Mustafa Kemal Atatürk: Hayalet Süvari [12 ed.]
 9786053841562

Citation preview

••

MUSTAFA KEMAL ATATURK

HAYAlET SiiVARi RAYBROCK

••

MUSTAFA KEMAL ATATURK

HAYAlET SiVARi RAYBROCK

Çeviren

Haluk

GURULKAN

Araştırma İnceleme: 30 1-10. Baskı: Birharf Yayınları 12. Baskı: Kasım 2012 ISBN: 978-605-384-156-2

Yayıncı Sertifika No:

16238

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

HAYAlO SüVARi Yazar: Ray Brock Çeviri: Haluk Gurulkan Yayın Y önetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Y önetmen: Faruk Derince Yayın Koordinatörü: Alev Aksakal Editör: Ceylan Şenol İç Tasarım: Tuğçe Gülen Baskı: Melisa Matbaacılık Matbaa Sertifika No: 12088 Çifte Havuzlar Yolu Acar Sitesi No: 4 Davutpaşa/İSTANBUL

YAKAMOZ KİTAP© RAY BROCK

Bu kitapta yer akın bazı diyalogkır ve okıykır TC. Anayasası 251711951tarihli5816. maddesi okın 'Atatürk aleyhine işlenen suçkır hakkındaki kanun'gereğince suç teşkil ettiğinden yayınkınmamıştır.

YAKAMOZ KİTAP/ SONSUZ KİTAP Gürsel Mah. Alaybey Sk. No: 7/ 1 Kağıthane/İSTANBUL Tel: 0212 222 72 25 Faks: 0212 222 72 35 www.yakamoz.com.tr / [email protected] www.facebook.com/yakamozkitap www.twitter.com/yakamozkitap

••

MUSTAFA KEMAL ATATURK

HAYAlET SiVARi

Bu kitap, Kore'de kahramanca çarpışan Türk askerlerine saygıyla ithafedilmiştir. . .

Önsöz

B

u kitap, 20. yüzyıl tarihinin en güçlü ve önemli insanlarından biri­ nin heyecan verici hikayesinin yazıya dökülmesi için duyulan uzun

süreli bir istek ve kararlılıkla ortaya çıktı. Yaşadığı dönemde epik ve efsanevi özelliklere sahip olan Mustafa Ke­ mal Atatürk, bugün de aynı özelliklerini korumaktadır. Asırlar boyun­ ca da kaçınılmaz bir şekilde ve aynı haliyle karşımıza çıkmaya devam edecek. Gelibolu'da gerçek anlamda Britanya İmparatorluğu' nun beli­ ni kıran yılmaz bir savaşçı ve general; kendini beğenmiş batılı güçlere meydan okuyarak onların kibrini kıran, Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı içerisinde özgürlük ateşini yakan, Ortadoğu ve Asya'da milliyet­ çiliğin söndürülemeyen meşalesini tutuşturan devrimci bir milliyetçi olarak anılmaya devam edecek. Mustafa Kemal; sultana, dogmatik dü­ şünceye, batıda İngiliz ve Fransız kudretine ve kuzeyde Rus güçlerine karşı yeri doldurulamaz bir isyancı olarak hayatı boyunca mücadele vermiştir. Mustafa Kemal'in ayrıca hayata, savaşa, güce belki de ölüme karşı doymak bilmez bir tutkusu vardı. Doğuştan kumarbaz olan bu karizmatik liderin, sıra savaş ve isyana gelince zarlarını yeniden yuvarladığını görüyoruz. Alınyazısında, kısa süreli bir başarısızlığını, inanılmaz bir zaferin takip ettiğini kendisi daha önceden anlamış gibiydi hayatı boyunca. Mustafa Kemal modern Tür­ kiye Cumhuriyeti' nin kurulması ve bekası için en yakın arkadaşını dahi vurmaktan ve astırmaktan kaçınmayan bir kişiliğe sahipti. Bununla bir­ likte Türkiye Cumhuriyeti tamamen onun kişisel başarısı ve eseridir. Mustafa Kemal Atatürk, hem milleti hem de İslam alemi üzerinde itibar kazanmayı başaran paradoksal bir kişiliğe sahiptir. Buna delil olarak Arap alemi liderlerinin kendi bağımsızlık mücadelelerinde onu ve kurmuş ol­ duğu Türkiye Cumhuriyeti'ni örnek alışlarını göstermek mümkündür. Onun yaptığı sabırlı ve ustaca bir ölüm-kalım mücadelesini yürütmekti.

8

ÖN SÖZ Osmanlı İmparatorluğu, Atatürk'ten önce; yenilgiye uğramış, ümidini

yitirmiş ve çökmüş, sonuç olarak bu haliyle 'Avrupanın hasta adamı' olu­

vermişti. 1 919'da dış düşmanlar tarafından bozguna uğratılmış, içeride birkaç asırdır modernleşme temayülüne ayak uyduramamış kimselerce de kemirilmeye devam eden bir portre çizmekteydi. Bir zamanlar Avru­ pa, Asya ve Afrika'da geniş nüfuz alanına sahip olan kudretli Osmanlı İmparatorluğu, sonsuza dek bu görkemini kaybetmiş gözüküyordu. Os­ manlı Türk akıncılarını Viyana kapılarına dayandırmış savaşçı Osmanlı ruhu, tarihe karışmış görünüyordu. Muzaffer İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan; bir zamanların güçlü Osmanlı topraklarının cesedini dilim­ lemek üzere bu değerli ganimetin başına toplanmışlardı. İngiliz savaş gemileri, Boğaz' a demirlemiş ve İstanbul; İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal kuvvetlerinin şehirde sert adımlarla yürüyüşleriyle titrer olmuştu. Gelibolu'daki kahramanca mücadelesinden dolayı generallik rütbesine erişen Mustafa Kemal Paşa, Suriye çöllerinden bağımsızlık ateşini tutuş­ turmak için geri dönmüştü. Korkmuş sultan tarafından sürekli izlenerek küçük düşürüldü, yeni belirsizliklere sürüklendi ve nihayet aşikar bir ka­ yıtsızlıkla Anadolu içlerinde anlamsız bir ordu karakoluna gönderildi. Gerisi ise tarihtir ve sabrı tükenmek bilmeyen ve yok edileceğine inanmayan Mustafa Kemal, halkını zaferlerin birinden diğerine taşı­ mayı başarmıştır. Burada gençlik yılları da mevcut; ruhuna şekil veren yoksulluk yılları, isyan, katı askeri eğitim; cephelerde savaş dehasının ortaya çıkmaya başladığı zamanlar, sultan tarafından hapse atılması ve halkının iliklerine işlemesini sağladığı milliyetçilik duygusu, İstanbul' un saraylarındaki komplo ve entrikalar, eski İstanbul'un dar arka sokak­ ları, politik cinayet, hıyanet, devrim, karşı devrim, Balkan savaşları, Trablus'un çöllerinde ve Suriye'nin dağlarında geçen çarpışmalar. . . Mustafa Kemal'in yalnızca Gelibolu mücadelesi bile, uzun uzadıya ve geniş kapsamlı olarak anlatılabilir ki Çanakkale Boğazı' nda yaşanan bu kanlı ve efsanevi savaş, askeri ders kitaplarında dahi hak ettiği pers­ pektif içerisinde zikredilmemektedir. Mustafa Kemal'in kişisel olarak da en önemli başarısı olan Gelibolu zaferi, her nasılsa bu yüzyılın do­ ğaüstü hadiseleri arasında yer almamış, unutturulma çabası içerisine girilmiştir. Yunanlıları Asya kıtasından sonsuza dek atan ve Batılan yeni

9

ÖN SÖZ

Türkiye' nin çiğnenemez topraklarından uzaklaştıran büyük Sakarya Zaferi de bu anlamda Gelibolu zaferiyle aynı kaderi paylaşmaktadır. Bununla birlikte Mustafa Kemal sadece askeri zaferle yetinmemiştir. Saltanatı ve hilafeti kaldırdı; Arap dili, kültür ve alfabesini değiştirerek Latin alfabesini kabul etti ve halkına yeni Türk dilini ve yaşam tarzını öğretti. Kore Savaşı, Batı insanının Türk'ün kahramanca savaşımının farkına varmasını sağladı. Ayrıca Komünizme duyduğu nefret, Ruslara karşı duyduğu çağlar öncesinden gelen güvensizlik ve husumeti gösterdi. Kore Savaşı'nda kahramanca çarpışan Türk askerleri, Atatürk'ü, onun mirasını, vatanını ve halkını yakından tanıyanları hiç şaşırtmamıştır. RAY BROCK Ankara, Türkiye Mart, 1954

1

O

,

bir isyankar olarak doğmuştur. Mustafa, Selanik'in yoksul

sokaklarında gözünü açmıştı, biraz daha büyüdüğünde şeh­

rin en güzel caddelerine yerleşmiş Yunanlıları şaşkınlıkla seyrediyor, yoksulluk sıkıntısının ailesine etkilerini derinden hissediyordu. Ma­ kedonyalı, inatçı kişilikli bir annesi vardı. Babası Arnavut'tu, ufak tefekti, kendi halinde bir adamdı, hayatını memuriyetle kazanıyor­ du. Ailesinden en sevdiği ve kendini yakın hissettiği insan da karde­ şiydi. Yalnız, içe bakışı güçlü, ufak tefek, çelimsiz ve soğuk bakışlı bir çocuktu. Fakir bir evleri vardı, dört küçük oda ve kışın dondurucu soğuğunda bile yatmak zorunda kaldığı basit bir tahta yatak. . . Evleri, eski bir Türk mahallesinin dar sokağında yer alıyordu. Sokakta da fakirlik yaşanıyor­ du: Etrafa küf kokusu yayılıyordu. Neredeyse içine işlediğini hissederdi her şeyin, korkuyu ve hüznü yaşardı. . . Yemek zamanlarında bütün aile bir arada toplanırdı babası Ali Rıza Bey sofrada yemek boyunca gümrük işindeki amirlerinden bahsederdi, titrek bir sesi vardı babasının, annesi Zübeyde Hanım eşiyle günlük so­ runları paylaşır ve fikirlerini belirtirdi. Kız kardeşi Makbule genel olarak umursamaz bir karaktere sahipti, sofrada yemeklerden başka ilgilendiği başka hiçbir şey yok gibiydi. Genelde masada çocuklar konuşmaz; sade anne ve babalarının konuşmalarını dinlerdi. Mustafa bir gün isyankarca yemek masasının ilk kuralını bozdu. "Baba'' dedi, "neden padişaha tabi oluyorsun?" Korkutucu bir sessizlikten sonra Makbule bile yemeyi kesmişti, ilk konuşan annesi oldu. "Hemen masayı terk et!" diye bağırdı. "Burada konuşmaman gerektiğini biliyorsun!" Umursamaz bir şekilde "Neden baba?" diye tekrar etti Mustafa, "bu sultan bizim babamız mı?" diye

12

RAY BROCK

sormasıyla da annesinin ayağa fırlaması bir oldu, öfkeden kıpkırmızı kesilmişti, Mustafa'ya bir tokat attı. Babası kararsız bir halde masada oturmaya devam etti. Makbule de oturuyordu, ağzının kenarında pirinç tanesi duruyordu hala. Bir süre ayakta kaldılar. Zübeyde Hanım ve Mustafa birbirlerine bakı­ yorlardı. "Asla bir daha bana bunu yapma, anne" diye sesini yükseltti Mus­ tafa, ardından arkasını döndü ve sessizce Makbule'yle paylaştığı odanın karanlığında kayboldu. Metin bir şekilde tahta yatağının üzerine oturarak pencereden hilali seyre koyuldu. Annesinin tokadını hazmedememişti. Hayatının ilk tokadını yiyen Mustafa, 1 O yaşındaydı. ***

Babası Ali Rıza Bey kısa süre sonra tifüsten belki de 1892'de bütün Selanik ve Trakya'nın büyük kısmını kasıp kavuran veba salgını yüzün­ den öldü. Bu salgın, ya Selanik kıyılarında bol miktarda bulunan büyük sıçanların üzerindeki pirelerden gelmiş ya da Balkanlar'a dışarıdan gelen ziyaretçilerce taşınmıştı. Mustafa, hayatının artık daha zorlu olacağının farkındaydı. Zübeyde hayat koşulları sebebiyle fakir evi otoriter bir şe­ kilde yönetiyordu, dul kadının belki de o şartlar içindeki tek şansı sert olmaktı. Bazen siyah yaşmağını giyip birkaç parça bir şeyler almaya ya da camiye namaz kılmaya gidiyordu. Makbule evde varlığı ile yokluğu his­ sedilmeyen sakin bir karakterdi zaten. Evde bir şaşkınlık havası hakimdi. Zübeyde kederini siyah yaşmağının arkasına gizledi. Makbule'ye şefkat gösterirken isyankar oğlunun buz gibi duruşuna karışmadı. Mustafa ise yas tutmayı sevmiyordu, daha o yaşlarda zayıflıktan hoşlanmıyordu. Babasının ölümünden sonra küçük ve gururlu Mustafa, her nasılsa kavgacı bir kişilik olup çıkmıştı. Ali Rıza'nın öldüğü hafta, mahallesin­ de bir düzine kavga çıkardı. Hepsini de kazandı. Bir sözün, bir imanın, merhum babasının değersiz ya da önemsiz veya kız kardeşinin mahalle­ nin gençleri için basit bir av olduğuna dair en ufak bir sataşmanın sonu kavga oluyordu. Kavga ettikleri de genelde civarda oturan Rum çocuk­ larıydı. Yumrukları küçük ve kasları gelişmemişti ama Mustafa çılgınca

HAYALET SÜVARİ

13

saldırıyor ve rakiplerini adamakıllı benzetiyordu. Genelde dişlerini ve tır­ naklarını da kullanıyor, onları acımasızca tekmeliyordu. Eve sessiz, bere­ lenmiş, kan revan içinde ama her seferinde muzaffer olarak dönüyordu. Zübeyde mesafesini korumaya devam etti. Bir daha asla el kaldır­ maya da kalkışmadı. Ellerindeki son metelik de tükenince Zübeyde, acılarla dolu bu evi terk etmeye karar verdi. Mustafa da annesi ve kız kardeşiyle birlikte Selanik'in kuzeydoğusundaki Lazasan köyünün dı­ şında birkaç hektar toprağı ve bir çiftlik evi bulunan dayısının evine gitti. Yol boyunca sessiz ama gizli bir sevinç içindeydi. Mahalle mekte­ bindeki hocalardan, Selanik'in pis kokusundan kurtulmuş; en sonunda özgürlüğüne kavuşmuştu! Burada yaşam düzensizdi ancak Mustafa annesini hem hayrete dü­ şüren hem de endişelendiren bir gayret içerisine girmişti. Zübeyde bir köylü kızıydı kendi adını bile yazamıyordu, zaten kızlara o dönemde okuma-yazma öğretilmesi yaygın bir adet de değildi. Ama oğlunun İslamın kurallarını öğrenmesi ve bir imam olması için dua ediyordu çünkü ona göre bir erkek için en şerefli görev buydu. Ali Rıza ise ölüm döşeğinde tüccar olmasını istemişti. İmamlık? Tüccarlık? Dayısının çiftliğinde ahırda iş görürken bir ta­ raftan bunları düşünüyordu. Sığırları beslerken, koyunları güderken, hep geleceğiyle ilgili derin düşüncelere daldı. "Ben büyük adam olacağım! Ben Türk' üm" diyordu kendi kendine savaşçı milletin savaşçı çocuğu. Babamın mesleğiyle ilgilenmek istemi­ yorum ben daha büyük işler başarmalıyım, imamlıkta ise sadece küçük bir cemaate yardımcı olabilirim bu benim için asla yeterli değil. "Ben büyük adam olacağım!" diye mırıldandı, çakıllı yamaçtan aldığı taşı kavrayarak bir hamlede uzaklara fırlattı. "Ben büyük adam olacağım!" Kaba, zorlu iş ve temiz hava onu sağlamlaştırdı ve daha dayanıklı hale getirdi. Çelimsiz vücudu sırım gibi oldu, çevik bir hal aldı ve olağanüstü enerjik bir halde çiftliğin işlerini zorlanmadan yaptı. Tarlaların arasında koşuşturup duruyor, koyunlarını güdüyor ve çalılar arasında tek başına büyük bir canlılıkla atlayıp zıplıyordu. Bununla birlikte annesinin, kız kar­ deşinin ve akrabalarının yanında onu uzak ve ayrı tutan bir sınırlanmışlık

14

RAY BROCK

hissediyordu. Yalnız kaldığı zamanlarını artırmak için tepelerde geçen uzun ve harikulade öğleden sonralarında işlerini görüyor, çimenlerin üzerine sırt üstü uzanarak gökyüzünü seyrediyordu. Büyük yün kümelerine benzeyen bulutlar sanki hayallerine de şekil veriyordu. Hayalleri de bulutlar gibi be­ lirsiz, her an değişmeye hazırdılar ama bazen gerçeği yakalamaya çalışır gibi kendilerine çeki düzen verip elle tutulur hale geliyorlardı. Mustafa' nın hayalinde bir resim sürekli dönüyordu. Selanik'te mektepteki hocasının ki­ tabında gördüğü muhteşem haritaya benziyordu bu. İmam onun bu kitabı incelemesine izin vermişti. Haritada Türklerin uçsuz bucaksız toprakları vardı, Mustafa hemen gözlerini kapadı resmi hafızasında tutabilmek için vilayetlerin ve denizlerin belirsiz bulutlarını zihninde dolaştırdı. Havada derinden bir gürültü oldu ve soluk gözlerini açtı Mustafa, irkildi ve bunu da hayalin bir parçası sandı. Ancak koyunlar hareket­ lenmişti ve bu açık bir gök gürültüsüydü. Havada fırtına kokusu vardı. Sürüyü toparlayıp ağıllarına getirdiğinde fırtına kopmuştu bile. O akşam, yemekten sonra, annesine cesurca Selanik' e geri dönmeye karar verdiğini söyledi. Söylediğini

yaptı

da.

Zübeyde

de

tek

oğlunun,

Osmanlı

İmparatorluğu' nun, bu her yanda Rumların yaşadığı, topraklarında gübre küremek ve koyun otlatmaktan daha iyi bir yazgısı olduğunu anlamıştı. Mustafa, Selanik'te bu kez sivil bir ortaokula kaydoldu. Okul gider­ lerini Zübeyde'nin kardeşi karşılayacaktı ancak bu şartlı bir projeydi. Mustafa da kulak misafiri oldu bu pazarlığa: Eğer kaytarmaya kalkar ya da olay çıkartma huyuna yeniden dönerse . . . Altı aydan az bir zaman geçmişti. Notları fevkaladeydi, özellikle de matematik, tarih ve coğrafya derslerinde. Ancak okulun katı disiplini­ ne, sınıfta gösterilmesi istenen ve hiç de esnek olmayan hareket tarzına ve öğretmenlerin mekanik ders anlatışlarına alışamadı, alışamayacaktı da! Tarih öğretmeniyle alınan vergiler ve yapılan baskılarla ilgili açıktan açığa sert bir tartışmaya girişti. Sultanın bile tereddüde düşeceği bir konuyu, Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap yarımadasındaki sınırlarını tam olarak açıklamasını bütün sınıf önünde isteyerek coğrafya öğret­ menini de mahcup duruma düşürmüştü.

HAYALET SÜVARİ

15

"Bu sultan kimdir ki?" diye sordu. "Tüm insanlara her yerde hük­ metmeye çalışıyor? Şu bahsettiğiniz Alman kayzeri de kim oluyor? Ne işi var İstanbul'da? " Sınıftaki resmi hava içerisinde, o da soğuk bir tavır takınmıştı. Ancak gri-yeşil gözleri zekayla parlıyor ve yumruğu sertçe sıranın üzerinde patlıyordu. Sakallı öğretmen Hafız Bey öfke ve şaşkınlıkla gözlerini patlatmıştı. Bu sonradan ortaya çıkan haşin çocuk sormaya devam ediyordu: "Neden Afrika'daki meselelere burnumuzu sokuyoruz? Ya da Balkanlar'da hemen şu­ rada?" Bunu söylerken haritada Kafkasları işaret ediyordu. "Yahut İran'da?" Hafız Bey önce bir öksürdü ve "Otur yerine!" diye bağırdı Mustafa'ya. "Sorduğum soruları cevaplayınca!" dedi bu kez ortaokul çocuğu. Ayakta durmaya devam etti duruşunu bozmadan. Hafız daha fazla dayanamadı. "Ders bitmiştir! Sen, Mustafa! Sen bu­ rada kal!" diye kükredi. Onlarca çocuk sınıfı büyük bir sessizlik içinde terk ederken bir yan­ dan da hala ayakta durup öğretmene ters ters bakan bu atılgan çocuğa göz ucuyla baktılar. İçlerinde kıs kıs gülenler de yok değildi. Hafız kı­ zılcık sopasını eline aldı. Sınıf tamamen boşaldığında Hafız sopayı masasının üzerine bıraktı. Hala sık sık nefes alıyor olsa da soğukkanlı davranmaya çalışıyordu. "Cezalandırılman gerektiğinin farkında mısın?" dedi Mustafa'ya. "Soru sorduğum için mi? " diye soruyla cevap verdi Mustafa. Hafız önce biraz düşündü, sonra "Benim yetkeme ve okulun otorite­ sine meydan okuduğun için!" diye bağırdı. "Sorular sorarak mı yaptım bunu?" diye karşilık verdi Mustafa. "Efen­ dim, neden Osmanlı İmparatorluğu? " Hafız felçliydi. "Çık dışarı, çık dışarı, çık dışarı!" diye haykırmaya başladı. Mustafa sakince kitap ve defterlerini aldı, sınıfı terk etti. İçi titriyor­ du ancak çıkarken kapıyı sertçe kapamayı da ihmal etmedi. Bugünün büyük ihtimalle son günü olduğunu düşünüyordu. Okulun bahçesinde gözleri meraktan fal taşı gibi açılmış bir grup

16

R AY BROCK

çocuk onu bekliyorlardı. Mustafa onlara aldırmadan yoluna devam etti. Ancak onlar aynı soğukkanhlığı göstermediler . . . İçlerinden biri " Hain!" diye bağırdı. Bunun üzerine Mustafa geri döndü; kitap, defter ve kepini kaldırıma koydu. Yan yana sıralanmış grubun üzerine yürüdü ve onu hasta eden babadan görme gülünesi hürmederine, nefret ettiği aptallıklarına ve kolaycılıklarına duyduğu kinle ve çiftlikte edindiği kuvvede karınlarını, yüzlerini; nereleri olursa, yumruklamaya başladı. Yorulmuş ve yaralan­ mış kolları artık eve gitmesi gerektiğini söylüyorlardı. Çocuklardan üçü kaçtı ancak diğerleri Mustafa'nın etrafını sararak işini bitirmeye çalış­ tılar. Tam bir sokak dövüşçüsü gibi çarpışıyordu; kafasını, dirseklerini, dizlerini ve burunları sert ayakkabılarını kullanıyordu. Çocuklardan ikisi daha saf dışı kalmıştı ki Mustafa' nm ayağı çocuklardan birince yakalandı. Ancak aynı çocuğun, Mustafa'nın tekmesini yüzünde hisset­ mesi fazla vakit almadı. Bu sırada bir an sessizlik oldu. " Hafız!" diye homurdandı çocuklardan biri ve kavga dağılıverdi. Sakallı öğretmen elinde kızılcık sopasıyla onlara doğru ilerledi. Mustafayı ev yapımı ceketinden kavrayarak şöyle bir silkeledi. Hafız bir yandan küfrediyor diğer yandan da bastırdığı tüm öfkesini·