ﻨ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖo.i.): k i m . hâmız-1 tennûb'ıın esaslarla karışmasından meydana gelen tuzlar.
te n n U b iy y e t
te n n û r 3.
( ﺗﻨﻮرa.i.c.: tenâhir):
1.
fırın. 2. tandır.
e tü v , f r . C tu v e.
( ﺗﻨﻮرهa.i.): mevlevi dervişlerinin semâ âyîni sırasında giydikleri geniş eteklik,
te n n û re
te n n û re -p û ç
( ﺗﻨﻮره ﺑﺮشa.f.b.s.): tennure giyen
derviş.
( ﻣ ﺮ ﺳ ﺖf.b.s.): vücudunu, kendini seven, vücuduna çok dikkat eden,
te n -p e re s t
te n - p e re s t-â n e
( ﺗ ﻮ ﺳ ﺎﻧ ﻪf.b.zf.): kendini seve-
ne yaraşır yolda.
( ﺗ ﺒ ﺮ و رf.b.s.): kendini beslemeğe, rahatına düşkün, (bkz : keslân).
te n - p e r v e r
( ﺗ ﻮ و ر ا ﻧ ﻪfz f.): tenpervercesine, tenbelcesine, kendi rahatım düşünür şekilde.
te n -p e rv e r-â n e
( ﺗﻮ و ر ىfi.) : tenperverlik, tenbellik; kendini beslemeğe, rahatına düşkünlük. (bkz: kesel).
te n -p e rv e ri
( ﺻﻴ ﺐo.i. nisbet'den): münâsip görme, uygun bulma.
te n s ib
( ﺳ ﻴ ﻖa.i. nesak'dan. c .: tensikat) ؛ 1. düzene, yoluna koyma, düzenleme, Siralama; düzeltme. 2. e d . bir isme birçok Sifat sıralama.
te n s ik
tensik-i İn k itâtî: ed. belirtilen birkaç şeyin sıralanmasıyla mânânın alçalması.
te n s ik i i r t i k a i : ed.
bir ibârede zikredilen bir kaç şeyin Sira tertibine göre mânâsının yükselmesi; alçalırsa : t e n s i k - i İ n k i t â t î denilir. t e n s i k - i s ı f â t : e d . bir şahsı, yâhııt bir şeyi bir çok sıfatla zikretme. [Meselâ sevgiliye : “sıhhatim, ömrüm,' hayât-ı câvidânımsın benim” şeklinde İfâde ediş gibi]. t e n s î k u 's - s ı f â t : g r . bir ismin sıfat adedini çoğaltma san'atı. te n s ik a t ت(“ka” uzun okunur, a.i. tensik'in c .): 1. düzen vermefler], diizenleme[ler]. (bkz: ıslâh). 2. fazla memuru İşten çıkarma. t e n s i l ( ﻣ ﻌﻴ ﻞa.i.): düşen yaprakları toplayıp 0 ağacın dibine gömme. tensir ( ﺗﺶ—وa.i. nesr'den): 1. saçma, serpme. 2. ed. nazmı nesre tahviletme. tensir ( ﺗﺌﻌﻴ ﺮa.i. nasrân'dan): Hıristiyan yapma [birini-]. tensis ( ﺗ ﻌ ﺒ ﻰa.i.c.: tensisât): tetkik ederek karar verme, verilme. tensisât ت(a.i. tensis'in c .): tetkik edildikten sonra verilen kararlar, (bkz: mukarrerât). te n s iy e ب (a.i.): unutturma, (bkz: inşâ), t e n - s û h ( ﻣ ﺴ ﻮ خf.b.s.c.: tensûhât): 1. pek az bulunan güzel şey. 2. İçinde çeşitli güzel kokular bulunan yuvarlak kutu, te n ş îb ( ﺗ ﻨ ﺸ ﻴ ﺐa.i.): 1. saplama, sokma. 2. rüzgâr esme. t e n ş î f i ^ J (a.i.): emdirme, emdirilme, İçirme, içirilme [suyu, rütûbeti-]. t e n ç î m ( ﻣ ﺸ ﻴ ﻢa.i.): 1. bozulup kokma [et-]. 2. bir işe başlama. t e n ş î r ( ﺗ ﺘ ﻐ ﻴ ﺮa.i. neşr'den): yayma; serpme, (bkz ؛neşr). t e n ç î t ( ﺗ ﻴ ﻔ ﻴ ﻂa.i. neşât'dan. c .: tenşîtât): şenlendirme, keyiflendirme, ferahlandırma, t e n ş î t â t ( ﻣ ﺸ ﻴ ﻄ ﺎ تa.i. tenşît'in c.) : şenlendirmeler, keyiflendirmeler, ferahlandırmalar, t e n - ç û y ( ﻣ ﺸ ﻮ ىf.b.i.): 1. ölü yıkayıcı, (bkz : gassâl): 2. teneşir, t e n t e ( ﺗﻨﺘﻪf.i.): örümcek ağı. t e n t î f - (a.i. n etfden): h e k . kılları düşürme [ilâçla-]. tenû-mend ( ﺗ ﻐ ﻮ ﻣﺘ ﺪf.b.s.): İrikıyım, gövdeli, vücutlu [kimse], (bkz : İendûhâ). 1259
îenû-mendî ﻯ٠( ﻟﻮﺱ ﺍf.b.i.): İrikıyımlık, gövdeli olma, viicutluluk.
te n û -m e n d i
tenülc ( ﺗ ﻔ ﻚf.s.): 1. yuflca, ince, nârin. (bkz : rakik). 2. hafif, az. 3. zayıf, dayanıksız, kuvvetsiz, (bkz : nahif, zaif). 4. yumuşak, (bkz: nerm, nuûmet). te n iik -h a v s a la
ف
ر
( ﺗ ﺪ كa.f.b.s.): taham-
mülsüz, sabırsız [adam], te n ü k - m iz â c
( ﺗﻨ ﻚ ﻣﺰاجf.a.b.s.): mizâcı yumu-
şak, yavaş [kimse].
( ﺗﻨ ﻚ روfb .s.) : yüzü tutmayan, yüzü yumuşak [adam].
te n ü k -rû
( ﻫ ﻮ د عa.i. nev'den. c .: tenviât): nevilendirme, ؟eşitlendirme, türlü türlü etme.
te n v i'
( دوﻳﻌﺄ تa.i. tenvi'in c.) ؛nevilendirmeler, çeşitlendirmeler.
te n v iâ t
( ﻗ ﻮ ﺑ ﻢa.i. nevm'den. c. ؛tenvimât): uyutma, uyutulma; uyuşturma, dinlendirme. U s û l - i t e n v i m : hipnotizma, f r . h y p n o -
te n v im
tis m e . te n v im - i ı z t ı r â b
: ıztırâbı uyutma, dindir-
me. te n v im -i s ı n â î : h e k .
bâzı kü ؟ük operasyonlarda acı duyurmamak ve fakat söylenilene cevap vermek ve söylediğini daha sonra hatırlamamak İ ؟in hastayı, cilâlı bir satha (düzeye) baktırarak muvakkaten düşünme kuvvetini iptal etme,
: a. e d . mısrâlarm sonundaki iki üstünün vakıf hâliyle "â" okunmaSI h â li: meselâ "ebeden, ebedâ" gibi, t e n v i n â t ( ﻋﻮﻻأتa.i. tenvin'in c .): tenvinler. t e n v i r ( د و رa.i. nûr'dan. c . : tenvirât): ışıklandırma, aydınlatma. t e n v i r â t ( د و را تa.i. tenvir'in c.): 1. ışıklandırmalar, aydınlatmalar. 2. donanma, t e n v i r â t v e t a n z i f a t : aydınlatmalar ve temizlemeler. t e n v i r i , t e n v i r i y y e ﺗﺘﻮﻳﺮﻳﻪ، ( ﺗﻨﻮﻳﺮىa.s.): 1. ışıklandırma, aydınlatma ile ilgili. 2. evleri, sokakları aydınlatma ile ilgili. M e s â r i f - İ t e n v i r i m e : ışıklandırma masrafları, t e n - z e d e . ( ﺗ ﻨ ﺰ لf.b.s.): sessiz, susmuş, (bkz: sâkin, sâkit). te n v in -i te re n n ü m
( ' ر ىa.i. nüzhet'den. c . : tenzihât): 1. kusur kondurmama, kabahat ve kusûru yok etme. 2. Allah'ın, her türlü eksik ve noksandan uzak bulunduğuna ve 'insan vasflnda olmadığına inanma, t e n z i h â t ( ىزﻳﻪ— ا تa.i. tenzih'in c.): tenzihler, kusur ve günahlardan arınmalar, t e n z i l ( د ز د لa.i. nüzûl'den. c .: tenzilât): 1. indirme, azaltma, aşağı düşürme. 2. Kur'ân-1 Kerim, (bkz: Fürkan, Kur'ân, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr). te n z ih
te n z ilâ t
( ىزﻳﺎ>اتo.i. tenzil'in c .): fiat indirme,
indiribı.
( د ﻧ ﺮa.i.): [fenâ bir haber vererekl korkutma. (bkz: İnzâr). lar, uyutulmalar, uyuşturmalar, dinlendirt e p i d e ( ﺳﺪهf.s.): sıkıntıda, rahatsız. meler. - t e r د ر- (f.e.): tafdil ve mübâlaga edâtı olarak t e n v i n ( د و سa.i. nûn'dan..c.: tenvinât): a. g r. kelimelerin sonuna gelir: M ü ş l l - t e r = kelimenin sonunu n u n gibi okutmak üzere daha (en, pek, ؟ok) müşkül; N a z ü k - t e r = konulan iki üstün (-en), iki esre (-in), iki daha (en, pek, ؟ok) nâzik., gibi, Otre (-ün): "âzimeten, bihakkın, rabbiin.." t e r ( د رf.s.): yaş, ıslak, rütûbetü. Ç e ş m - i t e r : gibi. yaş,' ıslak göz. 2. tâze : G ü l - i ter tâze gül; t e n v i n - i g a l i : a. gr. sâkin olan kafiyeye ekleM e y v e - i t e r : tâze yemiş., gibi, nen tenvin. M eselâ: evvelen... gibi. t e r a b b u ' ( ر د عa.i.): bağdaş kurup rahat oturt e n v i n - i i v a z : a . g r . muzâfün-ileyhden karma. şılık olan tenvin. t e r a b b u s ( ز صa.i. rabs'dan): 1. durup beklet e n v i n - i m u k a b e l e : a . g r . cem-i müzekker-i me. (bkz: terakkub, intizar). 2. vakıf arsaya sâlim'in miiennesi karşılayanıdır. izinsiz binâ yaptıran kimseye engel olma ve t e n v i n - i t e m e k k ü n : a . g r . medhûliinün isim yıkıhncaya kadar o binâda parasız oturmaolduğunu bildiren tenvin. sini önleme. t e n v i n - i t e n k i r : a . g r. ma'rife ile nekre arası- t e r â c i m ( ر ا مa.i. terceme'nin c.): tercümeler, nı ayıran tenvin. ؟evirmeler.
te n v im â t
1260
( ﺗ ﻨ ﻮ ﻳ ﻤﺎ تa.i. tenvim'in c .): uyutma-
te n z ir
terâne te râ cim -i ah vâl: hal tercümeleri, biyografiler.
te ra k k i ( ' ﻧ ﺮ ﻗ ﻰa.i. ralcy'den. c . : te ra k k iy â t): 1. y u k a rı kalkm a, yükselm e. 2. ilerleme,
terâ cu '
ﺗ ﺮا ح
(a.i. r ü c û 'd a n ): 1. birinden ayrıl-
ma. 2. bir yere, bir kim seye dönme. 3 ٠vazgeçm e, dönme.
ﺟ ﻮ
te ra k k i-c û
te ra k k i-cû y -â n e
te râ d ü f ( ﺗ ﺮ ﺍ ﺩ ﻑa.i. r e d f'd e n ): 1. birbiri arkasın-
te r a k k i-c û y i
daha ziyâde kelim enin bir m ânâya gelmesi,
cûluk.
e ş a n la m lılık , fr. syn o n ym ie. [meselâ: arslan m â n â sın a : dırgam , esed, gazanfer, haydar, leys, şîr... gibi].
ﺗﺮاﻓﻰ
(a.i. r e f d e n ) : d u r u ş m a y a girme,
(bkz : m ürâfaa). B i't-terâfu ', L ed e't-terâfu ': m ürâfaa ile, duruşarak. te râ fu k
( " ر ا سa.i.
re fk 'd e n ): 1. arkadaş olma.
2. yard im etme; yardım laşm a. 3 ٠fels. *koşalık, fr. con co m itan ce. te râ fiid
ﺗ ﺮا ﻓ ﺪ
(a.i.) : yardım laşm a, birbirine
yard im etme, (bkz : teâvün, tenâsur).
ﺗﺮ ح
te ra h
(a .i.): gam , tasa, acı, keder. M e'd -
d ü n y â İâ-ferah ü t e r a h : dünyâ ferah ve terah'dan başka bir şey değildir, te ra h h u l
( ﺗ ﺮ ﺣ ﻞa.i. rıhlet'den. c . : te ra h h u lât):
bir yerden bir yere göçm e, te ra h h u lâ t
( ﺗ ﺮ ﺣ ﻼ تa.i. terahhul'ün c . ) : bir
m erham et etme, acıma,
( ﺗ ﺮ ﺣ ﻤ ﺎ تa.i. terahhum 'un c . ) : ( ًﺗ ﺮ ﺣ ﻤ ﺎa .zf.): m erham et ederek,
acıyarak.
( ﺗ ﺮ ا ﺧ ﻰa.i. rah vet'd e n ): 1. gevşetm e, gev-
geri durm a. 3. gecikm e,
( ﺗ ﺮ أ بa.i. teribe'nin c . ) : hek. göğüs ke-
sukbe). 2 . çatırtı, gürültü,
( ﺗ ﺮ ﻓ ﻰa.f.zf.): ilerle-
ﺷﻜ ﻦ
te ra k k i-şik e n
( ﺗ ﺮ ﻓ ﻰa.f.zf.): terakkiyi ki-
ran, terakkinin aleyhinde bulunan, terakk iy i önleyen.
ﺷ ﻜ ﺘ ﺎ ﻧﻪ
te ra k k i-şik e n -â n e
( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰa.f.zf.): ilerle-
m eye m ânî olurcasm a, m ânî olarak,
ﺗ ﺮﻗﺎ ت
te ra k k iy â t
(a.i. terakki'nin c . ) : 1. y u -
kari kalkm alar, yükselm eler. 2 ٠ilerlemeler, gelişmeler. t e r a k k u 'ﻊ
( ﺗ ﺮ ﻗa .i.): emek ve sıkıntı ile kazan -
te ra k k u b ( ' رﻗ ﺐa.i. rükub'dan. c. :te ra k k u b â t): te ra k k u b â t
ﺗ ﺮﻗﺎ ت
(a.i. terakkub'un c . ) : bekle-
t e r a k k u k ( رﻗ ﻖa .i.): acım a, m erham ete gelme, te ra k k u s
( ﺗ ﺮ ﻗ ﺺa.i. r a k s'd a n ): 1. durm adan
aşağı inip yu k a rı ؟ikm a. 2. raksetm e, dante râ k u s
( ﺗ ﺮا ﻗ ﺺa.i. r a k s'd a n ): raksetm e, oy-
terâk iib
( ﺗ ﺮ ا ﻛ ﺐa.i. rü k û b 'd a n ): 1. birbirinin
üzerine binm e. 2. birbirine baglam p kenet-
ﺗﺮاﻛﻢ
ler, birkaç şeyden m eydana getirilen şeyler. 2. gr. ta m la m a la r ; takım lar,
ﺗ ﺮا ﻛ ﻤ ﻪ
(a.i.
(a.i. rükm 'den. c . : terâküm ât) :
birikm e, yığılm a, toplanm a,
ﺗﺮاﻛﻤﺎ ت
(a.i. terâküm 'ün c . ) : birik-
meler, yığılm alar, toplanm alar, te râ k ü m â t-ı s â h iliy y e : cogr. k ıyı yığıntısı,
( ﺗ ﺮ ا ﻛ ﻴ ﺐa.i. terkib* nin c . ) : 1. terkip-
te râ k im e
ر و راﻧ ﻪ
me isteyene yak ışacak sûrette.
te râ k ü m â t
( ﺗ ﺮ ا كf.i.): 1. çatlak, yarık, (bkz : raim e,
te râ k îb
seven. te ra k k i-p e rv e r-â n e
te râ k ü m
milcleri. te râ k
olan. te ra k k i-p e rv e r ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ ﺑ ﺮ و رa.f.b.s.): ilerlem eyi
lenme.
( ﺗ ﺮ ﻋ ﻰa .i.): otlam a, çayıra çıkm a,
terâ ib
te ra k k i-d â r ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ ﺩ ﺍ ﺭa’.f.b .s.): teralcki hassası
naşm a [karşı karşıya-], (bkz : telâub).
şeklik gösterm e [bir İşde-]. 2 . geri çekilm e, tera 'i
(a.f.b.i.): terakki-
setme.
( ﺗ ﺮ ﺧ ﺺa.i. ru h sa t'd a n ): 1. müsâade,
ruhsat bulm a. 2 . ucuzlam a, te râ h î
ﺗ ﺮﻗ ﻰ
meler, gözetmeler.
m erham et etmeler, acımalar,
te ra h h u s
ﺟ ﻮﻳ ﻰ
bekleme, gözetme, (bkz : intizâr),
t e r a h h u m ^ " ( a .i.r a h m 'd e n .c . :te rah h u m ât):
tera h h u m en
( ﻧ ﺮ ﻗ ﻰa.f.zf.): ilerlemek
ma.
yerden bir yere göçmeler,
te ra h h u m â t
ﺟﻮﻳﺎ ﻧﻪ
isteyene yak ışacak sûrette.
dan gitme, birbirini tâkibetm e. 2. ed. iki ve
te râ fu '
( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰa.f.b.s.) : terakki arayan,
isteyen, İleı'leme tarafdân.
türkm an'in
Tiirkm an'lar, Türkm en'ler.
k ıy ı dolgusu. te râ n e
ﺗ ﺮا ﻧ ﻪ
(f.i.): 1. nagm e, ahenk, 'makam.
2 . ed. dört m ısrâdan oluşan ve birinci, ikinc .) :
ci ve dördüncü m ısrâları birbiriyle kafiyeli olan şiir, dörtlük, (bkz : rubâî, dü-beyt).
1261
»erâne-iîd terâne-i îd : bayram şarkısı. 3. tekrarlana
tekrarlanansan ؟verici bir hal alan söz. terâne-kâr ( ر ا ﻓ ﻪ ﻛﺎرf.b.s.) : 1. öten, ötücü. 2. (bkz : müterennim). terâne-perdâz ( ر ا ﺗ ﻪ د ر د ا زf.b.s.c. : terâneperdâzân) : makamla şarkı söyleyen, terâne-perdâzân ( ﺗ ﺮ ا ﻧ ﻪ ﺑ ﺮ د ا ز ا نf.b.s. terâneperdâz'ın c.) : makamla şarkı söyleyenler. terâüe-perdâzî ( ر ا د ه ب— ردازىf.b.i.) : terâneperdazlik, m-akamla şarkı söyleme, terâne-sâz ( راﻧﻪ ﺳﺎزf.b.s.) : öten, ötücü, (bkz : nağme-sâz). terâne-zâr ( راﻧﻪ زارf.b.s.) : ahenkli, cümbüşlü yer. terâne-zen ( ر ا ﺗ ﻪ زنf.b.s.) : şarkı söyleyen, (bkz : müteganni). terârih ( رار ؟a.i. türrehe'nin c.) : sa ؟masapan sözler, (bkz : tiirrehât). terâset ( را ﺳ ﺖa.i.) : kalkancilik. terâsuf ( ر ا ﺻ ﻒa.i.) : [kaldırım taşları gibi] birbirine yanaşıp sıkışma, istif olma, terâsiil ( ر ا ضa.i.c. : terâsülât) : haberleşme, mektuplaşma. tera'ud ( ر ﻋ ﺪa.i. ra'd'den) : titreme, (bkz : irtidâd). terâvih ج.( ﺷﺎوa.i. terviha'nm c.) : 1. ramazanda yatsı namazı ile Salât-İ vitir arasında kiİınan yirmi rek'atlilc namaz, [sünnet-i müekkede olan bu namazın cemaatle kılınmaSI, Hz. Ömer zamânmda âdet olmuştur], terâzî ( را ضa.i. rızâ'dan) : birbirine râzı etme, uyuşma. Ale't-terâzî : birbirini râzı ederek uyuşma üzerine. Bi't-terâzî : iki tarafın rızâsıyla, uyuşarak. terâzî-i tarafeyn : huk. iki tarafın muvâfakati. terâzû ( راز وf.i.) : terâzi. (bkz : mîzân). terbi' ( ر ﻳ ﻊa.i. rub'dan. c. : terbiât) : 1. dörtleme, dörde ؟ikarma. 2. dörde bölme. 3. dört köselendirme. 4. astr. *dördün, fr. quartier. 5. ed. bir misraa ü ؟veyâ bir beyte iki mısrâ lcatarak dörtlü bendler yapma, terbi-i ahir : irer arabi ayının yirmi birinci günü. [Ay, bu sırada terbi-i evvel'e mukab.il olarak yine yarim Ay şeklindedir], terbi-i evvel : her arabi ayının yedinci günü. [Ay, tam bu sırada yarim Ay şeklinde bulunur]. 1262
te rb ia n ( رﺑﻴﻌﺄa.zf.): 1. m urabba, (kare) olarak. 2. dört köşeli olarak. te rb iâ t ( رﺑﻴﻊ— ا تa.i. terb i'in c .) : 1. dörtlem eler, dörde çıkarm alar. 2. dörde bölm eler. 3. dört köçelendirm eler. 4. ed. dörtlü bentler yapm alar. te rb iye ( رﺑﻴﻪa.i. rü b ü v 'd e n ): 1. besleyip büyütm e, beslenip büyütülm e. 2. eğitim . 3. görgii. 4. alıştırm a. te rb iy e -i b e d e n i c e : beden terbiyesi, )im nastik. 5. h a fif cezalandırm a. 6. bâzı yem eklere konulan yu m u rta, lim on, sirke salça gibi şeyler. 7. alıştırm a [hayvan-]. 8. araba h a yvan ların ın dizgin leri. 9. tavsiye; k ayırm a, koru m a . (Sehi Tezk. s. 23). te rb iy e -k erd e ( ر د ه ﻛ ﺮ د هa.f.b .s.): terbiye olm uş, terbiye edilm iş, terbiyeli, te rb iye t
( رﺑﻴ ﺖf.i.). ( b k z : terbiye),
te rb iy e t-k â r ( ﺗ ﺮ ﺑ ﻴ ﺖ ﻛ ﺎ رa.f.b .s.): e ğ it ic i, terb iye t-k e rd e ﺮ د ه terbiye-kerde).
ﻛ
( ﺗ ﺮ ﺑ ﻴ ﺖa.f.b.s.). ( b k z :
te rb iy e v î ( ر د ىa.s.) : terbiyeli, e ğ it im li, terbiye ile, eğitim le ilgili, fr. e d u catif. te rce m ân —ان٠( ر جa.i. tercem e'den. c . : te râ c im ): 1. tercüm an, * ؟evirici, *d ilm a ؟. 2. X V I. y ü z y ıl d il ve d in bilgin lerin d en A n k ara'lı P ir M ehm et b in Y u su f'u n 28 bölüm üzerine 3 cilt olarak düzenlediği A rap ؟adan Turkçeye sözlük. T e rcem ân ü ' 1-E s râ r (sırların (bkz ؟L isân ü ' 1-Gayb).
te rc ü m a n ı):
tercem e ( ﺗ ﺮ ﺟ ﻌ ﻂa .i.c .: te râ c im ): tercüm e, ؟evirm e [dilden dile-]. tercem e-i a h v â l-i r i c â l : b ü yü k ad am ların hal tercüm esi. tercem e-i h â l ؛hal tercüm esi, fr. b io g ra p hie. T ercem e-i K a n û n ü ' 1- E d e b : M ü stakim zâd e Süleym an Sa'düddîn E fen d i'n in 1769 da "K a n û n ü ' 1-Edeb fi-Z ab ti K e lim â tiT A ra b ” adli A ra p ؟adan F ars ؟aya aslın d an "E lsin e-i Selâse" adıyla ؟evird iği sözlük. T ercem e-i M anzûm e: Çinasi'nin Fran sızca'dan yap tığı şiir tercüm elerini ihtiva eden ve 1858 de b asılm ış b ir eseri. T e rcü m ân -1 A h v â l : A g âh E fen d i ile Şinasî'nin 1860-1866 da İstan b u l'd a ؟ik arttık la11 gü n lü k (haftada ü ؟gün) gazete.
terekkub Tercümân-1 Hakikat: Ahmed Midhat Efendi tarafından 27 Haziran 1878 de İstanbul'da yayımlanmaya başlayan günlük gazete.
terdîd cümlesi: gr. *ikircil cümle, ؟atallı ciimle. terdidât ( ﺗﺮدﻳﺪا تa.i. terdid'in c.): terditler.
terci' ( ﺗ ﺮ ﺟ ﻴ ﻊa.i. rücû'dan. c .: terciât): 1. geri çevirme, döndürme. 2. tekrarlama,
terdîf ( ر د دa.i. redfden. c .: terdifât): 1. arkası Sira yürütme, yürütülme, (bkz : ta'kib). 2. ed. ardı sari söyleme. 3. terkiye alma, terdifât ( ﺗﺮدﻳﻔﺎقa.i. terdifin c.): terdifler.
terci-i bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç İcısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda tekrarlanan kafiyeli bir beyti bulunan nazım şekli, (bkz: terkib-i bend). terciât ا ت٠( زجﺀa.i. terci'in c.): geri çevirmeler, döndürmeler. tercib ( ر ﺟﻴ ﺐa.i.c. tercibât): 1. ululama, (bkz : ta'zîm). 2. yemişi çok olan bir ağacmaltma destele koyma. tercih ( ر ﺣ ﺢa.'i. rüchân'dan. c .: tercihât): üstün tutma, daha çok beğenme, tercih-bilâ miireccâh: sebepsiz tercih, üstün tutma. tercih-i beyyinât: fık. miirâfaa olanların bir madde hakkında ikame edecekleri delillerden birini, İşitme husûsunda diğerinden mukaddem görme. tercî'-hâne ﻻ- ( رa.f.b.i.): ed. terci-i bend teşkîl eden bendlerden her biri, tercihât ( ﺗ ﺮ ﺟ ﻴ ﺤ ﺎ تa.i. tercih'in c.): tercihler, üstün tutmalar.
terdifen ( ' ر د فa.zf.) : arkasından yürüterek; katarak, (bkz: ilâveten), terdiye ( ر د ﻳ ﻪa.i. ridâ'dan): örtü ile kapatma, örtme. tere ( ر هf.i.): tere. terecci ( ر ج—ىa.i. recâ'dan): 1. ricâ etme, yalvarma. 2. umma, ümidetme. tereccuh ( ر ج—حa.i.): bir tarafı tutma, taraflı olma. tereddi ( ﺗ ﺮ د ىa.i. redy ve redeyân'dan): soysuzlaçma, yozlaşma. tereddiyât ( ردﻳﺄ تa.i. tereddi'nin c.): soysuzlaçmalar, yozlaşmalar. tereddüd ( ﺗﺮددa.i. redd'den. c .: tereddüdât): 1. bir yere gidip gelme. 2. kararsızlık, duraksama. 3. nöbetli hastalıkların tekrarlaması. Bi-tereddiid, Bilâ-tereddiid: düşünmeksizin, hemen karar vererek. tereddüdât ( ﺗﺮدداتa.i. te.reddüd'ün c.): tereddütler.
yaş":
ter-dâmeni ( ردا صf.b.i.): nâmussuzluk.
t e r f ^ ( a . i . ) :1. yumuşaklık, (bkz :nuûmet): 2. iyi, güzel yemek. 3. ince, güzel şey, biblo, tereffu' ( ر ﻓ ﻊa.i. refden. c .: tereffuât): yükselme, yukarı kalkma.
ter-dest ( ر د ﺳ ﺖf.b.s. ve i.c.: ter-destân): eli işe yatkın; usta, (bkz : mâhir).
tereffuât ( رﻓﻌﺄ تa.i. tereffu'un c.): yükselmeler, yukarı kalkmalar.
ter-destân ( ﺗﺮدﺳﺎتfb.s. ve i. terdest'in c.): eli işe yatkm olanlar; ustalar.
tereffuk ( ر سa.i. rıfk'dan): yumuşaklıkla muâmele etme, tatil dil, güler yüz gösterme.
terciye ( ر بa.i.): umma, ümitli olma, ter-dâmen ( ﺗ ﺮ دا ﻣ ﻦf.b.s.): nâmııssuz, bıılaşık.
"eteği
ter-desti ( ز ﻟ ﻔ ﻰfb.i.): el yatkınlığı; ustalık, (bkz: mahâret). terdid ( ﺗ ﺮ د دa.i. redd'den. c .: terdidât): 1. reddetme, geri çevirme, geriletme. 2. geri atma, püskürtme. 3. tekrar tekrar çevirme. 4. ed. bir fikri iki ihtimalle anlatma; bir sözü, muhatabın beklemediği bir sûrette bitirme, [meselâ: “Erbâb-1 teşâür çoğalıp şâir azaldı" mısrâını İşiten bir kimse, daha birkaç şâir varmış zannma düştüğü halde : “Yok öyle değil, şâirin ancak adi kaldı” mısrâını duyunca beklemediği bir neticeyi almış olur].
tereffüh ( رفa.i. refâh'dan): refah bulma, geçimde bolluğa kavuşma, terehhüb ( ر ﻫ ﺐa.i.): râhip olma, râhipleşme. terekât ( ﺗ ﺮ ﻛ ﺎ تa.i. tereke'nin c.): terekeler, ölen kimsenin bıraktığı şeyler, tereke ٠( رﻛﺎa.i.c.: terekât): ölen kimsenin bıraktığı şey. (bkz : metrûkât, muhallefât). terekküb^^a.i.rükûb'dan.c. :terekkübât): 1. karışıp birleşme, meydana gelme [bir şey bir şeyle-). 2. fels., kim. *bileşim, fr. composition. 1263
terekkiibat
terekkübât ﺗ ﺮ ﻛ ﺒ ﺎ ت
(a.i. tei'ekküb'ün c . ) : te-
rekküpler, karışıp
birleşmeler,
terettüb ﺗ ﺮ ب
(a.i. r ü tû b 'd a n ): 1. sıralanm a,
m eydana
sırasında olm a, sırası gelme. 2. âit olma,
terek k iin ( ر ﻛ ﻦa.i. r ü k n 'd e n ): 1. rü k ü n k şm e,
îcâbetme, gerekme. 3. düşm e [bir İç birinin üzerine-).
gelmeler. erkândan olm a. 2. ma'nen ku vvet bulm a, terem riim
( ر ﻣ ﺮ مa .i.): birşey söyleyecek gibi
davl'anm akla berâber söylem eyip kalm a, teren
( ر نf.i.): nesteren denilen gül.
teren ciibin ( ﺗ ﺮ ﻧ ﺠ ﺒ ﻴ ﻦa .i.): kudret helvası, teren n iih
رﻧ ﺢ
(a .i.c .: teren n ü h ât): sarhoşluk
veyâ başka bir sebepten dolayı sallanarak, sendeleyerek yürü m e.
terenniihât ﺗ ﺮ ﻧ ﺤ ﺎ ت ler.
(a .i.c.: teren n ü m ât):
1. yavaş
ve güzel b ir sesle şarkı söyleme. 2 . şakım a, ( b k z : teganni).
terennümât ﺗ ﺮ ﻧ ﻤ ﺎ ت
(a.i. terennüm 'ün c . ) : te-
renniim ler ؛şakım alar.
terenniim-sâz ر ﻧ ﻤ ﺎ ز
(a.f.b.s.): terennüm
eden, şarkı söyleyen, (bkz : m üteganni).
terennüm-sâzi ر ﻧ ﻤ ﺎ ز ى
(a.f.b.i.): terennüm
edicilik, şarkı söyleyicilik.
terennüm-senc ﺳ ﺞ
ر ﻧ ﻢ
(a.f.b.s.). (bkz ؛
ﻣﻨ ﺠ ﻰ
رﻧ ﻢ
(a.f.b.i.). (b k z :
(o.i. rüsûb'dan. c . : teressiibât):
tortulan m a ؛dibe çökm e ؛durulm a,
teressiibât ﺗ ﺮ ﺳ ﺒ ﺎ ت
(a.i. teressiib'ün
c .) : tortu-
lanm alar; dibe çökmeler; durulm alar.
teressübât-1 hevâiyye : meteor, yağış, teressül ( ﺗ ﺮ ﺳ ﻞa.i. re se l'd e n ): 1. yavaş yavaş, dikkatle görme. 2. harflerin m ahreçlerine ve kısaltılıp uzatılm aların a riâyet etme,
teressiim ر م
(a.i. resm'den. c . : teressiim ât):
resim leşm e, resim gibi şekillenme,
teressiimât ﺗ ﺮ ﺳ ﻤ ﺎ ت
(a.i. teressiim 'ün c . ) : re-
simleşmeler, resim gibi şekillenmeler,
tereçşııh ( ﺗ ﺮ ﺷ ﺢa.i. reşh'den. c . : tereçşuhât): 1. sızm a, sızıntı yapm a, terleme. 2. cogr. SIZim, sızıntı.
tereççuhât ﺗ ﺮ ﺷ ﺤ ﺎ ت
(a.i. tereççuh'un c . ) : 1. SIZ-
malar, sızıntı yapm alar, terlemeler. 2 . kulaktan gelme haberler,
tereşşüf ر ﺷ ﻒ 1264
be verm e, rütbe alm a. 3. öğren cin in sın ıf geçmesi.
terfian ﺗ ﺮ ﻓ ﻌ ﺎ
(a .zf.): terfi ederek, rütbe alarak,
rütbesi yükseltilerek.
terfiât ﺗ ﺮ ﻓ ﻌ ﺎ ت
(a.i. terfi'in c . ) : 1. yükseltm eler,
yükseltilm eler, y u k a rı kaldırm alar. 2 . rütbe vermeler, rütbe alm alar,
terfid ( ﺗ ﺮ ﻓ ﺪa.i.). ( b k z : ta'zîm, teklim ), terfie ( ﺗ ﺮ ﻓ ﻪa .i.): dirlik düzenlik tem ennisinde bulunm a.
terfih ﺗ ﺮ ب
(a .i.): refâh verm e, bollukta yaşat-
m a, rahat yaşam asın ı sağlam a, (a.i. r e fik 'd e n ): arkadaş etme, biri-
nin ya.nma katm a, katılm a,
terfikan ﺗ ﺮﻓﻴ ﻖ — ا
terennüm -sâzi).
teressüb ر ﺳ ﺐ
terevvu' ( ﻟ ﺮ و عa .i.): korkma, terevvuh ( ﺗ ﺮ و حa .i.): bir şeyden koku alma, terezzün ( ﺗ ﺮ ز نa .i.): vak ar gösterme, terfend, terfende ' ﻧ ﺮ ﻓ ﺪ ه، ( ﺗ ﺮ ﻓ ﻐ ﺪf.s.): turfanda, terfi' ( ر ﻓ ﻊa.i. r e f d e n ) : 1. yükseltm e, yüksel-
terfik ﺗ ﺮ ﻓ ﻤ ﻖ
terenniim -sâz).
terennüm-senci
(a .i.): u nutm am ak İ ؟in parm aga
iplik bağlam a.
tilme, yu k arı kaldırm a, kaldırılm a. 2. rüt-
(a.i. terennüh'ün c . ) : sar-
hoş gibi sallanarak, sendeleyerek yü rü m e-
terennüm ﺗ ﺮ ﻧ ﻢ
terettiim ﺗ ﺮ ﺗ ﻢ
(a .i.): su yu emme.
(a .zf.): birinin yan ın a katarak,
katılarak.
terfii ﺗ ﺮ ﻓ ﺜ ﻞ
(a.i. re fl'd e n ): 1. ululam a, (bkz :
ta'zîm). 2. uzatm a. 3.
ed.
A ra p arûzunda
m ütefâüün 'vezninin "n " sini "elif)' yapıp sonuna bir “ ten” katarak "m ütefâilâtün” yapm a.
tergib ﺗ ﺮ ﻏ ﻴ ﺐ
(a.i. ragbet'den. c . : te rg ib â t):
arzu ettirme, istek verm e, isteklendirme.
tergibât ﺗ ﺮ ﻏ ﻴ ﺒ ﺎ ت
(a.i. tergib'in c . ) : isteklen-
dirmeler, istek vermeler,
tergim
( ر ﻏ ﻴ ﻢa.i. ra g m 'd a n ): yere sürtm e, sür-
tülme. (b k z : irgam).
tergim-i enf:
(burnunu yere s ü rtm e ):
mec.
kibrini, gu ru ru n u kırm a,
ter-hâne ( ﺗ ﺮ ﺧ ﺎ ﻧ ﻪf.i.): tarhana, (bkz : terhine), terhib ( ﺗ ﺮ ﺣ ﻴ ﺐa .i.c .: terh ib ât): birine “m erhaba" deme, hal ve hatır sorm a,
terhib ﺐ
( ر ﻫ ﻴa.i. rehb'den.,;C.: terh ib ât): çok
korkutm a, korkutulm a.
terkib-i ؛sn.dî terhibât
ﺗ ﺮ ﺣ ﻴ ﺒﺎ ت
(a.i. t e r h i b 'i n c.) : h a l v e h a -
t i r s o r m a la r .
terhibât
ﺗ ﺮ ﻫﻴﺒﺎ ت
(a.i. t e r h i b 'i n c.) : ç o k k o r -
ز
ز ﻫﻴﺒﻴ ﻪ
،
ز ﺑ ﺒ ﻰ
(a.s.) ؛
ç o k k o r k m a y a â it, ç o k k o r k m a ile ilg ili, ç o k k o r k u t u c u . M ücâzât-1 terhibiyye : [ö ld ü rm e , k ü r e k c e z â s ı, s ü r g ü n , m e 'm u r l u k t a n Ç1k a r ı l m a v e y â m e 'm u r o l m a m a , m e d e n i h a k l a r d a n u z a k l a ş t ı r ı l m a g ib i] a ğ ı r c e z â la r.
ز ﺧ ﻢ
abréviation :
b ir
ra h m , is m i
rah u m k ıs a ltm a ,
Z e y n e lâ b i d in 'd e n
ve
fr.
" Z e y n e l ''
y a p m a k g ib i.
terhini ا٠( زﺣﻲa.i. r a h m e t , m e r h a m e t , r u h m v e r u h u m 'd a n . c. : t e r h im â t) : ‘A l l a h r a h m e t e y le s in !'' c ü m l e s i n i sö y le m e ,
terhimât ۶ ﺖ
ﺑ
(a.i. t e r h i m 'i n c.) : r a h m e t l e
y â d e tm e le r , ‘A l l a h r a h m e t e y le s in !'’ d e m e -
ز ﻫﻴ ﻦ
(a.i. r e h n 'd e n ) : r e h i n o l a r a k v e r-
m e; e m â n e t b ıra k m a .
terhine
ز ي
t e r h is -
( f i.) : t a r h a n a , ( b k z : te r - h â n e ) .
ز
(a.i. r u h s a t 'd a n . c. : t e r h is â t ) ؛
1. r u h s a t v e r m e , i z i n v e r m e . 2. a s k e r lik g ö re v in i b itire n le ri k o y u v e rm e ,
ا ت٠( ر ﺧ ﻊa.i. t e r h i s 'i n c.) : te r h is le r , terhûn ( ز ﺧ ﻮ نf i.) : bot. m ü r e k k e b e (* b ile şik terhisât
g ille r ) f a s ile s in d e n e k ş i u s â r e li b i r n e b a t (* b itk i).
ر ب
(a.i.) : ç o k k o r k u t m a , ( b k z : t a h v i f
te'rîk ﻳﻖ/( ئa.i.) : g e c e u y k u s u z b ı r a k m a , b ir a k li m a .
ز ى
m e m le k e ti te rk e tm e , g u r b e te
terk-i d ü n y â : d ü n y â d a n
v a z g e ç ip b i r k ö ş e y e
ç e k ilm e . : h ü r m e t s i z li k , s a y g ı s ı z l ı k ,
terk-i h a y â t : terk-i vazife
1 ) ö lü m , ( b k z : v e f â t ) ; 2 )
ö lm e ,
y e r in i b ır a k m a ,
: v a z ife s in i, g ö r e v in i te rk etm e ,
b ır a k m a .
terk ii te r k :
n e s i v a r n e s i y o k , h e r ş e y i n i te r-
k e d i p A l l a h 'a y ö n e lm e .
terkend, terkende ز ﻛ ﺌ ﺪ ه
،
ز ﻛﺘ ﺪ
( f .i.) : y a la n ;
h ile , d o la p , ( b k z : h ııd 'a , k i z b , d ü r û g ) . te rk e ş
ﺗﺮﻛ ﺶ
( f .i.) : sa d a k , o k k u b u r u , o k ç a n ta -
si, o k m a h f a z a s ı , [“ t îr k e ş ” i n h a f i f l e t i l m i ş ! , (a .i. r ı k 'a 'd a n ) : y a m a m a , y a m a n m a ,
y a m a v u r m a , y a m a v u ru lm a ,
terkib ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺐ
(a.i. r ü k û b 'd a n . c . : t e r k i b â t ) :
1 . b i r k a ç ş e y i b i r le ş t i r i p k a r ı ş ı k b i r ş e y m e y d a n a g e t i r m e . 2 . ( c . : t e r â k ib ) b i r k a ç ş e y d e n m e y d a n a g e t i r i l m i ş şe y .
fr. composition. 4. terkib-i a t f i :
3. gr. b i r le ş t i r m e , 5. kim. s e n te z ,
ta k ım .
g r. b a ğ la ç g ru p u .
terkib-i b e n d :
ed . k a fiy e le r i b a ş k a b a ş k a
b i r k a ç k ı ş ı m d a n m e y d a n a g e le n v e h e r p a r ç a n ı n s o n u n d a a y r ı k a f i y e l i b i r b e y t i b u lu -
terkib-i
m u ş tu r ] , ( b k z : te re k e ).
terike ف. ( زa.i.) : 1. kaille, e v le n m e ç a ğ ı g e ç m iş , e v d e k a l m ı ş k ız . 2 . itfâ iy e a s k e r l e r i n i n b a ş l a r ı n a g iy d i k le r i ta s .
terinân ( ر„ﺗﻒf.i.). ( b k z : t e r n i y â n , te r y â n ) . ter'îş ٠( ز ﺑ ﺶa.i. r a 'ş e 'd e n ) : ti t r e t m e , t i t r e t i l -
in tik a l :
se m â is in d e
miiz.
h ân eye
p e şre v
veyâ
ve
saz
m ü lâ z im e y e
gö-
tü r e n m ü k e r r e r sa z p a r ç a s ı. Y a m iilâ z im e ile
(a.i.c. : te r ik â t ) . [asil “t e r i k e ” o l-
m a k l a b e r â b e r “te r e k e " ş e k li k u l l a n ı l ı r o l-
m e.
؛d ü n y â y ı, c ih â n ı
n a n b i r n a z ı m ş e k li, ( b k z : t e r c i - i b e n d ) .
te r h ib ).
terike
v a z g e ç ilm e .
ç ık m a .
te rk i' ر ﻗ ﻊ
1er.
terhin
ter'îb
terk-i d iy â r :
terk-i m e v k i' : (a.i.
r a h â m e t 'd e n ) :
vazgeçm e,
t e r k e t m e , ö lm e .
terk-i edeb
(a.i.) : b i r y e r d e n b i r y e r e g ö ç e t t i r -
m e , n a k le t m e .
terliim
sa lıv e r m e ;
2 . b o ş a m a , ( b k z : t a t lik ) . 3 . İ h m â l,
terk-i âlem, terk-i cihân
m a k s û r e tiy le .
ﺗﺮﺣﻴﻞ
( a .i .) : 1. b ır a k m a , b ır a k ılm a , k o y u -
verm e,
(a.zf.) : k o r lc u ta r a k , k o r k u t -
terhibi, terhibiyye
terhil
d en b o z m a ].
terk ﺑ ﺮ ك
te rh îb â tî şedide : ş i d d e tl i k o r k u t m a l a r ,
ب
( f . i . ) : t ir it , e t s u y u n a e k m e k d o ğ r a -
y a r a k y a p ıla n b ir y e m e k . [ A r a p ç a : "s e r id "
k u tm a la r, k o rk u tu lm a la r.
terhiben
terit ﺗ ﺮ ﻳ ﺖ
b a ğ lı
o ld u ğ u
hân eye
ra p te d e r
veyâ
m ü l â z i m e n i n s o n u ile y e n i h â n e y i b a ğ la r ; ik i s i
de
y a b ilir .
b u lu n a b i l i r T e r k îb -İ
veyâ
in tik a l,
i k is i
de
o lm a -
u m û m i y e t le
her
h â n e d e a y n i o lm a k la b e râ b e r, b u a y n iy e t, m ü l â z i m e d e k i g ib i m u t l a k o l m a y ı p , b i r i k i n o t a d a - h a z ı r l a y ı c ı m â h i y e t t e - t â d îlâ t y a p ı la b ili r . T e r k î b - İ in t ik a l, b i r k a ç n o t a d a n v e ç o k k ı s a b i r n a g m e c i k t e n İb â re ttiı..
terkib-i isnadi
: g r . b i l d i r m e c ü m le s i.
١US
terkib-i izâfî terkib-i izâfî : gr. İz â f e t t e r k ib i (is im ta m la m a s ı), [ m u z a f v e m u z â f u n i l e y h t e n m e y d a n a g e le n b i r te r k i p : “o d a n ı n ta v a m '' g ib i],
terkib-i kelâm : gr. s ö z d i z im i. terkib-i kim yevi : kim. * k im y a s a l * b ir le ş im , terkib-i sabâ : müz. K ı r ş e h ir l i Y u s u f 'u n e d v a r ı n d a (X V. yy.) 4 4 . te r k i p o l a r a k * ta n ı m la n a n m a k a m .
terkib-i sakim : gr. k u r a l a u y m a y a n ta m l a m a.
te rm im â t ( ﺗﺮﻣﻴﻤﺎتa.i. term im 'in c.) : 1. tâm ir etmeler, onarm alar. 2. hek. iy i etm eler fkırik kem ikleri-l. ter-m izâc ( ﺗﺮﻣﺰاجf.a.b.s.) : alıngan, pek ؟abuk alm an , buluttan nem kapan, terniyân ( ﺗﺮﻧﻴﺎنf.i.) : ince ؟it veyâ sazd an örm e sepet, (bkz : terinân, teryân). ter-pûş ( ﺗ ﺮﺑ ﻮ شt.f.b.i.) : püsküllü, fese benzer b ir ؟eşit başlık. terrâs ( ﺗﺮاسa.s.) : kalkan cı, k alk an ku llan an ,
t e r k i b - i t a v s i f i : g r. Sifat t e r k ib i (s ıfa t ta m la m a s ı), [ b ir s if a t v e b i r i s i m d e n m e y d a n a g e le n t e r k i p : " b e y a z k i t a p ” g ib i],
terkib-hâne ( ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺒ ﺨ ﺎ ﻧ ﺪa .f b .i.) : ed. t e r k i b - i b e n d te ş k il e d e n b e n d l e r d e n h e r b ir i,
terkibi ( ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺒ ﻰa.s.) : 1. t e r k ib e â it, te r k i p ile ilg ili. 2 . fels. * b ir le ş im s e l, fr. synthétique, terkik ( ﺗ ﺮﻗﻴ ﻖa.i. r i k k a t 'd e n ) : 1. in c e l tm e ; in c e d o g m e . 2 . y u m u ş a t m a . 3. n â z i k â n e a n la t m a.
terkik ( ﺗ ﺮﻗﻴ ﻚa.i.) : z a y ıf la t m a ; d i l i v e y â ib â r e y i k u s u rlu , b o z u k k u lla n m a ,
terkim ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﻢa.i. r a k m 'd a n ) : 1. r a k a m a tm a , a tı lm a . 2 . y a r m a . 3 . y a z m a , (blcz : t a h r i r ) .
Ta'dâd ve terkim : s a y m a v e y a z m a , terkin ( ﺗﺮﻗﻴﻦa.i.) : 1. b o y a m a , y a z m a . 2. y a z ılı b i r ş e y i b o z m a , ؟iz m e , s ilm e ,
terkin-i kayd : k a y d ı m s ilm e , terkin ( ﺗﺮﻛﻌﻦa.i.) : b e lli b i r y e r d e v e s a a t te b u h ış m a s ö z le ş m e s i, (blcz : m ilcat).
terkis ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﺺa.i. r a lc s 'd a n ) : r a k s e t t i r m e , o y n a t m a , o y n a t ı l m a , ( b k z : te l'îb ).
terkiş ( رﻗﻴ ﺶa.i.c. : te r k iş â t ) : ed. k e li m e y i s ü s le m e , g ü z e ll e ş t ir m e .
terkişât ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﺸ ﺎ تa.i. t e r k i ş 'i n c.) : ed. k e lim e le -
ters ( ﺗﺮسf.i.) : lcorku. (bkz ؛bim , havf, hirâs). tersâ ( ﺗ ﺮ ﺳ ﺎf.i.c.: tersâyân) : H ıristiyan , (bkz : îse vî, N asrâni). tersâ-be ؟e ( ﺗ ﺮ ﻣ ﺎ ﺑﺠﻪf.b.i.c. : tersâ-be ؟egân) : 1. H ıristiyan çocuğu. 2. tas. m ürşid-i k âm il. tersâ-be ؟egâ ٠ ( ﺗﺮﺳﺎ ﺑ ﺠ ﺢ نf.b.i. tersâ-be ؟e'nin c.) : H ıristiyan ؟ocu k ları, tersân ( ﺗ ﺮ ﻣ ﺎ نf.s.) : korkan, korkak, (bkz : h âif). tersân tersân ( ﺗ ﺮﻣ ﺤﺎ ن ﺗﺮﻣﺎنf.zf.) : k orka korka, kork arak. tersâyân lar.
( ﺗ ﺮ ﺳﺎﻳﺎ نf.i. tersâ'nın c.) : H ıristiyan -
te rs-e n g iz اﻧ ﺤ ﺰ kutan.
( ﺗﺮسf.b.s.) : korku veren, kor-
tersi' ﻧﺮ ﺻ ﻴ ﻊ- (a.i.c. : tersiât) : 1. m ücevherler k ak a ra k süslem e; oym acılık, fr. m arqueterie. 2 ١.٠ed. ik i fık ra n ın lcelim elerini vezin ve kafiyece denk getirm e " ؛M ü n h asırd ır sözlerim evsâfın a / M u n tazird ir gözlerim eltâfm a." gibi. tersib ( ﺗﺮﺳﻴﺐa.i. rüsûb'dan. c. : tersibât) : tortu yu dibine çöktürm e, tortusun u durultm a.
(a.i. r e k z 'd e n ) : d ik m e , ( b k z :
tersibât ( ﺗ ﺮ ﺳﻴﺒﺎ تa.i. tersib'in c.) : to rtu yu dibine çöktürm eler, tortusunu durultm alar.
terkuva ( ﺗ ﺮ ﻗ ﻮ هa.i.) : anat. k ö p r ü c ü k k e m ig i, fr. clavicule.
tersil ( " ر ﺑ ﻞa.i. resl'den). (bkz : tertil), gerek yazı, gerekse konuşm a d ilinde ağırb aşlı bir üslup kullanm a.
r i s ü s le m e le r, g ü z e lle ş tir m e le r ,
terkiz ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺰ re k z ).
term id ( ﺗ ﺮ ﻣ ﻴ ﺪa.i. r e m â d 'd a n ) : 1. y a k m a , k ü l h â l i n e g e ti r m e . 2 . n e b â t î m a d d e l e r i a y ır m a k İ ؟i n u z v i b i r c is m i y a k m a ,
term im ( ﺗ ﺮ ﻣ ﻴ ﻢa.i. r e m m 'd e n . c. : t e r m i m â t ) : 1. t â m i r e tm e , o n a r m a . 2. hek. iy i e tm e [k ir i k k e m ig i- ] .
1
tersim أ٠( ﺗ ﺮ ﺳ ﻲa.i. resm 'den. c. : tersim ât) : resm etm e, resm edilm e, resm in i yapm a, yapılm a, resm in i ؟izm e, ؟izm e. tersim -i harita ؛h aritasın ı ؟izm e. tersim-bi'z-ziyâ'î tersîm -bi'ş-şems : fotograf.
terzîk tersim ât ( ﺗ ﺮ ﺳ ﻴ ﻤﺎ تa.i. t e r s i m 'i n c.) : r e s m e tm e 1er, r e s m e d il m e l e r , r e s m i n i y a p m a l a r , ç iz m e le r.
tersim i
ﺗ ﺮﺑ ﻤ ﻰ
(a.s.) : ç iz m e k le , r e s m i n i y a p -
m a k l a ilg ili, fels. * çizg eli, fr. graphique,
ters-nâk
ﺗﺮﺳﺎك
(f.b.s.) : k o r k a n , k o r k a k , ( b k z :
h â if ) .
terşîf
ﺗ ﺮﻧﻴ ﻒ
(a.i. r e ş f d e n ) : y u d u m y u d u m
İç m e , y u d u m l a m a .
terşîh
رﻣ ﺢ
(a.i. r e ş h 'd e n . c. : te r ş îh â t ) : 1. s ü z -
m e , s ı z d ı r m a , ( b k z : İ r tiş â h ) . 2. b e s le y ip te r b iy e e tm e . 3. ed. s ö z ü ö z lü s ö y le m e s a n 'a ti.
terşîş ( ر د شa.i. r e ş ş 'd e n ) : s e r p m e , s a ç m a , tertib
ﺗ ﺮﺗﻴ ﺐ
(a.i. r ü t û b 'd a n . c. : te r t i b a t ) :
1. d iz m e , s ı r a la m a , h a z ı r l a m a , d ü z e n e k o y m a . 2. [ m a tb a a iş le r in d e ] d iz g i. 3. S ira, d iz i, d ü z e n . 4. r e ç e te . 5. top., geo. b i r d ü z le m ü z e r i n d e b i r b i r i n e d i k o l a r a k t a s a v v u r e d ile n k e m i y y â t- ı v a z 'iy y e ( k o o r d in e e k s e n le r i, a b s i s - o r d in e ) m i h v e r l e r i n d e n u f u k h a t t ı n a p a r a l e l o l a n a a y n i d ü z le m ü z e r i n d e k i b i r n o le ta d a n i n d i r i l m i ş d i k m e n i n u z u n l u ğ u , [ t o p o g r a f y a d a b u s is te m 9 0 d e r e c e f a r k lı o l d u ğ u n d a n g e o m e t r i n i n 'te r tib i t o p o g r a f y a n m fa s la s i olui". (top. d a , g e o m . n i n alcs in e X. y e r i n e y., y. y e r i n e X. e k s e n i a lın ır ) ] , fr. ordiné.
tertib-i sehvi : y a n lı ş d iz g i [m a tb a a c ililc ta ]. 6 . ed. file rin v e if â d e n i n s ı r a la n m a s ı , h â d i s e l e r i n o lu ş t a r z ı n a g ö re a n la t ıl m a s ı,
tertibât
ت
ر ﻧﺎ
(a.i. t e r t i b 'i n c.) : 1. d ü z e n ,
d ü z e n le m e . 2. k a r ş ıla y ı c ı h a z ır lı k la r ,
tertibiyye
-
ر
(a.i.) : h a r f d iz m e ü c r e t i
[m a tb a a c ilile ta -].
tertib-kerde
رﺗﻴﺐ ﻛﺮده
(a.f.b .s.) : t e r t i b e d i l m i ş ,
d ü z e n le n m iş .
tertib-sâz از٠ ( رﺗﻴﺐ سa.f.b .s.) : t e r t i b e d e n , d ü z e n le y e n .
tertîb-sâzî ا ز ى
رﺗﻴﺐ
(a.f.b .i.) : te r tib e d ic ilile ,
d iiz e n le y ic ilik .
tertil
رس—ل٠(a.i.)
: y o lu y la , u s û lü y le o k u m a ,
(blez : te r s il).
tertil-i
Furkan-I
azîm ü'ş-şân :
K u r'â n -1
k e r i m 'i u s û l ü n e , k a id e s in e g ö re o k u m a .
ter ü tâze ( ر و ﻷزهf.b.s.) : p e k lâ tif , pelc k ö r p e , tervend ( ر وﻧ ﺪf.i.) : t u r f a n d a m e y v e .
te rv ic ( ﺗﺮوﻳﺞa.i. revâc'dan. c . : te rv îc â t): 1. kıym e t ve itib â rın ı a rtırm a . 2. geçirm e, (bkz : İnfâz). 5. tu tm a , desteklem e [bir fikri-], te rv ic -i e l f â z : ed. k u lla n ılm ay a n b ir kelim e n in yen id en öne sü rü lm e si veyâ yeni b ir k av ra m a k a rşılık o larak ortaya atılan bi.r k elim e n in k u llan ılm ası. te rv îc â t ( ﺗ ﺮ و ﻳ ﺠﺎ تa.i. te rv ic'in c . ) : 1. deger ve itib â rın ı artırm a la r. 2: geçirm eler. 3. tutm alar, desteklem eler [düşünceleri-]. te rv ih ( ر و حa .i.c .: te rv ih â t) : 1. râyiha, k o k u verm e, verilm e, k o k u su n u a rtırm a . 2. rah a tlan d ırm a , ra h a tla n d ın lm a . Y evm -İ te r v i h : zilh iccen in sekizinci g ü n ü olup arefeden b ir g ü n evveldir, o g ü n h acılar M în â'y a giderler. 3. m ü z. eskiden ç a lm a n sazla rd an biri. [M eragalı A b d u lk ad ir'in oglu A bdülaziz ta ra h n d a n icâdedilm iş o lan b u saz, b irb iri ark a sın a k o n m u ş iki k a n u n d a n m ü teşek k il idi]. T e rv îh ü 'l-e rv â h (ru h la rı ra h a tla n d ırm a ) ؛ A h m e d i'n in tıb b a d â ir m esnevi şeklinde yazılm ış b ir eseri. te rv îh a ،،( درودحa .i.c .: te râ v ih ) : terâv ih nam azın ın h e r d ö rt rek'atı. te rv ih â t ( ﺗﺮوﻳﺢ— ا تa.i. te rv ih 'in c .) : 1. k oku vermelei", verilm eler, k o k u su n u artırm a la r. 2. ra h a tla n d ırm a la r, ra h a tla n d ın lm a la r. te rv ik "( ﺗ ﺮ وﻳ ﻖki" u z u n olcunur. a .i.) : süzm e, d u ru ltm a , saflaştırm a. te rv iy e ( ﺗﺮوﻳﻪa.i. reyy, riyy ve r iv â 'd a n ) : 1. iyiden iyiye, d erin d erin d ü şünm e. 2. suya k a n d ırm a . Yevm -İ te rv iy e , Y evm ii'tt e r v i y e : zilhicce'nin sekizinci g ünü, arefeden evvelki gün. [hacıların 0 g ü n suyu olm ayan “M înâ"ya g ittik leri g ü n olup, gitm ezden önce nefisleriyle binelc h ay v an ların ı suya k a n d ırd ık la rı veyâ H z. İb ra h im 'in kesilm e rü 'y â sın ı 0 gece görüp, g ü n d ü z geregi gibi d erin d erin d ü şü n d ü k le ri İçin b u ad v erilm iştir]. te ry â n ( ﺗﺮﻳﺎنfi.), (bkz : te rin ân , terniyân). te r-z e b â n ( ﺗ ﺮ زﺑﺎ نf.b.s.): "yaş d illi” : 1. h az ır cevap. 2. lcalem. te r-z e b â n i ( رزﻷﻳﻰf.b.i.): lıazır cevaplık. terzile ( ﺷﺰ"قa.i. r ız k 'd a n ) : beslem e, rız ık verme. 1267
terzil
terzil ( ﺗﺮذﻳﻞo.i. rezâlet'den. c. ؛te rz ilâ t): rezil etm e, edilm e.
terzlliyyât ( ﺗ ﺮ ذ ﻳ ﺎ تa.i. terzil'in c .) : rezil etmele İ ؟in söylenilen sözler,
tesâbî ( ﺗﺼﺎﺑﻰa .i.): aşkın ı m eyd an a vu rm a, tesâbuk( د ا ﺑ ﻖa.i. se b k 'd e n ): y a rış etm e, ( b k z : m üsâbaka).
tesâbür ( ﺗﻔﺎ ﺑﺮa .i.): b ir şeyi d evam lı olarak yapm a, b ir şeye d evam üzere ؟alışm a, rastgelm e, aram ad an b u lm a, rastlanti. Ale't-tesâdüf: rastlam a ü zerine. Bi'ttesâdiif: rastlayarak, aram ad an ,
tesâdüfât ( ﺗ ﻌ ﺎ د ﻓ ﺎ تa.i. te s â d ü f ün c .) : rastlam alar, rastlantılar, rastgelm eler, aram ad an bulm alar. (a .z f.):
rastgele.
(b k z :
tesâdüfî ( ﻟ ﺼﺎ د ﻓ ﻰa .s.): rastgele-olan. ( b k z : tesâdüfen).
tesâdüfiyye ( ﺗ ﺼ ﺎ د ﻗ ﻪa .s.): ["tesâd ü fî" nin m ü e n .J ( b k z : tesâdüfî).
tesâdüm ( ﺗ ﻬ ﺎ د مa.i. s a d m 'd a n ): çarpışm a, tokuşm a. ( b k z : müsâdeme). m usâfaha).
tesâgur ( ذ ا قa.i. sig a r'd a n ): k ü ؟ü k görünm e, küçülm e.
ﺗﺴﺨﻦ
(a.i. suhûnet'den. te sa h h u n â t): ısın m a, kızm a, m alar, leizmalar.
tesahhur ( ﺗ ﺨ ﺮa.i. m ash a ra 'd a n ): 1. m askaralan m a. 2. zevklenip alay etm e. 3. âlem e g ü lü n ؟olm a.
tesâhub ( ﺗ ﺼﺎﺣﺐa.i. sâhib'den. c . : te sâh u b ât): 1. ark ad aşlık etm e. 2. sâhib ؟ık m a, k orum a,
tesâhubât ( ﺗﺼﺎﺣﺒﺎتa.i. tesâhııb'un c .) : 1. arkad aşlıklar. 2. sâhib olm alar, korum alar,
tesâhül ( ﺗ ﺴ ﺎ ﻫ ﻞa.i. sehl'den. c . : te sâ h ü lâ t): 1. y u m u şak m uâm ele etm e. 2. kolay görerek İh m âl etm e.
tesâhülât ( ﺗ ﺎ ﻫ ﻼ تa.i. tesâhü l'ü n c.): yu m u şak m uâm eleler ؛k olay görüp İh m âl etmeler,
tesakkub ( ﺗﺜﻌ ﺐa.i. sakb'dan . c . : te sa k k u b â t): tesakkub-ılü'lü': in cin in delinm esi. 1268
( ﺗﺴﺎﻗﻂa.i.) : b irb iri ard ın a düşm e, dü-
şüşm e.
( ﺗﺼﺎﻟﺢa.i.). (bkz : m usâlaha). ( ﺗﺼﺎﻟﺦa.i.) : sağır gibi görün m e, tesâlüb ( ﺗﺼﺎ ﻟ ﺐa.i salib'den) : 1. iki şeyin -h a؟
tesâluh tesâluh
gibi- b irb iri ü zerin e binm esi. 2. hek. sin ir ve d a m a rla rın b irb irin in ü ze rin d en ؟ap razv âri geçmesi. tesâlüb-i ırkî : zool. b ir cin sin tü rlü nesille-
rin i birleştirerek, hay van yetiştiricilik te o cinsin ıslah ın a h izm et etm e,
( ﺗ ﺴ ﺎ ﻟ ﻒa.i. s e lf den) : ik i erkek birbiriyle b acan ak veyâ ik i k a d ın b irbiriyle elti olm a.
tesâlüf
tesâmıı'
( ﻗﺎ ﻫ ﻊa.i. sem 'den) : İşitm e ؛k u la k ta n
( ﺗ ﺴ ﺎ ﻣ ﺢa.i. se m âh a fd e n . c. : tesâm uhât) : 1. m ü sâ m a h a etm e, h oş görm e, *hoşgörü. 2. dikkatsiz, kayıtsız dav ran m a,
tesâmııh
( ﺗ ﺎ ﻣ ﺤ ﺎ تa.i. te sâ m u h 'u n c.) : 1. m üsâm ahalar, hoş görm eler. 2. d ikk atsizlikler, kayıtsızlıklar.
tesâmııhât c .:
tesahhunât ( ﻣ ﺨ ﺎ تa.i. tesahhun'un c .) : ısın-
delinm e ؛deliklenm e,
( ﺗﺜﺎﻗﻞa.i.) : 1. üşenip ağırlaşm a, tenbellik etm e. 2. savaşa girm eye niy et etm işk en oyalanıp geri kalm a.
tesâkul
duym a.
tesâfuh ( ﺗ ﺼ ﺎ ﻓ ﺢa .i.): elele tutuşm a, ( b k z :
tesahhun
( ' ﺳ ﻘ ﻒa.i.) : 1. b ir H iristiy a n in -tah silin i tam am lay arak- papaz olm ası, i. b in â n in tav anlan m asi.
tesakkuf
tesâkut
tesâdüf ( ﺗ ﻤ ﺎ د فa.i. sa d e fd e n . c.: tesâdüfât).
te sâ d iife n ﺗ ﻌ ﺎ د ﻓ ﺄ tesâdüfî).
( ﺗﺜﻘﺒﺎتa.i.) : hek. o rg an izm ad a bulu n a n tabii ve ârızî delikler,
tesakkubât
tesâmıım
ا٠٠( ﺗ ﻌ ﺎهa.i. sıım 'dan) : sağırlaşm a ؛sa-
ğır görünm e.
( ﺗ ﻤﺎ ﻳ ﻒa.i. ta s n if in c.) : kitaplar, eser1er. (bkz ؛tasnifât).
tesânif
tesânüd ( ﺗ ﺎ ﻧﺪa.i. sened'den) : sosy. .d ay an ışm a, fr. solidarité. tesâüüdîyye ﻷ. ( ﺗ ﺎ ذ دa.i.) : fels. *dayanışçılık, fr. solidarisme.
ﺗﻌﺎوﻳ ﻒ.(a .i.'ta s rifin c.) : 1. A lla h 'ın istedigi gibi h ü k ü m ve irâdesi,
tesârlf
tesârîf-i dehr : dü ny â halleri. 2. gr. tasrifler,
؟ekim ler. tesârıı' ^ رع
(a.i.) : güreşm e, (bkz : m usâraa).
tesâruf ( ﺗﻤﺎر فa.i.) : em ir ve h ü k m e tm e, tesâub
( ﺗﺼﺎ و بa.i.) : in a t etm e ؛d ik b a şlılık
e tm e .,
(
tesebbüben ka.1 tesâud ( ﻣ ﺤ ﺎ ﻋ ﺪa.i. s u û d 'd a n . c. : te s â u d â t) : tesbîl ل٠ب٠ ( دa.i. s e b ild e n ) : 1. A lla h yolu na bağlam a. 2. yo la çık arm a, yo lcu etm e, [asil 1. y u k a r ı ç ık m a , a ğ m a . 2 ٠fiz., kim. * sü b m ân âsı “ ؛b ir şeyi A lla h İ ؟in vak fetm e ve li m l e ş m e , b u h a r h â l i n e g e ti r i lm e , fr. sublimation. m übah k lim a'' dır]. tesâudât ( ﺗ ﻤﺎ ﻋ ﺪا تa.i. te s â ı ı d 'u n c.) : 1. y u k a r ı ç ık m a la r . 2 . fiz., kim. * s ü b lim le ş m e le r , fr. sublimations. (a.i.) : 1. e s n e m e . 2 . g a f l e tt e b u -
tirm e, yerinde oyn am az hâle sokm a. 2. b ir h âli şüpheye yer b ırak m ayacak ؟ekilde görüp gösterm e.
(a.i. s u â l 'd e n ) : b i r b i r i n e s o r m a ,
tesbit-i hâtırât: psik.- *an gilarin *saptanm asi, fr. fixation des souvenirs,
ﺗﻆﺀ ب
tesâüb
lu n m a .
tesâül
ﺳﺎﺋ ﻞ
s o ru ş tu rm a .
tesâvî
tesbit ( ﺗﻐﺒﻴﺖa.i. sü b û t'd a n ): 1. sağlam ca yerle ؟-
tesci' ص
( س—اوىa.i.
s e v i'd e n ) 1 ؛. b i r v e m ü s â v î'
(*e ؟it) o lm a , b e r â b e r v e b i r d e r e c e d e b u l u n m a . 2. sosy. * e ş itlik .
(a.i. sec'den. c.: te sc iâ t): ed. nesirde k afiy e k u llan m a, cüm leleri kafiyelen dirme.
.( لa.i. tesci'in c . ) : tesci'ler, nesirde k afiye k u llan m alar, cüm leleri k afiyelendirm eler.
tesciât o U j ir
tesâvî-i kuvâ ؛i k i k u v v e t i n b i r r a d d e d e b u İ u n u ş u , k u v v e t l e r i n m ü s â v îliğ i, * e şitliğ i.
tesâvî-i leyi ü nehâr : astr. 21 M a r t v e 2 1 E y-
tescif -
İü ld e g e c e ile g ü n d ü z ü n b i r b i r i n e e ؟i t o lm a -
tescil -
SI, g ü n - t ü n * e şitliğ i, fr. équinoxe.
(a .i.): b ir ?eyi örtm e,
(a.i. sicill'den. c . : te s c ilâ t): sicile geçirm e, kütüğe geçirm e,
tesâvî-i nâkizeyn : mant. *çatışkı, fr. antinomie.
tescilât ت-
tesâvî-i ؟eki : kim. * e ş b iç im lik , fr. isom orphie.
tescin -
tesâvî-i terkîb: kim. iz o m e r i, fr. isomérie.
ﺗﺼﺎو„در
tesâvir
(a.i. t a s v i r 'i n c.) : r e s im le r , ta s -
v ir le r . ( b k z : ta s a v ir) .
tesâyüf
ف
ا
(a.i. s e y f d e n ) : k ıl ıç l a v u r u ş m a ,
( b k z : m iis â y e fe ).
tesbî' -
(a.i. s e b 'd e n ) : 1. y e d ile m e , y e d i-
y e ç ı k a r m a . 2. ed. e v v e ld e n s ö y le n m iş b i r
(a.i. tescil'in c .) : sicile geçirm eler, kütüğe geçirm eler, (a.i. sicn 'd e n ): zindana koym a,
hapsetm e.
tescir -
(a.i.). ( b k z : tefcir).
tesciye -
(a.i. se c iy y e 'd e n ): seciyye (üstün ahlâk) kazan d ırm a.
te sd id ( س — د د دa.i. s e d d 'd e n ): 1. u zu n lu ğu n a doğrultm a, doğru ltu lm a. 2. h a y ırlı içe doğru yöneltm e.
m a n z û m e n i n h e r b e y t i n i n - m a tl a 'd a h e r
tesdis ( ﺗ ﺴ ﺪ ﻳ ﺲa.i. süds'den. c . : te sd isâ t): 1. altı
i k i m ı s r â ı ile a y n i lc a fiy e d e o l m a k iiz e r e -
köşe yapm a [bir ؟ekli], altıya çık arm a, altılam a. 2. ed. b ir ؟iirin beyitlerine ayn i vezin ve kafiyed e dörder m ısrâ k atılarak her beytin altı m ısraa çıkarılm ası,
b e ؟m ı s r â İlâv e e d il e r e k y e d i m ı s r â a ç ık a r i lm a s i.
tesbîan
( ﺗ ﺴ ﻌ ﺎ ﺀa.zf.) : y e d iy e a y ır a r a k , y e d iy e
tesdisât ﺳ ﺎ ت٠ى
a y ı r m a k s û r e tiy le .
ﻟ ﺠ ﺢ٠٠( سa.i. s e b h 'd e n ) : 1. (c. t e s b ih â t ) : " s iib h â n a lla h " k e li m e s in i s ö y le y e re k A lla h 'a
tesbîh
ta 'z îm e tm e . 2. te s p ih , (blcz : s iib h a ).
tesbihât
O b i .— ل
(a.i.
te ş b ih in
c.) :
m a la r .
tesbihiyye (a.i.) : bot. te s p ih a ğ a c ıg ille r , fr. méliacées, lât. meliaceae.
دﺳﻚ
(a.i. s e b k 'd e n . c. : te s b ik â t) : e r i ti p
k a lı b a d ö k m e , e r i ti li p k a lı b a d ö k ü lm e .
tesbîkât
ﺗ ﺴﺒﻴﻜﺎ ت
tesebbiib
ﺳﺒ ﺐ
(a.i. se b e b 'd e n ): sebebolm a.
tesebbüben ا٠( سa .z f.): sebebolm ak sûretiyle,
" s iib h â n a lla h " d iy e r e k A lla h 'ı k u t s a l l a ş t ı r -
tesbik
(a.i. tesdis'in c .) : tesdisler, altıya çıkarm alar, altılam alar.
(a.i. t e s b î k 'i n c.) : e r i t i p k a il -
b a d ö k m e le r , e r i ti li p k a lı b a d ö k ü lm e le r .
sebeb olarak.
tesebbüben cerh : huk. bir k im sen in , alelâde yaralan m asın a sebebolan İ ؟İ ortaya koym asi. [meselâ : izinsiz kazılan lcuyuya b irin in diiçm esi... gibi].
tesebbüben k a ti : huk. bir in san in ölm esine sebebiyet verm e, y â n î hâdiselerin tabii cereyan larm a göre bir ad am ın ölüm ünü İntâc edecek b ir fiili İhdâs etme.
1269
tesebbuben sirkat te seb b iib en sirkat : huk. b irkaç şahsın birden m ah fu z yere gizlice girip a ld ık ları m alla n içlerinden b irin e yiilcleterek hârice çık arm a la rı ki, ؟erâiti m evcut olu nca cüm lesi h a k k ın d a h ad İcrâ edilir,
tesebbüt ( ﺗ ﺒ ﺖa.i. s e b ât'd a n ): sebat gösterm e, sabretm e, dayanm a.
tesecciid ( ﺗ ﺠ ﺪa.i. secde'den. c . : te se cciid ât) : secde etm e, secdeye kapan ıp A lla h 'ı takdis etme.
teseddüd ( ﺗ ﺪ دa.i. s e d d 'd e n ): hek. vü cu tta bu lu n an m âyi veyâ k im y e v i cisim lerin katılaçarak tabii m ecrâlarm d an b irin i kapam ası.
teseffiih ( ﺗ ﺴ ﻔ ﻪa.i. s e fih 'd e n ): sefihleşm e, teseffül
(a.i. s e fil'd e n ): sefilleşm e, bayagılaşm a, aşağılaşm a.
tesehhur ﺮ
( ﺗ ﺨa.i. m a sh a ra 'd a n ): m askaraya alm a, alay etme.
tesehhur-kâr ر
ﺗ ﺴ ﺨ ﺮ ﻛﺎ
(a .i.): m askara, (bkz :
suhra).
tesehhıır-kâr-âne
ﺗ ﺨ ﺮ ﻛﺎ راﻧ ﻪ
( a . f z f ) : m aska-
raya y a k ışa c a k sûrette.
tesehhüb ( ﺳ ﺤ ﺐa .i.) : bulutlan m a, (bkz : tegayyüm ).
lar, avundurm alar.
teselluh
( ﺗ ﺴ ﻠ ﺢa.i. s ilâ h 'd a n ): silâh lan m a, silâh kuşanm a.
teselliib ( ﺗ ﻠ ﺐa .i.): 1. soyu n m a. 2. k ocası ölen k ad ın ın m âtem elbisesi giym esi.
tesellüc ( ﺗ ﻠ ﺞa.i. selc'd en ): fiz. su b u h a rm m k ar hâlin e gelm esi.
tesellül ( ﺗ ﻠ ﻞa.i. s e ll'd e n ): 1. için den sıyrılıp ؟ikm a. 2. verem olm a.
tesellüm ﻢ
( ﻟ ﻠa.i. s ü l .: se le m e ): 1. teslim edilen) verilen bir şeyi alm a. 2. İslâm d in in i kabû l etm e, M üslüm an olm a. Teslim ve tesellüm : b ir ؟eyi teslim etm e ve o ؟ey teslim alınm a. 3. müz. fasıl m üziğinde p eşrevin ve saz sem âisin in her hânesi sonun da tekrarlan acak parça.
tesellüm
(a.i. sü k û n 'd a n ): sü kû n bul-
ﺗ
teselsül ( ﺑ ﻠ ﻞa.i. silsile'den. c.: teselsülât): 1. zincirlem e, zincirlem e gitm e. Kaide-i teselsül: m e'm ıırların Sira ile ilerileyebilm esi. 2. h u k. birden çok k im se n in b ir borçtan d olayı soru m lu olm ası. ( ﺗ ﺴ ﻠ ﺴ ﻼ تa.i. te se lsü lü n c .) : zincirlemeler, zincirlem e gitm eler.
tesemml ( ﺗ ﻄ ﺘ ﻢa.i. ism 'd e n ): adlan m a, isim lenm e.'
tesemmüm
te se k k iin -i d e ry â : denizin sakin leşm esi. te se k k iin -i n i z â ': k avgan ın yatışm ası,
ﻟ ﻤ ﻢ (o.i. sem m 'den. tesem m iim ât): zehirlenm e.
tesemmümât tesemmiin
tesellâ ( ﺗﺴﻠﻰa.i.). ( b k z : teselli),
tesemmür
teselli ( ﺗ ﺴ ﻠ ﻰa.i. selâ veya sülv'den. c . : te s e lliy y â t): avutm a, avun durm a,
tesellî-âmîz ( ﺗ ﻠ ﻰ آﻣﻴﺰa.f.b .s.): teselli edici, avutucu, ( b k z : teselli-bah ) ؟.
teselli-bah( ﻟ ﻠ ﻰ ﺧ ﺶ ؟a.f.b .s.): teselli verici, avutucu, (bkz : teselli-âm iz, tesliyet-bah) ؟.
teseHî-nâ-pezîr
ﻧﺎ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮ
( ﺗ ﻠ ﻰa.f.b .s.): avutula-
m az.
teselli-pezir ( ﺗ ﺴ ﻠ ﻰ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮa .fb .s .) : teselli kabû l edici, avutulab ilir.
teselli-yâb ( ﺗ ﻠ ﻰ ﻳﺎ بa.f.b .s.) : teselli bulucu, bulan, avunan.
ت
ﺗ ﺴﺎ
c .:
(a.i. tesem m üm 'ün c . ) :
zehirlenm eler.
te s e k k iir ( ﺗ ﺴ ﻜ ﺮa.i. se k r'd e n ): 1. sarh o ؟olm a. 2. (sükkeı ٠'d e n ) : hek. ؟eker h astalığın a tutulm a. 3. şeker hastalığı,
127.
(a.i. se lm 'd e n ): diş d i ؟, çen tik
ﺗ ﻘﻠ ﻢ
çen tik olm a.
teselsülât
te se h h iir ( ﺗ ﻬ ﺮa.i. se h r'd e n ): gece u yu yam am a, u yan ık kalm a. te se k k iin ﺴ ﻜ ﻦ m a, yatışm a.
teselliyyât ( ﺗﺴﻠﻴﺎتa.i. te se llin in c .) : avutm a-
ﻦ
ﺗ ﻤ
(a.i. sem e n 'd e n ): senairm e,
؟ ؛ ؟m aniam a. ( ﺗ ﺴ ﻤ ﺮa .i.): hek. b ir u zvu n ayn i cinsten b aşka b ir u zvu n içerisine b ir m ik tar girm esi ve cen in (ana rah m in d ek i çocuk) in havsala bo şlu k ların d an b irin in d erin liği İçine girm esi.
tesennî ( ﺗ ﻐ ﻰa .i.) : egilip bü k ü lm e, ik i kat olm a.
tesennüh^"(a.i.) :küflenm e. tesennün ( ﻟ ﻔ ﻦa.i. sin n 'd e n ): diş çıkarm a. Devr-İ tesennün : ço cu k ların ve h ayvan larin d i ؟ç ık ard ık ları m evsim .
teserri ( ﺗ ﺮ ىa.i. s e r y 'd e n ): fık. o d a lık edinm e, câriye alm a.
teskif (a.i. siir'at'den): koşma, çabuk
teshir ( ﻧ ﺨ ﻴ ﺮa.i. sihriyy'den): zapt ve İstilâ etme, ele geçirme, elde etme,
( ﻗ ﺘ ﺮa.i. setr'den): örtünme, gizlenme, saklanma, kapanma [kadınlar hak.], : kadınların -erkeklerden-
teshir ( ﺳ ﺤ ﻴ ﺮa.i. sihr ve sehhar'dan. c .: teshirât): büyü yapma, büyüleme, aldatma, aldatılma, kendini bağlama,
( ﺗﺴﺄلa.i. sııâl'den): dilenme, dilencilik
teshirât ا ت(a.i. teshir'in c.) : zapt ve İstilâ etmeler, ele geçirmeler, elde etmelel'.
ع
te serru '
davranma. te settü r
tesettü r-i n isv â n
örtünmesi. tese'iil
etme. tesevvi ( " ﺳﻮ ىa.i. sevy'den): tesviye etme, düzeltme, düzleme, düzlenme, tesevvi-i a râ z î : topragı düzleme, tesevvüb ( ﺗ ﺜ ﻮ بa.i. sevâb'dan): 1. sevaplanma, sevap kazanma. 2. farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılıp sevap kazanma, teseyyiib
( ﺗ ﺌ ﻴ ﺐa.i. seyyib'den): dul kalma
[kadın-]. tese ^ ü b ( ﺗﺴﻴ ﺐa.i.c.: teseyyübât): kayıtsızlık, ihmalcilik, üşenme, tenbelik. (bkz : keslân, tekâsiil).
( ﺗ ﺒ ﺎ تa.i. teseyyüb'iin c.): kayitsızlıklar, ihmalcililcler, üşenmeler, tenbellikler.
te se ^ ü b â t
tesfid ( ﺗ ﺴﻔﻴﺪa.i.): eti kebâbetmek İçin şişe dizme. te s fif
( ﻗ ﻔa.i.): dövüp toz hâline getirme,
ﻒ
getirilme. fih sayma. te s fil
( ﺗ ﺴ ﻔ ﻴ ﺮa.i. sefer'den): sefere gönderme,
gönderilme.
( ﺗ ﺴ ﺤ ﻴ ﻖa.i.): ezme, dövme, dövüp
te sh ik
ezme. tesh il tesh il
( ﻗ ﺤ ﻴ ﻞa.i.): öksürtme. ﻫﻴﻞ٠ ( قa.i. sehl'den. c .: teshilât): 1. ko-
laylaştırma. 2. Müntehabü'ş-şifâ sâhibi Hacı Paşa'nın hekimliğe dâir olan bir eseri, tesh ilâ t teshilen
( ﺗﺴﻬﻴ ﻼ تo.i. teshil'in c .): kolaylıklar, ( " ﺳ ﻬ ﻴ ﻼa.zf.): kolaylılc olmak üzere,
kolaylaştırarak.
tesh in ât
ﺳﻴﻨﺎ ت
kızdırmalar.
( ﺗ ﺴ ﻌ ﻴ ﺮa.i. sa'r'den): 1. narh koyma, kıymet, deger koyma. 2. ateşi yakıp alevlendirme.
tes'îr
( ﺗ ﺄ ﺋ ﻴ ﺮa.i. isr'den. c . : te'sîrât): 1. alâmet, nişan bırakma. 2. İşleme, dokunma; içe İşleme. S e rîü 't-te 'sîr : çabuk te'sîr eden,
te'sîr
te 'sîr-i h ev â
: fiz. hava devinim i,
te 'sîr-i k im y e v i : k im . te 'sîr-i z iy â
(a.i. teshin'in c.): ısıtmalar,
*kimyasal *etkinlik,
: k im . optik aktiflik. 3. kederlen-
dirme. te 'sîrât
( ﺗﺄﺛﻴﺮاتa.i te'sîr'in c.): te'sirler, *etkiler, : cogr. *içetmenler, *İçet-
kiler. iyi te'sirler, iyi *etkiler,
( ﺗﺴﺮهa.i.). (bkz: tesrir). te'sîs ( ﺗﺄﺳﺲa.i. üss'den. c. :te'sîsât) :esas koma, te sirre
temel atma, kurma; kuruluş, kurum, te 'sîs-i İ l â h î :
Allah'a âit yapı,
( ﺗ ﺄ ﺑ ﺎ تa.i. te'sîs'in c .): 1. kurmalar, kuruluşlar. 2. cemiyetler (*kurumlar). 3. *döşem, fr. in sta lla tio n . [elektrik te'sîsâtı, su te'sîsâtı.. gibi).
te'sîsât
( ﺗﺄﺳﻴﺴﺄa.zf.): te'sis ederek, kurarak, ( ﺗﺄﺳﻴﻪa.i.): teselli verme, avutma, teskıye ( ﺗ ﺴ ﻘ ﻴ ﻪa.i. saky'den): 1. su İçirme, su
te'sisen te'siye
verme. 2. sulama, sulanılma, (bkz: İrvâ, iska). teskib
ﺳﻴ ﻦ
(a.i. sahn'den. c. : teshinât) : ısıtma, ısıtılma, kızma, kızdırılma,
tesh in
( ﺗﺄﺛﻴﻢa.i. ism'den): günahkâr sayma, birine : "günahkâr oldun!" deme,
te'sîm
te 'sîrât-ı h a s e n e :
( ﺗ ﺴ ﻔ ﻴ ﻞa.i. siifl'den. c .: tesfilât): sefil-
leştirme, bayağılaştırma, bayağılaştırılma, aşagilaştırma. te s fir
( ﻧ ﺒ ﺪo.i. sa'd'den): tebrik etme, kutlama. (bkz:is'âd).
tes'îd
te'sîrât-ı d â h ilim e
( ﺗﺴﻔﻴﻪa.i. sefâhat'den): sefih görme, se-
te s fih
teshirât ( ﺳ ﻴ ﺮ ا تa.i.؛, teshir'in c.): büyü yapmalar, büyiilemeler, aldatmalar, aldatılmalar.
( ﺗ ﺜ ﻘ ﻴ ﺐa.i. sakb'dan): delme, delik
açma.
( ﺳ ﻨ ﻒa.i. sak fd a n ) : 1. birini Hıristiyani papaz yapma. 2. binâya tavan yapma, binâya tavan yapılma.
te s k if
vm
.eskil te sk il— î (a.i. sakl'den): ağırlaştırma, ağırİaştırılma; ağırlığını artırma; ağırlığı artırılma. teslcim ( ﺷ ﻘ ﻴ ﻢa.i. sakm'dan): 1. hasta etme. 2. sakim, bozuk, yanlış, eksik sayma, teskin ( ﺗﺴﻜﻴﻦa.i. sükûn'dan): 1. sâkin klima, kılınma, yatıştırma, yatıştırılma. 2. a. gr. bir harfi sâkin okuma : emr, farz, gibi, teskir ( ﺳ ﻜﻴ ﺮa.i. sekr'den): sarhoş etme, teskit ( ” ﺳ ﻜﻴ ﺖa.i. sükût'dan): susturma, (bkz : İskât). teslif ف٠( ﺗﺴﺐa.i.): lcahvaltı etme, teslih ( ﺗ ﻠ ﺞa.i. silâh'dan. c . : teslihât): silâhlandırma, silâhlandırılma, teslih ( ﺷ ﺪ خa.i. selh'den): derisini yüzüp Ç1lcarma, derisi yüzülme, teslihât ﺗﻠﻴ ﺤﺎ ت (a.i. teslih'in c .): silâhlandırmalar, silâhlandınlmalar. Adem-İ teslihât: silâhsızlandırma. teslîhât-1 askeriyye: silahlandırılması.
askerin
teslil ( ﺗ ﺜ ﻞa.i. sell'den): 1. sıyırıp çekme, siyrılıp çekilme. 2. verem etme, teslim ( ﺗﺜﻠﻴﻢa.i.): çentme, diş diş etme, teslim ( ﺗ ﺴ ﻠ ﻴ ﻢa.i. sül. seleme, c .: teslimât): 1. bir emâneti yerine verme. 2 ٠bir şeyi yeni sâhibine verme. 3. hakikat olduğunu söyleme. 4. (bkz : İ'tirâf). 5. dayanamayıp pes deme. 6. tas. kendini Allah'ın kaderine bırakma. 7٠miiz. bir saz eserinde, asil hâne ile mülâzimeyi bağlayan nağmeler olup bu nağmeler her hânede tekrar edilmekle berâber miilâzimeye dâhil edilmez. Eskiden buna "terkib-i intikal'’ de denilirdi. Fakat terkib-i intikal'in yalnız hâneleri bağlayan ve az çok tâdîlât ile tekrâr edilen nagmeciklere verilen bir ad olup mülâzime ile hâne arasındaki nağmeye tevsi edilmemiş olmak ihtimâli de vardır. 8. selâm verme; selâmetle duâ etme. 9. âfetten masûn klima. teslim-i cân, -1 r û h : ölme, teslim ve tesellüm : verme ve alma, teslimât ﻳ ﻤ ﺎ ت٠( سa.i. teslim'in c.): teslim edilen eşyâ veyâ yatırılan para, te slim iy e t ( ﺗ ﻠ ﻴ ﻤ ﻴ ﺖa.i.): teslim olma, boyun eğme. 1272
teslim-kerde ( ﺗ ﺴ ﻠ ﻴ ﻢ ﻛﺮدهa.f.b.s.): teslim edilmi§ olan. teslis ( ﺗ ﺜ ﻠ ﺚa.i. süİs'den): 1. üçleme, ü ؟e 1 ؟karma. 2. şarabı, ü ؟te biri uçuncaya kadar kaynatma. 3. Hıristiyanlıkta Allah'ın ü؟ olduğuna inanma. Erbâb-1 teslis. Eshâb-1 teslis : Allah'ın ü( ؟baba, oğul, mukaddes ruh) olduğuna inananlar, Hıristiyanlar. teslis-i zevâyâ : mat. bir zâviyeyi (açıyı) üç müsâvî (*eşit) kısma bölme, teslit ( ﺳﻴ ﻬ ﻞa.i.). (bkz: taslit). tesliye - ( a . i . ) : teselli verme, avutma, (bkz : tesliyet). tesliye-i h â tır: gönül almma. tesliyet ( ﺗﺲ— ﻟﻴ ﺖa.i.): teselli verme, verilme, avutma, avutulma, (bkz : tesliye). tesliyet bah ﺧ ﺶ■ ؟٠ ( ' ﺳ ﺒ ﺖa.f.b.s.): avutucu, avundurucu. (bkz: tesellî-âmîz, tesellibah?). tesliyet-kâr ( ﺷﻠﻴﺘ ﻜﺎ رa.f.b.s.): avutucu, teselli edici. tesliyet-sâz ( ﻧ ﺴ ﺒ ﺖ ﻣ ﺎ زa.f.b.s.): teselli edici, avutucu. tesmi' ﻣ ﻊ٠( سa.i. sem'den. c .: tesmiât): işittirme, işittirilme, duyurma, tesmiât ( ﺳﻴﻌﺎتa.i. tesmi'in c .): işittirmeler, işittiril.meler, duyurmalar, tesmim — (o.i.): hek. mafealların yüzlerini birbirinden ayırma İŞİ; bir uzvu mafeal yerinden kesip atma. tesmim liirlenme.
(a.i. semm'den): zehirleme, ze-
tesmimen ( ﺗﺴﻤﻴﻤﺄa.zf.): zehirlenerek; zehirleyerek. tesmin (a.i. sümn'den) 1 ؛. sekizleme, sekize çıkarma. 2. sekize bölme. 3. bir şeye baha biçme, biçtirme. tesmin ( ﺗ ﻤ ﻴ ﻦa.i. semen'den): semirtme, semirtilme; yağlatma. tesmir ( ﺗ ﺜ ﻤ ﻴ ﺮa.i. semer'den): 1. ağaçların -Çİçeklerini döküp- yemiş bağlaması. 2. [tasarrufla] malin çoğalması, tesmir ( ﺗ ﻤ ﻴ ﺮa.i.): çivileme, çivilenme, mıhlama, mıhlanma. tesmit (a.i.): aksıranlara “yerh hamüh Allah" (= Allah sana merhamet etsin; çok yaşa) deme.
teşâbüh
ﺗ ﺴ ﻤﻴ ﻪ
tesmiye
(a.i. i s m 'd e n ) : 1. a d k o y m a , a d -
l a n d ı r m a , is im v e r m e . 2. b e s m e le ؟e k m e .
Ba'de't-tesmiye : ı) a d k o n d u k t a n s o n r a ; 2) b e s m e le ؟e k t i k t e n s o n r a ,
tesnim ﺳ ﻨ ﻢ
tesvîdât
( a .h . i .) : C e n n e t 't e k i ı r m a k l a r d a n
n in su y u . C e n n e t su y u ,
ﺗﻴ ﻪ
(a.i. i s n e y n 'd e n ) : a. gr. i k i le n e n ,
i k i l i k c e m 'i n i g ö s t e r e n v e k e l i m e n i n s o n u n a " - a n " v e y â " - e y n " g e t i r i le r e k y a p ı l a n k e -
ﺗﺴﺮﻳﻊ
ﺳ ﺮﻳ ﻌﺎ ت
la r, ç a b u k l a ş t ı r m a l a r . te s rib
( ﺗﺘﺮﻳﺐa . i . ) : 1. a y ıp la m a ; d a r ı l m a . 2 . b a ş a
(a.i. s e r c 'd e n ) : [h a y v a n a ] e y e r
v u rm a .
ﺳ ﺮﻳ ﺢ
(a.i.c. : te s v ilâ t) : f e n â b i r ş e y i g ü -
ﺗﺴﻮﻳﻼت
(a.i. t e s v i l 'i n c.) : f e n â b i r ş e y i
g ü z e l g ö s t e r e r e k a ld a t m a l a r .
ﺗﺜ ﻮﻳ ﺮ
tesvir
(a.i.) : 1. t o z k a l d ı r m a , z. b â t ı n î
m â n â s ın ı a ra ş tır m a .
tesvir-i m ahm ûl ( ﺗ ﺴ ﻮ ﻳ ﺮ ﻣﺤﻤﻮلa .it.) : fels. fr. quantification du prédicat.
ﺳ ﺴﻮﻳﻪ
(a.i. s e v i'd e n ) : 1. b e r â b e r e tm e ,
d ü z e tm e , d ü z le m e ,
t e s v i y e - i türâbiyye : t o p r a g m 2.
tesric-i f e r e s : a ta e y e r v u r m a , tesrih
ﺗ ﻤ ﻮﻳ ﻞ
zel g ö s te re re k a ld a tm a .
tesviye-i tu ruk : y o l y a p m a f e n n i,
d e r m e , g ö n d e r i lm e , [en ؟o k a s k e r h a k .],
ﺳ ﺮﻳ ﺞ
(a.i. m i s v â k 'd e n ) : m i s v â k l e n m e ;
d i ş le r i m i s v â k l e m e .
tesrib ( ﺗ ﺴ ﺮ ﻳ ﺐa.i. s ü r û b 'd a n ) : y o ll a m a , g ö n tesric
ﺳ ﻮﻳ ﻚ
tesvik
tesviye
kakm a.
(a.i. s e v k 'd e n ) : s ü r m e , ile r i g it-
m e.
tesvilât
(a.i. t e s r i 'i n c . ) : h ı z l a n d ı r m a -
(a.i.) : m e s â g g ö s te r m e , c e v a z v e r-
ﺗ ﺴ ﻮﻳ ﻖ
tesvik
( a .z f .) : h ı z l a n d ı r a r a k , ؟a b u k la ş -
t ı r m a k İ ؟in , ç a b u k l a ş t ı r a r a k , h ı z v e r e r e k ,
tesriât
(a.i. t e s v i f i n c.) : [s e b e p siz ]
m e . ( b k z : te c v iz ).
(o.i. s ü r 'a î 'd e n . c . : t e s r i â t ) : h ı z l a n -
ﺗﺴﺮﻳﻌﺎ
ﺗﺴﻮﻳﻎ
tesvig
te s v il
d ır m ; ؛h ız la n d ır ılm a ; ç a b u k la ş tırm a ,
tesrian
ﺗ ﺴ ﻮ ﻳ ﻔﺎ ت
te s v ifâ t
li m e : Zâviyetân : i k i z â v iy e . Ahaveyn ؛ik i k a r d e ş . T a ra fe y n : ik i ta r a f ., g ib i,
tesri'
' (a.i. s e v f 'd e n . c. : te s v if â t) : [se-
g e c ik t ir m e l e r , a t l a tm a la r .
b i r i n i n a d i. M â-i T e sn im : T e s n im ı r m a ğ ı -
tesniye
t e s v i d i n i n c.) : k a r a l a -
b e p s iz ] g e c ik t ir m e , a tl a tm a , ( b k z : te 'h îr ) .
( a . i . ) : est. k a b a r t m a , k u b b e li
ص
ﺳ ﻮﻳ ﻒ
te s v if
y a p m a , y a p ılm a .
Tesnim
( " ﺳ ﻮ ﻳ ﺪ ا تa.i.
m a l a r , m ü s v e d d e le r .
d ü z le n m e s i.
Ö d em e.
t e s v i y e - i d e y n ؛b o r ؟ö d e m e . 3. h ü k ü m e t ç e
( a . i . ) : 1. s a lıv e r m e , b ı r a k m a .
b i r y e r e g ö n d e r i le n e rle re b il e t y e r i n e g e ؟-
b o ş a m a [eşin i-],
m e k ü z e r e v e r i le n k â ğ ıt . 4 . n e tic e y e b a g la -
tesrih-i lihye : s a k a l s a lıv e r m e ,
m a . S û r e t - İ te s v iy e : u y l a ş m a n ı n s e b e p le ri,
2.
tesrik
ﻟﺒﺮﻳ ﻖ
(a.i. s i r k a t 'd e n : c . : t e s r i k a t ) : b ir i-
te s v iy e -i
tesrikat
' ﺳ ﺮﻳ ﻔﺎ ت
(" k a "
uzun
o k u n u r,
a.i.
tesrir
د رﻳ ﺮ
ﺗﺴﺮﻳﺮات
t e s v i y e rûhu : f iz . h a v a k a b a r c ı k l ı ؛d ü z e ç , k a b a rc ık lı ؛d ü zeç.
(o .i. t e s r i r 'i n c . ) : s e v i n d i r m e -
te s y â r te .s y il
ler, s e v i n d ir i lm e le r .
tesriye
ﺳﺮﻳﻪ
e tm e .
g e ti r m e . te s y ir
' t e s t i r - (a.i. s e t r 'd e n ) : ö r t m e , g iz le m e ,
ﺗﺜﻮﻳﺐ tesvid ﺳ ﻮﻳﺪ
(a.i. s e v â b 'd a n ) : m ü k â f a t v e r m e , (a.i. s e v â d 'd a n ) : 1. k a r a r t m a , k a -
( ' ﺳﺈ وa.i.) : g ö n d e r m e , g ö n d e r i lm e . ( " ﺳ ﺠ ﻴ ﻞa.i. se y l'd e n ). : 1. se l g ib i a k ıt m a ,
a k ı t ı l m a . 2. k i m . s e r t b i r c is m i a k ıc ı h â le
( a . i . ) : s ı k ın t ıy ı , g a m ı, k e d e r i y o k
testih ( ﺗﺴﻄﺠﺢa.i.). ( b k z : ta s tih ) . tesvib
g ö rü lü p
ris i.
(o.i. s ü r û r 'd a n . c . : t e s r i r â t ) : s e v in -
d i r m e , s e v i n d ir i lm e .
tesrirât
iş le r i n
t e s v i y e m i i n h a n i s i : c o g r . f e ş y ü k s e k l i k ؛eğ -
t e s r i k 'i n c.) : h ı r s ı z y a p m a l a r , h ı r s ı z l ı k l a s u ç la m a la r .
um ûr :
n e ti c e le n d i r i lm e s i.
n e h ı r s ı z d e m e , b i r i n i h ı r s ı z l ı k l a s u ç la m a ,
ﺳ ﻴ ﻴ ﺮ
(a.i. s e y r 'd e n ) : 1. y ü r ü t m e , y ü r ü -
t i il m e . 2 . g ö n d e r m e , g ö n d e r i lm e , y o lla m a , y o ll a n m a . -te ş
ﺗﺶ
— (f.e.). ( b k z : -tâ ş).
teşâbüh
ﺗ ﺸﺎﺑ ﻪ
(a.i. ş i b h 'd e n . c. : t e ş â b ü h â t) :
r a r t ı l m a . 2 . (c. t e s v i d â t ) : m ü s v e d d e y a p m a ;
1. b i r b i r i n e b e n z e m e , b e n z e ş m e . 2 . fe ls . b e n -
k a ra la m a y ap m a; m ü sv ed d e.
z e r lik . 3. mat. h o m o lo g i. ( b k z : m ü ş â b e h e t) .
1273
teşâbüh-i etraf teşâbüh-i e tr â f: ed. m U ş e b b e h in g a r i p b i r şeye b e n z e tilm e s i h â lid ir k i “ is titrâ f " d a d e n ir . M e s e lâ : “B û y -i g ü l t a k t î r o lu n m u ş , n â z ı n İ ş le n m iş u c u
رB ir i
o lm u ş h o y , b i r i s i
d e s t - m â l o lm u ş s a n a ” ( N e d im ) b e y t i n d e k i “n â z ” m d e s t - m â l e (h a v lu y a ) b e n z e t i l m e s i g ib i.
ﺗ ﺸﺎ ﺑ ﻬﺎ ت
(a.i. t e ş â b ü h 'ü n c.) : 1. b ir -
b i r i n e b e n z e m e le r , b e n z e ş m e le r . 2. K u r 'â n ı K e r îm 'in b â z ı â y e t l e r i n i n m e c â z î m â n â l a r ı
(a.i. ş û r â 'd a n ) : b i r b i r i n e d a n ıç -
te ş a y tu n -
(a.i. ? e y t â n 'd a n ) : ş e y t a n la ş m a ,
şe y ta n c a d a v ra n m a . te ş b î'
ﺷ ﻊ
(a .i.): k a r n in i d o y u rm a , k a r n i d o -
'ﻧﺸﺎﺟﺮ
teşâcür
(a.i. ş e c e r 'd e n ) : s o p a l a r la b ir b i-
r i n e g ir m e , d ö v ü ş m e , ( b k z : m ü ş â c e r e ) .
ﺗ ﺸﺪ ق
teşadduk
(a.i.) : [ a v u r t ؟a tl a ta r a k ] k o -
ﺗ ﺸ ﺤﻢ
(a.i. ş a h m 'd a n ) : y a ğ la n m a ,
(a.i. ş a h s 'd a n . c. : t e ş a h h u s â t ) :
1. ş a h ı s l a n m a . 2 . b i r i n i n ş a h s ı n ı h â t ı r a g e t i r m e , b i r i n i n ş a h s ı h â t ı r a g e ti r i lm e . 3. ta a y y ü n e tm e , t a n ı m a .
teşahhusât
ت-
(a.i. t e ş a h h u s ’ı ı n c.) : 1. te (a.i. ş e k v â 'd a n ) : 1. b i r b i r i n d e n
ﺗﺸﻘﻖ ﺗ ﺸﺎ ﻛ
(a.i. ؟e k l'd e n ) : ş e k il v e s û r e t ؟e
li n e , h â l i n e g ir m e .
( ' ﻧ ﺜ ﺎ ر كa.i.
ş i r k 'd e n ) : o r t a k o lm a , o r-
te ş â r ü k i^ e ي٠( ﺗﺸﺎرo.i.) : fels. * ç a ğ r ış ım c ılık , fr. associationnisme. (a.i. ş a 'ş a a 'd a n ) : ş a 'ş a a la n m a ,
p a rıld a m a .
m â n e n d , v e ş, g ü n e , g û y â , s a n k i , m e ğ e r k i, te k , t ı r a k , n a s ı l, n it e k i m ..” g ib i. E r k â n - 1 t e ş b i h ؛e d . ş u d ö r t ş e y d i r : “m ü ş e b b e h , b i h ”.
k ö ş k ü c e n n e t g ib i d ir " te r k i b i n d e
b ih , g ib i d ir = e d â t-1 te ş b ih d i r ] .
؟o k p a r l a k , g ö z a lıc ı o la n te ş b ih . M e s e l â : m u ş id i â .le m g îr / Ç e m s-i a s r id i a s r d a ş e m s in / Z il li m e m d û d o lu r, z a m â n ı k a s i r ” g ib i,
o la n tem bih. te ş b îh -i m a k l û b : ed.
u y a rtm a
a m a c ıy la
b e n z e t i l e n i n n i t e l i k l e r i n i ü s t ü n g ö s te r m e e p iğ i, * ؟e v r i k b e n z e t m e , te ş b ih i m e f r û k : e d . b e n z e tile n i ve b e n -
: sö v ü şm e,
f a r k lı b e n z e t m e . M e s e lâ " ؛M e y h a n e g ü l-
m e rlc e z d e n e t r â f a
s i ta n d ı r , p e y m a n e g ii l f e ş a n d ı r ” m ı s r a ı n d a
d o ğ r u d a lg a l a n m a s ı.
ﺗ ﺸﻌ ﺐ
ş û b e le n m e ,
t e ş b i h ( b e n z e tn a e e d â t ı ) : “g ib i, â s â , m i s illü ,
z e tm e lig i y a n y a n a s ö y le n m iş o la n te ş b ih ,
(٠( ﺗﺸﺎتa.i. ş e t m 'd e n ) teşa'u' ( ﺗﺸﻌﻊa.i.) : f iz . ış ığ ın ,
teşâtüm
teşa'ub
ş i b h 'd e n . c . : t e ş b î h â t ) : b e n z e t -
t e ş b î h - i c e m ' : e d . b e n z e t m e li g i b i r d e n f a z la
t a k l i k , fr. association, ( b k z : m ü ş â r e k e t ) .
ﺗ ﺸﻌ ﺸﻊ
ه٠( ﺗﺶa.i.
m e , b e n z e t ilm e . L â - t e ş b i h : te ş b ih s i z , b e n -
"A z z a m a n İ ؟r e ؟o k İş e t m i ş i d i / S â y e si o l-
b i r o lm a , b i r b i r i n e u y m a , b i r i ö t e k i n i n şek -
teşârük
b a ş ın d a b u lu n a n
g i r i z g â h d a n ö n c e g e le n b ö lü m .
t e ç b î h - i b e l î ğ : e d . e d â t ı h a z f e d i lm iş v e p e k
(a.i. ş a k k 'd a n ) : y a r ı l m a , ik iy e
a y r ı lm a ; p a r ؟a p a r ؟a o lm a ,
teşâkül ﻞ
h e tm e . 3. k a s id e y e b i r g ü z e li ö v e r e k b a ş la m a . 4 . e d . k a s i d e n i n
k öşk = m üşebbeh, cen n et = m ü şeb b eh ü n ٠
ş ik â y e t e tm e . 2 . d e r t le ş m e , h a lle ş m e ,
teşakkuk
(a.i. ş e b â b 'd a n ) 1 ؛. a te ş y a k m a .
m ü ş e b b e h ü n - b i h , v e c h - i ş e b e h , edât-1 te ş -
ş a h h u s la r , ş a h ı s l a n m a l a r .
ﻧ ﺪا ﻓ ﻲ
ب
z e tm e k s i z in , b e n z e t m e g ib i o lm a s ı n . E d â t-1
y a ğ b a ğ la m a , s e m ir m e , ş i ş m a n l a m a ,
teşahhus -
y u ru lm a s ı. te ç b îb
te ç b îh
n u ş m a ; lü g a t p a r a l a m a ,
teşahhum
t e ş b î 'i f ı ı k a r â : y o k s u l l a r ı n k â r ı n l a r ı n ı n d o -
2. e d . b i r k a d ı n ı n g ü z e ll iğ i n i ş iirle m e d -
o lm a s ı lia lle r i.
teşa'şu'
J p
m a . ( b k z : m ü ş â v e re ).
y u ı'ıılm a . ( b k z : iş b â ').
teşâbühât
teşâkî
te ş â v ü r
o ld u ğ u gib i.
(a.i. ş a 'b 'd a n . c. : te ş a 'u b â t) : d a lla n m a ,
dal budak
peyda
e tm e , ؟a ta l l a n m a .
te ş b îh -i
m e lfû f:
ed.
b e n z e tile n
z e tm e li g in b i r b i r i n i n
a rd ın c a
ile
ben-
s ö y le n d iğ i
te ş b ih .
( ﻧ ﺪ ﺟﺎ تa.i. te ş a 'u b 'ı ın c.): ş û b e le r. teşa'ııl ( ﺗﺸﻌﻞa.i. ş u 'l 'd e n ) : p a r l a m a , t u t u ş m a ,
t e ş b î h - i m e r d û d : e d b e ğ e n il m e y e n , İs te ğ i
teşa'ur -
te ş b îh -i m û c e z : ed.
teşa'ubât
(a.i. ş a 'r 'd a n ) : k i l l a n m a , tü y l e n -
m e.
teşâur
g e n iş
ﺗﺸﺎﻋﺮ
(a.i. ş i'r 'd e n ) : ş â i r t a v r ı t a k ı n m a ,
ş â i r l i k ta s la m a .
1274
a n la t m a y a y e tm e y e n b e n z e t m e ,
m ânâya
en
g e lm e k
k ıs a
k e lim e le r le
s û r e tiy l e
y a p ıl a n
te ş b ih , b e n z e t m e . M i s â l : " H â l k â f i r , z ü l f k â f i r , ؟e ş m k â f i r , e l 'a m â n / S e r b e s e r İ k l îm - i
teşekkül
hüsn'ün kâfiristan oldu hep” beytindeki "İklîm-i hüsn'nün” terkibi gibi, teşbîh-i m u fassal: ed. ayrıntılı benzetme, yani 4 unsurun da kullanıldığı teşbîh. “Tiirk askeri yiğitlikte arslan gibidir'', teşbîh-i m iicm el: ed. kısaltılmış benzetme, yani benzetme yönü söylenmeyen teşbih. “Tiirk askeri arslan gibidir”, teşbîh-i m iiekked: ed. edât-1 teşbihi söylenmemiş teşbih: “Tiirk askeri yiğitlikte aslandır”, (bkz : teşbîh-i beliğ), teşbîh-i m iirsel: ed. yalnız edat bulunmayan özetli benzetme. M eselâ: “Mehmet, yiğitlikte arslandır'' gibi, teşbîh-i ta fd ilî: ed. benzetilenin benzeyenden daha mübalağalı olarak anlatılması. [“Bu adam tilkiden daha kurnazdır” gibi], teşbîh-i tesviye : ed. benzetileni birden fazla olan teşbih. teşbîhât ( ﺗ ﺸ ﺒ ﻴ ﻬ ﺎ تa.i. teşbîh'in c .): teşbihler, benzetmeler, benzetilmeler. teşbîhî ﺷ ﻴ ﻬ ﻰ٠ (a.s. şibh'den): teşbihe, benzetmeye âit. teşbihle ilgili. teşbîk (a.i. şebekeden): şebekeleştirme, ağ şekline koyma, koyulma. teşbîr ( ﺗ ﺸ ﺒ ﻴ ﺮa.i.): 1. karışlama, karışlanma. 2. endâze ve şâire ile öl ؟me. teşci' ( ﺗ ﺸ ﺠ ﻴ ﻊa.i. şecâatden. c .: teşcîât): şecâatlendirme, şecâat ve cesâret verme, verilme, gayrete getirme, getirilme, teşcîât ( ﺗ ﺸ ﺠ ﻴ ﻌ ﺎ تa.i. teşcî'in c .): şecâat ve cesâret vermeler, gayretlendirmeler, gayretlendirilmeler. teşcîr (a.i. şecerden) : ağaçlandırma, ağa ؟dikme. teşdîd د.( ﺗ ﺸﺪa.i. şiddet'den): 1. şeddedendirme, şiddetlendirilme, şiddet ve kuvvet verme, verilme. 2. şeddeleme, şeddelenme. 3. a. gr. bir harfi ؟ift okutan ve şedde denilen İşâretin adi. teşebbüb ( ﺗ ﺸ ﺒ ﺐa.i.): kim. şaplaşma, şap hâline girme. teşebbüh ب (a.i. şibh'den. c . : teşebbühâî): benzeme, andırma; kendini benzetmeye özenme, zorla benzemeye ؟alışma, teşebbühât ( ﺗ ﺸ ﺒ ﻬﺎ تa.i. teşebbüh'ün c.) ؛benzemeler, andırmalar, kendini benzetmeye özenmeler, zorla benzemeye ؟alışmalar.
teşebbük ( ﺗ ﺸﺒ ﻚa.i.c.: şebekeden): şebekele ؟me, ag şeklini alma. teşebbük-i agsân-1 eçcâr: ağa ؟dallarının birbirine karışması. teşebbüs ( ﻧ ﺜ ﺐa.i. şebsden c . : teşebbüsât): 1. [işe) girişme, el atma. 2. girişkenlik. 3. önce davranış. teşebbüs-1 c ü rm : bir su ؟işlemeye başlayıp da -herhangi ؟ikan bir mâni ile- bu su ؟ıı neticelendirememe. teşebbUs-i şa h s î: şahsî, *kişisel teşebbüs, özel teşebbüs. teşebbiisât ت١( ﺗ ﻔ ﺚa.i. teşebbüs'ün c.): teşebbiisler, işe girişmeler, el atmalar; girişkenlikler; önce davranışlar. teşeccü' ( ﺗ ﺸ ﺠ ﻊa.i. şecâat'den): sahte şecâat gösterme, şecî görünme, teşeccür ( ﻧﺸﺠﺮa.i.): 1. ağaçlaşma, ağaçlanma, (bkz: tegarriis). 2. kim. billur cisimlerin ağa ؟şeklinde birleşmesi, teşeddüd ( ﺗ ﺸ ﺪ دa.i. şiddetden): 1. şiddetlenme. 2. keskinleşme. teşeddUdât ( ﺗ ﺸ ﺪ د ا تa.i. teşeddüd'ün c .): 1. şiddetlenmeler, kuvvetli olmalar. 2. keskinleşmeler. teşeffi ﺷ ﱴ٠ (a.i. şifâ'dan) : 1. şifâ bulma, iyi olma. 2. rahatlanma. 3. öcalma. teşeffî-i s a d r : öcaldıktan sonra gönlün rahatlaması. t e ş e h h î - (a.i. İştehâdan): 1. iştahlanma; hırsla isteme. 2. fels. appCtition. teşehhüb (a.i.): fiz., kim. *akkorluk, akkor hâline gelme, fr. incandescence. teşehhud (a.i. şahâdetden): namazda oturarak “ettehiyyâtü” duâsını okuma. teşehhüd m ik d â n : ettehiyyâtü okuyacak kadar zaman; gayet kısa bir zaman, az zaman. teşekki ( ﺗ ﺸ ﻜ ﻰa.i. şekvâ'dan): şikâyet etme, sızlanma, (bkz: iştikâ). teşekkiik (a.i. şekk'den): şüphelenme, şüpheye düşme. teşekkül (a.i. şeklden. c .: teşekkülât): 1. şekillenme. 2. kurulma, kuruluş, meydana geliş. 3. *oluşum, fr. formation. 4. *yoğrum, fr. formation. 5. jeol. oluş, fr. formation. 1275
teşekkö.-i betti teşekkülü b e rri : jeol. *karasal *oluşuk, fr. formation continentale.
teşerru'
teşekkülü tabii: biy. önoluş, prCformation. 6 . *örgüt, topluluk,
teşerrüf ف
fr.
teşekkulât ( ﺗ ﺸﻜ ﻼ تa.i. teşekkül'ün c .): teşek-
küller. teşekkülât-ı b a h r ic e : jeol. *denizel *olu ؟uk, fr. formation marine. teşekkür ( ﺗ ﺜ ﻜ ﺮa.i. şükr'den. c. ؛teşekkürât):
؟ükr etme, yapılan bir iyilikten memnun kalındığını anlatmak İçin "sağ ol!”, "var ol!”, “ömrüne bereket!” gibi söylenen minnet sözleri. teşekkürât ( ﺗ ﺸ ﻜ ﺮ ﺍ ﺕa.i. teşekkür'ün c.): te ؟ekkürler. teşellui ( ﺗ ﺸﻠ ﻞa.i. ؟ellâle'den): ؟iddetle atılarak akma. te ؟el ؟ül ( ﺗ ﺜ ﻠ ﺜ ﻞa.i.c.: te ؟el ؟ülât): 1. atılarak akma, suyun yüksek bir yerden aşağı şarıltı ile dökülmesi, ؟ağlayan meydana getirmesi. 2. du ؟yapma, soğuk su banyosu yapma, teşelşülât ( ﺗﺜﻠ ﺸ ﻼ تa.i. te ؟el ؟ül'ün c .): 1. atılarak, şarıltı ile dökülmeler, akmalar. 2. du؟ yapmalar. te ؟emmü١ ( ﺗ ﺸ ﻤ ﻊa.i. ؟em'den): mumlaşma, mum bağlama, muşamba gibi olma; üzerine bal mumu sürülme. te ؟emmü-i kebed : hek. karaciğerin mu ؟ambalaşması, siroz. teşemınül ( ﺗ ﺸ ﺰa.i.): İhrâma bürünme, teşemmüm ( ﺗ ﺸ ﻤ ﻢa.i. ؟emm'den): koklama, teşemmiir ( ﺗ ﺸ ﻤ ﺮa.i.): işe hazırlanma, Sivanma. teşemmiis ( ﺗ ﺸﻤ ﺲa.i. ؟ems'den): 1. güneşleme, güneş'e ؟ikma. 2. hek. güneş ؟arpması. teşenniic ( ﺗ ﺸ ﺞa.i. ؟ene'den. c .: teşennücât): 1. buruşma, buruşuk olma. 2. hek. adalelerin kasılması, gerilip büzülmesi, ispazmoz, fr. spasme. teşennücü m izm âr : anat. hançerinin büzülüp kapanması. teşennücât ( ﺗ ﺸ ﺘ ﺠ ﺎ تa.i. teşennüc'ün c .): teşennüçler, büzülmeler, kasılmalar, buru ؟malar. teşennücî ( ﺗﺸﻨﺠﻰa.s.): teşenııüce, ispazmoza âit, bununla ilgili. teşenniif ( ﺗﺸﺘ ﻒa.i.): 1. küpe takınma. 2. süslenme. 1276
ﺗﺸﺮع
(a.i. ؟e r 'd e n ) : ؟e r î a t h ü k ü m l e r i -
n e g ö re h a r e k e t e tm e .
ﺷﺮ
(a.i. ؟e r e f d e n . c. : îe ş e r r ü f â t ) :
ş e r e f le n m e , ؟e r e f d u y m a , ؟e r e f b u l m a ; sa y g ı g ö s te r m e .
te ş e rü fâ t ( ﺗ ﺜ ﺮ ﻓ ﺎ تa.i. t e ş e r r ü f 'ü n c.) : ؟e r e f le n m e le r , ş e r e f d u y m a l a r , ؟e r e f b u l m a l a r ; sa y g ı g ö s te rm e le r.
teşetti ﺶ
ﻟﻐ
(a.i. ؟İ t â 'd a n ) ؛b i r y e r d e k ış la m a ,
k ı ؟ı g e ç ir m e .
teşettüt
ﺗﺜﻨ ﺖ
(a.i. ؟e tt 'd e n ) : b i r ؟o k ؟u b e le -
r e a y r ı lm a : ç a ta lla ş m a ; d a g il m a , p e r i ş a n o lm a . t e ş e ' ü m ^ (a.i. ؟e â m e t'd e n ) : u ğ u r s u z s a y m a , ؟o m g ö rm e .
teşevvuk
ﺗﻐﻮ ق
(a.i. ؟e v k 'd e n ) : ş e v k le n m e ;
a r z u e tm e , is te k g ö s t e r m e , h e v e s le n m e .
teşevvüş ( ﺗﺜﻮ شa.i. s ü l. s e v e ş e . c. : t e ؟e v v ü ؟â t) : k a r ı ş m a , k a r m a k a r ı ş ı k o lm a , k a r ı ş ı k l ı k .
te ؟e w ü ؟-i hâfıza : psik. h â f ı z a , .b e l l e k k a r i ؟ık lıg ı.
teşevvüş- ؛kelimât : psik. k e li m e k a r ı ş ı k l ı ğ ı , fr. paraphasie. te ؟evvü ؟-i tahattur : psik. h â f ı z a ( .b e lle k ) k a r ı ş ık l ığ ı , fr . paramnésie. teşevvüş- ؛te h e ^ ü c î : psik. h e y e c a n çarpısı, fr. ictps émotif. teşevvüşü zihni : psik. z i h i n b u l a n ı k l ı ğ ı , fr. confusion mentale, obnubilation mentale. ذ te ş e v v ü ş â t
ﺗﺸﻮﺷﺎت
(a.i. t e ؟e v v ü ' ؟ü n c.) : t e ؟ev_
v ü ş le r, k a r ı ş m a l a r , k a r ı ş ı k l ı k l a r , k a rm a lc a r ı ؟ı k o lm a la r .
teşeyyıı'
ﺗ ﺸﻊ
(a.i. ؟îa 'd a n ) : Ş iîlik ta s la m a , Çîî
o lm a .
teşeyyUb
( ﺗﺸﺠﺐa.i.c.
: te ş e y y ü b â t) : k a y ıt s ı z lı k ,
ih m a lc i li k .
teşeyyiibât
ﺗ ﺸ ﻴ ﺒ ﺎت
(a.i. t e ş e y y ü b 'ü n c.) : k a -
y it s i z il k la r , ih m a lc i li k le r .
teşeyyiid
ﺗﺜﻴ ﺪ
(a.i.) : 1. y ü k s e l tm e . 2. s a ğ l a m
ﺗﺸﺦ
(a.i. ؟e y h 'd e n ) : 1. ih t i y a r l a m a .
o lm a .
teşeyyUh
2 . ؟e y h li k ta s la m a .
teşezzüb ( ﺗ ﺸ ﻨ ﺐa.i.) : d a ğ ıl m a , d a ğ ı n ı k o lm a . teşfiye
ﺗ ﺸﻔﻴ ﻪ
(a.i. ؟İ f â 'd a n ) : ؟i f â l a n d i r m a , iy i-
le ş ti r m e .
teşfîye-i sadr : g ö n lü r a h a t l a n d ı r m a .
te ؛nîf-sâz te ş h ir -
t e ş k i l â t ( ﺗ ﺸ ﻜ ﻴ ﻼ تa.i. t e ç k î l 'i n c . ) : te ş k ille r , k u -
(a.i. ş O h re t'd e n . c . : t e ş h î r â t ) :
1. ş O h r e tle n d ir m e , ş O h r e tle n d ir ilm e . 2. g ö s -
r u l u ç la r ; Ö rg ü tle r,
t e r m e . 3. s e r g iy e k o y u p h e r k e s e g ö s te r m e . 4.
[ b ir m a h k û m u ] h a k a r e t e u ğ r a t m a k İ ç in
h a l k a g ö s te r m e . 5. d ille r e d ü ş ü r m e , o r t a l ı g a d u y u r m a . 6. ç e k m e , ç e k ilm e , te ş h îr - i s ilâ h te ş h îrâ t
s i lâ h ç e k m e ,
ﺻﺎ ت
(a.i. t e ş h î r 'i n c . ) : te ş h ir le r ,
1. a y ır m a , s e ç m e , f a r k e tm e , t a n ı m a . 2 . h e k . h a s t a l ı ğ ı n h a n g i h a s t a l ı k o l d u ğ u n u b ilm e . 3.
e d . e ş y â y a ş a h s iy e t v e r m e , o n l a r ı a d a m
y e r i n e k o y m a v e o n l a r a h i t â b e tm e . n u ş ı n a s ı o lm a y a n ş e y le ri, i n s a n g ib i d u y a r , h a r e k e t e d e r, k o n u ş u r o l a r a k 'a n l a t m a , c a n İ ı la ş t ır m a . h a s t a l ı ğ ı y e k d ig e r in d e n a y ır m a , te ş h îs â t ت-
(a.i. te ş h î s 'i n c . ) : te ş h is le r ,
-
(a.i. ş a h z 'd a n . c . : t e ş h î z â t ) :
2 . b ile m e , b il e n m e . 3. u y a n d ı r m a , k u v v e t v e te 's i r i n i a r t ı r m a .
t e ş h î z â t ^ ^ ^ ( a . i . t e ş h î z ' ı n c . ) :te ç h iz le r ,
ﺗﻔﻌﻴ ﺐ
(a.i.
ş û b e l e n d ir m e ,
ş a 'b 'd a n
c .:
ş û b e l e n d ir i lm e ;
t e ş 'î b â t ) : d a lla n d ır -
m a , d a lla n d ırılm a .
( a . i . ) : 1. y a y m a , İç in e a l d ı r m a ,
k a p s a m ın a
a ld ırm a . 2. d a h a u m u m i b ir
m â n â v e rm e . la t ıl m a . te ş m îr
ض
' (a.i. ş e m r 'd e n ) : s ıv a m a , s ı v a n m a ,
t e ş m î r - i s â i d : k o l l a r ı s ıv a m a , m e c . b i r iş e te ş m îr - i s â k
: p a ç a l a r ı s ıv a m a , m e c . b i r
te ş m îs -
(a.i. ş e m s 'd e n ) : 1. g ü n e ş e s e r m e ,
بت
د
(a.i.
t e ş 'î b 'i n
c .) :
d ırm a la r, d a lla n d ın lm a la r. t e ş 'î l ﻋﻴﻞ٠( ﺗﺶa.i. ş u 'l 'd e n ) : ş û l e le n d i r m e , p a r l a tm a , t u t u ş t u r m a , a le v l e n d ir m e , ( b k z : iş 'â l). t e ş 'î l - i k a n â d i l : k a n d i l l e r i y a k m a ,
( ﺗﴼﺷﻴﺮa .i . ) : g e d ik
e tm e ,
(a.i. ş a k k 'd a n ) : y a r m a , y a r ı l m a ,
ik iy e a y ır m a ; p a r ç a p a r ç a y a r m a , (a.i. ş e k k 'd e n . c . : t e ş k î k â t ) : ş ü p -
h e y e d ü ş ü r m e , d ü ş ü r ü l m e ; ş ü p h e d e b ır a k -
ﻖ
ﺗ ﺜ
(a.i. t e ş k î k 'i n c.) ؛ş ü p h e y e
d ü ş ü r m e le r , ş ü p h e d e b ı r a k m a l a r , t e ş k i l ( ﺗﺶ— ﻛ ﻴ ﻞa.i. ş e k l 'd e n . c . : t e ş k î l â t ) : 1. b i r şe y e ş e k il, s û r e t v e r m e . 2. m e y d a n a g e tir m e . 3. * y a p ım , k u r u l u ş , fr. f o r m a t i o n . t e ş k i l İ â h i k a s ı : g r. * y a p ı e k i .
( a . i . ) : a k s ı r a n k im s e y e “A lla h
s a n a m e r h a m e t e ts in ! ” d e m e ,
ﺀأ ﺀ ئ
: t e ş n e - g â n ) : 1. s u s a m ış . 2 . ç o k
i s te k l i ( b k z : a tş â n ) . t e ş n e - i d i d â r : y ü z e s u s a m ış , b i r g ü z e l y ü z ü g ö r m e y e s u s a m ış o la n ,
( ﺗ ﺸﻪ ﺟﻜﺮf .b .s .) : d e r t d o lu , ( ﺗ ﺸ ﻂ د لf .b .s .) : c a n v e g ö n ü ld e n
te ş n e -c ig e r
is -
te k l i. te ş n e -d lî
ﺷﻲ دﻟﻰ٠ ( f .b .i .) :
c a n v e g ö n ü ld e n is -
te k l il ik . t e ş n e - g â n ( ﺗ ﺸ ﻜ ﺎ نf.s. te ş n e 'n i n c . ) : 1. s u s a m ış la r . 2 . is te k lile r . te ş n e -g î te ş n e -le b
( ﺗﺸﻐﻜﻰf .i .) : s u s a m a , ( b k z : a tş). ( ﺗ ﺸ ﻂ ﻟ ﺐf .b .s .) : d u d a ğ ı k u r u m u ş ,
ç o k s u s a m ış ; s u s u z , y a n ık , te ş n e -lb î
ﻟﻰ
( f .b .i.) : d u d a ğ ı k u r u m u ş l u k ,
ç o k s u s a m ış lı k . te ş n î' -
m a , b ıra k ılm a .
ﺗ ﻔ ﻜﻴ ﻜﺎ ت
t u t u p h a s t a e tm e , e d ilm e , te ş m ît
te ş n e -d îl
ş û b e l e n d ir m e le r , ş û b e l e n d ir i lm e le r , d a l l a n -
te ş k îk â t
m a , b a tırılm a , m u m la m a , te ş m il -
te ş n e
t e ş h î z - i z i h n : z i h i n a ç m a , z i h n e c ilâ v e r m e .
te ş k îk -
t e ş m î ' ع٠( ﺗ ﺊa.i. ş e m 'd e n ) : b a l m u m u n a b a t ı r -
s e r ilm e , g ü n e ş e tu 'tm a , t u t u l m a . 2 . g ü n e ş e
1. s iv r iltm e , k e s k i n le t m e , k e s k i n l e n d i r i l m e .
te ş k il e -
m a h k e m e le rin
iş e a d a m a k ı l l ı g ir iş m e .
ta n ım a la r.
t e ş 'î b â t
m a h â k im :
a d a m a k ı l l ı g ir iş m e .
te ş h îs - i t e f r i k i : h e k . b ir b irin e b e n z e y e n ik i
t e ş 'î b
te ş k ilâ tı
t e ş m î m ﺃ٠ ( ﺗﳩﻲa.i. ş e m m 'd e n ) : k o k l a t m a , k o k -
t e ş h i s v e İ n t â k : e d . d u y g u s u , h a r e k e t i, k o -
te ş h îz
te ş k îlâ t-ı e s â s i y e : an ay asa, te ş k il â tı .
t e ş h i s ( ﺗ ﺸ ﺨ ﻴ ﺺa.i. ş a h s 'd a n . c . : t e ş h î s â t ) :
t e 'ş î r
t e ş k î l â t - ı a d l i y y e : a d li te ş k îl â t.
(a.i. ş e n â a t 'd e n . c . : t e ş n î â t ) : ç o k
a y ıp v e ç i r k i n b u lm a ; a y ıp la m a , te ş n îâ t
ت-
(a.i. t e ş n î 'i n c . ) : ç i r k i n b u l m a -
la r ; a y ıp la m a la r . te ş n îf -
( a . i . ) : 1. k ü p e t a k m a , t a k ı n m a .
2. k ü p e ile s ü s le m e , s ü s le n m e , te ş n îf- s â z
ز-
( a .s .) : s ü s le y ic i.
1277
teşrî' te ş rî' ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻊa.i. ş e r 'd e n ) : 1. H z . M u h a m m e d 'i n ş e r ia ta d â i r o l a n e m i r l e r i. 2 . k a n u n y a p m a .
teşrîd ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﺪa.i.) : 1. ü r k ü t ü p k a ç ı r m a , ü r k ü tü p k a ç ırılm a . 2. k o v u p u z a k la ş tırm a .
teşrîf
ﺗ ﺸ ﺮﻳ ﻒ
(a.i. ş e r ç f 'd e n ) : 1. ş e r e f le n d i r -
ﺗ ﺸﺮ ح ﺧﺎﻧﻪ
teşrîh-hâne
(a.f.b .i.) : o to p s i s a lo n u ,
a n a t o m i d e r s i g ö r ü l e n y e r.
teşrihi ( ﺗ ﺜ ﺮ ﻳ ﺤ ﻰa.s.) : te ş r ih e , a n a to m iy e â it, te ş r ih l e , a n a to m iy l e * ilg ili, fr. anatomique, teşrîî
( ﺗﺸﺮﻳﻌﻰa.s.) : huk.
k a n u n ile , k a n u n y a p -
m e , ş e r e f le n d i r i lm e , ş e r e f v e r m e , v e r ilm e .
m a ile ilg ili. K u w e -İ teşriiyye ( k a n u n y a p -
2 . g e lm e s iy le b i r y e re ş e r e f v e r m e , g e lm e ;
m a k u v v e ti) : m i l l e t m e c lis le r i [m e b 'U s a n , â y â n ].
g itm e .
teşrîfât ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ تa.i. t e ş r î f 'i n c.) : p r o t o k o l, b ü -
t e ş r î î m asûniyyet : m i ll e tv e k i ll iğ i d o lc u n u l-
y ü k , r e s m i o la n z iy â r e tl e r d e , k a b û l r e s im -
m a z lig i, * y a s a m a * d o k u n u lm a z lı ğ ı, ( b k z :
le r i n d e v e tö r e n l e r d e k i u y u l m a s ı g e r e k e n
Teşrîfât-ı
K a d im e :
E f e n d i'n i n , ş itli
m a s û n iy y e t - i te ş riiy y e ). t e ş r î î tefsir : k a n u n y a p m a y e t k i s i n e s a h i p
â d e tle r , u s u lle r . V a k 'a - n ü v îs
im p a ra to rlu k
m e r a s im le r i,
resm i
E sad
d e v rin d e k i te ş r i f a t ı
ve
çebu
o la n k im s e l e r t a r a f ı n d a n l c a n u n l a r m a ç ık la n m a s i , y o r u m l a n m a s ı ,
teşrîk
ﺗﺸﺮﻳﻖ
(a.i.) : 1. ( ş a r k 'd a n ) : p a s t ı r m a n ı n
le rle i z a h e d e n v e 1287 (1870) d e İ s t a n b u l 'd a
1ة ؟
b a s ı l a n m ü h i m b i r e s e r i.
t ı ı k l a r ı z i l h ic c e n i n o n , o n b ir, o n i k i v e o n
teşrîfât-ı
m ülûkâne :
b ir in i
ta ltif
İç in
p â d i ş â h t a r a f ı n d a n g ö n d e r i le n h i l 'a t v e h e d iy e le r.
teçrîh
ﺗﻔ ﺮ ح
(a.i. ş e r h 'd e n .
c. : t e ş r îh â t ) :
1. a ç m a , y a y m a , e tr â f i y la ş e r h e tm e , e d ilm e . 2 . d i l i m d il im , p a r ç a p a r ç a k e s m e . 5. o t o p si, b i r ö lü g ö v d e s in i k e s ip p a r ç a l a r a a y ır m a . 4 . a n a to m i. 5. is k e le t.
a n a t o m i s i ilm i. t e ş r î h - i h a y v â n î : hek. h a y v a n
e tle rin i
g ü n le r i. 2. ı ş ı k l a n d ı r ı p
k u ru t-
p a rla tm a .
Tekbîr-İ teşrîk : t e ş r i k g ü n l e r i n d e n a m a z İ a r ı n f a r z l a r ı n d a n s o n r a v â c i b o l a r a k te k " A llâ h ü e k b e r A l l â h ü e k b e r İâ -
İlâ h e İ l la l lâ h ü v 'a l l â h ü e k b e r A l l â h ü e k b e r v e l i l l â h i 'l - h a m d ”.
teşrîk ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻚa.i. ş i r k 'd e n ) : 1. ş e r î k e tm e , o r t a k e tm e . 2 . A lla h 'a o r t a k k o ş m a ,
teşrîk-i m esâî : İş b irliğ i, teşrîn ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻦa.i.) : e s k i d e n y ı l ı n o n u n c u v e o n teşrîn-i evvel : e k i m a y ı. teşrîrt-i sânî : k a s ı m ay ı. [ k e lim e s ı ır y â n î c e
a n a to m is i
ilm i.
o lu p a s li “t i ş r î n ” d ir ).
teştîr ( ﺗ ﺸ ﻄ ﻴ ﻮa.i.) : ed. m u r a b b a h â l i n e g e ti-
teşrîh-i
m arazî : hele,
h a sta
o rg a n la rın
t e ş r i h i n i b i l d i r e n ilim , fr. anatomie patho-
logique.
teşrîh-i tatbiki : anat. m u k a y e s e li a n a to m i, h a y v a n la rın
k il e r i n )
bünye
ve
veyâ
n e b a tla rın
* d o k u la rın ın
(*bit-
b ir b ir l e -
r iy le o la n m u k a y e s e s i ilm i, fr. anatomie
comparée. (* b itk ile r in )
teştit ( ﺗ ﺸ ﺘ ﻴ ﺖa.i.) : d a ğ ı t m a , d a ğ ı t ı l m a ; p e r i ş a n e tm e , e d ilm e .
teştiye
' ﻧ ﺸﺘﻴ ﻪ
(a.i. ş i t â 'd a n ) : k ı ş ı n u y u y a c a k
o la n h a y v a n l a r ı n u y k u s u ,
teşvîk
( ﺗﺸﻮﻳﻖa.i.
ş e v k 'd e n . c. : t e ş v ik a t ) : 1. şe v -
k e v e g a y re te g e tir m e , ş e v k l e n d ir m e , istelc-
teşrîh-i tavsifi : anat. in s a n , h a y v a n v e n e b a tla rın
r i l m e k i s te n i le n b i r g a z e l in h e r b e y t i n i n m ı s r â l a r ı a r a s ı n a İ k i ş e r m ı s r â ' İlâ v e e tm e , [ü ç e r m ıs r a ' e k le n d i ğ i d e g ö r ü l m ü ş t ü r ) ,
teşrîh-i nebâtî : bot. b o ta n i le a n a t o m i s i ilm i.
ta b ii
h a lle r in d e le i
t e ş r ih i , a n a to m is i il m i , fr. anatomie dese-
riptive. teşrîlıat ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﺤ ﺎ تa.i. t e ş r î h 'i n c.) : te ş r ih l e r , t e ş r i h e tm e le r , a ç m a la r , a ç ık l a m a l a r .
1278
üçüncü
k u rb a n
b ir in c i' a y l a r ı n a v e r i le n o r t a k a d .
teşrîh-i beşerî : hek. i n s a n te ş r i h i , i n s a n
tü rlü
A ra p la rin in
ra r la n a n
teşrîfâtî ( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ ﺗ ﻰa.i.) : te ş r if a tç ı, p r o t o k o l me'muru.
k u ru tu lm a s ı.
Eyyâm ü't-teşrîk :
te ş rifa tla rın u s u l v e y o lla rım tü r lü ö rn e k -
gün eşd e
le n d i r m e . 2. k ı ş k ı r t m a .
teşvîkat
ﺗ ﺸ ﻮ ﻳ ﻔﺎ ت
("k a" u z u n
o k u n u r,
a.i.
t e ş v î k 'i n c.) : ş e v k e g e tir m e le r , i s te k l e n d ir m e le r; k ı ş k ı r t m a l a r .
teşvîk-kâr
ﺗ ﺸ ﻮﻳ ﻖ ﻛﺎر
ö z e n d ir ic i.
(a.f.b .s.) : * is te k le n d ir ic i,
tetimme
ذﺷﻮﻳﺮ٠(a .i.): 1.
te ş v îr
satılık h ayvan i p azara Ç1-
karıp gösteri? yapm a. 2. İçine alıp gizleme; İçinde bulunm a, İçine alma, (blcz : İstiâb).
ﺗﺸﻮﻳﺶ
te şvî?
(a.i. siil.: şeveşe. c.: te şv îşâ t): ka-
rıştırm a, karm akarışık etme, te şvîşâ t
ﺗﺸﻮﻳﺸﺎت
(a.i. teşvîş'in c . ) : karıştırm a-
lar, k arm akarışık etmeler, te şyî'
ﺗ ﺸﻴ ﻊ
(a.i. ş iy â 'd a n ): 1. selametleme,
uğurlam a. 2 . ram azandan sonra altı gün y ân î şevvalin birinden altısına kadar oruç tutma.
teşyîd
ﺗ ﺸﻴﻴ ﺪ
(a .i.c .: teşyîd ât): 1. yükseltm e,
yükseltilm e. 2. sağlam laştırm a, sağlam la?tırılm a.
teşyîdât
ﺗ ﺸﻴﻴ ﺪا ت
(a.i. teşyîd'in c.) : 1. yükselt-
meler, yülcseltilmeler. 2. sağlam laştırm alar, saglam laştınlm alar.
teşzîb ( ﺗ ﺸ ﻨ ﻴ ﺐa .i.): bot. 1. arza yak ın olarak bir çok fidan veren bir cins nebat. 2. ağacın kabu klarım soym a ve fazla d allarım budama.
tetabbu'
( ﺗ ﻄ ﻊa .i.c .: tetabbuât) ( ﺗﻄﺒﺐa.i. tıb b 'd a n ):
: tabiatlenme.
ihtizâzât-ı esvât-ı beşeriyye... gibi,
( ددادع— ا تa.i.
tetâbıı'un c . ) : tetâbıı'lar,
bir biri ardından gelmeler,
ﺗﻄﺎ ﺑ ﺶ
(a.i. tıbk'dan. c . : tetâbukat) :
uym a, u ygu n gelme, u ygu n düşme,
tetâbuk-ı gayr-i m iitevâfık a : jeol. *u yu m suz *katm anlaşm a, ayk ırı *katm anlaşm a,
fr. stratification discordante. tetâbuk-ı m iitevâfık a : jeol. u ygu n *katm anlaşm a, fr. stratification coneordante. tetâbukat
ﺗ ﻄﺎ ﺑ ﻔﺎ ت
(''ka” uzun okunur, a.i.
tetâbıık'un c . ) : uym alar, u ygu n gelmeler, u ygu n düşmeler.
t e t a f f u l - (a.i. tu f l'd a n ) : dalkavukluk, çan akyalayıcılık.
tetahhul ( ﺗ ﻄﺤﻞo .i.): hek. dalak şişmesi, tetahhur
ﺗﻄﻬﺮ
(a.i. tehâret, tu h r ve tuhur'den.
c . : tetahhurâ.t): temizlenme,
tetahhurât
te ta'u m ( ﺗ ﻄ ﻌ ﻢa.i. ta 'ın 'd a n ): tatm a, tadılm a, tad m a bakm a, bakıl-ma. te tâ v iil ( ﺗ ﻄ ﺎ و لa.i. tû l'den. c . : te tâ v ü lâ t): 1. uzan m a, uzam a, uzu n olm a, tetâvül-i le y i: gecenin uzam ası. 2. hek. bir organda anorm al olarak m eydan a gelen uzunluk. 3. hek. a ğ rıları d in d irm ek İ ؟in sin irleri uzatm a am eliyâtı. 4. zulüm , tetavvu' ( ﺗﻄﻮعa .i.): farzolm ayan ibâdette bulunm a. [nâfile nam az k lim a, k u rb an bayram in in arefe gününde oru ؟tutm a gibi],
( ًﻃﻮﻋﺎa .z f.): n âfile olarak, tetavvu f ( ﺗ ﻄ ﻮ فa.i. t a v â f d a n ) : ta v â f etm e, tetavvuan
ziyâret m ak sadıyla b ir ?eyin veyâ b ir yerin e trâfın ı dolanm a.
tetavvus ( ﺗ ﻄ ﻮ سa.i. tâ v ııs 'd a n ): tavus gibi ren gâren k elbise giym e,
SIZ birbiri ardından gelme,
tetâbuk
( ﺗﺘﺎرa .i.): Tatar.
T e tâ rî ( ﻣ ﺎ ر ىf.s .): T atarlara âit, on larla ilgili, ( b k z : Tâtârî).
(a.i. teba'dan. c . : tetâbu ât): aralık-
tetâbu'-i iz â fâ t : gr. zincirleme isim t a k ım ı: tetâbuât
T e tâ r
tetavvuk ( ﺗﻄﻮ قa.i. ta v k 'd a n ): b o yu n a gerdanilk gibi ?eyler takm a, tak ın m a, tak ın ılm a,
[hekim olm adığı halde],
ﺗﺘﺎ ع
dıı'm a.
hekim lik etme
tetabbub tetâbu'
( ﺗﺘﺎﻟﻰa.i.). ( b k z : tetâbu'). t e t a llu ' ( ﺗ ﺘ ﻠ ﻊa .i.): b o yn u n u uzatıp b aşın ı kal-
te tâ lî
ﻃﻬﺮا ت
lenmeler.
(a.i. tetahhur'un c . ) : tem iz-
tetâyiir ( ﺗﻄﺎﻳﺮa.i. ta y e râ n 'd a n ): 1. u ؟m a ٠uçuşm a, uçuşup d agilm a. 2. kim. m âyilerin (sıvıların) gaz hâlin e geçm esi, fr. volatilisation. tetbi' ( ﺗ ﺘ ﺒ ﻴ ﻊa .i.): 1. ard ın ı b ırak m ayıp geregi gibi araştırm a. 2. tâbî olm a, uym a, tetbit
( ﻣ ﺖa .i.): zarar ve ziyan yapm a,
tetebbu' ( ﺗ ﺘ ﺢa.i. teba'dan. c . : teteb b u ât): b ir şeyi e traflıca tetkik etm e, m âh iyetin i anlam aya çalışm a, e traflıca incelem e, b ir şey h a k k ın d a geni? bilgi edinm e, tetebbuât ( ﻵ تa.i. tetebbu'un c .) : tetebbu'lar, tetkikler, *incelem eler, araştırm alar, teterriib
( ﺗﺘﺮبa .i.): toza, toprağa b ulanm a,
tetevviic ( ﺗﺘﻮجa.i. tâ c 'd a n ): taçlanm a, taç giyme. Resm-İ tetevviic : taç giym e m erâsim i. tetim m ât ( ﺗﺘﻤﺎتa.i. tetim m e'nin c .) : tetim m eler, eksigin tam olm ası İçin k atılan ?eyler, tetim me ب (a.i. tem âm 'dan. c . : te tim m â t): b ir eksigi tam am lam ak üzere k atılan ?ey; b ir ?eyin tam olm ası İçin lüzum lu ?ey.
1279
tetimme medreseler؛ te tim m e m e d r e s e le r i: ta r. m e d r e s e m ü ş te m i l â t ı n d a n o la n b in â l a r .
te v âd u ' ( ﺗ ﻮ ا ﺑ ﻊa . i . ) : i k i t a r a f ı n d ü ş m a n l ı k t a n v a z g e ç e r e k b a r ı ş m a s ı.
te tim m e -i h â tır â t k a n u n u : p sik . * tiim c e le m e k a n u n u , fr. lo i d e re d in tC g ra tio n .
te v a ffu k ( "وشa.i. v e f k 'd e n ) : m u v a f f a k o lm a ,
te tim m e -i s ü k n â : h u k . k ö y le r d e , k a s a b a l a r -
te v â fu k ( و ا ﻓ ﻖa.i. v e f k 'd e n . c . : t e v â f u k a t ) :
d a e v y a p m a k ü z e r e b o ş b ı r a k ı l a n a r a z i.
te tliy e ( ﺗ ﻴ ﻪa .i.): 1. nezretm e. 2. ferzd a n so n ra nâfile n am a z klim a. te tm im -
(a.i. t e m â m 'd a n . c . : t e t m î m â t ) :
b a şa rm a . u y m a , u y g u n g e lm e .
te v âfu k -ı a 'd â d : fer. i k i s a y ı d a n b i r i n i n d ig e r i ile t a m â m e n t a k s i m i k a b i l o lm a m a k la b e r â b e r h e r i k i s a y m ı n ü ç ü n c ü b i r a d e d
1. t a m a m l a m a , b i t i r m e , ( b k z : İ k m â l) . 2 . ed.
ile , - k i b u a d e d e k a s ı m - ı m ü ş t e r e k ( o r t a k
b i r ş i'ri, b i r if â d e y i t a m a m l a m a ,
b ö le n )
te tm im â t ( ﺗ ﺘ ﻤ ﻴ ﻤ ﺎ تa.i. t e t m î m 'i n c . ) : t a m a m la m a la r , b it ir m e l e r , ( b k z : İ k m â lâ t) .
İ a ş tır m a .
d i r m e , g iy d i r i lm e .
y ı n ı n ü ç ü n c ü b i r o r t a k b ö le n l e b ö li in e b i la r a s ı n d a m u v â f a k a t b i n - m s f b u l u n u r . 4 ile
te v â ( ﻟ ﺮ اa.i.) ؛h u k . b i r a la c a ğ ı h a v â le s in d e , h a v â le o l u n a n şe y i, h a v a le y i ö d e m e k z o r u n d a b u l u n a n k i m s e d e n a l a m a m a , h a v a le o l u n a n ı n h a v a le y i ö d e m e m e s i,
b u lu n a n la r,
b irin in
a d a m la -
rı. ( b k z : m a iy y e t) . 2. b i r k i m s e n i n m e s le g i n i t u t a n l a r , f i k i r b a k ı m ı n d a n o n a b a ğ lı 4. b ir
m e rk eze
b a ğ lı
o la n y e rle r. 5. astr. p e y k le r , U y d u l a r . 6 . a. g r. e v v e li n d e k i k e lim e y e g ö r e h a r e k e l e n e n k e lim e le r . M e s e lâ : k e şfii'z -z ü n û n , k itâ b ü
k eşfi'z -z ü n û n .. g ib i. tev âb i'-i m u tta s ıla -i m ü s ta k ır r e : fık. e v in , y e r li d o la p , y e r li k ü t ü p h â n e g ib i a y r ı lm a s ı k a b il o lm a y a n k ıs ı m l a r ı ,
te v â b i i s ü k n â : fık. e v in , m u t f a k , k i l e r g ib i ta m a m l a y ı c ı k ıs ı m l a r ı .
te v â b ii ( وا شa.i. tâ b e l v e t â b i l 'i n c . ) : n â n e , b ib e r, t a r ç ı n , k a r a n f i l g ib i şe y le r, b a h â r a t [yem e k l e r e k o n u la n - ] .
وا
(a.i. t â b û t ’u n c . ) : t a b u t l a r ; s a n -
d ik l a r .
te v â c ü d ( وا ﺟ ﺪa.i. v e c d 'd e n ) : tas. k e n d i n e v e c id d â v e t e tm e , v e c d İ ç in d e o la b i lm e k İç in g a y r e t s a r f e tm e .
te v âc iih ( و ا بa.i. v e c h 'd e n ) : y ü z y ü z e , k a r ş ı k a r ş ıy a g e lm e , ( b k z : m u v â c e h e ).
t e v â f ü r â t ) : ç o ğ a lm a , a r t m a ,
te v â fü râ t ت١( ﺗﻮاضa.i. t e v â f ü r 'ü n c . ) : ç o ğ a lm a la r, a r t m a l a r .
te v a g g u l ( ﺗ ﻮ ﻏ ﻞa.i. v a g l'd e n . c . : t e v a g g u l â t ) :
tev âb i' ( ﺗ ﻮ ا ﺑ ﻊa.i. t â b i 'i n c . ) : 1. b i r k i m s e n i n
3. u ş a k la r.
te v â f ı ı k 'u n c . ) : u y m a l a r , u y g u n g e lm e le r,
te v â fiir ( ﺗ ﻮا ﻓ ﺮa.i. v e f r e t v e v ü f û r 'd a n . c . :
g iy d ir ilm e le r .
h iz m e tin d e
m u v â f a k a t b is - s ü l ü s v a r d ı r , 62 9 g ib i],
te v â fu k a t " ( و ا ﻓ ﻘ ﺎ تk a ” u z u n o k u n u r , a.i.
te tv ic â t ( ﺳﻮﻳﺠﺎتa.i. te t v i c 'i n c . ) : g iy d ir m e le r ,
؛280
o lm a s ı,
10 g ib i o r t a k b ö le n 3 ile s a y ı la r a r a s ı n d a
te tv ic ( دوي—جa.i. ta c 'd a n . c . : t e t v î c â t ) : ta ç giy-
te v â b ît -
m üm kün
m e s i. [m e se lâ : o r t a k b ö le n , 2 is e b u i k i s a y ı
te tr ib ( ﺗﻌﺮﻳﺐa.i. t ü r â b 'd a n ) : to z a , t o p r a ğ a b u -
o la n la r .
d e n ir -ta k s im i
b ir b ir i y le t a m o l a r a k b ö lü n e m e y e n i k i s a -
d e v a m l ı o l a r a k u ğ r a ş m a [ b i r İşle-],
te v a g g u lâ t ( ﺗ ﻮ د تa.i. t e v a g g u l 'u n c . ) : te v a g g ü lle r , d e v a m l ı o l a r a k u ğ r a ş m a la r ,
te v a h h u d ( ﺗ ﻮ ﺣ ﺪa.i. v a h d e t d e n ) : t e k o lm a , ( b k z : te f e r r ü d ) .
te v a h h u ş ( ﺗﻮﺣﺶa.i. v a h ş e t d e n ) : 1. y a ln ı z lı k t a n k o r k m a , ü r k m e . 2 . v a h ş î h a y v a n l a r g ib i k o rk m a , ü rk m e ; e m in o lm a y a ra k b a k m a ,
te v â k i' ( ﺗ ﻮا ﻗ ﻴ ﻊa.i. t e v k i 'i n c . ) : 1. f e r m a n l a r . 2 . f e r m a n l a r a ç e k il e n n iş a n la r ,
te v a k k i ( وﻓ ﻲa.i. v i k a y e 'd e n ) : s a k ı n m a , ç e k in m e , k o r u n m a , ( b k z : ih tir â z ) .
te v a k k u ' ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻊa.i. v u k u 'd a n . c . : t e v a k k u â t ) : b e k le m e , u m m a , u m u l m a ; a r z u e tm e , is te m e.
te v a k k u â t ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻌﺎ تa.i. te v e k k u 'u n c . ) : b e k le m e le r, u m m a la r ,, u m u l m a l a r ; a r z u e tm e le r , is te m e le r.
te v a k k u d ( ﺗﻮﻗﺪa . i . ) : t u t u ş u p y a n m a , te v a k k u f ( و شa.i. v u k u f d a n . c. : t e v a k k u f â t ) : 1. d u r m a , e ğ le n m e , b e k le m e . 2. (-e) b a ğ lı o lm a . B i-te v a k k u f: d u r m a d a n ,
te v a k k u fâ t ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻔ ﺎ تa.i. t e v a l c k u f 'u n c . ) : d u r m a la r , e ğ le n m e le r , b e k le m e le r .
tevbe-i şikeste tevakkur
ﺗ ﻮﻗ ﺮ
(a.i. v e k a r 'd a n ) : v a k a r l a n m a ,
ﺗ ﻮا ﻛ ﻞ
tevâkiil
(a.i. v e l c l 'd e n ) : b i r b i r i n i v e k il
tevâlî ( ﺗ ﻮ ا ﻟ ﻰa.i. v e l y 'd e n ) : b i r b i r i a r k a s ı n d a n g e lm e , a r a s ı k e s i lm e k s iz i n
A le 't-te v â lî :
sü rm e.
devâm
d u rm a d a n
e tm e , b irb iri
a r d ı n c a , a r a s ı k e s ilm e k s iz in , b i r d ü z e y e , ( b k z : m ü te v â liy e n ) .
ﺗ ﻮاﻟ ﺪ
m a . ( b k z : te n â s iil).
(a.i. v e r â 'd a n ) : b i r ş e y i n a r k a s ı n a
tevârîh ( ﺗ ﻮا رﻳ ﺦa.i. t â r i h 'i n c . ) : t â r i h l e r . Ehl-İ te v â rih : t â r i h t i l e r , ( b k z : m ü v e r r i h i n ) , tevârîh-i selef: b i z d e n ö n c e k il e r i n , d e d e le r im iz in tâ rih le ri.
ﺗﻮاﻋﺪ
(a.i. va'd'den) : vaitleçm e, birbiri-
ne söz verm e.
ﺗ ﻮا ﻋ ﺪا ت
tevâzî
ﺗﻮازى
(a.i. vezy'den) : iki ؟izginin birbi-
rine değm em ek üzere sonuna kadar yan yana uzanıp gitmesi.
tevâzu'
ﺗ ﻮا ﺿ ﻊ
(a.i. vaz'dan . c. : tevâzııât) : al-
çakgö n ü lü ler.
ﺗ ﻮا ﺿ ﻌﺎ ت
tevâzuen
ﺗﻮاﺿﻌﺄ
ﺗ ﻮا ﺿ ﻌ ﻜﺎ ر
nüHülükle.
(a.i.
t e v â r ü d 'ü n
c.) :
tevâriis
ﺗﻮارث
(a.i. v e r â s e t'd e n . c . : t e v â r ü s â t ) :
sen geçm e.
ﺗﻮارﺛﺎت
(a.i. t e v â r ü s 'ü n c . ) : 1. m i r â s a
k o n m a l a r . 2 . i r s e n g e ç m e le r,
tevâsî ص
ﺗ ﻮا
(a.i. v a s i y y e t 'd e n ) : b i r b i r i n e ta v -
siy e e tm e .
tevassul ﺻ ﻞ
ﺗﻮ
(a.i. v a s l 'd a n ) : u la ş m a , k a v u ş -
m a , b ir le ş m e , ( b k z ؛te v â s u l).
tevâsuk
ﺗﻮاﺛﻖ
tevâsul
ﺗﻮاﺻﻞ
(a.i. v ü s û k 'd a n ) : b i r b i r i n e g iiv e n e r e k a n d la ş m a . (a.i. v a s l'd a n '. c . : t e v â s u l â t ) : k a -
v u ş m a , u la ş m a , b ir le ş m e ,
tevâsulât
ﺗ ﻮا ﻣ ﺤ ﻼ ت
(a.i. te v â s u l 'u n c . ) : k a v u ş -
m a l a r , u la ş m a l a r , b ir le ş m e le r ,
tevâsiib
tevâzu'-kârî
ﺗ ﻮا ﺿﻌﻜﺎ راﻧﻪ
ﺗ ﻮا ﺿﻌﻜﺎ ر ى
(a.f.zf.) : alçakgO-
(a.f.b.i.) : alçakgonül-
lülük.
tevâziin
ﺗ ﻮا ز ن
(a.i. vezn'den. c. : tevâzünât) :
tartıda bir olm a, vezinde bir gelme, denk
1. m i r â s a k o n m a . 2 . b i r i n d e n , d i ğ e r in e ir-
tevârüsât
(a.f.b.s.) : alçakgönüllü,
(bkz : m ütevâzi').
tevâzu'-kâr-âne
te v â r iitle r .
(a.zf.) : alçakgönüllülükle, ki-
birsiz olarak.
r i k m e . 2. ed. ik i ş â i r in , b i r b i r l e r i n d e n h a b e r s iz o l a r a k a y n i m ı s r â v e y â b e y i t s ö y le m e le ri.
(a.i. tevâzıı'un c.) : alçakgO-
niillülükler.
tevâzu'-kâr v ü r û d 'd a n . c . : t e v â r ü d â t) .
" وا ر دا ت
(a.i. tevâüd'ün c.) : vaitle ؟-
meler, sözleşmeler, [bir biriyle-].
1. a r k a a rlcay a g e lm e , h e r y a n d a n g e lip b i-
tevârüdât
(a.zf.) : a g i z d a n a g iz a y a y ila -
r a k [sö z, h a b e r...] .
tevâzuât
s a k l a n ı p g ö r ü n m e z o lm a , g iz le n m e ,
( “ و ا ر دa.i.
ﺗ ﻮا ﺗ ﺮأ
tevâtiiren
؟akgönüllülük gösterme. Ehl-İ tevâzu' : al-
b i r İş te b e z g i n l i k g ö s te r m e ,
ﺗﻮارى
tevâtürât ( ﺗ ﻮاﺗ ﺮا تa.i. tevâtü r'ü n c.) : agizdan ağıza y a y ıla n haberler.
tevâüdât
( ﺗﻮانf.i.). ( b k z : tü v â n ) . tevânâ ( ﺗﻮاﻧﺎf.s.). ( b k z : tü v â n â ) . tevân-ger ( ﺗ ﻮا ﻧ ﺪf.b.s.). ( b k z : tü v â n - g e r ) . tevân-geri ﺀ ى١( ﺗﻮf.b.i.). ( b k z : t ü v â n - g e r î ) . tevânî ( ﺗﻮاﻓﻰa . i .) : g e v ş e k lik , g e v ş e k d a v r a n m a ;
te v â r iid
bir hadis-i çerîf'in bir cem aat tarafından
tevâüd
(a.i. v e l e d 'd e n ) : d o g m a ; d o g u r -
tevân
tevârî
2.
rivâyet edilm esi hâli.
e tm e .
tevâlüd
te v â tiir ( ﺗﻮاﺗﺮa. ؛, vitr'den. c. : tevâtürât) : 1. bir haberin agizdan agiza dolaşarak yayılm ası.
v a k a r p e y d a e tm e .
ﺗ ﻮاﺛ ﺐ
(a.i. v e s b 'd e n ) : b i r b i r i ü z e r i n e
s ı ç r a m a , b i r b i r i ü z e r i n e a tl a m a .
olma.
tevâzünât
ﺗﻮازﻧﺎت
(a.i. tevâzün'ün c.) : tartıda
bir olm alar, vezinde bir gelmeler, denk olmalar.
tevâzüniyyet ( ﺗ ﻮ ا ز ﻳ ﺖa.i.) : fels., fiz. istatik, statik, fr. statique.
( ﺗﻮﺿﻊa.i.) : konulm a, konuluş. tevazzuh ( ﺗ ﻮ ﺿ ﺢa.i. vu zû h 'd an ). (bkz : tavaztevazzu' zuh).
tevbe ( ﺗﻮﺑﻪa.i.) : tövbe, İşlenmiş bir giinah veyâ suçun bir dalra işlenm eyeceğine dâir verilen söz.
tevbe-i m ey : şarap tövbesi. tevbe-i nasûh : bir daha bozm am ak üzere edilen tövbe.
tevbe-i şikeste : bozulm uş tövbe.
1281
levbe-güîât tevbe-giizâr ( ' ﻧ ﻮ ﺑ ﻪ ﻣ ﻤ ﻨ ﺎ رa.f.b.s.): tövbe eden, (bkz: tevbe-kâr).
teveccu'
tevbe-kâr ( ﺗﻮﺑﻪ ﻛﺎ رa.f.b.s.): tövbe edici, tövbe eden, (bkz: tâib).
teveccuât
tevbe-kâri ( ﺗﻮﺑﻪ ﻛﺎر ىa.f.b.i.) ؛tövbekârlık, tövbe edicilik.
tevecciid
tevbe-şiken ( ﺗﻮﺑﻪ ﺷﻜﻦa.fb.s.): 1. tövbe bozan. 2. tövbe bozduran.
teveccüh
( ﺗ ﻮ صa.i. v e c a 'd a n . c. : te v e c c u â t) : v e c â la n m a , a ğ rım a . د ا ت٠ﺗﻮج
(a.i.
t e v e c c u 'u n
c.) :
v e c â l a n m a la r , a ğ r ı m a l a r ,
ﺗ ﻮ ﺟﺎ
(a.i. v e c d 'd e n ) : v e c d e g e lm e ,
h a ll e n m e , c o ş m a .
I.
ﺟﻪ٠ﺗﻮ
(a.i. v e c h 'd e n . c. : te v e c c ü h â t) :
؟e v r i lm e , y ö n e lm e , d o ğ r u l m a . 2 . b i r y e re
d o ğ r u h a r e k e t e tm e . 3. g ü l e r y ü z g ö s te r m e ,
tevbih ( ﺗﻮﺑﻴﺦa.i.c.: tevbihât): 1. tekdir, azarlama, paylama. 2. memurlara uygulanan bir disiplin cezası.
y a k ı n l ı k d u y m a ؛h o ş l a n m a , s e v g i. 4 . n a s i p v e m ü y e s s e r o lm a .
tevbîhan ^ ( ﺗﻮبa.zf.): tevbih sûretiyle, tevbih İ ؟in, paylayarak, azarlayarak.
teveccüh ale'z-ziyâ : bot. ış ığ a d o ğ r u l u m , fr. phototropisme.
tevbihât ( ﺗ ﻮ ﺑ ﻴ ﺨ ﺎ تa.i. tevbih'in c .): azarlamalar, paylamalar.
teveccüh ale'z-ziyâi'ş-şem s : bot. g ü n e d o ğ r u l u m , fr. héliotropisme.
tevbîhât-ı ؟ed id e: şiddetli tekdirler, azarlamalar.
tevecciih-i şems : bot. * g ü n e y o n e lim , g ü n e d o ğ r u l u m , fr. héliotropisme,
tevcih ( ﺗﻮﺟﻴﺐa.i. vücûb'dan): vâcip klima, kiİınma. tevcih ( ﺗﻮ ﺟﻪa.i. vech'den. c .: tevcihât): 1. ؟evirme, yöneltme, döndürme. 2. söz atma, bakma [bir kimseye-]. 3. mânâ verme, yorumlama, (bkz: tefsir, te'vîl). 4. rütbe, mevki verme. 5. ed. ilci mânâya gelebilen ve mânâca birbirinin zıddı olan kelime kullanma. Meselâ " ؛âb-ı hayvândır efendim artığın" mısrâindaki âb-1 hayvan, hem âb-1 hayât, hem de hayvan suyu mânâsını İfâde ettiğinden mısra'ın mânâsı: "efendim senin artığın hayvan suyudur; yânî sen hayvansin senden artan su da hayvanin içtiği bir sudur" demek olur. tevcihât ( ﺗ ﻮ ﺟ ﻴ ﻬﺎ تa.i. tevcihin c.): riitbe vermeler, verilmiş rütbeler. tevcîhât-1 mu'tâde : her yıl şevval ayının ilk haftasında me'murlar arasında yapılan degişiklik. tevcîhât-1 umumiyye : devlet me'murlarının tâyinlerine dâir olan kararlar. tevdi' ( ﺗ ﻮد حa.i. ved'den. c .: tevdiât): 1. bırakma, emânet etme. 2. vedalaşma.
tevecciihât
t e v e c c ü h 'i i n c.) : te v e c -
teveccühât-1 k a lb ic e : g ö n ü ld e n d u y u l a n y a k ın lık la r.
ﺗ ﻮ ﺟ ﻬ ﻜﺎ ر
teveccüh-kâr teveddiid
(a.f.b'.s.) : g ö n ü l o k ş a y ı-
( ﺗ ﻮ ﺩ ﺩa.i. v i i d d 'd e n ) : s e v iş m e , s e v g i؛
d o s t l u k e tm e .
teveffi
( "رﻓﻰa.i. v e f â t 'd a n ) : ö lm e , ( “ وﻛﻞa.i. v e h le 'd e n ) : y a n ı l t m a y a
tevehhül(
؟a-
lış m a .
tevehhüm م
ز
' (a.i. v e h m 'd e n .c . :t e v e h h ü m â t ) :
k u r m a , k u r u n t u y a d ü ş m e , v e h im le n m e .
tevehhümât
ﺗ ﻮ ﻫ ﻤﺎ ت
(a.i. t e v e h h ü m u n c.) :
k u r m a l a r , k u r u n t u y a d ü ş m e le r , v e h im le n m e le r.
tevehhiis
ﺗﻮﺣﻰ
(a.i.) : b i r iş e d i k k a t l e k o y u l-
m a.
tevekan
" ( ﺗﻮﻗﺎنk a "
u z u n o k u n u r , a.i.) : is te k l i
o lm a .
tevekkel
ﺗﻮﻛﻞ
(o.s. te v e k k ü l 'd e n ) : İŞİ o lu r u ir a
b ı r a k a n , k a d e r i n e r â z ı o la n [k im s e ] .
tevekkeltii alallâh : İş im i A l l a h 'a b ı r a k t ı m ,
tevdian ( ًﺗ ﻮ د ﻳ ﻌ ﺎa.zf): bırakarak, vererek, emânet ve teslim ederek, emânet olarak vermek sûretiyle.
tevekkül
tevdiât ( ﺗ ﻮ د ﻳ ﻌ ﺎ تa.i. tevdi'in c .): 1. yatırma, koma [bir bankaya], (bkz: teslimât). 2. emânet bırakma. 3. emânetler.
tevelli
1282
( ﺗﻮاﺟﻬﺎتa.i.
c iih le r .
ﺗﻮﻛ ﻞ
(a.i.) : İŞİ A ll a h 'a b ı r a k ı p k a d e r e
r â z ı o lm a .
tevellâ
( ﺗﻮﻻa.i.). ( b k z : te v e lli). ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻰa.i. v e ly 'd e n ) : 1. b i r i n e
y an aşm a,
( b k z ؛ta k a r r ü b ) . 2 . b i r i n i d o s t t u t m a . 3. tas. e h l- i b e y t'i , H z .
Ali'yi
s e v m e ,' o n l a r d a n
teveyyil
medet ve şefâat isteme, kendilerine olan yakinlik, bağlılık.
( ﺗﻮﻟﻴﺎتa.i.c.). (bkz : velâyet). tevellu' ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻊa.i.) : sevme, aşk ve alâka peydâ tevelliyyât
etme.
ﺗﻮرط
te v e rru t
ﺗﻮرد
te v e r riid
ﺗﻮرك
tevellüd kable'l-m îâd : hek. vaktinden önce
d ir ].
tevelliih ( ﺗﻮﻟﻪa.i. veleh'den. c. : tevellühât) : şaşakalma. tevellühât
( ﺗﻮﻟﻬﺎ تa.i. tevelliih'ün c.) : şaşakal-
malar. tevelvül ( ﺗﻮﻟﻮلa.i. velvele'den. c. : tevelvülât) : gürültü, patırdı etme, (bkz : sahb). tevelvülât
( ﺗ ﻮﻟ ﻮ ﻻ تa.i. tevelviil'ün c.) : gürül-
tüler, patırtılar.
( ﺗ ﻮ أ مa.i.) : 1. ikiz. 2. mec. eş, benzer, (bkz : mümâsil). 3. jeol. ikiz, fr. macle.
tev'em
tev'em-i m uahhar : astr. cevzâ burcunun en parlak yıldızı, lât. : alpha geminus, Polluxalpha. tev'em-i m ukaddem : astr. Cevzâ burcunun ikinci dereceden parlak olan yıldızı, (Castor Beta), lât : Beta Geminus. tev'em-i miisennâ : bot. bir sap üzerinde Çİ-
çeklerin İkişer İkişer dikilmesi, tev'emân
( ﺗ ﻮأ ﻣﺎ نa.i.c.) : 1. [çift] ikizler. 2 ٠bir
yazı sitili. tev'eme
( ﺗ ﻮ أ بa.i.) : ikiz kız. [tev'em'in müen-
nesi].
( " وأسa.i.) : ikizlik. tev'emiyyet ( " و أ ﺑ ﺖa.i.) : 1. ikizlik, ikiz oluş. tev'emi
2. mec. eş olma, benzer.
( و ر عa.i. verâ'dan) : din işlerine bağlanma, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınma, perhizkâr olma.
teverru'
teverruk ( "ورقa.i. varak'dan. c. : teverrukat) : yapraklanma.
“( و ر ﻗ ﺎ تka" uzun okunur, a.i. teverruk'un c.) : yapraklanmalar.
teverrukat
ﺗﻮرم
v e re m e
(a.i. v e r e m 'd e n ) : v e r e m o lm a ,
tu tu lm a ,
ﺗﻮر ث
te v e r riis
( ﺗ ﻮ ﻟ ﺪ ا تa.i. tevelliid'ün c.) : 1. doğmalar, nüfus miktarı. 2. sosy. .dogarlik, doğum, fr. natalité.
o tu rm a ;
k a y n a k l a r ı n b i r i n i v e y â i k i s i n i y e re k o y m a , te v e rrü m
tevellüdât
(a.i. v e r e k 'd e n ) : n a m a z d a k a y -
n a ğ ın ı sag a y a k ü z e rin e k o y u p
tevellüd bi-nefsihi : bir hayvan veyâ nebatin (.bitki) kendi kendine dogması, dogma.
(a.i. v e r d 'd e n ) : 1. v â r i d o lm a ,
g e lm e . 2. o. g ü l g ib i k ı z a r m a , te v e r riik
tevellüd ( ' ﻧ ﻮ ﻟ ﺪa.i. vilâdet'den. c. : tevellüdât) : 1. dogma [maddi, mânevi]. 2 ٠doğum,
( a . i . ) : v a r t a y a d ü ş m e , z o r b i r içe
r a s tla m a .
[asil m â n â s ı : " ş iş m e k ”
(a.i. v e r â s e t 'd e n ) : v â r i s o lm a ,
m i r a s ç ı o lm a .
ﺗﻮﺳﺦ
te v e s s u h
(a.i. v e s a h 'd e n ) : k ir l e n m e , p a s -
la n m a .
ﺗﻮﺛﻖ
te v e s s u k
(a.i. s i k a t v e v ü s û k 'd e n ) : i n a n a -
ra k , g ü v e n e re k d a y a n m a , te v e s s ü '
'ﻧ ﻮ ﺳ ﻊ
(a.i. v iis 'e t'd e n . c . : t e v e s s ü â t ) :
g e n iş le m e , y a y ılm a , t e v e s s ü - i m i 'd e : m i d e g e n iş le m e s i,
ﺗ ﻮ ﺳﺎ ت
te v e s s iiâ t
(a.i. t e v e s s ii 'ü n c . ) : g e n iş le -
m e le r, y a y ıl m a l a r . te v e s s i i b
ﺗﻮﺛﺐ
(a.i. v e s b 'd e n ) : s ı ç r a m a , a tl a m a .
(b k z :v ü s û b ). te v e s s ü d
ﺗ ﻮ ﺳﺪ
(a.i. v i s â d e 'd e n ) : 1. y a s t ığ a d a -
y a n m a . 2 . d a y a n m a , ( b k z : i s t i n â d , ittik a ) .
ﺗﻮﺳﻌﺎ
te v e s s ü e n
( a .z f .) : g e n iş le m e s û r e tiy le , y a -
y ıla ra k . te v e s s ü l 1.
ﺗ ﻮ ر
(a.i. v e s ile 'd e n . c . : t e v e s s ü l â t ) :
s a rılm a .
2. in a n m a .
3. s e b e p
tu tm a .
4 ٠b a ş v u r m a , g ir iş m e . te v e s s ü lâ t
ﺗﻮ ﺳﻼ ت
(a.i. t e v e s s ii l'ü n c . ) : 1. te -
v e s s iille r , s e b e p t u t m a l a r . 2 . b a ş v u r m a l a r , g ir iş m e l ؟r. te v e s s ü le .
ﺗﻮﻣ ﻼ
( a .z f .) : s e b e p t u t a r a k ; b a ş v u -
r a r a k , g ir iş e r e k . te v e ç ş u h
ﺗﻮ ﺷﺢ
g e rd a n lığ ın ı
( a .i .c .: te v e ş ş u h â t) 1 ؛. k a d m , ta k m a .
2. ta k ip
ta k ış tırm a ,
s ü s le n m e . te v e ç ş u h â t
ﺗﻮﺷﺤﺎت
(a.i. te v e ş ş u h 'u n c.) : t a k i p
t a k ı ş t ı r m a l a r , s ü s le n m e le r , te v e ttü r
ﺗﻮر
(a.i. v e t r v e v i t r e t 'd e n ) : 1. g e r ilm e ,
g e r g in le ş m e . 2. f iz . g e r i l i m , g e rm e , t e v e t t ü r - i a 's â b : h e k . s i n i r l e r i n g e r ilm e s i. [ h a s t a l ı k d o la y ıs ıy la -], t e v e t t ü r - i s a t h i ؛f i z . .y ü z e y .g e r i l i m i , t e v e y y ü l ( ﺗ ﻮ زa .i .c .: t e v e y y i i l â t ) : v â v e y lâ e tm e , ç ığ l ık k o p a r m a .
1283
teveyyüOt
وﻳ ﻼ ت
te v e ^ ü lâ t
(a.i. v e y l'd e n . t e v e y y ü l 'ü n
ﺗﻮزع
te v e z z ü '
(a.i. v e z 'd e n ) : 1. d a ğ ıl m a . 2 . y e r
( وز ضa . s . ) : fe ls . f r . d i s t r i b u t i f . ( دوف—قa.i. v e fle 'd e n . c . : t e v f i k a t ) : 1. u y -
te v e z z ü i
d u rm a , u y d u ru lm a , u y g u n la ş tırm a . te v fik -i
h a re k e t:
h a re k e ti
m e seled e tezat v e m iib â y e n e t m e v c u t olm a s ı v e y â t a k a r r ü r e tm i? b ir İc tih â d ın de-
t u t m a . 3 . c o g r . d a ğ ılış , f r . r C p a r t i t i o n .
te v f ik
tevhid-i ictihâd : huk. Y a rg ıta y 'ın ik i d â ire s i v e y â b ir d â ire n in ik i k a r â r ı a r a s ın d a a y n i
c . ) : v â v e y lâ e tm e le r , ç ığ l ık k o p a r m a l a r ,
g e t ir ilm e s in e k a n m la r ın ü z e re
u y d u rm a ,
0
s û r e t t e h a r e k e t e tm e .
ih tiy a ç
g ö r ü lm e s i h â lin d e
m ü m â s il h â d ise le rd e ta tb ik e d ilm e k , a d li t e fs ir in i
v e r ile n
k a r a r.
ta z a m m u n
e tm e k
[Y a rg ıta y 'ın
b ü tü n
d â ir e le r in in iş tir a k iy le te ş k il o lu n a n h eyetin ü ؟te ik is in in ittifa k iy le ittih â z o lu n u r.
t e v f i k - i î m â n ؛î m â n u y g u n l u ğ u . 2 . A l l a h 'ı n
T e m y iz d â ire le rin c e a y n i h â d ise le rd e m is â l te ş k il ed er; t a r a fla r a te'sîr etm ez],
y a rd ım ın a k av u şm a. t e v f i k - i H ü d â : T a n r ı 'n ı n y a r d ı m ı . 3. h e k . b i r k ır ılm a d a k ın l a n p a rç a la rı b ir b irin e ta tb ik
tevhîd-i İrfân : T a n r ı'n ın b ir liğ in i k a b u ld e n gelen .b ilim .
e tm e . 4 . e r k e k a d i. 5. e d . te z a t y a p m a d a n ,
tevhid-i kuvâ : k u v v e tle r , g ü ç le r b ir lig i.
b i r k e l i m e n i n h a t ı r l a t t ı ğ ı b a ş k a k e li m e l e r i
tevhîd-i m ahrec : mat. . p a y d a l a r ı .e ş i tl e m e , fr. réduire au même dénominateur,
d e a y n i ib a r e d e s ö y le m e ,
( ﺗﻮﺑﻴﻚa . i . ) : e lç ilik le y o ll a m a , ( ﺗ ﻮﻓﺬ ﻏﺎa .z f .) : u y a r a k , u y g u n
te v f ik
tevhid-i mesâî : ç a l ı ş m a l a r ı b i r l e ş t i r m e ,
te v f ik a n
o la r a k ,
tevhid-i tedrisât : . ö ğ r e t i m i n t e k h â le g e ti-
(a.i. t e v f i k 'i n c . ) : A l l a h 'ı n y a r -
tevhid-i tedrisât kanunu : T ü r k iy e C u m -
(-e) g ö re . te v f ik a t
r i lm e s i.
و ﻓ ﻌﺎ ت
d ı m ı n a k a v u ş m a la r . te v f ik a t-ı
h u riy e tin d e k i b ü tü n
su b h â n iy y e :
A ll a h
ta ra fın d a n
g ö s t e r il e n d o ğ r u y o l.
وﻓ ﻲ
te v f ir
(a.i. v e f r e t 'd e n ) : ç o ğ a lt m a , a r t ı r m a ;
ﻟ ﻠ ﺐ٠ (a.i.
v a h d e t 'd e n . c . : t e v h i d â t ) :
r i lm e . 2 . b i r s a y m a , b i r o l a r a k b a k m a , b ir li g in e i n a n m a . 3 ٠A l l a h 'ı n b i r l i ğ i n e i n a n m a . " l â il â h e - i l l a l l a h "
sö zü n ü
E h l- İ t e v h i d : A l l a h 'ı n la r.
K e lim e -i
te k ra rla m a .
b irliğ in e
te v h id :
in a n a n -
lâ i lâ h e - i l l a l l a h "
sö z ü , ( b k z : m u v a h h id in ). S û re - i t e v l ı i d : K u r 'â n 'ın
112. s û r e s i
(b k z :
İh lâ s ).
5. e d .
A lla h 'ı n v a r l ı ğ ı n a v e b ir l i ğ i n e d â i r y a z ıl a n m a n z û m e . 6 . m ü z . k l â s i k T ü r k d i n i ş i ir m ü z iğ in d e b ir
ş e k ild ir .
G ü fte s in in
m ev-
z u u A l l a h 'ı n b ir li ğ id i r . A y n i m â h i y e t t e k i m ü n â c â t 't a n ş u f a r k ile a y r ı l ı r k i m ü n â c â t g ib i A l l a h 'a y a lv a r ıp y a k a r ı ş t a r z ı n d a o lm a y ıp , o 'n u n te v h i d v e a z a m e t i h a k k ı n d a d ır . K lâ s i k ş i ir d e ş e k il it ib a r iy l e k a s i d e d ir ; ş u k a d a r k i m e m d u h A l l a h o lu r . C â m i m ü z ig i n d e d e b u m e v z û d a k i ş i ir l e r b e s t e le n i p a c a p e lla o la ra k o k u n u r. te v h id -i d ü y û n :
O sm a n lI
im p a ra to rlu ğ u -
n u n s o n d e v i r l e r i n d e A v r u p a lI a la c a k lıl a r l a y a p ı l a n a n la ş m a .
1284
ilim
m iie s s e s e l e r in i
E g it im
B a k a n li g i'n a
y ü r ü r l ü ğ e g ir m i ş ti r ] .
tevhidât1 ت
1. b i r k l i m a , b i r e tm e , b i r l e ş t i r m e , b ir le ş t i-
4.
M i ll i
b a ğ la y a n k a n u n , [ b u k a n u n : 3 M a r t 1924'd e
ta s a r r u f la a rtırm a . te v h id
lâ i k l e ş t i r e r e k
ﻳ ﺘ ﻮ ﺑ ﺎ. te v h id 'in c .) : te v h id le r. ١( ر بa.zf. v a h d e t'd e n ) : b ir le ştire -
tevhiden rek .
...
tevhid-hâne
( دوح— د ﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.) : tas.
b â z ı tek-
kelemde se m â î â y in i y a p ıla n yer. [M e v le v i tâ b i?le rin d en d ir].
٠ﺗﻮه
tevhim r
(a.i. v e h m 'd e n . c. : te v h im â t) :
v e h m e , k u r u n tu y a d ü şü rm e ,
tevhimât
ﺗﻮﺧﻬﻌﺎت
(a.i. te v h im 'in c.) : k u r u n tu -
y a d ü şü rm e le r.
tevhin
وص
(a.i.c. : tev h in â t) : z a y ı f d ü şü rm e ,
d ü şü rü lm e , z a y ıfla tm a , z a y ıfla tılm a ,
tevhinât
ا ت- ﺗ ﺮ ي
(a.i. te v h in 'in c.) : z a y i f d ü -
şü rm eler, d ü şü l'ü lm eler, z a y ıfla tm a la r , zay ifla tilm a la r .
tevhîş
ش٠و ح
(a.i. v a h ş e t'd e n . c. :
tevhîşât) ؛ü r-
k ü tm e , ü r k ü p k a ç m a s ın a s e b e b o lm a .
tevhîşât
ﺻﺸﺎت٠و
(a.i,. te v h îş 'in c.) : ü rk ü tm e le r,
ü r k ü p k a ç m a s ın a ٧ e b e b o lm a la r.
te'vîd
ﻷوﻳﺪ
tev'îd
د٠( وﺀلa.i.c.
(a.i.) : e ğ r iltm e , e ğ ritilm e , : tev'îd ât) : k o r k u tm a [sözle-],
(b k z : ta h v if, teh d id ). ؛
tevriye tev'îdât
( ﺗﻮﻋﻴﺪاتa.i. tev'îd'in c.): lcorkutmalar
[sözle-]. (a.i. meâl'den. c . : te'vîlât): sözü ؟evirme, söze ayrı mânâ vermeye kalkışma, te'vîl-i a k d : fık. bilinmeden satm alman bir gasbedilmiş malin meşrû sâhibi ؟ikarak geri almaya teşebbüs etmesi hâlinde önceden tasarruf edenin ücret vermemek İ ؟in : “bu mali ben satın aidim'' demesi, te'vîl-i K ur'ân : Kur'ân-1 Kerlm'e sarâhatten hâriç mânâ verme. te'vîl-i m ilk : fık. mûris (miras bırakan) tarafından satm alınan bir gasbedilmiş malin sâhibi ؟ikarak geri almaya teşebbüs etmesi hâlinde, mirasçının ücret vermemek İ ؟in : “bu mal benim miras kalmış malimdir” demesi. te'vîlât ( ﺗ ﺄ ﻭ ﻳ ﻼ ﺕa.i. te'vîl'in c .): sözü ؟evirmeler, ayrı mânâ vermeye kalkışmalar, te'vîlât-ı K u r'â n iy y e : Kur'ân'ın âyetlerine sarah ٩t hâricinde verilen mânâlar, te'vllen ( ﺗ ﺄ ﻭ ﻳ ﻼa.zf. meâl'den): te'vil ederek, sözü ؟evirerek. te'vîlî ( ﺗﺄﻭﻳﲆa.s. meâl'den): te'vil ile *ilgili, tevki' ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻊa.i. vuku'dan): 1. pâdişâh buyruklarma ؟ekilen nişan. 2. pâdişâhın nişanlı buyrugu. tevki-i refî-i hüm âyûn: pâdişâhın yüce buyrugu. tevkid ( ﺗ ﻮ ﻗﻴ ﺪa.i.c.: tevkidât): tutuşturup yakma, tutuşturup yakılma, tevkid ( ﺗ ﻮ ﻛ ﻴ ﺪa.i. elcd'den) : sağlamlaştırma, (bkz: te'kîd). tevkidât ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﺪ ﺍ ﺕa.i. tevkid'in c .): tutuşturup yakmalar, tutuşturup yakılmalar, tevkif ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﻒ.(a.i. vukuf'dan. c . : tevlcifât) : 1. durdurma, durdurulma. 2. alıkoyma. 3. mevkuf (*tutuklu) hâlinde bekletme, tevkif m üzekkeresi : huk. birinin tevlcif edilmesi İ ؟in miiddeiumûmi (savcı) tarafından yazılan resmi kâğıt, tevkifât ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﻔ ﺎ ﺕa.i. tevkifin c .): 1. tevkif etmeler, tutulclamalar. 2. durdurmalar. 3. kesintifler]. (para haklcında). tevkif-hâne ( ﺗ ﻮﻗ ﻌ ﻔ ﺨﺎﻧ ﻪa.f.b.i.): *tutuklu evi. tevkil ( ﺗﻮﻗﻴﴓa.i.): tevlci'ci, pâdişâh buyruklarina nişan İşâretini yapan me'mur, tugrakeş. te'vîl
ﺗﺄ ﻭﻳ ﻞ
tevkil i dîvân-ı h ü m â y û n : dîvân-1 hümâ-
yûn'un nişan me'muru, fermanlara nişan İşâretini koyan me'mur. tevkil ( ﺗ ﻮ ﻛ ﻴ ﻞa.i. vekâlet'den): vekil etme, edilme. tevkir ( ﺗﻮﻗﻴﺮa.i. vekar'dan. c . : tevkirât) : güzel karşılama, ağırlama; ululama, tevkirât ( ﺗ ﻮﻗﻴ ﺮا تa.i. tevkir'in c .) : saygılar, ululamalar, (bkz: ta'zîmât). tevkirât-ı k a lb iy y e : gönülden saygılar, ululamalar. tevkit ( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﺖa.i. vakt'den): vakti, saati belli etme. tevlld ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺪa.i. vilâdet'den. c . : tevlldât): 1. doğurma, dogurulma; doğurtma. 2. mec. meydana getirme, sebebolma. tevlldât ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺪ ﺍ ﺕa.i. tevlld'in c .) : 1. doğurmalar, dogurulmalar; doğurtmalar. 2. sebebolmalar, meydana getirmeler, tevllh ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﻪa.i. veleh'den): şaşırtma; sersemleştirme. tevliye ( ﺗ ﻮﻟﻴ ﻪa.i.). (bkz : tevliyet), tevliyet ( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺖa.i.): 1. mütevellilik, vakıf İşlerine bakma vazifesi. 2. yüz ؟evirme, yüz döndürme. 3. fık. sâhip olunan mail peşin degeri ile başkasına tevcih etme, tevliyet b e r â tı : vakıfları idare edecek olan mütevellilere verilen berat. Tevrât ( ﺗ ﻮ ﺭ ﺍ ﺕa.h.i.): dört mukaddes lcitaptan Hz. Mûsâ'ya ineni. tevrlh ( ﺗﻮﺭﱗa.i. îrâh'dan. c . : tevrihât) : târihleme, târih atma. tevrlh k able'l-hıılûl: zamânı gelmeden târih atma. tevrihât ( ﺗ ﻮ ﺭ ﳜ ﺎ ﺕa.i. tevrlh'in c .) : târihlemeler, târih atmalar. tevrlk ( ﺗ ﻮ ﺭﻳ ﻖa.i. varak'dan. c . : tevrikat): yapraklandırma, yapraklandırılma, tevrikat "( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﻘ ﺎ ﺕka” uzun olcunur. a.i. tevrlk'in c.): yapraklandırmalar, yapraklandınlmalar. tevrlm ( ﺗﻮﺭﱘa.i. verem'den) 1 ؛. şişirme, ŞİŞkinletme. 2. verem etme, verem edilme, tevrls ( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﺚa.i. verâset'den): miras bırakma, tevriye ( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﻪa.i. verâ'dan): 1. merâmını gizleme. 2. ed. birka ؟mânâsı olan bir kelimenin en uzak mânâsını kasdetme. [meselâ : "Savurur ne varsa âhir; buna rü zgâr derler” 1285
»evsen b e y tin d e k i
"rü z g â r"
k e lim e s in in
y a k ın
n a 't
d e n il m i ş t ir ) .
T e v ş ih le r,
T ü rk
m iiz i-
m â n â s ı y el, m a k s û d o l a n u z a k m â n â s ı z a -
g in d e p e k ؟o k t u r ; b i r k ü ll i y a t ؟e k li n d e d e
m a n d e m e k t ir ] .
ta b ' o l u n m u ş t u r ; d u r a k e v fe r i, d e v r - i k e b ir ,
ﺗﻮ س
te v s e n
( f .i . ) : b a ؟ı s e r t at; m e c . s. d i k b a ş h
tevsen-i z îb â : g ü z e l, y a k ı ş ı k l ı a t. te v s i' ﻊ
؟e n b e r, z in c i r g ib i b ü y ü k ö lç ü le r le ö lç ü lü r . G iif te F a r s ç a v e A r a p ç a d a o lu r . M ı s r â l a r
adam .
ﻧﻮ ﺳ
(a.i. v ü s 'a t 'd e n ٠c. ؛t e v s î â t ) : g e n i ؟-
le t m e , g e n iş le tilm e ,
m ü t e a d d i d o lu p is te n i ld i ğ i k a d a r u z a tı la b i lir. M e v z U b a k ı m ı n d a n d a n a 't d e n h i ç b i r f a r k ı y o k t u r v e o n u n g ib i p e y g a m b e r i m i z v a s f tn d a d ır . T e v ş îh , m u v a ؟ ؟a h g ib i k l â s i k
tevsi-i hudûd : s ı n ı r g e n iş le tm e ,
A r a p m ü z i ğ i n i n e n z e n g in ş e k i l l e r i n d e n
tevsi-i in tik a l : huk. b i r v a k ı f m a l i n i n t i k a l
b i r i o lu p , h â l e n e lim iz d e b u ؟e k ild e y ü z le r -
h a k k i n i v e h a d d i n i b ü y ü l t m e , g e n iş le tm e ,
ce te v ş îh v a r d ı r . F a k a t T ü r k m ü z i ğ i n d e k i
tevsi-i m e 'zû n iyye t : huk. * y e tk i g e n iş liğ i, tevsi-i tefsir : g e n iş le tic i y o r u m , tevsiât
ﺗﻮﺳﻊ\ت
(a.i. te v s î 'i n c . ) : g e n iş le tm e le r ,
دو ﺳﺪ
( a . i . ) : 1. y a s t ığ a d a y a n d ı r m a , y a s -
t ı ğ a d a y a n d ı r ı l m a . 2 . d a y a n d ı r t m a , d a y a t-
غ-
■>'( ﺗﻮa.i. v e s a h 'd a n ) : 1. k i r l e t m e , p is -
( وa.i. v ü s û k 'd a n ) : 1. s a ğ l a m l a ş tı r -
m a , s a ğ l a m l a ş t ı r ı l m a . 2 . * b e lg e le m e , b i r ؟ey in , b i r h â d i s e n i n d o g r u l u n u v e s i k a (*belge) ile İ s p â t e tm e . te v s im
ا٠٠( ﺗﻮسa.i.
k a fiy e le r .
م٠( ﺗﻮشa.i.
v e s m 'd e n . c . : t e v ş î m â t ) : 1. te -
tevşîm ât
ﺖ
ر ﺑ٠ (a.i.
te v ş î m 'i n c . ) : v ü c u d a
d ö ğ m e y a p m a l a r ; İğ n e ile y a z ı y a z m a l a r v e y â ؟e k il y a p m a l a r .
دودر
tevtîr 2.
r m h a c z a m â n ı t o p l a n m a l a r ı , [ " b ir m e v s im e y e ti ş m e k " m â n â s ı b iz d e k u l l a n ıl m a z ] , (a.i. t e v s îm 'i n c . ) : 1. b a r u t l a
(a.i. v e t r 'd e n ) : 1. k a z ı k k a k m a .
y a y g ib i g e rm e .
k o y m a . 2. a d l a n d ı r m a , a d v e r m e . 3. h a c ıl a -
ﺗ ﻮ ﺑ ﻤﺎ ت
v e ş m 'd e n . c . : t e v ş î m â t ) : VÜ-
c u d a d ö ğ m e y a p m a ; İ ğ n e ile y a z i 'y a z m a
t e v t i d ^ ^ ( a . i . v e t e d 'd e n ) : k a z ı k k a k m a .
n in ü z e rin e b a r u tla v e y â d a ğ la y a ra k iş â re t
tevşîmât
(a.i. t e v ş î h 'i n c . ) : 1. s ü s le m e -
v e y â ؟e k il y a p m a .
le t m e . 2 . p a s l a n d ı r m a .
tevsik س
ت،ﺗ ﻮﻓ ﺢ
le r, s ü s le n d ir m e l e r . ( b k z : te z y în â t) . 2 . ؟if te
tevşîm
m a.
tevsilı
o lm a y ıp b e s te f o r m e 'u n u n b i r ç e ş it m u k a b i l i m a h i y e ti n d e d ir . te v ş îh â t
g e n iş le tilm e le r .
tevsid
g ib i d î n î c â m i m iiz ig in e m a h s u s b i r ؟e k il
دواف
te v v â b
(a.i. t e v b e 'd e n ) : 1. k u l l a r ı n ı n tö v -
b e s i n i k a b û l e d e n A lla h . 2. ؟o k tö v b e e d e n . T e v v â b î n ^ ١^ ( a . h . i . ) : t a s . K e r b e l â h â d i s e s i n d e
v e y â d a ğ l a y a r a k y a p ı l a n İş â r e tle r . 2 . a d la n -
H z . H iis e y n e y a r d i m e d i l m e m e s i n d e n d o -
d ı r m a l a r , a d v e r m e le r .
ğ a n p iş m a n lık e s â s m a d a y a n a ra k k u r u la n
( ﺗ ﻮ ﻓ ﻊa . i . ) : s ü s le m e , tevşîh ح٠ ( ﺗﻮفa.i. v i ş â h 'd a n
f ır k a . [ E s h a p ta n S ü le y m a n b. S a d r e l- H u z a î,
tev ؟î'
c . : te v ş îh â t) :
1. s ü s le m e , s ü s le n d ir m e ; s ü s lü e lb is e g iy -
h r k a n m b a ş ı n a g e ؟ra !? ti]. te v y il
ﺗ ﻮ دا ى
( a .i .c .: t ^ r y î l â t ) : b i r i s i n e (v e y lü n
d ir m e . 2 . ed. m u k a y y e d k a f iy e ile ؟ii r y a z -
le k e : y a z ık s a n a ! ) d e m e ; b e d d u â e tm e , ile n -
m a ; ؟if te k a f iy e . 3. K u r'â n -1 u s u l , â d â b v e
m e , A lla h b e lâ s ın ı v e r s in ! d e m e .
e r k â n ı ile o k u m a . 4 ٠m e v l id b a h i r l e r i a r a -
te v y ilâ t
ﺑ ﻼ ت.ﺗ ﻮ
(a.i. t e v y î l 'i n c . ) : ile n m e le r ,
s m d a d î n î v e t a s a v v u f î m â h i y e t t e k a s id e
b e d d u â e tm e le r , A lla h b e l â s ı n ı v e r s in ! d e -
ve b e s te o k u m a , [ a s il: m ü c e v h e ra th k u ş a k
m e le r.
k u ş a tm a d ır]. 5. m ü z . T iirk d în î m ü z iğ in d e b i r ؟e k i l d i r k i N a't-1 P e y g a m b e r î'y e v e r i l m i ؟ b i r a d d ır . Y a ln ız n a 't te k k e l e r d e v e b a ş k a y e r l e r d e o k u n d u ğ u h a l d e tevşîh d e n il e n le r m e v l id v e m i 'r â c i y y e a r a s ı n d a t e g a n n i e d il ir . ( B in â e n a le y h " m e v lid t e v ş î h i ” d e -
tevzi'
ﺗ ﻮ زﻳ ﻊ
(a.i. v e z 'd e n . c . : t e v z î â t ) : 1. d a ğ ıt-
m a , d a ğ ıt ıl m a . 2 . h e r k e s e p a y ı n ı d a ğ ı t m a , ü le ş ti r m e .
tevzi-i k u v â : k u v v e t l e r a y r ılığ ı, tevziat
ﺑﻌﺎت.ﺗﻮز
(a.i. t e v z i 'i n c . ) : 1. d a ğ ı t m a l a r ,
m e k , h a t â d a n s â l i m d e ğ ild ir , ç ü n k ü m e v -
d a ğ ıt ıl m a l a r . 2 . h e r k e s e p a y ı n ı d a ğ ıt m a l a r ,
li d d e o k u n m a s ı â d e t o l m a m ı ؟n a 'te s a d e c e
ü le ş tir m e le r .
،
128
tezâhümât tevzîî, te v z liy y e
ﻳ ﻤ ﻪ3 ﺑ ﻌ ﻰ ؛ ﺗ ﻮ.( ﺗ ﻮ زa .s.): dağıtm a,
(a.i. yüsı ٠'den. c . : teyessü rât):
teyessü r -
üleştirm e ile ilgili. A 'd âd -1 te v z liy ye (dağıt-
1. kolaylaşm a, kolay olma. 2. başarı ile bit-
m a s a y ıla r ı): birer, İkişer, üçer... gibi,
me.
te vz îî a d â le t : sosy. üleştirim li adâlet, fr. ]u stice d istribu tive. tevzîn
ا ت-
(a.i. teyessiiriin c.) : 1. ko-
laylaşm alar, kolay olmalar. 2. başarı ile bit-
( د و ز د نa.i. v e zn 'd e n ): 1. tartm a. 2. denk-
leştirme.
meler.
ب
te 'y îd
te v z în -i m e s â î : fels. fr. so cialisatio n d u tra -
. ﻻ
(a .i.c .: te'yîdât) : 1. kuvvetlen-
dirm e, kuvvetlendirilm e, sağlam laştırm a. 2. doğru ؟ikarm a, do'grulama; destekleme,
vail. teyaklcun
teyessiirât
ض
(a.i. yakin'den. c . : te y a k k u n â t):
tam olarak, iyiden iyiye bilme; iyi, tam bilinme. olarak, iyiden iyiye bilmeler; iyi, tam bilinmeler.
bir husus te'yidi Zim nm da tazam m u n eden tecellileri. te'yîs
te y a k k u z
(a.i. yakaza'dan. c. :te y a k k u z â t):
1. uyanm a, uykudan kallcma. 2. m ec. uyanıklık, açıkgözlük, (bkz : intibah).
ت-
te y a k k u zâ t
(a.i.
teyakkuz'un
c .) :
uyanıklıklar, açıkgözlülükler. teybîs —
( ﺗﺄ ﻳ ﺠa.i. y e 's'd e n ) : ye'se düşürm e,
ﺲ
m e'yûs etme. te y k in
ض
(a .i.c .: te y k in â t): tam olarak iyi-
den iyiye bildirm e, bildirilm e,
1. uyanm alar, uykudan kalkm alar. 2 . m ec.
ﺑ ﻐ ﺎ ت٠ (a.i. teylcin'in c . ) : tam olarak
tey k in ât
bildirmeler, bildirilmeler, te y k iz
(a .i.): kurutm a, kurutulm a, ku-
rulam a.
( ﻳ ﻔ ﻬ ﻞa.i.). (bkz : ikaz), ص
te y m im
(a.i.) : teyem m üm ettirm e, etti-
rilme. -
(a.i.
yiibûset'den.
c .:
teyebbü sât): ku ru m a, kuru olma. teyebbiisât
dirmeler, sağlam laştırm alar, te'y îd â t-ı s a m e d â n iy y e : Cenâb-1 H a k k in
( ﺗﻠ ﺶ — ا تa.i. teyakkun'un c . ) : tam
te y a k k u n â t
teyebbiis
ﺑ ﺠ ﺪ ا ت. ( ﺗﺄa.i. te'yîd'in c . ) : kuvvetlen-
te 'y îd â t
ت
د ا
deme[k].
(a.i. teyebbü su n c . ) : ku-
rum alar, ku ru olmalar. teyem m ü m
—
(a.i.
( ﺳ ﻬ ﺾa .i.): "yü m ü n lü , u ğu rlu olsun!"
te y m in teys
س
( دa .i.c .: etyâs, tiyese, tü y û s ): teke, er-
kek keçi, (b k z : büz). yem am 'dan.
c .:
teyem m ü m ât): su bulunm ayan yerlerde, su bulunm asına İm kân olm ayan hallerde niyet ederek abdest veyâ gusül yerine kaim olm ak üzere (kum , toprak, tuğla gibi) arz cinsinden bir şeye iki defa ellerin İç k ısm ın ı
te y sîr—
(a.i. yüsr'den. c . : te y sirâ t): kolay-
İaştırm a, kolaylaştırılm a, te y sirâ t
—ا ت
(a.i. teysîr'in c . ) : kolaylaştır-
m alar, kolaylaştırılm alar. teyyâr
( ي — ا زa .i.c .: te y y â r â t): 1. dalga, (b k z :
sürerek fazla tozu silkeledikten sonra birin-
m evc, mevce).
ci defâsında yü zü , ikinci defâsında sol elin
[şey], hazırlanm ış.
İçiyle sağ kolu, sağ elin İçiyle de sol kolu SIvam a. [sağa, sola, ileriye, geriye dörder bin
tezâ d d
ﺗ ﻬﺎ د
2 .S.
hazır, tam âm ı bitm iş
(a.i. Z id d 'd a n ):
1.
birbirine Zid
olm a, birbirin in aksine olm a. 2 . ed. cüm le-
ad ım lık mesâfede su bu lu nm adığı takdirde
de birbirine Zid ik i m ân â bulunm a. 3. ters-
teyem m üm câiz olur].
lik, aksilik.
— ت
teyem m ü m ât
(a.i. teyemmUm'Un c . ) :
teyem m üm ler. teyem m ü n
—
te z â h ü f س
( ر اa .i.): savaşta iki ta ra f askerle-
rin in çatışm ası, karşılaşm ası, (a.i.
yüm n'den.
c .:
tezâh iim
ﺗﺰاﺣﻢ
(a.i. zahm 'den. c. ؛tezâhüm ât):
teyem m ü n ât): u ğu r saym a, u ğu r olarak
kalabalıktan
toplanm a,
y ığ ıl-
kabul etme.
m a, etrâh n i kalabalıkla çevirm e,
(b k z:
teyem m ü n ât
— ت
(a.i. teyem m iin'ün c . ) :
u ğu r saym alar, u ğu r olarak kabul etmeler. teyem m iin en
( ﻳ ﻤ ﻰa .zf.) : u ğu r sayarak, u ğu r
kabul ederek.
sıkışm a;
izdihâm ). tezâ h ü m â t
ﺗﺰاﺣﻤﺎت
(a.i. tezâhüm 'ün c . ) : kala-
balıktan sıkışm alar; toplanm alar, yığılm alar, etrâh n i kalabalıkla çevirmeler.
1287
tezahür tezâhiir ( ﺗ ﻈﺎ ﻫ ﺮa.i. zuhûr'dan. c .: tezâhürât):
1. meydana çıkma, belirme, [birbirine] görünme, gözükme. 2. belirti. 3. birbirine yardim etme, arka verme. tezâhürât ( ﺗ ﻈﺎ ﻫ ﺮا تo.i. tezâhür'ün c.) : 1. yardımlar. 2. gösteri, bir şey hakkında toplu bil- halde yapılan gösteri. 3. hele, hastalık belirtileri. tezâkir ( ﻧﺬاﻛﺮa.i. tezkire'nin c .): tezkereler. tezâkir-i vâride : gelen tezkereler, tezakkum ( ﺗ ﻨ ﻘ ﻢa.i. zakleim'dan): lokmayı zahmetle yutma, yutulma, [hakaret olarak kullanılır]. tezârü f ( ﺗﻈﺎر فa.i.): zarif olmale isteme, t e z â u f ^ ^ j ' (a.i. zı'f'dan): iki kat olma, iki misli olma. tezâuf-i şa h siy y e t: psik. benlik ikileşmesi, tezâviil ( " زاولa.i.): bir şeyi meydana getirme, tezâvür ( ﺗ ﺰا و رa.i.c.: tezâvürât) : birbirini ziyâret etme. tezâvürât ( ﺗﺰاوراتa.i. tezâvür'ün c.): birbirini ziyâret etmeler. tezâyuk ( ﺗﻀﺎﻳﻖa.i. ziyâdet'den. c .: tezâyüdât): artma, çoğalma, ziyâdeleşme. tezâyüd ( راﻳ ﺪa.i.): 1. sıkışma. 2. çoğalma, artma. tezâyüdât ( ﺗ ﺰ ا ﻳ ﺪ ا تa.i. tezâyüd'ün c.): artmalar, çoğalmalar, ziyadeleşmeler, tezâyiif ( ﺗﻀﺎﻳﻒa.i.): fels. fr. connoter. te z a'zu ' ,( ﺗ ﺰ ﻋ ﺰ عa.i.): 1. önleme, engel olma. 2. deprenme. tezbib ( ﺗ ﺰ ﺑ ﻴ ﺐa.i.): 1. yaş meyvayı kurutma. 2. bir şeyin İçine kuru üzüm koyma, tezbih ( ﺗﺬﺑﻴﺢa.i.). (bkz : zebh). tezbil ( ر ﻳ ﻞa.i.): gübreleme [toprağı-], tezbir ر٠( ربa.i. zebr'den. c . : tezbirât) ؛yazma, yazılma. tezbirât ( ر ﺑ ﻴ ﺮ ا تa.i. tezbir): yazmalar, yazılmalar.
( ﺗﺰﺑﺪa.i. zebed'den): 1. köpüklenme, köpürme. 2 ٠kaymak bağlama, kaymaklanma. tezebbüd-i le b e n : sütün kaymaklanması, tezebzüb ﺗ ﺬ ﺑ ﺬ ب (a.i. zebzebe'den. c .: tezebziibât): 1. kararsızlık. 2. karışıklık, tezebzübât ( ﺗﺬﺑﺬﺑﺎ تa.i. tezebzüb'iin c.): 1. kararsızlıklar. 2. karışıklıklar. tezebbüd
1288
tezebzübât-1 beytiye : evin karışıklığı, tezehhur ﺮ tezehhiid
( " ز ﺧa.i.) : denizin köpürüp taşma-
( ﺗ ﺰ ﻫ ﺪa.i. zühd'den) : zâhid .im a,
ibâdete dalma. tezehhür ( رصa.i. zehre'den. c. : tezehhürât) ؛ 1. çiçeklenme. 2. kim. çiçeksime, tuzlanma, fr. efflorescence. 3 ٠hek. üst derinin üstün-
de görünen ufak ufak kabarcıklar,
( ﺗﺰﻫﺮاتa.i. tezehhiir'ün c.) : tezehhürler, çiçeklenmeler.
tezehhiirât
tezekki ( ﺗ ﺰ ﻛ ﻰa.i. tezkiye'den) : temizlenme, temize çıkma. tezekkür ( ﺗ ﻨ ﺮa.i. zikr'den. c. : tezekkürat) : 1. hatıra getirme. 2. bir meseleyi konuşma, bir mesele konuşulma. tezekkürât ( ﺗ ﻨ ﻜ ﺮ ا تa.i. îezekkür'ün c.) : tezekkürler. tezekküri ( ﺗ ﻨ ﻜ ﺮ ىa.s.) : Gylaşık, bir mese. leyi konuşmaya âit, konuşma, görüşme, müzâkere ile ilgili, fr. délibératif, t e z e l l u k ^ (a.i. zelk'den) : kayma, sürçme. te zellu k i akdâm : ayakların kayması, tezelliil ( ﺗ ﺬﻟ ﻞa.i. zillet'den. c. : tezellülât) : zil-
lete katlanma, kendini hor ve hakir gösterme, alçalma, küçülme.
( دa.i. tezellül'iin c.) : tezellüller, zillete katlanmalar, alçalmalar, küçülmeler,
tezelliilât ى
( ر ﻟ ﺰa.i. zelzele'den. c.: tezelzülât) : sarsılma, sallanma. Irgalanma,
tezelzül ل
tezelziil-i esnân : dişlerin sallanması,
( ﺗ ﺰﻟ ﺰ ﻻ تa.i. tezelziil'ün c.) : sarsılmalar, sallanmalar, ırgalanmalar.
tezelziilât
tezelzülât-1 arziyye : yer sarsıntıları, tezelzül ( ر دﻟ ﻰ ؛a.s.) : depremsel, depreme âit, fr. séismique.
tezemmül ( ر ﻣ ﻞa.i. zeml'den) : bürünme, sarinma, örtünme. nebevi : Hz. Muhammed'e Hira'da ilk vahy nâzil olduktan sonra titreyerek hânesine döndüğü zaman, refikası Hadîcetü'l-Kübrâ tarafından üzerinin örtülmüş olması keyfiyeti,
tezemmiil-i
tezenbür ( رضa.i.) : kibirlenme, kurulma, tezenduk
( ﺗﺰﻧﺪقa.i.) : zındıklaşma, hak yolun-
dan ayrılma.
tezmîm
( رررa.i.): hek. 1. polipler, halkaviye- tezkir ( د ﻛ ﻴ ﺮa.i. zikr'den. c .: tezkîrât) : 1. hatıra getirme, hatırlatma, hatırlatılma. 2. gr. ler gibi hayvanların vücutlarında meydana bir kelimeyi miizeklcer (erkek) klima. gelen tomurcuğun yavaş yavaş büyüyerek 3. vaaz ve nasihat etme. olduğu yerden ayrılıp yeni bir hayvanin dogması. 2. bot. bir tohumdan başka bir tezkîrât ( د ر ا تa.i. tezkir'in c .): tezkirler. tohumun çıkması. tezkire ( ﺗﺬﻛ ﺮهa.i. zikr'den. c . : tezâkir) : 1. teztezerrürî ( ﺗ ﺰ ر ر ىa.s.) : 1. tezerrüre menkere, pusula. 2. hükümetten alman izin sup, tezerriirle ilgili. 2. tezerrür sûretiyle. kâğıdı. 3. bâzı meslek sâhibi kimseler İ ؟in Tenâsül-i te z e rriiri : tezerriir yoluyla olan yazılan biyografi. üreme, üretme, tezkire-i sâm iyye : sadrâzamlık makamıntezerv ( دروf.i.): zool. sülün, dan yazılan tezkere. tezerv-i z e rrîn -p e r: ı) altın kanatlı sülün; tezkiretü'1-evlîyâ: velîlerden birçoğunun 2) mec. Güneş. biyografisinden bahseden kitab. tezervi ( د ر و ىf.i.): zool. sülüne âit, onunla tezkiretü'ş-çu arâ : şâirlerden bir kısmının ilgili. biyografisini ve şiirlerini İçine alan kitap. tezevvuk ( د و قa.i. zevk'den. c .: tezevvukat): 4. hatırlamaya vesile olan şey. 1. zevk alma, tad alma. 2. tatma, tezkiri ( دﻧ ﻚ—رىa.s.): bot. erkeklik organıyla tezevvukat “( د و ﻗ ﺎ تka" uzun okunur, a.i. ilgili. tezevvuk'un c .): zevk almalar, tad almalar, tezkiye ( ﺗ ﺰ ﻛ ﻴ ﻪa.i. zekât'dan): 1. temiz etme tezevvüc ( ر و جa.i. zevc'den. c .: tezevvücât): [kusurdan], temize çıkarma, aklama. 2 ٠sozevce edinme, edinilme, evlenme, ruşturarak birinin iyi halli olduğunu meytezevvücât ( ر و ^ تa.i. tezevviic'ün c .): zevce dana çıkarma. 3. malin zekâtını verme. edinmeler, evlenmeler. tezkiye-i m e y y it : ölüyü kefenledikten sonteze٦٩٢üd ( ﺗ ﺰ و دa.i.): yol İçin yanma azık, yira orada hazır bulunanlardan cenâzenin yecekalma. ahvâlini sorma. tezeyyün ( ر سa.i. zeyn'den. c.: tezeyyünât): tezkiye-i nefs : tas. insan nefeinin Allah sevzînetlenme, süslenme. gisi dışında kalan her türlü tutku ve hevestezeyyünât ( رﻳﯫ تa.i. tezeyyün'ün c .): lerden arınması. zinetlenmeler, süslenmeler, tezkiye-i şü h û d : huk. şâhitlik yapanların tezfît ( ﺗﺰﻓﻴﺖa.i. zift'den): ziftleme, ziftlenme, doğru kimseler olup olmadığını mahkemezift sürme. nin araştırması. tezhib ( ﺗ ﻨ ﻬ ﻴ ﺐa.i. zeheb'den. c .: tezhibât): tezkiye v a ra k a s ı : *arıtlama .belgesi, 1. altın sürme, sürülme. 2. yaldızlama, yaldızlanma. 3 ٠süsleme. 4. hek. çürümüş diş- tezkiye-nâm e ( ر ي ﻧﺎ ﺳ ﻪa.f.b.i.): huk. bir şâhidin durumunu öğrenebilmek İçin leri altınla doldurma, altm dolgu yapma, mahkemelerden o şâhidin bulunduğu yere tezhibât ذ ﺳ ﺎ ت٠(a.i. tezhîb'in c .): tezhibler. veyâ muhtara gönderilen yazı. te'zîn ( ﺗﺄﻧﻴﻦa.i. ezân'dan): ezan okutma, tezlik ( رد قa.i.): kaydırma, kaydırılma, sürçtezkâr ( ﺗ ﺬ ﻛ ﺎ رa.i.): hatırlama, anma, anılma, türme, sürçtürülme. ["tizkâr" şekli galattır]. tezlil ٠( ' ذ ﺑ ﻞa.i. zillet'den. c . : tezİîlât) : zelil tezkere ( ﺗﻨﻜ ﺮهa.i. zikr'den. c .: tezâkir): 1. tezetme, edilme, tahkir etme, hor ve hakir .kere, pusula. 2. hükümetten alman izin görme, görülme. kâğıdı. 3. bazı meslek sâhibi kimseler İçin yazılan biyografi. 4. askerlik görevinin bi- tezİîlât ت٠( د بa.i. tezİîl'in c.): zelil etmeler, edilmeler, tahkir etmeler, hor ve hakir görtirildiğini bildiren .belge, [asil: tezkire'dir]. meler, görülmeler. (bkz: tezkire). tezm il ﻞ ﺠ ( ر ﻫa.i.): örtü, sargı İçine sarma, satezkere-i sâ m îy e : huk. [eskiden] sadâret rılma. makamından resmi olarak yazılan varakatezm îm ( ر صa.i. zîmâm'dan): yular takma. nin adi.
tezerriir
1289
teznib
teznib ( ﺗ ﺬ ﻟ ﻴ ﺐa.i. zeneb'den. c .: teznibât) ؛ 1. kuyruk takma. 2. ekleme, İlâve etme. 3. ek. (bkz: İlâve, zeyl). teznibât ( ﺗﻨﻨﻴ ﺠﺎ تa.i. teznib'in c .): 1. kuyruk takmalar ؛ilâveler, eklemeler. 2. ekler, teznid ( ' ﻧ ﺰ ﻳ ﺪa.i. zend'den): ؟akmakla ateş ؟akma. tezvib ( ﺗ ﺬ و ﻳ ﺐa.i. zevebân'dan. c. ؛tezvibât): eritme, eritilme. tevzib b i't-tah vil: kim. kül İçinde yıkayarak kalevi tuzları ayırmak. tezvibât ( ﺗ ﺬ و ﻳ ﺒ ﺎ تa.i. tezvib'in c.): tezvibler, eritmeler, eritilmeler. tezvic ( ﺗ ﺰ و ﻳ ﺞa.i. zevc'den. c .: tezvicât): 1. kocaya verme, evlendirme. 2. huk. birine eş olma, nikahlanma, eş klima, tezvicât ( ﺗﺰوﻳﺠﺎتa.i. tezvic'in c.): kocaya vermeler, evlendirmeler. tezvid ( ﺗﺰوﻳﺪa.i.): yol İ ؟in azık, yiyecek verme, azıklandırma. tezvik ( ﺗ ﺬ و ﻳ ﻖa.i. zevk'den): 1. zevk aldırma. 2. tattırma, tattırılma. tezvir ( ﺗ ﺰ و ﻳ ﺮa.i. zevr'den. c . : tezvirât): 1. yalan dolan. 2. ara bozmak ve bilhassa fenâlık kasdıyla yapılan kovuculuk. Ehl-İ tezvir: yalan söyleyip ara bozanlar, tezvirât ( ﺗﺰوﻳﺮاتa.i. tezvir'in c.): tezvirler, yalan dolan şeyler, kovuculuklar. tezviren ( ﺗﺰوﻳﺮأa.zf.): tezvir yoluyla, tezyid ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺪa.i. ziyâde'den. c .: tezyidât): ziyadeleştirme, ziyadeleştirilme, arttırma, artırılma. tezyid-i gayret: gayreti artırma, tezyidât ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺪ ا ت (a.i. tezyid'in c .): ziyâdeleştirmeler, ziyâdeleştirilmeler, artırmalar, artırılmalar. tezyif ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻒa.i. zeyfden. c .: tezyifat): 1. züyûfa ؟ikarma, kalp, sahte, değersiz olarak gösterme. 2. eglenme, alay etme, tezyifât ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻔﺎ تa.i. tezyifin c .): tezyif yollu sözler.
tezyinât ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺸ ﺎ تa.i. tezyin'in c.) : süsfler], bezekfler]. tezyînât-ı m i'm âriyye: mîmârî süsler, nakıçlar. tezyini ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻐ ﻰa,s.): süsleme ile ilg ili, bezeme üzerine olan, *bezeksel. ti ( طa.f.ha.): OsmanlI alfabesinin on dokuzuncu harfi olup "ebced" hesâbında dokuz sayısının karşılığıdır, t harfini karşılar. tıb ( ﻃﺐa.i.). (bkz: tıbb). tıbâ' ( ﻃﺒﺎعa.i. tab'ın c.) ؛tabiatler, yaradılışlar, âdetler. tıbâa, tıbâat ﻃﺒﺎﻋﺖ، ( ﻃﺒﻌﻪa.i.): 1. kılı ؟yapma san'atı. 2. kitap ve şâire basma İŞİ. Dârü'ttıb â a : matbaa, basımevi. Dârü't-tıbâati'lâ m ire : devlet matbaası, [sonraları: "matbaa-i âmire” olmuştur]. tibâbet ( ﺗﺒﺎ ﺑ ﺖa.i.): [asil: böyle olmakla berâber bizde "tababet" şekli kullanılmıştir], (bkz: tabâbet). tibâhat ( ﺑﺎ ﺧ ﺖa.i.): [asilböyleolmaklaberâber bizde "tabâhat” şekli kullanılır olmuştur], (bkz: tabâhat). tıbâk ( ﻃ ﺒ ﺎ قa.i.): 1. uygunluk, uyma, (bkz: mutabakat). 2. kat, tabaka. Sipihr-i niih t ıb â : dokuz kat gök. tıbâk-ı îcâb : ed. aralarında mutâbakat olan kelimelerin icap mânâsını kapalı sûrette anlatma. M eselâ: “ Güller safâda hurrem ü handân ve şâdmân / Bülbül belâda bencileyirnzâr ü bî-karâr". tıbâk-ı selb : ed. aralarında mutâbakat olan kelimelerin selb mânâsını îmâ etmesi. M eselâ: “Açıldı gönceler bâg-1 cihanda / Neler oldu açılmaz oldu gönlüm''. tıbb ( ﻃ ﺐa.i.): hekimlik, tabiplik, doktorluk. İlm-i tıbb : hekimlik ilmi. tıbb-ı a d lî: huk. adli tip, hukuk veyâ ceza mahkemelerinin gerçeği aydınlatmasını kolaylaştırmakla görevli bulunan müessese, tip kolu. tıbb-ı nebevi ؛Hz. Muhammed'in emir buyurmuş ve tatbik etmiş oldukları sıhhat kaideleri.
tezyil ( ﺗ ﻨ ﻴ ﻴ ﻞa.i. zeyl'den. c .: tezyilât): 1. ekleme, katma, İlâve etme. 2. altına devâm etme, İlâve sûretiyle yazma,
tıbben ( ﻃﺒﺄa.zf.): hekimliğe uygun olarak, hekimliğin gösterdiği yolda.
tezyin ( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻦa.i. zinet'den): zinetlendirme, süsleme, süslenme.
tıbbî ( ﺑ ﻰa.s.): 1. hekimliğe, doktorluğa âit, hekimlikle, doktorlukla ilgili. 2. hekimce.
1290
٠ıyn-ı h؛kme٠ tıbbiyye ( ﻃﺒﻴﻪa.i.): tıb mektebi, tip okulu. t ı b k ^ ( a . i . ) :tıpkı,aynı. tıbkan ( ﻃﺒﻘﺎa.zf.): aynen, benzeyerek, tıfl ( ﻃ ﻐ ﻞa.i.c.: etfâl): küçük çocuk, (bkz: güdek). tıfl-ı b îd â r: uyumayan çocuk, tıfl-ı bî-haber : hiç bir şeyden habersiz olan çocuk. tıfl-ı cân-rübâ :'gönlü alan çocuk, tıfl-ı cihel-rûze : Hz. Âdem, tıfl-ı ebced-hân : 1) yeni okumaya başlayan çocuk; 2) çok az okumuş, tıfl-ı H in d i: gözbebeği, tıfl-ı m ah rû m : yoksul çocuk, tıfl-ı ma'sûm : günahsız çocuk, tıfl-ı melek-çihre : melek yüzlü çocuk, tıfl-ı m uhabbet: sevgi çocuğu, tıfl-ı nâ-dân : cahil, toy çocuk, tıfl-ı nâ-tuvân : zayıf çocuk, tıfl-ı nev-zâd : yeni doğmuş çocuk, tıfl-ı s iriş k : gözyaşı çocuğu, [akıtılan gözyaşlarının çocuğa benzetilmesi], tıfl-ı şîr-hâre : süt emen çocuk, tıfl-ı ııryân : çıplak çocuk, tıfl-ı zâr : ağlayan çocuk, tıfl-ı zebân-dân : akıllı çocuk, tıfl-âne ( ﻃﻐﻼﻧﻪa.f.zf): çocukca, çocuk gibi, tıfliyyet ( ﻃ ﻐ ﻴ ﺖa.i.): çocuk sapaklığı, küçük çocuk hâlinde kalma, fr. infantilisme. tıhâl ( ﻃﺢ؛لa.i.): hek. dalak, tıhl ( ﻃ ﺤ ﻞa.s.): 1. dalağı büyük adam. 2. hiddetli [adam]. tıksâr ( ﺗﻘ ﻤﺎ رa.i.): halka şeklinde tâc. t ilâ' ( ﻃﻼﺀa.i.): 1. sürülecek şey. 2. mâdeni parlatacak mâyi (sıvı) yaldız. 3. sürülecek merhem, yağ, ilâç. 4. cila verecek boya. Zer-İ t ilâ ': yaldız altını, (bkz: saykal). 5. altm yaldız. 6. sirma. 7. altm yaldızla süsleme veyâyazı yazma. 8. saf altm. tılâ-dûz ( ﻃ ﻼ د و زa.f.b.s. ve i.) : Sirmacı, altın yaldızla nakış yapan. tılâ-kâr ( ﻃﻼﻛﺎرa.f.b.s.): yaldızlı, (bkz: saykalkâr; saykal-zen). tılâ-kârî د ﻻ ﻛﺎ ر ى. (a.f.b.i.): yaldızcılık, (bkz : saykal-kâri, saykal-zeni). tilavet ( ﻃﻼوتa.i.): güzellik, sevimlilik.
tılısm ( ﻃﻠ ﺴﻢa.i.c.: telâsim, tılısmât): 1. tılsım, esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan ?ey, kimse, i . çâre, tedbir. 3. sihir, büyü, (bkz: efsûn, rukye). tılısm ât ( ﻃﻠ ﺴ ﻤ ﺎ تa.i. tılısm'ın c.): tılsımlar, (bkz: telâsim). tımâr-hâne ( ﺗ ﻴ ﻤ ﺎر ﺧ ﺎ ﻧ ﻪf.b.i.). (bkz: timârhâne). tınâb ( ﻃ ﻐﺎ بa.i.c.: tuhub): kazığa bağlanan çadır ipi. tınnet ( ﻃﻐﺖa.i.): ؟mlama. Tıphâne-i âmire ve Cerrah-hâne-i ma'mûre ( ﻃﺒﺨﺎﻧﻪﺀ ﻋﺎﻣﺮه و ﺟﺮاﺣﺨﺎﻧﻪﺀ ﻣ ﻌ ﻤ ﻮ ر هa.b.i.): [eskiden] tip tahsili İ ؟in açılmış olan mektep. [II. Sultan Mahmud'un hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi'nin gösterdiği liizum ve verdigi takrir üzerine 1242 (1827) de açılmıştir]. tırâd ( ﻃﺮادa.i. tard'dan): 1. [savaşta] ileri atılma, saldırma. 2. vahşî hayvanlan kovalayarak av yapma. 3. kısa mızrak, harbe, tırâz ( ﻃ ﺮا زa.i.): 1. ipek ve Sirma ile İşleme. 2. elbiselere nakışla yapılan süs. 3. süs. 4. üslûp, tutulan yol. 5. döviz, fr. devise. -tırâz ﺗ ﺮا ز- (f.s.): "donatan, süsleyen” mânâlarına gelerek .birleşik kelimeler yap a r: Şükûfe-tırâz: çiçek süsleyen. Yâvetır â z : yalanla süsleyen., gibi, tirâzende ( ﻃﺮازﻧﺪهf.s.): süsleyen, süsleyici, donatan, donatıcı, bezeyici, tirâzende-i a rû sâ n : gelinleri süsleyen, tırcihâle ( ﻃ ﺮ ﺟ ﻬﺎﻟ ﻪa.i.): anat. hançerenin yukari ve arka tarafında bulunan iki küçük kıkırdağın herbiri. tırcihâlî, tırcihâliyye ، ( ﻃﺮﺟﻬﺎﻟﻰa. s.) : tırcihâleye mensup, bununla ilgili, tırrîh ( ﻃﺮﻳﺦa.i.): tuzlu balık, sardalya. tırs ( ﻃﺮسa.i.): âbâdî ve âharlı yazı kâğıdı, tıvâl ( ﻃﻮالa.s. tavil'in c.). (bkz: tavil). tıyere ( ﻃﻴﺮهa.i.): uğursuz sayılan şey. tıyn ( ﻃﻴﻦa.i.): çamur, balçık, tıyn-i a h m er: kızıl aşıboyası. tıyn-ı asfer : jeol. sari aşıboyası. tıyn-ı eb yaz: tebeşir, tıyn-ı h a d îd î: jeol. aşıboyası. tıyn-ı h ik m et: tebeşir, [eslciden] hattatların verdiği bir ad. 1291
tıynet
ﻃﻴ ﺖ
t ıy n e t
( a .i.) : y a r a d ılış , m iz â c , m a y a .
tîg -i
ﺑ ﻰ
tıy n î
( a .s .) : 1. tabîî, y a ra d ılış ta n . 2 . ؟a-
m u rla , b a lç ık la ilg ili.
ﻳﺮه
tıy r e
ﺐ
ﻳ
t î g - i g û ş t î n (etten k ılı ) ؟: dil.
t î g - i k û h : d a ğ ın tepesi, t î g - i s i t e m : sitem , z u lü m k ılıc ı,
( a .i .c .: e t y â b ) : g iiz e l k o k u , g iiz e l k o -
t î g - i t e b e r ş â h - 1 m e r d a n : elin d e, a v u c u n d a
k u lu n esn e, g iiz e l k o k u su İ ؟in sü rü le n şey.
h i ؟b ir ş e y k a lm a m ış olan, m eteliğ e k u r ş u n
( b k z : galiye).
atan.
ﺗﴼن
tib n tib n i tib r
( a .i.c .: e t b â n ) : sa m a n , (b k z : tebn).
ص
ﺑ ﺮ
( a .s .) : s a m a n re n k li, (b k z : tebni). ( a .i.) : 1. toz h â lin d e a ltın , altın tozu.
t î g - i t i z : ( b k z : tîg -i b ü rrâ n ). t î g - i z e b â n : y a r a la y ıc ı söz.
t ib y â n
ﺗﺞ
t îc â n
ﺳﺎن
( a .i.) : a ؟ık a n la tm a , b ild irm e ,
ﺳﺠﺎن
( h .i .) : 1. ş im â lî (k u z e y) A fr ik a 'd a
te'sirli sö z sö yleyen .
k a tin e m e n su p k im se . 3 . d în e a ş ırı ö lçü d e
k u lla n a n .
( ﺗﻴﺠﺎﻧﻴﻪa .i.) :
a lın a r a k
tîg -z e n 'în c . ) : iy i k ılı؟
k u lla n a n la r.
A h m e d e t-T ic â n î a d in -
H a lv e ti
ﺗ ﺠ ﺦ زﻧﺎنf.b.s.
tîg -z e n â n
b a ğ lı b u lu n a n , y o b a z k im se .
dan
(f.b .s .c . : t îg - z e n â n ) : iy i k ılı؟
ﺑ ﻎ زن
tig -z e n
g e lişen b ir m u a h h a r ta rik a t. 2 . T ic â n î ta ri-
T îc â n îy y e
( ﺗﻠﻎ دارf.b .s .): k ılıç lı, k ılı ؟ta şıy a n , ( ﺗ ﺦ ز ﺑ ﺎ نf.b .s .): d ili k ılı ؟g ib i o lan ,
tîg -d â r
tîg -z e b â n
(a.i. tâ c'ın c . ) : taçlar, (b k z : tîc).
ﻵﻓ ﻰ
( f.b .s .) : k ılı ؟b a ğ la y a n , k ılı؟
k u şa n a n .
(a.i. tâ c'ın c . ) : taçla r, (b k z : tîcân ).
T îc â n î
ﺗﺦ ﺑ ﻐ ﺪ
t îg -b e n d
2 . a ltm k ü lçesi.
t îc
k ı l ı c ı ) : şa ra p
t î g - i H i n d i : H in d ؟e liğ in d en y a p ılm ış k ılı ؟,
( a .i.) : 1. g ü c e n m e , d a rılm a . 2 . g iic e -
nen, d a rıla n . tîb
(E fr a s y â b 'ın
E frâ s y â b
k â se sin in p a rıltısı,
t ıy n e t - i p â k : te m iz y a r a d ılış ؛s a f tabiat,
t a rik a tın ın
tîh
ي
( a .i.c .: ety â h . c . : e t â v i y e ) : 1 . 0 1 ؟. (b k z :
k o lla -
b e yâ b â n ). 2 . (h.i.) M ıs ır ile Ç am a ra sın d a ,
r m d a n b irin e v e rile n b ir ad. [b u t a r i k a t a :
S în â d a ğ ın ın b u lu n d u ğ u y a r ım a d a d a b ir
"T a r îk a t -ı A h m e d iy y e , T a r îk a t-1 M u h a m m e -
01 ؟. [H z. M û s â , M ıs ır 'd a n ç ık tık ta n so n ra
d iy y e , T a r îk a t-1 ib r â h im iy y e -i H a n if iy y e "
h a lk ı ile b irlik te b u ؟ö ld e k ır k y ı l d o la şm ış-
de d e n ilir].
tir]. 3 . b iy . d o la m b a ؟.
tic â r e t
^ر ت
tîc â r e t-g â h
( a .i.) : tic â re t, a lım -s a tım .
ﺗ ﺠ ﺎ ر ﺗ ﻜﺎ ه
(a .f .b .i.): tic â re t y e ri,
ticâ rete e lv erişli o la n yer.
tic â re t e d ile n yer. tic â r î, tic â r iy y e
tîg
ﺗﺠﺎوﺑﻪ، ﺗ ﺠ ﺎ و ى
ﺗﻢ
( f .i.) : ؟il k u şu ,
ﻗﺎ ن
tik a n
ﺗ ﻼل
( ﺗﻼﻣﻴﺬa.i.
tilm îz 'in c.). ( b k z : tilâ m iz e ).
ﺗ ﻼﻣﺬه
(a.i. t ilm îz 'in c . ) : 1 . 'talebeler,
tilâ m îz
ﺗﺦ
tilâ m iz e
t î g - i a b d â r : siv ri, k e sk in k ılı ؟, t î g - i â t e ş - b â r : ateş y a ğ d ır a n , k e sk in k ılı ؟, t i g - i b â t ı n : k ita p k e n a rla rın a , b a ş lık ü z e rle -
rin e y a p ıla n m o tifle r, ؟iz gile r. t î g - i b e n d : t a s . B e k tâ şi t a rik in e g ir e c e k o lan
.ö ğ re n c ile r, (b k z : tîlâ m îz ). 2 . ؟ıra k la r, tilâ v e t
tilk a '
k a d ın la r, m u h ib b e le r t a r a fın d a n ö rü lm ü ş
tilm iz
1292
ﺗﻠ ﻐﺎ ﺀ
(“ k a ” u z u n o k u n u r, a . i . ) : 1. ta ra f,
( ﺗﻠﻪa .i.) : 1. b a sa m a k . 2 . sıra d a ğ , ( ﺗﻠﺪf .i.) : işle n m e m iş a ltın ,
t ille t ille
t î g - i d û d e s t î : k u v v e t li ışık.
( a .i.) : K u r 'â n -1, g ü z e l sesle v e
y ö n ؛h izâ . 2 . g ö rü şm e ; b u lu şm a ,
g ö n d e rd iğ i k o y u n u n tü y le rin d e n , m e n su p
t î g - i b ü r r â n : k e sk in k ılı ؟,
ﺗﻼو ت
u sû lü n e g ö re o k u m a , o k u n m a ,
tâ lib in in tisa p g ü n ü k u r b a n e d ilm e k ü z e re
in c e b a ğ . [B e k tâ şi tâ b irle rin d e n d ir].
(a.i. te ll'in c . ) : tepeler, k ü m ele r, y i-
ğ ın la r.
âit, tic â re tle ilg ili. ( f .i .) : k ılı ؟, (b k z : h ıısâ m , s e y f).
(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. ta k 'ın c . ) :
tak lar, ( b k z : tâkat). tilâ l
( a .s .) : ticâ re te
M U k e rre m e 'n in
b ir ad i. A r z - 1 t i h â m e : H ic a z to p ra ğ ı, tîh û
( ﺗﺠﺎرﺗﻜﻪa.f.b.i.). ( b k z : ticâ re t-g â h ). t î c â r e t - h â n e ( ﺗ ﺠﺎ رﺗ ﺨﺎﻧ ﻪa .f.b .i.): tic â re t yeri, tic â r e t-g e h
( ﺗﻬﺎﻣﺔa .h .i.) : M e k k e -i
T ih â m e
ﺗﻠ ﻤ ﺠ ﻦ
( a .i.c .: telâ m îz , t e lâ m iz e ) : 1 . ta le-
b e (.ö ğ re n c i). 2 ٠ ؟ıra k . tîlm îz -â n e
ﺗﻠﻤﻴﺬاﺗﻪ
( a .f.z f.) : ta leb ey e (.ö ğ r e n c i-
ye) y a k ış a c a k y o ld a .
tîrîz
tilmîziyyet ( ﺗﻠﻤﻴﺬي— تa.i.) : talebelik (*öğrencilik). tîm âr ( ﺗ ﻴ ﻤ ﺎ رf.i.): 1. yara balcımı. 2. ağaç bakimi. 3. hayvani temizleme, tımar. 4. tar. beslediği sipahilerle lrarbe giden beylere -öşrünü almalc üzere- ayrılan arâzî. tîmâr-hâne ( ﺗﻴ ﻤﺎ ر ﺧﺎﻧ ﻪf.b.i.) : tımarhâne, akil hastahânesi. tîmsâh ( ' ﺳ ﺎ حa.i.c.: temâsih) : timsah, timsâhiyye ( ﺗ ﻤ ﺎ ﺣ ﻴ ﻪa.i.) : zool. timsahlar, fr. crocodiliens. timsâl ( ﺗ ﻤ ﻐ ﺎ لa.i.c. : temâsîl) : 1. sûret, resim. 2. sembol, simge. timsâl-î mücessem : ı) heylcel; 2) örnek, timsâl-î kehkeşân-sâkiıı: kehkeşanda oturan sembol. tîm sâlî ( ﺗﻤﻔﺎﻟﻰa.s.): sembolik, tîn ( ﻗ ﻦa.i.): incir. tîn sû resi: (bkz : sûre-i tin), tînbâl (a.s.): kısa, bodur [kimse], tînnîn j —٠٥ (a.i.): 1. büyük yılan, ejderhâ. 2. astr. yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlık. 3. astr. Ejderhâ burcu, semânın kuzey yarımküresinde Küçükayı burcunu çepeçevre saran ve s gibi kıvrılıp bir yıldiz dörtgeniyle nihâyet bulan zincirvâri bir burç, Draco; fr. Dragon, tînnîn-i felek: astr. Samanyolu, (bkz: kehkeşân). [bu ad, yanlış olarak verilmiştir]. tir ( ضf.i.) :1 . ok. tîr-i kazâ : [ok gibi gelen] kaza ve kader, tîr-i m â h : haziran. tîr-i seher, - -i seheri : sehei" vakti çekilen ah, edilen inkisar, tîr-i,terâzû : terazi kolu, tîr ü kemân : ok ile yay [sevgilinin kirpiği ve bakışı]. 2. astr. Utarit (Merkür, Arzıtilek). tîrâje ( ﻗ ﺮ ا ؤ هf.i.): gökkuşağı, elegimsagma. (bkz: âdyende, alâim-üs-semâ, kavs-i kuzah). tirâs ( ﺗﺮاسa.i. türs'ün c .): ask. kalkanlar [âlet]. (bkz : etrâs, tirâse, türûs). tirâse ( ﺗﺮاس اa.i. türs'ün c .): ask. kalkanlar. (bkz : etrâş, tirâs, türûs). tirâş ( د را شf.i.): 1. tıı'aş. 2. üstten ve düz olaralc yontma. 3. s. üstten yontan ve yontarak
düzelten. Büt-tirâş : put yontan, put yapan. Ser-tirâş: berber, (bkz: hallâk). Sengtirâş: ta? yontucu [asil: “terâş” dır], tirâçân ( ﺗ ﺮا ﺷﺎ نf.s. tirâş'ın c .): tıraş edenler, yontanlar. Sâz-tirâşân : tar. OsmanlI Saraymda saz örgüsüyle hasır eşya yapan usta İşçiler. tirâçe ( ﺗ ﺮا ﺷ ﻪf.i.): yonga, talaş, [asil: “terâşe” dir]. tirâçende ( ﺗ ﺮ ا ﻓ ﺪ هf.s.): tıraş edici, tıraş eden, [asli: “terâşende” dir]. tirâşîde ( ﺗ ﺮا ﺷﻴ ﺪ هf.s.): 1. tıraş olmuş, tıraş edilmiş. (bkz: mahlûk). 2 . yontulmuş. Nâtirâ şîd e: yontulmamış ؛mec. kaba saba (kimse), [asil: “terâşîde” dir]. tirbân ( ﺗﺮﻳﺎنa.i. türâb'ın c .): topraklar, (bkz: türbân). tîr-bârân (تيرﺑﺎرانf.b.s.): ok yağdıran, tîr-dân ( ﺗﺒﺮدانf.b.i.): sadak, ok mahfazası, ok kabı, (bkz: tîr-keş). tire ( ﻳ ﺮ هf.s.): bulanık ؛kara; karanlık. Şeb-i t ir e : karanlık gece. tire-baht ( ' ﺑ ﺮ ه ﺑ ﺨ ﺖf.b.s.): kara bahtlı, talihsiz. tîre-dîl ( ﺗﻴﺮه د لf.b.s.): kalbi kara, fenâ kalbli. tîre-dilî ( ﺿﻪ دﻟﻰf.b.i.): kara kalblilik. tir-ger ( ﺗﻴﺮﺳﻤﺮf.b.i.): ok yapan san'atkâr. tîregî ، / ( ﺳﺮf.i.): 1. bulanıklık. 2. karalık, tîre-gûn ( ﻳ ﺮ ه ا نf.b.s.): rengi bulanık, bulanık renkli, kara renkli. tîr-endâz از،٧ ( ﺗﺔراf.b.s.): 1. ok atıcı, ok atan. 2. mec. şık giyinmiş, güzel görünüşlü [kimse], tırandaz. tîr-endâzân ( ﺗﻴ ﺮاﻧ ﺪا زا نf.b.s. ve i. tîr-endâz'ın c.): ok atıcılar, ok atanlar, tîr-endâzî ( ﻗ ﺮاﻧ ﺪا ز ىf.b.s.): okçuluk, ok atıcıilk. tîre-re'y ( ﺗﻴ ﺮه رأىfa.b.s.): tedbirsiz, tîre-re'yî ( ﺗﻴ ﺮه رأ شf.a.b.i.) : tedbirsizlik, tîre-şeb ( ﺗﻴ ﺮه ﺷﺐf.b.s.): karanlık gece, tîr-gerân ( ﺗ ﻴ ﺮ ا نf.b.i.): ok yapan sanatkârlar, tîr-gerî ( ﻗ ﺮ ا ىf.b.i.): olc yapma İŞİ, ok yapıcılık. tirhâl ل، ( ﺗ ﺮ حa.i.): yola çıkma; göç etme, tîrîz ( ﻗﺮدزf.i.): kalıba koyma, biçim, şekil verme. 1293
tîr-keş tîr-keç ( ﺑ ﺮ ﻛ ﺶf.b .i.) : 1. o k a t a n k im s e , o k ؟u . 2 . o k k a b ı, o k lu k , k u b u r l u k , s a d a k , ( b k z : tîr-d â n ). ( a . i .c . : t i r y â k a t ) : 1. z e h ir le n m e y e
ve b â z ı h a s ta lık la ra k a rş ı k u lla n ıla n m â c u n . 2 . p a n z e h i r . 3. a fy o n ,
(“ k a "
uzun
o k u n u r,
a.i.
t i r y â k 'ı n c.) : 1. t i r y a k l a r , z e h ir le n m e y e v e b â z ı h a s ta lık la ra k a rş ı k u lla n ıla n m â c u n la r. 2 . p a n z e h i r l e r . 3. a f y o n la r ,
ا/ﺗ ﻮ ى
( a .s . ) : 1. a f y o n d ü ş k ü n ü . 2 . k e y i f
v e r i c i ş e y l e r d e n b i r i n e d ü ş k ü n o la n . 3. mec. h u y s u z , ti t i z , a k s i [ T ü r k ç e ş e k l i : " t i r y â k i ''] .
tir-zeıı ( ﻳ ﺮ ز قf.b .s. v e i . c . : t î r - z e n â n ) : o k v u -
ﺗﻴ ﺮ زﻧﺎ ن
( f b .s .i. t i r - z e n 'i n c . ) : o k v u -
r a n l a r , o k ç u la r .
g e t i r e n s e y y â r e le r ( g e z e g e n l e r ) ile Ay. ( a . s . ) : d o lc s a n : 9 0 . ( b k z : n e v e d ,
ﺗﻌ ﻮ ن
( a .s . ) : d o k s a n : 9 0 . ( b k z : n e v e d ,
ه٠ ( ﺳﺶf .i . ) : 1. b a lt a ,
n a c a k , k ü l ü n k . 2 . k e s e r,
tîçe-i Ferhâd : F e r h a d 'm d a ğ a ç m a d a k u l l a n " (a.i. t e y s 'in c.) ؛telcelel-, e r k e k k e ؟i-
ler. ( o . i . ) : hek. k o k a n b i r k e ؟i h a s t a -
ﺑﺰو ك
( f .b .s .) : 1. ze k i) ؟a b u k s e z e n , k u r -
tîz-zebân
ىن3 ﺑ ﺰ
(f.b.s.) ؛g ü z e l v e ؟a b u k k o n u -
töhem
أ٠( ﺗﻪa.i.
t ö h m e t 'i n c . ) : tö h m e t l e r , s u ç la r,
k a b a h a t le r , ( b k z : tü h e m ) .
töhmet
ﺗﻬﻤﺖ
(a.i. v e h m 'd e n . c . : t ö h e m ) : b ir i-
n e is n â d o l u n a n s u ؟, iş le n i ld i g i s a n ı l a n f a k a t s u ؟, k a b a h a t , isnâd-1 tö h m e t : s u ç la m a , r ü l m e y e c e k k a d a r â ş i k â r o la n t ö h m e t , s u ؟,
töhmet-i zinâ : huk. z in â ş ü p h e s i n i u y a n d ı tû [ y ]
( ﻟ ﻮ ] ى ﺀf.i.) : k a t)
k a tm e r . Sad-tû[y] : yiiz
( f . s . ) : 1. te z , ؟a b u k . 2. k e s k i n . 3. sik .
tîz-âb
tuam
ﻃﻌﻢ
(a.i. tı ı'm e 'n i n c . ) : 1. y iy i n ti le r , a z ık -
la r. 2 . t a d l a r , ؟e ş n ile r.
lığ ı.
( ﺑ ﺰ' بf.i.) ؛k e z z a p , ( ﻳ ﺰ د نf .b .s .) : g ö z ü
tîz-bîn
k e s k i n , ؟o k iy i g ö -
أ٠ ( ﺑﺰﺟﺶf .b .s .) : g ö z ü k e s k in , tiz-dest ( ' و د ئf .b .s .) : e lin e ؟a b u k , tîz- ؟eşm
؟a b u k İş
( ﻃﻮيa .h .i .) : C e n n e t 'd e
S id r e 'd e b u l u n a n
v e d a l l a r ı b ü t ü n C e n n e t i g ö lg e le y e n İ l â h î ağa ؟.
ﺑﺰدو س
( f .b .i .) : e lin e ؟a b u k o lm a , ؟a-
b u k İş g ö r m e .
tiz-fehm
h o ş lu k .
2. ra h a tlık .
Tûbâ
g ö re n .
tîz-destî
( > بa . i . ) : 1. t u ğ l a . 2 . k i r e m i t , tûbâ ( ر شa . i . ) : 1. g ü z e ll ik , iy ilik , tûb
tûbâ-leke : n e m u t l u s a n a !
re n .
ﺑﺰ ﻓ ﻬ ﻢ
b u k k a v ra y a n .
1294
tîz-vîr
k a tl i, ؟o k k a tm e r l i.
tiyis -
دز
' ( f .b .s .) : c a n i te z , a celeci) s a b ır -
SIZ.
r a n v a z iy e t.
d ığ ı k ü l ü n g ü .
tiz
وا ب
tîz-tâb
töhmet-î z â h ire : huk. İ s p â tın a li iz u m g ö -
tis 'în ) .
ب
( f .b .s .) : y ü r ü y ü ş ü ؟a b u k ) ؟a b u k
y ü r ü y ü ş l ü . ( b k z : t i z - r e f ta r ) .
g e rç e k liğ i h e n ü z m e y d a n a ؟ık m a m ı ? o la n
ti s 'û n ) .
tiyese
ﻳﺰرو
tîz-rev
çan.
tis'a ( ﺗ ﺴ ﻌ ﻪa . s . ) : d o k u z . Â b â-i tis'a. Eflâk-İ tis 'a : astr. G ü n e ş m a n z û m e s i n i m e y d a n a
tîşe
y ii-
r ü y ü ç ü ؟a b u k , ( b k z ؛tiz -re v ).
n a z . 2. s e r i, h ız l ı. 3. k e s k in ,
ra n , o k ؟u.
ﺗﻤﻌ ﻦ
[ ( ﺑﺰى اىf .b .s .) : a y a g m a ؟a b u k , ( ﺑ ﺰ كf .b .s .) : ؟a b u k ) h ı z l ı u ؟a n . îîz-pervâz 3 ( ﺑﺰ و واf .b .s .) : h ı z l ı u ؟a n . tîz-refîâr ( ﺗﻴﺰرﻓﺂوf .b .s .) : ؟a b u k y ü r ü y ü ş lü ) tîz-per
tiryâk ( ﺗﺮﻳﺎكf.i.). ( b k z : t i r y a k ) , tiryâkat ﺗ ﺮ ﻳ ﺎ ﻗ ﺎ ت
ﻳﺰﻣﺸﺮب٠( f .a .b .s .) : ti ti z ; a c e le c i, ( ﺑ ﺰ ﻣ ﺰا جf .a .b .s .) : t i t i z , s a b ır s ız , a c e -
tiz-meşreb tîz-m izâc
tîz-pâ[y]
tiryâk-ı T ü r k î : m â d e n z if ti,
tis'ûn
(" k a " u z u n o k u n u r , f.a.
k e s k i n ta r a f ı .
tiryâk-ı rustaiyân : bot. s a r m ı s a k .
tis'în
ﺷ ﺎ ل١ﺑ ﺰ
tîznâ 0 ( ﺑ ﺰf .b .i .) : b ı ؟ak) k ı l ı ؟g ib i ? e y le r in agzi)
tiryâk-ı farûk, -1 f a r û k î : p a n z e h i r ,
tîr-zenân
(f.i.) : 1. k e s k i n li k . 2. ç a b u k lu k ,
leci.
tiryâk-ı farsi : p a n z e h i r ta ş ı,
tiryâk i
ﺑﺰ ى
tîz ln tik a l
b . s . ) : ؟a b u k se z e n ) a k ıllı) z e k i,
رداق
tiryâk
tîzî
tub'ân tubba'
(f.a .b .s.) ؟ ؛a b u k a n la y a n , ؟a-
(a.i.) : m ü h ü r m u m u ,
( " ﺑ ﻊa.i.c.:
t e b â b i a ) : e s k i ؟a ğ la r d a y e -
m e n k ı t a s ı n d a s a l t a n a t s ü r e n e s k i A r a p h iik ü m d a r l a r ı n m ü n v â lr ı.
tuğyân tû-ber-tû
ؤ٠( ﺗﻮﺑﺮa.b.s.) : kat kat. (bkz : tûy-ber-
tüy).
t u f f â h - i â d e m î : â d e m e lm a s ı. t u f f â h - i L ü b n â n : C e b e l- i L ü b n a n 'd a y e ti ş e n
(a.i. tabl'in c.) : 1. davullar. 2. trampetler. D arb-1 tubûl : davul ؟alma, ؟alinma. tûde ( ﺗﻮدهf.i.) : yığın, kiime. tûde-ber-tûde : yığın yığın üstüne, tûde-be-tûde : yığın yığın, tû f ( د و فf.i.) : akseden ses, sedâ; yankı, fr. écho, (bkz : aks-i savt). tûf-i tesliyet : avunma aksisedâsi. T û fân ن٧ ( ﻃﻮa.h.i.) : 1. Hz. Nûh zamânmda yoldan çıkmışları tedibetmek İ ؟in Allah tarahndan hem gökten yağdırılan, hem de yerden kaynayarak bütün dünyâyı kaplayan su. [bunun neticesinde yer yüzündeki bütün canlılar yok olmuş, ancak Hz. Nûh'un gemisine alınmış olan ؟itflerden ikinci defe olarak canlılar türemiştir]. Ba'de't-Tûfân: Nûh Tûfânmdan sonraki zaman. Kable'tTû fân : Nûh Tûfânmdan önceki zaman. 2. erkek adi. tûfân-zede ٥( ﻃﻮىردa.f.b.s.) : tûfâna tutulmuş, tûfân görmüş. tufeyl j — ٠( ﻃﻎa.i.) : 1. dalkavuk zümresinin piri sayılan kimsenin adi. 2. kü ؟ük ؟ocuk. 3. yemeğe gelen misafir, tufeylâniyyet ( ﻃ ﻐ ﻴ ﻼ ﻳ ﺖa.i.) : başkasının sırtmdan geçinme, fr. commensalisme, tufeylât ( ﻃﻐﻴﻼتa.i.c.). (bkz : tufeyliyyat). tufeyli ( صa.s.) : 1. dalkavuk, ؟anakyalayici. (bkz : kâselis). 2. ekti, sığıntı. 3. bot. *asalak, parazit, fr. parasite, tufeyliyyât ( ﻃ ﻐ ﻴ ﺎ تa.i.c.) : kendi başlarına beslenemeyip başkalarının kökleriyle veyâ kanlarıyla beslenen nebatlar (*bitkiler), hayvanlar, fr. parasitologie. tufeyÜyyât-1 n e b a t ic e : bot. kara yosunlatubûl
؟o k n e f i s b i r e lm a . t u f f â h ü '1 - a r z : y e r e lm a s ı. ، u f f â h î , t l i f f â h i y y e ﺗﻔﺎﺣﻴﻪ،
( ﺗﻔﺎ ﺣ ﻰa . s . ) : e lm a y a
â it; e lm a c in s in e m e n s u p , e lm a ile ilg ili,
ﺗﻔﺎﺣﻴﺖ
tu f fâ h iy y e t
(a.i.) : k i m . t u f f a h a s i d i n i n
e s a s l a r d a n b ir iy l e b ir le ş m e s i n d e n m e y d a n a g e le n b i r tu z .
ﺗﻔﻮ
tu f û
( f . n . ) : 1. “t u h ! " m â n â s ı n d a k u l l a n ı l ı r .
2 . i. t ü k r ü k .
( ﻃﻐﻮﺀa . i . ) : a te ş in s ö n m e s i, ( ﻃﻐﻮحa . i . ) : a ğ ız a g ız a d o lm a [k ab ]. t u f û l ( ﻃﻐﻮلa . i . ) : g ü n e ş i n g u r û b a y a k la ş m a s ı, t u f û l ( ﻃﻔﻮلa.i. t ı f l 'ı n c . ) : ؟o c u k la r , t u f û l - â n e ( ﻃﻐﻮﻻﻧﻪa .f .z f .) : ؟o c u k c a s ı n a . ( b k z :
tu fû '
tu fû h
g û d e k - â n e , tı f l - â n e ) .
ﻃ ﻐ ﻮﻟ ﺖ
tu f û le t
(a.i.) ؟ ؛o c u k l u k , k ü ç ü k l ü k ,
( b k z : tu f û li y y e t) . tu f û liy y e t
ﻃ ﻐ ﻮﻟ ﻴ ﺖ
( a . i . ) : 1. ؟o c u k l u k , k ü ؟ü k -
lü k . ( b k z : s a b â v e t). tu f û liy y e t- i s â n i y e : ؟o c u g u n b ir b u ؟u k y aş ı n d a n o n i k i v e y â o n b e ş y a ş ı n a k a d a r o la n z a m â n ı. 2. tâ z e lik , k ö r p e l ik , tu fû liy y e t-i û l â : ؟o c u g u n
d o ğ d u k ta n b ir
b u ؟u k y a ş ı n a k a d a r o la n z a m â n ı.
ﺗﻐﻮزن
tu f û -z e n
( f .b .s .) : b i r i s i n i n tû ! d iy e y ü z ü -
n e tü k ü re n . tu g a t
ﻃﻔﺎت
(“ga" u z u n o k u n u r , a.i. t â g î 'n i n c . ) :
â sîle r, a z g ın l a r , s e r k e ş le r, ( b k z : t â g u n ) . tû g
ﺗﻮغ
( f i ) ؛tu ğ .
t û g - i ş â h i : b i r lâ le ç e ş id i, tu g r â
ﻃﻐﺮا
( t .i.) : tu ra ,
tu g r â - y i g a r r â : p a rla k tu g ra . t u g r â - y i h ü m â y û n : p â d i ş â h tu g r a s ı. tu ğ râ î
( t .a . s . ) : 1. t u ğ r a y a m a h s u s , t u g r a
ile ilg ili. 2 . " L â m iy y e tü 'l- A c e m " d iy e a n ı l a n A r a p ç a k a s i d e y i y a z a n T ü r k ş â i r i v e v e z ir i,
tufeyüyyât-1 hayvâniyye : zool. kehle, uyuz
böceği, solucan ve benzerleri gibi hayvanlar. tufeyliyye ( ﻃ ﻐ ﻴﻠ ﻴ ﻪa.s.): ["tufeyli"nin müen.]. (bkz : tufeyli). tufeyliyye-i üşne : zool. yosun hayvanları, tufeyliyyet ( ﻃ ﻐ ﻴﻠ ﻴ ﺖa.i.) : *asalaklık, fr. parasitisme. tuffâh
( ﺗﻔﺎ حa.i.c. : tefâfîlı) : elma.
tu ğ r â - k e ş
ﻃ ﻐ ﺮا ﻛ ﺶ
( t .f .b .i .) : t u g r a İ ş â r e ti y a -
p a n m e 'm u r ; n i ş a n c ı velcili, s a r a y d a r e s m i k â ğ ı t l a r a t u g r a ؟e k e n g ö re v li, tu ğ r a -n ü v îs
>اذوص
( t .f .b .i .) : b e r a a t , f e r m a n
v.b. v e s i k a la r a t u g r a ؟e k e n m e 'm u r . tu ğ r â y î
س٠ﻃﻐﺮا
( a . i . ) : t u g r a İ ş â r e ti y a p a n
m e m u r. tu ğ y â n ilk ,
ö\ ,,.«ط
( a .i .) : t a ş m a , t a ş k ı n l ı k ; a z g ın -
c o şk u n lu k .
E h l-İ
t u ğ y â n : A lla h 'ı n
1295
tuhaf em irlerine aykırı gü n ah k ârlar.
h are k ette
b u lu n a n
( صa.i. tu h fe'n in c . ) : 1. hediyeler. 2. az bu lu n u r, h o şa giden şeyler. 3. garip İş, şey. 4. s. g ü lü n ؟, eğlenceli. 5. s. m ünâsebetsiz, h oşa gitm eyen [hal]. 6. anlaşılm az, anlaşılm ası gü ؟.
tu h a f
( ﺗﺤﻔﻪa .i.c .: t u h a f ) : 1. hediye, arm ağ an, ( b k z : bergüzâr). 2. y eni ؟ik m a , h o şa gider, güzel şey.
tu h f e
( sım 'ın a rm a ğ a n ı): M ütercim  sım 'ın A rap ça'd an T ürkçe'ye m anzu m sözlüğü.
T u h fe -i  s îm
(V ehbi'nin a rm a ğ a n ı): S ünbülzâde V ehbi'nin F arsça'd an T ürkçe'ye m a n z u m sözlüğü.
T u h fe -i
V ehbî
f î - E s f â r i 'l - B i h â r (deniz seferlerinde büyüklerin armağanı): değerli *bilgin Kâtip Çelebi'nin denizciliğe dâir eseri.
T u h f e t ü ' 1- K i b â r
XV. asır *bilginlerinden Abdiilcebbar Oğlu Ahmed admda bir zâtın eseridir; mevzuu, ahlâk ve mev'izeden ibârettir. t u h l a ( ﻃﺤﻞ—هa.s.) : gökçil, boz ile kara arasmdalci renk. T u h f e t ü 'l - L e t â i f :
tu h m
أ٠( ﺗﺦf.i.): tolıum.
tu h m -i m ü r g
: yumurta.
t u h m - i ö m r - i c â v i d : eb ed i hayat to h u m u , tu h m -d â n
( ﺗﺨﻤﺪانf.b.i.): to h u m döşeği, fida-
n in başka yere a lın m a z d a n önce ilk dikildigi yer.
( ﺗ ﺨ ﻤ ﺪa .i.): m id e do lg u n lu ğ u , hazım sizlik, ( b k z : İm tilâ-i m i'de).
tu h m e tu h r
( ﻃ ﻬ ﺮa .i.):
1. tem izlik, p ak lık , ( b k z :
tahâret). 2 . h u k . [eskiden] k a d ın ın iki hayız a ra sın d ak i tem izlik devresi [en az 15 gündür. En ؟og u İ ؟in m ü d d e t yoktur. “Tem izlik ” tâ b ir olunur]. t u k y e ^ ( a . ü ) :sa k m m a .(b k z :ihtirâz). (a .i.): 1. u z u n lu k , boy. 2 . zam an ؟oklugu, u z u n m üddet. 3. a s t r . *boylam, fr.
tû l د و ل
lo n g itu d e . t û l - i b e l d e : a s t r . h erh a n g i b ir y erin ü stü n -
den geçen tu l dâiresi. t û l - i b e l d e t a ' y i n i : j e o d .; t o p . h e r h a n g i b ir
m ah ald e k ro n o m e trik ölçülere d ay an an hesaplarla 0 m a h allin tü lü n ü n tâyini. 1296
t û l - i e m e l : hırs, tam ah , tü k en m ez arzu, t û l - i g a r b i : 180 dereceye k a d a r olan b atid ak i
yerlerin boylam ı, t û l - i h a y â t : ö m ü r uzu nluğ u, t û l - i m e v c : a) f iz . dalga boyu; b ) c o g r . ayni
tu l derecesi üzerind e olm a hâli, t û l - i m ü d d e t : u z u n zam an, t û l - i ü m r : ö m ü r uzu nluğ u, t û l - i r a k k a s : f i z . sark acın boyu, t û l d â i r e s i : a s t r . m eridyen, t û l s a a t i : k ron om etre, tu lâ ' tû lâ
( ﻃﻼﺀa .i.): h e k . ense kökü, ( >ﻟﻰa.s.): d ah a (pek, ؟ok, en) u zu n , [“at-
vel” in m üennesi]. Y e d -İ t û l â : ta m ihtisas ve v u ku f, b ü y ü k k ud ret, tû lâ n î
( ﻃ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰa.s. tû l'd e n ) ؛b o y u n a, u zu n lu -
ğ u ۶ a. t û l e n ^ ( a . z f . ) :1. b o y ca,b o y u n a ,u zu n lu ğ u n a. 2 .c o g r . *boylam bakım m dan,*boylam ca.
( ﻃﻠﺨﺎﻧﻪa .i.): siithâne, yaghâne. ( ﻃ ﻼ بa.s. ve i. tâlib 'in c .) : 1. talipler.
tııl- h â n e tu llâ b
2. *öğrenciler.
( ﻃﻠ ﺐa.s. tâ lib 'in c . ) : tâlipler, isteyenler, istekliler.
tu lle b tu lü '
( ﻃﻠﻮعa.i.c .: tulûât) : dogm a, doğuş.
t u l û '- i ( .f e c r : ta n atm ası, g ü n eşin dogm ası, t u l û '- i g a l l e : h u k . [eskiden] v a k ıfv â rid â tın m
husûle gelm esi dem ek olup v ak fın a göre değişir, [şöyle k i : m e z rû a tta n o lan gailenin tu lû u ze rin yetişip tân e bağlam ası veyâ m ütekavvim b ir hâle gelmesiyle olur], t u l û '- i h a ş r : kıy â m etin dogm ası; k ıyâm et
kopm ası. t u l û '- i k a m e r : ayin doğuşu, t u l û '- i ş e m s : g ü n eşin doğuşu, t u l û '- i z i h n : zihne, ak la doğm a,
( ﻃﻠ ﻮ ﻋﺎ تa.i. tulU 'un c .) : 1. dogm alar, doğuşlar. 2. yazılı olm ayıp an a h a tla rı önceden tespit edilm iş ve sahnede o y u n cu lar ta ra fın d a n yapılan n ü k te ve taklitlerle tam arn lan an oyun.
tu lû â t
( ﻃ ﻌ ﻢa .i.): 1. yiyinti; azık. 2 . tad , çeşni, ( b k z : ؟âşni).
t u 'm
t u m a 'n i n e t
( ﻃ ﻤﺄﻧ ﻴ ﺘ ﺖa .i.): gönlü ra h a t olm a,
em in olm a, İtm înân).
in an m a,
(b k z:
ıtm i'n ân ,
tuyûr tûm âr
'( ﻃ ﻮ ﻣﺎ رa.i.c. : tavâmir) : tomar, dürül-
mü? nesne.
( ﻃ ﻌ ﻤ ﻪa.i.c.: tuam ): 1. yiyinti, azık. 2. tad, çeşni. 3. lokma [bir),
tu'me
( ﻃﻤﻌﺎa.i. tâmi'in c .): tamahkârlar. tum turak ( ﻃﻤﻄﺮاقf.i.): gösteri, debdebe; söytumeâ
İenişi parlak görünen [İbâre].
( ﻃﻤﻮحa.i.): yüksek bir ?eye göz dikip
tum ûh
bakma.
( ﻃﻤﻮمa.i.): su baskım, ( ﻃ ﻤ ﺮ رa.i.): göz kapağı gibi uzuvların
tum ûm tum ûr
seğirmesi. tumûs
( ﻃﻤﻮسa.i.) : bir şeyin mahvolması,
tunbûr ^ر
(a.i.c.: tenâbir): [kelimenin asil bu oldugu halde, bizde : "tanbur” ?eklinde kullanılır), (bkz: tanbûr).
( ^رىa.s.). (bkz : tanbûri). ( ﺗ ﻮ ﻧ ﻰf.i.) : 1. külhanbeyi. 2. s. sefih, re-
tunbûri tûnî
zil, alçak, (bkz: evbâş). 3. s. hırsız, (bkz: sârık). tunub
( ﻃ ﺐa.i. tınâb'ın c.) : çadır ipleri,
tûr ( ر رa.i.) 1. (bkz : cebel, kûh). Tû r-1 Sîuâ :
Sînâ dağı. [Sînâ yarımadasında Allah'ın tecelli ve Hz. Mûsâ ile tekellüm ettigi dag). 2. Kur'ân'ın 52. sûresi. 49 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur. turâbiyye ( ﺗﺮاﺑﻴﻪa.i.): zool. kara kaplumbağaİarı, fr. testudo.
Tûrân ( دورانf.h.i.): 1. eski Iranlılar taraflndan Türk diyârma verilen ad. 2. erkek adi. Tûrânî ( ﺗ ﻮ راﻧ ﻲf.h.i.): Tûranlı, Türk kavimlerinden birine mensup olan, turfe ( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪa.s.): 1. turfa; görülmemi?, yeni, tuhaf, şaşılacak ?ey. 2. Yahudilerce yenmesi harâm olan. 3. kaçınılması gereken, turfe-gi ( ﻃ ﺮ ﻓ ﻜ ﻰa.f.b.i.): 1. gariplik, tuhaflık. 2. az görülmüşlük. tu rfe-güzâr
( ﻃﺮﻓﻪ ﻛ ﻨ ﺎ رa.f.b.s.): nâdir ?eyler
söyleyen. turfe-kâr
( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪ ﻛﺎوa.f.b.s.): garip, şaşılacak
İşler yapan. turfe-nevâ
( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪ ذ و اa.f.b.s.): görülmemiş,
ahenkli [?ey].
( ر هa.i.): 1. alin sa ؟ı. 2. kıvırcık sa ؟lülesi. (bkz : ca'd). 3. kumaşm etrâfma ؟ekilen kılaptandan süs.
turre
tur?
( ﺗﺮشf.s.): ekşi, (bkz: hâmız, turu?, tür?,
türü?). tu ru k ( ﻓ ﺮ قa.i. tarîk'ınc.) : tarikler,yollar, turuk-i aliyye : ma'uevi yollar, tarikatlar, turuk-i ihtilâtiyye : cogr. erişim yolu, turunc turunci
( ﺗﺮﻟﺞf.i.): bot. turun ؟, ( ﺗ ﺮ ﺗ ﺠ ﻰf.s.): 1. turunca mensup, tu-
run ؟la ilgili, ؟in tu ru n cu : mandalina. 2. turuncu renk. turunci ?eyh : meşhur bir çeşit lâle, turunci u??âkî zâde : meşhur bir ؟eşit lâle: turu? ( ﺗﺮشf.s.): ekşi, (bkz : hâmız, tur?), tûsen ( ﺗﻮ سf.s.): serke?, sert, harm [at), tûçe ( ﺗﻮﺷﻪa.i.): ölmeyecek kadar yenecek ?ey, azık, (bkz : kut-i lâ-yemût). tûşe-i râh : yol yiyeceği, yol azığı. tût ( ﺗﻮتf.i.): dut. tût-i şe v k i: bot. böğürtlen,
( ر ﻃ ﻰf.i.c.: tUtiyân): dudu, papağan cinsinden taklit yapan bir ku?. tûtî-i g û y â : konuşan papağan, tûtî-i m u'cîze-gûy: mu'cize söyleyen papagan.
tûtî
tûtî-i şekker-hâ (?eker ؟igneyen papağan):
güzel söz söyleyen sevgili,
ﻧﺎ ﻣ ﻪ ( ﻃ ﻮ ﻓ ﻰf.b.i.): 1. tûtî hikâyelerinden bahseden manzum veyâ mensur eser. 2. asilsiz mânâsız uydurma sözler, hikâyeler. tûtiyâ ( ﺗ ﻮ ﺗ ﻴ ﺎa.i.): 1. kim. ؟inko. 2. kadınların gözlerine ؟ektikleri sürme. tUtiyân ( ﻃ ﻮﻳﺎ نf.i. tûtî'nin c .): dudular, papaganlar.
tûtî-nâm e
( ﺗﻮﺗﻴﻪa.i.): bot. *dutgiller, tutuk ( ﺗ ﻌ ﻖa.i.): perde, örtü, pe ؟e. (bkz: bürtûtiyye
ka').
( ﻃﻌﻮمa.i. ta'm'ın c .): 1. yemeler. 2. tadlar, lezzetler, zevkler. tuveys ( ﻃﻮﻳﺲa.i.): kü ؟ük tavus kuşu, tûy-ber-tûy ( ﺗﻮى ﺑ ﺮ ﺗﻮىf.b.s.): kat kat. (bkz : tû-ber-tû). tu y û f ( ﻃﻴﻮفa.i. tayfm c .): 1. uykuda görül.en hayaller. 2. korkudan karanlıkta görünen hayâletler. 3. fiz. tayflar, fr. spectres. tu yu r ( ﻃ ﻴ ﻮ رa.i. tayr'm c .): kuşlar, (bkz : mürgan).
tuûm
1297
Uyûr-I asâfîr tuyûr-1 asâfîr ( f ı r k a s ı ) : zool. ö t ü c ü k u ş la r . tu yûr-1 cârîha-i leyliyye : zool. g e c e y ı r t ı c ı -
türâb ( ﺗﺮابa . i . c .: e tr ib e , t i r b â n ) : t o p r a k . Ebû türâb : H z . i m â m - ı Â l î 'n i n lâ k a b ı.
İa r ı.
Tübbet
ﺑﺖ
( a . h . i .) : T ib e t ü lk e s i.
tücâh, tecâh, ticâh
ﺗﺠﺎه، ﺗﺠﺎه، ( ﺗﺠﺎهa . i . ) : k a r ş ı
( ﺗﺠﺎرa.i. t â c i r 'i n c . ) : tâ c ir le r , s a tıc ıla r , ( ﺗ ﺠﺎ را نa.i. t ü c c â r 'ı n c. t â c i r 'i n c c . ) :
tüccârân
tüfeng-endâz
ﺗ ﻔ ﺘ ﻚ اﻧﺪاز
(f.b .s. v e i . ) : t ü f e k k u l-
la n a n .
ﺗﻔﻜ ﺨﺎﻧ ﻪ
tüfeng-hâne
( f .b .i .) : s i lâ h d e p o s u ,
( ﺗﻔﺎحa . i . c . : te f â f ih ) . ( b k z : tu f f â h ) . ( ﺗﻬﻢa.i. t ö h m e t 'i n c . ) : tö h m e tl e r , s u ç la r,
k a b a h a t le r , ( b k z : tö h e m ) .
( ﺗﻜﻤﻪf . i .) : d ü ğ m e , tünbân ( ﺗﻨﺒﺎنf . i . ) : t u m a n , d o n , İç d o n u , tünbek ( ﺗ ﺪf .i .) : d ü m b e l e k ; d a r b u k a , tünbek-zen ( ﺗﻨﺒ ﻚ زنf b . i . ) : d a r b u k a c ı , tünd ( ﺗﺸﺪf . s . ) : s e r t, ş id d e tli, h a ş i n , tünd-bâd ( ﺗﻨﺪ ﺑﺎدf b . i . ) : k a s ı r g a , s e r t r ü z g â r . tUnd-çihre ( ﺗﻨﺪ ﺟﻬﺮهf .b .s .) : a s ı k s u r a t l ı , ( b k z : tükm e
tü n d - r û ) .
[ﺗﻨﺪ ﺧﻮ]ى
tünd-hû[y]
( f b . s . ) : s e r t h u y lu , t i ti z .
( b k z : tU n d - m e ş r e b , tü n d - m i z â c ) .
tündî
دذدى
( f . i .) : s e r tli k , k a t i l i k , h i d d e t v e ?id -
( ﺗﻴﺪ ﻋﻔﺎنf.a.b .s.). ( b k z tünd-lîcâm ( ﺗﻴﺪ ﻟﺠﺎمf b . s . ) : b a ş ı
tünd-lîgâm
ﺗﺸﺪ ﻟﻜﺎم
to p r a k l a r , ( b k z :
tirb â n ).
tiirbe
ب
( a . i . ) : 1. m e z a r [ g e n e llik le ü n l ü b i r
k i m s e İ ؟i n y a p tı r ı la n ) . 2 . m e z a r ü z e r i n e ؟at ı l m ı ş y a p ı.
türbe-dâr
ز ب دار
( a .f .b .i.) : t ü r b e y i b e k le y e n
v e o n a h i z m e t e d e n k im s e ,
ال دارى٠ ( ﺗﺮa .f .b .i.) : t ü r b e d a r l ı k , ( رد تf.i.) ؛t ü r b e , [ n a z ı m d a k u l l a n ı l ı r ] . T ü rk ﺳ ﻚ٠ ( د ر ف ﺀt . h . i . ) : T ii r k . [ b u k e li m e türbe-dârî türbet
A r a p l a r a v e F a r s la r a T ü r k (ك
? ) ﺗ ﺮe k lin d e
g e ç m iş , A ra p la ı., k e li m e y i “e tr â k " , F a r s la r is e “T ü r k â n ” o l a r a k c e m i l e n d i r m i ş l e r d i r ] .
Türk-i a ş k a r : astr. M a r s g e z e g e n i. Türk-i ç e ş m : g ü z e l sö z. Türk-i çîn : 1) g ü n e ş ; 2) g ö z . Türk-i rü stâ y â n : bot. s a r m ıs a k .
s e r t [lra y v a n ].
Türk-i sultân-şükûh : d ü n y â y ı a y d ı n l a t a n g üneş.
( f .b .s .) : b a ş ı s e r t [ h a y v a n ] ,
( b k z : tü n d - h c â m ) .
tiind-meşreb
( f .b .s .) : s e r t ta b i a tl ı, ti-
tiz . ( b k z : tü n d - h û [ y ] , ti in d - m i z â c ) .
( ﺗﻨﺪf a . b . s . ) : s e r t h u y lu , ( b k z : t ü n d - h û , t ü n d - m e ş r e b )٠ tiind-reftâr ( ﺗﻨﺪ رﻓﺂرf .b .s .) : ç a b u k g id e n , tiind-rev ( ﺗﻨﺪ روf.b.s.). ( b k z : tü ü d - r e f t â r ) . tünd-rû[y] [ ( ﺗﻨﺪ رواىf .b .s .) : s e r t y ü z lü , y ü z ü g ü lm e z , ( b k z : t ü n d - ç i h r e ) .
ﺗﻨﺪ ز ﺑ ﺎ ن
( f .b .s .) : d ü z g ü n s ö z sö y -
le y e n .
"ل— رﻛﺎن
( t .f i . T ü r k 'ü n c . ) : 1. T ü r k le r .
2. k a d m a d i.
Türkân-i çerh : astr. y e d i g e z e g e n , türkânî
' زﻛﺎﻓﻰ
( a . i . ) : [e s k id e n ] T ii r k k a d ı n l a n -
n i n g iy d i k le r i b il. ç e ş it fe râ c e .
( "رك ﺟﻮشf .b .s .) : y a r i p iş m i ş et. Türkî, Tiirkiyye “ ر ي، ( ﺗ ﺮ ﻛ ﻰt .f .s .) : 1. T ü r k 'e türk-cû?
m e n s u p , T ü r k 'l e ilg ili. 2 . T ü r k ç e y a z ıl m ı ş [eser, m a k a le ..].
Tü rk î-i b a s it : 15. a s r in s o n l a r ı n d a o r t a y a ç ı k a n v e A y d ın 'lı V is â lî ile b a ş la y a n , a r u z
t ü n t e ^ ( f . i . ) : e ş e k a r ı s ı . ( b k z :z ü n b û r ) .
( " رعa.i.
Türk-i t â z e : g e n ç v e g ü z e l k ız v e o ğ la n . Türkân
ﺗﻨﺪ ﻣﺸﺮب
tünd-m izâc را ج
tiind-zebân
( ﺗﺮبk i . ) : tu r p , ( دربa.i.). ( b k z : tü r â b ) . t ü r b â n ( ز ىa.i. t ü r â b 'ı n c . ) :
tü rb
: ti i n d - r e f t â r ) .
( b k z : tü n d - l.ig â m ).
t u r 'a 'n ı n c . ) : 1. s u y u n t a ş t ı ğ ı y e r-
le r. 2 . k a n a ll a r , ( b k z : t ü r ü â t ) .
1298
( a .s .) : 1. to p r a ğ a
Türk-i n îm -r û z : astr. g ü n e ş .
d e t.
tünd-inân
tü r a '
" راب، ' ر ا ﺑ ﻰ
m e n s u p , t o p r a k l a ilg ili. 2. to p r a k t a n . E v â n î - i tiirb
tüfeng ( ﺗ ﻠ ﺶi . ) : tü f e k ,
tüffâh
t ü r â b î , tU r â b iy y e
t i i r â b i y y e : t o p r a k t a n y a p ılm ış k a p , k a c a k ,
tâ c ir le r .
tühem
türâb-1 n e b âtî: 1) bot. h u m u s ; 2) * b itk is e l to p ra k .
y ö n , k a r ş ı ta r a f .
tüccâr
( ر ىa.i.c. ؛tu ra ') t ü r ü â t ) : 1. s u y u n ta ş t ı ğ ı y e r. 2 . k a n a l.
tür'a
v e z n iy le s â d e d il k u l l a n a r a k ? iir s ö y le m e a k ım ı.
tiir k i : m i iz . t ü r k ü .
tiiyûs
ﺗ ﻮ ر ﻛﺂ ن
T iirk is tâ n
( t .f .b .i .) : T ü r k l e r i n a n a -
y u r d u o la n v e T a ş k e n t, H iv e , F e r g a n a , S em e r lc a n d , B u h â r â , K ıı'g ız ş e h i r l e r i n i İç in e a la n b ü y ü le b ö lg e . T ü rle i^ â t
ﺗ ﺮ ﻛﻴﺎ ت
ﻟ ﻊ
(t.a .i.) : tU rk o lo ji, T i i r k k ü l-
s in i) te tk ile e d e n ilim .
ﺗ ﺮ ﻛ ﻤﺎ ن
( t .f .h .i .) :
T ü rk m e n ,
T ü r k i s t a n 'd a d a g m ıle h a ld e y a ş a y a n v e b i r z a m a n l a r A z e r b a y c a n 'd a s a l t a n a t s ü r m ü ş o la n b i r T iirle b o y u o lu p b i r k ı s m ı b u g ü n m e m l e k e t i m i z i n T o ro s h a v â li s i n d e g ö ç e b e s û r e t i n d e y a ş a r la r .
t ü t u k - ( f . i . ) : ç a d ır ,b U y U k p e r d e ; ö r t ü , tü v â n
( دوانf .i .) : g ü ؟, t â k a t . ﺗ ﻮاﺑﺎ
tü v â n â
( t . f . i .) : 1. k o ş u p s e ğ i r t e r e k y a ğ -
m a e tm e ; İeoçm a, h ü c û m . 2. ç a p u l, ç a p u lc u ,
ىازئ٠ﺗﺮ
tü r k -tâ z î
(t.f.i.) : ç a p u l, y a ğ m a İ ç in y a -
tü v â n - g e r
ﺗ ﺮ ﻫﺎ ت
(a.i. t i i r r e h e 'n i n c . ) : s a ç m a s a -
t ü r r e h â t - ı b î - m a 'n â : m â n â s ız , s a ç m a sö z le r,
( ﺗﺮﻫﻪa . i .c . : t e r â r i h , t ü r r e h â t ) : s a ç m a -
( ﺗﺮسa .i . c .: e tr â s ,
tirâ s , tirâ s e , t ü r û s ) : a sk .
( ﺗﺮﺷﻰa.i.) : 1. e k ş ilik . 2. t u r ş u , t ü r û s ( ﺗ ﺮ و سa.i. t ü r s 'ü n c . ) : a s k .
t ü v â n - g e r ü d e r v i ؟: z e n g in , f a k i r (h e rk e s ),
k a lk a n la r
[âlet], ( b k z : e tr â s , t i r â s , t i r â s e , tiir s ). (a.i. t ü r 'a 'n ı n c . ) : 1. s u y u n ta ş t ı ğ ı
y erleı'. 2. le a n a lla r. ( b k z : tü r 'a ). tü r ü ؟
( ﺗﺮشf . s . ) : e k ؟i.
(b k z : h â m ız , t u r ؟, tu r u s ,
t ü r ü ) ؟. R û y - i t ü r ü ؟: m e c . e k ؟i y ü z , asile su ra t.
p a ra lılık .
ﺗﻮﻳﺞ
tü v e y c
( a .i .c .: t ü v e y c â t ) : 1. k ü ç ü k t a c , ta c -
Cilc. 2. bot. ç iç e k ta c ı, fr. coroJle.
tüveyc-i c e re si : bot. ç a n ؟e k l i n d e o l a n ç iç e k
ç iç e k ta c ı.
ç e k ta c ı.
tüveyc-i k a m 'î : bot. h u n i ؟e k l i n d e o l a n Çİtüveyc-i k a ra n fiili : bot. y a p r a ğ ı n ı n u ç l a r ı
ç e k ta c ı.
tiiveyc-i m unfasılatü'l-viireykat : bot. b ir b i r i n d e n a y r ı la b i le n i k i v e y â d a h a ç o k y a p r a k ç ı ğ ı o la n ç iç e k ta c ı.
tiiveyc-i s a lib i : bot. p u t ؟e k l i n d e o la n ç iç e k ta c ı. tiiv e y c - i ؟e f e v i : b o t . b i r b i r i n d e n a y r ı i k i d u -
( ﺗﺮﺷﺒﺎf.b .i.): lim o n l u v e y â sirleeli ç o rb a . t ü r ü ؟e ( ﺗﺮﺷﻪf .i . ) : b o t . k u z u le u la g ı. t ü r ü ؟- m i z â c ( ﺗﺮش ﻣ ﺰ ا جf .a .b .s .) : " e k ؟i h u y lu '',
t ü r ü ؟-b â
t ü r ü ؟- r û [ y ] [روﻧﺘﻤﺎ
ﺗﺮش
( f .b .s .c .: t ü r ü ؟- r û y â n ) :
e k ؟i y ü z lü , a s ık s u r a tlı , s u ı'a tı asile. tü r ü ؟-rû y ân
( ﺗﺮش روﻳﺎنf.b.s.
t ü r ü ؟- r û 'n u n c . ) :
e le ş iy ü z lü le r, s u r a t ı asılelaı', a s ık s u r a tlı la r . tü r ü ؟-rû y î
ﺗ ﺮ ش ر وﻳ ﻰ
( f b .i.) : e k ؟i y ü z lü l ü k ,
a s ık s u ra tlılık .
( ﺗﺮش ﺷﻴﺮﻳﻦf .b .s .) : e k ؟i t a t i l k a r ış ık . ( ﺗﺮﺷﺘﺎ دf .b .s .) : t a d ı e k ؟i o la n .
tü r ü ؟-؟îrîn
d a k ؟e k lin d e o la n ç iç e k ta c ı. H â m i l i i 't - t ü v e y c : b o t . tiiv e y c i o la n , ta c il. Z â t ü 't - t ü v e y c : tiiv e y c i o la n , ( b lc z : h â m il- ü t- tü v e y c ) . V a h id ü 't - t ü v e y c : b o t . te k ta c y a p r a k lı. Z â tü 'z -
g e ç im s iz k im s e .
tü r ü ؟-tâ d
( ﺗﻮاﻧﻜﺮىf .b .i.) : z e n g in l ik ,
[ " te v â n - g e r i" ؟e k li d e v a r d ı r ] ,
tüveyc-i m ig fe ri : bot. m i ğ f e r e b e n z e y e n Çİ-
t ü r ؟î
ﺗﺮﻋﺎت
p a r a l ı,
k e r t i k l i o la n ç iç e k ta c ı.
k a lle a n [âlet].
tü r ü â t
z e n g in ,
ç e k ta c ı.
s a p a n sö z. tiir s
(f.b.s.) ؛
tüveyc-i firâ ç î: bot. s e d i r ؟e k l i n d e o la n Çİ-
p a n sö z le r, ( b k z : te r â r i h ) .
tü rre h e
ﺗ ﻮا ﺷ ﺮ
[“t e v â n - g e r ” ؟e k li d e v a r d ı r ] .
tüveyc-i c ü lc ü lî : bot. ç ı n g ı r a k ؟e k li n d e o la n
( ﺗﺮﻣﺲa . i . ) : b o t . a c ı balela.
tü rre h â t
( f .b .s .) : y o r a n , g ü ç s ü z ,
tâ k a ts iz b ıra k a n .
ta c ı.
p ı l a n a n s ı z ı n h ü c u m , b a sle m . tü r m ü ş
( f .s .) : g ü ç lü , k u v v e tl i, [“t e v â n â ”
ﺗﻮاﻧﻐﺮم—ا
tü v â n -fe rs â
z ig i ؟e le ille rin d e n b ir i.
ﺗﺮك ﺗﺎز
T â b ü tü v â n : güç.
؟e k li d e v a r d ı r ] .
tü v â n - g e rî
T ü r k m â n î : m ü z . ؟a g a ta y v e A z e r i İ ıa lk m ü tü r k -tâ z
( a .s .c .: e t s â ') : d o k u z d a b i r : 1/9.
N â - t ü v â n : g ü ç s ü z , tâ k a t s i z .
t ü r ü n ü (d il, e d e b iy a t, t â r i h v e e tn o g r a f y a T iirk m â n
tiis '
z e h r e t i 't - t ü v e y c i y y e : b o t . ta ç y a p r a k h la r . tiiv e y c â t
ﺗ ﻮﻳ ﺠﺎ ت
(a.i. tiiv e y c 'in c . ) : tü v e y ç İe r,
ç iç e k ta ç l a r ı . ti iv e y c i
ﺗ ﻮﻳ ﺠ ﻰ
( a .s .) : 1. tiiv e y c e , ç iç e k t a c ı n a
m e n s u p , tiiv e y c le ilg ili. 2. tiiv e y c e , ç iç e k ta C ina b e n z e y e n . tü y û s
ﺗﻴﻮس
(a.i. te y s 'in c . ) : te k e le r, e r k e k k e ç i-
ler. ( b k z : e ty â s , tiy e se )
1299
T T„
u
اﺀ ﺀ
(a .h a .) : O s m a n l I .a lf a b e s in in ''e li f " v e
" a y in ” ile b a ş l a y a n
k e lim e le rin d e n
k a lın
ucbe
ر ب
( a . s . ) : 1. p e k t a ş k ı n , c o ş k u n . 2. p e k
ucm
t a ş k ı n se l s u y u ,
وﺑﺎر١( f . i .) : in i lt i, a ğ la m a , ¥ (a.i. a b d 'd e n ) . ( b k z : U beyd). ı ı b e y d - â n e ( ﻋﺒﻴ ﺪاﻧ ﻪa .f .z f .) : lc u lc a g ız a , ûbâr
k ö le y e
ﻋﺒ ﻮدﻳ ﺖ 2. a ş ı r ı
[ b ir in e ] .
( a . i . ) : 1. b i r s u y u n ö te y a k a s ı n a g e ؟-
“Ç i'râ -y i y e m â n î " d e n i l e n ؟o k p a r l a k b i r y ıld iz .
ر
( a . i . ) : y ü z e k ş iliğ i, ؟a t i k ç a tı k lı ğ ı,
s o m u rtk a n lık . u b û set
ﻋﺒ ﻮ ﺳ ﺖ
b u lu n d u ğ u
ﻋﺠﺎ ب
،
ﻋﺠﺎ ب
ﺻﺎ ك
(a.s. u c b e 'd e n ) : ؟o k
( a . i . ) : 1. a c e le o l a r a k y a p ı l a n şey.
İc â le t, u c â le t).
( ﻋﺠﺈﻟ ﺖa.i.). ( b k z : İc â le t, u cle). ( ﻋ ﺤﺎﻟ ﺔa .z f .) : a c e le y le , a c e le
u c â le te n
؟a b u k ؟a b u k , ( b k z : ic â le te n ) .
م١ ( ﺀجa . i . ) : ؟e k ir d e k . ب٠ ( ﺀجa . i . ) : k e n d i n i b e ğ e n m i ş l ik .
ucâm ucb
1300
m ü d e r r is B a h â e d d in
ç e v ^ lm iş 4 0 0 b e y itlik m a n z u m
ûd
رد
b i r İû g a t
آ
( a . i . c . : a 'v â d , î d â n ) : 1 . a ğ a ؟, o d u n , ( b k z :
h â ş e b ).
2.
ö d a ğ a c ı.
ûdü'l-karh : hek. udâl ﻔ ﺎ ل
ﻋ
3. miiz.
u t.
b i r ؟e ş it y a r a ,
( a . i . ) : 1 . z o r lu k , ç a r e s i z l i k .
2. hek.؛ D â-i
؟â r e s iz , t e d â v î e d i le m e y e n [ h a s t a l ı k l .
udâl. Derd-İ u d â l :
ا
؟â r e s iz d e r t ,
( a .i.c .: e d â h î ) : 1. k u ş lu k v a k ti
k e s i le n k u r b a n .
2.
k u rb a n .
udhûlc, udhûke
،
d ı h k 'd e ı ı ) : g ü l ü n ؟
2 . k o la y c a h a z ı r l a n m ı ş e lk ita b ı. (blcz : u c le , u c â le t
M a l k a r a 'l ı
îd-i udhiyye
:
k u r b a n b a y r a m ı , ( b k z : î d - i a d h â ).
ş a ş ıla c a k , fa z la g ü l ü n ؟şey. u c â le
A y a s u l u g 'd a
s ır a d a
ta r a fın d a n , A r a p ç a v e F a r s ç a d a n T U rk ç e y e
udhiyye -
( a . i . ) : y ii z e k ş iliğ i, ؟e h r e ؟a tik -
İığ ı; s o m u r t k a n l ı k . ucâb, uccâb
( a . i . c . : e â c î b ) : p e k a c â y i p şe y ,
k it a b id i r .
m e . 2 . b i r b a ş k a t a r a f a g e ؟m e , g e ç ilm e , a t-
س
٠ا ﺀ ﺟ ﻮ ﺑﺎ
u'cûbetü'l-garâib :
A rz -1
la m a . M ü r û r ü u b û r : g e lip g e ؟m e . 3. a s t r .
ubûs
( a . i . ) : d il t u t u k l u ğ u ; t u t u k t u t u k
g a r ip , ş a ş ı l a c a k şey.
(a.i. a b d 'd e n ) : 1. k u ll u k , b a ğ lılık
-
u'cûbe
u b u d i y e t : b a ğ l ı l ı ğ ı n ı b i l d ir m e ,
ﻋﺮو
(a .s. a c m â 'ı n c . ) : d i li n d e t u t u k l u k
k o n u şm a.
u b û d ( ا ر دa.i. e b e d 'i n c . ) : e b e d le r , s o n s u z lu k la r.
ubûr
-
ucrae
y a k ı ş ı r y o ld a , ( b k z : U b e y d â n e ).
k ö le lik .
( a . i . ) : a c e le ile , ؟a b u c a k y a p ı l a n İş.
o la n la r .
ubeyd
u b u d iy e t
( a . i . ) : ş a ş ı l a c a k şe y . ( b k z : a c ib ).
( b k z : İc â le t , u câ le t) .
z a m m e l i l e r i n i n s e s in i v e rir, ubâb
-
ucle ٠ ﺀﺟﻒ
اﺿﺤﻮك
(a .i. d a h k v e
şe y , g ü l ü n e c e k şe y , k o -
m e d i.
udhûke-perdâz
اﺿﺤﻮﻛﻪ رداز
(a .f.b .s .) : g ü ld ü -
r ü c ü , k o m ik .
udhûme o la r a k ,
اﺿﺤﻮﻣﻪ
( a . i . ) : b o h ؟a> y a s t ı k , [e s k id e n
b â z ı k a d ı n l a r , b e l l e r i n i i n c e g ö s t e r m e k İ ؟i n k ı ç l a r ı n ı n ü z e r i n e b a ğ la r la r m ı ş ] .
Udi
رد ى
( a .s .) :
1. miiz.
u t ؟a la n .
2. bot.
؟i m i n d e o l a n y a p r a k l a r , * b itk ile r .
u t b i-
uhreviyyât udlûle
ا ﺿﻠ ﻮﻟ ﻪ
(a.i.) : d o g r u y o ld a n s a p m a , sa -
p i t m a [“ h id â y e t '' i n z ıd d ı].
udûl ( ﻋ ﺪ و لa.i.) : 1. s a p m a , y o ld a n ç ık m a . 2. g e r i d ö n m e , v a z g e ç m e , (blcz : n ü k û l) . 3. ( â d d 'i n c.) : â d il, a d â le t s â h i b i o la n la r , h a k d a n a y r ı lm a y a n la r , h a k lc i y e r i n e g e tire n le r . Hey'et-İ udûl : huk. jü r i.
udvân
ﻋ ﺪ وا ن
اﻓﻐ ﻪ
(a.i.) : 1. in c e d e r i. 2. s ü n n e t e d il e n
d e r i. ( b k z : g u l f e ) .
ufkiyye
اﻓﻘﻴ ﻪ
(a.s.): [“u f k î " n i n m ü e n .l . ( b k z :
u fk i zelzele : jeol. * y a ta y d e p r e m , fr. séisme horizontal. (a.i.) : 1. u f u k . 2. astr., top. h e r h a n g i
b i r y e r i n ç â k u l h a t t m a a m u t (* d ik ey ) o la n v e r a s a t â l e t i n i n " o b je c tif " m e r k e z i s e v iy e s in d e b u l u n a n m e v h u m p a r a l e l o la n d ü z le m le r .
d ü z le m le o n a
[ A r a p ç a d a k i a s il
u g lû ta
y a n ı l t m a c a , b i l m e c e , b u lm a c a ,
:
(b k z : uh-
ا ﻏﻠ ﻮ ﻃﺎ ت
u g lû tâ t
(a.i. u g l û t a 'm n c . ) : y a n ı l t m a -
c a la r , b ilm e c e le r , b u l-m a c a la r . ( b k z : e g a lit).
ا ﻏﻴ ﻪ
u g n iy y e
(a.i. g ı n â 'd a n . c . : e g a n i ) : ç a r k ı,
u g n i y y e t i i 'l - e g a n i
(ş a r k ıla r ın
ş a rk ıs ı): H z.
m â n â s ı : " n a h iy e , t a r a f ” d ır], [H a z r e t- i
v â h id i y y e
ve
H a z r e t- i
ü lû h i y y e 'd e n ib â r e tt ir ] .
ufk-ı hakîkî : astr., top. A r z 'ın m e r lc e z in d e n g e ç m e k ü z e r e h e r h a n g i b il' y e r i n ş â k u l î h a t t m a a m u t (* d ik ey ) d ü z le m in s e m â k ü r e si ile a r a k e s iti.
ufk-ı hayât : h a y a t u f k u , g ö r ü ş *açısı, uflc-ı hissi : astr., top. r â s ı d ı n b u l u n d u ğ u n o k t a d a n A r z s a t h ı n a “ta n g e n t e " o l a r a k g e ç e n u f u k d ü z l e m i n i n s e m â k ü r e s i ile a r a k e s itid ir .
uflc-1 m er'î : astr. r â s ı d ı n g ö z ü n d e n ç ı k a n ış ık h a t l a r ı n ı n A r z s a th ıy la te m â s e t t i g i n o k t a l a r d a n g e ç ip ş â k u l î h a t t a a m u t (*dik e y ) b u l u n a n m e v h u m d ü z le m in s e m â k iire s i ile a r a k e s iti,
ufk-ı meserret : s e v in ç u flcu . ufk-ı miibhem : b e li r s i z u f u k , ufk-ı mübîn : tas. k a lb m a k a m ı n ı n s o n m e r te b e s i.
ufk-ı m ünevver : p a rla lc u fu lc. ufk-ı saâdet : m u t l u l u k u f k u , ufk-ı sevdâ : se v g i u f k u , ufk-ı çâm : a k ş a m ı n u f k u .
u g v iy e
اﻏﻮﻳﻪ
( a . i . ) : b e lâ , m u s ib e t , ( b k z : b e l i y y e ,
d â h iy e ). u g t û b e ^
١( a . i . ) : a z a r , t e v b i h , t e k d ir ,
. اﺣﺒﻮش
u h b û şe
( a . i . ) : t ü r lü k a b ile le r d e n m e y -
d a n a g e le n c e m a a t .
ا ﺣ ﺠﻴ ﻪ
u h c iy y e
( a .i .) : b ilm e c e ,
y a n ıltm a c a .
( b k z : l u g a z , u g lû t a , U h c i iv v e ) . u h c iiv v e
ا ﺣ ﺠﻮه
( a .i .) : b ilm e c e ; y a n ılt m a c a .
(b k z : lu g a z , u g lû ta , u h c iy y e ).
ufk-ı a'lâ : tas. r u h m a l c a m m ın s o n m e r te b e s i.
۶ (a.i.) :k e k r e lik , ( اﻏﻠﻮﻃﻪa.i. g a la t 'd a n . c . : e g â lît , u g lû tâ t )
u fû s e tc ^
S ü l e y m â n 'ı n lcitab ı.
u fk i ( ا ﻓ ﻘ ﻰa.s.) : *yatay , b i r s a t h a m u v â z î o la n , fr. horizontal.
اﻓﻖ
( a . i . ) : 1 . p i s k o k u . 2 . ilt ih a p , y a n -
t ü r k ü ; n a g m e , İ lâ h i.
u f k i) .
ufuk
ﻋﻔﻮ ﻧ ﺖ
g ı.
c iy y e , u h c iiv v e ).
(a.i. a d iiv 'd e n ) : 1. d ü ş m a n l ı k ,
( b k z : a d â v e t, z a h l) . 2 . h a k s i z li k , z u liim .
ufka
u f k - ı z â h i r î : a s t r . ( b k z : u f k - ı m e r 'i ) . u fû n e t
uhde
ﻋ ﻬﺪه
(a .i. a h d 'd e n ) : 1 . s ö z v e r m e , b i r
İŞİ ü z e r i n e a lm a , ( b k z : t a a h h u d , t e k e f f ü l, v a 'd ) . 2 . v a z i f e , b i r i n i n ü z e r i n d e b u l u n a n İş. 3 . y a p m a , b e c e rm e . 4 . .s o r u m lu lu k , ( b k z : m e s 'û liy e t ) .
E l-u h d e tii
a l e 'r - r â v î :
d ogru
o lu p o l m a m a s ı m e s 'u l i y e t i , r i v â y e t e d e n e â itt ir . uhdûd
ا ﺧﺪود
( a .i.) : h e n d e k , y a r ık , (b k z : u h -
k u k ). u h d û se
اﺣﺪوﺛﻪ
(a .i.): ş a ş ı l a c a k d e r e c e d e u y d u r -
m a h ab e r. uhkuk
ا ﺧﻘ ﻮ ق
("k u ” u z u n o k u n u r, a .i.) : h en -
d e k , y a r ılc . ( b k z : u h d û d ) . u h râ
ﻧ ﻤ ﻰ١(a .s.)
: b a ş k a , d ig e r . l " â h a r " ı n m ü -
e n n e s i.]. M e r r e t e n b a 'd e u h r â : b i r k a ؟d e fa , t e k r a r t e k r a r . N e ç 'e - i u h r â : â h i r e t h a y a t i, öbür
g e liş .
u h râ
(tan b u rd a
Zâde
f i 't - t u n b û r i b ir
nagm e
n a g m e te n
daha
a r ttı):
m e c . y e n i b i r f i k i r d a h a k a t ild i, u h re
ا ﺧ ﺮه
( a . i . ) : 1 . b ir ş e y i n s o n u . 2 . g ö z u c u ,
g ö z ü n k u y r u g u . 3 . e g e r in a r k a s ı n d a k i s i v r i u cu . u h r e v i , u h r e v i y e اﺧﺮوﻳﻪ،
( اﺧﺮوىa . s . u h r â 'd a ı ı ) :
â h i r e t e â it, â h i r e t le ilg ili, u h r e v iy y â t
اﺧﺮوﻳﺎت
( a . i . c . ) : â h i r e t le i l g i l i İşle r;
â h i r e t b a h s i.
1301
uhrûn
uhrûn اوﻫﺮون
( f . s . ) : k ıs ır , d o ğ u r m a y a n [ k a d m
v e y â h a y v a n ] , ( b k z : u k r e ).
uht ا ﺧ ﺖ
uht İi-eb : fer.
ukalâ' ﻋ ﻘ ﻼ ﺀ
ö l ü n ü n b a b a b i r k ı z k a r d e ş i,
n i k a h l a m a k s û r e t iy le ilci k ı z k a r d e ş le e v le n m e . (a.i. a h d 'ı n c.) : a h i d le r ; y e m i n l e r ;
a n la ş m a la r [a ğ ız d a n v e y â y a z ılı-],
uhûd-i atika
c .) : 1.
" u k a la
a k ı l l ı la r , a k ı l l ı
d ü n b e le ğ i”n d e n
b ilm e d iğ i h a l d e : "a k ıllılık , b ilm iş lik ta s l a y a n , a k ı l l ı g e ç i n m e k is t e y e n " m â n â l a r ı n a k u l l a n ı l ı r o lm u ş t u r ] . ukam
ﻋ ﻔ ﺎم
(“ k a " u z u n o k u n u r , a .s .) ؛p e k ş id -
uhuvvet ا ﺧﻮ ت
ukar
: y ü r ü r lü k t e k i a n la ş m a la r ,
1.
( a .i.) :
2. mec.
k a r d e ş lik .
d o s t-
uhuvvet-i e f k â r :
( a . f . b . s . ) : k a r d e ş g ib i d a v -
( z f . ) : k a r d e ş ç e s in e .
( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . c . : a lca b e ,
ı k b â n ) : 1. k a r a k u ş , k a r t a l, ta v ş a n c ıl k u şu . 2 . H z . M u h a m m e d 'i n
a le m
c a k ) l e r i n d e n b i r i n i n a d i.
(b a y ra k ,
3. astr.
san -
N e s ir b u r-
( " k a " u z u n o k u n u r, a .i .) : 1. şarap ,
2 . liik s m o b ily a .
ﻋ ﻜﺎ ظ
( a . h . i . ) : M e k k e - i M i i k e r r e m e 'n i n
y ı l b i r a y k a d a r b u r a d a y i y i p İ ؟ip , a lı ş v e r i ş -
y e r i. [ " İ k â z ” o k u n u ş u d a v a r d ır ].
ukba ( ﺀﻫﻰa . i . ) : 1 . c e z â . D âr-ı u k b a : a h i r e t . ukde
ﻋﻘﺪه
ukab-ı âhenîn-m inkar ( d e m ir t a l ) : mec. u z u n s a p l ı b a lt a , mec.
( ؟Öİ k a r t a l ı ) :
g a g a lı k a r -
2 . a h ire t, ö b ü r d ü n y â .
(a .i. u k a d ) : 1 . d ü ğ ü m ,
ukde-i a'râs
: n ik â h d ü ğ ü m ü ,
ukde-i lis â n :
cu , K a r t a l ta k ım y ıld ız ı,
ukab-ı m elâ
ﻋ ﻘﺎ ر
t e n s o n r a k a r ş ı l ı k l ı ş iir o k u d u k l a r ı p a z a r
r a n a n , k a r d e ş g ib i, d o s t ç a ,
uhuvvet-kâr-âne اﺧﻮﺗﻜﺎراﻧﻪ
(a.s. a k i m 'i n c . ) : k ıs ır la r , z iir ri-,
y a k ın ın d a b u lu n a n v e A r a p ta ife s in in h e r
fik ir k a rd e ş liğ i,
uhııvvet-kâr اﺧﻮﺗﻜﺎر
ﻋ ﻘ ﻤﺎ ﺀ
( b k z : b â d e , h a b U k , h a n d e r i s , r a l ı î k , s a h b â ).
U kâz
lu k , b a ğ l ı l ı k .
ulcab ﻋ ﻘ ﺎ ب
ukam â'
y e ti o lm a y a n la r.
: e sk i a n la ş m a la r,
uhûd-i m er'iyye
k o n u ş a m a m a , tu tu lm a ,
ukde-i nuhâ-i ş e v k i : anat.
o m u r ilik * s in ir
düğüm ü.
k ö tü k im s e ,
ukde-i re's
:
astr.
b ir g e z e g e n in Z o d y a k ü z e -
r i n d e y ü k s e l m e n o k t a s ı, ( a .i .) : to z , d u m a n , (b k z : g u b â r ).
ukabân ﻋ ﻘﺎﺑﺎ ف
: ("k a ” u zu n
o k u n u r , a .f.b .i.
u k a b 'm c.).
ukabl ﻋ ﻘ ﺎ ﺑ ﻰ
u k d e 'n i n
c .) :
C e n â b ıh a k . 3 . C e n â b -1 H a k .
ukad-ı le n fâ v iy y e : hek.
( s ır a c a ),
k o l t u k a lt ı n d a ( k ö p e k m e m e s i ) , k a s ı k la r d a ( h ı y a r c ı k ) b u l u n a n şişler,
1. anat., biy.
b o ğ u m l a r , d ü ğ ü m le r .
ukadât-1 a s a b ic e
:
ukadât-1 h aşvim e
:
anat. anat.
g e z e g e n in
* y ö r ü n g e n in y ü k s e ld iğ i
y ö rü n g e n in
* ؟ ؛o rg a n s in ir d ü -
g ü m le r i.
ukadât-1 lenfâviyye : anat. 2. bot., fiz. d ü ğ ü m l e r .
a lç a ld ığ ı
n o k ta.
ukde-gir
r $
ﻋﻘﺪه
( a .f .b . s .) : 1 . d ü ğ ü m l ü .
2 . m ü ş k ü l , z o r. 3 . ş ü p h e li.
ل
ﻋﻘﺪه
( a .f .b . s .) : z o r l u ğ u y e n e n ,
( b k z : h a l l â l- i m ü ş k i l â t , h a l l â lü '1 - u k a d ) .
ukdetân
ﻋﻘﺪﺗﺎن
(a .i.c .l. ( b k z : u k d e t e y n ) .
ukdeteyn ﻋ ﻘ ﺪ ﺗ ﻴ ﻦ
(a .i.c .) :
astr.
b ir s e y y â re n in
( * g e z e g e n in ) Z o d y a k ü s t ü n d e k i m a h r e k i n i n (* y ö r ü n g e s in in ) ik i u c u .
sin ir b o ğ u m la r ı.
Zodyak
n o k ta.
ukde-güşâ ا
koyunda
(o .i. u k d e 'n i n c . ) :
b ir
ü z' ؟r i n d e a l ç a l m a n o k t a s ı,
ukde-i z e n e b : astr.
1. d ü ğ ü m l e r . b e z le r . H allâlü '1-u k ad : b ü t ü n d ü ğ ü m l e r i ؟ö z e n , m ü ş k ü l l e r i y e n e n , mec. (a.i.
ukadât ﻋ ﻘ ﺪ ا ت
ukde-i s ü flâ : astr. ukde-i u ly â : astr.
(“ k a ” u z u n o k u n u r , a .s.) : k a r t a l a
â it, k a r t a l l a ilg i l i ; k a r t a l g ib i,
1302
(a.i. â k ı l 'i n
2 . [b iz d e
d e tli, ؟o k se r t.
uhûd ﻋ ﻬ ﻮ د
ukad ﻋ ﻘ ﺪ 2. anat.
o la n la r .
k i n â y e o l a r a k v e m i i f r e t ş e k lin d e , b i r ş e y
a n a b i r k ız k a r d e ş .
uhteyn ( ا ﺧ ﺘ ﻴ ﻦa . i . c . ) : i k i k ı z k a r d e ş . Cem'-i u hteyn : b i r i ö ld ü k t e n s o n r a d i ğ e r i n i
ukâb ﻋ ﻜﺎ ب
*b e y in s i b o -
g u m la r.
( a .i .c .: a h a v â t ) : k ız k a r d e ş .
uht li-ümm : fer.
ukadât-1 şib h-m uh iyye : anat.
[b ir in e “ ؛u k d e -i
re 's ” , ö t e k in e " ؛z e n e b ” d e n ir ].
ukdevi د و ى
(a.s.) ؛u k d e , d ü ğ ü m , y u m a k b i -
؟i m in d e o la n . le n f b o ğ u m la r ı.
ukdeviyye
٠ﺀﻗﺪوﻷ
(b k z :u k d e v i) .
(a .s.) “[ ؛u k d e v î ” n i n m iie n .].
ulufe ukdi
ﻋﻘﺪى
(a .s.) ؛a n a t. b e z e m e n s u p ; b e z g ib i.
( ﻋﻘﺪﻳﻪa . s . ) :
u k d iy y e
u k u l - i a ç e re : A r i s t o t a k s i m i n e g ö r e a k l i n o n m e r t e b e s i.
u k d i y y ü 'ş - ş e k l : b e z ş e k lin d e o la n , [ " u k d i " n i n m ü e n .] . ( b k z :
u k u l - i z a ife e r b â b ı, e s h â b ı:
( ﻋﻘﻴﺪa . i . ) : d ü ğ ü m c ü k , u k h u v a n ( ﻋ ﻘ ﺤ ﻮا نa . i . ) : b o t.
p a p a t y a , lâ t. a n t-
( a . i . ) : 1 2 8 3 g r. i l k e s k i b i r a ğ ı r l ı k
ﻓ ﻢ
اﻗﻪ
( a . i . ) : 1. ta ç o d a v e y â k u lü b e , k ü m e s .
اﻗﻌ ﻮم
İn a n c ın ın
( a . i . c . : e k â n î m ) : a s il, u n s u r , r ü -
a y ı'ı a y r ı u n s u r l a r ı : e b
(b a b a ),
v e y â d iş i h a y v a n i n h â li. 3 . m e c . n e t ic e a la m a m a . 4 . ed . m a n z û m e n i n e n p a r l a k o la n
s â h ip le r i ,
ﻋﻘ ﺮه
( a . s . ) : lcısır, d o ğ u r m a y a n
اﻗ ﺴ ﻮ ﻣ ﻪ
re k e t e d e n b i l g i l i k im s e le r ,
k a t la r .
اﻗﻄﻮﻋﻪ
ﻋ ﻘ ﻮﺑﺎ ت
("k u ”
u zun
oku n ur,
a.i.
u k u b e t 'i n c . ) : 1. c e z â la r . 2 . e z iy e tle r , İ ç k e n c e le r, a z a p la r .
ukubet
ﻋﻘ ﻮﺑ ﺖ
ﻋﻘﻮد
u zun
o k u n u r,
a .i.c .:
(“ k u '' u z u n o k u n u r , a .i. a k d 'i n c . ) :
a k it le r , b a g la r , ş a r t la r , t a r a f l a r c a y a p ı l m a s ı k a r a r l a ş t ı r ı l ı p k a b û l e d ile n ş e y le r . S û r e - i
u k u d : K u r 'â n 'ı n 5. s û r e s i, u k u d - i t ic â r iy y e : t i c â r î a k itle r . u k u d ü '1 - c e v â h i r : m ü c e v h e r d iz ile r i, ukûf
ﻋﻜﻮ ف
( a . i . ) : b i r ş e y e d e v â m e tm e lc ü z e i'e
i k b a l g ö s t e r m e , g ö s t e r iş ,
ﻋﻘ ﻮ ق
ukuk
(" lc u ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : a n a y a
b a b a y a â s î o lm a , (b lcz : a k k ).
ukul
ﻋﻘ ﻮ ل
u zun
ok u n u r,
a.i.
ca.
(b k z : u ğ lû ta , u h c iiv v e ).
اوﻟﻰ
(a .i. z û 'n u n c .) : s â h ip .
u lle y k ( ﻋﻠﻴ ﻖa . i . ) : b o t. ç it s a r m a ş ı ğ ı , k a h k a h a
u lû
اوﻟﻮ
(a .i. s â h ip le r . ( b k z : u li).
u l ü 'l - a z m
( a z im
s a h ip le r i):
A l l a h 'ı n
ver-
d i g i v a z i f e y i e n i y i ş e k i ld e y e r i n e g e t i r e n p e y g a m b e r le r . [H z . N u h , H z . i b r â h i m , H z . M û s â , H z . îs â v e H z . M u h a m m e d ].
("k u ”
u k u b â t ) : 1 . c e z â . 2 . e z iy e t , iş k e n c e , a z a p ,
ukud
("g u ”
ç iç e ğ i. (a .i. k a t 'd a n ) : i l g i y i k e s m e k i i z e -
re g ö n d e r ile n , v e r i l e n şe y .
ukubât
اﻟ ﻐ ﻮ ز ه
l u g a z 'd a n ) : k a p a l ı s ö z ; b i l m e c e , y a n ı l t m a -
u li
k ı s m e t , h is s e , n a s ip , p a y .
u k tû a
m ü d e rr is ,
u l e m â - y i ı ı l l â m : h u k . f ı k ı h â li m l e r i , a v u -
[k a d m
(a.i. k ı s m e t 'd e n . c . : e k a s i m ) :
[e v v e lc e
u l e m â - y i â m il in : i l i m , b i l g i s i g e r e ğ i n c e h a -
v e y â h a y v a n ], (b k z : u h rû n ).
uksû m e
(a.i. â li ı n 'i n c . ) : â lim le r , i l i m * b i lg in le r ,
k a d ı g i b i i l m i y e m e n s u p l a r ı n a d e n ir d i],
u lg u z e
rin d e n v e r ile n m u a y y e n b ir pay.
. (a .i. u lb e 'n i n c . ) : 1 . b ü y ü k k u t u la r .
u le m â ' ﻋ ﻠ ﻤ ﺎ ﺀ
b e y t i . 5. h u k . t o p r a k s a h ib in e , t o p r a k g e li-
u k re
د ب
2 . f ıç ıla r . 3 . s a n d ık la r .
ta se ]. ( a . i . ) : 1. k ıs ı r l ı k . 2 . d o ğ u r m a z İ c a d ın ın
( a . i . c . : İlâ b , u l e b ) : 1. b ü y ü k k u t u .
k a p s ü lle r .
ib n ( o g u l), R û h ü 'l - k u d ü s . [fe ls. fr. h y p o s -
ﻋﻘﺮ
ئ
2 . f ı ؟ı. 3 ٠s a n d ı k . 4 . k â s e le r , k a b la r . 5 . b o t.
u le b
k ü n ; H ı r i s t i y a n l ı ğ ı n b i r a r a d a " ü ç A l l a h ''
ukr
( a . s . ) : b i r i n c i , i l k [ e v v e li n m iie n n e s i] .
ü n v â n ı : " s a â d e t l ü e f e n d i m h a z r e t le r i '' d ir.
u lb e
2 . d a g t e p e le r in d e t a ş t a n y a p ı l m ı ş k ilis e ,
uknûm
(a.s.) : ç a n v e ş e r e f s â h ib i [k im s e ] ,
او ق
û lâ
( a .i .) : 1. k ıs ırlık , ç o c u k y a p m a m a .
2 . v e r im s iz lik .
ukne
(a.i. a k s 'i n c . ) : a k is le r , ç a r p m a l a r ,
R ü t b e -İ û l â : m i i l k i y e d e b i r p â y e o lu p r e s m i
ö lç ü s ü .
ukm
z a y ıf
y a n k ıla r .
u lâ ض
h e m is n o b ilis .
ا وﻗﻴ ﻪ
ﻋﻜﻮ س
ukûs
ukeyd
û k ıy y e
a k lic a
o la n la r .
u k d i) .
( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. a k l 'ı n c . ) :
u l ü 'l - e b s â r : g ö r ü ş k a b i l i y e t i n d e o l a n k i m s e le r. F a 't e b i r û y â û l i 'l - e b s â r : e y d i k k a t l e g ö r e n le r , ib r e t a li n !
u l ü 'l - e l b â b : a k ı l l ı k im s e le r , u l ü 'l - e m r : p â d i ş â h , k a n u n v â z ı ı , b u y r u k s a h ib i, h ü k ü m d a r ,
u l ü 'n - n ü h â : a k ı l l ı k im s e le r , u lû f
اﻟ ﻮ ف
(a.s. e l f i n c . ) : 1. b in le r . Â h â d - i ulûf>
A ş e r â t - ı u lû f, e v in in
M iâ t - 1 u l û f :
m a t.
b ir in c i, ik in c i, ü ç ü n c ü
b in le i"
r a k a m la r ı .
2 . [ A r a p h a r f l e r i n i n i l k i v e A l l a h k e lim e s in i n i l k h a r f i o l a n " e l i f '' i n c.] : b ir le r , te k le r,
u lû fe
ﻋﻠ ﻮ ﻓ ﻪ
(a.i.
a le fd e n .
c . : a lâ if, u l ü f ) :
a k lila r , z ih in le r , u s la r . E h l - İ u k u l : a k ı l l ı -
1 . h a y v a n y e m i . 2 . s ip â h ile r e , y e n iç e r ile r e
lar.
(ü ç a y d a b ir ) v e r i l e n m a a ş .
1303
ulû.e deflet! u lû fe d e f t e r i : ta r. k a p ık u lu a sk e rin in v e a c e m i o c a ğ ın d a b u lu n a n la r ın k ü n ye leriy le, g ü n lü k u lû fe m ilc ta rla rın m y a z ıld ığ ı d e f ter.
lu ask erin e u lu felerin d a ğ ıtım ı İ ؟in sa ra y d a y a p ıla n tören. u lû fe - c i y â n ﺟﻴﺎ ن
( a .i.) : u lû feciler.
ta r. k a p ık u lu s ü v â r îs im teşk il ed en atlı b ö lü ğ ü n “ u lû fe c iy â n " d e n ile n ik isin d e n ilk in in adi.
( ﻋﻠﻮﻓﻪa.f. b . i . ) :
ta r. k a p ık u lu s ü v â r îs im te şk îl ed en atlı b ö lü ğ ü n "ıılû fe c iy â n ” d en ilen ik isin d e n ik in c is in in adi.
u l û m - i s iy â s iy y e : siyâsî ilim ler, u l û m - ı ş e r 'i y y e : şeriat ilim le ri, şeriat b ilg ileri.
ﻋﻠﻮﻓﻪ
(a .f .b .s .c .: u l û fe - h â r â n ) :
u lû feci, u lu fe si olan. u lû fe -h â râ n ﺧ ﻮا را ن
u l û m - i t â liy e : i'd â d î m ek tep lerin d e (b u g iin liselerde) ö ğ retile n bilgiler,
ﻋﻠ ﻮ ﻓ ﻪ
la n ilim ler. u lû m u f i i n û n : ilim le r v e fenler, te o rik v e
(a.f.b.s. u lû fe -h â r'ın
c . ) : u lû fe cile r, u lû fe si o lan lar.
p ra tik bilgiler. u 'lû m e I —. ( ا ﻋ ﻠ ﻮa .i.c .: e â l î m ) : n işa n , alâ m et,
( ا ﻟ ﻮ ﺑa .i.) : A lla h l ı k sıfatı. T a n r ı-
ilk v a sfı.
ﻋﻠ ﺮ م
u l û m - ı t a 'l im iy y e : m a te m a tik ilim leri,
u lû m - ı z â h i r e : m e d re se ilim le ri d ış ın d a k a -
u lû fe -h â r ﺧ ﻮا ر
işâret. u l i i f ( ﻋ ﻠ ﻒa.i. u lû fe 'n in c . ) : 1 . ulu feler, yem ler.
(a.i. İlm 'in c.-): ilim le r, b ilgiler.
D â r i i'l - u l û m
(ilim le r
yu rd u ):
m ed re se ,
m ek tep , d ersh ân e.. g ib i yerler, u lû m - i a k l i y y e : tabiat v e m a te m a tik gib i alcıl esâ sın a d a y a n a n bilgiler, u l û m - i â liy e : g ra m e r-s in ta k s gib i, b a şk a b ilg ile rin ö ğ re n ilm e sin e y a r a y a n bilgiler, u l û m - i â liy e : tefsir v e h a d is ilim leri, u lû m - i a m e l i y y e : ta rih , c o ğ r a fy a , h en d ese, İlm -i n ü c û m g ib i ilim ler, u l û m - ı c iiz 'iy y e : d în î ilim le rd e n a y rıla n k ü ؟iik kollar. u l û m - i d i n i c e : d in bilg isi, u l û m - ı e d e b iy y e : ed ebi ilim le r, bilgiler, u l û m - i g a r i b e : g a y b d e n h a b e r v e rm e , fala b a k m a g ib i bilgiler. u lû m - i h i l e m i z e : a h lâ k v e e şy â h a k ik a tin i m e v z û y a p a n b ilgiler. u l û m - ı h ilc m e t-i t a b i i c e : f iz . * fiz ik b ilim leri, *fiz ik b ilg ile ri. u l û m - ı h u k u k i y y e : h u k . k a n u n la rla ilg ili ilim ler, bilgiler. u l û m - i k ü l l i y y e : b ü tü n d în î ilim ler, d în î bilgiler.
u l û m - i r iy â z iy y e : m a te m a tik b ilgiler,
u l û m - i t a b i i c e : ta b ia t b ilg ileri,
u l û fe - c i y â n - 1 y e s â r ﺟﻴﺎ ن ﻳ ﻤ ﺎ ر
u l û h iy y e t ﺖ
ler. u l û m - i n e fs â n iy e : r u h ilim leri, r û h î b ilg iler.
ﻋﻠﻮﻓﻪ
u l û f e - c i y â n - 1 y e m in ( ﻋ ﻠ ﻮ ﻓ ﻪ ﺟﻴﺎ ن ﻳ ﻤ ﻴ ﺰa.f. b . i . ) :
1304
m i ؟bilgiler. u l û m - ı n a k l iy y e : h a d is, tefsir, fık ıh g ib i n ak il v e riv â y e t ü ze rin e k u r u lm u ş o lan b ilg i-
u lû fe d î v â n ı v e y a u lû fe t e l h i s i : ta r. icaplku-
u lû m
u lû m - i m ü te â re fe : h erk esin b ild iğ i, ta n ın -
2 . sip âh î, y e n iç e r i m a a şla rı, u l i i f ( ﻋ ﻠ ﻒa.i. u lû fe'n in c.). (b k z : ulûfe). u l ii v v ( ﻋ ﻠ ﻮa .i.) : y ü k s e k lik , b ü y ü k lü k , y ü c e lik , ( b k z : v â lâ y î). UİÜVV-İ c e n â b : â lice n a p lık , kerei'n, c ö m e rtlik.
UİİİVV-İ h i m m e t : g a y re tin , h im m e tin b ü y ü k o lm ası.
UİİİVV-İ n e se b : s o y u so p u y ü k s e k . UİÜVV-İ ş â n : şa n v e şerefin y ü k s e k o lm ası. UİİİVV-İ t i n e t : y a ra d ılış y ü k s e k liğ i, u l v â n ( ﻋ ﻠ ﻮ ا تa .i.) : 1. ö v ü n m e , (blcz : tefâh ü r). 2 . m ek tu p v e y a z ı b a şlığ ı, u lv i, u l v i y y e ﻋ ﻠ ﻮ ﻳ ﻪ
، ﻋﻠ ﻮ ى
( a .s .) : 1. y ü k se k ,
y ü c e , (b k z : âlî, b ü len d , refi'). u l v i n ih â d â n : y ü k s e k y a ra d ılış lıla r. 2 . gö ğe veyâ
m ânevi
G ü n e ş'ten ؟o k olup
âlem e
u z a k lık la r ı,
m en su p .
3 . astr.
D ü n y â 'n m k in d e n
d e v r-i m e r'ile rin d e b ü tü n
gö k-
y ü z ü n ü d o laşır g ib i gö l'ü n en g e z e g e n le r : M e r ih ve M ü ş te r i gibi. 4 . i. [b irin cisi] erkelc, [İkincisi] k a d ın adi. u lv iy y â n ﻋ ﻠ ﻮ ﻳ ﺎ ن
(a.i. ıılu î'd e n . c . ) : 1. b ü y ü k
m elâikeler. 2 . h. i. E re n d iz , M ü ş te r i (]ü p iter) v e S ek e n d iz , Z u h a l (Sa tü rn ).
umûr-i âdiyye
ulviyyât ﺀﻟﻮ؛ا ت
(a .i. u l v î 'd e n . u l v i y y e 'n i n c . ) :
m a 'n e v î y ü k s e k l i k l e r , y ü c e l i k l e r ,
ulviyyet ﻋﻠﻮﻳﺖ
m iib â re k y e r le r in i z iy â r e t e tm e ,
umre-i nebevi:
c e lik , b ü y ü k l ü k .
( a . i . ) : [e s k id e n ] İ ş ç ile r e ö d e n e n
( a . i . ) : 1 . d a y a n ı l a c a k , g i i v e n i le -
c e k şe y , k i m s e , y e r ; d a y a k , d a y a n a k , d e s te k . 2 . ilk e , p r e n s ip . 3
٠h e rlc e s in
g iiv e n d ig i,
umûhet ﻋ ﻤ ﻮ ق
umdetü'1-islâm : büyük İslâm âlimi imâm-ı -Gazzâlî. umdetü'1-ma'nevî: tas.
umûm ( ﻋﻤﻮمa .i. â m m 'd a n ) : 1. u m û m î (* g e n e l) o l m a . 2 ٠h e p , b ü t ü n , c ü m l e , h e r k e s . 3 . b ü umûm ve husûs-1 mutlak : mant.
k e lim e a r a s ın d a k i n i s b e t : “ h e r in s a n c a n -
s e m â v â tın
m â b ih -
h a y v a n i n s a n d e ğ i ld i r ..'' g ib i,
umûm ve husûs min vech : mant. lim e g ib i.
d e r i n l i k k ü lte s i,
(a.i. â m i l 'i n c . ) : İ d â r e m e 'm u r la r ı ;
( a . i . ) : u lu , b ü y ü k , e n g in d e n iz ,
o kyan u s.
ummân-1 adem : U m m ân ﻋ ﻤﺎ ن
y o k l u k d e n iz i.
k ıy ışın d a n
H in d
k ı y ı l a ı 'ı n a
ve
g ü n e y e d o g r u u z a n a n a ç ı k d e n iz . B a h r - İ U m m â n : H in d O k y a n u su , u m râ ﻋ ﻤ ﺮ ا
(a.i. O m r 'd e n ) : h u k . k e n d is in e b a -
ğ ış y a p ı l a n k i m s e n i n ö lü m ü h â l i n d e b a ğ ı ş la n a n ş e y in b a ğ ış la y a n a v e y a m ir a s ç ıla r ın a g e r i v e r i l m e s i ş a r t ı y l a y a p ı l a n b a ğ ış , u m rân ﻋ ﻤ ﺮا ن
( a . i . ) : 1 . m a 'm u r lu k , b a y ı n d ı r -
ille, b a y ı n d ı r l a ş m a . 2 . m e d e n iy e t , ile r le m e , r e f â h v e s a â d e t , m u t lu lu k , u m rân î ﻋ ﻤ ﺮا ﻧ ﻰ
( a . i . ) : 1 . m a 'm u r lu k , b a y ı n d ı r -
l ı ğ a v e m e d e n iy e t e â it, m a 'm u r l u k l a , b a y m d ı r l ı k l a v e m e d e n iy e t le ilg ili, u m r â n i y y e ٠ ( ﺀ ﻣ ﺮ يa . s . ) : [“ ı ı m r â n l 'n i n m ü e n .] . ( b k z : u m râ n î).
umrâniyyet ﻋﻤﺮاﻧﻴﺖ
umûm-hâne sermâyesi: * g e n e l e v k a d ı n ı , umûmî, umûmiyye ﻋ ﻤ ﻮ ﺑ ﻪ، ﻣ ﺎ٠ ( ﺀﻣﻮa . s . ) : u m û m a , h e r k e s e â it, h e r k e s le i lg ili. Afv-İ umûmî ( u m u m î a f f ) : b ü t ü n s u ç l u l a r ı n s a l ı v e r i lm e s i . Ahvâl-İ u m û m ice ؛u m û m î v a z iy e t (* g e n e l d u ru m ). Emniyyet-i u m û m iy y e
( a .lı.i.) : A r a p Y a r ım a d a s ın ın
g ü n e y - d û ğ u k ö ş e s i o l a n g e n iş k ıt 'a v e b u lc ıt 'a n ın
( a . z f . ) : b ü t ü n , h e p ; h e r k e s e o l-
umûmet ( ﻋﻤﻮﻣﺖa .i.) a m c a o l m a , a m c a l ı k , umum-hâne ( ﻋﻤﻮﻣﺨﺎﻧﻪa .f .b . i .) : * g e n e le v .
v â lîle r , m u t a s a r r ı f l a r .
ıımmân ﻋ ﻤﺎ ت
“beyaz"
ﺀ
d u g u g ib i.
( a . s . ) : d e r i n l i k l e * ilg ili.
ummâl ﺀﻣﺄل
a ra s ın d a k i n is b e t : “ in s a n ",
umûmen ﻋﻤﻮﻣﺎ
( ﻋﻤﻖa . i . ) : d e r i n l i k , ( b k z : g a v r ) . u m k a n ( ﻋﻤﻘﺎa . z f . ) : d e r i n l i ğ i n e , u m k ı y y e t ( ﻋﻤﻘﻴﺖa . i . ) : d e rin lilc . um k
b ir m a d -
d e d e to p la n ıp , ik i m a d d e d e a y r ıla n ik i k e -
t u t a n şe y .
ﺀﻣﻬﻰ
y a ln ız
b ir i ö te k in in b ü tü n e fr â d ın ı c â m î o la n ik i
i t - t e m e s s iik i i y â n î s e m â la r ı m i i r t e f i ' v e â lî
umkî sahrâ : j e o l.
( a . i . ) : y a p ı l a c a k İş d e , t u t u l a -
c a k y o l d a t e r e d d iid e t m e , d u r a k s a m a ,
il o lm a b a k ım ın d a n h a y v a n d ır , fa k a t h e r
îtim â d ı o la n k im s e .
um ki
H z . M u h a m m e d 'i n h a c f a r -
z o lm a d a n e v v e lk i h a c c i.
t ü n i n s a n l a r , b ü t ü n h a lk ,
g ü n d e l i k ü c r e t , ( b k z : İm â le ),
umde ﻋ ﻤ ﺪ ه
( a .i.c .: u m u r â t ) : h a c m e v s im in in
d ı ş ı n d a K â b e 'y i v e M e k k e - i M i i k e r r e m e 'n i n
(a .i. u l ü v v 'd e n ) : y ü k s e k l i k , y ü -
ulyâ ( ﻋ ﻴ ﺎa . s . ) : p e k (d a h a , e n , ç o k ) y ü c e . Atebe-i ulyâ : p â d i ş â h k a t i. Mehd-İ ulyâ : p â d i ş â h a n a s ı. Mısr-1 ulyâ : y u k a r ı M ı s ı r , [a'lâ n m m ü e n n e s i d i r ] . umâle ﻋ ﻤﺎﻟ ﻪ
umre ﻋ ﻤ ﺮ ه
lis
(u m û m î
k u v v e tle r i
genel
e m n iy e t):
m ü d ü r lü ğ ü .
po-
Harb-İ
umûmî ( u m û m î l r a r p ) : d ü n y â s a v a ş ı. Müdîr-i umûmî: u m u m (* g e n e l) m ü d ü r . Müdîriyyet-î umûmiyye: u m u m m ü d ü r l ü k ( * g e n e l m ü d ü r l ü k ) . Târih-İ umûmî: u m u m î (* g e n e l) t â r ih ,
umûmî mutabakat: umûmiyyat ﻋ ﻤ ﻮ ﺑ ﺎ ت
*g e n e l u y g u n lu k , (a .i. u m û m i y y e t 'i n c . ) :
u m û m î (* g e n e l) m e v z u l a r ( * k o n u la r ) , u m û m î^ e t u m û m ilik ,
ﻋ ﻤ ﻮﺑ ﺖ b ir
ş e y in
( o .i.c .:
u m û m iy y â t):
h erk ese
â it
o lm a s ı,
* g e n e llilc .
umûmiyyetle : u m û m î (* g e n e l) o la r a k , umûr ( ا ﻧ ﻮ رa.i. e m r 'i n c . ) : 1 . İşler, h u s u s la r , m a d d e le r , ş e y le r . Müshilii'1-umûr : İş le ri k o l a y l a ş t ı r a n ; A l l a h . 2 . ö n e m v e r m e , a ld ı r m a , ü z e r i n d e d u r m a , İş s a y m a , İş e d in m e ,
(a .i.). ( b k z : u m r â n ) .
umûr-i â d i y l e
: hel. g ü n k ü İşler.
١3٠5
umûr-i adliyye u m û r - i a d l iy y e : h u k u k l a .i l g i l i iş le r,
ا ﻣ ﻮ ر ا ﻓ ﺎ ﻳ ﺎف
u m û r-â ş n â y â n
(a.f.b .s. u m û r -
â ç n â 'n ın c . ) : iş b ilirle r.
u m û r - i a k l i y y e : a k ı l l a * ilg ili işle r,
ﺀ ﻣ ﺮ' ت
u m u rât
u m û r - i â m m e : k a m u iş le ri,
(a.i. u m r e 'n i n c . ) : h a c m e v -
u m û r - i a s lc e riy y e : a s k e r lik iş le ri,
s im in in
u m û r - i b e y t iy y e : e v iş le ri,
M ü k e r r e m e 'n i n m i ib â r e k y e r l e r i n i z iy â r e tt e b u lu n m a la r.
u m û r - ı c â r iy y e : g ü n l ü k işle r,
u m û r-d îd e
u m û r - i c u m h û r : m i l l î işler,
( ا و ر ﻟ ﺪ هa .f.b .s.c .
ve
M ek k e-i
:u m û r-d id e g â n ):
اﻣﻮردﻳﺪﺳﻤﺎن
u m û r-d îd e g â n
u m û r - i d â h il iy y e n e z â r e t i : iç iş le r i * b a k a n
lığ ı.
d id e 'n i n
c.) ؛İş te n
(a.f.b .s.
a n la y a n la r ,
u m û r-
t e c r ü b e li
o la n la r .
u m û r - i d e v l e t : d e v le t iş le ri,
um yân
u m û r - i d ü n y e v iy y e : d ü n y â y a â i t işler,
um ye
n e z â r e t i : d ış iş l e r i
ﺀ م—ان
(a.s. a 'm â 'n ı n c . ) : k ö r le r , ( b k z :
n â - b în â y â n ) .
u m û r - i h â r ic i y y e ؛d ış iş le r, u m û r - i h â r ic i y y e
*ba
k a n lı ğ ı.
unât
ه٠( ﺀمa.s.) : a z g ın , g ii m r a h . ( ﻋﻔﺎ تa.i. â n î 'n i n c . ) : 1. e s irle r,
.t u t s a k l a r .
2 . â d i, a ş a ğ ı lı k k im s e le r ,
u m û r - i h a y r i y y e : h a y ı r iş le ri,
unayk -
u m û r - i m a â r i f n e z â r e t i : m i l l î * e ğ itim * b a
k a n lı ğ ı.
( a . i . ) : 1. b o y u n c u k , g e r d a n c ı k .
2 . h e k . d iş in t a c k ı s m ı ile k ö k ü a r a s ı n d a k i
küçük düğüm .
u m û r - i m â l i y y e : p a r a iş le ri, p a r a ile * ilg ili
işler.
unf j f u n fe n
u m û r - i m â l i y y e n e z â r e t i: m â liy e * b a k a n lı
ğ ı.
(a.i.) : ş id d e t, s e r tli k , k a b a lı k ,
١ ( ﺀشa .z f .) : ş id d e tle ,
e m ro lu n m u ş
işler.
m ü llc iy y e :
h a lk a
â it
،
ﻋﻴﻔ ﻰ
( a .s . ) : ş id d e tli, s e r t,
ﻋﻨ ﻔ ﻮا ن
( a . i . ) : 1. g e n ç liğ in v e g iiz e l-
l i g i n b a ş la n g ıc ı; b i r ş e y in t â z e l i k z a m â n ı . iş le r;
[ T a n z i m a t 't a n ö n c e ] iç iş le ri, u m û r-i m ü lk iy y e n e z â re ti ٠ . iç iş le r i * b a k a n
lığ ı.
2 . tâ z e lik ) p a r l a k l ı k .
Unfuvân-İ ş e b â b : g e n ç lik ç a ğ ı, tâ z e lik . unk
ص
(a .i.c.: a 'n â k ) : b o y u n , g e r d a n . D a r b - 1
u n k :b o y n u n u v u rm a ,
u m û r - i m ü s b it e : s â b i t o lm u ş işle r, u m û r - i n â f i a : b a y ı n d ı r l ı k iş le ri, u m û r-i n â fia n e z a re ti : b a y ın d ırlık * b a k a n
lığ ı.
u n k i i 'd - d e c â c e : a s t r . d e c â c e s û r e t i n i n m e ş h u r b e ş y ı l d ı z ı n d a n b ir i.
unkü'1-hayye ( y ıla n b o y n u ) : a s t r . y ı l a n şe k lin d e k i y ir m i b e ş y ıld ız ın e n m e ş h u ru ,
u m û r - i s e y f i y y e : ( b k z : u m û r - i a s k e r iy y e ). u m û r - i s ıh h ıy y e : s a ğ l ık l a * ilg ili iş le r, s a ğ l ık
iş le ri.
u n k û 'a
اذﻗﻮﻋﻪ
( " k u ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : s u o lu -
g u s a n d ı ğ ı, s u y u n a k a r k e n i r k i l i p b i r i k t i ğ i y e r.
u m û r - i s iy â s iy y e : p o l i t i k a iş le ri, u m û r-i t e v liy e t : h u k.
ﻋﺸﻪ
kaba. u n fu v â n
u m û r - i m ü h im m e : e h e m m iy e t li işler,
s e r tli k le , k a b a lı k la ;
z o rla . u n f i, u n f i ^ e
u m û r - i m e 'm û r e : y a p ıl m a s ı
[e s k id e n ] m ü t e v e ll i
t a r a f ı n d a n y a p ıl m a s ı lâ z ım g e le n işler, u m û r - i t ıb b i y y e ٠ . t ı p l a * ilg ili işler, u m û r - i z a b t iy y e : p o lis le * ilg ili işler, u m û r - i z â t iy y e : ş a h s a m a h s u s işle r, u m û r - i z i h n i y y e : z i h i n l i * ilg ili işler. u m û r - â ş n â ١-؛-> ؛Tj_p ٠١( a .f .b .s .c .: u m û r - a ş n â y â n ) :
iş b ilir , i ş t e n a n la r , ( b k z : k â r - â ş n â ) .
1306
K â 'b e 'y i
İ ş te n a n la r , t e c r ü b e l i [k im s e ],
u m û r - i d â h il iy y e : iç işle r,
u m û r-i
d ış ın d a
unkud
ﻋ ﺸﻮد
("k u ” u z u n
o k u n u r,
a .i.c .:
a n â k ı d ) : s a l k ım , m e y v a s a l k ım ı, u n k u d -i h e r e m i : ü z ü m s a l k ım ı, ü z ü m s a lk ı-
m i g ib i. unkudi
^ دى
( " k u ” u z u n o k u n u r , a . s . ) : 1. sa l-
k i m g ib i. 2 .b o t. S a l k ı m s ı , fr. g r a p p e u x .
( ﻋﻴﺎبa . i . ) : b o t. h ü n n a p ; ç iğ d e , u n n â b î ( ﻋﺎﺑﻰa.s.) ؛h ü n n a p r e n g i n d e , u n n â b iy y e ( ﻋﻨﺎﺳﻪa . i . ) : b o t . h ii n n a p g il le r .
unnâb
usâe-i nevâ.îyye ﻋﻨ ﻌ ﻞ
u n su l
(a .i.) : b o t. a d a so g a m . [ş u r u b u :
k a lb h a s t a l ı k l a r ı n a , k a n b o z u k l u ğ u n a v e z a t ü l c e n b e k a r ş ı k u l la n ı l ı r ] ,
ز
u n su r
( a .i .c .: a n â s ı r ) : 1. m ü re k k e p c i-
s i m l e r i m e y d a n a g e t i r e n b a s it c i s i m l e r i n h e r b ir i, e le m a n . 2 . b i r b ü t ü n d e n
a y rılıp
a y r ı b i r f ı r k a , h e y 'e t m e y d a n a g e t i r e n k ı s ı m . 3
٠m a d d e ,
esas, k ök .
n â z i l o la n m e r t e b e le r , A l l a h 'ı n b i r li ğ i n d e n b a ş l a y a r a k m a d d e â le m in e k a d a r s ı r a la n a n d e re c e le r , ؛a ş a m a la r ,
ى٠ﺀ ﺳﻢ
( a . s . ) : ؛e le m a n s a l, ؛O gesel.
u n û şe
اﻧ ﻮﻟ ﻪ
( a . i . ) : 1 . h u z u r , re fa h , r a h a t l ı k . bâde,
4 . m e rh a m e t;
ﻋﻨﻮه
u n ve ten
ر ر
ûr
s a h p â ). a d â le t.
3. m ecû sî
5. beğenm e,
( a . z f . ) : z o r la , c e b ir le ,
رى
(a .i.) :
1 . h e d iy e ,
arm agan .
( a . i . c . ) : ç ö l A r a p l a r ı , a ş ir e t le r ,
ر ﺟﺎ ن
(a .s. a 'r e c 'in c . ) : t o p a lla r , a k s a k -
ر ﺟﻮ ن
u rcû n
( a .i .c .: a r â c î n ) : 1. k u r u m u ş h u r -
(a.i.) : 1. n işâ n e ,
za rla rı. 4 . dip, k ö k . u rû s ص
( ر وa.i.) : e k i n v e y â m e y v a m a h s u l l e r i n i n z e k â tı.
ا ت٠ر و
(a.i. u r s v e u r u s 'u n c.) : d ü ğ ü n
رو ش
(a.i. a r ş 'ın c.) : a r ş la r , g ö k le r ؛ta v a n -
la r. u rû z
رو ض
(a.i. a r z 'ın c.) : 1. a r z l a r , k e y f iy e tle r ,
ر وا ﺀ
(a.i.) : h e k . S itm a , s ı tm a y a t u t u l m a ,
( b k z : te b ). (a.i.) : te s ti, k o v a v e b e n z e r l e r i g ib i
şe y le rin k u lp u ; k u lp .
M ü s lü m a n lık .
u r y â n ( ر ﻷ فa.i.) : ç ıp la k , ( b k z ؛b ü r e h n e ) .
رﻓﺎ
(a .s. â r i f 'i n c.) : â r ifle r , i r f a n s â h ib i
رى
(a .i.). ( b k z : ö r f ) .
اورﻓﻪ ﻣﺎ ﻫ ﻮ ر
( a .f .b . i .) : m ü z . U r f a
d a t e r k i b e d i l m i ş v e m â h u r l u b ir m ü r e k k e p
u rza
( ر ﻏ ﻪa.i.) : h edef, a m a ç , gaye, ( ﻋﻤﺎرهa.i.) : 1. ö zsu , sık ıla n şeylerd en
ر ﻓ ﻮب
("k u ”
u zun
ok u n u r,
a .i.c .:
a r â k i b ) : ö k ç e s i n i r i , t o p u k s in ir i,
ر ^ﻳ ﻰ
Ç1-
Usâre-İ h â s s ؛b o t. acı m â r u l d en ilen b ir otta n elde ed ilen h u lâ sa olu p asabi h a sta lık la rd a k u lla n ılır.
Usâre-İ h ü c r e v i y y e : b o t . lıü cre ö z su y u .
m a k a m d ır.
u rk u b i
(a.i.) : 1. ç ıp la k lık . 2 . k a b u g u p ek
k a n su. 2 . *b e sisu y u , fr. sève.
g ib i k lâ s ik ş a r k m ü z iğ in d e so n z a m a n la r -
u rk u b
ر ﻷﻓ ﻰ
ııs â r e
k im s e le r .
u rfa -m â h û r
u ryân î
in c e o lan b ir c in s eı'ik.
m a d a lı. 2 . b o t . a k o t.
u rf
اروم
u r y â n ii 'l - b ü z û r : b o t. a ç ık to h u m lu la r,
lar.
u re fâ
،
u r y ( ر ىa.i.) : ç ıp l a k lı k , ( b k z : b ü r e h n e - g i) .
b e d e v ile r . u rcâ n
د٠ارو
u r v e - i v u s k a , u r v e t ii 'l- v u s k a (sa g la m sap) :
2 . m is â fir e ç ık a r ıla n y iy e c e k ,
رﺑﺎ ن
(a.i. ı r k 'ı n c.) : ır k la r , k ö k le r , d a -
m a r la r .
u rv e ر و ه
را ﺿ ﻪ
u rb ân
u r û c - i î s â : H z . î s â 'n ı n g ö ğ e ؟ık ıç ı, a ğ m a s ı, u rû k ر و ق
u rvâ
(a.s. â r î 'n i n c . ) : ç ıp la k la r , s o y u n -
m u ş la r . u râza
(a.i.) : y u k a r ı ç ık m a , y ü k s e lm e ,
b il d ir m e l e r . 2. â r ı z o lm a , g e lm e ,
( a . i . ) : ç ı p la k l ı k ,
ﻋ ﺮا ت
u rû c ر و ج
u rû ş
(a.s. a've r, a v r â 'n ı n c . ) : 1 . t e k g ö z ü -
ler, t e k g ö z lü k im s e le r , ( b k z : y e k -ç e ş m â n ) .
u râ
( ر س ؛a.i. : a'râs, u ru sâ t) : dü -
y e m e k le r i.
2 . s ilâ h s ız , m ü h i m m a t s ı z o la n la ı'.
u râ t
ر
g ü n y e m e ğ i.
u ru sât
( a . i . ) : z o r, k u v v e t g ö s t e r m e ,
زة
urret ( ﺀ ر تa.i.) ؛u y u z h a sta lığ ı, (b k z : cereb). urs, urus س
alâ m e t. 2 . b a ş ın tepesi. 3 . A d k a v m in in m e -
a fe r in , [ n a z ı m d a “ U n û ş â " d e n ile b ili r ], unve
r in to p u k la r ın a y a k m y e rle rin c e ra h a tle n m e s ij.
u rU m , u rû m e
u n su ri
â y in i.
(a.i.) : hek. b ıc ı lg a n h a s t a lı ğ ı, [a tla -
u r û k - ı b e ş e r : in s a n ırk la rı.
u n s u r - ı s a v t : g r . se s , f o n e m ,
(b k z :
U /
agm a.
u n s u r - ı a 'z a m : ta s . H a z r e t-i e h a d iy y e tte n
2 . şa ra p ,
urne
(“ k u " u z u n o k u n u r , a . s . ) : u r k u b
a d l i b i r i n e m e n s u p , o n u n la i lg ili. A 'z â r - J u r k u b i y y e : ç e r d e n ç ö p t e n s e b e p le r e d a y a n a n ö z ü r le r , m â z e r e tle r .
Usâre-İ in e b ( ü z ü m s u y u ) : ş ıra . Usâre-İ m i'deviyye : anat. m i d e s a lg ıs ı.
Usâre-İ m ü s t a h z a r a : b o t. o n g u n b e s is u y u , fr. s è v e é la b o ré e . U s â re -İ n e v â t iy y e : b o t. ç e k ird e k ö z su y u , fr. s u c n u c lé a ir e .
1307
usât usât ( ﺳ ﺎ تa.s. â s î 'n i n c . ) : 1. â s île r, ita a ts iz le r , z o rlıa la r . 2. g ü n a h k â r l a r ,
e m i n , g ü v e n ilir ,
usbu' ( ا ﺻﻊa .i . c . : a s â b î ') : anat. p a r m a k , usefâ ( ﻋ ﺴ ﻐﺎ ﺀa.i. a s i f i n c . ) : 1. ır g a tl a r . 2 . r e n ç (a.i.) :
anat. a la n t o it .
ustumme ( اﺻﻌﻠﻤﻪa.i.). (bkz : uztum m e).
useybât ( ﻋ ﺼﻴﺒﺎ تa.i. u s e y b e 'n i n c . ) : bot. k ü ç ü k d a m a rla r.
useybât-1 ûlâ : bot. y a p r a ğ ı i k i k ı s m a a y ı r a n d a m a r la r .
r a n d a m a r la r ın ik i y a n ın d a n ç ık a n d a m a rla r.
useybât-1 sâlise : bot. u se y b â t-1 s â n i y e n i n ilci y a n ın d a n ç ık a n d a m a rla r,
useybe -
( a . i . c .: u s e y b â t ) :
bot. d a m a r ,
y a p r a ğ ı b i r t a k i m k ı s ı m l a r a a y ı r a n lif le r d e n h e r b ir i. ( a . i . ) : 1. b a l k a d a r t a t i l o la n k ü ç ü k
b i r şey. 2 . c in s i m ü n â s e b e t , ç if tle ş m e , (a .i.):
fels. ç o m a k , fr. bâtonnet.
usfûr ( ﻋﺼﻐﻮرa .i . c . : a s â f î r ) : s e r ç e k u ş u . USİÛC ( ﻋ ﻤ ﻠ ﻮ جa .i . c . : a s s â l i c ) : y e n i b e l i r m i ş a ğ a ç b u d a ğ ı.
( ﻋﺜﻤﺎنa.h .i.) : O s m a n . U s m â n î ( ﻋﺜ ﻤﺎﻧ ﻰa.s.) : 1. H z .
m a n O ğ u lla n .
İçin kabu l edilen on esas [ ؛ı. tövbe; 2. zühd: dünyâ nim etlerinden, şehvetten nefeini kesm e; 3. A lla h 'a tevekkül; 4. kanaat; 5. uzlet : h alk la tem âsı kesm e; 6. zik ir; 7. A llah 'a yönelm e; 8. m ürâkabe; 9. kend i n efsin in rızâsın d an çık ıp A lla h 'ın rızâsın a girm e. 10. takvâ].
(a.i.) : 1. g ü ç lü k , z o r lu k ; z o r İş.
2.
SI-
usrü'1-bevl: sidilc zorluğu. usrii'n-nefes : nefes darlığı, (blcz : zîk-i sadi"). usret ( ﻋﺴﺮتa.i.): ZOI', güçlük, zahmet, sıkıntı, zorlulc.
usret-ibel': hek. yutlcunma zorluğu. usret-i hazm : hek. h a z ı m ( S i n d i r i m ) g ü ç lü ğü.
usret-i teneffüs : hele, n e fe s d a r lığ ı. usret-i hayz : hek. re g l b o z u k l u ğ u [lc a d m la rûstâd و ﺗ ﺪ١(f.i.). ( b k z : ü s tâ d ) . ûstâh ( او ﺳﺎ خf.s.). ( b k z : ü s t â h ) .
usûl-i mıızâafa : m u h â s e b e d e y e v m iy e d e f c a k li h e s â b ı n ı n d a , b ir is i a k tif , d ig e r i p a s i f ta b l o l a r ı n d a o l m a k ü z e r e , a y n i z a m a n d a
k ı n t ı , d a r l ık , k ıt lı k .
da].
usûl-i hadis : h a d is i l m i n i n d a y a n d ı ğ ı p r e n -
t e r in e b o r ç l u h e s â b ı n ı n k a r ş ılı ğ ı o la n a la -
( ا ﺻ ﻤ ﻮ خa.i.) : 1. kulak, (bkz: sımâh,
üzn). 2. kulak deliği.
1308
usûl-i aşere : tas. seyr ve sülûke giren m ürit
sip le^; h a d i s m e to d o lo jis i,
Usmâniyân ( ﻋﺜﺎﻧﻴﺎفa.h .i.c .) : O s m a n l I la r , O s -
J—J
2. b ir ilm in veyâ tekn iğin asil m evzûun dan önce öğrenilm esi gereken esas, başlan gıç bilgi. 3. başlan gıç. 4. yol, yöntem , tertip, m etod, nizam , kaide, düzen, fr. méthode. 5. b irin in soyun dan gelm e kim seler; ana veya baba tarafın d an atalar,
b a h s e d e n ilim ; f ı k ı h m e to d o lo jis i, O s m a n 'l a ilg ili.
2. O s m a n l I l a r a â it, O s m a n l I la r la ilg ili.
u sr
İarın A rz'a n azaran y ü k se k lik derecesini b u lm akta k u llan ılan âlet,
usûl-i fıkıh : f ı k ı h i l m i n i n p r e n s i p l e r i n d e n
U sm ân
u sm û h
usturlâb ( اﻣ ﻄﺮﻻ بa.i.) : astr. [eskiden] yıld ız-
usûl ﺻ ﻮ ل١ (a.i. : asl'ın c.) : 1. asillar, kökler.
useybât-1 sâniye : bot. y a p r a ğ ı ik i k ı s m a a y ı-
useyye -
ûstâz غ٠( ا و طf.i.). ( b k z : ü s tâ z ). u s t u l , l e - ١(a٠i.) :ü s tü p ü .
b e r le r .
useyb -
useyle ب
ûstâm ( ا و ﻣ ﺘ ﺎ مf.i.) : 1. a l t ı n v e y â g ü m ü ş t e n y a p ı l m ı ş a t e g e ri, ü z e n g i, ( b k z : ü s tâ m ) . 2. s.
k a y d e d ilm e s i h â li d ir , [b u m e t o d a â i t il k b ilg ile r 1294 y ı l ı n d a r â h i p L u k a s P a ç io lo 'n u n : " S u m m a d e A r i t m e t ic a G e o m e tr i P r o p o r t i o n i e t P r o p o r t i n a l i t a " a d il e s e r in d e g ö r ü l m ü ş v e b u u s û l e " İ ta ly a n u s û l ü ” d e d e n ilm e lc te d ir].
usûl-i terbiyei ınevâşî : zir. z o o te lc n i. usûl erkân : y o l y ö n te m , usûl ve fürû : fık. b i r k i m s e n i n lc e n d in d e n ö n c e k ile r iy le s o n r a k ile r i, a t a l a r ı v e ç o c u k İa rı.
usûlî, usûliyye اﺻﻮﻟﻪ، ﺻ ﻮ ﻟ ﻰ١ (a.s.) : u s û l e â it, u s u l le ilg ili, fr. méthodique, usûüyyât ( ا ﺻ ﻮﻟﻴﺎ تa.i.c.) : u s u l, m e t o t b ilg is i, fr. méthodologie.
uyun usûüyyûn ( اﺻﻮﻟﻴﻮنa.i.c.) : 1. u s û l - i f ı k ı h v e y â u s û l - i h a d i s b il g in l e r i . 2 ٠m e t o d a b a ğ lı k a -
Uşşâkıyye ﻋ ﺸ ﺎ ﻗ ﻪ
( a .h .i .) :
tas. H a lv e tiy y e
t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b ir i. ؛X V I. a s ı r b a ş la r m d a H a s a n H ü s â m e d d i n e l- B u h â r î ta r a -
l a n l a r , fr. méthodistes,
usur ( ﻋ ﻤ ﻮ رa.i. a s r 'ı n c.) : * y ü z y ılla r , ( b k z :
f m d a n k u r u l m u ş t u r , (d. 8 8 0 - (1475) - ö . : 1001 (1592)1.
a'sâr).
us'us ( ﻋﻤﻌ ﺺa.i.) ؛anat. k u y r u k s o k u m u ,
uşşâk-mâye ﺛﺎ ق ﻫﺎﻳﻪ٠( ﺀa.f.b .i.): m üz. T iirk m ii-
( ﻋﺶa.i.). ( b k z : u şş ). uşak ( اﺷﻖf.i.) : kim. a m o n y a k , uşb ( ﻋﺸﺐa.i.) ؛tâ z e o t. uşeyyâ ( ا ﺷ ﻴ ﺎa.i. e ş y â 'd a n ) : e ş y â c ık la r ,
uççâk-nevrûz ( ﻋﺜﺎ ق ﻧﻮروزa .f .b .i.) : miiz. Tüı٠k
üş
zigin in en az beş altı a sırlık b ir m ürekkep m ak am ı olup n üınûnesi k alm am ıştır. m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p
küçük
şe y le r.
m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,
uşşâk-selmek ( ﻋﺸﺎق ﺳﻠ ﻤ ﻚa .f .b .i.) : miiz. T ü r k
uşîr ( ﻋ ﺸ ﻴ ﺮa.i.) : tâ z e o t, tâ z e ç a y ır.
m ü z iğ in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p
u ş ş ٧L ; ( a . i . ) ؛k ıış y u v a s ı.
m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,
uşşâk-şehnâz ( ﻋﺸﺎق ﺷﻬﻔﺎزa.f.b .i.) ؛miiz. T ü r k
uşşâk ( ﻋ ﺜ ﺎ قa.i. â ş ı k 'm c.) : 1. â ş ık la r . Uşşâk-I dil-figâr : y ü r e ğ i y a r a l ı â ş ık la r . 2 . müz. T i i r k m ü z i ğ i n d e 5 n u m a r a l ı b a s i t
m ü z iğ in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p
m a k a m ( in ic i ş e k l in e b e y â tî d e n m i ş t ir ) , ؟o k
uşve ( ﻋ ﺸ ﻮ هa . i . ) : g e c e le y in u z a k t a n g ö r ü n e n
ta b i i b i r d iz i a r z e d e n u ş ş a k , e n e s k i v e e s a s
m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,
a te ş .
h is s iy e t İ ç in iy i k u l l a n ı l ı r s a e n y ü k s e k bil-
Utârid ( ﻋﻄﺎردa .h .i .) : astr. A r z ıt il e k ( M e rk ü r). Kalem-i utârid-rakam : U t â r i d g ib i y a z a n
İf â d e v â s ıta s ı o la b ilir . A s i r l a r d a n b e r i e n
k a le m . ؛B u s e y y â r e y e ( g e z e g e n ) p a z a r g e -
ç o k k u l l a n ı l m ı ş o la n u ş ş a k , b u g ü n e li m i z -
c e s i ile ç a r ş a m b a h â k i m d i r . B u n u n a l t ı n d a
m a k a m la rd a n d ır.
A şk , g a r â m , t a s a v v u f i
d e k i T i i r k m ü z i ğ i e s e r le r i i ç e r is i n d e b i r i n -
d o ğ a n la r , a n la y ış lı, k a v r a y ış lı, z e k i, k u r n a z
c i g e lm e k te d ir . M a k a m , u ş ş a k d ö r t l ü s ü n e
o lu r la r ] .
p û s e l i k b e ş lis i ilâ v e s in d e n ib â r e t t i r . D u r a k d ü g â lı " İ â ” v e g ü ç lü - d ö r t l ü ile b e ş l i n i n b ir l e ş ti k le r i d ö r d ü n c ü d e r e c e o la n - ııe v â "re " p e r d e l e r i d ir . M a k a m ç ık ıc ı o l a r a k s e y r e d e r .
u tâ t
( ﻋﺘﺎ تa.i. â t î 'n i n c . ) : â sîle r, "( ﻋ ﻔ ﺎk a ” u z u n o k u n u r,
u te k a
u tm , u tiim
l u r ( u ş ş a k d ö r t l ü s ü n ü n s e g â h p e r d e s i İç in ).
u tm e
m iil â y im d ir . P e s td e n tiz e d o ğ r u o ı'ta se k iz l i s i n d e k i s e s le ri ş ö y le d ir : d ü g â h , s e g â h , ç â rg â h , n e v â , h ü s e y n i, acem , g e rd â n iy e ve m u h ay y er.
uşşâk-aşîrân ( ﻋ ﺸﺎ ق ﻋ ﺸﻴ ﺮا نa.b .i.) : m ü z . T ii r k daha
m ü z iğ in in esk i
b ir
ta h m in e n
üç
a s ırd a n
m ü rek k ep
m a k a m ıd ıı- .
K a n t e m i r o g l u 'n u n d a rb -1 f e t ih p e ş r e v i elim i z d e k i te k n ü m û ı ıe s id i r . U ş ş â k ile o n u n şe d d in d e n
b ir
p a rç a n ın
b i r le ş m e s i n d e n
a .s. a t i k 'i n c . ) :
a z a t lıl a r , a z a t o lm u ş k ö le le r, c â riy e le r .
D o n a n ı m ı n a " s i” İç in k o m a b e m o l ü k o n u D iz is in d e n is e b - i ş e r if e 'd e n 8 t â n e o lm a k la
s e r k e ş le r ,
ﻋﺘﻤﻪ
e
( a . i . ) : b o t . y a b a n i z e y t i n a ğ a c ı,
( o .i .) : b o t . z e y t i n i m s i m e y v e , [h iin -
n a p , İğ d e., v.b. g ib i].
utrûfe ( ا ﻃ ﺮ و ﻓ ﻪa.i. t u r f e 'n i n c.) : t u h a f a z b u l u n u r şey.
utrûş ( اﻃﺮوشa . s . ) : s a ğ ır, ( b k z : k e r )؛. utûfet ( ﻋ ﻄ ﻮ ﻓ ﺖa . i . ) : İ û t u f n e z â k e t ؛ş e f k a t, ( b k z : a tû f e t) .
utum ( اﻃﻢa . i . ) : 1. k ö ş k , ( b k z : k â h , k a s r ). 2. ta ş d u v a r ; ta ş y a p ı.
utiivv ( ﻋ ﺘ ﻮa . i . ) : 1. k i b i r v e a z a m e tle k a r ı ş ı k s e r k e ş lik . 2. a y a k la n m a , ( b k z : İs y â n ). uvvâr ( ﻋ ﻮا رa .i .c .: a v â v î r ) : 1. d a ğ k ır la n g ı c ı.
i b â r e tt ir . u ş ş â k - g e ı d â n i y y e ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ
ﻋﺸﺎق
(a.f.b .i.) : m ü z .
2. s. k o r k a k [a d a m ].
(a.f.b .i.) : T ü r k m ü -
uyUb ( ﻋ ﻴ ﻮ بa.i. a y b 'ın c.) : a y ıp la r, k u s u r la r. Setr-İ uyûb : a y ıp l a r ı ö r t m e , g iz le m e . Settârü'l-uyûb ( a y ıp la r ı ö r t e n ) : A lla h ,
z i g i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a -
uyûn ( ﻋﻴﻮنa.i. a y n 'ın c.) : 1. g ö z le r. 2. p ıııa rla ı-,
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r , u şşâ k -g e v e şt
ﻋ ﺸﺎ ق ﺳﻤﻮﺷﺖ
k a r n i o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r .
k a y n a k la r .
,309
uyûnü'1-bakar u yû n ü '1-b ak ar: iri ve siyah tâneli bir ؟eşit
üzüm.
( ﻋ ﺰ ﺑ ﺖa.i.): bekârlık, ergenlik, gençlik,
(bkz: uzûbet). ( ﻋﻈﻤﺎﺀa.s. azim'in c .): büyükler, şeref ve mevki bakımından büyükler. uzem â-yi d e v le t : devletin büyük adamları, u zeym ﻳ ﻌ ﺘ ﻢ.i.c. :uzeymât) :kemikçik,
uzemâ'
uzeym ât
( ﻋﻈﻴﻤﺎتa.i. uzeym'in c .): kemikçik-
ler.
(a.i.) : 1. h e r ş e y i n a sil. 2. in -
uzûbet
ﻋﻨﻮﺑﺖ
(a.i.) : ta t l ı l ı k , ş i r i n l i k , l a t if li k .
ıızûbet-i lisân : d i l t a t lı lı ğ ı, t a t i l d il li li k , uzûbet
ﻋﺰوﺑﺖ
(a.i.) : b e k â r l ık , e r g e n l ik , ( b k z :
u z b e t) .
u zv ( ﻋ ﻔ ﻮa.i.c. : a'zâ) : 1. O r g a n , v ü c û d u n m ü s t a k i l p a r ç a s ı. 2 . b i r t o p l u lu ğ u , b i r b ü t ü n ü m e y d a n a g e ti r e n * ü y e le r d e n h e r b ir i.
hiss : * d u y a k .
U Z V -İ
U Z V -İ t e 'n î s ؛b o t . ı) d iş i o r g a n ; 2) a r k e g o n .
sem 'iyye: anat. kulaktaki Sandûka-İ tabİ'ın (davul sandığının) etrâfında bulunan dört küçük kemik, uzeyvât ( ﻋﻔﺠﻮاتo.i. uzeyve'nin c.): uzuvcuklar, küçük uzuvlar. uzeyvât-1 h u rd e-b in iyye: hek. hurdebinle '(mikroskop) görülebilen uzuvlai'; baleteriler. uzfû r ( ا ﻇ ﻔ ﻮ رa.i.): 1. tırnak, (bkz: zufr). 2. asma filizi. uzîm â ( ا و ﻧ ﻴ ﺎa.i.): hek. vücudda bir yerin, ağrısız ve ateşsiz olarak şişmesi. uzeym ât-1
uzîm â-i m iz m â r : anat. nefes borusunun
yukanki deliğinin şişmesi, uzlet ( ﻋ ﺰ كa.i.) ؛bir yana ؟ekilip kendi kendine tenhada yaşama, yalnızlık köşesine ؟elcilme. (bkz : İnzivâ). uzlet-gâh
( ﻋ ﺰﻟ ﺘ ﻜﺎ هa.f.b.i.): yalnızlık köşesi,
tenhada oturulan yer. ( ﻋﺰ ﻟﺘﻜﻪa.f.b.i.). (bkz : uzlet-gâh).
uzlet-geh
uzlet-giizin
( ﻋﺰﻟﺘﻜﺰﻳﻦa.f.b.s.): yalnızlık köşe-
sine ؟ekilen, tenhada yaşayan, (bkz ؛uzletnişîn). uzlet-nişln ( ﻋﺰﻟﺖ ﻧ ﺸ ﻴ ﻦa.f.b.s.): tenhaya ؟ekilip yalnız yaşayan, (bkz: uzlet-güzin). uzlûfe ( اﻇﻠﻮﻓﻪa.i.): yalçın kaya, kayalık, uzm r
ا ﺿ ﻄﻤﻪ
s a n ı n i r k v e n e s e b i, ( b k z : u s t u m m e ) .
u yû n ü 't-tevarîh : tarihlerin lcaynakları. uzbet
uztum m e
( ﻋﻆa.i.c.: a'zâm): lcibirlenme; ululan-
ma.
U Z V -İ
tezkir : bot.
U Z V -İ
zâika : anat. t a d a l m a * o rg a n ı,
e rk ek o rg a n .
uzvâniyye ( ﻋ ﻀﻮاﻧﻴﻪa.i.) : fels. O rg e n c ilik , fr. organicisme.
ﻋ ﻀ ﻮﻳ ﻪ
uzvi, u z v i ^ e
،
ﻋﻀﻮى
(a.s.) : u z v a â it,
K im yâ-yi u zvi : uzvi, o r g a n i k k im y a , fr. chim ie organique. G ayr-i uzvi : c a n s ız , i n o r g a n i k , fr. inorganique. u z u v la
ilg ili,
c a n lı,
o rg a n ik .
uzvi sahrâ : je o l . * o r g a n ik k ü lte ,
ﻋﻀﻮﻳﺖ
u z v iy e t
(a.i.) : 1. c a n lililc . 2 . * o r g a n iz -
m a.
uzzâl
ﻋ ﺰا ل
(a.i.) : miiz. T ü r k m ü z i ğ in d e 10
b a s i t m a k a m . H ic a z a ile s i d e n il e n 4 b a s i t m a k a m d a n b ir id i r . H ic a z ile p e k y a k la ş ır (U z z â l.'d e n b a ş l ıc a e s e r le r d e h ic a z 'd a g ö s te r il m l ş ti r ) .
U z z â l, h ic a z b e ş l is i n e
uşşak
d ö r t l ü s ü ilâ v e s in d e n ib â r e t t i r . U m û m i y e tl e ç ık ıç ı, n â d i r e n in i c i o l a r a k k u l l a n ı l m ı ş t ı r . D ü g â h " İâ " p e r d e s in d e d u r u r . G ü ç lü s ü - b e ş li ile d ö r t l ü n ü n b ir le ş t iğ i b e ş i n c i d e r e c e o la n h ü s e y n i " m i ” p e r d e s id ir . N is e b - i ş e r if e 'd e n d iz is in d e 7 t â n e o lm a k la m ü l â y i m 'd i r ٠D o n a n ı m m a "si" b a k iy y e b e m o l ü ile " fa ” v e " d o ” b a k iy y e d iy e z le ri k o n u r . O r t a s e k iz liS in d e k i seslei-i - p e s td e n ti z e d o ğ r u o lm a k ü z e r e - ş O y le d ir: d ü g â h , d i k k ü r d î , n i m ilic a z , n e v â , h ü s e y n i, ev ic , g e r d â n iy y e v e m u hayyei".
( ﻋ ﺰ ﻣ ﻰa.s. a'zâm'dan): daha (en, pek, ؟ok) büyük, [a'zam'ın miiennesi). B e li^ e -İ u z m â : ؟ok büyüle dert. Sadâret-İ u z m â : yüce sadrâzamlık mevkii,
uzzâl-acem ا٠( ر ا ل ﺀ جa.b .i.) : miiz. T ü rle m ü -
( ﻋﺰﻣﻪa.i.): 1. birinin mensûb olduğu âile. 2. akrabâ. 3. aşiret.
uzzâl-hiiseyni
uzm â
uzme uzret
( ﻋ ﻨ ﺮ تa.i.): önde olan perçem, sa ؟.
(bkz: perçem). 1310
z i g i n i n b i r k a ؟a sirlile m ü r e le k e p m a le a m ı o lu p
z a m â m m ız a
k a lm ış
b ir
"
y o k tu r . m ü z iğ in in m akam ı
ﻋﺰال ﺣﺴﻴﻨﻰ b ir k a ؟
o lu p
(a.b .i.) : miiz. T ü r k
a s ırlık
b ir
z a m â m m ız a
n ü m u n e s i y o k tu r .
m ü rek k ep k a lm ış
b ir
٧ü
ü
ع
،
ا
(a .h a .) O s m a n l I a lf a b e s i n in " e l if ” v e
" a y in ” ile
b a ş la y a n
k e li m e l e r i n d e n
h a fif
z a m m e li le l 'in s e s in i v e r ir . ü j ( f . e . ) . ( b k z :v e ) .
t a k s i m e d il e n te r e k e s i n d e n b i n d e y i r m i o lm a s ı k a n u n ile t â y i n o lu n m u ş t u ] ,
ücûm
ﺟﻮم١( a . i . ) : k a le , p a l a n k a , ( ﺟ ﻮa .i.): s u y u n re n g i
ücûn 1ف
( اﺑﺎبa . i . ) : ş id d e tli, t a ş k ı n s e l s u y u , ü b b e h e t ( ا ﺑ ﻬ ﺖa . i . ) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , ( b k z : übâb
a z a m e t, m e h a b e t, iib h e t) . ü b b e h e t l ü : s a d r a z a m l ı k t a n a y r ı lm ış o la n l a -
ve ta d ın m b o -
z u lm a s ı .
ücûr
ﺟﻮر١(a.i.
e c r 'i n c . ) : e c irle r) s e v a p la r.
İ i c û r - i c e z i le : b o l s e v a p la r,
ş ı r s û r e tte . M a 'r û z â t - 1 ü b e y d - â n e : d e ğ e r s iz
( اﺟﻮراتa.i. ii c r e t 'i n c . ) : ü c r e tle r , ( اﻟﺪاﺀa.i. e d i b 'i n c . ) : e d ib le r, y a z a r l a r , i i d r e ( اﻟﺪهa . i . ) : a n a t . k a s ı k y a r ı ğ ı, ü f ç e ( اﻓﺠﻪf . i . ) : b o s t a n k o r k u l u ğ u . ü f f ، j ١( a . n . ) : of!
k u l u n u z u n b i r m a 'r û z â t ı o la r a k .,
üfhûd
r i n r e s m i ü n v â n ı. übeyd
¥
(a.i. a b d 'd e n ) : 1. lc u lc a g iz , k ö le c ik .
2. erk elc a d i. U m m - İ ii b e y d : k u r a k ؟Öİ. ü b e ^ ^ d -â n e
übhet
ذ ت١ب
اﺑ ﻬ ﺖ
( a .f .z f .) : d e ğ e r s iz k u l a y a k ı-
( a . i . ) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , [ a s i l :
" ü b b e h e t ” d ir]. ( b k z : ü b b e h e t) . iib ü v v e t
اﺑ ﻮ ت
(a.i. e b b 'd e n ) : b a b a lı k , atalılc.
( b k z : p e d e r i) . iib ü v v e te n
اﺑﻮة
(a.zf.) : b a b a l ı k c ih e tiy le , a t a l ı k
s ıfa tıy la . ücâc
اﺟﺎج اﺟﻢ
(a.i.) : a c ı su , t u z l u su . ( b k z : âb-1 ş o r 1, (a.i. e c m e 'n i n c . ) : s ik a ğ a ç lık la r . Ç îr- i
ü c e m : g a y e t k ü k r e m i ş y ı r t ı c ı a r s la n . ü c re t
اﺟﺮت
üdebâ'
ﻓﻬﻮد١( a . i . ) : y e ti ş m iş , s e r p ilm iş ؟o c u k , ﻓﻜﻮﻫﻪ١( a . i . ) : ş a ş ıla c a k , ş a ş ıp k a l ı n a c a k
üfkûlıe
şey. ( b k z : u 'c û b e ).
اﻓ ﻮ ن
üfnûn
( a . i .c . : ü c û r â t ) : 1. h i z m e t k a r ş ı l ı ğ ı
v e r i le n p a r a v e y â m a l. B ü â - ü c r e t : p a r a s ız , ( b k z : m e c c â n e n ). Ü c re t- İ k a d e m i y y e : a y a k te r i a d i a l t m d a v e r i l e n p a r a . 2 . n a k liy e , p o s t a , te lg r a f , d e m i r y o lu v e s â ir e y e v e r i le n p a r a . Ü c re t- İ s u k û k : [e s k id e n ] k a d ı l a r t a r a f ı n d a n a l ı n a n h a r ؟v e r e s im , [ h ü c c e t te n 25 a k ؟e> s ic ild e n 7 a k ؟e, n i k â h t a n 12 a k ؟e, ö l ü n ü n
( a .i .c .: e f â n î n ) 1 ؛. h a l, n e v i, ؟e şit,
c in s . 2 . s a ؟m a s a p a n s ö z , d e d ik o d u . 3. k a r i ş ı k d a lla r .
üftâde
ş û r â b , ş û r â b e ). ücem
ü c û râ t
اﻓﺘﺎ د ه
( f .s .c . : ü f t â d e - g â n ) : 1. d ü ş m ü ş ,
d ü ş k ü n ; b iç â r e . 2. â ş ık . 3. i. k a d m a d i.
üftâde-gân
اﻓﻌﺎدﺳﻤﺎن
(f.s. ü f t â d e 'm n c . ) : 1. d ü ş -
m ü ş le r , d ü ş k ü n l e r ; b i ؟âı'eler. 2. â ş ık la r , ü f t â d e - g î ^ ^ ' ( f .i .) : 1. iif tâ d e lik , d ü ş k ü n l ü k , z a v a llılık . 2. â ş ı k o lm a ,
üftân
اﻓﺘﺎن
(f.s. v e z f . ) : d ü ş e n ; d ü ş e r e k .
üftân ü hîzân : d ü ş e k a l k a [g itm e ], ü fû l
اﻫﻮل
( a . i . ) : 1. b a t m a , k a y b o lm a , g ö r ü n m e z
o lm a . 2 ٠mec. ö lm e .
üfûl-i n â-be-h en gâm : g e n ؟y a ş t a , ؟a lış a b ile c e k b i r h a l d e i k e n ö lm e ,
üf'ûle
اﻓﻌﻮﻟﻪ
( a .i .) : v a z ife , g ö r e v , fr. fonction.
1311
üf'ûlevî
ا ﻓ ﻌ ﻮﻟ ﻮ ى
üf'û levî
( a . s . ) : v a z if e y e â it, v a z if e ile
üli'l-ebsâr ا ﻻ ﺑ ﺻ ﺎ ر
ilg ili, fr. fonctionnel.
ü f'û levî terbiye: ped. * g ö re v s e l egitim , fr. education fonctionnelle. ühbe ( ا ﻫ ﺑ ﻪa . i . ) : y o lc u lu ğ a v e y â a s k e r e m a h s u s
ا ﻫ ﺠﻴ ﻪ
'ﺋﺲ1- 6 ﻻﻻ٠— ىا ﻻ ﻣ ﺮb ١(a .b .i.) .( b k z :ü lü 'l- e m r ) . ( ا و ﻟ ﻰ ا ﻻ ﻣ ﺮa .b .i .) : 1. p â d i ş â h ,
اﻫﺠﻮه
l a r a ? â m ild ir ) .
üli'n-nühâ ( ا وﻓ ﻰ اﻟ ﻔ ﻬﺎa .b .i .) : a k ı l l ı k im s e le r ,
( a . i . ) : h ic v e t m e y e , y e r m e y e s e -
b e b o l a n ? e y ؛y e r m e , ( b k z : ü h c iy y e ) .
ül’ûbe ( اﻟ ﻌ وﺑ ﻪa . i . ) : o y u n , p iy e s , ülûhiyyet ( ا ﻟ و قa.i.). ( b k z : u lû h iy y e t) .
( اﻫﻜﻮﻣﻪa . i . ) : a la y c ı h a l v e sö z . ü k â f ( اﻛﺎ فa.i.). ( b k z : İ k â f ). ü k e l ( ا ﻛ ﻞa.i. i i k le 'n i n c . ) : l o k m a la r , i i k e y r â h ( اﻛﻴﺮاهa . i . ) : a y a z m a , [ H ı r i s t i y a n l a r c a ühkûm e
ül'iibân ( اﻟﻌﺑﺎ تa . i . ) : o y u n c u , a k tö r , ülü'l-ebsâr ( ا وﻓ ﻰ ا ﻻ ﺑ ﻌ ﺎ رa .b .i .) : g ö r ü ? k a b iliy e t i n d e o la n k im s e le r .
iilü'l-elbâb
m a k b u l o la n ] s u k a y n a ğ ı, ükl
اﻛﻞ
( a .i.):
1. m e y v a .
ükle
2 . y iy e c e k ,
a z ık .
( اﻛﻠﻪa .i . c .: ü k e l ) : lo k m a , . ( ا ﻛ ﺮa . i . ) : 1. ç u k u r , ( b k z : h u f r e ) .
2 . to p ,
( اﻛﺮوﻣﻪa . i . ) : k e r e m , lü t u f ; b a h ş i ş , ü k s û m ( ا ﻛ ﺴ ﻮ مa . i . ) : ç a y ır ı, ç i m e n i ç o k g ü z e l o la n b a h ç e .
üksûs ( اﻛﻔ ﻮ ثa . i . ) : bot. s a r m a ş ı k . ük?û? ( اﻛﺸﻮ شa . i . ) : b a g s a r m a ş ı ğ ı, t o h u m s u z s a r m a ş ı k . [A ra p la r, h ı r s ı z ı b u n a b e n z e t i r ler). ( a . i . ) : 1. m e y v a . 2. r ı z ık , a z ık ; n a s ip .
3. z e k â , ( b k z : ü k l) . Z û -ü k ü l : z e k â s â h ib i, ükzûbe
اب
( f .i .) : b ö lü k , c e m a a t, t a k ı m .
iim
ام
(a.i.). ( b k z : ü m m ) .
( اﻣﺪودa .i .) : â d e t, u s u l , g ö r e n e k , ( اﻣﺪوﺣﻪa .i .) : ö v ü lm e y e s e b e b o l a n
üm dûha
اﻛﺬو؛ه
( a . i . ) : y a la n , u y d u r m a sö z.
iimem ( ا ﻣ ﻢa.i. ü m m e t 'i n c . ) : ü m m e tl e r . H ayrü'l-üm em : M ü s lii m a n l a r . (b k z : Ü m m e t-İ M u h a m m e d ) . Şefîü'l-üm em : H z . M uham m ed.
üm em -i kadime, üm em -i sâ b ık a : e s k i, g e ç m i? z a m a n ü m m e tl e r i .
ümenâ'
( 'اﻣﻐﺎﺀa.s.
e m i n 'i n c .) : 1. g ü v e n i l i r k i m a la y h e s a p l a r ı n ı n
veyâ
k e n d i l e r i n e b ir a -
k ı l d ı ğ ı k im s e le r .
( a . i . ) : 1. a ç lık , ( b k z : c û '). 2. k ıt lı k ,
اﻟﻐﺖ
?ey,
İ ?١h a l.
s a n d ık m u a m e le le rin in
üm enâ-yi kavm : b i r k a v m i n e m n i y e t v e g ii-
ü l b û b ( ا ﻟ ﺑ و بa . i . ) : k i r a z ç e k ir d e ğ i, ü lf e t
اﻟﻢ
sefer. 2. e m in le r ,
z e k i.
ii lb e
iiliim
üm dûd
ü k rû m e
اﻛﻞ
( a .b .i .) : s a ğ d u y u s â h i b i
İilüm ülüm : b ö l ü k b ö lü k , t a k ı m t a k ı m ,
y u v a r l a k ?ey.
ükül
ﻻ ﺑ ﺐ١اوﻟﻮ
o la n k im s e le r .
3. z e k â , ( b k z : ü k ü l) .
ükre
ka-
n u n v â z ıı. 2 . M ü s l ü m a n l a r ı n y e t k i l i o la n â m i r l e r i, [h a life le re , k a d ı l a r a , k u m a n d a n -
( a . i . ) : h ic v e t m e y e , y e r m e y e s e -
b e b o la n ?ey ؛y e rm e , (b k z ؛ü h c ü v v e ). ühcüw e
(a.b .i.). ( b k z : ÜİÜ'1-
üli'l-em r
e lb is e , m a lz e m e . ü h c iy y e
ا وﻟ ﻰ
e b s â r).
v e n i n i k a z a n m ı? o la n b ü y ü k k im s e le r ,
( a . i . ) : 1. a lış m a , k a y n a ş m a . 2. g ö r ü ş -
m e , k o n u ş m a . 3. a h b a p lı k , d o s t lu k . 4 . h u y e tm e . G e r m - i i l f e t : s ıfı f ı k ı, İç li d ış lı,
üm erâ ( ا ﻣ ﺮ اa.i. e m i r 'i n c . ) : 1. e m ir le r , b e g le r . 2. ask. b in b a ş ı, y a rb a y , a lb a y r ü t b e l e r i n d e b u l u n a n f e r m a n l ı s u b a y la r, ( b u , r ü t b e l e r i n
( اﻟﻔﺘﻜﺮa .f .b .s .) : ü lf e t e d ic i, e d e n , ü l f e t - g e r î ( ا ﻟ ﻔ ﺘ ﻜ ﺮ ىa .f .b .i.) : ü lf e tg e r lik , ü lf e t iilfe t-g e r
e d ic ilik .
a l t ı n d a b u l u n a n l a r a : " z â b itâ n " , ü s t ü n d e k il e r e : " e r k â n " d e n ir d i) . Em îrü'l-üm erâ :
tar. b e y le r b e y il e r in İâlcab ı [ T a n z i m a t't a n a.i.
ö n c e ], [ T a n z i m a t't a n s o n r a İs ta b l- İ â m i r e
l u g a z 'd a n ) : k a p a l ı sö z , b il m e c e , y a n ı l t m a -
ile m i r - m i r a n l a r ı n a r a s ı n d a s iv il r ü t b e o lu p
ülgûze
اﻟ ﻐ و ز ه
(" g u "
uzun
o k u n u r,
ca. ( b k z : u g lû t a , u h c iiv v e ).
iilhiyye ( اﻟ ﻬ ﻴ ﻪa . i . ) : o y u n c a k , ç o c u k o y u n c a ğ ı, ( b k z : b â z îç e , ü lh ü v v e ) .
ülhiivve ، ( ا ﻟ ﻬ وa . i . ) : o y u n c a k , ç o c u k o y u n c a ğ ı. ( b k z : b â z îç e , iilh iy y e ).
1312
ü n v â n ı : " i z z e tlii p a ? a " d ır).
üm erâ-yı askeriyye : ask. y iilc s e k r ü t b e l i k u m a n d a n l a r a v e r i le n b i r a d .
üm erâ-yı a ?e râ t : ask., tar. M e m l û k s u l ta n la r m d a n a s k e ri s ın ıf ü m e r â s ın a v e rile n b ir
ümmü'l-müslimîn
( اﺳﺪ ﺳﻤﻪf.b.i.). ( b k z : ü m î d - g â h ) . ( ا ب وارf.b.s.) : u m a n , ü m i t l i , üm îd-vâr-âne ( ا ﺑ ﻮا ر ' ﻻf.zf.) : ü m i t l i . l a n a
ad. ıo 'la r e m iri, o n b a şı. [B u n la r 10 ask er
üm îd-geh
(m em lû k ) b e sle m ek zo ru n d a y d ı),
üm îd-vâr
üm erâ-yı b a h r iy y e : ask. eskid en d e n iz su b a y la r ın ın e m irü lm a ( a m i r a l ) d e n ile n biiy ü k rü tb e d e b u lu n a n la r ın a v e rile n b ir ad.
üm erâ-yı ham âset-intim a : y iğ it em irler, üm erâ-yı hemsevâi: ask., tar. m e m lû k Siilt a n lıg m d a ask eri s ın ıf ü m e râ sın a v e rile n b ir ad.
üm îd-vârî
SI a ra sın d a y ir m i ask er b e sle ye n v e o n la rı k u m a n d a s ı a ltın d a b u lu n d u ra n
em irlere
v e rile n b ir ad.
ii m i t v a r l i k , ü m i t l i -
üm lûc
اﻣﻠﻮج
(a.i.) : 1. se lv i y a p r a ğ ı n a b e n z e y e n
u z u n , k a r ı ş ı k b i r o t. 2. y a p r a k , ( b k z : b e r g ) .
iim m
( اﻣﻠﻮدa.i.). ( امa.i.c. :
anne.
( b k z ''؛ü m ü l d â n , ü m ü l d â n î ) . ü m m â t,
Li-üm m : a n a
ü m ı n e h â t) . 1. a n a , ta ra fın d a n ,
(b k z :
m â d e r , v â lid e ). 2. y o l. 3. k a y n a k , ç ık ı ş n o k ta s ı.
üm erâ-yı m iein (y ü z le r em iri) : ask., tar. en y ü k s e k d ereceli ü m e r â y a v e rile n ad.
üm erâ-yı m u k ad d im in : tar. M e m lû k su lta n lıg m d a X V . a sırd a y ü z le r e m iri s ın ıfın d a n o la n b irin c i d ereced ek i ü m e râ y a v e rilen b ir ad.
üm erâ-yı tabi h a n a h : ask., tar. M e m lû k s u lta n lığ ın d a b a n d o e m irle rin e v e rile n b ir ad.
üm erâ-yı
ﺑ ﻮ ا ر ى١ (f.b.i.):
lik .
üm lûd
üm erâ-yı İş ria n î : aslc.tar. m e m lû k ü m e ra -
ya-
k iç a c a k s û r e tte .
u lû f:
ask.)
tar.
M e m lû k
te şk ilâ tın d a b in b a şı rü tb e sin d e k i ü m e râ y a v e rile n b ir ad. Ü m e ^ e ( ا بa .h .i.) : E m e v i H a n e d â n ı'n ın atası
üm m -i dünyâ : M ıs ır , K a h ir e , üm m -i sulbe : anat. b e y i n z a r l a r ı n d a n e n k a l ı n ı ve e n d ı ş t a b u l u n a n ı , fr. dure-mère, üm m -i veled : ؟o c u k a n a s ı b u l u n a n s a t ıl m a z c â riy e .
üm m ü'd-dem : anat. kırmızı kan damarla-
rmda görülen şişme, kabarma, üm m ü'd-dünyâ : Mısır, Kahire ve Bağdat.
(bkz ؛ümm-i dünyâ), üm m ü'l-bilâd : Mekke-i Miikerreme. üm m ü'l-ecdâd (vücutların anası) : kim. Civa.
(V I . y ü z y ılın so nu ), H z . M u h a m m e d 'in b ii-
üm m ü'l-fazâil : ilim.
y ü k d ed esi o la n H â ş in U m e y y e 'n in a m c a sı,
üm m ü'l-habâis (kötülüklerin anası) : şarap,
üm hûd ( اﻣﻬﻮدa .i.) : 1. çö m le k . 2 ٠tu z lu k . üm îd ب
( اf i . ) : 1. u m u t, u m m a . K at'i ü m îd :
iim it k e sm e.
üm îd-i c â n â n : s e v g ilin in ü m id i, o n u n gelm esi, o n a k a v u ş m a ü m id i,
üm îd-i istik b â l : y a r in in ü m id i. 2 . erk e k v e k a d m adi.
üm îd-bahş ص
' اب
( f .b .s .) : iim it v e re n , iim it-
len d iren .
üm îd-bahçâ
ا ﻣﻴﺪ ﺑﺨﺸﺎ
( f b . s . ) : ü m itle n d ire c e k
üm m ü'l-hulûl (sirkede bulunan kurtçuklarin anası) : zool. midye, üm m ü'l-hutût (hatların anası) : bütün yazı
؟eşitlerinin nesihten çıkması dolayısıyla nesihe verilen ad. üm m ü'l-hücre : anat. * a n a g ö z e , fr. cellulemère. üm m ü'l-kitâb : tas. ı) akl-1 e v v e l; 2) a r ş ı n ü s t ü n d e k i k a z â v e k a d e r le v h a s ı,
sû rette.
üm îd-bahş-âne
ﺧﺸﺎذه٠ ا ب
( f .z f .) : ü m id -b a h ş
o lan a, ü m it veren e, ü m itle n d ire n e y a k ış a -
اﻫ ﺐ
üm îd-bahşî -
( f .b .i.) : u m d u r m a ,
ü m itle n d irm e .
iimid-beste ﺳ ﻌ ﻪ
(b k z :
İ e v h - i m a h f û z ) ; 3) K ıır 'a n 'd a F â t i h a s û r e s i, ( b k z : s e b 'ü 'l- m e s â n î ) .
üm m ü'l-kurâ : M e k k e - i M iik e r r e m e .
c a k sûrette.
üm m ü'l-K ur'ân : F â t i h a s û r e s i, üm m ü'l-m ü'm inîn :
اب
(f .b .s .): iim it b a ğ la m ış ,
ü m itle n m iş.
üm îd-gâh
İ ؟ki. üm m ü'l-hatt : (bkz : ümmü'l-hutût).
ا ﻣ ﻴ ﺪ ﺳﻤﺎه
üm m ü'l-m üslim în ؛ ( f .b .i.) : ü m it ye ri, b ir ş e y
u m u la n yer, m a k a m .
H z.
M u h a m m e d 'i n
z e v c e le ri, ( b k z : ezvâc-1 t â h i r â t ) . H z.
M u h a m m e d 'i n
z e v c e le ri, ( b k z : ezv âc-1 t â h i r â t , ü m m ü 'l m ü 'm i n î n ) .
1313
ümmü'l-veled
ü m m ü 'l-v e le d : ço cuğ u o lan câriye, ( b k z : ü m m -i veled). ü m m ü 'n -n ü c û m : a str. sam an u ğ ru su , ( b k z : kelıkeşân). ü m m ü 'r - r e 's : dim ağ.
ü m m î d - i nim-hande : g ü lü m s e m e ü m i d i , ü m m iy - â n e
ﻟﺴﺎذه١(a.zf.
ü m m 'd e n ) : ü m m î o la -
n a y a k ı ş a c a k y o ld a , ü m m îc e . ü m m iy y e
اب
(a.s.) : a n a y a , a n n e y e â it, a n a ile
ilg ili. Salât-1 ümmiyye ؛s a la v â tııı b i r n e v 'i.
ü m m ü 'r-re z â il (rezaletlerin a n a s ı) : bilgisizlik, cehalet.
ü m m iy y e
ü m m ü 'r - R u h m : M ekke, bilâd, ü m m ü ’l-kuı'â).
ümmiyyet ( ا بa.i.) : ü m m i l i k , c â h il li k , o k u -
(b k z:
ü m m ü 'l-
iim m e h â t ( ا ﻣ ﻬ ﺎ تa.i. ü m m 'ü n c . ) : 1. analar, anneler. 2. esaslar, asıllar. 3. değerli, ilm i kitaplar. ü m m e h â t-ı e s m â ': A llah 'ın d ö rt esas adi. ü m m e h â t-ı k ü tü b : an a kitaplar,
ا ب
(a.s. ü m m 'd e n ) : [ " ü m m î ” n i n
m ü e n n e s i] .
y u p y a z m a b ilm e m e .
ümmü Hânî اﻣﻬﺎﻧﻰ، ( ام ﻫﺎﻧﻰa .h .i.) : H z . A l i 'n i n a b la s ı. [M i'ra c g e c e s i H z . M u h a m m e d , b u n u n e v in d e b u lu n u y o r d u ] ,
iimniyye ب
٠( اa.i.c.
: e m â n î ) : 1. ü m i t , u m u t .
2. is te k , a r z u . 3. n iy e t, k u r u n t u ,
ü m m e h â t-ı m ü 'm in în : H z. M u h a m m e d 'in refikaları, (bkz : ezvâc-1 tâ h ir â t) .'
ümsûle ( ا ﺷ ﻮﻟ ﻪa.i.) : ed. ö r n e k o l a r a k v e r i le n
ü m m e h â t-ı m iislim in : Hz. M u h a m m e d 'in refik aları, ( b k z : ezvâc-1 tâ h irât, ü m m ü 'lm ü slim in , ü m m ü 'l-m ü 'm in în ).
ümûmet ( ا ر تa.i. ü m m 'd e n ) : a n a l ı k , a n n e lik . Hukuk-I ümûmet : a n a l ı k İ ıa k la r ı.
ü m m e h â t-ı ulv iy y e : in sa n İçin gerekli olan tem el u n su rla r [akil, ru h , tu tk u gibi-], ü m m e h â tü 'l- e v lâ d : [üm m ü'l-veled'in c.]. h u k . [eskiden] m üstevledeler; m e v lâların m firâ şm d a n ik ra rla rın a m u k a rin o la ra k çoculc d o ğ u rm u ş olan câriyeleı., d o ğ u rd u k ları ço c u k la rın k en d ilerin d e n o ld u ğ u efendilerin ce k ab u l edilen câriyeleı.. iim m e t ( اﻣﺖa .i.c .: ü m e m ) : 1. b ir peygam bere İn an ıp b ağ lan a n cem aat, tâife. 2. b ir dille k o n u şan in sa n la rın hepsi. İim m et-İ ce m â at, -İ İ c â b e t: b ir tâ ifen in kendilerin e gönderilen peygam bere in a n a n kısm ı.
b e y it, m ı s r â .
ümûmet ve übüw et : a n a l ı k v e b a b a l ı k sifa tla n .
üm'ûz ( اﻫﻌﻠﺬa.i.) : 1. k e ç i; k a r a c a , ( b k z : m a'z). 2. k e ç i v e k a r a c a s ü r ü s ü , ümüldân, ümüldânî ا ﻫﻠ ﺪا ﻧ ﻰ، ( ا ﻣ ﻠ ﺪ ا نa.i.) : 1. tâ z e f i d a n , d a l. 2. in c e , n â r i n v ü c u t . 3. s. g ü z e l; g e n ç .
ünân ( اﻧﺎنa.i.) : in le m e , ünâs ( اﻧﺎشa.i. n iis 'd e n ) : h a l k , in s a n l a r , ( b k z : n â s).
ünbûb, ünbûbe اﻧﺒﻮﺑﻪ، ( ا ﻧ ﺒ ﻮ بa.i.c. : e n â b îb ) : 1. b o ğ u m , k a r n i? b o ğ u m u . 2. anat. in c e b o ru , b o ru c u k .
ünbûbe-i bevliyye : anat. s i d ik b o r u c u k l a n .
Ü m m et-İ d a 'v e t: b ir tâ ifen in k en d ilerin e gönderilen peygam bere in a n a n kısm ı.
ünbûbe-i girbâliyye : anat. k a l b u r d a m a r ,
Ü m m et-İ İ c â b e t: ü m m e tin , peygam berine in a n a n kısm ı.
ünbûbe-i hazmiyye: anat. a ğ ı z d a n k a l ı n
Ü m m et-İ î s â : H ıristiy an lar. Ü m m et-İ M u h a m m e d : ı) İslâm d in in d e b u lu n an lar. 2) herkes, b ü tü n halk.
*elek si b o r u .
b a ğ ırs a ğ ın n ih a y e tin e k a d a r u z a n a n h a z ım b o ru su .
ünbûbe-i şa'riyye : anat. * k ılc a l b o r u , fr. tube capillaire.
Ü m m et-İ M û s â : m ûseviler,
ünbûbe-i tal'iyye : bot. * ç iç e k to z u b o r u s u ,
ü m m e tu ll a h : b ü tü n in san lar, halk,
ünbûb-ı mi'devi : hek. m i d e y ı k a m a k v e y â
ü m m î ( ا سa.s. ü m m 'd e n ) : a n a sın d a n nasıl doğ m uş ise öyle k alıp o k u m a yazm a öğrenm eıniş [kimse]. ü m m î-i s â d ı k : H z. M u h am m ed . ü m m îd ( ا بf.i.). (bkz : üm îd). 1314
m id e tü b a jı y a p m a k ü z e re k u lla n ıla n lâ s tik b o ru .
iinbûbü'1-habl : in c e y o l, p a t i k a y o lu , ünbûbî ( ا وﻳ ﻰa.s.) : b o r u m s u , b o r u y a b e n z e r , ünbûse ذﺑﻮﺛﻪ١(a.i.) : ç o c u k l a r ı n o y u n u .
üsrübî ü n b û ş, ü n b û ş e ﺛﻪ٠ اذﺑﻮ، ( اﻧﺒﻮشa .i.): b o t. nebat kökü, k ökü yerden takım ıyla çık arılan fidan, ağaç. ünm â ( ا د ىa.i.): İÇİ saman, ot doldurulmuş
?ey.
ü r d -i B e h iş t: “C en n et gibi. C ennete b en z er”: N isan. ü rm û le ( ا ر ﻣ ﻮﻟ ﻪa .i.c .: erâm il, e r â m îl) : ergen [delikanlı].
ü n n â b ب١( ىa.i.) : b o t. (bkz : unnâb).
ü r û m e ( اروﻣﻪa .i.): 1. (bkz : erûm e). 2. A d kavm in in m ezarları,
ü n n â b î ( ﻋﺘﺎﺑﻰa.s.). ( b k z : unnâbî).
ü r y â n ( ﻋﺮﻳﺎنa.i.). (bkz : uryân).
ü n n â b îy y e
(a.i.). (bkz : unnâbiyye).
ü n s ( اضa .i.): 1. alışıklık, alışkanlık, alışm a, ü n s t u t m a k : alışm ak; düşüp k alk m ak . 2.tas. kalbde, Cem âl-İ H azret-i ilâhiyye m üşah ed esin in eseri, A llah 'ın in sa n gönİünde görünm esi. ü n s â ^ ١(a.s.i.c. :İnâs) :d i?i,k ad ın ,k ız . ü n s -â -ü n s ( ا د ا اضa.i.): sıkıfikı konuşm a, ü n sî, ü n s i ^ e ا ب، ( ا ﺳ ﻰa.s.): 1. alışm ış, sokulgan. 2. i. arkada?. 3. [birincisi] erkek, [İkincisi] k ad m adi. 4. ünsî, [eskiden] kami? k alem in iki k ışım d an m ey d an a gelen kesik k ısm ın ın alt parçası, [üst p arçasın a : “v ah şî” denilirdi]. ü n siy y e t ( ا بo .i.): alışkanlık, ahbaplık, ark adaşhk. ü n ş û d e ( ادﺛﻮدهa .i.c .: e n â ş îd ): o k u n m u ş, söyİenm iş ?iir. ü n ş û ta ( ادﺛﻮﻃﻪa .i.): ilm ik, düğüm ,
ü s ( اسa.i.). (bkz : iiss). ü s â râ ( ا ﻣ ﺎ و ىa.i. esî'r'in c . ) : esirler, ( b k z : üserâ). ü s b û ' ( اﺳﺒﻮعa .i.c .: e s â b î'): hafta, yedi g ü n lü k S ü re . ü s b û b e ( اﺑ ﻮﺑ ﻪa .i.c .: e s â b îb ): k ü fü r, sövme, ü sb û î, ü sb û iy y e اﺳﺒﻮﻋﻴﻪ، ( ا ﺳ ﻮ ﻋ ﻰa .s.): h afta'ilk . C erîd e-İ iisb û iy y e : h a fta lık gazete, ü sb ü ş ( ا ﺑ ﺶf.i.): kehle, ü se râ ' ( اﺳﺮاﺀa.i. esir'in c .) : 1. esirler, tu tsak lar. 2. kullar, köleler. ü sk û b ( ا ﺳﻜﻮ بa .s.): 1. eşik bekleyen, papuççu, k u n d u rac ı. 2.İ. dökü lü p akan, d ö k ü lm ü ş olan su. 3.i. Sira ile d ik ili ağaçlar. 4.İ. dem irci. ü sk û b e ( اﺳﻜﻮﺑﻪa .i.): ağırşak, tapa, ü sk ü f-
( اa .i.): papaz, (bkz : râhib).
ü s k u tu s s ( اﻣ ﺴﻘﻄ ﺲa. [rum cadan]. i.c .: ü sk u tııssâ t): asil, cevher, m adde, unsur,
ü n û f ( ا ﻧ ﻮ فa.i. efn'in c . ) : a n a t. b u ru n la r. T erg im -i ü n û f : ı) b u ru n la rım k ırm a k , kib irlerin i k ırm ak ; 2) h a k a re t etm ek.
ü s k u tu s s â t ( ا ﺳ ﻘ ﻄ ﺴﺎ تa. [rum cadan] iisk u tu ss'u n c.) : Uskutuslar.
ü n û s e t £ ü ^ ١(a.i.) :dişilik,
ü sk ü ffe ( اﺳﻜﻔﻪa .i.): eşik tahtası,
ü n û çe ( اﻧﻮﺷﻪa.i.). (bkz : unûşe).
ü s k ü r ( ا ﻣ ﻜ ﺮf.i.): k irp i, (bkz : uşgur).
ü n v â n ( ﻋ ﯯا نa .i.): 1. kitâp, m ecm ûa, m ak ale başlığı, (bkz : ser-levha). 2. ad, isim , İâkab, san. 3. şöhret. S âh ib -İ ü n v â n : y ü k sek m evki sâhibi. (“b ir şâir-i Sâhib-İ ü n v ân ” -Lâtifi).
ü slû b ( اﻣﻠ ﻮ بa.i.c .: e s â lîp ): 1. farz, yol, biçim , usul. 2. İfâde yolu, ( b k z : selika),
ü n z û h a ( ا ر و ىa .i.): kibir, g u ru r; b ü y ü k lü k , ü rb e ( ارﺑﻪa.i.): 1. düğüm , ( b k z : ukde). 2. büklüm . 3. hile.
i.
ü s k ü d â r ( ا ﺳﻜﺪارf.i.): k o n a k yapılan yer.
ü s lû b -i â d î : ed. alelâde İfâde tarzı, ü s lû b -i â l î : ed. ü s tü n İfâde tarzı, ü s lû b -i h a k i m : ed. h ik m e tli söz söyleme tarzı. ü s r ( اﻣﺮa .i.): sidik zoru, sidik tu tu lm ası,
ü r b û n ( ﻋﺮﺑﻮنa .i.): pey akçesi,
ü sre ( ا ﺋ ﺮ هa .i.): 1. söz ve h ad is nakletm e. 2. seleflerden gelen şa n ve şeref,
ü rc û fe ( ارﺟﻮﻓﻪa .i.c .: e r â c îf ) : yalan, u y d u rm a söz.
ü s rû ç ( اﺳﺮوشf.i.): 1. güzel ses. 2. m elek. 3. her g ü n eş ay ın ın on yed in ci günü,
ü rc û h a ( ارﺟﻮﺣﻪa .i.): salıncak,
ü s r ü b ( اﺳﺮبf i . ) : k u rşu n ,
ü rc û z e ( ا ر ﺟ ﻮ ز هa.i. re c ez 'd e n ): ed. m ısrâları kafiyeli, kısa vezinli nazım .
ü s r ü b î ( ا ﻣ ﺮ ﺑ ﻰf.i.): ta r. b in â ve kubbeler İçin lâzım olan k u rş u n la n döküp h azırlay an san'atkâr.
ü r d ( اردf.e.): gibi.
1315
uss üss
اس
1. ask.
(a .i.c . : e s â s ) :
ü s, h e rh a n g i b ir
sa ld ır ış a e sa s o lm a k ü z e re ö n c e d e n d o n a t ı l m ı ş o l a n y e r . 2 . e s a s , a s il, k ö k , t e m e l,
üss-i bah rî ؛ask. ü ss-i Zafer h a k k ın d a ["E b c e d "
Esad
Y e n iç e r i o c a ğ ın ın E f e n d i 'n i n
h esâb m a
g ö re
y a z d ığ ı
onun
la ğ v ı k it a p
zam ânm a
a sk e rî h a r e k â tın b a ş la n -
g ıc ın a e sa s o la n y e r.
اﻣ ﻄﻮره
ü s tû re
(a.i.c. ؛e s â t î r ) : 1. e fs â n e , y a la n ,
3. mat.
ü s tû re v î
اﻣ ﻄﻮرو ى
( a .s .) : U stU rey e a it, ü s t û r e
ile .il g il i, ( b k z : ü s tû r e ) .
ا ﻣ ﺘ ﺨ ﻮا ن
ü s tü h â n
(f i.) :
k e m ik ,
ü s, b ir s a y ın ın
(b k z:
ü s t ü h ٧â n r e n d ,
[ü s tih â n rü b â ,
r a s t l a y a n 1241 (1825) y ı l ı n ı g ö s te ril.].
üssü'1-hareke : ask.
(f.؛. ) : d a v a r, a t v e k a t ı r g ib i d ö r t
a y a k lı h a y v a n . b â t ı l sö z . 2 . u y d u r m a , m a s a l, sö z .
d e n iz ü ssü ,
ask.
؛
اﺷﻮر
ü s tû r
ü s t ü h ٧â n r e n k : m a s a l k u ş u
o la n
"hüm â”
n i n a d i].
k a ç ı n c ı k u v v e t e y ü k s e le b i l e c e ğ i n i g ö s t e r e n
ü s tü h â n -b e n d
اﺳﺘﺨﻮاﻧﺒﻐﺪ
( f .b .i.) : k ı r ı k ç ı , ç ık ık -
v e 0 s a y ı n ı n b i r a z y u k a r ı s a ğ ı n d a y e r a la n
1 ؟. ü s tü h â n -p â re
اﺳﺘﺨﻮاﺑﺎره
( f .b .i.) : k e m i k p a r ç a -
s a y ı : 7 3 g ib i.
üss-i m îzân : mat. g e ç m e k İ ç in
t a l e b e n i n ( .ö ğ r e n c i ) , s ı n ı f
b ü tü n
d e r s le r d e n
a lm a k z o -
r u n d a k a l d ı ğ ı n o t la r ı n o r t a l a m a m i k t â n .
( اﻣﻰa .s.) : mat. .ü s t e l, fr. exponentiel, üstâ ( ا ﺷ ﺎf i .) , ( b k z : ü s t â d ) : [ n a z ı m d a k u l l a üssî
اﺳﺘﺎد
c e v h e r, a sil. 2 . g ö k c is im le r i. 3. g e o m e tr i, ü s tü k u s â t
( fi.) :
1.
m u a l l i m , .ö ğ r e t m e n ; u s t a ,
s a n a tk â r . 2 . b ir ilim
v e y â s a n 'a t a l a n ı n d a
ü s t ü n y e r i o la n k im s e . 3 . ü n iv e rs ite p r o fe -
sö rü . 4 . m a s o n l o c a s ı n ı n b a ş k a m ,
üstâd-ı a'zam : 1) en b ü y ü k
üstâdü'd-dâr : tar. M e m lu k s u lta n la r ın ın h u su si iş le r in e b a k a n lcim se.
üstâdü'd-dâri'l-âliye :
tar.
M e m lû k la r 'd a ,
(a.f.zf.) : ü stâ d a y a k ış ır y o l-
d a ; u s t a e lin d e n ç ık m ış o la r a k ; u sta c a ,
( ا ﺷﺎد ىa.f.i.) üstâh ( ا ﺳ ﺤﺎ خf.s.)
: U stad lik , u s ta lık ,
n ık l ı. 2 . g ü v e n ilir . ( f .s .) : k u v v e tl i, s a g l a m , e m -
( اﺛﺮa . i . ) : y a r a iz i. ( b k z : n e d b e ) . ( ا ﺳ ﻮ هa .i .) : i m ti s a l n ü m û n e s i , ö r n e k
o la -
c a k in s a n . üşâbe
ا ﺷﺎ ﺑ ﻪ
( a .i .) : 1. k a r ı ş ı k c e m a a t. 2 . n e s e b i,
ı r k ı k a r ı ş ı k a d a m . 3. h ı r s ı z l ı k , r ü ş v e t, g ib i ilâ ç lı ş e r b e t. üşbe
( اﺳﺘﺎﺧﺎﻧﻪfz f.). (b k z : k ü stâ h -â n e ). üstâm ( ا ﺳ ﺤﺎ مf.i.) : 1. a ltın v e y â g ü m ü ş te n yaüstâh-âne
p ılm ış at e y e ri, ü z e n g i, (b k z : ü stâm ). 2. s. e m in , g ü v e n ilir.
( اﺷﺒﻪa .i .) : k u r t , b ö c e k , ( b k z : d û d ).
ü ş g u le
اﺷﻐﻮﻟﻪ
(" g u " u z u n o k u n u r , a . i . ) : u ğ r a ş ı-
l a c a k i ş . ( b k z : m e ş g u liy y e t) . ü ş g u l e - i h a s e n e : iy i, g ü z e l İşler. ü ş g u r - ١( f .i .) : [ o k l u ] k ir p i, ( b k z : ü s k ü r ) .
(a.i.c. : esâ tîz ;
esâtize).
(b k z :
ü s t â d ).
ü şk û fe üçkûh
ا ﺷﺎﻧﻴ ﺖ
ا ﺳﺤﻮار ى
n iy e tli.
ş e y le rle e ld e e d il e n k a z a n ç . 4 . ( c . : e şâ ib )
: h a y â s ız , e d e p siz k im se ,
(b k z : k ü sta h ).
ا ﺳﺤﺎن
( a .s .) : ü s t ü v â n e , s i l i n d i r b i-
ü s t ü v â r ( أ ﺷ ﻮا رf .s .) : 1. s a g la m , k u v v e tl i, d a y a ü s tü v â rî
le ri g id e rle ri id a re e tm e k le .g ö r e v li k im se ,
üstâdî
( f i . ) : u stu ra ,
ا ﺳ ﻄ ﻮاﻧ ﻰ
ü stü v â n î
üsve
(a.i.) : ü stâ z lık , U stad lik, u s-
ta l ik .
( اﺳﺘﻮدانf.i.) : m e c û s î m e z a rı, üstün ( اﺳﺘﻮنf.i.) : d ire k , (b k z : sü tü n ). 1316
c .) :
ü s t ü v â n ( ا ﺳ ﻮا نf.s.). ( b k z : ü s t ü v â r ) .
ü sü r
üstûdân
ü s tü k u s ü n
ü s t ü v â n e ( ا ﻣ ﻄ ﻮ ا ﻧ ﻪa.i.) : 1. d ir e k ; İÇİ boş d ir e k .
A b b â s ile r 'd e v e H â r iz m ş â h la r 'd a s u lta n in
ا ﺷ ﺎ دا ﻧ ﻪ
اﺳﺘﺮه
ü s tü re
.ö z e l m a lla r ım lco ru y an v e o n la r a âit gelir-
ü s tâ z i^ e t
(a.i.
ç im in d e .
üstâd-ı kiill : b ir ç o k şe y le ri ç o k iy i b ilen ,
üstâz
ا ﻧ ﺎ
2 . g e o . s ilin d ir .
ü stâ d , en b ü y ü k
u sta. 2) ü s ta d la r te ş k ilâ tın ın b a ş k a m ,
üstâd-âne
ت
1. m a d d e le r , a s ılla r, c e v h e rle r. 2 . g ö k c is im le r i. 3. g e o m e tr ile r .
n ı lır ] .
üstâd
U s t ü k u s ( ا ﺳ ﻄ ﻘ ﺲa .i .c .: ü s t ü k u s â t ) 1 ؛. m a d d e ,
( اﺷﻜﻮﻓﻪf .i .) : ç iç e k , ( b k z : ş ü k û f e ). ( ا ﺷ ﻜ ﻮ هf .i .) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , ş a n
ve
şe re f, ( b k z : ş ü k û h ) .
( اﺷﻜﻔﺘﻪf .i .) : a ç ıl m ı ş [çiçek], ( اﺷﻔﺎنa . i . ) : b o t . ç ö ğ e n o tu . [ b ir
ü ç k ü fte ü şnân
ralc s a b u n y e r i n e k u ll a n ıl ır ] .
k ö k o la -
üznü'l-himâr üşne ا ﺳ ﻪ
(a .i.) :
üşne-i karn i
bot.
üşne-i kasabi
:
hek.
su d a b o ğ u la n la r ın ak-
c iğ e r le r in d e m e y d a n a g e le n b e y a z v e y â g ü l r e n k li k a b a r c ı k l a r .
üşne-i
ş e y b î : [ s a k a l g ib i] s a l k i m s a ç a k g ö r ü -
n ü ş lü y o s u n .
(a.i.) :
bot.
la m in e r ,
y a p ra k lı k a r a y o -
su n la r i.
iiştülüm ا٠اﺳﻞ
a lk le r ,
(f.i.) : k a v g a , g ü r ü l t ü ,
üştülüm -kâr ا ﺷ ﺘ ﻠ ﻤ ﻜ ﺎ ر
(f.b .s.) : k a v g a c ı , g ü r ü l -
t iic ii.
ü ştü rü l
(f.i.) ؛d e v e , ( b k z :c e m e l) .
üştür-bân ا ض ؛ ف
(f.b .i.) : d e v e c i, ( b k z : s â r -
اﺷﺘﺮدل
(f.b .s.) : k i n c i ; h a s e tc i.
üştürek ﺷ ﺮ ك١(f.i.)
: d a lg a , ( b k z : m e v c ).
üştür-gâv ﺷ ﺒ ﺮ ﻹ١(f.b .i.)
( a . i . ) : 1. k u la k ç ı k . 2 . a n a t . k u la k -
d a n k a n i a lı p k a r ı n c ı k l a r a v e r e n (s a ğ d a k i) b o ş lu k .
b u lu n a n v e s o ld a k i a n a to p la rd a m a rla r d a n k a n i a lıp k a r ı n c ı k l a r a v e r e n (s o ld a k i) b o ş lu k . Ü z e y n -İ k a l b yum .
( k a lb k u la k ç ığ ı) : a n a t .
Ü z e y n - İ m a 'd e n i : h e k . h a s t a l ı k t a n
a tr i-
d o la y ı
k a l b i n ü z e y n ( k u l a k ç ık ) l e r i n d e n iş it il e n
üştür-hâr ا ﻓ ﺮ ﺧ ﻮ ا ر
üzn
اذن
( a . i . c . : â z â n ) : 1. k u la k ., ( b k z : g û ş).
2 . te l li ç a lg ı la r d a
a lc o rd e tm e y e y a r a y a n
b u rg u , m a n d a l,
: z u râ fa .
üştür-gaz 3 "( ا ﺑ ﺮ ﻏ ﺎga" bot. d e v e o tu .
u z u n o k u n u r , f.b . i.) :
ü z n - i d â h i l î : a n a t . iç k u la k . ü z n - i f e r e s (a t k u l a ğ ı ) : h e ( )بn i n a l t ı n d a k i
(f.b .i.) :
bot.
d e v e d ik e n i,
d e v e o tu .
e k le m e u z a n t ı s ı , h e 'n i n k u y r u ğ u , ü z n - i h â r i c î : a n a t . d ış k ııla k .
(f.b .s.) : d e v e h u y lu , k i n c i ,
üştür-m ürg اﺷﺘﺮﻣﺮغ
(f.b .i.) ؛d e v e k u ş u ,
üştür-süvâr ﺷﻀﻤﻮار١(f.b .i.) ü trü c ,ü trü c ce ﺟﻪ٠ج ﺀ اﺗﺮ
: d e v e y e b in e n ,
ﺗ ﺮ١(a.i.) :b o t . a ğ a ç k a -
vu n u .
آر ب
اﻧﺪ ن
ses.
b â n , şü tü r-b â n ).
ütûb
iiz e y n ç ık .
Ü z e y n -İ e y s e r ؛a n a t. k a lb in ta b a n k ıs m ın d a
üşniyye-i hadrâ : bot. d iy a t o m e , s ilis li fr. diatomées, lât. basillariophta.
üştür-hû
adam .
[ m e r k e p te n k in â y e o la r a k ],
d a b u lu n a n ve s a ğ d a k i a n a to p la rd a m a rla r-
s u y o s u n la n .
üşniyye-i berriyye : bot.
üstür-dil
üveyi
Ü z e y n -İ e y m e n : a n a t. k a lb in ta b a n k ıs m ın -
üşne-i siikkeri fasilesi : bot. ü ş n i y e ا ﺷﻴ ﻪ
( اولa . s . ) : p s i k . fr . p r i m a i r e . ( اودلa.i.) : v â v e y ia , ç ığ lık . ü z â n î ( ا ذ ا ﻧ ﻰa.s. v e i . ) : b ü y ü k k u l a k l ı
üvel
yosu n , ağaç yosu n u ,
: b o y n u za ben zeyen yosu n ,
ü z n - i m u t a v a s s ı t : a n a t. o rta k u la k , ü z n - i v ı ı s t â : ( b k z : ü z n - i m u ta v a s s ıt) , ü z n ü 'l - b a h r ( d e n iz k u la ğ ı ) ؛z o o J . d e n i z k u la ğ ı. ü z n ü 'l - h i m â r : b o t .
(a .i.). ( b k z : İtâb).
e ş e k k u l a ğ ı, k a r a k a f e s
d e n i l e n n e b â t (* b itk i).
1317
Vv
va' vâ
( وعa.i.) ؛ç a k a l, ( واa . n . ) : " v â h ,
b e g le r b e g il e r in
( b k z : ş e g a l, şe g â l). y a z ık ! ” m â n â s ı n a g e le r e k
esef, h a y ıf , h a s r e t g ib i k e lim e le r le k u l l a n ı l ı r . V â - h a y f â : e y v a h , y a z ık ! V â - l ı a s r e t â : â h
a y rıld ı!., g ib i. vâ
وا
. b i r l e ş i k k e li m e l e r y a p a r : V â - m â n d e : g e r i d e k a lm ış , g e rid e . V â - p e s î n : e n g e r id e k i, e n s o n r a k i., g ib i. v â -b e s t e
il.
وا ذ
( f .b .s .c .: v â - b e s t e g â n ) : . . e b a ğ -
( b k z : m u a l l a k , m u k a y y e d , m ü t e v a k k ıf ,
v â -b e s t e g â n ( و ا ﺳ ﺘ ﻜ ﺎ نf.b.s. v â - b e s te 'n in c . ) :
واﺑﺎ ت
(a.i. v â c ib e 'n i n c . ) : v â c ip o la n ,
y a p ıl m a s ı g e r e k li o la n ?ey le r. v â c ib e
( واﺟﻤﻪa . i . ) : y a p ıl m a s ı v â c ip
d e r e c e s in d e
l ü z u m l u şey. ( b k z : v e c ib e ), v â c id , v â c id e
واﺟﺪه
،
ﺟ ﺪ١و
(a.s.) 1 ؛. v ü c û d a g e-
ti r i c i, g e ti r e n . 2 . z e n g in , [" v â c id " : A l l a h 'ı n [İk in c isi]
k a d ı ٩ a d ı. v â c i z , v â c îz e
...e b a ğ lı o la n la r .
وا ر
( H a s a n ؟e le b i T e z k ire s i).
s ıf a tıd ır ] . 3 . i. [b irin c is i] e r k e k ,
m e n û t) .
v â b il
g ib i h ü r m e t v e
v â c i b ü 't - t e ş r î f : ş e r e f le n d i r m e s i m u h a k k a k .
v â c ib â t
( f . e . ) : " g e ri, a r k a d a ” m â n â s ı n a g e le r e k
o ğ u lla rı
r i â y e t e d il m e s i lâ z ım g e le n k im s e le r ,
وا ﺟ ﺪ ه
،
واﺟﺰ
( a . s . ) : k ıs a , ( b k z :
v e c iz , v e c iz e ).
( a .i.): ir i d a m la lıy a ğ m u r,
v â c i b ( و ا ﺟ ﺐa.s. v ü c û b 'd a n ) 1 ؛. t e r k i c â iz o l-
v a 'd
و ت
( a .i .c . : m e v â î d , v u û d ) : 1. s ö z v e r m e ,
2 . y a p ıl m a s ı
ü s t ü n e a lm a , ( b k z : t a a h h ü d ) . 2 . y a p ıl m a s ı-
ş e r 'a n l ü z u m l u o la n , f a r z d e r e c e s in e y a k ı n
n a s ö z v e r i le n şey. E l - v a ’d ü k e ’d - d e y n : v a it,
b u lu n a n .
b o r ç g ib id ir .
m ayan,
y a p ıl m a s ı
g e r e k li.
[ K ıır 'a n 'd a
d ile n : b ay ram
z ı m n î d e lille
em re-
n a m a z l a r ı , a d a k l a r g ib i].
3 . fe ls. z o r u n l u .
c a ğ ı n ı v e r m e z s e b e n v e r i r i m '' d e m e k g ib i
v â c i b İ i - z â t i h i : ta s. a d e m - i m ü m t e n i o la n
m e v c u t t u r k i v ü c u t k e n d i s i n d e n o lu p b a ş k a sın d a n
o lm a d ı ğ ı
İ ç in
İm tin â ı z a rû r e t h â lin d e
m â d û m iy y e tin o ld u ğ u y e rin d e
k u lla n ılır b ir tâ b ir d ir ؛v a rlığ ın ı k e n d in e b o r ç l u o la n , k e n d i k e n d is iy l e v a r o la n , v â c i b ü 'l - î f â : y a p ıl m a s ı g e r e k l i o la n . v â c i b ü '1 - i h t i r â m : s a y ın , .s a y g ıd e ğ e r , v â c i b ü 'l- i t t ib â ' ( o l m a k ) : h u k . b a ğ la n m a k , v â c i b ü 'l - v ü c û d : v a r l ığ ı l ü z u m l u o la n , A lla h , v â c i b ü 'r - r i â y e : ı)
o l a n 2 )؛
1318
v a 'd - i m u a l l a k : h u k . " f i l â n a d a m s e n i n a la -
r i â y e t e d il m e s i g e r e k li
ta r. s a d r â z a m , v e z ir , n i ş a n c ı v e
s ö z d ü r k i “k e f â le t" o lu r , v a 'd - i m ü c e r r e d : h u k . " f i l â n k i m s e n i n b o r -
c u n u ö d e r i m '' d e m e k g ib i b i r sö z . v a 'd - i t e h i : b o ş a s ö z v e r m e , o y a l a m a k İç in ,
y e r i n e g e tir m e y e c e ğ i h a ld e , s ö z v e r m e , v a 'd - i v u s l a t : k a v u ş m a , b u l u ş m a s ö z ü v e r-
m e. vâd
واد
( f .i . ) :
o g u l.
(b k z:
ferzen d ,
p ü r,
m a h d û m ). v â -d â d e
وا داده
(f.b.s.) ؛g e r i ç e v r i lm iş , r e d d o -
İu n m u ş. (b lc z : m e rd û d ).
vâhi, vâfoye va'de ( و ﻋ ﺪ هa . i . ) : 1. b i r İş İ ؟i n ö n d e n b e l i r t i l e n z a m a n . 2 . b i r İŞİ g e c i k t i r m e k İ ؟i n b e l i r t i l e n z a m a n . 3 . e c el. 4 . [eski] s ö z v e r m e . Va’de-İ f e r d â : y a r i n İ ؟i n v e r i lm iş o la n sö z . Va'de-İ y â r : y â r ı n v â d e s i, s e v g i li n in s ö z v e rm e s i.
vâdî ( وادىa .i . c .: e v d i y e ) : 1. ik i d a ğ a r a s ı n d a k i u z u n ؟u k u r , d e re . 2 . b i r n e h r i n a k t ı ğ ı y e r, y a ta k , ( b k z : m e c r â ).
vâdî-i E y m e n : H z . M û s â 'n ı n T û r d a g m d a A l l a h 'ı n te c e llîs in e m a z h a r o ld u ğ u y e r. T u r d a ğ ı c i v â r ı n d a b i r d e re . [H z. M û s â z e v c e siy le b e r â b e r b u r a y a g it m i ş v e z e v c e s i b u r a d a d o ğ u m y a p m ı ş t ır ] . 3. y o l, ta r z , u s u l, a la n , ( b k z : sâ h a ).
vâdî-i hâmûşân : m e z a r lı k , k a b r i s t a n , vâdî-i h a şr : k ı y a m e t y e ri, vâdî-i hayret : ş a ş k ı n l ı k v â d is i. vâdî-i kadim : e s k i t a r z , e s k i u s u l [ş iir v e y â n e s ir].
vâdî-i kebir: ed. e s k i u s u l, vâdî-i Mecnûn : M e c n u n 'u n y a ş a d ı ğ ı y e r. vâfî, vâfiye وا ي، ( واﻓﻰa.s. v e f â 'd a n ) : 1. y e te r, ta m , e lv e rir. 2 . s ö z ü n d e d u r a n , s ö z ü n ü n e ri.
vâfî ve k â fî : b o l b o l y e te r,
(a.s. vahim'in c.) : vahîm, agir, tehlikeli, ؟ok korkulu olan şeyler, (bkz : vihâm). v a h â m e t ( و ﺧ ﺎ ﻣ ﺖa.i.) : 1 . hazım güçliiğü, zor hazmedilen şeyin hâli. 2. güçlük, ağırlık. 5. tehlikeli vaziyet, korkulacak hal. Vahâmet-İ havâ : havanın vahimliği, tehlikeliligi. v a h â m e t (k e sb e tm e k ) gitgide zorlaşma(k), tehlikeli ve korkulacak bir duruma gelme(k). v â h a s r e t â ( و ا ﺻ ﺮ ﺗ ﺎa.n.) : eyvah, yazık, (bkz : vâ-hayfâ). v â h â t ( وا ﺣﺎ تa.i. vâh [ ا ﻻ'] وا حc.) : 01 ؟ortasında suyu ve yeşilliği olan yerler. v â - h a y f â ( و ا بa.n.) : eyvâh, yazık. v a h d â n i ( و د ا ﻓ ﻰa.s. vahdet'den) : Allah'ın birligine âit; Allah ile ilgili. v a h d â n i y y e ( و د ا ﻧ ﻴ ﻪa.i.) : fels. *tektanrcılık, vahâm â و ﺧﺎ ﻣ ﻰ
fr. m o n o th é is m e . v a h d â n iy y e t و د ا ﻧ ﻴ ﺖ
(a.i.) : birlik, Allah'ın bir
oluşu. vahdet
2.
( و ﺣﺪ تa.i.) : 1 . yalnızlık, teklik, birlik.
ta s.
Allah'a yakınlık, Allah'a ulaşma. f i k i r : fels. tek düşüncehk,
v a h d e t-i
fr.
m o n o îd e is m e .
*genleşme *katsayısı. : varlığın tek oluşu; tasavvuf mesleği. 3. İfâde sırasında mevzûun dışına vâfir, vâfire وا ﻓ ﺮ ه، ( و ا ﻓ ﺮa.s. v e f r e t 'd e n ) : ؟îkilmamasi, yânî maksat ne ise yalnız on1. ؟o k , b o l. Emvâl-İ v â fire : b o l, ؟o k m a l. dan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp bu( b k z : b is y â r, f i r â v â n , k e s ir). 2. ed. a r u z d a daklandirilmamasi. müfâaletiin müfâaletiin v e z n i, v a h d e t - â r â m ( و ﺣﺪ ت ارامa.f.b.s.) : dinlendii-ici, vagd ( و ذa . s . ) : 1. a l ؟ak> â d î. ( b k z : d e n i) . 2 . h a rahat yer. sis, t a m a h k â r . v a h d e t - g â h ( وﺣﺪﺗﻜﺎهa.f.b.i.) : yalnız kalınacak v a g l ( وﻏﻞa.i.). ( b k z : v e g a d e t). yer. vâh ( واهa . n . ) : v â h , y a z ık , ay. Âh ü v â h : in l e v a h d e t - g iiz in ( و ﺣﺪ ت ا ﻳ ﻦa.f.b.s.) : yalnızlığa y ip s ız la n m a , ؟ekilen. vah vah : y a z ık , a c ır ım , v a h d e t i ( و ﺑ ﺾa.i.) : fels. *bircilik, fr. m o n is -
v â fid ( و ا ﻓ ﺪa .i . c .: e v fâ d , v e fd , v h f f e d , v ü f û d ) : elçi, te m s ilc i, ( b k z : re s û l).
vâh ( واحa .i . c .: v â h â t ) : 1 ة ؟o r t a s ı n d a s u y u v e y e ş illiğ i o la n y e r. ( b k z : v â h a ).
v â h a ( و ا دa . i . ) : 1 ﺓ ؟o r t a s ı n d a s u y u v e y e ş illiğ i o la n y e r.
vahal ( وﺣﻞa . i .c . : e v h â l, v u h û l ) : b a t a k l ı k , b a ta k , ؟a m u r l u y er.
vahal-gâh ٥ ( وﺣﻠﻜﺎa .f .b .i.) : b a t a k l ı k , vahal-nâk ( و ﻃﻴﺎ كa .f .b .s .) : ؟a m u r lu . vaham ( و مa . i . ) : g e b e k a d ı n ı n a ş y e r m e s i.
v a h d e t - i in b is â t : f iz . v a h d e t-i v ü c û d
m e. v a h d e tim e
( و د بa.i.):
fels.
bircilik,
fr. m o -
n is m e .
( و دأﻧﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.) : XV. asır bilgin ve sofilerinden Afyonkarahisarli Abdiirrahim Efendi'nin 1460 (H. 865) da yazdığı manzum tasavvufi eserdir, v â h i , v â h i^ r e و ا ب، ( واﻫﻰa.s. vehy'den) : boş, mânâsız, feydasiz, ehemmiyetsiz [şey].
v a h d e t-n â m e
1319
vâhib, vâhîbe v â h ib , v â h ib e و ا ب
1.
، ( و ا ﻫ ﺐa.s. v e h b 'd e n ) :
h ib e e d e n , b a ğ ış la y a n , b a ğ ış la y ıc ı,
vâhiden ( واﺣﺪاa.zf.) : tek olarak,
v â h i b i i 'l - â m â l : i s te k l e r i g e r ç e k l e ş t ir e n . A l-
vâhidiyyet ( و ا ﺣ ﺪ ﻳ ﺖa.i.) : birlik, teklik, bir olma, tek olma, fr. unicité,
la h . 2 . [ b irin c is i] e r k e k , [İk in c is i] k a d ı n a d i.
vahim ( و ﺧ ﻴ ﻢa.s.c. : vihâm, vahâmâ) : agir,
v â h ib ü 'l- a t â y â , — - ü 'l - i d r â k : İ lıs a n v e r e n ,
A lla lr. (blcz : v e h h â b ) . V â h ib ü 'l - ih s â n ( وا ﻫ ﺐ ا ﻻ ﺣ ﺎ نa.s.). ( i h s a n v e -
r e n ) : A lla h .
، ( و ا د مa.s. vehm'den) :
kuran, kuruntulu.
vâhime ( واﻫﻤﻪa.i.) : kuruntu kurma hassası,
v a h id ( و بa.s. v a h d e t 'd e n ) : y a ln ı z , te k . ( b k z :
y e k tâ ) .
vâhin ( واﻫﻦa.s.) : zayıf [kimse), (bkz : zebûn). v â h i r ^ ١j(a.i.) :1. diken.2. igne.
v a h id ii'd -d e h r ;
v a h îd ü 'l- a s r ,
v a h îd ü 'z -
ze m â n : z a m â m n ; d e v rin te k in s a n i. v a h îd ü '1 - c in s : b o t . e r k e k l i k v e d i ş i l i k o r g a n -
l a r m d a n y a l n ı z b i r tâ n e s i b u l u n a n z ü m r e . v a h î d ü '1 - f i l k a :
b o t.
(b k z ؛
v a h îd ü '1 - f ilk a
n e b â tâ t) . v a h î d ü 'r - r a h î m : z o o l. e n ؟o k b i r y a v r u y a -
p a n h a y v a n la r . v â h id , v â h id e
sonu tehlikeli, ؟ok korkulu.
vâhim ١ vâhime و ا د
واﺣﺪه
،
وا ب
(a.s. v a h d e t 'd e n ) :
1. te k , b ir . B a 'd e v â h id ii n : b i r b i r i n d e n s o n r a , b i r e r b ir e r , ( b k z : b î- n a z îr , m ü n f e r i d , y e k tâ ) . v â h id e İ r c â : m a t. b ir e i n d i r m e , fr. r é d u c t io n
à 1'u n ité . v â h id e k a r ib f a z l a l ı h â r ic - î k is m e t : m a t.
\ \ b i r e y a k ı n a r t ı k l a b ö lü m , fr. q u o t ie n t à u n e p r é s p a r exés. v â h id e k a r ib n o lc s a n li h â r ic - i k is m e t : m a t.
b ir e y a k i n e k s ik le b ö lü m , fr. q u o t ie n t à u n e p rè s p a r d éfa u t. v â h id e n b a 'd e v â h id ii n
b i r e r b ir e r , b ir b i-
rin d e n so n ra . v â h î d - i k ı y â s î : m a t. * b ir im , fr. u n ité , v â h î d - i k ı y â s î - i n â r î : k im . k a lo r i. v â h id ü '1 - f il k a n e b â t a t : b o t. * b ir ç e n e k lile r, fr. m o n o c o ty lé d o n e s . v â h id ii '1 - f ir â ş : je o l. 0 1 'to k laz. v â h id ü '1 - h a d d : m a t. te k * te r im li. v â h id ü '1 - l e v n : f iz . te k r e n k l i , fr. m o n o c h r o m a tiq u e .
vahi? ( وﺣﻴﺶa.s.). (bkz : vah?), vâhiyât ( وا ﻫ ﻴﺎ تa.s. vâhiye'nin c.) : boş, mânâsız, faydasız, ehemmiyetsiz [şeyh vahi ﺭ
(a.i.c. : evhâl, vuhûl). (bkz : vahal).
ﻭ
vahl-gâh ٥( و ﺣﻠﻜﺎa.f.b.i.) : bataklık, vahmâ وﺣﻤﺎ، ( وﺣﻤﻰa.i.) : aş yeren gebe kadm. vahs ﺹ
ﻭ
(a.i.). (bkz : vehs).
vah ( و ﺧ ﺶ ؟a.i.) : dört ayaklı hayvanlara ârız olan bir hastalık. vah ( و ﺣ ﺶ ؟a.s.c. : vahşân, vuhûş) : 1. yabâni, ürkek, insandair kaçan [hayvan). 2 . ISSIZ, tenha [yer]. vahşân ( و ﺣ ﺸ ﺎفa.s. vahş'ın c.) : 1. yabâni [hayvanlar]. 2 . ISSIZ, tenha [yerler], (bkz : vuhûş). vahşet و ﺣ ﻨ ﺖ 2.
(a.i.) : 1. vahşilik, yabânilik.
ıssızlık, tenhalık. 3. korku, ürküntü,
vah şet-âbâd^î ( و ﺣ ﺸ ﺖa.f.b.i.) : I S S I Z , korku ve ürkeklik veren yer.
vahşeî-âgîn ﻞ
ﻣ
( و ﺣ ﺸ ﺖa .f .b .s .) : ؟ok I S S I Z ,
korkun ؟.
vah ؟et-âmîz ( وﺣﺸ ﺖ اﻣﻴﺰa.f.b.s.) : vahşetle karışık.
vahşet-âver ( و ﺣ ﺸ ﺖ اورa.f.b.s.) : vahşet, ürküntü getiren, korku veren.
vah ؟e t - e n g î z ^ ١ ( و ﺣ ﺸ ﺖa.f.b.s.) : korkun ؟, (bkz : mahûf).
vahşet-gâh ( و ﺣ ﺸﻜﺎهa.f.b.i.) : korku yeri, ISSIZ yer. (bkz : vah ؟et-üâk).
vah ؟et-nâk ك- و
v â h id ü '1 - l e v n : f iz . t e k a n l a m i l , fr. u n iv o q u e ,
(a.f.b.s.) : korku veren yer, ISSIZ yer. (bkz : vehşet-gâh).
v â h id ü 'l - m a 'n â : t e k m â n â l i , * te lc a n la m il, fr.
vah ؟et-zâr ( و ﺣ ﺸ ﺖ زارa.f.b.i.) : yabâni, ISSIZ
u n iv o q u e . v â h id ü '1 - m e s k e n : b o t . * b ir e y c ik li, fr. m o n o ïq u e . v â h i d i i 's - s u k b e : z o o l. te k d e lik lile r , fr. m o n o t r è m e s . 2 . i. e r k e k a d i.
1320
yer.
Vahşî ش
( وa.lr.i.) : Uhud Gazâsi'nda Hz. Hamza'yi öldüren köle, [kani heder edilmişken Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından affedilmiştir].
vakf-ı fuzûlî vahşî, vahşiye
وﺣﺸﻴﻪ، ( و ﺣ ﺸ ﻰo.s.) : 1. yabâni,
insandan kaçan. 2. iirkek, korkak. 3. merhametsiz, duygusuz. vahşiy-âne ( و ﺣ ﺸ ﻴ ﺎﻧﻪa.f.zf.) ؛vahşicesine, vahşilikle. vahşûr ( و ﺧ ﺸ ﻮ رf.i.) : peygamber, (bkz : nebi, resûl). vah y ( و ﺣ ﻰa.i.) : bir fikrin veyâ bir emrin Allah tarafından bir peygambere bildirilmesi, fr. révélation. Em înü'l-vahy : Cebrâil Aleyhisselâm [Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmeye me'mur büyük mefek]. vahy-i miinzel : Kur'an. vahz ( وﺧﺰa.i.) : 1. çimdikleme. 2. sivri bir şey batırarak acıtma. 3. ısırma; sokma, vaid ( و ﻋ ﻴ ﺪa.i.) ؛birini iyiliğe sevk ve kötülük.ten uzaklaştırmak İçin korkutma, yıldırma. Va'd ü vaid : iyi ve yıldırıcı, ürkütücü şeyler vâdetme. vâiye ( واﻋﻴﻪa.i.). (bkz : feryâd). vâiz ( واﻋﻆa.s. ve i. va'z'dan. c. : vâizân, vu'âz) : d؛nî öğütlerde bulunan [İbâdet yerlerin-
a g a c m a b a ş a ş a ğ ı a s ı lm a s ı h â d is e s in e v e rile n b i r a d .
vakahat
وﻗﺎﺣﺖ
(“k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : a r s ız -
ilk ; u t a n m a z l ı k ; k ü s t a h l ı k , ( b k z : v e k a h a t) .
vak'a-nüvîs
وﻗ ﻌ ﻪ ﻧ ﻮﻳ ﺲ
(a.f.b .s.) ؛z a m â n m
h â d i s e l e r i n i k a y ıt la v a z if e li b u l u n a n r e s m i d e v le t t â r ih ç i s i.
vak'a-nüvîsân
( وﻗﻌﻪ ﻧ ﻮﻳﺎ نa.f.b .i. v a k 'a - n ü v î s 'i n
c . ) : e s k i d e n r e s m i d e v le t ta r ih ç i le r i ,
و ﻗﺎ ر
vakar
( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : a g ır b a ? -
lılık , t e m k i n l i l i k . Sa h te -v a k a r : y a la n d a n , y e r s iz a ğ ır b a ş l ı l ı k g ö s te r e n , ( b k z : r e k â n e t , r i ik û n e t ) .
vakayi' "( و ﻗ ﺎ ﻳ ﻊk a " u z u n o k u n u r , a.i. v â k ıa , v a k i a 'n m c . ) : v a k 'a la r , h â d is e le r , o l a y l a r .
Vakayi'-İ acibe : a c â y ip v a k 'a la r . vakayi'-nâme ( وﻗﺎﻳﻌﻔﺎﻣﻪa .f .b .i.) : e d . g ü n l ü k v a k 'a v e h â d i s e l e r i n k a y ıt lı b u l u n d u k l a r ı e se r, ( b k z : r û z - n â m e ) .
vakd, vakdân
وﻗﺪان، وﻗﺪ
( a . i . ) : a te ş in y a n m a s ı,
tu tu ş m a s ı. vakf
وﻗ ﻒ
( a .i .c .: e v k a f ) : 1. d u r d u r m a , a li-
k o y m a . 2. d u ru ş , d u rm a ; k ım ıld a n m a m a . 3. a y ır m a , b a ğ la m a . 4 . b i r m a i l v e y â m ü l k ü
vâizân
( وا ﻋ ﻈﺎ نa.i. vâiz'in c.) : dini öğütler-
de bulunanlar [İbâdet yerlerinde-], (bkz : vâizîn, vu'âz). vâizîn ( وا ﻋ ﻈﻴ ﻦa.i. vâiz'in c.) : dînî öğütlerde bulunanlar [İbâdet yerlerinde-], (bkz : vâizân, vu'âz). vâiziyye ( وا ﻋﻔﻠﻴ ﻪa.i.) : vâzedenlere gördükleri vazife karşılığı olarak verilen para,
- s a t ı l m a m a k k a y d ıy la - b i r h a y ı r İş in e b a ğ ış la m a , b ı r a k m a . 5. g r. A r a p ç a b i r k e l i m e n i n s o n u n u h a r e k e s iz o l a r a k o k u m a .
v a k f b i's-sü k n â : huk.
[e s k id e n )
süknâsı
m e ş r û t o la n v a k ıf .
v a k f b i'z -z a rû re : huk. [e s k id e n ] e s k id e n v a k f ı c â iz o lm a y a n b i r ş e y i n v a k f e d i lm e s i n d e n d ig e r ş e y in m e v k u f s a y ılm a s ı.
واؤﺳﻤﻮﻧﻪ، ( واؤﺳﻤﻮنf.b. s.) : ters,
vakf-ı ebnâiyye : huk. [e s k id e n ] m e ş r û t - ü n -
tersine dönmüş, uğursuz. Baht-1 vâ ؛-gûn : ters tâlih. (bkz : vârûn). vâjûn, vâjûne وا ؤ وﻧ ﻪ، ( واؤونf.b.s.). (bkz : vâjgün, vâ)-gûne). v a k ' ( وﻗﻊa.i.) : 1. ağırlık, ağırbaşlılık. 2. yüksek yer. vak'a ( وﻗﻌﻪa.i.) : 1. olup geçen şey, hâdise, olay. 2. savaş, (bkz : harb, ceng, perhâş). vak'a-î hayriyye : tar. 15 Haziran 1826'da Yeniçeri ocağının kaldırılması hâdisesine verilen bir ad. vak'a-ivakvâkıyye:tar.ıo66(ı655)isyânında Avcı Sultan Mehmed'e zorla öldürttükleri saray ağalarının Sultan Ahmed'delci Şecer-İ vakvâk (bkz : vakvâk) denilen çınar
le h i e r k e k ç o c u k la r la e r k e k ç o c u k l a r ı n e r-
vâj-gûn , vâj-gûne
k e k ç o c u k l a r ı o la n v a k ıf .
vakf-ı ehli ؛huk. [e s k id e n ] k a v m - i m a h s û r e â itv a k ıf .
vakf-ı e v l â d i ^ e : huk. [e s k id e n ] m e ş r û t - ü n l e h i e v lâ t o la n v a k ıf .
vak f-ı fariza-i şer'iyye ( ü z e r e ) : huk. [e s k id en ] b ir k im s e n in h a y a tta ik e n b ir m a lin in g a ile (g e lir) s i n i " f a r iz a - i ş e r 'iy y e (= ş e r 'î h is s e , p ay "), d iy e e v lâ d ı n a v a k f e tm e s i.
vak f-ı fâsid : huk. [e s k id e n ] a s le n s a h i h o lu p d a b â z ı h â r i c i v a s ı f l a r ı it ib â r iy l e m e ş r û o lm a y a n v a k ıf .
vak f-ı f u z û lî : huk. n in
m â lik
[e s k id e n ]
o lm a d ığ ı b i r
şey i
b ir
k im s e -
s â h ib in in
1321
vakf-ı gayr-i lâzım iz n in i a lm a k s ız ın d i r k i, s â h i b i n i n
b ir
c ih e te v a k f e t m e s i
i c â z e tin e m e v k u f o lu r,
[ m e s e l â : b i r k i m s e k a r ı s ı ile m ü ş te r e k e n
c ih e t e v a k fe d e re k ; b i r v e y â i k i m ü te v e lliy e te s li m e tm e le r i d e b u k a b il d e n d ir ] . v a k f - ı m i i t e â r e f : h u k . [e s k id e n ] m e n k u l ü n
m â lik o ld u ğ u b ir a k a r ın ta m â m ın ı k e n d i
a s â l e te n v a k f ı s a h i h d e ğ ild ir . B ir m e n k u -
k e n d i n e b i r c ih e t e v a k f e t s e k a r ı s ı n ı n h i s
liin v a k f o l u n m a s ı h a k k ı n d a b i r b e ld e d e ö r f
s e s in e â i t v a k ıf , k a r ı s ı n ı n i c â z e tin e m e v k u f
v e â d e t c e r e y â n e tm i? is e 0 b e ld e d e o g ib i
b u l u n u r . B in â e n a le y h ic â z e t v e r m e d i ğ i t a k
m e n k u l ü n v a k f ı s a h i h o lu r , [m e s e lâ : o k u t-,
d i r d e b u h is s e h a k k m d a k i v a k ı f n â f i z o l
m a k ü z e r e k it a p , d ü ğ ü n l e r d e g e lin le r e İâ re
m a z ].
o l u n m a k iiz e r e h u ll i y a t v a k f e d i l m e k â d e t
v a k f - ı g a y r - i l â z ı m : h u k . [e s k id e n ] fe s h i k a b il o la n v a k ıf . v a k f - ı g a y r - i s a h i h : h u k . [e s k id e n ] a s le n s a h i h o lu p v a s f e n s a h i h o lm a y a n y â n i z â te n m ü n 'a k i t o lu p b â z ı h â r i c i v a s ı f l a r ı îtib â r iy l e m e ş r û o lm a y a n v a k ıf . m a.
m e ş rû o la n v a k ıf. v a k f İ i 's - s e b î l : h u k . k a m u y a r a r ı n a y a p ı l a n v a k ı f r U U s u : v a k i f o l a n b i r y e r i n i d a r e s i İ ؟i n m ü t e v e ll i v e b a ş k a ilg ilile r e v e r i le n v e b u
v a k f - ı l â z ı m : h u k . [e s k id e n ] f e s h i k a b i l o l m a y a n v a k ıf . m a ra z -ı m e v tin d e y a p m ış [v a s iy e t h ü k m ü n d e
o lu p
o l d u ğ u v a k ıf , sü lü s -i m a ld a n
m u t e b e r o lu r ].
v a k f a le '1 - â m m e
ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺎﻣﻪ
وﻗ ﻒ
: h u k . *kam u
y a r a r ı n a y a p ı l a n v a k ıf . v a k fe
( وىa . i . ) : 1. d u r a k , d u r u l a c a k y e r. 2 . h a -
C ila rın A r a f a t 't a d u r m a l a r ı . 3. d u r a k l a m a
v a k f - ı m e v k u t : h u k . [e s k id e n ] b i r v a k i t ile t a k y i t e d ile n , b e li r l i b i r s ü r e i ç i n y a p ıl a n v a k ı f t ı r k i s a h i h o lm a z . Ç ü n k ü v a k ı f l a r d a t e 'b î d (e b e d îlik ) ş a r t t ı r . v a k f-ı m u a lla k : h u k .
â n ı. v a k fe - i h a y r e t : h a y re t d u ra k la m a s ı,
وﻗﻔﻪ ﺳﻤﺎه
v a k fe -g â h
[e s k id e n ] b i r ş a r t a
[“f i l a n iş im g ö r ü l ü r s e ş u m ü l k ü m v a k ı f o l
و ﻗ ﻔ ﻪ ﺳﻤﻴﺮ
v a k fe g ir
[e s k id e n ] g e le c e k b i r
z a m â n a iz â f e s û r e tiy le y a p ıl a n v a k ı f t ı r k i s a h i h d e ğ ild ir . m u z â f , b i r v a k i t ile m u k a y y e t o lm a k s ı z ı n
( a . s . ) : v a k f a â it, v a -
v a k fiy y e
( وﻗﻔﻴﻪa . i . ) : b i r
v a k f m ş a r t l a r ı m b ild i-
v a k fiy y e t
وﻗﻔﻴ ﺖ
( a . i . ) : m ü l k ü n , v a k ı f o lm a
k e y fiy e ti.
( وﻗﻔﻔﺎﻣﻪa.f.b .i.). ( b k z : v a k fiy y e ). ( وا ﻗ ﻌ ﻪa .i .c . : v â k l â t ) : 1. v u k u ' b u l m u ş ,
v a k f-n â m e
h e m e n y a p ı l a n v a k ıf . [e s k id e n ] V a k ıf l a r ve
m ü râk ab esi
o l
m a k s ı z ı n d o ğ r u d a n d o ğ r u y a m ü t e v e ll il e r i t a r a f ı n d a n id â r e o l u n a n v a k ıf . v a k f - ı r n ü ş â ': h u k . [e s k id e n ] b i r k i m s e n i n b a ş k a s ıy la m ü ş t e r e k e n m â l i k o l d u ğ u b i r y e r d e k i h is s e - i ş â y i a s m ı b i r c ih e te v a k f e t m e s i. v a k f-ı m ü ş te re k : h u k .
وﻗﻔﻴﻪ، و ﻗ ﻔ ﻰ
k i f l a ilg ili. r e n r e s m i s e n e t.
v a k f - ı m ü n e c c e z : ş a r t a m u a l la k , is ti k b â le
m ü d â h a le
( a .f .b .s .) : d u r a n , d u r a k l a -
yan. v a k fi, v a k fiy e
s u n ” d e n il m e s i g ib i].
v a k f-ı m ü s te s n â : h u k .
( a .f .b .i.) : d u r a k y e r i, ( b k z :
m e v k ıf ) .
t a 'l i k s û r e tiy l e y a p ı l a n v a k ı f k i s a h i h o lm a z ,
v a k f-ı m u z â f : h u k .
İç in ilg iliy e v e r i l d i ğ i n i g ö s t e r e n t a y i n v e g ö r e v l e n d i r m e b e lg e s i.
v a k f - ı m a r î z : h u k . [e s k id e n ] b i r k i m s e n i n
v â k ıa
o lm u ş b i r İç, g e rç e k . 2 . r ü 'y â , d ü ş . 3. c e n k , sa v a ş . v â k ıa - i e r d - ç îr - i c e n g : c e n k e rin in , k ü k re m iç 4.
cenk
a rs la n ın m
b a ş ı n a g e le n h a l.
h â d is e , m u s ib e t.
v â k ı a - ı ş â h - ı ç î r - c e n g : a r s l a n g ib i d ö ğ ü ş e n p â d i ş â h ı n 'v â k ıa s ı, o n u n b a ş ı n a g e le n h a l,
[e s k id e n ] i k i v e y â
d a h a ç o k k i m s e n i n m ü ş t e r e k e n m â l i k o l d u k l a r ı b i r y e r i b i r c ih e t e v a k f e t m e l e r i, [şe r i k l e r d e n b i r i b i r c ih e te , d iğ e r i d e b a ş k a b i r
1322
v a k f - ı s a h i h : h u k . [e s k id e n ] z â t e n v e v a s f e n
v a k ıf .
v a k f - ı h a y â t : h u k . [e s k id e n ] ö m r ü n ü b a ğ la
İd â re s in in
o la n b e ld e le r d e o n e v i m e m l e k e t l e r i n v a k f ı s a h i h t i r ؛b u n a : “m ü t e â r e f v a k ı f ” d e n ir ] .
ö lü m ü . 5. A z iz M a h m u t H i i d â y i 'n i n ş e y h i ü f t â d e 'n i n s ö z l e r in i t o p l a d ı ğ ı b i r e s e r i, v â k ıâ
وا ﻗ ﻌﺎ
( a .z f .) : g e rç e k , g e rç i, h e r n e k a d a r .
( b k z : f i 'l- v â k i ') .
;
vakvoka (a.i. vâkıa'mn c.) : başagelen, baştan geçen hâdiseler (Olaylar). V âklât-ı ü ftâde : üftâde hazretlerinin rü'yâları [bir eserin adıdır], v â k ıf ( و ا كa.s. vakf ve vulcufdan) :1 . duran, ayakta duran. 2 ٠Arafat'da vakfeye duran. 3. bir şeyi elde eden; bir İşten haberli olan. 4. bir şey valcfeden. Şart-1 v â k ıf: vakfı yapanm koştuğu şart. vâk ıf-ı ahvâl : durumdan, işlerden haberli, vâk ıf-ı esrâr : gizli şeyleri, sırlan bilen,
vâklât و ا ﻗ ﻌ ﺎ ت
( وا ﻗ ﻔﺎ نa.s. vâkıfın c.) : vâkıf olanlar, bir İşten haberli bulunanlar, bir şeyi bilen1er. vâkıf-âne ( و اﻗ ﻔﺎﻧ ﻪa.f.b.zf.) : vâkıf olanlara yakışacak yolda. vâkifiyyet ( و ﻗ ﻔ ﻴ ﺖa.i.) : vâkıf olma, haberli olma, bilme. vâkiyye ( و ا بa.i.) : okka, dörtyüz dirhemlik tartı.
vâkıfân
vâkıyye-i a'çârî : [eski] üçyüz on iki dirhem-
lik bir ağırlık ölçüsü. vâki', vâkıa
واﻗﻌﻪ, ( واﻗﻊa.s. vuku'dan) : 1. vuku'
bulan, olan, düşen; olagelen, rastlayan. 2. geçen, geçmiş olan. Fi'l-vâki' : gerçi; gerçekten, (bkz : vâkaa). Kem â-hüve'l-vâki' : olageldiği iizere. vâkî, vâkıye وا ﻗﻴ ﻪ، ( وا ﻗ ﻰa.s. vikaye'den) : 1. koruyan, saklayan. 2. önleyici [tedbir, ilâç], fr. prophylactique.
(a.i.c. : vakayi') : vak'a, hâdise (Olay), (bkz : vâkıa). v a k id ^ j( a .i.) .(b k z :vakud). vakia
vatih
و ب
( ودﻳﺢa.s.) : edepsiz, hayâsız, utanmaz,
vakkad و ﻗ ﺎ د
("ka” uzun okunur, a.s.). (bkz :
vekkad).
"( وﻧﺎصka” uzun olcunur. a.s.) : savaşçı; okçu, (bkz : ceng-cû).
vakkas
( وشa.i.) : kulak ağırlığı, ağır İşitme, vakt ( و بa.i.c. : evkat) : 1. vakit, zaman. vak r
vakt-i fu rsa t: fırsat zamânı; fırsatın ele ge ؟tigi zaman. vakt-i g u rû b î: alaturka saat; ezânî saat de denilen Güneş'in batmasıyla hesaplanan vakit. vakt-i h âcet: lüzumlu vakit, ihtiyaç zamânı. vakt-i h â l: şimdiki zaman, İçinde bulunulan zaman. vakt-i hazar ؛barış zamânı. vakt-i k erâh at: akşamcılar arasında şaka yollu söylenen İçkiye başlama zamanı, vakt-i merhûn : beklenen çağ ve zaman, vakt-i m u h târ: düğün, ziyâfet, muhârebede hücûma geçme gibi hallerde uygun bir zaman tâyini. vakt-i n ü cû m i: yıldızlara göre düzenlenen vakit. vakt-i saâdet: Hz. Muhammed'in yaşadığı devir. vakt-i sefer: savaş zamânı. vakt-i zarû ret: huk. hazînenin zor durumundan kurtulması İçin mîrî toprakların özel kişilere emsali gibi satılmasını hakli gösteren durum. vakt-i z e v â lî: Güneş'in öğle zamânmda hesaplanan vakit, alafranga saat, vakt-i z u h r: öğle zamânı. vakt ii h â l: paraca olan vaziyet, vaktâ ki i j J ( وﻫﻂa.e.): ne valcit ki, o vakit ki, oldugu vakit. vakten ( وﻗﺊa.zf.): vakit ve zamanca, vakten m ine'l-evkat: günlerden bir gün, bir zaman, vaktiyle. vakud "( و ﻗ ﻮ دku" uzun okunur, a.i.): odun, kömür gibi ateş olacak, yakılacalc şeyler, (bkz: mahrûkat). vakur "( وﻗﻮرku" uzun okunur, a.s. valcar'dan): ağırbaşlı, temkinli [kimse],
vakıır-âne "( وﻗﻮراﻧﻪku" uzun olcunur. a.f. zf.): 2. saat, günün muhtelif saatleri. 3. mevsim. ağırbaşlılıkla, temkinlilikle. 4. münâsip, uygun zaman. 5. boş zaman. vakvâk ( و ﻗ ﻮا قa.i.): yemişleri insan biçimin6. geçim. 7. çağ, zaman. 8. fırsat. 9. muay- de olduğu rivâyet edilen bir masal ağacı. yen, belirtilen zaman, Şecer-ivakvâk: İstanbul'da Atmeydani'nda vakt-i âher : başka zaman, bir çınara verilen ad. [öldürülen bâzı biivakt-i asr : ikindi zamânı. yüklerin başı bu çınara asılmıştı], vakt-i fecr : tan yerinin ağarma vakti.
vakvaka ( وﻗﻮﻗﻪa.i.): kurbağa sesi. 1323
vâlâ vâlâ ( واﻻf.s.): 1. yüksek, yüce, (bkz : âlî, bâlâ, bulend). Kamet-i vâlâ : boyu yüksek olan. 2. erkek adi.
vâm ık, v â m ık a واش، ( واسa.s.) : 1. seven) âşık, sevdalı. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] ka-
vâlâ-câh ( واﻻﺟﺎهf.b.s.): mevkii, rütbesiyiikselc olan.
vâm î
vâlâ-kadd ( واﻻﻗﺪf.a.b.s.) : boyu yüksek, uzun boylu. ١
din adi.
واس
(f.s.) : b o r ç lu , ( b k z : m e d y U n ).
v a m k ^ ( a . i . ) : s e v m e .( b k z : m u h a b b e t) .
وان- (f.s.) : bakıcı, koruyucu mânâlarına *bileşik kelimeler yapar : B ah ؟e-vân : bah ؟eye bakan, bahçeyi koruyan, (bkz : -bân). vâlâ-kadr ( و ا ﻻ ﻗ ﺪ رf.a.b.s.): kadri, degeri yüce, vâ-pes ( واسf.s.). (bkz : vâ-pesîn). vâlâ-nijâd ( وا ﻻ ﻧ ﺰا لf.b.s.): soyu yüce, yüce soyvâ-pesîn ﺳ ﻦ.( واfb.s.) : son, en sondaki, en gelu, asil, yaradılışı yiice olan, rideki. Nefes-i vâ-pesîn : son nefes. vâlâ-çân ( وا ﻻﺛ ﻦf.b.s.): şâm yüce, -vâr وار- (f.e.) : 1. benzetme edâtı, gibi, (bkz : vâlâyî ( و ا ﻻ ﻳ ﻰf.i.): yükseklik, yücelik, (bkz : âsâ, mânend, -vâre, -vârî, veş). Âvâre-vâr : uliivv). âvâre gibi. Bülbül-vâr : bülbül gibi. 2. i. vâle ( و ا كf.i.): 1. ılgımsalgım, serap. 2. bir çeşit kerre, defa. Yek-vâr : bir defâ, bir keripek kumaş. 3. nâle. re. 3. s. -li. ü m îd -vâr : ümitli. 4. s. mâlik, vâlî ( واﻟﻰa.i. velâyet'den. c . : vülât) : bir vilâyeti sâhip. M âl-vâr : mal sâhibi, zengin, (bkz : İdâre eden en büyük me'mur. -dâr, ZÛ-). 5. lâyılclık, uygunluk anlatır. G ûş-vâr : kulaga takılmaya lâyık kiipe. vâlid ( واﻟﺪa.s. ve i. vilâdet'den): baba. varak ( ورقa.i.c. : evrâlc, vırâk) : 1. yaprak, Vâlid-İ kesîrü'1-m ahâm id: övülecek halleri (bkz : berk). 2. lcâgıt veyâ kitap yapragi. çok olan baba. 3. yazılmış kâğıt. 4. altm, gümüş ve şâir vâü dân ﻛﺎ ن١( وa.f.b.i.). (bkz : vâlideyn). mâdenlerden dövülerek yapılan ince yapvâlide ( و ا ﻟ ﺪ هa.s. ve i.) : doguran; ana. (bkz : rak. ü m m ).
vâlideyn ( و ا ﻟ ﺪ ﻳ ﻦa.i.c.): ana ile baba, vâlidiyyet و ا ﻟ ﺪ ﻳ ﺖ
(o.i.): annelile ve babalık
vasft. vâlih, vâlihe واﻟ ﻬ ﻪ، ( و ا ﻟ ﻪa.s. veleh'den): şaşakalmış, şaşırmış, (bkz : miitehayyir-). vâlih-âne olarak. vâliyân
(a.f.zf.): şaşkınca, şaşırmış
واﻟ ﻬﺎ ﻧ ﻪ
واﻟ ﻴﺎ ن
(a.f.b.i. vâlî'nin c .): vâliler.
vallâhi ( وا سa.e.): "Allah İçin, Allah hakki İçin" mânâsına gelen büyük yemin, (bkz: billâhi, tallâhi). vâm
وا م
(f.i.): borç, (bkz: deyn).
vâ-mânde de. vâm-cû
وا ﻣﺎﻧ ﺪ ه
وا ﻫ ﺠ ﻮ
(f.b.s.): geride kalmış, geri-
(f.b.s.): borç arayan.
-vân
v a r a k - i keffi : b o t . e l d a m a r l i y a p r a k , f r . feu-
ille palmée. varak-i ke'sî : bot. ؟a n a k y a p r a g i , fr. sépale. va ra fci mefsûs : bot. oymalı yaprak, fr. feuille lobée. varak-i m ihr ü vefa : s e v g i v e v e fâ , y â n î, s ö z d C S e v g id e s a d â k a t i n k â ğ ıd ı.
varak-i m ihr ü vefâ'yı kim okur, kim din1er : [ b ir ç o k D iv a n E d e b iy â t i ş â i r i t a r a f ı n d a n k u l l a n ı l a n b u c ü m l e , b u m ı s r â : '( a r t ık k im s e d e d o s t lu k , s a d a k a t v e v e fa k a l m a d ı , k im s e b u n la r ı m iih im s e m iy o r” m â n â s ın a g e lir].
v a r a k i m inçârî : bot. k e n a r ı n d a k i d i ş le r i t e s te r e g ib i s iv r i v e k ı s a o la n y a p r a k .
varak-ı mürekkebe : bot. * b ile ş ik y a p r a k , fr. feuille composée.
v â m - d â r j '^ ٠j(f.b.s.) :borçlu,
varak-i müsennen : bot. te s te r e y a p r a k .
vâm-hâh
v a r a k i m ü te v â lî : b o t. * sa rm a l y a p ra k .
وا ﻣ ﺨ ﻮا ه
(fb.s.): alacaklı.
V â m k ^ j (a.h.i.): Vâmık ile Azrâ hikâyesinin erkek kahramâm.
varak-i rişi : bot. * te l e k d a m a r li y a p r a k , fr. feuille pennée.
Vâm ık u A z r â : Lâmiî'nin mesnevisi, Vâmık ile Azrâ'nın mâcerasım anlatan aşk hikâyesi.
v a r a k i ' s a h i h a : s e n e t, d ile k ç e v e b e n z e r i
1324
ş e y le ri y a z m a k İ ç in ö z e l o l a r a k h a z ı r l a n m ı ş d a m g a l ı k â ğ ıt.
vasati m ihabbaî hatâ varak-i süm eyri : bot. meyveyaprak, fr. carpelle. varalc-i tâm m : bot. tam yaprak. varak-i tiiveyci : bot. *taçyapragi, fr. pétale. v a r a k i zehre : bractée.
bot.
çiçek yapragi,
fr.
varak-i zehrevi : bot. ö rtü y a p r a g i, lco ru yu c u p u l.
varalc-i zû-zeneb : bot. kuyruklu yaprak, varalca
( و ر ﻗ ﻪa.i.) : 1. tek yaprak, tele kâğıt.
2. yazılı kâğıt. varalea-i sahiha : senet, İstidâ gibi ?eyler
yazmaya mahsus resmi damgalı kıymetli kâğıt.
( ورق ﻛﺮدانa.f.b.s.) : olmayacak, bo? i?lerle me?gul olan [kimse], varalci ( ورﻗﻰa.s.) : 1. yaprağa âit, yaprakla ilgili. 2. yaprale biçiminde.
varak-gerdân
( و و ﻗ ﺎ ر هa.fb.i.) : 1. yaprak parçası. 2. kâğıt parçası. 3. ehemmiyetsiz, âdi kâğıt, pusula, tezleere.
varak-pâre
واره- (f.e.). (bkz : -vâr). vâreste ( و ا ر ﺳﺘ ﻪf.s.) : 1. leurtulmu?. 2. serbest,
-vâre
rahat, (bkz : âzâde). 3. ili?iksiz. vârestegi ( وا ر ﻣ ﺘ ﻜ ﻰf.i.) : 1. vârestelile, kurtulma. (bkz : halâs). 2. serbestlile, rahatlile. 3. ilişiksizlik.
وارى- (f.s.): benzel-, gibi. Efrenc-vâri : frenk gibi. M ink ar-vâri : gaga gibi, (bkz : -vâr').
-vârî
vârid, vâride وارده، ( واردa.s. vürûd'dan. c. ؛ vâridin) : 1. gelen, vâsıl olan, eri?en. Evrâk-1 vâride : bir dâireye ba?ka dâirelerden gelen
evrak. vârid-i hâtır : hatıra gelen, akla gelen. 2. bir
?ey haklcmda çıkan, söylenen, olması beklenen, olabileceği dü?ünülen.
( وارداتo.i. vâride'nin c.) : 1. gelil- [yılilk, aylilc...]. 2. lıatıı'a gelen, içe dogan ?ey1er.
vâridât
vâridât-i c ü z 'i^ e : miktarı az olan gelirler. vâridât-ı gayr-1 melhûza : devlet gelirleri
arasında gösterilmi? olmayıp sonradan her hangi bir vesile ile meydana çıkan gelir, vâridâtî ( وارداﺗﻰa.f.b.i.) : tar. vâridatçı, mâliye nezaretinde devletin gelirini yürüten memui'.
v â rid e ( واردهa.i.c. : vâridât) : 1. gelm i? olan ?ey. 2. akla gelen ?ey, dü?ünce. 3 ٠resm î dâireye gelen evrak. v â r id in
( واردﻳﻦa.s. vâ rid 'în c.) : gelenler,
v â r is ( وارثa.i. verâset'den. c. : verese) : 1. m ira s ؟ı, kendisine m iras dü?en. 2. A lla h adlarin d an biri. v a riy e t ( و ا ر ﻳ ﺖt.a.i.) : yarlik , zen ginlik, (bkz : servet).
Varka ( و ر ﻗ ﻪa.h.i.) : 1. ilk v a h y 'in gelm esi iizerine Hz. H adice'nin H z. Peygam beri alıp götürdü ğü m e?hur k âh in . 2. V arak a ile G ü l?âh h ik âyesin in erkek k ah ram âm .
varrak ( وراقa.i.). (bkz : verrak). varta ( و ر ﻃ ﻪa.i.) : 1. k u y u gibi o y u k ve derin yer; u çu ru m . 2. mec. tehlike, için den çık ılm ası güç i?.
vârûn, vârûne وا ر وﻧ ﻪ، ( وارونf.s.) : ters, aksi, ugu rsu z. (bkz ؛m a'kûs, m enhûs). Baht-1 vârûn : ters tâlih. (bkz : vâj-gûn). vasab ( وﺻﺐa.i.c. : evsâb) : h astalık; ağrı, vasâfet ( و ﻣﺎﺗ ﺖa.i.). (bkz : vesâfet). vasâif ( وﻣﺎﺀفa.i. v a s if in c.). (bkz : vesâif). vasat ( و طa.i.c. : evâsıt) : 1. orta, ik i ?eyin arası. 2 ٠ik isin in ortası olan ?ey. Lâ-hayre İllâ fi'l-vasat : h a y ır an cak vasattadır, h ayır itidaldedir. 3. cem iyet m uhiti, İç, O rtam , (bkz : dâhil). 4. bel, sırtın alt kısm ı,
vasat-i miitenâsib : mat. *orantılı orta, fr. moyenne proportionnelle, vasatü'l-hâl : orta halde, orta lralli. vasatii'l-kame : orta boylu, vasatii'r-re's : ba?ın ortası, vasateyn ( و ﺳ ﻄ ﻴ ﻦa.i.c.) : mat. ortalar, fr. moyens. vasati ( وﺳﻄﻰa.s.) : orta; ortalam a, ik isi ortası, orta İıalde.
vasati hatâ : mat. her hangi bir ?eyin m üteaddit ölçü lerin in vasatisi olan rak am ı beher ölçü m ik tâ rın ı tem sil eden rakam dan çık arm ak sûretiyle elde edilen farklar to p lam ın ın ÖİÇÜ adedine bölüm ünden elde edilen ± hatâ m ik tâ n , lât. : Error medius.
vasati İrtifâ' : cogr. 01-talama *yükselti, vasati miirabbai hatâ : mat. heı- h an gi bir ?eyin m üteaddit ölçüleı'inin vasatisi olan ra k am ı beher ÖİÇÜ m ik tarım tem sil eden ralcam dan çık arm ak sûretiyle elde edilen
1325
vasiyyet
vasatiyye
farkların k a r e l i toplamının kökünün Öİ ؟Ü adedine taksiminden elde edilen ± hatâ miktân, lât. error m edius metuendus.
vasatice ( و ﺳ ﻄ ﻪa.s.) : ["vasati"nin müen.]. (bkz : vasati).
( وﺻﻒa.i.c. : evsâf) : 1. *nitelik, bir kimsenin veyâ şeyin taşıdığı hal, Sifat. 2 ٠bir kimsenin veyâ şeyin durumunu, anlatarak târif etme. 3. övme. 4. gr. sifat.
v a sf
vasf-ı m utavassıt : bir vakıfnamede arada
belirtilen nitelik. vasf-ı m U m e ^ iz : fels. ayırt edici, ayırıcı vasif, fr. caractéristique, vasf-ı tahsini : ed. bir şeyin mâhiyetini
beyân etmekten ziyâde lâfzını süslemek İçin kullanılan sıfatlar. Meselâ : "Bu şi'r-i teri okurken ol mâh / Bir savt-i garib İşitti nâgâh'' beytindeki ter ve garib sıfatlan gibi. vasf-ı terkibi : gr. *birleşik sifat, bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkip. Zevk-efzâ : zevk artıran... gibi, v a sif İhtilâfı : huk. devletler husûsî huku-
kunda, İçinde yabancılık unsuru bulunan 'bir hâdisenin *niteliği ile ilgili uyuşmazlık, vasfi, v a s f i ^ e وﺻﻔﻴﻪ،
( و ﺻ ﻔ ﻰa.s.) : 1. vasıfla, nitelikle ilgili, beyan ve târife âit. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi.
( وﺻﺐa.s.) : hasta, (bkz : mariz), vâsıb ( واﺻﺐa.s.) : sürekli; yerinde duran, vâsıba ( و ا ﺻ ﺒ ﻪa.s.) : [“vâsıb” m müen.]. (bkz : vasib
vâsıb). v â sıf
( وا ﺻ ﻒa.s. v a sf dan) : 1. vasfeden, bildi-
ren; öven. 2. i. erkek adi.
( وا ﺻ ﻔ ﻪa.s. vasf'den) : 1. [“vâsıf" m müen.]. (bkz : vâsıf). 2. i. kadın adi.
vâsıfa
vâsık ( واﺛﻖa.s. vüsûk'dan) : 1. güvenen, inanan. 2. Abbâsî halîfelerinden birinin ünvânı. vâsık billâh : Allah'a güvenen,
vâsıl ( و ا ﺻ ﻞa.s. vüsûl'den) : 1. erişen, ulaşan, kavuşan. 2. (c. : vâsılîn) : tas. Hakk'a eren. [“vâsıl-1 Hakk” şeklinde de kullanılır], vâsıl-ı H akk : tas. bütün gerekli mertebeler-
den geçerek Allah'a kavuşan, ulaşan kimse,
( وا ﺻﻠ ﻪa.s.) ؛fels. dıştan, dıştan gelen idealar. fr. adventice.
vâsıla 1326
v â s ılîn ( وا ﺻﻠﻴ ﻦa.s. vâsıl^nin c . ) : tas. H ak k a erenler. G a v s ü 'l-v â sılîn : hakikate, m ârifete erm i? olan k âm ille rin başı, H z. A b d iilk ad ir el-G eylânl. v â s ıt ( و ا طa.s. v a s a t'd a n ): ortada bulunan, ik isi ortası. v â s ıta ( و ا ﺳ ﻄ ﻪa .i.c .: v e s â it) : 1. ik i şeyi birbirin e bitiştiren üçüncü. 2. aracı, arad a bulunan, araya giren, m eyancı. 3. âlet, ara ؟. 4. soy, soy k u şağ ın ın her biri. B ü â - v â s ıt a : vâsıtasız, d oğru d an dogruya. B i'l- v â s ıt a : vâsıta ile, b irin in aracılığ ı ile. 5. ed. terci ve terklb-i bend leri teşkil eden p arça la rı birb irin e bağlayan beyit, [terci'lerde tekrarlanir, terkiplerde değişir]. v â s ıta -i n a k liy y e : taşım a *aracı, *taşıt. v â s ıt î ( وا ﺳ ﻄ ﻰa.i.) : tas. iy i cins b ir k am ış kalem i. v a s i ( و ﺻ ﻰa.i. vesâyet'den. c . : e v s ıy â ') : 1. bir ölünün vasiyetin i yerine getirm eye m e'm ur edilen kim se. 2. b ir yetim in veyâ a k lica zay ıf v e hasta olan bir k im sen in m alın ı İdâre eden kim se. 3. (im âm iye m ezhebine göre) H z. A li. v â s î-i g u r e m â : fık . b o rçları terikesinden fazla oldugu halde vefât eden b orçlunun terikesine yargıç tarafın d an tâyin olu nan v a si؛v a s î- i m an sû b : fık . yetim İçin h âk im (yargiç) tarafın d an tâyin edilen vasi. v a s î- i m u h t â r : fık . ölü nün h ayatta iken tâyîn ettigi vasi olup, vasiyeti yerin e getirm ekle vazifelidir. v âsi', v â s ia و ا ﺳ ﻌ ﻪ، ( و ا ﺳ ﻊa.s. v ü s a f d e n ) : 1. geniş; açık; enli; bol. A r z ıı'llâ h i v â s i a : A lla h 'ın yeri geniştir. 2. A lla h .adlarından biri. v â s i'ü 'l- m a ğ fir e : yarlıg am ası t o l olan A llah. v a s id
( و ﺻﺪa .i.): kapı eşiği, (bkz : südde).
v a s if ( وﻣﺤﺠ ﻒa .i.c .: vesâif, vusafâ) : uşak, hizınetçi. v a s il ( و ﺻﻞa .s.): birin d en aslâ ayrılm az [kim se].
( وﺳﻬﻞa .s.): aracı, hakem . v a s iy y e t ( و ﻣ ﻴ ﺖa .i.c .: v e s â y â ): b ir k im sen in v a sit
öldükten son ra yap ılm asın ı istediği şey.
vasliyye Rükn-i vasiyyet : vasiyete delâlet eden şey ler.
zetilmesini sağlamak üzere bil'ini tâyin etmesi.
vasiyyet bi'l-ecnebî : huk. mirasçılardan başkasına yapılan vasiyet, fr. adventice,
vasiyyet-i gayr-i mürsela: huk. [eskiden) nısıf ve sülüs gibi bil kesir ile mukayyet olarak vuku' bulan vasiyet, [terikenin dörtte birini vasiyet gibi].
vasiyyet bi'l-galle : huk. [eskiden] bir kimse nin birine bir mülkünün, meselâ akarının gailesini vasiyet etmesi, [bu vasiyet, hem mûsînin hîn-i vefâtındaki mevcut gaileye, hem de musâleh sağ oldukça tahaddüs ede cek gailelere masrûf olur], vasiyyet bi'l-hacc : huk. [eskiden] bir kim senin vefâtmdan sonra nâmına haccedilmesi için yaptığı vasiyet, [sülüs-i mâlinden mûteber olur]. vasiyyet bi'l-muhâbât ; huk. [eskiden] bir malı değer fiyatından noksan ile satılmak üzere yapılan vasiyet [dört yüz lira kıyme tinde olan bir evin muayyen bir şahsa üç yüz liraya satılmasını vasiyet gibi], vasiyyet bi'l-vâris : huk. [eskiden] bir kim senin mirasçılarından birine yaptığı vasi yet. vasiyyet bi's-sehm : huk. [eskiden] bir kim senin bir şahsa veyâ bir cihete terikesinden lâalettâyin bir sehim vasiyet etmesi ki ve reseden hiç birinin sehimden zâit olma mak üzere terikenin altıda biri musâleh'e âit olur; vasiyetçinin ölçüsünü belirtmeden terekesinden bir payı vasiyet etmesi, vasiyyet bi's-semere : huk. [eskiden] bir kimsenin birine bağ ve bahçe gibi bir mül künün semeresini vasiyet etmesi, vasiyyet bi's-siiknâ : huk. [eskiden] bir aka rın süknâsını muayyen bir kimseye vasiyet etme, [terekenin üçte birinden mûteber olur]. vasiyyet bi-sülüsi'l mâl : huk. [eskiden] bir kimse tarafından : “malının üçte birini filân kimseye veyâ filân cihete vasiyet et tim” diye yapılan vasiyet, vasiyyet bi'ş-şart : huk. [eskiden] bir şart ile mukayyet olan vasiyet, [meselâ : bir kimse nin : “âilemin nezdinde ikamet etmek üze re filân kadına yüz lira veriniz” diye vasiyet etmesi gibi]. vasiyyet bi't-tasarruf : huk. bir kimsenin ölümünden sonra, terekesinin idâresini ve küçük çocuklarının menfaatlerinin gö
vasiyyet-i muallaka: huk. [eskiden] ?arta tâlik olunan vasiyet, [meselâ hasta olan bir kimse : "eger ben’ bu hastalıktan ölürsem filân zâta şu kadar lira veriniz'' demesi gibi]. vasiyyet-i mukayyede: huk. [eskiden] muayyen bir hâdise ile veyâ bir vakit ile yâhut bir mekân ile takyid edilen va'siyet. vasiyyet-i mutlaka: huk. [eskiden] muayyen bir hâdise ile, bir vakit veyâ mekân ile takyid edilmeyen vasiyet. vasiyyet-i miirsele: huk. [eskiden] mıısâbih'in miktârı muayyen olan yânî sülüs ve rubu' gibi bir kesirle mukayyet olmayan vasiyet, [muayyen bir evi vasiyet gibi]. vasiyet li'1-ecnebî : huk. [eskiden] bir kimsenin vârisinden gayri bir şahsa yaptığı vasiyet. [bu vasiyet mûsinin vârisleri bulundugu takdirde terikenin sülüsünden) buIlınmadığı takdirde tamâmından mûteber olur]. vasiyet li'1-vâris: huk. [eskiden] bir kimsenin kendi vârislerinden birine yaptığı vasiyet, [diğer veresenin icâzetine mevkuf bulunur]. vasiyyet-nâme ( وﺻﺘﻨﺎﻣﻪa.f.b.i.): bir kimsenin, vasiyetini yazmış olduğu kâğıt, yazılı vasiyet. vasi ( و ﺻ ﻞa.i.): 1. [bir şeyi başka bir şeye] ulaştırma, birleştirme; ulaşma, birleşme. Leyletü'l-vasl: ayin son gecesi. 2. kavuşma, (bkz : vuslat). 3. gr. ulama, fr. liaison. 4. g. s. sayfaları yapışan yazılı bir kitabi ayırma san'atı. vasl-ı dil-dâr: sevgiliye kavuşma hâli. vasi ve şâyagân: ed. revi harfinden sonra tekrar eden zamir veyâ edat, vasle ( وﺻﻠﻪi.): tar. Mevlevitarikatine mahsus bir çeşit elbise. vasliyye ( وﺻﻴﻪa.s.): [“vasli" ninmüen.]. (bkz: vasli). 1327
vasm, vasme vasm , vasme وﺻﻤﻪ، ( و ﺻﻢa .i.): ayıp, u tan acak şey; eksiklik. vasmet ( وﺻﻤﺖa .i.): 1. b ir şeyi çar çabuk bağlam a. 2. halsizlik, k ırık lık . 3. eksiklik, ayıp, vasm et-i ceh alet: b ilgisizlik , b ilg i eksikliği, vassâd ( وﺻﺎدa.s. ve i . ) : örücü, ören, dokuyucu, dokuyan, çulha, ( b k z : nessâc). v a ssâf ( و ﺻ ﺎ فa.s. v a s f d a n ) : 1. v â s ıfla rın ı bildirerek anlatan veyâ öven. 2. i. erkek adi. vassâl ( و ﺻ ﺎ لa.s. v a s l'd a n ) : 1. vasleden, ulaştiran , birleştiren. 2. i. g. s. sayfaları yapışan eski y a z ılı b ir kitabin sahifelerin i ayıran sanatlcâr. 3. i. tar. O rtaçağ'da derebeylerine b ağlı olan h a lk veyâ kendisin den dalla büy iilc b ir derebeyine b ağlı olan derebeyi, v a ssâ le ( وﻣﺎﻟﻪa .i.): [eskiden] yazm alcitap larm ken arlı k ısm ın a kâğıt ilâvesi sûretiyle yapılan tâm ir şekli.' vâş
( واشf.s.) : düşm an; gam m az, ( و ا ﺷ ﺪ هf.s .): geri çekilm iş, defolun-
vav ( واوa.f.h a.): O sm anlI alfabesin in y irm i d okuzuncu h a rfi olup “ebced" hesâbm da altı sayısın ın k arşılığ ıd ır ؛V h a rfin in adi. vâv-ı âtıfa : gr. a tıf vavı, *bağlaç, fr. conjonction. [bu h a r f A ra p ça veyâ Farsça ik i kelim eyi b irb irin e bağlarken ilk kelim enin son h a rfi konson la bitm iş ise bu h a rfi ü gibi okutur : ilim ve irfan (= ilm ü İrfân) ؛vo kal ile bitm iş ise, ik i k elim eyi b irb irin e bağlayan "v a v " h a rfi ortada -Farsça kaidesine göre- v ii o k u n u r : kazâ ve kader (= kaza v ii kader)... gibi. (A rap çad a ve olduğu gibi okunur]. vâv-ı kasem : a. gr. iler h an gi b ir kelim enin, çok defa 'A llah kelim esin in evveline gele r e k : İçin, hakki İçin m ân âların ı v e r i r : V 'A llâ h i: A llah İçin, A lla h h a k k i İçin. Ve' 1k a le m i: kalem h a k k i İçin. V e 'n -n e cm i: y ıld ız h a k k i İçin., gibi, ( b k z : bi- (billahi), te- (t'Allâhi)].
vâ-şüde muş.
vâv-ı m akbûza-i salcile : u sesin i veren vâv.
vatâ' ( وﻃﺎﺀa.i.) : b ir şeyi ayakla çiğııem e.
vâv-ı mebsûta-i hafife : ö sesin i veren vâv.
vatan ( وﻃﻦa.i.c. : e v tâ n ) : yu rt, vatan-ı sânî (ilcinci v a t a n ) : sonradan yerleşilen yer.
vâv-ı m akbûza i hafife : ii sesini veren vâv.
vâv-ı mebsûta-i sakile : o sesin i veren vâv. vâ-veyl
( وا وﻳﻞa .n .): yazık, eyvâh!
( وﻃﻐﺪاشa.t.b.i.): y u rttaş, İıem şeri. ( وﻃﺶa.s.) : vatan a âit,
vâ-veylâ ( و ا و طa .n .): 1. eyvâh, yazık! ( b k z : d irig, diriga). 2. i. çığlık, yaygara, feryâd. 3. i. ؛N âm ik K e m âl'in m eşh u r vatan i şiiri,
( وﻃﺘﺠﺮورa.f.b .s.): yurtsever, vatan-perver-âne ( وﻃﺒﺮوراﻧﻪa.f.z f.): yu rtseve-
vâvî ( واوﺗﻤﺎa .s.): 1. "vav' h arfin e m ensup, "v a v ” h a rfi ile ilgili. Ecvef-i vâvî. ( b k z : ecvef). 2. tilki, (bkz : sa'leb).
vatan-daş
vatani, vataniye وﻃﻨﻴﻪ، vatan la ilgi.li. vatan-perver
re y a k ışır yolda, yu rtsevercesine, vatar ( وﻃﺮa .i.c .: e v tâ r ) : İş. Ba'de kazâi vatar : abdest bozd u ktan sonra. K azâ-yî v a t a r : abdest bozm a. vatâvit ( و ﻃ ﺎ و ﻳ ﻂa.i. vatvât'ın c .) : 1. d a ğ k ııla n gıçları. 2. yarasalar. 3. kork ak ve geveze kim seler.
( واﺗﺮf.s.) : çok u zak; sonundalci. vatid ( و ﻃ ﺪa.s. v a td 'd a n ):sa ğ la m ,k u n t. vatm ( وﻃﻢa.i.) : 1. ayakla çiğnem e. 2. perdeyi
vâter
salıverm e. vatni ( وﻃﻨﻰa .i.): üzerine basm a, çiğnem e, vatvât ( وﻃﻮاطa .i.c .: v a tâ v it): 1. dağ k ırlan gıcı. 2. yarasa. 3. kork ak ve geveze adam ,
vâye ( وادهf.i.): nasip, kısm et, (bkz : behre). Bivâye : nasipsiz, m ah ru m , (bkz : bî-belıre). vâye-bahş ﺑﺨ ﺶ bağışlayan.
( واﻳﻪf.b .s.): nasib, behre, fayda
vâye-dâr ( واﻳﻪ دارf.b .s.): nasibi olan, kısm etli. ( b k z : vâye-m end, zû-hazz). vâye-gîr m iş.
r J ( واﻳﻪf.b .s.) : n asip len m iş ؛elde
et-
vâye-mend ( و ا ﻳ ﻪ ﺳ ﺪf.b .s.) : kısm etli, nasibi olan, ( b k z : vâye-dâr). va'z ( و طa .i.): 1. bil- kim seye, k alb in i yu m u şatacak, kend isin i iyiliğe sevk edecek sûrette söz seylem e. 2. d in i öğüt, vaz'
( و صa .i.c .: evzâ') : 1. koym a, konulm a,
vatvata ( وﻃﻮﻃﻪa.i.) ؛gece göz görm em esi,
vaz'-ı esâs : esas koym a, tem el atm a,
vaty ( وﻃﻰa .i.): 1. ayak altında çiğnem e, basm a. 2. çiftleşm e, (bkz : cim â').
vaz'-ı içtim â' (kavu şm a *konum u) : G üneşle herhangi bir *gezegenin, güneşle ayn i yere
1328
ve b.'dö göre ayni hizada ve ayni yanda bulunduğu *konum, fr. conjonction. vaz'-ı istikbâl: astr. Giineçle bir di? *gezegenin, güneçle Ayin, yere göre simetrik oldugu *konum, karçıkonum, fr. opposition. vaz'-ı sahne : sahneye koyma, vaz'-ı yed : el koyma. 2. tâyin etme. 3. kurma, icâdetme. 4. mant. bir ?eye ad koyma. 5. meydana getirme. vaz'-ı ham i: doğurma. 6. duru?, tavır, hareket. vaz'-ı kadim: bir yerin eskidenberi bulundugu hal. vâz ( وازf.i.): bırakma, terk, (bkz : ferâgat). vazâat ( وﻇﺎﻋﺖa.i.): alçaklık, bayağılık, vazâh ( وﺿﺎحa.i.): beyaz, güzel yüzlü adam, vazâhat ( وﺻﺎﺣﺖo.i.): vâzıhlık, açıklık, vazâif ( و ﻇﺎ ﺋ ﻒa.i. vazife'nin c.): vazifeler (*ödevler). vazâif-î kanûniyye : kanûnî vazifeler, vazâif-î milliyye : milli, ulusal vazifeler, vazâif-î sagire : huk. bo? kalan, inhilâl eden vey ؛muattal bırakılan vazifeler, vaz'an ( وﺿﻌﺎa.zf.): vaziyeti, durumu itibariyle; asil lügat mânâsı balcımmdan. vâz-gûn, vâz-gûne وازﺳﻤﻮﻧﻪ، ( وازﻣﻤﻮنf.b.i.): ters, dönük; uğursuz, (bkz: bâz-gûn, bâzgüne). vâzı', vâzıa وا ﺻ ﻌ ﻪ، ( و ا ﻫ ﻊa.i. ve s. vaz'dan): 1. koyan. vâzı'-ı İmzâ: İmzâ koyan. 2. temelini koyan kuran; yapan, hazırlayan, vâzı'-ı kanûn : kanunu yapan, koyan, hazırlayan. vâzı'ü'1-yed : el koyan, eline alan, vâzıh, vâzıha واﺿﺤﻪ، ( وا ﺻ ﺢa.s.): a ؟ılc, meydanda, belli, kapalı olmayan [söz, cümle], vâzıhan ( واﺿﺤﺎa.zf.): a ؟ık olaralc, a ؟ık a ؟ık. vâzıhât ( وا ﺿ ﺤﺎ تa.i. vâzıh'ın c.): a ؟ık, meydanda olan ?eyler, (bkz : bedihiyyât). vazi', vazia ٩ وض، ( و ﺿ ﻴ ﻊa.s. vaz'dan): alçak, bayağı, âdi, a?ağı. vaz'î, vaz'iyye و ذ ي، ( وa.s.) :vaz'amensup, onunla ilgili. vazife ( و ﻇ ﻌﻔ ﻪa.i.c.: vazâif): 1. *ödev, *görev, bir lcimsenin yapmak zorunda bulundugu i?. 2. yapılması, birine havâle edilen i?.
3. ehemmiyet verilen İç. 4. birine, her gün veyâ muayyen günlerde verilmesi kararla?tınlan i? ücreti. vazife-i mukaddes : kutsal vazife (.görev), vazife-i mütehattime: fels. fr. droit etroi. vazife-i zimmet: bor ؟olan vazife, ["vazife” aslında, Arapçada "maa?" karçılığıdırj. vazife-dâr ( وﻇﻴﻬﻪ دارa.f.b.s.c.: vazîfe-dârân): 1. vazifeli (.görevli). 2..İ. me'mur. vazife dârân ( و ﻇ ﻔ ﻪ دارانa.f.b.s.): vazîfedâr'ın c.): 1. vazifeliler. 2. i. me'murlar. vazife-hâr ( و ﻇ ﻬﻔ ﻪ ﺧﻮارa.fb.s.c.: vazîfe-hârân) ؛ tahsîsâtı olan, ücret alan, vazîfe-hârân ( و ﻇ ﻔ ﻪ ﺧﻮارانa.f.b.s. vazîfe-hâr'ın c.): maaşı, tahsîsâtı olanlar, ücret alanlar, vazîfe-nâ-şinâs ﻟ ﻐ ﻪ ﻧﺎ ﺷﻨﺎ س٠( وa.f.b.s.): vazifesini bilmeyen. vazîfe-şinâs ﻟ ﻐ ﻪ ﻻ س٠( وa.f.b.s.): vazifesini, İçini dikkatli yapan. vazîfe-şinâs-âne ﺷ ﻨ ﺎ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ ( و ﻇﻴ ﻐ ﻪa.f.zf.): vazifeçinâs olana yakıçacak sûrette. vazîfe-çinâsî 1 وﻇﻴﻪ ( ﺷ ﯫ ﺳ ﻰa.f.b.i.): vazifeçinaslık. vazifeten ةﻟﻬﺔ٠( وa.zf.): vazife olarak, vazife ile. vazih, vaziha و، ( و ﺿ ﺞa.s. vuzûh'dan): apaçık, besbelli, meydanda, vazîme ( وa.i.): 1. toplantı [iki ü ؟yüz ki?ilik-). 2. misâfirler topluluğu. 3. sefere ؟ikanlar topluluğu. 4. cenâzeden sonra hkarâlara ve ahbaplara verilen yemek, vaz'iyyet ( وo.i. vaz'dan): durum, duru?, vaz'iyyet-i ezhâr: bot. ؟İ ؟ek durumu, fr. inflorescence. vaz'iyyet-i irtika': astr. *yücelme *durumu, vazzâh ( و ﻣ ﻨ ﺎ حa.s. vuzûh'dan): ؟ok a ؟ık, meydanda, belli. vazzâhü'l-cebîn: alm a ؟ık. ve ( وa.i.): dahi, de, hem, ile. ve ( وf.e.): ؟ok defa "ü” gibi ve vokalle (sesli) biten kelimeden sonra "vii" olarak okunur. Kazâ vii kader : kaza ve kader... gibi, veba' ( و د ا ﺀa.i.): hek. 1. veba, tâun, yumurcak. 2. salgm hastalık. ve ba'dü ( و دa.zf.): imdi, ondan sonra. [Allah ve Peygambere edilen duâlardan sonra maksada giri? İ ؟in kullanılırdı.], (bkz؛ ammâ ba'dü). 1329
vebâî, vebâiyye vebâîj vebâiyye وﻷﻧﻪ، ( وﻷﻧﻰa.s.): hek. vebâya âit, vebâ ile ilgili. vebâî ( و وا لa.i.): 1. şiddet, ağırlık, azap. 2. günah. vebâlet ( وﻷقa.i.). (bkz : vebâî). veber ٠ ( ودمa.i.) : 1. ısırgan otunda olduğu gibi bâzı ot ve yaprakların üzerindeki ince dikencikler. 2. hav, tüy. 3. deve veyâ tavşan tüyü. vebr ( و رa.i.c.: vibâr, vibâre, vubûr): zool. aktavşan; Arabistan tavşanı, veca' ( وﺟﻊa.i.c.: evcâ', vicâ'): ağrı, sızı, acı. veca-i batn : karin ağrısı, kuru buruntu, veca-i cenb : göğsün yan tarafındaki ağrı, veca-i mefâsıl: mafsal ağrıları, vecâhet ﻫ ﺖ1( وجa.i.): 1. güzel yüzlülük, gösterişlilik, güzel yüz. 2. îtibar, haysiyet; onur, ?eref. 3.kadın adi. vecâib ( وﺟﺎﺀبa.i. vecîbe'nin c.): vecîbeler, boyna borç olan ?eyler. vecâr ( و ﺟ ﺎ رa.i.c.: evcire, vücür): 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvan yatağı; in. 2. sel suyunun oyduğu yer. vecâzet ( و ﻷ ز تa.i.): sözün veciz, kısa oluşu, (bkz: muhtasar). vecd ( و بa.i.): 1. kendinden geçecek derecede dalgınlık. 2.tas. kendini kaybedercesine İlâhî aşka dalma. 3. aşırı heyecan. 4. kederlenme. vecd-âlûd ( و ﺟ ﺪ آﻟ ﻮ دa.f.b.s.): vecde getiren, coşturan, (bkz: vecd-âver). vecdân ( وﺟﺪاتa.i.): vecit, coşma, kendinden geçme hâli. vecd-âver ( و ب آورa.f.b.s.): büyük heyecan veren. vecd-efzâ ( و ^ اﻓﺰاa.f.b.s.): vecdi, büyük heyecam artıran. vecdet ( وﺟﺪتa.i.): 1. vecitli olu?. 2. zenginlik, vecdi ( وﺟﺪىa.s.): 1. vecde mensup, vecidle ilgili. 2. i. erkek adi. vecdiyye ( وﺟﺪﻳﻪa.s. vecd'den): 1. ["vecdî” nin müen.]. (bkz : vecdî). 2. i. kadın adi. vecel( وضa.i.): lcorkma, ürkme, vecenât ( و ﺟ ﯫ تa.i. vecne'nin c.): yanak yumruları; elmacıklar. veceni ( و ﺟ ﻴ ﻰa.s.): hek. yanağa âit, yanakla ilgili. 1330
veceniyye ( و بa.s.) : [“vecenî” nin müen.]. (bkz: vecenî). vecer yrj (f.i.): fetva. vecer-ger / ( وﺟﺮf.b.i.): fetva veren, müftü, vech ( و بa.i.c.: vücûh): 1. yüz, surat, ؟ehre. 2. üst, satıh, düz, yüz. vechü'1-arz: yeryüzü. 3. ön, alin, (bkz: cebhe). 4. üslûp, tarz. 5. sebep, vesile, münâsebet. Ber-vech-i muharrer : yazıldığı veçhile. 6. vâsıta. ) vech-i âhar: başka sebepten, vech-i ahsen : en iyi yol. vech-i arazbâr: miiz. Tiirk müziğinde bir mürekkep makamdır. Kemânî Hızır Ağa tarafından terklbedilmiştir. Tanbûrl İsak'm devr-i kebir peşrevi ile saz semâisi, Ahmet Ağa'nın hafif bestesi ile ağır aksak semâîsî ve bir ağır düyek şarkı, balıkça Hafız Efendi'nin ağır aksak şarkısı makama misaldir. Vech-İ arazbar, arazbar makâmının ilk iki dizisi olan yegâh'da beyâtî ve çârgâh'da rast beşlisi ile segâh dörtlüsünden ibârettir. Donanımına "si” ve "mi" koma bemolleri yazılır. Yegâh'da beyâtî İçin “si” bekar ve "si” küçük mücenneb bemolü nota içerisinde kullanılır. Segâh dörtİÜS-Ü ile segâh perdesinde durur. Güçlüsü, terkibindeki birinci dizinin güçlüsü olan geldâniye (sol beyâtî nevâ'ya nakledilmiş olduğuna göre) perdesidir; ayni dizinin ، urağı olan nevâ (re) da ikinci derecede güçlü'dür (segâh'ın da güçlüsü bu perdedir). vech-i h âl: bir kimsenin hâli, *durumu, vech-i hüseyni: miiz. hüseynî aşîran makamına bâzı eski eserlerde (meselâ muradnâme'de) verilen isimdir, vech-i İğbirâr : gücenme hâli, vech-i mâaş : geçim vasıtası, vech-i maîşet: geçim vasıtası, vech-i mergûb : beğenilen tarz, şekil, vech-i meşrûb iizere : anlatıldığı gibi, vech-i mülâhaza : nokta-i nazar, fr. point de vue. Min vechin : bir bakımdan, vech-i müvecceh : doğru davranış, vech-i pûselik: müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalını? numûnesi yoktur.
vedid, vedide vech-i şeb e h : ed. teşbihin dört riilcnünden biri olup ınüşebbehün-bih ile müşebbeh arasında müşterek olan ma'nevi emir, [meselâ: "şu bag cennet gibidir” cümlesindeki bağ miişebbeh, cennet müşebbehiinbih olup aralarındaki müşterek olan ma'nevi emir de : "letâfet, zinet” dir]. vech-i şe h n â z: miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Sûz-i dil, şehnaz, evic ve araban makamlarından veyâ bu makamların muhtelif dizi parçalarından İbâret karışık bir mürekkeptir. Dügâh (İâ) perdesinde kalır. A .A vni Konuk'ıın kâr-1 nâtık'ının 52 numaralı ağır diiyek parçası makama misâldir, vech-i şer'î : kanûnî yol. vech-i tafsili : dolaylı üslûp, vech-i tesmiye : ad vermedeki münasebet. vechü'1-hakk: tas. her şeyin hakikati, veche ( و ﺟ ﻬ ﻪa.i.): 1. yüz. (b k z: rûy). 2. yan, taraf, semt, (bkz : cânib). [kelimenin a sil: “viche” dir]. veche-i a z im e t: gidiş tarafı, veche-i m aksûd : lcasdolunan, varılm ak istenilenyer. vechen ( و ﺟ ﻬ ﺎa .z f): 1. bir veçhile, bir sûretle; yüzce, yaz bakımından. 2. bir yönden, bir bakımdan. vechen m in e 'l-vü cû h : vecihlerden biri olaralc; her ne sûretle olul'sa olsun.
vecîhî ( و ﺟ ﻴ ﻬ ﻰa.s.): 1. şefle ilgili. 2. güzelle ilgili. 3. i. erkek adi. veciz, vecize و ﺟ ﻴ ﺰ ه، ( وﺟﻴﺰa.s. vecâzet'den): kısa, del'litoplu. (bkz : muhtasar), vecize ( وﺟﻴﺰهa.i.): ed. özdeyiş, îcazlı söz, lâfzı az, mânâsı ؟ok İfâde. vecne ( و ﺟ ﻐ ﻪa.i.c.: vecenât): yanak yumrusu; elmacık. vecr
( و ﺟ ﺮa.i.c.: evcâr) :-magara. (bkz : kehf).
vecûr ( و ﺟ ﻮ رa.i.): hek. hayvanların bogazma dökülen bir ؟eşit ilâ ؟, ved ( و دa.i.). (b k z: vedd). veda' ( و د عa.i.): beyaz boncuk, vedâ' ( و د ا عa.i.) : ayrılma, ayrılış, Allah'a ISmarladık, Allah'a emânet olun! E l-v e d â : Allah'a ısmarladık, Allah'a emânet olun!, [kelimenin a sil: “vida'” dır], vedâ-ı m ülk-i v ü c û d : varlık ülkesine vedâ etmek, ölmek. vedâat ( و د ا ﻋ ﺖa.s.): 1. emanet olunan şey. 2. sâkinlik, durgunluk, rahat, vedâatiyle ( و د ا ﻋ ﺘ ﻴ ﻠ ﻪa.t.zf.): vâsıtasıyla, *aracıligi ile. v e d â d ( و د ا دa.i.): 1. sevgi, dostluk, (b k z: vidâd). 2. erkek adi. vedâ'-nâm e ( و د ا ﻋ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪa.f.b.i.): kendisinin veyâ selefinin vazifesinin sona erdiğini bildirmek İ ؟in devlet başkanma el ؟i tarafından sunulan mektup, fr. lettres de rappel.
vecheyn ( و ﺟ ﻬ ﻴ ﻦa.i.c.): iki yan, iki yüz, iki taraf. Zü ' 1-vecheyn : ı) iki yüzlü, iki cihetli; 2) mürâî.
v e d â y î ( و د ا ﻳ ﻊa.i. vedîa'nın c .) : vedialar, emânetler, [asil: “vedâi”' difl.
vechi, vechiyye و ﺟ ﻬ ﻴ ﻪ، ( و ﺟ ﻬ ﻰa.s.): yiize mensup, yüz ile ilgili. Zâviye-İ vechiyye : alin zâviyesi, *açısı.
ve'd-duâ ( و ا ﻟ ﺪ ﻋ ﺎa.cü.): “ duâlarımız sizinle berâberdir” mânâsına gelen bu kelime evvelce mektupların altına yazılırdı,
vecî'j v e c ia وج؛ﻋﻪ، ( و ﺟ ﻴ ﻊa.s.: vecâ'dan): ağrıtıcı, sızlatıcı.
vedi ( و د ىa.i.): 1. küçük aptes bozulduktan sonra ؟ikan su. 2. Arabistan'ın bâzı yerlerinde alman vergi.
vecibe ( و ﺟ ﻴ ﺒ ﻪa.i.c.: vecâib): vâcip olan şey, bor ؟hükmünde olan vazife.
Vecîbe-İ nezâlcet: nezâket borcu. Vecîbe-İ zim m e t: boyun borcu, vecih, vecihe . وﺟﻴﻪ، ( وﺟﻴﻪa.i.c.: vücehâ) 1 ؛. bir lcavmin UİU'SU, büyüğü, başkam. 2. s. güzel, hoş, lâtif. 3. uygun, münâsip. Tevcîh-İ vecih ؛iyiye, güzele yorma. Vech-İ vecih : en uygun şekil. 4. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adi.
vedd ( و دa.i.): dostluk, (bkz : vidd, vüdd).
vedi' ( و د ﻳ ﻊa.i. veda'dan): başkasının malını saklamaya me'mur kimse, vedia و ﺑ ﻴ ﻌ ﻪ 1. emânet.
(a.i. vedi'den.
c . : ve d â y i'):
vediatullah (Allah'ın em âneti): ruh, can. 2. İcadın adi. vedid, vedide و ﻟ ﻴ ﺪ ه، ( و د ﻳ ﺪa.i.c.: eviddâ): 1. dost. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. 1331
vedûd vedûd ( ودودa.s.): ؟ok muhabbetli, ؟ok şefkatli. [Allah'ın Sifatlarındandır].
vedûk ( ودوقa.s.): kösnük, kösnümüş, ؟İftleşme zamânı gelmiş [hayvan],
vefa ( و ﻓ ﺎa.i.): 1. sözünde durma, sözünü yerine getirme. 2. dostluğu devâm ettirme. 3. yetişme, yetme, kâfi gelme. 4. ödeme. Bey' bi'l-vefâ : bir mail, alman para ödenince geri vermelc üzere satma. Bî-vefâ : vefâsız, sözünde, sevgisinde durmayan. 5. erkek adi.
vefâ-bîgâne ( و ﻓ ﺎ ﺑﻴ ﻜﺎﻧ ﻪa.f.b.s.): vefâsız, sözünde sevgisinde durmayan,
vefâ-dâr ( و ﻓ ﺎ د ا رa.f.b.s.): vefâlı, sözünde, sevgisinde duran.
vefîk, vefika و ﻓ ﻴ ﻘ ﻪ، ( و ﻓ ﻴ ﻖa.s.) : 1. uygun) kafadengi, ayni fikirde. 2. i. [birincisi) erkek, [İkincisi) İcadın adi.
vefir, vefire و ﻓ ﻴ ﺮ ه، ( وﻓﻴﺮa.s. vefret'den) : ؟ok, bol. (bkz : kesir). Sinîn-İ vefire : ؟ok yıllar, vefk ( و سa.i.) : 1. uyma, uygun gelme, uygunluk. 2. s. uygun, (bkz : mııvâfık). 3. tılsımlı duâ; muslca. Bervefk : göre, uygun olarak. Ber-vefk-i merâm : merâma, istege uygun olarak. Ber-vefk-i dil-hâh : istegi gönlüne uygun olarak.
vefk-i murâd : dilege uygun. vefk-i rübâî : dört ؟izgi ile ؟izilmi? dört kelimelik tılsım.
veflc-i südâsî : altıya bölünmüş tılsım veya
vefâ-dâr-âne ( وﻓﺎ دا راﻧ ﻪa.f.zf.): vefâdar olana,
remil karesi.
sözünde sevgisinde durana yakışacak yolda.
vefk-i sülâsî : kenarı ü ؟köşeli tılsım, vefret ( و ﻓ ﺮ تa.i.) : ؟okluk, bolluk, (bkz : kes-
vefâ-dârît^3 ١۵^ (a.fb.i.): vefâdarlık, vefâlılık, sözünde, sevgisinde durma.
vega “( وﻏﺎga” uzun okunur, a.i.) : gürültü, pa-
ret).
Vefâiyye ( و ﻓﺎﺋ ﻴ ﻪa.h.i.): tas. Şâzelî tarikati şubelerinden biri, [kurucusu: Muhammed Vefâ bin Muhammed bin Necmüddîni'1Magribiyyi'l-iskenderi'dir].
ve gayriihâ ( وﻏﻴﺮﻫﺎa.zf.) : ondan gayri, ondan
vefâ-kâr ( و ﻓ ﺎ ﻛ ﺎ رa.f.b.s.c.: vefâ-kârân) :vefâlı. (bkz :vefâ-dâr).
ve gayriihû ( و ﻏ ﻴ ﺮ هa.zf.) : ondan gayri, ondan
vefâ-perver
وﻓﺎ ﺑ ﺮ و ر
(a.f.b.s.): sözünde, sevgi-
sinde duran. dârâne).
başka, [müfret müennes İ ؟in). baş؛ka. [müfret miizekker İ ؟in). olanlar, ondan başkaları,
ve gayrühümâ ( وﻏﻴﺮﻫﻤﺎa.c.zf.) : ikisinden gayوﻓﺎ ﺑ ﻮ ﺳ
(a.f.b.s.). (bkz : vefâ-dâı-,
vefâ-perver).
vefâ-şiâr ( وﻓﺎ ﺷ ﻌﺎ رa.b.s.) : vefâ huylu, vefâlı. vefâ-şiârî ( وﻓﺎ ﺷ ﻌﺎ ر ىa.b.i.) : vefâlılık, vefâ huyluluk.
vefât ( و ﻓ ﺎ تa.i.) : ölüm, ölme, [yalnız insan hakknada).
vefd ( و ﻓ ﺪa.i. vâfid'in c.) : elçiler; temsilciler, (bkz: vüffed; vüfûd).
vefd ( و ﻓ ﺪa.i.) : 1. gelme, varma, ulaşma, erişme. (bkz : vürûd, VUSÛ1). 2 . husûsî bir İş ile birinin yanına gitme; el ؟i gibi gönderilen insan topluluğu. Nezd-İ maali-vefd: yüceliklerin toplandığı yer.
vefeyât ( وﻓﻴﺎتa.i. vefât'ın c .): ölümler, vefî ( وﻓﻰa.s.): 1. vefâlı, sözünün eri, sözünde duran. 2. tana, mükemmel. 1332
؟aklık, bayağılık, adilik. 2. akilsizlik,
ve gayrühiim ( و ﻏ ﻴ ﺮ ﻫ ﻢa.c.zf.) : ondan gayri
vefâ-perver-âne ( وﻓﺎ ﻳﺮوراﻧﻪa.f.zf.). (bkz: vefâvefâ-peyvest ﺖ
tirdi, kavga; savaş.
vegadet "( و ﻏ ﺎ ﻟ ﺖga” uzun okunur, a.i.) : 1. al-
ri.
veh ( وهa.n.) : vâh ؛, yazık, ay. (bkz : vâh). vehak ٨ (a.i.) : kemend. vehâmet ( وﺧﺎﻣﺖa.i.). (bkz : vahâmet). vehb ( و ﻫ ﺐa.i.) : vergi; bağışlama; hediye, bağış. (bkz : atiyye, İhsân).
vehbi, vehbiyye و ﻫ ﺒ ﻴ ﻪ، ( و ﻫ ﺒ ﻰa.i.) : 1. Allah vergisi. 2. erkek adi; [İkincisi] vehbiye şeklinde kullanılan kadm adi. 3. fels. fr. inné,
innéisme. vehbiyyet ( و ﺳ ﺖa.i.) : fels. fr. innéite. vehc ( وﻫﺞa.i.) : ateşin alevlenmesi, vehd, vehde و ﻫ ﺪ ه، ( و ﻫ ﺪa.i.c. : vihâd) : u ؟urum, derin vâdî.
vehecân ( وﻫﺠﺎنa.i.). (blcz : vehc). ve helümme cerrâ ( وﻫﻠﻢ ﺟ ﺮ اa.cü.) : ötekileri de buna kıyas eyle,' onlar gibi ؟ek.
vekâleten
vehf ( وﻫ ﻒa.i.): nebâtm (*bitki) yapraklanmaSI: çoğalma; uzama.
vehhâb ( و ﻫ ﺎ بa.s. vehb'den): çok hibe eden, fazla bağışlayan. [Allah'ın Sifatlarındandır]. (Abdiilvehhâb'dan kısaltılmış erkek adi),
vehhâbi
و ﻫﺎﺑ ﻰ
(a.i.c.: vehhâbiyyûn): Abdülvehhâb adında birinin bir buçuk asır kadar evvel Arabistan'da kurduğu mezheb ve bu mezhebden olan kimse.
Vehhâbiyye ( و ﻫ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪa.i.): tas. X V III. asır ortalarında AbdUlvehhab adından alınarak Arabistan'da ortaya çıkan bir Müslüman mezhebi, [kurucusu: Abdiilvehhâb bin Muhammed'dir (1745)].
vehhâbiyyet
( وﻫﺎ ﺑ ﻴ ﺖa.i.): vehhâbilik, Abdülvehhâb'm kurduğu mezhebden olma,
vehhâbiyyûn ( و ﻫﺎﺑﻴ ﻮ نa.i. vehhâbi'nin c .) : vehhâbiler.
vehhâc ( و ﻫ ﺎ جa.s. vehc'den): 1. çok, parıltılı. 2. çok alevli.
vehhâm ( وﻫﺎمa.s. vehm 'den): çok vehimli, pek kuruntulu.
vehic ( و ﻣ ﺞa.i.): ateşin sıcaklığı, vehil ( وﺻﻞa. vehl'den) : çok korkak, tabansız, vehle ( وﻫﻠﻪa.i.): 1. dakika, an, lâhza, vehle-i ûlâ: ilk başlangıç, birdenbire. 2. irkilme, ürkme.
vehleten ( و ﻫ ﻠ ﺔa.zf.): birdenbire, ansızın; ilkin.
vehm ( و ﻫ ﻢa.i.c.: evhâm ): 1. kuruntu, yersiz korku. 2. şüphe, tereddüt,
vehm-i havass : psik. *yanılsama, fr. illusivehm-âlûd ( و ﻫ ﻢ آ ﻟ ﻮ دa.f.b.s.): vehim dolu, vehimle karışık.
vehmi, vehmime وﻫﻤﻴﻪ، ( و ﻫ ﻤ ﻰa.s.): gerçekte olmayan, fakat olduğu sanılan, kurulan, kuruntu ile ilgili olan. vehm iyyât ( و ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ تa.i. vehmiyye'nin c .) : gerçekte olmayıp var sanılan şeyler, kuruntular.
vehm-nâk ( وﻫﻤﯫ كa.f.b.s.) : kuruntulu,
vehy ( وﻫﻰa.i.): yıprama, gevşeme ؛yırtma, ve İllâ ( واﻻa.e.): olmadığı halde, olmazsa, yoksa.
ve İllâ fe-lâ : böyle olmazsa olmaz, vekahat و ﻗ ﺎ ﺣ ﺖ
("ka" uzun okunur, a.i.): hayâsızlık, utanmazlık) edepsizlik,
vekâlet ( و ﻛ ﺎ ﻟ ﺖa.i.): 1. vekillik, başkasının İŞİni görmeye me'mur olma. 2. biri, başkasını kendi yerine geçirme. 3. birinin yerini tutma. 4. nezâret, bakanlık. 5. vekilin vazife gördüğü binâ. Da'vâ vekâleti: avukatlık. Ders vekâleti: Şeyhislam kapışında öğretim işleriyle uğraşan dâire [imparatorluk zamânmda].
vekâlet fi'd-nâm : huk. nefis hakkında vuku bulan bir cinâyeti İsbât İçin miiddei ve miiddeâaleyh tarafından bir kimseye verilmiş olan vekâlet.
Vekâlet-İ âmme : umumi vekâlet. Vekâlet-İ d e v r ic e : bir başkasına devredilecek, yânî bir başkasını vekil edecek şekilde birine vekil olma, iler azl edildikçe yenilenen vekâlet.
Vekâlet-İ h âssa : husûsî vekâlet. Vekâlet-İ
hüm âyûn: tar. pâdişâhların nikâhlı haremleri ile hasekilerin yâhut müstefrişelerin çocuk doğurmaları.
Vekâlet-İ muallalca : huk. [eskiden] şarta muallak, şarta bağlı olaralc verilen vekâlet, [meselâ : "filân tâcir buraya gelirse benim şu inegimi satmak üzere seni vekil ettim" gibi].
Vekâlet-İ mukayyede : huk. bir kayıt ile mukayyet olan vekâlet [meselâ " ؛şu saatimi bin kuruşa satmaya seni vekil ettim” gibi]. vekâlet-î m utlaka : ı) sadrâzımlak [Osmanil imparatorlugu'nda-]. 2) bir kayıt ile mukayyet olmayan vekâlet; "şu kadar liraya sat" demek gibi bir kayıtla bagil olmayan vekâlet.
Vekâlet-İ m uzâfa : huk. bir vakte muzâfolan vekâlet [meselâ : "nisan ayında benim hayvanlarımı satmaya seni vekil ettim'' gibi].
vehn ( وضa.i.): gevşeklik, kuvvetsizlik. vehn-i umûmî : hek. umûmî dermansızlık,
Vekâlet-İ umûmiyye : bir kimsenin umûmî
vehs ( و ﻫ ﺺa.i.): 1. ayak altında çiğneme. 2. kırma, (bkz : kesr). vehûb ( وﻫﻮبa.s.): vergisi, verimi çok.
Vekâlet-İ ۶ zmâ : sadrâzamlık (başvekâlet),
vekilliğini üzerine alma.
vekâleten ( و ﻛ ﺎ ﻟ ﺔa.zf.): vekil olarak, başkasınin adma. 1333
vekâle.-nâme vekâlet-nâme ( وﻛﺎﻛﺎ ﻫ ﻪa.f.b.i.) :vekillik kâğıdı, verilen vekâletin noterce tasdik edildiği lcâğıt [birine-].
takdirde diyetini mevlâsı verir. Vefât edip de derecesi mukaddem vâris bırakmadığı takdirde mirâsma mevlâsı nâil olur. Kölesini azat eden mevlâ ile köle arasındaki bag.
vekâlet-penâh . ( و ﻛ ﺎ بa.f.b.i.): sadrâzam (= başvekil). vekâlet-penâhi و ﻛﺎﺑ ﻬﺎ ﻫ ﻰ (a.f.b.i.): 1. sadrâzamlık (= başvekillik). 2. sadrâzama mensup, onunla ilgili, vekeb ب٠( و كa.i.): bir işe özenme, ve-kıs ( و ضa.e.): "var kıyâs et!" mânâsına, ve kıs alâ-hâzâ ﻫﺬا
( وﻗﺲ ﻋﻠﻰa.cü.). (bkz : kıs),
vekil ( و ﻛ ﻜ ﻞa.i.): 1. birinin, İşini görmesi İ ؟in yerine bıraktığı veyâ yetki verdiği kimse, vekil-i d e vle t: devlet vekili, OsmanlIlarda önceleri veziriâzam, sonralara sadrazam denilen devletin en büyük, en yetkili memuru. vekil-i h a r e : vekilhar ؟, masraf- görmekle vazifeli kimse, kâhya. vekil-i m u k ayyed : huk. vekilliği bir kayıt ve şarta bağlı olan vekil, yetkileri sınırlı vekil, vekil-i m u sah h ar: mahkemeye gelmeyen, getirilemeyen lrakkmda dâvâ olunan kimse İ ؟in hâkim tarafından tâyîn olunan vekil. 2. vekâlet makamının en üstün âmiri; *bakan. Baş-vekil: *başbakan. D a'vâvelcîü : avukat. vekil-i m utlalc: huk. vekilliği hi ؟bir kayıt ve şarta bağlı olmayan vekil, yetkileri sınırİanmamış genel vekil,
velâ-yî m evk u f: huk. [eskiden] mıı'tikı taayyün etmeyen memlûk hakkmdaki velâ; azat edilmi? olduğu tartışmalı köleyle ilgili velâ. [meselâ: bir kimse satm aldığı bir kölenin evvelki mevlâsı tarafından azledilmiş olduğunu İddiâ ve İkrâr) mevlâ ise İnkâr eylese vâki olan İkrâra binâen köle azâd olursa da velâsı bu iki mevlâdan hi ؟birine âit olmayıp mevkufbulunur]. velâ-yi m ü v â lâ t: huk. [eskiden] nesebi me ؟hul olan bir şahsın şerâiti dâhilinde başkasıyla akdetmiş olduğu bir velâ'dan bir tenâsur rabıtasından ibârettir. [meselâ: nesebi mâlum olmayan bir şahıs bir kimseye : "sen benim velâ'msın) ben bir cinâyet İşlersem diyetini sen verirsin, vefât ettiğimde de vârisim olursun!'' dese, o kimse de bunu kabul etse aralarında müvâlât miin'akit olur]. velâ-yin âfiz :huk. [eskiden] mıı'tikıma'lûm olan memlûk hakkmdaki velâ, kimin tarafından azat edildiği belli olan köleyle ilgili velâ [velâ-yi nâfiz, hakkında tartışmaya yer verilmeyen bir velâdır]. velâ-yi n i'm e t: huk. [eskiden], (bkz : velâ-yi atâka).
vekire ( و ب ؛a.i.) : yeni yapılan veyâ satın alinan binâ İ ؟in eşe dosta verilen ziyâfet.
velâdet ( و ﻻ د تo.i.). 1. (bkz : vilâdet). 2. ed. sUleyman ؟elebi'nin Mevlid'inde Hz. Muhammed'in doğuşunun anlatıldığı böliim.
velekad "( و ﻗ ﺎ دka" uzun okunur, a .s.): parlak, aydınlık, ışıklı. Fikr-İ vekkad : parlak bir fikir, [asli: “pek alevli'' mânâsınadır].
Velâdet-İ âliye vukuu re s m i: tar. OsmanlI pâdişahlarmdan doğan ؟ocuklar İçin yapılan tören.
vekn و ﻛ ﻦ vekr).
Velâdet-İ hüm âyûn : tar. pâdişâhın doğum günü.
vekil-i sa ltan a t: tar. sadrazam,
(a.i.c.: v ü k û n ): kuş yuvası, (bkz :
vekr ( و ﺛ ﻢa.i.c.: evkâr, vü k û r): kuş yuvası, (b k z : vekn). vekz ( و ﺛ ﻢa.i.): vurma, lcakma. velâ ( و ﻻa.i.): 1. yakınlık, sâhiplik. 2. efendisinin, azat ettiği köle ve câriyesi ile olan münâsebeti ve onlar üzerindeki hakki, velâ-yi a tâ k a : huk. [eskiden] mevlâ ile memlUkü arasında azat neticesi olarak vücûda gelen bir velâ'dan, bir tenâsurdan ibârettir ki, azâdedilenbir cinâyet ika ettiği
1334
velâdî ( و ﻻ د ىO.S.). (bkz : vilâdî). velâid ( و ﻻ كa.i. velide'nin c .) : câriyeler. velâim ( و ﻻ ﺋ ﻢa.i. velime'nin c .) : 1. düğün ziyâfetleri. 2. evlenmeler, düğünler, velâ-kâr-âne ( و ﻻﻛﺎرا ﻻa.f.zf.). (b k z : dost-âne١ muhibb-âne). velâkin ( و ﻣ ﻞa.e.): ammâ, fakat, (bkz : lâkin, lik, velik, velikin). velâk in n e ( وﻟﻜ ﻦa.e.). (b k z : velâkin).
veleh-zede velâ-perver ( و ﻻﺑ ﺮ و رa.f.zf.): dostluk besleyen,
gösteren. ve İâ-siyyemâ ( و ﻻ ﺳ ﻴ ﻤ ﺎa.zf.). (bkz : İâ-siyyemâ). velâyâ
( وﻻيa.i. veliyye'nin c .): eı'miş kadınlar,
velâyet ( و ﻻ ﻳ ﺖa.i.): 1. velilik, ermişlik. 2. veli
ve ermiş olan kimsenin hâli ve sıfatı. 3. başkasma sözünü geçirme. 4. dostluk, sadâlcat. 5. tas. Tanrı dostluğu. Şâh-I velâyet : Hz. Ali.
Velâyet-İ âmm : huk. [eskiden] umum mallara ve fertlere şâmil olan velâyet. [yargı ؟ve vâlî misillü devlet uzuvlarının velâyetleri gibi]. Velâyet-İ c e r â i m : huk. [eskiden] halk ara-
smda tahaddüs eden cürümler, cinâyetler hakkında İdâri, siyâsî bâzı zecri tedbirler alınmasına mezûniyet ve salâhiyet (yetki) tir ki buna : "Velâyet-İ mezâlim” de denir. Velâyet-İ gayr-i z â t i c e : huk. [eskiden] velinin zâtından çıkmayıp hâricî bir mııâmele ile vücûda gelen velâyet [vekil, vasi, mütevelli, yargı ؟ve vâlinin velâyetleri bu kabildendir] ; velâyet görevinin doğum sebebine ve velinin şahsiyetine değil velâyetin verilmesini gerektiren bir muameleye dayanması *durumunda verilen velâyet. Velâyet-İ h âssa : huk.
[eskiden] husûsî mâhiyeti (*özel niteli) hâiz olan velâyet [babanin ؟ocukları ve vasinin kasırlar ve mütevellinimvakıf malları üzerindeki velâyeti gibi]; kamunun cani veya malıyla ilgili olmadan muayyen bir kişinin yararına kurulu olan velâyet.
Velâyet-İ k a z â : huk.
[eskiden] dâvâcılar arasında şer'î usûlü dâiresinde hüküm ve teffize me'zûniyet ve *yetki; uyuşmazlıklara, şer'î kurallara ve adalete uygun bir şekilde ؟özüm yolları bulmakla görevli olan hâkimin taşıdığı *yetki.
Velâyet-İ k ısâs: huk. [eskiden] kısâs ettirmek hakkına mâlikiyet. Velâyet-İ te'dib : huk. [eskiden] bir kimsenin başka bir kimseye karşı hâiz olduğu te'dip salâhiyeti. Velâyet-İ z â t i c e : huk. [eskiden] velinin zâtından ؟ikan velâyet. [babasının evlât üzerindeki velâyeti gibi].
veled ( وﻟﺪa.i.c.: evlâd) : 1. ؟ocuk, erkek evlâd.
2. oğul, (bkz: ibn, pUser). [eskiden Hıristiyan künyelerinde ogul yerine kullanılan bir kelime idi]. veled-i benât: huk. kız ؟ocukların erkek ve kız ؟ocukları. veled-i benin : huk. erkek ؟ocukların kız ve erkek ؟ocukları. veled-i fiiciir: huk. aralarındaki kan ilişkisi yüzünden şer'an nikâhlanmalan mümkün olmayan bir erkekle bir kadının birleşmesinden doğan ؟ocuk, [iki kardeşin birleşmeşinden doğan ؟ocuk gibi]. veled-i gayr-i meşrû, veled-i mâder-bî-hatâ, veled-i zin â : nikâhsız evlenmeden dünyâya gelen ؟ocuk. Bilâ-veled : evlât bırakmadan, evlâtsız olarak, üm m -i veled : sahibinden
azâdedilmeden ؟ocuğu olan câriye. veled-i hâdis : vak. vakfm v.ukuundan sonra meşrût-ün-leh olarak doğan ؟ocuk; yaranna yapılan vakfm kuruluşundan sonra doğan ؟ocuk. veled-i k u l : tar. Yeniçeri, top ؟u, top arabaC I, kumbaracı, kul oğlu, lâğımcı vesâir kapı kulu ocağı mensuplarının ؟ocukları [buna “kuloğlu" da denir]. veled-i m a'nevi : 1) evlâdlığa kabûl edilen ahret evlâdı; 2) [şeyhe göre] mürit. veled-imiilâane :huk. [eskiden] mülâaneden sonra nesebinin babasından nefine hüküm olunun ؟ocuk, “kan" yüzünden babasıyla nesep ilişkisinin bulunmadığı hâkim tarafından kararlaştırılan ؟ocuk. veled-i m üvâlât : fık. nesebi me ؟hûl olan bir şahsın şerâiti dâhilinde başkasıyla alcdetmiş olduğu velâ. veled-i sa d ri : huk. bir ana babadan doğan ؟ocuğa, anası gözönünde bulundurularak verilen ad. veled-i sulbi : öz ogul. veleh ( وﻟﻪa.i.): [kederden gelen] şaşkınlık, sersemlik. veleh ( وﻟﻪf.i.): kahir ve hışım, ve lehu ( وﻟﻪa.cü.): bu da onun. ve lehu eyzan : bu da onun gibi, bu da öyle. veleh-zâ ١^ j ( a . s . ) :şaşırmış, veleh-zede ( وﻟ ﻬ ﺰ د هf.b.s.): sevgilinin hışmına uğrayan ve kahir ؟eken âşık. 1335
velev velev ( و ﻟ ﻮa.e.) : olsa da, bile, hattâ, ister, ister-
veliyyü'n-niam : 1) dînine sımsıkı bağlı bulunan kimse; 2) tar. şeyhülislâm, veliyye ( و بa.i.c.: velâyâ) ؛ermiş kadın, veliyyullah ( وﻟ ﻰ اﻟﻠﻪa.b.i.): ermiş kimse; Allah'ın sevgili kulu. velsân ( وﺑﺎ نa.i.): birbirlerinin boyunlarına el atarak yürüme. veiu' ( و ﻟ ﻮ عa.i.): bir şeye fazla düşkün olan, (bkz: haris). velûd ( و ﻟ ﻮ دa.s.): 1. doğurgan, ؟ok doğuran. 2. mec. ؟ok eser veren, velvâl ( وﻧﻮالa.i.): ağlayıp inleme, velvele ( و ﻟ ﻮ ﻟ ﻪa.i.): 1. şaşkınlık, (bkz : hayret). 2. gürültü, patırdı, yaygara, şamata, (bkz : gulgule). 3. miiz. Türk müziğinde usûlün darp parçacıklarına ayrılarak vurulma şekli. M eselâ: “düm te ke düm tek tek'' şeklinde vurulan aksak, velveleli olursa her darbı bir ka ؟darp halinde olur. Bu şekilde usûlün fazla hareket ve canlılık kazandığı muhakkaktır. Yalnız gelişigüzel velvele yapılamaz; ince bir zevk-i selim'e ve derin bir bilgiye müstenid olması lâzımdır. Velvele, hassaten Mevlevi âyîn-i şeriflerinde kullanılır; kudüm, usulleri velveleli olarak vurur, semâ böylece fevkalâde bir hareket ve halâvet kazanır. velvele-endâz ( وﻟﻮك ا ﻧ ﺪ ا زa.f.b.s.): gürültücü, yaygaracı. velvele-engiz ( وﻟﻮك ا ﻧ ﻜ ﻴ ﺰa.fb.s.): gürültü 1 ؟k^ran, gürültü koparan, vely ( وﻟ ﻰa.i.): birbiri ardı Sira gelme, ؟ikma, olma, (bkz : taâkub, tevâlî). ve mâ fîhâ ( و ﻣﺎﻓﻴ ﻬﺎa.i.): ve onun içindekiler, vemiz ( وa.i.): bulut arasından görünen ışık, (bkz: vemz). vemye .( وﻣﻲa.i.): sıkıntı, meşakkat; belâ, vemz ( و ﻣ ﺾa.i.): hafifçe ؟akma, parlama [şimşek].
velev siillim : öyle olduğu teslim ve kabul olunsa bile. ve'1-hamdü İi'llâhi veüyyü'1-hamd و ا ﻟ ﺤ ﻤ ﺪ ﻟﻠﻪ ( وﻟﻰ اﻟ ﺤﻤﺪa.cü.): hamd, AUâh'a mahsustur, hamd'm asil sâhibi de O'dur. velhân ( وﻟﻬﺎنa.s.): şaşkın, sersem. ve'l-hâsıl ( واﻟﺤﺎﺻﻞa.s.): sözün kısası, kısacası, (bkz : el-hâsıl, hâsıl-1 kelâm). veli ( وﻟ ﻰf.e. velâyet'den): velâkin, ammâ, fakat. (bkz:lik). veli-ahd ( وﻟ ﻰ ﻋ ﻬ ﺪa.b.i.): bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, [asil: veliyy-i ahd'dır]. velid ( و ﻟ ﻴ ﺪa.i.c.: vildân): 1. yeni doğmuş 0 ؟cuk. (bkz: sabi). 2 ٠köle, kul. ümmü'lv e lid : tavuk. velide ( وﻟﻴﺪهa.i.c.: velâid): câriye, velikj velikin وﻟﻴﻜﻦ، ( وﻟﻴ ﻚf.e.): lâkin, amma, fakat, ancak, şöyle ki. velime ( وﻳﻤﻪa.i.c.: velâim ): 1. düğün ziyâfeti, şölen. 2. evlenme, düğün. v e li^ ( وﻟ ﻰa.i.c.: evliyâ) 1 ؛. Allah'ın 99 adindan biri. 2. sâhip. 3. bir ؟ocuğun her türlü hareketinden ve hâlinden sorumlu olan kimse. 4. ermiş, eren. 5. erkek adi. veliyy-i akreb : huk. velâyet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakm olan kimse. veliyy-i eb’a d : huk. velâyet altında bulunan kimseye hısımlılc derecesi en uzak olan kimse. veliyy-i cinâyet: işlenen bir su ؟ıın intikamını almaya hakki olan yakın akrabâ. V eli^-İ d e m : kan dâvası gütmeğe hakki olan kimse. veliyy-i nâsır : yardim eden arkadaş; Allah. V eli^ -İ ni'm et: nimet sâhibi, velinimet, besleyen; birine, yaşadığı müddetçe, tesiri veny ( وﻧﻰa.i.): İş husûsunda gevşeklik gösterme. devam edecek olan iyilik ve bağışlarda bulunan kimse. ver ( ورfe .): ve, eğer; “ve er” den kısaltma, (bkz: er). veli^ ü 'd -d în ؛ı) dine sımsıkı bağlı; 2) dilimizde "veliyettin” şeklinde erkek adi ola- -ver ور- (f.s.): “sâhib, mâlik; usta'' mânâlarına rak kullanılır. gelerek .birleşik kelimeler yapar. Dânişveüyyü'l-emr : emir sâhibi, âmir. ver : âlim; Suhan-ver: şâir, edip., gibi, veüyyü'1-hakk, veli'd-dem, velî'l-kasâs: fık. ver'a ( و ر ﻋ ﻪa.i.): korkaklık, (bkz: bim, havf, kasas veyâ diyet istemeye hakki olan. ru'b, ters). 1336
٧erziş-kâr vera' ( ورعa.i.): haramdan kaçınma. Ehl-İ vera': dine bağlı, dindar, (bkz: mütteki, verâ', verâat, zâhid). verâ' ( وراﺀa.i.): 1. arka, geri, öte. Mâ-verâ : bir şeyin arleasmda, ötesinde bulunan şey. verâ-i cebel: dağın arkası. 2. başka, gayri. 3. kıç, geri, dübür. verâ ( ورىa.i.c.: verâyâ) : halk, mahluk; âlem, kâinat. Ahkarü'1-verâ: halkm en âcizi. Efkarü'1-verâ: halicin en faleiri. Hayrü'1verâ (mahlûkların hayırlısı): Hz. Muhammed. verâ'j verâat وراﻋﺖ، ( وراعa.i.). (bkz : vera'). verâkı ( وراﻓﻰa.i. verka'm c.): güvercinler, verâset ( و را ﺳ ﺖa.i.): vârislik, mirascilık, mirasta hale sâhibi olma, [asil: “virâset” dir]. Verâset-İ Irkıyye : doğanın ecdâdma benze-
mesi. Verâset-İ selefiyye : geçmişlerin irsi kudreti. Verâset-İ şahsiyye: ilei canimin yaklaşma-
smdan doğan yavrunun, ya anasının veyâ babasının vasıflarından bâzısını almış olması. verâyâ' ( و راﻳﺎ ﺀa.i. verâ'nın c.). *yaratıklar, (bkz: mahlûkat). verb ( وربa.i.): yabâni hayvan ini. verd ( وردa.i.): 1. doru at. 2. Hz. Muhammed'in yedi atından birinin adi. 3. rengi doru olan arslan. verd-i agbes : doru at.
bulaşıcı hastalık. 4. bu hastalığa tutulmuş kimse. ve re m -i eb yaz : hele, büyük mafsallarda cildin rengini degiştirmeksizin meydana gelen şişkinlik. verese ( ورﺛﻪa.i. vâris'in c.) : mirasçılar. B e y n e'lverese : mirasçılar arasında, v e rîd ( و ر ﻳ ﺪa.i.c. : evride, vurûd) : hele, siyah lean damarı, toplardamar, fr. veine, v e rid -i bâb : anat. İeapı *toplardamarı, fr. veine porte.
ecvef-i sü flâ : anat. alt ana *toplardamar, fr. vein e cave in férieu re, v e rid -i e cvef-i u ly â : anat. üst ana *toplardamar, fr. vein e cave su périeure, v e rid -i fevk a'l-k eb ed : an at. karaciğer üstü *toplardamarı, fr. vein e su s-h épatiqu e, v e rid -i k e ylû si : anat. kilus daman, fr. v ein e
v e rid -i
chylifère.
akciğer *toplardamarı, kürek kemiğinin altından geçen siyah kan daman (toplardamar). v e r id -i v id â c î : anat. boyun *toplardamarı, v e rid -i r ie v i : anat.
v e rid -i tah t-1 terk o va : anat.
fr. v ein e Ju gu laire . H a b b ü ' 1-v e rîd : anat.
ensedeki iki kalın sinirden her biri, v e rid i, v e rid iy y e و ر ﻳ ﺪ ﻳ ﻪ، (( و رﻳ ﺪﺗ ﻢa.s.) : anat. *toplardamarla ilgili, im tisâ s-1 v e r id i : anat. *toplardamar vâsıtasıyla olan emilme, v e rik ( و ر ﻳ ﻖa.i.) : 1. sik yapraklı ağaç. 2 . s. gür sakallı [kimse].
verd ( وردa.i.c.: evrâd, virâd, viird): bot. gül. Mâü'l-verd: gül suyu.
v e rize
verd-i nâz: ı) naz gülü, nazların gülü; 2) kadın adi.
verk a'
verd-i riyâh : cogr. rüzgâr gülü, verd-âne ( و ر داﻧ ﻪa.i.): 1. toplu oklava. 2. koca başlı kertenkele. verdene ( وردﻧﻪf.i.): 1. börekçi merdânesi, oklava. 2. dolap oku. verdi ( وردىa.s.): bot. giile âit, gül ile ilgili, verdice و ر د ﻳ ﻪ rosacCes.
(a.i.): bot. *giilgiller, fr.
verek ( وركa.i.c.: evrâk): anat. kalça kemiği, vereki ( ورﻛﻞa.s.): kalçaya âit, kalça ile ilgili, verem ( ورمa.i.c.: evrâm): 1. ŞİŞ, yumru. 2 ٠ŞİŞme. 3. hek. verem, Koch basilinin yol açtığı
( و رزهa.i.) : anat. mideden ciğere giden
damai'.
"( ورﻗﺎﺀka” uzun okunur, a.i.c. : verâki') :
1. yabâni güvercin, üveyle; güvercin. 2. s.
açık boz renk. : posta güvercini, v e r r â k ( وراقa.i.) : kâğıtçı, v e rta ( و ر ﻃ ﻪa.i.c. : vırât) : 1. varta, çukur yer; uçurum. 2. içinden çıkılması güç İş. v e rz ( ورزf.i.). (bkz : verziş). verze ( ورزهf.i.) : İş, san'at, meslele. v e rz -g e r ( ورزﻛﻞf.b.i.). (bkz : verz-kâr). v erz id e ( ورزدهf.s.) : ekilmiş, (bkz : mezrû'). v e r z i ( ورز ش ؟f.i.) : 1. çalışma; işletme. 2 . s. çalışmış. 3 ٠bir İŞİ âdet edinme, v e r z iş -k â r ( ورزﺷﻜﺎرf.b.s.) : çalışkan. v e rk a -y i n âm e-b e r
1337
ve ziş-kâ r-â n e
verzi?-kâr-âne ( ورزﺷﻜﺎراﻧﻪf.zf.): ؟alışkanlıkla, verziş-kârî ( ورزﺷﻜﺎرىf.i.): çalışkanlık, verz-kâr ( ورزﻛﺎرf.b.i.): çiftçi, rençber; İ? ؟İ. vesâfet ( و ﻣ ﺎ ﺗ ﺖa.i.): vasiflik, hizmetkârlık, İşçilik. vesah ( و ﺳ ﺦa.i.c.: evsâh): kir, pasj pislik, mundarlık, (bkz: reyn'). vesâid ( و ﺳ ﺎ ﺋ ﺪa.i. visâde'nin c .): yastıklar; dö?ekler, şilteler. vesâif ( و ﻋﺎﺋ ﻖa.i. vasifin c .): uşaklar, hizmet ؟iler, (bkz: vusafâ). vesâik ( وﺛﺎسa.i. vesika'nm c.): vesikalar (*belgeler). vesâil ( وﺳﺎﺋﻞa.i. vesile'nin c .): vesileler. Vesâil-İ vâzıha ve filim e : a ؟ık ve fi'lî sebepler. ve şâire ( و ﺳ ﺎ ر هa.c.): ve başkaları, ve bunun gibiler, ve benzerleri, vesâit ( وﻣﺎﺋ ﻂa.i. vâsıta'nın c .): vâsıtalar. vesâ؛t-i h arb iyye: harb vâsıtaları. Vesâit-İ nakliyye: nakil vâsıtaları, *taşıtlar, vesâk ( وﺛﺎقa.i.c.: vü suk): 1. bağ. (bkz: râbıta). 2. antlaşma, yeminle söz verme [birbirlerine]. 3. sözleşme yeri. [Kur'anda "vesak” ?ekli geçer]. vesâm, vesâmet وﺳﺎﻣﺖ، ( و ﺳ ﺎ مa.i.): güzellik, güzel olma. vesâtet ك٠( وﻣﺎa.i.): araya girme, vâsıta olma, aracılık etme. vesâvis ( وﺳﺎوسa.i. vesvese'nin c .): vesveseler, kuruntular. vesâv ؛s-i ?eytâniyye : şeytanca kuruntular, vesâyâ ١( وﺻﺎيa.i. vasiyyet'in c .): vasiyetler, bir kimsenin, öldüktün sonra yapılmasını istedigi ?eyler. vesâyâ-yi miictem ia: huk. bir zat taraftndan yapılmış olan birçok vasiyetler, vesâyet ت. ( و ﺀ اa.i.): 1. vasilik. 2. vasiyet. 3. emir, tenbih; tavsiye. vesbe ( وبa.i.): bir sıçrayış, bir atlama, veseb ( وﺛﺐa.i.): sıçrama, atlama, vesebân ( وﺛﺎنa.i.). (bkz : veseb). vesen ( و شa.i.c.: evsân) : put. (bkz: ؟elipa, salib, sanem). vesen ( و سa.i.): uyku ağırlığı, uyuklama, (bkz: sine, vesne). veserie ( وﺳﻔﻪa.i.). (bkz : vesen, vesne). 1338
veseni ( و ﻷ ىa.s.): fels. fr. hypnagogique. veseni, veseniyye و ﺛﻨ ﻴ ﻪ، ( و ﺷ ﻰa.s.): 1. puta mensup) putla ilgili. 2. puta tapan, (bkz: sünâî). [Zerdiiştliikte iki elle tapmaları doİayısıyla "sünâî” denilmiştir), veseniyyûn ( وﺋﻨﻌﻮفa.i.c.): putperest tâifesi. vesî'j vesia ﻋﻪ٠ وس، ( وﺳﺢa.s.): geni?, bol. (bkz : vâsi'). vesic ( و ﺳ ﺞa.i.): hızlı yürüyen deve, vesîk ( وﺷﻖa.s.c.: visâk): ؟ok saglam, kuvvetli, (bkz: vüska). vesika ( و د فa.i.c.: vesâik): 1. inanılacak saglam delil. 2. *belge. 3. dar ölçüde verilmesi gereken bir mal veya yiyeceğin halka müsâvi (= *eşit) ?ekilde dağıtılması İ ؟in hükümetçe verilen izin kâğıdı, vesile d ; ,.و ( اa.i.c.: vesâil): 1. yol, vâsıta. 2. bahâne, sebep. 3. fırsat, elverişle vaziyet. Bîlâ-vesîle, Bî-vesîle: ortada bir sebep ve bahâne yok iken. Ni'me'1-vesîle : fırsattan yararlanarak. 4. kadm adi. vesile-i cemile, vesile- ؛hasene : güzel sebep, güzel firsat. vesile- ؛s a 'y : ؟alışma vesilesi. Vesüetü'n-necât (kurtulma tutamağı, yolu): Süleyman Çelebinin 1409 tarihinde yazdığı ü.nlü mevlidi. vesîle-cû ( و د ه ﺟﻮa.f.b.s.): vesile, bahâne, sebep arayan. vesîle-cûy-âne ( و ﻣ ﻪ ﺟﻮﻳﺎﻧﻪa.f.zf.): sebep ve bahâne ararcasına. vesile-dâr ( و د ه داوa.f.b.s.): vesileli, sebepli, vesile-hâh ( و د ه ﺧﻮاهa.fb.s.): vesile isteyen, vesîle-hâh-âne ( و ﺳ ﻴﻠ ﻪ ﺧﻮاﻫﺎﻧﻪa.f.zf.): vesile isteyene yakışır sûrette. vesîletü'n-necâ ، ( و ﺳ ﻪ ادﺟﺎةa.b.i.): “kurtulma tutamağı” : mevlid. vesim, vesime و ﻣ ﻴ ﻤ ﻪ، ( و ﺳ ﻴ ﻢa.s.c.: visâm, vüsemâ): 1. güzel yüzlü. 2. rastıklı. 3. damgali. vesm ( وصa.i.): döğüp toz hâline getirme, vesm ( وﺳﻢa.i.): dağlama, damgalama, vesme ( و ﺳ ﻪa.i.): 1. hayvana vurulan kızgın damga. 2. rastık. vesme-dâr ( وﺳﻤﻪ دارa.f.b.s.): 1. damgalı, dağlı, dağlanmış. 2. rastıklı.
vezıme
vesnân ( و ﺗ ﻦa.s.): uykusu gelmiş olan, uyuklayan. vesne U j (a.i.). (bkz : vesen). ve's-selâm ( واﻟﺴﻼمa.n.): İşte 0 kadar, son söz budur, artık bitti. vestâ ( و ئf.i.): ateşe tapanların din kitabi olan Zend'in şerhi, vesti ( و سfi.): şerh, tercüme, vesvâs س١( وﻣﻮa.i.): şeytan, (bkz: iblis), vesvese ( وﻣﻮﻣﻪa.i.): İşkil, şüphe; kuruntu, vesvese-dâr ( و ﺳ ﻮ ﺳ ﻪ دارa.f.b.s.): vesveseli, kuruntulu. vesvese-hiz ( وﺳﻮﺳﻪ ﺧ ﺰa.f.b.s.): vesvese kaldıran ؛vesvese koparan. -veş وش- (f.e.): gibi mânâsını veren bir benzetme edâtı. (bkz : mânend). Bülbül-veş : bülbül gibi. Deryâ-veş: deniz gibi. Mahveş:Aygibi... veşak ( وﺷﻖfs.) ؛vaşak, veşel ( وﻫﻞa.i.): az su. veşelân ( وﺷﻼنa.i.): suyun akışı, veşîa ﻋﻪ٠ ( وفa.i.c.: vesâi'): 1. elemye, üzerine iplik sarılan ağa2 . ؟. fiz. üzerine elektrikli teller sarılan âlet. veçîce ب 2. lif.
و
(a.i.): 1. ağa ؟kökü, (bkz : cezr).
veşîme ب lük.
و
(a.i.): düşmanlık, fenalık, kötü-
veşl ( وﺷﻞa.i.): az miktarda olan su. veçm (٠( وشa.i.c.: vişâm, vuşûm): düğme, İğne ile ve renkli tozla vücuda yapılan türlü şekiller. veşme ( وﺷﻤﻪa.i.): yağmur tânesi. veşt ( وﺷﺖfs.) ؛güzel, (bkz : hûb). veşy ( و ﺷ ﻰa.i.): 1. bir ؟eşit elbise. 2. kumaş İşlemeleri, kumaş alacalığı. 3. kumaşı renklerle, resimlerle süsleme. 4. kılı ؟ ؟eliğinin suyundaki özlülük. 5. söze yalanlar katip yakıştırma. 6. gammazlık etme, vetâir ( و ﺗﺎ ﺋ ﺮa.i. vetire'nin c.): yollar, meslekler. veted ( و ﻧ ﺪa.i.c.: evtâd): 1. ağa ؟kazık. 2. ed. aruzda ü ؟harften meydana gelen nazım, veted-i mecmû': ed. iki harekeli harfle bir sâkin (harekesiz) harften İbâret olan kelime : “faûl, benim, senin..” gibi.
veted-i mefrûk: ed. iki harekeli harfin araSinda bulunan bir sâkin (harekesiz) harften İbâret olan kelime: "fâle, kâne.." gibi. 3. anat. ense kemigi. veter ( و ﻟ ﺮa.i.c.: evtâr): 1. yay ؟ilesi, kiri?. 2. saz teli, saz kirişi, ؟algi teli. 3. geo. kiriş. veter-i kaime : geo. hipotenüs. 4. adaleleri hareket ettiren kaim sinir, vetire ( وﻳﺮهa.i.c.: vetâir) : 1. dar yol, ke ؟i yolu. 2. yol, üslûp, tarz. vetire-i necât: kurtuluş yolu. 3 ٠anat. burnun iki deliğini ayıran zar. 4. fels. ؛süreç, fr. processus. vey ( وىf.e.): "ve ey!” yerinde “ey” karşılığı olarak şiirde kullanılır, ve-yâhûd ( وﻳﺎﺧﻮدa.f.e.): veyâ, isterseniz ؛iyisi, veyh ( وﻳﺢa.n.): heyhat: veyl ( و ﻳ ﻞa.n.): 1. vay!, yazık, vah vah. 2. i. cehennemde bir derenin adi. veyle ( وﻳﻠﻪa.i.): rezillik, küstahlık. v e z â if، jjü ٠j (a.i. vazife'ninc.). (bkz :vazâif). vezâil ( وﻧﺎشa.i. vezile'nin c.). (bkz: vezile). vezân ( وزانfs.): esici, esen, [“olmak” yardimCI fiili ile kullanılır). vezânet ( و زا ﻧ ﺖa.i.) 1 ؛. ölçülü olma. 2. düşünüş ve görüş isâbeti. V ezânet-İ e fk â r : düşüncelerin isâbeti. v e z â n î ( وزاﻧﻰfi. vezân'dan): esinti zamânı. v e z â re t ( وزارتa.i.): vezirlik, paşalık. Vezâret-İ tefviz: tar. Abbâsilerde bir ؟eşit vezirlik, [vazifeli olan vezirin, halifenin ؛yetkisi dışında olan bütün işlerde bağımsız hareket etme yetkisi vardı]. Vezâret-İ tenfiz: tar. Abbâsilerde bil- nevi vezaret, vezirlik, [vazifeli olan vezir, sadece halifenin kendisine verdiği vazifeyi görmekle mükellef idi]. Vezâret-İ uzmâ: sadrâzamlık, başvekillik, vezâret-penâh . ( وزاربa.f.b.i.): vezir, vezb ( وزبa.i.): su gibi akma, vezega ( وزﻏﻪa.i.): bir ؟eşit büyük keler, veziden ( وزﻳﺪنf.fi.): 1. yel esmek, (bkz : hübûb). 2. sıçramak, atılmak, seğirtmek, vezile ( و ذ ﻳ ﻠ ﻪa.i. vezâil): 1. parlak,.cilâlı para. 2. parlak mâdeni ayna. vezime ( و ذ ﻳ ﻤ ﻪa.i.c.: vezâim): 1. Beytııllâh'a gönderilen hediye, armağan. 2. kadın adi. 1339
vezir
vezir ( و زﻳ ﺮa.i. vezr'den. c. : vüzerâ) : 1. vâlilik,
vekillilc gibi yüksek rütbelerde bulunan "paşa" ünvânını taşıyan kimse. 2. satranç oyununda şahtan sonra gelen en değerli taş. vezir-i a'zam (en büyük vezir) : sadrâzam,
başvekil. vezir-i maâl-i semir : yüksek vasfl (niteliği)
olan vezir. vezir kellesi : şeker, pirinç ve kavrulmuş soganla bütün olaralc pişirilen bal kabağı, vezîrü's-s.hbe : tar. vezirin ordudaki İşlerine bakmakla görevli kimse. Vezîr-âbâd( وزﻳﺮآﺑﺎدa.fb.i.) : bati Pakistan'daki Lahor ili. vezîr-âne ( وﻧﻴ ﺮاﻧ ﻪa.f.zf.) : vezirce, vezire yakışacak yolda. vezme ( وزﻣﻪa.i.) : kış sonu. vezn ( وزنa.i.c. : evzân) : 1. tartma, tartılma; ta-rtı. 2. ağırlık. vezn-i âhir : ed. halk edebiyatında mevzuu tasavvufla *ilgili bir çeşit musammat. vezn-i basit : fiz. basit tartı,
viâ' ( وﻋﺎﺀa.i.c.: ev'iye): 1. kab, mahfaza. İsm-i v iâ : a. gr. kab ismi [şekerlik, tuzluk gibi]. 2. biy. damar, (bkz : reg). viâî, viâiyye وﻋﺎب، ( وﻋﺎﻓﻲa.s.): anat. damarla, kan damarıyla *ilgili, viâiyyet ( وﻋﺎﺋﻴﺖa.i.): kab hâlinde olma, vibâr ( و ﺑ ﺎ رa.i. vebr'in c.): zool. aktavşanlar; Arabistan tavşanları, (bkz ؛vibâre, vııbûr). vibâre ( و ﺑﺎ ر هa.i. vebr'in c.). (bkz: vibâr, vubûr). vicâ' ( وﺟﺎﺀa.i.): iğdiş etme, burma [hayvani], vicâ' ( وﺟﺎعa.i. vecâ'ın c.): agrilar, sızılar, vicâh ( وﺟﺎهa.i. vech'den): yüzleşme, yüz yiize gelme., (bkz: mııvâcehe). vicâhen ( وﺟﺎﻫﺎa.zf.): yiizyiize gelerek, yüzüne karşı, (bkz: muvâceheten). vicâhî, vicâhiyye وﺟﺎﻫﻴﻪ، ( وﺟﺎﻫﻰa.s.): yüzyüze olan. Mııhâkeme-i vicâhiyye : yüzyüze olan mahkeme, duruşma., vicâl ل١( وجa.i. vecl'den) :kOrkaklar. vicâr ( و ﺟ ﺎ رa.i.c.: evcire, vücür): 1. kurt, arslan gibi yırtıcı haydan yatağı; in. 2. sel suyunun oyduğu fer.
vezn-i benân : ed. (bkz : hisâbü'l-benân).
vicd ٠( وﺟﺎa.i.): zengin olma,
vezn-i mahsûs : fiz. *özgül ağırlık, fr. poids spécifique. 3. ed. nazmm belli kalıplarından herbiri, nazım âhengin'in ölçüsü, [bizde “hece'' ve "aruz” olmak üzere iki türlüdür].
vicdân ( و ﺟ ﺪ ا نa.i.) : 1. bulma, bir şeyi bir hâlde görme. 2. duyma, duygu. 3. kendinden geçme, dalma. 4. insanin içindeki iyi ile kötüyü ayırdeden duygu. 5. din, İnanç. Hürriyeti vicdân : dini inançta, din töreni yapma٩a serbestlik. 6. İcadın adi. vicdânen ( و دا تa.zf): 1. vecd ile, kendinden geçip dalarak. 2. vicdanca, İçten, yürek duygusu ile.
vezne ( و ز ﻧ ﻪa.i.) : 1. tartı. 2. terâzi. 3. para ali-
nıp verilen yer. 4. ateşli silâhlarda barutluk, barut yuvası. vezne-dâr ( و ز ﻧ ﻪ دارa.f.b.i.) : vezne me'muru;
vezniyyet ( و ز ﻧ ﻴ تa.i.) : fiz. moment.
vicdâni, vicdâniyye و د ا ﻧ ﻴ ﻪ، ( و ﺟ ﺪا ﻧ ﻰa. s.): 1. vecd ile, kendinden geçip dalmakla ilgili. 2. kalbi his ile, yürek duygusu ile ilgili, vicdâııiyyât ( وﺟﺪاﻧﻴﺎتa.i.c.): vicdana âit, vicdanla ilgili haller, vasıflar, keyfiyetler, hususlar, *nitelikler.
vezzân ( وزانa.s. vezn'den) : 1. vezneden, tartan. 2. i. kantarcı.
vîcdân-sûz ( و د ا سa.f.b.s.): vicdâna acı veren, yürek yakan.
vırâk ( وراقa.i. varak'm c.) : yapralclar. (bkz :
vidâc ( وداحa.i.): anat. boyun damarlarından biı'i.
sandık emini. vezni ( و زﻧ ﻰa.s.) : 1. vezne âit, vezinle ilgili. 2. i. fık. tartılan şey. vezniyyât ( و ز ﻧ ﻴ ﺎ تa.i.c.) : tartılan şeyler.
evrâk). vırât ( و ر ا طa.i. verta'nm c.) : 1. vartalar, ÇUkurlar; uçurumlar. 2. içinden çıkılması güç İşler. vıtâ'( و ط ﺎ عa.i.) : uygun görme, râzı olma. 1340
vidâcî ( ودا صa.s.): anat. 1. boyun damarlarından biri ile *ilgili. 2.İ. boyun kara damarı, vidâd ( ودادa.i.): 1. sevme, sevgi. 2. dostluk, (bkz: vidd).
visom vidd ( ودa.i.): sevme, sevgi, dostluk, (bkz: muhabbet, vedd, vüdd). vifâdet ( وﻓﺎدتa .i .): e l ç i l i k )..,-'vifâk ( وﻓﻰa ؛.): n u yfn lu k , ayni düşüncede olma, (bkz : Tnuy^kat). 2. barış, vihâd ( و ا دa.i. vehd, vehde'nin c.): uçurumlar, derin vâdiler. vihâm ام۶( وa.i.): gebe kadmın aş yermesi, vihâm ( و سa.s. vahim'in c.): vahim olan şeyler. (bkz:vahâmâ). vika' "( و ﻗ ﺎ عka" uzun okunur, a.i.): 1. (bkz : cimâ'). 2. savaş, (bkz : ceng, haı'b, perhâş). vikân ( وﻛﺎنa.i.): eşek palam, vikaye “( و يka" uzun okunur, a.i.): 1. kayırma, koruma, esirgeme. 2. hek. herhangi bir hastalık İ ؟in önleyici tedbir alma, [nazımda “vikayet” şeklinde de kullanılır], vikaye harfi: gr. kaynaştırma harfi, vikaye-i nâmûs : nâmusunu koruma, vikayet "( و ﻗ ﺎ ﻳ ﺖka” uzun okunur, a.i.): koruma, sâhip ؟ikma. vikr ( و ﺑ ﻰa.i.c.: evkar): ağır yük. [at, katır ve eşek yükü İ ؟in kullanılır], vilâ' ( وﻻﺀa.i.): 1. birbirinin ardı Sira gelme. 2 ٠ahbaplık, dostluk, yakınlık, (bkz : vedd, vidd, vüdd). vilâd ( وﻻدa.i.): doğurma, vilâdet ( وﻻدتa.i.): 1. doğurma. 2.0. dogma, vilâdet bi'ş-şakk: hek. ameliyatla yapılan doğum. Vilâdet-İ hümâyûn : pâdişâhın doğumu, vilâdî, vilâdiye و ﻻ د ﻳ ﻪ، ( و ﻻدىa.s.): fels. anadan dogma, fr. congCnital. vilâ-kâr ( وﻻﻛﺎرa.f.b.s.): dost, ahbap, (bkz: vilâ-perver).
vilâyet ( و ﻻ ﻳ ﺖa.i.c.: vilâyât): 1. bir ؟eyi kudretle elde etme. 2. birine kefil olma. 3. dostluk, muhabbet. 4. il.
vilâ-perver ( و ﻻﺑ ﺮ و رa.f.b.s.): dost, (bkz : muhibb). vilâyât ( و ﻻ تa.i. vilâyet'in c.): vilâyetler, iller. vilâyât-ı selâse (3 vilâyet): OsmanlI imparatorluğu zamanında : Selânik, Manastır ve Kosova vilâyetlerine verilen ad. vilâyât-ı sitte (6 vilâyet): OsmanlI imparatorlugu zamanında: Erzurum, Van, Harput (MâmUretülaziz), Sivas, Bitlis ve Diyarbakır'ı İçine alan 6 vilâyete verilen umumi ad.
visâk ( و ﺛ ﺎ قa.i. vesik'in c.): 1. ؟ok sağlam ve kuvvetli bağlar. 2. andlaşmalar, yemin etmeler.
vildân ( و ﻟ ﺪ ا نa.i. velid'in c.): 1. yeni doğmuş ؟ocuklar. 2. kullar, köleler. 3. erkek ve kadin adi. vilde ( و ﻟ ﺪ هa.i. veled'in c.): ؟ocuklar, erkek evlâtlar, oğullar, (bkz : evlâd). vlle ( و ﺑ ﻰf.i.) :yiilcsekses. (bkz :feryâd). vin ( وسf.i.): 1. renk, boya. 2. siyah üzüm, virâd ( ورادa.i. verd'in c.): bot. giiller. (bkz: viird). vîrân ( و ﻳ ﺮا نf.s.): 1. yılcık, yıkılmış, (bkz: harâb). 2. kederli, üzgün, vîrâne ( وﻳ ﺮاﻧ ﻪf.i.): yıkılmış veyâ pek harâbolmuş yer, yapı, vîrânî ( وراﻓﻰf.i.): viranlık, haraplık, virâset ( و را ﺛ ﺖa.i.): [kelimenin asil bu olduğu halde "verâset" şekli yaygındır], (bkz: verâset). vird ( وردf.i.): 1. *öğrenci, (bkz: şâkird). 2. mürit. vird ( وردa.i.c.: evrâd): belli zamanlarda okunması âdet olan Kur'ân cüzleri, dııâları. vird-i zebân : diline dolama, visâb ( و ﺛ ﺎ بa.i.) : 1. atlama, sıçrama. 2. döşek, yatak, şilte, (bkz : serir). visâd, visâde و ﺳ ﺎ د ه، ( وﺳﺎدa.i.): yastık; şilte. Arîzü'l-visâd: tenbel adam, visâde-nişîn ( و ﺳﺎ د ه صa.f.b.s.) :yastığayasİanıp oturan. visâk ( و ﺛ ﺎ قa.i.): 1. bağ, râbıta. (bkz : vesâk). 2. andlaşma, sözleşme [yeminle-],
visâl ( و ﺻ ﺎ لa.i. vasl'dan): 1. ulaşma, bitişme. 2. sevgiliye kavuşma. Âmâl-i visâl: kavuşma emelleri, istekleri, (bkz : vuslat). 3. miiz. Tiirk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, visâm ( وﺳﺎمa.s.): damgalı, nişanlı, visâm ( وﺳﺎمa.s. vesim'in c.): 1. güzel yüzlüler. 2.rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz: vüsemâ). 1341
vîşâh vi?âh ( و د ا حa.i.c.: ve?âih, ev?iha): boyuna ؟apı'az talcılan üstü Sirma ve mücevherle i?lenmi? muska. vi?âm ( و ﻧ ﺎ مa.i. ve?m'in c.): dövmeler, (blcz ؛ ve?m). vi?n-âb ( و ﺷ ﺎ بf.b.i.): ["vi?ne-âb" dan]. vi?ne ?urubu, vi?ne ?erbeti. vitr j j j (a.s.): 1. tek, yalnız, tenha. 2. Selât-İ vitr (vitir namazı): yatsı namazından sonra kliman ü ؟rek'at namaz. 3. i. kurban bayramından bir gün önceki gün. vizr ( وز رa.i.c.: evzâr): 1. günah, su ؟, (bkz: ism, zenb). 2. ağırlık, yük. (bkz : Siklet). vu'âz ( و ﻋ ﺎ ظa.i. vâiz'in c.): vâizler. (bkz: vâizân). vubûr ( ودورa.i. vebr'in c.): zool. aktav?anlar; Arabistan tav?anlan. (bkz : vibâr, vibâre). vûcûd-pezîr ( و ﺟ ﻮ د ﻳ ﻨ ﻴ ﺮa.f.b.s.): vücut bulan, olan, meydana gelen. vufûd ( و بa.i.): gelme, geli?. (blcz : vürûd). vufûr ( وﻓ ﻮ رa.i.): ؟okluk, bolluk, (bkz : kesret, vefret). vuhûfet ( و ﺣ ﻮ ﻓ ﺖa.i.): 1. ؟ok kıllılık. 2. kılın ؟ok siyah ve yumu?ak olması. vuhûl ( و ﺣ ﻮ لa.i. vahal, vahl'in c.): batak yerler, ؟amurlu yerler. vuhû? ( و ﺣ ﻮ شa.s. vah?'ın c.): 1. yabâni [hayvanlar]. vuhû?-i berri : karaya mahsus, karada ya?ayan yabâni hayvanlar. 2. ISSIZ, tenha [yerler]. (bkz: vah?ân). vuku' “( و ﻗ ﻮ عku” uzun okunur, a.i.): 1. dii?me. (bkz : sukut). 2. rastlama, İsâbet etme. 3 ٠olma, olu?. 4. bir hâdisenin ؟iki? ?ekli, cereyâm. Adîmü'l-vukU : hi ؟olmayan, olması İmkânsız. Kesîrü'1-vuku': ؟ok olan, sik sik olan. Nâdirü'1-vuku': seyrek rastlanan. Vuku'-İ h â l : bir hâdisenin ؟iki? ve olu? ?ekli. vukuât ( و ﻗ ﻮ ﻋ ﺎ تa.i. vak'a'nın c.) 1 ؛. olanlar, olan bitenler. 2. polisi ilgilendiren hâdiseler, (bkz: hâdisât). vukuât-ı zâbıta : polisi .ilgilendiren hadise, .olay. vukud "( و ﻗ ﻮ دku" uzun okunur, a.i. vakd'in c.): yanmalar, tutu?malar, alevlenmeler, [ate? hakkında]. 1342
vukuf "( و ﻗ ﻮ فku" uzun okunur, a.i. vakfdan): 1. durma, duru?, (bkz : tevakkuf). 2. bir halde, oldugu gibi kalma, ilerileyip veyâ gerilememe. 3. anlama, bilme, öğrenme, haberli olma, bilgi. Ehl-İ vukuf: *bilirki?i. Erbâb-ı vukuf: bir ?ey hakkında miikemmel bilgisi olanlar, bilirki?iler. Kesb-İ vuk u f: haberi olma, Ogrenme. Sinn-İ vukuf: olgunluk haddi. vukuf-ı adedi: tas. Nak?î tarikatindeki on bir tâbirden biri, [diğerleri: hû? der dem; nazar ber kadem; sefer der vatan; halvet der encümen; yâdgerd; bâz-ke?t; nigâh da?t; yâd da?t; vukufi kalbi; vukufi zamân]. vukuf-ı kalbi: tas. 1) kalbin Allah'tan âgâh olması; 2) nak?î tarikatindeki on bir tâbiı'den biri, (bkz : vukufi adedi), vukuf-ı zamânî: tas. 1) her anda hâlinden haberdâr olma. 2) Nak?î tarikatindeki on bir tâbirden biri, (bkz : vukufi adedi), vukuf-dâr "( و ﻗ ﻮ ﻓ ﺪ ا رku" uzun okunur, a.f. b.s.): bilgili, bilgi ؟. vus' ( و ﺳ ﻊa.i.): bir İ?İ yapabilme gücü, (bkz : iktidâr, kuvvet). vusafâ ( و ﺻ ﻔﺎa.i. vasif'in c.): u?aklar, hizmet ؟iler, (bkz: vesâif). vuska "( وصka” uzun okunur, a.s. vüsûk'dan): ؟okt. saglam, pek kuvvetli. Urvetü'1-vüska (pek saglam kulp): Müslümanlık, (bkz: vesik). vusia ( و ﺻ ﻠ ﻪa.i.): bir ?eyi ba?ka ?eye ekleyen, biti?tiren ?ey ek. vuslat ( و ﺻ ﻠ ﺖa.i.): 1. bir ?eye ula?ma, yeti?me. 2. [sevgiliye] kavu?ma. 3. kadın adi. vustâ ( و ﻣ ﻄ ﻰa.s.): 1. orta, ortada bulunan, arada olan; i ؟, [evsat'ın müennesi]. Asyâ-yi vustâ: Ortaasya. Kurûn-1 vustâ : Ortaçağ. Salât-1 vustâ ؛ikindi namazı. 2. i. orta parmak. vusuk ( و ﺛ ﻖa.i. vesâk, visâk'ın c.): 1. baglar, râbıtalar. 2. andla?malar. 3 ٠sözle?ıne yerleri. VUSÛİ ( و ' ﻓ ﻮ لa.i.): ula?ma, gelme, varma, eri?-
me, yeti?me. (bkz : vefd)؛. VUSÛİ ilallâh: Allah'a yakla?ma. [takvâ ve
İtâat yoluyla-]. vusûmfy—(وصa.i.vasm'ınc.). (blcz :vasm).
vüreykat vuşâk ( و ﺷﺎ قf.i.) : uşak. [Tiirkçeden alın d ığı, lügatlerde yazılıdır].
vuşûm ﻏﻮم٠( وa.i. veşın'in c.). (bkz : vişâm ). vuûd ( و و دa.i. va'd ve va'de'nin c.) : vaitler. vuzia ( و صa.fi.) : vaz olundu. Mâvuzialeh : ta'yîn ve tahsis olunan şey.
vuzû' ( وﺿﻮﺀa.i.) : abdest alm a; abdest. vuzû' ( و د و عa.i.) : nefsin i alçaltm a, hakii- görme.
vuzûh ( و و جa.i.) : 1. açık ve belli olm a, anlaşılır olm a. 2. açıklık, aydinlilc. 3. ed. ifâdede açıklık. V Ü J (fe.). (bkz : ve).
vücehâ' ( واﺟﻬﺎﺀa.i. ve cih 'in c.). (bkz : vecih), vücûb ب- ( وa.i.) : 1. vâcip ve lüzum lu olm a. 2 ٠biralcilm asi m ü m kü n olm am a. 3. lâ y ık olm a.
vücûb-i edâ : huk. sebebin vücû d u n d an sonra m u ayyen bir zam anda bir fiili işlem enin veyâ b ir m ail edân ın lâzım olm ası,
vücûbî { j J . f j (a.s.) : 1. vücûbe âit, onunla ilgili. Fi'l-i vücûbî : g ereklilik sîgası (k ip i). 2. mant. O lum lu. vücûbîyye ﻳﻪ۶ ( وa.s.) : ["vü cû b î” nin müen.]. (bkz : vücûbî).
vücûd ( و و دa.i.) : 1. bulunm a, v a r olm a, varilk. 2. insan veyâ hayvait gövdesi, (bkz : beden, cism). 3. ten.
vücûd-i ayni : h a k îk î varille, vücûd-i mu'cîz : b aşk a la rım acze düşürüp hayrette b ırak a n varlık,
vücûd hücreleri : biy. som a. vücûd-dâde ( وج — و د د ا د هa .fb .s .) : v ü c û t veren, can atan.
vücûdîyye ( و و د دa.i.) : fels. *kam u tan rıcılık. T an rı v a rlığ ın ı eşyânın va rlığ ın d an İbâret saym a, fr. panthéisme, [vahdet-i vü cû d ile ilgisi yoktur].
vücûh ( و و هa.i. vech 'in c.) : 1. yüzler, çehreler, suratlar. 2. bir m em leketin ileri gelenleri, (bkz : eşrâf). 3. geo. satıhlar (*yüzeyler).
vücûh -ı v a k f: gayenin gerçekleşmesi İçin vakfa verilen yön. v ü c û m ( و ﺟ ﻮ مa.i.): 1. darılıp susma. 2. igrenme, tiksinme. 3. kederli olma. 4 ٠gögüse vurma. vücür ( و وa.i. vicâr'ın c .) : 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvanların yatakları; inler. 2. sel sularının oydugu yerler. vüdâd
( ودادa.i.). (bkz : vidâd).
( ودa.i.): dostluk, (bkz ؛vedd, vidd). vüffed ( وﻓﺪa.i. vâfid'in c .) : elçiler; temsilcilei".
vüdd
(b k z : vefd, vüfûd). vü fû d ( و و دa.i.). (bkz : vüfûd). vü fû d ( وﻓﻮدa.i. vâfid'in c.) : elçiler; temsilciler. (b k z : vefd, viiffed).
وﻓﻮر
v ü fû r
(a.i.). (blcz : vufûr).
vühûb ( وﻫﻮبa.s.): çok bağışlayan, çok bağışta bulunan. v ü h û l ( و و لa.i.). (bkz : vuhûl). vühûş
وﺣﻮش
(a.s.). (bkz : vuhûş).
vükelâ ( وﻛﻼa.i. velcil'in c .) : 1. vekiller. 2. (Osmanii imparatorluğu devrinde) kabine âzâsı, vekiller, bakanlar. M eclis-i v ü k e lâ : lcabine toplantısı. vükelâ-yı d e â v î: dâvâ vekilleri, avukatlar. vükelâ-yı d e vle t: bakanlar kurulu, kabine, vükûb ( و ^ بa.i.): yavaş yürüme, vü kû l
وا ل
(a.i.): biriyle işe girişme, İşbirliği,
vükûn ( و ﻛ ﻮ نa.i. vekn'in c .) : kuş yuvalan, (b k z : vükûr). v ü k û r ^ j (a.i. vekr'in c.) ؛kuş yuvalan (bkz : vükûn). vü lâd ( وﻻدa.i.): fık. öldürülen, öldürenin evlâdı bulunma. vülât
وﻻت
(a.i. vâlî'nin c .) : vâliler.
vüleyd ( و كa.s. veled'den): çocukçuk, küçük çocuk. v ü lû ' ( وﻧﻮعa.i.): bir şeye fazla düşkünlük, vülûc و ﻟ ﻮ ج duhûl).
(a.i.) ؛girme, sokulma, (b k z:
v ü l û g ^ j (a.i.): köpegin su İçmesi,
Zû-kesîri'l-vücûh, Zû-vücûh-i kesir : geo. çok satihli (*yüzeyli) cisim . Nîm-vücûh : geo. y a ri yü zeyli. 4. K u r'ân 'ın bâzı okunuş
v ü rd ( وردa.i. verd'in c .) : bot. güller, (b k z: virâd).
tarzları.
viireyk
vücûh-i kırâet : K u r'ân -1 K erîın 'in tü rlü türİÜ olcunma kaideleri. 5. im lcânlar, şekiller.
( وردa.i.): anat. çok küçük damar, ق.( ورa.i.c.: vüreykat): yapracık. vüreykat ﻓ ﺖ. "( و رka" uzun okunur,
viireyd
a.i.
viireyk'in c .) : anat. yapracıklar.
1343
Viireykat-I tiiveyciyye vüreykat-ı tiiveyciyye: bot. küçük taçyapraklılar. vürûd ( ورودa.i.): geliş gelme, varma; yetişme. Şeref-vürûdeüen: şerefle gelen [büyük bir zat hakkında]. vürûd ( ورودa.i. verid'in c.): anat. *toplardamarlar, fr. veines. vürûk ( وروكa.i.): yan yatma.
٢ ع' ؟ ة٠ ( وa.i.) :1. giic,kuvvet,tâkat. vüs'i beşer: insan gücü, insan tâkatı. 2. zenginlik, varlık, bolluk. 3. bolluk, genişlik. vüs'at ( و ﺳ ﺖo.i.): 1. genişlik, bolluk. 2. para durumu. 3. boş meydan, fırsat. 4. mat. *genlik, fr. amplitude. vüsemâ ( بa.i. vesim'in c.) :1. giizel yüzlüler. 2. rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz : visâm). vüska “( و شka” uzun okunur, a.s. vüsük'den): pek saglam ve kuvvetli olan. Urvetü'1-
1344
vüska (pek saglam kulp): Müslümanlık, (bkzvesile). vüska "( وﺛﻬﻰka" uzun okunur, a.i.). (bkz : vuska). vüsûb ( و بa.i.): atlama, sıçrama, vüsuk ( و ىa.i. vesâk ve visâk'ın c.): 1. baglar, râbıtalar. 2. antlaşmalar, sözleşmeler [yeminle-]. vüsûk ( وﻧﻮفa.i.): 1. inanma, güvenme. 2. muhkemlik, sağlamlık, vüsüd ٠( وﺳﺎa.i. visâde'nin c.): yastıklar, vüşât ( وﺷﺎهa.s. veşy'in c.) : kogucular. vüzerâ' ( وزراﺀa.i. vezir'in c.): vezirler. Şeyhü'lvüzerâ: vezirlerin en eskisi olan kimse, vüzûb ( وزوبa.i.): su gibi akma, vüzûb-ı dem: kanama.
Yy
y
ى
(a .f .h a .) : O sm a n lI a lfa b e sin in o tu z b irin c i
h a r fi olup "e b c e d ” h e sâ b ın d a on sa y ıs ın ın k a rşılığ ıd ır. y â ( ﻳﺎa .h a .) : ye
( ) ىh a r f in in
adi.
y â - y i m ü s e n n â t : [iki n o k ta lı o lm a sı d o la y ıSiyla] " y e " h a rfi, y â - y i n is b i : gr. n isb e t eki. y â - y i t a h t â n iy y e : [a ltın d a ik i n o k ta b u lu n m a sı d o layısıyla] “y e ” h a rfi, yâ
ﻳﺎ
( a .n .) : e y !, h ey ! : 1. A r a p ؟a d a b a ş ın a gel-
d ig i te rk ib in ilk k e lim e sin i m e ftu h (ü stü n ) o k u t u r : Y â R a b b e ' 1- â le m în (e y â le m le rin R ab b i!).. gib i; 2 . te k k e lim e n in b a ş ın a ge lirse o k e lim e n in so n h a r f in i m a z m u m (Otre) o k u t u r : Y â A h m e d ii... gibi, y â e y y ü h e ' 1- ih v â n : e y d o stlar! y â ( ﻳﺎf .e .) : o h ald e, ö yle ise. y â R a b b , y â R a b b i ﻳﺎرﺑ ﻰ، ( ﻳﺎ ر بa .n .) : 1. e y R âb ! 2 . e y R a b b im !, e y A lla h ım ! y a â f î r ( ﻳﻌﺎﻓﻴﺮa.i. y a 'fû r 'u n c . ) : y a 'fu rla r. y a â l î l ، M M a . i . ) . ( b k z ؛yeâlîl). -y â b
ﻳﺎ ب
- ( f .s .) : 1. y â fte n m a s ta r ın d a n e m r-i
h âzır. 2 . “ b u lu c u , b u la n ; b u lu n a n , ele ge ؟e n " m â n â la rın a gelerek ؛b irle şik k e lim e le r y a p a r. F e n â - y â b : fen â b u la n , m a h v o la n , ( b k z : fân î). N â - y â b : b u lu n m a z , b u lu n m a y a n . (blcz : ender, n âd ir). Ş if â - y â b : şifâ b u lan , iyileşen ., gibi. y â b â n ( ﻳﺎﺑﺎنf .i.) : 1. ؟Öİ, sa h râ . (b k z : b e yâ b â n ). 2 . y a b a n c ı. 3 . s. y a b a n î.
yabânî ( ﻳﺎﺑﺎﻧﻰf.s.) : yabana mensup, ISSIZ yerde yaşayan; vahşî, (bkz : yebânî).
yâbende ( ﻳﺎ ﺑ ﻐ ﺪ هf.s.) : 1. bulucu) bulan. 2. keşfeden, fr. exploiteur, (bkz : kâşif), yâbis ( ﻳ ﺎ ﺑ ﺲa.s. yubûset'den) : kuru. Ratb ü yâbis : yaş, kuru, yaştan, kurudan bir şeyin her türlüsü.
yâbise ( ﻳ ﺎ ﺑ ﻪa.s.) : [“yâb is" in m üen.]. (bkz : yâbis).
yâb-nâk ( ﻳ ﺎ ﺑ ﻐ ﺎ كf.s.) : bulan, bulucu, yâd ( ﻳ ﺎ دfi.) : 1. hatırlam a, anm a. 2. hatır, gönül.
yâd-ı hazin : hüzünlü hâtıra, yâd-ı şebabet : gençlik hâtırası, yâd-ı zişt : ؟irkin, kötü anma [birinin aleyhinde-].
yâd ii tezkâr : anm a, h atırlam a, yâd-bûd ( ﻳ ﺎ د ﺑ ﻮ دf.b.i.) : yâdigâr, arm ağan, yâd-büd ( ﻳ ﺎ د ﺑ ﺪfb .i.) : h âfıza kuvveti, yâd-dâr ( ﻳ ﺎ ل دارf.b.s.) : hatırda tutan, yâd-dâşt ( ﻳ ﺎ د د ا ﺷ ﺖf.b.i.) : 1. hatırda tu tulan şey. 2. tas. N akışb en d l tarik atin in on bir esâsından biri.
yâd-dest ( ﻳ ﺎ د د ﺳ ﺖf.b.i.). (bkz : yâd-est). yâde ( ﻳ ﺎ د هf.i.) : hâtıra, yâd-est ( ﻳ ﺎ د ﺳ ﺖf.i.) : lâdes oyunu, yâd-gâr ( ﻳ ﺎ د ﺳ ﻤ ﺎ رf.b.i.) : 1. yâdigâr, b ir lcimsey i veyâ nesneyi hatırlatacak şey, ؛anda ؟. 2. mec. sevilm eyen şey.
1345
Yâdigâr-ı Harb
Yâdigâr-ı Harb : Abdülhak Hâmid'in 7ا وا de basılmış bir tiyatrosu. Yâdigâr-ı ibni Şerîf (ibni Şerîf'in Yâdigârı) : Hekim Ali ؟elebi bin Şerîf'in Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey adma yazdığı helcimlige dâir eseri. Yâdigâr-ı N â cî: Muallim Naci'nin 1896'da basılmış bir şiir kitabi. Yâdigâr-ı Şebâb: Recâizâde Ekrem'in bir kısım şiirlerini İhtivâ eden, 1873'te basılmış bir eseri. yâd-kerd ( ﻳ ﺎ د ﻛ ﺮ دf.b.i.): 1. liazırlama. 2. tas. Nakışbendi tarikatının on bir esasından biri. yâfe ( ﻳ ﺎ ﺗ ﻪf.i.) : mânâsız, saçma söz. (bkz: yâve). yâfe-dâr ( ﻳ ﺎ ﻓ ﻪ دارf.b.s.): boş, mânâsız konuşan. yâfer ( ﻳﺎ ﻓ ﺮf.i.): ؟engi. [kelime : “yâfir” şeklinde de kullanılır). Yâfes ( ﻳ ﺎ ﻓ ﺚa.h.i.): Hz. Nûh'un üçüncü oglu. [TUfan'dan sonra Hazer denizi kuzeyinde yerleşmiştir). Yâfiiyye ( ﻳ ﺎ ﺿ ﻴ ﻪa.h.i.) : tas. Kadiri tarikatı şubelerinden biri, [kurucusu: Abdullah elYâfiî bin Alî el-Kadiri'dir). yâfir ( ﻳﺎ ﻓﺮf.i.). (bkz : yâfer). -yafte ﻳﺎ ﻓ ﺘ ﻪ- (f.s.) : "bulmuş, bulunmuş, bulunan" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Husûl-yâfte : hâsıl olmuş, meydana gelmiş. Şeref-yâfte : şeref bulmuş., gibi, yâfte ( ﻳﺎ ﻓﺘﻪf.i.): yafta, bir malin cinsini, fiatım ve sâiresini belirten kâğıt, yâfûh ( ﻳﺎﻓﻮخa.i.): anat. bıngıldak, ya'fûr ( ﻳ ﻌ ﻔ ﻮ رa.i.c.: yaâfîr): 1. tüyü toprak rengi olan âhu. 2. âhu yavrusu. 3. gecenin beşte, altıda bir gibi bölümü. 4. Hz. Muhammed'in Hayber Vak'asi'nda ganimet olarak aldığı bir eşeğin adi. yagus "( ﻳ ﻐ ﻮ ثgu” uzun okunur, a.i.): arslan şeklinde olan eski bir putun adi. yagfirullâhii ( ﻳﻐﻐﺮاﻟﺪa.cü.): Allah mağfiret etsin, Allah yarlıgasm! yağma ( ﻳ ﻐ ﻤ ﺎf.i.): 1. ؟apul, zorla mal kapma. 2. bir Türk boyu. Hân-1 yağma : 1) fakirler İ ؟in hazırlanan sofra; 2) Tevfik Fikret'in, ikinci Meşrûtiyet devrinin sû-i istimallerini yeren ünlü hicviyesi. 1346
yagma-ger ( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮf.b.s.c. : yagma-gerân) : yağmacı, ؟apulcu, zorba, yagma-gerân ( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮانf.b.s. yagma-ger'in c .): yağmacılar, çapulcular, zorbalar, yagma-ger-âne ٧ ا/ ( ﻳ ﻐ ﻤﺎf.zf.): yagmacılılcla, zorbalıkla'. yagma-geri ( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮىf.b.i.): yagmacılılc, ؟apulculuk. yağm âî ( ﻳﻐﻤﺎﺋﻰa.s.): 1. yağmaya âit, yagma ile ilgili. 2. yagma adil Türk boyuna mensup, yah ( خf.i.): buz. (bkz : cemed). yahâmîm ( ﻳﺤﺎﻣﻴﻢa.i. yahmûm'un c .): kara dumanlar. yah-âver ( ﻳﺦ آورf.b.i.): buzlu su, buzlu şerbet, yah-beste ( ﻳﺦ ﺑ ﺴ ﺘ ﻪ£b.s.): buz bağlamış, buz tutmuş, (bkz: müncemid). yah- ؟e ( ﻳ ﺨ ﺠ ﻪf.b.i.): donmuş yağmur, yagan dolu. yâ hey ( ﻳﺎ ﻫﻰa.n.): ey!, hey!, be hey!, yahmûm ( ﻳ ﺤ ﻤ ﻮ مa.i.c.: yahâm im ): kara duman. yahmûr ( ﻳﺤﻤﻮرa.i.): yaban eşeği. yahni ( ﻳ ﺨ ﺌ ﻰf.i.): 1. zahire, azık. 2. pişmiş şey. 3. yahni, et yemeği, yah-pâre ( ﻳ ﺨﺎ رهf.b.i.): buz parçası, y â h t e t ^ ^ (f.i.): 1. oda. 2. eş, benzer, (bkz : misi, nazir). 3. küçük küp. 4. kılı ؟kını. yah ؛emil ( ﻳﺤﺘﻤﻞa.zf.): ihtimal, olabilir, yâhû ( ﻳﺎ ﻫﻮa.n.): İûgat anlamı "ey Tanrı!” olup, dervişlerin: “Allahaısmarladık” yerinde birbirlerine verdikleri selâm. [Bu sözün karşılığı "yâ men-hû'' dur), yâ-hû ( ﻳﺎ ﻫﻮa.n.) :1 . eyo zat! (Ey Allah!). 2. hey, bana bak, baksan a!, a canim; adam!, adamlar!, ey sen!, işitmiyor musun? Yahûd ( ﻳﻬﻮدa.h.i.). (bkz : Yehûd).' yâhûd ( ﻳ ﺎ ﺧ ﻮ دhe.): 1. veyâ; isterseniz. 2. iyisi, daha doğrusu. Yahûdâ ( ﻳﻬﻮداa.h.i.). (blcz : YehUda). yahûd-hâne ( ﻳﻬﻮدﺧﺎﻧﻪa.f.b.i.): Yahudilerin bir arada oturdukları bir ؟ok evlerden İbâret yer. Yahûdî ( ﻳﻬﻮدىa.h.i.). (bkz : Yehûdî, Mûsevî). yâis ( ﻳﺎﺋﺲa.s. ye's'ten): kederli, ümitsiz, (bkz : meftûr, me'yûs, nâ-ümîd, nevmid).
yar (a.i.): uyanıklık, (bkz : yakazet). uyku ile uyanıklık arasında. y a k a z â n ( ﻳ ﻘ ﻈ ﺎ نa.s.): uyanık, dikkatli, gözü açık. (bkz:bî-dâr). y a k a z â n i ( د ﻧ ﻰa.i.): uyanıklık, (bkz : yakaza, yakazet). y a k a z e t “( ﻳ ﻘ ﺎ ﻇ ﺖka” uzun okunur, a.i.): uyanıklık. (bkz: bîdârî). y a k a z i "( ﻳ ﺂ شka" uzun okunur, a.s. yakzân'ın c.): uyanıklar. y a k i n ﺑ ﻦ٠(a.i. yakn'dan): sağlam bilgi, iyi, kat'î olarak bilme. A y n e ’l - y a k i n : bir şeyi kendi gözüyle görüp mâhiyetini bilme. H a k k e 'l - y a k i n : gerçekliğine hiç şüphe olmayan, ü m e '1 - y a k i n : kat'î olarak edinilmiş bilgi, [bizdeki yakin kelimesi yerine kullanılması yanlıştır). y a k i n e n M i (a.zf.): kat'î olarak, hiç şüphe edilecek bir tarafı bulunmaksızın. y a k in î ﻰ ﺑ٠ (a.s.): kat'î, şüphe edilmeyecek bilgiye âit, onunla ilgili. y a k i n i y y â t ( د تa.i.) : yakin ile, kat'î olarak bilinen şeyler. y a k i n i y y e ﻳ ﻪ٠( ﻳﺔa.s.): "؛yakini" nin müen.]. (bkz:yakini). y a k t i n ﯮ٠ (f.i.): 1 . kabak ağacı. 2 . kavun, karpuz, hıyar gibi toprakta uzanıp yetişen *bitki. Y a 'k û b ب ( دa.lı.i.): 1 . Hz. Yusuf'un babası, Hz. İshak'ın oğlu olan Ya'kııb Peygamber, [oğlu Yusuf'un başına gelenler dolayısıyla meşhur olup, edebiyatta gam ve kaygı sembolüdür]. 2 . [küçük y ile] erkek keklik (c.: yeâkıb). 3. erkek adi. Y a 'k û b î “( ﻳ ﻌ ﻘ ﻮ ﺑ ﻰku” uzun okunur, a.i.): Allâh'ın birliğine ve Hz. îsâ'nın insan olduguna kail bulunan Ya'kııb admda bir piskoposun çıkardığı mezhebden veyâ bu mezheple ilgili olan. yâkut ﻷﻗ ﻮ ت (“ku” uzun okunur, a.i.c.: yevâkit): yâkut, değerli süs taşı, [kırmızı, sari, beyaz, mâvi renklerde olur], y â k ı ı t - i â d i : zımpara taşı, y â k ı ı t - i a h m e r : kırmızı yâkut; m e c . şarap, y â k ı ı t - i a s f e r : sari yâlcut [az değerlidir], y â k ı ı t - i c i g e r i : kırmızılığı siyaha çalan bir çeşit yâkut.
yakaza
-
B e y n e 'n n e v m i v e ' l - y a k a z a :
y â k u t-i g ü r g â n î:
Esterâbâd vilâyetinin merkezi olan "Gürgân" şehrinde mâdeni bulunan değerli bir taç. (işlenmemiş yâkut): zelin dudağı.
y â k u t-i h â m
y â k u t-ı k e b û d ,
m ec.
gii-
-1 l â c v e r d i : mâvi yâkut, gök
yâkut. (akan yâkut): ı) gaz yaşı; 2 ) kırmızı şarap. y â k u t - ı m ü z â b (erimiş yâkut) : 1 ) göz yaşı; 2 ) kırmızı şarap; 3) kan. y â k u t-i re v â n
y â k u t-i rü m m â n î
(nar tânesi gibi yâkut): en
değerli yâkut. y â k u t-i s e r -b e s te :
güzelin ağzı, kapalı duda-
g ı.
(sari yâkut): Güneş,
y â k u t-i z e rd y â k ııte -i s a h râ
( ﻷﻫﻮﺗﻪﺀ ﺻ ﺤ ﺮاa.it.): t a s . nefs-i
külliyye. yakzân
( ﻳ ﻘ ﻈ ﺎ نa.s.c.: yakazi): uyanık.' (bkz:
bîdâr). yâl ( دالf.i.): 1. boyun, gerdan, (bkz : unk). y â l-ı k û p â l:
şan ve büyüklük.
yâl ü b â l: boy bos, boy bos düzgünlüğü. 2. kuvvet, zor, güc. yâle ( ﻷكf.i.): sığır boynuzu, yâ-leyte ( ﻷﻟﻴﺖa.e.): ne olurdu, keşke. : keşke ben toprak yaratılsaydım. y â l - m e n d ٠( ﻷﻻf.i.): âile sâhibi, âile reisi, y â -le y t e n i k iin tii tiir â b e n
( ﻳ ﻌ ﻠ ﻮ لa.i. yeâlîl): 1. suyu saf ve berrak akan göl. 2. su üzerinde peyda olan kabarcık. 3. beyaz bulut. 4. iki hörgüçlü deve,
y a 'l û l
( ﻷﻟﻮاﻧﻪf.i.): kırlangıç kuşu, ( ﻷمf.i.): posta (menzil) beygiri, y â m e n -h û ٠ ( ﻷ ﻫﻦ ﻫﻮa.n.), (bkz : yâ-hû). y a 'm û r ( ﻳﻌﻤﻮرa.i.): oğlak, (bkz : cedi). y â n ( ﻧ ﺎ نf.i.): hastanın sayıklaması, (bkz:
y â lv â n e yâm
İıezeyân). ( ﻷﻻfi.): havan, dibek,
yâne
î - (a.e. anâ'dan): 1. demek, şu demek. 2. sözün kısası, doğrusu, senin anlayaca-
y a 'n
ğm .
( ﻷ خa.s.): kıvama gelmiş, olmuş; pişkin, (bkz: nâzıc).
y â n i'
yâr ( ﻷ رf.i.c.: yârân): 1. dost, (bkz : mahbûb, muhibb). 2. sevgili. 3. tamdık, ahbap. 1347
yâr-ı bî-vefâ
Çihâr-yâr (dört dost) ؛Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali. 4. yardımcı, yâr-ı b î-vefâ: vefâsız dost, yâr-ı cân : candan dost,
Yâ-sîn C r i (a.i.): Kur'ân'ın 36. sûresi. 83 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur, ya'sûb ﻣ ﻮ ب٠(a.i.c.: yeâsîb): 1. arıbeyi. 2. baş. reis.
yâr-ı cefâ-kâr : cefâ eden, zâlim dost ve sevgili.
ya'sûbü'l-mü'minîn (Müslümanların arıbey i) : Hz. Ali.
yâr-ı dîl-sitân : gönül alan sevgili, yâr-ı gar (magara dostu): Hicret esnâsında Hz. Muhammed'e mağarada arkadaşlık etmi? olan Hz. Ebûbekir; mec. çok vefâlı arkada?.
yaûk ( ﻳ ﻌ ﻮ قa.i.): Nûh kavminin putlarından, at ?eklinde olan birinin adi. yâve ( ﻳﺎوهf.i.) 1 ؛. saçma, mânâsız, saçmasapan söz. (bkz : jai, türrehât). 2. sâhipsiz hayvan,
yâr-ı kadim : eski dost, yâr-ı kadim-i gamm : eski dost olan gam. yâr-ıperî-rû : peri yüzlü sevgili, yâr ü agyâr : dost ve düşman, yârâ ( ا راf.i.) ؛kuvvet, kudret, takat, güc. yârâ-yi su h an : söz söyleme kudreti, yârâ-yi tab iat: tabiat kuvveti, yârân ( ا ر ا نfi. yâr'ın c .): dostlar. Bezm-İ y â r â n : dostlar meclisi, yârân-ı a ş k : aşk dostları, âşıklar, yârân-ı b â-safâ: safalı, keyifli, neşeli dostlar. yârân-ı safâ : safa dostları; zevk ve eglence ile berâber vakit geçiren dostlar, yâr-âne ( اراﻧﻪf.zf) : dostça, yâre ( ا ر هt.i.): yara, [kelime Türkçe oldugu halde bu kelime ile terkipler yapılmıştır], yâre-i d i l : gönül yarası, yâre ( ا ر هf.i.): bilezik, (bkz: berencen, berencin, ebrencen, sivâr). yârek ( داركf.i.): dölyatagi. (bkz : meşime). y â r î ^ ^ ( f .i . ) :1. dostluk.2. yardim, yâr-mend ( ﻳﺎ ر ﻣ ﻨ ﺪf.b.i.): dost; yardımcı; arkada?, (bkz : muin, nasir, miizâhir). yâr-nâme ( ﻳﺎرﻧﺎﻫﻪf.b.i.): güzel İş; iyi adillik, yâr-res ( ا ر رسf.b.s.): İmdâda yetişen. yâsem ٣ ٠ ^(f.i.) ؛yâsemin. yâsemen, yâsemin ﻳﺎ ﺳ ﻤ ﻴ ﻦ، ( ﻳﺎ ﺳ ﻤ ﻦf.i.): bot. yâsemin, beyaz veya sari renkli bâzan pembe çiçek açan bir ağaç ve bu ağaççığın giizel kokulu çiçeği.
1348
(f.i.).
(bkz:
yâve-derâyî ( د ا و ه دراﻳﻰf.b.i.) : saçmasapan konu?ma. yâve-gû ( ﻳﺎوه اf.b.s.c.: yâve-gûyân): saçmalayan, saçmasapan konuşan, (bkz : jâj-hâ). yâve-gûyân ( ﻳﺎوه ا ﻳ ﺎ نf.b.s. yâve-gû'nun c .): sarmalayanlar, saçmasapan konuşanlar, (bkz: jâj-hâyân). yâve-gûy-âne ﺳﻤﻮﻳﺎﻧﻪ٠( ﻳﺎوf.zf.): saçmasapan konuşarak. yâve-gûyî ( ﻳ ﺎ و ه ﺳﻤﻮﻳﻰf.b.i.) : saçmasapan konuşma. yâver ( ا و رf.i.c.: yâverân): yardımcı, İmdatçı. Ser-yâver: yâverlerin başı, başyâver. yâver-i ek rem : müşir 'yâverler [Sultan H a^îd'in sarayındaki-], y â v e ri fa h r i: maa? ve tahsisatı olmadığı halde pâdişâh yâverligi yapan kimse, yâver-i h a rb : büyük yâveri.
yâre-i hicrân : ayrılık yarası,
yâsemûn ﻳ ﺎ ﺳ ﻮ ن yâsemin).
yâve resmi : bulunmu? sahipsiz hayvandan alman vergi.
yâsemen,
bir
kumandan.m
yâverân ( اورانf.i. yâver'in c .): yâverler. yâverî ( ا و ر ىf.i.): yâverlik; yardımcılık, imdatçılık. yâve-senc (ZJ ه ل و (اf.b.s.c.: yâve-sencân): yâveden hoşlanan. yâve-sencân ( ا وه ﺳﻨﺠﺎنf.b.s. yâve-senc'in c.): yâveden hoşlananlar. yâyî i r ﻷي- (a.s.): ya'ya, ye harfine mensup, bununla ilgili, [asil: "yâî" olmakla berâber bizde “yâyî" ?ekli kullanılmıştır], yâz-deh ( ا زﻟ ﻪf.b.s.) ؛on bir. (bkz : ihdâ-a?er). yâz-dehüm ل٠( ﻳﺎزدهf.b.s.): onbirinci. yeâfîr
J\* i
(a.i. ya'fûr'un c.). (bkz : vaâfîr).
yeâkib ( ﻳ ﻌ ﺎ ﺗ ﺐa.i. ya'kub'un c .): erkek keklikler.
yegâh-, acemi
y e â l î l ^ ^ (a.i. ya'lûl'ün c.): 1. suyu saf ve berrak akan göller. 2. su üzerinde peydâ olan kabarcıklar. 5. beyaz bulutlar. 4. iki hörgüçlü develer. yeâsîb ( ﻳ ﻌ ﺎ ﻣ ﻴ ﺐa.i. ya'sûb'un c.): 1. anbeyleri. 2. başlar, reisler. yebâb ( ﻳ ﺒ ﺎ بf.s.): harap, yıkık, virâne, bozuk. Harâb ii yebâb : yıkık dökük. yebân ( ﻳ ﺒ ﺎ نf.i.): 1. ıssız, tenha yer. 2. ؟Öİ, sahrâ. (bkz: yâbân). yebânî ( ﻳ ﺠ ﺎ ﻧ ﻰf.s.): 1. yabâni, kırlarda biten. 2. iirkek, si-kılgan. 3. görgüsüz, kaba, (bkz: yabânî). yebrûhii's-sanem ( ﻳ ﺒ ﺮ و ح ا ﻟ ﺼ ﻔ ﻢa.b.i.): bot. insan kökü denilen *bitki, kankurutan, adamotu. yebs ( ﻳ ﺒ ﺲa.i.): yaş şeyin kuruması, ye'cûc ( ﻳﺄ ﺟ ﻮ جa.i.): “me'cûc” ile birlikte kullanılır; kısa boylu kavim; ؟inliler. Ye'cûc ve Me'cüc ( ﻳﺄ ﺟ ﻮ ج و ﻣﺄ ﺟ ﻮ جa.h.i.): Kur'ân'da adi geçen iki kavim adi. [İslâmî inançlara göre kıyametin kopacağım gösteren belirtiler arasında bu iki kavmin ortaya çıkışı davardır], (bkz : Ye'cûc). yed ( ﻳ ﺪa.i.c.: eyâdî, eydi, yüdî) : 1. el. (bkz: dest). 2. kuvvet, kudret, güc. 3. yardim. 4. vâsıta. 5. miilk. yed be-yed, yeden bi-yedin : elden ele, doğrudan doğruya, vâsıtasız. yed-i a d il : huk. münâzaalı şeyin saklanmaSI ve idâresi kendisine verilen kimse, fr. sequestre, consignataire. (bkz: yed-i emin, yed-i mürtekin). yed-i beyzâ (en beyaz el): Hz. Mûsâ'nın Fir'avuna karşı; mûcize olarak ışıklı görünen parlak eli.
yed-i emin : kanûnen güvenilir kimse olarak seçilen kişi. yed-i husûmet: huk. bir mail, mülkü olarak elinde bulunduran kimsenin yedi, [meselâ: bir kimse diğer lcimsenin elinde bulunan bir malin kendisine âit olduğunu İddiâ eder ve müddeâaleyh de o malin kendi mülkü olduğunu dermeyân eylerse bu miiddeâaleyhin yedi, yed-i husûmet olmuş olur]. yed-i miirtehin : huk. (bkz : yed-i adil, yed-i emin).
yed i niyâbet: huk. başkasının malını ona niyâbeten elinde bulunduran kimse, ؛meselâ: bir kimseye sâhibi tarafından veda olarak bırakılan mal üzerinde 0 kimsenin yedi gibi], yed-i tâir: kanad. yed-i tasarruf: sâhiplik, sâhibolma. yed-i tûlâ. (en uzun el): tam, ؟ok geni? bilgi [bir sâhada]. yed-i vâhid ؛inhisar usûlü, *tekel, yedullah: Allah'ın kudreti, yedii'd-dehr: zamânm uzaması, yedü'r-rîh: rüzgârın kuvveti, yedü't-tâir: kuşun kanadı, yedân ( ﻳﺪانa.i.c.): eller [iki el], (bkz: yedeyn). yedeyn ( ﻳﺪﻳﻦa.i.c.): iki el. Zü'1-yedeyn : iki eli de bir el gibi kullanabilme, iki elli, yefâ' ( ﻳﻔﺎعa.i.): yüksek yer. yefen ( ﻳﻔﻦa.s.): bunak [adam], yeg S j (f.s.). (bkz : yek), yegâh ( ﻳ ﻜ ﺎ هf.i.): miiz. Türk müziğinin en eski makamlarından olan bir terkiptir. Yegâhnevâ ile nevâ'da rast makamlarından mürekkeptir, ikinci dizi ile yegâh (re) perdesinde kalır ki, bu ses ayni zamanda makarnin terkibindeki ilk dizinin de güçlüsüdür. Güçlüsii nevâmn durağı olan dügâh (İâ) perdesidir (“nevâ, perdesi tiz durağı olduğu İ ؟in gü ؟lii sayılamaz). Donanımına nevâ gibi "si” koma bemolü ile "fa” bakıyye diyezi konulur. Yegâh'da rast İ ؟in ise “si” bekar ve “do” bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır (“fa” bakıyye diyezi bu dizide de müşterektir). Umûmiyetle inici olarak seyreder. yegâh-ı acemi: müz. Türk müziğinde tahminen ü ؟asırlık veyâ daha eski bir miirekkep makam olup buna "acemli yegâh” da denilir (“acemli rast, kürdi'li ؟ârgâh, kürdi'li hicâzkâr” da olduğu gibi). Kantemiroglunun tahmin edilen bir berefşan peşrev ile H. Saadettin Arel'in durak'ı makama misaldir. Beyâtî'ye sultâni yegâh'ın pest beşlisinin ilâvesinden hâsıl olmuştur (bu beşli, yegâh (re) perdesindeki pûselik beşlisidir). Dizisi umûmiyetle inicidir. Beyâtî kısma “si” koma bemolii konulur. Beşli'nin hiçbir ârızası olmadığından nota 1349
yegan
içerisinde geçtiği yerlerde İlâve edecek i?âret yoktur (“si” sesi be?lide yoktur; yalniz yeden sesi olarak balcıyye diyezli "do" kullanılabilir). Bu pûselik be?lisi ile yegâh (re) perdesinde kalan makamın birinci derecede güçlüsü beyâti'nin güçlüsü olan nevâ (re) olmak icâbederse de, bu perde, tiz duraktan ibârettir; asil güçlü dügâh (İâ) perdesidir ki, beyâti'nin durağı oldugu gibi sultâni yegâh'da da güçlüdür (be?li'nin son sesi). Adi geçen yegâh perdesine nakledilmi? pûselik be?lisi, esasen beyâtî makamınm peste dogru devâmını te?kîl etmektedir. Beyâtî inici bir dizi olduğundan, bu sûretle peste dogru uzam? tabîî bulunmakta ve geni? ölçüde ortak seslerden istifâde edilmektedir (beyâtî makamında, yerinde bir pûselik be?lisi oldugu da mâlûmdur). yegân ( ﻳﻜﺎنf.s. yeg'in c.): birler, tekler, yegâne ( ﻳ ﻜ ﺎ ﻧ ﻪf.s.): 1. biricik, tek. 2. i. kadm adi. yegâne-i a'sâr : Hz. Muhammed. yegânegi ( ﻳﻜﺎﻧﻜ ﻰf.i.): teklik, biriciklik. yegâne-gû[y] [( ﻳ ﻜ ﺎ ﻧ ﻪ ﻛ ﻠ ﻮ ] ىf.b.s.c.: yegânegûyân): Allah'ın birliğine inanan,
sonuna kadar ayni kuvvette güzel bulunan manzûme. yek-âvîz ( ﻳ ﻚ آ و ﻳ ﺰf.b.i.): varsak denilen kısa kılın ؟. yek-â-yek ( ﺑ ﻤ ﺎ ﻳ ﻚf.b.s.): 1. tek tek, birer birer. 2. ansızın, (bkz: nâ-gehân). yek-bâr, yek-bâre ﻳﻜﺒﺎره، ( ﻳﻜﺒﺎرf.zf.): bir kere, bir defa, bir defoda. yekbâregi ( ﺑ ﻤﺒﺎ ر ﺳ ﻤ ﻰf.b.s.) : bir kerelik, bir defalık. yek-berg ( ﻳ ﻚ ﺑ ﺮ ﻛ ﻞf.b.s.): 1. tek yaprak, tek yapraklı. 2. i. g. s. tezhipte kullanılan tek kü ؟ük yapraktan İbâret bir motif, yek-be-yek ( ﻳ ﻚ ﺑ ﻴ ﻚf.zf.): tek tek, birer birer, yek-câ ( ﻳﻜ ﺠﺎf.s.): bir yerde, ayni yerde, birlikte. yek-cân ( ﻳﻜﺠﺎنf.b.i.): can yoldaşı, arkada?, yek-cihet ( ﻳ ﻜ ﺠ ﻬ ﺖf.a.b.i.) ؛fikirleri bir olan. (bkz: müttehid, müttefik), yekciheti ( ﻳﻜﺠﻬﺘﻰf.a.b.i.): fikirleri bir olma, yek-cins ( ﻳﻜﺠﻐ ﺲf.a.b.s.): ayni cinsten. yek- ؟end ( ﻳ ﻚ ﺟ ﺪf.b.s.): birka ؟. yel ؛- ؟e?m ( ﺑ ﻤ ﺠ ﺸ ﻢfb.s.): 1. tek gözlü, sokur. (bkz : ayn-i vâhid). 2. i. Güne?.
yegâne-gûyân ( ﻳﻜﺎﻧﻪ ﺳﻤﻮﻳﺎنf.b.s.c.): Allâh'ın birliğine inananlar.
yek- ؟e?mî ( ﺑ ﻤ ﺠ ﺸ ﻤ ﻰf.b.i.): tek gözlülük, sokurlpk.
yegâne-gûyî ( ﻳﻜﺎﻧﻪ ﺳ ﻤ ﻮﻳ ﻰf.b.i.): Allah'ın birligine inanma.
yek-dâııe ( ﻳﻜﺪاﻧﻪf.b.s.): 1. e?i, benzeri olmayan, tek. 2. i. bir ؟e?it gerdanlık,
yegân yegân ( ﻳ ﻜ ﺎ ن ﻳﻜﺎنf.zf.): birer birer, ayrı ayrı, tek tek.
yek-dem ( ﻳ ﻜ ﺪ مf.b.i.): bir dem, bir nefes, ؟ok kısa.
yeg-den ( ﻳﻜﺪ نf.t.zf.): birden, birdenbire, (bkz : defaten, bagteten).
yek-deme ( ﻳﻜﺪﻣﻪf.b.s.): bir anda geçici, siireksiz.
Yehûd ( ﻳ ﻬ ﻮ دa.h.i.): Yahudi, Hz. Yâkub'un oglu Yahuda soyundan gelenler, Isrâil oğullan.
yek-dest ( ﺑ ﻤ ﺪ ﺳ ﺖf.b.s.): 1. bir elli. 2 ٠bir cins, bir ؟e?itte olan. 3. i. [eskiden) bir ؟e?it rende.
Yehûdâ ( ﻳ ﻬ ﻮ د اa.h.i.): Hz. Yâkub'un on iki oglunun en büyüğü. Yehûdî ( ( ﻳ ﻬ ﻮ د ﺗ ﻢa.h.i.): Yehuda'ya mensûbolan, Yalrudi. yek ( ﻳ ﻚf.s.): 1. bir, tek. (bkz : miinferid). 2. i. birlik, bir olu?. yek-âheng j L i ( ﻳ ﻠ ﺚf.b.s. ve zf.): 1. ayni âhenkte, hi ؟degi?meden. 2. i. ed. beyitleri arasında mânâca münâsebet bulunan manzûmeler, daha ؟ok gazeller, yek-âvâz ( ﻳ ﻠ ﻒ آوازf.b.s.): 1. tek sesli, bir sesli; mec. bir ?ekil üzerine. 2. i. ed. ba?ından 1350
yek-diger ( ﻳ ﻜ ﺪ ﻳ ﻜ ﺮf.b.s.): birbirini, bir taraf öbür tarafı. yek-dil ( ﻳ ﻜ ﺪ لf.b.s.): gönüllü, gönülleri birbirine uygun, bir gönülde olan, yek-difon ( ﻳ ﻜ ﺪ ﻻ نf.b.i.): gönülda?lık, yekdillik. yek-dü-âne ( ﻳ ﻜ ﺪ ﻻ ﻧ ﻪf.zf.): göniilda?likla, gönülleri birbirine uygun olarak, bir gönülİülükle. yek-dile ( ﻳ ﻜ ﺪ ﻟﻪf.b.i.): gönül birliği, (bkz : yekdili).
yek-vütöd
yek-dîlî dile).
(f.b.i.): gönül birligi. (bkz: yele-
yek-dü ( ﻳ ﻚ دوf.b.s.): bir iki, iki bir [zar oyununda-]. yek-dü-se ( ﻳ ﻚ ﺑﻮﺳﻪf.b.s.): bir ilei ü ؟. yeke ( ﻳﻜﻪf.s.): tek; bir; yalnrz. yek-endâz ( ﻳ ﻚ ا ﻧ ﺪ ا زfb.s.): 1. ince temrenli küçük veyâ çatal temrenli bir çeşit ok. 2. i. dere ve rrmak kenarlarrndaki uçurumlar. 3. düz. yek-engüşt ( ﻳ ﻚ ا ﻧ ﻜ ﻔ ﺖf.b.i.): tekparmaklr. yek-esbe ( ﻳ ﻚ ا بfb.s.): bir atlr, bir atr olan; tek başrna. yeke-tâz ( ﻳﻜﻪ ﺗﺎزf.b.s.): [düşmana] yalnrz başrna saldrran yigit. (bkz : yekke-tâz). yek-kalem أ٠( ﻳﻜﻌﻞf.a.zf.): bir lealemde, birden, bir çrrprda. yekke-tâz ( ﻳﻜﻪ ﻓﺎزf.b.s.): [düşmana] yalnrz başma saldrran yigit. (bkz : yeke-tâz). yek-nesak ( ﻳ ﻜ ﻨ ﺲf.b.s.): tek diizen, biteviye, değişmez, fr. monotone. yek-neverd ( ﻳ ﻜ ﺒ ﺮ و دf.zf.): bir çrrprda; yelenesak. yek-pâ ( ﻳ ﻲf.b.s.): tek ayaklr, topal, (bkz: a'rec, leng). yele-pâre ( ﻳﻜﺠﺎرهf.b.s.): tekparça, bir parçadan İbâret, bütün, som. yele-rân ( ﻳ ﻜ ﺮ ا نf.b.s.): 1. soyu temiz cins at. 2. sarr ve krrmrzr arasrnda bir nevi at, al at. yek-reh ( ﻳﻜﺮهf.b.s.): 1. riyâsrz, dogru. 2. zf. bir yol, bir kerre. yek-reng ( ﻳ ﻜ ﺮ ﻧ ﻴ ﺮf.b.s.c.: yek-rengân): 1. bir renkte olan. 2. sözünün eri olan. 3. i. meşhur bir çeşit lâle. yek-rengân ( ﺑﻤﺮﻧﻜﺎنf.b.s. yek-reng'in c.): 1. bir renkte olanlar. 2. sözünün eri olanlar, yek-rengi ( ﻛ ﺮ ﻛ ﻰf.b.i.): bir- renkte olma; riyâsrzlrk, doğruluk, sözünün eri olma, yek-rîkâbî ( ﻳ ﻜ ﺮ ﻛ ﺎ ﺑ ﻰf.b.i.): 1. yedek çekilen at. 2. bir İşte hazrrlanma, hazrr bulunma, yek-rîşte ( ﻳ ﻚ رﺷﺘﻪf.b.s.): 1. uygun, yakrşrk, yaraşrk. (bkz: muvâfrk). 2. şefkatli. yek-rû[y] ( „ ﻛ ﺮ و ] ىﺀfb.s.): 1. bir yüzlü, iki yüzİÜ olmayan. 2. güvenilir dost, yek-rûye ( ﻳﻜﺮوﻳﻪf.b.s.). (bkz : yek-rû). yek-rûyî ( ﻳ ﻜ ﺮ و ﻳ ﻰf.b.i.): bir yüzlülük, riyâsrzlrk.
yek-rûz, yek-rûze ﻳ ﻜ ﺮ و ز ه، ( ﻳﻜﺮونf.b.s.): bir günlük, geçici. yeksâl, yeksâle أﻟﻪ٠ﻳ ﻚ Irk, biryaşrnda.
، ى ل٠(f.b.s.): bir
yıl-
yek-sân ﺑ ﻜ ﺎ ف, (f.b.s.): 1. düz. (bkz : miistevi). 2 ٠bir, berâber. (bkz: müsâvî). 5. her zaman, bir düziye. Hâk ile yek-sân : toprakla bir, yıkrk. yek-ser, yek-sere ﻳﻜﺴﺮه، ( ﻳ ﻜ ﺮf.zf.): 1. yalnrz baçrna. 2. bir baştan bir başa. 5. ansrzrn. (bkz: nâ-gâh). yek-sûn, yek-sûne ﻳ ﻜ ﺴ ﻮ ﻧ ﻪ، ( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ نf.b. s.). (bkz: yek-sân). yek-süvâr ( ﺑ ﻤ ﺮ ا رf.b.s.): 1. binicilikte emsalsiz; yigit atlr. 2. tar. bir ok adr "؛zergerdân, karabatak, hâki" ve daha bâzı, adlarla anrlanlar- gibi bu da sonradarr kullanrlmaz olmuştur). yek-süvârân ( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ ا ر ا نf.b.s. yek-süvâr'rn c.): arkadaşr olmayan atlrlar. yek-siivâre ( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ ا ر هf.b.s.c.: yek-süvârân): 1. tek başrna ata binen. 2. mec. arkadaşr olmayan kimse. yek-şâh ( ﻳﻜ ﺸﺎهf.b.i.): kaplarrn altrn krsmtnrn üzerindeki nokta, [mücellit terimlerindendir). yek-şebe ( ﻳﻜﺸﺒﻪf.b.s.): bir gece, bir gecelik, yek-şenbih ( ﻳﻜ ﺸﺒ ﻪf.b.i.): "birinci gün" : pazar günü, (bkz: yevm-i ahad). yek-tâ ( ﻳ ﻜ ﻌ ﺎf.b.s.): 1. tek, eşsiz, benzersiz. 2. i. erkek adr. yek-tây ﺑ ﻜ ﺘ ﺎ ى. (f.b.i.): [eskiden] miiz. telli sazlardanbiri. [Câmiü'1-elhân'dalcitârîfi :dört köşe kâseli ve deri gerili bir saz. üzerine at krlr bagl'anrr ve ؟alrnrr). yek-tâz ( ﻳﻜﺘﺎزfs.). (bkz : yeke-tâz). yek-ten ( ﻳﻜﺘﻦf.b.s.): 1. ansrzrn, ânîden, birdenbire. 2. zf. durup dururken, hiç yolctan. yek-tene ( ﻳﻜﺘﺌﻪf.zf.): yalnrz başrna, tenha, yek-terbiye ( „ﻟﻰ ﺗ ﺮﺑ ﻴ ﻪf.a.b.s.): aynr terbiyeye sâ.hip olan. yekûn ( ﻳ ﻜ ﻮ نa.i.): *toplam, fr. total; top. Cem'an yekûn: bir kalem, toptan olarak, yekûn-i umûmî: *toplamlar *toplamr, *ge.nel *toplam. yek-vücûd ( ﻳ ﻚ و ﺟ ﻮ دfa.b.s.): hep birden, tek bir insan gibi. 1351
yek-zebân y ek -ze b ân
(f.b .s.) : 1. bir dilli. 2 . ağız
ﻳﻚ ز^ن
yek -ze b â n î ز ﺑ ﺎ ﻧ ﻰ
ﻳ ﻚ
(f.b .i.): 1. bir dillilile.
2. ağız birligi etme. 3. ayni dille konuşma, yel ز
(f.i.c .: y e lâ n ): pehlivan, şam piyon,
ye lâ n ﻵ ت yonlar. y e ld â ^ا
(f.i. yel'in c.) : pehlivanlar, şam pi-
y e m în -i is t i h z â r : fık . terekeden bir hak dâvâ ve ispat eden kim seye hâkim (*yargıç) tarafından ettirilen yem in, y e m în -i l a g v : huk. zanna mebni, v â k i olana m ııh âlif yapılan yem in,
(f.s .): 1. uzun. Ş e b -i y eld â : y ılın en
uzun gecesi [23-24 A ralık ]. 2. i. kad m adi. yele ı
y e m în -i g a y r -i m u v a k k a t : hu k. zam an ve müddetle sınırlı o lm ayarak edilen yem in,
birligi eden. 5. ayni dille konuşan,
y e m în -î m u t la k : huk. (bkz : yem in -i gayr-i m uvakkat).
( ددf.i.): 1. otlaga salın m ış h ayvan sürü-
y e m în -i m u v a k k a t : hu k. bir vak it ile m u-
sü. 2. kuvvetli, saldırıcı. Ş lr -i y e l e : kuvvet-
kayyet veyâ tevkit İfâde eden bir lâfza m u-
li, saldırıcı arslan. 3. koşucu, koşan. E sb -İ
karin olan yem in.
yele :k o ş u c u at.
y e m în -i m ü r s e l: hu k. bir vakit ile m ukayyet
y em f i (a.i.). (bkz : yem m ).
olm ayan yem in, [meselâ “ ؛filân İÇİ yapa-
ye m â m e ه٠( ﻳﻤﺎa .i.): ehli güvercin. Y e m â n î, Y e m â n iy y e
ﻳﻤﺎ ﻧﻴﻪ، ﻳﻤﺎﻧﻰ
rım ” diye yem in etm ek gibi],
(a .s.): Yem en
ülkesine âit, onunla ilgili. A k îk -i Y e m â n î : degerli bir taş. D û d -1 y e m â n î : hek. vücutta m eydana gelen Yemen'e m ahsus çok ince bir kurt. H a c e r-i y e m â n î : bir çeşit değerli akik. H ıtta -ı Y e m â n î: Yem en ülkesi. Ş ı'rây i Y e m â n î : giin ey kutbunda görünen bir küm e yıldız. Y e m en -
(a.s.) 1 ؛. Yemen'e mensup. Yem en
ile ilgili. 2 . i. yem eni. Yem en İŞİ başörtüsü, y e m in -
(a.s.c. : e y m â n ): 1. sag, sag taraf;
sag el. K e d d -İ y e m in : el emegi; el em egi ile kazanılan.
y e m în -fi'1-is b â t: hulc. bir şey yapm ak İçin y e m in - fi'n - n e fy : hulc. bir şeyi yapm am ak İçin vâk i olan yem in.
yem m r
( ؛a .i.c.: y ü m û m ): deniz, (bkz : bahr,
deı-yâ, um m ân). y e m m -i b î-k e n â r e : engin deniz, y e n â b î ' . ^ b i (a.i. yenbû'ıın c . ) : kaynaklar, pınarlar; ؟eçmeler. (bkz : menâbi').
hulc.
lâzımgelir. K e m â y e n b a g i: gerektiği yolda, yen bû '
ﻳﻨﺒ ﻮ ع
(a.i.c. : yenâbi') : kaynak, pınar;
yerâ' و ا ع
(a.i. yerâa'nın c.) : 1. kam ışlar; yon-
tulm am iç kam ış kalemler. 2. ateşbbcekleri. yalan
yere
edilen
yem in. y e m în -î fe v r : hulc. bir kelâm a cevap olm ak gibi bir sebebe binâ olunan yem in, [meselâ : sokağa çık m ak üzeı'e bulunan bir kim seye hitâben "eger sokaga çıkarsan..." diye yapılan yem in gibi ki yaln ız 0 defâki sokaga çıkm aya m ünhasır olur]. y e m în -î g a m ız ("ga" uzun o k u n u r): yalan yere edilen yem in. y e m în -î gam û s : huk. yalan yere âmden edi-
1352
Sebebe yem in : iddia edilen sebebin dogru
çeşme.
vuku' bulan yem in.
len yem in.
len yem in. H âsıla yem in : huk. iddia edilen m ik tarın dogru o lm adıgm a edilen yem in.
lâzım geldigi gibi.
m in. (bkz : kasem bi'llâlı).
fâcire:
sem). A dem -İ ilm e y e m in : huk. bir konu hakkın da bilgisi bu lu nm ad ığı yolunda edi-
ye n b ؟g i ( د سa.s.) : şâyân, m ünâsip; îcâb eder,
y e m în -b ü lâ h : A llah 'ın kutsal adına olan ye-
y e m în -î
y e m in ii y e sâ r : sag ve sol. 2. and. (bkz : ka-
olm adığı konusunda edilen yem in,
(a.h .i.): A ra p Yarım adasının bati-
gü n ey tarafım teşkîl eden bölge, yem en i ص
y e m în -i m ü te m m im : tam am layıcı yem in,
y e râ a
ﻳ ﺮا ﻋ ﻪ
(a .i.c .: y e r a ') : 1. kam ış; yontulm a-
m ış kam ış kalem. 2. ateşböcegi. y e râ a -cü n b â n
ﻳﺮاﻋﻪ ﺟﻨﺒﺎت
(a.k b .s.): “ lcalem oy-
natan” : yazı yazan, (bkz : yerâa-zen). y e râa-zen زن
ﻳ ﺮا ﻋ ﻪ
(a.f.b.s.): "kalem v u ra n ” :
yazı yazan, (bkz : yerâa-cünbân). yerâb î' ( ر ا ىa.i. yerbû'un c.) : tarla fâreleri. yerbU'
ع٠( ﻳﺮﺑﻮa .i.c .: y e r â b î'): tarla
fâreleri.
yerek an "( ﻳﺮىنk a" uzun okunur, a.i.) : 1. hele, sarilik hastalığı. 2. bot. ekinlere vu ran sam hastalığı.
yevmü'1-Bedr yerham iikallâh ( ﻳ ﺮ ﺣ ﻤ ﻚ اﻟﻠﻪa.cü.): Allah sana merhamet etsin! ؟ ؛ok yaşa, [aksıranlara karşı kullanılır]. yerhûm ر ص. (a.i.): erkek kartal, yerlig ﻳ ﺮ ﻟ ﻎ fermân).
(f.i.): yarlığ,
buyruk,
(b k z :
inci, mec. Hz. Muhammed. 2. babası veyâ anası-babası ölmüş [ ؟ocuk], yetim ü't-tarafeyn: anadan babadan yetim kalmış [ ؟ocuk]. yetîm -âne ( ﻳﺘﻌﻤﺎﻧﻪa.f.zf.): yetimlere yakışacak yolda ؛kimsesizlikle,
ye's ( ﻳﺄسa.i.c.: y ü û s): ümitsizlik, elem, keder. (blcz: kunût, nevmidi).
yetim e ( ﻳﺘﻴ ﻤ ﻪa.s.): 1. yetim kız. 2. eşsiz.
yesâg ( ﻳ ﺴﺎ غf.i.): 1. yasak. 2. kanun, nizam,
yetim -hâne ( ﻳ ﻢ ^ ذ هa.f.b.i.) yetim ؟ocukların bakıldığı ev. (bkz: dârü'l-eytâm).
yesâr ( د ا رa.i.): 1. varlık, zenginlik. 2. sol, sol taraf. Dest-İ yesâr : sol el. Yem in ü y e s â r : sağ ve sol. yesârî hatlar : mat. aykırı doğrular, yesârî m ü n h a n i: mat. *uzay *egrisi. yesâret ( د ا و تa.i.): 1. kolaylık. 2. zenginlik, yesârî ( د ا ر ىa.i.): 1. geo. bir müstevi (*düzlem) İçinde bulunmayan şekil. 2. erkek adi. 5. sola, sol tarafa âit, sol ile ilgili, ye's-âver ( ﻳ ﺄ س آورa.f.b.s.): ümitsizlik getiren, keder veren. ye's-efzâ ( ا س ا ﻓ ﺰ اa.f.b.s.): ümitsizliği, elemi, kederi artıran. yeser ( د رa.i.): 1. kolaylık, (bkz : yüsr). 2. ip, yün gibi şeyleri bükme. 3. birinin sağ tarahndan gelme. 4. okla kumar oynama,
ri
yetim etü'd-dehr: emsalsiz inci,
yeûs ( ﻳ ﯯ سa.i. ye's'den): ümitsiz, ümidi kesilmiş. (bk z: me'yûs). yevâkit ( ﻳ ﻮ ا ﻗ ﺖa.i. yâkut'ıın c .) : yâkııtlar. Diirer ü yevâkit: inciler ve yakutlar, yevm ( ﻳ ﻮ مa.i.c.: eyyâm ): gün. (bkz : rûz). Fiy e v m in â : günümüzde. Kiille yevm in : her gün. yevm -i ahad: şenbih).
pazar
günü,
(bkz:
yek-
yevm -i âm m e: astr. ortalama güneşin alt meridyenden geçtiği ani zaman başlangıcı alan ortalama güneş zamanı, sivil zaman, fr. temps civil. yevm -i fic â r : Hz. Muhammed'in gençliğinde katıldığı bir savaş.
yesir (a.s. yiisr'den): 1. kolay, (bkz : âsân). 2. az şey. 3. kumarbaz, (blcz : yesûr).
yevm -i kam eri: astr. Ay'ın meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,
Yesrib ( ؤ بa.h.i.): Medîne-İ Münevvere'nin Müslümanlıktan evvelki adi.
yevm -i kebis : astr. artık gün.
Yesribi ا٠( ؤﺑﺞa.h.i.): 1. Medine şehrine âit, bununla ilgili. 2. Medineli.
yevm -i nücûmî: astr. bir yıldızın, meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,
yesûîj yesûiyye د و ي، ( و سa.s.): Hz. İsa'ya âit, onunla *ilgili, Hıristiyanlığa âit.
yevm -i şem s: astr. Güneş'in meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,
yesûr ( ﻳﺴﻮرa.s.): kumarbaz, (bkz : yesîr 3).
yevm -i şekk: ramazan ayının ispat edilemeyen günü.
yeşb ( ﻳ ﺸ ﺐa.i.): yağmur taşı da denilen bir yeŞİİ taş. yeşb-i ahdar : yeşil yeşb. yeşb-i ahmer : kırmızı yeşb. yeşb-i a s fe r: sari yeşb. yeşb-i h a tti: çizgilerle nakışlı olan yeşb. yeşb-i M ıs r î: esmer yeşb. y e ş k d U j (f.i.): köpek dişi denilen sivri diş. yeşm ا٠( ﻳﺶf.i.). (bkz : yeşb). yetâm â ( ﻻاﻫﻰa.s. yetim'in c .) : yetimler, (bkz : eytâm). yetim ( ﻳ ﺘ ﺴ ﻢa.s.c.: eytâm, yetâm â): 1. yalnız, tek, eşsiz, bir tek. D ü rr-i yetim : büyük tek
yevm -i kevkebi: astr. yıldız günü,
yevmü'1-cem; yevm ü'1-cevâb؛ yevm ü'1cezâ; yevmü'd-dîn, yevm ü'1-ahd; yevm ü'1fasl; yevmü'1-fezâ'il-ekber; yevm ü'l-haşr; yevmü'1-hisâb; yevm ü'l-ivâz; yevm ü'1karâr; yevmü'l-karia: yevm ü'1-kıyâm ; yevmü'1-kıyâme; yevm ü'l-m ev'ûd; yevmü'l-mîâd; yevm ü'1-m isâk; yevm ü'1m îzân; yevmü'l-va'd; yevm ü'1-vâkıa; yevm ü's-suâl: kıyâmet günü, [bu terkiplerden bir ؟oğu Fars kaidesiyle "yevm -i kıyâm; yevm -i mîsâk'' şeklinde de kullanılır]. yevm ü'1-Bedr:
Bedir savaşının yapıldığı
gün. 1353
yevmü'1 cum'o
yevmü'1 cum'a: cuma günü, (bkz : âdîne). yevmü'l-erbaa (dördüncü gün): çarşamba günü, (bkz: cehâr-şenb؛h, çâr-şen-bih).
Nûşrevân'ın torunu. [Farsça'sı: Yezd-giird dür].
yevmü'1-feth : Mekke'nin fethedildiği gün.
yezek ( د ﻧ ﻚf.i.): 1. ask. Öncü. 2. bekçi, (bkz : pâs-bân). 3. casus.
yevmü'1-hamîs (beşinci gün): perşembe günü, (bkz: penc-şenbih).
Yezid ( وﻧﺪدa.h.i.): Emevi Devleti'nin kurucusu Muaviye'nin oglu.
yevmü'l-hiyac: heyecan günü,
Yezîdî ( ﻳ ﺰ ﻳ ﺪ ىa.s.i.): Musul ve Lübnan taraflarında yaşayan bir kısım halkın “şeytana tapma” sözüyle hulâsa edilebilecek akidesi ve bu akideden olan kimse.
yevmü'l-isneyn (ikinci gün): pazartesi günü, (bkz: dü-şenbih). yevmUn-cedld rızkun-cedid: kazandığını 0 gün yeme, günü gününe yaşama, yevmü'n-nahr: zilhiccenin onuncu günü, kurban bayramı. yevmü'n-nehrhacılarınMina'danMekke'ye döndükleri gün. yevmü's-sebt: cumartesi günü, (bkz: şenbih). yevmü's-selâse (üçüncü gün): salı günü, (bkz: se-şenbih). yevme'l-feth ( ﻳ ﻮ م ا ﻟ ﻔ ﺘ ﺢa.it.): 1. Mekke'nin zaptedildigi gün. 2. Kıyamet günü, (bkz : yevm' ؛d-dîn). yevmen ( ﻳﻮﻣﺎa.zf.): ۴ uayy ؟n bir günde, yevmen fe yevmen ( ﻳﻮﻫﺎ ﻓ ﻴ ﻮ ﻣﺎa.zf.): günden giine, gittikçe. yevmen mine'1-eyyâm ( ﻳ ﻮ ﻣ ﺎ ﻣﻦ ا ﻻ ﻳ ﺎ مa. zf.): günlerden bir gün. yevmi, yevmiyye ﻟ ﻠ ﺐ٠ ، ( ر صa.s.): günlük, gündelik, her gün. Emri yevm i: günlük emri. Cerâid-İ yevmiyye: günlük gazeteler. yevmiyye ( ﻳﻮﻣﻴﻪa.i.): 1. bir günlük İş İçin verilen ücret. 2. günlük hâdiseleri günü gününe kaydetmeye yarayan defter, yevm i^e-i dekâlcin: esnaftan alınan bir nevi kazanç vergisi, [günlük esâsına göre alındığı İçin bu ad verilmiştir]. yez ( ﻳ ﺰf.i.): bağ, bahçe tarla ve çayır etrâfına çekilen dikenli çalı, çit. Yezdân ( ﻳ ﺰ د ا نf.h.i.): 1. [Zerdiiştlerde] hayır ilâhı. 2. Allah, (bkz : izid). Yezdâni ( ﻳ ﺰ دا ﻧ ﻰa.s.): Allah'a âit, Allah'la ilgili. (bkz: Hüdâî, İlâhî). İnâyet-i yezdâni: Allah'ın İûtfu ile. Yezd-cfird ( ﻳ ﺰ د ﺟ ﺮ دa.h.i.): eski Fars hükiimdarlarından Behrâm Gûr'un babası. 1354
y û c e ^ ( f . i . ) :damla.(bkz :katre). yûg ( ﻳﻮغfi.): boyunduruk. yûh,yûha ﻳﻮﺣﺎ، ( ﻳﻮحa.i.): Güneş, (bkz : Aftab, Mihr, Neyyir, Horşîd, Şems). Yûnus ( ﻳ ﻮ ﻧ ﺲa.h.i.): 1. uzun müddet bir balıgın (Hût'un) karnında kaldığı rivâyet edilen meşhur peygamberlerden birinin adi. 2. astr. semânın kuzey yarımküresinde Feres-i ekber (Pegasus) ve Kartal (El-ukab) burçları arasında bulunan küçük bir burç, lât.: Delphinus. 3. erkek adi. Yûsuf ( و ﻧ ﺪa.h.i.) :1. isrâiloğullarından Hz. Ya'kııb'un oglu olup kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştır. [Mısır'da köle diye satılan, sahibinin karısı Zeliha'nın sevgisine karşılık göstermediği İçin zindana atılan, M ١sır hükümdarının rü'yâsını yormakla zindandan çıkıp Mısır'ın idâresini ele alan meşhur peygamber. Güzelliğin sembolüdür. Yusuf ve Zellha hikâyesi, Kur'an'da da anlatıldığı gibi, şark müelliflerinin mühim mevzularından biri olmuştur. Hüsn-i Yusu f: bot. penbe ve al renkte, güzel ve küçük bir çiçek. 2. erkek adi. Yûsuf-1 güm-geşte : kaybolmuş olan Yusuf (peygamber). YusufHas Hâcib ( ﻳ ﻮ ﺳ ﻒ ﺧﺎص ﺣ ﺎ ﺟ ﺐa. h.i.): XI. asırda yaşamış olan bu şâir, Hâkaniye lehçesinde yazdığı Kutadgu-Bilig (bahtlı olmak bilgisi) adil meşhur eserin sâhibidir. Bu eserini 1069 yılında Balasagun'da yazmaya başlamış ve 1070 de Kâşgâr'da bitirmiştir. Kitabi bitirince Karahanlılarm hiikümdarı Bugra Han'a takdim etmiş 0 da kitabi çok beğendiği İçin Yusuf'u başmabeyincilige alarak "has hâcip” ünvânını vermiştir. Eser manzumdur ve 6645 beyittir; millet ve devlet işlerini iyi İdâre etmekten bahseder.
yüûs yû su fî ( ﻳ ﻮ ﺳ ﻐ ﻰa.i.): tar. altı dar, üstü geni? ve dilimli bir çeşit ba?lık. yû z ( دووf.i.): zool. pars, yüze ( ﻳ ﻮ ز هf i . ) : 1. dilenci. 2. zağar. 3. ağaç özdegi. yübûset ( ﻳ ﺒ ﻮ تa.i.): 1. kuruluk. 2. i. zir. kuraklık. yübûset-i hevâ : havanm kuruluğu, yiidi د ى. (a.i. yed'in c .) : eller, (b k z: eyâdî, eydl). yüm k in ( ﻳ ﻤﻜ ﻦa.s.): mümkün olur, olabilir, yiim n ( ﻳﻤﻦa.i.): uğur, mut, bereket. yü m n -i n a 't : na'tın uğuru, bereketi, yüm nâ ﺗﻰ٠( يa.s.): sağ taraf, [eymen'in müennesi]. D îde-i yüm n â : anat. sağ göz. yüm nî, yiim niyye ﻳﻤﻨﻴﻪ، ( ﺑ ﻤ ﻨ ﻰa.s.): 1. uğura âit, uğurla ilgili. 2. uğurlu. 3. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. yüm ûm ( ﻳﻤﻮمa.i. yemm'in c .) : denizler, (bkz : ebhâr, ebhür). y ü rü k semâî ( ﻳﻮروك ﻣﻤﺎﻋﻰt.a.b.i.): müz. Türk müziğindeki ?ekillerden biri. Söz eserlerine mahsus kılâsik forme'larm büyüklerindendir. Fasılda saz semâisinden evvel okunan son güfteli parça olup, büyük söz eserlerinin en hareketlisi olmak lâzım gelir. Bu ?ekilde yürük semâî, iki kısma aynlabilir : yürük semâî (6/4) ve yürükyürük
semâî (6/8), yânî daha hareketlisi. Dar mânâda “yürük semainin 6/4 ile ölçülmü? yürük semâî” mânâsına geleceği, bu taksimden anla?ılabilir. 6/4 ile ağır semâî de ölçülebilir ؛bu cihet az çok bestekârın keyfine kalmakla berâber, ağır semâî olarak yapılan eserin yürülc semâiye nisbetle daha ciddi ve ağır, musanna' ve heceleri üzerinde fazla durulmu? olması matluptur. Yürük semâilerde de Vals edâsı yoktur. Eser 2 hâneli olursa isminin ba?ına "nakıs'' lâfzı getirilir. Çekil itibâriyle bütün semâiler gibidir ve ancak karakter farkıyla diğerlerinin tefriki kabildir. Bir yürük semâî yalnız yürük semâî usulü ile ölçülebilir ve esâsen bundan dolayı 0 ismi ta?ır. y ü rü k y ü rü k semâî ﻳ ﻮ ر و ك ﻳ ﻮ ر و ك ﺳ ﻤ ﺎ ﻋ ﻰ (t.a.b.i.): müz. yürük semâinin 6/8 ile Öİçülmü? daha hareketli ?ekli, yiisr ر٠(سa.i.): 1. kolaylık, rahat, (bkz : suhûlet, yüsret, yüsür). 2. zenginlik, yüsrâ ( د ر ىa.s.): sol taraf, [eyser'in müennesi]. yüsret ر ت٠( يa.i.): kolaylık, rahat, (bkz: suhûlet, yüsr, yüsür). yü sü r (a.i.): 1 . kolaylık, (bkz: sühûlet, yiisr, yüsret). 2. zenginlik, yüûs ( غ—وسa.i. ye's'in c .) : ümitsizlikler ؛elemler, kederler.
1355
Zz
zâ ( زo.ha.) "ze” harfinin adi. zâ-i mu'ceme: “rı” harfinden ayırd etmek İçin “ze" harfine verilen bir ad. ["râ-yi mu'ceme'' de denir). -zâ ذا- (a.s.): “bu, şu” mânâlarına gelerek bâzı *birleşik kelimeler meydana getirir: Ba'dezâ : bundan sonra. Hâ-lce-zâ : İşte bunun gibi v.b. zâ ( ذاa.zm.): "sâhip, mâlik" mânâlarına gelerek, Osmanlıcada : zi, zû, şekilleriyle kullanılır; müen.: “zât" dır. (bkz : zât), zâ'
ظﺎ ء
(a.ha.): ZI harfinin bir adi.
zâ-i mu'ceme: “ti” harfinden ayırdetmek İçin -noktalı olduğundan dolayı- bu ad verilmiştir. -zâ[y) [ زا)ى- (f.s.): “doğuran" mânâsına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Nâdirez â : nâdir, bulunmaz şey meydana getiren. Suhan-zâ : söz doğuran, söz icâdeden. zaâfir ( زﻋﺎﻓﺮa.i.). (bkz : zeâfir). zaar ( ﻧ ﺮa.i.): şiddetli korku,
tantikler, köy muhtarları, ihtiyar meclisi âzâları, orman bekçileri, zâbıta-i ahlâkıyye: ahlâk zâbıtası. zâbıta-1 belediye : belediye zâbıtası. zâbih ( ﻧﺎﺑﺢa.s. zebh'den): kesen, boğazlayan [eti yenilen hayvanlan-), zâbit ( ﺿ ﺎ ﺑ ﻂa.i. zabt'dan : c .: zâbitan): 1. *subay. 2. mec. tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran. zâbitânö^^(a.i.zâbit'inc.) :*subaylar, zâbitân-ı aklâm: resmî dâirelerde kalem başlan. zabt د ط٠ (a.i.): 1. sıkı tutma. 2. idâresi altına alma, kendine mal etme. 3. silâh kuvveti ile bir yeri alma. 4. anlama, kavrama. 5. kaydetme, *özetini yazma, zabt ü rabt: düzen, disiplin, (bkz: âsâyiş). zabtiyye ﻃ ﻪ٠ (a.i.): 1. zaptiyye; Tanzimat'tan sonra memleket İÇİ güven ve emniyet İşleriyle vazifeli dâireye verilen ad. 2. polis, Jandarma.
zaâzi' ( ز ﻋﺎ ز عa.i. za'zaa'nm c.): sarsmalar, irgalamalar.
zabtiyye nâzırı: emniyet umum (*genel) müdürü.
zab'( ﺿ ﻊa.i.): zool. Sirtl.an.
zabtiyye nezâreti : emniyet umum (*genel) müdürlüğü; emniyet müdürlüğü,
zabâb ( ﺿ ﺑ ﺎ بa.i.) : pus, sis, rutubetli duman, zabb ( ﺿ ﺐa.i.c.: zıbâb, zubbân): kertenkele, keler.
zâbıta ( ﺿﺎﺑﻄﻪa.i.c.: zavâbıt): 1. şehir güvenligini sağlamakla vazifeli bulunan İdâre, polis. 2.kural> bağ. zâbıta-i adliyye: huk. nâhiye müdürleri, polis me'murları, miiddeiumûmiler, miis1356
zabt-nâme ( ﺿﺑ طﻧﺎﻣﻪa.f.b.i.): *tutanak, zabu’ i .(ضa.i.c.: zıbâ'): zool. sırtlan, (bkz : dabu'). zaby ( ضa.i.): geyik, karaca, gazal gibi hayvanlar. zâc ( زاجa.i.): kim. demir sülfat, zâc-ı İcıbrıs : kim. göztaşı.
zagain
zâcir ز ا ﺟ ﺮ
(a.s. z e c r 'd e n ) : a lı k o y a n , ö n le y e n ,
zâcire ( ز اﺟﺮهa.s.
z e c r 'd e n . c . : z e v â c i r ) : [ " z â c i r "
i n m ü e n n e s i]. ( b k z : z â c ir). ( a . i . c . : e z v â d , e z v id e , z e v â d ) : azılc, y i -
y in ti.
zâd-ı s e f e r
zâd ü yarâg
: y i y e c e k v e s ilâ h ,
zâdallâh :
m ak sad a
u la ? m a ,
b a?arm a.
A l l a h a r t ır s ın !
( f.s .) : "d o g m a , d o ğ m u ?” m â n â sın a
anadan doğup bü yü m e.
m e le k t e n d o ğ m a .
Perî-zâd :
MâderMelek-zâd:
Nev-zâd : y e n i d o ğ m u ? . mec. ç o k g ü z e l,
p e r id e n d o ğ m u ? ؛
zâd-ı d il : müz.
2. d ü ?m an ı
Tâk-1 zafer
: a n ıt o la -
r a k y a p ı l a n v e y â ? e n lik le r d e y e r yel. c a d d e -
g e le r e k * b i r le ? ik k e lim e le r y a p a r .
zâd :
T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z ik i
3. müz.
T ü r k m iiz ig in -
d e k ü ç ü k b i r m a k a m o lu p R a u f Y e k t a B e y ta r a fın d a n T a r h a n 'm
d iiz e n le n m i? v e "T e k b ir "
in in
sâ d ece A .
k u lla n ilm i? tir . 5 z a m a n lı v e 4 v u ru ? lu d u r . 5 z a m a n lı o la r a k 3 v u r u ? lu
T ü r k a k s a ğ ı-
n m t e r s id ir . V u r u ? l a n ? ö y l e d i r : d ü m [n im k a v i], te k [k a v i v e 2 z a m a n lı], d ü m
z a m â m m ı z a k a i m i ? n iim û n e s i y o lc tu r.
k a v i ] , t e k [z a y ı f ] .
zâde ( زادهa . f i . ) : " ç o k o l s u n , a r t s m ! ''m â n â s ı n d a i y i b i r d ile lc s ö z ü ,
zâde زاده
(f.i.c .:
fa z i l e t l e r i a r t s m ! z â d e g â n ):
1 . e v lâ t,
o ğ u l.
2 . i n s â n i y e t li , d o ğ r u a d a m . 3 . s. " d o ğ m u ? , m e y d a n a g e lm i? ” m â n â la r ıy la *b ir le ? ik k e -
Harâm-zâde : p i ç . Merdümzâde : in s a n o ğ l u . Perî-zâde : p e r i d e n d o ğ -
l im e le r y a p a r .
m u ?.
za'ferân-1 kâzib : bot. p a p a ğ a n y e m i . za'ferân-1 Yemen: bot. Y e m e n s a f r a m . za'feranü'1-hadîd : d e m i r p a s ı, za'ferânî ( زﻋﻔﺮاﻧﻰa . s . ) : s a f r a n g ib i, s a f r a n
ren -
g i n d e o la n .
zafer-nâme ﻇ ﻐ ﺮﻧﺎ ﻣ ﻪ
( a .f .b . i .) : 1 . z a f e r ü z e r i n e
k a s id e . 2 . b i r z a f e r i a n l a t a n
y a z ı,
e s e r. 3 . Z i y â P a ? a 'n ı n m e ? h u r h i c v i y e s i ,
k a le m , s ö z .
zâde-i hâtır, zâde-i tab', zâde-i tabiat:
?iir,
b i r i n s a n i n t a b i a t ı n d a n m e y d a n a g e le n e s e -
zafer-yâb ﻇ ﻐ ﺮ ﻳ ﺎ ب
( a .f .b . s .) : 1 . z a f e r b u la n , b a -
? a r ı g ö s t e r e n , a r a d ı ğ ı ? e y e e r i? e n . 2 . ü s t ü n g e le n .
ri.
zâdegân ( زادﺳﻤﺎفf.i.
z â d e 'n in c . ) : s o y l u l a r s i n i -
fi, m e ? h u r v e m u a y y e n â ile le r t o p l u l u ğ u ,
fr.
aristocrates. zâdegî زاد ﺳﻤ ﻰ
( f . i . ) : z â d e lik , a s illik , s o y t e m i z -
zâden زاﻟﺖ
(f.m .) : d o ğ m a k , d o ğ u rm a k ,
( a . i . ) : h e m e n , d e r h a l ö ld ü r m e ,
za'f ﺿ ﻌ ﻒ
( a . i . ) : 1. z a y ı f l ı k , k u v v e t s i z l i k , a r ı k -
ilk . 2 . m e y i l , g ö n ü l a k ı? ı, b i r ? e y e k a ı'? ı d u y u l a n a ? ır ı *is te k ,
za'f-ı basar :
za'fî ﺿﻌﻔﻰ
( a . s . ) : z a 'fa , k u v v e t s i z l i ğ e , d e r m a n -
s ı z lı ğ a â it , b u n u n l a i l g ili,
zafir ( ﺿﻔﻴﺮa . i . ) : hek. s i n i r d e m e t i, fr. plexus, zafir ( ﻓ ﻠ ﻐ ﻴ ﺮa .s. z a f e r 'd e n ) : z a f e r b u la n , z a fe r e e r i? e n .
lig i.
za'f زﻋﻒ
za'ferân ( زﻋﻔﺮانa . i . c . : z e â f i r ) : s a f r a n . za'ferân-1 âhen : d e m i r p a s ı , ( b k z : z a 'f e r â n - 1
y a z ıla n
zâde-i dehn :
[ n im
h a d id .)
ö m rü a rtsm !
zâdet faziletühu :
H.
b e s t e le n m e s in d e
b u ç u k a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p
zâde ömrühıı:
CI-
lı z l ı g ı .
le r e k u r u l a n lcem er. -
g i i ؟le ? t ir e c e k k a d a i-
i b â r e n i n k a r ı ? ı k o lm a s ı) if a d e ( a n l a t ı m )
y e n m e ) ü s t ü n g e lm e .
(a .fi. z i y â d e t 'd e n ) : ç o ğ a ls ı n , a r t s m .
-zâd زاد
l a n b i r a n l a t m a ? e k li.
za'f-ı te'lîf : ed. a n l a m a y ı
zafâir ( ﺿﻔﺎﺋﺮa.i. z a f i r e 'n i n c.) : ö r ü l m ü ? s a ç la r , zafâyir ( ﺿﻐﺎﻳﺮa.i. z a f i r e 'n i n c.). ( b k z : z a fâ ir ) . zafer ( ﻇ ﻐ ﺮa . i . ) : 1. b i r ؛o k e m e k n e t ic e s in d e
؛y o llu k ,
zâd ü zevâd : y i y e c e k , İçecek t e d a r ik i, zâd زاد
m â n â c a g ü ç lü b ir s ö z ü n y e r i-
n e z ıd d ın ı, o lu m s u z u n u k u lla n m a k la y a p ı-
y a s a k ed en .
zâd زاد
za'f-ı sûrî : ed.
m i y o p lu k ,
za'f-ı p iri : y a ? l ı l ı k t a n
g e le n k u v v e t s i z l i k .
z â f i r ^ l t (a .s. z a fe r 'd e n ) ؛z a f e r k a z a n a n , ( b k z : g a lib ).
za'fiyyet ﺿ ﻌ ﻔ ﺖ
(o .i. z a ' f d a n ) : z a y ı f l ı k , g ü ç -
SİİZİÜİC, d e r m a n s ı z l ı k .
zâg ( زاغf . i . c . : z â g a n ) : lca rg a . ( b k z : g u r â b ) . zâg-ı siyâh : k a r a k a ı-g a . zagain " ( ﺿﻐﺎﺋﻦg a ” u z u n o k u n u r , a.i. z a g i n e 'n i n c.) : k in le r , n e fre t le r.
١
1357
zagan
zagan "( زاﻏﺎنga" u z u n oku n u r, f.i. zâg'ın c . ) : kargalar, ( b k z : gırbân).
zagan ( زﻏنf.i.) : ؟aylak, zâg-ane “( ز ا ﻏ ﺎ ﻧ ﻪga" u z u n o k u n u r, a.zf.) : kargacasm a.
zâg-be ؟e ( زا ﻏﺑ ﺟﻪf.b.i.) : karg a yavrusu. zâg- ؟eşm ( ز ا ﻏ ﺟ ﺷ مf.b.s.): k arg a gözlü; m âvi gözlü.
zagine ( ﺣﻔﻴﻔﻪa .i.c .: zagain) : k in, nefret, zagt ( ﺣ ﻔ ﻂa.i.) : b ir şeyi b ir b aşk a yere zorla sokm a, girdirm e,
zagzaga ( زﻏﺰﻏﻪa.i.) : m ân âsız söz. zahâir ( ذ ﺧﺎﺋ ﺮa.i. z a h ire'n in c.) : zahireler, zahâya ( ﺣﺤﺎﻳﺎa.i.). (bkz : dahye). zahf ( ز ﺣ فa.i.) : 1. sü rü n e re k y ü rü m e ; ayaklarm ı sürüy erek yü rü m e. 2. em eklem e,
zahf-ı sabi : ؟o cu ğ u n em eklem esi. 3. d ü şm a n ü zerine gönderilen asker; askerin d ü şm a n a karşı yü rü m esi.
zâhib ( ﻧ ﺎ ﻫ بa.s. z e h â b 'd a n ): 1. gidici, giden. 2. b ir fik ir veyâ zan n e uyan, kapılan,
zâhid ( زا ﻫدa.s. ziihd'den. c . : z ü h h â d ) : 1. ؟ok, aşırı sofu; kaba sofu. 2. [alevilerce] K ızılbaş olm ayan. 3. i. erkek adi.
Zâhid-İ bârid : kaba sofu. Zâhid-İ huşk : k ab a sofu, ( b k z : Zâhid-İ bârid).
zâhid-âne ( زا ﻫداﻧﻪa.zf.): zâhidlere y ak ışacak surette.
zâhide ( ﻧ ﺎ ﻫ د هa.s.) : 1. “z â h id ” in m üennesin. 2. i. k ad m adi. zâhif ( ﻧ ﺴ ﺪa .s.c .: z â h ifâ t): sü rü n g en , yılan gibi k a rn i ü zerine sü rü n e re k yü rüyen,
zâhif ( ز ا ﺧ فa.s.): kibirli, övüngen. (b k z : m ağrûr, m ütekebbir).
zâhife ( ز ا ﺣ ﻔ ﻪa .i.c .: z e v â h if) : zool. *sürüngenler, yerde sürün en ler,
zâhik ( ز ا ﻫ قa .s.): 1. bâtıl, köhne. 2. b erb at ve p erişan olan.
zâhil ( ﻧ ﺎ ه—لa.s. zü hû l'd en ) : İhm âl eden, u n u tan.
zâhil ( ز ا رa .i.): bot. za k k u m ağacı, zâhil ( ز ا رa .s.): 1. sağlığı düzelen veyâ sıkıntid a n so n ra gönlü ferahlayan. 2. u n u ta n ,
zâhile ( زا ﻫﻠ ﻪa .s.): ["zâlıil” in miien.]. (bkz : zâhil). 1358
z a h ir ( ضa.s. z a h r'd e n ): ark a ؟ik an , y ard im CI. (bkz : m eded-kâr, m uin), z a h ir r ( ز جa .i.): 1. i ؟ağrısı. 2. hek. b â su r ve m esâne iltih ab ın d a olan ağrılı ık ın tı,
zâhir ( ﻇﺎﻫﺮa.s. z ııh û r'd a n ): 1. gö rü n en , görünücü, a ؟ık, belli, m eydanda. 2. zf. elbette, şüphesiz, öyledir ya. 3. zf. galiba, zan n ed erim , u m u lu r ki. 4. zf. g ö rü n ü şe göre, anlaşılan, meğer. 5. i. dış yüz, görünüş,
zâhir-î mezheb: huk. [eskiden] H an efi im a m la rın d a n M u h a m m e d 'in , el-M ebsût, el-C âm iü 'sşa g ir, el-C âm iü'l-kebîr, ezZiâdât, es-S iyerus-sagir, E s-siyerü' 1-kebîr adlarıyla m â rû f olan altı k ita b ın d a m ü n d eri ؟b u lu n a n m eseleler, [buna : "Z âh irü 'rRivâyât M esâili” de denir],
zâhir ( زا رa .s.): p arla k [en ؟ok y ıld ız h a k k in da]. Necm-İ zâhir : p a rla k yıldız, zâhir ( ز ا رa .s.): taşk ın , co şk u n [deniz].(bkz: zeh h ar )زﺧﺎو. Bahr-İ zâhir : co şk u n deniz, zâhir ( ﻧ ﺎ رa .s.): sem iz; tavlı; bol. zâhirii'z-zeneb: urodeies.
zool.
.k u y ru k lu la r,
fr.
zâhir-bîn ( ﻇﺎﻫﺮﺑﻴﻦa.f.b.s.): b ir şeyin y aln ız dişına bak an , g ö rü n ü şe b ak an , ( b k z : zâh irperest).
zâhir-bîn-âne ( ﻇﺎﻫﺮﺑﻴﺎﻧﻪa.f.zf.): y aln ız d ışta n görerek, ü stü n k ö rü yolda,
zahire ( ﻧ ﺧ ﻴ ﺮ هa .i.c .: z a h â ir) : gerektiği zam a n h a rc a n m a k üzere a n b a rd a sa k lan a n h u bubat, yiyecek, z a h ire -i âhiret : h ay ır ve iyilikler, z â h ire ( ﻇﺎﻫﺮهa .i.): d ışa rı fırlam ış göz, lokm a göz.
zâhire ( ز ا ر هa.s.c .: z e v â h ir): p arlak , zâhir'ın m iiennesi. Nücûm-i zâhire : p a rla k y ıldızlar.
zahire-bahâ ﺑﻪ —ا
ذ ر ه
(a.f.b.i.) : zahire, k atık
parası.
zâhiren ( ﻇﺎ ﻫ ﺮأa.zf.): g ö rü n ü şte, gö rü n ü şe göre, g ö rü n d ü ğ ü gibi, m e y d an d a ola'rak. ( b k z : âşkâre).
zâhirî, zâhiriyye ﻇﺎﻫﺮﻳﻪ، ( ﻇﺎ ﻫ ﺮ ىa .s.): 1. görü n en , g ö rü n ü rd ek i. 2. Ebû Dâvûd-1 Z âh iri'n in k u rd u ğ u m ezhebe m ensup,
zâhiri^ât ( ﻇﺎ ر؛ا تa.i'.c.): dış görünüşler.
zâîl, zâîle ﻇﺎ ﻫ ﺮﻳ ﺮ ﺳ ﺖ
z â h ir -p e r e s t
( a .f .b . s .) : g ö z e g ö r ü -
ﻇﻬﺮ
zahr
( a .i.c .: zu h û r,
z u h r â n ) : 1. a rk a ,
n iir t a r a f l a r a b a k ı p İç y i i z e a ld ı r ı ş e t m e y e n ,
S irt. 2 . k â ğ ı t v e s â i r e n i n a r k a t a r a f ı , g e ris i.
( b k z : z â h ir - b în ) .
K u v v e t ü 'z - z a h r : a sk .
a rk a y ı tu ta n , a rk a -
d a b u lu n a n ,
y a r d ım a
ﺿﺎ ﺣﻴ ﻪ
z â h iy y e
(a.i. z a h â 'd a n ) : b i r ş e h r i n d i-
ﻧﺣﻞ
( a .i .c .: z ü h û l ) : ö ç , in tik a m ; d ü ş m a n -
zahm
ز ﺣم
(a.i.) ؛s ı k ı ş t ı r m a , ( b k z : t a z y i k ) ,
ز ﺧم
z a h r ü 'd - d ü b b - i
ek b er:
a str.
dübbü
ekbe-
r i m e y d a n a g e t i r e n 'y e d i y ı l d ı z ı n b i r i o lu p
ilk . ( b k z : a d â v e t , u d v â n ) . zahm
y e t iş e c e k ,
İ m d â d a h a z ı r o l a n a sk e r,
ş ın d a k a l a n a ç ı k l ı k , ç o r a k v e ISSIZ y e r. zahl
İ c â b ın d a
i k i n c i k a d e r d e n d ir . z a h r ü ' 1- c e b b â r : a s t r . E'1- c e b b â r (o rio n ) b u r -
( f . i . ) : y a r a , ( b k z : c e r ih a ),
c u n u n e n p a r l a k y ı l d ı z ı o lu p d ö r t g e n i n ü s t z a h m -i
çeşm
(g ö z
y a r a s ı):
göz
d e ğ m e s i,
( b k z : n a z a r).
z a h r ü '1 - e s e d :
z a h m - i s in e : g ö ğ ü s y a r a s ı, z a h m - i t i g : k ılıç y a r a s ı,
( a . s . ) : ir i, k a i m , b ü y ü k , ( b k z :
ز ﺧ ﻣ دا ر
( f.b .s .) :
y a r a lı,
(b k z:
z a h m -z e d e ). (k i.) : 1. v u rm a , ( b k z : d arb , d ar-
(te z e n e ). ( b k z : t â z iy â n e ) . 4 . k u d ü m e v u r u la n u z u n c a v e u c u t o p u z lu d e ğ n e k . 5 . ü z e n g i k a y ış ı. ( a . i . ) : 1 . s ık ın t ı, e z iy e t , r a h a t s ı z -
i lk . 2 . z o r, g ü ç . 3 . y o r g u n l u k , ( b k z : ta 'b ). z a h m -h û rd e
ز ﺧﻢ ﺧ ﻮ ر د ه
( f.b .s .) : y a r a lı, (b k z :
z a h m -d â r,
z a h m -n â k ,
z a h m in ,
z a h m -z e d e ). z a h m in
— ن. زﺧﻢ
z a h m in ,
( f s . ) : y a r a lı, ( b k z : m e c rû h ,
z a h m -n â k ,
CI.
(a.s. z a h r 'd a n ) : a r k a y a â it, a r k a ile
ﻇ ﻬ ﺮﻳ ﻪ
(a .i. z a h r 'd a n ) : b i r k â ğ ı d ı n
ﺿﺎﺋ ﻊ
( a .s .) : y a z ılm ış , d a ğ ılm ış , h e rk e sçe
b i l i n e n [ş e y ].
ﻧﺎﺋ ب
(a .s. z e v e b â n 'd a n . c . : z e v â i b ) : e r i y i -
c i, e r iy e n , e r i m i ş o la n , [m â d e n le r h a k k ı n d a k u l la n ı l ı r ] . z â id
زاﺋ ﺪ
(a .s. z i y â d e 'd e n ) : 1 . a r t a n , a r t ı r a n .
2 . l ü z u m s u z , g e r e k s iz . 3 . m a t . * a r t ı [ t ] . 4 . i. m h s t e z a t 'l a r d a
“ m e f 'û l ü
fa û lü n ”
vez-
n in d e o la n k ıs a m ıs r a , z â id n â -m iit e n â h î: m a t. *a rtı so n su z. z a if
ﺿﻴ ف
(a .s. z a 'f d a n . c . ؛z u a f â ) : 1 . z a y ıf ,
g ü ç s ü z , k u v v e t s iz , ta k a ts iz , k a n s ız ,
z a h m -h û rd e ,
zahm -
z â if
a r ık .
( f.b .s .) : y a r a a ç a n , y a r a la y i"
( b k z : z a h m -re s).
ز ﺧ ﻤﻨﺎ ك
زاﺋ ف ذاﺋ ق
y a r a lı,
(b k z :
(a.s. z e v k 'd e n ) : t a d ıc ı, t a d a n , le z z e t
a la n . z â ik a
( f .b .s .) :
(a .s. z e y f 'd e n ) : k a lp , s ilik , e k s i k
[a k ç e ]. z â ik
ز ﺧﻢ ﻛﺎ ر
z a h m -n â k
b u rcu n u
2 . g e v ş e k , ( b k z : İ â g a r, n â - t ü v â n ) . 3 . te n b e l.
z e d e ). z a h m -k â r
ﻇﻬﺮى
ed.
ز ﺣﻣ ت
m e crû h ,
z â i'
z â ib
b e ). 2 . y a r a , ( b k z : c e r ih a ) . 3 . ç a l g ı ç , t â z e n e
zahm et
(a rs la n )
s e k iz y ıld ız d a n b ir i
a rk a t a r a fın a y a z ıla n y a z ı, şerh .
m e c r û h , z a h m i n , .z a h m - n â k , z a h m - h û r d e ,
ز ﺧﻣﻪ
esed
i lg ili, s ir t ile ilg ili. z a h riy y e
z a h m ü 'l - i z â m : i r i k e m i k l i ,
zahm e
(B e t e lg e u s e ), l â t :
o lu p h e m e n ü ç ü n c ü k a d e r d e n d ir . za h ri
d a h m ).
z a h m -d â r
a str.
m e y d a n a g e tire n o n
z a h m - i z e b â n : d il y a r a s ı,
ﺿ ﺧم
b u lu n u r ,
a lp h a O r io n .
z a h m - i h a n ç e r : h a n ç e r y a r a s ı,
zahm
,..sol k ö ş e s in d e
ﻧﺎﺋ ﻔ ﻪ
(a.i. z e v k 'd e n ) : t a t m a , t a d ı m ؛t a d
d u yu ru cu
k u vve t.
K u w e -İ
z â ik a :
ta d
m e c rû h , z a h m -d â r, z a h m -h û rd e , z a h m in ,
duym a
z a h m -z e d e ).
z â i k a t ü '1 - m e v t : h e r n e f is , ö lü m ü t a d ı c ı d ı r .
z a h m -re s
CI.
ز ﺧﻢ ر س
( f .b .s .) : y a r a a ç a n , y a r a la y i-
( b k z : z a h m -k â r lı).
z a h m -z e d e m e crû h ,
ز ﺧ ﻢ زده z a h m -d â r,
(b k z :
z a h m -h û rd e ,
zahm -
n â k , z a h m in ). z a h m -z e n açan.
ز ﺧ ﻢ زن
K ü llü
n e fsin
ﻧﺎﺋ ﻘ و ى
( a . s . ) : b i y . .t a t s a l , t a d a â it, t a d
ile i l g ili. z â il, z â ile 1, so n a
( f.b .s .) : y a r a la y a n , y a r a
h a s s a s ı.
[â y e t -i k e r im e ]. z â ik a v i
( f.b .s .) : y a r a lı,
k u v v e ti,
ﻧ ﺎ ﺋ ﻠ ﻪ، زا ل e re n ,
(a .s. z e v l v e z e v â l 'd e n ) :
d e v a m lı
o lm a y a n .
2 . geçen,
g e ç m i ş o la n , ( b k z : s â b ık ) . Z ı l l - 1 z â i l : g e ç e n g ö lg e . H â d i s - İ z â i l e : g e ç e n h â d is e ( .o l a y ) .
1359
zaim zaim r ٠( زﺀa.s. z e â m e t 'd e n . c. : z u a m â ) : 1. z e â m e t s â h ib i. 2. i. k e fil. 3. i. p r e n s ; ?ef. 4. i. e rlce k a d i. zâim ( زاﻋﻢa .s.) : z e â m e t i o la n , zâir ( زأ رa .s. z iy â r e t 'd e n . c. : z ü v v â r ) : z i y â r e t (a .s. z iy â r e t 'd e n ) : [ " z â i r " i n m iie n .].
زاق
(f.i.) :
d ö ly a ta ğ ı;
ra h im ,
(b lcz :
m e ? îm e ) . (f.b .i.) : d ö l y a t a ğ ı , r a h i m , ( b k z :
m e ? îm e ) .
ﻛ ﻰ١ز
zâkî
ذاك— ى
(a .s.) : s a f, h â lis , t e m iz , p â k .
z e l k o k u lu . ،
زا ﻛ ﻰ
(a.s. z e k â 'd a n ) : sa f,
(a .s. z i k r 'd e n . c . : z â lc iriıı, z â k i r û n ) :
1 . z ilc re d e n , de
z ik ir
z ik r e d ic i,
esn âsm d a oku yan
anan .
2 . te k lce le r-
d e r v i? le r i
te ? v ik
İ ؟in
3. i.
e rk ek
a d i.
k im s e .
[m iie n . : z â k ir e ] .
zâlcire ﻧﺎ ﻛ ﺮ ه
fels. h a t ı r a fr. mémoire,
(a.i.) :
?e y , * b e lle k ,
zâkirin ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ ﻳ ﻦ
(b lcz : z â k i r û n ) . (a.s. z â k i r 'i n c.) : z ilc re d e n le r.
(b k z : z â k irin ). (a .i.) :
1. bot.
h e n n e m l i k l e r i n y e m e ğ i , ( b k z : z â h il) . (f.s.) :
1.
ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﻪ، ( ظ ﺎ ﻟ مa.s. zulm'den. c . : zaleme, zâlimin, zâhm ûn): zulmeden, haksizlik eden, (bkz : sitem-kâr).
zâlim-âne
( ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪa.f.zf.: zulumle yapılan, zâlim olana yakı?acak yolda,
zâlimin
( ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﻴ نa.s. zâlim'in c .) : zâlimler. (b k z : zaleme, zâlimûn).
acımazlık.
zâlimûn
ظﺎﻟ ﻣ و ن
(a.s. zâlim'in c .): zâlimler.
(b k z : zaleme, zâlimin), zallâm ( ظ ﻼ مa.s.): ؟ok zulmeden, ؟ok merhametsiz, (b k z: gaddâr, zalûm). zalm ( ظ ﻠ مa.i.) : 1. di? beyazlığı. 2. kar.
z a k k u m a ğ a c ı, a ğ u
a ğ a c ı. 2 . c e h e n n e m d e y e t i ? e n b i r a ğ a 3 . ؟. c e -
zâl زال
(a.s. Zill'den): gölgeli. Zıll-i z a lil :
ظﻠﻴ ﻞ
koyu gölgeli.
zâlimiyyet ( ﻇﺎﻟﻤﻴﺖo.i.): zâlimlik, zulmetme, g e tire n , a n d ır a n
(a.s. z â k i r 'i n c.) : z ilc re d e n le r.
zakirûn ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ و ن zakkum زﻗوم
( ذ ﻟ كa.zm .): ?u, 0. Binâen alâ-zâlik: ondan dolayı. M aa-zâlik : ?ununla berâber, onunla berâber.
zâlim, zâlime زا ي
t e m i z , d o ğ r u h a r e k e t li.
İ lâ h ile r
1. aksak hayvan. 2. töhmetli.
zâlikü'l-em 'â : hek. sürgün, ishal,
zalil
(a.s. z e k â 'd a r ı) : k e s k i n k o k u l u ; g ii-
z â k î, z â k i ^ e
zâkir ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ
( ظﺎﻟ ﻊa.s.):
zalif ( ظﻠ ﻴ فa.s.): ؟ok hor, hakir adam.
zâlik
zâk-dân زاﻗﺪان zâki
( ظ ﻠ ﻣ ﻪa.s. zâlim'in c .) : zâlimler, zulmedenler, haksizlik yapan kimseler, (bkz : zâlimin, zâhmûn).
zâlik(jb ٥ (a.s.): gidici, giden.
( b k z : z â ir).
zâk
2. haksizlik.
zaleme
zâli'
e d e n , g ö r m e y e , h a t ı r s o r m a y a g id e n ,
zâire زاءره
Zalâm-İ zulm : zulmün karanlığı, koyuluğu.
ilrtiy a r , a k s a k a ll i , z â li m , a c ı-
z a l^ â ( ظﻠ ﻣ ﺎa.i.c.: zulem ): karanlık, zalûm ( ظﻠ و مa.s.): ؟ok zâlim olan. (a.i.). (b k z : zamm).
m a ş ı z . 2 . (h .i.) : e s k i F a r s k a l ı r a m a n l a r m -
z a m ^ ( a .i.) .( b k z :zamm).
d a n m e ? h u r p e h l i v a n R i i s t e m 'i n b a b a s ı n ı n
zamâim ( ﺿ ﻤ ﺎ ﺋ ﻢa.i. zamime'nin c .) : ekler, artırmalar, ilâveler.
a d i.
zâl-i bed-fiâl> zâl-i ra'nâ, zâl-i sepid-ebrû, zâl-i alcim : ( b u -) d ü n y â , zâl-i kufe : t u t a n , zâl-i kuz-pıı?t : fe le k . zâl-i Medâyin : a r s a s ı n ı
N U ? i r e v a n 'a s a t m a -
(o .h a .) : [e v v e lc e b u li a r f e " d a l z e s i ” v e
" d â l - ı m u 'c e m e ” d e d e n ilir d i] , ( b k z : zel).
zalâl ﻇ ﻼ ل
(a .s. z i l l 'd e n ) : g ö lg e e d e n , g ö lg e s i
o la n . z a lâ m
ﻇ ﻼم
z u lm e t ) .
1360
yüzler. 2. bir ismin yerine kullanılan kelimelel'. Zamâir-İ istifhâm iyye : gr. soru zamirleri.
yan kadm .
zâl ذ
zamâir ( ﺿﻤﺎﺋﺮa.i. zamir'in c.) : 1. zamirler, i ؟-
Zamâir-İ İ?â riy y e : gr. i?âret zam irleri: bu, ?u, 0... gibi. Zamâir-İ izâfiyye : gr. *iyelik zamirleri. Zamâir-İ miibheme : gr. *belgisiz zamirler : h i ؟biri, hepsi, cümlesi... gibi.
Zamâir-İ miilkiyye , Zamâir-İ izâfiyye : gr. (a .s.) : 1. lc a r a n lik . ( b k z : d e y c û r ,
*iyelik ekleri, iyelilc zam irleri: im, -in, -İ = evim, kapısı... gibi.
zamme
zamâir-î şahsiyye : gr. şahıs zamirleri: ben, sen, 0, biz, siz, onlar... gibi, zamân ( زﻣﺎنa.i.c.: ezmine). (blcz : zemân). zamân-1 k a lil: az, İcısa zaman, zamân-ı m â z î: geçmiş zaman, zamân ( ﺻﻤﺎ نa.i.): 1. kefil olma, kefillik. 2. bir şeyin mislini veyâ değerini vermek üzere zarara karşı lcefil olma, garanti, zamân-ı a m el: üzerine alma, (bkz: deruhde, iltizâm). zamân-ı derek: huk. [eskiden] satılan şeyin zaptı hâlinde, zapta karşı kefil olanm, alıcıya ödediği tazminat, *ödenti, zamân-ı g u rû r: huk. [eskiden] mııvâzaa akdi Zimnmda bir kimsenin birini aldatmış olmasıyla zarârını zâmin olması, hileyle satılan bir şeyin zaptı hâlinde satıcının aliCiya ödediği tazminat, *ödenti, zamân-ı m eb i': huk. [eskiden] henüz teslim edilmeden zâyi olan mebiin semeni ile mazmûn olması, [satılan bir şey henüz müşteriye teslim edilmeden satanın elinde telef olsa, satan semeni (kabzetmiş ise) müşteriye İâde eder ki zamân-ı mebi budur. Kabzetmemiş ise bir şey lâzım gelmez], zamân-ı m enfaat: huk. gasp yoluyla yânî sâhibinin izni olmaksızın kullanılan malin menfaatini ödeme, yânî o mal ile İntifâ mukabilinde ecr-i misil verme; karşılık verilen tazminat, ödenti. zamân-ı rü c û ': huk. [eskiden] cayma tazminâtı. zamânü'l-mükâteb : huk. [eskiden] kitâbete kesilmiş olan memlûkün (kölenin) birisi hakkında "kefil bil-mal" veyâ “kefil-binnefs" olması demektir ki, câiz değildir. Gerek velisinin izni ve mekfûl-ün anh'ın emriyle olsun ve gerek olmasın; miikâteb kölenin herhangi bir kimse veya onun mail hakkında kefil olması hâlinde ödemeyi yüklendiği tazminat, *ödenti, [bu türlü *ödenti *yükümü, kölenin velisinin izni dahi olsa geçerli değildir], zamâne ( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻪa.i.): şimdiki zaman [şikâyet veya hafifeeme anlamında], (bkz: zemâne). zamâne ( زﻣﺈﻧﻪa.i.). (bkz: zemâne). zamânen ( زﻣﺎﻧﺎa.zf.). (bkz : zemânen). zamânî ( زﻣﺎذىa.s.). (bkz: zemânî).
zaman zaman ( زﻣﺎن ز ﻣ ﺎ نa.b.zf.): belirsiz zamanlarda, bâzen. (bkz : zemân zemân). z a m g - ( a . i . ) :zamk. zamg-ı Arabi : kim. Arap zamkı, zâmile ( ز ا ﻣ ﻠ ﻪa.i.c.: zevâm il): 1. küçük yük. 2. yük hayvani. zamime ( ﺻﻤﻴﻤﻪa.i. zamm'dan. c .: zamâim): ek, artırma, katma, ekleme, İlâve, zamimeten (a.zf.): ek olarak, ulama olarak, üstelik, bir de. zamin ( ﺻ ﻤ ﻴ ﻦa.s. zamân'dan): tazmin eden, kefil olan, (bkz : zâmin). zâmin ( ﺿﺎ ﻣ ﻦa.s. zamân'dan): tazmine mecbur olan, kefil, (bkz : zamin). zâmine ( ﺻﺎ ﻣ ﻪa.i.): kefil kadm. zam ir ( ﺿﻤﻴﺮa.i.c.: zam âir): 1. i ؟, içyüz, (bkz : dâhil, bâtın). 2. kalb; vicdan. 3. gönülde gizli olan sır. Levh-İ z a m ir: İçteki, gönüldeki levha. M â-fi'z-zamîr : gönülde, yürekte olan. 4. gr. ismin yerini tutan kelime, zam ir-i f i 'l î : gr. kişi eki, geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen : -dim, -din, -di, -dik, -diniz, -d iler... gibi. zam ir-i izâfî : gr. muzafların (belirtilen) sonuna gelen: -im, -in, -İ, -imiz, -iniz, -leri.. gibi. zam ir-i n is b i: gr. isimlerin sonuna gelen : -im, -sin, -iz, -siniz zamirleri, zam ir-i şahsî : gr. şahıs, kişi gösteren zamirler : "ben, sen, 0, biz, siz, onlar” gibi, zâm ir ( زاﻣﺮa.s.): düdük çalan, neyzen, zamîr-şinâs ( ﺻﻤﻴﺮ ﺷ ﻔ ﺎ سa.f.b.s.): gönül bilir, ince duygulu, hassas. zamm ( ﺻ ﻢa.i.): 1. artıkma, katma, ekleme. 2. a. gr. bir harfin mazmum, zammeli. fyânî 0 ile] okunması. zamm-ı d e v ir: tar., miiz. mehterhanede çaiman makamlardan biri, zamm-ı m ütevelli: huk. [eskiden] İüzûmunda yargıcın mevcut mütevelliye diger ehil bir zâtı arkadaş etmesi, zamm-ı v a s i: huk. [eskiden] vasiye başka bir vasinin katılması, [şöyle ki; vasi müstakil olup da ancak İktidârı, vasilik vazifesini yapmaya kâfi gelmezse diger bir vasi kendisine arkadaş edilir]. zamme ( ﺻ ﻤ ﻪa.i.): Otre denilen ve : o, ö, u, ü okunan Arap harekesi () ه 1361
zamme- ؛m akbûze- ؛halde
zamme- ؛makbUze-i hafife: gr. (ü) sesini zar' ( ﺿ ﺮ ا عa.i.c.: zuru'): 1. meme. 2. süt veren hayvan memesi. Zer ü zâr : tahıl ve süt veren zamme : düz, güz... gibi, ürünü. zamme- ؛makbûza-i sakile: gr. (u) sesini -zâr زار- (f.s.): isimlere eklenerek yer adi bilveren zamme : bu, şu... gibi, dirir. Çemen-zâr : çimenlik. Gül-zâr: gülzamme- ؛mebsûte-i hafife : gr. (ö) sesini velük. LâJe-zâr: lâle bahçesi., gibi, ren zamme : göz, söz... gibi, zamme- ؛mebsûte-i sakile : gr. (o) sesini ve- zâr ( ﺿ ﺮ عf.s.): 1. [sesle] ağlayan, inleyen. Âşık-I z â r: inleyen âşık. Biilbül-İ z â r: ren zamme : yol, zor... gibi, inleyen bülbül. Dil-İ z â r: inleyen gönül. zammetân ( ﺿ ﻤ ﺘ ﺎ نa.i.c.): iki zamme, (bkz : 2. zayıf, dermansız. Cism-İ zâr : zayıf viizammeteyn). cut. 3. inleme, ağlayış. zammeteyn ( ﺿ ﻤ ﺘ ﻴ ﻦa.i.c.): iki zamme, (bkz: zarâet, darâet ( ﺿ ﺮ ا قa.i.): alçalma, kendini zammetân). küçültme, (bkz: darâet). zamyân ( ﻓ ﻠ ﻤ ﺎ نa.i.): Güney Amerika'ya mahzarâfet ( ﻇ ﺮاﻓ ﺖa.i.): 1. zariflik, nâziklik, incesus bir cins hurma ağacı, fr. zamie. lik. 2. davranış, söyleyiş, giyim ve kuşam zan ( ﻇﻦa.i.). (bkz: zann). inceliği. zanbak ( زسa.i.): bot. zambak. Zarâfet-İ fik ric e : fikre âit zarâfet. zanbakıyyü'ş-şekl: bot. deniz lâleleri, zarâfet-perver ( > ا ﻓ ﺮ و رa.f.b.s.c.: zarâfetzânî ( زاﻓﻰa.s. zinâ'dan): zinâ eden [erkek], perverân): zarâfete düşkün olan, zâniye ( ز ا بa.s. zinâ'dan. c .: zevânî): zinâ zarâfet-perverân ( ﻇ ﺮ ا ﻓ ﺒ ﺮ و ا نa.f.b.s. zarâfeteden [kadm]. (bkz : fâhişe). perver'in c .): zarâfete düşkün olanlar, zank ( ﺿ ﻔ ﻚa.s.): 1. dar şey, dar yer. (bkz: zarâfet-perverân-ı k؛bâr-zâdegân: kibar teng'). 2. ؛. darlık, sıkıntı, çocuklarının zarâfete düşkün olanları, zann ( د نa.i.c.: zıınûn): 1. sanma, sam, sezzarâgım ( ﺿ ﺮ ا ﻏ ﻢa.i. zırgam'ın c .): arslanlar. me. 2. şüphe, İşkil. Hüsn-i zann: birini iyi (bkz: darâgım). zannetme, iyi sanma. Sû-i zann : kötü fikir zarâif ( ر أ فa.s. zarife'nin c.): zarif ince şeybesleme, kötü sanma. ler. zann-i galib ("ga" uzun okunur) : kuvveti, zarar ٠( ﺿ ﺮ أa.i.c.: ezrâr): 1. bir menfeatin bohakilcate en yakın olan zan. zıılmasıveyâ kaybolması. 2. ziyan, eksiklik, zann ü tahmin : fels. sam. İcayıp. zânn ( & نa.s.) : zannedici, eden, sanan, zarar-ı âmm : huk. umûma âit, yânî umûmî zanni ﻟ ﻰ. (a.s.): zanne âit, zan ile ilgili, bil' câmiaya (*topluma) veyâ bir köy veyâ zannin ( ﻇﻐﻦa.s.): töhmetli, suçlu [adam], bir kasaba veyâ bir mahalle, yahut bir sozanniyyât ( ﻇ ﻐ ﻴﺎ تa.i.c.): asilsiz şüpheler, tekak ahâlisine şümûlü olan zarar, reddiitlü sanmalar. zarar-ı hâss : huk. bir veyâ birkaç şahsa zannûn ( ﻇ ﻔ ﻮ نa.s.) : düşüncesi ve tedbiri kıt münhasır bulunan zarar, olan [adam]. zarar-ı mahz: fık. kendisinin faydası yerine z â n û ^ J (f.i.): diz. zararı olan. zânû-ber-zânû ( زاذو ر ز ا رf.zf.): diz dize, zarar-ı ma'nevi: huk. tazminât. zânû-ber-zemîn ( زاﻧﻮ ﺑﺮزﻣﻦf.zf.): dizini yere zarar-bîn (a.fb.s.): file, meydanda, koyarak, diz çökerek. âşikâr olan zarar. zânû-ber-zemîn-i tazarru' ve ibtihâl: diz zarar-dide ( ﺑ ﺮ ر د د د هa.f.b.s.): zarar, ziyâna, çöküp yalvaran. kaybe uğramış olan, zânû-be-zânû ( زاﻧﻮ ﺑﺰاﻧﻮf.zf.): diz dize, zarb ( ﺿﺮبa.i.c.: durûb). (bkz : darb). zânû-be-zemîn ﻳ ﻦ٠( زا ر ﺑﺰf.zf.): dizini yere zarbân ( ﻇ ﺮ ﺑ ﺎفa.i.): zool. kertenkeleye mukoyarak, diz çökerek. sallat olan, kedi büyüklüğünde yırtıcı bir hayvan. zânû-zede ( زاﻧﻮزدهf.b.s.): diz çökmüş, zarb-hâne ( ﺿﺮﺑﺨﺎذهa.f.b.i.). (bkz : darb-hâne). zânû-zen ( زاﻧﻮزنf.b.s.): diz çökmüş. 1362
ZâJî
zarf ( ﻇ ﺮ فa.i.c.: zu rû f): 1. kab, kılıf, mahfaza. 2. İçine mektup konulan lcâğıt icap. 3. gr. bir fiilin, bir sıfatın veyâ başka bil- zarfın mânâsına "yer, zaman, nicelik, nitelik'' gibi balcımlardan başlcalık lcatan kelime, .belirteç.
zarûret ( ﺿﺮورتa.i.c.: zarûrât): 1. çâresizük. 2. muhtaçlık, yoksulluk; sıkıntı. Bİ'Zzarûre : ؟âresiz, ister istemez.
zaı.f-1 melcân : gr. mekân gösteren zarf, kelime : "burada; bayırda; dışarı, İçeri..” gibi,
zarûrî, zarûriyye ﺿ ﺮ ورﻳ ﻪ، ( د ر و ر ىa.s.) ؛ mecbûri, zorunlu [İç], ister istemez olacak olan [İç]. Emr-İ zarûrî: ister istemez yapılacak İç. ihtiyâcât-1 zarûriyye : yaçamak İçin mutlaka lüzumlu olan şeyler. Masârif-İ zarûriyye: zarûrî masraflar, harcanması gerekli olan giderler,
zarf-ı zamân : gr. zaman gösteren zarf, kelime : "erken'', "geç” gibi, zarf ile mazrûf: bir şeyin dış görünüşü ile İç görünüşü veya içyüzü. zarfiyyet ( ﻇ ﺮ ﻓ ﺖa.i.): gr. zaı-flılc, bir kelimenin zarf olma hâli, zarf olarak kullanılmazari ۶ ( ىa.i.): hek. kani durmayan damar, zari' ( ﺿ ﺮ ﻳ ﻊa.s.): memesi büyüle olan [,kadın, hayvan]. zârî' ( زارعa.s. zer'den. c . : zürrâ'): ekin eken, çiftçi. zârî ( زارىf.i.): ağlayıp sızlama, zaribe ( ﺿ ﺮ ﻳ ﺒ ﻪa.i.): huk. [eskiden] 1. bil- kimsenin üzerine tarh ve tahmil edilen haraç, cizye, gümrük rüsûmu gibi muayyen bir vazife. 2. bir kölenin çalışıp efeirdisine vermesi meşrût olan lcazancı. zarif ز د (a.s.c.: zurefâ): 1. zarâfetli, güzel, şık. 2. nâzik, ince, yakışıklı, beğenilir tavır ve edâlı. 3. ince niilcteli, ince niilctelerle leonuşan. zarîf-âne ( ﻇ ﺮ ﻳ ﺎ ﻧ ﻪa.zf.): zarif olana yakışacak şekilde, zariflikle, incelilcle. (bkz: nâzileâne). zarifât ( ﻇ ﺮﻳ ﻔﺎ تa.i. zarife'nin c.). (bkz : zarâif). zarife ( ﻇ ﺮ ﻳ ﻐ ﻪa.s.): 1. zarif şey. 2. i. lcadm adi. [“zarif” kelimesinin müennesi]. zârîfe ( زارﻓﻪa.s.): fazla, lüzumsuz [söz], zarih, darîh ( ﺿﺮﻳ ﺢa.i.): mezar,
Zarûret-İ vezn: ed. nazımdaki Ölçünün gerekli kıldığı İmâle, zihaf gibi yapılan degişikliklere verilen bir ad.
zarûriyye-i mutlaka : mant. zorunlu, zarûriyyât ( ﺿ ﺮ و رﻳﺎ تa.i. zarUrl'nin c .): mecbûri, zorunlu İşler, ister istemez olacak olan İşler. zâr zâr ( زار زارf.zf.): yanık yanık, hazin hazin, [sesle] ağlaya ağlaya, zât ( ﻧﺎ تa.i.): 1. kendi. zâtü'1-hareke: kendi kendine hareket eden cisim. 2. asil, öz, cevher. 3. saygıya değer kimse. zât-ı fahâmet-penâhi: tar. sadrâzam, zât-ı çâhâne: tar. pâdişâha hitabederken veyâ kendisinden bahsedilirken kullanılan bir tâbir. zât ( ﻧﺎ تa.s.c.: zevât): 1. sâhip, mâlik [kadın] (“zû" nun mhennesi). 2. hekimlik tel'imlerinde hastalık, botanik ve zooloji terimlerinde "-İİ, -giller” gibi mânâlarıyla sınıflamalar meydana getirir. Zâtü'd-dim âğ: beyin nescinin (dokusunun) İltihâbı.. gibi, zât-ı hayz : hayız gören kadın, zât-ı leben : memesinde süt olan İcadın, zâtü'l-asab-ı b a s a ri: hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin İltihâbı. zâtü'l-ibre : zool. İğneli böcekler,
zarr ( ﺿﺮa.i.): zaraı-.
zâten ( ذاﺗﺎﺀa.zf.): aslında, asil olarak, esâsen.
zârr ( ﺿﺎرa.s.): zararlı,
Zâtî ( ذ ا ﺗ ﻰa.h.i.) : Balıkesir'li meşhur Tiirlc şâiridir. Asil adi İvaz'dır. Evvelce dikicililc ederdi. II. Bayezid devrinde istanbula geldi, I. Selim ve Kanûnî zamanlarına yetişti. Son zamanlarında remmal (remilci) olmuştu. Rivâyet edildiği üzere 1600 gazel, 400 den fazla kaside söylemiştir. Meşhur olan “Şem' ü pervâne'' manzûmesi 5000 beyitliktir;
zarr, zarre ﺿﺮه، ( ﺿﺮa.s.): zarara sebebolan. zarrâ' ( ﺿ ﺮ ا ﺀa.i.): 1. milınet, keder, sıkıntı, belâ. 2. şiddet, (bkz : darrâ'). zarta ( ﺿﺮﻃﻪa.i.): osuruk, yellenme, zarûrât ( ﺿﺮوراتa.i. zarûret'in c.): zarûretler, muhtaçlıklar, yoksulluklar; sıkıntılar.
1363
zâtî, zâtiyye “Ahmed ve Mahmud" manzûmesi 2000 beyitliktir. (d. 876 - ö. 954). zâtî, zâtiyye ﻧ ﺎ ﺑ ﻪ، ( ذاﺗ ﻰa.s.) : kendiyle ilgili, kendine âit, kişilik, özlük, özel, zâtî kusûr : zarar ve ziyana yol açan kusur, zâtiyyât ( ذا ﺗ ﻴﺎ تa.s.c. : zâte âit hususlar, kişiye âit özellikler, (bkz : ؟ahsiyyât). zâtii'd-dimâğ ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺪ ﻣ ﺎ غa.b.i.) : hek. beyin nescinin (*dokusunun) İltihâbı. zâtii'1-asab-ı basari ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻌ ﺼ ﺐ ﺑ ﺼﺮ ىa. b.i.) : hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin İltihâbı. zâtii'1-azm ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻌ ﻈ ﻢa.b.i.) : hek. kemik *dokusu İltihâbı. zâtü'1-batneyn ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺒ ﻄﻨﻴ ﻦa.b.i.) : zool. *ikikarınlı, fr. biventre. zâtü'l-beyn ( ﻧ ﺎ ت ا ﻳ ﻦa.b.i.) : fık. iki ki ؟i arasmda olan düşmanlık. zatîi'1-cefn ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺠ ﻔ ﻦa.b.i.) : hek. gözkapağı İltihâbı. zâtü'l-cenb ( ذ ا ب ا ﻟ ﺠ ﻨ ﺐa.b.i.) : hek. satlıcan, akciğer örtüsünün İltihâbı, fr. pleurésie, zâtü'l-cildi'l-azmî ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺠ ﻠ ﺪ اﻟﻌﻈﻤﻰa.b. i.) : zool. cildleri zırh gibi sertleşmiş veyâ kemikleşmi ؟balıklar sınıfı. zâtü'1-cinseyn ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺠ ﺴ ﺴﻴ ﻦa.b.s.) : biy., fels. iki cinslilik, fr. bisexué, zâtü'l-efvâhî'l-cenbiyye ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻓ ﻮ ا ه اﻟ ﺠ ﻨﺒ ﻴ ﻪ (a.b.i.) : zool. köpek balığı gibi agzmda kuvvetli ve keskin dişleri bulunan büyük, saldırıcı balıklar sınıfı. zâtü'l-elvân ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻮ ا نa.b.i.) : mad. vaziyetine göre birkaç renk gösteren şeffaf (saydam) mâdenler. zâtü'l-ercüli'l-batnîyye ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟﺒ ﻄﻨﻴ ﻪ (a.b.i.) : zool. *karindanbacaklilar, fr. gastéropodes. zâtü'l-ercüli'l-cezri^e ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟ ﺠﻨ ﺮﻳ ﻪa. b.i.) : zool. *kokdenbacaklilar. zâtü'l-ercüli'l-keffîyye ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ ا ﻟ ﻜ ﻔ ﻴ ﻪa. b.i.) : zool. perdeayaklilar, fr. palmipèdes, zâtü'l-ercüli'l-kesîre ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ض اﻟ ﻜﺜﻴ ﺮ هa.b.i.) : zool. çokayaklilar, fr. myriapodes, zâtii'l-ercüli’l-mafsaliyye ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟﻤﻔ ﺼﻠﻴﻪ (a.b.i.) : zool. *eklembacaklılar, fr. arthropodes. 1364
zâtü'1-erciili'l-meşkuka ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ ا ﻟ ﻤ ﺸ ﻘ ﻮ ﻗ ﻪ (“ k a " uzun o k u n u r , a .b .i.) : zool. ç a t a lt ir n a k lila i'.
zâtü'îercülîr-e'si^e ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ض ر أ ﺳ ﻪa.b.i.) : zool. baştanayaklılar, fr. céphalopodes. zâtü'l-esâbîi'l-miifrede ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﺻ ﺎ ﺑ ﻊ ا ﻟ ﻤ ﻔ ﺮ د ه (a.b.i.) : zool. toynaklılar, tektirnaklilar, fr. ongulés. zâtü'l-esâbi'i'l-müzdevice ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﺻﺎ ح اﻟﻤﺰدوﺟﻪ (a.b.i.) : zool. su aygırı gibi ayakları müsavi parmaklarla nihâyet bulan iri hayvanlar, zâtü'l-esmâr ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻﺛ ﻤﺎ رa.b.i.) : meyva veren, meyvali. (bkz : semir). zâtü'l-eydi'l-erba'( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻳ ﺪ ى ا ﻻ ر ﺑ ﻊa.b. i.) : zool. dört elli hayvanlar, zâtü'l-ezfâr ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻇﻔﺎ رa.b.i.) : zool. parmakİarı birbirinden ayrı, hareketli veyâ pençeli olan hayvanlar. zâtü'l-fıkarât ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻔ ﻘ ﺮ ا تa.b.i.) : zool. omurgalılar, belkemiği olan hayvanlar, fr. vertébrés. zâtü'l-filka ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻐ ﻠ ﻘ ﻪa.b.i.) : bot. gelişmesi, çekirdeğinin ayrılmasıyla olmayan *bitki1er. zâtü'l-fükateyn ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻐ ﻠ ﻘ ﺒ ﻦa.b.i.) : bot. *ikiç e n e t li l e r , fr. dicotylédones. zâtü'1-galsame-i dâime ﻧ ﺎ ت اﻟﻔﻠ ﺼ ﻤ ﻪ ﺀ د ا ﺋ ﻤ ﻪ (a .b .i؛,) : zool. ؟e k l i n i d e ğ i ş t i r m e k h a s s a s ı e k s i k o la n b i r n e v i k u r b a ğ a ,
zâtii'l-galsameti'l-musaffaha ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻔ ﻠ ﺼ ﻤ ﺔ ( اﻟ ﻤ ﺼﺜ ﺤ ﻪa .b .i.) : zool. * y a s s i s o l u n g a ç l i l a r , fr. lamellibranches. zâtii'l-harâ ؟ifi'l-mii ؟a' ؟aa ا ﻟ ﺤ ﺮ ا ﺷ ﻒ ﻧﺎ ت ( اﻟ ﻤ ﺸﻌ ﺸﻌﻪa .b .i.) : zool. c i l d i m i n e l i v e y â k e m i k l i o la n b i r b a l ı k s ın ıf ı.
zâtü'1-hareke ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺤ ﺮ ﻛ ﻪ
(a .b .i.)
: fiz.
kendi
fr. automatique. zâtii'l-harekiyyet ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺤ ﺮ يa .b .i.) : fels. * O z d e v im , o t o m a t i z m , fr. automatisme. zâtü'1-hufeyre-i re's ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺤﻔﻴﺮهﺀ رأ سa. b .i.) : u z u n l u ğ u y i r m i m e t r e k a d a r o l a n bir çeşit t e n y a , ؟erit. zâtü'l-hurtûm ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺨ ﺮ ﻃ ﻮ مa.b.i.) : hortumlu hayvanlar sınıfi, hortumlular, fr. proboscidiens. zâtü'l-husye ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺨ ﺐa.b.i.): hek. husyelerin, hayaların İltihâbı. k e n d in e h a r e k e t e d e n [c is im ) , o t o m a t ik ,
zâtü'n-nitâkayn
zâtü'l-ızâmi't-tâmme ( ﻧ ﺎ ت اﻟﻌ ﻈﺎم اﻟﺘﺎﻣﻪa. b .i.) : zool. tam âm en kem ikleşm iş fıkraları birer kıhıftan İbâret olan balıklar sınıfı,
zâtü'l-kuzahiyye ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺰ ﺣ ﻴ ﻪa.b.i.) : hek.
zâtü'l-ilkah-ı hafiye "( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح ﺧ ﻔ ﻴ ﻪk a” uzun okunur, a .b .i.): bot. İlkahı gizli ( ؟İzâtü'l-ilkah-ı hafiyye-i hücreviyye ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻗﺎ ح "( ﺧ ﻔ ﻴ ﻪ ﺀ ﺣ ﺠ ﺮ و ﻳ ﻪk a " uzu n okunur, a.b.i.) :
bot. İlkahı dam ar İçinde gizlice v u k u bulan *bitkiler, dam arlı çiçeksizler,
zâtü'l-ilkah-ı hafiyye-i viâiyye ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح "( ﺧﻔﻴﻪﺀ و ﻋﺎﻳ ﻪk a” uzun olcunur. a .b .i.): bot. İlkahı dam ar İçinde gizlice v u k u bulan
zâtü'1-ilkahi'z-zâhire “( ذ ا ت ' ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح اﻟﺰاﻫﺮهka" uzu n okunur, a .b .i.): bot. İlkahı ؟İ ؟ek *bitkiler,
pe, altı y ıld ızd a n İbâret, d ö rd ü b ir d ö rtg en teşkîl eden ve K üçükayı y ıld ız k ü m e sin in y a n ın d a b u lu n a n b ir yıldız küm esi; ing. c a s s io p e ia , fr. C a ssio p ée. zâtü'1-levneyn ( ﻧ ﺎ ت اﻟﻠﻮﻧﻴﻦa.b.i.) : j e o l. vaziyet in e g ö re ik i r e n k g ö ste r e n ş e ff a f (sa y d a m ) m â d e n le r.
zâtii'1-lisân ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻠ ﻌ ﺎ نa.b.i.) : zool. A vustu-
*bitkiler, dam arlı çiçeksizler.
vuk u'bu lan
gözde k o ru n ta b a k a sın ın gerisindeki iris İltihâbı.
zâtü'l-kürsî ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﺮ ﺳ ﻰa.b.i.) : astr. kasyo-
؟eksiz) olan *bitkiler.
vâsıtasıyla
ve so n ra yeniden b o y n u zu ؟ik a n h ay v an lar sınıfı.
çiçekli
ralya kirpisi.
zâtü'1-mafsal ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﻔ ﺼ ﻞa.b.i.) : hek. m afsal İltihâbı.
zâtii'1-mebîz ( ﻧ ﺎ ت اﻟﻤﺒ ﺠ ﺾa.b.i.) : hek. k ad m -
*bitkiler.
zâtü'1-karniyye ﻟﻌﺮذي١ ( ﻧ ﺎ تa.b.i.): hek. gözün alt tabakasını tam am layan cam gibi parlak tabakanın İltihâbı.
la rd a i ؟k asık ta ra fın a rastlay an y u m u rta lig in İltihâbı.
zâtü'1-mehbil ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﻬ ﺒ ﻞa.b.i.) : hek. k ad ın la rd a m ehbil (dölyolu) in İltihâbı.
zâtü'l-kasabât ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺼ ﺒ ﺎ تa.b.i.): hek. ince dam arlılar, trakeliler, fr. trachCates.
zâtii'1-mesâne ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﺜﺎ ﻧ ﻪa.b.i.) : hek. sidik
zâtü'l-kasabât-ı şa'riyye ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻘ ﺼﺒﺎ ت ﺷﻌ ﺮﻳ ﻪ (a.b.i.): hek. akciger borusunun birinci
zâtü'l-meşîme . ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﺸﻢa.b.i.) : hek. gözde-
taksim atının i ؟yüziindelci gışâ-i m uhâtî (sümiiksel zar) nin nezlemsi İltihâbı.
zâtü'l-kebed ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﺒ ﺪa.b .i.): hek. karaciğer İltihâbı, fr. hebatite. zâtü'l-kilye ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﻠ ﻴ ﻪa.b.i.): hek. böbrek İltihâbı, fr. nCphrite. zâtü'l-kilye-i
k i d a m a rta b a k a n m İltihâbı.
zâtü'l-metâli' ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﻄﺎ ﻟ ﻊa.b.i.) : ed. ik id en fazla m a tla i o lan gazel veyâ kaside.
zâtü'1-miskab ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﺜ ﻘ ﺐa.b.i.) : zool. karm la rm ın n ih â y etin d e b irer delik b u lu n a n om urgasız hayvanlar.
zâtü'1-mültehime ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﻠ ﺘ ﺤ ﻤ ﻪa.b.i.) : hek.
(dâ-i B ra y t): ﻧ ﺎ ت ( ا ﻟ ﻜ ﻠ ﻴ ﻪ ﺀa.b .i.) : hek. böbrek İltihâbı
g ö zkapagm ı göz yuvarlağı ile b irleştiren z a rm İltihâbı.
neticesinde sidikte albiim in bulunm asına
zâtii'1-ukad ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻌ ﻘ ﺪa.b.i.) : hek. v ü c u tta k i
ز ﻻﻟ ﻰ
zülâlî
to rb ası (kavugu) İltihâbı.
sebeb olan hastalık.
zâtü'l-kîsî ى٠٠( ﻧ ﺎ ت اﻟﻜ ﻲa.b .i.): zool. karn in in altında bir kesesi olup y avru larım ilk defa olarak bunun İçinde doğuran hayvanlar.
zâtü'1-kurûni'l-musamme ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن اﻟﻤ ﺼﻤﻪ (a.b.i.): zool. boynu zlarının İÇİ boş olan hayvanlar, boş boynuzlular.
zâtü'l-kurûni'l-mücewefe ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن اﻟ ﻤ ﺠ ﻮﻓ ﻪ (a.b.i.): boynuzlarının İÇİ boş olan h ayvan lar, boş boynuzlular.
zâtü'l-kurûni's-sâkıta ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن ا ﻟ ﺴ ﺎ ﻗ ﻬ ﻠ ﻪ (a.b.i.): zool. geyik, karaca gibi yaln ız erkeklerinde bulunup m evsim m evsim düşen
b ezlerin İltihâbı.
zâtii'1-iizn-idâhilî( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ذ ن دا ﺧﻠ ﻰa.b.i.) :hek. k u la k d av u lu n u n i ؟ö rtü sü n ü n İltihâbı.
zâtü'l-üzn-i hâricî ( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ذ ن ﺧﺎ ر ﺟ ﻰa.b. i.) : hek. k u la k d e lig i c ild in in İltih âb ı. zâtü'l-vekud "( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻮ ﻗ ﻮ دku" u z u n okunur, a.b.i.) : odun, k ö m ü r gibi y an acak şeyleri İ ؟ine alan kab.
zâtü'l-verîd ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻮ رﻳﺪa.b.i.) : hek. siyah k an d a m a rla rın ın İltihâbı.
zâtü'n-nitâkayn
اﻟ ﻄﺎ ﻗﻴ ﻦ ﻧﺎ ت (a.b.i.) : H z. EbU bekir'in k ızı E sm â'ya H icrette feda k ârlık ta b u lu n m a sı hasebiyle ve 1365
zâ.ü'tahm Cennette ik i kuşağa nâil olacagi müjdesiyle P eygam berim iz H z. M u h am m ed tarafın dan verilen İâkab. (bkz : nitâkü'l-cevzâ).
zâtü’r-rahm ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺮ ﺣ ﻢa.b.i.) : hek. rahim 'in tam âm en veyâ kısm en büyüyerek iltihaplanm asi.
zâtii'r-rahmeyn ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺮ ﺣ ﻤﻴ ﻦa.b.i.) : hek. karm la rm ın altında bir kesesi olan h ayvan lar sınıfı.
zâtü'r-re'seyn ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺮأ ﺳﻴ ﻦa.b.i.) : hek. üst tarafları ikiye ayrılm ış olup insan vü cû d un d a biri kolda, digeri oylukta bulunan ik i adalenin sınıfı.
zâtü'r-re's-i şa'rî ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮأس ﺷﻌﺮىa.b.i.) : hek. baş tarafı kil gibi ince bir n evi solucan, [kara hüm m âdan ölenlerde çok bulunur.]
zâtü'r-rie ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮﺀﻷa.b.i.) : hele, akciger İltihâbı, yangısı, batar, fr. pneumonie, zâtii'r-riiûs-i selâse ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮؤ س ﺛﻠﺜﻪa.b. i.) : hek. uç tarafları üç leisma ayrılm ış ve b iri kolda, ötekileri oylukta bulunan iki adalenin sinifi, oyluk adalesi.
( ) ﻋ ﻔ ﻠ ﻪﺀa.b.i.) : b iy . ü ç b a ş lı leas.
zâtii's-sedâyâ ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺴﺪاﻳﺎa.b.i.) : zool. m e m e liler, fr. mammifères, (b k z : z e v i's ş e d â y â ) . zâtü's-sedâyâ-yi bahriyye د ا ﺑ ﻰ ﺑﺤﺮﻳﻪ٠ﻧ ﺎ ت ال (a.b.i.) : z o o l. d e n iz a y ila r i.. g ib i m e m e lile r s ın ıf ı, fr. S irén ien s.
zâtii's-sehâyâ ﺑ ﺎ. ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﺤ ﺎa.b.i.) : hek. b eyin zari İltihâbı.
ﻧﺎ ت ا ل
(a.b.i.) : hek. beyin zari iltihabından dogan b eyin verem i.
zâtü's-sıfâk ( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺼﻔﺎ قa.b.i.) : hek. peritonit, karin zari İltihâbı, fr. péritonite, zâtii's-sıfâk-i nifâsî ﺑ ﻖ١ ( ﻧ ﺎ تa. b.i.) : hek. lohusalarda olan peritonit, zâtü's-simhâk ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺴ ﻤ ﺤ ﺎ قa.b.i.) : hek. kem ik za rin m İltihâbı.
zâtü's-sudûr ( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺼ ﺪ و رa.b.i.) : gönülde kararlaştırılan şeyler.
zâtü's-sukabât ( ﻧ ﺎ ت اﻟﺜ ﻘﺒﺎ تa.b.i.) : zool. delikliler, fr. foraminifères. zâtü's-sukabât-1 gayri müşa'ara ﻧ ﺎ ت ا ﻳ ﻘ ﺒ ﺎ ت ﻣ ﺸ ﻌ ﺮ هJ—Ş■ (a.b.i.) : zool. m atraporalar, fr. madrépores. 1366
z â tü 'ş - ş e b e k i^ e ( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟ ﺸ ﺒ ﻜ ﻴ ﻪa.b .i.): h ek. gözü n şebekî ta b ak a sın d a (agtabaka) m eydan a gelen k arışıklık .
٨'..',
“( ﻧ ﺎ ﺕ' ا ﻟ ﺸ ﻔ ﺎ فga” u z u n oku nu r, a .b .i.): h ek. kalb in i ؟ve dış den ilen ik i zarin d a n h er h an g i b irin in İltihâbı.
zâ tü 'ş-şe râ fe ti's-se lâse ( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟﺸﺮاﻓﺔ اﻟﺜﻠﺜﻪa.b .i.)؛ h ek . “üç k a n a d lı'': kalbin sag b o şlu ğu nd ak i deligin agzm da b u lu n a n k ap a g in sıfatı, z â tü 'ş -ş iry â n ا ﻟ ﻐ ﺮ ﻳ ﺎ ن d a m a rın ın İltihâbı.
ﻧﺎ ﺕ
z â tü 't-ta b l ا ﻟ ﻄ ﺒ ﻞ İltihâbı.
(a.b.i.) ؛h ek. k u la k zari
ﻧﺎ ﺕ
(a.b .i.): h ek. nabız
z â tü 't-te n e ffü si'1 -m ü z d e v ic ﻧ ﺎ ﺕ ا ﻛﻔ ﺲ اﻟ ﺮ د و ج (a.b .i.): zool. hem suda, hem k a ra d a yaşayan hayvanlar. z â tü 'z -z e h re te y n ( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟﺰﻫﺮﺗﻦa.b .i.): b o t. iki çiçekli *bitkiler) fr. b iflo re. zâtü'z-zevc اﻟﺰوج
zâtü'r-rüûs-i selâse (adale-i-)(ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺮ ؤ س ﺛﻠﺜﻪ
zâtü's-sehâyâ-yi dereni ى د ر ﻧ ﻲ0ﺣﺎ
z â tü 's-su lb e ( ﻧ ﺎ ﺕ ا ﻟ ﻌ ﺒ ﻪa .b .i.): hek . gözün dış ta b ak asın ın İltihâbı.
ﻧﺎ ﺕ
(a.b.s.): kocalı (kadın),
zav ' ( ﻓ ﺮ ﺀa .i.c .: a z v â ') : aydınlık, ışık, (bkz : zû'). zav '-ı şem s : G üneş'in ışığı, za v â b ıt ( ﺿ ﻮا ﺑ ﻂa.i. zâbıta'nm c .) : kaideler, nizam lar, usuller. zavâb'ıt-1 İd â re : İdâre n izam ları. zav âb ıt-ı n a h v i m e : sintaks kaideleri (*kilra'lları). z a v â h ir ( ﻇ ﻮا ﻫ ﺮa.i. zâ h ir ve zâ h ire'n in c .) : 1. gö rünüş, g örün ür, dışyüz. 2. y ü k sek yerler, göze ça rp a n yerler, z a v ârib ( ﺿﻮاربa.i.c.): nabız d am arları, zâ v il ( زاولf.i.): m ü z. T ü rk m ü ziğind e b ir m ürekkep m ak am d ır. En az beş altı asırlıktır. A z k u lla n ılm ıştır. M â h u r ile n ik riz d en m ürekkeptir. F akat ekseriyâ k a ra rd a n ik riz beşlisi gösteren b ir m â h ıır'd a n ib ârettir. Bu beşli ile rast (sol) p erd esin de d u ru r. GüçİÜ -her iki m a k am ın da güçlüsü olan- nevâ (re) perdesidir. D o n a n ım ın a m â h u ru n “fa'' k ü ç ü k m ücenneb diyezi yazılır. N ik riz beşlisi İçin n o ta içerisinde "d o” bakıyye diyezi “si” bakıyye bem olü k u lla n ılır (bu beşli'de “fa” sesi yoktur). U m ûm iyetle inici seyreder, (m âhu r gibi).
zay'a
zâvilî ( زا وﻟ ﻰf.i.) : miiz. T iirk m ü ziğ in d e en az beş altı asırlık b ir m ü rek k ep m a k am olup n iim ûn esi kalm am ıştır.
zâviye-i sür'at : fiz. .a ç ıs a l h ız . 3. b ir in in
Zâvilî-İsfehân ( زا وﻟ ﻲ ا ﺻﻔﻬﺎ نf.b.i.) : müz. T ü rk m üziğind e en az beş asırlık b ir m ü rek k ep m a k am olup nü m û n e si k alm am ıştır,
zâviye-i şâkuliyye : astr. r â s ıd ın b u lu n d u ğ u
zâvilî-segâh ( زا وﻟ ﻰ ﺳﻜﺎهfb.i.) : müz. T iirk m üziginde en az beş asırlık b ir m ü rek k ep m ak am olup n ü m û n e si k alm am ıştır, zâviye ( ز ا و ﻳ ﻪa.i.c. : zevâyâ) : 1. köşe. 2. mat. .a ؟ı, fr. angle. Zâviye-İ ayniyye : hek. göz p ın arı.
İb âd et e tm e k ü z e r e
؟e k ild iğ i te n h a yer.
4 . k ü ؟ü k tek k e . n o k ta d a n g e ؟e n v e u fu k d ü z le m in e d ik e y o la n d ü z le m iç e r is in d e k i ik i n o k ta ile rasat â le t in in " o b je c tif” m e r k e z in i t e ç k îl e t tiğ i a ؟ı.
Zâviye-İ tebâüd: astr. .u z a n ı m .a ç ıs ı. zâviye-i ufkiyye : astr b u lu n d u ğ u m u z u fu k m ü s t e v is i ü z e r in d e r â s ı t l ı ğ m ı y a p tığ ım ız â le t in “o b je c tif" i m e r k e z i ile b e lli ik i n o k ta y a y a p ıla n te v c ih in t e ş k il e t tiğ i a ؟ı.
Zâviye-İ hâdde : mat. d a r a ؟ı, fr. angle aigu.
Zâviye-İ viirûd (geli? . a ç ı s ı ) : astr. b ir y ıld ız -
Zâviye-İ hâricime : geo. .dışaçı.
d a n g e le n ış ığ ın , d ü ş m e y ü z e y in in (a y n a v e
Zâviye-İ İn’ikâs : geo. .y a n sım a .açısı, fr. angle réflexion.
m e r c e ğ in ) n o r m a lin e g ö re y a p tığ ı . a ؟ı, fr .
angie d 'incidence.
Zâviye-İ inkisâr : astr. k ırılm a .açısı, fr. angle de réfraction.
zâviye-dâr ( زاوده دا رa .f.b .i.) : tas. k ü ç ü k te k k e
Zâviye-İ lcaime (“k a” u z u n o k u n u r) : mat. d ik a ؟ı, fr. angle droit.
zâviye-nişîn ص
Zâviye-İ merkeziyye : geo. m erkez .açısı, fr. angle au centre. Zâviye-İ miicâvire : geo. k om şu .a ؟ı, fr. angle adjacent.
Zâviye-İ miinferice : mat. geniş .a ؟ı, fr. angle obtus. Zâviye-İ mücesseme : mat. b ir n o k ta d a bir-
şe y h i.
( زاوﻳﻪa .f.b .i.) : zâ v iy ed e) k ü -
؟ü k t e k k e d e o tu r a n d e r v iş,
zâviyetân ( ز ا و ﻳ ﺘ ﺎ نa .i .c .) : geo. ik i z â v iy e , ik i . a ؟ı. ( b k z : z â v iy e te y h ).
zâviyetân-ı miitekabiletân: geo. m u k a b il, z ıt z â v iy e le r (.a ç ıla r ) b ir b ir in i k e s e n ik i d ü z ؟iz g i a r a sın d a m e y d a n a g e le n d ö r t a ç ıd a n k a r şı k a r şıy a b u lu n a n , k a r şıt a ؟ı,
fr. angles
o p p o sd s.
zâviyetân-ı mütekabüetân-1 dâhiletân : geo.
İeşen ü ؟ve d ah a ؟ok .d ü zle m in m ey d an a getirdiği .açı, fr. angle trièdre.
ik i p a r a le l ؟iz g iy i y u k a r ıd a n a şa ğ ı k e s e n b ir
Zâviye-İ miisellesâtiyye : astr. trig o n o m e tri
ş ılık lı m e y d a n a g e le n d ö rt a ؟ı, İçters açılar.
.açısı.
؟iz g i ile , b u ik i p a r a le l ؟iz g in in İç in d e kar-
zâviyetân-ımiitekabiletân-ıhâricetân: geo.
Zâviye-İ miisteviye : mat. .d ü zle m .a ؟ı, fr. angle plan.
ik i p a r a le l ؟iz g iy i y u k a r ıd a n a şa ğ ı k e se n
؟izgi ile, b u ik i p a ra lel ؟iz g in in d ış ın d a
b ir Zâviye-İ
k a r ş ılık lı m e y d a n a g e le n d ö rt a ؟ı, d ışters
Zâviye-İ semtime : astr., top. u fk i düzlem
zâviyetân-ı miitevâfikatân : geo. .y ö n d e ş açılar, fr. angles correspondants.
Zâviye-İ
miitecâvire
(bkz :
miicâvire).
ü zerind ek i a ؟ı m ebde' b a k ım ın d a n kuzey cihetin e bağlı ise o k u n a n açıya sem t açısı (zâviye-i semtiyye) adi verilir, (bkz : sem t zâviyesi).
açılar.
zâviyeteyn -
( زاوa .i .c .) : geo. ik i z â v iy e , ik i
. a ؟ı. ( b k z : z â v iy etâ n ).
Zâviye-İ semtii'n-nazîr : astr. m ebde' n o k tası sem t-iin-nazir olm ak üzere râsıd ın gözünde b ak tığ ı yıldız istik a m e tin in teşk il ettiğ i a ؟ı.
zâviyevi ( زا و و ىa .s .) : geo. z â v iy e y e âit, zâ v iy e ile ilg ili, .a ç ıs a l, fr. angulaire. zâviyevi sür'at: a ç ısa l h ız , fr. vitesse angulaire. (b k z : Zâviye-İ sürat), zây ( زا ىf.s.). (b k z : -zâ[y]).
Zâviye-İ semtü'r-re's : astr. (bkz : ınesâfe-i
zay'a -
semt-ür-re's).
2.
( a .i .c .: zıyâ', ziya') : 1. b iııâ s ız arsa.
g e lir i o la n b in â . 3 . tarla; ؟iftlik .
1367
zoyâ٠ zayâ' ( ﺿ ﻴ ﺎ عa .i.): elden çık m a, yok olm a, kaybolm a.
ze b ân e -k e ş ( زﺑﺎﻧﻪ ﻛ ﺶf.b.s.) : alevli) alevlenen, yalınlı.
zay’at ( ﺿ ﻌ ﺖa.i.) : kaybetm e; kaybolm a,
z e b ân e -p âç ( زﺑﺎﻧﻪ ﺑ ﺎ شf.b.s.): alev saçan, alev ؟ika ran .
zayf ﺿ ﻴ ﻒ nuk.
(a.i.c .: zîfân, z u y û f ) : m isâfir, ko-
zâyi' ( ﺿﺎﻳ ﻊa.s. z iy â 'd a n ): elden çıkan, kaybolan, yitik; zarar, ziyan, zâyiât ( ﺿ ﺎ ﻳ ﻌ ﺎ تa.i.c.): kayıplar, yitikler,
z e b ân -g ez ( زﺑﺎ ﻧﻜﺰf.b.s.): acı k onuşan, z e b â n î ( ز شf.s.): dile âit, d il ile ilgili, z e b â n î ٠( ز ﺑ ﻨ ﻰa.i.c .: z e b â n iy â n ): cehennem likleri cehennem e atm aya m e'm ur edilen melek.
zâyiât rap oru: ask. savaşta perso n el kayıpla rm a âit tü rlü b ilgilerin to p la n a ra k birleştirild ig i rapor.
z e b â n iy â n ( زﺑﺎﻧﻴﺎنa.i. z e b ân i'n in c . ) : zebâniler. ( b k z : zebâniye).
zâyiçe ( زاﻳ ﺠ ﻪf i . ) : y ıld ız la rın belli za m a n d a k i y erlerini ve d u ru m la rım gösteren cetvel,
ze b ân iy e ( زﺑﺎ ﻧ ﻴ ﻪa.i. z e b ân i'n in c .) : zebâniler. ( b k z : zebâniyân).
zay v en ( ﺿ ﻮ نa .i.c .: z a y â v in ): 1. erkek kedi. 2. yaban kedisi. 3. vahşî, h ırç ın adam ,
z e b â n -z e d ( زﺑﺎ ﻧ ﺰدf.b.s.): dil persengi, söylenen, söylenir olan; alışılm ış, ku llan ışlı, yayılm ış [söz].
za'zaa ( ز ﻋﺰ ﻋﻪa.i.c.: zaâzi') : sarsm a, ırgalam a. Za'zaa-İ d i m â g : a n a t. bâzı d a m a rla rın y ırtılm asm a sebebolacak k a d a r d im a g in sarSilması. Za'zaa-İ e s n â n : d işlerin şiddetle b irb irin e vu rm ası. ze ( زo .h a .): O sm anlI alfab esin in o n ü çü n c ü haı-fi olup "ebced” h e sâ b m d a y e d i sayısının karşılığıdır. z e â fir ( ز ﻋﺎﻓ ﺮa.i. za'fı-ân'ın c . ) : safranlar, z e â m e t ( ز ﺀا ﻫ ﺖa .i.): ta r. O sm an lIlar d ev rin d e Sipâhilere verilen en b ü y ü k tim ar. zeâzi' ( زى^زعa.i. za'zaa'nm c .) : sarsm alar, irgalam alar. zeb ( ذ بa.i.) : (bkz : zebb). zeb âb ( ز ﻷ بa .i.): zool. âdi k a ra sinek. z e b âb -ı lâ h m î (et s in e g i): m âvi sinek, ze b âb e ( ز؛اﺑﻪa.i.) : yab an fâresi. ze b âd ( ز^دa .i.): 1. kalem is (galle-i m is k ) : yağı. 2. m isk kedisi. z e b â n ن١( زبf.i.): 1. dil, lisan. 2. a n a t. dil. A teşze b â n : uzdilli. 3. lügat; lehçe, z e b ân -âv e r ( ز ﺑ ﺎف آورf.b.s.): 1. dile getirilen, çok söylenen. 2. d ü zg ü n söz ve şiir söyleyen. z e b â n -d ırâ z ( ز ﺑ ﺎ ن د را زf.b .s.): dil u zatan , atıp tu tan . z e b â n -d ırâ z î ( ز ﺑ ﺎ ن د را ز ىa.b .i.): d il uzatm a, atıp tu tm a. z e b â n e ذه١( زبf.i.): 1. terâzi ve b en zeri gibi bâzı âletlerin dili. 2. alev, ateş yalını.
1368
z e b â ric ( زﺑﺎرجa.i. zeb erced'in c .) : zebercetler, z e b ây ih ( ذﺑﺎ؛حa.i. zebiha'nm c . ) : 1. k u rb a n lık hayvanlar. 2. k u rb a n edilm iş hayvanlar, [a sli: zebâih dir]. ze b b ( ذ بa .i.): kovm ak, ze b e d ( ز دa .i.c .: ezbâd, z iib e d ): köpük, z e b e r ( زإ—وf.i.): 1. üst. ( b k z : fevk). Z ir ü zeb e r : altüst. 2. üst derecede b u lu n a n kim se, âm ir; h âkim ; m âhir. ze b erce d ( ﻧﺪرج— دa .i.c .: z e b â ric ): z ü m rü tte n d ah a açık yeşil olan ve z ü m rü t k a d a r degeri olm ayan b ir süs taşı. ze b erce d i ( ز ﺑ ﺮ ﺟ ﺪ ىa .s.) : 1. zebercetle ilgili. 2. „zebercet renginde, fıstıkî, z e b e r-d est ( ز ﺑ ﺮ د ﺳ ﺖfb .s .) : 1. eli ü stü n , (bkz : galib). 2. m âhir. z e b er-d e st-â n e ( زﺑﺮدﺳﺘﺎﻧﻪf.b.zf.): 1. em rederek, âm ircesine. 2. b ecerik li kim seye y araşır b ir yolda. z e b e r-d e sti ( ز ﺑ ﺮ د ﺳ ﻰf.b.i.): 1. el .üstünlüğü, âm irlik. (bkz : galibiyyet). 2. m allâretlilik , m aharet. z e b e rin ( زﺑ ﺮﻳ ﻦf.zf.): üstteki. L eb-İ z e b e rin : ü st dudak. ze b h ( ذ ﺑ ﺢa .i.): 1. boğazlam a, kesm e, keserek öldürm e. 2. k u rb a n kesm e, zebh iy y e ( ز ﺑ ﺤ ﻴ ﻪa .i.): k asap la rd an kestik leri h ay v an lar İçin alın a n vergi, zeb ib ( زﺑﻴﺐa .i.): 1. k u ru üzü m . 2. k u ru incir. 3. zool. yılan, akrep gibi h a y v a n la rın zehi-, ri.
Zehârif-İ dünyeviyye
z e b ih ( ﻧ ﻴ ﻊa.s. z e b h 'd e n ): 1. kesilm i? veyâ kesilecek k u rb an . 2. H z. İsm âil ile Hz. M u h a m m e d 'in babası H z. A b d u llah 'ın lâkabı. z e b ih a ( ﻧ ﺒ ﻴ ﺤ ﻪa.i. zebh'den. c . : z e b â y ih '): 1. k u rb a n lık hayvan. 2. k u rb a n edilm i? hayvan. 3. s. ["zeb ih ''in m üen.]. ( b k z : zebih). ze b ih e y n ( ﻧ ﺒ ﻴ ﺤ ﻴ ﻦa.i.c.): iki k u rb a n , ib n ü 'z ze b ih e y n (= ik i k u rb a n ın o g lu ): H z. M uham m ed. ze b il ( زﻳ ﻞa.i.): 1. gübre, fı?kı. 2. pislik, z e b îr ( زدرa .i.): 1. m ih n e t, sık ın tı. 2. m ektup; yazılını? ?ey.
zed ü h o rd : perhâ?).
sava?,
(b k z :
ceng,
harb.
-ze d زد- (f.s.): "v u ran , v u ru c u '' m â n âsın a gelerek *biı٠le?ik kelim eler yapar. G û ? - z e d : ku lag a ؟a lm a n Z e b â n - z e d : d il persengi, yayılm ı? söz. -ze d e ( — ز د هf.s.c .: z e d e -g â n ): “v u ru lm u ? , ؟arpılm ı?, tu tu lm u ?, uğram ı?, y akalanm i?" m â n â la rın a , gelerek *birle?ikler yapar. Â fet-zed e : felâkete, m usibete uğram ı?. H a rîk -z e d e : y an g ın a uğram ı?. S er-zed e : ba?a gelmi?, ba? gösterm i?. S e v d â -z e d e : sevdâya tu tu lm u ?.. gibi.
-ze d eg â n زدﺳﻤﺎف- (f.b.s. zede'nin c . ) : “v u ru lm u?lar, ؟arpılm ı?lar, tu tu lm u ?lar, u grazeb l ( ﻧ ﺪ لa .i.): d en iz k ap lu m b ağ asın ın kabum ı?lar, y ak alan m ı?lar" m â n â la rın a gelerek ğu. *birle?ik kelim eler yapar. H a rlk -z e d e g â n : z e b r ( ز رa .i.): 1. kitap, cüz. 2. k ita p yaprağı. y an g ın felâketine u ğ ram ı? olanlar. Sevda3. yazı yazm a. 4. söz. 5. yazı. 6. zekâ. 7. s. z e d e g â n : sevdâya tu tu lm u ? olanlar... gibi, kuvvetli, saglam [adam], ze fe r ( ذﻓﺮa .i.): k ö tü koku, ( b k z : taaffün). z e b û n ( زﺑﻮتf.s.): zayıf, güçsüz, âciz, ze fer ( ز ﻓ ﺮa .i.): agaca v u ru la n destek, dayak, z e b û n î ( ز ﺑ ﻮ ﻧ ﻰf.s.): zayıflık, âcizlik, güçsüzpayanda. lük. ze fe râ t ( زﻓﺮاتa.i. zefre'nin c . ) : so lu k alm alar, z e b û n -k ü ? ( ز ﺑ ﻮ ﻧ ﻜ ﺶf.b.s.): d ü ?k ü n ezen ١kenz e fîf ( ﻧ ﻔ ﺪa .s.): ؟evik, ؟ab u k hareketli, d in d en zayıfa gücü yeten ve yüklenen. z e fir ( زﻓﻴﺮa .i.): 1. gögüs geçirm e. 2. nefes verz e b û n -k ü ? -â n e ( زﺑ ﻮﻧ ﻜ ﺸﺎﻧ ﻪfb .z f.): zebûn-kü? m e, solugu d ı?arı verm e. Ş e h îk ü z e f i r : neolana yakı?acak yolda. fes alıp verm e, (bkz ؛teneffüs), z e b û n -k ü ? î ( زﺑ ﻮﻧ ﻜ ﺸ ﻰf.b.i.): zebunkü?lük> zefzefe ( ز ﻓ ﺰ ﻓ ﻪa .i.): sarsılm a, titrem e, ( b k z : *du?kiinezerlik. za'zaa). z e b û r ( ﻧﺪورa .i.): 1. lcitap. 2. m ektup. 3. (h. i . ) : Hz. D âvııd'a nâzil olan m ukaddes kitap, zeccâc ( زﺟﺎجa.s. z ü c â c 'd a n ): sır ؟a i?leriyle ugra?an, ?İ?eci; camcı. zecil ( ز ﺟ ﻞa.i.): m üz. beste ve ?arkı o k uyup hân en d elik etm e, z e c l ^ ( a . i . ) :a tm a .(b k z :remy). zecr j r j (a.i.c .: z ü c û r ) : 1. önlem e, yasak etm e. 2. zorlam a, zorla yap tırm a, ( b k z : İcbâr). 3. lcovma. 4. eziyet, Sikma. (bkz : cevr). 5. angarya ؟alı?tırma. zecren ( ز ﺟ ﺮ اa.zf.): 1. m enederek, önleyerek. 2. zorla, zorlayarak, cez'â olarak, (bkz : cebren, kerhen). ze c rî ( زجر ىa.s.): zorlayıcı, yasaklayan, (bkz : cebri). z e c r i c e ( ز ﺟ ﺮ ﻳ ﺄa .i.): 1. alkollü içkiler vel-gisi. 2. s. [“zecri” n in m üen.]. (bkz : zecri), ze d ( زدf.i.): v u rm a , dövm e.
z e g an ( ز ﻏﺎ نf.i.): zool. ؟aylak, ze h âb ( ﻧ ﻬ ﺎ بa .i.): 1. gitm e. 2. b ir fikre, dü?ünceye uym a; sapm a. İyâb ü z e h âb : gidip gelme. (bkz : âm ed ü ?üd). 3. zih n en b ir yola sapm a. 4. zan n etm e, öyle sanm a. z e h â b -ı b â t ı l : b âtıl fikir; bo?, ؟ü rü k S a m . z e h â b ı h i l â f ı n a : du?üncesinin, za n n ettiğ in in aksine. z e h â d e t ( ز ﻫ ﺎ د تa .i.): zâhitlik, d in em irlerine a?ırı o larak bağlılık. z e h â d e tlü : ?eyhlere ve d in İıitâben k u lla n ıla n Unvan,
a d a m la rın a
z e h â d e t-m e n d ( ز ﻫ ﺎ د ﺗ ﻤ ﻨ ﺪa.f.b.s.): d in e sıkı bağlı, dindar. z e h â r if ( ز ﺧ ﺎ ر ىa.i. z u h r û f u n c .) : 1. alt.mlar, sahte zinetleı'. 2. yalancı süsler, gösteri?ler, yaldızlar.
Zehârif-İ d ü n y e v iy y e : dünyâ gösteri?leri, ?atafatları. 13،9
zeh.dân zeh-dân ( ز ﻫ ﺪا نf.b.i.): anat. rahim, döl yatağı, zeheb ( ذ بa.i.c.: ezhâb, zühbân, zühûb): altin. (bkz : zer). Ebii'z-zeheb : altm babası; çok zengin adam. zehebî ( ﻧ ﻬ ﺒ ﻰa.s.): altma âit, altmla ilgili; altmdan yapılma. zehebin ( ﻧ ﻬ ﺒ ﻴ ﻦa.s.): altından olma, altından yapılmış, altından meydana gelmiş, zehebiyyet ( ﻧ ﻬﺒﻴ ﺖa.i.): kim. hâmız-1 zeheb ile tuzlardan birinin birleşmesinden meydana gelen bir mâden. zehebî^et-î am onyak: kim. hâmız-1 zehebî ile amonyakm birleşmesinden meydana gelen tuz. zehebî^et-î p o ta s: kim. potas ile hâmız-1 zehebi'nin birleşmesinden meydana gelen tuz. zehhâr ( ز ﺧ ﺎ رa.s.): dolu, taşkın, coşkun [deniz]. (bkz: miitemevvic, zâhir ) ز ا ر. Bahr-İ zeh h âr: dalgalı deniz. zehib ( ﻧ ﻬ ﻴ ﺐa.s. zeheb'den): altın sürülmüş, yaldızlı, (bkz: müzehheb). zehl ( ذ ﻫ ﻞa.i.): 1. dalgınlıkla unutma veyâ geciktirme. 2. İşin çokluğu yüzünden geciktirme. (bkz: zühûl). zehr ( ز ﻫ ﺮa.i.c.: ezhâr) : çiçek, (bkz : şükûfe, zelire). zehr-i akim : bot. kısır çiçek, zehrü'r-rebî': bot. çuha çiçeği, zehrü's-sâlûs : bot. hercâi menekşe, zehr ( ز رf.i.): zehir, agu. (bkz : semm). zehr-i m âr : yılan zelliri. zehrâ ( ز ﻫ ﺮا ﺀa.s.): 1. yüzü pek beyaz ve parlak olan. 2.İ. İcadın adi. ["ezher” in miiennesi]. 3. Hz. Fatma'nın lâkabı. Zehrâ ( ز ﻫ ﺮاa.h.i.): Hz. Muhammed'in lcızı Hz. Fatma'nın lâkabı ؛Fâtımetü'z-Zehrâ. zehr-âb ( ز ﻫ ﺮآ بf.b.s.): acı su. zehr-âbe ( ز ﻫﺮآﺑﻪf.b.s.): 1. zehirli su. 2. acı, zehir gibi su. 3. mec. acılık, acı, kaygı, zehr-âlûd ( ز ﻫ ﺮآﻟ ﻮدf.b.s.): zehirli, zehir gibi, zehr-âmîz ( ز ﻫﺮآﻣﺒﺰf.b.s.): zehirli; acı. zehrâvân ( ز ﻫ ﺮ ا و ا نa.i.c.): Kıır'an'daki Sûre-i Bakara ile Sûre-i  1-İ İmrân. zehr-bâr ( ز ر ﺑ ﺎ رf.b.s.): zehir yağdıran, pek acı. zehr-dârû ( ز ﻫﺮدار وf.b.i.) : panzehir. 1370
zehre ( ز بa.i.c.: ezhâr): çiçek, (bkz : şükûfe). Lifâfe-İ zehre : bot. çiçeklerin etrâfıııda bir zarf meydana getiren yapraklar, zehre-i ceresiyye : bot. çançiçeği, fr. campanule. [yanlıç olarak Zühre-İ ceresiyye çeklinde kullanıldığı da görülmüştür], zehretü'd-dünyâ: dünyânın rengi ve lâtifligi. [Kur'an'da; zehretü'l-hayâti'd-dünyâ şeklinde geçer]. zehre ( ز بf.i.): 1. öd, safra, i . yiğitlik, cesâret. Bi-zehre : korkak, yüreksiz, (bkz: cebin), zehre-çâk ( ز ب ﺟ ﺎ كf.b.s.): ödü patlamış, korkmuş. zehre-dâr ( ز ب دا رf.b.s.): cesur, yürekli, zehre-dârâü ( ز ب دا را نf.b.s. zehre-dâr'ın c .): cesur, yürekli, yigit kimseler, zehre-efşâü ( ز ب اﻓ ﺸﺎ نf.b.s.): zehir saçan, zehre-şikâf ( ز ﻫ ﺮ ه ﺷ ﻜ ﺎ فf.b.s.): öd patlatıcı, korkutucu, korkunç. zehre-terâk ( ز ب ر ا كf.b.s.): ödü kopmuş, pek. korkmuş. zehrevi ( ز ﻫﺮ و ىa.s.): zehreye âit, zehre ile *ilgili, örtücü, koruyucu, koruyan, örten, zehr-hand ٠( ز ﻫ ﺮ ﺧ ﺪf.b.i.): acı acı gülme, zehri, zehrime ﻧ ﻬﺮﻳﻪ، ( ز د ر ىa.s.): çiçeğe âit, çiçekle *ilgili. zehrin ( زﻫﺮﻳﻦf.s.): zehir gibi, pek acı. zehr-nâk ( ز ﺑ ﺎ كf.b.s.): zehirli, (bkz : semmdâr). zehûk،( ر قa.s. zehlc'den): 1. yok olucu, geçici, süreksiz, kısa ömürlü. 2. yararsız, faydaSIZ, boş, beyhude. zeir ر٠( زئa.i.c.: zeîrât): vücûdün içinden İşitilen tabii veyâ marazi ince ses. zeîr-i ih tik a k i: deri gıcırtısına benzeyen bir ses. zeir, ze'r زأر، ( زشa.i.): arslan kükremesi, zeîrât ( ز ﺋ ﻴ ﺮ ا تa.i. zeir'in c .): vücuttan gelen tabii veyâ marazi ince sesler, zeîrât-ı cerşiyye : rendeden meydana gelen sese benzeyen sesler. zeîrât-ı gayr-1 t a b i i c e : hek. hastalılc hâlinde duyulan sesler, zeîrât-ı ihtikakiyye : hek. iki gışanın (zarm) birbirine sürtünmesinden çıkan sesler, zeîrat-ı k a l b i c e : hek. kalbin hareketlerinden dogan sesler.
ze.letü'1-kadem z e îrâ t-ı m ib re d iy y e : eğeden çık an sese benzeyen sesler.
z e k îr ( ذ يa.s.): u n u tm a y an , hafızası kuvvetli.
z e îrâ t-ı m i n ş â r i ^ e : hek. d esteren in çıkardığı sese benzeyen sesler,
z e k i c e ( ذ يa .s.): 1. "zek î''n in m üennesi. 2. i. k a d m adi.
z e îrâ t-ı m û sik iy y e : güvercin ötm esine benzeyen sesler.
zel ( ذo .h a .): O sm anlI alfabesinin ٠n b irin ci h a rfi olup "ebced" h esâb m d a yediyüz sayısın ın karşılığıdır, z sesini verir,
z e îrâ t-ı n efh iy y e : k ö rü k te n çık an sese benzeyen sesler. z e îrâ t-ı s a fir im e : ıslığım sı sesler, z e îrâ t-ı ş ir y â n iy y e : hek. h asta şiry a n la rın içinden geçen k a n in m eydana getirdiği ses. z e îrâ t-ı t a b i i c e : hek. sağlam k alb d en duy u la n sesler.
zel ( زلa.i.). (bkz : zell). zelalc ( ﻧ ﻠ ﻖa .i.): sürçm e, ayak kaym a, (bkz : zelk, zelka). ze lâ le t ( ذ ﻻ ﻟ ﺖa .i.): h ak irlik , horluk, alçaklık, ( b k z : zillet). ze lâ zil ( ذ ﻻ ذ لa.i. zilzil'in c . ) : u z u n etekler,
zekâ' ( ز ﻛﺎﺀa .i.): saflık, d u ru lu k ; h al d ü zg ü n lüğü.
ze lâ zil ( ز ﻻ ز لa.i. zelzele'nin c . ) : yer deprem leri, yer sarsın tıları.
zekâ' ( ﻧ ﻜ ﺎ ﺀa.i.): zeyreklik, çab u k an lam a, zih in keskinliği.
zelef, z e lf ف
zek âb ( ز ﻛﺎ بf.i.): yazı m ürekkebi,
zelel ( زﻟ ﻞa .i.): 1. elcsiklik. 2. s. kayağan (yer),
z e k a n ( ذ ﻗ ﻦa.i.c .: ezkan, z ü k u n ) : ik i çene kem ig in in aşağıda birleştiği nolcta; y ü z ü n alt ucu; çene, (bkz : zenahdân). Ç âh -I zeJcan : çene çu k u ru , (bkz.: çâh-1 zenahdân).
ze le m ( ﻧﻠ ﻢa .i.c .: ezlâm ) 1 ؛. yeleksiz ok. 2. k u m a r o y n an a n ok.
z e k a n i ( ذ ﻓ ﻰa.s.): zekana m ensup, zekan, çene ile ilgili. ze k ât ز ﻛ ﻮ ة، ( ز ﻛﺎ تa.i.) : îslâm m beş şa rtın d an b iri olan, m al ve p ara n ın , p ak lığ ın ı ve helâlliğini sağlam ak üzere, k ırk ta b irin in h er yıl sadaka o larak dağıtılm ası, zek âv et ( ﻧ ﻜ ﺎ و تa .i.): 1. zeyreklik, çab u k anlam a, kavram a, (bkz : zekâ), zek âv et-î d e s s â s â n e : hileler düzecek şekildeki zekâ. 2. k a d m adi. zek âv et ( ز ﻛ ﺎ و تa .i.): 1. zekâ, zekilik. 2 ٠k a d m adi. zek âv et-m en d ( ز ﻛﺎ وﺗ ﻤ ﻐ ﺪa.f.b.s.): zeki, anlayışil, kavrayışlı [kimse].
ز
، ﻒ
ز ﻟ.(a .i.): derece, Sira, ya-
kinlik.
Z e lîh â ( ز ﻟ ﺦ —اa .h .i.): 1. H z. Y ûsuf'un refikası. (bkz : Ziileyhâ). 2. k a d ın adi. z e lik ( ﻧ ﻠ ﻖa.s. ve i . ) : d ü şü k [çocuk], ( b k z : Sikt).
z e lil ( ز ﻟ ﺰa .s.): sü rçü p düşen; yan ılan , z e lil ( ذ ﺑ ﻞa.s. zillet'den. c . : ezillâ, ezille, zilâl, z u llâ n ) : hor, h ak ir, alçak, aşağı tu tu la n , aşağılanan, [m iie n .: "zelile"dir). z e lîl-â n e ( ﻧ ﻴ ﻼ ﺋ ﻪa.zf.): aşağılaşarak, alçakça, z e lili ( ﻧ ﺪ د ىa .i.): zelillik, h ak irlik , horluk, alçaklık. zelk , ze lk a ز ق، ( ﻧ ﻠ ﻖa .i.): sürçm e, ayak kayma. ze lk a -i k a d e m : ayak sürçm esi.
zek âv e t-m en d -â n e ( زﻛﺎ وﺗ ﻤ ﻐﺪاﻧ ﻪa.f.b.fz.): zeki kim selere y araşır yolda,
zelkii'1-em 'â : hek. hazm olabilen yiyecek ve içeceklerin h azım sız d ışarı çıkm ası, şiddetli ishal.
ze k er ( ﻧ ﻜ ﺮa.i.c .: zikâr, zikâre, z ü k râ n , z ü k û r ) : 1. erkek. 2. erkeklik organı,
ze ll ( زلa .i.): 1. kaym a, ayağı sürçm e, ( b k z : zelk, zelka). 2. yan ılm a, yanlış yapm a,
zek ev ât ( ز ﻛ ﻮا تa.i. zekât'ın c . ) : zekâtlar,
z e llâ t ( ز ﻻ تa.i. zelle'nin c .) : 1. sü rçü p kaym alar. 2. y anılm alar, yanlışlar. 3. suçlar,
ze k i ( ذ يa.s.c .: e z k iy â ): 1. zeyrek, zekâ sâhibi, çabu k anlayışlı. 2. i. erkek adi. zeki, z e k i c e ز ﻛﻴ ﻪ، ( ز ﻛ ﻰa.s. z e k â 'd a n ): 1. tem iz, hâlis; h âli tem iz o lan kim se. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] k a d ın adi.
zelle, ze lle t ز ﻟ ﺔ، ( زﻟﻪa .i.c .: z e llâ t): 1. sürçüp kaym a. z e lle tü 'l-k a d e m : ayak kaym a. 2. yan ılm a, yanlış. 3. u fak suç. 137ا
zelûl zelû l ( ذ ﻟ ﻮ لa.s.c.: ezille, zülül): 1. yavaş, yumuşak huylu, başı sert olmayan. 2. i. hecin
devesi. ze lû lî ( ذ ﻟ ﻮ ﻟ ﻰa.s.): başı yumuşak, dayanıklı;
sabırlı. ze lz âl ( ز ﻟ ﺰ ا لa.i.): zelzele, sarsılma, deprem,
(bkz: zilzâl, zülzâl). zelzele ( زﻟﺰﻟﻪa.i.c.: zelâzil): 1. ırgalama, sars-
ma. 2. yer saı-sıntısı, deprem, z e lz e le tü 's -s â a : kıyâmet zelzelesi, ze lz ele -e n d â z ( زﻟﺰﻟﻪ ا د ا زa.fb.s.) : zelzele salıcı,
yer sarsıcı. ze lzele-n iim â, ze lzele-niiv is زﻟﺰﻟﻪ، ز ﻟ ﺰ ﻟ ﻪ ﻧ ﻤ ﺎ ( ﻧ ﻮ صa.b.i.): sismograf zelzeleyi kaydeden
âlet. ze m ( ذ مa.i.). (bkz : zemm). ze m â im ( ﻧ ﻤﺎصa.i. zemime'nin c.): kötü, bege-
nilmeyen haller, yerilmeye lâyık fenâ hal ve hareketler. z e m â n ( ز ﻣ ﺎ نa.i.c.: ezmine): 1. zaman, vakit, çağ, devir. 2. mehil, süre. 3. mevsim. C em '-i z e m â n : irer zaman, dâima. H e m -z e m â n : bir zamanda, bir devirde, (bkz: muâsır). M ürûr-i z e m â n : *zaman aşımı, ze m â n -ı rüşd : reşidolma zamânı. z e m â n -ı v ü s û l: varma zamânı. z e m â n ü z e m in : münâsebet, vesile, z e m â n z e m â n : vakit vakit. 4. gr. fiillerde
geçmiş (yaptı), şimdiki (yapıyor), gelecek (yapacak) ve geniş (yapar) zamanlardan her biri. ze m â n e ( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻪa.i.): 1. devir, vakit. 2. şimdiki
zaman. 3. baht, tâlih, felek, z e m â n e n ( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﺄa.zf.): 1. zaman bakımından, zamâna âit olarak. 2. vaktiyle, vaktinde, z e m â n e t ( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﺖa.i.): 1. kötürüm olma [göz-
süz, el ve ayaksız olma, dilsizlik, felç gibi). 2. âfet, belâ. z e m â n î ( زﻫﺎذىa.s.): zamâna âit, zamanla ilgili, z e m â n iy â n ( زﻣﺎﻧﻴﺎنf.i. zamani'den) : insanlar, ze m e n ( ز سa.i.): zaman, vakit, z e m h e rir ( زﻣﻬﺮﻳﺮa.i.): gün dönümünden son-
raki şiddetli soğuklar, karakış. [22 Aralıktan 31 Ocağa kadar). ze m h erifr] z ü r e f â s ı : kışın, şıklık olsun diye, ince ve açık renk elbiselerle gezen kimselere denilir. 1372
ze m im , z e m îm e ﻧ ﺴ ﺪ، ( ﻧﻤﻴﻢa.s. z e m m 'd e n ): kötü, beğenilm eyen hal, davranış, z e m îm e ( ذ ﺑ ﻤ ﻪa.i. zem m 'den. c . : z e m â im ): zem m edilm eye, yerilm eye lâyık, fenâ, k ö tü h al ve hareket. z e m in ( ز ﻣ ﻴ ﻦf.i.): 1. yer, yeryüzü, (bkz : arz). R ûy-i z e m i n : yeryüzü, ( b k z : ferş4) : T a h te 'z -z e m in : yeraltı. Z îr-i z e m i n : yeraltı, yerin dibi. 2. ü ze rin d e süs, nakış, resim gibi şeyler b u lu n a n b ir şeyin asil rengi. 3. m ec. temel, dayanak. 4. tarz, edâ. 5. m evzû, tem a, o rtam . N e v - z e m in : yeni tarzd a, yeni üslûpta. z e m in -i m iird e : ıssız, te n h a, h arap , boş yer. z e m in -i ü ftâ d e : b ir m ü d d e t İçin ekilm eyip boş b ıra k ıla n to p rak . z e m in ii z e m â n : yer ve m ev zû u y g unluğu, m ünâsebet, hal, vaziyet, z e m în -b û s ( زﻣﻴﻦ ر سa.b .s.): yeri öpm e [saygı kasdıyla-]. z e m în -b û sî ( ز س و سf.b.s.): yer ö pm eklik [saygı kasdıyla-]. z e m în -d â r ا ر- ز vâlî; h âk im .
(f.b.s.c.: z e m in -d â ra n ):
z e m în - d â r â n ( زﻣﻴﺪدار'فf.b.i. ze m în -d âr'ın c . ) : vâliler; hâkim ler. z e m în -g îr ( و ﺳ ﻜ ﺮf.b.s.): to p rağ a yapışan, inmelij felçli, yatalak. z e m în -g îrî ( زﻣﻴﻜﺒﺮ ىf.b.i.): 1. to p rağ a âit, to p rakla, yerle ilgili, m addi, zem î-n-kâr ( ز ﺑ ﺘ ﻜ ﺎ رf.b.s.): b ir k o n u şm a d a tü rİÜ vesilelerle m e v zû d a n u zak laşan , esas meseleye girm ek ten kaçın an , z e m în -k û b ( ز ﻫ ﺾ ا بf.b.s.): 1. ik id e b ir ayağ ım yere v u ra n [çengi, rakkase). 2. yer tepici [at, katır, deve ve b en zeri hayvanlar), z e m in -le rz e ( زﻣﻴﺸﻠﺮزهf.b .i.: yer sarsıntısı, *deprem . z e m in -p e y m â ( ز ﺑ ﻦ ﻳ ﻤ ﺎf.b.s.): 1. yer ölçen. 2. çok yolculuk etm iş olan, (bkz : seyyâh). ze m in -p e y m â y ﻳ ﻤ ﺎ ى zem in-peym â).
زﺑ ﻦ
( f b .s .) : (b k z :
z e m is tâ n ( زﻣ ﺴﺘﺎ نf i . ) : kış, kış m evsim i, (bkz : şitâ). z e m is tâ n i ( ز ﺳﺘﺎﻧﻰf.s.): kışlık, z e m istân iy y e ( ز ﻣ ﺴﺎﻧﻴ ﻪf i . ) : ta r. p â d işâ h tarafın d an Yeniçeri ağ asın d an itib âren o cak ağalarıyla Yeniçeri k âtib in e v erilen kışlık.
zencebîliyye
zemm ( ذ مa.i.c.: zümûm): yerme, kınama; ayıplama. zemm ii k a d h : *yergi ve sövme, zemmâm ( ﻧ ﻤ ﺎ مa.s. zemm'den): zemmedici, yerici, yeren, dedikoducu. Zemzem ( ز ر مa.i.): Kâbe civârmdaki meşhur kuyu. Âb-I ,zemzem : zemzem kuyusunun suyu. Bi'r-i zemzem, Çâh-I zemzem, Çeh-i zem -zem : zemzem kuyusu,
zenâdika ( ز ﻧﺎ د ﻗ ﻪa.i. zındîk'ın c .): zındıklar, münâfıklar, âhirete inanmayanlar, (bkz: zenâdîk). zenah, zenahdân ز ﻧ ﺨ ﺪا ن، ( ز ﻧ ﺦf.i.): ؟ene. (bkz : zekan). Çâh-i zenahdân : ؟ene ؟ukuru. (bkz: ؟âh-ı zekan). zenân ( ز ﻧ ﺎ نf.i. zen'in c.): 1. kadmlaı.. (bkz: nisâ). Mekr-İ zenân : kadınların fendi. 2. f. s. vurucular, dövücüler.
zemzem ( ز ﻣ ﺰ مa.i.): 1. yavaş ve hafif türkü -zenân ز ﻧ ﺎ ن- (f.s.) : ﺀﺀvurarak" mânâsıyla *birİeşik Icelimeler yapar. Ta'ne-zenân: sövesöyleme. 2. miiz. Türk müziğinde en az beş, rek, küfür ederek... gibi, altı asırlık bir mürekkep makam olup bugüne kalmış bir nümûnesi yoktur, zen-âne ( زﻧﺎﻧﻪf.s.): 1. kadına mahsus, kadınla zemzemât ( ز ﻣ ﺰ ﻣﺎ تa.i. zemzeme'nin c .): zemilgili, kadın İÇİ. 2. zf. kadma yaraşır yolda, zemeler, nagmeli sesler, kadınca. zemzeme ( ز ﻣ ﺰ ﻣ ﻪa.i.): 1. ezgili, nağmeli ses؛ nagme. 2. müz. isminin yanına geldigi makamda bir kürdî dörtlüsü bulundugunu işâret eden isim : arazbar-zemzeme, aşiran-zemzeme, hicaz-zemzeme, ısfahanzemzeme, kû ؟ek-zemzeme, sabâ-zemzeme.. gibi. Fakat bâzan doğrudan doğruya sona “kürdî” getirilir: acem-kürdi, arabânkürdî, gerdâniye-kürdi, hicazkâr lcürdî, hisâr-kürdî, hüseynî-kürdî (hüseynizemzeme de denilir), muhayyer-kürdi, nevâ-kürdî, şehnâz-kürdî, tâhir-kürdî.. gibi. 3. Recâizâde Ekrem'in şiirlerini İhtivâ eden, 1883 ve 1885 arasında 3 ayrı kitap olaralc basılmış bir eseri,
zenânîr ( زﻧﺎﻧﻴﺮa.i. zünnâr'ın c.): zünnarlar, papazlarm bellerine bağladıkları uçları sarkık ip kuşaklar, papaz kuşaklan, zenân-nâme ( زﻧﺎﻧﻐﺎﻣﻪf.b.i.): ed. kadma dâir yaZilan eser. zenb ( ذ ﻧ ﺐa.i.c.: zünûb): günah, su ؟, kabahat. (bkz: ism, vizr). zenbak ( زﻧﺒﻖa.i.): bot. zanbak. zen b ak ı^ e .( زﻧﺒﻘﻲa.i.): bot. zanbakgiller. [ ؟İğdem, lâle, sogan, pırasa, zanbak gibi *bitkileri İçine alan familya], zenbakıyyü'ş-şekl: zool. denizlâleleri, fr. crinoldes.
zemzeme-dâr ( زﻣﺰﻣﻪ دا رa.f.b.s.): ahenkli,
zenbil ( ز ﻧ ﺒ ﻴ ﻞa.i.c.: zenâbîl): zenbil. [asli: "zinbil” dir].
zemzeme-kiirdi ( ز ﻣ ﺰ ﻣ ﻪ ﻛ ﺮ د ىa.b.i.) : miiz. Türle müziğinde eski bir mürekleep makam olup nümûnesi kalmamıştır,
zenbil-bâf ( ز ﻧ ﺒ ﻴ ﻞ ﺑ ﺎ فa.f.b.i.): zenbil örücü, zenbilci.
zemzeme-pirâ ( زﻣﺰﻣﻪ د ر اa.f.b.s.): terennüm eden, şarkı söyleyen. zen ( زنf.i.c.: zenân): kadın, (bkz: mer'e). Pire-zen : kocakarı, (bkz : acûze, fertûte). -zen زن- (f.s.): "vurucu, vuran, atan, ؟alan" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler meydana getirir. Dest-zen: el vurucu, el atıcı, işe başlayan. Hande-zen: leahkaha atan. Reh-zen : yol kesen. Şemşîr-zen : kiil ؟vuran, kılı ؟ ؟eken., gibi, zenâbil ( زﻧﺎﺑﻴﻞa.i. zenbil'in c.): zenbiller. zenâbir ( زﻧﺎﺑﻴﺮa.i. zünbûr'un c .): eşek anları, zenâdik ( زﻧﺎ دﻳ ﻖa.i. zındîk'in c .): zıııdılclar, münâfıklar. (bkz: zenâdika).
zenbûrek ( زﻧﺒﻮركf.i.): 1. zenberelc. 2. aslc. hayvan üzerinde taşman kü ؟ük top. zenc ( ﻧ ﻠ ﺞa.s. ve i.) : kara, siyah, zenci, zencâr ( زﻧ ﺠﺎرa.i.) : bakir pası çeşidinden göztaşı, (bkz: jengâr). zencebe ( ز ﻧ ﺠ ﺒ ﻪa.i.): eskiden kadınların, kal ؟alarmı büyük göstermek İ ؟in, arkalarına bagladılcları yastık. zencebîl ( ز ﻧ ﺠ ﺒ ﻴ ﻞa.i.): 1. zencefil. 2. şarap, (bkz : bâde, hamr, sahbâ). zencebil-i Acem : Iran ؟inişinin yapıldığı bir devedikeni. zencebîl-i Şârn î: bot. andız otu. zencebîliyye ( زﻧﺠﺒﻴﻠﻴﻪa.i.): bot. *zencefilgiller. 1373
zenteffl zencefil ( ز ﻧ ﺠ ﻨ ﺪ لa .i.): bot. H in d ista n ve M alezya'da k a im ve y u m u şa k koksaplı b ir *bitki.
zencere ( ز بa .i.): p a rm a k la fiske v u rm a , zencerf ( زﻧﺠﺮىf.i.): zincifre denilen k ırm ız ı boya, sülüğen boyası, fr. minium. zenci ( ز صa.s. ve i . ) : A frik alı k a ra ırk ta n olan, k ara adam , (blcz : zengi).
zencir j r ؟؛، jj (f.i.) : 1. zincir. 2. miiz. T ü rk m üziginde b ir m ürelckep u su ld ü r; 120 zam anil ve 63 darblıdır. Y alnız 120/4 m ertebesi k u llan ılm ıştır. 120 za m a n lı olaralc bil' de (2 devr-i k ebir t 2 berefşân) ve (2 rem el + 2 m uham m es) şeklinde ik i d arb e y n usuİÜ vardır. T ü rk m ü ziğ in d e bu 120 za m an lı u sullerden b ü y ü k z a m a n lı u su l de yolctur. A slında b u n la r b ir ta k ım u su llerin ark a arkaya k u lla n ılm a sın d a n İbâret oldulclarınd an h a k ik a tte en b ü y ü k m ürelckep u su l 88 zam an lı darb-1 fetih 'dir. Z en cir ile kâr, beste, d a h a az peşrev ve İlâhiler ölçü lm ü ştü r. Z en cir şu 5 b ü y ü k u sû lü n sıralan m a sın d a n ib â r e ttir : ؟ifte düyek, fâhte, ؟enber, devr-i Icebir, berefşân. Bu usu ller 16, 20, 24, 28, 32 zam an lı olup a ra la rın d a k i fark d â im a 4 zam a n d a n İbâret b ir in tiz a m gösterm ektedir,
zencir-bend ( زﻧﺠﻴﺮ ﺑ ﺪf.b.s.): 1. zincirle bağlı, zincire v u ru lm u ş. 2. ed. h a lk şiirin d e birin ci m ısra ın son kelim esini ik in ci m ısra ın b aşın d a te k ra rlay ara k y azılan koşm a,
zencirelc ( ز ﻧ ﺠ ﺮ كf.i.): 1. k ü ç ü k zincir. 2. g. s.
lehçesinde b u ld u g u kelim eleri top layarak şiirlerinde k u llan m ıştır],
zend ( ز ﻧ ﺪa .i.c .: z in â d ) : hek. sâiddeki iki kem ik ten i ؟ta ra fta b u lu n an ı, dirsekkem igi, fr. cubitus. [dış ta ra fta k i kem ige : "k û 'b ere” denir].
zendân ( زﻧﺪا نa.i.c.): anat. sâidde b u lu n a n iki k e m ik : (Onkolkemigi) fr. radius) (dirsekkem iği) cubitus. Zend Âvesta ( زﺗﺪا و ﺳﻨﺎf.i.). ( b k z : zend). zende ( زﻧﺪهf.i.): ؟a k m ak dem iri, (bkz : zend). zendeka ( زﻧﺪ ﻗﻪa .i.): kâfirlik) dinsizlik, zen-dost ( ز ﻧ ﺪ و ﺳ ﺖf.b.s.): k a d ın la rd a n hoşlanan , zam para.
zen-dos، î ( ز ﻟ ﺪ و ﻣ ﺘ ﻰf.b.i.): k a d ın la rd a n hoşlan m a, zam p aralık.
zeneb ( ذ ﻧ ﺐa .i.c .: e z n â b ): k u y ru k . Bi-zeneb : k u y ru k su z [hayvan].
zeneb-i â m m : bot. birleşik y a p ra k ların sapı.
zeneb-i v a ra k : bot. y ap rak sapı, zeneb-i zeh re : bot. ؟İ ؟ek sapı. zenebü'd-Dücâce : astr. D ücâce b u rc u n u n so n u n d ak i yıldız.
zenebii'l-esed : bot. arslan k u y ru ğ u , zenebiilferes,
zenebii'l-hayl: 1. bot. atk u y rp g u denilen p ü sk ü llü b ir ot. 2. astr. at k u y ru ğ u şeklinde g ö rü n en ve se m ân ın lcuzey y arım k ü resin d e b u lu n a n k u g u burcu n u n en p arla k yıldızı, lât. alpha Cygnus.
yazm a k ita p la rın sahife k e n a rla rın a ve levh a y a z ıla rın ın etrâ fın a süs o larak yapılan zincirlem e h a lk a la r şeklindeki su tezyînâtı.
zenebii'l-hayliyye : bot. *atkuyruğugiller, fr. equisetacinCes.
zenciri ( زﻧﺠﻲ— ر ىf.s.c.: z e n c iriy â n ): zin cirlik
zenebi ( ذ ﻧ ﺒ ﻰa .s.): zenebe, ku yruğ a, sapa âit,
deli.
zenciriyân ( زﻧﺠﻴﺮﻷنfs. zen ciri'n in c.) : zincirlik deliler.
zenebii'l-kaytus : astr. b alin a b urcu, b u n la rla ilgili.
zenebiyyât ( ذ ﻧ ﺒ ﻴ ﺎ تa.i.c.): bot. yap'racıklarm h er b irin e m ahsus u fak saplar,
اﻟ ﺨﻴ ﺐ
z e n c i c e ه٠( زذجa.s. ve i . ) : A frikalı, k a ra ırk ta n olan, k a ra kad ın .
zenebii'l-hayliyye
zençe ( ز ﻧ ﺠ ﻪf.i.): so k ak orospusu, ( b k z :
zenek ( ز كf.i.): k ü ç ü k kadm , lcadıncagaz, ka-
fâhişe).
zend ( ز كa.i.c . : eznâd, z in â d ) : ؟ak m a k dem iri. ( b k z : zende).
zend ( ز ﻧ ﺪf i . ) : 1. Z erd ü şt'ü n ken d isin e in d iğ ini İddiâ ettiğ i kitap. 2. eski Farsça'nın b ir lehçesi. [Firdevsi, Ş âhnâıne'sinde zend 1374
( ذ ﻧ ﺐa.b.i.): bot. at-
kuyrugugiller. dın cık .
zenen ( ذ ﻧ ﻦa.i.): in sa n in sü m ü k lü olm ası, SÜm üklülük.
zeng ( ﻧ ﻔ ﻚf.i.) : 1. zenci, (bkz : zenc). 2. pas. ( b k z : jeng). 3. zil, ؟alpara.
zengâr ( زﻧ ﻜﺎ رf i .) : b ak ir pası nev in den göztaşı.
zer- ؛mahbûb
rekkep makam olup zamâmmıza kaimi? zengel, zengele, zengûle ، ز ﻧ ﻜ ﻠ ﻪ، ز ﻧ ﻜ ﻞ nUmUnesi yoktur. ( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪf.i.): 1. çan. 2. çıngırak. 3. te^pulu. 4. ?ark müziğinde bir makamın adi. (bkz: zengûle-pûselik ( زﻧﻜ ﻮﻟ ﻪ ﻳ ﻮ ﺳ ﻪ ﻟ ﻚf.b.i.): müz. zengûle). Türk müziğinin bir ka ؟as.ırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? zengi ( ز ﻛ ﻰf.i.): 1. zenci, siyah adam. 2. XIV niimûnesi yoktur. ve XV. (hicri VIII ve IX.) asırlarda Çiraz ve havâlisinde hüküm süren begligin adi. zengûle ( زﻧ ﻜ ﻮﻟ ﻪf.i.): 1. çıngırak. 2. miiz. Türk müziğinin, Hicaz ailesinden, en eski basit makamlarından biridir. Bu makam az kullamlmı?, fakat ?edleri pek çok İstîmâl olunmuştur (çargâhdaki ?eddi şevk-efzâ makamında, yegâhdaki ?eddi ?edaraban, ıraktaki ?eddi evcârâ, rasttaki ?eddi hicazkâr ve zengüleli sûznâk, hüseyni aşiran'daki ?eddi sûz-i dil, nevâdaki ?eddi arabân). Zengûle, hayal ve esrâr telkin eden bir makamdır. Hicaz beşlisi ile hicaz dörtlüsünden müteşekkildir. Beşli ile dügah (İâ) perdesinde durur. Güçlü, beşlinin dörtlü ile birleştiği ses olan hüseyni (mi) perdesidir. UmUmiyetle çıkıcı olmakla berâber inici ve çıkıcı-inici şekilleri de kullanılmıştır. Niseb-i ?erifeden 7 tânesini muhtevi bulunmakla dizisi mülâyimdir. Donanımına "si” bakıyye bemolü ile “ do” ve "sol” bakıyye diyezleri konulur (ilk iki ârıza hicaz beşlisi, sonuncusu hicaz dörtlüsü içindir ؛dörtlü İçin "fa” lcoma diyezi de kullanılabilir). Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tize doğl'u- şöyledir: dügâh, dik kürdî, nim hicaz, nevâ, hüseyni, acem (veya dik acem), nim ?ehnaz ve muhayyer. Remzi ?udur : 6 + VI. zengûle-gerdâniyye د ا ﻳ ﻪ/ ( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪf. b. i.) : miiz. Türk müziğinde en az be? altı asırlık bir mürekkep makam olup nümûnesi kalmamıştır. zengUle-geveşt ( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪ ا ﺷ ﺖfb .i.) : miiz. Tiirk müziğinde en az be? altı asırlık bir mürekkep makam olup nümûnesi kalmamıştır. zengûle-mâye ( ز ﻧ ﺎ ﻟﻪ ﻣ ﺎ ﻳ ﻪf.b.i.): miiz'. Türk müziğinde en az be? altı asillik bir mürekkep makam olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. zengûle-nevrûz ( ز ﻧ ﺎ ﻟﻪ ﻧﻮروزf.b.i.): miiz. Tiirk müziğinde en az be? altı asırlık bir mü
zengûle-selmek ( ز ﻧ ﻜ ﻮ ﻟ ﻪ ﺳ ﻠ ﻤ ﻚf.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az be? altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur. zengûle-şehüâz ( ز ﻧ ﻜ ﻮ ﻟ ﻪ ﺷ ﻬ ﺘ ﺎ زf.b.i.) ؛miiz. Tiirk müziğinin en az be? altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur. zen-hâne ( ز ﻧ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪf.b.i.): 1. genelev, (bkz: umûm-hâne). 2. Hindistan Türklerinin saraylarındaki harem dairesi, zenim ( ز ﻧ ﻴ ﻢa.i.): 1. bir kavime sonradan katılan, aslında onlardan olmayan. 2. soyu bozuk, soysuz, a?ağılık. zenin ( ﻧﻨﻴﻦa.i.): sümük, zenne ( ز ﻻo.i.): [Farsça "zenân" dan]. 1. kadın kısmı. 2. orta-oyununda kadm rolünde ve kılığında bulunan erkek, zennûbe ( ذﻧﻮﺑﻪa.i.): 1. günahkâr kız. 2. kadm adi. zennûn ( ﻧﻨ ﻮ نa.s.): sümüklü, zen-pâre ( زذﻳﺎرهfb .s.): zampara, zen-perest ( ز ﺑ ﺮ تf.b.s.): kadına dü?kün [erkek]. zer ( زرf.s.): sari, (bkz : asfer, zerd). zer ( زرf.i.): 1. altm. (bkz : zeheb). 2. ak ؟e> para. Pûte-zer: altm potası. Sim ü zer : gümü? ile altm. zer-i deh-penci: yarısı bakir olan altın [onda be?i]. zer-i dest-ef?âr: Husrev-i Perviz'in dâimâ elinde oynadığı yumuşak altm. zer-i giil: çiçektozu. zer-i kamer-tâb : üzerinde ay resmi bulunan bir altın para. zer-i kâm il: tam, hâlis, ayarı tamam altm. zer-i magribi: hâlis ve iyi altm. zer-i mahbûb [eski] yirmi be? kuru? değerinde bir altm para. [1202 (1787) de üç buçuk kuru? değer konulmu? ve II. Mustafa devrinde çıkartılmıştı]. ؛375
zer-i m a k i
zer-i maklûb : kalp altın. zer-i müşt-efşâr. (bkz : zer-i dest-efşâr).
zerd-âb ( ز ر دآ بf.b.i.): 1. beyaz şarap. 2. safra. 3. cerâhat, irin.
zer-i sâv, zer-i sâve : ayârı tam altm veyâ kirıntısı.
zerd-âlû ( زردآﻟ ﻮf.b.i.): "zerd = sari t âlû = erik = sari erik” ؛zerdali.
zer-i şeş-serî: hâlis altm. zer-i v ije : hâlis altm. (bkz: asced). 3. tas. nevbet, oru ؟ ; ؟ile.
zerde ( زردهf.i.): 1. zerde; safran, pirin ؟ve şekerle pişirilen bir tatil. 2. yumurta sarısı. 3. safran. Pilâv ü zerde (pilâv ve zerde): düğün yemeği.
zer' ( ز ر عa.i.c.: zürû'): 1. ekme, tohum saçma. 2. ekilmiş ekin. zer'-i ıb tî: bot. yan tomurcuğu, fr. bo'urgeon axilaire. zer'-i re'sî: bot. tepe tomurcuğu, fr. bourgeon terminal. zer-âb ( ز وا بf.b.i.): 1. yaldız mürekkep. 2. beyaz şarap. zerâbî ( زراﻳﻰa.i. zürbî'nin c.): güzel mefrûşât, döşemeler. zerâf ( ز را فf.i.): zürâfâ. zerâfe, zerrâfe ز ر ا ﻓ ﻪ، ( ز ر ا ﻓ ﻪa.i.c.: zerâfî): zürâfâ. zerâfî ( ز ر ا ﻓ ﻰa.i. zerâfe ve zerrâfe'nin c.): zürâfâlar. zerak ( زر قa.s.): mâvi, gök renkli, zerâre ( ﻧ ﺮا ر هa.i.): saçıntı, saçılan şey. zerârî ( ﻧ ﺮا ر ىa.i. ziirriyyet'in c .): ziirriyetler, nesiller, kuşaklar, soylar, döller, zerârih ( ﻧ ﺮ ا ر ﻳ ﺢa.i. zerrâh ve zürrâh'ın c.): zool. kuduz böcekleri. zerâvend ( ز را و دf.i.): bot. İlâçlarda kullanılan bir cins ؛bitki, loğusa otu, fr. aristoloche. zerâvendi ( ز را و د ىf.i.): yapraklan ve çiçekleri zerâvende benzeyen ؛bitkiler, zerbâ ( ز راf.i.): Zirva. zer-bâf ( زراىf.b.i.) : ustufacı, sırmalı kumaş dokuyan kimse. zer-bâft ( ز ر ا كf.b.i.). (bkz : zer-beft). zer-bâfte ( ز ر ا كfb .s.): ustufa, sırınalı kumaş, sirma ile İşlenmiş, (bkz : zer-beft). zer-beft ( ز رﺑ ﻔ ﺖf.b.i.): ustufa, sırmalı kumaş, (bkz: zer-bâfte). zer-cedvel ( ز ر د و لfa.b.i.): g. s. sahife kenarlarma altınla ؟ekilen ؟izgiler. zerd ( زردf.s.): 1. sari, (bkz: asfer). 2. solgun, soluk. Rûy-i zerd : sararmış, solgun yüz. zerd, zered زرد، ( زردa.i.c.: zürûd): halka halka örülmüş savaşçı zırhı. 1376
zerde- ؟âv ٨ ( زودهf.b.i.): zerdeçalboyası. zerde- ؟ûb ( زرده ﺟ و بf.b.i.). (bkz : zerde- ؟âv). zerd-fâm ( زرد ﻓﺎمf.b.s.): sari renkli, zerd-gûç, zerd-gûşe زرد ﺳﻤﻮﻧﻪ، ( زردﺳﻣوشf.b.s.): 1. ürkek, korkak. 2. İkiyüzlü, (bkz : mürâî). zerdi ( ز رد ىfi.) : sarilik) sari renkte olma. zer-dOst ز ر د و ﺳ ت tamahkâr, pinti.
(f.b.s.):
hasis,
cimri,
zer-dûz ( زردوزf.b.i.c.: zer-dûzân): 1. sırma işleyici. (bkz: sîm-keş). 2. s. sırmalı, kılâptanlı. zer-dûzân ( زردوزانf.b.i. zer-dûz'ın c .): Sirma işleyiciler. (bkz: sîm-keşân). Zerdiiçt ( ز ر د ﺷ تfh .i.): 1. ateşe tapan, (bkz : gebr). 2. nur ve zulmet diye iki ilâh'a inanma akidesini kuran adam, Zaratustra. (bkz: gebr, mecûsî). Zerdüştî ( ز ر د سf.s. ve i.) : 1. Zerdüşt dininde olan kimse. 2. ateşe tapan, Mecûsî. (bkz: âteş-^erest, gebr, mecûSî). zer-efşân ( زر ا ﻓ ﻐﺎ نf.b.s.): 1. altm sa ؟ıcı. 2. altındcakmah. 3. i. makbul bir lâle nevi. 4. i. g. s. kitap ciltlerinde görülen bir süsleme motifi. 5 ٠i. kadm adi. zer-ender-zer ( زر اﻧﺪ ر زرf.b.i.): g. s. süslemede ikinci defâ altm tabakası ile kaplama, zer-endûd ( ز ر ا ﻧ ﺪ و دa.f.b.s.): altın yaldızlı, (bkz: miizehheb). zer-endûz ( ز را د و زf.b.s.): altın kazanan. z e r-g e r^ ^ (f.b .i.c . :zer-gerân) :kuyumcu. zer-ger-î kâm il: usta kuyumcu, zer-gerân ا ن/ ( ز رf.b.i. zer-ger'in c .): kuyumcular. zer-gerdân ( زرﺳﻣﺮدانf.b.i.): tar. oknevilerinden biri. zer-geri ( ز ر ر ىf.b.i.): kuyumculuk, zer-gûn ( ز ر ر نf.b.s.): altın renkli, altın gibi sari olan.
zevacır
zer-miihre ( ز ر ﻣ ﻬ ﺮ هf.b.i.). (bkz : mühre?), zer-nigâr ( ز ر ﻧ ﻜ ﺎ رf.b.s.) : 1. altmla İşlenmiş, yaldızlı. 2. i. kadm adi. zeri' ( ز ر عa .s .) : ؟a b u k , k o la y o la n . Mevt-İ z e ri' : ؟a b u k , k o la y ö lü m , zer-niçân ( ز ر ﻧ ﺸ ﺎ نf.b.i.): kılı ؟, kalemtıraş gibi şeyler üzerine kakma altınla yapılan İşleme, zeri' ( ﻧﺮﻳﻊa .s .) : a ra y a g ire n , şefaat e d ic i, süs, yazı. zer'î ( ﻧﺮ ضa .s .c .: z e r 'iy y â t ) : f ı k . a r ş ın la ÖİÇÜzer-nüvîs ( ز ر ﻧ ﻮ ﻳ ﺲf.b.i.): tar. altın yaldızla le n [şey]. yazı yazan hattat, müzehhip. zeria ^ ( ذ رa.i.): v e sile, b a h â n e , seb ep , fırs a t, zer-pâç ( ز ر ﻳ ﺎ شf.b.s.): altın saçan, zerin ( ﻧ ﺮ سf .s .) : a ltın d a n v e y â a ltm a b e n z e r zerr ( ﻧ ﺮa.i.): karınca yumurtası. EbU Z e r r : o la n , a ltm g ib i s a ri; p a rla k , (b k z : ze rrin ), eshâb-ı kirâm'dan zühd ve takvâca meşhur zerine ( ز و نf .s .) : 1. a ltın a b e n z e r o la n . 2. i. ekbir zat. m e k k ır ın t ıs ı ile y a p ılm ış ؟o rb a. zerrâ' ( ز ر ا عa.i.): ekinci, ؟İft ؟i. Zerîn-İzâr ( زرﻳﻦ ﻋ ﻨ ﺎ رf.a .b .s .) : s o lu k b e n iz li, zerrâd ( ز ر ا دa.i.): zırh örücü; usta zırh ؟ı. b e n z i so lu k . zerrâh, zürrâh ﻧ ﺮا ح، ( ﻧ ﺮا حa.i.c.: zerârlh): zerin-kâse, zerîn-külâh, zerin-sedef ز ر ﻳ ﻦ zool. kuduz böceği. ﻧﺮس ﺻ ﺪ ف، زرﻳﻦ ﻛ ﻼ ه، ( ﻛﺎ ﺳ ﻪf.a .b .i.) : G ü n e ş. zerrâk ( ز ر ا قa.s. zerk'den): ؟okmürâî, İkiyüz(b k z : â ftâ b , h û rş îd , m ih r, şem s), İÜ. (bkz: sâlûs). zerîn-şâh ( زرﻳﻦ ﺷﺎهf.b .i.) : k a m ış k a le m , zerrât ( ﻧ ﺮ ا تa.i. zerre'nin c .): zerreler, pek z e r ' i ^ â t ( ﻧ ﺮ ﻋ ﻴﺎ تa.i. z e r'î n in c . ) : a r ş ın la Öİufak parçalar, moleküller, fr. moiecules. ç ü le n şeyler. zerre ( ذرهa.i.c. ؛zerrât): pek ufak parça, molezer'iyyât ( زرﻋﻴﺎتa .i.c .) : e k im İşleri, kül, fr. m o lcu le. zerk ( زر قa .i.) : 1. b ir su v e y â SIVI ilâ c ı ş ır ın g a zerre-vâr: zerre gibi, gayet küçük, pek az. ile v e rm e . 2. s o fu la r ın g iy d iğ i m a v i cü b b e. zerrevi ( ﻧ ﺮ و ىa.s.): 1. zerreye âit, zerre ile ilgi3 . d in d a r g ö rü n m e . 4 . İk iy ü z lü lü k , h ile, li. 2. kim. *molekülsel. riy â , d a lav ere. zerrin ( ز ر ﻳ ﻦf.s.): 1. altından yapılmış, altm. zerka' “( زرﻗﺎﺀk a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : 1. [u ğu r2. altm gibi sari. 3. parlak. 4. i. kadın adi. su z lu g u y la ta n ın m ış b ir A r a p k a d ın ın ın 5. i. bot. fulya. a d ın d a n k in â y e o la ra k ] g ö k g ö z lü [kadıır]. zerrin-kadeh ( ﻧﺮ س ﻗ ﺪ حf.a.b.i.): bot. nergis 2 . g ö k m â v isi. 3. m â v i [göz], ["e z r a k ” m çiçeği. m ü e n n e sid ir]. zer-rişte ( ز ر ر ﺷ ﺘ ﻪf.b.i.): 1. altın tel; Sirma. 2. s. zerk-âlûd ( زر ق آ ﻟ ﻮ دa .f.b .s .) : r iy a k a r ış ık , sari. r iy â lı. zer-kâr ( ز رﻛﺎ رf.b .s .) : a ltm İşlem e, s ir m a ile İş- zer-sâ[yl [( ز ر ئ ] ىf.b.s.) : altın ezici, varakçı, zer-sine ( ز ر بf.b.s.): sari göğüslü; altm saİe n m iş, k ıla p ta n lı. rısı gibi gögüs. zer-kârî ( ز ر ﻛﺎ ر ىf.b .i.) : a ltm iş le m e c ilik , sırzer-şinâs ( ز ر ﺷ ﻔﺎ سf.b.s. ve i.) : "altm tanıyan" : m a c ılık . sarraf. zer-ke? ( ز ر ﻛ ﺶf.b .s .) : 1. a ltm tel y a p a n . 2. alzer-târ ( ز ر ﺗ ﺎ رf.b.i.): 1. altm tel, sirma. 2. Gütm işle m e li, a ltm k a k m a lı, (b k z : m u ra ssa '), neş ışını. 3 ٠kadm adi. zerk-fürûş ( زر ق ﻓﺮوشa .f.b .s .) : lrileci, İk iy ü z lü , zer-târî ( ز ر ﺗ ﺎ ر ىf.b.s.): altm veyâ sirma ile İş( b k z : h île -b â z , m ü râî). İenmiş veyâ dokunmuş. zer-kûb ( ز ر ﻛ ﻮ بf.b .s .) : 1. a ltm d ö v ü c ü , a ltm Zertiişt ( ز ر ﺗ ﺸ ﺖf.h.i.). (bkz : Zerdüşt), y a p r a k y a p ıc ı, s a ri y a ld ız y a p a n . 2. h. i. H z. zer-ver ( ز ر و رf.b.s.): altm yaldızlı olan, M e v lâ n â 'n ın y a k ın la r ın d a n S a lâ h ü d d in h a z re tle ri. zev' ( ز و ﺀa.i.): ölüm dolayısıyla gelen keder, sıkıntı. zer-külâh ( ز ر ﻛ ﻼ هf.b .i.) : tar. s a r a y k a p ıc ıla r ın m b a ş la r ın a g iy d ik le r i ü sk ü f, [altm tel İşzevâcir ( ز و ا ﺟ ﺮa.i. zâcire'nin c .): menedenler, le m e li o ld u ğ u İ ؟in b u ad v e r ilm iş tir]. yasak edenler, önleyenler. zer-hırîd,zer-hıride ز ر ﺧ ﺮﻳﺪه، ( ز ر ﺧ ﺮﻳﺪf.b .s . ve 1. ) : s a tm a lın m ış [k im se ]; k öle.
1377
zevâd zevâd
زوال
(a.i. z â d 'ı n c . ) : a z ık l a r , y iy in tile r ,
( b k z : e z v â d , e z v id e ).
زواﻟﻪ
zevâd, zevâde
،
زواﺣﻒ
( f .i .) : 1. z ıv a n a . 2 . d e lic e d e n il e n
b u ğ d a y a z ın tıs ı.
زوال
( f .i .) : a z ık , e r z a k
s to k u . Z â d ü z e v â d : a z ık la r , y iy e c e k le r. z e v â h if
زوان
zevân
(a.i. z â h if e 'n in c . ) : z o o l. y e r d e
زواﻻ
zevâne
( a . i . ) : 1. z ıv a n a , s i g a r a a ğ ı z l ı ğ ı n ı n
u c u n a g e ç ir ile n İ ؟İ d e l i k m i l m a d e n . 2 . sig a r a n m iç ile c e k t a r a f i n a g e ç ir il m i ş k a r t o n
s ü r ü n e r e k y ü r ü y e n h a y v a n la r , * s ü r ü n g e n -
veya b aşk a m a d d e d e n b o ru m su k ü ç ü k n es-
ler.
n e . 3. i k i u c u a ç ık k ü ç ü k b o r u . 4 . b i r b i r i n e
ز وا ﺧ ﺮ
z e v â h ir
(a.i. z â h i r 'i n c . ) : c o ş k u n d e n iz -
d e lik .
ler.
زواﻫﺮ
z e v â h ir
(a.i. z â h i r e 'n i n v e z ü h r e 'n i n c . ) :
1. ç iç e k le r, ( b k z : e z h â r) . 2 . s. p a r l a k [y ıld ız la r]. z e v â h i r ( ﻇﻮاﻫﺮa.i. z â h i r v e z â h i r e 'n i n c.). ( b k z :
ﻧ ﻮاﺋ ﺐ
z e v â ib
(a.i. z ü â b e 'n i n c . ) : 1. z ü lü f le r ,
p e r ç e m le r , k â k ü ll e r . Z û - z e v â i b : k u y r u k l u y ıl d ız l a r . 2 ٠( z â i b 'i n c . ) : e r iy e n le r , e r i m i ş , e r i t i l m i ş o la n şe y le r.
ﻧﻮاﺋﺪ
(a.s. z â n iy e 'n i n c . ) : z in â e d e n ,
k a h b e l i k y a p a n k a d ın l a r ,
ﻧ ﻮا ت
zevât
(a.i. z â t'ın c . ) : k iş ile r , ş a h ıs la r ,
k im s e le r .
(a.i. z â v iy e 'n in c . ) : 1. z â v iy e le r,
.a ç ıl a r , f r . a n g l e s . 2 . k ö ş e le r, b u c a k l a r , d ir s e k le r. 3. k ü ç ü k te k k e le r,
zevc
ذو ب زوج
( a .i .) : e r im e , ( b k z : z e v e b â n ). ( a .i .c .: e z v â c ) : 1. ç if t, t e k k a r ş ılı ğ ı.
2 ٠b i r ç i f t t e n h e r b ir i. 3. k a r i v e k o c a n ı n h e r
Z e v â id - İ m u n f a s ı l a : f ı k . g e b e h a y v a n i n k a r n m d a k i y a v r u g ib i a y r ı c a s a t ış ı m ü m k ü n o la n z iy â d e şe y le r. Z e v â id - İ m u t t a s ı l a : f ı k . l r a y v a n l a r ı n s e m iz lig i g ib i z iy â d e o la n v e a y r ı c a s a t ıl a m a y a n şe y le r. 2. m i iz . e s k i A r a p m ü z i ğ i n d e s ü s n o t a l a r ı n m m e c m û u n a v e r i le n b i r ad .
ز واﺋ ﻞ
ز و ا ﻳﺎ
zevâyâ
zevb
(a.i. z â i d e 'n i n c . ) : 1. z iy â d e , fa z la
şe y le r, f a z l a lı k la r .
z e v â il
ز واﻧ ﻰ
zevânî
z e v â t - ı m a 'd U d e : s a y ılı k im s e le r ,
z a v â h ir ) .
z e v â id
g e ç ir ile c e k a le tle r e a ç ıl a n b o r u ş e k l in d e k i
(a.s. z â il e 'n in c . ) : z e v a l b u lu c u ,
b ir i. 4 . k o c a . z e v c - i m û t e v â r î ؛g iz le n ip ş a k l a n m ı ş o la n koca. zevcât
ز و ﺟﺎ ت
(a.i. z e v c e 'n in c . ) : n i k â h l ı k a -
d ın laı-, eşler. zev ce ،L jr j> ( a .i.c .: ezvâc, z e v c â t): n ik â h lı k ad m , eş. zevceyn
ز وﺑ ﻦ
( a .i .c .) : k a r i ile k o c a ,
k a y b o lu c u , b â k î o lm a y a n şe y le r. zevâl
زوال
( a .i.): 1 .y e rin d e n
a y r ı lı p
g itm e .
2 . z â il o lm a , s o n a e r m e . 3. G ü n e ş 'in b a ş u c u n d a b u l u n m a z a m â n ı, ö ğ le v a k ti , s a a t ta m
12.00. B a 'd e z '- z e v â l : ö ğ le d e n
so n ra.
B î - z e v â l : z e v a ls iz , f â n î, g e ç ic i o lm a y a n . K a b l e 'z - z e v â l : z e v â l:
çok
ö ğ le d e n
dayanm ayan,
e v v e l. çabuk
S e r î ü 'z geçen.
V a k t- İ z e v â l : ö ğ le v a k ti . 4 . b o z u l m a , y e n ilm e . 5. k a b a h a t , su ç . z e v â lî
( زواﻟﻰa . s . ) : z e v â le
a la n sa a t.
زوال ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮ
( a . f b . s . ) : z e v a l b u l-
m a y a n , s o n a e r m e y e n , g e ç ic i o lm a y a n .
زواﺑﻨﻴﺮ
( a .f .b .s .) : s o n a e r e n , g e ç ic i
ز و ﺟﻴ ﺖ
( a .i .) : k o c a lı k , k a r i l i k , k a r i -
k o c a lı k , e ş lik . z e v c i y y i i 'l - e s â b i '
زوﺟﻰ ا ﻻ ﻣ ﺤﺎﺑ ﻊ
( a .b .i .) : z o o l.
ç i f t p a r m a k h l a r , fr . a r t i o d a c t y l e s .
ذوﺑﺎت
zevebân
( a .i .) : 1. e r im e . 2. k i m ., f i z . e ri-
m e , fr . f u s i o n .
زوغ
( a .i .) : [ b ir şeyi] b i r y a n a e g m e , m e -
y ille n d ii'm e . zevgan
ز و ﻏﺎ ن
( “g a ” u z u n o lc u n u r. a . i . ) : a n a t .
y a n a k a y m a s ı. z e v i-
( — ذوىa.s.
z û 'n u n c . ) : s â llip le r.
z e v i 'l - a y n : ta s . h a k k i z â h ir e n , h a l k ı b â t m e n g ö re n le r.
o la n .
ز وا ﻣ ﻞ
(a.i. z â m i l e 'n i n c . ) : 1. k ü ç ü k
y ü k le r . 2 . y ü k h a y v a n l a n .
1378
z e v c iy y e t
b i r o r g a m n o ld u ğ u y e r d e n a y r ı lm a s ı, b i r
z e v â l-n â -p e z îr
z e v â l-p e z îî
:k a ri kocaya
â it, k a r i k o c a ile ilg ili.
zevg â it, z e v a l ile ilg ili.
z e v â l î s a â t : a l a f r a n g a s a a t, ö ğ le v a k t i n i e sa s
z e v â m il
زوﺟﻴﻪ، ( زوﺟﻰa.s.)
z e v c i, z e v c i m e
z e v i'1 - e n s â b [v a k ıfta ] k a r â b e t s â h i p le r i , a k r a b a lık la ı-ı o la n la r , y a k ın l a r .
zevrakî zevi'l-erhâm : huk. m ira sta m u a y y e n b ir p a y sa h ib i o lm a y a n y a k ın h ısım la r,
de
d e n ilm iştir
ve
bundan
ayni
terk ib e
m u h t e lif z a m a n la r d a m u h t e lifm iiz ik ç ile r in m a k a m d a n h a b e rd â r o lm a k s ız ın v e rd ik le ri
zevi'l-ervâh, zevi'l-hayât : ca n lıla r, zevi'l-ihtirâm : sa y g ı sâh ip leri, sa y g ıd eğ e r
isim le r c ü m le sin d e n o ld u g u an la şılır.
zevk-âl٩ d ( ذوق آﻟﻮدa .f.b .s .): zev k le k a rışık .
kişiler.
zevi'l-ihtişâm : ih tişa m
sâh ib i,
h a şm e tli
kim seler.
zevk-bahş ( ذوق ﻷ د شa .f b .s .) : 1 . z e v k veren . 2. miiz. T iir k m ü z iğ in in b ir k a ç a s ırlık b ir
zevi'l-i'tibâr : itib a rlı kim seler, zevi'l-mefâsıl : m a fs a llı h a y v a n la r, zevi'l-ukul : a k lı o lan lar, in sa n la r; tas. h a lk ı
m ü re k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e s i y o k tu r. 3 . m e ş h u r b ir ؟eşit
z â h ire n , h a k k ı b â tm e n gö renler,
zevi'n-nühye : a k ıl sah ip leri, (b k z : e sh â b -ı n üh ye).
zevi's-sedâyâ : zool. m em eliler, mammifères, (b k z : zâ tü 's-sed â yâ ). z e v k ، i j i (a.i.c. : ez v â k ) : ı.
zevkan ( ذوىa .z f .) : 1. z e v k b a k ım ın d a n , zevk ؟e. 2. tas. z e v k (m a 'n e v ih a z ) y o lu y la ,
fr.
biy. ta d ım . 2 . tat 3. tas. m a n e v î
m a , tad; h o şa g id en h al, h az.
lâle.
zevk-cû ( ذوق ﺟ ﻮa .f.b .s .c .: z e v k - c û y â n ) : z e v k a r a y a n , z e v k in e d ü şk ü n ,
zevk-cûyâü
ﻳ ﺎ ﻥ٠ﺟﻮ
ذوق
(a .f.b .s .: z e v k -c û 'n u n
c . ) : z e v k a ra y a n la r, z e v k in e d ü şk ü n o la n lar.
h az. 4 . b o ş v a k it g e çirm e; eğlen ce, eğlen ti,
zevk-cûy-âne ، ( ذوق ﺟ ﻮ ي ؛ ﻻa .f.z f.) : z ev k e d ü ş-
c ü n b ü ş, eğlen m e. 5. g ü z e li ç irk in d e n a y ır-
k ü n o la n la r gib i; z e v k d ü şk ü n le rin e lâ y ık
d etm e
b ir şekild e.
k a b iliy e ti.
6 . a la y
etm e,
eğ len m e,
zevktyyat
(b k z : suhre). zevlc-i
selîm (selâm ette o lan zevk) : 1) z e v
k in en y ü k s e k d erecesi; 2)
sezm e k a b iliy e
ti.
zevk-i dil : 1) g ö n lü n z e v k i; 2) müz. T ü r k m ü z iğ in d e v a k tiy le k u lla n ılm ış esk i m a k a m la r d a n b irid ir. S û z n â k 'ta n so n ra k ısa b ir ra st ile k a r a r ed er k i, b u şek liyle z ev k -i d il m a k a m ın ın tersi o ld u ğ u g ö rü lü r. D u r a k ra st, g ü ç lü n e v â (re) p erd e lerid ir (terk ib in d ek i h e r ik i m a k a m ın d a d u ra k v e g ü ç lü p erd e leri bu d u r). D o n a n ım ın a sû z n â k 'ın işâ re tle ri k o n u lu r (rast'ın si k o m a b e m o lü
ﻧ ﻮ ﺩﺍ ﺕ
( a .i.) : zevk e, e ğ len ce ye âit
h u su slar.
zevki ( ذوﻓﻲa .s .) : z e v k e âit, ze v k le ilg ili, zevk-perest ﺳﺖ٠( ذوق ﻳﺮa .f.b .s .): zev k e , eğ len c e y e a ş ır ı d ereced e d ü şk ü n ,
zevk-perestân ﻇﻦ-ﻟﺮس
ذوق
(a.f.b.s.
zevk -
p e re s t'in c . ) : z ev k e v e eğ len ce ye a şırı d ereced e d ü şk ü n o lan lar.
zevk-peresti ر ﺳﻰ٠ ( ذوقa .f.b .i.): zevk e, eğ len c e y e a ş ırı d ü şk ü n lü k .
zevk-yâb ( ﻧ ﻮدا بa .f.b .s .): z e v k b u la n , lezzetin i, t a d ın ı alan .
ile “ fa ” b a k ıy y e d iy e z i b u işâretlerle m ü ş
zevrâ' ( زوراﺀa .s .) : 1 . D ic le n eh ri. 2 . B a ğ d a t
terektir). A . A v n i K o n u k 'u n “ k â r -ı n â tık ”
şe h ri [ezver (= b o y n u eğ ri; e ğ ri, d o ğ r u ol-
m ın d e v r-i re v â n u su lü n d e k i 2 4 n u m a r a lı p a rç a s ı z e v k -i d il'd ir.
zevk-i müdâm : h iç b itm e y e n z evk , zevk-i ruh-ı dildâr : s e v g ilin in y a n a ğ ın ın ze v k i.
zevk-i sûret : re sim d e n a lm a n z evk , g ö r ü n ü şü n v e r d iğ i z e v k .
zevk-i vasi ؛k a v u ş m a , b e râ b e r o lm a z ev k i; v u s la t tadı.
zevk u safâ ؛eğ le n m e , k e y i f etm e; eğlen ce, zevk ü tarab : 1) z e v k v e şen lik , eğlen ce. 2) müz. T ü r k m ü z iğ in d e b ir m ü re k k e p m a k a m olu p “şe v k -i c e d îd ” v e “ a ra b â n k ü r d î”
m a y a n )' in m ü en n esi].
zevrak ( زورقa .i.) : 1. k a y ık , san d al, zevrak-ı derûn : g ö n ü l gem isi. 2 . M e k k e 'd e y a p ıla n z e m z e m şişesi, ze m z e m İb riği, k ab ı. 3 . ؟İ ؟ek testisi, ؟İ ؟ek k a d eh i. 4 . şişe,
zevrak m ektûbu : H a r e m -i Ş e r if'd e z e v r a k d en ile n testi ile h a c ıla r a z e m z e m d a ğ ıta n h a d e m e y e b u işin d e n d o la y ı g ö n d e rile n h ed iy e y i b ild ir e n m ek tu p .
zevrak- ؟e ( ز و ر بa .f.b .i.): k a y ık c ik , sa n d a lc ık .
zevrakî ( زورﻓﻰa .s .) : k a y ık la .ilg ili, k a y ığ ım s ı, k a y ık sı.
1379
zevrak-siivâr z e v ra k -sü v â r
زورق ﺳ ﻮ ا ر
( a .f .b .s .) : k a y ığ a b i-
z e y n ü 'd - d î n : 1. d î n i n
zevvâk
ﻧﻮاق
z in e t i, s ü s ü . 2. d ili-
m i z d e : " z î n e tt in " ؟e k li n d e e r k e k a d i o l a r a k
n e n , k a y ığ a b i n m i ؟o la n .
k u lla n ılır.
(a.s. z e v k 'd e n ) : 1. b i r ؟e y i ؟o k fa z -
la t a d a n . 2 . b i r ؟e y i ؟o k f a z la d e n e y e n , SI-
زﻳ ﺐ
Z eyneb
( a .h .i .) : H z . M u h a m m e d 'i n
n a y a n . 3. y e m e ğ i n v e y â h e r h a n g i b i r ؟e y in
büyük
z e v k in e v a r a n .
M u h a m m e d 'i n H a tic e 'd e n d o ğ a n i l k ؟o c u -
z e w â k in
ﻧﻮاﻗﻴﻦ
(a.b.i.) : p â d i ş â h y e m e k l e r i n i n
t a d m a b a k a n k im s e .
،
ﻧﻠﻤﻊ
ﻧ ﻮا ﻫﻴ ﻦ درﺳﻤﺎه ﻋ ﺎ ﻟ ﻰ
زﻳﺪﻳ ﻪ
( a .h .i .) :
H z.
b i n i n b i r k o lu .
zeyt
Z eyyâd
b in
A li
زﻳ ﻎ
( زﻳﺮكf .s .) : a n la y ış lı, u y a n ık , z e k i, ( ز ﻳ ﺖa .i .c .: e z y â t, z ü y û t ) : 1. z e y t i n
("g a" u z u n o k u n u r ,
z e y t- i g a y ri m ü c e f f i f : k im . k u r u m a z yag.
a . i . ) : 1. b i r t a r a f a m e y le tm e . 2. k a m a ş m a .
z e y t - i h a c e r : m a d . g a z y a ğ ı, p e tr o l,
3. d o ğ r u l u k t a n v e h a k t a n a y r ı lm a .
z e y t - i h ı r v a ' : h i n t y a g ı , m ü s h il , z e y t-i m i ic e f f if : k im . k u r u r yag.
z e y l ^ ( a . i . ) : a y ı r ı n a . ( b k z :t e f r i k ) . zeyl
ذﻳ ﻞ
( a . i . c . : e z y â l, z ü y û l ) : 1. e te k , ( b k z :
d â m e n ) . T a v ü ü 'z - z e y l (e te ğ i u z u n ) : ı )
if
fe ts iz , e te ğ i k i r l i [ k a d ın ]; 2) ؟o k u z u n s ö z , y a z ı. 2 . s o n . ( b k z : â h ir ) . 3. k u y r u k , ( b k z : d ü n b â l) .
4 . b ir
؟e y in
a ltı,
d e v â m ı,
e k i.
5. ( b k z : h â m i )؟.
z e y t - i m i i ç a m m a ': y a k ı, z e y t - i t a y y â r : k o k u lu , u ؟u c u y a ğ .
( زﻳﺘﻮنa .i .) : z e y ti n , ( زﻳﺘﻮﻧﻰa .s .) : z e y t i n r e n g i n d e o la n , z e y t û n i y y e .( زﻳﺘﻮﻧﻲa.i.) ؛b o t . z e y tin g ille r , z e y y â l ( ﻧﺪالa . s . ) : 1. z e y li o la n , k u y r u k l u , ( b k z z e y tû n
z e y tû n i
z e y l- i d û d î - i a 'v e r î ( k ö r b a ğ ı r s a k ) : a n a t . a p a n d is , i l t i h â b - 1 z e y l- i d û d î - i a 'v e r î : a n a t .
ﻧﻴ ﻼ
zeyyât
( a .z f .) : e k o la r a k , a lt ta . ( a .f b .i.) ؛m ü z . d ö r t t e n f a z la
h â n e l i p e ş r e v v e s a z s e m a i l e r i n d e (h u s û s iy le
(a.i. z e y t 'd e n ) : 1. z e y t i n d e n z e y -
t i n y a g ı s a t a n k im s e .
ظ
ZI
u s û l ü n d e k i p e ş r e v le r d e ) s o n h â n e y e v e r i le n b ir ad.
( o .h a .) : O s m a n l I a lf a b e s i n in y i r m i n c i
h a r f i o lu p “e b c e d " h e s â b ı n d a d o k u z y ü z
5 h â n e y a z ı l m a k a n 'a n e s i o l a n d a rb -1 f e t ih
z e y liy y â t
ت0 ز
t i n y a g ı ؟i k a r a n k im s e . 2 . z e y ti n y a g c ı, z e y -
ذﻳﻞ ﺧﺎﻧﻪ
z e y l-h â n e
s a y ı s ın ı n k a r ş ılı ğ ıd ı r . Z ia
ذﻋﻪ٠ ( a .i .) : iç le n ir to p r a k , t a r la , ( ﺿﺎ عa.i. z a b u ' v e d a b u 'u n c . ) :
z ıb â '
ﻧﻴﻠﻴﺎ ت
( a . i . c . ) : z e y il, e k , İlâ v e o l a r a k
y a z ı l a n ؟e y le r. z e y l-n â m e
:
d ü m d â r ) . 2 . u z u n e te k li,
a p a n d is it . z e y le n
y a g i.
2. yağ.
s ilik , k a lp [a k ؟e, p a r a ] . ،
( a .b .i .) : 1. â b id l e r i n .
H â m ız - ı z e y t : acı b a d e m d e n ç ık a r ıla n yag.
( a . s .c . : e z y â f, z iy â f, z ü y û f ) : k a r ı ş ık ,
زﻳﻔﺎ ن
زس
d e " z e y n e lâ b id in " ؟e k li n d e k u l l a n ı l a n e r k e k
H ü s e y n 'i n
a d i).
zeyg, zey eg an
S ü h ı-e v e rd î t a r a f ı n d a n
l a n o r t a n c a o g lu k i a s il a d i A li'd i r ) . 3. (b iz -
z e y re k
زﻳ ﻒ
H z.
d ü n c ü s ü [H z. H ü s e y n 'i n K e r b e lâ d a k u r t u -
(a .i.) : d u y u lm a , m ey -
Z e y n ü ' 1-
zeyf
de
İ b â d e t e d e n l e r i n z in e ti. 2 .1 2 i m â m 'ı n d ö r -
 b id în 'i n e t b â m a v e r i le n b i r a d ; ؟îî m e z h e -
e v lâ d ın d a n
g ö re
(a .i.): ta r . S ü h re v e rd i y â n i Ş eyh
Ş a h â b e ttin
z e y n ü 'l - â b i d î n ا ﻟ ﻌ ﺎ ﺑ ﺪ س
d a n a ؟ık ı p y a y ılm a . Z e y d iy y e
r iv a y e te
k u r u l a n t a r i k a t k o l l a r ı n d a n b ir i,
( a .f .b .i.) : t a r . ؟e ş n ig ir.
ذﻳ ﻌﺎ ن
زﻳﻨﻴﻪ
Ö m er
z e w â k în - i d erg â h -1 â lî
[ b ir
g u d u r]. z e y n iy y e
Z e v v â k în - İ h â s s a : t a r . ؟e ş n ig ir.
z e y ', z e y e â n
k ız ı,
ذﻳﻞ ﻧﺎﻣﻪ
z ıb â b ( a .f .i .) : b i r s i g o r ta m u k a v e -
le s in d e v e y â m u k a v e l e n i n ؟a r t l a r ı ü z e r i n d e
z o o l. S irt-
la n la r .
ب٤( ضa.i.
z a b b 'm c . ) : k e r t e n k e le l e r , k e -
le rle r. ( b k z : z u b b â n ) . z ib â b iy y e
ﺿﺎ ب
( a .i .) : z o o l. k e r t e n k e le , t i m -
b â z ı d e ğ iş ik l ik l e r y a p ı l m a k g e r e k t iğ i ta k -
s a h , b u k a le m u n , k ö r y ı l a n g ib i h a y v a n l a r ı
d ir d e , a s il v e i l k s i g o r ta p o li ç e s i n e e k o l a r a k
İç in e a l a n b i r s ın ıf.
t a n z i m e d i l e n y e n i b i r v e s ik a . Z e y n e l ( a . i . ) : s ü s ,b e z e k , ( b k z : z in e t).
138.
z ib â b iy y e -i b e r r i y y e : k e rte n k e le v e b e n z e ri h a y v a n la r .
Zindîkiyye. zibâbiyye-i mâiyye : bu sınıfın suda yaşayan kısm ı.
Zidd ﺿ ﺪ
(a .i.c.: e z d â d ): 1. bir ?eyin karşılığı,
aksi. 2. *karşıt. 3. nefret edilen, lcerih şey.
zıddân ( س ^ ا نa.i.c.): iki zıt, ilci *karşıt, zıddân İâ-yectemiân : iki zıt ?ey bir araya gelmez.
Ziddeyn ( ﺿ ﺪ ﻳ ﻦa.i.c.) : i k i zıt, i k i *karşıt, zıddî ى٠( ﺀ ىa .s.): Z id d a , * k a r ş ı t a â i t , Z itla ﺿﺪﻳ ﺖ
il-
(o .i.): 1. zıtlık, *karşıtlık.
2. mec. sevişm ezlik, düşm anlık.
zı'f ( ﺿﻌ ﻒa .i.c .: ez'âf) : bir ?eyin m ik tarca iki misli, iki kati.
zifr j J
zıllü'ş-şebâb : ilk gençlik ؟ağları, zıll-âlûd ( ﻇ ﻞ آﻟ ﻮ دa.f.b.s.): gölgeli,
g ili.
z ıd d iy e t
zillullâh, zillullâh fi'l-âlem, Zillullâh fi' 1arz (Allah'ın gölgesi, dünyâda Allalı'ın gölgesi, yeryüzünde Allah'ın gölgesi): halîfeler, hükümdarlar İ ؟in kullanılan elfâz-ı ta'zlmiyye'dendir (büyükleme sözleri).
(a.i.c. : ezfâr) : 1. tırnak. 2. çengel.
3. pençe, (blcz : zufr).
zilli ] ى
(a.s.): 1. gölgeye mensup, gölge ile ilgili. 2. meşhur Evliyâ ؟elebi'nin babasının a d i: [Dervi? Mehmed Zilli]. 3. mat. tanjanta âit. Zilliyyet ( ﻇ ﻴ ﺖa.i. Z ill'd a n ) : A llâh 'ın , y eryü ziindeki gölgesi olm ası b ak ım ın d an hükiim d arm vasfı, n ite liğ i.
Zilliyyet-penâh ( ﻇ ﻴ ﺖ د ا هa.f.b.i.): “Allâh'ın
zıll-ı sânî : tas. dünyâ,
yeryiiziindeki gölgesinin sağladığı şığınak" : hükümdarlık, pâdişahhk, sultanlık. zılüy ۶et-penâhî ( ﻇ ﻴ ﺖ ﺑﻨﺎﻫﻰa.f.b.i.): hükümdarlık; hükümdar. zili ü ziil ( ﻧﻞ و ﻧﻞa.b.s.): 1. horluk, alçaklık. 2. itaat; alçakgönüllülük, zımâd ( ﺿ ﻤ ﺎ دa.i.c.: zamâid): 1. merhemle yaraya sarılan sargı, bez. 2. ilâç, İâpa, yakı, zımâd-ı h ardal : hek. hardal yakısı, zımâr ( ﻧ ﻤﺎ رa.i.): nâmûs, ırz. Zimn ( ﺿ ﻤ ﻦa.i.): 1. İç taraf. 2 . açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılmak istenilen söz, gizli ؟aksat. 3. maksat, istek, niyet, zımnen ( ﺿ ﻤ ﺊa.zf.): açıktan olmayarak, dolayısıyla, kapalıca, üstü kapalı olarak, (bkz : zımnî). zımnında ( ﺿ ﻤ ﻨ ﻔ ﺪ هa.zf.): İçin, dolayısıyla, zımnî, zımniye ﺿ ﻤ ﻴ ﻪ، ( ﺿ ﻤ ﻐ ﻰa.s. ve zf.) : 1. üstü kapalı, örtülü, açıktan olmayarak, dolayısıyla anlatılan. Maksad-I zım n î : üstiikapalı, örtülü maksat, gizli istek, (bkz : zımnen). 2. kendiliğinden, zımnî İrâde beyânı : huk. bir beyanda bulunan kimsenin hukuki netice iradesinin, ancak ?art ve vaziyetin de birlikte degerlendirilmesiyle anlaşılan irade beyanı, zımnî İrâde izh â rı : kapalı olarak istek bildirme. zındîk ( ﻧ ﺪ قa.s.c.: zenâdik, zenâdıka): (bkz : zindîk). zındîkî ( ز د شa.s.): zındıklık.
zıll-ı z a lîl : koyu gölge.
Z in d ik iy y e t ( زدﻳﻘﻴ ﺖa .i.): zındıklık.
zıhâr ( ﻇ ﻪ — ا رa .i.): 1. karşılıklı yardım laşm a, ( b k z : müzâheret). 2. huk. [eskiden] kocan m karısını miiebbeden m ahrem i olan bir kad m ın bak m ak câiz olm ayan bir u zvu na teşbîh eylemesi. [Câhiliyet zam âm n da A ra p la r arasında câri ve talâk envâm dan m a'dûd idi. Çerîat-1 islâm iyye tarafından bu nevî talâk m enedilm iş ve zecr İçin zıhâr eden kim seye lcefâret vazolunm uştur].
zıhâre ( ﻇ ﻬ ﺎ ر هa .i.): elbisenin di? yüzü, di? tarafı.
zıkkî ( زﻓﻰa.i.) : İçine m âyi (sıvı) konulan deri kap, deriden yapılm ış su tulumu,
zil ش z ılâ l
(a.i.). (bkz : zili).
] ا ل
(a.i. zıll'm c . ) : gölgeler, (bkz : ezlâl,
ZUİÛI).
zılâl-i ehvâl : korku gölgeleri, zılâl-âlûd ( ﻇ ﻼ ل ﴽﻟ ﻮ دa.f.b.s.) : gölgeli, zılâle ( ﻇ ﻼ كa.i.): gölgelik, (bkz : mazalle, sâyebân, sâye-gâh). Zilf ( ﻇﻠ ﻒa .i.c .: e z lâf z ü lü f) : inelc, koyun, keçi gibi hayvan ların çatal tırnağı,
zili i j j (a .i.c .: ezlâl, zılâl, ZUİÛİ): gölge, mec. korum a, sâhip çıkm a, (bkz : sâye).
zıll-ı arz : astr. yerin gölgesi, fr. ombre de la terre. z ıll-ı evvel : tas. akl-1 evvel, Allalı. z ıll-ı m ahrûti : astr. gölge *konisi, fr. cOne
d’ombre.
1381
Zinne.
zmnet ( ﺿ ﺖa.i.) : cimrilik, pintilik, (bkz : buhl). zirâat ( زراﻋﺖa.i.). (bkz : zirâat). zırâât ( زراﻋﺎتa.i. zırâat'ın c.). (bkz : zirâât). zırâî ( زراضa.s.). (bkz : zirâi). zırâr ( ﺿﺮارa.i.) : karşılıklı zarar verme. Zirgam ( ﺿﺮﻏﻢa.i.c. : zarâgim) : ai'slan. (bkz : dirgam, esed, gazanfer, haydar, leys, şîr). Zirgame "( ﺿﺮﻏﺎﻣﻪga" uzun okunur, a.i.) : arslan. (bkz : dirgame). zırh ( زرهf.i.) : zırh, demirden örme veyâ dökme savaş elbisesi, (bkz : cevşen, dır'), zırh-bâf ( ز ر ﻫ ﺒ ﺎ فf.b.s. ve i.) : zıi'h yapan, zırh1 ؟.
zırh-câme ( زره ﺟ ﺎ ﻣ ﻪf.b.i.) : zırh İcaplı elbise, zırh elbise. zırh-dâr ( ز ر ﻫﺪا رf.b.s.) : zırhlı, zırh giyen, zırh giymiş olan, (bkz : zırh-pûş). zırh-dûz ( ز ر ﻫﺪ وزf.b.i.) : 1. zırh halkası yapan kimse. 2. zırhı delip geçen bir ok çeşidi, zırh-kûte ( زره ا ﺗ ﻪf.b.i.) : kısa Zirh. zırh-pûş ( ز ر ﺑ ﻮ شf.b.s.) : zirh giymiş, zirh giyen. zırnîh ( ز ر ﻧ ﻴ ﺦf.i.) : zırnık, sıçanotu, arsenik mâdeni ile kükürt karışığı bir madde, zırnîhî ( زرﻧﻴ ﺨ ﻰf.s.) : zırnık renginde olan, sari renlcli. (blcz : zirnihi). Zirr ( زرa.i.c. : zurûr) : 1. düğme. 2. bot. tomurcuk. ziya' ( ﺿ ﻴ ﻊa.i. zay'a'nın c.) : tarlalar; küçük çiftlikler. zıyâ' ( ﺿ ﻴ ﺎ عa.i. zay'a'nın c.) : tarlalar, küçük çiftlikler. zıyâ' ( ﺿﻴﺎعa.i.) : kayıp, *yitim, kaybolma. zıyâ-i ebedi : ölme, ölüm, (bkz : mevt). zıyâ-i elem : fels. acı yitimi, kaybı, analjezi, fr. analgésie. zıyâ-i hâfıza : fels. hâfıza yitimi, kaybı, fr. amnésie. zıyâ-i hiss : hek. duyum yitimi, kaybı, fr. anesthésie. zıyâ-i intizâm : psik. şuurlu hareketlerdeki düzensizlik, ataksi, fr. ataxie. zıyâ-i kelâm : hek. söz yitimi, kaybı, afazi, fr. aphasie. zıyâ-i kırâat : okuma yitimi, kaybı, fr. alexie. 1382
zıyâ-i sa v t : psik. ses yitimi) kaybı, fr. aphonie. zıyâ-i ş a h s iy e t : benlik yitimi, kaybı, fr. depersonnalisation. zıyâ-i şem m : koklama yitimi, kaybı, fr. anosmie. zıyâ-i tahrir : psik. yazma yitimi, kaybı, agrafi, fr. agraphie. zıyyık ﺿ ﻴ ق
(a.s.) : pek dar. Mekân-ı zıyyık : pek dar yer. (bkz : dıyyık).
zıyyık-ı nefes : nefes darlığı, tıknefeslik, zıyyık-ı sa d r : gögüs darlığı, gögüs tutuklugu.
ZÎ- ذ ى- (a.s.) : "sâhip" mânâsına kelimelerin başlarına getirilerek *birleşikler yapar,
zî-hayât : canlı, yaşar, zî-nüfûz : nüfuzlu, sözü geçer, zî-kıym et : kıymetli, degerli, bahası yüksek, zî'l-yed : huk. bir mail, bir gayrimenkulu elinde tutan, bu mail -sâhibi kendisi olsun veyâ olmasın- kullanmakta bulunan kim-
zî-şân : 1) şanlı, şerefli; 2) i. kadm adi. zi ( ز ىa.i.): heyet, kılık, kıyâfet; elbise,
ziâb
( ﺫ ﺀ ﺩ ﺍ ﺏa.i. zi'b'in c .) : kurtlar, canavarlar. (b k z: gürgân, zu'bân).
ziâmet ( ز ﻋﺎ ﻣ بa.i.). (bkz : zeâmet). zi'b ( ز ء بa.i.c.: ziâb, zu'bân) ؛kurt, canavar. (b k z : gürk). Dâii'z-zi'b (kurt hastalığı) ؛.açlık, doymazlık. Hânikü'z-zi'b : bot. kurtboğan denilen nebat (*bitki),
zi'b-i b a h ri : zool. deniz kurdu denilen bir cins yırtıcı büyük balık,
zi'b-i Y û su f ؛kabahati olmadığı halde suçİandırıhılan kimse. zib ( ز بa.i.): süs, bezek, (b k z : zinet, ziver). zîbâ ز ﻳ ﺎ
(f.s.): 1. süslü. 2 ٠ yakışıklı, güzel,
zibak ( ز ﻳ قa.i.): Civa.
zibaki ٠ز ﻳ ﻘ ﻰ
(a.s.): cıvaya âit, civa ile ilgili, cıvadan İbâret, cıvalı.
zibâr ( ز ) ا رa.i. zebr'in c .) : 1. kitaplar, cüzler. 2. kitap yaprakları. 3. yazı yazmalar,
zîbâ-rû ( زي — واروf.b.s.): güzel yüzlü, (bkz : dilber).
zîb-âver ( ز ﻳ ب ﺁ ﻭ ﺭf.b.s.): süsleyici, bezeyici, zîbâyî ( ز د ا ﻳ ﻰf.i.): süslülük; yakışıklılık, güzellik.
zikr-i alenî
zibbân ( ذب—انa.i. zübâb, zübâbe'nin c.): sinekler.
zî-hayât ( ذى ﻳ ﺎ تa.b.s.): canlı, yaşayan, yaçar.
zîb-efzâ ( ز ﻳ ﺐ ا ﻓ ﺰ اf.b.s.): süsü, güzelliği artıran, güzelleştiren. zibende ﺑ ﺪ ه. ( زfb.s.): zinetli, süslü, yakışık1ı. zibha, ziibha ذﺑﺤﻪ، ( ذﺑﺤﻪa.i.): hek. kuşpalazı, difteri.
zihgir ( ز ه ﺳﻤﻴﺮf.b.i.): ok atanların parmaklarina geçirdikleri halka, yüzük, [kemikten, fildişinden ve boynuzdan yapılırdı], zihi ( ذهa.s.): "şu, bu” mânâsına gelen Arapçada müennes işâretidir. Hâzihi : İşte şu. zihi ( ز سa.e.): 1. ne güzel, ne hoş. 2. aferin, bravo!, (bkz : habbezâ, hâşâ).
zibha-i hakikice : hek. kuşpalazı, difteri, zibha-i kâzibe : hek. ârâzı kuşpalazma benzedigi halde ondan daha hafif ve daha az tehlikeli bir hastalık, kunnâk-1 sarsari. zibl ( ز لa.i.): süprüntü; gübre. zibr J j j (a.i.c.: zübûr): 1. mektup. 2. kitap. 3. yazı. zic ( زي—جa.i.c.: zîcât): astr. yıldızların yerlerini ve dolaşmalarım göstermek İçin hazırlanmış Cetvel, [bundan çıkarılan neticeye “zâyiçe” denir]. zidâ[y] [( ز د ا ] ىf.s.): pas açıcı, cilâlayıcı, temizleyip parlatıcı. zide, zidet ز ﻳ ﺪ ة، ( ز ﻳ ﺪ هa.f.i.): “artsm, ÇOğalsın, çok olsun!'' mânâlarıyla duâ ve temennilerde bulunmak üzere kullanılır. Zidet fazlühûî: fazlı, bilgisi çok olsun!. Zidet kadrühûî: kadri, İtibârı çoğalsın!... gibi. zifâf ( ز ﻓ ﺎ فa.i.): gerdeğe girme. Beytii'z-zifâf: zifaf evi; gelin odası. Hücre-İ zifâf: gerdek odası. Leyle-i zifâf: gerdele gecesi. zifâf-hâne ( زﻓﺎ ﻓ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪa.f.b.i.): genel ev, randevuevi. zîfân ( ﺿ ﻴ ﻔﺎ نa.i. zayfın c.) : misâfirler, konuklar. (bkz: zuyûf). zift ( ز ﻓ ﺖa.i.): kara sakız, katrandan çıkarılan, kolay kırılan, az sıcakta eriyen kati, siyah, parlak bir madde olup en çok gemi kalafatında kullanılır. zih ( ز هf.i.) :'ı. kiriş. 2. yay kirişi. 3. kaytan, şerit. 4. kenar çizgisi. zihâf ( ز ﺣ ﺎ ىa.i.c.: zihâfât): ed. ibârede uzun okunması lâzımgelen bir sesli harfin vezin zarûretiyle kısa okunması. Meselâ: "Ben neler çekmekteyim bilsen elinden ah senin'' mısramdaki "ah" m çekilmeyişi gibi. zihâfât ( ز ﺣ ﺎ ﻓ ﺎ تa.i. zihâf'ın c.): ed. zihaflar. zihâm ( ز ﺣ ﺎ مa.i.): 1. kalabalık, sıkışıklık. 2. darlık, (bkz : müzâyaka).
2( ذ ﺿ ﺴ ﻼa.i.c.: ezhân): zihin, anlama, bilme, unutmama kuvveti, hâfıza. zihn-i mahdûd :.dar zihin, zihnen ( ًذ ﻫ ﻐ ﺎa.zf.): zihince, zihinde, zihinle, zihinden. zihni, z i h n iy e t i ، ( ﻧ ﻬ ﺌ ﻰa.s.): 1. zihine âit, zihinle ilgili. Hesâb-1 zilini: mat. aklidan yapılan hesap, fr. calcul mental. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi.
z ih n i^ â ^ ^ ^ a .i.):z ih n e â ith u su sla r . zih n ice ( ذ فa.i.): fels. akılcılık, entelektüalizm, fr. intellectualisme. zihniyet ( ﻧﻬﺌﻴ ﺖa.i.): düşünce, düşünce yolu, kafa, anlayış. z i k ^ (a.i.): darlık, sıkıntı, (bkz : dik), zîk-ı maâç : geçim darlığı, zîk-ı nefes : nefes darlığı, tıknefes, zîk-ı sadr: göğüs darlığı, (bkz: usr-ünnefes). zikâr ( ﻧﻜﺎ رa.i. zeker'in c.): erkekler, (bkz: zikâre, zükrân, zükûr). zi-karâbet ( ذى ﻗﺮاﺑﺖa.b.i.): bir kimseye babaSI veyâ anası tarafından Müslümanlığı ilk kabûle yetişmiş olan büyük ceddine kadar mensubiyeti olan her hangi bir kimse, zikâre ( ﻧﻜﺎرهa.i. zeker'in c.): erkekler, (bkz: zikâr, zükrân, zükûr). zî-kıymet ( ذى ﻗ ﻴ ﻤ ﺖa.b.s.): kıymetli, değerli, bahası yüksek olan. zikr ( ﻧﻜ ﺮa.i.c.: ezkâr): 1. anma, anılma, zikr bi'1-hayr: hayırla anma. 2 ٠bildirme, bildirilme. Ânifü'z-zikr, Sâüfü'z-zikr: yukarıda adi geçen. Âtiyü'z-zikr : aşağıda zikrolunan. 3. Kur'ân-1 Kerim, (bkz: Fürkan, Hüdâ, Hitâb, Kitâb, Mushaf Necm, Nûr). zikr-i aleni: tas. dervişlerin teklcede yâhut her hangi bir yerde toplu olarak zikretmesi. 1383
zikr-i cehri
zikr-i cehri : yüksek sesle yapılan zilcr. zilcr-i cem il : ı) güzelliğini, iyiliğini anma; 2) mekteplerde talebeye verilen mükâfât; 3) tas. Allah'ın adlarım anarak duâ etme. Halka-i z ik r : telekelerde dervişlerin bir
hallea kurarak Allalı'ın adını yâdettiklel'i topluluk. ziler-i h a fi : gizli olarak yapılan ziler. zikr-i k alb i : sessiz olarak yapılan zikr. zikrâ ( ذ ا ىa.i.): 1. anma, hatırlama. 2. ibret,
örnek. 3. öğüt. zilâl ( ذ ﻻ لa.s. zelil'in c.) : zeliller; hor ve hakir
olanlar, (bkz: zullân). zi'l-hicce ( ذى ا ﻟ ﺤ ﺠ ﻪa.b.i.) : arabi aylarının on
ileincisi olup, onuncu günü kurban bayramma rastlar, [lıacı olma töreni bu ayda yapılır]. Zi' 1-ka'de ٥( ذى اﻟﻘﻌﺪa.b.i.): Arabi aylarının on birincisi. zille ( زﻟﻪa.i.): peygamber hatâsı, zillet ( ذ ﻟ ﺖa.i.) : hakirlik, horluk, alçaklık,
aşağılık.
zimmet ( ﻧ ﻤ ﺖa.i.c.: zimem): 1. sâhip çıkma,
koruma zorunda kalma. 2. üst, üstte olan şey. 3. bir ticârî kuruluşun borçlarının topu. Berâet-İ zim m et : suçsuz olduğu anİaşılarak temize çıkma. Beriü'z-zim me : suçsuz, ilişiksiz. Ehl-İ zim m et : bir İslâm devletinin himâye ve tâbiiyetinde (uyrugunda) olan Müslüman olmayan kimseler. Tebriye-i zim m et : aklanıp temize çıkma, zimmi ( ذسa.s.i. zimmet'den) : İslâm Devleti
tebaasından olan ve haraç veren Hıristiyanlar, Yahudileı'. (bkz : reâyâ). zin ( ز سf.i.): eyer [binek atlarına vurulan-). (bkz : raht). Zîr-i zin : eyer vurma, zinâ' ( ز ﻧ ﺎ ﺀa.i.): nikâhsız çiftleşme. Veled-i zin â : nikâhsız birleşmeden doğan çocuk,
pi ؟. zinâb ( ﻧ ﻨ ﺎ بa.i. zeneb'in c.): kuyruklar, (bkz :
eznâb). zinâbe ( ذ ﻻ ﺑ ﻪa.i.): [her şeyin] ardı, arkası,
(bkz: zünâbe). zinâd ( ز ﻻ لa.i. zend'in c.) : 1. çakmak demirle-
ri; çakmaklar.
zillet-i nefs : nefis alçaklığı. zi'1-yed ( ذى ا ﻟ ﻴ ﺪa.b.s.): bir mail, bir gayri-
menleulü elinde tutan, mail -sâhibi kendisi olsun veyâ olmasın- kullanmakta bulunan [kimse]. zilzâl ( ز ﻟ ﺰ ا لa.i.): zelzele, sarsılma, deprem.
(bkz: zelzâl, zülzâl). zilziJ ( ذﻟﺬ لa.i.c.: zelâzil): uzun etek, zimâm ( ز ﻣ ﺎ مa.i.c.: ezimme): yular, hayvan
yuları. zimâm ( ﻧ ﻤ ﺎ مa.i.): kendi tarafım koruma, gö-
zinâdü'1-hacer :
çakmak (zend'in c .): bilekler.
taşı.
2. anat.
zinâ-kâr ( ز ﻻ ﻛﺎ رa.f.b.s.): zinâ eden, kanunsuz
çiftleşmede bulunan. zinâ-kâte ( ز ا ﻛ ﺎ ر ىa.f.b.i.): zinâ İşleme, zam-
paralık. zincefr ( ز ﻧ ﺠ ﻔ ﺮa.i.): zencefre, civa ile kükürt
karışığı bir çeşit kırmızı boya, zindân ( زﻧﺪا نf.i.): 1. karanlık, yeraltı hapishanesi, (bkz : mahbes, sicn). 2. pek karanlık,
sıkıntılı yer. zindân-gir ( ز ﻧ ﺪا ﻣ ﺮfb .s.): zindana konulmuş,
zetme. zimâm-dâr ( ز ﻣ ﺎ ﻣ ﺪا رa.f.b.s.c.: zimam-dârân):
zindana atılmış.
1. yular tutan. 2. bil- İŞİ elinde tutan, İdâre eden, yürüten, yöneten,
zindâni ( ز د ا ﻧ ﻲf.i.) : 1. zindancı, zindan muhâfızı. 2 ٠ zindana kapatılmış' suçlu,
zimâm-dârân ( ز ﻣ ﺎ ﻣ ﺪ ا ر ا نa.f.b.i. zimamdâr'ın
zindâniyân ( ز ﻧ ﺪ ا ﻧ ﻴ ﺎ نf.i. zindâni'nin c .): zin-
c .): bir tenler.
İŞİ
İdâre edenler, yürütenler, yöne-
zimâm-dârî رى١( ز ا طa.f.b.i.): 1. z im a m d a r lık ,
danlıklar, zindana kapatılan suçlular, zinde ( ز ﻧ ﺪ هf.s.c.: zindegân): 1. diri, yaşayan, canlı. 2. diııç, sağlam, güçlü kuvvetli,
y u la r tu tm a . 2 . b ir İŞİ e lin d e tu tm a , idâı-e
zinde-bâd ( ز ﻧ ﺪ ه ﺑﺎ دf.fi.): "yaşasın!",
etm e , y ü r ü tm e , y ö n e tm e ,
zinde-dâr ( ز ﻧ ﺪ ه دا رf.b.s.) : gece uyumayan,
zimem ( ﻧ ﻤ ﻢa.i. z im m e t'in c .): zim m e tle r , b orçlar.
zimemât ( ﻧﻤﻤﺎ تa.i. zimem'in c .): borçlar.
1384
uyanık kalan, (bkz : sâhir). zinde-dil ( ز ﻧ ﺪ ه د لf.b.s.): yüreği canlı olan,
uyanık.
zîr-efkend
zindegân ( زﻧﺪﻛﺎ فf.s. zinde'nin c.): zinde olanlar, diriler. zindegâni ( زﻧﺪﺳﻤﺎﻧﻰfi.) : 1. dirilik, hayat. 2. ya?ayış ؛geçim. zindegi ، / ( زﻧﺪf.i.): zindelik, dirilik, canlılık, zinde-rûd ( زﻧﺪه ر ودf.b.i.): müz. Türk müziğinde vaktiyle kullamlmı ؟en az be ؟altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kaimi ؟niimûnesi yoktur, zindik ( ز ﻧ ﺪ ﻳ ﻖa.s.c.: zenâdik, zenâdıka): Zindik, münâftk, âhirete inanmayan, Allahsız, zinet ( ز ﻳ ﺖa.i.): süs, bezek, (bkz : zîb, ziver). zinhâr, zînhâr ز ي^ر، ( ﻧ ﻨ ﻬ ﺎ رf.e.): sakin! aslâ, olmaya, aman! zinhâr-hâr ( ﻧﻨ ﻬﺎ ر ﺧ ﻮارfb .s.): 1. aman dileyen. 2 ٠sözünde durmayan adam. zi'n -n û r)jJ، ^ (a.s.) :nurlu. Zi'n-nûreyn ( ﻟ ﻰ ا ﻟ ﻨ ﻮ ر سa.h.i.): Hz. Osman. [Hz. Muhammed'in iki kızı ile evlendiği İçin bu ad verilmiştir], zîn-pû ( زس ر ش ؟f.b.i.): eyer örtüsü, zir ( ز رa.i.) : sazın en ince teli. zir ü bem : sazın en ince ve kalın teli, zir ( ز رfi.) : 1. alt, aşağı, (bkz : taht). 2. tiz perde. zîr-i ser : başın altı, zîr-i zemin : yerin altı, zir ii bâlâ : aşağı yukarı, altüst, zir ü zeber : altüst. 2. tiz perde, zirâ' ( ﻧ ﺮا عa.i.c.: zirâât, zür'ân): 1. dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü, (bkz: endâze). [75 - 90 santim araSinda değişen şekilleri vardır], zirâ-i âmme : huk. [eskiden] altı kabza, yânî yirmi dört miktârı olan arşın [bunun karesi; 576 parmaktır; arşına Türkiye'de : "zirâ-1 mi'mârî" denir], (bkz : zirâ-i kisr.â). zirâ-i a 'şâ rî: metre. 2. Ay menzillerinden biri. zirâ-i k irb â si: huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktârı olan arşın, [bezlerde, kumaşlarda kullanılır], zirâ-i kisrâ : huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktârı olan arşın, [buna : "zirâ-i melik" de denir], (bkz : zirâ-i kirbâsi).
z ir â -i m e s â h a :
yedi kabza ile bir dikili parmak miktârı olan ve arâzide kullanılan bir arçın.
: kalfa ve dülgerlerin kullandikları yirmi dört parmaktan İbâret bir uzunluk ölçüsü.
z ir â -i m i'm â r î
z îr â ز را
(f.e.): çünkü, ؟undan dolayı ki.
(a.i.): ekincilik, çiftçilik, *tarım, (bkz : filâhat). Ehl-İ z i r â a t : çiftçi.
zirâ a t ز ر ا ق
topraktan çok mahsul almak İçin o topraga nöbet ile türlü ekin ekme usûlü.
Zirâat-İ m ü te n â v ib e : zir.
(a.i. zirâ'ın c .): zirâlar, uzunluk ölçüleri, (bkz: zür'ân).
zirâ â t ﻧ ﺮا ﻋﺎ ت
(a.i. zirâat'ın c .): ekincilikler, çiftçilikler, *tarımlar. Ehl-İ z i r â â t : çiftçiler.
z irâ â t ز ر ا ﻋ ﺎ ت
(a.b.i.): nesebi akrabâ, soydan gelen akraba.
z i-r a h m ذ ى ر ﺣ ﻢ
[eskiden] nikâhları harâm olan nesebi akrabâ, nikâhlanmaları ؟er'an haram olan kimseler, [usûl, fürû', oglan ve kız karde ؟ve bunların evlâdı, amca, hala, teyze, dayı gibi. Amca, dayı ve teyzenin evlâdı zi-rahm ise mahrem değildir].
z i-r a h m -im a h r e m :h u k .
zirâi ( زرا ضa.s.): zirâate âit, zirâatle ilgili, *ta-
rimsal. z ir â ic e ( زراﻋﻴﻪa.s.): [“zirâî”nin müen.]. (bkz: zirâi). zir-bend ( ز ﻳ ﺮ ﺑ ﻐ ﺪf.b.i.): kuşak kemer, kayış,
(bkz: nitâk). zir-dest ( زﻳ ﺮ د ﺳ ﺖf.b.s.c.: zir-destân): el altm-
daki ahâli, el altında bulunan âciz [halk]. (f.b.s. zir-dest'in c .): el altındaki halk, âcizler, (bkz : maiyyet, tebaa),
z ir-d e stâ n زﻳ ﺮ د ﺳﺂ ن zire ز ر ه
(f.i.): kimyon.
( زﻳﺮ اf.b.i.): m iiz. Tiirk müziğinin en eski mürekkep makamlarından biri. Son asırlarda pek çok kullanılmış veyâ hiç kullanılmamıştır. Gazi Giray Hân'ın darb-1 fetih usûlündeki 5 hâneli peşrevi ile sengin semâî usûlündeki 5 hâneli saz semâisi, makama nümUnedir. Umûmî çatısı itibârıyla zir-efkend ؟öyledir: mâhur, ruh-nüvâz, çârgâh, aşiranda sabâ. Makam umûmiyetle inici olarak seyreder ve geni ؟ölçüde mü ؟terek seslerden istifâde ederek geçkiler yapar ؛anbitüsü en geni ؟makamdır. Yayılan
zir-e fk e n d ك
1385
zîr-.fkend-i büzürg
makamlardan bâzılarmda fezla kalındığı gibi, bâzılarının dizilerinden birka ؟ses arzı da kâfî görülebilir. Bu Türk müziğinin en mürekkep makamında, muhtelif muvakkat ve asma kararlar yapılır, nihâyet sabâ'nın şeddi ile hüseyni aşîran (mi) perdesinde durulur. Donanımına mâhûr'un “ fa” kü ؟ük mücenneb diyezi konulur ki, ruhnüvaz'da da müşterektir. Ayrıca nota içerisinde İüzûmunda yapılacak ana makama âit ta'dîlât ؟öyledir: rııhnüvaz İ ؟in “re” bakıyye diyezi, ؟ârgâh İ ؟in "fa'' bekar, aşîran'da sabâ İ ؟in "si" koma bemolü, "İâ" bakıyye bemolü, “ fa” bekar ve “fa" bakıyye diyezi (“si” bekar ve “mi'' bakiyye bemolü de kullanılabilir). Gü ؟lü ler: rast (sol) (mâhûr'un durağı, ؟ârgâh'ın gü ؟lüsü aşîran'da saba'nm gü ؟lüsü), ؟ârgâh (do) ( ؟ârgâh durağı), nevâ (re) (mâhûr'un gü ؟lüsü), pûselik (si) (ruhnüvâz'ın gü ؟lüsü) (ruhnüvâz'ın durağı olan hüseyni aşîran (mi), son durak ile müşterektir), zir-efkend-i b ü zürg : müz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, zir-efltendi kû ؟e k : ı) küçük zirefkend; 2) miiz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. zîr-efkeııd-i rû m î: miiz. Türk müziğinin vaktiyle kullanılmış en az iki bıı ؟uk asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, zirek ( ز د ر كf.s.): zeyrek, anlayışlı, uyanık, (bkz: zeki). zireki ا/ ( ز ﻳ ﺮf.i.): zeyreklik, anlayışlılık, uya-
nıklılık. zirin ( زدردنf.s.): alttaki, aşağıdaki, ( ﺯ ﺭ ﺷ ﻚf.i.): bot. kadın tuzluğu, anberbaris, lât. berberis vulgaris. zirişkiyye ( ز ر ﺷﻜﻴ ﻪa.i.): zirişk'e benzeyen *bitkiler sınıfı. zirkeş-hâverân ( ز ر ﻛ ﺶ ﺧ ﺎ و ر ا نfb .i.): miiz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, zirkeş-hüseynl ( زﻳ ﺮ ﻛ ﺶ ﺣ ﺴ ﻰf.a.b.i.): miiz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en
zirişk
1386
az yedi asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, zir-keşide ( ز ﻳ ﺮ ﻛ ﺸ ﻴ ﺪ هf.b.s.): 1. altı ؟ekilmiş. 2. miiz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. zirnihi 3( رﺳﺨﻰf.s.) : zırnık renginde olan, sari
renkli. zî-rûh
ﺫﻯ ﺭﻭﺡ
(a.b.s.): canlı,
zîr ü zeber ( زدر و زﺑ ﺮf.zf.): altüst, ( ﻧ ﺮ ﻭ ﻩa.i.): doruk, bir şeyin en yüksek noktası, tepesi, [kelime anatomide de kulİanılır]. zirve-i cebel : dağ tepesi, zî-san'at ( ﺫ ﻯ ﺻ ﻌ ﺖa.s.): sanat sahibi, (bkz : san'at-kâr).
zirve
( ﻧﻴ ﺸ ﺎ ﻥa.b.s.) : 1. canlı, şerefli. 2. i. meşhur bir ؟eşit lâle. 3. i. kadın adi. zî-ça'çaa ( ﺫ ﻯ ﺷ ﻌ ﺸ ﻌ ﻪa.b.s.): şa'şaalı, ؟ok parlak. zişt ( ز نf.s.) : ؟irkin, (bkz :kabih). ziçtî ( ز ﻟ ﻲf.i.): ؟irkinlik. zi ؟t-rû ( ﺯ ﺷ ﺖ روf.b.s.) : ؟irkin yüzlü, zi-vekar “( ﺫ ﻯ و و ا رka” uzun okunur, a.b.s.): vakarlı.
zî-çân
ziver ( ز و رf.i.): 1. süs, bezek, (bkz : zib, zinet).
2. erkek adi. ziy ( ﺯ ﻯa.i.). (bkz : ziyy). ziy â ' '( ﺿ ﺟ ﺎ ءa.i.): 1. ışık, aydınlık, in'ikâs-.ı ziyâ ' : fiz. ışık yansıması, inkisâr-1 ziyâ ' : fiz. ışığın kırılması. 2. erkek adi. ziyâ-yi kam er : astr. ayışıgı.
ziyâ-yi muntafi : bâzı akşamları Güneş battıktan sonra bati uflcunda ve sabahları Giineş dogmadan önce doğu uflcunda görülen hafif ışık. (a.f.b.s.): ışık sa ؟an. (bkz : ziyâpâş). z iy â d ^ 3 (a .i.) :fazlalık, ؟okluk. ziyâ-dâr ( ﺿ ﺈ د ا رa.f.b.s.): ziyâlı, parlak, ışıklı, aydın.
ziyâ-bâr ا ر٠ي
ziyâde ( ز ﻧ ﺎ د هa.i.c.: ziyâdât): 1. artma, ؟oğal-
ma. 2. s. artan, fazla kalan. 3. s. ؟ok bol. 4 ٠ s. aşırı, fazla. Ziyâde-İ muttasıla-i gayr-i mütevellide: huk. [eskiden] bir şeye bitişik olup ondan
zû-erban.î'l-adlo' doğm ayan ziyâde, [arsadaki ağa ؟ve binâ, bezdeki boya ve d ik iş gibi]. Ziyâd e-İ m u tta s ıla -i m ü te v e llid e : h u k . [es-
kiden] b ir şeyden doğ an ve o şeyden ayrılm ası kabil olm ayan ziyâde, [h ay v an in sem izligi gibi]. Ziyâde-İ miinfasıla-i gayr-i mütevellide ؛ h u k . [eskiden] b ir şeyde h u sû le gelm ekte berâber o n d a n tevellüd etm eyip ayrı olan ziyâde, [hâne veyâ h ay v a n in k irâsı gibi]. Ziyâde-İ m iin fa sıla -i m ü te v e llid e : h u k . [eskiden] b ir şeyden do ğan ve o n d a n ay rılan ve ay rılm ası kabil olan ziyâde, [h ay v an in yavrusu, ağacın m eyvası gibi], ziy â-efşân ( ب ا ﻓ ﺸ ﺎ نa.fb.s.) ؛ışık sa ؟an, ışık serpen, ( b k z : ziyâ-feşân, ziyâ-nisâr, ziyâpâş). z iy â f ^ ( ز ىa.s. zeyfiin c .) : k arışık , silik, kalp [paralar].' (bkz : ezyâf, züyûf). ziy â-feşân ( ﺻﺎ ﻓ ﺸ ﺎ نa.f.b.s.) : ziyâ, ışık saçan, ( b k z : ziyâ-efşân). ziy âfet (زﻳﺎ ﻓ ﺖa .i.): değişik ve k arışık olm a, ziy âfet أ لب8( ضa .i.): 1. m isâfir k ab û l etm e. 2. m isâfire yedirip İçirm e, şölen, ziy â-g iister j j yayan.
ا٠(ضa.f.b.s.) : ziya sa ؟an> ışık
z iy â -h â h ( ت ﺧ ﻮ ا هa.f.b.s.): ay d ın lık isteyen,
zizefûn ( زﻳﺰﻓﻮنa.i.) : ıhlamur ağacı, zizefûniyye 3( ﻳﺰﻓﻮذدa.i.) : bot. ıhlamurgiller, zör ( زورf.i.) : sıkıntı, rahatsızlık, zû- ذو- (a.s.) : “sâhip” mânâsına kelimelerin
başına gelerek *birleşikler meydana getirir. Zû-erbaati'l-adla' : geo. *dörtgen. Zûsemâniyeti'1-vücûh : geo. sekizyüzlü, fr. octaèdre., gibi. zû' ( ﺿ ﻮ ﺀa.i.c. : azvâ') :>aydınlık, ışık, (bkz : zav'). zuâbe ( ذوآدهa.i.). (bkz : züâbe). zuâf ( ز فa.s.). (bkz : züâf). zuafâ ( ﺿﻌﻔﺎa.s. zalfin c.) : zayıflar, zuamâ ( ز ىa.s. zeâmet'den. zalm'in c.) : 1. büyük tımar sâhipleri. 2. kefiller, zu'bân ٠( ذ ؤ ﺑ ﺰa.i. zi'b'in c.) : kurtlar, canavarlar. (bkz : ziâb). zubbân ﺑ ﻦ٠ (a.i. zabb'm c.) : kertenkeleler, kelerler, (bkz : zıbâb). zubbât ( ﺿ ﺎ طa.i. zâbit'in c.). (bkz : zâbitân). zû-büzûr-i mahfûza ( ذو ﺑ ﺰ و ر ﻣ ﺤﻔ ﻮ ﻇ ﻪa. b.i.) : bot. tohumları başka bir dış mahfoza İ ؟inde bulunan *bitkiler. zucret ( ﺿﺠﺮتa.i.) : i ؟sıkıntısı, yürek darlığı, (bkz : ducret). zucret-i kalbiyye : kalb üzerine vakit vakit gelen sıkıntı.
ziyâî, ziyâiyye ﻫﻴﺎﺋﻴﻪ، ( ﺿﺠﺎ ﻧ ﻰa.s.): ziyâya âit, ziyâ ile ilgili.
zucret-ver ( ضﺀﺟﺮ"دورa.f.b.s.) : sıkıntılı, (bkz :
ziy ân ﺋﻦ-( زf.i.): zarar, kayıp [kazançtan], ( b k z : hasâr, zarar).
zûd ( زودf.s.) : ؟abuk, tek, acele, hemen olan,
z iy â -n isâ r ( ي ﻷرa.f.b.s.): ışık serpen, (bkz : ziyâ-efşân, ziyâ-pâş).
zûd-âşnâ ( زود ا ىf.b.s.) : her gördüğü ile dost
z iy â n -k â r ر،(زﻳﺎذكf.b.s.): ziyân edici, za rar edici; zarar veren.
zûd-endâz ﯪ ز١( زودf.b.i.) : düşünmeden, he-
z iy â n -k â rî ( زﻳﺎﻧﻜﺎرىf.b.i.): ziyankârlık, ziy â-p âş ش٩ ( ﺿﺎf.b.s.): ziyâ sa ؟an, ışık, ayd ın lık veren, (bkz : ziyâ-bâr, ziyâ-nisâr). z iy â re t ( ﻷرتa .i.): görm eye gitm e, görüşm eye gitm e, gidilm e, [ziyâret-gâh m â n âsın a da ku llan ılır], iâ d e -i z i y â r e t: ziyârete gelen in ziyâretine gitm e. Ziyâret-İ resm iy y e : resm i ziyâret. ziy â re t-g â h ( زﻳﺎر"دﻛﺎهa.f.b.i.): ziyâret yeri, tü rbe. ( b k z : m e zâ r‘). ziyy ( زىa.i.) ؛dış gö rü nü ş, kılık , kıyâfet. z i ^ - i u l e m â : ulem â kılığı.
ducret-ver). (bkz : ؟âbük). olan kimse. men akla geldiği gibi söylenen şey. zûd-hîz ( زودf.b.i.) : vazifesini ؟ok ؟abuk gören hizmetkâr. zûdî ( زودىf.i.) : ؟abukluk, tezlik,
( زودf.a.b.s.) : para ödemeyi geciktirmeyen ؟ok zengin kimse, zûd-res ( زود رسf.b.s.) : ؟abuk erişen, ؟abuk yetişen.
zûd-nakd ﺷ ﺪ
zûd-sîr ( زود صf.b.s.) : 1. bir şeyden ؟abuk do-
yup usanan. 2. faydasız. 3. kötü huylu, zûd-ter ذر٠( زودf.b.s.) : daha ؟abuk, daha tez. zû-erbaati'l-adla' اﻻ ﺿﻼع.( ذ و ارﺑﻌﺔa.b.i.) : geo. *dörtgen, fr. quadrangle. 1387
zû-erbaa.i'l-vücûh
zû-erbaati'l-vücûh ( ذ و ارﺑﻌﺔ اﻟﻮﺟﻮهa.b. s.) : geo. *dörtyüzlü, fr. tétraèdre,
zû-isnâ-aşereti'1-viicûh ﻧ ﻮ ا ﺛ ﺘ ﻰ ﻋ ﺸ ﺮ ة اﻟﻮﺟﻮه (a.b.i.): geo. on iki köşeli cisim,
zû-esmâr-ı lâhmiyye ( ذ و ا ﺛ ﻤ ﺎ ر ﻟﺤﻤﻴﻪa.b. i.) : bot. yuvarlak, göz gibi meyvalari olan *bitkiler.
zûkafiyeteyn "( ذ و ﻗ ﺎ ﻓ ﻴ ﺒ ﻦka” uzun okunur. a.b.s.): ed. iki kafiyeli şiir,
zufr ( ﻇﻐﺮa.i.c. : ezfâr) : tırnak, (bkz : uzfûr)؛.
zukak “( ز ﺋ ﻖka” uzun okunur, a.i.c.: ezikka): sokak.
zufr-i miiltehim : hek. ayak başparmak tirnaklarınm ete gömülmesi hâli,
zû-kesîri'l-vücûh ( ذ و ﻛ ﻴ ﺮ اﻟﻮﺟﻮهa.b.s.): geo. ؟ok yüzlü, ؟ok satıhlı [cisimler),
zufri (a.s.) : 1. tırnağa âit, tırnakla ilgili. 2. tırnak gibi olan, tırnaklaman,
zulâ' ( ﻇ ﻼ عa.i.): hek. binek hayvanlarının ayaklarından ؟ikan ve hayvani aksatan bir hastalık.
zû-fünûn ( ذ و ﻓ ﻮ فa.b.s.) : fenler sahibi, bilgi sahibi, bilgili.
zulâme ( ﻇﻼﻣﻪa.i.): mazlûmun hakki,
zû-haddeyn ﻳﻦ٠( ذ و ﺣﺎa.b.s.) : mat. iki terimli, fr. binôme.
zulem ( ﻇﺪمa.i. zalmâ ve zulmet'in c .): karanilk. (bkz : zulem, zulmât, zuliimât).
zû-hadd-i kesire ( ذ و ﺣ ﺪ ﻛ ﺜ ﺒ ﺮ هa.b.s.) : mat. * ؟okterimli, fr. polynôme,
zulemât ﻃ ﺖ1( ظa.i. zulmet'in c.): karanlıklar. (bkz: zulem, zulmât, zulhmât).
zû-hadd-i vâhid ( ذ و ﺣ ﺪ وا ﺣ ﺪa.b.s.) : mat. *birterimli, fr. monôme.
zullân ( ذ ﻻ نa.s. zelil'in c .): zeliller, (bkz: zilâl).
z u h â ri^ e ( ﻇ ﻬﺎ رﻳ ﻪa.i.) : sarma, pehlivanların yaptıkları bir oyun, [güreşçi, kendi ayağını arkasında bulunduğu hasmmın ayağının i؟ tarafına sokup dolaması),
zulm ا٠( ﻇﻞa.i.): 1. bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koyma. 2. zulüm, haksizlik, eziyet. (bkz:sitem).
zû-hazz ( ذ و ﺣ ﻆa.b.s.) : nasibi olan, kısmetli. (bkz : vâye-dâr, 'vâye-mend). zuhr ( ﻧ ﺮa.i.) : ihtiya ؟zamânı İ ؟in alınan ve saklanan şey. [en ؟ok mâneviyatta kullamlir : a'mâl-i sâliha insanin zuhrudur). zuhr ( ﻇ ﻬ ﺮa.i.c. : azhâr) : öğle, öğle vakti. Ba'dez-zuhr : öğleden sonra. Kable'zzuhr : öğleden önce. Salâtii'z-zuhr : öğle namazı. Vakt-İ zuhr : öğle zamânı. zuhri ( ﻇ ﻬ ﺮ ىa.s.) : öğleye âit, öğle ile ilgili, (bkz : zevâlî). zuhrûf ( ز ﺧ ﺮ و فa.i.c. : zehârif) : 1. altın, sahte zinet. 2. yalancı süs, gösteriş, yaldız, zû-hudûd-i kesire ( ذ و ﺣ ﺪ و د ﻛﺜﻴﺮهa.b.s.) : mat. * ؟okterimli, fr. polynômes, zuhûr ( ﻇﻬﻮرa.i.) : görünme, meydana ؟ikma, başgösterme, türeme. Nâgeh-zuhUr: ansızın, vakitsiz oluveren. Nev-zuhûr : yeni ؟ikma, moda, yeniyetme.
zu'l-maâçeyn ( ﻧ ﻮاﻟ ﯫ ﺷﻴ ﻦa.b.s.): zool. hem karada, hem de suda yaşayabilen hayvanlar, zulmâni ( ﻇﻠ ﻤﺎ ﻧ ﻰa.s. zulmet'den): zulmetli, zulmete, karanlığa mensup, karanlıkla ilgili, karanlık olan. zulmâniyeyn ( ﻇﻠﻤﺎ ﻳ ﻦa.i. zulm'den) : iki mânâlı olan, iki mânâya da gelebilen, mânâsı a ؟ık, sarih olmayan kelime, zulm âliyyet ( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ ﻳ ﺖa.i.): karanlık olma hâli. zulmât ( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ تa.i. zulmet'in c .): karanlıklar. Bahr-İ zulm ât: Atlantik okyanusu, (bkz : zulem, zuliimât, zulemât). zulmen ( ًﻇ ﻠ ﻤ ﺎa.zf.): zuliim yaparak, haksizİıkla. zulmet ( ﻇ ﻠ ﻤ ﺖa.i.c.: zulhmât, zulemât, zulmât): karanlık, (bkz : deycûr). zulmet-i ebkem : dilsiz karanlık, zulmet-i ten : viicut karanlığı,
zuhûrât ( ﻇ ﻬ ﻮ را تa.i.c.) : hesapta olmayan, umulmadık hâdiseler, rastlayış,
zulmet-efzâ ( ﻇﻠﻤ ﺖ اﻏﺰاa.f.b.s.): karanlığı artıran. (bkz: zulmet-fezâ).
zuhûrî ( ﻇﻬﻮرىa.i.) : 1. orta oyununda komik rolünü yapan kimse. 2. erkek adi.
zulmet-fezâ ( ﻇﻠﻤ ﺖ ﻓﺰاa.f.b.s.): karanlığı artıran. (bkz: zulmet-efzâ).
zuhûrî kolu : orta oyunu takımı, zuhûriyye ( ﻇﻬﻮرﻳﻪa.i.) : fels. émanatisme. 1388
zulmi, z ilim iz e ﻇﻠﻤﻴﻪ، ( ﻇ ﻠ ﻤ ﻰa.s.): zuliime âit, zulümle *ilgili.
zübâb,zübâbe z ü lü f
^ﻓﻰ
(a.i. z ı l f 'ı n c . ) : in e k , k o y u n , k e ç i
g ib i h a y v a n l a r ı n
ç a ta l t ı r n a k l a r ı ,
(b k z:
e z lâ f).
zû-selâsetîş-şerâfe
ZUİÛ1 ول٠( ﺀﻻa.i. z ıl l'ı n c . ) : g ö lg e le r, ( b k z : e z lâ l, z ıiâ i).
zuliimât ( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ تa.i. z u l m e t 'i n c . ) : k a r a n l ı k . ( b k z : z u le m , z u le m â t, z u lm â t) .
zu'm r
( زعa.s.) : 1. b â t ı l z a n , s a m , b o ? İ n a n ç .
2 . ş ü p h e , ( b k z : g ü m â n , re y b , ? e k k , z a n n ) . z u 'm i ^ â t
ات-زﺀﻣﻲ
( a .i .c .) : b â t ı l z a n l a r l a ilg ili
?ey ler, b o ? i n a n ç l a r l a ilg ili ?ey ler, z u n û n ( ﻇ ﻔ ﻮ نa.i. z a n 'd a n . c . : e z â n î n ) : z a n la r , s a m la r . z û - n ü t û ' ( ذ و ﻧ ﺘ ﻮ ﺀa .b .s .) : h e k . ü z e r i n d e ç ı k ı n tıla r , y u m r u l a r o la n v ü c u t o r g a n l a r ı n d a n b ir i.
zûr ( زو رf.i.) : k u v v e t, g iic. ( b k z : n î r û ) . zûr-ı bâzû : k o l k u v v e ti, zûr-ı bâzû-yi İrfân : b i l g i n i n b â z ı ı g ü c ü , zûr ( زو رa . s . ) : y a la n , a s ils iz , u y d u r m a [söz]. Ş â h i d - i z û r : y a la n c ı ş â h it. z u ra fâ
( زرورa.i. zırr'ın c.) : 1. düğm eler. 2. bot. to m u rcu k lar.
zu rûr
ز ف
(a.s. z a r i f i n c . ) : 1. z a r if le r , n â z ik ,
in c e d u y g u lu , h o ? k o n u ş m a y ı b i l i r z e k i k im s e le r . 2 . s e v ic i k a d ı n l a r . Z u râ h ﺿ ﺮا ح
( a . i . ) : M e k k e 'd e K â b e h i z â s m d a
o l a r a k g ö k te b u l u n a n B e y t-İ m a 'm û r 'u n b i r a d i. z û r - b â ( ز ورﺑﺎf .b .s .) : 1. k u v v e t, g ü ç lü . 2 . z o r b a , b i r İ?İ z o r la y a p t ı r a n .
zûrbây-âne ه٠ ( زوﻟﺒﺎﻳﺎf s . ) : z o r b a c a s ın a , z o r b a İık la , z o r b a y a y a k ı ş a c a k y o ld a ,
zûr-bâz ( ز و ر زf .b .s .) : 1. k u v v e tl e ,.z o r l a , c e b ir le o y n a y a n , k u v v e t o y u n l a r ı g ö s t e r e n s a n a t k â r . 2 . k u v v e tli.
ف١( ذو ﺛﻠ ﺔ اﻟ ﺜ ﺮa.b. i.) : hek.
(bkz : zâtü'?-?erâfeti's-selâse). zû-sem âniyyeti'1-vücûh ﻟﻮﺟﻮه١ﺛﻤﺎذﻳﺔ geo. sekizyüzlü, fr. octaèdre. zû-sitteti'1-vücûh
( ذوa.b.s.) :
( ذو ﺳ ﺘ ﺔ ز ﺟ ﻮ هa.b.s.) : geo.
altı yüzlü. zU-şefeteyn ( ذو ﺷ ﻔ ﺘ ﻴ ﻦa.b.s.) : 1. ik i dudaklı. 2. bot. taçy a p ra k cik lari ik i d u d a k ?eklinde
o lan çiçekler. zû-tüveyc a'le'l m ebiz ذ و ﺗ ﻮ ﻳ ﺞ ا ﻋ ﻠ ﻰ اﻟ ﻤﺒﻴ ﺾ (a.b.i.) : bot. tüveyçleri (taçları) y u m u rta lı-
ğ ın ü stü n d e b u lu n a n çiçekler.
ذو ﺗ ﻮ ﻳ ﺞ ﻟ ﻮ ر ﻗ ﺖ١(a.b.i.) : taçcığı çok y ap ra k lı olan
zû-tüveyc kesîrü'1-vüreykat ﻛ ﺜ ﻴ ﺮ
çiçekler. zû-tüveyc vah îd ü 'l-vü reyk ذو ﺗ ﻮ ج وﺣﻴﺪ اﻟﻮرﻳﻖ (a.b.i.) : bot. tâcı yekpare o la ra k te?ekkül
eden çiçeklerden h er biri. zuyûf, d u yû f
(a.i. z a y fm c.) : m isâfirler, ko n u k lar, ziyaretçiler, (bkz : zîfân).
zû-zeneb ( ذو ذﻧ ﺐa.b.s.) : k u y ru k lu . Kevkeb-i zû-zeneb : k u y ru k lu yıldız, (bkz : ahter-i
gîsû-dâr). ZÜ- ذو- (a.s.) : s a h ip " m â n â sın a kelim elerin ba?ına gelerek *birleşikler m ey d an a getirir. zü'1-cenâheyn : ı) z â h iri ve b â tın î ilim lerde ü stâ d olan zat; 2) zool. çiftekanatlilar. Zü'l-ehdâb : kirpikliler., gibi, zü'l-cenâh-ı miicelled : zool. aball m em eli1er, fr. dermaptères. zü'l-cenb-i sâbih : zool. *yanyüzergiller, fr. pleuronectes.
z û r - h â n e ذه،( زور خf.b.i.) : s p o r s a lo n u , k u lü p ,
zü'1-cinseyn : bot. *ikieşeyli, fr. bisexuelle.
z û r - k â r ( ز و ر ﻛﺎ رf b . s . ) : z o r la y a n ,
zü'l-efvâh-1 cenbiyye (-fasilesi) : zool. kö-
z û r - k â r â n ( ز و ر ﻛﺎ را نf.b.s. z û r - k â r 'ı n c . ) : z o rla y a n la r . z û r - m e n d ( ز و ر ﻫ ﺪf .b .s .) : k u v v e tl i, g ü ç lü , z û r - n â î ( ز و ر ﻻ ذ ىf .b .i.) : [ a s i l : " s û r - n â î ” d ır ] , ( b k z : s û r - n â î) .
zurû' ( د د و عa.i. z a r 'ı n c . ) : i n e k v e b e n z e r i g ib i h a y v a n l a r ı n m e m e le r i,
zurû ü z ü r û ' : e k i n l e r v e s ü t ü r ü n l e r i , zurûf ( ذ ^ و فa.i. z a r f ı n c.) : z a r f la r , k a b la r . Zurûf-İ ah vâl : h a lle r , İşler, * d u r u m la r .
p ek b alik lari.
( ذ و آ ﺑ ﻪa.i.c. : zevâib) : ziilf, perçem , kâk ü l. Zû-züâbe : k u y ru k lu yıldız, (bkz : ahter-i gîsû-dâr, kevkeb-i zû-zeneb).
züâbe
( ز ﻋ ﺎ ىa.s.) : 1. d erh al öldüren. 2. yerli C ezâyir askerlerinden m ey d an a gelen b ir sınıf. 3. b u askerin giydiği silin d ir ?eklindeki fes.
zü âf
zübâb» zübâbe ﺑﻢ١ ذب، ( ذ ^ بa.i.c. : zibbân) : sinek. Cenâh-1 zübâb : sinek k an ad ı. Tanîn-İ zübâb : sinek vızıltısı.
1389
zübâb-ı bakarî z ü b â b -ı b a k a r î : zool. büvelek, sığırlara m usallat o lan b ir sinek. z ü b â h ( ذ ﺑ ﺎ خa .i.): biy. b o ğ az d ak i tü k r ü k dam a rla rın m İltihâbı. z ü b â l e . i (a .i.):m u m ,k a n d ilfitili. z ü b â n ﻻن.( ذf.i.). (bkz : zebân). z ü b b â d ( ﻧﺒﺎلa .i.): 1. lcaymak [sütten]. 2. s. degersiz şey. ziib d ( ز ﺑ ﺪa .i.): tereyağı, kaym ak; sü tü n İçindelci yağlı m adde. zü b d e ( ز ﺑ ﺪ هa .i.c .: z iib e d ): 1. b ir şeyin en seçicin parçası. 2. öz, O z e t, S o n u ç , (bkz: netice). ziib d e-i b e ş e r : Hz. M uh am m ed . zü b d e -î k â in â t (k â in a tın ö z ü ) : H z. M uham m ed. ziib d e-i m a k a l : sözün özü.
Zü h al ( زح— لa .h .i.) : astr. S e k e n d iz , S a t ü r n g e z e g e n i. [nah s-1 e k b e r s a y ılır, g a m , k a y g ı v e r i c id i r . A h m a k l ı k , c â h il li k , p i n t i l i k , y a l a n v e fe n â lik , b u y ı l d ı z ı n a l t ı n d a d o ğ a n l a r d a o lu r].
zühbân
ﻧﻬﺒﺎن
(a.i. z e n e b 'i n c.) : a l t ın l a r , ( b k z :
e z h â b , z ü h û b ).
ziihd ( ز ﻫ ﺪa.i.) : h e r t ü r l ü z e v k e k a r ş ı k o y a r a k k e n d i n i ib â d e te v e rm e ,
zühd-i huşlc : k a b a s o f u lu k , zühdî ى
( ز ﻫ ﺪa .s.) : 1.
z ü h d e m e n s u p , z ii h d ile
ilg ili. 2. i. e r k e k a d i.
ziihdiyye ﻬ ﺪ ﻳ ﻪ ascétisme.
ﻧ
(a.i.) :
fels.
ç ile c ilik ,
fr.
ziiheyr ( ز ﻫ ﻴ ﺮa.i.) : bot. 1 . ç iç e k c ik , k ü ç ü k Çİç e k . 2. B â n e t S u â d k a s i d e s i n i n s â h i b i o la n K â 'b 'ı n - k e n d i s i g ib i ş â ir - b a b a s ı,
z ü b d î ( ز ﺑ ﺪ ىa.s.) : tereyag in a âit, tereyagil cisimler.
zühhâd ( ز ﻫ ﺎ دa.s. z â h i d 'i n c.) : z â h id l e r , ç o k
z ü b e d ( زﺑﺪa.i. ze b ed 'in c . ) : 1. köpükler, (bkz : ezbâd). 2. (a.i. ziibde'nin c . ) : zübdeler, özler, .özetler, .sonuçlar.
Ziihre
ziib ey r ( زﺑﻴﺮa .i.): 1. yazılı k ü ç ü k şey. 2. erkek adi. z ü b û l ( ﻧ ﺒ ﻮ لa .i.): 1. pejm ürdelik. 2. sararıp solm a. z ü b û l-y â fte ( ز ﺑ ﻮ ل ﻳﺎصf b .s .) : gübrelenip kuvv etlenm iş olan. z ü b û r ( زﺑﻮرa.i. zibr'in c .) : 1. m ektuplar. 2. kitaplar.. z ü b ü r ( زﺑﺮa.i. ze b û r'u n c . ) : 1. k itaplar. 2 ٠meletuplar. zü câc, zü câce زﺟﺎﺟﻪ، ( ز ﺟ ﺎ جa .i.): sırça, cam , şişe. zü c âc î ( ز ﺟﺎ ﺟ ﻰa .i.): 1. cam cı, sırçacı. 2. s. sırçadan, ca m d a n yapılm ış, zücâcî, ziicaciye زﺟﺎ ﺟﻴﻪ، ( ز ﺟﺎ ﺟ ﻰa.s.) ؛sırçad a n yapılm ış. M evâdd-1 z ü c â c iy y e : sırçad an , cam d a n yapılm ış icaplar, zücâciyye .( زﺟﺎﺟﻲa .i.): cam ve sırça kaplar, z ü c û r ( زﺟﻮرa.i. zecr'in c .) : zecirler, önlem eler, y asak etm eler; zorlam alar; kovm alar; eziyetler; an g ary a çalıştırm alar, zü g a b e “( ز ﻏﺎﺑ ﻪga” u z u n o k u n u r, a .i.) : 1. ŞİŞ; tüm ör, ur. 2. a n a t. b a ğ ırsa k ta O ziim lem eye yarayan k ü ç ü k çıkıntı, ziig ab e-i m ia : a n a t. b ag irsa k tü m ö rü . 1390
a ş ı r ı s o f u la r ; k a b a s o f u la r .
( زﻫﺮهa .h .i.) : astr. ؟
o b a n y il d iz i , ؟u lp a n ,
K e r v a n k ı r a n , V e n iis .
ziihre-i ceresiyye : bot. ç a n ç iç e ğ i, fr. cam panule. ziihre-cebîn ﺟﺒﻴﻦ
( زﻫﺮهa .b .s.)
: y ü z ü Z i i h r e y ıl -
d iz i g ib i p a r l a k o la n .
zührevi, zühreviyye
زﻫﺮوﻳﻪ، زﻫﺮوى
(a.s. v e i.) :
f r e n g i v e b e l s o g u k l u g u g ib i h a s t a l ı k l a r ,
zühûb
ﻧﻬﻮ ب
(a.i. z e h e b 'i n c.) : a l t ı n l a r , ( b k z :
ezh âb , z ü h b â n ). zühûk^ﻮ
( ز ﻫa.i.) : m a h v o l m a , y o k o lm a ; h ü -
k ü m s ü z k a lm a .
ﻧ ﺤﻮل
zühûl
(a.i. z a h l 'i n c.) : d ü ş m a n l ı k l a r , ö ç -
1er, i n t i k a m l a r .
ﻧﻬﻮل
zühûl
(a.i.) : 1. d a l g ı n l ı k l a u n u t m a v e y â
g e c ik t ir m e . 2 . İ ş in ç o k l u ğ u y ü z ü n d e n g e c i k t i r m e . ( b k z : z e h l).
zühur ﻢ
ﻧ ﻨ
(a.i.c. : e z h â r ) : d a r l ı k t a ç ı k a r m a k
İ ç in b i r i k t i r i l i p s a k l a n a n şey.
( زﻫﻮوa.i.c.) : ç iç e k le r, zühûr ( زﻫﻮرa.i.) : p a r l a k l ı k , zühûr
(b k z : e z h â r). p a rıld a m a , (b k z :
z ü h û re t).
zühûret
زﻫﻮو ت
(a.i.) : p a r ı l d a m a , p a r l a k l ı k ,
(b k z : zü h û r).
zükâ
زﻛﺎ
(a.s.) : p e ş i n p a r a ö d e y e n z e n g in k i m -
zükâ
ذﻛﺎ
(a.i.) : 1. G ü n e ş , ( b k z ؛â f t â b , h u r ş î d ,
m i h r , şe m s ). 2 . y ıld ız ، ( b k z : n e c m ) .
zü'l-g ٥ lsame٠i'l-musaff٥ h ٥ zükâm ( زﻛﺎمa.i.) : nezle. zükâm -ı m iizm in : hele, k ro n ik nezle, ziilcr ( ﻧ ﻜ ﺮa.i.) : y ü rek te olan düşünce,
( ﻧﻜﺮانa.i. zeker'in c.) : erkekler, (blez :
zükrân
zikâr, zikâre, zükûr).
"( ﻧ ﻘ ﻮ نlea” u z u n okunur, a.i. zekan'ııı c.) : iki ؟ene kem iğ in in aşağıda birleştiği nok talar; y ü z ü n alt uçları; ؟eneler.
ziileun
zükûr
( ﻧ ﻜ ﻮ رa.i. zeker'in c.) : erkekler, (bkz :
zükrân). ziikûret ve ünûset : erkeklik ve dişilik,
( ﻧ ﻜ ﻮ و ىa.s.) : erkekliğe âit, erkeklikle
ilgili.
( ﻧ ﻞa.i.) : (bkz : ZÜİI). zü'1-akl ( ﻧ ﻮ ا ﻟ ﻌ ﻘ ﻞa.b.s.) : tas. h a lk ı z â h ir ve zül
h a k k i b âtın gören [kimse]. zü ' 1-akl ve'1-ayn : tas. h a k k i h alk ta ve h alk ı
h ak d a gören [kimse]. zülâl
اﻻﻫﺪا ب
( ذ وa.b .s.) : z o o l. k ir p ik l il e r ,
fr. ciliés. zii'l-eş'âr-ı mebsûte ( ذ و ا ﻻ ﺷ ﻌﺎ ر ﻣﺒﺴﻮﻃﻪa. b .i.) : bot. t ü r l ü o r g a n l a r ı ü z e r i n d e tü y l e r i o la n b it k i.
zü'l-fem i'l-m üstedîr : zool. * y u v a r l a k a g ız h la r, fr. cylostome. zü'l-evbâr ا ﻻ و ﻷ ر
( ﺫ ﻭa.b .i.) :
bot. ü z e r i n d e v e y â
n ih â y e t i n d e u f a k tü y l e r i o la n * b itk ile r.
Ziileyhâ ( ز ﻳ ﺨ ﺎf.h .i.) : H z . Y û s u f 'u n re f ik a s ı,
z ü k û r e t C J j ^ ( a . i . ) :erkeklik. zükûrî
zü'l-ehdâb
( زﻻلa.i.) : 1. s a f h a f if soğuk, güzel, ta til
( b k z : Z e lîh â ).
z i i l f u U j (f.i.) : 1. y ü z ü n i k i y a n ı n d a n s a r k a n s a ؟lü le s i. 2 . s e v g i li n in s a ؟ı.
zülf-i arûs ( g e lin s a ؟ı) : 1) bot. fa s u ly e c in s i n d e n b i r * b itk i; 2) g. s. f ild iş i, o y m a v e k a k m a la rd a " a ra b e sq u e " e b e n z e r b ir m o tif; 5) b i r y a z ı s itili.
zülf-i b î-k a râ r: d u r m a d a n ? e k il d e ğ iş ti r e n z ü lf .
zülf-i dü -ârâ : s e v g i li n in
g ö n lü
s ü s le y e n ,
g ö n le h o ? g e le n z ü lf ü ,
zülâl-i İa'l : d u d ağ ın tadı,
zülf-i direfşân : d a l g a l a n a n s a ؟,
zülâl-i m afsali : biy. oy n ak *sıvısı, fr. synovie.
zülf-i m üşg-bâr : m i s k s a ؟a n z ü lf.
zülâl-i vasi : sevgiliye k av u şm ad a in sa n a leziz b ir su gibi hayat veren tad. 2. hek. yum u rta akı, albiim in. Şibh-i zülâl : hek. fr. albuminoïde. Tebevviil-i zülâl : hek. id-
rard a alb ü m in b u lu n m a. 3. k ad ın adi. zülâlî, ziilâliyye
ز ﻻ ﻳ ﻪ، ( ز ﻻ ﻟ ﻰa.s.) : y u m u r-
ta ak m a benzeyen, y u m u n ta akı vasfında olan [maddeler]. zülâm
( زﻻمa.s.) : z ü ğ ü rt, parasız. ( ذو ا ﻟ ﻌ ﻦa.b.s.) : tas. h a k k i zâ h ir ve
zii'1-ayn
h alk ı b âtın gören [kimse]. zü'1-cânibeyn
( ذو اﻟ ﺠﺎﻧﺒﻴ ﻦa.b.i.) : bot. b ir biri-
ne y ak ın iki Sira ü zerin e dizilm i? y ap rak lı *bitkiler. zü'l-celâl
( ذو ا ^ لa.h.i.) : celâl, u lu lu k sâhibi
zülf-i nigâr : miiz. T ü r k m ü z i ğ i n i n b i r k a ؟ a s ı r l ı k m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , g ü n ü m ü z e k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,
zülf-i y â r : 1) s e v g i li n in z ü lf ü , s a ؟ı; 2) mec. m e n f a a t, ؟ik a r . [ y a ln ız " z ü l f i y â r a d o k u n m a k " d e y i m i n d e g e ؟er].
zülfâ
زﻟﻔﻰ
(a.i.) : y a k la ş m a , y a k ı n l ı k ; d e re c e .
zü'1-fazl ا ﻟ ﻐ ﻀ ﻞ
ذو
(a.b.s.) : f a z ile t
s a h ib i,
f a z ile tli.
ziilfe
ﻧﻠﻔﻪ
(a.i.) : 1. k ü ؟ü k s a ç a k , p ü s k ü l . 2. e s k i
s ü lü s y a z ıs ı e l i f l e r i n i n u c u n d a k i ؟e n g e l.
ziilfekar " ( ﻧ ﻮا ﻟ ﻔ ﻘﺎ رk a " u z u n o k u n u r , a.i.) : H z . M u h a m m e d 'i n H z . A li'y e a r m a ğ a n e tt iğ i u c u ؟a ta l li k ı l ı ؟. [H z. A l i 'n i n k a h r a m a n c a k u lla n m a s ıy la ü n k a z a n m ış tır].
زﻟﻔﻰ
olan Allala.
ziilfi
( ذو ا ﻟ ﺠ ﻔ ﺎ حa.s.) : ؟ok taraflı; h er yana, h er tarafa gelebilir.
zii'l-filkateyn ( ﺫ ﻭ اﻟﻔﻠ ﺴ ﻦa.b .i.) : bot. ik iç e n e k lile r, fr. dicotylédones.
zü'l-cenâh
zü'1-cenâheyn ( ذو اﻟﺠﻴﺎ ﺣ ﻴ ﻦa.b.s.) : 1. iki kaııadlı; mec. zâ h irî ve b âtın î, y ân î dü n y â ve
âh irete âit bilgisi geni? olan kim se; zâ h iri ve b âtın ı m a'm ur, m es'ut, b ah tiy âr olan kim se. 2. zool. ؟iftekanadlilar, fr. diptères.
ziilfiyye
(a.s.) : s a ؟ile , lü le ile ilg ili, s a ؟a â it.
زﻟ ﻔﻴ ﻪ
(a.s.) : 1. [ " z ü lf î” k e li m e s i n i n
m ü e n .] . ( b k z : z ü lf ) . 2. i. k a d m a d i.
zü'l-galsam eti'l-m usaffaha ذ و اﻟ ﻔﻠ ﺼ ﻤ ﺔ اﻟ ﻤ ﺼ ﻔ ﺤ ﻪ (a.b .i.) : y a s s is o lu n g a ç lila r , fr. lam ellibranches.
1391
zü'l-hâfir
اﻟﺤﺎش
zü’l-h âfir
( ﺫ ﻭa.b .i.) :
zool. * to y n a k lıla r ,
t e k t i r n a k l i h a y v a n la r , fr. ongulés,
اﻟﺤﺎﻓﺮات
zü'l-hâfirât
( ﺫ ﻭa.i.) : * to y n a k lıla r , t i r -
zü'1-hasale ( ﺫ ﻭ ا ﺳ ﻠ ﻪa.b .i.) : bot. k a v u z lu l a r , fr. glum iflores.
اﻟﻘﺪر
( ﺫ ﻭa.b .s.) : itib a r , şe re f, h a y s iy e t
s a h ib i.
zü'1-kafîyeteyn “( ﺫ ﻭ ا ﻟ ﻌ ﺎ ﻓ ﺘ ﻴ ﻦlca" u z u n o k u n u r . a.b .s.) : ed. i k i k a f iy e li n a z ım . M e s e lâ : “H a n g i â k i l d e r k i a n c a k râh-1 gülşend e n g e ç in / B ir d e g a f ille r ; ş u nâlişgâh-1 ş i v e n d e n g e ç in " b e y t i n d e o l d u ğ u g ib i,
zü'l-kafiyeteyn-i mahcUb ؛ed. ( b k z : z ü 'lzü l-kafiyeteyn-i m iitekarrin : ed. i k i k a f iy e n i n a r t a r d a g e lm e s i.
ﺻ ﻰ١ذو
(a.b .s.) : kim. k a le v i m a d -
zü'1-karneyn ( ﺫ ﻭ اﻟ ﻌ ﺮ ﻧ ﻴ ﻦa .b .s.) : 1. i k i b o y n u z lu . 2. (h .i.) : K u r 'â n - ı K e r im 'd e a d i g e ç e n v e n e b i m i, v e li m i o l d u ğ u n d a t e r e d d ii d e d il e n z a t. 3. (h .i.) : [r iv â y e te g ö re ] B ü y ü k is k e n -
اﻟ ﻘ ﻮا ﻓ ﻰ
( ﺫ ﻭa.b .i.) : İlc id e n fa z la k a -
fiy e s i o l a n n a z ım . M e s e lâ : “Erbâb-1 lc a le m m a 'r if e t - â m û z - i i i m e m d i r / Âdâb-1 i i m e m m â h a s a l - ı fe y z - i k a l e m d i r ” b e y t i n d e o ld u ğ u g ib i.
ﻧﻞ
(a.i.) : a lç a lm a , h o r l u k , h a lc irlik . ( b k z :
z ü l l - i t e s l i m : te s li m o lm a a lç a k lığ ı,
z ü 'l - m a î ş e y n
اﻟ ﻤ ﻌﻴ ﺸ ﻦ
( ﺫ ﻭa.b .s.) : b iy . ilciy aşa-
y ış lı, [ h e m k a r a d a , h e m d e s u d a y a ş a y a b i-
zü'1-v e ch e y n اش 2. geo. i k i d ü z le m li.
ذو
( a .b .s .) : 1. ik i y ü z lü .
zü'1-vüreykateyn-i m üzâafeteyn ذو اﻟ ﻮ رﻳ ﻐﺘﻴ ﻦ ن٠ ( ﻣﻰﺀفa .b .i .) : bot. b i r s a p ü z e r i n d e İ k i ş e r İ k iş e r y a p r a c ı k l a r d a n m e y d a n a g e le n y a p ra k la r.
zü' 1-yedeyn ا ﻟ ﻴ ﺪ ﻳ ﻦ
ذو
( a .b .s .) : zool. i k i e llile r,
in s a n la r .
ل١ز ﻓ ﻞ
( a . i . ) : z e lz e le , s a r s ı l m a , d e p r e m .
( b k z : z e l z â l , z ilz â l).
ziimer ( ز نa.i. z ü m r e 'n i n c . ) : z ü m r e le r , g r u p la r. Sûre-i Z iim e r : K u r 'â n 'ın 39. s û r e s i o lu p zümre
زﻣﺮه
( a .i .c . : z ü m e r ) : 1. b ö lü k , t a k ı m ,
c e m a a t, to p l u lu k , s ın ıf, c in s , g r u p ,
ziim re-i hûbân : g ü z e ll e r c e m â a ti. 2. zool. * a ltta k ım .
وم٠ذ
(a.i. z e m m 'i n c . ) : z e m le r, y e r m e -
ler, k ı n a m a l a r , a y ıp la m a la r ,
züm ürrüd
( زﻣﺮدa . i . ) : 1.
z ü m 'r ü t. 2. s. mec. p e k
y e ş il ؛re n k ] .
züm ürrüdî, zü m ü rrü d în زرد س، zünâb'e
اﻟ ﻤ ﻄﻠ ﻌ ﻴ ﻦ
( ﺫ ﻭa.b .i.) : i k i m a t la 'l i
ز رد ى
(a .s .):
ذ ﻷﺑ ﻪ
( a . i . ) : [ h e r ş e y in ] a r d ı a r k a s ı,
( ﺫ ﻭa.b .i. v e s.) : z o o l. m a f
( ﺫ ﻭa.b .i.) :
ed. ik i d e n ç o k
m a t l a i o l a n g a z e l v e y â k a s id e .
zü'1-m ısrâeyn
ﺫ ﻭ اﻟ ﻤ ﺤ ﺮا ﻋ ﻦ
(a.i.c.) : 1. i k i k a p ılı,
i k i k a n a t l ı . 2. bot. * ik iç e n e tli, * y a s s is o lu n g a ç lila r , fr. bivalve.
اﻟﻤﻤﺎس
Z ü ' 1-m inen اﻟ ﻤ ﻦ
( a . i . c .: z e n â b i r ) : 1. e ş e k a r ıs ı.
zünbûr-âne
زﺳﻮراﺋﻪ
( a .f .z f .) : e ş e k a r ı s ı g ib i; si-
n e k g ib i.
ﻧﻨﻴ ﺐ
( a . i . ) : 1. k u y r u k ç u k , k ü ç ü k k u y -
r u k . 2. bot. s a p ç ık , k ü ç ü k sap .
zünnâr
زﻧﺎر
( a . i . c .: z e n â n i r ) : p a p a z l a r ı n b e lle -
r i n e b a ğ l a d ı k l a r ı u ç la r ı sa rk ılc , i p t e n ö r m e
s a llı ( h a y v a n l a r ) .
zü'l-m etâli' ا ﻟ ﻤ ﻄ ﺎ ﻟ ﻊ
زﻧ ﻮ ر
( b k z : tiin te ) . 2. g. s. b i r y a z ı s itili,
ziineyb-i zehre : bot. ç iç e k s a p ç ığ ı,
o la n [g a z e l v e y â k a s id e ],
اﻟﻤﻔﺎﺻﻞ
zünbûr
ziineyb
le n h a y v a n la r ] , fr . a m p h i b i e , z i i 'l - m a t l a e y n
zü'l-m im âs
(a.s. z e l û l in c . ) : y a v a ş v e b a ş ı y u -
( b k z : z in â b e ).
z ü 'l - l e v â h i k ( ﻧﻮاﻟﻠﻮاﺣﻖa.b .i.) : z o o l. k a m ç ı lı la r ,
1392
ﻧﺪل
z ü m r ü t g ib i, z ü m r ü t r e n g i n d e , y e m y e ş il,
z ille t).
z ü 'l - m e f â s ı l
( a .b .i .) : bot. e r k e k l i k o r-
m ı ış a k o la n la r .
züm ûm
d e r. z i i 'l - k a v â f î
ذو اﻻﺧﻮه
75 â y e ttir , M e k k e 'd e n â z i l o lm u ş t u r ,
d e le r i o la n [c isim le r].
z iill
zülül
zülzâl
k a f iy e te y n ) .
zii'1-kalevî
zü'1-uhuvve
ذو
g a n i a l i k ile b i r o la n * b itk i,
n a k l i h a y v a n la r , fr. ongulés.
zü'l-kadr
zü' 1-tarafeyn-i müfevvehe اﻟ ﻄ ﺮ ﻓﻴ ﻦ ﻣ ﻔ ﻮ ﻫ ﻪ ( a .b .i .) : zool. b i r ç e ş it ş e r it s o g u l c a m .
( ﺫ ﻭa .b .i.) :
kuşak.
Zü'n-nûn
( ﺫ ﻭa .h .i.) : A lla h .
( a . i . ) : Y û n u s P e y g a m b e r 'in
Zünnû n-ı M ıs r î : e v l i y â u l l a h 't a n b i r z a t.
( ﻧﻨﻮ بa.i. z e n b 'i n c . ) : g ü n a h l a r , ( زرافa . i . ) : z ü r â f â . zür'ân ( ﻧﺮﻋﺎفa.i. z i r â 'm c.). ( b k z : z ir â â t) . zünûb
zool. s if o n lu la r .
ﻧ ﻮاﺑ ﻮ ن
lâ k a b ı.
zürâfe
züyût- ؛tayyar ( ﻧﺮارهa . i . ) : s a ç ın tı, s a ç ı la n şey. zürbî ( زرﻳﻰa . i .c . : z e r â b î ) : g ü z e l d ö ş e m e , zürâre
zürûk [h a il,
m i n d e r v.b... g ib i].
( ز ر كa . s . : m â v i, m â v i m t ı r a k [re n k ], ( زراعa.i. z â r i 'i n c . ) : z ir a a tç ile r , ç if tç ile r,
z ü rrâ ' e k in c ile r .
zürriyyât
ذر „ ﻷ ت
ﻧﺮاح
( a .i .c .: z e r â r i h ) :
ﻧﺮﻳ ﺖ
( a . i .c . : z e r â r î, z ü r r iy y â t ) : n e s il,
k u ş a k , so y, d ö l. ( b k z : z ü r r iy y â t) .
zürrûh, zerrûh ﻧﺮوح، zool. k u d u z b ö c e ğ i.
ﻧﺮوح
( a .i .c .: z e r â r i h ) :
z ü r û ' ( زروعa.i. z e r 'i n c . ) : e k il m i ş t a r la l a r ,
( زرودa.i. z e r d v e z e r e d 'i n c . ) : s a v a ş ç ıla r in h a lk a h a lk a ö rü lm ü ş z ırh la n .
zürûd
ذو
( a .b .i .) : zool. d e n iz h ı y a r ı ,
d e n iz s o lu c a m , fr. holothuride.
zü'ç-çekleyn
ذو ا ﻟ ﺸ ﻜ ﻴ ﻦ
( a .b .s .) : kim. i k i şe -
k il li .
( ﻧﻮاﺑﻪa .i .c .: z e v â ib ). ( b k z : z ü â b e ).
zü vvâk ( ﻧﻮافa . i . ) : miiz. e s k i A r a p m ü z i ğ in d e se s n o t a l a r ı n ı n m e c m û ı ı n a v e r i le n b i r a d .
(a.i. z i i r r i y y e t 'i n c . ) : n e s ille r,
k u ş a k l a r , s o y la r, d ö lle r, (blcz : z e r â r î) .
zü rriyyet
ş ı r ın g a e tm e le r .
züvâbe
zürrâh, zerrâh ﻧﺮاح، zool. k u d u z b ö c e ğ i.
(a.i. z e r k 'i n c . ) : ş ı r ın g a y a p m a la r ,
zii's-sııkbe ا ﻟ ﺜ ﻔ ﺒ ﻪ
z ü r e f â ^ ( a . s . z a r i f i n c .) .( b k z : z u r a f â ) .
zürkat
ﻧﺮوق
zü vvâr ( زوارa.s. z â i r 'i n c . ) : z iy â r e tç ile r , g ö rm e y e , h a t ı r s o r m a y a g id e n le r.
zü yû f ( زﻳﻮفa.i. z e y f 'i n c . ) : k a lp , s ilik , k a r ı ş ı k p a r a l a r [m â d e n ].
züyûl ( ذﻳﻮلa.i. z e y l'i n c . ) : k u y r u k l a r , e te k le r, e k le r, ilâ v e le r.
züyût ( زﻳﻮتa.i. z e y t 'i n c . ) : y a ğ la r , züyût-i tayyâr ؛k o k u lu , ı t ı r l ı v e uçucu y a ğ la r.
1393