Yahudi Düşmanı: Antisemitin Portresi [1 ed.]
 97860500400403

Citation preview

LCCUS

Sa r t r e YAHUDİ DÜŞMANI A N T İ S E M İ T İ N PORTRESİ

Salyangoz Yayınları: 86 Locus: 7 Jean Paul Sartre

YAHUDİ DÜŞMANI Antisemitin Portresi

Yayın Yönetmeni: Güneş Ayas Çeviri: Emin Türk Eliçin Kapak Tasarım: M uham m et Uzun Mizanpaj: M ert Meriç

© Bu kitabın y ayın hakları, S a ly a n g o z B asın Yayın D a ğ . İletişim Sist. Org. San. v e Tic. Ltd. Ş t i.’ne aittir, 2 0 0 8 .

Birinci Basım: M art 2008 ISBN: 978-605-0040-04*03

Baskı ve Cilt: Pasifik Ofset Tel: (212)551 11 19

Salyangoz Yayınları Cemal Nadir Sok. Akşam H an Kat: 2 Cağaloğlu/ÎSTANBUL Tel: (212) 528 92 15, Fax: (212) 528 92 14 www.salyangozyayinlari.com

Jean Paul Sartre

YAHUDİ DÜŞMANI Antisemitin Portresi

Çeviri: Emin Türk Eliçin

SALYANGOZ Y A Y IN L A R I

ATIF ŞEN EL AVUKAT İstanbul Barosu 12318 Sicii Gaziosmanpaşa V.D. 10640070660 Ali GaiipBey Cad. 15/4-56 Gaziosmanpaşa İstanbul

İçindekiler Antisemitin Portresi (Jean Paul Sartre)

7

Varoluşçuluk ve Yahudi Sorunu (Walter Schmieie)

Çağdaş Açılımla Yetkeci Kişilik (Nevitt Sanford)

125

153

A N T IS E M IT IN PORTRESİ Jean Paul SARTRE

•!'llU JlnilU IU U IU llU U U llilllililiU llM lllaiH U U nü ..iİ 4İ:U U ,illlU İIIli 1âU I,luıi,

I

Antisemitizmin Psikanalizi

B

ir kişi, yurdunun mutsuzluğundan ya da kendi Özel ta­ lihsizliğinden toplumdaki Yahudi elemanları sorumlu tutar, bu kötülükleri ortadan kaldırmak için Yahudilerin bazı haklarım kısmak, onları kimi ekonomik ve sosyal gö­ revlerin dışında bırakmak; yurttan kovmak ya da büsbü­ tün yok etmek gerektiği düşüncesini savunursa, o kişinin antisemitçe “görüşler” beslediği söylenir. Bu “görüşler” sözcüğü düşündürücüdür. Evin hanımı soysuzlaşmaya yüz tutan bir tartışmayı kesmek için onu kullanır, bunun­ la demek ister ki: Bütün görüşler eşit değerlidir. Bu, dü­ şüncelerin incitici tonunu yumuşatır, çünkü onları bir be­ ğeni, bir zevk meselesi yapar. Her beğeni doğaldır, her gö­ rüş caizdir; beğeni, renk seçimi ve görüşler üstüne çekişil­ mez. Demokrasi adına, düşünce özgürlüğü adına Yahudi düşmanlığı etmeyi antisemit kendisi için her yerde bir hak sayar. Büyük devrimden bu yana, bizler çözümleyici bir düşünme, bir görüş yöntemi benimsemişizdir; her şeyi bi­ leşik görür, katmanlarına ayırmak isteriz; insanları ve ka­ rakterleri, her taşı yan yana gelmiş, iç varlığı etkilemeyen,

10 « Jean Paul Sartre

mozaikler gibi alırız. Onun için, antisemitik düşünüş bize, aslında değişikliğe sebep olmadan, herhangi başkalarıyla birleşip kaynaşabilen bir molekül gibi görünür: Bir kişi iyi bir koca ve baba, örnek bir yurttaş, kültürlü ve insancıl olur da öte yandan yine antisemit olabilir sanırız. O sevgi heyecanlarına açık olabilir, oltayla balık avlamaktan hoş­ lanabilir, din konularında hoşgörülü olur, Orta Afrika yer­ lilerinin yaşayışları üzerine yüce düşünceler besleyebilir de öte yandan Yahudilere de kin bağlamış bulunabilir. O eğer Yahudilerden hoşlanmıyorsa, deneyimleri kendisini onların kötülüğüne inandırmış, istatistikler Yahudi tehli­ kesini meydana çıkarmış, belirli tarihsel etmenler yargısım etkilemiş olmalı denir. Demek ki bu görüş, görünürde yalnız dış nedenlere bağlanmış oluyor: Kim isterse onu, antisemitin kendisiyle uğraşmadan, inceleyebilir, istatistiklere başvurarak 1914’te orduya giren Yahudilerin yüzdesini çıkarabilir; bankerler arasında, endüstri beyleri, doktorlar ve avukat­ lar arasında tuttukları yere bakabilir ve nihayet Yahudile­ rin Fransız tarihindeki yerlerim gözden geçirebilir. Bu in­ celeme, sözde nesnel bir durum; antisemitizm denilen duygu-düşünceyi yine tamamıyla nesnel olarak açıklayan, grafiklerle belirtilebilir bir gerçek durum ortaya çıkarıp 1870 ile 1914 arasındaki gelişmeyi bütün ayrıntılarıyla göz önüne serebilir. Buna göre antisemitizm, görünürde bir yandan salt öznel, bir beğeni, başkalarıyla birlikte kişiliği yaratan bir beğeni sayılırken; öte yandan da rakamlar ve ortalama sayılarda dile getirilen ekonomik, tarihsel ve po­ litik verilerle koşullu bir sosyal olay gibi açıklanmak iste­ nir. Bu iki görüşün birbirine aykırı olduğunu söylemek is-

İlüliiİMüİJİİUİİİlmiÜuiüUiiİİİlJİİİiJUnUjiilüiiü; JUnilİlitjJuüiJiıiijiıllİjüjiiiİÜnıijb'dJü;iiUuinli.',:.U;;;.J.n;;u-.ij.t. niüU^JjLİi

Yahudi Düşmanı « 1 1

temiyorum; yalnız onların tehlikeli, çok tehlikeli yanlışlar olduğunu söylüyorum. Hükümetin bağcılık politikası üs­ tüne özel düşünceler beslenebilir, yani düşünüp taşındık­ tan sonra Cezayir’den Fransa’ya üzüm içertilmesi (ithal edilmesi) beğenilir ya da beğenilmez; çünkü burada söz konusu olan, bir yönetim tedbiri üstüne düşüncesini söy­ lemekten ibarettir. Ama belirli varlıkları hedef aldığı açık­ ça belli olan, onları haklarından yoksun etmek ya da büs­ bütün yok etmek amacı güden bir dogmaya bir görüş de­ yip geçemem. Antisemitizmin hedef aldığı Yahudi, yalnız yönetimsel ya da tüzel görevleri ve yurttaşlık hakkıyla ni­ telenen şematik bir varlık değildir. O Yahudi oğlu Yahudi, dış görünüşünde, saç renginde, belki giyiminde ve sözde karakterinde kendini belli eden bir insandır. Antisemitizm düşünce de değil, düpedüz bir tutkudur. Onun bir öğ­ reti kılığına bürünmesine aldanmamak gerekir. Ilımlı antisemit kibar, çoğu zaman nazik bir adamdır; o size yumu­ şak bir sesle der ki: “Ben Yahudilerden nefret etmiyorum, yalnız toplumsal yaşamdan daha az pay almaları gerekti­ ğini söylüyorum.” Ama biraz sonra şöyle biraz kızışınca, dilinin altında sakladığı baklayı çıkarır: “Çevrenize dik­ katle bakacak olursanız, Yahudilere karşı beslenen duygu­ ların pek hoş olmadığını anlarsınız. Adamlar bende baya­ ğı fizik bir hoşnutsuzluk uyandırıyorlar.” Belki yüz kere duyduğum bu kanıt üstünde durulmaya değer. O, her şeyden önce tutku mantığına dayanır. Bütün ciddiliğiyle şöyle diyebilen adam, tutkudan başka neye da­ yanabilir? “Domateste bir hal var, yemeye kalktım mı tüy­ lerim diken diken oluyor!” Bununla birlikte, görülüyor ki antisemitizm en ılımlı, en ince biçimlerinde bile, bir bakı­

12 « Jean Paul Sartre

ma akıllıca sözlerle dile gelen, ama fizyolojik değişmelere dek varabilen bir kafa bozukluğudur da. Kimi erkekler, se­ viştikleri kadının Yahudi olduğunu anlar anlamaz iktidar­ sızlığa düşmektedirler. Kimi insanlar Yahudilerle karşıla­ şınca tiksiniyorlar; tıpkı Çinliler ya da zenciler karşısında tiksinti duyanlar bulunduğu gibi. Ne var ki bu tiksinti as­ la organik bir nedenden ileri gelmez, ırkı üstüne bir şey bilmeseydi, o erkek Yahudi sevgilisiyle düşüp kalkmaya rahatça devam edecekti. O tiksinme duygusuna beden an­ cak ruhtan geçerek ulaşabilir. O, ruhsal bir tutumdur, ama kökü öyle derindir ki histeri sayrılığında olduğu gibi ko­ layca fizyoloji alanına atlayabilir. Bu tutum deneye, yaşan­ tıya dayanmaz. Belki yüz kişiden antisemitliğinin nedeni­ ni sordum, çoğundan aldığım cevap genel olarak Yahudilerde bulunduğu öteden beri ileri sürülen kusurları say­ mak şeklinde oldu: “Onlardan nefret ederim, çünkü ben­ cildirler, entrikacı, yapışkan ve kabadırlar...” gibi. - Ama hiç değilse birkaç tanesiyle düşüp kalkıyorsunuzdur? - Allah göstermesin! Bir ressam, bana şöyle dedi: “Yahudilerden hoşlan­ mam, çünkü beğenmeyen, eleştirici tutumlarıyla hizmet­ çilerimizi saygısızlığa, disiplinsizliğe alıştırıyorlar.” Öte yandan kimisi daha elle tutular kişisel yaşantılar­ dan söz açtılar. Yeteneksiz bir genç aktör, tiyatro kariyeri­ nin Yahudilerce berbat edildiğini, çünkü hep küçük roller oynamak zorunda bırakıldığını söyledi. Bir genç kadın da şöyle dedi: “Kürkçülerle başım belada. Beni aldattılar, en güzel kürkümü on paralık ettiler. Bunların hepsi Yahudiy-

UüUİUiJİltülii]U iiÜ M üUİİ ljlliJ|Jl ^ in h J I]l,t>r^tı.¿]¿tjJ » tj.id ¡¿t

üU^ÂUiLUıÂİlUİMaıiUİHUumUiaÂUtlUiiilHt

86 9 Jean Paul Sartre

Yahudi çizgisi ona bir ok gibi batar, çünkü onların kendin- ! de de bulunmasından kuşkulanır: Bulanık ama gerçek bir hal, onulmaz bir gocuntu! Onun için Yahudi ırkının bir , utanç gibi sırıtmasına kimin sebep olduğu önemli değil­ dir, onca asıl önemli olan Yahudiliğini yoksama konusun­ daki çabalarının, bu canlı tanık karşısında, boşa gitmesi- ; dir. İsrailoğulları düşmanlarının görüşlerini desteklemek için, “Yahudi’den beter antisemit yoktur” demekten hoş­

lanmaları boşuna değildir. Antisemitizm, Hıristiyanlar- '< dan Yahudilere de bulaşmıştır. Bu hastalığın başlıca belir- j tilerinden biri, ona tutulmuş olanların, bütün güçleriyle üstlerinden atmaya çalıştıkları kusurların ana-babada ya da yakınlarında bulunması korkusudur. Yukarıda adı ge-

*

çen Steckel’in analizinden okuyalım: “Evdeki ön-eğitim j her noktada Yahudi kocanın buyruğuna göre verilir. Top­ lumda ise durum daha da beterdir: Koca eşini (psikanali­

ze giden karışım) amansız bir dikkatle gözetler ve onu öy- j leşine eleştirir, didikler ki kadın büsbütün çıldırır. Oysa j kızlığında kendine güvenirdi, herkes kibar ve güvenli davranışmı överdi. Şimdi ise yanlış yapmaktan ödü kopuyor,

i

kocasının gözünde fark ettiği azarlama ifadesi dayanılır



gibi değildir... En küçük bir tökezlemesinde onu Yahudice davranmakla suçluyor.” Şu aile dramım insan sanki yanlarındaymışçasına, sey­ retmiyor mu? Küçümen, güç beğenir, biteviye düşünen bir koca, eşini durmadan Yahudice davranmakla suçluyor, neden, çünkü kendisi de öyle görünmekten korkuyor da ondan! Bu amansız, bu düşmanca bakışların altında ezilen kadın, elinde olmayarak hep, “Yahudi soyunda çakılı” kal-

]

Yahudi Düşmanı © 87

dığını, her söz ve hareketinde kökünü herkese belli eden bir uygunsuzluk göründüğünü sanarak kahroluyor. Hayat artık hem karı, hem koca için cehennemdir. Ayrıca bilinmeli ki, Yahudi’nin antisemitizminde “ırkı­ nın” sözde kusurlarından uzaklaşıp, nesnel gören bir yar­ gıç ya da tanık rolü oynaması çabası vardır. Kendi üstüne derin ve acı hükümler veren insanlara sık sık rastlanır ya, bunun psikolojik nedeni “otokritik”in kişiliği çiftleştirici bir etki yapması ve kendini kendi üstüne yargıçlık duru­ munda hisseden insanın suçlu durumundan çıkar gibi ol­ masıdır. Ne de olsa “Yahudi gerçeği”nin başkalarında gö­ ze batan varlığı utançlı Yahudi’nin yüreğinde, -o ne denli görmemeye çalışsa da- ötekilere bağlılığının gizli ve mistik bir sezgisini doğurur. Bu sezgi ve duygu, aslında bir kader birliğinin tanınması, bilinmesidir. Yahudilerin her biri ay­ rı ayrı bir Ötekine bağlıdır; birinin hayatı sakınılmaz şekil­ de ötekine karışmıştır. Öyle ki utançlı Yahudi, Yahudiliği­ ni yoksamak yolunda ne kerte çabalarsa, bu mistik bağ da o kerte güçlenir. Kanıt olarak yalnız bir örnek vereceğim: Bilindiği gibi yabancı ülkelerde pek çok Fransız orospusu bulunur. Bir Alman genelevinde ya da Cezayir’de böyle bir Fransız kadınına rastlamak bir Fransız erkeğini daima üzer, ama belirli bir ulustan olma duygusu onda çok baş­ ka bir nitelik gösterir: Fransız ekonomik, kültürel, askeri kurum ve eylemleriyle öyle gerçek ve tüm bir toplum, bir ulus oluşturur ki, herhangi bir yurtsever onun ikincil, gölgesel kusurlarına kolayca göz yumabilir. Ama aynı durum­ da bir Yahudi hiç öyle düşünmez. O, orospu Yahudi kadı­ nın alçalışında bütün İsrailoğullarmm alçalışını görür ve içi kan ağlar, özel bir yaşantı olarak bana anlatılan bir ola-

88 ©■ Jean Paul Sartre

yı bu bakımdan pek ilginç bulduğumdan dolayı, size de bildiriyorum: Bir Yahudi, girdiği bir genelevde gözüne kestirdiği bir kadınla içeri çekilir. Yatakta sevişme cilvele­ ri sırasında kadın Yahudi olduğunu söyler söylemez, ada­ mın erkekliği hemen bağlandıktan başka, öyle dayanılmaz bir alçalış duygusuna kapılır ki şiddetli öğürtülerle kus­ maya koyulur. Adamı böyîesine tiksindiren elbet bir Ya­ hudi kadınıyla yatmak olamaz, çünkü Yahudiler çokluk birbiriyle evlenirler. Hayır, onu böyle şiddetle sarsan, orospu kadında ve dolayısıyla kendinde bütün Yahudi ır­ kını alçaltmış, aşağılatmış olma duygusu ve düşüncesidir. Zina yüzünden alçalan kendisi, kendisiyle birlikte de bü­ tün Yahudi halkıdır... İşte böyle, utançlı Yahudi ne yapsa ne etse Yahudilik bilinciyle dolu kalıyor. Kendi üstüne tasarlanmış olan Ya­ hudi hayalini içinden söküp atmak için olanca gücünü harcadığı sırada bir de ansızın görür ki, aynı uğursuz ha­ yal çiğ ışıkla daha çok belirmiş çirkin çizgileriyle yeniden oraya doluşmaktadır. Yahudi dindaşlarından hem kaçar, hem kovalar. Bir yandan yalnız insan herkes gibi bir insan olduğuna inanmak ister, bir yandan da ilk rastladığı Yahu­ di’nin tutum ve durumuyla yalancı çıktığını hissedip, üzülmekten kurtulamaz. O antisemittir, Yahudi topluluğu ile bütün ilgilerini kesmek ister, ama ruhunun derinlikle­ rinde, o ilgilerin ne denli sağlam olduğunu sezip itiraf et­ mekten de geri kalmaz. Geri kalmaz, çünkü herhangi bir Yahudi’nin bir anti-semitten gördüğü saygısızlık ve haka­ retin iliklerine kadar işlediğini, hakaret acısının kendi yü­ reğini de kor gibi yaktığını duyar. Gurur ile aşağılık duy­ gusu arasında bu sallanış ırkının çizgilerini üstünden sil-

Yahudi Düşmanı O 89

inek için duyduğu istekle Yahudiliğe içinden bağlılık duy­ gusu arasında bocalayış utançlı Yahudi’nin tipik bir ayır­ macıdır. Bu yürek ezici, bir özümsüz durum, kimi Yahudileri mazohizme götürür. Çünkü mazohizm geçici bir özüm, bir erteleme, bir mola gibi gözükür. Yahudi’yi ezip kahreden, o da herhangi bir insan gibi kendisinden sorumlu olduğu, özgür irade ve duru vicdan­ la hareket ettiği halde, düşman bir toplumca her yapıtının Yahudi pisliği ile bulaşık sayılmakta ayak direnmesidir. Sürekli kaçmaya çalıştığı Yahudiliğe sırtüstü geri düşüp durması bu yüzdendir. Öylesine eşit olmayan bir savaşa tutulmuştur ki, daima yenilecek ve yenilmenin hıncını da bu zorla oranlı olarak hem öteki Yahudiler hem de Hıristiyanlar karşısında Yahudiliği kabullenmek ve hatta onun­ la övünmek azabını çekip duracaktır. Yahudilik kendisiyle ve kendisine inat, var olmaya devam edecektir. Mazo­ hizm, konu (obje) olarak muamele görmek isteği ve zevki­ dir. Mazohist incinmiş, hor görülmüş ya da yalnız görmez­ likten gelinmiş olarak bir nesne, bir mal gibi oradan oraya atılmaktan, itilip kakılmaktan, sövülüp sayılmaktan derin bir haz duyar. Değersiz bir nesne sayılmak isteği de başa­ rı sağladığı oranda sorumluluk duygusunun azabından da kurtulmuş olur. Bu her şeyden vazgeçiş, kimi Yahudilere pek çekici gözüküyor, çünkü o bulutsu ve işkenceli, o sü­ rekli tazelenen Yahudiliğe karşı savaşta yorgun düşmüş­ ler, o bitmeyen kavgadan bıkıp usanmışlardır. Gerçi, Ya­ hudiliğini bilmek içten, özden Yahudi olmak anlamına ge­ lir, ancak içten Yahudiliğin yalnız savaş sırasında belirece­ ğini Yahudiler anlamamışlardır; istedikleri yalnız, başka­ larının bakışları, saldırışları ve horlayışlarıyla her zaman

90 «► Jean Paul Sartre

için Yahudi damgasını giyerek, sağlam bir yeri ve değiş­ mez nitelikleri olan bir taş gibi durakalmıştır. Böylece, kı­ sa bir süre için de olsa o netameli irade hürriyetinden kur­ tulmuş olurlar: Onlara yazgılardan kurtulma şansı bırak­ mayan, olanca güçleriyle karşı koydukları şeyden onları sorumlu kılan kişi özgürlüğünden. Tabii bu arada Mazohizmin öteki nedenlerini de göz­ den kaçırmamalı. Sofokles “Antigone”nin insafsız bir cümlesinde şöyle der: “Sen felakete uğramış bir insan için pek mağrursun.” Antigone’nin tümcesini tersindirerek Yahudilere şöyle uygulayabilirdik: Yüzyıllar boyu felaket­ le içli dışlı olmak sabrı ve alçak gönüllülüğü onların karak­ ter çizgisi haline getirmiştir. Bundan Yahudi’nin başarıda şımarık başarısızlıkta alçakgönüllü olduğu sonucu çıkarıl­ mamalıdır, o bambaşka bir şeydir. O, gerek bilgeliğinin Ödipus ağzından kızma verdiği o unutulmaz öğüde uya­ rak, anlamıştır ki, felakete yaraşan sabırdır, susmak ve al­ çakgönüllü olmaktır, çünkü insanların gözünde bir erdem değil, bir suç, bir günahtır. Böyle düşünmek ister istemez mazohizme, acıdan hoşlanmaya götürür. Ne var ki burada asıl önemli olan, bireysel benlikten sıyrılıp, her zaman için Yahudi gözüyle ve Yahudi yargısıyla baş başa kalma özle­ midir, bu özlem onu her çeşit sorumdan ve savaşma yükü­ münden beri kılar. Utançlı Yahudi’de antisemitizm ile mazohizm, kaçma çabasının iki kutbunu meydana getirir. Bi­ rinci halde o insanlar arasında damgasız yaşayabilmek için ırkım yoksamaya kadar gider. İkinci halde ise Yahudi olmak utancıdan kurtulmak ve cansız bir nesnenin duygu­ suzluğuna ve pasifliğine sığınmak suretiyle insanlık onu­ runu da kurban eder.

Yahudi Düşmanı © 91

Ama antisemit, tabloya yeni renkler katmaktan geri durmaz. Yahudi, bir soyut aydındır, der, salt bir zihin ada­ mı! Hemen hissederiz ki aydın, soyut, zihin sözcükleri onun ağzında hor gören bir ton kazanmıştır. Eh, doğrusu başka türlü de olamazdı: Eğer onun ‘Tanrı kayrasıyla” ulu­ sun bütün varlığına sahip çıktığını düşünürsek... Bize ge­ lince, biz zihin gücünün (aklın) insanın özgürleşmesinde başrolü oynadığını düşünerek onun salt bir kafa oyunu gi­ bi görünmesini reddeder, tam tersine, onun yaratıcı gücü­ ne inancımızı belirtmek isteriz. Yüzyılların en iyilerinden iki tanesi bütün umutlan ona (akıl gücüne) bağlamış, bi­ limleri ve fenlen onunla, onun bayrağı altında yaratmıştır. Akıl o sıralarda hem bir ideal, hem bir tutku idi. Akılcılık (rasyonalizm) insanları barıştırmaya, bulduğu sayısız ger­ çekler üstünde onları birleştirmeye çalışıyor, içe dokunan çocukça bir iyimserlikle kötü kavramını yanlış ile bir ve özdeş sayıyordu. Yahudilerdeki akılcılık, eğer gerçekte ol­ duğu gibi alınmaz, yani Yahudi’nin insanlara karşı besle­ diği taze, canlı sevgide aranacak yerde onun tartışma düş­ künlüğüne ve diyalektik zevkine yorulursa dünyada anla­ şılmaz. Yalnız bu da bir kaçma yolu hem de belki ana kaç­ ma yoludur. Buraya dek yalnız, bedenleri ve ruhlarıyla Yahudilik durumlarını yoksayan İsraiîoğullarını göz önünde tuttuk, ama öyleleri de var ki, ırk fikrine hiç yer bırakmayan dün­ ya görüşleri benimsemeyi yeğlemişlerdir. Gerçi bunlar, daima Yahudi olmak durumuyla maskelenirler, ama as­ lında istedikleri gerek kendilerini, gerek başkalarım, Ya­ hudi kavramının boşluğuna inandırmaktır. Öyle bir dün­ ya görüşleri düzeni yaratmalı ki, orada gözler -tıpkı kırmı-

92 9 Jean Paul Sartre

21 ya da yeşili olmayan renk körleri gibi- Yahudi gerçeğine kapalı kalsın! İşte ancak öyle bir dünyada “insanlar ara­ sında insan” olduklarını duyar ve rahatça ilan edebilirler­ di. Akılcılık Yahudilerde bir tutkudur dedik; evet, bütün bütün kavrayıcı ve kapsayıcı bilgilere karşı ateşli bir tutku­ dur. Bu tutkuyu doğuran ve besleyen de o evrensel görüş­ lerle kendilerini yabancı varlıklar yapan akımlara karşı sa­ vaşmak heves ve ihtiyacıdır. Akıl insanlar arasında en adaletli dağıtılmış bir değerli maldır, o herkesin ve hiç kimsenindir, çünkü herkeste eşit olarak vardır. Bu bakım­ dan eğer bir akıl varsa, gerçeklerin bir Fransız’ı, bir Alman’ı olamaz; bir zenci ve bir Yahudi gerçeği olamayacağı gibi. Gerçek, eğer gerçekten gerçek ise, bir tanedir ve onu ilk bulan insanların başı ve birincisi olmayı hak eder. Son­ suz dünya yasalan (gerçekleri) karşısında insan, ancak dünya yurttaşı sayılabilir. Ne Polak vardır, ne Yahudi! Yal­ nızca Polonya denilen ülkede yaşayan insanlar vardır ki, bunlardan bazılarının kimliğinde “dini Musevidir” diye yazar, bütün fark bundan ibarettir. Evrensel değerler söz konusu olduğu yerde bu insanlar arasında bir anlaşma ve uyuşmaya vanlmama olanağı yoktur. Eflatunun “Phadon”da tasarladığı filozof hayali göz önüne getirilsin; Bu filozofta akim uyanmasıyla bedensellik, karakter özgülük­ leri ölür, yalnız soyut ve saltık bir gerçek arayıcısı olarak kalan ruhlaşmış filozof bütün kişisel özelliklerini yitirerek yalnız dünyanın gözü olur. Yahudiler işte böyle tinselleşip gitmek istiyorlar. Kendini Yahudi olarak hissetmemenin en iyi yolu salt mantıkla düşünmektir, çünkü mantık orta malıdır ve herkes orada kendi yolunu bulabilir. Matemati­ ğin Yahudicesi olamayacağı gibi matematikçi sıfatıyla bel-

Yahudi Düşmanı» 93

li olgulardan vargılar çıkaran Yahudi de Yahudi olmaz, yalnız evrensel insan olur. Öyle ki bu düşünceleri doğru bulup benimseyen antisemit bile Yahudi ile kardeş olmuş sayılır. Görülüyor ki Yahudi’nin aşk ve zevkle sarıldığı akılcılık bir iç-arıtma temrini ve bir evren enginine kaçış denemesidir. Soyut ve parlak vargılardan (sonurgulardan) hoşlanmayı öğrenen genç Yahudi, bedenini yoklamaya başlayan bebeğe benzer. Dünya yurttaşının durumunu in­ celeyip eleştirirken Yahudi tıpkı o bebek gibi sevinir. Top­ lum alanında kendine tanınmayan anlaşma ve birleşmeyi o daha yüksek bir alanda gerçekleştirmiş olur. Akılcılığı seçmek Yahudi için insan yazgısı ve doğası üstüne karar verme yetkisi kazanmak demektir. “Yahudi Hıristiyan’dan daha akıllıdır” demek bu bakımdan hem doğrudur, hem yanlış. Ben şöyle demeyi yeğ bulurum: Yahudi salt aklı se­ ver ve her vesilede onu sınamak ve göstermek ister. Üste­ lik akıl onda, Hıristiyan’ı hâlâ etkileyen, sayısız tabularla sınırlanıp engellenmiş de değildir. Yahudi olmayanın da­ ha inatla üstünde durup savunduğu birçok ayrılıkçı duy­ gusallıklardan o uzaktır. Yahudi’nin bir çeşit tutkulu akıl emperyalisti olduğu da söylenebilir. O herkesi haklı oldu­ ğuna inandırmaya çalışmakla kalmıyor, akılcılığın koşuntusuz ve saltık değerini de kanıtlamak istiyor. Kendini ev­ rensellik misyoneri sayan Yahudi, yanaştırılmadığı Kato­ lik dinine karşılık olmak üzere salt akıl katolikliğini kura­ rak onu insanlar arasında hem bilgi temeli, hem de anlaş­ ma aracı yapmak istiyor. Yahudi filozof Leon Bruncshwing boşuna mı akim ilerleyişini fikirlerin ve dolayısıyla inanlann birliğine giden biricik yol saymaktadır? Antisemit, Yahudi’yi yaratıcı olmayan çözücü, dağıtıcı

94 9 Jean Paul Sartre

zekaya sahip olmakla suçluyor ve bu suçlamanın ne denli yerinde olduğunu belirtmek için de şu adları sıralıyor: Spinoza, Proust, Kafka, Darius Milhaud, Chagall, Einstein, Bergson... Yahudi zekasının daha çok eleştirici bir eği­ lim gösterdiği doğrudur ya, burada görülen de yine beyin hücrelerinin özel bir oluşumu değil, belli bir silahın bile­ rek seçilmesidir. Geleneğin, ırkın, ulusal yazgının ve içgüdünün bütün güçleri seferber edilmiştir. İddiaya bakılırsa, bu güçler anıtlar dikmiş, bir tarih ve bir kültür yaratmıştır: Bunlar daha usdışı (irrasyonel) doğuşlarının damgasını taşıyan ve yalnız savunmak zorunda kalan Yahudi, sezgiyi de usdışı bütün güçleri de yok sayarak doğanın temel yasaları­ na uymayan, ayrılık sayılabilecek sihir ve benzeri bütün olayları değerden düşürmeye çalışır. Hıristiyan ruhunun yer yer ortaya çıkardığı toptancı bloklara hiç güveni yok­ tur, onları “yadsır”, hiçe sayar. Bu anlamda bir Yahudi yı­ kıcılığından söz edebilir şüphesiz, ancak onun yıkmak is­ tediği şeyler beîli: Şu sınırlayan usdışı yetiler ve değerlerin tümüdür. Yahudi hasmımn her iddiası için bir tanıt, bir güven isterken gerçekte nefsini savunmaktadır. Sezgiye güvenmez ve itibar etmez, çünkü tartışmaya gelmez ve so­ nunda insanları birbirinden uzaklaştırır. O hasmıyla ateş­ li bir tartışmaya koyulursa bilin ki, bunu bir anlaşma elde etmek emeliyle yapar ve her tartışmadan önce, çıkış nok­ tası olacak temel ilkeleri bulup koymaya çalışır. Böylece önceden saptanmış bir anlaşma zemininden hareket ede­ rek insan doğasının genel eşitliğine dayanan yeni bir top­ lum düzeni tasarlayıp önermek ister. Başına kakınç olan bu sürekli eleştirme hevesi, gerçekte hasımlanyla ilişkile­

Yahudi Düşmanı © 95

rinde zorun, zorbalığın hiç gerekli olmadığı yolundaki ço­ cukça inancını da içerir. Antisemitler, faşistler ve benzeri bağnazlar dile gelmez sezgilerden hareketle sıkışınca zora başvurdukları, inandıramayınca korkutmayı yeğledikleri halde, utançlı Yahudi, insanları ayırıp zorbalığa sürükle­ yecek ve ilk kurban olarak da kendini tepeleyecek şeyleri ve konuları eleştirel bir analizle durmadan aydınlatmaya uğraşır. Spinoza, Husserl ve Bergson öğretilerinde sezgiye önemli yer vermişlerdir, biliyorum, ancak ilk ikisinde sez­ gi rasyonel, yani akla uygun ve eleştiriye dayanıklıdır. O hiçbir bakımdan PascaTm ince duygusuna benzemez. Ya­ hudi’nin en yaman düşmanını gördüğü işte bu çürütül­ mez, canlı ve kırk çeşit gizli algılara dayandırılan ince duy­ gudur. Bergson’a gelince: Onun felsefesi gerçekten, en ince eleştiren, en mantıklı bir zeka tarafından yaratılmış olma­ sına karşın zeka düşmanı bir öğretinin ilginç bir örneğidir. Bergson, mantık sonurgularıyla (vargılarıyla) kanıtlamak­ tadır ki, bir salt zaman ve bir fılozofık sezgi vardır. Zaman ile hayatın anlamını kavrayan bu “sezgi”nin kendisi de herkese açık olmak bakımından ve ayrıca konularını kav­ rayıp adlandırmanın mümkün olması yönünden evrensel ile ilgilidir. Duyduğuma göre Bergson dili istemeyerek kullanmakta ve kullanmak zorunda kalınca da sözlere an­ cak yol gösterici ve yan güvenilir haberciler olarak bak­ maktadır. Daha fazla ne isteniyor ondan? Çatışmadan ne denli hoşlandığını görmek isterseniz, o ünlü denemesini bir daha okuyunuz, hani şu araçsız veriler ve olgular üstü­ ne yazdığı, psiko-fizyolojik koşutluk üstüne o klasik eleşti­

m im u n m ıJ t n ın ı n n iu .i i i u .i i u ım ı u iim im iiin iJ iit^ iü iıu iiiı.¿iiitiiilitiiilii-ilULLdİlüiİJ HliiUiHJİÜİjl

96

0 Jean Paul Sartre

riyi içeren, aynca söz yitimi (aphasie) ile ilgili Broca teori­ sini gözden geçiren yazısını... O zaman Poencare ile birlik­ te şöyle denilebileceğini anlayacaksınız: Oksidel olmayan geometri bir tanımlama işi olup, kavislerin belli bir biçi­ mine, örneğin bir küre yüzeyine çizilen çember çizgisine doğru denildiği anda ortaya çıkmıştır. Bergson felsefesi iş­ te böyle bir akılcılık (rasyonalizm) olup dili de tam kendi­ ne özgüdür. Önceki felsefenin “süreklilik” dediğine Berg­ son dirim der, salt zaman, der., vb. “Süreklilik” anlayışının adı da “sezgi” olur. Ne var ki bu anlayışa götüren yol araş­ tırmalar ve ussal eleştirmeler üstünden geçtiği, bunlar ise aktarılır (dile gelir) ayrıntıları değil, ancak evrenseli içer­ diği için, buna usdışı sezgi demekle aklın bireşimsel göre­ vi demek arasında ayrım yoktur. Bir Kierkegaard ile bir Novalis’in düşün ürünlerine haklı olarak usdışıcılık (irrasyonalizm) denebilirse de, Bergson sistemine olsa olsa adı değişmiş bir usçuluk denir. Bana sorarsanız savunmak amacıyla saldırmak, hasmın usdışçılık silahını elinden dü­ şürüp zararsız kılmak ve yapıcı bir aklın potasında eritip yok etmek için son savunma çaresidir bu. Gerçekten bir Sorel’in usdışılığı düpedüz zora, zorbalığa götürdüğü hal­ de Bergson’unki tehlikesizdir ve ancak genel kardeşliğe hizmet edebilir. Bu evrensellik, bu eleştirel usçuluk genel olarak yalnız demokratta bulunur. Onun soyut liberalizmi Yahudilerin, Çinlilerin, zencilerin öteki toplum üyeleriyle eşit haklı ol­ duğunu savunur, ama bu hakları onların insanlık onuru adına ister, yoksa evrimin özgül sonuçları olmak sıfatları için değil. Kimi Yahudiler bunun için demokratların ilgisi­ ni çekmeye çalışır. Kavgası, ayrılıkçı toplum biçimlerinin

UlHJlİİİ»lİj.Il;»U«ı