Mustafa Kemal Atatürk'le Sohbet [1 ed.]
 5251221420

Table of contents :
a - 0029
Untitled.FR12 - 0001_2R
Untitled.FR12 - 0002_1L
Untitled.FR12 - 0002_2R
Untitled.FR12 - 0003_2R
Untitled.FR12 - 0004_1L
Untitled.FR12 - 0004_2R
Untitled.FR12 - 0005_1L
Untitled.FR12 - 0005_2R
Untitled.FR12 - 0006_1L
Untitled.FR12 - 0006_2R
Untitled.FR12 - 0007_1L
Untitled.FR12 - 0007_2R
Untitled.FR12 - 0008_1L
Untitled.FR12 - 0008_2R
Untitled.FR12 - 0009_1L
Untitled.FR12 - 0009_2R
Untitled.FR12 - 0010_1L
Untitled.FR12 - 0010_2R
Untitled.FR12 - 0011_1L
Untitled.FR12 - 0011_2R
Untitled.FR12 - 0012_1L
Untitled.FR12 - 0012_2R
Untitled.FR12 - 0013_1L
Untitled.FR12 - 0013_2R
Untitled.FR12 - 0014_1L
Untitled.FR12 - 0014_2R
Untitled.FR12 - 0015_1L
Untitled.FR12 - 0015_2R
Untitled.FR12 - 0016_1L
Untitled.FR12 - 0016_2R
Untitled.FR12 - 0017_1L
Untitled.FR12 - 0017_2R
Untitled.FR12 - 0018_1L
Untitled.FR12 - 0018_2R
Untitled.FR12 - 0019_1L
Untitled.FR12 - 0019_2R
Untitled.FR12 - 0020_1L
Untitled.FR12 - 0020_2R
Untitled.FR12 - 0021_1L
Untitled.FR12 - 0021_2R
Untitled.FR12 - 0022_1L
Untitled.FR12 - 0022_2R
Untitled.FR12 - 0023_1L
Untitled.FR12 - 0023_2R
Untitled.FR12 - 0024_1L
Untitled.FR12 - 0024_2R
Untitled.FR12 - 0025_1L
Untitled.FR12 - 0025_2R
Untitled.FR12 - 0026_1L
Untitled.FR12 - 0026_2R
Untitled.FR12 - 0027_1L
Untitled.FR12 - 0027_2R
Untitled.FR12 - 0028_1L
Untitled.FR12 - 0028_2R
Untitled.FR12 - 0029_1L
Untitled.FR12 - 0029_2R
Untitled.FR12 - 0030_1L
Untitled.FR12 - 0030_2R
Untitled.FR12 - 0031_1L
Untitled.FR12 - 0031_2R
Untitled.FR12 - 0032_1L
Untitled.FR12 - 0032_2R
Untitled.FR12 - 0033_1L
Untitled.FR12 - 0033_2R
Untitled.FR12 - 0034_1L
Untitled.FR12 - 0034_2R
Untitled.FR12 - 0035_1L
Untitled.FR12 - 0035_2R
Untitled.FR12 - 0036_1L
Untitled.FR12 - 0036_2R
Untitled.FR12 - 0037_1L
Untitled.FR12 - 0037_2R
Untitled.FR12 - 0038_1L
Untitled.FR12 - 0038_2R
Untitled.FR12 - 0039_1L
Untitled.FR12 - 0039_2R
Untitled.FR12 - 0040_1L
Untitled.FR12 - 0040_2R
Untitled.FR12 - 0041_1L
Untitled.FR12 - 0041_2R
Untitled.FR12 - 0042_1L
Untitled.FR12 - 0042_2R
Untitled.FR12 - 0043_1L
Untitled.FR12 - 0043_2R
Untitled.FR12 - 0044_1L
Untitled.FR12 - 0044_2R
Untitled.FR12 - 0045_1L
Untitled.FR12 - 0045_2R
Untitled.FR12 - 0046_1L
Untitled.FR12 - 0046_2R
Untitled.FR12 - 0047_1L
Untitled.FR12 - 0047_2R
Untitled.FR12 - 0048_1L
Untitled.FR12 - 0048_2R
Untitled.FR12 - 0049_1L
Untitled.FR12 - 0049_2R
Untitled.FR12 - 0050_1L
Untitled.FR12 - 0050_2R
Untitled.FR12 - 0051_1L
Untitled.FR12 - 0051_2R
Untitled.FR12 - 0052_1L
Untitled.FR12 - 0052_2R
Untitled.FR12 - 0053_1L
Untitled.FR12 - 0053_2R
Untitled.FR12 - 0054_1L
Untitled.FR12 - 0054_2R
Untitled.FR12 - 0055_1L
Untitled.FR12 - 0055_2R
Untitled.FR12 - 0056_1L
Untitled.FR12 - 0056_2R
Untitled.FR12 - 0057_1L
Untitled.FR12 - 0057_2R
Untitled.FR12 - 0058_1L
Untitled.FR12 - 0058_2R
Untitled.FR12 - 0059_1L
Untitled.FR12 - 0059_2R
Untitled.FR12 - 0060_1L
Untitled.FR12 - 0060_2R
Untitled.FR12 - 0061_1L
Untitled.FR12 - 0061_2R
Untitled.FR12 - 0062_1L
Untitled.FR12 - 0062_2R
Untitled.FR12 - 0063_1L
Untitled.FR12 - 0063_2R
Untitled.FR12 - 0064_1L
Untitled.FR12 - 0064_2R
Untitled.FR12 - 0065_1L
Untitled.FR12 - 0065_2R
Untitled.FR12 - 0066_1L
Untitled.FR12 - 0066_2R
Untitled.FR12 - 0067_1L
Untitled.FR12 - 0067_2R
Untitled.FR12 - 0068_1L
Untitled.FR12 - 0068_2R
Untitled.FR12 - 0069_1L
Untitled.FR12 - 0069_2R
Untitled.FR12 - 0070_1L
Untitled.FR12 - 0070_2R
Untitled.FR12 - 0071_1L
Untitled.FR12 - 0071_2R
Untitled.FR12 - 0072_1L
Untitled.FR12 - 0072_2R
Untitled.FR12 - 0073_1L
Untitled.FR12 - 0073_2R
Untitled.FR12 - 0074_1L
Untitled.FR12 - 0074_2R
Untitled.FR12 - 0075_1L
Untitled.FR12 - 0075_2R
Untitled.FR12 - 0076_1L
Untitled.FR12 - 0076_2R
Untitled.FR12 - 0077_1L
Untitled.FR12 - 0077_2R
Untitled.FR12 - 0078_1L
Untitled.FR12 - 0078_2R
Untitled.FR12 - 0079_1L
Untitled.FR12 - 0079_2R
Untitled.FR12 - 0080_1L
Untitled.FR12 - 0080_2R
Untitled.FR12 - 0081_1L
Untitled.FR12 - 0081_2R
Untitled.FR12 - 0082_1L
Untitled.FR12 - 0082_2R
Untitled.FR12 - 0083_1L
Untitled.FR12 - 0083_2R
Untitled.FR12 - 0084_1L
Untitled.FR12 - 0084_2R
Untitled.FR12 - 0085_1L
Untitled.FR12 - 0085_2R
Untitled.FR12 - 0086_1L
Untitled.FR12 - 0086_2R
Untitled.FR12 - 0087_1L
Untitled.FR12 - 0087_2R
Untitled.FR12 - 0088_1L
Untitled.FR12 - 0088_2R
Untitled.FR12 - 0089_1L
Untitled.FR12 - 0089_2R
Untitled.FR12 - 0090_1L
z

Citation preview

CEMAL DURUK

MUSTAFA , KEMAL�LE SOHBET ATATÜRK'ÜN KALEMİNDEN 2019-2023

.t

CEMAL DURUK 1980 Adana doğwnlu Cemal Duruk, ilk ve ortaöğrenimini Adana' da tamamladı. İlk lisansını Çukurova Üniversitesi Eğitim Fa­ kültesi' nde, ikinci lisansını ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler' de tamamladı. Bu esnada Medya ve İle­ tişim Bölümü'nden de mezun olarak çalışma hayabna atıldı. Kamuda uzun yıllar, öğretmen ve yönetici olarak görev yapb. Yazar, araşbnna-inceleme türünden eserlere ve makalelere imza atmakta olup eserlerinden bazı1an yurtdışında yayımlanarak okuyu­ culanyla buluşmuştur. Yazar, evli ve iki çocuk babasıdır. Yayımlanan çalışmaları: "Sivil Toplum Kuruluşlarının Boykot Çağrısı" Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 8, Sayı17, Yıl 2016. "Boykot'', LAP LAMBERT Academic Publishing, Germany, May 26,2017. "Gözetleme Kulesi-Kripto örgütler" Yason Yayınlan, Ankara, 2018. " İmparatorluktan Günümüze Misyonerlerin Gizemli Tarihi" Dorlion Yayınlan, Ankara 2019. "Kirli Savaşlar-Türkiye'nin Çetin Mücadelesi" Dorlion Yayınlan, An­ kara 2019. "Sokrates Peygamber Midir?" Urzeni Yayınlan, İstanbul 2019.

İletişim Kanalları İnstagam: @cemal.duruk ve @cemaldurukitapliği Twitter: @Cemal_Duruk

URZENİ YAYINEVİ

Yayına Sertifika No: 43448

ISBN 978-605Cemal Duruk Albn Işık/ Mustafa Kemal'in Kaleminde 2019-2023 Yayına Hazırlayan: İsmet Gülseçgin

1. Baskı Haziran 2020 Baskı ve Cilt

Mikyas Basım Yayın Matbaaalık San. Tic. Ltd. Şti Alemdar Mh Güzel Sanatlar Sk No:2/ A Fatih-İstanbul

Tel: 0212 528 95 28 Matbaa Sertifika No: 35532 Ur.zeni Yayınevi Caferağa Mh Sakız Sk. Park Palas Ap. B-Blok 12/16 Kadıköy-İstanbul

Tel: 0532 297 72 59 .ur.zeniyayinevi.com

www

MUSTAFA KEMAL'LE SOHBET Atatürk'ün Kaleminden 2019-2023

Cema lDurnk

Gazi Kemal Paşa'nın ve Cemal Paşa'nın övgü dolu hikayelerinden esinlenerek; ağabeyime Kemal, bana ise Cemal ismini yakıştıran kıymetli validem Nazmiye Duruk'a bu eserimi ithafediyorum.

Aynca çalışmanın oluşum aşamasında desteğini esirgemeyen ve sıkı bir Atatürk hayranı olan kayınpederim M. Erol Özen'e de şükranlanmı suna­ nm...

ÖNSÖZ

Bu eser tarihi gerçeklere dayanarak, tarihi kurgu tarzında hazır­ lanrnışbr. Eserde Mustafa Kemal Atatürk' ün, yirmili yaşlardaki bir gençle sohbeti konu ediniştir. "Mustafa Kemal şuan yaşasaydı ona ne sormak isterdiniz?" tezin­ den yola çıkılarak sohbet şeklinde biçimlendirilmiştir. Kurgudaki gencin, Mustafa Kemal' e tam günümüzden100 yıl ön­ Cum­ huriyet'in100 yıla doğru gittiğimiz bu günlere ilişkin kimi güncel, kimi tarihi konularda pek çok soru sorduğunu göreceğiz.

ceki milli mücadelenin başladığı1919'lu yıllardan başlayarak,

Bu sorulara, "Mustafa Kemal olsaydı nasıl yanıt verirdi?" şeklide düşünülerek onun cevabı için de, birebir kaleminden dökülen Nutuk eserinden faydalandık. Sadece nutuktan değil tarihçileri bize aktardığı kimi zaman Atatürk'e yakın kişilerin anı kitaplarından da faydalanıl­ mışbr. Kısaca buradaki yanıtların tamamı Mustafa Kemal'e ait olup cevaplar özünde kurgu dışı tarihi belgedir. Kitap üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde, Milli Mücadeleden Cumhuriyetin ilanına kadar olan konulara ilişkin soru ve cevaplara; ikinci bölümde ise Devrimlere ve güncel tartışmalı ko­ nulara ilişkin diyaloglara yer verilmiştir. Son bölümde ise "Kim kim­ dir?" diye başlık atılmış olup, kurguda adı geçen, devrin önemli kişilerine ilişkin biyografilerin derlendiğini bölümdür.

7

Türk Ulusuna Öğüt; "Bağnnda yetiştirerek başının üstüne dek çıkaracağı adamlann kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman geri kalmayın!"

Mustafa Kemal Atatürk

1. BÖLÜM

Milli Mücadele ve Cumhuriyetin İlanı

Yirmi dört yaşıma gireli iki ay oldu. Hukuk fakültesinden tanışbğım, önce sıra sonra ev arkadaşım olan Öz.can çok agresif, ben ise tam tersi, sakin biriyimdir. Öz.can çok tuhafur!

Bir bakarsınız bir anda karşınıza dikilmiş, "Oğlum, ben aşık oldum'' der, ertesi gün, "Kim, ben mi? Yanlışın var kanka hayatta ben aşık olmam!" diyebilecek potansiyele sahiptir. Birden bakarsınız ki, incir çekirdeğini doldunnayacak meseleleri önemser, bir bardak suda fırbna kopanı.. . Dünü, bugünü belli olma­ yan yanardöner, oldukça renkli bir karakterdir. Ama yine de kendisi çok severim.

Ben.mi? Özcan'ın saatlerce anlatbği mavrayı dinlemeye bayılınm. Çoğu zaman lafını kesmem, o anlattıkça anlabr. . Ben hep dinlerim. Özcan .

kendi kendine bir kararlar alır, pek sorulamadan onun aldığı kararlara da destek olmaya çalışının. 13

Ö?_aın Selanik göçmeni, ben ise Edirneliyim. Öz.can bana, "ikimiz­ den aynıyız Avrupalıyız..." der durur.

Aslında, benim için ırkın veya doğduğun şehrin bir önemi yok. Önemli olan dostluk ve arkadaşlıkbr. Her birimiz insan değil miyiz sonuçta! Kimsenin kimseden bir farkı yok. Biri kendini üstün veya özel görüyorsa, o öyle olduğu için değil; ona öyle olduğunu hissetetirenl rle beraber olduğu içindir. Ben böyle şeyleri anlatmaya başladığımda, Öz.can bana, "Hakan! Felsefe yapma, lafı fazla dolandırma... " der. Çünkü o düşünmeyi pek sevmez direk mesajı almak ister. Genelde aramız iyidir, nadiren de olsa tarbşmalarımız olur. Ben Galatasaray, o ise fanatik Fenerbahçeli. Gerisini siz düşünün! Tartış­ malarımız sadece derbi maçları sonrası hakem kararlarıyla ilgi olmu­ yor elbet! Son zamanlarda ideolojik meseleler de ilgi alanımıza girmeye başladığından beri ufak tefek fikir çabşması yaşamaya baş­ ladık. Dünya-memleket meseleleri yeni yeni ilgilimizi çekmeye başla­ mışb. Özcan yine pek oralı olmuyordu ama ben, kendimin ilgi alanı­ mın yön değiştirdiğini hissediyordum. Okuduğum kitaplar arbk fantastik romanların yanı sıra yavaştan yavaşa tarihi ve felsefi konulara doğru yön değiştirmeye başlamışb. Sosyal medyada takip ettiğim kişi ve sayfalarda da farklılaşma sadece benim değil, Öz.can'ın da dikkatini çekmiş olacak ki geçen gün bana, "Hakan, en çok hangi köşe yazarını beğeniyorsun?" diye sordu. Çünkü daha önce ne gazete okurdum ne de bir köşe yazısı dikkatimi çekmezdi. Eğer elime bir gazete geçerse de Ö7_.can' da bilir direk spor haberlerine göz gezdirdim. Ama şuan bakıyorum da cidden birçok yazan takip eder olmuşum. Yazarın biri köşesinde Kemalistlerden, Atatürkçülerden yakınıyor, onlara demedik laf bırakmıyordu. Çok şaşırarak o sabrlan okuyor­ dum. Bu adam ne yazıyor öyle diye merakla tüın yazısını sonuna kadar okudum. 14

İyi hoş itiraf etmek gerekirse o güne kadar adını duyduğum bu te­ rimlere pek yabancıydım "Kemalizm nedir!', "Atatürkçülük nedir!' inanın pek bilmiyordum. İlkokul öğretmenim, şuan ki aklımla düşündüğümde sanırım iyi bir Atatürkçüydü. Ancak ortaokul ve lisede başta öğretmenlerim olmak üzere farklı farklı düşünen çok yetişkinle de tanışmıştım. Ancak o zamanlar bu ideolojik ve siyasi meseleler pek ilgilimi cezp etmemiş olacak ki kimseye kulak asmamıştım. Bu tür tarbşmalardan üniversite yıllarımda da uzak kalmayı tercih etmiştim. Biz hayabn renkli kısmına daha çok odaklanmayı seçmiştik. İdeolojiler ve siyaset, o yaşlarda biz gençleri boğuyordu. Ancak köşe yazısında okuduğum, Atatürkçüleri eleştiren yazı ve yaz.arın, üstü kapalı hakaretleri dikkatimi çekmeyi başamuşh. Öz.can' a, o garabet yazıdan bahsettim. Öz.can beni dinlerken göz ta.mas kurmuyordu. Ben yazılanlan anlahrken, Özcan elinde akıllı te­ lefonuyla meşguldü. Arada sırada kafasını kaldmp dinliyor havası veriyordu. Ancak ben yine de, o dinlemese de anlatmaya devam edi­ yordum. Anlatacaklarım bittikten sonra Özcan'a, "Sen Atatürkçü müsün!' diye sordum. Öz.can, gözünü telefonun ekranından ayıımadan, başını sallayarak, onay verircesine, "Tabii oğlum. Ben Selanikliyim, Atatürkçü olmaya­ cağımda ne olacağım. .. " dedi. Öz.can, "Atatürkçülük hemşehricilik mi, yapma Allah aşkına!" dedim. " Bana anlat, nedir bu Atatürkçülük?" öz.can, mırın kırın etti adam akıllı bir cümle kuramadı. Anladım ki takım tutar gibi bir ideolojiye sarılmış. Ben Galatasaray takımı tutuyorum demiştim. Ancak bana sorsanız ne zamandan beri bu takımın taraftarısınız inanın doğduğumdan beri diyebilirim. Çünkü ne zaman taraftan olduğumu bilmiyorum. Galiba çevremin etkisele gönül verdim. 15

Doğru söylemek gerekirse, neden Galatasaraylıyım onu da bilini­ yorum! Nedeni anlat deseler, sanırım Özcan gibi mırın kırın ederim Özcan, fanatik Fenerli olduğu gibi anladığım kadar bir o kadar da Atatürkçüydü! Ancak taraftan olduğu ideolojiyi, savunacak bilgi do­ nanımı yoktu. Takım tutar gibi tutuyordu... Ben kendimi biliniyordum. Yani takımım belli ama dünya görü­ şüm belli değildi. Kafamda binlerce ideoloji, siyasi kavramlar dönüp

duruyordu. Sağcı, solaı, İslamcı, Radikal İslamcı, Kemalist, Atatürkçü,

Liberal... Ben bu kez takımımı tutar gibi tutrnayacaktım. Öğrenmeliydim, araşbnnalıydırn. Çevremdekilerin birşeyi savunduğu için ben o fikri savunrnamalıydırn.

Kendi kimliğimi kendim oluşturrnalıydırn. Beni zor bir süreç bekliyordu, doğru kaynaklara ulaşmalı ve doğru

bilgilerle beslenmeliydirn. Aksi halde zehirlenme ihtimalim bi hayli yüksekti. ***

Öz.can' ın bana Atatürkçülüğü anlatamamaoğını anladım ve bu konuda başka arkadaşlarımdan yardım almaya çalıştım. Bu arada in­ temetten araştırdım, okudum. İşin özeti, kavramsal anlamda; "ülkemizin çağdaş uygarlık düz.e­ yine erişebilmesini Atatürk' ün başlattığı devrimlerin yürütülmesine bağlayan öğreti" olduğu öğrendim. Bundan güzel ne olabilir ki diye düşündüm. Ülkemizin ilerleme­ sinden başka bir şey değil, zaten Atatürk devrimleriyle de devlet yü­ rütülüyor. O zaman neden başka bir ideolojiye gerek duyarlar ki ... Daha sonra eleştirenlere kulak kabarttım, okudum. Aman Allah'ırn neler neler...

16

Atatürk'ü eleştireyim derken hakaret edenler mi dersiniz, dinsiz diyenler mi dersiniz, mason diyenler mi?

Kafam allak bullak oldu. Azımsanmayacak kadar çok kişinin Ata­ türk devrimlerini eleştirirken buldum. Köşe yazılannda Atatürk'ü iti­ barsızlaşbrmaya çalışanlan gördüm. Devrimlerin İngiliz projesi olduğunu yaz.anlan gördüm. Atatürk'ün silah arkadaşlarından bazı­ ları için ABD ve İngiliz uşağı denildiğini duydum. Burada anlatama­ yacağım kadar çok şeylere şahit oldum. Ben birini seçmek mi wrundaydım şimdi!

Atatürkçüyüm dersem, bana dinsiz mi diyeceklerdi? Ya değilim dersem, Mustafa Kemal' in yüzüne nasıl bakacakbrn, bu ülkeye yap­ tıklarından sonra ondan nasıl helallik alacakbrn?

Tarihimizi, milli mücadeleyi, inkılapları kısaca o dönemi iyi oku­ malıydım. Sağdaki - soldakinin laflarıyla olacak bir iş değildi bu! ***

Özcan' a da, bu konuda sende okumalısın dedim, beni dediğime pişman ettik. Öfkelendi, sinirlendi; "Neyi okuyacaksın Hakan, bunca yıldan sonra Atatürk karşıb mı olacağım'' dedi, odasına gitti!

Ben ise salonda kanepenin üzerine uz.andım. Aslında Özcan'a öyle taraf değiştir gibi bir şey demek istememiştim Ancak Öz.can bu, an­ lamaz, dinlemez birden parlar ... Kapının bklandığını duyar gibi oldum. Saate bakbrn, 23.10..

.

Öz.can' ın misafiri gelecek olsa haberim olurdu. Ancak bugün hiç konusu açılmarnışb. Acaba gecenin bu saatinde kapıya gelen kimdi diye merak ederek, kanependen kalkbm. Bu arada kapı bir kez daha küçük tonda bklandı.

Hızlıca kapıya yürüdüm. Kapı dürbününden bakbrn . . . Tanıyamadım! İki kişi vardı. İkisi de siyah takım elbiseydi. Mafya vari tiplerdi.

17

Temkinli bir şekilde kapıyı açbm. Sizde kimsiniz dercesine bir OOkış attım, sessiz soruma cevap bekledim. Diğerine göre nispeten daha kısa olan adam, "Hakan, sen misin?'' dedi. Gayriihtiyari olarak, "Evet, benim!" dedim. "Bizimle gel, seni önemli biriyle tanışbracağız" dedi. Gözümü üzerlerinden ayırmadan, antrede duran portmanto uza­ narak, kapı anahtarlığını aldım, az önce tartıştığımız Öz.can'a seslene­ rek, "Öz.can, ben dışarıya çıkıyorum." dedim. O esnada bu adamların kim olduğunu, beni nereye götüreceklerini ve kiminle tarnşbracaklannı düşünüyordum Ancak bunca soru zih­ nimi meşgul etmesine rağmen nedense onlara tek bir soru sormuyor­ dum. Evden çıkalı üç dakika olmuştu, ne onlar ne de ben tek bir kelime bile konuşmamıştık. Adamlara ayak durmak wrdu, çok hızlı adımlar atıyorlardı. Merakım, yerini endişeye bırakmaya başlamıştı. Kısa boylu adam, eliyle işaret ederek, "Bu taraftan gideceğiz" demiş, bana ileride duran otomobili işaret etmişti. Karanlıkta, çınar ağacının altına park eden otomobile yaklaştığı.­ mızda, birden araan motorunun çalıştığı.nı ve farlannın yandığı.nı gör­ düm. Uzun boylu olan, şoförün sağ tarafındaki ön koltuğa, kısa boylu adam ise benimle arka koltuğa geçti. Merakım ve endişem yerini korkuya bırakmıştı. Korkuyordum! Korkumun verdiği cesaretle, kısa ve öz olarak; "Nereye gidiyo­ ruz?" diyebildim. Yanımdaki adam beni rahatlatmak maksadıyla, sağ eliyle sol ba­ cağı.ma hafifçe dokunarak, "Rahat otur, korkma... Z.arar görmeyecek18

sin, üstelik tanışacağın kişi, bugüne kadar aklında geçen tilin sorulara cevap verecek'' dedi. Yolculuğumuz devam ederken, otomobilin radyosundan, Hicaz makamda Rümeli Türküsü kısık tonda çalıyordu.. "Kınnızı gülün mı var aman

Her gün ağlasam da yeri var Bugün benim ejkfinm var aman Ah bu gönül arzu eder seni seni, Yar seni ..

"

Yolculuğumuz boyunca devamlı bu tarz müzikler dinledik. Yak­ laşık bir buçuk saat süren yolculuk sonunda, şehir dışında tenhada, üç katlı köşkün önünde araamız park etti. Oldukça sakin bir yerdi, köşkün üst katındaki odanın penceresin­ den süzülen ışıktan başka çevrede pek aydınlatma yoktu. Köşkün kapısına doğru yürümeye başladık. Ancak bu kez ben ve sadece benimle konuşan kısa boylu adam yürüyorduk. Diğer iki adam otomobilde beklediler. Kapıya yaklaşbğımızda, sanki biri bizi bekliyormuş gibi kapı açıldı. Kapıyı açan kişi belli ki köşkün hizrnetkanydı. "Hoş geldiniz." dedi. Ben de başımla selamını alıp, "Hoş buldum." dedim. "Buyurun yukarı geçelim, siz bekliyor'' dedi. Merdivenleri gös­ terdi. O önde ben arkada merdiven basamaklarını yavaş adımlarla çıktık. Tahinin edebilirsiniz ki kalbim yerinde çıkacak gibi abyordu! Genişçe bir odaydı, duvarı boydan boya kaplayan kitaplık, her ha­ cimde, irili ufaklı kitaplarla doluydu. Küçük biblolar ve duvarda asılı antika tablolar direk dikkatimi çekmişti. Hele bir tablo vardı ki oldukça farklıydı. Tabloda, ağaçlar vardı! Ancak kimi ağaçların yaprakları gür ve yemyeşilken birisinde ise üzeri bembeyazdı. Ağaç çiçek mi açmış 19

yoksa üzerine kar mı yağmış anlamaya çalışırken, berjerde oturan biri, "O tablo en sevdiği tablo, 19.yüzyılda Rus ressam tarafından yapıldı," dedi. Sesin geldiği tarafa yöneldim. Kahverengi çizgili bir takım içinde beyaz gömlekli biri vardı. Yaklaşbm biraz daha yüzün sahibini tanı­ maya çalışbm " Çocuk, tanıyamadın mı beni. Ben Kemal, Kemal Atatürk!" dedi. O anki hislerimi anlatamam, anlatmak da mümkün değil. Galiba

kalbim kaldıramadı, bayılmışım. Ayıldığımda etrafta kimse yoktu! Gün aydınlanmışb. Rüyada mıyım diye düşünmedim değil. Ancak etrafa bakbm bu­ rası bizim evimiz değildi, üstelik Öz.can da yoktu! Neyse toparlandım, ayağa katlım Ne olduğunu ve gerçek mi bun­ lar anlamaya çalışıyordum ki, yine Atatürk'le göz göze geldim . ter" . "Çocuk, sor, merak ettiklen. sor... Buradayım ış Ne soracağımı, nasıl soracağımı bilmiyordum. Kafamdaki tüm so­ rular o anda sanki silinmişti. Hizmetkar, kristal bir bardakta, su getirdi. Önümdeki sehpaya bı­ rakıp gitti. Bir yudum su içebildim. Suyu yudumlarken kendi kendime, "Oğlum Hakan, işte fırsat, sor her şeyi, yeniyi, eskis� milli mücadel� Kernalizm'i, devrimleri, İslam'ı... "

Evet, takım tutar gibi ideolojiye taraftar olmayacakbm. Kendime bıınun sözünü vermiştim. Araşbracağım, sorgulayacağım demiştim. Bundan güzel, bıından sağlam kaynak mı olur? Sağlam kaynağı ne­ reden bulurum diye az düşünmemiştim. Şaşkın ve heyecanlı duygularımdan sıyrılıp, sakin benliğime dön­ mem bir yudum su içmem kadar sürdü.

Gazeteci edasıyla Mustafa Kemal'le sohbet edecek geçmişten gü­ nümüze kadar olan merak ettiğim her şeyi soracakbm Kararlıydım! 20

Kemal Atatürk, gözlerime bakıyor ve " sorularını bekliyorum" di­

yordu sanki...

En baştan soracaktım. Atlamadan her şeyi soracaktım.

2020 yılındayız şuan, size tam yüz yıl önceki durumu sorsam! Biz­

lere, yeni nesil "YENİ TÜRKİYE"lilere, 1919 yıllanm nasıl anlahrsı­ mz? Mustafa Kemal, oturduğu koltuktan aya kakb. Elinde tutuğu ne olduğunu tam göremediğim kitabı, pencerenin yanında duran fiskos sehpasına bırakb. Yüzünü pencereye döndü, ellerini arkadan bağladı. Veanlatb... O yıllan ne habrlamak ne de habrlatmak isterdim. Ancak bu önemli bir soru geçiştirmek de olmaz.

Günümüz gençleri o günleri maalesef bir tarihi hikaye gibi okuyup geçiyorlar. Okullarda okutulan, Milli Tarih dersleri bu konulan anlatmakta şuursuz kalıyor. Genç beyinler o günleri, sadece ezber uğruna neden ve sonuçlarına odaklanarak okuyup geçiyorlar. Çok üzülüyorum! Milli tarihimize karşı bu denli şuursuz bir gençlik nasıl yetişti!

Bizim gençlik yı11anmızda durum böyle değildi. Hem tarihimize hem de devlet meselelerine gençler olarak meyilliydik. O dönem bas­ kıa bir rejim olmasına rağmen gençler olarak geri adım atnuyorduk. Gelelim aslı soruna, 1 9 1 9 yılıtam100 yıl önce... Sonradan sizlerin adına !.Dünya Savaşı diyeceğiniz yıllann ağrı hükümlerinin sürdüğü yıllardı 1 9 1 9!

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk, Birinci Dünya Sa­ vaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşrnası1 imzalanmışb. 21

1 9 14 senesinde zuhur eden Dünya harbi yaklaşık4 yıl gibi sürdü. Osmanlı Devleti'de bu süreçte çok yıprandı. Zaten hem devlet hem de ulus, yorgun ve yoksul bir durumdaydı. Ulusu ve ülkeyi harbe sü­ rükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmış­ lardı. İsim vermiyorum ama siz kimileri kastettiğimi sanırım anlıyor­

sunuz. (Belki bilmeyen ve merak eden gençlerimiz varsa böylelikle biraz araşbrınaya yöneltilmiş olurum.) Padişah ve Halife olan sultan Vahdettin ise acizlik içerisinde ne ya­ pacağını bilmeden, beyhude önlemlerle hem saltanabm hem de taba­ sını nasıl koruyacağım düşünüyordu. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak şekilde o da aciz bir durumdaydı. Anlayacağınız hem Saltanat hem de Hükümet güçsüz ve çaresizdi! Peki, ordunun, askerin durumu nasıldı? 4 yıllık bir savaştan mağlup olarak çıkmış bir orduyu mu soruyor­

sunuz! Tahmin edersiniz ki savaşın yenilgisi, ordudaki psikolojiyi de olumsuz etkilemiştir. Rütbeli- rütbesiz tüm askerlerde moral nere­ deyse sıfırdı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmaktaydı. Silahı olmayan bir askerde motivasyon nasıl olur siz düşünün! İtilM devletlerindeki özgüven temeli kazanma duygusuydu. İtilaf devletleri bu duyguyla hareket ediyor, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı dahi gerekli görmüyorlardı. Birer uydurma nedenle, İtilM do­ nanmaları ve askerleri İstanbul'da hükmü ele geçirmişlerdi. Biliyor­ sunuz ki sadece payitahtta değil tüm yurdu işgal etmişlerdi. Adana ilinde Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep'te İngilizler işgal po­ litikasını uyguluyorlardı. Antalya ile Konya'da ise İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun' da da yine İngiliz askerleri bulunuyordu. Her yanda yabana devletlerin subay ve görevlileri ve özel ajanları çalış­ maktaydı. Durum hiç iç açıa değildi, günden güne yurdun dört biryanından 22

işgal haberleri kulağunıza. geliyordu. Maalesef birçok haber de teyit ediliyordu. Daha sonra ne mi oldu? Bir duyduk ki,15Mayıs1919'da İtilAf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmiı'e çıkarılıyormuş. O kara günleri hiç unutmuyorum, sizler de unutturmayın! Devama edeyim.. İtilaf güçleri, sadece askeri anlamda Anadolu'yu işgal ettiğini sa­ nıyorsanız o konuda yanılıyorsunuzdur. Yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesi için baskı yapıyor, devletin bir an önce çökmesine zemin hazırlıyor­ lardı. Sizler o yıllarda subaydınız. Osmanlı Devleti'nin durumu anlat­ tığınız üzerine vahim bir haldeydi. Payitahtın eli kolu bağlı, askerin silahı toplatılmış ve toplatıl­ makta... Yurttaşlar ise yoksulluk ve adzliği.n pençesinde can çekiş­ me"kte. İtilafDevletlerin işgali günden güne yayılmakta... Belki Damat Ferit hükümeti bu gidişata "dur!" diyememekte. Siz­ ler subay olarak nasıl bir çözüm yollan düşünüyordunuz? Halkın kurtuluş umudu var mıydı? Yoksa çaresizce kaderlerine boyun eği,yorlar mıydı?

Elbette biz bir takım subay arkadaş çeşitli senaryolar üzerinde yo­ ğunlaşıyorduk. Ancak bu pek kolay bir iş değildi. Ordu içinde çeşitli odaklara hizmet eden ajanlar vardı. Bizimle aynı kamuflajı giyip, aynı kazandan çorba içen hain rütbeliler de azımsanmayacak kadar çoktu. Bu açıdan faaliyetlerimizi titiz ve örtülü yapmak wrundaydık. Küçük bir hatamız, bizim için büyük ve ağır sonuçlara sebep olabilirdi Sadece biz değil duyduğumuz kadarıyla halk arasında da bir huzursuzluk vardı. Halk gizliden örgütlenmeye başlamıştı. Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her böl­ gede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, kısa zamanda birtakım örgütler do23

ğurdu. örneğin: Edime ve çevresinde Trakya-Paşaeliadlı bir demek vardı. Doğuda, Erzurum' da ve Elazığ' da, genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilayah Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Doğu İlleri Ulusal Haklan Savunma Derneği) kurulmuştu. Trab­ zon' da Muhafaza.i Hukuk (Haklan Koruma) adlı bir demek bulun­ duğu gibi İstanbul' da da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti (Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaşbrma Derneği) vardı. Bu demek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ilçesi ve Lazistan liva­ sında şubeler açmışlardı.

Yunanhların İzmir'e gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçün­ den beri gören, İzmir' de birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15'inci gecesi, bu aaklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye gel­ diği kuşku götürmeyen bu girişin, ilhak ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi İlhak (Katmayı önleme) ilkesini ortaya abnışlardı. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmir' de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halkça bir gösteri toplanbsı (miting) yapıl­ mışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin nhbmda görülme­ siyle bu toplanhdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamışh. Kısaca halkımız, arkasında Devlet - Ordu olmadan da, kendi ça­ balarıyla bir şeyler yapmak için soruınluluk almaktan kaçınmıyor, kendilerince çözüm yoilarını zorluyorlardı. Bu bizim için en büyük UMUT kaynağımızdı!

Çok merak ediyorum, bu dernekleri kısaca anlatamlir misiniz? Bu derneklerin kuruluş amaçlan ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek bence de uygun olur düşüncesindeyim. Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha İs­ tanbul' da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti'nin çökeceğini kesin­ liğe yakın bir olabilirlik içinde görüyorlardı. Osmanlı yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakya'yı, olabilirse Bab Trakya'yı da birleştirerek, İslam ve Türk topluluğunu bir bütün olarak kurtar­ mayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere'nin, olmazsa Fransa'nın yardımını sağlamakb. 24

Bu düşünceyle kimi yabana devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve ko­ nuşmak yollannı da aramışlardı. Amaçlanrun bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu. Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kuruluş arnao da bildiğim kadarıyla, doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasal yollara başvur­ mak; adı geçen illerdeki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklannı, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savurunak; doğu illerinde ya­ pılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruştunna açarak suçluların çabuk­ lukla cezalandınlrnalannı istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki an­ laşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; doğu illerindeki savaştan doğma yıkım ve yoksul­ luğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince gi­ derme yollarını aramaktı. Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti' nin ilk Er­ zurum Şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandalan ve bunların amaçlarını, Türklük-Kürtlük- Ermenilik sorunlamu, bilim, teknik ve tarih bakımından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar: Kesinlikle göç etmemek, hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak ve Saldırıya uğrayacak doğu illerinin herhangi bir bucağını savunmada birleşmek Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin İstan­ bul'daki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle arnao sağlayabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçek­ ten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerinde Müs­ lüman halkın haklarını savunmak için Le Pays (Yurt) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hadisat (Olaylar) gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da İtilaf devletleri başbakanlarına ve İstanbul'daki temsilcilerine birer andın (muhtıra) veriyor. Avrupa'ya bir kurul yol­ lamaya girişiyorlardı. Sanırım ki, Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiye25

ti'nin kurulmasına yol açan önemli neden ve kaygı, doğu illerinin Er­ menistan'a verileceği olasılığına dayanıyor. Bu olasılığın da, doğu illeri nüfusunda Ermenileri çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar ba­ kımından öncelikli saydırmaya ça1ışan1ann, bilimsel ve tarihsel belge­ lerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yabanıl olduğu iftirasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri durumunda gerçekleşebileceği varsayımı üstün geliyor. Bundan dolayı dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal haklan savunmaya çalışıyorlar. Bir de Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde, bir Rum Pontus hükü­ meti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyundu­ ruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amaayla, Trabwn'da da birtakım kişiler ayrıca bir demek kurmuş­ lardı. Merkezi İstanbul'da olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkezi­ yet Cemiyeti' nin siyasal erek ve amaa, adından anlaşılmaktadır. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Günümüz Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde sürekli kaşınan, kaşındıkça kanayan bir türlü iyileş­ mesine fırsat verilmeyen "Kürt'' meselesi ta o günlerde bir kronik me­ seleydi. PKK terörü belki 40 yıllık bir mesele gibi kamuoyunda zikredilse de bu meselenin kökleri bir asırlıktır. Şunu demek istiyorum, 100 yıl önce de bu zihniyet vardı. Özellikle Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde, İstanbul' dan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükselme Derneği) vardı. Bu derneğin amaa, yabana devletlerin koruyuculuğu altında, bir Kürt hükümeti/belki devleti kurmaktı. Gençlerimizin bunları bilmesi gerekiyor. Aslında o dönemleri hatırladıkça şunu net söyleye bilirim. Çare­ sizlik altında ezilen halk ve bir takım aydınlar, lobileşme, dernekleş­ meye çalışarak bir güç olmaya çalışıyorlardı. Kimi örgütler iyi veya kötü kendilerince bir baskı unsuru olma derdine düşmüş çareyi dışa­ rıdan gelecek destekten umuyorlardı. Hatta kimi lobilerin liderleri ise biz7..at bu emperyalistlerde çıkar pazarlığı yapıyorlardı. Yurdun dört yanında dernekler kuruluyordu. Hemen her tarafta; 26

İtilaf ve Hürriyet, Sulh ve Selamet Cemiyetleri (Uzlaştırma ve Özgür­ lük, Banş ve Esenlik Dernekleri)'ni görmek mümkündü. O yıllarda kurtuluşun Payitahttan gelmeyeceğini düşünen bir kısım yabana odaklı örgütlerde azımsanmayacak kadar çok ve etki­ liydiler. Kimisi İngiliz, kimisi ise Amerikan güdümünde olmayı tartı­ şıyorlardı. Biz bunJann arkasında kimlerin olduğunu da çok iyi biliyorduk. Ama asıl olan o derneklere giden bilinçsiz yurttaşlanrnızın uyandırıl­ ması, onların kirli oyunlarına alet olmalannı önlemekti. Bu amaçla o derneklerin içine bizden bazı arkadaşlanrnızın sızmasını sağladık. Bu konuda biraz daha aynntı paylaşabilecek misiniz?

Şimdi değil çocuk, ama ileride sırası geldiğinde belki birtakım şey­ ler söyleyebilirim. Bizlerin bugün adına Milli Mücadele yıllan dediğimiz o yıllarda, sizin Samsuna görevlendirilmenizden sonra bazı illeri (Amasya­ Sivas-Erzunım) sırasıyla gezdiğinizi ve bu yerlerde çeşitli deklaras­ yonlar yayınladığınızı okuyoruz. Neden bu illeri seçtiniz? Kimi gençler bu konuda pek bilgi sahibi değil

Evet haklısın maalesef! Gençleri bir kısmı, bu yaphğımız kongreleri sırası ile ezberleme derdinde. Çoğu kimse de neden bu illeri dolaşhğımızı bilmiyor. "Do­ ğu'yu gezmişken, Malatya, Elazığ veya DiyarlJakır, Mardin'e neden uğra­ madı ?" şeklinde eleştiri yapıyorlar. Bu kimseler çünkü okumuyorlar

ve bilmiyorlar. Biliyorsunuz ki ben, 9. Ordu müfettişi sıfabyla İstanbul' dan ayrıl­ dım daha doğrusu uzaklaşbnldım da diye biliriml (Bu konuya şimdili girmeyeceğim) O yıllarda, Dokuzuncu Ordu Müfettişliği ki müfettişi bendim, ka­ rargfilumla Samsun' a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya buyruğum albnda iki kolordu bulunacakb. Biri, merkezi Sivas'ta bu­ lunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. 27

Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasya' da, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsun'da idi. Diğeri ise, merkezi Erzurum'da bulunan 15. Kolordu idi. Komu­ tanı Kazım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) mer­ kezi Erzurum'daydı. Siz.e soruyorum, durum böyleyken ve ben bu bölgeden sorum­ luyken tabii olarak teftiş amaçlı bu illeri öncelikli gezeceğim. Mesela, Diyarbakır bölgesinde iki tümenli 13.kolordu vardı, bunlar bağımsızdı ve İstanbul'a bağlıydı. Bir tümeni Sürt'te diğeri Mar­ din' deydi. Ancak benim olağanüstü yetkilerim vardı! Benim yetkim, yukarda zikrettiğim bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam alhnda bulundurmaktan daha ge­ nişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklere de bil­ dirimde bulunabilecektim. Bu yetkiye göre Ankara'da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakır' daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu'da sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabile­ cek ve ilişkiler kurabilecektim. Görüldüğü kadarıyla sizdeki yetki, öyle sıradan bir müfettişlik değiJ! Bu yetkileri alırken, size bu yetkilerin verilirken, Sulan Vahdet­ tin'in de katkısı olduğu, günümüzde çokça tartışılmakta. Siz bu ola­ ğanüstü yetkiyi nasıl aldınız? Açıkçası bu meseleyi sizden duymak isteriz.

Elbette. Vahdettin'in bilgisi dışında benim ne Samsun'a gitmem n� de böyle olağanüstü yetkilerle donahlmam mümkün değil. Nitekim Sultan Vahdettin'in 30 Nisan 1919'da beni, Samsun'daki Dokuzuncu Ordu Müfettişliği'ne tayini ile ilgili emrini, yani "irade"yi onayladı. Bu konuda şüphe yoktur.

28

Ancak, bu geniş yetkiyi bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı is­ teyenlerin buldukları gerekçe, "Samsun ve yöresindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsun'a değin gitmek" idi. Ben, bu işin başarılmasının, makam ve yetki verilmesine bağlı ol­ duğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amaamı bir dereceye kadar se­ zinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi (talimatı) de ben kendim yazdırdım. Dahası, Harbiye Nazın (Milli Savunma Bakanı) olan Şakir Paşa bu yönergeyi okuduk­ tan sonra imzalamaktan çekinmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır. Siz, o günlerde ülkenin kurtuluşu için hangi düşüncedeydiniz? Bah­ settiği.ni çeşitli derneklerde çeşitli çözüm y ollan olduğunu, söylediniz. Sizin fikriniz neydi?

O günlerde üzerinde mutabık olunan üç türlü karar ortaya atıl­ mıştı: Birincisi, İngiltere'nin koruyuculuğunu (İngiltere'nin himayesini) istemek, İkincisi, Amerika'run güdümünü (mandasını) istemek Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin ko­ ruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir. Üçüncü karar ise, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görü­ şüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldınlacağına, Osmanlı ülkelerinin pay­ laşılacağına oldubitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya ça­ lışıyorlar. 29

Sizin karannız neydi Efendim? Ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve rnanbklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çök­ müş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmışb. Ortada bir avuç Tür­

kün barındığı bir ata yurdu kalmışb. Son sorun, bunun da paylaşıl­ masını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım is­ temek düşünülüyordu? öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak. İşte, daha İstanbul' dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Sam­ sun' da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başla­ dığımız karar, bu karar olmuştur.

Bu karan almak o günün şartlannda büyük cesaret ister. Bu ka­ rann altında yatan mantığınızı ve gerekçelerini anlatabilir misiniz? Bu karan almamızdaki manbk şu idi. Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönenmiş olursa olsun, ba­ ğımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak duru­ munda kalmaktan öteye gidemez. Yabana bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıolığını istemek in­ sanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düş­ memiş olanların, isteyerek başlarına yabana bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa, Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek 30

ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyi­ dir.

öyleyse, " ya bağımsızlık, ya ölüm!" parolasıyla hareket edecektik. İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacakbr. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim Ne olacakb? Tutsaklık. Soranın çocuk, "öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak rnıydır' Evet Efendim haklısınız. Şu ayrımla ki, bağunsızlığı için ölümü göre alan ulus, insanlık onur

ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avu­ nur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyu­ şuk, onursuz bir ulusla karşılaşbrılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur. Sonra, Osmanlı soyunu (Osmanlı hanedanı) ve saltanabru sürdür­ meğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü iste­ mekti. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlığa güvenle bakıla­ mazdı. Ulus kendi bağımsızlığını kendi inşa edecekti. Halifeliğin durumuna gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğ­ duğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir du­ rumu kalmış mıydı? Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun söz konusu etmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen nok­ taların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı. Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların ha­ lifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak ge­ rekiyordu. Bizde bunu yapbk. Sadece emperyalistlere değil, içi çürütülmüş padişahlık ve halifelik makamına karşıda bir bağımsızlık mücadelesi yapacakbk. 31

Bu sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vic­ danında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uy­ gulatmayı kendime borç bildim. Birazda Samswı'a gittikten sonra neleryaptığımz anlatmanızı is­ tesem. Nasıl bir süreçti o günler? Halka aldığmız karan nasıl açıkla­ yacakhnız? Karannızın hayata geçirilmesi gibi ne gibi tedbirleri planlamışhnız?

Bir hafta kadar Samsun'da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana dek Havza' da kaldıktan sonra Amasya'ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerektiğini bir genelge ile bütün ko­ mutanlara ve sivil örgütlerin baş yöneticilerine bildirdim. Dikkate değer ki, İzmir'eve daha sonra Manisa'yı ve Aydın'ı düş­ manın ele geçirişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulüm hakkında ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç darbeye karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızılb gösterilmemişti. Ulusun bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, elbette ulusun iyiliğine yo­ rumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Er­ zurum' da On Beşinci Kolordu, Ankara' da Yirminci Kolordu ve Di­ yarbakır'da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya'da Ordu Müfettişliğine genelge ile şu yolda bildirimde bulundum. (Mustafa Kemal, elinde uzatbğı genelgenin bir örneğini bana oku­ mam için vermişti. Merak ve heyecanla unıtbğı kağıt parçasını aldım ve okudum. Aynen şunlar yazmaktaydı: ) "İzmir'e ve daha smıra ne yazık ki Manisa'ya ve Aydın'a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdinniştir. Ülke bütünlüğümüzün korun­ ması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi ge­ rekir. Wus. ·l yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda (işgal) girişi ve yurt parçalannı kopanp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler önlenemiyor. Katlanılamayacak ve dayanılamayacak bu olaylann 32

hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlaytp Çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve roşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunul­ ması ve bunun köylere vanncaya dek bütün çevrede yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babulli 'ye dstanbul hükümetine. Sadrazamlık katına) etkili telgraflar çekilmesi ve yabanalann bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıris­ tiyan halka karşı bir saldınya ve düşmanlık gösterisine, kınalığa benzer dm.r ranışlarda bulunulmaması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başanlacağına tam güvenim var­ dır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim. "

Genelgeyi okuduğumda ilk düşündüğüm şey; bu genelgeyle Ata­ türk, ilim ulusu haykırışa, işgalleri yüksek sesle protestoya davet edi­ yordu. Bu gösterilerin amaanın dışına çıkılmamasına özellikle Hıristiyan tebaaya karşı her hangi bir saldırgan faaliyetlerden bulu­ nulmamasını genelgede emrettiğini okuyordum. Sanınm bu genelde, genelgeden öte bir başkaldırışın, örgütlenmenin bir işaretiydi. Bu ge­ nelgeyle Mustafa Kemal, bağımsızlık yolunda en büyük desteğinin ulusun kendisi olacağının bir nevi deklere ediyordu. Aklımda bunlar geçerekten vakit kaybetmeden diğer sorumu sor­ dum Bu genelgenizden smıra cereyan eden ulusal gösterilerinizin yan­ kılan nasıl oldu? İstediğiniz amaca ulaştınız mı?

Yankı uyandırmaz mı sanırsın.. Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yapbğım günden üç gün sonra, Harbiye Nazırının 31 Mayıs 1919' da bir uyarısıyla karşılaşbm. İngiltere Olağanüstü Komiserliğinden Babıali'ye bildirilip, Harbiye Nazırlığına gönderilen notadan dolayı bir soruşturmanın içinde ken­ dimi buldum.

Kısaca ulusun örgütlenmesi hem içerde hem de dışarıda istediği­ miz sesi getirmişti. 33

"Amacımıza ulaştık, istediğimiz yankılan aldık." diyorsunuz. Pek� bir komutan için hakkında soruştunna açılması sizi korkut­ madı mı? Hakkınızdaki sornştunnalar nasıl sonuçlandı?

Soruşturma açılması normalde iyi bir durum değil tabi ki, ancak durum o yıllarda normal değil anormaldi. Yani hakkımdaki iddialar ve soruşturrnalann pek de önemi yoktu. Soruşturma sonuncunda ne mi oldu? 8Haziran191fJda Harbiye Nazın'nın beni İstanbul'a tekrar çağırdı. Gizlice soruşturdum ki beni asıl çağıran, Genelkurmay Başkanlığı gör­ evinde bulunan Cevat Paşa idi. Anladım ki İstanbul' geri dönersem bu zaman kadar yaphğı ve söylediğim her şey boşa gidecekti. Anadolu'ya geleli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün orduların birlikleriyle ilişki ve bağlanh sağ­ lanmış ve ulus elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusal ör­ gütleşme düşüncesi yayılmaya başlamışh. Soruşturma ve baskılar sonucunda durumu artık bir komutan kimliği ile yürütüp yönetmeye olanak kalmamışh. Yapılan çağrıya (İs­ tanbul'a) uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütleri ve eylemi yönetmeyi sürdürdüğüme göre, başkaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişim ve yürütümlerin köklü ve sert olacağım tasarlamak güç değildi. Bundan dolayı girişim ve yürütümlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağ­ layacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması çok gerekli idi. Meselenin şahsi olmadığını bizlergayet iyi biliyoruz. Ancak o dö­ nemde meselenin kişisellikten öte, ulusun bağımsızlığı olduğunu nasıl gösterdiniz?

Bunun için az önce de dediğim gibi ulusal bir dayanışma sağlan­ ması için birlikte hareket etmenin yollarını arıyorduk. Tüm ulusu tem34

sil edecek bir çan altında Anadolu ve Rumeli'deki ulusal örgütleri bir­ leştirme yoluna gitmeye karar verdik. Bu örgütleri bir merkezden yö­ netmek ve adlarına iş görmek üzere, gecikmeden Sivas'ta genel bir ulusal kurultay toplamanın planını yaptık Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey'e 21/22. Haziran 1919 gecesi Amasya' da söyleyip yazdırdığım genelge hazırlattım. Bu ge­ nelde ifadelerim oldukça netti. Şunları ifade ediyordum: Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

İstanbul'daki hükümet (Hükümeti Merkeziye), üz.erine aldığı so­ rumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin karan ve direnişi kurta­ racakbr. Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir. Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaşbnlrnışb.r. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazan­ mış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üz.ere hemen yola çı­ karılması gerekmektedir.

Her olasılığa karşı, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler. Gördüğün gibi çocuk, Cevat Paşa'nın beni İstanbul'a çağırıp, belki de ebediyen susturmaları planlanıyorken, biz karşı atak yapbk. Paro­ lamızı unutmadın değil mi? "Ya bağımsızlı, ya ölüm!" Biz arbk başkaldırı içerisindeydik. Bu işin sonunda ölüm vardı. Ölmek bizi hiç korkutmadı. Ulusun verdiği o bağımsızlık mücadele­ sini gördükçe, ölümün bu yolda kazanılacak bir şahadet makamı ol­ duğunu biliyorduk! Biz yalnız değildik. Bir gördük ki bu ulus, bağımsızlığı için şahadeti çoktan seçmişlerdi. 35

Bu başkaldın, anladığımız kada.nyla sadece işgaldgüçlere deği.ldi Yani Efendim, sizin baş kaldınnız bir yandan da İstanbul'aydı. Şunu merak ediyorum, sizin bu başkaldınnıza İstanbul hükümeti. veya Sul­ tan Vahdettin karşı cevap verdi mi? Nasıl tedbirler aldı? Tedbir aldılar. O yıllarda Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmi işlem yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi ko­ nusunda şifre ile bir genelge yayımlamış, benimle ilişkisi olan ve olma ihtimali olan kimselere göndermişti. Dostlarım sayesinde o şifreli mektup bana da ulaşb. Al Hakan, şifresi çözülen mektubu sen kendin oku!

Ayağa katlım ve Mustafa Kemal'in uzathğı mektubu aldım. Mek­ tupta aynen şu ifadeler yazıyordu: "Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birtik te, bugünün siyasasını o ölçüde bi lmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başanlı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üs­ telemesi üzerine görevinden cdındı ve cdındıktan sonra yaptıklan ve yazdıklan ile de bu kusurlannı daha çok açığa vu rdu. Redd i İlhak dernekleri gibi, Karesi (Bcdıkesir) ve Aydın dolaylannda Müslüman halkı haksız yere kırdınnaktan ve böyle bi r durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş gör­ meyen; buyruk dinlemez, saygısız ve yasadışı kurulan birtakım kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılgılannı yönetimde de artırdı. Adı geçenin İstanbul'a getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çı­ karılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir, Bu yönergeye uygun iş gör­ mekle ne gibi sorumluluklann ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikala rda görevli olsun, halktan olsun, her Osmanlıya (Osmanlı Devleti'nin uyruğu olan herkese) düşen en büyük ödev, banş kon­ feransınca kaderimiz üzerine karar verilirke n ve beş yıldır yaptığımız delilik­ lerin hesaplan görülürke n artık aklımızın başımıza devşirdiğini göstermek; akıllıca ve tedbirlice davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklannı 36

gözetmeksizin herkesin yaşamını, nudını, ırzını korumakla uygarl'lk dünyası karşısında bu ülkeyi bir daha lekelememek değil midir?"

Bu mektubu okuduğumda niyetin, Mustafa Kemal'i itibarsızlaş­ brma olduğunu anlamak hiçte zor olmuyordu. İstanbul'dan size yapılan bu baskı ve itibarsızlaşhrma çabalan sizi hiç yıldırmadı mı? Yılmak ne kelime! Biz bir kere bu davaya baş koymuştuk. Karşı­ mıza bu ve bundan daha ağır engeller çıkacakb. Kolay olmadığını ben ve dava arkadaşlarım biliyorduk. Artık dönemezdik de... Çünkü ulu­ sun umudu bizdik Daha önce de ifade ettiğim gibi mesele kişisellikten oldukça uzaktı. İstanbul hükümeti ve diğerleri hakkımda ne emir ve­ rirlerse versinler, bana ve arkadaşlarıma inana tam olan hiç kimseyi etkileyemeyeceklerdi. Şifreli veya şifresiz mektuplarla kaybedecek za­ manımız yoktu. Bir an önce sağlam bir şekilde örgütlenmemizi ta­ mamlamalı ve güçlü bir askeri-sivil inisiyatif oluşturmalıydık. Bu amaçla, yaklaşık bir hafta süren, oldukça sıkıntılı otomobil yol­ culuğu sonunda, Sivas' tan Erzurum' a geçtik. Erzurum temaslarım çok önemliydi.

Belki de bugün adını koyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti'nin var oluşu yolunda ve sizlerin de şerefle anlattığınız milli mücadele en kri­ tik noktalardan biridir.

Erzurum temaslarımda, Komutan Kazım Karabekir Paşa ve ya­ nında pek çok mühim isim ile bir takım toplantılar yapbk. Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa göre nelerin göre alınması zorunlu olacağını açıkladım: "Ulusal amaçlarla ortaya atılacaklann yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün hal.kın aldatı­ labileceğini ve bize karşı duruma çiorileceğini de düşünmek gerektir. önder olacaklann her ne olursa olsun, amaçtan dönmemeleri, ülkede bannabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüre­ ceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duyma37

yanlann işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar. Bir de, söz konusu görev, resmi makam ve ünifarmaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun haklan adına yüM sesle bağımıak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir. Benim, görevden çıkanldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulundu­ ğum kuşku götünnez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçlan şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben alabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yal­ nız, her halde bu ülke çocuklanndan birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü du­ rumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin. " dedim. Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve öz.el konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim. Yeniden toplandığınuzda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardıma ve destek olacakla:nnı bildirdiler. Erzurum' da hummalı çalışmalarımız sürerken ben bu arada İs­ tanbul' dan da destek arayışları içerisindeydim. Kimisiyle Erzurum yolculuğum esnasında, kimisiyle de Erzurum' dayken temasta bulu­ nun bir anlaşmalar yapmışbm. Bu isimlerden en önemleri kuşkusuz, o dönem göreve yeni gelen Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Barış Haztrlıklan Komisyonunda görevli İsmet Bey'di. Haklısın Efendim! Anlatbğıruz, Erzurum temaslarınız milli müca­ delenin bence de en önemli adımıydı. Anladığımız kadarıyla bu nok­ tadan sonra dönülmez bir yola girdiniz. Artık yalnız siz değil sizinle beraber, siz.e destek olacak arkadaşlarınızda aynı yola girmişlerdi. Uyanlannıza ve onları bekleyen tehlikeli sonuçların olasılığına rağ­ men, sizinle aynı yolda olduklarını söylemiş olmaları, siz.e verilebilecek en kıymetli destektir. Bir o kadar diğer önemli mevzu, sizi işin başında olmanızı istemeleridir. 38

Bu size ve davaya olan inançlanrun tam olduğunun işaretidir. Bu anlattığımz noktaya sizi en çok yoran ve meşgul eden, gereksiz mesaiyi fıarcamanıza neden olan bir durum var mıydı? Biz bu işlerle uğraşırken, maalesef bir yandan da İstanbul' da Har­ biye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşa'nın ve Padişahın, İstan­ bul'a dönmemi sağlamak için sürüp giden aldaba tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek wnında bulunuyorduk, sarunm beni en çok yoran mesele o günlerde buydu. Bu meseleyi kökünden çözmek için ordudan istifa etmem gerek­ tiğine karar verdim ve Harbiye Nazırlığına 8 Temmuz' u 9' a bağlayan gece saat 10.50 gibi telgraf çektim. Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden aynlmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, şef­ kat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağın­ dan (feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya devam edeceğimi açıkladık. Tekrar Erzunım konusuna dönmek istiyonım. Oradaki temasla­ nmz anlabnıştımz. Biz gençler Tarih derslerinde Erzurum Kongresi ve alınan karan okuyor ve ezberliyonız. Ancak O günleri tekrar amm­ sarsamz bir de sizin ifadelerinizle duymak ister. Sizlerin ezberlemeye çalışbğınız kongre kararlan öyle birkaç saat süren çalıştayla oluşmadı. Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Bu iki haf­ talık süre sonunda aldığımız kararlar sanırım biliyorsunuz ki çok önemliydi. Birçok odak rahatsız olmuştu. Neydi bu kararlar kısaca alım: anımsay Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçalan bir bütündür; birbi­ rinden aynlarnaz. Ne türlü olursa olsun, yabanalann topraklanmıza girmesine ve iş­ lerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması duru­ munda ulus, birlikte direnecek ve savunacakbr. Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanma39

sına İstanbul Hükürnetinin gücü yetmezse, amaa gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacakbr. Bu hükürnet üyeleri ulusal kon­ grece seçileceklerdir. Kongre toplanrnamışsa bu seçimi Heyeti Tem­ siliye (femsilciler Kurulu) yapacaktrr. Kuvayi Milliye'yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi ege­ men kılmak temel ilkedir. Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bo­ zacak ayrıcalıklar verilemez. Yabana devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz. Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükürnet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacakbr. Gördüğün gibi, kendimiz yeni bir hükümeti kurmak üzereydik. Bu kongrede, İstanbul Hükümeti'nin sonunun geldiği arhk işlevsiz olduğunu bir nevi deklere ediyorduk. Osmanlı hükürneti üz.erinden ulusun çıkarlarına zarar vermek isteyen yabana mihraklara da bir gözdağıydı. Sizin bu karalan duyurduğunuzdan sonra İstanbul'da yankılan nasıl oldu?

Sadra7..am Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere "Sadrazamın ulusu cunud etmesi" dense yeridir. 23 Temmuz 1919 günlü ajanslar vasıtasıyla dünyaya: "Anadolu'da kanşıklık çıktı. Anayasaya aylan olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerceyasak edilmesi gerekir. "

Şeklinde açıklamalar yapıyordu. Kendilerince bizim çalışmaları­ mızı usulsüz, iç karışıklıktan öte olmayan basit bir oluşum gibi lanse ettirmeye çalışıyordu. Ardından da önlem amaçlı Meclisi Mebusan'ı acil koduyla toplantrya çağırdı. Aslında işin ciddiyetinin de farkınday­ dılar.

Bunu da burada ilk kez söylüyorum. Eğer bizi bırakıp da, düşmana karşı bizle birlikte mücadele etmiş olsalardı, bu millet, bu kadar yara 40

almadan daha kolay esaretten kurtulmuş olurdu. Ancak biz onlarla bu işi yürütülemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Onların çoğu itilaf dev­ letlerince sabn alınmış, karşılığında uslun çıkarları satmış kişilerden oluşuyordu.

Kuvayi Milliye'yi etken kılmaktan söz etmiştiniz. Kuvayi Mil­ liye'yi öne çıkannış olmanızdan dolayı bir tepki aldınız mı? Veya Kuvayi Milliye üzerinden bir saldınyla karşılaştınız mı? Ülke içinde güvensizlik olduğunu ve Hıristiyanhalka saldırıldığını dünyanın gözü önünde tanıtlamak, bu iş ve davranışların Kuvayi Mil­ liye'ce yapıldığına inandırmak için bir girişimde bulunuldu. Bu gizli ve alçakça arnaon gerçekleştirilmesi için de, bildiğimiz gibi, birtakım çeteler kurarak özellikle Hıristiyan halk üzerine saldırmak ve bu çetelerin işleyecekleri ağır suçlan, ulusal örgütlerin üstüne atmak yolunu tutuyorlardı. Bu girişimler, az çok yurdun her yanında filiz vermeye başlamakla birlikte, en önemli gelişme ve çalışma, İstanbul' a yakın bölgelerde zuhretmeye başlamışb. Biz bu haince ama -açık söylemek gerekirse- çok ustaca girişime karşılık, olağanüstü önlem ve girişimlerde bulunmak zorunda kaldık. Çünkü İstanbul Hükümeti, bütün bu düşman girişimlerini, gerçekten Kuvayi Milliye'ce düzenlenmiş sanıyor ve ortadan kaldınlmalan için sert önlemler alacağı yerde boyuna Heyeti Temsiliye'yi suçlayarak ve bu Kurula baskı yaparak, bu ağır suçlan işleyen düşman çetelerinin dağıblmasını bizden isti.yordu. Ne yazık ki, hükümet, bu düşünce ve kanısını, İstanbul' daki örgü­ tümüz başkanlarına da aşılamayı başannışb.

Nasıl bir önlem almaya çalıştınız? Düşündüğümüz önlem, orada silahlı ulusal birlikler kurulması ve o dolaylardaki güvenilir komutan ve subaylanmızın da bu ulusal bir­ liklere yardımı ve desteği ile, hain çeteleri izleyip; onların ilişki kur­ dukları kim varsa başta onlar olmak üzere, tüm hain çetelerin varlık­ larını ortadan kaldırmaları idi.

41

Kıroayi Milliye ve kurmuş olduğunu Heyeti. Temsiliye üzerinden yapılan operasyon/an bir şekildegöğüslemeyi başardığınız biliyomz. Peki, Temsil Heyeti.'nin Sivas'tan Ankara'ya taşınması olayı nasıl oldu? Bu konuda aranızda bir itilafyaşandı mı? Heyeti Temsiliye merkezinin Ankara'ya taşınması düşüncesi ol­ dukça eski idi. Bu düşünce, ilk ortaya atıldığı sıralarda Kazım Kara­ bekir Paşa' dan bir eleştiri almıştık.

(Mustafa Kemal bu sözleri söylerken odanın içerisinde bulunan kitaplığa yöneldi. Ben bir yarıdan onu dinliyor diğer yandan da kitaplıktan ne çıkara­ cağını merak ediyorum. Kalın siyah dltli bir klasör eline almış, eski sararmış parşömen kfiğıtlan arasından aradığı evrakı bulmuştu. Bana okumam için uzatmadan önce evraka hızlıca bir göz attı.)

Bak, çocuk! Bu Kazım Karabekir Paşa'nın bana bu konuda çektiği tel.. Telgrafta aynen şunlar yer alıyordu:

"Erzurum'dan, 3 Ekim 1919 Üçüncü Kolordu Komutanlığına Heyeti Temsiliye'ye : Kuvayi Milliye'yi temsil eden yüksek Kurulun, değil Ankara'ya gi.hnek, Sivas'ın batısına bile geçmemesi düşüncesindeyim. Çünkü, doğu illerinin Kuvayi Milliyesi olan Kurulun bütün bütün uzak­ laşması, dolayısıyla bu illerin örgütsüz kalmasına yol açacaktır. Bundan başka, şimdiye değin tam yasal ve mantıklı olarak yönetilmekte olan ulusal eylemin, öteden beri her zaman her gi.rişimimizi kötü görmek ve göstermek isteyen düşmarılanmızın yaptıklannı göz önünde tutarak, belli bir yerde korunması için Heyeti Temsiliye'nin Sivas'tan batıya geçmemesi dü­ şüncesinde bulunduğumu bilgi.lerinize sunanm. On Beşind Kolordu Komutanı

Kazım Karabekir"

42

Kazım Karabekir, sizin güvendiğiniz vefikirlerini önemsediğiniz bir komutan olduğunu biliyoruz. Ancak bu düşüncesine katılmadığı­ nızı görüyoruz. Temsili heyetin, Ankara'ya taşınması konusundaki ısrannızın nedeni neydi?

Başta, Heyeti Temsilye'nin yalnız doğu illerinin Kuvayi Milliyesi olmadığı ya da o örgütleri temsil etmediği; belki bütün ülkenin -Ana­ dolu ve Rumeli'nin- Kuvayi Milliyesini temsil ettiğin bilinmesi gere­ kildiğinde ısraraydım Öz.ellikle bu nokta üzerinde, günlerce süren telgraf başı tartışma­ lanmız olmuştu. Bir de, Heyeti Temsiliye'nin Sivas' tan Ankara'ya taşınması, doğu illerinin örgütsüz kalmasını gerektirecek bir etmen olamazdı. Heyeti Temsiliye'nin, doğu illerine Sivas'tan telle verdiği buyrukları ve yö­ nergeleri Ankara' dan da eskisi gibi verebileceği kuşku götürmezdi. Fakat, Heyeti Temsiliye'nin, doğu illerinden daha çok bab illerine, İstanbul' a yakın bulunmasını gerektiren ve haklı gösteren manbklı nedenler elbette, çoktu. İlkin, bab ve gtineybab illerimizden, eylemli olarak işgal allına alınmış olanlar vardı. Bu illerimize giren düşman karşısında sağlam savunma cepheleri kurmak ve onların kuvvetlen­ dirilmesini sağlamak gerekti. Oysa, doğu illerimizde, böyle acıklı bir durum yoktu. Kesin olarak yakın bir eylemli tehlike de doğabileceğe benzemiyordu. Uzak bir ola­ sılığa göre, sözgelimi, doğudan Erınenilerin eylemli bir saldırıda bu­ lunacağı kabul olunsaydı bile onun karşısında, Kuvayi Milliye ile güçlendirilmesi kararlaşbrılmış olan On Beşinci Kolordu, kendilerinin komutasında hazır bulunuyordu. Fakat, İzmir cephelerinde türlü yön­ temde komutanlıklar, türlü nitelikte kuvvetler ve türlü türlü olumsuz kaynaklardan gelen dokuncalı etkiler vardı. Adana işgaline karşı daha cephe kurulamaınışb. Pek çok kişi bilmez ama sizin o giin lerde, İstanbul'daki Meclisi Mebusan'a başkan olmak için talip olduğunuz söylüyorlar. öyle bir şey oldu mu? 43

Ben, Meclisi Mebusan'ın İstanbul' da saldırıya uğrayacağını, dağı­ lacağını kesinlikle bekliyordum Böyle bir durumda başvurulacak ön­

lemi de kararlaşbnruşbm. Hazırlık ve gerekli düz.enlemeler de başla­ mıştı. Ankara'da toplanmak istememdeki diğer bir unsurda buydu. Bununla ilişkili diğer bir soruna gelelim. Ulusça yanlış anlaşılmaya yol açmamak için, önlem olarak da bir şey daha düşünmüştüm. O da ifade ettiğin gibi, Meclisi Mebusan Baş­ kan1ığına seçilmek Amacım, dağıtılan milletvekillerini, Meclisi Me­ busan Başkanı niteliği ve yetkisiyle çağırmaktı. Gerçi bu önlem, ancak görünüşü kurtarmak için ve geçici olarak işe yarardı. Ama, herhalde, bunalımlı zamanlarda, yararı geçici de olsa, her türlü önlemin alınmış olması gereksiz sayılamaz. Gerçekte, İstanbul'a gibneyecektim. Ama bunu açığa vurmaksızın, 7_aman ka7_mıncak ve geçici olarak görev başında bulunmuyormuşum gibi, durum ve işlem düz.enlenecek ve Meclis, başkan vekillerince yö­ netilecekti. Böyle bir düşüncem olmuştu. Sonra ne oldu peki?

Bu önlemin uygulanması kolay iş değildi. Elbette Meclise katılan ve işin aslını kavramış olması gereken arkadaşların yardımları ve ça­ lışmalarıyla olabilecekti. Ben de bu fikrimi gereken kişilere söyledim. Düşüncemi ve görüşümü onlarda uygun buldular. Bu yolda çalışa­ caklanna söz ve güvence vererek İstanbul' a gittiler. Ancak sonra öğrendim ki, o arkadaşlarımdan pek azı bu düşün­ cemi ozlı sesle dillendirmişler. Diğeri ise hiç bu konuda konuşmamış­ lar. Neden böyle yatıl