114 58
Turkish Pages 78 [79] Year 1990
MAURICE DOBB
Kapitalizmin Dünü
ve
Capitalism Yesterday and Today
Bugünü
İletişim Yayınlan •Politika Dizisi • ISBN 975-470-034-6 1. BASKI Sosyal Adalet Yayınlan, Ankara 2. BASKI ©İletişim Yayınalık, İst. 1. BASKI @İletişim Yayınalılı, İst
1965
1985 1990
KAPAK Bora Çetinkaya
(1886-1957) (1929-1935) aynntı.
KAPAK RESMİ Meksikalı ressam Diego Rivera'nın duvar resimlerinden
Ulusal Saray
KAPAK BASKISI ôzdemir Ofset İÇ BASKI Şefik Matbaası
iletişim Yayınlan Klodfarer Cad. İletişim Han No.7 Cağaloğlu-İSTANBUL Tel: 516 22 60-61-62
MAURICE DOBB
Kapitalizmin Dünü Bugünü ÇEVİREN Feyza Kantur
ve
iÇiNDEKiLER Yazarın Notu
......
.. .... ...... .. ........ ....... ......... ....... .... ........ ...... ....
1. Kapitalizm Nedir?
................
2. Kapitalizm Nasıl Oluştu?
...... . . . . . . . . . . .
3. Rekabet ve Tekelcilik
.
............ ..... ... . .. . . . ...... .. 25
..... .......................... . . . . .......
4. Azalan Kar Haddi ve Emeğin Payı 5. İktisadi Krizler
9
... ......... . . . . ........ .................. .. .. 11
...................
............. 33
. . ............... 49
................................................... . . ..............
57
6. İkinci Dünya Savaşı'ndan Bu Yana . . .............. .... ............... 67
YAZARIN
NOTU
u kitap ilk çıktığında Marksist ve sol çevreler tica
R ri dönüşüm
(ya da iktisadi krizler) sorunu üzerin
de duruyorlardı. Bu durum 2: Dünya Savaşı sonrası dö
nrnıde değişikliğe uğmyacakmıydı, yoksa başlangıçtaki gecikmeden sonra eski ve bilinen şeklinde bir kere da ha tekrarlanacakmıydı? Savaş sonrası dönemde, 1930'
lardaki büyük krize benzer bir dummun meydana ge leceğini umut edenlerin sayısı 9ldukça kabarıktı ve bu na inamnlar krizin çok yakında olduğunu sık sık vur
guluyorlardı. Bu nedenle kitabın sori bölümü, 1950'lerin
sonlarında endüstriyel üretimdeki iniş çıkışları ayrıntı sıyla tanımlamak için ayrılmıştı. Bu bölümün konusu ar
tık günümüzde önemini yitirdiğinden kitabın bu bası
mından çıkartıldı.
Günümüzde tartışma konularının değişik alanlara
kaydığım söyleyebiliriz. Günümüz koşullarında, kapita
li'lmin artık klasik fiyat. düşüşü şeklindeki krizleri ko
layca atlatamayacağı herkesçe kabul ediliyor. Aynı şe kilde; 1930'larda oluşan kriz tipinin·
şeklindeki krizlere bıraktığı
yerini enflasyon
konusunda
herkes görüş
birliği içindedir. Enflasyon krizleri kendileri de ulus� lararası çelişki ve gerilimlerin ifadesi olan para siste
mindeki ciddi krizlerle daha da ağırlaşır. Bugün 1970' lerde, tartışma çok değişik bir dizi soru üzerinde odak
laşmıştır. Yalnızca, önemli ölçüye varan işsizlikle birlik-
9
te büyüyen enflasyon sorunu üzerinde değil, bunun ya nında oldukça ileri bir aşamaya ulaşan işlerin tekeller de yoğunlaşması ve tekelciliğin özellikleri üzerinde tar tışılıyor. Tekelcilik kendini 'yönetimi ele geçirme', hile li para işlerini aile şirketlerinin yürütmesi, dev konsor siyumların oluşması ve son on yılın özelliğini oluşturan milli sınırları aşan pek çoğu 'uluslararası şirket' hA.li ne gelmiş firmaların ortaya çıkışı şeklinde gösterir. Bu açıdan büyük ölçüde yeni bir durumla karşı kar şıyayız. Bu olgu bir paragrafla açıklanacak bir şey de ğildir. Aynı zamanda, yeni gelişmelerin bu kitabın ilk 5 bölümünde yazılmış olanları kökten değiştirmeyeceğine, tam tersine
onları pekiştireceğine
inanıyorum.
Buna
bağlı olarak da, kitabın 1 96 1 basımının 6. bölümünün son cümlesini burada tekrarlayabilirim : ccTüm gizleme ve örtbas etme çabalarına karşın ka· pitalizmin 1 . bölümde tanımlanan
temel özelliklerinin
varlıklarını halen. korudukları sonucuna varmak için her türlü nedenimiz var.>> Mart 1973
10
1.
KAPİTALİZM NEDİR?
apitalizm günümüzde sağcı olsun, solcu olsun her
K kesin
üzerinde - konuştuğu bir konu
haline geldi.
Ama ha.la konuşanların değişik anlamlar yüklediği ve sonuçta anlaştık zannedip gerçekte anlaşamadıkları bir terim durumunda. Bu terime kesin ve açık bir anlam verilebileceğini reddedenler bile var.
Reddedenler bir
sistemi onu eleştirenlerden korumanın en iyi yolunun sistem olarak bile adlandırılamayacağım savunmak ol duğunu sanan oldukça küçük bir azınlıktan oluşuyor. Bazıları da kapitalizmden oldukça şaşırtıcı bir biçimde artık geçmişte kalmış bir şey olarak bahsediyorlar : Ar tık varolmayan ya da başka bir şeye dönüşmekte olan bir olaylar dizisi olarak. Bu kitapçığa tammların san sıkıcı tartışmasıyla baş lamak, okuyucuya daha ilk paragrafta kitabı elinden bı rak demek olur. Böyle bir tartışmaya girmek istemiyo rum. Ama yine de kitabın konusunu oluşturan kapita lizm terimiyle ne demek istediğimi mümkün olduğu ka dar az kelimeyle
anlatmaktan kendimi
alamıyorum.
Eğer bunu yapmazsam, pek çok okurun, beni sorumlu
_ tutacağından da eminim. Kapitalizm kelimesine verdi ğim anlam dünya çapında sosyalistlerin ve işçi hareke tinin yaklaşık yüz yıldır kullandığı anlamla aynı olduğun dan açıklamam kolay olacak. Ayrıca bu anlamın büyük çoğunluğun terime yüklediği anlamla aynı olduğuna ina-
11
nıyorwn. Kapitalizm benim için; üretimin yapıldığı araç ve aletlerin, yapı ve hammaddelerin, başka bir deyişle sermayenin, ağırlıklı olarak özel ya da kişisel mülkiyet te olması demektir. Bireylere her ortağın hissesinin ay rı ayn bölündüğü anonim şirketler haline gelmiş birle şik ortaklıklar da bu tanıma dahildir. Kapitalizm bazen daha gevşek olarak «özel teşebbüs» sistemi olarak da tanımlanır. Biraz daha teknik bir dille söylemek gere kirse, Marks kapitalizmi üretim araçlarının toplumda ayrı bir sınıf oluşturan kapitalistlerin elinde bulundu ğu bir üretim tarzı olarak tanımlamıştır. Dikkat edilirse bu son tanımın, bizim bireysel mül kiyet sistemi şeklinde yaptığımız genel tanımın ötesin de bir şeyler içerdiği görülür. Her bir bireyin bireysel mülk sahibi olduğu bir toplum düzeni olanaksız değil dir. Buna benzer düzenler tarihte değişik yer ve zaman larda küçük köylü-çiftçi ve zanaatkAr-üretici toplulukla rında görülmüştür. Bu topluluklarda sermaye-emek ay nını yoktu. İş aletlerinin (ve/veya toprağın) sahibi olan kişi aynı zamanda üretimde bulunmak için kendi çalış tığından sermaye-emek çatışması da yoktu. Böyle bir toplum yaratmak birçok ütopyacının gerçekten amacı olmuştur: Bazıları bunu iyiniyetle ve safça özlemişler, bazıları da, 'mUlkiyetli demokrasi' diye siyasi aldatmaca yapan Tory'ler1 gibi araç olarak kullanmışlardır. Böyle bir düzen yaratmak, kolayca anlaşılacağı gibi ancak üre tim araçlarının küçük çaplı ve ilkel olduğu ·bir top lumda mümkündür. Ayrıntılı ve masraflı tekniğiyle, üre tim sürecindeki karmaşık uzmanlaşma ve makinalaş mayla modern toplumda her bireyin kendi üretim sü recini tek başına yürütmesi imkansızdır. Üretime geç� mek için yüklü bir sermayesi olmayanların kolay kolay 1)
İngiltere'de Muhafazakar Partililer'e verilen ad. (ç.n.)
12
başaramayacağı ölçüde bir para gerekmektedir. Ya da en azından toplumsal ve iktisadi yönden, diğer serma yedarları ortaklığa çağırabilecek durumda olması gere kir. Herkesin bildiği gibi bir şeyi olmayan insana günü müzde hiç kimse borç vermez. Bu koşulların sonucu; modern toplumlarda üretim araçlarının özel mülkiyeti sistemi, böyle bir mülkiyetin göreceli olarak daha az sayıdaki ellerde toplanması ge reğini ortaya çıkarır. Mülkiyetin daha az sayıdaki eller de toplanması da, kendi karşıtlığını getirir; yani diğer lerinin
-toplumun
çoğunluğunun-
mülkiyet
hakkının
ortadan kalkmasını. Böylece bazılan üretim araçlarına sahip olurken, bazıları da üretim araçları sahipleri için çalışırlar. Gerçekten de çalışmaya zorunludurlar, çünkü hiçbir şeyi olmayan, dolayısıy)a üretim araçlarına sahip olmayanların, geçinmek için başka bir seçeneği yoktur: Sermaye ile emek arasındaki çatışmanın temeli burada yatar. Bu, kapitalist toplumun bölündüğü iki sınıfın-ka baca mülk sahibi kapitalistlerle ücret karşılığı çalışarak geçinen işçiler-arasındaki çıkar çekişmesi ya da kavga sıdır. Sendikaları ve diğer işçi sınıfı örgütleriyle, işçi hareketinin tarihsel temelini oluşturan bu sınıf müca delesidir. Kapitalist bir toplumda zengin olmanın yolu (yüksek bir gelir elde etmek anlamında) önceden ser mayenizin olmasıdır. Ekonomik yönden ilerlemenin en kısa yolu, başkalarım çalıştırabilecek sermayenizin ol masından geçer. Bu söylediğim genel ve tipik durumdur. Çok az rastlanan özel becerisi ve yeteneği olanlarla, top lumsal geçmişi ya da nüfuzu gereği yüksek ücret elde şdebilenler dışında, bu durum geçerlidir. Bu durumun sürebilmesi için bana göre iki koşul gereklidir. İlk olarak, bir sınıf oluşturan üretim araç ları sahibi ve çalışmayan kişilerin (bu kişilerin hem ça lışıp hem mülkiyet sahibi olmalan bu�da önenıli de-
.
13
ğildir) para kazanabilmesi için onlar hesabına çalışan lar üzerinde dc,laylı veya dolaysız bir zorlayıcı etkileri olması gerekir. Çünkü çalışmadan hiçbir şey üretilemez. Daha önce gördüğümüz gibi mülkiyetin bazı kimselerin elinde toplanmasının sonucu (belki de buna tamamlayı cısı ya da öteki yüzü demeliyiz) başkalarının mülkiyet siz kalmasıdır. Durum böyle olunca, bu gerçek, mülk sahibi olmayanlar üzerinde, kendilerini mülk sahipleri ne kiralama, yani kapitalist için ücretli işçi olma yönün de, iktisadi bir zorlama yaratır. İkinci olarak bazılannın mülk sahibi olarak hayatını siirdürmesi mi gösterebiliriz). Sosyalist bir iktisat Q.a piya
sadan
yararlanabilir,
temelde planlı bir ekonomi oldu_
ğundan onun tarafından yönetilmese bile, meta-üretimi
sisteminin yasalarından etkilenebilir. Lenin, «kapitalizm
emek:gücünün kendisinin meta haline geldiği gelişmesi
nin en yüksek düzeyindeki meta-üretim sistemidir» de diğinde aradaki ·ayrımı muştur.
24
gayet kısa ve öz olarak koy·
2.
KAPİTALİZM NASIL OLUŞTU?
apitalizmin yanı sıra, bir yönetici sınıfın çalışan üre
K ticilerin
artık-emeği ya da artık ürünüyle geçindi
ği, başka sınıflı topl�m biçimleri de vardır : özellikle kölelik ve serf sistemi. Profesyonel iktisatçıların arasın dan, köle sahiplerinin
kölelerinin asgari ihtiyaçlarını
karşıladıktan sonra geriye kalan artık-emeğe el koyduk larını ya da ortaçağdaki serf sahibinin, serflerin ürettik lerine ve emek-zamanlarına el koyarak, onları sömürdü ğü koşullara (ahlaki yargı dışında) önemli bir iktisadi
anlam verilebileceğini inkar edecek birinin çıkacağını pek sanmıyorum. Aslında böyle bir nitelendirmeye git meden, insan bu tür sistemlerin iktisadi özünü nasıl ta nımlar anlıyamıyorum. Yine aynı iktisatçıların çoğu, iş çinin artık-emeğini patronuna vermek için hiçbir yasal zorunluluk altında olmadığını, işçilerin üzerindeki zo runluluğun daha önce gördüğümüz gibi yalnızca iktisa di bir nedeni olduğunu ileri sürüp, yukardakine benzer bir değerlendirmenin kapitalizm için yapılabileceğini de cesaretle ink§.r ederler. Kendinden önceki sınıflı toplum (ortaçağ feodaliz �i) biçiminden kapitalizmin gelişmesi süreci ye önceki üretim tarzındaki serf emeğinin, ücretli emeğe dönüş mesi süreci hem uzun hem de karmaşıktır. Dönüşümün kesin tarzı ve aşamaları, burada değerlendirmesine gir meyeceğimiz çeşitli tartışmalara konu olmuştur. Dönü-
25
şümün çizgisi kesin çizilmiş değildir. Bu dönemlerde sı
nıf yapısında ve devlet politikasında önemli siyasal de
ğişiklikler olmuştur. Değişik ülkelerde «yukarıdan» (ya ni toprak sahibi aristokrasinin
bir bölümüyle işbirliği
yapan büyük tüccarların) yapılan ekonomik ve politik devrim ile küçük üretici saflarından gelen küçük ka
pitalistlerin liderliğinde (feodal sömürüye karşı ayakla narak) «aşağıdan» yapılan devrimin, feodalizmin çökü
şünde oynadıkları görece roller uzun uzun tartışılmış tır (örneğin Pıusya ve Japonya gibi Ulkelerle İngiltere'
nin izlediği «klasik geçiş biçimi» arasındaki zıtlık).1 Feo dal toplumun erimesine neden olan ana güç ne olursa
olsun, bu geçişte iki temel aşama belirlenebilir.
Bu aşamalardan birincisinde küçük üretici kendini feodal yükümlülüklerden kısmen ya da tamamiyle kur
tardı. İkincisinde üretim araçları üzerindeki mülkiyetin
den ayrılmak zorunda kaldı (küçük arazi parçasından,
hayvanlarından, ziraat ya da zanaat aletlerinden) ve ge çinmek için emeğini ücret karşılığı satmak zorunda bı
rakıldı. Bu süreç, Marks'ın «ilk birikim» (ya da «baş langıç birikimi») diye adlandırdığı; proletaryanın oluş tuğu süreçtir. İster· doğrudan el koyma biçiminde (İn
giltere tarihindeki gibi arazinin özel mülkiyete dönüştü rülmesi ve köylü rençberlerin
işledikleri topraklardan
sürülmesi} ya da yoksulluk ve borçlar yüzünden borca karşı el koyma biçiminde olsun, isterse (bazı bölgelerde
olduğu gibi) elverişli topraklar. üzerinde yeterinden faz la nüfus artışı biçiminde olsun, geçişin özü değişmez. 1 ) B u tartışma ile ilgili daha fazla bilgi isteyenler Paul Sweezy, M. Dobb, H. Takahashi, Rodney Hilton, Christopher Hill'in ka tıldığı «Feodalizmden Kapitaliıme Geçiş> konulu sempozyomun Science and Society isimli New York dergisinde yayınlanan kop yasına başvurabilirler (Türkiye baskısı, Metis. Yay. 1984 ) .
26
Bu biçimlerin ilk ikisinde proletaryanın ortaya çı kışı, birinci bölümde konuştuğumuz mülkiyetin azınlığın elinde toplanması olgusunun öteki yüzüdür. Her iki grup da ortak bir sürecin parçalarını oluşturur. Bu ge lişmenin can alıcı noktası küçük üreticiler topluluğu nun sosyal ve iktisadi anlamda parçalanmasıdır. Feodal otoritelere olan bağımlılıklarından kurtuluşları, köy pa zarından daha geniş bir pazar için üretimin artması ve sonuç olarak para ile alışverişin gelişmesi parçalanma larını kolaylaştırmıştır. Bu parçalanma hareketi, bir yandan zengin köylülerin üst tabakasının tarla üstüne tarla alarak, küçük bir. sermaye biriktirip bu parayı ti carette ve tefecilikte kullanmalarını sağlarken, diğer yandan yoksu!luk ve borçlanma yüzünden daha zen gin bir komşusu için çalışmak, arazilerini. rehine· ver mek ve sonunda elinden çıkarmak durumunda kalan daha da fakirleşmiş bir alt tabaka yaratmıştır. Kapitalizmin yükselişinde dönüm noktası, mekanik gücü (önce su, sonra buhar gücü) üretime koşan bir dizi teknik yeniliğin, üretim sürecini, ev ya da zanaat atölyesinden fabrikaya aktardığı, bir ya da bir grup insanın elle çalıştırılan alet ve makinalarla yaptığı üre tim yerine ilk önce düzinelerce daha sonralan yüzler ce işçinin ekip çalışmasına dönüştürdüğü, «endüstri devrimi» denilen aşamadır. Günümüz Amerikan yazar larının güncel benzetmeler bulup, devrim sözcüğünü ha raretle reddederek endüstrileşmenin «kalkış» noktası olarak nitelendirdikleri ve ardından sermaye birikimi ve iktisadi gelişmenin kendi momeritlerine ulaştıkları canalıcı değişim, işte bu dönüm noktasına tekRbÜI eder. Bu dönüm noktası yalnızca teknik gelişmenin so nucunda ortaya çıkamazdı. Kapitalist öncülerin (bunlar başlangıçta genellikle küçük sermayesi olan kişilerdir i, 27
bu yenilikleri benimsemeye, onları üretim ve piyasanın amaçlarına göre uyarlamaya hazır oluşları diğerlerinin de bunları yaymakta tereddüt göstermemeleri çok da
ha gerilere uzanan bir seri gelişmenin olgunlaşması so nucu olmuştur. ön koşullardan bir tanesi, sermayeleri çok küçük ölçekte de olsa, bunları ticaret ve endüstride
kullanan bir sınıfın varlığıydı. Başka bir tanesi de kre di verebilecek ve dışa açılabilecek oldukça fazla miktar
da tüccar sermayesinin birikmesiydi. üstelik ticaret yol ları ve iletişim araçlarının gelişmesinin yanı sıra oluş muş pazarlar da gerekiyordu. Hepsinin ötesinde (olduk ça ucuz
demesek de ) kullanıma
hazır,
hareketli bir
emek arzının varlığı zorunluydu. Kapitalist üretim ilişkileri
-ücretli· emeğin serma
ye ile olan ilişkisini kastediyonım-
gerçekte endüstri
devriminden iki yüzyıldan fazla bir zaman önce olgun
laşmaya başlamıştı. Daha 16. yy'da bazı endüstri kol
larında fabrika ölçüsüne yaklaşan üretim miktarına im
kAn sağlayan teknik gelişmeler olmuş.tur. Geliştirilmiş
pompalar daha derinlerde maden kazılarına olanak sağ lıyor, böylece madencilik girişimlerine oldukça önemli
miktarlarda sermayeyle yatırım yapılıyordu (yine de bu günkü anlamında büyük miktarlarda değil) . Tuz elde etmede, kAğıt yapımında, şeker rafinesinde uygulanan yeni yöntemler, barutun bulunuşu, ilkel fırınlarda de mir ve bakırı eritme, tel yapımı alanlarında yeni yön
temler toplu üretime yol açtı ve binlerce pounda varan. sermayelerle
yapılan yatırımların
temelini hazırladı.
Kraliçe 1. Elizabeth devrinin sonlarında su gücüne da
·yanan barut ve kAğıt fabrikaları, geniş ç�plı bakır işleni şi ve tel yapımı ortaya çıkmıştı. Tekstil endüstrisinde
çok daha önceleri ortaya çıkan çırpıcı dibekleri de bir
yana. Yani daha kapitalizmin şafak vaktinde, onun he
nüz temelde feodal olan, bir toplumun «kabuğu içinde»
28
gelişmekte olduğu dönemde bile, üretim güçlerinde önemli değişiklikler vardı. Ama yine de bu örnekler, genellikle emek yetersiz· liğiyle sakatlanan (zaman zaman özellikle madencilikte hükümlülerin kullanılmasında olduğu gibi baskı ya da zor altında emeğe dayanan), toprak sahiplerince ya da büyük tüccarlarca yürütülen ve bazen de hükümdarın mdeki ani ama gecikmiş yükselme görüldü. Bu da Latin Amerika ve Pa sifik'te iktisadi ve siyasi nüfuz kazanma isteğine dönüş
tü. 1. Dünya Savaşı'na gelindiğinde, dış ülkelerdeki İn giliz sermayesi, tüm İngiliz kapitalist sınıfının elindeki sermayenin 1/4 - 1/3 kadarını oluşturuyordu. Buna göre
İngiliz kapitalizmi - özellikle İngiliz tekelci kapitalizmi
için Britanya Adaları . yayılmış ve bağımlı bir iktisadi ve
siyasi imparatorluğun başşehrinden başka bir şey değil di. İngiltere doğal olarak, daha önceki bir evreye (kapi talizmin «merkantilizm» adı verilen ilk aşaması) ait sö: mürgesi
Hindistan'dan vazgeçmek
niyetinde değildi.
Şimdi yalnızca Hindistan'a değil, Mısır'a, Sudan'a, Doğu
ve Batı Afrika'ya ve Uzakdoğu'ya da ilgi duymaya baş lamıştı .
Dış ülkelere yapılan yatırımlar tabii ki yeni bir olay
değildi. İngiltere'de dış ticaret konuları 19. yy'ın başla
rında Londra sermaye piyasası için söz konusu olmaya
başlamıştı. Bu tür işleri, şehrin bu konuda uzmanlaşmış
büyük «tüccar - banker»leri destekliyordu. Dış ticaret iş
leri büyük ölçüde hükümetin verdiği ya da kefil oldu
ğu
borçlarla yürüyordu.
Rothschilds gibi, alacaklıların
borçlulara bazı · koşullar yüklemelerine rağmen bu borç vermeler borçlular üzerinde doğrudan bir sömürü ve de netim aracı olmuyordu. İngiliz sermayesi 19. yy'ın orta
larında Avnıpa ve Amerika'da döşenen demiryollarına
büyük ölçüde finansman sağladı. Sonradan ortaya çıkan
emperyalizm döneminde,
sermayenin dışa açılmasında
niteliksel bir fark vardır. Bu fark da emperyalizmin ma dencilik ve tarımda, kamu hizmetlerinde, daha sonrala-
41
rı fabrikalarda doğrudan iş yatırımları
yapmasından
gelmektedir. Koloni bölgelerinde kurulan şirketler, gel dikleri ülkedekilerin kardeş şirketi olmakta ve bulun
dukları yerde tekelleşmenin getirdiği ayrıcalıklardan ya
rarlanmaktaydılar.
Bu yeni tür emperyalizm üzerine yazılmış pek çok kitap vardır (J. A. Hobson,
Leonard Wollf ve Rudol!
Hilferding'in çok bilinen eserleri dahil olmak üzere).
Ama dünya genelinde en yaygın etkisi olan kitap, Lenin'
in 1. Dünya Savaşı sırasında yazdığı «Emperyalizm : Ka pitalizmin En Yüksek Aşaması» adlı eseridir. Bu kitap
ta Lenin'in sıraladığı emperyalizmin genel özelliklerini özetle burada aktarmak yararlı olacaktır :
« 1 >. Üretim ve sermayenin, iktisatta belirleY,ici rol
oynayan tekellerin oluşmasına neden olacak kadar faz la yoğunlaşması. 2 ) Banka sermayesinin endüstri ser
mayesi ile birleşip, bu «finans kapital sermayesi» teme
linde finans oligarşisinin yaratılması. 3 ) Emtianın ihra
cından ayrı olarak giderek önem kazanan sermayenin ihracı. 4 ) DUnyayı aralarında bölüşen uluslararası kapi
talist tekellerin oluşumu. 5) Büyük kapitalist güçlerin
dünyayı aralarında paylaşma süreçlerinin tamamlanma sı.» (7. Bölüm)
Sömürgelere sermaye ihracı olduğu, ülkenin büyük
iş çevrelerinin ve mali kuruluşlarmın buralara doğru dan yatırımda bulunduğu ifadesi yanlış anlaşılmamalı dır. Emperyalizmin, sömürgeleri geliştirme konusunda
ilerici bir rolü olduğu iddiası sık sık yinelenir. Ama asıl
vurgulanması gereken nokta bu yatırımların çok büyük
bölümünün üretilenleri ihrac etme amacıyla, çok az bö lümünün ise iç pazar için yapıldığıdır. üretim öncelikle
yatırım yapılan madencilik, tarım gibi alanların dışına
taşmışsa, emperyalist ülke sömürgesinin içinde sömür genin ekonomisindeh çok, kendi ekonomisiyle bağlantı-
42
sı olan bir ccada» oluşturur (Venezüella ve Ortadoğu'da ki petrol ülkeleri bu durumun en göze çarpan ülkele ridir ) . Yabancı sermayenin büyük bölümünün ihraç en düstrisine kaydığı gerçeği kendini 19. yy'da İngiltere'nin yaptığı yatırımlarda da göstermiştir. Ama bu durum, en gerçekçi biçiminde Amerika'nın içinde bulunduğumuz yüzyılda yaptığı yatırımlarda görülür ( örneğin 1920'ler de ve 1945 'den bu yana ) . Yapılan bir araştırma göster mektedir ki 1947 � 1949 arasında Amerikan dış yatırımı nın 9/lO'u doğrudan iş yatırımıdır ve yaklaşık 4/5'l sö mürge ve yarı-sömürge ülkelere yapılmıştır. Bu sömür ge ya da yarı-sömürge ülkelerdeki yatırımların 9 /lO'u da petrol alanında yapılmıştır. 1940'lar sonunda dışa yatı rım yapan tüm Amerikan sermayesinin yarısı gelişmiş kapitalist ülkelere, diğer yarısı da gelişmekte olan ülke lere yapılmıştı� . Gelişmekte olan ülkelere yapılan yatı rımın 2/3'ü ise doğal kaynakları işleme endüstrisine ya tırılmıştır ki bunların temel amacı ihraçtır.� İmparatorluğun merkezini oluşturan esas ülkede te kelci kapitalizmin gelişim sorununa geri dönersek; bu gelişmelerin bir sistem :J!arak kapitalizm üzerindeki et kileri nasıl açıklanır? Tekelci grupların piyasa üzerindeki egemenliklerini ve tekelci fiyat politikalarıyla normal kazancın çok üs tünde toplam kar sağladıklarını gördük. Tekelcilerin ka zancı olan toplam kar, aşırı kapasite büyümesi ile denProf. R. Nurkse'nin «Azgelişmiş Ülkelerde Kapital Oluşu ımınclaki Sorunlan adlı kitabının 82-83. sayfalarına bakınız. Ki tapta yazar şöyle yazmaktadır. «Yabancı sermaye azgelişmiş ül-' kelerin i ç ekonomisini geliştireceğine, bu ülkelerin hammadde ve yiyecek maddeleri ihracı konusunda uzmanlaşan sistemlerini
·2}.
kuvvetlendirir ve pekiştirir.> Sayfa : 84. Ayrıca Paul Baran'ın «Büyümenin Ekonomi Politiği> adlı kitnbının 1 73-200 arası sayfalarına başvurulabilir.
43
gelenmese, tekelci sektör sermayenin yatırılmış her pound'uıidan ri İngiltere'de %. 1 5, Amerika'da da çok daha fazl a artmıştır.
74
zarı «20. yy. Kapitalist Devrimi» isimli bir kitap bile yaz dı. 1 920'lerdeki büyüme sırasında bazılarının, sınırsız ik tisadi gelişmenin etkisiyle kendilerinden geçerek, hiç dü şünmeden
«Amerikan yüzyılıımdan
söz etmeleri gibi
1 950'lerde de kapitalizm ve onun «serbest girişim» sis teminden artık krizlerden kurtulmasını öğrenmiş, sü rekli teknik yenilikler üreten bir makina diye söz edil meye başlamıştı. Bu sözler, çok alçak perdeden de olsa İngiliz işçi hareke.tinden bile yankılanmaya başlamıştı. örneğin, ccFabian'cı Yeni Denemeler» adlı kitabında Mr. Crosland sorunu şöyle koymuştur: «Artık kapitalizmin bütünüyle değişik bir' sisteme dönüşen bir başkalaşım geçirdiği açıktır. Bu da geleneksel sosyalist çözümleme lerin yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek.» ( say. 35 . ) Mr. Strachey, ccÇağdaş Kapitalizm» adlı eserinde
Mr. Crosland kadar ileri gitmemekle birlikte şöyle de miştir : «Endüstrisi gelişmiş ülkelerde, günümüzdeki sis temin, yani kapitalizmin yeni ve farklı bir aşaması ya
şanmaktadır. Eski . aşamanın-gelişme yasaları yeni aşa mada artık bütünü,yle
uygulanamamaktadır.»
( sayfa
25-26 ) . Devlet kapitalizminin saydığımız eğilimlerinin dışın da
( ne kadar önemli olursa olsun, « değişim» ve «yeni
aşama» tartışmalarında bunlar hayati bir önem taşımaz lar) bu tür iddiaları haklı çıkarmak için iki neden ileri sürülmüştür. İlk olarak, son yıllarda ortaya çıkan «Yönetimsel Devrim» olgusu var.
Tartışmalar,
Amerika'lı James
Burnham'ın çok 3lıntı yapılan «Yönetimsel Devrim» ad lı kitabından kaynaklanmaktadır. Kitabın ana konusu nu, gücün, iki savaş arasındaki dönemde, kapitalistlerin elinden büyük endüstriyel ve mali ortaklıkların başına geçen ücretli yöneticilerin eline geçmesi oluşturmakta dır. Bu yöheticilerin, üretim politikasını yönettikleri şir-
75
ketlerin sermayesinde payları yoktur. Bu düşünce ile desteklenerek, Berle ve Means'ın Amerika'nın en büyük 200 şirketinde yaptıkları çok bilinen araştırmalarına başvurulmuştur. Araştırmada, şirketlerdeki mülkiyet sahiplerinin görevle ilgilerinin kesildiği, denetim ve ha· kimiyetin 'azınlık denetimi'ne geçtiği görülmektedir, ( azınlık kontrolü, şirketleri sermayede payı yok dene cek kadar az olanların kontrol etmesi demektir ) . Kapi talistlerin işle ilgilerinin kesilmesinin oldukça belirgin olduğu ve, en azından geçen yüzyıla oranla çok daha faz la «görev başında olmayan» kapitalist olduğu doğru ol sa da, yine de bu olgu fazlaca abartılmıştır. Kapitalist lerin görevle ilgilerinin kesilmesi durumu bir genel özel· · lik olmaktan henüz çok uzaktır. «Azınlık kontrolü» olsa bile (her zaman vardır) bu, kontrolün kapitalist olma yanların elinde olması anlamına gelmez. Hele kontrolün· de bulunduranların ayrı bir sınıf oluşturduğu ya da on ların politikasmm kft.r güdüsü dışında bir güdü tarafın dan yönlendirildiği anlamına hiç gelmez. Zaten Berle ve Means'ın materyali üzerine yapılan ve Geçici Ulusal Eko nomi Komitesi'nce yayınlanan bir raporda, kontrolün çok az ortaklık payı olanların elinde olduğu durumla rın sayısının, tahmin edildiğinden çok daha az . olduğ\ı görülmüştür.5 Amerika'daki en büyük şirketlerin % 85'i üzerinde yaptığı ç�lışmasının ışığında Prof. Sagrant Flo rence, «Büyük şirketlerdeki 20-30 bin hissedardan orta lama 20'si kararlarda 1 /3 oranında söz sahibidir.» der ve şöyle sürdürür : «Yönetimsel devrimin, zaman zaman düşünüldüğü ( ya da düşüncesizce söylenildiği) oranda 5) Geçici Ulusal Ekonomi Komitesi tutahakları. No. 29, sayfa 56-57 ve 104. Paul Sweezy konuyu tümüyle cTarih Olarak Gü nümüz> adlı kitabında tartışmıştır . Aynı yazarın cfncelemeler> adlı kitabına da bakılabilir. Sayfa 350-351.
76
varolmadiğı konusundaki inancımızı destekleyecek ka nıtlar vardır. Pek çok şirket ya da ortaklıklarda, şirket politikası üzerine son karar büyük hissedarlardadır .»R İkinci olarak, gelirin işçiler yararına radikal bir bi çimde dağıldığını ileri süren «gelir devrimi» denilen bir olgu vardır. 1 . ve 4. bölümlerde gördüğümüz gibi ücret ler 19�0'lardan beri hem somut olarak hem de görece li olarak artmıştır. Ama artıştan sözedilirken nedense savaş sırası ve sonrasının özel koşulları pek dikkate alın maz. Aslında ücretlerdeki artış, «gelir devrimi» gibi abartılmış deyimlerle betimlenecek kadar fazla değildir. Büyük değişim diye sık sık ileri sürülen, kişisel gelirler deki ücretlerin payının deği.şimidir. Bu belirleme, daha önce gördüğümüz dağılmayan kar'ı dışarda bırakır. Sı nıf olarak kapitalistlerin gelirinin bir parçası olan dağıl mayan kar savaştan bu yana önemli ölçüde artmıştır. ücretlilerin milli gelir üzerindeki payı, savaş öncesi dö nemden beri % 3'ü geçmemiştir. 1938-47 yılları arasın da gelir sahiplerinin üst % 1 'nin (yaklaşık 200 bin aile ) toplam kişisel gelir artı dağılmamış kar oranındaki pa yı, vergilendirilmemiş haliyle % 20'den % 19'a, vergilen dirilmiş haliyle % 15'ten % 1 1 'e düşmüştür.. Yüksek ge lirlilerin % 25'inin payı vergilendirilmemiş haliyle % 60' tan % 57'ye, vergilendirilmiş haliyle % 55'ten % 49'a düşmüştür. Tüm düşük gelirlerin yarısına gelince, onla rın payı vergilendirilmemiş durumda hiçbir gelişme gös termez, vergilendirilmiş durumda ise gelirlerinde sade ce % 27'den % 30'a bir artış vardır. ABD'de ise tüm ge lir sahiplerinden alt 3/IO'unun toplam gelir içindeki pay lan azalma göstermiştir. Yüksek gelirlilerin paylarındaki azalmayı gösteren 6) İngiliz 'Ve Amerikan Endüstrilerinde İşleyiş Mantığı, sayfa 1 93.
77
rakamlar abartılı olabilir, çünkü bu rakamlar · ne ser maye karlarını ve onlarından yapılan harcamaları, ne de savaş sonrası dönemde alışkanlık haline gelmeye başla yan şahsi harcamaların «gider» hanesine yazıldığını dik kate almaktadır. Aynı konuda Amerika'daki rakamları değerlendirirken, bu ülkede vergi kaçırma ve her türlü harcamaların gider hanesine yazılması özelliklerinin çok önemli yer tuttuğunu unutmamalıyız.
7) Dudley Seers, Oxford İstatistik Enstitüsü Bülteni, 1949, Sayfa 262. 8) Gabriel Kolko, Üniversiteler ve Sol Dergisi No: 2
'18
Eylül
Kapi tal i zm i n D ü n ü ve B ug ü n ü M A U R I C E DO B B
l ngiliz
i k ı ısaıçısı M auricc Dohh'uıı hıı \Ok h i l i ııl'ıı
el k ı ı ahı i l k k ez 1 9�8 y ı l ı nda y a y ı m l a n d ı . 1 97 3 y ı l ı n da yazar ı a ra fmdan yeniden göı.dcn gec,: i r i l d i . 1 977 y ı l ı nda yapılan 1 1 . has k ı s ıııdan T U r k çcle�l irdiğiıııiı. k il apla Mauricc Dohh, kapiıalimıin l