Türk-Yunan imparatorluğu : arabölge gerçeği ıs̜ığında Osmanlı tarihine bakıs̜ [2. baskı. ed.]
 9789754705041, 9754705046

Table of contents :
iÇiNDEKiLER
I. İmparatorluk Sahası
II. Miras: Doğu Roma imparatorluğu'dan Osmanlı lmparatorluğu'na
III. Osmanlı Yapısının Doruğu
IV. Gerileme: imparatorluk, Üçüncü Dünya'nın Bir Parçası Haline Geliyor
V. Sömürgeleşen imparatorluk: Ölüm Döşeğinden Ölüme
Sondeyiş

Citation preview

kutuphaneci - eskikitaplarim.com

DIMITRI KITSIKIS 1935 yılında Atina'da doğdu. 1962'de Paıis-Sorhonne Ünivcrsitesi'ndc taıilı doktoru oldu. Çeşitli ülkelerin üniversitelerinin yanısırn, l 980'dcn sonrn Türkıyc'dc Boğaziçi ve Bilkcnt Üniversitclcıi'nde çalıştı. 1983'den beıi Kanada'da Ottawa Üniversitesi öğretim üyesidir. Çalışma alanı, uluslararası ilişkiler talihi ve 19. ,·c 20. yüzyılda Yunmıistan-Türkiyc-Kıbns ilişkileıidir. Çok sayıda makalesi ve kitabı vardır. Elinizdeki kitaptan önce Türkçe'de Yunan Propagandası adlı kitabı yayımlan­ mıştır (Meydan Neşıiyat, 1964; Ka)nak Kitaplar, 1974).

I.Empire Otımnan © l 985 Presscs Universitaires de France iletişim Yayınları 349 • Tarih-Politika Dizisi 12 ISBN 975-470-504-6 © 1996 lletişim Yayıncılık A. $. 1. BASKl 1996, lstanbul

KAPAK Ümit Kıvanç

D/Zc;/ Remzi Abbas UYGULAMA Hüsnü Abbas

DUZELTI Seçkin Oktay KAl'ı\K BASKISI

Sena Ofset

IC BASKI ve CtLT Şefik Matbaası lletişim Yayınlan

Klodfarer Cad. llctişi'n Han No. 7 Cağaloğlu 34400 lstanhul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Fax: 212.516 12 58

D1M1TR1 KlTSlKlS

Türk-Yunan

İmparatorluğu Gerçeği Işığında Osmanlı Tarihine Bakış

Arabölge

LEmpire Ottoman ÇEVlREN

Volkan Aytar



t

m

iÇiNDEKiLER

Giriş

...................................................................................................................................................7

Sözcüklerin

anlamı

üzerine .............................................................................................11

BiRiNCi BÖLÜM

İmparatorluk Sahası ..................................................................................................17 Coğrafi yayılış .............................................................................................................................17

Nüfus ................................................................................................................................................19 Uygarlık .........................................................................................................................................22 Dört "Millet" .............................................................................................................................37 iKiNCi BÖLÜM

Miras: Doğu Roma İmparatorluğu'ndan Osmanlı imparatorluğu'na (1280-1461) ...........................................43 Toprak mirası. .. _ _ _ _ ,...............................................................................................43 Politik, kültürel, ekonomik ve toplumsal miras ................................................ 58 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Osmanlı Yapısının Doruğu

(1451-1566) ............................................79

Devlet ve yönetici sınıf ........................................................................................................80 1. Askeri# sınıf (devlet memurları ve yüksek düzeyli ruhban) ..............80 2. Ortodoks Yunanlı yönetici sınıf ..................................:.........................................93 Sömürülen sınıflar: Çokuluslu halk .........................................................................107 1. Köylülük ...........................................................................................................................101 2. Burjuvazi (zanaatkar ve tüccarlar) ................................................................... 11 O N

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gerileme: İmparatorluk, Üçüncü Dünya'nın Bir Parçası Haline Geliyor (1566-1774) .................,.......................... 117 Dinsel fanatizmin tırmanışı ...........................................................................................117 Osmanlı ekonomisinin Atlantik ekonomisi tarafından sömürgeleştirilmesi ......................................................................................................132 Toplumsal kriz ve halk ayaklanmaları: Devlete ait yapıların çöküşü .................................................................................. 139 5

BEŞiNCi BÖLÜM

Sömürgeleşen İmparatorluk:

Ölüm Döşeğinden Ölüme (1774-1924) ............................................ 145 sorunu .............................:..............................................................................................145 .............................. 157 Jakoben devlı:?t yandaşlarının Hıristiyan Ortodoks ve Sünni Müslüman teokrasisine saldırısı ...........................................................166 Bütünleşmiş "millet"ler ayaklanan uluslara dönüşüyor .......................... 170 imparatorluğun kurtarılması imkansız hale geliyor: 111. Selim, il. Mahmut, Tanzimat ile Jön Türk reformları ve federalist tasarılar. Kemalist devrim ve imparatorluğun ölüme terkedilmesi ......................... .............................. 181 Doğu

imparatorluğun uluslararası ilişkilerinin Batılılaşması

Sondeyiş ................................................................................................................................205

6

Giriş

"Osmanlı imparatorluğu, 'tüm bölgelerinden bilginlerin övdüğü, dünyanın en güzel krallığı' idi."

Rigas Feraiqs, 1797 Yunanlı Devrimci

Bu kitabın ana fikri, Osmanlı imparatorluğu'nun Yunanlılar için "400 yıllık bir kölelik" dönemi değil, tam tersine, Yunan kültürünün kesin surette katkıda bulunduğu ve Yunanlıla­ rın övünç duymaları gereken, evrensel tarihin görkemli bir yapıtı olduğudur. Araştırmalarım sonucunda ulaşılmasını istediğim nokta; -bunun için belki bir yüzyıl daha beklemek gerekecekse de- gelecekte Türk ve Yunan gençlerinin ayrn tarih kitabını okumalarıdır. Bu tarih kitabında Osmanlı imparatorluğu, Türk-Yunan ortak alanında Bizans ve Büyük iskender lmparatorluklarından sonra üçüncü büyük tarihsel imparatorluk olarak yerini alacaktır. Yunanlı'ııın Türk'e duyduğu ve Batılıların yayılma emellerini kolaylaştırmak üzere işledikleri nefretin yarattığı sonuç, Yunan tarihinden bu büyük Türk-Yunan imparatorluğunun eseri olan sütunu çıkartmak ve yerine, "400 yıllık lıölclilı" adı verilen kara lekeyi bırakmak olmuştur. Geçmişte fikirlerimi yanlış anlayarak beni Türk tarihini Yunanistan lehine istila etmeye çabalayan bir Truva atı olmakla suçlayan bazı Türklerin; imparatorluktaki Yunan payını belirtmenin Türk7

lerin payından bir şey eksiltmeyeceği gerçeğini anlayacaklarım çok samimi olarak umuyorum. Aksine, iki halkın geçmişte aynı kaderi paylaşmış oldukları gerçeği kavranınca, gelecekte birlikte -elbette başka tür işbirliği çeşitlerini kullanarak- yeni ''imparatorluklar" kurmanın; Bölge'yi Batı emperyalizminden bir kez daha kurtararak, dünya kamuoyunda -Batılıların Sünni Arap lslam'ının basit bir hizmetkarı konumuna indirgemeye çabaladıkları- Türklerin kültürel ve ruhani birliğe (synkretismos) yönelik yaratıcı katkısını yeniden tesis etmenin yolları önQ.müzde açılacaktır. Osmanlıların çokuluslu İmparatorluğu, çağımızın ikinci binyılının en önemli uygarlıklarından ve en büyük sömürgeci olmayan imparatorluklarından biri olmuştur. Bu ikinci binyıl boyunc;a -Habsburg lmparatorluğu'yla birlikte- tek bir hanedanın yönetimi altında en uzun süre yaşayan devlettir. Osmanlı ailesi, tahtı 1280'den 1924'e dek 644 yıl boyunca elinde tutmuştur. Batıda Habsburg hanedanı 1273'den 1918'e, Doğuda Mançu hanedanı 1644'den 19ll'e dek sürerken, Osmanlı da bu 644 yıllık dönem boyunca Avrasya kıtası '"Arabölge"sinin biricik imparatorluğu olmuştur. Milliyetçiliğin zaferinden önceki tüm çokuluslu imparatorluklar gibı Osmanlı da nitelik olarak tek tek parçaların­ dan farklı bir bütün idi. Bu bütünü kavramak için tüm parçalarını inceden inceye betimlemeye girişmek boşa bir çaba olacaktır. 13. yüzyılda Konya'da yaşamış olan büyük tasavvufçu Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin de yazdığı gibi, körlerden tanımadıkları bir hayvan olan fili tarif etmeleri istendiğinde, hortumunu elleyen bunun bir boru, bacağına dokunan bir direk, sırtına elini koyan bir taht olduğunu sanacaktır.

Türk, Yunan, Erineni, Arap, Yahudi, Balkan, Ortadoğu, Müslüman ve Hıristiyan tarihleri İmparatorluk hakkında ancak kısmi bir bilgi verecektir. Ne yazık ki bu bütünün ta8

rihi çok sık olarak Türk tarihiyle ikame edilmiştir. Osmanlı, kendisini önceleyen ve dönemin Batısı tarafından ısrarla "Yunan İmparatorluğu" diye adlandırılan Doğu Roma (Bizans) lmparatorluğu gibi kendisine "Türk imparatorluğu" admm verilmesini kabul etmemekteydi. Gerçeklerin bu şe­ kilde saptırılması yöntemi, çokuluslu imparatorlukların ta-rihini yalnız ve yalnız kendi tarihleriyle bağlantılamaya çalışan 19. ve 20. yüzyıl milliyetçilikleri tarafından da kullanılmıştır.

Çağdaş federal sistemin atası olan imparatorluk, tanımı itibariyle çokulusludur. "Milli" bir imparatorluktan sözetmek, dili istismar etmektir. Her imparatorluğun örgütlenmesi, biri birliğe, diğeri çeşitliliğe yönelen iki karşıt gücün gelişimini gerektirir. Çeşitlilik içinde birlik zorunlu bir ilkedir. Bunun gerek aşırı merkezileşme, gerekse ölçüsüz ademi merkeziyet yönünde ihlali, federal ya da emperyal yapının yıkımına yol açar. Hegel, "Persler pek çok halkı egemenliklerine aldılarsa da aynı zamanda her birinin özgüllük/erine de saygı gösterdiler: Egemenlikleri böylece lmparatorlulı içinde özümsenebildi" diye yazmaktadır. Demek ki hoşgörü, imparatorluk için bir ölüm kalım sa: runudur ve egemen halkın ya da yöneticinin erdemleriyle ilgisi yoktur. Türk İmparator Fatih Sultan Mehmet aynı Yu~ nanlı İmparator Büyük lskender gibi, hoşgörü ilkesini hayata geçirmiştir. Her ikisi de imparatorluğun ayakta kalmasını sağlayan temel yasayı uygulamak durumunda kalmış­ lardır. Aynı şekilde bu ilkenin ihlali de, yöneticilerin erdemlerinden bağımsız olarak imparatorluğun sonunu getirmektedir. III. Selim ya da il. Mahmut gibi değerli hükümdarlar 1789 ile 1839 arasında İmparatorluğu kurtarmak için mücadele etmiş ama sonuç alamamışlardır. Çünkü çöküşün yasası insan iradesi dışında işlemektedir ve bu irade, çöküşü durdurmak yerine yalnızca geciktirebilmektedir. 9

Tüm bu bilgiler ışığında, 19. yüzyıldan itibaren Balkan, 20. yüzyılda da Arap tarih yaz_ımcılığını (/1istoriogruphie) iş­ gal eden ve İmparatorluğun tarihini her halkın kendi milliyetçiliğini olumlamak için tamamiyle çarpıtan anıtsal mitolojinin ne denli anlamsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Belgrad'dan Bağdat'a dek tüm tarihçiler, yurtlarına ihanetle suçlanmamak için milletlerinin birer propagandacısı olmak zorunda kalmışlardır. Oysa Osmanlı İmparatorluğu 700 yıla yakın yaşamı boyunca gerekli hoşgörü ilkesine bağlı kaldı­ ğını kanıtlamıştır.

Tüm bunların yanı sua, İmparatorluktaki en önemli yeri iki ulus birlikte işgal etmekteydi: Türkler ve Yunanlılar. İm­ paratorluğun diğer halkları zamanla onların nüfuzu altına girmişlerdi. Böylelikle, İmparatorluğun düşüşüyle birlikte çokuluslu denge bozulacak ve Osmanlı, Habsburg İmpara­ torluğu'ndaki Avusturya-Macaristan ikili egemenliğini andıran bir yapıya kayacaktı. Bu evrim, sırasıyla sayacağımız üç "images cl'Epinal"in 1 oluşumuna katkıda bulunmuştur:

a) Batı, Osmanlı'yı, İmparatorluğun yıkılmasından ve Türk boyunduruğundan kurtulmaktan başka bir şey arzulamayan uygar ve Hıristiyan Avrupa halklarını boyunduruğu altında tutan; Türk, Asyalı, barbar ve fanatik ölçüde Müslüman bir imparatorluk olarak değerlendirmekteydi. b) Türk olmayan Hıristiyan ve Müslüman halklar, İmpa­ ratorluğu, ulusal emellerinin başlıca engeli olan tümüyle Türk-egemen bir devlet olarak görmekteydi -ki Yunanlılar bu emellerine, İmparatorluğun, Osmanlı topraklarının tamamını kapsayan bir Yunan devletine dönüştürülmesi hedefini de ekliyorlardı. J

10

'iıııııge~ ıl'Epinal': Paris'in doğusundaki Epinal kentinde 18. yüzyılda imal edilen renkli, poptilcr gravürlere verilen ad. Bu nitelendirme, önemli tarihsel olayların basitlc~ıirilcrek yansııılmasım tanımlamak için kullanılmaktadır. -ç.ıı.

c) Tüm bu nedenlerle de Müslüman Türk halk, İmpara­ Türk dehasının ürünü, tümüyle Türk, fakat Türk olmayan Müslüman ve Hıristiyan yerli halkların yıkıcı etkisine açık bir yapılanma olarak kabul etmeye başlıyordu. Bu üç 'images d'Epinal'in ortak paydasını, son kertede herkese kabul ettirilen bir düşünce oluşturmaktadır. Sözünü ettiğimiz, Osmanlı lmparatorluğu'nun, 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki Batılı tarihçiler tarafın­ dan, barbar ve her halükarda yapıcı olmayan; 20. yüzyılın ikinci yarısında ise giderek artan sayıda tarihçi tarafından ilginç bir karar değişikliği ile- yüksek ölçüde uygar, ama her iki görüş mensupları tarafından da öncelikle askeri bir Türk devleti olarak algılanmasıdır. torluğu,

Sözcüklerin

anlamı

üzerine

Bu kitapta, düzen birliğini sağlamak üzere, "Elen", "Rum" ya ·ela "Grek" sözcükleri yerine, sistemli bir şekilde "Yunanlı" sözcüğünü kullanmayı yeğledik. Dünyanın her yerinde tarih, tarih yazımı esnasında varolan devletlerden itibaren yazılır. Yine de Bizans-Osmanlı dünyasında "Rum" sözcüğü yukarıdakilerden tek kullanılanı idi. "Bizanslı" terimi bir Batı ürünüdür. Örnek olarak, Yunan milletinin tarihçisi Konstantinos Paparrigopulos'un (1815-1891) Sakızadalı bir entelektüel olan G. Zolotas'a (1845-1906) 1 Temmuz 1886'da gönderdiği mektupta yazdıklarına bakalım: "Sevgili dostum Zoloıas, tarihçilerimiz ve Orta Çağ vakanüvisleri arasıııcla yaptığım tüm aruştınnalara rağmen, bunlarin, senin istediğin "Bizanslı" sözcüğünü kullandıklarına rastlamadım.

"Romaios" ("Romalı", "Rum", çoğulu "Romaioi"), "Graikos" ("Grek", çoğulu "Grakoi") ve sonlara doğru da "Bellen" ("Elen", çoğulu "Hellenes") sözcüklerini kullanıyorlar­ ın ış ... Yani korkarım "Byzantinos ("Bizanslı", çoğulu 11

"Byzantinoi")

sözcüğü Batılıların

cahilliğimizden

bir

icadıdır

ve biz de bunu

kabul ettik." 1872'de yayınladığı Historia tu Helleniku Ethnus (Yunan Milletinin Tarihi) adlı kitabın üçüncü cildinin girişinde Paparrigopulos şöyle yazmaktadır: "Bugün kendimize "Hellenes" ("Etenler", yani "Yunanlılar") adını vermekteyiz. Orta Çağ boyunca başrolü oynamış olanlara ise "Byzantinoi" ("Bizanslılar") demekteyiz. Ama onlar bu adlandırmayı kabul etmiyorlar; kendilerine "Romaioi" ("Romalılar", yani "Rumlar"), "Graikoi" ("Grekler") ve 11. yüzyıldan itibaren de "Hellenes" ("Yunanlılar") diyorlardı. "Byzantinoi" ("Bizanslılar") sözcüğü ise yalnızca Batı'da egemen olarak kullanılı­ yordu ve çeşitli aşağılama anlamlarını içeriyordu." Aslında İmparatorluğun tarihini nitelemek üzere "Byzwı­ tion" ismini ve "Byzantinos" sıfatım ilk kez, Alman tarihçi Hieronymus Wolf 1562'de -yani İstanbul'un Frenk sömürüsünden kurtuluşundan 109 yıl sonra- kullanmıştı. Bu adı, lstanbul'a Antik Çağ'da -Büyük Konstantinos M.S. 330'da şehre kendi adını vererek "Konstantinupolis" yapana dekverilen adlandırmadan almıştı. Bizans İmparatorluğu kendini hep kısaca "Roma" (yani "Rum") İmparatorluğu olarak adlandırıyordu. Yani kendini "Doğu" Roma bile kabul etmiyordu. Çünkü zihninde hiçbir zaman bir diğeri varolınamıştı. Şarlman'ın M.S. 800 yılında, sonraki binyıl boyunca "Kutsal Roma Cermen imparatorluğu" adıyla anılacak devlet kişiliğinde Roma lmparatorluğu'nu yeniden kurma iddiası Bizanslılar tarafından, barbar Frenklerin bu ünvana gayri meşru şekilde ve zorbaca sahip çıkma çabası olarak görülecekti. Frenkler ise, iğreti bir şe­ kilde üzerlerine aldıkları ünvanı, küçümsercesine "Grek imparatorluğu" adını verdikleri meşru sahiplerine layık görmemekteydiler. 11. yüzyılda başlayan ve Ortodoks Rumlarııı ve Müslümanların aleyhine çalışan Katolik Haçlı Sefer12

leri, Frenklerin Konstantinupolisli Greklere (Yeni "Roma"ya) karşı duydukları nefreti büyük miktarda artıracaktı. Tüm bunların tersine, Türkler de dahil olmak üzere Arabölge'deki hiçbir halk Bizans İmparatorluğu sakinleri için kullartılan "Romaios" ("Romalı" ya da "Rum") adlandırması­ nın niteliğinden şüphe duymuyordu. lşte bu nedenle; a) Ege Denizinin iki yakası arasında uzanan "Rum" alanı­ nın ortak uygarlığını işaret etmek üzere, kişiler (örneğin Mevlana Celaleddin-i Rumi) ve kurumlar (örneğin Rumi Selçuklu İmparatorluğu ya da -aynı Bizans gibi- "Diyarı Rum" adını alan Osmanlı İmparatorluğu ve "Sultanı Rum" sıfatını taşıyan Osmanlı İmparatoru) "Rum" sözcüğünü kullanıyorlardı.

b) Bugün Atina'daki devletin halkı, aynı; halk kültürünü nitelemek üzere "Hellenism~os" yerine "Romiosini" ("Rumluk") sözcüğünü; resmi dilin adı olan "Hellenika" ("Yunanca") yerine "Romaika" ("Rumca")'yı kullandığı gibi, resmi dilde geçen "Hellen'' ("Yunanlı") sözcüğüne kıyasla "Romaios" isminin popüler eşdeğeri olan "Romios" ("Rum") sözcüğünü tercih etmektedir. Zaten bu "Romios" sözcüğü, bugün Yunanistan'da sınırlayıcı "Hellen" ("Yunanlı") terimini reddeden dinci gelenekçiler tarafından özellikle beğenil­ mektedir. Çünkü onlara göre, anadili ister Arapça, ister Bulgarca, isterse de Arnavutça olsun, "Rum Ortodoks" dinine mensup olduğu sürece herkes "Romios"tur. Bölgenin Batılılaşmasından önce, aynı Yunanlılar gibi Türkler de -llalya Yarımadasını hiç de çağrıştırmayan­ "Rum" sözcüğünü kullanmakta tamamen haklıydılar. Ama Batılılaşmayı takiben, sanki her iki kullanım da "Rum" sözcüğünün ifade eltiğinden farklı gerçeklikleri tanımlıyormuş gibi; Anadolu'daki antik kalıntılara "Romen" ("Romalı"), Yunanistan'dakilere ise "Yunan" sıfatı eklenecekti. Örneğin bugün, Yunanistan'dan gelen Yunanlı turistler Türkiye 13

Cumhuriyetini, antik kalıntılara "Roman" ("Roma" ya da "Romalı") adım kasten vererek, Yunan uygarlığının niteliği­ ni unutturmaya çalışmakla suçlamaktadırlar. Yani Türk ve Yunanlıları birbirlerine düşman edenin Batılılaşma olduğu açıktır. Bu sürecin sonucu olarak da iki halk karşılıklı olarak birbirlerine; daha önce kendilerine ortak Frenk düş­ manlarınca takılan adları yakıştırmaktadırlar. Kanımca bu sözcük savaşını durdurmanın tek yolu, Rum tarihinin içerdiği herşey için günümüzdeki "Yunan-Yunanlı" terimini kullanmak olacaktır. Bizans-Osmanlı imparatorluğunda "Yuncınlı"dan kastedilenin ise, salt Yunan dilini konuşanlar değil, Hellen, Bulgar, Sırp, Romen, Arnavut, Arap, hatta Türk olsun, Ortodoks Hıristiyan dinine, Rum Ortodoks milletine dahil edilenler olduğu belirtilmelidir. Bu kitapta "Rum Ortodoks" terimini, doğrudan doğruya ve yalnızca dinsel "ınillet"e işaret ettiğimiz durumlar için ayırdık. Sanki iki ayrı halk mevcutmuş gibi, Türkiye Cumhuriyeti ve Kıb­ rıs'ın Yunanca konuşan sakinlerine "Rum", Yunanistan devleti yurttaşlarına ise "Yunanlı" adının verilmesi alışkanlığı, varolan karışıklığı daha da artırmaktadır. Yine bu kitapta, İmparatorluğun çokuluslu karakterini iyice vurgulamak için, Batılılar tarafından -çok sık olarak küçümseme amacıyla- kullanılan "Türk" sözcüğü yerine, sistemli olarak "Osmanlı" sözcüğünü yeğledik. Haçlı Seferlerinden beri Frenkler "Türk" ve "Müslüman" terimlerini birbirine karıştırmaktadır. Öyle ki, Batı üniversiteleri, Türkoloji uzmanları yetiştirmek yerine (sanki bir "Hıristiyan­ lıkbiliım.:i", "Fransa uzmanı"nı karşılayabilirmiş gibi, "lslamoloji'' uzmanları yetiştirmiştir. Kimi Batılı uzmanlar, "1s1am uygarlığı" hakkmda edinilecek bilginin, "Türk"Ieri anlamaya yeteceğini düşünmeye dek gitmişlerdir. Bu anlayışın -kimilerinin halihazırda kat'ettiği- bir adım ötesi, Islam'ın ayrıcalıklı halkı olan Araplar ile Türkleri birbirine karıştır14

maktır.

(Bir Fransız devlet memuru arkadaşımın, 4 yıl Fas'ta görev yaptığı, dolayısıyla "Arapları iyi tanıdığı" için Fransa'nın Ankara büyükelçiliğine tayin edildiğini anlatmasının üzerinden çok zaman geçmedi!) Zaten karşımızda şu soru da durmaktadır; Batı tarihinin hangi noktasında Türkologlar lslamologlardan net bir şekilde ayrılmışlardır? Aynı şekilde Araplarda da "Türk" kelimesi küçümseme anlamını içermektedir. Bu nedenle Osmanlı yönetici sınıf geleneği kendini neredeyse 20. yüzyıla dek "Türk"den çok "Rum" saymıştır. Hatta 17. yüzyıl Mısır'ında Osmanlı yönetici sınıfı için "Rumi" sözcüğü kullanılırken, Anadolu'dan gelen ve Osmanlı seçkinlerince yabancı (ecnebi) kabul edilen cahil köylü askerlere, "Türk" ("al-Türk") anlamına gelen "Etrak" ya da "Atrah" adı verilmekteydi. 2 YUNAN ALFABESİ

Harfler

Harf adları

Telaffuz

1

A a B ~

alpha beta (telaffuzu: vita). gamma (telaffuzu: ğama)

a

2

3 r y

4



ö

5 E ı: ZÇ

6 7

H l1 8 00 9

10

1 K

1

K

delta (telaffuzu: dheltc:) epsilon zeta (telaffuzu: zita) eta (telaffuzu: ita) theta (telaffuzu: thita) iôta kappa (telaffuzu: kapa)

V

ğ (yumuşak

bir sesliden önce ye veya sert bir sesliden önce gh) dh (lngilizce "this"deki th) e z

i th (İngilizce "thank you"daki th)

k

2 Bkz. Ulrich W Haarınann. "Ideology ancl History, Iclentity ,mel Alte'riry: Tlıe ı\rah lmagc of ıhe Turk froın ıhc Abbasicls to Moclen Egypt" lntenıcııioııııl .Joıırnal of Middle Ecıst Stuılics, mı. 20, 1988, s. 177.

15

11 Al 12 Mµ Nv 14 ::: !; 13

15 Oo 16 n ıt 17 p p 18 l: (J ç 19 20 21 22 23 24

T

ı:

y \) et>

11>

Xx 4' lj/ iloı

lamda (telaffuzu: lamdha) mi ni xi omikron pi ro (r yuvarlak telaffuzlu) sigma (bir kelimenin sonundaki s) tau (telaffuzu: tat) upsilon (telaffuzu: ipsilon) phi (telaffuzu: fi) ehi (telaffuzu: hi) psi ômega

Tek bir harf gibi telaffuz edilen iki harf: alpha iôta epsilon iôta omikron upsilon alpha upsilon epsilon upsilon mipi ni tau gammagamma gamma kappa Sessiz harflerin her tekrarı bir sessiz olarak telaffuz edilir, Chypre hariç.

16

m n ks o p r

s t i

f h ps o

e u av veya af ev veya ef b d g g

BiRiNCi BÖLÜM

İmparatorluk Sahası

Coğrafi yayılış

İmparatorluk,

17. yüzyılın sonunda ulaştığı en geniş haliyle, Avrasya kıtasının batısında ve Afrika'nın kuzeyinde oldukça büyük bir bölgeyi işgal etmekteydi (Harita 1). lmpar:ııı,rlı ıl, hir :ı,·:ıi'ı Balkan, diğeri Anadolu alt-yarıınaclala-

H,mta 1 - 11.

vuzyılın ıkıncı y..ırnınd..ı Q5manlı

imparator/uyu.

17

rıncla

bulunacak şekilde, Avrasya kıtasının Avrupa Yarıma­ güney doğusunu merkez almaktaydı. Bu merkezin pcriferisi, ana olarak güneye (biri Arap Yarımadasına, diğeri Kuzey Afrika'ya) doğru iki yönde genişlemekteydi. İmparatorluğun ana gövdesi lek bir kıtada (Avrasya) olmakla birlikle, güney boyları, ikinci bir kıta olan Afrika'nın

dasının

kıyılarında konumlanmaktayclı. İmparatorluğun

deniz

scı1wsı, toplamın

önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. ltalya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya dek tüm Yunan adalarını kapsayacak şekilde Akdeniz'in doğu yarısının tümü ve Karadeniz'in tamamı imparatorluğun deniz sahasının merkezini oluştururken, a) Baucla Fas sınırlarına dek Batı Akdeniz'in güney bölümü, b) doğuda, Dağislaıı Kıyılarıyla birlikte Hazar Denizi'nin batı kısmınm üçle ikisi, c) güneydoğudaki doğu denizlerinde, Pers Körfezi'nin batı yakası, el) yine güneydoğudaki doğu denizlerinde, Hint Okyanusu'na bakan Yemen Kıyıları, Kı­ zıldeniz'in aşağı yukan tamamından -yani, Aden Körfezi'ne dek tüm Arap sahili, tüm Mısır ve Sudan Kıyıları ile Etiyopya'nm kuzey bölümünden- oluşan bütün, bu merkezin periferisini oluşturmaktaydı. İmparatorluğun kıla sahası, Balkanlar ve Anadolu bölgesini merkez alırken, bunun periferisini -saat yönünde- sıra­ sıyla; Macaristan, Romanya, Besarabya, Ukrayna, Kırım, Kafkasya, Ermenistan, Azerbaycan, Kürdistan, Luristan, lrak, Suriye, Arap Yarımadasının kıyılan, Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir oluşturmaktaydı. lmparatorluğun lwl/Ji, Ege Denizi ve Karadeniz arasında­ ki üç büyük kentin (Selanik, İstanbul ve lzmir) oluşturdu­ ğu üçgende atmaktaydı.

18

Nüfus

Kanuni Sultan

Süleyman'ın saltanatının sonlarına doğru

İmparatorluk topraklarına

dahil olan yaklaşık nüfusu biliyoruz: 16. yüzyılın yarısında, 500 bini -varoşları hariç- lstanbul'da yaşayan 22 milyon nüfus, ki bu sayı aym yüzyılın başında yalnızca 12 milyon idi. Bu nüfus genel olarak yedi grup altında toplanabilir: a) genellikle göçebe ya da yarı göçebe dağlılar, b) ova insanları, c) adalılar, d) bozkır göçebeleri, e) çöl göçebeleri, O kent nüfusu, g) Hıristiyan ve Müslüman manastır nüfusu. Milliyetçilik öncesi dönemde coğrafi çevrenin ya da yaşam tarzının, bu nüfus gruplarının özelliklerinin oluşma­ sındaki etkisi, genellikle etnik ya da dinsel kökenden daha belirleyici olmuştur. Örneğin Epir-Arnavutluk halkı, Sünni Müslüman, Ortodoks ya da Katolik Hıristiyan olmalarına bakmaksızın, şaşırtıcı bir birliğe sahip olmuştur. Ayrıca kimi yönleriy~~ bu Arnavutlar, hemen yakınlarında bulunan Teselya ovaları ya da Ege adaları sakinlerindense, imparatorluğun öbür ucunda yerleşik Kürtlerle benzerlik göstermekteydiler. İmparatorluğun 19. yüzyılda "Batılılaşması"ndan önce, ülke halkının tamamı Osmanlı (ve elbette ki Türk) adıyla anılmıyordu. İmparatorluktaki çokuluslu halkların "Osmanlı" adından anladıkları, etnik ya da dinsel kökeni ne olursa olsun, Osmanlı hanedanına hizmet eden yönetici sı­ nır idi. Osmanlı tcbası Yunan halkı, İmparatorluğun son yüzyılı boyunca ve 20. yüzyıla dek, sanki kendisi de bu adlandırmaya dahil değilmiş gibi, Osmanlı adını salt Türkler için kullanma ahşkanlığını edindi. Ama böylece bu adlandırmanın gerçek anlamını da gözardı etmiş oluyordu. Bu şekilde bile, Türk halkım değil, devleti, "iktidar sahibi"ni kastediyordu. 19

Harita

ı

- 560 yılında Bizans lmparator/ugu.

Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, İmparatorluğun çokuluslu halkları (Osmanlı diye adlandırılan yönetici seçkinler dışında) "sürü" anlamına gelen reaya ya da raya ortak adıyla anılırdı. Ancak İmparatorluğun çöküş dönemindedir ki, raya adı salt Müslüman olmayanlar için kullanıl­ maya başlandı. Devlet, Müslüman ve Hıristiyan nüfusunu resmi olarak iki gruba bölmüştü; a) kent ve köy halkı, b) göçebeler. Resmi izin olmadan bir gruptan diğerine geçilemiyordu. Osmanlı Devletinin, Bizans lmparatorluğu'nda da uygulanmış olanı andıran sürgün adlı bir politikası vardı (Harita 2). Doğudan gelen Türk göçebeler (Türkmenler) Balkanlar ve Doğu Akdeniz adalarına yerleştirilmekteydi. Yerleri değiştirilenler, "Türkleştirme" kayg1sıyla seçilmiş belirli etnik gruplar değildi. Milliyetçi düşüncelerin henüz bilinmediği 20

bu dönemde, yer değiştirme uygulamasının nedeni daha çok -aynı kendilerinden önce gelen Bizanslılardaki gibihalktarın merkezi güce itaatini sağlamaktı. 11. Justinianos döneminde (685-695 ve 705-711) Lübnanlı Mardaitler Pelopoı;ıesos (Mora) ve Epiros'a (Epir) yerleştirilmişti. I. Basilios'un saltanatı (867-886) sırasındaysa Ermenistanh Paulikianlar Bulgaristan'a gönderilmişti. 1 14. yüzyılda Osmanlı­ lar çok sayıda göçebe Türkmeni Balkanlarda yalnızca Hıris­ tiyan direnişinin sürdüğü bölgelere yerleştirmişlerdi. Örneğin 11. Murat'ın Bulgaristan'da yaptığı budur. Öyle ki, bir yüzyıldan az bir süre içinde göçebe kökenli Türkler ülkenin kuzeyinde ve doğusunda nüfus çoğunluğunu elde etmişlerdi. Daha sonra 16. yüzyıl boyunca -aynı 157l'deki fetihten sonra Kıbrıs'ta olduğu gibi- Türkmen sürgünlerinin sayısı azalırken, etnik kökenleri ne olursa olsun topraksız köylülerin sayısı, tutunabildikleri bölgelerde, artacaktır. 16. yüzyıldaki pcıx ottomanica, ölümlerin azalmasıyla atbaşı giden bir doğum artışına neden olacak, demografik baskı toprak ve iş kıtlığı yaratacaktı. Köylüler kentlere yerleşmeye çabalıyordu. Devlet, kent ve köy sakinlerini (kentli ve çiftçi) aynı gruba koymuşsa da, kırdan kente göçü titizlikle kontrol ediyordu. Osmanlı yönetimi büyük kent merkezlerine yerleşmeye çabalayan köylüleri köylerine geri döndürmek için sürekli çabalıyordu. Başka topraklara yerleştirilmek üzere merkezi otorite tarafından topraklarından edilen halklar arasında Yunanlılar da vardı. Örneğin Venediklilerin sürülmesinden sonra 11. Selim Kıbrıs'ı Karaman bölgesinden Ortodoks Rum aileleri göndererek nüfuslandırmaya karar vermiştir. Örneğin Kayserili ve Yunan asıllı büyük Osmanlı mimarı Sinan, çabaları sonucu, 1573'te Hı1

Aynı şekilde Bizanslılar, Makedonya ve Trakya'nın yüz binlerce sakinini bir yandan Peloponesos'a, diğer yandan Anadolu'da Bitinya, Karadeniz ve Emıenistan bölgelerine sümıüşlerdi.

21

ristiyan ailesini bu Kıbrıs sürgününden muaf tutan iki paratorluk emri elde etmişti.

İm­

Uygarlık

Bir halkın manevi değerlerini tanımlayan kültür teriminin tersine, uygarlık sözünden anladığımız, bir toplumun maddi değerlerinin toplamı ise, Doğu ve Batı merkezlerinin ortasında yer alan Arcıbölge'nin (Region Intermediaire) tamamını kapsayan daha geniş bir uygarlığın parçası konumundaki tek bir Osmanlı uygarlığı vardı. Bu uygarlık, içindeki oluşum sürecini yaşayan ulus sayısı kadar kültürü barındıran çokuluslu topluma canlılık kazandırmaktaydı. 2 Yani, salt uluslarüstü değil, aynı ölçüde de dinlerüstüydü. Bu anlamda Osmanlı, Ortodoks Hıristiyanlık ortak paydası üzerinde yükselmiş olan öncülü Bizans lmparatorluğu'ndan olduğu kadar, lslam uygarlığı zemininde kurulmuş Arap ve lran İm­ paratorluklarından da ayrılıyordu. Nüfusunu Müslümanlar kadar Hıristiyanların da oluşturduğu Osmanlı İmparatorlu­ ğu bu demografik özelliği sayesinde, en görkemli döneminde, içinden salt Müslüman ya da Hıristiyan değil, özgün ve asal olarak Osmanlı bir toplumun doğduğu biricik denge ve sentez olgusunu gerçekleştirmeyi başarmıştı. Bu anlamda, Doğu ve Batı merkezlerinin ortasında yer alan Arabölge'nin merkezi olma işlevini eksiksizce yerine getirecekti. Avrupa'mn yalnızca yarımadalarından biri olduğu Avrasya kıtası, binlerce yıllık tarih boyunca üç büyük uygarlık alanına bölünmüştü;

a) Bugün Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya ve Yeni da içine almış bulunan Batı (ya da Batı Avrupa).

Zelanda'yı 2 Oysa

unutmayalım

ki, kültürü ulusun neredeyse ruhunu temsil edecek salt ulusal bir kavrmnmışçasına tanımlamakta ısrar eden, modern nıil­ liyctçiliklerdir. Ama Osmanlı uygarlığının ötesinde bir uluslarüstü Osmanlı kültürü bulunmuş olamaz mıydı?

şekilde,

22

b) Üç yarımadayı (Hindistan; Endonezya ile birlikte GüAsya; Kore ve Japonya'yla birlikte Çin) içeren Doğu (ya da Uzakdoğu). c) Aynı anda hem Batı hem de Doğu'yla ortak yanları bulunan Arabölge. (harita 3) Öğretmenlik deneyimim bana, sınıflarda kullanılabile­ cek ve Balkanlar ile Anadolu'yu birlikte gösteren tek bir coğrafya haritası bulmanın pratik olarak imkansız olduğu­ mı göstermiştir. Balkanların tamamını içeren bir Avrupa haritası Anadolu'yu, Anadolu'yu içine alan bir Ortadoğu haritası da Balkanları dışarıda bırakacaktır. Aynı şekilde, kılavuz kitapları, Türkiye'nin yalnızca dış etken olarak yer aldığı Balkan; ve Bizans İmparatorluğu ile Balkan devletlerini içermeyen Ortadoğu kurguları oluşturmaktachrlar. Önyargılarla dolu yüzyıllar, tarihçiyi -hatta coğrafyacıyı­ Ege Denizi boyunca, kuzey-güney yönünde uzanan keyfi bir kertik varetmeye zorlamıştır. Avrasya kıtasınm, bir yanda kıta adıyla ödüllendirilmiş coğrafi bir Avrupa ve Asya, diğer yanda Hıristiyan Avrupa ve Müslüman Asya karşıtneydoğu

Harita 3 - Arabölge.

23

lıklarına

bölünmesi, Arabölge gerçeğini tamamen karanlık­ la bırakmıştır. Böylelikle de Avrupalı ve Hıristiyan Balkanlar ile Müslüman ve Asyalı Ortadoğu karşı karşıya kalmış oluyordu. Ama tüm çağların gezginlerinin deneyimi, ya da Boğaziçi'nin iki yakasından İstanbul yöresi halkının günlük yaşamları incelendiğinde, bu tür bi_r kurgunun ne denli hatalı olduğu ortaya çıkıvermektedir. Öte yandan, bu kurgunun yarattığı politik ve felsefi sonuçlar korkunç olmuş­ tur: Türk'ün Asyalı ve Müslüman olarak Avrupa'da, Yunanlı'nın da Hıristiyan ve Avrupalı olarak Asya'da meşru bir yerinin olmadığı kabul edilmiştir. Daha eski kitaplarımda, iki ana konu hakkında net bir konum almamıştım; a) Bau hangi tarihsel momentte doğ­ muştu? b) Batı, Batı-dışı bütüne kıyasla üstün müydü, değil miydi? Sygkritike Historia Hellados kai Tourkias ston 200 aiona (20. yüzyılda karşılaştırmalı Türk-Yunan Tarihi) adlı kitabımın l 978'deki ilk baskısının (Atina, Hestia) girişinde (s. 15) şunları yazmıştım; "Batımerkezcilik, yüzyüze duran bu iki dünya arasında eski ve yeni, ilerleme ve tepki karşıtlık­ ları temelinde bir mücadele tahayyül etmiştir. Oysa gerçekte, farlılı momentlerde yaratılmış ve birinin diğerinden üstün olması gerekmeyen bu ilıi eski uygarlık arasında çok daha binyıllık bir çarpışma mevcuttur. Her zaman Doğu'nun Batı'ya üstün olduğunu, ya da bunun tersini iddia edenler çıkmıştır." Son kitaplarımda ise, şu şekilde özetlenebilecek bir konumu benimsedim: Batı, tarihi boyunca iki görünüm arzetmiştir: Rönesanstan önceki birincisinde, halen Avrasya'nın geri kalanında geçerli olan ilkeleri takip ediyordu. Batı'nın yüzyıllar boyunca yavaş yavaş gelişen Rönesans sonrası ikinci görünümü ise nihai olarak, çağımızın 15. yüzyılında İtalyan Rönesansı adı verilen olgu sayesinde zafere ulaşa­ caktı. Dünyanın geri kalanına zorla ihraç edilen, Üçüncü Dünyalılaşmayı yaratan ve yeryüzünün tümünde o ana dek 24

geçerli olan değerlere dayanan "küresel köy"ü yıkan, Batılı­ laşmanın bu ikinci görünümü idi. Tıpkı bir kanser gibi, gezegenin toplumsal dokusunu çürüterek yerine, insanları birbirinden yalıtan bir bireyciliği yerleştirmiş ve dünya kapitalizminin büyük kent sakinlerinin )ıabancı olmadığı bir "kalabalık içinde yalnızlık" olgusunu yaratmıştır. Ulaştığı teknolojik düzey dünya çevresini saniyede dolaş­ masını sağladıysa da, kapitalizm, vaatlerinin tersine "küresel köy"ü yaratamamıştır. Aksine, kendisinden önce varalan küresel köyü yıkarak, Batı-Doğu karşıtlığını ortaya çı­ karmıştır. Batı'nın düşkün bireyi, aşırı romantizminin ürünü olarak nostaljik Doğu efsanesini yaratmıştır. Bu ise, bilime aykırı bir mistisizmin sığınağı olmaktan ibarettir. 3 Antik Çağ Yunanlılarının algılayışında, Avrupa ve Asya kavramları Yunan dünyasının iki bileşeni idi, Avrupa, Ege Denizinin batısındaki, Asya ise aynı denizin doğusundaki Yunan sınırına dayanıyordu. Zaten Antik Yunan mitolojisinde Avrupa, boğaya dönüşmüş Ze_us'ün sırtında Asya'dan (Lübnan) Girit'e gelen bir genç kız görünümünde tasvir ediliyordu. Yani, Asya-Avrupa karşıtlığı değil, sentezi sözkonusuydu. Aristo, M.Ö. 6. yüzyılda Yunanlıların karakterinin bir Avrupa-Asya karışımı olduğunu ifade ediyordu. Emile Dermenghem, Mohamet et la Tradition Islamique ("Muhammed ve lslam Geleneği") adlı kitabında M.S. 7. yüzyılda Kur'an'ın lslam'ı bir "ara-cemaat" olarak sunduğu­ nu hatırlatıyordu. 4 Lübnanlı tarihçi Jawad Boulos, 5 ciltlik eseri Les Peuples et les Civilisations du Proche-Orient ("Yakındoğu'nun Halk ve Uygarlıkları")'nda, Asya ve Avrupa

hkz. Rayınond Schwab, La Renaissaııce Orieııtale (Doğu Paris, 1950; Walter Schuban, rEurol'e et l'Ame de l'Orient (Avrupa ve Doğu'nun Ruhu), Paris, 1949; Jean-Claude Berchet, Le Voyage en Orient (Doğu'ya Yolculuk), Paris, 1985). '

3 Bu konu