Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir (Yaşami - Görüşleri - Eserleri)

Citation preview

Bilinmegen Yönleriyle

Şevket Süreyya Aydemir YAŞAMI - GöRÜŞLERi - ESERLERi

Vaz an

Halil ibrahim Göktürk

1977

N OT:

Bu kitap, kişileri ve olayları ne övmek ve ne de yerrnek Için yazılmıştır. Ari· cak kendince ve görebildiğince bazı gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya uğ· raşır. Eğer onlar, hakikatı aramayı ar­ zulayan okuyucusunda bir şeyler uyan· dırmaya yarayabilirse: Ödevini yapmış demektir. Yeterli sayılır. Özellikle, ki· tabın hazırlanıp yayınlanmasında dile­ ği, emeği veya yardımlarıyla katkıla· rını esirgemeyen Insan kardeşlerine şükranlar sunulur.

-3 -

Ö N SÖ Z

Şevket Süreyya Aydemlr Hakkında 1932 yılında Ankara'ya gelmiştim. uAtatürk ve Türk Devrimi» üze· rine belge ve bilgi toplayacaktım. Lise sınıf arkadaşlarımdan biri Şev· ket Süreyya ile görüşmemi önerdi. O sıralarda ticaret okulu müdürü idi. Okula gittim. Tanışmamız böyle başlamış oldu. Onunla bu ilk görüşmemizden aklımda kalan ve zamanla silinmeyen tek şey, konuşmaya başlarken yü_zünde tatlı bir gülümsemenin belir­ mesi olmuştur. Aradan çok yıllar geçtikten sonra, bir gün kendisine konuşmasına bu biçimde başlamasının bir nedeni olup olmadığını sor· dum. ccBilmem, farkında bile değilim... Sonra biraz düşündü ve ekledi: ccKim bilir belki de hayatta ÇOk acı çekmiş oJmamdandır.» Şevket Süreyya ile dostluğum 1960 yılından sonra başlar. Yuvarlak hesap ile 30 yıl onu görmemiştim. Bütün yazarların okuyucularından ha· bersiz oldukları gibi o da benden habersizdi. Ben ise, nerde bulunursam bulunayım onu, yayınlarından izlemiştim. Öyle ki, dostluğumuz başla· dığı zaman onunla kimi konularda fikirsel ilişkiler kuracak düzeyde bir hazırlığım vardı. ikimizin ortak ilgisini çeken, üzerinde sık sık tartış· malar yaptığımız başlıca konular şunlardı : Atatürk ve Türk Devrimi, inö­ nü ve çok partili rejim, Ittihat ve TeTakki Partisi ve Enver Paşa. Atatürk konusuna merak sardırmasının, onun bir biyografisini yaz. mak amacı ile olabileceğini başlangıçta düşünmemiştim. Hatti uTek Adam»ın önsözünde de işaret ettiği gibi, kimi arkadaşlar arasında dü· zenlenen seminer biçimindeki tartışmalar bile beni büyük tasarısı üze· rine uyarmamıştı. Bir gün ansızın, Atatürk üzerine yazmış olduğu ya· pıtın birinci cildinin tamamlandığını söyledi; Buna uTek Adam» adını vermek istediğini ve bu husustaki düşüncelerimi sordu. Sonradan öğ· rendiğima göre başka arkadaşlara da sormuş. eeTek Adam»ın önsözün·

-5-

de, yapıtın karakteri ve amacı şu satırlarla anlatılmıştır: u .. tek adam sadece bir tarih değildir, bir belgeler kitabı, bir kronoloji denemesi de değildir. Ama tarihe, belgelere ve kronolojiye sadakatle bağlı kalmaya çalışan ve Mustafa Kemal'in hikayesini mümkün olduğu kadar tam ve toplu olarak vermek isteyen, her evde, herkesin her zaman el atabile· ceği bir kitaplık eseridir.» .

Atatürk konusunda, yabancı dillerde yayınlandıkları bilinen yapıtla· rın sayısı 1338 dir. Türkçe eserlerin sayısı ise bunun birkaç katıdır. Be­ nim okuyabildiğim eserler arasında Şevket Süreyya'nın eseri, yukarıda belirtilen doğrultuda amacına ulaşmış tek eserdir. Bu düşüncemi birgün kendisine söylediğim vakit gözlerini başka tarafa çevirdi, konuşmamı· zın mecrasını da derhal değiştirdi. Birçok meziyetleri arasında, sırası gelmişken burada, özellikle, hoşgörürlüğünü, nezaketini ve alçakgönül· lüğünü söylemeliyim. Bu son hususta kişisel bir belge olarak, bana 10.XI.1961 tarihinde imzalayarak vermek lütfunda bulunduğu «Tek Adam»ı süsleyen şu satırları gösterabiiirim: «Hoca m, her öğrenci ancak öğre­ nebildiğini verir. Hoş gör.» Şevket Süreyya'-nın «ikinci Adam» üzerine çalışmaları ile ilgili bir hatıram da var. inönü'yü yakından tanıyordum. Ikinci Cihan Savaşından bu yana, çeşitli nedenlerle ve kimi kez kendisi ile başbaşa görüşmek fırsatı çıkmıştı. Onun önerisiyle ve onun kontenjanından birkaç defa, kısa sürelerle C.H.P.'sinde görev almıştım. Şevket Süreyya bunu bili· yordu. Bildiğinden ötürü de bu konularda sık sık bana sorular sorardı. Birgün memleketimizde Atatürk'ün istediği anlamda bir siyasal parti bulunup bulunmadığını tartışmıştık. Ben böyle bir partinin bulunmadığı· nı öne sürmüştüm. En eski siyasal parti olan Halk Partisinin bile bir hana benzediğini, inönü'nün de orada hancı durumunda bulunduğunu anlatmaya kalkmıştım. Bu görüşmemizin aramızda kalacağına kesin ola· rak inanıyordum. Oysa «ikinci Adama»'ın 25 26 ncı sahilelerinde «Bir Hancı ve Yolcu Hikayesi» başlığı ile yansıtılmış olduğunu görünce şa· şırdım. inönü'de şaşırmış olmalı ki, ilk rastlaşmamızda kulağımı çekti. Buna neden olduğu için Şevket Süreyya'ya şikayet etmeye kalkışınca, sözümü bitirmeye fırsat vermeden : - «Sen şükr et; konuştuklarımı· mızın hepsini yazmadım» diyerek işin içinden çıktı. •

Onu son kez, geçen yıl, Kasım ayında gördüm. Atatürk'ün ölüm yıldönümünde birer konferans vermek üzere, Baro Başkanı Sayın Avu· kat Cengiz ilhan tarafından izmir'e davet edilmiştik. Efes Otelinde ka· lıyorduk. Konuşmalarımızın merkezi, her zamanki gibi, Atatürk ve Türk Devrimi idi. 10 Kasım günü konferanslarımızı verdik. Bunlar lzmir Ba· rosu tarafından Sayın ilhan Cengiz'in bir sunuş yazısı ile «Günümüzde Atatürk ve Atatürkçülük» başlığı altında yayımlandı. Öyle sanıyorum ki,

-6-

Şevket Süreyya, izmir'de Atatürk üzerine son konferansını vermiştir. Dinleyicilere sesiandikten sonra, konuya girmek için işte söyledikleri : «Atatürk yalnız bizim ülkemizin ve tarihimizin değil, çağın üstün ve unutulmaz bir insanıdır. Yalnız bizim ülkemize değil, çağımıza yeni de­ ğerler getirmiş, yeni ufuklar açmış bir evlid olarak, bütün insanlığın malıdır... Evet, bir milletin çağ ötesinde bir kahramanı olduğu için, onunla övünerek ve başımız yukarıda konuşabiliriz.» Şevket'in konferansını bitirişi de ilginçtir: «Atatürk bir fenomen· di ... Fakat biz onu bugün demagojiye sürüklemişiz. Kolay inkar edilir hale getirmişiz. Resimlerini indiriyorlar, heykellerini taşlıyorlar. Ana· dolu'nu n iç bölgelerinde Atatürk aleyhine yapılan yayınlar sahiplerini zengin etmektedir.» ',

� �

Şev et, Atatürk'e karşıt akımı cehalete bağlamaktadır. Cehaletln ölü değ lerle beslendiği için ahiçbir şey vadetmediğini, hiçbir mües­ sese get mediğini» işaret ettikten sonra onun muzaffer olamıyacağını, mutlaka zileceğini söyleyerek sözlerini bitirmektedir. Şevk t'i, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe bağlayan fikir nedenlerinin ya­ nında bir işisel neden bulunduğu da bilinmektedir. Ankara'da Ticaret Okulunun müdürlüğünü yaptığı bir sırada (Ocak 1933) Atatürk, okulu ziyaret et iş ve memnunluğunu şu demeç ile belirtmişti : «Gör 'klerim yüreğimi sevinç ve büyük umutla doldurdu ... Kıymet ve kudret i canlı eseriyle göstermiş bulunan müdür Şevket Süreyya Bey'i tak r eder ve kendisinin daha geniş çalışma eserlerini iftiharla olan inanımı beyan ederim.» Süreyya'nın, Atatürk üzerine yaptığı konuşmalarda ve özel· dam» adlı eserini meydana getirmesinde 1933'de, yukarıda kendisi iç söylenmiş olan sözlerin etkisini görmemaziikten gelmek '? mümkün Şevke Süreyya'nın sonsuz yolculuğuna çıktığı gün memleket dı· şında bulu uyordum. Birgün sonra Ankara'ya döndüm. Evimde beni kar· şılayanları yüzlerinde sevinci gölgelendiren keder izleri gördüm. Şa· şırdım. Tit tici gerçeği işitince sarsıldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Bugün ane şunu diyebilirim: Çalışkanlığın, medeni cesaretin ve iyim· serliğin yu umuzda, sayısı az, gelmiş geçmiş, adamlarındandı. O, son­ Jculuğunda yüreye dursun. insanı insan yapan düşüncele­ suzluktaki riyle aramı a kalacaktır. Bu kadarı, dünyaya gelip gitmiş olmaya değ· mez ml? Ord. Prof. Enver Ziya KARAL

B A Ş L A Y I Ş BöLüM -

A

-

Bir adam suyu arıyordu. Kazdık­ ça umutsuzluk çukuruna düştü. Tam bezginliğin son kertesindey­ ken bir ses ona - Daha derinlere i n , dalıa de· rinlere . . . dedi. Daha derinlere indi ve suyu buldu.• RAMA KiRiŞNA •

YAZARLARDAN BiR V AZAR : Gözde kavramları n, toz pembe anlamların çokca l ı k kök­ leri dışarda yatar . . . Herbiri eylemsiz, iç karş ı l ı ksız bomboş kal ıplard ı r. Oysaki bil inç çeşmesinden dökü len sözler, acı deneylerle toplanmıştır. H ayatını okuyacağımız yazar, yazı­ l arını ve sözlerini yaşamış b i r adamdır. Yani sözünün eri, pişmanı değ i l . . . Bir yaşantıdan ziyade, d u raksız çalkantıya benzer bir örnrün az duyulmuş hikayesine geçelim, b i l i nen veya bilin­ meyen yönleriyle . . . ALGILAR, KAVRAMLAR VE V AŞAMLAR •Turan • dan kalkar bi risi . . . diyalektik vadide bir süre eylenir . . . dünya görüş ve düşünce yayiaiarında dinlenir . . . ve sonunda Kemal izm i l keleri yolunda uzlaştırıcı ve doyu­ rucu b i r senteze varır . . .

Kişioğl u , yürünecek yol un doğrusunu nasıl bulur? Yer­ yüzünde kendinden beklenen i vermek için şimd iyedek ne­ ler yapmıştır? Adamoğlu bu, tek başına sahralara düşmüş .. aranmış, taranmış kişi lerden biri s i . .. sonunda özünü n kale­ mi ol mak mutluluğuna ermiş bir yazar . . . daha doğrusu, bir kendini arayan adam ın h i kayesi bu . . . '* ••

Bir gunun alacal ı akşam üzeriydi . . . oturduğumuz bal­ kon, iznik vadisi nden, Gemlik Körfezi 'nin kıyılarına bakıyor­ du. Günbatım ı n ı n son ışıklarıyla rüzgar yine dinmiş gibiyd i . Ev sahibi Şevket Süreyya Aydemi r'e sormuştum - Hoca, sen hayatın ve olayları n çok çi lesini çekmiş­ sin. Çeşitl i özlemler, çatışmal ar, gurbetl er, hapishaneler, iti liş kakı l ı şlar görmüşsün . . . bütün düşüş ve çı kışları yaşa­ mışsın ... eğer yeniden dünyaya gel mek varsa, nasıl b i r ya­ şam sürmek isterdin? Hoca hiç duraksamadan hemen şu karş ı l ığ ı verdi - « Yaşadı ğ ı m hayat çizgisinin b ütün noktalarını ay­ nen yine yaşamak is,terim . . . ta ki en küçük anına kadar . . . "

* **

i şte böyle bir adamın içten yaşamını olduğu gibi ve derlenebildiğince devşirmeye uğraşmak çabaya değmez m i ? Çeşitl i yön v e niteliklerinden doğan günah ve sevap­ lariyle öğle b i r kiş i l i k ki . . . ?. i l işki leri ve sevenleri kadar beğenmeyenleri ve yerenleri de var. . . tüm kusurları ve umursamazlarıyla acaba kime denk, eş görülen b i r yazar? Her soru 'nun üstündeki susturucu karş ı l ı ğ ı n ı , ayrıca, çok basılan ve çok okunan eserl e rine bıraka l ı m . Eserlerinin ka­ deriyse, kendisinden ve başka benzerlerinden daha şansl ı çıkmıştır. Neden acaba? Kim b i l i r? Zaten yazgının b i l i nmezliği değil mi ? yaşamı i lginç ya­ pan da . . .

GARiP BiR TANfŞMA Kimileri siyasetin sağ veya soluyla hiç i l g i l enmez . . . ayd ı n d ı r ama . . . 1 960 ların i l k yarısıydı . . . yalnız «Vatan m i l l et ve görev » diye yetişti rilenlerin kuşağı ndan b i r seç­ kin dost vard ı . Kend isi �J3ütünüyl� lspar:ta Tarih i » ad l ı b i r eseri kitapl ı ğ ı m ıza armağan etmiştir: N_ u �i Katırcıoğlu . . . __

Katırcıoğ l u , yetmiş dokuz yaşında hastaland ı . Gülhane Askeri Hastahanesinin bir odasında onu ziyaret ettim . Du­ rumu umutsuzdu. Vasiyet ve kitabe kokan son sözleri şöy­ leydi - Eğer ben kalkamazsam , sen eks i k yazı ları tamam­ larsın. Bahçelievlerde Şevket Süreyya'ya git, selamı mı söy­ le, yeter . . . " dedi. Hastamız bir daha kalkamad ı . Nur içinde yats ı n . Acaba b u i k i dost arasındaki s ı r neyd i ? ÇEŞiDi KlRlKLAR ÜSTÜNE Kalburüstü, kendine özgü deneyli bir kalemi n ürünleri de bir başka oluyor doğrusu . . . Sergi lediği konuların soylu­ luğu, işieniş incel iği belki çeşidi kırıkiara örnek olur. Üç devri n düşüneni ve yazanıd ı r o. . . Kahramanlar çağ ı n ı n iz­ l emci, gözlemci ve son tan ı ğ ı d ı r da . . . yakın tari himizin bel­ ki yüzyı l l ı k tek köprüsü, kopu ksuz, bağlantısıdır .. O ki ben­ zersizlikler üstüne belki . . . Olabi ldiğince yansız ve yönsüz kalmak isteriz b u ko­ nuda . . . i l l e, eski dostu Burhan Belge'nin, eniştesi Yakup Kad­ ri Karaosmanoğlu'nun evinde b i r gece şaka yol l u Aydemir'e : • Sen, hala bir köylüsün . . . Köylüüüü » diye seslenişi de o ra­ dakilerin kulaklarında belki çınl ıyordur, bu da b i r niteleme­ d i r elbet . . .

RASTGELE i nsanoğlu adına mutl u l u k dediği bir içgüdü hazzının pe· şindedir. O nedir? Nas ı l gid i l i r ona? B i lmez . . . Ama kendini bu amaca götürecek nice ısmarlama yol­ lar, çiğnenmiş izler, eskiyen deneyler salık veri l i r . . . Acaba O , ü l kü doruklarmda mıdır? Yoksa .tutku koltuk­ larında m ı ? Yahut maddesel servet iti l işlerinin ucunda veya güçlü e l i erin avucunda m ı d ı r ? Oysa ötelerde sade, alçak gönü l l ü gönül hoşluğu mu? Ve salt ödenmesi karş ı l ı ğ ı mıdır?

kişi lerin sultanca

gere k l i , ind irimsiz bir çaba bedeli

Herkes o « kuş, un avı peşindedir . . . rastgele . . . Yeryüzü konuğu doğuştan üç yönlü bir savaş meyda­ n ı n ı n ortasındadır: özü , toplum ve doğa çevreli üçgen kav­ gası bu . . . Avcısıyla, yolcusuyla yola devam zorunluğ u var . . . * **

KiMDiR O? « 1 897 de bir yangın gecesi Edirne'de doğmuş u m » diye baş l ar y azar . . . Asl ı nda o yangı n 1 897 de başlayan Türk _ Yunan Savaşıdır . . . anılarının gözleriyse, i l k kez şehre ya­ kın bir köyün kıpkızıl ufuklu bir yangın gecesiyle dünyaya açı l ı r . . . Ailesi 20 30 yıl önceleri Bulgaris.tan'ın Deli Orman bölgesinden bu serhat şehrine göçmüşl er. Göçmen evleri her yerde bi l i nen tipi k yap ı l ı akbadanalı kulübeciklerdir. Kapı önü ve pencereleri renk renk çiçek saksı larıyla süslü . . . yoksul , ama tertemiz b i r göçmen mahal lesi Edirne'nin bu •

- 12 -

kıyı yamacındad ı r . . . Kendileri gibi yazgıdaşlarıyla « yurt .. edinmişler burayı . . . Sofu i l yas Mahal lesi demişler adına. Yazar iki yıl önce tahta kulübeyi yerinde aramış . . . yok? ama onun yerinde başka bir gecekondu ve üstünde tapu­ suz başka sahipleri var . . . Oradan arsay ı , hiç tanı madığı bu yeni sahiplerine hibe ettiğine i l işkin i mzalı bir kağ ıt bı raka­ rak ayrı l ı r. * **

Babası Mehmet Ağa, Ed irne zengin lerinden bir beyin konağına bahçıvan durur (*) . beyin çiftlik toprakları Bul­ gar sınırlarına dek dayanırmı ş . . . . zamanla M ehmet Ağa , Hacı Mustafa Bey konağının güven i l i r bir kahyası olur. Be­ yin tek oğlu hacı Nuri bey, kendi çocuğu olmadığından Kah­ yan ı n , mavi gözlü, sarışı n , uyanı k küçük oğlu Şevket'i se­ ver, onu a ülen çakı r• diye çağırırm ı ş . . . o sıralardaysa Ru­ mel·i , dağ eşkiyalarıyla çalkalanmaktadır . . . Bir gece Bulgar çeteci leri , çiftl ik sahibinin oğ lu Nuri beyi dağa kaldırırlar . . . kurtulmal ı k parası ulaş.tırıl ırken, nedense cesedi konağa geri yollanır. Gepegenç bu beyoğl unun üstüne acı ağ ıtlar, ezg i l i türküler yakı l ı r . . . .

.

Zamanın Edi rne'si bir Cadı Kazanıdır, fokur fokur kaynar. ÇOCUGUN RUH öRGÜLERi Bir çocuk ruhunun örgüleri nası l kurul ur? Çevresinin atkı ve doku larından oluşur şüphesiz . . . buradaysa onlar, ortasındaki vahşet sahneleri n i n yığdığı korku, ürküntü ve d ehşet yumaklarıdır. . . Hele zamanın çocuk oyunlar ı bile Müslüman ve H ı ristiyan semtl eri arasında geçen birer savaş minyatürüydü. Takma komiteci adlarıyla çetin çete kavgaları veri l i r iki yanda . . . (*)

Eski Mustafa bey konağı, Edirne'de şimdi ·Konak Otel i • olarak işletilmektedir. Yazar, doğduğu şehre 1 974 deki son gezisind e bu otelde kalmıştı.

iLK HOCA, ANA Havasında tedirginlik, korkunçluk, h i l e , güvensizJı i k tüt­ süleri yakılan şehrin, yal nız Sofu i lyas Mahall esi biraz hu­ zurludur. Şevket'in ai lesi , ufak kulübelerinde kend i içlerine dönük namus lu, inançlı kişi lerden oluşur . . . hatta durumları komşul arı na bakarak bi raz daha orta hall icedir. . . babası oku r - yazar o l mamakla beraber mert ve dosdoğru, tipi. k bir göçmendir. anası , mahal lenin biricik okur yazar kadını yani tek «hoca anası .. d ı r. Sofu i lyas Mahallesinin hoca anası Şaziye hanım, aynı zamanda çevresinin bilgin bir akıl hocas ı d ı r . . . Çok kez uzun kış gecelerinde kad ı n l ı , kızlı komşuları Şevket'gi l in bas ı k evlerinde toplanırlar . . . Anası , komşularıyla, geceyan larına kadar Aşı k Garip, Aşı k ömer, Leyla - Mecnun, Battal Gazi gibi aşk romanları­ ve kahraman l ı k destanları okur. Dinleyen l er, sevdalı masal kahramanları ile yan ı k ve yenik düşmüş aşıklar arasında cinlere, perilere, deviere karışırlar bu sıcac ı k çatın ı n altın­ da . . . çoluk çocuk gecenin ta geç saatlerinde, sanki başka alemierin i nsanıymışcasına dalgın kendi evei kierine dağı­ l ı rlar .. Sevg i l i l erine kavuşamayan vurgunların, sonsuz gur­ bet özlemc i l erinin a n ı , yas ve ağıtlarını paylaşarak . . . B u ev b i r özel okul dur . . . B u okulun baş öğretmeni de Hoca Ana'sıdır. Küçük Şevket kendi n i kumral diye n itelerse de sarı saçları , beyaz teni , mavi gözleriyle tipik bir Balkan sarışı n ı d ı r . . . Yıl lar b i rb i rine u l andıkça Şevket büyür, anası n­ dan okuma, yazma öğreni r . . . ve bu okulun küçücükden i kin­ ci öğretmeni olur. Zamanla, toplaşık uzun gecelerde ananın yeri n i oğul a l ı r. Komşular, can kulağıyla, helecanlar içinde onu da, bu küçük hocayı da d i n l erler. Çocuk hoca, kendisi de, okuduğu masal kahramanl arına, binicilere, atıc ı lara ben­ zern e ye özen ir . . . onlar gibi konuşmaya başlar. Ruhunda ka­ zı lan bu özenti örnekler, dışardan da beslenir. . . Anası ve komşuları , gördükleri rüyaları, hülyaları hep bu çocuk özen-

14

-

tilerinin üstüne yorumlarlar. Eski garip aşıklar, acı l ı , çarpıcı masal kahramanları ve hepsi gelip geçerler . . . Ama çocuğun· ruhuna i l erde bir şeyler ol mak! veya bazı şeyler yapmak ge­ reğ ini de ekip giderler. Ekilenler sürekli h ayal leri e sulanır . . . Zaman , zaman ço­ cuk kendini okuduğu hikayelerin yiğitlerinden b i ri gibi görür veya öyle sanır . . . Dahası öz benfiğini akranlarından da ü stün saymaya başlar . . . Ayrıca anası da oğlunun bu büyümüşl ü k hal i n i , hayı rlı düşlerle veya g e l ecekten imgel i parlak haber­ ler vererek sürekli besler . . . anaya ve onun düş yorumlarına bakı l ı rsa; oğulun yıldızı yükseklerdedi r.. . çok uzaklarda par­ lar . . . Sonunda oğul , ata ocağı ndan ayrılacaktır . . . Irak yolcu­ l uklara çıkacak, çok okuyacak . . . ve •bir gün, büyük adam olacaktı r • . Düşler, istiareler (düş yatı m ı ) , derviş kehanetleri hepsi de bu sonucu bildirir ona . . . Topluca okumal ar, tel ki n­ l er, hası l ı bu çevrede soluklanan hava her şeyiyle bir ufak çocuğun ruhundaki i l k serüven, aşk, büyükl ük ve benzeri eği­ l i m l eri körükler. öyl esine ki , beş altı yaşlarından başlayarak bir ana yav­ rusunu her gün ve her saat görd ü kçe gözleriyle ve sözleriyle sever . . . Ona hep der ki: « Benim oğlum büyüyecek, kılıcı keskin , sözü etkin olacak . . . kaleminden kan damlayacak • . . . sonrası b e l l i işte . . . TARiKAT EHLi BiR KADlN Ana sade hoca deği l d i r . . . eli hünerl i , dikiş d i ker, kasnak örer, yetenekli bir ev kadınıdır . . . çeşitli marifetleriyle kom­ şularına yararlı bir öğreticidir. Aynı zamanda bu kadı n , Mev­ levi Tarikatı na bağlanmış b i r tarikat ehlidir de . . . * **

Has ı l ı evi eden avrat, yurdu yurt eden devletti. . . Ama, o devir Rumelisi b i r başka ortam içindedir . . . kan , barut, ateş, yangın ve savaş kokar . . . kamu düzeni , türlü -

15

-

kal leşliklerin arasında sallanmaktadır ... s ı n ı r kalesi halkı kendine, ruhuna bir huzur s ı ğınağı arar . . . soluklanan hava d i rl iksiz, düzensizdir. . . esen yel de, uçan kuşta h i l e, kah­ pelik sezinlenir . . . ne çare ki insanlar orada sinrnek zorun­ dadırlar . . . b ezgin ruhlar, yalnız geçim derdinin dışında ka­ pı ları n ı , masallardan sonra d i n , ibadet ve dualara açarlar . . . sını rlardan artık savaş zaferleri yerine bozgun, yenilgi ha­ berleri gel i r, Eski sağlam ve güvenl i kale halkı gittikçe kendi iç kabuğuna çekil ir, büzülür. Esasen Edi rne minareler, cami ler şehridir. . . hemen yüzyı l l ı k bir Osman l ı Başkenti ol makla beraber dinin, batı­ ya açılan eldeki son kapısı . . . her beş vakitte bütün şere­ fel erden etrafa ezan sesleri çağı ldar . . . başta Selimiyenin dört minaresinden .. . Batıdan doğuya yoksu l göçler, geçim darl ı kları , azla yetinme zorunlukları , çeşitl i korkular, bir yerden sonra i nsan ruh u nda bir tür tes l i m iyet duygusu uyan d ı rı r . . . böy­ lece b i r gerçek dünyadan yüz çevirir kişi . . . hazır, ve kurul u yüce dinsel düzeni n geniş kubbeleri , ardına kadar açıktır tüm kapı larıyla . . . onu bağrına çeker, bas.t ırır, dindirir tüm ağrı ların ı . . . artı k ıb unalan , daralan ruhların umudu, karan­ l ı kların ı ş ı ğ ı , Tanrısal seslerin ağır, ahenkl i ve hazlı titre­ şimlerindedir. Vars ı n , dert torbası s ı rtta, gam heybesi omuzda o l sun. • ••

Çocuk, tari kate ilişkin i l k bulanı k bilgi l eri ana kucağ ın­ dan almıştı r . . . okul dışından .tekke ayinleri ne merak, heves sardırır. Ku' r 'an-ı-kerim, evin en ü st tahta rafında durur . . . alıp konuldukça öpüp başa götürü len kutsal , dokunulmaz bir var­ l ı ktır. Hiç şaşılmasın ki , ilerde .tarikatle, M evlevil ikle deri n i l işkileri görülecekti r. . . Şevkefin sonraki g eçerli objektif b i l i mlerine veya bil i msel öğrenim çabalarına karşı n . . . -16-

Bundan başka çocuğun ruh tarlasına atılan öteki tohum­ lara bir göz atal ım : Şevketin h er iki ağabeysi de küçük yaşlarda yatı l ı as­ ker oku l larına verilmiştir . . . onun için aynı zamanda büyük­ leri kendine bi rer u yarı n » örneğ idir de . . . TAŞ MEKTEP : önce onu evlerine en yakın maha l l e okuluna yazdırır· lar . . . Tepedeki M uradiye Cam i i n i n .taş mektebi i l k oku l u o­ lacaktır. Halbuki çocuk, oku ldan ziyade okulun kalabalık, karmaşık çevresiyle ilgilenir. .. Camii n bitişiğinde yan bölüm l er olarak bir mevlevihane, imaret ve n ihayet bir me­ zarl ık yeral maktadır. öncel eri Şevket ,anasından aldığı daha üstün bilgiler­ den dolayı oku lun i l k sınıflarından pek bir yarar görmez . . . ancak etraftaki özenl i ve düzenli yüceli klerlerde ve öteki dünya havası içindeki tekkeyle en çok ilgi lenir, ve oraya yanaşır . . . Tekkede bel l i ara l ı klarla her perşembe yapılan mevlevi sem'a ayi nlerine katı l ı r . . . Ayrıca b u değişik d i ni raks'ın seyri ve yemek yemek olanağı da vard ı r burda . . . i maretten her gün fakiriere fodla dağıtı l ı r . . . has ı l ı kendi yoksul semtl erine göre her yönden varl ıklı ve dopdoludur Muradiye Tepesi . . . Zengi n evleri bi­ le orda yoksul lara yüksekten bakarlar. . . hele tepeüstünden, aşağıdaki kendi göçmen mahall esi bir yozl uk ve yokluk yı­ ğ ı n ı gibi görünür. . . Yükseklerin , aşağı lardan daha çekici görünümü hoşuna gider . . . namazların ı , ibadetlerini kaç ı r­ maksızın kendi nce öylesine bir dinginlik, deri n l i k alemine varır . . . Eyl emleriyl e de s ı kı bir inanç uyumuna g irer . . . il­ le mevlevi tekkesinin içi ve d ışıyla yücef en hoşgörülü du­ rumu, başka anlaml ı kutsal bir yerdir onun için . . . B u algılar, küçüğün ruhunda temel taşları gibi yerleşir . . n e kadar gizlese d e b u taşlar ömür çizgisi nde hep örü l ü , örtül ü kal ı r . . .

BIR IMPARATORLUK ÇATlADARKEN Tekke ayin i , sema-ı d evran ve zaman derken Muradiye Maha l l e i l k okul u biter. Küçük Şevket'i de, ağabeylerinin yolunu tutturarak Askeri Rüştiye'ye verirler. Ufak yaşta askeri okul larına g i rip ün iformayı giyenler, i l ki n sivi i lere • başıbozuk· derler . . . başka mesleklere ise şöyle bir tepeden önemsizce bakarlar. Çünkü genç asker­ l ere göre bütün zorlukların ü stesinden gelen ve en güçlü olan .. ord u · dur . . . H e r üniforma bu güçlü ve düzenl i ordu­ nun b i r parçası o l u r. . . Küçükten büyüğe kadar sırtları dev­ l ete, e l l eri kıl ıca daya l ı d ı r. Oysa ki, gelişigüzel s ı radan bir sivil tek başına, başıboş ve zayıftır. Bundan böyle askerler b i rb i riyle s ı kı dayan ışmal ı , güvenl i olarak ayakta dimdik dururlar. . . Biraz ciddi, kasıntı l ı ve gururlu . . . öte yandan Edirne Askeri Rüştiyesi'nin içi i l e d ışı b i r­ birini tutmaz çel işkided ir . . . lçerdeki gururlu öğrenci , dışar­ daki kopukluk ve tutarsızi ıkiarı kendince açı klayamaz. Gittik­ çe askerl i ğ i n , eski bütünlük ve birlik düzeni bozulur. Gö­ rünüşte şehir b i r Ordu merkezidir, çevresi istihkamlarla korunur bir kale gib i . .. sokaklarda askerler, subaylar gurup gurup dolaşı rlar. . . Günün her saatinde birlik müzikal arı, borazan ve trampet sesleri Meriç'in kıyı tepelerin i çınla­ tır . . . Okul içi ndeki sınıf duvarları Fatih'i n , Yavuz Sel im'in, Napolyon ve Büyük Frederik'in dünyaca ünlü resimleriyle süslüdür. Ders l i k duvarlarında asıl ı büyük bir harita vard ı r . . . Av­ rupa, Asya ve Afrika'daki geniş Osmanlı topraklarını gös­ terir. Ege, Kıbrıs ve Akdeııiz adaları Osmanl ı'nın mülküdür. Bu koskoca ve toz pembe boyanmış renkli topraklar, ordu­ nun ve askerin k ı l ı ç hakkı say ı l ı r . . . ve ancak onlarla korun­ maktadır. özetlenirse, Osma n l ı Devleti savaşçı, cihangir bir devletti . Subayların derslerde öğrettiği şeyler : Padişah ve ordu, bütün gücüyle ayakta kal d ı kça, s ı n ı rları daima bu kıl ıçlar çizecektir. Halbuki bu devlet çeşitl i halklar ve ka- 18 -

vi mlerden o luşmuştu . . . Ten rengi, soyu, ayrı ı rklar ve u lus­ lar yerlerinde uyandıkça veya kışkırtı ldıkça rahatsızlıklar başlar. . . Osmanl ı ü l kesinde yer yer başkaldırmalar, ayak­ lanmalar artar . . . bir de Düvel i muazzama deni len büyük d evletler, iç azın l ı klarımızı, d ışardan Osman'lıya karşı ara­ l ı ksız kışkırtmaya koyulurlar. Düşmanlar d ışardan, · reaya (az ı n l ı klar) içerden devleti ve ordusunu sürekli uğraştırır­ lar. Çoğunlukla y ı l lar süren bölgesel savaşlar, uzayan as­ kerl ik süresini bıkkı n l ı k ve bezginl iklere sürükler. . . Düzen­ li ordunun bunalmış erieri tezkereleri n i alabilmek için pa­ dişaha b i l e başkaldırır duruma kadar geli rler. Bir yanda pembe boyal ı hari.t alara sığmayan cihangir­ l i k gururu, öte yanda gizlense de patlayışları kulakları tır­ malayan iç ayaklanmalar dizd izedi r . . . Ordunun geleneksel disiplin zinciri gevşer. . . Yer yer kopmalar doğuru r. . . Bü­ tün bunlar, öylece küçük asker kafalarında anlaş ı lması zor düğümler, kaygı lar ve hatta moral bozukluklarına yol açmak­ tad ı r. Herkes bir şeyin o l mas ı n ı doğmas ı n ı beklemektedir. Umulan gün nihayet ufukta gözükür. . . ÜLKEDE BEKLENEN BAYRAM Bu al ı ş ı l mamış başsızl ıktan, g üçsüzlükten ası l usanç getiren ve yaka s i l kenler en öndeki bu sınır şehri halkıdır .. Rum, Bulgar, Yahudi azı n l ı klarının burnu havadadır . . . Yeni garip bir kokunun varl ığını sezinlemekted i rler. . . G eçten geç; artık başıbozuklaşmış b i r ord u , h iç kimseye kendin­ den beklenen güveni veremez . . . derken ansızın b i r gün do­ ğar : 23 Temmuz 1 908. • ••

Hürriyet yahut Meşrutiyet i lanını Şevket, askeri okul sıralarındayken daha onbi r yaşında duyar. . . Sokaklar bü­ yükl ü , küçüklü çoluklu çocuklu kalabal ıklarla ve • Yaşasın Hürriyet• bağırışmalarıyla dolar, taşar. B u kalabal ıklara Os· man l ı lar'la beraber tüm azı n l ı klar da katıl ı r. Ayrıca M eşruti· -

19

-

yet Devrim i , pek duyul mam ı ş dört büyülü kelimeyi birl iğin­ de getiri r: Hürriyet, Adalet, M üsavat, U huvvet (kardeşl ik) .. Her köşe baş ında, her tür azı n l ı ktan kişi ler bu yeni söz­ lerin baş ına bir "Yaşas ı n " takarak nutuklar çekerler. . . yı­ ğ ı nlar, öbekler, onları dinler ve coşkunca alkışlar . . . Artı k azı n l ı klara göre tüm Osmanlı 'lar şimdi kardeş ol­ muştur. Hahamlar, papazlar, hocalar birbi riyle kucaklaşı p öpüşürler . . . Oku lu tati lde o l a n küçük askeri oku l öğrencisi, evin ufak odasının duvarl arı na el koymuştu . . . Oraları hür­ riyet kahramanı Binbaşı Enver ve Kolağası Resneli Niyazi beylerin ucuz fotoğrafcı resiml eriyle kaplamışdır. Kahra­ manların üstl erinde tipik çeteci kıl ıkları , başlarındaki keçe külahi arda •Ya ölüm, Ya Hürriyet .. yazı l ı d ı r. Rum, Bulgar çetecilerini n yerli kıl ıkiarı da bomba ve fişeklerle sarı l ı küçük bir cephanefiği andırır. . . Yine onla­ rın da kalpaklarında aynı " baş yazı " oku nur . . . ama niçin ve hangi amaçlarla ? Tam o s ı rada, kafasındaki kahraman subay haya l l eriyle genç askeri okul öğrencisi ilk kez bir resim çektirir. Yahu­ di fotoğrafç ı , ahırımsı b i r yerde tahta tüfek, albayrak ve .. yaşasın asker .. yaz ı l ı fon önünde heyecanlar içi ndeki genç­ in çekimini bazı numaralarla tamamlar . . . Fakat resim yüzün aşırı titreyişl erinden pek de aslına benzemez. Yine o gün­ lerde subay ağabeysi ona istanbul 'dan b i r saçma tüfeği ar­ mağan getirmiştir. Kendisi de bunun altına zamanın modası çeteci kılığını ekler. Halkın bu özgürl ük sarhoşluğu çok sürmez . . . Tanrı'n ı n yeryüzündeki gölgesi (Zı l l u l lahı fi lalem) ( * ) padişah devri­ me karşı tepkisini açığa vurur. Bütün iyi l i k ve yen i l i klerin ( *) 31 Mart irtica ayaklanmasında Abdül Hamid'in yönetici ve dü­ denleyici rolü kesinlikle saptanamamıştır. Ancak bir ·Baş. ın toplumuna seyirci kalmasında bile sorumluluk yok mudur? H. 1. G. - 20 -

düşmanı başta ki padişahtır. . . Onun Istanbul 'da kışkırttığı yobazlarla sivi l - asker karması bir ayaklanma haberi , tam bir bomba etkisiyle patlar Edirne'de . . . HORTLAVAN GERiCiLiK 31 Mart 1909, kara b i r d i renmedir. Subay ağabeylerin i n her i kisi de Hareket Ordusu'nun gönül lü taburlarıyla lstan­ bul'a giderler. Rum, Bulgar eşkiyas ı , voyvodalar, papazlar, hahamlar, çeteci ler, kaptanlar, çorbacı lar hemen de orta­ l ı ktan s i l inmişlerdir . . . Hepsi b i r kenara çeki l i r . . . Bu görül­ tüye hiç karışmaz, yal nız pusuda beklerl er. Kardeşliğin ('Uhuwet) sadece adı kal m ı ştır meydanlarda kupkuru . . . Adaletle, Musavat d a pek ağza alı nmaz . . . Ama " Ya H ü rri­ yet • ? Onun adı, özgürlük oluncaya kadar hala bir türl ü du­ daki ardan, d i l lerden düşmez nedense? . . . ViTiKLERiN SAVI MI B i l i nmez nedendir? Osman l ı sınırları hep genişl iyeceği yerde daralır, ufal ı r . . . önce Osmanlı Afrika'sı deni len Trab­ lus Garp, Bingazi (Libya) i l e Ege Adaları'nın üzerine, ıtal­ yanlar bir sabah ansızın oturuverir (1911). Başta Enver bey olmak üzere bazı subaylar kuzey Afrika'yı kurtarmaya ko­ şarlarsa da çaresizlikler içinde o ü l keler elden çıkar. Bu arada iç ayaklanmalar Yemen, Havran, Arnavutluk ve Der­ sim'e hatta Anadol unun içerl erine değin yayı l ı r . . . Yol kav­ şakları n ı , dağ geçitlerini eşkiyalar keser. Ordunun tabur ve alayları bu ayaklanmaları bastı rmak üzere gönderi lir. . . Dahas ı , bunlar yetmezmiş gibi küçük Balkan orduları birl eşerek eski efendisi koca Osmanl ı 'ya karşı saldırıya da geçerler. O yen i lmez Ordu tüm Avrupa'yı ötede bırakarak çekil ir. . . Sonuç: Çağın gidişatma uyama­ mış ve çürüyen temellerini yen i l eyememiş bir lmparator· 1 uğu n çöküşü demektir ( 1912).

-21 -

ERGENEKON KURTLARI -1 -

YIGIT KALELER Bal kan Savaşı yenilgisi, dünkü efend ilerin gözlerini bir­ den faltaşı gibi açıvermiştir. Geçen dönemde horlanan azınlık, çeşitl i baskı nlar, türlü yağmalar, toptan öldürmeler altında ezi lmişd i . . . Ya şimdi? sanki onlar bu gün yüzyıl ların intikamını al ıyord u . Rumel i'den tümüyle sürülüp çıkarıl ma­ mıza sembolik olarak meydan okuyan ancak üç yiğit kale kalmıştı . . . . Bu direnenl erden birisi de Edirne Kalesiyd i . . . * **

Umutlar tespihinde dizi bitmez . . . Hayalevi geniş çocuk, şimdi bambaşka ve renkl i bir yöne döner . . . Ayrı bir yolun izleyicisidir artı k . . . Gerçi cihangir Osmanl ı fetihleri balo­ nu sönmüştü. Üste l i k bu sedef süslü şato, « Balkan bozgu­ nuy• la yeni yüzyı l ı n gerçekçi sert kayalarında paramparça ol muştu . Seride aile reisliğinin birinci adayı, hasta subay ağabey tam o sırada toprağa veri l i r. Ortanca subay ise Edirne Ka­ leiçi ordusundadı r. Bozgun üzerine şehrin çocuklarını istanbul 'a gönderir­ l er . . . Her derdin b i r tesellisini insanoğ l u bulabil iyor . . . Bal­ kanl ı ların saldırısı , Rumel i 'yi alıp götürse b i l e , daha geniş Türk yurdu toprakları Doğuda Türkler'i beklemektedir. Baş­ ta bu g üne değin öksüz, bakımsız bırakı lan Anadolu i l e o n u n ötesi ndeki Asya Türkiye'sine kol l a r h a l a özlemle uzan­ maktadır ... Hani ya tarihte adları geçen ünlü doğu fatih leri ? iskender, Yavuz ve Napolyon'lar yok muyd u ? . . . -

22

-

Meşrutiyet Devrimi düş kırı klıkları geti rse de, savaş yangı nları n ı n , iç yı kıntı ların ön tepkileri i l e intikam duy­ gularını ayağa kaldırır . . . Olaylar öylesine b i rden gelişir ki, bizi yenen Balkanl ı lar emeksiz miras malını payiaşırken amansızca birbirlerine d üşerler. Ordu bu fı rsattan yararlanı r . . . ve hızla harekete geçer .. . Soysuz sald ı rganlar, istanbul önlerinden çeki lip giderler. . . O fı rsatçı sürülerin uzaklara kovalanması sonucu, Edirne g e. ri a l ı n ı nca; ülkede yine nioral yükselir. * **

Artık ruh ve kafalarda yeni bir ü l kü ve uzak bir hedef biçimlenmeye başlar. Yeni ü l kü de, •Vatan, sadece ordu­ nun egemen olduğu yer ve s ı n ı rlar değ i l d i r » . Aslolan zaten vatan değil m i l l etti r. M i l let ise d i l l eri , d i l ekleri ve ırkları bir olan i nsanları n tarihsel topluluğu diye tanımlanmakta­ d ı r. O halde Osmanl ı 'ların kalaba l ı k ve karma yapısını oluş­ turan ayrı uluslar birer birer özbenl iklerine dönmektedir. öylece Türkler de kendi m i l l i ben l i k kabesine dönmel iydi­ ler . . . Eskiden adı , çeşitl i yorumlarla açıkca söylenmeyen kaba Türk ve onun Türkçesi şimdi baştacı k ı l ınıyordu . . . ve herkes d e kolayca anl ıyordu . . . Varsın Osmanl ı tarihimizin başlatı ldığı Söğüt veya Domaniç Yayiası 'ndaki Osman Gazi­ nin kıl çadırları kökünden yı k ı l s ı n gits i n . . . Madem ki on­ ların yerine mi l l et den i l en tarih, Dil ve Dilek Birl iğindeki bütün Türk'leri toptan koyabil iyorduk . . . şu halde Türk'lerin yaşadığı her yer vatandı . . . Hangi taht ve hangi bayrak a l­ tında olursa olsun, bu vatanın adı bundan böyle «TURAN • olacaktı . . . •

ÇöLE SlZAN SU M i l letin taptaze b i r ülküye, doyurucu bir teseliiye ihti­ yacı vard ı . Böylece de basın, Türkocakları , ittihat ve Terak­ ki bağ l ı ları bu yeni ül küyü Türkçe'nin kıvrak sesiyle işled i­ ler. Birden yenikierin derlenip toplandığı ve etrafında hal- 23 -

kalandığı taze güç kaynağı olabilecek ahenkli, sembolik bir kelime de bulundu Ergenekon . .. (*) Ergenekon efsanevi bir kurt ve yurt masal ı d ı r. Bu ma­ sal la beraber yeni bayrak adamlar, ünlü akıncı lar, çeşitli başbuğlar boy boy d i l i mize akın ederler. : Oğuz Han, Bilge Kaan, Cengiz Han, Timürlenk, Babür Han ve daha niceleri gel i r ve konuklanı rlar . . . O koşullar içinde halkın ve özellikle körpe gençliğin belki yen i b i r ülküye bağ lanmaya susuzluğu vardı . . . ve bel­ ki de bu bir yeniden diriliş, karan lı kta çıkar bir yol buluş­ tu . . . Yepyeni kardeşler ortaya çıktı . . . Ç iniilere verdikleri korkuyla kocaman Çin Duvarını yaptırtan Hun lar, Karatay­ lar, Göktürkler, Moğol lar, Tatarlar, hatta Finler ve Macar­ lar b i l e . . . O engin ve zengin tarih denizinin öztürk kardeş­ l eri oluvermişti . Hani birbi rleri arasında çatışmalar vard ı ya? güya onlar, ufak tefek kardeş kavgalarından başka bir şey deği lmiş? . . . YOLLAR AYRILlYOR Gelecekte muzaffer kumandanl ı k, i l e rde adsız ozansı kahramanlık hülyalarıyla yetişen askeri öğrenci'nin birden­ bire yolu değişir . . . Başka bir yöne sapar . . . Kavşakta, zo· run l u sebepler vard ı r . . . Anacı ğı ve büyük ağabeysi bu s ı ra­ larda ardarda toprağa veri l i r. Dertli b abacığ ı n ı , Edirne'li Mustafa bey, konağında otuz beş yıl yüz kuruş ayl ıkla ça­ l ı ştı rd ıkıtan sonra hiç b i r suçsuz işten atar . . . O'nun, en gü­ ven i l i r adamı olduktan sonra hiç bir karş ı l ı ksız boşta kal ır ihtiyar . . . Çünkü artık eski kahyanın gözleri görmez, ama­ d ı r. . . (")

Ergenekon; bir yeniden doğuş ve kurtuluş örneğidir. Bir masala göre vaktiyle Türk kavmi yeni liyor, dağılıyor. Yalnız iki genç er­ kekle Iki kız bir dağın arkasında, bir kayalığın içinde boş bir yurda sığınıyorlar. Ve oradan bir daha yolu bulup çıkamıyorlar. Dört yüz yıl geçiyor. Fakat bir gün bir Bozkurt görünüyor. Bir çoban, bu kurdu görür. Kurdun kaçtığı deliği beller. Bir demirel ocak yakıp dağı deler. Millet oradan çıkarak özgürlüğe kavuşur.

-24 -

Şimdi ocakta yalnız başına kör b i r baba ve biraz sonra patlayacak Birinci Dünya Savaşıyla Sarıkamış'a atanacak öteki subay oğlu kalmıştır. (*) Bir ara l ı k kendisi de bir parça sözetmişti : Baba, her iki oğlunu da her an ölüme aday bir mesl eğe vermişti . Biri öl müş ve ötekine de bu gün, yarın b i r hal olabilirdi . . . Kendisi ise kimsesiz ve sakat b i r durumda üzüntü l üdür . . . işte bu düşüncelerle son umudu küçük oğlunu askeri okuldan çeker a l ı r. Şevket, Edirne Öğretmen Okuluna böylece yazı­ l ı r Hatta okula kaydalabilmek için okul katibinin istediği pa re. hile çı kışmaz cebinde . . . YENi OLKÜ SARHOŞU Artık öğretmen okulundad ı r. Yine sınıfların duvarları renkl i haritalarla süslüdür .. öğrenci harita başına geçer : bir e l i ni Balkan geçitleri , Tuna-Meriç ve ötekini Kafkas Kı­ rım, Türkistan Altaylar i l e Çin seddi üzerinde gezdirmekte­ d i r . . . önceki lerden daha coşkunca nutuklar atar. . . · Bu ra­ ları biz kur.taracağız •, diye bağı rarak sözlerini bağlar. .•

Ama, henüz okulun kapısından bir kaç ki lometre son­ ra başlayan düşman gözeti erne kule ve s ı n ı rlarını da gör­ mezlikten gel i r. Şimdi gözde yeni araçlar ve gönülde başka amaçlar var­ d ı r .. ayakta çarı k, elde asa, sırtta kitap çantaları .. bu gü­ nedek önemsenmeyen öksüz Anadolu'ya, Azerbaycan'a, Türkistan'a taşınacaktı r. ülke, yakın geçm işin altından korkunç b i r karabasan­ la kurtul muştur .. Sanki kan-ter içinde bırakmış uğu rsuz b i r (0) Aydemlr'ln kitaplarında nasılsa, yazmadığı b i r husus vardı : Sınıf Arkadaşı Em.Gn. Selim Sun'un anlattığına göre Şevket, Rüştlyeden sonra Istanbul Kuleli Askeri ldadlslne gönderilir. Balkan bozgunu üzerine sahipsiz kalan evlerindeki amA babasına bakmak için Çen­ gelköy Kulellsini bırakır ve Edirne'ye döner. -

25

-

düşten uyandırılmıştı. Oysa şimdi başka bir ülkünün, pek çiğnenmem iş b i r çığırın başındadır .. sözveri len parlak ufuklar göz·k ırparlar, kıvı l kıvı l ötede .. Ah umut, sen cihandan da büyüksün ! .. NIHAYET BÜYÜK GOROLTÜ KOPAR Yaş l ı dünyamız, güneşin çevresinde iki kez daha do­ l anmıştır .. Takvimler, 2 Ağustos 1 9 1 4 ü gösterir. Bosna Hersek de sıkılan tek kurşun koca bir dünya savaşını baş­ latmıştır. Delikanlımız henüz on yedi yaşındadır.. Öğretmen okulunun i l eri hızlı bir öğrencisi . . bazı ders lerde öğretme­ nin yerine sınıf arkadaşlarına o ders verir yine .. törenler­ de, mitinglerde, geçit resiml eri , izci guruplarında hep onu önde konuştururlar .. küçük ü l kücü, okulunda ve şehir mey­ dan kürsülerinde dinleyicilerine seslenir . . . tüm hayalinde yaşattığı •Turan• ı anlatı r.. kalabalıklar coşar ve alkışlar. Ders yı l ı sonu tati l l erinde Çerkesköy yakınlarına, Sa­ ray'a, Pınarhisar yöresine kadar gelir.. harman makinele­ rinde çırakl ı.k, makinist yardımcılığı yapar.. hem okul mas­ raflarını çıkarır, hem de topra,k la, doğayla sen l i benli kay­ naşır. G ünsonu yorgun, argın düştüğü yumuşak çıtırtı l ı e­ kin saplarının üstündedir, sıcak yaz akşamlarında . . . uzandı­ ğı yerden tatl ı lacivert ve yı l d ız l ı gökyüzünü seyreder. On­ lardan hep Turan'ın yol l arını sorar gibidir . . . ama soruştur­ malar uzun sürmez, kızgın arzular, yakıcı hevesler, ağır de­ l i ksiz uykuların bastırmasıyla d inginleşirl er. Bazen bir kö­ yün katipl iğine durur. O köylerin kahve ve meydanlarında köylülerle görüşür, onların işleri üzerine tartış ı r.. Trakya­ l ı kavruk köy çocuklarına öğrendiği yeni •Turan • şarkı larını belletir .. sabah tanyeri ağarı rken, uyuyan dünyaya karşı köy minaresinden ses l enen yanık sesl i imarnın çağrısına - 26 -

kendiliğinden koşar.. kentli , köylü kim olursa olsun konu­ şur, onlarla kaynaşır . . . sonunda a bu halk· der,•Tuna'dan, Meriç'ten Orta Asya'ya, Sarı Denizine kadar uzanır. bu bölgelerde yaşayan insanların hepsi Türktür.• TARi H DöNEMECi B i rinci Dünya Savaşı haberi , 21 Ağustos 1914 günü duyulur .. bir jandarmanın eliyle Çerkesköy yakınlarındaki bir köyün harman yerinde m akinede çalışırken onu bulur .. sarı bir zarftan : • Seferberlik var ! . . Asker olanlar silah ba­ şına ! . . Seferberl iğin başlangıç günü ...... diye yazı l ı emir çı­ kar, heyecanla okunur .. ve çevreye bildiri l i r. "Yirmi yaşından kırk beş yaşına kadar herkes askere gi­ decekti r . " Köy meydanı , b i r anda kad ı n l ı erkek l i kalabalık, telaş­ lı köylülerle dolar. imam yüksek sesle • fetih düasını • okur .. herkes Amin çeker. Genç Turancı 'da •feth i n • büyül ü sözcüğüyle yine yerinde duramaz, hemen eaşkulara sürük­ lenir. Biraz sonra sevk işlemleri biten köyler halkı harekete geçer .. başta at üstünde köy •imamları, muhtarlar ve elde bayrak olmak üzere kafi leler halinde Çorlu ilçe merkez·i ­ ne akmaya başlarlar. Toplanma yeri Çorlu'dur. Çevreden adeta oluk oluk insan arkları , ırm akları yer yer oluşarak Çorl u gölcüğüne doluşurlar . . . Çorlu , eski fetih yol larının ya­ ni istanbul 'dan Tuna'lara ve Avrupa'lara g iden tarihi ana i kmal yolu d urağ ı d ı r. işte o yol üzerinde yeni askere g ide­ cekler yine sıralanır. Son tekb i rlerle düalar namazgah yerinde okunur.. Amin sesleri yeri , göğü i n l etir... B i rden davul lar, zurnalar güm­ bür, gümbür · Ey Gaziler'h vurur .. tüm yitikliler, c· i ğerpa­ relerin sahipleri çoluk çocuk ağlaş ı r, sızlaşır, bağrışır . . . ova sadece uğum uğum uğuldar . . . - 27 -

SAVAŞTA OKUL O savaş yazının harman sonunda 29 Kasım 1 9 1 4 günü okul �çı l ı r .. ama nedense okul hem tenha, hem de sayısı seyrektir .. geç te olsa Genç Harbiye Nazırı 'nın devletin bunca y ı l l ı k şan ve şerefini kurtarmak için savaşa atı l ma­ sı iyi olmuştur. Fakat çok geçmeden Kafkas Cephesi-Sarı­ kamış 'tan acı bir haber gel i r : subay ağabeysi şehit d üş­ müş. Gözleri görmez baba sabırla boyun eğer, kadere ina­ n ı r çünkü .. ama son oğul da onun yerini doldurmak üzere hemen askere gitmek ister .. fakat yaş küçük; onsekiz ve er.telenmiştir . . . yaşl ı baba oğuldan ayrı lamaz, kopar . . . göz­ yaşları n ı içine akıtı r. Her an genç öğretmen adayını, bu yeni cephe, yani Kafkas bir manyeti k alan gibi kend ine çeker. Derhal asker­ l ik Şubesi Başkan'ına koşar .. ve ona • Kafkas Cephesine, gideceğ i n i , ağabeysi nden boşalan yeri dolduracağı n ı • he­ yecan l a bağ ırır. RABE -ERENKöY TALiMGAHI Yıl 1 9 1 6 n ı n baş larıdır. Yaygın ve bi l i ngen adıyla Al­ man kumandanı •Rabe Tal imgahı , den ilen büyük, ünlü bir garnizondadır şimdi. Garnizon, Göztepe'den Pend iğe kadar bazı ev ve konaklardan ol uşan bir konut zinciridir. Rabe eği­ tim merkezinin genç gönüllüsü, orada kendinden daha kü­ çükleri görünce asıl kendi gönülcüğünden biraz utanç duyar. Çanakkale Savaşları, artık sona ermek üzere yavaşlar . . . ge­ celeri ı ş ı klarını söndürmüş sessiz bir gemi Marmaran ın ka­ ran l ı k koynundan Anadolu kıyı larına yanaşır .. içine ateş gi­ bi yedek subay adayları, gencecik del ikan l ı lar usu lca bi­ nerler .. gemi, yine aynı sessizlikle Gel ibolu ve Çanakkal e yönüne süzülüp, gider. . . Dönüşünde, giden lerin yara l ı ve sakatlarını da beraberinde getirir, bırakır.. Nihayet düşman, 3/9 Ocak 1 9 1 6 günleri içinde iki yüz elli bin insan ı n ı Gel ibolu Yarı madası ve kıyı sularına gö- 28 -

merek geldiği gibi s i nsice savuşur, gider .. M ustafa Kemal ise, bu cephe boşaltmasından dokuz gün önce hava değişi­ mi izniyle i stanbula dönmüştü. GöNO LLO BIR YEDEK SUBAY Çanakkale Savaşları sona ermekle beraber subay sev­ kiyatı durmaz .. yollama, ara l ı ksız, duraksız Avusturya (Ga­ l içya), Romanya, Sina çölleri, Yemen, H icaz, I rak, Iran, ve Kafkasya sınırlarına uzan ıyordu. Aylardan 1 9 1 6 yı l ı n ı n ortalarıdır .. Öğretmen adayının Rabe-eğ itim dönemi biter. Genç ve sert bir Paşa'nı n , Iç Erenköy meydanında topladığı yeni subay adayı mezunlara, en kısa nutku dört keli meden ibarettir: • Hepimiz öleceğiz, Vatan kurtu lacaktır.• O kuşak, burada bu sade dört sözcük­ ten ciltler üretecek bir iklim ve ortamda yetişti ri lmiş.ti . . . tüm felsefesi n i , şiirini Ziya G ökalp'ın kurduğu : • Hak yok, Vazife vard ı r • . Görev görülür, can veri l i r, alı nacak şan yur­ da bağışlanır . . . .. i l kesinde toplamış ve öylece de uygula­ m ı ştır. * **

Gönü l l ü yedek subay .. şevket-Ed irne .. , bölükte sıkı di­ siplini ve yorul maz ülkücü çal ışkan lığıyla tan ı n ı r.. bundan böyle de merkezde daha çok yararlanı lmak üzere okul eği­ tim alayına atanması yapılır. O yine dört yana ricalara ve başvurmalara koşar . . . biJ s i n i k ve çekinik atamayı hızla Kafkas Cephesi emrine çevirtir. Onun d i l eği ve düşünceleri şunlard ı r • Bir an önce b u cepheleri yararak s ı n ı rları aşmak, uzak ve esrarlı ü l kelere ulaşmak, şanlara, zaferiere kavuşmak ister.• Çünkü gön lünü n Kabesi • Turan• oradadır . . .

ÇILELI YOL KAVŞAGI Dört yüzden fazla subay adayını, çeşitl i cephelere da­ ğ ıtacak askeri tren Haydarpaşadan Anadoluya kal kmak - 29-'

üzere . . . Gözyaşlarını , hıçkırıklarını açıkca göstermek is­ temeyen kalaba l ı k uğurlayıcılar treni n bir an önce gidişini arzular gibidir . . . garın bir d i reği dibinde çöme l i k, sütbeyaz sakal l ı bir yaş l ı dede oturur . . . bu ihtiyar, her gün o saat­ lerde gelir bu trenleri uğurlar, g·i denlere hayır düalar eder, « haydi yavrularım, haydi aslanlarım . .. der, onları babaca öper arkasından ekl er, : Çuku r tekke şeyhinin tarunu Sela­ hattini sorun, soruşturun , aman bir haber verin evlatları m, aslanlarım . .. diye yalvar, yakar olurmuş. Kara tren'se, bu son sözleri hiç d uymadan geçer gider, uzaklarda kaybolur­ muş . . . Artık istanbul banl iyösünün yeş i l köşkleri , zeng in ko­ nakları , bağları , ·bahçeleri, süslü ve havuzlu kam�riyeleri hayli arkalarda kal ı r . . . lokomotif, homurtuyla gecenin ka­ ranl ıklarına d alarken, gözler de uykuya gömülür. * **

Sabah , ortalığın ağartısıyla tren yolcuları kendi leri n i , çıplak bir bozkır ın ortasında, garipsi bul urlar . . . kıraç, çorak topraklar bağrında ıssız, toz lu istasyonlar . . . trenin hareke­ ti gitti kçe yavaş lar, ağırlaş ı r. . . . ve durur. . . istanbul 'dan yükl enen . k ömür burada bitmi ştir ar.tık . . . yerine yoksul is­ tasyonlara istiflenen söğüt, kavak odunları yakı lınaya baş­ lanır . . . gözler çevreyi .tarar . . . çarı k rengi toprak, ve tarla­ lar h i ç de okul şarkı larındaki şirin, yeş il Anadolu 'ya benze­ mez, nedense . . . çöl leş m eye yüz tutan bozkırlar uzanır boy­ lu boyunca . . . G iderek, Orta Anadolu yayiası aşı l ıp güneyde Toros­ lar yüksel i r. Trenin, yolcuları ndan bir bölümünü Ulukışla istasyonund a bırakması gereki r . . . O zamanlar doğu Kafkas Cephesinin kara yolu işte bu güneydeki son d u rak U lu­ kışla'dan geçiyordu . . . SON TREN DURACI « Kafkas nire,? U lukışla n ire? .. - 30-

Arap cepheler:ine gidece· k ler, Adana yönünde yol larına devam ederler . . . U lukışla, bir kaç toprak dam l ı kulubeden ibaret kil rengi, toz lu, sıkıntıl ı bir yerd i r . . . ama, Rus, Acem sınırla­ rına varan yolların ucudur . . . bu yol başı Sivas, Erzincan ve Erzurum üzerinden hörgüç, hörgüç aşmak üzere işte bura­ dan başlar . . . Elde ne motorlu, ne de motorsuz bir araç vardır. Du­ rum, bi r çeşit boşlanm ışlık, bırakılmışl ıkla umut kırıkl ığı uyandırır. Menz· i l komutanı n ı n el inde sağlanacak hiç bi r araç ve olanak yoktur. Bu koşullar a ltı nda istasyona inen yolcu­ lar, üçer beşer kiş i l i k guruplara ayrı l ı rlar . . . önlerindeki yü rünecek yol , belki de bin kilometreye u laşacaktı . . . Kafkas yolcusu, « Namzet " (*) Şevket - Edirne'de i ki ar­ kadaşıyla beraber güneşin i l k ışıklarında yol lara düşerler . . . O zaman U l ukışla - Kayseri arası yaya o larak bir haf­ tal ı k yoldur. KAYSERiNiN ERCiYAŞI - KARLI BAŞI önde uzanan bu kez ak tuzlu , parlak bozkırlardır. Ufuk­ ları kül rengi , sarı , pembe çı rılçıplak dağ ve tepelerle do­ nanmış büyük düzlükler genişler . . . yer yer bu tuzlu top­ rakların güneş altında görünüşü, gümüşlü serap göller:ni andırır, pırıl pırılclır . . . Beyni n üstünde kızgın güneş, yolda toz, dudakta tuz, sı rtta ter biri kir . . . gün yakar, ter çubuk, çubuk akar . . . dizler kes i k, ayaklar piş·i ktir . . . artık, safralaşan sırt çanta ları, ki(*)

Zamanında Talimgahtan çıkanlara •Zabit Namzedi • veya kısaca •namzet• adı verildiğinden birliklerdeki erierin ağzıyla onlara •Namzaç• diye söylenirdi.

- 31

taplar atıl ı r birer birer, yük azalsın diye . . . susuz, yiyecek siz günl erce uzayan bir zorlu yürüyüş sürdürü lür . . . Daha bir kaç gün öncesi istanbul 'un Vakacık, Malte­ pe ve Erenköyündeydi ler deği l m i ? şirin gölgel i ağaçlar, akar sular, boya l ı köşkler tatl ı bir düş gibi anı lara takılır . . . Demek ki dünya cenneti , istanbul 'da yaşayanlara öz­ güdür . . . ahiret cennetiyse, Anadolu Müslümaniarına vaad­ olunmuş . . . istanbulluların korunması ve rahatı için yoksul Anadolu çocukları s ı n ı rlara gönderil ir. . . onlara zafer yol­ larında yalnız gazi likler, şehitl ikler, bol bol sunulur. . . şu bili nmeyen, masum Küçükasya'ya karşı istanbul 'un işledi­ ği bunca günahların borcunu . . . şimdi şu genç öğretmen le iki arkadaşı beraberce çekerler. • Tarlada izi ol mayanın, harmanda yüzü olmaz . . . •

Yıkık toprak damlar, kurumuş kuyular, hala mağara­ larda yaşayan insanlar . . . acaba hangi çağı sürdürüyorlar? Bazan ortaklıkta tek, tük bazı hayvanlar, keçiler, inekler ve i nsan kı l ı ğ ı ndan ç ıkmı ş insancıklar belirir . . . yavrucukları vard ı r. . . şurda, burda sözde oynar görünür . . . Yıllardır buralar, hükümet merkezinin, sarayların Baş· kentiyse, onlardan habersiz kendi başlarına yaşayıp gider· ler . . . ama! Bu yan ı k insanlara kon u k olduğunuz zaman, sert, kil çamuru sıvanmış kuru bir sed i re çökersiniz . . . yağ ız el ve yüzl eriyle bir toprak kapta s undukları ekşi ayran bütün içtenl i kler·in i açığa serer . . . çoluk, çocuk çevrenizi a l ı rlar . . . size edepl i sorular sorari ar . . . köyün genç erkekl eri çeşjt· li cephelerde askerdedi r . . . fakat oğul veya kocaları n ı n yer­ lerini b i l e b i lmezler. Onlarca kızanlar, oğullar sade • askerde•dirler . . . askerlikse s ı n ı rları belirsiz, uçsuz bucaksız bir alandır . . . s ı rtınııda bir mezar seri n l i ğ i n i n ürperti leri dolaşırken . . . bu - 32 -

mağaranı n , ölmeden önce ölenlere yakıştığına bakar, ba­ kar kendi kendinize sorars ı n ı z : - « Peki ama dersiniz, biz bin yıl önce girdiğimiz şu Anadolu topraklarına ne verd i k?» Sırasıyla Selçuklular, .Anadolu Beyl ikleri, son Osman­ l ı imparator l uğu canlanır gözünüzde . . . uzandığı Basra kör­ fezinden Viyana'ya, Habeşistan'dan Hazar Denizi'ne ka­ dar ki yerlerin koskoca Osmanlı Devleti alisi. . . Va Anadoluya akı nlardan n e b ı raktık? Bir kaç kümbet, bir kaç yıkık han, hamam, kervansaray ve de kimi kale ar­ tığından başka? . . . Bitkin yorgunlukla bas.t ıran gecenin ağırlığı üzüntüie­ rin en etkin ilacıdır, bir kıyıda kıvrı l ı r kal ı rs ı n ız, öylece . . . Nihayet bir günbatımında Kayserinin Erciyaşı, karl ı başı birden görünüverir . . . tepesindeki akpak tacıyla tu­ run cu, pembe, beyaz panltılar içi ndedir . . . Artık Kayseri 'de ler. . . BiR EŞEGiN BAŞlNDAN GEÇENLER Kayseri Menzi l Kumandanı duygulu bir adamdır. B u gençlerin yayan yapı ldak h a l i n i görünce • sizi mutlaka bir araçla göndereceğ i m • d iye tutturursa da ... en sonunda sırtı cılk yara, semersiz bir eşek bulunur. Daha doğrusu pazar yerinde fakir sahibinin e l i nden zorla a l ı n ı r ... sahibi de yanından hiç ayrı l maz eşeği n . . . adam e l indeki .tek var­ l ığ ı n ı kaçı rmamak için gece gündüz eşeğ i n başında yatar . . . şehrin çıkışına varınca, heps i d e yoksul luktan gelmiş bu genç s ubaylar adamcağıza acırlar... eşeğini köylüye geri verirlerse de adam bir türlü i nanamaz buna ? ! . fakat seta­ letin bu kerteye vardığını onlar da bugüne değin görme­ miştir. - 33 -

MERIÇ'TEN - KlZlL IRMAGA -

2

-

Kayseriden Sivas'a uzanan sözde yol , bazı engebeli dağlar, kel tepelerden kıvrı l a rak geçer. Gemerek altında birden Kızıl l rmak görünür. . . suyu çamur reng indedir . . . bulanık bir sel , kerpiç kıvamı nda akar. . . akışı bildiğimiz ı rmakların içaçıcı görünümü değ i l d i r. . . sanki kıraç la yok­ s u l l u k katı bir somurtkanlıkla b itişmiştir balçıkta . . . ,tıpkı Anadolu 'nun kerpiç bağrı gibi . . . Halbuki genç subayın i lk nehir özlem leri, akarsu anı­ ları Edirne'de, Meriç kıyı larında başlar . . . hatta arda yeşi l vadi lerden i n e n ırmak bir g e l i n l i k kıza benzer . . . suları dupdurudur . . . vaktiyl e ona « Mavi Meriç• adıyla şiirler diz­ mişti: Nerde o Meriç ? Şimdi o M eriç'ten kerpiç bulamacı bir suya gel i nd i . Kıyı ları batakl ı klarla dolu, saz l ı klar üstünde sivri sinek sürü l eri uçuşur . . . bu Kızıl ırmak can l ı nesne ba­ rınd ı rmaz . . . sefil ve yabansıl bir sudur. Tek tük damlar vardır kıyıda . . . çok sürmez, bu ırmaktan, üzerindeki aç s ı­ nek sürü l eri nden, yı lanlardan kaçareasma kaçarlar . . . ı rmak geri l erde kal ı r. . . DOGUNUN GöÇLERI Çaml ı k ormanlarla ulanan dağlar gitgide dikleşir . . . üst örtüleri yeşil lenir. . . sonunda kıvrılan yollar küçük yolcu gurubunu Şuşehri 'ne u laştırır. Yine burada da cılız öküzlerin çektiği gıcırtı l ı kağnı­ lar, yüzlerce y ı l ı n değişmez araçlarıdır hala . . . bir durakta d i n l en i rken, uzun b i r yolcu kafi lesine rastlarlar . . . bu, yaşl ı - 34 -

erkek, kadı n ve çocuklardan toplaşmış hayva n l ı , arabalı bir göç kafi lesidir. . . daha doğrusu Doğudan kopan ilk göç parçasıdır . . . Ağrı 'dan, Pasinler'den, Erzurum'dan köklenmiş, kalkmış göçmenlerdir bunlar . . . aylardır topluca yoldadır­ lar . . . Göç, bir sefalettir . . . göç acı gözyaşları , ve çi lelerin toplamıdır. . . şimd iyedeğin göçün Rumelide batıdan doğu­ yası biliniyordu . . . ama Anadoluda Doğudan Batıyas ı . . . hiç bir ressamı n hayal etmediği bir dram tablosu çiziyordu . . . Onlarda türküler, bile türkül ü kten çıkmış, hepsi birer ağıt, ve uyan m az uyku ları n n innisi ol muşlar . . . işte b u göç yığını, duygu l u , eski bir göçmen çocuğuna neler anımsatırsa . . . on larla beraber olan her şey de b i r­ denbire ruhlara ecinniler gibi doluşurlar. . . BU BIZIM ANADOLU MU? Osman l ı 'n ı n Doğu Cephesi, Karadeniz'den Iran sınırı­ na kadar uzan ıyordu. Cepheyi anayur.t içerlerine bağlaya­ cak demiryolu yoktu. Denizlere, düşman egemen olduğun­ dan l iman ları mıza hiç bir gemi yanaşamazdı. Zaten yeterli gemimiz de hak getire . . . şoseler harita­ larda bir takım çizgi ler halinde görünürse de, mevsimle­ rine göre hepsi birer patika veya bataklığa dönüşürler . . . Orduda iki Al man kamyonu olduğu söylenir. Elektrik, fabri­ ka, tezgah, tamirhane, oku l , hastane nerelerdedir? Işte bu koşul larda savaşa giri lmişti . Artı k aç cepheleri doyurmak için Anadolu insanının kendi kendini vermesinden başka ayakta duruşu sağlayacak azı ğı yoktu . . . üstel i k de dağ geçitlerin i kürt eşkiyası kesmişti. TEK KöPRÜ DE KESiK Erzincan'a varamadan anayoldan ayrı larak Fırat vadi­ sini geçmek üzere bir askeri müfrezeye katı l ı rlar . . . yani atandıkları birlikleri o yörelerde olmalıydı . . . Refahiye - Kuru-

35

-

çay arası bir ormanl ı k bölgeden geçer. Dağ zirvelerinden birinde sönmüş bir yanardağın krater artığıyla karşılaşırlar . . . çukurun tam dibinde kurulmuş bir köye varırlar. ötelerde Dersim'i çevreleyen başı kardan sarı klı M unzur sıradağları diki l i r. Çevrede derin bir sessizlik, insanı irki lten bir yaban­ s ı l ı k vard ı r . . . h�r an korkunç br yalnızl ı ğ ı , kuşkuyu, fela­ keti haber verircesine duyurur kendisin i . . . Dersim?. Devlet içinde ayrı b i r devletti . . . doğanın sarmalad ı ğ ı , kuşattığı yalçın s ı radağlarla Türkiye denizin­ de sanki bir yabancı ada idi. .. devletin kayd ında ve hari­ tasında var olduğu halde, ne devlet onu, ne de o devleti tanırd ı . Vergi vermez . . . asker vermez, etrafını ani baskın­ larla vurur, kırard ı . . . içimizdeydi ama bizden değ i l d i . . . Der­ simi atladıktan sonra da işte bu dikbaş l ı Fırat'ın üstünden karşıya geçmek gerekiyordu . . . fakat üzerindeki tek geçit köprüyü de Kürtl er tutmuştu ?. M üfreze, öncüler ve yancı lar çıkararak muharebe dü­ zeninde ilerlemek zorunda kaldı. Nihayet, i lerierden gelen karışık uğu ltular arasında bazı bel i rgin sesler duyulur . . . bunlar, onları cepheden i l k kar· ş ı layan top sesleridir. Vaklaş.tı kça bu gürlemeler, daha iri­ leşir, ve sıklaşır. . . demek ki düşman Erzincan önlerinde olmalı . . . belkide orayı almıştır . . . kim b i l i r ? özetle i stanbul 'dan çıkan üç kişi l i k yolcu gurubu, mu­ harebe alanına tam kırk günde varabilmişti. . .

-

36

-

CEPHEDEKILER -

3

-

SAVAŞLA YüZYÜZE Kafkas yedek subay gurubu ,cepheye vardığı günler­ deydi . . . Ordu savunma hatları, Karadeniz'den iran'a kadar her yanda genel bir geri çekilme durumundadır. Halbuki 1 5-22 Ara l ı k 1 9 1 4 günlerinden önce, bu cephe hattını güçl ü , canl ı bir ordu tutuyordu . . . o aralıkta ·bölgesel cephe komutan l ı ğ ı , göğsü n işan ve madalyalarla süslü, he­ nüz otuz beş yaşındaki genç bir Harbiye Nazırı 'nın elinde­ dir . . . Başkomutan Veki li Enver Paşanın del ice macerası burada başlam ıştı . . . şimdiyse, Harp Tarihlerinde adına «Sarıkamış Harekatı denilen akı lsızca döğüş faoiası n ı n sonları na, kal ı ntırarına gelinm işti . . . ama Harp bi.tmemişti daha . . . ( * ) * **

Yıl larca hafızalardan s i l i nmeyecek, anıldıkça ruhlara ü rperti ve dimağlara kapkara çağrışımlar üşüştürecek tek kel ime yurdu bütünüyle saracaktı r : « Seferberl i k » . . . b i l i r misiniz, bu kelime olayları belirleyen bir tarihin h a l a rakam­ sız başlangıcıdır, Anadoluda . . . yaşl ı nineler, dedeler • oğu­ lu m Seferberlikte kald ı » derler hala . . . Sarıkamış facias ı , Doğuda kış hazretlerinin 90 bin ki­ şilik b i r orduyu çığlar altında eritiş, ve yutuşudur. H i kaye(*)

•Cihan Harbini Nasıl idare Ettik?· adlı esere göre X. Kolordu, Sarıkamış Harbine 40 bin mevcutla girmiş, 1 .800 mevcutla çık­ mıştır. IX. Kolordu da 20 bin mevcutla katılmış, 1 000 kişiyle dön­ müştür. Facianın sonunda IX. Kor.'dan düşman birliklerinin teslim alabildiği kalıntı şudur 1 06 subay, 80 er, 1 kırık top kundağı ve 8 at. -

37

-

leri d i l lerde söylenir. Allahüekber dağlarında geçen gece­ leri .. günd üzler, öldürücü tipil erıin dondurduğu askerler ... tek kurşun atamadan karl ara, buzlara gömülenler . . . Tipil eri n dağları inim i nim i n i ettiği karanlıklarda Şevket, taptaze şe­ hit düşen ağabeysini düşünür . . . olay kı sacıktı : Usteğmen­ l i kten Yüzbaşıl ığa yükselti l m i ş ve terfi i şehitl ikle beraber gelmiştir . . . Demek ki özlediği şehitl i k şerbeti , rütbesinden önced i r . . . Haya l i , Yüzbaş ı l ı k sırmal arı içinde oralarda, yanda, yö­ rede hep dolaşır durur . . . BiRLIGE KATILI'Ş VE KARŞILANMA M evziin top, tüfek sesleriyle allak bul lak olduğu sı ra­ da gökyüzünde bel iren iki uçak bombalar savurur altındaki­ l ere . . . Artık üçlü yaya gurubunun yol ları burada ayrı lır. Turan akıncısı subayın, birliği yakı nlarda olmal ı . . . Daha kırk gün önce yola çıkmış b u üç çocuk�adam es­ ki delikanlılar değ i l d i r artı k . . . çünkü yolcu luğun başındayken onlar, cambölmelerde yetişti rilmiş birer ser bitki leriydi ler. O camekanlar; oku l l arın , şehirlerin yapmacık havasıyd ı . Aradan geçen bu kısacık zamanda gerçek Anadolu haddesinden, türlü çilelerden törpülenerek sıyrılan ruhlar çok değişime uğramıştı . .. ve sanki yı l ların olgunluğu üzer­ lerine oturuvermiş . . . devlet denilen şeyin kofi uğu, insaf­ sızlığı bütün katı l ı ğ ı ve çıplakl ığıyla körpe beyiniere dank etmiştir şimdi . . . Ama yine de bütün olan bitenlere rağmen neylersiniz ki bu topraklar bizimd i r, asla tersi düşünülemez. Cephe savunma hattı, kuzey doğuya uzanan Fırat vadi­ sinin yamaçlarından geçer . . . G üneyde yalçın bir duvar gibi Munzur sıradağ ları yüksel ir. - 38 -

Tabur komutan ı n ı i l eri m evzi lerde bulur . . . üzerine sarı b i r çadı rbezi gerilmiş karanl ı k bir çukurun içinde . . . Komu­

tan, yüzü kara deği rmi saka l l ı , başı kalpakl ı bir Yüzbaşı­ dır . . . yaşı bel li olmaz . . . Ali Osman Bey . . . Yeni takım komutanı, toprakaltı siper karargahında kendini tanıtır . . . sonra komutan, gelenek üzere, ön di rektif olarak şunları söyler : - « Ruslar, gün ışığından ziyade karanl ıkta çarpışmayı severler . . . Bunun için, baskın onların en geçerl i savaş yön­ temidir. . . gündüz, süngü süngüye dövüşmeyi sevmezler. Karanl ı k onları n en büyük dostudur. En güvendikleri şey de sayı üstünlüğü . . . Bu gece m utaka baskın yapacaklardır.• O sırada emireri , çadı r ç ukuruna girer . . . ateşte isten kararmış bir matradan iki bardağa sarı birer su dolduru r. Keki k otundan çayın yanına b i r kaç tane de dut kurusu bı­ rakır . . . çıkar gider. ATEŞ ÇIZGISINDE Çaylar içildikten sonra, Komutanla beraber yeni suba­ yın yöneteceği cephe bölümü teslim a l ı n ı r . . . bölüğün sa­ vunma hattı üzeri ndeki mevzii gösteri l ir. Taburda yalnız rütbeli olarak bu Yüzbaşı i l e b i r başçavuş kalmıştı . Esasen Enver Paşanın ü n l ü ! kış kırı mından sonra, Kolordulardan itibaren birlikler, mevcutların ı n azlığından dolayı birer de­ rece aşağı indirilmişti . . . Buna rağmen de tüm Taburu n var­ l ı ğ ı b i r bölük sayısını doldurmaz. Ü stünde bulundukları dik kayadan b ütün cephe hattı, hoş bir akşam mahmurluğunda sanki usulca uzanmış görü­ nür. Şair ruhlu i nsanlar her yerde her koşul al.tında duygu­ ludur, cephede olsa bile . . . ufka yaslanan güneş, ı ş ı k, gölge ve renk oyunlarıyla unutulmaz resimler çizer . . . sonra onla· rı bayar. Aşağıda Fı rat, dar boğazlardaki tatlı kıvrımlarıyl� ci lveleşerek halince akmaktadır. - 39 -

KAVALARDAN VANSIVAN GERÇEK Yedek Subay artık savaşın içindedir. Çocukluğun ve delikan l ı l ığın harp masal ları , kahramanl ı k düşleri, çeki len kıl ıçlar, yüksek kalelere ası l an albayraklar sönmüş birer laf balonudur. Çünkü yal nız toplar, tüfekler, merm i ler konu­ şuyorrlu şimdi buralarda . . . Evet harp, çarpışma, hayale yer vermeyen kaskatı , acımasız bir olaydı. E l l e ıtutu luyor gözle görül üyor ve beş duyguya da sesleniyorrlu işte . . . Gece bekl enen baskın b i r topçu ateşiyle beraber baş­ lar. Gündüzden saptanan hedefler bir süre dövülür . . . son­ ra kırmızı, yeş i l yahut mavi havai işaret fişeki eri yıldızlı gökyüzüne tırmanı rlar. . . ortalık aydınlanır bir an. . . her rengin bir anlamı vard ı r . . . tarafına taarruz, savunma, geri çekilme v.s. gibi emirler verir. Muhareben in ilk korkusu , az sonra yeri ni hafifl ik, terahlık ve alışkan lığa bırakır. Ar­ d ı ndan insan ruhundaki bastırıl mış, uyutulmuş i l kel duy­ gular kin, intikam , vahşet, şiddet ejderl eri ayaklan ı r. Tüm benliği bunlar sarar. Bir gecelik muharebe ve çarpışmalar bazan ony ı l ı n yaşl ı l ı k ağırl ı ğ ı n ı çöktürür omuzlara . . . Şimdi yurt korunuyordu . . . bilinmelidir ki o m i l let ana, umutlu bir elini kendisi için her çarpışanın omzuna koy­ muş.t ur. Sabahın i l k ışıkları, muharebe alanında darma dağ ı n ı k saçı lmış, geceden kalma çanta, tüfek, kan v e ceset artık­ ları n ı n üs.tünü aydınlatır. * **

Cephede yaşantı, bir çalkantıdı r . . . kendi düzeninde ak­ maya başlar . . . bazan durgun, bazan taarruzlar ve karşı sal­ dırı larla . . . i leri, geri hareketleri ve ara l ı ksız keşiflerle ge­ çer. - 40 -

Bu kez de genç bölük komutan veki l i , yeni bir uğraşı bulur kendine . . . emrindeki Türk askerinin kafasını ve iç varlı. üını tanımak . . . Anadolu çocuğu, üst ve aydı n katından kopuktu . . . din, m i l l iyet kavram ve gereklerinden yoksun­ du . . öl üme karşı i lgisiz ve bilgisizdi. i ç d ayanakları ol ma­ dığından kitle ve toplum halinde bir şey i ken, tek tek hiç bir şeyd i . .

* **

Asteğmen Şevket, yaz sonuna doğru ( 1 9 1 7) alayın ma­ kineli tüfek bölüğüne veri l ir. Bölük ihtiyattadır. Muharebe eğitimi ve iç derslerle uğraş ı r. Askerin kendi d i n i üstüne bl9isi ya yok, ya da pek kıttı . Çoğunun köyüne cami b i l e ya­ p ı l mamış daha . . . okul da açılmamıştı . Kendi lerine "Türk« oldukl arı söylendiği zaman sanki kı­ zı lbaş l ı k anlamına gelir diye istemezler. Elbette ki dininde, mi l l iyetinde ortak olmayanlar niçin savaştıkların ı da bil­ mezler . . . çünkü bunlar önceden hiç öğreti lmemişti onlara . . . halkın maddi ve manevi i htiyaçları kendince sağlanmamış­ tı , hası l ı cipten cah i ld i ler. Fakat Devlet adı veri len koca he­ yü la, ondan vergiyi ve askeri derhal koparıp almaktadır. Onlarsa burada yal nız disiplin kıskacı ve baskısı altında sa­ vaşırlar. Büyük Turan'ı kurmayı düşleyenler, arkalarındaki Tür­ kiye'nin kendinden ol madığ ı n ı n farkında b i l e değ i l ler. Ama bunlar suçlu mu? Hayır . . . yüzy ı l l a r boyu onu yiyenler ve kullananlar ona hiç bir şey ödememişler . . . bu savaşı açar­ ken de ona hiç sord u l ar m ı ? B i r ses içinden üsteler : • Ha­ yır, b u n l ar günahsız, bunlar masum . . . asıl suçlu biziz ve bizleriz , d iye bağırır . . . 3.100 RAKlMLI TEPE

Karadağ s ı radağları üstünde 3 . 1 00 rakı m l ı tepe, deniz­ den bir o kadar yüksekte . . . başka yerlere benzemez ısırgan - 41 -

bir kış'ın uçları yavaştan bastı rır. Birl ikler toprak altına ka­ z ı l m ı ş zeminliklerde yatar. Vakacak ve aydın latma araçla­ rı yoktur. Yalnız donmuş araziden zorla çıkarı labi len ağaç kökleri yakı l ı r. i şsizlik, yalnızl ık ancak i ki i l kel günlük duyguyu kam­ çı lar; mide ve cinsel gereksinme .. ruhsal, bedeni doyum­ suzluk sonucu melankol iye varır .. bunalım, insanın içe dö­ nüklüğü ve kend ini din lemesiyle başlar. M eslekden görev subayları, sert savaş yaşamına göre yetişti rilir. Yedek subaylarsa, teskere a l ı nca yarın ı n ne olacağı kaygusundadırlar. Büyük karargahlar, ordunun ge­ rideyken tutulacağı ruh hastal ı!klarını bi l irler ve ona göre de önlemler alırlar. BiR DEV'iN VIKILI'ŞI Bir gün Başkomutanlık Vekaletinden şu bildiri yayın­ lanır Rusyada ·ihti lal çı'k mış ve Rus Çarı tahtından indi­ rilmiştir .. Tarih Şubat 1 9 1 7 . . . B u haberden mevzideki ler fazla ve yeterl i bir anlam çıkaramaz. B i l inen bir şey varsa, dünya iki d üşman guruba ayrı lmış .. ve topyekun vargüçleriyle çarpışıyorlar.. sadece karşı cepheden b i r iti l af devletinin içi bozulmuş, karışmış o kadar .. Fa•kat genç yedeksubay'a göre savaşın sonunu Ziya Gökalp önceden haber vermi şti • Rusya harbi kaybedince parçalanacaktı. O zaman Azerbaycan'lar, Türkistan'lar ba­ ğımsız olacak, Kafkaslar'dan Büyük Turan yolu açı lacak­ tır . .. Bazan Tabur Komutanı subayları çevresine toplar - Nedir bu sosyal ist? Hangisi Bolşevi k? diye sorular sorar1kimseden kand ı rıcı bir cevap alamaz ! ? . - 42 -

Savaş eylemleri durmuŞitu .. ağızlarda silah bırakma söyl enti leri dolaşma'ktad ı r .. B i r yaz günü 3 . 1 00 rakımlı te­ penin karşısındaki 2 .506 rak ı m l ı tepedeki düşman dayanak noktası gözetlenmekte i ken b i r çözülme, kargaşal ı k göze çarpar .. si lahsız Rus askerleri toplu halde Takım Komuta­ nı Şevket efendinin mevzi l e rine doğru akmaya başlarlar, el kol ·işaretleri ve bağrışma larla . . . Takı m Komutanı duru­ mu telefonla geri lere bildiri r .. fakat hiç b i r emir alamaz .. Çar'dan terhis emirlerini koparamayan Rus askerleri s i lah atıp cepheyi bırakıyorlardı .. kafi lenin önündeki Rus subayı , bir sornun ekmeği n i , içine b i r avuç tuz yerleştirilmiş olarak Türk subayı na sayg ıyla uzatır. O da a l ı r ve tadar . . . Bu Bal­ kanlarda geçerl i olan bir Slayv adetidir. An lamı Karşıya " Barış ve Dostluk» demektir. Savaş, ilkin cephenin bu noktası nda sona erer. BiR SOY ADININ SERüVENi Rus Devri mi ile Çar Ordusu dağ ı l m ı ştı .. fakat bu ordu­ nun silah ve gereç artıkiarına kimileri hemen sahip çıktı­ lar .. Kafkas Ermeni birlikleri bunlara el koyarak mevz i ler­ deki yerlerini aldılar .. Ermeni ler, karşı Rus cephelerini tu­ tarken, yerl'i Türk halkı içinde ve arasında toplu cinayet ve yoketmel erede girişiyorlard ı . . . Durumdan doğan görev Hem Ermenileri tepelemek, hem de yerl i halkı bu kati l lerden kurtarmaktı .. Taa k i , i leri hareket emri 1 9 1 8 yı l ın ı n Şubatında veri­ l i r.. önde d i renen ve diki len · k ış mevs·i m i , yeni düşmandan daha güçlü ve zorludur. Gece gündüz denmez, karda, tipide buzda çetin yürüyüşler sürer.. askerimizi kırar geçirir.. böy­ l e günlerde cephede kazanı l m ı ş her bir ki lometre, birliğine bir süngü hüc.umundan daha fazla y-iti klere mal olur. Oralarda donarak ölmenin yüzlerce hikayesi anlatı l ı r, dill erde. işte Asteğmen Şevket de böyle bir donma olayıy­ l a karşı laşır .. ölüm-dirim aral ı ğ ı nda bir gidiş-gelişin salın- 43 -

cak anlarını yaşamıştı .. Donma, tatlı bir uykuyla, hoş düş­ l erle başlar.. bedene dayanı lmaz bir uyuşukluk yayı l ı r. Bu­ nun adına ve tanırnma soğuk ve kışın « Sarhoş serab ı , den­ se uygun düşer .. bi l inç sess izce yokluğa kayarken beden­ de direnç erir, biter .. çocukluk anı ları, tatlı rüyalar ve bir ıtakım imgeler ortasında kal ı r kişi . . sonunda atının dizgin­ -lerini koluna bağlayarak sarhoş b i r uykuda yürürken asker­ ler, bir han yakınında kendisi ni bulurlar .. ayaklar karla ovu­ l ur, elden gelenler yap ı l ı r .. n ihayet gerçek derin bir uyku çektikten sonra tehl ike ucuzca savuşturulur. ERMENi KIRIMI i l e ri harekat gelişti kçe vahşi faciaların görüntüleri , dayanı lmaz sahneler artar .. Taraflarca savaş, bir 'kan ve in­ ti kam sarhoşluğuna dönüşür. Ermeni ordusu Taşnak kom iteci lerinin eli ndedir. Komi­ tenin amacı ve tek tutkusu yalnız yoketme, kandökme ve öç almad ı r. Erzurum yolu üstündeki Cinis köyü karşısında bulunan Evreni köyünün Türk halkı bir gecede süngü ve kur­ şundan geçirilmişıti .. öyle ki kadın, erkek, çoluk, çocuk sa­ de öldürülmekle kal mamış, vücutları parçalanarak kasap dükkaniarındaki gibi çengellere ası l m ı ştı .. yapanların hırsı bununla da sönmemiş ve köyün tüm canl ı yaratıklarını da yerlere sermiş . . . n7