Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori [2 ed.]
 9789750506303

Citation preview

ANTHONY GIDDENS Kapitalizm ve M odem Sosyal Teori

ANTHONY GID D EN S 1938'de Londra'da doğdu. Hull Üniversilesi'ndc sosyoloji ve psikoloji öğrenim i gördü. London School o f Econom ics’de yüksek lisans, Cam bridge O niversitesi’nde doktora yaptı. 1961 yılından itibaren dünyanın b irço k ülkesindeki üniversitelerde ders veren Giddens. 1 9 8 6 ’da Cam bridge Üniversitesi’nde profesör oldu. Yaşayan en etkili toplumsal kuram cılardan olan, çeşitli ödüllerin sahibi Giddens’ın Türkçe'ye çevrilm iş bazı kitapları şunlardır: M ahrem iyetin Dönüşümü (A ynnu, 1 9 9 4 ); Sosyoloji: E leştirel B ir Y aklaşım (Birey, 1 9 9 4 ); M ax W eber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji (Vadi, 1 9 9 6 ); M odernliğin S o n u çlan (A ynnu, 1 9 9 8 ); ile ri T op lam ların S im } Y apısı (Birey, 1 9 9 9 ); T oplu­ mun Kuruluşu (Bilim ve Sanat, 1 9 9 9 ); Üçüncü Yol-Sosyal D em okrasinin Yeniden D irilişi (B irey, 2 0 0 0 ); Elimizden K a ç ıp G iden D ünya (Alfa, 2 0 0 0 ); Sosyoloji (Ayraç, 2 0 0 0 ); M odernliği A nlam landırm ak (Alfa, 2 0 0 1 ); Sağ ve Solun Ötesinde (M etis, 2 0 0 2 ); Sosyal Teorinin T em el P roblem leri (Paradigma, 2 0 0 5 ).

Capitalism and m ode m social theory An an alysis o f the writings o f M arx, Durldieim an d M ax W eber

© 1984 Cambridge University Press İletişim Yayınlan 1367 • Politika Dizisi 74 ISBN-13: 978 -9 7 5 -0 5 -0 6 3 0 -3 © 200 9 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2009, İstanbul 2. BASKJ 201 0 , İstanbul ED/TÖR Kıvanç Koçak DlZt KAPAK TASARIMI Utku Lomlu KAPAK Suat Aysu; UYGULAMA Hüsnü Ahbas DÜZELT! Ceren Kınık

BASKI ve C İL T Sena Ofset Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi В Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 3 4010 İstanbul Tel: 2 1 2 .6 1 3 03 21

İletişim Yayınları Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cagaloğlu 3 4 1 2 2 İstanbul Tel: 2 1 2 .5 1 6 22 6 0 -61-62 • Faks: 2 1 2 .5 1 6 12 58 e-mail: iletisim @iletisim .com .tr • web: www.iletisim.com.tr

ANTHONY GIDDENS

Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori Marx, Durkheim ve Max Weber’in Çalışmalarının Bir Analizi Capitalism and modem social theory An a n a ly sis o f th e w ritin gs o f M arx, D u rkh eim a n d M ax W e b er ç e v i r e n Ümit T atlıcan

M.C.G. için...

İçindekiler

-............ 9

Teşekkü r.............. Önsöz........................................................ G ir iş

.......................................................

KISIM

1

Marx 1. Marx'in Erken Dönem Yazıları..................... 2 . Tarihsel Materyalizm

3. Üretim İlişkileri ve Sınıfsal Yapı............... 4 . Kapitalist Gelişme Teorisi.

kişim

—.......... 27

....................................

51 75

................................................ 91

2

Durkheim 5 . Durkheim'ın Erken Dönem Çalışmaları— ..................... 119 6 . Durkheim'ın Sosyolojik Yöntem Anlayışı....................... 143 7 . Bireycilik, Sosyalizm ve "Meslek Grupları"................... 161 8 . Din ve Ahlâkî Disiplin........................................................ 175

KISIM

Max Weber 9.

197

Protestanlık ve Kapitalizm.................................

1 0 . VVeber'in Metodolojik Yazıları

_...........................217

1 1 . Sosyolojinin Temel Kavramları........................................ 235 1 2 . Rasyonelleşme, "Dünya Dinleri" ve Batı Kapitalizmi.............................................................267

KISIM

4

Kapitalizm, Sosyalizm ve Sosyal Teori 1 3 . Marx'm Etkisi.

............................. — .... ........

1 4 . Din, İdeoloji ve Toplum..

„ 291

....................................... , 319

1 5 . Toplumsal Farklılaşma ve İşbölümü............................... 345 Sonsöz: Marx ve Modern Sosyoloji........................................... 371

K a y n a k ç a .............................................................................................................................

377

Teşekkür

Bu kitabın bazı bölüm leri için seçtiğim m akaleleri okuyan ya da yorumda bulunan aşağıdaki kişilere m innettarlığım ı belirt­ mek isterim : Jo h n Barnes, Bail Bernstein, Jo h n Carrol, Percy C ohen, N orberl Elias, Geoffrey Ingham , Terry Jo h n so n , Gavin M ackenzie, Ilya Neustadt ve Irving Zeitlin. Bütün m etni göz­ den geçirenlere ise ayrıca teşekkür etm em gerekir: M artin Albrow, Tom Bottom ore, David Lockw ood, Steven Lukes ve Jo h n Rex. Ayrıca Barbara Leonard, Laurette M ackenzie ve Brigitte Prentice; ve karım Ja n e Giddens'a teşekkür ederim.

9

Önsöz

Die Vernunft hat immer existiert, nur nicht immer in der vernünftigen Form. Marx*

Bu kitap, sosyologlar arasında yaygın bir kanı olan, çağdaş sosyal teorinin köklü bir revizyona ihtiyacı olduğu görüşü et­ rafında yazılm ıştır. Böyle b ir revizyon m o d em sosyolojin in tem el referans çerçevelerini oluşturan yazarların çalışm alarıy­ la başlamalıdır. Bu bağlamda özellikle üç yazar önem kazanır: M arx, D ürkheim ve W eber. Bu kitapta iki temel am acım var: İlk olarak, bu üç yazarın sosyolojik düşüncelerinin titiz, ancak kapsam lı bir analizini yapmak; ikinci olarak, M arx’m karakte­ ristik görüşleri ile diğer iki yazarın görüşleri arasındaki bazı temel farklılıkları incelem ek. “M arksist sosyoloji” ve “bu rju ­ va sosyolojisi” ilişkisi üzerine genel bir değerlendirme yapma­ yı düşünm üyorum . Ancak kitabın, bu konud aki tartışmaları kuşatan, oldukça dolambaçlı iddialar ve karşı-iddialan açıklı­ ğa kavuşturmaya yardımcı olacak hazırlık niteliğinde bir göre­ vi başaracağını umuyorum. Yakın dönem bilim sel çalışm alar­ da bu üç yazarın yazılarının temel boyu d an aydınlatılsa bile, analizim in bu alanda yapılmış bazı çalışm alardan büyük ölçü­ de farklı olduğuna inanıyorum. Kuşkusuz, bu kitapta incelenen yazarlann çalışm alannın sos­ yolojide vücut kazanm ış toplum sal düşünce akım lan n ın en ( * ) Akıl h er zaman var oldu, fakat her zaman m akul tarzda değil - ç.n.

11

önemlileri olduklarım iddia etmiyorum. Aksine, 1 8 2 0 -1 9 2 0 yıl­ lan arasındaki yüz yıllık dönemde toplumsal düşüncenin en be­ lirgin karakteristik özelliği, pek çok farklı sosyal teori biçim inin geliştirilm iş olmasıdır. M arx’m çağdaşlan Tocqueville, Comte ve Spencer gibi isimlerin çalışm alan modem sosyolojinin prob­ lemleriyle ilişkisini belirli ölçüde sürdürmektedir ve onlan bu kitapta ayrıntılı bir tartışma konusu olarak almak muhtemelen daha mantıklı olacaktı. Kısmen yer darlığı yüzünden, kısmen de M arx’in günüm üzdeki etkisinin bu yazarlarınkinden çok daha kapsamlı olması (daha doğrusu, M arx’in çalışm alarının daha geniş bir entelektüel içeriğe sahip olması) nedeniyle böyle bir karara vardım. Aynca egemen m odem sosyal teori alanlannın çoğu, ciddi ara değişiklikler ve eklemeler yapılsa da, sonuç­ ta kitapta odaklandığım bu üç yazara götürülebilir. Marx’m ça­ lışmaları açıkça çağdaş neo-M arksist anlayışların temel kaynağı­ dır. Durkheim’m yazılan “yapısal-işlevselciligin” egemen ilham kaynağı olarak alınabilir. En azından m odem fenom enoloji tür­ lerinin kaynaklan doğnıdan veya dolaylı olarak Max W eber’in yazılarına kadar götürülebilir. Ayrıca sosyal tabakalaşma, din sosyolojisi gibi çok özel sosyoloji alanlarında Marx, Durkheim ve W eber’in etkisi temel önemde olmuştur. D u rk h eim ’ın, arkad aşı ve m eslek taşı H am elin’le b irlik te Kant üzerine yazdığı kitabının girişinde belirttiği gibi, fark­ lı bir dönem in fikir adam larının düşüncelerini betim sel ola­ rak ortaya koymak isteyen biri belirli bir ikilem le karşı karşı­ yadır. Ya yazann çalışm alarındaki term inolojiyi kullanır ya da onun terim lerini bilinçli olarak m odernleştirir ve böylece ana­ lizinin ilgili yazarın fikirlerini doğra olarak yansıtmaması ris­ kiyle karşı karşıya kalır. Bu ikilem M arx, D urkheim ve W e­ ber’in toplum sal d ü şü n celerin in günüm üzle ilişk isin i a n a­ liz ederken ciddi problem ler yaratmadı. Bu tür sorunların ya­ şandığı durumlarda asıl deyim leri olduğu gibi bırakmayı ter­ cih ettim. Ancak bu kitapta çalışm aları analiz edilen yazarlar örneğinde, yaşanan temel güçlükler kültürel olarak Almanca veya Fransızca’ya özgü terim lerin İngilizce kullanım larıyla il­ giliydi. G eist ya da représentation collective gibi terim lerin tn12

gilizce’de tam karşılıkları yoktur ve bu terim ler ilgili dönem ­ de Britanya, Almanya ve Fransa arasındaki bazı gelişme fark­ lılıklarını yansıtır. Bu sorunları, asıl m etinlerde yer alan özel anlam farklılıklarına gereken dikkati göstererek ve alıntılar ya­ parken m evcut İngilizce çevirilerde sıkça düzeltm eler yaparak çözm eye çalıştım . Elinizd eki kitap eleştirel değil açık lay ıcı ve karşılaştırm a­ lı bir çalışm adır. M üm kün olduğu ölçüde “şim diki zam an” ka­ lıbını kullanarak, bu yazarların günüm üz açısından önem ini vurgulamaya çabaladım . M arx, D ürkheim ve W eber’in çalış­ m alarındaki zayıflıkları veya belirsizlikleri ortaya koymak ye­ rine, her birinin yazılarındaki iç bütünlüğü gösterm eye uğraş­ tım. A ynca bu üç şahsiyetin yazılarında yer alan düşüncelerin kaynaklarını ortaya çıkartacak bilim sel bir gezintiden m üm ­ kün olduğu kadar uzak durdum. A ncak üçü de polem ikçi bir tarzda yazdığı için, diğer yazarlar ve düşünce geleneklerine re­ feranslardan tamamen kaçınm ak m üm kün olmadı. Burada ça­ lışm aları analiz edilen üç yazarın toplum sal ve tarihsel “kök­ lerini” bir ölçüde öne çıkardım , çünkü bu onlan n yazılarının uygun bir yorum u için önem liydi. Bu üç adam ın kişilikleri çarpıcı karşıtlıklar sergiler ve bu karşıtlıklar kuşkusuz onların sosyal teorilerinin açıklanm ası bakım ından önem lidir. Fakat bunları dikkate almadım, zira asıl am acım kitapla ele alman yazıların “nedensel” kaynaklarını ayrıntılı olarak analiz etm ek değildi. Sadece üçü arasındaki bazı karm aşık entelektüel iliş­ kileri ortaya koymaya çalıştım. So n u ç bölü m lerin d e, D urkheim ve W eb e r’in çalışm aları­ nı doğrudan karşılaştırm ak yerine, M arx’m yazılarını referans n oktası olarak aldım . M arx'in yazılarıyla D urkheim ve W e­ ber’in yazıları arasındaki yakınlıklar ve farklılıkları değerlen­ dirm ek M arx’in ilk çalışm alarının gecikm eli yayımı nedeniy­ le zordur. Nispeten yakın bir dönem de, D urkheim (1 9 1 7 ) ve W eber’in (1 9 2 0 ) ölüm ünden yaklaşık on yıl sonra yaşanana benzer biçim de, M arx’in yazılarının fikri içeriğini onun d ü ­ şüncesini değerlendirebilm ek için temel önem de olan, ancak yazıldıklarından yaklaşık yüzyıl sonra basılabilen çalışm aları 13

ışığında ele alm ak m üm kün olm uştur. M arx’in yazılarına iliş­ kin açıklam am da, savaş sonrası birçok Marksist bilginin tiranlaştırdıgı Marx’in “genç” ve “olgun” dönem çalışm aları dikotom isinden uzak durmaya çalıştım . 1 8 5 7 -5 8 ’de K ap ital'e ha­ zırlık olarak yazdığı n otlar ( G ru n d risse d er K ritik d er p o li­ tischen Ö k on om ie) d ik katlice incelendiğinde, M arx’in erken dönem yazılarındaki perspektifini aslında terk etmediği açık­ ça görülür. Ancak pratikte bu gerçeği takdir edenler M arx’in d üşü ncesini analiz ed erken , d iğer yazılarını dikkate alm a­ dan, sadece bazı yazılarına yoğunlaşma eğilimi gösterirler. Ben M arx’in çalışm asında K apital'in temel yerini koruyarak daha dengeli ve bütüncül bir analiz yapmaya çalıştım. M arx bir tarafa bırak ılırsa, D urkheim gibi kaderi sü rekli yanlış anlaşılm ak olan çok az toplum felsefecisi vardır. Durkheim ’ın teorik yazıları yaşadığı dönemdeki çoğu eleştirm en ta­ rafından kabul edilem ez, m etafizik bir “grup aklı” terim inin cisim leşm esi olarak alınm ıştır. Daha yakın dönem deki olumlu yorumlarda bu yanlış anlama büyük ölçüde giderilmiş, ancak bu sefer tüm vurguyu fiilen D urkheim ’ın “işlevselcilik” anlayı­ şına yapan bir başka yorum geçirilm iştir. Bu kitapta D urkheim’ı bir tarih felsefecisi olarak kurtarm aya çalıştım . D urkhe­ im sosyolojide tarihsel boyutun tem el önem ini her zaman vur­ gulamıştır ve bu vurgunun D urkheim ’ın düşüncesi hakkında genelde yapılandan oldukça farklı bir değerlendirmeye götür­ düğüne inanıyorum . D urkheim esasen “düzen problem i”yle d eğ il, belirli b ir toplum sal değişm e anlayışından h areketle “düzenin değişen doğası problem i”yle ilgilenmiştir. W eber’in yazılan bu kitapta analiz edilen yazıların belki de en karmaşık olanıdır ve onları genel düzeyde ele almak kolay değildir. Bu özelliğin, W eber’in çalışmasındaki temel tutarlılığı kavramaya yönelik bazı ikincil açıklamalan başarısızlığa ittiğini düşünüyorum. W eber’in katkılannın çeşitliliğinin onları tek bir yazılar toplamı kılan epistem olojik ilkelerin bir ifadesi olduğu­ nu söylemek sadece görünüşte bir paradokstur. W eber’in fark­ lı alanlardaki farklı yazılannı birleştiren temel hareket nokta­ sı onun radikal yeni-Kantçılıgıdır. Bazı önemli noktalarda, W e14

ber’in sosyal teorisi ile Durkheim ve M arx’in teorileri arasın­ da giderilmesi olanaksız farklılıklar yaralan da bu özelliktir. Bu farklılıklardan bir kısmı son bölümlerde analiz edildi. M u htem elen son bir n oktan ın daha b elirtilm esi gerekir. Sosyologların her zam an teorilerin form üle edildikleri top­ lum sal bağlam ların bilincind e olm aları gerektiğine inanıyo­ rum. Ancak bunu vurgulam ak, belirli bir anlayışın “geçerli­ liğinin” sadece onu yaratan koşullarla sınırlı olduğu şek lin ­ deki tam am en rölativist bir konum u benim sem eyi gerektir­ mez. M arx’in yazılarının kaderi bunun bir kanıtıdır. M arx’in teorisinin kapitalist gelişm enin ilk evresinde formüle edildi­ ğini ve Batı Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin sonraki dene­ yim lerinin, ilk kez M arx’in ana çerçevesini oluşturduğu dü­ şünceden özünde farklı bir M arksizm yorum unu b içim len ­ dirm eye hizm et ettiğini öne sürdüm. Her pratik teori biçim i kendi Aziz Paul’üne sahiptir ve bu sonuç belirli sınırlar dahi­ linde kaçınılm az olarak görülebilir. Ancak bunu ifade etm ek, kapitalizmin sonraki gelişim inin M arx’i “yanlışladığı”nı iddia eden m evcut görüşü kabul etmeyi gerektirm ez. M arx’in yazı­ lan günümüzde bile, sonraki diğer yazarlarınkinin aksine, de­ ğerli bir toplum ve tarih anlayışı sunar. Aradaki farklılıklann bilim sel teorilerin am pirik testlerle “doğrulanabileceği” veya “yanlışlanabilecegi”ni savunan geleneksel anlayışla açıklana­ bileceğine inanm ıyorum . Ancak M arx’m yazıları da ampirik referanslara felsefi teorilerde karşılaşılan türde bir direnç ser­ gilemez. Sosyoloji ve toplum felsefesi arasındaki sınır çizgisi­ ni belirlem ek zor olsa bile, böyle bir sınırın varlığı inkâr edile­ mez. Sosyologlann kendi disiplinlerinin alanım , önerm elerin ampirik olarak kolayca sınanabileceği alanlarla sınırlandırm a­ ya çalışm alarının bir hata olduğundan kesinlikle em inim . Bu, so sy o lo jin in h ay a ta y a b a n cı ( leb en sfrem d ) kılındığı verim siz bir şekilciliktir ve bu yüzden sosyolojik perspektifin hepim i­ zin katkıda bulunm ası gereken temel sorunlarıyla ilişkisizdir. ANTHONY GIDDENS

3 M art 1971

15

Giriş

Lord A cton, 1 8 9 5 ’te C am bridge’te verdiği b ir a çılış d ersin ­ de, Avrupa’da modern çağı daha önceki çağdan ayıran “açık ve net b ir sınır çizgisi” bulunduğuna dair inancını ifade eder. M odern Çağ, O rtaçag’dan “norm al bir sıra içinde, doğal bir çöküşün dış belirtileriyle” ortaya çıkm am ıştır: O beklenm ed ik şekild e, bir yen ilik h u ku ku altında, süreklili­ ğin eski saltanatına son veren yeni b ir şey ler düzeni yaratm ış­ tır. O günlerde K olom b egem en dünya kavrayışlannı yıkm ış, ü reıim , zenginlik ve güç ilişkilerini tersin e çevirm iştir; o gün­ lerde M achiavelli, yön etim i hu ku ku n kısıtlam asınd an ku rtar­ m ış, Erasm us antik bilim in akışını H ıristiyan kanallardan d in­ dışı alana kaydırm ış, L uıher otorite ve geleneğin zincirlerinin en gü çlü halkasını kırm ış ve K o p em ik ilerlem enin zam anının geldiğini gösteren yenilm ez bir gü ç yaratm ıştır... O yeni bir hayatın uyanışıydı; böylece dünya ö nceden bilinm eyen etkile­ rin belirlediği farklı b ir yörüngede ilerlem eye başlıyordu .1

A cton, Avrupa’da geleneksel düzenin bu çöküşünün tarih b ilim in in g elişm esinin ana kaynağı olduğunu söyler. G ele­

l

Lord Acton, Lectures on M od em H istory (Londra, 1 9 6 0 ), s. 19.

17

neksel toplum , tanım ı gereği, daima geçm işe bakar ve geçm iş onun bugünüdür. Aslında tam da bu yüzden asla “tarih ”le il­ gilenm ez; dûn ve bugünün sürekliliği, “ne oldu” ve “n e o l­ m akta” arasında çizilen ayrım lardaki açıklığı en aza indirir. B ir tarih b ilim in in varlığı, bu yüzden, değişim in h er yerde m evcut olduğu bir dünyayı ve daha özelde geçm işin bir ö l­ çüde insanların kurtulm aya çalıştıkları bir yüke dönüştüğü bir dünyayı gerektirir. M odern çağın insanları, içinde d ün ­ yaya geldikleri koşulları artık her zaman m ecburen verili bir şey olarak kabul etm ez, aksine geleceği arzularına uygun b ir kalıba sokm ak için gerçekliğe iradelerini em poze etm eye ça­ lışırlar. Rönesans Avrupası tarihe karşı bir ilgi yaratm ışsa, sanayi Avrupası da sosyolojinin ortaya çıkış koşullarını hazırlam ış­ tır. 1789 Fransız Devrim i’nin oldukça karm aşık bu iki olaylar seti arasında bir katalizör görevi üstlendiği söylenebilir. B ri­ tanya, genel ölçülere göre, belirli düzeyde dem okratik bir yö­ netim kuran ilk ülkeydi; ancak bu duruma siyasal bir devrim­ le ulaşılm am ış, Britanya’yı 17. yüzyıldan itibaren dönüştüren ekonom ik ve toplum sal değişme süreci ilerlem eci bir karak­ tere sahip olm uştur. Aksine Fransa’da devrim, genel özgürlük ve adalet ilkelerini uygulamaya geçirebilecek yeni bir toplum tasavvuru tem elinde esk i rejim in (ancien regim e) ayrıcalıklı, aristokrasi düzenini dram atik bir biçim de yıkm ıştır. 1 7 8 9 ’da benim senen İnsan H akları Bildirgesi “insan haklarından h a­ bersiz olma, onları dikkate almama veya hor görm enin kam u­ sal felaketin tek nedeni olduğu”nu ilan etti. Nitekim Fransız Devrimi nihayetinde 16. ve 17. yüzyılların laik rasyonalizm i­ ni toplum sal alana soktu. Ancak 1789’la kurum laşan siyasal değişim ler gerçekte toplum un daha derin, köklü yenidçn or­ ganizasyonunun bir ifadesi ve göstergesiydi; bu değişim yine Britanya'da egemen bir rol oynadı. Tarım a dayalı, el zanaatları üretim inden fabrika ve m akineleşm eye dayalı bir sanayi ek o ­ nom isine geçiş, Britanya’da 18. yüzyıl sonuna doğru başlayan bir süreçti. Bu değişimin tüm etkileri 19. yüzyılda Britanya’da ve diğer önde gelen Batılı ülkelerde hissedildi. 18

Kuşkusuz sosyolojinin şekillendiği bağlamı, çoğu kez Fran­ sız D evrim i’nin siyasal iklim ini Sanayi D evrim i’n in yol açtı­ ğı ek o n o m ik değişim lere bağlayan olaylar sağladı. Bununla beraber, Batı Avrupa’daki farklı ülkelerin deneyim lerinin ne kadar farklı oldukları unutulm am alıdır. Zira 19. yüzyıldaki temel toplum sal düşünce geleneklerindeki farklılıkların kay­ nağı bu farklı deneyimlerdir. Sosyologlar günüm üzde, bu sü­ recin gerektirdiği karm aşık boyutları göz ardı ederek, 19. yüz­ yıl Avrupası’nda “sanayi toplum u”nun ortaya çıkışından yu­ muşak bir dille söz ederler. Ü ç tem el Batı Avrupa ülkesi Britanya, Fransa ve Almanya için 18. yüzyılın son yirm i-otuz yılı ekonom ik refahın geliş­ me dönem iydi. 19. yüzyıl sonunda Britanya’da ekonom ik ge­ lişm enin hızı diğer iki ülkenin gelişm e hızını epeyce geçm işti ve bu yıllar içinde bazı kapsam lı tekn olojik yenilikler, pamuk san ay inin organizasyonunda k ö k lü b ir dönüşü m e, böylece m akineleşm eye ve fabrika üretim inin hızla yayılm asına yol açlı. Ancak 19. yüzyıla girerken Britanya ekonom isinin nispe­ ten sınırlı bir kesim i Sanayi Devrimi’nden doğrudan etkilendi. Yirm i yıl kadar sonra resim ço k az değişm işti: Bunun tek is­ tisnası, yaklaşık elli yıl önce bir bü tü n olarak ekonom ide çok az önem e sahip olan pamuğun Britanya’nın önde gelen manüfaktür sanayisi haline gelm esidir.2 Britanya’yı 19. yüzyıl orta­ larına kadar gerçek anlamda bir “sanayi toplum u” olarak n i­ telem ek im kânsızdır. Fransa ve Almanya’da ise durum olduk­ ça farklıydı. Bu ülkeleri, günüm üzün kaba tabiriyle “azgeliş­ m iş” ülkeler olarak nitelendirm ek tamamen yanlış olacaktır.3 İki Kıta Avrupası ülkesi de, bazı açılardan, örneğin kültürel başarı standartları, özellikle edebiyat, sanat ve felsefe alanın­ da benzer İngiliz kazanım larım fazlaca elde etliklerini iddia edebilirdi. A ncak 18. yüzyılın ortalarından itibaren iki ülke de ekonom ik gelişm e düzeyi bakım ından açık ça Britanya’nın gerisinde kaldı ve ne Fransa ne de Almanya, Britanya’nın terk 2

Phyllis D eane-W . A. Cole, British E con om ic G row th (Cam bridge, 1 9 6 9 ), s. 18 2 -1 9 2 .

3

Krş. S. Landes, The Unbound Prom etheu s (Cam bridge, 1 9 6 9 ), s. 125.

19

ettiği liderliği yüzyıl sonraya kadar önem li ölçüde yakalam a­ yı başarabildi.4 Ayrıca Britanya ölçü olarak alınırsa, 19. yüzyılın ilk yarı­ sında ne Almanya ne de Fransa liberal burjuvazinin yönetim ­ de güçlü konum a ulaştığı bir iç siyasal istikrar yakalayabil­ di. Fransa’da Restorasyon, yirmi beş yıl önce Jakoben lerin ya­ rattığı ilerlem e um utlarını yıkan gerici çıkarların ağır baskısı­ nın maddi ifadesidir. Devrimin yol açtığı siyasal ve toplumsal bölünm eler, 1789 olayları ve bunların dolaysız kötü sonuçla­ rı nedeniyle çözülm ekten ço k şiddetlendi; gerçekte, 1 8 7 0 ’lere kadar Fransa’da hiçbir rejim iktidarını yirmi yıldan fazla sürdüremedi. M arx’in entelektüel kariyerinin ilk dönem inde işa­ ret ettiği gibi, Almanya “m odem ulusların devrim lerini pay­ laşmadan restorasyonlarını paylaştı”.5 Ülke, gerçekte, 19. yüz­ yılın başında kesinlikle m odern anlamda bir ulus özelliği taşı­ mıyordu, aksine gevşek bir egem en devletler topluluğundan ibaretti: Bu sorun Bism arck yönetim i altındaki Prusya egemen konum unu Alm anya’n ın tam siyasal birliğini sağlam ak için kullanabildiği dönem e kadar bir çözüm e kavuşmadı. Marx’in ilk tarihsel materyalizm yorum larının kaynağı Al­ m an y a’n ın “g eri k a lm ışlığ ı” p ro b lem id ir. “G en ç H e g e lci” M arx, Almanya’nın önde gelen iki Avrupa ülkesini yakalam a­ sı ve geçm esini sağlayabilecek gerekli köklü değişimleri yarat­ mak için başlangıçta m evcut kuram ların rasyonel eleştirisinin yeterli olduğu görüşünü paylaşıyordu. Ancak ço k geçm eden, bu radikal-eleştirel tutum un, “pratiği” dışlayarak “teori”yle il­ gilenen tipik Alman tavrını sürdürm eye yardım cı olduğunu fark etti. M arx’in ifadesiyle, politikada “Almanlar diğer u lus­ ların neler y ap tık ların ı d ü şü n dü ler”.6 Tüm in san lık tarihini aklın veya ruhun tarihine dönüştüren Hegel’in sistem i bunun 4

Britanya'yla diğer iki ülke arasındaki ekonom ik gelişm e düzeyindeki farklılık­ lar, kuşkusuz 18. yüzyıl öncesine kadar götürülebilir. Û m cgin krş. F. Cronzcl, “England and France in cighteen Century: a com paralivc analysis o f lwo econom ic grow ths", R. M. Hartwell,Causes o f the industrial Revolution in Eng­ land (Londra. 1 9 6 7 ), s. 139-179.

5

K arl M arx, E arly W ritings, s. 45.

6

Karl M arx, E arly Writings, s. 51.

20

en m ükem m el felsefi örneğidir. Almanya daha fazla gelişecek­ se, diye loparlar M arx, felsefi eleştiri sadece fikirler düzeyin­ de kalmayıp, her zaman işlerlikte olan maddi güçlerin bilgisiy­ le tam amlanmalıdır. Çoğu yazar haklı olarak M arx’m yazılarında bir araya gelen üçlü etkiler bileşim ine büyük vurguda bulundu.7 M arx, önde gelen üç batı Avrupa ülkesi arasındaki toplum sal, ekonom ik ve siyasal farklılıklara bağlı olarak geliştirilen düşünce akım ­ larının güçlü bir sentezini yapmayı başardı. Faydacı felsefey­ le yakın ilişki içindeki ekonom i politik, Britanya'da 19. yüzyı­ lın büyük bölüm ünde fiilen tek önem li sosyal teori biçim i ola­ rak kaldı. M arx, Adam Smith ve Ricardo’nun geliştirdiği temel önerm elerden bazılarını benim ser, fakat onları farklı Fransız sosyalist akım lar içindeki, burjuva toplum unun sonlu karak­ terini vurgulayan perspektiflerle birleştirir. Fransız sosyalistle­ ri M arx’m Paris’te yazdığı 1844 E ko n o m ik ve F elsefi E ly azm alan ’nda geliştirdiği ilk “geleceğin toplum u” tasavvurunun yakın kaynağıdır. Ekonom i politik ve sosyalizm i bir araya getiren ta­ rihsel boyut Hegelci diyalektikle sağlanır. M arx bu sayede Bri­ tanya, Fransa ve Almanya’nın farklı deneyim leri hakkındaki bilgilerini tutarlı b ir biçim de bir araya getirir, ancak aynı za­ manda toplum sal, ekonom ik ve siyasal yapıdaki bu farklılıkla­ rın teorik yorum u için bir temel sunar. M arx 1 8 8 3 ’le öldüğünde D urkheim ve W eb e r akadem ik k ariy erlerin in eşiğinde gen ç adam lardı. Z aten bu tarih ten sonra, önde gelen üç batı Avrupa ülkesinin toplumsal yapıla­ rı M arx’m temel görüşlerini geliştirdiği dönem den büyük öl­ çüde farklılaşm ıştı. Britanya’nın aksine, Fransa ve Almanya’da d evrim ci b ir po tan siyele sah ip işçi sın ıfı h a rek etleri siy a ­ sal sistem de egemen rol oynamaya başlam ıştı. Bununla bera­ ber, bu hareketlerin etkisi, gelişen m illiyetçiliğin yükselişiy­ le dengelendi: Ö zellikle başarılı bir burjuva devrimi yaşama­ yan Almanya’da burjuvazi; devlet bürokrasisi, ordu ve yerleşik hiyerarşinin kontrolü altında işleyen güçlü otokratik bir düze­ 7

Krş. Lenin, “T he three sources and three com ponent parts of M arxism ", V. 1. Lenin, S elected W orks (Londra, 1 9 6 9 ), s. 20 -3 2 .

21

ne tâbiydi. Almanya’da, sosyalizm e karşı yasalara ragmen, Sos­ yal D em okrat Parti 1 8 7 5 ’ten sonra açıkça “M arksist” bir parti olarak gücünü artırdı. Ancak bu parti, yüzyılın sonuna doğru, devrimci duruşunu büyük ölçüde “tepeden” sanayi toplum una dönüştürülen bir ülkeye göre yeniden ayarlama gereği duydu. Bu bağlamda Engels, M arx’in ölüm ünden kısa süre önce sis­ tematik bir öğreti olarak M arksizm açıklam ası ve savunusuy­ la dolu bir dizi yazı yayımlamaya başladı - bunlardan en etki­ lisi Anti-Dülıring’lir. A nti-D ühring, bir yandan ütopik ve irade­ ci sosyalist teorilere karşı M arksist sosyalizm in “bilim sel” ka­ rakterini vurgularken, öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonu­ na kadar M arksist çevreleri hâkim iyeti altına alan ve Sovyetler B irliğ inin resm î felsefesine dönüşen pozilivisı M arksizm in yo­ lunu açtı.8 M arx’m ölüm ünden sonraki on yıl -y a n i D urkheim ve W eber’in hayatlarının çalışm alarını biçim lendiren görüşle­ rini sağlam laştırdıkları d ö n e m - M arksizm in siyasal ve en te­ lektüel bakım dan önem li bir güç haline geldiği tem el bir dö­ nem dir. Engels’in etkisi alım da genellikle “M arksizm ”le öz­ deşleştirilm eye başlayan felsefi materyalizm, sosyal dem okra­ siye teori ve pratik ayrım ına im kân tanıyan temel teorik bir çerçeve sundu: Sosyal D em okrat Parti ismen devrim ci bir parti olarak kalsa bile, giderek daha reform ist bir yapıya büründü. Ancak aynı şekilde, bu partinin önde gelen sözcüleri, Britan­ ya’nın çok daha önceden dahil olduğu sanayileşmede ülkenin hızının kesilm esine yol açabilecek değişimlerin önem ini kav­ rayamadılar. 20. yüzyıl başında M arksistler ve onları eleştirenler arasında­ ki polem ikleri büyük ölçüde yönlendiren toplumsal gelişm e­ de “ükirler”in etkisi problem i bu zeminde değerlendirilm eli­ dir. Durkheim ve W eber, M arksizmin iddialarına yönelik eleş­ tirel değerlendirmelerinin hedefi olarak Engels, Kautsky, Labriola ve diğerlerinin felsefi materyalizmini aldı. Dolayısıyla li­ beraller ve M arksistler tartışmalarım benzer biçim de klasik ide­ alizm ve materyalizm dikotom isi etrafında yapılandırdılar. Böy8

22

George Lichıheim , M arxism, an H istorical and C ritical Study (Londra. 1964), s. 2 3 8 -2 4 3 .

lece, M arksist yazıların geçerliliği tartışm ası esasen fikirlerin sadece toplumsal gelişmede hiçbir “bağım sız” rol oynamayan “gölge-olgular” olup olm adıkları sorununa odaklandı. Kitap­ taki tem el hedeflerim den biri, M arx’in yazıları D urkheim ve W eber’inkilere karşıt sosyal teori biçim leri olarak alındığında bu tartışm anın gerçekte değersiz olduğunu gösterm ektir. Marx geleneksel felsefi idealizm ve m ateryalizm ayrım ından en az Durkheim ve W eber kadar uzak durmaya çalışır; Marx’m gö­ rüşleri ile “akadem ik” veya “burjuva” sosyoloji arasındaki ger­ çek farklılıkların kaynağım bulanıklaştıran şey bu köklü dikotom inin M arx’in idealizm e yönelik “m ateryalist” eleştirisiyle karıştırılmasıdır. Bu konu sadece oldukça yakın bir dönem de, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı M arksist bilim in m uazzam yeniden canlanışı sırasında açıklık kazanm ıştır. Kuşkusuz Rjazanov’un M arx ve E ngels’in yayım lanm am ış farklı yazılarını bir araya getirdiği M arx-Engels: Toplu Basım'\ ( G esa m ta u sg ab e) bu ilgi­ nin canlanışında önem li bir rol oynam ıştır. Bununla beraber, 1844 E ko n o m ik ve F elsefi E ly a zm a ları gibi çalışm aların yayım­ lanm ası, çözm eye yardım cı olduğu kadar birçok yeni yorum problem ine de yol açtı. Bu problem ler hem M arx’in yazıları­ nın iç doğası ve tutarlılığıyla hem de onun teorik konum uy­ la d iğer toplum felsefecilerin in k on u m ları arasın d aki fikri bağlantılarla ilişkilidir. Bu durumun yol açtığı girift sorunla­ ra kitabın yapısı içinde büyük ölçüde değindim. M arksizm ve “akadem ik” sosyoloji arasındaki çağdaş tartışm anın bazı kay­ naklarını değerlendirirken öncelikli görev olarak, çalışm ala­ rı m od em sosyolojinin kaynaklarını oluşturan bu temel dü­ şünürlerin yazılarındaki ana tem aları yeniden belirlem e gere­ ği duydum. Bu yüzden, kitabın ilk on iki bölüm ünde sırasıy­ la M arx, D urkheim ve W eber’in geliştirdikleri sosyal teori bi­ çim leri diğer ikisinden bağımsız olarak alm ıyor. Bu yazarların yazılarındaki önde gelen temaları kesin ve tutarlı bir biçim de form üle etm e ihtiyacı, onların düşüncelerini “m antıksal” veya olgusal “geçerlilik” bakım ından eleştirel bir analize tâbi tut­ m am ı engelledi. 23

Ü ç to parlayıcı bölü m d en ilkin d e (Bölüm 13 ) D urkh eim ve W eber’in kendi görüşlerini M arx’a atfettikleri düşünceler­ den nasıl ayırmaya çalıştıkları analiz ediliyor. Ancak bu gö­ rüşleri basitçe “yüzey d eğerleri”ne göre değerlendirenleyiz. Bölüm 14 ve 15'te D urkheim ve W eber’in önerm eleri bu açı­ dan ele alm ıyor ve onların yazıları ile M arx’inkiler arasında­ ki bazı temel paralellikler ve farklılıklar yeniden değerlendi­ riliyor. Son üç bölüm de M arx, D urkheim ve W eb er arasın­ daki bazı önem li karşılaştırm a çizgilerinin dikkate alınmadığı veya tamamen göz ardı edildiği vurgulanmalıdır. Buradaki en açık eksiklik onların benim sedikleri farklı m etodolojik görüş­ lerle ilişkilidir: İlk b a k ışta (prim a J a c ie ) en temel karşılaştırm a­ lı sorunlar burada yatar görünm ektedir. Bazı açılardan durum gerçekten böyledir; ancak kitabın tem el iddiası, bu yazarların baskın ilgilerinin önceki toplum biçim lerinin karşısına konu­ lan m odern “kapiıalizm ”in karakteristik yapısını betim lem e­ ye yönelik olduğu düşüncesidir. Son yirm i-otuz yıldır sosyo­ lojideki tipik vurgu form el bir “genel sosyoloji” arayışı yönün­ dedir. Böyle bir am aç övgüye değer olsa bile, m odern toplum ­ sal d üşüncenin tem ellerini atan bu adamların çalışm alarının temel ilgi odağından uzaktır ve onların sosyal teorinin gün­ dem ine taşıdıkları problem lerin önem inin bulanıklaşm asında önem li etkilere sahiptir. Bu kitapta tanışılan üç yazardan h iç­ birinin -g en ellik le onlara yüklenen anlam d a- “tam kapsam lı” bir düşünce sistem i yaratmaya çalıştığına inanm ıyorum : G er­ çekte üçü de böyle bir girişim i kategorik olarak reddeder. Bu yüzden, onların çalışm alarının karşılıklı tamamlayıcı yanlannı vurgulasam da, geliştirdikleri perspektiflerin ve u laştıklan s o ­ n u ç la n ıl niteleyicisi olarak vurguladıkları özel ve eksik kalan yanları da aktarmaya çalıştım .

24

K IS IM

Marx

1 Marx'in Erken Dönem Yazıları

M arx’in yazılarının b ir anlamda üç yüz yıllık zaman aralığı­ na uzandığı söylenebilir. M arx, 19. yüzyıldan yaklaşık yirmi yıl sonra dünyaya gelm esine ve yüzyıl bitm eden ölm esine rağ­ m en, yazılan 20. yüzyılda -k e sin lik le siyasal alanda ve m uhte­ m elen entelektüel d ünyada- büyük bir etkiye sahipti. Ancak kökleri 18. yüzyıla, 1789 Fransız Devrimi kaynaklı toplum ­ sal ve siyasal değişim lerin patlak verdiği dönem e kadar uza­ nır. Bu yüzden, Fransız Devrimi’nin modern çağdaki yıkıcı et­ kilerinin resmedildiği Marx’in yazılan, 1789 Fransız Devrimi ile Rusya’da bu devrimden yaklaşık yüz otuz yıl sonra gerçek­ leşen Ekim Devrim i arasındaki doğrudan süreklilik çizgisinin bir anlatım ıdır. M arx’in çocuklu k dönem i hakkında ço k az şey bilinm esi­ ne rağmen, onun ergenlik dönem inden farklı yazı kırıntıları ve m ektuplar kalm ıştır. Bunlardan en eskileri M arx’in okul b i­ tirme sınavlarında yazdığı ü ç kısa denemedir. Bunların çok az gerçek önem veya özgünlüğe sahip oldukları açıktır, ancak bu yazılar M arx’in yetişkinlik dönem indeki çoğu yazısına ilham kaynağı oluşturan büyük bir am acın gösterg elerid ir.1 Bu üç 1

Kimi yorum cuların bu denemelerde M arx’in yazılan için tem el önem e sahip bazı tem alan belirlem eye çalıştıktan söylenebilir (K rş. A. C om u, K arl M arx et

27

denemeden en özgünü “G enç Bir Adamın M eslek Seçim i Üze­ rine D üşünceleredir. Bu yazıda, hayat boyu sürdüreceği mes­ leği seçm eye çalışan bir bireyin ahlâkî yüküm lülükleri ve ona açık özgürlük im kânlan tartışılır. M arx’a göre, ...b ir m esleği s e ç e rk e n b iz i y ö n len d irm esi g erek en “tem el ilke” insanlığın refahı, kendi m ükem m elliğim izdir. Bu iki il­ ginin birbirleriyle çatıştığ ı, birbirin i engellediği d üşünü lm e­ m elidir. A ksine, daha ziyade, doğası insana, sadece loplum unun m ükem m elliği ve refahı için çalışarak kendini gerçekleş­ tirebilm e im kânı sunar... T arih , evrensel için çalışarak ken di­ lerini soylulaştırana büyük insan d er.2

Bu bakış açısı, bir üniversite öğrencisi olarak M arx’i —felse­ fesinde kesinlikle kendini gerçekleştirm e, “kendi m ükem m elliğimiz”in doruğuna ulaşma teorisi b u lu n an - Hegel’i yakından incelemeye iter. M arx, 1837 tarihli bir m ektubunda, babasına Kant ve F ich le’nin felsefesini doyurucu bulmadığını ve sonun­ da, gençlik sevdası lirik şiirsellikten vazgeçerek Hegel “okya­ nusuna daldığını” yazar.3 A ncak başlarda bir öğrenci olarak Hegel’in felsefi sistem inden büyülense bile, M arx’in kör Orto­ doks Hegelci bir konum da olmadığı açıktır. M arx’in Hegelciliğin cazibesine ilk kapıldığı nokta Berlin’de öğrenciyken felse­ fe ve hukuk üzerine okum alarında tuttuğu notlarda görülebi­ lir.4 Kam çı “olan/olınası gereken” düalizmi, M arx’a, am açları­ na ulaşm ak için felsefeden yararlanmak isteyen bir bireyin is­ tekleriyle kesinlikle uyuşmaz görünür ve Marx bu görüşe ha­ yatı boyunca tamamen sadık kalır. Aynı itiraz Fich te’nin fel­ sefesi için de geçerlidir: Bu felsefe, m antık ve hakikatin (örn e­ ğin, sırasıyla m atem atik ve am pirik bilim le ilişkili) özellikleri­ ni insan öznenin sürekli gelişm ekte olan dünyaya m üdahale­ sinden ayırır. Bu yüzden, F ich te’nin hareket noktasının yerine F riedrich Engels (Paris, 1 9 5 5 ), c. 1, s. 6 5 -6 6 ). Ancak bu denem elerin en ilginç özelliği geleneksel ergenlik idealizmidir. 2

Writings o f the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 39.

3

A.g.c., s. 4 0 -5 0 .

4

A.g.c., s. 42 -4 7 ,

28

“nesne bizzat kendi gelişim i içinde araştırılm alıd ır” görüşü­ nü benim seyen bir yaklaşım geçirilm elidir; yani, “h içbir keyfî ayrım yapılm am alı; şeyin mantığı/gerekçesi (rationale) ( Ver­ nunft) bizzat kendi çelişkililiği içind e ortaya çıkartılm alı ve birliği bizzat kendi içinde aranm alıdır”.5 M arx bu p ro b le m le ri tek başın a çö z e m ey eceğ in i an lar; bö ylece kaçınılm az olarak, kendi düşü nce çerçev esi içinde bir bütün olarak idealist Alman felsefesinin gelişm e sü reci­ ni -K a n t’ıan F ich te’ye ve oradan Hegel’e g e çe rek - araştırm a­ ya yönelir.6 Ancak M arx’i Hegel’e çeken ilk şey ne onun muaz­ zam kapsamlılığı ne de aslında felsefi öncüllerinin kendine has içeriğidir; aksine, klasik Alman felsefesinde, Hegel’in etkisiy­ le, Kant’ın temel m irasının biçim lendirdiği dikotom ik unsurlar arasında sağlanan kapanmadır. Hegel’in M arx üzerindeki et­ kisinin bir ölçüde bağımsız iki kaynağı vardır:7 Bu iki kaynak, H egelciliğe ve Hegel’in m uhafazakârlığına karşı farklı siya­ sal bakış açılarının bir karışımıdır. Bunlardan ilki, Berlin’deki dersleri M arx’i oldukça etkileyen Eduard G ans’ın öğretileridir. Gans, Hegel’i Saini-Sim onculukLan alınan güçlü bir unsurla zenginleştirir.8 Bununla beraber, M arx zaten gençlik dönem i­ nin başlarında kesinlikle Saint-Sim oncu düşüncelerle ilişkiliy­ di; kişiliğinin şekillendiği dönemde Saint-Sim on’un Marx üze­ rindeki etkisinin bazı açılardan Hegel’inki kadar büyük olduğu görüşü, bu etkinin bir kanıtı olarak verilebilir.9 M arx’in HegePi benim sem esinde rol oynayan ik in ci faktör onun B erlin Ü niversitesi “D oktorlar K ulübü”n e* üyeliğidir. 5

A.g.e., s. 4 3 ; Ergünzungsband (E rgd), c. 1, s. 5.

6

Krş. Roberı C. T ucker. Philosophy an d M ylh in K arl M arx (Cam bridge, 1 9 6 5 ). s. 3 1 -6 9 .

7

G en ç Hegel'in görüşleri üzerine, Georg Lukâcs’ın analiziyle karşılaştınnız: D er ju n g e H egel (Zürih ve Viyana, 1 9 4 8 ), s. 2 7 -1 3 0 .

8

Hans G û nlh er Reissner, Eduard Gatıs (T übingcn, 1965).

9

Bu görüş Georges Gurvitch tarafından kuvvetle vurgulanır: “La sociologie du je u n e M arx”. L a V ocation actu elle d e la socio lo g ie (Paris, 1 9 5 0 ), s. 5 6 8 -5 8 0 . Bu bölüm ikinci baskıda (1 9 6 3 ) “La sociologie de Karl M arx” başlıklı daha genel bir tartışmayla yer değiştirmiştir.

( “) "G enç H cgelcilcr" olarak bilinen çevre - e.n.

29

Marx bu çevrede Hegel’in genç izleyicilerinden oluşan -B ru n o Bauedin öne çık tığ ı- heterojen bir karışımla tanışır.10 Bauer ve onun çevresinde toplanan “G enç Hegelciler”in yakından ilgi­ lendikleri problemler, Hegel’in yazılarının ayrılmaz bir parçası olan Hıristiyan teolojiyle ilişkiyi sürdürmekteydi. Bauer’in dü­ şüncelerinin güçlü etkisi Marx’in Demokritos ve Epikür’ün fel­ sefelerini karşılaştırmalı olarak incelediği doktora tezinde gözle­ nir. Ancak yaklaşık olarak M arx’in doktora tezini sunduğu dö­ nemde Feuerbach Hıristiyanlığın Özü’nü (1 8 4 1 ) yayımlar.11 En­ gels daha sonra Feuerbach’m bu kitabının Genç Hegelciler üze­ rindeki etkisini b ir kitabında şöyle betim ler: “T ılsım bozul­ du: ‘Sistem’ paramparça oldu ve bir kenara auldı... Coşku ge­ neldi: Hepimiz bir anda ‘Feuerbachcı’ olduk.”12 M arx’in geli­ şen düşüncesi üzerindeki açık etki gerçekte kesinlikle çok daha kapsamlı, ancak yaklaşık kırk yıl sonra Engels’in açıklam asın­ da belirtilene göre daha az doğrudandır.13 M arx, Hegel konu­ sunda olduğu gibi, Feuerbach’ın konum unu da tamamen be­ nim sem ez.14 Yine de Feuerbach’m G enç Hegelciler üzerinde­ ki etkisinin 1842 sonlarına kadar büyük ölçüde sürdüğü kesin­ dir. Marx’m 1843’te yazdığı Hegel’in devlet felsefesini eleştirisi büyük ölçüde Feuerbach’m etkisi altındadır: Feuerbach’ın hare­ ket noktası, 1844 E kon om ik ve F elsefi E ly a zm a lan ’n ın da teme­ lini oluşturur. 10 Bauer'in M arx üzerindeki etkisi konusunda yeni bir tartışına için bkz. David M cClellan, T he Young H egelians an d K arl M arx (Londra, 1 9 6 9 ), s. 4 8 vd. Ayrı­ ca onun Marx b e fo r e M arxism (Londra, 1 9 7 0 ) adlı kitabına da bkz. 11

Ludwig Feuerbach, T h e E ssen ce o f C hristianity (New York: 1 9 5 7 ). [Hıristiyan­ lığın Özü, çev. Devrim Bulut, Û ıeki Yayınevi, 2004.]

12 S elected W orks, c. 2, s. 368. 13

Krş. M cClellan, T h e Young H egelians an d K arl M arx, s. 9 2 -9 7 . M cC lcllan’in “Engels’in, kitabın etkisi hakkındaki betim lem esi gerçeklere kesinlikle uym a­ m aktadır” iddiası (s. 9 3 ) abartılıdır. M arx’in 1842’nin başında yazdığı, tanın­ m ış cüm lesi “Hakikat ve özgürlüğün ‘ateş nehri’nden geçm ek dışında b ir yolu y o k tu r” ifadesiyle karşılaştırın (F eu erb ach : lit., “ateş çayı". W ritings o f the Young M arx on P hilosophy an d S ociety, s. 95.

14

Feuerbach’m görüşlerinin köklü belirsizlikler içerdiği ve 1 8 3 4 -1 8 4 4 arasın­ da bazı kesin değişiklikler geçirdiği söylenebilir. Krş. Feuerbach, Sûm tliche W erk e, c. 1-3. (A ncak bu derlem elerin yıl tespitinde bazı hatalar vardır.)

30

Feuerbach, H ıristiyan lığın Özü’nde ve sonraki yayım ların­ da, in san lık ü zerine araştırm anın h areket n o ktasın ın “ger­ çek, maddi dünya”da yaşayan “gerçek insan” olm ası gerekti­ ğini açıkça vurgulayarak, Hegel’in felsefesinin idealist ön cü l­ lerini tersine çevirir. Hegel, “gerçeğin”, “tanrısal” kaynaklı ol­ duğunu düşünürken, Feuerbach’a göre tannsal, gerçeğin alda­ tıcı bir yansım asıdır. Varlık, varoluş, insanların içinde eylem­ de bulunm adan ön ce yaşadıkları dünya hakkında düşünm e­ meleri anlam ında düşünceden önce gelir: “V arlık düşünceden değil, düşünce varlıktan gelişir.”15 Hegel insanlığın gelişim i­ ni kendi içinde bölünm üş bir Tanrı fikri çerçevesinde ele alır. Feuerbach’m felsefesinde, Tanrı sadece insan kendi içinde bö­ lündüğünde, kendine yabancılaştığında var olabilir. Tanrı, in­ sanın en üst güçleri ve yeteneklerini yansıttığı, böylece m ü­ kemm el ve her şeye kadir olarak, sınırlı ve m ükem m ellikten yoksun insanla tezat içinde görülen hayalî bir varlıktır. Ancak aynı zamanda, Feuerbach’a göre, T a n n ’yla insan ara­ sındaki benzerliğin derinliği insani kapasitelerin gerçekleştiril­ mesi için olum lu bir ilham kaynağı olabilir. Felsefenin görevi, Hegelci perspektifi tersine çevirerek ve böylece maddi dünya­ nın önceliğini savunarak, yabancılaşm ış insanın eski benliğine kavuşm asına yardım cı olm aktır. D inin yerini, daha önceden Tanrı iradesine yönelik olan sevginin artık insana odaklandığı, insanlığı birliğini yeniden sağlamaya, kendisi için insana gö­ türecek hüm anizm alm alıdır. Eski felsefe “düşünülm eyen şey varoluşa sahip değildir” derken, yeni felsefe, aksine, “sevilm e­ yen, sevilem eyen şey varoluşa sahip değildir” d er.16 Feuerbach’m düşüncelerini özümseyen M arx, bu yeni pers­ pektifin içeriğini ortaya koymaya ve onu siyaset alanına uyar­ lamaya çalışırken ister islem ez Hegel’e dönm ek zorunda kalır. Feuerbach’m felsefesinin M arx’i cezbeden yanlan aslında onu Hegel’e çeken yanlarla aynıdır: Analiz ve eleştiriyi b irleştir­ m eye ve b ö y lece felsefeyi “g erçek leştirm ey e” olan ak sağla­ yan im kânlar. G enellikle, M arx’in siyaset ve sanayide yaban­ 15 A.g.e., c. 2 , s. 2 3 9 . 16 A .g.e., c. 2 . s. 2 9 9 .

31

cılaşm a konusundaki erken dönem yazılarının, Feuerbach ’ın “materyalizmi ”nin -a n c a k onun ilgilenm ed iği- farklı toplum alanlarını içerecek biçim de genişletilm esinden fazlasını ifade etm ediğine inanılır. Ancak bu yanıltıcıdır: M arx, Feuerbach’ın kendi felsefesi için tem el önem de gördüğü şeyi -o n u n Hegel’e bir “alternatif” oluşturduğunu ve böylece yerini a ld ığ ın ı- h iç­ bir yerde kabul etmez. M arx, Feuerbach’a coşkuyla sarıldığın­ da bile onu Hegel’le birleştirm eye çalışır. M arx böylece, Hegel’in felsefesi için tem el önem de olan, ancak Feuerbach’ın gerçekte böyle bir niyeti olm asa d a - büyük ölçüde terk ettiği tarihsel perspektifi alıkoyar.17

Devlet ve "gerçek demokrasi" M arx’m 1 8 4 3 ’ıe yazılan Hegel’in devlet felsefesini eleştirisi, onun nüve halindeki tarihsel materyalizm anlayışını'8 görebile­ ceğimiz ilk yayımdır ve bu çalışma Marx’m bir yıl sonra E kon o­ m ik ve Felsefi E lyazm alan 'n da daha ayrıntılı olarak ele aldığı ya­ bancılaşma tartışmasının başlama noktasıdır. Hegel’i Feuerbachcı bir tarzda tersine çeviren M arx, onun metinlerinin ayrıntı­ lı bir analizini yapar. “Hegel”, der Marx, “yüklemleri, nesnele­ ri öznelleştirir, ancak bunu onları gerçek öznelliklerinden, öz­ neden kopararak yapar.”19 Bu yüzden, M arx’m analizinin asıl amacı gerçek özneyi ( “gerçek”, “maddi” dünyada yaşayan, ey­ leyen bireyi) yeniden tanımlamak ve onun devletin siyasal ku­ rumlan içinde “nesnelleştirilm esi” sürecini araştırmaktır.20 Ger­ 17

M arx, aynca 1843'te Ruge'a bir m ektubunda, Feuerbach “doğayla daha çok, siyasetle daha az ilgilenm ekledir. Ancak çağdaş felsefenin gerçekliğe dönüşe­ bilmesinin tek aracı siyasettir” diye yazar, W erke, c. 2 7 , s. 4 1 7.

18

İyi bilindiği üzere "tarihsel m ateryalizm ” terimi M arx tarafından kullanılm a­ mış, aksine ilk kez E n g e lsin yazılarında yer alm ıştır. Terim burada, m uhte­ m elen M arx'tn tarih üzerine araştırm alarında kabul etmeye hazır olduğu teo­ rik kapanmadan fazlasını ima ederek kullanılır.

19

W ritings o j the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 166; W erke, c. 1, s. 224.

20

“E leştiri” üzerine akıllıca b ir incelem e için bkz. Jean Hyppoliıc, “La concep­ tion hégélienne de l'Etat et sa critique par Karl M arx!”, Etudes sur M arx et H egel (Paris, 19 5 5 ), s. 120-124.

32

çek dünya “ideal” araştırılarak ortaya konamaz; aksine gerçe­ ğin tarihsel bir sonucu olarak anlaşılması gereken idealdir. Hegel’e göre, devletin siyasal ve hukukî yapısı dışında kalan tüm ekonom ik ve ailevi ilişkileri içeren sivil toplum ( bürgerliche G esellschaft), doğası gereği, insanlann birbirlerinin kuyusunu kaz­ dıkları kontrolsüz bir bencillikler alanıdır. İnsanlar, sivil top­ lum içindeki insan eylemlerinin bencil çıkarlarını aşan evrensel bir alan olan devletin doğal düzenini kabul ettikleri ölçüde ras­ yonel, uyumlu varlıklardır. Bu yüzden, Hegel’in açıklamasında devlet sadece sivil toplumdaki bireylerin yaşantılarından bağım­ sız olarak değil, aynı zamanda mantıken ondan önce gelen bir şey olarak sunulur. Tarihin gerçek yaratıcısı olan eyleyen birey, devlette cisim leşen, bu yüzden toplumsal gelişmenin itici gücü olarak ortaya çıkan siyasal katılım ideallerine tâbi kılınır. M arx’a göre, F eu erb ach , insanlar gerçek te pratik günde­ lik acı ve ıstıraplar dünyasında yaşarlarken, dinde gerçekdı­ şı, hayalî bir uyum, güzellik ve haz dünyasında yer aldıkları­ nı gösterm iştir. Benzer şekilde devlet, geçici old u klan kadar dinin idealleştirilm iş dünyasını oluşturan evrensel “haklari’a -vücut kazand ıran yabancılaşm ış siyasal bir e tk in lik b içim i­ dir. Hegel’in görüşünün tem elini, “siyasal Lemsil haklan, sivil toplum un b en cil b irey ciliğ i ile d evletin ev ren selcilig i ara­ sında arabulucu bir konum yüklenir” tezi oluşturur. Ancak M arx’a göre, bu bağlantının gerçekte yer aldığı h içbir siyasal yapı yoktur; günüm üze kadar gelen devletlerde siyasal haya­ ta genel katılım idealdir, ancak gerçek olan özel çıkarlardır. Nitekim Hegel’in açıklam asında sivil toplum da ilgili bireyle­ rin özel çıkarlarından bağımsız olarak ve onların üzerinde yer alır görünen şey gerçekte bizzat bu çıkarların bir türevidir. “Bugüne kadar siy asal kuruluşu, onların g erçekliklerinin özel dünyevî m evcudiyeti değil, aksine dinsel alan , insanların dinsel hayatı, onların evrenselliklerinin cenneti oluşturm uştur.”2' G rek kentinde ( “p o lis"), her erkek -y a n i, h er özgür yurt­ ta ş- bir siyasal hayvan (zoon politikon) idi: Toplum sal ve si­

21

Writings o f the Young M arx on P hilosophy an d S ociety, s. 176.

33

yasal, ayrılması im kânsız biçim de iç içe geçm işti ve hiçbir ba­ ğımsız “siyasal” alan yoktu. Ö zel ve kamusal hayat birbirinden аул değildi ve “özel bireyler" tek başlarına, tıpkı köleler gibi, yurttaşlık statüsünden tamamen yoksunlardı. Ortaçağ Avrupası bununla tezat içindedir. Ortaçağ’da sivil toplumun farklı ta­ bakaları bizzat siyasal aktörler haline geldi: Siyasal güç doğru­ dan toplum un istikrarlı toplum sal düzenlere ayrılm asına bağ­ lıydı ve bu ayrılığın bir ifadesiydi.22 “Her özel alan siyasal bir karaktere sahipti, siyasal bir alan d ı...”23 Bu toplum biçim in ­ de, farklı tabakalar siyasallaşm alardı, ancak hâlâ “özel/birey­ sel” ve “siyasal” ayrımı yoktu. Sivil “toplum ”dan аул “devlet” anlayışı modern dönem e özgüdür, zira sadece Ortaçağ sonra­ sı dönemde sivil toplumdaki çıkarlar alanı, özellikle ekonom ik alan bireyin “özel haklann m ” bir parçası haline gelmiş ve siya­ setin “kam usal” alanından ayrılmaya başlamıştır. Artık m ülki­ yet dağılımının siyasal güç yapısının dışında yer aldığı varsayı­ lır. Gerçekte yine de, m ülk sahipliği siyasal gücü hâlâ büyük ölçüde belirlem ektedir ancak Ortaçag’daki hukukileşm iş biçi­ miyle değil, aksine yönetim e genel katılım görüntüsü alım da.24 M arx’m “gerçek d em okrasi” adım verdiği şeyin gerçekleş­ mesi, onun analizine göre, birey ve siyasal topluluk arasında­ ki yabancılaşm anın sivil toplum daki bireylerin “b en cil” çıkarlan ile siyasal hayatın “toplum sal” karakteri arasındaki dikotom i çözülerek aşılm asını gerektirir. Bu çözüm , sadece dev­ let ve toplum arasındaki ilişkilerde sağlanacak som ut deği­ şim lerle -gü n ü m ü zd e sadece bir idealden ibaret olan şeyin (yani genel siyasal katılım ın) gerçekleşm esiyle- m üm kün ola­ bilir. “Hegel devletten hareket eder ve insanı devlet içinde öz­ nelleştirir... D em okraside b içim sel ilke aynı zam anda m addi ilkedir.”25 M arx’a göre, genel oy hakkı bunu gerçekleştirebil­ m enin aracıdır. “G enel oy hakkı sivil toplum daki tüm üyele­ 22

M arx’m feodal stalü gruplarının (stän d e) dönûşûm ıı konusundaki tartışm ası­ na bkz.; Werfet-, с. I , s. 2 7 3 vd.

23

A.g.e., s. 1 7 6 ; W erk e, с. 1, s. 232.

24

W ritings o f the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 1 8 7-188.

25

A.g.e., s. 17 3 -1 7 4 .

34

re siyasal m evcudiyet kazandırır ve bağımsız bir kategori ola­ rak ‘siyasal’ı fiile n ortadan kaldırır. Sivil toplum gen el oy h a k k ı içinde, ister ak tif ister pasif bir biçim de, ilk kez olarak, kendi soyutluğuna, kendi gerçek evrensel ve tem el varoluşuna siy a­ sal varoluş kazandırır.”26

Devrimci Praxis M arx’m ilk kez E leştiri’d e ortaya koyduğu görüşlerin 1844’te yazdıklarıyla ilişkisi konusunda bazı önem li tartışm alar yaşan­ m ıştır.27 EleşLiri'nin devlet ve siyaset konusunda sadece giriş niteliğinde bir analiz olduğu açıktır; el yazmaları tam amlan­ m am ıştır ve M arx belirli noktaları geliştirm e niyetinden söz eder, ancak bunu gerçekleştirm ez. Ayrıca M arx’in analizinin genel eğilim i radikal Jakobenizm e doğrudur; çağdaş devlet bi­ çim ini aşm ak için gereken şey 1789 Devrim i’nde cisim leşen soyut ideallere gerçeklik kazandırmaktır. Eleşiiri’nin M arx’in sonradan terk etmediği fikirler içerdiği kesindir. G erçekte bu çalışma devlet teorisi ve devletin ortadan kaldırılm ası ihtim a­ li konusunda anahtar bir çalışm adır ve bu yüzden burada yer alan görüşler M arx’in olgun dönem yazılarının tüm ünün te­ m elini oluşturur. A ncak M arx, bu evrede, tıpkı diğer G enç H egelciler gibi, hâlâ Feuerbach’ın “bilinç reform u” zorunlulu­ ğu çerçevesinde düşünm ektedir. M arx, 1 8 4 3 Eylülü’nde Fran­ sa’ya gitm ek için Almanya’dan ayrılm adan hem en önce Ruge’a, ister dinsel isterse siyasal bütün “dogm aların” sorgulan­ ması gerektiğini yazar: Sloganım ız bu yüzden şöyle olm alıdır: B ilin ç reform u, ancak dogm alarla değil, aksine gerek dindeki gerek siyasetteki m uğ­ lak m istik b ilin cin analiziyle. Böylece dünyanın uzun zam an­ d ır, gerçeklikte var olm ası için sadece farkında olunm ası ge-

2 6 A .g.e., s. 20 2 ; W erk e , c. 1, s. 326. 2 7 Bu kon u hakkınd aki farklı görüşler için bkz. U c ıh e im , s. 3 8 -4 0 ; Shlom o Avineri: T h e S o c ia l and P olitical Thought o f K arl M arx (Cam bridge, 1 9 6 8 ), s. 33-40 .

35

reken b ir şeyin hayalini kurduğu açık hale g elecek tir... G ü ­ nahlarının bağışlanm ası için , insanlık sadece, o n la n n ne için o ld u kların ı ilan e tm ek zoru nd ad ır.28

M arx’in Paris’te Fransız sosyalizm iyle doğrudan ilişk ileri­ nin etkileri 1 8 4 3 ’te yazılan H e g e l ’in H u k u k F e l s e f e s i n e G i r i ş ’te açık tır.29 Bu yazıdaki görüşlerin çoğu M arx’in E l e ş t h i ' d e geliş­ tirdiği tem aların açım lam alarıdır. A ncak M arx, Bauer’in k en ­ d isin in ö n cek i eleştirel Hegel analizini b içim len d iren “g ize­ m inden arınd ırm a” vurgusundan vazgeçer. M arx “din eleşti­ risi bütün eleştirilerin tem el ö n cü lü d ü r” ilkesini b enim ser; bu görev büyük ölçüde b aşarılm ıştır ve böylece en yakın ve zo ­ runlu görev doğrudan siyasal alana geçm ektir. İnsanların aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırıl­ ması onların g erçek mutluluğunun gereğidir. O nlann kendi gerçek koşullan hakkındaki yanılsamalardan kurtulma talep­ leri, y an ılsam alan gerektiren durumun terk edilmesi talebidir Din eleştirisi, bu yüzden, dinin kutsal halesi olduğu şu acınası dünyanın eleştirisinin başlama noktasıdır.30 A ncak M arx’a g ö re “e le ştiri” tek başına yeterli d eğildir. O n a g ö re, bu g erçek d ü n y an ın h içb ir y erin de, g elişm esi bu kadar g e c ik tir ilm iş A lm a n y a ’d ak i k a d a r net d eğ ild ir. A lm an s iy a ­ sal y ap ısın ın so y u t, felsefi “o lu m su z la n m a sı” bu ü lk e n in d ö ­ n ü ştü rü lm esi için k arşılan m ası g ere k e n g e rç e k ta lep lerle iliş­ k isizd ir; “M ev cu t siyasal d u ru m u m u zu n o lu m su z la n m a sı b ile 28 29

Writings o f the Young Marx on Philosophy and Society, s. 214-215. Rugc'un DaUsch-frmzösische Jahrbücher adlı çalışması ilk kez Şubat 1844 te ya­ yımlandı. Writings o f the Voting Marx on Philosophy and Society, s. 249-264. Ben­ zer fikirler Marx’in aynı konuya başka bir katkısında da (On the Jew ish Question) {Yahudi Soritnu Üstüne, (ev. Sol Yayınlan Yayın Kurulu, Sol Yayınlan, 1997] ge­ liştirilir. Writings o f the Young Marx on Philosophy and Society, s. 216-248. Son mektubun alternatif bir çevirisi Karl Marx, Early Writings’de yer alır: s. 3-31.

30 Karl Marx, Early Writings, s. 4 4 ; W erke, c. 1. s. 379. Marx’in din. devlet, ya­ bancılaşma veya kapitalizmin bir btüün olarak “ilgası" (Aııfhebung) üzeri­ ne yazılanndaki tüm ifadeleri auflıcben fiilinin üç anlamı (kaldırmak, koru­ mak, yükselmek) ışığında anlaşılmak zorundadır. Nitekim dinin “kaldınlması" onun basitçe k ö k ü n ü n kazınmasını değil, diyalektik olarak aşılmasını ge­ rektirir. 36

zaten modern ulusların tarihsel sandık odasındaki tozlu bir g erçek tir.”31 Almanya’nın Avrupalı ulusların toplum sal geli­ şim ine katkıları fikirler alanıyla sınırlıdır. Alm anlar günüm ü­ zün “tarihsel” değil “felsefi çağdaşlarıdır”. Dolayısıyla, bu m e­ seleleri felsefi eleştiriyle çözm eye çalışm ak boşu n ad ır, zira böyle bir girişim düşünceler ve gerçeklik arasındaki m evcut kopukluğu sürdürm ekten başka bir işe yaramaz. Zihinsel dü­ zeyde açıklanm aları çelişkileri ortadan kaldırmaz: “Kabul edil­ mesi gerekir ki, bu görevleri gerçekleştirm enin sadece tek bir aracı vardır: Pratik (P raxis)."32 Almanya reform u yaşayacaksa bu yavaş ilerleyen adım lar­ la sağlanamaz, aksine köklü bir devrime gerek vardır: Bu sa­ yede Almanya, “sadece modern ulusların resm î d ü zey in e değil, aynı zamanda bu ulusların yakın geleceğini oluşturacak insa­ ni d ü zey e u laşabilir”.33 Almanya’nın toplum sal kom pozisyo­ nundaki geri kalm ışlık ona diğer Avrupa devletlerinin ötesine sıçrayabileceği koşullan sağlayabilir. Siyasetin “teorik ” eleşti­ risi, toplum daki konum ları kendilerini devrim ci kılan belirli toplumsal grupların tecrübeleriyle birleştirilm edigi sürece ba­ şarılam az. M arx ilk kez proletaryaya burada değinir. Marx'a göre, Almanya’nın ekonom ik düzeyindeki m evcut gerilik sa­ nayi proletaryasının henüz başlangıç d önem inde olduğunu gösterir. Ancak sanayi proletaryasının daha fazla genişlem e­ si, Almanya’daki, özellikle geciktirilm iş mevcut siyasal ve top­ lumsal yapıyla bir araya gelerek, Almanya’yı diğer Avrupa ül­ kelerinin ötesine taşıyacak koşullar için gerekli bileşim i sağla­ yacaktır.34 Hegel’in rasyonel devlette cisim leşen idealler içinde aradı­ ğı “evrensel k arakteri” M arx proletaryada bulur. Proletarya “kökten zincirler içinde bir sınıftır”; bu sosyal sınıf, “evrensel karaktere sahiptir çünkü evrensel acıları ve yakınm aları şahsa özel değildir, çünkü onlara yapılan eziyet şahsa yönelik yan31

K ar I M arx, Early W ritings, s. 45.

32 A.g.e., s. 5 2 , W a k e , c. 1, s. 385. 33

K arl M arx, E arly W ritings, s. 52.

34 A.g.e., s. 57-59.

37

lış değil, tam anlam ıyla yanlıştır.” Proletarya toplum un tüm olum suzluklarını içine hapseder. Maddi kaynakların eksikli­ ğinin sonucu olan doğal yoksulluk koşulları içinde değil, ak­ sine çağdaş sınaî üretim örgütlenm esinin “yapay” sonucu olan yoksulluk koşulları içinde yaşam aktadır. Proletarya toplum ­ da yoğunlaşm ış irrasyonalitenin alıcısı olmadığı için, onun öz­ gürleşm esinin aynı zamanda b ir bütün olarak toplum un öz­ gürleşmesi olduğu sonucu çıkar: İnsanlığın tüm k a y b ı... sadece insanlığın tüm den k u rta rılm a sıy ­ la gid erilebilir... Proletarya şim d iy e k a d a r m evcut ş e y le r d ü z e­ ninin f ii l î (fa k tis ch ) yıkılışı olduğu için, bu düzenin ölümünü ilan ettiğinde sadece k en d i varolu şun un sırrını da ilan etm iş olur... Felsefe maddi silahlarını proletaryada, proletarya e n te­ lektüel silahlarını felsefede bu lu r.35

M arx 1844 başlarında ekonom i politik üzerine yoğun bir araştırmaya başladı: Bölük pörçük yazılarda yer alan bu giriş niteliğindeki ürünler ancak 1932’de E kon om ik ve F elsefi E ly azm a la n adıyla yayım lanabilm iştir. Bu ürünler, enerjisinin eko­ nomiye yönelm esinde kesinlikle önem li olan Enğels gibi dik­ kate değer b ir istisna dışında, M arx’in diğer G enç H egelciler’den daha fazla uzaklaşmasına yol açar. E ly a z m a la n M arx’in çalışm alarının tümü için birkaç nedenle büyük önem e sahip­ tir. O nlar esasen M arx’in Kapital'i yayımlamadan önce karala­ dığı bazı müsveddelerdir. M arx’in E ly a z m a la n için hazırladığı bu giriş çalışm ası aslında planladığı ancak asla tamamlayamadıgı tutkulu bir projenin kaba çerçevesini oluşturur. M arx’in entelektüel kariyerinin nispeten erken bir evresinde ana hat­ larını oluşm rduğu bu planlar, gerçekte uzunca ve ay rın tılı bir çalışma olan Kapital'in M arx’in çok daha kapsamlı bir ka­ pitalizm eleştirisi olarak tasarladığı şeyin sadece bir parçası­ nı oluşturduğunu gösterir. M arx, aslında, “hukuk, ahlâk, si­ yaset eleştirileri” içeren birçok bağımsız elkitabı yayımlamak niyetindeydi. Bu farklı elkitapları sonuç niteliğinde bir sentez

35

38

A.g.e.. s. 5 8 -5 9 ; W erke, c. 1, s. 391.

çalışm asıyla birbirin e bağlanacaktı.35 M arx, E ly a z m a la r ı’n d a bu kurumsal alanları çalışm asına doğrudan ekonom ik ilişki­ lerden etkilendikleri sûrece dahil eder. Ç alışm a, bu yüzden, M arx’in söz konusu alanla ilgili olduğunu iddia eden disiplini -e k o n o m i p o litiğ i- ilk eleştiri girişimidir. E ly a z m a la n ayrıca, M arx’in sonraki yazılarında (farklı ne­ denlerle) daha az doğrudan ilgilendiği problem lerle yakından ilişkili olm ası anlam ında, büyük bir önem e sahiptir. Bu prob­ lem lerden bazıları M arx’m sonraki çalışm alarında yer almaz. Zira M arx, teorik bir modern kapitalizm eleştirisi yapma yö­ nündeki oldukça belirgin am acı hesaba katılırsa, bu so ru n ­ ların zalen yeterince ele alındığını düşünüyordu. Din anali­ zi bunlardan biridir. E ly a z m a la n M arx’in dine hâlâ büyük bir yer ayırdığı son çalışmadır. Ancak Elymtmalan’nda öne çıkan bazı konular M arx’in sonraki yazılarında ortadan kaybolur. Bunlardan en önem lisi Elyazm alan’nda m erkezî b ir yer işgal eden yabancılaşm a analizidir. Yabancılaşm a sorunu 1 8 4 4 ’ten sonraki yazılarda nadiren yer alm asına rağm en, bu problem in M arx’m olgun dönem yazılarının kaynağını oluşturduğu ke­ sindir. M arx, E ly a z m a la n ’n d a kullandığı yabancılaşm a kavra­ mıyla ilgili belirli hususları sonraki yazılarında açıklığa kavuş­ turur. Böylece M arx’in kendini uzak tutm ak istediği soyul, fel­ sefi karaktere sahip bu terim fazlalık haline gelir. Ancak Ely azm akın’nda yer alan yabancılaşm a tartışm ası M arx’in son ­ raki düşüncesindeki ana temalar hakkında paha biçilm ez bir kavrayış kaynağıdır.

Yabancılaşma ve ekonomi politik teori M arx’in E ko n o m ik ve F elsefi E ly a z m a la n ’nda geliştirdiği eko­ nom i politik eleştirisini biçim lendiren temel kabuller şöyle sı­ ralanabilir: E konom i politikçilerin yazılarına iki temel eleşti­ ri yöneltebilir, tiki, onların kapitalizme özgü üretim koşulla­ rının tüm toplum biçim lerine genelleştirilebileceği kabulüyle

36

K arl M arx, E arly W ritings, s. 63.

39

ilişkilidir. İktisatçılar, m übadele ekonom isi ve özel m ülkiyet­ ten hareket ederler. Çıkarları ve kazanç peşinde koşm ak in­ sanın doğal nitelikleri olarak görülür. G erçekte M arx’a göre, m übadele eko n o m isi tarihsel bir sü recin ürünü ve k apita­ lizm de tarihsel olarak özel bir üretim sistem idir. Kapitalizm, kendisinden önceki üretim sistem leri arasından sadece biri­ dir ve daha önce tarih sahnesinde yerini alm ış diğer sistem le­ rin sonuncusu değildir. Bu iktisatçıların ikinci yanlış ön-kabulü, “ekonom ik” ilişkilerin soyut bit biçim de ele alınabileceği id­ diasıdır. İktisatçılar “serm aye”, “m etalar”, “fiyatlar” vb.’nden, sanki insanların m üdahalesinden bağımsız bir hayata sahipler­ miş gibi söz ederler. Bunun böyle olmadığı yeterince açıktır. Ö rneğin, madeni bir para, insandan bağımsız varoluşa sahip olm ası anlamında fiziksel bir nesneden ibarettir, ancak sade­ ce belirli toplumsal ilişkilerin bir parçasını oluşturduğu sürece “para”dır. Fakat iktisatçılar, her şeyi “ekonom iye” indirgem e­ ye ve ekonom ik koşullar içinde ele alınamayacak her şeyden uzak durmaya çalışırlar. E konom i p olitik, bu yüzden, işsiz işçiyi, ilgili iş ilişkisi d ışın­ da yer aldığı sü rece çalışan insanı d ikkate alm az. H ırsızlar, d o lan d ırıcılar, d ile n c ile r e k o n o m i p o litik a çısın d a n gerçek te m evcut olm ayan /o n u la r d ır . O n lan n gözünde sadece, örneğin d oktorlar, yargıçlar, m ezar kazıcılar, tören asası taşıyan gö­ revliler vb. vardır; bu yüzden birin ci kategoridekiler ekonom i politiğin alanı dışındaki hayalî figürlerdir.37

Her “ekonom ik” olgu aynı zamanda kesinlikle toplumsal bir olgudur ve belirli tipte bir “ekonom inin” varlığı belirli bir top­ lum tipini gerektirir.38 İktisatçıların işçileri kapitalist açısından bir “maliyet unsu­ ru” ve bu yüzden diğer serm aye harcam alarına denk bir şey olarak almaları, bu yanlış anlayışların işaretidir. Ekonom i po­ litik, gerçek analiz “nesnelerinin” toplum içindeki insanlar ol­ ması gerektiği düşüncesini isabetsiz bir yaklaşım olarak ilan 37

A.g.e., s. 1 3 7 -1 3 8 ; Werke. Ergd.. c. 1, s. 5 2 3 -5 2 4 .

38

K arl M arx, E arly Writings, s. 12 0 -1 2 1 .

40

eder. Söz konusu iktisatçılar böylece, gerçekte kapitalist üre­ tim tarzına içkin olan şeyi -y a n i kapitalizmin proletarya veya işçi sınıfı ile burjuvazi veya kapitalist sınıf arasındaki sınıfsal bölünm eye dayandığı g erçeğ in i- gözden saklarlar. Bu sınıflar, sınaî üretim inin m eyvelerinin dağıtımı konusunda ilgili toplu­ ma has bir çatışm a içindedirler. Ü cretler ve kârlar “kapitalist ve em ekçi arasındaki yıpratıcı m ücadele” tarafından, şüphesiz sermaye sahiplerinin egemen konumda olduğu bir ilişki tara­ fından belirlenir.39 M arx’ın kapitalist üretim sürecinde yabancılaşm a analizin­ de, ayrıca sonradan K a p ital'de ayrıntılı olarak geliştirilen bir başlangıç önerm esi olan “çağdaş ekonom ik bir olgu”dan ha­ reket edilir: Kapitalizm geliştikçe işçiler yoksullaşm aktadır. Kapitalist üretim tarzının sağladığı olağandışı zenginlik, top­ rak ve sermaye sahipleri tarafından gasbedilir. A ncak işçi ile em eğinin ürünü arasındaki bu ayrılık, aslında basitçe işçiye ait malların gasbedilmesi olarak görülemez. M arx’ın tartışm asının temel vurgusu, kapitalist sistem de üretilen maddi nesnelerin bizzat işçiyle aynı değerde alınm asıdır; tıpkı ekonom i politik­ te sah teorik düzeyde ele alınm aları gibi. “İşçi sürekli olarak daha bir ucuz meta haline geldikçe daha fazla mal yaratır. İn­ sani dünyanın d eğ er kaybetm esi şeyler dünyasındaki d eğ er artı­ şıyla doğru orantılıd ır.”40 Bu, M arx’m “nesnelleşıirme/şeyleştirm e” (V ergegensldndelichu ng) olarak terim leştirdigi bir çar­ pıtm a sürecini içerir. İşçi, emeğiyle doğa dünyasını şekillen­ dirir; onun ürünü, bizzat şekillendirdiği sürece, dış dünyayla bu etkileşim in sonucudur. Kapitalizmde işçi (özne, yaratıcı), ürünü (nesne) ile özdeşleştirilir.41 39

A.g.e., s. 6 9 .

4 0 A.g.e., s. 121. 41

A.g.e., s. 123. M arx, daha genel epistem olojik bir düzeyde, Hcgel'i nesnelleşlirme/şeyleşıirnıe ve yabancılaşm a arasındaki ilişki konusunda halalı olduğu için eleştirir. M arx’a göre, Hegel’in idealizmi için temel önem de olan düşün­ ce, “şeyliğin" yabancılaşm ış kendilik-bilinciyle aynı şey olduğu ve bu yüzden, nesneleşıirm cnin sadece insanın kendinc-yabancılaşm asıyla m üm kün olduğu önerm esidir. M arx’a göre m eselenin özü başka yerde yatar. Yabancılaşm a be­ raberinde ncsncleşm eyi getirir ve (M arx’m kavramı kullandığı anlam da) ka­

41

Üretim , yani nesnelleştirme/şeyleşıirme süreci böylece “bir k a y ıp ve nesneye k ö le lik ” biçim ini alır; işçi “nesnenin bir köle­ si haline gelir...”42 Kapitalist ekonom ide işçinin yabancılaşm a­ sı, em eğin -k ap italizm in genişlem esiyle giderek a rta n - üret­ ken gücü ile işçinin kendi üretüği nesneler üzerindeki k ontro­ lünün yokluğu arasındaki bu dengesizliğe dayanır. Bu durum, siyaset alanındaki yabancılaşm a örneğinde olduğu gibi, dinde­ ki yabancılaşmayla paralellik sergiler. Hıristiyan ahlâkta Tan rı’ya atfedilen nitelikler insanların kontrolünden uzaklaşır ve sanki dış bir güç tarafından dayatılan bir şeye dönüşür. Benzer biçim de, ürünü işçiye “yabancıdır ve... onun karşısında özerk bir güç olarak yer alır. N esneye verdiği hayat onun karşısı­ na yabancı ve düşman b ir güç olarak d ikilir”.43 Bu yüzden, h er tür em eğin ayrılmaz bir parçasını oluşturan (ve em ek-gücünün kendi yarattığı nesneye aktarılm asını içeren) nesnelleştir­ me, kapitalizmde yabancılaşmayla aynı şey haline gelir. Başka deyişle, emeğin ürünü işçiye -sad ece on tolojik anlamda değil, aynı zamanda çok daha kapsam lı ancak çok daha özel bir. an­ lamda d a - “dışsaldır”: “Kendi em eğinin ürününde som utlaşan şey artık ona ait değildir.”44 İşçin in kendi ürünü ne yabancılaşm ası oldu kça farklı b i­ çim ler kazanır. M arx bunları tartışırken büyük ölçüde Feuerbach’m term inolojisini kullanır; ancak M arx’m özel, tarih­ sel bir üretim tarzı olarak kapitalizm in etkilerini som ut koşul­ lar içinde ele aldığı açıktır. M arx’m yabancılaşm a tartışmasının temel boyutları şöyle sıralanabilir: 1.

işçi, üretüği şey başkaları tarafından kendisinin yararla­

namayacağı biçim de gasbedildiği için , ürünlerinin kullanım ı üzerinde kontrolden yoksundur. Piyasa ekonom isinin temel pitalizm e özgü özel çarpıtılm ış b ir ncsneleştirm c biçim inin neticesidir. Çoğu yazar, ne yazık ki, nesneleştirm e ve yabancılaşm a arasındaki bu temel ayrımı kavrayamamıştır. 42

A.g.e., s. 122-123.

43

A.g.e., s. 123. M arx, yabancılaşm ayı bu bağlamda tartışırken iki terim kulla­ nır. Ent/remduııg (yabancılaştırm a) ve Entctusserang (dışsallaştırm a). Analizin­ de iki terimi az çok birbirinin yerine kullanır.

44

A.g.e., s. 122.

42

ilkesi malların m übadele amacıyla üretilm esidir; kapitalist üre­ tim sürecinde m alların mübadelesi ve dağılımı serbest piyasa­ nın işleyişinin kontrolü altındadır. Piyasada bizzat bir meta olarak alınıp satılabilen işçi, bu yüzden, ü rettiklerinin yazgısı­ nı belirleyecek güçten yoksundur. Piyasa kapitalistin çıkarla­ rını işçinin çıkarları aleyhine artıracak biçim de işler. Nitekim “işçi daha fazla ürettikçe daha az tüketm ek zorundadır; daha fazla değer yarattıkça daha değersiz hale gelir.” 2. İşçi bizzat işine yabancılaşır: “Em eğin ürünü yabancılaş­ maysa, üretim in de aktif bir yabancılaşm a olm ası gerekir - et­ kinliğin yabancılaşması ve yabancılaşm anın etkin liği.”45 Yapı­ lan iş, işçinin “zihinsel ve fiziksel enerjisini özgürce geliştir­ m esini” m üm kün kılacak gerçek doyumlar sağlam az, çünkü o sadece dış koşullann dayattığı bir em ektir. İş, bir am acın aracı olm aktan ziyade başlı başına bir am aç haline gelir: Bunun is­ patı, “h içbir fiziksel veya başka bir zorlam a olm adığında in­ sanların çalışm aktan vebadan kaçar gibi kaçm alarıdır.”46 3. Tüm ekonom ik ilişkiler aynı zamanda toplum sal ilişkiler oldukları için , em eğin yabancılaşm asının doğrudan toplum ­ sal sonuçları vardır. Marx hareket noktasını biraz öne çeker: Kapitalizmde insan ilişkileri piyasa güçlerine indirgenm e eği­ lim indedir. Bu durum insan ilişkilerinde paranın önem i ko­ nusunda yeterince açıktır. Para, en heterojen niteliklerin birbirleriyle karşılaştm labileceği ve yeniden ü retilebileceği soyut b ir standart sağladığı için , toplum sal ilişk ilerin rasyonelleş­ m esini sağlar. “C esareti satın alabilen biri korkak bile olsa ce­ surdur... N itekim sahip olanın bakış açısından, para her n i­ telik ve n esn eyi (çe lişk ili old uklarında b ile) b ir başkasıyla değiştirebilir.”47 4. İnsanlar doğal dünyayla aktif b ir karşılıklı ilişk i içinde­ dir. T ekn o lo ji ve kültür bu karşılıklı ilişkinin ifadesi ve sonu­ cudur. Bunlar insanı hayvanlardan ayıran temel niteliklerdir. Bazı hayvanlar üretirler, ancak kuşkusuz m ekanik bir biçim ­ 45

A.g.e., s. 1 2 3 -1 2 4 .

46

A.g.e., s. 125; W erke, Ergd., c. 1, s. 514.

4 7 A.g.e., s. 193.

43

de, adaptasyon amacıyla. Yabancılaşm ış emek insanın üretici etkinliğini doğaya aktif bir biçim de egemen kılm aktan ziyade, doğaya adaptasyona indirger. Bu indirgeme, bireyi kendi “türsel-varlığından” (Gattungswesen), insan türünün hayatını hay­ vanların kinden farklı kılan şeyden uzaklaştırır.48 M arx’m bu konudaki tartışması Feuerbach’ın tartışmasını yakından andı­ rır. Ancak M arx’m sözlerinin anlamı oldukça farklıdır. 1 8 4 4 E k o n o m ik ve F elsefi E ly a z m a la r ı’n d a k i yabancılaşm a analizi üzerine açıklam aların çoğunda, M arx’m konumu Feuerbach’ın konumuyla özdeşleştirilerek, onun tartışmasına gerçekte olan­ dan daha “ütopik” bir anlam yüklenir.49 M arx, Feuerbach’ın term inolojisine, insanın -sa d e ce “k ısm en” üreten ve dar bir çevrede kendi biyolojik yapısının içgüdüsel unsurları tarafın­ dan şekillen d irilen - hayvanların aksine “evrensel bir ü retici” olduğunu savunduğu durumlarda başvurur: Ancak onun ana­ lizi, bu term inolojiye göre çok daha som ut ve özgündür. M arx’a göre, insan hayatını hayvanlarınkinden ayıran şey; insani yetiler, kapasiteler ve h azlan n toplum tarafından biçim lendirilm esidir. “Soyut birey” faydacı teorinin bir icadı­ dır: Süregelen bir toplum içinde dünyaya gelm eyen ve dolayı­ sıyla toplum tarafından biçim lendirilm eyen hiçbir insan yok­ tur. Bu yüzden, her birey kendisinden önceki kuşakların bi­ riktirdiği kültürü devralan, yaşadığı doğal ve toplum sal dün­ yayla karşılıklı etkileşim için d e diğerleriyle birlikte yaşadı­ ğı bu dünyanın daha fazla değiştirilm esine katkıda bulunan biridir. “Birey insanın hayatı ve türsel-hayat fa r k lı şey ler de­ ğild ir” ve “... H er insan k end isine has bir varlık olsa bile... insan aynı ölçüde b ir bütün, ideal bütün, toplum un -d ü şü n en ve y aşayan - öznel varolu şu d u r.”50 B öylece, toplum u ayakta tutan, onu m üm kün kılan, bireyin hayvanlardan farklılaşm a­ sına hizm et eden, ona “in sanhgı”nı kazandıran şey -te k n o lo 48

Feuerbach, Essence o f C hristianity, s. 1-12. Marx ayrıca, G altungsleben terim i­ ni, serbestçe, lam anlamıyla “türsel-hayat" biçim inde kullanır.

49

Bu konud a iki farklı ö rn ek için bkz. H. Popitz, D er e n lfr em d e te Menseli (Frankfurt, 1 9 6 7 ) ve Tucker.

50

K arl M arx, Early Writings, s. 158; Wcrlic, Ergd., c. 1, s. 539.

44

jik ve kültürel aygıtların yanı s ır a - toplum a üyeliğidir. Bazı hayvanlar insanla benzer organlara sahip tir; an cak görüntü veya sesteki, sanal veya m üzikteki estetik algı insani bir yeti, toplum un bir yaratısıdır. C insel etkinlik veya yem e-içm e in­ sanlar için b iy o lo jik dürtülerin basit bir doyum undan iba­ ret değildir, aksine onlar, toplum un gelişim i sırasında, doğa dünyasıyla yaratıcı etkileşim içinde farklı doyum lar sağlayan eylem lere dönüştürülürler.51 Beş duyunun gelişim i tüm ö n ce­ ki tarihin eseridir; ancak “salt ken di nesnesi sayesinde, in s a ­ nileşmiş doğa aracılığıyla varlık kazanabilen şey, basitçe beş duyu değil, aynca (arzulam a, sevme vb. gibi) manevî duygu­ lar, pratik sezgiler, özetle, in san i duyarlılıklar ve duyumların insani k arakterid ir.”52 Burjuva toplum unda insanlar kend ilerine “in san lık ların ı” kazandıran toplum la bağlarından belirli biçim lerde yabancı­ laşırlar. İlk olarak, yabancılaşmış em ek “türsel ve bireysel ha­ yatı birbirine yabancılaştırır" ve ikinci olarak “bu em ek birey­ sel hayatı bir soyutlam a olarak tıırsel-hayaıın am acına -ay rıca soyut ve yabancılaşm ış bir b içim e- dönüştürür.”53 Kapitalizm­ de, teoride ve pratikte, hayat ve bireyin ihtiyaçtan onun toplu­ ma üyeliğinden bağımsız “vcrilm işlikler” olarak görünür. Bu yanılsama teorik ifadesini sivil toplum teorisini kendi çıkarla­ rı peşinde koşan soyut birey anlayışı üzerine kuran ekonom i politikte (ve bir ölçüde farklı şekilde, M arx’in eleştirdiği Hegelci sivil toplum teorisinde) bulur. Bu şekilde, ekonom i poli­ tik “özel m ülkiyeti insanın özüne dahil eder”.54 A ncak, “birey” “toplum saldan” koparılm akla kalmaz, aynı zamanda “toplum­ sal” “bireye” tâbi kılın ır. Toplum un üretici kaynakları, aşırı yoksulluk içinde yaşayan nüfusun çoğunluğu açısından, or­ ganizmanın varlığını sürdürmesi için gerekli asgari ihtiyaçları 51

Krş. Bölüm 2: “M ateryalist tez" adlı alt bölüm.

52

Karl M arx, Early W ritings, s. 161; W erke, Ergd., c. 1, s. 541. Bu konunun D urkheim ’la ilintisi için Bölüm 15: “Yabancılaşm a, anom i ve devletin doğası" adlı alt bölüm.

53

K arl M arx, E arly Writings, s. 127.

5 4 A .g.e..s. 148.

45

karşılamakta kullanılır. Ücretli em ekçiler kitlesi, üretici etkin ­ liklerinin sadece fiziksel varlıklarının kaba ihtiyaçları tarafın­ dan yönlendirildiği koşullarda yaşar: İnsan m a ğ a ra hayatına doğru gerilem ekted ir, an cak yaban­ cılaşm ış en kötü koşullarda. Vahşi (kullanm ası ve korunm a­ sı için özgürce su nu lan ) m ağarasında kendini b ir yabancı ola­ rak hissetm ez: A ksine ken dini sudaki b ir b a lık gibi evinde hisseder. A ncak yoksul insanın izbe yerlerdeki bann ağı düş­ m an bir yerleşim , “ona sadece kan ve gözyaşı sunan yabancı, kasvetli b ir g ü ç’hü r.55

M arx insanın “türsel varlığına” yabancılaşm asını kapitalizm analizinde ortaya koyar. Bu yabancılaşm a büyük ölçüde eşit­ sizdir: Başka deyişle, yabancılaşm anın etkileri sınıfsal yapı ara­ cılığıyla yoğunlaşır ve proletarya tarafından yoğun bir biçim de yaşanır. Hegel ve Feuerbach tarafından özel toplum sal ve ta­ rihsel bir bağlamda kullanılan yabancılaşm a kavram ının genel on to lo jik bir kategoriye dönüştürülm esi M arx’m E ly a zm a lan ’ndaki yaklaşım ının ana temasıdır. Ancak M arx, yabancılaş­ manın sadece ücretli em ekçinin konumuyla sınırlı olmadığına inanır. Bizzat kapitalist de, özel m ülkiyet ve paranın gücünün varlığını egem enliği altına alm ası anlamında, sermayenin b o­ yunduruğu altındadır. Sanayici “sıkı çalışm ak, m akû l, e k o n o ­ m ik, tekdüze" olm ak zorundadır: [O ]n u n haz alm ası ik in cil önem de bir m eseledir; haz üreti­ me tâbi kılın an b ir boş zam an etkinliği ve bu yüzden hesap­ lı, eko n om ik b ir duygudur; zira kişi hazlann ı serm ayenin bir bedeli olarak kaydeder ve israf ettiği şey, serm ayenin azalm a­ sıyla kaybolan kârın yerine kon u lab ilecek şeyden fazla olm a­ m alıdır. N itekim ö n celeri (feodal toplum da) aksi geçerliyken, haz serm ayeye tâbi k ılın ır ve haz arayan birey serm aye b irik ­ tiren bireye tâbi olu r.56 55 A .g.e.,s. 177. 5 6 A .g.e., s. 179. Parantez bana aittir. M arx, bir başka yerde şu sözleriyle Moses Hess'i andırır: “Ö zel m ülkiyet bizi o kadar aptal ve kısmi kılar ki. bir nesne sadece ona sahip olduğum uzda, bizim için bir sermaye olduğunda veya bizler

46

Elyazmaları bitm iş bir çalışma olmayıp daha ziyade giriş ni­ teliğinde notlardan oluşur. Buradaki yabancılaşm ış em ek tar­ tışması M arx’m 1844’te hâlâ kendi özel perspektifini formüle etmeye çalıştığı konusunda bol miktarda kanıt sunar. Marx’m yabancılaşm a yaklaşım ının ana temalarını belirlem ek zor o l­ masa bile, onun bu konulardaki açıklam aları çoğu kez anlaşıl­ ması zor ve kısadır. M arx, iktisatçıların yazılarını analiz eder­ ken ekon om i politik bir dille yazar; yabancılaşm ayı doğru­ dan tartıştığı yerlerde Feuerbach’ın term inolojisine başvurur. Bu evrede M arx’in söz konusu iki farklı kaynaktan aldığı kav­ ramları başarılı bir biçim de bir araya getirem ediği ve bu iki­ sinin Elycıznifllcırı’nda birbiriyle kolay olmayan bir ilişki için­ de yer aldığı kesindir. Yine de E lyazm aları kapitalizm in eleşti­ rel analizi için genel bir çerçeve sağlar ve bu parça parça n ot­ lar gerçekte M arx’m sonraki yazılarında büyük ölçüde geliştir­ diği tüm önem li düşüncelerin kaynaklarını oluşturur. G enellikle 1844 Elyozm alan’nda, kapitalist üretim koşulla­ rında insanın “hayvanların seviyesine düşürüldüğü”nden ve “türsel varlığına” yabancıIaştırıldığından söz edildiği, M arx’in bir tür olarak biyolojik niteliklerine yabancılaşm ış soyul bir “in san” anlayışı çerçevesinde düşündüğü varsayılır. Bu yüz­ d en , M arx ’in d ü şü n ce sin in ilk gelişim ev resin d e, in san ın özünde - “doğal” eğilim leri kapitalizm in kısıtlayıcı yapısı ta­ rafından b astırılan - yaratıcı bir varlık olduğuna inandığı var­ sayılır. G erçekte M arx kapitalizm in olağanüstü üretici gücü­ nün insanın gelecekteki gelişimi açısından önceki üretim sis­ tem lerinde m üm kün olam ayacak fırsatlar yarattığına inanır. Toplum sal ilişkilerin kapitalist üretim içind eki organizasyo­ nu, bu tarihsel olarak yaratılm ış im kânları algılam ayı engeller. Yabancılaşm ış em eğin karakteri yabancılaşm am ış ve yabancı­ laşmış insan (yani, “doğadaki” ve “toplum daki” insan) arasın­ daki bir gerilim in değil, aksine öz el b ir toplum biçim inin -k a p i­ talizm in - yarattığı potansiyel ile bu potansiyelin hedefine ula­ şam amış biçim i arasındaki bir gerilim in ifadesidir. İnsanı haytarafından doğrudan yenilip, içilip, giyildiğinde, içinde oturulduğunda, kısaca bir şekilde kullanıldığında bize aittir” (s. 159).

47

vanlardan ayıran şey, sadece insanlar ile diğer türler arasında­ ki biyolojik farklılıklar değil, aynı zamanda insanlann (old uk­ ça uzun bir tarihsel gelişm e sü recinin ürünü olan) kültürel başarılandır. Bu başanların gerekli önkoşulu insanlann biyo­ lojik nitelikleri, yeterli koşulu toplum un evrimidir. İnsanların kendi “türlerine” yabancılaşm alan toplum sal olarak yaratılm ış n itelikler ve eğilim lerden toplumsal bir kopuştur.57

Erken dönem komünizm anlayışı E k o n o m ik ve F e ls e fi E ly a z m cıla n 'n d a , M arx’in ilk kap sam ­ lı kom ünizm tartışm ası da yer alır. Buradaki açıklam alar ile M arx’in Hegel’in devlet felsefesine eleştirisindeki “gerçek de­ m okrasi” analizi arasındaki sü rek lilik açıktır. A ncak E ly a zmaiarı’ndaki tartışm ada Fransız sosyalizm inin etkisi ço k b e­ lirgindir ve Marx burada “kom ünizm " terim ini tercih ederek “d em okrasi” kavram ını kullanm aktan vazgeçer.58 M arx, ya­ bancılaşm anın aşılm asının özel mülkiyetin aşılm asına bağlı ol­ duğunu öne sürer. Buradan, üretim deki yabancılaşm anın ör­ neğin din veya devletteki yabancılaşm a biçim leri açısından tem el önem de olduğu, “g erçek d em o k rasin in ” y erleşm esi­ nin tek başına yeterli olamayacağı sonucu çıkar: G ereken şey, özel mülkiyet ve ücretli em ek arasındaki mevcut ilişkiyi orta­ dan kaldırarak toplum u daha kapsamlı olarak yeniden organi­ ze etm ektir. Marx kendi kom ünizm anlayışını “ilkel kom ünizm ”den ayı­ rır.59 İlkel kom ünizm in tem el biçim i özel m ülkiyete duygusal 57

Meyer'in kullandığı Uırdcıı ifadeler, örneğin Marx "iyiliği ve zekâsı uygarlaş­ ma süreciyle harcanm ış m ükem m el ve zeki bir insan türü varsayar" önerm e­ si (Alfred G :-M ayer, M arxism , the Unity o f Theory an d P ractice, Ann Arbor, 1963, s. 5 7 ) açıkça yetersizdir. M öszâros'un sözleriyle: “M arx’in anlayışın­ da doğaya hiçbir duygusal ve rom antik nostaljinin izi yoktur. Onun programı doğaya', ’doğal’ ilkel veya 'basit' ihtiyaçlara dönm e taraftarı değildir...". Istvân Möszâros. M arx’s T h coıy o f A lienation (Londra, 1 970).

58

Marx. Alman sosyalistlerinin etkisinden bahseder ancak “bu konudaki özgün ve önem li çalışm aların" Hess, W eitling ve Engcls’in belirli yazılarıyla sınırlı kaldığım öne sürer. K arl M aix, E arly Writings, s. 64.

59

Burada Marx’in aklından ne geçtiği tam am en açık değildir ancak m uhlem e-

48

düşmanlığa dayanır ve bu yaklaşımda, bütün insanların, her­ kes eşit m ülkiyet hakkına sahip olacak biçim de benzer bir dü­ zeye getirilm esi gerektiği öne sürülür. M arx’a göre gerçek ko­ m ünizm bu değildir, zira bu anlayış ek o n o m i-p o liıik teori­ de rastlananla aynı türden çarpıtılm ış bir emeği nesneleştirme eğilim ine dayanır. Bu tür b ir ilkel kom ünizm , birey yeri­ ne topluluğun kapitalist haline geldiği ilkel bir çileciliğe iti­ lir. İlkel kom ünizm de m ülkiyet düzeni hâlâ egem endir, ancak olumsuz bir anlamda: Bizzat b ir güç olarak ortaya çıkan evrensel kıskan çlık, kendi­ n i yeniden inşa eden ve fa r k lı bir biçim de doyuran gizli b ir aç­ gözlülük biçim id ir... Özel m ülkiyetin bu şekilde kaldırılışının gerçek bir sahipliği ne kadar az tem sil etliği, tüm kü ltü r ve uy­ garlık dünyasın ın soyut olum suzlanm ası ile ve bırak ın özel m ülkiyeti aşm ayı, ona sahip bile olm ayan y o k s u l, ham , eksik bireyin d o ğ a llık tan u z a k ilkelliğine gerilem e ile gösterilir.60

M arx’a göre, ilkel kom ünizm , özel m ülkiyetin olum lu an ­ lamda aşılm ası im kânı olarak anlaşılam az. Ö zel m ülkiyetin kaldırılması kesinlikle yeni bir toplum biçim ine geçişin gerek­ li bir koşuludur. A ncak geleceğin sosyalist loplum unun dü­ zenleyici ilkesi, “ö z el m ülkiyetin, insanın kendisine y a b a n c ıla ş­ m asının p o z itif anlam da ortadan kaldırılması ve böylece insan doğasının insan aracılığıyla ve insan için gerçek anlamda y e ­ niden e le geçirilm esi" olmalıdır. Bu, “insanın bizzat toplum sal, yani gerçekten de insan varlık olarak (als ein es g esellsch aftli­ chen, d.h. m en schlichen M enschen)* kendine dönüşü”nü, “ön ­ ceki bütün gelişm elerin zenginliğini özüm sem iş tam ve bi­ linçli bir dönüşü”61 gerektirecektir. İnsanî varoluşun toplum ­ sal karakterinin yeniden ele geçirilm esi, M arxhn E ly a z m a la n ’nda ifade etliği kom ünizm anlayışının tam amlayıcı b ir parlen Babeuf ve C abel'nin izleyicilerine atıfta bulunm aktadır. Engels bu grupla­ rı "Kıtada sosyal reform un gelişim i” yazısında ele alır, W erke, c. 1, s. 4 8 0 -4 9 6 . 60

Karl M arx, E arly Wrilings, s. 154; W erke, Ergd., c. 1. s. 5 3 4 -5 3 5 .

( * ) Toplum sal, yani insani |beşeriJ bir insan o la r a k - ç .n . 61

Karl M arx, Early W rilings, s. 154; W erke, Ergd., c. I , s. 53 6 .

49

çasıdır. Kom ünist toplum , iktisatçıların genelde insan doğası­ nın karakteristik bir özelliği olduğunu düşündükleri ben cil ç ı­ karcılık üzerine değil, aksine birey ve sosyal topluluk arasın­ daki karşılıklı bağım lılığın bilinçli farkındalığı tem elinde ku­ rulacaktır. M arx, insanın toplum sal doğasının onun varlığının köklerine nüfuz ettiğini ve bu doğanın artık basitçe diğerleriy­ le doğrudan ilişki içinde sürdürülen etkinliklerde tezahür et­ m eyeceğini vurgular. A ncak kom ünizm insanların bireysellik­ lerini yadsımaz. Aksine M arx’m tartışm asının özü, kom ünist toplum un, önceki üretim sistem lerinde m üm kün olam ayacak düzeyde, bireylerin özel potansiyelleri ve kapasitelerinin ge­ nişlem esine im kân sağlayacağı düşüncesidir. M arx’a göre bu­ rada bir paradoks yoktur. İnsanlar sadece toplum sayesinde ve ortaklaşa ürünler olan kaynaklan kullanarak bireyselleşirler. Bu heyecan verici ve parlak formül G enç Hegelciler’in “eleş­ tirel felsefesinin” sınırlılıklarıyla birleşir. Teoride özel m ülki­ yeti aşmak, özel m ülkiyet “fikrinin” yerine kom ünizm “fikri­ ni” geçirm ek yeterli değildir. G erçekte kom ünizm e ulaşm ak “aslında çok şiddetli ve uzun bir süreci gerektirecektir”.62

62

50

Karl Marx, E arly W ritings, s. 154; Werfee, Ergd., c. 1, s. 5 5 3.

2 Tarihsel Materyalizm

M arx ve Engels ilişkisinin ilk meyvesi, büyük ölçüd e polem ikçi bir yapıya sahip olan ve 1844’ün son yansında yazılma­ ya başlanıp 1845 sonlarında yayımlanan K utsal Aile'dir. Kita­ bın büyük bölüm ü M arx’a aittir ve onun diğer G enç Hegelciler’den kesin kopuşunun belgesidir. Bu çalışm ayı, çok kısa bir süre sonra yazılan ( 1 8 4 5 -1 8 4 6 ), aslında eleştirel b ir çalışm a olm asına rağmen M arx’in tarihsel m ateryalizmin tem el ilkele­ rinin ilk genel ifadesini oluşturan A lm an İdeolojisi izler. Bu ça­ lışm adan sonra M arx’m genel bakış açısı bir ölçüde değişir ve hayatının kalan bölüm ünü bu ikinci çalışm ada ana hatlarını oluşturduğu görüşlerin teorik açıklam asını yapmaya ve onlan uygulamaya geçirm eye ayırır. Alman Ideolojisi’nin tam m etni M arx ve E n gels hayattay­ ken yayım lanm am ıştır. 1 8 5 9 ’da A lm an İd eo lo jis i'n in yazıldı­ ğı dönem i kısaca değerlendiren M arx, bu çalışm ayı yayımla­ m adıkları için hayal kırık lığ ı yaşam adıklarını yazar: T em el am aca ulaşıldığı -y a n i “anlatılm ak istenen verild iği”- için , “çalışm ayı tam am en b ilin çli olarak farelerin kem irgen eleş­ tirisine terk etm işlerdir.”1 Yine de M arx, açıkça, kendi Hegel 1

K arl M arx: S elected W orks, s. 364. Engels'in, erken dönem yazıların -A lm an Idcîojisi’ne kadar olan ve bu çalışm ayı içeren dönem deki y a z ıla rın -ö n em i ko-

51

“E le ştirisin d e n ve 1844 yılından entelektüel kariyerindeki en önem li sınır çizgisinin göstergeleri olarak söz eder. E kon om i P o litiğ in Eleştirisine Katkı’ya yazdığı girişte, M arx’i, “Devlet bi­

çim leri kadar hukuk! ilişkiler de ne bizzat kendilerinden hare­ ketle ne de insan zihninin (Geist) sözde genel gelişim ine göre kavranabilir, onların kökleri daha ziyade maddi yaşam koşul­ larında yatar”2 yargısına götüren Hegel'in devlet felsefesi üze­ rine analizidir. Engels daha sonra Alman İd eo lo jisi’nden söz ederken, bura­ daki materyalist tarih anlayışının “sadece ilgili dönem de eko­ nom i tarihine ilişkin bilgilerinin hâlâ n e kadar eksik olduğunu gösterdiğini”3 belirtir. Ancak Marx’in ekonom i tarihi hakkındaki bilgisi gerçekte bu dönem de zayıf olsa bile (burada geliş­ tirilen üretici sistem lerin gelişme “evreleri” şem ası daha sonra önem li ölçüde gözden g eçirilm iştir), çalışmada ortaya k on u ­ lan tarihsel materyalizm açıklam ası M arx’in daha sonra başka vesilelerle yaptığı açıklam alarla büyük uygunluk içindedir. Tüm kesin bölünm e çizgileri keyfîdir; ancak bazen M arx’in “erken ” dönem inin bir ürünü olarak görülse de, Almcın İd eo lo ­ jis in in onun olgun konum unu temsil eden ilk önem li çalışm a olarak alınması daha isabetlidir. M arx’in 1843 ve 1 8 4 4 yazılarının onun olgun tarihsel ma­ teryalizm anlayışıyla ilişk isi ü zerine tartışm a, bu y azıların 1 9 2 9 -1 9 3 2 ’de yayım lanm asından itibaren sürekli olarak art­ mıştır. Tartışm anın doğrudan siyasal nitelikte dallan vardır ve tartışılan noktaların ilgili tüm taraflan tatmin edecek biçim de çözüm e kavuşturuldugunu varsaymak oldukça zordur. Ancak gerçekte, M arx’in Hegel “E leştiri”si, 1844 E ly a z m a la rı ve onun olgun dönem düşüncesi arasındaki tem el sü rek lilik çizgile­ ri yeterince açıktır. M arx’in erken dönem yazılarında geliştir­ diği ve sonraki çalışm alarında yer alan en önem li temalar şu n ­ lardır; nusundaki sonraki değerlendirm esi için bkz. A. Voden, “T alks with Engels", Reminiscences o f M arx a n d Engels (M oskova, tarihsiz), s. 3 3 0 vd. 2

K arl M arx: S elected Works, e. I, s. 36 2 ; W erlte, c. 13, s. 8.

3

Karl Marx: Selected Works, c. 2, s. 359.

52

1. M arx'm büyük ölçüde Hegel’e borçlu olduğu, ilerleyen b ir sü reç olarak insan ın “kend ini-yaratm ası” fikri. M arx’in 1 8 4 4 Elycızmaları’ndaki ifadesine göre, “dü nya tarih i o la r a k ad lan dırılan şeyin tümü insanın insan em eğiyle yaratılm asın­ dan başka bir şey değildir...”4 2. Y ab an cılaşm a fik ri. M arx’m “y a b a n cıla şm a ” terim in i 1 8 4 4 ’ten sonraki yazılarda büyük ölçüde kullanm am asının bir nedeni, kendi konum unu soyul felsefeden kesin olarak ayır­ ma arzusudur. N itekim M arx, K om ünist M anifesto'da (1 8 4 8 ) alaycı bir dille “insan özünün yaban cılaşm asın d an söz eden Alman filozoflarının “felsefi zırvalarından” bahseder.5 Büyük ölçüde Elyazm alan’nda ortaya konulsalar da, A lm an îd eo lo jisi’nin yazım ına kadar tam am en geliştirilm eyen görüşlerden, yabancılaşm anın sadece özel toplum sal form asyonların geli­ şimi çerçevesinde anlaşılabilecek tarihsel b ir olgu olarak araştın lab ileceg i son ucu çıkar. M arx’in tarih sel gelişm e evrele­ ri üzerine araştırm aları, (Avrupa feodalizm inin çözülm esi ve köylünün kendi üretim araçlarına yabancılaşm ası ile son u ç­ lanan) işbölüm ünün gelişim i ve özel m ülkiyetin oluşum una kadar götürülür. K a p ital’de, bu ikinci süreç, yani büyük m ik­ tarlarda m ülksüz ücretli-em ekçiler kitlesinin yaratılm ası, ka­ pitalizmin oluşum unun zorunlu önkoşulu olarak sunulur.6 3. M arx’m , Hegel’in devlet felsefesi “E le ş tir is in d e ortaya koyduğu devlet teorisi ve devletin geleceğin toplum unda aşı­ lacağı fikri. M arx, bu “E le ştiriy i yazdığı dönem de, kapitaliz­ min yerini alacağını düşündüğü ve alm asını beklediği toplum ­ 4

A .g.e., s. 166. M arx’in “em ek" kavramı için bkz. Helmut Klages, T echnishcr H um anism us (Stuttgart, 1 9 6 4 ), s. 11-128.

5

Tlıc C om m unist M anifesto, s. 168; W erke, c. 4, s. 4 8 6 . [Komünist M anifesto vc K om ünizm in İlk eleri, çev. Muzaffer Erdosı, (ilk baskı) 19 7 6 , Sol Yayınları.]

6

Marx'm “yabancılaşm a" kavramım sonraki yazılarında kullanm aktan vazgeç­ tiği vc bu yüzden, onun erken ve olgun dönem çalışm aları arasında bir kopuş olduğu görüşü Louis Feuer tarafından ifade edilir: “W hat is alienation? The career o f the co ncep t", New Politics, 19 6 2 , s. 1 1 6 -1 3 4 ; Daniel Bell, “T he de­ bate on the alienation", Leopold Labedz, Revisionism (Londra. 196.3), s. 1952 1 1 . Farklı bir siyasal perspektiften benzer bir ifade için krş. Louis Althusser, F o r M arx (Londra, 1 9 6 9 ), s. 5 1 -8 6 ve farklı yerlerde. [M arx İçin, çev. Işık Ergüden, lıhaki Yayınlan, 2002.]

53

sal düzen türü hakkında sadece kaba bir anlayışa sahipken, devletin “siyasalın” bağım sız alanının bertaraf edilmesiyle or­ tadan kaldınlabileceği tezi bu konudaki daha sonraki görüşle­ rinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. 4. Bir toplum sal gelişm e analizi perspektifi olarak tarihsel materyalizmin en temel ilkeleri. M arx’in erken dönem çalışm a­ larında çoğunlukla Hegelci ve Feuerbachcı bir dil kullanılm a­ sına rağmen, onun yeni geliştirdiği bakış açısının bu yazarlar­ la ve özellikle de Hegel’le kesin bir epistem olojik kopuş içinde olduğu yeterince açıktır. Marx bu eski görüşlerin yerine yeni bir felsefe geçirmeye çalışm az; toplumsal ve tarihsel bir yakla­ şım lehine felsefeyi reddeder. Nitekim M arx, zaten 1 8 4 4 E lyazm alan'nda, kapitalizmin -te m e l yapısal karakteristiğini serm a­ ye ve ücretli em ek arasında dikoıom ik sınıfsal bir ilişki oluştu­ r a n - belirli bir toplum biçim inde kök saldığını vurgular. 5 . Ö zet b ir d evrim ci P ra x is anlayışı. M arxhn Slrau ss ve Bauer üzerine yorum lan (yani onların soyut insanın “kendilik-bilinci” yerine “soyut doğanın” özü düşüncesini geçirdik­ leri iddiası)7 Kutsal A ile ve Alman İdeolojisi’nde uzunca ifade edilen görüşlerin -e le ştire l felsefenin devrim ci b ir hareketin ilk evrelerinden başka bir şeyle ilişkili olmadığı g örü şü n ü n habercisidir. Sadece teori ve pratiğin birlikteliğiyle, teorik an ­ lam anın pratik siyasal etkinlikle bir araya gelm esiyle toplum ­ sal değişmeye etkide bu lu nu labilir. Bu ise tarihte yeni geli­ şen dönüşüm potan siyelleri üzerine yapılacak araştırm anın söz konusu değişm eleri hayata geçirebilecek pratik bir eylem programıyla birleştirilm esi dem ektir. i 8 4 4 E ly a z m a la n ile A lm an İdeolojisi arasındaki en ön em ­ li geçiş noktası, M arx’m 1 8 4 5 ’te yazdığı ve o günden beri Feuerb ach Ü zerine T ezler olarak ünlenen, Feuerbach üzerine kısa bir eleştirel önerm eler topluluğunda bulunabilir.8 M arx, Feu7

K arl M arx, E arly Writings, s. 195.

8

F eu erbach Ü zerine Tezler ilk kez 1888'de onlann "dünyaya yeni bir bakış açı­ sının parlak başlangıç noktası”n ı içerdiklerini söyleyen Engels tarafından ya­ yımlandı (.Selected W orks, c. 2. s. 3 5 9 ). Burada Writings O f T he Young M arx On P hilosophy And Society'deki çeviriden aktardım : s. 4 0 0 -4 0 2 .

54

erbach’ı birkaç noktada eleştirir. İlk olarak, Feuerbach’-ın yak­ laşım ı tarihsel değildir. F euerbach, toplum un ö nü n e konan soyut bir “insan” anlayışına sahiptir: İnsanı sadece dinsel insa­ na indirgem ekle kalmayıp, “‘dinsel duygu’nun bizzat toplum ­ sal b ir ürün ve analiz ettiği soyul bireyin de özel bir toplum biçim ine ait biri oldugu”nu9 görem ez. İk in ci o larak, F euerbach’ın m ateryalizm i, fikirleri sadece maddi gerçekliğin “yan­ sım aları” olarak aldığı için felsefi bir öğreti düzeyinde kalır. G erçekte, bilinç ve insani Praxis arasında sürekli karşılıklılık vardır. F euerbach , daha önceki tüm m ateryalist düşünürler­ le benzer b ir yaklaşım içinde, “maddi gerçekliği” insan etk in ­ liğinin belirleyicisi olarak görür ve “n esnel” dünyanın “özne”, yani insanların etkinliği tarafından nasıl değiştirildiğini analiz etmez. M arx ayrıca bu oldukça önem li noktayı bir başka şekil­ de vurgular. O nun ifadesiyle, Feuerbach’m materyalist öğreti­ si, devrim ci etkinliğin bilincin, yani insanların am açlı edim le­ rinin sonucu olduğunu göremez, aksine dünyayı maddi ger­ çekliğin fikirler üzerindeki “tek-yönlü” etkisine göre açıklar. Ancak M arx’a göre, “koşullar insanlar tarafından d eğiştirilir ve,., bizzat eğiticinin de eğitilmesi gerekir...”10 M arx’in gözüyle Feuerbach, “felsefenin [yani, Hegel felse­ fesinin] d üşü n ce içind e o lu ştu rulan ve d üşü nce aracılığıy ­ la g eliştirilen dinden başka h içb ir şey o lm ad ığın ı; aynı ö l­ çü d e, insan i yaban cılaşm an ın b ir başka varolu ş b içim i ve tarzı o larak m ah kûm ed ile b ileceğ in i”11 g ö sterirk en ö n em ­ li bir katkıda bulunm uştur. Ancak Feuerbach bunu yaparken, Hegel’in “hareket halindeki ve yaratıcı ilke olarak olum suzlama d iy a le k tiğ in e 12 yaptığı vurguyu göz ardı ederek, “din! düşü n ü şlü ” (co n tem p lativ e) veya p asif bir m ateryalizm sergi­ ler. M arx’in düşüncesi için temel önemde olan, özne (toplum içindeki insan) ile nesne (maddi dünya) arasındaki, insanla­ rın maddi dünyayı giderek daha fazla kendi am açlarına bagım 9

Writings O f T h e Young M arx On Philosophy Anil S ociety , s. 4 0 2 .

10 A.g.e., s. 4 0 1 . 11

K arl M arx, E arly W ritings, s . 197 (parantezler bana aittir).

12 A.g.e., s . 2 0 2 . Bu noktanın kapsamlı bir incelem esi için bkz. s. 4 0 3 -4 0 6 .

55

lı kıldıkları ve böylece bu am açları dönüştürüp yeni ihtiyaçlar yarattıkları diyalektik süreçtir.

Materyalist tez Bu yüzden, A lm an td eo lo jisi ve sonraki yazılarda o lu ştu ru ­ lan genel tarihsel m ateryalist anlayış Feuerbach’m anlayışın­ dan ve daha önceki felsefi materyalist yaklaşımlardan olduk­ ça farklıdır. “M ateryalizm”, M arx’in kullandığı anlamda, man­ tıksal olarak oluşturulan o ntolojik bir argümanı ifade etm ez.’3 Kuşkusuz Marx, fikirlerin, bilinebilir maddi bir dünya ile du­ yusal ilişki içindeki insan beyninin ürünleri oldukları iddiası­ nı tem el alan “realist” bir bakış açısını benim ser; fikirler insan zihninde deneyim lerden bağımsız, verili içkin kategoriler ola­ rak yer almazlar. A ncak bu, kesinlikle determ inist bir felse­ fi materyalizmi toplum un gelişim i üzerine bir yorum a uygu­ lamayı gerektirmez. İnsan bilin ci, özne ve nesne arasındaki — insanın içinde yaşadığı dünyayı aktif bir biçim de biçim lendi­ rirken aynı zamanda dünyanın da onu b içim len d ird iğ i- di­ yalektik karşılıklı etkileşim içinde şekillenir. Buna örnek ola­ rak, M arx’in -F eu erb a c h Ü zerine Tezleri de bir noktayı açıklar­ k e n - maddi dünya hakkm daki algılarımızın bile toplum tara­ fından koşullandırıldığı tespiti verilebilir. Feuerbach, duyusal algının sabit ve değişmez olmayıp, aksine aşağıdaki nitelikle­ re sahip olgusal bir dünyayla bütünleştiğini göremez. Bu olgu­ sal dünya, tarihsel b ir üründür; h er biri bir ön cekin in om uzlarında yük­ selen, ayrıca kendi sanayi ve ilişkisini geliştiren, kendi top­ lum sal düzenini değişen ihtiyaçlarına göre yeniden ayarlayan tüm b ir n esiller d izisin in e tk in liğ in in son u cu d u r. E n b asil

13

56

Kuşkusuz bu, M arx'm konum unun belirli o n lo lo jik kabulleri ima etm ediği­ ni söylem ek değildir. Krş. H. B. A ction, T h e Illusion o f Epoch (Londra, 1955). M arx'm geleneksel anlamda bir materyalist olduğu görüşünün inandırıcı bir çürütülüşü için bkz. Alfred Schm idt, D er B e grijjf d e r N atur in d er Leh re von M arx (Frankfurt, L962). A ynca Z. A. Jordan , T he Evolution o f D ialectical M a­ terialism (Londra, 1 9 6 7 ).

“duyusal k esin lik ” nesneleri bile, birey için sadece toplum sal gelişm e, sanayi ve licari etkileşim aracılığıyla yer a lır .'4

M arx’a g öre, tarih insani ih tiyaçların sü rekli yaratılm ası, doyurulm ası ve yeniden yaratılması sürecidir. İnsanları hay­ vanlardan ayıran özellik, ihtiyaçlarının sabit ve değişm eler­ den bağım sız olm am asıdır. Bu nedenle em ek, yani insanlar­ la doğal çevreleri arasındaki yaratıcı alışveriş, insan toplum unun tem elini oluşturur. Bireyin kendi maddi çevresiyle ilişki­ si, üyesi olduğu toplum un özel karakteristikleriyle dolayım lanır. İnsan toplum unun gelişim ini araştırırk en, insani va­ roluşun o lm a z sa o lm a z koşulunu oluşturan som ut toplumsal yaşam sü reçlerini am pirik olarak inceleyerek işe başlam am ız gerekir. M arx’in bu konuyla ilgili uzunca ifadesini aktarm ak yararlı olacaktır: Bu yaklaşım biçim i öncüllerden yoksu n değildir. O , gerçek ö n cü llerle başlar ve onları bir an için b ile bırakm az. O nu n ön cü lleri, hayalî bir soyutlam a ve değişm ezlik içind eki değil, aksine belirli koşullar altında fiilen, som u t olarak algılanabilir b ir gelişm e süreci içind eki insanlardır. Bu a k tif yaşam sü re­ ci b etim len ir betim lenm ez, tarih (ken d ileri hâlâ teorik düzey­ de kalan) m ateryalistlerde ölü bir olgular toplam ına veya ide­ alistlerde hayalî öznelerin hayalî bir etkinliğine dönüşür. Spekülasyonun sona erdiği yerde -g e rç e k h a y a tta - hakiki, pozitif bilim , yani pratik etkinliğ in, insanların pratik gelişim sü re ç le rin in tem sili başlar. B ilin ç h ak k ın d a k o n u şm a sona erer ve o nu n yerini gerçek bilgi alm aya başlar. G erçek lik dile getirildiğinde, bağım sız b ir bilgi dalı olarak felsefe varoluş ne­ denini yitirir. En iyisinden, onu n yerini insanların tarihsel ge­ lişim lerini gözlem lerden elde ed ilebilecek en genel son u çla­ rın b ir sen tezi alabilir. Bu soyutlam alar, g erçek tarihten ba­ ğım sız olarak kendi başına herhangi bir değerden yoksunlar­ dır. O nlar sadece tarihsel m ateryallerin d ü zenlenm esini k o ­ laylaştırm aya, onu n bağım sız katm anlarının dizilişini göster­ il

The German Ideobgy, s. 57. |Alman ideolojisi (Feuerbach), çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1976, Sol Yayınlan]; Werke, c. 3, s. 27. 57

meye hizm et edebilir. A ncak kesinlikle, felsefede olduğu gibi, tarihsel çağlan düzgün b ir biçim d e süsleyen reçeteler veya şe ­ m alar sağlam azlar. A ksine, sık ın tılar sadece ilk olarak, -is te r geçm iş çağa isterse günüm üze a it - m ateryalleri gözlem lem e­ ye ve düzenlem eye başladığım ızda -g e rç e k tasvir e sn asın d aortaya çık a r.15

M arx, açık bir ifadeyle, insan ve doğa arasındaki yaratıcı ve dinamik etkileşim le, yani insanın bizzat kendini yarattığı üret­ ken süreç üzerinde tem ellendirilecek ampirik bir toplum b ili­ mine ihtiyacı vurgular. M arx’in. toplum sal gelişm esinin ana “evreleri” düşüncesi, onun çalışm asındaki diğer birkaç alanla birlikte, dağınık hal­ deki materyallerden oluşturulm ak zorundadır. Almaıı id e o lo ­ j i s i n d e sunulan şem a sayılmazsa, Marx hiçbir yerde belirledi­ ği toplum tipleri hakkında bütünlüklü bir açıklam a sunmaz. Yine de, M arx'in toplumsal gelişm e anlayışını biçim lendiren genel ilkeler açıktır. M arx’in belirlediği her farklı loplum tipi kendi karakteristik iç gelişm e dinam iklerine veya “m antığı­ na” sahiptir. Ancak bunlar sadece geçm iş i d e kapsay an am pirik analizlerle ortaya çıkartılabilir ve analiz edilebilir. Bunun hem genel teorik bir ilke olduğu hem de daha özelde bir toplum ti­ pinden diğerine gelişm e sü recinin izinin sürülm esi an lam ı­ na geldiği vurgulanır. M arx’in ifadesine göre, “Tarih, her biri materyaller, sermaye birikim leri, tüm önceki kuşaklar tarafın­ dan miras bırakılan üretici güçleri kullanan ve bu yüzden, bir yanda, geleneksel etkinliği tamamen değişik koşullarda sürdü­ ren ve öte yandan, eski koşulların yerine tamamen değişik bir etkinliği geçiren farklı kuşakların birbirini izlemesinden başka bir şey değildir.”16 O, basitçe tarihe “am açlar” yükleyen - “son­ raki tarihin öncekinin amacı haline getirild iği- ereksel (teleological) b ir çarpıtm adır”.17 15

T he G erm an Id eolog y , s. 5 7 ; W erke, c. 3, s. 4 3 .

16 T he German Ideology, s. 6 0 . Ayrıca krş. T he Holy Fam ily o r C iitiq u e o f C ritieal C ritiquc (M oskova, 1 9 5 6 ), s. 125. [Kutsal Aile Ya d a Eleştirinin E leştirisi, çev. Kenan Som er, (ilk baskı) 1 9 7 6 , Sol Yayınlan. 1 17 A .g.e., s. 6 0 . M arx, P roudhon'un Hegel'in diyalektiğini kullanm a biçim in e

58

M arx, ben zer g örü şleri, k ap italist aşam anın h er m odern toplumda kom ünizm in kurulm asının gerekli önkoşulu oldu­ ğunu ileri sü rerek, tek-doğrulıulu bir yaklaşım ı reddettiğini ifade eder. Daha önceki tarihsel dönem i açıklayıcı bir örnek olarak Rom a’yı verir. Bir sonraki dönemde Batı Avrupa’da ka­ pitalizmin oluşm asında rol oynayan belirli koşullar zaten Rom a’da vardı; an cak Rom a ekon om isi kapitalist ü retim e yol açm ak yerine kendi içinde çözüldü. Bu örnek, “belirgin bir benzerlik gösteren, ancak farklı tarihsel bağlamlarda yaşanan olayların tam am en farklı süreçler yarattıklarını gösterir.” Bu süreç, söz konusu durumlar birbirinden bağım sız olarak araş­ tırıldığında anlaşılabilir, “ancak, tarih-üstü tarihsel-felsefi teo­ rik b ir çerçev ey e bağlı kaldığımızda onları asla anlayamayız”.'8 M arx’in toplum tipolojisi, işbölüm ündeki ilerleyici farklılaş­ manın gelişim inin izini sürm eye dayanır. O nun 1844 E lyazm aları'n da ifade ettiği gibi, işbölüm ünde genişlem e, yabancı­ laşma ve özel m ülkiyelin gelişimiyle aynı anlam a gelir. Sınıf­ lı toplum un ilk farklılaşmamış kom ünal m ülkiyet sistem inden ortaya çık ışın ın kaynağında kesinlikle işbölüm ünde uzm an­ laşma yatar; insanları, kendi özel mesleki uzm anlıklarına göre (yani, “ücretli em ekçi” olarak) tanımlayan işbölüm ü, onların “genel” üreticiler olarak tüm kapasitelerini yadsır. Bu suretle: “İşbölüm ündeki farklı gelişme evreleri sadece oldukça farklı mülkiyet biçim leri dem ektir; yani, işbölüm ündeki m evcut bir evre, aynı zamanda, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini mater­ yal, araç ve em eğin ürünüyle ilişki içinde belirler.”19 altfıa bulunarak aynı eleştiriyi yapar. Proudhon, basitçe, H egelci “fikirlerin birbirini izlem esi" açıklam asının yerine ekonom ik kategorileri geçirir. Böylece tarihsel gelişm eyi ayrıntılı olarak araştırma işinden kurtulunur. “M. Proud­ hon, ekonom ik ilişkileri; birbirini doğuran, tez-antitez gibi birbirinden kay­ naklanan ve m antıksal ardışıklığım insanlığın kişisel olm ayan aklından alan toplum sal evreler olarak görür." The Poverty o f Philosophy (Londra, tarih­ siz), s. 93. 18 O tyeccstvcniyye Z apisky'nin editörüne m ektup, daha sonra T. B. Bottom ore ve M axim ilen Rubcl tarafından çevrilm iştir: S elected Writings in Sociology and S ocial P hilosophy (Londra, 1 9 6 3 ). s. 93. (Mor.xiri S osy olojisi, çev. Zuhal Bil­ gin, Chiviyazılan Yayınevi, 20061 19

T h e G erm an Id eolog y , s. 3 3 .

59

Sınıf-öncesi sistemler Her insan toplumu ilkel bir düzeyde de olsa belirli bir işbölü­ münü gerektirir. Ancak işbölümü en basit toplum biçim i olan kabilede en alt düzeydedir, sadece cinsiyetler arasında genel bir işbölüm ü vardır: İşleri büyük ölçüde çocu kları y etiştir­ mek olan kadınlar erkeklerden daha az üretken bir rol oynar­ lar. Erkek başlangıçta tamamen kom ünal bir varlıktır; bireysel­ leşme giderek karm aşıklaşan ve uzmanlaşmış bir işbölümüyle ilişkili tarihsel bir üründür. İşbölüm ünün giderek karm aşık­ laşması temel ihtiyaçları karşılamak için gerekenlerin üzerin­ de bir arlık üretme kapasitesiyle el ele gider. Bu ayrıca malla­ rın mübadelesini gerektirir; mübadele ayrıca insanların giderek daha fazla bireyselleşm esine yol açar; bu süreç, büyük ölçüde uzm anlaşmış bir işbölüm ü, para ekonom isi ve meta üretiminin geliştiği kapitalizmde doruğuna çıkar. Böylece, insanlar sadece tarihsel süreç içinde bireyselleşirler: “[İnsanlar] başlangıçta bir lü rsel-varlik, bir kabilevi v arlık, bir sürü hayvanı olarak ortaya çıkar... Değiş tokuş bu bireyselleşm enin temel bir etkenidir.”20 Ayrıca başlangıçta mülkiyet komünaldir; özel mülkiyetin kay­ nağı devletin yapısı değil, aksine sonraki toplumsal gelişm eler­ dir. M arx’a göre, insan toplum unun, esas olarak, her biri ken­ dine ait küçük özel mülkiyete sahip birbirinden bağımsız bi­ reylerin, yaklaşık aynı tarihte bir tür sözleşmeye dayalı toplu­ luk oluşturmak için bir araya gelmesiyle varlık kazandığını dü­ şünm ek anlamsızdır. “Yalnız yaşamakta olan bir birey konuşa­ bildiğinden fazla toprak mülkiyetine sahip olamaz. Toprağı, en fazla, hayvanlar gibi ihtiyaçlarını karşılamakta kullanacaktır.”21 Marx, bir bireyin işlediği toprakla ilişkisinin topluluk a ra cılı­ ğ ıy la dolayım landığını vurgular. “Ü retici kişi bir aile, kabile, bir insan grubu vb.’nin bir parçası olarak var olur: Bu toplum­ 20

Pre-C apitalisı E a m o m ic Form ations (Londra, 19 6 4 ), s. 9 6 IKapita/izm Önce­ si E konom i Biçimleri, çev. M ihri Belli, (ilk baskı) 1967, Sol Yayınları]; G rundrisse, s. 3 9 5 -3 9 6 . IG n ın d risse-E kon om i Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev. Sevan Nişanyan, Birikim Yayınları, 2008.1

21

E con om ic F am ıation s. s. 81.

60

sal birim ler de, birbirlerine karıştıkları ve karşıtlık içinde ol­ dukları için, tarihsel olarak farklı formları gerektirirler.”22 En basit kabile toplum biçim i avcı-toplayıcı veya çobanlık biçim inde göçebe olarak hayatını sürdüren bir toplumdur. Ka­ bile sabit b ir alana yerleşmemiştir ve bir yerden diğerine geçe­ rek m evcut kaynakları tüketir. İnsanlar doğaları öyle gerektir­ diği için yerleşik hayata geçm emişlerdir; yerleşik hayata sadece çoban grupların istikrarlı tanm topluluktan haline geldiği bir evrede geçm işlerdir. Bu geçiş bir kez gerçekleştiğinde, toplulu­ ğun o andan itibaren, hem fiziksel çevre koşulları hem de ka­ bilenin içyapısı dahil, “kabile karakteri” kazanmasını etkileyen birçok faktör devreye girer. İşbölüm ünün daha da farklılaşma­ sı, nüfus artışı ve böylece sözleşme içine girmeye zorlanan ka­ bileler arasmdaki çatışm alar ve bir kabilenin diğerini boyundu­ ruk altına alm ası gibi birbiriyle ilişkili süreçler aracılığıyla ge­ lişir 23 Bu oluşum , ( “ataerkil aile şefleri, onlann altında kabile üyeleri ve en altta da köleleri” içeren farklılaşmış bir tabakalaş­ ma sistem inin bir parçasını oluşturan) etnik temelli bir kölelik sistem i üretme eğilim indedir.24 Toplum lar arasındaki ilişkiler savaş kadar ticareti de harekete geçirir. “Farklı toplum lar fark­ lı üretim araçlarına sahip olduklan ve doğal çevrelerinde farklı geçim kaynaklan bulduklan”25 için, ürünlerin mübadelesi mes­ leki alanda daha fazla uzmanlaşmayı harekete geçirip meta üredminin -y a n i bir alışveriş piyasasında satm ak niyetiyle üretil­ miş ü rü n lerin - ilk kaynağını oluşturarak gelişme gösterir. İlk metalar, esasen doğrudan Lakas yoluyla el değiştiren köleler, büyükbaş hayvanlar, metallerden oluşur. Bu alışverişler artar ve daha büyük çeşitlilikte metayı içerirk en , bir şekilde para kullanılmaya başlanır. Böylece, mübadele ilişkileri daha büyük birim lerin karşılıklı bağımlılığını artırır ve dolayısıyla toplumların daha fazla genişlemesini m ümkün kılar. 2 2 A .g.e., s. 8 7 ; G rundrissc. s. 389. 23

Krş. C ap ital, c. 1, s. 8 7 -8 9 . Durkheim ’la benzerlik belirtilebilir. [Kapital, çev. Alaattin Bilgi, (ilk baskılar) 1. c. 1965, 2. c. 1976, 3. c. 19 7 8 , Sol Yayınlan.]

2 4 P re-cap italisl E conom ic F orm alion s, s. 12 2 -1 2 3 . 25

C ap ital, c. 1, s. 3 5 1 .

61

Marx, erken dönem yazılarında sadece Avrupa’dan toplan­ mış materyalleri kullanır ve kabile toplum undan antik toplu­ ma (Yunanlılar ve Roma’ya) doğru tek bir gelişm e çizgisi çi­ zerken, daha sonra kabileci dönemde birden fazla gelişm e çiz­ gisi bulunduğunu fark eder. Bu farklı gelişme çizgileri özellik­ le doğulu loplum ları (H indistan ve Ç in’i) içerir, ancak M arx özel bir toplum tipinden, yani G erm anik toplumdan söz eder. Bu toplum , Roma lm paratorluğu’nun çözülüşüyle birlikte feo­ dalizmin Batı Avrupa’daki gelişm e eksenini oluşturur. M arx’in “Asya tipi ü retim ta rz ı”n ın (d o ğ u lu to p lu m la n n ) doğası üzerine görüşleri bir ölçüde değişikliğe uğram ış­ tır. M arx, New York D aily Tribuue’de 1853’te başlayan m aka­ lelerinde, tarım cı kültürde m erkezî sulam aya önem kazan­ dıran ve böylece güçlü m erkezî bir h ükü m ete veya “doğu despotizm i” ne yol açan iklim ve diğer coğrafi faktörlerin öne­ mini kuvvetle vurgular.26 Ancak M arx daha sonra bunun söz konusu toplum tipinin -b iz z a t yerel topluluğa ö z g ü - daha bü ­ tünleştirici temel niteliklerinde kök saldığı görüşünü benim ­ ser. Doğulu toplum değişm eye büyük direnç ..gösterir; dura­ ğanlık yönündeki bu eğilim sadece m erkezî hüküm et birim i­ n in katı despotik tutum undan değil, aynı zamanda (ve esa­ sen) köy kom ününün kendine yeten iç yapısından kaynakla­ nır. Küçük köy topluluğu “tamamen kendini idame ettirebile­ cek yapıdadır ve kendi içinde tüm üretim ve artık-üretim ko­ şullarını barındırır”.27 Bu olgunun tarihsel kökeni hiç de açık değildir; ancak o özgün bir oluşum olarak ortaya çıksa bile, son uç, “m anüfaktür ve tan m m ” -d a h a fazla farklılaşmaya yol açacak hiçbir itici güç içerm ey en - “kendine yeterli birliği”dir. Doğulu toplum lardaki nüfus artışı, sadece “eski bir örüntü üzerinde, yaıii işgal edilm em iş topraklar üzerinde... yeni bir topluluk”28 yaratma eğilim indedir. Buradaki temel bir faktör 26

The American Jou rn alism o f M arx an d Engels (New York, 1 9 6 6 ); Articles on India (Bombay, 1 9 5 1 ); M arx on C h in a 1853-60 (Londra, 1968).

27

P re-C apitalist Econom ic F o im a tio n s, s . 70.

28

C ap ital, c. 1. s. 3 5 8 . Asya tipi üretim ta n ın ın yapısı nihayetinde Batı söm ür­ geciliğinin etkisiyle zayıflamıştır.

62

toprakta özel m ülkiyetin olmamasıdır. Ö zel toprak m ülkiye­ tinin geliştiği yerlerde, Avrupalı birim ler ve özellikle Rom a’da olduğu gibi, nüfustaki gelişme m ülk sahipliği yönünde artan baskıya ve sonuçta genişlem e yönünde sürekli bir eğilim e yol açar. Ancak doğulu toplumda birey “asla bir m ülk sahibi hali­ ne gelmez, sadece kullanım hakkına sahiptir”. Bu toplum tipi mutlaka despotik olm ak zorunda değildir; küçük köy kom ün­ leri, birbiriyle ilişki içinde parçalı gevşek b ir gruplaşm a ola­ rak varlıklarını sürdürebilir. Ancak topluluklar artık-ürünlerinin bir bölüm ünü çoğu kez dinsel nedenlerle, “kabilenin tan­ rısının inanılan varlığı”nm etkisiyle bir despota saygı göster­ m ek adına verebilirler. Ama yöneticinin kendi tebaasıyla bir­ liği esasen kapsam lı bir karşılıklı ekonom ik bağım lılık için ­ deki bütünlüklü b ir topluma dayanmaz; o esasen despot bire­ ye dinsel bir bağla bağlı parçalı birim lerden oluşan b ir toplum olarak kalır. Yerel köy topluluklarının kendine yeten karakteri kentlerin gelişim ini kesinlikle sınırlar ve kentler Hindistan veya Ç in’de asla egem en bir rol oynam am ıştır.29 Ö te yandan, Yunanlılar veya Roma’nın temsil ettiği toplum tipinde kent tem el bir yere sahiptir. M arx, kentleşm enin gelişim inin genellikle işbölüm ü içindeki farklılaşm anın en açık göstergesi olduğunu vurgular. “Kasaba ve kır arasındaki karşıtlık; barbarlıktan uygarlığa, ka­ bileden devlete, yerellikıen ulusa geçişle başlar ve tüm uygar­ lık tarihi boyunca günüm üze kadar ilerler..."30 Kent ve kır ay­ rışması ilk kez kentte başlayan serm ayenin gelişim i ve onun toprak m ülkiyetinden ayrılması için gerekli tarihsel koşullan sağlar. Biz, kentlerde “tem elini sadece em ek ve mübadele için ­ de bulan m ülkiyetin başlangıç örneklerini”31 görürüz. K ent-tem elli b ir uygarlık olan antik loplum , ilk kesin sınıf­ lı toplum biçim idir. Asya tipi toplum lar belirli bir devlet düze­ ni geliştirseler bile, M arx onlan gelişmiş sınıfsal sistem içinde 29

Bu nokta, daha sonra W eber tarafından Hindistan ve Çin’den söz edilirken vurgulanmıştır.

30

T he German M eology, s. 6 5 , W erke, c. 3, s. 50.

31

The G crm an Id cology, s. 66.

63

görmez, zira burada m ülkiyet yerel düzeyde tamamen kom ünal olarak kalır.32 Sınıflar, ancak özel olarak sahiplenilen ser­ vet fazlası, açıkça ü reticiler kitlesinden bağım sızlaşan iç ba­ kımdan kendine yeten bir gruplaşma için yeterli düzeye gel­ diği takdirde varlık kazanır. Nitekim antik toplumda -v e özel­ likle G rek lerd e- bile, özel m ülkiyet hâlâ “kom ünal ve kamusal m ülkiyet”in gölgesi altındaydı.

Antik dünya A n tik toplum “b irk aç k ab ilen in , fikir birliği veya fetih so ­ nucunda, kent içind e birleşm esiyle” o lu şu r.33 D oğudakilerden farklı olarak, kent ekonom ik bir bütündür. Şehir devlet­ lerini oluşturan ilk kabileler saldırgan ve savaşçı topluluklar­ dı. K entler başlangıçta askerler etrafında örgütlendi; G rekler ve Roma tarihi boyunca genişlem eci karakterini korudu. M arx’in antik toplum analizi Roma’ya odaklanır. Rom a, kent­ sel bir toplum olsa bile, toprak m ülkiyetinin etkisinden tama­ m en bağımsız değildi. Özel toprak sahibi aynı zamanda kent­ li bir yurttaştı. Marx bu durum u, “tarım cının bir kent içinde­ ki yaşayış biçim i”34 olarak tasvir eder. Yönetici sın ıf Roma ta­ rihinin her dönem inde toprak mülkiyetine dayanmıştır. Tam da bu yüzden, nüfus artışı toprağın genişletilm esi yönünde bir baskı yaratır; bu eğilim Rom a toplumunda değişmenin temel kaynağı, onun yapısından kaynaklanan temel “çelişki”dir: “Bu eğilim ... topluluğun ekonom ik koşullarının tem el bir parça­ 32

W ittfogel'c göre, M arx, “kendi teorisinin bakış açısından kaçınılm az gibi gö­ rünen bir sonuca ulaşmayı başaram adı", yani “Asya tipi üretim tarzı koşulla­ rında, toprak tem elli idari bürokrasinin yönetici sınıfı oluşturduğunu'' kav­ rayamadı: Karl A. W ittfogel, O rien tal D espotism (New Heaven, 1 9 5 7 ), s. 6. M arx. Rusya'dan “yan-A syatik" b ir toplum olarak söz ettiği için, Asya Tipi Üretim Tarzı’nm sınıfsal karakteri birçok siyasal içerim e sahiptir. W ittfogel, Asya toplunılan üzerine Rus bilginleri arasındaki tartışmayla ilgili (sıcak o l­ m ayan) bir açıklam a yapar (a.g.e., 9. Bölüm ). Krş. George Lichtheini, “Marx and the 'Asiatic mode o f production’", St A nthony’s P apers, No. 14, 1963, s.

86 - 112 . 33

T he G erm an Ideology, s. 33.

34

P re-capitalist Economic F orm ation s, s. 7 9 -8 0 .

64

sı olsa bile, topluluğun üzerine dayandığı gerçek bağı yıkar.”35 N üfus artışı ve bunun yol açtığı askerî serüvenler köleliğin ge­ nişlem esine ve toprak m ülkiyetinin giderek yoğunlaşm asına hizm et eder. F etihler ve söm ürgeci savaşlar, kölelerin m ikta­ rının artm asına yol açarak, toplumsal farklılaşma çizgilerinin daha da keskinleşm esine neden olur.36 K öleler üretim in tüm yükünü çekerken, “patrician” (soylu) toprak sahipleri kam u­ sal b irik im leri ve savaşın organizasyonunu tekelleştiren , gi­ derek bağım sızlaşan bir yönetici sın ıf olarak ortaya çıkarlar. “Tüm sistem ... -b iz z a t A ntik uygarlığın k oşu lların ı teh like­ ye sokm adan aşılam ayacak- belirli bir nüfus m iktan üzerine kurulm uştur.” Bu ise M arx’in “zorunlu dış g ö ç” adını verdiği, kendisini “toplum un yapısı içinde düzenli bir bağlantı sağla­ yan” kolonilerin belirli aralıklarla kurulm ası biçim inde göste­ ren bir baskıya yol açar.37 M evcut kaynaklara dayanarak üretkenliği artırm a yönü n­ de hiçbir güdü olmadığı için, toprak yetersizliğinden kaynak­ lanan baskı oldukça güçlüdür. Kazancı azamiye çıkartacak bir ilgi “artışı yaratacak” hiçbir ideoloji bulunm am aktadır: C a to ,* tarlalan n nasıl en kârlı biçim d e işlen eceğ in i anıştıra­ b ilir veya B rütü s e n uygun faizle b o rç para v ereb ilir an cak servet, ü retim in am acı olarak ortaya çıkm az, A raştırm a h er zam an hangi m ülkiyet biçim in in en iyi yu rttaşlar yaratacağı konusundadır. Servet, sadece ticaret yapan ço k az insan ara­ sında bizzat b ir am aç olarak ortaya çık ar...38 35 A.g.e., s. 8 3 . 36 A.g.e., s. 9 2 -9 3 . 37

T h e A m erican Jo u m a lis m o f M arx an d Engels, s. 77.

( * ) Cato: “Censorius" lakaplı Romalı devlet adamı - ç. n. 38 P rc-capitalist E con om ic E orm atioııs. s. 8 4 . Marx'a göre, Antik dünyadaki yay­ gın anlayış, ( “dar ulusal, dinsel ya da siyasal" bir dünya görüşü tem elinde) yabancılaşm ış bir biçim de olsa da, insanların am açlarının üretim e ve ser­ vet birikim ine tâbi olduğu burjuva toplum uyla karşılaştırıld ığınd a, insanı hâlâ şeylerin m erkezine yerleştirir. Ancak Marx sözlerine şöyle devam eder: “Fakat gerçekte, dar burjuva toplum b içim in in dış kabuğu soyulduğunda, zenginliği oluşturan şey ihtiyaçlar, kapasiteler, hazlar, üretken güçler vb.’nin evrenselliği değil, evrensel bir mübadele içinde üretilen bireylerin evTcnscl-

65

Servet kendi başına değerli değildir, aksine değerin kaynağı “özel kullanım ”dır; bu yüzden, yönetici sın ıf ticaret ve manüfaktüre kuşkuyla, hatta hor gözle bakar. Ayrıca em ek genelde küçüm senir, özgür insanlara uygun b ir şey olarak görülm ez. Cum huriyetin sonunda Roma Devleti zaten “fethedilen eya­ letlerin acımasız söm ürüsüne” dayanmaktaydı,39 bu açıkça im ­ paratorların himayesinde düzenlenen bir süreçtir. Roma toplumunda sın ıf çatışm ası patricilerle plebler arasındaki m üca­ dele etrafında yoğunlaşır. Patriciler, plebleri utanmazca, esa­ sen tefecilikle söm ürürler: Bu söm ürü en üst düzeye Rom a’da ulaşır, ancak asla genel bir sermaye birikimi süreci yaratmaz. M arx, K a p ita lin üçüncü cildinde tefeciliğin rolünü tartışırken, tefecilerin serm ayelerinin diğer koşullarla bir araya gelerek kapitalizm in gelişim inde önem li bir rol oynadığını, bu koşul­ lar olmadan tefeci serm ayenin kapitalizmi zayıflatıcı bir faktör işlevi yüklendiğini gösterir. Roma’da yaşanan da budur; tefeci­ lik küçük köylülüğü zayıflatıcı bir etkide bulunur, zira patrici­ ler, savaşlarda hizm et etmeye zorlanarak sürekli yok olma teh­ didi altında yaşayan pleblerin gerçek ihtiyaçlarını karşılam ak yerine, parayı ço k yüksek faiz oranlarıyla ödünç vermişlerdir. “Romalı patriciler Romalı köleleri, küçük köylüleri tamamen yok ettiklerinde bu söm ürü son şeklini alm ış ve salt köle eko­ nom isinin yerine küçük köylülük ekonom isi geçm iştir.”40 Bir kurum olarak kölelik Roma tarihinde farklı evrelerden geçmiştir: Kölelerin küçük üreticilere yardım ettiği ataerkil bir sistem olarak başlamış; pleblerin giderek daha fazla köleleşme­ si pazar için tarımsal üretimin yaygın olarak uygulandığı büyük arazilerin, latifundiae'nin gelişimine yol açmıştır. Ancak ticaret ve sanayinin belirli bir noktanın ötesinde gelişememesi, nüfu­ sun çoğunluğunun sömürü sonucunda yoksullaşması latifim diae’nin ekonom ik olmaktan fiilen uzaklaşması demektir. Ticaret­ liğidir." Nitekim “A ntik dönem de yaşayanların çocuksu dünyası bir açıdan m odem dünyaya üstün bir görünüm de olsa da, bu üstünlüğün kaynağı sade­ ce nispeten sınırlı insani potansiyellerdir." A.g.c., s. 84 -8 5 . 39

Deyim Engels'e aittir. S clected VVorfis, c. 2, s. 299.

40

C ap ital, c. 3, s. 582.

66

teki bir başka zayıflama kasabalann güçten düşmesiyle birlik­ te gelir. Ticaretin ayakta tuttuğu şey devletin dağılmasında kat­ kıları olan kamu görevlilerinin dayattıkları vergilerle harabeye çevrilir. Kölelik fiilen ortadan kalkmaya başlar, büyük çiftlikler dağılır ve bu araziler küçük çiftliklerdeki mirasçı kiracılara söz­ leşmeyle kiralanır. Küçük çiftçilik egemen konum a gelir. Böylece doruğundayken olağandışı bir servet yoğunlaşm ası yaratan ve büyük b ir im paratorluk olan Roma fiilen yıkılm aya yüz tutar; üretici güçler önem li bir gelişme kaydederken, top­ lumun iç kom pozisyonu belirli bir noktanın ötesine geçm e­ yi engeller. Ç ok sayıda köylünün üretim araçlarının ellerinden alınması (M arx, kapitalizmin kökenlerini tartışırken bu süreci büyük ölçüde vurgular), kapitalist üretim in gelişm esine değil, aksine köleliğe dayalı -g e rçe k te içeride çözülm eye u ğray an bir sistem e yol açar.

Feodalizm ve kapitalist gelişmenin kaynakları Roma’ya yönelik şiddetli barbar saldırılan aslında sadece antik dünyanın yıkılışını hızlandıran bir faktördü: Asıl nedenler biz­ zat R om a’n m iç gelişim inden kaynaklanıyordu. M arx, görü­ nüşte, antik toplum u feodalizm in gelişim inde zorunlu b ir evre olarak görm ez;41 ancak batı Avrupa’da, her koşulda, Rom a lm paratorluğu’nun çözü lm esi feodal toplum un ortaya çık ışın ın temelini oluşturur. Yine M arx hiçbir yerde feodalizmin ilk ev­ relerini ayrıntılı olarak betim lem ez. Fakat Engels’in A ilenin, Özel M ülkiyetin ve D evletin K öken i’ndeki, “ele geçirdikleri böl­ geleri yönetm e göreviyle karşı karşıya kalan barbarlar kendi yönetim biçim lerini değiştirm ek ve Roma m irasının unsurla­ rını benim sem ek zorunda k alırlar” iddiasını M arx’in da b e­ nimsemesi m uhtem eldir. Bu yeni toplumsal düzen asker b ir li­ derin egem enliğine dayanır ve onun b ir m onarşiye dönüşm e­ siyle sonuçlanır.42 Y eni b ir soylular sınıfı, böylece, bizzat as■11 P re-capitalisl E con om ic F orm ation s. s. 70. *2

M arx, b ir yerde, Avrupa'da Rom a'yı izleyen sistem den, “iki sistem in karşı­ lıklı olarak birbirini değiştirdiği" bir “sentez" olarak söz eder. Ekonom i Poli-

67

kerî konum u elinde tutanların özel maiyeti etrafında şekille­ nir ve Rom alılaşm ış m em urlar ve bilginlerden devşirilen eği­ tilmiş seçkinlerle tam amlanır. Batı Avrupa’da birkaç yüzyıldır süren savaş ve sivil düzensizlik de barbar orduların çekirdeği­ ni oluşturan özgür köylü çiftçilerin sürekli yoksullaşm asına ve sonuçta yerel soylu m ülk sahiplerine ait sertlere dönüşm eleri­ ne yol açar. 9. yüzyılda serilik egemen konum a gelir. M arx bir yerde, feodal dönem de, yine de -k e n d in i yerel düzeyde somut olarak kom ünal m ülkiyetin sürm esinde açığa v u ran - eski bar­ bar (G erm anik) toplum sal organizasyon biçim inin altyapısı­ nın varlığını sürdürdüğünü söyler. Bu altyapı “Ortaçağ boyun­ ca halkın imtiyazı olarak ve halk yaşam ının biricik kalesi ola­ rak kalm ıştır!”43 D ik katin i feodalizm den kapitalizm e geçişe yoğunlaştıran M arx, feodal toplum un tem el niteliklerini betim lem e konu ­ sunda fazla istekli davranmaz ancak burada bile onun olayı ele alış biçim inde büyük boşluklar ve belirsizlikler vardır. M arx’in feodal Avrupa’nın olgun dönem ine bakışından çıkartılabilecek görüşler onun yaşadığı dönem in “ekonom ik tarihindeki” stan­ dart anlayışlara uygundur. Feodal ekonom inin tem elini top­ rağa bağlı serfi de içeren küçük köylü tarımı oluşturur; kasa­ balardaki evsel üretim ve el zanaatları üretim iyle bu temel ta­ m am lanır. A ncak feodal sistem özünde kırsal bir sistem dir: “Antik dönem kasabadan ve onun küçük topraklarından baş­ lam ışsa, O rtaçağ da kırdan b aşlam ıştır.”44 S e rilik le , em ek ­ çi üretim inin belirli bir m iktarını toprak sahibine vermek zo­ runda olsa da, üretici ile ürünü arasında oldukça alt düzey­ de bir yabancılaşm a vardır. Seri, genellikle kendisi ve ailesi­ nin ihtiyaçlarını karşılamak için üretimde bulunurken kendi­ sinin efendisidir. “Toprak sahibi (lord) kendi m ülkünden en fazla kârı elde etm eye çalışmaz. O , daha ziyade, m evcut olanı ligin E leştirisine K atkı (C hicago, 1 9 0 4 ), s. 2 8 8 . 1E konom i Politiğin E leştirisine Katkı, çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1970, Sol Yayınlan. | 43

P re-capitalist E conom ic F orm ation s, s. 1 4 4 -1 4 5 . (M arx'in Zasulich'e m ektubu­ nun tiçüncil m üsveddesi.)

44

T he German Ideology, s. 35.

68

tüketir ve üretim faaliyetini sessizce serilere ve kiracı çiftçi­ lere b ırak ır."45 Kapitalizm in ilk evrelerinin tarihi, M arx için , önem li ölçüde küçük üreticinin kendi üretim in kontrolünden giderek yabancılaşm asının, başka deyişle, onun kendi üretim araçlarından kopanlm ası ve sonuçta em eğini piyasada satm ak zorunda kalm asının tarihidir. Feodalizm in çözülüşü ve kapitalizm in ilk gelişm e dönem i kasabaların gelişim iyle ilişkilidir. M arx, 12. yüzyılda -d ev rim ­ ci k arakterd e- belediye hareketlerinin oluşum unun ve bunun so n u cu n d a k en tli to p lu lu k la rın fiilen bü yü k ö lçü d e id ari özerklik elde etm elerinin önem ini vurgular.46 A ntikitede o l­ duğu gibi, kentsel m erkezlerin gelişim ine tüccar ve tefeci ser­ mayenin oluşum u ve yanı sıra onlann işlem lerini yürüttükle­ ri, tarımsal üretim e dayalı sistem i zayıflatıcı bir güç olarak iş­ leyen bir para sistem i eşlik eder.47 M uhtem elen Rom a im para­ torluğu dönem inde ço k az kasaba varlığını sürdürürken, kent merkezlerinin ticaret ve m anüfaktür m erkezlerine doğru geli­ şimi gerçekte sadece 12. yüzyılda başlar: Bu kasabalann nüfu­ su esasen azat edilm iş serflerden oluşmaktaydı. Ticaretin ge­ lişmesi para kullanım ının ve neticede m eta alışverişinin daha önceki kendine yeıen kırsal feodal ekonom i içinde sürekli art' masına yol açar. Bu oluşum kasabalarda tefeciliğin gelişm esini kolaylaştırır, toprak sahibi aristokrasinin servetinde bir azal­ maya yol açar ve köylüyü lorda karşı parasal yüküm lülükle­ rinden kurtulm akta veya lordun kontrolünden kendini tam a­ men kurtarm akta daha başarılı kılar. İngiltere’de 14. yüzyılla birlikte serilik fiilen ortadan kalkar. Feodal dönem deki unvan­ ları ne olursa olsun, bu ülkede çalışan em ekçi kesim in büyük 45

K arl M arx. E arly W ritings, s. 115.

46

Marx, etkili olması için Thierry'nin ca p ita lia sözcüğünün ilk kez özerk kem kom ünlerinin kurulmasıyla ortaya çıktığı görüşüne atıfta bulunur.

47

Dobb'a göre, feodalizm in zayıflamasında birincil faktör “b ir sistem olarak fe­ odalizmin yetersizliği, yani yönetici sınıfın artan vergi ihtiyaçlarını karşılayam am a sıy d f. M aurice D obb, Studies in the D evelopm ent in C ap italism (L ond­ ra, 19 6 3 ), s. 4 2 . D obb’un kitabı üzerine bir tartışma için bkz. Paul M. Swcezy, The Transition fr o m Feudalism to C apitalism (Londra, 19 5 4 ). ISoşyaliznıc Geçiş Süreci Ü zerine, çev. Aytunç Altındal, May Yayınlan, 19741

69

çoğunluğu söz konusu dönem den itibaren artık m ü lk sahibi özgür köylüdür. Kuşkusuz, serfliğin yazgısı Avrupa’n ın farklı kesim lerinde oldukça farklıdır ve bazı alanlarda “yeniden can­ lanm a” dönem leri yaşar.48 “Kapitalist üretim in başlangıç örnekleri” 14. yüzyıl başında İtalya’da49 ve 15. yüzyılda Ingiltere’de karşımıza çıksa da, bun­ lara oldukça sınırlı alanlarda rastlanır. Kasabalar, bir ustanın çalıştırabileceği usta işçi ve çırak sayısına kesin sınırlam a geti­ ren güçlü lonca örgütlerinin hâkim iyeti altındaydı ve loncalar kendilerini - “ilişki içinde oldukları tek serbest sermaye biçim i olan ”50- ticarî serm ayeden uzak tutmaktaydı. Ayrıca çalışan nüfusun çoğunluğu bağım sız köylülerden oluşurken, kapita­ lizmin gelişm e ihtim ali söz konusu değildi. “İlksel birikim ”5' süreci -y a n i, kapitaüst üretim tarzının ilk o lu şu m u - M arx’in birçok kez vurguladığı gibi, köylünün üretim araçlarından k o ­ parılmasını, “insanlık tarihinde kan ve ateşle yazılan” olaylar topluluğunu içerir. Bu süreç farklı ülkelerde farklı dönem lerde ve farklı biçim ­ lerde yaşanır ve M arx onun “klasik biçim i” İngiltere’ye odak­ lanır. İn g iltere’de bağım sız köylü nün ü cretli em ekçiye d ö­ nüşm esi 15. yüzyıl sonunda gerçekleşir.52 Bu zaman dilim in­ de büyük feodal savaşlar soylular sınıfının kaynaklarını teme­ linden yıkm ıştır. İlk “özgür proleterler kütlesi” yoksullaşm ış aristokrasinin uşakları dağıtmasıyla piyasaya atılıverir ve fe­ odal aristokrasinin konum undaki zayıflam a, m onarşinin ge­

48

Engels'in 15. yüzyılda Avrupa’nın Dogu kesimlerinde “ikinci (bir) sertlik" o l­ gusunun ortaya çıkışından söz ederken b ir ölçüde ilgilendiği b ir konu. “L et­ ter to M arx, D ecem ber 1 8 8 2 ”, S elected C orrespon den ce, s. 4 0 7 -8 . [Seçme Ya­ zışm alar, çev. Yurdakul Fin can cı. 1. c. 1995, 2. c. 19 9 6 , Sol Yayınlan)

49

Marx’in sözüyle, ilk kapitalist üretim biçim inin geliştiği İtalya’da “sertliğin or­ tadan kalkışı başka yerlerden daha ön ce gerçekleşti”, C a p ita l c. V, s. 716.

50

C a p ita l c. 1, s. 716.

51

Deyim, genellikle, “ilkel (prim itive) b irikim ” olarak kullanılır. Burada genel kullanım ın potansiyel olarak yanıltıcı içerim lerinden kaçınm ak için ursprüng­ lich terim ini “ilksel" (prim ary) olarak çevirirken Sweezy (s. 17) ve diğerlerini izliyorum.

52

C a p ita l c. 1, s. 7 1 8 ve devamı.

70

lişen gücüyle hız kazanır. Toprak sahibi aristokrasi giderek daha fazla m übadele ekonom isi içine çekilir. Sonuç çitle çevir­ me hareketidir: Bu hareketin kaynağında İngiltere’de yün fi­ yatlarında keskin bir artışa yol açan Flam an yün işlem eciliği­ nin ortaya çıkışı yatar. Feodal lordlar, “Kral ve parlamentoya karşı cüretkâr bir m uhalefet” içinde, büyük m iktarlarda köy­ lüyü zorla topraklarından atar. Tarım a elverişli topraklar sa­ dece birkaç çoban gerektiren meralara dönüştürülür. Tüm bu m ülksüzleştirm e sü reci 17. yüzyılda Reform asyon’dan “yeni ve m uazzam bir g ü ç” alır; çok büyük Kilise toprakları Kra­ liyet gözdelerine k arşılıksız dağıtılır ya da m irasçı k ira cıla ­ rı kovan ve kiralanm ış arazileri büyük birim lere katan spekü­ latörlere ucuza satılır. Elindeki gasbedilen köylü “kısm en rağ­ bet nedeniyle, çoğu kez koşulların zorlam asıyla kitleler halinde dilenciye, serseriye dönüşür”.53 Bu problem , serseriliğe karşı acımasız yasalarla, serseri nüfusun “ücret sistem i için gerekli disiplin”e itaatiyle çözülm eye çalışılır.54 tngiltere’de 16. yüzyıl başından itibaren, proletaryanın ilk örnekleri üretim araçlarından kopartılm ış ve piyasaya “özgür” ücretli em ekçiler olarak atılm ış “yerleşik olm ayan”, hareket­ li b ir grup olan m ülksüzleştirilm iş bir köylüler tabakası ola­ rak gözükür. M arx, küçüm ser bir tavırla, ekonom ik politikçileri, insanların feodal bağlar ve kısıtlam alardan özgürleştirilm elerinden söz etm elerine rağmen, bu özgürleşm enin “‘kutsal mülkiyet hakları’m n en utanmasızca ihlalini ve kişilere karşı en kaba şiddeti” içerdiğini tamamen göz ardı ederek, bunu sa­ dece olum lu bir biçim de yorumlamakla eleştirir.55 Yine de M arx, sadece bu olayların kapitalizm in oluşum u­ nun yeterli koşulu olarak alınam ayacağını gösterir. 16. yüz­ yıla geçerken, feodalizm in güçten düşen artıkları, daha fazla çözülm e ve daha gelişm iş bir üretim biçim ine -k a p ita liz m e geçm e arasında bir denge tuttururlar. Son gelişm enin ortaya çıkışında bir ölçüde önem li bir faktör, 15. yüzyılın son yan53

C ap ita l, с. 1, s. 7 1 8 , 7 2 1 & 7 3 4 ; W erk e, с. 2 3 , s. 7 4 6 , 748& 7Ö 2.

54 A .g.c.. с. 1, s. 737. 55

A.g.c., с. 1. s. 727.

71

smda yapılan muazzam coğrafi keşifler sonucunda gelişen de­ nizaşırı ticaretin hızlı ve büyük genişlem esidir. Bunlar esa­ sen A m erika’nın keşfini ve Ü m it B um u ’nun dolaşılm asını içe­ rir: “Bu gelişm eler ticaret, d en izcilik ve sanayiye ve böylece tökezleyen feodal toplum daki devrim ci bir unsura benze­ ri görülm edik ölçüde hareket, hızlı bir gelişme kazand ın r.”S6 M antar gibi biten bu ticaretten kaynaklanan hızlı serm aye akışı, ayrıca Am erika’daki altın ve gümüşün keşfinin ardın­ dan ülke içine giren kıym etli mal akını İngiltere’deki m evcut toplum sal ve ekonom ik düzenlem elerle örtüşür. Yeni im alat­ çılar liman kentlerine, ü lkenin eski ittifaka dahil kasabaları­ na ve lonca örgütlerinin kontrolü dışında kalan iç m erkezle­ re yerleşirler. Liman kentleri, “ittifak içindeki kasabaların bu yeni fidanlıklara karşı bezdirici m ücadelesine”57 rağm en hızlı bir gelişm e gösLerir. Böylece, m odern kapitalizm “büyük ö l­ çekli deniz ve karayolu ticareti tem elinde”58 eski m anüfaktür m erkezlerinden uzakta başlar. Örgütlü m anüfaktürün kayna­ ğı loncaların kontrolündeki zanaat etkinlikleri değil, aksine M arx’in “kırsal yardım cı işler” olarak adlandırdığı, iplik eğir­ me ve dokum ayla ilgili çok az teknik eğitim gerektiren etkin ­ liklerdir. Kırsal toplum kapitalizm in “en saf ve m akul b içi­ m iyle” geliştiği en son yer olm asına rağm en, ilk hareket bura­ dan gelm iştir.59 Bu evreden önce serm aye, devrim ci b ir güce ulaşam am ıştır. M erk an tilizm in 11. yüzyılda başlayan daha ön ceki gelişim i feodal yapıların çözülm esinde tem el bir rol oynarken, gelişen kasabalar esasen eski sistem e dayanmakta ve belirli bir güç düzeyine ulaşmadan önce özünde m uhafa­ zakâr bir rol oynamaktaydılar. Sermayeyi kontrol eden yeni gelişen burjuvazinin yükseli­ şi 16. yüzyıl başından itibaren giderek artar. Altın ve gümüş 56

T h e Com m unist M anifesto, s. 133; T he German Ideology, s. 73..

57

C ap ital, c. 1, s. 7 5 1 .

58

P rc-capitalist Econom ic F orm ation s, s. 116.

59 A.g.e., s. 116. M arx ekler: “Bu yüzden, özellikle kentsel bir zanaat beceri ve uygulaması geliştirm eyen Antik dönem insanları asla büyük ölçekli b ir sanayi kuram adılar", s. 117.

72

akını fiyatlarda keskin bir artışa yol açar. Bu süreç ticaret ve m anüfaktürde büyük kârlar sağlayacak, ancak büyük toprak sahiplerinin iflasına yol açacak biçim de işler ve ücretli em ek­ çilerin say ısın ın büyük ölçüde artm asına neden olur. Tüm bunların siyasal alandaki meyvesi, devlet gücünün hızlı ge­ nişlem esindeki bir anı temsil eden birinci İngiliz Devrimi’dir. M erkezî idarenin ve güçlü siyasal erkin gelişen m ekanizm a­ ları, “feodal ü retim tarzının kapitalist bir biçim e dönüşm e­ si sürecini, sera benzeri yolla hızlandırm ak ve geçiş sürecini kısaltm akta”60 kullanılır. Günüm üzde bile ilk kapitalistlerin ana kaynaklan hakkın­ da fazla bilgi yoktur ve M arx bu konuda som ut tarihsel veri­ ler sunm ak için fazla bir girişimde bulunm az. A ncak kapitalist üretim de iki karşıt tarihsel ilerleme biçim i bulunduğunu gös­ terir. İlkinde, tüccar sınıfın bir kesim i üretim i doğrudan ele geçirm ek için salt ticari işlem lerin ötesine geçer. Bu süreç ka­ pitalizmin başlangıç dönem inde İtalya’da yaşanır ve 15. yüzyıl sonu ile 16. yüzyılda İngiltere’de kapitalist seferberliğin temel kaynağını oluşturur. A ncak, bu kapitalist formasyon kısa süre içinde “gerçek bir kapitalist üretim tarzına engel” oluşturmaya başlar ve "onun gelişim iyle birlikte gücünü yitirir”.61 M arx’a göre, kapitalist gelişm ede ikinci yol “gerçekten devrim ci”dir. Burada bireysel ü reticiler serm aye birik tirir ve kendi etk in ­ lik alanlarını -tic a re ti de kapsayacak b içim d e - üretim dışın­ daki alanlara genişletm eye çalışırlar. Bu yüzden, başından beri loncalar dışında faaliyet gösterirler ve onlarla çatışm a halin­ dedirler. M arx, bu ikinci gelişme tarzının m anüfaktür üreti­ minde nasıl gerçekleştiği konusunda çok az ipucu sunarken, m anüfaktürün Ingiltere’de çiftçilik alanındaki oluşum süreci­ ni bazı yönleriyle ortaya koyar. 17. yüzyıl ortalarında topra­ ğın büyük bir kısm ı ücretli em ek istihdam eden ve meta piya­ sası için üretim yapan kapitalist çiftçilerin elindeydi. Bunların m ülkleri büyük ölçüde feodal dönemden hâlâ ayakta kalabi­ len ortak topraklara zorla el konulmasıyla büyüdü. Ancak bu 60

Capital, c. 1, s. 751.

61

A.g.e., c. 3 , s. 3 2 9 .

73

ikinci süreç genişletilm iş bir süreçti, yoksa 17. yüzyılın ikinci yansına kadar tam am lanmış bir süreç değil. Bu süreç, “topra­ ğın sermaye olarak kullanılm aya başlanm ası” ve “gayrimeşru ilan edilen proletaryanın zorunlu tedariki” için kasaba sanayi­ lerinin yaratılm asıyla, bağımsız köylülüğün tarih sahnesinden çekilm esiyle aynı dönem de tam am lanır.62 Marx kapitalist dönemde iki genel üretim örgütlenm esi evre­ si ayırt eder. İlk evre m anüfaktürün egemenliği altındadır. Bu evrenin ayırt edici özelliği, zanaat becerilerinin farklı uzman­ laşmış görevlere dönüştürülmesidir: Burada, vasıflı bir kişinin lonca sistem i altında yapabileceği bir iş birçok işçi tarafından kolektif bir çalışmayla gerçekleştirilir. M anüfaktürün el bece­ risiyle üretimden daha etkili olm asının nedeni, herhangi tek­ nik bir yenilik değil, aksine içerdiği işbölümünün birim saat­ te daha fazla birim üretm eyi m üm kün kılmasıdır. İngiltere’de 16. yüzyıldan 17. yüzyılın son kesim ine kadar egemen konum ­ da bulunan bu üretim biçim inin belirli sınırlılıkları vardır. 17. yüzyıl sonunda pazarlar o kadar genişlem iştir ki, manûfaktür bu talepleri karşılayacak üretkenliği yeterince sağlayamamış­ tır. Sonuç olarak, teknik açıdan daha etkin üretim âraçlan ya­ ratma yönünde güçlü bir baskı oluşur; “m akinelerin gelişmesi piyasanın ihtiyaçlarının zorunlu sonucudur”.63 Sonuç, “sanayi devrimi”d ir M Mekanizasyon bu andan itibaren kapitalist üre­ tim tarzını hâkimiyeti altına alır. Kapitalizmin ayırt edici özel­ liği olan teknolojik değişim yönünde sürekli bir hareket olu­ şur. Giderek daha ayrıntılı ve kapsamlı m akinelerin geliştiril­ m esi kapitalist ekonom inin m erkezileşm esinde tem el faktör­ dür: M arx, K a p ita ld e bu konuyu kapitalizmin beklenen çözü­ lüşü tartışmasında büyük ölçüde vurgular. 62 63

A.g.e., c. 1, s. 7 3 3 ; W erke, c. 2 3 , s. 7 6 1 . “Leiter to Annenkov”. Poverty a f P hilosophy, s. 156. [Felsefenin Se/aldi, çev. Ahmet Kardam, (ilk baskı) 1 9 6 6 , Sol Yayınlan.)

64

74

Engels bu terimi M arx’lan 6 n ce kullanır. Engels’in kullanım ı için bkz. C on di­ tions o f the W orkin g C lass in England in 1844 (O xford, 1 9 6 8 ), s. 9 -2 6 . [İngil­ tere'de Emekçi Sını/ımn Durumu, çev. Yurdakul Fin can cı, 1997, Sol Yayınlan] “Sanayi devrim i" terim inin kökeniyle ilgili bazı tanışm alar yapılm ıştır, krş. Dobb, s. 258.

3 Üretim İlişkileri ve Sınıfsal Yapı

Marx’a göre, toplum un gelişimi insanlar ve doğa arasındaki sü­ rekli üretken etkileşim in ürünüdür. İnsanlar “geçim araçları­ nı üretm eye başladıkları andan itibaren hayvanlardan ayrılma­ ya başlarlar...”1 “Hayatın üretimi ve yeniden-üretim i” hem or­ ganizmanın biyolojik ihtiyaçlarının dayattığı bir zorunluluktur hem de daha önemlisi, yeni ihtiyaçlar ve kapasitelerin yaratıcı kaynağıdır. Nitekim üretim etkinliği hem tarihsel hem de ana­ litik anlamda toplumun kaynağında yer alır. Üretim , “ilk tarih­ sel edim”dir ve “maddi hayaun üretimi... tüm tarihin -b in le r­ ce yıl önce olduğu gibi günümüzde de sırf insan hayaunın sür­ dürülmesi için her gün ve her saat yerine getirilmesi gerekentemel bir koşuludur.”2 Her birey gündelik etkinliklerinde top­ lumu her an yeniden-yaratır ve yeniden-üretir: Bu hem toplum­ sal düzenin istikrarının hem de sonsuz değişimlerin kaynağıdır. Her tür üretim sistem i, üretim süreciyle ilgili bireyler ara­ sında belirli toplum sal ilişkileri gerektirir. Bu tespit M arx’in ekonom i politiğe ve genelde faydacılığa en önem li eleştirile­ rinden birinin kaynağıdır. “Soyut birey” anlayışı bireyci bu r­ ju v a felsefesinin bir icadıdır ve üretim in her zam an sergile1

T he G erm an Id eolog y , s. 31.

2

K arl M arx, E arly Writings, s. 147.

75

diği toplumsal karakteri gizlemeye hizm et eder. M arx, Adam Sm ith’ten “ekonom i politiğin Luther’i” olarak söz eder, çünkü o ve sonraki iktisatçılar, haklı olarak, emeği insanın kendini yaratm asının kaynağı olarak görm üşlerdir.3 Ancak bu iktisat­ çılar insanın üretim aracılığıyla kendini yaratm asının bir top­ lum sal gelişme sürecini gerektirdiğini gözden kaçırırlar. İnsan­ lar asla bireyler olarak değil, sadece belirli bir toplum un üye­ leri olarak üretirler. Bu nedenle, belirli üretim ilişkilerine da­ yanmayan hiçbir toplum tipi yoktur.4 İnsanlar üretim sırasında sadece doğayı değil birbirlerini de etkilerler; -b e lirli bir b iç im d e - işbirliği yaparak ve k arşılık­ lı etk in lik ler içind e üretirler. Ü retm ek için birbirleriy le b e ­ lirli bağlantılar ve ilişk iler için e girerler ve ancak bu toplum ­ sal bağlantılar ve ilişkiler içinde doğayı etkiler, üretir ve onun içinde yer alırlar.5

Her toplum biçim inde “bir üretici güçler toplam ı, bireyle­ rin doğayla ve birbirleriyle tarihsel olarak yaratılm ış -k u şa k ­ tan kuşağa ak tarılan - bir ilişk isi...”6 vardır. M arx üretici güç­ lerin (P rodu ktion skräfte) genişlem esine yol açan faktörü açık ­ layacak genel bir teori geliştirm ez. Böyle bir açıklam a sadece som ut toplumsal ve tarihsel analizlerle mümkündür. Nitekim üretici güçlerdeki feodalizmden kapitalizme geçişle ilişkili de­ ğişim ler birbiriyle yakın ilişki içindeki tarihsel olaylara göre açıklanabilir. Ayrıca üretici güçleri oldukça yüksek düzeyde evrim leşm esine rağmen, toplumsal organizasyonun diğer un­ surlarında daha fazla ilerlem enin sağlanamadığı toplum lar da vardır. M arx, belirli açılardan gelişm iş bir ekonom iye sahip ol­ masına rağmen, b ir para sistem i bulunm adığı için ilerlem esi 3

Marx'm kullandığı bu terim (P rodu ktion sverhältn isse) İngilizce’de ikili bir an­ lama sahiptiT ve lıem üretim “koşu lların ı” hem ûreıim “ilişk ilerin i” an lat­ m akta kullanılabilir. M arx'm yazılarında “ürerim ilişkileri" terim inin kullanı­ m ı hakkında bkz. Louis Althusser vd„ L ire le C apital (Paris, 1967), c. 2, s. 149159. IKapital'i O ku m ak, çev. Celal A. Kanal, Belge Yayınlan, 1995]

4

K arl M arx: S elected Works, c. 1, s. 89.

5

A .g.e., c. 1, s. 89.

6

T he G erm an Ideology, s. 51.

76

geciken Peru’yu örnek olarak verir: Para sistem inin geliştirilem em esi, önem li ölçüde ülkenin -tica re tin genişlem esini sınır­ lay an - izole coğrafi konumundan kaynaklanır.7

Sınıfsal egemenlik Marx’a göre sınıflar ancak üretim ilişkileri, üretici kitleyle sö­ mürü ilişkisi içindeki bir azınlık grup tarafından gasbedilebilecek bir üretim fazlasını mümkün kılan farklılaşm ış bir işbölü­ münü gerektirdiği zaman ortaya çıkar. M arx, toplum içindeki sınıflar arası ilişkileri tartışırken genellikle H errschaft ve Klassen h etrsch a fi terim lerini kullanır. M arx’in yazılarının İngiliz­ ce yorumlarında bunların “yönetim ” ve “sınıfsal yönetim ” ola­ rak kullanılması eğilimi yaygındır. Ancak bu terim ler, Alman­ ca term inolojide kastedilen anlamından ziyade, gücün bilinç­ li olarak dayaıılm asını ima eder. Sonuç olarak, “yönetm ek”ten ziyade “egem enlik” teriminin kullanılması uygundur.8 M arx, farklı sınıfsal egem enlik analizlerinde tam am en bur­ ju v a toplum unun karakteristik yapısı ve dinam iklerini açık ­ lamaya yönelir ve bu öne çıkan ilgi odağı karşısında kavram ­ sal kesinlik ik in cil önem de kalır. Sonuç olarak, M arx çoğu kez yeterli dikkati gösterm eden K lasse terim ini kullanır ve dü­ şünce hayatının neredeyse sonuna kadar sın ıf kavramının an­ lam ını kesinleştirm e gereği duymaz.9 M ax W eb er'de “rasyo­ nelleşm e” kavramı nasıl temel önemdeyse, “sın ıf” kavramı da M arx’in yazılarında büyük bir önem e sahiptir, fakat Marx kav­ ramı sorgulamadan kullanır. Marx’tan geriye kalan yazıların, 7

Grandrisse, s. 22.

8

Krş. W . W esolow ski, “M arx's theory o f class dom ination: an attem pt at systé­ m atisation", N icholas Lobkowicz, M arx and the W estern W orld (N otre Dame, 1967), s. 54-55. H errschaft sorunu üzerine Max W eber'in yazdıkları için bkz. bu kitabın 2 5 0 -2 5 1 . sayfalan.

9

“M odern toplum da stn ıfla n n m evcudiyetini, o n lar arasınd aki m ücadeleyi keşfetm ek bana göre hiçbir önem e sahip değildir.” “Letter to W eydem eyer, M arch 1852", S elected C orresp on d en ce, s. 57. Krş. Stanislaw O ssow ski, C lass an d C lass Structure in the S ocial C onsciousness. Londra, 1963, s. 69-88 ve bir­ çok yerde.

77

tam da sın ıf kavramını sistem atik olarak analiz etmeye başla­ dığı noktada bilm iş olması sıkça vurgulanan bir ironidir.10 Bu­ rada Marx ilk kez “Bir sınıfı meydana getiren şey nedir?” soru­ sunu sorar. Ancak M arx, E ly a z m a la rı'm bitirm eden önce as­ lında olumsuz bir tanım yapar: Sınıf, gelir kaynağına veya iş­ bölümü içindeki işlevsel konum una göre tanımlanmam alıdır. Bu kriterler büyük bir sınıflar çeşitliliğine yol açacaktır: G elir­ lerini hasta tedavi ederek sağlayan doktorlar kazançlarını top­ rağı işleyerek elde eden çiftçilerden farklı bir sın ıf oluştura­ caktır vb. Ayrıca bu kriterlerin kullanılm ası aynı üretim süreci içinde yer alan farklı grupların konum larına uygun düşmeye­ cektir: Örneğin iki insan inşaat işiyle uğraşabilir, ancak bun­ lardan birisi büyük bir şirketin m ülksüz çalışanıyken, diğeri bir küçük işletm enin sahibi olabilir. M arx’in “sınıflar gelir gruplan değildir” vurgusu, onun K a­ p i t a l d e sözü ed ilen, “ek o n o m ik m alların dağılım ı ü retim ­ den ayrı ve bağımsız bir alan değildir, aksine üretim tarzı ta­ rafından b elirlen ir” genel ö n cü lü n ü n belirli b ir boyutudur. M arx, Jo h n Stuart M ili ve ekonom i politikçi birçok düşünü­ rün, “üretim belirli yasalar tarafından düzenlenirken gelir da­ ğılımı şekillendirilebilir insani kuram larının kontrolü altında­ dır” iddiasını “saçm a” olarak niteler.11 Sınıflar sadece gelir da­ ğılımındaki eşitsizliklerdir ve bu yüzden sın ıf çatışması gelir­ ler arasındaki çelişkileri en aza indiren önlem lerle hafifletile­ bilir ve hatta ortadan kaldırılabilir ön-kabulünün tem elinde bu iddia yatar. Böylece, M arx’a göre sınıflar üretim ilişkileri­ nin bir boyutudur. Term inolojisindeki değişkenliğine rağmen, onun sın ıf anlayışının özünü farklı çalışm alarında yaptığı da­ ğınık birçok gönderm eden çıkarm ak nispeten kolaydır. Sınıf­ ları, grupların üretim araçlarına m ülkiyetine sahiplikleriyle il­ gili ilişkileri oluşturur. Bu özünde dikotom ik bir sın ıf ilişkileri modeli sağlar: Tüm sınıflı toplum lar biri egemen ve diğeri tâbi konumda iki antagonist sın ıf arasındaki temel bölünm e çizgisi 10 Kapifal’in (Engels tarafından edisyonu yapılan) üçüncü cildinin sonunda yer alan "Sınıflar" kesimi (C ap ital, c. 3, s. 862-63) lek parçadır. 11

78

G rundrisse, s. 717.

etrafında şek illen ir.12 M arx’m kullanım ında, sınıf, zorunlu ola­ rak bir çatışm a ilişkisi içerir. M arx, bu noktayı birçok kez ana­ litik bir vurguyla açıklar. Nitekim 19. yüzyıl Fratısası’nda köy­ lülüğün durum unu tartışırken şu yorumu yapar: K üçtık m ülk sahibi köylüler, üyeleri ben zer koşullarda yaşa­ yan, an cak birbirleriyle farklı türde ilişkilere girm eyen geniş b ir k itle olu ştu ru r. Ü retim tarzları onları karşılık lı etk ileşi­ m e sok m ak y erin e b irb irin d en soy u tlar... M ily o n larca aile, kendi hayat larzlan , çıkarları ve kü ltü rlerini d iğerlerin inkilerden ayıran ve onlarla düşm anca bir karşıtlık için e sokan e k o ­ no m ik koşullar altında yaşadıklan sürece bir s ın ıf o lu ştu ru r­ lar. Aralarında sadece yerel karşılıklı ilişki bulunm ası ve çı­ karlarının aynı olm ası; bunlar arasında bir b irlik telik , ulusal bağ ve siyasal örgütlenm e yaratm adığı sü rece, bu m ü lk sahibi k ü çü k kö ylü ler bir s ın ıf o luştu rm az.13

M arx, farklı bir bağlamda, burjuvaziye atıfta bulunarak ben­ zer bir noktaya işaret eder: Kapitalistler, sadece bir başka sını­ fa karşı mücadeleyi sürdürm ek zorunda kaldıkları ölçüde bir sınıfı oluştururlar. Aksi takdirde piyasada kâr arayışı içinde birbirleriyle ekonom ik rekabet içine gireceklerdir.14

Sınıfsal yapı ve piyasa ilişkileri Dikotom ik sın ıf anlayışının M arx’m yazılarında teorik bir be­ timleme olarak yer aldığı vurgulanmalıdır. Bu betim lem eye sa­ dece -M a rx ’m gelecekte olacağım düşündüğü h aliy le- buıjuva toplumu yakın düşer. T arihteki tüm sınıflı toplum lar, sınıfsal yapının dikotom ik ekseniyle örtüşen daha karm aşık bir ilişki­ ler sistem i sergiler. Böylece burjuva toplumunda bu türden üç karmaşık gruplaşma biçim i ayırt edilebilir: 1. M evcut toplum biçim inde önem li siyasal ve ekonom ik 12 Krş. Ralf D ahrendorf, C lass an d C lass C onflict in an Industrial S ociety (Stan­ ford, 1965), S. 18-27. 13 K arl M arx: Selected W orks, c. 1, s. 334. 14

T he G erm an Ideology, s. 69.

79

bir rol oynasalar da, d urum ları aşılm akla olan veya aksine yükselen üretim ilişkilerinden etkilenm eleri anlam ında m ar­ jin a l konumda olan sın ıflar.15 Birincilere örnek olarak, Fransa ve Almanya’da gücünü sürdürm esine rağmen kapitalist çiftçi­ lere bağımlı hale gelen veya kentsel proletaryaya katılm ak zo­ runda kalan özgür köylülük verilebilir.16 2. Sınıflardan biriyle işlevsel bağım lılık ilişkisi içinde olan ve neticede, siyasal açıdan bu sınıfla özdeşleşme eğilim indeki tab ak ala r. M arx’in “m em urlar” olarak adlandırdığı, idari hiz­ metlerdeki sanayi çalışanları arasında yer alan üst idari görev­ liler bu kategoriye dahildir.17 3. Son o larak, işbölü m ü y le tam am en bü lü n leşem ed ik leri için , sınıfsal sistem in kıyısında yer alan lümpen p ro leta ry a ­ y a dahil heterojen b irey ler topluluğu. Bunlar, “hayatlarını top­ lumun değersiz kesim leri içinde sürdüren her türden hırsız ve suçluyu, belirli bir mesleği olmayan insanları, serseriler, yersiz yurtsuz bireyleri” içerir.18 Bir sınıfın hom ojen bir varlık oluşturma derecesi tarihsel ola­ rak değişir: Tüm sınıflarda “tâbi konumda kademeler” vardır.19 M arx, F ra n sa ’d a S ın ıf M ücadeleleri'nde 1 8 4 8 -1 8 5 0 yıllan ara­ sında malî sermaye ve sanayi sermayesi arasındaki mücadeleyi analiz eder. Bu mücadele bir bütün olarak burjuvazi içinde sü­ regelen bir alt bölünm enin som ut örneğidir; o da aynı türden diğer ait bölünm eler gibi belirli türden çıkar farklılıklanna da­ yanır; “bu yüzden, kâr iki gelir kaynağına aynlabilir. Bu iki gelir kaynağı mevcut kapitalist gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildir”.20 Marx’a göre, sınıfsal düzenin ve sınıf çatışm asının doğası tarihle birbirini izleyen toplumların oluşumuyla önem 15

Krş. Donald Hodges. “T h e ‘interm ediale classes' in M arxian theory", S ocial R esearch, c. 28, 1961, s. 241-252.

16

Karl M arx: S elected Works, c. 1, s. 217.

17

Krş. C ap ital, c. 3, s. 376 vd. M arx ayrıca, “hâkim ler, avukatlar ve d o k to rla r­ dan sınıfların “id eo lo jik tem silcileri ve sözcüleri" olarak söz eder.

18 K arl M aix: Selected Works, c. 1, s. 155. 19

The C om m unist M anifesto, s. 132.

20

G rundrisse, s. 735.

80

Ii ölçüde değişir. Pre-kapitalisi loplum lar büyük ölçüde yerel düzeyde örgütlenmişlerdir. Marx’in Fransız köylülüğü için kul­ landığı bir benzetmeyi genelleştirirsek, her pre-kapitalisi top­ lumu “bir çuvaldaki patateslerin bir patates çuvalı oluşturm a­ sı gibi, benzer büyüklüklerin basit bir karışımı biçim lendirir”.2' Bu toplum biçim lerinde ekonom ik ilişkiler sadece piyasa ilişkisi olarak ortaya çıkm az, ekonom ik egemenlik veya tahakküm bi­ reyler arasındaki kişisel bağlarla iç içe geçer. Bu yüzden, feodal büyük toprak sahibinin egemenliği, kişisel bağlılık ilişkileriyle ve doğrudan aşar ödemesiyle sağlanır. Aynca serf ürününün bir bölümünü bir efendiye haraç olarak bırakmasına rağmen, kendi üretim araçları üzerindeki kontrolünü büyük ölçüde sürdürür. Sadece geçimini sürdürebilecek araçları sağlamak için mübade­ le ilişkisi içinde em ek gücünü sunmak dışında hiçbir şeye sahip olmayan em ekçi kitlelerinin elindeki her şeyin gasbedilmesine dayalı kapitalizmin oluşumuyla birlikte, bu çıplak piyasa ilişki­ leri, insanın üretici etkinliğinin belirleyicisi olarak ortaya çıkar. Burjuva toplumu, “inşam ‘doğal’ üstlerine bağlayan çeşitli feo­ dal bağlan acımasızca yıkar; insanla insan arasında ‘sadece kendi-çıkan’ndan ve bencil ‘parasal ödemeler’den başka hiçbir bağ bırakmaz. Başka deyişle, o dinin ve siyasal yanılsamanın gizledi­ ği sömürünün yerine çıplak, utanmasız, dolaysız ve insanlıktan uzak sömürüyü geçirir.”22 Bu yüzden burjuva toplumda sınıfsal ilişkiler basitleşir ve genelleşir. Bir kez rayına oturduğunda, ka­ pitalizmin ilerleyici gelişimi, piyasada doğrudan birbiriyle kar­ şıtlık içinde olan iki büyük sınıfın, burjuvazi ve proletaryanın giderek daha fazla gelişm esine yol açar. Diğer sınıflar (büyük toprak sahipleri, küçük burjuvazi ve köylülük) ise bu iki temel sınıfsal gruplaşmanın biri veya diğeri tarafından yutularak orta­ dan kaldırılan geçici sınıflardır. M arx’a göre, sın ıfla r, üretim ilişk ileri ile top lu m u n geri kalan kesim i veya toplum sal “üstyapı” (Ü b erb au ) arasındaki temel bağlantı noktasıdır. Sınıfsal ilişkiler siyasal güç dağılım ı­ nın ve siyasal organizasyonun ana eksenidir. M arx’a göre, eko21 K arl M arx: Selected Works, c. I, s. 334. 22

The Communist M anifesto, s. 135.

81

nom ik ve siyasal güç yakın ilişki içindedir ancak birbirinden ayrılması imkânsız şeyler de değillerdir. Fakat aynca bu teore­ min tarihsel bir boyuta yerleştirilm esi gerekir. Siyasal faaliyet biçim i üretim tarzıyla ve bu yüzden, piyasa ilişkilerinin ek o ­ nom ideki önem derecesiyle yakından ilişkilidir. Aslında ilk kez antik dünyada rastlanm asına rağmen, özel mülkiyet, ek o ­ nom ik hayatın belirli alanlarıyla sınırlı kalm ıştır. O rtaçağ’da m ülkiyet, gerçekte kasabalarda serm ayenin m anüfaktüre ya­ tırılmasına yol açarak, feodal toprak mülkiyetinden korporatif m enkul m ülkiyete doğru belirli evrelerden geçer. M ülkiyet, hem antik toplumda hem de Ortaçağ’da büyük ölçüde cem a­ atle ve aynca bu yüzden sınıfsal egem enlik ilişkileriyle bağını sürdürür. Bu ise siyasal gücün hâlâ yaygın olarak comnıuniuıs* içinde işlem esi dem ektir. Ancak m odem kapitalizm i “kom ıınal bir kurum un tüm dış benzerliğini ortadan kaldıran büyük sanayi ve genel rekabet koşulları belirler”.23 M odern devlet, burjuvazinin feodalizm in artıklarına karşı mücadelesi sırasında ortaya çıkar, ancak aynı zamanda kapita­ list ekonom inin talepleri tarafından yönlendirilir. Bu m od em özel m ülkiyete - m ü lk sahipleri tarafından vergi­ lerle kadem eli olarak satın alınan, ulusal borçlanm ayla tam a­ m en ele g e ç irile n - m od ern devlet e şlik eder ve onu n varlı­ ğı tam am en m ü lk sahipleri, burjuvazi tarafından genişletilen -b o rsad a devlet fonlarının artışı ve azalışında da görülebile­ c e k - ticarî krediye bağım lı hale gelir.24

Burjuva toplum una özgü devlet biçim i, burjuvazinin yükse­ liş koşullarına bağlı olarak değişir. Ö rneğin, Fransa’da bu rju ­ vazinin m utlakıyetçi m onarşiyle ittifakı güçlü bir yerleşik m e­ m urlar sınıfının gelişm esine yol açm ıştır. Britanya’da ise ak­ sine, devlet “resm en y ön eten toprak aristokrasisi ile g erçek ­ te sivil toplum un tüm farklı alanlarını h âkim iyeti altın a alan , ancak resm en y ön etm eyen burjuvazi arasındaki arkaik, çürü( * ) K o m ü n -ç .n . 23

T he C em ıa n Ideology, s. 79.

24 A.g .e .,s . 79.

82

tnüş ve eskim iş bir uzlaşm a”yı temsil eder.25 Britanya’da bu si­ yasal düzene yol açan özel süreç devlet içindeki bü rokratik unsurların önem ini en alt düzeye düşürmüştür.

İdeoloji ve bilinç Cemaat yapısının dağılması ve bunun yol açuğı özel mülkiyette genişleme, medeni hukukun kaynaklarını oluşturur. Bu tür bir yasalar düzenlemesi tarihte ilk kez Roma’da yapılmıştır, ancak bu düzenleme Roma toplumunda manüfaktür ve ticaretin iç çö­ zülüşü nedeniyle uzunca bir süre etkili olmamıştır. M odem ka­ pitalizmin gelişmesiyle yasaların şekillendirilm esinde yeni bir evre yaşanır: İtalya’da ve başka yerlerdeki ilk kapitalist merkez­ lerde Roma hukuku egemen olur ve medeni hukukun kaynağı­ nı oluşturur. Medeni hukukta otorite geleneksel topluluklarda egemen konumdaki dinsel buyrukların yerine rasyonel norm ­ lara dayanır.26 M odem hukuk sistemi ve yargı, burjuva devletin temel ideolojik desteğini oluşturur. Ancak bu sistem, tüm toplumlarda, egem en sınıfın hâkim iyetini m eşrulaştırm akta k ul­ landığı ideoloji biçim lerinin geliştirilmesi veya sürdürülmesinin tek çağdaş yoludur. “M addi üretim araçlarına sahip olan sınıf, Zihinsel (geistinğ) üretim araçlarını da kontrolü altında tutar; böylece genelde, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirlerinin diğerlerine tâbi oldukları söylenebilir.”27 M arx’a göre bilincin kökleri ayrıca toplum sal bir n itelik ta­ şıyan insan i Praxts’te yatar, “in san ların varlık ların ı b elirle­ yen b ilin çleri değil, aksine b ilin çlerin i belirleyen toplum sal varlıklarıdır”28 sözüyle anlatılm ak istenen budur. M arx’in bu 25 Werke, c. 11, s. 79. 26 W eb erin bu konuyu ele alış b içim i için bkz. Economy and Society, c. 2 1Top­ lumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi Yayıncılık, 1 9 9 5 ]; ayrıca krş. D urkheim , The Division o f Labour in Society, s. 142 vd. (Toplumsal işbölümü, çev. Ö zer Ozankaya, Cem Y ayınlan, 2 0 0 6 .] 27

The German Ideology, s. 61; Werke, e. 3, s. 46.

2 8 Karl Marx: Selected W orks, c. 1, s. 363. Aynca bu konunun W eb er ve Durkheim 'la bağlantılı olarak ele alınışı için kitabın 14. bölüm ündeki "M arx ve W e b e r ‘İdeoloji’ olarak din problem i” altbaşlıgm a ve devam ına bakınız.

83

tespitiyle ilgili birçok olum suz yorum yapılmıştır. Ancak bu­ radaki işlem sel terim toplu m sal varlıktır ve toplumda bilincin insan etkinliği tarafından yönlendirildiği genellem esine çok az itiraz edilebilir. M arx’a göre dil bunun som ut bir örneğidir. Onun sözleriyle dil, “bilin ç kadar eskidir, ayrıca diğer insan­ lar için var olan pratik bilinçtir ve sadece bu nedenle o, ayrıca benim için de kişisel olarak var o lu r..."29 Fikirlerin ifadesi ve gerçekte salt duyumun ötesinde bir şeyin varlığı dilin varlığı­ na bağlıdır. Fakat dil toplumsal bir üründür ve bireyler kendi bilinçlerinin param etrelerini oluşturan dilsel kategorileri sade­ ce bir toplum un üyesi olm aları sayesinde edinirler. Marx’ın sınıflı loplumlarda belirli ideoloji biçim lerinin rolü konusundaki görüşlerinin kaynağı, doğrudan bu daha genel faktörlerdir. Felsefede ve tarihte idealizmin hatası, toplum ların özelliklerini m evcut toplum un egem en düşünce sistem i­ nin içeriğinden hareketle analiz etmeye çalışmaktır. Ne var ki, böyle yapıldığında değerler ve güç arasında tek yanlı bir iliş­ ki olmadığı tamamen göz ardı edilir: Hâkim sınıf egemen ko­ num unu meşrulaştıran fikirleri yayabilir. Nitekim burjuva toplumunda öne çıkan eşitlik ve özgürlük gibi düşünceleri “yüzey değerlerine” bakarak doğrudan toplumsal gerçeklik olarak ala­ mayız; aksine burjuva toplum undaki yasal özgürlükler, ger­ çekte, mülksüz ü cretli-em ekçinin sermaye sahipleri karşısında büyük ölçüde avantajsız bir konumda olduğu sözleşm elere da­ yalı yüküm lülükleri meşrulaştırmaya hizmet eder. Bu, ideoloji­ nin, içinde yer aldığı toplumsal ilişkilerle bağlantılı olarak araş­ tırılması gerektiğini gösterir: Farklı düşünce biçim lerini yara­ tan som ut süreçler belirli bir toplumda fikirlerin önem kazan­ masını belirleyen faktörlerle birlikte incelenmelidir. İdeolojiler zaman içinde açıkça süreklilik sergileseler bile, ne bu sürekli­ lik ne de ortaya çıkan herhangi bir değişim sadece kendi içeri­ ğine göre açıklanabilir. Fikirler kendi başlanna gelişmezler: bu gelişme, belirli bir P raxis’e bağlı olarak, toplumda yaşayan in­ sanların bilinçlerinin birer parçası olarak gerçekleşir: “Günde­

29

84

T he G erm im Ideology, s. 42.

lik hayatta her bakkal kişinin olduğunu söylediği şeyle gerçek­ le onun ne olduğu arasındaki farkı çok iyi ayırt edebilirken, ta­ rihçilerim iz henüz bu basit anlayışı bile kazanam am ışlardır. Onlar, her çağı, kendi sözleri, söylediği şeyler ve kendisi hak­ kında düşünceleri ile bağlantı içinde ele alırlar.”30 M arx’in ideoloji yaklaşım ında, daha önce bahsedilen, birbi­ rinden ayrılması gereken ilişkili iki vurgu vardır. İlkine göre, içinde etkinliklerini gerçekleştirdikleri toplumsal koşullar bi­ reylerin içinde yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını koşullan­ dım-. Bu, dilin insanların “pratik b ilin ç le rin i şekillendirm esi dem ektir, ik inci teorem , fikirlerin yaratılması kadar y a y ılm a ­ sıyla da ilgilidir: M arx’in, sınıflı toplumlarda çağın yöneLici fi­ kirleri yönetici sınıfın fikirleridir, genellem esini ifade eder. Bu ikinci önerm eden, fikirlerin yayılmasının büyük ölçüde top­ lumdaki ekonom ik güç dağılım ına bağlı olduğu sonucu çıkar. İdeoloji bu ikinci anlam ında toplumsal “üstyapı”nm bir parça­ sıdır: B ir çağın yaygın ahlâk anlayışı egemen sınıfın çıkarlarını meşrulaştırmayı sağlayan bir etkendir. N itekim sınıfsal sistem ­ le dolayım lanan üretim ilişkileri “hukukî ve siyasal bir üstya­ pıyı yaratan ve belirli toplumsal bilinç türlerine tekabül eden gerçek tem eli”31 olu ştu rur. M arx, toplum sal Praxis’in b ilin ­ ci şekillendirm esinin bu iki yolu arasında değişmez bir ilişki olduğunu söylem ez. Bir birey veya grup kendi çağındaki yay­ gın görüşlerden bir ölçüde farklılık gösteren fikirler geliştire­ bilir: Fakat bu fikirler, egemen sınıfın çıkarlarıyla veya m ev­ cut otorite yapısına meydan okuyacak bir konum a gelen bir sınıfın çıkarlarıyla eklem lenm edikçe ön plana çıkm azlar.32 Ni­ tekim 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında m akine yapım ın­ da kullanılan fikirlerin çoğu zaten çok önceleri bilinm ekteydi: Ancak bu fikirler, sadece kapitalizm in genişlem esi sonucun­ da, kapitalistler için el becerisine dayalı manüfaktürün sağla­ dığının üzerinde ve ötesinde üretim artışına ihtiyaç olduğunda hızla uygulanmaya ve yayılmaya başlamıştır. 30 A .g.c., s. 64; Werke, c. 3, s. 49. 31 K arl Marx: Selected Works, c. 1, s. 363. 32

Krş. T h e Gentian Id eolog y , s. 372-473.

85

Sınıfsal egemenliğin rolünü toplum sal etkinlik ve b ilinç ara­ sındaki diyalektik ilişki tem elinde ele alm ak, belirli bir top­ lum daki ü retim ilişk ileri ile id e o lo jik “ü styapı” arasındaki bağlantılarla ilgili bazı görünür ikilem leri çözmeyi sağlar.33 B i­ reylerin üretici etkinlikleri, birbirleriyle ve doğayla k arşılık­ lı ilişki içinde, toplum sal davranış ve bilinç arasında sürekli ve karşılıklı etkileşim i gerektirir: Bu karşılıklı etkileşim in üret­ tiği fikirler sınıfsal egem enliğin yapısının yayılması veya ka­ bulü tarafından k oşu llan dırılır. Bu yüzden, egem en id eolo­ ji her zaman “kısm en... egem enliğin karm aşıklaşm asını veya egem enlik bilincini, kısm en de... bu egem enliğin ahlâkî bir aracım ”34 gerektirir. Toplum un -ü zerin d e “üstyapı”n ın yük­ seld iğ i- “gerçek tem eli”, her zaman aktif, irade sahibi birey­ lerin ilişkileriyle atılır ve bu yüzden, her zaman fikirlerin ya­ ratılm ası ve uygulanm asını gerektirir. “Ü styapı” konusunda önem li olan onun fikirlere som utlu k kazandırm ası değildir, zira bir sınıfsal egem enlik sistem ini (özellikle siyaset, hukuk ve din biçim inde) düzenleyen ve yaptırım altına alan bir top­ lumsal ilişkiler sistem ini meydana getiren şey, üretim ilişkile­ ri değil üstyapıdır. M arx, tarihsel bilginin göreliliği problem ini fazla zorlanm a­ dan çözer. En karm aşık id eoloji türleri dahil, tüm insani bilinç biçim lerinin belirli toplum sal koşullar içinde kök saldığı ke­ sinlikle doğrudur. Ancak bu özellik tarihin rasyonel ilkeler te­ melinde geçm işe dönük olarak anlaşılm asını engellem ez. N ite­ kim tüm sınıflı toplum lann belirli ortak temel özellikleri var­ dır. Ne var ki, bu temel özelliklerin bilinm esi, kapitalizm, top­ lumun bilim sel bilgisinin koşu llannı yaratmcaya kadar m üm ­ kün değildir. M arx bunu b ir analojiyle açıklar. Daha gelişkin varlık olan insanın anatom isi bize m aym unum sulann anato­ m isini anlayacak bir anahtar sağlar: Aynı şekilde, burjuva toplum unun yapısı ve gelişm e sü recinin anlaşılm ası antik dün­ 33

Krş. örneğin Jo h n Plam enatz, M an an d Society (Londra, 1968), c. 2, s. 279-293.

34

T h e G erınan İd eolog y , s. 473; W erk e , c. 3, s. 405. Bkz. Karl Korsch, M arxism us und P h ilosop h ie (Leipzig, 1930), s. 55-67. IMarfesizim ve F elsefe, çcv. Yılmaz Öner, Belge Yayınlan, 1991.1

86

yanın toplum sal gelişim ini açıklarken benzer kategorilerden yararlanm am ızı sağlar. E kon om i politikte geliştirilen terim ­ lerden yararlanarak “em ek” ve “üretim " gibi kavram ları çok genel b ir biçim de kullanm ak, onları farklı gelişm işlik düzeyin­ deki top lu m lann ortak k arakteristiklerine uyarlam ak m üm ­ kündür. Ancak bu kavram lar sadece kapitalist üretim in geliş­ mesiyle oluşturulm uşlardır. “G en elde üretim b ir soyutlam adır, ancak haklı bir soyutlam a...”3S Ekonom i politikte geliştirilen teoriler bütün toplum lara uy­ gulanabilecek old u kça önem li hakikatler içerir; fakat yazıla­ rının burjuva sınıfsal egem enlik yapısıyla oldukça yakından ilişkili olm ası, bu iktisatçıların kendi açıklam alarının sın ırlı­ lıklarını ve tek yanlılıklarını görebilm elerini engeller. O nlar, A lm an tarih çiler ve d ü şü n ü rler gibi, “çağın yanılsam ası”n ı paylaşırlar36 ancak bu, hiçbir şekilde tüm düşüncelerinin epistem olojik açıdan “hatalı" olduğunu gösterm ez. Egem en dü­ şünce biçim leri id eo lo jik k arakterlerin i, “sın ıfsal egem enlik toplumsal düzenin genel organizasyon biçim i olm aktan çık ın ­ caya, yani onlar artık özel bir çıkarı genel çık ar olarak veya ‘genel çıkar’ı yöneticilerin çık an olarak temsil etm e zorunlulu­ ğundan kurtuluncaya”37 kadar açığa vurmayacaktır. Her hâkim sın ıf, egem en konum unu m eşrulaştıran ideo­ lojinin evrensel olduğunu iddia eder. Fakat bu, M arx’a göre, yeni bir devrimci sınıfın egemen konum a yükselişinin yarat­ tığı toplum sal değişm elerin farklı toplum tiplerinde aynı o l­ masını gerektirm ez. M arx, tüm devrim ci değişm e sü reçleri­ nin ortak karakteristiklerini açıklayacak bir şem a ortaya koy­ mazken, ayrıca tarihte karşılaşılan devrimci dönüşüm biçim ­ lerinin belirli temel noktalarda farklılıklar sergilediğine inanır. Marx’in devrim ci toplum sal değişmeleri analizinde kullandı­ 35

Grundrisse, s. 7. Bu, kuşkusuz, esasen Hegelci bir bakış açısından dönüştürül­ müştür. Lukacs’ın sözleriyle, Marx için “önceki dönem lerin tarihinin yeterin­ ce kavranabilm esi için bugün doğru olarak kavranm alıdır...", Der ju n g e H egel, s. 130.

36

The G erm an Idcology, s. 52.

37 A.g.e., s. 63; W erk e, c. 3, s. 48. 87

ğı genel şem a şöyle işler: Nispeten istikrarlı bir toplumda be­ lirli bir üretim tarzı, bu üretim tarzı için tamamlayıcı önem ­ de toplumsal ilişkiler ve (onunla sınıfsal egem enlik aracı ola­ rak ilişki içind e o lan ) “üstyapı” arasında bir denge vardır. Üretim alanında ilerlem eler yaşandığında bu yeni üretici güç­ ler ile mevcut üretim ilişkileri arasında bir gerilim oluşur (ör­ neğin Roma’da bu süreç tanm egemen bir ekonom ide manüfaktür ve ticaretin ortaya çıkışıyla yaşanm ıştır). Böylece, mev­ cut üretim ilişkileri yeni gelişen üretici güçlere giderek daha fazla engel yaratmaya başlar. Bu “çelişkiler”, siyasal alanda ve­ rilen devrimci m ücadelelerle nihayet bulan ve ideolojik açıdan rakip “ilkeler” arasında bir çarpışma olarak kendini gösteren açık sınıf mücadeleleri biçim inde ifadesini bulur. Bu m ücade­ lelerin sonucu, ya Rom a’da olduğu gibi “m ücadele halindeki grupların hep birlikte yıkılm ası” ya da feodalizmin kapitalizm tarafından aşılm asında olduğu gibi “toplum un büyük ö lçü ­ de devrimci yeniden-inşası”dır.38 Devrimci güç mücadelesine giren sınıf, kendi fikirlerini “tek rasyonel, evrensel olarak ge­ çerli fikirler”39 olarak sunarak soyut bir insan, haklan kavgası verir. Sonuçta sadece tâbi bir sın ıf egemen sınıfın bu yıkılışın­ dan kazançlı çıkarken, kendi hareketine güç kazandırmak için toplum un diğer k esim lerinin yardım ına başvurabilir: Ö rn e­ ğin Fransız burjuvazisi 1789 Devrimi'ni köylülüğün yardımıy­ la gerçekleştirm iştir. Devrim ci sın ıf gücünü kabul ettirdiğinde onun eski devrimci karakteri yerini mevcut düzeni, kendi he­ gem onyasını savunmaya bırakır: M evcut d ü zen i h u k u k î yap tırım altın a alm ak ve bu d üze­ n in alışılagelen ve geneld e sabit sın ırların ı h u k u k en eb ed i­ leştirm eye çalışm ak toplum un yö n etici kesim inin ç ık arın a­ dır. Diğer tüm m eseleler bir tarafa b ırakılırsa, bu sü reç, m ev­ cut ilişkiler düzeninin tem elin in -o n a tekabül eden kadem e­ li ve düzenli bir form u g e re k tire n - sürekli yenid en-üretim iyle orantılı olarak ortaya çıkar. Bizzat bu düzenlem e ve düzen, 38

The Com munist M anifesto, s. 132.

39

The G erm an Ideology, s. 62.

88

toplum sal kesinliği ve tesadüftük ve keyfîlikten uzak durm a­ yı gerektirm esi bakım ından, bir üretim tarzının vazgeçilm ez unsurudur.40

Bu yüzden, yeni sınıfın gücünü artırm ası, gerçekte benzer bir değişme kalıbının tekrarlanm asına yol açarak, nispeten is­ tikrarlı bir başka dönemi başlatır. M arx, devrimci değişmeyi bir bütün olarak tarihsel süreçle ilişkilendirm ediği takdirde bu genel anlayış tam amen pozitivist bir yaklaşım dan ibaret kalacaktır. M arx’m ifadesiyle, “Her yeni sın ıf kendi egem enliğini sadece önceki egem en sınıfınkinden daha geniş bir temelde kurarken, egemen olmayan sınıfın yeni yönetici sınıfa karşı muhalefeti sonradan daha keskin ve kapsamlı bir gelişm e sergiler.’’4' Burjuvazinin güçlenm esi sı­ nıfsal ilişkilerin karakterinde feodalizm de yaşanandan daha kapsam lı değişim lere yol açar. Burjuva toplum unda insanla­ rın üretici karakterleri daha önceki tarihsel dönem lerde m üm ­ kün olandan çok daha fazla açığa çıkar. Ancak bu süreç sade­ ce giderek daha fazla m iktarda mülksüz ücretli-em egin oluşu­ muyla sonuçlanır: Burjuva toplum u sınıfsal ilişkileri tek bir sı­ nıfsal ayrım etrafında, burjuvazi ve proletarya arasında genel­ leştirir. Burjuva toplum u ile önceki sınıflı toplum lar arasında­ ki temel farkın kaynağı gerçekte budur. Daha önceki devrim­ ci sınıflar, gücü b ir kez ele geçirdiklerinde, “elde ettikleri ko­ num u, toplum u büyük ölçüde kendi gasp koşullarına bağımlı kılarak korum aya çalışırlarken”, proletarya “önceden yaşadığı gasp biçim ini ve böylece aynca diğer tüm gasp biçim lerini or­ tadan kaldırm adan”42 egemen konuma gelemez. M arx’a göre, işçi sınıfının gücündeki artış bu ıju va toplum unun yarattığı tarihsel değişimleri en üst düzeye çıkartır. Bur­ ju v a toplum unun gelişim i, insanın üretici g üçlerinin başarı­ ları ile geniş bir nüfus kitlesinin bu yolla yaratılan zenginliğin kontrolünden uzaklaşm ası arasında büyük bir uçurum a yol 40

Capital, c. 3, s. 773-774; W erke, c. 25, s. 801.

41

T he C crm aıı ld co lo g y , s. 63; W erke, c. 3, s. 48.

42

T he C om m unisı M anifesto, s. 147.

89

açar. Öte yandan, kapitalizm in aşılm ası, insanların yabancılaş­ mış benliklerini, insanları sınıfsal egem enlikten özgürleştire­ cek rasyonel bir düzen içinde yeniden ele geçirm elerini sağla­ yacak koşullan yaratır. Bu sürecin ekonom ik önkoşullan K a ­ pital’de aynntılı olarak betim lenir.

90

4 Kapitalist Gelişme Teorisi

Artı-değer teorisi K a p ita lin büyük bir bölüm ü ekonom ik analize aynlsa bile, bu çalışmada M ärx’m yoğun ilgisini her zaman bu ıju va toplum unun dinam ikleri oluşturur: K a p ita lin tem el am acı, kapitalist toplumun “ekonom ik hareket yasası”nı, onun dayandığı üre­ tici tem elin dinam iklerini araştırm ak ve ortaya çıkartm aktır.’ M arxin K a p ita lin ilk sayfasında vurguladığı gibi, kapitalizm bir m eta üretimi sistemidir. Kapitalist sistemde üreticiler sade­ ce kendi ihtiyaçlarını veya kişisel ilişki içinde oldukları bireyle­ rin ihtiyaçlarını karşılamak için üretmezler; kapitalizm, ulusal ve çoğu kez uluslararası düzeyde bir mübadele piyasasını gerek­ tirir. Her meta, M arx’m ifadesiyle, “iki yanlı” görünüm e sahip­ tir: “kullanım-değeri” ve “değişim-değeri”. “Sadece tüketim sü1

M arx hayatlayken K apital'in sadece ilk cildi yayım lanm ıştır an cak o , aynı anda ö ç cilt üzerinde çalışmaktaydı. İkinci ve üçüncü cilt Hngels'in editörlü­ ğünde sırasıyla 1885 ve 1894 yıllarında yayımlandı. M arx, ilk cild in giriş ya­ zısında kapitalist gelişm e teorisinin tarihiyle ilgili dördüncü b ir cildin tasar­ landığından söz eder. Bu çalışm aya ilişkin notlar Kautsky tarafından 1905 ve 1910 yıllan arasında T heorien über des M ehrw ert adıyla yayım lanm ıştır. Bunun bazı bölüm leri İngilizce'ye T h eories o j Surplus Value adıyla çevrilm iştir, (ed.) Bonner & B u m s (Londra, 1951). Bu iki cilt daha sonra İngilizce’ye tamamen Çevrilmiştir (Londra, c. 1 ,1 9 6 4 ; c. 2, 1969).

91

reci içinde gerçeklik kazanan” kullamm-degeri, fiziksel bir ürün olarak metanın özelliklerinin temel ihtiyaçları karşılamakta kul­ lanılabilmesini anlatır.2 Bir nesne meta olmasa bile kullanım-değerine sahip olabilir. Bir ürünün meta olması için kullanım-değerine sahip olması gerekir, ancak aksi söylenemez. “Değişimdeğeri” ise bir ürünün başka ürünlerle değiştirilmek için arz edildiğinde sahip olduğu değeri anlatır.3 Değişim-degeri, kullamm-degerinin aksine, “belirli bir ekonom ik ilişkiyi” gerektirir ve malların mübadele edildiği bir piyasadan bağımsız olarak alı­ namaz; o sadece metalarla ilişki içinde bir anlama sahiptir. Bir nesne, m eta olsun veya olm asın, sadece onu üretm ek için em ek-gücü harcandığında b ir değere sahip olabilir; Bu görüş, M arx’in Adam Sm ith ve Ricardo'dan aldığı em ek-değer teorisinin en temel önerm esidir.4 Buradan, hem degişim-değeri hem de kullanım -degerinin doğrudan bir m etanın üretim in­ de som utlaşan em ek miktarıyla ilişkili olması gerektiği sonucu çıkar. M arx’a göre, değişim-degerini kullam m -değerinden elde edem eyeceğim iz açıktır. Bu gerçeklik tahıl ve demir gibi iki m etanın degişim-degeriyle gösterilebilir. Belirli m iktarda tahıl belirli miktarda demire denktir. Bu iki ürünün değerini birbir­ lerine göre ve nicelleştirilm iş bir biçim de ifade edebilm em iz ikisine de uygulanabilecek bazı ortak standartların k u llan ıl­ dığını gösterir. Bu ortak değer ölçüsü tahıl veya demirin —birbiriyle orantılı olm ayan- fiziksel özellikleriyle ilişkili değildir. Bu yüzden, değişim -değerinin em eğin nicelleştirileb ilir bazı özelliklerine bağlı olm ası gerekir. Çeşitli em ek türleri arasında birçok farklılıklar bulunduğu aşikârdır: Tahıl yetiştirm eyle il­ gili tem el görevler, dem ir üretim iyle ilgili görevlerden oldukça farklıdır. Değişim-değerinin m etaların özel niteliklerinden soyudanması ve onların soyut nicel bir oran içinde ele alınm a­ sı gibi, bir meta üretim inde işçinin harcadığı zaman m iktarına 2

E konom i Politiğin E leştirisine K atkı (lng. baskı), s. 20.

3

Marx, herhangi bir nitelem e yapmadan kullandığında, “değer” terim iyle “değişim -degerTni kasteder.

4

Em ek-değer teorisinin gelişim ine ilişkin bir açıklam a için bkz. Ronald L. M eck, Studies in thc Labou ı T hcory o fV a lu c (Londra, 1956).

92

göre ölçülebilen “soyut genel em eği” sadece değişim-degerinden türeterek ele alm am ız gerekir. Soyut em ek değişim -değerinin, “yararlı em ek ”* kullanım değerinin tem elini oluşturur. M etaların bu iki yanı, basitçe, emeğin ikili karakterinin ifadesidir: Em ek-gücü olarak, orga­ nizm anın fiziksel enerji harcam ası; bu özellik tüm üretici et­ kinlik biçim lerinde ortaktır. Belirli bir em ek türü olarak, söz konusu enerjinin yönlendirilebileceği özel işlem ler topluluğu: Bu özellik ise belirli m etaların özel kullanım lar için üretim ine özgü bir şeydir. B ir yanda, h e r em ek türü fizyolojik olarak insan em ek -g ü cü n ü n harcanm asıdır ve benzer biçim de veya soyut insan emeği olarak, m eıalan n değerini yaratır. Ö te yandan, her tür em ek, insan em ek -g ü cü n ü n özel bir biçim de ve belirli b ir am aca yö­ nelik olarak harcanm asıdır ve o som ut yararlı em e k özelliği içinde ku llam m -d egeri ü retir.5

“Soyut em ek ” sadece m eta üretim ine özgü olduğu için ta­ rihsel bir kategoridir. M arx’a göre, onun varlığı kapitalizm in bazr asli özelliklerine bağlıdır. Kapitalizm , daha ö n cek i sis­ tem lerden ço k daha akışkandır, zira o işgücünün çok daha kolay yer değiştirebilm esini ve farklı türde işlere daha kolay uyum sağlayabilm esini gerektirir; M arx’m ifadesiyle, “‘genelde em ek’, sans phrase (k ıs a c a ) em ek, yani modern ekonom i poli­ tiğin hareket noktası pratikte gerçeklik kazanır.”6 Soyut em eği -d eg işim -d eğ erin i hesaplam a biçim i o la ra k zaman birim lerine göre ölçm em iz gerektiğinde açık bir prob­ lem yaşanır. Buradan, belirli bir parçayı üretm esi uzun zaman alan tembel bir işçinin aynı görevi daha kısa bir zamanda ta­ mamlayan bir sanayi işçisinden daha değerli bir meta üretece­ ği anlamı çıkar görünm ektedir.7 Ancak M arx, kavram ın sadece ( * ) “Yani belirli bir türde ve belirli bir am aca yönelm iş üretken Faaliyet..." - ç. n. 5

C ap ital, c. 1, s. 47: Werlte, c. 23, s. 61. [Kapital (T ü rkçe baskı), s. 61 .1

6

Ekonomi Politiğin E leştirisine Katltı (Ing. baskı), s. 299.

7

Vasıflı em ek ayrıca bir sık ın tı kaynağı oluşturur. A ncak M arx, tüm vasıf­ lı em eğin vasıfsız veya “basil" em ekle ilişkili zaman birim lerine indirgenebi-

93

belirli özel bir bireye değil, aksine “toplumsal olarak gerekli” em ek-zam ana uygun düştüğünü vurgular. Toplum sal olarak gerekli em ek-zam an, norm al üretim koşullan altında ve belir­ li bir sanayide ilgili dönem de, yaygın “ortalama beceri ve yo­ ğunluk derecesiyle” bir m etanın üretilm esi için gerekli zaman miktarıdır. M arx’a göre, toplumsal olarak gerekli zaman am pi­ rik araştırm alarla kolayca belirlenebilir. T ekn o lo jik b ir yeni­ lik belirli bir m etanın üretilm esi için ihtiyaç duyulan toplum ­ sal olarak gerekli zamanı azaltabilir ve bu yüzden, onun değe­ rinde de buna denk bir azalma yaşanacaktır.8 Tüm bu analiz, M arx’in aşağıda betim lenen artı-değer tartış­ ması dahil, K a p italen ilk cildinde yer alır.9 M arx’in bu noktada değer ve artı-değer kavramlarım bilinçli olarak çok soyul dü­ zeyde kullandığı vurgulanm alıdır. M arx, kapitalizm in “iç iş­ leyişin in ” “oyununu görm eyi engelleyen olguları belirlem e­ ye başlar”. Bunu kavrayamamak, M arx’in talep konusuna h iç­ bir rol tanımadığı yanlışı da dahil, birçok yanlış anlamaya yol açm ıştır. M arx, K a p ü a l’in birinci cildindeki tartışm asının bü­ yükçe bölüm ünde arz ve talebin dengede olduğu bir durumu varsayar. Talebin önem ini göz ardı etm ez; aksine buradan, ta­ lebin değeri belirlem ediği, ancak fiyatlan etkileyebileceği bir em ek-değer teorisine ulaşır.10 Talep. M arx’a göre, işgücünün ekonom inin farklı kesim lerine dağılımında en önem li faktör­ leceğinc inanır. Bir vasıf norm alde belirli bir yetişme dönem inin sonuçlarını yansıtır. Vasıflı emeği basit em eğe dönüştürm ek için eğitim sürecinde harca­ nan (kişinin kendisinin ve onu eğitenlerin harcadığı) em ek m iktarının hesap­ lanması gerekir. Ancak M arx’a göre, kapitalizm nihayetinde vasıflı emeği her koşulda m ekanizasyonun gelişim iyle ortadan kaldırm a eğilim indedir. Krş. Paul Sweezy, T h e T h eory o f C apitalist D evelopm ent (New York, 1954), s. 42-44. 8

M arx, te k n o lo jik değişim in b u yöndeki etk isin e bir ö rn ek olarak İngiliz giyim sanayisini verir. Burada dokum a tezgâhlarının kullanılmaya başlanm a­ sı pamuk ipliğiyle elbise dokum ak için gerekli em ek-zam anı yaklaşık yüzde elli oranında düşürmüştür. Kuşkusuz, bir el dokum ası önceki gibi hâlâ aynı zam an-m ikıannı gerektirm ekteydi, “ancak kişinin bir saatlik em eğinin ürünü bu değişimlerden sonra bir saatlik toplumsal emeğin sadece yansı düzeyinde gösterildi ve sonuç olarak, önceki değerinin yansına düştü", C apital, c. 1. s. 39; Werke, c. 23, s. 53.

9

C ap ital, c. 1, s. 508 vd.

10 K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 84 vd.

94

dür. Belirli bir metaya lalep özellikle yüksek olduğunda, diğer m allan üretenler bu metayı üretm ek için harekete geçm e gere­ ği duyacaklardır. Artan talebi izleyen fiyat artışı, böylece onun değerinde düşüşe yol aça ca k tır." Ancak talep, bazı iktisatçılan n belirttiklerinin aksine, bağımsız bir değişken değildir: “Arz ve talep, toplum daki toplam geliri bölüşen ve aralannda gelir olarak tüketen ve dolayısıyla, bu gelirin yarattığı talebi karşıla­ yan farklı sınıflar ve sınıfsal kesim leri gerektirir.”12 Yukarıda tartışılan değişim -değeri an alizind en , ü rün lerin kendi değerlerinde -y a n i, kendi içlerinde som utlaşan toplum ­ sal açıdan gerekli em ek-zam an m iktarına g ö r e - alınıp satıldık­ ları sonucu çıkar.13 M arx, kapitalistlerin kârlarını namussuzca veya özellikle hileli yollarla elde ettikleri görüşünü reddeder. Belli bir kapitalist gerçek alım veya satım işlem leri sırasında ürününe talepte ani b ir artış olması gibi piyasadaki belirsizlik­ lerin yarattığı bir üstünlük sayesinde para kazanabilse de, eko­ nomide kâr tam amen bu şekilde açıklanam az. M arx, kapitalis­ tin em eği ve m etaları genelde gerçek değerleri içinde alıp sattı­ ğına inanır. O nun ortaya koyduğu gibi, kapitalist “metaları de­ ğerinde satın alm alı ve onları yine değerinde satm alıdır, ancak söz konusu sürecin sonunda başlangıçta ortaya koyduğu de­ ğerden daha fazlasını elde etm elidir”.14 M arx, bu görünüşte paradoksu, kapitalizm in zorunlu te­ melini oluşturan tarihsel koşula, yani işçilerin em eklerini ser­ best bir piyasada satm akla “özgür” oldukları iddiasına başvu­ rarak çözer. Bu, em ek-gücünün bizzat piyasada alınıp satılan bir meta olduğunu gösterir. Nitekim onun değeri, diğer her­ hangi bir m etam nki gibi, üretim i için toplum sal olarak ge­ rekli em ek-zam ana göre belirlenir. İnsanın em ek-gücü - y e ­ niden tam am lanm ası g erek en - fiziksel enerji harcam asını ge­ ll

C ap ital, c. 3, s. 181-195; krş, M eek, s. 178.

12 Capital, c. 3, s. 191. 13 Bu önerm e sadece M arx'in K apital'in birinci cildinde kullandığı basitleştiril­ m iş modelde geçerlidir; gerçek dünyada, çoğu kez değerler ve fiyatlar arasın­ da büyük farklılıklar vardır. H

Capital, c. 1, s. 166.

95

rektirir. tşçi, em ek sürecinde harcadığı enerjiyi yeniden loplamak için, işleyen bir organizma olarak varlığının gerektirdiği -k en d isi ve ailesinin gıda, giyim ve barınak g ib i- ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır, işçin in temel ihtiyaçlarını karşılaması için toplumsal olarak gerekli em ek-zam an onun em ek-gücünün değerini oluşturur. Bu yüzden em ek-gücünün değeri, metaların hesaplanabilir niceliğine -y a n i işçinin geçim ini sürdü­ rebilm ek ve kendini yeniden-üretebilm ek için gerek duyduk­ la r ın a - indirgenebilir. “İşçi em eğini serm ayeyle değiş-tokuş eder... ona yabancılaşır. Onun aklığı karşılık bu yabancılaşm a­ nın değeridir.”15 M odern m anüfaktiir ve sına! üretim koşulları işçinin ortala­ ma bir iş günü içinde geçim i için gereken değerden çok daha fazlasını üretmesini m üm kün kılar. İş gününün sadece belir­ li bir oranı, yani işçinin kendi değerine karşılık düşen m ikta­ rı üretm ek için harcanm ası gerekenlerin ötesinde ürettiği her şey “artı-deger”dir. Sözgelim i, iş gününün uzunluğu on saat ise ve işçi bu zamanın yarısında kendi değerini üretiyorsa, geri kalan beş saatlik çalışm a -k a p ita list tarafından gasbedilebile n - arlı-üretim dir. M arx, gerekli-emek/artı-emek oranını “aıtı-deger oranı” veya “söm ürü oranı” olarak adlandırır. Artı-deger oranı, M arx’in tüm kavram larında olduğu gibi, biyolojik bir referanstan ziyade toplum sal referanslar içerir. “Em ek-gücünü üretm ek” için gerekli em ek-zam an sadece fiziksel koşul­ lara göre tanım lanam az, aksine bir toplum daki kültürel ola­ rak beklenen hayat standartlarına göre değerlendirilm ek zo­ rundadır. “İklim koşulları ve fiziksel koşullar” belirli bir etki­ ye sahiptir, ancak sadece “özgür em ekçiler sınıfının şekillen­ diği koşullar çerçevesinde ve neticede, bu sınıfın alışkanlıkları ve refah düzeyine bağlı olarak”.16 Aru-değer kârın kaynağıdır. Kâr, deyim yerindeyse, artı-degerin görünen “yüzüdür”; “artı-değerin dönüştürülm üş bir bi­ çim i, yani kökeni ve m evcudiyetinin sırrı gözlenebilen, ancak

15 G rundrisse, s. 270-271. 16 C ap ital, c. 1, s. 171.

96

m askelenm iş b ir form ”d ur.17 M arx, K a p it a l in birin ci cildinde­ ki analizinde bu m askeyi yırtar, fakat artı-değer ve kâr arasın­ daki -so m u t dünyada karm aşık bir yapıda o la n - gerçek ilişki­ yi tartışmaz. Kapitalistin emeğin ücretine ayırdığı pay, üretim sürecinde yaptığı harcam anın sadece b ir kısm ıdır. Diğer kı­ sım lar üretim için gerekli m akine, hammaddeler, fabrika tesi­ satı, vb.’nden oluşur. Serm ayenin bu faktörlere ayırdığı kısım “sabit serm aye”, ü cretlere ayrılan kısım “değişken serm aye” adını alır. D eğer yaratan sad ece değişken serm ayed ir; sabit sermaye “üretim sürecinde herhangi nitel bir değer değişikli­ ği yaratm az”.'8 K â r oranı, sabit serm ayenin değişken serm aye­ ye oranından (s/v) oluşan artı-değer oranından farklı olarak, sadece hem değişken hem de sabit sermayeye bakılarak hesap­ lanabilir. Sabit serm ayenin değişken sermayeye oranı serm aye­ nin “organik bileşim ini” oluşturur; kâr oranı, serm ayenin or­ ganik bileşim ine bağlı olduğu için, artı-değer oranından daha düşüktür. Kâr oranı p=s/c+v formülüyle ifade edilir; sabit ser­ mayeye bağlı harcam a oram değişken sermayeye bağlı harca­ ma oranından düşük olduğunda, kâr oranı artar.’9 M arx, K a p ita lin üçüncü cildinde birinci ciltte sunulan ba­ sitleştirilm iş artı-değer teorisini cari (actual) fiyatlarla ilişkilendirir. G erçek dünyada serm ayenin organik bileşim inin sa­ nayiye göre değiştiği açık tır. Bazı üretim sek törlerin d e ilgi­ li sabit serm aye m ik ta n , diğer sek tö rlerle karşılaştırıld ığ ın ­ da değişken serm ayeyle daha yüksek bir ilişki içindedir: Ö r­ neğin dem ir ve çe lik sanayisinde m akine ve fabrika teçhiza­ tının yıllık serm aye gideri giyim sanayisindekinden ço k daha büyüktür. K a p it a l in birinci cildinde geliştirilen basitleştirilm iş model izlendiğinde bu bizi oldukça farklı artı-değer oranlanna götürecek ve kâr, doğrudan artı-değer ile bağlantılı olduğunda ekonom inin farklı sek törleri arasında kârlarda belirgin fark­ 17 Capital, c. 3, s. 47.

18 Capital, c. I, s. 209. M arx, burada kapitalistin mal sahibine hiç kira ödemediğini varsayar. M arx’m ifadesiyle: “Arazi sahipliği^ 0 olarak alın ır." K ap ita l'in üçüncü cildinde ise yer kirası sorununu ele alır.

97

lılıklar oluşacaktır. Fakat bu ilişkiler durumu, kısa dönem ler dışında, serm ayenin her zaman daha üst düzeyde kâr oranları sunan kanallara akış eğilim inde olduğu kapitalist ekonom inin organizasyonuyla bağdaşmayacaktır. M arx, birinci ciltte analitik amaçlarla oluşturulan kabulle­ ri bir kenara bırakarak, m etalann genellikle kendi değerlerine göre değil, -k e n d i d eyim iyle- “üretim değ erleri" ne20 göre sa­ tıldıkları sonucuna ulaşır. Ekonom ide toplam kâr m iktarı, bu ekonom i içinde yaratılan artı-değer miktarına göre belirlenir, ancak her bir kapitalistin bu toplamdan aldığı pay onun kendi girişimi içinde üretilen artı-değer miktarıyla orantılı değildir. Kapitalistler toplam artı-degeri, yatırdıkları sermayeyle oran­ tılı olarak paylaşırlar, bu serm ayenin organik bileşim iyle oran­ tılı olarak değil. “Üretim değerleri”, bir başka deyişle metaların reel d eğ erleri, toplam sosyal sermayenin toplam artı-değere bölünmesiyle hesaplanabilir. Üretim değeri “maliyet değeri”ne veya fiilen üretim e giden harcam alar toplamına (yani ücretle­ re ayrılan sermaye ile birlikte, bir meta üretim inde kullanılan sabit sermaye m iktarın a), a y n c a kârın kullanılan serm ayeye ortalama oranına eşittir. Peki m etaların k end i değerleri yerine üretim değerlerine göre satılm asını sağlayan faktörler nelerdir? M arx, K ap italen üçüncü cildinin önem li bir bölüm ünü bu problem e ayırır. Ka­ pitalizmden önce m etalar kendi değerlerine göre satılm a eğili­ mindeydi, ancak kapitalizm in rekabetçi yapısı bu kuralı boz­ muştur. “Ortalama kâr” kapitalizm in gelişimiyle değişim geçi­ rir. Değişken serm ayenin sabit sermayeye daha yüksek oranda olduğu bir üretim sektörü oldukça yüksek oranda bir artı-değer ve kâr yarattığında, ... serm aye düşük kâr oranların a sahip alanlardan çek ilir ve daha yüksek kâr sağlayan diğer alanlara yayılır. Bu ardı arka­ 20

98

M arx'in ekonom i anlayışına yöneltilen çoğu eleştiri değerler ve fiyatlar ara­ sındaki bu ilişkiye odaklanır. Krş. Paul Sweezy, Bûhm-Bawerk's C riticism o f M arx (New York, 1949). M arx’in ekonom isi üzerine iki yeni tartışma için bkz. Murray W olfson, A R eap p raisal o f M arxian Econom ics (New York, 1964) ve Fred M. G otthei, Marx's E conom ic Predictions (Evanstone, 1966).

sı kesilm eyen giriş-çıkışlarla, özelle, b ir yerde kâr o ranınd a­ ki artış ve başka bir yerdeki düşüşle bağlantılı olarak serm aye­ nin farklı alanlara dağılım ıyla farklı üretim alanlarında ortala­ ma kârın benzer düzeyde kaldığı bir arz-talep oranı yaratılır; değerler, üretim değerlerine dönüştürülür. Bu denge durum u, serm aye tarafından az çok m ükem m el bir biçim de, kapitalist gelişm en in belirli b ir ulus içinde gelişm e d erecesiyle, başka deyişle, farklı ülkelerd eki koşulların kapitalist üretim e adap­ tasyon derecesine bağlı olarak sağlanır.21

Bu süreci kolaylaştıracak iki koşul vardır: Sermayenin akış­ kanlığı ve em ek hareketliliği, ilki, “toplum içinde tam ticaret serbestisi”ni sağlamayı ve feodal tekelci ayrıcalıkları kaldırma­ yı gerektirir. Ayrıca bu süreç, sermayenin bireysel kapitalistle­ rin elinde kalması yerine yoğunlaşmasına hizmet eden bir kredi sistem inin gelişimiyle daha da hızlanır. Emek hareketliliğini ge­ rektiren ikinci durum da benzer koşullara dayanır: Emeğin kişi­ nin malı olmaktan ve üretim araçlarıyla sınırlı ilişkilerden “kur­ tarılm ası” ve zanaat becerilerinin -işçilerin bir işten diğerine zorlukla karşılaşmadan geçm elerini sağlayacak- vasıfsız emeğe dönüştürülm esi. O rtalam a kâr oranının gelişim i, bu yüzden, doğası gereği kapitalist üretimin ekonom ik yapısıyla ilişkilidir. M arx, K a p ita l'in b irin ci cildinde geliştirilen artı-d eğer te­ orisinin üçüncü ciltteki analize temel oluşturduğunu vurgu­ lar. Fiyat ve değer ilişkisi karm aşık olsa da, ilki yine de İkin­ cisine bağlıdır ve toplam artı-değerde herhangi bir artış veya azalma üretim değerlerini etkileyecektir. İktisatçıların M arx’in konum una ilişk in daha sonra yaptıkları eleştirilerin ço ğ u n ­ da, M arx’in teorisini kullanarak fiy a tla r ı tahm in etm enin çok zor olduğu, çünkü değerler v e fiy a t la r arasında dolam baçlı bir ilişki bulunduğu ifade edilir. Ancak M arx’in hareket n oktasın­ dan, fiyat tahm ininin ikincil önem de olduğu vurgulanm alıdır: Onun teorisinin tüm ağırlık noktasını kapitalist ekonom inin işleyişinin temel ilkelerini ortaya çıkartm ak oluşturur. M arx’m analizi, fiy a tla r , kiralar veya faiz oranları gibi fiziksel katego­ ri

C apital, c. 3, s. 11) 2 ; W erke, c. 25, s. 206.

99

rilerin ekonom i politik teori üzerindeki etkisini -o n la rın kö­ keninde yatan toplum sal ilişkileri açığa çıkartm ak am acıy lakırm a girişimi düzeyinde ilerler. E tkinliğin toplum sal karakteri, ürünün toplum sal biçim i ve bireyin üretim e katılm a biçim i, kendisini bireyle ilişki içind e yabancılaşm ış, şeyleşm iş (sad ıliclı) olarak gösterir... B elirli bi­ reylerin varlık ned enlerin in ve aralanndaki karşılıklı ilişkile­ rin ö nkoşu lu nu oluşturan etkin lik ler ve genel ürün m übade­ lesi onlardan yabancılaşm ış ve bağım sız b ir biçim e bürünü r.22

Marx’m kapitalist gelişme teorisi, aru-değer teorisinde ifade edildiği gibi, kapitalist m ülksüzleştirmenin doğasıyla tem ellen­ dirilir. Marx’m tezinden hareket edilirse, kapitalizm esasen metaların bireysel girişimci inisiyatif temelinde “kendi değerlerini bulmasını” sağlayan bir serbest piyasa sistemi etrafında yapılan­ masına rağmen, kapitalist üretiminin içkin eğiliminin kapitalist ekonom inin dayandığı som ut koşullan zayıflattığı anlamı çıkar.

Kapitalist üretimin ekonomik "çelişkileri" M arx’a g öre, kâr arayışı kap italizm in ayrılm az b ir parçası­ dır; “serm ayenin amacı belirli ihtiyaçları karşılamak değil, kâr elde etm ektir...”23 A ncak aynı zamanda, kapitalist ekonom ide köklü bir yapısal eğilim, kâr oranının düşme eğilim i m evcut­ tur. Klasik iktisatçıların çoğu bunu kabul eder; M arx’m kat­ kısının kaynağı, “kâr oranının düşme eğilimi yasası”nda ifade edildiği gibi, bu teoriyi serm ayenin organik bileşim i analiziy­ le birleşlirm esi'Ve söz konusu analizin artı-değerle ilişkisidir. Kapitalist ekonom ide toplam kâr m iktarı bu ekonom i için ­ de yaratılan artı-değere bağlıdır: Bir bütün olarak ekonom ide, sabit sermayenin değişken sermayeye oram ortalama kâr ora­ nını belirler. Bu yüzden, kâr oranı serm ayenin organik bileşi­ miyle ters orantılıdır.

22

Gruıulrisse, s. 75: Ayrıca bu kitabın 351-352. sayfalanna bakınız.

23

C apital, c. 3, s. 251.

100

Kapitalizm kâr-am açlı rekabetçi bir sistem olduğu için , ö n ­ celikle üretim de m ekanizasyonu artırm ak dahil, te k n o lo jik y en ilikler her kapitalistin piyasada var olm a m ücadelesinde temel bir silahtır: Bu yolla özel girişim ciler rakiplerinden daha ucuza üreLerek mevcut kâr paylarını artırabilirler. Ancak b iri­ nin kârlarını artırmadaki başarısı, diğer kapitalistleri -b e n z e r teknik yenilikleri devreye sokarak ve böylece yine de her ka­ pitalistin sabit sermayeye öncekinden daha yüksek bir serm a­ ye harcaması yaptığı yeni (fakat aynı ölçüde geçici) bir denge sağlayarak- söz konusu kişiyi taklit etmeye iter. Böylece genel sonuç, serm ayenin organik bileşim inde artış ve ortalam a kâr oranında düşüştür. K u şkusuz bu sü reç h er zam an ekonom id e kârın m utlak toplamında bir azalışla sonuçlanm az; getiri oram düştüğünde bile toplam kâr artabilir. Ayrıca M arx’in kâr oranının düşme eğilim ine zıt yönde işlediklerini düşündüğü başka faktörler de vardır. Bunlar ya sabit sermayede nispi artışı geciktiren faktör­ ler ya da -sü re cin öteki y üzü ndeki- artı-değer oranını artıran faktörlerdir. Sabit sermaye harcamasında bir artış, çoğu kez bu yüzden, sabit serm ayenin uygun birim değerini fiilen azal­ ta n - em eğin üretkenliğinde artışla el ele gider ve böylece kâr oranı sabit tu tu labilir ve hatta artırılabilir: “Toplam serm a­ ye bakım ından, sabit serm ayenin değeri kendi maddi hacm iy­ le orantılı olarak artm az...”24 Azalan kâr oranını dengelem enin bir başka yolu dışalımla ucuz materyal sağlamaktır: Bu uygu­ lama, işçilerin lemel ihtiyaçlarını karşılamakta ve sabit serm a­ yenin değerini asgariye indirm ekte kullanıldığında artı-değer oranında artışla sonuçlanır. Ancak M arx, azalan kâr oranına karşı etkide bulunan yoğun em ek sömürüsü içeren faktörleri - iş gününün uzaması ve ücretlerin değerlerinin altına düşm e­ s in i- daha fazla vurgular. 19. yüzyılın ilk yıllarında kesinlik­ le som ut önem de bir olgu olan iş gününün uzatılm asına denk başka faktörler de artı-değer oranını artırır. “Sabit serm aye­ ye göre em eğin üretkenliği” de artırılabilir ve ariı-değer oranı, 24 Capital, c. 3, s. 230. Ayrıca krş. Sweezy, Theory o/Capitalist Developmcnl, s. 98 vd.

101

mevcut m akinelerin daha yoğun kullanım ıyla -ö rn eğ in işleyiş hızını artırarak veya benzer türden bir vardiya sistem iyle günü yirmi dört saat boyunca ku llan arak - artırılır. Ü cretlerin zorla düşürülmesi genelde geçici bir çözüm dür ve kâr oranı üzerin­ de uzun dönemli etkilere sahiptir. İşverenler ücretleri maliyet unsuru olarak görme ve m üm kün olduğunda ücretlerden ke­ sinti yapma eğiliminde olsalar bile, M arx’in genel analizinden, ücretlerin, esasen kapitalistlerin cebrî kısıtlamaları tarafından değil, işaret edilen güçler tarafından belirlendiği sonucu çıkar. M arx’a göre, kapitalizm in periyodik krizleri kapitalist sis­ temin iç “çelişkilerin in ” en açık göstergesidir. A ncak M arx, krizlerin farklı olası faktörler bileşim inin bir ürünü oldukları ve basit ettirgen bir süreçle açıklanam ayacakları düşüncesiyle, krizlerin sistem atik doğası hakkında görüş belirtmez. Krizleri fiilen hızlandıran birçok nedensellik zincirinin izini sürmeye çalışmaz; bu görev sadece kapitalist üretim in genel dinam ikle­ ri tem elinde başarılabilir.25 Bu yüzden, M arx’in analizi kapita­ list ekonom ide düzenli krizlerin yoğunluğunun altında yatan tem el faktörler hakkında bir açıklam ayla sınırlıdır. Kapitalizm den önceki toplum biçim lerinde, meta üretim i­ nin bulunduğu yerlerde, özellikle paranın yaygın kullanım ın­ dan önce, bu tarz bir üretim genellikle birbirlerinin ihtiyaçla­ rının farkında olan ve bu ihtiyaçlara göre üretim yapan birey­ ler veya gruplar arasında doğrudan takası gerektirir. Başka de­ yişle, ilkel meta üretim biçim lerinde alışveriş kullanım -degerlerinin kontrolü altındadır ve ihtiyaçların bilgisi arz ve talebi birbirine bağlayan düzenleyici bir kaynaktır. Ne var ki, meta üretim i giderek yaygınlaşırken, kapitalizmin gelişm esinde ya­ şandığı gibi, bu düzenleyici bağ kopar. Para kullanım ı, taraf­ ların takasta m üm kün olandan çok daha özerk alışverişleri­ ne imkân tanıyarak, bu süreçte önem li bir rol oynar. Bu yüz­ den, kapitalizm büyük ölçüde “anarşik bir sistem ”dir,26 zira 25

T heories o f Surplus Value, (cd .) Bonner & Barnes, s. 376-391.

26

Bu. piyasanın işleyişinde "düzen"in olm adığı anlam ına değil, basitçe, piyasayı düzenleyen ilkelerin -A d am Sm ith'in ünlü deyimiyle, “görünmeyen bir elin”insanlann kendi bilinçli kontrolü dışında işlediği anlam ına gelir.

102

piyasayı ü retim in tü ketim le bağlantısını sağlayan b elirli bir birim düzenlem ez. Kapitalizm aynı zam anda doğası gereği, temel dinam iğini sürekli kâr arayışının oluşturduğu yayılm a­ cı bir sistem dir. Kâr güdüsü hâkim olduğu için, üretilen m etalarm hacmi ile onların ortalam a kâr oranında satılabilirlikleri arasında belirgin dengesizlik içeren bir ilişkiler durumu sis­ tem için kriz kaynağı oluşturur. Kapitalizm insanlık tarihin­ de büyük ölçekli aşırı-üretim in m üm kün olduğu ilk sistem dir. Kuşkusuz, bu büyük ölçekli aşırı-üretim kullanım -degerleri bakımından değil, sadece kapitalist üretim in gereklilikleri ba­ kım ından, degişim -degerleri bakımından aşırı üretim dir: “Sa­ tılam ayan” m etalardan norm alde yararlanılabilir. F ak at yatı­ rımda yeterli düzeyde getiri sağlanamadığında kapitalizm in iş­ leyişi bozulmaya başlar. “Büyük bir kitlenin ihtiyaçlarını insa­ ni biçim de karşılayacak yeterlilikte üretilm em esi”ne27 rağmen, üretim potansiyeli sınırlı düzeyde kalır. Kriz aslında üretim in, piyasanın em ebileceği ve halen uygun bir kâr oranı sağlayabileceği düzeyin üzerine çıkm asıdır. Aşırıüretim , bir kez gerçekleştiğinde, sadece ekonom inin b ir kesi­ minde bile bir tepkim eler kısırdöngüsü başlatabilir. Kâr oranı düşerken yatırım azalır, işgücünün b ir kesim i işten çık a rtı­ lır; bu ise tüketicinin satın alma gücünü zayıflatır ve kâr ora­ nında bir başka düşüşe yol açar vb. Bu sarmal, işsizlik belir­ li bir seviyeye gelinceye, buna bağlı olarak çalışanların ücret­ leri zorla belirli bir düzeye düşürülünceye ve sonuçta yükse­ len artı-değer oranını yaratacak yeni koşullar ve böylece yatı­ rımın yeniden başlam ası için gerekli bir uyarıcı ortaya çıkana kadar devam eder. Kriz sırasında daha az verim li girişim ciler­ den bir bölüm ü piyasadan çekilecektir; böylece geri kalanlar onların pazar paylarını ele geçirebilir ve yeni bir genişlem e dö­ nemi başlatacak konum a gelebilirler. Dolayısıyla, döngü yeni­ den başlar ve yukarı doğru bir başka “evre”nin yolu açılır. 27 C apital, c. 3, s. 252. A ynca, M arx’in üretici olarak işçilerin konum u ile tüketi­ ci olarak konum lan arasındaki “çelişkiler" konusundaki notuna bakınız. C a ­ pital, c. 2, s. 316. M arx zam anının daha naif “düşük-tüketim ” teorilerini red­ deder. Onun R odbcnu s hakkm daki sözleri için bkz. C ap ital, c. 2, s. 410-411.

103

Bu yüzden, krizler kapitalist sistem de bir “k ırılm a a n ı”nı temsil etmez, aksine kapitalist sistem in yaşadığı dalgalanmalar karşısında varlığını sürdürm esini m üm kün kılan düzenleyici mekanizm alardır. Bir krizin etkisi dengeyi yeniden sağlamak ve gelişim i olabild iğince ileri götürm ektir. K rizler, M arx’in ifadesiyle, “m evcut çelişkilerin geçici ve etkili çözüm leridir. O nlar, bozulan dengeyi bir süre için yeniden kuran şiddetli patlamalardır.”28 Kârın azalma oranı eğilimi her zaman mev­ cut olduğu için, kapitalist gelişm enin tüm evrelerinde her ko­ şulda kârlar üzerinde bir baskı vardır. Bir krizin etkisi, sistem i geçici olarak takviye ederek serm ayenin m erkezileşm esini ar­ tırm aktır.29 Krizler kapitalizme özgüdür, zira kapitalist üreti­ min doğal eğilim i “toplumdaki üretici güçlerin koşulsuz geli­ şim i" yönündeyken, söm ürüye dayalı sınıfsal ilişkiler üzerine kurulu üretim ilişkileri sadece serm ayenin genişlem esi etrafın­ da organize olur. Böylece M arx aşağıdaki ünlü sonuca ulaşır: Kapitalist üretimin gerçek engeli bizzat sermayedir. Sermaye ve onun genişlemesi kendisini başlama ve bitiş noktası .ola­ rak, üretim güdüsü ve amacı olarak gösterir, yani üreıim sa­ dece sermaye için üretimdir; üretim araçları üreticiler toplumunun yaşam sürecinin sabii genişleme araçları değildir.30

"Yoksullaştırma" tezi Bazılarına göre, Marx kapitalizm in tamamen ortadan kalkışı­ nı sistem in kendini toparlayamayacağı normal dışı bir kriz bi­ çim inde düşünmüştür. M arx, Kom ünist Matıt/esto’da, “periyo­ dik olarak tekrarlanan” krizlerin “varlığım, burjuva toplumunun tüm varlığını hep daha fazla tehdit ederek sürdürecegi”ni belir­ tir, ancak, son yıkıcı krizden özellikle hiçbir şekilde söz etmez.31 28 Capital, c. 3, s.

244.

29 Capital, c. 2,

s.

30

245; Werfet-,

31

Capital, c. 3, s.

75-77.

The Communist Manifesto, s. 33;Werke, c. 4 , s. 467-468. M arx’in buna cn farla yaklaştığı yer Grundrisse’dir. s. 636.

104

c . 25, s. 260.

Ayrıca böyle b ir öngörüyü krizlerin dengeyi yeniden kurucu işlevi düşüncesiyle bağdaştırm ak zordur. M arx, kapitalizm in sonsuza kadar devam edem eyeceğine kesinlik le inansa bile, onun çözülüşünün önceden bilinem eyecek özel tarihsel k o­ şullara bağlı olduğunu düşünür. Yine de krizler, proletaryanın ortak sınıfsal konum unu daha çarpıcı bir biçim de görünür kıl­ dıkları, ayrıca daha ziyade, işsizliğin düşük ve ücretlerin yük­ sek olduğu nispi bir refah dönem inin ardından keskin bir İkti­ sadî durgunluk olarak ortaya çıkm a eğiliminde oldukları için, devrimci bilincin gelişim inde önem li bir rol oynarlar.32 Kapitalist ekonom ide tam istihdam koşulları nadiren m üm ­ k ünd ür. K ro n ik işsiz lik için d e k i bir g ru b u n , yani san ay i “yed ek o rd u ”su n u n varlığı k apitalizm için b ir z a ru rettir. M arx, kapitalizm in tem el bir özelliğinin em ek-gücünün metalaşması olduğunu gösterir; ancak em ek-gücü diğer metalardan, fiyatının kendi değerinden büyük ölçüd e uzaklaşm ası­ nı engelleyecek h içbir açık faktör olm am ası bakım ından ay­ rılır. Eğer sıradan bir metanın fiyatı artıyorsa, buna bağlı ola­ rak, sermaye bu metayı üretme eğilimi içine girecek ve onun fiyatında bir düşüşe yol açacaktır.33 Ancak fiyatı yükseliyorsa hiç kimse daha fazla em ek “üretem ez”. M arx, burada, bazen “nispi artık nüfus” olarak adlandırdığı yedek ordu kavramını kullanır. K onum ların esasen m ekanizasyon sonucunda fazla­ lık haline gelen işçiler tarafından doldurulduğu sanayi yedek ordusu ü cretleri sürekli düşürücü bir rol oynar. Yedek ordu­ nun bir bölüm ü em eğe talebin arıuğı refah dönem lerinde em i­ lir ve böylece ü cretler düşük tutulur; bu yedek ordu, diğer za­ manlarda, işçi sınıfın ın kendi payını artırm a girişim lerini en­ gelleyen potansiyel b ir ucuz em ek kaynağına dönüşür. Yedek ordu “kapitalist birikim in m an iv elasıd ır ve “kapitalist üretim tarzının varoluş koşullarından biridir”.34 M arx’in “y ed ek artık -e m e k o rd u su ”n u n k o n u m u a n a li­ 3 2 C apital, c. 2, s. 411. 33 Bu analiz Kapital in 1. cildinde basitleştirilm iş değer m odelinin terim leri için ­ de yapılır. 34

Capital, c. 2, s. 632.

105

zi onun işçi sınıfının önem li bir kesim inin kapitalist sistem içinde yaşamaya m ahkûm edildiği maddi yoksulluk tartışm a­ sıyla yakından ilişkilidir. Tartışm a çoğunlukla “yoksullaştır­ ma” veya " y ok su n la ştırm a” tezi etrafında yoğunlaşm ış ve bu tez M arx’tn kapitalizmin geleceğiyle ilgili öngörüsüne birçok eleştirel saldırının odak noktası olm uştur.35 Bu sorunu analiz ederken M arx’in tartışmasında ayırt edilmesi gereken iki tema vardır: Genelde bu iki tema işçi sınıfının hayat standartlarıy­ la ilgili bir tek “öngörü ” altında özdeşleştirilm e eğilim inde­ dir ve bu konudaki yaygın, yanlış M arx okum asının tem elinde de bu özdeşleştirme yatar. Bu temalardan biri, kapitalist geliş­ m enin yönünü işçi sınıfının kazançları ile kapitalist sınıfın ge­ liri arasındaki nispi eşitsizliğin artışının karakterize ettiği te­ orisi ile ilişkilid ir; İkincisi, kapitalist gelişm enin çoğunluğu aşın yoksulluk içinde yaşamaya iten giderek daha büyük bir yedek ordu ürettiği temasıdır. Bu iki eğilim birbiriyle bağlantı­ lıdır, zira ücretlerin kendi değerlerinin daha da üzerine çıkm a­ sını engelleyen faktör “göreli artık nüfus”un varlığıdır. İkisi­ nin karıştırılm ası oldukça haksız bir yargıya, yani M arx’in tüm işçi sınıfının giderek daha fazla yoğun fiziksel yoksulluğa gö­ m üleceğine inandığı sonucuna götürür. M arx, kapitalizm ge­ liştikçe işçinin “arlan söm ürüsü”nden söz eder, ancak söm ü­ rü (artı-değer) oranının işçi sm ıtm ın çoğunluğunun reel üc­ retlerinde m utlak bir değişikliğe yol açm adan da artabilece­ ği açıktır.36 M arx’in em ek ve sermayenin kazançları arasında­ ki artan eşitsizlikle ilgili temel tezinde, K apital'de geliştirdiği genel artı-değer teorisine uygun olarak, basitçe kapitalist sını­ fın giderek daha fazla servet biriktirirken, işçi sınıfının ü cret­

35

İşçi nüfusun büyük çoğunluğunun lıayat standardının Batı Avrupa toplumlannda ve ABD'dc son yüz yıldır arttığı yadsınamaz. Burada, farklı eleştirm enle­ rin vurguladıkları bir ölçüde önem li bir nokta vardır. M arx'in teorisine göre, kârlar azalma eğilimi sergiler: Artı-dcgcr oranı hâlâ benzer düzeyde kalıyorsa, arlan üretkenlik emeğin gerçek ücretlerinde bir artış yaratmalıdır. Robinson’a göre: “M arx, kârlardaki düşüş eğilim ini ancak gerçek ücretlerin sabit kalma eğilim inde olduğunu savunan tezinden vazgeçerek kanıtlayabilir." Jo an Ro­ binson, An Essay on M arxian Econom ics (Londra, 1966), s. 36.

36

Eger üretkenlik artarsa. Ancak bir önceki dipnota bakınız.

106

lerinin asla geçim lik düzeyin üzerine çıkam ayacağı öne sürü­ lür.37 M arx’m , K ap ital'd ek i, kapitalizmin bir bütün olarak işçi sınıfı açısından yol açtığı sonuçlarla ilgili tespitleri, işbölüm ü­ nün - “işçiyi insanın bir parçasına dönüştürm eye, m akinenin bir dişlisi düzeyine düşürm eye, ona acı vererek işin içeriği­ ni bozmaya ve onu em ek-sürecinin manevi potansiyellerinden yabancılaştırm aya (en tfren d em )...’’38 hizmet e d e n - yabancılaştıncı etkilerine odaklanır. A ncak k ro n ik y ok su llu ğ u n g en işlem esin e yol a ça n fak ­ tör “sanayi yedek o rd u su n u n g öreli h a cm i”nd eki a rtıştır. M arx, “diğer tüm yasalarda olduğu gibi, bu yasanın işleyişin­ de de koşullara göre farklılıklar olduğu”nu belirterek, bu sü­ reci “m utlak genel kapitalist birikim yasası” olarak adlandırır. Yoksullaşm a, “aktif em ek ordusunun düşkünlerevi ve sanayi yedek ordusunun cansız yüküdür”.39 En kötü maddi söm ürü biçim lerinin çoğu bu ikinci grupta, yani “sefalet, aşırı ıstırap, kölelik, cehalet, insanlıktan uzaklaşma, ahlâkî bozulm anın bir araya geldiği...”40 kesim de yoğunlaşm ıştır. N itekim kapitaliz­ min çelişkili karakteri bizzat “b ir uçta” zenginliğin, diğer uçta yoksulluk ve sefaletin yoğunlaşmasında kendini gösterir.

Yoğunlaşma ve merkezileşme Kapitalizm yükselişinin yol açtığı serm ayenin organik bileşi­ minde artış, serm ayenin m erkezileşm esi ve yoğunlaşm ası eği­ lim iyle yakından ilişk ilid ir. “Y oğunlaşm a", serm aye b irik i­ mi artarken bireysel kapitalisderin kendi kontrolleri altm da37

M arx, işçi sınıfı için c n elverişli koşullan içeren hızlı kapitalist genişlem e dö­ nem lerinde b ile, ücretlerdeki aruşm asla kârlara p a r a le l o la r a k anm adığına dikkat çeker. N itekim ekonom ide hızlı büyüm e dönem lerinde işçi sınıfının hayat standardan arttığında b ile, kapitalist sınıfın kân aynı şekilde aıayı aça­ rak artar. K a r l M arx: S elected W orks, c. 1, s. 94-98.

38

Capital, c. 1, s. 645; W erk e, c . 23. s. 674.

3 9 C ap ital, c. 1, s. 644. Kapitalizm, “işçi sınıfının b ir bölüm ünü aşın ça lıştım ve bir başka bölüm ünü ise tamamen veya y an yoksullaştırılm ış biçim de b ir yedek ordu olarak tutar.“ T h eories o f Surplus Value, (ed .) Bonner & Bu m s, s. 352. 40

Capital, c. 1. s. 645; W erbe, c . 23, s. 675.

107

ki sermaye m iktarını genişletebilm eleri sürecini; m erkezileş­ me ise serm ayelerin birleşm esini -y a n i “m evcut sermaye da­ ğılımında bir değişim i”41— anlatır. Her ikisi giderek daha fazla üretken birim lere yol açar. Kapitalizm in rekabetçi yapısı üre­ ticilerin sürekli olarak rakiplerinden daha ucuza mal satm a­ ya çalışmalarını gerektirir. Daha büyük organizasyonları k on ­ trolleri altında tutan k apitalistler küçük ü reticiler üzerinde -g e n ellik le onlar karşısında zafer kazanm alarını sağlayabile­ c e k - avantajlara sahiplerdir. Bireysel girişimci kontrolü altın­ daki kaynaklar genişledikçe daha etkin üretim yapabilir, zira böylece ölçek-ekonom ilerini devreye sokabilir ve piyasada ge­ çici daralmaların yarattığı olum suzluklardan daha kolay kur­ tulabilir. Nitekim genel bir kural olarak, daha büyük birim ler daha küçük olanları piyasadan silme ve onların serm ayelerini yutma eğilimindedirler. M erkezileşm e, bankacılığın en önem li sektörü oluşturdu­ ğu kredi sistem iyle daha da geliştirilir. Bir banka hem (faizle) borç verenlerin para-serm ayesini hem de borç alanları m erke­ zileştirirken, bankalar belirli b ir finans sistem ine bağlı kalma eğilimindedir. Tüm bu süreç “nihayetinde sermayelerin m er­ kezileşm esine yol açan olağandışı bir toplumsal m ekanizm a­ ya dönüşür”.42 Kapitalist sistem deki “en etkin kriz ve dolan­ dırıcılık araçlarından birin i” oluşturan kredi sistem inin geniş­ lem esi, aynı zamanda serm ayenin dağılım ını bireysel kapita­ listlerin elinden alır. Kredi sistem i “sermayenin özel karakte­ rini yok eder ve bu yüzden kendi içinde, sadece kendi için ­ de serm ayenin yıkım ını barın d ırır”. Bankacılık sistem i, pa­ ranın işini gören farklı dolaşım biçim lerini devreye sokarak, “paranın, aslında, em ek ve onun ürünlerinin... toplumsal ka­ rakterinin özel bir ifadesinden başka bir şey olm adığını” gös­ terir. Kredi sistem i bizzat kapitalist bir girişimdir, zira ödünç para verenlere zorunlu olarak ödenen faizden elde edilen özel kârlar temelinde düzenlenir. Ancak kredi sistem i, ekonom inin merkezî koordinasyonuna zem in hazırlaması nedeniyle, “ka­ 41

C apital, c. 1, s. 625.

42

C apital, c. 1, s. 625.

108

pitalist üretim tarzından örgütlü emeğin üretim tarzına geçişte güçlü bir düzenleyici olarak hizmet ed ecektir...”43 Kredi sistem inin genişlem esi, anonim serm ayedeki -a n o n im şirketlerin gelişm esinin temsil e ttiğ i- belirli b ir m erkezileşm e biçim iyle el ele gider. Bu, Marx’a göre, büyük ölçekte m erke­ zileşmeye en uygun sanayi örgütlenm e biçim idir ve “kapitalist üretim in nihai gelişim ini” gösterm ektedir. Bireysel kapitalist ve ü retici örgüt ayrılığının oluşum una hizm et eden anonim şirket “kapitalist üretim tarzının bizzat kapitalist üretim tarzı içindeki y ık ılış ın ı44 tem sil eder. Sermaye sahipleri ve yöne­ ticilerin birbirinden ayrılm ası üretim sürecinde artık doğru­ dan rol oynamayan ilk grubun gereksizliğinin kanıtıdır. Ü reti­ min toplum sal karakteri anonim şirketle açık hale gelir ve bu yüzden, çok az bireyin üretilen zenginliğin büyük bir kısm ına kendi serm ayeleri aracılığıyla el koyabilm elerinin bir “çelişki” olduğunu açığa çıkartır. Yine de, anonim şirket sadece geçici bir form dur, zira hâlâ kâr amaçlı sermayeyle bağlantısını sür­ dürürken “kapitalizm in tuzağına düşmeye” devam eder. Ayrı­ ca bu türden çok büyük şirketlerin gelişim i, sanayideki belirli kesim lerin, farklı türden yeni söm ürü ilişkilerine temel hazır­ layarak, tekelci bir hâkim iyet kurm alanna yol açabilir.45 K apital, k ap italizm in , B atı Avrupa tarihin d e o n d an ön ce gelen toplum örneğinde de olduğu gibi, sadece fiilen kendini zayıflatan değişim lerle çözülebilecek antagonizm alara dayalı, özünde istikrarsız bir sistem olduğunu ayrıntılı olarak göster­ meye çalışır. Bu çelişkiler öncelikle onun sınıfsal karakterin­ den, ücretli em ek ve sermaye arasındaki eşitsiz ilişkiden kay­ naklanır. Kapitalist üretim tarzının işleyiş biçim i, sistem i ka­ çınılm az olarak çözülm eye iter. M arx, burada ayrıca, kapita­ lizmin ilgası (A uflıebung) eğilim inden söz eder; kapitalist ü rc■13 Ö nceki dürt a lın tı da Kapital'in ııçû ncü cildinden yapılm ıştır: s. 593. C a pital, c. 3. s. 429. ■15 “Yeni b ir m ail aristokrasi” biçim inde, “girişim ciler, spekülatörler ve basit yö­ n eticiler b içim in de yeni bir asalaklar halinde; anonim şirket prom osyonu, stok dağıtım ı ve stok spekülasyonu araçları tarafından tüm bir dolandırıcılık ve dalavere sistem i". Bu. “özel m ülkiyetin kontrolü dışında özel üreıim "dir. C apital, c. 3, s. 429.

109

tim tarzının “yıkılm ası” eğilim i, kapitalizm in, sosyalizmi m ut­ laka “başlatacak” biçim de tam am en yıkılması olarak alınm a­ malıdır. Aksine, kapitalist sistem in doğal hareketi bu sistem in diyalektik olarak aşılm asını sağlayacak toplumsal koşulları ya­ ratır. Bu açıklam alar çerçevesinde, devrimin “kaçınılm azlığı” so ­ runu hiçbir “epistem olojik” problem yaratmaz (ancak “pratik” problem lere yol açar). Kapitalist gelişme süreci, proletaryanın gelişen sın ıf bilinciyle karşılıklı ilişki içinde, toplum un dev­ rimci P raxis aracılığıyla dönüştürülm esi için gerekli aktif b i­ linci yaralan nesnel toplum sal değişiklikleri sağlar.46 İşçi sını­ fı kitlesinin göreli yoksulluğu, “yedek ordu”nun maddi sefale­ ti ve krizler sırasında ücretlerdeki hızlı düşüş ve işsizlikte artış gibi bütün faktörler gelişen devrimci potansiyel bir havuz ya­ ratır. Sınai sistem , çıkar topluluğunun bir bilinç kaynağını ve kolektif bir örgütlenm enin tem elini oluşturur, zira fabrika çok sayıda işçiyi bir araya getirerek yoğunlaşma yaratır. İşçi örgüt­ lenm eleri yerel düzeyde başlar, ancak nihayetinde ulusal öl­ çekte birim ler oluşturacak biçim de birbirlerine yakınlaşırlar. Serm ayenin m erkezileşm esi ve yoğunlaşması sonucunda giri­ şim ci kapitalistin konum unda ortaya çıkan zayıflamayla bir­ likte, proletaryanın k en d ilik -bilin ci giderek artar. Bütün bu koşullar sosyalist topluma ulaşmayı m üm kün kılar. M arx'in yazılarının tüm ünde, kapitalizmi yıkacak toplumun doğası hakkında kısmi veya g eçici referanslardan fazlası bu­ lunmaz. M arx kendi konum unu “ütopik” sosyalist anlayıştan ayırırken geleceğin toplum u hakkında kapsamlı bir plan sun­ mayı reddeder. Yeni toplum sal düzen, kapitalizm in diyalek­ tik tarzda aşılması olarak, sadece mevcut toplum biçim i için­ de yaşayanlar tarafından belli belirsiz bir biçim de fark edilebi­ lecek ilkeler etrafında organize olacaktır. G eleceğin toplumu hakkında ayrıntılı planlar yapm ak felsefi idealizm in tuzağı­ na düşm ektir, çünkü bu şem alar düşünürün zihninden başka h içb ir yerde gerçek liğe sahip değillerdir. N eticede M arx’in 46

110

Bkz. G eorg Lukâcs, G esch ich te und K lassen bew u sstsein (Berlin, 1932), s. 299 vd. ITarih vc S ın ıf Bilinci, çev. Yılmaz Öner, Belge Yayınlan, 1998.1

yeni toplum un ilk oluşum evresiyle ilgili söyleyebilecekleri­ nin çoğu, bu toplum un “hâlâ, rahm inden çıktığı eski toplu­ mun doğum belirlilerinin damgasını taşıdığını” belirtm ekle sı­ nırlı kalm ıştır.47

Kapitalizmin aşılması M arx’in sosyalist toplum la ilgili görüşleri, kariyerind eki ol­ dukça farklı iki kaynaktan elde edilebilir: 1844 E ly a z m a la rı ve 1 8 7 5 ’te yazılan G o lh a Program ının E leştirisi, ikinci çalışm a­ nın term inolojisi daha doğrudan ve gerçekçidir, ancak her iki yazıda ifade edilen görüşler ana hatlarıyla benzerdir.48 M arx, sosyalizmin ilk evresinin burjuva toplum un potansiyel halde­ ki niteliklerinin a ç ığ a çıktığ ı, başka deyişle, kapitalizm in özel­ liklerinin tam anlam ıyla geliştiği bir evre olduğunu vurgular ve bu nlan K ap ital'd e ayrıntılı olarak açar. Nitekim zaten ka­ pitalizmde piyasanın giderek m erkezileşm esi biçim inde örtük olarak yer alan üretim in toplum sallaşm ası, özel m ülkiyetin or­ tadan kaldırılm asıyla tam amlanır. Bu evrede m ülkiyet kolek­ tif hale gelir ve ücretler sabit bir ilkeye göre belirlenir. T op­ lam toplum sal üründen üretimi düzenlem ek, gerekli ortak ih­ tiyaçları karşılam ak için okullar, sağlık im kânları vb.’ne belirli m iktarlar ayrılır; h er işçi topluma verdiği şeyi -hesaplar düşüldükten sonra- toplumdan kesinlikle geri alır... Toplumdan harcadığı emek miktarını gös­ teren bir belge alır (ancak bu belgede, onun emeğinden ortak harcamalar düşülür) ve o, bu belgeyle, toplumsal tüketim araçlan stokundan kendi emek miktan oranında yararlanır.49 47

Karl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 2.

46

Krş. Avincri, s. 220-239. Ancak Avineri'nin yaptığı gibi, M arx'in ilk “ham ko­ m ünizm ” tartışm asını onun burjuva toplum unun ortadan kaldırılm asında bu düzeni daha sonra geçici bir evre olarak eie almasıyla yakından özdeşleştir­ m ek hatadır. M arx'in geçici evre tartışması geleceğin toplum una ilişkinken, “ham kom ünizm " geriye yönelik bir biçim de sosyalist teorinin ilk evrelerine özgü bir şeyle özdeşleştirilir. Ham kom ünizm fikri sadece bir geçiş evresi teo­ risi değildir.

49

K arl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 23.

111

İnsan ilişkileri hâlâ nesnel bir standarda göre değerlendiril­ diği için, bu tür bir düzenlem ede burjuva toplum unun temel ilkeleri korunur. Başka deyişle, burada em ek hâlâ degişim -değeri olarak alm ır, ancak bu işlem bir sın ıf (proletarya) ile sı­ nırlı olm ak yerine genellik kazanır. Bu evrede, insanlar hâlâ “sa d ece işçiler olarak alm ır ve onlarda başka bir özellik aran­ maz ve bu nun dışında h içb ir şey d ikkate alınm az”.50 “İşçi­ nin rolü ortadan kalkm az, aksine tüm insanlara genelleştiri­ lir. Özel m ülkiyet ilişkisi topluluğun nesneler dünyasıyla iliş­ kisi düzeyinde kalır.”5' Bu evrede, öznenin nesneye tâbi kılın­ dığı, yabancılaşm anın hâlâ nesnelleştirm eyle karışık halde ol­ duğu bir toplum varlığını sürdürür. Üretim konusundaki tespitler siyaset alanı için de geçerlidir. M arx, buradaki en önem li tartışmaları tüm kariyeri boyunca sürdürür: G oih a Program ının E leştirisi’n d e yapılan analiz onun Hegel’in devlet anlayışına yönelik ilk eleştirel değerlendirme­ sinde geliştirdiği analizi tamamlayıcı niteliktedir. Marx’in gö­ rüşlerinin özünün bu iki kaynaktaki benzerliğini G otha Programı’nda “devletin Lemelini kurtarma” çağrısına yönelttiği saldı­ rıda görebiliriz. M arx’in buradaki eleştirileri otuz yıl önce Hegel’le ilişkili olarak değindiği lemel hususun tekrarı biçim in­ dedir. M arx, devletin A lm anya’da zaten neredeyse m ü kem ­ mel düzeyde “özgür" olduğuna işaret eder: İşçi hareketlerinin am acı, devleti toplum karşısında “özgür kılm ak” değil, aksi­ ne topluma “tamamen bağımlı kılmak için”, devleti “topluma yukarıdan dayatılan bir organ olm aktan uzaklaştırm aktır...”52 Ancak kapitalizmin ortadan kalkışını izleyen geçiş evresi, ay­ rıca, burjuva toplum unda sadece kısmen ve yetersiz düzeyde geliştirilm iş ilkelerin tam olarak hayata geçirilm esini gerekti­ rir. “Proletarya diktatörlüğü” bu ara evreyi oluşturur ve burju­ va toplumunda zaten yaygın siyasal gücün yoğunlaşmış halini temsil eder. Bu ara evre, yukarıda ana hatlarıyla belirtilen üre­ tim ve dağılımının merkezileşm esi programının tamamlanma50

Kur i M arx: S elected Works, c. 2. s. 24.

51

K arl M arx: S elected W orks, s. 153.

52

K arl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 32.

112

sına yardımcı olur: “Proletarya, siyasal gücünü, tüm sermayeyi burjuvaziden zorla -a n ca k farklı zor d erecelerind e- alm ak için, tüm üretim araçlarını devletin, yani egemen sın ıf olarak örgüt­ lenmiş proletaryanın ellerinde toplamak ve tüm üretici güçleri m üm kün olduğu kadar hızla geliştirmek için kullanacaktır.”53 “Siyasal” güç sadece bu evre tamamlandığında ortadan kal­ kar. Kuşkusuz M arx’a göre, devletin ortadan kaldırılm ası - y u ­ karıda b e tim le n e n - bu yoğunlaşm ış devlet biçim in in kök ü ­ nün kazınacağı toplumsal organizasyon biçim ine ani bir “geçi­ şi" içermez. Bu süreç, yani devletin bu diyalektik dönüşüm ü, daha ziyade devletin topluma tâbi kılınmasıyla, kam usal etkin­ liklerin idaresinin b ir bütün olarak toplum un organizasyonuy­ la dolayım lanmasıyla sağlanır. M arx, bu süreç için Paris K o­ münü yapısında dilek kipinde bir çerçeve çizer. İlişkili çeşitli özellikler vardır: Kom ün, genel oy hakkı esasına göre seçilen konsey üyelerinden oluşur “ancak bu kom ün, parlam enter bir organ olarak değil, yürütm e ve yasama organı olarak çalışm a­ lıdır”: Polis görevlileri, adli görevliler ve diğer çalışanlar “se­ çilm eli, sorum lu olm alı ve görevden alınabilm elidir”.54 Bu top­ lumsal organizasyon biçim i, devletin sınıfsal karakterinin - a y ­ rıca sivil toplum dan bağım sız bir varlık olarak d ev letin - or­ tadan kalkm asına bağlıdır. Bu bakış açısının çoğu kez onun­ la özdeşleştirilen anarşizmden ne kadar farklı olduğu açık olsa gerektir. Anarşist teoride devlet aslında kötüdür ve bazı in ­ sanların diğer insanlar üzerindeki baskıcı otoritesinin bir ifa­ desi olduğu için tam amen kökü kazınm alıdır. M arx’in devlete karşı tutumu kapitalist toplum hakkm daki görüşleriyle genel­ de tutarlıdır; burjuva devleL, baskıcı karakterine rağm en, kapi­ talizmin aşılacağı toplum biçim ini gerçekleştirecek toplum sal temelin oluşturulm asında gerekli bir unsurdur. M arx’in bakış açısı, devletin ekonom ik sözleşm eleri düzenlem e dışında h iç­ bir işleve sahip olm adığını öne süren faydacı devlet teorisiy­ le de özdeşleştirilem ez.55 M arx’a göre, böyle bir yaklaşım , ba­ 53

T he Com m unist M an ifesto, s. 160; W erhe, c. 4, s. 481.

W

K arl M arx: S elected W ork s. c. 1, s. 519-520.

55

D urkheim ’ın bu konuyu ele alış biçim iyle karşılaştırın: Socialism , s. 52 vd.

113

sitçe, sivil toplumda “herkesin herkese karşı savaşı”nı sürekli kılar. Ona göre, devletin ortadan kaldırılması toplumun genel, kapsamlı dönüşüm ünün sadece bir parçasıdır. Yeni toplum a geçiş evresi burjuva toplum unun içkin eği­ lim lerinin evrenselleşm esini gerektirdiği için, bu değişim geç­ m işe bakılarak b ir ölçü d e ay rın tılı olarak tasvir ed ileb ilir. Fakat aynısı kapitalizm in tam am en aşıldığı toplum için söy­ lenem ez ve M arx, son u ç olarak, kom ünizm in ik in ci evresi­ nin tem el niteliklerini sadece kalın fırça darbeleriyle resm e­ der. G eçiş evresinde, burjuva formun yerini alan toplum , özel m ülkiyet ortadan kalktığı için zaten sınıfsız bir toplum dur. Maddi malların bir bütün olarak insan hayatı üzerindeki yö­ netim inin ve dolayısıyla yabancılaşm anın aşılması, ancak bu r­ ju v a Loplumundaki işbölüm ü biçim inin ortadan kald ırılm a­ sıyla m üm kün olabilir. M arx’m K ap ital'd eki sözleriyle, gelece­ ğin toplumunda bugünün işçisinin yerine “bir em ekler çeşit­ liliğine uygun düşen tam amen gelişmiş bireyler”56 geçecektir. Bu, M arx’a göre, işbölüm ündeki farklılaşm anın sonucu olan -k a sa b a ve kent, zihinsel em ek ve bedensel em ek arasında­ k i- farklı ikilikleri giderecektir. Bu tez, A lm aıı İd eolojisi'n d eki ünlü ifadenin tem elini oluşturur: Zira işbölüm ü gerçekleşir gerçekleşm ez, her insan -k e n d i üze­ rinde baskı kuran ve etkisinden k açam ay acağ ı- özel, dar bir faaliyet alanına hapsolur. Bir avcı, balıkçı, çoban veya bir eleş­ tirm endir ve hayatını sürd ürecek araçları kaybetm ek istem i­ yorsa öyle kalm ak zorundadır; halbuki hiç kim senin özel bir faaliyet alanıyla sınırlı olm adığı, aksine istediği bir dalda başan lı olabileceği kom ünist toplum da, toplum genel üretim i dü­ zenler ve böylece - tıpkı her zam an avcı, balıkçı, çoban veya eleştirm en olm adan da öyle olm aya karar verm em g ib i- bugün bir şey, y an n başka bir şey yapm ayı, sabah avlanm ayı, öğleyin balık tutm ayı, akşam leyin sığır gütm eyi, akşam yem eğinden sonra tartışm ayı m ü m kün kılar.57 56

C apital, c. 1, s. 488.

57

T he G crm an Ideology, s. 45; W erk e, c. 3, s. 33.

114

M arx’m örnek verdiği tarım ağırlıklı m eslekler sanayi üre­ tim inin gerçekleriyle yan yana getirildiğinde bu öngörü tama­ men gerçekdışı b ir anlam kazanır. Ancak M arx, geleceğin toplumundan söz ettiği tüm yazılarında işbölüm ünün ilg ası kav­ ram ını alıkoyar ve gerçekte, bunun m akineleşm iş üretim in g e ­ n işlem esiy le m ü m kü n olacağını düşünür. A yrıca bu, kapita­ lizmde zaten var olan —insanları işbölüm ünün m evcut zorun­ luluklarından k u rtaran - otom asyona dayalı üretim biçim inde­ ki eğilim lerin dönüştürülm esini tem sil eder: B üyük ö lç e k li san ay in in g elişim iyle o ra n tılı o larak , g e rçe k zen g in liğin yaratılm ası; em ek -zam ana ve em eğ in g e n işle til­ m iş niteliğine, em ek-zam an süresin ce k u llan ılan tekn iğin gü­ cü n d en d aha az b ağlıd ır... B öylece insan em eği ü retim sü reci tarafından sınırland ırılm az: İnsan bu sü reçle daha ziyade bir d en etçi ve k o n tro lö r olarak ilişki içind edir.58

İşb ö lü m ü n ü n ortadan k ald ırılm ası yaban cılaşm an ın a şıl­ masının önkoşulu ve ifadesidir. Sosyalist toplum da toplumsal ilişkiler artık insanın yaratıcı gücünün ürünleri olan nesnele­ rin hâkim iyetinde değildir.59 D iğer toplumlarda olduğu gibi bu en temel boyutta da, sos­ yalist toplum un gelişm esi kendisinden önceki kapitalist siste­ min tarihsel gelişim ine bağlıdır. M arx’in düşüncesi için haya­ ti önem de olan bu nokta çoğu kez gözden kaçırılır. K om ünist M anifesto'da burjuva topluma düzülen övgüler iyi bilinm ekte­ dir: “O , M ısır piram itleri, Roma kemerleri ve G otik katedralle­ rin m ucizelerini büyük ölçüde aşan harikalar yarattı...”60 Yine de buradaki esas vurgu sadece kapitalizm in tekn olojik başa­ rısı değildir: Kapitalizm in teknolojik genişlem esi, daha ziya­ de, burjuva toplum unu önceki bütün toplumsal form asyonlar­ 58

G rundrisse, s. 592; ayrıca krş. Felsefenin Sefaleti, s. 121: “O ıom atize atölyede işbölüm ünü karakterine eden şey,burada em eğin özelleşm iş karakterini ta­ mamen yitirm esidir. Ancak her özel gelişm enin durduğu an. evrensellik ih ti­ yacı, bireyin bütünleştirici gelişm e eğilimi hissedilm eye başlanır.”

59

Karl Marx, Early Writings, s. 155.

60

The C om m unist M anifesto, s. 135.

115

dan ayıran “evrensel egilin T in 61 göstergesidir. Burjuva toplu­ mu, daha önceden aynı sosyal ve ekonom ik sistem içinde yer alan farklı kültürel ve hatta ulusal gruplan bir işbölüm ü teme­ linde bir araya getirerek, önceki toplum tiplerine özgü nispe­ ten özerk yerel toplulukların yerine geçer. Bu sistem olduk­ ça farklı insani k arşılıklı bağım lılıkları genişletirken, b u rju ­ va toplum un yayılmasıyla insanlann zamanın başlangıcından beri etkisi altında yaşadıkları belirli kültürel m itler ve gelenek­ ler ortadan silinir. Nihayetinde, tarihte ilk defa burjuva top­ lumu tüm insanlığı tek bir toplumsal düzene tâbi kılar ve bu, gerçekten de "dünya tarihi"ne geçecek bir olgudur. A ncak bu sü reç sadece piyasanın gücüyle ve tüm k işisel bağlılık ilişkilerinin (örneğin feodal sadakat bağlarının) değişinı-değerine dönüştürülm esiyle sağlanır. Bu çerçeveden ba­ kıldığında, K a p ita lin birinci ve üçüncü ciltlerinde değer-fiyat problem i konusunda yapılan tartışm anın büyükçe bir bölü ­ mü ile aynı çalışm anın insan ilişkilerinin piyasa olgularına dö­ nüşümünü belgeleme girişimi arasında bütünlük yoktur. K a ­ p ita lin üç cildinde yapılan analizde de kapitalizmin artan ge­ lişim inin yabancılaşlırıcı etkileri ayrıntılı olarak ele alınır ve burjuva toplum unun ilişkilerde sağladığı evrenselleşm enin bu ilişkilerin sınıfsal ilişkilere dönüştürülm esiyle nasıl tam am ­ landığı gösterilir: “Serm ayenin sınırlılığı tüm bu gelişm elerin çelişkili bir biçim de yer alması ve üretici güçler; genel refah, bilim vb.’nin birey işçinin kendisine yabancılaşması olarak or­ taya çıkm asıdır...”62 Kapitalizm özünde sennaye ve ücretli em ek arasındaki - i ş ­ leyiş biçim iyle sa d ece y ab a n cılaşa n işçiyi evrenselleştiren- an­ tagonist bir ilişkiye dayandığı için, bağrında hem kendi yok oluşuna götüren hem de aşılm asının yolunu hazırlayan güçle­ ri barındırır. 61

C ru ndrisse. s. 438-441. M andel’in ifadesiyle. “Üretim in kapitalist sistem ko­ şullarındaki toplum sallaşm ası kapitalist üretim tarzının genelleşm esinin en önem li ve ilerlem eci sonucud ur.” E m est Mandel, Marxist E conom ic T heory (Londra, 1968), c. 1, s. 170.

62

Gnmdrisse, s. 440.

116

Dürkheim

5 Durkheim'ın Erken Dönem Çalışmaları

M arx’tan D u rk h eim ’a g eçm ek, sadece b ir ö n ce k i top lu m fel­ sefecileri kuşağın dan b ir so n ra k i kuşağa d eğil, aynı z a m a n ­ da old u kça farklı b ir kuram sal bağlam a ve d ü şü n ce g eleneğine geçm ek de d em ektir. Bu kitap ta ele alm an ü ç yazardan d ö n e­ m in b ü yü k siyasal o laylarıyla k işisel düzeyde en az ilgilen en i D u rk h eim ’dır: G erçek te n de, o n u n b ü tü n çalışm aları tam am en ak ad em ik tir, M arx ile W eb e r’in çalışm aların a göre d ah a derli topludur ve daha az propaganda k o k ar.1 A yrıca D u rk h eim ’ın bakış a çısın a k atk ıd a b u lu n an en telek tü el g ü çler d aha h o m o ­ je n d ir ve d iğer ik i yazarın çalışm aların ı b içim len d iren lere göre daha kolay tesp it ed ileb ilir. D u rk h eim ’ın o lg u n e n telek tü el k o n u m u ü zerin d e k i ö n e m li e tk ilerin kaynağı b elirg in b içim d e F ra n sız d ü şü n ce g e le n e k ­ leridir. S a in t-S im o n v e C o m te ’u n feo d alizm in y ık ılış ı v e m o ­ d em b ir to p lu m b iç im in in o rtay a çık ışıy la ilg ili ö rtü şe n y o ­ ru m la rı D u r k h e im ’ın tü m y a z ıla rın ın a n a te m e lin i o lu ş tu 1

Bu yargı, yine de, Durkheim'ın bütün yazılarına genelleştirilemez: “L'Indivi­ dualisme et les intellectuels", Revue bleue, c. 1 0 ,1 8 9 8 , s. 7-13 doğrudan Drey­ fus davasıyla ilişkilidir, ancak tamamen “politik" bir yazı olarak alınamaz. Durkheim, Birinci Dünya Savaşı sırasında E. Denis'le birlikte. Qui a voulu la guerre? dahil, farklı propaganda dokümanları hazırlamıştır: (E. Denis, Paris 1965) ve L'Allemagne au-dessus de tout (Paris, 1915). 119

rur. G erçekte, D urkheim ’ın hayatının çalışm asının ana tem a­ sı, C om te’un “poziLif’ toplum evresiyle ilgili görüşlerini Sain t-Sim on’un “sanayileşm enin” karakteristikleriyle ilişkili bir ölçüde farklı açıklam asıyla uzlaştırm aktır.2 Ö nceki kuşaktan diğer etkilerin kaynağı M ontesquieu ve Rousseau’dur: D ür­ kheim bunların arasına R enouvier’in çağdaş ö ğretilerin i ve 1 8 7 9 -1 8 8 2 yılları arasında okuduğu E cole Normale’deki hoca­ ları profesör Boutroux ve Fustel de Coulanges’m d üşünceleri­ ni katar.3 Bununla beraber, D urkheim ’ın ilk yazıları bir grup çağdaş Alman yazarın düşünceleriyle ilgilidir. Her ne kadar günümüz sosyolojisinde çok bilinenlere yakından benzese de, neredey­ se tamamen büyük bir hızla unutulan bazı sosyal teori türleri vardır. Bunlardan biri 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da Fouillée ve W orm s’un ve Almanya’da Schâffle ve L ilien feld’in yazılarının tem sil ettiği organizm acılıktır. Toplum un bir ölçü ­ de yaşayan organizmaya benzer birleşik bir bütün olduğu fik­ rinin kaynakları kuşkusuz klasik toplum felsefesine götürülebilir. Ancak Darwin’in biyolojik evrim teorisi, yayımlanm asıy­ la birlikte, organizm acı teorilerin gelişim ine tamametı yeni bir güç kazandırm ıştır.4 M odern çağın perspektifinden bakıld ı­ ğında, Darwin’in yazılarının 19. yüzyılın son yıllarındaki top­ lumsal düşünce üzerindeki olağandışı etkisini kavram ak zor­ dur. B ir bütün olarak yüzyıl biyolojide birçok önem li yen i­ liğe tanık oldu: H ücrenin özellikleri m ikroskobik analizler­ le belirlendi ve tüm organizm aların benzer hücre yapıların­ 2

Krş. Alwin W . Gouldner, “Introd uction ”, Socialism , s. 13-18.

3

D urkhcim ’m düşüncesinin kaynaklarıyla ilgili daha fazla doküm an sunm ak bu çalışma için sıkıcı ve gereksiz olacaktır. Alman ve İngiliz yazarların etki­ sinin açıkça olmadığı söylenem ez. Renouvier, Durkheim 'ın Kant'a ilgisinde rol oynam ıştır; aşağıda gösterildiği gibi, Durkheim bazı çağdaş Alman yazar­ lardan ço k sınırlı düzeyde etkilenm iştir; İngiliz etkisi D urkheim ’ın Herbert Spencer'la ilgili erken dönem yazısının yanı sıra, daha sonra İngiliz antropo­ logların (Frazer, Taylor ve R obertson-Sm ith) yazılarına ilgisinde de açıktır.

4

M arx ve Engels, Türlerin Kökeninin yayım ını kendi toplum sal gelişm e yo­ rum larıyla doğrudan paralellik içinde önem li bir olay olarak alm ıştır. Marx, K ap italin ilk cildini Darwin’e ithaf etmeyi önerir (Darwin bu öneriyi geri çe­ virir).

120

dan oluştukları tezi kesin bir ilke olarak yerleşti. Bu fikirler D anvin’in çalışm asında am pirik olarak tem ellendirilm iş dina­ m ik bir teori bağlam ında yer alır; çağdaşlarının hayal gücünü ateşlem ede h içbir şey pozitivizm ve evrim ci bir ilerlem e pers­ pektifinin bu güçlü bileşim inden daha fazlasını sağlayam az­ dı. Bu yüzden, Schâffle ve diğerlerinin yazıları organik an alo­ jile r kullanan çoğu öncü yazannkinden oldukça farklıdır: Zira evrim ci yazarlar, hayvan organizm alarının işleyişi ve evrim ini düzenleyen yerleşik yasaların, bir doğal toplum bilim i çerçe­ vesi oluşturm akta kullanılabilecek bir model sağladığı ö n cü ­ lünden hareket ederler.

Sosyoloji ve "ahlâkî hayatın bilimi" D urkheim 1 8 8 5 -1 8 8 7 yılları arasında Schâffle, Lilienfeld ve diğer Alman toplum felsefecilerinin çalışm aları ü zerine bazı eleştirel yazılar yayım lar. Sch âffle’n in T o p lu m sa l B e d e n le r ­ d e Yapı ve H ay at adlı çalışm ası ü zerine eleştirel in celem e­ si ilk yayımı olm asına rağmen, erken dönem düşüncesinde­ ki genel eğilim inin yeterli bir göstergesidir.5 Schâffle’n in ki­ tabı üzerine yazdıkları, D urkheim ’ın bu yazarın argüm anına bazı temel noktalarda sıcak yaklaştığını gösterir. D urkheim ’a göre, Schâffle’nin en önem li katkılarından biri, farklı toplum biçim lerinin temel yapısal bileşenlerinin kullanışlı m orfolojik bir analizini ana hatlanyla gerçekleştirm iş olm asıdır. Schâff­ le bu analizinde toplum un farklı parçalarını, bedenin organ ve dokularıyla karşılaştıran kapsam lı bir analojiye başvurur. D urkheim ’a göre bu yanlış bir uygulama değildir, zira Schâff­ le toplum sal organizasyonun özelliklerini doğrudan organik hayatın özelliklerinden elde etmeye çalışm az. Aksine biyo lo ­ jik kavram lar kullanm anın sosyal analizi kolaylaştırabilecek

5

D urkheim : Albert Schâffle Eleştirisi: Bau und Leben des S ocialen K örp ers (2. baskı); bu incelem e yazısı sadece Schâfflc’ın çalışm asının ilk cild ini içerir, Revue p h ilo sop h ic, c. 19, 1 8 8 5 . s. 8 4 -1 0 1 . Bu bölüm de yararlandığım maka­ lem le krş. Giddens, “D urkheim as a review crilic”, S ocio lo g ical R eview , c. 18, 1970 , s. 1 7 1 -1 9 6 .

121

bir “m etafor”dan başka bir şeyi temsil etmediğini ısrarla vur­ gular. G erçekte D urkheim , Schâffle’nin organizm a ve toplum sal hayat arasında köklü ve oldukça önem li bir farklılık olduğu vurgusunu onaylar. Hayvan organizm aların hayatı “m ekanik olarak” yönlendirilirken, toplum u bir arada tutan şey “maddi ilişk iler değil, fikirlerin ilişk isi”d ir.6 D urkheim , “ideal o la­ rak toplum ” fikrinin Schâffle’nin düşüncesinde önemli bir yer işgal etliğini ve bu düşüncenin, yine onun toplum un kendini oluşturan bireylerden bağımsız kendine has özelliklere sahip olduğu vurgusuyla tamamen tutarlı olduğunu belirtir. Schâff­ le için, “Toplum basitçe bir bireyler toplamı değil, aksine hali­ hazırda kendini meydana getiren bireylerden önce var olan ve onların varlıklarını sürdürm elerini sağlayan bir varlıktır; top­ lum, bireyleri onların kendini etkilediğinden daha fazla etkile­ yen ve kendine ait bir hayalı, bilinci (con scien ce), çıkarları ve kaderi olan”7 bir varlıktır. Bu yüzden Schâffle, Rousseau’nun önem verdiği, doğa durum undaki varsayımsal “soyut birey”in topluma bağlı olduğu zamana göre daha özgür ve mutlu oldu­ ğunu vurgulayan birey ve toplum anlayışına karşıdır. Aksine insanı, hayvanı varlık düzeyinin üzerinde kılan her şey top­ lum un birikm iş kültürel ve tekn olojik zenginliğidir. Bu zen­ ginliği insanın elinden aldığınızda, “bizi gerçek anlamda insan kılan her şeyden uzaklaştırırsınız”.5 Bir toplumun üyelerinin kültürel m irasını oluşturan ideal­ ler ve duygular “kişisellikten uzak şeyler değildir”, yani top­ lumsal evrim geçirm işlerdir ve özel bireylerin ne ürünü ne de özellikleridirler.’Bu, gerçek dil örneğiyle kolayca gösterilebilir: “H epim iz yaratm adığım ız bir dili konu şuruz.”9 D urkh eim ’a göre, Schâffle k o le k t i f b ilin ci bireysel b ilin cin k ilerd en fark­ 6

Schâffle Eleştirisi, s. 8 5 . Alıntılar D urkheim ’dandır. Durkheim 'm sosyolojide organik analojilerin kullanışlılığı hakkındaki görüşleri için yukandaki m aka­ lem e bkz. s. 179-180.

7

Schâffle Eleştirisi, s. 84.

8

A.g.e., s. 87.

9

A.g.e., s. 87.

122

lı özelliklere sahip bir şey olarak alm anın metafizik bir düşün­ ceyi ima etm ediğini gösterir.10 K o lek tif bilinç basitçe “unsurları bireysel zihinler olan bir bileşim ”dir.11 Schâffle’nin çalışm ası, diğer Alman yazarların çalışm alarıy­ la birlikte, Almanya’da toplumsal düşüncede sağlanan önem li gelişm elerin bir göstergesidir; Fransa’da sosyolojinin gecikm iş gelişimiyle oldukça çelişkili bir durum. “N itekim aslen Fran­ sız kaynaklı sosyoloji giderek daha fazla bir Alman bilim ine dönüşm ektedir.”12 D urkheim 1 8 8 7 ’de yayım lanan “Alm anya’da Pozitif Ahlâk B ilim i” isim li tarihsel incelem esinde bu gelişm elerin bir bö­ lüm ünü d eğ erlend irir.13 Aslında bu m akalenin tem el am acı, önde gelen Alman yazarların bir ahlâk! hayat bilim inin kuru­ luşuna katkılarını incelem ektir.14 D urkheim ’a göre, Fransa’da sadece iki genel ahlâk teorisi bilinm ekledir: K anıçı idealizm ve fayd acılık. A n cak A lm an toplum fe lse fe cile rin in y akın dönem çalışm alarında ahlâk bilim sel bir tem ele oturtulm aya -veya daha ziyade, ilgili bazı düşünceler daha önceden Com te tarafından ifade edildiği için, yeniden tem ellend irilm eye- baş­ lanmıştır. Durkheim bu yaklaşım ın esasen aralarında W agner ve Schm oller’in de bulunduğu iktisatçılar ve hukuk uzm anla­ rı tarafından geliştirildiğini belirtir.15 Bu iki yazarın çalışm ası, 10 A .g.e., s. 9 9 vd. G eııel uygulamaya bağlı kalarak D urkheim 'm conscience co l­ lective terimini İngilizce'ye çevirmeden kullandim . Terim İngilizce “bilin ç” ve “vicdan" terim leriyle örtûşcn belirli bir m uğlaklık içerir. 11 Schâffle Eleştirisi, s. 9 2 . Durkheim yine de SchâflleT bazen idealizm e düşm ek­ le suçlar. 12 D urkheim : Ludvig Gumplow icz Eleştirisi: Grundriss der S oz io log ie, Revue Phi­ losophiqu e, 18 8 5 , c. 2 0 , s. 627. 13 “La science positive de la morale en Allem agne", Revue P hilosophiqu e, c. 24, 1887 , s. 3 3 -5 8 , 1 1 3 -1 4 2 & 2 7 5 -2 8 4 . A ynca krş. “Les études de scien ce socia­ le”, Revue philosophie, 18 8 6 , c. 2 2 , s. 61 -8 0 . 14 D urkheim genellikle İngilizce muğlak olan, “ahlâktlik” veya “elik " anlam ına gelen “de m orale" terim ini kullanır (örneğin ahlâkîligin araştırılm ası). Terim i Durkheim 'dan aktarılan bağlama göre farklı biçim lerde karşıladım. 15 Bu, D urkheim ve Max W eber’in yazılan arasındaki çok az doğnıdan bağlantı noktasından biridir. Adolf W agner ve Gustav Schm oller, W eber’in önde gelen üyesi olduğu Verein f ü r Sozialpolitife’in kurucuları arasında yer alır. Ancak W eber, W agner ve Schm oUer'in Durkhcim 'ı büyük ölçüde cezbeden görüş-

123

D urkheim ’a göre, ortodoks iktisaıçılarınkinden oldukça farklı­ dır. O rtodoks ekonom ik teori bireyci faydacılık üzerine kurul­ m uştur ve tarih dışıdır: “Başka deyişle, onlara göre, ekonom i­ nin temel yasaları uluslar ve devletler dünyada var olm adık­ larında bile kesinlikle aynı kalacaktır; onlar ürünlerini değiş tokuş eden bireylerin varlığını temel varsayım olarak alırlar.”' 6 Ancak W agner ve Schm oller’in yaklaşım ları bu bakış a çısın ­ dan oldukça farklıdır. Onlara göre (Schâffle’da olduğu gibi), toplum , üyelerinin özelliklerinden elde edilem eyecek kendi­ ne has özelliklere sahip bir bütünlüktür. “Bir bütünün kendi parçalarının toplamına eşil olduğu’nu varsaymak hatadır”: Bu parçalar belirli bir biçim de organize oldukları sürece ilgili iliş­ kiler düzeni kendine has özelliklere sahip o lu r.17 Bu ilke, top­ lum içinde yaşayan insanları ilgilendiren ahlâk kuralları için de geçerlidir: Ahlakilik kolektif bir özelliktir ve bu sıfatla araş­ tırılm alıdır. Ö te yand an, orto d o ks ekonom i politik teoride “k olek tif çıkar sadece bir kişisel çıkar biçim idir” ve “özgecilik gizli bir bencilliktir”.18 Schm oller, D urkheim ’a göre, klasik ekonom ik teoride ya­ pılanın aksine, ekonom ik olguların toplum daki bireylerin ya­ şantılarını düzenleyen ahlâkî norm lar ve inançlardan bağımsız olarak y eterince a n la şılm a y a ca ğ ın ı gösterm iştir. E kon om ik ilişkilerin âdetler ve yasal düzenlem elere tâbi olmadığı hiçbir

terinin bu yanını -o n la rın bilim sel bir “elik” arayışlarını- asla kabul etmez W eber ayrıca özelde Schm oller'in savunduğu devletin ekonom iye müdahalesi politikasını sorgular. 16

"Science p o sitiv e re la m orale", bölüm 1, s. 37.

17

D ıırkhcim bu ilkeyi Renouvier aracılığıyla zaten gayet iyi biliyordu. Bu ilke­ yi yazılarında da sıkça kullanır. Daha sonra yayımlanan bir incelem e yazısın­ da bunu şöyle ifade eder; “Bütünün kendi parçalarının toplam ına eşit olm adı­ ğı aksiyom unu Rcnouvier'dcn aldım .” (Sim on Deploige Eleştirisi: L e con ßit de la m o ra le et d e la sociolog ie, A nnée Sociologique, c. 12, 1 9 0 9 -1 2 , s. 3 2 6 .) Dcploigc’un çalışm ası D urkheim ci okula Thom ascı bakış açısından sert bir saldı­ rıdır. Bu çalışm a İngilizce’ye E tik ve S osy oloji Ç atışm ası adıyla çevrilm iştir (St Louis, 1 9 3 8 ); özellikle bkz. s. 15 -1 8 5 . D urkheim ’ın A nnée Sociologique’de yaz­ dığı daha önem li bazı incelem e yazıları Jo u rn a l Sociologie olarak derlenm iştir (Paris, 1969).

18

124

"Science positive de la m orale”, bölüm 1, s. 38.

toplum biçim i olm adığı gibi böyle bir toplum da tasavvur edi­ lemez. Başka deyişle, D urkheim ’ın daha sonra İşbölümü’nde ifade ettiği gibi, “sözleşm enin varlığı yeterli değildir”.19 Söz­ leşm elerin yapıldığı çerçeveyi oluşturan toplumsal norm lar o l­ masaydı ekonom ik dünyada “anlam sız bir kaos” hüküm süre­ cekti.20 E konom ik hayau kontrol eden düzenlem eler salt eko­ nom ik koşu llara göre açıklanam az: “T e m ellerin i olu ştu ran ekonom ik nedenler bilinm ediğinde m ülkiyet, sözleşm e, çalış­ ma vb.’ni düzenleyen ahlâk kurallarından h içbirini anlam ak mümkün olmaz: Benzer şekilde, ekonom ik gelişm eyi etk ile­ yen ahlâkî nedenler göz ardı edildiğinde tamamen yanlış bir anlayışa ulaşılacaktır.”21 Alman düşünürlerin temel bir başarısı, toplum sal düzenin özellikleri olarak ahlâkî kurallar ve eylem lerin bilim sel olarak incelenebileceğini ve incelenm esi gerektiğini gösterm eleridir. D urkheim burada sonraki yazılarının tem el m antığını olu ş­ turacak bir ilkeyi ortaya koyar. G ünüm üze kadar düşünür­ ler ahlâkın tüm dengelim ci soyut bir ilkeler sistem i çerçevesin­ de kurulabileceğini varsayıyorlardı. A ncak Alman düşünürle­ rin çalışm ası, toplum sal hayatı zihinsel olarak form üle edilm iş çok az ilkeye indirgenebilecek bir şey olarak görm enin tem el­ den hatalı olduğunu gösterm iştir. İşe daha ziyade gerçeklikle, belirli toplum ları oluşturan som ut ahlâk kurallarını araştıra­ rak başlamamız g erek ir. D urkheim burada yeniden Schâffle’ye döner: Schâffle’n in kesin başarısı, ahlâk kurallarının toplum tarafından, k olek tif ihtiyaçların baskısı altında biçim lendirildigini gösterm esidir. Bu yüzden, gerçekte som ut olarak işlerlik­ teki ahlâk kurallarının bütün özel inanç ve eylem lerin ifadesi olan bazı a p riori ilkelere indirgenebileceğim varsaymak hiçbir problem yaratm az. A hlâkî olgular gerçekte “ço k k om p leks” Şeylerdir: Farklı toplum lar am pirik olarak incelendiğinde “sü ­ rekli artan oldukça farklı inanç, âdet ve yasal sınırlam a” oldu-

№ T he Oivision o f L a b o u r in S ociety, s. 21 5 . 20

“Scien ce posiıive de la m orale", bölüm 1, s. 4 0 .

21 A .g .e..s . 4 1 .

125

gu görülecektir.22 Bu çeşitlilik analizi engellemez; sosyolog sa­ dece gözlem ve betim lem elerle onu sınıflandırm ayı ve yorum ­ lamayı umut edebilir. Durkheim , Alman düşünürler üzerine yazdığı m akalesinde yukarıda ana hatlarıyla ifade edilen perspektiflerin en önem ­ li m eyvelerinden biri olduğunu düşündüğü W u nd t’un E lh ik adlı çalışm asını ayrıntılı olarak analiz eder. D urkheim ’a göre W undt’un temel katkılarından biri toplumda dinsel kuram la­ rın merkezî önem ini göstermesidir. W undt, ilkel dinlerin kendi içlerinde ilişkili iki olguyu barındırdıklarını gösterm iştir: Bir yanda “doğa ve şeylerin düzeni hakkında metafizik düşünceler topluluğu”, öte yandan davranış kuralları ve ahlâkî disiplin.23 Aynca din, uğrana mücadele edilecek idealler sunarak toplum­ sal birliği sağlayan bir güçtür. Durkheim bunu genel bir postüla olarak alır: Dinsel idealler toplum lar arasında büyük farklı­ lıklar sergileyebilir, “ancak ne kadar sıradan bir gerçek de olsa, idealden yoksun bir insanın asla bulunmadığından emin ola­ biliriz; zira o doğamızın derinlerine kök salm ış bir ihtiyacın ifadesidir”.24 İlkel toplumlarda din güçlü bir özgecilik kayna­ ğıdır: Dinsel inanç ve pratikler “bencilliği sınırlam a, insanla­ rı fedakârlığa ve çıkar gözetmezliğe yöneltm e” etkisine sahip­ tir. D insel duygular “insanları kendilerinden başka bir şeye bağlar ve ideali simgeleyen daha üstün güçlere bağımlı kılar”.25 W undt, bireyciliğin toplumsal gelişmenin bir ürünü olduğunu göstermiştir: “Bireysellik ilkel bir olgu olmaktan uzaktır ve top­ lumdan türemiştir, toplumdan kademeli olarak ortaya çıkar.”26 D urkheim , W undt’u dinsel ve ahlâkî kuralların düzenleyici etkisinin ikili karakterini kavrayamamakla eleştirir. Durk-he2 2 A.g.e., bölüm 3 , s. 276. 23

A.g.e., bölüm 2, s. 11 6 -1 1 7 . W cber'in W undi’la ilgili eleştirel tartışması G e­ sam m elte A ufsätze zu r W issenschaftslchre'de yer alır, s. 5 2 vd.

24

A.g.e., s. 117.

25

A.g.e., s. 120.

26 A.g.e., s. 129. D urkheim în din üzerine erken dönem görüşleri hakkında bir başka bilgi kaynağı için bkz. Guyau, L'irréligion d e l'avenir, Revue p h ilo so p ­ hiqu e, c. 2 3 ,1 8 8 7 , s. 2 9 9 -3 1 1 .

126

im ’a göre, tüm ahlâk! eylem ler iki boyuta sahiptir: Bir tarafta olum lu cazibe, bir idealin veya idealler topluluğunun cazibesi vardır. Ancak ahlâk kuralları aynı zamanda yüküm lülük veya kısıtlayıcılık gibi özelliklere de sahiptirler; ahlâkî hedefler ara­ yışı her zam an zorunlu olarak ideallerin olum lu birleştirici de­ ğerine dayanmaz. Ahlâk kurallarının iki yönü de bu kuralların işleyişi için temeldir.

Durkheim'ın "işbölümü"ndeki temel ilgileri D urkheim ’ın Alman toplum felsefecilerinin çalışm alarıyla ilgi­ li erken dönem tartışm aları, onun karakteristik görüşlerinden bir bölüm ünün m eslek hayatının başlangıç dönem inde olu ştu ­ ğunu gösterir.27 D urkheim ’ın onların yazılarından ne kadar et­ kilendiğini veya bu yazıların onun zaten başka kaynaklardan yararlanarak ulaştığı so n u çlan ne kadar pekiştirdiğini kesin olarak değerlend irm ek zordur. A ncak İkin cisi daha m u h te­ meldir. D urkheim , “fikirlerini tamamen Almanya’dan ithal et­ tiği” eleştirileri karşısında, Com te’un etkisinin çok daha kap­ samlı olduğunu ve Alman yazarların katkılarından yaklaşım ı­ nı geliştirirken yararlandığını ifade ederek, bu iddiayı a çık ­ ça reddeder.28 Aslında D urkheim ’ın erken dönem yazılarında­ ki tartışmalar, onun m eslek hayatının başında, bazen ço k daha sonra geliştirildiği varsayılan bazı fikirlerin bilincin d e oldu27 Bu noktanın vurgulanm ası önem lidir, zira D urkheim hakkm daki çoğu yorum büyük ölçüde onun düşüncesinde zam anla ortaya çıkan değişikliklere odak­ lanm ıştır. Bu türden en etkili analiz T alco ll Parsons tarafından yapılır: The Structure o f Social Action (G lencoe, 1 9 4 9 ), s. 3 0 1 -4 5 0 . Aynı kon um un daha yeni, daha basitleştirilm iş b ir analizi için bkz. Je a n Duvignaud, Durkheim, sa vie, son oeuvre (P aris, 1 9 6 5 ), s. 3 9 -5 0 . Benzer b ir tem a N isbet tarafından tek­ rarlanır: R obert A. N isbet, Emile Durkheim (Englew ood C liffs. 1 9 6 5 ), özel­ likle s. 3 7 . Bunun etkisi, İşbölümü’nün D urkheim ’ın sonraki yazılarıyla ilişki içindeki önem ini küçüm sem ek ve onun gerçekte olduğundan ço k daha “m u­ hafazakâr” bir leorisyen olarak görülm esine yol açm aktadır: bkz. “D urkheim as a review c ritic“, adlı yazımın 1 8 8 -1 9 1 . sayfalan. ^8 Deploige’nin incelem e yazısı, s. 3 2 6 . Bununla beraber, D urkheim ’ın yorum la­ rının yakın b ir Dünya Savaşı’n ın gölgesinde yazıldığı haürlanm ahdır. D urk­ heim ve Deploige arasında daha önceki eleştirel karşılıklı yazışm alar iç in bkz. Revue nto-scolastique. c. 1 4 ,1 9 0 7 , s. 6 0 6 -6 2 1 .

127

gunu gösterir.29 Kuşkusuz bu fikirler sadece çok genel düzey­ de ifade edilmiştir veya Durkheim ’m diğer açıklamalarından çıkartılabilir. Bu açıklamalar aşağıdaki unsurları içerir: Toplumun devamında “ideallerin” ve ahlâkî birliğin önemi;30 toplumsal et­ kilerin “p asif’ bir alıcısı olarak birey kadar, “a k tif’ bir eyleyen olarak da bireyin önem i;31 bireyin topluma bağlılığının ikili do­ ğasının, yani onun aynı zamanda hem yükümlülüklere hem de ideallere olumlu bağlılığının önem i; birimlerin düzeninin bile­ şen birimlerin (yani örgütlü toplum lann birimleri olarak birey­ lerin) birbirinden soyut olarak alınan karakteristiklerinden elde edilemeyecek özelliklere sahip oldukları anlayışı; anomi Leorisinin ana hatları32 ve daha sonraki din teorisinin ilk adımlan. Büyük ölçüde polem ik bir çalışm a olan T oplu m d a lşb ölü mü’nün (1 8 9 3 ) içeriğini değerlendirirken bu hususlar akılda tu­ tulmalıdır. Durkheim, eleştirel saldırısını bu çalışm anın belir­ li ana temalarını bulanıklaştıracak biçim de yoğunlaştırır. Kitap­ ta polemik silahı ekonom i politiğe ve tngiliz filozofların fayda­ cı bireyciliğine doğrultulur.33 Kitabın bir başka, ancak daha az 29

Özellikte bkz. Parsons, s. 3 0 3 -3 0 7 ; aynca, Alessandro Pizzomo:- “Lecture a c ­ tuelle de D urkheim ", A rchives europ éen n es d e sociolog ie, c. 4 , 1963, s. 3-4.

30

Durkheim , Tônnies’in G em ein schaft uıul G esellsch aft adlı çalışm asıyla ilgili in ­ celem e yazısında şu noktaya dikkat çeker: İlkel toplum un yerini daha mo­ dem toplum biçim leri aldığında birliğin ahlâki temeli tamamen ortadan kal­ kar. Durkhcim 'a göre, T önn ies G esellsclıajt'ıa "içsel kendiliğindenlikten kay­ naklanan kolektif hayaun” tam am en ortadan kalkm adığını varsayar. Ancak D urkheim ’ın ifâde ettiği gibi, farklılaşm ış düzen tipinin bir toplum olm aktan çıkm adığını, yani onun ko lektif birliği ve kim liğini koruduğunu kabul etm e­ miz gerekir. Revue Philosophie, c. 2 7 ,1 8 8 9 , s. 4 2 1 .

31

Bu, açıkça D urkheim ın Gum plow icz'in Grundriss d er S ociolog ie adlı eseriyle ilgili tartışmasında ortaya çıkar (R c ıu e P hilosophiqu e, c. 20, 1885, s. 6 2 7 -6 3 4 ): Burada D urkheim , G um plow icz’in “nesn elciliğin i" eleştirirken şu yorum u yapar: "Biz aynı zamanda aktörler ve eyleyenleriz ve her birim iz bizi sürükle­ yen bu engellenem ez akıntının oluşum una katkıda bulunuruz", s. 632.

32

D urkheim ’ın intihar üzerine erken dönem m akalelerinden birindeki fayda­ cılara karşı şu vurgusuna dikkat edin: Refah artışı ile insan m utluluğunda­ ki artış arasında hiçbir doğrudan ve evrensel ilişki yoktur. İhtiyaçların doyu­ rulmasının etkisi daha fazla ihtiyaca yol açm aktan ibaretse, arzular ve onlann doyurulması arasındaki eşitsizlik fiilen artabilir. “Suicide et natalité, étude de statistique m orale". Revue P h ilosop h iqu e, c. 2 6 , 1888, s. 4 4 6 -4 4 7 .

33

Parsons sadece bu hususu öne çıkartır, bkz. s. 3 0 8 -3 1 7 .

128

açık eleştirel bir amacı daha vardır. Bu eleştiri, kaynağı Comte olan ve Schâffle gibi yazarlar tarafından benim senen, toplum ­ sal düzenin devamlılığı için güçlü bir ahlâkî konsensüsün var­ lığını vurgulayan düşünce akımına yöneliktir.34 D urkheim , bu yaklaşım ın geleneksel toplumların analizine uygun olduğunu kabul eder. Ancak T oplum da İşbölüm ünün temel önerm esi, mo­ dem kom pleks toplumun, geleneksel ahlâkî inançlardaki zayıf­ lamaya rağmen, kaçınılmaz olarak çözülme eğiliminde olmama­ sıdır. Aksine farklılaşmış işbölümünün “norm al” durumu orga­ nik istikrardır. Fakat bu, uzmanlaşmış işbölümünün bütünleş­ tirici etkisini faydacı bir yaklaşımla, doyurucu bir biçim de, bir­ çok farklı bireysel sözleşmenin sonucu olarak açıklayabileceği­ mizi gösterm ez (D urkheim , Tönnies’in C em aat ve Cem iyet'te­ ki analizinin bunu çağrıştırdığını düşünür). Tam tersine söz­ leşmenin varlığı bizzat sözleşme ilişkilerinin sonucu olmayan, ancak bu tür ilişkiler oluşmadan düzgün bir biçimde İşleyeme­ yecek genel ahlâkî bağlılıkları yaratan normları gerektirir. Durkheim’m Renouvier’den aldığı “birey kültü” fikri (yani bireyin değer ve önemiyle ilgili temel, üzerinde uzlaşılan inançlar, ör­ neğin 18. yüzyılda felsefecilerin formüle ettiği ve Fransız Devrimi’nin temelini oluşturan değerler) işbölümünde genişlem enin -yarattığı bireyselleşmenin ürünü ve temel ahlâkî dayanağıdır.35 D urkheim ’ın T oplu m da /şböiümıı’ndeki kendi incelem e ko­ nusuna yaklaşım ı Alman toplum felsefecilerini tartışırken ser­ gilediği yaklaşım ıyla aynıdır. Kitabın daha başında, “Bu kitap her şeyden ön ce ahlâkî hayatın olgularının pozitif bilim lerin yöntemiyle ele alınm ası girişim idir,”36 der. Bu yöntem ahlâk felsefesinin yöntem inden açıkça ayrı tutulm alıdır: Ahlâk fel­ sefecileri ya insan doğasının tem el n itelikleri hakkında bazı o priori postülalarla ya da psikolojiden alınan önerm elerle işe başlar ve böylece b ir ahlâk şeması geliştirm ek için m antıksal 54

Krş. Gouldner, s. 2 8 -2 9 .

^5 Tlıc Division o f L abo u r in Society, s. 3 9 9 -4 0 2 . 56 T he Division o f L abou r in Society, s. 3 2 ; (F r. baskı), s. xxxvii. Bkz. J . A. Bar­ nes, “D urkheim 's Division o f L a b o r in Socieiy", M an (New Series), с. 1, 1966, s. 158 vd.

129

tüm evarım a başvururlar. Öte yandan. D urkheim “ahlâkı bi­ limden elde etmeye çalışm ayıp, aksine oldukça farklı bir ahlâkîlik bilim i geliştirm ek” ister.37 Ahlâk kuralları toplum için ­ de gelişir ve belirli bir yer ve zamandaki toplumsal koşullarla ilişkilidir. Bu yüzden, ahlâkî olguların bilim i, değişen toplum biçim lerinin ahlâkî norm ların karakterindeki değişimleri nasıl etkilediklerini analiz etmeye ve bunları “gözlemeye, betim le­ meye ve sınıflandırm aya” çalışır. D urkheim ’ın T oplu m da İşbölümü ndeki ilgisinin kaynağını oluşturan ana problem , çağdaş dünyada birey ve toplum ara­ sındaki ilişki konusundaki g örünür ahlâkî belirsizliktir. Bir yandan, m odem toplum biçim inin gelişim i “bireyciliğin” ya­ yılm asıyla ilişk ilid ir. B ireyciliğ in yayılm ası, a çık ça , işbölüm ündeki genişlem eyle, yani m esleki işlevlerde uzm anlaşm a­ ya yol açan ve bu yüzden, -to p lu m d a herkeste bulunm ayıp sa­ dece belirli gruplara özgü o la n - özel yetenekler, kapasiteler ve tutum ların gelişim ine hizm et eden bir süreçle ilişkilidir. Durkheim ’ın ifadesiyle, bireysel kişiliğin bireyin sahip olduğu özel yeteneklere bağlı olarak geliştirilm esi ve bu yüzden herkesin tek tip eğitim alm aması gerektiği görüşünün ifade edildiği ça­ ğım ızda, ahlâkî idealler konusunda güçlü akım lar olduğunu gösterm ek zor değildir.38 Öte yandan, aynı ölçüde güçlü olan ve “evrensel olarak gelişmiş birey”i yücelten başka çelişkili ah­ lâkî eğilim ler de vardır. G enelde bize uzmanlaşmayı emreden ahlâk ilkesi (m ax im e), her yerde aynı ideali izlemem izi em re­ den ahlâk kuralıyla çelişkili olarak görünür.39 Bu görünürde çelişkili ahlâkî ideallerin kaynakları, Durkh eim ’a göre, sad ece işbölü m ü nd ek i g en işlem en in n ed en le­ ri ve sonuçlarının tarihsel ve sosyolojik analizleriyle anlaşıla­ bilir. D urkheim ’a göre işbölüm ü tamamıyla m odem bir olgu değildir; fakat geleneksel toplum larda daha ilkeldir ve genel­ 37

The Division o f L abou r in Society, s. 3 2 ; (F r. baskı), s. xxxvii.

38

Durkheim , Secréiani'ian şu alınlıyı yapar: “Kendini m ükem m elleştirm ek; ro­ lünü öğrenm ek, kendi görevini yerine getirebilecek kapasiteye ulaşm aktır...” The Division o j L abou r in Society, s. 4 2 -4 3 .

39

The Division o f L abo u r in Society, s. 4 4 ; (F r. baskı), s. 6.

130

likle cinsel işbölüm üyle sınırlıdır. İşbölüm ünde üst düzeyde uzm anlaşma özellikle m od em sanayi üretim inin sonucudur. Ancak çoğu iktisatçının yapma eğiliminde olduğu gibi, işbölü­ m ünün sadece kesinlikle “ekonom ik” alanda giderek çeşitlen­ diğini ve bu çeşitliliğin sadece sanayileşm enin sonucu olduğu­ nu varsaymak hatadır. Aynı süreç çağdaş toplum un tüm ke­ sim lerinde -h ü k ü m e t, hukuk, bilim ve güzel san atlard a- göz­ lenebilir. Bütün bu toplum sal hayat alanlarındaki uzm anlaşma giderek daha açık hale gelmektedir. Bu gerçek, bilim örneğiy­ le gösterilebilir: Bir zamanlar kendine incelem e konusu olarak tüm doğal ve toplum sal gerçekliği alan genel “felsefe” uzun zamandan beri birçok bağımsız disipline ayrışmıştır. G eleneksel toplum biçim lerind en çağdaş toplum lara geçi­ şin karakteristik bir özelliğini oluşturan toplum sal farklılaş­ mada artış belirli biyolojik ilkelerle karşılaştırılabilir. Evrim ­ ci skalada, ilk ortaya çıkan organizmalar basit bir yapıya sa­ hiplerdi; ancak yerlerini zamanla daha üst derecede iç işlevsel uzmanlaşma sergileyen organizm alara bıraktılar. “İşlevlerin­ de uzm anlaşm a arttıkça, organizm anın evrimci skaladaki dü­ zeyi yükselir.”40 Bu açıklam a D urkheim ’m işbölüm ünün geniş­ leme ve bu genişlem enin ahlâkî düzenle ilişkisi analiziyle pa­ ralellik içindedir. İşbölüm ünde farklılaşm anın önem ini analiz etmek için, daha az gelişmiş toplum ların organizasyon ilkele­ rini “gelişm iş” toplum ların organizasyonunu düzenleyen ilke­ lerle karşılaştırm am ız gerekir. Bu karşılaştırm a toplum sal dayanışm anın doğasındaki de­ ğişimleri ölçm eyi gerektirir.4' Toplum sal dayanışma tıpkı her ahlâkî olgu gibi doğrudan ölçülem ediğinden, ahlâkî dayanış­ manın biçim indeki değişmeyi ölçm ek için “içsel olgunun ye­ rine onu sim geleyen bir dış indeksi (fa it ex térieu r) geçirm e­ miz gerekir”.42 Böyle bir indeks hukuk kurallarında bulunabi­ lir. İstikrarlı bir toplum sal hayat biçim inde ahlâk kuralları n i­ ‘W The Division o f L a b o u r in Society, s. 4 1 ; (F r. baskı), s. 3. *1

Bkz. J . H. S. Hayward, “Solidarisı syndicalism ; D urkheim and Duduit”, S ocio­ logical Review, c. 8 ,1 9 6 0 , kısım 1 & 2 , s. 1 7 -3 6 ve 18 5 -2 0 2 .

^2

The Division o f L abo u r in Society, s. 64.

131

hayetinde hukuk kuralları biçim ini kazanacaktır. Bazen alışı­ lagelmiş davranış biçim leri ve yasalar arasında çatışm alar olsa bile, D urkheim ’a göre bu çatışm alar istisnadır ve sadece yasa­ lar “aruk mevcut toplum un durum una uygun dûşmeyip, aksi­ ne varlıklarını böyle yapmak için herhangi bir neden olm aksı­ zın alışkanlığın gücüyle sürdürdüklerinde”43 ortaya çıkar. Bir hukuk kuralı, yaptırım içeren bir davranış kuralı olarak tanım lanabilir ve yaptırımları iki tem el tipe ayırmak m üm kün­ dür. “Baskıcı” yaptırım lar ceza hukukuna aittir ve bireye, ihla­ li nedeniyle bazı cezaların uygulanmasını içerir. Bu tür yaptı­ rım lar özgürlük hakkından yoksun bırakm a, acı çektirm e, iti­ bar kaybı vb.’ni içerir. “Telafi edici/onarıcı” yaptırımlar, ilişk i­ nin yasa ihlal edilmeden önceki hâline getirilm esini, ihlal edi­ len bu ilişkinin yeniden tesisini gerektirir. Bu yüzden, kişi bir başkası yüzünden zarar gördüğünü iddia etliğinde, hukukî sü­ recin am acı, iddiası kanıtlandığı takdirde iddia sahibinin bir birey olarak uğradığı kaybı tazmin etm ektir. Bu tür bir davayı kaybeden birey çok az itibar kaybına uğrar veya hiç uğramaz. Bu uygulama m edenî hukuk, ticaret hukuku ve anayasa huku­ kuyla ilgili çoğu alanda tipiktir. Cezalandırıcı hukuk, bir “su ç” teşkil eden ihlal türüyle iliş­ kili b ir h u k u ktu r. Su ç, toplum un ü yelerinin “genel olarak onayladığı” duyguları ihlal eden b ir edimdir. Ceza hukuku­ nun yaygın ahlâkî tem elinin göstergesi onun genel karakteri­ dir. Telafi edici hukuk örneğinde, hukukî sorum luluğun her iki yönü de -y ü k ü m lü lü k ve ihlalin cezalan d ırılm ası- tipik olarak kesin bir biçim de tanımlanır. Ceza h u ku ku nda, aksin e, sadece yaptırım lar öne çık ar fakat yaptırım lara tekabül eden yü kü m lülükler konusund a hiçbir şey söylenm ez. Ceza hu ku ku , bir başkasının hayatına saygı­ yı em retm ez, sadece katili idam eder. O söze, m edeni h u ku k­ ta olduğu gibi, “şu görevdir” diye başlam aktan ziyade “şu ce­ zadır" diyerek başlar.44 43

The Division o f L a b o u r in S ocieıy , s. 65.

44

The Division o f L a b o u r in Society, s. 6 5 ; (F r. b askı), s. 41.

132

D urkheim ’a göre, cezalandırıcı hukukta ahlâkî yüküm lülü­ ğün doğasının açıkça tanım lannıam asının nedeni açıktır: Her­ kes onu bilir ve onaylar. Belirli bir toplum un adalet sistem inde ceza hukukunun hâ­ kimiyeti, zorunlu olarak, güçlü bir k o le k tif vicdanı, toplum un üyelerinin paylaştığı inanç ve duygulan gerektirir. Ceza ön ce­ likle bir ihlale karşı duygusal bir tepkiyi içerir. Bunun göster­ gesi, toplum un her zaman suçluyla sınırlı kalmamasıdır: Çoğu kez tamamen masum olm alarına rağmen, suçlu tarafla yakın bağı olanlar -ö rn eğ in akrabalar veya arkadaşlar- da cezalandı­ rılır, zira onlar kusurlu faille ilişkileri yüzünden “kusurludur­ lar”. Ö zellikle ilkel toplum larda ceza kör, refleks benzeri bir tepki biçim indedir; ancak ceza hukukunun temel ilkesi daha gelişmiş toplum biçim lerinde karakterini korur. Çağdaş top­ lumlarda, cezalandırıcı yaptırım ların sürdürülm esi konusunda sunulan çoğu gerekçede ceza sadece caydırıcı bir unsur ola­ rak düşünülür. D urkheim ’a göre, gerçekte ceza caydırıcı bir unsur olsaydı hukuk cezayı suçun cazibesine göre değil, su ç­ lunun suç işlem e dürtüsünün gücüyle ilişki içinde uygulaya­ caktı. “Canilerin cinayet işlem e eğiliminde olmaları gibi, soy­ guncular da kuvvetli b ir soym a eğilimi içindedir...; ancak katil yine de soyguncuya göre daha katı yaptırım lara tâb id ir.”45 Ceza böylece, (suçun failini göz önünde bulundurarak) suçun bedelinin ödetilm esi unsurunu alıkoyar ve (toplum un) bir in­ tikam edimi olarak kalır, “intikam ını aldığımız şey, suçlunun bedelini ödediği şey, bizzat ahlâkın ihlalidir.”46 Bu yüzden, cezanın temel işlevi, k o le k tif bilin ci/vicdanı onun kutsallığını sorgulayan edim ler karşısında korum ak ve güç-

45

T he Division o f L abo u r in Society, s. 89. D urkhcim , yine de, kendi argüm anı­ nın ana eğilim i konusunda önem li bir açıklam a yapar: Belirli loplum lann h u ­ kuklarında yaptırım alım a alınanlara benzer biçim de derinlere kök salm ış ah­ lâki duygular vardır -D u rk lıeim buna örnek olarak evladını kurban etmeyi verir. Nitekim ko lektif duyguların güçlü olm ası “su ç ”un varlığının tamamen yeterli bir koşulu değildir: “O nlar aynı zamanda kesin olm alıdır... çok kesin b ir pratiğe göre... eeza yasaları netlikleri ve kesinlikleri bakım ından olağanüs­ tü olsalar bile, salt ahlâki kurallar genellikle bir ölçüde bulanıktır”, s. 79.

46

Tlıc Division o f Lal>our in Sociely, s. 89.

133

lendirm ektir. Daha basit toplum larda, k o le k tif vicdanın ortak inanç ve duygularının temel örneği olarak sadece din vardır. Din “her şeyi kapsar, her yere uzanır” ve sadece dinsel olgu­ ları değil, “ahlâk, hukuk, siyasal organizasyon ilkeleri ve halta b ilim i...”47 de düzenleyen iç içe geçm iş bir inançlar ve pratik­ ler topluluğunu içerir. Tüm ceza hukuku başlangıçta dinsel bir çerçeve içinde yer alır; öte yandan, en ilkel toplum biçim ­ lerinde hukuk tam amen cezalandırıcıdır.48 İç b ü tü nlükle ilgili tem el bağların “m ekan ik dayanışm a” üzerine kurulduğu toplum lar parçalı veya gevşek parçalar top­ lam ından oluşan toplum lardır: Yani iç organizasyonları ba­ kım ınd an birbirin e o ld u kça b en zer siyasal-ailevî grupların (klanların) bir araya gelm esinden oluşurlar. Bir bütün olarak kabile, “toplum u” oluşturur; zira kültürel bir birliktir: F ark ­ lı klan gruplarının üyeleri aynı ortak inançlar ve duygula­ ra bağlıdır. N itekim toplum un herhangi bir parçası diğerle­ ri için daha büyük bir kayıp yaratmadan ortadan kaybolabilir; toplum daha ziyade, basit biyolojik organizmalara benzer b i­ çim de, üniter bir yapıya sahiptir veya kendine yeten parçalar toplamından oluşabilir. İlkel, parçalı toplum larda, genellikle düşük bireyselleşm e düzeyinin özel bir yanı olarak, mülkiyet komünaldir. M ekanik dayanışmada, toplum tüm üyeleri tara­ fından paylaşılan güçlü inançlar ve duyguların hâkimiyetinde olduğundan bireyler arasındaki farklılaşmaya çok az yer oldu­ ğu söylenebilir; her birey bütünün küçük bir evrenidir. “M ül­ kiyet, gerçekte, kişinin şeyler üzerindeki doğal bir uzantısıdır. Bu yüzden, k olek tif kişiliğin tek başına var olduğu yerlerde m ülkiyetin de kolektif var olması kaçınılm azdır.”49 47

The Dtvision o fL a b o u r in S ociely , s. 135; (F r. baskı), s. 105.

48

T he Divisioıı o f L aboıtr in Socicty, s. 138.

49

The Dtvision o f Labou r in Society, s. 179; (Fr. baskı), s. 154-155. Durkheim , son­ raki bir yayımda, devletin gelişim inin belirli bir toplumun genel evrimiyle mut­ laka paralellik sergilemediğini vurgular. Nispeten ilkel bir toplum çok gelişmiş bir devlete sahip olabilir. Durkheim 'ın buradaki analizi Marx’ın “Doğu despo­ tizmi" tartışmasına b en zer D urkhcim ’a göre, bu tür toplumlarda “topluluğun şeyler üzerindeki mülkiyet hakkı, böylece kendini inşa edilmiş olarak bulan üst bir şahsiyete bölünmeden aktarılır.” (T h e Division o f L abour in Sociely, s. 180.)

134

Organik dayanışmanın gelişmesi Cezalandırıcı hukukun yerini giderek telafi edici hukukun al­ ması toplum un gelişm işlik düzeyiyle ilgili tarihsel bir eğilim­ dir: Toplumsal gelişme düzeyi arttıkça adalet yapısı içinde telafi edici hukukun nispi oranı artar. Cezalandırıcı hukukta karşımı­ za çıkan temel unsur -su çu n bedelinin ceza karşılığında öden­ mesi anlayışı- aruk telafi edici hukukta yer almaz, ikinci hukuk tipinin toplumsal dayanışma biçim i, netice olarak, ceza huku­ kunun dayanışma biçim inden farklı olm ak zorundadır. T ela­ fi edici hukuk gerçekte farklılaşmış bir işbölümünü gerektirir. Çünkü ya bireylerin özel mülkiyet üzerindeki ya da kendilerin­ den farklı konum daki bireyler üzerindeki haklarını içerir. T oplum ik i örn ek te farklı özellik sergiler. İlkinde [m ekanik dayanışm alı toplum d a], toplum adını verdiğim iz şey grubun tüm üyeleri için ortak, az veya ç o k örgütlü inan çlar ve duy­ gular bü tü n ü d ü r: Bu k o le k tif tiptir. Ö te yan dan , ik in ci ö r­ nekte ilişkili olduğum uz toplum [dont nous sommes so lid a ries], belirli ilişk iler içinde b ir b ü tü n lü k kazanan farklılaşm ış ve özel b ir işlevler sistem id ir.50

İkinci toplum sal bütünlük biçim i “organik dayanışm a”dır. Burada dayanışm anın kaynağı, basitçe ortak inanç ve duygular topluluğunun kabulü değil, işbölümü içinde işlevsel karşılık­ lı bağım lılıktır. M ekanik dayanışmanın toplum sal bütünlüğün ana tem elini oluşturduğu yerde, k o le k tif bilin ç “bireysel bilin­ ci” tamamen kuşatır “ve bu yüzden bireyler arasında özdeşliği gerektirir. Aksine, organik dayanışma bireyler arasında inanç ve eylem lerin özdeşliğini değil, fa rk lılığ ın ı gerektirir. Bu yüz­ den, bireyciliğin artışı organik dayanışmanın gelişim i ve işbö­ lümünde genişlem eyle ilişkilidir. Bu sorun D urkhcim tarafından ayrıntılı olarak analiz edilir ve cezai yapıınm lan n yoğunluğu ve niteliğindeki çeşitliliklerle ilişkilendirilir, “Deux lois de l’évo­ lution pénale", Année sociologique, c. 4, 18 9 9 -1 9 0 0 , s. 65-95. 50

Tlie Division o f L abou r in Society, s. 129; (Fr. baskı), s. 9 9 (Köşeli parantez bana aittir).

135

O rganik dayanışm anın gelişim i, zorunlu olarak k o le k tif b i­ lin cin /vicdan ın önem inde azalm ayla ilişkilidir. Fakat yaygın ortak inanç ve duygular kom pleks toplum larda tam amen or­ tadan kalkmadığı gibi, sözleşm eye dayalı ilişkilerin ahlâkî n i­ teliklerini kaybettikleri ve bu ilişkilerin basitçe her bireyin “kendi en iyi çıkarlarının” peşinden koşm asının bir ürünü o l­ duğu iddiası da doğru değildir. D urkheim burada ilk yazıla­ rında geliştirdiği temayı tersine çevirir ve onu özellikle T ö n nies’in G esellsch aft kavram ını eleştirm ekle kullanır. D urkheim’ın /şbö/ümıi’ndeki eleştirisinin hedefi Herbert Spencer’dır, ancak polem iğinin özü aynıdır. Her bireyin sadece kendi çı­ karlarının peşinden koptuğu bir toplum kısa sürede dağıl­ maya m ahkûm dur. “Ç ıkardan daha az sabit bir şey yoktur. Bugün beni seninle birleştirir, yarın düşman kılar.”51 D urkhe­ im, sözleşm eye dayalı ilişkilerin genellikle işbölüm ünde ge­ nişlem eyi artırdığını itiraf eder. Ne var ki, sözleşm eye dayalı ilişkilerin gelişm esi sözleşm eleri düzenleyecek norm ların ge­ liştirilm esini g erektirir; bü tü n sözleşm eler belirli b u yru kla­ ra göre düzenlenir. Işbölüm ündeki karm aşıklaşm aya rağm en, toplum kısa dönem de sözleşm e anlaşm aları kaosuna düşmez. Durkheim burada, ilk kez T ö ıın ies’e referansla bulunarak bir noktayı yeniden vurgular: “N itekim ne inançlara dayalı bir toplumu sadece ahlâkî karaktere sahip bir şey olarak n e de iş­ birliğine dayalı bir toplum u ekonom ik bir gruplaşmadan iba­ ret görebiliriz.”52 Faydacı teori çağdaş toplum lardaki ahlâkî dayanışmanın te­ m elini açıklayam adığı gibi işbölü m ü n d ek i artışın n ed en le­ ri teorisi olarak da hatalıdır. İkinci anlamda faydacı teori, uz­ manlaşmadaki artışı çeşitlilik ve mübadelenin sağladığı maddi refah artışına bağlar. Bu anlayışa göre, üretim arttıkça insan­ ların ihtiyacı daha fazla karşılanır ve m utlulukları daha çok artar. Durkheim , bu konum a karşı farklı argümanlar geliştirir. Bu argümanların en önem lilerinden biri, tezin am pirik düzey­ de basitçe hatalı olduğudur. Modern insan için daha önceden 51

T he Division o f L a b o u r in Society, s. 204.

52

T he Division o f L abo u r in Society. s. 2 2 8 ; (F r. baskı), s. 208.

136

bilinm eyen çeşilli hazlar söz konusu olsa bile, bunlar daha ön ­ ceki loplum biçim lerinde yer almayan farklı acı kaynaklarıyla dengelenir.53 Çağdaş toplumlarda intiharın sıklık düzeyindeki artış bunun bir örneğidir. M elankolik intihara azgelişm iş top­ lumlarda hem en hem en h iç rastlanmaz. Oysa çağdaş toplum ­ daki yeri, toplum sal farklılaşm anın kaçınılm az olarak genel m utluluk düzeyinde artışa yol açm am asm dandır.54 Bu yüzden, işbölüm ündeki genişlem enin açıklam ası başka yerde aranm alıdır. İşbölüm ündeki genişlem enin parçalı tipte toplumsal yapının çözülüşüyle el ele gittiğini biliyoruz. Bunun gerçekleşmesi için ilişkilerin, daha önceki toplumlarda rastlanmayan bir biçim de, birbirinden bağımsız grupların b ir araya gelmesiyle şekillenm esi gerekir. Bu toplumların farklı hayat ve inanç biçim leri bir kez karşılıklı ilişkiler içine girdiğinde, bütün grupların izole hom ojenliği bozulur, ekonom ik ve kültürel alış­ veriş canlanır. Böylece işbölümü “yeterli düzeyde ilişki içinde olan daha fazla bireyin birbirine eddleri ve tepkimeleriyle” ar­ tar.55 D urkheinı, bu ilişki sıklığını ahlâkî veya “dinam ik” yo­ ğunluk olarak adlandırır. Açıkçası bireyler arasında çeşitli ilişki­ lerin gelişmesi bazı fiziksel ilişki biçim lerinden kaynaklanmalı­ dır. Başka deyişle, dinamik yoğunluğun artışı esasen nüfusun fi­ ziksel yoğunluğundaki artışa bağlıdır. Böylece şu genel önerm e­ ye ulaşabiliriz: “İşbölüm ü toplum lann hacmi ve yoğunluğuy­ la doğru orantılıdır ve bunun nedeni toplumların hacimlerinin düzenli olarak artması ve genellikle giderek büyümesidir.”56 53

Burada D urkhcim intihar üzerine daha önceki m akalesindeki vurgusunu tek­ rarlar. Bkz. bu kitabın 128. sayfasındaki 3 2 . dipnot.

54

The Division o f Lobouı in Society, s. 24 9 . İlkel toplum larda. “bir insan kendini hayatını kötü gördügû için değil, aksine ilişkili ideal kurban olm ayı gerektir­ diği için öldürür...” (s. 2 4 6 ). Bu. kuşkusuz Durkheinı’ın daha sonra özgeci in­ tihar olarak adlandırdığı kategoriye girer.

55

T he Division o f L abo u r in Society, s. 257.

56

The Division o f Lal>our in Society, s. 2 6 2 ; (F r. baskı), s. 244. D urkhcim bunun kısm i istisnaları olduğunu kabul eder: Örneğin geleneksel Çin veya Rusya. Burada “işbölüm ü toplum sal hacim le orantılı olarak gelişm em iştir. Gerçekte, yoğunluk aynı zamanda ve aynı derecede artmadığı sürece, hacim de artış ü s­ tünlüğün zorunlu bir göstergesi değildir..." The Division o f Lııboıır in Society, s. 22 8 ; (F r. baskı), s. 243.

137

Durkheim’m buradaki yorumu çoğu kez S osyolojik Yöntemin Kuralları’nda ifade edilen “toplumsal olguların indirgemeci bir biçim de açıklanamayacağı” ilkesinden sapmanın belirtisi olarak görülmüştür. Durkheim’m bu konuda kendini rahatsız hissetti­ ği görülmektedir ve bu ikinci çalışmada fiziksel ve dinamik yo­ ğunluk arasında kurulan önceki ilişki bir ölçüde gözden geçi­ rilir.57 Ancak aslında Durkheim ’m T oplum da İşbölümü’nde sos­ yolojik bir açıklama sunduğu yeterince açıktır: Fiziksel yoğun­ luk sadece ahlâkî veya dinam ik yoğunluğa dönüştüğü sürece önem lidir ve burada açıklayıcı faktör toplumsal ilişkilerin sık­ lığıdır. Daha ikna edici bir örnek, D urkheim ’m yan Darwinci bir çerçeve içinde, çatışmuyı işbölümünde genişlemeyi hızlan­ dıran bir mekanizma olarak analiz etmeye çalışırken “biyolojik" bir açıklamaya başvurduğu iddiasıdır. Durkheim’a göre, Darvvin ve diğer biyologlar, var olma mücadelesinin aynı tipten organiz­ malar arasında şiddetli olduğunu göstenniştir. Bu çatışma, organizmalann birbirlerinin varlıklannı sürdürmelerine engel olma­ dan yan yana yaşayabilecekleri tamamlayıcı bir uzmanlaşma-ya­ ratma eğilimindedir. İşlevsel farklılaşma farklı tipten organiz­ maların bir arada yaşabilmelerini mümkün kılar. Durkheim ’a göre, benzer bir ilke insan toplumuna da uygulanabilir: İnsanlar aynı yasaya tâbidir. Aynı ken tte, farklı m eslek ler kar­ şılık lı olarak birb irin e zarar verm eden bir arada yaşayabilir, zira farklı am açlara ulaşm aya çalışırlar. A sker, askeri zafer; rahip, ah lâkî o to rite; devlet adam ı, iktidar; işadam ı, servet; bilgin, b ilim sel ün peşinde koşar.58

Bireycilik ve anomi D urkheim , işlevsel ve nedensel analiz ayrım ını geliştirirken artık çalışm asının başlangıçtaki itici gücünü oluşturan sorula­ rı cevaplandırabilecek konum dadır, tşbölüm ündeki farklılaş­ 57

Bkz. Rules o f the Sociological M ethod, s. 115. (Sosyolojik M etodun K uralları, çev. Enver Aytekin, Sosyal Yayınlan, 1994.]

58

The Division o f L a bo u r in Society, s. 2 6 7 .

138

m anın toplum da k o le k tif bilincin/vicdanın yaygınlığında azal­ maya yol açtığından em in olabiliriz. Bireyciliğin gelişm esi işbölüm ündeki genişlem enin kaçınılm az bir parçasıdır: Birey­ cilik sadece ortak inançlar ve duyguların gücünün zayıflam a­ sı pahasına gelişebilir. Nitekim k o le k tif bilin ç/vicdan “giderek, bize artan bireysel farklılıklar için açık kapı bırakan çok genel ve muğlâk düşünce ve duygu biçim leri yaratabilir”.59 Güçlü bir ahlâk! konsensüsün toplumsal bütünlük için zaruri oldu­ ğunu varsayanların bakış açısından da anlaşılacağı üzere, m o­ dern toplum lar bu yüzden düzensizliğe düşm ezler. G erçek ­ te, çağdaş toplum larda, bu bütünlük biçim inin (m ekanik da­ yanışm anın) yerini giderek yeni bir bütünlük biçim i (orga­ nik dayanışma) alır. Fakat organik dayanışm anın işleyişi, fay­ dacı teoride yapıldığı gibi yorumlanamaz; çağdaş toplum hâlâ ahlâkî bir düzendir. G erçekte, k o le k tif bilin cin “güçlenip daha da kesinlik kazandığı” bir alan vardır: “Birey k ültü.”60 “Birey kültü"nün gelişm esi sadece çoğu toplum sal hayat alanı laikleştigi için m üm kündür. O, geleneksel k o le k tif bilinç/vicdan b i­ çim iyle karşıtlık içindedir: Ortak inanç ve duyguları içerirken, m odern toplumda bu inançlar ve duygular kolektiviteden zi­ yade bireyin değeri ve önem ine odaklanır. “Birey kültü” işbölüm ündeki genişlem enin ahlâkî tam am layıcısıdır, ancak içerik bakım ından geleneksel ahlâkî topluluk biçim lerin d ek in d en oldukça farklıdır ve yalnız başına çağdaş toplum lardaki daya­ nışm anın tek tem elini oluşturamaz. Birey kültü, ... kesinlikle o rtak inanç olarak ad landınlabilecek b ir şeydir; ne var ki, ilk olarak, diğer in an çlan n çöküşüyle m üm kün olabi­ lir ve neticede bu çöken inançlar çokluğunun etkilerini yarata­ maz. H içbir şey onun yerini alamaz. Ayrıca toplum tarafından paylaşıldığı sürece ortak bir şeyse de, asıl gayesi bireydir.61

Bu noktada D urkheim ’ın analizi açık bir problem le yüz yü­ zedir. İşbölüm ünde artış toplumsal bütünlüğün bozulmasıyla 59

Tlıe Division o f Ltıbour in Society, s. 172; (F r. b askı), s. 1 4 6 -1 4 7 .

60

T he Division o f L ah oıır in Society, s. 172.

61

T h e Division o fL a b o u r in Society, s. 1 7 2 ; (Fr. baskı), s. 147.

139

zorunlu olarak ilişkili değilse, modern ekonom ik dünyanın bu kadar açık bir özelliği olan çatışm alar nasıl açıklanabilir? D urkheim , sermaye ve ücretli em ek arasında gelişen sın ıf çatışm a­ sının, işbölüm ündeki sanayileşm eden kaynaklanan genişlem e­ ye eşlik ettiğini kabul eder. Yine de bu çatışm anın doğrudan işbölüm ünün sonucu olduğunu varsaymak yanlıştır. G erçek­ te çatışm anın kaynağı, ekonom ik işlevlerdeki ayrışm anın ge­ çici olarak uygun ahlâki bir düzenin gelişm esinin önüne geç­ mesidir. İşbölüm ü her yerde iç bütünlük üretm ez, çünkü anomik bir durum içindedir.62 Yani sermaye ve ücretli em ek ara­ sındaki ilişki, gerçekte faydacı teoride ahlâkî açıdan ideal o l­ duğu düşünülen duruma y a k la ş ır ; sözleşm elerin oluşturulm a­ sında düzenleme çok azdır veya hiç yoktur. Fakat bunun top­ lumu götüreceği yer kronik sın ıf çatışmasıdır. G erekli ahlâkî d üzenlem enin b ir bedeli olarak, sözleşm eye dayalı ilişk iler baskıcı gücün dayatmasıyla belirlenm e eğilimindedir. D urkheim bu durumu “zorunlu işbölüm ü” (la division du travail contraiıü e) olarak adlandırır. O rganik dayanışma farklı m eslekler arasındaki ilişkileri düzenleyen norm atif kuralları gerektirir, ancak norm atif kurallar bir sın ıf tarafından diğerine tek taraf­ lı olarak dayatıldığında organik dayanışma sağlanamaz. Bu ça­ tışmalar sadece işbölüm ü yetenekler ve kapasitelerin dağılım ı­ na göre düzenlendiği ve daha üst mesleki konum lar ayrıcalık­ lı bir sınıfın tekelinde olmadığı takdirde önlenebilir. “Toplum ­ daki bir sın ıf çalışm asının karşılığını alm akta zorlandığında, bir başka sın ıf -k e n d i tasarrufu altındaki, ancak m utlaka özel bir üstünlüğe sahip olmadığı kaynaklara bağlı o la ra k - bu du­ rumdan kazançlı çıkabilir; İkincisi ilki üzerinde hukuken hak­ sız bir üstünlüğe sahip tir.”63 Bununla ilişkili mevcut durum geçicidir. Fırsat eşitsizliğinin ( “dışsal eşitsizlik”) giderek azalması işbölüm ündeki gelişmeye 62

D urkheim "an o m i" terim ini Guyau’dan alm ış görünm ektedir, bkz. bu k i­ tabın 126. sayfasındaki 2 6 . dipnot. Ancak Guyau, "dinsel an om i” terim ini D urkheim 'ın “birey kültû“nc yakın bir anlam da kullanır.

63

T h e Division o f L abo u r in S ocicly , s. 384. Durkheim 'ın bu konudaki görüşleri­ ne ilişkin tartışma için bkz. bu kitabın 3 5 2 -3 5 6 . sayfalan.

140

eşlik eden tarihsel b ir eğilimdir. D urkheim ’a göre, bunun n e­ denini görm ek kolaydır. Dayanışmanın esasen inanç ve duy­ gulara dayandığı ilkel toplum larda, yetenek ve fırsat eşitliği için araç olmadığı gibi böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Ancak işbölüm ünün bireyselleştirici etkileri, daha önce açığa çıkm a­ yan özel insani y etilerin giderek gerçeklik kazanabilm esi ve böylece, bireysel olarak kendini ifade etme yönünde bir baskı yaratması anlam ına gelir: Bu yüzden, işbölümünün, sadece kendiliğinden olduğu süre­ ce ve bu kendiliğindenligin derecesine bağlı olarak dayanış­ ma yarattığını söyleyebiliriz. Fakat kendiligindenlik ile, ba­ sitçe özel ve açık bir şiddetin olmamasını değil, aksine dolay­ lı bir biçimde bile olsa, her bireyin bizzaı kendi içinde taşı­ dığı toplumsal gücü özgürce kullanmasını engclleyebilen bir şeyin olmamasını anlamamız gerekir. Bu, sadece belirli işle­ rin bireylere zorla yapunlmamasmı değil, aynı zamanda hiç­ bir faktörün onların toplumsal bir çerçeve içinde kendi kapa­ sitelerine uygun bir konumu işgal etmelerini engellememesi­ ni gerektirir.64

64

The D ivision o f L abo u r in S ocicly , s. 3 7 7 ; (F r. b askı), s. 3 7 0 .

141

6 Durkheim'ın Sosyolojik Yöntem Anlayışı

D urkheim ’ın so syo lo jisin in tem elini T oplu m da İşbölü m ü ’nde g e liştirile n fik irle r o lu ştu ru r ve o n u n so n ra k i y a z ıla rın ın bü yü k bir k ısm ı ilk kez bu çalışm ada ele alm an tem aların açım lam alarıdır. Bunu en açık biçim de onun 20. yüzyıla geç­ m eden hem en önce yayım lanan iki tem el çalışm asında gör­ mek m üm kündür: S osy o lojik Yöntemin K u ralları (1 8 9 5 ) ve in ­ tih a r ( 1 8 9 7 ) . D u rk h eim , S o sy o lo jik Y öntem in K u r a lla n ’n d a T oplu m da fşböiümü’ndeki temel kabulleri açar. İntihar'm ko­ nusu ilk bakışta T oplum da Işbölümü’nünkinden tam amen fark­ lı gibi görünse de, ilk kitabın temaları gerçekten de ikinci kitaptakilerle -h e m D urkheim ’ın düşüncesi hem de daha genel düzeyde toplum sal ahlâkla ilişkili sorunlar üzerine 19. yüz­ yıldaki yazılar bak ım ın d an - iç içe geçm iştir. 19. yüzyılın so n ­ larından itibaren b irço k farklı yazar in tih an genel ahlâkî sorunlann analiz edilebileceği özel bir problem alanı olarak gör­ m üştür. D urkheim ’ın /ntihar’daki analizi bu yazarlann çalış­ m alarına dayanır; hareket noktasının kaynağı ise bir ölçüde T oplum da İşbölü m ü ’n d e ortaya konulan, farklı toplum biçim le­ rinin ahlâkî düzenleriyle ilgili genel sonuçlardır.

143

İntihar problemi D urkheim ’ın intihar konusuna ilgisi ve konu üzerine kapsamlı literatürle tanışıklığı 1 8 9 7 ’den kısa bir süre öncesine dayanır. 18 8 8 ’de şöyle yazar: “İntihar oranlarında istikrarlı bir artışın, her zaman organik toplum koşullarında ani ve ciddi bir deği­ şikliğin delili olduğu, yeterince kesindir.”1 D urkheim ’ın fntiJıcır’daki asıl amacı, özel bir olguyu ayrıntılı olarak analiz ede­ rek çağdaş toplum lardaki bu ahlâkî boşluğun doğasını belgele­ m ektir. Buna ayrıca m etodolojik bir amaç eklenm elidir: Sos­ yolojik yöntem i prim a fa c ia (ilk bakışta) tamamen “bireysel” bir olgu olarak görünen b ir şeyi açıklam akta kullanm ak. Tem el hareket noktası, intihar üzerine yazmış daha önceki birçok yazardan oluşturulm uşsa da D urkheim ’m hareket n o k ­ tası, intihar oran ları dağılım ının açıklanm ası ile bireysel inti­ har örneklerinin nedenlerinin araştırılması arasında kesin ana­ litik bir ayrım yapılması gerektiği düşüncesidir. 19. yüzyılda istatistikçiler, bir toplum daki intihar oranının, özellikle belir­ li periyodik dalgalanm alar içinde, yıllara göre tipik istikrarlı bir dağılım sergilediğini gösterm işlerdir. Onlara göre, intihar oranları örüntülerinin istikrarlı bir dağılım sergileyen coğrafi, biyolojik veya toplumsal olgulara bağlı olması gerekir.2 Durkheim , intihar oranları dağılım ının muhtem el açıklam aları ol­ duklarına itiraz ederek ilk iki faktörü ayrıntılı olarak tartışır.3 Ona göre, intihar oranlan örüntülerini açıklam ak için üçüncü tip bir faktöre, toplum sal etkenlere bakılması gerekir. Batı Avrupa ü lk e le rin d e k i in tih a rla rın d ağılım ı in tih a r oranları ve m ezhepler arasında yakın ilişkiler olduğunu gös­ terir: Katoliklerin çoğunlukta olduğu bütün ülkelerde intihar oranlan Protestan ağırlıklı ü lkelere göre daha düşüktür. In1

“Suicide et natalité, étude de statistique m orale”, s. 447.

2

D urkheim 'm Intihar'da araştırm alarında yararlandığı intihar ve toplumsal o l­ gular arasındaki tüm istatistiksel korelasyonlar gerçekte daha önceki yazarlar tarafından oluşturulm uştur. Şu m akalem e bkz. “The suicide problem in French sociology", British Jo u rn a l o f S o cio lo g y , c. 1 6 .1 9 6 5 , s. 3-18.

3

Suicide, s. 5 7 -1 4 2 . [intihar, çev. Ö zer Ozankaya, İmge Kitabevi. 1992.1

144

tihar oranlarındaki bu sürekli farklılık iki m ezhebin intiha­ ra y a k la şım la rın a göre açıklanam az: zira ikisi de intihara k e­ sinlikle karşıdır. D urkheim ’a göre bu farklılığın cevabı daha genel düzeyde, yani iki K ilisenin toplum sal organizasyonun­ daki farklılıklarda aranm alıdır, ikisi arasındaki en açık fark­ lılık, Protestanlığın özgür araştırm a ru hunu n g eliştirilm esi­ ne dayanm asıdır. K atolik kilisesi, o toritesi dinsel dogmayla ilgili konularda bağlayıcı olan geleneksel rahiplik hiyerarşi­ si etrafında şekillenm iştir; aksine Protestan birey Tanrı karşı­ sında yalnızdır: “ibadet eden kişi gibi rahip için de kendisi ve vicdanından başka h içbir kaynak y oktu r.”4 D urkheim ’ın de­ yim iyle, Protestanlık Katolikliğe göre “daha zayıf bütünleşm e içindedir”. Buradan, Katolikliğin “koruyucu etki”sini açıklam akla baş­ vurulması gereken, özellikle dinle ilişkili hiçbir şey olmadığı sonucu çıkartılabilir; başka deyişle, toplum un diğer kesim le­ rinde de bütünleşm e derecesi ve intihar oranlan arasında ben­ zer bir ilişki vardır. D urkheim bu ilişkinin gerçekte var oldu­ ğunu tespit eder. Bekârlar genellikle benzer yaştaki evli insan­ lara göre daha yüksek intihar oranları sergiler ve intihar ile aile birim inin büyüklüğü arasında ters orantılı bir ilişki vardır -ailed e çocukların sayısı arttıkça intihar oranı düşer. Bu iliş­ ki intihar ve m ezhep arasındaki ilişkiyle paralellik sergiler: bu örnek, intihar ile aile yapısındaki bütünleşm e derecesi arasın­ daki ilişkinin bir ölçüm ünü sağlar. İntihar oranlan ile toplum ­ sal bü tü nleşm e düzeyi arasındaki benzer bir ilişkin in varlı­ ğı oldukça farklı bir bağlamdan örnekle kanıtlanabilir. İntihar oranları ulusal siyasal kriz ve savaş dönem lerinde azalır: savaş­ ta intihar oranları sadece silahlı kuvvetlerde değil, her iki cin ­ siyetten sivil yurttaşlar arasında da düşüktür. 5 Bunun nedeni, siyasal krizler ve savaşların, belirli olaylara katılm a düzeyinde­ ■t

Silicide, s. 1 6 0 -1 6 1 . D urkheim , Anglikanizmin bunun kısm en bir istisnası ol­ duğunu kabul eder; ancak İngiltere'de intihar oranları diğer Protestan ülkele­ re göre daha düşüktür.

5

D urkheim 'a göre, bu ö rneklerden h içb irin d e in tih ar oran ların d aki düşüş, savaş dönem lerinde resm î belgelerin daha az kesin olm asıyla açıklanam az: Silicide, s. 2 0 6 -2 0 8 .

145

ki artış nedeniyle, “en azından bir sûre için toplumda kuvvetli bir bütünleşm eye yol açm asıdır”.6 N eticede, toplum sal bütünleşm e ve intihar arasında - t o p ­ lu m u n analiz edilen özel ku ru m sal k esim lerin d en b ağım ­ s ız - genel bir ilişki vardır: Yani, “intihar bireyin bir parçasını oluşturduğu toplumsal grupların bütünleşm e derecesiyle ters orantılıdır”.7 N itekim , bu intihar biçim i “bencil intihar” olarak adlandırılır ve “bireysel benliğin toplum sal benliğe karşı ve onun pahasına öne çık tığ ı...” bir durumun sonucudur.8 Ben­ cil intihar özellikle çağdaş toplum lara özgüdür; ancak çağdaş toplum larda sadece bu tür intiharlara rastlanm az, ik in ci bir intihar tipinin kaynağı D urkheim ’ın T oplum da İşbölü m ü ’n d e biraz ayrıntılı olarak tartıştığı bir olgudur: ekonom ik ilişkile­ ri karakterize eden anom ik ahlâkî düzensizlik durumu. Bunun indeksi in tih ar oranları ve m eslekî yapı arasındaki korelas­ yondur. Durkheim , intihar oranlarının sınaî ve ticarî m eslek­ lerde tarımsal m esleklerdekinden daha yüksek olduğunu be­ lirtir. Ayrıca, tarım -dışı m esleklerde intihar oranları ve sosyo-ekonom ik düzey arasında ters yönlü bir ilişki vardır: inti­ har oranı sürekli yoksulluk çekenlerde en düşük ve durumu ço k iyi olan ve serbest m esleklerde çalışanlarda en yüksek dü­ zeydedir. Bunun nedeni, yoksulluğun bizzat bir iç ahlâkî kısıt­ lama kaynağı olm asıdır: istikrarlı ahlâkî bir düzenlem eden en az etkilenenler alt-orta düzeydeki mesleklerdir. Anom i ve in ­ tihar arasındaki ilişki, ay nca, D urkheim ’m T oplu m da tşbölüm ü'nde anom ik sm aî durum un bir sonucu olarak ele aldığı bir başka olguyla gösterilebilir: ekonom ik krizler. E konom ik çö ­ küntü dönem lerinde intihar oranları belirgin bir artış gösterir. Bu durum sadece ilgili ekonom ik yoksunluk dönem iyle açık­ lanamaz, zira burada intihar oranları ekonom ik refah dönemlerindekine benzer bir artış eğilim i sergiler. Ekon om ik dön­ güde gerek yukan gerek aşağıya doğru dalgalanmaların genel­ de ortak özelliği, alışılagelm iş yaşam biçim leri üzerinde yıkı­ 6

Suicide, s. 2 0 8 ; (F r. baskı), s. 22 2 .

7

Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 223.

8

Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 223.

146

cı bir etkiye sahip olm alarıdır. Maddi yaşam koşullarında ani bir düşüş veya yükseliş yaşayanlar alışılagelen beklentilerinin zorlaması altındadırlar. Sonuçta anom ik bir ahlâki düzensizlik durumu ortaya çıkar. Bu yüzden an o m i, tıp k ı b en cillik gibi, günüm üz m odern topltunlarındaki im iharlard a etk ili sabit ve özel bir fa k tö r­ dür: an om i y ıllık tahm ini oranı besleyen kaynaklardan b iri­ dir.9 D urkheim ’m b en cil ve anom ik intihar arasındaki farklar konusundaki açıklam aları her zaman net değildir ve bu muğ­ laklık bazı yorum cuları iki intihar tipinin D urkheim ’ın anali­ zinde birbirinden anlam lı biçim de ayrılamayacağım varsaymaya itm iştir.10 A ncak D urkheim ’m açıklam ası daha genel düzey­ de T op lu m da İşbölü m ü bağlam ında d ik katlice okunduğunda bu varsayımı sürdürm ek güçleşir. D urkheim ’a göre, ben cil in ­ tihar açıkçası çağdaş toplum larda “birey kültü”nün gelişim iy­ le ilişkilidir. P rotestanlık diğer toplumsal hayat alanlarında ta­ mamen laikleşm iş olan m o d em ahlâkî bireyciliğin d insel ön ­ cüsü ve tem el kaynağıdır.11 Bu yüzden, bencil intihar “kişilik kültü”nün bir ürünüdür: “İnsanın insanlığın T an n sı olduğu” yerde bencillikte belirli b ir gelişm enin olm ası kaçınılm azdır: “E lbette b irey cilik m utlaka b en cillik dem ek değildir, an cak yine de ona yakındır; biri yayılmadan diğeri harekete geçm ez. Böylece, bencil intihar ortaya çık ar.”12 Ö te yandan, anom ik in ­ tiharın kaynağı, özellikle modern sanayinin tem el kesim leri­ ne ait ahlâkî düzenlem elerin yokluğudur. D urkheim ’a göre, anomi kadar anom ik intihar da “p atolo jik ”tir ve bu yüzden çağdaş toplum larm kaçınılm az bir özelliğidir.13 Yine de, bencil 9

Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 2 8 8 . Bu fikirlerin psikolojik teoriyle ilişki için ­ de geliştirilm iş bir hali için bkz. A. Giddens, “A typology o f su icid e". Archives européennes d e socio lo g ie, c. 7 ,1 9 6 6 , s. 2 7 6 -2 9 5 .

10 Barclay Jo h n so n , “D urkhcim ’s one cause o f su icid e", A m erican S o cio lo g ical Reviciv, c. 3 0 . 19 6 5 , s. 8 7 5 -8 7 6 . 11 D urkheim ihm al edilen, ancak önem li çalışm ası L'évolution p éd a g o g iq u e en fr o n c e ’da (Paris, 1 9 6 9 ) bu noktayı açıklar. 12 Suicide, s. 3 6 4 ; (F r. b askı), s. 4 1 6 . D

Durkheim , ileri doğru bir değişim sürecine giren toplum larda asgari düzey­ de bir anom inin gerekli olduğuna inanır. “Gelişm e ve ilerlem eyle ilişkili her

147

ve anom ik intihar arasında, özellikle bireysel intihar düzeyin­ de yakın bir ilişki vardır. “G erçekle, bencil bireylerin bir ölçü­ de benzer düzensizlik eğilim ine sahip olmaları neredeyse kaçı­ nılm azdır; zira toplum dan koptukları için onları düzen içinde tutacak yeterli bir güç yoktur.”14 G eleneksel toplum larda intihar bencil ve anom ik intiharlar­ dan farklı bir biçim kazanır: bu farklılık, doğrudan, T oplum da işb ö lü m ü n d e ana hatlarıyla ortaya konulan modern toplum bi­ çim inden farklı toplum lardaki organizasyon biçim lerine bağ­ lanabilir. G eleneksel toplum larda karşılaşılan bir in tih ar ti­ pinde, belirli koşullarda kişinin kendini öldürmesi bir görev­ dir. Kişi kendini öldürür, çünkü bunu yapmakla yükümlüdür. Bu “m ecbur! özgeci intihar”dır. Belirli bir m ecburiyet içerm e­ yen, aksine intiharın belirli onur ve prestij kurallarının gelişi­ miyle ilişkili olduğu başka özgeci intihar türleri vardır (örne­ ğin, “seçm e hakkı içeren özgeci intihar”). Bununla beraber, iki özgeci intihar türü de -h ay atın ı k olek tif bir değer uğruna kur­ ban edecek bireyin eylem lerine hâkim o la n - güçlü bir kolektif bilince dayanır.

"Dışsallık" ve "kısıtlayıcılık" In lih ar'd a ortaya konu lan g örü şler D u rk h eim ’ın so sy o lo jik yöntem anlayışının verim liliğinin özellikle güçlü bir delilidir. D urkheim lntihar'ın tem el hareket noktasını şöyle özetler: H erhangi belirli b ir anda, toplum un ahlâkî yapısı iradi ö lü m ­ lerin ö nk oşu lu nu oluştu ru r. Bu yüzden, h er insanı ken d ine zarar verm eye iten , belirli m iktarda en erji içeren k o lek tif bir güç vardır. İlk bakışta sadece ku rbanın tabiatım yansıtır gö­ rü nen edim leri gerçekte bu edim lerin dışsal ifadesi olan top­ lum sal b ir koşulun tam am layıcı bir parçası ve uzan tısıd ır.15

ahlâkîlik, böylece belirli düzeyde anom iyi gerektirir", S u icide, s. 3 6 4 , (F r. baskı), s. 417. 14 Suicide, s. 2 8 8 , (F r. b askı), s. 3 2 5 . 15

148

Suicide, s. 299.

D urkheim ’a göre, bu tespit psikolojin in intiharın açıklan ­ masıyla ilişkisiz olduğunu gösterm ez: psikologun asıl katkısı, intihar edimiyle ilişkili toplum sal koşullar içinde (örneğin, bir anom i durum unda) yer aldıktan durumlarda bireyleri yönlen­ diren özel güdüler ve koşulları araştırm aktır. Durkheim , me­ todolojik görüşlerini en sistem atik biçim de S o sy o lo jik Yönte­ min K u ra lla n ’n d a ifade etse de, burada geliştirilen yaklaşım ın kaynağının doğrudan T oplum da İşbölüm ü ve Intihar’d a ele al­ dığı temel araştırma konulan olduğunu düşünür. “Betim ledi­ ğimiz yöntem basitçe uygulamalarımızın bir özetidir.”16 S osy o lojik Yöntemin K u ralları'nın başlıca tem alarından biri, sosyolojinin ilgi-alanm ın açıklanm ası ve araştırma alanının sı­ nırlandırılm ası gerekliliğidir. Durkheim yazılarında, sosyoloji­ nin -sistem atik am pirik araştırmalardan ziyade ap rio ri ilkeler­ den m antıksal olarak türetilen düşüncelere dayalı, heterojen tam kapsayıcı bir genellem eler karışım ından o lu şa n - “felsefi” bir disiplin olarak kaldığını ısrarla vurgular. Sosyoloji, Durkheim ’ın întihar'm başındaki ifadesine göre, “hâlâ sistem kurma ve felsefi sen tez aşam asındadır. O , toplum sal alan ın s ın ır­ lı bir bölüm üne ışık tutm ak yerine parlak genellem eleri tercih etm ektedir...”17 Bu disiplin, açıkça, bazı açılardan toplum için­ deki insanla ilgilenir: ancak, “toplum sal” kategorisi çoğu kez çok gevşek b ir biçim de kullanılır. O halde, “toplum sal” olarak sınırlandırılabilecek ve böylece örneğin “biyolojik ” ve “psiko­ lo jik ” kategorilerden ayrılabilecek olgular kategorisinin özel karakteristikleri nelerdir?18 Durkheim’ın toplumsalı tanımlama çabası onun ünlü “dışsal­ lık” ve “zorlayıcılık” (contrainte) kriterlerine dayanır. Durkheitn’m argümanı hakkında farklı yorumlar yapılsa da, onun bu­ 16 “La sociologie en France au X IX e siècle". Revue bleu e, c . 13. 19 0 0 , s. 6 4 9 . D urkheim a y n ca S o s y o lo jik M etodun K u r a lla n ’n d a , burada ön erilen yön te­ m in “kuşkusuz içerim geregi yalanlarda yayımlanan tşböfümû'nde yer aldığı­ n ı" ifade eder. 17 Suicide, s. 35. 18 P arsons, D urkhcim 'ın toplum sal “olgu" terim ini toplum sal “fenom enlere" denk bir şey olarak kullanm asıyla ilgili ep istcm olojik b ir karışıklığa işaret eder (Parsons, s. 4 1 -4 2 ).

149

radaki konumu yeterince açıktır. Toplumsal olguların bireylere “dışsal”lığmın iki anlamı vardır. İlk olarak, her insan zaten belli bir organizasyon veya yapıya sahip ve kendi kişiliğini koşullan­ dıran süregelen bir toplum içinde dünyaya gelir: “Kilise üyesi dinsel inanç ve pratikleri dünyaya geldiğinde hazır bulur; ken­ disinden önce mevcut olm alan bu inançlar ve pratiklerin bire­ yin dışında var olduklarını gösterir.”19 İkinci olarak, toplumsal olgular, herhangi bir bireyin sadece bir toplumu meydana ge­ tiren ilişkiler bütünlüğü içindeki bir element olması anlam ın­ da bireye “dışsal”dır. Bu ilişkiler belirli bir bireyin özel yaratı­ sı değildir, aksine bireyler arasındaki birçok etkileşimin sonu­ cunda oluşur. “Düşüncelerimi ifade etmekte kullandığım işaret­ ler sistem i, borçlanm ı ödemekte kullandığım para sistem i, ticari ilişkilerimde kullandığım kredi araçları, mesleğimde izlediğim pratikler, vb. onları kullanmamdan bağımsız olarak işlerler.”20 Durkheinvın burada “birey” terimini birden çok anlamda kul­ landığına birçok kez dikkat çekilmiştir. Bazı bağlamlarda Durkheim (varsayımsal) “yalnız birey”den, faydacı teorinin hare­ ket noktasını oluşturan asosyal bir varlıktan söz eder görünür; başka zamanlarda, terimi “özel” bir bireyi -so m u t toplum un kanlı canlı bir ü y esin i- anlatacak biçim de kullanır.21 Ancak gerçekte, D urkheirriın kısm en polem ik amaçları bakım ından, "birey" teriminin farklı anlamları arasında yapılabilecek aynm önemli değildir. Durkheirriın tezinin asıl ağırlık noktası, ister yukarıda belirtilen isterse başka anlamlarında “birey”den hare­ ket eden hiçbir teori veya analizin, toplum sal olguların özellikle­ rini başarıyla kavrayamayacağı düşüncesidir. Başka deyişle, D urkheirriın buradaki ayrımı kavramsaldır. Bu ayrımın bir ölçüde D urkheim ’ın toplumsal “olgulari’ı vur­ gulam aktaki ısrarı nedeniyle bulanıklaşııgı doğrudur; ancak, “d ışsallığın ” am pirik bir k riter olm adığı açık olsa gerektir. 19

Les regies d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 2.

20

Les regies de la m éth od e sociolog iqu e, s. 2.

21

Krş. Harry A lperi, Emile D urkheim and h is S ociolog y (N ew York, 1 9 3 9 ), s. 1 3 5 -1 3 7 ; Parsons, s. 3 6 7 -3 6 8 ; Guy Aimard, Durfehcim et la scien ce écon om iqu e (Paris, 1 9 6 2 ), s. 26 -3 1 .

150

Böyle olsaydı, toplum un lüm bireylere dışsal olarak varoldu­ ğu gibi saçm a bir sonuca ulaşılacaktı: bu, D urkheim ’ın söz­ leriyle, “bizlere yüklendiğinde sahip olabileceğim iz açık bir saçm alıktır.”22 D urkheim , çoğu kez, “toplum sadece bireyler­ den oluşur”23 sözünü vurgular. Ancak burada, kimyasal ele­ m entler ile onların bileşim lerinden oluşan maddeler arasında­ ki ilişkiye benzer bir paralellik kurulabilir: Toplum sal olgular açısından bu kadar kolay kabu l edilem ez olarak değerlendirilen şey diğer doğa alanlarında kolayca kabul edilir. Bazı elem entler bir araya gelerek ve böylece bileşim leriy­ le yeni fenom en ler ürettiklerinde, bu yeni fenom enlerin, asıl elem entler içinde değil, aksine o n lan n birleşm eleriyle oluşan bütü nlük içinde yer aldıkları açıktır. C anlı h ü cren in m ineral parçacıklarından başka bir şeyi ihtiva etm em esi gibi toplum da bireylerden başka bir şey ihtiva etmez; ve ancak, hayatın karak­ teristik bir fenom eni için hidrojen, oksijen , karbon ve nitrojen atom ları içinde kalm ak açıkça im kânsızdır... Bu ilkeyi sosyolo­ jiy e uygulayabiliriz. Eğer, söyleyebileceğim iz gibi, her toplum u meydana getiren ken din e has bu sentez bireylerin zihinlerinde yer alanlardan farklı yeni fenom enler üretiyorsa, gerçekte bu olguların kendi parçaları, yani üyeleri içinde değil, bizzat onla­ rı üreten toplum içinde yer aldıklarını kabul etm em iz gerekir.24

Durkheim’m toplumsal olguların doğasını belirlem ekle kul­ landığı ikinci kriter am p irik tir: ahlâkî “zorlayıcılık”. Burada ko­ nuya Durkheim’m “babalık” örneğiyle başlamak uygun olacak­ tır. Babalık bir anlamda biyolojik bir ilişkidir: bir erkek üreme yoluyla “baba olur”. Ancak babalık ayrıca toplumsal bir feno­ mendir: bir baba, gelenekler veya yasalara göre, evlâdına belirli biçim de davranmakla yükümlüdür, kuşkusuz aynı kural onun ailesindeki diğer üyeler için de geçerlidir. Bu eylem tarzları il­ 22 Suicide, s. 3 2 0 . 23

Yani bireyler ve o n lan n inşa ettikleri eserler. Fizik nesneler ancak toplum da­ ki insanlar onlara bir tür önem atfettikleri takdirde toplum sal önem e sahip­ lerdir. Les rég lés d e la m éth od e sociologiqu e, s. 1 vd.

24 L es réglés d e la m éth od e sociologiqu e, s. xlvii-xlviii; (lng. baskı) s. xvi-xvii.

151

gili birey tarafından yaratılm az, aksine onun diğer erkekler­ le ortak ahlâkî yüküm lülüklerinin bir parçasıdır. Birey bu yü­ küm lülüklere karşı çıkabilse de, bu davranışları yaparken onla­ rın kendini zorladığını ve böylece zorlayıcı karakterlerini ken­ disine onaylattıklarını hisseder: “Bu kurallardan kendimi kur­ tarabildiğimde ve rahatlıkla çiğneyebildigimde bile, her zaman onlarla mücadele etm ek zorundayım. Nihayetinde üstesinden geldiğimde bile, onlar bana zorlayıcı güçlerini gösterdikleri di­ renişle hissettirirler.”25 Bu kuşkusuz, tüm bir zorlayıcı birim ­ ler aygıtı (örneğin polis, m ahkem eler) tarafından yaptırım al­ tına alınan yasal yüküm lülükler konusunda yeterince açıktır. Ancak, yüküm lülüklere itaati pekiştiren, yasalarda belirtilm e­ miş pek çok farklı yaptırım biçim i vardır. Bununla beraber, D urkheim yüküm lülüklere uym anın, na­ diren, kuralları çiğn eyen lere uygulanan yaptırım k ork u su ­ na dayandığını ısrarla vurgular. Çoğu durumda, bireyler yü­ küm lülüğün m eşruluğunu kabul eder ve bu yüzden onun zorlayıcılığm ı bilinçli olarak hissetm ezler: “Onlara tüm kalbim ­ le uyduğumda, bu zorlam ayı ÇcoerciLion), hiç değilse bile hafif­ çe hissederim, çünkü baskıya gerek yoktur. Ancak zorlayıcılık yine de bu olguların ayrılmaz bir özelliğidir, bunun kanıtı di­ renmeye kalkıştığımda onun kendini açıkça gösterm esidir.”26 D urkheim ’m zorlayıcılığın önem ine vurgusunun hedefi fay­ dacılıktır. Çünkü ahlâkî yüküm lülük iki yönlüdür, ikinci yön, onun tem elini oluşturan düşüncenin (kısm en bile olsa) kabul edilmesi gerekliliğidir. Durkheim , daha sonra, bu noktayı sü­ rekli olarak yanlış anladığını belirtir: Z orlayıcılıgı toplum sal olgu ların en kolay fark ed ileb ilecek ve bireysel p sikolojiyle ilişkili olgulardan kolayca ayırt ede-

25

Les réglés d e la m éthode sociologique, s. 3. D urkheim bu kriteri uygularken, W eber’in “âdet” olarak adlandırdığı şeyi -alışkanlığa dayalı olan, ancak n or­ m atif olarak göz yumulmayan ya da m ahkûm edilmeyen d avranışı- sosyolo­ jin in alanına dahil eder ve böylece gerçekte W cb cr’lc daha benzer bir sonuca ulaşır. Krş. 11. bölüm : “Toplum sal ilişkiler ve toplumsal davranış yönelim i" alt başlığı.

26

Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 2; (lng. baskı), s. 4.

152

b ilecek dış g ö sterg e si olarak aldığım için, fiziksel zorlayıcılıgın toplum sal hayatın tem eli olduğunu varsaydım . G erçekte onu n içind e asla -tam am e n ideal o la n - içsel ve derinlere kök salm ış b ir olgunun maddi ve açık bir ifadesinden başka bir şey görm edik: bu olgu alılâlıî otoritedir.27

Açıklayıcı genellemelerin mantığı D urkheim , S osy o lojik Yöntemin K u ralları'n m ik in ci baskısına “G iriş” yazısında, kitabın belki de en ünlü önerm esine, “top­ lum sal olgu ları şey ler o la r a k alın" tezine yöneltilen eleştirile­ ri cevaplandırır.28 Bu postüla açıkçası sosyolojik olm aktan çok m etod olojiktir ve D urkheim ’ın Com te’dan devraldığı "bilim le­ rin gelişm esi" anlayışı temelinde anlaşılmalıdır. Bütün bilim ­ ler, kavramsal açıdan kesin ve am pirik açıdan sağlam bir di­ siplin olarak ortaya çıkmadan önce, esasen dinde tem ellendi­ rilen ham ve oldukça genel fikirlerden ibarettir: “...düşünce ve düşünüm onları sadece yöntem li bir biçim de kullanan bi­ limden ön ce gelir.” Ancak, bu fikirler asla sistem atik bir bi­ çim de sm anm am ışlardır: “olgulara sadece ikincil düzeyde ör­ nekler veya doğrulayıcı kanıtlar olarak başvurulur”.29 Bu bilim -öncesi evre am pirik yöntem in kullanılm asıyla sona erer, salt kavramsal tartışmalarla değil. Bu, m uhtem elen, doğa b i­ lim lerinden ziyade sosyal bilim lerde önem lidir, zira sosyal bi­ lim lerin incelem e konusu bizzat insan etkinliğidir ve n etice­ de toplumsal olguları temel gerçeklikten yoksun şeyler (birey­ sel iradelerin yaratısı) olarak veya aksine, zaten tamamen b ili­ nen bir şey olarak alma yönünde güçlü bir eğilim vardır: nite­ kim , dem okrasi, kom ünizm gibi sözcükler sanki kesin olarak bilinen olguların adlarıymış gibi serbestçe kullanılırken, ger­ çekte “onlar, bizde hiçbir şey uyandırmayan, aksine karışık fi­ 27

T he E lem entary F orm s o f the Rcligious Life, s. 2 3 9 ; (F r. baskı), s. 298. [Dini H ayatın İlk el Biçim leri, çev. Fuat Aydın, Ataç Yayınlan, 2005.1 Krş. Raymond Aro, M ain C urrents in S ociolog ical Thought (Londra, 1 9 6 7 ), c. 2, s. 63-64.

2 8 L es réglés d e la m etlw de sociologiqu e, s. 14. 29

Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 14-15.

153

kirler, belirsiz izlenim ler, önyargılar ve duygular yum ağıdır”.30 Toplum sal olguları "şeyler" olarak alın önerm esi bu eğilim le­ re karşı geliştirilir. Bu yüzden, Durkheim toplum sal olguları sadece doğal gerçeklik dünyasıyla özdeşleştirir -z ira ona göre, doğadaki nesnelerde olduğu gibi, toplumsal olguların özellik­ leri doğrudan sezgiyle bilinem ez ve bireysel insan iradesi ta­ rafından şekillendirilm ez. “G erçekte, bir 'şey'in en önemli ka­ rakteristiği, basil iradî bir çabayla değiştirilm esinin im kânsız­ lığıdır. Aslında şey bütün değiştirm e çabalarına direnç göster­ mese bile, tek bir iradi edim onda değişiklikler yaratmak için yetersizdir... Zaten toplumsal olguların bu karakteristiğe sahip olduklarını görm üştük.”31 Toplum sal olguların şeyler olarak alınm ası, yani n esn el­ lik ilkesinin sürdürülebilm esi araştırm acının toplum sal ger­ çeklik karşısında tam bir tarafsızlık içinde olm asını gerekti­ rir. Bu, araştırm acının belirli bir araştırm a alanına tamamen "açık zih in "le yaklaşm ası gerekliliğinden ziyade onun araş­ tırmaya çalıştığı şeyler karşısında duygusal olarak tarafsız bir tutum benim sem esi gerekliliğini anlatır.32 Bu, a y n ca , balkın düşüncelerinin bu lanık ve değişken term inolojisind en uzak duran, kesin olarak form üle edilm iş kavramları oluşturmaya bağlıdır. Bununla beraber, araştırm anın henüz başında araştır­ dığımız olguya ilişkin sistem atik olarak üretilm iş bilgiye çok az sahip olduğumuz açıktır: bu yüzden, araştırma konum uzu “yeterince doğrudan algılanabilecek ölçüde dışsal” özellikle­ re göre kavram laştııarak ilerleriz.33 Durkheim T oplum da Işbölümü’nde, örneğin suçun kapsam ını cezaî yaptırım ların “dışsal k a ra k te rin e bakarak belirlem eye çalışır. Fakat bu sadece daha doyurucu bir suç kavramı geliştirm enin bir aracıdır: yani, suç 30

Les règles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 22.

31

Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 28 -2 9 .

32

Durkheim şu uyarıda bulunur: “Sınanan önerm elerle ilişki içinde, çok fazla yansızlık çaba ve düşüncede sürekliliği önleyecek ciddi bir handikaptır", “Sur le totém ism e". AnnCe sociolog ie, c. 5, 1900-1, s. 89.

33

Les règles d e la m éth od e sociologiqu e, s. 3 5 . Bkz. Roger Lacomhe’nin etkili ana­ lizi: L a méthode sociologique d e D urkheim (Paris, 1 9 2 6 ), s. 6 7 vd.

154

ortak inançlar ve duygulara ters bir edim dir.34 Bu yaklaşım , bir fenom enin yüzey niteliklerine daha temel özellikler paha­ sına fazlaca yer verdiği için eleştirilebilir. D urkheim , "dışsal karakteristikler1^ dayalı bir tanımın -sad ece “şeylerle bağlantı kurm ak” için o lu ştu ru lan - bir başlangıç tanım ı olduğunu be­ lirterek bu eleştiriye itiraz eder.35 Böyle bir kavram, araştırm a­ yı gözlenebilir olgulardan başlatmayı m üm kün kılarak, alana bir giriş sağlar. Durkheim ’m sosyolojide açıklam a ve ispatın mantığıyla ilgi­ li Lespiıleri onun toplum sal olguların tem el karakteristikleriy­ le ilgili analiziyle yakından ilişkilidir. Toplum sal olguları açık­ lamakta kullanılabilecek iki yaklaşım vardır: işlevsel ve tarih­ sel yaklaşım. Toplum sal bir olgunun işlevsel analizi, “incele­ nen olgu ile toplumsal organizmanın genel ihtiyaçları arasın­ daki uygunluğu ve bu uygunluğun neleri içerdiğini belirlem e­ yi g erektirir...” “lşlev”i psikolojik “am aç veya hedeften ayır­ mamız gerekir, zira toplum sal olgular g en ellikle ü rettikleri kullanışlı so n u çlar için var olm azlar”.36 Bireyleri toplum sal etkinliklere katılm aya yön elten güdüler veya duygular çoğu örnekte bu etkinliklerin işlevleriyle aynı değildir. Toplum bi­ reysel güdülerin basit bir toplamı değil, aksine “kendine has karakteristiklere sahip özel bir gerçeklik”lir: buradan hareket­ le, toplumsal olguların bu güdülere göre açıklanam ayacagı so­ nucuna ulaşılır. D urkheim ’a göre, toplum sal işlevin belirlenm esi söz konu­ su toplumsal olguların “n için ” var olduklarının bir açıklam ası­ nı sağlamaz. Bir toplum sal olguyu üreten nedenleri onun top­ lum içinde sahip olduğu işlevden ayırabiliriz. İşlev ve neden arasında açıklayıcı bir kapanmanın bulunduğunu varsayan bir girişim, D urkheim ’a göre, nihai nedenler tem elinde ereksel bir toplumsal gelişm e açıklam asına yol açar. Nihai nedenler teme­ linde bir "açıklam a" D urkheim ’m T oplum da İşbölümü ve întih ar'da eleştirdiği hatalı bir m uhakeme biçim ini gerektirir: 34

Les réglés de la m eth a d e sociologique, s. 33-36.

35

Les réglés d e la m éth o d e sociologique, s. 42.

36

Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 95.

155

N itek im , C om te insan türünü n tüm ilerleyici gü cü nü “her koşul altında insanı sü rek li olarak kendi durum unu iyileştir­ meye iten ” bu tem el eğilim e bağlar; ve Spencer bu gü cü daha büyük m utluluk ihtiyacıyla ilişkilend irir... A ncak bu yöntem oldu kça farklı iki m eseleyi birbirin e karıştırır. Şeylere sahip olm a ihtiyacım ız onlara varlık kazandıram az, ne de onların özel doğasını bu ihtiyaç kazandırır.37

Bu yüzden, belirli bir Loplumsal olguya yol açan nedenler bu olgunun yüklendiği her tür toplum sal işlevden bağım sız olarak belirlenm elidir. Uygun m etodolojik süreç, ayrıca, n e­ denlerin işlevlerden ön ce belirlenm esidir. Bunun sebebi, bir fenom ene varlık kazandırabilecek nedenlerin bilgisinin, belir­ li koşullar altında, onun m uhtem el işlevleri konusunda bazı kavrayışlara ulaşmamızı sağlamasıdır. D urkheim ’a göre, neden ve işlevin bağımsız karakteri ikisi arasında karşılıklı ilişki ol­ masını engellemez. “E tki, kuşkusuz, nedeni olm aksızın varolamaz; ancak, neden de aynca etkiye ihtiyaç duyar. Etki ener­ jisin i nedenden alır; ancak aynı zamanda, bazen nedeni ha­ rekete geçirir ve neticed e y ok oluşunun etk ilerin i gösteren neden olm adan ortadan k alk m az.”38 Nitekim. D u rk h eim ’ın T oplu m da Işbölümû’nde yaptığı betim lem ede, “ceza”mn var­ lığı, nedensel olarak, güçlü k olek tif duyguların yaygınlığına bağlıdır. Cezanın işlevi bu duyguların aynı yoğunlukta sürm e­ sini sağlamaktır: İhlaller cezalandırılmadığı takdirde toplum ­ sal birlik için gerekli bu duygu gücünü sürdürem eyecektir.

Normallik ve patoloji S osy olojik Yöntemin K u rallan 'n ın temel bir bölüm ü toplumsal patolojinin bilim sel kriterlerin i belirlem eye ayrılır. D urk-heim’ın buradaki tartışm ası ilk m akalelerindeki konuların doğ­ rudan açılım ıdır ve gerçekte onun tüm düşüncesi için büyük önem e sahiptir. Çoğu sosyal teorisyen, D urkheim ’m ifadesiy37

Les règles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 8 9 -9 0 .

38

Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 9 5 -9 6 .

156

le, bilim sel önerm eler (olgusal ifadeler) ve değer ifadeleri ara­ sında kesin m antıksal bir ayrım olduğuna inanır. Bu anlayış­ ta, bilim sel veriler am açlara ulaşm akla teknik bir “araç” ola­ rak hizm et edebilir, ancak bu am açların geçerliliği bilim sel iş­ lem lerle gösterilem ez. D urkheim bu Kantçı dûalizm i, bu düalizmin gerektirdiği “araçlar”/“am açlar” ayrım ının gerçekte ger­ çekleştirilem ey eceğ ini d üşünerek reddeder. D urkheim için , soyut dikotom ik “araçlar ve am açlar ayrım ı”, daha som ut bir biçim de genel felsefedeki faydacı toplum m odelinde cisim leşenlere benzer hatalar içerir: yani, hem insanların kullandıkla­ rı “araçlar” hem d e izledikleri “am açlar” som ut olarak üyesi ol­ dukları toplum biçim inin bir sonucudur. Her araç bir başka bakış açısından bizzat bir amaçtır; zira, bir aracın işleyebilmesi için onunla ulaşılmaya çalışılan amaç kadar amaçlanması gerekir. Her zaman belirli bir hedefe gö­ türecek farklı yollar vardır; bu yüzden, onlar arasında bir seçim yapılması gerekir. Bilim en iyi hedefin seçilmesin­ de bize yardımcı olamıyorsa, ona ulaşmayı sağlayacak en iyi araçlar konusunda bizi nasıl bilgilendirebilecektir? Niçin, en ekonomik olan en hızlı sonuca götürene, en emin olan en basit olana (veya bunların aksi) tavsiye edilmelidir? Bilim bize nihai hedefleri (fins supérieures) belirlemede yol gösteremiyorsa, araçlar olarak adlandırdığımız bu ikincil ve alt he­ defler örneğinde de aynı ölçüde güçsüzdür.39 A raçlar ve am açlar d ikotom isi, D urkheim ’a g öre, biyo lo ­ jid e k i “n o rm allik ” ve “p ato lo ji” ayrım ını düzenleyen ilkele­ re benzer ilkeler uygulanarak çözülebilir. D urkheim , sosyo­ lojide patoloji tespitinin özellikle çözümü güç problem ler ya­ rattığını kabul eder. D urkheim bu nedenle önceden kullan­ dığı m etod olojik ilkeyi uygulamaya çalışır: toplum sal alanda neyin normal olduğu evrenselliğin “dışsal ve algılanabilir bir karakıeristigi”ne göre belirlenebilir. Başka deyişle, norm allik, 39

Les réglés de la m éth od e sociologiqu e, s. 4 8 ; (ln g. baskı) s. 4 8 . Bu, W eb erin il­ gili görüşlerine ö rtük bir eleştiri olarak, Strauss'un vurguladığı b en zer bir noktadır: Leo Strauss, N atural Riglıl an d H istory (Chicago, 1 9 5 3 ), s. 41.

157

başlangıç olarak, bir toplumsal olgunun belirli tipte toplumlarda yaygınlığına bakılarak belirlenebilir. Toplum sal bir fenom e­ ne aynı toplumsal tipte bütün toplumlarda veya çoğunda rast­ lanıyorsa, bu fenomen (daha ayrıntılı araştırm anın evrensellik kriterinin yanlış uygulandığını gösterdiği durum lar dışında) söz konusu toplum tipi için “norm al” olarak kabul edilebilir. Böylece, belirli bir toplum tipi için “genel” olan toplumsal bir olgu, bu genelliğin ilgili toplum sal tipin işleyiş koşullan içinde bulunabileceği gösterildiği takdirde “norm al”dir. Bu T oplum ­ da İşbölüm ü’nün temel tezine referansla kanıtlanabilir. Durkheim, bu çalışmada, güçlü bir k o le k tif bilincin varlığının geliş­ miş bir işbölüm üne sahip bir toplum tipinin işleyişiyle bağdaş­ madığını gösterir. O rganik dayanışmanın artan üstünlüğü ge­ leneksel inanç biçim lerinde zayıflamaya yol açar: ancak kesin­ likle, toplum sal dayanışm a işbölüm ündeki işlevsel karşılıklı bağımlılığa daha fazla bağım lı hale geldiği için, k olek tif inanç­ larda zayıflama m odem toplum tipinin normal bir özelliğidir. Ancak bu özel örnekte, başlangıç “genellik” kriteri norm ajligi belirlem enin uygun yolu değildir. M odern toplum lar hâlâ geçiş dönem indedir; geleneksel inançlar, bazı yazarların onla­ rın zayıflamalarının patolojik bir fenom en olduğunu iddia et­ melerine yol açacak kadar önem ini sürdürmektedir. Dolayısıy­ la, geleneksel inançların süregelen genelliği bu örnekte neyin norm al, neyin patolojik olduğunun uygun bir indeksi değil­ dir. N itekim , hızlı toplum sal değişme dönem lerinde, “bütün tip -h e n ü z yeni biçimi içinde istikrar kazanm adan- evrim sü­ recine girdiğinde”, aşılan tipin norm al unsurları hâlâ varlığı­ nı sürdürür. “Bu genelliği geçm işte belirleyen koşullar”! ana­ liz etm ek “ve böylece onların hâlâ mevcut olup olm adıklarını araştırm ak”40 gerekir. Bu koşullar yoksa, söz konusu fenomen “genel” de olsa “norm al” olarak adlandınlamaz. N orm alliğin kriterlerinin belirli genel toplumsal tiplerle iliş­ ki içinde belirlenm esi, D urkheim ’a göre, ahlâk teorisinde tari­ hi bir dizi biricik ve tekrarlanmayan oluşum olarak anlayan­

40

158

Les regles d e la m cth od e sociologitjuc, s. 61.

lar ile tarih-aşırı ahlâk ilkeleri formüle etm ek isteyenler ara­ sında bir yöntem bulm am ızda yardımcı olur. Bu görüşlerden ilkinde genel bir ahlâk ihtimali dışanda bırakılır: İkincisinde, ahlâk kuralları “ilk ve son kez olarak her tür insan için ” for­ m üle edilir. D urkheim ’ın birçok vesileyle kullandığı bir örne­ ği aktarabiliriz. Klasik G rek ken tin e (polis) özgü ahlâkî ideal­ ler dinsel kavramlara ve köleliğe dayalı özel bir hayat tarzın­ da kök salm ıştı: bu dönem e ait ahlâkî ideallerin çoğu artık or­ tadan kalktığı için, onları modern dünyada yeniden canlan­ dırmaya çalışm ak nafiledir. Greklerde, örneğin, bilim ve ede­ biyatla ilişkili bütün dallarda eğitim görm üş lam donanım lı “kültürlü insan” ideali bu toplum un tam amlayıcı bir özelliği­ dir. Ancak bu ideal, işbölüm ünde üst düzeyde uzmanlaşmaya dayalı bir düzenin talepleriyle uyuşmaz. D urkheim ’ın bu konudaki yaklaşım ına yapılabilecek açık bir eleştiri, itaati statü k oy a indirgem esidir, zira bu yaklaşım ahlaken arzulanabilir olanı m evcut bir ilişkiler durumuyla ta­ nım lar görünm ektedir.41 D urkheim bu eleştiriyi kabul etmez; aksine ona göre, toplum sal değişmeyi aktif bir biçim de başa­ rıyla sonuçlandırabilecek bir müdahale sadece toplum sal ger­ çekliğin potansiyel oluşum halindeki kesin bilgisiyle m üm ­ kündür. “G elecek, nasıl okunması gerektiğini bilen için zaten y a z ılm ıştır...”42 A hlâkın bilim sel olarak araştırılm ası, bizim oluş halindeki, ancak hâlâ büyük ölçüde kamusal bilin ce ka­ palı idealleri belirlem em izde yardım cı olur. Bu ideallerin sa­ dece sap k ın lıklar olm ak larını göstererek ve onların tem eli­ ni oluşturan ve gelişm elerine yardımcı olan değişen toplum ­ sal koşulları analiz ederek, desteklenebilecek ve modası geç­ tiği için reddedilebilecek eğilim leri gösterebiliriz.43 Kuşkusuz bilim asla, onun rehberliği olmadan hareket etm e zorunlulu­ ğundan tamamen kurtulm am ızı sağlayacak ölçüde tam olm a­ 41

Eleştiriler bu iddianın hızını kcsm em işıir. D urkheim ilk eleştirilerden üçünü ccvaplandırm ışur: Anne S ociolog ie, c. 1 0 ,1 9 0 5 -1 9 0 6 , s. 3 5 2 -3 6 9 .

42

A.g.e., s. 368.

43

“The determ inaıion o f m oral faets", S o ciolog y an d Plıilosophv (Londra, 19651, s. 6 0 vd.

159

yacaktır. “yaşamamız ve çoğu kez bilim i beklem em iz gerek­ mektedir. Bu tür örneklerde, yapabileceğimiz kadarını yapma­ lı ve elimizin altındaki bilim sel gözlem leri kullanm alıyız..."44 D urkheim ’a göre, kendi bakış açısı benim sendiğinde m an­ tıksal olarak tutarlı bir etik yaratm ayı am açlayan tüm soyut “felsefi” girişim lerin tam amen önem ini yitireceği iddiası yan­ lıştır. “Ahlâkîligin biçim lendirilm ek ve işlem ek için filozofla­ rı beklem ediği” doğru olsa bile, bu durum, ahlâk kurallarının yer aldığı toplumsal çerçevenin am pirik bilgisi dikkate alındı­ ğında, mevcut ahlâk kurallarını değiştirmede felsefi düşünce­ nin bir rol oynamayacağını gösterm ez. Felsefeciler çoğu kez tarihte böyle bir rol oynam ışlardır -fa k a t genellikle bunun b i­ lincinde değillerdir. Bu insanlar evrensel ahlâk ilkelerini açık­ ça seslendirm eye çalışm ışlar, ancak gerçekte, kendi toplum larındaki içk in değişm elerin habercileri ve fikir babalan gibi davranmışlardır.45

44

A .g.e.,s. 67.

45

L e s regles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 71. M arx, suçun yenilikçi karakterim tartışarak, bir ölçüde benzer bir noktayı vurgular.

160

7 Bireycilik, Sosyalizm ve "Meslek Grupları"

Sosyalizm le yü zleşm e T oplu m da tşbölü m ü ’n d e geliştirilen teori ve D urkheim ’ın ilk kez bu çalışmada ele aldığı tem alan geliştirmeye yönelik son­ raki girişimleri kaçınılm az olarak sosyalist öğretilerle doğrudan bir yüzleşmeyle sonuçlandı. Mauss’un ifadesine göre, Durkheim öğrenciyken zaten “bireycilik ve sosyalizm ilişkisi”ni araş­ tırmaya karar verm işti.’ Durkheim bu dönem de Saint-Sim on ve Proudhon’un düşüncelerine yabancı değildi, ancak Marx’in yazılarıyla yeni tanışm ıştı. Buna rağmen, onun sosyalist teori hakkındaki bilgisi T oplum da İşbölümü nü yazdığı dönemde ol­ dukça zayıftı. Kariyerinin başlarında D urkheim ’ı yakından il­ gilendiren sosyalizm türü Schâffle ve K athed ersozialisten * tara­ fından ortaya konulan reformist sosyal demokrasiydi.2 1

M arcel Mauss, Socialism 'in birinci baskısına “G iriş”, s. 32.

( * ) “K aıhedcrsozialistcn” (M asa başı sosyalistleri) ifadesi aşağılayıcı bir biçim de Bism arck'tn sosyal reform larının tem ellerini atan Alman iktisat profesörleri­ ne yakıştırılan bir etikettir. 1 8 7 3 ’ıe bu iktisatçılar Alm anca iktisatçıların önde gelen örgütü Verein für Sozailpolitik'i kurm uşlardır - ç. n. 2

D urkheim , Schâffle’ın çalışm ası Der Soriotem us'la ilgili “Le program m e éco­ n om ique M. Schâffle” adlı bir incelem e yazısı yayımlar: Revue d'économ ique p olitiqu e, c. 2 , 1 8 8 8 , s. 3-7.

161

Dürkheim , gerek T oplum da işbölüm ü ve in tih a rd a , gerekse diğer birçok yazıda çağdaş toplum larda yaşanan krizden söz eder. Bu, T oplum da işbölümü nde açıklandığı gibi, esasen eko­ nom ik köklere sahip bir kriz değildir, ne de ekonom ik önlem ­ lerle çözülebilir. Buradan, D urkheim ’ın, sosyalistlerin önerdiği çoğu program türünün m odern çağda karşılaşılan en önem li problem leri kavrayamadığını düşündüğü ortaya çıkar -b u n la ­ ra ekonom inin m erkezi kontrolü altında gelirin yeniden dağı­ lımı problem i de dahildir. Sosyalizm çağdaş toplum daki ra h at­ sızlığın bir ifadesidir, fakat bu rahatsızlığı aşmak için gerek­ li toplumsal yeniden-inşa sürecinin uygun bir temeli değildir. Durkheim ’ın sosyalizm e karşı tutum u, sosyalist öğretilerin de onların diğer düşünce sistem lerine yaklaşım larını yönlen­ diren analiz türüne tâbi tutulmaları gerektiği kabulüne daya­ nır: yani, sosyalist teoriler kendi kaynaklandıkları toplumsal bağlamlarla ilişki içinde ele alınm alıdır. D urkheim böyle bir analize “sosyalizm ” ve “kom ünizm ” arasında temel bir ayrım yaparak b a şla r.3 K o m ü n ist d ü şü n ce le r, D u rk h eim ’ın te ri­ mi kullandığı anlamda, tarihin birçok dönem inde var olm uş­ sa da, sosyalizm sadece çok yakın bir geçm işin ürünüdür. Ko­ m ünist yazılar Lipik olarak kurgusal ütopyalar b içim in i ka­ zanır: Platon, Thom as M ore ve Campanella’nm çalışm aların­ da farklı kom ünizm örneklerine rastlanabilir. Bu üLopik kur­ guların tem elinde özel mülkiyetin bütün toplumsal kötülük­ lerin anası olduğu düşüncesi yatar. Neticede, kom ünist yazı­ larda, maddi servet birikim i ciddi kısıtlam alarla kontrol altı­ na alınm ası gereken ahlâkî bir tehlike olarak görülür. Kom ü­ nist teoride ekonom ik hayal siyasal alandan ayrıdır: Platonu n ideal toplum unda, örneğin, yön eticiler em ekçiler ve zanaatkârlarm üretim faaliyetlerine hiçbir şekilde karışam azlar, ne de ikinci gruptakiler hüküm etin davranışlarını etkilem e hak­ kına sahiptir. 3

162

D urkheim bu aynm için bazı geçici dilbilim sel kanıtlar bulunduğunu belirtir "Sosyalizm " sözcüğü, “kom ünizm "den farklı olarak, daha yenidir ve ilk ku l­ lanım ı 19. yüzyılın ilk yansına kadar götürülebilir. Sociülism, s. 65 . Bu, kuş­ kusuz, M arx tarafından bilinm ektedir, ancak Marx onlar arasında tutarlı kav­ ramsal bir aynm yapmaz.

Bu ayrılığın ned eni, Platon’a göre, zenginlik ve o nu nla ilişkili her şey in kam usal yozlaşm anın ana kaynağı olm asıdır. O , b i­ reysel b en cillik leri uyandırarak yurttaşları birbirleriyle m ü ca­ deleye iten ve devleti harabeye çeviren iç çatışm alara yol açan şeydir... Bu yüzden, onu kam usal hayatın dışına yerleştirm ek, devleti m ü m k ü n olduğu kadar yozlaşm aya yol açabilecek bir d urum dan uzak tutm ak gerekir.4

Sosyalizm Avrupa toplum larm ın 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılda yaşadıkları toplumsal değişim lerin bir ürünüdür. K o­ münizm siyaset ve ekonom inin birbirinden ayrılm ası gerek­ tiği fikriyle tem ellendirilirken, sosyalizm in özü, D urkheim ’ın terim e yüklediği anlamda, bu ikisinin uzlaştırılm ası gerekti­ ği kabulüne dayanır. Sosyalizmin temel ilkesi, sadece üretimin devletin elinde toplanması gerektiği düşüncesi değil, aynı za­ manda devletin rolünün tamamen ekonom ik olması gerekti­ ği ilkesidir -so sy alist toplumda, ekonom inin yönetim i devle­ tin temel görevidir. Zenginlikten m üm kün olduğu kadar uzak durmaya çalışan kom ünizm genellikle çileci bir karaktere sa­ hipken, sosyalist öğretiler modern sanayi üretim inin h erke­ se bol m iktarda zeng inlik im kânı sunduğu ö n cü lü n e daya­ nır ve genel bolluğa ulaşmak onlan n temel am acıdır. Sosya­ lizm “dağ ın ık h ald eki tüm mevcut ek on om ik işlevlerin v ey a on ­ lardan bazıların ın toplum un yön len dirici ve bilinçli m erkez lerin e bağlanm ası"nı savunur.5 Bu yüzden, sosyalizm in am acı, üretim i toplum un

tüm üye­

lerinin çıkarlarına uygun olarak düzenlem ek vek on trol

et­

m ektir. A ncak D u rk h eim ’a göre, tüketimin m erkezî bir te ­ melde düzenlenm esi gerektiğini savunan hiçbir sosyalist öğ­ reti yoktur: aksine, sosyalistler, her bireyin kendisini birey­ sel olarak ifade edebilm ek için üretim in meyvelerinden yarar­ lanmakta özgür olm ası gerektiğine inanır. Kom ünizm de, aksi­ ne, “kom ünal olan tüketim ve özel kalan ü retim dir”. “Kuşku­ suz,” der Durkheim , “her ikisinde de düzenleme (röglem eııta■î

Socialism , s. 6 8 ; (F r. b askı). Paris, 1928, s. 44.

5

Socialism , s. 5 4 -5 5 ; (F r. baskı), s. 25.

163

tition) olabilir, ancak düzenlem enin karşı yön işlediği belirtil­ melidir. Biri Devlete bağlayarak sanayiyi ahlâkîleştirm eyi, di­ ğeri sanayiden uzaklaştırarak Devleti ahlâkîleştirm eyi am açlar -a n ca k bu aldatıcıdır.”6 Bu analizin T oplum da /şböîûnıü’ndeki analizle ilişkisi a çık ­ ça görülebilir. Kom ünizm , işbölüm ünün sınırlı düzeyde geliş­ tiği toplumlara uygun düşen ve esasen bu tür toplumlarda or­ taya çıkan bir inançtır. Kom ünist teori, her birey veya ailenin evrensel üretici olduğu fikrini alıkoyar; her birey benzer ürün­ ler ürettiği ve bütün görevleri benzer olduğu için, üretim e da­ yalı hiçbir genel iş-birligi biçim i söz konusu değildir. Bu, m es­ leki uzm anlaşm anın çok fazla gelişmediği bir loplum türüdür: Ü top ik olarak, herkes kendi işini uygun olduğunu düşündü­ ğü biçim d e yapar, o sadece aylaklık yapm am akla yü kü m lü ­ dür... H erkes aynı şeyi -h e m e n hem en aynı ş e y i- yaparken, düzenlem eye yön elik h içb ir iş-birliği yoktur. Sadece, kişinin ü rettik leri ken d ine ait değildir. O nu kendi tasarrufu altına alamaz. Ü rettiğini topluluğa getirir ve sadece toplum onü o r­ taklaşa tü k etir.7

Ö le yandan, sosyalizm sadece işbölüm ünün büyük ölçüde geliştiği toplumlarda ortaya çıkan hir teoridir. O modern toplumlardaki patolojik duruma bir tepkidir ve toplum un üretim etkinliğini yeniden organize edecek ekonom ik düzenlem enin başlatılm asını gerektirir. D urkheim ’a göre, sosyalist teorinin ekonom inin devlete tâbi kılın m ası gerektiği anlayışını geliştir­ mediğini anlamamız gerekir; ekonom i ve devlet birbirine ya­ kınlaşabilir, ancak bu bütünleşm e özellikle devletin “siyasal" karakterini bozar. M a ıx ’ın öğretisin d e, örn eğ in , devlet aslında bu haliyle sü r­ m eyecektir -b a ş k a deyişle, devlet, özel bir role sahip olduğu ve üst konum da olan ların , ö z e llik le ticaret ve sanayi kesim indekilerin çık a rla n n ı, tarihsel gelenekleri, yaygın in an çlan ve 6

Socialism, s. 7 0 -7 1 ; (Fr. b askı), s. 47 -4 8 .

7

Socialism, s. 71.

164

dinsel veya bir başka doğayı, vb.’ni temsil ettiği haliyle var ol­ mayacaktır. Günümüzde onun özel alanını oluşturan siyasal işlevler anık bir varoluş nedenine sahip olmayacak ve sadece ekonomik işlevler var olacaktır.8 D urkheim ’a göre, sm ıf çatışm ası sosyalizmin temel öğretile­ rine özgü bir düşünce değildir. Ona göre, kuşkusuz çoğu sos­ yalist -ö z e llik le M a rx - am açlarına ulaşm alan ile işçi sınıfının kaderi arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu düşünür. Ancak D urkheim , burjuvazinin çıkarları yerine işçi sın ıfın ın çık ar­ larını savunm anın gerçekte sosyalizmin üretimi m erkezî ola­ rak düzenlemesi işlevine ilgisi yanında ikincil önem de kaldığı­ nı ifade eder. Sosyalistlere göre, işçi sınıfının durum unu etki­ leyen tem el faktör, onun üretici etkinliğinin b ir bütün olarak toplum un ihtiyaçlarına göre değil, kapitalist sınıfın çıkarlarına göre kullanılm asıdır. Bu tespitten, sosyalistlerin görüşü çerçe­ vesinde, kapitalist toplum un söm ürücü karakterini aşm anın tek yolunun sınıfların tamamen ortadan kaldırılm ası olduğu sonucu çıkar. Ancak sm ıf çatışm ası daha temel hedeflere ulaş­ mayı sağlayabilecek tarihsel bir araçtan ibarettir. Bu yüzden, “işçilerin sayıca artması özel bir am aç değildir; aksine bu artış ekonom ik etkinlikleri toplum un yönetici birim lerine bağlama­ nın zorunlu olarak üretm esi gereken sonuçlardan birid ir."9 Kom ünizm ve sosyalizm birçok noktada belirli karşıtlıklar sergiler. B unu n la beraber, onların birbirlerin e yakınlaştıran önem li bir özellik vardır: ikisi de, bireyin çıkarlarının kolektivitenin çıkarlarının üzerinde olduğu durum ları ortadan kal­ dırmaya çalışır. “İkisi de, bencilliğin özgür oyununun otom a­ tik olarak toplum sal düzen üretm ediği ve k o lek tif ihtiyaçla­ rın bireysel yararlar üzerinde ağırlık kazanm ası gerektiği duy­ gularının baskısı altındadır.”10 Ancak burada bile ikisi arasın­ daki özdeşlik tam olm aktan uzaktır. Kom ünizm bencilliği ta­ mam en ortadan kaldırmaya çalışırken, sosyalizm “sadece tari­ 8

S ocialism , s. 5 7 .

9

Socialism , s. 6 0 ; (F r. b a sk ı), s. 3 3 .

10 Socialism , s. 75.

165

hin özel bir dönem inde kurulm uş büyük ekonom ik girişim le­ rin bireylerin eline geçm esini tehlikeli olarak görür”. " Tarih­ sel olarak, 18. yüzyıldaki kom ünist fikirler patlaması sosyalist teorilerin sonraki gelişim inin habercisi olmuş ve kısm en on ­ larla iç içe geçm iştir. “Bu yüzden, sosyalizm kom ünizm in et­ kisine açıktı; kendi programını sürdürürken onun içinde bir rol oynamayı başardı. Bu anlamda sosyalizm gerçekte kom ü­ nizmin m irasçısıdır, ondan türem ese de, bağımsızlığını sürdü­ rürken onu kendine katm ıştır.”' 2 D urkheim ’m sözleriyle, sos­ yalistleri çoğu kez “ikincili temel alm a” hatasına iten bu zihin karışıklığıdır. Yani, onlar “sadece kom ünizm e temel olu ştu ­ ran genel eğilim lere tepki verir” ve zamanlarının çoğunu işçi­ lerin yükünü hafifletmeye, onların kendi koşulları altında bas­ tırdıkları şeyleri liberalleşm e ve yasal bağışlarla telafi etm e­ ye ayırırlar. Kuşkusuz bu n lar tam am en arzulanm ayan çaba­ lar değildir; fakat sosyalistler “göz önünde tutmaları gereken amaçtan uzaklaşırlar...”13 O nların problemi ortaya koyuş biçi­ mi ilgili sorunların gerçek doğasım görmeyi engeller.14 Ancak D urkheim ’a göre, m odern dünyada sosyalizm tem el ön em ­ de bir harekettir; bunun nedeni, sadece sosyalistlerin -v ey a en azından, onlar arasından Saint-Sim on ve Marx gibi daha sofis­ tike k işilerin - çağdaş toplum un geleneksel toplum sal düzen tiplerinden belirgin biçim de farklı olduğunun bilin cin d e o l­ maları değil, aynı zamanda eski düzenden yenisine geçişin ya­ rattığı krizi aşm ak için gerekli toplum sal yeniden-organizasyonu sağlamayı am açlayan kapsam lı program lar g eliştirm e­ leridir. A ncak, sosyalistlerin önerdikleri politikalar, kısm en doğru olarak teşhis ettikleri sorunun uygun çözüm ünü bul­ mak için yetersizdir.

11

Socialism , s. 75.

12

Socialism, s. 91.

13 Socialism , s. 92. 14 Socialism, s. 104-105.

166

Devletin rolü Dürkheim çağdaş toplum un sınıfsal bir devrimle yeniden dü­ zenlenm esine karşı çıkarken, sınıfsal ayrışm aların ortadan kal­ kışı yönünde belirli b ir eğilim gözler.ıs M iras haklarının deva­ mı “toplum daki iki temel s ın ıf’, yani em ek ve serm aye arasın­ daki sınıfsal ayrışm ayı destekleyen temel bir faktördür: zen ­ ginliğin m iras yoluyla aktarılm ası serm ayenin azın lığın el­ lerinde toplanm asına yol a ça r.16 D urkheim ayrıca, yoksulla­ rın maddi yaşam koşullarını iyileştirecek refah program lan ve diğer önlem lerin kapsam ının genişletilm esi gerekliğini kabul eder. D urkheim ’a göre, bütün bunlar sadece ekonom ik düzen­ lem elerle m ü m kündür (an cak ona göre, ekonom i tam am en devletin ellerine terk edilem ez).17 Fakat, sadece ekonom inin yeniden-organizasyonu m odem dünyanın karşılaştığı krizi çözm ekten ziyade azdıracaktır, zira bu ekonom ik olm aktan çok ahlâkî bir krizdir. Ekonom ik iliş­ kilerin artan egem enliği, önceki toplumsal form ların ahlâkî te­ m elini oluşturan geleneksel dinsel kurum lann yıkılm ası nede­ niyle, kesinlikle çağdaş toplum daki anom inin ana kaynağıdır. Bu gerçek anlaşılam adıgm da, sosyalizm m odern krize Orto­ doks ekonom i politik yaklaşımda önerilenlerden daha uygun çözüm ler sunamaz. Sosyalistler ve ekonom i teorisyenleri, çoğu meselede m u halif konum da olsalar bile, belirli ortak özellikle­ re sahiplerdir: ikisi de ekonom ik önlem leri m odern toplum un mevcut sıkıntılarını aşabilm esinin yolu olarak görür. İkisi de hüküm etin rolünü en aza indirm enin m üm kün ve arzulanır bir şey olduğuna inanır. İktisatçılar serbest piyasa oyununun tam etkiyi sağlayabileceğini, böylece hüküm etin sözleşm elerin uygulanm asını sağlam akla yüküm lü olacağım öne sürerken, sosyalistler hüküm etin üretim i m erkezî olarak kontrol ederek piyasayı düzenlem esini ister. “Ancak ikisi de, devletin diğer 15 Bkz. 13. Bölüm : “D urkheim ’ın Marx Değerlendirm esi" alt başlığı. 16 P rofession al E ih ics an d C ivic M orals, s. 21 3 . (MesleJî A h lâkı, çev. M ehm et Karasan, M EB. 1 962.] 17 “La famille co nju gale", Revue p h ilosop h ie, c. 9 1 , 1921, s. 10 vd.

167

toplumsal organları kendine tâbi kılm a ve onları üst bir amaç etrafında birleştirm e kapasitesini görmezden gelir.”18 D urkheim ’a göre, devlet ekonom ik olduğu kadar ahlâkî bir rol oynam alıdır ve modern toplumlardaki ra h a tsız lık la r genel­ de ekonom ik önlem lerden ziyade ahlâkî önlem lerle giderilm e­ ye çalışılm alıdır. Ö nceki toplum tiplerinde dinsel otoritenin egem en konum u tüm tabakalara kendi özlem leri için bir dü­ şünce ufku sağlamıştır; dinsel otorite bunu fakire kaderini ka­ bullenm esini öğütleyerek ve zengine görevinin daha ayrıcalık­ sız konumda olanlara yardım etm ek olduğunu öğreterek sağ­ lamıştır. Bu düzen, baskıcı olm asına, insan eylem ve potansi­ yelini dar sınırlara hapsetm esine rağmen, topluma sıkı bir ah­ lâkî birlik kazandırır. M odern çağın karakteristik problem i, geleneksel toplumun çözülüşüyle ortaya çıkan bireysel özgür­ lükleri toplum un var oluşunun tem eli olan ahlâkî kontrolü sürdürme gereğiyle uzlaştırma gereğidir. D urkheim ’ın devlet ve d em ok ratik bir yönetim de siyasal katılım ın doğasıyla ilgili an alizleri, onun çağdaş loplum ların m uhtem el gelişme eğilimi konusundaki görüşünün özünü oluşturur. D urkheim , “siyasal” kavramının “yöneten” ve “yö­ netilen” ayrılığını gerektirdiğine ve bunun daha gelişmiş topIum ların tem el ö zelliği olduğuna işaret eder: En basit top ­ lum larda uzm anlaşm ış yön etim organlarına nadiren rastla­ nır. Ancak, otoritenin varlığı siyasal organizasyonun varlığı­ nın tek kriteri olarak alınamaz. Ö rneğin toplum bir akrabalık grubu, patriark veya bir yaşlılar konseyi gibi belirli bir birey ya da grubun otoritesi altında olabilse de, bu özellik onun si­ yasal bir toplum olması için yeterli değildir. Durkheim ayrıca (W eber’in büyük önem verdiği) bir toprak parçasını sürekli iş­ galin bir devletin varlığının zorunlu bir koşulu olduğu görü­ şünü reddeder. Sabit ve açıkça çizilm iş sınırların gelişimi daha geç bir tarihsel oluşumdur: bu oluşum , gelişmiş toplum ların karakteristiği olsa bile, bir toplum un siyasal bir birlik olup o l­ madığını belirleyecek temel kriter olarak alınamaz. Böyle yap­

18 Silicide, s. 25 5 ; (F r. baskı), s. 284.

168

mak “bazen, oldukça gelişkin bir yapıya sahip büyük göçebe toplum ların siyasal karakterini inkâr etm ek” o la ca k tır.'9 Ak­ sine, aileler çoğu kez kesinlikle kendilerine ait sınırı çizilm iş alanlara sahip olm uşlardır. Bazı siyaset fe lsefecile ri n ü fu s bü yü klü ğ ü nü siyasal b ir to p lu m u n v a rlığ ın ın b ir g ö sterg esi k ılm a k is te m işle rd ir. D urkheim ’a göre bu kabul edilem ez, aksine nüfus büyüklü­ ğü siyasal bir toplum un gerekli bir niteliğini ifade eder, siya­ sal toplum sadece tek bir akrabalık grubundan ibaret değildir, aksine aileler veya ikincil gruplar toplamından oluşur. “Bizim, böylece, siyasal toplum u, daha az ya da çok sayıda ikincil top­ lumsal grubun birleşm esiyle oluşan, -u su lü n e uygun bir bi­ çim de oluşturulm uş başka bir üst otoriteye d eğ il- aynı o tori­ teye tâbi bir şey olarak tanımlamamız gerekir.”20 Durkheim 'a göre, “devlet” terimi bir bütün olarak siyasal toplum la sın ır­ landırılm am ak, aynı zamanda hüküm et otoritesinin m erkezî unsurunu oluşturan resm i görevliler organizasyonunu anlat­ mak için de kullanılm alıdır. Böylece, D urkheim ’ın analizinin üç bileşeni, otoritenin ku­ rulm ası, en azından bir ölçüde yapısal farklılaşma içinde olan bir toplum ve bağımsız resmî görevlilerin uygulam aları biçi­ minde sıralanabilir. D urkheim kendi hareket noktasını devlet ve toplum karşıtlığını vurguladıklarını düşündüğü ana-akım düşüncelerden, Hegelci idealizmden, faydacılık ve sosyalizm ­ den ayırmaya çalışır. Devlet ne toplumun “üzerinde”dir, eğer ekonom ik ilişkilerden daha fazlasını düzenliyorsa, ne de top­ lum un üzerindeki bir parazittir. Durkheim ’a göre, devlet ah­ lâkı işlevler yüklenm ektedir ve yüklenm elidir (D urkheim bu düşünceyi sosyalizm ve faydacılıktan farklı bir yaklaşım ola­ rak görür); ancak bu, Hegel’in inancının aksine, bireyin devle­ te tâbi kılınm asını gerektirmez.

19 P rofession al Ethics a n d C ivic M orals, s. 4 3 . 20 P ro fession al Ethics a n d C iv ic M orals, s. 4 3 , s. 4 5 ; Leçons d e sociologie (F r. baskı), Paris, 1 9 5 0 , s. 55.

169

Demokrasi ve meslek grupları Durkheim ’ın T oplum da îşbölü m ü ’n de gösterdiği gibi, temel ge­ lişme eğilim i, toplum lar karm aşıklaştıkça bireyin k o le k t if b i­ lince itaatten giderek uzaklaşm ası yönündedir. Bu süreçle iliş­ kili olarak, birey insanın hakları ve değerini vurgulayan ahlâkî idealler ortaya çıkar. Bu, ilk bakışta, devletin etkinliklerinde­ ki genişlem eyle im kânsız bir karşıtlık yaratır görünür. Durkheim’m sözleriyle, işbölüm ündeki artan farklılaşmayla devle­ tin önem inin arttığı açıktır: Devletin gelişim i genel toplum ­ sal gelişm enin norm al k arakteristik bir özelliğidir.2' A ncak, bu görünüşle karşıtlık, m odern toplum larda, devletin esasen bu bireysel hakların sağlanm ası ve korunm asından sorum lu kurum olduğunun anlaşılm asıyla çözülür. Bu yüzden, devle­ tin genişlem esi ahlâkî bireyciliğin artışı ve işbölüm ündeki ge­ lişme ile doğrudan ilişkilidir. Bununla beraber, hiçbir modern devlet sadece yurttaşlık haklarının bir garantörü ve düzenle­ yicisi olarak davranmaz. Uluslararası anlaşm azlıkların sürm e­ si bir kolektivite olarak ulusla ilgili ortak inançların (vatanse­ verlik, ulusal onu r gibi kavram ların) gelişm esine yol açm ıştır. D urkheim ’a göre, m illiyetçilik, m odern toplum larm gelişim in­ de ikincil önem de bir faktör olm asına rağm en,22 ulusal değer­ lere bağlılık ile günüm üzdeki uzunca süredir kök salm ış olan bireysel eşitlik ve özgürlük kavram larının asli b ir özelliğini oluşturan pan-hüm anizm arasında çatışm a yaratma eğilim in­ dedir. Öte yandan, ulusal onurun gelecekte genel insanlık ide­ allerini geliştirm ede kullanılm ası anlaşılmaz bir şey değildir.23 21

Ö nceden belirtildiği gibi (s. 134, dipnot 4 9 ), D urkheim yine de toplum ve devlet arasında evrensel bir ilişki olm adığını vurgular: “Toplum türleri farklı devlet tipleriyle karıştırılm am alıdır... bir ulusun yönelim sistem indeki bir de­ ğişiklik zorunlu olarak egem en toplum tipinde değiştirilm esini gerektirm ez." Bu düşünce D u rk heim în M ontesquieu eleştirisinin bir parçasıdır. Bkz. Mon­ tesquieu and R ousseau (Ann Arbor, 1 9 6 5 ). s. 3 3 ve farklı yerlerde.

22 Alm an m ilitarizm inde olduğu gibi p a to lo jik bir b içim i gerektirebilir. Krş. Durkheim 'ın T reitscheke'in Politik adlı çalışm asını eleştirisi: “L'A llem agne audessus d e tout" (Paris, 1 9 15 ). 23

170

P ro fession al Ethics a n d C iv ic M orals, s. 7 3 -7 5 ; ayrıca krş. M oral E du cation (lng. b askı), New York, 19 6 1 , s. 8 0 -8 1 . 1A h la ksa l T erbiye, çev. M. F . Bezirci,

P eki, devletin faaliyetlerindeki genişlem e gerçekte onun bü­ rokratik bir tiranhğa dönüşm esine yol açabilir mi? D urkheim bunu ihtim al dahilinde görür. Devlet sivil toplum daki bi­ reyler kitlesinin çıkarlarından soyut, baskıcı bir birim olamaz. Bu durum birey ve devlet arasında ikincil grupların fazla geliş­ mediği koşullarda, bireyin haklarını koruyabilecek ve devletin gücünü dengeleyebilecek gruplar olmadığında yaşanır. Durkheim ’m devlet teorisi ve demokrasi anlayışı arasındaki ilişki­ yi çizen şey, çoğulculuğa ihtiyaca ve buradan hareketle m eslek birliklerinin (k o rp o ra sy o n la ıın ) yeniden canlandırılm ası tale­ bine vurgusudur. D urkheim , geleneksel dem okrasi anlayışına halk kitlesinin doğrudan yönetim de yer alm asını gerektirdiği sürece karşıdır. A zgelişm iş kü çü k kabileler dışında, yönetim in doğrudan o r­ taklaşa yü rü tü ld ü ğü h iç b ir toplum biçim i yo k tu r: yön etim her zam an doğum la veya seçim le belirlenm iş b ir azınlığın el­ lerinded ir; o n u n etki alanı koşullara göre daha b ü y ü k veya daha sın ırlı o lab ilir, an cak asla dar bir bireyler çevresinden fazlasm ı içerm ez.24

D urkheim ’a göre, bir toplum devlet ve toplum un diğer k e­ sim leri arasındaki iki yönlü iletişim in derecesine göre daha az veya daha çok dem okratiktir. Ona göre, toplum sal davra­ nışların bilinçli ve am açlı bir karaktere büründüğü dem okra­ tik bir sistem in varlığından kaynaklanan oldukça önem li bir sonuç vardır. Toplum sal hayatın adetler ve alışkanlıkların yö­ netim indeki birçok yanı devlet m üdahalesine tâbi hale gelir. Devlet ekonom ik hayatla ve adaleti düzenlem ekle, eğitim le ve hatta sanatsal ve bilim sel organizasyonlarla ilgilenir. Bu yüzden, dem okrasilerde devletin rolü, basitçe halk kit­ lesinin yaygın ve sorgusuzca kabullendiği görüşler ve duygu­ ları özetlem ek ve ifade etm ek değildir. D urkheim ’a göre, dev­ 1938] Burada D urkheim ulusun “insanlık düşüncesinin kısm i bir cisim leşm e­ si olarak anlaşılam ayacagı"m söyler. 24 P rofession al Etlücs a n d C ivic M orals, s. 8 5 ; L cçons dc socio lo g ie (Fr. baskı), s. 103.

171

let sosyal ego (“b ilin ç”) iken, bir bütün olarak k o le k tif bilin ç/ vicdan sosyal “zih in”dir, alışkanlığa dayalı, düşüncesiz birçok farklı düşünme biçim ini içerir. Devlet, bu yüzden, çoğu kez yeni düşüncelerin kaynağıdır ve toplum tarafından yönlendi­ rildiği kadar onu yönlendirir. D evletin bu yönlend irici rolü yüklenm ediği toplum larda, son u ç geleneğin boyunduruğun­ daki toplumlardaki kadar büyük bir atalet olabilir. Kısıtlayıcı geleneklerin etkisinin büyük ölçüde azaldığı m odem toplum ­ larda eleştirel ruhu sergilem enin birçok yolu vardır ve kitle arasında kanaat ve ruhsal durum değişikliğine sıkça rastlanır: hüküm et bunları basitçe yansıttığında, sonuç, siyasal alanda hiçbir som ut değişime yol açm ayan- sürekli bir belirsizlik ve tereddüt durum udur. B irçok yüzeysel değişim ortaya çıkar, ancak birbirini eler: “G örünüşte oldukça fırtınalı olan toplum ­ lar çoğu kez rutinlere bağlıdır.”25 Birey ve devlet arasında ik in ­ cil gruplar olm adığında, bu durum sürm e eğilim indedir. Bu eğilim, güçlü bir devletin varlığı durumunda tiranca bir des­ potizme yol açabilir, ancak devletin zayıf olduğu yerlerde de­ ğişken bir istikrarsızlık üretebilir. D urkheim T op lu m d a tşbö lü m ü ’n ü n y ayınından ö n ce bile m eslek birliklerinin çağdaş toplumlarda m evcut duruma göre büyük bir rol oynayabileceğini düşünüyordu.26 Bu tema kitap­ ta ayrıntılı olarak açıklanm asa da, bununla çalışmada formüle edilen anom ik işbölüm ü analizi arasındaki ilişkiyi görm ek zor değildir.27 Anom i m eslek sistem inde, işbölüm ünün “düğüm noktalarTnda -y a n i, farklı m eslek tabakaları arasındaki birleş­ 25

P ro fession al Ellıfcs and C ivic M orals, s. 9 4 . D urkheim çoğu kez iddia edi­ lenin aksin e toplum sal çatısına konusuna duyarsız değildi; örneğin, M ontesquieu'yu “h er toplum un çatışan faktörlere vücut kazandırdığım , b asit­ çe geçm iş bir formdan kadem eli olarak ortaya çıktığını ve gelecek b ir forma y ö n elm e eğ ilim in d e o ld u ğu n u " g ö rem em ek le eleştirir: M onlestjuicu an d R ou sseaıı, s. 59.

26

D urkheim , ilk kez 1892'de bir ders olarak verilen “La famille con ju gale'd e m eslek birliklerinin rolüntı tartışır. Bu ders notlan 1921'e kadar yayımlanma­ m ıştır (Revue P h ilosop h ie, c. 9 1 , s. 1 -14).

27

Durkheim , fşbölıımû’nden önce yazmaya niyetlendiği, özellikle m eslek birlik­ lerinin önem ini ele alan bir çalışm a planlam ıştır, ancak bu proje asla gerçek­ leşm em iştir. Krş. T he D ivision o f I-ahour in Sociccy. “G iriş”, s. 1.

172

me ve alışveriş n oktaların d a- ahlâk! bütünleşm e yokluğu du­ rumunda ortaya çıkar. M eslek birliklerinin temel bir işlevi, bu noktalarda ahlâkî bütünlüğü güçlendirm ek ve böylece organik dayanışmayı geliştirm ek olacaktır. Bu görev m odern toplum larda aile tarafından başarılam az, çünkü ailenin işlevleri gide­ rek kısıtlanm aktadır. M eslek grubu “bireyin doğrudan sırtını dayamak için yeterince yakın olabileceği ve ona yeterince ka­ lıcı bir perspektif kazandırabilecek” tek gruptur.28 D urkheim ’a göre, örneğin, Ortaçağ’daki eski meslek loncası türünün tama­ men ortadan kalktığı yeterince açıktır. Günüm üzde sendikalar genelde daha gevşek bir biçim de örgütlenm işlerdir ve zorunlu toplumsal ihtiyaçları karşılamazlar, zira onlar işverenlerle sü­ rekli çatışma halindedirler: işverenler ve işçiler, birbiriyle ilişkilerind e e şil güçte olm ayan iki ö zerk d evlete ben zer b ir konum d ad ır. O n lar da, uluslar gibi, kendi yön etim leri aracılığıyla aralarında sözleşm eler ya­ pabilir. A ncak, savaşm akta olan iki ülke arasında v an lan an­ laşm aların sadece karşılıklı askerî güç d urum unun ifadesi o l­ ması g ibi, bu sözleşm eler de sadece o n la n n sahip o ld u klan karşılıklı ek o n o m ik güç durum unun ifadesidir. O n lar som ut b ir durum u yaptırım altına alabilir, ancak onu yasal b ir koşul haline getirem ezler.29

Buna göre, m eslek birliklerini “sadece farklı özel çıkarların bileşim lerinin bir ifadesi olm ak yerine, toplumsal bir rol oyna­ yan” yasal olarak kurulm uş gruplar olarak yeniden yapılandır­ mak gerekir. D urkheim , m eslek gruplarının nasıl yapılandırılm ası gerek­ tiği konusunda ayrıntılı açıklamalardan kaçınır. O nlar basitçe Ortaçağ loncasının yeniden canlandırılm ış bir hali olm ayacak­ lardır; onlar yüksek düzeyde bir iç özerkliğe sahipken, devle­ tin genel yasal gözetimi içine çekileceklerdir: O nlar hem kendi üyeleri arasındaki ve hem de diğer m eslek gruplarıyla araların­ daki çatışm aları çözecek otoriteye sahip olacaklardır; ve onlar 28

“La famille co nju gale". s. 18.

29

T he Division u f L aboıır in S o d e ty , s. 6; (F r. baskı), s. vii-viii.

173

çeşitli eğitim ve boş zaman etkinliklerinin odağını oluştura­ caklardır.30 O nlar, ayrıca, siyasal sistem de doğrudan ö n em ­ li bir rol oynayacaklardır. Bazı m odem toplum lann yüzeysel değişkenliğinin bir nedeni -se ç ile n tem silcilerin seçm enlerin kaprislerine yakından zin cirlen d ik leri- seçim sistem inde doğ­ rudan tem silin yaygınlığına bağlanabilir. Bunun üstesinden, m eslek gruplarının temel aracı seçim birim leri olarak hizm et ettikleri iki veya çok aşamalı bir seçim sistem iyle gelinebilir. D urkheim ’a göre, bu n lar sadece istek kipinde ön erm eler değil, aksine onun S osy o lojik Yöntemin K u rallan ’nda sözünü ettiği “norm al” toplum biçim lerinin tespitiyle uygunluk için­ deki önerm elerdir. Başka deyişle, m eslek gruplarının gelişim i kom pleks işbölüm ünün oluşum sal ilkesidir. Böylece, korp oratif ku ru m lan n yokluğu bizim gibi bir insan­ lar organizasyonu içinde önem li b ir boşlu k yaratır... O -a r z u ­ la n a n - o rtak hayalin norm al işleyişi için gerekli tüm bir o r­ ganlar sistem idir... D evletin sadece insanların içinde ortakla­ şa yaşantılarım sürdürdükleri bir ortam olduğu yerlerde, Tıireyler kaçınılm az olarak ilişkiyi koparır, b irb irlerin d en k o ­ parlar ve böylece toplum çözülm eye uğrar. B ir ulus varlığını, sadece, Devlet ve birey arasında bireyleri kendi eylem alanla­ rına çek ecek kadar yakın b ir dizi ikincil grup b ulu ndu ğu n­ da ve bu yolla bireyler toplum sal hayatın genel akışı için e çe ­ kildiğinde sürdürebilir. Biz sadece m eslek gruplarının bu rolü yüklenm eye ne kadar uygun old u klannı ve bunun o n ların ka­ derleri olduğunu gösterd ik.31

30

Profession al Efhics a n d Civic M arals, s. 2 8 vd. ve 1 0 3 -1 0 4 ; Siiicidc, s. 3 7 8 -3 8 2 ; T h e Division o f L a b o u r in Society, s. 2 4 -2 7 .

31

T he Division o f L abou r in S ociety, s. 2 8 -2 9 . Kr$. Erik Allardi, “Em ile Dürkhe­ im: sein Beilrag zur politischen Soziologie", K öln er Z eitschrift fü r Soziologie und S ozialp sy ch olog ie, c. 2 0 , 1968. s. 1-16.

174

8 Din ve Ahlâkî Disiplin

Durkheim ilk yazılarında, evrimleşmiş tüm ahlâkî, felsefi, bi­ limsel ve hukukî fikirlerin asıl kaynağı olduğunu kabul ede­ rek, dinin toplum daki önem in i açıklam aya çalışır. D urkh e­ im T oplum da işbölüm ü ’nde k o le k tif bilincin parçasını oluşturan bir inancın dinsel bir karakter taşıma eğilim inde olduğu te­ zini ana hatlarıyla ortaya koyar; ancak söz konusu çalışmada bu tez daha fazla araştırma gerektiren “oldukça m uhtem el bir varsayım” olarak g eliştirilir.1 Ancak, D urkheim ’m k o le k tif b i­ lincin etkisiyle ilişki içinde dinin toplumdaki m uhtem el öne­ mini kabulü m od em toplum sal tipin ortaya çıkışıyla b irlik ­ te kapsamlı değişim lerin yaşandığı gerçeğinin farkında oluşla dengelenir. D urkheim , m eslek hayatının başlangıç dönem in­ de ulaştığı sonucu sürekli olarak vurgular: “eski ekonom i teo­ rilerini savunanlar günümüzde düzenlemeye gerek olmadığını düşünürken hata içindedir”, ayrıca “din kuruntunun savunu­ cuları da, dünün düzenlem esinin bugün de kullanışlı olacağı­ na inanırken hata içind edir".2 Çağdaş toplumlarda dinin öne­ minin azalması m ekanik dayanışmanın önem inin azalm asının zorunlu bir sonucudur: 1

T he Division o f L abou ı in Society, s. 169.

2

71le Division o f L abo u r in Society, s. 383.

175

din sosyolojisine verdiğim iz önem , en azından, dinin gü nü­ müz toplum iarında da başka zam anlarda oynadığı rolü oyna­ ması gerektiğini gösterm ez. B ir anlam da, aksi yönde bir yargı daha doğru olacaktır. K esinlikle din, ilksel bir fenom en old u ­ ğu için, yol açtığı yeni toplum sal form ları giderek daha fazla üretm ek zorundadır.3

Durkheim 1 8 9 5 ’lere kadar dinin toplumsal bir olgu olarak öneminin tamamen farkında olmadığım itiraf eder. Ona göre, dinin önem inin farkına varması (bunda İngiliz antropologla­ rın çalışm alarını okum anın payı büyüktür) onu bu yeni dü­ şüncelerin içerimlerini ortaya koymak için erken dönem yazı­ larını yeniden gözden geçirmeye iter.4 Bu konudaki geleneksel yoruma göre, Durkheim -T o p lu m d a İşbö lü m ü n d e sahip oldu­ ğu varsayılan- nispeten “m ateryalist” konum dan “idealizm "e daha yakın bir bakış açısına kaymıştır. Bu yorum , tamamen ha­ talı olmasa bile, yanıltıcıdır ve bu hatanın kaymağında bir ölçü­ de ikinci el çalışmalarda Durkheim’ın işlevsel ve tarihsel anali­ zini gerçekle onun düşüncesine yabancı b ir biçim de değerlen­ dirme yönündeki yaygın eğilim ler yatar,5.Durkheim çoğu kez, Marx gibi, insanın tarihsel doğasını vurgular ve tarihsel geliş­ menin nedensel analizinin sosyoloji için tamamlayıcı önemde olduğunu belirtir: “Tarih sadece insan hayatının doğal çerçeve­ si değildir; insan tarihin bir ürünüdür. Tarihten kopardığım ız­ da, zaman-dışı, sabit ve hareketsiz bir şey olarak kavramaya ça­ lıştığımızda, insanı gerçek doğasından koparırız.”6 D insel H a­ 3

Année Sociologique, c. 2, 18 9 7 -8 , Kurl H. W olff; Emile D urkheim el al.. Essays oil S ociology and P hilosophy (New Y ork, 1 9 6 4 ), s. 3 5 2 -3 5 3 .

4

Revue neo-scolastiqiie'nin editörüne m ektup, s. 613.

5

Parsons, D urkheim ’in tüm yazılarım doğrudan “düzen problem i“ni açıkla­ ma girişim i olarak görür; halbuki D urkheim ’in çalışm asının ana eğilim i, genel toplum sal gelişm e sırasında toplum sal dayanışm a biçim lerin d eki d eğ işm ele­ ri analizdir. Parsons, özellikle bkz. s. 30 6 , 3 0 9 , 3 1 5 -3 1 6 . Ayrıca D urkheim bu çalışm anın “genelde sosyolojiyi ele alma girişim i" olmayıp, esasen - “ahlâk ve yargı kurallarını” o lu ştu ran - “açıkça sınırlı bir olgular düzeni”ylc sınırlı ol­ duğunu vurgular. “La sociologique en France au X IX siècle", Revwe blu e, c 13, 19 0 0 , Bölüm 2, s. 648.

6

“Introduction à la m orale", Revue p h ilosop h iqu e, c. 8 9 , 19 2 0, s. 89. D urkhcim’-ın tarih ve sosyoloji ilişkileri konusundaki görüşleri için, onun tarihin

176

y atın ilk sel B içim leri’n d e ortaya konulan temel teorik yapı iş­ levseldir, yani dinin toplum daki işlevi ele alınır. A ncak bu ça­ lışma ayrıca önceki tiplerden çok farklı olan m odern toplum lann yaşadıktan kapsamlı değişim lerle bağlantı içinde okun­ malıdır. D urkheim kariyerinin ilk dönem inde, T ön n ies’i eleş­ tirirken, m ekanik ve organik dayanışma arasında m utlak bir kopuş olm adığını vurgular: ikinci tip ilkindeki kadar ahlâkî düzenlemeyi gerektirir, ancak bu yeni düzenlem e geleneksel tipte olamaz. D urkheim ’ın Dinsel H ayatın ilk s e l B içim leri’n d e geliştirdiği yeni din anlayışının önem i, geleneksel ve m odern toplum biçim leri arasındaki bu sü rekliliğin doğasını açık la­ maya yönelik olm asıdır. “Bu yeni toplum sal formları anlam ak için, onları dinsel kökleriyle ilişkilendirm ek, fakat deyim ye­ rindeyse, bunu dinsel fenom en lerle k arıştırm ad an yapm ak gerekir.”7 Bu vurgunun ayrıca D urkheim ’a m odem toplum lar üzerine analizindeki belirli tem aları aydınlatmasına -d o ğ ru d a n - yar­ dım cı olduğu kesindir. Burada tem el bir unsur, D urkheim ’m sonraki yazılarında toplum sal olguların kısıtlayıcılığm a vur­ gunun yerini ideallere “olum lu” bağlılıkta rol oynayan sem ­ b o llerin özel k arak terin in ö n em ine daha fazla vurguya bı-rakmasıdır. A ncak bu idealizme kolay bir teslim iyet değildir. D urkheim ’ın erken dönem yazılarında zorlayıcılık ve yüküm ­ lülüklere yoğun vurgu, büyük ölçüde bu yazıların yol açtığı eleştirel saldın biçim inin bir sonucudur; Durkheim , tüm çalış­ malarında, toplum un insan ideallerinin kaynağı ve kabı oldu­ ğunu vurgular.8

doğası üzerine üç yazı üzerine eleştirisine bkz. (bunlardan ikisi C roce ve Sorel'e aittir) Année Sociologique, c. 6, 1 9 0 1 -2 , s. 1 2 3 -1 2 5 . Ayrıca krş. Roberl Bellah, “D urkheim and History”, Nisbet, Em ile D urkheim . s. 1 5 3 -1 7 6 . 7

Année S ociolog iqu e. “G iriş", 1 8 9 7 -8 ; Krş. Gehlke’in erken dönem araştırması: Charles Elm er G chlke, Emile D urkheim 's C ontributions T o S o cio lo g ical T heory (New York, 1 9 1 5 ), s. 4 8 vd.

®

Krş. bu kitap s. 1 2 2 -1 2 7 .

177

Kutsalın karakteri Durkheim D insel H ayatın ilk sel Biçimleri’nde “günüm üzün bi­ linen en basit ve en ilkel d in i” olarak nitelediği Avustralya to­ tem izm ini yakından in celer.9 D insel bir kavram laştırm a ge­ liştirm eye çalışan D u rk h eim , F u stel de C ou lan g es’in k u t­ sal ve kutsal-olm ayan tipolojisini kullanır. D urkheim ’a göre, doğaüstü tanrılar anlayışını dinin zorunlu bir önkoşulu ola­ rak almak yanlıştır: O ldukça isabetli bir biçim de “dinsel” ola­ rak adlandırabileceğim iz, fakat içinde tanrılar ve ru hlann hiç­ bir şekilde yer alm adığı veya sadece küçük önem de olduğu inançlar ve pratikler sistem leri vardır. “D insel” inancın ne ol­ duğu fikirlerin özsel içeriğine bakılarak tanımlanamaz. Dinsel inançların özel karakteristiği, “onların insanların bildikleri her şeyi, iki kategori, iki bağımsız tür içinde gerçek ve ideal ola­ rak sınıflandırm alarını gerektirm esidir...”10 Dinsel düşüncenin karakteri bu dikotom ik çerçeve dışında kavranam az: dünya “ku tsal” ve “k u tsal-olm ay an ” biçim ind e tam am en bağım sız iki nesneler ve sem boller kategorisine ayrılabilir: “O m utlaktır. Düşünce tarihinde bu kadar farklılaşm ış veya bu kadar kökten birbirine karşıt başka h içbir şeyler kategorisi örneği y oktu r.”11 Kutsalın özel karakteri, onun kutsal-olm ayandan bu köklü ayrılığı pekiştiren ritüel em irler ve yasaklamalarla çevrili o l­ masında kendisini gösterir. Bir din sadece bir inançlar toplu­ luğu olamaz: o, her zaman, em redilen ritüel pratikleri ve be­ lirli bir kurum biçim ini içerir. Kilisesi olmayan hiçbir din yok­ tur, ancak ilgili dinin gerektirdiği kurum biçim i büyük fark­ lılık gösterir. “K ilise” kavram ı, D urkheim ’ın kullandığı a n ­ lamda, belirli bir ibadet edenler grubuna ait düzenli bir ayin m erkezini ifâde eder; ancak m utlaka uzmanlaşmış bir papaz­ lık kuruntunun varlığını ima etmez. N itekim Durkheim , “kut­ sal şeyler tem elinde birleşm iş (so lid a rie ) bir inançlar ve pra­

9

T he E lem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 13; (F r. baskı), s. 1.

10

T h e E lem entary F orm s o f the Religious Life, s. 52; (F r. b askı), s. 50.

11

The E lem entary F orm s o f (he Religious Life, s. 5 3 ; (F r. baskı), s. 53.

178

tikler sistem i [olarak]... kendisine bağlı olanların tüm ünü ki­ lise olarak adlandırılan tek bir ahlâkî topluluk içinde birleşti­ ren inançlar ve pratikler”12 olarak (ünlü) din tanım ına ulaşır. Bu tanım a göre, totem izm , hiçbir kişiselleşm iş ruh veya tan­ rıya sahip olmasa bile, bir din biçim idir. Totem izm , kesinlik­ le günümüzde bildiğim iz ve m uhtem elen daha ilkel biçim i bu­ lunmayan en ilkel din tipidir.13 Bu yüzden totem izm in köke­ nini oluşturan faktörleri belirlem ek m uhtem elen “aynı zam an­ da, insanlıkta dinsel duygunun oluşum una yol açan nedenleri keşfetm ek”tir.14 Avustralya toplumlarında totemizm klan sistem inin tamam­ layıcı unsurudur. Totem ci klanın kendine has bir özelliği, klan grubunun kim liğini gösteren ism in aslında hususi özellikle­ re sahip olduğuna inanılan maddi bir nesne ismi - b ir to tem olmasıdır. Aynı aşiret içindeki iki klandan hiçbiri aynı toteme sahip değildir. Bir klanın üyelerinin kendi totem lerinin sahip olduğuna inandıkları n itelikler incelendiğinde, totem in ktılsal/kutsal-olmayan dikotom isinin eksenini oluşturduğu görü­ lür. Totem “kutsal şeylerin asıl prototipidir”.15 Totem in kutsal karakteri, kendini, totemi faydacı amaçlarla kullanılabilen sıra­ dan nesnelerden ayıran ritüel görenekler içinde gösterir. Fark­ lı ritüel em irler ve yasaklar aynı zamanda totemin sem bolünü -n esn elerin üzerine yerleştirilen veya kişiyi süsleyen totem in tem silin i- çevreler; bu sem boller, çoğu kez, bizzat totem -nesneyle ilişkili nesnelerden bile daha sıkı yaptınm a tâbidir. Ayrıca bizzat klan üyelerinin kutsal niteliklere sahip olduğu düşünülür. Daha gelişmiş dinlerde inanan kutsal-olm ayan bir varlıkken, totemizmde bunun aksi doğrudur. Her insan kendi totem inin -b iz z a t totem in dinselliğini paylaştığını g ö stere n adım taşır ve bireyle totemi arasında soy bağlan olduğuna ina­ nılır. Bu yüzden, totemizm üç tür nesneyi kutsal kabul eder: 12 The Elem entary F orm s o f t h e Re/igious Life, s. 6 2 ; (Fr. baskı), s. 65. 13 T he E lem en taıy F orm s o f ehe Religioııs Life, s. 195. H

The F.lcmcntary Form s o f th c Rdigious Life, s. 195. D urkheim , totem izm i daha önceki bir din biçim inin türevi olarak gören farklı teorileri eleştirir.

15

The E lem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 140; (F r. b askı), s. 167.

179

totem, totemin sem bolü ve klan üyeleri. Bu üç kutsal nesne ka­ tegorisi ayrıca genel bir kozm olojinin parçasıdır: “Avustralya­ lI

için, şeylerin kendisi, evreni dolduran her şey kabilenin bir

parçasıdır; onlar kabilenin kurucu unsurlarıdır ve deyim yerin­ deyse, onun sürekli üyeleridir. Tıpkı insanlar gibi onlar da top­ lumun düzeni içinde belirli bir yere sahiptir.”’6 Nitekim örne­ ğin, bulutlar bir toteme, güneş bir başka toteme aittir: doğada­ ki her şey totem ci klanın organizasyonu temelinde düzenli bir sınıflamaya tâbi tutulur. Genelde belirli bir klan veya fratri (bir klanlar grubu bileşim i) içinde sınıflandırılan tüm nesnelerin ortak özellikler taşıdıkları düşünülür ve klan üyeleri bu nesne­ lerin kendilerini birleştirdiğine inanır -erk ek le r “onları kendi arkadaşlan olarak görür ve onların kendileri gibi aynı bedenin cisim leşm esi olduğunu düşünür”.’7 Bu, dinin etki alanının ilk bakışta görünenden çok daha öteye uzandığını gösterir. “O sa­ dece totem hayvanlan ve klanın insan üyelerini içerm ez; hiçbir şey bir klan içinde ve bir totem altında sınıflandm lm adan var olamayacağı için, benzer şekilde, farklı derecelerde de olsa, be­ lirli bir dinsellik taşımayan hiçbir şey yoktur.”’8 Nitekim, üç tür kutsal nesneden hiçbiri kutsal karakterini di­ ğerlerinden almaz, zira tümü ortak bir dinsellik taşır. Bu neden­ le, onlann kutsal karakteri, tüm ünü kucaklayan bir kaynak­ tan, hepsinin kısm en paylaştığı, ancak yine de onlan birbirin­ den ayıran bir güçten çıkm ak zorundadır. Avustralya totem iz­ minde bu kutsal enerji aslında kendisine vücut kazandıran nes­ nelerden açıkça farklılaşmamıştır. Ancak bir başka yerde açıkça farklılaşmıştır; bu farklılaşmış güç örneğin Kuzey Amerika Yer­ lileri arasında ve Melanezya’da m a m olarak adlandırılır.’9 Avus­ 16

T he Elem entary Form s o f ıh e Religions Life, s. 166; (Fr. baskı), s. 201.

17

T he E lem entary F orm s o f th e Rcligious Life, s. 174. Bu sınıflam a sistem in ay­ rıntılı bir açıklam ası için krş. D urkheim ve Mauss, Prim itive C lassification (Londra. 1963).

18

T he Elementary Forms o f the Rcligious Life, s. 179; (Fr. baskı), s. 219.

19

D urkheim ’a göre, evrensel bir güç olarak soyut bir murnı kavramının gelişi­ mi sadece totcm ci klan işlevini yitirdiğinde ortaya çıkar. M ana kavramı Henri Hubert ve M arcel M auss tarafından bir ölçüde derinlem esine ele alm m ışur: "T h éorie générale de la m agie". A nnée S ociolog ie, c. 7, 1 9 0 2 -3 , s. 1-146.

180

tralya totem izm inde yaygın olarak rastlanan bu dinsel enerji, daha kompleks dinlerde tanrılar, ruhlar ve şeytanlar biçiminde kendini gösteren bu genel gücün sonraki daha özelleşmiş tüm som ut örneklerinin ana kaynağıdır. Bu yüzden, dinin varlığını açıklam ak için kutsal olan her şeyin kaynağını oluşturan bu genel enerjinin tem elinin ortaya konm ası gerekir. N için onlara kutsal güç atfedilm esi gerek­ tiğini açıklayan şey, fiziksel nesneler olarak totem lerin üret­ tiği dolaysız duyum lar değildir. Totem nesneler, çoğu kez, doğaları gereği, kendilerine yüklenen güçlü dinsellik duygu­ larını uyand ıram ayacak- önem siz hayvanlar veya küçük b it­ kilerdir. A yrıca, totem in temsili g enellikle totem n esned en daha kutsal olarak görülür. Bu durum, “totem in ön celikle bir sem bol, bir başka şeyin maddi ifadesi olduğu”nu gösterir. Bu n ed enle, totem hem kutsal enerjiyi hem de klanın k im liği­ ni sim geler. D urkheim şu retorik soruyu sorar, “O aynı anda tanrının ve toplum un sim gesiyse, bunun nedeni tanrı ve top­ lum un aynı şeyler olm ası değil midir? Totem izm in ilkesi biz­ zat -to te m olarak hizm et eden bir bitki veya hayvanın algı­ lanabilir suretleri biçim inde tasavvur ve tem sil e d ile n - klan grubu d ur.”20 Toplum yüküm lülük ve saygıyı em reder: k u t­ salın ikili karakteri. İster yaygın insan-dışı bir güç isterse k i­ şiselleştirilm iş b ir şey olsu n, kutsal nesne -g e rç e k te , toplu­ mun birey üzerindeki üstünlüğünü sim geley en - yüce bir var­ lık olarak algılanır. G en el d üzeyd e, b ir toplum un in sa n la n n zih n in d e -b a s itç e onlar üzerinde uyguladığı etki sayesin d e- kutsal hissini uyan­ dıracak gerekli h er şeye sahip olduğu kesindir; zira, inananlan için tanrı neyse, toplum da üyeleri için aynı şeydir. B ir tann , gerçekte, onu n kendilerinden kesinlik le üstün bir varlık o l­ duğunu ve ona bağım lı olduklarını düşünen insanlar için en önem li varlıktır. Ö rneğin, ister Zeus veya Yehova gibi bilinç sahibi b ir k işilik , isterse totem izm de rol oynayanlar gibi sa­ dece soyut gü çler olsun, inanan iki örnekte de kendisine ko20

T h e Elcm entary Form s o f thc Rcligious Life, s. 3 6 ; (F r. b askı), s. 295.

181

m ünyon içitıde olduğu duygusu veren kutsal ilkenin doğası­ nın dayattığı belirli davranış biçim lerine tâbi olduğuna ina­ nır... A rtık, toplum un kendi üyelerine dayatacak kadar güçlü olduğu davranış biçim leri, bu yüzden, saygı yaratan ayırt edici bir işaretle belirlenir.2'

Durkheim'ın burada “toplum ” ve “kutsal” arasında kurdu­ ğu denklik yanlış anlaşılm am alıdır. Durkheim , “din toplumu yaratır”22 dem ez, onun Dinsel H ayatın İlksel B içim leri'n de “ide­ alist” b ir konum u benim sediği düşüncesini besleyen bu yan­ lış yorumdur. Ona göre, aksine din insan toplum unun kendiy a r a tısı, onun özerk gelişim inin ifadesidir. Bu idealist bir teori olmayıp, aksine toplum sal olguların diğer toplum sal olgularla açıklanabileceği ilkesine uygun bir düşüncedir.23 Durkheim dinsel sem bolizm in serem onik bir biçim de nasıl yaratıldığı ve yeniden yaratıldığını am pirik olarak gösterm e­ ye çalışır. Avustralya toplum ları düzenli döngülerden geçer­ ler; bu döngülerden birinde her akrabalık grubu tüm etkin lik­ lerini ekonom ik hedefler çerçevesinde bağımsız olarak sürdü­ rürken, bir başka döngüde klan veya grubun üyeleri belirli dö­ nemlerde bir araya toplanır, birkaç gün kadar kısa veya birkaç ay kadar uzun bir dönem için bir araya gelirler. Bu evrelerden İkincisi genellikle oldukça yoğun ve duygusal karaktere sahip kamusal ayinler için bir vesiledir. D urkheim ’a göre, bu ayin­ lerde insanlar -o la y ın yarattığı coşkunluk so n u cu n d a - daha büyük bir gücün kendilerine geçtiğini hissederler. Birey, ha­ yatının büyük bir bölüm ünü içinde geçirdiği gündelik fayda­ cı etkinlikler dünyasından tam am en farklı görünen bir dün­ yaya geçer. Burada biz, dolayısıyla, oluşum halin d eki bir kut­ sal inanç karşısındayızdır. K utsallık bilinci bu k olek tif co ş­ kunluktan doğar ve bu yüzden o kutsalın gündelik kutsal-olmayan dünyadan ayrılışı ve üstünlüğünün başladığı noktadır. 21

The Elem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 236; (F r. baskı), s. 2 9 5 -2 9 7 .

22

Bu deyimi H. Stuart Hughes’ten aldım ; Consciousness and S ociety (New York, 1 9 5 8 ), s. 285.

23

Les regies d e la m éth od e socio lo g iqu e (Ing. baskı), s. 110.

182

Ayin ve ritüel Peki, niçin bu dinsel gücün belirli bir totem biçim ini alm a­ sı gerekir? Ç ünkü, totem klanın sem bolüdür: K olektivitenin varlığının yarattığı duygular grubun en kolay biçim de tan ım ­ lanabilir simgesi olarak toteme odaklanır. Bu, totem in tem si­ linin niçin totem nesneden daha kutsal olduğunu açıklar. Bu, yine de kuşkusuz, klanın niçin başlangıçta bir totem b içim in i alması gerektiği sorusunu açıklamaz. D urkheim ’a göre, totem nesneler basitçe insanların sürekli ilişki içinde oldukları şey­ lerdir ve her klan grubu kendine totem olarak toplanm a y erin ­ de sıkça rastlanan bir hayvan veya bitkiyi alır. Totem n esnenin oluşma dönem inde totem fikrinin yeşerm esine yardım cı olan, totemi andıran ve ondan aynlan ve böylece bir doğa sın ıflan ­ dırması üreten bu özlere dinsel duygular yüklenir. A ynca d in­ sel güç, özel bir amaçla bir araya gelm iş topluluktan kaynak­ landığı, ancak aynı zamanda “bireylerin dışında tezahür etti­ ği ve onlar üzerinde bir tür aşkınlık kazanabileceği" için , sade­ ce onlann içinde ve onlar aracılığıyla algılanabilir, bu an lam ­ da onlara içkindir ve onlar zorunlu olarak dinsel gücü tem sil ederler.24 Buradan totem izm in üçüncü özelliği çıkar: T o p lu lu ­ ğun birey üyeleri totem in dinselliğini paylaşırlar. Bu açıklam a, dini in ançlann özsel içeriklerine göre tan ım ­ lama girişim inin niçin boşuna olduğunu gösterir. İster b elir­ li bir nesne isterse bir sem bol olsun, kutsal onun doğal özel­ liklerine bağlı değildir. En genel-yer nesnesi ancak dinsel güç aşılandığında kutsallık kazanabilir. “Bu yolla, bir bez parçası kutsallık kazanabilir ve bir kâğıt parçası oldukça değerli hale gelebilir.”25 Bu, ayrıca, kutsal bir nesnenin n için kutsallığını yitirmeden parçalara bölünebildiğini gösterir. İsa’nın p elerin i­ nin bir parçası onun bütün hali kadar kutsaldır. O d inin ik in ci tem el boyutunu -tü m dinlerde k arşım ıza 24

T he Elem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 25 3 . D urkhcim 'm analizinin bu noktada eleştirel bir değerlendirm esi için bkz. P. M. W orsley, “Em ile D urkheim ’s theory o f know ledge’’, S ociolog ical Review, c. 4 ,1 9 5 6 , s. 4 7 -6 2 .

25 S o ciolog y anil P hilosophy (lng. baskı), s. 94.

183

çıkan ritüel pratiklerin varlığ ın ı- açıklar. Yakından iç içe geç­ m iş iki tür ritüel vardır. Kutsal fenom enler tanım gereği kutsal-olm ayan fenom enlerden bağım sızdır. Bir riLüeller seti bu bağım sızlığı sürdürm eye hizm et eder: bunlar kutsal ve kutsal-olm ayan arasındaki ilişkiyi sınırlandıran negatif ritüeller veya tabulardır. Bu yasaklar kutsalla davranışsal ilişkiler kadar sözel ilişkileri de içerir. Normalde, kutsal-olm ayan dünyadan hiçbir şey kutsalın alanına değişmeden girmemelidir. Nitekim , ayin günleri için özel kutsal giysiler belirlenir ve bütün nor­ m al, dinsel olmayan m eslekler tam am en askıya alınır.26 N e­ gatif ritüeller pozitif bir yana sahiptir: onlara teslim olan birey kendisini kutsar ve böylece kendini kutsalın alanına girmeye hazırlar. Uygun pozitif ritüeller tüm kom ünyonu dinselle et­ kileyen ve bizzat dinsel ayinin çekirdeğini oluşturan ritüellerdir. Her iki ritüel setinin işlevi kolayca belirlenir ve yukarıda ana İratlarıyla ifade edilen dinsel inançların oluşum unu açık ­ lamak için gerekli bir unsurdur. Negatif ritüeller kutsalın var­ lığının tem elini oluşturan kutsal ve kutsal-olm ayan ayrım ı­ nın sürdürülm esine hizm et eder; bu ritüeller. iki alanın birbi­ rinin alanına tecavüz etm em esini sağlar. Pozitif ritüellerin iş­ levi, salt faydacı bir dünyada gücünü yitirecek dinsel ideallere bağlılığı canlı tutmaktır. Bu noktada, bu analiz ile T oplu m da tşbölü m ü ’n d e k i analiz arasındaki ilişki kısaca yeniden ifade edilebilir. Küçük gele­ neksel toplum lar birlikleri için güçlü bir k o le k tif bilin ce ihti­ yaç duyarlar. Böyle bir toplumu “toplum ” kılan şey, üyeleri­ nin ortak inanç ve duygulara bağlılıklarıdır. Bu yüzden, dinsel inançlar içinde ifade edilen idealler toplumun birliğinin temel dayanağı olan ahlâkî ideallerdir. D olayısıyla, bireyler dinsel ayinlerde bir araya toplandıklarında inançlarını m ekanik da­ yanışmaya dayalı ahlâkî bir düzen içinde pekiştirirler. Böylece, dinsel ayinin içerdiği pozitif ritü eller grubun düzenli ahlâkî 26

184

Kuşkusuz ki, dinsel ritüel ve oyun arasında yakm ilişkiler vardır. D ürkhe­ im lakım oyunlarının kökünde dinsel törenlerin yattığım belirtir. Bu konuda, krş. Roger Caillois, Man, Play and G am es (Londra, 1 9 6 2 ). Elbette Durkheim için dinsel törenler kelim enin tam anlamıyla “yenidcn-yaralm a”dır.

bütünlüğünü sağlar, bu zorunludur, zira bireyler dindışı dün­ yadaki gündelik etkinliklerinde bencil çıkarları peşinde koşar­ lar ve neticede toplum sal dayanışmanın temel dayanağı olan ahlâkî değerlerden kopma eğilimindedirler. Kutsal şeyleri birbirin e bağlayan k o le k tif tem silleri yeniden can lan d ırm an ın tek yolu, onlara d in sel hayatın asıl kayna­ ğında -y a n i, bir araya gelen gruplar iç in d e - yeniden güç ka­ zand ırm aktır... İnsan lar kendilerinden daha em ind ir, çü nkıî k e n d ile rin i d ah a g ü çlü h isse d e rle r; o n la r daha g ü çlü d ü rler, çünkü birliği zayıflatan güçler artık b ilin ç içind e yeniden u yand ırılır.27

Ancak bir başka ritüel tipi daha vardır: en önemli örneği yas ayinlerinde cisim leşen “taksirat” (kefaretini ödem e) ritüelidir. Tıpkı dinsel haz duygularının doruğuna ayinin yol açtığı kolek­ tif coşku sırasında çıkması gibi, yas ayinlerinde de bir “üzüntü paniği” gelişir.28 Bunun etkisi, aralanndaki dayanışma üyelerin­ den birinin kaybının tehdidi altındaki grup üyelerini bir araya getirmektir. “O nlar, birlikte gözyaşı döktükleri için birbirleri­ ne sarılırlar ve -iç in e düşülen savrulmaya rağm en- grup zayıf­ lamaz... grup yavaş yavaş kendine dönerek gücünü hisseder; ye­ niden umut etmeye ve yaşamaya başlar.”29 Bu durum sadist din­ sel ruhların varlığını açıklar. Her yerde iki tür dinsel güç var­ dır: iyi etkiler ve öte yanda hastalık, ölüm ve yıkım getiren kötü güçler. Taksirat ritüelleriyle ilişkili kolektif etkinlik -ked erin hâkim bir duygu olmasını bir tarafa bırakırsak- iyi güçler anla­ yışına yol açan paralel bir durum sağlar. “Bu, bir insanın, kendi dışında -is te r daimi ister geçici olsun, düşmanlığı sadece insa­ nın acı çekm esiyle yatıştınlabilecek- kötü güçler bulunduğunu düşündüğünde yaşadığı bir deneyimdir.”30 27

The E lem enlary Form s o f the Religious Life, s. 3 8 7 . Kolektif hayatın "ritm i" Mauss'un “Essai les variations saisonnières des sociétés eskim os” adlı çalışm asın­ da ayrıntılı olarak analiz edilir (Année Sociologie, c. 9 ,1 9 0 4 - 5 , s. 39-130.

28

T he E lem en lary F orm s o f the Religious Life, s. 4 4 6 .

29

The Elcınentary F orm s o f the R eligious Life, s. 4 4 7 -4 4 8 .

30

T he E lem en lary F orm s o f the Religious Life, s. 4 5 9 , 590.

185

Bilgi kategorileri Totem izm de kutsal ilke daha kom pleks toplum lardakinden ço k daha kapsam lıdır: AvustralyalI toplum lardaki bu dinsel duyguların her yerde sonraki tüm farklılaşm ış düşünce sis­ tem lerinin kaynağım oluşturm ası gerektiğini görürüz. Doğa­ nın totem -tem elli sınıflam ası bilgiyi düzenleyen m antık kate­ gorileri veya sınıflandırm aların ana kaynağıdır. Doğadaki nes­ neler ve özelliklerin sınıflandırılm ası toplum un totem ci klan­ lara ayrılm asına dayanır. “Bu ilk m antıksal sistem lerin birli­ ği toplumun birliğini yeniden-üretir.”31 Bu, toplum un doğa al­ gısını tamamen yapılandırdığını ima etmez. D urkheim , biyo­ lojik olarak verili h içbir algısal ayrım bulunm adığını söyle­ mez, aksine ona göre, en kaba sınıflandırm a bile duyusal ben ­ zerlikler ve farklılıkları bir ölçüde tanımayı gerektirir. Durkheim ’m argümanının anlam ı, bu naif ayrımların sınıflam a sis­ tem inin eksenini değil, sadece ik in cil bir düzenlem e ilk esi­ ni oluşturm alarıdır:32 “B enzerlik hissi bir şey, sınıflandırm a (genre) fikri başka bir şeydir. Kategori, benzer biçim de algıla­ nan nesnelerin, bir ölçüde içeriklerin diş çerçevesidir.” M antıksal kategorilerin mevcudiyeti açık dikotom iler oluş­ turmayı gerektirir. Bununla beraber, doğa uzayda ve zamanda süreklilik sergiler, ancak bizim dış dünyadan aldığımız duyu bilgileri bu süreksiz tarz içinde düzenli değildir, aksine “belli b elirsiz ve d eğ işk en im g eler”den o lu şu r.33 N itekim bizzat m antıksal sınıf(lam a) fikrinin ve kategoriler arasındaki ilişki­ lerin hiyerarşik dağılım ının kaynağı toplum un klanlar ve fraırilere bölünm esidir. Ancak, nesnelerin bir başkasından ziyade belirli bir kategoriye dahil edilmesi doğrudan duyusal ayrım ­ lardan etkilenir. Ö rneğin, güneş belli bir kategorideyse, ay ve yıldızlar genellikle karşı kategoriye yerleştirilecektir; beyaz te­ peli Avustralya papağanı bir kategorideyse siyah papağan bir başka kategoride yer alacaktır. 31

Tlıc E k m en ta ry F orm s o f Ilıe R eligious Life, s. 170.

32

Bu. yine de, Durkheiın’ın teorisinde döngûsellikle ilgili güçlükler yaratmaz. Krş. Parsons, s. 4 4 7 .

33

The E k m en ta ry Form s o f t h e R eligious Life, s. 1 7 1 -1 7 2 ; (Fr. baskı), s. 2 0 8 -2 0 9 .

186

Soyut d ü şü n celeri düzenleyen aksiy om atik k a teg o rilerin toplumdan kaynaklanm ası gibi, temel güç boyutları uzay ve zam an k a teg o rilerin in kaynağı da toplum du r. T em el d in ­ sel güç, güç kavram ının türetildigi ana m odeldir ve felsefe ve doğa bilim lerine sonradan girm iştir.34 Aynısı diğer Aristotelesçi kategoriler için de doğrudur: Zaman kavram ının ilk proto­ tipi toplum sal hayatın periyodik karakterinde ve uzay kavramı da toplum un işgal etliği mekânda mevcuttur. Zaman ve uzay Kaııt’ın inandığı gibi insan zihnine içkin kategoriler değildir. Kuşkusuz, her birey, geçm işten farklı olan bugün içinde ya­ şayan bir bilinçtir. Ancak, “zam an” kav ram ı kişiselleşm em iştir; o, grubun tüm üyeleri tarafından paylaşılan soyut bir kate­ goriyi içerir. “Bu şekilde düzenlenen benim zam an ım değildir; o ‘genelde zaman’d ır...”35 O topluluğun deneyim lerinden kay­ naklanm alıdır: yıllar, haftalar ve günler biçim indeki zamansal bölünm eler kamusal ayinler, ritüeller ve kutsal günlerin peri­ yodik dağılım ından kaynaklanır. “Uzay” kavramı, benzer şe­ kild e, bazı ilk sabit n o ktaları g erektirir: d eğ erlen d irileb ile­ cekleri bazı ortak standartlar olmadan “kuzey” veya “güney”, “sağ” veya “so l” olamaz. Bu standardı toplum un işgal ettiği alan sağlar. Bu doğrudan gösterilebilir: bazı AvustralyalI toplumlarda, uzay kam pın döngüsel biçim ini yansıtan bir daire biçim inde algılanır ve uzaysal çevre her klanın kamp yerinde­ ki konum una göre alt bölüm lere ayrılır. D urkheim burada D insel H ayatın İlk sel B içim leri'n in diğer kısım larm dakinden daha farklı basit bir “m ekanik m aterya­ lizm” biçim i geliştirm ez; ancak bu çalışmasında çoğu kez ide­ alizm e d üşm ekle su çlan ır. D urkheim g erçek te, bu h areket noktasının, kendine öncül olarak toplum un “alt-tabaka”sı ile kolektif olarak geliştirilen fikirler arasındaki dinam ik etkileşi­ mi aldığını vurgulamak için biraz zorlanır: 34

D u rk h eim ’a göre b u , daha ö n ce C o m ıe tarafından g ö sterilm iştir. A ncak C om ıe hatalı bir biçim de gı'ıç kavram ının nihayetinde bilim den kalkacağını düşünür, “o, m istik kökenleri nedeniyle, tüm nesnel değerleri reddeder". The Elcm cntary Form s o f the Religioııs Life, s. 234.

35

T he E lem cntary F orm s o f th e R eligious Life, s. 23.

187

K esinlikle, toplum sal hayatın kendi alt-tabakasına bağlı oldu­ ğu nu n ve o nu n dam gasını taşıdığının açık olduğunu d üşünü­ yoruz, tıpkı bireyin zihinsel hayatının sin ir sistem ine ve ger­ çek te tüm organizm aya bağlı olm ası gibi. A ncak, bireysel bi­ lin cin sin ir sistem in in basit b ir uzan tısın dan daha fazla bir şey olm ası gibi, k o le k t if b ilin ç de kendi m orfolojik tem elinin gölge-olgusundan daha öte b ir şeydir.36

Dinsel H ayatın İlksel B içim leri'nde bir bilgi teorisi olarak ge­ liştirilen tez özünde genetik karakterdedir; o, bazılarının dü­ şündüğü gibi, toplumsal düzen ve kolektif fikirler arasında de­ ğişmez ilişkileri tem el postüla olarak alan bir teori değildir. Gerçekte, D urkheim ’ın genel “toplum sal gelişm e sü reci” an ­ layışı çağdaş toplumlarda rasüanan düşünce sistem lerinin içe­ riğinin değişen karakteriyle ve onların temelini oluşturan top­ lumsal süreçlerin giderek farklılaşan doğasıyla ilişkilidir. Bu­ rada özel önem de olan, m odem rasyonalizm ve laik ahlâk ara­ sındaki ilişkidir. D uıkheim ’a göre, Dinsel H ayatın İlksel Biçimleri’nin önem i, k esinlik le “k u tsal” karaktere sahip olm ayan hiçbir kolektif inancın olamayacağını gösterm esidir.. N itekim , çağdaş toplumlarda rastlanan ahlâkî düzenin içeriği ve biçim i geleneksel toplum larınkinden tamamen farklıyken, gerçekte geleneksel ve m odem dayanışma biçim leri arasında hiçbir sü­ rekli çözüm (solution de continuité) yoktur. M odern dünya giderek daha fazla rasyonalizm in (D u rk heim ’ın deyimiyle, ahlâkî bireyciliğin “entelektüel yan”ınm ) etkisi altına girmektedir. Bunun bir sonucu “rasyonel ahlâk” talebidir. Artık,";ahlâkî otoritenin devamı, tıpkı dinsel alanın dindışının etki alanından korunm asında olduğu gibi, ahlâkî ideallerin “deyim yerindeyse, ihlalcilerin elini kolunu bağla­ yan gizemli bir engelle kuşatılm ası”nı37 gerektirm ektedir. Bu din ve ahlâk bir ve aynı şey olduğunda kolayca sürdürülebilir, zira dinsel sem boller ve işaretler tapınma duygusu uyandırır. 36

T he Elemeııtary Forms o f (he Religious Life, s. 4 7 1 ; bkz. bu kitabın 3 3 7 -3 3 9 sayfalan.

37 A h lâk Eğitimi (Ing. baskı), s. 10.

188

Yine de, dinin bütün izlerini ahlâktan silm ek ahlâk kuralları­ nın tamamen reddine yol açabilir, zira bu kurallar, sadece uy­ gulanm a koşulları içinde ihlal edilem eyecekleri düşünüldük­ leri ve böyle görüldükleri takdirde varlıklarını sürdürebilirler. Bunun nedeni, onların kutsal yasa içindeki asıl tem ellerinden koparıldıklarm da bile kutsal bir karakteri sürdürm eleridir.38

Rasyonalizm, ahlâk ve "birey kültü" Bu analiz aynca din ve ahlâkîliğin ilkel birlikteliği teorisiyle ilişkilendirilebilir. İnsan dinsel düşüncenin olduğu her yerde kendisini iki bağım sız varlık, beden ve ruh olarak algılamıştır. Bedenin maddi bir dünyada, ruhun ebedi kutsal bir alan için ­ de yaşadığına inanılır. Evrensel olana inanç tesadüf] olamaz, ne de tam am en yanılsam adan ibarettir, insan toplum sal ha­ yatına içkin bir ikiliğe dayanır. Bu ikiliğin kaynağı duyum ve kavramsal düşünce ve ahlâkî inançlar farklılaşm asına götürülebilir. Bunlar birbirinden büyük ölçüde bağımsızdır. Duyum­ lar ve açlık, susuzluk gibi duyusal ihtiyaçlar, bireysel organiz­ maların arzularıyla ilişkili olmaları ve başka bir şeye referan­ sı gerektirm em eleri anlam ında, “zorunlu olarak bencild ir”.39 Aksine, kavram sal düşünm e ve ahlâki değerler, evrenselleş­ m iş olmaları anlam ında, kişisel-değildir; onlar hiçbir özel bi­ reye ait değillerdir. Her insan hayata sadece duyum ları tanı­ yan ve eylem leri duyusal ihtiyaçları tarafından yönlendirilen ben cil b ir varlık olarak başlar (ancak, bu kuşkusuz anom ik bir durum değildir). Fakat, çocuk sosyalleşirken ben cil doğa­ sı kısm en toplum dan öğrendiği şeylerle kaplanır. Bu yüzden, her birey k işilik olarak bencil bir yana sahipken, aynı zam an­ da sosyal bir varlıktır. Toplum sal hayatın ahlâkî talepleri b en ­ cil eğilim lerle tam uygunluk içinde olamaz: “Toplum , sü rek­ li ve bedeli yüksek fedakârlıklar yapmamızı gerektiren varlıgı38

A.g.e., s. 9 -1 1 . “Ahlâkî hayal dinle ortaklaşa sahip olduğu tüm karakteristikle­ ri asla üzerinden atm am ıştır ve atm ayacaktır”, Sociology an d Philosophy (lng. b askı), s. 4 8 .

39

“T he dualism o f hum an nature and its social cond itions", WolfT, s. 327.

189

mız olmadan şekillenem ez veya varlığını sürdürem ez.”40 Fakat bu özellik ayrıca tarihsel boyutta ele alınm alıdır; duyusal ihti­ yaçlar “tipik bencil eğilim ler”ken, doğrudan duyusal ihtiyaç­ lardan kaynaklanmayan farklı bencil arzular da vardır. “Asıl bencilliğim iz büyük ölçüde toplum un bir ürünüdür.”41 D urkheim bunu bir başka yerde tarihsel analizle açıklar.42 H ıristiyanlık ve daha özelde Protestanlık m odem ahlâkî birey­ ciliğin doğrudan kaynağını oluşturur. H ıristiyanlık için erdem ve d in darlık maddi süreçlerd e değil, a k s in e ru h u n iç h a lle r in d e b u lu n d u ğ u iç in , b ire y s ü r e k ­ li o la ra k k e n d is in i g ö z e tim a ltın d a tu tm aya itilir ... N ite ­ k im H ıristiy a n to p lu m la r ın ın d ü ş ü n c e si z o ru n lu o la ra k m u h tem el iki d ü şü n ce k u tb u doğa ve insand an İk in cisin e yoğunlaşm ıştır.. 43

Hıristiyan ahlâkı “birey kültü ”ne temel oluşturan ahlâk il­ keleri sağlam ıştır, ancak artık Hıristiyanlığın yerini yeni kut­ sal sem bol ve nesne türleri alm aktadır. Ona göre, bunun en açık örneği, Fransız Devrimi’ndeki, özgürlük.ve aklın yüceltil­ diği ve kamusal “ayinler”in yönlendirdiği yüksek düzeyde k o­ lektif coşku içeren olaylardır. Ancak o yaşantılarımıza egem en olan ideallerin ortaya çıkışında yardımcı olsa bile, bu zam anla­ rın kolektif ateşi kısa öm ürlüdür. Modern dünya neticede ah­ lâkî bir boşluk içindedir: Özetle,- esk i tan rılar yaşlanm akta veya ö lm ek te ve başkala­ rı doğm aktadır. C o m ıe’un eski tarihsel bellekleri yapay ola­ rak canlandırm a girişim in i gereksiz kılan budur: yaşayan bir kültü yaratabilecek olan şey ölü b ir geçm iş değil, bizzat h a­ yatın kendisidir. A ncak bu belirsizlik durum u ve sersem letici kargaşa ilelebet devam edem ez. T oplum lanm ızd a, yeni dü­ şü ncelerin yükseleceği ve b ir süre için insanlara yol göstere­ 4 0 A.g.e., s. 3 3 8 . 41

Suicide, s. 360.

42

Krş. L ’évolution p éd ag og iqu e en F ra n ce, s. 3 3 2 -3 4 , 3 2 7 -2 9 .

43

A .g.e., s. 3 2 3 .

190

cek yeni form üllerin keşfedileceği, yaratıcı coşk u n lu k anları­ nın bilineceği b ir gıın m utlaka g elecek tir...44

F ran sız D evrim ine d inam izm in i kazand ıran şey m odern çağda ahlâkî bireyciliğin gelişimidir. Bireycilik, Batı tarihinin farklı dönem lerinde düzensiz aralıklarla ortaya çıksa bile, be­ lirli bir çağa özgü değildir; onun gelişimi “tarih boyunca kesin­ tisiz olarak” yer alır.45 Bu yüzden, insan bireyin değerli bir var­ lık olduğu duygusu toplum un bir ürünüdür ve bireyciliği ben­ cillikten ayıran kesinlikle budur. “Birey kültü” bencilliğe değil, aksine acı çeken insana yakınlık hissetm e ve toplum sal adalet arzusu gibi karşı yöndeki duyguların gelişim ine dayanır. Birey­ cilik, m ekanik dayanışmanın egemenliğindeki toplumlarla kar­ şılaştırıldığında, organik dayanışmalı toplumlarda bencillikte artıştan başka bir şey getirm ezken, hiçbir anlamda bencillikten kaynaklanmaz ve bu yüzden bizzat “her tür dayanışmayı im ­ kânsız kılan bir ahlâkî bencilliğin”46 ürünü değildir. Bu durum bilimsel etkinlik örneğiyle açıklanabilir. Ahlâkî bireyciliğin en­ telektüel bir türü bilim de cisim leşm iş özgür araştırm a ruhudur: Ancak, bilim sel araştırm anın sürdürülmesi, düşünceler alanın­ da bir anarşiye yol açm ak yerine, sadece başkalarının kanaatle­ rine saygı, araştırma sonuçlarının yayınlanması ve bilgi alışve­ rişini güçlendiren bir çerçeve dahilinde sürdürülebilir. Bireyciliğin gelişim i tersine çevrilem ez, zira o T oplu m da tşbölümi't'nde ayrıntılarıyla açıklanan kapsamlı genel toplumsal değişm elerin sonucudur. Bu görüş D urkheim ’ın özgürlük ve onun ahlâkî düzenle ilişkisi anlayışının kaynağıdır. Özgürlük tüm kısıtlam alardan kurtulm ak değildir. Bu anom idir, bireyle­ rin doymak bilm ez arzularına zincirlenm eleri nedeniyle özgür olm adıkları bir durumdur: haklar ve özgü rlükler aslında insan doğasına içk in şeyler de­ ğildir... T o p lu m bireyi ku tsam ış ve onu ö zellikle saygıdeğer 44

T he E lem en ıary F o n n s o f the Religious Life, s. 4 7 5 ; (F r. baskı), s. 6 1 0 -1 1 .

45

T h e Division o f L a b o u r in Society, s. 17 1 ; (F r. b askı), s. 146.

46

“L’individualisme el les inıellecıuels", s. 7 -13. “N itekim , birey h aklannı savu­ nan bir bireyci aynı zamanda toplumun hayali çıkarlannı da savunur...“, s. 12.

191

kılm ıştır. O nu n giderek özgürleşm esi toplum sal bağların za­ yıfladığım değil, dönüştüğünü gösterir... Birey iradesini top­ lum a teslim eder ve bu teslim iyet onu n özgürleşm esinin k o ­ şuludur. Ö zgürlük insanın kör, düşüncesiz fiziksel güçlerden ku rtu lm asın ı g erek tirir; o bu n u söz kon usu gü çlere top lu ­ mu meydana getiren büyük ve zeki güç tem elinde karşı çık a­ rak -o n u n korunm asına sığınarak— başarır. Toplum u n kan at­ lan altına sığınarak ay n ca kendini belirli ölçüde ona bağım lı kılar. A ncak bu ö zgü rleştirici b ir bağım lılıktır.47

Neticede, ahlâkî otorite ve özgürlüğün birbirlerini karşılık­ lı olarak dışlayan karşıt güçler olduğuna inanm ak tem el bir hatadır; sahip olduğu her türlü özgürlüğü topluma üyeliğiy­ le elde ettiği için, insanın toplum un varlığının gerektirdiği ah­ lâkî otoriteye tâbi olm ası gerekir. D urkheim için burada hiçbir paradoks yoktur, zira “özgür olm ak hoşlandığı şeyi yapmak değil; kendi efendisi olm aktır...”48 D isiplin, dürtülerin iç kontrolü anlam ında, tüm ahlâk ku­ rallarının temel bir unsurudur. Ancak yukarıdaki açıklam a­ dan, disiplini doğası gereği insan özgürlüğünü, ve kendini ger­ çekleştirm eyi kısıtlamayla bir tutm anın yanlış olduğu ortaya çıkar. Durkheim , belirli, düzenli ilkelere göre işlem eyen hiç­ bir toplumsal düzen biçim i olm adığını belirtir. Toplum sos­ yal ilişkilerin bir orgânizasyonudur ve bu temel hakikat davra­ nışın -toplum d a sadece ahlâk kurallarının olabileceği- yerle­ şik ilkelere göre düzenlenm esini gerektirir, insanın toplumun kendisine sunduğu im kânların ürünlerini alabildiği toplumsal hayatı sadece ahlâkî düzenlem enin kabulüyle m üm kündür. D urkheim ’m bu vurguya tarihsel bir unsur katm am ası, bir­ çok eleştirm eni onun görüşlerinin otoriter bir siyasal öğreti­ nin incelikle gizlenm iş m antığını temsil ettiği yargısına itm iş­ tir.49 Ancak, gerçekte, tüm ahlâkî düzenlem e biçim lerinin aynı 47

S ociolog y and P hilosophy (Ing. b askı), s. 72.

48

Education and S ociology (Ing. baskı) (G lencoe. 19 5 6 ), s. 90.

49

Örneğin bk 2 . Jo h n Horton, “T h e de-hum anisation o f anom ie and alienation”. British Jo u rn a l o f Sociology, c. 15, 1 9 6 4 , s. 2 8 3 -3 0 0 .

192

olm ad ığı düşüncesi Durkheim 'ın tezi için önem lidir. Başka de­ yişle, “düzenlem e" (toplum , toplumsal kısıtlayıcıhk) ile soyut ve genel anlam da “düzenlem enin yoklu ğu ” (an om i) basitçe yan yana getirilem ez.50 G erek ben cillik g erek anom i T op lu m d a Işbölıim ü’n d e ortaya konulan genel toplum sal gelişm e anlayışı bağlam ında anlaşılm alıdır. Bu bağlamda bakıldığında, ben cil­ lik ve anom i basitçe her toplum tipinin aynı ölçüde yüz yüze olduğu işlevsel problem ler değildir: onların kaynağında top­ lum sal evrim in so n u cu olan ahlâkî bireycilik yatar. D urkheim ’a göre, m odern toplum biçim in in yüz yüze olduğu ik ilem ­ ler, g elen ek sel to p lu m lard ak i o to k ra tik d isip lin e d ö n ü lerek değil, aksine sadece farklılaşm ış işbölüm ünün - ö n c e k i toplum tiplerine has olanlardan oldukça farklı otorite biçim leri gerek­ tire n - ahlâkî birliği sayesinde çözülebilir.

50 Durkheim’ın bu konudaki ifadesine dikkat edin: “Disiplin ihtiyacına inanç­ tan disiplinin kör ve kölece bir itaati gerektirdiği sonucu çıkartılamaz”, Moral Education (lng. baskı), s. 52. 193

Max W eber

9 Protestanlık ve Kapitalizm

Max W eber, D urkheim ’ın neredeyse tam çağdaşı olsa da, için ­ de yaşadıkları düşünce iklim i önemli noktalarda oldukça fark­ lıydı. Almanya’daki kısa öğrenim dönem i, genç D urkheim ’m Alman toplumsal düşüncesinin önde gelen bazı yönelim leriy­ le tanışm asına yardım cı oldu ve böylece Durkheim daha sonra da Alman sosyal bilim cilerinin çalışmalarıyla ilgilenm eyi sür­ dürdü. Durkheim , M ax W eber'in yazıları kadar onun karde­ şi Alfred W eb er’in yazılarına da yabancı değildi. Alm an ya­ zarların en azından Durkheim ve W eber’i doğrudan birbirine bağlayan yazılan iki grupta toplanabilir: Bir yanda Schm oller ve Verein fü r S o z ia lp o litik * üyelerinin, öte yanda G eorg Sim-

( * ) Sosyal Siyaset D em eği. Bu dem eğe ilim , siyaset, iktisat ve basın çevrelerin ­ den katılan değişik aydınlar, sosyal siyaset cereyanının gerek sosyal teori­ de, gerekse uygulamada yaygınlaşm asına katkıda bulunm uşlardır, iktisad i ve felsefi alandaki aşırı liberalizm e ve ferdiyetçiliğe (Alman M anchester Ekolü) dayanan Laissez-Faire politikasının yanında sosyalizm in M ark sist-ih lilâlci fikir ve hareketine karşı duyulan endişelerin karşısında bunlardan bağımsız bir bilim dalı haline gelen sosyal siyaset, reform ist bir çizgide sosyal çözüm önerileri dile getirm ekteydi. Sosyal siyasetin ilm i bir disiplin h alin e getiril­ m esinde AvusturyalI iktisatçı O tto von Z vviedincck-Südenhorst’un (1 8 7 1 1 9 5 7 ) büyük katkıları vardır. Yazdığı Sosyal Siyaset adlı eseriyle bu bilim da­ lının teorik tem elini ve esaslarını belirlem iştir - ç.n.

197

m el’in yazıları.' Ancak bu oldukça açık entelektüel bağlantılar bile marjinal önemdedir. Kuşkusuz Sim m el’in düşüncesi W e­ b erin görüşlerinin biçim lenm esinde bir ölçüde etkili olm asına rağmen D urkheim , Sim m el’i büyük ölçüde eleştirir ve onun yazılarından önem li noktalarda etkilenm ez. Schm oller ve K ath ed ersozialisten ’in yazıları D urkheim ’ın erken dönem çalışm a­ larının önemli bir hareket noktasını oluştursa bile, on lan n gö­ rüşlerinin Durkheim ’m daha sıcak baktığı yanları W eber tara­ fından kesinlikle reddedilir hatta m ücadele edilir.2 Durkheim ve W eber arasında gözle görünür önem li bir et­ kileşim in olmaması sonraki yazarlar için çoğu kez sürpriz o l­ m uştur.3 Ancak bu karşılıklı etki, yukarıda ifade edilen neden­ lerle, belki de ilk bakışta göründüğünden daha az önem lidir. D urkheim ’ın yazılarını biçim lendiren kaynakların Fransız o l­ ması gibi, W eber’in çalışm asını biçim lendiren temel entelek­ tüel etkiler de ağırlıklı olarak Alman’dır. Ayrıca D urkheim ’m erken dönem çalışm aları daha soyut ve felsefidir: “Felsefey­ le başlayıp yine felsefeye dönm e eğilim indeyim veya daha zi­ yade, tamamen doğal bir biçim de yolumda ilerlerken karşılaş­ tığım sorunların doğası nedeniyle ona döndüm .”4 Ö te yandan W eber’in ilk çalışm aları tarihsel araştırm alardan ayrıntılarla doludur ve esasen Alman tarih okulunun gün yüzüne çık ar­ dığı özel problem ler bağlamında geliştirilir (W eber çalışm ala­

1

D urkheim ’ın, S im in d in P h ilosop h ie d es G eliles i üzerine b ir incelem e yazısı (Année sociologique, c. 5. 1 9 0 0 -1 9 0 1 . s. 1 4 0 -1 4 5 ) ve iki m akale (Année Sociologique, c. 7, 1 9 0 2 -1 9 0 3 , s. 6 4 6 -6 4 9 ) yazar. Ayrıca Sim m el'in formel sosyolo­ jisin i “Sosyoloji ve bilim sel alanı" başlıklı yazısında tanışır. W olff, s. 3 5 4 -3 7 5 (ilk kez 1900'de yayım lanm ıştır).

2

Krş. bu kitap s .1 2 1 -1 2 5 ..

3

Örneğin Edward A. Tiryakian, “A problem for the sociology o f knowledge". Archives européen nes d e socio lo g ie, c . 7, 19 6 6 , s. 3 3 0 -3 3 6 . Tiryakian hatalı bir biçim de D urkheim ve W e b e rin çalışm alarında hiçbir karşılıklı referans olm a­ dığını söyler. G erçekte D urkheim , Alm an Sosyoloji D em egi'nin tutanakları üzerine yazısında W cber’dcn söz eder (1 9 1 1 ), Année sociologiqu e, c. 12, 190919 1 2 , s. 2 6 . (W e b e rin kongreye kalkılan için, bkz. G esam m elte A ufsätze zur S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 4 8 1 -4 8 3 .)

4

Bu alıntı Georges Davy'e bir m ektuptan alınm ıştır: Em ile Durkheim , Revue fr a n ç a is e d e sociolog ie, c . 1, 19 6 0 , s. 10.

198

rının kapsamını bu yazılarda ele alman genel teorik sorunları içerecek biçim de genişletir). Tarih, hukuk, ekonom i, sosyoloji ve felsefedeki birbirine rakip geleneklerin akışından beslenen W eber, düşüncelerini birçok kaynaktan yararlanarak oluştur­ duğu bir bakış açısıyla biçim lendirir.

Erken dönem çalışmalar W eber’in doktora tezi (1 8 8 9 ), Ortaçağ’da ticari girişim leri dü­ zenleyen huku kî ö nlem ler üzerine teknik bir araştırm ad ır.5 W eber, bu tezde özellikle Cenova ve Pisa gibi İtalyan ticaret kentlerini ele alarak bu kentlerde gelişen ticarî kapitalizm in, risk ve kâr dağılım ının bir girişim in ortakları arasında nasıl dağılacağını düzenleyen hukukî ilkeler form üle etmeyi gerek­ tirdiğini gösterm eye çalışır. Aynı dönem de W eber sonradan yazılarında sınırlı ölçüde de olsa önem li rol oynayan bir so­ runla ilgilenir: Rom a hukukunun Ortaçağ ve sonrası Avrupa hukuk sistem inin gelişim i üzerindeki etkisi. Bununla beraber W eber, tezi için seçtiği referans çerçevesi içinde bu problem i doyurucu bir biçim de açıklayamayacağını düşünür.6 W eber’in M om m sen’in yönetim i altında yazılan ve birkaç yıl sonra ta­ m am lan an ik in c i çalışm ası özellikle Rom a’yla ilgilid ir.7 Ça­ lışma oldukça tekniktir ve o dönem deki m evcut bilim sel tar­ tışmaya yöneliktir; Roma’da toprağı kullanm a hakkının evri­ m i ayrıntılı olarak analiz edilir, bu gelişme hukukî ve siyasal değişim lerle ilişk ilen d irilir.8 W eber, Rom a tarım ının ek o n o ­ mik tarihinin kazandığı özel biçim bakım ından b iricik oldu­ 5

“Zur G eschichte der H andelsgesellschaften im M ittelalter’', G esam m elte A uf­ s ä tz e z u r S o z ia l- und W irtsch a ftsg esch ich te (T ü b in g en , 1 9 2 4 ), s. 3 1 2 -4 4 3 . D oktora tezinin özgün başlığı için bkz. Jo h an n es W inckelm ann, “Max W e­ b e r s D issertation", René König ve Jo h an n es W inckelm ann, M ax W eber zum G edächtn is (K öln ve O pladen), 1963.

6

Ju g en d b riefe, Tübingen, s. 27 4 .

1

Die römische A g rarg esch ich te in ih rer Bedeutung fü r des Staats- und P rivatrecht (Stutgart, 18 9 1 ).

8

Çalışm anın kökeniyle ilgili kısa bir tartışma için krş. G ü nther Roth, “Introdu­ ctio n ", Econom y an d Society (Ing. baskı), c. 1. s. xxxvi-xl.

199

ğunu öne sürenlerin aksine, onun diğer ekonom ik bağlamlar­ dan elde edilen kavramlarla ele almaya uygun olduğunu gös­ termeye çalışır. Bu yazılar asıl içerik lerin d en ziyade W eber’in d üşü ncesi­ nin gelişim çizgisini gösterm eleri bakım ından önem lidir. Zira bunlar zaten W eber’in sonraki çalışm asının tem el ilgi odağıyla ilişkilidir: Kapitalist girişim in doğası ve Batı Avrupa kapitaliz­ minin özel karakteristikleri. Roma tarım tarihinin ekonom ik analizi sonraki birkaç yazıdan ilkidir ve burada Antik dünya­ nın toplumsal ve ekonom ik yapısı incelenir.9 M arx’in da daha önce yaptığı gibi W eber, Antik Roma döneminde m odem ka­ pitalizm in oluşum una büyük ölçüde im kân sağlayan tem el unsurlardan bir k ısm ın ın bu lu nd u ğu nu düşünür. W eb e r’e göre, “Antik uygarlık Ortaçağ’dan belirli noktalarda ayrılır:”10 A ncak Rom a; genişlem esi, büyük ölçek li ticari faaliyetlerin oluşum u ve bir para ek onom isinin gelişm esi gibi özellikle­ ri bakım ından O rtaçağ sonrası Avrupa’n ın ilk dönem indekine benzer bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. W eber’in Roma’nın çöküşüne dair açıklam ası aslında M arx’m söz.konusu olaylara dair kabataslak açıklam asıyla birçok ortak yana sahiptir.11 W eber’in Roma tarihi üzerine erken dönem çalışm ası, ayrı­ ca onun ekonom ik yapılar ve toplum sal düzenin diğer yanları arasındaki ilişkinin başından beri farkında olduğunu ve daha özelde tüm ham ekonom ik determ inizm biçim lerinin redde­ dilm esi gerekliğine inandığını da gösterir.12 Bu ilk dönem ya­ zılar ile W eb er’in hem en ardından yayım ladığı ve m odern Alman ekonom isinin iki farklı yönünü ele aldığı araştırm ala­ rı arasındaki sü reklilik açıktır: İlkinde E lbe’nin doğusunda­ 9

Krş. "Agrarverhältnisse im A ltertum ”, Gesammelte A ufsätze z u r S o z ia l- und W irtschaftsgeschichte, s. 1 -288 ve “Die sozialen Gründe des Untergangs der antiken Kultur”, a .g .e., s. 2 8 9 -3 1 1 .

10

“Agrarverhältnisse im Altertum ", s. 4.

11

M arx'in Roma Im paratorlugu'nun çözülüşüyle ilgili açıklam asının temel par­ çalan kuşkusuz W eb erin ulaşamadığı Gruııdrisse’da yer alır; krş. bu kitabın 6 4 -6 7 . sayfalan ve Giddens. “M arx, W eber and the developm ent of capitalism ”, Sociology, c. 4, 19 7 0 , s. 3 0 0 -3 0 1 .

12

Aynca krş. “Zur G eschichte der Handelsgesellschaften”, s. 322.

200

ki köylülüğün durumu araştırılırken, İkincisinde Alm anya’da malî serm ayenin faaliyetleri ele alınır. Bu iki araştırm ada da modern ticaretin karakteri, etkileri analiz edilir ve W eber ya­ zılarının akışı içinde çalışm ası üzerinde büyük bir etkiye sahip olan, onu doğrudan Protestan A hlâkı ve K apitalizm in Ruhıı’nda açıkladığı temalara yönelten bazı sonuçlara ulaşır. W e b e r 1 8 9 4 - 1 8 9 7 y ılla rı arasın d a b o rsa n ın iş le y iş i ve onun malî serm ayeyle ilişkisi üzerine bazı m akaleler y azar.'3 W eber, m odern bir ekonom inin işleyişi konusunda n aif bir an lay ıştan k ay n ak lan d ığ ın ı düşündüğü ve borsay ı “to p lu ­ ma karşı kom plo”dan başka bir şey olarak görm eyen anlayı­ şa karşı tezler g eliştirir.'4 Borsanın, basitçe kapitalist azınlığa kazanç sağlayan bir araç olduğu düşüncesi bu kurum un eko­ nom ide yüklendiği arabulucu işlevleri tamamen göz ardı eder. Borsa, bir işadam ının rasyonel planlamayla kendi girişim ini geliştirebileceği bir mekanizm a sağlar. Borsanın işleyişini so­ rumsuz spekülasyonlarla özdeşleştirm ek hatadır. Bu tür giri­ şim ler elbette m evcuttur, ancak borsanın temel etkisi, kum ar­ bazca tezgâhlara fırsat sağlamaktan ziyade piyasada rasyonel davranışı geliştirm ektir. W eber durum un gerçekte böyle oldu­ ğunu gösterm ek için kredi dağılım larını örnek verir. Bir vade pazarlığı yapıldığında, bir işadamının gelecekte belirli bir za­ manda işlem lerin i başarıyla tam am layabileceği bir alışveriş yapmasına im kân tanındığında sonuç, m üm kün ticari işlem ­ lerin kapsamında artışur. Bununla beraber, W eber borsayla il­ gili -m o d e rn bir ekonom ide işlem ölçeği ve hacm indeki artı­ şın yol a çtığ ı- norm atif düzenlem eler konusundaki güçlükle­ re dikkat çeker. Bu yüzden, ticari işlem lerin genişlem esi m ü­ badele işlem lerinin işleyişi için gerekli ahlâkî kontrolleri etki­ sizleştirm e eğilimindedir. W eber piyasa ilişkilerinin yayılm asının etkilerini farklı bir bağlam da, 1 8 9 2 ’de yayım lanan doğu A lm anya’da tarım sal 13

Bunların cn geneli “D ie Börse" adlı yazıdır: Gesammelte A ufsätze zur Soziolo­ gie und S o z ia lp olitik , s. 2 5 6 -3 2 2 . Krş. Reinhard Bendix, M ax W eber, an Intelleclu al Portrait (Londra, 1 9 6 6 ), s. 23 -3 0 .

14

“Die Börse", s. 2 5 6 -2 5 7 .

201

em ek araştırm asında derinlem esine analiz eder.15 19. yüzyıl Almanyası’nda tarımsal girişim in yapısında Elbe Nehri temel bölünm e çizgisiydi. N ehrin batısındaki çoğu çiftçi bağım sız köylüydü ancak doğuda Ju n k e rle r birçok bakım dan yarı fe­ odal b ir düzenin sürdüğü büyük m ülklere sahipti. Bu yüz­ den, Elbe’nin doğusundaki iki farklı tarım işçisi tipi m evcut­ tu: İşverenlere yıllık sözleşm elerle bağlı olan ve Ortaçag’dakine benzer koşullarda yaşayan işçiler ile çalışm a koşullan sana­ yi em ekçisinin koşullarına yakın olan ve gündelik bir tem el­ de ü cretlend irilen ü cretli em ekçiler. W eb er’in çalışm asında belirlüği gibi, bu koşullarda geleneksel ve m odem em ek iliş­ kileri oldukça istikrarsız bir biçim de birbirine eklem lenm işti. G ündelik işçiler, ona göre, giderek toprağa bağlı işçilerin (Irıstleute) yerini almaya başladı. W eber’e göre, bu süreç züm ­ relerin genel yapısının dönüşm ekte olduğunu gösterir: T o p ­ rağa bağlı işçiler, işverenlerine sadece ekonom ik bir ilişkiy­ le değil, aynı zamanda bir haklar ve yüküm lükler setiyle bağ­ lıyken; gündelik işçiler, ücret sözleşm esi esasına göre istihdam edilmekteydi. Sonuç, ikinci grubun geleneksel işçilerin içinde yaşadıkları sosyal sistem le hiçbir organik bağa sahip olm am a­ sı olduğundan gündelik işçilerin çıkarları neredeyse tamamen m ümkün en yüksek ücret artışını sağlamaya bağlıydı. Böylece tarımda ücretli em ek kullanım ını teşvik eden ucarileşm ede artış, işçiler ve işverenler arasında ekonom ik çatışm anın öne çıkm asına neden olur. Buna rağm en, tarım ın ticarileşm esi, işçilerin hayat sta n ­ dartlarında bir iyileşm eye yol açm ak yerine, standardı düşür­ me eğilim indedir.16 G ündelik işçilerin hayat koşullarını bir öl­ çüde ayrıntılı olarak betim leyen W eber, toprağa bağlı işçiye açık ikincil kazançların kapsam ının sınırlılığının, bu kesim ­ den ziyade gündelik işçilerin ekon om ik durum unun bozul­ 15

D ie V erhältnisse d er L an d a rbeiter im ostelbischen D eutschland (Leipzig, 1892). Ayrıca krş. “Capitalism and rural society in G erm any", From M ax W eber: Es­ says in Sociology, s. 3 6 3 -3 8 5 . [S osyoloji Y azıları, çev. Taha Parla, iletişim Ya­ yınlan. 8. baskı, 2 0 0 6 ]

16

Verhältnisse d er L an d arbeiter, s. 7 7 4 vd.

202

m asına yol açtığını gösterir. Kısa vadede gündelik işçinin üc­ reti daha yüksek olabilir ancak uzun vadede bu eğilim tersine döner. Yine de W eber’e göre, toprağa bağlı işçiler arasında yıl­ lık sözleşm e yapmayı gerektiren bağımlı bir konum dan kaçm a yönünde açık bir eğilim vardır. Bu bağım sızlık arayışı, toprağa bağlı işçilerin gündelik işçinin belirsiz durum una karşı güven­ liklerini satın alma eğilim i olarak değerlendirilebilir. W eber’e göre, bu eğilim sadece ekonom ik terim lerle açıklanam az, ak­ sine bir ölçüde patriarkal bir “kişisel bağım lılık ilişkisi”nd en 17 kurtulm a arayışının sonucudur. Bu yüzden, kendi küçük ara­ zisine sahip işçi “bağım sızlığını” sürdürebilm ek için en ağır yokluklara, tefecilere en ağır borçlara katlanacaktır. Bu şekilde elde edilen “özgürlük” büyük ölçüde b ir yanılsa­ ma olabilir fakat W eber’e göre, bu yanılsamalar insan etkinli­ ğini anlamada büyük önem e sahiptir. Tarım işçilerinin eylem­ leri “sadece ekm eğini kazanm a” güdüsü tem elinde anlaşıla­ maz. Tarım işçilerinin davranışlarını yönlendiren fikirler ba­ sitçe ekonom ik çıkarların “ifadesi” olm asalar da, yine de bu çıkarlardan başka b ir şeyden kaynaklanm azlar. O nlar ayrı­ ca Ortaçağ toplum yapısı ve em ek biçim lerinde değişime yol açan toplum sal ve ekonom ik değişimlerle ilişkilidir. D üşünce­ ler ve maddi çıkarları birbirine bağlayan ilişkiler ekseni, nadi­ ren b ir “düzeyden" bir başka düzeye geçişi gerektiren tek dogrultulu nedensel bir kaynağa göre belirlenebilir. Bununla be­ raber, burada W eber kendi görüşünü aslında tarihsel gelişme­ yi düşüncelerin içeriğine göre analiz eden kültür tarihi anlayı­ şı karşısında konum landırır: Her zaman derinlere kök salmış toplum sal ve ek on om ik değişim lerin belirli b ir tabaka veya toplum un üyelerinin değerleri üzerindeki m uhtem el etkileri incelenm elidir.18 Bu g örüşlerin basitçe M arksizm le eleştirel b ir karşılaşm a bağlam ında geliştirildiğini varsaymak W eber’in düşünce or­ tamını aşırı basitleştirm ek olacaktır. W e b e rin ilk yazılarının 17 A.g.e., s. 7 9 7 vd. W eber’in açıklam ası Kautsky'nin D ie A grarjragc'de sunulan görüşleriyle karşılaştırılm alıdır. 18

Krş. “Sozialen Gründe des Untergangs der antiken K u ltur", s. 2 9 1 -2 9 6 .

203

hareket noktasını ana akım Alm an ekonom i tarihi ve huku­ kunda tartışılan çağdaş problem ler oluşturur. W eb er’in Roma’ya erken dönem ilgisi Rom a’nın ekonom ik çöküşünün n e­ denleri üzerine m evcut tartışm anın bir yansım asıdır. O nun doğu Almanya tarım işçileri araştırm ası, Verein fü r S o z ia lp o li­ tik üyeleri tarafından gerçekleştirilen büyük bir araştırm anın parçasıdır ve ayrıca büyük ölçüde Alman toplum unda J u n ­ ker aristokrasisinin rolüyle ilgili araştırm anın ortaya çıkardı­ ğı pratik siyasal problem lere ilginin ürünüdür.19 Yine de bu erken dönem yazılarda ulaştığı sonuçların, W eber’in ilgilerini doğrudan M arksist düşüncenin yoğunlaştığı alanlara -b ilh a s ­ sa m odern kapitalizm in karakteristikleri ile onun oluşum u ve gelişim ini düzenleyen k o şu lla ra - y önelttiğini söylem ek isa­ betli olacaktır.

Kapitalist "ruh"un kökleri 1904 ve 1 9 0 5 ’te iki uzun m akale olarak yayımladığı Protestan A h lâkı ve K apitalizm in Ruhu, W eber’in genel düzeyde bu so­ runlarla yüzleşmeye yönelik ilk girişim idir.20 W eber’in bu ki­ tapta ilgisini oluşturan ahlâkın bazı tem el ö zellikleri zaten onun tarım işçileri araştırmasında gösterilm işti. Toprağa bağlı ve gündelik işçilerin hayat koşulları, bakış açıları arasındaki karşıtlık büyük ölçüde, geleneksel itaat ve patronaj kalıpları­ nın kabulü ile bireyci ekonom ik tutum arasındaki farkı yansı­ tır. Ancak bu bireyci ekonom ik tutum, gündelik işçilerin eko­ nom ik koşullarının bir sonucu olm ayıp, bizzat toprak sahibi 19

Krş. D ieter Lindenlaub, R ichtun gskäm pfe im Verein fü r S ozialp olitik (W iesba­ den. 1 9 6 7 ). Ayrıca W eber'in 1895 Almanyası’yla ilgili ve Freiburg açılış ko­ nuşm asındaki değerlendirm esi için bkz. bu kitabın 29 8 . vd. sayfalan.

20

The ProtestanI Ethic ilk kez Archiv fü r Sozialw isscnschaft und S o z ia lp olilik 'ıe yayımlandı: c. 20-21 ve G esam m elte A ufsätze zu r Reiigionssoziologie'nin giriş bölüm ü olarak yeniden basıldı (T übin gen . 1 9 2 0 -1 9 2 1 ). W eber bu sonraki baskıda bazı düzeltm eler yapar ve çalışm a ilk yayımlandığında yapılan eleşti­ riler üzerine yorum lanm ekler. Krş. W eber, “Antikritisches Schlusswort zum 'Geist des Kapitalismus'“, A rchiv, c. 3 1 , 1 9 1 0 , s. 5 5 4 -5 9 9 . Rachfal'la tartışma­ nın bir betim lem esi J . A. Prades tarafından yapılır: La sociologie de la religion c h ez M ax W eber (Louvain. 1 9 6 9 ), s. 8 7 -9 5 .

204

züm relerin geleneksel yapısının yıkılm asına yardım cı olan ah­ lâkın bir parçasıdır. W eber, Protestan Ahlâkına açıklayıcı istatistiksel bir olguy­ la başlar: M odem Avrupa’da “iş önderleri ve sermaye sahipleri kadar, vasıflı işgücünün daha üst kesimleri hatta m odern giri­ şimlerin yüksek teknik ve ticari eğitimli personeli ağırlıklı ola­ rak Protestan’dır”.2' Bu sadece çağdaş değil aynı zamanda ta­ rihsel bir gerçektir: İlişki geriye doğru araştırıldığında da 16. yüzyılın ilk döneminde ilk kapitalist gelişme m erkezlerinin bir bölüm ünün ağırlıklı olarak Protestan olduğu görülür. Bunun m uhtem el bir açıklam ası zaten vardır: Bu m erkezlerde orta­ ya çıkan ekonom ik gelenekçilikten kopuş genelde geleneğin ve özelde eski haliyle dinsel kuram ların bir kenara iülm esine yol açmıştır. Reform dönem ini Kilise’nin kontrolünden kaçış ola­ rak almak tamamen yanlış olacaktır. G erçekle, Katolik Kilise­ s in in gündelik hayat üzerindeki gözetimi gevşemiştir. Protes­ tanlığa geçiş, davranışın, Katolikliğin talep ettiğinden çok daha üst düzeylerde düzenlenmesini kabulle ilişkilidir. Protestanlık, özellikle Kalvinizmde vurgulanan bir tutum olarak, gevşekliğe ve haz almaya karşı kesinlikle katı bir yaklaşım içindedir. Bu yüzden şu sonuca ulaşılabilir: Protestanlık ve ekonom ik rasyonalite arasındaki bağlantıyı açıklam ak istiyorsak, Protestan inançların özel karakterine bakmamız gerekir. W eb e rin yorum unun yeniliği, kuşkusuz Reform ve modern kapitalizm arasında bağlantı olduğu tezi değildir. Bu bağlan­ tının varlığı W eber’in çalışm ası yayımlanmadan önce de bir­ çok yazar tarafından kabul edilmekteydi. N itekim esas kayna­ ğı Engels’in yazıları olan M arksist açıklam ada da, Protestanlı­ ğın kapitalizm in ilk gelişm e dönem inde ortaya çıkan ek on o­ m ik değişimlerin id eolojik bir yansıması olduğu düşünülür.22 W eber’in çalışm asında bu yorum yetersiz bir bakış açısı ola­ rak reddedilir ve görünür bir anomaliyle başlanır. W eber, P ro­ testan A hlâkı'm n gerçek özgünlüğünün kaynağını belirlem eye 21

T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalisın. s. 35. IProtestan A h lâkı ve K a ­ pitalizm in Ruhu, çcv. Zeynep Aruoba, Hil Yayınları, 1985.1

22

Krş. bu kitabın 2 9 7 -2 9 8 . ve 3 2 6 -3 2 7 . sayfalan.

205

ve açıklamaya çalışır. Ekonom ik etkinliğe bağlı olarak yaşayan ve kazanç arayışı içinde hayatını sürdürenlerin ya dine kayıt­ sız kaldıkları ya da ona karşı açık düşm anca bir tavır sergile­ dikleri genellikle doğrudur; eylemleri maddi dünyaya yönelik olduğu için din “maddi olmayan şeylerle” ilgili görülür. Ancak P rotestanlık, Kilise’nin gündelik etkinlikler üzerindeki k on ­ trolünü gevşetm ekten ziyade, taraftarlarından K atolikliktekinden çok d a h a katı bir disiplin talep eder ve bu nedenle, m ü­ m inin hayatının tüm alanlarına dinsel bir faktör aşılar. P ro­ testanlık ve modern kapitalizm arasında, tamamen ilki İkinci­ sinin bir “sonucu" olarak görülerek açıklanam ayacak açık bir ilişki vardır. A ncak Protestan in anç ve davranış kurallarının karakteri, ilk b a k ışta ekonom ik etkinliği yönlendirm esi bekle­ nebilecek şeyden oldukça farklıdır. Bu anom alinin açıklanm ası sadece Protestan inançların içe­ riğinin analizini ve bu inançların inananların eylemleri üzerin­ deki etkilerini değerlendirm eyi değil, aynı zamanda bir ek o ­ nom ik etkinlik biçim i olarak m odem Batı kapitalizm inin özel karakteristiklerini belirlem eyi de gerektirir. Sadece Protestan­ lık daha önceki din biçim lerinden belirli önem li noktalarda farklı değildir, aynı zamanda m odern kapitalizm de önceki ka­ pitalist etkinlik türlerinden farklı kendine has tem el özellikle­ re sahiptir. VVeber’in belirlediği diğer farklı kapitalizm b içim ­ lerinin tümüne “ekonom ik gelenekçiliğin” damgasını vurduğu toplumlarda rastlanır. Bu analizde, em eğe karşı gelenekçi tu­ tumlar, çağdaş üretim yöntem lerini bu yöntem lerin bilin m e­ diği toplumlara. sokm aya çalışan modern kapitalist işverenle­ rin deneyim lerinden örneklerle betim lenir. M ümkün olan en yüksek em ek gücünü elde etmeye çalışan işveren, işçilerin ka­ zançlarını almaya alışık oldukları ücretin çok üzerinde artıra­ bilecekleri parça başı ücret sistem ini uygulamaya soktuğunda, sonuç çoğu kez yapılan iş m iktarının artm asından ziyade azal­ masıdır. G eleneksel işçi, gündelik ücretini en üst düzeye ç ı­ kartmaya çalışmaz daha ziyade sadece her zam anki ihtiyaçları­ nı karşılam ak için ne kadar çalışm ak zorunda olduğunu düşü­ nür. “Kişi ‘doğası gereği’ giderek daha çok para kazanm ak is­ 206

temez, aksine her zam anki gibi yaşamaya, alıştığı hayatı sür­ dürmeye ve bu hayatı sürdürebilm ek için gerekli m iktarı ka­ zanmaya çalışır.”23 G eleneksel tutum un zenginlik hırsıyla kesinlikle uyuşma­ dığı söylenem ez. “Kazanç konusunda lam ve bilinçli bir insaf­ sızlık çoğu kez geleneğe kesin itaatle doğrudan ve yakın iliş­ ki içind e olm u ştu r.”24 Bencil para kazanm a hırsına h er top­ lumda rastlanır ve bu gerçekte kapitalist toplumdan ziyade ka­ pitalizm öncesi toplum lara özgüdür. Bu yüzden, örneğin as­ kerî fetihler veya korsanlıkla kazanç elde etmeye çalışan “se­ rü v en ciler” kapitalizm i, tarihin her d önem inde var o lm u ş­ tur. Ancak bu kapitalizm tipi, ahlâk dışı kişisel kazanç arayışı­ na değil aksine bir görev olarak disiplinli çalışmaya dayalı m o­ dem kapitalizm den oldukça farklıdır. W eber, m odem kapita­ list “ruhun” temel özelliklerini şöyle sıralar: [T ]ü m d oğal hazlard an kesin olarak kaçın m a ile b ir araya gelen daha fazla para kazanm a hırsının... oldukça aşkın ve ta­ m am en irrasyonel b ir şey olarak görünen özel b ireyin m u t­ luluğu veya ç ık a n d üşüncesine ters düşen bağım sız b ir am aç o ld u ğ u n a in a n ılır. İn sa n , h a y a tın ın a m a c ı o la ra k , k a z a n ­ m a güdüsünün hâkim iyeti aland ad ır; kazanm ak artık kendi maddi ih tiy a ç la n n ı k arşılam a am a cın ın b ir aracı d eğild ir. “Doğal d urum ” olarak adlandırabileceğim iz şeyin tersi olan bu durum , önyargısız b ir bakış açısından tam am en anlam sız olan şey, kapitalist etki altında olm ayan bü tü n insanlara yabancı ol­ duğu kadar kesinlikle kapitalizm in m utlak yön etici ilkesidir.25

Böylece modern kapitalist ruhu, meşru yoldan servet edin­ me çabası ile bu geliri kişisel hazlar için kullanm aktan kaçın­ manın özel b ir bileşim i karakterize eder. Kapitalist ruhun kö­ 23

The P rotestant Ethic a n d the Spirit o f C apitalism , s. 6 0 ; Gesammelte A ufsätze Zur R elig ion ssoziolog ie, c. t, s. 4 4 .

24

The Protestant Ethic a n d the Spirit o f Capitalism, s. 5 8 ; G esam m elte A ufsätze z u r R elig ion ssoziolog ie, c. 1, s. 4 3 .

25

T he P rotestant Ethic a n d the Spirit o f C apitalism , s. 5 3 ; G esam m elte A ufsätze zur R cligion ssoziologie, c. 1. s. 36.

207

keninde, bir ödev ve erdem olarak, seçilen m eslekte etkili per­ form ansın değerine inanç yatar. W eber’e göre, gelenekselci bakış modern ekonom ik girişim biçim lerine tam amen aykırı değildir. Çoğu küçük işadamı iş­ lerini, örneğin geleneksel sabit prosedürlere, geleneksel m ü­ badele ve kâr oranlanna göre yürütm üştür. “Günümüzde kimi zaman bu telâşsızlık aniden yık ılm ıştır...”26 ve bu süreç çoğu kez girişim içinde teknolojik bir değişim olmadan gerçekleş­ miştir. Bu girişim lerin yeniden yapılandırıldığı yerlerde ortaya çıkan şey, üretim in etkililiğini en üst düzeye çıkarm aya yöne­ lik rasyon el yeniden org an izasy on d u r. Böyle bir değişim çoğu örnekle söz konusu sanayiye ani bir sermaye akışıyla açıkla­ namaz; bu daha ziyade, girişim e yeni bir girişim ci —kapitalist— ruhun girişiyle ilişkilidir. Bu yüzden, modern kapitalist eko­ nom inin ayırt edici hâkim özelliği, onun kesin hesaplılık tem elinde rasyonelleşm esidir. Bu rasyonelleş­ m e, köylünün kanaatkârlığıyla ve lonca ustası ile serüvenciler kapitalizm inin ayrıcalıklı gelenekçiğiyle keskin karşıtlık için ­ de sürdürülen eko n o m ik b aşan am açlı tahm inlere ve dikkate, ayrıca siyasal fırsatlar ve akıldışı spekülasyonlardan yararlan­ maya y ö n eliktir.27

Kapitalist ruh sadece bir bütün olarak Batı loplum unda ras­ yonalizm in g elişim iy le açıklanam az. Problem in bu şekild e analizi rasyonalizm in ilerlem eci, tek dogrultulu bir biçim de geliştiğini varsayma eğilimindedir. Oysa gerçekte Batı toplum larında farklı kurum larm rasyonalizmi eşitsiz bir dağılım ser­ giler. Ö rn eğ in 'ek o n o m ik rasyonelleşm enin sağlandığı ü lk e­ ler, hukukî rasyonelleşme derecesi bakım ından ekonom ik açı­ dan daha geri bazı ülkelerin altındadır (İngiltere bunun en be­ lirgin örneğidir). Rasyonelleşm e birçok som ut biçim kazanan ve toplumsal hayatın farklı alanlarında farklı biçim lerde geli­ şen kom pleks bir olgudur. Protestan A hlâkı sadece “rasyonel düşüncenin özel som ut biçim ini oluşturan -kayn ağı bir mes­ 26

The Protestant Ethic anıt thc Spiril o f CapitaUsm, s. 67.

27

T he P rotestom Ethic and ıh e Spiril o f C apitalism , s. 76.

208

lek ve bu mesleğe kendini adama o la n - entelektüel çocuğu ”28 ortaya çıkarm aya yöneliktir. W eber, “m eslek ” fikrinin ancak Reform la ortaya çık tığın ı gösterir. Kavrama ne Katoliklikte ne antik dönem de rastlan­ dığı gibi onunla eşanlam lı bir sözcük de yoktur. M eslek kav­ ram ının ve bu kavramın Protestan inançlardaki kullanım bi­ çim inin önem i, onun gündelik hayatın sıradan etkinliklerini tam kapsayıcı dinsel bir etki altına almaya hizm et etmesidir. Bireyin işi, gündelik hayattaki ahlâkî davranışlarıyla Tanrı’ya karşı görevlerini yerine getirm ektir. Bu inanç, Protestanlığın, Katolik m anastır tecrit idealinden uzaklaşmayı vurgulam asına, dünyevi çıkarlar içinde fani olanı reddetmesine yol açar.

Çileci Protestanlığın etkisi Fakat Luthercilik kapitalist ruhun ana kaynağı olarak alına­ maz. R eform , m eslek fik rin in oluşum unda ve g ü n d elik et­ kinlikleri görev ahlâkı içinde sürdürme düşüncesinin sahne­ n in m erkezine yerleşm esind e temel b ir rol oynam ıştır. B u­ nunla beraber, L uther’in m eslek anlayışı bazı açılardan olduk­ ça geleneksel kalm ıştır.29 M eslek fikrinin daha fazla gelişmesi 'W eber’in “çileci Protestanlık” adını verdiği şeyin farklı dalları­ nı oluşturan sonraki Protestan mezheplerin işiydi. W eb er çileci P rotestanlıkta dört ana akım belirler: Kalvinizm, M ethodizm , Pietizm ve Baptizm. Kuşkusuz bunlar birbirleriy le yakınd an ilişk ilid ir ve b irb irlerin d en net şek ild e ayırmak im kânsızdır.30 W eber çileci Protestanlıkla ilgili tartış­ masında, bu m ezheplerin dogmalarının genel tarihsel betim le­ mesini yapmaya çalışm az, sadece onların öğretilerinde ekon o­ mik etkinliklerinde bireylerin pratik davranışlarını büyük öl28

T he Protestom E th ic an d ıh e S p iril o j C apitalism , s. 78.

29

The Protestant E thic an d th e Spirit o f C apitalism , s. 8 5 . W eber’in çalışm asının önem li bir kısm ında sadece K atoliklik ve Kalvinizm arasındaki karşıtlıktan ziyade, Luthercilik ve Kalvinizm arasındaki b ir karşıtlık gösterilm eye çalışılır.

3 0 W eberie göre, M ethodizm ve Pietizm türevscl kaynaklarken, Baptist m ezhep­ ler "Kalvinizm in yanı sıra Protestan çileciliğin bağımsız bir kaynagTnı temsil eder. T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 144.

209

çûde etkileyen unsurlarla ilgilenir. Bu analizin en önem li par­ çası Kalvinizme odaklanır; ancak sadece Calvin’e değil, daha ziyade 16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyılda Kalvinistlerin öğretile­ rinde cisim leşen unsurlara yoğunlaşır. W eber bu n itelem eler ışığında Kalvinizmde en önem li üç temel ilke belirler. İlki, evrenin Tanrı’nm büyük zaferi doğrul­ tusunda yaratıldığı ve sadece Tanrı’nın amaçlarıyla ilişki için­ de bir anlam a sahip olduğu öğretisidir. “Tanrı insanlar için değil, aksine insanlar T anrı için vardır.”31 İk inci ilkeye göre, Tanrı’nın güdüleri insanın kavrama gücünün dışındadır. İn­ sanlar, Tanrı’m n kendilerine açıklam ak istediği kutsal h aki­ katin sadece küçük kırıntılarını bilebilirler. Üçüncüsü, takdi­ ri ilahi inancıdır: Sadece az sayıda insan ebedi lü tu f için se­ çilm iştir. Bu, ilk yaradılış anında belirlenm iş, d eğiştirilm e­ si im kânsız bir şeydir; insanların eylem lerinden etkilenm ez, çünkü böyle olacağını varsaymak insanların eylem lerinin kut­ sal hükmü etkileyebileceğini düşünm ek demektir. W eb e r’e göre, bu ö ğ retin in inanan kişi açısın d an so n u ­ cu “benzersiz bir iç yalnızlıktır”. “Reform çağı insanı için ha­ yatıyla ilgili en önem li şey, ebedi kurtuluşu, en başında çi­ zilen kad erin i yaşam ak için tek başın a ilerlem ek zorunda olm asıdır.”32 Bu kritik adımda her insan tek başmadır; kurtu­ luşunu sağlayacak hiç kim se, T an n ’yla arasına girebilecek ne rahip ne de sokaktan b ir insan vardır. W eber’e göre, Kilise ve vaftizlerle kurtuluş ihtim alinin ortadan kalkm ası Kalvinizmi, Luthercilik ve K atoliklikten ayıran en kesin özelliktir. Kalvinizm böylece W eber’in bir başka yerde ayrıntılı olarak tartıştı­ ğı büyük tarihsel sürece, nihai bir sonuca yol açar: Dünyanın “büyüsünün” kademeli olarak “bozulm ası” (E ntzauberung) .33 T a n n ’nın yoksu n bırakm aya karar verdiği k işiler için O ’nun inayetine ulaşm anın ne b ir bûyüsel aracı, ne de başka bir yolu

31

T he Protestant Ethic and th e Spirit o f C apitalism , s. 102-103.

32

T he Protestant Ethic and the Spirit o f C ap italism , s. 104; Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c . 1, s. 94.

33

Bkz. 14. Bölüm: “Laikleşm e ve m odern kapitalist değerler sistem i" alı başlığı.

210

vardır. Katı birer öğreti olan T a n n ’n ın tartışm asız aşkınlığı ve maddi her şey in bozulm ası düşünceleriyle b irleşen bu b ire­ yin iç soyutlanm ışlığı fikri, Pürilanizm in... kü ltü r ve dindeki bütü n maddi ve duygusal unsurlara karşı tam am en olum suz tutum unun nedenidir. Zira onlar kurtuluşa götü rm ekte ku l­ lanılam azlar ve duygusal yanılsam aları, puta tapm a gibi batıl inançları artırırlar. Böylece o, h er türden hazcı kü ltü rle esaslı bir antagonizm a için b ir tem el sağlar.34

Kalvinistin bu konuda yaşadığı olağandışı gerilim açıktır. Her inançlı kişinin nihayetinde kendisine sorm ak zorunda o l­ duğu “Ben seçildim m i?” sorusunun cevabı bilinem ez. Bizzat Calvin için bu soru h içbir kaygı kaynağı oluşturmaz. O , Tanrı tarafından kutsal bir m isyonu gerçekleştirm ek için seçildiğine, kendi kurtuluşuna inanır. Ancak ona inananlar için böyle bir kesinlik m üm kün değildir. Neticede Calvin’in seçilm iş ve la­ netlenm iş arasında hiçbir dışsal farklılık olmadığı öğretisi din­ sel kaygı düzeyini artırm ıştır. Buna ilişkili iki tepki gelişm iş­ tir. İlk olarak, birey bu öğretiyi seçilm iş olduğunu varsayması için gerekli bir kanıt olarak alm alıdır: Seçilm enin kesinliği k o­ nusunda kuşku eksik inancın ve bu nedenle Tanrı’nm inaye­ tinin yokluğunun kanıtıdır. İkinci olarak, “yoğun dünyevî et­ kinlik” bu gerekli kendine itimadı geliştirm e ve sürdürm enin en uygun aracıdır. Bu yüzden, “iyi işlerde” başarı seçilm işliğin bir “işareti" olarak kabul edilir ancak bu, kurtuluşa ulaşmanın bir yöntem i olm aktan ziyade kurtuluşla ilgili şüphelerin gide­ rilm esinin bir yöntem idir. W eber bunu İngiliz püriten Richard Baxter’dan referanslar­ la açıklar. Baxter, zenginliğin ayartmalarına karşı uyarır ancak W eber’e göre bunlar sadece zenginliğin aylak, gevşek bir hayat tarzına d estek sağlam ak için k u llanılm asına karşı yapılm ış uyarılardır. A ylaklık ve zam anını boşa harcam a başta gelen günahlardır. Bu öğreti “henüz güçlü değildir; F ranklin’in de­ yişiyle: ‘Zaman paradır’. Ancak bu önerm e belirli ölçüde ma­ nevi anlamda geçerlidir. O çok değerlidir, zira her saat kaybı 34

T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 105.

211

T a n n ’nın görkem i için bir em ek kaybıdır.”35 Kalvinizm ina­ nanlardan tutarlı ve sürekli disiplinli bir hayat talep eder, böylece Katolik günah çıkarm a hücresinin sağladığı, günahlar için tövbe etme ve kefaret ödem e im kânı ortadan kalkar. İkincisi plansız hayata fiilen yaptırım uygular zira mümin, dinsel m ü­ dahalenin ahlâk! sapmanın sonuçlarından kurtulm ayı sağlaya­ bileceği bilgisine dayanabilir. Bu yüzden, maddi dünyada Kalvinist için çalışm a en yüksek olum lu ahlâkî değerlendirm eyle yüklü hale gelir. Zenginlik ki­ şiye kendini m esleğine adamayı em reden kutsal itaatten bir tür muafiyet sağlamaz. Püriten m eslek anlayışı, Lutherci an­ layışın aksine, bireyin mesleğine Tanrı’nın aracı olarak m etot­ lu bir biçim de yaklaşm asını ödüllendirir. Servet birikim i sade­ ce aylakça bir lükse kendini kaptırmaya dönüştüğü ölçüde ahlâken kınanır; maddi kazanca, sadece bir mesleğe karşı çileci bir görev duygusu olması koşuluyla hoşgörüyle bakılır, ancak gerçekte ahlâken de tavsiye edilir. Çoğu kez, fakir olmayı iste­ menin sağlıksız olmayı istem ekle aynı şey olduğu vurgulanır; fakirliğe hem çalışmayı yüceltm ek amacıyla hem de Tanrı’nın adının lekelenm esi olarak görüldüğü için karşı çık ılır.36 Bu karakteristiklerin C alvin’in form üle ettiği takdiri ilah! öğretisin in “m an tık sal” değil “p sik o lo jik ” so n u çları olm ası W eber’in analizi için önem lidir. Püriten öğretideki bu sonra­ ki psikolojik gelişm elerin kaynağı inananların yaşadıkları ola­ ğanüstü soyutlanm ıştık ve bunun yol açtığı kaygılardır. T ak ­ diri ilah! inancı Kalvinizme has değildir ve onun insan eyle­ mi açısından sonuçları, ilişkili diğer inançlara ve ortaya çık ­ tığı toplumsal bağlama göre değişir. Ö rneğin İslâm ’da takdi­ ri İlahî inancı sadece Kalvinizm deki dünyevî çileciliğe değil, aynı zam anda, “dünyanın fethedilm esi için dinsel bir k u t­ sal savaş em rini yerine getirm e çabası içinde benliği tamamen unutm aya”37 da yol açm ıştır. 35

T h e Protestant Ethic and the Spiril o f C apitalism , s. 158; Gesammelte Aufsâtzc îu r R cligionssoziologic, c. 1, s. 167 -1 6 8 .

36

T he Protestant Ethic an d the Spiril o f C apitalism , s. 163.

37

Econom y and S ociety . c. 2, s. 573.

212

Bu yüzden, kapitalist ruhun kökleri en kesin haliyle Kalvinizm de gelişm iş dinsel ahlâk içinde araştırılm alıdır. M odern kap italist etkin liğe yön elik tutum ları daha ö n ce k i serm aye edinm e biçim lerinin ahlakdışı karakterinden ayıran özel nite­ liklerin kaynağını araştırm am ız gereken yer bu ahlâktır. “M o­ dern kapitalist ruhun tamamlayıcı karakteristiklerinden ve sa­ dece bunun değil aynı zamanda modern kültürün tem el özel­ liklerinden biri olan ‘m eslek fikri’ temelinde rasyonel bir hayat sürdürme anlayışı, Hıristiyan çileci ruhtan doğm uştur -a ç ık ­ lamada gösterilm ek istenen budur.”38 Diğer Protestan çileci­ lik biçim leri genelde Kalvinizmden daha az katı disipline sa­ hiptir (W eber’in “çelik bir tutarlılığa” sahip olm ak adını verdi­ ği şey). Bununla beraber, W eber’e göre, kapitalist ruhun köke­ nindeki çileci Protestanlık biçim leri ile kapitalist ekonom inin farklı düzeylerindeki toplumsal tabakalar arasında tarihsel bir ilişki olabilir. Ö rneğin sınaî düzenin en alt kadem elerinde ça­ lışanlar arasında Kalvinizm in sürekli enerjisinden ziyade ikna eğilim indeki Pietizm , bir alçakgönüllülük ve vazgeçm e tutu­ mu, ço k yaygınken, Kalvinizm m uhtem elen girişim ciler arasın­ da daha doğrudan etkili olm uştur.39 Püriten için kutsal rehbere itaat olan şey, giderek çağdaş ka­ pitalist dünyada işbölüm ü hiyerarşisinin bütün düzeylerinde sınaî üretim in ekonom ik ve örgütsel gereklerine m ekanik bir uyuma dönüşür. W eber, Püriten ahlâkın büyük ölçüde yerleş­ mesiyle, m odem kapitalizm in işleyişinin zorunlu bir bileşeni­ ne dönüştüğü iddiasını kesinlikle karşıdır. Tam tersine P ro­ testan A h lâk ın özel sonucu olarak, Püriten kendi dinsel inancı nedeniyle bir m eslekte bilinçli olarak çalışm ayı seçse bile, m o­ dern insanı böyle davranmaya kapitalist işbölüm ünün uzm an­ laşmış karakterinin ittiği düşüncesidir.40 38

The Protestant Ethic and ıh c Spirit o f C apitalisnı, s. 180; Gesummeile A ufsätze zu r R cligion ssoziologie, c. 1, s. 202.

39

The Protestant E thic a n d the Spiril o f C apitalisnı, s. 139.

40

“Der Puritaner wollte Berufsm ensch sein - wir m üssen es sein ," (G esam m elte A ufsätze zur R cligion ssoziologie, c. 1, s. 2 0 3 ). W eber, sabit bir m esleğin öne­ m ine püriten vurgunun uzm anlaşm ış işbölüm ü için ilk ahlâki temeli sağladı­ ğını vurgular (T h e P rotestant Ethic and the Spiril o f C apitalism , s. 163). Ayrıca

213

Ç ilecilik dünyayı yeniden biçim lendirm eyi ve bizzat dış dün­ yada başarılı olm ayı kendine hed ef olarak seçtiği için bu d ün­ yadaki dış nesneler insanların hayatları üzerinde, tarihte daha ö n cek i h içb ir çağda olm adığı kadar artan, acım asız b ir güç kazanır. G ünü m ü zde onu n ruhu -n ih ay etin d e onu kim b il­ m e k te d ir? - kafesin d en ( G ehâus ) k u rtu lm u ştu r. A ncak h er halükârda, m uzaffer kapitalizm , m ekanik tem ellere dayandığı için artık bu desteğe ihtiyaç duym az... kişinin m esleğine bağ­ lılığı fikri ölü dinsel inançların ruhuna bağlılıkta olduğu gibi hayatım ızı istila eder.4'

W eber, P rotestan A hlâkı'm program atik bir çalışm a olarak tasarlar: Bu, kom pleks bir sorunlar setine giriş çalışm asıdır ve W eber’in onun uygulama kapsamıyla ilgili iddiaları ılım lı ve sınırlıdır. W eber’e göre, bu çalışm anın temel başarısı kapitalist ruhun ahlâkî araçsallığm m Kalvin’in dinsel ahlâkının niyetle­ nilmemiş bir sonucu ve daha genelde Protestanlığın, K atolik­ liğin m anastır idealinden kopan dünyevi m eslek anlayışının bir ürünü olduğunu gösterm esidir.42 Ancak çileci Protestanlık yine de bir bütün olarak Hıristiyanlık tarihinin çok daha geri­ lerine uzanır. Katolik çilecilik zaten rasyonel bir karaktere sa­ hiptir ve m anastır hayatından Püriten ideallere doğru açık bir gelişm e çizgisi vardır. R eform un ve Protestan m ezheplerin sonraki tarihinin temel etkisi bunu manastır hayatından gün­ delik hayata aktarm ak olm uştur. Protestan A h lâ k ı, Kalvinizmle veya daha doğrusu belirli K al­ vinist in anç türleri ile m o d em kapitalist etkin liğin ek o n o ­ mik ahlâkı arasında b ir “seçici y akın lık ” ( W a h lw erw an d tschaft) olduğunu gösterir. Bu çalışm anın ayırt edici özelliği, mo­ dern kapitalizme özgü b ir süreç olan ekonom ik hayatın rasyo­ nelleşmesinin irrasyon el değer bağlılıklarıyla ilişkisini göster­ W eber'in Amerikan işadamları arasında “kiliseye yön clim "in zayıflaması tarıışmasıyla krş. “T he Protestant sccts and ıhc spiril o f capitalism ", Frottı M ax W eber: Essays in Sodology, s. 3 0 2 -3 2 2 . 41

T he Protestant E thic and th c Spirit o f C apitalism , s. 1 8 1 -1 8 2 ; G esam m elte Auf­ sä tz e zu r R eligion ssoziologie, c. 1, s. 2 0 3 -2 0 4 .

42

Krş. “A m ikritischcs Schlussw ort", s. 5 5 6 -5 5 7 .

214

meye çalışm asıdır. Bu girişim nedensel ilişkileri değerlendir­ m ek için bir başlangıçtır, ancak nedenlerin belirlenm esi için tek başına yeterli değildir.43 W eber, bunun başarılm ası için iki genel görevin gerçekleştirilm esi gerektiğini ifade eder: İlk ola­ rak, ekonom ik alanın yanı sıra diğer alanlarda (örneğin siya­ set, hukuk, bilim ve sanat alanlannda) rasyonalizm in köken­ leri ve yayılm asının analizi ve ikinci olarak, Protestan çilecili­ ğin toplumsal ve ekonom ik güçlerden hangi biçim lerde etki­ lendiğinin araştırılm ası. Yine de, W eber P rotestan A h lâ k ı’nda analiz edilen m ateryalin (örneğin Kalvinist inançları basitçe ekon om ik koşu lların “yansım aları” olarak alan) “n aif tarih­ sel m ateryalizm i çürüttüğü” düşüncesine sıcak bakar.44 W eber’e göre, “Reform u, tarihsel açıdan zorunlu bir gelişm e, ek o ­ nom ik değişim lerin bir sonucu olarak değerlendirebileceğim iz görüşünden kurtulm am ız gerekir.”45 Ancak W eber reddettiği bu tarihsel materyalizmin yerine alternatif bir “teori” geçirm e­ ye çalışmaz: G erçekte W eber’in Protestan A h lâ k ı'yla aynı dö­ nemde yazdığı çoğu m etodolojik denemesinde gösterm eye ça­ lıştığı gibi, böyle bir teori ortaya koymak im kânsızdır.

+3

The Protestant Ethic an d the Spirit o f C apitalism , s. 9 0 -9 1 ,1 8 3 .

“H

The Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 5 5 ; Gesammelte A ufsätze zu r R elig ion ssoziolog ie, c. 1, s. 37.

5-5 The Protestant Ethic an d th e S pirit o f C apitalism , s. 9 0 -9 1 ; Gesammelte A ufsätze z u r R elig ion ssoziolog ie, c. I, s. 8 3 .

215

10 W eb er'in M etodolojik Y a zıla rı

P rotestan A h lâ k ı ve K ap italizm in Ruhu, genel teorik şem alar olarak materyalist ve idealist tarih yorum larının reddi için bir itirazla sona erer: “Bir hazırlık olarak değil, aksine bir araştır­ m anın sonucu olarak hizm et ettiklerinde, ikisi de aynı şekilde tarihsel hakikatin yararına çok az şey sağlar.”1 W eber, m eto­ dolojik yazılarında bu görüşü ayrıntılı olarak ele alır.2 Bununla beraber, W eber’in m etodolojik yazılarının soykütüğü karışıktır ve bu yüzden onların dönem in doğa bilim le­ ri ve “sosyal" veya “insan " bilim leri ilişkisi ü zerine m evcut tartışma bağlamında ele alınm aları gerekir. D urkheim , Com te’dan çok daha öncelere uzanan pozitivist gelenekten besle­ nirken , Alman toplum sal düşüncesinde doğrudan pozitiviz­ me eş bir gelenek yoktu. Bu yüzden Almanya’daki insan bilim ­

1

T he Protestant E thic an d thc Spirit o f C apitalism , s. 183.

2

İlişkili zem inin, özellikle idealizmle bağlantılı zem inin bir açıklam ası için krş. Alexander von Schelting, M ax W eber's W issenschaftsichre (Tübingen, 1 9 3 4 ), s. 1 7 8 -2 4 7 . W eb er’in m eto d o lo jik yazıları onun o ld u kça a y rın tılı olarak ele almayı am açladığı problem lerin bir kısm ını temsil eder. Bkz. Marianne W eber, M ax W e b e r ein Lebensbild (Heidelberg, 1 9 5 0 ), s. 3 4 7 -3 4 8 . W eber’in m etodolojik yazılarının “kısm i" karakteri Tenbruck’un kitabında açıkça orta­ ya konulur (F . T en b ro ck, “Die Genesis der M ethodologie M ax W eber’s’’, Köl­ ner Z eitschrift fü r S o z io log ie und S ozialp sy ch olog ie, c. 11, 19 5 9 , s. 5 7 3 -6 3 0 ).

217

lerinin statüsüyle ilgili uzun ve kom pleks tartışmada Fransız tarih ve toplum felsefesinde büyük ölçüde arka planda kalan sorunlar ele alınır. W eber, çoğu Alman çağdaşı gibi, C om te’un bilim lerin am pirik ve m antıksal bir hiyerarşi içinde sıralandık­ ları -y a n i her bilim in kendisinden önceki, hiyerarşide altında yer alan tarihsel oluşum lara bağlı o ld u ğu - düşüncesine açık­ ça karşıdır. Bu pozitivist ortodokside, sosyal bilim , insanları araştırm ak için doğa bilim lerinin -ö n -k ab u lleri ve yöntem leri­ ni k u llan an - basit bir uzantısı olarak düşünülür. Bu bilim an­ layışına karşı çıkan W eber, temelde farklı iki bilim - “doğa” ve “kültür” b ilim leri- düzeni veya örtüşen “nom otetik” ve “idiografik” bir dikotom i bulunduğunu kabul etm esine rağmen, tamamen Rickert ve W indelband gibi yazarların yolunu izle­ mez. W eber, onların genelleyici önerm elerin mantığı ile biri­ cik olanın açıklanm ası arasında çizdikleri ayrımı benim sem e­ sine rağmen, bu ayrımı farklı bir biçim de uygular.

Öznellik ve nesnellik W eber, ilk m etodolojik yazılarından oluşan Rorscher ve Knies eleştirisinde, doğa bilim leri ve sosyal bilim ler arasında bulun­ duğu varsayılan ayrım ın yapay bir sezgiciliği desteklem ekle kullanılabileceğine dikkat çeker.3 W eber’e göre, örneğin Rors­ cher yazılarında bu ayrımı kendi analizine yarı m istik bir ide­ alizm in önem li bir unsurunu sokacak biçim de kullanır. İnsan eylemi evreninin, doğa bilim lerinin yöntem lerine uygun düş­ meyen ve sonuç olarak, kesinlikten yoksun ve sezgiye daya­ lı prosedürleri kullanm ayı gerektiren bir evren olduğuna ina­ nılır. Böylece inşan dünyası, V olksgeist veya V olksseele’d e, yani “halk ru hu ”nda som utlaşan “irrasyo n el” b ir dünyadır. W e­ ber’e göre, bu düşünceleri -a y n ı yazann savunduğu- titiz ta­ rihsel araştırm aların uğrunda m ücadele edilmesi gereken bir amaç olduğu iddiasıyla uzlaştırm ak zordur. W eber, sosyal bilim lerin zorunlu olarak -d o ğ a bilim lerinin

3 218

G esam m elte A ufsätze zu r W issenschaftsleh re, s. 9 vd.

incelem e nesnelerinde bulunm ayan, özellikle insani karakte­ ristikler o la n - "m anevi” veya “ideal” olgularla ilgili olduğunu kabul eder. Ancak bu zorunlu “özne” ve “nesne” ayrım ı sos­ yal bilim lerde ne “n esn ellik”ten vazgeçmeyi gerektirir, gerektim ıelid ir ne de yenid en-üretilebilir nedensel analizlerin ye­ rine sezginin geçirilm esini gerektirir. W eber, “Sosyal Bilimde ve Sosyal Politikada 'N esnellik’” başlıklı yazısında bunun nasıl m üm kün olduğunu gösterm eye çalışır.4 W eber, sosyal bilim lerin kaynağında pratik problem lere il­ g inin ve insan ların arzulanan toplum sal d eğişim leri sağla­ ma çabalarının yattığım gösterir. İnsani toplum sal ve kültü­ rel gerçeklik hakkında “nesnel” önerm eler formüle etmeye ça­ lışan disiplinler oluşturm a eğilim inin kaynağı bu tür bir bağ­ lamdır. Fakat bu eğilim e olgusal veya analitik önerm eler ile “ned ir”, “ne olm ası g erekir”le ilgili norm atif önerm eler ara­ sındaki tem el m antıksal süreksizliğin önem ini vurgulayan bir anlayış eşlik etmez. Çoğu toplumsal düşünce biçim inde olgu­ sal ve norm atif önerm eler arasında iki ilişkili kabul türünden biri tem elinde yakın lık kurulmaya çalışılm ıştır. İlkine göre, arzulanır olan “değişm eden kalan”la özdeşleştirilebilir: Ö rne­ ğin toplum sal ve ekonom ik kurum ların işleyişini düzenleyen değişmez yasalar. Diğer kabule göre, arzulanan ve gerçeğin iç içeliği genel evrim ci gelişm e ilkeleri bağlam ına yerleştirilm eli­ dir: Yasa değişmeden var olanı değil, kaçınılm az olarak ortaya çıkanı araştırır. Bu kabullerin ikisi de yanlıştır. Ampirik bir disiplinin, “ol­ ması gereken” şeyi tanımlayan idealleri bilim sel olarak inşa et­ mesi im kânsızdır. Bu, W eber’in benim sediği yeni-K antçı epis­ tem olojinin tem el bir öncülüdür ve onun tüm yazılarını bi­ çim lendirir. Ancak değer yargılarının geçerliliği bilim sel ana­ lizle sağlanamasa da, bu durum değer yargılarının bilim sel tar­ tışma alanından tam am en atılm asını gerektirm ez. Belirli bir 4

M ethodology o f the S o c ia l Sciences, s. 5 0 -1 1 2 . W ebcr'in yazılan ay n ca Menger’in görüşlerine ve onun “bilim sel" ekonom i okuluna karşı açıklam alar ola­ rak anlaşılm alıdır. Krş. M aricnne W eber, s. 3 5 2 -3 ; uzun b ir açıklam a için bkz. Lindenlaub, s. 9 6 -1 4 1 .

219

eylem akışının “dikkate alınm ası gerekip gerekm ediğiyle” ilgi­ li bütün yargıları belirli özel veya genel “am açlara” ulaşmakta kullanılan “araçlardan” ayırmak mümkündür. “Bir şeyi som ut olarak ya 'bizzat kendisi için’ ya da çok arzu edilen bir şeye ulaşmanın aracı olarak arzularız.”5 Bilim sel analiz, belirli araç­ ların özel bir am aca ulaşm ak için uygun olup olm adıklarını belirlem em izde yardım cı olabilir. Ancak hiçbir bilim sel bilgi bir insanın niçin bir değer olarak belirli bir am acı kabul etm e­ si gerektiğini gösteremez. Sosyal bilim ci aynı zamanda, belirli bir amaç araştınhyorsa, bir başkası yerine belirli bir aracı kul­ lanmanın sağlayabileceği üstünlükleri ve bedellerini göstere­ bilm elidir. Belirli bir amaca yönelik özel bir aracın seçilm esi­ nin getirebileceği bedeller iki farklı türde olabilir: (1 ) Arzula­ nan hedefe tam olarak değil kısm en ulaşılması veya (2 ) Bire­ yin ulaşm ak istediği diğer hedeflere zarar verebilecek ek so­ nuçların ortaya çıkm ası. Aynı zamanda, bizzat hedefi ampirik analizlerle, dolaylı olarak, gerçekte ulaşılmaya çalışılan belirli tarihsel koşulları sağlama kapasitesine sahip olup olmadığına göre değerlendirm ek de m üm kündür. W eber bu görüşlerini çoğu kez devrim ci sosyalizm in öz­ lem lerine gönderm eler yaparak açar. Zira sosyalist bir toplum inşa etmeyi hedefleyen m ücadelelerin ortaya çıkardtğı ikilem ­ ler özellikle belirli, keskin sorunlar yaratır. Sosyalist bir toplu­ ma devrimci araçlarla ulaşm ak, arzulanan toplumsal değişme­ leri sağlamak için güç kullanm ayı gerektirir. Ancak güç k ul­ lanm ak zorunlu olarak devrimden sonra siyasal bir baskı uy­ gulamasına da yol açar k i, bu siyasal baskı bizzat sosyalizm idealinde cisim leşen bazı özgürlükleri ortadan kaldıracaktır, ikinci olarak, özellikle diğer ülkelerin kapitalist olarak kaldı­ ğı bir dünyada toplum sallaşm ış bir ekonom i inşa etm ek m uh­ temelen sosyalistlerin ne tasarladıkları ne de arzuladıkları bazı ekon om ik g üçlü kler yaratacaktır.6 Ü çüncü olarak, sosyalist bir toplum yaratm ak için hangi araçlar kullanılırsa kullanılsın, bürokratik bir devletin oluşum u nedeniyle, sonuç neredeyse 5

M ethodology o j the Social Sciences, s. 5 2 .

6

İkinci görüş hakkında, bkz. E conom y an d Society, c. 1, s. 6 5 -6 8 .1 0 0 -1 0 7 .

220

kesinlikle, sosyalist toplum a varlık kazandıran am aca ters dü­ şecektir. Yine de bilim sel analizin pratik hedeflere ulaşm a çab ası­ nı kolaylaştırabilecek bir başka anlamı daha vardır. Fakat bu, daha önce ifade edilenlerden bir ölçüde farklıdır. Bu, am pirik araştırmayı değil, kişinin inandığı idealler arasındaki iç tutar­ lılığı değerlendirmeyi gerektirir. İnsanların kendilerini güdüleyen özel am açların içerdikleri değerlerin açıkça farkında o l­ madıkları ve çoğu kez, kısm en veya tamamen tutarsız hedefle­ ri benim sedikleri doğrudur. Bir birey kendi özel am açlarının tem elini oluşturan idealler “üzerinde düşünm ese” bile, “ona, bilincinde olm adan kullandığı veya varsayması gereken nihai aksiyom ların farkına varmasında yardımcı olabiliriz”.7 Ancak daha ötesi yoktur. Ampirik bilim ve m antıksal analiz bir bireye neleri başarabileceğini, bu başarının m uhtem el so ­ nuçlarını gösterebilir ve ona ideallerinin doğasım açıklam akla yardımcı olabilir; fakat bilim bireye hangi kararlan alm ası ge­ rektiğini gösteremez. D ünyadaki h içb ir etik , çoğu örnek te, kişin in “iyi” hedeflere ulaşm ak için ah laken şüpheli veya en azından teh lik eli araçla n ku llanm asının bedelini ödem esi - v e kötü so n u çla n n orta­ ya çıkm a ihtim ali hatta im kânıyla y ü zleşm e si- gerektiğin i göz ardı edem ez. D ünyadaki h içb ir etik , ah lâken iyi b ir am acın ahlâken tehlikeli araçlar ve son u çlan ne zam an ve hangi ö lçü ­ de “m eşru kıld ığı” kararına varam az.8

W eber’in benim sediği bu konu m un m antıksal son ucu ve zorunlu dayanağı, “insani evreni, b irbirin e in dirgen em ez ra kip id eallerin varlığı karakterize eder” düşüncesidir. Tarihin belir­ li bir noktasında bilim sel analizle “doğru” veya

“y a n lış” o l­

duğu gösterilebilecek tek bir ideal veya idealler topluluğu o l­ madığı için, hiçbir evrensel etik olamaz. Bu m etodolojik hare­ 7

M eüıodology o f th c S o cia l Sciences, s. 5 4 ; Gesammelte Aufsätze zur Wissensc­ haftslehre, s. 151.

8

Mcthodology o f thc S o cia l Sciences, s. 5 7 ; aynca krş. From Max Weber: Essays in S ociolog y , s. 1 4 3 -1 4 6 .

221

ket noktasının temel am pirik karşılığı W eber’in tarihteki fark­ lı ideallerin kökenlerini araştırdığı din sosyolojisi yazıların­ da bulunur. İdealler ve anlam lar dinsel ve siyasal m ücadeleler içinde yaratılsalar bile, onları bilim den elde etm ek m üm kün değildir: în s a n la n n bilgi ağacınd an yed ikleri b ir çağın kad eri, d ü n­ yan ın a n la m ın ın -is te d iğ i k ad ar m ü kem m el d ü z e n le n s in ona ilişkin analizlerd en ögren ilem eyeceğid ir; o n u n daha z i­ yade bizzat bu anlam ı yaratacak b ir konum d a olm ası gere­ kir. B ilim , genel hayat ve evren anlayışlannm asla artan am pi­ rik bilginin ü rünleri olam ayacağım ve bizi büyük bir kuvvetle sürükleyen en üst ideallerin, her zam an, sadece bizim için o l­ duğu kadar başkaları için de kutsal olan başka ideallerle m ü­ cadeleler içind e şekillend iğini kabul etm elid ir.9

W eber’in siyaset ve siyasal güdülerin m antığına dair ana­ lizi bu düşüncelere dayanır. Siyasal davranış “nihai hedefler etiğin e” (G esin n u n gsethik) veya “sorum luluk ahlâkına” (Veran tw ortu n gsethik) yönelik o lab ilir.10 Bir nihai h ed efler ahlâ­ kına bağlı olan insan, tüm siyasal davranışını, h içb ir rasyo­ nel araç hesabı yapm adan, belirli bir ideali gerçek leştirm e­ ye yöneltir: Bir nihai am açlar ahlâkın a inanan, eylem leriyle reaksiyon fır­ satlarını artırarak kendi sınıfının baskısını artırm aya ve zayıf­ lam asını engellem eye çalışan inançlı bir sendikalist olduğu­ nuzu gösterebilirsiniz an cak o nu n üzerinde en hafif bir eıki bile yaratam azsınız. İyi niyetli b ir eylem kötü son uçlara yol açm ışsa, aktörü n gözünde, bu n u n sorum lusu o n la n yaratan T an rı’nın iradesi değil, sadece dünyanın veya başka insanla­ rın aptallığıdır.

Bu tür davranış nihayetinde “dinsel” bir karaktere sahiptir veya en azından dinsel davranışla bazı ortak özellikler taşır: Eylem leri bir nihai hedefler ahlâkına yönelik olan birey, tek 9

F rom M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 121.

10

From Max Weber: Essays in Sociology, s. 120.

222

görevinin niy etlerin in saflığını sürdürm ek olduğuna inanır: “Ateşi sürekli canlı tutm ak söz konusu kişinin oldukça irras­ yonel eylem lerinin am acıd ır..."11 Öte yandan, sorum luluk ahlâkı W eber’in bazen “son u çla­ rın paradoksu” olarak adlandırdığı şeyin bilincinde olmayı ge­ rektirir. Bir bireyin yaptığı bir eylemin som ut so n u çlan çoğu kez onun bu eylemi yapma niyetlerinden farklı ve bazen ta­ mam en aksi yönde olabilir. Bunun farkında olan siyasal aktör, eylem lerini sadece güdüsünün doğruluğuna göre değil, dav­ ra n ışla rın ın u laşm ak istediği h ed efler a çısın d an d o ğabile­ cek m uhtem el son u çların ın rasyonelliğine göre de düzenle­ yecektir. Bu yüzden özellikle yukarıda sözü edilen farklı sos­ yal bilim k ullan ım ları soru m lu lu k siyaseti açısınd an ön em ­ lidir, ancak bu kullanım lar bir nihai hedefler ahlâkına bağlı­ lıkla tam am en ilişk isizd ir.12 Sorum luluk ahlâkı düşüncesini, W eber üzerine ikincil yorum larda sıklıkla karıştırılan pragma­ tizmden ayırm ak gerekir. Bir felsefe olarak pragmatizm belir­ li b ir anda neyin pratik olduğunu belirlem eyi gerektirir. Fakat W eber pratikliği “hakikatin” bir kriteri olarak almaz: W eber’in analizinin tüm odak noktası, olgusal ve ahlâkî gerçek arasında mutlak m antıksal bir uçurum olduğu ve hiçbir am pirik bilgi düzeyinin bir başkasından ziyade belirli bir etiğin peşinden koşm anın geçerliliğini gösteremeyeceğidir. Bireysel ö rn ek te, pratik p olitikacının , öznel antagonist bakış açılan arasından birini benim seyerek onlar arasında arabulu­ cu lu k yapm akla yüküm lü olduğu kesindir. Bu, bilim sel nes­ n ellik le" ilişkili değildir. Bilimsel açıdan, “an ay o l" en aşın sağ

veya sol fikirlerden bir nebze bile doğru değildir.13

11 F rom M ax W eber: E ssay s in Sociology, s. 121. 12

M antıksal analiz ideallerini açıklam aya yardımcı olm ası dışında. Ancak onun daha önceden gösterdiği gibi, bu aslında am pirik bilim in bir sonucu değildir.

13

Methodology o f the S o cia l S cien ces, s. 17. Bu kitapta ele alınan üç temel şahsi­ yetin bazen pragm atist felsefeye yönelik eleştirilerle bağlantılı görüşler geliş­ tirdikleri belirtilm elidir. Krş. P ragm atism e et socio lo g ie (Paris, 1 9 5 5 ). Aşırı ba­ sitleştirirsek. üçünün de aynı nedenle pragmatizme itiraz edeceği söylenebi­ lir: Eyleyen öznenin dünyayı rasyonel olarak etkilem e kapasitesini yadsır.

223

W eber’e göre, “nesnelliğin” doğasıyla ilgili tartışma, gerçek­ le çoğu kez bilim sel yargılar ve değer yargıları arasındaki iliş­ kileri bulanıklaştıran karışıklıkları gidermeye yöneliktir. Ö n­ ceden belirtildiği gibi, W eb er için böyle bir girişim idealle­ rin bilim sel tartışmadan kesin olarak ayıklanmasını gerektirir. G erçekte, sosyal bilim cinin kendi idealleri konusunda m üm ­ kün olduğu kadar açık olm ası bir zorunluluktur. Bu zorunlu­ luğa titizlikle uyulduğunda sosyal bilim cinin değerleri, çalış­ masının önem ini azaltm ayacaktır: “A h lâ k î k a y ıtsız lık tutumu (Gesinnungslosigkeit) bilim sel ‘nesnellik’le ilişkili değildir.”14

Olgusal yargılar ve değer yargıları Olgusal önerm eler ve değer önerm eleri arasında m utlak bir mantıksal ayrılık olduğu -y a n i bilim in kültürel ideallerin bir kaynağı olam ayacağı- düşüncesini, “bilimin varlığı bilim sel ana­ lizin niçin bizzat ‘arzulanır’ veya ‘değerli’ bir etkinlik olduğunu gösteren değerleri gerektirir” düşüncesinden ayırmak gerekir. Bilimin kendisi, diğer değerlerden daha bilimse! olduğu kanıtlanamayacak ideallere dayanır. Bu yüzden W eber’e göre, sosyal bilimlerin genel amacı “içinde yer aldığımız gerçekliğin biricik­ liğini kavramaktır”. Başka deyişle, sosyal bilimlerin temel hede­ fi tarihsel olguların niçin o şekilde ortaya çıktıklarını anlamak­ tır. Ancak bu hedef som ut gerçekliğin sonsuz karm aşıklığın­ dan soyutlamalar yapmayı gerektirir. W eber, gerçekliğin tam bir betim lem esinin m antıken m üm kün olamayacağım öne sürer­ ken Rickert ve W indelbandin yeni-Kantçılığım benimser. Ger­ çeklik sonsuz sftyıda bölünebilir çeşitlilikler içerir. Gerçekliğin belirli bir unsuruna odaklandığımızda bile onun bu sonsuzlu­ ğu paylaştığım görebiliriz. Bilimsel bir analiz biçim i, her tür bi­ limsel bilgi sistemi, isler doğa bilim lerinde ister sosyal bilim ler­ de olsun, gerçekliğin sonsuzluğundan seçim y ap m ay ı gerektirir. Sosyal bilim ler aslında “bir yanda ilişkileri ve bireysel olay­ ların çağdaş görü n ü m leri için d ek i kültürel ön em lerin i, öte 14

M ethodology o f the S ocial Scien ce s, s. 6 0 ; G esam m elte A ufsätze zu r W issensc­ h aftsleh re, s. 157.

224

yandan on ların tarihsel olarak ‘böyle’ o lm aları veya ‘başka türlü’ olm am alarının nedenlerini” bilmeye çalışır.15 G erçekli­ ğin kapsamı ve yoğunluğu sınırsız olduğu için ve bu yüzden sosyal bilim ci açısından “ilgi problem leriyle” ilişkili bazı se­ çim lerin (söz konusu birey bunların bilincinde olm ayabilir) zorunlu olm ası nedeniyle, “bilm ek istediğimiz şeyi” bilm e ne­ denim izi belirleyen değer kriterlerinin neler olduklarını araş­ tırmam ız gerekir. W eber’e göre bu soru basitçe, sosyal bilim ­ lerdeki araştırm anın düzenli olarak ortaya çıkan ilişkileri veya (örneğin doğa bilim lerinde olduğu gibi) “yasaları” araştırm a­ sı gerektiği belirtilerek cevaplandm lam az. Yasaların formülasyonu gerçekliğin karm aşıklığından özel bir soyutlam a yapma­ yı gerektirir ve böylece yasanın kapsamına girmeyen her ola­ yın “tesadüfi/ilineksel” ve neticede bilim sel açıdan önem siz ol­ duğu düşünülür. A ncak bu tutum sosyal bilim lerde ilgi alanı­ mızı oluşturan problem türlerini kavramak için uygun değil­ dir. W eber’in hayatının çalışm asının esas ilgi odağı şu alıntıyla aktarılabilir. Bizi ilgilendiren Batı Avrupa kapitalizm inin olu­ şumu ve onunla ilişkili rasyonelleşm e değildir, zira bu tarih­ sel olaylar (belirli açılardan) inandırıcı b ir biçim de genel, yasa benzeri ilkeler alunda sınıflandırılabilir. Bu olayları bizim için "önemli kılan şey, onların biriciklikleridir. Ayrıca doğa bilim lerinin sadece yasalan ortaya çıkarm ak­ la ilgilendiklerini varsaymak hatadır. Ö rneğin astronom i çoğu kez yasalar altında toplanabilen özel gelişm e dizileriyle ilgi­ lenm ediği gibi ilgilerinin kaynağı, bu yasaların genel ilişki­ lerin form ü lasyo n u açısın d an da ö n em li d eğild ir. A slında W eber örnek olarak verm ese de, bunun iyi örneklerinden biri Rickert’in gökbilim cilerin güneş sistem im izin kökeni üzerine ayrıntılı araştırm alarıyla ilgili açıklam asıdır. Evrenin özellikle­ riyle ilişkili genellem eler açısından güneş sistem im iz bütünüy­ le önem siz değildir. G üneş sistem inin özel gelişim ine karşı il­ gimizin kaynağı, on un, dünyanın da içinde yer aldığı gökci­ sim leri içinde bulunm asıdır. 15 M ethodology o f th e S o c ia l Sciences, s. 7 2 ; C esam m elte A ufsâtze zur Wisscnscha/tslehre, s. 1 7 0 -7 1 .

225

Bu, doğa bilim leri ve sosyal bilim ler ayrımının nom otetik ve ideografik bilgi ayrım ı açısından m utlak bir ayrım olm adığı­ nı gösterir. Doğa bilim lerine yoğunlaşma esasen genel ilkelerin oluşturulm asına yönelik olsa bile, bu yoğunlaşma bazen özelin bilgisini araştırmayı gerektirir. Nedensel “açıklam anın” olayla­ rı genel yasalar altında sınıflandırm anın tek m uhtem el yolu o l­ duğu da düşünülemez. Benzer şekilde, belirli bir yasa açısından “ilineksel” olan bir olay m antıksal olarak daha önceki olaylara götürülebilir. Tarihsel bir bireyin “tam” bir açıklamasını üre­ tebilecek tek bir neden veya belirli sınırlı nedenler olduğu dü­ şünülmemelidir. Sadece gerçekliğin belirli yanlarıyla ilgili “bil­ meye değer” şeyler olduğu doğruysa, aynısı nedensel açıklama için de söylenebilir. Bir araştırm anın amacı bakımından kesin önem de olduğunu, belirli bir olguya ilişkin anlayışımız açısın­ dan uygun olduğunu telaffuz etliğim izde, araştırm anın nere­ den başlatılması gerektiği kararı da bir seçim sorunudur: “ (E ]tk id en " nedene doğru geri gidildiğinde, ilgili tüm koşu l­ lar toplam ı kesin olarak “b irlik te eylem e” yol açm alı ve başka hiçb iri som u t etki yer alm am alıd ır. Başka deyişle, son u cu n oluşum u, nedensel olarak çalışan her am pirik bilim için, sa­ dece belirli bir andan itibaren değil, aynı zam anda “sonsuz olarak” belirlenir.16

W eber’e göre, bu tespit nom otetik önerm elerin sosyal bilim ­ lerde m ümkün olmadığı anlamına gelmez. Aksine genel açıkla­ yıcı ilkelerin formüle edilmesi, açıklanacak özel olguların ana­ lizini kolaylaştırmakta kullanılabilecek bir araç olarak bizati­ hi bir amaç değildir: '“N om olojik' bilgiyi uygulamadan bir bi­ reysel etkinin geçerli bir yüklem esi -y an i tekrarlanan nedensel dizilerin b ilg isi- genelde im kânsız olacaktır.”17 Başka deyişle, araştırm acı nedenler yüklem eye çalıştığında, belirli bir unsu­ run hangi ölçüde bir neden olarak alınabileceği olay kategori­ leri arasındaki geçerli ilişkiler hakkmdaki (kuşkulu durumlar­ 16

M ethodology o f the S ocial S cien ces, s. 187; Gesammeltc A ufsâtze zur Wissenschaftslchrc, s. 289.

17

M ethodology o f th e S ocial S cien ces, s. 79.

226

da haklılaşünlm ası gereken) kabullere bağlıdır. Araştırm acının “kişisel deneyimleriyle keskinleştirdiği ve analitik yöntem lerle geliştirdiği hayal gücüne” ne kadar nedensel bir geçerlilik yük­ leyebileceği ve som ut yerleşik genellemeleri ne kadar araştıra­ cağı söz konusu özel örneğe bağlıdır. Ancak genel ilkeler lıakkındaki bilgimiz daha kesin ve belirli oldukça, daha kesin ne­ densel yüklem eler yapabileceğimiz her zaman doğrudur.18 F ak at daha som ut olarak, nedensel b ir ilişk in in varlığını nasıl belirleyebiliriz? W eber, ünlü prosedürler açık lam asın ­ da, örnek olarak Eduard Meyer’in M araton Savaşı’nın Batı kül­ türünün sonraki gelişim i açısından sonucunun ö n em in i ele alma biçim ini verir. Tarihçilerin aslında ço k küçük bir m uha­ rebe olan M araton Savaşı’yla ilgilenm elerinin nedeni, kesinlik­ le, bu m uharebenin sonucunun daha sonra Avrupa’ya yayıla­ cak Helen kültürünün varlığını sürdürmesi ve bağım sız geli­ şim inde kesin nedensel önem e sahip olm asıdır. Bununla be­ raber, Maraton Savaşı’nın bu açıdan nedensel bir önem e sahip olduğunu gösterm ek için iki bağımsız olum sal durum (Avru­ pa’nın sonraki kültürel gelişim inde Helenizm ihtim aline karşı Persli bir teokratik bir etkinin gelişmesi ihtim ali) dikkate alın­ malıdır. Bunlar “gerçek” on tolojik ihtim aller değillerdir; sade-ce bir olaylar seti -g e rçe k te ortaya çıkan ş e y - “m uhtem eldir”. Bu prosedür sadece sosyal bilim cinin bir soyutlam asından iba­ rettir -b u rad a bir “düşünce deneyi” gerçekleştirilir, yani “b e­ lirli olaylar olmasaydı veya farklı biçim lerde ortaya çıksalardı sonuç ne olacaktı?” biçim inde bir yansıtma yapılır. Tarih sel b ir o lgu n u n n ed ensel ö n em in i d eğ erlend irm e g iri­ şim i şöyle bir soruyla başlayacaktır: O rtak b elirley iciler ola­ rak dikkate alınan faktörler kom pleksi arasından olay çık ar­ tıldığında veya ond a belirli yönde bir d eğişiklik yapıldığında, genel am p irik kurallara (E rfah ru n g sreg eln ) göre, konum uzla bağlantılı olarak, olaylar özellikleri bakım ınd an k esin ö n em d e yeni bir yö n kazanabilir m iyd i?19 t8

M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 8 2 vd.

19 M ethodology 0/ th e S ocial Sciences, s. 180.

227

Bu ihtim al M araton Savaşı’m n önem iyle gösterilebilir: Pere­ lerin savaşı kazandığı düşünüldüğünde ve savaşın so n u çla­ rı dikkate alındığında, bunun gerçekte Helen ve böylece Av­ rupa kültürünün sonraki gelişim ini büyük ölçüde etkilem e­ si söz konusu olacaktı. W eber, bunun “uygun” bir nedensel­ lik örneği olduğunu düşünür. Bu örnekte, gönül rahatlığı için ­ de, M araton Savaşı’nm farklı bir sonucunun Avrupa’nın so n ­ raki kültürel gelişim inde değişim ler yaratmak için yeterli veya “uygun” olacağı söylenebilir. Sosyal bilim lerd e konu seçim i ve tespitinin ister istem ez “öznel” olması -b a z ı kültürel önem lere sahip olmaları nede­ niyle, ilgili problem lerin seçim ini gerektirm esi- aslında nesnel olarak geçerli nedensel analizin yapılamayacağını gösterm ez. Aksine nedensel açıklam a başka açıklam alarla doğrulanabilir ve bunlar sadece özel bir kişi için “geçerli” değildir: Hem araş­ tırma problem lerinin seçim ini, hem de araştırm acının sın ır­ sız nedensel bir ağa nüfuz etm ek için bizzaL bu seçim in yapıl­ ması gerektiğini varsayma derecesini değer kabulleri yönlen­ dirir. W eber’in, “temel ilgi odağı biricik oluşum lardır” öncülü dikkate alındığında, sosyal bilim lerin incelem e nesnesinin her zaman akışkan olduğu sonucu çıkar: Sınırsız olaylar akışı nihayetsiz bir biçim de sonsuzluğa doğru ilerler. İn san lan n içind e yer aldıkları kültürel p roblem ler sü ­ rek li yeni b içim ler ve fark lı ren k ler kazanır ve bu alanının sı­ n ın , bizim için anlam ve önem kazanan, yani bir “tarihsel bi­ reye” dönüşen son su z som ut olaylar akışı içind e sürekli de­ ğişir.20 '■

20

M ethodology o f th e S o cia l S cien ces, s. 8 4 . W eber sık sık sosyal bilim cinin “ta­ rihsel b ir birey''le iki anlam da ilgilenebileceğini vurgular: İlk olarak, tarihsel açıdan "büyük" ve “b iricik " şahsiyetler hakkında en kapsam lı m uhtem el bil­ giyi edinm e; ikinci olarak, “som ut tarihsel bir ilişki içinde, belirli bireylerin eylem lerinin nedensel gücüne atfedilebilecek ön em ”in analizi. A ncak ger­ çekte onları “ön em li” veya “ön em siz" bireyler olarak değerlendirip değer­ lendirm eyeceğim ize bakm adan, Gesammelte Au/sdlze zur W issen schaftslehrr. s. 47.

228

İdeal tip kavramların formülasyonu W eber’in “ideal tip” kavramların doğası ve sosyal bilim lerdeki kullanım larıyla ilişkili tespitinin kaynağında m antıken onun genel epistem olojik yaklaşım ı yatar. Sosyal bilim lerde kullanı­ lan kavramlar, değer kabulleri olmadan, doğrudan gerçeklik­ ten elde edilem ezler, zira ilgi konularını tanımlayan problem ­ ler bu tür ön-kabullere dayanır. Bu yüzden, tarihsel bir oluşu­ mun yorum u ve açıklanm ası, özellikle bu am açla oluşturul­ muş ve -bizzat analizin amaçlarında olduğu g ib i- gerçekliğin evrensel “tem el” özelliklerini yansıtm ayan kavram ların inşa edilm esini gerektirir. W eber, ideal tip kavram ların biçim sel özelliklerini ortaya koyarken, yeni bir kavramsal yöntem türü geliştirdiğini değil, aksine zaten pratikte yapılan şeye açıklık kazandırdığını düşünür. Bununla beraber, çoğu araştırm acı kullandığı kavram ların tamamen farkında olmadığı için , formülasyonlan çoğu zaman muğlâk ve kesinlikten yoksundur. “Tarihçilerin konuştukları dil, uygun ifade ihtiyacını karşıla­ mak için bilinçsizce yaratılan ve anlamı kesin olarak hissedi­ len, fakat üzerinde enine boyuna düşünülmeyen yüzlerce söz­ cük içerir.”21 Bir ideal tip, h er ne kadar gerçeklikte yer alsa da, bu özel bi­ çimiyle nadiren ortaya çıkan birçok sayısız unsurun soyutlan­ ması ve birleştirilm esiyle inşa edilir. Bu yüzden, W eber’in P ro­ testan A h lâkı ve K apitalizm in Ruhu’nda analiz ettiği “Kalvinci etik” farklı tarihsel şahsiyetlerin yazılarından alınm ıştır ve bu etik, W eber’in kapitalist ruhun oluşumuyla ilişki içinde özel önemde gördüğü Kalvinci öğretiler kom binasyonlannı içerir. W eber’e göre, bu tür bir ideal tip ne gerçekliğin belirli b ir yö­ nünün “betim lem esi”, ne de b ir hipotezdir; sadece betim lem e ve açıklam aya yardım cı olabilir. B ir ideal tip kuşkusuz n or­ matif anlamda ideal değildir; gerçekleşm esi arzulanan bir şeyi ifade etmez. Diğer olgularda olduğu gibi ideal bir katil veya fa­ hişe tipi inşa etm ek uygundur. Bir ideal tip m antıksal anlam ­ dı

M ethodology o f th e S o cia l Scien ces, s. 9 2 -9 3 ; G esam m elte A u fsätze zur W issens­ ch a ftsich re, s. 193.

229

da bir saf tiptir, ancak som ut anlamda değil: “Bu zihinsel inşa, kavramsal saflığı içinde som ut olarak gerçekte h içb ir yerde bulunm az.”22 tdeal tipler yaratmak bizzat bir amaç olarak kesinlikle an ­ lam lı değildir; belirli bir ideal tipin kullanışlılığı sadece som ut bir problem le veya problem lerle ilişkisi içinde değerlendiri­ lebilir ve onu inşa etm edeki tek amaç am pirik sorunları ana­ liz edebilm ektir. Sosyal bilim ci, bir olguyla, örneğin rasyonel kapitalizmle ilişkili bir ideal tip formüle ederken, özel kapita­ lizm biçim lerini am pirik olarak inceleyerek, geliştirdiği ilgile­ riyle ilişki içinde, rasyonel kapitalizm in ayırt edici en önem ­ li özelliklerini belirlem eye çalışır. İdeal tip salt kavramsal dü­ zeyde oluşturulm az, aksine som ut problem lerin am pirik anali­ ziyle yaratılır, değiştirilir, netleştirilir ve ayrıca bu işlem anali­ zin kesinliğini artırır. Bu yüzden, ideal tipler kapsam ve kullanım bakım ından b e­ timsel kavramlardan (G attu n gsbegriffe) farklıdır. Betim sel tip­ ler çoğu sosyal bilim dalında önem li ve zorunlu bir rol oynar. B unlar basitçe am pirik olgu gruplarının ortak özelliklerin i özetler. İdeal tip, “bir veya daha fazla bakış açısının tek yanlı olarak vurgulanm asını”23 içerirken; betim sel tip, birçok som ut olgunun orta k özelliklerinin soyut b ir sentezini içerir. W eber örnek olarak “k ilise” ve “m ezhep” kavramlarını verir. Bu kav­ ramlar sınıflandırıcı b ir ayrım ın tem eli olarak hizm et edebilir; dinsel grupların belirli kategoride veya başka bir başkası için ­ de yer aldığı söylenebilir. Bununla beraber bu ayrım ı, mezhep hareketlerinin m odern Batı kültürünün rasyonelleşm esi açı­ sından önem ini analize uygulamak istediğimizde, bu özel ko­ nuda etkili olan m ezhebin özel bileşenlerini vurgulamak için “m ezhep” kavramını yeniden formüle etm ek zorunda kalırız. Kavram böylece ideal tip bir kavrama dönüşür. Betim sel bir kavram , belirli unsurların soyutlanm ası ve birleştirilm esiyle ideal tip bir kavrama dönüştürülebilir: W eber’e göre, bu zaten çoğu kez pratikte yapılan bir işlem dir. 22

M ethodology o f f/ır S ocial S cien ces, s. 9 0 .

23

M ethodology o f thc S acial S cien ces, s. 9 0 , 92.

230

W eb er tartışm asında özel tarihsel oluşum ların ay dın latıl­ m asıyla ilişk ili ideal tipleri form üle etm eye od aklan ır, zira bu işlem betim sel ve ideal tiplerin en açık farklılığını ortaya koyar. Ancak ideal tip kavramlar sadece bu am açla sınırlı de­ ğildir ve basit betim sel kavram lar içerm eyen, yine de genel karakterde farklı türde ideal tipler vardır. Betim sel tiplerden ideal tiplere geçiş, olguların betim sel sınıflam asından bu olgu­ ların açıklayıcı veya teorik analizlerine geçtiğim izde söz konu­ sudur. Bu en iyi biçim de “m übadele” kavramıyla açıklanabilir. Mübadele kavramı, sınırsız sayıda insan eylemim alışveriş et­ kinlikleri temelinde sınıflandırabileceğim iz tespitiyle yetindi­ ğimiz sürece betim sel bir kavramdır. Ama kavramı ekonom i­ deki m arjinal fayda teorisinin bir unsuru olarak kullanm ak is­ tediğimizde, salı rasyonel inşaya dayalı bir ideal “m übadele” tipi inşa ederiz.24 Sosyal bilim ve değer yargılan ilişkisi W eber’in 1 9 0 4 -1 9 0 5 yılları arasında yayım lanan m etodolojik yazılarındaki tartış­ masında m erkezî bir önem e sahiptir; bu ilişki W eber’in yakla­ şık on yıl sonra yayımlanan “Ahlâkî Tarafsızlık" (W ertfreih eit) adlı yazısında farklı bir açıdan ele alınır.25 W eber bu son yazı­ da sosyal bilim ler ve sosyal politika açısından önem li olsa bile, 'değer yargılannm m antıksal statüsüyle değil, aksine pratik bir soru nla, bilim ad am ının inandığı değerleri g erçek leştirm ek için kendi akadem ik prestiji veya konum unu kullanm ası ge­ rekip gerekm ediği sorunuyla ilgilenir. Bu, nihayetinde değer­ lere bağlı olan ve neticede bilim sel kanıtlarla çözülem eyecek bir m eseledir. O , “son tahlilde, sadece bireyin -k e n d i değer sistem ine bağlı o la ra k - üniversitedeki görevlerine referan s­ la karar verm esi gereken” bir sorundur. Eğitim görevleri çok genel anlamda alındığında, eğer eğitim cinin rolü öğrencilerine geniş bir estetik ve etik kültür yelpazesi sunm aksa, eğitim ci­ nin ideallerini kendi öğretim alanından uzak tutması zor ola2 4 M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 1-47. W eber’in bu görüşleri geliştirdiği siyasal bağlamın bir analizi için , krş. W olfgang J . M om m sen, M ax W eber und d ie dcu lschc Politik, 1 8 9 0 -1 9 2 0 (Tübingen, 19 5 9 ). 25

M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 2-3.

231

çaktır. W eber’in ifade ettiği görüş, eğitimde, özellikle bir ölçü ­ de bilim sellik iddiası taşıyan konularda profesyonel uzm anlaş­ manın m odem üniversiteye uygun bir organizasyon olduğu­ dur. Bu koşullarda, eğitim ci kesinlikle kendi dünya görüşünü ifade etm e hakkına sahip değildir; sosyal bilim lerin problem ­ leri, “problem ler” olarak ilgi kaynaklarını kültürel değerler­ den alsalar da, teknik analiz dışında çözülem ezler ve eğitim ci­ nin ders platformundan kaynaklanan tek sorum luluğu teknik analizlerden ibarettir. Bunu nla beraber, öğren cin in günüm üzde sınıfta ö n celik le öğ­ renm esi gereken şey (1 ) B elirli b ir görevi tıpkı bir işçi gibi ye­ rine getirm ek (2) K işisel olarak kendini rahatsız etse bile, ger­ çek leri kabu l etm ek ve onları kendi öznel değerlerinden ayır­ m ak (3 ) K endini görevine adam ak ve gereksiz b ir kişisel ter­ cih ler veya başka bir duygu gösterisi yapma dürtüsünü bastır­ m aktır.26

Ü niversitedeki eğitim ci, bir başka yurttaşın ideallerine si­ yasal eylemlerle ulaşabilm ek için sahip olduğu bütün fırsatla­ ra sahiptir ve kendisi için daha fazla ayrıcalık talep etm em e­ si gerekir. Profesörlük m akam ı “uzm anlaşm ış bir kişisel keha­ net işareti” değildir. Kendi konum unu bu şekilde kullanan bir profesör, mevkisini özellikle alıcı olan ve tam anlamıyla ken­ dinden em in olmayan b ir izleyiciyle ilişki içinde istism ar ede­ bilir. W eber, burada kişisel bir in ancın ı ifade etm ekledir. Ü n i­ versite değerlerin tartışıldığı bir forum olabilseydi, bu sadece “bütün değer konum larıyla ilişkili tem el sorunların sınırsızca tartışılm ası özgürlüğünün” bir temeli olabilirdi. Ancak bu, ke­ sinlikle, temel siyasal ve etik sorunların açıkça tartışılamadığı Alman üniversitelerine ait bir özellik değildir ve durum böyle devam ettiği sürece, “bilim in bir tem silcisinin, bu problem leri ele alma hakkı kadar, ağırbaşlılığını koruyarak bu konularda sessiz ka lm a hakkı da vardır.”27 W eber bunu söylerken kuşku­ 26

M ethodology o f th e S ocial S cien ces, s. 5; G esam m elte A u fsätze z u r Wissensch aftsleh re, s. 4 9 3 .

27

M ethodology o f the S ocial Scien ces, s. 8.

232

suz eğitim cinin üniversite alanı dışında siyasal ve ahlâkî yar­ gılarını ifade etm eyi reddetm esi gerektiğini kastetm ez. A ksi­ ne o, akadem ik alan dışındaki yanlış “ahlâkî tarafsızlık” uygu­ lam asını sert b ir dille eleştirir. W eber, sahte b ir bilim sel “taraf­ sızlık” adı altında siyaset alanındaki iddialannı gizleyen kişiler kadar üniversitede partizan bir konum u açıkça öğütleyen kişi­ lere de açıkça karşıdır. Her halükârda, W eber’e göre, bir bireyin kendi öğretim et­ kinliklerinde özel b ir değer konum u geliştirip geliştirm em e­ si gerektiği soru nu nu n sosyal bilim lerde olgusal önerm eler ve değer önerm elerinin m antıksal ilişki problem inden bağım­ sız olarak alınm ası önem lidir. “Ampirik disiplinlerin problem ­ leri, kuşkusuz, ‘değerlendirici olmadan’ çözülebilir. Onlar de­ ğerlendirm eyle ilgili problem ler değildir. Tersine sosyal bilim ­ lerdeki problem ler ele alm an olgunun değer ilişkisine göre se­ çilir... Am pirik araştırm ada, hiçbir ‘pratik değerlendirm e’ bu kesin m antıksal gerçekle m eşrulaştırılm az.”28

28

M eıhodology o f th e S o cia l S cien ces, s. 2 1 -2 2 .

233

11 Sosyolojinin Temel Kavramları

Yorumcu sosyoloji W eber, m etodolojik yazılarını çoğunlukla ilk am pirik çalışm a­ larında ele aldığı özel sorunlar bağlamında yazmıştır; bu yazı­ lar, onun, ilk eğitim ini şekillendiren hukukî, ekonom ik ve ta­ rihsel düşünce geleneklerinin entelektüel sınırlarından k u r­ tulma m ücadelesinin bir belgesidir. M etodolojik yazılarda sos­ yoloji, tarihe tâbi konum da alınır: Sosyal bilim lerin ilgi alanı­ nı oluşturan problem lerin kültürel önem e sahip belirli sorun­ larla ilişkili oldukları düşünülür. W eber, sosyal bilim lerde ge­ nellem elerin im kânsız olduğu düşüncesine karşı çıkar, aksine genel ilkelerin formülasyonunu büyük ölçüde hedefe ulaşma­ nın aracı olarak alır. W eber’in am pirik yazılarının aldığı asıl yön, özellikle ha­ cimli bir kitap olan E kon om i ve Toplum’da görüleceği gibi, bu bakış açısında belirli bir vurgu değişikliğine yol açm ıştır. O l­ gusal y argılar ve d eğer y argıları ayrım ından vazgeçm ediği gibi, bu ayrımla ilişkili “özel tarihsel oluşum ların analizi sade­ ce genel ilkelere göre gerçekleştirilem ez” tezinden de vazgeç­ mez; bu tez böyle bir görev için sadece başlangıç niteliğinde bir önem e sahiptir. A ncak yine de W eber’in E kon om i ve Toplum’daki ilgisi toplum sal ve ek on om ik organizasyonlardaki 235

tekbiçim lilikleri ortaya koymaya, yani sosyolojiye yöneliktir. W eber’in sözleriyle, so sy o lo ji, insan toplum sal eylem iyle ilişkili genel ilkeler ve kavramlar formüle etmeye çalışır; buna karşılık tarih “özel, kültürel açıdan önem li eylem ler, yapılar ve kişiliklerin nedensel analizi ve açıklam asına yön eliktir”.1 Bu görüş kuşkusuz m eto d o lo jik yazılarda geliştirilen tem el konum un tekrarıdır ve W eber’in ilgisinin sosyolojiye kaym ası­ nın, onun lemel m etodolojik görüşlerinde bir değişiklikten zi­ yade kişisel ilgilerinde bir vurgu değişikliğine yol açtığı söyle­ nebilir. E kon om i ve Toplurn’un W eber’in düşüncesinde yeni bir ayrılık noktasını temsil etme derecesi onun görüşleri üzerine ikincil çalışmalarda çoğu kez abartılm ıştır. E kon om i ve Toplum ekonom i politiğin farklı boyutları üzerine kapsamlı, ortak bir çalışm anın parçasıdır: W eber’in niyeti bir giriş yazısıyla, b ir­ likte çalıştığı yazarların daha uzmanca çalışm alarına katkıda bulunm aktı.2 W eber, E kon om i ve Toplum ’u yazma am açlarını belirtirken, bu kitaptaki sosyolojik analizin özel tarihsel olgu­ ların araştırılması için gerekli “en basit hazırlık” görevi yük­ lendiğini gösterir. “Böylece tarihin ilgisi bu özel karakteristik­ lerin nedensel bir açıklam asını sunmaya yöneliktir.”3 W eber, “nesnellik” üzerine yazısında, “sosyal bilim lerde, zi­ hinsel olgularla, doğası gereği genelde kesin doğa bilim lerin­ deki şem aların çözebileceği veya çözm eye çalışabileceği tiırdekinden, özellikle farklı bir görev olan em patik ‘anlam a’yla ilgilend iğ im izi”4 vurgular. Bu yüzden, toplum sal olguların analizinde temel adımlardan biri, onun öznel tem elini “anla­

1

Econom y and Socicly, c. 1, s. 19; (Alm. baskı), c. 1, s. 9.

2

Bu kitaplar derlem esi b ir bütün olarak G rundriss d e r S o z ia lö k o n o m ik adıy­ la yayımlanmıştır. Bu serinin yazarları Som barı, M ichels, Alfred W eber ve Schum peter’dir. ilk katkılar 1 9 1 4 ’te yayım lanır ve diğerleri derlem e tam am ­ landığında 1930'larda yerini alır. Bkz. Jo h an n es W inckclm an, “M ax W ebers Opus Post-hum um ", Zeitschrift fü r d ie g esam ten Staatsw issenschaften, c. 105,

3

Georg von Below ’a m ektup, Haziran 1914, Georg von Below , D er deu tsche Stadl des M ittelalters (Leipzig, 1 9 2 5 ), s. xxiv.

4

M ethodology o f the Social Sciences, s. 7 4 ; Gesammelte A ufsätze z u r W issensc­ haftsich re. s. 173.

19 4 9 , s. 3 6 8 -3 8 7 .

236

m aktır”; bu yazının ana temalarından biri, insan etkinliğinin “öznel” bir karaktere sahip olmasının toplum sal ve tarihsel ol­ guların “n esnel” analizini kesinlikle engellem eyeceğidir. Ö te yandan, bu öznellikten, sadece doğa bilim leri ve sosyal bilim ­ lerin çatışan doğasını dikkate alarak kurtulamayız. E konom i ve Toplum ’da kendi “yorum cu sosyoloji” anlayışının ana hatlarını oluşturan W eber, öznelin sosyolojik analiz açısından önem ini vurgulamayı sürdürür.5 W eb er’in sözleriyle, “Bu oldukça m uğlâk sözcüğün bura­ da kullanıldığı anlam ında, so syo lo ji, bizzat toplum sal eyle­ mi yorum layıcı anlamayla ve böylece eylemin yönü ve sonuç­ larının nedensel olarak açıklanm asıyla ilgili bir bilim olarak alınm alıdır.”6 Toplum sal eylem veya davranış (soziales H an­ deln) öznel anlam ın bir başka birey veya grupla ilişkili oldu­ ğu bir eylemdir. Eylem in analiz edilebilecek iki anlam ı vardır: Analiz, eylem in belirli bir birey için sahip olduğu anlama atıf­ ta bulunm alı veya varsayımsal bir aktörün öznel anlamıyla il­ gili bir ideal tiple ilişki içinde yapılmalıdır. G erçekte, bu şekilde tanımlanan eylem ile sadece düşünm e­ den veya otom atik olarak yapılan davranışlar arasında hiçbir n et ayrım yoktur. İnsan etkinliğinin so syo lo jik am açlar açı­ sından önem li olan büyük bir kısm ı anlamlı eylem in sınırla­ rı içindedir: Bu, özellikle geleneksel tipte davranışlar için söz konusudur. A ynca aynı som ut etkinlik anlaşılır ve anlaşıla­ maz unsurlar karışım ını içerebilir. Bu karışım , örneğin onla­ rı yaşamayan bir sosyal bilim cinin sadece kısm en anlayabile­ ceği m istik yaşantılar içeren bazı dinsel etkinlik biçim lerinde de söz konusu olabilir. Bir yaşantıyı analitik olarak kavramak için onu m utlaka tamamen tekrarlamak gerekmez: “K esinlik­ le, Sezar’ı anlam ak için Sezar olm ak gerekm ez.”7 5

Econom y and Sccicl/ nin ilk cildindeki bu açıklama daha önceki “Ü ber einige Kategorien der verstehenden Soziologie", Gesammelte Aufsätze zu r Wissenschaßslehre’nin gözden geçirilm iş biçimidir (s. 4 2 7 -4 7 4 ; ilk basım 1913).

6

Econom y an d S ociety, c. 1. s. 4 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 1. Krş. Ju lie u Freund. The Sociology o /M a x W eher (Londra, 19 6 8 ). s. 9 0 -9 1 .

7

E con om y an d S o c iety , c . 1, s. 5. Carlo A ntoni, F rom H istory to S o cio lo g y (Londra, 1 9 6 2 ), s. 170.

237

Burada W eber’in argüm anının tem el m antığını kavram ak önem lidir. O, öznel anlam ın çoğu insan davranışının temel unsurunu oluşturduğunu kabul ederken, gerçekle sezgicili­ ğin bu araştırma im kânını sağlayabilecek bir öğreti olm adığı­ na dikkat çeker; aksine, yorum cu sosyoloji tekrarlanabilen ve böylece bilim sel yöntem lerin geleneksel ilkelerine göre doğrulanabilen anlam yorumlama teknikleri üzerine kurulabilir ve kurulmalıdır. Bu ise W eber’e göre, ya aktörün öznel çerçeve­ sinin bir parçasını oluşturan m antıksal ilişkileri rasyonel anla­ ma ile ya da daha duygusal sem patik türden bir anlama ile ba­ şarılabilir. Rasyonel anlama aktörün m atem atiksel akıl yürüt­ me veya formel mantığı kullanması örneğinde tam ve kesin­ dir. “Kişi, 2x2= 4 önerm esini veya Pisagor teorem ini akıl yü­ rütürken ya da bir argüman içinde kullandığında veya m an­ tıksal bir muhakeme zincirini kabul ettiğimiz düşünm e tarz­ larına uygun bir biçim de doğru olarak kurduğunda, onun an­ latm ak istediği şeyin tam, açık bir anlam ına sahip o lu ruz.“8 Ancak burada, m antıksal önerm elerin kesin olarak kavranm a­ sı ile pratik bir hedefe ulaşm ak için belirli bir aracı rasyonel bir biçim de kullanan bir kişinin eylem lerini anlama arasında kesin bir bölünm e çizgisi yoktur. Em paıi, duygusal bir bağ­ lamda yer alan eylemin anlam ını kavramada önem li bir araç olsa bile, em patiyi anlamayla özdeşleştirm ek hatadır: İk in ci­ si sadece sosyolog açısından duygusal bir sempatiyi değil, aynı zamanda eylemin öznel anlam ını kavramayı gerektirir. G enel­ de insan etkinliğinin yöneldiği idealler davranışlarım ızı dü­ zenleyen ideallere yabancı olduğu ölçüde bu ideallerin onlara inanan insanlar için anlam ını kavramak daha da zorlaşır. Bu koşullarda sadece kısmi bir kavramanın söz konusu olduğunu ve bu sağlanamadığında bile onları “hazır veriler” olarak al­ makla yetinm em em iz gerektiğini kabul etmemiz gerekir. Sosyoloji elbette insan etkinliği üzerinde etkili, ancak öznel anlamdan yoksun nesneler ve olayları da ele alm alıdır. (Ö r­ neğin iklim i, coğrafi ve biyolojik faktörleri içeren) bu olgu­

8 238

E ı onom y and Sodety, c. 1, s. 5.

lar insan davranışının “k oşu llarıd ır”, fakat yine de herhan ­ gi bir insan am acıyla ilişkili değillerdir. Bu olgular, insanların öznel am açlarıyla ilişkili oldukları sürece bir anlam kazanır ve toplumsal eylem in unsurlanna dönüşürler. M akine gibi insan eseri bir şey “sadece onun üretim ve kullanım am acına veya olm ası am açlanan anlam ına (Sinn) göre anlaşılabilir...”9 Toplum sal eylem in bilim sel analizi salt betim lem enin öte­ sine geçtiğinde ideal tiplerin inşasıyla ilerler: D eğer yönelim li veya duygusal eylem in anlaşılm asıyla ilişkili sıkıntılar dikka­ te alındığında, genelde rasyonel tipler inşa etm ek faydalı ola­ caktır. Rasyonel eylem i oluşturan şey, ideal tip içinde ortaya konularak, ondan sapm a irrasyonel unsurların etkisin e göre incelenebilir. W eber, rasyonel ideal tiplerin üstün yanlarının zaten ekonom ide gösterildiğini düşünür: Bunlar form ülasyonda kesin, uygulamada belirsizlikten uzaktırlar. W eb er bunun prosedürle ilişkili bir husus olduğunu vurgular; kullanım ı hiç­ bir anlamda “rasyonalist eğilim in” varlığını im a etm eyen m e­ todolojik bir araçtır. W eber, her biri rasyonel veya duygusal eylem leri anlam a­ yı gerektirip gerektirm ediğine göre alt bölüm lere ayrılabilen iki temel “yorum layıcı anlam a” biçim i belirler. İlki “doğrudan anlam a”dıı\ Bu anlam a türünde, eylemin anlam ını doğrudan gözlemle kavrayabiliriz: Doğrudan anlam anın rasyonel alt b ö ­ lümüyle ilgili olarak biraz önce sözü edilen örneği, m atem atik bir önerm enin kavranm asını verebiliriz. 2x2= 4 ’ün anlam ını söylendiği veya yazıldığı anda kavrayabiliriz. Ö te yandan, ir­ rasyonel bir davranışı, örneğin bir öfke davranışını yüz ifade­ si, nidalar veya irrasyonel duygusal tepkiler biçim inde kendi­ ni gösterdiğinde doğrudan an lan z”. İkinci tür, yani “açıklayı­ cı anlam a” (erk lä ren d es V erstehen), doğrudan anlam adan, göz­ lenen etkinlik ile onun aktör için anlam ı arasındaki güdüsel bağlantıyı açıklam ayı gerektirm esi bakım ından farklıdır. Bu­ rada benzer şekilde iki ek eylem biçim i vardır. Rasyonel eylem biçim i, bir bireyin belirli bir amacı gerçekleştirm ek için özel

9

E con om y an d S ociety, c. 1, s. 7; (Alm. baskı), c. t, s. 3.

239

bir aracı kullanm asını gerektiren bir etkinlik içine girdiği du­ rumlardaki eylemleri anlamayı gerektirir. Nitekim örneğin, bir gözlem ci odun kesen bir adamı görüp onun ateş yakm ak için bir yakıt sağlamaya çalıştığını bildiğinde, hiçbir güçlükle kar­ şılaşm adan eylem in rasyonel içeriğini kavrayabilir. Aynı tür­ den doğrudan güdüsel bir çıkarım irrasyonel davranış konu­ sunda yapılabilir. Ö rneğin bu anlam da, gözyaşlarına b oğu ­ lan birinin tepkisini sadece yoğun bir hayal kırıklığı yaşadığını bildiğimizde anlayabiliriz. Açıklayıcı anlamada, söz konusu eylem , davranışın som ut akışının bir açıklam ası olarak alınabilecek “anlaşılır bir güdü­ ler dizisi içine yerleştirilir. Bu yüzden, eylem in öznel anlamıy­ la ilgilenen bir bilim için, açıklam a bu şekilde yorumlanan an­ laşılır bir eylemin som ut akışının ait olduğu anlam kom pleksi­ ni (Sinnzusam m enhag) kavramayı gerektirir.”10 Bu tanım , W e­ b e rin , yorum cu sosyolojinin am pirik analize uygulanması an­ layışı açısından büyük bir önem e sahiptir. “G üdünün” anla­ şılm ası, her zaman, ilgili özel davranışı bireyin eylem ine refe­ rans aldığı daha genel b ir norm atif standartla , ilişkilendirm eyi gerektirir. Nedensel açıklam a düzeyine ulaşm ak için “öznel uygunluk” ve “nedensel” uygunluk ayrımı yapılmalıdır. Belir­ li bir eylem akışının yorum u, ona atfedilen güdü kabul gören veya alışılagelm iş n orm atif kalıplara uygun olduğu takdirde ( “anlam düzeyinde”) uygundur. Bu, başka deyişle, ilgili eyle­ min kabul gören norm lar tem elinde “anlaşılm ası” bakım ından anlamlıdır. Ancak bu anlam tek başına özel bir eylemin geçer­ li bir açıklam asını sağlam ak için yetersizdir. Aslında idealist felsefenin tem el hatası, öznel uygunluğu nedensel uygunlukla özdeşleştirm esidir. Bu görüşün temel kusuru, “anlam kom p­ leksleri”, güdüler ve davranış arasında doğrudan ve basil bir ilişki olduğunu varsaymasıdtr. Bazı bireylerin benzer eylem ­ leri farklı güdülerin sonucu olabilir ve aksine, benzer güdü­ ler farklı som ut davranış biçim leriyle ilişkili olabilir. W eber, insan güdülerinin kom pleks yapısını yadsımaz, insanlar çoğu 10

240

E conom y and S ocicly , c. 1, s. 9. Bunun teorik önem iyle ilişkili bir analiz içıtı bkz. Parsons, s. 6 3 5 vd.

kez güdüler çatışm ası yaşarlar ve bir insanın b ilin çli olarak farkında olduğu bu güdüler, büyük ölçüde, bilincinde olm a­ dığı daha derin güdülerin aklileştirm eleri olabilir. Sosyolog bu ihtim allerin bilincinde ve onlarla am pirik düzeyde ilgilenm e­ ye hazır olm alıdır fakat kuşkusuz, bir etkinliğin bilin cin ula­ şamayacağı dürtülerin sonucu olması ihtim aü arttıkça, bunun anlam ın yorum lanm ası açısından m arjinal önem de bir olgu haline gelm esi ihtim ali artar. Bu sebeplerle, “n ed ensel” uygunluk, “nadir ideal örnekte sayısal olarak ifade edilebilecek, ancak her zaman bir anlamda hesaplanabilir bir ihtim alin bulunm asını, belirli gözlem lenebi­ lir bir olayı (açık veya öznel) bir başka olayın izleyebileceğini veya eş zamanlı olarak ortaya çıkabileceklerini belirlem enin” m üm kün olm asını g erek tirir." Bu yüzden, açıklayıcı önem ini gösterm ek için, edim in öznel anlamını çeşitli belirlenebilir so­ nuçlara bağlayacak yerleşik b ir am pirik genellem enin bulun­ ması gerekir. W eber’in yöntem inin temel kabullerinden hare­ ketle şöyle bir sonuca varabiliriz: Bir genellem e, kesin olarak doğrulanm ış olsa bile, anlam sal uygunluktan yoksunsa, yo­ rum layıcı sosyolojinin alanı dışında istatistik bir korelasyon­ dan ibaret olarak kalır: Bu yüzden, sadece b ir toplum sal eylem in gidişatıyla ilgili an ­ laşılabilir ortak b ir anlam a karşılık gelen istatistiksel düzenli­ likler sosy olo jik genellem elerdir ve onlar terim in burada k u l­ lanılan anlam ında anlaşılır eylem tiplerini oluştu ru rlar. Sade­ ce - e n azından b ir ölçüde gerçeklikte g ö zle n e b ile c e k - öznel olarak anlaşılır eylem in rasyonel form ülasyonlan gerçek olay­ larla ilişkili sosyo lo jik tipleri oluşturur. B elirli b ir açık eylem akışının fiilen o n ay a çıkm a ihtim alinin her zam an öznel yo­ rum un açıldığıyla orantılı olduğu kesinlikle doğru d eğ ild ir.'2 U

Ecoıtomy and S ociely , c. 1, s. 11-12. Bu koşul dikkate alındığında, W eber'in Roscher vc Knics’c eleştirisinde açıkça görüleceği gibi, “T arih çin in ‘yorum cu’ güdü-araştırm ası, kesinlikle, doğadaki bireysel bir sürecin nedensel yorum u­ na benzer biçim de, nedensellik yüklem ektir..." G csam m elle A u js ilz e zu r W issen sch a jtsk h re. s. 134.

12 Economy an d S ociety , c. 1, s. 12; (Alm. b askı), c. 1, s. 6.

241

M antıken insan davranışını etkileyen olgularla ilişkili o l­ salar da, W eber’in belirttiği anlamda anlamlı olm ayan birçok farklı istatistiksel veri türü vardır. Ancak anlamlı eylem, ista­ tistiksel işlem lere elverişsiz değildir: Bu anlamda sosyolojik is­ tatistikler örneğin suç istatistikleri veya meslekî dağılım ista­ tistiklerini içerir. W eb er, insan toplum sal d avranışını araştırm akta d eğer­ li olan bilginin kapsam ını yorum cu sosyolojik yöntem le ana­ liz edilebilen bilgilerle sınırlandırm az. Ö nem i W eber tarafın­ dan kesinlikle göz ardı edilmeyen, toplum sal hayatla neden­ sel olarak ilişkili, “anlaşılır”'olm ayan birçok süreç ve etki türü vardır. Bunun vurgulanması önem lidir, zira W eber’e göre, yo­ rumcu sosyolojinin insan toplum sal davranışıyla ilgili tek ge­ nelleştirm e temeli olduğunu varsaymak yaygın hale gelmiştir. W eber, “sosyoloji” terim ini öznel olarak anlam lı eylem ana­ liziyle sınırlandırm asının çoğu kez alanda kullanılan ilişkili diğer kavramlarla örtüştüğünün bilincindedir: “Sosyoloji, bize göre... ‘yorum cu sosyoloji’ (verstehen de S oziolog ie) ile sınırlıdır -a n ca k h iç kim senin izlemeye zorlanamayacağı ve zorlanm a­ ması gereken bir kullanım biçim i.”13 W eb e r’in org anizm acı so sy o lo jiy e , örn eğ in - “p arlak b ir ç a lışın a ” o larak n ite le n d ir d iğ i- S c h a ffle ’ın T o p lu m sa l B e ­ d e n le r d e Y apı ve H a y a t'ın a ö zel referan sı bu rad a ö n e m li­ dir. lşlevselcilik , W eber’e göre, toplum sal hayatı araştırm a­ da kesinlikle kullanışlıdır: “O ... pratik bir betim lem e ve geçi­ ci yönelim ” aracı olarak “sadece kullanışlı değil, aynı zaman­ da vazgeçilm ezdir.”14 Tıpkı organik sistem ler araştırm ası ör­ neğinde olduğu gibi, sosyal bilim lerde işlevsel analiz “bütün” (toplum] içindeki, araştırma açısından önem li birim leri belir­ lememizde yardımcı olur. Ancak toplum ve organizma analo­ jisi, belirli bir noktada, toplum un analizinde işlevsel tekbiçim lilikleri belirlem enin ötesine geçm enin m üm kün ve hatta ge­ rekli olması anlamında, işlemez. Bununla beraber, yorumlayı­ cı anlama, bilim sel bilgiye bir engel olmaktan ziyade, doğa b i­ 13

Econom y and S ociety, c. 1, s. 12 -1 3 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 6.

14 E conom y and S ociety, c. 1, s. 15.

242

lim lerinde olmayan açıklayıcı imkânları sunan bir yöntem ola­ rak anlaşılm alıdır. Bunun kesinlikle bir bedeli vardır: Sosyal bilim lerin bulgularının daha az tam ve daha az kesin olması. W eb er’in Schaffle’den kesin olarak ayrıldığı nokta bü tü n­ cü anlayışların m antıksal statüsüyle ilişkilidir. H areket nokta­ sı olarak “bütünü” alan ve böylece “bireysel davranış analizi” yaklaşım ını benim seyen sosyologlar kolayca kavramları m ut­ laklaştırma tuzağına düşerler. Bu yüzden, asla özel bir ortam ­ daki bireylerin birçok farklı etkileşim inden daha fazlası olm a­ yan “toplum ”, şeyleşm iş bir kim lik kazanarak deyim yerindey­ se kendi özel bilincin e sahip, eyleyen bir birim haline gelir. W eber, kuşkusuz, sosyal bilim lerde devletler, firmalar gibi kolektiviteleri anlatan kavramları kullanm anın gerekli olduğunu kabul eder. Ancak ona göre, bu kolektiviteierin “b irey insan­ ların özel edim lerinin sonuçları ve organizasyon b içim lerin ­ den” ibaret oldukları unutulmam alıdır. “Çünkü sadece birey­ ler öznel olarak anlaşılır eylem leri gerçekleştiren faillerdir.”15 Bununla beraber, bu k olek tif birimler/faillerin yorum cu sos­ yoloji için hayati önem e sahip bir başka yönü daha vardır: Bi­ reylerin öznel bakış açıları onların gerçekliklerini oluşturur ve çoğu kez özerk birim ler olarak onları temsil eder. Bu tem siller -toplum sal davranışı etkilem ede önemli nedensel bir rol oyna­ yabilir. Yorum cu sosyoloji, W eber’e göre, toplumsal olguların psi­ kolojik terim lere indirgenerek açıklanabileceğini gösterm ez.16 P sik o lo jin in bulguları bü tü n sosyal b ilim ler için k esin lik le önem lidir, fakat diğer komşu disiplinler için olduğundan fazla değil. Sosyolog aslın da bireylerin psikolojik doğalarıyla değil, yorum layıcı sosyal analizle ilgilenir. W eber toplum sal k u ram ­ ların, açıklayıcı anlamda, psikolojik genellem elerden hareket­ le “anlaşılabileceği” düşüncesini kesinlikle reddeder. İnsan ha­ 15 E conom y an d S ociety, c. 1, s. 13; (Aim. baskı), c. 1, s. 6. Bu görüşün ve W eb cr’in yorum cu sosyoloji taslağındaki diğer görüşlerin kapsamlı b ir eleştiri­ si için bkz. Alfred Schütz, T he P henom enology o f the S ocial W orld (Evanstonc, 1967). 16 E conom y and Society, c. 1, s. 19.

243

yatı esasen sosyo-kültürel etkiler tarafından biçim lendirildiği için , gerçekte sosyolojinin psikolojiye katkısının psikolojinin sosyolojiye katkısından daha fazla olm ası muhtemeldir: [B]u prosedür p sik o lo jik n iteliklerin analiziyle başlayıp ard ın­ dan toplum sal k u ram ların analizine geçm ez... aksine k u ra m ­ ların p sik o lo jik ö n k oşu lları ve son u çların ın kavranm ası k u ­ ram ların kesin bilgisini ve kurum sal yap ılann bilim sel anali­ zini gerektirir... Fakat k u ram ları p sik o lo jik yasalardan h are­ ketle veya tem el p sik o lo jik olgulara göre açıklam ayız.’ 7

Toplumsal ilişkiler ve toplumsal davranış yönelimi Toplum sal eylem anlam lı olarak “diğerlerinin geçm iş, m ev­ cu t ve gelecekte olm ası bek len en davranışlarına y ö n e lik ”' 8 her tür insan davranışını içerir. Bir toplumsal “ilişki”, her biri kendi eylemini diğerinin edim leri (veya olması beklenen edim ­ leri) ile ilişkilendiren iki veya daha fazla birey arasında karşı­ lıklılık durumunda var olur. Ancak bu, ilişkiyle ilgili anlam ­ ların zorunlu olarak paylaşıldığını ima etmez: Çoğu durum ­ da, örneğin i l y a un qui aim e et utı qui selaisse aim er ( “b ir s e ­ v en ler vardır, b ir d e sevilenler”) atasözüne uygun düşen bir “aşk” ilişkisinde, bir tarafın tutum ları diğerininkilerle tam a­ m en aynı değildir. Yine de bu tür ilişkilerde, sürdürüldüğü takdirde, her birey için ondan “beklenen” şeyi tanımlayan kar­ şılık lı olarak tam am layıcı anlam lar vardır. Bu konu d a Simm el’i izleyen W eber, G esellschaft (toplum ) kavramından ziya­ de, ilişkiler düzeni anlam ını taşıyan ve kelim enin tam anlamıy­ la “toplum laşm a”nın kastedildiği V ergesellschaftun g terim ini kullanır. Toplum sal hayatı oluşturan ilişkilerin çoğu geçicidir ve sürekli bir oluşum -yok oluş süreci içindedir. Kuşkusuz bir toplumsal ilişkinin, ilgili taraflar arasında işbirliğini gerektirdi­ ği de varsayılmaz. W eber, çatışm anın en sürekli ilişkilerin bile karakteristik bir özelliği olduğunu vurgulamaya özen gösterir. 17

M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 8 8 -8 9 .

18

Economy a n d S ociety, c. 1, s. 22.

244

Bireyler arasındaki bütün ilişki tipleri W eber’in terim e yük­ lediği anlam da bir toplum sal ilişki oluşturmaz. Sokakta yürü­ yen iki insan çarpışm adan önce birbirini fark etm em işse, on ­ ların etkileşim i bir toplum sal eylem örneği değildir: Eylem onlar sonradan bu kaza için birbirlerini suçlam aya başladıkla­ rında ortaya çıkacaktır. W eber ayrıca kalabalıklar içindeki et­ kileşim den söz eder: Le Bon haklıysa, kalabalık bir gruba üye­ lik bireyin ço k az kontrol edebildiği bilinçaltı etkileri yönlen­ diren k o lek tif davranış biçim leri yaratabilir. Burada bireyin davranışı diğerlerinin davranışından nedensel olarak etk ile­ nir ancak bu eylem , anlam düzeyinde diğerlerinin davranışı­ na yönelik olsa bile, W eber’in term inolojisine göre “toplum sal eylem” değildir. W eb e r d ört tip to plum sal davranış y ön elim i a y ırt eder: “Amaçlı rasyonel” davranışta, birey belirli b ir edim in m uhte­ mel sonu çlan ın bir am aca uygun araçlan hesaba katarak ras­ yonel bir biçim de değerlendirir. Bu, belirli bir am aca ulaşmaya çalışırken genellikle amaca ulaşılabilecek birkaç aracın bulun­ duğu anlam ına gelir. Bu alternatifler karşısında, birey am acı­ na ulaşmayı sağlayacak m uhtem el araçlardan h er birin i göreli etkililiklerine (ve benim sediği diğer hedefler açısından sonuç­ larına) göre değerlendirir. Burada W eber daha önceden sosyal bilim sel bilginin rasyonel uygulanışı için form üle ettiği şem a­ yı genel toplumsal eylem paradigmasına uyarlar. “D eger-rasyonel” eylem , tersine, belirgin bir ideale yöneliktir ve başka hiçbir şey önem li görülm ez. “Hıristiyan, haklı olarak sonuçla­ rı Tanrı’ya bırakır.”19 Bu yine de rasyonel eylem dir, zira bire­ yin etkinliğini yönlendiren tutarlı hedefleri gerektirir. Sadece görev, onur ve kendini bir “neden”e adama ideallerine yönelik eylem ler bu tipe yakın düşer. Değer rasyonel eylem ile üçün­ cü bir eylem tipi “duygusal” eylem arasındaki tem el b ir fark, ilki bireyin kendi etkinliğini yönlendiren açıkça tanım lanm ış idealleri benim sem esini gerektirirken, ikinci örn ek te bu ka­ rakteristiğin yer alm am asıdır. Duygusal eylem bir tür duygu­

İ9

F rom M ax W eber: E ssay s in S ociolog y , s. 120.

245

sal durum altında gerçekleştirilen eylemdir ve aslında anlam ­ lı ve anlamlı olmayan davranışın sınırları içinde yer alır. Onun değer-rasyonel eylemle ortak yönü, eylemin anlam ının -a m a ç ­ lı rasyonel eylemde olduğu g ib i- araçların am açlar açısından araçsallıgmda değil, edimi kendisi için gerçekleştirm ekte yat­ masıdır. D ördüncü eylem yönelim i tipi “geleneksel eylem ” de an ­ lam lı ve anlam lı olm ayan davranışın sınırlan içinde yer alır. G eleneksel eylem âdet ve alışkanlığın etkisi altında g erçek ­ leştirilir. Bu eylem tipi “insanların alışkanlık üzere yaptıkla­ rı bütün gündelik eylem lerinin büyük bir kısm ına” uygun dü­ şer.20 Bu tipte eylemin anlam ının kaynağında, değer rasyonalitesi içinde sürdürülen eylem lerdeki gibi tutarlı, tanım lanm ış bir biçim den yoksun idealler veya sem boller yatar. G eleneksel değerler rasyonelleştikçe geleneksel eylem değer rasyonel ey­ leme yaklaşır. W eb er’in sın ırların ı çizdiği bu dörtlü tipoloji E ko n o m i ve T oplum 'un am pirik özünü o lu ştu rur, fakat genel toplum sal eylem sınıflam ası olarak tasarlanm az. Bu tipoloji, W eb er’in. “toplumsal eylem analizi en iyi biçim de irrasyonel sapmaların ölçülebileceği rasyonel tipler kullanılarak sürdürülebilir” dü­ şüncesinin bir uygulamasını oluşturan ideal tip bir şemadır. Nitekim özel som ut bir insan davranışı örneği bu davranışa en yakın düşen dört eylem tipine göre yorum lanabilir. Ancak çok az som ut ö m ek gerçekte birden fazla tipin unsurlarının bir karışım ını içenneyecektir. W eber, yorum cu sosyolojide doğrulama problem inin yarat­ tığı sıkıntılarla ilgili tartışmasında, nedensel uygunluğun her zaman bir olasılık meselesi olduğunu vurgular. İnsan davranı­ şının “öngörülem ez” olduğunu söyleyenler açıkça yanılgı için­ dedir: “‘[H ]esaplanam azlık’... d elinin ay rıcalığ ıd ır.”21 Fakat insan davranışlarında karşım ıza çıkan tekbiçim lilikler sade­ 20

Econom y an d S ociety, c. 1, s. 25.

21

M ethodology o f the S ocial S cien ces, s. 124. Aynca bkz. G esam m elte Au fsätze zu' W issenschaftslehre, s. 6 5 vd. Burada W eber “irrasyonalite", “öngörülem czlik“ ve “irade özgürlüğü" arasındaki ilişkiyi ayrıntılı olarak tartışır.

246

ce özel bir edim veya koşulun bir aktörün belirli bir tepkisini üretmesi ihtim aline göre ifade edilebilir. Böylece her toplum ­ sal ilişkinin bir veya daha fazla aktörün kendi eylem lerini özel bir biçim de yönlendirebilm esi “olasılığına" dayandığı söyle­ nebilir (burada olasılık “şans” anlamındaki “te sa d ü fle karış­ tırılm am alıdır). W eber’e göre, insan davranışında olum sallı­ ğın varlığını kabul etm ek onun düzenliliğini ve öngörülebilir­ liğini yadsımak değildir; aksine bir kez daha, anlam lı davranış ile (örneğin acı verici bir uyarana bilinçaltıyla dolayım lanm ış) sabit bir tepki arasındaki karşıtlığı vurgulamaktır. Böylece W eber, kavram sal b ir temel toplum sal ilişki tip­ leri sın ıflam ası ve daha kapsam lı bir toplum sal o rganizas­ yon biçim leri sınıflam ası ortaya koyarken, betim lem esini ola­ sılık terim leri içinde ifade eder. Süreklilik gösteren her top­ lumsal ilişki, en tem el düzeyde, W eber’in “gören ek” (B ra u ­ ch) ve “âdet” (Sitte) olarak adlandırdığı şeyi içeren davranış tekbiçim liliklerini içerir. Toplum sal eylemdeki bir tekbiçim lilik, “onun belirli bir grupta var olm a olasılığı som ut pratikten başka bir şeye dayanmadığı sü rece”22 bir görenektir. Bir âdet uzunca zam andır yerleşm iş bir görenektir. Bir görenek veya . âdet, başkaları tarafından anlam lı biçim de onaylansın veya onaylanmasın, bir veya daha çök bireyin alışkanlık üzere uy­ duğu “alışılagelm iş” bir davranış biçim idir. O na uyma belir­ li yaptırım biçim leriyle desteklenm ez; o, aktörün iradi olarak uyduğu b ir şeydir. “Günüm üzde her sabah, belirli sınırlar da­ hilinde, belirli bir kalıba uygun biçim de kahvaltı yapmak âdet­ tir. Ancak (otel m üşterileri öm eği dışında) böyle yapmak için bir zorunluluk yoktur ve her zaman da bir âdet değildi.”23 G ö­ renek ve âdetin toplumsal önem i göz ardı edilemez. Ö rneğin genellikle âdet haline gelm iş tüketim alışkanlıkları büyük eko­ nomik bir önem e sahiptir. G örenek veya âdetlere dayalı davra­ nışların tekbiçim liligi bireylerin öznel olarak kendi çıkarlarına uygun biçim de davrandıkları ideal rasyonel eylem tipiyle iliş­ kili tekbiçim liliklerle karşıtlık içindedir. Kapitalist girişim ci22

Economy and S ociety, c. 1, s. 29.

23 E conom y an d S ociety, c. 1, s. 2 9 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 15.

247

nin serbest piyasadaki tutumu bunun prototipidir.24 Davranış­ lardaki tekbiçim lilik ben cil güdülere bağlı olduğunda, başka deyişle bu tipe yakın düştüğünde, bir toplumsal ilişki, âdete dayalı bir davranıştan genellikle çok daha istikrarsızdır.

Meşruiyet, egemenlik ve otorite En istikrarlı toplum sal ilişki biçim leri, ilişkiye katılan bireyle­ rin öznel tutum larının m eşru b ir dü zen e inanca yönelik olduğu ilişki biçim leridir. W eber buradaki söz konusu ayrımları açık­ lamak için şu örnekleri verir: N ak liy ecilerin çoğ u , sözleşm e sü releri d old uğund a d ü ze n ­ li olarak ilan verirlerse, bu tekbiçim liligi bireysel çıkarlar be­ lirler. B ir satış görevlisi m ü şterileri ayın veya haftanın belir­ li günlerinde ziyaret ederse, bu ziyaret ya âdet üzere b ir dav­ ran ıştır ya da özel çıkar yön elim inin bir ürünüdür. Fak at bir kam u görevlisi kendi işyerinde h er gü n sü rek li olarak aynı zamanda göründüğünde, sadece istediğinde dikkate alm aya­ bileceği b ir âdet veya bireysel çıkara göre davranmaz. O nun eylem i, aynı zam anda yerine getirdiği bir düzenin geçerliliği (kam u hizm eti ku ralları) tarafından b ir kural olarak b elirle­ nir. İtaatsizlik onu n aleyhine olacağı gibi bir başka ned en de kuralları ihlalin onu n görev duygusuna (kuşkusuz farklı de­ recelerde) ters düşm esidir.25

Meşru bir düzene inanç, eylemi, düzenin prensiplerine bağlı­ lık dışında başka yollarla da yönlendirebilir. Bunun örneği, ya­ saları çiğnerken bile onların varlığını kabul eden ve suç etkinli­ ğini planladığı önlemlerle kendi davranışına uyduran bir suçlu­ nun durumudur: Söz konusu bireyin eylemlerini, hukukî düze­ ni ihlalin cezalandırılması ve onun bu cezadan uzak durmak is24

W eber'in burada am açlı rasyonel eylem e yakın düşen am pirik örneklerden söz ettiği b elirtilm elidir. D olayısıyla, bu D urkheim 'daki “b en cillik ” kavra­ mıyla aynı anlam a gelm ez, çünkü W eber'in örneğinde özne] bencillik arayışı “aynı beklentilere yönelik"tir (E conomy and Society, c. 1, s. 2 9 -3 0 ).

25 Economy and Society. c. 1, s. 31. 248

teraesi yönlendirir. Ancak kişinin düzenin geçerliliğini sadece bir “gerçek” olarak kabulü, bireylerin bazen kendi edimlerini meşrulaştırmaya çalıştıkları birçok ihlal türünün uç örneğidir. Ayrıca aynı meşru düzenin farklı biçimlerde yorum lanabilece­ ği de belirtilmelidir. Bu durum W eber’in din sosyolojisiyle ilgili ampirik analizlerinden örneklerle açıklanabilir. Nitekim Protes­ tanlık veya Reform, Katolik Kilisesi’nin kendi meşruiyetinin te­ meli olarak aldığı aynı Hıristiyan düzenin radikal bir biçimiydi. G örenek ve âdet ile W eber’in “uzlaşım ” olarak adlandırdığı şey arasında hiçbir açık am pirik sınır yoktur. İtaat, bu örnek­ te bireyin iradi yönelim i meselesi değildir. Ö rneğin üst statü grubundan biri uygun nezaket kurallarını düzenleyen âdetler­ den saptığında, m uhtem elen grubun diğer üyelerinin kınam a­ sıyla karşılaşacak veya dışlanacaktır. Bu yaptırım ların uygu­ lanması çoğu kez yerleşik düzene oldukça güçlü bir itaat bi­ çim iyle sağlanacaktır. “H ukuk”; bir âdet sadece resm î olm a­ yan yaygın yaptırım lar tarafından değil, aynı zamanda ihlallere karşı meşru yaptırım uygulama kapasitesi ve yüküm lülüğüne sahip bir birey veya daha genelde bir grup tarafından destek­ lendiğinde var olu r.26 Hukuku uygulayacak birim h er zaman m odem toplumlarda karşılaşılan uzmanlaşmış profesyonel bir yargı ve polis örgütünü gerektirm ez; kan davasında klan grup­ ları yaptırım birim i olarak denk bir görev yüklenirler. Âdet, uzlaşım ve yasa arasında yakın som ut bir ilişki vardır. Yaygın görenekler bile ço k güçlü olabilir. Yasanın çerçevesini daha önceden sadece “genel” bir davranışı kapsayacak biçim de çi­ zenler çoğu kez söz konusu em re çok az ek b ir itaat sağlandı­ ğını fark ederler. Bununla beraber, görenek ve âdet çoğu ör­ nekte yasalara dönüşen kuralların kaynağını oluşturur. Seyrek de olsa aksi durum lar ortaya çıkabilir: Yeni bir yasayla birlik­ te yeni alışkanlıklar ortaya çıkabilir. Böyle bir son u ç doğrudan veya dolaylı olabilir. Nitekim özgür sözleşm eler yapmayı sağ­ 26 W eber bir noktada “tem inat" hukuku “dolaylı tem inat" hukuku ayrımı yapar. İlk tip. doğrudan cebre dayalı bir aygıta dayanır, ik in ci tip, ihlali hukuken ce­ zalandırılm ayan bir norm örneğini anlatır, aksine teminat alm an yasalardan oluşan diğer norm ları ihlal eden sonuçlara sahiptir. W eber, norm alde huku­ ku teminat hukukuna işaret edecek herhangi bir nitelem e yapmadan kullanır.

249

layan yasaların dolaylı bir sonucu, örneğin satıcıların zam an­ larının çoğunu alıcılardan siparişler alm ak ve bunu sürdürm e­ ye çalışm akla geçirm ek olabilir; bu sözleşm e yasalarla sağlan­ maz, ancak yine de yasaların varlığına bağlıdır. W eber, “yasanın” varlığından sadece ilgili zorlayıcı aygıt, si­ yasal bir birim olduğu durumlarda söz edebileceğim izi kabul etmez. Yasal bir düzen, ancak bir grubun -ö rn eğ in b ir akraba­ lık grubu veya dinsel bir y ap ın ın - ihlalleri cezalandırm ak için gerekli yaptırımları uygulama görevini üstlendiği bir durum ­ da var olabilir. Zaten dinsel grupların hukukun rasyonelleş­ mesi üzerindeki etkisi W eber’in am pirik yazılarının ana tema­ larından biridir. Daha genel terim ler içinde “hukukî”, “dinsel” ve “siyasal” arasındaki karşılıklı ilişkiler, ekonom ik yapılar ve ekonom ik gelişim için kesin önemdedir. W eber, “siyasal” top­ lumu, “varlığı ve düzeni sürekli olarak belirli coğrafi bir alan­ daki idarî bir aygıt tarafından fiziksel güç uygulanarak veya uygulanma tehdidiyle korunan bir toplum biçim i” olarak ta­ nımlar. Kuşkusuz bu, basitçe, siyasal organizasyonların sadece sürekli güç kullanarak var olduklarım , güç tehdidi veya bizzat güç uygulamasının sadece bütün diğer önlem ler başarısız o l­ duğunda başvurulabilecek nihai bir yaptırım olarak kullanıl­ dığını gösterm ez. Siyasal bir organizasyon, belirli bir toprak parçası üzerinde örgütlü güç kullanım ını başarılı bir biçim de meşru tekeline aldığında bir “devlet” haline gelir.27 W eber, “güç/iktidar” (M acht) kavram ını, bir aktörün am aç­ larına toplumsal ilişki içinde olduğu diğer kişilere rağmen ula­ şabilmesi ihtimali olarak tanım lar. G erçekte bu tanım olduk­ ça geniştir; bu anlam da, her tür toplumsal ilişki bir ölçüde ve belirli koşullarda b ir güç ilişkisidir. Oysa “egem enlik” (H errs­ ch a ft) kavramı daha sınırlı bir anlama sahiptir: Sadece bir ak­ törün bir başkasının verdiği özel bir em re itaat etliği güç kul­ lanımı örneklerini anlatır.28 Egem enliği kabul, katı alışkanlık­ 27

Durkheim ’m farklı kavram laştırm asıyla krş. Bölüm. 7, “D evletin Rolü" altbaşlıgı. Durkheim 'ın tanım ında ne sabil b ir alana sahiptik ne de güç uygulama kapasitesi karşım ıza çıkar.

28

H errschajt'm “egem enlik" olarak mı yoksa “otorite” olarak mı çevrilm esi ge-

250

tan sinik bir biçim de kendi üstünlüğünü artırmaya kadar o l­ dukça farklı güdülere dayanabilir. Bununla beraber, maddi ka­ zanç sağlama ve toplumsal itibar kazanm a ihtim ali lider ve iz­ leyicisini birbirine bağlayan en yaygın egem enlik b içim lerin­ den İkincisidir.29 Ancak hiçbir istikrarlı egem enlik sistem i sa­ dece otom atik alışkanlığa ya da bireysel çıkarların cazibesine bağlı değildir; tem el destek, tâbi konum dakilerin konum ları­ nın meşru olduğuna inançlarıdır. W eb er, b ir egem enlik ilişk isin in dayanabileceği üç ideal m eşrulaştırm a tipi belirler: G eleneksel, karizm atik ve hukukî. Geleneksel otorite, "uzunca süredir varlığını sürdüren kural­ lar ve güçlere”30 duyulan inanca dayanır. En tem el gelen ek­ sel egem enlik türlerinde, yönetenler otoritelerini uygulam ak­ ta kullanabilecekleri uzman idari kadrolara sahip değillerdir. Çoğu küçük kırsal toplulukta otorite köyün yaşlıları tarafın­ dan sağlanır: En yaşlı olanların geleneksel bilgelikte en yük­ sek ve bu yüzden otorite konusunda en ehil kişiler oldukları düşünülür. Aslında çoğu kez yaşlılar yönelim iyle birlikte var olan ikinci bir geleneksel egem enlik biçim i ataerkilliktir. N or­ malde bir hane halkı birim i üzerine kurulu bu egem enlik b içi­ minde, ailenin reisi belirli miras kuralları tem elinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir otoriteye sahiptir. Bir efendiye kişisel sa­ dakat bağlarıyla bağlı idari bir kadro var olduğunda patrim onyalizm gelişir. Patrim onyalizm , Doğu’daki yönetim ler kadar Yakın Doğu’nun ve Ortaçağ Avrupası’ndaki geleneksel despotik yönetim ­ lerin de karakteristik egem enlik biçim idir. Patrim onyalizm , daha az kom pleks ataerkil egem enlik biçim inden farklı olarak, açık bir yönetici ve “tebaa” ayrımına dayanır. Basit ataerkillik­ le “egem enlik, efendinin doğal geleneksel hakkı olsa bile, ke­ rekıigi konusundaki term inolojik tartışmayla ilgili sorunların b ir özeli için bkz. Roth’un E con om y and Society'cleki açıklam ası: e. 1, s. 6 1 -6 2 (n ot 3 1 ). “Egem en lik” terim ini “oto rite" (leg itim e H errsch aft) terim indekinden daha geniş anlamda kullandım . 29

From M ax W eber: E ssays in S ociolog y . s . 80 -8 1 .

30 Economy an d Society, c. 1, s. 226.

251

sinlikle bütün üyelerin çıkarına m üşterek bir hak olarak uy­ gulanm alıdır ve bu yüzden yüküm lünün özgür iradesiyle be­ nimsediği bir şey değildir.”31 Patrimonyal otoritenin köklerin ­ de ise yöneticinin ev halkını yönetm esi yatar; saray hayatı ile hüküm et işlerinin iç içeliği onun ayırt edici bir özelliğidir ve m em urlar öncelikle yöneticinin kişisel m aiyetindeki hizm et­ kârlardan devşirilir. Fakat patrim onyal egem enlik daha geniş alanlara uygulandığında daha genel bir devşirme tem eli gerek­ lidir ve bu yayılma, çoğu kez yönetici ile yerel patrimonyal gö­ revliler veya “soylular” arasında çeşitli gerilim lere, çatışmalara temel oluşturarak, yönetim in m erkezilikten uzaklaşması eğili­ mi yaratır. Tarihsel gerçeklikte birçok farklı tipin karışımı m üm kün ve m uhtem el olsa bile, saf geleneksel bir organizasyon tipi hu­ kukî egemenliğe dayalı rasyonel bürokrasi (ideal) tipiyle kar­ şıtlık içindedir. G eleneksel organizasyonlarda üyelerin görev­ leri muğlâk bir biçim de tanım lanm ıştır, haklar ve görevler yö­ neticinin eğilim ine göre değişir; devşirme, kişisel yakınlık esa­ sına göre yapılır ve hiçbir rasyonel “yasa yapma” süreci yok­ tur. İdari kurallardaki bir yenilik sadece “m evcut” doğruların yeniden teyidi olarak yapılmak zorundadır. W eber, bir ideal tip olarak hukukî otoriteyi şöyle açıklar32: Bu tipte, birey otoritesini, geleneğin bir tortusu olm ayan, ak­ sine bilinçli olarak am açlı-rasyonalite veya değer-rasyonalite bağlamına yerleştirilen kişisel olmayan güçlere dayanarak uy­ gulayabilir. O toriteye tâbi olanlar üst otorite konum undakilere itaat ederler,.ancak bu itaatin nedeni onlara kişisel bağlılık­ ları değil, aksine bu otoriteyi tanımlayan kişisel olmayan güç­ leri kabulleridir; “nitekim hukukî otoriteye sahip tipik kişi ki­ şisel olmayan ‘üst’ bir düzene tâbidir ve onun eylemleri kendi kişisel tasarrufları ve yetkileri bakımından bu hukukî düzene 31

E conom y and S ociely , c. 1, s. 2 3 1 . Burada ayrıca VVeber'in Econ om y and Society'nin üçüncü cildindeki erken dönem patrimonyalizm açıklam asını kullan­ dım (s. 1 0 0 6 -1 0 1 0 ).

32

W eber’in alternatif açıklaması Econom y and Society'de bulunabilir (Ing. baskı, c. 3 , s. 2 1 7 -2 2 6 ); bunun daha sonraki bir versiyonu için, bkz. c. 1, s. 2 1 7 -2 2 6 .

252

yöneliktir.”33 H ukukî otoriteye tâbi olanların, bir üste hiçbir kişisel bağlılık borçları yoktur ve otoritenin em irlerine sade­ ce kendi yargı yetkilerini açıkça belirleyen sınırlı bir alan için­ de itaat ederler. İdeal bürokratik organizasyon tipi şu karakteristikleri sergi­ ler: İdarî kadronun faaliyetleri düzenli bir temelde gerçekleş­ tirilir ve bu yüzden iyi tanım lanm ış resmî “görevlerden” olu­ şur. Ç alışanların ehliyet alanlarının sınırları açıkça çizilm iş­ tir ve otorite düzeyleri bir görevler hiyerarşisi biçim inde dü­ zenlenm iştir; davranışlarını düzenleyen kurallar, otorite ve so­ rum lulukları yazılıdır. İşe alma ve çalıştırm a sınavlara, uygun nitelikleri belgeleyen diploma veya derecelere sahip olmaya ve uzm anlık yeteneğini kanıtlamaya dayanır. M em ur ve büro ara­ sında belirli b ir aynhk sağlanır; hiçbir koşul altında büro, ilgi­ li makamı işgal eden kişinin mülkiyeti altında değildir. Bu or­ ganizasyon tipi m em urun konum u açısından özel sonuçlara sahiptir. 1. M em urun kariyeri soyut bir görev anlayışına göre düzenlenir; resm î görevlerin inançlı bir biçim de icrası, rant gibi yollarla kişisel maddi kazanç sağlamanın aracı olm aktan ziyade, bizzat bir am açtır. 2. M emur konum unu teknik nite­ liklerine göre bir üst otorite tarafından atanarak elde eder; se­ çim le göreve gelm ez. 3. G enelde hizm et süresi belirlidir. 4. Ödülü, sabit ve düzenli ücret biçim indedir. 5. M em urun resmî konum u, örneğin otorite hiyerarşisinde yükselmeyi içeren bir “kariyer” sağlar; terfi kişinin yeteneğini sergilem esiyle, kıdem ­ le ya da ikisiyle birlikte sağlanır. O rganizasyonlar sadece m odem kapitalizmde bu ideal tipe yakın düşer. M odern kapitalizm in ortaya çıkışın d an önceki temel gelişm iş bürokrasi örnekleri eski M ısır, Çin, geç Roma prensliği ve O rtaçağ Katolik Kilisesi’dir. Bu bürokrasiler, özel­ likle ilk üçü esasen patrim onyaldir ve büyük ölçüde aynî öde­ meye dayanır. Bu durum , daha önceki para ekonom isi b içim i­ nin bürokratik organizasyonun ortaya çıkışın ın temel bir ön ­ koşulu olmadığını gösterir ancak para ekonom isi m odem ras-

33

E conom y an d S ocieıy , c. 1, s. 2 1 7 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 125.

253

yönel bürokrasinin gelişim ini hızlandırmada büyük bir önem e sahiptir. M odern dünyada bürokratikleşm enin gelişim i doğ­ rudan toplumsal hayatın farklı alanlarında işbölüm ünün ge­ lişimiyle ilişkilidir. W eber’in m odern kapitalizmin sosyoloji­ si için temel önemde olarak gördüğü şey, mesleki görevler uz­ m anlaşm asının kesinlikle ekonom ik alanla sınırlı olm am ası­ dır. M arx’ın m odem kapitalizmin en temel ayırt edici özelli­ ği olarak gördüğü em ekçinin üretim araçlarının k o n tro lü n ­ den uzaklaştırılm ası süreci sanayiyle sınırlı değildir, aksine si­ yasete, orduya ve büyük ölçekli organizasyonların öne çıktı­ ğı diğer toplum sal kesim lere u zanır.34 O rtaçağ sonrası Balı Avnıpa’da devletin bürokratikleşm esi ekonom ik alandaki bürokratikleşm eden ö n ce ortaya çık m ıştır. M odern k ap italist devletin varlığını sürdürebilm esi tamamen bürokratik organi­ zasyona bağlıdır. “Devlet büyüdükçe veya büyük bir güç hali­ ne geldikçe, bu bağım lılık zorunlu olarak artar...”35 İdarî biri­ min büyüklüğü -m o d e m kitle partilerinde olduğu g ib i- ras­ yonel bürokratik organizasyonun yayılmasında temel bir fak­ tör olsa bile, büyüklük ve bürokratikleşm e arasında tek yanlı bir ilişki yoktur.36 Ûzel idari görevleri yerine getirm ek için uz­ m anlaşm a zorunluluğu bü ro k ratik u zm anlaşm anın a rtışın ­ da büyüklük artışı kadar önem lidir. Nitekim en eski bürokra­ tik devlet Mısır’da, bürokrasinin gelişim ini esasen sulam anın m erkezî bir yönetim tarafından düzenlenm esi ihtiyacı b elir­ lemiştir. M odem kapitalist ekonom ide ûst-yerel bir piyasanın oluşumu bürokrasinin gelişim inde temel bir koşuldur, çünkü mal ve hizm etlerin düzenli ve koordineli olarak dağılım ı ge­ rekm ektedir.37 34

Krş. G esam m elte A ufsätze zur S oziolog ie und S oz ia lp olitik , s. 4 9 8 vd. Bu nokta­ nın önem i M an tîn konum uyla ilişki içinde açıklanır, bkz. Bölüm 15: "B ü rok­ rasi problem i" a lı başlığı.

35

Econom y and S ociety, c. I, s. 9 7 1 ; (Alm. baskı), c. 2. s. 568.

36

Bu yüzden W eber, M ichels'ı bürokrasilerde oligarşinin oluşm a eğilim inin “çelik” karakterini abartm akla eleştirir. Econom y an d S ociety, c ..3 , s. 10031004.

37

M odem devlet ve ekonom inin tamamen bürokratikleşm ediğini vurgulamak gerekir. “T epe"de olanlar için teknik türde uzm anlaşm ış nitelikler gerekli de-

254

Bu tür rutinleşm iş görevlerin yerine getirilm esinde bürok­ ratik organizasyonun etkililiği bü rokrasinin genişlem esinin temel nedenidir. Tam gelişm iş bürokratik bir aygıt, tıpkı m ekanik olm ayan üre­ tim tarzlarına sahip b ir m akine gibi, kesinlikle diğer organi­ zasyonlara benzer. K esinlik, hız, netlik, dosya bilgisi, sü rek­ lilik , d erin lik , b irlik , kesin itaat, anlaşm azlıkların ve maddi ve personel m aliyetlerinin azaltılm ası -b u n la r kesin kurallara bağlı bürokratik bir organizasyonda optim um düzeye çık ar...38

Bu nitelikler öncelikle ekonom ik işlem lerin hızlı ve dakik bir biçim de gerçekleştirilm esini gerektiren kapitalist ekonom i tarafından talep edilir. W eber’in bu noktadaki konum u çoğu kez yanlış anlaşılm ıştır. W eber, 19. yüzyıl başından beri yay­ gın bir görüş olan, bürokrasi “kırtasiye” ve “etkililikle” ilişki­ lidir düşüncesinin kesinlikle farkındadır.39 Resm î olarak tasar­ lanmış otorite ve sorum luluklar dağılımıyla örtüşen resm î o l­ mayan sözleşm eler ve ilişki kalıplarının varlığının bürokratik organizasyonların tem el işleyişindeki önem inden habersiz de değildir.40 Bürokratik organizasyon “her iş örneğinin kendi b i­ reyselliğine en iyi biçim de uyarlanabilecek tarzda yürütülebil­ mesi konusunda kesin engeller” üretebilir 41 Bu ik in ci örnek­ ten, (rasyonelleşm iş bir yapı olarak doğası nedeniyle, bürok­ rasinin sistem atik davranış kurallarına göre işlem esinden kay­ naklanan) “kırtasiyecilik” düşkünlüğü ve bürokrasinin tama­ m en yanlış konum landınldığı ortaya çıkar. W eber’e göre, ön­ ceki idari organizasyon biçim lerinin özel bir vakayla uğraşır­ ken daha üstün bir konum da olabilm esi tamamen anlaşılır bir ğildir. Bakanlık ve başkanlık konum lan bir tür seçim süreciyle doldunılur ve smat girişim ci başı olduğu bürokrasi tarafından göreve atanmaz. "Bu yüzden, bürokratik bir organizasyonun tepesinde zorunlu olarak en azından bürokra­ tik olmayan b ir elem an vardır.” Econom y and S ociety, c. 1, s. 222.

38 Econom y and S ociety, c. 3, s. 973. 39

Krş. M artin Albrow, B u reau cracy (Londra, 1 9 7 0 ), s. 2 6 -5 4 .

4 0 W eber'in Verein fü r S o z ia lp olitilt'le, 1909, ilgili katkılan için krş. G esam m elte A u fsätze zu r S o z io log ie utul S o z ia lp olitik , s. 4 1 2 -4 1 6 . 41

E conom y an d S ociety , c. 3 . s. 9 7 4 -9 7 5 .

255

şeydir. Bu en iyi şekilde yargı kararlarıyla gösterilebilir. G ele­ neksel hukuk! pratikte patrim onyal bir yönetici adalete iste­ diği gibi müdahale edebilir ve neticede bazen sanık hakkında kendi kişisel bilgilerine göre (m odern mahkem ede benzer bir örnekte dönen bir yargı kararından daha “adil”) bir hüküm verebilir, m odem m ahkem ede ise “vakayla ilgili olguların sa­ dece muğlâk olmayan genel karakteristikleri dikkate alınır”.42 Bu durum ö rn ek lerin çoğunda k esin lik le görü lm ey ebilir ve kesinlikle bürokratik yönetim i önceki tiplerden tamamen farklı kılan şey, rasyonel-hukukî otoritenin “hesaplanabilirlik” unsurudur: G erçekte bürokrasi m odem kapitalizm için gerekli olan oldukça geniş kapsamlı görevlerin koordinasyonunu sağ­ layabilecek tek organizasyon biçim idir: [1 İnsanlar “bürokrasid en” şikâyet elseler de, bir an için bile, İdarî çalışm an ın sü rek liliğ in in herhangi b ir alanda b ü ro lar­ da çalışan görevliler olm adan gerçekleştirilebileceğini düşün­ m ek hata olacaktır. G ünd elik hayatın tüm kalıbı bu çerçeveye uygun biçilm em işiir. B ürokratik yön elim ; form el, teknik bakış açısından, d iğ er k o şu lla r sabit k a lm a k koşu lu yla, her zaman en rasyonel tipse, kitle yön etim inin (insanlar veya şeylerin) ih ti­ yaçları günüm üzde onu tam am en vazgeçilm ez kılm aktadır.43

Karizm atik egem enlik ise diğer ikisinden tam amen farklı­ dır. Geleneksel ve hukuk! egem enlik gündelik hayatın rutinle­ riyle ilişkili, sürekli olarak karşımıza çıkan yönetim sistem leri­ dir. İdeal karizm atik egem enlik, tanım gereği, sıra dışı bir tip­ tir. W eber, karizmayı, “sıra dışı olduğu ve doğaüstü, insanüs­ tü veya en azından özellikle özel güçler veya niteliklerin bahşedildiği düşünülen bir bireysel kişiliğin kesin bir n iteliği”44 olarak tanım lar. Bu nedenle, karizm atik bir birey, diğerleri­ nin kesinlikle -ço ğ u n lu k la onu sıradan insandan ayıran, do­ ğaüstü olduğu d ü şü n ü len - sıra dışı kapasitelere sahip oldu­ ğuna inandıkları biridir. Bir insanın “gerçekte” izleyicileri ta­ 42

Econom y and S ociety, c. 2, s. 6 5 6 -6 5 7 .

43

Economy and Society, c. 1, s. 2 2 3 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 128.

44

E conom y an d S ociety. c. 1, s. 241.

2S6

rafından ona yüklenen özelliklerden herhangi birine veya tü­ müne sahip olup olm am ası önem li değildir; önem li olan, sıra dışı n itelik lerin ona d iğerleri tarafından atfedilm esidir. Karizm auk egem enlik ço k farklı toplumsal ve tarihsel ortam lar­ da ortaya çıkabilir ve neticede karizm atik şahsiyetler, eylem ­ leri uygarlıkların gelişim yönünü etkileyen siyasal liderler ve peygamberlerden, tüm hayat yürüyüşlerinde kendilerini geçi­ ci bir yandaş grubuyla güvence altına alan birçok küçük de­ m agog türüne kadar b irço k farklı insan tipini içerebilir. Bu yüzden karizm atik otoritede meşruluk iddiası, hangi bağlam ­ da olursa olsun, her zam an, lider ve yandaşlarının liderin m is­ yonunun gerçekliğine inanm alarına dayanır. Karizm atik şahsi­ yet “sam im iyetinin kanıtlarını” genelde m ucizelerle veya kut­ sal vahiylerle sunar. O toritesinin geçerliliğinin işaretleri olsa­ lar da, bunlar aslında onun dayandığı tem eller değildir; tem el­ de “daha ziyade karizm atik otoriteye tâbi olanlann onun sam i­ miyetini kabul etm eleri ve buna göre davranmaları yatar.”45 Karizm atik bir harekette, ikincil otorite konum larına üye­ lik, kişisel bağlar sayesinde ne ayrıcalıklı seçim e bağlıdır ne de teknik niteliklere sahipliğe dayanır. H içbir sabit tâbiyet hiye­ rarşisi olmadığı gibi bürokratik organizasyonlardakine benzer bir “kariyer” yapısı da yoktur. Karizmatik lider, basitçe onun karizm asını paylaşan veya kendilerine ait karizmaları olan bir­ çok yakın arkadaşa sahiptir. Karizm atik b ir h areket, sü rek ­ li organizasyon biçim lerinden farklı olarak, sistem atik olarak örgütlenm iş h içbir ekonom ik desteğe sahip değildir: Geliri ya farklı türdeki bağışlardan ya da ganim etlerle elde edilir. Kariz­ matik hareket (örneğin farklı bağlamlarda geleneksel ve hu ­ kukî otoritede rastlanan) genel sabit yargı ilkeleri etrafında düzenlenmez; hüküm ler her özel örnekle iüşki içinde verilir ve kutsal vahiyler olarak sunulur. “G erçek peygam ber, tıpkı gerçek askeri lider ve bu anlamda her gerçek lider gibi vaze­ der, yeni yüküm lülükler yaratır veya talep ed er...”46 45

E conom y and S ocicly , c. 1, s. 242.

4 6 Econom y an d S ocicly , c. 1, s. 243. “Kadı adaleli" prensipte böyle sağlanır; pra­ tikte W ebcr’e göre, aslında geleneksel em sallerle yakından ilişkilidir.

257

Bu, karizm atik eg em en liğin ortaya çık ışın ın tem sil e tti­ ği, kabul gören bir düzenden kopuşun bir belirtisidir. “Ka­ rizmatik otorite, kendi iddia alanı içinde geçm işi reddeder ve bu anlamda özellikle devrim cidir."47 Karizma, ister geleneksel ister hukukî nitelikte olsun, mevcut bir düzeni yöneten yer­ leşik kurallara karşı yükselen dinam ik, yaratıcı bir güçtür. O, W eber’e göre, özellikle irrasyonel bir fenom endir. Bu vurgu özellikle W eber’in karizma tanımı için önem lidir, zira kariz­ matik otoritenin tek temeli liderin iddialarının gerçekliğinin kabulüdür: Karizm atik hareketin idealleri neticede hiçbir şe­ kilde mevcut egem enlik sistem inin ideallerine bağlı değildir. Bu yüzden karizma, özellikle, otoritenin geçm işten aktarılan nispeten değişmeyen team üllere bağlı olduğu geleneksel ege­ m enlik sistem leri içinde devrim ci bir güç olarak önem lidir. “Rasyonalizm öncesi dönem lerde, gelenek ve karizm a hemen hemen bütün eylemleri düzenler.”48 Ancak rasyonelleşm e sü­ reciyle birlikte, toplum sal değişme giderek rasyonel bir biçim kazanır (sözgelim i bilim sel bilginin teknolojik yeniliklere uy­ gulanm ası). Rutinleşmeye ve gündelik olana antipatisi nedeniyle, kariz­ ma, süreklilik kazanm ak istiyorsa zorunlu olarak kapsam lı bir değişim geçirir. Bu yüzden karizm anın “rutinleşm esi” (VeralItdglichung), karizm atik otoritenin geleneksel veya hukukî or­ ganizasyona devredilm esini gerektirir. Karizmatik otorite özel bir bireyin sıra dışı özelliklerine odaklandığı için, kişi öldü­ ğünde veya bir şekilde sahneden çekildiğinde çözüm ü zor bir halef problemi ortaya çıkar. Rutinleşm enin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu otorite ilişkisi tipi büyük ölçüde “halef prob­ lem inin” nasıl çözüm lendiğine bağlı olarak belirlenir. W eber, m uhtem el çözüm lerden söz eder. Halef problem ine önem li tarihsel bir çözüm , karizm atik li­ derin veya onun karizmasını paylaşan yandaşlarının halefi be­ lirlem esidir. H alef seçim le göreve gelmez; onun, otorite için gerekli uygun k arizm atik n itelik lere sahip olduğu g ö steri­ 47

Econom y and Society, c. 1, s. 2 4 4 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 141.

48

E conom y and S ocicly . c. 1, s. 245.

258

lir. W eber’e göre, bu Batı Avrupa’da m onarklar ve piskoposla­ rın taç giyme törenlerinin gerçek önem ini gösterir.49 Karizma, kalıtım yoluyla geçen ve neticede asıl taşıyıcının en yakın ak­ rabalarının sahip oldukları bir nitelik olarak da alınabilir. Bu­ nunla beraber, esasen feodal Avrupa ve Jap o n ya’da bu n ite­ lik ilk ata ilkesiyle bağlantılıydı. G eleneksel, rutin bir biçim ­ de aktarıldığında, karizm atik egem enlik gücü elinde tutanla­ rın konum unu m eşrulaştıran kutsal bir kaynağa dönüşür; bu yolla karizm a toplum sal hayatın k alıcı bir unsuruna d önü­ şür. W eber, karizm anın sürekliliğinden söz ederken, aslında “özüne aykırı” olsa da bunun hâlâ bir m eşrulaştırm a problem i olduğunu vurgular, zira kutsal bir güç olarak karizma sıra dışı karakterini sürdürür. Bununla beraber, karizma bu şekilde k i­ şisel olmayan bir güce dönüştüğünde, artık kesinlikle eğitimle kazanılam ayacak bir nitelik olarak görülemez ve karizm anın edinilmesi kısmen eğitim sürecine tâbi olabilir. Karizm anın ru tin leşm esi yönetim aygıtının faaliyetlerinin düzenli bir tem ele oturtulm asını gerektirir, bu ya geleneksel norm ların ya da hukuk kurallarının oluşturulm asıyla m üm ­ kündür. Karizma veraset yoluyla aktarılm aya başlandığında, m uhtem elen yönetim aygıtı esas itibariyle verasete dayalı ko­ num lardan devşirilen geleneksel bir statü grubuna dönüşür. Başka örneklerde m em uriyete kabul kriteri nitelik sınavlarına göre belirlenir ve böylece karizma, rasyonel hukukî tipte olm a eğilimindedir. Bu gelişm e çizgilerinin nasıl bir yön izlediği bir tarafa bırakılırsa, rutinleşm e her zaman -g e n e l eğilim rasyo­ nelleşm e yönündeyse maaşlı papazlık makamı veya tım ar b içi­ mini, hukukî tipe doğruysa ücretli konum lar biçim ini kazana­ c a k - bir dizi düzenli ekonom ik düzenlemeyi gerektirir. Karizm atik hareketin ortaya çıkışıyla gelişen ideallerin içeri­ ğinin kaynağı doğrudan daha önceki egem enlik sistem i değil­ dir. Bu durum, karizm atik hareketin iddialarının bir tepki ola­ rak ortaya çıktığı düzenin sem bollerinden etkilenm ediği anla­ mına gelmediği gibi ekonom ik veya “maddi” çıkarların kariz-

49

E conom y and S ociety , c. 1. s. 2 4 7 -2 4 8 .

259

m atik hareketin gelişim ini etkilem ede önem li olm adığını da göstermez. Aksine karizm atik “m isyonun” içeriğinin toplum ­ sal değişm eleri etkileyen maddi süreçlerin ideal bir “yansım a­ s ı” olarak açıklanam ayacağını gösterir. W eber’e göre, devrimci dinam ik rasyonel genel bir tarihsel gelişme düzenine bağlı de­ ğildir. Bu, daha am pirik bir düzeyde, W eber'in salt teorik dü­ şüncelerden hareketle ulaştığı gelişme teorilerinin bir kenara atılm asına yol açar.

Piyasa ilişkilerinin etkisi: Sınıflar ve statü grupları W eber, genel tarihsel gelişm e teo rileri kadar H egelcilik ve M arksizmi de reddeder. Ancak W eber’in çalışmasında özellik­ le M arksizmin iddialarıyla ilişkili bir başka temel kavramsal ve am pirik düşünce çizgisi vardır. Eğer bir bütün olarak “tarih teorileri" im kânsızsa daha sınırlı düzeyde, tarihsel gelişmeyi ekonom ik ve sınıfsal ilişkilerin evrensel nedensel önceliğiyle ilişkilendirm eye çalışan bir teori de başarısızlığa mahkûmdur. Bu nedenle, W eber’in “s ın ıf ’, “statü ” ve “parti” konusunda­ ki tartışmalarında bu üç faktör, tabakalaşmanın - h e r biri kav­ ramsal olarak diğerlerinden bağım sız- üç “boyutu olarak alı­ nır ve am pirik düzeyde birbirlerini nedensel olarak etkileyebi­ lecekleri vurgulanır. E kon om i ve Toplum sın ıf ve statü gruplarıyla ilgili iki bölüm içerir.50 Bu iki bölüm kısadır, ancak bu kavramların W eber’in tarihsel yazılarındaki önem i tartışılam az. W eber, M arx gibi, sın ıf kavramım ve bu kavram ın sosyal tabakalaşm anın diğer tem elleriyle ilişkisini ayrıntılı olarak analiz etmez. W eb er’in sın ıf kavramının başlangıç noktası piyasada ekonom ik eylem üzerine daha genel analizidir. W eber, ekonom ik eylemi, barış­ çı araçlarla, arzulanan faydalann kontrolünü ele geçirm eye ça­ lışmak olarak tanım lar.51 O nun kullanım biçim inde “faydalar”, 50

Daha önceki analiz için bkz. E conom y and Society, c . 1, s. 9 2 6 -9 4 0 ; daha son­ raki analiz için bkz. E conom y and Society, c. 1, s. 3 0 2 -3 0 7 .

51

E conom y and Society, c. 1, s. 6 3 . “Ekonom ik" kavram ının daha önceki bir form ûlasyonu için bkz. M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 65.

260

mal ve hizmetleri içerir. Bir piyasa, rekabetçi ticari alışverişler­ le kâr elde etmeye yönelik spekülatif eylem ler içerdiği sürece, dolaysız karşılıklı alışverişten (takastan) aynlır. “Sınıflar” sa­ dece -fa rk lı som ut biçim ler alab ilen - böyle bir piyasa oluştu­ ğunda var olabilir ve bu, ayrıca bir para ekonom isini gerekti­ rir.52 Para burada oldukça önemli bir rol oynar, zira mübadele değerlerinin öznel koşullardan ziyade nicel ve sabit bir temel­ de hesaplanmasını sağlar. Böylece ekonom ik ilişkiler yerel top­ luluk yapısının özel bağları ve yüküm lülüklerinden kurtularak dinam ik bir biçim de -bireylerin mülkiyet, mal ve hizm et alış­ verişleri yaptıkları rekabetçi bir piyasada- maddi fırsatlar tara­ fından belirlenir. “Böylece ‘sın ıf m ücadeleleri’ başlar.”53 Bir mübadele nesnesinin “piyasa konum u”, “mübadele iliş­ kileri içindeki bütün katılım cıların bilincinde oldukları ve re­ kabetçi piyasaya yönelim lerinde onlara yardım cı olan, para ile bütün değişim fırsatları” olarak tanım lanır.54 Benzer mübadele nesnelerine (benzer mal ve hizm etlere) sahip olanlar “genel­ de kendi yaşam fırsatlarının özel nedensel bir bileşenini” pay­ laşırlar.55 Başka deyişle, aynı piyasayı veya “sınıfsal konum u” paylaşanların hepsi hem maddi var oluş standartlarını hem de sahip olabilecekleri kişisel yaşam deneyim lerini nedensel ola­ rak etkileyen benzer ekonom ik zorunluluklara tâbidir. Böyle­ ce, bir “sın ıf' aynı sınıfsal konum u paylaşan bireyler toplamı­ nı anlatır. Bu koşullarda, m ülksüzler ve sadece piyasaya hiz­ metlerini sunabilenler -tıp k ı mülk sahiplerinin, sahip olduk­ ları şeylere ve onları kendi ekonom ik hedefleri için nasıl k ul­ landıklarına göre ayrılmalarında olduğu g ib i- sunabilecekleri hizmet türlerine göre ayrılırlar. W eber, tıpkı M arx gibi, mülk sahipliği ve m ülksüzlük kar­ şıtlığ ın ın rek ab etçi b ir piyasadaki sın ıfsal ay rışm aların en önem li temeli olduğunu kabul eder. O ayrıca, m ülk sahiple­ ri, rantiye sınıflar ve girişim ci sınıflar ayrımı yaparken M arx’i 5 2 E conom y and S ociety, c. 1, s. 8 0 -8 2 . 53

E conom y and S ociety, c. 2, s. 9 2 8 .

54

Econom y an d S ociety, c. 2 , s. 82.

55

E conom y and Society, c. 1, s. 9 2 7 .

261

izler ve girişim ci sınıfları da “m ülk sahibi sınıflar” (B esitzklassen ) ve “ticari sınıflar” (E rw erbsklassen ) olarak ikiye ayırır. M ülk sahibi sm ıflar, mülk sahiplikleri nedeniyle kazançlarını sahip oldukları toprak, m adenler vb.’den sağlayan sınıflardır. Rantiyeler “pozitif avantajlı” m ülk sahibi sınıflardır. “Negatif avantajlı” mülk sahibi sınıflar ise sunacak mülkiyet veya be­ cerileri olmayan herkesi içerir (örneğin d éclassé* Romalı pro­ leterler). P ozitif ve negatif avantajlı gruplar arasında, küçük m ülk sahiplerinden pazarlanabilir hizm etler olarak su n u la­ bilecek becerilere sahip olanlara kadar birçok farklı orta sınıf birey yer alır. Bunlar devlet m em urları, esnaf ve zanaatkarlar, köylüler gibi kategorileri içerir. Ticari sınıflar ya satm ak ama­ cıyla piyasaya mallar sunan girişim ciler ya da bankerler gibi bu tür işlem lerin finansm anına katılanlardan oluşan p ozitif avantajlı gruplardır.56 Ü cretli em ekçiler negatif avantajlı tica­ ri sınıflan oluşturur. O rta sınıflar ise küçük buıjuvaziyi veya devlet sanayi kesimindeki idari görevlileri içerir. W eber’in sınıf anlayışıyla ilgili çoğu ikincil düzey tartışma onun ilk tartışm asına odaklanm ış (bkz. bu kitap sayfa 2 6 4 , dipnot 59 ) ve bu son açıklam ası göz ardı edilmiştir. Bu talih­ sizliktir, zira bu eğilim W eber’in sınıf kavramının gerçekte ol­ duğundan daha az bütüncül olduğu izlenimi yaratır. Sınıfsal konum un piyasa konum uyla özdeşleştirildiği dikkate alındı­ ğında, prensip olarak ekonom ik konum un en ayrıntılı kade­ meleri kadar sınıfsal ayrışmadan bahsetm ek m ümkün görünse bile, gerçekte W eber sadece m ülk sahipliği temelinde bir araya gelen özel kom binasyonları tarihsel bakımdan önem li olarak görür. W eber, daha sonraki açıklamasında, mülk sahibi ve ti­ cari sınıflar ayrım ının yanı sıra, basitçe “sosyal sınıflar” adını verdiği bir ayrım daha yapar. Bireyler ortak sınıfsal konum ­ lar içinde serbestçe yer değiştirebilseler (sözgelimi kişi hiçbir güçlükle karşılaşmadan kamu hizmetindeki bir memuriyetten ( * ) Dışlanmış/sınıf altı - ç.n. 56

262

Pozitif avantajlı ticari sın ıflar aynı zamanda özel beceriler tekelini kontrol edebilen profesyoneller ve usta zanaatkarlar gibi kesim leri içerir. Econam y an d Socief.y, c. t . s. 304.

bir firmadaki işe geçebilse) bile, belirli bir sosyal sınıfı oluştu­ rur. W eber, ticari sınıfı meydana getiren ayrımlardan bir kısm ı­ nı kısaca açıklarken, kapitalizmin sınıfsal bileşim ini şöyle özet­ ler: 1. Bedensel em ek sahipleri. Farklı kılıcı becerilerin varlığı, özellikle tekellerin kontrolünde olduğu yerlerde işçi sınıfının birliğini tehdit eden temel bir faktördür. 2. Küçük burjuvazi. 3. Mülksüz beyaz yakalı çalışanlar, teknisyenler ve aydın sınıf. 4. Aynı zamanda eğitim fırsatlarına ayrıcalıklı olarak ulaşma im ­ kânına sahip egemen girişim ci ve m ülk sahibi sınıflar.57 Benzer sınıfsal çıkarların varlığı ile açık sın ıf çalışm asının ortaya çıkışı arasındaki ilişki tarihsel açıdan olum saldır. Birey grupları farkında olm adan ve ortak sınıfsal çıkarların ı geliş­ tirm ek için örgütlenm e yoluna gitm eden de ortak b ir sın ıf­ sal konum u paylaşabilirler. Sınıf m ücadelelerine yönelten fak­ tör her zaman m ülkiyet dağılımındaki belirgin eşitsizlikler de­ ğildir. Sınıf çatışm asının ortaya çıkm a ihtimali sadece yaşam fırsatlarının eşitsiz dağılım ı “kaçınılm az bir olgu” olarak al­ gılanmadığı durumlarda yüksektir: Tarihin b irço k dönem in­ de, negatif avantajlı sınıflar kendi alt konum larını m eşru ola­ rak kabul ederler. Sın ıf bilinci şu koşullarda kolayca gelişe­ bilir: 1. Sınıfsal düşm an açık ve doğrudan rekabet içind eki bir grup olduğunda: M odem kapitalizmde, örneğin işçi sınıfı, daha uzak yatırım cı veya hissedardan ziyade sınaî girişim ciler veya idarecilere karşı mücadele için daha kolay örgütlenebilir. “İşçinin kötü arzularına maruz kalanlar rantiyeler, hissedar­ lar veya bankerler değil, aksine neredeyse ücret çatışm aların­ da işçilerin doğrudan muhalifleri olan sanayiciler veya şirket yöneticileridir.”58 2. Aynı sınıfsal konumu paylaşan çok sayıda insanın olması. 3. iletişim ve toplanma -ö rn eğ in m od em fab­ rika üretim inde işçilerin büyük oranda yoğunlaştığı yerlerd e57

E conom y and Socicty, c. 1, s. 3 0 5 ; krş. Paul M om bert, “Zum W esen der sozia­ len Klasse”, M elchior Patyi, Erinnerungsahc fü r M ax W eber (M ünih ve Leipzig,

58

Econom y and S ociety, c. 2, s. 9 3 1 . W eb erin işaret ettiği şey, bunu müm kün kılanın patriarkal sosyalizm olduğudur. Benzer şekilde, orduda asker daha üst kom uta kadem edekilerden ziyade onbaşıya içerler. Gesammelte A ufsätze zur S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 509.

1 9 2 3 ). s. 2 3 9 -2 7 5 .

263

örgütlenmeyi kolaylaştırır. 4. Söz konusu sın ıf kendisine açık ve anlaşılır hedefler sunan bir liderlik -ö rn eğ in aydın sınıfın lid erliğ ini- sağladığında. “S ın ıf’ birçok bireyin piyasa konum unun nesnel n itelikle­ rinin ifadesidir ve aslında sınıfın toplum sal eylem üzerinde­ ki etkisi bu bireylerin kendileri veya başkaları hakkında ya­ p ab ilecek leri d eğ erlen d irm elerin d en bağım sız olarak işler. W eber ekonom ik olguların insanların düşüncelerinin doğası­ nı doğrudan etkilediği fikrine karşı çıktığından, bu değerlen­ dirm elerin sınıfsal çıkarlardan bağımsız olarak kavram laştırılması gerektiği sonucu çıkar. W eber, bu yüzden sınıfsal konu ­ mu “statü konum u”ndan (stän d isch e L a g e) ayırır. Bir bireyin statü konum u diğerlerinin ona ve toplum sal konum una iliş­ kin yaptıkları, böylece bir ölçüde onun toplum sal prestij veya itibar biçim ine yükledikleri (olum lu veya olum suz) değerlen­ dirm eleri anlatır. Bir statü grubu aynı statü konum unu payla­ şan bireyler toplamıdır. Statü grupları, sınıflardan farklı ola­ rak, ortak konu m larının hem en her zaman bilincindedirler. Statü grubu sınıfsal açıdan “sosyal sınıfa” en yakın ve “tica­ ri sınıfa” en uzak konum dadır.59 Bununla beraber, statü k o ­ numu ile W eber’in belirlediği üç sınıftan herhangi biri arasın­ da h içbir zorunlu veya evrensel ilişki yoktur. M ülk sahibi sı­ nıflar, kesinlikle her zam an değilse de, çoğu kez belirli statü gruplarını oluştururlar; bu durum ticari sınıflar için nadiren söz konusudur. Statü grupları sahip oldukları özellikleri genelde belirli bir hayal tarzı sürdürerek ve diğerlerinin kendileriyle etkileşim ­ lerine sınırlam alar getirerek sergilerler. Bazen kesinlikle içten evlenmeyi gerektiren evlilik kısıtlam aları özellikle bunun yol­ larından biridir. Kast, bunun açık örneğidir; burada statü gru­ bunun ayırt edici özelliği, etnik faktörlere dayanması ve dinsel hüküm ler kadar hukukî ve geleneksel yaptırımlarla da takviye edilmesidir. Bu tür bir sınırlam aya sadece kesin kast ilkeleri­ ne göre organize olm uş geleneksel Hindistan’da rastlansa bile, 59

264

E conom y and S ociety, c. 1, s. 3 0 6 -3 0 7 ; (Alm. baskı), t . 1. s. 180. M arx'm Stan­ d e terim ini kullanım biçim i için, bkz. bu kitap, s. 3 4 , dipnot 22.

kast benzeri özellikler “parya” halkların konum unun da ka­ rakteristiğidir. Bunların en belirgin tarihsel örneği, Yahudiler gibi, ekonom ik etkinlikleri belirli bir m eslek veya m esleklerle ya da “yerli" nüfusla sınırlı etnik azınlıklardır. W eber’e göre, statü esasına göre tabakalaşma basitçe bir sı­ nıfsal hiyerarşiler “karışım ıdır”. Fakat statü gruplan, sm ıflann aksine, tarihsel gelişm enin birçok evresinde hayati bir öneme sahip olm uştur. Ayrıca statü grupları piyasanın işleyişini doğ­ rudan ve böylece sınıfsal ilişkilerini nedensel olarak etkileye­ bilir. Bunun önem li tarihsel bir örneği, piyasanın yönetim ine bırakılan ekonom ik alanlara sınırlam a getirilmesidir: Ö rneğin çoğu H elen kentinde “statü çağı”nda ve ayrıca esa­ sen Rom a’da, m iras kalan m ü lkler (m irasçıların bir vasinin kon trolü altında olduğu eski kuralda görüleceği üzere) tekel­ leşm işti. B en zer şek ild e bu tekelleşm e şövalyeler, köylü ler, rahiplerin m ü lklerin de ve özellikle zanaat ve ticaret loncalan üyeleri için de söz konusuydu. Piyasa sınırlan d ırılır ve a s­ lın da sınıfsal form asyona dam gasını vuran çıp lak m ülkiyetin gücü arka plana itilir.60

İnsanların ekonom ik zenginlik ve statü ayrıcalığı arasında açık bir ayrım yaptıkları başka birçok örnek verilebilir. Maddi zenginlik her zaman egemen statü grubuna girişin yeterli te­ meli değildir. Yeni zenginlerin (nouveaux riches) yerleşik bir statü grubuna girm e taleplerinin bu grup içindekiler tarafın­ dan kabul edilm esi kesin olm am akla beraber birey, genellik­ le servetini çocuğunun gerekli üyelik kriterlerini sağlayabil­ mesi için kullanabilir. Yine de W eber’e göre, statü grubu üye­ liği “normalde salt m ülkiyet talepleriyle keskin karşıtlık içinde olsa bile”, yine de mülkiyetin “uzun dönem de” “olağanüstü bir düzenlilikle” bir statü niteliği olarak kabul edildiği doğrudur.61 Statüye dayalı tabakalaşm anın belirli bir toplum daki yaygın­ lık derecesi söz konusu toplumun hızlı ekonom ik değişmeye maruz kalma derecesinden etkilenir. Belirgin ekonom ik deği­ 60

Econom y an d S ociety , c. 2, s. 9 3 7 .

61

Economy an d Society, c. 2, s. 9 3 2 .

265

şimlerin ortaya çıktığı yerlerde sınıfsal tabakalaşma değişmenin daha az olduğu bir yere göre eylem in daha yaygın bir belirleyi­ cisidir. İkinci örnekte statü farklılaştırıcıları giderek öne çıkar. Hem sınıf hem de statü grubu üyeliği toplumsal gücün bir temeli olabilir; ancak siyasal partilerin oluşumu güç dağılımı üzerinde bir başka, analitik açıdan bağımsız bir etkidir. “Parti”, belirli politikaları bir örgüt içinde gerçekleştirm ek için örgütün idari kontrolünü ele geçirmeyi amaçlayan gönüllü bir birliktir. Bu tanıma göre, partiler, özgürce üye kaydedilen grupların olu­ şumuna izin verilen bir örgüt biçim inde var olabilir: Bu grup­ lar bir spor kulübünden devlete kadar birçok farklı oluşumu içerir.62 Partilerin kurulma temelleri m odem siyasal partilerde bile çeşitlidir. Bir siyasal partinin tek üye kaynağını ortak sınıf­ sal konum veya statü konumu oluşturabilir, ancak bu durum oldukça nadirdir. “Tekil bir örnekte, partiler sınıfsal konum un veya statü konum unun belirlediği çıkarları temsil edebilirler... Fakat onlar ne sadece sınıf partilerine ne de sadece statü parti­ lerine ihtiyaç duyarlar; gerçekte, karışık tipler olmaları ihtimali yüksektir ve bazen ikisi de değillerdir.”63 Modern devletin gelişim i kitle partileri ve profesyonel po­ litikacılar yaratm ıştır. Mesleği siyasal güç mücadelesiyle ilgili biri politika “için ” yaşayabilir veya aksine “geçim ini politika­ dan sağlayabilir”. Tem el gelir kaynağını elde etm ek için siyasal etkinliklerine bel bağlayan bir birey “geçim ini politikayla sağ­ lamaktadır”; tüm zam anını siyasal etkinliklerle geçiren, ancak bu kaynaktan gelir sağlamayan biri politika “için ” yaşam ak­ tadır. Güç konum larının politika “için ” yaşayanlar tarafından doldurulduğu siyasal bir düzen, zorunlu olarak, genellikle gi­ rişim cilerden ziyade rantiyelerden oluşan varlıklı bir elit grup tarafından yönlendirilir. Ancak bu, basitçe, bu tür politikacı­ ların tamamen geldikleri sın ıf veya statü grubunun çıkarlarını öne çıkaran politikalar sürdürecekleri anlam ına gelm ez.64

62

Econom y and Society, с. 1, s. 2 8 4 -2 8 6 .

63

Econom y and Society, c. 2, s. 9 3 8 .

64

From M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 8 5 -8 6 .

266

12 Rasyonelleşme, "Dünya Dinleri" ve Batı Kapitalizmi

W eber, Y ahudilik üzerine araştırm aları ile Çin ve Hindistan dinleri üzerine araştırm alarını ortak b ir başlık altında toplar: “Dünya d inlerinin ekonom ik etik le ri.”1 Bu başlık W eb er’in ilgilerinin tem el çizgisin i yansıttığı gibi K alvinizm ve B a tı­ lı kapitalist ruh ü zerin e daha ö n cek i yazılarıyla da d oğru ­ dan sü rek lilik için d edir. A ncak son iki araştırm a gerçek te W eb er’in onlara giriş yazısında attığı nispeten ılım lı başlığın ima ettiğinden ço k daha kapsam lı toplum sal ve tarihsel o l­ guları içerir. D insel inançların içeriği ile belirli bir toplum ­ sal düzeni karakterize eden toplum sal etkin lik biçim leri ara­ sındaki ilişki dolaylıdır ve bu düzen içindeki diğer k u ra m ­ lardan etkilenir. W eber’e göre, dünya dinleri üzerine araştırm aları, h içb ir şekild e sistem atik b ir din “tip o lo jisi” oluşturm az. Öte yandan, onlar salt tarihsel bir çalışm a değillerdir; d insel ahlâ­ kın tarihsel cisim leşm elerind e tipik önem e sahip olan şeyi ele alm alan anlam ında “tip o lo jik ” çalışm alardır. Bu, d in lerin e k o ­ nom ik zihniyetlerdeki büyük çeşitlilik lerle ilişk isin i anlam ak bakım ından önem lidir. Diğer boyutlar dikkate alm m ayacak1

Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c. 1, s. 237.

267

tır. Zaten bu tipolojilerde dfınya dinlerinin tam bir resm inin sunulduğu iddia edilm ez.2

Ona göre, daha özelde, dinsel ahlâkın ekonom ik düzen üze­ rindeki etkisi öncelikle özel bir bakış açısıyla, örneğin Batı’da ekonom ik hayatı egem enliği altına almaya başlayan rasyona­ lizmin gelişimi veya gecikm esiyle bağlantı içinde ele alınabilir. W eb er, “ek o n o m ik e tik ” kavram ını k u llan ırk en , aslında analiz ettiği bütün dinsel inanç sistem lerinin hangi tür eko­ nom ik etkin liklerin izin verilebilir veya arzu edilir oldukla­ rı konusunda net ve açık olarak form üle edilm iş buyruklar içerdiklerini ima etm ez. Dinin ekonom ik hayat üzerindeki et­ kisinin dolaysızlık derecesi kadar doğası da değişkendir. P ro­ testan A h lâ k ı ve K a p italizm in Ruhu’nda olduğu gibi, W eber aslında belirli bir dinsel etiğin iç “m antığıyla” değil, onun bi­ reylerin eylem leri açısından p siko lojik ve toplum sal son u çla­ rıyla ilgilenir. M ateryalizm veya idealizm e m esafeli y aklaşı­ m ını, dinsel olguların kaynakları veya etkileri üzerine genel u yg ulanabilir bir yorum la sü rd ürm eye çalışır: “D ışsal o la ­ rak benzer ekonom ik organizasyon biçim leri çok farklı ek o ­ nom ik etiklerle bir arada bu lu nabilir ve özel karakterlerine bağlı olarak çok farklı tarihsel sonuçlar üretebilirler. E ko n o ­ m ik bir etik ekonom ik b ir organizasyon biçim in in basit bir ‘fonksiyon’u değildir, ancak tersi daha az doğrudur.”3 K uşku­ suz, dinsel inançlar ek onom ik bir etiğin oluşum unu koşullandırabilecek b irço k farklı etki arasından sadece birid ir ve din, diğer toplum sal, siyasal ve ekonom ik olgulardan büyük ölçüde etkilenir.

Din ve büyü W eber’in dünya dinleri üzerine yazıları onun E kon om i ve Toplum’da geliştirdiği din so sy o lo jisin in genel ilkeleri çerçev e­ 2

From M ax W eber: E ssay s in Sociology, s. 292.

3

From M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 2 6 7 -2 6 8 ; G esam m elte A ufsätze zu r Religionssoziologie, c. 1. s. 23 8.

268

sinde ele alınabilir.4 Dinsel ve büyüsel faaliyetlere katılan in­ sanlar, tipik olarak özel niteliklere sahip nesneler ve varlıkla­ rı “gündelik” dünyaya ait olanlardan ayırırlar.5 Sadece belirli nesneler dinsel özelliklere sahiptir, sadece belirli bireyler din­ sel güçlerin kendilerine bahşettiği ilham veya lütufa ulaşabilir. Bu sıra dışı güçler karizm atiktir ve örneğin m ana gibi nispeten farklılaşm am ış form lar -y aşan tıları büyük dünya d in lerin in yeşerm esine yol a ç a n - büyük dinsel liderlerin kişiliklerinde daha özel bir biçim de tezahür eden karizm alik niteliklerin asıl kaynaklarıdır. Bu n oktan ın vurgulanm ası önem lid ir, çünkü W eber’in karizm atik egem enlikle ilgili genel tartışm asındaki açıklam asına sıkça başvurulm asının nedeni, çoğunlukla, onun karizma kavramını “büyük adamlar” konusundaki tarih teori­ si yazılarına katm ak için kullandığı iddiasını d esteklem ektir.6 Ancak W eber’in karizm alik m eşrulaştırm anın kuşaktan kuşa­ ğa aktarılm a biçim leri üzerine analizinden, karizm anın basit­ çe tam amen “bireysel” bir özellik olarak alınmadığı açık olsa gerektir. W eber, D urkheim ’a benzer biçim de, (daha kom pleks dinlerin ataları olmaları anlamında en temel biçim ler olduk­ ları ima ed ilen)7 en ilkel din türlerinde tanrılar biçim ind e kişileştirilm em iş ama yine de iradi özelliklere sahip g en elleşti­ rilm iş ruhsal failler olduğunu belirtir, ilk ortaya çıktıklarında tanrılar sadece şüpheli bir varoluşa sahiplerdi: Bir tanrı sade­ ce özel bir olayı kontrol edebilen biri olarak düşünülm ektey­ di. Sadece düzenlediği olay tipinin adıyla anılan bu a n lık tanrı­ lar (A u g en b licksg öller) hiçbir kişisel m an aya sahip olm ayabilir. 4

Econom y an d Sorirlv, с. 2, s. 3 9 9 -6 3 4 .

3

A ncak W eber, Durkhcim 'dan farkh olarak, “kutsal" ve "kutsal olm ayan” dikoıom isin in radikal doğasını vurgulamaz. W eb er “dinsel veya büyüsel dav­ ranış ya da düşüncenin gündelik am açlı davranışlardan ayrı tutulm ası gerek­ tiğine inanır, özellikle dinsel ve büyüsel eylem ler ağırlıklı bir b içim de ekono­ m ik olduğunda". E conom y and Socieıy, c. 2. s. 40 0 .

6

Û m egin krş. G crth ve Mills, “Introduction", Front M ax W eber: E ssays in S ociology , s. 53 -5 5 .

7

W eber’in ifadesiyle: “Totem izm in evrenselliğine inanç ve kesinlikle tüm top­ lumsal gruplar ve dinlerin kökeninde gerçekte totem izm in yattığı inancı gü­ nümüzde tam am en reddedilen büyük bir abartm adır." Economy a n d S ocieıy, c. 2, s. 4 3 4 .

269

Bir tanrının sürekli ve güçlü bir ilaha dönüşme koşullan kar­ m aşıktır ve tarihsel kökleri çoğu kez muğlaktır. W eber’e göre, sadece Yahudilik ve İslâm, terimin kesin an­ lamında tekıanncıdır. H ıristiyanlıkta, yüce Tanrı -teo rid e ol­ masa da p ratik te- kutsal Ü çlü ’nün temel bir figürü olarak dü­ şünülür: Bu özellikle K atoliklik için doğrudur. Bununla bera­ ber, tektanrıcılık eğilim lerinin başlangıcı tarihsel önem e sahip bütün dinlerde görülebilir. Bunun bazı dinlerde diğerlerinden daha fazla gelişm esinin çeşitli nedenleri vardır ancak genel önemde bir faktör, temsil ettikleri belirli tanrısal kültlerin de­ vamında çıkarları olan rahipler tabakasının köklü direncidir. İkinci bir faktör, geleneksel toplumlarda dinsel alan dışından insanların kolayca ulaşılabilir ve büyüsel etkiye açık tanrıla­ ra duydukları ihtiyaçtır. Bir tanrı m utlak güce ulaştıkça kitle­ nin gündelik ihtiyaçlarından uzaklaşır. Hatta her yere uzanan tanrı öne çık tık ça, büyüsel yatıştırm a genellikle sıradan m ü­ minin pratik dinsel davranışları içinde sürdürülür. İnsanlar kutsal varlıklarla dua, ibadet ve niyaz aracılığıy­ la bağ k u rd u kların d a “b ü yü ” k u llan ım ın d an bağım sız bir “din”in varlığından söz edebiliriz. Büyüsel güçlere-tapılm az, aksine onlar tılsım lar veya form üller olarak kullanım larıyla insan ihtiyaçlarına tabilerdir. Dinsel ve büyüsel ayrım ı, rahip­ ler ile büyücüler ve üfürükçüler arasında tarihsel önem de bir statü ve güç farklılaşm asına tekabül eder. Rahiplik bir kültün sürekli işleyişinde yer alan daimi bir görevliler grubunu içerir. Külte sahip olmayan hiçbir rahiplik yoktur, ancak hiçbir özel rahipliğin olmadığı kültler bulunabilir.8 Bir rahipler tabakası­ nın varlığı dinsel inançların rasyonelleşm e derecesi üzerinde özel bir önem e sahiptir. Çoğu büyüsel pratik örneğinde veya rahiplerin olmadığı bir kültte, tutarlı bir inanç sistem i genel­ likle sınırlı düzeyde gelişebilir. VVeber’in din sosyolojisinde peygamber rahiple eşit önem ­ de bir kişiliktir. Bir peygamber, “m isyonunun dinsel bir öğre­ ti veya kutsal em ir olduğunu iddia etm esi bakım ından, sade­

8

270

Econom y and S ociely , c. 2. s. 4 2 6 .

ce bireysel bir karizma taşıyıcıdır.”9 Aslında yeni dinsel top­ lulukların oluşum u sadece peygamberlik m isyonlarının bir so ­ nucu olm asa bile (dinsel reform cuların etkinlikleri de aynı so ­ nucu sağlayabilir), W eber için peygamberlik, dinsel kuram lar­ daki köklü değişimleri etkileyen öğretilerin kesin önem de ta­ rihsel kaynağıdır. Bu durum özellikle büyünün gündelik ha­ yattaki davranışlardan ayıklanması yönündeki tarihsel bir güç, rasyonel kapitalizmde doruğuna ulaşan dünyanın “büyü bozu­ m u” açısından geçerlidir. Her dönem de büyünün gücünü kıracak ve rasyonel davranışı yerleştirecek b ir araç olm uştur; bu, büyük rasyonel peygam ­ berlik dem ektir. Her peygam berlik kesinlikle büyünün g ü cü ­ ne zarar verir; ancak m ucizeler sunan veya başka kabiliyetler­ le donanm ış b ir peygam berin geleneksel kutsal ku rallan y ık ­ ması m üm kündür. Peygam berler dünyayı büyüsünden u zak­ laştırm ış ve bunu yaparken m od em bilim ve tekn olojim izin ve kapitalizm in tem ellerini atm ışlard ır.10

Peygamberlerin kaynağı nadiren rahipliktir ve onlar kendi­ lerini tipik olarak rahiplik tabakasına açık bir karşıtlık için ­ de konum landırırlar. “E tik ” peygamberlik öğretisi, som ut bir emirler/kurallar setidir veya daha genel ahlâkî buyruklar içereb ilen ve ah lâkî b ir yüküm lülük olarak uyulm ası gereken kutsal bir m isyonu yaymaya çalışan b ir öğretid ir. “Ö rn ek ” peygamber, sürdürdüğü kişisel hayat tarzıyla kurtuluşun yo­ lunu g österen , d iğ erlerin in kabul etm ek zorunda o ld u k la ­ rı kutsal m isyonun b ir aracısı olduğunu iddia eden biridir. Ö rnek peygam berlik Hindistan’da yaygınken ve aynı zam an­ da bazı Çin dinlerinde karşımıza çıkarken, ahlâkî peygamber­ lik özellikle Yakın Doğu’nun karakteristik bir özelliğidir: Ya­ hudilikte Y ehova ilan edilen, her yerde hazır, aşkın tanrı inan­ cına kadar götürülebilen bir olgu. İk i p eyg am berlik tipi de, “hayat k arşısın d a b ilin ç li-b ü tünlüklü ve anlam lı bir tutum u” harekete geçiren tutarlı bir 9

E conom y and S ociety, c. 2, s. 4 3 9 .

10 G en eral E conom ic History (N ew York. 1961).

271

dünya görüşünün yayılm asını artıran b ir yapıya sahiptir. Vah­ yin bir araya getirdiği inançlar m antıksal olarak birbiriyle tam olarak uyuşm ayabilir; peygam berliğe birliğini sağlayan şey onun hayata pratik bir yönelim olarak tipik tutarlılığıdır. Pey­ gam berlik, “her zaman, bir ölçüde ‘anlamlı’, düzenli bir bütün­ lük üretm ek için meydan okuyan bir kozm os olarak, önem li bir dinsel dünya anlayışı içerir...”11 Peygamberler ve rahipler arasındaki çatışm anın sonuçları kuşkusuz, ya peygamber ve m üritlerinin zaferine ve yeni bir dinsel düzenin kurulm asına ya da peygamberliğin rahiplere boyun eğmesi ve ayıklanm ası­ na yol açarak farklı biçim ler kazanabilir.

Hindistan ve Çin'de teodise G eleneksel Ç in’de peygam berliğin gelişim i erken bir tarihte dumura uğradı. Hindistan’da ise tersine, önem li bir kurtuluş dini ortaya çık ıı, fakat Hindu (ve Budist) peygamberler, örnek peygamberler oldukları için, kendilerini aktif olarak yayılması gereken kutsal b ir misyonun em anet edildiği biri olarak gör­ mediler. Hinduizm diğer dünya dinlerinden bazı önem li nok­ talarda ayrılır. Hinduizm ek lek tik ve hoşgörülü b ir dindir: D indar bir Hindu olm ak ve aynı zamanda “her Hıristiyan’ın özellikle kendine ait olarak göreceği oldukça önem li ve karak­ teristik öğretileri” kabul etm ek m üm kündür.12 Bununla bera­ ber, çoğu Hindu’nun paylaştığı ve -sap k ın olarak düşünüle­ bilecek şeyleri reddetm elerinin ortak hakikatlerini oluşturm a­ sı an lam ınd a- “dogm alar” içeren belirli inançlar vardır. Bun­ lardan eıı önem lisi ruh göçü ve yeniden doğuştur (k a r m a ). Bunların ikisi de kast sistem inin toplum sal düzeniyle ilişki­ lidir. K antta öğretisi “şimdiye kadar tarihte üretilen en istik­ rarlı teodiseyi temsil eder.”13 Bu nedenle, W eber’in ifadesiyle. Komünist Manifesto’dan bir sloganı kullanırsak, en alt kasttan

11

Econom y an d Society, c. 2, s. 4 5 1 .

12 Reîigion o f India, s. 21. 13

272

Rdigion o f India, s. 21.

Hindu “dünyayı kazanabilir”: G erçekçi b ir biçim de, bu in an ç­ lar tem elinde en üst düzeylere gelebilm ek, cennete gitm ek ve tanrısallık kazanm ak için m üteakip d irilm eleri h ed efleyebi­ lir. Hindu orıodoksisi, bireyin mevcut hayatındaki davranış­ larının sonraki dünyaya gelişinde çözüm ü im kânsız sonuçlara sahip olabileceği öğretisi aracılığıyla ve bu öğretinin doğrudan kast sistem iyle ilişkili olm ası nedeniyle, mevcut toplum sal dü­ zene direnm eyi zorlaştıran aşılması güç engeller yaratır. B irbirinden kesin çizgilerle ayn lm ış kastlar keskin bir nefret duygusu içind e b ir arada yaşayabilirler. Zira herk esin kendi k ad erin i h ak e ttiğ i d ü şü n ce si to p lu m sal açıd an a y rıc a lık ­ sız olanlara daha iyi fırsatlar sunm az. K a rm a öğretisin in sar­ sılm adan kalm ası şartıyla ve kaldığı sü rece, d evrim ci fikirler veya “ilerlem e” m ücadelesi anlaşılm az şeylerdir.14

H indistan’da H induizm in iyice yerleştiği erken dönem de, İsa’nın doğumundan yaklaşık dört-beş yüzyıl kadar önce, za­ naat ve ticaretin gelişim i doruğa ulaşm ıştı. Şeh irlerd eki ti­ caret ve zanaat loncaları kentin ekonom ik düzeninde O rta­ çağ Avrupası’ndaki loncalara benzer önem e sahiplerdi. Ayrı­ ca Hindistan’da rasyonel bilim oldukça gelişm işti ve farklı dö­ nem lerde birçok felsefe okulu filizlenmişti. Bunlar neredeyse bir başka yerde eşine rastlanmayan bir hoşgörü atm osferi için ­ de yaşıyorlardı. O rtaçağ Avrupası’ndakine benzer hukuk ku­ ru m lan gelişm işti. Fakat kast sistem inin ortaya çıkışı, B rah­ man rahipliğin yük selişiyle b irlik te, Avrupa’d akin e ben zer daha üst düzeyde ekonom ik gelişmeyi fiilen engelledi. H indistan’daki gelişim in biricikligi, yine de, şeh irlerd eki lon­ calar ve b irle şik o rg an izasy o n lan n bu b aşlan g ıç k ay n ak lan n ın ne Batılı tipte ken tsel bir özerkliğe ne d e büyük patrim onyal devletlerin ortaya çıkışın d an sonra Batıdaki “bölge­ sel ekonom iy e” ben zer toplum sal ve eko n om ik b ir organizas­ yona yol açm am asında yatar. Daha ziyade, başlangıç kaynak­

14

Religion o f India, s. 1 2 2 -1 2 3 , Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c. 2, s. 122.

273

lan kesinlikle bu çağdan ö n cesin e dayanan Hindu kast siste­ m i tam am en diğer organizasyonlann yerini alır ve onlara üs­ tünlük kazanır; kast sistem i onların gelişim ini b ir ölçü de bal­ talar, önem li bir güç kazanm alarını engeller.’5

Kastın ekonom ik faaliyetler üzerindeki temel etkisi, m esle­ ki yapıya ritüel bir sabitlik kazandırması ve böylece ekonom i­ nin daha fazla rasyonelleşm esini engelleyecek biçim de işlem e­ sidir. Kast ritüalizm inde değerli malların üretim inde gelenek­ sel becerilerin soyluluğu ve değeri vurgulanır. Bireyin bu m es­ leki buyruklardan uzaklaşmaya yönelik bir girişim i, onun son­ raki hayatında daha uygun bir konumda vücut kazanma fır­ satlarına zarar verir. Bu nedenle, en alt kast üyesi m uhtem e­ len kastının yüküm lülüklerine sıkıca bağlıdır. Bununla bera­ ber, kast sistem inin ekonom ik gelişme üzerindeki olum suz et­ kisi sınırlı değil, oldukça yaygındır. Ö rneğin kastın organi­ zasyonunun Batı’da modern sanayinin karakteristik bir özelli­ ği olan kom pleks bir işbölüm üne sahip büyük ölçekli girişim ­ lerinin varlığıyla tamamen uyuşmadığı söylenemez. Bu gerçek Hindistan’da söm ürgeci firmaların kısmi başarısında gözlene­ bilir. Yine de W eber’e göre, sonuçta, sınaî kapitalizm in m odern organizasyonunun her zam an kast sistem i tem elinde oluştuğunu d üşünm ek büyük ölçü de ih ti­ mal dışı b ir şey olarak alınm alıdır. M eslekle ilgili her değişi­ m in, iş tekn ik lerin d eki her değişim in ritüel b ir gerilem eyle sonuçlanabileceği b ir ritüel hu ku k, kendi içind e eko no m ik ve tekn ik bir devrim yapm a kapasitesinden yo k su n d u r...16

Hindistan’daki Brahm anlann konum u ile geleneksel Ç in’de­ ki Konfüçyüsçü literatinin konum u arasında önem li benzer­ likler vardır. İkisi de, egem enlikleri büyük ölçüde dindışmdakilerin dilinden bağım sız bir dilde yazılm ış klasik m etinlere ulaşmaya dayalı statü gruplarıdır. Ancak W eber’e göre, Hindu 15

Religion o f India. s. 3 3 -3 4 ; G esam m elte A ufsatze zu r R eligion ssoziologie, c. 2, s. 3 5 -3 6 .

16

Religion o f India. s. 112.

274

entelektüel dünyası Ç in’e göre daha az salt yazılı bir kültürdü. İki grup da her zaman pratikte başarılı olmasa bile, büyüyle herhangi bir bağlantıyı reddediyordu; ikisi de her tür Dionysian dünyaya karşıydı.17 Bununla beraber, iki grup arasında aynı ölçüde önem li da farklılıklar vardı. Çin literatisi, paırim onyal bürokrasi içinde­ ki bir memuriyet sınıfıydı; Brahm anlık ise başlangıçta bir din adamlığıydı, ama ayrıca birçok farklı meslek içinde prensler, hukukçular, teolog eğitim ciler ve danışm anlar olarak da k ul­ lanıldılar.18 Yine de Brahm anlar arasında m em uriyet kariyeri alışılm adık bir şeydi. Çin’in tek bir m onarkm yönetim i altın­ da birleşm esi, resmi konum lara kabulü edebi bir nitelikle ilişkilendirm eyi sağladı. Entelektüel eğitim e sahiplik bürokratik görevlere atanm anın kaynağı haline gelmeye başladı. Öte yan­ dan, Hindistan’da Brahman rahiplik ilk genel krallıktan önce güçlü bir biçim de yerleşti. Bu yüzden, Brahm anlar belirli bir hiyerarşiye dahil edilm ekten kurtulabildiler ve aynı zamanda prensip olarak krallarm kinden daha üst bir statü konum u ta­ lebinde bulunabildiler. Belirli dönem lerde geleneksel Çin’de, VVeber’in ekonom ik rasyonelleşm eye vesile olduğunu söylediği bazı önem li geliş­ m eler yaşandı. Bunlar, H indistan’dakilere benzem eyen k en t­ ler ve loncaların gelişim i, bir para sistem inin oluşm ası, huku­ kun gelişim i ve patrimonyal bir devlet içinde siyasal bütünlü­ ğün sağlanması olarak sıralanabilir. Ancak Ç in’deki bu geliş­ m eler ile Avrupa kapitalizm inin ortaya çıkışında rol oynayan gelişm eler arasında belirli önem li farklılıklar vardır. Ç in’de Antik Çağ’da nispeten üst düzeyde bir kentleşm e ve iç ticaret hacm inde artış sağlanm asına rağmen, para ekonom isi sadece belirli bir düzeye ulaştı. Ayrıca Çin kenti Avrupa kentlerinden oldukça farklıydı. Bu durum kısmen belirli bir noktanın öte­ sinde bir para ekonom isi geliştirem em ekten kaynaklanıyor­ 17

Ne Hindistan’da ne de Çin'de büyü genel nüfusun büyük çoğunluğunun et­ kinliklerinden ayıklanm ıştır; büyüsel kültler çoğu kez Hindistan ve Çin’de fi­ lizlenmiştir.

18 Religion o fln d ia . s. 1 3 9 -1 4 0 .

275

du: “Ç in’de, Floransa gibi standart bir para sistem i yaratabil­ miş ve para politikalarında devlete kılavuzluk yapmış b ir kent yok tu .”19 Aynı ölçüde önem li olan, Çin kentinin Ortaçağ Av­ rupa kentsel topluluklarının sahip olduğu siyasal özerklik ve hukukî bağımsızlığa kavuşamamasıdır. Çin kentinin vatandaşı kendi yerli köyüyle akrabalık bağla­ rını büyük ölçüde sürdürm e eğilimindeydi; kent, yerel tarım ekonom isiyle büyük ölçüde iç içe geçm işti ve B aıı’da oldu­ ğu gibi k en d in i onun k arşısın d a k onu m land ıram ad ı. İn g i­ liz kentlerinin “ayrıcalıklarının” hiçbiri Çin’de asla var olm a­ dı. Bu yüzden, büyük bir özerkliğe sahip loncaların potansiyel etkisi kentsel yönetim lerin siyasal ve hukukî bağım sızlıkları­ nın olmaması nedeniyle Fiilen engellendi. K entlerin çok sın ır­ lı siyasal özerkliğe sahip olm ası bir ölçüde devlet bürokrasisi­ nin erken gelişim ine bağlanır. Bürokratlar kentleşm enin artı­ şında tem el bir rol oynam ışlar, böylece sonraki gelişmeleri düzenleyebilm işlerdir (onların asla vazgeçm edikleri b ir kontrol). Bu durum ayrıca hüküm et bürokrasisinin büyük ölçüde ön ce­ ki özerk şehir devletlerinin bir ürünü olduğu Batı’yla karşıtlık içindedir.20 G eleneksel Ç in’in toplum sal yapısının en önem li özellikle­ rinden biri im paratorun dinsel ve siyasal üstünlüğü ele geçirmesiydi. Ç in’de güçlü bir rahipler tabakası yoktu ve bu taba­ ka im paraıorluk düzenine karşı önem li bir direniş sağlayacak bir peygam berlik yaratmadı. İm paratorluktaki karizm atik bi­ leşen büyük ölçüde geleneksel unsurlarla kaplıydı, hatta m o­ d em çağlara kadar im paratordan yağmuru ve nehirleri k o n ­ trolü altına alarak karizm asını sergilem esi bekleniyordu. Ne­ hirler setleri yıktığında im parator kamusal bağışlanm a sağla­ m ak zorundaydı ve bütün devlet m em urları gibi kınam aya ta­ biydi. G elen ek sel Ç in ’de etkin İdarî m erkezileşm en in d erecesi, tıpkı oldukça zayıf iletişim e sahip patrimonyal devletlerde ol­ duğu gibi, m odem ulus-devlettekinden düşüktü. Fakat feoda­ 19

T he Rcligion o f C hirıa. s. 13.

20

T he Rcligion o f C h in a, s. 16.

276

lizmde sürekli olarak intikal eden m erkezkaç eğilim ler, eğit­ sel vasıflan bürokratik konumlara atanm anın bir tem eli olarak kullanan bir sistem e fiilen ters düşüyordu: Bu durum m em uri­ yet sınıfının im parator ve devlete bağlılığının sonucuydu. Her m em urun sicili üç yılda bir değerlendiriliyordu ve bu yüzden devletin eğitim otoritelerinin sürekli gözetim ine tabiydi. Me­ m urlar teoride ücretliydi ancak pratikte ücretleri ödenm iyor veya gelirlerinin bir bölüm üne sayılıyordu. Ekonom ik çıkarla­ rı oldukça m uhafazakârcaydı, çünkü ücretlerini vergi gelirle­ rinden elde etm ek için m em uriyet konum larını sistem li olarak kullanm aları gerekiyordu: E n üst ve egem en m em uriyet tabakası kazanç fırsatlarını bi­ reysel çabalarıyla elde etm iyordu; o n lan n kaynağı daha ziya­ de görevden uzak laştınlan m em urların m ülkleriydi. M üdaha­ leye topluca karşı olan ve “refo n n ” isteyenlerin rasyonel ide­ o lo jisin e ölüm ü ne öfke duyanlar İkincilerdi. Bunu sadece yukan d an veya aşağıdan şiddetli b ir devrim değiştirebilird i.21

Ç in’deki kentsel toplulukların siyasal özerklikten yoksun­ lukları yerel gücün olmadığı anlam ına gelm iyordu. W eber’in analizlerinin çoğu, gerçekte, m erkezi otorite ve eyaletler ara­ sındaki ilişkilerde yaşanan gelgitleri belgelem eye yöneliktir. Bu bağlantıda özellikle önem li olan, tem el bir ekonom ik et­ kinlik ve işbirliği odağı oluşturan güçlü geniş aile birim leriy­ di. Akrabalık grubu (tsung-tsu) ev halkından daha büyük tüm ekon om ik girişim biçim lerin in fiilen temeli veya modeliydi. Tsung-tsu tipik olarak gıda işlem e, dokum acılık ve diğer evsel endüstrileri kontrol ediyor ve aynı zamanda üyelerine kredi im kân ları sağlıyordu. K ırsal ve ken tsel üretim d e akrabalık grubunun işbirlikçi kontrolü yüksekti ve ikisi de Avrupa kapi­ talizm inin temel karakteristikleri olan bireysel girişim ci etkin ­ lik ve özgür em ek hareketliliğini büyük ölçüde kısıtlıyordu. Yerel yaşlıların otoritesi, literali yönetim ini dengeleyen temel bir karşı güç oluşturm aktaydı. M em ur ne kadar nitelikli olur­

21

The Religion o f Chintı, s. 60.

277

sa olsun, akrabalık grubunun yargı yetkisi içindeki belirli m e­ selelerde cahil de olsa klanın en yaşlısına tabiydi. Bazı matematik biçim leri M .Ö . 6. yüzyılda gelişmiş olm ası­ na rağmen, Çin eğitim sistem i m uhasebe eğitimi vermiyordu. Bu yüzden, ticarette kullanılan m uhasebe yöntem leri pratik­ te öğreniliyordu ve resmî eğitimle bağlantılı değildi. Eğitimin içeriği tamamen edebiydi ve klasik yazıları yakından bilmeye yönelikti. Bu yazılara aşinalıkları yüzünden Hteratinin karizmatik niteliklere sahip olduğuna inanılıyordu. Ancak bu, Hin­ distan Brahmanlarında olduğu gibi veraset yoluyla geçen bir rahiplik değildi ve Konfüçyanizm Hinduların mistik dinselliliginden oldukça farklıydı. W eber, Çin’de İngilizcedeki “d in” sözcüğünün eşanlam lısının olmadığını belirtir. En yaklaşık te­ rimler kutsal ve laik arasında hiçbir ayrım yapmayan “öğreti” ve “töre” anlam ına sahip terimlerdir. Konfüçyanizm de, toplumsal düzen genelde -so n su z ve ka­ çınılm az olduğu d ü şü n ü len- kozm ik düzenin özel bir örneği olarak alınır. K ozm ik düzenlerin büyük ruhları açıkçası ‘sadece dünyanın, özellikle insanın m utluluğunu isterler. Aynısı toplum düze­ ni için de geçerlidir. İm paratorun “m utlu” sükû neti ve ru hun dengesi, sadece, kişi kendi içinde uyum lu b ir kozm osa sahip olduğunda kazanılm alıdır ve kazanılabilir.22

K on füçyanizm d e en değ erli şey, ağırbaşlı ve d ü rü st b ir hayat sürdüren, kendisi ve dış dünyayla uyumlu “kendini ye­ tiştirm iş insan”dır. Bu etik özdenetim i, duygulara hâkim ol­ mayı talep e d e ç Ruhun uyumu nihai iyi olduğu için , bu den­ geyi bozabilecek tutkulara izin verilmemelidir. Günah ve buna tekabül eden bir kurtuluş düşüncesi yoktur. Özdenetime Konfüçyanist vurgu en kesin biçim de çilecilikle birleşir, örneğin bu vurguya dünyanın yüklerinden kurtulmaya çalışan Hindu­ izmde karşılaşılır. W eber, Çin araştırm asını Konfüçyanizm ve Protestanlık ara-

22 278

T he Religion o f C hin a, s. 153.

smda bir karşılaştırm ayla bitirir. Bir dinin rasyonellik derece­ sini belirlem ekte kullanılabilecek temel, ancak karşılıklı ilişki­ li iki kriter vardır: Büyüden ne kadar arınm ış olduğu ve kendi içinde tutarlı ve evrensel olarak u ygulanabilir b ir teodisenin ne kadar geliştiği, ilk kriter bakımından, çileci Protestan­ lık başka dinlerden çok daha radikaldir. Fakat ikinci kriter ba­ kım ından, Konfüçyanizm Püritenlik kadar yüksek forrnel rasyonaliteye sahiptir. Ancak Konfüçyanist rasyonalitenin içeriği ve böylece onun gerçekliğin eksik yanları ve irrasyonaliteleriyle ilişkisi rasyonel Püritenliktekinden oldukça farklıdır. Püri­ ten ahlâk, dinsel idealler ve dünya arasında derin bir gerilim e yol açarken; Konfüçyanist ahlâk, bireyin zorunlu olarak mev­ cut bir düzene uyumuna odaklanır. K o n fü çy an ist ideal in san , yani “b ey efen d i” için “zarafet ve vakar” geleneksel yüküm lülükler yerine getirilirken ifade edi­ lir. Bu yüzden, bireysel m ükem m ellikte önem li erdem ve hedef, tüm hayat koşullannda serem oni ve ritüele uygunluktur... K on­ füçyanist, barbarca eğitim eksikliğinden kurtulm ak dışında hiç­ bir “kurtuluş” talep etmez. Erdem in ödülü olarak, sadece bu dünyada uzun bir hayat, sağlık, zenginlik ve ölüm den sonra adının yaşatılmasını bekler. Oysa Helen insanında, bir tür aşkın eük tem el, üst-dûnyevi bir T an n ’ya karşı yüküm lülükler ve be­ densel zevkler dünyası arasında b ir gerilim , uzak bir hedefin peşinden koşm a veya radikal kötü anlayışı eksiktir... Rasyonel (yani P rotestan) çileciliğe özgü olan katı ve dinsel sistem atik bir faydacılık, dünya içinde yaşama ve ancak ona “ait" olmama, üst rasyonel tulum lar ve böylece son analizde Konfüçyanizm e ters b ir uzm anlaşm ış insan (B crufsm ensch) ruhu üretmeye yar­ dımcı olm uştur... Aradaki karşıtlık, bize, “servet düşkünlüğü” ve zenginliğe önem vermeyle birleşen ölçülülük ve tutum lulu­ ğun -m o d e m ekonom inin uzm anlaşm ış ekonom ik insanında bulunm ası anlam ın d a- “kapitalist ruh”u temsil etm ekten ve bu ruhu kurtarm aktan çok uzak olduğunu öğretebilir.23

23

T he Religion o f C hina, s. 2 2 8 , 2 4 7 (Parantez bana aittir); Gesammelte A ufsätze zu r Religionssoziologie, c . 1, s. 5 1 4 , 534.

279

Bu yüzden rasyonel kapitalizm , ortaya çıkışını kolaylaştır­ makta rol oynayabilecek b irço k faktörün varlığına rağm en, Çin’de kendiliğinden gelişmez. Japonya örneğinin aksine Çin, m uhtem elen dışarıdan gelecek kapitalist üretimi özüm seyecek verimli bir toprak sunacaktır; ancak bu, kapitalist gelişmeye asıl itici gücünü sağlam aktan oldukça farklı bir şeydir. U laşılan bu so n u ç ile W eb er’in Batı Avrupa k ap italizm i­ nin ortaya çıkışı üzerine yorumu arasındaki ilişkiyi belirlem ek önem lidir. W eber, Ç in’de rasyonel kapitalizmin oluşum unun - “Çin ‘ethos’unda kök salmış”24 nonnatif buyruklar yüzündenözel bir zihniyetin yokluğu nedeniyle engellendiği konusunda yeterince açık konuşur. Batı Avrupa’da bu “zihniyet” çileci Pro­ testanlıkla birlikle varlık kazanmıştır. Ancak W eber’in Çin ve Hindistan araştırmalarını, basitçe, ilişkili maddi faktörlerin (ka­ pitalizme yol açan ekonom ik ve siyasal koşulların) sabit tutul­ duğu ve fikirlerin bağımsız içeriklerinin “bağımsız” etkisinin in­ celendiği geçm işe y ön elik bir “deneyin” kurucu unsurları olarak düşünmek yanıltıcıdır. Çin’de, örneğin belirli bir dönemde ka­ pitalizmin oluşumu için gerekli veya uygun olduğu düşünülebi­ lecek bazı “maddi” faktörlerin yer aldığı doğru olsa bile, bunlar Avrupa’ya özgü faktörlerden farklı özel bir bileşim içinde karşı­ lıklı ilişki içindedir. Böylece, Batı ve Doğu arasında “maddi” ve “fikrî” koşullar bakımından önem li farklılıklar vardır.25

Laik rasyonalizmin yayılması Avrupa’nın gelişim ine özgü koşullar arasında özel bir devlet biçim i ve rasyonel bir hukuk yer alır. W eber, Avrupa’nın son ­ raki toplumsal ve ekonom ik gelişim i ve özelde m odem devle­ tin ortaya çıkışı açısından Roma hukukunun m irasına büyük önem verir. “M utlakıyetçi devlet, hukukî rasyonalizm olm a­ 24

T h e R eligion o f C hin a, s. 104.

25

W eber. Avrupa'nın özel coğrafi konum unu vurgular. H indistan ve Çin'de büyük kıta topraklan ticaretin kapsamlı olarak gelişimi önünde aşılması zor engeller yaratmıştır. Avrupa'da, Akdeniz, kolay taşımacılık sağlayan birçok ne­ hirle birlikle ticari girişim leri çok daha elverişli kılan bir durum sunmuştur.

280

saydı en fazla Fransız Devrimi’ndeki düzeyine ulaşabilirdi.”26 F a k a t h u k u k î rasyonalizm le rasyonel kapitalizm in gelişim i arasındaki ilişki basit ve yeterince net değildir. M odern kapi­ talizm ilk kez İngiltere’de kök salm ıştır, ancak bu ülke Roma hukukundan diğer kıta ülkelerine göre daha az etkilenm iştir. Rasyonel bir hukuk sistem inin varlığı m od em devletin olu ­ şumunu etkileyen kom pleks faktörlerden sadece biridir. M o­ dern d evletin, yani m aaşlı m em urlar tarafından sürdürülen profesyonel bir yönetim in varlığının karakterize ettiği ve yurt­ taşlık kavramına dayalı bir devletin gelişim i, kesinlikle tama­ men ekonom ik rasyonelleşm enin bir sonucu değildi ve kıs­ m en ondan ön ce ortaya çık m ıştı. Yine de k ap italist ek o n o ­ m ik düzenin gelişim i devletin gelişim iyle yakından ilişkilidir. Ulusal ve uluslararası piyasaların gelişimi ve buna bağlı olarak daha önceden ilişkilerin düzenlenm esinde büyük bir rol oyna­ yan akrabalık birim leri gibi yerel grupların etkilerinin yok ol­ ması, hepsi, “tüm ‘m eşru’ zorlayıcı güçlerin evrenselci b ir ku ­ rum un tekeli ve düzenlenm esi altına girm esi”ne27 yol açm ıştır. W eber’e göre, m odem kapitalist girişimin temel bir önkoşu­ lu parasal kazançlar ve kayıpların rasyonel muhasebesinin ya­ pılabilmesidir. M odem kapitalizm, sermaye muhasebesinin ge­ lişim inden bağım sız olarak anlaşılamaz. W eber’e göre, rasyo­ nel muhasebe kayıtlarının tutulması m odem kapitalist üretimi tefecilik veya serüvenciler kapitalizmi gibi önceki kapitalist et­ kinlik türlerinden ayıran şeyin tamamlayıcı unsurudur.28 İstik­ rarlı üretici girişimlerde sermaye muhasebesinin varlığı için ge­ rekli olduğunu belirttiği koşullar, W eber’in m odem kapitaliz­ min temel ön gerekleri olarak gördüğü ve M arx’in büyük ölçü­ de vurguladığı koşullardır: 1. Büyük bir ücretli em ekçiler kitle­ si: Bu kitle açık bir piyasada emek güçlerini sunmakta hukuken “özgür” olmanın yanı sıra geçimlerini sağlayabilmek için em ek­ lerini salm ak zorunda kalan insanlardan oluşur. 2. Piyasada ekonom ik mübadele üzerinde sınırlamaların olmaması: Ûzellik26

F rom M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 94.

27

Econom y a n d Society, c. 1, s. 3 3 7 .

28

Econom y an d S ociety, t . 1. s. 1 6 4 -1 6 6 .

281

le üreıim ve tüketim üzerindeki statü tekellerinin ortadan kaldınlması (bu statü tekelinin uç bir öm egi Hindistan kası siste­ minde mevcuttur). 3. Rasyonel ilkeler temelinde geliştirilen ve organize edilen Leknoloji kullanımı. 4. Üretici girişimin ev hal­ kından ayrılması. Pazarda olduğu gibi ev ve işyerinin ayrı oldu­ ğu örneklere her yerde rastlamak mümkün olsa bile, sadece Batı Avrupa’da bu ayrılık çok ileri düzeylere ulaşmıştır.29 Ancak m odem devletin rasyonel hukukî yönelim i olmasay­ dı bu ekonom ik özellikler ortaya çıkm ayacaktı. Bu, çağdaş ka­ pitalist düzenin olduğu kadar ekonom ik alanda serm aye ve em ek arasındaki sınıfsal ayrışm anın da özel bir karakteristi­ ğidir. G enelde siyasal organizasyonlar, ekonom ik girişitnlerdekine benzer biçim de, yönetici kadronun “yönetim araçları­ nın" m ülkiyetine sahip olup olm am asına göre sınıflandırılabi­ lir. Ö nceki bölüm lerde belirtildiği gibi, W eber burada M arx’in işçinin sahip olduğu üretim araçlarından koparılm ası düşün­ cesini en genel düzeyde uygular. Siyasal organizasyonlar gele­ neksel devletlerde bir “züm re" özelliğine sahiplerdir, yani yö­ netim araçları m em urların kontrolü altındadır. Ancak bu m er­ kezî olmayan siyasal güç sistem leri, tipik olarak, üst-lord veya monarkın m erkezî yönelim iyle kolay olmayan bir denge için ­ dedir. M onark, norm alde maddi açıdan kendine bağım lı bir kadro yaraLarak ve kendi profesyonel ordusunu oluşturarak konum unu güçlendirm eye çalışır. Y önetici, etrafında sadece kendisine karşı sorum lu m ülksüz bir idari kadro yaratabildi­ ği ölçüde, ismen kendine bağlı güçlerin ona direnm e ihtim ali azalır. Bu, m odem bürokratik devlette en üst düzeyine ulaşır. M odern bir devletin gelişm esi h er zam an prensin inisiyatifiy­ le sağlanm ıştır. Prens, y ö n etici gü cü n yanında yer alan özerk veya “özel” hizm etkârlarının, ken di İdarî, savaş ve m alî orga­ nizasyonuna sahip olanların yanı sıra siyasal açıdan h er tür kullanılabilir araca sahip o lan lan n isted iklerine el koym aları­ na yolu açar. T ü m süreç, bağım sız üreticilerin kadem eli ola­

29 G en eral E conom ic History, s. 1 7 2 -1 7 3 ; The Protestant Ellıic an d the Spiril o f C apitalism , s. 22.

282

rak gaspı ve kapitalist girişim in gelişim iyle tam b ir paralel­ lik içindedir. Biz, nihayetinde, m odern devletin, fiilen tek b ir başkanın yön etim i altında bir araya gelen tüm siyasal organi­ zasyon araçlarını kon trolü aluna aldığını görürüz.30

Bürokratik devletin gelişim i siyasal dem okrasinin gelişim iy­ le yakından ilişkilidir, çünkü dem okratların siyasal tem sil ve yasalar önünde eşitlik talepleri ayrıcalıkları önleyecek kom p­ leks idari ve h u k u k î ön lem leri almayı gerektirir. D em okra­ si ve bürokratikleşm enin bu çok yakın ilişkisi m odem kapita­ list düzende en kapsamlı gerilim kaynaklarından biridir. Zira çağdaş devlette dem okratik hakların genişlem esi yeni bürok­ ratik düzenlem eler geliştirm eden saglanam asa da, dem okra­ si ve bürokrasi arasında temel bir karşıtlık vardır. Bu, W eber’e göre, toplum sal eylem in formel ve temel rasyonalitesi arasın­ da yer alabilecek çelişkilerin en keskin örneklerinden biridir: Ayrıcalıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan soyut huku ki pro­ sedürlerin gelişim i öncekinden bazı açılardan daha “keyfî” ve daha özerk yeni bir yerleşik tekelcilik biçim ini devreye sokar. Bürokratik organizasyon, bütün halk tabakalannın konum lara eğitsel niteliklerine göre, kişisel olmayan bir temelde seçilm e­ sini gerektiren dem okrasi sayesinde gelişir. Ancak bu, bizzat konum ları ayrıcalıklı bireyler veya grupların dış etkilerinden bağımsız olm ası nedeniyle, öncekinden daha geniş idari güce sahip b ir m em urlar tabakası yaratır. Bu süreç, halkın siyasete katılma taleplerine dayandığı sü­ rece, m odern d em okratik düzenin tek oyun olduğu anlam ı­ na gelir ve bu husus W eber’i M ichels ve d iğerlerinden ayı­ rır.3’ Çağdaş toplum lar büyük ölçüde bürokratikleşm iş tarih­ sel devlet örnekleriyle karşılaştırıldığında, dem okrasinin geli­ şim inin hızlı ve duyarlı bir yoğunluk m erkezine yol açabile­ cek belirli bir “aynı hizaya getirici” etkiye sahip olduğu görü­ lür. Böyle b ir karşılaştırm a, m odem çağda dem okrasi ve bü­ 30

From M ax Weber: Essays in Sociology, s. 8 2 ; Gesammeltc Politischc Schriften, s. 4 9 8 -4 9 9 .

31

W ebcr’in M ichels'la ilişkisi üzerine krş. G unter R oth, The Social Democrats in Imperial Germany (Englew ood Cliffs, 1 9 6 3 ), s. 2 4 9 -2 5 7 .

283

rokrasi arasında yakın ilişk iler olsa bile, dem okratik h ak la­ rın genişlem esi bürokrasinin genişlem esini gerektirirken, ak­ sinin m üm kün olm ayabileceğini yeterince açık olarak göste­ rir. Antik M ısır ve Roma örnekleri büyük ölçüde bürokratik­ leşmiş bir devlet içinde nüfusun tamamen tâbi konum da oldu­ ğuna dair bol kanıt sağlar. Bu açıdan, bürokrasin in aslında oldukça farklı çıkarların , salt siyasal olduğu kadar salt ekonom ik türden her ç ık a n n devre­ ye girebileceği hassas bir araç olduğu hatırlanm alıdır. Bu yüz­ den, h er ne kadar tipik olâa da, onun dem okrasiyle paralel ge­ lişim i abartılm am alıd ır.32

Modern dem okratik devlette, halk kitlesinin iktidar kulla­ nım ına sürekli olarak katılm a anlamında y öneticilik yapma­ sı açıkça im kânsızdır. “Doğrudan” demokrasi sadece grubun üyelerinin belirli bir noktada toplanabileceği küçük topluluk­ larda m ümkündür. Çağdaş Batılı dünyada “dem okrasi” sadece, ilk olarak, yönetilenlerin yönetenler üzerinde oylarıyla bir öl­ çüde etkili olabildikleri ve ikinci olarak, temsile dayalı m eclis­ ler veya parlam entoların icra m evkiindeki yöneticilerin aldık­ tan kararları etkileyebildikleri bir durumu anlatır. Büyük par­ tiler modern devlette kaçınılm azdır; ancak bu partiler kendi yeteneklerinin gücüne büyük ölçüde güvenen liderler tara­ fından yönetiliyorlarsa, siyasal yapının bürokratikleşm esi kıs­ men kontrol altına alınabilir. Dem okrasi zorunlu olarak kendi temel siyasal kişiliklerinin içlerindeki “Sezarist” eğilimleri ha­ rekete geçirir. Zira genel oy hakkı koşullannda, siyasal lider­ lerin bir taraftar kitlesini kendi taraflarına çekebilm ek için ge­ rekli karizm atik niteliklere sahip olm alan gerekir. “Sezarizm” dem okratik yönetim e bir tehdit olarak ortaya çıkar, bu tehdit ancak siyasal becerilerin geliştirilebileceği ve yasal otoriteleri­ nin sınırlarını aşmaya çalışan liderlerin sultasından kurtulm a­ yı sağlayacak bir parlamento sayesinde kontrol altına alınabi­ lir. Çağdaş devlette, “sadece ‘politik bir aygıt’a sahip liderlik ile

32

284

E conom y and S o d ety , c. 3, s. 9 9 0 .

lidersiz dem okrasi, yani isteksiz, bir lider kılacak iç karizm alik niteliklerden yoksun profesyonel politikacıların egemenliği arasından bir seçim yapma” ik ile m i33 söz konusudur. W eber’in sosyalizm in muhtemel sonuçları karşısındaki tu­ tum unun kaynağında ilgili sorunlardan bazılarını açıklam a ça­ bası yatar. M odern ekonom i sosyalist bir temelde örgütlendi­ ğinde ve m alların üretim i ve dağılımında kapitalizme göre be­ lirli bir teknik etkililik düzeyine ulaşılmaya çalışıldığında, bu durum “p rofesyonel bü ro kratların önem inde m uazzam bir artışa”34 yol açacaktır. M odern ekonom inin tam am layıcı bir unsuru olan uzm anlaşm ış işbölüm ü görevlerin kesin koordi­ nasyonunu gerektirir. Bu, kapitalizm in genişlem esiyle bürokratikleşmede artışın kaynağında yatan bir olgudur. Fakat sos­ yalist bir devletin oluşum u çok yüksek oranda bürokratikleşmeyi gerektirecektir; çünkü böyle bir devlet birçok farklı idari görevin devletin elinde toplanmasına yol açacaktır. W eber ayrıca, sosyalist bir toplumda karşılaşılabilecek farklı ekonom ik problem lerin, özellikle bir ödüllendirme aracı olarak paradan ziyade işçi kredileri kullanmaya çalışm anın yaratabile­ ceği sorunların farkındadır. Sosyalist bir toplumdaki b ir başka problem kaynağı, artık yetersiz performans nedeniyle işini kay­ betme riskiyle yaptırım altına alınamayacağı için, çalışmayı teş­ vik güçlüğü olabilir. Bununla beraber, sosyalist bir ekonom i potansiyel olarak sosyalist ideallere güçlü bir bağlılığı kullana­ bilir.35 Sosyalist devrimin yaşandığı bir ülke, etrafındaki ülke­ ler kapitalist olarak kalırken birçok ek problem le, özellikle dış ticareti sürdürm e ve kredi bulma güçlüğüyle karşılaşacaktır.36 Ancak W eber’in sosyalizme temel itirazları bu sistem in gerekti­ rebileceği bürokratik sonuçlarla ilgilidir. Bu, m odem çağın ka33

From Max Weber: E s sa is iıı Sociology, s. 1 1 3 ; Gesammelte Politische S ch rif­ ten, s. 5 3 2 . M arx'm modern toplum a uygulanan bir kavram olarak "Sezarizm " üzerine görüşleri için bkz. K arl M arx: Selccted W orks, c. 1, s. 2 4 4 -2 4 5 .

34

Econom y an d S ociety, c. 1, s. 224.

35

Econom y an d S ociety, c. 1, s. 110-111.

3 6 W eber bunu 1918'de Almanya’da sosyalist bir devrimin m uhtem el başarısıyla ilişkili kendi değerlendirm esi için kritik önem de görür. Bkz. G esam m elte P oli­ tische Schriften, s. 4 4 6 vd.

285

rakterislik ikilem inin bir başka örneğidir. Sosyalist bir toplum kurmaya çalışanlar, hangi tür sosyalizme bağlı olurlarsa olsun­ lar, siyasal katılım ı ve kendini gerçekleştirm eyi kapitalizmde­ ki parti dem okrasisinin daha ilerisine taşıyacak bir toplumsal düzen anlayışı alım da hareket edeceklerdir. Fakat bu düzen anlayışım gerçekleştirme dürtüsünün sonucu, sadece sanayi ve devlet bürokrasisinde artış olacak ve bu gerçekte halk kitlesi­ nin siyasal özerkliğini daha da azaltacaktır. Bürokrasinin temel bir özelliği, bir kez yerleştiğinde, W eber’in sözleriyle, “özel bir kafese” dönüşmesidir. Bürokrasinin yüksek düzeyde geliştiği eski M ısır gibi toplum larda, bürokra­ tik memuriyet kontrolünü kesintisiz sürdürm üş ve sadece tüm toplumsal düzen yıkıldığında gücünü yitirm iştir. Patrimonyal organizasyonlardakinden daha yüksek bir rasyonel uzmanlaş­ ma düzeyinin karakterize ettiği modern bürokrasi kendi gü ­ cünü zayıflatma girişim lerine çok daha dirençlidir. “Böyle bir aygıt, tamamen yeni otorite biçim lerinin zorla yaratılm ası an­ lamında ‘devrim i’ giderek daha im kânsız kılar...”37 M odem kapitalizmde bürokrasinin yayılması hukuk, siya­ set ve sanayinin rasyonelleşm esinin nedeni ve sonucudur. Bü­ rokratikleşm e sanat, m üzik ve mimari dahil Balı kültürünün bütün alanlarına nüfuz eden eylemin rasyonelleşm esi süreci­ nin som ut, idari bir tezahürüdür. Batı’da rasyonelleşm e yö­ nündeki genel eğilim b irço k fakıörün k arşılıklı etk ileşim i­ nin sonucudur, ancak kapitalist piyasanın genişlem esi egemen itici güç olm uştur. Ama bu, “kaçınılm az” evrim ci bir eğilim olarak alınm am alıdır. Rasyonelleşm e kavramı, W eber’in tarihsel yazılarına birçok kez sızar, ancak bu yazılarda kavramın temel uygulama alanla­ rını belirlem ek zordur. Rasyonelleşm enin yayılması, olumsuz anlam da, “dünyanın (giderek artan) büyü bozum u”na - b ü ­ yüse! düşünce ve pratiğin gücünü y itirm esin e- endekslenebilir. Rahiplerin sistem leştirici etkileri ve büyük peygamberler, dinlerin rasyonelleşm esini sağlayan (tutarlı anlam sistem leri­

37

286

Economy and S o d e ty , c. 3, s. 9 8 9 .

ni düzensiz büyüsel yorum ve yatıştırm a biçim lerinden ayır­ mayı m üm kün kılan) temel güçlerdir. Bununla beraber, din­ sel düşüncenin rasyonelleşm esi ilişkili bazı süreçleri gerekti­ rir: Özel sem bollerin geliştirilm esi (örneğin Yahudilikte her an her yerde hazır tektanrı anlayışının oluşm ası), bu sem bollerin genel ilkeler çerçevesinde başka sem bollerle tutarlı bir b içim ­ de ilişkilendirilm esi (örneğin kendi içinde tutarlı bir teodisenin gelişim i) ve bu ilkelerin tüm evrensel düzeni içerecek bi­ çim de genişletilm esi; öyle ki, potansiyel olarak dinsel anlam ı­ na göre yorum lanam ayacak hiçbir som ut olay yoktur (dolayı­ sıyla Kalvinizm bu anlamda “tam kapsam lı” bir etiktir). B a tı’da laik rasyonelleşm enin gelişim inin ö n em in i değer­ lendirirken form el ve temel rasyonalite ayrım ını hatırda tut­ m ak g ere k ir.38 W e b e r’e göre, bu ayrım so sy o lo jik analizin odak m erkezidir ve bu ayrımın m od em kapitalizmin gelişme d oğrultusunu incelem ekte kullanılm ası, W eber’in çağdaş in­ sanım karşılaştığı ikilem ler hakkmdakı yorum unda kritik bir önem taşır. Eylem in formel rasyonalitesi davranışın rasyonel olarak hesaplanabilir ilkelere göre düzenlenm esini anlatır. Bu yüzden, ideal tip bürokrasi, formel rasyonalite koşullarında, m üm kün olan en rasyonel organizasyon tipidir. Daha genel düzeyde, Batı kültürünün formel rasyonalitesi kendini bilim in büyük çapla kullanılm asında gösterir. Bilim kuşkusuz sade­ ce B atı’ya ait değildir fakat başka hiçbir yerde benzer bir geliş­ me düzeyine ulaşmamıştır. Bilimsel ilkelerin modern toplum ­ sal hayatın bu kadar önem li bir temelini oluşturm ası her bire­ yin bu ilkeleri bilm esini gerektirmez: “Tramvaya binen kişi, fi­ zikçi olmadığı sürece, aracın nasıl çalıştığı konusunda hiçbir fikre sahip değildir ve bunu bilm e gereği duymaz... Vahşi biri kullandığı araçlar hakkında nispeten daha fazla bilgiye sahip­ tir.”’ Bununla beraber, yine de bu ilkeler, değerlendirme yap­ m ak isteyen bireylere açık olmaları anlamında “bilinirler” ve ^8 E co n o m y and S ociety, c. 1, s. 8 5 -8 6 . Krş. Friedm ann’m M arcuse’n in “Industri­ alisieru n g und Kapitalism us" adlı yazısı üzerine yorum lan, Verhandlungen