Filistin Cephesinden Adana'ya Mustafa Kemal Paşa
 9786054052066

Table of contents :
ÖNSÖZ
GİRİŞ
MUSTAFA KEMAL PAŞA FİLİSTİN CEPHESİ’NDE
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLI ORDUSU’NUN HALEP’E ÇEKİLİŞİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA YILDIRIM ORDULARI GRUBU KOMUTANI
SONUÇ
KAYNAKÇA
EKLER

Citation preview

FİLİSTİN CEPHESİ’NDEN ADANA’YA MUSTAFA KEMAL PAŞA

FİLİSTİN CEPHESİ’NDEN ADANA’YA MUSTAFA KEMAL PAŞA Yrd. Doç. Dr. Süleyman HATİPOĞLU Genel Yayın Yönetmeni Ersan Güngör © Yeditepe Yayınevi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No 0107-34-007246 ISBN: 978-605-4052-06-6 Yeditepe Yayınevi: 97 Araştırma-İnceleme Dizisi: 79 1. Baskı: Mart 2009 İç Tasarım İrfan Güngörür Kapak Tasarım Yılmaz Buhar

Yeditepe Yayınevi Çatalçeşme Sk. No: 27/15 34410 Cağaloğlu-İstanbul Tel: (0212) 528 47 53 Faks: (0212) 512 33 78 www.yeditepeyayinevi.com | [email protected]

FİLİSTİN CEPHESİ’NDEN ADANA’YA

MUSTAFA KEMAL PAŞA Yrd. Doç. Dr. Süleyman HATİPOĞLU

İstanbul 2009

Yrd. Doç. Dr. Süleyman HATİPOĞLU yılında Adana’nın Karataş ilçesine bağlı Fevziye 1956 (Gölkaya) Köyü’nde doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Adana’da, Liseyi Adana Karşıyaka Lisesi’nde tamamladı. 1975 yılında girdiği Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdarî Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü’nden 1980 yılında mezun oldu. 1983 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi bölümüne okutman olarak atandı. 1984 yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde başlamış olduğu Yüksek Lisans öğrenimini “Millî Mücadele’de Pozantı Kongresi (5 Ağustos 1920)” konulu tezi ile 1986 yılında tamamladı. Bu çalışma Kültür Bakanlığı tarafından Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Pozantı Kongresi adı ile 1989 .yılında kitap olarak yayımlandı yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi 1986 Enstitüsü’nde başlamış olduğu Doktora öğrenimini 1991 yılında “Orta Toros Geçitleri’nde Türk-Fransız Mücadelesi (1918–1921)” başlıklı tezi ile tamamladı. Bu çalışması Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı tarafından Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri 1918–1921) adı ile kitap olarak yayımlandı. 1993 yılında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Anabilim Dalına Yardımcı Doçent olarak atandı. Adı geçen Fakülte’de, Tarih Bölümü’nün oluşumunda emeği geçti ve uzunca süre bölümün başkanlığını yürüttü. Halen bu bölümde görevine devam etmektedir. Evli ve iki çocuk .babasıdır

KISALTMALAR a.g.e. a.g.m. a.g.r. a.g.y. Arş. ATASE ATBD ATTB Bkz., bkz. c. Çev. Der. Dos. F. Haz. Klas. km. Sade. S. s. TİH. TTK. vd. Yay.

: Adı geçen eser : Adı geçen makale : Adı geçen rapor : Adı geçen yer : Arşiv numarası : Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi : Askerî Tarih Belgeleri Dergisi : Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri : Bakınız : Cilt : Çeviren : Derleyen : Dosya no. : Fihrist no. : Hazırlayan : Klasör no. : Kilometre : Sadeleştiren : Sayı : Sayfa : Türk İstiklal Harbi : Türk Tarih Kurumu : ve devamı, ve diğerleri :Yayımlayan

ÖNSÖZ Sanayi İnkılâbı’nı gerçekleştirerek ekonomik alanda güçlenen Avrupalı devletler, süratli bir şekilde egemenlik alanlarını genişletebilmek arzusuna kapılarak, kendi aralarında yarışa girmişlerdir. Uzun süre devam eden bu yarış, telafisi mümkün .olmayan uçurumlar yaratarak, devletlerarası rekabete dönüşmüştür Bu bağlamda coğrafî olarak geniş bir alana sahip olan Osmanlı Devleti’nin toprakları hem hammadde ve hem de pazar açısından sömürgeci politika takip eden devletlerin dikkatini çekmiştir. Bu dikkat, büyük devletlerin zıt menfaatlerini karşı karşıya getirmiştir. Çatışan bu menfaatler, Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünün bir müddet uzamasına neden olmuş, ama sonuçta ülkeyi yarı sömürge .haline getirmiştir Buna bağlı olarak Avrupalı büyük devletler, menfaatlerine uygun bir şekilde hareket ederek bloklaşmışlar ve bunun sonucu da Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Biz bu çalışmamızda Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Filistin Cephesi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu ve Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak yapmış olduğu faaliyetleri ele alarak .incelemiş bulunmaktayız Bu bağlamda konuyu üç bölümde incelemeyi uygun gördüm. Birinci bölümde, Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi’ne atanması ve Yıldırım Orduları Grup Komutanı Erich von Falkenhein’ın Mustafa Kemal Paşa’ya rüşvet niteliğinde altın sandıklar göndermesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın bunu kabul etmemesi, daha sonra cephedeki ordunun durumunu iyi görmemesi üzerine Erkan-ı Harp Dairesine, Sadaret ve İstanbul’daki yetkililere

göndermek üzere 20 Eylül 1917 tarihli raporu hazırlaması, 7. Ordu .Komutanlığın’dan da ayrılması konusu üzerinde durulmuştur İkinci bölümde; Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu Komutanlığı’na ikinci kez atanması üzerinde durulmuştur. Ayrıca İngiliz taarruzu ve Nablus Meydan Muharebesi ele alınarak 7. Ordu’nun Halep’e çekilişi işlenmiştir. Bu bölümde son olarak Mustafa Kemal Paşa’da Kuvâ-yi Millîye ruhunun ve Misak-ı Millî düşüncesinin ortaya çıkışı .ve şekillenmesi incelenerek bir değerlendirme yapılmıştır Üçüncü bölümde ise; Mondros Mütarekesi’ne bağlı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanması ve Halep’ten ayrılarak Adana’ya gelmesi üzerinde durulmuştur. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa Adana’da kaldığı süre içerisindeki faaliyetleri ve Millî Mücadele fikrinin doğuşu ile Adana’dan ayrılarak İstanbul’a hareketinin bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak bölgede Millî Mücadele’nin .ilk kurşununun atılması konusu da işlenmiştir Bu araştırmamızda görülecek eksikliklerimizin hoş karşılanacağını ümit ediyoruz. Okuyanların eleştiri ve temennileri doğrultusunda bizim en doğru ve en güzeli bulmamızda yardımcı olacaklarını ifadede fayda görüyoruz. Bu çalışmamızda Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin Cephesi’ndeki faaliyetleri ve Türk Bağımsızlık Savaşı’nın başlaması açısından da yapmış olduğu hazırlık çalışmaları konusunda açıklık getirebildik ise kendimizi mutlu sayacağız. Bu eserin bilgisayarda yazımında yardımcı olan Yüksek Lisans öğrencilerim Meryem ASİLAZMAZ, Sibel ORHAN ve Mustafa TARIM’a, ayrıca lisans öğrencilerim Cennet HİLOOĞLU ve Mikail KOLUTEK’e teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Eserimizin yazımı esnasında manevî desteklerini gördüğüm hayat arkadaşım Makbule HATİPOĞLU’na .da şükranlarımı arz ederim Yrd. Doç. Dr. Süleyman HATİPOĞLU Antakya 2008

GİRİŞ Sanayi İnkılâbı’nın önemli sonuçlarından birisi hiç şüphesiz hızlı silahlanma idi. Avrupalı büyük devletlerin silahlanma yarışına girmesi, savaş ihtimalini arttırmıştı. Buna ek olarak devletlerin bloklaşması, dünyanın iki büyük kutba ayrılmasına neden olmuştu. Sömürge siyaseti takip eden batılı büyük devletler, asırlardan beri Ortadoğu’da hâkimiyet kurmuş Osmanlı Devleti’ni parçalamak için harekete geçmişlerdi. İşte “Şark Meselesi” adı altında, bu muazzam topraklara sahip Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak amacıyla onu “Hasta Adam” ilan ederek, çeşitli defalar aralarında gizli anlaşmalarla paylaşmışlardı.1 Aralarında yaptıkları bu anlaşmalara dayanarak, yer yer Osmanlı Devleti’nin topraklarını fırsat buldukça işgal etmişlerdi. Böylece İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya gibi devletler Osmanlı Devleti’nin ucundan kıyısından toprak koparmışlardı. XIX. yüzyılda birliğini kurup, Sanayi İnkılâbı’nı da gerçekleştiren Almanya, ekonomik açıdan yeni bir güç dengesi olarak Avrupa’da yerini almıştı. Almanya, Osmanlı Devleti’ne sınırı olmayan ve görünürde de toprak isteğinde bulunmayan bir devlet olarak ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, toprak bütünlüğünü korumak amacıyla, Almanya’ya yaklaşmaya başlamıştı.2 Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya yaklaşması özellikle .İngiliz-Alman, Alman-Fransız rekabetini arttırmıştır Bu rekabetin sonucu olarak, İtilaf ve İttifak Devletleri olarak iki büyük kutup ortaya çıkmıştı. Bilindiği gibi bu gruplar İngiltere’nin başı çektiği; Rusya, Fransa İtalya gibi devletlerin dâhil olduğu İtilaf Devletleri ile; Almanya’nın liderliğini yaptığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu, Osmanlı Devleti’ni ve Bulgaristan’ı içine alan İttifak Devletleridir. Bu iki grup arasında her alanda yaşanan rekabet

hat safhaya ulaşmıştı. Sonuçta 28 Haziran 1914 tarihinde SarayBosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Arşidük François Ferdinand ve eşi Düşes Hohenberg’in Gavrilo Prinçip adlı bir Sırp asıllı öğrenci tarafından öldürülmesi üzerine Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş ilan etmesi ile Birinci Dünya Savaşı başlamıştır.3 Böylece Balkanlarda başlayan savaş önce Avrupa’ya sonra da bütün dünyaya yayılarak devam etmişti. Daha önceden oluşan İtilaf ve İttifak Devletleri savaşa tutuşacak ve Osmanlı Devleti de bu savaşta İttifak Devletleri safında yerini alacaktı. Savaş dört yıl boyunca, acımasız bir şekilde bütün cephelerde var gücüyle devam edecekti. Bu savaşta Osmanlı Orduları birçok cephede savaşırken, Sina ve Suriye-Filistin Cephesi’nde de İngiliz kuvvetleriyle .mücadele edecekti

Birinci Dünya Savaşı’nın Bölgedeki Gelişmesi Birinci Dünya Savaşı, bütün cephelerde şiddetli bir şekilde devam etmekteydi. Bu arada 2–3 Şubat 1915 gecesi Süveyş Kanalı’na yapılan Türk taarruzu, İngilizler tarafından geri püskürtülmüş ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın Mısır’da çıkmasını beklediği isyan da gerçekleşmemişti.4 Bu taarruzun asıl amacı ise, İngiltere’nin imparatorluk yolunu kesmekti. Taarruzun başlarında askerî durum iyi gitmesine rağmen, başarılı bir sonuç alınamamış ve Türk Orduları Kanal bölgesinden kuzeye doğru geri atılmışlardı.5 Bu sırada Cemal Paşa bölgede kendisi tarafından görevlendirilen ajanları vasıtasıyla almış olduğu habere göre, Arapların büyük çapta bir Türk aleyhtarı yeraltı faaliyeti sürdürmekte olduklarını tespit etmişti. Bunun üzerine Cemal Paşa tutumunu değiştirerek, Suriye’de baskı siyaseti uygulamaya başlamıştı. Önceleri Araplardan meydana gelen birlikleri fırsat buldukça Suriye dışına yollamış ve bunların yerine Türk birliklerini getirmişti. Ayrıca yörede ileri gelen Arapları Beyrut’taki Fransız konsolosluğunda ele geçirilen belgelere dayanarak, Harp Divanı’nda yargılatmış ve bunun sonucunda 1915

yılının Ağustos ayında on bir, 1916 yılının Ocak ayında ise yirmi kişiyi idam ettirmişti.6 Bu idamları sebep olarak gösteren Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Osmanlı Devleti’ne karşı 2 Haziran 1916 günü Hicaz’da Arap isyanını başlatmıştı. Bu isyanın arkasında Şerif Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mahon arasında bir yıldan beri sürdürülen gizli yazışmalar vardı. Bu yazışmalardan çıkan sonuca göre Kilikya’dan, Arap Yarımadası’nın güney kıyılarına kadar bağımsız bir Arap Devleti’nin kurulmasına İngiltere’nin söz ve güvence vermesidir. İngiltere’nin bu güvencesi farklı yorumlarla yerine getirilmek istenmemiştir.7 Bunu yanı sıra Kanal Cephesi’nde İngilizler, General Murray komutasında iki defa taarruza geçmişler; ama bunda başarılı olamamışlardı (1. ve 2. Gazze Muharebeleri)8. İkinci Gazze Muharebesi de başarısızlıkla sonuçlanınca, İngiliz Kuvvetleri Komutanlığı’na Murray’ın yerine General Allenby atanmıştı. Allenby vaziyeti tetkik ettikten sonra, Türkleri Gazze’den atabilmek için acele etmeyip, ciddi bir şekilde hazırlanmaya karar vermişti. Ayrıca cepheden taarruzla Türkleri Gazze’den çıkaramayacağını görüp, yan taraftan kademeli taarruz şeklini benimsemişti.9 Ayrıca bu cephede başarı elde edebilmek için İngiltere, güneyden ikinci bir cephe olarak Irak Cephesi’ni açmıştı. İngiltere’nin Irak Cephesi’ni açmasındaki asıl gayesi, bir taraftan Rusya ile kara bağlantısını sağlamak, diğer taraftan ise Abadan petrollerini korumaktı. İngiltere’nin Sina-Filistin Cephesi’nde yapmış olduğu bu yeni düzenlemelerden sonra Osmanlı Ordularını kuzeye doğru çekilmeye mecbur edecekti.10 Bu yeni düzenlemelerden sonra Sina-Filistin Cephesi’nde İngilizlerin ilerlemesi, Osmanlı toplumunun her kademesini üzüntüye sevk etti. Bundan sonra Enver Paşa Almanya’ya giderek, durumu açık bir şekilde konuştu. Bunun üzerine Alman Genelkurmayı yardım etmeyi şartlı olarak kabul etti. Böylece Almanya, Bağdat’ı ele geçirmek amacıyla bir ordular grubu

kurulması gerektiği inancına vardı. Savaşın başlangıcından beri Almanya, Osmanlı Devleti’ne öğretmenler, subaylar ve uzman gruplar göndermek suretiyle yardım etmişti. Şimdi ise komutanı Alman olmak şartıyla büyük bir ordu oluşturulacaktı. Üstelik bu ordunun genel karargâhı yalnız Alman subaylarından meydana gelecekti. Ayrıca o karargâhta Alman askerleri, özel gruplar ve çok sayıda subay da görev üstlenecekti. Kısacası, İngiliz ve Fransızların sömürge askerlerinden meydana getirdikleri birlikler gibi, Almanlar da Türk askerlerinden oluşan bir Alman Ordusu kurmayı düşünmekteydiler.11

Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nın Kuruluşu Yukarıda bahsettiğimiz fikirle hareket edilerek, 24 Haziran 1917 tarihinde Halep’te Enver Paşa’nın başkanlığında Türk ve Alman komutanlarının katılmasıyla (Mustafa Kemal Paşa dâhil) yapılan toplantıda, General Falkenhein’ın12 komutanlığında “Yıldırım Orduları Grubu” kurulması kararlaştırılmıştı13. Bu yeni düzenleme Filistin-Suriye-Irak cephelerini bünyesinde bir araya getirecekti. Bu düzenlemede bile Sina Cephesi’ne fazla bir kuvvet ayrılmamıştı. Yalnız bu sefer Almanya, Yıldırım Ordular Grubu’na 6000 kişilik bir yardım gönderecekti ki, bunun bir kısmı da Sina Cephesi’ne ayrılmıştı. Ekim ayında (1917) Sina Cephesi’ndeki Türk kuvvetlerinin mevcudu 40.000 kişi kadardı. Buna karşılık Allenby ise, 191.000 kişilik bir kuvvet toparlamıştı. Malzeme ve teçhizatı ise aynı şekilde çok fazlaydı.14 Haziran 1917 günü yapılan Halep toplantısından sonra 24 İstanbul’a dönen Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın ilk işi kararlaştırdığı Yıldırım Ordular Grubu’nun15 kurulması olmuş ve General Falkenhein’ın Grup Komutanlığı’na atama emrini 11 Temmuz 1917’de, Padişahın onayından çıkardıktan sonra 15 Temmuz 1917’de şu teşkil emrini vermişti:16 “1) Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı adıyla yeni bir grup komutanlığı teşkil olunmuştur. Grup Komutanlığı şimdilik İstanbul’da bulunacaktır.

2) Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na Mareşal Von Falkenhein Paşa (Türkiye’de Mareşallik Rütbesi verildi) ve Kurmay Başkanlığına Albay Von Dommes atanmıştır. 3) 6 ve 7. Ordular, Yıldırım Ordular Grubu’nun emrine verilecektir. 4) Şimdiden tespit edilen kuruluş şöyledir: 6. Ordu: 2, 6 ve 46. Tümenlerden kurulu 13. Kolordu ile; 14, 15 ve 52. Tümenlerden kurulu 18. Kolordu, 7. Ordu: 20. Tümenlerden kurulu 15. Kolordu ile 24, 50 ve 59. Tümenlerden kurulu 3. Kolordu. Ayrıca Alman Asya Kolu: II no’lu Paşa Karargâhı, üçer bölüklü üç piyade tabur karargâhı (701, 702 ve 703. Taburlar), üç makineli tüfek bölüğü (6’şar makineli tüfek) ve diğer topçu ve destek birlikleri. 5) 6. Ordu yarından itibaren Grup Komutanlığı emrine girecektir. 6) 7. Odu karargâhı, bir an önce Harbiye Nezareti tarafından ikmal edilecektir. Teşkilatlanması biter bitmez Yıldırım Ordular Grubu emrine girecektir. 7. Ordu karargâhı şimdilik İstanbul’da bulunacaktır. 7) 7. Ordu’ya verilen kıt’alar İstanbul’a geldikçe hemen ordu karargâhı emrine girecektir. Bu birlikler, eskisi gibi 1. Ordu tarafından iaşe edilecektir. 8) Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı ile ordular arasındaki yazışmalar ve resmî ilişkiler, verilecek ayrı bir emirle düzenlenecektir.”

Böylece Yıldırım Orduları resmen kurulmuş ve komutanlığına da Alman Genelkurmay eski Başkanı von Falkenhein getirilmişti. Aslında Yıldırım Orduları Grubu’nun çekirdeği 7. Ordu idi ve bu ordunun komutası da Mustafa Kemal Paşa’ya verilmişti.17 Erich von Falkenhein bir yıl önce Verdün’ü düşüremediği için bu görevden alınmış ve yerine von Hinderburg getirilmişti. Bu yüzden de von Falkenhein şimdi parlak bir doğu seferiyle, kaybetmiş olduğu itibarını tekrar kazanmak niyetindeydi.18 Yıldırım Orduları Grubu oluşturulmasına rağmen, henüz yolun başında komutanlar arasındaki çıkar çatışması kendini göstermekteydi; nitekim İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisindeki dengeler, Enver Paşa ile Osmanlı ülkesinde görev yapan üst düzey Alman subayları arasında da sorunlara neden oluyordu. Enver Paşa ile Erich von Falkenhein arasında, 1917 yılının Ağustos ayı içerisinde görüş ayrılıkları, önemli ölçüde İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisindeki ilişkilerden kaynaklanıyordu. Falkenhein, Bağdat’ı geri alabilmek için kurulmuş olan Yıldırım Orduları Grubu’nun yanı sıra, Osmanlı IV. Ordusu’nun da kendi emrine verilmesini istiyordu. Enver Paşa ise bu isteğe olumlu bakmıyordu. Zira IV. Ordu, Cemal Paşa’nın

emrinde bulunuyordu. Bu ordunun Falkenhein’ın emrine verilmesi, Cemal Paşa’nın deruhte ettiği Bahriye Nâzırlığı görevi için İstanbul’a dönmesi anlamına geliyordu. Alman karşıtı düşünceleriyle tanınan Cemal Paşa’nın İstanbul’da bulunması hem Enver Paşa hem de Osmanlı Genel Karargâhı’nda çalışan Alman subaylar açısından olumlu bir gelişme sayılamazdı.19 Nitekim Erich von Falkenhein burada amir-i mutlak olan Cemal Paşa’yla da ters düşmüştü. Şimdiye kadar bu cephenin hemen hemen bütün yetkisi Cemal Paşa’nın ellerindeyken, Falkenhein’ın gelişinden sonra emrinde sadece VII, VIII ve XII. kolordular ile Hicaz Seferi Kuvveti kalmıştı. Bu şekilde ortaya çıkan zorlukların üstesinden çok zor, o da ancak karşılıklı anlayışla gelinebilirdi. Buna mukabil zıtlaşmanın çok kötü sonuçları olurdu. Cemal Paşa kendisini Bahriye Nezareti’nin işlerine hasrettiği İstanbul’a alelacele dönmüş ve bu durumdan mümkün olduğu kadar kaçınmıştı.20 Böylece Enver Paşa’nın düşüncesi, kendisi açısından olumsuz olmasına karşın gerçekleşmiş ve Cemal Paşa İstanbul’daki görevine dönmüştü. Bu durum da Enver Paşa’nın, Falkenhein’a olumsuz bakmasına neden olacak ve ileriki günlerde aralarının açılmasında etkili bir rol .oynayacaktı 1 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. II, Kısım 3, Ankara, 1983, s. 466 vd. 2 Rosa Luxemburg, “Alman Emperyalizmin Harekât Alanı: Türkiye”, Berlin-Bağdat, Alman Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Haz. Ragıp Zarakolu, İstanbul, 1982, s. 140. 3 Pierre Renouvin, Birinci Dünya Savaşı 1914-1918, Çev.Adnan Cemgil, 1982, s. 162. 4 Süleyman Hatipoğlu, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915-1921), Ankara, 2001, s. 17 vd.; Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul, 1977, s. 203 vd.; Y. Tekin Kurat, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, Ankara, 1986, s. 25; Ş. S. Aydemir, Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1985, s. 165 vd. 5 Cemal Paşa, a.g.e., s. 204 vd.; Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, Ankara, 1987, s. 190; Ş. S. Aydemir, a.g.e., s. 167-168. 6 Ali Fuad Erden, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Hatıraları, İstanbul, 2006, s. 273 vd.; Y.Tekin Kurat, a.g.e., s. 25-26; Peter Mansfield, The Successors The Ottaman Empire, London, 1973, s. 42. 7 Bu husus Londra’yı Arap âleminin baş düşmanı yapacaksa da; İngiltere 1916 yılında İstanbul’a karşı çok faal bir beşinci kol kazanacaktı. Zaten Cemal Paşa Mısır’da yapmak istediğini gerçekleştiremedi. Oxford Üniversitesi Doğu Dilleri mezunu yedek subay T.E. Lawrence, İngiltere

İmparatorluğu için yapacak, gerek Sina Yarımadası gerekse Ürdün’deki Bedevi kabilelerini etkin gerillalar halinde örgütleyecekti. Daha geniş bilgi için bkz. Y.Tekin Kurat, a.g.e., s. 26 vd.; P. Mansfield, a.g.e., s. 42’de: Şerif Hüseyin’in 10 Haziran 1916 tarihinde isyan ettiğini ve Mekke’yi Türklerden aldığını yazmaktadır. Ayrıca bu hususta daha geniş bilgi için bkz. Cemal Paşa a.g.e., s. 333 vd.; Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1985, s. 274 vd. 8 1916 yılı sonunda İngilizler bu cephede ilerleyerek Suriye’ye kadar gelmişlerdi. General Murray emrindeki kuvvetlerle ilerlemelerini sürdürerek, 15 Mart 1917’de Gazze’nin 25 km. yakınına kadar gelip, durdular. Diğer taraftan buradaki Türk kuvvetleri zayıf bir durumdaydı. Bütün isteklerine rağmen Enver Paşa burayı takviye edemiyordu. Bunun için Sina’dan çekilen Seferi kuvvetlerin komutanı Albay von Kress, Gazze ve civarına yerleşerek savunma yapmayı en uygun yol olarak düşünmüştü. İngilizler, 22 Mart’ta taarruza geçtilerse de Türkleri Gazze’den çıkaramadılar ve 27 Mart’ta taarruzu durdurdular. İngilizler Kudüs’ü ele geçirmek ve Filistin’e hakim olmak istiyorlardı. Aldıkları takviyeler ile İngilizler, 19 Nisan 1917 sabahı Gazze’ye karşı iki defa taarruza geçtilerse de düşüremediler ve aynı gün akşamı hücumlarını durdurmak zorunda kaldılar. Daha geniş bilgi için bkz. Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 1961, s. 612 vd.; Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, s. 293; bu konuda meselenin bizzat içinde bulunan Cemal Paşa’nın eserini göz önünde tutmakta fayda vardır. Bkz. Cemal Paşa, a.g.e., s. 233 vd. 9 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 163; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, 1984, s. 173-174; Cemal Paşa, a.g.e., s. 239; Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, s. 293. 10 Cemal Paşa, a.g.e., s. 236 vd.; O.Sander, a.g.e., s. 190. 11 Jorge Blanco Villalta, Atatürk, Çev.Fatih Özsu, Ankara, 1982, s. 173-174; Cemal Paşa, a.g.e., s. 239; Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, s. 294 vd. 12 General Falkenhein (1861-1922); savaşın başından Prusya Devleti Harbiye Nâzırlığı ve daha sonra Almanya Genelkurmay başkanlığı yapmıştı. Genelkurmay Başkanlığı sırasında Verdün Muharebesini kaybetmiş, Romanya’daki ordu komutanlığı esnasında ise zafer kazanmış, mağrur ve inatçı bir komutandı. 7 Mayıs 1917 günü İstanbul’a geldi. Suriye ve Irak’ta bir inceleme yaptıktan sonra görevi kabul ettiğini hükümetine bildirdi. Almanya İmparatoru II. Wilhelm, 5 Haziran 1917’de General Erich von Falkenhein’ın Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na tayinine ait kararı imzaladı. Mayıs 1917’den itibaren Falkenhein’a ayda 200.000 Türk altını tahsis eden Almanya, Yıldırım Harekatı için 5 milyon altın lira harcamaya hazırdı. Tabii bütün bu paralar Türkiye’nin hesabına borç olarak yazılıyordu. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Jhude L. Wallah, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker, Ankara, 1985, s. 195 vd.; Ayrıca bkz. H. Fahri Çeliker, “Atatürk’ün Yaşamından Falkenhein-Mustafa Kemal Anlaşmazlığı”, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, S. 13 (Kasım, 1988), Ankara, 1988, s. 167 vd.; Uluğ İğdemir, “Birinci Dünya Savaşında Atatürk’le Mareşal Falkenhein Arasında Çıkan Anlaşmazlığa Dair Yeni Belgeler”, Belleten, c. XXXIII, S. 132 (Ekim, 1969), Ankara, 1969, s. 505; Cemal Paşa, a.g.e., s. 239 vd.; Ş. Süreyya Aydemir eserinde, Falkenhein, 5 milyon Alman altını ile 100 kişiye yaklaşan Alman maiyyetiyle gelmişti demektedir. Bkz. Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, s. 294 vd. 13 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, c. III, Kısım 3, Ankara, 1983, s. 364 vd., Süleyman Hatipoğlu, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri,

1918-1921), Ankara, 2001, s. 19 vd., Ayrıca Yıldırm Orduları Grubu’nun kuruluşu konusunda daha geniş bilgi için bkz., Mehmet Fatih Tarım, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Ordular Grubu, (Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Hatay, 2004. 14 Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, s. 613; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 123. 15 Bu ordular grubuna ‘Yıldırım’ adı verilmesinin sebebi, Bağdat üzerine yapılacak teşebbüsün gizli kalmasını sağlamaktı. Böylece düşman; ne amaç, ne kuvvet ve ne de örgüt hakkında belki uzun bir süre tam bir bilgi edinemeyecek ve buna da bir anlam veremeyecekti. Bkz. Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, c. IV, Kasım 2, Ankara, 1986, s. 84. Ayrıca bkz. J.Blanco Villalta, a.g.e., s. 174’te: Ordular Grubu’na, Osmanlı İmparatorluğu’nun yayılmasında büyük katkısı olan, fakat Timurlenk’e yenilmiş olan, olağanüstü bir enerjiye sahip Sultan Yıldırım Bayezid’e atfen ‘Yıldırım’ ismini verdiler, demektedir. Bu hususta Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, İstanbul, 1984, s. 172’de: Bu seferki Ordular Grubu, Kurmay Heyetiyle Komutanı Alman olan, tam bir Alman ordusuydu diye konuya açıklık getirmektedir. Bu konuda bunlardan başka bkz. Cemal Paşa, a.g.e., s. 245 vd.; Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, s. 298. 16 ATASE, Arş.: 1-1, Klas.: 211, Dos.: 892, F:17; ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, s. 83 vd.; Bu konuda J.Blanco Villalta, a.g.e., s. 174’te, “Bu ordunun genel karargâhında sadece 9’u Türk olan, 75 subay bulunmaktaydı” diyerek, durumun vahâmetini belirtmiş oluyordu. 17 Lord Kinross, a.g.e, s. 172; Falkenhein bu seferlerin yapılabilmesi için hükümetten büyük yetkiler almıştı. Toroslardan başlayarak bütün Suriye, Filistin ve Arabistan’ın tek sorumlusu olmuştu. Türkleri küçük gören ve Araplarla kendi adamları aracılığı ile ilişkiler kurmağa çalışan Falkenhein‘ın elinde 5 milyon Altın İngiliz Lirası vardı. Bu parayla şeyhleri, aşiret reislerini ve nüfuzlu insanları satın alarak amacına ulaşacağı kanısındaydı. Bir sömürgeci gibi davranan bu komutanın tutumu Mustafa Kemal Paşa’yı sinirlendiriyordu. 20 Eylül 1917 tarihinde Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yurdun ve ordunun acıklı durumunu pek canlı bir suretle anlatan meşhur raporunu gönderdi, adı geçen bu rapor için bkz., Belge 1-2. 18 Lord Kinross, a.g.e., s. 172; Uluğ İğdemir, a.g.m., s. 505’te bu hususta şunlardan bahsedilmektedir: “27 Haziran 1917 tarihinde Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın başkanlığından yapılan ordu komutanları toplantısında, 2. Ordu Komutanı olarak Mustafa Kemal Paşa da bulunuyordu. Enver Paşa’nın direnmesine rağmen Bağdat seferinden vazgeçilmişti. Almanya’dan Bağdat’ı almak üzere getirilen Falkenhein da ilk önce bu sefere taraftar olduğu halde, bu toplantıda ortaya konan gerçekler karşısında seferin yapılamayacağına inanmış ve Sina Cephesi’nde İngilizlere saldırarak onları yendikten sonra Bağdat’a yürümeyi kendine uygun bulmuştu”. 19 Mustafa Çolak, Enver Paşa Osmanlı-Alman İttifakı, İstanbul, 2008, s. 53. 20 Hans Guhr, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza, Çev., Eşref Özbilen, İstanbul, 2007, s. 161.

BİRİNCİ BÖLÜM

MUSTAFA KEMAL PAŞA FİLİSTİN CEPHESİ’NDE

Mustafa Kemal Paşa’nın Yedinci Ordu Komutanlığı (5 Temmuz 1917–11 Ekim 1917) Haziran günü komutanların Halep toplantısında almış 24 oldukları karar üzerine Yıldırım Ordular Grubu kurulmuş ve General Erich von Falkenhein 11 Temmuz 1917 tarihinde Grup Komutanlığı’na tayin edilmiştir. Böylece yeni oluşan bu ordunun 7. Ordu Komutanlığı’na da Mustafa Kemal Paşa atanmıştır. İşin aslını da söylemek gerekirse Yıldırım Orduları Grubu’nun çekirdeğini de 7. Ordu oluşturmaktaydı.21 Çanakkale Cephesi’ndeki bazı kavgalarına rağmen Mustafa Kemal Paşa sonunda Liman von Sanders’le anlaşmıştı. Ama Erich von Falkenhein ile ilişkilerin daha fırtınalı olacağını gösteriyordu. Daha Halep’te yapılan ilk kurmaylar toplantısında iki kumandan sert bir şekilde çatışmışlardı. Toplantıda, bazı Alman subayların yanı sıra, Enver Paşa ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’da hazır bulunmaktaydı. Hiç olmadığı kadar hırçın olan Mustafa Kemal Paşa, Falkenhein’in takdimini suskunlukla dinlemişti. Alman generalin planı, Süveyş Kanalı’na bir yıldırım harekâtı ile eş zamanlı olarak Bağdad üzerine de bir taarruzdan ibaretti. Fakkenhein oturduğunda Mustafa Kemal Paşa söz istedi. Her zaman yaptığı gibi Falkenhein’in projesini şiddetle eleştirdi ve sonunda bunun “aptalca ve gerçekleştirilemez” olduğunu açıkladı. Böyle bir sahneye tanık olmamış von Falkenhein yukarıdan aldı ve Mustafa Kemal’in özür dilemesini istedi. Almanlardan nefret eden Cemal Paşa’da bu atışmada Mustafa Kemal Paşa’yı tutmuştu.22 Mustafa Kemal Paşa’ya Falkenhein Tarafından Gönderilen Altın Sandıklar

Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa Suriye’de 7. Ordu Komutanlığı’na tayininden sonra yeni görev yerine gitmeden evvel, hem gerekli işleri görmek, hem de annesini ziyaret etmek için birkaç

günlüğüne İstanbul’a gitmişti. Olay o günlerde geçmektedir. Mustafa Kemal Paşa bu olayı hatıralarında şöyle anlatır:23 “Yıldırım Ordusundan VII. Ordu Komutanlığını kabul edip İstanbul’a hareket edeceğim günden önceki geceydi. Falkenhein karargâhında bulunan bir Türk kurmay subayı, yanında bir genç Alman subayı olduğu halde, Akaretler’de, 76 numaradaki ikametgâhıma geldi. Ufak ve zarif sandıklar içinde Falkenhein tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi. O (şey)lerin kendisini kabul ettiğim odaya nakletmesini emrettim. Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif edildi. — Bunlar nedir? Dedim. Alman subayı dedi ki: — İstanbul’dan ayrılıyorsunuz, Mareşal Falkenhein tarafından bir miktar altın gönderilmiştir. Kimseye şahsi ihtiyacımdan bahsetmemiştim. Sandım ki, mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarf etmek için göndermiştir: Almanla beraber gelen tercüman subaya dedim ki: — Bu sandıklar bana yanlış gönderilmiştir. Eğer ordunun ihtiyacına sarf edilecekse levazım reisine gönderilmesi lazımdı. Benim için fazla külfettir. — Efendim, o da başka… Bizim zabitimize: — Paranın miktarını bu Alman subayından iyi tahkik et. Huzurunda aldığına dair bir senet yaz. Ver. İmza edeyim, dedim. Zabitimiz emrimi yaptı; fakat Alman subayı senedi kabul etmek istemedi. Tekrar: — Bu zabit bilmiyor, dedim. Senedi alsın ve mareşale versin. Siz de bu paraları gelip alması için levazım reisine haber gönderiniz. Bittabiî iş böyle cereyan etti. Bu sandıklar ve içindekiler, ordunun levazım dairesinde, benim bunlara karşılık verdiğim senet de mareşalin mahrem kasasında birkaç ay birbirlerini beklediler. Fakat 7. Ordu kumandanlığından kendi kendimi affettikten sonra yerime vekil bıraktığım Ali Rıza Paşa’ya bu sandıkları teslim ettim ve verdiğim senedi de yaverlerim Cevat Abbas (Bolu Mebusu) ve Salih Beylere(Bozok Mebusu) aldırttım…”

Hatta bu senedi geri aldırış, Falkenhein karargâhından oldukça direntili de olmuştu. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın sert ve kesin emirleri mutlaka yerine getirilmiştir. Çünkü ilk müracaatlarında yaverler, Falkenhein’in böyle bir para muamelesinden ve senetten haberi olmadığını söylemişse de, sonunda mahrem kasa açılmış ve senet geri alınmıştır.24 Bu olayı Lord Kinross ve J.Blanco Villalta şu şekilde aktarmaktadır; Mustafa Kemal Paşa görevinden ayrılmadan önce,

Alman Generali Falkenhein’ın ona rüşvet niyetine göndermiş olduğu altın kutularını hatırladı. Bu kutuları bir makbuz karşılığında kendi yerine gelen komutana teslim etti. Sonra bu makbuzun Falkenhein’a ilk vermiş olduğu makbuzla değiştirilmesini istedi. Yaverlerinden Cevad Abbas ve Salih Bozok’u bir mesajla Falkenhein’a gönderdi, bu mesaj: “İşte paralarınız duruyor. Fakat bu paralardan çok daha değerli olan Mustafa Kemal’in imzası sizde kalamaz. Lütfen senedini iade ediniz.” şeklindeydi. Bu mesaj üzerine Von Falkenhein önce böyle bir paradan haberi olmadığını ve makbuzun dosyalarında bulunmadığını söyledi. Ancak Mustafa Kemal Paşa işin aslını ortaya çıkaracağına dair üstü örtülü tehditlerde bulunarak ısrar edince, Falkenhein makbuzu geri vermek zorunda kaldı.25 Mustafa Kemal Paşa Yedinci Ordu Komutanı Olarak Cephede

Bağdat’ın tekrar alınması amacıyla hazırlanan Yıldırım Orduları Grubu’nun, 6, 7 ve 8. Ordulardan oluşacağı planlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Halep toplantısına katıldıktan sonra Diyarbakır’daki 2. Ordu Komutanlığı’na geri dönmüştü. Haziran 1917’de Enver Paşa Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafta kendisini 7. Ordu Komutanlığı’na getirmek istediğini, bu görevi kayıtsız şartsız kabul edip etmeyeceğini sormuştu. Tezer’e göre, Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu Komutanı olmasını Falkenhein istemiş, Enver Paşa ise başlangıçta 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa’yı bu göreve getirmek istemişti. Falkenhein’ın Mustafa Kemal Paşa’yı istemesinin nedeni, daha çok Çanakkale’deki başarılarıyla kendisini komutan olarak ispatlamış olmasıyla ilgili olabilir. Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın ordu komutanlığını almak için bazı şartlar ileri süreceğini, bu yüzden çektiği telgrafa olumsuz cevap vereceğini düşünüyordu. Fakat Mustafa Kemal Paşa görevi kabul ettiğini bildirmiştir.26 Mustafa Kemal Paşa Halep’e vardıktan bir gün sonra, Falkenhein’a bir telgraf çekerek, Von Kress’in Gazze’deki bir aşiret şeyhi ile sözleşme yaptığını gördüğünü ve bunun iç politika itibarıyla doğru olmadığını bildirmiştir. Bu telgrafta Mustafa Kemal

Paşa ile Falkenhein’ın anlaşmazlığının başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Paşa daha işin başından beri Falkenhein’ı açık bir şekilde eleştirmekte, Alman subayların önünde, onun planlarını tenkit etmekteydi. Bu hususta Cemal Paşa’da Mustafa Kemal Paşa’yı desteklemekteydi.27 Savaşın başlangıcından beri Türk Ordusu ve komutanlarının Almanların buyruğunda görev almasını bir türlü hazmedemeyen Mustafa Kemal Paşa’nın, Yıldırım Ordular Grubu gibi, neredeyse karargâhın tamamının Alman subaylardan oluştuğu bir ortamda, huzurlu bir şekilde hizmet etmesi çok zordu. O da, Cemal Paşa gibi kuvvetlerin Suriye’de toplanması ve daha çok savunma yapılması gerektiğini düşünüyordu. Ayrıca Filistin’de iki ordunun kullanılması yerine bütün cephenin sorumluluğunun 7. orduya yani kendisine verilmesini istiyordu. Falkenhein’ın güneye yönelik taarruz düşüncesini de o günün şartları içerisinde doğru bulmuyordu. Falkenhein ise bu görüşe katılmıyor, 7. Ordu’nun, komutanı yine Alman olan von Kress’in 8. Ordu’sunun yanında taarruza katılmasında ısrar ediyordu. Mustafa Kemal Paşa Almanların bu ısrarcı tutumundan rahatsızdı ve O, savaşın kazanılması halinde bile, Osmanlı Devleti’nin bir Alman sömürgesi haline geleceğini düşünüyordu. Bu yüzden Falkenhein’ın hareketlerine kuşku ile yaklaşmaktaydı bu nedenle de Mustafa Kemal Paşa, emrinde çalıştığı bu komutana karşı daima dikkatli olmuştur.28 Erich von Falkenhein Almanya’nın çıkarları için, kendi yönetimindeki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı forsundan, azamî istifadeyi sağlamak başlıca hedefini oluşturmaktaydı. Bu gerçeği gören Mustafa Kemal Paşa, durumun çok önemli sonuçlarını dikkate alarak bu hareketlere engel olacak tedbirlerin alınması hususunda gerekli teşebbüste bulunmayı kendisine görev bilmişti. Buna rağmen Falkenhein’ın takip etmekte olduğu hareketlerinde değişiklik görülmemesi, Mustafa Kemal Paşa ile Falkenhein arasındaki anlaşmazlığı iyice alevlendirmişti. Mustafa Kemal Paşa, bundan önce komuta ettiği 2. Ordu’nun daha geniş bir alana ve daha bağımsız yetkilere sahip olduğunu ileri sürerek, şimdi dar

cephelerde sınırlı yetkilerle Von Kress ile aynı seviyede olmak istemiyordu.29 Ordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa, 20 Temmuz .7 1917 günü Suriye’de Remle’ye varmıştır. Suriye’deki 4. Ordu’nun Komutanı Bahriye Nâzırı Cemal Paşa olmasına rağmen asıl komuta Alman Generali von Falkenhein’in elindedir. Falkenhein’ın kurmay başkanı, Alman albayı von Dümez’dir. Bu sırada Dümez ile Mustafa Kemal Paşa arasında bir türlü normal münasebetler kurulamaz ve bellidir ki Dümez, Mustafa Kemal Paşa’ya hakkı olan ordu komutanlığını bütün birlikleri ile verme taraflısı olmadığı için O’nu oyalamaya çalışır. Hiç şüphesiz, bölge ve cephedeki birliklerdeki görev taksimi elbette von Falkenhein’e aittir, ama Mustafa Kemal Paşa da 7. Ordu Komutanı olarak tayin edildiğinden dolayı, gereken kolorduların emrine verilmesi ve bölgenin belli bir kısmında kumanda görevini almalıdır. İşte bu taksim bir türlü yapılamadığı gibi, araya birtakım anlaşmazlıklar da girmiştir. Dümez, Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığını bahane ettiği ve vazife almak istemediği kanaatini daha yüksek makamlara ulaştırır. Mustafa Kemal Paşa ise, sadece bir ordu komutanının hakkı olan şerefli mevkii ve yetkileri istemektedir. Hâlbuki Mustafa Kemal Paşa’ya, iki tümenle, önemsiz bir görev gösterilmiştir.30 Bu yetki yüzünden Mustafa Kemal Paşa uzun ve ilgi çekici bir yazışma başlatır. Mustafa Kemal Paşa yalnız Falkenhein’la değil, Baş Kumandan Vekili Enver Paşa ile de yazışmalara girişir. Gerçekleri açıklar. Enver Paşa evvela işi şöyle böyle idare etmek ister. Fakat Mustafa Kemal Paşa bu sefer Falkenhein ve orduda da Almanların sorumsuz müdahalelerinin de aleyhine çıkar. Ortaya büyük problemler atar. Nihayet Enver Paşa, yakında Suriye’ye dönecek olan Cemal Paşa’yı beklemesini ve vaziyetin o zaman incelenmesini bildirir; fakat artık iş çığırından çıkmıştır. Bu kadroda ve bu şartlar altında vazife göremeyecektir. Ne ise, netice şöyle böyle hallolunur31. O sırada Türk-İngiliz cephesi Filistin’in güney sınırında Sina Çölü kapılarındadır. Fakat İngilizler üstündür çok

tahkimat yapmışlardır. Bir kanatları denizde donanmaya, diğer .kanatları çöle ve çöldeki ücretli Arap kabilelerine dayanmaktadır İşte bu vaziyette General Falkenhein’ın planı,32 Sina Cephesi’ne bir taarruz tertibi ile İngilizleri Süveyş Kanalı’na doğru sürmektedir. Falkenhein’in emrinde Suriye’de, 4, 7 ve 8. ordular vardır. Falkenhein 8. Ordu ile cepheden, Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordusu ile de sahil boyunca Birussebi üzerinde taarruza geçecekti. Bu taarruzda en mühim vazife Mustafa Kemal Paşa’ya ve 7. Ordu’ya düşüyordu. Böylece yeni bir Sina macerası açılıyor, yeni .bir çöl seferi başlıyordu Ama oradaki dava, karşı tarafın dediği gibi, “Devler diyarında bir devler savaşıydı”… Orada memleketin ölüm kalımı teraziye konulmuştu. Hâlbuki Sina Çölü’nde O, bu maceraya taraftar değildi. Disiplinli bir savunma taktiği ve stratejisi istiyordu. Fakat Falkenhein bu görüşte değildi. O, Alman Genelkurmayı’nda görüşlerini uygulama çabasına uyarak, İngilizlere karşı taarruz hareketlerine girişilmesi taraftarıdır.33

Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Eylül 1917 Tarihli Raporu ve Görevden Ayrılışı Mustafa Kemal Paşa komutanı olduğu 7. Ordu’nun, Alman Generali von Falkenhein emrindeki Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı olmasına olumlu bakmıyordu. Mustafa Kemal Paşa bu Alman generalin iç işlerimize karışmasını, bilhassa aşiretlerle temas kurmasını beğenmiyordu. Falkenhein bir yıl önce Batı Cephesi’nde Verdün’ü zapt edemediği için bu defa doğuya atanmıştı. Bağdat’ı zapt etmek hülyasında idi. Mamafih Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın da aynı şeyi düşündüğünü Rauf Orbay’a söylediği şu sözlerden anlıyoruz: “Biz umumî vaziyet bakımından Medine’nin sonuna kadar müdafaasını, Bağdat’ın da bir an evvel geri alınmasını siyaseten zaruri görüyoruz.”34 Mustafa Kemal Paşa bunun bir facia ile sonuçlanacağını biliyordu. Falkenhein, Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleri ve kurmay

bir subay olan Binbaşı Franz von Popen’in öğütleriyle Bağdat’ı almaktan vazgeçti. Bu sefer Filistin Cephesi’nde bir taarruz tasarladı. Mustafa Kemal Paşa şartların aleyhimize olduğunu gördü ve boş maksatlarla Türk askerlerinin beyhude yok edilmesine razı olmadı ve kendi ordusunda bir birlik komutanı olan Albay İsmet Bey’le konuşup Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya, Sadrazam Talat Paşa’ya ve Cemal Paşa’ya durumu Halep’ten yolladığı aşağıdaki raporla bildirdi:35 Halep, 20 Eylül 1333, “1- Önce genel memleket durumu dikkate alınmalıdır. Savaş Müslüman, Hıristiyan bütün halkımızı bitkin bir hale getirmiştir. Halk ve idare arasındaki bağlar çözülmüştür. Evlerinde kalanlar da ya kadınlar, ya acizler veya asker kaçağı olup çalışıp topraktan aldıkları kendi geçimlerine yetmezken, askerî ve sivil idare onlardan, açlık ve ölüm pahasına, varını yoğunu ellerinden almakla direnmek zorundadır. Öbür yandan idare tam bir aciz içinde olduğundan, genel hayatın bir anarşiye doğru sürüklenmesini önleyememekle adalet ve hukuka aykırı davranışlar hükümetten nefreti arttırmaktadır. Mahallî hükümetin acz içinde olması ve bir zabıta kuvveti olmasından, ihtiyaç yüzünden memurların rüşvetçi olmalarından, vurgun ve yolsuzluklardan, adalet cihazının asla işlememekte bulunmasındandır. Bu hal genel hayatı her köşede, her şehirde çürütmektedir. Halk geçimi ve ticaret işleri korkunç bir çöküntüye uğramıştır. Bu gün bir para meselesi var ki bu ne memurlarda, ne halkta geleceğe emniyet bırakmamış, namuslu kimseleri mukaddes saydıkları değerlerden uzaklaştırmaktadır. Savaş devam ederse karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike her taraftan çürüyen ulu saltanat binasının bir gün içinde birdenbire çökmek ihtimalidir. 2- Genel askerî durum savaşın yakında biteceğini göstermemektedir. Müttefiklerimizin düşmanlarımızı askerî hareketlerle barışa zorlayacakları artık söz konusu olmayıp Almanlar stratejilerini: “Geliniz de bizi yeniniz”, esasına bağlamışlardır. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklarına şüphe olmayıp düşman halkının sıkıntı ve yoksulluğu daha azdır. Savaş daha uzun sürecektir. Savaşı bitirme olanakları bizim tarafın elinde değildir. 3- Türkiye’nin savaş durumu şudur: Ordu başlangıca göre pek çok zayıftır. Birçok ordunun kuvveti, olması gerekenin beşte biri kadardır. Memleketin nüfus kaynakları eksileni tamamlamaya yeterli değildir. Hatta 7. Ordu gibi bütün memleket içinde iyi tutulmaya çalışılan tek orduyu dahi, daha düşmana bir kurşun atmadan kuvvetli bulundurmağa imkân bulamıyoruz. En güç işleri görmek üzere biner kişilik taburlarla bana gönderilen tümenin yüzde ellisi ayakta duramayacak kadar zayıf olduğundan ayıklanmış ve sağlam kalan erler 17–20 yaşında çocuklarla 45–55 yaşındaki işe yaramazlardan ibaret kalmıştır. Başka en iyi tümenlerin taburları da İstanbul’dan 1000’er mevcutla hareket etmişler ve en kuvvetlisi 500 mevcutla Halep’e gelebilmiştir.

Askeri genel duruma göre, mesela son kuvvetlerle Bağdat’ı geri almayı düşünmeye imkân yoktur. En kuvvetli düşman hazır olarak Sina’dadır. 4- Bu kısa açıklama ile artık her şey bitmiştir ve bulunacak çare kalmamıştır, demek istemiyorum. Kurtulma yolu ve çaresi vardır. Ancak en iyi tedbirleri bulmak lazım gelir. Bu tedbirler şunlar olabilir: A) “İçeride hükümeti kuvvetlendirmek, beslenmeyi sağlamak, yolsuzlukları en aşağı haddine indirmek, savaşın uzaması yeni kayıplara sebep olunca, elimizde ve gerimizde kalacak belgeleri halkı dayanmaz ve çürük halde bulundurmamalıyız. Memleket sağlam bir hareket üstü halinde kalmalıdır.” B) “Askerî politikamız bir savunma politikası olmalı elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi sonuna kadar saklamalıyız. Memleket dışında da bir tek Türk askeri kalmamalıdır.”

Bu rapor görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa’nın ileri görüşlülüğünün bir belgesidir. Sivil idarenin rüşvet, yolsuzluk ve suiistimal sebepleriyle artık güvenilir halden çıktığı ticarî ve ekonomik hayatın felce uğradığını belirtiyor. Ordunun da maddî ve manevî bakımdan zayıfladığına işaret ediyor; kuvvetli bir ordu, maneviyatı sarsılmamış bir halk ve sağlam bir idare cihazı kurmanın şart olduğunu söylüyor. Aksi halde saltanat binasının ansızın çökebileceğini işaret ediyordu.36 Görüldüğü gibi bu rapor Birinci Dünya Savaşı’nın önemli belgelerinden birisidir ve Mustafa Kemal Paşa hakkında, Millî Mücadele öncesine ait en önemli belgelerden birisi de budur. Bu rapor için, o dönemde şu şekilde de yorumlar yapılmıştır:37 “Bu rapor, memleketin hakiki durumunu pek canlı tasvir eden, ileride olacakları isabetli bir görüş ile bildiren kuvvetli bir vesikadır. Bu raporda, mülkî idarenin artık güvenilemeyecek bir hale geldiği, ticaret ve iktisat hayatının felce uğradığı, ordunun maddî ve manevî kuvvetinin zayıf düştüğü ve Osmanlı Ordusu’nun, en tehlikeli çarpışmaları beklediği bir cephede, mukadderatının bir yabancıya verilmesindeki mahzurlar isabetli ve açık belirtilmektedir. Bazı tavsiyelerde de bulunularak ileride vatan mukadderatının idaresi için elde kuvvetli bir ordu tutmanın devlet idare cihazını sağlam, halkın maneviyatını sarsılmamış bir halde bulundurmanın zarurî olduğu ileri sürülmektedir. Tedbirler alınmadığı takdirde, saltanat binasının ansızın çökeceği de belirtilmektedir.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu raporunda üzerinde durulması gereken, ileriye ışık tutacak aydınlatıcı fikirler bulunmaktadır. Bu rapor, sadece bir askerî komutanın, herhangi bir stratejik plan

üzerinden üslerine yazdığı meslekî bir bildiri olarak görülmemelidir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu raporu çok yönlü olup, ileride meydana gelebilecek olaylara da işaret etmektedir. Kararlı bir şekilde kaleme alınan bu rapora ayrıca askerî bir durum özeti de ilave edilmiştir.38 Mustafa Kemal Paşa’nın Halep’ten İstanbul’a gönderdiği 20 Eylül 1917 tarihli bu rapor, askerî edebiyatımızın şaheserlerindendir, bir defa Osmanlı dilini, bir edebiyatçı ustalığıyla kullanmaktadır. Bu da o dönem kurmay subaylarının ne derece yüksek kültürle yetiştirildiklerini göstermektedir. Ayrıca bu raporda Mustafa Kemal Paşa’nın olayları müşahede ve muhakemesindeki berraklıkta gösterdiği başarı hemen fark edilmektedir. Bir savaşı, yalnız askerî birliklerin çarpışması şeklinde görmemektedir. Prusya’nın topyekûn savaş nazariyesini kavramıştır. Akademide Alman generallerden de ders gördüğü için zaten bu husus çok tabiidir.39 Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’ya gönderdiği ek bir raporda da Alman Generali Falkenhein’ın savaş planlarını eleştirerek, Başkumandan Vekili Enver Paşa’yı ikinci kez uyarmaya çalışmıştı. Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın sayfalar dolusu iki raporuna “haddini bil!” kabilinden kısa ve kestirme bir cevap verdi.40 Enver Paşa ikinci raporu aldıktan sonra 2 Ekim 1917 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya şu karşılığı verir:41 “Yüz kilometreden fazla imtidadı olan Sina Cephesi’nin iki mıntıkaya taksimini pek tabii bulurum. Binaenaleyh 7. Ordu karargâhının bu cepheye sığmayacağı hakkındaki muhakeme-i âlinizi iştirak edemem. Bundan başka Sina Cephesi’nde bulunacak kıtaatın harekâtını sevk ve idare etmeğe memur edilmiş olan Müşir Falkenhein Paşa’nın mezkûr harekâtın muvaffakiyetle neticelenmesi için en doğru karar ve tedabiri ittihaz edeceğine eminim. Bu husustaki itimadıma zat-ı âlinizin de iştirak buyurmanızı bilhassa rica ederim.”

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa için çekilmekten başka yapılacak iş kalmıyordu. O, hatıralarında bunu şöyle anlatır: “… Bu ordunun (7. Ordu) dâhil olduğu grup kumandanı General Falkenhein’ın askerlik ve siyaset-i dâhiliyemiz nokta-i nazarından takip ettiği usul ve tarz-ı hareket, aramızda mühim bir münakaşaya sebep oldu; bu münakaşa nihayet daha büyük makamata aksetti. Ben çok emek verdiğim mütalaatıma iltifat edilmediğini görünce sukut etmedim. Her türlü akıbetleri evvelden kabul ederek, usul ve teamül

harici, denebilir ki, biraz isyankâr şekilde, kendi kendimi ordu kumandanlığımdan af ve hatta vekilimi de bizzat tayin ederek (Kolordu Kumandanlarından Ali Rıza Paşa idi) vazifeme hitam verdim ve bu emr-i vakii büyük makamata bildirdim”.42

Bu gelişmeden başka evvelden beri Falkenhein ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki güneye taarruz planının uygulanması konusundaki tartışmalar sürüp gitmekteydi. Bu tartışmalar son günlerde öyle şiddetlendi ki, müthiş hırslanan Mustafa Kemal Paşa istifasını verdi. Bu durumdan korkan ve telaşlanana Falkenhein, Mustafa Kemal Paşa’yı kararından vazgeçirmek için çaba sarf etti. Hemen ona bu düşüncesinden vazgeçirmek için kurmay heyetinden harekât subayı olarak bulunan Franz von Papen adında genç bir subayı gönderdi. von Papen anılarnda: “Mustafa Kemal’e rastladığımda 7. Ordu’nun başında güneye yönelmişti” diye yazar ve şöyle devam eder: “Çünkü alınması gerekli tedbirler konusunda Falkenhein ile takışmıştı.” Yüksek diplomatlık niteliklerine sahip olmasına karşın von Papen, onun duygularını değiştirmeyi başaramamıştı.43 Mustafa Kemal Paşa komutayı devretmeden önce birliklerine Almanlara açıkça hakaret içeren bir konuşma yaptı. Bu durum üzerine General Falkenhein, Enver Paşa’dan Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanmasını istedi. Zaten Enver Paşa’dan bundan iyisini isteyemezdi, fakat Enver Paşa buna cesaret edememişti. Mustafa Kemal Paşa’nın durumu çok kuvvetliydi. Böyle zor bir dönemde Almanların isteklerini yerine getirmeyi reddetti. Mustafa Kemal Paşa’ya ceza yaptırımı uygulamak, onu milletin sevgilisi yapardı. Oysa Enver Paşa düşmanını büyütmeyi hiç de arzulamıyordu. Kısa yoldan çözüm bulmak üzere ona, Diyarbakır’a dönmesi emrini verdi. Mustafa Kemal Paşa kesin olarak Enver Paşa’nın bu teklifini reddetti.44 Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa ordu komutanlığından, yerine vekilini kendi bırakarak ayrılmıştı. Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılacağı üzere istifasını geri aldırmak için ısrarcı olunduysa da Mustafa Kemal Paşa ne bunu, ne de kendisinin tekrar Diyarbakır’daki eski görevi 2’inci Ordu Komutanlığı’na tayinini kabul etmedi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu

tutumu üzerine ne yapacağını bilemeyen Enver Paşa, ona sağlık nedeniyle izin verdi.45 Mustafa Kemal Paşa’nın Atları Satılıyor

Mustafa Kemal Paşa için ayrılık zamanı gelmişti. Ama İstanbul’a dönecek kadar parasının olmadığını fark etti. Mustafa Kemal Paşa iyi bir binici olarak gözü gibi sevdiği atlarını elden çıkarmağa karar verdi. Çoğu onun zevkini bilen arkadaşları tarafından hediye edilmiş fevkalade on iki adet saf kan atı vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın içi yanarak yaverlerinden birisine en kısa zamanda onları Halep pazarında satmasını emretti. İlgi duyabilecek subaylar böyle pahalı şeyleri alacak malî imkâna sahip olmadıkları için, sivil vatandaşlar ise savaş hali sebebiyle devlet tarafından her an el konabileceği korkusu ile cesaret edemedikleri için atlara tek istekli alıcı çıkmamıştı.46 Nihayet atların cins olduklarını bilen 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa Selanik’teyken mahiyetinde çalışan bu subayın karşılaştığı güçlüğü duydu ve atlara karşılık avans olarak iki bin altın liraya (o günün şartlarında bir Türk lirası yaklaşık bir İngiliz sterlini değerindeydi) bunları satın aldı.47 Böylelikle malî sorununu halleden Mustafa Kemal Paşa trene binerek İstanbul’a hareket etmişti. Mustafa Kemal Paşa yine de, kendisiyle birlikte istifa etmediği için Cemal Paşa’ya kızgındı. Bu kızgınlığı sonunda barışa dönüştüren Rauf Bey olmuştu. Cemal Paşa’nın bir İstanbul’a gelişi sırasında ikisini de Pera Palas’ta bir yemekte buluşturarak kızgınlığa son noktayı koymuştu.48 Cemal Paşa’nın bir başka hareketi, Mustafa Kemal Paşa’yı daha da yumuşatmaya yaramıştı. Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir haberle atları aldığı fiyatın iki katına satmış olduğunu söylüyor ve aradaki farkı nereye yatırabileceğini soruyordu. Oysa atları kesin olarak satın aldığı için böyle bir fiyat farkı ödemek zorunda değildi. Mustafa Kemal Paşa bu jest karşısında memnunluğunu gizlememişti.49 Gerçekten Mustafa Kemal Paşa, kısa bir süre sonra atların satışından elde edilen üç bin altın lira daha almıştı.50 21 Lord Kinross, a.g.e., s. 172.

22 Benoıst-Mechin, Mustafa Kemal, Bir İmparatorluğun Ölümü, Çev., Zeki Çelikkol, İstanbul, 1997, s. 124-125. 23 Atatürk’ün Anıları (1917-1918), Haz.F.Rıfkı Atay, Mehmet Soydan; Sadeleştiren İsmet Bozdağ, Ankara, 1982, s. 25 vd.; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, İstanbul, 1985, s. 304 vd.; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. III, Kısım, III, Ankara, 1991, s. 396 vd. 24 Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, s. 306. 25 Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, İstanbul, 1984, s. 177; J.Blanco, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982, s. 179. 26 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 129, 130; Mehmet Fatih Tarım, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Orduları Grubu (Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Hatay, 2004, s. 35, 36. 27 Süleyman Hatipoğlu, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915–1921), Ankara, 2001, s. 20. 28 H.Fahri Çeliker, a.g.m., s. 169; M. Fatih Tarım, a.g.e., s. 37. 29 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. IV, Kısım 2, Ankara, 1986, s. 105; M.Fatih Tarım, a.g.e., s. 37. 30 Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, s. 300. 31 Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, s. 300. 32 Falkenhein ve ordular hakkında teferruatlı malumat, Falkenhein’ın kurmay başkanı yardımcısı General Hüseyin Hüsnü Emir’in Yıldırım isimli kitabında mevcuttur. Bkz., Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Yıldırım, Ankara, 2002. 33 Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, s. 301. 34 Yılmaz Altuğ, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul, 1985, s. 24. 35 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2006, S. 77 vd.; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (1917-1938)-IV, Derleyen, Nimet Arsan, Ankara, 1964, s. 1 vd.; Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 24 vd.; Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Eylül 1917 tarihli raporunun tam metni için bkz., Belge 1-2. 36 Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 26. 37 Ş. Süreyya Aydemir, a.g.e, c. I, s. 301 vd. 38 Ş. Süreyya Aydemir, a.g.e, c. I, s. 302. 39 Yılmaz Öztuna, Tarih Sohbetleri, İstanbul, 1988, s. 363 vd. 40 Sabahattin Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c. I, İstanbul, 1982, s. 11. 41 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. III, Kısım, 3, Ankara, 1991, s. 414-415. 42 Y. Hikmet Bayur, a.g.e., s. 415. 43 Benoist-Mechin, a.g.e., s. 125. 44 Benoist-Mechin, a.g.e., s. 125-126. 45 Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 26.

46 Jorge Blanco Villalta, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982, s. 179–180; Atatürk’ün Anıları, s. 29 vd.; Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, İstanbul, 1984, s. 177. 47 Jorge Blanco Villalta, Atatürk, Çev.Fatih Özsu, s. 180. 48 Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım, c. I, İstanbul, 1993, s. 30 vd. 49 Lord Kinross, a.g.e., s. 177. 50 Atatürk’ün Anıları, s. 29 vd.; J. Blanco, Villalta, a.g.e., s. 180.

İKİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLI ORDUSU’NUN HALEP’E ÇEKİLİŞİ

Mustafa Kemal Paşa’nın Yedinci Ordu Komutanlığı’na İkinci Kez Atanması (7 Ağustos 1918–31 Ekim 1918) Bütün cephelerde savaş şiddetli bir şekilde sürerken, Suriye Cephesi’nde Yıldırım Ordular Grubu’nun da akıbeti iyi görünmüyordu. Grup Komutanı General Falkenhein, Suriye’deki bu başarısızlığı yüzünden ve Osmanlı Komutanlarıyla da anlaşamaması51 üzerine 1918 yılının Şubat ayında görevinden alınarak Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na da Mareşal Liman von Sanders atanmış ve Nablus’un kuzeyindeki Nasıra’daki Ordu karargâhına da gelmişti.52 Bu arada Sultan V. Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine, VI. Mehmet Vahidüddin 4 Temmuz 1918’de Padişah olduktan sonra Mustafa Kemal Paşa 7 Ağustos 1918 tarihinde ikinci defa, Filistin’de bulunan 7. Ordu Komutanlığı’na tayin edilmişti. Bu atamadan sonra İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos 1918 tarihinde Halep’e gelmişti. Halep’e gelen Mustafa Kemal Paşa Filistin’in Nablus kentindeki karargâhına ulaşmak üzere güneye doğru yola çıkarak 28 Ağustos 1918 günü Nablus’daki 7. Ordu karargâhına gelip, komutayı ele almıştı. Bu atamayı Liman von Sanders anılarında:53“Gelibolu savaşından çok iyi tanıdığım bu yetenekli general, ordusunun sayıca azaltıldığını ve askerlerin çok yorgun olduğunu görünce, aldatıldığını anladı. Enver ona doğru olmayan rakamlarla son derece iyimser bir tablo çizmişti” diye yazacaktı. Oysaki Mustafa Kemal Paşa Suriye’deki durumu çok iyi biliyordu. Hatta buraya gelmeden önce Enver Paşa’ya da söylemişti. Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu Komutanı olduktan sonra ilk izlenimlerini şöyle anlatmakta idi:54 “Nablus karargâhında, ikinci defa Yedinci Ordu Komutanıydım. İlk işim çok üzücü ve yorucu seyahatlerle cepheyi dolaşmak ve vaziyeti tetkik etmek oldu. Bu

teftiş neticesinde kanaatim şu idi ki, her şey bitmiştir. Yakın felaketi, önlemek için esaslı tedbir bulmak güç idi. Düşününüz yüzlerce kilometre üzerinde üç ordu vardı, adları ordu… Zayıf dağınık bir takım kuvvetler… Daha İstanbul’da ayrılmazdan önce düşündüğüm, şekiller içinden çıkmak ve hakikatler içine girmekti. Yani bütün bu kuvvetlerle ufak da olsa kıymetli bir kitle halinde tek bir ordu teşkil etmek idi. Mademki ben buraya memur ediliyorum, kendime güvenerek lazım gelenlere daha önce İstanbul’dan hareketten önce bilirdim ki, bu kuvvet benim emrime verilmelidir. Bu yoldaki tekliflerim ciddiye alınmadı…”

Buradan da anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal Paşa, durumu çok ümitsiz görmektedir. Fakat yetkilerin kendisine verilmesi halinde ise en azından ileride yaşanacak bozgunu kurtarmak için gerçekçi planlar uygulayabilirdi. 9 Eylül’de 7. Ordu’ya bağlı tümenleri gezen Mustafa Kemal Paşa, 11 Eylül 1918’de İstanbul’da bulunan yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit (Talat) Bey’e Nablus’dan yazdığı mektupta durumun vahametini bir kez daha gözler önüne sermektedir:55 “Nablus’a geldim. Suriye’yi bir defa daha baştanbaşa etüt ettim, muharebe hatlarını baştanbaşa geçtim. Komutan, subay, erbaş ve erlerimizi gördüm. Gözlemlerimi şöyle özetleyebilirim: Suriye genel olarak acınacak hale gelmiştir. Vali yok, komutan yok, İngiliz propagandası çok, İngiliz teşkilatı her yerde faaliyet halinde, halk hükümetten nefret ediyor, bir an önce İngilizlerin gelmesini istiyorlar. Düşman kıtalarıyla, vasıtalarıyla kuvvetli, biz onun karşılığında pamuk ipliği.”

Çok geçmeden sekiz gün sonra pamuk ipliği bir daha bağlanmayacak biçimde kopacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın bu mektubu, İngilizlerin başlatacağı taarruzun habercisi görünümünde olup; bu durum ise şartların İngilizlerin lehine hazır olduğunu göstermekteydi. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın mektupta yazdığı gibi İngilizler kısa sürede Suriye’yi ele geçirecekler ve Araplar da İngilizlerle birlikte hareket edeceklerdir.56 Mustafa Kemal Paşa komutayı devraldığında 7. Ordu Nablus’un güneyi ile Şeria Nehri arasında konuşlanmıştı. Ayrıca 7. Ordu’nun sağında 8. Ordu, solunda Şeria, arkasında 4. Ordu bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa bu sırada yaptırdığı keşifler ve almış olduğu istihbarat sonuçlarına göre, bir düşman taarruzunun başlamak üzere olduğunu tespit etmişti. Diğer yandan, 1918 yılının

yaz aylarını bir taarruz hazırlığı ile geçiren İngiliz General Allenby, 30.000 kişi olarak düşündüğü Türk kuvvetlerini yenmek maksadıyla, bu defa 200.000 kişilik bir kuvvet hazırlayarak, Yafa’nın kuzeyinde ve kıyı bölgesinden saldırıya karar vermiş ve kuvvetlerinin dörtte üçünü burada toplamıştı.57 Nablus Meydan Muharebesi ve Yedinci Ordu’nun Halep’e Çekilişi

Bu hazırlıkları sezen ve İngilizlerin 19 Eylül sabahı saldırıya geçeceğini tahmin eden 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, durumdan Liman von Sanders’i haberdar ettiği halde ciddiye alınmamıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa herhangi bir saldırıya karşı sadece kendi birliklerini hazır bir duruma getirmişti. 18 Eylül akşamı Mustafa Kemal Paşa gerekli önlemleri almış olduklarından emin olmak için, emrindeki iki kolorduya komuta eden arkadaşları İsmet Bey ve Ali Fuat Paşa’yla telefonlaştı. Daha telefonu henüz kapatmıştı ki İngiliz topçu bombardımanının ilk sesini duydu.58 Böylece Nablus Meydan Muharebesi başlamış ve İngilizler 19 Eylül günü de büyük bir taarruza geçmişlerdi. Türk kuvvetleri bu saldırıya karşı zaman zaman çetin bir direnme göstermelerine rağmen, çekilmeye başlamışlardı.59 Bu saldırılara Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordusu dayanırken, 8. Ordu cephesi yarılmıştı. Bunun üzerine 7. ve 4. Ordular çekilmeye başlamışlardı. Bu çekilme sırasında bile, Mustafa Kemal Paşa at sırtında düşmanla teması kesmeyerek, en son eratının yanında ve içinde bulunarak, ordusunu güzel bir düzen içerisinde geri çekmişti.60 Diğer taraftan isyancı Arapların, Türk Ordusu’nu arkadan vurmaları buraların çok çabuk çökmesine sebep olmuştu61. İşte bu asilerden Emir Faysal kuvvetleri de güneyden ilerlemekteydi. Bundan sonra 25 Eylül’de Amman düşmüş ve 30 Eylül’de de İngiliz kuvvetleri Şam yakınlarına kadar gelmişlerdi.62 Fakat aynı gün Şam’ı savunmakla görevlendirilen general şehirden ayrılmış; kolordu komutanlarından biri de askerlerini düşmana teslim ederek, Beyrut’a kaçmış ve bundan dolayı Şam elden çıkmıştı.63 Ayrıca Fransız ve İngiliz kuvvetleri denizden donanma yardımı alarak, 1

Ekim’de Beyrut’u da işgal etmişlerdi.64 Bu olaydan sonra da Yıldırım Ordular Grubu’nun Halep’te toplanmasına karar verilmişti.65 Bu çekilme esnasında 7. Ordu Komutanı güçlü şahsiyetinin sevk ve idaresi altında düzenli bir şekilde ve düşmanı karşılayarak, şiddetli taarruzların önünde ezilmeden ve tertibatını bozmadan çekilmekteydi. Mustafa Kemal Paşa İngiliz baskınından dolayı değil, 7. Ordu’nun sağ kanadını koruyan 8. Ordu kalmadığı için ve ayrıca kuşatılmaktan kaçınmak amacıyla çekilmekteydi. Bu olaylar üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın doğusundaki 4. Ordu da kuzeye doğru geri çekilmeye başlamıştı66. Kuşatılma tehlikesi karşısında 7. Ordu; 22–23 Eylül 1918 günlerinde, Şeria Nehri’nin doğusuna geçerek, kendisini kuşatılmaktan kurtarmış ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ndan almış olduğu emirle de Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu’yu süratle geri çekerek, Halep’in güneyinde toplamaya başlamıştı.67 Meydana gelen bu çekilme sırasında Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa ve Albay İsmet Bey, insanüstü bir gayretle, tam bir dağılışı önlemeye çalışmışlardı. Fakat düşman kuzeye doğru gittikçe güçlenen kuvvetlerle ilerlemekteydi.68 Bu duruma paralel olarak, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Liman von Sanders 6 Ekim’de Halep’e gelmişti. Burada aynı gün 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa ve yüksek rütbeli sivil memurlarla toplanarak görüşmüş ve şu sonuca varmışlardı: Şehirde güvenliğin ve Halep istasyonunda da düzenin sağlanması; ayrıca sahilde Arap hareketinin genişlemesinin önlenmesi, Ordular Grubu’nun geri ile bağlantısının kurulması ve 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’nın, İskenderun veya Mersin’den düşmanın çıkarma yapma ihtimaline karşılık, Adana’ya gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Nihayet 4. Ordu’nun kaybının fazla olması nedeniyle 13 Ekim’de lağvedilmiş ve bundan sonrada 4. Ordu karargâhıyla bütün kıtaları 7. Ordu emrine verilmişti. Bu suretle Suriye Cephesi’ne ait bütün işler ve vazifeler 7. Ordu’ya, yani Mustafa Kemal Paşa’ya devredilmiş oluyordu.69 Böylece, Yıldırım Orduları Grubu Mustafa

Kemal Paşa’nın Halep’teki 7. Ordusu’ndan ve bir de bu hareketlere katılmayan ve Adana’da bulunan 2. Ordu’dan ibaret kalmıştı. Bu sırada Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Liman von Sanders ve karargâhı Adana’ya varmıştı. Suriye Cephesi artık 7. Ordu’nun elindeydi.70 Fakat şurası da bir gerçekti ki, Halep mıntıkasının kuvvetli, bilhassa süvari ve zırhlı vasıtalarla takviyeli düşmana karşı, savunulması mümkün görünmüyordu. Düşman ordusuna karşı düşünülen bu savunma ancak Halep’in kuzeyindeki dağlık bölgede mümkün olabilirdi. Bu durumu göz önünde bulunduran Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı, 7. Ordu Komutanlığı’na, sebepsiz bir karış toprak terk edilmemesi esas olmakla beraber; düşmanın üstün kuvvetleri karşısında Halep civarının terk edilmesi ve mukavemetin dağlık kısımda yapılması için talimat vermişti.71 Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’ndan almış olduğu emir üzerine; 7. Ordu’yu yeniden düzenlemeye çalışmış, Kolordu Komutanları İsmet Bey ve Ali Fuat Paşa’nın başkanlığında reorganizasyon komiteleri kurmuş ve yavaş yavaş iki yeni tümen meydana getirmişti. Mustafa Kemal Paşa bu yeni düzenlemeye göre, 17 Ekim günü 1. ve 11. Tümenlerden XX. Kolordu’yu; 24. ve 43. Tümenlerden III. Kolordu’yu oluşturmuş ve böylece 7. Ordu’yu işe yarar bir hale getirmişti. Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa, XX. Kolordu’yu Halep civarında, III. Kolordu’yu ise diğer gerekli yerlerde ve 24. Tümen’i Halep kuzeyinde Katma’da, 43. Tümen’i yine Halep kuzeyinde Müslimiye’de mevzilendirmişti.72 Bu çekiliş harekâtı esnasında Mustafa Kemal Paşa’yı rahatsız eden böbrek sancıları, Halep’e gelişinden az sonra Paşa’yı yatağa düşürmüş ve Ermeni Hastanesi’nde yatmasına neden olmuştu. Paşa’nın hastalığa karşı gösterdiği direnç, doktorları da şaşırtmıştı. Bu arada Mustafa Kemal Paşa, hastabakıcıların oturma odasında mahallî idareciler ve generallerle toplantılar da yapmıştı. Bu sırada İngilizlerin zırhlı araçlardan kurulu bir ileri birliği, Türk artçıları ile küçük bir çarpışmadan sonra şehre yaklaşmış ve teslim olmaları için Türklere haber göndermişlerse de; Türkler teslim olmayı

reddetmişlerdi.73 Bunun üzerine İngilizler, takviye birlikleri gelinceye kadar iki gün beklemişler ve bu arada şehrin savunma tesislerini keşfe çalışmışlardı.74 Sağlığı düzeldikten sonra Baron Oteli’ne75 yerleşen Mustafa Kemal Paşa, bunu izleyen günlerde burayı aynı zamanda karargâh olarak da kullanıyordu.76 Bu arada III. Kolordu Komutanı Albay İsmet Bey İstanbul’a tayin olduğu için Halep’ten ayrılmıştı.77 Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın, zaman zaman beraberinde bulunan XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya fikirlerini açtığı ve bu kötü gidişin Osmanlı Devleti hudutları içinde Türklerle meskûn sahalarda yeni bir devlet kurmak suretiyle telafisinin mümkün olabileceğini anlatmaya çalıştığı bilinmektedir.78 Mustafa Kemal Paşa ve Halep Sokak Muharebeleri

23 Ekim 1918 tarihinde ileri hatlarda başlayan muharebe, 25 Ekim 1918’de Halep’in güneyine intikal etmiş, Halep o gün önemli vakalara sahne olmuştur. Bir taraftan Halep’in güneyinde muharebeler olurken, öte yandan İngilizlerle hareket eden Araplar ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de, doğudan şehre hücum ederek Halep’e girmişler ve Kale ile Hükümet Konağı’nı da ele geçirmişlerdi. Daha sonra 7. Ordu Karargâhının bulunduğu Merkez Komutanlığına hücum ederek burasını da ele geçirdilerse de; biraz sonra geri atıldılar, şehir ahalisinden bir kısım Araplar da silahlanarak isyancı Bedevilere katılınca sokak muharebeleri başlamıştı.79 Mustafa Kemal Paşa bu olayları şu şekilde anlatmaktadır:80 “Şehrin şark medhalinde bir kalabalığın içine girdik; bunlar askerî kıyafetini taşıyan urban ve bedevilerdi, esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak bir tek nefer yoktu; mühacim bedeviler otomobilin etrafını sardılar ve her tarafına yüklendiler. Tehacümü görünce şoföre: Dur! Emrini verdim. Elimde Tahsin Bey’in81 verdiği kırbaçla ayağa kalkarak, onlara anlayabileceği lisanla sordum: Reisiniz nerededir? Cevap verdiler: Hepimiz reisiz! Derhal karar vermek lazımdı; kırbaçla vurmağa başlayarak: Çekilin! Diye bağırdım. Gayr-i ihtiyari çekildiler; emrettim: Çabuk reisiniz karşıma gelsin! Reisleri geldi; ona dedim ki: Ben sizin yardım ettiğiniz vaziyeti galebe çaldım; herkes mağlubdur. Fakat sizin iştirakinizi de mazur

görüyorum; bu akşam yanıma geliniz; sizinle görüşeceklerim var. Emredersiniz! Dedi ve uzaklaştı82. Şoföre: Çabuk geriye emrini verdim. Haleb’in içindeki karargâha döndüm; biraz sonra şeyh geldi. Kendini onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum: Benden ne istiyorsunuz? Şimdilik bin altın, silah, cephane, dedi. Bin altını o akşam verdim; silah ve cephane için vaad ettim.”

Elimizde bulunan Edip Kızıldağlı’nın 1960 yılında Antakya’da yayınlanan Son Haber Gazetesi’ndeki, “Atatürk’ün Haleplilere Son İhtarı” başlıklı yazısında da; Mustafa Kemal Paşa, Halep’e Arap Devleti83 tarafından tayin edilen Valiye haber göndererek: Osmanlılara ait ne kadar para ve kıymetli evrak varsa derhal teslim edilmesini emretmişti. Vali emrini dinlememiş; bunun üzerine de Mustafa Kemal Paşa ertesi sabah Hükümet Konağı’na gidip, valiyi haşlamış ve Ziraat Bankası, Belediye, Maliye hususî muhasebe kasalarındaki kıymetli evrak ve parayı alarak otele dönmüştü.84 Ayrıca Mustafa Kemal Paşa anılarına şunları da eklemiştir:85 “Ertesi gün, yine rahatsız olarak karargâhta uzanmış yatıyordum. Bir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş koptu; balkona çıkıp sokağa baktım: Herkes heyecan içindedir ve bir kalabalık otele hücum halindedir; herkes bana doğru geliyor... Vaziyeti kavradım; kırbacımla evvela kalabalığı otel haricine çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim vakit, Halep kumandanı heyecandan okuyamadığı bir raporu bana tevdi etti; sükûnetle okudum. Rapordan anlaşılıyordu ki Halep hücuma maruz kalmıştı. Bulunduğum otelin kapısından sağa saparak yüründüğü zaman bir dörtyol ağzına tesadüf olunur, o noktaya kadar geldim. Bütün yolları tutturmuştum; düşman tayyaresinden atılan bombalara bazı damlardan atılan bombalar inzimam ediyordu. Bu beni güldürdü. Çünkü ben Haleb’i muhafaza etmeyi düşünüyordum”.

Yine Mustafa Kemal Paşa olayları şöyle nakletmeye devam etmektedir:86 “Akşam vakti idi; bulunduğum yerden ilerde, birçok adamların yere serildiğini görüyordum; bunlar, beni yalnız sanarak hücum eden zavallılardı. Ben Halep şehrinde tam deyimiyle bir sokak harbi yönettim. Saldıranlar, tamamen yenilmiş ve bozguna uğramış olarak atıldılar ve kovalandılar şehirde duruma tamamen hâkim olduk ve sükûnet kuruldu”.

Meydana gelen bu olaylardan sonra, Mustafa Kemal Paşa Halep’te daha uzun bir süre kalmanın anlamsız olduğunu fark

ederek, Bab-el Faraç’ta Saat Kulesi yanında Haleplilere; yapılan savaşlar neticesinde Halep’ten ayrılacaklarını belirttikten sonra kendilerine hitapla:87 “...Askerlerimden birisine müdahale ederseniz, Halep’te taş üstünde taş; gövde üstünde baş bırakmam! İtidalinizi muhafaza ediniz. Akıbetinizin ne olacağını bilmiyorum. Sizi gene Allah’a emanet ediyorum.” diyerek, saat kulesinin yanına gelmiş olan İngiliz generali ile vedalaştı. Atına bindi ve askerleri ile beraber muntazam bir şekilde aynı emniyet tertibatı altında Sebil mevkiindeki karargâha doğru şehirden çekilirken hain bir kurşun patladı. Derhal Türk mitralyözleri cevap verdiler. İngiliz Kolonel vurularak yerlere yuvarlandı. Artık kimse Türk’le şaka yapılamayacağını anlamıştı. Sebil karargâhına çekilen askerin karşısındaki Alman kışlasını İngilizler işgal etmişlerdi. Türkler onun etrafını çevirdiler ve İngilizlere: Eğer bir daha kurşun sıkarlarsa kışlayı olduğu gibi uçuracaklarını bildirdiler. Öldürülen İngiliz Koloneli için de özür dilediler. Bu hadise istenmeyerek olmuştu. Katma Muharebesi

Halep’teki bu olayların son kısmını da Mustafa Kemal Paşa’nın anılarından aktaralım:88 “Akşam yaklaşmıştı. Sokak harbini yönettiğim noktanın yakınında şoför bekliyordu, işaret ettim, bulunduğum noktaya yaklaştı. Otomobile binmeden önce Halep komutanına emirlerimi ve yapacağı işleri söyledim. Söylediklerimin içinde sır olan şu noktalardı: Bu akşam, Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim. Yarın, Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplarla savaşa tutuşacağım. Buna göre hareketinizi düzenleyiniz.”

Böylece 7. Ordu kıtaları Halep’in 5 km. kuzeyine çekilmiş ve ordu karargâhı da Katma’ya nakledilmişti. Olaylar Mustafa Kemal Paşa’nın istediği gibi gelişmişti. Gerçekten ertesi sabah, yani 26 Ekim 1918 günü Türk kuvvetlerinin geri çekildiğini sanan Arap ve İngilizler, sevinerek saldırıya geçtiler; fakat Mustafa Kemal Paşa’nın aldığı düzen karşısında şiddetli bir mukavemetle karşılaşmışlar, mağlup ve perişan edilmişlerdi89. Mustafa Kemal Paşa’nın bir süre önce yattığı hastanede bütün savaş boyunca kalan

iki İngiliz hemşiresinden biri, Birinci Dünya Savaşı’nın son muharebesini de şöyle anlatmaktadır:90 “Sabahın saat altısında silah sesleri şehrin her yanını sarmıştı. Gökten sanki kurşun yağıyordu. Değil sokağa, balkona bile çıkmaya imkân yoktu. Araplar sokakları tutmuş, rastgele ateş ediyorlardı. Evlerin çoğunu yağma eden Araplar kapkacağa kadar ne bulurlarsa alıp götürüyorlardı. Karşımızdaki bir eve saldırıp girdiklerini ve ele geçirdikleri yatak, yastık gibi her türlü eşyayı atlarına yükleyip götürdüklerini gözümüzle gördük. Saat sekiz olunca bizim ordunun önünden gelen Hicazlı Arap birlikleri bağırıp şarkılar söyleyerek şehre girdiler. Atlarını dörtnala sürüyor ve tüfeklerini, kılıçlarını, bayraklarını havada sallıyorlardı. İngilizlerin de uzakta olmadığını biliyorduk. Saat dokuzda başı miğferli askerlerimizin zırhlı arabalarla şehre girişlerini görerek sevindik. Şükran duygularımız içimizden taşıyordu. Dışarıdakilerin alkışları ve yaşa sesleri arasında kendi bayrağımızı çektik. Hastanemizin karşısına düşen tepelerden siyah bir çizginin gitgide yaklaşmakta olduğu görülüyordu. En sonunda atlılarımız da şehre girdi. Yarım saatlik bir moladan sonra mevzi almak üzere şehrin kuzeyine geçtiler. Yazık ki Türkler orada pusuya yatmışlardı. Birden hücuma kalkınca askerlerimizden bir kısmı can verdi ve birçoğu da yaralandı.”

Böylece Mustafa Kemal Paşa Halep’in kuzeyinde İngiliz Süvari Ordusu ve silaha sarılmış asi Arap kuvvetleri ile 26 Ekim 1918 günü yaptığı Birinci Dünya Savaşı’nın son muharebesi olan Katma Muharebesi’ni kazanarak düşman ordusunun beş yüz kilometrelik hızlı ilerlemesini, bugünkü güney sınırımızın üzerinde durdurmuştu. Mustafa Kemal Paşa bu zaferden sonra; “Bir hat tespit ettim ve sınırladım. Kuvvetlerime emir ettim ki; düşman bu hattın ilerisine geçmeyecek.” Nitekim geçmemiştir.91 İşte bu muharebe ile Toros Geçitleri’ni düşmana tamamı ile kapatmıştık. Geri çekiliş esnasında da Suriye dâhilindeki şimendifer hatları ve yollar iyice tahrip edilmiş olduğundan İngilizlerin ileri kıtalarını süratle takviyesi imkânı ortadan kalkmıştı. Ancak sahilden ilerleyebilirlerdi. Bu suretle Türk Cephesi Halep’in 5 km. kuzeyinde istikrar bulmuş oluyordu.92 Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordusu birçok taarruza uğramışsa da, bunların hepsini geri püskürtmeyi başarmıştı.93 Mustafa Kemal Paşa’nın birliklerini dikkatli bir şekilde, büyük bir titizlikle dağıtmadan Suriye-Filistin Cephesi’ni boşaltarak Halep’e

çekmesini Andrew Mango eserinde; Birinci Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın üçüncü ve son aktif hizmeti 1918 yılının Ağustosu’ndan Ekim ayı sonuna kadar yalnızca iki ay sürmüştü. Elde ettiği en önemli başarı ise, Anadolu’nun güney ucunda ne denli tehlike altında olursa olsun, bir savunma hattı oluşturmasıydı. Filistin’deki birliklerinin bir kısmını kurtarmayı başaramamıştı ama Mustafa Kemal Paşa’ya bağlı bulunan İsmet (İnönü) Bey’in, Ali Fuat Paşa’nın ve diğer komutanların Türk topraklarına getirmeyi başardıkları birlikleri yeniden düzene sokmuştu. Savaş sona ererken Türklerin anavatanı hala ellerindeydi. Mustafa Kemal Paşa savaşın son günlerinde tekrar Filistin Cephesi’ne giderek kendi durumunu güçlendirmişti. Gerçi Mustafa Kemal Paşa İtilaf Devletleri tarafından tam anlamıyla tanınmıyordu ve kendi ülkesinde de pek bilindiği söylenemezdi ama savaştan, Osmanlı Ordusu’nun en uzun cephesinin komutanı olarak çıkmıştı. 37 yaşındaydı ve rütbesi hala tuğgeneraldi. Fakat Türk komutanlar arasında profesyonel ünü çoktan yayılmıştı. O’nu, birlikte çalışması zor bir insan olarak tanıdıkları bir gerçekti. O, hırslı, inatçı ve güçlü siyasî görüşlere sahipti. Ayrıca istediğini elde edebilmek için politik davranabiliyordu. En iyiyi kendisinin bildiğine inanıyor ve sağduyusu güçlü olduğundan bu inancında çoğu kez haklıydı. Mustafa Kemal Paşa’nın bu niteliği kendi kendini parçalamış bir dünyada ender bulunan bir meziyet olduğunu da içtenlikle belirtmişti.94 Öte yandan 27 Ekim 1918 akşamı Başkomutanlık Kurmay Başkanı İzzet Paşa’dan gelen bir şifrede; İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti ile bir mütareke imzasını kabul edebilecekleri bildirilmişti. Bu hususta ilk şart olarak Almanların emniyet altında geri dönmeleri istenmişti. Birkaç güne kadar cevap gelmesi ihtimali vardı. Bunun için Alman kıtalarının kısa süre sonra geri çekilmek zorunda kalacağı hesaba katılması konusu belirtilmişti. Aldığı bu emir üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın Ordular Grubu Komutanlığı’nı üzerine alacağına dair işaret belirmişti. Çünkü bu konuda 7. Ordu’nun bu yolda alabilecek hiçbir tedbiri yoktu.95

Bu gelişmelerden sonra ise, asi Arap çetelerinin, Müslimiye’den Antep istikametine doğru ilerlediklerini ve bu asileri de, İngiliz kuvvetlerinin takip etmekte olduklarına dair bilgi alınması üzerine, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa bölgede gerekli olacak teşkilatı kurmuş ve Antep’teki komutanlığa gerekli emirleri vermişti. Kilis’e 43. Tümenden küçük bir müfreze göndererek, burada kurulacak olan teşkilatın çekirdeğini de oluşturmuştu. Bu sırada 28 Ekim günü düşmanın yine bazı keşif kolu teşebbüsleri olmuş, yapılan ateşlerle geri püskürtülmüştü. Ayrıca 7. Ordu Komutanlığı’nın askerî harekâta ait, verdiği 28 Ekim tarihli emir, ordunun son emriydi. Bu emire göre; alınan tedbirlerle Türk süngüleri bu bölgedeki millî hududumuzu çizmiş bulunmaktaydı. Buna göre 7. Ordu İskenderun ve kıyılarıyla birlikte Reyhanlı, Kırıkhan, Belen, Der el Cemal, Tel el Rıfat ve doğuya uzanarak genel hattını korumaktaydı. Bir iki gün sonra da Antakya ve çevresini sınırın içine almış bulunarak; ordu karargâhı da, 30 Ekim’de Raco’ya taşınmıştı.96

Mustafa Kemal Paşa’da Kuvâ-yi Millîye ve Misak-ı Millî Fikrinin Şekillenmesi Biraz önce bahsettiğimiz gelişmeleri dikkate alan 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Katma’daki karargâha gelir gelmez ilk iş olarak erzak durumu ile ilgilenerek, depolardaki erzakları hemen denetlemeye başlamıştı. Yaptığı bu denetleme sonunda Mustafa Kemal Paşa depolarda aradığı stokları bulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın Katma’ya gelişini ve yaptığı denetlemeleri Cemil Necioğlu şöyle anlatmıştır:97 ‘‘Katma’da sivil iaşe memuruydum. 10 lira maaşla çalışırdım. Ambarda buğday, arpa, sadeyağ ve un gibi yiyecek maddeleri vardı. Mustafa Kemal Paşa Katma İstasyonu’na gelince, bir er koşarak ambara geldi; ordu kumandanı paşa hazretleri seni istiyor, dedi. Mustafa Kemal Paşa adını sık sık duyardım. Hem korktum hem de sevindim. İstasyon yakınında bulunan askerî noktaya koşa koşa geldim. Geldiğimi Paşa’ya haber vermişler. İçeri alındım. Kendisini heybetli bakışlarından ve kaşlarından, diğer rütbelilerden kolaylıkla ayırdım. Bir hususu münakaşa ediyorlardı. Sık sık Antep, Kilis kelimelerini hatırlıyorum. Elini öptüm. Bana ambar

mevcudu hakkında sorular sordu. Bildiğim kadarıyla cevaplar verdim. Memnun oldu. Fakat neşeli hali yoktu. Asabî duruyordu. Yanındakilerle tekrar Kilis–Antep savunması konularına döndü. ‘Harbin mutlaka orada kabul edilmesinin şart olduğunu’ ileri sürüyordu. Orada dediği neresidir? Bilemem. Bana ve yanımdaki nokta kumandanı subaya şu emri verdi: Ambarda ne kadar yiyecek maddesi varsa hepsi şu saniyeden itibaren Kilis’e nakledilecektir. Askeri ambarda bulunan maddelerde Kilis’e taşınacaktır. Bu iş ihmale gelmez.’’

Cemil Necioğlu’nun bize aktarmış olduğu bilgilerden de anlaşılacağı gibi, Mustafa Kemal Paşa, ordunun hem yiyecek ve hem de askerî malzemelerini güvendiği yerlerden birisi olan Kilis’e nakletmeye çalışacaktı. Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa Katma’da gerekli tedbirleri alarak cephe bölgesine en yakın büyük yerleşim merkezi olan Kilis ile ilgilenmeye başlayacak ve Kilis’e gitmeye karar verecekti.98 Katma’da erzak ve askerî gereçler durumunu görüp, öğrendikten sonra, Mustafa Kemal Paşa kurmuş olduğu ve “düşmanın bir daha geçmeyeceği ve geçemediği” savunma hattının gerisini oluşturan ilk ve büyük yerleşim merkezi olan Kilis’i görmek istemişti. Bu düşüncede olan 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim 1918 tarihinde yaverleri ile birlikte Katma’dan Kilis’e hareket etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Kilis’e hareketini 7. Ordu Karargâhı, Katma’dan bir telgraf raporu ile Adana’da bulunan Grup Komutanlığı’na 7 maddelik bir rapor ile bildirmişti. Kısaca bu telgrafta; ‘‘7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa hazretleri bazı tedabir ittihazı ile yine bu akşam avdet etmek üzere şimdi Kilis’e hareket buyurdular…’’99 7. Ordu Karargâhı’ndan Kilis Kaymakamlığı’na çekilen bu telgraf Katma-Kilis arasındaki hattın arızalı olması, nedeniyle Dörtyol üstü gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa Kilis’e gitmeden önce, XX. Kolordu’ya bağlı 43. Tümen’den bir süvari müfrezesinin Kilis’e göndermiş, bu müfreze hemen kentin kuzeydoğusundaki Şerahbil Tepesi’nde çadırlı bir karargâh kurarak güvenlik önlemleri almıştır. Kilis’e telgrafın geç ulaşması nedeniyle müfrezenin de şehrin girişinde tedbir alamadığı anlaşılmaktadır. Cemaat-ı İslamiye’nin 100 oluşturduğu gençlerden kurulu piyade milis teşkilatı o akşam, kentin

Halep yönünde güney giriş bölümünde devriye görevi yapmaktaydılar. Mustafa Kemal Paşa’nın gelişinden bilgi sahibi değildiler. Mustafa Kemal Paşa tesadüfen bu devriye ile karşılaşmıştı.101 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Katma karargâhından bölgeyi görmek ve özellikle, 7. Ordu’nun tuttuğu hat gerisindeki durumu denetlemek için Kilis’e geldiğinde, Halep-Kilis şosesinin girişinde Cemaat-ı İslamiye teşkilatına ait silahlı gençler tarafından durdurulmuş ve Mustafa Kemal Paşa’nın olduğu anlaşılınca saygıyla yol gösterilmiş ve Hükümet Konağı’na getirilerek, Kaymakam İbrahim Süreyya Bey’le görüştürülmüştür. Mustafa Kemal Paşa Kilis’e girişinde nöbet tutan ve devriye gezen Cemaat-ı İslamiye örgütüne mensup gençlerden de memnun kaldığını belirtmiştir.102 Mustafa Kemal Paşa yaveri Cevat Abbas Bey’le geldiği Kilis’te misafir edildiği Mevlevî Tekkesi’nde Kilis ileri gelenleriyle ve halktan kendisini görmeye gelenlerle beraber toplantı yaparak onlara: “Savaşın henüz bitmediğini, asıl bundan sonra kurtuluş savaşının başlayacağını ve ona göre hazırlanmaları gerektiğini” söylemişti. Mustafa Kemal Paşa ayrıca toplantıya katılan halkın olumlu yaklaşımından da memnun kalmıştır.103 Mustafa Kemal Paşa 28/29 Ekim 1918 gecesinin 6–7 saatini Kilis’te geçirmişti. Erzak durumunu ön planda tutarak sürdürülen savunmanın geleceğini güvenlik altına almak istemiş ve halkın eğilimini tespit etmeye çalışmıştır. Bunun sonucunda da Kilis’te iki gerçek olgu ortaya çıkmıştır:104 1- Kendilerini İngiliz ve Arap saldırılarına karşı, müdafaa çabası içinde olan Kilis halkı teşkilatlanmıştır. Gençler silahlanmış ve somut eylem ortaya konulmuştur. 2- Diğer taraftan özellikle hali vakti yerinde olanlar, kentin savaş alanı olmasını istememektedirler. Mustafa Kemal Paşa ise ordunun arkasını şehrin kuzeyindeki dağlara yaslayıp savunma hattını oluşturma ihtimalinden bahsettiğinde, soylularca şehrin savaş alanı dışında tutulması isteği ortaya çıkmıştır.

Bu tespitten sonra Mustafa Kemal Paşa halka duyurulmak üzere bir bildiri yazarak Kilis’ten ayrılmıştır. Bu bildiriyi okuyup hatırlarında tutanlardan kalan şunlardır:105 ‘‘İlk ayak bastığım Türk toprağındaki bu uyanıklığa cidden hayran kaldım. Ve bir daha iman ettim ki bu millet asla ölmeyecektir. Var olun aziz Kilisliler…’’ Şinasi Çolakoğlu da bildirideki ifadeleri şu şekilde özetlemiştir106: ‘‘Kilislilerin uyanıklığından memnun kaldım. Gençlerimizi silahlandırmakla gösterdiğiniz yurtseverliği takdir ettim. Bu davranışınızı sürdürünüz.’’ demiş ve Kilis’te gereken teşkilatın çekirdeğini oluşturduktan sonra da; Antep’teki komutanlığa da bu konuda gerekli emirleri vermişti. Böylelikle Mustafa Kemal Paşa Kilis’te gerekli gördüğü askerî tedbirleri almış ve Kilis ileri gelenlerinin teşkilat kurarak halkın bilinçlenmesine neden olması Mustafa Kemal Paşa’nın moralini yükseltmiştir. Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa Kilis’ten memnun bir şekilde ayrılmıştır. Bu hususta şunları da söyleyebiliriz; düşmanın devam eden taarruzlarına rağmen 7. Ordu Halep’in kuzeyinde tuttuğu son hattı muhafaza etmiş ve iki gün sonrada Antakya’yı bu hat içerisine almıştır. Mustafa Kemal Paşa bu suretle Antakya’dan Halep’in kuzeyine geçen yani takriben güneyde hududumuza uyan bir hattı elde bulundurmuş ve yeni Türk Devleti’nin millî hududunu Türk askerinin süngüleri ile fiilen burada tespit etmiştir. Burada olan muharebe Birinci Dünya Savaşı’ndaki İngilizlerle son savaşımız ve Kurtuluş Savaşı’nın da ilk muharebesi ve zaferi sayılabilir. Çünkü sonradan cereyan edebilecek birçok vakalar, Mustafa Kemal Paşa’nın millî bir mücadele ile vatanın kurtarılması ile hakkındaki düşüncelerinin daha burada iken kesinleştiği ve fiili hareketlerle buna başlamış olduğunu teyit etmektedir.107 İşte bu bağlamda Katma’daki karargâhında Mustafa Kemal Paşa, ilk emirlerini yayınlayarak sonradan vatanın savunması için kurulacak Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarının ilk hücrelerini meydana getirecekti. Türklerin bir gün kendi öz toprakları için savaşmak zorunda kalacaklarını önceden tahmin etmiş ve fazla silahları bölge halkına dağıtarak iş görecek: “Çete Harbi” için milis kuvvetlerin

kurulmasını planlamıştı. Bu olaya bağlı olarak Mustafa Kemal Paşa, o zaman İstanbul’dan Antep’e gitmekte olan arkadaşı Ali Cenani Bey’e Katma İstasyon binasındaki karargâhında, nereden geldiği ve nereye gittiğini sormuş; Ali Cenani Bey’de demiş ki: “Antep’te kız kardeşim, kaynanam ve akrabalarım var. Antep ili Maraş’a geçiriliyormuş, çapulcular şehir çevresine kadar gelerek yağmalara başlamışlar. Ordu Adana’ya çekildikten sonra hep düşman ayağı altında kalacaklar. Onları başka bir tarafa taşımak için gidiyorum.”

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa Ali Cenani Bey’e şu şekilde cevap verir: “Memlekette adam kalmadı mı? Kaçmayı değil, kendinizi müdafaa etmeyi düşününüz!” sözü üzerine Ali Cenani Bey şaşırarak ve hayretle: “Neyle, nasıl?” diyerek sormuş, bu soruya Mustafa Kemal Paşa; “Teşkilat kurun! Millî kuvvetler meydana getirin ve kendinizi koruyun! İstediğin silahları ben sana veririm” demiştir.108 Gerçekten o zaman Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Antep’e verilen silahlarla yöre halkı, sonradan ünlü müdafaa teşkilatımız Kuvâ-yi Millîye’nin çekirdeğini oluşturmuştu. Bu sırada Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi’ni ordulara bildirmişti. Bu mütareke gereği Türkiye’de bulunan Almanların ayrılmaları lazım geldiğinden 31 Ekim 1918 günü Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na atanmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, ordusundaki subayları toplayarak yapmış olduğu durum değerlendirmesinden sonra, Alman subaylarının; “Artık harp bitmiştir” demelerine karşılık; “Onlar için harp bitmiş olabilir. Bizim için yeni başlıyor.” Cevabını verdikten sonra, “Harb-i Kebir bitmiştir, Harb-i Sagir başlayacaktır.” dedi.109 İşte bu Harb-i Sagir bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açıklanmıştı. İşte Mustafa Kemal Paşa, bu söylemin:“Başında zabit bulunan küçük müfrezelerin oluşturduğu gerilla teşkilatının” adı olduğunu vurgulamıştır. Bu sözlere dayanarak Mustafa Kemal Paşa Millî Bağımsızlık Savaşımızın ilk düşüncesini burada açıklamış diyebiliriz.

Bu olaylardan sonra Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1918 günü emri altındaki XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya; “Liman Paşa çağırdı. Adana’ya gidiyorum. Zannedersem Ordular Grubu’nun kumandasını bana devredecektir.” dedi ve sonra ilave etti; “Tabi siz de 7. Ordu’nun emir kumandasını deruhte edersiniz.”

Dedikten sonra Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı emri altında toplayabilmek için o gün öğleden sonra grup karargâhının bulunduğu Adana’ya hareket etmiş ve burada kendisini bekleyen Liman von Sanders’ten aynı gün komutayı teslim almıştır.110 Bu sırada Mondros Mütarekesi’ni inceleyen Mustafa Kemal Paşa yer isimlerinin belirsiz olduğunu görmüştür. İngilizlerin kendi menfaatleri doğrultusunda diledikleri gibi tefsir edebilmeleri için belirsiz bıraktıkları hususların açıklığa kavuşması gereğini Sadrazam ve Harbiye Nâzırı Ahmet İzzet Paşa’ya yazdığı gibi,111 cevap beklemeden 3 Kasım 1918 tarihinde komutasında bulunan 2. ve 7. Ordulara aşağıdaki emri vermiştir:112 1- Suriye sınırı, Suriye Vilayeti’nin kuzey sınırı telakki edilmelidir. Bu sınır; Lazkiye kuzeyinden, Han Seyhun’un güneyinden geçerek doğuya doğru imtidat eder. 2- İskenderun, Antakya, Cebel Sem’an, Katma, Kilis havalisinin Türklerle meskûn olduğu ve Halep ahalisinin dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas ittihaz edilmelidir… Şeklinde vermiş olduğu bu emirde İskenderun ve Antakya’nın Türklüğünün her vesile ile hatırda tutulması ve her davada bu esasın göz önünde bulundurulması üzerine dikkati çekmiş ve buranın Suriye’den sayılmayacağını belirtmiştir.113 Mustafa Kemal Paşa’nın bu emrine Stefanos Yerasimos şöyle bir açıklık getirmektedir: “Mütarekenin nasıl uygulanacağı konusunda ki görüş ayrılığı daha ilk günden ortaya çıktı. Müttefiklere göre ateşkes, ne müttefiklerin ileride nereye kadar ilerleyebilecekleri ne de daha önemlisi, gelecekteki sınırlar konusunda hiçbir taahhüt içermeyen sadece Osmanlı Ordularının teslim olmasını sağlayan bir anlaşmaydı. Dolayısıyla onlara göre mütareke hattı diye bir hat yoktu. Buna karşılık Türklere

göre 31 Ekim günü öğle saatlerinde Türk Ordularının bulundukları mevziler gelecekteki egemenliklerinin sınırını çizmekteydi. Nitekim Mustafa Kemal Paşa var gücüyle Türk mevzileriyle İngiliz mevzileri arasındaki boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Bu doğrultuda 31 Ekim’de Reyhaniye’nin, 3 Kasım’da da Antakya’nın işgal edilmesi emrini verdi. Aynı gün bölgedeki askerî ve sivil yöneticilere gönderdiği, Suriye’nin boşaltılmasını öngören mütarekenin maddelerini yorumlayan bir yönergede Mustafa Kemal Suriye’nin kuzey sınırını Lazkiye’yi Han Seyhun’a bağlayan ve oradan doğuya uzanan hat olduğunu, yani Halep’in yüz kilometre kadar güneyinden geçtiğini söylüyor ve İskenderun, Antakya, Cebel Sem’an (Bugün Suriye’deki Dar al-Izze), Katma ve Kilis yörelerinde Türklerin yaşadıkları, Halep nüfusunun dörtte üçünün Arapça konuşan Türkler olduğu hatırlanmalı ve bu gerçeklerin bundan böyle ileri sürülecek bütün toprak taleplerinin temelini oluşturacağı göz önünde bulundurulmalıdır”

diyordu.114 Diğer taraftan Mondros Mütarekesi’nin 16. maddesine göre Suriye hududu içinde bulunan kuvvetlerinde Hicaz, Asir ve Yemen’dekiler gibi İtilaf Devletlerine teslim olmaları gerekmekteydi. Hâlbuki Mustafa Kemal Paşa, bütün kuvvetlerini hududunu tespit ettiği Suriye dışına, öz Türk topraklarına çekmiş bulunmaktaydı.115 Bununla beraber İtilaf Devletleri mütareke şartlarına dayanarak ve Suriye sınırının Maraş’ın kuzeyinde bulunan Mustafa Kemal kuvvetlerinin de kendilerine teslimini istediler.116 Fakat vaziyeti önleyen Mustafa Kemal Paşa, Suriye sınırının o tarihte Türk süngüleri tarafından fiilen muhafaza edilmekte olan ve kendisi tarafından çizilmiş olan hudut olduğunda ısrar etmiştir. Almış olduğu bu tedbirlerle de yetinmeyen Mustafa Kemal Paşa Türk milletinin menfaati için, güneyde millî bir hududun elde bulundurulması ve sulh müzakerelerinde gerek görüldüğü takdirde dayanılabilecek önemli bir kuvvetin elde tutulması hususu üzerinde durmuştur.117 Daha sonra bu durum son Osmanlı Mebuslar Meclisi tarafından kabul edilen ve ayrıca hem Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını hem de İmparatorluğu yıkılan Türkiye’nin millîetnik sınırlarını belirleyen Misak-ı Millî,118 Ankara’da kurulacak olan Millî Hükümeti’nde ana programı olacaktı.119 Zaten Mustafa Kemal Paşa hatıralarında:

“Gerek Erzurum Kongresi’nde gerek Sivas Kongresi’nde Türkiye’nin millî sınırını tespit etmek için bir medeni ıstılaha dayanmak gerektiği vakit ben, Türk süngülerinin işaret ettiği bu hattı esas kabul ettim. Bilirsiniz Misak-ı Millî’yi en nihayet Ankara’da tespit etmiştim…”120

Şeklinde açıklayarak İskenderun ve Antakya’yı yani Hatay’ı Misak-ı Millî sınırları içerisine dâhil etmiştir.121 Aslında Mustafa Kemal Paşa daha 1907 yılında Misak-ı Millî düşüncesini kafasında belirlemişti. Bu fikrini de Ali Fuat Paşa’ya şu şekilde anlatmıştı:122 “Nüfusun yarısı Türk olmayan ve hâlbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün ağırlığı ve müdafaası Türk’ün omuzlarına yükletilmiş, Hıristiyan azınlıklar ise, yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyorlar, komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsat kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar, ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri haline getirilecek, Türk’ten başka olan unsurlar, düşman devletlerinin tarafını tutacaklar. Şu halde devlet gövdesinin çökmesiyle hasıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan millî bir sınıra çekilerek burasını mı savunmak daha doğru ve hayırlı olacak? Ben, selameti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum. Mustafa Kemal’in bu sözlerinden çıkan mana şu idi: Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi işi, Türk’ün aleyhinde olarak düşmanlarımıza bırakılmamalıdır. Bir ihtilal sonunda işbaşına geleceği anlaşılan meşrutiyetçilerin kuracağı idare, cesur bir kararla tasfiye işini kendisi yapmalıdır. Selamet yolu budur. Peki, bu tasfiye işini nasıl yapmalıydı? Mustafa Kemal şöyle düşünüyordu: Rumeli’de Doğu ve Batı Trakya bizde kalacak, Edirne’nin kuzey hudutları Bulgaristan aleyhine düzeltilecek, Arnavutluk, Avusturya-Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan Osmanlı başkanlığında İstanbul’da toplanacak bir konferansta milliyet çoğunluğu prensibine dayanılarak Osmanlı Rumeli kıtasının Doğu ve Batı Trakya’dan başka kısımları yukarıda adları geçen devletlere bırakılacaktı. Arnavutluk bağımsız olacak, BosnaHersek Sırbistan’la Avusturya-Macaristan arasında adilane bir suretle taksim edilecekti. Anadolu sahillerine yakın olan adalar yeni Türkiye Devleti’nde kalacak, diğerleri Yunanistan’a verilecekti. Güney hudutlarımız Hatay, Halep ve Musul vilayetlerini içine alacak, diğerleri Araplara terk edilecekti. Anadolu’nun doğu ve doğu kuzeyinde bir değişiklik olmayacaktı. Yeni Türkiye içinde kalacak olan Rum, Bulgar ve Sırp azınlıkları dışarıda kalan Türklerle mübadele edilecekti.”

Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal Paşa 1920 yılında ilan edilen Misak-ı Millî’yi 13 yıl önce yani 1907 yılında tespit etmiş, vatanını tehlikelerden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu cesaretle ortaya koymuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın 1907 yılındaki düşüncesi gerçekleşseydi, Türk halkı ne

Trablusgarp Savaşı ne bir Balkan Savaşı ve ne de Birinci Dünya Savaşı yaşamayacağı gibi, belki de bir Millî Mücadele’ye bile gerek kalmayacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın bu düşüncesi Meşrutiyetin ilanından hemen sonra gerçekleşmiş olsaydı, bu durum Türklerin lehine gelişecek ve aleyhimize ortaya çıkan büyük devletlerin oyunları, ayrıca aleyhimize oluşan Balkan İttifakı da bozulacaktı. Bunun yanı sıra Yunanistan sıkı bir surette yeni Türkiye ile anlaşmak gereği duyacaktı. Sonra milyonlarca Türk, karlı Balkan Dağları’nda ve Arabistan çöllerinde şehit olmayacaktı.123 Diğer taraftan asıl konumuza dönecek olursak; Türk Bağımsızlık Savaşı’nın devam ettiği sırada zaman zaman Türk-Fransız görüşmeleri olmuş, bu görüşmelerden iyi sonuç alınamamıştı. Bu görüşmelerde Türk-Fransız münasebetlerini etkileyen en önemli mesele ise İskenderun Sancağı (Hatay) idi. Bu olay Atatürk devrinde Türkiye’nin dış politikası ile ilgili olayların en çetini olması açısından da önemlidir. Hatay bölgesinde Türkler en büyük çoğunluğu teşkil ettikleri için bu bölge Misak-ı Millî sınırları içine alınmıştır. Fakat Millî Mücadele sırasında Fransa ile silahlı çatışmanın durdurulması pahasında bu devlet ile Ankara’da 20 Ekim 1921 tarihinde Hatay’ın Türkiye sınırları dışarısında kalmasını öngören bir itilafname yapılması zarurî ve Türkiye çıkarları bakımından lüzumlu görülmüştür.124 Fransa ile itilafname imzalamak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin bir batılı devlet tarafından tanınması demekti. Bunu Ankara’nın Fransa’ya dayanarak Avrupa’ya “Pencere açmaya” olan şiddetli ihtiyacı ile izah eden Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey yine aynı nedenle sınır bunalımında Fransa temsilcisi Franklin-Bouillon’a isteklerimizi kabul ettirmeye muvaffak olamadık. O’nun olumsuz cevaplarını biz “zarurî kabule mecbur olduk,”125 diyerek müzakerenin çetin bir hava içinde geçtiğini samimi bir dille ifade etmektedir. Öte yandan 16 Ekim 1921 günü meclisin gizli oturumunda itilafname tartışılırken bu sırada Mustafa Kemal Paşa söz alarak: “Misak-ı Millîmizde muayyen ve müspet hat yoktur. Kuvvet ve

kudretimizle hat, hatt-ı hudut olacaktır.”126 Demiştir. Mustafa Kemal Paşa burada şimdiki gücümüz budur, ileride gücümüze göre hareket ederek, yarım kalan işimizi tamamlarız, demek istemiştir. Misak-ı Millî sınırı üzerinde Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ise, Vatan Hizmeti’nde adlı hatıralarında:127 Fevzi Paşa cenupta Türkiye’nin tabii hududunun Asi nehrinin dirseğinden …“ Fırat’ın dirseğine çekilecek bir müstakim hattı ve oradan Fırat’ı takip ederek aşağıda Musul vilayetini bizde bırakarak İran hududuna ulaşan hudut olduğunu söylerdi. Tabi ben de bu fikirde idim itilafname ile çizilen hududun zorla kabul edilmiş olduğunu o hududun cenubunda kalan Türk toprakları da halkı bizim için asla unutulmayacak bir gün Türkiye’ye geri gelecek aziz memleketler olduğunu bunun Türk çocuklarının mukaddes bir vazife bileceklerini defaatle Franklin Bouillon’a ”.söylemekten geri kalmadım

Şeklinde açıklamalarıyla bir defa daha Misak-ı Millî ve Hatay’ın önemini belirtmiş olmaktadır. Ankara İtilafnamesi’ne göre, Misak-ı Millî’nin bir parçası olan İskenderun Sancağı dışarıda kalırken, Ankara Hükümeti bu İtilafname’ye sancaktaki Türk unsurunun menfaatlerini koruyacak ve bu bölgeye muhtariyet verilmesi için gerekli zemini hazırlayacak hükümler koydurmuştu. İtilafnamenin 7. maddesi şöyle idi: “İskenderun mıntıkası için bir usul-i idare-i mahsusa tesis olacaktır. Mıntıkayy-ı mezkurenin Türk ırkından olan sekenesi harslarının inkişafı için her türlü teşkilattan müstefit olacaktır. Türk lisanı orada mahiyet-i resmîyeyi haiz olacaktır.”128 Buna göre Mustafa Kemal Paşa, Hatay’ı kendi şahsî davası olarak görmüş ve yaşadığı sürece Hatay’ı anavatana katabilmek için elinden gelen bütün gayreti göstermiştir. Nitekim 15 Mart 1923 günü Adana’ya yaptığı bir seyahat esnasında, Antakya ve İskenderunlular onu siyah bayraklar giyerek karşılamışlardı. Bu sırada karalara bürünmüş bir sıra hanımın içinden dört hanım kafilenin önüne çıkarak ellerindeki “Gazi baba bizi de kurtar!” ibaresi yazılı pankartla yolunu kesmişlerdir. Dört hanımın önündeki Antakyalı kız kâğıtsız tasannusuz ruhtan gelen ve ruha giden nutkunu söylemişti129. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa yüksek bir sesle “Kırk asırlık Türk

yurdu düşman elinde esir kalamaz” diyerek tarihî sözünü söylemişti. Bu durum karşısında törende bulunan tüm insanlar duygulanmış ve ağlamıştı. Bu tablo karşısında kırk sene Alsas Loren’in matemini tutan Fransızlar bu manzarayı görseydi Türk sabrının kırk sene uzunluğunda olamayacağını da anlardı.130 Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı millî dış politika, onun amansız bir harekete girişmesini ve ülkeyi tehlikeye sokacak hareketlerden kaçınmasını gerektiriyordu. O sebeple Hatay Meselesi zamanı gelince halledilecekti. Hakikaten zamanı gelince Mustafa Kemal Paşa, “Yurtta sulh ve Dünyada sulh” siyasetine uygun olarak ülkenin elindeki bütün imkânları seferber etmiş; ayrıca Avrupa’daki karışıklıklardan da istifade ederek Hatay Meselesi’nin çözümünde de başarıya ulaşmıştır. Hülasa İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da Alman baskısının büyük ölçüde arttığı bir sırada, Ortadoğu ve Hindistan’daki menfaatlerini korumak için Türkiye’yi kendi saflarına çekmeye çalışan Fransa ve İngiltere, Hatay Davası’nın Türkiye yararına bir anlaşma ile sonuçlanmasına vesile olmuşlar ve böylece Hatay Meselesi’ni barışçı yoldan çözüme kavuşturmuşlardır.131 51 Erich von Falkehein Bağdat’ın İngilizlerden kurtarılması amacıyla 9 Temmuz 1917 günü İstanbul’a gelmiş ve mareşal unvanıyla Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanmıştı. Bu sırada Falkenhein Osmanlı Devleti’nin bu cephede bulunan mevcut askerî güçle Bağdat’ı geri alamayacağını belirttikten sonra; Filistin Cephesi’nde müdafaada kalınması gerektiği düşüncesini Osmanlı Harbiye Nezareti’ne bildirince Enver Paşa ile araları iyice açılmıştı. Görüldüğü gibi daha işin başına bile Falkenhein ile Osmanlı üst düzey komutanları arasında fikirsel açıdan çatışmalar su yüzüne çıkmıştı. Bu konuda bkz., Mustafa Çolak, Enver Paşa Osmanlı-Alman İttifakı, İstanbul, 2008, s. 53 vd. 52 Andrew Mango, Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu, Çev., Füsun Doruker, İstanbul, 2006, s. 218; Hans Guhr, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza, Çev., Eşref Özbilen, İstanbul, 2007, s. 161. 53 Andrew Mango, a.g.e., s. 218. 54 Mehmet Fatih Tarım, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Ordular Grubu, (Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Hatay 2004, s. 80. 55 Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri, Ankara, 1990, s. 156; Andrew Mango, Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu, Çev., Füsun Doruker, İstanbul, 2006, s. 218; M. FatihTarım, a.g.e., s.

80. 56 Mehmet Fatih Tarım, a.g.e, s. 80. 57 Asker sayısı için bkz., Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 1961, s. 628; Y.Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. III, Kısım 3, Ankara, 1991, s. 449 vd. 58 Hans Guhr, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza, Çev., Eşref Özbilen, İstanbul, 2007, s. 199 vd.;Şükrü Tezer, a.g.e., s. 173; Lord Kinross, Atatürk, Çev., Necdet Sander, İstanbul, 1984, s. 194-195; 18/19 Eylül gecesi 7. Ordu cephesinde şiddetli muharebeler başlamıştı. 19 Eylül sabahı ise saat 03.30’da 8. Ordu’nun sağ kanadındaki grubun bütün siperleri sahilden dağlara kadar, şiddetli bir topçu ateşi altına alınmıştı. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Çev., M.Şevki Yazman, İstanbul, 1968, s. 313 vd., Necmettin Esin, “Birinci Cihan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yıllarında Atatürk’ün Görüşleri”, Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, Ankara, 1973, s. 25. 59 Cemal Paşa, Hatıralar, Haz. Behçet Cemal, İstanbul, 1977, s. 264; İsmet İnönü, Hatıralar, c. I, Ankara, 1985, s. 130 vd., Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, c. I, İstanbul, 1953, s. 10 vd., Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1985, s. 334; Erik Jan Jürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, Çev.Nüzhet Salihoğlu, İstanbul, 1987, s. 169; ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. IV, Kısım 2, Ankara, 1986, s. 628 vd., Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Ankara, 1988, s. 81. 60 Erkân-ı Harb Binbaşısı Vecihi Bey’in Anıları, Filistin Ricatı, Haz.Murat Çulcu, İstanbul, 1972, s. 56 vd.;Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, İstanbul, 1985, s. 27; Süleyman Hatipoğlu, “I.Dünya Savaşı Sonunda Halep Sokak Muharebeleri ve Mustafa Kemal Paşa”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. XIV, S. 42 (Kasım, 1998), Ankara, 1998, s. 1164. 61 Arap Yarımadası’nda, Araplardan sadece İmam Yahya>nın yönetimindeki Yemen, Osmanlı Devleti>ne bağlı kalmıştı. Bu konuda bkz., Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 27. 62 Şükrü Tezer, a.g.e., s. 173; Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 196l, s. 628. 63 Lord Kinross, a.g.e., s. 199. 64 Peter Mansfield, The Successors The Ottoman Empire, London, 1973, s. 45; Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 628; Liman von Sanders, a.g.e., s. 342 65 Cemal Paşa, a.g.e., s. 264; Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 27. 66 J.Blanco Villalta, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982, s. 225. Bu muharebelerde, cephedeki ordular arasında yalnız Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeki birlikler hem savaşarak ve hem de tam bir intizamla çekilmek suretiyle Halep’e gelmişti, bu hususta daha geniş bilgi için bkz., ŞükrüTezer, a.g.e., s. 173. 67 İsmet İnönü, a.g.e., s. 130 vd., Liman von Sanders, a.g.e., s. 330, 344, 345; Erkân-ı Harb Binbaşısı Vecihi Bey’in Anıları, Filistin Ricatı, Haz. Murat Çulcu, s. 56 vd. ; Salih Omurtak; Hasan Ali Yücel, vd., «Atatürk», İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1978, s. 727-728. 68 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, İstanbul, 1985, s. 317 69 Liman von Sanders, a.g.e., s. 346 vd.

70 Liman von Sanders, a.g.e., s. 348; Ş. Süreyya Aydemir, a.g.e., c. I, s. 317; Salih Omurtak; Hasan Ali Yücel, “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, s. 728. 71 Salih Omurtak  ; Hasan Ali Yücel, vd.,“Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 728  ; Süleyman Hatipoğlu, a.g.m., s. 1166. 72 Lord Kinross, a.g.e., s. 200; ATASE, a.g.e., c. IV, Kısım 2, s. 712; Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, s. 317. 73 23 Ekim günü, bir İngiliz yüzbaşısı görüşmek isteğiyle I. Tümenin emniyet postasına gelerek Tümgeneral Macandrev (5. İngiliz Süvari Tümen Komutanı) imzalı bir mektup getirmişti. Mektuba göre; teslim teklifi ve buna benzer mana ifade etmeyen yazılar vardı, “Ordu komutanı buna cevap vermeye bile lüzum görmemiştir” karşılığıyla, İngiliz yüzbaşı emniyet hatlarının dışına çıkarılarak gereği yapılmıştı, bu konuda bkz., ATASE, a.g.e., s. 720. 74 Lord Kinross, a.g.e., s. 200-201. 75 Baron Oteli, bkz., Resim-19. 76 Lord Kinross, a.g.e., s. 200-201; ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. IV, Kısım 2, s. 712. 77 Albay İsmet Bey Haleb’e çekiliş esnasında hastalanmış ve bunun üzerine önce Haleb’e oradanda İstanbul’a sevk edilmişti. Bu hususta bkz., İsmet İnönü, Hatıralar, Haz. Sabahattin Selek, c. I, İstanbul, 1985, s. 135. 78 Salih Omurtak; Hasan Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 728. 79 Liman von Sanders, a.g.e., s. 349-350; Lord Kinross, a.g.e., s. 201 ; Halep Sokak Muharebeleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz., Süleyman Hatipoğlu,  “I. Dünya Savaşı Sonunda Halep Sokak Muharebeleri ve Mustafa Kemal Paşa” , Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. XIV, S. 42 (Kasım, 1998), Ankara, 1998. 80 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), Hz., Falih Rıfkı Atay-Mahmut Soydan, Sadeleştiren  : İsmet Bozdağ, Ankara, 1982, s. 79; Sedat Doğruer, Yıldırımın Akıbeti, İstanbul, 1927, s. 266 vd.; Edip Kızıldağlı, “Atatürk’ün Haleplilere Son İhtarı”, Anlatan: Ömer Hacıbeyoğlu, Son Haber (27 Ocak 1960), Antakya, 1960. 81 Tahsin Bey, Suriye Valisi ve fahri Binbaşı, bu konuda bkz., Sedat Doğruer, a.g.e., s. 266; Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 80. 82 Atatürk’ün Anıları(1917-1919), s. 80; Sedat Doğruer, a.g.e., s. 266 vd.; Edip Kızıldağlı, a.g.m., Son Haber (27.1.1960), Antakya, 1960. 83 Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ndan verilen bilgiye göre; ordularımız daha Humus’u terk etmeden önce Hama Mutasarrıfı’nın görevini bıraktığını ve bundan faydalanan Arapların bir Arap hükümeti kurarak ilan ettiklerini; Grup Komutanı’nın, üst rütbeden bir kişiyi mutasarrıflığa tayin ettiğini; başka bir hükümet teşkilinin icabında silah ve uçak kullanarak engellenmesinin emredildiğini orduya bildiriyordu bu hususta bkz., ATASE, a.g.e., s. 713. 84 Edip Kızıldağlı, a.g.m., Son Haber (27.1.1960), Antakya, 1960. 85 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 81; Sedat Doğruer, a.g.e., s. 267; Lord Kinross, a.g.e., s. 201; F.Rıfkı Atay, a.g.e., s. 111; ayrıca bu hususta Edip Kızıldağlı, bu olayları bizzat yaşayan kişilerden

derleme yaptığı için sözü geçen olayları doğrulamaktadır, bkz., Edip Kızıldağlı, a.g.m., Son Haber (27.1.1960), Antakya, 1960; Jorge Blanco Villalta, a.g.e., s. 232-233. 86 Atatürk’ün Anıları(1917-1919), s. 82; Halep’te cereyan eden bu sokak muharebeleri hakkında Sanders’in anılarında oldukça bilgi bulunmaktadır. Bu hususta bkz., Liman von Sanders, a.g.e., s. 351 vd.; Sedat Doğruer, a.g.e., s. 267 vd. 87 Edip Kızıldağlı, a.g.m., Son Haber (28.1.1960), Antakya, 1960. 88 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 82; Lord Kinross, a.g.e., s. 201; F.Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s. 111. 89 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 82; ATASE, a.g.e., s. 728 vd., Y.Hikmet Bayur, a.g.e., c. III, Kısım 3, s. 462. 90 Lord Kinross, a.g.e., s. 201-202. 91 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 82; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, c. I, İstanbul, 1953, s. 14; Necmettin Esin, a.g.m., s. 26. 92 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), Haz. Falih Rıfkı Atay, Mahmut Soydan, Sadeleştiren, İsmet Bozdağ, Ankara, 1982, s. 82  ; Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., c. I, s. 14  ; Necmettin Esin, “1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yıllarında Atatürk’ün Görüşleri”  , Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, Ankara, 1973, s. 26. 93 Liman von Sanders, a.g.e., s. 352; Lord Kinross, a.g.e., s. 202. 94 Andrew Mango, a.g.e., s. 222. 95 ATASE, a.g.e., s. 729-730. 96 Sedat Doğruer, a.g.e., s. 270; ATASE, a.g.e., s. 730. 97 Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991, s. 21. 98 Sedat Doğruer, a.g.e., s. 270; ATASE, a.g.e., s. 730. 99 Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 21-22. 100 Cemaat-ı İslamiye, Kilis’te kurulan ve yöredeki Türk insanının oluşturduğu millî mukavemet teşkilatıdır. Bu konuda bkz., Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 17 vd. 101 Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 24. 102 Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 25. 103 Kemal Çelik, Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999, s. 36. 104 Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 26. 105 Kilis Belediye Başkanı Ekrem Çetin’ nin Akşam Gazetesi’ne vermiş olduğu beyanat, bu konuda bkz., ‘‘Kilisliler: Düşmana İlk Kurşun Bizden ’’, Akşam (7 Ekim 2000), İstanbul, 2000. 106 Şinasi Çolakoğlu, a.g.e., s. 26. 107 Salih Omurtak ; Hasan Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I., s. 729; Necmettin Esin, a.g.m, s. 26; F.Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s. 111. 108 J. Blanco Villalta. Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982, s. 233; F.Rıfkı Atay, Çankaya, s. 112-113; Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 85.

109 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, Ankara, 1985, s. 70 vd; Mehmet Tekin, Tarihte Hatay ve Hatay Devleti, Antakya, 1987, s. 14. 110 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 173; Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, c. I, İstanbul, 1953, s. 26; F.Rıfkı Atay, Çankaya, s. 113; Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Çev. M. Şevki Yazman, İstanbul, 1968, s. 353; Sedat Doğruer, Yıldırım’ın Akibeti, s. 270  ; Kemal Çelik, Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918-1922), Ankara, 1999, s. 37. 111 Salih Omurtak ; Hasan Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1978, s. 729; Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul, 1981, s. 168. 112 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (1917-1938)-IV, Haz., Nimet Arsan, Ankara 1964, s. 16-17. 113 S.Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi., c. I, İstanbul, 1978, s. 729. 114 Stefenos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırları, İstanbul, 1994, s. 181. 115 S.Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1978, s. 730. 116 Lord Kınross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1984, s. 213-214; Jorge Vıllata, Atatürk, 1982, s. 250; S. Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, s. 730. 117 Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, c. I, İstanbul, 1985, s. 337; S. Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, s. 730. 118 Misak-ı Millî; 12 Ocak 1920 de toplanan Osmanlı Mebuslar Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de kararlaştırılan ve 17 Şubat 1920 tarihinde de resmen basın ve ajanslara duyurularak bütün dünyaya ilan edilen bir millî yemin ve Türk’ün hak isteyen sesini ifade eden bir resmî belgedir. Bu hususta daha geniş bilgi için bkz., Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası., Ankara, 1987, s. 12-13; Fahrettin Kırzıoğlu, Türk İnkılap Tarihi (Millî Mücadele Atatürk İnkılapları), Erzurum, 1981, s. 44-45; Yılmaz Altuğ, Türk İnkılap Tarihi, İstanbul, 1985, s. 328-329. 119 Fahrettin Kırzıoğlu, a.g.e., s. 43-44; Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk’de Kuvâ-yi Millîye ve Misak-ı Millî Fikrinin Şekillenmesi” , Misak-ı Millî’nin 80. Yıldönümü’nde İskenderun ve Çevresi, Ankara, 2001, s. 53. 120 Atatürk’ün Anıları, Haz.: İsmet Bozdağ, İstanbul, 1982, s. 82; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2006, s. 82. 121 Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara, 1978, s. 35; Fahrettin Kırzıoğlu, a.g.e., s. 43-44; Lord Kinross, a.g.e., s. 742; Jorge Blanco Vıllalta, a.g.e., s. 249-250; Ş. Süreyya Aydemir, a.g.e., c. III, s. 414-415. 122 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1981, s. 114 vd. 123 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1981, s. 117. 124 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, c. I, Ankara, 1987, s. 127; Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk’de Kuvâ-yi Millîye ve Misak-ı Mili Fikrinin Şekillenmesi ”, s. 53-54. 125 Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, Ankara, 1981, s. 236., bu hususta Yusuf Kemal Bey 15 Ekim 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu konuşmada da aynı şekilde bilgi vermiştir, bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları; c. II, 1985, s. 325-326.

126 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. II, 1985, s. 355. 127 Yusuf Kemal Tengirşenk, a.g.e., s. 238-239. 128 Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, Ankara 1966, s. 6.; Mehmet Gönlübol, Cem Sar, a.g.e, s. 127; Ankara İtilafnamesi için bkz. İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, c. I, Ankara, 1983, s. 48. vd. 129 Mustafa Kemal Paşa’ya bu nutku söyleyen Affan Efendi’nin kızı Ayşe Fitnat Hanımefendi’ydi. Bu nutuk için bkz. Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, Antakya, 1993, s. 124 vd.; Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk’de Kuvâ-yi Millîye ve Misak-ı Mili Fikrinin Şekillenmesi“, s. 56. 130 İsmail Habib Sevük, O Zamanlar, Ankara, 1981, s. 250-251; Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara, 1978, s. 70. 131 Hatay Meselesi’nin çözümü için bkz., Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk’ün Hatay Meselesi’ndeki Barışçı Siyaseti”, Atatürk 4. Uluslar arası Kongresi (25–29 Ekim 1999), Türkistan-Kazakistan, c. I, Ankara, 2000, s. 205–215.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUSTAFA KEMAL PAŞA YILDIRIM ORDULARI GRUBU KOMUTANI

Mustafa Kemal Paşa’nın Adana’daki Faaliyetleri Birinci Dünya Savaşı sonunda mağlup olan Osmanlı İmparatorluğu’nun neticede 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzalama durumuna gelmesi ile; İtilaf Devletlerine, Osmanlı Devleti’nin geri kalan topraklarını paylaşma fırsatını vermiştir. Mondros Mütarekesi’ne göre; Türkiye’de bulunan Almanların ayrılmaları gerekmekteydi. Buna dayanarak Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 30 Ekim 1918’de Liman von Sanders’e bir telgraf çekerek, Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nı Mustafa Kemal Paşa’ya devretmesini istemiştir. Bunun üzerine 31 Ekim 1918 günü Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı Adana’da büyük bir otelde bulunan Grup Karargâhı’nda Liman von Sanders’in komutanlık odasında Mustafa Kemal Paşa ile karşılıklı ayakta bulundukları sırada, Liman Paşa, terbiye ve nezaketle fakat çok hazin bir lisanla Paşa’ya hitaben:132 “Ekselans, siz, muharebe cephelerinde, Arıburnu’nda ve Anafartalar’da çok yakından tanıdığım kumandansınız. Aramızda gerçi bazı hadiseler ve vakalar geçti. Fakat bunlar, nihayet bizi birbirimize daha iyi tanıtmış oldular. Kalpten dost olduğumuzu zannederim. Bugün Türkiye’yi terke icbar olunurken, emrim altındaki orduları, Türkiye’ye ilk geldiğim zamandan beri takdirkarı bulunduğum bir kumandana tevdi ediyorum. Bu umumî felaket içinde bedbahtlık duymamak mümkün değildir. Ben yalnız kumandayı size bırakmakla müteselli oluyorum. Bu dakikadan itibaren emir sizindir. Ben sizin misafirinizim.”

Hüzün ve elemle dolu bu sözlerin Mustafa Kemal Paşa’yı da müteessir ettiği, buna karşı hiçbir cevap vermeyerek sadece, oturalım dediği ve karşı karşıya oturup birer sigara yakmalarına müteakip, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine Liman Paşa birer de kahve ikram etmiştir. Komutayı devir-teslim işinden sonra da Liman von Sanders, emrinde bulunan birliklere gönderdiği veda yazısında:

Adana: 31 Ekim 1918 Ordular Grubu’nun emir ve komutasını, Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin“ birçok meşhur muharebede liyakat ve ehliyetini ispat eden ellerine devretmek mecburiyetinde kaldığım şu anda; emir ve komutam altında Osmanlı İmparatorluğu’nun menfaati uğrunda ifa ettikleri hizmetlerden dolayı bütün subay, .memur ve erlere kalpten teşekkürlerimi sunarım Ordular Grubu’nun birçok subay ve erini bana en sıkı bir şekilde bağlayan Gelibolu’nun şan ve şerefli günlerini, Anadolu sahilindeki pek çok cesur teşebbüsü .tarih ilelebed unutmayacaktır Filistin’de bizim için bir başarı silsilesi teşkil eden ve aralıksız altı buçuk ay devam eden inatçı bir savunma ve bilhassa Tellülazur, Turmus Aya, Elkefr ve her iki Şeria muharebeleri; Osmanlı Ordusunun ve onunla beraber savaşan Alman ve Avusturya birliklerinin, birkaç kat üstün düşmana karşı ortaya koyduğu inkar .edilemez cesaret ve kahramanlığının delilleridir Bu olayların hatıraları bana; Osmanlı İmparatorluğu’nun, cesur evlatlarına .dayanarak geleceğe sağlam bir güven ve emniyetle bakabilecekleri kanaatini veriyor Osmanlı milliyetiyle müttefiklerinin gelecekte, sulh ve sükuna ulaşmalarını ve senelerce süren muharebelerin açmış olduğu yaraların kapanmasını Cenab-ı ”.Hakk’tan temenni ederim Liman von Sanders Ekim öğle vakti yanımda kalan birkaç Alman subayı ile beraber Adana’yı terk 31 ettim. Mustafa Kemal ve Adana’da bulunan bütün subaylar yolcu etmek için istasyonda bulunuyordu ve buradaki ihtiram bölüğü Türkiye’de selamladığım son ”.birlik oldu

Şeklinde tespitini yaptıktan sonra Liman von Sanders 31 Ekim 1918 günü Adana’dan ayrılmıştır.133 Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nı devralan Mustafa Kemal Paşa, karargâhını Şakirpaşa’da Hacı Seyit Ağa’nın bağ evinde kurmuş, şehir içinde de Muradiye Oteli’nde bir menzil kumandanlığı oluşturmuştu. Bu sırada Adana halkıyla temasını sürdürürken şehrin ileri gelenleri ziyaretine geldiler. Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gelenler: — “Çukurova’nın düşmanlar tarafından işgal edilmesini istemiyoruz”, diyerek kasalarının anahtarlarını Mustafa Kemal Paşa’nın masasının üzerine bıraktılar ve şunları söylediler: — “Canımızla ve malımızla emrinizdeyiz.” Mustafa Kemal Paşa, Adanalıların bu jestinden çok duygulanmıştı. Birden kafasında

yıldırımlar çaktı. Türk insanına çok güveniyordu. Çanakkale’de bu insanların evlatları olan Mehmetçiklere: — “Size taarruzu emretmiyorum! Ölmeyi emrediyorum!” Dediği zaman, gözünü kırpmadan hepsi hücuma kalkmış ve pervasızca canlarını vermişlerdi. Türk insanı ile her mücadelenin üstesinden gelebileceğine inanıyordu. Çanakkale’deki başarısından dolayı kendine güveni son derece artmıştı. İşte, şimdi de Adanalılar yanına gelmiş; “canımızla ve malımızla emrinizdeyiz” demekteydiler.134 Adana’da gelişen ve yaşanan bu olaylar Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde Millî Mücadele fikrinin temellerini oluşturmaya başlamıştı bile. Bu arada 3 Kasım 1918 tarihinde İngiliz generalinin başkanlığında bir heyet Katma’daki 7. Ordu Karargâhı’na gelerek görüşmek istemiş, Ali Fuat Paşa da bir heyet oluşturarak müzakereleri başlatmıştı. Bu müzakerelerde İngiliz generali Kilikya’yı Suriye’nin bir parçası olarak değerlendirmiş ve bu mıntıkadaki bütün Türk Ordularını harp esiri gibi silahtan tecrit ederek Halep’e götürmek istemiştir. Bundan da anlamamız gereken husus karşımızdakilerin bize müsavi muamele yapmayacaklarıydı. İngilizlerin mütarekenin maddelerine uymayacakları veyahut kendi menfaatlerine göre yorumlayacakları açık bir şekilde anlaşılmıştı. İngiliz isteklerine red cevabını veren Ali Fuat Paşa; bu durumu Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’ya da iletmişti. Bundan sonra da, Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya: “Yarın Adana’ya teşrif ediniz. Sizinle mühim şeyler konuşacağım.” Diyerek yanına gelmesini emretmişti.135 Bu sırada mütarekeye rağmen Güney bölgelerinde İtilaf Devletlerinin işgalleri durmadığı gibi, aksine devam etmekteydi. 4 Kasım 1918 tarihinde Musul İngiliz işgaline uğramıştı. Ayrıca iki İngiliz savaş gemisi İskenderun Limanı’na girerek, mükaleme memuru istemişler ve İtilaf Orduları Başkumandanı General Allenby’nin emriyle ve mütarekenin 2. maddesi gereğince limandaki mayınların taranmasını teklif etmişlerdi. Daha sonra anlaşılmıştı ki; bu davranışları ile maksatlarının mayın taramak

değil, İskenderun’u işgal etmek olduğunu açıkça belli etmişlerdir. Bunun üzerine 7. Ordu Komutanlığı’na vekâlet eden Ali Fuat Paşa kendisine bağlı kuvvetlerle karşı tedbir alarak; İngiliz savaş gemilerini İskenderun Körfezi’nden uzaklaştırmıştır.136 Diğer yandan İstanbul Hükümeti’nin bu olaylara kayıtsız tutumu, her şeyi oluruna bırakması, İngilizlerin bütün arzularına boyun eğilmesi, memlekette yer yer bir takım teşekküllerin kurulmasına yol açmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa sınıf, silah ve ideal arkadaşı 7. Ordu Komutanlığı’na vekâlet eden Ali Fuat Paşa ile Adana’da bir görüşme yapmıştır. Biz bu görüşmeye Adana Mülakatı diyoruz.137 6 Kasım 1918 tarihinde gerçekleşen bu mülakatta iki değerli ve önemli komutan Mondros Mütarekesi ile yakında lağvedileceği anlaşılan Yıldırım Orduları Grubu kıtaatı hakkında durum değerlendirmesi yapmış ve gidişatın iyi olmadığı konusunda görüş birliğine varmışlardır.138 Her iki komutanın Adana Mülakatı’nda varmış oldukları müşterek kanaat şu şekilde olmuştu: İngilizler ve onu takiben diğer İtilaf Devletleri mütareke filan dinlemeyecekler,“ emri vakilerle memleketimizi işgal edecekler. Türk Ordusu’nun hudut boylarındaki kısımlarını esir almaya kalkışacaklar veyahut bunları memleket içine çekilmek zorunda bırakarak terhisini sağlayacaklardı. Vatanımızı her türlü müdafaa ve mukavemet vasıta ve imkânlarından mahrum bıraktıktan sonra da arzularını cebren ve tazyik ile kabul ettireceklerdi. Musul’un işgali, İskenderun hadisesi ve nihayet İngiliz mütareke heyetinin yersiz talepleri bunun sarih birer delili idi. Zat-ı şahane ”.kendi tahtını düşünecekti

Bu mülakattan sonra da Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya (Cebesoy): “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.” dedikten sonra Ali Fuat Paşa’ya aynı fikirde olup olmadığını sormuş ve ondan; “Aramızda tam bir mutabakat var Paşam.” Cevabını almıştı.

Böylece bu konuşmadan anlaşılması gereken husus ilk millî mukavemet fikrinin ortaya çıkmış olmasıydı.139 Ali Fuat Paşa, hatıralarında bu olayların devamını da şu şekilde anlatmaktadır: Evet, artık millet kendi hakkını kendisi arayacaktı. Pek memnun oldular. En…“ mühim vazifenin şimdi bana düştüğünü, çünkü bugünlerde İngilizlerin bir tazyiki neticesi olarak Yıldırım Ordular Grubu ile muhtemelen 7. Ordu Karargâhı’nın lağvedileceğini, bu takdirde benim 20. Kolordu’nun başında kalacağımı ve bu sayede ilk müdafaa tedbirlerini alabileceğimi hatırlattı. İlk mukavemet merkezini ”.Kilikya’da kuracaktık. Aramızda hiçbir ihtilaf yoktu

diyerek, Millî Mücadele’nin ilk fikrî icraatını Çukurova’da yapacaklarını kararlaştırmışlardır.140 Bunun üzerine 6–7 Kasım 1918 gecesi XX. Kolordu’nun büyük kısmıyla İslâhiye’ye doğru hareketi başlamıştır. Ali Fuat Paşa şimdilik hareketi Raco’dan idare edecek daha sonra Adana’ya hareket edecekti.141 Anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’dan XX. Kolordu’yu dağıtmamasını ve muhafaza etmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu’nun lağvedildikten sonra XX. Kolordu Komutanı olarak ilk müdafaa tedbirlerini alması gerektiğini Ali Fuat Paşa’ya hatırlatmıştı.142 Mustafa Kemal Paşa ileriki günlerde de İstanbul’da Ali Fuat Paşa ile görüşmelerde bulunmuş ve bu görüşmeden sonra da XX. Kolordu’yu Ankara’ya taşıyarak halka güven vermesi ve onlarla iyi ilişkiler kurmasını istemişti. Böylelikle Ankara’nın Millî Mücadele’nin merkezi yapılmasına ve Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu XX. Kolordu Karargâhı’nın oraya taşınmasına karar vermişlerdi.143 Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da Kâzım Karabekir Paşa ile de görüşmüş ve onun, Erzurum’daki Kolordu Komutanlığı’na tayin edildiğini, ancak gitmek istemediğini söyledikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın görüşünü sormuş ve sözlerine de: “Esasen Erzurum’da kolordu diye bir kuvvet yoktur” cümlesini ekleyince Mustafa Kemal Paşa hasta yatağından doğrularak Kazım Karabekir Paşa’ya: “Erzurum’da teşkilatlı bir kolordu bırakılmamış olabilir. Fakat bizim bundan sonra iş görmemiz için lazım olan asli unsur millettir, halktır. Ben size Erzurum’a

gitmeyi bilhassa tavsiye ederim. Gidiniz ve orada halk teşkilatını yapınız. Yakında benim size mülaki olmam muhakkaktır.”

dedikten sonra Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bu teklifini memnuniyetle kabul eder ve Mustafa Kemal Paşa da kendisine muvaffakiyetler dileyerek ayrılırlar.144 Burada Mustafa Kemal Paşa’nın düşüncesinin esas özünü Ankara-Sivas-Erzurum hattı oluşturmaktaydı. Çünkü bu hattın, haritaya baktığımız zaman Anadolu’nun ortasında tek çizgi halinde olduğunu görürüz. Şurası da bir gerçektir ki; bu hatta hâkim olan kuvvet Anadolu’ya hâkim olabilir.145 Muhtemelen bu görüş doğrultusunda hareket eden Mustafa Kemal Paşa; Ali Fuat Paşa’nın XX. Kolordusu’nu Ankara’ya; Kâzım Karabekir Paşa’nın XV. Kolordusu’nu da Erzurum’a konuşlandırmak istemiştir. Daha sonra ki günlerde 7. Ordu’nun III. Kolordusu’nu146 da Sivas’ta mevzilendirecektir. Böylece Mustafa Kemal Paşa Anadolu’nun bel kemiğine hâkim olarak, Millî Mücadele’yi kazanmayı hedeflemiştir.147 Diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nin maddeleri konusunda Başkomutanlık Erkan-ı Harbiye Başkanlığı’na 5 Kasım 1918 günü çektiği telgrafla, mütarekenin muhtelif manalara gelebilecek tarzda yazılmış olan bazı maddelerinin açıklık kazanması gerektiğini istedi. Daha sonra da mütareke şartları arasında yanlış anlaşılmaya müsait durumların düzeltilmesini; orduları terhis edecek ve galiplerin her dediğine boyun eğecek olursak, İngilizlerin isteklerinin önüne geçmeye imkân olmayacağını bildirdi.148 Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanmış olan Mustafa Kemal Paşa’ya, 5 Kasım 1918 tarihinde Eski İstasyon’dan başlayarak, Büyük Saat Kulesi’nde biten Ali Münif Caddesi üzerinde bulunan, eski adıyla Muradiye, şimdiki adıyla Cumhuriyet Oteli’nin büyük salonunda Adanalılar tarafından şerefine bir akşam yemeği ziyafeti verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, çok kalabalık davetlinin katıldığı bu ziyafette yaptığı konuşmasında: “Bu memleketin kurtulacağını, henüz ümitlerin sönmediğini, bunun için

mücadele edeceğini, Türk milletinin ve ordusunun kendi vatanını ve istiklalini koruyabileceğini” açıklamıştı.149 Emekli subaylarımızdan Samet Kuşçu o günlerdeki bu olayı şu şekilde bize aktarmaktadır;150 Adana’daki Yıldırım Orduları Grubu Karargâhı’nda Mustafa Kemal Paşa gelişmeleri izlemektedir. Mütarekenin bir maddesine göre, sahillerimiz çevresindeki deniz mayınları, her iki tarafın işbirliği ve katkısı ile temizlenecektir. Bu madde uyarınca İskenderun Körfezi ve çevresindeki mayınlar, 1918 yılının Kasım ayı başından itibaren, İngiliz-Fransız mayın tarama gemilerince temizlenmeye başlanmıştır. Bu konuda Mustafa Kemal Paşa bir sakınca görmediği için izin vermiştir. Ancak, İtilaf Devletlerinin asıl niyet ve emelleri üç-dört gün sonra ortaya çıkmıştır. Suriye’deki savaşlar boyunca; başarı sağlayan 7. Ordu’nun ricat hattını kesmek, bu orduyu teslim olmaya zorlamak ve ayrıca İskenderun-Antakya-Reyhanlı ve çevrelerini Suriye sınırları içerisine dâhil edebilmek amacıyla; İskenderun’a asker çıkarmak istediklerini bildirmişlerdir. 4 Kasım 1918 tarihinden itibaren baş gösteren bu istekler karşısında; düşmanın sinsi niyetlerini çok iyi anlayan Mustafa Kemal Paşa, kesin tavır takınarak, taleplerini reddetmiştir. İngilizlerin asker çıkarmak istekleri için ileri sürdükleri gerekçe ve bahane, çok masum bir kılıfa sokulmuştur. Halep’teki kuvvetlerinin ihtiyaçlarının karşılamak üzere İskenderun– Kırıkhan–Hassa şosesini kullanmak istediklerini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki asıl niyet ve amaçları; biraz önce açıkladığımız konulardır. Halep ve çevresinde, işgal kuvvetlerinin ikmal ihtiyaçlarını aylarca karşılayacak, stoklar ve başka imkânlar vardır. O her zamanki gibi ileri görüşlülük ve önsezisiyle eşsiz komutan Mustafa Kemal Paşa, onların gerçek niyetlerini çok iyi anlamıştır. Hem 7. Ordu’nun kuzeydeki savunma hattına güvenle çekilmesini sağlamak; hem de daha ilk günden itibaren; Misak-ı Millî sınırları içine almış olduğu, Antakya-İskenderun-Reyhanlı ve çevresini151 düşmana terk etmemek için kesin tavrını ortaya koymuştur: İşte Mustafa Kemal Paşa, emrindeki 7. Ordu, III. Kolordu ve 41. Tümen Komutanlığı’na

5 Kasım 1918 tarihinde çekmiş olduğu telgrafla İskenderun Körfezi’nden çıkarma yapmaya kalkışacak İngiliz kuvvetlerine ateşle karşı konacaktır emrini vermiştir.152 Mustafa Kemal Paşa’nın bu emri üzerine III. Kolordu’ya bağlı olan, karargâhı Belen’de bulunan 41. Tümen’e bu görev emri iletilmiştir. 41. Tümen Topçu birlikleri İskenderun Körfezi’ne bakan sırtlarda, körfeze girecek düşman donanma ve çıkarma araçlarına ateş edecek şekilde, mevzilenmiştir. Yıldırım Orduları Grup Komutanı, Mustafa Kemal Paşa 6 Kasım 1918 tarihinde Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Başkanlığı’na çektiği telgrafta;153 çıkarma teşebbüsü karşısında, ateşle mukabele edileceğini, hem İngiliz Kumandanlığına hem de Sadrazam ve Başkumandan Erkân-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa’ya bildirmiştir. Ayrıca bu telgrafta Mustafa Kemal Paşa, kendisini itham altında bırakacak emirlerin uygulanmasına yaradılışının müsait olmadığını; yerine atanacak birine hemen komutayı teslime hazır olduğunu da bildirmiştir.154 Mustafa Kemal Paşa’nın bu kararlı tutumu karşısında İngilizler, Osmanlı Hükümeti’ni sıkıştırmaktadır. Sadaret makamı endişe ve telaş içerisindedir. Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’nın kişisel ve çok iyi ilişkiler içerisinde olan dostlukları, çok öncelere dayanmaktadır. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı bu kararından vazgeçirmeye ve İngilizlerin İskenderun Körfezi’nden asker çıkarmasına karışmaması için razı etmeye çalışmaktadır. Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa yapıları ve olaylara bakış açıları, değerlendirmeleri, elbette birbirinden çok farklı olacaktır. Ahmet İzzet Paşa İngilizlere karşı uysal, tavizkâr bir politikadan medet umarken; Mustafa Kemal Paşa uysallık ve taviz vermenin sonunun gelmeyeceğini yurdu tam bir esarete sürükleyeceğini çok iyi anlamıştır.155 5 Kasım günlü emir üzerine, III. Kolordu topçusuyla da pekiştirilen 41. Tümen birlikleri yapılacak bir çıkarma hareketine karşı İskenderun Körfezi çevresinde gerekli tedbirleri almış, mevzilenmiş ve ateşe hazır hale getirilmiştir. Bazı belgelere, kaynaklara ve o günlerde 7. Ordu Harekât Şubesi’nde görev

yapmakta olan subaylara göre, İngiliz-Fransız donanma ve çıkarma birlikleri körfeze girdiklerinde, Türk topçusu uyarı ateşi yapmıştır. Bazı kaynaklara ve bir gün sonra 7 Kasım 1918’de Ahmet İzzet Paşa’ya, Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen cevabı telgrafa göre, ateş edilmesine gerek kalmamış;156 İngilizler bir çıkarmaya yeltenmemişlerdir. Türk kuvvetlerinin kararlı ve ciddi tutumunu, kendilerine has istihbarat yöntemleriyle öğrendikleri için çıkarma girişiminden vazgeçmişlerdir. Şimdi bu iki görüşün de dayanak ve belgelerini ayrıntılarıyla açıklamakta yarar vardır: 7. Ordu Karargâhı’nın harekât şubesinde, o zaman genç bir subay (yüzbaşı) olarak görev yapmış olan Muzaffer Ergüder’in Samet Kuşçu’ya anlattıklarına ve not ettirdiklerine göre, uyarı niteliğindeki topçu ateşi yapılmıştır. 6 Kasım 1918 günü İskenderun Körfezi’ndeki bu ateş ve direniş sonucunda düşman donanması körfezden uzaklaştırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, kişisel dostlukları bulunan, saygı ve sevgi duyduğu Ahmet İzzet Paşa’yı daha fazla kırmamak, gücendirmemek için ve amaca da vardığı için, cevabı telgrafında; “Ateş edilmesine hacet kalmamış ve buna göre birlik komutanlarına yeniden emir verilmiştir.” Diye bildirerek konuyu kapatmak istemişti. O günlerin yenilmez bir gücü olarak tanıtılan, galip İtilaf Devletlerinin lideri olan İngilizlerle, müttefikleri Fransızların, niçin çekingen davrandıklarını ve çıkarmaya yeltenmediklerini Ergüder’e sorduğumda, şu açıklama ve değerlendirmeyi yapmıştı: Suriye savaşları boyunca İngilizler 7. Ordu karşısında daima başarısız“ kalmışlardır. Halep’in kuzeybatısında bu ordudan yedikleri ve beklemedikleri şamar üzerinden henüz iki hafta geçmiştir. Bu ordunun komutanı Mustafa Kemal Paşa’yı Çanakkale’den beri tanımaktadırlar. İskenderun Körfezi’nde bir başarısızlığı ve yenilgiyi göze almak istemediklerini, politik ve diplomatik alanda prestijlerini ”.tehlikeye atmaktan kaçınmış olduklarını sanıyorum

diyerek açıklık getirmiştir.157 Tarihçi-Öğretmen Enver Behnan Şapolyo, bu olay için aynen şöyle demektedir: Fransız kuvvetleri gemilerle İskenderun Limanı’nda görünüyorlar, Bu zaman“ Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya: Bu kuvvetlere ateşle mukabele edeceğim,

diyor. O da Et!.. Emrini veriyor. Türk askerleri bu Fransız gemilerini ateşe tutuyorlar. Karaya çıkamadan geri dönüyorlar. Muharebe bittikten sonra meydana gelen bu ikinci ateş, yeni bir harbin başlangıcı idi. Düşman kuvvetleri İskenderun’a gelerek yeni bir harbi bekliyordu. Fakat ne gelen var, ne giden!.. İşte Mustafa Kemal’e ve arkadaşlarına bu hadise, yeni bir mefkûre doğurdu. Dört senedir çarpışan düşman da artık yoruldu. Dermanı yok. Kim kendini çabuk toplar, yeni bir kurtuluş mücadelesine başlarsa, o muvaffak olacaktır! İşte İskenderun’da işitilen bu ilk kurşun sesi Millî Mücadele’nin ilk emaresidir. Esasen galiplere çok ganimet düşmüştü. Şimdi onlar yalnız bu mirası paylaşmak sevdasına düşmek üzere iken, Atatürk Adana’da millî bir ordu hazırlamayı düşünüyordu. Fakat mütareke olmuş, İtilaf Devletleri de İstanbul’a girmeğe hazırlanıyorlardı.”158 Samet Kuşçu’da bu malumata dayanarak; “Enver Behnan Şapolyo; Atatürk’le tanışmış, ondan birçok olayları dinlemiş bir tarihçimiz olarak ateş edilmiş olduğunu bildirmektedir.159Cumhuriyet Gazetesi’nin 11, 12, 13 ve 14 Ocak 1937 günlerindeki sayılarında dört gün arka arkaya Alman bilim adamı Yaeschke’nin yazısının 12 Ocak 1937 tarihli sayısında aynen şöyle demektedir:“Bunun üzerine Atatürk 6 Kasım 1918’de İngilizlerin İskenderun’da karaya çıkmak için yaptıkları teşebbüse silahla mumanaat edilmesini emretmişti. Bu emir Babıali’nin mutaavat ”(itaat etme) politikasına uygun olmadığı halde, icra edildi

diyerek, yani ateşle karşı konulduğunu kesin bir dille anlatmaktadır. 160 Bazı kaynaklara göre, ateş emri, savunma kararı ve karşı koyma kararı kesin olmamakla beraber, ateş etme eylemi oluşmamış ve buna gerek kalmamıştır. Düşman haber alma ve değerlendirmesi sonucunda, girişimde bulunmaya cesaret edememiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 7 Kasım ve daha sonraki günlerde Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği cevabı telgrafında da, ateş etmeye gerek kalmadığı bildirilmektedir.161 Ancak Orgeneral Muzaffer Ergüder’in, yukarıda anlatmış olduğumuz, ilginç açıklaması (meseleyi büyütmemek ve kapatmak için) Mustafa Kemal Paşa’nın kasden böyle davrandığı izlenimi vermektedir. Ateş etme eylemi, ister meydana gelmiş, isterse gelmemiş olsun, kesin ve tartışmasız olan nokta; kararlı, silahlı, bir karşı koyma davranışı olan Kutsal Direniş’in 6 Kasım 1918 günü İskenderun sırtlarında meydana gelmiş olmasıdır.162 Bu kutsal direniş Kurtuluş Savaşımızın ilham kaynağı ve kıvılcımıdır. Enver Behnan Şapolyo’nun yukarıda sözünü ettiğimiz

açıklamasında da bu husus vurgulanmaktadır. Şapolyo, bu olayı ayrıca “ilk kurşun sesi” diye nitelendirmektedir. Ancak tarihî gerçekleri de belgelere dayanarak, ortaya koymanın bir görev olduğu inancını da taşımaktayız. Samet Kuşçu’nun anlattıklarına bakacak olursak Millî Mücadele’nin ilk silahlı direnişi 6 Kasım 1918’deki İskenderun Körfezi olayıdır. Kurtuluş Savaşımızın büyük mimarı, eşsiz Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile gerçekleşen bu kutsal direniş ilk olanıdır. O tarihte, zaten anayurdun hiçbir köşesine henüz düşman ayağı değmemiş ve işgal başlamamıştır. Millî Direniş ve karşı koyma düşünce ve kararı, hiçbir bölgede meydana gelmiş değildir. Millî direnme ve karşı koyma, herkesten ve her yerden önce, Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında, yüreğinde ve ruhunda kıvılcımlaşıp alevlenmiştir.163 Daha sonra Mustafa Kemal Paşa Başkomutanlık Erkan-ı Harbiye Başkanlığını muhafaza etmekte olan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya, 6 Kasım 1918 günü çektiği başka bir telgrafta, düşmanların aldatıcı muamele, teklif ve hareketlerini, düşmanlardan ziyade haklı ve nazik sayacak ve buna karşı kendinden istenilecek her şeyi yapmaya yaradılışı gereği müsait olmadığını İstanbul’a bildirerek, komutayı hemen teslim etmek üzere yerine tayin olacak zatın emir ve tebliğini istemiştir.164 Böylece Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi hükümlerinin doğurabileceği sonuçları göz önüne koymak ve bütün kayıtlara rağmen düşmanların elinde oyuncak olmamak için, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya itiraz ve muhalefetini her fırsatta telgrafla bildiriyor ve mütareke hükümleri dışına çıkan uygulamayı şiddetle protesto ediyordu.165 Bu durum Sadrazamın müdahale edici emirler vermesine yol açıyordu. Bu emirlerden İskenderun’un İngilizlere teslimi hakkındaki verdiği cevapta; yapılan mütarekenamenin imza altına giren şeklinin Osmanlı Devleti’nin hayat ve selametini koruyacak mana ve mahiyette olmadığını, düşmanlar tarafından kolaylıkla aleyhimize çevrilebilecek bu maddelerin mühim ve şümullü anlamlarının bir an evvel açıklanması lazım bulunduğunu, değilse

düşmanlarımızın ihtiraslarını karşılamamızın mümkün olmayacağını bildirmiştir.166 Diğer taraftan, Mondros Mütarekesi’nden önce, Mustafa Kemal Paşa, bütün kuvvetlerini hududunu tespit ettiği Suriye dışına, öz Türk topraklarına çekmiş bulunuyordu. Bununla beraber İtilaf Devletleri, mütareke şartlarına dayanarak ve Suriye hududunun Maraş’ın kuzeyinden geçmekte olduğunu ileri sürerek, Halep’in kuzeyinde bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın kuvvetlerinin de kendilerine teslimini istediler. Fakat durumu önleyen Mustafa Kemal Paşa, Suriye hududunun o tarihte Türk süngüleri tarafından fiilen muhafaza edilmekte bulunan ve kendisi tarafından çizilmiş olan hudut olduğunda ısrar etti.167 Zira Mustafa Kemal Paşa mütareke hükümlerinin, millet menfaatlerine uygun bir şekilde uygulanmasını istediği için: a) Güneyde millî bir sınırın elde bulundurulması, b) Sulh görüşmelerinde kendisine dayanabilecek bir kuvvetin tanzimi esaslarına ehemmiyetle bağlanmış bulunuyordu. Zaten Mustafa Kemal Paşa, o tarihlerde bu amaca uygun bir şekilde emrindeki Yıldırım Orduları Grubu ile Musul Cephesi’ndeki 6. Ordu kıtaları içinde bu ordunun komutanı ile haberleşerek, imkân ölçüsünde gereken tedbirleri aldırdı. Bu ordulara bağlı kuvvetleri Torosların üst tarafında, İç Anadolu’nun muhtelif yerlerine ihtiyaca göre dağıtmak ve yerleştirmek, fazla silah ve yedek cephanelerle lüzumlu harp malzemesini güvenilir erlere taşıtmak için planlar hazırlamaya ve ilgili komutanlara emirler ve direktifler vermeye başladı.168

Mustafa Kemal Paşa’da Millî Mücadele Fikrinin Doğuşu Mustafa Kemal Paşa elindeki mevcut kuvvetleri, geçirdikleri bütün badirelere rağmen bir ordu haline getirmek, düzenlemek ve takviye etmek; gerekince bu kuvvetlerle Türk milletinin hak ve istiklalini korumak istiyordu.169 Ayrıca, bununla birlikte Suriye’den memleket içlerine doğru el altından sokulmaya başlayan yabancı komitecilerin muhtemel kötülüklerine karşı Antep ve havalisinde

halkı örgütlemeye ve onlara gizlice silah dağıtmaya başlamıştı.170 Mustafa Kemal Paşa, Adana’da kısa bir süre kalmış olmasına rağmen, Millî Mücadele’ye temel teşkil eden önemli adımlar atmış, emrinde ve yakınında bulunan komutanlarla ve kurmaylarla birlikte, bu konuda başarılı bir işbirliği gerçekleştirmiştir. Ali Fuat Paşa ile yaptığı görüşmede de: İngilizlerin baskısı sonucu, Yıldırım Ordular Grubu ile 7. Ordu’nun muhtemelen“ lağvedileceğini, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde, en önemli görevin XX. Kolordu’nun Komutanı olarak Ali Fuat Paşa’ya düşeceğini, böyle bir durumda ilk ”müdafaa tedbirlerini alması gerektiğini

hatırlatmış ve iki komutan birlikte ilk millî mukavemet merkezini Çukurova’da kurmayı kararlaştırmışlardır. Bu karara dayanarak, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı olduğu ilk günlerden itibaren, Mustafa Kemal Paşa, Erkan-ı Harbiye Riyaseti ve ordusuna bağlı komutanlardan, çok önemli isteklerde bulunmuştur. Millî Mücadele’ye hazırlık mahiyetindeki bu istekleri özet olarak şöyle sıralayabiliriz:171 “1-Askerî birlikler, Ordu, Kolordu ve Tümenler dağıtılabilir. Ancak; jandarma, iç asayişi sağlamakla görevli olduğundan, kuvvetlendirilmesi zaruridir. Bu bakımdan genç muvazzaf subay ve astsubaylar ile küçük yaştaki erler jandarmaya kaydırılmalıdır. 2-Terhis edilecek yedek subaylardan gönüllü olanlar, bilhassa güneyde Emniyet Komiserliği, Emniyet Komiser Yardımcılığı ve Bucak Müdürlüklerine tayin edilmelidir. 3- Menzil, depo ve askerî birliklerde fazla olan ağır ve hafif silahlarla, cephane ve malzeme acele Anadolu’ya ve Afyon bölgesine taşınmalı, yiyecekler de birliklere ve jandarma kuruluşlarına dağıtılmalıdır. 4- Askerlerin terhisinde, küçük doğumlular geciktirilmelidir 5- Güney bölgesi halkına, bilhassa dağ köylerine bol silah ve cephane dağıtılmalı, dağlık bölgedeki uygun yerlerde ve güvenilir kimselerde silah ve cephane saklanmalıdır. 6- Bezgin ve bitkin durumda olan halk, gelecek için uyarılmalıdır.”

Bu kararlar gereğince, Ali Fuat Paşa Çukurova’da jandarma kadrosunu düzenlemeye, zabit, efrat, silah ve teçhizat ikmaline

çalışmış, bir işgal ihtimaline karşılık, Çukurova’nın önemli mevkilerinde mukavemet yuvaları hazırlatmıştır.172 Yukarıda izah ettiğimiz doğrultuda, Mustafa Kemal Paşa’nın tutumundan yeni bir çatışmaya mahal bırakmamak kaygısında olan İstanbul’daki hükümet; İskenderun’un boşaltılması meselesinde rahatsız olmuş, İtilaf Devletlerinin de baskısıyla 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grubu’nu lağvederek, Mustafa Kemal Paşa’yı Harbiye Nezareti emrine almaya karar vermiştir.173 Mustafa Kemal Paşa bu duruma da: “Orduları dağıtalım; fakat unvanı muhafaza edelim. Müsaade edin, en ufak bir müfreze halinde dahi olsa, bu namla ben onun dahi kumandanlığıyla iktifa eyler ve vatanıma hizmet ederim.” sözleriyle cevap vererek, Anadolu’da ve ordu başında kalmak istediğini bildirmiştir.174 Bu bağlamda Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı bulunan 2’inci ve 7. Ordu karargâhları da 7 Kasım 1918 tarihinde lağvedilmişti. Bu durumda Ali Fuat Paşa XX. Kolordu Kumandanlığı görevine devam edecekti. Gelişen bu olaylar üzerine, 10 Kasım 1918 günü Mustafa Kemal Paşa emrindeki birlikleri 2. Ordu Kumandanı Nihat (Anılmış) Paşa’ya bırakacaktı.175 Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa Adana’da ordusuz bir komutan olarak bazı faaliyetlere teşebbüs etmiştir. Zaten Mustafa Kemal Paşa Adana’ya geldiği günden itibaren halkla yakın ilişkide bulunmuş ve onları uyarmaya çalışmış, Adanalı aydınlarla ve Adana sancaklarından gelen temsilcilerle görüş alışverişinde bulunmak amacıyla da toplantılar yapmıştır. Toplantı yaptığı Adanalı aydınlar arasında; Suphi Paşa (Ramazanoğlu), Kadri (Ramazanoğlu), Nalbantzade Ahmet Efendi, İbrahim Rasıh, Hoca Mücteba (Ramazanoğlu), Bağdadîzade Kadri Efendi, Mısırlızade Avukat Ahmet Efendi, Dıblanzade Fuat da vardı. Bu toplantıda, doğudan gelecek taarruzlara karşı şehrin nasıl savunulacağı hususu üzerinde durulmuştu. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Tırpanilerin evi olarak bilinen Kırmızı Konak’ta176, bölgede yaşayan gayr-i müslim

temsilcilerinin ve bazı kişilerin hazır bulunduğu bir toplantıda yapmış177 ve yapılan bu toplantıdan bir sonuç alamamıştı. Mustafa Kemal Paşa bir haftayı geçen temasları sonucunda kurtuluş için karamsar olmayan ve müspet düşüncelere sahip kişileri 8 Kasım 1918 tarihinde Şakirpaşa’daki Aliye Hanım’a (Yerdelen) ait evde topladı.178 Bu toplantıya katılanlar şunlardı: 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa (Anılmış), Ceyhan Askerî Fırka Komutanı Remzi Bey, Levazım Fırka Reisi Avni (Doğan), Askerî İmalathaneler Müdürü Ahmet Remzi, Nalbantzade Ahmet, Ramazanoğlu Kadri, İsmail Safa(Özler), Mücavirzade Mustafa Efendi, Merkez Komutanı Hulusi (Akdağ) ve diğer bazı zevat idi. Mustafa Kemal Paşa bu toplantıda; toplantıya katılanlarla son durumu görüşerek, 10 Kasım 1918’de Adana’dan ayrılacağını belirtmiş ve düşman gelirse ne yapacaklarını sorarak; memleketin durumunu iyi görmediğini, İtilaf Devletleriyle imzalanan mütareke hükümlerine bu devletlerin uymayacaklarını, daha ağır şartlar altında memleketi ezeceklerini; bu yüzden büyük felakete maruz kalan bölgelerden, hazırlıkta bulunmak için aralarında bir teşkilat kurmalarını, münasip yerlerde siper kazmalarını lazım gelen silah ve malzemenin, tarafından temin edileceğini, istiklali görür gibi söylemişti.179 Bu toplantıda Ahmet Remzi bir söz alarak: “Paşa! Bu topraklarda doğduk, bu topraklarda ölmesini de biliriz. Nihat Paşa’ya emir ver, bize silah bıraksın” dedi. Mücavirzade Mustafa Efendi ise: “Paşam! Öldürmeden! Ölmeyeceğiz!” diyerek, direnmeye kararlı olduklarını göstermişlerdi. Ayrıca toplantıda hazır bulunan Adana’nın varlıklı kişileri de bütün maddî ve manevî güçlerini fedaya hazır olduklarını söylediler. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa elinde gümüş kırbacı ve ayağında portakal rengi çizmesiyle salonda iki sıra olan gurubun arasında gidip geliyor ve:180 “Evet, evet bu topraklarda düşman çizmesi gezemeyecek ve bu millet esir olmayacak.” sözlerini sarf ederek, izlenimlerinin müspet olduğunu belirtmişti.181 Böylece toplantı sonrası Mustafa Kemal Paşa, kafasında vatanın nasıl kurtarılacağına dair bir strateji

oluşturmuştu. Bu stratejisini halkla konuşarak daha da geliştirmişti. Bu toplantılardan sonra da Mustafa Kemal Paşa, Toroslardaki Gülek Boğazı’na ve Misis’e istihkâmlar yaptırmıştır.182 Bu faaliyetlerden sonra, Mustafa Kemal Paşa resmî bir sıfatı bulunmadığından Adana’da daha fazla durmaktansa artık İstanbul’a giderek, memleketin siyasî hayatında tesir yapabilecek bir yerde bulunmayı tercih etmişti. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın, 10/11 Kasım gecesi Adana’dan ayrılırken, askerî birliklere gönderdiği veda yazısı şöyleydi:183 Tebliğ olunan İrade-i Seniyye (Padişahın emri) üzerine bu gece (10/11 Kasım“ 1918) hareket edeceğim. Bütün silah arkadaşlarıma veda ederim. Yıldırım Orduları Grubu bölgesinde ve cephesinde bulunan bütün birlikler İkinci Ordu Komutanı Nihat Paşa Hazretlerinin emrine verilmiştir. Bu emrin alınmasından itibaren İkinci ”.Ordu ile bağlantı kurulmasını rica ederim

Mustafa Kemal Paşa bu veda mesajını yayınladıktan sonra da, istasyonda kendisini yolcu etmeye gelenlere:184 Adanalılar, bizim için harp bitmemiştir. Asıl muharebe bundan sonra“ ”.başlayacaktır. Silahlarınıza hâkim olunuz

Sözleriyle Millî Mücadele’nin ilk hazırlık emrini Adana’da vermiş oluyordu. Bundan sonra da komutayı Nihat Paşa’ya bırakarak çağrıldığı İstanbul’a hareket etmişti.185 Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 günü Adana treninden inerek Haydarpaşa rıhtımına ayak basınca şöyle bir manzara ile karşılaşır; 55 düşman gemisi, zafer bayraklarını açarak İstanbul Limanı’na girmektedirler. Bütün karşı sahiller Rumların, Yahudilerin, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya naraları ile çınlar. Fakat bu manzara karşısında, bu hava içinde kılı bile kıpırdamadan Mustafa Kemal Paşa:186 “Geldikleri gibi giderler!”dedikten sonra, Adana’da yarım bıraktığı işine İstanbul’da devam etmiştir. O halde; Mustafa Kemal Paşa’nın vatanı ve milleti düşmanlardan kurtarmak için zihninde oluşturduğu fikirlere temel olan olayların konusu budur. Mustafa Kemal Paşa, milletin kesin olarak esareti kabul etmeyeceğine ve silaha sarılacağına dair olan kanaatine,

Adana’da geçirdiği bu günlerde vardığını, 15 Mart 1923 tarihli Adana seyahatinde Türk Ocağı’nda: Acı günlere ait olmakla beraber bu memlekete ait kıymetli bir hatırayı yâd …“ etmek isterim. Efendiler, bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücud bulmuştur. Suriye felaketini takip eden Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı ile buraya gelmiştim. O zaman memleket ve milletin nasıl bir atiye sürüklenmekte olduğunu görmüştüm ve buna mümanaat için derhal teşebbüsatta bulunmuştum. Fakat o zaman için bu teşebbüsümü müsmir kılmak .mümkün olamadı Efendiler, memleketiniz, güzel Adana’nız bilirsiniz ki, tarihin malum devirlerinden beri tamamen bir Türk memleketidir. Fakat bu Türk memleketi vatanın aksamı sairesinden daha az sademeler, felaketler, inkılâplar geçirmemiş değildir. Lakin bu memleketin güzide evlatları daima o felaketlere mukabele etmiş, mukavemet göstermiş, muhafazayı mevcudiyet için çalışmışlardır. Bana, milletin halası yolunda ilk teşebbüs hissinin bu mukaddes topraklardan gelmiş olması hasebiyle, hemşerisi olmakla mübâhî olduğum bu toprakları tebcil ederim. ”187

Sözleriyle açıklaması, yukarıda belirttiğimiz olaylardan kaynaklanmıştır. Bütün bu bilgi ve verilere dayanarak, Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadele’nin fikri temelini Adana’da kaldığı bu günlerde atmıştır, diyebiliriz.

Millî Mücadele’nin İlk Kurşunu Mustafa Kemal Paşa Çukurova’da yapmış olduğu çalışmalarla bölge insanını ileride meydana gelebilecek işgallere karşı önce fikirsel olarak hazırlamış ve sonra da halkın örgütlenmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın yönlendirmesini dikkate alan bölge halkı kurtuluş fikri ile hareket ederek, düşman istilasına karşı millî mukavemeti oluşturmak amacıyla örgütlenmişti. Örgütlenen bölge halkı Kuvâ-yi Millîye adıyla küçük müfrezeler meydana getirerek işgalcilere karşı direnişe geçmişti. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle hareket eden bölge insanı, millî direnişin ilk kıvılcımını da Dörtyol’da başlatmıştır. İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra yurdumuzun çeşitli yerlerine göz dikerek işgal hareketine hazırlanmaktaydı. Nitekim 1918 yılının Ekim ayı sonunda Halep’i işgal eden İngiliz kuvvetleri komutanı General Allenby ve Fransız

askerî yetkilileri, Mondros Mütarekesi’nin hemen sonrasında, müşterek bir harekâtla İskenderun Limanı’nın işgaline karar verdiler. Bu sırada bir İngiliz birliği Halep’ten Antakya’ya gelmiş, ancak birkaç gün sonra geri çekilmişti. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından üç gün sonra, yani 3 Kasım 1918 tarihinde İskenderun Limanı açıklarına gelen bir Fransız mayın tarama gemisi, liman girişindeki mayınları temizleyerek çekilip gitmişti. Bundan sonra Fransa İskenderun Limanı’ndan faydalanmak için Osmanlı Hükümeti’nden izin istedi. İstenilen izin gelmeden 9 Kasım 1918 günü İngilizler; 10 Kasım 1918 günü de Fransızlar İskenderun’a asker çıkardılar. Coutelas adlı Fransız savaş gemisinden çıkan ilk Fransız garnizonu İskenderun’a girdi.188 Bu olaydan hemen sonra, Fransız işgal makamları kendilerine mukavemet eden İskenderun Kaymakamı’nı aynı gün Payas’a sürgün ettiler. Bu ilk işgal kuvvetlerini, 14 Kasım 1918 tarihinde asıl Fransız işgal kuvvetleri izleyecekti. Fransızlar İskenderun’u işgal ettikten birkaç gün sonra bir bildiri yayınlayarak “İskenderun’dan Halep’e uzanan yolun İtilaf Devletlerinin işgali altına girdiğini” ilan etmişlerdi.189 Artık bundan sonra Fransızlar İskenderun Limanı’ndan devamlı bir şekilde asker çıkararak, Adana ve Halep dolaylarına sevk etmeye başlamışlardı. Fransızların bu kuvvetleri arkasında, gönüllü Ermeni birlikleri de bulunmaktaydı.190 Nitekim 11 Aralık 1918 günü, o sırada Adana Vilayeti’ne bağlı bir kaza merkezi olan Dörtyol’da Fransız işgaline girdi. Hemen o günlerde Hassa’nın işgal edilmesinden sonra, Hatay yöresinde Fransızlar tarafından işgal edilmemiş kasaba kalmamıştı. Ayrıca Fransızlar Dörtyol’u işgal ederken 400 Ermeni’den oluşan bir Fransız taburundan da faydalanmışlardı.191 Daha önceleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Dörtyol’dan Suriye’ye çok sayıda Ermeni göç ettirilmişti. Savaşın Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ile sonuçlanmasından hemen sonra, Fransızlar bu göç ettirilmiş Ermenileri yeniden Dörtyol’a yerleştirdiler. Kısa bir müddet sonra Dörtyol’daki Ermenilerin nüfusu 12.000 kişiyi aşmıştı. Dörtyol’a yerleşen Ermeniler,

bölgedeki Türk halkını yıldırmak amacıyla Fransız işgal kuvvetlerinin de desteği ile Dörtyol ve köylerinde yoğun bir şekilde terör estirdiler.192 İşte bu durum, güneyde Fransız-Ermeni işbirliğini ortaya çıkaracak ve böylece Ermeni mezalimi şiddetini artırarak devam edecekti. Bunun sonucu olarak yöre ahalisi ile Fransız ve Ermeniler arasında amansız bir şekilde çarpışmalar kendisini gösterecekti.193 Zaten bu durum üzerine, Fransa’nın bölgedeki politikasını belirtmek gerekirse, bu politika iki doğrultuda kendisini göstermekteydi: İşgal sırasında, Ermenilere askerî harekâtta yer verilmesi ve yörenin idarî yönden Ermenileştirilmesi.194 Bunun bir gereği olarak, bölgede Fransız-Ermeni işbirliğini ve bunun tabii neticesi olarak da Ermeni taşkınlıklarını görüyoruz. Diğer bir husus ise, İtilaf Devletlerinin Ermenilere müstakil bir devlet kurmayı vaad etmeleriydi. Fransızlar, Çukurova’da kurulacak tampon bir Ermeni Devleti ile Türkiye’nin Suriye’ye doğrudan müdahalesini önleyecek ve bu ise Suriye’deki Fransız hâkimiyetine bir güvence teşkil edecekti.195 Bu konuda Mustafa Kemal Paşa, Büyük Nutuk’ta meseleye şöyle bir açıklık getirmektedir: Halen ecnebi taht-ı işgalinde bulunan manatıktan, Kilikya’yı Arabistan ile …“ Türkiye arasında bir ‘etat tampon’ vücuda getirmek maksadıyla ana vatandan ayırmak arzusun da bulunduğu mevzu bahis edildi. Anadolu’nun en koyu Türk muhiti ve en mahsuldar ve en zengin mıntıkası olan bu kıtanın hiç bir suretle ayrılmasına muvafakat edilmeyeceği…”196

Şeklindeki Mustafa Kemal Paşa’nın bu açıklaması durumun vahametini ortaya koyuyordu. Buna göre, Fransa kendi denetiminde bölgede iki Müslüman toplum arasında bir Hıristiyan devlet oluşturmak isteğindeydi. Bu durum ise, Fransa’nın güneydeki politikasını net bir şekilde ortaya koymaktaydı. Böylece Fransız işgal kuvvetleri Çukurova üzerindeki emellerini gerçekleştirmek üzere, daha önce bölgeye sevk etmiş oldukları Ermeniler vasıtasıyla bölgedeki ve Dörtyol civarındaki köylere bir dizi baskınlar yaparak, yağma etmeye başlamışlardı. Bu olayları müteakiben Dörtyol’un hemen güneyinde bulunan Özerli Köyü’ne

Ermeniler ile Fransızlar yeni bir saldırı yaparak halka zulüm ve işkence yapmaya devam etmişlerdi. Örnek vermek gerekirse, Özerli Köyü İhtiyar Heyeti’nden Muhtar Şeyh Musazade Mehmet Ağa ile Abdülkadir Ağazade Yusuf Ağa’yı ellerini bağlayarak Fransız işgal komutanının kapısı önünde süngüleyerek şehit etmişlerdi.197 Bununla da kalınmayarak Özerli Köyü’nde Ermeniler, Türklere ait olan hayvanlara sahip çıkarak zorla alıp götürmek istemişlerdi. Bu haksızlığa tahammül edemeyen Ömer Hoca’nın oğlu Mehmet (Kara) Ermenilerle kavga yapmış ve bu sırada iki Ermeni’yi vurmuştu. Bu hadiseden hemen sonra Karakese Köyü’ne kaçarak kurtulmuştu.198 Ermeniler, Fransız askerlerine bu olayı ihbar etmişler ve daha sonra sayıca fazla bir müfreze ile Özerli köyüne yapılan savunmasız ve acımasız saldırılardan sonra; Karakese Köyü’ne de aynı şekilde ve aynı amaçla olmak üzere bir baskın yapmışlardı. Bu durum karşısında yöre ahalisi kendilerini müdafaa etmek üzere Dörtyol’a giden bütün yollara taştan engeller yaparak barikatlar oluşturmuşlar ve Fransızlara karsı koymuşlardır. 19 Aralık 1918 günü meydana gelen bu direnme esnasında ilk kurşunu, Ömer Hoca’nın oğlu Mehmet (Kara) patlatarak, ateş emrini vermiştir.199 İşte Millî Mücadele’nin ilk kurşunu burada atılmıştır. 19 Aralık 1918 tarihinde gerçekleşen bu çarpışma, Dörtyol civarında ve hatta bütün Türkiye’de müstevli düşmanlara karşı ilk millî mukavemet ve ilk patlatılan silah olmuştur.200 Bu tarihî hakikat karşısında Dörtyollular ne kadar övünseler haklıdırlar. Zalim ve kahir düşman karşısında gösterilen bu hareket, cesaret ve şecaatin ve vatanperverliğin şaheseridir. Diğer taraftan Fransızlar beklenmeyen bu mukavemet karşısında hayal kırıklığına uğramışlardı. Bu çarpışmada on beş Fransız askeri öldürülmüştü. Bunun üzerine Fransız kuvvetleri takviye aldıktan sonra tekrar saldırmak amacıyla Dörtyol’a dönmek mecburiyetinde kalmışlardı. 19 Aralık 1918 tarihinde yapılan bu savaş Türk milletinin mütecaviz düşmana karşı ilk ayaklanması ve direnmesidir. Bu çarpışmalardan sonra Dörtyol’a gelen Fransız askerleri jandarma

komutanı Teğmen Hasan’ı da sebepsiz ve suçsuz yere ağır bir şekilde yaralamışlardı.201 Bundan sonra Dörtyol’un köylerinden çok sayıda genç dağlara çekilmeye başlamıştı. Nitekim bu olaylardan sonra, önceki çarpışmanın intikamını almak niyetiyle Fransız kuvvetleri, Dörtyol civarında Çaylı Köyü sakinlerinden Osman oğlu Mustafa adında bir Türk gencini Kurt Kulağı denilen mevkiide şehit etmişlerdi.202 Bu ve buna benzer hadiselerin devam etmesi, yöredeki Türk halkını direnişe sevk etmiştir. Halk, canını ve namusunu korumak için elindeki paraları silaha yatırmaya başlamıştı. Hatta mallarını dahi satarak silah almaya başlamışlardı.203 İşte şehit edilen Osman oğlu Mustafa’nın kardeşi, Kara Hasan adındaki kahraman Türk delikanlısı da Fransızlardan kardeşinin intikamını almak gayesiyle Kuzuculu Köyü’nde teşkilat oluşturmaya ve millî direnişe hazırlanmaya başlamıştı. Bu hazırlık üzerine yöredeki gençler, hayvan ve mallarını satıp, tedarik edebildiği ölçüde para ile bir mavzer tüfeği satın alarak Kara Hasan’ın kurduğu millî kuvvetlere katılmaya başlamıştır. Sonuçta da bu bölgede büyük ve kuvvetli bir millî teşkilat meydana gelmiş ve bu teşkilata bağlı millî kuvvetlerin mevcudu ise kısa zamanda 300 kişiye ulaşmıştı.204 Böylece fedakâr Türk gençlerinin meydana getirdiği bu millî kuvvetlere, Dörtyol halkı kucak açarak, maddî ve manevî her türlü desteği vermişlerdi.205 Görüldüğü gibi bu durum, Yunanlıların İzmir’i işgalinden daha önce başlamış ve ilk millî mukavemet olarak Türk İstiklal Harbi içerisinde şerefle yerini almıştır. Bundan sonra Kara Hasan kuvvetlerinin direncinden son derece rahatsız olan Fransız ve İngiliz kuvvetleri, nihayet 5 Eylül 1919 günü, bu millî kuvvetleri ortadan kaldırmak maksadıyla birisi İngiliz, diğeri Fransız olmak üzere iki tabur piyade, bir sahra ve bir dağ bataryasından meydana gelen kuvvetli bir müfreze ile Karakese Köyü üzerinden ve Ziyaret Tepesi’nden başlayarak Nur Dağı’nı tarama hareketine girişmişlerdi. Kara Hasan ve arkadaşları ise Dörtyol’un güneydoğusunda 1115 rakımlı Gürlevik mevkiinde savunma için tertiplenmiş bulunuyorlardı.206

Böylelikle düşman, topçularını mevzie sokarak Gürlevik Tepesi’ni ateş altına almış ve piyadeleri de, bu ateşin ve makineli tüfek ateşlerinin desteği altında ilerlemeye başlamışlardı. Düşman piyadeleri, bu ilerleme anında millî kuvvetlere 300 metre kadar yaklaştıkları bir sırada ateşle karşılaşmışlardı. Millî Kuvvetlerimizin başlattıkları bu ateş karşısında; düşman akşama kadar saldırısına devam etmek istemişse de, başarılı olamamış ve nihayet oldukça zayiat vererek birliklerini akşama doğru Dörtyol’a çekmek mecburiyetinde kalmıştı.207 Bundan sonra da Kara Hasan müfrezesi Fransız kuvvetlerine rast geldiği yerde taarruza ve tecavüze başlamıştı.208 Kara Hasan müfrezesi sırasıyla; 8 Şubat 1920 günü Kırıkhan’dan geçen bir tabura baskın yapmıştı, 6 Mart 1920 tarihinde Akbez’deki Fransız kuvvetlerini geri püskürtmüştü, 7 Mayıs 1920’de Payas’ta bir treni de raydan çıkarmıştı, 28 Mayıs 1920 gününde ise Erzin üzerine baskın yaparak Fransızları perişan etmişti.209 Bu büyük başarılarında dolayı milis komutanı Kara Hasan’a bölge halkı paşa unvanını vermişti. Bundan itibaren de bu kahraman Türk gencini bütün bölge halkı “Kara Hasan Paşa” diye anmaya başlamıştı.210 Kara Hasan Paşa, az zamanda artan kuvvetiyle müstevlileri beklemedikleri yerlerinden şiddetli bir şekilde vurmaya başlamıştı. Bir kurmay zabiti gibi, ölçülü, tedbirli hareketi ile Fransızların en zayıf noktalarına hücum ederek; zamanla ele avuca sığmayan bir kuvvet haline gelmişti. Bölgenin bütün halkının hamisi olan Kara Hasan’ın korkusundan Fransızlar köylere zulüm yapmak şöyle dursun, kendi evlerinde bile rahat ve huzur içerisinde duramamışlardı.211 Öte yandan 1921 yılına gelindiği günlerde, Kuvâ-yi Millîye’nin Çukurova’daki kahramanca direnişleri Fransızların buradaki ümitlerini bitirmişti. Bunun sebebini şöyle özetleyebiliriz:212 Fransızlar verimli Çukurova topraklarından faydalanmak ve Güney Anadolu’daki madenleri işletmek imkânını bulamamışlardı. Türkler, Fransız yönetimini istemediklerini belli etmişler, yaptıkları çete savaşlarıyla Fransızları zor durumda bırakmışlardı. Ayrıca

Çukurova’daki Fransız Ordusu’nu beslemek, Fransa bütçesine ağır yükler getirmişti. Bundan dolayı Fransız Parlamentosu’nda şiddetli tenkitler yapılmakta idi. Kısacası, Fransızların Çukurova’da kalması onlara ekonomik olarak çok pahalıya mal oluyordu. Bundan sonra Fransa Hükümeti tarafından Ankara’ya gönderilen Franklin-Bouillon ile 9 Haziran 1921’de yani Sakarya Meydan Muharebesi’nden önce, anlaşmanın ön görüşmeleri yapılmıştı. Fransa ile Türkiye arasındaki bu görüşmeler 13 Haziran 1921 tarihinde de resmî bir nitelik kazanmıştır. Fakat anlaşmaya ancak Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra varılabilmişti. Böylece 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile Ankara İtilafnamesi adıyla bir anlaşma imzalanmıştı.213 Adı geçen anlaşmadan hemen sonra, Fransa ile Türkiye’nin anlaştıkları ve bu anlaşmaya göre; Çukurova’nın Türklerde kalması haberi hızlı bir şekilde bölgede yayılmıştı. Böylelikle, Fransızlarla müşterek hareket eden Ermeniler telaşa kapılmışlardı. Bunun üzerine Ermenilere, Ankara Hükümeti tarafından garanti verilmesine rağmen, yaptıklarının hesabı sorulur endişesi ile bölgeyi Fransızlardan önce tahliye etmişlerdir. İşte bu kaçış esnasında Adana ve Mersin civarında olduğu gibi, Dörtyol yöresinde de 7.000 kadar Ermeni’nin bölgeyi terk ettiği tespit edilmiştir.214 Böylece Fransız ve Ermenilerin tahliye ettikleri yerleşim merkezlerine, Türk kuvvetleri büyük sevgi gösterileriyle girmiştir. Yani Antep, Mersin, Tarsus ve Adana dolayları Fransızlar tarafından tahliye edilmişti. Bundan hemen sonra ise Dörtyol 9 Ocak 1922 tarihinde Fransızların tahliye etmesiyle düşman işgalinden tamamen kurtulmuştu.215 Ayrıca Ankara İtilafnamesi’ne göre Türkiye’nin güneydoğu sınırı ise, Payas’ın hemen güneyinden başlayarak Meydan-ı Ekbez’e uzanıyor, oradan güneydoğuya yönelerek Kilis’i de içine alıyor ve Çobanbey İstasyonu’nda demiryoluna kavuşuyordu. Bundan sonra sınır hattı, Bağdat Demiryolu’nu izleyecek ve demiryolu hattı da Nusaybin’e kadar Türk topraklarında kalacaktı. Nusaybin ile Cezire-i İbn Ömer arasındaki

eski yol Türklerde kalarak Dicle’ye varacaktı. Daha güneyde kalan bölgeler ise Fransız mandası altındaki Suriye’ye bırakılıyordu.216 Bu bilgilerimize dayanarak sonuçta şunları söyleyebiliriz: Dörtyol yöresinde başlayan ilk Millî Mukavemetler, gittikçe bütün kutsal vatan topraklarına yayılmış, ayrıca çığ gibi büyüyerek, Millî Mücadele şeklini almış ve düzenli ordu şekline de dönüşerek, 9 Eylül 1922 günü düşmanın denize dökülmesiyle büyük bir başarıya ulaşmıştır. Bu anlattıklarımıza dayanarak, şunları da söyleyebiliriz: Kutsal vatan topraklarımızın işgali sırasında ilk millî direnişler bu yörede yani, Çukurova’da başlamıştır. Böylelikle, Millî Mücadelemizin ilk kurşunu, bildiğimiz gibi İzmir’de değil de, Dörtyol’da atılmıştır. Dolayısıyla yapılacak bu düzeltme ile tarihimizin bu sayfası doğruluk kazanmış olacaktır. 132 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 173–174. 133 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 173; Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Haz. Muzaffer Albayrak, İstanbul, 2007, s. 378; Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, İstanbul, 1985, s. 318; Ş. Süreyya Aydemir Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1985, s. 336; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1984, s. 245. 134 Necat Yaycıoğlu, Atatürk ve Çukurova, Adana, 1996, s. 11. 135 A. Fuat Cebesoy, a.g.e., s. 28; Ayfer Özçelik, Ali Fuad Cebesoy, Ankara, 1983, s. 48. 136 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 27. 137 Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Ankara, 1989, s. 2. 138 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 29; Ayfer Özçelik, a.g.e., s. 48. 139 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İst., 1953, s. 29; Nejat Göyünç, “Millî Mücadele’de Sivil ve Askerî İdare İlişkileri”, İkinci Askerî Tarih Semineri Bildiriler, Ankara, 1985, s. 216. 140 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 30. 141 Ayfer Özçelik, Ali Fuad Paşa, Ankara, 1993, s. 48. 142 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 29. 143 Atatürk’ün Anıları, Haz., F.Rıfkı Atay, Mahmut Soydan, Sade., İsmet Bozdağ, İstanbul, 1982, s. 117; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 39-40; Celal Bayar, Ben de Yazdım Millî Mücadele’ye Giriş, c. VIII, İstanbul, 1997, s. 83; Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, Ankara, 1990, s. 287–288; Baki Öz, Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderiliş Olayının İç Yüzü, İstanbul, 1996, s. 25; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. I, Ankara, 1977, s. 78;

Dietrich Gronau, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Çev., Gülderen Koralp Pamir, İstanbul, 1994, s. 139. 144 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s. 43 vd.; E. Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, İstanbul 1958, s. 284-286; Hikmet Bayur, a.g.e., s. 288; Baki Öz, a.g.e., s. 2526; Selahattin Tansel, a.g.e., c. I, s. 78-79; Dietrich Gronau, a.g.e., s. 139; 11 Nisan 1919 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ederek İstanbul’da yapacak bir şey kalmadığını belirttikten sonra da; O’nun Anadolu’ya geçmesini istemiştir. Bu isteğe karşılık olarak Mustafa Kemal Paşa:”Bu da bir fikirdir, ahval günden güne size hak verdiriyor.Size muvaffakiyetler dilerim.” Cevabını verdikten sonra, Kâzım Karabekir Paşa, bunun bir fikir olmadığını katî kararı olduğunu söyledikten sonra, Mustafa Kemal Paşa’ya: “Eğer gelmeyeceksiniz hareketimi ona göre tanzim edeyim” dedikten sonra biraz düşündü ve: “İyi olayım size mülâki olmaya çalışırım” vaadini verdi, bu konuda bkz., Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1988, s. 15; Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1984, s. 240’da: “Kâzım Karabekir’in ziyareti Mustafa Kemal’i yüreklendirmekle kalmamış, kesin kararını vermesine yardımcı olmuştu. Mustafa Kemal şimdi Anadolu’da, biri ortada, biri de Doğu’da olmak üzere iki ordunun desteğine güvenebilirdi..” Şeklinde yazarak bu olaya açıklık getirmiştir. 145 Tarihe bakacak olursak 1402 yılında bu hattı ele geçiren Timurlenk, Ankara Savaşı ile Yıldırım Beyazıt’ı yenerek Anadolu’ya hâkim olmuştur. Ankara Savaşı için bkz., İdris-i Bitlisî, Heşt Bihişt, Hazırlayanlar: Mehmet Karataş, Selim Kaya, Yaşar Baş, c. II, Ankara, 2008; Osman Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara, 1984, s. 83; Yaşar Yücel, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları (1393-1402), Ankara, 1989, s. 122 vd. 146 III. Kolordu Komutanı Albay Refet (Bele) Bey Samsun’a İngiliz birlikleri değil de bir Zurka (Hint) Taburu çıktı diye 8 Temmuz 1919 tarihinde protestoda bulununca, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Calthorpe, General Deedes’i Sadrazama yollayacak ve Refet Bey’in derhal görevinden alınmasını ve İstanbul’a geri çağrılmasını isteyecekti. Bu durum üzerine Albay Refet Bey 13 Temmuz 1919 tarihinde azl edilmiş ve yerine de Harbiye Dairesi Reisi Albay Selahattin Bey tayin edilmişti. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi, c. I, İstanbul, 1989, s. 122-123; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. II, Ankara, 1978, s. 35-37. 147 Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa Şişli’deki son buluşmalarında organize bir millî mukavemet teşkilatlanması düşüncesine daha sıcak bakmaları hususunda karar kıldılar. Anahtar mevziler olarak Doğu Anadolu’da Erzurum’u ve Orta Anadolu’da Ankara’yı düşünmüşlerdi çünkü bu iki şehir de İtilaf Devletlerinin kontrolü altındaki bölgelerden bir hayli uzaktı. Etkili bir başlangıç yapmak için, Türk Ordusu’nun yemin etmiş subayları olarak ilk millî mukavemet hareketine resmî bir nitelik kazandırmak için askerî hareket süsü verme konusunda anlaştılar. Ali Fuat Paşa, komutanı olan Mustafa Kemal Paşa’dan Adana’da bekleyen 7. Ordu’nun geri kalan kısımlarını Ankara yakınlarına sevk etme ve orada telgraf veya kurye yolu ile kendisinden talimat bekleme emrini aldı. İleri ki günlerde Anadolu’da görüşmek üzere ayrıldılar. Bkz., Dietrich Gronau, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Çev. Gülderen Koralp Pamir, İstanbul, 1994, s. 139. 148 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV. Derleyen, Nimet Arsan, Ankara, 1964, s. 1819; F. Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, Ankara, 1981, s. 8; S. Omurtak ; H.Ali Yücel,

vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1987, s. 729; Y.Hikmet Bayur, Türkiye Devleti’nin Dış Siyaseti, Ankara, 1973, s. 27. 149 Necmettin Esin, “Birinci Cihan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yıllarında Atatürk’ün Görüşleri”, Cumhuriyetin Ellinci Yılına Armağan, Ankara, 1973, s. 26. 150 Samet Kuşçu, “Kurtuluş Savaşı’nın İlham Kıvılcımı Hatay Toprağında Kutsal Direniş”, Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9. 151 Mustafa Kemal Paşa bugünkü Hatay coğrafyasını Misak-ı Millî sınırları içerisine o günlerde dâhil etmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk ve Hatay’ın Anavatan’a Katılması”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 102 (Haziran, 1996), İstanbul, 1996, s. 1223. 152 Samet Kuşçu, a.g.m., Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9; Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, c. I, Ankara, 1995, s. 18-19. 153 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannamaleri IV, Ankara, 1964, s. 19–20. 154 Kemal Çelik, Millî Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999, s. 40. 155 Samet Kuşçu, a.g.m., Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9. 156 Mustafa Onar, a.g.e. c. I, s. 23. 157 Samet Kuşçu, a.g.m., Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9. 158 Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, 1958, s. 267. 159 Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, 1958, s. 267; burada şu konuyu da açıklamak istiyorum daha sonraki günlerde bölgeyi işgal eden Fransız kuvvetlerine karşı ilk silahlı direniş ve karşı koyma da 19 Aralık 1918 günü Dörtyol’da meydana gelmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Süleyman Hatipoğlu, “Millî Mücadelede Dörtyol ve İlk Kurşun”, Sosyal Bilimlerde Araştırmalar , c. I, S. 5 (Mart, 1992), Ankara, 1992. 160 Samet Kuşçu, a.g.m., Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9. 161 Bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a çekmiş olduğu telgraflar konusunda daha fazla bilgi için bkz., Mustafa Onar, a.g.e., c. I, s. 23. 162 Samet Kuşçu, a.g.m. Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989, s. 6-9. 163 Samet Kuşçu, a.g.m., Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989) Hatay, 1989, s. 6-9. 164 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV, s. 19–20, Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Ankara, 1970, s. 16, Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Adana, 1981, s. 4. 165 Mustafa Kemal Paşa’nın bu telgrafları hakkında daha geniş bilgi için bkz., Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV, s. 14 vd., Mustafa Onar, a.g.e., c. I, s. 1 vd. 166 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV, s. 21-23; Hasan Rıza Soyak , Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2006, s. 88; S. Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1987, s. 729. 167 Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. S. Omurtak  ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi,. c. I, s. 730.

168 Mustafa Kemal Paşa yapmış olduğu bu hareketle paralel olarak, Irak’taki 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa (Sabis), elindeki orduyu düşmana teslim etmemiştir. Daha sonra Musul ve civarını boşaltmak zorunda kalan Ali İhsan Paşa, Nusaybin’e çekilirken, silah, cephane, erzak stoklarını İngilizlere bırakmayarak, kuzeye taşıtır. Askeri terhis işini de çok ağırdan alır. Mütareke esnasında Kafkasya’da 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa (Subaşı) ise elinde tuttuğu yerleri boşaltmak için (Kafkasya-Kuzeybatı İran) çekilmeyi ağırdan alır (Çünkü çekilirken yöreye İngilizlerle beraber, Ermeni ve Gürcü çeteleri de geleceklerdi) Yakup Şevki Paşa’nın elinde 30 bin ton erzak vardı. Yavaş yavaş çekilerek erzakları, silah ve cephaneleri düşmana teslim etmeden 9. Ordu’yu Erzurum’a taşımıştır. Bu hususta daha geniş bilgi için bkz., Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul, 1985, s. 23 vd. 169 S.Omurtak ; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi., c. I, s. 730. 170 Mustafa Kemal Paşa yapmış olduğu bu hareketle Millî Mücadele’nin şerefli bir sayfası olan Kahramanmaraş ve Gaziantep savunmalarının daha o tarihlerde temellerini atmış oluyordu, bkz., S. Omurtak; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 730. 171 Kemal Çelik, Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999, s. 43–44. 172 Kemal Çelik, a.g.e., s. 44. 173 Osmanlı Belgelerinde Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu:88, Ankara, 2007, s. 271-272; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul, 1976, s. 76, S. Omurtak; H.Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 730. 174 Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, İstanbul Hükümeti’nin gücü sarsılmıştı. Bundan sonra Sadrazam Ahmet İzzet Paşa 9 Kasım 1918’de istifa etmiş ve Padişah, Tevfik Paşa’nın başkanlığında yeni bir hükümet kurdurmuştur. Ahmet İzzet Paşa istifa etmeden önce Mustafa Kemal Paşa’ya İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa’da alınması gereken tedbirleri aldırmış olduğundan ve resmî bir sıfatı kalmadığından Adana’da durmaktansa artık İstanbul’a gidip, memleketin siyasî hayatında tesir yapabilecek bir yerde bulunmayı tercih etmişti. Bkz. S. Omurtak; H. Ali Yücel, vd., “Atatürk”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 730. 175 Ayfer Özçelik, a.g.e., s. 49. 176 Kırmızı Konak: Bu bina Adana’daki Eski İstasyon semtinde olup, şu anki İstiklal İlköğretim Okulu binasıdır. Daha sonra bu bina Adana İşgal Komutanı General Dufiex tarafından askerî karargâh olarak kullanılmıştır. Bkz. Resim-20. 177 A. Gani Girici, Derlediğimiz Hatıraları (20 Ağustos 1986), Adana, 1986; Abidin Arslan, Atatürk ve Adana, Adana, 1984, s. 2, (15.05.1984 tarihinde Adana Müze Müdürlüğü’ne sunulmak üzere hazırlanmış rapordur.). 178 Bu ev halen harap bir vaziyettedir. Bkz. Resim-21. 179 Abidin Arslan, a.g.r, s. 2; Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Milli Mücadele, Çukurova’da Fransız İşgali ve Kanlı Savaşlar, İstanbul, 1961, s. 71-72. 180 Abidin Arslan, a.g.r., s. 2.

181 Gani Girici, Derlediğimiz Hatıraları, Adana, 1986; Damar Arıkoğlu, a.g.e., s. 72’de “Ne var ki, o zaman ki zihniyet ve harbin meydana getirdiği dört yıllık ızdırap memleketi bitkin bir hale getirdiğinden kimsede bu sözü dinleyecek hal kalmamıştı. Canından bezmiş bu topluluğu harekete geçirmek kolay olmayacaktır. Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesine rağmen pek hareket gözükmedi… Böylece, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı tesirini göstermedi. Zaten, çok sürmedi, Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a çağrıldı ve gitti” şeklinde hadiseyi tespit etmiştir. 182 Abidin Arslan, a.g.r., s. 2. 183 Taha Toros, a.g.e., s. 4; Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Ankara, 1995, s. 32. 184 Abidin Arslan, a.g.r., s. 3. 185 Kasım Ener, a.g.e., s. 24; Taha Toros, a.g.e., s. 4. 186 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c. I, İstanbul, 1985, s. 341; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2006, s. 98. 187 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, Ankara, 1989, s. 117-118; İsmail Habib Sevük, O Zamanlar, Ankara, 1981, s. 264. 188 Kadir Aslan, Milli Mücadelede Dörtyol, Hatay, 1991, s. 19 vd. 189 “Hatay”, Yurt Ansiklopedisi., c. V, s. 3403. 190 Ahmet Cevdet Çamurdan, Kurtuluş Savaşında Doğu Kilikya Olayları, Adana, 1969, s. 258; Kadir Aslan, a.g.e., s. 19 vd. 191 Ahmet Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 158; Kadir Aslan, a.g.e. s. 29 vd.; Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Süleyman Hatipoğlu, “Millî Mücadele’de Dörtyol ve İlk Kurşun“, Sosyal Bilimlerde Araştırma, S. 5 (Mart, 1992), Ankara, 1992, s. 8. 192 Adana Bölgesi, Dörtyol ve Cebelibereket’in işgali sırasında çıkan olaylarla ilgili olarak bkz. ATASE, Klas. 241, Dos. 27-8, F. 56-4; Fransa’nın Çukurova’yı işgali sırasında bu bölgeye yerleştirdikleri Ermenilerin sayıları için bkz. Süleyman Hatipoğlu, Orta Toros Geçitleri’nde TürkFransız Mücadelesi (1915-1921), Antakya, 1999, s. 53; ayrıca bu hususta bkz., E. Bremond, La Cilicie 1919-1920, Paris, 1921, s. 11-12. 193 Süleyman Hatipoğlu, “Fransız İşgali Sırasında Çukurova’da Ermeni Mezalimi (1918-1922)’-II”, Türk Yurdu (Ocak, 1988), Ankara, 1988, s. 40. 194 Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Ankara, 1975, s. 122, 123. 195 Süleyman Hatipoğlu, Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Pozantı Kongresi, Ankara, 1989, s. 30. 196 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, c. I, İstanbul, 1982, s. 244. 197 Kamil Erdeha, Milli Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975, s. 305-306; A.Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 158; Türk İstiklal Harbi, Güney Cephesi, c. IV, Ankara, 1966, s. 55-56; Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, c. III, İstanbul, 1986, s. 1267. 198 Kadir Aslan, a.g.e., s. 24 vd. 199 Kadir Aslan, a.g.e., s. 25.

200 Süleyman Hatipoğlu, “Millî Mücadele’de Dörtyol ve İlk Kurşun”, Sosyal Bilimlerde Araştırma, s. 9; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar , c. I, Ankara, 1977, s. 220’de: Bu olay, Türk milletinin, saldıran düşmana karşı ilk direnmesi olarak kaydedilmiştir; K.Erdeha, a.g.e., s. 305306; A.Çamurdan, a.g.e., s. 87-158; Türk İstiklal Harbi, c. IV, s. 55-56; Nejat Göyünç, Atatürk ve Milli Mücadele, İstanbul, 1984, s. 39-40’da: “Çukurova’da Fransız işgali 17 Aralık 1918’de Mersin Limanı’na Fransız birliklerinin çıkartılarak Tarsus, Adana, Ceyhan, Misis ve Toprakkale’yi ele geçirmeleriyle başlar, Fransız birlikleri içerisinde Ermeniler de vardır. İki gün sonra, yani 19 Aralık 1918’de Dörtyol’da Fransız birlikleri ile millî kuvvetler arasındaki ilk çatışma meydana gelir. 15 Fransız askeri öldürülür. 21 Aralık 1918’de Yarbay Romieu yönetimindeki bir askerî birlik ikindi vakti Adana’yı işgal eder. Bu birlik içerisinde de Ermeniler vardır...” diyerek konuya açıklık getirmektedir. 201 A. Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159; Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji (1918-1938), Ankara, 1983, s. 13. 202 A. Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159. 203 Süleyman Hatipoğlu, Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Pozantı Kongresi, s. 18. 204 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983, s. 258’de: Bu sayının 400 kişiye kadar çıktığını belirtmektedir; A.Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159; Türk İstiklal Harbi, c. IV, s. 55-56; Kamil Erdeha, a.g.e., s. 305-306; Süleyman Hatipoğlu, “Millî Mücadele’de Dörtyol ve İlk Kurşun”, Sosyal Bilimlerde Araştırma, s. 9. 205 A. Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159. 206 Fahri Belen, a.g.e., s. 258; A. Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159. 207 Türk İstiklal Harbi, c. IV, s. 148, A. Cevdet Çamurdan, a.g.e., s. 159. 208 Hulki Saral-Tosun Saral, Vatan Nasıl Kurtuldu, Ankara, 1970, s. 27; Fahri.Belen, a.g.e., s. 258259; Çamurdan, a.g.e., s. 87. 209 Fahri Belen, a.g.e., s. 258. 210 Damar Arıkoğlu, Hatıraları, Milli Mücadele, Çukurova’da Fransız İşgali ve Kanlı Savaşlar, İstanbul, 1961, s. 126-127; Fahri Belen, a.g.e., s. 258; Ahmet Cevdet Çamurdan, a.g.e. s. 159; Kamil Erdeha, a.g.e., s. 305-306; Türk İstiklal Harbi, c. IV, s. 55-56. 211 Damar Arıkoğlu, a.g.e., s. 126-127’de: “Bu sıralar bir ihtiyar halkı başına topluyor ve Hasan’ı yanına çağırarak; ‘Ey ümmeti Müslüman duydum duymadım demeyin, aslan oğlumuz Hasan’a söz söylerken ve adını çağırırken bundan sonra paşa diyeceksiniz, ben bu ünvanı Hasan’a veriyorum’ der ve köylü Hasan’ın adı bundan sonra da paşa olur. Bu kahraman, anlaşma yapılıncaya kadar mücadelesine devam etmiştir. Anlaşmadan sonra da eski haline dönmüş ve bu hizmetinden dolayı da hiçbir karşılık beklememiş ve istememiştir. Yani kendini küçültecek şeylerden uzak durmuştur. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa bu civarda yaptığı bir seyahat esnasında Hasan’a iltifat etmiştir” şeklinde yazarak, bu konuya açıklık getirmiştir. 212 Süleyman Hatipoğlu, Orta Toros Geçitleri’nde Türk-Fransız Mücadelesi, s. 138. 213 Süleyman Hatipoğlu, a.g.e., s. 165; Süleyman Hatipoğlu,“Millî Mücadele’de Dörtyol ve İlk Kurşun“, Sosyal Bilimlerde Araştırma, s. 10.

214 Kadir Aslan, a.g.e., s. 106. 215 Kadir Aslan, a.g.e., s. 106. 216 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, İzmir, 1984, s. 21.

SONUÇ Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşı’nın son dönemlerinde Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye-Filistin Cephesi’ne 7. Ordu Komutanı olarak atanması ve Mustafa Kemal Paşa’nın bu cephedeki faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Ancak Mustafa Kemal Paşa Suriye-Filistin Cephesi’nde 20 Eylül 1917 günü İstanbul’a bir rapor göndererek cephedeki askerin durumunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bu raporda istediğini anlatamayan Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu Komutanlığı görevinden ayrılarak İstanbul’a gitmişti. Bu sırada Şehzade Vahideddin Efendi ile Almanya seyahati gerçekleştirecekti.217 Mustafa Kemal Paşa’nın Almanya dönüşünden sonra 7 Ağustos 1918 tarihinde Filistin Cephesi’nde bulunan 7. Ordu Komutanlığı’na ikinci defa atanmıştı. Mustafa Kemal Paşa komutayı devraldığında 7. Ordu Nablus’un güneyi ile Şeria Nehri arasında konuşlanmıştı. Ayrıca 7. Ordu’nun sağında 8. Ordu, solunda Şeria, arkasında 4. Ordu bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın bu sırada yaptırdığı keşifler ve almış olduğu istihbarat sonuçlarına göre, bir düşman taarruzunun başlamak üzere olduğunu tespit etmişti. Zaten çok geçmeden 18/19 Eylül 1918 tarihinde General Allenby komutasındaki İngiliz Orduları bir taarruza geçmişlerdi. Bu İngiliz taarruzu karşısında Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu’su dayanırken, 8. Ordu cephesi yarılmıştı. Bunun üzerine 7. ve 4. Ordular çekilmeye başlamışlardı. Bu çekilme sırasında bile, Mustafa Kemal Paşa at sırtında düşmanla teması kesmeyerek, en son eratının yanında ve içinde bulunarak, ordusunu güzel bir düzen içerisinde Halep’e çekmiştir. 218

Bu çekilme esnasında 7. Ordu Komutanı’nın güçlü şahsiyetinin sevk ve idaresi altında düzenli bir şekilde ve düşmanı karşılayarak, şiddetli taarruzların önünde ezilmeden ve tertibatını bozmadan çekilmekteydi. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz taarruzundan dolayı değil, 7. Ordu’nun sağ kanadını koruyan 8. Ordu kalmadığı için ve ayrıca kuşatılmaktan kaçınmak amacıyla çekilmekteydi. Bu olaylar üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın doğusundaki 4. Ordu da kuzeye doğru geri çekilmeye başlamıştı. Kuşatılma tehlikesi karşısında 7. Ordu; 22–23 Eylül 1918 günlerinde, Şeria Nehri’nin doğusuna geçerek, kendisini kuşatılmaktan kurtarmış ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ndan almış olduğu emirle de; Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu’yu süratle geri çekerek, Halep’in güneyinde toplamaya başlamıştı.219 Bu sırada İngilizlerin zırhlı araçlardan kurulu bir ileri birliği, Türk artçıları ile küçük bir çarpışmadan sonra Halep şehrine yaklaşmış ve teslim olmaları için Türklere haber göndermişlerse de, Türkler teslim olmayı reddetmişlerdi. Bunun üzerine İngilizler, takviye birlikleri gelinceye kadar iki gün beklemişler ve bu arada şehrin savunma tesislerini keşfe çalışmışlardı. Diğer taraftan 23 Ekim 1918 günü ileri hatlarda başlayan muharebe, 25 Ekim 1918’de Halep’in güneyine intikal etmiş ve Halep şehri o gün önemli vakalara sahne olmuştur. Bir taraftan Halep’in güneyinde muharebeler olurken, öte yandan İngilizlerle hareket eden Araplar ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de doğudan şehre hücum ederek Halep’e girmişler ve Kale ile Hükümet Konağı’nı da ele geçirmişlerdi. Daha sonra 7. Ordu Karargâhı’nın bulunduğu Merkez Komutanlığı’na hücum ederek burasını da ele geçirdilerse de biraz sonra geri atıldılar, şehir ahalisinden bir kısım Araplar da silahlanarak isyancı Bedevilere katılınca sokak muharebeleri başlamıştı.220 Bu muharebelerden sonra Mustafa Kemal Paşa, Halep’in kuzeyinde İngiliz Süvari Ordusu ve silaha sarılmış asi Arap çeteleri ile 26 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Birinci Dünya Savaşı’nın son muharebesi olan Katma Muharebesi’ni kazanarak düşman

ordusunun beş yüz kilometrelik hızlı ilerlemesini, bugünkü güney sınırımızın üzerinde durdurmuştu. Mustafa Kemal Paşa bu zaferden sonra; “Bir hat tespit ettim ve sınırladım. Kuvvetlerime emir ettim ki; düşman bu hattın ilerisine geçmeyecek.” Nitekim geçmemiştir. İşte bu muharebe ile Toros Geçitleri’ni düşmana tamamı ile kapatmıştık. Geri çekiliş esnasında da Suriye dâhilindeki şimendifer hatları ve yollar iyice tahrip edilmiş olduğundan İngilizlerin ileri kıtalarını süratle takviyesi imkânı ortadan kalkmıştı. İngiliz kuvvetleri ancak sahilden ilerleyebilirlerdi. Bu suretle Türk Cephesi Halep’in beş kilometre kuzeyinde istikrar bulmuş oluyordu. Bundan sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordusu birçok taarruza uğramışsa da, bunların hepsini geri püskürtmeyi başarmıştı.221 Bu çatışmalardan sonra asi Arap kuvvetlerinin, Müslimiye’den Antep istikametini tuttuklarına ve bunları İngiliz kuvvetlerinin takip etmekte olduklarına dair bilgi alınması üzerine, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı Kilis’e giderek orada gereken teşkilatı kurmuş ve Antep’teki komutanlığa gerekli emirleri de vermişti. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa Kilis’e 43. Tümen’den küçük bir müfreze de göndererek, burada kurulacak olan teşkilatın çekirdeğini oluşturmuştu. Bu sırada 28 Ekim günü düşmanın yine bazı keşif kolu teşebbüsleri olmuş, yapılan ateşle geri püskürtülmüştü. Ayrıca 7. Ordu Komutanlığı’nın askerî harekâta ait, verdiği 28 Ekim tarihli emir, ordunun son emriydi. Bu emre göre; alınan tedbirlerle Türk süngüleri bu bölgedeki millî hududumuzu çizmiş bulunmaktaydı. Buna göre 7. Ordu İskenderun ve kıyılarıyla birlikte Reyhanlı, Kırıkhan, Belen, Der el-Cemal, Tel el-Rıfat ve doğuya uzanarak genel hattını korumaktaydı. Bir iki gün sonra da Antakya ve çevresini millî sınırlar içine dâhil etmiş olarak; ordu karargâhı, 30 Ekim’de Raco’ya taşınmıştı.222 Bu sırada Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi’ni ordulara bildirmişti. Bu mütareke gereği Türkiye’de bulunan Almanların ayrılmaları lazım geldiğinden 31 Ekim 1918 günü Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, ordusundaki

subayları toplayarak yapmış olduğu durum değerlendirilmesinden sonra, Alman subaylarının: “Artık harp bitmiştir.” demelerine karşılık: “Onlar için harp bitmiş olabilir. Bizim için yeni başlıyor.” cevabını verdikten sonra: “Harb-i Kebir bitmiştir, Harb-i Sagir başlayacaktır.” dedi. İşte bu “Harb-i Sagir” bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açıklanmış ve bunun; “başında zabit bulunan küçük müfrezelerin oluşturduğu gerilla teşkilatının” adı olduğunu vurgulamıştı223. Bu sözlere dayanarak Mustafa Kemal Paşa Millî Bağımsızlık Savaşımızın ilk düşüncesini Güney bölgesinde açıklamıştır diyebiliriz. Bu olaylardan sonra Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1918 günü emri altındaki XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya: “Liman Paşa çağırdı. Adana’ya gidiyorum. Zannedersem Ordular Grubu’nun Kumandasını bana devredecektir.” dedi ve sonra ilave etti: “Tabi siz de 7. Ordu’nun emir kumandasını deruhte edersiniz.” Dedikten sonra Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nı emri altında toplayabilmek için o gün öğleden sonra grup karargâhının bulunduğu Adana’ya hareket etmiş ve burada kendisini bekleyen Liman von Sanders’ten aynı gün komutayı teslim almıştır. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa Mondros Mütarekesi’nde adı geçen yer isimlerinin belirsiz olduğunu görmüştü. Bu durum üzerine Mustafa Kemal Paşa İngilizlerin kendi menfaatleri doğrultusunda diledikleri gibi tefsir edebilmeleri için belirsiz bıraktıkları hususların açıklığa kavuşması gereğini Sadrazam ve Harbiye Nâzırı Ahmet İzzet Paşa’ya yazdığı gibi, cevap beklemeden 3 Kasım 1918 tarihinde komutasında bulunan 2. ve 7. Ordulara aşağıdaki emri vermiştir:224 1- Suriye sınırı, Suriye Vilayeti’nin kuzey sınırı telakki edilmelidir. Bu sınır; Lâzkîye kuzeyinden, Han Seyhun güneyinden geçerek doğuya doğru imtidat eder. 2- İskenderun, Antakya, Cebel Sem’an, Katma, Kilis havalisinin Türklerle meskûn olduğu ve Halep ahalisinin dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas ittihaz edilmelidir… Şeklinde vermiş olduğu bu emirde

İskenderun ve Antakya’nın Türklüğünün her vesile ile hatırda tutulması ve her davada bu esasın göz önünde bulundurulması üzerine dikkati çekmiş ve buranın Suriye’den sayılmayacağını belirtmiştir. Almış olduğu bu tedbirlerle de yetinmeyen Mustafa Kemal Paşa Türk milletinin menfaati için, güneyde millî bir hududun elde bulundurulması ve sulh müzakerelerinde gerek görüldüğü takdirde dayanılabilecek önemli bir kuvvetin elde tutulması hususu üzerinde durmuştur. Daha sonra bu durum son Osmanlı Mebuslar Meclisi tarafından kabul edilen ve ayrıca hem Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını hem de İmparatorluğu yıkılan Türkiye’nin millîetnik sınırlarını belirleyen Misak-ı Millî, Ankara’da kurulacak olan millî hükümetin de ana programı olacaktı. Zaten Mustafa Kemal Paşa hatıralarında: Gerek Erzurum Kongresi’nde gerek Sivas Kongresi’nde Türkiye’nin millî“ sınırını tespit etmek için bir medenî ıstılaha dayanmak gerektiği vakit ben, Türk süngülerinin işaret ettiği bu hattı esas kabul ettim. Bilirsiniz Misak-ı Millîyi en ”…nihayet Ankara’da tespit etmiştim

Şeklinde açıklayarak İskenderun ve Antakya’yı yani Hatay’ı Misak-ı Millî sınırları içerisine dâhil etmiştir.225 İstanbul Hükümeti’nin bu olaylara kayıtsız tutumu, her şeyi oluruna bırakması, İngilizlerin bütün arzularına boyun eğilmesi, memlekette yer yer bir takım teşekküllerin kurulmasına yol açmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa sınıf, silah ve ideal arkadaşı 7. Ordu Komutanlığı’na vekâlet eden Ali Fuat Paşa ile Adana’da bir görüşme yapmıştır. Biz bu görüşmeye Adana Mülakatı diyoruz. 6 Kasım 1918 tarihinde gerçekleşen bu mülakatta iki değerli ve önemli komutan Mondros Mütarekesi üzerinde durum değerlendirmesi yapmış ve gidişatın iyi olmadığı konusunda görüş birliğine varmışlardır.226 Bu mülakattan sonra da Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya (Cebesoy): “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz

lazımdır.” Dedikten sonra Ali Fuat Paşa’ya aynı fikirde olup olmadığını sormuş ve O’ndan: “Aramızda tam bir mutabakat var paşam.” cevabını almıştı. Böylece bu konuşmadan anlaşılması gereken husus ilk millî mukavemet fikrinin ortaya çıkmış olmasıydı. Ali Fuat Paşa, hatıralarında bu olayların devamını da şu şekilde anlatmaktadır: Evet, artık millet kendi hakkını kendisi arayacaktı. Pek memnun oldular. En…“ mühim vazifenin şimdi bana düştüğünü, çünkü bugünlerde İngilizlerin bir tazyiki neticesi olarak Yıldırım Ordular Grubu ile muhtemelen 7. Ordu Karargâhı’nın lağvedileceğini, bu takdirde benim 20. Kolordu’nun başında kalacağımı ve bu sayede ilk müdafaa tedbirlerini alabileceğimi hatırlattı. İlk mukavemet merkezini ”.Kilikya’da kuracaktık. Aramızda hiçbir ihtilaf yoktu

Müşterek bu kanaate göre, her iki komutan Millî Mücadele’nin ilk fikrî icraatını Çukurova’da yapacaklarını kararlaştırmışlardı.227 Bu aktardığımız bilgilere dayanarak Mustafa Kemal Paşa’nın Güney bölgesinde Türk halkının örgütlenmesinde göstermiş olduğu çaba ve gayretlerin sonucunda oluşturulan Kuvâ-yi Millîye sayesinde bölgede ilk millî direnişler başlamıştı. Çukurova yöresinde başlayan bu millî direnişler gittikçe bütün kutsal vatan topraklarına yayılmış, çığ gibi büyüyerek Millî Mücadele şeklini almış ve düzenli ordu şekline de dönüşerek, 9 Eylül 1922 günü düşmanın denize dökülmesiyle başarıya ulaşmıştır 217 Bu seyahat hakkında bkz., Mehmet Önder, Atatürk’ün Almanya Gezisi, Ankara, 1981. 218 Yılmaz Altuğ, a.g.e., s. 27. 219 İsmet İnönü, a.g.e., s. 130 vd., Liman von Sanders, a.g.e., 330, 344-345. 220 Liman von Sanders, a.g.e., s. 349-350; Lord Kinross, a.g.e., 201. 221 Atatürk’ün Anıları (1917-1919), s. 82; A.Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, c. I, s. 14; Liman von Sanders, a.g.e., s. 352. 222 Sedat Doğruel, Yıldırım’ın Akibeti, s. 270; ATASE, a.g.e., s. 730. 223 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, s. 70 vd.; Mehmet Tekin, Tarihte Hatay ve Hatay Devleti, s. 14. 224 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, s. 173; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (1917-1938)-IV, 16-17; S. Yerasimos, a.g.e., s. 181. 225 Atatürk’ün Anıları, s. 82; Tayfur Sökmen, a.g.e., s. 35; Fahrettin Kırzıoğlu, a.g.e., s. 43-44. 226 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s. 29.

227 A.Fuat Cebesoy, a.g.e., s. 30.

KAYNAKÇA 1. ARŞİVLER ATASE ARŞİVİ -1 .a) ATASE, Klas. 241, Dos. 27–8, F. 56–4

2. KİTAPLAR AKÇAKAYALIOĞLU, Cihat Atatürk Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, .Ankara, 1988 .AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul, 1976 .AKYÜZ, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919–1922), Ankara, 1975 .ALTUĞ, Yılmaz, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul, 1985 ARIKOĞLU, Damar, Hatıralarım, Millî Mücadele, Çukurova’da Fransız İşgali ve Kanlı .Savaşlar, İstanbul, 1961 .ARMAOĞLU, Fahir Siyasi Tarih, Ankara, 1961 .ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, 1984 ARSLAN, Abidin, Atatürk ve Adana, Adana, 1984 (15.05.1984 tarihinde Adana Müze .(.Müdürlüğü’ne sunulmuş rapordur, bir nüshası kendi arşivimizde mevcuttur .ASLAN, Kadir, Millî Mücadele’de Dörtyol, Hatay, 1991 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. 4, Kısım 2, Ankara, .1986 .ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, c. I, İstanbul, 1982 Atatürk’ün Anıları (1917–1918), Haz. F.Rıfkı Atay; Mehmet Soydan, Sade. İsmet Bozdağ, .Ankara, 1982 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (1917–1938)- IV, Derleyen, Nimet Arsan, .Ankara, 1964 .Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1989 .ATAY, F. Rıfkı, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, Ankara, 1981 .ATAY, F.Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1984 .AVCIOĞLU, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi, c. I, İstanbul, 1989 .AVCIOĞLU, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi, c. III, İstanbul, 1986 .AYBARS, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, c. I, İzmir, 1984 .AYDEMİR, Şevket Süreyya, Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1985 .AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, c. I, İstanbul, 1985 .BAYAR, Celal, Ben de Yazdım Millî Mücadele’ye Giriş, c. VIII, İstanbul, 1997

.BAYUR, Hikmet, Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri, Ankara, 1990 .BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, c. III, Kısım 3, Ankara, 1983 .BAYUR, Yusuf Hikmet, Türkiye Devleti’nin Dış Siyaseti, Ankara, 1973 .BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983 .BREMOND, E., La Cilicie 1919-1920, Paris, 1921 .CEBESOY, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, c. I, İstanbul, 1953 .CEBESOY, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1981 .Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul, 1977 .ÇAMURDAN, Ahmet Cevdet, Kurtuluş Savaşında Doğu Kilikya Olayları, Adana, 1969 .ÇELİK, Kemal, Millî Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999 .ÇOLAK, Mustafa, Enver Paşa Osmanlı-Alman İttifakı, İstanbul, 2008 .ÇOLAKOĞLU, Şinasi, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991 .DOGRUER, Sedat, Yıldırımın Akıbeti, İstanbul, 1927 .DURAN, Faik Sabri, Büyük Atlas, İstanbul .ENER, Kasım, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Ankara, 1970 .ERDEHA, Kamil, Millî Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975 ERDEN, Ali Fuad, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Hatıraları, Haz. Alpay Kabacalı .İstanbul, 2006 Erkân-ı Harb Binbaşısı Vecihi Bey’in Anıları, Filistin Ricatı, Haz. Murat Çulcu, İstanbul, .1972 .ERKİLET, H.H.Emir, Yıldırım, Ankara, 2002 .GİRİCİ, A.Gani, Derlediğimiz Hatıraları (20 Ağustos 1986), Adana, 1986 .GÖNLÜBOL, Mehmet - SAR, Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası, c. 1, Ankara, 1987 .GÖYÜNÇ, Nejat, Atatürk ve Millî Mücadele, İstanbul, 1984 GRONAU, Dietrich, Mustafa Kemal Atatürk Ve Cumhuriyetin Doğuşu, Çev. Gülderen .Koralp Pamir, İstanbul, 1994 GUHR, Hans, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza, Çev. Eşref Özbilen, İstanbul, .2007 .JAESCHKE, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c. I, Ankara, 1989 HATİPOĞLU, Süleyman, Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Pozantı Kongresi, Ankara, .1989 Süleyman, Orta Toros Geçitleri’nde Türk-Fransız Mücadelesi (1915–1921), ,_____ .Antakya, 1999 HATİPOĞLU, Süleyman, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915–1921), .Ankara, 2001 .İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, Haz., Sabahattin Selek, c. I, Ankara, 1985 İDRIS-I BITLISÎ, Heşt Bihişt, Hazırlayanlar: Mehmet Karataş, Selim Kaya, Yaşar Baş, c. .II, Ankara, 2008 .JÜRCHER, Erik Jan, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çev. Nüzhet Salihoğlu, İstanbul, 1987 .KARABEKİR, Kâzım, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1988 KIRZIOĞLU, Fahrettin, Türk İnkılâp Tarihi (Millî Mücadele, Atatürk İnkılâpları), .Erzurum, 1981 .KURAT, Y.Tekin Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, Ankara, 1986

KİNROSS, Lord, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, İstanbul, .1984 KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji (1918-1938), .Ankara, 1983 .LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1984 MANGO, Andrew, Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu, Çev. Füsun Doruker, İstanbul, .2006 .MANSFİELD, Peter, The Successors The Ottaman Empire, London, 1973 .MELEK, Abdurrahman, Hatay Nasıl Kurtuldu, Ankara, 1966 .ONAR, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, c. I, Ankara, 1995 .ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım, c. I, İstanbul, 1993 Osmanlı Belgelerinde Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 88, Ankara, .2007 .ÖNDER, Mehmet, Atatürk’ün Almanya Gezisi, Ankara, 1981 .ÖZ, Baki, Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderiliş Olayının İç Yüzü, İstanbul, 1996 .ÖZÇELİK, Ayfer, Ali Fuad Cebesoy, Ankara, 1993 .RENOUVIN, Pierre, Birinci Dünya Savaşı 1914-1918, Çev. Adnan Cemgil, 1982 SANDER, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir .Deneme, Ankara, 1987 .SANDERS, Liman von, Türkiye’de Beş Yıl, Çev. M. Şevki Yazman, İstanbul, 1968 .SANDERS, Liman von, Türkiye’de Beş Sene, Haz. Muzaffer Albayrak, İstanbul, 2007 .SARAL, Hulki; SARAL, Tosun; Vatan Nasıl Kurtuldu, Ankara, 1970 .SELEK, Sebahattin, Anadolu İhtilalı, İstanbul, 1981 .SEVÜK, İsmail Habib, O Zamanlar, Ankara, 1981 .Sultan Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, İstanbul, 1987 .SOYAK, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2006 .SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, c. I, Ankara, 1983 .SÖKMEN, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara, 1978 .ŞAPOLYO, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, 1958 .ŞİMŞİR, Bilal, Malta Sürgünleri, İstanbul, 1985 .TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. I, Ankara, 1977 .TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. II, Ankara, 1978 TARIM, M. Fatih, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Orduları Grubu, Hatay, 2004 (Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı .(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi .TEKİN, Mehmet, Tarihte Hatay ve Hatay Devleti, Antakya, 1987 .TEKİN, Mehmet, Hatay Tarihi, Antakya, 1993 .TENGİRŞENK, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, Ankara, 1981 .TEZER, Şükrü, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972 .TOROS, Taha, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Adana, 1981 .TURAN, Osman, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara, 1984 .TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, Ankara, 1985 .VİLLALTA, Jorge Blanco, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982 .WALLAH, Jhude L., Bir Askerî Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker, Ankara, 1985

.YAYCIOĞLU, Necat, Atatürk ve Çukurova, Adana, 1996 .YERASIMOS, Stefenos, Milliyetler ve Sınırları, İstanbul, 1994 YILDIRIM, Mustafa, 58 Gün Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, .Ankara, 2006 YÜCEL, Yaşar, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları (1393–1402), Ankara, .1989

3. MAKALELER ÇELİKER, H. Fahri, “Atatürk’ün Yaşamından Falkenhein- Mustafa Kemal Anlaşmazlığı”, .Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, S. 13 (Kasım, 1988), Ankara, 1988 ÇETİN, Ekrem, “Kilisliler: Düşmana İlk Kurşun Bizden”, Akşam (7 Ekim 2000), İstanbul, .2000 ESİN, Necmettin, “Birinci Cihan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yıllarında .Atatürk’ün Görüşleri”, Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, Ankara, 1973 GÖYÜNÇ, Nejat, “Millî Mücadelede Sivil ve Askerî İdare İlişkileri”, İkinci Askerî Tarih . Semineri Bildiriler, Ankara, 1985 .Hatay”, Yurt Ansiklopedisi, c. V, İstanbul, 1982“ HATİPOĞLU, Süleyman, “Fransız İşgali Sırasında Çukurova’da Ermeni Mezalimi (1918.1922)’-II”, Türk Yurdu, (Ocak, 1988), Ankara, 1988 HATIPOGLU, Süleyman, “I. Dünya Savaşı Sonunda Halep Sokak Muharebeleri ve Mustafa Kemal Paşa”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. XIV, S. 42 (Kasım, 1998), .Ankara, 1998 HATİPOĞLU, Süleyman, “Atatürk ve Hatay’ın Anavatan’a Katılması”, Türk Dünyası .Araştırmaları, S. 102 (Haziran, 1996), İstanbul, 1996 HATİPOĞLU, Süleyman, “Millî Mücadele’de Dörtyol ve İlk Kurşun”, Sosyal Bilimlerde .Araştırmalar, c. 1, S. 5 (Mart, 1992), Ankara, 1992 HATİPOĞLU, Süleyman, “Atatürk’te Kuvâ-yi Millîye ve Misak-ı Millî’nin Şekillenmesi”, .Misak-ı Millî’nin 80. Yıldönümü’nde İskenderun ve Çevresi, Ankara, 2001 HATİPOĞLU, Süleyman, “Atatürk’ün Hatay Meselesi’ndeki Barışçı Siyaseti”, Atatürk 4. .Uluslar arası Kongresi (25–29 Ekim 1999), Türkistan-Kazakistan, c. I, Ankara, 2000 İĞDEMİR, Uluğ, “Birinci Dünya Savaşı’nda Atatürk’le Mareşal Falkenhein Arasında Çıkan Anlaşmazlığa Dair Yeni Belgeler”, Belleten, C. XXXIII, S. 132 (Ekim, 1969), .Ankara, 1969 KIZILDAĞLI, Edip “Atatürk’ün Haleplilere Son İhtarı”, Anlatan, Ömer Hacıbeyoğlu, Son .Haber (27 Ocak 1960), Antakya, 1960 KUŞÇU, Samet “Kurtuluş Savaşı’nın İlham Kıvılcımı Hatay Toprağında Kutsal Direniş” .Güneyde Kültür, S. 10 (Aralık, 1989), Hatay, 1989 LUXEMBURG, Rosa, “Alman Emperyalizmin Hareket Alanı: Türkiye”, Berlin-Bağdat, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, Çev. ve Haz. Ragıp Zarakolu, İstanbul, .1999 OMURTAK, Salih; YÜCEL, Hasan Ali; vd.,”Atatürk “, İslam Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, .1978

4. DERGİLER VE GAZETELER

.Akşam Gazetesi .Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi .Askerî Tarih Belgeleri Dergisi .Belleten Dergisi .Güneyde Kültür Dergisi .Son Haber Gazetesi .Sosyal Bilimlerde Araştırmalar Dergisi .Türk Dünyası Araştırmalar Dergisi .Türk Yurdu Dergisi

EKLER 1. Belgeler Belge 1 Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Eylül 1917 Günlü Raporu

Bu rapor Mustafa Kemal Paşa Halep’te 7. Ordu Komutanı bulunduğu sırada yazılmıştır. Aşağıdaki nottan anlaşıldığı gibi rapor üç suret olarak Talat, Enver ve Cemal Paşalara gönderilmiştir. Enver Paşa’ya gönderilen suret şu tahrirata ilişik bulunuyordu: “Başkumandanlık Vekâlet-i Celilesine tahrirat, Yedinci ordunun yed-i idaresinde bulunmayan esbabtan dolayı, firarların devamı ve kuvvetlerin muhafaza olunamaması ve ordunun tevcih olunduğu hedeflerin tebeddülü ile beraber suret-i istihdam ve emr-i kumandanın tanzimi cihetinde yeni vaziyetler hâsıl olmakta ve aşairin istimali ve istihdamı mesailinin devam etmekte bulunması sebepleri ile vaziyetin muhakemesine ait bir zübdeyi ber vech-i âti huzuru fahimanelerine arz ediyorum. Hususat-ı mülkiyeye ait ve ordunun daire-i selahiyeti dâhilinde bulunan mevadın gerek Dâhiliye Nezareti ve gerek vilayat-ı mahalliye nezdinde aleldevam takip edildiği maruzdur. 20/9/33” Yedinci Ordu Kumandam Mir-i Liva Mustafa Kemal

Talat Paşa’ya gönderilen suret ise şu yazıya bağlı idi: “Sadrazam ve Dâhiliye Nâzırı Fahametlû Devletlû Talât Paşa Hazretlerine, “Yedinci ordunun ve işbu ordunun istihdamı muhtemel olan havalide idare-i umumiye-i mülkiye ile peyda ettiği revabıt-ı karibe sebebi ile Başkumandanlık Vekâlet-i celilesine vaziyet-i umumiyenin muhakemesi hakkındaki mutalâat-ı âcizanemin bir suretini ber vech-i âtı huzur-u fahimanelerine arz ederim. Gerçi bu mütalâanâmede munhasıran askerî olan nukat var ise de bir mutalâa-yı külliye-i umumiyeden nukat-ı fenniyeyi askeriyeyi ayırmak kabil olmadığından aynen takdimi zaruri olmuştur. Ordunun haiz olduğu selahiyet sebebi ile yakın olan

hükûmat-ı mülkiye nezdinde inzibat ve idareye müteallik mevad için icap ettikçe temasda bulunulduğu maruzdur. Olbabta emr-ü ferman hazret-i veli ul-emrindir. 20/9/33.” Yedinci Ordu Kumandanı Mir-i Liva Mustafa Kemal

Zata mahsustur işaretini ve 20 Eylül 1333 (1917) gününü taşıyan raporun metni aşağıdadır: “Vaziyeti umumiye hakkındaki mütalâat-ı acizanemi ber vech-i âtı arz ediyorum. Memleketin mukadderat-ı umumiyesini idarede mes’ul ve methaldar olan zat-ı devletlerinin ifadatımı hiçbir bedbinliğe ve telaşa hamletmeyerek kemal-i itidal ve ciddiyetle telakki edeceklerine itimadım mülâhazatımı ihata edebildiğim en vâsi mikyasta tasvire saik olmuştur. “1 - Ahval-i umumiye-i memleket her şeyden evvel nazar-ı dikkati caliptir. Harp her milletten olan anasırımızı bilâ istisna son dereceye getirmiştir. Ahali ile idare arasındaki revabıt sarsılmıştır. Evlerinde kalan ahali her nokta-i nazardan hükûmetten uzak kalmakta menfaattar bir hale gelmiştir. Çünkü kalan ahali ya kadınlardan ya acizlerden veya firarilerden ibaret olup mahsulât-ı say ve amelleri kendi idame-i hayatlarına kâfi değil iken hükûmet-i mülkiye ve askeriye onlardan açlık ve ölüm mukabilinde mamülklerini ahz-ü talepte daha ziyade musır ve muannit olmak mecburiyetindedir. Diğer taraftan hükûmat-ı mülkiyenin âcz-i tammı umumi bir anarşiye sürüklenen hayat-ı umumiyeyi idareye mani olup hukuk-u ahali namına ne mutasavver ise kâffesini adli hakka mugayir ve binaenaleyh ahalinin tezyid-i nefretini müeddi bir şekilde halletmek itiyad-ı zarurisindedir. Hükûmet-ı mülkiyenin âcz-i tammı bir kuvve-i zabıtanın fikdani-i mutlakından ve derdi ihtiyaç ile alelumum memurine dâri olan irtikâp ve ihtikâr ve suiiistimalâttan ve memurinin keyfiyeten düşkün bir hale gelmesinden ve umur-u adliyenin suret-i mutlakada işlememekte olmasından ileri gelmektedir. Bu esbap hayat-ı umumiyeyi her köşede ve her beldede esasından çürütmektedir. İaşe-i umumiyenin ve umur-u ticariye ve iktisadiyenin müthiş bir süratle inhitata başlaması alâim-i asliyedendir. Bugün bir para meselesi hâsıl olmuştur ki bu dert ne ahalide, ne memurinde bir emniyet-i ati bırakmamakta ve erbab-ı namus-u alâik-i mukaddeseden tecerrüde sevk ve icbar etmektedir. Binaenaleyh harp devam ettiği halde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike her taraftan çürüyen binay-ı muazzam-ı saltanatın bir gün dâhilen birden bire ve her yerden çökmesi ihtimalidir. “2 - Vaziyet-i umumiye-i askeriye harbin yakın bir atide hitamına işaret vermemektedir. Müttefiklerimizin darabat-ı askeriye ile düşmanlarımızı mecbur-u sulh edecekleri artık mevzuu bahis olmayıp Almanlar münhasıran idare-i sevkülceyşiyeyi, “geliniz bizi mağlup ediniz.” esasına raptetmişlerdir. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklarını zaman göstermekte olup düşman ahalinin de sefalet ve mahrumiyeti daha az olmak ve kendi itikatlarınca emin bir neticeye vasıl olmak ihtimali ile bizim dayanabileceğimiz kadar imtidad-ı harbe

tahammülleri tabiidir. Binaenaleyh, harp daha çok imtidat edecektir ve harbin hitamı anahtarları bizim partinin elinde değildir, neticesini çıkarmak lazım gelir. “3 - Türkiye’nin vaziyet-i askeriyesi şudur: Ordu harbin edvar-ı iptidaiyesine nisbetle fevkalade zayıftır. Birçok orduların mevcudu, lazım olan miktarın beşte biri gibidir. Memleketin insan menabii ikmale muktedir değildir, hatta Yedinci Ordu gibi bütün memleket içinde ikmal ve takviyesine çalışılan yegâne orduyu dahi, daha düşmana bir tek kurşun atmadan, kuvvetli tutmaya imkân bulamıyoruz. Takat-ı umumiyeye bir misal olmak üzere arz edeyim ki cihanın en müşkül işlerini görmek üzere biner mevcutlu taburlarla bana gönderilen 59. fırkanın yüzde ellisi ayakta durmaya mecalsiz zuafadan ibaret olduğundan tefrik edilmiş ve sağlam kalan efrat 17–20 yaşındaki neşvünemasız çocuklarla 45–55 yaşındaki amelimandeler kalmıştır. Diğer en iyi fırkaların taburları da Dersaadet’ten bin mevcutlu hareket ve en kuvvetlisi 500 mevcutla Haleb’e muvasalat etmişlerdir. Bu halin esbabı, hayat-ı umumiyeye ve hükûmet-i mülkiyenin kuvvetlerine tâbi ve binaenaleyh bugün ıslahı orduların elinde olmayan âvamile merbuttur. Bu misal gösterir ki bütün menabii toplayarak ufak bir kısmı dahi kavi bir halde bulundurmaya imkân yoktur. Heyet-i zabitanın kemmiyeten ve keyfiyeten noksanı muhtac-ı izah değildir. Cephelerimizin metalip ve ihtiyacatı şudur: Garpta düşmanla karşı karşıya temas mevcut değildir, ancak payitahtımız ve cihan ile olan muvasalat-ı bahriyemiz ve en zengin mamurelerimiz bulunduğundan Garp cephelerimizde düşman tarafından hayatî darbelere teşebbüs edilmesi ihtimali mevcuttur. Kafkasya’da vaziyet-i askeriye hal-i tevakkufta olup tarafımızdan istirdad-ı mafata teşebbüs mümkün değildir. Rusların ahvali dahiliyeleri ve Avrupa’ya ihtiyaçları burada faal bulunmalarına pek saik değilse de herhangi bir sebeple Ruslar buna teşebbüs ettikleri halde bunu men veya tahdit etmek bizim kuvvetimize tâbi olmayan bir meseledir. Ruslar kendi hazırlıkları ve kendi vesaitleri nisbetinde iş görürler ve bunların müsait olmadığı yerde tevakkuf ederler. Irak’da İngilizler hedeflerini istihsal etmişlerdir, binaenaleyh daha ileriye temdid-i istilâ etmesi için esbab-ı siyasiye ve iktisadiye veya askeriye olmadığı kanaatindeyim. Mahazâ eğer düşman temdid-i harekât ve iktisabı muvaffakiyet ederse zaiyatı mevcudeye meselâ Musul’un da ilâvesi hayat-ı umumiyeye bir darbe-i kat’iye mahiyetinde olamaz, denilebilir ki vaziyet-i umumiye âdeta değişmemiş olur. O halde bu cephede dahi biz intizardan başka bir şey yapamayız. Sina ve Hicaz cephelerinde düşman ahdaf-ı (hedefler) askeriye ve siyasiyesini henüz istihsâl etmemiştir ve anlaşıldığına göre bunun için kemal-i hararetle hazırlanmaktadır. İngiltere’ye hâdim bir âIem-i İslâm’ın esası ve İngiltere nüfuzuna tabi bir Filistin hükûmeti hıristiyaniyesinin teşkili ve bu suretle Mısır ve Süveyş ve Bahr-i Ahmer’in ilelebet temini ve Türkiye’yi son Kuvayı diniyesinden ve en güzel mamurelerinden teb’it ve tecrit hevesleri İngiltere için âdeta Harb-i Umuminin hedeflerinden olacak kadar mühim, bizim için de telâfisi mümkün olmayan darabat-ı hayatiyeden mâduttur. Hulâsa Garpta muhtemel taarruzat-ı ciddiyeye muntazır olmak ve Suriye hududunda vazıh ve müstahzar olan düşman harekât-ı asliyesine muvaffakiyet vermemek vaziyet-i umumiye-i askerimizin şimdiki mübrem talepleridir. Vaziyet-i umumiye bu halde iken meselâ son kuvvetlerle Irak’ın istirdadını düşünmeye imkân yoktur.

En kuvvetli düşman daha kavi ve daha hazır olarak Sina’dadır. Ve bu düşmana incizab gayr-ı kabili ihmaldir. Saniyen Bağdat teşebbüsü için maddeten imkân ve kuvvet yoktur. Bu işe teşebbüs edecek orduların bugünkü mevcutları pek zayıf ve kıymetsiz olup daha iki ay yürüdükten sonra biraz mübalâgasiyle hademeden ibaret bir kütle kalır. Düşmanın Bağdat’a şimendüferle ve gemilerle yetiştireceklerine, şahdarla ve deve ile mukabele edilemez. Velhasıl bu adem-i imkânlara en büyük delil aylardan beri bir alayı iki gün yürütebilecek hazırlıkların el’an vücuda getirilememiş olmasıdır. “4- Bu muhtasar nazar-ı umumiden netice-i istidlâlim artık her şey bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır, zemininde asla değildir. Böyle bir kanaati bedbinâne düşmanların ve tehlikelerin en vahimi olduğunu izaha hacet görmem. İmkân-ı halâs ve hayat kat’iyen mevcut olup ancak tedabir-i saibeyi bulmak ve ahvali hayalsiz ve yaldızsız, olduğu gibi görmek lâzımdır. Âcizlerine göre bugün takip olunacak kararlar ber vech-i âti olmalıdır: “a) Dahilen takviye-i hükûmet ve temin-i hayat (jandarmayı kuvvetli yapmak, memurları ve mümkün olduğu kadar umru adliyeyi, herhalde iaşe-i umumiye ile umur-u ticariye ve iktisadiyeyi tanzim etmek) hiç olmazsa sui istimalâtı hadd-ı asgariye ve kabil-i tahammül bir dereceye indirmektir. O suretle ki memleket sağlam bir üss-ül hareke halinde bulunmalı ve imtidad-ı harp maazallah yeni ziyalar ve felâketlere sebep olsa da elimizde ve yerimizde kalacak manatık ve ahaliyi herhalde dayanmaz çürük bir kütle halinde bulmamalıyız. “b) Siyaset-i askeriyemiz bir müdafaa siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır. Bu siyaset memleketimiz haricinde bir tek Osmanlı neferi kalmasına mütehammil olamaz. “Sina cephesinin temini, taarruzla mı veya müdafaa ile mi kabil ve musib olacağı meselesine bugün karar verilemez. Çünkü düşman bugün orada insanca ve malzemece bize mütefevvik olup bizim bütün kuvvetlerimizi gönderebileceğimiz aylar zarfında intizar etmesine ihtimal fennen pek azdır. Bizim kuvvetlerimiz gelmezden evvel onun taarruz ederek karşısındaki kuvvet aleyhine bir neticeyi kat’iye istihsal etmeye teşebbüsü tabiidir. Bundan başka bizim kuvvet sevk edeceğimiz iki ay zarfında düşman isterse vesait-i nakliye itibariyle daha çok kuvvet getirmeye muktedirdir. Binaenaleyh düşman daha evvel taarruz etmediği halde dahi bizim sevkiyatımız hitam bulduktan sonra bugünkü, tefevvukunu tezyit etmiş bulunması ihtimal dâhilindedir. “Velhasıl Halep’te bulunan kuvvetlerimizin Sina Cephesi’ne ne kuvvet ve kıymette muvasalat edeceği dahi malum olmadığından Sina Cephesi’nin temini için bugün mevki-i tatbike konulacak karar münhasıran 7. Ordu kıtaatının hemen cenuba tahriki mahiyetinde olabilir. Bu kuvvetlerin bilâhara nasıl istimal olunabileceğini bugün katiyetle tayin etmeye, kuvvetlerimizi israf etmemek mülâhazasından sarf-ı nazar, harita üzerinde askerlikçe dahi imkân yoktur. “5 -Yedinci ordu kıtaatının cenuba tahriki ile husule gelecek, halita-i askeriyenin her türlü kuyud-u muz’ice-i esasiyeden azade ve memleketin dahilî ve haricî bütün ihtiyacatına vefa edebilecek bir surette tanzim ve sevk-u idaresinde en kestirme tarik şudur: Bütün Suriye ve Hicaz şimdiye kadar olduğu gibi, her hususta bir Müslüman

Osmanlıya ait olur ve bunun taht-ı emrinde olarak Sina Cephesi’nin harekâtını müstakilen diğer bir Müslüman Osmanlı deruhte eder. İşte menafi-i vataniyeye en muvafık olan şekil budur. General Falkenhein’ın gelmiş ve onunla taahhüdat-ı müstacele yapılmış ve Kress’in minelkadim ikisab-ı hukuk etmiş olması, elhasıl Almanları idare etmek gibi esbap ve âvamil, menfaat-i vataniyenin esasen istilzam ettiği şekl-i vazıh ve kat’iye mâni olamaz itikadındayım. Hayat ve memat mesailinde olsun itay-ı karar hakkından mahrum bulunduğumuzu zannetmiyorum. Mahazâ benim bilmediğim esbab, Falkenhein’ın istihdamı mecburiyeti uğrunda menafi-i vataniyeyi kısmen tehlikeye düşürülecek derecede kuvvetli addettiriyor ve Sina cephesinin Kress’in ve 7. ordu kumandanının taht-ı emrinde iki ordu tarafından müdafaasını ve bu iki orduya Falkenhein’ın kumanda etmesini icabettiriyorsa, menfaat-i vatan için bu suretle hizmetten içtinap olunmaz. Ancak bu halde General Falkenhein’ın bütün Suriye ve Hicaz’a kumanda eden zatın taht-ı emrine girmesi münakaşaya mütehammil olmayan bir meseledir. Bu halde devlet nazarında en âli mesul bir Osmanlı olup bütün kuvay-ı dahiliye ve siyasiye onun elinde ve Falkenhein münhasıran bir askeri kumandan vaziyetinde kalmalıdır. Sevk-u idarenin hutut-u asliyesi ile beraber bilcümle geri hidemat ve vilayetlerin ve aşairin idaresi bizim memleketimizin bir öz evladının taht-ı idaresinde bulunur. 7. Ordu kumandanlığında kaldığıma nazaran benim müstakil ve kanunen bütün arkadaşlarıma muadil bir ordu kumandanı iken bu suretle 2. ve 3. derecede bir kumandan vaziyetine düşmekliğim mucibi teessür olsa da bu cihet menafi-i vataniye karşısında meskût bulunabilir. Ancak bu takdirde nazar-ı dikkatten dur tutulmamak lazım gelen nazik bir nokta vardır. 7. ordu kıtaatı kâmilen gidip Kress’in kıtaatı ile benim kıtaatım kabili tefrik bir hale gelmesine ahval-i harbiye mâni olabilir. Yani daha biz nak1iyata başladığımız andan itibaren düşman Sina cephesine taarruza başIar, bu halde gönderilen kuvvetlerin arzu edildiği gibi bir kumandaya raptına ahval müsait olmayıp her gelen kıtanın parça parça muharebeye ve yekdiğerini müteakip Kress’in kumandasına girmesi icapedebilir, bu hale göre nihayette ordu karargâhı yalnız başına fazla ve işsiz bir şekle girip bütün kıtaat parça parça Kress’e ait kalmış bulunur. Eğer vaziyet-i harbiye bu suret-i hareketi mecbur kılarsa vatanın mukadderatı mevzuubahis olurken bilzarure kendimin seyirci kalmama tevekkül ve tahammül edemem. Bu halde yapacağım iş, en ufak bir kıtamın müdahale ettiği cepheyi ve muharebe hatlarını bilâ kayd-u şart kendi taht-ı emrime almaktır; yani kuvvetler, muharebe sebebiyle Sina cephesinde bir kumanda altında erimeğe mecbur olursa bu kumandan ancak ben olabilirim. Daha bidayetten itibaren bu noktayı görmüş ve buna karar vermiş olmak lâzımdır. Suriye heyet-i umumiyesinin Falkenhein’a verilemeyeceği meselesinde Almanları kırmak ve onların kuvvet ve lüzumlarını ihmal etmek gibi kısa bir mülâhazaya tâbi olmadığıma itimat buyurmalısınız. Elyevm içinde bulunduğumuz bataklıktan nihayetine kadar Almanlarla beraber bulunarak kurtulmak zaruri olduğu müsellemdir. Fakat Almanların bu zaruretten ve imtidad-ı harpten istifade ederek bizi müstemleke şekline sokmak ve memleketimizin bütün menabiini kendi ellerine almak siyasetine muarızım ve rical-i devletin bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar müstakil ve kıskanç olmalarını lüzumlu görüyorum. Müstakil ve esbab-ı istiklâlde kıskanç

olduğumuz Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün onların bizi Bulgarlardan daha muteber göreceklerine sizi temin ederim. Hüsn-ü idare edeceğim diye mütemadiyen fedakârlıkta bulunmak herhangi bir müttefike ve tahsisen Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip belki verdiklerimizden yüz kat fazlasına onları tahris ve teşvik eder. Bugün Falkenhein her vesilede herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman menfaatini en ziyade düşüneceğini söyleyecek kadar mutecasirdir. Halep’te ve Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman menfaati ne demek olduğunu ve bahusus bu sözü sarf eden bir Alman konsolosu olmayıp yüz binlerce Türk kanı için karar vermek mevkiinde bulunan bir kumandan olursa işin tamamen menafi-i vataniyemize gayr-ı muvafık cereyan edeceğini anlamamak mümkün değildir. Falkenhein geldiği günden beri aşair rüesasına Alman mülâzımları göndererek doğrudan doğruya temas hâsıl etmek yolundadır. Ve Araplar Türklere düşmandır, biz Almanlar bitaraf olduğumuzdan onları kazanabiliriz sözünü bizzat bana, Osmanlı devletinin bir ordu kumandanına, sarfedebilmiştir. Irak harekâtının gayr-ı kabili icra olduğunu kendisi daha ilk günden beri anlamıştır. Irak hareketini, memlekete yerleşmesi için vesile ittihaz etti. Hakikatte ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almak idi. Nitekim plânın ikinci safhası başlamıştır. Irak hedefi tabiatiyle tebeddül edince Sina cephesinde bir taarruzu mevzu bahs etti, iki ay sonra taarruz veya müdafaa mı lâzım olduğunun şimdiden kestirilemeyeceği herkes gibi onun nazarında da âyandır. Fakat bugünkü taarruz sözü bütün Suriye, yani Arabistan’ın, taht-ı idaresine girmesi için bir vesile-i cazibeden başka bir şey değildir. İki ay sonra ahvali taarruza gayr-ı müsait olup bütün kuvvetlerle Filistin’in müdafaası mümkün olursa General Falkenhein cihana ve memleketimize karşı en büyük mevkiini kazanmış şeklinde arz-ı vücut edeceğine şüphe yoktur. Fakat bu halde takviye-i hükûmet ve memleket şartı şöyle dursun memleket kâmilen bizim elimizden çıkarak bir Alman müstemlekesi haline girmiş olacaktır. Ve General Falkenhein bu maksat için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını istimal etmiş bulunacaktır. Velhasıl gerek hükûmet-i mülkiye ve gerek ahali içinde yapılacak işlerin alelâde bir memleket meselesi değil en birinci bir müdafaa-i memleket meselesi olduğu bu devirde memleketin hiçbir köşesinin herhangi bir ecnebi taht-ı nüfuz ve idaresine verilmesi, hayat-ı saltanatı katiyen ihlâl ve iptal eder. İşte benim mütalâatım bundan ibarettir. Bulunduğunuz mevki dolayısıyla bunları tasvir etmekle vicdanım üzerinden reff-i bar (yük kaldırmış) etmiş olduğuma kaniim.” Yedinci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal

Belge 2 Mustafa Kemal Paşa’nın Zeyl Raporu

Enver ve Cemal Paşalara gönderilen ek rapor “Şifre “zata mahsustur “20/9/33 tarihli rapora zeyildir. Halep’ten 24/9/33 “1- Sina cephesinden icra olunacak hareket-i müstakillenin nasıl bir hareket olabileceğini bervech-i âti mütalâa ederim: “Sina cephesinde elyevm mevcut olan düşman kuvveti 10, 52, 53, 54, 60 ve 74. fırkalarla Fransız ve İtalyan kuvvetlerinden mürekkep bir fırka yedişer yüz tabur mevcutları ile cem’an 60 bin ve süvari kuvvetleri ile cem’an 70 bin kişiden ibarettir. Bizim bu cephede bulunan kuvvetlerimiz 3, 7, 16, 26, 27, 53 ve 54. fırkalarla süvari fırkası ki en son kuvve-i umumiyelere nazaran ve cephede silah adediyle değil, fakat bütün mevcutları ile 33 bin kişiden ibarettir ve kuvay-ı ihtiyatiyemiz olan Remle civarındaki 24. fırka ile 19 ve 50. fırkaların Halep’te mevcutları ve ikmal edilemiyeceği bildirilen 20. fırkanın İstanbul mevcudu ve 1.800 piyadeden ibaret olan Alman kolunun kuvveti cem’an 30 bin kişiden ibarettir. 59. fırkanın gayr-ı kabil-i istimal olduğu karargâh-ı umumice malûmdur. Kuvay-ı ihtiyatiyemizin Sina’ya lâakal yüzde otuz noksaniyle muvasalatı ve her ay Sina cephesinin bir fırka kuvvetinde zayiata mahkûm olması hakayik-i müspiteden olduğundan bütün kuvay-ı ihtiyatiyemiz cepheye iki ay sonra 20 bin mevcut ile muvasalat edebilecek, bugünkü Sina kuvvetleri de beşer binden on bin zayiat vererek 23 bin kişiye mütenezzil olacak, yani 7. ve 8. ordular cem’an 43 bin kuvvetinde bulunacaktır. Düşmana yeni kuvvetler gelmediği halde ve bütün kuvvetlerimizi cemettikten sonra aradaki nispet 70’e karşı 43’tür. İki ay zarfında 70 binden düşmanın vereceği zayiat pek uzun yürüyüş ve mütemadi firar şeraitine maruz olmadığından ehemmiyetli değildir ve kabil-i ikmal kabul olunur. Alman garp cephesi dahil olduğu halde bütün cephelerde malzemece bize mütefevvik olan düşmanın vesait-i nakliyece pek müsait bulunduğu Sina cephesinde bu gün ve âtiyen bize tefevvük-u kat’i sahibi bulunacağı âşikârdır. Bu hesaba nazaran yeni ihtiyat kuvvetleri getirmediği halde 70 bin kişiye karşı istihsali en büyük muvaffakiyet olan netice bir müdafaay-ı mutlakadan ibaret olabilir. Mesele muğlak değildir, halbuki düşmanın Mısır’da daha 64, 77 ve 78. fırkaları bulunmakta ve bir Hint fırkası söylenmekte olduğu ve Sina cephesinde yeni

bir fırkanın görüldüğü dördüncü ordunun raporlarında vazıhdır. O halde devlet-i Osmaniye elyevm toplayabildiği ve tahsis ettiği bütün kuvvetlerle Filistin’in adım adım müdafaasına koşmaktan başka ittihaz edecek bir karara malik olmadığı gibi memleketin dâhil ve haricindeki sair iktisat edebileceği kuvvetleri de bu cepheye şimdiden yetiştirmek mecburiyetine maruzdur. Binaenaleyh hareket-i müstakille tâbiri gayr-ı hakikî olup Eylül ayının bir iki günü için General Falkenhein’ın efkarı muzmiresine setre ittihaz ettiği bir lâfızdan ibarettir. “2 - Sina cephesinin, peyderpey muvasalat edecek kıtaat ile beraber temin-i müdafaası nasıl mümkün olacağı hakkında buradan çok bir şey söylenemez. Buradan görülecek ihtiyaç, kuvvetlerin bir an evvel cenuba tahriki ve kuvvetlerinin imkan-ı azamide mahfuz olarak isali ve ağır top ve külliyetli cephanenin ve malzemei tahkimiyenin bilâ fasıla cem ve itharı gibi mevad-ı umumiyeye münhasırdır; cephede ise düşmanı müteakiben müstahzar mevazii zorlamaya ve yeni hazırlıklara ve çok zayiata mecbur edecek surette ihzarata lüzum-u âcil vardır. Yani ihzarat-ı tedafüiye ancak arazi üzerinde ve mahallinde kararlaştırılabilir mevattan ibarettir. Peyderpey kuvvetlerin vürudu ile cereyan edecek bir muharebenin safahatı âtiyesi evvelden tahmin edilemez. Şimdiye kadar bulunduğum vaziyetler sebebi ile kimse bu babta benim kadar bir tecrübe geçirmiş değildir. Gerek Arıburnu’nda ve gerek Anafartalar’da doğrudan doğruya Osmanlı payitahtını bu sistemde, yani faik kuvvetlere karşı peyderpey muvasalat eden kuvvetlerin istimaliyle, müdafaa mecburiyetinde bulunmuş ve ikinci ordunun piştar kol ordusuna kumanda ederken dahi sevkülceyşi yayılmasını bitirmiş bir düşmana karşı kendi ordumuzun tahaşşüdünü setr ve temin vazifesini ifa etmiş idim. ‘’3- Düşman taarruzundan evvel 7. orduyu cemedebildiğimiz halde münhasıran bir müdafaa vazifesi alacak Sina cephesine bir grup ve iki ordu karargâhı sığmaz. Falkenhein’a buraya gelir gelmez bunu söyledim. Böyle bir teşkilâtın sığabileceği hakkında bana gösterdiği sevk-ü idare şekli yalnız bir taarruz şekli idi. Yani şimdiki cepheyi setr eden bir ordu ve Birüssebi ile cenubundan düşman müstahkem ordugâhının gerilerine taarruz eden diğer bir ordu vaziyeti idi. Ahval, bu ihtimali muhal gösterince General Falkenhein benim: bir grup ve iki ordu bi-lüzumdur, mütalâama cevap vermemiş demek olur. Bahusus muhakkak olduğu üzere düşman taarruzda takaddüm edince mevcut olan ve gelecek olan kuvvetlerin yalnız bir kumandaya tabi olması münakaşa götürmeyen bir zarurettir. O halde Falkenhein’ın kendisine de bir iş kalmayıp Kress bütün kuvvetleri istimal edecektir. Fennen ve müdafaay-ı memleket nokta-i nazarından bu hal gayrı kabil-i ihmaldir. Arıburnu’nda bir fırka kumandanı iken tedricen gelen ve üç fırkaya baliğ olan kuvvetlere bilâ kayd-u şart kumanda ettiğim için ve kezalik müstacelen tâyin olunduğum 16. kolordu ile dahi Anafartalar’ın müdafaasına başladıktan sonra müteakiben gelen kolordularla cem’an 11 fırkaya baliğ olan orduyu bilâ kayd-u şart istihdam edebildiğim için ifa-ı vazife mümkün olmuş idi. “Memleketin hayatı bahasına olarak yeni bir makûs tecrübe-i mücbireye girmeye kanaatim müsait değildir. Evvelki mütalâatımda vazihen arz ve tafsil ettiğim bu ihtimale mukarrerat esnasında cevap verilmemektedir. Ve zaten bir hareket-i müstakille perdesi altında Sina harekâtı, karargâh-ı umumiye merbut olan Generale tevdi edilince buna cevap vermeği bittabi Falkenhein’a tevdi edeceklerdir.

Falkenhein bunları gördü ve bana cepheden bir kısmının şimdiden taht-ı emrime verilmesini bilvasıta teklif ettiği gibi, tarafımızdan taarruz edilmemesi muhtemel olduğunu da söylemiştir. Müşarünileyh acizleri için bir vazife-i atiye-i daime olarak Birrussebi garnizon kumandanlığı veya Zahiriye mıntıkası fevkalâde kumandanlığı gibi vezaifin tecessüm ettiğini setr etmeğe ve yaldızlamaya çalışmaktadır. “Sina cephesine benim kumanda edebilmem için noksan tecrübe ve kifayet gibi bir mütalâanın varit olmayacağı teslimgerde-i devletleridir. Çünkü Sina cephesinden daha mühlik olan Arıburnu’nu muvaffakiyetle ve bir küçük kumandan olarak atlatmış ve Anafarta’da 11 fırka ve bir suvari livasını muvaffakiyetle ve İngiliz ordusunu mağlûbiyete düçar ederek istimal, velhasıl 10 fırkadan ibaret 2. orduyu sevk-ü idare etmiş bir kumandan ne kadar âciz olsa Sina vezayifi için mücerrep ve mutemet derecesini kazanmıştır. “4 - Evvelki mütalâtım esas itibariyle bervech-i âti tebeddül etmektedir: “a) Sina cephesinin ihtiyacı, hakikî olarak tesbit edilmeyip hareket-i müstakille tâbiri ile setr edilmektedir, yani iğfal edilmekteyiz. “b) General Falkenhein bilâ kayd-ü şart bir Osmanlının taht-ı emrine verilmemektedir. Geri hidematı ve ihtiyacatın temini gibi esbab-ı mütemadiye-i şikâyet ile ecnebi nüfuzunun Filistin’den şimale doğru mütemadiyen tevsi edileceğine şüphe yoktur. Kress Paşa’nın Sina harekâtı için geri hidematının bir Alman erkânı harbiyesine verilmesini ve Rayak’tan cenuba kadar bütün şimendüfer işinin doğrudan doğruya Almanlar idaresine tevdiini zaruri gösterdiğinden haberdarım. “c) Yukarıda tafsil ettiğim gibi, müdafaa için esasen Sina cephesine bir grup ve iki ordu sığmaz ve mukarreratta ve peyderpey takviyede de vazife-i müstakilleyi benim deruhte edeceğim hakkında bir kayıt yoktur. “d) General Falkenhein’ın Mayıstan beri memleketimizde irade-i vücut etmesi müdafaa-ı memleketi esaslı surette izrar etmiş ve Arabistan müdafaası için istifade edebileceğimiz 5 mühim yaz ayını imha ve iptal ettirmiştir. Bu zarar-ı sevkülceyşinin telâfi olunabilmesi lûtf-u Haktan istida olunur. Askerî zararı bu olan müşarünileyhin siyasi zararını hattâ tahdit etmeğe imkan olmamıştır. Karargâh-ı umuminin evamirine ve âcizlerinin müdahalâtıma asla aldırmamakta ve yürüyüp gitmektedir. Biz bir Kress’i, iktisabı-ı hukuk etmiştir diye, yerinden kıpırdatamıyoruz. Meselâ Nablus civarında düşman taarruzunu durdurabilecek olan General Falkenhein’a .mutlak tabi olacağımız bence bedihi yattandır. Binaenaleyh ne askerî ne siyasî Falkenhein’a asla itimadım yoktur. Onun taht-ı emrinde ve mukarrerat-ı hazıra altında ifay-ı vazife etmek vatanım için asla bir hizmet-i nafia vaad etmez. Fakat vatanımın menafii ile beraber bizzat nefsimin şeref ve kabiliyetinin madun olacağı ve beni artık memlekete hizmet edemeyecek bir vaziyete düşüreceği muhakkaktır. Binaenaleyh, harbiye nâzırı ve başkumandan vekili sıfatiyle zat-ı devletlerine yazdığım bu mütalâat ile bab-ı hükûmetten şahsıma ait âtideki iki karardan birinin müstacelen itasını istirham ederim. “1- Falkenhein asla Sina cephesinde vazife alamaz, Arabistan başkumandanlığı taht-ı emrinde olarak Sina’nın müdafaası yalnız 7. ordu kumandanına ait olur. “2 – Yahut acizleri 7. ordunun kumandasından af olunurum.

“İstirhamatıma müstacelen cevap verilmesini ve çünkü cevap verilmediği halde yakın olan zamanda kendi taht-ı emrinde ifay-ı vazife etmeyeceğimi General Falkenhein’a tebliğ edeceğimi arz ederim.228 Yedinci Ordu Kumandanı Mir-i Liva Mustafa Kemal 228 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV (1917-1938), Der., Nimet Arsan, Ankara, 1964, s. 1 vd.; Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, c. III, Kısım III, TTK., Ankara, 1991, s. 398-413.

Belge 3 Yedinci Ordu Katma Karargâhı’ndan 28 Ekim 1918 Günü Çekilen Mustafa Kemal Paşa’nın Kilis’e Harekâtını Bildiren Telgrafın Metni229

229 Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991

Belge 4 Atatürk’ün Hatıra Defteri

Belge 5 Mustafa Kemal Paşa Tarafından, İskenderun Limanı’na Çıkacak Olan İngiliz Birliklerine III. ve XX. Kolordulara Ateş Açılması Emrini Verdiğini Gösterir Belge230

230 Mustafa Yıldırım, 58 Gün Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, Ankara, 2006, s. 539.

Belge 6 Sedat Doğruer’in Yıldırımın Akıbeti Başlıklı Kitabının Kapağı231

231 Sedat Doğruer, Yıldırımın Akıbeti, İstanbul, 1927

Belge 7 Enver Paşa’nın 6. Ordu Komutanlığı’na Sonbahar da Irak’ta Yapılması Düşünülen Taarruzun İdaresini Von Falkenhein’ın Üstleneceği Hususundaki Telgrafı232

232 ATASE, Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, S. 90 (Eylül, 1990), Ankara, 1990, s. 141.

Belge 8 Erich Von Falkenhein’ın; 6. Ordu Komutanı Halil Paşa’ya Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı Görevini Üstlendiğini Bildiren Telgrafı233

233 ATASE, Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, S. 90 (Eylül, 1990), Ankara, 1990, s. 14.

Belge 9 Yıldırım Orduları Grubu İle Ordu Karargâhı’nın Lağvına Dair İrâde-i Seniyye234 .7

234 Osmanlı Belgelerinde Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 88, Ankara, 2007, s. 592.

2. Krokiler

Kroki 1 Nablus Muharebesi 19–21 Eylül 1918235

235 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. 4, Kısım 2, Ankara, 1986.

Kroki 2 XX. Kolordu’nun 19 Ekim 1918 Tarihindeki Durumunu Gösterir Kroki236

236 Sedat Doğruer, Yıldırımın Akıbeti, İstanbul, 1927.

Kroki 3 Halep Sokak Muharebeleri (25 Ekim 1918)237

237 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. 4, Kısım 2, Ankara, 1986.

Kroki 4 Haritan Olayı (Katma Muharebesi) 26 Ekim 1918238

238 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. 4, Kısı m 2, Ankara, 1986.

Kroki 5 Ekim 1918 Tarihindeki 7. Ordu Harekâtında Geçen 28–26 Mevki Adlarını Gösterir Kroki (Türkçeleştiren Muzaffer Albayrak)239

239 Sedat Doğruer, Yıldırımın Akıbeti, İstanbul, 1927.

Kroki 6 Ekim 1918 Tarihinde Türk Ordularının 30–27 Çekildiği Son Hat240

240 ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, c. 4, Kısım 2, Ankara 1986.

3. Haritalar Harita 1 Bölgedeki Olayların Geçtiği Mevkileri Gösterir Harita241

241 Faik Sabri Duran, Büyük Atlas, İstanbul, s. 54

Harita 2 Anadolu’nun Bel Kemiği Olan Ankara-Sivas-Erzurum Hattına Konuşlanan Kolorduların Yerlerini Gösterir Harita242

242 Faik Sabri Duran, Büyük Atlas, İstanbul, s. 49

4. Resimler

Resim 1 Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı yapan .Tümgeneral Mustafa Kemal Paşa

Resim 2 Haziran 1917’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanan 5 .General Erich von Falkenhein

Resim 3 .Alman birliklerinin Kudüs’e nakli, 1917

Resim 4 ,Ordu Komutanı Tümgeneral Mustafa Kemal Paşa .7 .Ahmet İzzet Paşa ve subay arkadaşlarıyla Halep’te, 1917

Resim 5 Ekim 1918’de Limon von Sanders’ın Yıldırım Orduları 31 Grup Komutanlığı’nı Mustafa Kemal Paşa’ya devrettikten sonra .Adana İstasyonu’ndan uğurlanışı

Resim 6 ,(Ordu Komutanı Tümg. Mustafa Kemal yaverleri Salih (Bozok .7 .Şükrü (Tezer) ve Cevat Abbas (Gürer) ile birlikte Halep’te, 1917

Resim 7 .İngiliz Generali Edmund Allenby

Resim 8 .Alman General Friedrich Freiherr Kress von Kressenstein

Resim 9 .Birinci Gazze Savaşı’nda esir alınan İngiliz askerler, 1917

Resim 10 .Ordu Askerleri Kudüs’te, 1917 .8

Resim 11 .Cemal Paşa ve Von Kress’in Kudüs’deki birlikleri teftişi, 1917

Resim 12 .Suriye Cephesi’nde Türk askerleri Halep’in kuzeyindeki siperlerinde

Resim 13 .Sina Cephesi’nde erzak ve malzeme nakli

Resim 14 .Kudüs’ü savunan Türk birlikleri, 1917

Resim 15 .Şam’da bir Türk süvari birliği görevden dönüyor, 1917

Resim 16 Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman General Falkenhein’ın .Şam’da karşılanışı, 1917

Resim 17 .İzzet Paşa ve Cemal Paşa, 1917

Resim 18 :Atatürk, 15 Mart 1923 tarihli Adana ziyaretinde ,Bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette“ .bu güzel Adana’da vücud bulmuştur” demişti

Resim 19 Baron Oteli: Mustafa Kemal Paşa 25–26 Ekim 1918 günlerinde .Halep’teki bu oteli karargâh olarak kullanmıştır

Resim 20 :(Kırmızı Konak (Adana İstiklal İlköğretim Okulu ,Tırpanilerin evi olarak bilinen bu konakta Mustafa Kemal Paşa ,azınlık temsilcilerinin de dâhil olduğu yöre eşrafı ile bir toplantı yapmış .fakat bu toplantıdan bir sonuç çıkmamıştır

Resim 21 (Mustafa Kemal Paşa, Şakirpaşa Mahallesi’nde bulunan ve Aliye (Yerdelen Hanım’a ait olan bu evde, 8 Kasım 1918 tarihinde Türklerden oluşan yöre eşrafı ile bir ,toplantı yaparak .Millî Mücadele’yi fikren bu binada kararlaştırmıştır

Resim 22 (Dörtyol İlk Kurşun Anıtı: 19 Aralık 1918’de Mehmet (Kara .tarafından düşmana karşı sıkılan ilk kurşunu sembolize etmektedir