Modern Yunanistan Tarihi [1 ed.]
 9754706247

Citation preview

RICHARD CLOGG •Modern Yunanistan Tarihi

RICHARD CLOGG halen Oxford Üniversitesi'ne bağlı St. Antony's College'da Senior Research Fellow (Uzman Araştırrnacı)'dur. Edinburgh ve Londra Üniversitelerinde öğrenim gördü ve öğretim üyeliği yaptı. 1 988- 1995 yıllan arasında Londra Üniversi­ tesi'nde Modem Balkan Tarihi öğretti. Başlıca eserleri: A Short History of Modem Gre­ ece (Caınbridge University Press 1979) , Politics and the Academy: Amold Toynbee and ıhe Koraes Chair (Frank Cass 1986) , P arties and Elections in Greece (C. Hurst 1987) , The Movement for Greek Independence 1770-1821: a Collection of Documents, Anatoli­ ca: Studies in ıhe Greek East in the Eighteentlı and Nineteenth Centuries (Variorum 1996) . Profesör Clogg'un ilgi alanlarından biri, Anadolu'daki Türkçe konuşan orıo­ doks hristiyanlardan Karamanlılar'dır. Profesör Clogg, Yunan devletinin tarihi yaıun­ da 1922'den önce Osmanlı imparatorluğu'ndaki Yunan toplumunu ve Yunan diaspo­ rasını içeren kapsamlı bir çağdaş Yunan tarihi üstünde çalışmalarım sürdürmektedir.

© Cambridge University Press 1992 iletişim Yayınları 444



Araştırma inceleme Dizisi 68

ISBN 975-470-624-7

© 1997 iletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 1997, İstanbul EDiTÖR Ece Turnator KAPAK Ümit Kıvanç DiZGi Remzi Abbas UYGULAMA Suat Aysu DÜZELTi Sait Kızılırmak KAPAK BASKISI Sena Ofset iÇ BASKI ve CiLT Şefik Matbaası

lletişim Yayınları Klodfarer Cad: lletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34400 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62



Fax: 212.516 12 58

RICHARD CLOGG

Modern Yunanistan Tarihi A

Concise History of Greece

ÇEVİREN

DİLEK ŞENDİL

42

t

m

Mary jo'ya

iÇiNDEKiLER

Onsöz .. ...... ...... ............. .................................. ........... ....................... ....... ...... ........... ............ .

.

.

.

.

.

.

.

.

9

......

1 Giriş .....................................................................................................................................................11 2 Osmanlı Yönetimi ve Yunan

Devleti'nin Ortaya Çıkışı 1770-1831 .........................................................................19 3 Ulusun inşası, 'Büyük Ülkü' ve Ulusal bölünme 1831-1922 ..................65 4 Afet, işgal ve Sonuçlan 1923-1949 ..........................................................................125 5 lç Savaşın Ardından 1950-I974.................... .... ..... .......... . ... .............. .. ..... . ....... l 77 .

.

.

. .

.

.

.

. .

6 Demokrasinin Güçlenmesi ve Halkçılık Y ıllan 1974-1990 ................. .207 7 Sonsöz.. ......... ..... ....... .............. ...... .... . ... ... ... ............ .. .. .

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.. ......... ....

.

.

.... .................... ......

.

.. .251 .

Türkçe Çeviriye Sonsöz .... .. .... ..... ......... .. . ......................................... .... ..................259 .

Biyografiler

.

.

.

..

.

. .

. .

.

.

.

.

.

.

. ... .... ... ... ..........269

...... . ............... ..... . ... .. ..... . . . ... . . . .... . ... . . ....... ....... .... . ....... . ..... ....

.

Yunanistan'daki Krallık Aileleri..

.

.

.

.

......................................................................... 289

Cumhurbaşkanlan .................................... ........ ... . .......................... ......... .... .

.

.

.

.

...290

... ..... . ........

Tablolar ...... ... .......................... .. ................... . ..................................... ................... ........ . .....29 l .

.

.

.

. .

.

.

..

.

Önemli Tarihler ............ ....... .................. .. .... . ........ ........... .............. ..... ..... ... .... ..........299 .

Dizin . ...... ... ..................... ......... .

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.. ...... ...... .. ......... ................................. .......... ...... ... .. .305

.. ..........

.

.

.

.

.

.

.

.

ÖNSÖZ

Kitapta, arkadaşım Dr. Lars Baerentzen'in ve her zamanki gibi Mary ]o Clogg'un titiz eleştirilerinden çok istifade edil­ di. Her ikisine de çok şey borçluyum. Resimlerle ilgili ola­ rak da yardımlarını esirgemeyen: Guy Evans, Manos Harita­ tos, David Howells, Dimitrios Kaloumenos, Paschalis Kitro­ milidis, john Koliopoulos, F. Konstantinou, Nikos Linarda­ tos, ].C. Mazarakis, Georgios Mountakis, Helen Zeese Papa­ nikolas, Nikos Stavroulakis, Fani-Maria Tsigakou, K. Varfis and Makalın Wagstaff'a sonsuz teşekkürler. Mart 1991

9

1 GİRİŞ

Bütün ülkeler kendi tarihlerinin yükünü taşırlar, ne var ki Yunanistan, geçmişin ağırlığını daha yoğun taşımaktadır. Bugün bile, sanki 'Yunanistan' ve 'Yunan' deyince ille de eski çağları düşünmek gerekmiş gibi, ülkeden bıktırıcı bir biçimde 'çağdaş Yunanistan', onun olan şeylerden de 'çağ­ daş Yunan' diye söz edildiği sıkça duyulur. llk çağlardan kalmışlığın hem iyi hem de kötü yanları vardı. Eski Yunan dünyasının dili ve kültürünün Avrupa çapında gördüğü saygının ölçüsü, on doku.zuncu yüzyıl başlarındaki ulusal canlanışın can alıcı yıllarında Yunanlıların kendilerini kamçılayan yaşamsal bir öğeydi ya da en azından milliyet­ çi aydınlar açısından, evrensel olarak tapılan (öyle ki, Amerika Birleşik Devletleri'nin emekleme yıllarında Eski Yunanca neredeyse ülkenin resmi dili olarak benimsene­ cekti) bir geçmişin kalıtçıları olduklarının bilincine var­ maydı. Osmanlı yönetimi altında geçen yüzyıllarda bunun ayrımına varmış tek tük birkaç kişi vardı, ayrıca batı Avru­ pa'dan gelme 'geçmişe bağlılık anlayışı', Balkanlar'daki di11

ğer bağımsızlık hareketleriyle karşılaştırıldığında, Yunan ulusal hareketinin erken gelişmesine büyük çapta katkıda bulunan başlıca etkendi. Geçmişin kalıtları, aynı zamanda liberallerin ve kuşkusuz muhafazakarların ilgisini uyan­ dırmak, başkaldıran Yunanlılara yazgıları hakkında bir fi­ kir vermek açısından da önemliydi. 1820'lerde, İngiliz dı­ şişleri bakanı Viskont Castlereagh gibi geleneksel anlayı­ şın katı bir savunucusu bile, 'Onlar, bizleri eğiten, aşağıla­ nan, . . . o insanlar, önümüzdeki günlerde, koşulların kendi­ lerini içine soktuğu içler acısı durumdan kurtulacaklar mı?' diye soracak kadar duygulanmıştı. Buna benzer yak­ laşımlar günümüzde varlığını sürdürmektedir. 1980 yılın­ da , Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu'na katılımının nasıl oylanacağı üzerine İngiliz parlamentosunda yapılan bir tartışmada, dışişleri bakanı, Yunanistan'ın üyeliğinin 'Av­ rupalıların yaklaşık üç bin yıllık Yunan mirasına olan kül­ türel ve siyasal borçlarının geri ödenmesi' olarak görülece­ ğini belirtmiştir. Geçmiş utkulara takılıp kalmanın nelere yol açabileceğini görmek, bu koşullar altında şaşırtıcı olmaz. Progonopleksi ya da 'atarit'* ülkedeki kültürel yaşamın belli başlı özelliği­ dir ve bitmek bilmeyen, kimi zamanlar epey sertleşen 'dil tartışmasını' doğurmuştur; öyle ki, halkın konuşma dilinin varsayılan doğru Eski Yunanca'ya uyacak biçimde arılaştı­ rılması gerektiğini savunacak kadar aşırıya gidenler bile ol­ muştur. Kuşaklar boyunca okul çocukları, katharevousa karmaşasıyla ya da dilin 'arılaştırılmış' biçimiyle boğuşmak zorunda bırakılmıştır. 1976 gibi yakın bir tarihte, halk dili­ nin, ya da konuşma dilinin devlet ve eğitim kurumlarında geçerli resmi dil olduğu açıklanmıştır. Bu değişimin sonuç­ larından biri, yeni kuşak Yunanlıların, bağımsız devlette ba-

(*) Geçmişi, ataları fazlaca yüceltme. ç.n. 12

sılan kurgu dışındaki edebiyatın belki de yüzde 90'ını oluş­ turan katharevousa dilinde yazılmış kitapları kolay okuya­ mamaları olmuştur. llk Yunan milliyetçileri büyük ölçüde klasik çağlardan esinlenmeye çalıştılar. 1830'larda, Avusturyalı tarihçi J . P Fallmerayer çağdaş Yunan milliyetçiliğinin temel yapıtaşla­ rından biri olan, bugünkü çağdaş Yunan insanının antik Yu­ nanlıların öz be öz torunları olduğu kuralına kuşku düşü­ ren tartışmaları ortaya attığında, daha yeni kurulmuş devle­ tin aydınlarının öfkesini kabartmıştı. Bağımsız devlete ata­ nan ilk Amerikan elçisi ve ondokuzuncu yüzyıl ortalarında­ ki Yunan toplumunun keskin bir gözlemcisi olan Charles Tuckerman, bir Atinalı profesöre inme inmesini sağlamanın en kısa yolunun, ona Fallmerayer'in adından söz etmek ol­ duğunu gözlemlemişti. Böylesi yaklaşımlara, Yunan ortaça­ ğına, Bizans tarihine yapılan benzeri aşağılamalar da eşlik etmekteydi. Örneğin, bağımsızlık öncesi gelişen aydınlar hareketinin en etkili kişisi olan Adamantios Korais, gözden çıkardığı papazlarca yönlendirilen Bizans gericiliğini lanet­ lemişti. O kadar ki, bir konuşmasında, herhangi bir Bizanslı yazardan tek bir sayfa bile okumanın gut hastalığına yaka­ lanmaya yeteceğini bile söylemişti. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarıydı; Atina Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Konstantinos Paparrigopoulos, antik çağ, ortaçağ ve çağdaş dönemleri kesintisiz olarak birbirine bağladığı bir Yunan tarihi yorumunu ortaya attı. Sonradan, Yunan tarih yazma sanatının temel görüşü kendini büyük ölçüde bu sürekliliğe dayandırdı. Y üzyılın sonunda aydın­ lar, yitirilen toprakları geri alma proj esi, 'Büyük Ülkü'yü haklı çıkarmada, klasik dönemden çok Bizans lmparatorlu­ ğu'nun utkularına yönelirken, Bizans tarihinin yeniden an­ laşılması ve iyileştirilmesi de tamamlanmıştı. Yakın Do­ ğu'daki bütün Yunan yerleşim yerlerinin Konstantinopo13

lis'in başkent olacağı tek bir devletin sınırlan altında birleş­ tirilmesi düşüncesine varan bu görüş, ortaya atıldığı ilk yüzyıl içerisinde bağımsız devlete egemen oldu. Bizans'h geçmişe takındığı aşağılayıcı tutumla aynı oran­ da klasik geçmişe saygı duyan bağımsızlık dönemi yeni yet­ me aydınları, haliyle 400 yıllık Osmanlı yönetimini kaale alacak zaman bulamayacaklardı. Korais özgeçmişinde, da­ ğarcığındaki 'Türk' ile 'vahşi canavar' sözcüklerinin eşan­ lamlı olduğunu dile getiriyordu. Yine de Türkokrasi ya da Türk yönetiminin, Yunan toplumunun evrimini biçimlen­ dirmede derin bir etkisi oldu. Osmanlı yönetimi Yunan dünyasını, batı Avrupa'nın tarihsel evrimini belirleyen Rö­ nesans ve Reformlardan; on yedinci yüzyıldaki bilim devri­ mi, Aydınlanma dönemi, Fransız ve Sanayi Devrimleri gibi büyük tarihsel kıpırdanmalardan uzak tuttu. Bu dönemin büyük bir bölümünde Osmanlı lmparatorluğu'nun Avru­ pa'daki sınırları Ortodoksluk ve Katoliklik arasındaki sınır­ larla çakışmaktaydı. Ortodoks Kill.sesi'ndeki hiyerarşinin tutuculuğu bu yalıtımı daha da güçlendirdi. 1 790'ların son­ larını ele alalım; Yunan din adamları Kopernik'in görüşleri­ ni reddetmeyi ve güneşin dünya çevresinde döndüğü fikrini desteklemeyi sürdürüyorlardı. Bu tutuculuk, Katolik Avru­ pa'nın Osmanlı tehdidi altındaki Bizans'a papalığın üstün­ lüğünü kabul ettirmeye çalıştığı günlere uzanan bir batı karşıtlığıyla pekişmişti. Osmanlı yönetiminin tutarsızlığı ve hukuk anlayışının güçsüzlüğü Yunan toplumunun temelini oluşturan değerle­ ri biçimlendirmeye ve günümüze kadar dayanan devlet ve otorite anlayışını belirlemeye yardımcı oldu. Böylesi başına buyrukluğa karşı kendini savunma yollarından biri, güçlü ve ayrıcalıklı konumdaki kişilere ulaşmada aracılık edebile­ cek durumda olan yüksek mevkilere gelmiş ağaların koru­ masını elde etmekti. Genişletilmiş bu aile çevresi dışındaki 14

kişilere karşı takınılan güvensizlik tutumuyla bu daha da pekiştirildi. Bu ağalara duyulan gereksinim anayasa hükü­ meti kurulduktan sonra yeni devlette de sürdü, meclis üye­ leri toplumun tümüne yayılan ağalık ilişkilerinin doğal odağı olup çıktılar. Seçim meydanlarında verecekleri destek karşılığında seçmenler, oy verdikleri kişilerin, kendilerine ve ailelerine, azgelişmiş ekonominin en güvenli iş bulma kaynağı olan bol kadrolu devlet sektöründe iş bulmalarına yardımcı olmalarını ve genellikle karşılaşılan bürokratik engellere takılmamaları için araya girmelerini bekliyorlardı. Toplum çarklarını eskiden beri döndüren ve çıkarların pay­ laşımı demek olan rüşvet (rouspheti) ve günlük yaşamın ol­ mazsa olmaz bir koşulu olan yarar sağlayacak ilişkiler, yani

mesai; her ikisi de Türk yönetimi döneminde palazlandı. Yunanlılar bir diaspora halkıdır. Osmanlı yönetimi sıra­ sında gelişen göç hareketleri günümüze de taşınmıştır. Da­ ha bir Yunan devleti ortaya çıkmadan önce, on sekizinci yüzyılın sonlarında, Yunan tüccarları doğu Akdeniz'de, Bal­ kanlar'da ve Hindistan gibi uzak topraklarda bir ticaret im­ paratorluğu kurmuşlardı. Ondokuzuncu yüzyılda göçler hızla Mısır'a, güney Rusya'ya, yüzyılın sonlarındaysa Ame­ rika Birleşik Devletleri istikametinde gelişti. Başlangıçta, Yeni Dünya'daki göçmenlerin neredeyse tümü erkeklerden oluşuyordu. Ülkelerindeki yoksulluk onları dışarı yönelt­ mişti ve çoğu önce yurtdışında birkaç yıl kadar kalmayı sonra anayurda kesin dönüş yapmayı düşünüyordu. Ne var , ki, pek çoğu göç ettikleri ülkelerde kaldılar. lç savaş döne­ minde ABD'nin yasaları göçmen akışını sınırlarken, Yuna­ nistan Küçük Asya'dan, Bulgaristan'dan ve Rusya' dan gelme bir milyonu aşkın sığınmacıya kucak açtı. lkinci Dünya Sa­ vaşı sonrasında Yunanlıların göçleri bir kez daha doruğuna çıktı. ABD yasalarındaki kısıtlamaların

l 960'larda

kaldırıl­

ması öncesinde, yeni göç dalgasının yönü Avustralya'ydı; 15

öyle ki l 980'lere gelindiğinde başkent Melbourne artık 200.000'i aşkın Yunanlı toplumuyla dünyadaki Yunan nüfu­ sunun başlıca merkezlerind . en biriydi. Savaş sonrası dönem de, Yunanlıların Batı Avrupa'ya, özellikle de 'konuk işçi' olarak Batı Almanya'ya göçlerine tanık oldu. Zaman içeri­ sinde göçmenlerin çoğu geri döndüler, zor kazandıkları pa­ raların çoğunu hizmet sektöründe küçük ölçekli girişimlere yatırdılar. Öte yandan, küçümsenmeyecek sayıdaki diğerle­ ri Gastarbeiter statüsünü benimseyerek orada kaldılar.

Kseniteia ya da diğer bir deyişle dış ülkelerde -kısa süreli de olsa- yerleşmek, ister kalıcı ister geçici olsun, bugünün Yunanlılarının tarihsel deneyiminin temel taşıdır. Bunun bir sonucu olarak anayurttakilerle deniz ötesi Yunan toplu­ lukları arasındaki ilişkiler, bağımsızlık dönemi boyunca ya­ şamsal önem taşımıştır. İkinci kuşak bir Yunan-Amerikalı olan Michael Dukakis'in 1 988'de Amerika Birleşik Devletle­ ri başkan adayı olarak seçimlere katılması Yunanistan'da büyük bir heyecan uyandırmış, belki de kaçınılmaz olarak gerçekçi olmayan beklentiler doğurmuştur. Dukakis'in De­ mokrat Parti'den başkan adayı olarak ortaya çıkması, Yunan topluluklarının evsahibi ülkenin kültüründen hızla etkilen­ diklerine dikkatleri çekmiş, ayrıca Yunanistan dışındaki Yu­ nanlıların etkinliğiyle, etkin ve sorunlara çözüm üretebilen çağdaş bir devletin alt yapısını oluşturmada Yunanistan'da yaşanan sorunlar arasındaki karşıtlığı vurgulamıştır. Devle­ tin sınırları dışında Yunan kökenli böylesi yoğun bir nüfu­ sun varlığı 'Yunanlı olmanın' ne olduğu sorusunu doğur­ maktadır: kuşkusuz bu Yunan dilini konuşmak değildir, çünkü ikinci ve üçüncü kuşaktakilerin çoğu çok az Yunan­ ca bilir, ya da hiç bilmezler. Din öğesinin payı açıktır, ne var ki göç eden Yunanlılar arasında Ortodoks olmayanlarla yapılan evlilikler çokça görülmektedir. 1 965 ile 1 977 yılları arasında Portland, Oregon'daki Yunan kilisesinde gerçek16

leştirilen 163 evlilikten 1 19'unda eşlerden biri Yunan uy­ ruklu değildi. Göründüğü kadarıyla 'Yunanlı olmak', kişi­ nin doğuştan edindiği bir özellikti ve Yunan soyundan gel­ meyenlerce kazanılması ne denli güçse, sonradan yitirilme­ si de kolay değildi. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde, 'Yunan lobi­ si'ne karşıtlarınca yüklenen politik etki kimi zamanlar abar­ tılsa bile, varlıklı, başarılı, düşüncelerini açıkça dile getire­ bilen, iyi eğitimli Yunan kökenli Amerikalıların varlığı, ana­ yurttaki politikacılar tarafından giderek önem kazanan bir kaynak olarak görülmektedir. Elde etlikleri bazı başarılara karşın kuzey Kıbrıs'tan çekilmesi için Türkiye üzerinde baskı kurmada ve süregelen Yunan-Türk anlaşmazlığı çer­ çevesinde ardı ardına ABD hükümetlerinin Türkiye'nin ya­ rarına tutum takınma eğilimlerini değiştirmeye çalışmakta Yunan kökenli Amerikalıların etkisi çok değildir. Yunanlılarca Türk yayılmacılığının abartıldığını düşünen yabancılar, onların bu korkularını yersiz bulmaktadırlar. Ancak l 970'li ve l 980'li yıllarda birden çok kez savaşın eşi­ ğine gelen bu iki ülkenin salt coğrafi yakınlık nedeniyle, dost olmaya mahkum olduklarını düşünenler, günümüzde­ ki çekişmelerin tarihsel köklerini ve başka devletlere oranla sınırları yeni çizilmiş ülkelerde ulusal egemenliğe yönelik tehditlere ne kadar duyarlılıkla yaklaşıldığını göz önünde bulundurmama yanlışına kapılmaktadırlar. 'Eski' Yunanis­ tan'ın coğrafi merkezi 1830'lardan bu yana, en azından düş­ sel bir bağımsızlık fikrine sahipken, günümüz Yunan devle­ tinin büyük bir bölümü bu fikre yeni alışmaktadır. Make­ donya, Epir ve Trakya'yla birlikte Ege'deki diğer pek çok ada Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde ele geçirilir­ ken, Oniki Ada'nın egemen Yunan topraklarına geçmesi an­ cak 194 7 yılında gerçekleşmiştir. l 990'da ikinci kez cum­ hurbaşkanı seçilen Konstantinos Karamanlis 1 907 yılında 17

bir Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gelmiştir. Coğrafi açıdan Yunanistan hem Balkan hem de Akdeniz ülkesidir. Denize kıyıları olması Batı'yla ilişkilerini karaya tıkılıp kalmış Balkan komşularından çok daha yoğun kıl­ mıştır. Gerçekten de, temelleri onsekizinci yüzyılda atılan ticaret filosunun önemli bir bölümü menfaatlerine uygun düştüğü için başka devletlerin bayraklarıyla yelken açsa da, yirminci yüzyılın ikinci yarısında bu filo dünyanın en büyüğü olup çıkmıştır. Öte yandan Yunanistan, Ortodoks ve Osmanlı kalıtları yüzünden yüzyıllar boyu Avrupa tari­ hinin dümen suyundan uzakta kalmıştır. Bir Avrupa ülkesi olarak ülkenin kimliği belirsizdi. Bağımsızlığının ilk gün­ lerinden başlayarak Yunanlılar, sanki kendi ülkeleri Avru­ pa'da değilmiş gibi, Avrupa'ya yolculuk yapmaktan söz ederlerdi. Bu belirsizlik nedeniyle, 1 98 1 yılında Yunanis­ tan'ın Avrupa Topluluğu'na girmeye hak kazanması, bu­ nunla birlikte gelen ekonomik ve politik edinimler bir ya­ na, ülkenin 'Avrupalı' olduğunun kesin bir kanıtı oldu. Hı­ ristiyan olmayan bir toplumda, Osmanlı topraklarında ilk yeşeren hareket olarak Yunan ulusal hareketinin bunda bü­ yük payı vardı. Y üz elli yıl sonra Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu'na tam üye olması önem taşıyordu, çünkü Orto­ doks Hıristiyan ve Osmanlı kalıtları olan ve tarihsel gelişi­ mi bakımından diğer üyelerden ayrılan ilk ülkeydi. Yuna­ nistan'ın 'Avrupa ortak evine' katılışı süreci bu kitabın ana temasını oluşturmaktadır.

18

2 OSMANLI YÖNETİMİ VE YUNAN DEVLETİ'NİN ORTAYA ÇIKIŞI 1770-1831

Yunan dünyasındaki adıyla Konstantinopolis yani 'Şehir' 29 Mayıs 1453 tarihinde uzun süren bir kuşatmadan sonra Osmanlı Türklerine yenik düştü. O gün, Yunanlılarca la­ netli olduğuna bugün bile inanılan Salıydı. Hıristiyan uy­ garlığının yüce kalesinin lslam dünyasının eline geçmesi Hıristiyan dünyasına şok dalgalarıyla yayıldı, öte yandan bir zamanlar çok güçlü olan imparatorluktan geriye kalan içler acısı döküntüde yaşayanların tepkileri belirsizdi. Do­ ğu Akdeniz'in kalabalık Ortodoks Hıristiyan nüfusları çok­ tan Osmanlı boyunduruğu altına girmişlerdi. Dahası Bi­ zans lmparatorluğu'nun son günlerinde Grandük Loukas Notaras, 'Şehir'de Katolik külahı yerine Türk sarığını gör­ meyi yeğlerim,' demişti. Bu sözlerle, Türk saldırısına karşı durmada yardım görmenin bedelinin papalığın üstünlüğü­ nün tanınması olacağını söyleyerek, Ortodoksları tehdit eden Katolik Hıristiyanlığının tutumuna içerlemiş Orto­ doks dindaşlarının duygularını dile getirmişti. Ayrıca, 1 204 yılında Dördüncü Haçlı Seferi'nin asıl hedefini değiş19

, Mnskhopolis

.

Ma�astır

'

·\'Iannits:



Köske



Veroia

Tır°ııala

Harita

I

Edess:

1 Ortodoks Rum Dünyası.

loga



Eı�ıırmıı

Gümii�harıe

'' uııknralıbar

"' Krn•y �""'� •

a

� "\: .•

.



\,.vşeh

Urgiip

••

,_,,.---

Kayseri

mu ü· lu

,r�cıe

·ıılıır

. �=!=:J!iOO km = d � r= � ı;---== 100

200

100

:ıoo

:.rno

400

1 300 ııııl

tirerek Konstantinopolis'i yağmaladığı henüz belleklerden silinmemişti. Artık en azından, 'Kutsal Kitabın İnsanları' olarak Ortodoks Hristiyan pliroması, yani cemaati, Osman­ lı Türklerinin yönetimi altında, nefret duyulan Latin halkı­ nın önünde boyun eğme baskısı olmaksızın, kendi inanç­ larının gereklerini yerine getireceğini düşünebilirdi. Bizans İmparatorluğu'nun çöküşü, büyük ölçüde, Ortodoksların günahlarına bir ceza olarak Tanrı'nın isteği diye görüldü. Y ine de Osmanlı boyunduruğunun uzun süreli olacağı beklenmiyordu. Yaratılış'tan sonraki yedinci binyılın so­ nunda dünyanın sonunun geleceğine inanılıyordu, bu da 1492 yılına denk düşüyordu. 1453'ten sonra Osmanlılar henüz ellerine geçirmedikleri Yunan dünyasının kalan kısımlarını da giderek denetimleri altına aldılar. Karadeniz'in güneydoğu kıyılarında, Dördün­ cü Haçlı Seferi sonrasında kurulmuş olan küçük Trabzon İmparatorluğu 1461 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Rodos 1522'de, Sakız ve Naksos 1566'da, Kıbrıs 157l'de ve 'Büyük Ada' olarak bilinen Girit yirmi yıl süren uzun bir kuşatmadan sonra 1669 yılında ele geçirildi. Levkas dışın­ daki İyonya adaları Osmanlı boyunduruğundan büyük öl­ çüde kurtuldular. En büyükleri olan Korfu adası hiçbir za­ man T ürklere yenik düşmedi. Adalar I 797 yılında Fransız, Rus ve İngiliz yönetimine geçene dek Venedik sömürgesi olarak kaldı, 1815-1864 yılları arasında İngiliz yönetimi al­ tına girdi. Ataları göçebe savaşçılar olan Osmanlı T ürkleri Balkan yarımadasının büyük kısmını, Kuzey Afrika'yı ve Orta Do­ ğu'yu kaplayan bir araya toplanmış değişik inançlara sahip geniş halk yığınlarını yönetme zorluğuyla karşı karşıya kal­ mışlardı. Bunun üstesinden gelmek için kitleleri etnik kö­ kenlerinden çok dinsel inançları temelinde millet diye sınıf­ landırdılar. Egemen Müslüman milletinin yanısıra, Yahudi 22

milleti, Gregoryen Ermeni milleti, Katolik milleti (hatta on

dokuzuncu yüzyılda Protestan milleti) ve son olarak da Müslümanlardan sonra gelen en büyük topluluk olan Or­ todoks milleti vardı. Milletler; geniş kapsamlı yönetsel özerkliğe sahiptiler ve kendi din adamları tarafından yöne-: tiliyorlardı. Osmanlı Türkleri Ortodokslara millet-i Rum, yani "Yunan" milleti adını vermişti. Bu yanlış bir adlandır­ maydı, çünkü yalnızca Yunanlıları değil, Bulgar, Romanya­ lı, Sırp, Ulah (Balkanların dört bir yanına yayılmış, bir tür Romence konuşan göçebe bir halk) olsun ya da Arnavut ve Arap, lmparatorluk'ta yaşayan bütün Ortodoks Hıristiyan­ ları içine alıyordu. Öte yandan Ortodoks Kilisesinin en yaşlı patriği ve millet başı olan, yönettiği Kilise hiyerarşi­ sinde geniş etki alanı bulunan Konstantinopolis'in evrensel patriği her zaman Yunan'dı. Ondokuzuncu yüzyılda milli­ yetçiliğin büyümesiyle birlikte, Ortodoks milletinin Yunan egemenliğinde olmasına Yunanlı olmayanların tepkileri gi­ derek artmaya başladı ve bunun sonucunda ulusal kilisele­ rin kurulması Ortodoksluğun tek bir yüce merkezden yö­ netilmesi ilkesini yıktı. Asıl itibarıyle millet sistemi epey geç gelişmiş, ayrıca fetih sonrasında Fatih Sultan Mehmet'in Ortodoks Kilisesi'ne ta­ nıdığı ayrıcalıkların kesin niteliği hemen kendini belli et­ memişti. Tüm bunların kendilerine bağışlandığı belge, yani ferman kaybolmuş ve Sultan Mehmet'in Kiliseye tanımış ol­

duğu yetkiler, yetmiş yıl önce Yunanlılara kiliselerini koru­ ma izni verildiğinde orada bulunan, artık yaşlanmış üç ye­ niçeri askerinin tanıklığına dayanılarak 15 20 yılında yeni­ den hazırlanmak zorunda kalmıştı. ll Mehmet'in Osmanlı yönetimi altında seçtiği ilk patrik Georgios Gennadios Scholarios'tu. Gennadios, Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin birleşmesine kesinlikle karşı olduğundan, bu seçim pek çoklarınca iyi karşılanmıştı, ayrıca iki din arasındaki gele23

1 [Konsta ntinopolis'in 1 453'teki düşüşünün 1 830'1arda Panayiotis Zographos tarafından çizimi ( Ulusal Tarih M üzesi, Ati n a )]. Panayiotis Zographos' u n, 1 830 orta l arında, savaşa katılmış askerlerden G e n eral M a kriyannis tarafında n g örevl endirilmesi üzerin e yaptıgı b a g ı msızlık savaşını g ös­ teren bir dizi yaOlı boya resmin arası ndan Konsta ntinopolis'in düşüşü. Bir ba şka ta­ rihte muzaffer sulta n bir yandan arkada g örünen Konsta ntinopolis şehri ne karşı narg ilesini tüttürürken bir yandan da kentin din ada mları ve ileri g elen yurtt a şların­ c a kendisine sunulan arm a g a nları g eri ç evirirke n ve bu kişilerin de boyunduruk al­ tına a lınmasını b uyururken gösterilm ektedir. Uzakta, boyun egmeyi ka b u l etmeyen­ ler, Osmanlı birlikleri n c e kovalanara k tepelere sı g ı n m a ktadır. Sol alt köşede tutsak alınmış Yunanistan, zinc irler i çinde, sitem ede n parmagıyla zorba h ü k ü mdarı g ö s­ terme ktedir. Hemen üstü nde, Türklerin 1 798 yılında ipe g ö nderdigi, b a g ı msrzlık ha­ re ketinin ilk şehiti Rigas Velestinlis Yuna nista n'ın erg e ç kavu ş a c a g ı özgürlü gün to­ hu mlarını sa ç m a ktadır. O n u n ya n ı b a ş ı nda, Türk y ö n eti m i n i n e g e m enlik sürdü g ü Türkokratia adı veri l e n dönemde halkın gözü nde, ilkel d e olsa, u l usal direnişin sim­ g esi olmuş kleftlerden biri yer alma ktadır. M a kriya n nis, yalana ve ç arpıtm alara da­ ya ndırdı klarını düşündügü bazı tarihç ilerin a nlattı klarını düzeltm e k a m a c ıyla, ke ndi yazmış oldugu düzyazıya denk düşen kon uları vurg ulayan yirmi beş adetlik bir re­ simler dizisi yapılması nı istemiştir. Bu resimlere, savaş döneminin belli başlı ç arpış­ mal arı nda geçen olayları ke ndi a gzından anlatan ayrı ntılı başlıklar eşlik etme ktedir. Ke ndisi de savaşa katılmış ol a n sanatçı Panayiotis Zographos' u n iki ogıu resimlerin çogaltılmasında ona yardım etmişlerdir. Bu diziden dört takım yapılmış, M a kriya ıı­ nis b u n l arı Ati na'da, b üyü k bir yemek topla ntısında Kral Otto'ya ve bag ımsız yeni Yu nan devleti nin 'Koruyucu G ü ç l eri' olan l n g iltere, Fra nsa ve R usya'nın e l ç ileri ne sunmuştur. l n g ilizlere verilen takım bugün Windsor Kalesinde sakla nmaktadır.

neksel sürtüşmenin devamının 11. Mehmet'in işine geldiği apaçıktı. Ortodoks Kilisesi'nin Osmanlı sultanlarının yöne­ timi altındaki gücü ve ayrıcalıkları Bizans imparatorlarının yönetiminde olduğundan daha kapsamlıydı. Üstelik patri­ ğin Ortodoks inananların üstündeki otoritesi katı dinsel ilişkilerin ötesine geçmiş, günlük yaşamın pek çok yönleri­ nin düzenlenmesine dek varmıştı. Öyle ki, Ortodoks Hıris­ tiyanları işlerini Osmanlı memurlarından çok kendi dinsel yetkilileriyle görüyorlardı. Böylesi geniş ölçüde toplumsal özerklik tanımanın bedeli olarak patrik ve kilise hiyerarşisinden beklenen, Ortodoks­ ların Osmanlı Devleti'ne olan bağlılığını sağlamayı garanti etmeleriydi. Sultanın otoritesine karşı gelinirse, Kilisenin 24

başpapazları, hem dinsel hem de siyasi önderler olarak baş­ lıca hedef kabul ediliyorlardı. Buna göre , 1 8 2 1 yılında ba­ ğımsızlı k savaşı patlak verdiğinde, ekümenik patrik V G ri­ gorios, diğer dinsel ve sivil önde rlerle birlikte insanlık dışı koşu llar altında ipe yollandı. Patriğin asılması Hıristiyan Avrupa'nın düşüncesini değiştirdi ve başkaldıran Yunanlıla­ ra sempati duymalarına sebep o ldu . Oysa Osmanlılara göre , Grigorios, inananların sultana bağlılıklarını güvence altına almak olan temel görevini istismar etmişti . Rus büyükelçisi asılma olayını protesto edince , reis efendi, yani Osmanlı dı­ şişleri bakanı büyükelçiye sert bir biçimde Rusya çarı Bü­ yük Petro'nun kendi topraklarındaki patrikliği lağv etmiş olduğunu söyledi 25

Dinsel olduğu kadar hukuki gücün de Kilise'nin elinde toplanması, yüksek düzeyde memurluk uğruna sert çekiş­ melere yol açıyordu. Bunları kışkırtanlar da Osmanlı yetki­ lileriydi, çünkü patrikhanenin her el değiştirişinde sultanın başbakanına, yani başvezire peşkeş çekilirdi, diğer bir deyiş­ le rüşvet verilirdi. Bu ödemeyi karşılamak için patriğin ken­ disi de rüşvet almak zorundaydı ve böylelikle Kilise , Os­ manlı hükümet düzeninin her yerini sarmış olan kurumlaş­ mış bir açgözlülük ve kokuşmuşluk ağına düştü. Kuramsal olarak bir patrik, makamında ömür boyu kalabilirdi, fakat aynı kişinin biröen çok kez aynı göreve geldiği de olmuyor değildi. Onyedinci yüzyılın sonlarında Dionysios iV. Mo­ uselimis en az beş kez patrik seçilmişken, 'ulusal şehit' V. Grigorios üçüncü patrikliği sırasında ipe gönderilmişti. Onsekizinci yüzyılda Ermeni bir bankerin, 'siz Yunanlılar gömlek değiştirir gibi patrik değiştiriyorsunuz' diyen alaylı sözleri, rahatsız da etse meselenin özüne işaret ediyordu. Ayrıca yüzyıllar içerisinde Kilise'nin baskısı ve pek çok din adamının açgözlülüğü yüzünden halk arasında papazlara karşı güçlü bir akımın çıkması da şaşırtıcı değildi. 1 8 2 1 ön­ cesi yıllarda, Kilise hiyerarşisinin yüksek kademelerinin kendi çıkarlarını Osmanlı devletininkilerle bir tutmasına tepki olarak ortaya çıkan milliyetçi aydınlar hareketinin kızgınlığı da buna eklendi. Kudüs Patriği Anthimos'un, 1 798'de sürdürdüğü tartışmada, Hıristiyanların kurulu dü­ zene karşı gelmemeleri gerektiği, çünkü Tanrı'nın Osmanlı lmparatorluğu'nu, Ortodoks dinini yoldan çıkmış Katolik Batı'nın gazabından korusun diye yücelttiği yolundaki söz­ leri, Kilise hiyerarşisinin genel görüşünü yansıtmaktaydı. E fendimiz . . . bu güçlü Osmanlı lmparatorluğu 'nu , Orto­ doks inancından sapmaya başlamış bulunan bizim Roma (Bizans) lmparatorluğu'nun yerine geçsin diye hiç yoktan var etmiş ve llahi Takdirle geldiği kuşkuya yer bırakmasın 26

diye Osmanlıların lmparatorluğu'nu diğer b ü tü n krallık­ lardan daha yüce tutmuştur. . . Ant himo s, Kudüs Patriği , Didaskalia Patriki [ Pederin Va ­ azları ] (1798)

İslam geleneğiyle işbirliği ederek Yunan reayanın Osman­ lı yönetimi altında küçı'.imsenmeyecek ölçüde dinsel özgür­ lük elde ettiği gerçeği, onların Osmanlı düzeni içerisinde alt tabakalarda yer aldıklarını gösteren bir dizi sorunla karşı karşıya kalmalarına engel değildi. Yargı önünde bir Müslü­ manın sözüne karşı bir Hıristiyanınki geçerli olmadığı gibi bir Hıristiyanın bir Müslümanla evlenmesi de mümkün de­ ğildi. Hıristiyan bir kimse silah taşıyamazdı ve askerlik gö­ revi yerine haraç adı verilen özel bir vergi ödemesi gerekir­ di (öyle amaçlanmasa da, uygulamada bu bir ayrıcalık olup çıkmıştı). En çok· korku uyandıran şey, onyedinci yüzyılın sonlarına doğru bu kurum ortadan kaldırılana dek sürdü­ rülen paidomazoma (sözlük anlamıyla çocuk toplama) yani Yc..niçeri Ocağına asker toplamaydi. Düzensiz aralıklarla yü­ rütülen bu uygulama; seçkin askerler ya da bürokratlar ola­ rak yetiştirilmek üzere Balkanlar'daki Hıristiyan ailelerin en sağlıklı ve en zeki oğullarım Osmanlı Devleti'nin hizmetine vermeleri bir zorunluluktu. Askere alınan bu çocukların İs­ lam dinine devşirilmeleri zorunluluğu, bundan dönmenin cezasının kesinkes ölüm olması özellikle korku uyandırır­ dı. Diğer yandan, yeniçeri ocağı yoksul ailelerin çocukları­ na Osmanlı devlet yapısının en yüksek kademelerine yük­ selme fırsatı verdiğinden, seçilmeye hak kazansınlar diye Müslüman ailelerin oğullarını Hıristiyan olarak yazdırmaya çalıştıkları da görülürdü. Üstelik, iyi yerlere gelmiş yeniçe­ riler bazen akrabalarına ya da doğdukları köylere yardım etme olanağını da yakalayabilirlerdi. Hıristiyanlara yapılan ayrımcılık yerel Osmanlı yetkilile­ rinin sert tutumlarıyla birleşince tek tek ya da gruplar ha27

linde İslam di nine geçmeleriyle sonuçlanabil iyordu . Özel­ likle onyedinci yüzyılda İmparatorluğun uzak bölgelerinde yaygın olarak görülen bu gibi durumlarda , Hıristiyanların kendilerini İslam dinine mensup gösterip gizliden gizliye Ortodoks Hıristiyanhğın gereklerini yerine getirdikleri de bilinmiyo r değildi. Ondokuzuncu yüzyılın ortasında, Hıris­ tiyan devletlerin baskısı altında kalan Osmanlı merkez hü­ küme ti, yani Bab-ı Ali , Müslümanlarla Hıristiyanların eşitli­ ği anlayışını yasalara geçirince bu 'gizli Hıristiyanların' pek çoğu, eski Müslüman dindaşlarının şaşkın bakışları önün­ de, bağlı oldukları gerçek dinlerini açığa çıkardılar. 28

2 [Venedik'te ki Yu nan kilisesi Aziz G eorge ile onye d i n c i yüzyı l d a ki Phlan­ ginion Phrontistirion. Kayna k: lstoria tou Ellinikou ethnous, X (Atina: Ek­ dotiki Athi non. 1 974)].

Venedik'te b u l u n a n Yu n a n kilisesi Aya G eorg ios ile Phlanginion Phrontistirion, yani Ü niversitenin onye d i n c i yüzyılda yapılmış b i r kabartması. Tü rkokrasi sırası n d a kala­ balık Yu n a n toplumuyla Ve nedik, ti c a ret. din ve kültür etki n l i klerinin önemli bir m e r­ keziyd i. 1 51 4 yıl ı n d a Yu n a n l ı l a ra kendi kiliselerini yapma izni ta n ı n d ı ve ke ntin Yu n a n piskoposuna K ü ç ü k Asya'daki Phil a d e l p h i a M etropolit'i unvanını k u l l a n m a h a kkı verildi. 1 665'te c e maatin eski başka n ı Thomas Ph lan ginis'in b üyük c ö m e rtl i k sergi­ leye rek yaptığı b a ğ ışla kurul a n Phlanginion Phrontistirion, P a d u a Ü nive rsitesinde okum aya hazı rl a n m a l a rı için Yu n a n g e n ç l erine kap ılarını açtı. Katolik Ve nedik'in O r­ todoks 'hizi p ç i l e rine' gösterdiği g ö reli hoşgörü, bu kentin uzun bir d ö n e m O rtodoks d ü nyası n ı n basın me rkezi ol arak kalmasını s a ğ l a d ı . Ve n e d i k'te d i n d ı ş ı e d e b iyatta c a n l ı bir alışveriş ortamı gelişirken. Osmanlı lmpa ratorl u ğ u' n d a ki kiliselerde kulla­ nılan hemen hemen bütün ayin kita p l a rı d a bu kentte basılıyord u. Yu n a n d ü nyası n ı n Osm a n l ı egemenliğine g i rmemiş t e k bölg esi olan lyonya a d a l a rı Ve ned ik'in Sere­ nissima Repubblicası yani c um h u riyeti nin yön etimi altı n d ayd ı . Bu a d a l a r Kortu, Ke­ falonya, Zakintos. Kith e ra. Lefke, ilhaka ve Pa ksos'tu. Kortu h i ç b i r z a m a n Osmanlı­ ların eline g eçmedi. Diğer adalar Osma nlı boyu nduruğunu çok kısa b i r süre d e olsa yaş a d ı l a r. a n c a k 200 yıl ka d a r sulta n ı n egemenliğinde olan Lefke b u n l a r ı n dışınd ay­ dı. 1 797'de Ve nedik c umhu riyeti nin ç ö k ü ş ü n d e n sonra a d a l a r. 1 864 y ı l ı n d a Yu n a n kra l l ı ğ ı n a b a ğ l a n a n a dek çe şitli biçimlerd e Fra nsız. Rus v e l n g i/iz yönetimlerine g i r­ diler. 1 204 ile 1 669 a rası dönemde Girit de Ve n e d i k impa ratorl u ğ u nun b i r parç asıydı ve ita/ya n ö rneklerinin etkisi a ltına giren Yu n a n ede biyatı n ı n büyük ürü nlerine tanık oldu. B u rası. aynı zamanda daha çok El Greco diye ü n sa l a n ressam Domenikos Theotokopulos' u n da doğ um ye riyd i. 1 669'da G i rit B üyük Adası nın yirmi yıl süren bir kuşatma nın ardından Türklerin eline g e ç mesi n d e n son ra, lyonya a d a ları Yu n a n l ı l a ­ rın B atı'ya a ç ı l a n p e n c e resi o l a r a k kaldı.

Osmanlı merkez hükümetince, özellikle uzak dağlık böl­ gelerde yürütülen denetimin yarım yamalak olması nede­ niyle ayrımcılık daha az hissediliyordu . Ö rneğin, Pinclus dağlarındaki Agrafi köyleri ; onlara bu adın verilmesinin ne­ deni imparatorluğun vergi kayıtlarında 'yazılmamış' olmala­ rıydı. İmparatorluk topraklarında Yu nanlıla rın yerleşik o l ­ duğu diğer bölgelerde, örneğin sakız ağacı yetişti rilen var­ lıklı Sakız adasında halk belli ayrıcal ıklara ve dokunulmaz­ lıklara sahipti. Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllar Yunan insanlarının tari­ hinde bir tür 'karanlık dönemdi' . Türklerce -'sadık' millet 29

diye görülen- Ermeniler ve Yahudiler Osmanlı fethine karşı direnişe destek vermemiş olduklarından, bu yıllarda Yunan­ lılardan daha çok kayırılıyorlardı. Yine de, arasıra da olsa, Yunanlıların öne çıktıkları da olmuyor değildi. Bunlardan biri de büyük bir Bizans ailesi olan Kantakouzenlerden gel­ me Şeyt:;ınoğlu'ydu. Kürk ticaretinin ve devletin tuz tekeli­ nin denetimini elinde tutması ona, sultanın donanmasın­ dan altı gemiyi donatmaya yetecek kadar büyük bir mal varlığı sağlamıştı. Öte yandan, devletin bu yüce kulu 1 578 yılında ipe yollanacaktı. Yunanlıların yazgısına damgasını vuran bu karanlık dö­ nem sırasında bile, Osmanlı boyunduruğuna karşı bazı baş­ kaldırılar olmuştu. İmparatorluk topraklarında ve Ege ada­ larında başgösteren ayaklanmaları daha da kışkırtan· olay, Osmanlı donanmasının 157l'de lnebahtı Deniz Savaşı'nda Avusturyalı Don John komutasındaki filo tarafından ezici bir yenilgiye uğratılmasıydı. 1 6 1 1 yılında Epir'de Dionysios Skylosophos kısa süren bir ayaklanma başlattı. Venedik ile Osmanlı lmparatorluğu'nun 1 645-69 yılları arasındaki uzun süreli savaşı Girit'in düşmesiyle sonuçlanmış olsa da, Vene­ diklilerin 1 684 ve 1715 yılları arasında Mora Yarımadası'na yayılmaları Osmanlı'nın yenilmez olmadığını gösterdi. Türkokrasi dönemi boyunca kleftler Türklere karşı milli­

yetçilik öncesi silahlı direnişin gözle görünen ve önemli ör­ neğini oluşturmuşlardı. Kleftler gerçekte, yağmalarını birbi­ rine benzeyen Yunanlılarla Türklere yöneltmiş haydutlardı. Ne var ki vergi memuru olarak Osmanlı yönetimini temsil eden kimselere saldırmaları, Yunan halkının gözünde, Müs­ lüman derebeylerine karşı baskı gören Yunan reayanın sa­ vunucuları diye görülmelerine ve cesaretle dayanıklılıkta insanüstü güçlere sahip olduklarına inanılmasına neden ol­ du. Eşkıyalığın önlenmesi ve ticaretle haberleşmenin yürü­ tülmesi açısından önem taşıyan dağ yolları güvenliğinin 30

sağlanması çabasında olan Osmanlılar, armatoloi adıyla bili­ nen Hıristiyan milis güçlerini kurmuşlardı. Biri yasadışı, di­ ğeri yasal olan (her ne kadar ikisinin arasındaki sınır kesin olarak çizilmemişse de) bu gibi oluşumlarda Yunanlıların yer alması, 1 820'lere, bağımsızlık savaşımının patlak verdi­ ği yıllara gelindiğinde, artık onları uzun, belki kararsız, dü­ zensiz bir savaş geleneğinin bir parçası yapmıştı. Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda Osmanlı egemenliğin­ den kurtulma tasarısı hala uzak bir düş gibi görünmektey­ di. Yunanlılar arasında yaşatıldığı biçimiyle, ergeç 'taht vari­ si soylarının eski gücünü bulacağı ve Konstantinopolis'i ge­ ri alacakları' doğrultusundaki dilekler, kurtuluşun eninde sonunda insan eliyle değil, ilahi müdahaleyle olacağı umu­ dunu taşıyan vahiy ve kehanetle gelen inançlara bel bağla­ maya varıyordu. Bunlar, insan emeğini ilahi takdirin bir parçası olarak gören Bizans düşünce biçiminin hala sürdü­ ğünü gösteriyordu. Kuzeyden gelen sarı saçlı özgür ırkı an­ latan ksanthon genos destanı inanırlılığını sürdürmekteydi, ve bu destansı insanlar, Osmanlıların tutsaklığı altında ol­ mayan tek Ortodoks halk olan Ruslarla özdeşleştirilmek­ teydi. Fakat yine de Yunan halkının kendi çabalarının so­ nucu özgürlüğünü elde edebileceği umudu, az da olsa, ya­ şatılıyordu. San

saçlı ırkın gelip bizi özgürlüğümüze kavuşturmasını

Moskova'dan gelip bizi kurtarmasını umut ediyoruz. Kah inlere , sahte kehanetlere inanıyoruz Ve zamanımızı boş şeylerle harcıyoruz . Türk'ün ağını kaldırsın diye üzerimizden Umudumuzu kuzey rüzgarına bağlıyoruz. Matthaios, Myra Metropoliti (Onyedinci yüzyıl )

Öte yandan onsekizinci yüz�lla beraber Yunan toplumu­ nun yapısında bir dizi önemli değişiklikler olmaya başladı. Bu değişim, Yunanlıları yüreklendirerek Türklere karşı ba31

3 [ Konstantin XI Pal aiologos'u n 'Mermere d önen i m p a rator' olarak c a n l a n d ı rı lması ( Kung l i g a Biblioteket, Stokhol m)].

Bizans'ın son impa ratoru Konsta ntin XI P a l a iologos, onaltı n c ı yüzyı l d a kahinlerin i m p a rator Bilge Leo'ya g ö n derme y a p a n keh a netlerin yer a l d ı ğ ı b i r elyazm a s ı n d a ' Mermere d ö n ü şen _i m p a rator' ol a ra k t a s v i r edil mekte d i r. Konsta ntin 29 M ayıs 1 453'te Konsta ntinopol is'in savu n m a s ı s ı r a s ı n d a ordul a rı n ı n b a ş ı n d a ç a rpışı rken ö l m ü ştü. G ü nlerden Salıydı, b u n d a n sonra S a l ı g ü n ü Y u n a n d ü nyasında l a netli b i r g ü n ol arak a n ı l d ı . Türkokratia' n ı n s ü r d ü ğ ü uzun yüzyı l l a r boyu n c a Yu n a n l ı l a rı n n � H ı ristiyan g ü ç lerin desteğ iyle ne de b a ş a rılı b i r ayakl a n mayla özg ü r l ü kleri ni g ü ­ vence altı n a a l m a l a rı çok uzak b i r olasılıktı, y i n e de Ortodoks d ü nyası n d a fazl a c a k a b u l g ö ren keh a net k ü l l iyatı n a d a y a l ı u m utl a r s ü rüyord u . O s m a n l ı boyu n d u r u ­ ğ u n d a n ergeç kurtuluşun i n s a n eliyle olm a ktan çok yüce Ta n rı ta rafı n d a n gerçek­ leştirileceği ö n g ö rü l üyord u. B u n l a rd a n biri olan Marmaromenos Vasilias (' Mer­ mere d ö n ü şen i m p a rator') desta n ı n d a , bir Tü rk' ün indirdiği d a rbeden ewel Kons­ ta ntin P a l a iolog os'un bir melek ta rafı n d a n Konsta nti nopolis'in k a p ı l a rı n d a n biri­ n i n, Khrysoporta'nın [Altın K a p ı ] y a kı n l a rı n d a ki b i r m a ğ a raya g ötü r ü l ü p ora d a mermere d ö n ü ştü r ü l d ü ğ ü a n l atılıyord u. O r a d a meleğin ken disini uya n d ı rm a k i ç i n g e r i geleceği v e bun u n üzerine kalkıp Tü rkleri a n ayurtlarına, O rta Asya ' d a ki Kok­ kini M i l ia'ya, ('Kızıl Elma'] geri g ö ndereceği g ü n ü beklemekteydi. B i l ge Leo'ya at­ fedilen keha netlerde Konstanti nopol is'in kurtu l u ş u n u n Türklerin eline geçmesin­ den 320 yıl sonra, ya ni 1 773'te ol a c a ğ ı n ı h a ber verd i ğ i n den, 1 768-74 R u s-Türk sa­ vaşı sırası n d a bu tür i n a n ç l a ra d uy u l a n g üven daha d a a rttı. Her ne ka d a r savaş beklenen özg ü rl ü ğ ü getirmed iyse de, keha netlere olan inanç yirm i n c i yüzyı la dek yayg ı n l ı ğ ı n ı korud u .

ğımsızlık savaşını tasarlamada gözüpek davranmaya yönelt­ ti. Ancak , kendilerini kaderlerine bırakmış ya da içinde bu­ lundukları durumu, direnmeyi düşünmeyecek kadar kanık­ samış olan kendi insanlarını buna inandırmada öyle büyük güçl üklerle karşılaştılar ki, tasarıları düşten ö teye gidemedi . Ulusal hareketin ilk kıpırtı ları ortaya çıkmaya başladığında onsekizinci y üzyılın sonuna yaklaşılıyord u . Bu sonun da, 1 830'larda, güdük de olsa bağımsız bir devletin ortaya çıkı­ şıyla sonuçlandı. Bu hareketin gelişiminin özel bir anlamı vardı, çünkü her ne kadar doğu Avrupa'da gelişen ilk ulusal hareket değilse de, Hıristiyan olmayan bir ortamda, Osman­ lı lmparatorluğu'nda, ilk kez yaşanıyordu. Bu göreli erken gelişim birkaç nedene dayanmaktaydı. Eğer Osmanlı İmparatorluğu onsekizinci yüzyılla beraber 32

asker, toprak bütünlüğü ve iktisat bakımından zayıllamı;:, olmasaydı, bu ayaklanmanın başarılı biçimde yürütüleceği­ ni bile düşünmek olanaksız o lurdu. İmparatorluğun askeri etkisinin azalması, yeniçeri ordularının , seçkin savaşçı güç­ ler olmaktan çıkıp yalnızca yetkilerini ve ayrıcalıklarını gö­ zeten, bunların babadan oğula geçtiği toplumsal bir sınıf ol­ maya başlamasıyla ortaya çıktı; merkezi hükümetin başına sürekli dert açan bu asker sınıfının varlığı 1 826 yılında Sul­ tan il. Mahmut'un onları oldukça sert metodlara başvurup bastırmasına dek sürdü. Askeri açıdan gerilemesi ve savaş teknoloj isindeki değişimlere uyum sağlamaktan uzak kal­ ması Osmanlı Devleti'nin Avusturya , Pers İmparatorluğu , Rusya gibi dış tehditlere giderek daha da açık olmasına yol açtı. Onyedinci yüzyılın sonlarından itibaren İmparatorlu33

ğun coğrafi , do layısıyla iktisadi b ü tünlüğünün temelleri sarsılmaya başladı. Ortodoks gücünün dünyadaki tek simgesi olan Ruslar­ dan gelen baskılar ve " Sarı saçlı ırk" efsanesi Yunan toprak­ larında büyük yankı uyandırdı. 1 768-74 yıllarında Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki büyük savaş bambaş­ ka bir heyecan yarattı; Bizans imparatoru Bilge Leo'ya atfe­ dilen bir kehanete göre 'Konstantinopolis'in fethinden 3 20 yıl sonra, yani 1 773 yılında Türklerin elinden kurtarılacağı bildirilmişti. Bundan sonra Ruslar, İmparatorluk toprakla­ rındaki bütün Ortodoks Hıristiyanları iddiasında bulu ndu­ larsa da savaşın reayanın durumunu iyileştirmede çok az bir e tkisi görüldü. Yine de, pek çokları er ya da geç Türkle­ rin boyunduruğundan kurtulacakları kehanetlerine inan­ mayı sürdürdüler. Sınırların geriye çekilmesiyle birlikte İmparatorluğun bö­ lünmez bir devlet olarak bütünlüğü de tehlikeye düştü . Ye­ niçeri disiplinsizliğinin sebep o lduğu anarşi, bazı eyaletler­ de bağımsız birer yönetici gibi davranmaya başlayan sultan kullarının yani imparatorluğun geniş toprakları üzerinde denetim kurmuş olan savaş zenginlerinin türemesiyle aynı zamanda gerçekleşti. İçlerinden özellikle biri , Müslüman Arnavut Ali Paşa pek çok Yunanlıyı Epir'in başkenti Yan­ ya'dan yönettiği geniş topraklara toplamıştı. Bu satrapların fiili bağımsızlığı, onsekizinci yüzyılda, Yunanlılara Osman­ lı'nın merkezi gücünün zayıOamış olduğunu gösteren , on­ lara cesaret veren bir gelişmeydi. Bu gelişmelerin aksine; Osmanlının gerileme süreci , kü­ çük fakat etkili bir Yu nan to pluluğunun Osmanlı Devle­ ti'nin yüksek kademelerinde öneml i mevkilere gelmesini hızlandırdı. Bu kişiler bir avuç Yunan ya da Helenl eşmiş Romen aileden, Arnavut kökenden gelme , adlarını İstan­ bul'da Ekümenik Patriğin ikamet ettiği Fener bölgesinden 34

alan Fenerlilerdi. İmparatorluğun karşı karşıya kaldığı dış baskıların artması, artık Osmanlıların güçlerinin doruğun­ da oldukları zamanlardaki gib i , yenilgiye uğrayan düşman­ larına barış koşullarını yazdıramayacakları anlamına geli­ yordu. Artık Osmanlı'nın kendisini yenilgiden en az zararla kurtaracak usta diplomatlara ihtiyacı vardı. Osmanlı ege­ menliğinin Avrupa'

başlangıçtan itibaren, farklı tarihsel deneyimlerden geçmiş ne şimdi ne endüstrileşme aşamasında olan batı Avrupa meşrutiyetinin yüzyıllar boyu Osmanlı tahakkümü altında yaşamış geleneksel bir topluma enj ekte edilmesinden doğan sorunlar ile karşı karşıya kalındı. Bundan sonra demokratik yollarla geleneksel tutumlar ve uygulamalar arasında ortaya çıkan çelişki, tıpkı Balkanlar'ın diğer bölgelerindeki gib i , parlamenter kurumların gelişimini aksatmaktaydı . B u yet­ mezmiş gibi bir de Otta , hiç zaman yitirmeksizin anayasa oyununun kurallarına uymada isteksiz olduğunu belli edip U lahlı acar politikacı loannis Kolettis ile işbirliği yaparak bir tür parlamenter diktatörlük kurdu. Kolettis'in rouspheti72

göstere n sulu boya resim. B u rası uzun z a m a n d ı r Atina'nın siyasi dedikodu ve dala­ vere merkeziydi ve yalnızca e rkeklerin u ğ ra d ı ğ ı b i r yerdi, b u n a b e nzer kafeneia, ya­ ni kahveha n e l er yakın zamanlara kadar varl ı ğ ı n ı s ü rd ü rd ü . Sol yanda Avru palı tarz­ da, alafranga giyinmiş bir öbek Yu nanlı görülüyor ve belli ki ( Kral Otto ' n u n eşliğinde g e l e n Bavyera l ı l a rı n g etirdiği mod ayı izleyere k) b i ra i ç iyorl a r. S a ğ y a n d a eşkıya­ başlarının giydikl e ri çok süslü yelek, (yani c e p ke n ) ve çorap gibi sımsıkı saran p a n­ tal o n d a n oluşan g e l e neksel bir g iysi o l a n fustanelloforoi (fista n) ya da kilt g iymiş a d amlardan ayrı oturuyo rlar. Bilardo masası gibi batı kökenli, bira içip p u ro ya da sigara tüttü ren kapının yanındaki B avyeralı a s k e rl e rin tersine b u n l a rı n rakı içtikl e ri ve çibuki, ya ni nargile fokurdattıkları görül üyor. O rta d a redingot (sözl ü k a n l a m ı bi­ nici c eketi) ya d a fra k g iymiş bir adam, üzeri n d e kalın y ü n d e n ç o b a n c ü ppesi o l a n bir b a ş k a a d a m l a ç e n e ç a lıyor. Bu sevimli s u l u boya tablo to p l u m u n p e k ç o k a l a n ı n a g i r e n batıl ı y a ş a m b i ç imleri sebebiyle ortaya ç ı k a n b ö l ü n m eyi usta l ı kla özetl e m e k­ tedir. Ö rneğin mimarlık söz konusu o l d u ğ u n d a , batı Avrupa' da m o d a o l a n yeni kla si­ sizm eğilimi g e l e n e ksel mimarlık biçimlerinin yerini a l m a k üzere en azı n d a n kentle r­ de kendini g öste riyo rdu. San atta Bizanten d ö n e m l e re k a d a r u z a n a n g e l e n e klerin yerini batı l ı m o d e l l e r, özellikle d e Alm a n roma ntizmi a l d ı . Bu g i b i batı lı p rototi pler müzik, h u ku k, eğ itim ve h e rşeyd e n ö n c e p o l itikayı etkil iyo rd u . Batılı p a r l a m e nter ku rumların ve Avru pa'daki anayasal h ü kümet biç imlerinin örnek a l ı n ı p s iyasal kül­ türü bambaşka koş u l l a rd a gelişmiş g e l e n e kl e rine derinden bağlı bir to pluma a kta­ rıl m a s ı n d a n d o ğ a n g e rginlikler o n d okuzu n c u yüzyıl siyasi yaşamının d e ğ işmez bir özelliğiydi.

yi (rüşvet) başarılı b ir biçimde paylaştırması ve bunun kaba kuvvete dayanarak yapılması, meclisin kendisini krallık ay­ rıcalıklarına son vermekten alıkoymaya yetti. Ö te yandan 1 850'li yılların başında , bağımsızlık savaşını hiç yaşamamış , velinimeti seçmenlerini ve onların ailelerini kayırabilmek için o zamanlar ülkedeki en büyü k işveren konumundaki devletin denetimini ele geçirmekten başka bir şey düşünmeyen politikacıların acımasızca yürüttükleri işlere bulaşmak is temeyen yeni bir kuşak yetişmekteydi . Aynı sıralarda 'İngiliz' , 'Fransız' ve 'Rus' partilerine dayalı eski siyasal gruplaşmalar ortadan kalktı. Kırım savaşı sıra­ sında O tto'nun 'Büyük Ü lkü'yü yücelterek savunması, ona 73

14 [Kapadokyalı Hacı Usta Yordanoğlu ile oğlu Homeros isimli 1 927 yıl ı n d a Photis Konto ğ l u ta rafı n d a n ç ekilmiş fotoğ rafı. Kaynak: N i k o s Zias'ın yayı na h a ­ zırl a d ı ğ ı Photis Kontoglou anadromiki ekthesi. 1 986 (Sela nik: M a kedoniko Ke ntro Synkhro nis Te khnis, 1 986)]. Kapadokyalı Hacı Usta Yordanoğlu ve oğlu Homeros; 1 927'd e Fotis Konto ğ l u tara­ f ı n d a n yapılmış resim l e ri. 1 923-4 yıll a rı n d a Tü rkiye v e Yu n a n i stan a ra s ı n d a y a p ı l a n n üfus m ü b a d e l esine ka d a r K ü ç ü k Asya'ya yayılmış ç o k' k a l a b a l ı k Yu n a n l ı topl u l u k­ l a rı b u l u n uyordu. Konstantino polis, Smyrna ve Trabzon gibi büyük l i m a n kentlerinde yaşaya nların ç o ğ u varlıklı, e ğ itimli ve batılılaşmış kimselerdi. N e var ki, öteki yöre­ l e rde, özellikle d e i ç kesimlerde yaşaya n l a rı n yaşam b i ç i m l e ri köylü Türk komşula­ rı n ı n yaşayışlarınd a n pek de farklı değildi. Bir ya n d a n O rtodoksluğa sıkı c a sarılıyo r­ l a r, öte ya n d a n bunların ç o ğ u , öze l l i kl e de k a d ı n l a r yalnızca Tü rkçe konu şuyorl a rd ı . O n d okuzu n c u yüzyı l ı n başlarında Karamanlides a d ı veri l e n Türkçe konu ş a n bu i n ­ sa nların pek a z ı Yu n a n l ı l ı k b i l i n c i n e e rişti v e d a h a s o n r a l a rı Yu n a n krallığı, y a n i ' u l u ­ s a l me rkezi' o n l a ra b u n u a ş ı l a m a k i ç i n epey ç a b a s a rfetti. Konto ğ l u , 1 923'te ki nüfu s d e ğ işimi sırası n d a sayı l a rı 400.000'i b u l a n bu karamanlı H ı ristiya nların pek ç o ğ u n u n O rtadoğ u'ya ö z g ü yaşayı ş l a rını g ö z l e r ö n ü n e serm e kte d i r. B a b a n ı nki Tü rkiye'de [ o d ö n emlerde] yaygı n bir a d o l a n Usta'yke n, kra l l ı k e ğ itim p ro p a g a ndasının etkisiyle a ntik Yu n a n soyu nu g öste rmek a m a c ıyla oğluna H o m e ro s adını vermiştir. Hacı un­ vanı g e rek Fil istin' d e ki kutsal yerleri ziya ret eden H ı ristiya n l a r c a g e rekse M e kke'ye g itmiş M ü s l ü m a n l a r c a k u l l a n ı l ı rd ı . K ü ç ü k Asya ' d a ki Ayva l ı ' n ı n yerlisi o l a n Fotis Ko nto ğlu (1 895- 1 965) ba ğımsız d evletin sanatsal yaşamına o g ü n l e re kad a r e g e m e n o l a n batı etkisine bilinçli o l a ra k s ı rtı n ı d ö n m ü ş ve Bizans d ö n emi ve s o n rası h a l k sanatının g e l e n e klerinden esinle nmişti.

halk arasında kısa süren bi r saygınlık kazandırd ı. 1 854'te patlak veren ve Rusya ile Türkiye arasındaki sonu gelmez savaşlar diz isinden biri olan bu savaş Yunanistan'a Osmanlı lmparatorluğu'nun içine düştüğü sıkıntıdan yararlanma fır­ satı vermiş görünüyordu. Aralarında haydutlar ve üniversi­ te öğrencilerinin de önemli görev üstlendikleri çeteler T ü r. 74

k iye sınırından Teselya'ya, Epir'e ve Ma kedo nya'ya sız ıyor­ lardı. Ancak Avrupalı güçler Osmanlı lmparatorl uğu' nun bütünlüğünü savunma yarışına girdiler; İngiltere ve Fransa sınırdaki kargaşayı sona erdirmesi için Yunanistan'a baskı yapmak amacıyla 1 854 mayıs ayında Atina liman ı P i re'yi kuşatıp 1 8 5 7 Şubat ayına dek orada kaldı . 75

Gerçek anlamıyla bağımsız bir Yunanistan olacağını dü­ şünmek saçmalıktır. Yunanista n , ya İngilizlerin ya da Rus­ ların olacaktır, ancak Rusya'nın olmamalıdır; bu yüzden İn giliz himayesine girmesi gerekmektedir. Sör Edmund Lyons, Yunanistan'ın İngiltere elçisi ( 1 84 1 ) 76

15 ['Yeni şehit' G e n ç George'un taşı n ı r bir ikonu ( 1 838). Kayn a k: Kitso s M a kris, Khioniadites zographoi. 65 liakoi zographoi apo to khorio Khioniades tis lpe­ irou (Atin a : M elissa, ta rihi b e l i rsiz)].

'Yeni-şehit', Yanya lı Genç Aziz G e orge'u b etimleyen 1 838 tarihli ta ş ı n a b i l i r b i r ikon. 'Yeni-şehitle r' O rtod o ks H ı ristiyan i n a n ç l a rı n d a n özve ride b u l u n m a k yerine ç o ğ u n­ l u kla korku n ç koş u l l a r altı n d a ölmeyi s e ç erle rdi. l s l a m ı k a b u l ettikte n sonra yeni­ den H ıristiya nlığa dönmüşlerd i ve b u n d a n ötü rü d e Türkl erin g ö z ü n d e d ö n e k olarak g ö rü l ü rl e rdi. G re neva yakı n ı n d a ki bir köyd e n g e l m e ö ksüz b i ri olan Genç Aziz G e o r­ g e, H a c ı Abdullah a d l ı bir Türk subayının yanında uşaklık yapıyord u . H a s a n diye bi­ li niyo rdu, 1 836'd a bir Hı ristiya nla evl e n mesi o n u bir M ü s l ü m a n o l a ra k g ö re n Türkle­ ri öfke l e n dirdi. B u n d a n H a s a n/G e o rg e ' u n H ı ristiyan o l d u ğ u ko n u s u n d a ta n ı kl ı k ya­ parak a raya giren Hacı Abduliah'ın ya rdımıyla kurtuldu. N e v a r ki iki yıl sonra o ğ l u­ n u n vaftiz töre n i n d e sorun yeniden başgösterdi. Bu kez hapse atı l d ı , i n a n c ı n d a n c ayması i ç i n korkun ç işke n c elerden g e ç i rildi, ka rşı g e l i n c e d e 1 7 O c a k 1 838 tarihin­ d e Yanya'da asıldı. Hemen arka s ı n d a n mezarı n ı n türbe o l d u ğ u söyl e ntileri yayı l d ı ve K i l i s e o n u n kutsallığını tanımadan ç o k ö n c e h a l k arası n d a b i r a z i z o l a ra k k a b u l e d i l d i. G e n ç Aziz G e o rg e , kra l l ı ğ ı n { b u g ü n c u m h u riyeti n) savu nmasında ko ruyu c u b i r aziz, b u u ğ u rd a c a n ı n ı veren 'ye ni-şehitlerin' s o n u n c u suyd u. ç ü nkü kısa b i r s ü re s o n ra l n g i l izlerin baskısı s o n u c u O s m a n l ı D evlet K a p ı s ı d i n d e ğ iştire n l erin i d a m edilmesi uyg ulamasına son verdi. Ç o ğ u ç u lsuz o l a n 'ye ni-şehitl e rin' s a ğ l a m i n a n ç ­ l a rı, Kilise hiye rarşisinin yüksek b a s a m a klarına d e k işlemiş ' b u d ü nyayla i l g i l i ' a ç­ gözl ü l ü k ve kokuş m u ş l u ğ a karşı d u rm a ktaydı . Ta ş ı n a b i l i r bu i k o n Aziz G e o r g e ' u n ö l ü m ü n ü izleyen b i r k a ç g ü n i ç i n d e, d i n ve süsleme konularında ü r ü n l e r vere n gez­ g i n ressamlarıyla ta n ı n a n Epir'in Khionades köyün d e n M i khail Zikos ta rafı n d a n ya­ pılmıştı. D i ğ e r köyler gezgin duvarc ı l a rıyla, inşaat i ş ç i l e riyl e, m a r a n g o z l a rıyla, su yolları n d a ç a l ı ş a n l a rıyla, tahta oym a c ı l a rıyl a, vb. ü n s a l m ı ş l a rd ı .

'Savaş gemisi diplomasisinde' kötü ün salmış bir uygula­ ma olan Don Pasifiko olayının bir sonucu olarak Lord Pal­ merston'ın 1850 yılının Ocak ayında Pire'yi denizden ablu­ ka altına almasını izleyen dört yıl, sınırların çizildiği 1 832 yılından 1 9 23'de bunların resmen bozulduğu tarihe dek 'Garantör Güçlerin' Yunanistan'ın içişlerine karışmada en 77

16 [Gerçek bir Yunan darbesi. Atina"d a ki 3 Eyl ü l 1 843 d a rbesi (Ulusal Ta rih M üzesi, Atina)].

Ti pik bir Yu n a n d a rbesi. H . M a rteııs' ı n yaptığı resmin 1 847' d e ç ı ka rtı l a n oyma klişe­ si. 3 Eyl ü l 1 843 ta rih i n d e Atin a ' d a ki atlı birlik kom uta nı G e neral D imitiros K a l l e r­ gis'in, a nayasa iste mini Kral Otto'ya iletmesi gösteriliyo r. Otto ' n u n üzerinde, a n a ­ y u r d u Bavyera'ya s ü r g ü n e g ö n d e ri l d i kten s o n ra bile g iymeyi s ü rd ü rd ü ğ ü g e l e n e k­ sel g iysil eri var. Arka planda, inatçı e ş i D l d e n b u rg l u Amelya g ö rülüyo r. Şimdi m e c ­ l i s binası o l a n yeni y a p ı l m ı ş kra l l ı k s a rayı n ı n yan p e n c eresinde, kral e ş l i ğ i n d e k i B avyeral ı l a r a ra s ı n d a n özellikle sevilmeyen biri Binbaşı Hess d u ruyo r. K a n s ı z g e ­ ç e n 3 Eyl ül d a rbesi h a l kı n geniş d e steğini a l d ı ; a nayasa istemi p e k ç o k etm e n d e n kaynakl a n a n hoşn utsuzl u ğ u n dışa yansım asıydı. B u n l a rı n i ç i n d e Dtto tahta g e çtik­ ten on yıl sonra da kayıtsız şartsız m utla kiyeti n s ü rmesi; Yu nanista n ' ı n b a ğ ımsızlığı tanındığı zaman Ko ruyu c u D evletl er'in ( i n gilte re, Fra nsa ve R usya) verdikl e ri b o r­ c u n g e ri ö d e nmesini g üve n c e altı na alma ç a b a sıyla g etird i kleri önlemlerin benim senm emesi; Otto ' n u n Katolik dininden Ortodoksl u ğ a g e ç m eye yanaşmaması; ayrı­ ca hiç ç o c u ğ u olmamasından ötürü o n d a n s o n ra ta hta kimin g e ç e c eğinin bilinme­ mesi yer almaktayd ı. B avye ra l ı l a rı n s a rayda hala itib a r g ö rm e l e ri b a ğ ımsızlı k u ğ ru­ na savaşmış b u l u n a n ve siyasal gücün dışına itil diklerini d ü ş ü n e n kimse l e ri kızd ı r­ m a ktaydı. Otta karşı gelmedi ve 1 844 yılında ç o k d a h a l i b e ra l b i r a nayasa y ü r ü rl ü ğ e g i rdi. 1 843 d a rbesi ü l k e n i n politik yaşamında g ö rü l e n ilk askeri m ü d ahaleydi fakat s o n u n c u olmadığı kesi ndi.

ileri gittikl eri dönemlerden biriydi. 'Büyük Ülkü' uğruna Otto'nun izlediği politika yalnızca sonuçsuz kalmadı, onun bu tutumu romantik milliyetçilik düşünceleriyle çalkalanan bir ortamda ltalya'nın birleşmesi fikrine iyi gözle bakmayan Avusturya'ya duyduğu yakınlık ile çelişmekteydi. 1 843 dar­ besini katalize eden bütün kızgınlıklar bir kez daha su yü­ züne çıktı. Kraliçe Amelya'ya karşı yapılan suikast girişimi ­ nin ardından eşiyle birlikte Mora Yarımadasına yaptıkları bir gezi sırasında Atina garnizonu tarafından yönlendirilen bir darbe 1 862'de Otto'nun halledilmesine yol açtı. Büy Ü k Devletler'in elçilerinin öğütlerine uyan O tto herhangi bir direniş göstermedi ve 1 867 yılında ölene dek kaldığı ana­ yurdu Bavyera'da eski halkına karşı , karşılıksız kalsa da , iç­ ten bir sevecenlik gösterdi. Sık sık Yunan geleneksel giysisi olan Joustanella (fistan) giyerdi. En son eylemlerinden biri 78

1 866 yılında ayaklanmacı G iritlil ere d estek vermek o l d u . Otto'nun zorunlu ol arak ayrılmasıyla Büyük Devletle r bir kez daha Yunanistan'a bir kral seçme gereksinimiyle karşı ka �şıya kaldılar, kendisini kabul etmeyen halkının Otto'ya karşı ne tutum takındıkları d üşünülürse bunun hiç de ko­ lay bir iş olmadığı açıktı. Resmi olmayan bir halk oylaması­ nın sonucunda , Yunanlılar Kraliçe Viktorya'nın ikinci oğlu Prens Alfred'i tercih ediyorlardı. Ancak Garantör Güçlerd en birinin hanedan üyesi olması sebebiyle onun adaylığı söz konusu olamazdı. Büyük Devletler'in seçtiği kişi Danimar­ kalı Glücksburg hanedanından Prens Chris tian Will iam Ferdinand Adolphus George'du , b u hanedanlığın Yu nan kolu 1 864 ile 1 9 74 yılları arasında aralıklarla yönetime ge­ lecekti. Tahta çıkınca Helenler Kralı I. George adını aldı. George'un uzun krallığı yaklaşık elli yıl , l 9 1 3'te bir akıl 79

hastası tarafından öldü rülene dek sürdü. Yitirilen toprakları geri almayı hedefleyen, yayılmacı tutkuları hafifletmek içi n , İngiltere bir nevi çeyiz olarak lyonya adalaı;ını Yunanistan'a bıraktı. Bağımsızlıktan sonraki bu ilk toprak kazanımı ülke nüfusunun çeyrek milyon artması ve Yunan dünyasının di­ ğer bölümlerine nazaran batı etkisine daha açık o lan bu bölgenin krallık topraklarına katılması demekti . Aynı yıl içinde toplanan bir anayasa kurulu yeni bir anayasayı be­ nimsedi. Böylelikle 1844'te kabul edilen demokratik özgü r­ lükler genişledi, ancak kralın önemli ayrıcalıklarına ve dış politika konularında, tam olarak açıklık getirilmemiş göre­ ce geniş yetkilerine dokunulmadı. Sık sık seyahat eden ve hanedanlık üyeleriyle ilişkilerini değerlendirmeyi iyi bilen Kral George bu yetkilerini kullanmaktan çekinmedi. 80

17 [Kırım savaşı sırası nda Sivasto p o l kuşatmasında yera l a n Yun a n g ö n ü l l ü e rleri ( B e n a ki M üzesi, Atina)]. Fra nsız bir ressamın yaptıgı, gönüllü Yu n a n e rl e rini Kırım Savaşı sırasında O rto d o ks bayra gı ve P a n o s Koronaios komuta sı a ltı n d a R u s l a r ı n Sıvasto p o l savu n m a s ı n a destek vere c e kl e rine ant i ç e rken g ö steren b i r resim. B a g ı msızl ı g ı n ı n ilk yüzyı l ı n d a y e n i Yu n a n devletinin d ı ş politikasında, Ya kı n O o g u' d a ki b ütün Yu n a n yerleşim yer­ l e rini başkenti Konstantinopolis olmak üzere te k bir d evletin s ı n ı rları i ç i n d e to p l aya­ rak Bizans l m p a ratorl u g u ' n u yeni d e n kurma düşü olan Megali idea, ('Büyük Ü lkü') egemendi. Türkokrasi (tourkokratia) döneminin büyük b ö l ü m ü n d e ka hinlerin sözü­ nü ettigi xanthon genos, yani sarı s a ç l ı ırk ve O rto d o ks ikti d a ra sahip tek u l u s o l a n Ruslar, Yu n a nlıların g e l e c e kteki kurtarı cıl arı o l a rak g ö rü l d ü l e r. B a g ı m sızlıktan s o n ­ raki ilk yıllarda, yitirdigi topraklarını g e ri a l m a tutku s u n u g e r ç e kl eştirm e d e Yu n a nis­ tan'a e n ç o k yardım e d e b i l e c e k olan g ü c ü n R u s l a r o l d u g u d ü ş ü n ü l üyord u . R u sya, sulta n ı n yönetimi a ltı n d a ki O rto d o ks h a l k ı n ı n ko ruyu c u s u o l a ra k öne ç ı ka ra k Os­ manlı l m p a ratorl u g u ve onun m üttefikl e ri l n g iltere ve Fransa ile 1 853-6 Kırım Sava­ şı'na girdiOi zaman Yu n a n krallıgı R u s davasını büyük bir c o şkuyla d este kledi. 1 854 ve 1 857 yı l l a rı a rasında çıkan çatışmada ta rafsız kalması i ç i n Yu n a n ista n'ı uyarm a k ama cıyla l n g iltere ve Fransa Atina l i m a n ı Pire'yi kuşattı kta n hemen s o n ra b a g ı m­ sızlık sava şında ç a rpışanları n yön l e n d i rdigi ç ete to p l u l u kl a rı sınırı aşarak Osmanlı top rakları n d a ki Teselya'ya ve Epir'e sızd ı l a r. Kırım Savaşı'ndan s o n raki yıllarda R us­ ya, M a ke d o nya'nın egemenligi ko n u s u n d a Yun a nlıların baş rakipl e ri olan g ü ney I s­ lavların, özellikle de B u l g a rları d e stekl e d i g i n d e Yu n a n l ı l a r R u s l a ra verdikleri coşku­ l u destegi ç e ktiler.

George'un kral olmasını izleyen ilk yr llarda siyasi durum Otto'nun döneminden değişik değildi. İdeoloj ilerden çok önde gelen politikacıların peşine takılan siyasal partiler ge­ nelde değişken gruplar oluşturuyor, ayrıca b i tmek b ilmez bir koltuk savaşı veriyo rlardı. Eğer politikacıların seçmen­ müşterilerinin doymak bilmez isteklerini yerine getirme şansları olacaksa, ayrıcalıklı yetkileri olması şarttı . Ekono­ minin az gel işmişliği düşünülecek olursa, iş bulma kaynağı olarak devletin üstlendiği önem gereğinden çok fazla, ayrıca yurttaş başına düşen bürokrat oranı batı Avrupa'dakinin kat kat üstündeydi. Meclis üyelerinin sayısı da gereğinden çok­ tu . Siyasal yetki ve onun getirdiği üs tünlükler uğruna yürü­ tülen sonu gelmez çekişmede politikacılar s ü rekli değişen uydurma koalisyonlar kurma eğilimindeydiler. Seçim müca81

eı EGE

1t

(

DENİZİ �

/

. ..

100



1111111 �

.;o

:!00 kııı l / HJ ıml

1 000 ı ı ı cı n·- ı ı i ı ı iizni ı ı d ( ' k i yerin 200 . 1 000 l l l('l l"t'

i l rt 1 " 1

�00 ı ı ırt n · « I P ı ı az

Harita 3 R ö lyef Y u n a nista n ha rita sı

deleleri sert ve çoğu zaman kaba kuvvetle yürütülürdü, çün­ kü her hükümet değişimi kamu sektöründe sayısız mevki elde etmek demekti. Sağlam bir hükümetin kolay kolay ku­ rulmayacağı açıktı. 1 870-75 yılları arasını ele alırsak, bu dö­ nemde yapılan seçim sayısının dörtten az olmadığı ve dokuz değişik yönetimin işbaşına geldiğini görürüz . 82

Başka yerlerde partilerin ortaya çıkış n edeni insanların bir­ birleriyle anlaşamamaları , her birinin değişik şeyler iste­ mesidir. Yunanistan'da, bunun tam tersi olmaktad ır: parti­ lerin ortaya çıkmasının ve birbirleriyle çekişmelerinin ne­ deni , hayranlık duyu lacak bir uyum içerisinde hepsinin aynı şeyi istemeleridir: kamu harcamalarından pay almak. Emmanuil Roidis ( 1 875)

Patron-müşteri ilişkileri to plumun her düzeyine işledi, öyle ki toplumun belirgin özelliği olmayı bugüne dek sür­ dürdü. Bürokrasinin ağır işleyişi ve verimsizliğinden etki­ lenmemek için doğru masa, yani doğru kişi lerle kurulan ilişkiler çok önemliyken, çıkarların karşılıklı dağılımı, yani rouspheti, hantal ve tepkisiz olan devlet mekanizmasından kurtulmanın başlıca yoluydu. 'Eski' politikanın eşsiz bir us­ tası ve yüzyılın ikinci yarısındaki siyasal yaşama damgasını vurmuş bir kişi olan -:-heocloros Deliyannis almış olduğu rüşvetleri özenle not ettiği bir defter bile tutuyordu , böyle­ ce yeri geldiğinde önceden verdiklerine karşılık ne istemesi gerektiğini doğru hesaplayabilecekti. Diğer Balkan meclis­ lerinde olduğu gibi burada da yığınla yasa çıkartılıyordu ancak bunlar uygulanmıyordu . Ağalık, özünde Osmanlı idaresinin katı hiyerarşisine , özellikle de başına buyrukluğuna karşı bir tür savunma me­ kanizması olarak gelişmişti. Osmanlı yetkilileriyle arabulu­ culuk yapacak ve yargı düzeninin başıbozukluğunu hafifle­ tecek koruyuculara gerek duyuluyordu . Yunan halkının ço­ ğu yeni devletin yaptırımlarını Osmanlılarınkinden bir neb­ ze daha az ezici olduğunu düşünüyor, ö te yandan Osman­ lı'dan kalan değerler ve davranış biçimleri bağımsızlık dö­ neminde de sürmekteydi. Ö yle ki ağalık, parlamenter de­ mokrasinin resmi kurumlarıyla uyumlu g?rünüyordu. En basitinden , yerel kommatarkhis ya da s iyasal başkan Os­ manlı ağasının görevini yürütüyordu . Günümüze dek mec83

18 ( D a u mi e r' i n Yu nanistan'ın Büyük G ü ç lere b o r ç l u olmasını alay ko nusu ya p a n karikatü rü. Kaynak: S. V. M a rkezinis, Politiki istoria t i s synkhronou Ellados. 1 a Elliniki dimokratia 1 924-1935, lll (Ati n a : Pa pyros, 1 978)]. Alphonse D a u m i e r'in, Yu nanista n ' ı n Büyük D evletle r' e olan borçlarını konu e d e n b i r karikatü rü. Kağ ıtta ş u n l a r yazıyor: Yunanistan'ın lngiltere'ye borçları

Ana p a ra Harcamalar Olmayan h a r c a m a l a r Faiz Faizin faizi Silah alımı Top l a m

1 .000.000 50.000 225.775 20.000 1 37.000 375.000 D ö rt Milyon

Başka l d ı ra n Yu n a n l ı l a r ç ı karlarına ters düşen borç a n l a ş m a l a rı n ı b a ğ ı m sızl ı k savaşı sırasında ve 1 832 yıl ı n d a Londra'da yapmışlar, ü ç Ko ruyu c u D evlet l n g i ltere, Fransa ve R u sya o n l a ra 60 milyon franklık borç vere c e klerine söz vermişl er, b u n u n büyük kısmı orduya, Kral Otto' n u n Bavyeralı b ü rokratl a rı n a ve b o r c u n g e ri ö d e n m esini ka rşıl a m a k için harcanmıştı. 1 880' 1 e re gelindiğinde 630 milyon d rahmi tuta rına va­ ran başka borç anlaşmal arı d a yapılmış, b u n l a rın karş ı l ı ğ ı d evlet g e l i rlerinin ü çte birini b u lmuştu. 1 893'te, Yu nanista n'ın d ü nya paza rı n d a ki b aş lıca ihraç kalemi kuşü­ zümüne olan talep a z a l d ı ğ ı n d a ü l ke faiz ö d e m e l e rini indirmek zorunda kalmış ve tam anlamıyla ifl as etmişti. Tazminat olarak 4.000.000 Türk lirası ö d e m e siyle s o n u ç ­ l a n a n 1 897 Yu na n-Tü rk sava ş ı n d a u ğ ra d ı ğ ı yenilgiyle ekonomik d u ru m u d a h a d a kötül e mişti. B u tazm i n atı ö d e m e k i ç i n borç tutarı a rt ı r ı l m ı ş ve Yu n a nista n ' ı n e s k i borçları U l u s l a ra rası M a l i Komisyo n'un d e netimine verilmişti. Bu k u r u l Ati ııa ' d a ü s ­ l e n miş ve a ltı ' a ra b u l u c u ' devletin, l n g i ltere. R u sya, Avustu rya- M a c a ristan, Alman­ ya, Fra nsa ve ltalya ' n ı n temsi l c i l e r i n d e n o l u ş m uştu. D evlet t e ke l l e ri n d e n , tütü n g ü m rü klerinden, d a m g a verg i l e rind e n ve Pire lima n ı n d a a l ı n a n g ü m r ü k vergilerin­ d e n gelen girdileri n düzenlenmesiyle borçların g e ri ö d enmesi güve n c e altına a l ı n a­ c a ktı. Daha ö n c e örneği hiç g ö rülmemiş bu uyg u l a m a Yu nanistan'ın mali e g e m e nli­ ğ i n i önemli ölçüde zedel emişti.

lis üyeleri bu görevi yalnızca bir zorunluluk olarak görmek­ le kalmayıp aynı zamanda seçmenlerine çıkar sağlamayı si­ yasal yaşamı sürdürmenin olmazsa olmaz önkoşulu olarak sayıyorlardı. Kuşkusuz görünürdeki politikayla ondo kuzuncu yüzyıl­ daki kilit uygulamalar arasında belirgin bir sapma vardı , yi­ ne de Yunan toplumu temelde yeniliklere açıktı . 'Siyaset 84

dünyası' kendi içinde sürekliliğini sağlayabilen bir ol igarş i olabilird i, fakat Deliyannis'in meslek yaşamının da gözler önüne serdiği gibi, tek başına toplumsal kökenlere dayalı bir ilerleme yolu kapalıydı . Politikacılardan istenen şeyler öyle çoktu ki, kamu harcamalarından kurtulup zenginleşe­ bilenlerin sayısı oldukça azdı. Buna ek olarak başbakandan daha aşağıdaki mevkilere kadar tüm siyasetçilerin düşkün85

1 9 [ 1 870 nisan ayı nda Dilessi'deki kıyı m l a rı n sorum l u s u çete c il e r. ( B e n a ki M ü zesi, Ati na)]. 1 870 Nisan ayı n d a Boeotia'nın, Dilessi köyü n d e l n g i liz a risto kratla rı önce ka ç ı rı p sonra ö l d ü re n eşkıya ç etesinin üyel e ri g ö rü l m e kte. B u s a l d ı rı l n g iltere i l e ilişkilerde bunalım ya rattı, h ü kümetin d ü şmesine yol a çtı, ba şkent dolayla rı d a içinde olmak üzere ondokuzu n c u yüzyıl d a Yu na nista n ' ı n kırsal kesi m l e rinin ç o ğ u n d a görülen yö­ resel ka n u n t a n ı m a z l ı ğ ı u l u s l a ra rası k a m u oyu n u n g ü n d e m i n e g etirdi. Ati n a ' d a n M a rato n'a g ü n ü birlik b i r geziye ç ı k a n l n g ili� kafil e fidye i ç i n rehin a l ı n d ı fakat p a ­ zarl ı k l a r u sta l ı kl a yü rütü l m e d i ğ i n d e n , ayrı c a m u h a l efette ki p o l itika c ı l a r h ü k ü m eti d evirme u m u d uyla kra l ı n kabul etmeye yanaşmadığı a n c a k 1 864 a n ayasasının ge­ reği o l a n g e n e l af konusunu d a pazarlık kapsamına sokm a l a rı a m a c ıyla çete n i n elebaşıları n ı kışkırttı l a r. Çete c i l e r, h ü kü m et birlikl erin c e p u s uya d ü ş ü rü l d ü kl e ri n d e re hineleri ö l d ü r d ü l e r. l ngiliz basını başta olmak ü z e r e b ütün d ü nya Yu n a n ista n'ı k ı ­ n a d ı . H e r kesi m d e n b ütün Yu n a n l ı l a r u l u s a l o n u ru savu n m a k ve s u ç u Arnavutla rla U l a h l a rı n üstün e atm a k i ç i n koll a rı sıvad ı l a r. Kökl e ri d evrim ö n c esi d ö n e m l e re d e k uza n a n on d o kuzu n c u yüzyıl eşkıyalı ğ ı ö n d e g e l e n to plumsal soru n d u . B a ğ ımsızl ı k savaşına askeri a ç ı d a n ö n e m l i katkıd a b u l u n m u ş düze nsiz o rd ul a r ı n K r a l Dtto ' n u n kurd u ğ u d ü z e n l i orduyu i ç l e rine sindire m e d i kl e ri a n laşılıyor ve yiti ril e n toprakların g e ri a l ı nması amacının bir parçası o l a rak Türk s ı n ı rı ötesinde ne zaman b i r karışık­ l ı k ç ı ka rtma g e re ğ i d uyu l u rsa, onlardan yara rl a n a b i l e c e kl e rini d ü ş ü n e n politika cıla­ rın ke n d i l e rine g ö sterdi kleri sınırlı hoşg ö r ü n ü n ta d ı n ı ç ı k a rtıyorlardı. Eşkıya l ı k yay­ g ı n d ı , il etişim yetersizliği, d a ğ l ı k yerleşim ve ka ç a kl a r ı n s ı n ı r ötesine g e ç e bilme ko­ layl ı ğ ı yüzü n d e n sindirilmeleri hiç de kolay d e ğildi. Ü stü ne ü stl ü k politika c ı l a r eşkı­ y a l ı ğ ı kendi ç ı ka r l a rı u ğ ru n a k u l l a n m a ktan ç e ki n miyorl a r d ı . Teselya'lı bir m e c l i s üyesinin 1 894'te yargıla nması s ı rasında, milletvekilinin kendisinin, e r k e k kard e ş l e ri­ nin ve Kilise'nin bir eşkıya çetesine ortaklaşa yataklık ettikleri o rtaya ç ı ka rı l d ı .

86

20 [ 1 880' 1 e rin ortalarında Korint kanalı kazı ç a lı ş m a l a rı . ( B e naki M ü zesi, Atina)]. 1 880' 1 e ri n o rta l a rı n d a Korint kanalı i n ş a atı. 1 882 yılında y a p ı m ı n a b a ş l a n a n ve 1 893'te bitiri l e n, z a m a n ı n ı n e n ü stü n m ü h e ndislik b a ş a rısı olan b u ka n a l her ne ka­ dar b e kl e n e n ekonomik ç ı ka rl a rı s a ğ l a m a ktan uzak kald ıysa da, Atin a l i m a n ı Pire ile ltalya a r a s ı n d a ki d e n iz yol c u l u ğ u s ü resini y a rı ya rıya kısa lttı . K a n a l ı n y a p ı m ı ondokuzu n c u yüzyı l ı n sonlarında başlatı l a n b i r d izi ö n e m l i kamu i ş l e ri p rojele rin­ den biriydi. B u n l a rı n ç o ğ u 1 882- 1 885, 1 887- 1 890 ve 1 892- 1 895 y ı l l a rı a r a s ı n d a işba­ şına g e l e n yenileşme yanlısı b a ş b a k a n K h a ri l a o s Tri kupis ile b a ğ l a ntılıyd ı . O, e ko­ n o m i k büyüme için te mel ö n koş u l u n g e l i şkin u l a ş ı m teşkil atı o l d u ğ u n u n b i l i n c i n­ d eydi. 1 880' 1i yıl l a rd a tekerlekli a r a ç l a ra uyg u n yoll a r üç katı na ç ı k a rtı l d ı . Kra l l ı ğ ı n ç o ğ u kes i m l e ri n d e karayo l u ulaşımı yetersiz k a l s a d a , y a p ı l a n yeni y o l l a r iç pazar­ l a rı c a n l a n d ı r d ı . Boyd a n boya ' Eski' Yu n a nista n'ı ören, b u g ü n d e varlıklarını s ü rd ü ­ ren d e m i ryolu a ğ l a r ı n ı n ç o ğ u n u n t e m e l i yüzyılın son yirmi yılı n d a atı l d ı . Tri kupis ilk kez başbakan olduğunda yalnızca Ati na i l e Pi re'yi birbirine b a ğ l ayan 1 2 kilo metre­ lik bir d e m i ryolu b u l u n uyord u . 1 896 yıl ı n d a ö l d ü ğ ü zaman, her n e ka d a r 1 9 1 6 yılına d e k d e m i ry o l u u l a ş ı m ı Avru pa'ya b a ğ l a n m a d ıysa d a , b üy ü k k ı s m ı ulaşıma g e ç it vermeyen b ö l g e l e r d e o l m a k üzere 1 000 kilometreye yakın b i r d e m i ryolu d öş e n ­ m i ş t i . 1 880' 1 e r d e b a şlatı l a n Teselya ' d a ki K o p a i s g ö l ü n ü n s u l a rı n ı n b o ş a lt ı l m a s ı projesi b i n l e r c e d ö n ü m l ü k v e r i m l i to p ra ğ a kavu ş u l m a s ı n ı s a ğ l a d ı . P a m u k ve yün fabrikalarının, zeyti nya ğ ı a rıtım evl erinin kurulmasıyla s a n ayileşme a l a n ı n d a d a ilk a d ı m l a r atı l d ı .

87

lere yardım etmeleri beklenir, onlar da öyle yaparlardı. On dokuzuncu yüzyıl sonları ve yirminci yüzyıl başlarında ön­ de gelen bir politikacı olan D imitros Rallis, sayıları bini bu­ lan manevi evlatlarıyla ün. salmıştı; bunların hepsinin vaftiz günlerinin anımsanması ve çalışacak yaşa geldiklerinde pek çoğuna iş bulunması gerekirdi. Ü stüne üstlük güçlü ve çok sayıda basın kuruluşu sahip oldukları özgürlük sayesinde herkesin gözü önünde yapılan yolsuzlukları frenleyici etki­ ye sahipti. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru siyasal yaşamın daha çağdaş olması yönünde belki kararsız, fakat olumlu bir atılımda bulunuldu. Kral George tahta geçtikten sonraki ilk yıllarda kişiselleşmiş 'verimsiz' politikadan duyulan hoş­ nutsuzluk giderek artıyordu. 1 875 yılı ve hükümet oluştur­ mak üzere kralın, meclis üyelerinin çoğunluğunun desteği­ ni alan parti başkanını sürekli olarak göreve çağırması bir dönüm noktasıydı. Diğer yandan , siyasal ortamda parlayan bir yıldız, yüzyılın ikinci yarısındaki çağdaşlaşmanın önderi ve bu yeniliklerin başlıca savunucusu olan Kharilaos Triku­ pis'in kurmuş olduğu Yeni Parti için çoğunluğun desteğini güvence altına alabilme çabaları 1 8 8 1 yılına dek sürdü. Yüzyılın geri kalan yirmi yılında iki pa r tili düzene geçileli , Trikupis ile baş rakibi Deliyannis dönüşümlü olarak hükü­ met kurdular. Temel olarak Trikupis siyasal yaşamda batılılaşmayı; Deli­ yannis de gelenekselliği temsil etmekteydi. Trikupis , devle­ tin yayılmacı serüvenlere atılmadan önce siyasal ve ekono­ mik açıdan güçlendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Böyle­ likle uluslararası platformda ülkenin güvenirliğini kanıtla­ mayı, sanayii teşvik etmeyi, clemiryollarının ve Korint ka­ nalının yapılmasıyla ulaşım ağlarını iyileştirmeyi ve donan­ mayla o rduyu yeı:üleştirmeyi hedefliyordu . Ne var ki böyle­ si bir programı gc rcckleştirmek için para, para için de vergi 88

oranlarını yükseltmek gerekti. Bu , Trikupis'in desteklediği her şeyin karşısında olduğu gerçeğini gizlemeyen, demagog fakat halkın gözdesi olan Deliyannis'in işini kölaylaştırdı. Deliyannis'in göz boyayıcı halkçı söylemiyle sıkı sıkıya sa­ rıldığı 'Büyük Yunanistan' düşünün, sokaktaki adamın coş­ kularını ve önyargılarını Trikupis'in sert yenilik programla­ rından daha çok dile getirdiğine kuşku yoktu. Ancak ikti­ dara geldiğinde, Deliyannis'in maceracı politikası ekonomi­ yi, tıpkı 1 885'teki Bulgar krizi esnasında Büyük D evletler'in müdahalesine sebep olan ani seferberlik kararında olduğu gibi, büyük sıkıntıya sokacaktı. Dahası kavgacı tutumu yü­ zünden 1897'de Türkiye ile kopan o tuz gün süreli korkunç savaş Yunanistan'ın yenilgisiyle sonuçlanacaktı. Trikupis'in yenilikçi çabalarının başarılı biçimde yürütül­ mesini sağlamak amacıyla parış istemesine koşut olarak, dış politika ondokuzuncu yüzyılda tıpkı bu yüzyılda olduğu gib i , politik gündemi tüm diğer meselelerden daha çok meşgul etti. Enos is yani 'Büyük Ada'nın krallıkla birleştiril­ mesi uğruna Girit adasında dönem dönem ( 1 84 1 , 1 8 5 8 , 1866-9, 1 877-8 , 1 888-9 ve 1 8 96-7) çıkartılan ayaklanmalar Osmanlı ile ilişkilere sürekli bir gerginlik getirecek ve Bü­ yü k Devletler'i belli aralıklarla olaylara el koymaya kışkırta­ caktı. Yüzyılın son birkaç on yılında dış politikanın odak noktası Osmanlı İmparatorluğuyla sınırın kuzeyinde yer alan bölgelerdi.' 1 875- 1 878 yılları arasında Büyük Devletle­ rin yoğun çıkarlar gözetip rekabet konusu yaptıkları Bal­ kanlar'ı derinden sarsan büyük buhrana Yunanistan'ın katı­ lımı pek cüzi idi. Ö te yandan, 1 8 7 7/9 savaşında , Osmanlı İmparatorluğu üzerinde elde ettiği ezici za ferin ardından Rusya , özerk 'Büyük Bulgaristan'ın koruyuculuğuna soyu­ nunca l ngiltere'yi , Avusturya-Macaris tan' ı , ü s telik Sırbis­ tan'ı o lduğu kadar Yunanistan'ı da ted irgin edip hazı r ola geçirdi, çünkü Yunan milliyetçilerinin uzun süredir bu top89

raklarda gözü vardı. 'Büyük Bulgaristan'ın parçalara bölün­ düğü 1 878 yazında toplanan Berl i n Ko ngresi'nde, Yunanis­ tan doğrudan temsil edilmedi , ancak Yunan delege kurul u­ nun kendi davasını dile getirmesine izin vermişti. Bunu n sonucunda Büyük Devletler'in aldığı karar gereği , Osmanlı imparatorluğu Epir'in bir bölümü de içinde olmak üze re verim l i Teselya topraklarını Yunanis tan'a bıraktı. Balkan bunalımının getirdiği diğer bir sonuç da, lngiltere'nin, 1 8 78 Kıbrıs An tlaşması gereğince, çoğunluğunu Yunan nüfusu­ nun oluştu rduğu Kıbrıs adası yö netimini eline geçirmesi ol­ du. Ada 1 9 1 4 yılına dek Osma nlı egemenliğinde kaldı. Os­ manlı imparatorluğu Birinci Dünya Savaşına ittifak Devlet90

21 [ 1 878 B e rlin Kongresi' n e katı l a n Yu n a n temsil c i l e ri. Kaynak: lstoria tou Ellinikou ethnous, X l l l (Atina: Ekd oti ki Ath inon, 1 977)].

1 878 yılı n ı n Haziran!Te mmuz ayl a r ı n d a g e r ç e kl e ş e n Berlin K o n g r e s i ' n d e Y u n a n temsilc ileri. O rt a d a otu ran başkanları Yu n a n yayılm a c ı l ı ğ ı n ı n ö n d e g e l e n sim a l a rın­ d a n birka ç kez başbakanlık yapmış The o d o ro s D e l iyannis, o n d o kuzu n c u yüzyıl son­ larının siyaset d ü nyası n a damgasını vurmuş Kharilaos Tri ko upis ile birlikte g ö rül­ mektedir. Sağ ya n ı n d a ki, Y u n a n ista n ' ı n Alma nya' d a ki e l çisi, u sta d i p l omat Alek­ sand ros-Rizos Rangavis'tir. i kisinin arası n d a d u ra n bir başka u sta d i p l o m at olan Lo n d ra'daki dışişleri uzmanı loannis G e n n a d i u s'tur. B e rlin K o n g resi 1 875'te n sonra Balkanlar'ı saran b u n a l ı m ı n bir s o n u c u o l a ra k to planmıştı. Bunun arka s ı n d a n R u s­ ya ile Tü rkiye arasında kopan savaşın s o n u n d a imza l a n a n 1 878 Aya stefanos Ant­ laşması, Yu nanistan'ın göz koyd u ğ u to prakları da i ç i n e a l a n R u sya ' n ı n g özetiminde 'Büyük B u l g a rista n' d evletinin ya ratılmasına yol a çtı. N eyse ki Yu na nista n ş a nslıydı, l n g iltere d e Avustu rya - M a c a ristan d a böyle b i r gelişimden rahatsız oldu ve Aya ste­ fanos ile ortaya çıkan B u l g a rista n'ı k ü ç ü ltme k i ç i n Kongre top l a n d ı . Her ne kad a r Yu n a nista n devlet d üzeyi n d e Kongre'nin bir üyesi de ği ls e d e , Yu n a n temsil c i l e rinin Gi rit, Teselya ve Epir'in kra l l ı ğ a b a ğ l a n m a ları konusunda g ö rüşlerini b e lirtm e l erine izin verildi. S ı n ı rların Yu na nista n yararı n a ye n i d e n gözd e n g e ç irilmesi için K o n g re , başında Yu n a n kökenli bir O s m a n l ı n ı n Ale ksa n d ros Karatheod oris P a ş a ' n ı n b u l u n­ d u ğ u O s m a n l ı i m p a ratorl u ğ u temsi l c i l e ri n i ç a ğ ı rd ı . Bu d o ğ ru ltu d a , Tes e l y a ve Epir'in Arta bölg esi 1 881 yıl ı n d a Yu na nista n'a b ı rakıldı. Megali ldea 'yla kuts a l anla­ mını b u l a n yayı l m a c ı l ı k o n d o k u z u n c u yüzyıl Yu n a n kra l l ı ğ ı n ı n e g e m e n g ö rüşüydü. D i ğ e r yandan, 1 9 1 2- 1 3 Balkan savaşl arına ka d a r Yu n a n ista n'ın toprakl a rı n ı g e n iş­ l etme u m utları, tıpkı 1 864'te lyonya Adalarının ve 1 88 1 ' d e Teselya ' n ı n kendi toprak­ l a rı n a ba ğ l a nm a s ı n d a o l d u ğ u gibi kendi ç a b a l a rı n ı n ü r ü n ü o l a ra k d e ğ i l Büyük Dev­ letler'in istekleri s o n u c u n d a g e rç e kleşti.

!erinin yanında gird ikten sonra da lngiltere adayı ken di topraklarına kattı. Yunanistan sınırlarının ikinci kez genişletilmesi anlamına gelen Teselya'nın Yunan topraklarına katılması, tıpkı birin­ cisi, yani 1 864'te lyonya adalarının Osmanlı topraklarından çıkartılması gibi, yitirilen toprakların geri alın ması yolunda harcanan çabalarla değil Büyük Devletler'in aracılığıyla o l ­ d u , böylece sınırlar Makedonya'ya dayandı. Ondokuzuncu yüzyı lın son yirmi ve yirminci yüzyılın ilk onyılında , Yu­ nanlı , Bulgar, Sırp , Arnavut, Türk ve Ulahlardan oluşan son derece karmaşık nüfus yapısıyla Makedonya , her biri Os­ manlıların Balkanlar'da parçalanan topraklarından olabildi91

· ğince büyük pay elde etmeye çalışan Yunanistan, Bulgaris­ tan ve Sırbistan'ın b irb irleriyle rekabe t eden milliyetçi akımlarının odak yeri o lacaktı . Ö zellikle Bulgarlarla o lan çekişme, yapabildikleri yerde böl yönet ilkesini uygulayan Osmanlılarla olan sürtüşmeden çok daha şiddetliydi. Bul­ garların uluslaşmasına doğru önemli bir evre olan, 1 870 yı­ lında bağımsız bir Bulgar Kilisesi'nin yaratılması, bölgedeki Kilise hiyerarşisini denetim altında tutan Yunanlıların ege­ menliğini sarstı ve Ekümenik Patriklik ile Bulgar Piskopos­ luğuna bağlı kişiler arasında acı çekişmelere yol açtı. Baş­ langıçta bu rekabet din, eğitim ve kültür propagandasıyla kendini gösterdi. Ne var ki, yüzyılın sonlarındaki bu söz düellosu her iki tarafın hükümetlerince de maddi ve mane­ vi açından desteklenen çete toplulukları arasında silahlı çe­ kişmeye yol açtı. Makedonya uğruna çekişmenin perde arkasında, 1 890'lı yılların ortalarında Girit'te bir ayaklanma daha başgösterdi. Bunu destekleyenler Etniki Eta ry anın yani Ulusal Derneğin ateşli yandaşlarıydı. Ö te yandan; başbakan Deliyannis dışiş­ lerinde saldırgan bir politika izleme yanlısı görünse de, baş­ langıçta dikkatliydi, çünkü 1 885'te Bulgaristan'ın Sırbis­ tan'a saldırısından yararlanmak isteyip Girit'e bir donanma gönderdiği zaman, Büyük Devletler buna Yunanistan'ı ablu­ kaya alarak karşılık vermişlerdi. Fakat halkın yoğun baskısı karşısında 1897 yılı başlarında askeri birlikleri adaya yolla­ dı. Bunun arkasından genel seferberlik geldi ve Nisan ayın­ da Teselya'da Osmanlı İmparatorluğu ile korkunç O tuz Gün Savaşı patlak verdi. Hızlı gelen küçük düşürücü yenil­ gi, Yunanistan'ın yitirilen toprakları geri almaya yönelik ya­ yılmacı düşleriyle askeri becerileri arasındaki uçurumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. O günü n gözlemcilerinden birinin sözleriyle, Yunanistan Rusların iştahıyla lsviçre'nin kaynaklarını kullanıyordu . 92

Bunun arkasından gelen barış anlaşması Yu nanistan'a ağır yük getirmedi . G i rit'e Osmanlı egemenliği altında özerklik tanındı ve Kral George'lm ikinci oğlu Prens Geor­ ge yüksek komiser olarak atandı . George , Türkiye'nin çı­ karları doğrultusunda küçük bir sınır düzenlemesine git­ mek ve savaş tazminatı ödemek zorunda bırakıldı. Büyük Devletler'in diretmesiyle kurulan Uluslararası Mali Komis­ yon ülkenin büyük meblağlara varan dış borç larının geri ödenmesini denetleyecekti, çünkü 1893'te, o zamanki baş­ bakan Trikupis devletin fiili iflasını ilan etmeye zorlanmıştı. 1 890'larda başgösteren, özellikle ABD'ye yönelik göç dalga­ sının altında yatan başlıca neden anayurttaki kötü ekono­ mik koşullardı. Tahminlere göre, 1 890 ve 1 9 1 4 yılları ara­ sında neredeyse tümü erkek olan ve bütün nüfusun yakla­ şık altıda birini oluşturan 3 5 0 . 000 Yunanlı göç etti. Bunla­ rın çoğunluğu yurt dışında birkaç yıl çalışıp yeterli para bi­ riktirdikten sonra anayurda geri dönme düşüncesiyle ülke­ sinden ayrılmıştı, fakat sonunda pek çokları gittikleri yeni ülkelerde kaldılar. Bundan böyle tutumlu , çalışkan ve giri­ şimci göçmenlerin ailelerine gönderdikleri paralar ödeme­ ler dengesinin kilit öğesini oluşturacaktı. 1 897 yılında gelen ezici yenilgiyle biilikte iç hesaplaşma ve kendinden kuşku duyma dönemi başladı, çünkü savaş­ tan çıkan açık ders , 'Büyük Ü lkü'nün tek elden gerçekleşti­ rilemeyeceği yönündeydi. Osmanlı lmparatorluğu'nun çö­ küşüne neden olan güçsüzlük her ne idiyse, çıkacak her­ hangi bir silahlı çatışma Yunanistan'ı ondan da kötüye gö­ türeceğe benziyordu . Kimi aydınlar ülkenin geleceğinin Os­ manlı Türkleriyle bir tür ortak idareden geçtiğini ileri sürü­ yo rlardı. Yakın Doğu'daki toplam Yunanlı sayısının yarısın­ dan çoğunu oluşturan Osmanlı yönetimindeki Yunanlıla­ rın, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında 1 8 2 1 yılı önce­ sinde elde etmeyi başardıkları ekonomik ve belki biraz da 93

politik gücün boyutlarına ulaşana dek her türlü çabayı gös­ termeleri gerektiğinde diretiyorlardı. Aynı yüzyıl içerisinde ilerki yıllarda, çoğu krallıktan yönlendirilen yoğun çabalar­ la yalnızca Makedonya'daki Yunanlılara değil , Küçük As­ ya'da çoğu Türkçe konuşan Yunan topluluklarına da Helen kimliği aşılanmaya çalışıldı. Ö te yandan bu kültür propa­ gandacılarının çoğu Osmanlılarla yönetimi paylaşmak yeri­ ne krallık tarafından ergeç özgürleştirileceklerinin düşünü kurmaktaydılar. Böylesi bir karşı çıkış stratej i sinin o ana dek başarıya ulaşmadığı kanıtlandığından, bazıları da Os­ manlı lmparatorluğu'na bundan so nra yapılacak saldırının başlıca önkoşulu olarak krallığın kaynaklarının artırılma­ sından yanaydılar. Trikupis'in ölümü ve 1897 yılındaki yenilginin ardından krallık politikası yine eski tatsız günlerine döndü . Dalave­ recili k ve demagoj inin önde geldiği geleneksel politika bir kez daha düş kırıklığına gömüldü . Diğer yandan Türklerce küçük düşürücü bir yenilgiye uğradıktan sonraki on beş yıl içinde Yu nanis tan, doğu Akdeniz'de umut verici bir güç olarak görülmedik bir başarıyla yeniden ortaya çıkacaktı. Yunanistan'ın 'Büyük Ü lkü'yü gerçekleştirme umu tları ve kendine görev edindiği Doğu'yu uygarlaştırma misyonu ar­ tık bir düş olmaktan çıkacaktı. Yenilginin yarattığı sarsıntı­ dan sonra , kendine güvenin yeniden oluşması , yirminci yüzyılın ilk yarısının en etkileyici siyaset adamı o lan Eleft­ he rios Venizelos'un çabalarıyla gerçekleşecekti . Venizelos ilk siyasal deneyimini bağımsız Girit'te edinmişti. Ancak bu sefer 1 909'daki Gudi darbesi neticesinde politik sahnenin ön saflarında yerini alacaktı. 1 909 yılında Askeri Cunta tarafından yapılan Gudi dar­ besi bir anlamda, kısa süren Osmanlı 1 8 76 Meşrutiyeti ve Sultan Abdülhamit'in, diğer adıyla 'Lanetli Abdül'ün taht­ tan indirilmesinin sonucunda oluşan 1 908 jön Türk devri94

mine b ir tepki olarak gerçekleş t i r i l d i . Başlangıç ta ," J ö n Türklerin ister Müslüman olsun 1 ister Hıristiyan y a d a Ya­ hudi herkese eşitlik sözü vermeleri Yunanistan'da da İmpa­ ratorluktaki kadar coşku yarattı. Ancak güçlü bir Osmanlı lmparatorluğu'nu Makedonya'dan çıkartmanın zor olacağı endişesi hakimdi. Kaldı ki , Jön Türk hareketinin merkezi Selanik Makedonya'nın en gözde şehriydi . Bunun da öte­ sinde, tıpkı Bulgarların Osmanlı lmparatorluğu'ndan ayrılıp tam bağımsızlıklarını ilan ederek, Avusturyal ıların Bosna­ Hersek'i kendilerine bağlayıp J ö n Türk devrimine tepki göstermeleri gibi tedirgin Giritliler de tek yanlı olarak Yu­ nan krallığıyla birleştiklerini , enos isi açıkladılar. Yeniden alevlenen Girit bunalımına politikacıların göster­ dikleri yanlış tepkinin yanıs ıra, anayurttaki bozuk ekono­ mi, artık ekonomiyi ayakta tu tmaya önemli katkısı bulunan göçmenlerin gönderdikleri paraların ABD'de ve Yunan göç­ menlerinin büyük sayılara ulaştığı önde gelen diğer bir ülke olan Mısır'daki ekonomik durgunluk nedeniyle büyük öl­ çüde azalması ile birleşince geleneksel 'siyaset dünyasına' karşı duyulan hoşnutsuzluk daha da büyüdü. Bu, ast ya da üst, rahatsızlık duyan tüm ordu subaylarının Albay Nikola­ os Zorbas önderliğinde kurulan Askeri Cunta çatısı altında bir araya gelmelerine neden oldu . Askeri müdahalelerde sıkça görüldüğü üzere, tümüyle meslekle ilgili sıkıntılar so­ nuçta siyasal çıkarlar elde etmeye varacak işbirliklerine baş­ langıç oldu. Terfilerin durdurulması öfke uyandırmış tı , ay­ rıca başkomu tanlık görevini yürüten Veliaht Prens Kons­ tantin'in silahlı güçler içerisinde bazı kişileri kayırdığı dü­ şünülüyordu . Atina garnizonu mensuplarının çoğu 2 7 Ağustos 1 909 ta­ rihinde, kentin yakınlarındaki Gudi'den, krallık prensleri­ nin silahlı güçlerden uzaklaştırılmasını , savaş baka n l ı kla­ rıyla donanmanın hizmetli subayların denetimine verilme95

22 [Yüzbaşı Va rdas ve bir ö b e k Makedonomakhoi c. 1 904 (Yu n a n Ede biyat ve Ta rih Arşivi, Ati na)]. B u yüzyıl ı n b a ş l a rı n d a Tü rkiye Avru p a s ı n d a O s man lı yönetiminin gücü paramparça olunca Yun a n l ı l a rı n M a ke d o nya üze rin d e i l e ri sürdükl e ri haklarını silah g ü c üyle el­ d e etmeye çalışan çete c i l e r to p l u l u ğ u , yani Makedonomakhoi üyelerini toplu ola­ rak g ö rüntüleyen b i r fotoğ raf. Kimi G i ritli, kimi o yöre e rkekleri n d e n oluşmuş b u top­ luluğun başı, Yüzbaşı Va rdas' ı n komuta s ı n d a savaşan Yu n a n ordusunda g ö revli Gi­ ritli bir subay olan G eorgios Tso ntos'du. M a ke d on)'a'nın tümü ya d a b i r kısmı u ğ ru­ na ç a rpışan diğer Yu n a nl ı l a rı n baş düşmanı o l a n 'milletl e r' B u l g a rl a r, Sırplar ve Ar­ navutlardı. Konstantino polis'de Yu n a n d e n etimi altı n d aki Ekümenik Patrikliğin otori­ tesini ka bul e d e n l e rl e 1 870 yılında B a b - ı Ali'nin önayak o l m a sıyla k u ru l a n B u l g a r Piskoposl u ğ u n u n yetkisinde k a r a r kı l m ı ş o l a n l a r a r a s ı n d a g e l i ş e n sert reka bet so­ n u c u n d a veril e n m ü c a d el e b a ş l a n g ı çta d i n ve e ğ itim p ro p a g a n d asıyla yü rütü l d ü . D a h a s o n ra l a rı, 1 893'te esin kayn a ğ ı n ı B u l g a rl a r d a n a l a r a k kurul a n M a ke d o nya D evri m c i Ö rgütü ' n ü n ( M D Ö ) eyl e m l e r i Yu n a n U l u s a l D e r n e ğ i' n i n ki l e rl e ( Etniki Etarya) çatıştı ve rakip ç eteler de netim altı na a lmaya u ğ ra ştıkl a rı b ö l g e l e r u ğ ru n a d i ğ e rlerine üstü n g e l meye ç a l ı ştı l a r. Araları n d a ö n d e g e l e n Kastorya p i s k o p o s u G e rm a n o s Ka rava ngelis'in d e yer a l d ı ğ ı bazı O rtodoks d i n a d a m l a rı, konsolosl u k ç a lı ş a n l a rı n ı ve kı l ı k d e ğ iştirmiş sub aylarını yollayarak b u savaşı ç ekip ç eviren Ati­ na hükümeti gibi silahlı savaşımı d e stekleyip ç e şitli yollarla o n l a ra yardım ettil e r. Yu n a n çete l e ri g i d e re k ü stü n l ü ğ ü e l e g e ç irip 1 91 2- 1 3 Balkan sava ş l a rı döneminde M a ke d o nya'nın büyük b ö l ü m ü n ü n Yu n a n o r d u l a r ı n c a ü l keye b a ğ l a n m a s ı n a g i d e n y o l u açtı l a r.

sini isteyen, ayrıca orduyla donanmanın yeniden yapılandı­ rılması programını içeren bir muhtıra yayınladı. Askeri ol­ mayan diğer alanlarda da başka yenilikler getirilmesine ça­ lışılıyordu . Cuntanın istekleri Eylül ayı sonlarında Atina'da düzenlenen büyük bir gösteriyle halkın desteğini aldı . Baş­ bakan Dimitrios Rallis , o görevinden ayrıldıktan sonra da Kiryakulis Mavromikhalis, Askeri Cuntanın sıkı denetimi ve tam bir askeri dikta rejimi kurma tehditi altında istenen düzenlemeleri uygu lamaya soktu . Diğer yand an cuntanın eski siyaset adamlarına ayıracak pek zamanı yoktu , onun yerine umudunu , 1 892'de özerkliğini elde ettikten so nra doğum yeri olan Girit'te siyaset adamı olarak ün yapmış Eleftherios Venizelos'a bağlamıştı. Onun siyasetteki çarpıcı yeteneğinin yanısıra , anayurdun siyasal dünyasında gözden 96

düşmüş hiçbir derneğe bağlı olmayışı cuntanın gözünde eşi bulunmaz bir nimetti . Böylece cunta üyeleri, kendi ortak fi­ lotimolarına ya da saygınlıklarına gölge düşürmeksizin, kı­ yasıya eleştirdikleri siyasi grupları ortadan kaldırmış görü­ nerek ondan yana tutum takınabileceklerdi. 1 864 Anayasasını yenileme yetkisine sahip olacak kurulu seçmek için 1 9 1 0 Ağustos'unda seçimler yapıldı. Venizelos aday değildi , ancak destekleyicileri parlamentodaki en bü­ yük partiyi teşkil ediyorlardı. Aynı yılın Aralık ayında yapı­ lan yeni seçimlerde Venizelos adaylığını koydu ve başkanlık ettiği Liberal Parti 362 sandalyeden neredeyse 300'ünü ele geçirdi. Artık içişlerinde reformu , ekonomik ve siyasal ko­ nularda çağdaşlaşmayı ve 'Megali Idea'yı kararlılıkla gerçek­ leştirebilmek için elinde açık bir yetki vardı. Askeriyenin 97

basit bir kuklası olmadığını göstermek için Venizelos, Veli­ aht Prens Konstantin'in ordudaki üst düzey görevini kendi­ sine geri verdi ve Gudi ayaklanmasına engel olmaya çalıştı­ kları için tutuklanan subayları serbest bıraktı. 1 9 1 1 yılında anayasal değişiklik getiren elli kadar yasayı yürürlüğe koy­ du. Engellemeleri azaltmak amacıyla, yeterlilik sayısı mecl i­ sin toplam üyelerinin yarısını gerektirirken bu oran üçte bi­ · re indirildi. Sonradan yapılan toprak reformunun yasal da­ yanağı, toprak ve mal varlıklarının ulusal çıkar uğruna ka­ mulaştırılması için çıkartılan yasalarla sağlandı. Eğitime ilişkin önemli eğitim yasaları çıkartıldı ve kayırmaları azalt­ mak amacıyla sivil hizmete atanacaklara genel bir sınavdan geçirilmeleri koşulu getirildi . Sosyal reformla ilgili az da olsa birşeyler yapılmaya baş­ landı. Bunların arasında kadınlar ve çocuklar için asgari üc­ ret, işçi sendikalarının yasallaşması ve yasadışı işveren sen­ dikalarının yasaklanması da vardı. Yavaş yavaş arttırılan bir gelir vergisi uygu lamasından uzak durulmuş olması daha önceleri yoksullar üzerine ağır yük bindiren dolaylı vergile­ rin kaldırılması yönünde bir eğilim olduğunu gösteriyordu. Venizelos, iş çevrelerinin çoktan desteğini almıştı, ayrıca bu gibi önlemler o tuz yıl içinde az çok gelişen sanayii ile yen i yeni oluşan işçi sınıfının desteğini alarak seçmen tabanını genişletmeye de yaradı. Ilımlı reformist politikası sayesinde bazı Balkan ülkelerinde gelişen güçlü sosyalist ve köylü ha­ reketlerini etkisiz hale getirdi. Venizelos'un kendini silahlı güçlerin iyileştirilmesine adaması, kara ve deniz orduları bakanlıklarının sorumlul u klarını doğrudan ken di üstüne alması biçiminde kendini gös terdi . Fransız ordusundan ve lngiliz donanmasından gelen görevliler silahlı güçlerin eği ­ tilmesine katkıda bulundular, ayrıca yıllardır süregelen büt­ çe açığın dan sonra genel bütçe fazlasının elde edilmesi ek­ siklerin tamamlanması için gereken fonları oluşturdu . 98

23 [ O nd okuzu n c u yüzyıl sonlarına d o ğ ru Pire' de bir b a r. (Yu n a n Edebiyat ve Ta rih Arşivi, Ati n a )]. O n d okuzu n c u yüzyıl s o n l a rına d o ğ ru, Ati n a l i m a n ı Pire'de b i r b a r. Sağ ya n d a otu­ ran sert b a kı ş l ı ve kalın bıyıklı mangas, ya d a ' m a ç a ' bira k u p a s ı n ı şe refe k a l d ı rı­ yor. Solda d ö n e r tezg ahı d u ruyo r. Kasa b a n ı n ve ü l k e n i n t o p l u m s a l yaşantısı b u gi­ bi yerlerde o d a k l a n ı rd ı . Oriaia E l l a s kahvesinde olduğu g i b i ( B kz: Altyazı 1 3). b u ­ ra d a d a n e ç a l ı ş a n l a r ne d e m ü şteri l e r a ra s ı n d a tek bir k a d ı n b i l e y o k , ü stel i k gü­ n ü m üzde d e b u türden eğlence yerleri yalnızca erke kl e ri n ha kkı olma ö z e l l i ğ i n i s ü rd ü rm e kte d i r.

Kesinlikle inanıyorum ki . . . yeniden canlanışımız için yur­ duna bağlı işçilerimizin sorumluluğu altındaki u lusumu­ zun maddi ve manevi değerleri, bugünkü uygarlığın ge­ reklerine yaraşır bir Yunanistan'ı yeniden yaratmaya , uy­ gar dünyanın saygıs ı n ı kazanabilmeye ve u ygar halklar arasında onurlu bir yer edinebilmeye , bir de madden ve manen güçlenince Doğu'daki b ü tün insanların ilerlemesi­ ni ve refahını güvence altına almak koşuluyla (Yakın) Do99

24 [ 1 880'1erde Atin a Aka d emisi inşaatı. ( B e n a ki M üzesi, Atina)]. 1 886 yılında, yapımının bitiminden kısa bir süre s o n ra Atin a Akademisi. Tasarımını yapan Da­ nima rka lı m i m a r Theophilos Hansen gösterişli neoklasik bir tarz uyg u l a mıştı. S ütun l a rı n te pe­ sinde duran Athe n a ve Apollo'nun dev heyke l l e rini G e o rgios D rosios ya ptı. Aka d emi, H a n s e n

ğu içerisinde barışın egemen olmasına katkıda bulunmaya ye terlidir. Eleftherios Venizelos ( 1 9 10)

Buhran yıllarından sonra Venizelos halkın yaşamına bir canlılık ve iyimserlik, yeni bir ulusal birlik anlayışı getirdi. Halkın gözündeki popülaritesi 1 9 1 2 yılı Mart ayında seçim­ ler yapıldığında, yandaşları 1 8 1 sandalyeli meclisin ( 1 9 1 0 parlamentosu yasa yapıcı bir kurul olduğundan bunun iki katı büyüklüğündeydi) 146 sandalyesini aldıklarında ken­ dini gösterdi. Ancak, içerde durum iyi giderken, dışarıda savaş tamtamları çalınmaya başladı. İmparatorluk ta , J ö n 1 00

ka rdeşlerin m i m a ri tasarı m l a rını yaptı g ı birbirine benzer ('Trilogi' d iye bilinen) ü ç ya p ı d a n biridir, d i g e r ikisi Christia n H a nsen'in ç alışması o l a n ü n iversite ( 1 839-46) ve yi ne Theophilos'un yapıtı olan milli kütü p h a n e d i r ( 1 885-1 901 ) . Bu ya p ı l a r yeni d evl etin resmi mimarisine e g e m e n o l a n kültürel yapının a ntik Yu n a n ' a yöneldiOini vurg u l ayan neoklasik anl ayışın h a n g i boyutla ra u l a ştıg ı n ı gözler önüne sermekte­ dir. 4000 kişilik nüfusuyla 1 830'1ard a a n c a k bir köy k a d a r gelişmiş o l a n Atin a a ntik g e çmişin ihtişamıyla ilişkili olması n e d e niyle 1 834 yı l ı n d a başkent yapıldı. O ndoku­ zuncu yüzyı!ın o rtalarında nüfusu 30.000'e ç ı ktı, ayrı c a kent g ö sterişli kamu bina­ l a rıyla süslendi. B u binalar a rasında H a ns e n kard e ş l e ri n ç a l ı ş m a l a rı n ı n yanısıra, Ars a keion kızla r o k u l uyl a ( 1 846-52) daha s o n ra alışılm a d ı k neo-Bizante n bir tarzda yap ı l a n Göz H a stanesi'ne ( 1 852) imzasını ata n Lysa n d ro s K afta ntzoglou ve şimdi­ lerde Bizans M üzesi olarak kul l a n ı l a n Plaisa n c e D üşesinin ' l l issia' sa rayı nı ( 1 8408) ya p a n Sta m atis Kleathis gibi Yu n a n m i m a r l a rı n ı n da e s e rl e ri b u l u n m a ktayd ı . Başke ntteki kamu b i n a l a r ı n d a n ç o g u ( ki a r a l a rı n d a Za ppeion ile 1 896 yılı n d a ki i l k ç a g d a ş Olimpiyat oyunları için yapı l a n Averoff sta dyumu d a vardı) s ü rg ü n d e y a ­ şaya n zengin Yu n a n l ı l a rın baQışla rıyl a ya pıldı. A k a d e m i b i n a sı, Arnavutl u k' u n g ü ­ neyi n d e ki Moschopolis kas a b a s ı n d a n g e l m e H e l e n l i bir U l a h o l a n, tüm m a l va rlı­ g ı n ı H a b s b u rg l m p a rato rl u g u ' n d a e d i n m i ş v e kendisi d e The o p h i l o s H a n se n ' ı n yaptıgı g ö z l e m e v i için ( 1 843-6) b a g ışta b u l u n m u ş o l a n G eorgios Sinas'ın varlıklı o g ı u Siman Sinas'ın vasiyetiyle inşa edildi.

Türklerin bütün etnik topluluklara eşitlik tanıyacakları yo­ lunda daha önceden verdikleri sözler çok geçmeden yerini zorla 'Osmanlılaştırma'ya bıraktı . Makedonya'mn yazgısı sorunu yeniden kanayan bir yaraya dönüştü , Arnavut ulu­ sal hareketinin ortaya çıkışıyla herşey daha da zora girdi. İtalya , büyü k bir güç olarak saygınlığını göstermek amacıy­ la, sömürge edinme çabasıyla 1 9 1 1 yılında Libya'da Türkle­ re karşı saldırıya geçtiğinde, Balkanlar'daki lslav devletleri­ ni oluşturan Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ, imparatorlu­ ğun içinde bulunduğu sorunlardan kendilerine çıkar sağla­ mak için gözlerini dört açtılar. Venizelos ise, Sırpların, Bul101

25 [ 1 880'1erd e lskenderiye'd e ki ö n d e g e l e n Yu n a n tic a ret a d a m l a rı. Kaynak: P. A. Za nnas'ın yayı na hazırl a d ı � ı Arkheio tis P. S. Delta, 1 1 1, P. S. Delta protes enthymi­ seis (Ati na: Ermis, 1 981 )]. Soylu bir Yun a n tac iri Emmanuil B e n a kis'in lskenderiye'deki evinde 1 887 ya d a 1 888 yıl ı n d a ->

garların ve Karadağlıların tersine, bir ikileme girdi, bunun nedeni 'kurtarılmamış' Yunanlıların bir arada yerleşik olma­ yıp Yakın Doğu'ya yayılmış olmaları, böylelikle de Türkle­ rin baskılarına açık olmalarıydı. Öte yandan; eğer Yunanis­ tan elini kolunu bağlayıp bir köşeye çekilirse, Makedon ­ ya'daki yağmadan kendine hiçbir pay düşmeyecekti. Çıkarları birbirine ters düşse de, 1 9 1 2 baharında Sırbis­ tan ile Bulgaristan ve Yunanistan ile Bulgaristan arasındaki görüşmeler sonuca bağlanıp 1 9 1 3 Haziran ayında sonuçla­ nacak olan Yunanistan-Sırbistan antlaşması için pazarlıkla­ ra girişildi. Tıpkı Balkanlar'da gelişen daha önceki buhran­ larda; 1 8 78'de, 1 885'te ve 1897'deki Yunan-Türk savaşları sırasında olduğu gibi, Büyük Devletler kendi çıkarlarını ve 1 02

ya pılan kızı nın nişan töreni sı rası n d a ç e kilen bir foto ğ raf. M e l o n ş ap kalı B e n a kis ç a d ı rın hemen ö n ü n d e d u ruyor. Kızı Aleks a n d ra elini, bağdaş kurmuş ortada oturan nişanlısı Tam D avies'in omuzuna koym uş. S o l y a n d a , yere çömelmiş o l a n Alek­ sandra'nın, ileride oldukça fazla esere imza ata c a k ç o c u k öyk ü l e ri yazarı Penelope Delta d iye ta n ı n a c a k o l a n kız kardeşi Penelop e'tu r. M ı s ı r' a g i d e n pek ç o k Yu n a n l ı gibi o d a gerçek bir Venizelos yanda şıyd ı. Fqto ğ rafta Khoremis ailesinin üye l e ri de görülmektedir. 1 863 yılında Amerika n i ç savaşı sırası n d a M ı s ı r' d a toplanan pamuk ü r ü n ü n ü n b o l l u ğ u n d a n yararlanmak üzere kurulan Khoremis ve B e n a kis O rta klığı Mısır'daki diğer Yu n a n p a m u k simsa rla rını ç o ktan g e ri d e b ı ra kmıştı. O n d o kuzu n c u yüzyı l d a M a n c h ester'da o l d u ğ u gibi Live rpool'da d a g ü ç l e n i p b üyüyen bir Yu n a n top l u l u ğ u vardı, b u n la rın temsilcisi Davies ve B e n a kis Ortaklığıydı. Em m a n u i l B e n a­ kis, Kharilaos Trikupis'in ve 1 9 1 0 yı lında yeni kuru l a n Ulusal Ekonomi B a k a n l ı ğ ı n ı n başına k e n d i s i n i g etire n Elefth erios Ve nizelos'un y e n i l e ş m e politika la rıyla yakı n d a n ilişkiliydi. O n d o kuzu n c u yüzyılda g ö ç o ldukça yaygındı, b u n u n y ö n ü ( ç o ğ u n u Sakız adasından g e l m e zengin ta cirlerin oluşturd u ğ u ) Ege a d a l a r ı n d a n Birinci D ü nya Sa­ vaşı sıralarında sayı l a rı 1 00.000'e varan Yu na nlıların b u l u n d u ğ u M ısır'a d o ğ ruydu. Bir zamanlar Mı sır'ın en büyük yabancı ko lonisi o l a n bu to p l u l u k 1 952'da N a sır'ın ikti d a ra gelmesiyle hızla g ü c ü n ü yiti rdi. Ondokuzu n c u yüzyıl s o n l a rı ve yirmi n c i yüz­ yılın başları n d a Ya kın ve O rta Doğ u'ya, kışkırtı c ı Yu n a n s l o g a n ı n ı kullana c a k o l u rs a k 1 kath'imas Anatoli'ye ('Bizim D o ğ u muz') yayılmış ç o ğ u refa h i ç i n d e yaşayan kala­ balık Yu n a n to p l u l u kl a rı b u l u n uyord u .

genel güçler dengesini korumak uğruna gelişmelere el koy­ makta gecikmediler. 1 9 1 2 yazında da, varolan sınırların bo­ zulmasını hoş görmeyeceklerini duyurdular. Oysa bu kez , Balkan devletleri onlara kulak asmayıp 1 8 Ekim 1 9 1 2 tari­ hinde Karadağ'ın önceden tasarlanmış saldırısının hemen ardından Osmanlı lmparatorluğu'na karşı savaş açtılar. Birleşik güçleri Avrupa'daki Osmanlı ordularının sayısını kat kat aşan Balkan müttefikleri hızlı ve görülmeye değer başarılar elde ettiler. Kasım ayı başlarında Yunan orduları , Ege'nin kuzeyindeki en iyi limana sahip Selanik'i, kendileri gibi bu varsıl ticaret kentine göz koymuş olan Bulgarlarla topu topu birkaç saat çarpıştıktan sonra ele geçirdiler. Yu­ nanistan'ın yeni donatılmış deniz kuvvetleri süreç içerisin1 03

de, Sakız, Midilli ve Sisam adalarını kurtararak Ege'de ü s ­ tünlük sağladı. Öte yandan , aynı yılın başlarında İtalyanlar, Türklerin Libya'dan çekilmeleri için baskı kurma çabasıyla Oniki Adayı 'geçici olarak' kuşattılar. On iki Ada 1 94 7 yılına kadar Yunanistan topraklarına katılmayacaktı. 1 9 1 3 Şubat ayında Yunan birlikleri Epir'in başkenti Yanya'yı ele geçirdi­ ler. Aynı yılın Mayıs ayında imzalanan Lo ndra Antlaşma­ sı'yla Türkler, Balkan müttefiklerin kazanımlarını tanıdılar. 1 04

26 [Yeni Herkü l ! Panagis Kutalia nos'un Vol o s yakı n l a rı nd a ki Vel e ntza' d a bir fırı­ nın d uvarı n a Theophilos tarafı n d a n ya pılan resmi ( 1 91 0). Kaynak: M a ria Kyni­ gou-Phlaboura, Theophilos. Malamantenios argaleios ki elephanteni o kteni (Atina: Exa ntas, 1 979)]. Yeni Herkül; Theophilos Khatzimikhail'in 1 9 1 0 yıl ı n d a Volos ya kı nındaki Vel e ntza' d a bir fırı n ı n duvarına yapmış o l d u g u gezgin h e rkül P a n a g i s Kouta l i a n o s ' u n resmi. 1 866-1 873 yıl l a rı arasında d o g a n Theophilos sıva c ı u stası olarak yeti şmiş, a n c a k yaşamının b üyük bölümünü gezgin ressam o l a ra k ö n c e l e ri ç o k kalabalık Yu n a n n ü ­ fusuna sahip lzmir' d e ki, sonra otuz y ı l kadar d a Teselya'da Volos yakı n l a rı n d a ki Pili­ on dagı köylerindeki kahveha n e l e rin, tavern a l a rın, d ü kkanların ve evlerin d uvarl a rı­ nı süsleyerek geçirmişti. Bunun arkasından 1 934 yılı n d a ö l d ü g ü , dogum yeri Midil­ li'ye yerleşti. Konuları n ı seçerken a nti k ta rihten, b a g ı msızlık savaşı n d a n ve g ü n l ü k yaş a m d a n esinlendi. Ya ptı kl a rı iş patlayan g ü l l e le ri h avaya k a l d ı rm a k o l a n g ü ç l ü kuvvetli a d a m l a r Yu nanista n'da b u g ü n d e görülebilir. Yaş a m ı n ı n b ü y ü k b ö l ü m ü n d e Theophilos' un ustal ı g ı t a n ı n m a d ı v e o yoksull u k içinde y a ş a d ı , fa kat ö l m e d e n bir­ kaç yıl ö n c e kendisini Yun a nista n' da ve yurtdışında d a h a geniş bir kitl eye tanıtma­ sına yardım eden Paris'te yaşaya n sanat eleştirmeni Teriade (Efstratios El efthe ri­ adis) tarafı ndan d e steklendi. Te riade, 1 960'1arda Midilli'de Theophilos' u n resim l e ri­ nin sergilendigi bir müze kurd u .

·

Müttefikler Osmanlı Imparatorluğu'na karşı o rtak bir düşmanlık besleseler de, Makedonya toprakları üzerinde birbirine ters düşen istekleri o lması yüzünden , ittifakları her an bozulabilir türdendi. 1 9 1 3 Haziran ayında Bulgaris­ tan'ı dışlayan Yunanistan ile Sırbistan , Makedonya'daki yağ­ manın bölüşülmesi konusunda aralarında bir antlaşma yap­ tılar. Coğrafi açıdan Osmanlı başkentine en yakın konumda olan Bulgarlar, kavgada asıl ·yükü kendilerinin çektiğini ve 1 05

27 ('Osmanlı Yu n a n b u rjuvazisinin temkinli e ğ l e n c esi': 1 905 yıl ı n d a Evg eni­ dis/Zarifi evl ilik tö re ni. Kaynak: Mihail-Oi mitri Stu rdza, Dictionnaire h istorique et giiniialogique des grandes famil les de Grece, d' Albanie et de Constanti­ nople ( Paris: The Author, 1 983)]. ' O s m a n l ı Yunan b u rjuvazisinin temkinli e ğ l e n c esi.' O n d o kuzu n c u yüzyı l d a lsta n ­ b u l ' u n ö n d e g e l e n i k i b a n ka c ı ailesinin ç o c u kl a rı E l e n i Za rifi ile Stefanos Evg e ni­ dis'in 1 905 yıl ı n d a Za rifil e rin g ö rkemli malikanesinde yapılan d ü ğ ü n töre n in d e n bir foto ğraf. Za rifi/Evge nidis'in evlenme töre n i n d e ki l ü ks ile, on altı yıl sonra Salt Lak•.' City' d e yapılan M a r c e l l a s/Mouskond is'in evlilik töre n i n d e ki yalınlık arasında tam bir çelişki vardır (Bkz: Altyazı 35). Zafiro p u l o s ve Za rifi ba nkasının kurucularından o l a n Eleni Za rifi'nin b a b a s ı G e orgios, Kırım Savaşı ( 1 853-6) sırasında l n giliz d o n a n­ ması ve ordusuna kö m ü r (ve yumurta ) satarak büyük bir kaza n ç e l d e etmişti. O s­ manlı kamu borçları n ı n yönetiminde önemli bir g ö rev üstl e nmiş ve S u ltan A b d ü l h a­ mit'in ( 1 876-1 908) ba nkacısı ve yakın d e rt ortağı o l a ra k büyük m a l varlığı ve g ü c ü o l a n biriyd i. Ya ptı ğ ı d i ğ e r bağışların yan ısıra Filibe'deki ( b u g ü n B u l g a rista n s ı n ı rl a­ rı n d a ki Pl ovdiv) Yu n a n o k u l u n u n y a p ı m ı n a ve l sta n b u l ' u n F e n e r b ö l g e s i n d e boy g öste ren Mega l i tou Genous Skholi' nin ( B üyük Milli Okul) yeniden yapımına p a ra yard ı m ı n d a b u l u n d u . Bir başka ç o k zengin Yu n a n b a n keri H ristaki Zog rafos Efe ndi, Osmanlı b a ş ke nti n d e ki e n önemli Yu n a n e r k e k lisesini Zograp heion'u y a ptı r d ı . Ondokuzuncu yüzyı l Yu n a n tarihinin e n ç a r p ı c ı yönlerinden biri de, o d ö n e m l e rd e ya d a 1 821 yılındaki bağ ımsızlık savaşı nın patl a k venmesi ö n c esinde Yu n a n l ı l a rı n e l ­ lerinde b u l u n d u rd u kl a rı ve Biri n c i D ü nya Savaşı sonrasında i m p a rato rl u ğ u n ç ö kü­ şüyle bir kez d a h a ellerinden ka ç ı ra c a kl a rı ekonomik ve özellikle politik g ü ç l e rini büyük ö l ç ü d e tekrar o l u şturabilmeleriydi. B a ğ ımsız Yu na nista n ' ı n ilk Osmanlı e l ç isi Yu n a n kökenli bir Osmanlı olan Kastaki M u s u ro s Paş a'yd ı. Ya lnızca Atina'da değil, Viya na'da, Tu rin' de ve 1 89 1 ' d e ki ö l ü m ü n d e n önce n e re d eyse otuz yıl ( 1 851 -79) bü­ yükelçilik g ö revini yürüttüğ ü Lo ndra'da Türk efe ndilerinin ç ı karlarını s o n u n a k a d a r savu n d u . Osmanlı dışişl e ri bakanı olarak hizmet v e r e n bir başka Yun a n k ö k e n l i O s ­ manlı d a Aleks a n d ros Karatheod oris Paşaydı.

kazanımlarının yitirdiklerini karşılamadığını düşünüyorlar­ dı. Artık Yunanistan ve Sırbistan'a sırt çevirmişlerdi. Birinci Balkan Savaşı'ndan uzak kalan Romanya da Bulgarlara sal­ dırmakla savaşa girmiş o ldu. lkinci Balkan Savaşı kısa sür­ dü ve Bulgarlar çok geçmeden pazarlık masasına oturmak zorunda bırakıldılar. Her ne kadar Ege Denizi'ne kıyısı olan Dedeağaç (bugün Yunanistan sınırları içindeki Aleksandro­ polis) toprakları içinde kaldıysa da, Bulgaristan Bükreş Ant­ laşması'yla (Ağustos 1 9 1 3 ) kendi çıkarlarına epey ters dü­ şen bir toprak düzenlemesini kabul etmek zorunda kaldı. 1 06

Artık Yunanistan'ın Girit üzerindeki egemenlik hakları ta­ nınmıştı , ancak ö nemli sayıda Yunan nü fusu olan kuzey Epir'i kendi topraklarına bağlama arzusu, bölgenin bağım­ sız Arnavutluk topraklarına katılmasıyla engellenmiş oldu. Bu geri adıma karşın Yunanistan'ın toprak kazanı mları gerçekten büyük boyutlardayd ı . 'Yeni' Yunanistan'ın top rak­ ları , ülkenin yüzölçümünü yüzde 70 oranında büyü ttü , d i­ ğ e r y a n d a n ü l k e n i n y a k l a ş ı k 2 . 8 0 0 . 0 0 0 o l a n n ü fu s u 4.800. 000'e çıktı. Ne var ki, yeni katılan yurttaşların tümü­ nün Yunanlı olmad ığı kesindi. Örneğin, Selanik' i n en kala1 07

balık topluluğu 1492 yılında İspanya'dan sürülen Yahudile­ rin torunları olan ve İspanyolca konuşmayı sürdüren Sefar­ dim Yahudileriydi. Yunanlılara kurtarıcı diye bakmak bir yana, Yahudiler kentteki zengin ticari kaynakların deneti­ minde onları kendilerine rakip olarak görüyorlardı. Yeni ele geçirilen diğer topraklarda bir tür Romence konuşan önem­ li sayıda İslav, (çoğu Türk olan) Müslüman ve Ulah yaşı­ yordu. En sorunsuz dönemlerde bile yeni kazanılan bu top­ rakların karmaşık etnik nüfusu bir arada tutması sorun ya­ ratırdı, nitekim durum, Yunanistan açısından Birinci Dünya Savaşı'nın doğurduğu sonuçlarla daha da çetrefilleşecekti.

1913 yazında Yunanistan A kdeniz'de önemli bir güç ola­ rak kendini gösterdi.

O güne dek kaypak bir kavram olan

'Megali ldea', Venizelos'un etkili önderliği altında romantik milliyetçilerin safsataları olmaktan çıkıp olabilirlik sınıfına girmiş görünüyordu. Kral 1. George 1913 yılı mart ayında Selanik'e yaptığı bir gezi sırasında deli bir adam tarafından öldürüldü . Yerine geçen Veliaht Prens Konstantin'in, son Bizans imparatoru Konstantin

XI. Palaiologos'un doğrudan

varisi ve halefi olduğunu göstermede, 1. Konstantin'den çok

XII . Konstantin'nin tarzını benimseyeceği sanılıyordu . Fa­ kat Birinci Dünya Savaşı döneminde, 'Megali ldea' büyük ulusal yığınları çevresine toplayan tek ideoloji olmaktan çı­ kıp ülkeyi rakip ve kimi zamanlarda birbiriyle savaşan iki kampa ayıran Ethnikos Dikhasmos yani Ulusal Bölünme di­ ye bilinen toplumdaki kitlesel bölünme sebeplerinden biri oluverdi. Yunanistan, ne ilk ve kesinlikle ne de son kez yo­ ğun uluslararası tehdit altında bulunduğu bir dönemde iç çekişmelere gömülecekti. Venizelos'un 1910 ile Balkan savaşları arasındaki dönem­ de kamuoyunda kurmuş olduğu çarpıcı ve eşi görülmedik düşünce birliğinin yıkılmasının başlıca nedeni , Venizelos ile Kral Konstantin arasında Birinci Dünya Savaşı'na katılıp 1 08

Bükreş Antlaşması Ağtı•lo• 1913

...

·ı..

1.·""'·JV"""

1111 Bulgaristan'dan Romanya'ya - Türkiyc'den Karadağ'o � Türkiyc'den Sırbistan'• � Türkiye'den Anıavutluk'o !]] Türkiye'den Bulgaristan'• G Tiirkiye'den Yuuanistan'a ;.r - � .. ..... · � -·

...

.'2:'

""'·"· '·

l. '·



...

AVUSTURYA-MACARiSTAN ,. ..... . '°'".

j

. .....,�.... (' '" ,j'\ ")

)I

,,,, .- · - • ..,,,,. ,r.'"'

l c.. . ,.,,· --.-.......

R O M A N Y A

,.,,,. . _,.

. ..... � ·

i.,, r' r·

I

ıt,O krn

Harita 4 Bal�an Savaşı'nın so n u c u , 1 9 1 2- 1 3

katılmama konusundaki temel ayrılıktı. Venizelos'un, Rus­ ya ile birlikte

itilaf güç l er ini oluşturan

Ingiltere ve Fransa'ya

karşı güçlü bir duygusal bağı vardı. Her ikisinin de başarılı olabileceklerini ve ülkenin geri kalan yayılmacı tutkuları­ nın gerçekleştirilmesini destekleyeceklerini düşünüyordu. Bunun tersine, Konstantin ise Alman ordusunun onursal Mareşali ve Alman imparatoru Wilhelm II'nin kız kardeşiy­ le evli biri olarak ittifak Güçleri'ni oluşturan A lmanya ve Avusturya-Macaristan'ın askeri yeteneklerine daha çok gü­ veniyordu. Yunanistan'ın İngiliz donanması karşısında pek 109

28 [ 1 9 1 2 Kasım ayı nda Sakız a d as ı n ı n kurtu l u ş u n u a nlatan p o p ü l e r g ravür. (Ulusal Ta rih M üzesi, Atin a )]. Birinci Balkan Savaşı sırasında 24 Kasım 1912 tari h i n d e S a kız a da s ı n ı n e l e g e ç i rili­ şini gösteren, kahveh a n e l e rin ve yurtseverl e ri n evl erinin d uvarlarını s ü sleyen göz­ de bir gravür, laiki gravoura. Kara d a O , Sırbista n, B u l g a rista n ve Yu n a nistan bi rbir­ l e riyle o l a n ç e kişme l e rini g e ç i c i o l a rak b i r yana bırakıp Büyük D evletl e r'in b a rışı koruma g i rişimlerine karşı koya rak Osmanlı l m p a ratorl u O u ' n u Avru p a ' d a n kovma k üzere Ekim . ayı n d a b i r a raya g e l i n c e savaşın boyutla rı d a h a da b üyü d ü . Sayısal ba­ kı m d a n büyük bir üstü n l ü O ü olan Balkan müttefi kleri hızla ilerleme kayd etti l e r. 18 Ekim' de düşmanlıkl a r doruouna u l a ştı ve birkaç gün i ç e risinde Elasson (23 Ekim) ve Koza n (25 Ekim) ele g e ç irildi. 8 Kası m'da kentin ku rta rıcısı Aziz D imitrios bayra m ı n­ da Yu n a n birlikleri ka l a b a l ı k B u l g a r a skeri birlikl e ri n d e n yalnızca birka ç saat ö n c e M a k e d o ny a ' n ı n e n d e o e rli b ö l g es i S e l a n i k l i m a n ı n a g i r d i l e r. G i rit, resm e n kra l l ı k t o p ra kl a r ı n a b a O l a n ı rk e n Y u n a n ista n ' ı n d e n i z d e ü stü n l ü O ü e l e g e ç i rm e s i d o Q u Ege' d e ki a d a l a rı n ı da d e n etim almasına yol a çtı.

şansı olmadığını düşündüğünden kral tarafsız kalmaktan yanaydı. Savaşın başından beri Venizelos, Yunan birliklerini İ tilaf Güçleri arasına katmak için sabırsız davranıyordu . İn­ giliz dışişleri bakanı Sör Edward Grey ise bu öneriye karşı çıktı, bunun nedeni hem Osmanlı İmparatorluğu'nu hem 110

de Bulgaristan'ı savaşın dışında tutmaya kararlı olmasıydı. Her iki ülkenin düşman olarak gördüğü Yunanistan'ı müt­ tefik diye kabul etmek, onların İttifak Güçleri'yle işbirliği yapmalarına yol açabilirdi . Nitekim 1 9 1 4 yılı Kasım ayında Osmanlı İmparatorluğu (başka gerekçelerin yanısıra , Kıbrıs'ın lngiltere'ye resmen bağlanmasını söz konusu ederek) Almanya ve Avusturya­ Macaristan'm yanında savaşa girdi . Fakat bu yalnızca Bul­ garistan'ın stratejik önemini artırmaya yaradı. Bu durum karşısında , Grey 1 9 1 5 yılı Ocak ayında Kuzey Epir'le, belli belirsiz de olsa 'ondan çok daha çekici gelen, üzerinde ba­ rınan kalabalık Yunan nüfusuyla yayılmacı tu tkuların baş­ lıca odak noktası olan 'Küçük Asya kıyılarında önemli top­ rak ayrıcalıklarının' verilmesi sözü karşılığında Yunanis­ tan'ın, en son ele geçirdiği Kavala, Drama ve Serez bölgele­ rini Bulgaristan'a bırakmasını önerdi. Grey daha açık dav­ ranmak konusunda isteksizdi, çünkü İngiltere gibi Küçük Asya' nın bazı bö lümlerine göz dikmiş o lan İtalya'yı da kendi yanına çekmeyi amaçlıyordu . Yine de Venizelo s , Grey'in önerisine uymaya istekliydi . Kral v e askeri danış­ manlarıysa, çok yakın bir geçmişte kazanılan toprak parça­ sından caymaya yanaşmadan önce daha sağlam güvenceler arıyorlardı. 1 9 1 5 şubat ayında İtilaf Güçleri kara yazgılı Çanakkale Savaşı'nı başlattıklarında o laylar daha da kar­ maşık bir duruma girecekti. Başarılı olunması durumunda, çıkarmanın gerçek hedefi olan Konstantinopolis, çoktan Rusya'ya söz verilmişse de Venizelos bu savaşa katılmaya can atıyordu . Başlangıçta Yunanistan'ın savaşa katılmasını uygun gören kral , kurmay subayların başındaki geleceğin askeri diktatörü Albay İoannis Metaksas'ın, Yunanistan sa­ vaşa bulaşırsa , Bulgaristan'ın bundan faydalanmaya çalışa­ cağı gerekçesiyle görevinden ayrılmasından etkilenerek düşüncesini değiştirdi . 111

Dış politikanın yürütülmesinde önemli ancak sınrları tam belli olmayan anayasal yetkiler taşıyan kralın fikir de­ ğiştirmesiyle Venizelos, 6 Mart 1 9 15'te görevinden ayrıldı. Böylelikle iki rakip hükümetin varlığında on sekiz ay sonra çözüme varacak bir süreç başlayacaktı. Venizelos Haziran ayında yapılan yeni seçimlerde elde ettiği farklı üstünlüğü, İtilaf Güçleri'nden yana izlediği politikaya destek olarak de­ ğerlendirdi. Ne var ki yeniden iş başına geldiğinde, bir kez daha kendisini kralla sürtüşür durumda buldu, çünkü artık İttifak Güçleri'ne katılmış olan Bulgaristan l 9 1 5'in Eylül ayında Sırbistan'a saldırdı. Bu olay, 1 9 1 3 Haziran Antlaşma­ sı koşulları gereğince, Venizelos ve yandaşlarınca savunul­ duğu üzere Yunanistan'ın Sırbistan'a arka çıkması gerekip gerekmediği tartışmalarını başlattı. Venizelos, Sırplara des­ tek vermeleri için İngiltere ve Fransa'yı Selanik'e bir askeri güç göndermeye çağırdı. Kral, bu girişimi de önce onayladı, sonra yeniden düşüncesinden caydı. Bunun bir sonucu ola­ rak Konstantin, altı ay içerisinde ikinci kez, Venizelos'u başbakanlığı bırakmaya çağırdı. Kral ve onun eski karizmatik başbakanını ayıran uçurum artık epey derindi. Venizelos ile yandaşları kralın anayasal yetkilerini fazlasıyla aştığını ileri sürdüler. Buna dayanarak 1915 yılı Aralık ayında yapılan, katılım oranı Haziran ayın­ daki seçimlerin dörtte birini bile zor bulan yeni seçimleri boykot ettiler. Öte yandan; Ulusal Bölünme'nin başka bo­ yutları da vardı. Artık Venizelos bütünüyle Megali ldea'nın gerçekleştirilmesinde izlediği saldırgan politikasıyla özdeş­ leştirilirken kral ve destekleyicilerinin tehlikeli yayılmacı serüvenlere atılmadan önce yeni topraklar üzerindeki ege­ menliklerini pekiştirmesi gereken 'küçük fakat saygın' bir Yunanistan'dan yanaydılar. Bağımsız krallığın gerçek ana­ yurdu 'Eski' Yunanistan düşüncesine iyice sarılmış olan krallık yanlıları da, Venizelos'un kapitalist modernizasyon 112

ve sosyal reformlarla bir tutulmasından korkuyorlardı. Ge­ riye bakıldıkta onlar değişim p roj eleri ve atılımlarından korkan büyük bir grubu temsil etmekteydiler. Venizelos yanlısı milliyetçilerle Venizelos'a karşı milliyet­ çiler, Venizelos yan l ı s ı marksis tlerle Ve nizelos karş ı tı Marksistler vardı. Ayrıca; Venizelos yanlısı bir milliyetçi­ nin Venizelos yanlısı bir marksistle uzlaşmaya varması , Venizelos karşıtı bir milliye tçiyle anlaşmasından bin kat daha kolaydı. Georgios Theotokas , Argo ( 1 936)

Konstantin ile Venizelos arasındaki ilişkilerde ayrılık ol­ ması İtilaf Güçleri'yle krallık yandaşı hükümet arasında tır­ manan uyuşmazlıkla birlikte gelişiyordu. Sırbistan ordusu­ nun Arnavu tluk üzerinden geri çekilmesine güvenli bir yol hazırlamak amacıyla, İtilaf Güçleri 1 9 1 6 yılı ocak ayında Korfu adasını kuşattıklarında da tarafsızlık tutumunu de­ ğiştirmeyen bir ülkede, l 9 1 5'in Ekim ayında Selanik cephe­ sini kuran İngiliz ve Fransız ordularıydı. Atina hükümeti Sırpların cephelerini değiştirmek için Korfu'dan geçip Sela­ nik'e gitmelerine izin vermeyince ve Yunanistan stratej ik açıdan önem taşıyan Makedonya'daki Fart Rupel'i hiç di­ renmeden Bulgarlara bırakınca , sürtüşmenin boyutları arttı. Ağustos ayında , l tilaf Güçleri yanlısı Ethniki Amyna yani Ulusal Savunma örgütünü arkasına alan Venizelos yandaşı ordu , krallık yanlısı hükümete karşı darbe girişimini başlat­ tı. Birkaç hafta geçince Venizelos doğum yeri olan Girit'e gitti ve arkasından, yeni bağımsızlığa kavuşmuş adalarda attığı zafer turundan sonra Selanik'e doğru yollandı. 'Yeni' Yunanistan'ın başlıca kenti olan Selanik de tıpkı Türklerden yeni kurtarılmış diğer bölgelerde olduğu gibi, Venizelos'un davasına yürekten bağlıydı. Bu aşamada Venizelos ordusuy­ la beraber, bir de yerel hükümetini kurarak ilişkilerdeki ay­ rılığı dönüşü olmayan bir yola soktu . İtilaf Güçleri bu atılı113

mı destekledilerse de, iç savaşı kışkırtır korkusuyla Selanik hükümetini başlangıçta resmen tanımadılar. Bu arada, Ati­ na'daki krallık hükümetine yöneltilen baskılar artıyo rdu . İngiliz ve Fransız orduları krallık hükümetinin denetimin­ deki bölgeleri tarafsız kalmaya zorlamak , savaş için gerekli araç gereçleri sağlama k ve kuzeye giden demiryolunun de­ netimini güvence altına almak amacıyla, 1 9 1 6 Aralık ayın­ da Pire ve Atina'ya çıkarma yaptılar. Silahlar patladı ve müt­ tefikler utanç içinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun arkasından, 'Eski' Yunanistan'da , güney Rumeli'de ve Mora yarımadasında krala bağlılıklarını sürdüren Venizelos yanlı­ ları oldukları bilinen kişilerin kapsamlı tasfiyesi geldi. 1 14

29 [ 1 9 1 5 yıl ı n d a Selilnik'te bir seçim. Kaynak: M i c h a e l Llewellyn-Smith, lonian visi­ on. Greece in Asia Minor 1919-1922 (London: Ailen Lane, 1 973)]. 1 9 1 5 yı l ı n d a yapılan iki seçimden biri n i g ö rü ntüleyen bir fotoğ raf. Ke ntin büyük Ya­ hudi c e m a atinin bir üyesi Selilnik'te ki Aya Sofya kilisesin d e kuru l a n bir m e rkezde oyu n u kull a n ı rken g ö rü l üyor. Oradaki izleyi cilerden bazılarının fes g iyme l e rinin ne­ deni, ke ntin topu topu ü ç yıl önce, birinci B a l k a n Savaşı sıra s ı n d a Yu n a n d evl eti sı­ nırlarına katılmış olmasıd ır. G ö rü n ü rd e h i ç b i r kadın yoktur; k a d ı n l a r oy k u l l a n m a h a kl a rını 1 952 yıl ı n d a e l d e etti l e r. Uyg u l a n a n oyl a m a yöntemi 1 864- 1 920 yı l l a rı ara­ sında yürürl ü kteydi. Oy kullanan elini boru d a n i ç e ri sokup oy pusulasını s a n d ı ğ ı n ya evet (b eyaz) ya d a hayır (siyah) bölümüne ata rdı. Ve nizelos' u n kimi taşkın yand aş­ l a rı bağlılıklarını oy s a n d ı kl a rına altın pusulalarla g e l e re k g österirlerdi ( b u p u s u l a l a ­ rı kullanıp kull a n m a d ı kl a rı tartışılır). S e ç m e n oyu n u h e r b i r i n i n a y r ı bir san dığı bulu­ nan bütün a d aylard a n yana ya d a o n l a ra karşı kullana bil iyord u. H e r s e ç i m b ö l g esi­ ne ta nı na n s a n d a lye sayısına göre başarılı a d ayl a r e n çok "evet" oyu n u a l a n l a r oluyord u . Adayların temsi l c i l e ri s a n d ı k dizilerinin arkası n d a d u rurlardı. G ö revleri seçmeni kendi a d aylarını d e ste klemeye ç a ğ ı rm a k ve oy pusulasının hangi b ö l ü m e atıldığını kesti rmeye çalışmaktı. B u ç o k d a zor b i r iş sayılmazdı, ö y l e ki oy p u s u l a sı­ nın gizliliği bir b a kıma sözde kalırdı, özellikle de tüm seçmenlerin s e ç i m temsil cile­ rin c e tanındığı kırsal bölgelerd e d u ru m böyleydi. 1 922 yılı n d a n sonra ö n d e gelen oy toplamı uyg ulaması bırakılıp h a n g i politik teşkilattan gelirse gelsin, h ü kümetl e r ken­ di ç ı karlarını gözetmeye çalışırlarken seçim siste mi d e şaşırtı c ı b i r hızla d e ğ işti ril di.

Krallık yanlılarını küçük düşürme uğruna aşırıya giden mü t tefikler, Venizelos'un yerel hüküme t i n i tan ı ma k l a , krallık hükümetinden tazminat isteminde bulun makla ve kralcıların denetimi altındaki bölgelerde büyük sıkıntılara yol açan ablukayı uygulamakla öçlerini katı bir biçimde al­ mış oldular. Yunanistan'ın egemenlik haklarına yapılan sal­ dırılardaki gözle görülür artış , anayasaya dayanarak göreve gelen Kral Konstantin'in içtiği andı tutmadığı gerekçe gös­ terilerek tartışmasız ülkeden gitmes i isteğiyle 1 9 1 7 Hazi­ ran ayında do ruğuna çıktı. Konstantin , bu isteğe uyarak resmen tahtı bıraktığını açı klamaksızın ülkeden ayrıldı, yerine büyük oğlu George değil de ikinci oğlu Aleksander 115

.:.> �j

B lJ L G A H I S T A N

\

1

S I H lll S TA N

l�

O-·-·--· AHNAVUTLlJ K .

(>

i

"

�\ �

.

"L

i

.. ,.. . L.

.i

·'

,.... .

...·.,;

Kort

""

100 �.,, 1 111) 11111

- Bıılı.:ıırla r \ P , \ l ı ı ı a ı ı l ıı r ı a ral"ı r ı ı l ı ı ı ı i�ı.:n l ı·ı l i lrr ı to p ı ı ı k l a r

Harita 5 U l u s a l Bölünme: 1 8 1 6/ffde '"Eski"' ve '"Ye n i "' Yu n a nistan

geçti. Artık Venizelos kuramsal açıdan birleşmiş ancak ger­ çekte henüz bü tünlüğünü sağlayamamış Yu nanistan'ın başbakanıydı. tık yaptığı işlerden biri ezici ç o ğu nluğun desteğini aldığı Haziran 1 9 1 5 parlamentosunu toplayarak aynı yılın Aralık ayında seçilen meclisin sahtekar olduğu1 16

nu açıklamaktı. Ölü bir meclisin üstüne doğmasından ö tü­ rü 'Ölü Ruhlar, yani 'Lazarus Meclisi' adı verilen meclis üyeleri beklendiği üzere Venizelos'u tam bir güven oyuyla ödüllendirdiler. Tahttan indirilen kralın önde gelen yandaşları 'Alman­ yanlısı'olduklan suçlamasıyla sürgüne gönderildiler. Yargıç­ lar, memurlar ve öğretmenler toptan görevden alındılar. En çok göze çarpan tasfiye ordu içinde gerçekleşti , örnek ol­ sun diye iktidar uğruna birbirleriyle savaşan rakip gruplara uygulanan iki yanlı tasfiye cezası, gereğine göre , ya Venize­ los ya da kral yanlılarının ordudan atılmasıyla sonuçlandı. İtilaf Güçleri'nin davasına bağlılığının bir belirtisi o larak Venizelos , Makedonya cephesine dokuz tümen gönderdi , bu askerler 1 9 1 8'in Eylül ayında başlatılan başarılı saldırıya katıldılar. Böylece batı cephesinde 1 1 Kasım' da ateşkesle sonuçlanacak olan zaferin önü açıldı. Venizelos, aynı za­ manda 1 9 1 7 yılında Rusya'yı savaş dışı bırakarak Doğu Hı­ ristiyan dünyası üzerinde hegemonya kurmada Yunanis­ tan'ın tek rakibini kendiliğinden safdışı bırakan Bolşevik devrimini ezmek için yapılan -sonradan başarısız o lacak­ girişime katkıda bulunmak için oraya da iki tümen gönder­ di. Bu birliklerin gönderilmelerinin diğer bir nedeni de, gü­ ney Rusya'da ve Pontus bölgesinde 600 . 000 dolaylarında Yunanlının bulunmasıydı. Par is Barış Konferansı'nda ülkesini temsil eden delege kurulunun başında olan Venizelos, İtilaf Güçleri'nin davası­ na gösterdiği sıkı bağlılığın karşılığını almaya çalıştı. Önce­ likli amacı Atina'dan daha kalabalık Yunan nüfusa sahip İz­ mir ve onun hinterlandını ele geçirmekti. Buralar aşağı yu­ karı Osmanlı vilayeti Aydın'ı içine alan ve istatistikler her ne kadar çoğunluğun Yunanlılarda mı yoksa Türklerde mi olduğuna karar veremiyorsa da, uzun zamandır Yunan mil­ liyetçilerinin hedefi durumuna gelmiş bölgelerdi. Yunanis117

tan, ayrıca Osmanlı başkenti İstanbul dolaylarırn:ı kadar uzanan batı ve doğu Trakya'nın tümünün uluslararası dene­ timinin (Milletler Cemiyeti ya da Amerikan mandası altın­ da) kendisine verilmesinden yanaydı. Eğer bu isteklere ula­ şılabilseydi , Venizelos 1 9 1 5 Londra Antlaşmasıyla İ talyan egemenliği altına geçişi tanınan Oniki Adalar ve 1 9 1 3 'te Ar­ navutluk topraklarına bağlanan Kuzey Epir üzerindeki ileri sürdüğü haklarda esnek davranmaya hazırdı. Ne var ki, herhangi bir anlaşmaya varılmadan önce İtal­ yan askerleri Küçük Asya'nın güneybatısındaki Antalya'ya çıkarma yaparak İzmir dolaylarına doğru ilerlemeye başla­ d ılar. B u , yalnızca Yunanlıları deği l , İngiliz , Fransız ve Amerikan hükümetlerini de ayağa kaldırdı. Müttefikler ara­ larında genel olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun nasıl tasfi­ ye edileceği ya da özellikle Küçük Asya'nın geleceğinin ne olacağı konularında açık bir anlaşmaya varmadan önce, İn­ giltere, Fransa ve Amerika, Yunan ordularının İzmir'e çık­ masına karar verdiler. 15 Mayıs 1 9 1 5'te kalabalık bir Yunan ordusu müttefiklerin savaş gemilerinin korumasına sığına­ rak kenti kuşattı. Görünürdeki amaç, yerel Yunan halkının Türklerin misillemelerinden korunmasıydı. Olacaklar ön­ ceden sezilmiş gibiydi; Yunan mezalimi bu çıkarmaya dam­ gasını vurdu , 350 Türk Yunan askerlerine karşı savaşırken öldürüldü ya da yaralandı. Yunan suçluları acımasızca ceza­ landırılmış ve birkaç gün içinde Yunanlılarla Türklere eşit davranılması gerektiğine içtenlikle inanan, katı bir disiplin yanlısı üst düzey Yunan yetkilisi Aristeides Stergiadis kente gelmiş de olsa, olanlar çoktan olmuştu. İzmir çıkarması, İs­ tanbul'daki Türk hükümetinin o toritesini hiçe sayan Mus­ tafa Kemal'in önderliğinde yeniden toparlanan Türk milli­ yetçiliğinin itici gücü olma işlevini gördü. Çok geçmeden düşman Yunan ve Türk orduları arasında düzensiz bir savaş patlak verdi. 118

Ağustos 1 920'de lzmir'e yapılan çıkarmadan yaklaşık bir yıl geçtikten sonra Osmanlı lmparatorluğu'yla barış anlaş­ ması koşullarını içeren Sevr Antlaşması imzalandı. Yunanlı­ lar açısından antlaşmanın en önemli maddesi Smyrna böl­ gesinin beş yıl daha kendi yönetimleri altında kalacağıydı. Türklerin egemenlik hakları saklı kalacak, ancak beş yıl geçtikten sonra eğer kurulacak olan yerel meclis uygun gö­ rürse bölge resmen Yunanistan topraklarına katılacaktı, her ne olursa olsun Milletler Cemiyeti halk oylamasının yapıl­ masına gerek duyabilirdi. Venizelo s , gerekli çoğunluğun Küçük Asya'nın diğer bölgelerinden yapılacak iç göçler yar­ dımıyla, ayrıca Anadolulu Yunanlıların Türk komşularına kıyasla daha çok çoğalmaları özendirilerek elde edilebilece­ ğinden kuşku duymuyordu . Antlaşma , Yunanistan'da bü­ yük bir coşkuyla karşılandı. Venizelos'un yandaşları onun Avrupa ve Asya'dan oluşan 'iki kıtaya' ve -Akdeniz , Ege, lyonya , Marmara Denizi ve Karadeniz'i içine alan- 'beş de­ nize' yayılan bir Yunanistan yarattığını heyecanla anlatıyor­ lardı. Fakat Türkler Sevr Antlaşması'nı hiçbir zaman uygu­ lamayacak ve Küçük Asya üzerine kurulan bütün büyük yayılmacı oyunlar, Yunanistan'ın zararına, pek yakında yok olup gidecekti. Antlaşmanın imzalanmasından iki ay sonra Kral Alek­ sander evcil bir maymunun kendisini ısırması sonucunda kan zehirlenmesinden öldü . Onun ölümü anayasal tartış­ mayı ve onunla birlikte Ulusal Bölünme tutkularını yeni­ den körükleyerek ertesi ay yapılacak seçimleri Venizelos ve Aleksander'ın babası, sürgündeki Kral Konstantin arasında bir çekişmeye dönüştürdü . Bu seçimlerde, 'Büyük Yunanis­ tan'ın başarılı mimarı olan ya da öyle görülen Venizelos açık bir farkla yenildi, öyle ki süreç içerisinde kendi sandal­ yesinden bile oldu. Çoğu Kral Konstantin'i destekleyen Ve­ nizelos karşıtları 3 70 sandalyenin 246's ını ele geçirdiler. Ye119

30 [Yu n a n Kızl a r O kulu, Partenagogeion, Uşak, Anadolu 1 921 (Savaş M ü zesi, Atina )]. 1 921 yılında bölgedeki Yunan va rl ı ğ ı tümüyle sona ermeden kısa b i r süre ö n c e Kü ç ü k As­ ya'nı n i ç kısımları n d a yer a l a n Uşa k'ta Yu n a n Kızl a r O k u l u , Partenagogeion. O k u l u n a m a c ı

nilgi bütün gözlemcilerde şaşkınlık uyandırmış olabilirdi, oysa bu sonucun ülkenin sekiz yılı aşkın bir zamanın büyük bölümünde savaş içinde olmasının getirdiği savaş bıkkınlığı­ nı, İngiltere ve Fransa hükümetlerinin ülkenin içişlerine faz­ laca burunlarını sokmalarına ve ayrıca bazı Venizelos yan­ daşlarının 1 9 1 7 ve 1 920 yılları arasında onun ikinci iktidarı sırasında hınç dolu ve başına buyruk tutumlarına duyulan öfke ve aşağılanmışlık duygularını yansıttığı apaçıktı. Seçim kampanyası sırasında , krallık yanlıları 'küçük fakat saygın bir Yunanistan' ın öncüleri olarak savaşın uzamasını kına­ mışlardı. Ne var ki iktidara geldikten sonra Küçük Asya'daki savaş kampanyasını sürdürmeyi tasarladıkları ortaya çıktı. İngiltere , Fransa ve İ talya kralın geri dö nmesine tepki 1 20

K ü ç ü k Asya' n ı n 'kurta rıl m a m ı ş' Yu n a n l ı l a r ı n ı özg ü r h a l e g etirm e kti, a n c a k Yu na­ nistan 1 9 1 9- 1 922 yılları arasında sonu kötü b ite c e k A n a d o l u engeline takı l d ı . O s­ manlı ba şkentinin d ı ş ı n d a b a ş l ı c a üç Yu n a n yerleşimi vardı: M a rm a ra ve Ege d e ­ nizlerinin kıyı b ö l g e l e ri; b a z ı kesimleri n d e Yu n a n c a k o n u ş u l a n a n c a k ç o ğ u n l u ğ u n Türkçe ko n u ştu ğ u K a p a d o kya; ü ç ü n c ü o l a r a k d a 1 922'ye g e l i n d i ğ i n d e h a l k ı n ı n ko­ n u ştu ğ u Yu n a n c a a n a d i l d e n kopma yol u n d a o l a n K a r a d e niz'in g ü neyd o ğ u kıyı la­ rı n d a ki Pontus. 1 9 1 5' i n i l k ayl a rı n d a i tilaf G ü ç l e ri, M a k e d o nya' d a ki toprakl a rı B u l­ g a rista n'a bırakması karşı l ı ğ ı n d a Y u n a nista n'a K ü ç ü k Asya ' d a ö n e ml i, fa kat tam a d ı n ı koym a d ı kl a rı toprak ayrı c a l ı kl a rı ö n e rd i l e r. D ö n e m i n b a ş b a k a n ı Ve nizelos, Balkan sava ş l a rı s ı ra s ı n d a iki kat büyüyen Yu n a n ista n to praklarını yeniden iki ka­ tı na ç ı ka rtm a k d ü ş ü n c esiyle sevi n çten ç ı l g ı n a d ö n m ü ştü. Kral Konsta nti n ve da­ nışm a n l a rı aşılması güç coğ rafi ve askeri e n g e l l e r k o n u s u n d a daha kötü m s e rd i l e r. Venizelos 1 9 1 7' d e b i r kez d a h a b a ş b a k a n o l u n c a ü l keyi, ikti d a ra g e l m e s i n i s a ğ l a ­ yan l n giliz ve Fransızl a rl a işbirl i ğ i y a p m a kta g e c ikmedi. 1 9 1 9 yılı n d a s a v a ş ı n y e ­ n e n ta rafı o l a n m üttefikl e r, ltalya n l a rı n b ö l g eye y ö n e l i k p l a n l a rı n d a n korka rak Yu­ n a n l ı l a rı n lzmir ve d o l ayl a rı n ı işgal etmelerine göz y u m d u l a r. 1 920 A ğ u stos ayı n d a i mza l a n a n S e v r Antl aşması b u kuşatmaya res m iyet kaza n d ı rd ı ve Ve nizelos yan­ d a ş l a rı b a ş l a rı d i m d i k o l a ra k iki kıta ve b e ş d e nize yayı l a n Yu n a nista n'ın d o ğ d u ­ ğ u n d a n s ö z e d e r o l d u l a r. Ne var ki A n a d o l u s e rüvenini e l e ştire n l e r h a kl ı ç ı k a c a k ve b u ka m p a nyanın s o n u korku n ç o l a c a ktı.

gösterdiler, ancak hileli olduğu herkesçe bilinen bir halk oylamasında monarşinin sürmesinden yana çıkan oyların sayısı 999.960 iken, karşıt oylar yalnızca 1 0 . 383'tü . Krallık yanlıları iktidara döner dönmez Venizelos yandaşlarından öçlerini aldılar, böylece karşıt görüşlüleri kurban eden kısır dö ngü bir kez daha hortladı. Siyasilerce küçük Asya'daki orduların temel yapısında yapılması düşünülen değişiklik­ lerin hiçbiri onların savaşma yeteneklerini geliş tirmedi . İtalya ve Fransa krallığın yeniden kurulmasını , Mustafa Ke­ mal ile barış yapıp Küçük Asya'nın bazı kısımlarında ileri sürdükleri haklardan vazgeçmek için gerekçe gösterdiler. 1 9 2 1 Nisan ayında bütün müttefikler kesinkes tarafsız ol­ duklarını duyurdular oysa Türk milliyetçilerine silah sat121

31 [ 1 922 Eyl ül ayı n d a y a n a n lzmir' d e kıyıya doluşmuş s ı ğ ı n m a c ı l a r. (Savaş Müzesi, Atina)]. Türklerin Gavur lzmir a d ı n ı verd i k l e ri kentin Yun a n, Erm e n i ve Fre n k (Avru p a l ı ) semtl eri ni n b üy ü k k ı s m ı n ı yerle b i r e d e n ya n g ı n d a n s o n ra 3 Eyl ü l 1 922 ta ri h i n d e Smyrn a ' d a kıyıya d o l u ş a n s ı ğ ı n m a c ı l a r g ö r ü l üyor. Ya n g ı n d a ya l n ız c a T ü r k ve Ya ­ h u d i s e mtl e ri a y a kta k a l d ı . Ya n g ı n , K ü ç ü k Asya'yı k u şata n Yu n a n o rd u l a r ı n ı n korku n ç b i r b i ç i m d e ye n i l g iye u ğ ratı l m a s ı n ı n a r d ı n d a n kenti y e n i d e n e l l e r i n e g e ç iren T ü r k l e r tarafı n d a n b a ş latılm ıştı. Yu n a n a s k e rl e ri n i n ç e ki l m e s i n i n e rt e ­ s i n d e k e n t i n Türkl e r c e kuşatı l m a s ı ö n c e leri g ö reli d ü z e n i ç i n d e yü rütü l d ü . A n ­ c a k Türk askerleri ö n c e Erm e n i l e re karşı o l m a k ü z e re ö ç a l m a ç a ba l a r ı n a g i ri­ ş i n c e d irlik ve d ü z e n b o z u l d u . B u n d a n s o n ra o rtaya ç ı k a n 30.000 k a d a r H ı risti­ ya n ı n yok e d i ld i ğ i kan g ö l ü n d e, E k ü m e n i k Patrik V. G ri g o ri o s' u n ö l d ü r ü l m e s i n ­ d e n tam b i r yüzyı l s o nra, Smyrna B a ş p i s k o p o s u H ris osto m os, b i r şe hitin ö l ü m ü i ç i n top l a n a n T ü r k a ya kta k ı m ı n ı n e l l e ri n e veril d i kten s o n ra kazığa ç a k ı l d ı . B u fo­ toğraf ç e ki l d i kte n birkaç d a kika s o n ra s o l d a g ö r ü n e n a ş ı rı y ü k l ü te k n e a l a b o ra o l d u . Fotoğrafın en a lt ı n d a , ö n d e Am e ri k a n bayra ğ ı n ı d a l g a l a n d ı ra n filika b ü y ü k b i r o l a s ı l ıkla U S S S i m p s o n savaş g e m i s i n d e n i n d i ri l m i ştir. O l a ya t a n ı k o l a n kim­ s e l e r, p a n i ğ e k a p ı l m ı ş s ı ğ ı n m a c ı la rı n a le v l e rd e n ka ç m a k için s uya atl a d ı k l a r ı n ı ve korku n ç ç ı ğ l ı k l a r ı n ı n kilometre l e r c e öte d e n d u y u l a b i l d i ğ i n i a nlattı l a r. K ü ç ü k Asya'd a ki 2500 y ı l l ı k Yu n a n varlığ ı böylesine tüyl e r ü r p e rt i c i b i r b i ç i m d e b i rd en­ b i re s o n buldu. Megali idea ya d a 'B üyü k Ü l k ü ' d e n i l e n b e l i rsiz g ö rü ş d e lzmir'in k ü l l e ri n d e yok olup g itti.

1 22

Yuıııuı s ı ı u n - - - .\�11,.,ın" J IJ:!O-l l a z i n ı ı ı 1 !12 1

A

K

D

E

N

i

Z

- • -

\ ' 1 1 ı w ı ı l ı l a rı 1 1 ı·lc- /,!n; i n l i k lc-ri l ı a ı F � l i i l 1 9:! 1 - . \ � ı.,.,ıo,, 1 (12:!

Harita 6 K ü ç ü k Asya' da ki Yu n a nista n, 1 91 9-22

maktan ötürü ne İtalyanlar ne de Fransızlar rahatsız değil­ lerdi. İngiliz başbakanı Lloyd George'un Helen yanlısı söz­ leri her ne kadar Yunanlıları boş yere yüreklendirse de , Yu­ nanlılar ondan ne silah ne de borç para alamadılar. 1 9 2 1 yılı Mart ayında Kemalistlerin kalesi Ankara'ya sa­ kıncalı denebilecek kadar yakın ve ulaşım yollarını tehlikeli bir biçimde açık bırakarak sonuçta Sakarya ırmağında dur­ mak zorunda kalacak büyük saldırı başlatıldı. Bundan böy­ le Yunanlıların askeri ve siyasal konumları hiç durmadan 1 23

kötüleşecekti. 1 9 2 2 Martında Yunanlılar, ordularının geri çekilmesine ve Küçük Asya'da yaşayan Yunan toplulukları­ nın Milletler Cemiyeti'ne bağlı koruyucu bir örgütün dene­ tim ve yönetimine bırakılması 'temeline dayalı İngiliz öneri­ sini kabul etmeye istekli o lduklarını açıkladılar. Ancak as­ keri durumun kendilerinden yana döndüğünün büsbütün farkında olan Türkler askeri bir hesaplaşma istiyorlardı. Sa­ vaşın sonu hızlı ve tüyler ürpertici oldu . Mustafa Kemal 26 Ağustos'ta hızla bir bozguna dönüşecek yoğun bir saldırıya geçti. Yunan orduları darmadağınık bir halde kıyıya çekile­ rek 8 Eylül'de İzmir'i boşalttılar. Kentin Türklerin eline geçmesinin ardından 3 0 . 000 kadar Yunan ve Ermeni kö­ kenli Hıristiyan katledildi. Çıkan büyük yangında yalnızca Türk ve Yahudilerin yaşadıkları semtler ayakta kaldı. Pani­ ğe kapılan sığınmacılar komşu Yunan adalarına kaçmaya çalışırlarken çıkan felakette kentin Müslüman olmayan ka­ labalık nüfusu yüzünden Türklerin 'Gavur İzmir' adını ver­ dikleri Smyrna yerle bir edildi.

1 24

4 AFET, İŞGAL VE SONUÇLARI 1923-1949

Küçük Asya'daki Yunan ordularının Mustafa Kemal önder­ liğindeki Türk milliyetçilerince ağır bir bozguna uğratılma­ sı, Megali Idea'nın çöküşünü ve Yunanistan'ın Yakın Doğu'­ da uygarlığı yayma düşünün sona erdiğini simgelemektey­ di. Aralarında paniğe kapılmış ve umudunu yitirmiş on binlerce sığınmacının da bulunduğu ruhsal çöküntüye uğ­ ramış Yunan askerlerinden geride kalanlar Ege adalarına ve anakaraya doğru akın ederlerken, Yunanistan'da bir öbek Venizelos yanlısı subay iktidarı ele geçirdi . ' Önderleri , l 950'lere dek siyasal sahnede önemli bir görev üstlenecek olan Albay Nikolaos Plastiras'tı. Kral Konstantin, kısa yol ­ dan yerini Kral il. George adıyla tahta geçen büyük oğluna bıraktı. Yeni bir sivil hükümet kuruldu , fakat gerçek iktida­ rın devrimci komitenin elinde olduğuna kuşku yoktu . Öyle ki iç savaş dönemi boyunca ordu ülkenin siyasal yaşamına damgasını vuracaktı. Yenilginin getirdiği acı ve yarattığı kargaşa Yunanistan'ın en çok gereksindiği sırada geleneksel dostlarınca yalnız b ı1 25

rakıldığı duygusuyla birleşti. Belki de yurt içinde günah ke­ çileri bulmak kaçınılmazdı. lçlerinde Küçük Asya'daki ordu komutanı General Hacıyanestis'in de bulunduğu sekiz poli­ tikacı ve asker yurda büyük hainlik ettikleri gerekçesiyle askeri mahkemede yargılandılar, oysa isteyerek ihanet et­ med ikleri apaçık ortadaydı. Bu hukuksal düzmece, suçla­ nanlardan altısının ölüm mangası tarafından kurşuna dizil­ mesiyle sonuçlandı. Bunların arasında akli dengesizlik be­ lirtileri gös teren Hacıyanestis ile ağır tifüs hastası olduğun­ dan idam yerine gelmek için yardım edilmesi gereken eski . başbakan Dimitrios Gunaris de bulunuyordu. 'Altıların da­ vası' , Venizelos yandaşlarıyla karşıtları arasında çoktan ya­ kılmış olan kin dolu ateş körüklenerek iç savaş döneminin siyasal ortamı daha da gerginleştirecekti. Bir süre için devrimci komit€ hala düzenli ordularının yer aldığı Trakya cephesinde bir saldırı başlatmayı tasarladı. Ne var ki barışın ancak 1 9 1 9-22 Yunan-Türk savaşını kendi bağımsızlık savaşı diye gören yeni Türk cumhuriyetiyle karşılıklı bir anlaşma yaparak sağlanabileceği çok geçme­ den anlaşıldı. Lozan'da toplanan barış konferansında Veni­ zelos, Yunan davasını alışılageldik diplomatik inceliğiyle di­ le getirdi. Ancak Sevr Antlaşmasıyla gelen toprak kazanım­ larının yok olup gitmesini engelleyemedi. Lozan Antlaşma­ sı'nın bir parçası olan karşılıklı nüfus değişimi (ahali müba­ dele) , Yunan-Türk anlaşmazlığına tümüyle yeni bir çözüm değildi , çünkü Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Venizelos'un kendisi böyle bir düzenleme önerisi getirmişti. Karşılıklı değişimin dayanağı 'dil' ya da 'ulusal bilinç' değil, dindi. Bu da bazı tuhaf sonuçlar doğurdu ; örneğin, Kuzey Asya'daki Ortodoks Hıristiyanların çoğu Türkçe konuşur­ ken, Yunanistan'daki , özellikle de Girit'teki Müslümanlar Yunanca konuşuyordu . Ortodoks dünyasının yüce patrikli­ ği olan Ekümenik Patriklik ile birlikte Çanakkale'nin girişi1 26

ni de denetleyen İstanbul'un, İmroz ve Tenedos (Bozcaada) adalarının Yunan halkları, Yunan Trakya'sında büyük ço­ ğunluğu Türk olan Müslümanlar gibi bu değişimin dışında tutuldular. İnsanların çekeceği acılar açısından korkunç sonuçlar doğuracak böylesi bir köklü çözümden başka gerçekçi se­ çenek yok gibiydi. Son yıllarda yaşanan o laylar, vahşet ve öç alma döngüsü , Yunanlılarla Türklerin barış içinde bir arada yaşamaları olasılığını ortadan kaldırmış görünüyor­ du. Küçük Asya'da yaşanan, ve 'felaket' diye adlandırılan o layların ve onun arkasından gelen mübadelenin sonucu olarak 1 . 1 00. 000 kadar Yunanlı, krallık topraklarına taşın­ dı. Bunun karşılığında 380. 000 kadar Müslü man Tü rki­ ye'ye aktarıldı. Bunlara ek o larak devrimci Rusya'dan ve Bulgaristan'dan gelen 100.000 Yunanlı sığınmacı da vardı. Gelen sığınmacıların büyük çoğunluğunu , savaş , kaçma ve sınırdışı edilme sonucu yerlerinden edilen dul ve yetim kal­ mış (yaklaşık 6 milyon nüfusun 25 . 000'ini kapsayan) ka­ dınlarla çocuklar oluşturuyordu. Sığınmacıların büyük bö­ lümü yalnızca Türkçe konuşuyorlardı. Yunanca konuşsalar bile bu ya krallıkta yaşayanlarca pek az bilinen Karadeniz'in güney kıyılarındaki Pontus bölgesi şivesiydi ya da okullar­ da öğretilen yapay katharevusa (arındırılmış) Yunancasıydı. Doğma büyüme krallık topraklarında yaşamış o lanlar yeni gelenlere, (kendilerininkinden çok daha iyi o lduğu görü­ len) yemeklerinde bolca yoğurt kullanmalarından ö türü gi­ aurtovaftizmenoi (yoğurt vaftizleri) diyerek o nlara önyargıy­ la alaylı yaklaşıyorlardı. Aynı biçimde, İzmir gibi büyük Os­ manlı kentlerinden gelen Anadolulu Yunanlılar da, pa1aioe11adit, yani taşralı diye gördükleri 'Eski' Yunanistan'da yaşa­ yan halka tepeden bakıyorlardı. Yunanistan'ın Balkan savaşlarında ele geçirilen yeni top­ raklarla bütünleşmesinin yol açtığı gerginlikler, U lusal Bö1 27

32 ( 1 922 Kasım ayı n d a görülen 'Altıl a r Davası'. (Yu n a n Edebiyat ve Ta rih Arşivi, Atina)]. G e n e ral G e orgios H a c ıy a n e stis 1 922 y ı l ı K a s ı m ayı n d a görülen 'Altı l a r' davası n d a a s keri m a h keme önünde ifa d e verirken görül üyor. Di�er sanıklar foto � raf m a kinesine s ı rtları d ö n ü k o l a ra k ön s ı r a d a otu ruyorl a r. 1 922 Eyl ü l ' ü n d e y a ş a n a n b u fela ket, a s k e ri d a rbe tarafı n d a n

lünmenin büyümesine sebep olan önemli etmenlerd i . Ka­ menes patrides, yitirdikleri anayurt özlemiyle dolu sığınma­ cıların kitlesel göçüyle gerginlikler daha da kızıştı; öte yan ­ d a n , bu kişilerin toplumla bü tünleşmeleri nice on yıllar alacaktı . Yeniden yerleşimleriyle ortaya çıkan dev boyutta­ ki sorunlar, Amerikalı bir adamın başkanlığını yürüLLüğü ve uluslararası piyasalardan (pek de iyi olmayan koşullar­ la) borç alan Sığınmacı Yerleştirme Komisyonu tarafın dan büyük bir ustalıkla ele alınıyordu . Athos (Aynaroz) Dağı'n­ daki manas tırların malları da içinde o lmak üzere diğer bü­ yük taşınmazlar ek gelir kaynakları yaratmak üzere parça­ lara bö lündü . Öte yandan, sığınmacıların çoğunluğu artık 1 28

kışkı rtılmıştı. Kral 1. Konsta nti n s ü rg ü n e g ö n d e rildi, yerine kısa bir s ü re i ç i n büyük oğlu i l . G eorge ge çti. Kurulan d evrim komitesi, Kü ç ü k Asya' d a ki ord u l a rı n son ko­ muta n ı G e n e ra l H a c ıyanestis'i, .ara l a rı n d a b a ş b a k a n l ı k yapmış iki kişinin; D imitris G u n aris ve Petros Proto p a p a d a kis'in (sırasıyl a, ön sırada s o l d a n d ö rd ü n c ü ve birin­ ci) d e yer a l d ı ğ ı önde g e l e n yedi politika c ı ve askerle birlikte hainlik s u ç u n d a n as­ keri mahkemede yarg ı l a d ı . B u yersiz bir s u ç l a maydı; s u ç l a rı ne o l u rsa olsun b u kişi­ ler kendi istekle riyl e hainlik yapmamışlardı. Askeri ma hkemeye G e n eral Othonaios başkanlık ediyordu, o ve yanınd aki subayl a rı b u g ö reve ataya n devri m c i komite nin kendisi olduğu ndan, alınan karar başlı başına b i r yargı maskara l ı ğ ı olsa d a doğrulu­ ğ u n d a n kimsenin kuşkusu yoktu . 28 Kasım g ü n ü s a b a h 6:30'd a G e n e ral Othonaios se kiz sanıktan altısının idam c ezasına ç a rptı rı l d ı ğ ı n ı d uyurdu. Saat 1 0:30'd a b u ka­ ra r yerine g etirilmişti. Dava n ı n o rtası nda yakal a n d ı ğ ı tifüs yüzü n d e n hasta d ü ş e n G u n a ris i d a m s e h p a s ı n a zorlukla a n c a k yanı n d a kilerin yard ı m ıyla i l e rleyebilirken, H a c ıyanestis d e bir s ü re i ç i n akli d e n g e sini yiti rmişe b e nziyord u . Halk a ra s ı n d a , o n u n b a c a kl a rının c a m d a n yapıldığına, e ğ e r a y a ğ a kalkarsa h e r ikisinin d e ş a n g ı r­ dayarak kırıl a c a ğ ı n a i n a n d ı ğ ı söylentileri d o l a ştı. Ayrı görü l e n bir davada bir d ö n e m i k i n c i O r d u ' n u n komuta nlığını yapan Pre n s And rew (Edinburg D ü kü ' n ü n babası) yi­ ne a n l a ş ı l m a d ı k koş u l l a r altı n d a boyun eğmeme s u ç u n d a n yarg ı l a n d ı . S ü r g ü n ceza­ sına ç a rptırıldı ve aske ri rütbesi g e ri alındı. 'Altı l ı l a rı n D avası' i ç savaştan sonraki siyaset d ü nyasına g ö l g e düşürecek ve Ve nizelos yanlılarıyla kral yandaşları a rasın­ d a ki kanlı b ı ç aklı ilişki l e ri bir anlamda kan davasına d ö n ü ştüre c e kti.

fazla gelmektey d i ; aşağılanan s ığınmacı mahallelerinin kendi ayırt edici kimliklerini ve köktenci siyasi özellikleri­ ni !kinci Dünya Savaşı sonrasına dek korudukları büyük kasabaların varoşlarında güçlükle geçinmek zorundaydılar. Bazı sığınmacılar yanlarında bir miktar para ya da en azın­ dan girişimci ruhlarını getirebilmişlerdi; böylelikle ekono­ miye yeni bir dinamizm kazandırdılar. Georgios Theo to­ kas , Georgios Seferis gibi yazar ve şairlerle, Pho tis Kontoğ­ lu gibi ressamların gelişinin ülkenin kültür yaşamına belir­ gin bir katkısı oldu . Sığınmacıların böyle akın akın gelmeleri ve başta 'Yeni' Yunanistan'ın en son kazanılan topraklarına yerleşmeleri 1 29

33 [(a) Venizelos karşıtı, ( b ) Ve nizelos yanlısı kartposta l l a r. Kayna k: S. V. M a rke­ zinis Politiki istoria tis synkhronou Ellados. I a Elliniki dimokratia 1924-1935, 1 1 1 (Ati n a : Pa pyros, 1 978)]. G e o rgios The otokas ( l ngilizce ç evirisi 1 95 1 ' d e Londra'da b a s ı l a n ) Argo adlı rom a ­ n ı n d a dile getird i ğ i gibi, Yu na nista n'ın b i r y a r ı s ı El efth e rios Venizelos'u ö n d e r, kur­ tarıcı ve ü l ke l e rinin simgesi o l a ra k g ö rü rken; d i ğ e r yarısı o n u n Şeyta n o l d u ğ u n u d üş ü n üyordu. Fotoğrafta g ö r ü l e n p ro p a g a n d a a ma ç l ı b a s ı l m ı ş b u iki ka rtpostal böyle bir M a n i h a i st görüşü yansıtı r. B u n l a rd a n biri n c isi, Birinci D ü nya Savaşı sı­ rası n d a başgöste ren Ulusal B ö l ü n m e d ö n e m i n d e n ka l m a d ı r. O n d o kuzu n c u yüzyıl· d a gözde olan fre n o l ojik* b ü stl e r d e n birinin re smedildiği 'B Ü Y Ü K B EY I N/BRAIN N OT B R ITAIN' a d ı n d a ki bu kartposta l d ü ş m a n l a rı n c a Ve nizelos'a atfed i l e n aşağı­ l ayı c ı özelliklere d e ğ i n m e ktedir, s ı ra l aya c a k o l u rs a k b u n l a r, YALA N C I L I K, ÇAPUL­ C U LU K, VATAN H A I N L I G I, MARTAVALC I LI K, K U R NAZLIK, ENTRIKAC I L I K, O N U R· S UZLUK, K O M ITA C I L I K, B U DALALIK, K O R KAKLIK, D i K BAŞLILI K. K E N D i N i Ü S­ T Ü N G Ö R M E, K Ü STA H L I K'tı r. i k i n c i k a rtposta l kağıt üzerinde d e o l s a ş a ş kı n l ı k uya ndıran diplomati k bir başa rıyı temsil e d e n S evr Antlaşması yapıld ı ktan b i rkaç ay s o n ra, 1 920 Kasım ayındaki s e ç i m l e rd e Ve n ize los'un beklenmedik ye nilgisinin a r d ı n d a n basılmıştır. B Ü Y Ü K Ö N D E R i M iZE karşı oy kullanmış o l a n l a rı azarl a m a n ı n b i r göstergesi o l a ra k b a s ı l a n b u k a m a n b i n l e rc esi, k e n d i s i n i k u rtarı c ı l a rı diye gö· re n lzmir Yu n a nl ı l a r ı n ı n büyük ç o ğ u n l u ğ u n c a Venize los' u n vaftiz günü yı l d ö n ü · m ü n d e kendisine g ö n d erildi. Kartı b a s a n k i ş i c e p h e d e ki askerler a r a s ı n d a ç e kiş· meye yol açtığı gerekçesiyle tutu kl a n d ı . Ü stte ki yazı d a l s a ' n ı n ç a rmı hta söyl e d i ğ i s ö z l e r y e r a l m a kta d ı r: ' B a b a , o n l a rı b a ğ ı ş l a , ç ü nkü o n l a r ne ya ptı kl arını bilmiyor­ l a r.' lsa'nın resminin altı n d a ki yazı d a ş u n u o k u m a ktayız: · ı s a i l a h i B a b amızın Katı· na Yükseliyor', Ve nizelos'un resm inin altyazısıysa, ' B e n d e D ü nyevi B a b a m ızın Ka· tı na.' Bu kart g ü ç l ü siyasi kişiliklerin g e ç mişte n g ü n ü m üze dek insa n l a rd a n e re­ d eyse dinsel diye b i l e c eğimiz bir c o ş ku uya n d ı rd ı ğ ı n ı n kanıtı d ı r. Atina' d a ki Liberal Kulüp'e b a ğ l ı müzede, Ve nizelos'un a nısına saygıyla 1 933'te ki s u ikast g i rişiminden kurtularak i ç i n d e n sağ ç ı ktı ğ ı ku rşu n delikli a r a b a , 1 920 Kasım s e ç i m l e ri n d e ken­ disine b a ğ l ı l ı kl a rı n ı s ü r d ü renlerc e atı l a n a ltın sphairidia, oy p u s u l a l a rı ve yarısı içilmiş p u rosu bile öze n l e s a k l a n m a kta d ı r. * frenoloji: i nsan d avra n ışlarını, d o ğ u ştan yete ne kle ri, b u n l a r ı n beyin k a b u ğ u n d a ki yerleri a çısından ele alarak i n c eleyen bilim. (ç.n.).

ülkenin etnik dengesini büytık ölçüde değiştirdi. Balkan sa­ vaşlarının hemen sonrasında Yunan Makedonya'sında azın­ lıkta olan Yunanlıların sayısı artık açık bir çoğunluktaydı. 1 928 nüfus sayımı Makedonya'da yaşayanların neredeyse yarısının mülteci kökenlerden geldiğini gösterdi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Yunanlılar Müslümanların ço­ ğunlukta o lduğu batı Trakya nüfusunun yüzde 20'sinden 1 30

daha azını oluşturuyorlardı. N ü fus değişiminin ardından bu oran yüzde 60'a çıktı. Böylece Yunanistan'ın çoğu Türk kökenli olan az sayıdaki Müslüman Makedonyalı lslav, Ulah ve Arnavut azınlıklar konusundaki sorunları sürdürse bile etnik açıdan Balkan­ lar'ın en homojen toplumlarından biri oldu . Daha da ötesi, Yakın Doğu'daki Yunan topluluklarının neredeyse tümü Yu131



Ç>

Yerli nüt'usun oranı (1 000'dc)

CJ

ITIIIIIIl •

-

0 - 2!; :2S - SO :>0 - 1 0 0 1 00 - 200 200 - 400 400'deıı fazla

o

Harita 7 D ü nya savaşları arası d ö n e m d e mülte c i l e ri n d a Q ı l ı m ı

nan devletinin sınırları altında toplandı . Türkiye ve Arna­ vutluk'ta yaşayan, her ikisinde de sayıları 100. 000'e varan ve hakları kağıt üzerinde yapılan antlaşmalarla korunan küçük azınlıklardan başka devlet sınırları dışındaki tek önemli Yunan nüfusu , 1 9 1 2 yılında başlayan İtalyanların 'geçici' kuşatması 1 94 7'ye dek sürecek o lan Oniki Ada1 32

lar'daki 1 1 0.000 dolaylarındaki Yunanlıyı ve Kıbrıs nüfusu­ nun yaklaşık yüzde 80'ini o lu ş turan 1 9 20'lerde toplam 3 1 0.000'e varan Yunan kökenlilerdi. 1 8 78 Berlin Kongre­ si'nde İngiliz hükümetinin yönetimi altına giren Kıbrıs, Os­ manlı İmparatorluğu 1 9 1 4 yılında İttifak Güçleri'nin yanın­ da Birinci Dünya Savaşına girince, İngiliz toprakları içine alındı ve 1 925 yılında krallık kolonisine bağlandı. Yerli nüfusun daha tutucu öğelerinin belirgin itirazları bir yana mülteciler yeterince kalabalıktılar ve iki dünya savaşı arası dönemdeki siyasal yaşamda söz hakkına sahip olacak biçimde birbirleriyle bütünlük içindeydiler. Malına mülkü­ ne el konanlardan bazıları, yeni ( 1 9 1 8'de) kurulan, önder­ lerinden birkaçı Anadolu kökenli olan Yunanistan Komü­ nist Partisi'nin· (KKE) devrimci öğretilerine ilgi duydular. Fakat, Komintern'in ( 1 9 24- 1 93 5 yılları arasında) Yunan devletinin, kuzey Yunanistan'dan büyük bir toprak parçası­ nın kopması anlamına gelen, bağımsız bir Makedonya dev­ leti kurulması görüşünü desteklemesi yolundaki ısrarı ül­ kedeki yo ksulluğa rağmen komünizmin çekiciliğini önemli ölçüde yitirmesine sebep oldu . Yaşamları bir kez altüst ol­ muş mülteciler arasından bazıları bu deneyimi yinelemede bir sakınca görmüyorlardı. Sığınmacıların büyük bir çoğunluğu , 'Büyük Yunanis­ tan'ın karizmatik yaratıcısı ve kurtarıcıları olan Eleftherios Venizelos'a bağlıydılar. Onun yitirilen toprakları geri alma­ ya yönelik fikirleri artık geçerliğini tamamen yitirmişti, bu­ na gerekçe olaraksa yurt içindekilerin dönekliği ve dış güç­ lerin oyununa gelme gösterildi. Venizelos'a gösterilen bağlı­ lık, mültecilerin Türkiye'den ayrılırken geride bıraktıkları büyük sayıdaki taşınmazlar üzerindeki haklarının Türk hü­ kümetince tanınması koşuluyla 1 930 yılında Atatürk ile ba­ rış sağlanınca da sürdü. 1 924 yılında cumhuriyetten yana yüzde 70 o ranında oyun kullanıldığı ( 3 2 5 . 3 2 2'ye karşı 133

758.45 2) halk oylamasında mültecilerin büyük çoğunluğu monarşinin kaldırılması yönünde oy kullanmıştı. 1 922 Ey­ lül ayında Kral Konstantin tahtı bıraktığından beri Kral il. George hemen hiç saygı görmemiş ve 1 923 yılı Aralık ayın­ da Yunanistan'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Onun gidişi, ardından Plastiras ve devrimci komitesine yönelik başarısız bir karşı darbe akabinde seçimler yapıldı. 1923 seçimlerinin amacı anayasayı tetkik edecek yetkili bir kurulu seçmekti. Venizelos karşıtları seçimleri boykot ettiğinden, kurul çoğunlukla Venizelos yandaşlarından olu­ şuyordu. Siyasi yelpazede bunlar arasında muhafazakarlar­ dan tutun da ılımlı sosyalistlere kadar pek çok kesimden kişi yer alıyordu. Her ne kadar 1 924 yılında monarşi kaldı­ rıldıysa ve Balkan savaşları kahramanı Amiral Kunduriotis devlet başkanı olduysa da, çift meclis sisteminin işlediği bir anayasa cumhuriyeti 1 927 yılına dek kurumlaşmadı. Bu­ nun nedeni, ülkenin içinden geçtiği ara dönemde General Pangalos'un başını çektiği anlamsız bir askeri diktatörlükle yönetilmesiydi. Diktatör, Milletler Cemiyeti tarafından sa­ vaş tazminatı ödemek zorunda bırakıldığı Türkiye'ye savaş tehditinde bulunarak ordularını Bulgaristan topraklarına yolladı. 1 926'da Pangalos'un askeri bir darbeyle indirilme­ sinin ardından, nispi temsil sistemindeki ilk seçimler yapıl­ dı. Yeni seçilen mecliste ekümenik bir hükümet kuruldu, böyle denmesinin nedeni de üyelerinin gerek Venizelos yandaşları gerekse onun karşıtları arasından seçilmesiydi. Venizelos 1 928'de başbakan olunca, yapılacak yeni se­ çimleri salt çoğunluk sistemine dayandırdı, böylece günü­ müze kadar süregelen, işbaşındaki hükümetlerin seçim sis­ temini kendi çıkarları doğrultusunda kullanma isteğine pek az karşı koyabildikleri bir uygulama başlatılmış oldu. Veni­ zelos'un 'seçim mühendisliği' (başkanlığını yaptığı Liberal Parti'nin aldığı yüzde 47 oy oranı, meclisteki sandalye sayı134

sının yüzde 7l'i anlamına geliyordu) önceden müttefiki olan bazı güçlü kişileri kendisinden soğuttu. Bunlardan biri olan General Kondilis'in partiden ayrılıp Venizelos karşıtla­ rı arasına katılması zaman içerisinde Venizelos yandaşları açısından somut sorunlar doğuracaktı. Önceki iki yönetimi (1910-15 ve 1917-20) sırasında iş çevrelerinin ve yeni do� ğan işçi sınıfının desteğini almış olan Venizelos'un, siyasal ve ekonomik ilerleme için yeterince gücü vardı. Fakat artık bu koşullar ortadan kalkmıştı. 64 yaşına gelen Venizelos'un giderek artan tutuculuğu 1929'daki idionim (kendi hazırla­ dığı) yasaya yansıdı. Seçimlerde o tarihe dek aldığı en bü­ yük oy oranı yüzde 4 olan komünistleri hedef alıp varolan toplumsal düzeni göz ardı eden yasa, sonradan gelen hükü­ metlerin rakiplerini etkisiz kılmak için sarıldıkları bir sila­ ha dönüştü. Bir devlet adamı olarak Venizelos becerilerini komşu ül­ kelerle daha iyi ilişkiler kurmaya adadı. İtalya ve yeni kuru­ lan Yugoslavya ile dostluk antlaşmaları imzalandı. Yaşanan 'felaket'in ardından İtalya, Oniki Adalan Yunanistan'a bıra­ kacağı yönünde verdiği sözden dönerek Yunanistan'ın için­ de bulunduğu güç durumdan yararlanmış ve 1923 yılında Korfu'yu kısa süreli olarak kuşatmıştı. Bulgaristan ve Arna­ vutluk ile ilişkiler de benzer biçimde iyileşme gösterdi. Ve­ nizelos'un ilgi odağı, Balkanlar'ın anti-revizyonist devletle­ rini (Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye) varolan sınırların karşılıklı korunacağı güvencesiyle bir araya geti­ ren 1934 Balkan Paktı için yürütülen pazarlıkları hazırla­ maktı. Kuşkusuz Venizelos'un bu dönemde dış politikada elde ettiği en büyük başarısı Türkiye ile barışın sağlanma­ sıydı. Bu 1930 Ankara Anlaşması'yla, ancak Yunanistan'a büyük ayrıcalıklar tanınması karşılığında gerçekleşti. Aynı yıl Venizelos Türkiye'ye resmi bir gezide bulundu ve Fe­ ner'deki Evrensel Patrikliğe konuk olan ilk Yunan başbaka135

oldu . Daha iyi ilişkiler kur ma tutkusu onu , sonuç alama­ sa da, Türk cumhurbaşkant Atatü rk' ü Nobel ba rış ödülüne aday göstermeye dek gö türd ü . D ı ş politikadaki b u u m u t verici başarılar, 1 9 29 yılındaki Büyük Bunalımla dünya eko nomisi ndeki korkunç düş üşü n yaşandığı esnada gerçekleşti. Her ne kadar Yunanistan bun­ dan, bazı komşul arı gibi ağır bir biçimde etkilenmediyse de, tü tü n, zeytinyağı , kuru üzüm türünden 'lüks' tarım nı

1 36

34 [Elefthe rios Ve nizelos torunuyla b i rlikte. (Yu n a n Ede biyat ve Ta rih Arşivi, Atina )]. Eleftherios Ve nizelos ( 1 864- 1 936) i ç i n d e b u l u n d u ğ umuz yüzyı l d a ki p olitik yaş amı n ilk otuz yılına damgasını vurmuştur. D a ğ ı m ye r i G irit'te, siyasette ke ndini e ğ ittikte n sonra 1 909'daki aske ri darbe ta rafı n d a n u l u s a l politika sahnesine ç ı k a rtı l a ra k 1 9 1 01 9 1 5 yı l l a rı a rası n d a başbakanlık yapmıştır. U l u s l a ra rası d üzeyde a d ı n ı ilk kez 1 9 1 21 3 B a l ka n savaşları n d a Yu nanista n'ın b a ş a rı l a rı n ı n mimarı o l a r a k duyurm u ştu. Bi­ rin ci D ü nya Savaşı sırası nda Kral 1 . Konstantin ile d ü ştüğü görüş ayrı l ı ğ ı ü l keyi hızla iki düşman kampa ayıran Ulusal B ö l ü n me'ye yol a ç m ı ştır. 1 9 1 7-20 yıl l a rı arasında bir kez d a h a başbakan o l a n Ve nizelos, P a ri s B a rış Konfera n s ı' n da ü l k e s i n i öyle ate şli savu n d u ki, bir lngiliz diplomatı o n u ve Lenin'i Avru pa'nın e n önemli iki politik a c ı sı diye övd ü . 1 928 ve 1 932 a rası yıllarda yeniden başbakanlık g ö revine g etiril dik­ ten sonra 1 935'te yandaşlarının girişti ğ i d a rb e n i n ard ı n d a n s ü r g ü n e gitmek zoru n d a bırakıldı. Bu fotoğ rafta yaşl ı l ı k d ö n e m i n d e toru n uyla birlikte g ö rülmektedir. Yu n a n politika sı nd a ki b a b a d a n o ğ u l a g e ç e n g ü ç l ü g e l e n e ğ e u y a n Ve nize los'un o ğ u l l a rıyla toru nları d a politikaya atıl d ı l a r. B u g ü n e dek ü n ü n ü sürdüren siyaset d ü nyasının di­ ğer h a n e d a n l a rı Rallis ve P a p a n d reu ai le le ri d i r. 1 980- 1 a rası n d a Yeni D e mokrasi'nin başında başbakanlık yapan G e o rgios R a llis'in hem baba tarafı n d a n ( Dimitrios Ral­ lis) hem d e a n a tarafı n d a n ( G e o rgios Theoto kis) d e d e l e ri b a ş b a k a n l ı k koltu ğ u n a otu rmuşlardı. G e o rgios P a p a n d re u 1 944'te v e 1 963-4 yıl l a r ı n d a b a ş b a k a n d ı . O ğ l u Andreas babasının ikin c i h ü kümetinde b a k a n olm uş, 1 981 ve 1 989 yılları a ra s ı n d a başbakanlık ya ptı ğ ı d ö n e m d e bu k e z o, d e d esinin e s k i s e ç m e n l e rini t e m s i l e d e n bir milletvekili o l a ra k kendi o ğ l u n a e ğ itim bakanlığını vermiştir. Yu n a nista n'da yaşamın p e k ç o k yön ü n d e o l d u ğ u gibi siyasette d e aile ilişkileri oldukça ö n e m l i d i r.

ürünleri ihracatı, gemicilik ve göçmenlerin gönderdikleri dövizlerin belkemiğini oluşturduğu Yunan ekonomisinin de yara alabileceği görüldü. Tıpkı 1 893'te olduğu gibi 1 933 yı­ lında da büyük miktarlara varan dış borçlarının faiz ödeme­ lerini yerine getiremeyecek duruma geldi. Venizelos bu denli büyük boyuttaki bir ekonomik sorunla başa çıkacak bir yapıda olmadığı gibi deneyimden de yoksundu. 1 9 28 yılında iç savaş döneminde görülmedik bir başarıy137

la seçilerek işbaşına gelen Venizelos hükümeti dört yıllık parlamenter dönem boyunca görevde kaldı. Ne var ki 193 2 seçimleri siyasal istikrarsızlık ve dört yıl sonra düpedüz diktatörlüğe dönüşmek üzere büyüyen kutuplaşma döne­ minde yapılacaktı. l 928'dekine kıyasla bu kez Liberal Parti kötü bir düşüş yaşadı ve Venizelos, Halk Partisi'nin yöneti­ mi üzerindeki söz hakkının çok azını koruyabildi. Nispi temsil sistemine dönüş meclisin tıkanmasıyla sonuçlan­ mıştı. Öte yandan ertesi yıl, 193 3'te salt çoğunluk sistemi temel alınarak yapılan seçimlerde, Panayis Tsaldaris'in ba­ şında bulunduğu Halk Partisi ile seçim ittifakı yaptığı di­ ğer partiler Venizelos yandaşlarına karşı kolay bir üstünlük elde ettiler. 1922 askeri darbesinin başlıca kahramanı olan Albay Plastiras gibi inatçı Venizelos yandaşları için bütün bunlara dayanmak güçtü. O artık önderi Venizelos'un seçmen sandı­ ğında elde edemediğinin üstesinden baskıyla gelmeye çalışı­ yordu. 5/6 Mart 1 933 tarihindeki darbe girişimi korkunç bir fiyaskoyla sonuçlandı ve Plastiras sürgün edilmeye zorlan­ dıysa da, onun siyaset sahnesindeki görevi henüz bitmiş de­ ğildi. 1933 Mart darbesiyle, 1926 yılında Pangalos diktatör­ lüğünün alaşağı edilmesini izleyen göreli istikrar dönemi apansız sona erdi. Ulusal Bölünmeye sebep olabilecek tut­ kular eskisi gibi yeniden alevlendiler. Venizelos'un herhangi bir suikast planının içine karışıp karışmadığı bilinmese de, karşıtları olasılıkların en kötüsünden kuşku duydular. 1 933 Haziran ayında Venizelos'un kurşunun deldiği şasisi bugün de saklanmakta olan otomobili kurşunlandığında kurtulma­ sı büyük bir şanstı. Korumalarından biri öldü ve büyük mal varlığı olan ikinci eşi Helena Schilizzi yaralandı. Siyasal ya­ şamı boyunca kendisine yönelik onbir suikast girişiminden biri olan bu olayda hükümetin parmağı olduğundan kuşku­ lanma sırası şimdi Venizelos yandaşlarındaydı. 1 38

Halk Partisi'nin başbakanı Tsaldaris, daha önceden cum­ huriyet anayasasını kabul ettiğini bildirmişti. Ne var ki krallığın yeniden kurulması yolunda baskılar tırmanışa geçti. Silahlı güçlerden cumhuriyetçilerin tasfiye edilmesi projesiyle korkuya kapılan bir öbek Venizelos yandaşı su­ bay, bu kez Venizelos'un işbirliğiyle 1 935 Mart ayında baş­ ka bir darbe girişiminde bulundular. 1 933 darbesinden çok daha geniş tabanlı olsa da, bu da başarısızlıkla son buldu. Venizelos, Plastiras'ın yanına sürgüne Fransa'ya gitti. Y üz­ lercesi aşağılayıcı koşullarda ordudan kovulurken, başkal­ dıran subaylardan ikisi idam edildi. Venizelos yandaşı oldu­ ğu bilinen siviller de kamu hizmeti görevlerinden alındılar. Venizelos karşıtlarının bundan böyle anayasal düzenle­ melere gösterecekleri saygı muhaliflerinkinden daha çok olmayacaktı. Venizelos'un denetiminde olmayı sürdüren se­ nato silah zoruyla kapatıldı ve sıkıyönetimin varlığını sür­ düğü ülkede 1 935 yılı Haziran ayında seçimler yapıldı. Ve­ nizelos yandaşlarının protesto ederek seçimlerden çekilme­ si Halk Partisi'nin kaçınılmaz zaferiyle sonuçlandı: oyların yüzde 65'inin elde edilmesi meclisteki sandalye sayısının yüzde 96'sı demekti. Komünistler, iç savaş döneminde al­ mış oldukları en yüksek oy oranına (yaklaşık yüzde 10) ulaşmış da olsalar, yürürlükteki çoğunluk sistemi onlara bir tek sandalye bile kazandırmamıştı. Venizelos'un eski subay­ larından teğmen Kondilis'in başını çektiği aşırı kralcılar ar­ tık anayasal uygulamaları dile bile getirmekten yana değil­ diler. Ekim ayında üst düzey subaylardan oluşan bir toplu­ luk başbakan Tsaldiris'ten, ya yeniden monarşiyi getirmesi­ ni ya da görevi bırakmasını istedi. O ikincisini seçti ve yeri­ ne geçen Kondilis cumhuriyetin kaldırıldığını duyurdu. Bu­ nun arkasından kısa sürede yapılan gülünç halk oylamasın­ da oylar (32.454 oya karşı 1 . 49 1 . 992 oy) monarşinin yeni­ den kurulmasından yana çıktı. 1 39

35 [ 1 921 yılında Salt Lake City, Utah'da Yun a n evlilik töreni. ( Utah Eya l eti Ta rih D e rneği)]. Anna Marcellas ( Pire doğumlu) ile Nikolas M uskondis'in (Aya M a rina, G i rit doğumlu) 1 92 1 ' d e Salt L a k e City' nin 'Yu n a n Kasabası' n d a ki Paradise Kafe'deki evlilik töre n l e r i n d e n bir kesit. B u

Oniki yılı aşkın bir süreyi sürgünde olduğu lngiltere'de geçiren Kral 11. George isteğe uyarak ikinci kez tahta çıktı. Barıştan yana görünerek Atina Üniversitesi'nden bir hukuk profesörünü , nispi temsil sistemi altında yeni seçimleri ger­ çekleştirmekle yükümlü geç ici hükümetin başına a tadı. 1 932 yılında olduğu gibi bu seçimler de başlıca iki siyasal kamp arasında tıkanıklığa yol açtı. 3 0 0 sandalyesi olan mecliste, Halk Partisi'yle onun krallık yanlısı müttefikleri­ nin 1 43 , Liberal Parti ve müttefiklerinin 1 4 1 sandalyesi bu­ lunuyordu . Bu durum, aldıkları yüzde 6 oy oranıyla iktidar 1 40

yüzyı l ı n başlarında Utah'ın en ka l a b a l ı k Yu n a n top l u l u ğ u büyük oranda m a d e n cilik ve demiryolu yapımında ç a l ışmaktaydı. Eğer h i ç b i r kil isede yer yoksa evlilik ve vaf­ tiz töre n l eri evlerde ya da restoranlarda yapılırdı. Xeniteia ya da d i ğ e r bir deyişle d ı ş ü l k el erde kalmak uzun yıllardır Yu n a n h a l kı n ı n tarihsel d e n eyiminin temel bir p a rçası olmuş ve g ö ç olayı a n ayurtta ki kötü ekonomik koşu l l a ra karşı koyu c u g e l e­ neksel g üve n c e işlevi görmüştür. N e reye yerleşirlerse yerleşsinler Yu n a n l ı l a r kili­ sele ri ni, okullarını, kahvehanelerini ve g e l dikl e ri yeri hatı rlata n d e rn e kl e rini kurarak kendi kimliklerini koruyabilmişlerdir. Çoğunlukla eski ülkeleriyle yakın ilişki i ç i n d e­ dirler, ayrı c a yurtdışında yaşayan Yu n a n l ı l a r i ç i n h ü kümet bakanlıkları n ı n kurulmuş olması, o l a n a kl ı o l d u ğ u n d a o n l a rı n d e ste ğ i n e b a şvurmak üzere Yu n a n d evletin i n d e nizaşırı ü l k el e rd e ki Yu n a n l ı l a ra gösterd i ğ i i l g i n i n kanıtı d ı r. O n s e kizi n c i yüzyı l d a orta Avru pa'da, g ü ney R u sya'da, ltalya, H o l l a n d a , Fra nsa, M ı s ı r ve h a tta H i n d i s­ tan'da, kı sa bir s ü re i ç i n de olsa Flo rid a ' d a ki N e w Smyrna (Ye n i lzmir)'da Yu n a n toplulukları oluştu. O ndokuzu n c u yüzyılda, b a şta Londra, M a n c hester ve Liverpool olmak üzere lngiltere'de varlıklı Yu n a n topl u l u kl a rı kuruldu. 1 890'1 a rd a n s o n ra ö n c e­ likle M o ra Ya rı m a d a s ı n d a n başlayan büyük ö l ç e kl i g ö ç ü n yönü Amerika Birleşik O evletle ri'neydi. 15 ile 40 yaş g ru b u n d a ki bütün Yu n a n l ı e rkeklerin yaklaşık d örtt e birinin 1 900 ve 1 9 1 5 yılları a rasında mal varlıklarını Amerika' da edindikl e ri va rsayıl­ m a kt a d ı r; b u n l a rı n ç o ğ u ü l ke l e ri n e g e ri d ö n m e y i ta s a r l a m a ktayd ı l a r. 1 920' 1 e r, 1 930'1 ar ve 1 940'1arda bu g ö ç m e n a kışı ABD yasalarıyla sıkı b i r b i ç i md e kısıtl a n mış­ tı, fakat 1 980'J ere gelindiğinde ABD' d eki g ö ç m e n sayısı (Yu n a n d evleti d ı ş ı n d a n ge­ len diğer Yunan kö kenliler dışında) yarım milyo nu g e çmişti. Yu n a n l ı l a r Amerika' da s ü rekli yükselişte olan bir g ö ç m e n topl u l u ğ u n u oluşturm a kta dır ve ikinci kuşa k bir Yu n a n gö çmeni olan Massachusetts Valisi M i c h a e l D u ka kis 1 988' d e başkanlık se­ çimlerinde D e m okrat Parti'den a d aylığa dek yükselmiştir. i kinci D ü nya Sava ş ı n d a n sonraki d ö n e m d e Avu stralya ve Kanada'ya d o ğ ru yeni g ö ç d a l g a l a rı b a ş l a d ı . 1 951 ve 1 981 yılları arasında n üfusu n neredeyse yüzde 1 2'sin d e n ç o ğ u g ö ç etti. Büyük yı­ ğınlar da Alma nya'da Gastarbeiter, konuk işçi o l a ra k iş a rıyo rla rdı. Daha uzakl a ra g ö ç etmiş olanların tersine, b u n l a rın ç o ğ u biraz p a ra biriktirir biriktirmez kendileri­ ne kü ç ü k birer iş kurmak üzere Yu na nista n'a d ö n d ü l e r.

dengesini oluşturan komünistlere mecliste geri kalan on beş sandalyenin denetimini vererek bundan böyle siyasal yelpazede önemli bir güç olmalarını sağladı. Önde gelen her iki partinin başkanı (Halk Partisi'nden) Tsaldaris ve Liberal Parti'den Sofulis , partilerindeki inatçı muhafazakar üyeler tarafından özgürce hareket etmeleri kısıtlansa da, kördüğümü çözecek bir yol bulmak için kol­ ları sıvadılar. Liberallerin, 1 93 5 darbesinin getirdiği olum­ suz koşullarda ordudan atılan Venizelos yandaşı subaylara eski görevlerinin geri verilmesi konusunda diretmeleri iş1 41

36 [Şair C. P. Kavafis lskenderiye'deki evi n d e . ( Foto ğ raf K. M e g a likonomu)]. Fotoğ rafta görülen kişi, yirm i n c i yüzyı l ı n e n çok tanınan ve yapıtl a rı b a ş ka d i l l e re en ç o k ç evril e n Yu n a n şairi Konsta ntin Kavafis'dir ( 1 883- 1 933). Bu fotoğ rafta o n u lskenderiye'de, Lepsius s o ka ğ ı n d a ki dairesinde g ö rm e kteyiz. B a b a s ı M ı s ı r'ın zen­ g i n tü ccarl a rı n d a n d ı , o n u n ö l ü m üyle birlikte a i l e büyük sıkıntı l a r g e ç i rdi. Dul anne ç o c u kl a rını l ngiltere'ye götürdü, genç Konsta ntin d e l n g i l izc eyi anadili g i b i konuş­ maya başladı. 1 885 yı l ı n d a 22 yaşınd ayken lskenderiye'ye yerl e ş m e d e n önce ls­ ta nbul'da ü ç yılını g e ç irdi. Ya şantı s ı n ı S u l a m a D a i resi'nde bir b ü ro krat olarak ka­ zandı fa kat e n ince ayrıntı l a rı n a ka d a r üzeri n d e tek tek ç a lı ştığı şiirleri onun yaşa­ m ı oldu. Esin kayn a ğ ı n ı n ç o ğ u n u ç ö küşe g e ç e n Helen d ü nyası, p a g a nizm ve H ı ris­ tiya n l ı k a rası n d a ki ç e l işki ol uşturd u . Yeğ e n i kendisine n e d e n Lepsius' d a n uzaklaş­ m a d ı ğ ı n ı sord u ğ u nda, yaşamak i ç i n, varo l u ş u n ü ç me rkezi; kerh a n e , b a ğ ı ş l a n m a i ç i n kilise ve ö l ü m e yatı l a n h a sta ne arasında o l m a k i ç i n , d a h a iyi b i r yer d ü ş ü ne­ m e d i ğ i yanıtı nı verdi.

birliğini zora sokan en büyük engeldi. Aynı anda her iki ta­ raf da komünistlerin desteğini kazanmak için gizli pazar­ lıklar yürütmekteydi . Gizli kapaklı işlerin uzun süre hası­ raltı edilemediği bir ülkede, haberler kamuoyuna sızınca cumhuriyetçi öğelerin tümüyle safdışı bırakıldığı orduda huzursuzluk başgösterdi. Savaş işleri geçici bakanı General Papagos o rdunun kaygılarını krala aktarınca g ö revden alındı ve yerine aşırı sağcı Özgür Düşünenler Partisi'nin 1 42

başkanı General lo annis Me taksas getirild i , oysa seçim desteği sağlamak bakımından bu komünistlerden çok daha aykırı bir seçimdi . Başbakan nisan ayında olü nce , siyasal tıkanıklığa çözüm getirmeyi askıya alan kral bu göreve Metaksas'ı atadı . Bunalım ortamı yayılan işç i huzursuzluklarıyla daha da kızış t ı . Dünyadaki ekonomik bunalımın sonucu olarak, başlıca ihraç ürünü tütün pazarı kötü yara almış ve tütün 1 43

37 [ 1 935 M a rt ayı nda giriştikleri d a rbenin a r d ı n d a n Venize los subayları n ı n yarg ı l a nm a s ı . Kaynak: lstoria t o u Ellinikou ethnous, XV (Ati n a : Ekdotiki Athinon, 1 978)].

1 Mart 1 935 tarih i n d e ki b a ş a rısız d a rbeye ka rıştı k l a rı için m a h ke m eye ç ı ka rı l a n Ve nizelos yandaşı kara ordusu su bayla rı . Bu, 1 930' 1 a rda kahra m a n l a rı Elefherios Ve nizelos'un seçmen ->

işçilerinin Selanik'teki gösterileri on iki grevcinin polis tara­ fından kurşunlanmasıyla sonuçlanmıştı. 'Siyaset dünyasına' duyduğu kini hiç gizlemeyen Metaksas, politikac ıların ara­ larındaki farklılıkları oluşturmakta gösterdikleri beceriksiz­ liklerden ve de kralı 'güçlü' bir hükümet kurulması yönün­ deki önerisini kabul etmeye hazırlamak için büyüyen işçi sorunundan yararlanmasını bildi. Liberallerle Halk Partisi arasında son dakikada yapılan anlaşmayı geri çeviren kral , Metaksas'ın 4 Ağustos 1 946 tarihinde komünistlerin çağrısı üzerine düzenlenen ertesi gün yapılacak bir günlük genel grevi engelleme gerekçesiyle anayasanın grevi uygun gören maddelerini askıya alma düşüncesine sıcak baktı. Metaksas 1 44

sandıklarında başarısızlığa u ğ ramasını kabul e d e m eyen subaylar ta rafı n d a n girişi­ len (birinc isi 1 933 Mart ayı n d a başlatı l a n ) i ki n c i d a rbeydi. 1 935 d a rbesine d o ğ r u d a n katkı sı b u l u n a n Venizelos, Fra nsa'ya sürg ü n e g ö n d erildi, orada k e n d i s i n i d e stekle­ ye nlerin en g ü ç lüsü, 1 922 d a rbesine ön ayak olmuş olan ve s o n u ç suz kalmış 1 933 d a rbesinin düzenleyic isi Albay Nikolaos Plastiras i l e bir a raya g e l di. 1 935 darbesin­ de yalnızca bir avuç insan ölmüş olsa da, bu işe ka lkışanlardan ( i ç l e ri n d e Venizelos ve Plastiras'ı n da yer aldıM a ltı kişi i d a m cezasına ç a rptırıldı, d i ğ e rl e ri yurt d ı ş ı n a ka çmış o l d u klarından y a l n ı z c a ikisinin c ezası y e r i n e g etirildi. Bini a ş k ı n k i ş i s u ç o r­ takl ı ğ ı etm e kten yarg ı l a n d ı , s u ç l u görülen birkaç s u b ayın rütb e l e ri i n d irildi. Ka ra, deniz ve hava ordusu subayları n d a n 1 500'ü a ç ı ğ a a l ı n d ı . D a rbe yalnızca başarısız olmakla ka lmadı, aynı zamanda onun a rkası n d a o l a n l a r ı n g e ri g e l m e s i n d e n e n çok ko rktu kla rı monarşinin, 1 935 yılı Kasım ayında yapılan hileli h a l k oyl a m a s ı n ı n a rdın­ d a n yeniden kurulmasını hızl a n dırdı. Askeri müdahaleler siyasi yaşa m ı n k a ç ı nılmaz bir p a r ç a sıyd ı . 1 843 yılı n d a o rd u Kral Dtto'yu a nayasa benimsemeye zorladı; 1 909'd a ki G u di d a rbesinden s o n ra yaratı l a n o rt a m Venizelos'u iktidara g etirdi; 1 967 ve 1 974 a r a s ı d ö n e m d e Yu nanista n ' d a ki kö­ tü yönetime damgasını vurd u . Kayırı c ı l ı k a ğ ı n a düşen ve politika c ı l a rl a yakın ilişki­ leri olan kolord u l a r başarı l ı ya da değil bir dizi d a rbenin ve muhtıra n ı n yer a l d ı ğ ı i ç s a v a ş dönemind eki politik y a ş a m d a s ö z hakkı n a sahip o l a n l a rd ı .

bunu , tam olarak inandırıcı bulmasa da, iktidara giden yo­ lun açılışı olarak yorumladı. Metaksas'ın kendi diktatörl'üğünü biçimlendirmek için k u l l a n d ı ğ ı ' D ö r t Ağu s to s 1 9 3 6 Rej i m i ' n i n k u r u l m a s ı , 1 930'ların sonlarında kurulu parlamenter düzenlerin eko­ nomik bunalımın getirdiği sıkın tılara çözüm bulmadaki be­ ceriksizlikleri yüzünden Balkanlar'daki genel monarşi eği­ limlerinden birini oluşturdu. Eleştirenl eri Metaksas'ın dik­ tatörlüğüne faşist suçlaması getirseler de, onun baskılı yö­ netimi Alman nazizminin ve İ talyan faşizminin dinamiz­ minden tümüyle yoksundu . Onunki daha çok o toriter, geri kafalı ve ataerkil bir diktatörlük olup Salazar'ın Portekiz'de1 45

38 [ G e n e ral l o a nnis M etaksas' un kendisine veri l e n fa şist selamı alışı. (Yu n a n Ede biyat ve Ta rih Arşivi, Ati na )]. 1 936 ve 1 941 yılları a rası nda Yu nanista n'ın ufa k tefek d i ktatö rü G e n e ral l o a n nis Metaksas, kendisini faşist selamıyla karşılaya n bazı işçi koma n d o l a rı ve bir p a p azla birlikte g ö rü l üyor. ->

ki devletiyle en küçük bir benzerlik taşımayan, faşist söy­ lem ve biçemle cilalanmıştı. Aşırı muhafazakar biri için pek görülmedik biçimde kültürlü bir adam olan Metaksas, Yu­ nanca'nın halk arasında kullanılan biçimini yani konuşma dilini savundu. Halk di line ilk geçerli dilbilgisi kuralların ı getirmesinin nedeni, Yunanlıların azıya aldıklarını düşün­ düğü bireyselliklerine gem vuracağına inanmasıydı. Kendi­ sinden önceki ve sonraki Yunan diktatörlerine benzer bir tutumda Metaksas da yasa tanımayan yurttaşlarına 'disiplin' aşılama arzusuna kapıldı. Hitler'in Ü çüncü Reich'ından ve onun alışıldık denge yoksunluğundan esinlenerek ' Ü çüncü Helen Uygarlığı' savını ortaya attı. Onun gösterdiği yol, bir 1 46

Arkasında d u ran uzun boyl u kişi Atina valisi Kostas K otzias'tır. M eta ksas'ın ' D ö rt Ağ u stos 1 936 Rejimi' diye saygın bir a d l a a n m ayı yeğlediği d i ktatörl ü ğ ü bir dizi d ı ş kaynaklı faşizm b e l i rtil e ri g ö ste rdi. Hitl e r'in Ü ç ü n c ü Reich'ına özenerek ' Ü ç ü n c ü H e l e n Uyg arlığı' a n l ayışını yaydı. B u n l a rd a n birincisi Antik Yu nan, ikincisi orta ç a ğ Bizans i m p a ratorlu ğ u , ü ç ü n c ü s ü de k e n d i kurd u ğ u rejimin d e ğ e rl e rini h e m kutsal­ l a ştıran hem d e sonsuzl aştıran, birbirine te rs d üşen d e ğ e rlerin bir bileşimiydi. Ü ste­ lik o kendini Protos Agrotis ('ilk Köyl ü') ve Protos Ergatis ( ' i l k i ş ç i') diye g östermeyi se çti. N e var ki Hitler ve M ussolini'nin komünizme, liberalizme ve parlamentarizme d uyd ukları kini paylaşsa da, onun yönetiminde gerçek faşizmin dinamizmi ve ra d i­ kalliği yer almadı, ı rkç ı l ı ktan da uzak ka ldı. Metaksas'ın iktidarını kurumsallaştı rm a ­ s ı n a a r a c ı l ı k e d e n U l u s a l G e n ç l i k Ö rg ütü ( U G Ö )'ıı ü n herhangi h a l k d esteğ i n e d a ­ yanmayan, Hitl e r G e n ç l i k Ö rgütü' n e özenerek kurulmuş bir yapısı vardı. M etaksas, bir dereceye kadar faşist d i ktatö rlerin kendi ülkeleri n d e g e rç e kl eştirdikleri uyg u l a ­ m a l a rı ta klit etse d e K r a l i l . G eorge'n u n savu n d u ğ u l n giliz b a ğ l a ntı sını hiç b i r z a m a n sorgulamadı. d e rken 1 940'ın E k i m ayı n d a Mııssolini'nin kabadayı l ı ğ ı n a karşı d u rm a ­ sı halkın gözüne girmesini s a ğ l a d ı . Te m e l d e zorb a l ı k y a n l ı s ı ata e rkil bir k i ş i o l a n Metaksas otuz y ı l k a d a r s o n ra, t ı p k ı 'Al bayl a r' g i bi. yol d a ş l a rı n ı n taşkı n l ı k ö l ç ü lerine vard ı ğ ı n ı düşündüğü kişilikl e rini 'disiplin altı n a alma' çabasına girdi.

anlamda, antik Yunanistan'ın, özellikle de Sparta'nın puta­ tapan değerleriyle ortaçağın Bizans lmparato rluğu'ndaki Hıristiyan değerlerinin bir po tada eritilmesiydi. Halkçı ve anti-plütokratik söylemiyle, kendisini 'Baş Köylü' , 'Baş lşçi' , 'Önder' ve 'Milletin Babası' diye nitelendirmesi, içtenlikten yoksun o lmasa bile uygulamalarıyla pek uyuşmuyordu. Ölümünden sonra ülkülerini topluma aşılamayı sürdürmek üzere gençleri , kurmuş olduğu Ulusal Gençlik Örgütü'ne katılmaya zorladı ve özellikle aşırı sola karşı kin besleyerek tüm öfkesini 'siyasal dünyanın' bütün elemanlarından çı­ kardı. 1 47

iştahımız , tutkularımız ve kendine aşırı güvenen bencilli­ ğimiz ulusal çıkarlardan sonra gelmelidir. . . işte o zaman gerçekten özgür bir halk olabiliriz . Yoksa , sahte özgürlük kılıfı altında , anarşi

d i siplinsizliğin kölesi oluruz. ueneraı loannis Metaksas ( 1 939)

Rej imi meşruluktan ya da herhangi bir halk tabanından yoksun kalsa da, Metaksas , kamu düzeninden s o rumlu , korku uyandıran bakanı Konstantinos Maniadakis ile bir­ likte varolan muhalefeti etkisiz kılmada pek zorluk çekme­ di. Disiplinleri ve yeraltı etkinliklerindeki deneyimleriyle komünistlerin oluşturduğu tehdit, burjuva politikacılarının ve onların ardılları olan örgütlerinkinden daha büyüktü . Fakat aşırı solun partizanlığı köklü bir geçmişe dayanıyor­ du ve Maniadakis ustalıkla sızdığı komünistlerin yeraltı ör­ gütlerine anlaşmazlık tohumları saçabilmeyi başardı. Çevri­ len başarılı dolapların amacı, içinde komünistlerin yalnızca kendi siyasi ideoloj ileriyle değil eski yoldaşlarıyla da, gere­ kirse zorla, ilişkilerini kestiklerini duyurdukları 'pişmanlık bildirisi' çıkarmaktı. Yirminci yüzyılın totaliter ölçütlerine göre , Metaksas'ın o toriter yöntemleri pek de çirkef sayıl­ mazdı, ayrıca o muhaliflerini fiziksel olarak ortadan kaldır­ madı. Yine de , etkili bir polis ağının yardımıyla, etkin mu­ halefet girişimlerini etkisiz kılmaya yarayan bir korku orta­ mı yaratmayı becerebildi. Metaksas dış görünüşte faşizme benzeyen bir rej im kura­ bilseydi bile , ne o ne de , ondan daha az o lsa da kral dış po­ l itikadaki geleneksel eğilimden ayrılarak İ ngilizlerde n uzaklaşmakta istekliydi. Güneydoğu Avrupa'nın diğer yer­ lerindeki modaya uyarak ekonomiyi saran Alman etkis i , 1 930'ların ikinci yarısında çarçabuk gelişti, fakat bunun Yu­ nanistan'daki siyasi konj onktüre etkisi aynı hızda olmadı. Metaksas ise, 1 938'de lngiltere'ye resmi bir işbirliği antlaş­ ması imzalamayı önerdi, ancak yeni bağlantılardan çekinen 1 48

İngiltere buna karşılık vermedi. Öte yandan, 1 939 yılı Ni­ san ayında İtalyanların Arnavutluk'a saldırmalarının hemen arkasından İngiltere ile Fransa , saldırıya karşı direnmeyi seçmeleri koşuluyla Yunanistan'a (ve Romanya'ya) toprak bütünlüğü güvencesi önerdiler. 1 939 Eylül ayında İkinci Dünya Savaşı :p atlak verdiğin­ de, Metaksas , İngiltere'ye karşı tarafsızlığını titizlikle sür­ dürürken , aynı zamanda da Yunanistan'ı çarpışmalardan uzak tutabilmeyi umut ediyordu. Oysa Mussolini anlaşma ortağı Hitler'e, kendisinin de görkemli zaferler kazanabile­ ceğini göstermek için yanıp tutuşuyordu ve bu iş için ko­ lay bir hedef olarak gördüğü Yunanistan'ı seçti. 1 940 Ağus­ tos ayında İ talyanların bir denizaltısı Elli yolcu gemisini torpilledi ve çok sayıda kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. İki ay sonra, 28 Ekim 1 940 gününün erken saatlerin­ de Atina'daki İ talyan elçisi Metaksas'a, anında geri çevrilen aşağılayıcı bir ultimatom verdi. Birkaç saat içerisinde İtal­ yan orduları Yunan-Arnavutluk sınırını geçtiler ve Yuna­ nistan savaşa girmiş oldu. İ talyan tehditine karşı gelmek için Metaksas milliyetçilik ruhunu yakaladı ve büyük bir milli heyecan dalgasıyla bunu pekiştirdi; çok geçmeden Yunan o rduları karşı saldırıya geçtiler. Birkaç gün sonra saldırganlar Arnavut topraklarına geri püskürtülmüşlerdi, çünkü bu salt anayurdu savunma kampanyası değildi. Aynı zamanda, Arnavu tluk'un güney kesimlerinde bazı Yunan yerleşim bölgelerinin bulunduğu , ayrıca kısa süre de olsa Yunan denetimine geçen, Yunanlıların Yunanistan'ın bir parçası diye gördükleri kuzey Epir'i içine alan geniş top­ rakların 'kurtuluşu' hedefleniyordu . (Yunanca adlarını kul­ lanacak olursak Koritsa , Aghioi, Saranda ve Argirokastro kısa sürede ele geçirildiler, Valona da askeri hareketleri güçleştiren karakış bastırmadan önce denetim altına girmi­ şe benziyordu . 1 49

Savaşın bu evresinde Yunanistan'dan başka herhangi bir müttefiki bulunmayan İngiltere, sınırlı hava desteği sağladı. Fakat Yunanistan'ı, Almanya aracılığıyla İtalya ile daha bü­ yük bir savaşa girmekten alıkoyma umutları yok olmamış olan Metaksas, Hitler'i kızdırır korkusuyla Churchill'in as­ ker gönderme önerisini geri çevirdi. 1 94 1 yılı Ocak ayında Metaksas ölünce yerine geçen Aleksandros Korizis'in böyle çekingenlikleri yoktu. Çoğunluğu Avustralyalı ve Yeni Ze­ landalı erkrden oluşan İngiliz askeri gücü Yunanistan'a yol­ landı. Ancak Yunan ve İngiliz askeri yetkilileri arasındaki yanlış anlaşılmalar yüzünden orduların Makedonya'nın ba­ tısında, Almanların saldırıya geçecekleri en muhtemel nok­ ta olan Aliakmon ırmağına yığınak yapmaları epey gecikti. Bu saldırı, Sovyetler Birliği'ne saldırmadan önce Balkan ka­ nadını bir an önce sağlamlaştırmaya bakan Hitler tarafın­ dan, 6 Nisan 1 94 1 tarihinde Yugoslavya ve Bulgaristan üze­ rinden korkunç bir ustalıkla başlatıldı. Yunan ve İngiliz orduları hızla yenildiler, yenilginin ya­ rattığı kargaşada başbakan intihar etti ve yerine, Metaksas rejimine muhalefetiyle tanınmış bir banker olan Emmanuil Tsuderos geçti. 23 Nisan'da Atina'nın düşüşünden üç gün önce General Tsolakoglu, hükümetten herhangi bir yetki almaksızın Almanlarla ateşkes pazarlığına oturdu. Öte yan­ dan, İngiliz askerlerinin çoğunluğu başarılı bir şekilde böl­ geyi boşalttılar ve Kral 11. George , hükümet üyeleri ve bazı Yunan birlikleriyle birlikte Girit'i savunmak için orada bu­ lunan, kalabalık fakat yeterli araç gereçten yoksun İngiliz ordularına katılmak üzere bu adaya sığındılar. Amaç, Al­ manların akaryakıt aktarımı yapmada başlıca kaynakları olan Romanya'daki petrol bölgelerine havadan saldırı baş­ latmak üzere Girit'te üslenmekti. Almanlar'ın 'Enigma' rad­ yosu yayınlarından alınan dalgalarla amaçlarının öğrenil­ mesine karşın, savunma güçleriyle Almanların hava birlik150

leri arasında geçen şiddetli çarpışmalardan sonra Mayıs ayı sonlarında ada, düştü. Anayasal düzenin simgesi durumuna gelen kral ve hükümeti, silahlı güçlerden geriye kalan ne varsa onları toparlayıp Orta Doğu'ya çekildiler. Öte yandan, Yunanistan'da önceleri başında General Tsolakoglu'nun bu­ lunduğu işbirlikçi bir hükümet kuruldu. 1 94 1 yılı Haziran ayının ilk günlerinde Yunanistan'ın tü­ mü Alman, İtalyan ve Bulgarların üçlü işgali altındaydı. Al­ manlar, Atina ve Selanik'in yanısıra, Girit'i ve tarafsız kalan Türkiye ile hassas sınırı oluşturanlar da içinde olmak üzere bazı Ege adalarını işgal ettiler. Yunanlıların geleneksel düş­ manları o lan Bulgarların, göçmenlerini yerleştirip Yunan nüfusuna baskı uyguladıkları batı Trakya ile Makedon­ ya'nın bazı kesimlerini işgal etmelerine izin verildi. İtalyan­ lara gelince onlar da ülkenin geri kalan bölgelerini dene­ timleri altına aldılar. İtalyan müttefiklerine karşı duydukla­ rı kini saklamayan Almanlar, daha başlangıçta, ülke sana­ yiinin dayalı olduğu tarım kaynaklarını talan ettikleri, ayrı­ ca çevirdikleri iğrenç oyunla işgal giderlerini Yunanistan'a ödettikleri katı bir işgal yönetimi kurdular. Bu politikaların ilk sonucu , 1 94 1/2 kışında, 1 00.000 kadar kişiyi canından ettiği ileri sürülen korkunç kırlıktı. Halkın çoğu gıda sıkıntısı, yüksek enflasyon, karaborsa ile boğuşuyor ve ayakta kalma savaşı veriyordu . Yine de çok geçmeden görüldü ki, yenilgi ve başa çıkılmaz yokluk direnme isteğini şu kadarcık bile köreltmemişti. 3 1 Mayıs 1 94 1 tarihinde, Atina'daki Akropol'de asılı duran Nazilerin gamalı haçı yerinden sökülüp atıldı. Önceden birbirlerin­ den bağımsız gelişen direniş eylemlerinde de, komünist partinin, 1 94 1 Haziran ayında Sovyetler Birliği'nin Naziler­ ce işgal edilmesinin hemen ertesinde, süregelen savaşı 'em­ peryalist' olarak değerlendirmeyi b ırakıp , komü nizme yü­ rekten bağlı komünistleri Sovyet topraklarının savunulma1 51

sına katkıda bulunmak üzere ellerinden geleni yapmaya ça­ ğırmasıyla beraber işbirliğine gidilecekti. Sovyetlere destek vermenin en iyi yolu Yunanistan içerisindeki faşist işgale karşı direnişe geçmek olabilirdi. Komünistler bu hedefe doğru 1 9 4 1 Eylül ayında Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni (EAM) kurmak için kolları sıvadılar. 1 52

39 [ 1 940' 1 a rd a ki Arn avutlu k kampanya s ı n d a n kalma b i r p rop a g a n d a posteri. Kaynak: Spiros Kara khristos, Ellinikes aphisses Greek posters (Atina: Ked ros, 1 984)]. Zafer, Ö z g ü rl ü k, Panaghia [ M e ryem Ana] o n u n l a olsun. Georgios G u n a ro p u l o s'un, 1 940- 1 Yu nan-ltalyan Savaş'ından kalma ünlü b i r p ro p a g a n d a posteri. Poste rde, 28 Ekim 1 940 ta rihinde, ltalya'nın Yu n a n toprakl a rı n d a ki stratejik n o ktal a rı işgal etm e­ sine izin verilmesini ö n g ö re n ültim ato ma Metaksas'ın ce s urca ka rşı gelmesinin a r­ d ı n d a n h a l kı n ka p ı l d ı � ı n e re d eyse dinsel heye c a n d a l g a s ı n ı v u rg u l a m a kt a d ı r. B u d u rumu d o � u ra n arka a rkaya g e rç e kleştiri l e n b i r d izi kışkırtma eylemiydi, a ra l a rın­ d a e n bilineni m u c izevi bir ç a b a n ı n ürünü o l a n M e rye m Ana ikona sıyla tanınmış Tı­ nos adası a ç ıklarında demirleyen Elli savaş g emisinin 15 A� ustos'taki M e rye m Ana Yo rtu su töre n l e ri n d e torpil l e n m e siydi. ltalya n l a rı n ültimato m u n a Yu n a n h a l k ı n ı n karşı g e l m e s i h e r y ı l ı n 2 8 Ekim g ü n ü Okhi [ H ayı r ! ] u l u s a l bayramı o l a r a k kutl a n m a k­ tadır. ltalyanlar birkaç g ü n içinde Yu nanlılarca kuzey Epir diye a d l a ndırılan kalab a ­ l ı k b i r Yun a n azı n l ı � ı n barındı�ı Arnavutl u k' u n g ü ney bölgesini kurtar mak i ç i n o rd u ­ l a rı n ı sefe rber ettiler. ltalya n Goliath'a ka rşı Yu n a n D avid'in gösterisi d ü nya ç a pın­ d a alkış topladı ve savaşın bu evresinde Avru pa' d a ki ittifak D evletl e ri'ne ka rşı d ire­ nişe g e ç e n yalnızca Yu nanista n ile lngiltere'ydi. Aralık ayı b a ş l a rı n d a g ü ney Arna­ vutl u k' u n başl ı c a ü ç ke nti o l a n Koritsa, Arciroka stro ve Aya Saranda e l e g e ç i rilmiş ve işgal altın d a ki bölgeler Yu n a n devleti yönetimine alınmıştı. N e var ki yetersiz ha­ b e rleşme ve kötü h ava koş u l l a rı daha d a i l e riye gitme o l a n a kl a r ı n ı e n g e l l eyi n c e 1 941 Nisaıı'ında Almanya'nın Yunanistan'ı a n i d e n işgali sırasında Arnavutl u k c e p ­ hesindeki birlikl e r d a � ı n ı k olarak g e ri ç e kilmeye zorl a n d ı l a r.

Bu örgütün başlıca iki amacı vardı: direnişin örgütlenmesi ve ülkenin ergeç gerçekleşecek kurtuluşundan sonra hükü­ meti kuracak bağımsız bir seçenek oluşturulması. Eski si­ yasal partilerin önderleri komünistlerin işbirliği çağrısını geri çevirip direniş savaşımından uzak kalsalar da, kimi kü­ çük ve siyasal açıdan pek önem taşımayan köylü topluluk1 53

BULGARiSTAN

ıııııruklar 1 94 1 ı\lıırnıı

l�/!'.ul ı·ılilPıı

lml

llIIIIlIII l I yııı p:gp:::ı Bul�ıır ııı

ı

100

200 100

:ıoo

kııı.

:WO mil

Harita B 1 94 1 ' d e Alman, ltalyan ve B u l g a rl a r ta rafı n d a n işgal edilen bölgeler

lan ve sosyalistler EAM'ın kuruluşunda yer aldılar. Bu ör­ güt, kitle destekli direniş hareketinin siyasal kanadı olarak oluşturulurken onun askeri kolu olarak da (Yunancadaki kısaltması ELAS'ın Yunanlıların Yunanistan'a verdikleri adı çağrıştıran) Halkın U lusal Kurtuluş Ordusu kuruldu. EAM , aynı zamanda, işgalde yaralananlara yardım sağlayan Ulusal Dayanışma ve baş harfleri EPON olan gençlik hareketi gibi örgütlerin de arkasındaydı. Metaksas diktası sırasında oluşan siyasi boşluk, gelenek­ sel 'siyaset dünyasının' önderlik etmedeki beceriksiz ve is154

teksiz tutumuyla işgal altında da sürdü. Tüm deneyimi, burjuva partilerinde hiç varolmayan yeraltı faaliyetlerine dayanan ve iki dünya savaşı arası dönemin tek marjinal gü­ cü olan komünistler bu boşluğu doldurmakta gecikmediler. Örnekler disiplin ve propaganda aracılığıyla vaadettikleri daha iyi ve daha hakça gelecek, işgal acısı altında eski düş­ manlıklarının yersiz olduğu görülen politikacıların sun­ duklarının çok ilerisindeydi. Kırsal bölgelerinde ataerkilli­ ğin sürdüğü bir toplumun gençleri ve kadınları için kendi­ lerine özgürlük umudu veren EAM'ın özel bir yeri vardı. EAM ve ELAS'ın yönetimleri parti başkanlığını sıkı deneti­ mi altına aldıysa da, üyelerin büyük çoğunluğu komünist­ lerden oluşmuyordu. Bunun yanısıra, komünist olmayan bir dizi direniş örgütü daha ortaya çıktı, aralarında en önemlisi Yunanistan'ın kuzeybatısında odaklanan Ulusal Cumhuriyetçi Yunan Cephesi'ydi (EDES). İtilaf devletleri­ nin işgaline direniş gösterme kararlılığından başka bu grup­ ların ortak yanı, Metaksas diktasının acımasızlıklarından ve onun arkasından gelen işgalin yarattığı korkunç ortamc4ın sorumlu tuttukları sürgündeki Kral George'a duydukları yoğun antipatiydi. Başlangıçta Londra'da ve 1 943 Mart ayından sonra Kahi­ re'de üslenen kralla sürgündeki hükümet, işgal altındaki Yunanistan ile yakın ilişkide olmayıp genel olarak sabotaj ve direniş olaylarının suçsuz sivillere karşı uygulanan sert misillemelerle haklı gösterilemeyeceği görüşünü savunu­ yordu. Almanlar, öldürülen her bir er için elli Yunanlı'nın vurulması gerektiği hükmünü vermişlerdi; diğer yandan da direniş eylemlerini caydırıcı çabalarla köyleri yakıp yıkma­ . ları her yerde sürüyordu. İşgal altındaki Avrupa'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Naziler burada da Yahudi nüfusu yok etmeye çalıştılar. 1943 yılı başlarında, Selanik'in nüfu­ sunun beşte birine yakın bir bölümünü oluşturan Sefardim 155

40 (a) [ 1 941/2 kışı nda başgösteren kıtl ı g ı n bir kurbanı; (b) 1 944 Kasım ayı n d a Ati­ na'da deposu dolup ta şan bir ba kkal d ü kkanı. ( B e n a ki M üzesi, Ati na; fotog rafç ı Va.­ ula Papaioannu: Life Resim Servisi: foto grafçı Dimitri Kessel)]. (a) Kıtl ı g ı n başg öste rd igi 1 94 1 -2 kışında, Pire'd e b i r aşevi n d e Vo u l a Papaioannu ta­ rafı n d a n görüntülenen yaşlı b i r a d a m . işgalin arka s ı n d a n çogu yerd e zorla yiye c e k toplama işine girişilmişti . B u g d ayı yurt d ı ş ı n d a n a l a n bir ü l k e d e b u n u n d o g u rd u g u s o n u ç l a r korku nçtu. A l m a n kayna kl a rı n a g ö re, 1 94 1 'in A r a l ı k ayı n d a Ati n a ' d a a ç ­ l ı ktan ö l e n l e rin sayısı g ü n d e 300 kişi ka d a rdı; 1 939' d a 1 79 k i l o o l a n k i ş i başı yı l l ı k ekmek tüketimi 1 942'd e 4 0 kiloya d ü ştü. Kentte yaşaya n l a rı n d u ru m u öylesine i ç l e r a c ısıydı k i l n giliz h ü k ü m eti b a ş l a n g ı çta b i r a z d u ra ks a d ıysa d a a b l � kayı k a l d ı r d ı v e K ı z ı l H a ç ' ı n g etirttigi yiye c e kl e rin d a gıtılması b i r i n c i kış i ş g a l i n d e y a ş a n a n kıtl ı g ı n d a h a b ü y ü k boyutl a r d a yinelenmesini ö nlemiş o l d u . H a l kı n ç o g u i ç i n yaşam a g ı r

1 56

koşull a r altı n d a geç iyor, astro nomik o ra nl a ra varan enflasyo n g ü n l ü k yaşam kav­ gasını d a h a da zorlaştırıyord u. ltalya n s a l d ı rısı sıra s ı n d a 1 0 drahmi o l a n b i r, o kka (yaklaşık 1 ,5 kg) ekmek, 1 944 yılı Ekim ayı n d a Alm a n l a rı n g e ri ç e kilmesi sırasında 34.000.000 d rahmiye ulaşmıştı. Peynirin fiyatı o kka başına 60 drahmiyken aynı dö: nem i ç erisinde 1 . 1 60.000.000'a ç ı km ıştı. Enflasyo n u n böyle yüksek b oyutl a rd a sey­ retm esi işgal sonunda p a ra birimi olarak lngiliz altı n ı n ı n yürürl ü � e g i rmesine n e d e n oldu. Kara b o rsa iyic e gelişti. Parası o l a n l a rı n karınlarını nelerle doyurd u kları T o Ag­ rotikon adlı bir Atina bakkal d ü kkanını g ö rü ntüleyen Life d ergisi foto� rafçısı D i m itri Kessel'in 1 944 yılı Kasım ayı n d a ç e kti�i foto � rafla (b) ç a rpıcı b i ç i m d e gözler ö n ü n e serilmekted i r. O sıra l a r A l m a n l a r d a h a yeni g e ri ç e kilmişlerdi ve yiye c e k s ı kı ntısı sü rüyordu. Deposu ürünlerle tıka basa d o l u bu d ü kkanda Amerikan, l n g i l iz, Fra nsız ve Alman gıda ürünleri satışa s u n u l uyord u . B i rç o k gözl e m c i, b o l p a rası o l a n l a rı n sahip o l d u kl arı l ü ks i l e geniş h a l k yı�ınlarının yoksullukları arası n d a ki çelişkiye dik­ kat ç e kti.

1 57

Yahudi topluluğunun tümü yalnızca birkaç hafta içinde Auschwitz'e sürüldü . Bunlardan sağ kalanların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Zamanında, Malkah Israel, 'İs­ rail Kraliçesi' diye ün salmış bir toplumdan geriye bir şey kalmadı. Aralarında hem komünüstlerin hem de komünist ô lma­ yanların yer aldıkları silahlı çeteler 1 94 2'nin ilkbahar ve yaz ayları gelince çözümü dağlara çıkmakta buldular ve Ka­ sım ayında Selanik-Atina demiryolunun bulunduğu Gorgo­ po tamos viyadüğü nü yerle bir ederek askeri direnişte ne derece iyi olduklarını gösterdiler. İşgal altındaki Avrupa'nın direnişinde elde edilen en çarpıcı başarılardan biri olan bu eylemi başarıyla gerçekleştirenler İngiliz Özel Harekat Baş­ kanlığı tarafından Yu nanistan'a paraşü tle indirilen İngiliz sabotajcılarla , ELAS ve EDES'ten seçilmiş gerillalardı . Bu­ nun arkasından İngilizlerin direniş eylemlerini eşgüdümle­ me girişimleri, işgal altındaki Yunanistan'da pek az heyecan uyandıran kralın kurtuluştan sonra vatana dönüşünü des­ tekleme yönündeki resmi politika engeline takılacaktı. İn­ giltere başbakanı Winston Churchill kendini , Yunanistan'ın İngiltere'nin tek aktif müttefiki olduğu 1 940- 1 'in uğursuz kışında sağlam bir müttefiki olarak gördüğü Kral George'un davasına adadı . Tıpkı işgal al tındaki Avrupa'nın diğer böl­ gelerinde olduğu gib i , komünistlerle komünist olmayan gruplar arasında neredeyse ta başından beri varolan sürtüş­ menin nedeni, direniş oyununun kahramanlarının çoğu­ mm uzun dönemli siyasal amaçları o lmasıydı. EAM arkası­ na gerçek bir halk desteğini almış olsa da , direniş eylemle­ rini tekeline almaya kalkışmasına karşı çıkanları etkisiz kıl­ mada teröre başvurmaktan geri kalmadı. Onun diğerlerin­ den farklı üstünlüğü 1 943 Temmuz ayında 'Milli Milis mu­ tabakatı'yla tanındı. Bu da, EAM/ELAS adaylarının , komü­ nist olmayan direnişçilere ve İngiliz askeri görevlilerine 1 58

41 [ Ü ç kadın g e rilla, 1 944. Kayn ak: Costa G. Cuvaras, Photo album of the Greek re­ sistance ( S a n Fransisc o : Wire Press, 1 978)). 1 944'te, Costas Cuvaras'ın fotoğ rafı nı ç e ktiği üç andartisse, yani çete c i kadın. Eğ iti­ mini Amerika ' d a görmüş olan C uva ras, ln giltere'deki lngiliz Ö zel H a rekat Başkanlı­ ğ ı n ı n ( S O E ) ABD' d eki dengi o l a n Stratejik H izmetler B ü rosu ( O S S ) ta rafın d a n Ulusal K u rtu l u ş Cephesi EAM ' ı n ö n d e rl e riyle ilişki kurmak üzere Yu n a n i stan'a g ö n d eril­ m i şti. O rt a d a d u ra n ka d ı n (kod adı Thyella, Fı rtı n a olan) M e l p o m e n e P a p a h e l i ­ o u ' d u r. D a h a sonra aynı y ı l ı n Aralık ayı n d a ELAS i l e l n gilizl e r arası n d a ki ç a rpışma­ l a rd a ölmüştür. EAM, 1 941 'in Eyl ül ayı n d a komün ist bir tem e l e d ayanarak kurulmuş ve işgal altı n d a ki Yu nanistan'ın en büyük direniş ha reketl e ri n d e n biri olma yol u n d a h ı z l a büyü m ü ştür. 1 944 y ı l ı n d a ona b a ğ l ı l ı k g ö stere n l e rin sayısı nın 500.000 ile 2 mil­ yon arasında d e ğ iştiğ i var sayılmakta d ı r. EAM'ın bir dizi yan kolları d a vard ı . B u n­ l a rd a n en ö n emlisi, 1 944 Ekim ayı nda Almanları n g eri ç e kilmesi sırası n d a 60.000 ka­ dar sava şçısı b u l u n a n o n u n askeri kolu ELAS'tı (Halkın U l u s a l Kurtuluş O rd u su). iş­ gal altı n d a ki Yu nanista n oyu n u n d a ki d i ğ e r baş kahram a n l a r gibi EAM ' ı n d a gözü savaş s o n ra s ı i kti d a rd a y d ı . Yu rt i ç i n d e ki d ü ş m a n l a rı n a a c ı m a s ı z d a v ra n a n EAM/ELAS'ın a rkası n d a aynı zamanda k ü ç ü msenmeye c e k b i r h a l k d este ğ i d e var­ d ı . Bu desteği, eski politik düzenin üstesin d e n gelemediği d a h a iyi bir g e l e c e k umu­ d u yaymayı b a ş a ra r a k kaza n d ı . D a ğ l a rd a yaşayan i n s a n l a rı n e ğ itim d ü zeylerini yü kseltmek; köyl ü le re biraz olsun siyasi soruml u l u k aşılamak; özellikle d e kad ı nla­ rın to p l u m d a ki yerini yükseltmek için ç o k uğraş verdi. 1 944 Nisan ayı n d a Yu n a nis­ tan'ın belli başlı d a ğ l ı k bölgelerinde U l u s a l Kon sey üyelerini s e ç m e k için d üzenle­ nen ve ka d ı n l a rı n ilk kez oy kullandıkl a rı seçimler EAM d e n etim i n d e g e r ç e kl e şti.

1 59

karşı önemli sayısal üstünlük elde ettikleri bir genel merke­ zin oluştu rulmasıyla sonuçlandı. Çeşitli direniş gruplarıyla onlara yol gösterecek İngilizler arasında (hiçbir zaman kesinleşmeyen) işbirliği girişimleri, 194 3 yılı Ağustos ayında Kahire'ye giden milis delegasyo­ nunun başarısızlığa uğramasıyla epey tehlikeye girecek t i . Milis üyelerinin son anda kurulan derme çatma bir pistten kalkış yapması dağlık Yunanistan'ın geniş alanlarının o sıra­ larda direnişçilerin denetiminde olduğu gerçeğinin kanıtıy1 60

42 [ 1 943 Şu bat ayı n d a Selanik'te d ö rt g e n ç Yu n a n Ya h u d isi (Yunanistan Yah u d i M üzesi)). Sela nik'in Baron Hirsch hasta nesi kapsa m ı n d a g e ç i c i olarak kurulan Yah u d i ma­ hallesinde 1 943 Şubat ayı sonlarında ç e kilen d ö rt Yu n a n Yah u d is i gencin ( s oldan s a ğ a d o ğ ru aya kta d u ra n l a r Alberto/Avraam N a hmias, Dav i d Sion, l s a a c Algava: diz çökmüş olanı nsa a d ı bilinmemekted i r) foto ğ rafı. Ya h u d i l e r yal nızca David'in Yıl­ dızı'nı taşıma k zorunda bıra kıl mayıp aynı z a m a n d a o n l a rı yapmakla d a yüküml üydü­ l e r. B u fotoğ raf ç e kildikten kısa bir süre sonra b u dört genç, kentte bir z a m a n l a r bü­ yüyüp gelişen Yah u d i topl u l u ğ u n u n toplam sayısı n ı n yaklaşık b eşte birini oluşturan 46.000 kişiyle birlikte Ausc hwitz'e g ö n d e rildi. B u n l a rı n hemen hepsi yok edildi. Fo­ toğ raftaki d ö rt kişiden yalnızca David Sion sağ kal d ı . itilaf D evletl e rinin işgali sı ra­ sında to plam 67.000 Yunan Yah u d isi yaşamını yiti rdi, bu ülked e ki b ütün Yah u d i nüfu­ sunun yüzde 87'si d e m e kti. Kimi Ya h u d i l e r Tü rkiye'ye kaçabildiler, kimileri d e d a ğ ­ l a rd a ki ç ete birliklerine katı l d ı l a r. Diğerleri d e Ati n a'n ı n O rto d o ks a i l e l e ri tarafı n d a n koru n d u l a r, ayrı c a ke ntin baş piskoposu D a m a ski n o s ile polis şefi A n g e l o s Evert, Yu n a n Ya h u d iliğini i ç l e r a c ısı d u r u m d a n ç ı karmak i ç i n c es u r c a e l l e rin d e n g e l e n i yaptı l a r. Selanik 1 9 1 2 y ı l ı n d a Yu nan krallığına katı l d ı ğ ı n d a ke ntin nüfu s u n u n yarısın­ d a n çoğu Yah u d iydi. N üfusun yaklaşık ü çte b i ri Yu n a n l ı l a rd a n, g e ri kalanıysa B u l ­ garlar, Türkl e r ve diğerl e rind e n o l uşuyord u . B u ra d a ki Sefa rd im Ya h u d i l eri 1 492 yı­ l ı n d a l s p a nya'dan sürü l d ü klerinde Osmanlı l m p a ratorl u ğ u ' n u n s ı ğı n ma ha kkı tanı­ d ı kl a rı Ya h u d i l e rin toru n l a rıydı . Kentteki otuzu aşkın sinagoga gider ve lbranice ya­ zıya g e ç i rdikleri onbeşinci yüzyıl lspanyo l c a s ı olan Ladino .' yani Yah u d i l s p a nyol c a ­ sı konuşurlardı. Yu nanista n'ın d i ğ e r b ö l g e l e ri n d eyse kökleri a ntik ç a ğ a d e k uza n a n 'Romaniot' Ya hudileri k ü ç ü k topl u l u kl a r h a l i n d e yaşarl a rdı.

dı. Milislerle İngiliz askeri ve siyasal yetkilileri, kral ve sür­ gün hükümeti arasında hiçbir düşünce birliği yoktu. Milis delegasyonunun iki temel isteği vardı: Yunanistan'da artık denetimleri altına giren büyük çaptaki bölgelerde, sürgün hükümetinin bazı kilit bakanlıkların (içişleri ve adalet de bunların içindeydi) yetkilerinin kendilerine devredilmes i ve kralın seçilmesiyle sonuçlanacak bir halk oylamasına dek kralın ülkeye dönmemesi. Her iki istek de geri çevrildi ve halkın sesine kulak vermeksizin monarşinin yeniden ku161

rulması çalışmalarının İngiliz politikasının ürünü olduğuna inanan delegasyon hızla dağlara geri döndü . Kahire fiyaskosundan hemen sonra , ELAS, işgal güçleriy­ le işbirliği yaptığı gerekç e s i y l e l 9 4 3 ' ü n E ki m ayında EDES'e saldırınca, direnişçiler arasındaki gerginlikler doru­ ğuna çıktı. Tıpkı Yugoslavya ve Arnavutluk'taki gibi komü­ nistler, kurtuluştan sonra ülkedeki tek örgütlü , silahlı güç olmayı garanti altına almaya çalışıyorlardı; böylece iktidara giden yolun denetimini ele geçirmeye kesin gözüyle baka­ bileceklerdi. 1 943/4 kışındaki karşılıklı yok etme savaşında İngilizler, ELAS'a giden desteğin önünü keserek EDES'in düşüşünü engellemeye çalıştılar. Fakat bunda yeterince et­ kili olamadılar, çünkü 1 943 Eylül'ündeki ateşkesin ye bu­ nun sonucunda binlerce İtalyan askerinin teslim olmasının ardından, Yunanistan'daki İtalyan ordularının çoğu silahla­ rına ELAS el koymuştu . Direnişçilerin kendi aralarında sa­ vaşmalarına haliyle sevinen Alman işgal güçleri, işbirlikçi­ leriyle komünizme karşı duydukları korku , Nazilere karşı besledikleri öfkeden daha ağır basan kimseleri yerleştirdik­ leri kukla hükümetin yetkisi altında silahlı 'Güvenlik Tab­ yaları' kurdular. Savaşan direnişçi gruplar arasında güçlükle kotarılan bir ateşkes anlaşması ancak 1 944 Şubat ayında, EDES'in Epir'deki karargahında tu tulması koşuluyla yapıla­ bildi. EAM , siyasal amaçlarından caymak bir yana, çok geçme­ den bağımsız 'Dağlık' Yunanistan'da hükümet işlevini yeri­ ne getirecek Siyasal Ulusal Kurtuluş Komitesi'ni kurduğu­ nu açıkladı. Siyasal Komitenin kuruluşu kuşatma altındaki etkisiz sürgün hükümetine düpedüz kafa tutmak demekti ve Mısır'da üslenmiş Yunan silahlı güçleri içinde bulunan EAM yandaşları arasında ayaklanmayı kışkırttı. Ayaklanma­ cı subaylar Siyasal Komite'ye bağlı bir ulusal birlik hükü­ meti kurulmasını istiyorlardı. İngiliz birliklerince zorla bas1 62

tırılan ayaklanmalar, Churchill'in Yunanistan'da savaş son­ rası bir komünist yönetiminin işbaşına gelmesine yönelik endişesini daha da arttırdı. Bu endişe, küçük ve komünist olmayan bir direniş grubunun başındaki Albay Psaros'un ELAS çetesinden (büyük o lasılıkla asi) biri tarafından öldü­ rülmesi ve Kızıl O rdu'nun Balkanlar'a inmek üzere hazır ola geçmesiyle daha da arttı. Yeni gelişmeler, Churchill'in Sovyet lideri Stalin ile bir tür anlaşma yapmayı düşünmesi­ ne neden oldu , böylelikle Rusya'nın Romanya üzerinde he­ gemonya kurmasının kabul edilmesi karşılığında savaştan _ sonra İngiltere'nin Yunanistan üzerindeki egemenliği kesin­ leşmiş olacaktı. Bu düzenlemenin temeli 1 944 Mayıs ayında atıldı ve Amerikalıların hakları saklı kalmak koşuluyla , ay­ nı yılın Ekim ayında Churchill ile Stalin arasında Mosko­ va'da yapılan ünlü 'yüzdeler' anlaşmasıyla pekiştirildi. Yu­ nan oyununun kahramanları böylesi bir üst düzey pazarlık­ tan elbette habersizdiler. Tarihinde sık sık görüldüğü üzere , Yunanistan'daki o layların akışı ülkenin tabanındaki geliş­ melerden çok büyük güçlerin çıkarlarına göre belirlenmek zorundaydı. Balkanlar'daki işlerimizi yoluna koyalım, diyorum . Sizin ordular Romanya ve Bulgaristan' da . . . Küçük hesaplarla birbirimizin yoluna çıkmayalım. İngiltere ve Rusya açısın­ dan düşünürsek siz, Romanya üzerinde yüzde doksan ege­ menlik kurarsınız, biz de Yunanis tan'ın yüzde doksanını alırız, Yugoslavya'yı . da yarı yarıya paylaşırız . N e dersiniz? Churchill'den Stalin'e, Moskova , Ekim 1 944

Ordudaki ayaklanmanın doğrudan sonuçlarından biri , Yunanistan'dan kaçalı çok olmayan bir politikacının , Geor­ gios Papandreu'nun sürgün hükümetine başbakan o larak atanmasıydı. İngilizlere göre onun en büyük erdemi, etkin bir komünizm karşıtlığı gösteren Venizelos yanlısı geçmi­ Şiydi. İngiliz kalkanına sığınan Papandreu, bütün direniş ve 1 63

43 [1 944 yılında 'Öz g ü r Yu nanista n'ı n U l u s a l Kurtuluş Siyasi Komitesi. Kaynak: Spi­ ros M e l etzis, Me tous andartes sta vouna (Ati n a : 1 976)]. Bu fotografta Ulusal K u rtuluş Siyasal Komitesi' nin ( P E EA) üyele riyl e birlikte ate şli b i r EAM d e stekleyicisi o l a n Kozan m etro politi l o a kheim g ö rü l m e kted i r. PEEA 1 944 M a rt'ı n d a EAM/ELAS çete c i birliklerinin d e n etimi altı n d a ki Yu n a n ista n ' ı n d a g l ı k b ö l g e l e rini yönetm e k üzere kurul m u ştu. Fotoğ rafta s o l d a n s a g a d o g ru: Köyl ü Parti­ si sekreteri Kostas Gavriilidis (ta rım); Solcu Liberal Stamatis Khatzibeis (ulusal e ko­ nomi); S o l c u Liberal Atin a Ü niversitesi ekonomi p rofe sörü A n g e l o s A n g e l o p u l o s ( e konomik ilişkile r); G e neral M a nolis M a n d a ka s ( o r d u ) ; komü nist p a rtisi g e ç i c i s e k­ reteri G e o rgios S i a ntos (içişleri); Atin a Ü nive rsitesi tı p p rofe sörü Petros Kokkalis ( s o syal y a r d ı m ); Ati n a Ü n iversitesi a n a y a s a h u k u k u p rofe s ö r ü , komite b a ş k a n ı Ale ksa n d ros Svolos (dışişl e ri, e ğ itim ve din, h a l kı ayd ı n l atma); b a ş k a n yardımcısı Albay El(ripidis B akirtzis (levazım); H a l kçı D e m okrasi B i rlik sekreteri llias Tsirimo­ kos ( a d a l et); Solcu Liberal Nikola os·Askou rtis ( u l a şım). PEEA üye l e ri arasından yal­ nızca Sianto s'un kom ü nist p a rtisi üyesi o l d u g u a ç ı ktı. N e v a r ki Kokkalis ve M a nta­ kas ve belki d e B a ki rtzis ('Kızıl Albay') komü nistle ri n e g e m e n o l d u g u ve komite üze­ ri n d e etkili b i r d e n etim uyg ulayan EAM'ın gizli üyesiy d i l e r. P E EA, 1 944' ü n M ayıs ayı nda Evrita nia' d a ki Koris c h a d e s köyü n d e topla n a n U l u s a l Konsey üyelerini sap­ tamak üzere seçimlere gitti. S ü rg ü n d e ki h ü kümete karşı kendisini hü kümet olarak resmen ö n e rmediyse de, o n u n varl ı g ı bile h ü kümetin yetkisine kafa tutma d e m e kti. PEEA'nın ulusal birlig e ve daha kapsamlı bir işbirligine d ay a n a n bir h ü kümet kurul­ ması ç a g rısı Orta D o g u ' d a ki Yun a n o r d u l a rı a ra s ı n d a EAM ve PEEA'yı sıcak karşıla­ yan ö g e l e rin başkaldırıya g e ç m e l e rini hızlandırdı.

siyasi güçlerin temsilcilerinin katıldığı Lübnan'daki konfe­ ransta, ulusal birlik hükümeti kurmak için kolları sıvadı . B u konferansta komünistler, gerçek askeri v e siyasi güçleri­ ne uygun oranda temsil edilmediler, ayrıca ordudaki ayak­ lanmaları savunmak zorunda kalan delegeleri, EAM adayla­ rının yeni hükümette beş önemsiz bakanlığı kabul etmeleri için köşeye sıkıştırıldılar. Oysa hükümete katılmanın bedeli olarak kilit bakanlıkları ve Pa pandreu'nun kellesini isteyen dağlardaki komünist önderler kendilerine verilen bu ba­ kanlıkları kabul etmediler. Ağustos ayında EAM yönetimi geri adım atıp Lübnan an­ laşmasının varlığını kabul etmeye yanaşınca tıkanıklık bir­ denbire çözü lmüş oldu . Sovyet askeri kurulunun beklen­ medik bir biçimde dağlarda mevzilenişini izleyen birkaç 1 64

gün iç inde gerçekleşen bu apansız karar değişimi, Stalin' i n Churchill ile yaptığı anlaşmanın gereği olarak kurulun, uz­ laşmaz tutumlarını yumuşatma konusunda komünistle re öğüt verdiğini düşünmek, kesin kanıt yo ksa da, akla uygun olur. Böyle olsun ya da olmasın, Papandreu hükümetinde yedek bir konuma gelmeyi kabul etmek ve askeri güçlerini, EDES'in k üçük b irimle rinin yanında İngiliz komu tasına vermeye yanaşmak, EAM komünist yönetimi aç ısında n , dö­ nemin önde gelen yetkililerinin de ileri sürdüğü gib i , Al­ manların 1 944 Ekim ayında Yunanistan'dan çekilmel erin­ den sonra çıkacak kargaşada iktidarı ele geçirme fırsatını fırlatıp atmak anlamına geliyordu. Kentin kurtuluşundan sonra Papandreu hükümeti, Kons­ tan tinopo lis'in Türklerin eline geç tiği , Yunan dünyasında 1 65

uğursuz sayılan Salı gününe denk gelmesin diye Atina'ya dönüşünü yirmi dört saat erteleyerek 18 Ekim'de gerçekleş­ tirdi. Komünist bir darbe yapılacağı korkusu yüzünden geri gelişini güvence altına almak üzere İngiliz erlerinden kuru­ lu bir birlik kendisine eşlik etti. Komünist bakanların hü­ kümete girmesiyle, Papandreu bakanlar kurulunu gerçek bir ulusal birlik hükümeti diye sunma şansını yakalayabil­ mişti. Ne var ki yığınla sorun çözülmeyi bekliyordu. Dire­ nişçiler arasındaki iç savaş korku ve endişe ortamı yarat­ mış; işgai yıllarında ekonomi büyük zarara uğramış; ülke­ deki ulaşım yolları yıkılmış, dolayısıyla yardım kaynakları­ nın dağıtımını önemli ölçüde engellemişti; ticaret filosu ne­ redeyse tümüyle yok edilmiş; parası olanlar dışındaki halk umu tsuz bir gıda kıtlığının kucağına düşmüştü ; yetersiz beslenmeyle geçen yıllardan sonra başta verem olmak üze­ re, salgın hastalıklar almış başını yürümüş; işgal dönemin­ de astronomik oranlara çıkmış olan enflasyon yeniden de­ netimden çıkmıştı (değeri olan tek para İngiliz altınıydı) . Kurtuluşun yarattığı coşku sönmeye başladıkça, pratik problemler politik o lanlarla birleşti. Düşmanla işbirliği edenlerin cezalandırılması doğrultusundaki isteklere Pa­ pandreu (daha do ğru bir deyimle onun İngiliz akıl hocaları) fazla önem vermedi. Fakat diğerlerini gölgede bırakan bir sorun vardı. Bu da, gerilla birliğinin dağıtılması ve yerine düzenli bir ulusal ordunun getirilmesiydi. Aralarında kadın­ ların da bulunduğu sayıları 60. 000'i bulan ve tek büyük si­ lahlı oluşum olan ELAS güçlerinin İngiliz komutası altında oldukları varsayılsa da, onların varlığı Papandreu hüküme­ tinin otoritesine karşı gizil bir gözdağı oluşturuyordu. Baş­ ları ağrıtan bu sorun konusunda anlaşma sağlanmış gibi gö­ rünse de, sol Papandreu'yu sözünden dönmekle suçlayıp ordunun dağıtılmasına karşı çıktı , ki bunda biraz o lsun haklılık payları da yok değildi. Artan krizle EAM adayları 166

Aralık ayının başında bakanlar kurulundan ayrıldılar. Ü ç gün so ��a , 3 Aralık'ta EAM Atina'nın göbeğinde , sonraki genel grevlere mukaddime sayılabilecek bir kitle gösterisi düzenledi. Disiplin altına alınamayan polis güçleri kentin ortasındaki Anayasa Alanında göstericilere ateş açtılar ve on beş kadar kişinin ölümüne neden oldular. Bunun ü s tüne ELAS b i rimleri karakollara saldırmaya başladılar ve bir kaç gün içinde Atina'da bulunan İngiliz güçleriyle ELAS birimleri arasında ateşli sokak çarpışmaları başgösterdi. Fakat ELAS güçlerinin büyük bölümünü Atina dışında kullanmadı; ayrıca Papandreu hükümetini yerinden etme konusunda gösterdiği istekliliği iktidara büsbütün el koyma konusunda göstermedi. Kendini Yunan krizine ada­ mış olan Churchill Noel gecesi dışişleri bakanı Anthony Eden ile birlikte Atina'ya geldi. Onun aracılık e tmesi pek sonuç vermemişti, yine de anayasa konusunda yapılacak halk oylaması sırasında bir denetleme kurulu kurulması ge­ rektiğini sonunda kendi gözleriyle görmüş oldu. Biraz uğ­ raştıktan sonra, daha Yunanistan'a dönmemiş olan Kral Ge­ orge'u, yerine vekil olarak Başpiskopos Damaskinos'un geç­ mesinin doğru olacağına inandırdı. Papandreu'nun yerine başbakanlık görevine eski Venizelos yandaşlarından Gene­ ral Plastiras getirildi. Atina çarpışmasında İngiliz orduları ancak ltalya'dan gelen destek yardımıyla ve epey uğraştık­ tan sonra yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirdiler. l 945'te Ocak ayının ortalarında gelen ateşkesin ardından Şubat ayı orta­ larında komünist başkaldırıyla ortaya çıkan bunalıma siya­ sal çözüm arayan Varkiza Anlaşması yapıldı. ELAS silahsızlanma sözü verdi ve karşılığında 'siyası' suç­ lular diye nitelenenler için af sözü aldı. Aynı zamanda se­ çimlerden sonra monarşi konusunda bir halk oylaması ya­ pılması gerekliliği üzerinde anlaşmaya varıldı, fakat Aralık ayında patlak veren çarpışmaların körüklediği ateşi söndür1 67

44 [Winston Churchill, 1 944 Ara l ı k ayı n d a Yu na nista n kra l ı vekili o l a c a k Ati na Başpiskoposu D a m a skinos i l e birlikte. (Kraliyet Savaş M ü zesi, Londra)]. i ki ay önce Alm a n l a r g e ri ç e ki l i n c e Yu n a n ista n'a dönen G e o rgios P a p a n dreu h ü kü­ m eti ni d estekleyen l n g i liz b ö l ü kl e riyle komünistle ri n d e n etimind eki d i reniş ordusu ELAS b i riml e ri a ra s ı n d a ki Dekemvriana. yoğ u n ç a rp ı ş m a l a r s ı r a s ı n d a 26 Ara l ı k 1 944 ta rihinde Atina'da, Atina Başpiskoposu D a maskinos ile birlikte · g ö rü ntü l e n e n Winston C h u r c h i l l . l n giliz başbaka n ı n ı n b u h a ra retli g ü n l e rin o rt a s ı n d a Yu n a n b a ş ­ kentin de b o y göstermesi, savaşın s o n u n a yakl a ş ı l ı rken o n u n Yu n a n ista n'daki siyasi gelişmelere o l a n ilgisinin ve komli nistlerin yönetime el koym a l a rına e n g e l o l m a d a a rtan kararl ı l ı ğ ı n ı n kanıtı d ı r. Bu g e r ç e k, R o m a nya ve B u l g a rista n'ın R u s egemenliği­ ne veril mesine karş ı l ı k Yunanista n ' ı n l n g iliz e g e m e n l i ğ i n e g i rmesi d o ğ rultu s u n d a d a h a ö n c e d e n Sovyet b a ş k a n ı Joseph Stalin i l e varı l a n , 1 944 E k i m ayı nda M o s ko­ va'da imzal a n a n ü n l ü 'yüzd elik' a nl a şm a s ı n a da yansım ıştı. K u rmay su bayl a rı n ı n ka rşı ç ı kışl a rı n a kulak asma ksızı n C h u rchill, batı c e p h esindeki savaşın iyi c e kızıştı ğ ı bir aşamada N o e l g e c e s i dışişleri b a k a n ı Anth o ny E d e n i l e b irlikte tehlikeli Yu na nis­ tan toprakları n a varmıştı. Ara b u l u c u l u ktaki b a ş a r ı l a rıyl a ü n salmış olan C h u rc h ill, a n l a şmazlığa d ü ş m ü ş ta rafl arın ya ptı � ı saatl e r s ü re n to p l a ntı l a ra karş ı n o n l a rı n herhangi b i r uzl aşmaya varma larını s a ğ l aya m a d ı . Öte ya n d a n Churchill Londra'ya, Yu nanista n'da ya p ı l a c a k halk oyl a m a s ı öncesinde Kral il. G e o rg e ' u n g e ri g e l m e si­ n e karşı o l a nl a rı n duyg u l a rı n ı n e p ey g ü ç l ü o l d u ğ u n u iyi c e anlamış olarak d ö n d ü . Aynı z a m a n d a şimdiye kad a r ' O rt a Ç a ğ d a n k a l m a ö l ü m c ü l pa paz' diye d ı ş l a m ı ş o l ­ d u ğ u Yu nanista n'daki O rtodoks Kilisesinin en k ı d e m l i p a p azı Başpiskopos D a mas­ kinos'a da hayra nlık d uymuştu. Artık Churchill o g ü n e d e k davasını yü re kte n d e s­ te klediği Kral G e orge'u anayasal sorunu çözüme ulaştıra c a k askıya alınmış a n l a ş­ mayı sağlama yetkisini B a şpiskopos'a vermesi i ç i n ka n d ı rmaya çalışa c a ktı. Churc­ hill'in ol aya e l atmasından iki hafta s o n ra 11 Ocak 1 945 tarih inde ELAS ve l n g i l izl er arasında ateşkes yapıldı.

menin p ek de öyle kolay olmadığı belli oldu. ELAS'ın re h i n aldığı baz ı kişileri öldürmesine öfkelenen ve solcuların iş­ gal sırasında siyasi mu haliOerine uygulad ıkları terörü un ut­ mayan aşırı sağcılar, a nık ayrım ya p maksız ı n s e r tçe onla r­ dan öç almaya bakıyo rla rdı . Birbiri ard ına gelen güçsüz hü­ kümetler ku tuplaşmayı cl e n e t lemekteki isteksizliklerini ya ela bunun üstesinden g e le m e y e cek d u rumda o l duklar ı n ı belli elliler. 1 945 yılının sonlarına doğru, İ ngiliz baskısın ı n sonucu olarak Liberal Parti nin seksenl ik b a şka n ı ve Veni­ zelos'un s iyasal varis i Themistoklis Sofulis yön e timi n d e da­ ha tutarlı gibi görünen b ir hükümet kuruldu . S o fulis, 1 936'dan beri i l k kez ya p ılacak seçimlerin tarihi'

1 68

nin 3 1 Mart 1 946 olduğu nu duyu rd u . Daha sonra el a b i r halk oylaması yapılacaktı , böyl elikle Va rkiza'da vardan an­ laşmanın sıralaması ters çevrilmiş o ldu. Aşırı sol süregelen ka rgaşa ortam ında yapılacak seçimlerin ad il olamayacağı n ı ileri sü rerek karş ı çıktı. Savaş dönemini bir Alman toplama kampında geçirm iş olan Nikos Zakhariadis'in bir kez daha başlarına geçtiği komünistler, kısa bir kararsızlık geç irdikten so nra hükümetten çekilmeye karar verdiler. Sofu l is'in ba­ kanlar kurulundaki bazı üyeler ele görevlerinden ayrıldıla r. Oysa Sofulis'e dayanması için sıkıntı veren Yunan meselesin­ den bir an önce kurtulmak içirt çabalayan savaş yorgunu l n ­ giltere yoğun baskı yapmaktaydı. Seçimler, İngiliz , Ameri1 69

kan ve Fransız üyelerden oluşan (Sovyetler Birliği'nin katıl­ maya yanaşmadığı) müttefikler kurulunun gözetimi altında yapıldı. Solun yokluğu , merkezin karışıklığı ve kırsal bölge­ ler başta olmak üzere ülkede süren kargaşa Halk Partisi'nin başını çektiği sağ i ttifakın büyük çoğunluğu (halk oylarının yüzde 55'i) sağlamasına katkıda bulundu . Yabancı gözlemci­ ler seçimlerin 'tümüyle' özgür ve adil olduğunu , kayıtlı seç­ menlerin yalnızca yüzde 9'unun çekimser kaldığını belirtti­ ler. Bu rakamın çok düşük olduğu açıktı, ancak eğer aşırı sol seçimlere katılsaydı, aldığı gerçek destek oranı kesin olarak görülebilirdi. Komünist parti yönetimi sonradan seçimlere katılmama kararının yanlış olduğunu kabul etti. Yunanistan, Avrupa'da galip gelenler arasında işgalciyle iş­ birliği yapan faşistlerin , kuklaların ve vatan hainlerinin bir kez daha demokrasiyi bo ğazladıkları tek ü lkedir. Direniş hareketi genel bir teröris t baskı al tındadır. Yüzlercesi öldü­ rülmüş ve öldürülmektedir. Onbinlercesi hapis tedir. Yüz binlercesi baskı görmektedir. Yunanistan Komünist Partisi Merkez Kurulu ( 1 945)

Halk Partisi tarafından kurulan Dino Tsaldaris başkanlı­ ğındaki yeni hükümet, daha önceleri 1 948 Mart ayında ya­ pılması tasarlanan anayasayla ilgili halk oylamasının tarihi­ ni 1 946 Eylül ayına aldı. 1 946 Mart ayındaki seçimler gibi bu da olağanüstü koşullar altında ve modası geçmiş kayıt sistemine dayandırılarak yapıldı, yine de katılım ondan da­ ha yüksekti. Sonuçta oyların yüzde 68'i kralın geri gelme­ sinden yana çıktı; öte yandan kalabalık sayılardaki eski cumhuriyet yanlılarının oylarını yansıtan kralın geri dön­ mesinin komünist bir düzenin kurulması olasılığından da­ ha kötü olmayacağı düşüncesiydi. Ilımlı cumhuriyetçiler sol ve sağın aşırı uçları arasında umutsuzca sıkışmış olduk­ larını gördüler. İşgal karabasanından barışçı bir biçimde 1 70

kurtulmanın son şansı olması bakımından 1 946 Mart se­ çimleri önemli bir dönüm noktasıydı. Kin dolu sağcı hükü­ met çoktan kutuplaşmış siyasal ortamı daha da kızıştırdı. Daha seçimlerden önce sağcıların baskıları yüzünden eski ELAS partizanları yeniden dağlara yönelmişlerdi. Bir yan­ dan bu süreç hız kazanırken, diğer yandan da komünist yö­ netim içinde anayasal yoldan iktidar savaşımı . vermek mi, yoksa askeri yollara başvurmak mı gerektiği tartışmaları sürmekteydi. Ü lke düpedüz iç savaşa sürüklenirken Tsaldaris hüküme­ ti, 1 946 Ağustos ayında komünist gerillaların Yugoslavya ve Bulgaristan'dan toplandıkları savını ortaya attı. Komünist partinin yasadışı bir örgüt olarak ilan edilmesi 1 94 7 Aralık ayına dek .gerçekleşmediyse de, Ekim ayında komünistler, eski ELAS yöneticilerinden Markos (Vafiadis) yönetiminde bir Demokratik Ordu kurduklarını duyurdular. Koşullar hızla kö tüye giderken, İngiliz hükümeti o zamana dek sür­ dürdüğü , ülkenin içişlerine karışma politikasını kesinkes bıraktı. Şimdi 'uzaktan kumanda' görevi, geçmişte lngilte­ re'nin Yunan bağlantısını sertçe eleştiren Amerika Birleşik D evletleri'ne geçmişti. 1 94 7 Mart ayında Başkan Truman Amerikan Kongresi'ne , iç çekişmelerden zarar gören 'özgür halklar' için destek sağlama programı olan Truman Doktri­ ni'nin bir parçası olarak Yunanistan'a büyük tutarlara varan ivedi yardım göndermeyi kabul ettirdi. Amerikan yardımının etkisini göstermesi biraz zaman al­ dı, bu arada gerilla taktiklerini başarıyla uygulayan Demok­ ratik Ordu, düzenli ordu karşısında küçümsenmeyecek ba­ şarılar elde etti. Fakat Markos , Arnavutluk sınırı yakınında, 1 947 yılı sonlarında kurulduğu açıklanan Demokratik Taş­ ra Hükümetinin başkenti olacak Konitsa kasabasının gü­ venliğini sağlama girişiminde başarısızlığa uğradı. Demok­ ratik Ordu , komşu Yugoslavya , Bulgaristan ve Arnavu t171

45 [Kral P a u l ile Kra l i ç e Fre d e rika' nın 1 947'd e M a kroııisos tutu k l u l a r ka mpına yaptığı g ezi. (Fotoğ raf: Assoc iated Press)]. Kral Paul ve Kra l i ç e Fre d e rika'nın 1 946-9 i ç savaş yıllarında tutu kl u l a r a d a sı M a kronisos'a yaptıkları bir gezi sırası n d a ·ya l a ge lmiş' eski ko m ü n istlerce omuzlard a taşı n d ı ğ ı n ı g öste re n _,

luk'taki komünist yönetimlerden büyük ölçüde loj i stik ve diğer hususlarda destek görüyordu. Ne var ki, epey gücü olan ve sık sık başvurulan Amerikalıların dış ülkelere gön­ derdik leri ekonomik ve askeri yardımın ölçeklerine hiç mi hiç ben zemiyordu . Askeri durum giderek tersine döndü. Bu nda hükümet güçlerinin havadan aldıkları desteğin , bü­ yük payı vardı . Komünist Parti başkanı Zakhariaclis, Mar­ kos' a k arşı çıkarak gerilla savaş yöntemlerini bırakıp dü­ zenli ordu gibi savaşmakta diretince, Demokratik Ordu üs­ tünlüğü nü büyük çapta yi ti r;niş oldu. Markos görevden alınmış ve komutan olarak yerine Zakhariadis geçmişti . Artan hükümet baskısı altında kalan D emokratik Parti 1 72

bir propa g a n d a foto Q rafı. Kral P a u l ' u n 1 947'd e ölen e rkek kardeşi Kral i l . G e o r­ g e " u n yerine tahta g e çtiQi o g ü n l e rde, toh u m l a rı savaş d ö n e mi n d e ki direniş sıra­ sında uyg u l a n a n politika l a rl a atı l a n i ç savaş d a tümüyle d u r m u ştu. K o m ü n ist De­ mo kratik O r d u ya n d a ş l a r ı n ı n a c ımasız davra n ı ş l a rı yüzü n d e n kötü ü n salmış M a k­ ronisos a d a s ı n d a , komünistl erin yalnızca k e n d i i n a n ç l a rı n d a n caydıkl a rı n ı bildir­ m e kle kalmayıp aynı zamanda d a eski yol d a ş l arını ele verdikl e ri 'pişma n l ı k b i l d i r­ g e l e ri" ç ı k a rtm a l a rı i ç i n y o Q u n ç a b a l a r g öste rilmekteydi. l ngiliz d evleti n i n b i r göz­ l e m c isi, alışılageldik hafifletilmiş b i r a n latı m l a , ka m p l a r d a ka rşı l a ştı g ı k o ş u l l a r ı n ' l ngiliz ve Amerika l ı l a rı n i n s a n l ı k ve a d a l et a nlayışına t e r s d ü ştü Q ü n ü' d i l e getir­ mişti. D e m o kratik O rd u kendi adına h a l kı zorla askere a l m a kl a u Q raşıyo r ve m u ­ h a l iflerine ka rşı davra nışları d i Q e rl e ri n d e n d a h a a c ı m asız o l m uyord u. D e m o kratik Ordu Yu na nista n'ın kuz e ydeki komünist kom ş u l a rı olan Yugosl avya, Arna v utl u k ve B u l g a rista n'd a n g e l e n s ı n ı rl ı yard ı m l a ra g ü v e n e b i l i rd i, fakat Sta l i n bu d u ru m u n, e l i n d e ki u l u s a l o r d u d a n g ö r e c e Q i lojistik deste k yardımıyla e n i n d e s o n u n d a üstün g e l e c e k ABD ile s ı c a k savaşı kışkı rt m a k istemiyo r d u . Kaçınılmaz olarak h u n h a r c a g e ç e n i ç savaş, s a v a ş sonrası y e n i d e n toparl a n m a s ü r e c i n i g e c i ktirmekten b a ş ­ ka bir d e to p l u m d a o n a rılması bir, b e l ki d e d a h a ç o k k u ş a k s ü r e c e k b ö l ü n melere yol a çtı. i ç sa va ş sonrasında ordu soyut b i r komü nizm ka rşıtl ı Q ıyla özdeşleşir o l d u ve m o n a rşiyle k u r m u ş o l d u g u y a k ı n ilişki ta 1 967 yılında a s k e ri d i kta yönetime e l koya n a d e k s ü r d ü . Savaş s o n rası d ö n e m d e d o Q u ştan A l m a n o l a n i n atçı Kra l i ç e Frede rika 1 955 ve 1 963 yıl l a rı a r a s ı n d a Konsta nti n o s Karamanlis'in i l k b a ş b a k a n l ı ­ Q ı sırası n d a o n u n l a ilişkilerini s ı k s ı k g e r g i n b i r h a vaya s o k a r a k aykırı b i r k i ş i o l d u ­ Q u n u g ö sterdi.

denetimindeki bölgelerde erkekler kadar kadınlar da asker­ lik yapmak zorundaydı. Çocuklar savaş alanından çıkartılıp doğu bloku ülkelerine götürüldüler; çünkü bu komünistle­ re göre onların korunma altına alınması için gerekliydi; an­ ti-komünistlerse bunu zamane yeniçerilerinin beyinlerinin yıkanması olarak nitelendirdiler. 1 949 yılında Demokratik Ordu üyelerinin yüzde 40'ı Makedonyalı Slavlardan oluşu­ yordu, bir kez daha bu , gerçek komünist partiyi Makedon­ yalıların kendi kaderlerini tayin hakkını kullanmalarını sa­ vunmaya götürdü . lç savaş döneminde halkın destekleme­ diği bu politikaya geri dönmekle , komünistler bir kez daha yakın bir geçmişte güçlükle kazanılmış toprakları gelenek1 73

sel düşmanlarına bırakmaya hazır olma suçlamasıyla karş ı karşıya kaldı. Uluslararası konjonktür de Yunan komü nistleri aleyhine değişmekteydi. Dünya komünizminin anayurduna her za­ mankinden daha çok bağlı o lan Yunanlılar 1 948'de Yugos­ lavya'nın Komünform'dan atılmasından yana Moskova'ya destek verdiler. Bunun sonucun da , Sovyetler B irli ğ i ve onun müttefiklerinden gelen tehditlerle boğuşan Yugoslav­ ' lar Demokratik Ordu'ya yaptıkları yardımı kestiler ve en so­ nunda l 949'da gerillalarla aralarındaki sınırı kapattılar. Sta­ lin, bölünmeden önce bile Akdeniz'in İngiliz ve Amerikan egemenliğinde o lmasından ö türü , Yunanista n'daki komü­ nist davaya yiti rilmiş gözüyle bakıyordu. Demokratik Or­ du'nun başarısı hoşuna gidecektiyse de , bunu kesinleştir­ mek için ABD ile karşı karşıya gelmeyi göze almayacaktı ; belki de bunun nedeni Sovyetler Birliği'nin henüz nükleer 1 74

46 [ G e n e ral James van Fleet ile G e n e ra l (sonradan M a re ş a l ) Ale ksa n d ros Papagos 1 949 yılında Paskalya yumurtası tokuştu rurken g ö rü l üyo r. (Savaş M üzesi, Atina)). 1 949'da Paskalya günü G e n e ral James van Fl e et ile G e n e ral Aleksa n d ros P a p a g o s yu m u rta tokuştu rurken görülüyor. Dwight Eise nhowe r'ın, kesinlikle zeki olmasa da 'dü rüst ve g ü ç l ü bir kişi' diye ta nımladığı van Fleet 1 948 Ocak ayı n d a , i ç savaş sı ra­ sında ulusal o rd uya veril e c e k askeri deste ğ i d üzenlemekle yükümlü ABD O rta k As­ keri Danışmanlık ve Planlama G r u b u ' n u n b a ş ı n a g eti rildi. 1 947 M a rt' ı n d a Tru m a n D o ktri ni o rtaya atı l d ı ktan s o n r a ü l keye ç o k s a y ı d a A m e r i k a n askeri ve ekonomik yardım yağdı. H e r n e ka d a r Amerika l ı l a r savaşta doğrudan b i r g örev ü stlenmeseler de bu yardım askeri d a nışmanlarla ve Yu na n-Ame rika n ortak g e n e l ku rmayı nın ku­ rulma sıyla d e stekl endi. Daha iyi d o n a n ı m, ileri d üzeyd e e ğ itim, ü stün savaş strateji­ l e ri ve hava üstü n l ü ğ ü n ü n sağlanmasıyla olayl a rı n kötü gidişatı tersin e ç evrildi. Ar­ navutl uk'a karşı 1 940'da girişilen savaşın ka hramanı G e n eral (sonradan M a reşal) Papagos başkomutanlığa getiri l i n c e ulusal o rd u n u n morali daha d a a rttı. D i ğ e r bazı hizmetli s u b ayl a r gibi P a p a g os'un da politikaya b u l a ştığı yol u n d a bilgiler vard ı . Kral il. G e o rg e ' u n yeniden tahta g e çmesine g i d e n yolu hazırlayara k 1 935'in Ekim i n d e verdikleri m uhtı rayla b a ş b a k a n Pa nayis Tsa l d a ris'i h ü k ü m ette n ç e kilmeye zorlayan yüksek rütbeli ü ç s u b aydan biriyd i. iç savaş bite r bitmez ö rnek aldığı d e G a ul l e ' ü n izi n d e n g i d e re k k e n d i p a rti s i n i k u r d u . A m e r i ka l ı l a r ı n g ö z ü n e g i r e r e k 1 952' d e n 1 955'teki ö l ü m ü n e d e k başbakanlık g ö revini s ü rd ü rd ü .

güce sahip olmamasıyd ı . Yugoslavların 'arkadan vurması' Demokratik Ordu'nun yenilgisi için geçerli bir mazeretti fa­ kat asıl belirleyici etmen yoğun Amerikan askeri (silah ve eğitim) yardımıydı. Böylelikle , Arnavutluk savaşı sırasında­ ki ordu komutanı General (sonradan Mareşal) Papagos'un 1 949 Ocak ayında , yeniden başkomutan olmasını sevinçle karşılayan düzenli ordu üstün bir savaş gücüne dönüştü . 1 949 yılı yazı sonlarında Grammos ve Vitsi'nin engebeli bö lge lerinde gerçekleşen meydan savaşında yenilen De­ mokratik Ordu'dan sağ kalanlar Arnavutluk sınırını geç­ mek zorunda bırakıldılar. Komünist yönetim Ekim ayında savaşa geçici olarak ara verildiğini açıkladı. Demokratik O r­ du'nun harap o lmuş , yenik düşmüş kısmı doğu Avrupa ve Rusya'da geçen soğuk sürgün günlerinde birkaç yıl daha sa­ vaş düzenini koruduysa da, gerçekte iç savaş sona ermişti. 1 75

5 İÇ SAVAŞIN ARDINDAN 1950-1974

1 940'lı yıllar Yunanistan'ın bağımsızlık tarihinin en karan­ lık yıllarıdır. 1 940/1 kışında İ talyan ve Alman saldırısı altın­ da olduğu dönemlerde ayakta kalmakta gösterdiği başarı ve gerek bireysel gerekse toplu direnişçilerin, Almanların, İtal­ yanların ve Bulgarların barbarca işgalleri esnasında sergile­ dikleri kahramanlıklar sıkıntıları görülmedik boyu tlara var­ dırmıştı. Ü stüne üstlük bir de, bastıran karakışla birlikte misillemeler ve önüne geçilemeyen mal mülk yıkımı Yunan Yahudilerine yapılan kıyımla birleşince, 1 946 ve 1 949 yılla­ rı arası dönem kanlı çatışmalar sonucunda düpedüz bir iç savaş halini alacaktı. 1820'lerdeki bağımsızlık savaşı ve Bi­ rinci Dünya Savaşı dönemindeki Ulusal Bölünme, toplum­ da bölünmelere sebep olmuştu. Fakat toplumun parçalan­ mışlığına işaret eden bu durum, l 940'lı yılların sonlarına dek işgalin acısını sürdürecek kanlı iç savaşın vahşetiyle mukayese edilemezdi bile. Ayrıca , her iki tarafın gerçekleş­ tirdiği ac ımasız eylemlere Yu nanlı'yı Yunanlı'ya kırdıran korkunç bir boyu t da eklendi. Eski kavga Venizelos yandaş1 77

larıyla Venizelos karşıtları, daha geniş kapsamlı söylemek gerekirse, cumhuriyeti destekleyenlerle monarşiden yana olanlar arasındaydı, fakat bu seferkinde bölünme daha kök­ lüydü; bu komünistlerle komünist karşıtları arasındaki çe­ kişmeydi. 1 940'ların ikinci yarısında , zayıf devletin son derece sı­ nırlı kaynakları, diğer Avrupa ülkelerinin tersine, savaş ve işgal yıllarının yaralarını sarmaya değil, daha çok 'içerideki düşmanı' durdurmak için kullanıldı. 1 949 yılında hüküme­ tin askeri ve kolluk güçlerinin sayısı yaklaşık çeyrek milyo­ nu buluyordu. Batı Avrupa'da ekonomik gelişme için kulla­ nılan Amerikan yardımının çoğu askeri alana kaydırılıyor­ du. Burjuvazi düzeni, zaman zaman ciddi tehditler altında kalsa da, devam etmeliydi. Ancak hükümetin siyası ve as­ keri geleceğinin dış desteğe bağımlı olması Yunanistan'ı Amerika Birleşik Devletleri'nin müşterisi haline getirdi. Amerikalıların onayı o lmaksızın alınabilen büyük askeri , ekonomik ya da siyası kararların sayısı birkaç taneyi geç­ mezdi, İngiliz hegemonyasının doruğunda olduğu dönem­ de bile seyrek başvurulan böylesi bir uygulama dış güçlerin ne derece etkin olduğunun kanıtıydı. Komünist ayaklanmanın ya da sağcıların deyimiyle 'eşkı­ ya savaşının' uğradığı ezici yenilgi, ikinci Dünya Savaşı'nın yarattığı sancılardan ve karışıklıklardan çıkan Yunanis­ tan'ın, Balkan ülkeleri arasında komünist yönetimin eline geçmeden sıyrılmayı başaran tek ülke o lduğunu gösterdi. Yine de iç savaş sonrası Yunanistan'ı demokrasi modelinden çok uzaktı. iç savaşın yol açtığı tatsızlık, belki de kaçınıl­ maz olarak 1 950'li ve 1 9 60'lı yılların siyaset bilimine hiç çıkmayacak şekilde damgasını vuracaktı, Birinci Dünya Sa­ vaşı yıllarındaki Ulusal Bölünme'nin körüklediği saplantılar ülkenin iki dünya savaşı arası dönem politikasının bütün gidişatını değiştirdi. 1 78

Çok geçmeden görüldü ki iç savaş sonrası kurulan hükü­ metlerin başlıca hedefi, toplumu yenilemede ya da yeniden kurmada cidden çaba sarfetmekten çok gerek yurt içi ge­ rekse uluslararası alanlarda komü nizmin önlenmesiydi. Yi­ ne de iç savaş sonrası dönemde daha ılımlı yöntemlerin uy­ gulanacağı doğrultusunda u mut veren belirtiler yok değildi. 1 950 yılı Şubat ayında, 1 94 7 yılından bu yana yürürlükte olan sıkıyönetim kaldırıldı ve ertesi ay yapılan seçimler 1 936 ve 1 946'da uygulanmış olan nispi temsil sistemine gö­ re yapıldı. 1 950 seçimlerinde yarışan partiler çoktu. 1 946'nın galibi Tsaldaris'in sağcı Halk Partisi seçimlerden kılpayı en büyük tek parti olarak çıkacaktı. Fakat her biri Venizelosçuluğun kalesi olduğunu ileri süren üç merkez partinin elde ettikleri sandalye sayısının toplamı 250'yi geçti . Bu partiler, Elefthe­ rios Venizelos'un oğlu ve siyasal varisi olacak Sofokles Ve­ nizelos'un başında bulunduğu Liberaller; 1 92 2 ve 1 933'teki Venizelos yanlısı darbelerin deneyimli politikacısı ve 1 944 Aralık ayındaki ayaklanma ortamının kısa süreli başbakanı o lan General N ikolaos Plastiras'ın yönetimindeki U lusal 1lerici Merkez Birliği; bir de adını taşıdığı kimsenin başını çektiği Georgios Papandreu Partisi. Bu politikacıların hiçbi­ rinin aşırı sola iyi gözle baktığı söylenemezdi. Ne var ki, seçmenlerin çoğunluğunun bir ölçüye kadar barışı kurma sözü veren ve Halk Partisi'nin sert intikam politikasına kar­ şı çıkan partilere oy vermiş olmaları umut vericiydi. lç savaş sonrası dönemin merkez ve merkez sağ koalis­ yonlarından oluşan ilk hükümetleri iç savaşta yenilen tarafa gösterdikleri hoşgörü ölçülerine göre diğerlerinden ayrılır­ lardı ve kısa süreliydiler. 1 9 5 1 Eylül ayında yapılan bir son­ raki seçimlerde iki yeni o luşum birbirleriyle yarıştı. Bunlar­ dan birincisi, Yunan Dirilişi'nin başında iç savaşın ilerki ev­ relerinde başkomu tanlık yapan Mareşal Papagos bulunu1 79

yordu . Kral Paul ile bugün de açıklığa kavuşmamış neden­ ler yüzünden anlaşmazlığa düşmesi üzerine Papagos sınır­ sız yetki sahibi olduğu ordudan ayrılmıştı. lkinci oluşumsa, öncelikle yasaklanmış komünist partisinin bir cephesi olan Birleşik Demokratik Sol'du . Yunan Dirilişi sağ kanatta Halk Partisi'ni yerinden etti ve diğer bütün partiler arasında en büyük oyu aldı. Ayrı sayıma alınan ordu sandıklarından Pa­ pagos'a çıkan oyların açık farkla ülke genelindeki oy ora­ nından yüksek olması önemliydi. Seçim sonuçları yine de yeterli çoğunluk sağlayamadı ve bir başka merkez koalisyo ­ nu kuruldu . Bu , Amerikan büyükelçisinin hoşuna gitmedi ve nispi seçim sisteminin yerine çoğunluk sistemi getiril­ memesi durumunda (Yunanistan'ın son beş yıl içinde almış olduğu bir milyar do ları bulan) ABD yardımından kesinti yapılacağını kamuoyu önünde açıkladı. Böylesi bir tutum, Kore savaşının patlamasının ardından artan uluslararas ı gerginlik ortamında Amerikalılarca siyasi istikrarın en iyi savunucusu ve sola karşı sağlam bir kale olarak görülen Pa­ pagos'a yarayacaktı. Çoğu politikacı bu denli aşırı bir mü­ dahaleyi kınadılarsa da, Kasım 1 95 2 seçimlerine kadar ge­ reken değişiklikleri zamanında yaptılar. Bu seçimler Yunan Dirilişi'nin büyük zaferiyle sonuçlan­ dı. Çoğunluk sisteminin meclisteki anlamı , yüzde 49'luk halk oyuyla sandalye sayısının yüzde 82'sinin kazan ı i masıy­ dı. Artık 1 9 63'e dek sürecek o lan sağcı iktidar dönemi baş­ lıyordu. Yeni anayasa temel siyasal özgürlükleri güvence al ­ tına aldı, ancak bunların uygulamaya konması iç savaş s ıra­ sında çıkarılan olağanüstü hal kanunlarıyla sık sik engelle­ niyordu . Örneğin, varo lan toplumsal düzene karşı çıkanlara ağır cezalar öngören 1 947'den kalma 5 09 . madde yü rürlük­ ten kaldırılmadı , öte yandan elinde pek çok kişiyle ilgili gerçek ya da uydurma bir yığın dosya bulunduran güvenlik güçleri solcu sempatizanı olduklarından kuşku duydukları1 80

nı yakın takibe almayı sürdü rdü . Siyasi hegamonyanın anahtarı konumundaki kamu kuruluşlarında iş arayan kim­ selerin, pasaport ve hatta sürücü belgesi alacakların bile po­ listen belge getirmeleri zorunluydu . Ne kadar katı olurlarsa olsunlar bu kurallar, Yunanistan'ın kuzey komşularında 'sı­ nıf düşmanlarına' gösterilen tutumla karşılaştırıldığında yi­ ne de hafif kalırdı. lç savaştan bu yana askıya alınan idam cezalarının çoğu 1 9 5 2 N isan ayında kaldırıldı ve siyasal suçluların çoğunluğu ya salıverildi ya da cezaları azaltıldı. Papagos hükümetinin gündeminde siyasi barışa pek yer verilmediyse de, ekonomik yapılanma konusunda ilerleme kaydedildi. Savaş sonrası dönemin başlarında tasarlanan ül­ ke ekonomisini tarımdan endüstriye kaydırma yönünde atı­ lan adımlar böylesi bir yeniden yapılanmada devletin başı çekmesinden ötürü tümüyle bir yana bırakıldı. Ancak, işgal dönemi ve bağımsızlık sonrası yılların dengesiz enflasyo­ nuyla epeyce değer yitirmiş paranın değerini yeniden yük­ seltme yönünde kaydadeğer çaba sarfedildi. l 953'teki deva­ lüasyon, sıkı para politikası ve aşırı devlet denetiminin bi­ raz olsun gevşetilmesiyle birleşince, özel girişimin patlama­ sına yol açtı ve yirmi yıl sürecek çarpıcı bir parasal istikrar ve ekonomik büyüme dönemi başladı. Her ne kadar arsa ve konu tlara İngiliz altınıyla değer biçilmesi l 9 5 0'li yılların sonlarına çlek sürdürüldüyse de, bu drahmiye duyulan gü­ veni artırdı. Tuğla ve ondan daha gözde olan harç dışındaki alanlara yatırım yapmada isteksizlik sürüyordu, kimi zaman ülkeye dev bir şantiye görünümü veren Atina, Selanik ve pek çok taşra yerleşim bölgesindeki betonarme yapılar çirkin bir gö­ rünüm sergilemekteydi. Dünyanın en büyük çimento fabri­ kalarından birinin Volos'ta kurulması hiç de rastlantı değil­ di. 1 9 6 1 ve 1 980 yılları arasında yapılan yatırımların yüzde 65'i inşaat alanındaydı , bunların çoğu hızla büyüyen ken t 181

nüfusunun konut açığını kapatmak içindi. lç savaş sırasın­ da nüfusun neredeyse yüzde lO'unu oluşturan 700.000 ki­ şinin evlerinden çıkmaya zorlanması savaş sonrası dönemin en belirgin özelliği olan kırsal kesimden kentlere göçün başlangıcıydı. 1 95 1 ve 1 97 1 yılları arasında kent ve kırsal nüfus oranları, tersine dönerek sırasıyla yüzde 38 ve 48 iken yüzde 53 ve 35 oldu. Geride kal.anlarsa yarı kentli olanlardı. 1 96 1 ve 1 97 1 yılları arasında Büyük Atina'nın nüfusu yüzde 37, ondan sonraki on yıl içerisinde de ilave­ ten yüzde 19 oranında arttı. Çok yüksek askeri harcamalar üretim yatırımlarını yavaşlattı. Birkaçı dışında, varolan sa­ nayi yatırımları gıda, içecek, tekstil ve tütün gibi düşük teknolojili sektörlerde yoğunlaşmış küçük, aile kökenli gi­ rişimlerdi. Oysa hizmet sektörü hızla büyüyordu. Ekonominin ABD yardımlarına, ödemeler dengesinin es­ kiden beri dayanağı olan göçmenlerin gönderdikleri parala­ ra, ve gemicilikten elde edilen gelirlere bağımlılığı sürüyor­ du. Yurt dışında yaşamanın çekiciliği savaş sonrası döne­ min çoğu bölümünde de sürdü, 1 95 1 ve 1 980 yılları arasın­ da nüfusun yüzde 12'sine yakını göç etti. 1 960'ların ortala­ rında ABD kotaları kaldırılana dek bu göçün büyük kısmı­ nın yönü Avustralya'ya (1970'lere gelindiğinde dünyanın diğer bütün kentleri arasında Melboume en kalabalık Yu­ nan nüfusuna sahip bir yerdi), Kanada'ya ve 1 950'lerin son­ larından sonra da Yunanlı Gastarbeiter, yani 'konuk işçile­ rin' (Türklerle birlikte) yerli nüfusun istemediği ağır işlerin çoğunu üstlendikleri Almanya'ya doğruydu. Bu 'konuk işçi­ lerin' önemli bir bölümü hizmet sektöründe küçük ölçekli kendi işyerlerini açmak üzere sonunda evlerine döndüler. Savaş sonrasında Yunan armatörlerinin tüm serveti savaşın bitiminde Amerikan donanması gemilerinin bir an evvel sa­ tın alınmasına dayanıyordu, ayrıca hemen hepsi daha karlı olduğundan yabancı bandralar taşısalar da, 1 950'li ve 60'lı 1 82

yıllarda yapılan dev tankerlerin büyük bölümü Yunanlıla­ rındı. Bu 'Yunan' ticaret filosu ileride dünyanın en büyüğü olarak onaya çıkacaktı. Savaştan önce turizm, ekonominin önemsenmeyen bir koluydu . Batı Avrupa'da yaşam stan­ dartlarının hızla yükselmesiyle birlikte kitle hava taşımacı­ lığının ve bir anlamda iç savaşın sonucunun bir parçası olarak ondan daha da çok ilerleyen yurtiçi ulaşımın geliş­ mesi turizmi 1 9 5 0'lerin sonlarında 'yükselme' aşamasına getirdi, bu öyle bir gelişmeydi ki, ülkenin gelenek ve göre­ nekleri üzerinde olduğu kadar ödemeler dengesi üzerinde de büyük iz bırakacaktı. Savaş ve iç savaş yüzünden eko­ nomide açılan yaralar zamanında kapatıld ı , ekonominin meyveleri eşit biçimde dağıtılmasa bile, l 950'li ve 60'lı yıl­ lar boyunca yaşam standartları yavaş ancak düzenli olarak yükseldi. Kişi başına düşen gelir 1 9 5 5 ile 1 9 63 arasında neredeyse iki katına çıkarken fiyatlar yalnızca yüzde 1 7 oranında arttı. lç savaş boyunca Yunanistan, Soğuk Savaş mücadeleleri­ ne sahne olan kilit bölge idi. Bu gerçek, kuzeydeki üç kom­ şusu Arnavu tluk , Yugoslavya ve Bulgaristan'ın komünist yönetim altına girmiş olması neticesinde ülkenin batı sa­ vunma sistemine geçmesi kesinleşecekti. 1 9 5 2 yılında Yu­ nanistan ile Türkiye , Kuzey Atlantik Antlaşması Örgü tü (NATO) müttefikleri arasına kabul edildiler, oysa ikisi de 'Kuzey Atlantik' ülkesi değillerdi. l 940'ların sonlarında, or­ tak dış tehlikeler iki ülke arasında iyi ilişkiler kurulmasına yol açtı; 1 948 yılında Moskova'dan koptuktan sonra tek ba­ şına kalan Yugoslavya da l 953'te bu resmi ittifaka katıldı. Olmayacak bir uzlaşma olan Balkan Paktı çok geçmeden, Yugoslavya ve Rusya arasındaki ilişkiler yeniden düzelince ve 1 9 5 5 Eylül ayında lstanbul'daki Rum azınlığa yöneltilen yağmacı saldırıların ardından Yunanistan ve Türkiye arasın­ daki ilişkiler bunalım boyutlarına varınca parçalandı. 1 83

NATO'nun güneydoğu kanadının bekçisi iki müttefikin kısa süren balayının apansız sona ermesini hızlandıran et­ men , Yunan devletinin sınırları dışında Yunan nüfusa sahip son önemli bölge olan Kıbrıs'ta büyüyen krizdi . Adanın 1 878 yılında (lngiltere'ye resmen bağlanışı 1 9 1 4 ; krallık sö­ mürgesi olması 1 925 yılındaydı) İngiliz yönetimine geçme­ sinden bu yana, nüfusun yüzde 80'ini oluşturan Yunan top­ lumu enosis, yani Yunan topraklarına bağlanma konusunda oldukça ısrarlıydı ve bunu dile getirmekten çekinmiyordu. Yu nanistan'ın dışarıdaki hamisi İngiltere olduğu sürece, Atina'nın müteakip hükümetleri bu birleşmeci istekleri pek desteklememişlerdi . Artık İngilizlerin yerini , Kıbrıslıların sömürge baskısından kurtulmaları konusundaki isteklerine sıcak bakan Amerikalılar aldığına ve İngiltere kendi impa­ ratorluğunu küçü ltmekle uğraştığına göre , engeller azal­ mıştı ve başbakan Papagos Kıbrıs Yunanlılarının isteklerine bir miktar destek vermeye hazırdı. Oysa İngiltere'nin ada üzerindeki karlı egemenliğini sür­ dürme kararlılığı ortaya çıkınca işgal sırasında ve ondan sonra ( Chi diye bilinen) sevimsiz bir anti-komünist örgütü yöneten General Georgios Grivas adlı Kıbrıs doğumlu bir Yunan subay, 1 9 5 5 N isanında politik erk tarafından des­ teklenen sivil bir başkaldırı kampanyası başlattı. Bu kam­ panyayı yürüten kendi komutası altındaki Ulusal Kıbrıs Sa­ vaşçıları Örgü tüydü (E OKA) ve Kıbrıs Başpiskoposu Ill . Makarios da onlarla üstü kapalı olarak suç ortaklığı yapı­ yordu. Kıbrıslı Rumlar'ın isteklerini dengelemek üzere, İn­ giliz hükümeti anlaşmazlıktan çıkar sağlaması için Türki­ ye'yi yüreklendirdi. Böylelikle İstanbul'daki Rumların traj ik sonunu hızlandıran 1 9 5 5 Eylülündeki ayaklanmaların te­ meli atılmış oldu. Türkler, Yunanlılar'ın enosis (Yunanistan ile birleşme) çağrılarına taksim (adanın paylaşımı) istekle­ riyle karşılık vermede pek de gecikmeyeceklerdi. 1 84

Yunan-Türk ilişkilerinde artan bunalımın tam da doruğa ulaştığı dönemde hastalanan Papagos öldü . Kral Paul , da­ ha çok şans tanınan rakiplerine nispet o nu n koltuğunu Konstantinos Karamanlis'e verdi. Her ne kadar Atina' nın siyasi elitlerinin büyülü dünyasından gelmiyorduysa da Karamanlis , adını, kamu işlerinin tuttuğunu koparan ba­ kanı o larak duyurmu ş tu . Bu sıkı Makedonyalı gelecek o tuz beş yıl boyunca görev başında olsun ya da olmasın si­ yasette etkili bir kişi olacaktı. Yunan Canlanışı'nı Radikal Ulusal Birlik olarak yeniden kuran Karamanlis 1 95 6 Şu­ bat'ında yeniden seçimlere gitti. Tam bir Bizans çetrefillili­ ği ürünü o lan yeni seçim yasası Karamanlis'in partisinin yararına istenen sonucu yara ttı. Radikal U lusal Birlik'in halktan aldığı oylar ana muhalefete kıyasla çok daha az o l­ sa da, mecliste açık bir çoğunluğu eline geçirmeyi garanti­ ledi . Hangi siyasi görüşten o lursa olsun , iktidardaki parti­ lerin seçim yasasında keneli çıkarlarına uygun değişiklik­ ler yapmaları , 1 9 58 Mayıs ayında iktidardaki Radikal Ulu­ sal Birlik partisi içinde yaşanan kısa süreli parçalanma dö­ neminin ardından iki yıl sonraki seçimlerde daha da belir­ gin bir hal aldı . Bu kez halk oylarındaki payı önemli oran­ da düşmesine rağmen Karamanlis'in parlamentodaki ço­ ğunluğu arttı. Bununla b irlikte sağ kana t , özellikle de merkez sağ, özünde yasaklanmış ve sürgündeki K o m ü n i s t Parti'nin temsilcisi olan Birleşik Demokratik Sol'un 1 9 5 8 seçimlerin­ den, neredeyse halkın dörtte biri oranında oyla ana muha­ lefet partisi olarak çıkmasıyla epey bir şaşkınlık geçirdi. Aşırı sola destek veren bu olağandışı durum bir tek merkez sağdaki karışıklıkla açıklanabilirdi. Çünkü Birleşik Demok­ ratik Sol, Kıbrıs davasında NATO müttefiklerinin Yunan ta­ rafını desteklemeyi bırakmasından doğan kızgınlık orta­ mından ustalıkla yararlanmayı bilmişti. Fakat bu sonuç, ge185

47 (a) [Yu n a n ve Türk birlikleri 1 953'teki askeri m a n evra l a rd a a rka d a ş l ı k tatbi katı sırasında; (b) Panaghia Veligradiou kil isesi nin ( i sta n b u l ) kalıntılarında d o l a ş a n Patrik Atlıina goras . . . . ]

'Tatbiki d ostl u k' Yu n a n i sta n'ın bağı msız tarihinin ç o ğ u d ö n e m i n d e Yu n a n-Türk ilişki­ l e ri n d e ki huzursuzl u k NATO propagandası için 1 953'te Yu n a n Tra kya's ı n d a ki askeri ma nevra l a r sırası n d a çekilen bu fotoğ rafa ( a ) da yansır. Fotoğ rafta Türk (sağ yanda l ngiliz tipi üniforma giye nler) ve Yu n a n (solda Amerikan tipi ü n iforma giye n l e r) müf­ reze l e rinin kamera l a r önü ndeki d ostl uk g öste rileri biraz zoraki d i r. O g ü n l e rd e NA­ TO'ya yeni kabul edilen iki ülke a ras ındaki ilişkil er ikinci D ü nya Savaşı sonra s ı n d a ki en iyi d ö n e m l e rini yaşıyordu. 1 930' 1 a rd a Yu n a n-Tü rk ilişkileri n d e ki buzl a r Ve ııize­ los'un usta diplomasisi etkisiyle yumuşamaya başlamı ştı, yine d e lsta n b u l' d a ki Yu­ n a n azı nlıklar ikinci D ü nya Savaşı sırası n d a kendilerine uyg u l a n a n eşitsiz vergilen­ dirmenin a ğ ı r yükü altı n d a ezildiler. Sovyet tehlikesine karşı h e r i ki ülkenin de ortak b a kış a ç ı l a rı olması 1 940'1 arın sonlarında ve 1 950' 1 e rin başlarında o n l a rı birbirlerine

rek Karamanlis gerekse ABD yönetimi, kamuoyunda tara f­ sızlıktan yana duyarlılığın çarpıcı bir biçimde artmasından kaygılandığı için Kıbris üzerindeki engellerin büyük ölçüde kaldırılmasına yaradı. Dahası l 956'daki korkunç Süveyş se­ rüveninin yarattığı olumsuz koşullarda İngiltere , doğu Ak1 86

yakl aştırd ı . A n c a k bu fotoğ rafı n ç e ki l m e s i n d e n iki yıl s o n ra l stan b u l ' d a ki Yu n a n azınlığa karşı Türk h ü kümeti nin kışkırttığ ı yağma olayları ilişkileri o n a rılmaya c a k öl­ çüde bozdu. Birkaç kişi ö l d ü rü l d ü; mala m ü l ke veri l e n zarar dev boyutla rdaydı. 4000 işyeri, 1 00 otel ve lo kantayla 70 kilise yıkılıp yerl e bir edildi. D i ğ e r foto ğ rafta i b ) Ekü­ menik Patri k Athinag oras, Panaghia Vel igradiu kilisesinin yıkıntı l a rı arası n d a başı ç ı p l a k d o l a şırken g ö rü l üyor. B a ş g ö steren y a ğ m a o l a y l a rı, 1 990' 1 a r ı n b a ş l a r ı n d a Türkiye' d e ki Yu n a n azı n l ı ğ ı n ı n b ü sbütün t ü k e n m e s i n e vara c a k o l a n g ö ç s ü r e c i n i başl attı. B u n a karş ı l ı k Y u n a n ista n ' d a ki Türk azı nlıkların s a y ı s ı 1 20.000' l e r e vardı. 1 955 aya klanmalarını kışkırta n Kıbrıs'ta ki Kıbrıslı Yu n a n l ı l a rı n a n a karayla birleşme istekleriydi. 1 955'ten bugüne varolan Kıbrıs sorunu, Yu.n a n-Türk savaşının n e re d ey­ se eşiğinden d ö n ü l d ü ğ ü 1 974 Temmuz ayı n d a Türklerin kuzey Kıbrıs'a çıkarma yap­ m a l a rıyla d a h a da alt d üzeye i n e n iki ülke arasındaki bozuk i l işkilerde kalıcı bir 'çü­ rük elma' özelliğini sürdürmektedir. O z a m a n d a n b u yana Türk o rd u l arının a d a d a n ayrılmaması ve i ki ülke a ra s ı n d a ki ç e şitli a n l a şmazlıklar neredeyse sürekli olarak g erg inlik kayn a ğ ı olagelmiştir.

deniz'deki s tratejik çıkarlarını adada bulunan egemenliği altındaki üslerle artırılabileceği gerçeğini geç de olsa fark etmişti. Bir uzlaşmaya varılması doğrultusunda gerçek bir adım atılması olasılığı , aynı yılın, 1 9 58'in , güz aylarında o zaman Atina'da sürgünde bulu nan Başpiskopos Makari1 87

os'un enosis dışında bir seçenek olarak adanın bağımsızlığı ­ nı düşünebileceğini duyurmasıyla ortaya çıktı. Adanın Yunanistan topraklarıyla birleşmemesi koşuluyla kargaşanın çözümüne giden yol artık açıktı. Bu doğrultuda­ ki anlaşmanın temelleri hiç zaman geçirilmeksizin, Kara­ manlis ile onun Türk meslekdaşı Adnan Menderes arasında 1 95 9 yıl ı başlarında Zürih'te yapılan bir toplantıda atıldı. Daha sonra Londra'da yapılan bir toplantıda İngiliz , Yunan ve Türk hükümetleri anlaşma taslağını bir oldubittiye geti­ rerek adadaki Yunan ve Türk toplumlarının önderleri Baş­ piskopos Makarios ve Fazıl Küçük'e sundular. İmza töreni sırasında Makarios'un pek istekli olmadığı gözden kaçmadı , Grivas da uğruna büyük beceri ve direnç göstererek savaştı­ ğı kutsal enosis davasında aldatıldığı için besbelli hoşnut­ suzdu . Bu anlaşma, Kıbrıs'ın İngiliz Milletler Topluluğu'na dahil bağımsız bir cumhuriyet olmasını sağlayacak ve İngil­ tere iki üs alanı üzerindeki egemenliğini süresiz olarak ko­ ruyacaktı. Yunanistan ve Türkiye adaya küçük askeri birlik­ ler yerleştirmeye hak kazandılar ve İngiltere'nin yanında anlaşmanın ortak garantörü o ldular. Makarios'un uyarısı haklı çıktı, çünkü yeni devletin anayasası hantal ve t e melde işlemez bir yapıya sahipti. Bu anayasa, meclisteki sandalye sayısının ve devlet hizmetlerinin yüzde 30'unun (polis ör­ gütünde bu oran yüzde 40 idi ) , toplam nüfusun yüzde l S'ini oluşturan Türk azınlığın eline geçmesini sağladı. Karamanlis NATO ve Amerikalıların çıkarları uğruna He­ lenizm davasına itaatsizlik ettiği için muhalefet tarafından topa tutuldu. Ö te yandan bu gelişme, onun iktidarda oldu­ ğu ilk dört yıl içerisinde büyük ölçüde Kıbrıs sorununda yoğunlaşmış dikkatini başka yöne çevirme o lanağı verdi. 1 9 6 1 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile türünün ilk ö rneği olan bir ortaklık anlaşması pazarlığının üstesinden gelmeyi başardı. Böylelikle 1 984 yılında tam üyelik olasılığı 1 88

doğmuş oldu . Anlaşmanın koşulları gümrük ve tarife vergi­ lerinde aşamalı indirim getirdi ve o güne dek gümrük du­ varı arkasına sığınmış olan çelimsiz sanayilere ç ok gerek­ sindikleri rekabet yolunu açtı. Ö te yandan, Karamanlis'in attığı adımların ekonomik olduğu kadar politik hedefleri olduğu da kesindir: Yunanistan'ın batılı müttefiklerinin ya­ nında yerini sağlamlaştırmasına aracı olan ortaklık derhal gerçekleştirildi ve ülkenin o güne dek karanlıkta kalan Av­ rupalı kimliğini bir anlamda yasal temellere o turttu . O zamana dek Karamanlis'in siyasal sahnedeki egemen­ liğine karşı kayda değer bir rakip çıkmamıştı. Ne var ki, olağan dört yıllık dönemden önce seçimlerin 1 9 6 l 'in Ekim ayında yapılması çağrısında bulunması şansını tersine çe­ virdi. 1 958 seçimleri ertesinde duydukları hoşnutsuzluğu göstermek bakımından merkez partiler, aşırı sola gösteri­ len desteğin artışından en az Karamanlis kadar rahatsız olan deneyimli liberal politikacı Georgios Papandreu'nun önderliğinde Merkez Birliği'ni oluş turmak üzere bir araya geldiler. Ö te yandan Karamanlis'e kin besleyen muhalif sağcılar­ dan tutun da eski koyu so lcuları dah i içine alan merkezde­ ki yeni ittifak, içinde barındırdığı merkezden kopma eği­ limleri yüzünden sonunda parçalanacaktı. Birleşik Demok­ ratik Sol'u küçültüp üçüncü sıraya indirmekle 1 9 6 1 seçim­ lerinde Papandreu başlıca hedeflerinden birini yakalamayı başardı, ne var ki 1 958 sonuçlarıyla karşılaştırıldığında oy­ larını büyük ölçüde artıran Karamanlis'e karşı aynı başarıyı gösteremedi. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından hem Merkez Birliği hem de Birleşik Demokratik Sol, o rdu­ nun , j andarmanın, kırsal güvenlik güçlerinin ve diğer ka­ ranlık güçlerin baskısıyla ortaya çıkan bu sonuçların hileli olduğu yolunda suç duyurusunda bulu ndu . 1 958 ve 1 9 6 1 seçimleri o y oranları arasında halkın siyasal partiler i des1 89

tekleme alışkanl ıkları nda iniş çıkışlarla açıklanamayacak bazı olağandışı dalgalanmalar olduğu apaçıktı . Muhalefet partileri , sağın iktidarda kalmas ını sağlamak için o rdunun, iç güvenlik tehditine karşı hazırlanmış Perik­ les kod adlı bir NATO planını devreye sokt uğunu ileri sür­ düler. Bu sav, ( 1 967-73 yılları arasında Yunanistan'ın dikta­ törü olan General Georgios Papadopulos sonradan ordu­ nun bu işe karıştığını kabul ettiyse de) hiçbir zaman kanıt­ lanmadı, ayrıca Karamanlis'in bu konuda taşıdığı , Papand­ reu tarafından 'seçim komplosu' diye nitelenen kişisel so ­ rumluluk da kesinlik kazamnadı. Nutuk atmasını çok iyi beceren muhalefet lideri seçim sonuçlarının geçersiz sayıl­ ması için 'boyu n eğmeyen savaşım' d iye tanımladığı b i r 1 90

48 [Kıbrıs Başpiskoposu M a k a rios, G e neral G e o rg i o s G rivas ve Nikos Sampson ile, 1 959. Kaynak: Sta n l ey M ayes, Makarios: a biography ( Lo n d o n, M a cmillan, 1 981 )]. Kı b rı s B a ş p i s k o p o s u M a ka ri o s ' u n R o d os'ta G e n e r a l G e o rg i o s G rivas ve N i k o s Sampson (orta d a ki) ile 1 959 yıl ı n d a R o d o s'ta b i r a raya g e l d ikleri g ü n ç e kilen bir fo­ tog raf; b u buluşmadan kısa bir s ü re s o n ra l n g i ltere, Yu n a nistan ve Tü rkiye a ra sı n d a 1 960' d a Kıbrıs'a bag ımsızl ı k ta n ı n a c a g ı yol u n d a a n l aşmaya varılmıştı. Yu karıd a ki ü ç l ü, özellikle de G rivas a ç ı s ı n d a n bu gelişme d ü ş kırıkl ı g ıydı. Yu n a n ordusunda hiz­ m et vermiş biri o l a rak G rivas, Ya kı n O o g u'da ö n e m l i sayı d a Yu n a n n üfu s u n u b a rın­ d ı rması n a karşın ulusal sınırların d ı ş ı n d a kalmış s o n b ö l g e o l a n Kıb rıs'ı Yun a n d ev­ l eti to praklarına katıp 1 878 yılından b e ri süregelen l n giliz s ö m ü rg e yö netimi ne son vermek üzere başlayan terör kampa nyasını ve 1 955'teki i ç ayakl a n m ayı yön etmişti. Kıbrıs' ı n Yu na nista n ile Tü rkiye a rası n d a b ö l ü ş ü m ü n ü n tek s e ç e n e g i o l a ra k s u n u l a n bag ımsızlıgı M a ka rios istemeyerek kabul etti, Tü rkiye'nin a d aya o l a n i l g i s i oradaki nüfusun yüzde 1 8'ini Türkl erin o l u ştu rd u g u g e r ç e g i n d e n kay n a kla nıyord u . O rtod oks g e l e n e klerinde sıkça g ö rül d ü g ü üzere M a ka rios siyasi yetkeyi d i ni l i d e rlikle birleş­ tirip yeni Kı b rıs Cumhuriyeti'nin c u m h urbaşka n ı oldu. Bu a n l a ş m a d a n h i ç b i r zaman hoşnut kalmayan G rivas, 1 974 yı l ı n d a öldügü güne d e k a n l aşm ayı bozmaya ç a lıştı . Yu karıdaki fotoğ raf çekildigi sıralarda l ngiliz yetkililerce h a pisten yeni salıverilmiş olan Nikos Sampson, G rivas'ın b a ş ı n d a b u l u n d u g u E O KA' n ı n ( U l u sal Kıbrı s Savaş­ ç ı l a rı Ö rgütü) e n a c ımasız ve etkili üyel e ri n d e n b i riyd i . C u m h u rbaşkanı M a k a rios 1 974 yıl ı n d a Atina'daki askeri rejim i n giriştigi b i r d a rbeyle d evrildigi zaman yeri ne Sampson g e ç irildi. G ö revd e topu topu bir hafta k a d a r kaldı, öte y a n d a n Yu na nista n ile birleşmeyi körü körü ne savu n a n a nlayışın d evlet başkanlığı d üzeyine d e k u l a ş­ ması 20 Temmuz 1 974 ta rihinde, a d a nı n yüzde 40' n ı n işgal edilmesiyle s o n u ç l a n a n Türk saldırısını başlatan etm e n l e rd e n b i r i o l d u .

kampanya başlattı. Böylelikle yeni kurmuş ol duğu Merkez Birliğin bütünleşmesine yardım eden uyanış çığlığı yüksel­ tilmiş oldu. Aynı zamanda bu , kentlere yönelen ve ülkenin artan refahının dışında bırakıldıklarını düşünen, çocukları­ na daha geniş eğitim fırsatı verilmesini isteyen ve iç savaş döneminden kalmış baskı yasalarının gerekli olduğuna ar­ tık inanmayan yeni göçmen kuşaklarının desteğini kazan­ mada yararlı old u . Karamanlis hükümetinin yoldan çıktığı yönünde gelişen anlayış, Birleşik Demokratik Sol'un ikinci başkanı Georgios Lambrakis'in Selanik'te bir barış yürüyüşü sırasında 1 963 Mayıs'ında öldürülmesiyle iyice arttı. Onu öldüren kişinin aşırı sağın sinsi yeraltı dünyasından gelen 'devletüstü' diye 1 91

bilinen kimselerin yüksek düzeyli j andarma subaylarıyla bağlantıları olduğu daha sonra o rtaya çıktı. Karamanlis' i yoktan var eden , onu l 95 5'te Papagos'tan sonra iktidara ge­ tiren Kral Paul idi. İşin garip yanı, şimdi aynı Karamanlis, sarayla , özellikle Alman kökenli Kraliçe Frederika ile de an­ laşmazlık içindeydi. Karamanlis , aşırılıklara hoşgö rü tan ı ­ mayan taşralı karakteri silahlı güçlerle saray arasına sızdı­ rılmış özel bağlantıları kabul etmedi. Giderek gerginleşen ilişkilerin kopmasına yol açacak bardağı taşıran so n damla, kralla kraliçenin 1 963 yazmda başbakanın öğüdüne kulak asmayıp tutuklu bulunan komünistlerin salıverilmesini is­ teyen göstericiler tarafından sert protestolarla karşılaşabile­ cekleri Londra'ya resmi gezilerini ertelemeye yanaşma mala­ rı oldu. Otoriter bir eğilim taşıyan Karamanlis ayrıca, mec­ lisin başbakandan daha çok yetki taşıdığını düşündüğü ya­ pılanmadan da hoşnut değildi. Karamanlis öfke içinde görevinden ayrılacak ve 1 9 6 1 yı­ lındaki uygunsuzlukların yeniden yaşanmasını ö n l emekle yükümlü geçici bir hükümetin denetiminde 1 9 63 Kas ı m ayında yapılan seçimlere katılmak üzere geri dönecekti. B i r yandan politik arenanın sözü geçen başlıca iki kurumu sa­ ray ve ABD büyükelçiliği 1 958'deki gibi aşırı solun yenid e n dirilmesi olasılığına karşi e n iyi savunma o larak ılımlı re­ fo rmlardan yana bir merkez hükümetinclen yana tutum ser­ gilerken , Georgios Papandreu kendine güveni ni yitirm iş görünen sağ kanadın güçsüz yanlarından ustaca yararlan­ mayı bildi. Papand reu , Karamanlis' i az bir farkla yenip üs­ tün gelerek sağı kıyasıya eleştiren lerin, sağın iktidarı bırak­ mayacağı yolunda ileri sürdükleri savları yalancı ç ı karttı . Düş kır ıklığına uğrayan Karamanlis Fransa'ya gitmek üzere ülkeden ayrıld ı ; b u sürgün o n bir yıl sürecek ve o ülkesine en ağır koşullar altında dönecekti. Ö te yandan yeni seç ilen meclisteki güç dengesinin Birleşik 1 92

49 [Ya n n i s Ts a r o u c h is: Pembe fon önündeki denizci ( 1 955) Kaynak: Theophiles Kontoglou G h i ka Tsarouchis. Four Painters of 20th c entury Greece

(La n d o n, Wil d e rstein, 1 975)]. Pembe fon önünde denizci eri ( 1 955) ressam, sahne d e ko ratö rü ve kita p resiml eyi cisi Ya nnis Tsaruchis ( 1 9 1 0-90) ta rafı n d a n yapılmıştır. Photis Konto g l u ' n u n b i r ö ğ re n c i s i olarak o n u n bu ç a l ışması da Yu n a n g e l e n e kl e ri n e duyu l a n b a ğ l ı l ı ğ ı ya nsıtm a kta d ı r.

1 93

Demokratik Sol'dan yana olmasını Papandreu gibi sağa karşı olduğu kadar aşırı sola da kuşkuyla bakan bir politikacının kabul etmesi mümkün değildi. Nitekim Papandreu , üç ay sonra 1964 yılı Şubat ayında yeni seçimlerin yapılması iste­ ğiyle görevi bıraktı. Kuman kazandı ve başını çektiği Merkez Birliği seçim sandıklarında yüzde 53 oranında oyla ödüllen­ dirildi; savaş sonrası dönemde yalnızca bir kez aşılabilen ( 1974 yılının olağandışı koşullarında güçlükle elde edilen) bu oranla tartışmasız parlamenter çoğunluğu sağladı. Ne var ki Merkez Birliği tarafından yaratılan büyük (ve belki de gerçekçi olmayan) istekler gerçekleşmeyece.k ve Pa­ pandreu görevde yalnızca on sekiz ay kalabilecekti. Kıbrıs konusunda büyük boyutlara varan yeni bunalım onun baş­ bakanlığına gölge düşürdü ve ülkenin tarihinde sıkça yaşan­ dığı üzere iç politikanın önceliği yerini dış politikadaki so­ runlara bıraktığı için seçimlerde verdiği sözleri yerine getir­ mesi büyük ölçüde güçleşti. l ktidara gelir gelmez imzaladığı 1 960 Kıbrıs Antlaşması'yla sağlanan iktidar bölüşümüne da­ ir karmaşık düzenleme, er ya da geç bozulmaya mahkumdu ; nitekim de öyle oldu. 1963 yılı Kasım ayında, Ortodoks ge­ leneğine sıkı sıkıya bağlı Cumhurbaşkanı Makarios, siyasi kimliğini cemaatinin ruhani liderliğiyle birleştirip Türk azınlığa tanınan yetkilerin azaltılmasını istedi. Onun getirdi­ ği önerilere, Kıbrıs Türk azınlığı adına sert ve ağır bir biçim­ de karşı çıkan Türk hükümetiydi. Aralık ayı sonlarında iki toplum arasında korkunç bir savaş patlak verdi ve Türklerin adaya doğrudan müdahalede bulunması tehdidi büyüdü . Bu , 1 964 yazında ancak Amerikan başkanı Lyndon John­ son'ın birtakım sert konuşmalarıyla engellendi. * * * * Sizin Parlamentonuz ve sizin Anayasanız. Amerika bir fildir, Kıbrıs ile Yuna­ nistan ise birer pire. Eğer bu iki pire fili kaşındırnıayı sürdürürlerse, filin hor­ tumu her ikisine birden çarpıp iyice ezebilir. Başkan Lyndon johnson'dan Yunanistan'ın Washington Büyükelçisine ( 1 964) 1 94

O zamandan bu yana adada varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler barış gücü denetiminde kaygılı bir barış ortamı sağlandı ve bundan böyle adaya yayılmış bulunan önemli orandaki Türk nüfusu Kıbrıs Rumlarının çıkartıldığı yerle­ şim bölgelerine toplandı. Adadaki Türk bölgelerinin kendi yönetimlerini elde etmeleri, Türkiye'nin denetiminde üsle­ rin kurulması ve iyi niyet belirtisi olarak küçük Yunan ada­ sı Kastelorizo'nun Türkiye'ye bırakılması karşılığında Kıb­ rıs'ın Yunanistan ile birleşmesin! öngören çifte enosis çözü­ münü geri çevirmek Papandreu'nun ABD yönetimiyle arası­ nı �pey açtı. Bu gelişmeler Papandreu'nun kısa dönemli başbakanlığı­ na gölge düşürdü, yine de o, reform programını başlatmak­ tan geri kalmadı. lç savaş sırasındaki etkinliklerinden ötürü hapiste olanların tümü değilse de, bazıları salıverildi, ayrıca doğu bloku ülkeleriyle olan dondurulmuş ilişkiler biraz ol­ sun yumuşadı. Önemli eğitim reformları yürürlüğe kondu, eğer bunları uygulamaya zaman kalsaydı, eski çağlardan kalma okul sistemini yenileştirmede epey yol alınacak ve arılaştırıcı katharevusa yerine halkın konuşma diline önem verilecekti. Ekonomi politikasının ayrıntılarını hiçbir za­ man öğrenememiş biri olarak Papandreu, bu konuda eko­ nomi öğrenimi yaptığı Amerika Birleşik Devletleri'nde uzun yıllar geçirdikten sonra yeni geri dönmüş oğlu Andre­ as'ın görüşlerine güveniyordu. Bir gün parti başkanı olabil­ me umutlarına karşı onu rakip olarak gören Merkez Birli­ ği'nin birkaç yürekli üyesinin aleni garezlerine rağmen ba­ basının hükümetinde bakan olmuştu. Bu parti üyelerinden biri Konstantinos Mitsokakis'ti. Onunla genç Papandreu arasındaki düşmanlık Mitsokakis'in yirmi yıl sonra 1 984'te, Andreas Papandreu'nun sekiz yıllık başbakanlığına giden yolun yarısında muhafazakar Yeni Demokrasi Partisi'nin başına geçmesiyle su yüzüne çıkacaktı. 195

Papandreu'nun ekonomide uyguladığı ılımlı enflasyonist politika ülkenin ekonomik ve mali oligarşisini ayağa kaldır­ dı, bunun nedeni; ( 1 962 yılında tüketici fiyatlarının ger­ çekten de düşüşe geçtiği) birinci Karamanlis döneminde tutturulan çarpıcı fiyat istikrarının tehlikeye düşmesiydi. Daha da kötüsü , kendilerini içeriden ve dışarıdan gelecek olan komünis t tehlike altındaki u lusal değerlerin bekçisi diye görmeye alışan ordu üyelerinin, Papandreu hükümeti­ ni ülkeyi solun etkisine açık bırakarak tehdit altına sokan bir Truva atı olarak gördüklerinin ortaya çıkmasıydı. Ordu­ daki aşırı sağcıların yersiz kaygılarının sebebi, daha sonraki eylemlerine göre ılımlı kalan, fakat babasınınkilere kıyasla daha radikal görüşleri olan Andreas Papandreu'ydu . Genç Papandreu'nun ordu içinde Aspida (Kalkan) diye bilinen aşırı sağcı IDEA'.ya (Yunan Subayları Gizli Ö rgü tü) karşı ku­ rulan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Orta Doğu'daki Yu­ nan o rduları arasında örgütlenen solcu gizli komitacıların önderi olduğu savları aşırı sağın kuşkularını daha da kö­ rükledi. Baba Papandreu'nun silahlı güçler üzerinde tam bir siyasi denetim kurmaya çalışmaktan başka pek seçeneği kalmadı ama buna da kendi savunma bakanı karşı çıktı. Bu bakan yalnızca ordunun komu ta zincirinde önerilen değişiklikleri engellemekle kalmayıp Merkez Birliği'nden atılmasına kar­ şın Papandreu'nun görevden ayrıl çağrısına da karşı geldi. Başbakan 1 965 yılı Temmuz ayında başbakanlık görevine ek o larak savunma bakanlığını da üstlenmek için kralın onayına başvurunca bunalım doruğa çıktı. Tahtta, bir önce­ ki yıl, 1 964 yılı Mart ayında babası Kral Paul'un yerine ge­ çen yirmi dört yaşındaki Kral Konstantin Il vardı. Şimdi sahnede siyasal deneyimi olmayan genç kral ve da­ nışmanlarıyla politikadaki geçmişi Birinci Dünya Savaşı yıl­ larına dek uzanan yetmişlik başbakan arasındaki çekişme 1 96

vardı. Kral Konstantin, Papandreu'nun savunma bakanlığı yetkilerini üzerine alma isteğini, başbakanın kendi oğlunun Aspida suikastinde üstlendiği düşünülen görevinden dolayı soruşturma altındayken bunun uygun düşmeyeceği gerek­ çesiyle geri çevirdi. Kamuoyuna açık yürütülen sert yazış­ maların ertesinde Papandreu , onaylanacağını düşünmeksi­ zin istifasını istedi. Fakat kral onun kuru sıkı atmasına al­ danmayıp Merkez Birliği'ni dağıtma girişimiyle bir stratej i uygulamaya koydu. Bütün burjuva partileri gibi merkezi­ yetçi, köktenci ve muhafazakar öğelerden oluşan bu gergin koalisyon sağlam bir yapıdan yo ksundu . 1 965 yılının Tem­ muz a y ı ndaki o layları , Karamanlis' i n 1 9 6 l 'deki seçim komplosuyla eşdeğer bir 'kraliyet komplosu' diye ni telendi­ ren Papandreu'nun destekleyicilerinin yoğun gösterilerine karşın, epey çaba harcadıktan sonra kral amacına ulaştı. Kral Konstantin kendi anayasal hakları çerçevesinde dav­ ranıyor olabilirdi, ne var ki stratejisinin siyasal açıdan an­ lamlı olup olmadığı tartışılırdı. Muhafazakar Radikal Ulusal Birlik'in desteği bile mecliste kılpayı çoğunluğu sağla maya yeterken, partiye bağlı kalanların kabaca " dö nekler" diye aşağıladıkları Merkez Birliği'nden kaçanların oluşturdukları hükümet, yasallıktan düpedüz yoksun kaldı. Her zaman muhalefe t te o lanın iktidardakine yap tığı gib i , Papand­ reu'nun sürekli topa tuttuğu 'dönek' Stefanopulos hüküme­ tinin yerinde saymaktan başka pek bir şey yapamadığı orta­ daydı. Bunun da ötesinde , sürüp giden siyasi kargaşa ve be­ lirsiz lik meclis dışındaki sağ kanadın beslediği korkuları ar­ tırmaya ve genelde halk arasında politikacılara karşı duyu­ lan düş kırıklığını tehlikeli bir havaya sokmaya yaradı. Papandreu sürekli olarak iç savaş dönemine dek uzanan siyasal bunalımdan tek çıkış yolunun yeni seçimlerin yapı l­ ması olduğunu ileri sürüyordu. En sonunda , Karamanlis'in yerine Radikal Ulusal Birlik partisinin başına geçen Panayi1 97

o tis Kanellopulos ile Papandreu arasında varılan anlaşma­ nın ardından, siyasal olmayan 'geçici' bir hükümetin dene­ timinde seçimlerin 1 967'nin Mayıs ayında yapılması karar­ laştırıldı. Öte yandan, Aspida olayına karışmış olduğu için Andreas Papandreu'nun parlamenter do kunulmazlığının kaldırılması yönündeki istekler kampanyaya gölge düşür­ dü. Bu konu üzerinde yapılan tartışmalar 'geçici' hüküme­ tin düşmesine yol açtı ve kral, beklenmedik biçimde Kanel­ lopulos'u seçimleri denetlemekle görevlendirdi. Ancak, bir­ kaç güç içerisinde , 2 1 N isan'da eski darbecilere göre daha düşük rütbeli subaylardan oluşan bir grup , seçim san­ dığından çıkacak Merkez Birliği'nin neredeyse kesin o lan üstünlüğünü güvence altına almak amacıyla başarılı bir darbe gerçekleştirdi. Savaş sonrası siyası arenada açıktan açığa yapılan ilk as­ keri müdahaleye karşı esaslı hiçbir direniş gösterilmedi. Kral, sağcısından solcusuna bütün politikacılar ve üstelik silahlı güçlerin içindeki yüksek rütbeli subaylar, hiçbiri bu­ na hazırlıklı değildi. işçi sendikalarının paramparça olmuş yapısı ve siyası partilerin herhangi bir yapıdan yoksun olu­ şu , on sekiz aydır süren bunalımın üstesinden gelmede 'si­ yaset dünyasının' belirgin başarısızlığıyla birleşince, bütün bunlar ordunun iktidarı ele geçirebilme ortamının hazırlan­ masına katkıda bulundular. Başbakan Kanellopulos'un is­ teklerini göz ardı eden kral, darbeyi düzenleyen Georgios Papadapulos ve N ikolaos Makarezos adlı iki albayla Stilya­ nos Pattakos adlı bir kıdemli albaydan oluşan ü ç lünün amaçlarına hizmet eden belirsiz sivil hükümeti istemeyerek de olsa tanıdı. Cunta, askeri diktatörlerin geleneksel yöntemlerine baş­ vurdu ve 1 93 6 yılında komünistlerin yakında iktidarı ele geçirme olasılığını önlemek üzere General Metaksas'ı örnek alarak gülünç bir biçimde , gerçekleştirdiği darbeyi '2 1 Ni1 98

san 1 96 7 Devrimi' diye nitelendirdi ve bu yolla kendini yü­ celtme yolunu seçti. Oysa sanıldığı gibi komünistlerin böy­ le dolaplar çevirdiklerine dair hiçbir kanıt yoktu . O kadar ki, tıpkı burjuva partileri gibi solun da darbeye hazırlıksız yakalandığı ortadaydı. Ü stüne üstlük bu hazırlıksızlık, erte­ si yıl ( 1 968) Komünist Parti'nin sürgündeki yönetiminin parçalanıp ikiye bölünmesini hızlandıran e tmenlerden biri oldu; bu kliklerden biri Sovyetler Birliği'ne değişmez bağlı­ lığını sürdürdü, diğeri (lç Komünist Parti) genel olarak 'Av­ rupa komünizmine' yöneldi. Askeri yönetimin bazı üyeleri, 'Hıristiyan-Helen' uygarlı­ ğının geleneksel değerlerini savaş sonrası dö nemde hızla gelişen sosyal ve ekonomik değişim sürecinin yarattığı batı­ lı ve laik e tkilenmelerden k o ru ma görevini k u ş kusuz ö nemsiyorlardı. Cuntanın yaptığı ideoloj ik pro paganda , açıkça kabul edilmese bile Metaksas yönetiminin zorba ve ataerkil yapısının izlerini taşımaktaydı. Ö te yandan, Albay­ lar Cuntası'nı yönlendiren temel dürtünün pek de öyle yü­ ce o lmadığı ç o k geçmeden anlaşıldı. Andreas Papand­ reu'nun daha etkili olmasının beklendiği bir Merkez Birliği hükümetinin iktidara yeniden gelmesi olasılığından gözleri korkan darbe destekçisi ordunun aşırı sağcı öğeleri tasfiye edilme kaygısına düştüler. Pek çoğu taşralı, köylü ya da or­ ta tabakadan geldiğinden, kendileri taşra kasabalarındaki karargahların yalnızlığında ülkenin sınırlarını ulusun düş­ manlarından, komünistlerden ve lslavlardan korurken, Ati­ na'nın şehre özgü bolluğunda siyasi dolaplar çevirmekten başka bir şey yapmadıklarını düşündükleri geleneksel siya­ si elitlerin sürdükleri ayrıcalıklı hayat standartına öfke du­ yuyorlardı. Yunanistan'ın genç insanları . . . Yunanistan'ı bağrınıza bastı­ nız ve amentünüz Leonidas'ın, 'Gel ve onları yakala's ından Konstantin Palaiologos'un 'Size şehri vermeyeceğim' dedi1 99

ği zamandan Me taksas'ın 'Hayır'ına ve sonunda 2 1 Nisan 1 9 6 7'nin 'Dur yoksa vururum'una kadar fedakarlık olmuş­ tur. Bugünkü tören atalarımızın geleneklerinin pınarında yeniden vaftiz olmadır; Yunanlıların güneşin altındaki en şanlı ve

en

iyi ırktan geldiklerine olan ulusal i nancımızın

ifadesidir. Kıdemli Albay Stilyanos Pattakos ( 1 968)

Bu kimseler küçük gördükleri eski politikacılar arasından kendilerine bir tek gerçek siyasi müttefik bile bulamayacak­ lardı. Ö yle ki bu nefrete geleneksel sağcılar ela en az mer­ kezdeki ve soldaki politikacılar katıldılar. iktidarın korun­ ması uğruna en son yapılanların aksine Albayl ar, devlet da­ irelerine keneli gözde siyasi velinimetlerini yerleştirir yer­ leştirmez parataxis ya da herh angi bir s iyasal aile adına olaylara karışmayıp politik arenadan çekildiler. Ö çlerini si­ yasal yelpazenin sağından soluna doğru , daha çok, kendile­ rinden ö nce gelen Metaksas'ın yaptığı gibi komünist olan ya ela öyle olduğu varsayılan kimselerden aldılar. Hakların­ da sol sempatizanları olduklarını gösteren binlerce dosyayla birlikte pek çok insan yurtiçincle sürgüne gönderileli, sayı­ sız politikacı ve diğer karşı çıkan la r tutuklandı , sürgüne yollandı ya da göz hapsine alındı. Amerikan hükümetinin yoğun baskıları karşısında Andreas Papandreu cezaevinden salıverildi ve ülkeden ayrılmasına izin verildi . Georgios Pa­ pandreu , yaşamının büyük kısmını 1 968 yılı Kasım ayında ölene dek göz hapsinde geçireli ; cenaze törenine kentin top­ lam nüfusunun beşte biri elemek olan yarım milyon Atinalı­ nın katılması, üstü kapalı da o lsa yönetimin halkın gözün­ den düştüğünün kitlesel gösterisi idi. 1 967 yılı Aralık ayında kralın ön ayak olduğu amatör bir karşı darbe girişiminin başarısızlığa uğramasının ardından, iktidardaki Albay üçlüsü siviller arasındaki kukla adamları aracılığıyla yönetimi ele geçirmeye yönelik tüm oyunlardan 200

sıyrılmayı başardı. Sürgüne kaçan kralın yerine geçmek üzere bir naipler kurulu oluşturuldu. Başbakan o lan Albay Papadapulos artık rej imin en güçlü şahsiyeti haline gelmiş­ ti. Kurnaz bir politikacı oluşu giderek daha da çok güçlen­ mesini sağladı; başbakanlığına ek olarak dışişleri, savunma , eğitim ve hükümet politikası bakanlıklarının sorumlulukla­ rını da üstüne alarak en sonunda bu görevlerin tümünü na­ ipler kuruluna bağladı. 1 968'de, askeriyenin iktidardaki gü­ cünü yasallaştırmak, orduyu ülke yönetiminde sürekli söz sahibi kılmak amacıyla oldukça otoriter bir anayasa oluştu­ ruldu ve bu anayasa hileli bir halk oylamasının ardından yürürlüğe kondu. Albaylar yöneliminin halkın desteğini alamadığı çok geç­ meden ortaya çıktı, kendi anti-demokratik anayasasının kı­ sıtlayıcı parametreleri dahilinde bile seçimlere gitmeye ya­ naşmaması bunu doğruluyordu . O rtaya çıkan az sayıd aki küçük direniş hareketlerine ve 1 9 68'de Papaclapulos'u öl­ dürme girişiminde bulunulmuş olmasına karşın örgütlü b i r muhalefetin varlığından söz edilemezdi. Yönetime karşı ge­ lenlerin çoğu acımasız ve etkili güvenlik örgütünün engel­ leyici sert tutumlarıyla karşı karşıya geldiler. Ö te yandan , yurt iç inde ve dışında bulunan yatırımcılara fazlaca borç­ lanma yoluna giden ve onlara bol keseden teşvikler veren bir politika izleyen rej im, 1 9 50'lerin sonları ve 1 9 60'ların başlarında demokratik hükümetler döneminde geliştirilmiş ekonomik büyüme hızın ı, en azından 1 9 73 yılı dünya pet­ rol bunalımına kadar, yakalayabildi. Bu geniş çaplı bir baş­ kaldırının oluşumunu önled i . Rej imin ac ımasız ve ç o ğ u zaman s a ç m a uygulamaları yurt dışında nefretle kınandı fakat Yunanistan'ın NATO'da­ ki ortakları, söylemlerini somut bir eylemle pekiştirebile­ cekleri yerde genelde bu konuda isteksiz davrandılar. Bu yetmezmiş gibi, çoğu Yunanlının diktatörlüğün yerleşme201

sinde payı olduğunu (bu konuda sağlam hiçb i r ka nıt bu­ lunmasa ela) düşünen Amerikan yönetimi , doğu Akcleniz' i n çabuk alevlenen ortamında uysal b i r denge kalesi diye gör­ düğü bu yönetime yardım ve destek vermeye hazırd ı . Yedi yıl boyunca uluslararası görüşmelerin dışında bırakıl mış olan ülkeye giden ilk yabancı üst düzey yetkililerinden biri göçmen bir Yunanlı babanın oğlu olarak (Anagos topulos soyadıyla) dünyaya gelen ABD başkan yardımcısı Spiro Ag­ new o ldu. Cunta keneli hesabına kayırıcısı ABD'yi kızdır­ mamak ve özellikle ele iktidarı ele geçirmesinin hemen ar­ dından 1 9 6 7 sonbaharında , Kıbrıs konusunda Türkiye ile 202

50 [Atin a Politeknik'in öğrenciler tarafı n d a n ele g e ç i rilişi, Kasım 1 973. Kay­ n a k: G i a n n i s Phatsis, Polytekhneio '73. Exegersi. Katal ipsi, Eisvoli (Athens: Kasta nioti, 1 985)]. 1 973 yılı Kasım ayı nda Atin a Polite knik'te ki ö ğ r e n c i işgali. Parmaklıklara asılı Yu n a n bayra ğ ı n ı n h e m e n yanında 'Cu ntaya H ayır' yazı l ı d ı r. Bu d u v a r yazısı faşizmin d evril­ mesi ve Amerika B i rleşik D evletleri'nin Nazile rl e bir tutulması g e re ktiği fikrini sa­ vunmaya ç a ğ ı rm a kta d ı r. Ö ğrenci o l ayları 1 967 Nisa n ' ı n d a ki Albayl a r d arbesi n d e n s o n r a kuru l a n a s ke ri d i ktaya ka rşı büyüyen m u h a l efetin i l k b e l i rtil e riydi. H e r ş e y 1 973 M a rt ayı n d a Ati n a Ü nive rsitesi H u k u k Fakültesi' n i n i ş g a l iyle b a ş l a d ı . B u n u Mayıs ayı n d a d enizcilerin başa rısız ayaklanması izl e d i . T ü m b u n l a r c u nta n ı n başın­ daki Albay Papadopulos'u 1 968 anayasasının zorba hükümleri altı r. d a ' g ü d ü ml ü' b i r demokrasiye g e ç m eye yöneltti. N e ki Atina ve Patras'ta ki d i ğ e r ü nive rsitel e rde v e K a s ı m ayı n d a Atina Politeknik'te başg ö ste ren başka ö ğ re n c i işgalleri d a h a g e r ç e k­ leşmeden bu tasarı l a rı boza c a ktı. Gizli b i r radyo, c u nta n ı n devrilmesi u ğ ru n a işçi­ lerle ö ğ r e n c i l e r a ra s ı n d a işbirliği ç a ğ rı l a r ı n a b a ş l a d ı ğ ı zaman halkın ö ğ re n c i l e ri desteklediği belli o l u n c a askerler epey kayg ı l a n d ı l a r. 1 6/1 7 Kasım g e c e s i n d e askeri birliklerle polis g ü ç l e ri tankların ö n c ü l ü ğ ü n d e işgale son verdiler. Kaç kişi n i n c a n ı n ­ d a n o l d u ğ u k e s i n olarak sapta n amadı, fakat e n az otuz ö l ü , p e k ç o k y a r a l ı ve o n d a n daha ç o k tutu klanma olayı o l d u ğ u g ö r ü l d ü . Ö ğ re n c i l e r e z i c i bir g ü ç l e ba stı rıl s a l a r da, o n l a rın eyl e m l eri P a p a d o p u l o s ' u n tepeta klak edilmesi s ü re c i n i hızl a n d ı rdı. B u uzu n c a b i r süredir k i n d uyula n askeri polis g ü c ü n ü n komuta n ı ve d a h a g e n i ş kap­ samlı l i b e ra l l e ş m e y ö n ü n d e atı l a m a y a n a d ı m l a rı b i r türlü o n a yl a m aya n k ı d e m l i a l b a y l o a n nidis'in önderliğindeki a ş ı rı kimseleri n tasa rıl a rı arası n d a ye r a l m a ktayd ı . P a p a d o p u l o s ' u n d evril m e s i n d e n s o n r a i kti d a r yetki le ri, fesatç ı l o a n n idis'in e l i n e g e ç e c e k o n u n Kıbrıs B aşpiskoposu M a karios'a karşı 1 974 Temmuz' u n d a g i rişe c e ğ i darbe dikta n ı n ç ö küşüne n e d e n o l a c a ktı.

yapılan ve sonu iyi bitmeyen mücadeleden sonra NATO ile ilgili yükümlülüklerini sonuna kadar yerine getirmek için özen gösteriyordu . Bu bunalım askeri yönetimle Cumhur­ başkanı Makarios arasındaki , 1 9 74 Temmuz ayında Türki­ ye , Kıbrıs'a çıkarma yaptığında içinden çıkılmaz boyuta va­ racak ilişkilerin süresiz bozuluşunun başlangıcıydı . 1 9 73 yılında, baskıcı olsa bile dengeli gibi görünen yöne­ tim yapısında ö nemli çatlamalar görünmeye başladı. Aynı yıl, son yirmi yılda çok düşük seyreden enflasyon oranının iki basamaklı rakamlara ulaşması bir tesadüf değildi. Düze­ ne karşı gelmede öğrenciler başı çekiyorlardı ve Mart ayın203

da Atina Ü niversitesi Hukuk Fakültesi'ni işgal ettiler. Mayıs ayında deniz subaylarının görece erken zuhur eden başkal­ dmsı , subaylar arasında sık sık yinelenen tasfiyelere karşın s ilahlı güçler içerisinde düzen karşıtı küçük grupların ayak­ ta kaldığını gösterdi. Papadopulos hiç zaman yitirmeksizin, sürgündeki Kral Konstantin'i Roma'dan donanmadaki baş­ kaldırıya karışmakla suçlayarak o nun tahttan indirildiğini ve 'başkanlık sistemine dayalı parlamenter cumhu riyetin' kurulduğunu duyurd u . Bunun ardından tek başına aday ol­ duğu gülünç referandumda, Papadopulos sekiz yıllık dö­ nem için cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonra önemsiz bir politikacı olan Spiros Markezinis'ten, 'güdümlü' bir demok­ rasiye geçişe giden yolun ilk aşaması olan seçimleri yönel­ mesini is tedi. B u seçi mlerin gerçekleşmesi 1 9 6 7 Kasım ayında Atina Politeknik'in işgaline varan geniş çaplı öğrenci eylemleriyle engellendi . Ordu bu işgali acımasızca bastırdı ve pek çok kişinin yaşamını yitirmesine neden olan olayların sonu c u , tüyler ürperten askeri polisin başındaki kıdemli albay Di­ mitiros loannidis önderliğinde cuntanın daha katı üyeleri­ nin Papadopulos ile kukla başbakanı devirmesiydi. Cum­ hurbaşkanlığı görevine Tuğgeneral Phaidon Gizikis getiril­ di. 1 9 73 Kasım ayında cunta yönetiminin el değiştirmesi Türkiye ile ilişkilerin iyiden iyiye ve bir o kadar ela apansız bozulduğu bir döneme denk geldi. llişkilerin bozulmasının nedeni , Yunanistan'ın kendi karasularına ait olduğunu id­ dia ettiği Ege Denizi'nin söz konusu bölümlerinde Türkle­ rin petrol arama hakları olduğunu ileri sürmeleriyd i. Ege Denizi'ni Tü rklere çekici kı lansa, Yunan adası Taşoz'da işle­ nebilir miktarda petrol bulunmuş olmasıydı. Ege'deki çekişmenin gerisinde , loannidis yönetimi , Hele­ nizmin 'ulusal merkezinin' Atina olduğunu kab u l etmeye yanaşmayan cumhurbaşkanı Makarios'u zora sokmak ama204

cıyla Kıbrıs'a ilişkin giderek artan tehditkar bir politika be­ nimsedi. 1 9 74 yılı Temmuz ayı başlarında Makarios, Yuna­ nistan'dan gelen hemen bütün subayların U lusal Kıbrıs Savunma Örgütü ayrılmasını isteyip Kıbrıs devletini yıkma­ ya çalıştığı için cuntayı ağır sözlerle kınayınca, kıdemli alı bay loannidis'in buna düşünmeden verdiği cevap , adadan kaçmak zorunda kalan cumhurbaşkanına karşı darbe girişi­ mi başlatmak oldu . Öyle görünüyor ki, loann idis görkemli bir ulusal zafer elde ederek -adını koymak gerekirse Kıbrıs'ı Yunanistan topraklarıyla birleştirerek- umutsuzca kendi yö­ netimine halktan destek arıyordu . Kısaca, cuntanın 1 9 60 anayasal anlaşmasının maddelerinde yer verilmeyen enosisi gerçekleştireceğinden korkan Türkiye 20 Temmuz'da ada­ nın kuzey kesimine bir saldın başlattı. Hem Yunanistan hem de Türkiye seferberliğe gitti ve iki ülke bir süre kapsamlı bir savaş olasılığıyla karşı karşıya kal­ dılar. Ne var ki Yunanistan'daki seferberliğin oldukça yeter­ siz olduğu görüldü ve ordu ko mutanları loannidis'in Türki­ ye'ye saldırma emirlerini yerine getirmediler. Yu rt içinde hiçbir bir destek görmeyen ve yasallıktan uzak olan , ayrıca uluslararası kamuoyunda tek bir destekçisi bile bulu nmayan loannidis yönetimi giderek çözüldü . Son darbeyi (coup de grıice) indiren de sivil hükümet düzenine geri dönüş için or­ du içindeki güçlü kimseler oldu. Askeri önderler ve eski si­ yası kurumların üst düzey yetkilileri bir toplantı düzenleye­ rek diktatörlüğün dağıtılmasına ve demokratik hükümetin geri dönüşünü kontrol etmesi için Konstantinos Karaman­ lis'i göreve çağırdılar. Karamanlis , onbir yıl sonra ilk kez , sürgünde bulunduğu Fransa' dan Yunanistan'a adeta bir deus ex machina (herşeyi çözmeye muktedir tanrı) gibi döndü ve coşkun kutlamalar arasında 24 Temmuz 1 9 74 tarihinde baş­ bakanlık görevi için ant içti.

205

6 DEMOKRASİNİN GÜÇLENMESİ VE HALKÇILIK YILLARI 19 74-1990

1 974 yılı Temmuz ayında Karamanlis tüm siyasal becerileri­ nin sınanacağı bir krizin içine daldı. Askeriyenin akılsız şo­ venizmi Türklerin Kıbrıs'a çıkarma yapmalarını kışkırtmış, Yunanistan ile Türkiye'yi savaşın eşiğine getirmiş ve sivil o toritenin umulmadık biçimde çöküşünü hızlandırmıştı. Ancak, yedi yılı aşkın bir süre boyunca etkili bir kısıtlama ve başkaldırıyla karşılaşmayan askeri iktidarın elindeki kay­ naklar düşünüldüğünde başbakanın kontrolü altındaki güç­ ler çok sınırlı kalıyordu . Bunların aralarında politikacılara tiksintiden başka bir şey duymadıklarını açıkça dile getir­ miş olan ve onların önünü açmada isteksiz davranan önem­ li kimseler bulunuyordu . Fakat cuntanın düpedüz iflas et­ miş ve belirgin biçimde halkın gözünden düşmüş olması, Karamanlis'e verilen ve giderek artan desteğin Karaman­ lis'in kendi gücüyle birleşmesiyle beraber askeri yönetim­ den çoğulcu demokrasiye yapılacak yumuşak geçiş güven altına alınacaktı. Bundan sonraki yedi yıl boyunca, siyasal sistem şimdiye kadar olduğundan çok daha etkili işleyecek207

ti. Karamanlis' in bir ipin üstünde dans ettiği gerçeğinin gös ­ tergesi, dönüşünü izleyen haftalar boyunca geceleri bir sa­ vaş gemisinin gözetiminde kendi yatında geçirmesiydi. Her şeyden çok önemsediği konu , iki ülkenin silahlı güç ­ leri arasındaki eşitsizlik v e askeri diktatörlüğü n ilk saatle­ rinde kıdemli albay loannidis'in emriyle başlayan seferber­ likteki karmaşa göz önüne alındığında gerçekçi bir seçenek olmayan Tü rkiye ile savaş olasılığını ortadan kaldı rma k olacaktı. Ağustos ayı ortalarında, Cenevre'deki barış gö rüş­ melerinin çıkmaza girmesinin ardından Türk ordusu kuzey Kıbrıs'ta ilk çıkarma yaptığı sahilden çıkıp adaya yayıldı. Batıda Morfu'dan doğuda Famagusta'ya kadar uzana n Attila hattının sınır olarak çizildiği adanın yüzde 40'ını kaplayan bir işgal bölgesi kurdu. Yine de Karamanlis b unal ıma aske ri bir çözüm getirmekten yana olmadığını açıkça ortaya koy­ du. Üstelik, var sayılan müttefiklerinden görebileceği bü­ yük bir destekten yoksundu. Amerika Bi rleşik Devletleri, hakkında açılacağı söylenen dava lardan dolayı N i xo n'ın başkanlıktan çekilmesinin yankılarıyla sarsılıyo rdu , ayrıca, Castro'ya benzettiği Cumhurbaşkanı Makarios' u doğu Ak­ deniz'de çıban başı o lduğu gerekçesiyle gözden ç ı kartma eğilimi taşıyan dışişleri bakanı Dr. Henry Kissinger krize müdahale etmede yavaş davranıyordu . Uyguladığı sömürge politikalarıyla Kıbrıs sorununu kendi yaratmış bulunan ve Yunanistan ile Türkiye'nin yanı nda 1 960 anayasal anlaşma­ sının garantörü olan İngil tere b u içinden çıkılmaz sorun­ dçın elini tümüyle çekti. Kıbrıs'taysa , saldırının aç tığı yara lar, 200. 000 kadar Yu­ nanlı sığınmacının adanın güneyine kaçm aları , ABD'nin Türkiye'den yana taraf değiştirdiği konusundaki yorumlarla birleşince ABD büyükelçisinin öldürülmesine varan şiddetl i gösterilere yol açtı. Birbiri ardına ABD yönetimlerini n aske­ ri rej ime karşı takındıkları yumuşak tavra ve Türkiye'nin 208

yaptırımlarla sınırlandırılmamasına tepki olarak ortaya çı­ kan Yunanistan'daki Amerika karşıtı dalgalanmalara Kara­ manlis, ABD üslerinin gelecekteki durumu sorununu orta­ ya atarak ve Yunanistan'ı NATO ittikafının askeri kanadın­ dan çekerek karşılık vermede gecikmedi. Darbe öncesi yılların kutuplaşmış siyasi ortamı düşünül­ düğünde oldukça önemli bir gelişme olarak politikacılar yedi yıllık diktatörlük döneminde cuntaya karşı gelmede birleşik cephe oluşturmuşlardı. Tıpkı savaş öncesinde Me­ taksas diktası altında olduğu gibi, baskıdan en çok çeken yine ko münis tler olmuştc . Karşı çıkma ve ithamlarda yaşa­ nan ortak deneyimler iç savaş tan kalma düşmanlıkların önünü kesmişti. Karamanlis'in Komü nist Partiyi yasallaştır­ ma yolunda derhal harekete geçmesi bu geniş hoşgö rü orta­ m ı n ı n b i r yansımasıyd ı . 1 9 4 7 yılın da y a s a k l a n m ı ş ve 1 949'da iç savaş sona erdikten sonra Birleşik Demo kratik Sol kalkanına sığınan Komünist Parti Yunanistan'da kuşku uyandıran varl ığını yeraltında sürdürmüş, ayrıca doğu Av­ rupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği'nde ağır sürgün koşulla­ rında yaşayan bin lerce siyasi sığınmacı arasında kendi için­ de karşıt gruplara bölün müş olsa da va rlığını korumuştu. Va rşova Paktı üyelerinin l 9 68'de Çekoslova kya'ya asker göndermelerinin ertesinde , partideki bildik Stalincilerle re­ fo rm yanlıları arasındaki çekişme kesin bir bölünmeyle so­ nuçla nmıştı. Genel olarak 'Avrupa komünizminin' politika­ larını benimseyecek o lan muhalefet kanadı n daki reform yanlıları lç Komünist Parti adını verdikleri çatı altında b i r­ leştiler, bu ad partinin sürgündeki yö netiminin anayu rtta değişen siyasal ve toplumsal gerçekliklerden kopmuş oldu­ ğu görüşünü yansıtıyordu . Buna karşın, özgün Komünist Partisi siyasi yelpazenin aşın sol kanadındaki kalabalık kit­ lelere olan bağlılığını sürdürmekteydi. Darbe öncesi dönemde komünistlere diş gösteren Kara209

manlis'in şimdi siyası sistem içinde aşırı solla işbirliği yap­ maya çalışması düpedüz bir aykırılıktı. Fakat onun komü­ nistlere yasallık tanıma konusunda sergilediği isteklilik, seçmenlerin genel eğiliminin sola doğru kaydığının göster­ gesiydi. Dikta altında yaşamak ve Kıbrıs felaketinde edini­ len deneyimler, kitlelerin 1 950'ler ve 60'1ardaki komünizm karşıtı, Amerikan ve NATO yanlısı söylemlere olan güveni­ ni sarsmıştı. Cuntadan kalan birikmiş pislikleri Herkül'e yaraşır ustalıkla çarçabuk temizledi geniş halk tabanının kendisine destek olduğu kuşku götürmese de, Karamanlis çok geçmeden o güne değin ordunun bir kesiminin desteği ve yardımıyla sürdürdüğü iktidarını seçimlere giderek yasal dayanaklara oturtmak istediğini açıkladı. Seçimler 1 974 yılının Kasım ayında, dikta yönetiminin düşüşünden tam dört ay sonra yapıldı. Aşırı sağcılardan tu­ tun da komünistlere kadar siyasal yelpazenin her bir ucun­ daki partiler savaş sonrası dönemde ilk kez yarıştılar. Kara­ manlis'in (temelde, darbe öncesi Radikal Ulusal Birlik Par­ tisi'nin yeniden yapılaşması olan) Yeni Demokrasi Partisi'­ nin oyları · silip süpüreceğinden kimsenin kuşkusu yoktu. Öyle de oldu, beklenmedik biçimde oyların yüzde 54'ünü hakkıyla aldı. Bunun anlamı, 300 sandalyeli mecliste 2 1 9'u bulan büyük çoğunluğu ele geçirmekti. Seçmen, yönetim çarkının başını açıkça güvenilir ellere teslim etmek üzere oy kullanmış, 'ya Karamanlis ya tanklar' sloganından etki­ lenmişti. Daha da şaşırtıcı olanı eski tutumunu değiştirme­ den yarışan darbe öncesi dönemden kalma tek parti Merkez Birliği'nin çöküşüydü. 1 967 darbesinden önce son yapılan 1 964 seçimlerinde aldığı yüzde 53 oranındaki oylar yüzde 2 1 'lere geriledi. lleride olacakların habercisi, Andreas Papandreu'nun ne Yeni Demokrasi ne de Merkez Birliği partilerine benzeme­ yen siyasal oluşumunu (Panhelenik Sosyalist Hareket, PA210

SOK) siyasi sahneye çıkarmasıydı. PASOK, Papandreu'nun yurt dışından yönlendirdiği cunta karşıtı etkisiz bir direniş örgütü Panhelenik Bağımsızlık Hareketi (PAK) ile merkez soldaki bir başka direniş hareketi olan ve pek yakında Pa­ pandreu'nun otoriter başkanlığına karşı ayaklanacak De­ mokratik Savunma'nın üyelerini kapsıyordu. 1 974 seçimle­ rinde PASOK'un elde ettiği yüzde 1 4'lük oy oranı, Papand­ reu'nun yeni partisini dayandıracak daha önceden kurulu bir örgütü olmadığı göz önüne alındığında, önemli bir ba­ şarıydı. Seçmenlerinin büyük bölümünün milliyetçilikle bezediği sosyalist söyleminin ve 'Ulusal Bağımsızlık, Halkın Egemenliği Sosyal Özgürlük ve Demokratik Yapılanma' slo­ ganının büyüsüne kapıldığı açıktı. Seçimlerden bir ay sonra monarşinin geleceği konusunda bir halk oylaması yapıldı. Karl Konstantin cuntanın düşü­ şünün hemen ardından akılsızca davranarak Yunanistan'a dönmemişti. lngiltere'de kalarak davasını televizyon aracılı­ ğıyla duyurabiliyordu. Merkez ve sol partiler onun dönüşü­ ne karşı etkin bir kampanya yürüttüler, ancak Karamanlis iyi hesaplanmış tarafsız tutumunu korudu. Eğer geniş oto­ ritesini monarşinin yeniden kurulması yönünde kullanmış olsaydı, oyların kraldan yana çıkması olasılığı ile karşı kar­ şıya kalınırdı. Oysa Karamanlis'in 1 960'ların ilk yıllarında sarayla sürtüşmesinin açtığı yaralar daha kapanmamıştı. Çoğunluğunu krallık geleneklerine bağlı Mora yarımadası halkının oluşturduğu seçmenlerin yalnızca yüzde 30'unun oyları monarşiden yanaydı. Yirminci yüzyılın akışı içerisinde cumhuriyete karşı mo­ narşi konusunda yapılan altı oylamadan en adil olanı kesin­ likle bu referandumdu ve yüzde 30'a karşı yüzde 70 cum­ huriyetten yana oy dağılımı, kabul edilebilir koşullarda ger­ çekleştirilen tek halk oylaması olan 1 924 yılındaki referan­ dumun sonuçlarının neredeyse tam olarak tıpkısıydı. 211

1 9 74'ten bu yana , devrik kralın, annesinin 1 98 1 yılı Şubat ayında Tatoi'deki aile mezarlığında yapılan cenaze törenine katılmak üzere birkaç saatliğine Yunanistan'a girmesine izin verildiği ; Yeni Demokrasi Partisi'nin başkanı Koı:'ıstantinos Mitsotakis kamuoyu önünde 1 9 74 halk oylamasının adilli­ ğini (konuşmasında bunu İngilizce karşılığı olan 'fairness' sözcüğüyle dile getirmişti) sorguladığı; ayrıca 1 989 siyasal kördüğüm dönemi yaşanırken Konstantin'in, halkın kendi­ sini istemesi du rumunda ülkeye geri gelmeye hazır old uğu­ nu açıkladığı dönemki politik çıkmaz dışında mo narşi so­ runu gündemin dışındaydı. Beş ay gibi epey kısa bir sürede Karamanlis adil seçimler aracılığıyla yalnızca yetkisini yasallaştırmakla kalmamış , aynı zamanda referandum sayesinde bi tmeyecekmiş gibi görünen monarşi tartışmasını da çözüme ulaştırmıştı. Mo­ narşi , Koruyucu Devletler tarafından bağımsızlığın bedeli olarak ortaya sürüldüğünden bu yana sürtüşme kaynağı ol­ muştu . Birinci Dünya Savaş ı'ndaki U lusal Bölünme'den sonraki otuz yıllık dönem boyunca sürekli olarak siyasi is­ tikrarsızlık kaynağıydı. Artık, Karamanlis, l 975'te yürürlü­ ğe koyacağı yeni anayasa için arkasına aldığı geniş parla­ menter çoğunluktan yararlanabilirdi. Bu anayasa, yasamay­ la yürütme arasındaki dengede ağırlığın ikincisinin üzerin­ de olması gerektiği konusunda Karamanlis'in kendi görüş­ lerini içermekteydi. Oysa yeni anayasanın cumhurbaşkanı­ na tanıdığı geniş yetkilere, ne ili: seçilen ( 1 9 75 -80) cum­ hurbaşkanı, felsefe öğrenimi görmüş muhafazakar bir poli­ tikacı olan Konstantinos Tsatsos ne de 1 980 yılında beklen­ diği üzere cumhurbaşkanl ığı uğruna başbakanlığı bırakan Karamanlis başvuracaktı. 1 974 yazındaki metapoli tefs i, yani dikta rej iminden de­ mokrasiye geçiş döneminden sonraki ilk aylarda Karaman­ lis'in atması gereken adımlar iyi düşünülmeliydi. Bir yan212

dan zorbaların ağır biçimde cezalandırılması ve apohunto­ poisi yani 'cuntasızlaştırma' yoluyla devlet örgütünde askeri cuntanın işbaşına getirmiş olduğu kimselerin ve işbirlikçi­ lerin safdışı edilmesi yolundaki -özellikle diktatörlüğe karşı direnişleriyle onun dengesinin sarsılmasına katkıda bulu­ nan öğrenciler tarafından diretilen- isteklere karşılık veri­ yor görünmeliydi. Diğer yandan, eğer gelişigüzel öç alma yoluna gidilirse, silahlı güçler içinde varlıklarını sürdür­ mekte olan cunta yandaşlarının buna karşılık vermeleri söz konusu olabilirdi. Bunların gerçek bir tehlike unsuru oluş­ turduğu 1 9 75 Şubat'ında malum sebeplerden o zamanlar üzeri örtülen işin gerçek boyutunun ifşa edilmesiyle ortaya çıktı. Bu oyunların hedefi , Karamanlis ile ( 1 9 74 yılı Aralık ayında Kıbrıs cumhurbaşkanlığı görevi kendisine geri veri­ len) Makarios'un devrilmesiydi. Bu tehditi unutmayan Ka­ ramanlis silahlı güçlere yeniden sağlam kişilerin alınmasını güvence altına almak için kilit görev olan savunma bakanlı­ ğına kusursuz muhafazakar ve komünizm karşıtı geçmişini iyice inceledikten sonra Evangelos Averoff'u getirdi. 1 9 75 yılı içerisinde televizyonlardan yayınlandığı için ka­ muoyu üzerindeki etkisi büyük olan bir dizi duruşmada, diktatörlüğün kurulmasında başlıca sorumluluk taşıyan ki­ şiler kötü davranışlarından ve kendilerine karşı gelenlere yaptıkları işkenceden, ayrıca 1 9 73 yılı Kasım'ında Atina Po­ liteknik'teki öğrenci işgalini acımasız yöntemlerle bastırdık­ ları için yargılandılar. Suçlu bulunanlar uzun süre hapis ce­ zasına çarptırıldılar. Bunların arasında korku uyandıran as­ keri polis örgütünün eski başkanı, Politeknik'teki öldürme olaylarına karıştığı için yedi kez yaşam boyu hapis cezası alan Kıdemli Albay loannidis de vardı. Darbenin arkasında­ ki asıl üçlü Albay Papadopulos ve Makarezos ile Kıdemli Albay Pattakos ölüm cezasına çarptırıldı. Hükümetin bu ölüm cezalarını tez elden ömür boyu hapse dönüştürmesi 213

1 922 Küçük Asya felaketinin ardından politikacıların ve as­ keri komu tanların asılması sırasında yaşanmış ve sonuçta iki dünya savaşı arası dönemin politik hayatını zehirlem iş olayların tekerrürü tehlikesine karşı Karamanlis'in hazırlık­ lı olduğunu gösterir. Ö nde gelen darbecilerin on altı yıl sonra ( 1 9 9 1 ) bile hapiste olmaları, verilen cezaların de­ mokratik kurumları yıkmayı düşünen diğer kişilere iyi bir ders olmasının hedeflendiğini gösterir. Cuntanın uslanmaz işbirlikçilerine görevden el çektirildi ve bütün tasfiye işlem­ leri öğrencilerden gelen baskılar sonucunda özellikle üni­ versitelerde duyuruldu. Demokratikleşme sürecinin yaşandığı dönemin perde ar­ kasında Türkiye ile süren gerginlik yer almaktaydı. 1 9 74 yazındaki ani kriz baştan savulmuş da olsa, temelde düş­ manlık sürmekteydi. 1 9 73 yılında Türkiye ile Yunanistan'ın Ege denizindeki kıta sahanlıklarının belirlenmesi sırasında (ve burada bulunabilecek petrolle ilgili hakların kimin elin­ de o lacağı konusunda) alevlenen asıl tartışmaya bir de 1 9 74 krizinin yol açtığı çapraşık sorunlar eklendi. Türki­ ye'nin Kıbrıs'a asker çıkarmasının ertesinde Yu nanis tan , Ege'de Türk kıyılarına yalnızca birkaç deniz mili uzaklıkta­ ki adalarına asker ve silah yığdı. Türkiye bunun 1 923 Lo­ zan Konferansı Kararlarına ve silahsızlanma koşuluyla ada­ lardaki Yunan egemenliğinin resmen tanındığı 1 946 Paris antlaşmasına aykırı olduğunu ileri sürdü. Yunanistan, ne pahasına olursa olsun hiçbir egemen devletin kendini sa­ vunma hakkından vazgeçemeyeceğini belirterek yaptıkları­ nın geçerliliğini sürdüren 1 9 3 6 Montrö Anlaşması'na uy­ gun olduğunu öne sürdü . Ege'deki hava trafiğinin denetimi konusunda Türkiye va­ rolan yaptırımlara uymadığı için; Yunanistan'ın kendi kara­ sularını, Türkiye'nin görüşüne göre Ege'yi bir Yunan deni­ zine çevirecek ve savaş nedeni (casus belli) sayılabilecek 6 214

YUGOSLAVYA _ .-

. ...!

.





.... . - . - · T H

r·- · - · ...1

.

.r

" K YA '

Y U N A N i S TA N TÜR K i Y E

C==:J Ymımı karasuları ( h deniz m i l i ) - T u r k k a rnsu l a n (ıı d e ı ı i z ı ı ı i l i ) C=:J Y ı i k s