Nietzsche: Hayatı ve Eserleri [1 ed.]
 9786054452576

Citation preview

Nietzsche Hayah ve Eserleri Anthony M. Ludovici

Parşömen Yayınları [email protected] Felsefe Genel Yayın Y önetmeni İsmet Gülseçgin Anthony M. Ludovici

Nietzsche: His Life and His Works Nietzsche: Hayatı ve Eserleri Çeviri: Didem Çimiçin Sertifika No: 19845 ISBN 978-605-4452-57-6 Kapak Tasarım:HayalEvi Baskı ve Cilt: Barış Matbaacılık Güven Sanayi Sitesi C Blok Topkapı-İ stanbul Tel: 0212 674 85 28 1 . Baskı 2011 (1000 adet) PARŞÖMEN YAY INCILIK Zümrütevler Mah. Cüneyt Sok No:52/ A Maltepe-İ stanbul www.parsomenyayincilik.com

Nietzsche Hayah ve Eserleri Anthony M. Ludovici

Çeviren : Didem Çimiçin

İçindekiler

ônsöz • 7 1.

Bölüm•

19

Nietzsche'nin Yaşamı. 2.

Bölüm• 43

Nietzsche, Ahlak Dışıcı. 3. Bölüm• 61

Nietzsche, Ahlakçı. 4. Bölüm• 79

Nietzsche, Evrimci. s.

Bölüm• 97

Nietzsche, Sosyolog. Özet ve Sonuç • 121 Faydalı Kitaplar • 125

ônsöz Ünlü filozofların serilerine en son ilave oluş­ turmak amacıyla Nietzsche hakkında bir kitap için toplanan kurul önceki Nietzsche sever­ lerinin mücadele etmek zorunda oldukları kesin suretteki güçlük dönemlerinin bir simge­ siydi ve bu dönem nihayet sona erdi. On yıl boyunca propagandalarına ne olursa olsun cevap alamamışlardı ve bazıları ne kadar yük­ sek ses çıkardıysa da yayımlan uzay boşluğun­ daki sonsuzluğa ahlan top ateşleri kadar etki­ sizdi. Nihayetinde, eko duyulduysa da, geriye hiç de gerçekteki sese yakın bir şey gelmedi; gelen şey sızlanmaların ve inlemelerin eko­ suydu, hoşnutsuzluğu haykırmanın ve alay hs­ lamalarının ekosuydu. Ama, yıllar devriliyor da devriliyordu.- baskı makineleri de işliyordu, bs­ lamalar ve haykırışlar her zaman ki gibi devam ediyordu- ama en sonunda şimşekleri yatıştı ve azaldı- öfkelerinin fırtınası uzakta kayboluyor gibiydi- ara sıra ince fısıltılar duyulsa da artık şimşekler ve tıslamalar yoktu -ve birden ufukta güneş ışığı huzmesiyle ve gülümsemesiyle- ve yumuşak bir batı rüzgarıyla belirsiz övgülerin takip edeceği mavi bir çizgi göründü-ve bizim

7

Nietzsche baskımız görkemli ciltleriyle piya­ saya çıkmaya başladığında, Atlantik okyanusu­ nun her iki tarafında yer alan önceki düşman­ larımızdan 'Hürmetlerimizle saygılar' tebrik­ lerini almaya nail olduk. Ve şimdi bütün cesur arkadaşlarım neşeyle ve iyimserlikle ışık saçıyorlar. Peri masallarında gezenler gibi, nefret fırtınası ve gürültülü ser­ zenişler veryansın ederken, onlar pelerinleriyle birbirlerine daha sıkı sarındılar, ve hiçbir arsız rüzgar onların kisvelerini lime lime edemedi, ama şimdi tecvizin güneşi doğdu, zırhlarından kurtulmanın zevkini tadabilirler ve geçmiş teh­ likelerin mükafatı olan güzel havanın keyfini çıkartabilirler. Bahar sonunda gelmedi mi? Ayağımızın dibinde biten canlı çiçekler galip savaşçıları karşılamak için değil mi? Kadınlar, kadim zamandaki savaşçıları seven (hani özel­ likle başarılı olduklarında) kadınlar, bize güne­ şe baktıklarından daha yüce bir şekilde gülüm­ semiyorlar mı? . .. Güneş, kadınlar, çiçekler, gülümsemeler­ daha güzel bir kombinasyon olabilir mi? Ama dur, eyvahlar olsun! Konukların ara­ sında tahmin edilmeyen bir yaratık var, neşeli yüzlerin içinde ciddi bir surat, inançlıların

8

arasında bir inançsız, pırıl pırıl bir toplulukta karanlık bir çehre; güneşe gülümsemelere renk­ li kıyafetlere ve güneş şemsiyelerine kontrast oluşturan bir yaratık sıkıca kara şemsiyesini tu­ tuyor -çünkü İngiliz havasına dizginlenemez bir güvensizliği var! Ve iddia edebilirim ki, ben yalnızca İngil­ tere'nin değil aynı zamanda bütün modern Avrupa'run da hava şartlarını biliyorum. Onları öyle bir iyi biliyorum ki, günümüzde her şeyi kendisinden önce silip süpüren ve arkasında dümdüz edilmiş bir arazi bırakan korkunç demokrasi kasırgasına karşı, Nietzsche'nin etki­ sinin ayakta durabilecek kadar güçlü olup ol­ mayacağı konusunda ciddi şüphelerim var. Nietzsche her zaman doğru olmuş olabilir, fakat gerçeklik ve dürüstlük dünyamızda pek galip gelmiyor, gerçekten de gelmiyor: İncil'in kendisi, diğer adıyla iyimser kitap, bu önemli sırrı bir kere ve yalnızca bir kere açığa çıkarıyor­ Ayyu b' un hikayesinde. Kitabın sonundaki 'mut­ lu son' hiçbir gerçekçi gözlemciyi kandıra­ mıyor: seyircileri aydınlatmak ve rahatlatmak için modern oyunlara ve romanlara eklendiği gibi, hikayeye de eklendi: Ayyub' un gerçek hikayesi mutlu sona sahip değildi, cesur bir

9

adamın gerçek hikayesinde olduğu gibi, ölü Yatağında şu itirafı yapan yüce papanın gerçek . hikayesinde olduğu gibi: 'Dilexi justitiam et

odi iniquitatem, propterea morior in exsilio,'1 bir itiraftı ki, doğruluğun evrendeki ahlak düze­ nine göre mutlulukla ödüllendirileceğine olan inancı tam anlamıyla baltalıyordu. Nietzsche dürüst olmuş olabilir, işte bu yüz­ den, başarısız olabilir. Ben şahsen Nietzsche'nin sanat üzerindeki görüşlerine, dinine, psikoloji­ sine, ahlak anlayışına tamamen hürmet ediyo­ rum; bence hem tarih tarafından hem de genel kanı tarafından ispat edildiler; hatta bilimsel olarak bile kanıtlanabilirlerdi eğer ki bilim dün­ yaya demokratik önyargının renkli gözlükle­ riyle bakmaya son verebilseydi ... ama sonra, bu demokratik önyargıyı terk etmek zor olur; çünkü o hiçbir şekilde basitçe bir politik düşün­ ce değildir. Demokrasi, bir politik inanç olarak, kimseyi ürkütmeye ihtiyaç duymaz; çünkü poli­ tik düşünceler denizdeki dalgalar gibi birbir­ lerine galip gelirler, hangisinin gürültüsü daha yüksek, hangisinin sonu daha köpüklü; ama

1 'Adaleti sevdim ve ve eşitsizlikten nefret ettim, bu yüzden sürgünde ölüyorum.' 10

demokrasinin arkasındaki itici güç politik bir şey değildir - Hristiyanlık'tır. Hala güçlü olan bir din, dünyaya iki yıl hükmetmiş bir din, bütün filozofları, bütün edebiyatçıları, bütün kanunları, günümüze değin gelmiş olan bütün gelenekleri etkilemiş bir din, ta ki

sonunda

kalplerimize, kanımıza, sistemimize sızana ve farkında olmadan benliğimizin bir kısmı ve parçası olana dek. Şuanda hala hepimiz iç güdüsel olarak Hıristiyan'ız. Hıristiyanlık ne kadar Nietzsche'nin eleştirileriyle yara almış olsa da -nitekim ben durumun böyle olduğuna inanıyorum- şunu söylemek de ısrar ediyorum; yaralı bir aslan, bir araya toplanmış bütün yay­ garacı, politik, rasyonalist, agnostik, yenilikçi, Nietzscheci ve süper Nietzscheci farelerden da­ ha fazla güce sahiptir. Nietzsche'nin açısından, zafer kazanılmak isteniyorsa, bu kadar gü,çlü bir düşmana hü­ cum etmek ve onu tam da ihtiyaç duyulan nok­ tasından vurmak hepsinden daha cesurca ola­ nıydı. Nietzsche net bir şekilde şunu fark et­ mişti: eleştirinin oklan şu ana değin hep güçlü kalenin mevzisi dışına yönlendirilmişti -dog­ macılığa, doğaüstü şeylere, kiliseye ait olan Hıristiyanlığa. Ve kimse imanın tam kalbine

11

hedef almayı göze alamamıştı -danışıklı dövüş dışarıda devam ederken, imanın törelliği inanıl­ maz bir biçimde güçleniyor ve takviye toplu­ yordu. Mamafih, bu törelliği Nietzsche içtenlik­ le modern demokrasiyle bağdaştırdı, -çiçekli konuşmaları ve birlik beraberliğiyle- ve hürri­ yet çiçekleriyle bezenmiş demokrasinin gül ağa­ cının arkasında, Nietzsche anarşi ve çözülmeye başlamış gizlenmişliğin ejderhasını gördü. İm­ ha etmenin ve çökertmenin insanı korkusuydu Nietzsche'ye dinimize karşı yok edilemez coş­ kularla ateş püskürtme cesareti veren. Voltaire' in ağzında sadece nükteli bir nida olan 'ecrasez

finfame! (haysiyetsizi yerle bir et)' deyimini Ni­ etzsche anlamını kastederek kullanan ilk kişiy­ di. Kıtada Nietzsche'nin büyük öncüsü olan, aynı zamanda o da her şeyin nasıl sona ere­ _ ceğinin farkında olan Wolfgang Goethe, düş­ manlarına karşı kalbinin en derinlerini açacak kadar sağduyulu

bir insandı, o -Weimar'ın

büyük eski hipokratı- zıt akımın gücünü doğru şekilde hesap etti ve Hristiyanlık ve demok­ rasiye karşı olan açık savaşı büyük dostu, Hein­ rich Heine'ye, bu müthiş dahiye, bıraktı. Ve kıtada diğerleri de vardı, tabii ki yok denecek kadar az sayıda, ve bunların arasında

12

hiçbir politikacı veya bilim adamı veya kadını bulunmuyordu. Diğerleri modem fikirlerin gidi­ şatını gördü. Onların hepsi de şairlerdi. Şairler peygamber oldukları için, cesaretleri ve gurur­ ları, görevleri ve fırtınanın tam ortasına düşe­ cekleri gerçeğini göze alma istekleriyle, barda­ ğın düşüşünü ilk önce onların duyarlı düzen­ leri hisseder. Alman şair Hebbel, Fransız yazar Stendhal, onlar arasındaydı. Yeni bir Matthew Arnold olan -bu ülke için istediğim gaye- belki de başka bir şairi de kapsıyordur, bültenlerinde demok­ rasiye karşı hayranlık uyandırabilecek sözler bulunan

fransız

'Ne yazık!

Alfred de Vigny:

O sensin, Demokrasi o çölsün!

Kumunun altında her şeyi kefene saran ve ağartansın! Senin sıkıcı düzlüğün her şeyi kapladı ve dümdüz yaptı! Ebediyen vadiler ve tepeler birbirlerinin yerine geçecekler; ve sade- ce zaman zaman ce­ saretli bir insan görülecek, kum fırtınası gibi yükselecek, güneşe doğru on adım yükselecek ve sonra toz gibi yere düşü­ verecek. Ve sonra kumun sonsuz düzlü­ ğünü kurtaracak hiçbir şey görülmeye­ cek.' 13

Goethe ve Hebbel, Stendhal ve Heinrich Heine, Alfred de Vigny ve friedrich Nietzsche, hepsi güneşe on adım attılar ve şimdi hepsi Hıristiyan demokrasisinin kuru k�mları alhnda

huzurla uyuyorlar. Eserleri okunuyor tabii ki de; fakat ne yazık! Ne kadar da az kişi onların ne demek istediklerini anlıyorlar! Bunu görüp irkiliyorum. Ve yaşantımdaki bir başka anı hatır­ lıyorum -tedirginlik veren bir anı daha- beni aşan bir fikrin oluşturtuğu an, ki o günden beri beni ele geçirmeye devam ediyor. Kabul odasın­ da ev sahibesinin gelmesini beklerken, Weimar tepelerinin üstündeki villasında, Bayan F örster Nietzsche'ye ziyaretteydim. Frietrich Nietzsche' nin kahramansı ruhunu bıraktığı bu kutsal ze­ min üzerinde durduğum ilk seferdi, ve dola­ yısıyla etkilenmiştim; usturuplu bir biçimde etrafı kolaçan ettim ve birden duvardaki bir el yazısını fark ettim. Elyazısı, marifetli mimarın odadaki meşe tablolarına bolca işlediği güçlü bir harf olan N'yi de kapsıyordu. N, tabii ki ba­ na başka büyük bir isimle bağlantılı olan bir başka N'yi de çağrıştırıyordu, -N, imparator tacıyla ve plaketin üstündeki kartalla ve Napo­ leon Bonaparte'nin sembolüyle birlikte işlen­ mişti. Demokrasinin bir başka kurbanı daha

14

vardı: devrim dalgasıyla yükseltilmiş, anarşi se­ lini boğmaya ve dizginlemeye çalışmış bu adam yeri doldurulamayan rakibinin olduğu kadar alçakça yutulmuştu, Röcken papaz evi­ nin cesur rahibinin oğlu. Başlangıçtaki güçlü kılıç ve yüzyıl sonun­ daki kudretli kalem birbirlerine benziyorlardı, etkisiz kaldıkları 'İnanç'a karşı. Şüphesiz, fener­ le yakılmış gibi o anda Avrupa'nın kaderini göz­ lerimin önünde açık bir şekilde gördüm. Bir inanç, demirden bir inanç. Daha fazla muhafızları, daha fazla mükemmel erkeklerin olmayacakları bir kıta için kaçınılmaz olan bir inanç. İhmalkarlığın gafletiyle en iyi olan kanını dökecek bir çağ için kaçınılmaz olan bir inanç. İtaatsizlik ve anarşiyle dolu din tarafından sür­ dürülen insanlar için kaçınılmaz olan bir inanç. Ve bir çok inancın, bir çok çağın, bir çok im­ paratorluğun çöküşünü görmüş kendi ırkımı düşündüm -bir başka felakete tanık oluyorken, ben oradaydım işte, ölümsüz Yahudi. Ve irkil­ dim, ev sahibesi geldiğinde henüz nefesimi to­ parlayamamıştım. Korkunç değil mi? Fakat gerçekleşmezse ne olacak? ' Günümüzde daha fazla peygamberler yok.' Diyor Talmud alaylı bir biçimde. Pekala ,

15

ben, Nineveh'in çöküşüyle ilgili duyurusu ger­ çekleşmediğinde melankolik olan atam Jonah' ın aksine, şunu söylemekte ısrar ediyorum; sahte peygamber olmaktan büyük bir zevk ala­ cağım. Ama şemsiyemi aynı şekilde tutuyor olacağım.

Oscar Levy, 54 Russell Square London, W. C.

16

Nietzsche'nin Eserlerine değinirken kul­ lanılan kısaltmalar T. K.

== Tan Kızıllığı

z.

== Böyle Buyurdu Zerdüşt

İ.K .Ö.

==

K.Ü.

== Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine

EKL.

==

İyinin ve Kötünün Ötesinde Eklemeler

17

Bölüml Yaşamı ve Eserleri

'Gelecek tüm nesiller için ismin kutsal ola! Tüm arkadaşların adına, ben, taleben olarak, harika yaşanhn için sana en içten şükranları­ mızı haykırıyorum.'

'Sen bu dünyaya adım atınış en soylu ve en temiz insanlardan biriydin.' 'Ve dostun da düşmanın da bilecek dahi ol­ sa, senin mezarında bu vasiyeti açıklamayı yer­ siz görmüyorum. Çünkü biz dünyayı biliyoruz; Biz Spinoza'nın inancını biliyoruz. Nietzsche'

nin anısının etrafında dahi, ahfat gölge düşüre­ bilir! Ve bu yüzden şu sözlerle kapatıyorum: 'Küllerin huzurla dolsun!' 1

Das Leben friedrich Nietzsche, frau förster- Nietzsche 1-

19

Ustasının mezarı başında, Ağustos

1900' de,

Nietzsche'nin en sadık dostu ve talebesi olan Peter Gast tarafından ifade edilmiş bu tablo, Ni­ etzsche hayranının ustasına olan tavrının tipik bir örneği sayılabilir. Diğer taraftan, Nietzsche' nin rakiplerinin ve düşmanlarının garantisine sahibiz ki onlar için hiçbir şey Nietzsche'nin yaşamı ve eserlerinden daha fazla modem top­ luma zarar vermez, daha kötü, daha tehlikeli ve daha komik olamaz. Günümüzde, Nietzsche oldukça etkili bir güç, ve onun etkisi öyle bir hızla artıyor ki, ya­ şamdaki görevimiz her ne olursa olsun, onun tam olarak neyi temsil ettiğini ve yukarıda veri­ len düşüncelerden hangisine katılmamız gerek­ tiğini bilmemiz icap ediyor. Aslına bakarsak, bu ilginç adamın hayatını ve yaşamını soranlar, onun neredeyse okuyucusunun sayısı kadar adlandırabileceğimiz niteliklerinin olduğunu göreceklerdir, ve onun hakkında konuşurken hiç de zor olmayan şey onun misyonunu be­ timleyen bir unvan vermektir. Bazıları onun 'filozof' ünvanı hakkını redde­ der; diğerleri onu önemsiz bir anarşist ilan eder ve büyük bir kitle, yeryüzünde kabul edilmiş her öğretinin müthiş zıttı olmasına karşın onun sonraki tüm eserlerini bir sığlıktan öte saymaz. 20

Bu kadar fazla düşünce türlerini kışkırtmak için, bir adam sadece çok yönlü değil aynı za­ manda etkileyici olmalıdır. Nietzsche' de her ikisi de mevcuttu. Bütün filozofi akım alanında saldırmadığı ve çürütmediği yok denecek ka­ dar

az

konu vardır; sert, parlak mermilerini çok

yok edici bir biçimde savurur, ve aynı zamanda, bu denli hedefin kesinliğiyle, şüphe yok ki ge­ leneksel düşünceleri kötüye kullanan kalelerin sesleri, ona huzurlarını bozan ve yok eden kişi olarak bağırıyorlar. fakat, tüm tozun, dumanın ve amansız harbin gürültüleri arasında, hem bir yöntem hem de farkına farkına varılması gere­ ken bir görev var -Nietzsche'nin değişken gö­ ründüğü kadar aslında değişmez olduğunu araştıran bir yöntem ve bir görev. Yaşamı ve tüm geri aldığı sözler ve duygu­ larındaki ani değişiklikler süresince, bir amaca ve hedefe sadık kalmıştı -insan cinsini yücelt­ me. İnsan zihnini sarsan her bir mühim soruyu gözden geçirirken, nüktelerinin sağanağı altın­ da ne kadar şaşkına döndüysek de, onun tüm eserlerinin içinde yer alan bu esas prensibi keş­ fedebiliriz: onun insanı yüceltme ve kişiyi in­ sanlığın büyük geçmişinden daha saygıdeğer hissetmesini sağlama arzusu.

21

İngiliz psikologlarına, doğa bilimcilere ve filozoflara saldırısında bile, 'Ahlakın Soy Bili­ mi' nde, onlara karşı suçlamaları nelerdi? O diyor ki onlar tarihin içindeki etkili, gerçekten gerekli ve nihai etkeni insanlığın alim gururu­ nun en son bulmayı isteyeceği yerlerde, örneğin bazı kör ve tesadüfi düşünce mekanizmaların­ da, otomatik ve tamamen pasif adaptasyon ve uyarlamada, doğaya uyum sağlamanın zorunlu davranışında arayarak insanı isteyerek veya is­ temeyerek alçalhyorlar. Yine, daha sonra etraflıca söz edeceğim, ev­ rimcilerin deyimiyle 'var olmanın mücadelesi' ne olan saldırısında, önerme olan, yaşam -kendi içinde safi bir varoluş- tek başına amaç olmaya değer görüşüne son derece karşı çıkıyor. Ve, bu bir kez daha insanı ve tutkularını yüceltme eme­ liyle ilgilidir ki, böylece saldırıyı eşitler. Onun yöntemleri hakkında ne düşünüyor­ sak olalım, bu yüzden, onun amacının en azın­ dan yeterince yüce ve onurlu olması -aklımızda tutalım ki o hiçbir zaman görevlerden doğru veya yanlış kaçınmadı- onun düşündüğü gibi amacını elde etmesine yardımcı olabilir. Nietzsche ne idi? Onun kendisinin, filozof­ ların dünya üzerindeki görevlerinin tanımını

22

kabul edecek olursak, filozoflar sıralamasının en önüne, onu yerleştiririz. Çünkü, ona göre, yeni değerlerin yeni standartların yarahlışı, filo­ zofun tek gayesidir; ve bu da onun başardığı şeydir. Diğer taraftan, bütün 'okul' filozolanyla, bize onun sistemini göstermesini istersek, bü­ yük ihtimalle hayal kırıklığına uğrarız. İşte bu bakımdan onun hakkındaki düşüncelerimizi uyarlamamız gerekebilir. Her ne· olursa olsun, şunda ısrar etmekte fayda var ki o hiçbir şekilde rezil düzenin şairi değildi; yalın bir nazım yazarı veya epik şairi değildi, ama o eski Yunan'da kelimenin tabiri ile bir şairdi, örneğin bir yaratıcı gibi, günü­ müzde böyle adamlar o kadar nadir ki, şair bozuntuları da onlara inancımızı yok ettiğinden gerçekten onların yaşayıp yaşamadıklarını sor­ gulamaya yatkınız. Goethe belki de modern Avrupa'da son örnekti ve Michelangelo, Leonar­ do da Vinci ve Galileo gibi adamların bilimsel başarılarını anımsasak dahi, onların, saf sanat­ sal ve şiirsel başarılarıyla bilim alanındaki ilahi ve sezgisel güçlerini -bu ikisinin ne kadar ayrıl­ maz olduğu gerçeğine karşın- ilişkilendirmeye yeteri kadar hazır değiliz. Bu düzenin şairlerinin yüksek otoriteye sız­ ma alışkanlığını bildiğimizden, Nietzsche'nin

23

yeniliklerine bilim çerçevesinde saygıyla yak­ laşmamız gerekebilir, onun şair dehasına 'kar­ şın' değil ona bağlı olarak. Ne yazık ki, günü­ müzde bu böyle devam etmiyor. Baştanbaşa duygudan ve histen bilimi ayırdıysak da (olduk­ ça yanlış bir biçimde, Herbert Spencer ve Buckle' ın da ilan ettiği gibi) , şimdi, nerede duygu ve ihtiras önerisini görsek, dudaklarımızı büküp gözcülüğümüzü yapma eğilimindeyiz. Nietzsche'yi Hıristiyanlığın en amansız düş­ manı ve kilisenin en sert eleştirmeni olarak or­ taya koyduğumuzda, kendinden önce gelen ataları tuhaf gibi görünüyor.

1813' te

doğan

babası, Kari Ludwig Nietzsche, Alman Protes­ tan kilisesinde bir rahipti; babaannesi rahipler­ den oluşan uzun bir soy geçmişinden geliyor­ ken, dedesi de kiliseye hizmet etmişti. Annesi­ nin ailesine baktığımızda da işler pek değişmi­ yor, çünkü annesinin babası, Oehler, bir papaz­ dı ve Nietzsche'nin kız kardeşine göre, oldukça etkili, hoşgörülü bir din adamıymış gibi gözü­ küyor. Fakat böyle ortodoks atalara sahip olan bir adamın bir peygambere ve Nietzsche'nin dam­ ga reformuna dönüşmesi gerçeğinde şaşılacak bir şeyler gördüğümüz için belki de yanılan biz-

24

lerizdir; çünkü unutmamalıyız ki, yalnızca uzun süreli disiplin geleneği ve birçok nesil boyunca devam etmiş sert adetler, tek bireyler tarafından başlahlmış çığır açan eylemlerin ilk koşulu olan azim ve kararlılığı şahlandırabilir, bir çok büyük insanın yaşantılarında da rast­ landığı gibi. Nietzsche,

15

Kasım

1844' te, Saxony Prusya

eyaletinde, Lützen yakınındaki Röcken'de doğ­ du. Çocukluğunun erken dönemlerinden itiba­ ren çetin ve etkili bir çocuğa benziyordu ve çocukluktaki sıradan rahatsızlıkların hiç birin­ den muzdarip görünmüyordu. Kızkardeşi tara­ fından yazılan biyografide, ailesi ve ataları tara­ fından sahip olunan bu ender sağlığın altı ger­ gin biyografi yazarı tarafından çizilirken, bu gerçek üstüne oldukça vurgu yapılmışhr. Elisa­ beth Nietzsche (haziran

1846

doğumlu), söz

konusu biyografi yazarı, özenle bu gerçekleri saptamasında muhteşem bir şekilde haklı çıkarılıyor; çünkü biliyoruz ki, şair filozofumuz deli olarak öldü ve bir çokları onun deliliğinin genetik olduğunu ve tüm eserlerinde deliliğine rastlanabileceğini göstermeye çalıştı. Nietzsche'nin babası

1849' da

öldü ve diğer

yıl aile Naumburg'a taşındı. Çocuk orada önce

25

bir hazırlık okulunda, daha sonrasında ise şeh­ rin Dil Bilgisi okulu olan Gymnasium' da ilk öğrenimini gördü. Bir erkek çocuğu olarak, savaş oyunlarına ve yalnız oturmaya çok düş­ kün olduğu söylenir ve öyle görünüyor ki an­ neannesinin ayağına yaslanarak onun Büyük Napolyon'la ilgili anılarını dinleyerek saatlerini geçirirdi. 1858'in sonlarına doğru, Bayan Niezsche'ye oğlu için, yetiştirmiş olduğu alim­ leriyle ünlü Landes-Schule-Pforta' da 6 yıllık bir süre için burslu öğrenim teklif edildi. Disiplinin çok sıkı olduğu Pforta' da, çocuk hem normal okul derslerini takip etti ve de muhteşem bir gayretle çalıştı. Sıradan okul çalışmalarında bile katiyetle ortalamanın üstünde olmasına rağ­ men, kızkardeşi bize, bu süre içerisinde kendi­ sini diğerlerinden ayıran şeyin onun özel çalış­ maları ve sanatsal girişimleri olduğunu söylü­ yor. Wagner'in besteleriyle de ilk tanışması bu­ rada oldu ve onun müzikal çalışmalarıyla ilgili de şimdi bir şeyler söylemek de fayda var. Bildiğimiz kadarıyla, müzik onun sonraki hayatında çok değil ama yine de ufak bir rol oy­ nadı onun üç önemli makalesinin bize kanıt­ ladığı kadarıyla: Richard Wagner Bayreuth' tach, Wagner'in Davası ve Wagner'e Karşı Ni­ etzche. Ama korkarım ki, bu meselenin burada 26

çok derinine inmek imkansız olacak, ilgimizi çekecek bir önceliği olan daha önemli mesele­ lerin pahasına bu konuyu atlayalım. O zaman şu kadarını söylemekle yetinelim, bir çocuk olarak Nietzsche'nin kabiliyeti o kadar dikkat çekici hale gelmişti ki, içinde bilir kişilerin de bulunduğu aile ve arkadaşlar arasındaki büyük­ leri bir süre endişelendiren şey, onun müthiş yeteğini geliştirmek için sahip olduğu diğer ka­ biliyetleri bırakıp bırakmayacağı meselesiydi. Sonunda, ne kadar onun bir alim olması gerek­ tiğine karar verilse de ve o ne kadar tamamen beste yapmayı ve piyano çalmayı bırakmadıysa da, müzik hayatındaki ciddi bir hobi inadının ötesine erişemedi. Demfm o ki, bu yüzden şu anda bu konu üzerindeki değerli ve önemli olan eleştiri yazılarım doğal olarak hariç tuta­ cağım. Nietzsche'nin Pforta' daki alh yılı onun son­ raki düşüncelerinin çoğunluğunu oluşturmada etkendir. Onun bütün duygusallıktan uzak ola­ rak, çok sıkı eğitimin önemine vurgu yaphğını duyduğumuzda; azla yetinme ve kanun, düzen ve disiplinin önemiyle ilgili düşüncelerini oku­ duğumuzda, şunu aklımızda tutmalıyız ki o bu şeylerin gerçek bilgisine ve onların önemini edin­ miş olduğu derin tecrübesine dayanarak konu27

şuyor. Felsefedeki mükemmelliği Pforta' da al­ mış olduğu muhteşem eğitimine y9rulabilir ve bitirme sınavı için orijinal bir konu (Theognis, Megara'nın büyük aristokrat şairi) üzerine yazdığı Latince makalesi, onun ahlak üzerine sonraki tüm fikirlerinin temelini sergiledi. Nietzsche 1864'te Pforta' dan ayrıldı ve filo­ loji ve teoloji çalıştığı Bonn Üniversitesi'ne gir­ di. İkincisini altı ay sonra bıraktı, buna rağmen 1865 sonbaharında Bonn'u, ünlü öğretmeninin öncelik ettiği yer olan Leipzig için bıraktı. 1865 ve 1867 arasında Leipzig' teki çalışması kariye­ rine en büyük önemi sağladı. Helenizm, Schopenhauer ve Wagner şimdi hayatına gir­ mişti ve onun için başlıca etkilerdi ve her biri kendi içinde onun en önemli görevinin ne ol­ ması gerektiğini belirliyordu. Hellenizm onu daha da güçlü bir şekilde filolojiye ve geneldeki kültür problemlerine çekti; Schopenhauer onu filozofiye yönlendirdi ve Wagner ona öğreticili­ ğindeki asıl Leit-motif olan bir konudaki ilk basamakları öğretti -Sanat meselesinden bahse­ diyorum. Bu iki yıldaki çalışması, ne kadar zorlu da olsa, hiçbir şekilde sağlığını etkilemedi, ve miyop olmasına karşın , en ufak bir sıkıntı ol­ madan en büyük sıkıntıya o dönemde kat28

lanabildiğini söylüyor. Kuvvetli ve enerji dolu bir yapıya sahip olarak ve her ne kadar vücut gücünü kullanmanın yollarını keşfetmekten endişe duysa da, bir asker olma fikrine kar�ı il­ giliydi. 1867 sonbaharında, Sahra Topçu Sınıfı dördüncü alayına girdi ve görevlerini üstlerini oldukça memnun edecek biçimde yerine ge­ tirdi. Ama, ne yazık ki, bu pek de uzun sürme­ di, çünkü bir attan talihsiz bir şekilde düşmenin sonucunda, görev süresini bitiremeden, san­ cağından ayrılmak zorunda bırakıldı. _ 1868 Ekim' inde, ciddi bir rahatsızlığın sonu­ cunda, Leipzig' deki işine geri döndü ve şimdi belki de kariyerindeki en başarılı ve en kararlı olduğu olay gerçekleşti. Bu Nietzsche'nin müm­ kün olduğu kadar çabuk bir şekilde Doktora­ sını alıp sonrasında seyahat etıne hayaliydi. Bu esnada, halbuki diğerleri onun ne yapması gerektiğine karar vermekle meşguldü. Öğren­ cilik günlerine yazmış olduğu 'Rheinisches Mü­ zesi' nde yayımlanan bazı filoloji makaleleri, eğitsel Bale Kurulu'nun ilgisini çekmişti. Ku­ ruldan birisi, Nietzsche'yle ilgilenen Ritschl ile bağlanhya geçti ve alim öğrencinin gönderdiği cevap okadar tatmin ediciydi ki, Bale Üniver­ sitesi, Ritzschl'ın gözde öğrencisine onların

29

Klasik filoloji Profesörlüğü'nü teklif etti. Bu nadir bir onurdu ve onu taçlandırmak için, Leipzig Üniversitesi Nietzsche'yi daha fazla sı­ nava tabi tutmadan ona doktora derecesini ver­ di -gerçekten de bağnaz ve resmi olan Alman­ ya' da olağanüstü bir olaydı! Bale' deki ilk yılları öncelikle, akıllarımızda onun açılış söyleviyle: 'Homeros ve Klasik Dil Bilimi', franko- Alman savaşına istinaden yap­ tığı icraat ile, ve 'Eğitim Enstitülerinin Geleceği' üstüne verdiği derslerle yer eder. Bunlara değin­ mekten daha ötesini yapamayacağım, ama sa­ vaşa gelince, daha detaya inmekte fayda var. 1870 Temmuzunda, Fransa ve Prusya arasın­ daki husumet açıldı . Şimdi, Nietzsche her ne kadar B�le' e terfiye kabul için bir İ sviçre vatan­ daşı olmaya zorlandıysa da, halkı Almanya'nın onuru için savaşırke11 eylemsiz kalmaya gönlü razı değildi. Buna rağmen İsviçre'nin tarafsız­ lığına gölge düşürmeyerek de savaşması müm­ kün değildi. Bu yüzden sağlık görevlisi olarak gitti ve bu mevkide gerekli olarak çıkışı aldık­ tan sonra, savaşa doğru önceki vatandaşlarını takip etti. Elisabeth Nietzsche'ye göre, kardeşi­ nin sonradan ortaya çıkan sağlıksızlığının tüm sebebi işte bu fedakar davranışıydı. Ars-Sur-

30

Moselle' de hasta ve yaralılarla ilgilenirken, so­ rumlu olduğun birilerinden dizanteri bu­ laşmıştı. Savaşın zorlukları yüzünden zayıfla­ yan bünyesiyle birlikte oldukça ciddi bir şekil­ de hastalandı ve görevinden uzaklaştırıldı. Bu­ nu yapabilmek için yeterli güce ulaş madan çok daha önce, Bale' deki işine geri döndü; ve artık savaştan önce keyfini sürdüğü sağlığına bir daha asla kavuşamayacağı hayahnın ikinci evre­ sine başlıyordu. 1872 Ocağında, Nietzsche ilk kitabını yayım­ ladı, Trajedinin Doğuşu. Bu aslında, öğrencilik yıllarının başlarında hep planlamış olduğu He­ lenizm üzerine çok daha kapsamlı olan eserin bir kısmıydı ve Bale' de 'Yunan Müzikal Drama' ve 'Socrates ve Trajedi' başlığı altında verilen iki giriş dersi için hazırlanmış olduğu söyle­ nebilir. Eser Wagnerciler tarafından ilgiyle karşı­ landı ama Nietzsche'nin filoloji arkadaşları arasında daha çok şüphe ve kuşku uyandırma­ ya yaradı. Bu genç profesörün sanatın dünya üzerindeki önemine ne kadar önem verdiğinin bir göstergesiydi ve buna yalın bilim adamları müsamaha gösteremezdi. 1873 ve 1876 yılları arasında, Nietzsche, hala BAle'de iken, Almanya'nın Schopenhauer'ın

31

gençliğinden beri okumuş olduğu, konu ve şe­ kil olarak en şaşırtıcı eserleri arasında olduğu­ nu ıspatlayan dört makale daha yazdı. Eser sahibi bu eserleri 'Zamansız Düşünceler' diye adlandırdı ve onun bunları yazmasındaki amaç şüphesiz ki Alman kültüründeki yeniden olu­ şumdu. İlki, David Strauss -Nietzsche'nin 'Kül­ tür Materyalizmi' diye adlandırdığı Tübingen' in ünlü din adamı- kişiliğinde, Alman materya­ lizmine karşı saldırıydı ve yakın zamandaki as­ keri zaferin sonucu olarak Almanya'daki düşün­ ce ve hareket alanındaki bütün alanları birden istila eden aşırı kendini beğenmişlik duygusu­ nu engellemek için tasarlanmıştı. İkinci maka­ lesi, Tarihin Sömürülmesi ve Kötüye Kullanıl­ ması, günümüzdeki Alman zekasını felç edecek olan 'tarihi sağduyu' daki veya geçmişe bakma aşkındaki aşırı müsamahaya karşı bir protes­ toydu. Bu eserde, Nietzsche tarihin nasıl pek çokları için değil de pek azı için olduğunu gös­ termeye çalışmıştır ve deneyim dersine dayana­ bilecek güce sahip olanların ne kadar da nadir olduğuna işaret etmiştir. Üçüncüsünde, Eğitim­ ci olarak Schopenhauer' da, Nietzsche muhte­ şem hocasını, felsefede cansızlık oluşturan di­ ğer toz gibi kuru filozoflara karşı yarıştırıyor.

32

Dördüncüsü, Richard Wagner Bayreuth' de, büyük Alman müzisyeninin bir arkadaşı olarak Nietzsche'nin ona son övgü ifadelerini içerir. İçinde, duygularının değiştiğinin belirtilerini görüyoruz, ama yine de bütünde aşkla ve sami­ miyetle yazılmış bir övgüdür. Bu dördünden yalnızca biri çok fazla yorum getiren Zamansız Düşünceler, David Strauss'u konu edinen ilkiydi ve cesaretli genç filozofa karşı gürültülü bir yaygara yükseltti. Nietzsche bu süreç boyunca oldukça kötüleşiyordu. Kıs­ men çok çalışmaktan kaynaklanan hazımsızlık ve baş ağrıları ona aralıksız olarak ızdırap veri­ yordu ve ilaveten hayahnın en iyi arkadaşıyla, Richard Wagner'la, arasının son ve geri dönül­ mez biçimde bozuluşuna daha ve daha yak­ laşıyordu. Otoritelerden çıkış aldıktan sonra, 1876 son­ baharında bir sonraki önemli kitabına çalış­ maya başladığı Sorrento'ya gitti; İnsanca, Pek İnsanca, onu Wagner' den sonsuza kadar ayıra­ cak olan kitap. 1878 Şubatında, ilk cildi baskıya hazırdı ve nerdeyse Wagner' in Parsifal' i ile aynı anda basıldı, bilindiği gibi Nietzsche'nin önceki idolüne olan inancına öldürücü darbe olan eser­ di.

33

İnsanca, Pek İnsanca' da Nietzsche henüz bir filozof olarak olması gerektiği gibi kendi ayak­ larının üstünde duramıyor. Sadece yolunu bul­ maya başlıyor ve hala derin bir şekilde başka adamların fikirlerine kendini kaptırıyor -özel­ likle de İngiliz pozitivistlerininkine. Geçiş döne­ mi eseri olarak, yine de İnsanca, Pek İnsanca oldukça ilginçtir, onu takip Karışık fikirler ve Maximler (1879) ve Gezgin ile Gölgesi (1880)' nin de olduğu gibi. fakat bunların hiçbirinde, yazarın da kabul ettiği gibi, amaç belirliliği veya sonraki yazılarını nitelendiren bir tasfiye bulunamaz. 1879' da kötüleşen sağlığı yüzün­ den, Nietzsche Bale Üniversitesi'ndeki prefesör­ lük görevinden ayrılmaya zorlandı, ve o yılın baharında onu, istifasının kabulü üzerine Yöne­ tim Kurulu tarafından cömert bir şekilde veril­ miş yıllık 3000 franklık bir emekli maaşıyla be­ raber kendi geçimini sağlayan bir adam olarak görürüz. Bu maaşla ve f1400 civarındaki bir ka­ zançtan elde edilen küçük özel bir gelirle be­ raber hiçbir şekilde bolluk içinde değilse de yok­ sul da değildi ve her bir kitabının baskısının gelirlerini karşılamaya mecbur olduğunu dü­ şündüğümüzde, gerçek geliri hakkında biraz fikir elde edebiliriz.

34

Bu zamandan itibaren, Nietzsche' nin yaşamı seyehat ederek ve yazarak geçti. Viyana, Marienbad, Zürih, Ober-Engadine' daki St. Moritz, Sils Maria, Thuringia' daki Tautenberg, Genoa vb. mevsimlere göre kaldığı yerler ara­ sındaydı; 1880 yılı esnasında, sağlığı bariz bir şekilde düzeldi. 1881 Ocağında, Tan Kızıllığı' run taslağını tamamlamıştı ve durumundan çok memnun kaldığı söylenir. Tan Kızılllığı'nda, Nietzsche ilk kez gerçek kişiliğini ortaya çıkarmaya başlıyor. Bu kitap edebi anlamda onun büyük hayat emeğinin şafağıdır ve kitapta onu son zamanlarda başa çıkması gereken tüm problemlerle usta ve ce­ saretli bir şekilde cebelleşirken buluyoruz. 1881 Temmuzunda yayımlandı fakat zayıf bir tepki ile karşılandı. Gerçekten de, Zamansız Düşün­ celer' in sonuncusunun baskısından sonra, Ni­ etzsche vatandaşları arasında çok ufak bir hareket yaratmışa benziyor -bu gerçek onu ne kadar derinden sarstıysa da, sadece enerjisini ikiye katlamasına katkı sağladı. 1882 Eylülün­ de, hayatının en neşeli dönemlerinden bir tanesi esnasında yazılan Şen Bilim yayımlandı. O, fark yaratan takipçisi Böyle Buyurdu Zerdüşt' ün zaferli gelişini ilan eden tam bir bo-

35

razan yankısıydı. Onla beraber, Nietzsche'nin nihai felsefi düşünceleri yolunu bulmaya başla­ mıştı bile ve o ondan hemen sonra gelecek olan görkemli felsefi şiirine işleyecek olan yaşam aşkıyla ve enerjisiyle doluydu. Eserlerinin yetersiz başarılarıyla hayal kırık­ lığına uğramış ve bir takım arkadaşlarının dav­ ranışlarıyla incinmiş olan Nietzsche şimdi inzi­ vaya çekildi ve Rapollo'nun güzel koyuna yer­ leşerek bu muhteşem ahlaki, psikolojik ve eleş­ tirisel rapsodisi üzerine çalışmaya koyuldu; �serlerinin en muhteşemi olacağını ispatlaya­ cak olan, Böyle Buyurdu Zerdüşt. 1883-84 yılla­ rı esnasında, bu eserinin ilk üç kısmı yayım­ landı ve her biri ayrı olarak piyasaya sürülse de ve son yıllardaki diğer eserlerine verilen soğuk tepkiyle karşılansa da, Nietzsche bir kere dahi olsun umudunu yitirmedi ve azminde bocala­ madı. Yine de Herkes ve Hiç Kimse es·erinde ifade edildiğini bulacağımız olağanüstü ilham­ lar gerekliydi, bütün bu süreç boyunca münze­ vi yaşayan şairimizin etrafını kuşatan terslik­ lerin ve zorlukların içinde tamamiyle yalnız kalmış bir adam olarak dimdik ayakta kala­ bilmesi için. Bu zamanlarda Nietzsche uykusuzluğunu yenme umuduyla kloral almaya başlamıştı , 36

yine o zaman -bazı yanlış anlaşılmalara rağmen gerçek bir sevgi beslediği tek akrabası olan kızkardeşi- hiç haz etmediği bir adamla nişan­ lanmışh. Tüm bu esnada, diğer bir profesör kol­ tuğunu garantiye alma amacıyla Leipzeig Üni­ versitesi ile başlattığı görüşmeler, daimi olarak ümi tsizleşiyord u. Bu açıklama ile beraber, Böyle Buyurdu Zerdüşt' te belirtilen öğretilerden söz etmek zorundayım -gerçekten de, bu eserin şiirsel bir şekilde Nietzsche'nin tüm düşüncelerini içer­ diğini görerek, söz konusu kitaba bir şekilde değinmeden onun felsefisinin herhangi bir öğretisini tartışmak oldukça imkansız olurdu. Bu yüzden şimdilik pek bir şey söylemeye­ · ceğim, onu genelde Nietzsche'nin opus ma g­ num' u olarak kabul ediliyor diyerek kayda geçireceğim. Oluştuğu dört kısımda belirtildiği felsefi görüşlerin yanı sıra, özgeçmiş parag­ raflarının da değeri muazzamdır. İçinde, bir çok samimi deneyimlerini, arkadaşlıklarını, kav­ galarını, hayal kırıklıklarını, zaferlerini ve ben­ zerlerinin geçmişini buluyoruz; ve bütün hepsi oldukça çekici ve şairse! biçimde yazılmış ki, sorguladığı tüm sorulardan ayrı tutularak tek başına belles-lettres' in bir örneği olarak, eser gözden kaçırılmamalıdır. 37

Şimdi Zerdüşt' ün çevrilmediği çok az Avru­ pa dili kaldıysa da, eserin şimdiki ünü nerdeyse evrensel de olsa, yayımlandığı dönemde karşı­ laşhğı tepki o kadar yetersizdi ve öğretisine iliş­ kin yanlış anlamalar o kadar yaygın hale gel­ mişti ki, ilk kısmının çıkışının ilk yılıyla beraber, Nietzsche öğretilerini daha açık ve yanlış an­ laşılmayacak bir biçime sokmanın gerekliliğini halktan önce görmeye başlamıştı bile. Takip eden yıllarda, söylemek gerekirse 1883 ve 1888 yılları arasında -bu plan olgunlaştı ve 1886 ve 1889 yılları arasında, yazarımızın son olarak ruh halinin bozulduğu yıl, Zerdüşt şiirine düz yazı dizeleri olarak bakabileceğimiz üç önemli kitap yayımlandı. Bunlar: İyinin ve Kötünün Ötesinde (1886), Ahlakın Soykütüğü Ü stüne (1887), Putların Alacakaranlığı (1889); öldükten sonra yayımlanan Güç İstemi (190 1) ve yazarı ümitsiz bir şekilde Naumburg' da hasta olarak yatarken, 1895' te yayımlanmış küçük bir cilt olan Deccal de yazarın dostl�ına Zerdüşt'ü daha açık ve anlaşılır hale getirmeye çalıştığı bu döneme denk gelir. Gelecek bölümlerde, henüz söz edilmiş bu eserlerle ilgili önemli olan her şeyden kısaca söz etmeye çabalayacağım.

38

Nietzsche'nin yaşamıyla ilgili geriye ne kaldıysa yeterince üzücü ve herkesin bildiği şeyler. Kızkardeşi Elizabeth evlenip kocasıyla Paraguay'a gidince, Nietzsche hakikaten dost­ suz kaldı ve Peter Gast' ın bağlılığı ve yardımı olmasaydı, bedensel ve ruhsal sorunları yüzün­ den gerçekte olduğundan çok daha önce çöker­ di. Turin' deki son çöküşünün öncesinde, Ocak 1889' da, felsefi eserlerine yönelik olarak almış olduğu bilinen tek gerçek destek Kopenhag ve Paris' ten geldi. Bahsi geçen ikinci şehirdeki kişi Nietzshe'yi överek, kendini ona adayan Taine' ydi, ve ilkindeki, Alman filozofun yeni mesaj­ ları üzerine bir düzine ders veren zeki ve bilge profesör Dr. George Brandes' ti. 1888' te Kopen­ hag' da Brandes'in başarı haberleri Nietzsche' nin yazarlıktaki son yılını büyük ölçüde aydın­ lattı ve Nietzsche sonuna kadar Danimarkalı profesörle haberleşti. Bu derslerin Avrupa' da Nietzcheciliğin şafağı olduğu ileri sürülmüştür. Çok çalışmanın, ilaç kullanımına aşırı bağım­ lılığın ve hayal kırıklıkları ve gerginliği barın­ dırmanın sonucunda, N ietzsche' nin yüce aklı 1889' da Ocağın 2'sinde ya da 3' ünde bir daha düzelmemek üzere çöktü. Daha sonradan bir kağıt parçası üzerinde bulunan çalışması esnasında yazmış olduğu 39

son sözler, durumu hakkında yazılmış öğre­ nilen bütün tıbbi yaklaşımlardan daha fazla çöküşündeki trajediye ışık tutar. ' Uyuşturucu üstüne uyuşturucu alıyorum.' dedi, ' acımı din­ dirmek için ama yine de uyuyamıyorum. Bu­ gün kesinlikle aklımı kaçıracak derecede bir miktar alacağım.' O günden ölüm gününe (25 Ağustos 1900) kadar, son olarak kız kardeşinin candan görevi olarak Elizabeth, Paraguay' dan bir dul olarak döndüğünde, Nietzsche çaresiz, bilinçsiz ve has­ talıklı olarak yaşlı annesinin gözetiminde kaldı. Nietzsche' nin son safhasından bir fikir edin­ mek için, 1898' deki hastalığını görmüş olan Nancy' deki Profesör Henry Lichtenberger' den bir alınh koymaktan daha iyisini yapamam ve bu içten Fransız adamın değerli gözlemleriyle, bu bölümü sona erdireceğim: 'Yaşamın hevesli aşığının, enerjinin savu­ nucusunun, üst insanlığın bu elçisinin yavaş soluşunda, tarif edilemeyen bir üzüntü vardır -tarif edilemeyen bir güzel­ lik ve huzur. Çehresi hala görkemli, ışığı sanki içine yansımış gibi görünen gözleri tarif edilemeyen ve derince hareket eden

40

bir ifadeye sahiptir. Ruhunda neler olu­ yor? Kimse söyleyemez. Sadece mümkün olan şudur ki bir düşünür ve bir şair ola­ rak yaşamının soluk bir hatırasını sak­ lamış olabilir.'

41

Bölüm2 Ahlak Karşın Nietzsche

Nietzsche' nin yaşanu hakkındaki sıradan bir araşhrmadan, hususi meseleleri veya okuluna ve üniversitedeki çalışmalarına uzak olan prob­ lemleri hakkında derin düşünecek çok az vakti olduğu bilgisi toplanabilir. Gerçekten de, alim olması gerektiğine karar verildiği ilk andan, sı­ navsız olarak Leipzig Üniversitesi'nin onu dok­ toraya kabul ettiği güne kadar, hayah, arzula­ rının ona yüklediği görevler için ağır talepler tarafından öylesine yoğun görünüyor ki, yap­ mak istediği bu bile olsa, normal işi dışındaki hiçbir ciddi mesele ile ilgilenecek boş vakti ola­ mazmış gibi gözüküyor. Buna rağmen, mese­ leyi biraz daha derin bir şekilde inceleyecek 43

olursak, bizi şaşırtan şeyler buluyoruz, bütün bu ağır dönem boyunca -on üçünden yirmi dördüne kadar- hayal gücü bir kere bile olsa azami oranda uğraşhğı, okuluyla ve Q.niversite­ de dersleriyle alakası olmayan sorunlar etrafın­ da oynamayı bırakmadı. Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine ' deki girişte, şunları yazıyor: ' . . . on üç yaşındaki bir çocuk olarak, kötü­ lüğün kaynağı problemi beni sardı: o soruna, kalbimizde yarı oyun, yarı Tanrı olacak yaşta, ilk edebi çocuk oyunumu, ilk felsefi yapıtımı adadım; sorunun için­ deki çözüme gelince, pekala, olduğu gibi fakat adil olarak, Tanrı'ya onuru verdim ve onu kötülüğün Efendi' si ilan ettim.'1 Ve sonra devam ediyor: 'Çok az tarihi ve felsefi eğitim, psikolojik meselelere yöne­ lik doğuştan gelen ve hassas olan bir bi­ linçle beraber, çok kısa sürede benim problemimi başka bir probleme çevirdi: hangi du�umlar ve şartlar alhnda insan­ lar iyi ve kötü değerlerini icat ettiler? Ve onların kesin yargıları nedir?'

44

Bu problem, burada da belirtildiği gibi, yeterince hayret verici görünüyor; aslında daha büyük bir zaman ve karmaşadaki bir soruyu keşfetmek, tüm insan düşüncesi çerçevesinde zor olabilir; fakat göreceğiz ki nasıl Apologia pro Vita Sua' daki Cardinal Newman Roma Ka­ tolik Kilisesi için doğmuş gibi görünüyorsa, Ni­ etzsche de buna hücum etmek ve bunu çözmek için doğmuştur. Bir anı yansıtacak olursak, 'iyi'nin ve 'kötü' nün dünyada kesinlikle muhteşem bir güç elde eden kelimeler olduğunu buluruz. Herhangi bir şeye veya eyleme 'iyi' kelimesini yaftalamak ona cazip özelliği kazandırmak içindir, diğer taraftan ona 'kötü' kelimesini yapışhrmak onun varlığını men etmekle aynı şeydir. Eski İngiliz deyimlerinde bile, ' Köpeğe kötü bi� isim ver ve onu as', iki kısa kelime olan 'iyi' ve 'kötü' nün arasına sıkıştırılmış muazzam gücün önerme­ sini görüyoruz ve bu problemi ciddi bir şekilde ele almadan önce, bu iki kelimenin kesinlikle derin önemi üzerine kafa yormakta fayda vardı. Nietzsche, gözlemlediğimiz üzere, onların önemi hakkında hiç şüphe duymadı: onun yaşam tutkusu bu iki kelimenin anlamını, kay­ nağını ve asıl değerini çözme isteğiydi; ve o, sonucunu başarıncaya dek hiç dinlenmedi. 45

Şimdi, ahlakın -'iyi'nin ve ' kötü'nün günü­ müzde hemen hemen herkes için ne anlama geldiğini inceleyelim. Gerçek felsefe öğretmeni ya da öğrencileri olmayan neredeyse tüm in­ sanların aklında, şöyle bir batıl inanış vardır, ' iyi' kusursuz bir biçimde açık olan ve kesin olan bir değerdir ve şu 'kötü' ise herkesçe bili­ nir. Çok az insan bu iki kelimenin anlamının bir keresinde ya da her zaman sabit olduğundan şüphe duyuyormuş gibi gözükür. Sıradan Avru­ palılar, doğrunun ve yanlışın ne olduğu konu­ sunda her şeyin oldukça açık olduğu yanılgısı altında yıllar yılı yaşarlar, okurlar ve uyurlar. Böyle bir kişiye, Doğu' daki bir kısım insanların çocuk öldürme adeti olduğunu ve bunu iyi bir şey olarak nitelendirdiklerini veya Batı' daki bazı insanların yemeklerde hep ayrıldığını ve ayrı ayrı yemek yediklerini ve bunu iyi olarak çağrışhrdıklarını söylediğinizde, elbette ki bozu­ lacaktır. Nietzsche genellikle sorunun üstesin­ den gelirdi, fakat onların daha iyisini bilmedik­ lerini söyleyerek ve en sonunda darda olduğun­ da, iyi ve kötü hakkındaki aslında garip yer­ lerdeki insanları koruyan ve birleştiren görüş­ lerinin bazen kendi söyledikleriyle çeliştiğini kabul etmek zorunda kaldığında, şu umuda

46

sığınırdı; bir gün bütün bu farklılıklar yıkılabilir ve problem böylece çözülebilir. Sorunun böylesine kolayca örtülmesi yine de Nietzsche'yi tatmin edemezdi. En başından beri kendini tüm ulusal ve hatta ırkçı önyar­ gılardan arındırmıştı ve niçin Avrupa' da ve Avrupa gibi olan ülkelerde geçerli olan ahlak anlayışının gerekli bir şekilde ve nihayetinde diğerlerini alt etmesi ve onların yerini alması gerektiğine dair özel sebep göremiyordu. Bu yüzden soruya tamamen açık görüşlü bir biçim­ de hücum etti, ve 'iyi've'kötü' ifadelerinin in­ sanlık tarihinde rol oynadığı kısmını iyice an­ layıp anlamadığını kendisine sordu. Ahlak -eylemin ortası ve biçimindeki doğrulama­ tamamı ile anlaşılmış mıydı? Bu soruya o kadar cesur ve o kadar direk bir şekilde cevap verdi ki ilk başta bu açıklığı bizleri şaşırtabilir. Bu 'iyi' ve 'kötü' terimleri, bize söylediği şekliyle, yalnızca gücün bir algılama vasıtasıdır. Ve, gerçekten de, ahlak konusundaki fikirleri­ mizi eleştirdiğinde gösterdiğimiz dirençte, üstü kapalı bir şekilde anlıyoruz ki bu törellikte gerçekten de gücümüz barınıyor. 'Zerdüşt' e gö­ re, iyilik ve kötülükten daha büyük yeryüzünde hiçbir güç bulunamaz.' 'Hiçbir insan öncelikle

47

değer vermeden yaşayamaz ve insanlar kendi içinde istikrarı sağlasalar da, yine de komşusu­ nun değerleri gibi değer biçmemelidir.' İkinci cümlede Nietzsch�' nin tüm soruna olan aydınlatmasını görüyoruz. Eğer kendinizde istikrarı sağlayabiliyorsanız, çevrenizdekilerin değer verdif';l gibi değer vermemelisiniz. İyi ve kötü, o zaınan, kalıcı kesin yargılar ol­ maktan çıkar, biy•)loji ve insanbilim bakımın­ dan açıklanabilen bir sonyca hizmet eden geçici, ·göreceli değerler hali�e gelirler. fakat şimdi açık olmak adına biraz duralım, ve Nietzsche'nin nasıl böyle bir sonuca var­ dığını açık olarak inceleyelim. 1864 yazında, yirminci yaş yılındayken, tatilin sonunda hazır olması beklenen bazı ev ödevleri verilmişti. Bu ödev, birtakım seçmeli ders üstüne Latince bir teze dayandırılmak için­ di ve Nietzsche 'Theognis, Megara'nın Aris­ tokrat Şairi'ni seçti. Eserini hazırlarken, yazarın 'iyi' ve 'kötü' ifadelerini aristokratlıkla ve avamlıkla eşdeğer olarak kullanmasına takılmıştı ve onu ilk olarak bu doğru yola iten şey işte bu değerli ifadeydi. Kendi güçlerinin egemenliğini sürdürme arzu­ suyla, Theognis ve arkadaşları, doğal olarak bu ... .

,

48

güce saldıran herhangi bir güce kötü olarak bakmaya mecburlardı -'kötü' 'kendi güç düzen­ lerine karşı tehlikeli olma' açısından; ve işte bu yüzden oligarşi ve demokrasi arasındaki mü­ cadelenin ısındığı bir dönemdeki aristokrat olarak Theognis'e söz düşmüştü, demokratik değerlerden 'kötü' olarak ve kendi taraflarında olan değerlerden ise 'iyi' olarak bahsetmişti. Bu makale yazısı sadece gelecek bölümde bahsedebileceğim bazı diğer vargılara sahipti, fakat şimdilik sadece şunu söylemekle yeti­ neceğim, sırasıyla oligarşi ve demokrasiyi tasar­ lamadaki iyi ve kötü nitelemelerinin Theognis tarafından yapılmış keyfi kullanımına bakarak, Nietzsche ilk olarak ahlaka yalnızca güç için mücadelede kullanılan bir silah olarak bak­ maya ikna olmuştu, ve böylece saltçı bakış açı­ sına ait olan bütün genel yargılardan kendini arındırmıştı. Bu yüzden 'ahlak dışıcı' soyadı ve en muhteşem eserlerinden birinin başlığı olarak 'İyinin ve Kötünün Ötesinde' deyimini kullan­ ması onun hakkıdır. Buna rağmen şunu hatırlayalım, geçici ola­ rak kendini geleneklerin prangasından kurtar­ mak için, Nietzsche şüphesiz ki iyinin ve kötü­ nün ötesinde bir konum edindiyse de bu tavrı

49

hala anlık olmaktan öte değildi ve sonunda en sert olanın talep ettiği kadar katı bir ahlakçı ol­ muştu. O yeni bir ahlak biçimiydi, buna rağ­ men sonunda vaazını verdiği belki de unutul­ muş bir biçimdi ve onun için zemin hazırlama fikriyle, bir noktaya kadar eski idollerini yerle bir etmek zorunda kalmıştı. ' O iyi ve kötünün yaratıcısı olmalı' der Zerdüşt 'gerçekten de, o ilk önce yok edip değerleri parçalara bölen ol­ malıdır.'1 Görecinin konumunu göz önünde bulun­ durarak, Nietzsche bütün ahlakın, iyi ve kötü kelimelerinin bütün kullanımının yalnızca güç elde etmek için kullanılan bir kurnazlık olduğunu farketti. Hayvanlar krallığına göz­ lerini çevirerek, görüşlerini destekleyecek bir arayışa girdi ve çok kısa sürede şunu keşfetti: en azından biyolojide, hiçbir gerçek onun hipoteziyle çelişiyordu. Doğada, her tür organik canlı, yalnızca ken­ di türünün yeryüzünde hüküm sürmesi gereki­ yormuş gibi davranır ve açık bir saldırıyla ya da korkakça bir gizlemeyle bu sona varsalar da, her iki durumda da içgüdü aynıdır. Aslanın iyi­ liği ceylanın kötülüğüdür. 1- Z. , sf. 138 50

Eğer ceylan aslanın iyiliğinin kendi iyiliği olacağını düşünse, aslanın pençelerine yakalan­ madan önceki koşuşturmalar olmaksızın gider ve kendini açığa çıkarır. Eğer_ aslan ceylanın iyi­ liğinin kendi iyiliği olacağını düşünüyorsa, bir an önce vejetaryen olmalı ve hayatının geri kala­ nında etçil alışkanlıklarından kaçınmalıdır. Yi­ ne, hiçbir parazit, kurbanının sahip olduğu iyi ve kötü görüşlerini paylaşamaz ve hiçbir kur­ banda parazitin sahip olduğu iyi ve kötü görüş­ lerini paylaşamaz. O zaman, her yerde bu dav­ ranış biçimi geçerlidir ve de türü tarafından devam ettirilir ki bu da çoğunlukla tekrarlanma sıklığına ve belli bir türün genişlemesine yol açar, koruma ve güçlendirme ile en iyi şekilde sağlanabilecek olan türünün devam ettirmeyi beceremeyenler, güç için amansız bir mücade­ leyi gerektiren bu yönetim savaşında yenilirler. Şimdi bu bilgiyi insanoğluna uyarlayarak Nietzsche neyi keşfetti? Şimdi insanlar arasında mevcut olan farklı davranış biçimleri arasında da sürdürülen bir savaş olduğunu keşfetti, bir insanın iyi diye ileri sürdüğü, başka birince kötü diye tanımlanır ya da tam tersi. fakat bu noktadan kısa sürede şu kanıya vardı: ne za­ man ve nerede olursa olsun iyi ve kötü kesin

51

değerler olarak yerleştirilirse, bunlar belli bir insan kesimini korumak ve onları zenginleştir­ mek görüşüyle beraber bu belli kesim güce yükseltilir. İşte bütün ahlak denilen şey ihtiyaç ve istekleri için kendileri tarafından dokunmuş ve yukarı kaldırılmış farklı insan sınıfı kafala­ rının üzerinde uçuşan birçok İşçi Sendikası pankartlarından öte değildir. Şimdiye kadar iyi gitti. Ama o zaman, eğer bu böyleyse, ahlakın özelliği insanlar arasında oluşan sınıflar tarafın­ dan belirlenmelidir. Nietzsche'nin bu sonucu kabullenmede hiç tereddüt etmediğini göreceğiz, ve eğer bir anda şunu ifade ediyorsa 'Kimse henüz neyin iyi ne­ yin kötü olduğunu bilmiyor' diğer dakika ken­ disine şu araştıran soruyu soruyordu: 'bizim ahlakımız -demek istediğim, bizi basamak basa­ mak şekillendiren belli başlı değerler tablosu, insanoğlunun verasetindeki ve geçmişindeki bir ideal değerle uyuşuyor mu?' Nietzsche tehlikeli, kötü ve ahlaksız olarak anıldıysa, bu şu yüzdendir; insanlar bilerek onun bu son sorusunu görmezlikten gelmiş­ lerdir. Nietzsche'nin yaptığı gibi, kendini ifade eden ve bu soruyu yanıtlamaya çalışan hiçbir düşünür, yalnızca daha rahat çamur atabilmek

52

için yanlış anlama niyetindeki ön yargılı ve meraklı insanlar tarafından karalanmayı hak etmez, N ietzsche' nin karalandığı gibi. Nietzsche ciddi bir biçimde etrafına şüp­ heyle göz gezdirdi ve modem dünyanın görün­ tüsü kendisine geçerliliği kabul edilen şu soru­ ları sormasına yol açtı: ' Asırlardır iyi ve kötü diye kabul ettiklerimiz gerçekten de iyi ya da kötüler mi? 'Etik ilkeler çizelgemiz, istenilen bir türün çoğalmasına imtiyaz sağlıyo! gibi mi görünüyor?' Bu iki soruyu çözümlerken, Nietzsche ne yazık ki, modern toplumun en çetin kalelerine saldırdı: Hıristiyanlık ve Demokrasi; ve belki de bu, onun savaşının neden bu kadar adaletsiz ve umutsuz olduğunu açıklıyordur. Modem Avru­ pa'nın gücü- eğer gerçekten de gücü varsa- ke­ sinlikle 'ilerleme' ve 'çağdaşlık' diye bahsedilen şeyin büyükannesi ve annesi olan Hıristiyanlık ve Demokrasi' nin tarafında yatar; ve bunlara saldırırken, Nietzsche, aman vermeyen ve yön­ temlerinde vicdansızlık olan taş kalpli düşman­ larla göğüs göğse mücadele içinde olduğunun farkındaydı. Nietzsche açık bir şekilde şunu gördü, eğer, bütün ahlak kuralları farklı insan türlerini ko-

53

rumaya ve onları bir araya getirmeyi sağlayan silahlarsa, o zaman etik prensiple beraber Hıris­ tiyanlık dini de bu kurala karşı bir istisna ola­ maz. Kalbinde belli bir insan kesiminin çıkar­ larını gözeten ve bu kesimi yüceltmeyi arzu­ layan bir kişi tarafından bir yerde bir zamanda ortaya çıkarılmış olmalıydı. Şimdi eğer bu böy­ leyse, Nietzsche'nin amansız mantık dolu ak­ lına gelen bir sonraki soru şuydu 'Hıristiyanlık dini, değerleriyle beraber, tercih edilen bir insan türünü koruma ve çoğaltma niyetinde mi?' Bu son soruyu Nietzsche emin bir şekilde ce­ vaplandırıyor: 'Hayır!' fakat, bu negatif açıklığın sebeplerine girme­ den evvel önce durup yazarımızın bunları yazdığı ve düşündüğü koşulları ve o zamanki yaşını göz önünde bulunduralım. Nietzsche genç olmadan çok önceleri, David Strauss İsa'nın Yaşamı adlı eserini yayımlamış­ tı; 1863'te, Nietzsche hala ergenken, Renan Vie de Jesus'ı yayımlamıştı ve bu esnada Charles Darwin Türlerin Kökeni'ni dünyaya sunmuştu. Ve bu kitaplar, Hume, Kant ve Schopenhauer eğitimi almış bir Avrupa tarafından okunmuştu ve hepsinde de iyi bir kulağı olan herhangi birisinin Hıristiyan dogmacılığının düşüş tınıla­ rını duymaması mümkün değildi. Ve bu genel 54

yok oluş meselesinin ortasında, Nietzsche'nin olup bitene kayıtsız ve ilgisiz kalması nerdeyse imkansızdı, çok yakında Avrupa'nın bu genel düşünme akışına kendisinin de kapıldığını fark etti; fakat kendisinin nasıl tamamen bu akım­ dan bağımsız olduğunu ve her açıdan daha üstün olduğunu ispatlamak için. İlgiyle, bu yok edicilerin eserleri üstünde bir süre kafa yordu, fakat sonrasında birden, bu azimli ve iyi niyetli hırsızların gerçekten de kalıcı bir iyilik yapıp yapmadıkları veya bütün çabalarının belki de biraz yanlış yola sapmış olup olmadığını araşhrma ihtiyacı hissetti. Doğ­ ruydu, duvardaki bütün süslemeleri söküyor­ lardı ve Hıristiyanlık inancındaki sevgiyle anı­ lan tüm idolleri toza savuruyorlardı. Fakat du­ varların kendisi, yapının asıl taslağı dokunul­ mamış ve her zamanki kadar güçlü bir biçimde duruyordu. Birkaç kırık taş ve onları korumak isteyen papaz düşünceli arkeologlar tarafından yapılan birkaç sitem ve sonrasında tüm gürültü dindi! Avrupa önceden nasılsa hala öyleydi ­ yani hala, bol dekorlarının çok az tahrip olduğu Hıristiyanlık kalesinin ellerindeydi. Nietzsche çok geçmeden şunu anladı, tüm saçmalıklara ve Kant, Schopenhauer, Strauss,

55

Renan ve diğerlerinin Hıristiyanlık dogmasını reddetmesine karşın, Hıritiyanlığı esas çekir­ deği, vücudunun hayati organı -onun ahlakı- şu zamana kadar tamamen el değmemiş bir şekil­ de kalmıştı. Hayır! Nietzsche, bu kalenin Hıris­ tiyanlık ahlakını makul, kabul edilebilir ve man­ tıklı zeminler üzerinde destekleyecekleri üstü­ ne yemin eden bilim adamları ve eğitmenler tarafından bizzat düzeltildiğini ve tamir edildi­ ğini gördü. Tıpkı Hıristiyanlık dogmasının ve metafiziğin Orta Çağdaki öğreticiler tarafından makul kılındığı ve felsefi olarak ispat edildiği gibi; şimdi de Hıristiyan ahlakı, Avrupanın ay­ dınları tarafından temiz bir felsefi kisveye bü­ ründürülüyordu. Daha makul olamayarak dogmayı terk eden tüm öğreticiler ve bilim adamları, süslü kitap­ larla ve öğrendikleri ilmi eserlerle Hıristiyan ahlakını iki katı şevkle güçlendirmeye çalışı­ yorlardı. Onu sanki insan doğasının yaratılışın­ da varmış gibi kabul edenler vardı ve bunu ahlak duygusuna dayandırıyorlardı; diğerleri de -iyi niyetli biyologlar- onu bütün bir şekilde bırakmayı arzu ediyordu, onun zevk ve acı duygularının doğal bir sonucu olduğunu inanç­ la belirtmişlerdi; ve onun beklendik ya da bek-

56

lenmedik bir biçimde kendiliğinden ortaya çık­ mış olacağını düşünen başkaları da vardı. Bunlardan hiçbiri Hıristiyanlıktaki 'iyi' ve 'kötü' tanımlarında durmadan rasyonalist ola­ mazlar, kendilerine şunları sormak için: diğer dinlerin sığınağı altında hüküm süren diğer iyi ve kötü düşüncelerinde olduğu gibi, bu Hıris­ tiyanlık düşünceleri de belli bir yerde belli bir kişi tarafından belli bir türü korumak ve bir­ leştirmek amacıyla uydurulmuş olunup ola­ mayacağını. Dogmadan kurtulmadaki çabala­ rından soluksuz kalıp, belki de işin yapılması gereken en önemli kısmının öylece durduğunu düşünmemişlerdi. Nietzsche Hıristiyanlık yapısının en teme­ line indi. Onun ahlakını hedef aldı ve dedi ki: Eğer bu dinin değerini ölçeceksek, Gadarene domuzunun kayboluşu veya somunların, balık­ ların mucizeleri gibi hikayelerin gerçek mi yalan mı olduğuna dair önemsiz tartışmaları­ mıza bir son vermeliyiz ve tüm Hıristiyan ahla­ kını bir kefeye koymalı ve onun değerini bir ahlak sistemi olarak ölçmeliyiz. Sırada bekleyen çok daha önemli mevzular olduğundan Niet­ zsche, Huxley'in yaptığı gibi kiliseyle tartış­ mayı hafife alabilirdi. Dinin değeri onun ahlaki

57

değerleri ile ölçülür, çünkü ahlak değeriyle in­ sanları şekillendirir, arkasına alır ve onun saye­ sinde egemenlik sürecek insan türünü açığa çıkarır. Metafizikle ve her yerinde yıkıntılar içinde olan Hıristiyan dogmasıyla beraber Nietzsche kendi yaşındaki gelenekleri yıkan rasyonalist­ lerden çok daha öteye bir adım attı. Hıristiyan değerlerine saldırdı ve onların yalnızca diğer değerlerdeki gibi, güç için mücadele eden belli bir insan türünün elindeki bir silah olduğunu ifade etti. Bu adım çok cesurcaydı, sıradaki, Hıristiyan­ lık ülküsünün temelini oluşturan sınıfı keşfet­ mek olan bir serinin ilkini oluşturuyordu. Bu Hıristiyan değerlerinin soylu bir tür tarafından bu türü idame ettirme amacıyla yaratılmış oldu­ ğu ispatlanabilirse, iliklerine kadar haklı çıkmış araştırmadan sonra Hıristiyanlık gizlendiği yer­ den ortaya çıkardı ve dogmasına verilen zararı kapatması da Nietzsche'yi onun yanında dur­ masından ve son nefesine kadar da onu muha­ faza etmesinden alıkoyamazdı. Ama eyvahlar olsun! İşler bir şekilde farklılaştı ve Nietzsche' nin sonuçtan en ufak bir şekilde canı sıkılmadı. Azimli ve tavizsiz dürüstlükle araştırmasını

58

sürdürürken ve her ne kadar rahatsız edici ve kötü de olsa hiçbir tür yargıdan kaçınmayan Nietzsche -son derece dindar bir evin oğlu, düzen ve gelenek sevdalısı, damarlarında içten inanan nesillerin kanıyla beraber- sonunda ken­ disinden önce gelenlerin umudu ve gücü olmuş olan inancı reddetmeye hatta kınamaya mecbur kalmış olarak buldu kendisini. Bu adımı nasıl kaçınılmaz olarak gördüğünü açıklayacağım gelecek bölüme geçmeden önce, Nietzsche'nin genel felsefesiyle ilgili şunu söyle­ mekte yarar var; aslen ve baştan aşağı inançlıdır ve hatta ruhunda peygamberseldir. Onun eser­ lerini takip eden hiçbir dikkatli okuyucu, Niet­ zsche' nin içten inançlı bir adam olduğundan şüphe duymaz.'Böyle Buyurdu Zerdüşt' e tek başına bir kere bakmak bile birine buna inan­ dırır; ' daha yüksek bilgiye bir adım'1 olarak 'pa­ ha biçilmez bir memnuniyet yolu'1 olarak, 'disip­ lin ölçütü' 2 olatak 'güçlü bir sosyal faktör'3 olarak sürekli eserleri boyunca dine yapmış olduğu bu ahflarında, bu gerçek hakkında daha sağlam kanıtlar bulunuyor. 1-. İ .K.Ö . 2-. İ .K.Ö 3- K. Ü . 3. makale 59

Şunları akılda tuhnakta fayda var, Nietzsche hakkında araştırmamız boyunca görünürde hep yüksek bir örnek oluşturdu; o böyle bir yapıya ancak yeni ahlak anlayışını sıkı bir şekil­ de gözlemleyerek ulaşabileceğinin farkındaydı; ve de ahlakın diğer şekillerine ö�ellikle Hıris­ tiyanlık boyutuna karşı çıktıysa eğer, bu onların istenilmeyen hatta alçak bir insan türü yarat­ tıklarına samimi bir şekilde inanmasından dola­ yıydı. 'Doğrusu, insanlar iyiyi ve kötüyü kendileri yarattılar. Doğrusu onları almadılar, bulmadı­ lar; cennetten bir ses olarak falan da düşmedi.4 'İyilere ve doğrulara bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parça­ layandan, bozandan, yasa bozandan: Oysa o yaratıcıdır.'5 . 'Aslında insan kirli bir nehirdir, birisi ça­ murlu bir nehri kirlenmeksizin içine almak is­ tiyorsa en azından deniz olması gerekir.' 'Bakın, size "insanüstü"nü öğretiyorum. O, işte bu denizdir ki içinizdeki küçümseyen o tavır batabilir.' 6 4.- Z. 5.- Z 6.- Z. 60

Bölüm 3 Nietzsche, AhW