Platon'un Bilgi Kuramı

Citation preview

PLATON UN BİLGİ KURAMI Metne eşlik eden bir yorumla birlikte Platon'un Theaetetus ve Sofist adlı diyalogları

FRANCIS MACDONALD CORNFORD Çeviren : AHMET CEVİZCİ

Özgün A dı: Plato’s Theory of Knowledge Basım Tarihleri : 1935, I960,1964,1966,1970, 1973 ve 1979

GÜNDOGAN Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. 1989 — ANKARA

GÜNDOĞAN YAYINLARI : 89-9 Felsefe Dizisi

04-6

Düzelti

Ahmet CEVİZCİ

Kapak düzenleme

Gündoğan Grafik

Yayın haklan (Copyright)

Gündoğan Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.

Dizgi - Baskı: Gaye Matbaacılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. 1989 — ANKARA

J. VIVIAN WILSON’A

Elinizdeki bu kitabm. önemli sayılabilecek bir bö­ lümünü meydana getiren, ve yazarın yorumu ve Platon’un bilgi kuramına ilişkin görüşleri için bir temel oluşturan iki diyalogdan Theaetetus dilimize daha önce Prof. Dr. Macit Gokberk tarafından (M.E.B., ya­ yınlanma yılı 1945), Sofist ise Prof. Dr. Mehmet Karasan tarafından (M.E.B., yayımlanma yılı 1943) çevirilmiştir. Çalışma sırasında, karşılaştırmalar yapmak amacıyla zaman zaman baktığım bu iki çeviriden Sofist çevirisinin sahibi, Türk felsefe literatürüne özel­ likle çevirileriyle önemli hizmetlerinin geçtiğini dü­ şündüğüm, Prof. Dr. Mehmet Karasan’ı bu vesileyle saygı ve rahmetle anıyorum. Dizilmesi, ve sayfa düzenlemesi oldukça zor olan böyle bir metni, büyük bir özen ve özveriyle çalışarak dizen, sayfa düzenlemesini yapan ve basan tüm Gaye. Matbaası çalışanlarına, özellikle de Operatör Ali Yıldız’a ve Mürettip Ramazan Koçak’a içtenlikle te­ şekkür ediyorum. Son olarak; bana ve işime inanan, alınterimi de­ ğerlendirmek için elinden geleni ardına komayan, ya­ yıncım ve sevgili dostum Eren Gündoğan’ı, hacimli sayılabilecek çevirimi girmekte olduğumuz yaz sezo­ nuna ve bu piyasa koşullarına rağmen basmaya kal­ kıştığı için, cesaretinden, gücünden ve inancından do­ layı sevgiyle ve dostlukla selamlıyorum. AHMET CEVİZCİ

Yaklaşık olarak onbir yıl kadar önce, Yayımcı bu -diziye katkıda bulunmamı istediği zaman, metne eş­ lik eden bir yorumla birlikte, Theaetetus’un bir çevi­ risini sundum; Buna daha sonra Sofist’i ekledim. Bu arada kitap, benim gerçekleştirdiğimden daha fazlasım taahüt eder görünen Platoıi’un Bilgi Kuramı baş­ lığıyla ilan edileli. Amacım Platon’un halâ canlı bir ilginin odak noktası olmaya devam eden iki başyapı­ tını Yunanca metni kolaylıkla okuyamayacak olan felsefe öğrencileri için okunabilir hale getirmekti. Varo­ lan çevirilere ve baskılara ilişkin bir çalışma, diyolaglarla daha Önceden tanışık olan Platon uzmanlarının, hoş karşılanmayacak bir nitelikte olmayan bir yeni yorum bulabilecekleri umudunu da teşvik etti. Bir yorum eklendi çünkü, anlaşılması daha güç yerlerde, çıplak bir çevirinin, o da anlaşılırsa eğer, yanlış anla­ şılacağı hemen hemen kesindir. Bu tehlike çağımızın birinci sınıf bir düşünürün­ den yapılacak bir alıntıyla örneklenebilir. «Olgunluk döneminin bakış açısı içinde, varlığın tammimn yalınç bir biçimde güç olduğuna inanıyo­ rum önerisini öne süren Platon’du. Bu öneri İçkin Tasa öğretisinin başlangıcıdır.» C1) Dr. .Alfred North •il)

A.N. Whitehead, Adventures of Ideas (19335, s. 165, Dr. Whitehead'in kemdi felsefesini çok derinden etöMlemiş olan ■ustayı -temelde' yanlış anladığını önermiyorum ,ancak yal­ nızca çok derinlikli 'bir düşünürün bir çeviri tarafından .yanlış yola sokulabileceğine işaret ediyorum.

Whitehead burada Benjamin Jowett’in çevirisinden alıntı yapmaktadır. Okuyucu Sofist’te yer alan bu pa­ saja bakacak olursa, sözcüklerin şöyle çevrildiğini görecektir: «Gerçek şeyleri ayıracak bir özellik ola­ rak onların güçten başka hiçbir şey olmadıklarım öneriyorum.» t1) Gerçek şeylerin bir özelliği bir «var­ lık tanımı» olmayabilir. Bu özellik bununla birlikte, Elealı Yabancı tarafından onun gerçek şeylere ilişkin olarak ortaya koyduğu elle tutulabilirlik özelliğinde bir ilerleme diye sunulur. Materyalist «içinde bulun­ dukları anda sunacak daha iyi bir önerisi olmadığı için» onu kabul eder. Yabancı Theaetetus’un ve ken­ disinin bu konu üzerindeki düşüncelerini daha sonra değiştirebileceğini ekler. Platon burada kesinlikle bir «varlık tanımı» vermez. Bu kadan dakik bir çeviriden çıkartılabilir; ancak «güç» sözcüğü halâ açıklanmaya gereksinme duyar. O «kuvvet», «kudret», «Möglich­ keit», «puissence de relation» olarak çevirilmiştir. Dynamis sözcüğünün Platon’un zamanındaki ve Pla­ ton öncesindeki tarihine ilişkin belli bir açıklama ol­ maksızın, modern felsefenin terimlerine alışmış olan öğrenci pekâla yanlış bir izlenim alabilir. Bu türden güçlükleri karşılamak için, metnin ol­ dukça yoğun olan bölümlerinden sonra, Platon’un ger­ çekte neyi kastettiğini ve uslamlamanın bu bölümü­ nün uslamlamanın Cargümanın) geri kalanıyla nasıl bir ilişkisi bulunduğunu bulgulamayı amaçlayan bir yorumu araya soktum. Platonik bir diyalogun yaşa­ yan bedenini teşrih etmeye karşı her zaman birtakım d)

MSS'de yer aldıkları biçimiyle sözcüklerin kuruluşu karan­ lık ve güç olduğu için, aslında bu çevirinin kendisi de kuş­ kuludur.

itirazlar yapılagelmiştir. Hiçbir yazar Platon’un bir uslamlamanın, katı ve anlaşılması güç yapışım, ken­ disinde her bir düşüncenin ileri sürdüğü önerinin ön­ ceden tasarlanmamış bir sonucu izlercesine ortaya çı­ kar göründüğü bir karşılıklı konuşma sürecinin akan satırlarının arkasına gizleyen ustalığına yaklaşmadı. Bununla birlikte Platon’un olgunluk döneminde yazdığı bu diyaloglarda, kemikler kendilerini deri yoluyla açık seçik olarak gösterir; ve Platon bizim arkada el­ lerimizi kavuşturmuş olarak kendisinin sanatına hay­ ranlık beslememiz yerine, anlamına nüfuz etmemizi ister gibidir. Okuyucuya gereksindiği zaman, gerek­ sindiği yerde gereksindiği bilişiyi verecek, aralara sı­ kıştırılmış bir yorum, bu türden bir bilişiyi başlangıç-. taki bir girişe ve sonuçtaki notlara istif etmek biçi­ mindeki alışılmış plana yeğleyebilir. Bir kitabı aynı anda üç. yerden okumak zorunda kalmamızın nedeni açık değildir. Elinizdeki bu kitap, her durumda, oku­ yucuya Platon’un metinlerini doğrudan doğruya oku­ ma olanağı vermek için tasarlanmıştır. Çeviri, ondan ayrılmak için nedenler verdiğim,, ya da büyük bir olasılıkla ya da kesinlikle çarpıtıl­ mış olan pasajlar için önerdiğim düzeltmelerin bulun­ duğu yerler dışında, Burnet’m yayınladığı Yunanca metni izler. Platon'un belli bir eğitim görmüş kişiler arasında geçen karşılıklı konuşmanın akıcı dilini ko­ rumak ve bir sözcüğün teknik bir terim olarak katı­ laşıp kalmasına izin vermeye karşı çıkmak biçiminde­ ki kendi uygulamasını izlemeye çalıştım. Yorum Platon’u kendi yapıtlarından ve seleflerinin ve çağdaşla­ rının. yazılarından yorumlamaya ve modem felsefe­ nin yanıltıcı jargonundan olanaklı olduğu ölçüde ka­ çınmaya çalışır, «öznelcilik» (sübjektivizm), «göreci-

lik» (relativizm), «duyumculuk» (sensaüonalism) gi­ bi terimler, tanımlandıkları zaman bile, düşüncenin, bu örnek akıcılık elden ele geçtikçe gözden kaybolan, muğlaklıklarını gizler. Cahil ya da bilgisiz görünmek pahasına, kabul edemediğim yorumlan çoğunlukla atladım. Dipnotla­ rı diğer Platon yorumcularına duyduğum şükranları dile getiren notlarla da yüklemedim. Bana büyük bir yorum sağlayan çalışmalar arasında Campbell’in ya­ yınlarım- Apelt'in (tam bibliyografyalar içeren) çevi­ rilerini; Bay Diès’in Collection des Universités de France’da yer alan yaymlanni; E. Stölzel’in Die Be­ handlung des Erkenntnisproblems bei Platon (Halle, 1908), J. Stehzel’in Entwicklung der platonischen Dia­ lektik (Breslau, 1917), C. Ritter’in Neue Untersuchun­ gen über Platon (München, 1910), V. Brochard’m Etudes de philosophie ancienne (Paris, 1912) adlı ya­ pıtlarını ve John Bumet ve Profesör A.E." Taylor’un ünlü yapıtlarını sayacağım. CAMBRIDGE 1934

F.M. Cornford

SAYFA ÖNSÖZ

.

GİRİŞ"

... ... ...

........ .... ... ...

'V . 1

THEAETETUS 142A-I43C. GİRİŞ DİYALOGU ANA'DİYALOG ... ... 143D-151D. Giriş konuşması ... ........

.. ...

53 53 54 64 70

.

I,. Algının Bilgi Olma Savı ... ,...... 151İ>E Theaetetus bilgiyi algıyla özdeşleş­ tiriyor ... ....... 151E-152C. TÜeaetetus’un bakış açısının Protagorasçı öğretiyle diyalektik bir­ leşimi ... ... ....... ... .;. ... :.. ... 152Ö-153D. Herakleitosçu akış öğretisiyle diya­ lektik birleşim ... ... ... ... 153D-154B.. Duyu-nesheleri ve algılayan kişinin . doğasına ilişkin başlangıç açık- . laması .... ...... ....................'. ... 154B-155D. Biçim ve Sayıyla ilgili kimi bilme­ celer................ ........... . . . . . 74 155D-157C. Duyu-algısımn. doğasına ilişkin ku­ ram-.,. ........................... İ57C-D, Theaetetus algı kuranımı . kabul-, . ediyor ... i...İ57E-180E. Algınm yanılmaz olma savı ..........

25 29 29

83 92 94

160E-161B. 161B-163A. 163A-164B.

Ara eleştiri başlıyor ... ... ... ....... 107 Protagoras'a karşı kimi itirazlar ... 110 Yalınç bir algılama bilme özdeşli­ ğine itirazlar ............................ 114 164C-165E. Sokrates Protagoras’ı savunmayı 120 üzerine a lıyor................. 165E-168C. Protagoras’m savunması .................. 125 168C-169D. A ra ... ....................................... 138 .169D-171D. Tüm yargılara genişletilmiş olduğu biçimiyle, Protagorasçı öğreti­ nin eleştirisi ........... ........... ; 141 171D-172B. Sorunun yeniden ortaya konması: Bilgenin üstünlüğü, nerede yat­ maktadır? ... ... ... ... ... ... 148 172B-177C. Konudışı söz: Felsefe Retorik kar■şıtkğı ... .... •• 151 177C-179C. Protagoras’m savunmasının çürütülüşü ....... 167 179C-181B. Parmenides’iri her tür devinim ve değişmeyi yadsıyan teziyle kar­ şılaştırıldığında .Herakleitosçu hakış açısı 172 181B-183C. -Ekstrem. Herakleitosçuluğun eleşti­ risi ... ... ... ... ......... 179 183C-184B. Ara. Sokrates' Parmenides’i eleştir• inek istemiyor ... ...... 189 184B-186E. «Algı bilgidir» tezi en sonunda çü­ rütülür 190 II. Doğru Yargnun Bilgi Olma Savı 203 . 187A-C. .Theaetetus doğru yargının bilgi ol^ . ma savını ortaya koyuyor 187C-E.' ■ Yanlış yargı nasıl'olanaklıdır ... .:.

203 205

187C-188C. Bir şeyin (bilinen ya. da bilinme­ yen) bir başka şey (bilinen ya da bilinmeyen) olduğunu dü­ şünme olarak yanlış yargı-... .207' 188C-189B. Var olmayan şeyi düşünme olarak ' yanlış,yargı ,............. 212 189B-190E.' Bir şeyi •bir başka'1 şeyle karıştır- • inak olarak yanlış yargının- ola­ naksızlığı ... ...... ....... .:. ... 217 190E--195B. Bir sınıf yanlış belleği hesaba kat- makla açıklanabilir. Balmumun- . dam levha ... .k. ... .... ... ............... 223 195B-196C. Genelde yanlış yargı, bununla bir­ likte, algının düşünceye uygun gelmeyişi olarak tanımlanamaz • 237 198D-199C. Algı içermeyen yanlış yargılar fe: min etmek üzere, Bellek bir kuşlukla karşılaştırılır ... k 242 199C-200D. Yanlış yargıya ilişkin bir açıklama olarak, «bilgi parçalarini karış­ tırma» nın yadsınması ............... 253 200D-201C. Sonuç: Bilgi Doğru inanç olarak •tanımlanamaz ... ... ....... : ... 260 III. Kendisine ..bir rapor ya da açık­ lamanın eşlik ettiği doğru inan_ cin bilgi olma savı......... ...... '264201C-202C. Sokrates bu kuramı, duyduğu biçi’ miyle, dile getiriyor................... 264 202C-206C. Kuram öğeleri bilinemez kıldığı için eleştirilir................... ... ... ... 271 206C-E. : «Açüclama»nm üç olanaklı anlamı. (1) Düşüncenin konuşmada dile • getirilmesi (uygun değil) ....... . 286

20SE-208B

208B-210B. 210B-210D.

(2) Yalınç parçaların sayılması. Bu, doğru bir fikri bilgiye dönüştürmeyecektir ... ... .......... Ayırıcı bir özelliğin ortaya konma­ sı. Bü da doğru bir fikri bilgiye dönüştüımeyecektir ... ... ....... Bilgiyi tanımlamaya- yönelik tüm girişimler başarısızlıkla sonuç­ lanmıştır ... ... ... :.............. ... S OFİS T

.

288

293 30i “

2İ6A-218D. 218I>22lC.

Giriş konuşması ^... ...... ..... ... . 303 01ia ile babk tutan kişiyi tanımla-. yan tanımlayıcı bölme 313 . Sofisti tanımlayan yedi bölm e 3-16 221C-223B.. I Bölme. Avcı.olarak Sofist ... 318 223C-224E. II-IV. Bölmeler. Satıcı olarak So' fist ;... 319 224E-226A. ‘ V. Bölme.. Didişimci olarak Sofist - 321 226A-231B. Sokrates’in kendisinin Katartik yön- , temi. 325 Toplama ve Bölme .Yöntemleri. ... 336 231B-235A. «Görüntü-yaratma»..cinsine götüren inceleme ... i--.................. 343 235A-236G. Görimtü-yaratmanın iki türe bo:. lünmesi ... ...... ... ... 358 236C-237B. Konuşmada ve Düşüncede, gerçek. ' olmayan görünüşler ve yanlış­ lık problemlerinin dile getiril- mesi 365. 1. Gerçeklik ve Görünüş Dünyaları . 237B-239C. , (a)' Gerçeklikten ^tümüyle yoksun ' t’ . olan ;f. ..u ...

:371 '372 '

239C-242B. 242B-244B. . 244B-245E. 245E-246E. . 240E-248A. 248A-249D;

249D-25İÂ.

(b). Eidolönun tanımı ve . yanlişk . , inanç problemi ... : 383 ' Tümüyle gerçek olan. «Gerçek» ııe anlama gelir? ...: ........ ; ........... 396 ' Parmenides’in Bir olan Gerçek Var­ lığına ilişkin eleştiri ... '405 Tanrıların ve Devlerin savaşı: idea­ 419. listler ve Materyalistler ....... Gerçek olanın, materyalistlerin ka-. bülüne sunulan, bir özelliği ... 427 idealistler gerçekliğin -bazı değişen şeyleri de', içerdiğini teslim et­ melidirler ... ...... ....... 439 Geçiş, idealist: «gerçek»le neyi kas­ tetmektedir ... ... ... ... ... 457

II. Formların Birleşimi ve Olumsuz Önermeler Problemi ... ... ... ... 464: 251A-C. Bkeysel bir şeyin nasıl olup ta bir­ çok-ismi olabileceği biçiminde.ki saçma sorunun dışlanması ... 466 251C-252E. 'Bazı Formların birleşeceklerinin, buna karşın diğerlerinin birleşmeyeceklerinin, kamtianması... 470 ' 252E-253C. Felsefi tartışmanın.dokusu ......... .... 480 253C-254B. Diyalektik bilimine ilişkin betimle■me ....... ... ... .-.r... ......... ■... 484 Formlar, dünyasının yapısı ... ... ... . 494. 254B-D, .. 'En önemli Formlardan, örnekleme amacıyla: seçilmiş üç Form: Va■ ■ . . roluş,"Devinim ve.Dinginlik ... 502. ■254.Di-255E. Buî üçünden ;ayn olan ve Formlann ‘ hepsine yayılan diğer iki Form: . . Aynılık ye Farklılık.-. ... ... ...514

255E-257A. Beş Formu içeren doğru önermeleri yeni baştan gözden geçirme «var olan»m.bir anlamda «var olmadığı»hı. savlayan bir dizi önerme bultınduğunu gösterir 257B-258C. «Var olmayandın bir anlamda «var olduğu» nu savlayan bir dizi doğru önerme vardır ... ... -258C-259D. Sonuç. Parmenides’in «var. olan»m herhangi bir anlamda var ol­ mayan olamayacağı, ve «var ol­ mayanım herhangi bir anlam­ da var olan olamayacağı biçi' ' mindeki dogmasını çürüttük ...

542

III. Yanlış Konuşma ve Düşünme ...

549

259D-26ÎC, Problemin ortaya konm ası ... 261C-262E, Her önerme ayn cinsten öğelerden (isim .ve fiil). oluşan bir komp­ lekstir ... ................ ......, ... 262E. Hep önerme bir şey hakkındadır ve ya doğru ya da yanlıştır ... 262E-263B. Doğru önerme tanımı ........ ... ... 263B-D. Yanlış önerme tanımı ..; ....... ... 263D-264B. Yargı, yalınç bir biçimde ağızdan çıkarılmamış önerme olduğuna göre, Yanlış . yargı ve Yanlış, «görünme» olanaklıdır ............ 264B-D, Geçiş, ,bu sonuçlarla kendisine ara verilmiş olan Görüntü-Yaratma .. . Bölmesi arasında bağ kurma ... 264D-268D. Bölme VII; Görüııtü-yaratıcısmm bir ■türü olarak Sofist' ................

549

533

559 567 569 573

585

589

G İR İŞ ,Yorum, okuyucuyu -gereksinme doğdukça, bilgiy­ le 'donatmayı amaçladığı. için, girişte Theaetetus ve Sofist’in 'Platon’un diyalogları içindeki yerlerini gös­ termek ve her iki diyalogda da araştırmanın kendisin­ den başladığı noktayı kısaca tanımlamak yeterli ola­ caktır. : Söz konusu iki diyalogumuz Parmenides, Theae­ tetus, Sofist ve Devlet Adamı’ndan. oluşan öbek için­ de yer almaktadır. Bay Dies’in de gözlemlemiş oldu­ ğu gibi, t1) Platon diyologlann bu sıra içinde okun­ ması gerektiğini tasarlamış olduğu, hususunda kuşku ya yer bırakmaz. Parmenides,' o sıralar yaklaşık ola­ rak yirmisinde bulunan Sokrates’le, Eleacı filozoflar Parmenides. ve Zenon arasında, İ.Ö. 450 yılında ger­ çekleşmiş gibi tasarlanan bir buluşmayı betimlemek­ tedir. Bu diyalogdaki konuşmaya kabaca benzeyen bir şeyin bu tarihte ortaya çıkmış olmasını kabul etmek Mıladdan önce beşinci ve dördüncü yüzyılların.. tüm felsefe tarihini anlamsız kılardı-, ben, Bay Dies'ie bir­ likte, karşılaşmanın, Sokrates’ih özyaşamında yer alan bir olgu değil de, yazınsal bir kurgu olduğuna inanıyorum.' Antik Yunan felsefe tarihini yazan hiçbir ■ilkçağ felsefesi tarihçisi, gerçekleşmiş olsaydı, çok önemli bir dönüm noktası olmuş olacak olan bu kar­ şılaşmayı, aktüel bir . olaya ilişkin bir kayıt biçimin­ de. yanlış anlamamıştır.' Geçen' tartışmalarla ilişkisi (D

Parm^nide C1323), b. XU-

içinde^ yalmzca bir yönletimde bulunmuş olmak için, Theaetetus’ta (-183E) bu karşılaşmada^, söz edi­ lir ve Sofist’te. ,(217C) bu bir kez daha anımsa­ nır. Theaetetus, yine Sofist’in başlarında korunan bir buluşma. Umuduyla sona erer; ve Sofist’in kendisine Devlet Adamı’nda açık bir yönletimde bulunulur. Bu dört diyalogun kompozisyon düzeni açısmdan bakıldığında, Sofist ve uzun ve sürekli bir karşılıklı konuşma içeren Devlet Adamı’mn, Theaetetus’tan sonra geldiğinden hiç kuşkumuz yoktur. Theaetetus’ta, birçok Platon yorumcusu, biçemin, Platon’un son dö­ nem diyaloglarında geliştirdiği biçem doğrultusunda değiştiğine dikkat çekmiştir. Eğer durum böyleyse, diyalogu bir; bütün olarak temel alan, biçemle ilgili (stilometrik) çalışmalar çok yanıltıcı olacaklardır. Theaetetus’un son bölümü, bizim görebildiğimiz kadarıy­ la, Platon’un adı. geçen diyalogu yasmaya.başladığı şualardan çok daba sonra tamamlanmış, ve Parmeni­ des de Theaetetus’un başı ve sonu arasındaki bir ara­ da, yazılmış olabilir, öte yandan, Theaetptus’un ta­ mamlanmasıyla, Sofist ve Devlet Adamı’nın yazılışı arasında, büyük bir zaman geçtiğini varsaymak ge­ reksinimi duymuyoruz.' Bu dört diyalogdan oluşan öbeğin, Timaeus, Philebus ve Yasalardan önce, Menon,. Phaidon ve Devlet’ten sonra-olduğu, günümüzde hemen tümüyle ka­ bul edilmiş durumdadır. Devlet, öncelikle felsefe öğ­ rencilerinin değil de, Parmenides’i kesinlikle okuya­ mayacak, Sofist’i ise oldukça güç bulacak, belli bir eğitimden geçmiş kişiler için düşünülmüş, daha az teknik yapıtlar Öbeğinin merkezinde.bulunmaktadır.

Bu popüler yazılar, öğrencileri Akademiye çekmek, ve, benim de birçok Platon araştırmacısıyla birlikte, Platoria özgü bir öğreti oarak gördüğüm bir öğretiyi ■ Yunan dünyasına tanıtmak gibi, ikili bir amaca hiz-, met edeceklerdi. Bu öğretinin iki temel direği, ussal ruhun ölümsüzlüğü ve tanrısallığıyla, onun bilgisinin nesnelerinin (objelerinin) gerçek varoluşu -—bir, du­ yularımızla algıladığımız şeylerden ayrı, usla anlaşı­ labilir «Formlar» dünyası— dun t1) Söz konusu her iki öğreti de, biçem temelleri, üstünde, Menon’dan çok gözle görülür olarak, daha önce yazılmış olduğu­ na karar verdiğimiz hiçbir diyalogda görülmez. Her ikisi de, Platön’un bunlara aynı zamanda ulaştığını, ve bunların birbirlerine karşılıklı olarak bağımlı ol­ duğunu usa getirir bir biçimde, Phaidon adlı diyalog­ da öne sürülür. Menon zaten Anamnesis (Anımsama). kuramını, eşdeyişle bilginin, duyular yoluyla ya da bir ustan di­ ğerine öğretimle aktarılan bilişi (malumat) olarak de­ ğil de, bir bedene girmezden önce, ruh tarafından,' tdaha, önceki varoluşunda, görülen ve bilinen gerçek­ liklerin ve doğruların anımsanmasıyla kazanıldığını ' ortaya koyan. kuramı, daha önce iiân etmişti, S o k r a t e s bü Ö ğ r e t i y i, dinsel konu­ larda birer ’-bilge olan adamlardan ve esinli ozanlar-, dan miras kalmış ve kendisinin doğru olduklarına

Cl)i Aristoteles tarafından saldırılan, Formların ayrı varoluşu anJayışınm- öneminin küçümsenmemesi gerektiği konusun' da. Bay J.B. Mabbott'la ( «Aristotle and the Khorismos of Plato», Classical Quarterly, XX {1326)) uyuşuyorum.

İnandığı C1) açıklamalara dayandırır. İnsan ruhu ölümsüz (tanrısal) dür ve tümüyle arınıp saflaştığı zaman, sonunda kendisinden kurtulacağı bir bedene girme çarkı içinde saflaşır. «Bu yüzden ruh ölümsüz­ dür ve birçok kez yeniden doğmuştur; ve hem bu dün­ yada, hem de öte dünyada, herşeyi görmüş olduğun­ dan, öğrenmediği hiçbir şey yoktur. Şu halde, onun daha önceden, erdemle ya da herhangi bir konuyla ilgili olarak, bildiklerini anımsayabilmesinden kuşku duymaya hiç gerek yoktur. Tüm doğa birbirine ben­ zer bir nitelik arzeder ve ruh herşeyi öğrenmiştir; bundan dolayı, tek bir şeyi anımsamış —bizim deyi­ şimizle istersen, öğrenmiş — birini, o araştırmada sa­ bırlı ve yorulmak bilmez biri ise eğer, geri kalan her­ şeyi kendisi için bulgulamaktan alıkoyan hiçbir şey yoktur, çünkü araştırma ya da öğrenme anımsama­ dan başka bir şey değildir.» Sokrates bu öğretiyi deney yoluyla kanıtlayarak açıklamayı sürdürür. Daha önce hiç geometri eğitimi almamış bir kölenin, anlaşılması ve yorumlanması pek de kolay olmayan bir geometri problemini çözme­ sini sağlar, Menon’da. Sokrates, köleye çözüm sonun­ da sahip olduğu doğru inancı, başlangıçta ortaya koy­ duğu yanlış inançlardan daha fazla öğretmediğini sav­ lar. Başlangıçta kölenin bilgisi yoktu; ancak, sonunda (1)

Menon SlA’daki bu İfade, doğru açıklamaya içeren biçimi, söylencesel (mitik) bir nitelik taşısa da, mythos değil fa­ kat logos alethestir. Bu nedenle, Gorgias 523A’da, Sokra­ tes ölünün yargısı söylencesini, her ne denli Kallikles onu bir mythos olarak düşünse de, bir logos alethes olarak adjandinr. Menon ve Phaddon’un Sokrates'ini, tarihsel Sokrates'i değil de, Platon’un inançlarını dile getiren biri ola­ rak atıyorum.

ulaştığı doğru inanç da dahil, olmak üzere, bu inanç­ lar onda, bulunmaktaydı. Bunlar «onda sanki bir düş imişcesine, uyandılar» ve çeşitli biçimlerde tekrar tek: rar sorgulanmaya devam edilseydi, köle araştırmayı, . doğru inanç yerine bilgiyle —kendi ruhundan' anım­ sayıp çıkarmış olacağı bilgiyle — tamamlamış olurdu. Bu bilgi, şu halde, doğuştan önce kazanılmış olma­ lıdır. «Öyleyse, şeylerin doğruluğu her zaman ruhu­ muzda bulunmaktaysa, ruhumuz ölümsüz olmalıdırbundan dolayı, belleğinde olup da bilmediğin, daha doğru bir deyişle, anımsamadığın şeyleri, hiç durak­ samadan araştırmaya ve anımsamaya koyulabilirsin.» Sokrates din adamları ye ozanlar tarafından getiri­ len bu açıklamanın tümünü bazi bakımlardan savun­ madığını eklemeyi unutmaz,-ancak bilmediğimiz'doğ­ ruluğu (hakikati) bulgulayabileceğimiz© inanmanın bizim için, her yönden daha iyi olacağı biçimindeki pratik sonuçla ilgili olarak, tümüyle, ikna olmuş du­ rumdadır. Platonün dramatik yönteminden dolayı, Sokrates’in getirdiği sınırlamaların gerçek boyutunu tam bir netlikle belirleyemiyoruz. Bu durum,-tarih­ sel Sokrates’in, Pindar ve diğerleri .tarafından dile ge­ tirildiği .biçimiyle, bu kurama ya da daha büyük bir olasılıkla bedene girme (cisimleşme), geçici olarak acı çekme ye arınmanın ayrıntılarına, «söylencesel*. olduğu, gerekçesiyle, inanmadığı, anlamına gelebilir (Platonün onu' başka yerlerde de gösterdiği gibi). Ancak Sokrates’in getirdiği, sınırlama, hem Sokra­ tes’in hem de Menon’un. kabul etmiş olduğu varsayım­ sal sonucu da kapsayacak bir biçimde, genişlemez: Eğer şeylere ilişkin doğruluk ruhumuzda her zaman bulunuyorsa, ruh ölümsüzdür. Belki de Platonün kuramım bizim de kabul edebileceğimiz bir şeye dönüş-

türaie dileğinde olan kimi modem araştırmacılar, Anamnesis Öğretisini, ruhun bu dünyadaki varoluşun­ dan önceki varoluşuyla artık hiçbir ilişkisi kalmayan bir biçime indirgerler. Ancak Platon ölümsüzlüğe ke­ sinlikle inanıyordu; Anımsamanın bir kez daha öne . sürüldüğü Phaidon’da getirilen kanıtlamalardan, tar­ tışmaya katılan tüm taraflarca doyurucu bulunup ka­ bul edilen biri, ruhun daha önceki - varoluşuna ilişkin bir kanıtlamadır.. Anımsama öğretisi, hem.ruhun doğası ve .hem de bilginin kaynaklan hakkındaki yarolan geçerli inançlardan tam bir aynkşı -inlemektedir (işaret et­ mektedir). Ruh, çok geniş bir kesimce, bedenden ay­ rıldığı zaman, kolaylıkla dağılabilecek, salt bir gölge •ya da eidolon, bir asılsız hayalet olarak görülmektey­ di. Ve eğer sağduyunun, Sokratik diyaloglarda Form­ lar (eide) olarak adlandırılan genel karakterlere iliş-, kin olarak, herhangi bir görüşe sahip olduğu söylenebilseydi, bu, söz konusu karakterlerin duyusal-şey­ lerde bulunduklarını, ve .onlara ilişkin bilgimizin du­ yular yoluyla kazanıldığını; ya da belki, Atomcuların eidolasi gibi, özdeksel cisimlerin fırlattığı imgelerle . (suretlerle) taşındığını söyleyen deneyci (emprist) gö-: rüş olacaktı. Sokrates’in Phaidon’da tatmin, edici bul­ madığını söylediği kuramlar arasında, «bize işitme, görme ve koklama algılarım veren beyindir ve bu al- ' gilardan bellek ve inanç doğar ve bunlardan da, genel bir dinginlik hali içinde büakıldıklan zaman, genel bilgi meydana gelir» diyen öğreti de vardır. Platon’un, bilgiyi duyusal nesnelerden soyutlama yoluyla türe.ten, tüm kuramlardan tam anlamıyla uzaklaşması, ru-, ha ilişkin, ya bedenin daha hafif ve ince dokulu göl­ gesi ya da bedensel öğelerin karışımının ardından ge­

len- bir bileşke olarak, popüler fikirleri aynı ölçüde temelli olan yadsıyışıyla birlikte gerçekleşir. Bir başka deyişle,, Platoncu Formların özdeksel şeylere karşı herhangi bir bağımlılıktan «aynlış»ı, Formları bilen ruhun fiziksel organizmaya karşı ,söz konusu olabile-. cek herhangi bir bağımlılıktan kurtulmasıyla birlikte olur. Phaidon her iki sonucu da ayüı anda ortaya koy­ mak için .tasarlanmıştır..îki öğretinin de kanıtlanmış olduğu saylanmaz, ancak Formlar varoluyor ye bilinebiliyorsa eğer, ruhun ölümsüz olduğu ileri sürülür. Platon’un kendisi bunlardan her ikisine de inanıyor-, du; Sokrates’ı, daha önçeki diyalogların Sokrates’inin tersine, şimdi dinleyicilerini inandığı, fakat bilmediği söz konusu noktalarda ikna, etmek için, güzel ve et-, kili konuşmak yönünde her çareye başvurur. Diyalogu açış konuşmasında, daha hemen işin ba­ şında, ruhun beden olmaksızın varolabileceği kabul edilir; çünkü «ölmek» burada, «bedenin kendi başına ruhtan, ruhun da bedenden ayrı hale CKhoris) gel­ miş olması» anlamına gelecek biçimde tanımlanır P). Bu kadarı halk arasında revaçta olan hayalet, ya da gölge ruh hakkında da söylenebilir; ancak Sokrates’in bedenden ayrılabilir olan' ruha yüklemeye devam et­ tiği özellikler oldukça farklıdır. Karşıtlık, anlıkla (zi­ hin) özdek ya da hâttâ geleneksel olarak anlaşıldığı biçimiyle, ruhla beden arasında değildir. Buradaki ruh (psyche) daha sonra' Platon ve Aristoteles tara­ fından, tene karşıt olarak, us (nous) ya da tin diye

(l')ı

Phadion ®4C. Gorgias'taki. söylencede (&MB), ölüm «iki şeyini —beden; ve ruhuna- birbirlerinden ayın İması (dialy­ sis) » olarak betimlenir.

adlandırılan yetidir, t1) Tene duyular, ve bedensel ar­ zular ve hazlar bağlıdır. Ruhun kendisine özgü işlevi, görünmez gerçekliğe yönelen ve, en iyi bir biçimde, tin kendi başina düşünmek için, tenden uzaklaşıp, duyularca rahatsız edilmediği, ya da kesintiye üğraülmadığı zaman gerçekleşen,, düşünce ya da refleksiyondur. Bilgeliğin peşinden koşma «ruhun bedenle olan bağlarını gevşetme, ve ruhu 'bedenden ayırma (Khorismos)» dır — nitekim söz-konusu ayrılışın ya­ şama, geçirilişi ölüm olarak adlandırılmıştır. iPhaidon) 67D) . Bu giriş konuşmasıyla, okuyucunun anlığına, daha uslamlama. (argüman) başlamazdan önce, dü­ şünen benin bedenden ve onun duyulan ve tutkula­ rından tam olarak ayrıhşı düşüncesini kabul ettirmek amacı güdülmüştür. Bu düşünceyi anlamak, her ne denli o pek alışılmamış bir şey olsa da, Platon’un yurt­ taşı okuyucular için, kendisini ilk kez olarak açıkça ilân etmenin Platon’un bir diğer amacı olduğu, Form­ ların duyusal şeylerden ayrılışını anlamaktan daha kolaydır. Eğer okuyucu, Formlar hakkında daha son­ raki yazılardan öğrenmiş :olduğu herşeyi unutacak ye kendisini, Platon’un, onun yalnızca ilk dönem di­ yaloglarını bilen okuyucuları yerine koyacak olursa, Formların ayrı varoluşunun bilincinde olma durumu­ na, adım adım götürüldüğünü görecektir. Formlardan ilk kez olarak', ruhun duyulardan ge­ ri durduğu zamanki derin v e bilinçli düşüncesinin, nesneleri olarak söz edilir. Burada (Phaidon 65D),. yalnızca Sokrates’in karşılıklı konuşmasının alışıla(l) ■!Karş. ■ Cornford, «The Division of the Soul» Hibbert Journal (Jamıary, 1930), s. 206.

gelmiş konulan, olan varlık birimlerinin, duyularla değil de, düşünceyle, algılandıkları .imlenir. Sökrates ve dostlan «Adalet nedir?», sorusu üzerinde düşün. dükleri zaman, «kendinde» Cauto) adil olanı tanımla­ maya ve «onun ne olduğunu» (ho esti) ya da «öz» (ousia) ünün ne olduğunu bulgulamaya. çalışıyorlar­ dı. İlk dönem diyaloglarını okuyan biri, bunun, görü­ lemeyen ya da dokunulamayan bir şey olarak, ruh «gözlerden, kulaklardan ve bir bütün, olarak beden­ den bağımsız kılındığı» zaman, katışıksız düşünce ta•rafından bilinebileceğini kolaylıkla kabul edebilir. Bunu, Anamnesis (Anımsama), üzerine olan ve okuyucuyu, bir yandan ruhun daha önceden varol­ muş olduğu, öte yandan onun Adaletin kendisine ben­ zer bir şeyle nasıl ilk: kez olarak tanışmış olduğuna ilişkin kendi bulanık fikirlerinin kökten bir biçimde yanlış olduğu noktalarında ikna, etmek gibi hayli ,güç bir hedefe yönelik, uzun ve incelikle işlenmiş bir sa­ vunma izler. Adaletin kendisini yalnızca algılayanainakla kalmayız, ancak onu duyu-izlenimlermden çıkarsayamayız 'da. Duyusal olmadıkları pek açık seçik olan ahlâksa! Formlar söz konusu olduğunda, bu çok daha kolaylıkla savunulabilir; ancak Platon matema­ tiksel Formlarla daha az ilgileniyor ,değildir. O eşitliğe ilişkin bilgimizi, birbirlerine eşit olan şeylerin algı­ sından. çıkarsayamadığımızı kanıtlamayı üzerine alır. Aynı iki çubuk bir kişiye eşit, oysa diğerine eşitsiz görünür. Ancak bunlardan hiçbiri «eşitler»in eşit .ol­ madıklarını ya da Eşitliğin Eşitsizlik olduğunu, hiçbir zaman düşünmez. Yaklaşık olarak eşit olan şeylerin görünümleri bizim Eşitliği- düşünmemize neden olur, ve biz onların söz konusu İdeal ölçüye ulaşamadıkla» n yargısını veririz. Plıaidon’d^- bizim gerçek Eşitliğin.

bilgisini duyulanınızı kullanmaya başlamazdan ön­ ce, bir başka deyişle, doğuştan önce kazanmış olma­ m ız gerektiği savunulur; v e bu kendisiyle birlikte, ru­ hun daha önceki varoluşunu gündeme getirir. Uslam­ lamanın kendisi modem okuyucuya ister sağlam ve geçerli görünsün isterse görünmesin, Anamnesis tar­ tışmaya katılan tüm taraflarca kabul edilir ve daha sonra yeniden öne sürülür (Phaidon 92A); Platon’un diğer yapıtlarında da, bundan hiçbir zaman en ufak bir kuşku duyulamaz.. Sonuç, Formların, tinin beden­ den ayn varoluşuyla tam tamına aynı kesinlik içinde, .duyusal şeylerden ayn bir varoluşa sahip olduğudur. Bundan sonraki uslamlama, ruhun yalnızca' bu dünyadaki varoluşundan önceki varoluşunda varol­ muş olduğunu değil, ancak aynı zamanda onun,, do­ ğası gereği, yokedilemez olduğunu ortaya koymaya yöneliktir. Ruh, kendilerine çözüşebileceği parçaların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bileşik değildir. Bi­ leşik olmayan şeyleri, herhangi bir türden değişmeye hiçbir zaman maruz kalmayan şeylerle özdeşleştirme­ nin usa uygun olduğu, bize burada söylenir. Bu du­ rumda, İdeal Eşitlikle duyunun yaklaşık olarak eşit olan şeyleri arasındaki ayrımı kavramış okuyucu, Formların her zaman her ne ıse o olmaları gerektiği­ n i,'ve hangi türden olursa olsun, hiçbir değişmeye mâruz kalamayacaklarını kabul edecektir. Formlarla aynı adı taşıyan birçok şey her bakımdan, sürekli ola­ rak değişmektedir; ve bunlar, formların görülmez ol7 duklan dikkate alınırsa, .bizim gördüğümüz, kendile­ rine dokunduğumuz şeylerdir. Bunun bir sonucu ola­ rak, varolan şeylerin iki aya -düzeni olduğu ortaya konur: Görülmez ve her tür değişmeden bağışık olan Formlar, ve dünyamızın,, görülür olan ve sürekli ola-

rak değişen şeyleri. Sonunda en çok bedenin inşansal, ölümlü, anlaşılmaz, karmaşık ve çözülür olana ben­ zerken, en çok görülmez olan ruhun tanrısal, ölüm­ süz’ anlaşılabilir, yalınç ve çözülmez, olana benzeme­ sinin kuvvetle olasılı olduğu savunulur. İki dünyanın ya da varlık düzeninin ayrılışı, burada çok keskin bir biçimde vurgulanır. Bu iki dünya arasında hiçbir , ilişki betimlenmez; duyudan düşünceye doğru hiçbir geçiş önerilmez.. Duyusal deneyin,' Anımsama süre­ cinde, bir fırsat ya da adım oluşturabileceği olgusu bile, gözden kaçırılır. Sokrates açış konuşmasının di­ line burada yeniden başvurur. Buna göre, ruh duyu­ lardan herhangi birini kullandığı zaman, değişme dün­ yasına sürüklenir ve, şaşkın ve sersemlemiş bir şey haline gelir. Yalnızca kendi başına, duyulardan ba­ ğımsız olarak düşündüğü, zaman, ruh saf, ebedî ve. de­ ğişmez olan varlık dünyasmâ yükselir. ' . Demek ki, ilk dönem diyaloglarıyla tanışıklığı olan okuyucu, bir dizi adımdan geçerek, Şokrates’in her zaman tartışageldiği '-ahlaksal terimlerin ayrı bir •'gerçeklikler düzenine bağlı olduklarını, ve bu terim­ lere ilişkin bilginin duyu izlenimlerinden çıkartılamayacağını görine konumuna getirilir.- Bu süreç boyun­ ca, Formların ayrılışı, tanrısal ruhun ölümlü bedene olan her tür bağnnhlıktan kurtuluşuyla örülmüş du­ rumdadır ve onunla gösterilir. Sonuç, iki öğretinin ayrılmaz bir biçimde bir arada bulunduğudur i1! . Formların, ayrı gerçeklği, diyaloglarımızın da içinde yer aldığı, daha' sonraki diyaloglar öbeğinde her ne denli çözülmemiş olsa da, cesaretle karşılan­ mış olan bir sorun. yarattı. Ayrı formların, bu oluş il). Phadion TOfDffl, EK®.

dünyasında gördüğümüz ve dokunduğumuz şeylerle nasıl bir ilişkisi vardır? PhaMön’un kendisi (100C-DJ duyusal bir şeyden, bir Formdan «pay alan» bir şey olarak, söz etmenin, ebedî ve değişmez bir Formun nasıl olup da zaman ve uzay içinde yer alan geçici bireysel şeylerde «bulunduğu», ya da söz konusu bi­ reysel şeylerin ondan nasıl «pay aldıkları» hususunu karanlıkta bırakan bir mecaz kullanmak olduğunu göstermişti. Parmenides’te Sokrates Zenon’ıin paradok­ sal çatışkılarına bir yanıt verip, onları dağıtmak için Formlar kuramını öne süren, ve Zenon’un hocası Par­ menides tarafından söz konusu pay alma güçlüğüyle karşı karşıya bırakılan biri olarak gösterilmektedir. Elea Okulunun bu büyük kurucusunun burada başat bir rol oynamasıyla, Elealı bir .Yabancının Sofist ve Devlet Adamı’nda başı çekmesi anlamlıdır. Parmeni­ des Formlar kuramının, kendisini çözmek için tasar­ lanmış olduğu bir sorunu gözler önüne seren ilk filo­ zoftu. Bu sprunun iki boyutu vardı. Parmenides’in şiirinde bu, büyük ölçüde, bir gerçek varlık dünyâsı, şu ya da bu biçimde yanlış ve gerçeklikten yoksun, ya da Parmenides’in kendisinin dile getirdiği biçi­ miyle, tümüyle yanlış ve gerçeklikten yoksun olan bir .«görünüş» dünyasından ayrıldığı zaman ortaya çı­ kan bir sorun olarak ortaya konur, ancak bir çözüm getirilmeden bırakılır. Parmenides aynı zamanda, bu­ na karşilık gelen, salt görünüşleri açığa çıkardıklarını teslim eden duyularla, özsel gerçekliği kavrayan us­ sal düşünce arasındaki ayrımı da ortaya koymuştu. Theaetetuıs duyuların, bilgi verdikleri savını tam ve . kesin olarak ortaya koyup, bu savın geçerlilik dere­ cesini saptayacaktır. Tartışma görünüşler dünyasın- . da geçer ve, eğer gerçek varlık dünyasını dikkate al­

mamaya çalışırsak, bilgiyi duyusal deneyden hiçbir biçimde çıkartamayaçağımızı kanıtlar. Phaidon'da ortaya konduğu biçimiyle, Formlar kuramı, Parmenides tarafından dile getirilen sorunun, her iki boyutuna da bir çözüm getirmek amacıyla dü­ şünülmüştür. Ebedî ye anlaşılır Formlar ussal düşün­ ceye bilginin nesnelerini sağlamak durumundaydılar.. Görünüş dünyasındaki duyusal şeylerin geçici varo­ luşu ya da «oluşu» bir tür pay almayla-gerçek varlık dünyasında temellendMÜnekteydi; bu nedeiıle. onlar ra belirsiz bir yarı-gerçeklik verildiği için, Parmenides’in temel ilkelerinden en u f ak bir ödün vermeyen dizgesinde olduğu gibi, tümüyle desteksiz bırakılma­ dılar. Ancak diyaloglar dizimiz, görünüşlerin gerçek­ liklerden türetilişine hiçbir anlaşılır açıklama getir­ mediği gerekçesiyle, Platon’un kendi, kuranımın ol­ dukça şiddetli bir eleştirisiyle açılır. Tartışma Zenon’un Parmenides'e getirilen eleştirilere yönelttiği bir karşı-saldırıyla başlar. Zenoh Ckendi düşüncesine gö­ re) onlann, sağduyunun bir gerçek şeyler çokluğu-na duyduğu inancı savunmalarını saçmaya indirge­ yen, bir dizi uslamlama ortaya koymuştu. Örneğin ilk. uslamlaması şöyle özetlenebilir : «Eğer birçok şey var­ sa, bunlar hem benzer hem de benzemez olmalıdırlar.» Zenon ikileminin her iki şıkkından da olanaksız bul■duğu birtakım sonuçlar çıkarsadı. Şokrates ise buna, eğer «bir Benzerlik Formunun salt kendisini» ve bir başka karşıt Formu, Benzemezliği dikkate alırsanız, or­ taya hiçbir olanaksız sonuç çıkmaz diyerek yanıt ve­ rir. Şeylerin yalnızca «benzer» olup', geri kalan herşeyin «benzemez» olmak durumunda olması hiç kuşku­ suz olanaksızdır; ancak bireysel ..somut şeylerin aynı anda her iki Formdan pay almaları, ve dolayısıyla hem

benzer hem de benzemez duruma gelmeleri gerektiğini kabul etmede hiçbir güçlük yoktur. Bazıları diğerlerine karşıt olabilen birçok Formdan pay alan bir şeyin bir­ çok adı olabilir. Güçlükler «eğer Formların kendilerini ayırır» ve onlardan pay alan bireysel şeyler düşünürse­ niz ortadan kalkar. Parmenides’in eleştirileri, Formların Phaidon’un çok büyük bir önem vermiş olduğu . bu «ayrılışı» (Khorismos)na, i1) ve bu sorundan doğan, görünüş dünyası ile Formlar dünyası arasındaki uçurum için bir köprü olmak durumunda olan «Pay alma»yı açık ve seçik bir biçimde düşünmenin güçlüğüne karşı yö­ neltilmiştir. Sokrates, yanıtlanmalarının oldukça güç olduğunu düşündüğü, iki soruyla karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi Formlar dünyasının kapsa­ mıyla ilgilidir. Birkaç terim sınıfından söz edilir ve Sokrates’e her bir sınıf için ayrı Formlar düşünüp dü­ şünmediği sorulur (1). Önce Zenon’un ikilemlerinde görülen terimler gelir: Benzerlik, Benzemezlik; Birlik, Çokluk; Devinim, Dinginlik (Sükunet); v.b.g. (2) . Bun­ (1)

Parmenides 192D (Sokrates), ean tıs diairetai khoris ayta katil’ ayta ta eide. 130B (Parmenides), aytos sy oytoy dieresai os legeis, khoris men eide ayta atta, khoris de ta toyton ay metekhonta; kai ti soi dokei einei ayta homoiotes khoris hes hemeis homoiotetos ekhomen. Nasıl ki «bizdeki uzunluk» Phaidon'da Uzunluğun kendisinden ayrıldıysa, burada da «sahib olduğumuz benzerlik» Benzerlik Formu­ nun kendisinden ayrılır. Ayn Formun özyapısım ya da bi­ çimini (idea, morphe) bireysel şeye belli bir biçimde iletti­ ği düşünülmektedir. Nasıl? (2) Devinim ve Dinginlik 129E'de ortaya çıkar (iKarş., Phaedrus 261D) Bunlar (ve ahlaksal terimler) kendilerine «birlik ve genel olarak saıyı», «tek» ve «çift» v.bg., nin eklendiği Theaetetus 18®C’d©ki «ortak terimler» arasında yeniden görünecektir. Matematiksel formlar bu sınıf içinde yer alır­ lar.

lara (2) «Âdil,. Güzel, îyi, gibi ahlaksal Formlar ekle­ nir. Bu iki sınıf hakkında Sokrates’ia hiçbir kuşkusu , yoktur. Î3) Bundan sonraki ■sınıf (a) «kendimizden ve başka insanlardan ayn* bl'an. «İhsan» gibi Form­ larla, Cb) Ateş ve su gibi Formları, içerir. Bu terim­ ler Sofist 266B’de betimlenen Tanrısal Yarat­ ma etkinliğinin ürünlerine karşılık gelirler: «Biz in­ sanlar ve tüm başka canlı varlıklar ve doğal şeylerin öğeleri — ateş, şu ve onlarla aynı doğada olan, şey­ ler.» Canlı organizmalar ve tüm .cisimlerin kendilerin­ den meydana geldiği dört öğe, fiziksel dünyada, .Formları —Timaeus’un tanrısal yaratıcısının kendile­ rine bakarak şeyleri vücuda getirdiği modeller— en iyi bir biçimde temsil etme savında olan iki sınıf şey­ din Sokrates .bunlar hakkında çoğu kez kesin, bir yargıya ulaşamadığını söyler. (Bunlar matematiksel ve ahlâksal Formlarla yola çıkan kuramın ilk evrele­ rinde belki de düşünülüp tasarlanmamışlardı. Ancak Timeaeus’ta düşünüldüler.) •(*) Son olarak (4), Saç, ça­ mur, kir ve başkaca değersiz ve hoş olmayan şeyler gelir («Çamur». Sokrates’in Theaetefus 147C’de işaret ettiği gibi «nemle karışmış toprak» tır. Öğelerin birer raslantışal karışımı olarak, çamur ve kir, Form­ ları temsil etmeye en az haklan olan şeylerdir.) Sok­ rates başlangıçta, bu değersiz şeyler için hiçbir Form bulunmadığını düşündüğünü söyler. Daha sonra, saç­ manın çukuruna düşmekten korkarak,, -ilk iki sınıfta yer alan. Formları incelemeye geri döner. Farmenides, yaşlanınca onun daha felsefî düşüneceğine, ve: alışı­ lagelmiş, sıradan düşünce ve yargılara daha az öriem CD Timaeus 51 C öğelerin Formlarıyla iigâli olarak Parmenides l'âOD’yi yinelerler.

- yereceğine dikkat çeker. Bu sorun Parmenides’te bir kıyıya atılır; Her ne denli «Sıcak» ve «Soğuk» Phaidon’daki İdeal kuramda, dikkate alınmış, ve Dev­ let yetkin bir biçimde yaratılmış Karyola Formunun varlığını teslim etmiş gibi görünse de, insan elinden çıkma nesneler ya da Sıcak ve Soğuk gibi, duyusal nitelikler için Formlardan İıiç söz edilmez. Formlar dünyasının kapsamı nedir? Platon bu so­ ruyu, hiçbir zaman-yanıtlamaz O). Bu güçlük İdeaJar kuramının ikili kökeninden kayiiaklanır. Aristoteles'­ in Platoncuİuğu açıklarken. bızlere söylediği gibi (2) , bir-kök Sokrates’in «tümeller» i. tanımlamaya yönelik araştırmasıydı. Herhangi bir doğa dizgesiyle ilgilen­ meyen Sokrates, kendisini «Adil» gibi aiılâksal terim­ leri tanımlama girişimiyle sınırladı. (Ontolojiyle ya­ landan ilgilenen) Platon, Herakleitösçu akış öğretisi­ ni duyusal şeylere uygulanan bir kuram olarak kabul ederek, bir Sokratesçi tanımın konusunun bir duyu. sal şey. olamayacağını gördü, çünkü duyusal şeyler .sürekli bir değişme içinde olduklarından, bilinemez­ dirler; bu nedenle Sokratesçi tanımın konusunun, ■ Form adını verdiği ayn bir varlık olması gerektiğini, ve Formla aynı, adı taşıyan, duyusal şeyler öbeğinin bü Formdan pay aldığını söyledi. Bunun gerisinde yatan sayıntı (assumption) her cins ismin, ondan söz edil­ diğini işittiğimiz zaman düşündüğümüz, değişmez bir C13 Eğer V1L Mektup (34&A) gerçek bir Plaioncu metin olarak • edilirse, Platon, yaşamının sonunda, matematiksel ne&nele' ¡rin, ahlaksal, terimlerin, doğal ve yapay nesnelerin, her oamlı yaratık türünün, her ahlâksa! niteliğin ve tüm etki ve edilgilerin Formlanmn varlığını teslim etmiş durum­ daydı. [2) .'Metafizik A, 6. • '

anlama sahip olmasının zorunlu olduğudur Konuşan ve dinleyen, bu sayede, anlıklarında aynı nesneyi dü­ şünürler. Ancak bu biçimde, birbirlerini anlayabilir­ ler ve konuşma olanaklı olur. Bu serimde tüm cins isimler, herşeye karşın, anlamlan için bir Forma sa­ hip olmak bakımından aynı hakka sahiptirler; ve do­ layısıyla, şu ifadeye erişiriz (Devlet 596A) : «Aynı ismi verdiğimiz tüm şeyler Öbeği için, tek bir form (ya da karakter, eidos) kabul etmeye alışmış durumdayız.» «Bu sıcaktır.», «Bu kirlidir.», «Bu insansaldıri», «Bu adildir.» v.b.g., diyebiliriz. Eğer bu türden tüm ifade­ ler aynı konumdaysalar, varolan bir cins isim için, ve dahası ayrı bir isimle ayınlabilecek her varlık için, ortak bir karakter ya da Form kabul etmeliyiz. Form­ lar Dünyası, herhangi bir dilin sözcük dağarından sayıca daha fazla olmalıdır. Ancak hu kuram Platonculuğun diğer kökünden —Herşeyin gerçek varlığı olarak, Phytagorasçı sayı­ lar kuramı— imla çıkarsak nasıl görünür? Aristote­ les’e göre, Platon şeylerle Formlar arasındaki ilişkiyi tam tamına, Phytagorasçılar şeylerle. Sayılar arasın. daki ilişkiyi nasıl anladıyşalar, öyle anladı; Şeylerin Formlardan «pay aldıkları»nı söylediği zaman, yal­ nızca, Phytagorasçılann şeylerin sayıları «temsil et­ tikleri» (ya da somutlaştırdıkları] biçimindeki ifade­ lerinde sözsel bir değişiklik yapıyordu. Form şimdi, bir cins ismin anlamından-daha fazla bir şey —metafiziksel konumunu, Sokrates’in büyük bir' olasılıkla, hiçbir zaman araştırmamış olduğu bir varlık— hali­ ne gelmiştir. Şokrates’in hiçbir zaman «bir Doğa diz­ gesi» olmadı-, ancak Platon Formlara, görünüşlerin şu ya da bu biçimde ya da ölçüde temsil ettikleri gerçek­ likler olarak, Phytagorasçı Sayıların yerine geçirdiği,

bir anlaşılır, gerçek varlık dünyasında, «ayrı» bir va­ roluş verir. Görünür ve dokunulur cisimlerden kesin­ likle ayrı olan ve bir ebedî doğruluk (hakikat) alanı oluşturan matematiksel Formlarla ilgili olarak hiçbir güçlük yoktur. Yine ahlaksal Formlar, insansal ey­ lem ve karakterde hiçbir zaman somutlaşmayan ya .da gerçekleşmeyen ülküler (idealler): olarak kalırlar. Söz konusu her iki sınıfın da Formları, ruhun beden­ sel duyulara hiç başvurmaksızın bilebileceği (Phâidon’un savladığı gibi) ebedî şeyler olarak dile getiri­ lebilirler. Dahası, fiziğe geldiğimiz zaman, doğal tür­ lerin ve dört öğenin sabit tiplerini ortaya koyabiliriz. Kendilerinin de sabit bir anlamı olan diğer cins isim­ ler —işimler, sıfatlar, eylemler— öbeğine ilişkin ola­ rak he söylenebilir? «Çamur» bir cins isimdir; ancak fizik ya da metafizik çamurun ve ayırd edebilebilir her çamur yığınının ebedî bir örneğini tanıyabilir îoi? Ve sıcak ve soğuk gibi, duyusal niteliklere ne diyece-, giz? Sıcaklık ya da Soğukluk, ya da Kırmızılık, beden­ den ayrılmış bir ruh tarafından, tüm duyusal deney­ den bağımsız olarak bilinebilecek nesne türleri midir? Kırmızılık ya da. Sıcaklık, fiziksel dünyadaki kırmızı ya. da sıcak şeylerin «oluş»unu açıklayan ebedî ve gerçek bir Form mudur? Cisimler, onlan hiç kimse görmediği zaman,. Kırmızılıktan ya da hiç . kimse sı­ caklıklarım duymadığı zaman, Sıcaklıktan pay alır mı? Bunlar Platon’u, Parmenidés adk diyalogda Sokrates’in itiraf ettiği kararsızlık ve kesinsizlik içine sokmuş olan sorular olabilir. Her cins isim için bir Form kabul etmenin en önemli ve en dikkate değer Sonucu, bu durumda, Formlar dünyasına bir sınır, koymanın olanaksız halé gelmesiydi. Sınırsız biline­ mez, ve eğer Formlar bilinemez iseler, onların varlık

nedeni ortadan kalkar. Ancak Platon bu soruyu ya' nıtsız bırakır. . Parmenides şu halde, Platon’un ikinci eleştiri doğrultusuna döner: Ayrı Formlarla onlardan «pay alan» şeyler arasındaki ilişki nedir? ti) Eğer «pay alma» ya da «payiaşrna»nm do- . ğal anlamını çorlarsak, Formun şeylerin her birinde, bir bütün olarak mı bulunduğunu, yoksa her şeyin -Formdan bir parça mı aldığını kabul edeceğiz? Bu ikilem gerçekte, «pay alma» sözcüğünün kimi yanıltı­ cı çağrışımlarına bir itiraz olarak alınabilir P). Bir­ çok şey, hepsinin onunla aynı ilişkiye sahip olması an- ■ lamında, bir Formdan «pay alabilir.» Ancak ilişkinin . ne olabileceği sorusu yine de, yanıtsız kalmaya de-, vam eder, (2) Formun yalnızca, anhklarmaizda bir «dü­ şünce» olabileceği önerisi, kesin olarak, yadsınmıştır. .Form anlıksa! (zihinsel) bir varlık değildir; o, sayısı her ne olursa olsun, insansa! anlıkların düşünebilece­ ği, ya da düşünmeyebileceği, bir düşünce nesnesi ol­ malıdır. (3) Son olarak, Formun ayn bir varoluşu ol­ makla birlikte, burada, bu dünyada olanın, Form de­ ğil de, Formun bir .kopyası ya da görüntüsü olduğu 1ileri sürülmüştür, özgün bir şeyin birden fazla kop­ yası olabilir. İlişki öyleyse, bu durumda «benzerlik», olacaktır; Ancak bu sonsuz bir geriye.gidişe yol aça­ caktır. özgün şeyle • kopya eğer birbirlerine benzer iseler, bunların ortak bir karakterleri vardır; ancak bu durumda, özgün şeyle kopyanın, pay almaları için, (I)

Karş-, G.C. F-ield, Mind XXXVI, s. 87 ve devamı.

bir başka Form ortaya koyuıa nedenlerimiz, tüm kop­ yaların pay almaları için özgün bir Form ortaya koy­ maya götüren nedenlerden hiç de daha az değildir. Buradan «pay alma» ilişkisinin «benzerliğe» indirgenemeyeceği, dolayısıyla «pay alma» ilişkisi için bir açıklama aramamız gerektiği sonucu çikar. Şu halde, bü nokta . üzerinde şöyle bir uslamlamamız olabi­ lir : Kopyanın en azından bir dereceye dek, özgün ör­ neğe benzediği doğru olabilir; ancak-anlatılmak iste­ nen herşey, bundan ibaret, değildir; Her iki kopya ara­ sında bir benzerlik bulunur, ancak bir kopyanın di­ ğerinden' «pay aldığını» söyleyemeyiz. Tüm bu eleştirilerin sonucu, Formlarla şeyler ara­ sındaki ilişkiye ilişkin olarak, şimdiye dek, hiçbir an­ laşılır açıklama getirilmemiş olduğudur; mecazlar cid­ di bir incelemeye tabi tutulmayacaklardır. Parmeni­ des insansa! bilginin erişebileceği sınırların ötesine çekilmiş İdeal bir dünya resmiyle sona erer. Bir Tanrı Formları. bilebilir, ancak biz insanlar, dünyamızdaki şeylerin dışında' kalan bir şeyi bilebilir miyiz? Öte yandan Parmenides’in kendisi Formların düşünce için bir zorunluluk olduğunu teslim eder; Formlar olmak­ sızın felsefî söylem (discourse). ya da herhangi bir türden konuşma olanaksız olur.. Bü sonuç, yalnızca varolan güçüklerin üstesinden gelinemeyeceği anla­ mına gelir. Platon’un Parmenides’h yazmaktan ama­ cı, kendisinin varolan, 'güçlüklerin en az, kendisini eleştiren biri kadar, bilincinde olduğunu göstermek, ve .onlan, öğrencilerinin üzerinde düşünmeleri için gözler önüne senıiek olabilir. . ' Sokrates’in - kendisi tarafından Parmenides’te or­ taya atılıp, kendisiyle Sofist’te uğraşılan bir başka so-

ran daha vardır. Bu sorun, Formların şeylerle değil de, birbirleriyle olan •ilişkileriyle ilgilidir. :Sokrates, ayrı Formların varlığı kabul edilirse eğer, somut bir ş e y i n h e m B e n z e r l i k h e m de B e n ­ z e m e z l i k F o r m u n d a n çok rahatlıkla pay alabileceği noktasını daha yeni onaya koymuştur. Buna, o daha sonra şunları ekler: «Ancak ayrı Form­ ların kendileri —Benzerlik ve Benzemezlik, Çokluk ve Birlik, Devinim ve Dinginlik ve bu türden herşey ayrıldığı zaman, biri bu durumda, Formların kendi­ lerinin birleştirilip ayırdabildiklerini . gösterebilseydi,..» «bu aynı sorunun»; görünür şeylerde varolduduğunu görmüş olduğumuz gibi, «Formların kendile­ rinde de bulunduğunu gösterebilseydi, bu benim için olağanüstü ilginç olacaktı» C1) . Sokrates’in bu çağrısı ' Parmenides’in başlamada dikkate alınmaz, «Birleş­ miş» ve «ayrılmış» terimlerinin, Sofist’te, Formlar, hakkındaki, olumlu ve olumsuz, doğru önermelerde ortaya konan ilişkiler içiıı kullanıldıklarını göreceğiz, • Bu sorun ideâl dünyayla sınırlanmıştır; O şu ya da bu biçimde, hiçbir duyusal şey. bulunmasaydı bile, va­ rolmaya devam edecekti. »Benzerlik varolur.», «Ben­ zerlik Benzemezlikten farklıdır.» türünden önerme­ lerde, anlam tümüyle Formlardan oluşur; bireysel şey­ lere yönletim kesinlikle söz konusu olmaz, ve pay alma sorunu burada ortaya çıkmaz. Ancak burada • asıl soru, Formun bu denli ısrarla vurgulanmış olan birliğinin, pnun diğer Formlarla «karışması» yla nasıl ■ uzlaştınlabileceği sorusudur. Bir Form tek «bir var­ lık» tır. O tıpkı Parmenides’in Bir Olan Varlıkı gibi, her tür çokluğu dışlar mı, yoksa o hem bir hem de çok olan bir Form mudur?' (D

Parcnenides 12i®.

Bu:sorun, daha sonra Sofist’te açıklanacak olan, ve bu diyalogda, Formlara ilişkin diyalektik incele­ meyle özdeşleştirilen Toplama ve Bölge yöntemleriyle ele alınmıştır! Parmenides’in ilk bölümü, Formların söz konusu bağlam içinde karışmasına ilişkin bir çö­ zümleme ortaya koyar. Bu arada,, daha sonraki bö-. lümde ortaya konan uslamlamalardan (argümanlar­ dan) bazılarının, Formlann birliğine ilişkin bu soru üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu belirtelim.. Yalınç Eleacı ikilemleri bir düşünelim: Bir şey ya vardır ya da. var değildir:, bir şey yâ birdir (ve çok değildir) ya dâ çoktur (ve bir değildir); eğer bir varsa, çok var değildir; eğer çok varsa, Bir var değildir. Böyle bir usavurma (reasoning) bizi, ya (Parmenides’in kendi dizgesinde olduğu gibi) her, tür çokluğu dışlayarak, tek bir Yarlıkla veya Var plan Birlikle, ya da her ne türden olursa Olsun, hiçbir' birliği bulunmayan bir çoklukla başbaşa bırakır. Buna göre, Parmenides’in ikinci bölümünde geliştirilen uslamlamaların bazıları, bilginin ya da söylemin/ her iki varsayımda da, olanak­ sız olduğunu gösterir. Salt bir birlik ya da salt bir çokluk varolamaz ya da bilinemez ya da onların ken­ dilerinden söz edilemez. Bu sonuçlar, en az Zenon’unki denli geçerli olan bir usavurmayla çıkarsanmışlardar; ve Sofist’te, Parmenides’in Bir olan Varlıkı yine aynı yönlerden eleştirilecektir. Uslamlamalar olumlu, bir sonucu imlemektedir: «Varlıkların» Platonculuk tarafından kabul edilen birliklerinin —hem tüm.Form­ lar dünyasının «bir varlık olarak» hem de her bir For­ man tek «bir varlık olarak» görülmesi— onların aynı zamanda karmaşık ve dolayısıyla bir çokluk olmala­ rıyla tutarlı oldüğu gösterilmelidir, Sofist’te karşılaş­ tığımız Formlara ilişkin inceleme,- karışıklıkları ay­

dınlatıp, Elealılar ve ardılları tarafından Parmeriides’in Birlik ve' Varlık, Çokluk ve Yokluk gibi, - en ufak bir esneklik kabul etmez kavramlarına dayan­ dırılmış olan paradokslara bir yanıt verecektir. Ancak bilginin gerçek nesnelerinin bulunduğu Formlar dünyasına geçmezden önce, Platon Theaetetus’ta dikkatini geçici oluş ve belirsiz görünüş dün­ yası üzerinde yoğunlaştırır. Daha çok Î.Ö. altıncı ve beşinci yüzyılların büyük dizgeleriyle tanışıkhğı olan „/öğrenciler için yazmış olan Platon şimdi, Herakleitos ve Parmenides’in birbirlerine karşıt felsefeleri yanın­ da kendi öğretisini ortaya koymaya, ve söz konusu iki öğretiden neyi alıp neyi almayacağını belirleme­ ye hazırlanmaktadır. Platon burada, aynı zamanda Sofistlerin ilki ve en büyüğünün meydan; okuyuşunu da karşılayacaktır. Protagoras, Parmenides’le bilinçli bir karşıtlık içinde, «insanlara görünenin» ~duyula­ rımıza' gerçek ve .yargımıza doğru görünen-^ Parmenidesçi. usavurma tarafından hiçbir zaman algıla­ yamadığımız tek Bir Varlıka yüklenen özelliklerle uyuşmadığı gerekçesiyle, gerçeklikten, tümüyle .yok­ sun ya da yanlış diye mahkûm edilmesine peşinen karşı çıkmıştı. İnsan, Protagoras der, herşeyin ölçüsü­ dür; bana gerçek ve doğru görünen benim için ger­ çek ve doğrudur; şana gerçek ve doğru görünense, senin için gerçek ve doğrudur. Senin algıların ve yar­ gıların benimkilerle uyuşmayabilir; ancak ikimizin de, karşısındakinin yanlış olduğunu söylemesi için, hiçbir dayanağı yoktur. Bu, Platon’iın bizim bu kitap-. ta inceleyeceğimiz diyaloglardan İkincisinde çözüm­ lemeyi ereklediği, Sofistliğin temel bakış açısıdır. So­ fist görünüşler dünyasının vatandaşıdır;- görünüşler, onun için, olanaklı tek gerçekliği oluştururlar. Pla-

ton1un kendisi Parmenides’in görünüşleri gerçeklik­ ten tümüyle yoksun, ve duyulan da tümüyle yanıltıcı oldukları gerekçesiyle mahkûm etmesini kabul ede­ mez, .Bu nedenle Theaetetus bu aşağı dünyanın, bir bir- başka deyişle görünüşler dünyasının bügi verme savım — sağduyunun uygun, bulacağı, ve Protagoras’ın bu dünyanın, her nasılsa sahip olabileceğimiz, olanaklı tek bilgiyi verdiğini ileri sürme noktasına dek zorlamış olduğu bir sav— yeni baştan inceler.

T H E A E T E TU S 142a - 143c. Giriş diyalogu Sokrates’in ölümünde de .yanında bulunmuş olan, dostlan Megaralı Eukleides ve Terpsion arasında ge­ çen bir giriş konuşması ana diyalog için bir önsöz iş­ levi görür. Platon gözle görülür olarak Theaetetus’a, Akademi’nin matematik alanında önemli bulguları ol­ duğu bilinen- seçkin bir üyesine karşı duyduğu mu­ habbeti dile getirmek istemiştir. Eukleides’in, kendi­ sinin ana diyalogu nasıl yazma durumuna geldiğine ilişkin açıklaması, çok belirgin olarak kurgusal bir nitelik taşır. Adını bilmediğimiz bir felsefe tarihçisinin ■ ‘ H.'I.S. ilk ya da ikinci yüzyıldan beri varolduğuna1inanılan, Theaetetus üzerine yorumu, -«Delikanlı Theaetetus hakkındaki diyalogu mu getirmektesin?» tümcesiyle başlayıp .yaklaşık olarak aynı sayıda satır içeren, «gö­ reli olarak daha soğuk» ikinci bir giriş konuşmasının varlığına dikkat çeker. Bu kayıp girişin büyük bir ola­ sılıkla Platon tarafından yazılmış olduğu —çünkü ni­ çin, böyle bir belge işlenmesin?— ve bu kayıp girişin varolan girişle değiştirilmesinde yatan gerçek nede­ nin TheaetetuSi’un ölümü olduğu savunulagelmiştir. Bu durumda varılması gereken sonuç, diyalogun ana bölümünün, ya da en azından bir bölümünün Theae(X) Yayımlayan. Dd'eİB-Schuhert, Berlin, Klassikertexte-, 1905.

tetus’un ölümünden sonra yazılmış olduğudur. Ancak ana diyalogda yer alan bir genç olarak Theaetetus’a ilişkin uzun, ve övücü betimlemenin Tiıeaetetus’un yaşadığı zaman yazılmış olması pek olasılı değildir; eğer durum böyleyse, kayıp girişin daha sonra bir kıyıya atılmış, sıradan bir taslak olduğu kabul edile­ bilir. Diyalogun tümünün —giriş ve ana diyalog— ya­ zılış tarihi, öyleyse, î.ö. 369 yılında C1) Korinthos ya: kınlarındaki çarpışmadan hemen sonraki bir zamana geri götürülebilir. Theaetetus.bu durumda, eğer Sokrates’in öldüğü yılda, ana diyalogun düşsel tarihim de, 15 ya da 16si içinde olan bir genç idiyse, SÖsinin biraz altında olacaktır. EUKLEİDES. TERPİSON 142

: EUKL. Kentten yeni mi döndün, Terpsioıi? TERP. Hayır, geldiğim epey bir zaman oldu. Üstelik,.seni çarşıda aradım ve bulamayınca şaşırdım. . EUKL Ben kentte değildim ki! TERP. Peki, ya nerelerdeydin? . EUKL. Limana doğru yürürken, Theaetetus’u .• Korinthos’taki ordu karargâhından Atina’ya ta­ şıyanlarla karşılaştım. TERP. Yaşıyor muydu, yoksa ölmüş müydü? B. EUKL. Henüz, yaşıyordu! Aldığı ağır yaralar­ dan dolayı çok ıstırap çekiyordu ve üstelik or­ duda patlak veren bir hastalığa yakalanmış durumdaydı. TERP. Dizanteri mi?

CD' (Bu tarihin doğruluğu, Eva Sachs tarafımdan, uzun uzadıya tartışılmıştır. De Theatefco GBerİta, 1314), s. 22 ve devamı.

EUKL. Evet. TERP. Böylesine değerli bir adamın ölümün bu denli yakınında olması, ne acı! EUKL. Saygıdeğer bir adam, Terpsion, ve ce­ sur biri. Gerçekten de daha az önce, onun sa­ vaştaki davranış biçimine ilişkin olarak pek hararetli bir övgii dinledim. TERP. Bunda şaşılası hiçbir şey yok; başka türC. lü davranmış olsaydı eğer, bu çok daha şaşır­ tıcı olurdu. Fakat niçin, burada,. Meğara’da hiç kalmadı? EUKL. Bir an önce evine gitmek için sabırsız­ lanıyordu. Kalmasını rica ettim; ancak öğü­ düme hiç kulak asmadı. Onunla bir süre ben de gittim, ve daha sonra, geri ,dönerken, Sökrates’in onun hakkında söylemiş olduklarını anımsadım ve onun bir biliciye (kâhine) öz­ gü uzgörüsünün, bu pek dikkat çekici örneği . karşısında şaşınp kaldım; Şokrates kendi ölü­ münden kısa bir süre önce, Theaetetus daha . henüz çocuk denecek bir yaştayken,; onunla la karşılaşmış olmalı. O zaman aralarında bir konuşma geçmiş, ve Sokrates bu konuşma sı­ rasında, onun sergilediği istikbal vaad eden görünüşe hayran kalmış. Ben Atina’yı ziyaret ettiğimde, Sokrates' gerçekten de dinlemeye D., değer olan konşmalarını, benim için yineledi; ve, yaşarsa eğer, Theaetetus’un mutlaka çok önemli biri olacağım ekledi. TERP. Haklı olduğu ne kadar da açık. Ancak aralarında geçen bu konuşma neymiş? Onu yi. neleyemez misin?

243

EUKL. Kesinlikle hayır, hepsi belleğimde yok. Ancak o zamanlar eve döner dönmez bazı not­ lar, almış ve daha sonra, boş zamanlarımda anımsadıklarımı yazıya dökmüştüm. Sonrala­ rı, Atina’ya her gidişimde, belleğimin yetersiz kaldığı her noktada, Sokrates'e sorular sor­ dum ve dönüşümde metin üzerinde düzeltme­ ler yaptım. Böylelikle, konuşmayı tümüyle, ek­ siksiz olarak kağıda geçirebilmeyi başardım. TERP. Doğru söylüyorsun! Ondari söz ettiğini daha önce de işitmiştim, ve gerçekte, senden onu bana göstermeni istemeye birçok kez ka­ rar vermiştim; yalnızca, seni şimdiye dek hep elimden kaçırdım.' Methi niçin şimdi gözden geçirmeyelim? Nasılsa kente dek yaptığım uzun yürüyüşten Sonra, dinlenmeye gereksin­ me duyuyorum.

B.. EUKL. Bana gelince, sanıyorum dinlenmek ba. na da iyi gelecek, çünkü Ermeon’a dek, Theaetetuş’la birlikte yürüdüm. Haydi bize gide­ lim ve, biz dinlenirken, kölem metni bize oku­ sun. TERP. Çok iyi. ' EUKL. Kitap bu Terpsion. Onu nasıl yazdığımı görüyor musun? Sokrates’in ağzından çıkan­ ları tümüyle koruyup, bir öykü anlatırcasma değil de, fakat onunla, konuşma sırasında ora­ da hazır bulunmuş, olduklarını söylediği kişi­ ler arasında geçen bir diyalog biçiminde yaz­ dım, onu. Konuşma sırasında hazır bulunmuş olanlar geometrici Theodorus’la Thaetetus’tu. Yazılı metinde, Sokrates’in kendisinden söz Hff

ederken kullandığı «dedim» ya da «dikkat çekC: tim» ve karşısmdakiniıı yanıtını aktarırken . kullandığı «onayladı» ya da «katılmadı» gibi; diyalogu kesen nakledici ■eklerden kaçınmak istedim. Bu nedenle, bu türden herişeyi bir kiyıya attım ve oiıu, orada hazır bulunan ko­ nuşmacılar arasında geçen bir doğrudan ko­ nuşma biçiminde yazdım C1) . TERP. Bu oldukça iyi bir fikirmş . doğrusu, Eukleides. EUKL. . Delikanlı, kitabı al ve oku. ANA DİYALOG Ana diyalog, Sokrates’in mahkemesi ve ölümün­ den önce, Theaetetus'un böyle bir konuşmaya katıl­ mak için yeterli sayılabilecek yaşa henüz yeni girmiş olduğu bir tarihte geçtiği varsayılan düşsel bir k o -. nuşmadır. Theaetetus Sokrates’le, söz konusu dönem­ de Atina’da geometri dersleri vermekte olan, Kyreneli seçkin bir matematikçi Theodous tarafından tanıştırıhr. 143 D - 151 D. Giriş konuşması îlk, açılış'bölümü konuşmacıları tanıtır ve tartış­ malım konusunu ortaya koyar: Bilginin tanımı. Geri kalan bölümler yöntemle ilgilidir. Sokrates, daha ön­ ci) Parmejtıides diyalog biçimincte değil -de, ■burada yorucu ol­ duğu gerekçesiyle 'kendisine 'karşı çıkılan bir biçim, içinde, öykü anlatırcasına yazıldığı ve bu yazım biçimi 'Platon ta­ rafından. bir daha hiç kullanılmadığı için, diyalogun' giriş böllümünün Parmenides'ten. sonra yazılmış’ ■olduğu sonucu çıkarsanalbilir. '

İ£cekr birçok diyalogda olduğu gibi, bir dizi bilgi ömelgi vermeyle, onlann tümüne birden verilen «bilgi» a d ı n ı n a . n l a n i ı n ı t a n ı m l a m a ara­ sındaki . ( s ı r a d a n o k u y u c u i ç i n an­ laşılması güç olmuş olması gereken). ayrım üzerinde durur, Bölümü, kendi tekniğini betimleyerek bitirir. .Tıpkı, gebe kadım doğurtan ebe gibi, Sokrates'in iş­ levi de, kendi düşüncelerini üretip aktarmak değil,* fakat onlarm anlıklarında doğum sancılan çeken dü­ şünceleri meydana çıkarmak ve daîıa sonra, bu dü­ şüncelerin gerçek çocuklar mı yoksa salt birer görü­ nüş mü olduklarını sınamaktır. SOKRATES. THEODORUS. THEAETETUS. . 143 D. SOKR. Kyrene’de olup bitenlerle daha yakından ilgilenseydim, senden o taraflardan haberler alacak, ve orada kendilerini geometri ya da buna benzer bir bilime’ (X1 adamış gençler olup olmadığım soracaktım. Ancak, ne yapayım kİ, buradaki gençlerimizle daha yakından ilgile­ niyorum ve daha çok, onlardan hangilerinin, yetenek ve bilgileriyle, gelecekte sivrilmeye aday görüldüğünü bilmek istiyorum: Her za­ man elimden geldiğince; etrafı gözetleme için­ de olmamın, ve gençleri, kendilerinin dostluk ve muhabbetim, kazanmaya can atarken gör­ düğüm kimselere ilişkin olarak araştırma yap(x)

İngilizce metinde, özgür düşüncelilere özgü sanatlardan biri anlamına, gelecek -biçimde, liberal study ifadesi kul­ lanılmaktadır. Bununla, kökeni’ ■Phytalgorasçılara götürüle­ bilecek bilimler sınıflaması içinde,' aritmetik, geometri, ast­ ronomi ve müzikten oluşan'. . çpıadriviumla, gramer retorik. ve mantıktan oluşan trivium- içinde yer alan bilimler diküöaffeef alımruaJktadır.

■'mamın nedeni budur. Şimdi, başka hünerlerin-' E. den söz etmeye hiç gerek .yok, fakat salt geo-. metildeki ustalığın, dolayısıyla, bunu fazlasıy- . la hak etmiş biri olarak, sen de geniş bir hay-, ran kitlesini kendine çekmektesin. Bu neden­ le, eğer, kendisinden söz edilmeye değer biriy­ le karşılaştıysan, senden onu anlatmanı iste-, yeceğim, :.

144

THEOD. Evet Sökrates, bu kentte, kendisinden söz edilmeyi kesinlikle hak eden bir gençle karşılaştım, ve sen de benim onun hakkında söyleyeceklerimi dinlerken, onun buna gerçek­ ten değer olduğunu göreceksin. Eğer yakışıklı olsaydı, ona sevdalanmış olduğumdan kuşku­ ya düşülür korkusuyla, hararetli ifadeler kul­ lanmaktan çekinirdim. Mamafih, yakışıklı biri değil, ve her ne. denli bu yönler. onun için pek belirleyici özellikler olmasa da :— söyleyeceklerim için beni •bağışla— kalkık burunlu ol­ mak ve patlak gözlere, sahip olmak bakımın­ dan, sana benzemekte. Bu nedenle ,hiç çekin­ meden konuşabilirim. Seni temin ederim ki, şimdiye dek karşılaşmış olduğum gençler ara­ sında —oldukça çok sayıda gençle ilişkim ol­ du— bu denli olağandışı yeteneklerle bezen­ miş biriıie hiç rastlamadım. Birini düşün ki, bunda eşine az rastlanır bir öğrenme çabuk­ luğu, hem istisnai bir yumuşaklıkla, hem de kıyaslanması güç bir yiğitlikle birleşmiş ol­ sun; bütün bu olumlu özelliklerin tek bir ki­ şide varolabileceğim hiç sanmıyordum, nite­ kim böyle birisini daha önce hiç görmemiş­ tim. Onun gibi, böylesi keskin ve hemen kav-

rayan bir anlığa ve böylesi iyi bir belleğe sa­ fi, hip olan kimseler, genellikle aynı zamanda çok çabuk kızıp öfkelenen heyecanlı kişiler­ dir. Safrası olmayan gemiler gibi, büyük bir hızla yol alırlar; oysa daha ağır olanların, ça-, lışmaya başladiklan zamaiı, neşeleri- bir ölçü­ de kaçar, ve onlar herşeyi unuturlar'. 'Oysa bu­ nun öğrenme ve araştırmaya karşı, yaklaşımı, düzenli ve olumlu gelişmeden yana o eşsiz ken­ dine güvenle, bir yağ deresinin sessiz akışına benzemektedir. Onun bütün bunları bu yaşta nasıl elde ettiği pek şaşılası bir şeydir. SOKR. İyi haber diye işte buna derler. Peki bu gencin babası kimdir? THEOD. Adrnı duymuştum fakat .şimdi anım­ sayamıyorum. Mamafih, kendisi işte orada, bi­ ze doğru.gelmekte olan üçlünün ortasındaki C. genç. O ve arkadaşları gymnasiumun dış ka­ pısında, kendilerine, yağ ile masaj yapıyorlar­ dı; bitirmiş olacaklar ki, bize doğru geliyor gi­ biler. Kendisine iyi bak, onu tanıyor musun?. SOKR. Evet, tanıyorum. Babası' Sumium’lu Euphrasios’tu, tıpkı oğlu gibi olup, az önce oğ­ lu hakkında söylemiş olduklarına tam tamına uyan bir adamdı. Saygınlığı yüksek biriydi ve hatırı sayılır bir servet bıraktığım sanıyorum. Ancak gencin adını bilmiyorum. D. THEOİD. Adı Theaetetus’tur, Sokrates; ancak servetine gelince, öyle .samyorum ki, vasileri altından.girip üstünden çıktılar. Herşeye kar­ şın, paradan yana cömertliği onun takdire

... şayan Özelliklerinden bir başkasını oluşturu­ yor. SOKR. Söylediklerine bakılacak olursa, soylu bir karakteri var. Kendisini çağırıp, bizimle birlikte oturmasını, lütfen ondan ister misin? THEOD. Bundan zevk duyacağım. Ttıeaetetus gel'buraya ve Sokrates’in yanma otur! SOKR. Böyle otur ki, şana-bakıp, yüzümün E. -genel görünüşünü daha yalandan tanıyayım; çünkü Theodorus bana, yüzümün seninki ne benzediğini söyledi. ' Şimdi ikimizin de birer . . lyrası olduğunu, ve Theodorus’un her ikisinin . de ajm sesi verdiğini söylediğini varsay; biz onun söylediğine; kuşku duymaksızın' inanma­ lı mıyız? Yoksa, onun bir müzisyen olup olma­ dığını bulmaya mı çalışmalıyız? THEAET.On.un müzisyen olup olmadığmı bul­ maya çalışmalıyız. ■ SOKR. Müzisyen olduğunu saptarsak, ona inanırız; aksi takdirde, inanmayız. THEAET. Doğru.

145

• SOKR. Ve, yüzlerimizin Theodorusça sav­ lanan benzerliğine gelince, eğer bu konu seni ilgilendiriyorsa, ona, . bizi bu konuda bügilendiren usta bir ressam olup olmadığım sormalı­ yız. THEAET. .Katılıyorum. SOKR. Theodorus bir ressam mıdır?

SOKR. Theodorus geometride de uzman de­ ğildir, öyle değil mi? THEAET. Kesinlikle hayır, ' Sokrates; o bu . alanda sözcüğün' tam anlamıyla bir uzman­ dır.-. .SOKR., Gökbilim ve aritmetik ye müzikte de, kısacası tüm liberal sanatlarda da uzmandır, öyle değil mi? ‘ THEAET. Olduğundan eminim. SOKR; Şu halde, ister bir iltifat biçiminde ya da ister başkaca bir biçim altında olsun, ara­ mızdaki bir fiziksel benzerlikten söz ederse eğer, onun bu yargısın'a katılmamız için hiçbir özel neden yoktur. THEAET. Büyük' bir olasılıkla yoktur. SOKR. Ancak varsay ki, ikimizden birinin ru­ hunu erdem ve anlayışı bakımından övsün. Bu dürümda, karşısında oturana ilişkin ola­ rak düzülmüş övgüleri işiten birinin, onu ince­ lemek, buna karşm diğerinin de kendi nitelik­ lerini gözler önüne sermek için sabırsızlık göstermesinin iyi bir nedeni olacaktı, öyle de­ ğil mi? THEAET.- Hiç kuşkusuz, Sokrates. SOKR. O halde, sevgili Theatetus, senin nite­ liklerini sergilemenin, benimse onları incele­ memin şimdi tam zamanıdır. Theodorus şim­ diye dek bana, ister bizim bir yurttaşımız ol­ sun, isterse bir yabancı olsun, bana pek çok kişiyi övmüştür, ama bana güven, az önce seni övdüğü.denli1hiç kimseyi övmemiştir.

THEAET. Btuıu duymak benim için büyük^bir C. onur, Sokrates. Ama bunu belki, salt şaka) ol­ sun diye yapmadığı nereden belli? ' SOKR. Hayır Hayır... Bu, Theodorus’un adeti değildir. Hem o salt şaka olsun diye yapmış ol­ sa bile, verdiğin sözden geri dönmeye sakm çalışma. Üstelik, onun yemin ederek bilgi ver­ miş çlmasma gereksinmemiz yok. Her durum­ da, hiç kimse onu yalancı 'tanıklıktan suçlaya­ maz; bu nedenle sözünü tutmaktan hiç çekin­ me. . • THEAET. Madem ki böyle olmasını istiyorsun, pekâla. SOKR. |Öyleyse söyle bana: Theodorus’tan ge• ometri öğreniyorsun, değil mi? THEAET. Evet.



D. SOKR. Doğallıkla, gökbilim, harmoni ve arit­ metik te öğreniyorsun. THEAET. Öğrenmek için kesinlikle tüm gücü­ mü gösteriyorum. SOKR. Ben de öyle. Ondan, ve bu konulardan anlar görünen herkesten birşeyler öğrenmeye çalışıyorum. Genelde .pek fena sayılmam; bu-; nunla birlikte, sen ve arkadaşlarının, üzerin­ de düşünüp bir sonuca ulaşmada bana yardım etmeniz gereken bir. ufak noktanın içinden çı­ kamaz b ir haldeyim. Söyle bana,:' Bir şey öğ­ renmek, bu konuda daha bilge, olmak demek değil midir? '

SOKR. İnsanları bilge kılan şey, bilgeliktir sanıyorum. THEAET. Evet.

. ■ .

E. SOKR. Ve bu bilgiden, şu ya da bu biçimde, farklıdır? THEAET. Hangisi? SOKR. Bilgelik. İnsanlar yoksa bilgili olduk­ ları için, bilge değil midirler? THEAET.

Kesinlikle bilgedirler.

SOKR. Öyleyse bilgi ve bilgelik aynı şeydir. THEAET. Evet. 146

SOKR. İşte, içinden bir türlü çıkamadığım nokta da, tam olarak budur: Bilgi baklanda doyurucu bir yanıta ulaşamıyorum. Bu soruyu, yanıtlayabilir miyiz? Siz, hepiniz ne diyorsu­ nuz? Söze hanginiz önce başlayacak? ' Her kim ki. başarısız olursa, çocukların top oyu­ nunda söyledikleri gibi, «otursun ve eşek ol­ sun», buna karşın, yanılmadan geçen, kral olup bizden, istediği her soruya yanıt isteme hakkına sahip bulunsun. Niçin hepiniz sus­ kunluk içindesiniz? Iheodorus tartışma tut­ kumun, bir konuşma başlatma ve hepimizin, tıpkı dostlar gibi, birbirimize karşı teklifsizli­ ğimizi pekiştirme, sabırsızlığı içinde, beni ter­ biyesiz, kaba biri, yapmadığım umuyorum; B. THEOD. Rica, ederim, Sokiates; bunda en ufak bir kabalık- yok. Ancak sorulanni yanıtlaması için bu genç adamlardan birine sor, lütfen;. ' . ben bu türden soyut bir tartışmaya pek alışık

değilim, bu yaştan sonra da pek alışacağım yok. Ancak bu tıpatıp onlara uygun bir şey­ dir, ye onların gelişme olasılıkları bana göre, çok fazladır; gençler, gerçekten de, berşeyde ilerlemeye yetkilidirler. Bu nedenle, Theaetetus’un kaçmasına izin verme; ona sorular sor­ maya devam et, SOKR. Theödorus’un ne söylediğini duydun, C. Theaetetus. Ona- itaatsizlik etmek isteyeceğini sanmıyorum, ve daha yaşlı ve bilge bir ada­ mın senin yapmanı yasakladığı birşeyi yap­ man senin için hiç de doğru olmaz. Bu yüzden . bana, rahat rahat ve sakin olarak, bilgiden.ne anladığım söyle! ■ ' THEAET. Bunu benden sen ve Theodorus is­ tediği için, geri çevirmem olanaksız, Sokrates. Bir yanlış yaparsam, yanlışımı düzelteceksin ama. SOKR.

İnan elimden geleni yapacağım.

THEAET. öyleyse, Theodorus’tan öğrehilebilen şeylerin —geometri ye az önce sözünü et­ tiğim tüm bilimlerin— bilgi olduğunu düşünü­ yorum; ve ayrıca ayakkabıcının ve diğer ze- . naatkârlann zenaatlan vardır. Bunlardan her D. biri ve tümü bilgi olup, başka hiçbir şey bilgi değildir. SOKR. Sevgili Theaetetus gerçekten, de pek cömertsin - o denli eli açık birisin ki, sana tek bir şey soruldu, sen bize bütün bir çokluğu sundun.

SOKR. Bunda pek bir şey olmayabilir, ama düşüncemin ne olduğunu sana açıklayacağım. Ayakkabıcılıktan söz ettiğin zaman, bu söz­ cükle tam tamına 'ayakkabı-yapımı bilgisini kastediyorsun, öyle değil mi? THEAET. Tam tamına.

.

E. SOKR. Ve marangozluktan söz ettiğin zaman da, ağaçtan nasıl mobilya yapılacağı bilgisini kastediyorsun değil mi? THEAET. Evet. SOKR. Her iki durumda da, öyleyse, zenaatm n.eyin bilgisi olduğunu tanımlıyorsun?,"' THEÂET. Evet. SOKR. Fakat Tbeaetetus, sana sorulan soru, ne bilginin nesnelerinin ne olduğu ne de kaç tür' bilgi bulunduğu sorusuydu. Onları saymnnı değü, ancak şeyin kendisinin—bilginin— ne olduğunu bulgulamanı istedik. Bunda an­ laşılmayacak bir şey yok sanıyorum. . THEAET. - Hayır yok. Bunda çok haklısın. 147 -

SOKR. Bir başka örnek al. Varsayalım ki, bize pek alışılmış, gündelik bir şeyiiı,.örneğin bal­ çığın ne olduğu soruldu. Bu soruya çömlekçi­ lerin balçığı, fırın yapuncılannın balçığı, tuğ­ lacıların balçığı diye yanıt vermek pek saçma olurdu, değil mi?

. . THEAET. Hiç kuşkusuz. SOKR. Dikkate almamız gereken ilk nokta, . . ona kimin balçığını —bu ister oyuncak yapım-

cismin, ya da bir' başka zenaatkânn balçığı ol­ sun— söylersek söyleyelim, yanıtımızın soruB. yu soran için bir anlam taşıdığını düşünme■ nin saçma olduğudur. Bir adamın, o o şeyin ne olduğunu bilmediği zaman, bir şeyin adını anlayabileceğini varsaymazsım değil mi? . THEAET. Kesinlikle bayır. .■ SOKR. Şu halde, eğer bilgiye ilişkin hiçbir . fikri yoksa,, «ayakkabılar baklandaki bilgi» onun için hiçbir anlam .taşımaz. THEAET. Hayır, taşımaz. SOKR. Gerçekte «ayakkabıcılık» yâ da herhan­ gi. bir başka zenaatın adı, bilgiye ilişkin olarak hiçbir fikri olmayan biri için, hiçbir anlam, ifâ­ de etmez. . . THEAET. Evet Öyle.

.

SOKR. öyleyse, bize bilginin ne olduğu so­ rulduğu zaman, kimi sanatların adlarım ve. rerek yanıtlamak saçma olur; Bu durumda yaC. mt, «filancanın bilgisi» olur; ancak sorunun istediği bu değildi, herhalde?; THEAET öyle görünüyor.’ SOKR. Bundan başka, yanıtımız oldukça kısa ve yalınç olabilecekken, bu durumda sonu hiç gelmez,, dairesel bir yoi üzerinde'döner duru­ ruz. Örneğin, balçık hakkındaki bu soruda, ■ söylenecek yalınç ve sıradan şey, onüh İrimin balçığı olabileceğine hiç bakmaksızın, balçığın su ile karışmış toprak olduğudur.

THEAET. Konuyu bu biçimde ortaya koyunca : Sokrates, o şimdi pek kolay görünüyor. Soru­ nun içinde gizlediği maksat, biraz önce ada­ şın olan Sokrates’le konuşurken, ortaya çıkan D. .noktayla aynı türden bir şey gibi görünü­ yor i1). . SOKR. Neydi o Theaetetus? THEAET. Tîıeodorus burada bize kare kökle­ ri bakkinda bir şey, eşdeyişle üç ayaklık bir kareyle, beş. ayaklık bir karenin köklerinin, bir ayaklık bir kareyi temele almak koşuluyla, aynı birim ile ölçülebilir olduklarım kanıtlı. yordu; ve onyedi ayaklık kare köküne dek her bir kere kökünü ayrı ayrı ele. .alıp, hepsini in­ celedi. . Burada, öyle sanıyorum, belli bir ne­ denle durdu. Bu kare köklerinin çok belirgin bir biçimde, sayıça sonsuz olduklarım görün­ ce, bizde, kendisiyle tüm bu kökleri gösterebiE. leceğimiz, tek bir ortak terime ulaşmaya çalış­ ma fileri doğdu. SOKR. Böyle bir ortak terim bulabildiniz mi bari? THEAET . Bulduk sanıyorum; ancak senin de düşünceni almak isterim. . SOKR. Devam et ■ •'

I

r . '~

(1)' Bu■satırın

ardandan '' gelen bölüm Greek Mathematics.i.lSS ■ve The Thirteenth Book of Euclid's EIementis,ii,288 adlı yapıtlarında Şar; Thomas. Heath, 'tarafından tartışılmış ve yorumlanmıştır. TheaetetusTm arkadaşı'.genç" Sokrates- ise, yerini yamtlıayıcr olarak Devlet Adamı'nda alacaktır.

THEAET. Sayılara genelde iki sınıfa böldük. Bir saymın kendisiyle çarpılmasının sonucu olan sayıyı kare şekline benzettik ve böyle bir sayıya «kare» ya da. «eşkenar »adım verdik. SOKR. Çok iyi. 148

THEAET. 3 ya da 5 ya da bir saymın kendisiyle çarpılması sonucu elde edilemeyip, diğe­ rinden küçük ya da büyük bir çarpanı olan . —öyle ki şeklin birbirlerine karşılık gelen ke­ narları,, her zaman birbirlerine karşı eşitlik­ ten yoksun olsun— herhangi bir sayı gibi, ara sayılan, şekil olarak dikdörtgene benzettik ve böyle bir sayıyı, bir dikdörtgen sayı olarak ad­ landırdık. , . SOKR. Mükemmel;'peki ya sonra? THEAET. Alan olarak 'dikdörtgenlere eşit olan karelerin kenarlarını oluşturan doğrulara di­ ğerleriyle, uzunluk olarak aynı birimle ölçülemedikleri, fakat yalnızca karelerinin .eşit olduB. ğu düzlem alanlarıyla ölçülebilir oldukları için . «kökler» adını verirken, düzlem şeklin eşke. nar sayıyı gösteren dört .eşit kenannı meyda­ na getiren tüm doğnıları uzunluk olarak ta­ nımladık. Bunun yanında küfeler için de bir başka ayrım daha vardır. SOKR. Genç dostlarım bundan daha iyisi ola­ mazdı; Theodorus için yalan'yere1tanıklıktan . dolayı talûbat açılmayacağmdan eminim. THEAET. Ancak Sokrates bilgi hakkındaki so•runu, uzunluk ve kök hakkındaki soruyu yanıtlâdığmı biçinide yamtlayamıyorum; Üstelik,.

sen de bu türden şey ister görünüyorsan; bu nedenle söylediğinin tam tersine, Theodorus’un gerçeği söylemediği ortaya çıkıyor. C. . SOKR. Niçin böyle olsun? Eğer o koşudaki üs­ tün gücünü övmüş, ve böylesine iyi bir koşu­ cu olan bir genç adamla daha önce hiç karşı­ laşmamış olduğunu söylemiş olsaydı ve ;sen de dabd sonra, gücünün ve formunun doru­ ğunda plan, en büyük koşucu tarafından ge' çilmiş olsaydın, onun övgüsünün doğruluğun­ dan bir şeyler yitirmiş olduğunu mu düşünür­ dün? THEAET. Hayır, düşünmezdim.

.

SOKR. Yoksa, az önce de söylediğim gibi, bil­ ginin doğasının ne olduğunu bulgulamayı ufak, Önemsiz bir iş olarak mı görüyorsun? Bu en zor sorulardan biri değil midir? THEAET. En zor sorulardan biri diyecektim. SOKR; -Öyleyse, Theodorus’un sana ilişkin . D. açıklamalarına güvenini tazeleyebilirsin; her­ hangi bir şeyde olduğu gibi, bir bilgi tanımı bulmada da, anlığım., gayret ve hevesinin buy­ ruğuna ver ve bir yanıt bulmaya hazırlan. .THEAET. Bu benim, gayret ve hevesime bağlı olsaydı, ‘doğruluk (hakikat) hemen gün ışığı­ na çıkardı. SOKR.. öyleyse ne .duruyorsun?. Az önce, bu denli, iyi bir biçimde gösterdiğin yolda ilerle! ' Kökler hakkındaki yanıtım bir örnek olsirak . al. Nasıl ki tüm bu çeşitliliği içine alan tek. bir

karakter. bülduysan, şimdi de birçok bilgi tü- : rü için geçerli olan tek bir formül bulmaya çalış. E. THEAET. Ancak Sokrates, seni temin ederim ki, sorduğun soru hakkında başkalarından ay­ rıntılı bilgiler aldıkça, bu soru üzerinde çalış­ maya birçok kez koyulmuştum. Ancak bu so­ ruya doyurucu bir yanıt Verebileceğim, ya da kendisini dinlediğim herhangi bir kişinin, se­ nin istediğin türden bir yanıt ortaya? koyduğu hususunda, kendimi, bir türlü ikna edemiyO' mm, Üstelik, soru da anlığımı (zihnimi). m eş• ' gul etmeyi sürdürüyor. SOKR. Sevgili Theaetetus, bu anhğm.hoş ya da kısır olmadığı içindir. Doğum sancılan çe\ kiyorsun. THEAET. Onu bilmem Sokrates; sana yalnızca neler hissettiğimi söylüyorum.149 ,

SOKR. Ne denli saçına hır şey bu! Benim bir ' ebenin,. Phaenarete adlı hoş ve sağlıklı bir ka-, dının oğlu olduğunu hiç duymadın mı? THEAET. Bunu duymuştum. .SOKR. Benim aynı zenaatı icra ettiğimi de duymuşsundur, herhalde? THEAET. Hayır, bunu hiç duymadım. SOKR. Bununla-binlikte, dediklerim doğrudur; ancak gizimi başkalarına verme sakın! Benim bu beceriye sahip olduğum pek bilinmez; bu nedenle, bundani habersiz olan insanlar, beni, insanları umutsuz bir karmaşa ve şaşkınlık

haline sürükleyen garip bir adam diye başka bir biçimde betimlerler Bunu da duymuşsundur, deği hni? B. THEAET. Duydum. SOKR. Nedenim sana söyleyeyim mi? THEAET. Lütfen! SOKR. Ebelik zenaatmın bütün ■inceliklerini göz Önüne al, öyleyse;, bu ne demek istediğimi anlamında yardımcı olacaktır. Sanıyorum, ebe­ ler halâ gebe kalıp, çocuk doğurabildikleri sürece, hiçbir zaman başka kadınlara, onlar çocuk doğururken, yardımcı olamazlar, onlann çocuklarım, ancak kendileri gebe kalmak için çok yaşlı biri haline gelince, doğurturlar. THEAET. Elbette. SOKR. Böyle , söylerler çünkü, çocuk doğu­ mun koruyucusu olan Artemis’in kendisinin . hiç çocuğu olmamış; dolayısıyla, o kısır kadın. larm ebe olmalarına izin vermezken, bir işte bir deneyim olmaksızın beceri kazanmak, insan^doğasmm gücünü çok aştığından, ebelik yapma ayrıcalığım, onların kendisiyle olan C. benzerliğine bakmaksızın, geçmişte çocuk do­ ğurmuş olan kadınlara vermiş: THEAET. Çok olasılı görünüyor. . SOKR. Hiç kimsenin, kadınların gebe olup ol­ madıklarını, bir ebe denli iyi ve kesin bir bi­ çimde söyleyememesi, olasılı olmaktan daha . fazla;bir şeydir, öyle değil mi?

SOKR. Dahası ebeler, hazırladıkları ilâç ve \ . büyülerle,1doğum 'sancılarını belirgin kılabilir D. ya da, gereksinme duyarlarsa, sancılan yatış­ tırıp, azaltabilirler ve böylelikle zorlu bir işi, oldukça kolay bir iş haline getirebilir ve hat­ ta, gebeliğin erken bir. evresinde- eğer düşür­ me kararı alınırsa, çocuk düşürtebilirler. THEAET. Doğru. SOKR. ■Onların, aynı zamanda, evlilikleri en iyi çocuğu üretecek çift seçiminde yanlışa düşmeyen bir beceriye sahip, çok uyanık ara­ cılar olduklarım gözlemlemişsindir? THEAET. Evet. SOKR. Ancak onların bu konuda, göbek baE. ğmı kesmekten daha fazla gurur duydukları­ na. emin olabilirsin, Hangi toprağa hangi bit­ ki ya da tohum türünün ekileceği bilgisini dü­ şün; bu' bilgi, toprak ürünlerine bakıp,, onları toplama, becerisiyle birlikte gitmez, mi? Bun. 1ar. iki ayrı zenaat mıdır? THEAET, Büyük'bir olasılıkla değildir.. 150

. SOKR. Elbette değildir; yalnızca kadınla er­ keği, onlarnı pezevenklik adını verdikleri, yan­ lış ve bilgisizce bir araya getirme diye bir şey var olduğu için, ebeler, kendi özsaygılarından dolayı; pezevenklik suçlaması altında kalma­ mak için, birbirlerine uygun kadın ve erke­ ğin arasmı yaparken bile, çok dikkatli davra­ nırlar. Herşey bir yana, gerçek bir ebe söz ko­ nusu olabilecek tek b;aşarilı aracıdır:

SOKR. Tüm bunlar, şu halde,. ebenin yetki: alanına girer, ancak ebenin etkinliği, benim.kisi yanında, yine de eksikli kalır. Kadmlann B. bazen dünyaya gerçek, çocuklar, bazense salt salt ceninler getirdikleri olur, öyle ki bunlan birbirlerinden ayırd etmek bazen oldukça güç­ tür. Eğer hal böyleyse, ebenin en yüksek ve soylu .ödevi gerçek olanı gerçek olmayandan ayırmaktır, öyle değü mi? THEAET. Aynı fikirdeyim. SOKR. Benim ebelik sanatım da diğerlerinkine benzer; tek farkı benim hastalarımın kadın değil de erkek olmaları ve ilgimin, beden üze­ rinde değil de, doğum sancılan çeken ruh üze­ rinde odaklaşmasıdır.- Ancak sanatınım en C. önemli yönü, genç adamın düşüncesinin ürü. "nünün aldatıcı bir görünüş mü, yoksa yaşa­ maya ve doğruluğa yetili bir düşünce mi oldu. ğunu, her türden sınamadan geçirerek, belir­ leme gücüdür. Ben de, kendi bilgeliğimi dün­ yaya getiremediğim için, bu konuda ebeye benzerim. Her ne denli başkalarım sorgulasam da, bende hiçbir 'bilgelik bulunmadığı için, ken­ dimden bir şeyleri gün ışığına. çıkaramamak bakımından, ebeyle ortak bir eksiğim olduğu doğrudur. Bunun nedeni şudur: Tann beni bir ebe olarak hizmet eüneye zorlar, ancak doğurD. ma yetisini .benim elimden almıştır. Bu neden­ le, bende ne, her ne ,türden olursa olsun, bir bilgelik ne de işte ruhumun çocuğu diyebile­ ceğim bir buluş bulunur. Benimle çoğu zaman

birlikte olanlardan bazıları, başlangıçta hemen hiçbir şey bilmez görünür; ancak tartışmaları- ; ■ mızla yavaş' yavaş ilerledikçe, tanrının kayra­ sına mazhar ölmıış tüm bû insanlar, benden hiçbir zaman bir şey öğreiıemedikleri pek be-: lirgin olmakla birlikte, kendilerine olduğa den­ li başkalarına da şaşırtıcı gelen hıib bir iler­ leme kaydederler; gün ışığına çıkarmış olduk­ ları birçok önemli doğruyu,, onlar, kendi içle­ rinden çıkanp kendi başlarına bulmuşlardır. Anoak doğurtmak • tanrının ve bir dé benim, işimdir. ' ’ . E.

151

Bunun kanıtı* baña saygı göstermekle bir-, likte, benim kendilerine yaptığım yardımcılı­ ğın bilincinde olmamış olan, birçok gencin, tüm bu 'doğurma sürecini salt kendilerine mâl . ederek, ya kendi istekleriyle ya da başkaları­ nın etkisiyle,.‘"beni, bunu yapmaları, gereken zamandan, çok daha önce, bırakmış, ve' kötü dostlarla düşüp kalkmaları nedeniyle de, ruh­ larındaki geri kalan düşünceleri düşürmüş ol­ malarıdır; böyleleri, aldatıcı görünüşleri doğ’ . ruluktan üstün tutup, benim doğurtmuş, oldu­ ğum çoçukları da, onlara kötü bir bakım gös­ termek suretiyle, yitirdiler; ancak neden son­ ra, anlayış yoksunlukları kendileri için de baş­ ka herkes için de gözle görülür bir hale geldi. Lysimakhus'un oğlu Aristides işte böyle biriy­ di; ve bunun gibi, daha birçokları vardı. Bun­ lar geri dönüp bu kez aşın taahhütlerle, be­ nimle yeniden ilişki kurmak için yalvanp ya­ karınca, bana zaman zaman kendisini duyu­ ran tanrısal uyan, bu gibi durumlarda bazen

bana böyleleriyle yemden ilişki kurmak için izin vermez; bazen de izin .verilir ve bu gibi­ ler yeniden ilerleme, kaydetmeye başlarlar. An­ cak benim dostluğumu arayanlar, yine de bir başka biçimde, bir kadının çocuğuyla olan de­ neyiminin aynısı yaşarlar. Doğum sancılan çe­ kerler ve gece ve gündüz, bir kadından daha : fazla korkuyla dolu olurlar; , beniın sanatımın B. bu acılan belirgin hale getirme ya da yatiştırma gücü vardır. İşte bu gibilere karşı davra­ nışım bundan ibarettir; ancak bazıları da var­ dır ki, Theaetetus, 'onlarının anlıklarının hiç' bir zaman gebe kalmamış olduğu yargısına •varırım. Onların. bana hiçbir gereksinmeleri olmadığını anlar ve, tüm iyi niyetimle, böylelerine uygun bir ahbap ararım. Pek övünmek gibi olmasın ama, onlara kimlerin birlikteliği­ nin, yarar sağlayacağını da pek iyi kestirebili­ rim. Böylesi adamların Prodikus’tan ve Taun ; kayrası bir bilgeliğe sahip başkaca kişilerden yararlanmalarını sağladım. Şimdi, benim bu uzun konuşmamın ama­ cına gelince. Senin de inandığın gibi, anlığının gebe kalmış olduğu bir düşüncenin doğum C. sancılarıyla kavrandığından kuşkulanıyorum. Öyleyse, kendisi'de anasının sanatını icra eden bir ebe oğlunun yardımım kabul ,et ve sora■ . cağım, sorulara yanıt verebilmek için, elinden gelen çabayı esirgeme. Verdiğin yanıtlan in.çelerken, belki bu yanıtlardan birine ya da di­ ğerine, gerçek olmayan bir görünüş olduğu yargısını verebilirim. Düşüğü senden alıp bir kıyıya atarsam, ilk çocuğu elinden alman bir

• D. -. '

kadın, gibi, bana sakın vahşice saldırmayasın. İnsanlar bana karşı sık sık böyle duygular beslemişler ve kendilerini, gebe kalmış olduk­ ları, aptalca bir fikirden kurtardığım için, ke­ sinlikle beni dövmeye hazırlanmışlardır, ünlara gerçekte bir iyilik yaptığımı anlamazlar. Böyleleri, tanrısal hiçbir şeyin insana karşı hiçbir zaman kötücül olmadığını, ve benim ey­ lemimin kötü, niyetten kaynaklanmadığını, aıı; cak bunun salt, yanlışa göz yumup doğruyu gizlemeye tanrılık yasaların izin vermemesinin bir sonucu olduğunu' anlamaktan uzaktırlar. Bu yüzden Theaetetüs, yeniden başla, ve bilginin ne öldüğünü açıklamaya çalış. Şakın bunun senin gücünü aştığını söylemeyesjn; eğer tanrı isterse ve sen de gayret gösterirsen, başaracağından eminim.

Ebelik ve Anımsama — Bu giriş konuşmasının, daha önceki bir diyalogun,. Menon’un ilk bölümüyle tam bir koşutluk içinde olması anlamlıdır. Kendisin­ den Erdemi tanımlaması istenince, Menon tümüne ortak plan «tek bir form» un tanımı yerine,, bir erdem­ ler listesi sunmakla, Theaetetüs’la aynı yanlışa düş-. müştü. Sokrates’in doğru bir tanımın nasıl olması gerektiğine ilişkin açıklamasındaki örnek; burada ol-duğu gibi, Menon’da da matematikten . seçilmişti t«Şekil» ¿bir katının sınırı» anlamına gelir.). Me­ non’un, Sokrates’in hiçbir şey yapmayıp, başkalarını karmaşa, ve şaşkmhk içinde bıraktığı yakınması, bu­ rada Sokrates’in ağzından yinelenir. Bu noktayı, Theaetetus’ta ebelik sanatının betimlenmesi, Menon’­ da ise anımsama kuramı —her türden öğrenme

ölümsüz ruhun daima sahip olageldiği gizil bilginin anımsanmasıdır-— izler H . Adını bilmediğimiz yo­ rumcunun çok değerli birkaç düşüncesinden biri, bü iki anlayışın denkliği üzerinedir, «Sokrates kendi öğ­ retim yöntemi ebenin işinde kullandığı yönteme ben­ zediği için... ve çünkü öğrencilerin kendilerini, öğren­ me adı verilen, etkinliğin gerçekte anımsama olduğu­ nu, ve öğrencilerin kendilerine ,aktarılacak -bilgiye de­ ğil de. ammsamaya gereksinim duyduğunu ortaya-ko­ yan öğretiyle uygunluk içinde, konu hakkındaki. ken­ di doğal düşüncelerini geliştirip onlan açıkça dile ge­ tirecek tümceler yapmaya hazırladığı için, kendisini •bir ebe olarak adlandırır.». (149A üzerine yorum) Ta­ rihsel Sokrates’in bir tür tinsel ebelik sanatını ka­ bul edip benimsediğini gösteren ipuçları vardır (2); ancak Anımsama ilk kez olarak, orta dönem dıyaloglarmda görünür v eik i Platoncu öğreti arasında bir bağ kurar: İnsan ruhunun ebedi doğasıyla bilginin salt bilgiye özgü nesneleri olaiı Formların «ayrı» va­ roluşu. Buradan yapılabilecek olası çıkanm, Anımsa­ manın, Platon’un ayrı olarak varolan Formlarm varo­ luşunu . bulgulamasına, ve Sokratesçi. bilinemezciliği bir ölümsüzlük inancına dönüştürmesine uygun dü­ şen bir kuram olduğu biçimindedir. Ancak Theaetetus’un bellek hakkında daha son­ ra söyleyecek pek çok şeyi" olacaktır. Doğuştan önce sahip olunan bilgiye ilişkin bu garip, kişisel olma­ yan anımsamadan niçin burada hiç söz edilmez? Platan’ün Anımsama kuramını, gün gelip de bırakmış ol­ duğunu varsaymamız için hiçbir neden yoktur. Anim­ d i ¡Anımsama üzerine bfcz., Giriş, s. 2 ,(3) Aristop'hanes, Bulutlar, s. İST:

sama kuranımdan. Tlıeaetetus’ta hiç söz edilmez, çün­ kü bu diyalog/ burada yeni baştan öne sürülen, bir sorunun, eşdeyişle «Bilginin ve nesnelerinin doğası nedir?» sorusunun yanıtım bildiğimizi önceden varsa* . yar. Aynı nedenle, Formlardan da, olanaklı olduğu öl­ çüde, hemen hiç söz edilmez. Diyalog aşağı biliş (cognition) türlerini, bir . başka , deyişle duyu dünyasını tanımamızı istemekte, ve yalnızca,- duyusal nesnele­ rin 'algısını içeren, yargılar, üzerinde durmaktadır. Sağduyu, sahip olduğumuz'tüm «‘bilgi» ' bundan ■iba­ ret-değilse, o her ne olursa olsun, bilgi adı verilebile­ cek herhangi bir şeyin, şu ya da bu biçimde, böylesi duyu - deneyinden çı'karsandığmı dile getirebilir. Di­ yalogun amacı, duyu dünyasının ..bu,' Platon'un «bilgi» adını vereceği herhangi bir şeyi sağlama, sa­ vını incelemek ve yadsımaktır. Formlar, kendileri ol­ maksızın nereye dek gidebileceğimizi görelim diye, dış. ta bırakılmışlardır; ve tüm tartışmanın olumsuz olan . sonucu, Platgn’üri ta Formların bulgulanışından beri göstermiş olduğu gibi, onlar olmaksızın, bilginin hiç­ bir biçimde olanaklı olmadığını ortaya koyar. Bilginin Temel Özellikleri — Yunanca «bilgi» söz­ cüğü, tıpkı: İngilizcede olduğu gibi,-ya,'bilme yetisi ya da. bilinen şey anlamına gelir: Diyalogdaki sorun, o her ne denli nesnelerine yönletim (referans) olmak­ sızın tanımlanması da, bilme yetisi ya da fonksiyo­ nu tanımlamaktır. . Duyumun ya da algının ya- da i n a n c ı n b 'i 1 g i olarak adlandırılıp •adlandmlamnydcaği konusunda bir karara varma duru­ mundaysak, bilgi adını almaya aday bir şeyin sahip olması gereken belirli bir takım özellikler olduğunu ka* : bul etmeliyiz. Platon’un başka bir yerde daha tartıştı-

%l gibi O), bu. bir. bölümüyle,' anlığımızın içinde bu­ lunduğu hallerin asli, özsel nitelikleriyle, •bir bölü­ müyle de nesnelerin doğasıyla ilgili bir sorundur ve anlığın, hallerindeki farklılıklardan n e s n e l'e r i n f a . r k l ı l ı ğ ı çıkarsanabilir. D e v l e t V. Kitapta bu, Bilgiyle ignosis), duyusal şeylerle olan her tür tanışıklığı ve onlar baklandaki yargıları kap­ sayan geniş anlamı içinde, Sanı ya da İnanç (doksa) -arasındaki karşıtlığa uygulanır. Anlığın halleri, inanç doğru ya da yanlış olabilirken, bilginin yanılmaz ol­ masıyla farklılık gösterir. Buradan, inancın nesneleri tümüyle gerçek olmayıp değişken iken, bilginin nes­ nelerinin tamamiyle gerçek ve değişmez olduğu so­ nucu çıkars anır. Bu nedenle, burada daha baştan, bilginin bu iki . temel .Özelliğe sahip olduğu kabül edilin Sokrates Ibeaetetus’un algıyı bilgiyle özdeşleştirmesinin, algı­ nın yanılmaz olduğu ve nesne olarak da, gerçek bir nesneye sahip olduğu anlamına geldiğine işaret ede­ cektir 0152C) . Öyleyse, diyalogun kanıtlayaoağı nokta, ne. duyu - algısının ne de üzerinde durulan türden yargının (doksa) söz konusu iki temel özelliğe sahip Olmadığıdır; Algının, gerekli' düzeltmelerle birlikte, yanılmazlık özelliğine sahip olsa bile, , nesne olarak gerçek bir nesneye. sahip ■olmadığım' göreceğiz. • .Diyalogda yer alan tüm tartışmalar, .(i) Algının, (2)".Doğru Sanı ya da İnancın, (3) kendisine, bir «ta­ nım» ya da bir tür açıklamanın eşlik ettiği, Doğru İnancın savlarımn . incelenip yadsındığı üç bölüme ayrılır. -n ı

TWiet V. Kitap, 477.

I

ALGININ BİLGİ OLMA SAVI

151D-E. Theaetetus bilgiyi algıyla özdelleştiıiyor. Platon doğallıkla sağduyunun, bilginin bize cü,ş dünyadan duyular yoluyla geldiğini ortaya koyan ba­ kış . açısıyla işe başlar. Kendi kişisel görüşüne göre, 'bu en aşağı biliş türüdür; Platon aşağıdan usla anla­ şılır nesneler dünyasına doğru, duyusalla anlaşılır, arasındaki sının aşmakşızm, bu aşağı düzeylerde bil­ ginin bulunup bulunmadığını saptayacak biçimde, ilerler. 151 D. THEAET. Pekâla Sokrâtes; senin gibi bir kişi­ nin böylesi teşvikiyle, insanın söyleyebileceği.nin en.iyisini-söylememesi pek ayıp olacaktır. E. Bana öyle geliyor .ki, bir şeyi bilen bir kimse, bildiği şeyi algılamaktadır ve şu anda -görebil­ diğim. kadarıyla, bilgi algıdan başka bir şey değildir. . . . SOKR. Çok iyi; işte insanın görüşünü dile ge­ tirmesinin en -iyi yolu budur. Ancak şimdi, ürününü birlikte incelediğimizi, ve. onun salt aldatıcı bir görünüş olmasıyla, yoksa böyle bir görünüş olmayıp, kendisinde yaşam bulunma­ sı almaşıklarından hangisinin önün için geçer­ li olduğunu anlamaya çalıştığımızı varsaya­ lım. Algı, diyorsun, bilgidir? 151 E. THEAET. Evet. • «Algı»nın Anlamı. —■ «Algı» olarak, çevirilen alı­ şılagelmiş aesthesis sözcüğü, duyum, dışsal nesneleri ya' da olgulan tanımamız .t1) ; duygulan, tutkulan, (l)ı tAristoteles, Politika, 127M 29; Babil o denli büyüktü ki, kent düştüğü zaman, burada yaşayan ii}.yanların bazıları olayın farkına yanncaya laisthestbai) dek üç gün geçti.

v.b.g-., içerecek biçimde, geniş bir anlama sahiptir.. l56B’de terimin algılan (görme, işitme, koklama), sı­ cak ve soğuk duyumlarını, hazlan ve acıları, ve hatta arzulama ve korkma duygularım kapsadığı söylenir. Tüm bunlar ruhun, bedenle ayrilmazcasma birieşmiş olan duyumsal, parçasına yerleşmişlerdir C1). Theaetetus’üh «birşeyi bilen; bir. kimse, bildiği şeyi algıla“maktadır.» biçimindeki sözleri, onun büyük ölçüde dışsal nesnelerin, algısını düşünmekte olduğunu,, ve bu bölümü izleyen eleştirinin sözcüğümüzü söz. ko­ nusu anlamla sınırladığını, ya da en azından dişşal nesnelerin duyu-algısını her türden aesthesise özgü bir şey. olarak ele aldığıni usa getirir. Burada çözüm­ lenen tek duyu, görme duyusudur. • . 151 E-152 C. TheaetetuB’un bakış açısının Protagorasçı öğretiyle diyalektik birleşimi : Sokrates hemen Theaetetus’un önerisini diyalek­ tik bir biçimde incelemeye koyulur. «Diyalektiksin modern okuyucunun gözünden kaçabilecek bazı yön­ leri vardır. Diyalektikten o ..hemen, salt karşısındaki ■kişiye üstün gelmeyi değil, de, doğruluğa ulaşmaya aynı ölçüde eğilimli, iki ya da daha fazla anlık ara­ sındaki karşılıklı konuşma: süreci içinde gerçekleşen, . ortaklaşa, bir araştırmayı anlayacaktır. Bir konuşma' cı tarafından sınanmak üzere ileri sürülen bir .öneri («varsayım») düzeltilir ve o, tam anlamı açıkça orta-, ya konuncaya dek, geliştirilir. Bunun ardından gelen eleştiri önerinin tam olarak yadsınmasıyla sonuçlanır. . ya da (eğer inceleme ustalıkla sürdürülürse) konuşDe Amma, 427A- lö'da' Aristoteles düşünme ve usy işletme­ nin çoğunlukla .«algman kir türü» olarak görüldüğüne dik■ kat çeker, çünkü ruh her -iki’dürümda da, varolan'tor şeyi ■. ayırıp -tanır- •• (D ıTimaeus 42A.

inacı ya da .tartışmacıları doğruluğa biraz daha yak­ laştırabilecek bir.başka öneriye götürür i1!. Diyalogu­ muzda bilgiyle ilgili olarak, ardarda üç örteri .getirile­ cek, ve tümü, yacbsıuacaiktır. . Diyalektiğin daha az bilmen bir yönü, ister felse­ fî isterse ortalama insanın dünyasında kabul görmüş , popüler görüşler olsun, çağdaş görüşlerin ele alınıp değerlendirilmesidir. Aristoteles, sağduyu tarafından kabul edilmiş ya da bilgi kişilerce öne. sürülmüş her inancın, ne denli yanlış bir biçimde dile getirilmiş olursa olsiın, belli ölçüde doğruluk içermesinin', çok olasılı olduğu genel sayıntısından (assumption) yola çıkıp, denemelerine düzenli olarak, kendisine dek gel­ miş görüşlerin gözden geçirilmesiyle başlar. Uygun bir karşılaştırma ve eleştiriyle bu katkıları serimlemek vebalardan çıkarılabilecek eiı iyi görüşü ortaya koymak, diyalektiğin işidir. îşte burada, modem oku- . yucunun yanılması çok ölasılıdır. Modern okuyucu bir başka filozofu eleştiren bir.filozofun kendisini ta­ rihsel soruyla, diğer filozofun gerçekte kastettiği şey­ le sınırlanmış hissetmesini bekleyecektir. Ancak ne Platon ne de Aristoteles feisefe tarihi yazıyordu,- onlar daha çok felsefe yapıyor ve yalnızca, diğer filozofla­ rın görüşlerinden alacakları ışıkla ügüeniyorlardı. Onların diğer filozofların öğretileri üzerine kurdukla­ rı yapının tarihsel olguya sadık kalmasını, çok doğal olarak, bekleyemeyiz.' (1) Theaetetus’un ilk ' 'bilgi' tanımının yadsınmasından sonra, Sokmtes'in «Söylemiş .olduğumuz herşeyi bir. kıyıya at ve şimdi ulaşmış olduğun bakış- açısından, yola çıkarak, daha iyi ve aydınlık; Ibir görüşe ulaşıp ulaşamayacağına bir bak¡Bıze bir kez jdaba •bilginin- ne oldnğunuı söyûel» dediği Theaetetus lSTB'ye balcınız.. .

Platon’un diyalogda, ortaya koyduğu işlem diya­ lektiğin-. klasik.bir örneğidir: îlk amacı, çıplak algı bil- ' ğidir,:önermesinimtam -anlamını güıi ışığına çıkarmak­ tır. Bu, uslamlamanın, Theaetetus’un çocuğunun artık doğmuş olduğu uyarısıyla.. birlikte, (160-E) ’de sona eren ilk bölümünde gerçekleştirilir. Sokrates, bu açık-, lama ve serimlem.e-sürecinde, aynı zamanda, Theaete­ tus’un algıyı bilgiyle özdeşleştirmesinin, herşeyin de­ vinim içinde olduğunu dile getiren Herakleitosçu öğ7 reti ve insanın herşeyin ölçüsü olduğunu ortaya ko­ yan. Protagorasçı öğreti ile «çakışmakta olduğunu» söyler. Gerçekte ise Platon algının doğasına ilişkin olarak Protagoras ve Herakleitos’tan devşirilmiş kim öğeler —gerekli düzeltmelerle korunup sınırlandıkla­ rı zaman, Platon’un kendilerini doğru diye kabul et­ tiği öğeler— içeren bir açıklama getirmektedir. Pro­ tagoras ve Herakleitos, gerçekte .tartışmaya katkı, ya’ pabilecek nitelikte olan. taraflar olarak ele alınmak­ tadırlar t1) . Belli bir doğruluk değerine sahip olan bu öğeleri uyarlayınca, Platon daha sonraki eleştiride, Protagoras ve ekstrem Herakleitosçulardan, hiçbir bi­ çimde benimsemediği öğeleri, özgürce imleyecektir. . 151 E. SOKR. Bilginin doğasına ilişkin olarak getirdi152 ğin tanım, hiç de küçümsenecek bir tanım değil­ dir. Bu, her ne denli o onu daha farklı bir bi-. çimde dile getirmiş olsa da, Protagoras’m bu konuda söyledikleriyle aynıdır. Anımsayacak­ sın, «insan herşeyin- —hem var olan şeylerin (1)

Sokrates’in ¡Protagoras'm deyişinin laralıamım «takip etme» • önerisi (epakoloythesomen ayto, 15BIB) Aristoteles'le •karşı­ laştırmaz: «Eğer Etmpedokles’in . görüşünü taMp etme (akoloythoie) ve onu gerçek anlamıma, göre yorumlama du­ rumundaysak... -göreceğiz ki...» (Metafizik 98&A 41.

varlığının,- kem d e.var olmayan .şeylerin yok­ luğunun— ölçüsüdür.» Hiç kuşkusuz, bunu okumuşsundur. THEAET. Evet, hem de birçok kez. SOKR. O bununla böyle bir şeyi kastediyor 0), ' değil mi? —sen ve ben insan olduğumuza göre, . herhangi bir şey «benim için tıpkı bana görün­ düğü gibi,senin içinse sana göründüğü gibidir.» THEAET.' Evet, söylediklerin onun kastettiği şeyle tam bir uygunluk içinde...,- . B. SOKR. Protagoras gibi bilge bir kişinin söyle­ diklerinin anlamsız olması pek olasılı değil. Bu nedenle,-deyişinde yatan anlamı birlikte izle­ yelim. Aynı rüzgâr estiği zaman, bazen biri­ nin üşüyüp, diğerinin üşümediği ya da birisi­ nin az üşürken, diğerinin soğuktan donduğu olur. THEAET. Kuşkusuz. SOKR. Böyle olunca kendinde, rüzgârın so­ ğuk olduğunu mu yoksa soğuk olmadığını mı ■ söyleyeceğiz? Yoksa Protagöras’la, onun üşü­ yen için soğuk, üşümeyen içinse soğuk olma-. dığı hususunda uyuşacağız mı? 1 THEAET. Sonuncusu usa uygun görünüyor. SOKR. Ve dahasıt o her birimize .«göründüğü», gibidir, öyle değil mi? " - ' . THEAET. Evet. ‘—r-TI' . '

'’

(Ilı Logei. «söyler* ya da «kasteder» «utanana gelir.- Kratylos formülü .hemen hemen aynı sözcüklerle yinelediği için, hu Protagor&s'tan yapılmış hir alıntı, olabilir. .

30KR. SŞü.’halde;«görünür» demek, söz- konu­ su kişi onu böyle «algılar» demektir O). •. THEAET. Doğru. C. SOKR. «Görürime» (2) . öyleyse, sıcak ya da bu türden bir şey söz konusu olduğunda, «al- ., gılamak»la aynı şeydir! THEAET. Öyle görünüyor. : SOKR. Algı, şu halde, her zaman var olan b ir. . şeyin, -algısıdır ve bilgi olduğu için de, yanıl! mazdır. THEAET. Yeterince açık. Burada ¡amaçlanan nokta Sokrates’in son konuş­ masında dile getirilir. «Algı bilgidir.» önermesi algı­ nın var olana ya da gerçek olana ilişkin yanılmaz bir kavrayış (idrak) olduğunu ortaya koyar. Bunlar bilgi­ nin, bilgi adını almaya aday her önermenin sahip ol­ ması gereken iki temel. özelliğidir. Theaetetus’un bilgi tanmı, böyle yorumlandığında, Protagoras’m deyişinde yatan anlamı tüketmez. Protagoras'ın «görünür» sözcüğü, bana duyu-algısında ger­ çek görünenle sınırlanmış değildir. O, daha sonra da göreceğimiz gibi, bana doğruı görüneni, benim doğru (1)

Ast’m «aisthanestai» yerine «aisthanetai» sözcüğünü geçir' anesd, Berlin papirüsü •tarafından - doğrulanmıştır (Diels, Vorsocrtatiker, ii, s. 2)28J, (Bkz., 164B, ta de ge houkh hora hoük epistatai estin.

-C2J Phantasia, Sofist 264A'da 'oldnğu gibi, ph&inesthai fdiline' (karşılık gelen isimdir. Theaetetus’un. aisthanetai sözcüğü ye■ irine, anlam değişmesi ölmaıksizm, Protagoras'ın phaiiıetai ' . . ■■ sözcüğünü geçirebiliriz.

olduğunu düşündüğüm ya da doğru olduğu yargısına vardığım şeyi de içeriyordu, t1) Platon bü konuda Protagoras’la aynı düşünceyi paylaşmayacaktır; ancak bu­ rada, «sıcak ya da bu türden herhangi bir şey söz ko­ nusu. olduğunda» sınırlamasının da gösterdiği gibi, öğ. retinin yalnızca, duyusal niteliklerin, doğrudan algısına uygulanışını dikkate alıyoruz. Bu türden bir algının yamlmazlıği söz konusu oldu­ ğu sürece, Theaetetus, Protagoras ve Platon’un uyuş­ ma içinde olduklarını göreceğiz. İkinci sav —algıda bana görünen «vardır» ya da varolur, ya da gerçek­ tir— bu düzeyde belirsiz've karanlıktir. Protagoras rüzgârın, bana-soğuk göründüğü zaman, sana nasıl görünür ye senin için nasıl olursa olisun, benim için ' soğuk olduğunu savlayan biri olarak gösterilir. İkimi­ zin de, diğerinin yanlış olduğunu Söylemek için, hiç­ bir dayanağımız yoktur. Herkes algıladığının, kendisi için varoluşu ya da gerçekliğinin tek ölçüsü ya da ölçütü ya da yargıcıdır (2) . Karanlık kalan nokta «ba­ na» ya da «benim için* ekinin anlamıdır. Protagoras’ın gerçekte, Platon tarafından onun, kendi sağlam gerek­ çeleriyle, kurulan yapıdan farklı bir şey kastetmiş oh' ması olasılıdır. Sokrates, -rüzgâr örneğini kullandığı.açıklamasın­ da, duyu-nesnesi olarak adlandırılabilecek şeylb fizik­ sel nesne arasında bir ayrım yapar. Bana görünen’ •Cl) Diogenes Laertius, ı x , 15; .«Protagoras.¡anlığın, yalnızca du­ yulardan oluştuğunu savunur.» Bu, büyük bir olasılıkla, . , Diogenes’in 'başvurduğu söz konusiı paragraftan yapılnuş yanlış bir çıkammclır. , (2)- (Platon 178’de kriterion, 160C‘de. ise. krites' sözcüğünü kullanmaktadm.-

soğuklukla, sana görünen sıcaklık olmak üzere, iki farklı duyu-nesnesi vardır. Buna karşın tek bir fizik­ sel nesne vardır.: E s m e k t e o l a n «aynı rüz­ gâr». B u i k i d u y u - n e s n e s i f i z i k sel nesneye nasıl bağlanmıştır? Sokrates rüzgârın so­ ğuk olup olmadığım sorar. Acaba Protagoras soğuk ' ve sıcağm, her ikisinin de bir nötr ya da genel fizik­ sel nesnede, kendinde rüzgârda bulunan nitelikler fya da belki daha çok «şeyler») olduklarım düşünü­ yor muydu? Sokrates tarafnidan, Protagorasçı bir ya­ nıt olarak önerilen yanıt, rüzgârın üşüyen için soğuk olup, diğeri için soğuk olmadığı biçimindedir,. Bu bir çok yoruma açık bir öneridir. Belirsizlik amaçlı olabi­ lir. Platon’un Protagoras’m gerçekte kestettiği şeyi pek , önemsemeyip, kendi duyu-algısı çözümlemesine kat,’ kıda bulunacak böylesi bir yapı uyarlaması diyalek­ tik süreçle tam bir uygunluk içindedir. t1) . Olanaklı .iki yorum şöyledir' : “ - (1) Kendinde rüzgâr hem sıcak hem de soğuk­ tur. «Sıcak» ve «soğuk» aynı fiziksel nesnede birlikte varolabilen iki özelliktir. Ben birini algılarım, seiıse diğerini. «Rüzgâr benim için soğuktur.» önermesi,, so­ ğuğun o her ne denli sana görünen ya da seni etkile' yen özellik olmasa da, bana görünen ya da beni etki­ leyen özellik olduğu anlamına gelir. Salt «rüzgâr so­ ğuktur.» demek doğallıkla, onun sıcak olmamasını gerektirecek biçimde alınabilir. Ancak gerçekte rüz­ gâr her ikisidir; bu. nedenle, sen diğerinin ayırdında olsan bile, benim bu özelliğin ayırdında olduğum an(1}‘- (Adını - bilmediğimiz Yorumcu da böyle düşünmektedir ¿Platon’uu ¡kendisi ¡Protagoras'm. bilgi haikkmdaiki görüşü­ nün Tbetaetetus’uııMyle aynı olmadığını’ biliyordu.»

lamına gelecek biçimde, ona «benim için» ya da «ba­ na» yi ekleriz. (2) Kendinde rüzgâr ne soğuk ne de sıcaktır. O ayrı ayn algıladığımız özelliklerden hiçbirine sahip değildir ve kendisi de algılanamaz; o bizim dışımızda varolan bir şeydir ve benim soğukluk seniiı de sıcak-, lık duyumunu doğurur! Duyu nesnelerimiz, sıcak ve soğuk, bağımsız olarak, fiziksel nesnede varolmazlar, ancak yalnızca, onları- algılama edimim gerçekleştiği "zaman varlığa gelirler. «Rüzgâr benim için soğuktur.» Önermesi, onun benden ayn olarak, kendinde soğuk olmadığı, ancak yâlnızca bana soğukluk duyumu yer­ diği anlamına gelir. Bana görünen bu Soğukluk, benim için, algının yalnızca benim ayrrdmda olduğum kişisel bir nesnesi olarak, varolur. Senin kişisel nesnenin •farklı olması olgusu, seni, benim algıma yanlış diye güvenmemende ya da algımın nesnesinin varolduğunu ya da gerçek olduğunu yadsımanda haklı kılmaz C1) . • (li i (Profesör Taylar (Plato: The Man and His W ork (192.61, s'. • sası ’da, Platon'un Protagoras’ıa atfettiği görüşün «algıla­ yan iki kişi tarafından. biMneMecefc ortak bir gerçek dün­ yanın varolmasını yadsıdığım» düşünmektedir. «Gerçekliğin kendisi, benim , yalnızca benim için, bilinir olan kişisel bir . dünyada, serimse yalnızca senin için .bilinir olan kişisel bir dünyada, yaşıyor olmamız anlamında, bireyseldir. Bundan ötürü, eğer ben rüzgârın olağanüstü sıcak öldüğünü söy- lerkan, sen. de çok soğuk olduğunu-söylersen her ikimiz de doğruyu Söylemiş oluruz, çünkü bu durümöiai, her ikimiz de . «gerçek» rüzgârdan-,, yalnız ve yalnızca kendimizin içine 'girebileceği kişisel bir dünyaya-ait olan ‘ «gerçek» rüz. gardan söz ediyor oluruz. Bu1kişisel dünyalardan hiçbir iki .tanesi, tek bir ortak bileşene sahip değildir ve her birimi­ zin kendi kişisel dünyamız hakkında yanılmaz olduğumuza inanabilmesinin nedeni tam tamına, budur» Protagoras, «öz-neler-arası» •«iletişim» -tarafından öngörülen «örtak-çevrenin» gerçekliğini yacLsintaktadır.» . . \.

Protagoras’ın bu görüşlerden i1) birincisi ve daha " yalınç olanını —rüzgârın hem sıcak hem de soğuk olduğu— benimsemesi çok olasılıdır. İkinci görüş biraz sonra «gizli bir öğreti» -t—onun Protagoras’m kita­ bında bulunmadığım usa getiren bir deyim— diye öne sürülecek algı kuramının özsel bir yönüdür, İlk görüş, nesnelerin algıladığımız niteliklere sahip olduklarmdan kuşku duymayan . sağduyunun bön (naif) gerçekçiliğiyle bağımı koparmamışlar. O «sıcak» ve «so­ ğuk» gibi karşıt niteliklerin (ya da şeylerin) bizim dı­ şımızdaki şeylerde, aynlinaz bir biçimde birlikte va­ rolduklarını, ve algının karşıtlar aracılığıyla gerçek­ leştiğini gösteren, Protagoras’m çağdaşı Anaxagoras’m öğretisiyle de .uyuşmaktadır. « (Duyumsayan organ) . denli sıcak ya.da soğuk olan, kendisine yaklaşıldığı zaman, ne ısıtir ne de üşütür; tatlının ya da acının farkına, bu niteliklerin kendileri aracılığıyla varma­ yız; daha çok, herhangi bir nitelik yönünden eksikli oluşumuza göre, soğuğun sıcak, tatlının da acı ara­ cılığıyla farkmâ varirız; çünkü o, bunların tümünün bizde bulunduğunu söylüyor.» ■,(*). Eğer Protagoras aynı rüzgârtn beni üşütmesini, seni ise ısıtmasını, be­ nim zaten sıcak, seninse soğuk olduğun biçimindeki (aşağıda, 158E’de önerilen) kolayca anlaşılabilir açık­ lamayla açıkladıysa, Anaxagoras’la olan benzerlik gözBu yorum ,Sokrates'in «ayın rüzgâr estiği zaman» de­ diği, ve «kendinde rüzgârın soğuk olup olmadığını» sorduğu yerde, hem, ¡kişisel hem de tümüyle ilişkisiz olan iki gerçek . dünyanın var .olduğunu savladığı'için, paragrafımızın d iliy -" ■ le çelişir ve hana, Protagoras'm yaşadığı zalman, için ol. . dıukça. ileri, bir anlayış. gibi görünmektdir. .(D Krş., - Etudes de Phllosoplıie .(¡Paris, H92G1, Protagoras et •; Ddmocrite.. .

;-v'(^).;^t^tIŞ0![âIra5bus, de Sensu 2& (Anaxiagoras Üstüne).

1© görülür hale gelir. Her.ikisi .de, yine, karşıtların ayT . rilmaz bir . biçimde birlikte varoldukları konusunda' Herakleitos’la birleşirler C1). Beşinci yüzyılın temel karşıtlığında, Doğu ya da îyonya geleneği duyulara güvenmek gerektiğini,, .ve şeylerin, duyular tarafın­ dan algılanan karşıtların karışımı olduklarını savun­ maktaydı. Batı geleneği içidde. ise, duyuların tanıklı­ ğını, ve karşıtların gerçekliğini yadsıyan ’ Elealılar da yer alıyordu. Elealılar, duyusal karşıtların; «gerçek» atomların özellikleri olmayıp/uylaşımsa! iöznel) ol­ duklarını söyleyen Atomcuları etkiledi. Protagöras'in.. öğretisi, buna göre, Elealılann görünüşleri yadsıma­ larına bir karşılık olmuş olmalıdır. Onun, «sıcak» ve «soğuk»un aynı gerçek şeyde, -herhangi .bir çelişki: olmaksızın, birlikte varolabileceklerihi söylemiş ölmar sı da olasıhdır. Nihayet, bu görüş Sextus Emprikus tarafmdan da desteklenir (®). «Pirotagoras, bağımsız bir şey olarak görülen özdeğin (matter), insanlara gör rünen tüm bu değişik şeylerden her biri olabilmek için,-kendisinde tüm görünüşlerin gerisinde .yatan te­ melleri bulundurduğunu, söyler, insanlar, içinde bu­ lundukları koşullardaki değişmelere göre, farklı za­ manlarda farklı' şeyler algılarlar. Normal durumda olan biri, özdekte, normal bir kişiye görünebilecek şeyleri, anormal, durumda olan biri ise, anormal bir ki§lye görünebilecek şeyleri algılar. Aynı şey insan yaşamındaki farklı anlar, uyuma ve uyanık olma hal­ {'!')■ Seıdus Emprikus, Pyrrlı. 'Hyp. iv®*; dŞaiI.tmıİBima acı bazı­ larıma tatlı göründüğü için, Deanokritos balın, ne tatlı ne acı, Herakleito® ise hem. acı hem de tatlı olduğumu söylüyordu.» (2) Pyrrh. Hyp. i, 21® Söxtus hiç kuşkusuz Theaetetus’tan eüö. lenmişti, ancak bununla ¡birlikte, bundan; bağımsız kaynak­ lar da. elde etmiş gibi görünür.

leri, ve her tür koşul için geçerlidir. Dolayısıyla hu, ona göre, insanın, var olanm-ölçütü olduğunu kanıta lar : İnsana görünen herşey,. aynı zamanda varolur; hiç (kimseye görünmeyense varolmaz.» Protagoras bu görüşü savunduysa eğer, Öğretisi «Öznel» değildi ve hatta «gürecilik (relativizmJ» terimi bile onun için yanıltıcı, olurdu. Protagoras için duyu-nesneleri algn layandan bağımsız olarak varolur. Rüzgârda algıla-. yabileceğimiz diğer niteliklerle birlikte, sıcak ve so­ ğuk «kendinde rüzgân» oluşturacaktır. ProtagorasTn yaşadığı dönemde böylesi özellikler, onlara sahip olup onlan destekleyecek başka bir «şey» e "gereksinme du­ yan nitelikler olarak değil de, «şeyler» olarak görül­ dükleri için, Protagoras rüzgârın, yalnızca bize görü­ nen bu niteliklerin toplamından daha fazla bir şey ol­ masını yadsıyacaktır. «Hiç kimseye görünmeyen va­ rolmaz.» ■Sonuç, biraz sonra kesin ve açık olarak belirtilme durumunda olan ikinci görüşün—kendinde rüzgârın, ' kendisini algılayacak biriyle karşılaşıncaya, dek, ne sıcak ne de soğuk .olduğu— Platon'un kendisinin, Protagorâs’ın tam bir belirleme almamış, mu ğ 1 a k deyişi üzerine kurduğu bir. yapı olduğu biçimin­ dedir. Tarihsel öğretinin kapsamını yasal bir biçimde genişlettikten sonra, Platon onu «daha gelişkin düşü­ nürler»© atfetmeyi tasarladığı kurama uyarlar. 152 C-153 D. Herakleitosçu akış öğretisiyle diya­ lektik birleşim. Platon daha sonra, kendi duyu-alğısı kuramı için gereksindiği bir başka, öğeyi gündeme getirir. Bu Öğe Herakleitos’tan türetilmiştir: «Herşey devinim içindedir.» Protagorasin bunu «öğrencileri» ne «gizli bir öğreti» olairak öğrettiği önerisi, doğrusu hiç kimseyi kandırmaz. Protagoras’m bir okulu yo3k-

tü; isteyen "belirli konular üstüne olan konuşmalarına katılabilir ya da kitaplarını okuyabilirdi; Platon, tü­ mel akış öğretisinin gerçekte başka bin tarafından türetilmiş olduğunu anıştırır (ima ederi ve onu Homeros’a ve Parmenides dışındaki tüm filozoflara at­ fetmeye başlar. Burada, Protagoras’ın bir Herakleitosçu olduğu sonucuna ulaşmak, Homeros’un bir Herakleitosçu olduğu sonucunu çıkarsamak denli temelsiz­ dir. Platon’un istediği; tüm duyusal nesnelerin sürek­ li . olarak değişmekte olduklarını —Platon felsefesi­ nin temel ilkelerinden biri-- dilegetiren Herakleitosçu öğretiyi kabul etmektir. Ancak Platon için duyusal şeyler «herşey» değildir. O daha sonra, «Herşey her zaman değişmektedir.» biçimindeki sınırlanmamış, savm bilgiyi olanaksız kıldığını imleyecektih. .152 C. SOER. Acaba. Protagoras bu karanlık deyişi bizim gibi sıradan insanlar için, söyleyip, bu­ na karşın doğruluğu (hakikati) öğrencilerine gösterilecek gizli bir öğreti olarak gizlemiş çok kurnaz biri niamaz mı? i 1) . 152 D. THEAET. Bununla ne demek istiyorsun, Sokra­ tes? . SOKR. Söyleyeceğim: Kuram gerçekte önemli bir kuramdır. Hiçbir şeyin salt kendi başına bir şey olmadığını, ve onu, doğru olarak, ber lirli bir adla' çağıramayacağımızı batta onun belirli bir türden olduğunu bile söyleyemeye­ ceğimizi ortaya.koyar. Tam tersine, oha «bü­ yük» dersen, aynı zamanda küçük, «ağır», der■< ı -'. I- , . " fi),’--Doğruluk, ünlü deyişi© açılan İProtagoras’ın kitabının baş­ lığıydı. lBOıA’da Sökrates yine bu Doğruluk'teai esrarlı bili­ ciler (kâhinler) arasında söz edilmiş olabileceğini önerir.

sen aynı zamanda hafif olduğu görülecektir; bu herşeyde böyledir, çünkü hiçbir şey bir şey ya da belirli bir şey ya da belirli bir türden bir şey değildir. Herşey gerçekte, devinim ve değişme ve, bir diğerine karışmanın bir sonucu olarak, E. oluş süreci içindedir i1) . Onlardan «varlık» ola­ rak söz ettiğimizde yanlışa düşeriz; çünkü hiç­ biri hiçbir zaman var değildir; her zaman oluş­ maktadır. Bu konuda, Parmenides ayrılı dışın­ da, bütün bir filozoflar öbeği — Protagoras, Herakleitos, Empedokles— ve her iki türden de ozanlar arasında, komedide Epikharmus, (2) trajedide Homeros gibi, büyük ustalar tümüyle uyuşma içindedir. Homeros «Ana Tethis’le bir­ likte Tanrıların yaratıcısı, Okeanus» (3) dediği zaman, herşeyin akıp giden bir değişme çarkı­ nın ürünü olmasını kastetmektedir. Onu bu biçimde anlamıyor musun? THEAET. Kesinlikle böyle anlıyorum. 153

(1)

SOKR. Onun için, başında Homeros’un bulun­ duğu böylesi büyük bir orduya, kim kendisini gülünç duruma düşürmeden, meydan okuya­ bilir? THEAET. Bu hiç te kolay bir iş değil, Sokrates.

Şeylerin karşıtların karışımı olduğu biçimindeki İyonya ku­ rsum, şeylerin çeşitli çeşitli oranlarda kanşaıbildiklerini düşünür. Bu Empedokles'te, karşıt öğelerin yan yana gelişiyle karmaşık maddelerin bileşimi olarak ortaya çıkar. Bu ne­ denle Empedokles, her ne denli Akış öğretisine inanmamış olsa da, buradaki liste içinde yer alır. (2) Epikharmus fragman 2 (Diels). En mettalage pantes enti panta ton khronon, ktl. (3) Krş., Kratylos 402B.

SOKR. Olmaz elbet, çünkü devinimin «Varlık» ve «Ohış»u, durağanlığın ise «yokluk» ve «yokolma (fesad)»yı doğurduğunu ortaya koyan öğretileri şu kanıtlarla i1) iyi bir biçimde des­ teklenmiştir : Başkaca herşeyi yaratan ve de­ metleyen sıcak ya da ateşin kendisi de —her ikisi de değişme biçimleri olan— devinim ve sürtünmeyle meydana gelmiştir. Bunlar ateş yakma yollandır, öyle değil mi? B. THEAET. Evet. SOKR. Üstelik, tüm canlı varlıkları meydana getiren de aynı işlemlerdir, öyle değil mi? THEAET. Kesinlikle. SOKR. Yine, beden sağlığını devinimsizlik ve tembellik yok ederken; onun sağlıklı olma ha­ li büyük ölçüde idman ve devinim tarafından korunur, değil mi? THEAET. Evet. SOKR. Ruha gelince, ruh da böyledir. Ruh bil­ gilenir ve, ilerleyip gelişmesi, fiziksel devinim­ lerle aynı doğada olan, öğrenme ve uygulama sayesinde devam eder. Faaliyetsizlik, uyuşuk­ luk ve uygulamayı ihmal etme, ruhun hiçbir şey öğrenmemesi ve öğrenmiş olduğunu da C. unutması sonucunu verir. THEAET. Doğru. (D Kanıtlar daha sonraki Herakleitosçu yazından ve belki de, bir bölümüyle, 'Herakleitosçuluktıan etkilenmiş hekim yazar­ lardan alınmış olabilir. Rkz., Hippokrates, de victu I.

SOKR. Dolayısıyla, ikisininden devinim hem ruh hem de beden için iyi, devinimsizlik is« kötü bir şeydir. THEAET. Öyle görünüyor. SÖKR. Daha, devinimin şeyleri taze tutarken, durağanlığın bozulma ve çürümeye yol açma­ sından, hava ya da denizdeki durgunluk gibi şeylerden söz etmeme; ya da uslamlamayı taD. marnlamak için, onun bununla güneşten daha çok ya da daha az bir şeyi değil de, tam tamı­ na güneşi kastettiğini, ve, göklerin ve güneşin dönmeye devam edeceğini,, fakat bu düzen bir kez bozulacak ve dönüşleri sona erecek olur­ sa, herşeyin yıkılacağını ve evrenin altüst ola­ cağım anlatmak istediğini kanıtlayarak, Homeros’un 0) «altın halat»ından yararlanma­ ma gerek var mı? THEAET. Yorumuna aynen katılıyorum, Sok­ rates. Bu Herakleitosçu öğretide, iki önerme ayırt edil­ melidir. (1) Bunlardan birincisi Herakleitosçu karşıtların birliği anlayışı için özseldir. Hiçbir karşıt kendi kar­ şıtından ayrı olarak varolamaz. Bu, «Hiçbir şey salt (1)

Sokrates, ozanları sofistik bir biçimde yorumlama alışkanlığı içinde, Zeus’un, onların kendisini altm bir halatla aşağı çe­ kip çekemeyeceklerini görmek için, tanrılara meydan oku­ duğu pasajı, salt kendi amaçlan için, farklı bir biçimde kul­ lanmaktadır. Zeus eğer şöyle iyicene bir çekmeye karar ve­ rirse, onların hepsini, bu arada toprağı ve denizi de yukan ya çekebilecektir.

kendi başına, bir şey değildir.» önermesine burada yük­ lenen anlamdır. Bir şeye, onu aynı zamanda «küçük» ya da «hafif» olarak adlandırmaksızm, karşıtlardan birinin adını veremezsiniz, eşdeyişle, ona «büyük» ya da «âgır» diyemezsiniz. Platon «karşıtların karışımı» m duyunun tikel şeylerinin özsel bir özelliği haline getirir. Bu nedenle, Devlet 479A’da, Güzelliğin kendi­ sine d e ğ i l de , y a l n ı z c a b i r ç o k g ü z e i. şeye inanan kimselere aynı anda çirkin ğörünmeyen tek bir güzel şey bulunmadığı, ve büyük ya da hafif şeylerin büyük ya da hafif olarak adlan­ dırılmaya, küçük ya da ağır diye adlandırılmaktan daha fazla haklan olmadığı söylenir. Karşıtların bu ayrılmazlığı, görmüş olduğumuz gibi, kendinde rüz­ gârı hem sıcak hem de soğuk olarak gördüyse eğer, Protagoras tarafından da savunulmaktaydı. Burası, Protagoras, Herakleitos ve Platon arasındaki ortak noktadır.

(2) İkinci önerme ise şöyledir: Kendilerinden bir «varlık»a sahip diye söz ettiğimiz herşey, gerçek­ te hiçbir zaman «var» değildir, ancak devinimin bir sonucu olarak, her zaman bir oluş süreci içindedir. Protagoras’m buna inanmak durumunda kalmış ol­ masına ilişkin olarak, Anaxagoras’ın inanışının geri­ sinde yatabilecek nedenlerden daha belirgin nedenle­ rimiz yoktur t1). Ancak o Herakleitosçu tezi, duyusal tü

Sextus (Pyrrh. Hyp. i, 217 = Vorsocratiker 74A, 14) Protagoras'ın gerçekte «özdeğin akış içinde olduğunu» (ten hylen hreysten einail, ve boşa attıkça, bu israfın eklerle telâfi edil­ diğini, ve duyumlarımızın, yaşamın değişik zamanlarına ve bedensel koşullara göre değiştiğini savunduğunu söyler. Bu bedenlerimizdeki sürekli güç israfının beslenmeyle, yeme bazlarında değişiklik yapan, bir açlık ve doygunluk değişi-

şeylere uygulanan bir tez olarak kabul ediyordu C). Usla anlaşılır nesnelerin gerçek yarlığı her zaman ay­ nıdır ve hiçbir zaman, her ne türden olursa olsun de­ ğişme kabul etmez; oysa duyu tarafından algılanan birçok, şey, hangi bakımdan olursa olsun, hiçbir za­ man aynı durumda kalmaz (2) . Platon şimdi bu ilke­ yi kendi duyu-algısi öğretisinin ayrılmaz bir. parçası yapmaktadır. Bunun sonucunda, Protagöras’ın «Ben var olanın ölçüşüyüm; bana görünen benim için var­ dır.» biçimindeki önermesi değişir. Bu «vardır»ın ye­ rine şimdi «oluşur» u geçiririz. Algı alanında ben olu­ şanın ölçüşüyüm, ancak asla var olanın değil. Ve . «Algı her zaman var olanın algısıdır.» biçimindeki Protagorasçı sav yerini şu Platoncu Öğretiye bırakır: Algı her zaman oluş süreci içinde olanın algısıdır. 153 D-154 B- Duyu - nesneleri ve algılayan kişinin doğasına ilişkin başlangıç açıklaması Bundan sonraki adım «Bana görünen benim için (ya da bana) var olur.» biçimindeki Protagorasçı. tüm­ cede, ve «Algıladığım -benim için (ya da bana) oluşur.», biçimindeki Platoncu tümcede yer alan- benim için, ve bana sözcüklerine tam ve dakik bir anlam ver­ eniyle telâfi edilmesinden (Şölen 207D] daha fazla bir anlam taşımayabilir. Sextus'un bu konuda dayandığı kaynağı, bii■iniyoruz. Sokrates'in Protagora&’ı, diyalektik yönteminin biz parçası olarak, Akış öğretisinin taraftarları arasınla, sokması kendisini, yanıltmış olabilir. . (1) -Aristoteles, Metafizik A 6, 9S7a, 32; «O ilk.kez olarak gençli­ ğinde, Kratylos ve, Herakleitosçu öğretilerle ftüm- duyusal şeylerin her zaman akış içinde bulunduğu ve onlar hakkın­ da hiçbir bilgimiz olmadığı] tanıştığından,- bu 'görüşleri daha sonraki yıllarda biles.avundu.» (Ross -¡evârisi). (2)- Phaidon 7SI>.

mektir. Şimdi getirilecek yorum şöyledir : Algıladığım nitelik (benim duyu-nesnem), algılandığı anda ve yalnızca tek bir algılayan için oluşur ya da ortaya çıkar-, onun diğer zamanlarda, fiziksel nesnede kalıcı ve bağımsız bir varoluşu .yoktiır. Burada da, eğer dü: şüncelerimiz doğruysa,. , Platon. Protagoras’m ötesine gitmektedir.. ' . 153 D. SOKR. Onu öyleyse, şu biçimde düşün! Önce gözleri dikkate alırsak beyaz renk diye adlan-, dırdığin şeyin, ne gözlerinin.dışında, ne de göz. lerinin içinde, ayrı bir şey olarak, bir varlığa sahip olmadığını, ,ve ona sabit bir yer atfet­ memen gerektiğini kavramaksın. Yoksa, o hiç E. kuşkusuz, bir. oluş sürecinde ortaya çıkmak yeıine, kendisine ayrılmış bir yerde,'kendi var­ lığına sahip olacak, ve orada kalmaya devam edecekti, THEAET. İyi de onu nasıl düşünmeliyim? • SOKR. Gel, son olarak gördüğümüz önermemi­ ze ilişkin araştırmamızı tamamlayalım ve, ken­ dinde ve kendi' başma varolan hiçbir şey bulunmadığım, yeniden ortaya koyalım t1). Bu serimde göreceğiz ki, siyah- ya da beyaz 1 -- I t ----1 il)

Bıı oldukça yalınç ancak karanlık ifade burada yeni bir an­ lam kazanmaktadır, 152D, en men ayto kath' ayto oyden es­ tin, hiçbir niteliğin (karşıtın) , karşıtı olmaksızın varolma­ dığı anlamına gelmekteydi. Bu, niteliklerin bağımsız varo­ luşlarıyla uygunluk içindeydi. Şdmdi meden ayto kath’ ayto hen on, (tıpkı yine 1S6E8, ve lS?A&‘de olduğu gibi) salt kendi başına (eşdeyişle bir algılayandan ayrı) olan bir şeyin, onun kendisinde varolan,, bizim algıladığımız tek bir niteliğe.sahip olmadığı antamma gelir. Böylesi tüm nitelikler, algı alanırı■ da, onunla algılayan arasında ortaya çıkar.

154

ya da seçeceğin herhangi bir renk, gözlerimi­ zin uygun devinimle karşılaşmasının sonucun­ da ortaya çıkmış bir şeydir. Kendisine bu ya da. şu renk, adını verdiğimiz şey, ne devinimle karşılaşılan göz, ne de kendisiyle karşılaşılan devirıim olmayıp, bu ikisi arasında ortaya çık­ mış, ve her bir algılayana, özgü olan bir şey olacaktır. Yoksa her rengin bir köpeğe ya da herhangi bir başka yaratığa, tıpkı şana görün­ düğü gibi, göründüğünü mü söylemeye hazır­ lanıyorsun? THEAET. Kesinlikle hayır. SOKR. Acaba başka bir kişiye nasıl görünü­ yor? Dilediğin herhangi bir şey, ona da, tıpkı sana göründüğü gibi mi görünüyor? Bundan. yeterince emin misin? Yoksa, .hiçbir zaman aynı kalmadığın için, onun senin kendine bile, aynı görünmediğinden daha çok mu eminsin? THEAET. Bu sonuncusunun daha doğru oldu­ ğunu düşünüyonım.

«Benim için oluşurdun ne anlama geldiğini orta­ ya koyan bu başlangıç ifadesi ,birazdan açıklanacak­ tır.. Şimdiye dek birkaç nokta çok öz olarak dile geti­ rilmiştir. Nesne tarafında, beyaz rengin, herhangi bir yerde sürekli, kalıcı hiçbir, varlığı yoktur; .beyaz renk, bunlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman, duyu-organıyla.fiziksel nesne arasında ortaya çıkar. .Bundan başka, o algılayan bireye, iki bakımdan, özgüdür .- Be•nim duyU-nesnehı bana, başka hiç kimsenin tâûi ta­ mına benim gördüğümü görememesi;: anlamında, özel .

ve aynı şeye bakan! hiçbir iki insanın tana, olarak âym renkleri görememesi anlamında, özgüdür; hatta, duyü-organının içinde bulunduğu koşullar her zaman değiştiği için, ayni kişi bile'tam tamına aynı renkleri göremeyecektir. Yukarıdaki tümceler temelde, algının nesnesine yönelmektedirler. Geriye buna öznenin (bu evrede, anlıkla değil de,. duyu-organıyla özdeşleştirilmektediri de aynı ölçüde, hiçbir, kalıcı, sabit niteliğe sahip olmaması gerektiğinin eklenmesi kalır, öznenin ken­ di kalıcı nitelikleri olsaydı eğer,'o-kendisini her yeni nesneye uyarlayamâzdi; onun doğasında bulunacak bu aslî nitelikler, organın istenen değişimini engelle­ yecekti. 154 B; ,SOKR. Öyleyse, karşısında kendimizi ölçtüğü­ müz ya da kendisine ,dokunduğumuz şey, ger­ çekten de büyük ya da beyaz ya da ..sıcak ol­ saydı, o, onun kendi cephesinde herhangi bir. değişmeye maruz kalmadığını varsaydığımızda, farklı bir kişiyle karşılaştığı anda, asla farklı bir şey haline gelmeyecekti.. Ve yine, nesne karşısında kendisini ölçen ya da ona dokunan şey, bu şeylerden (büyük, beyaz, v.b.g.,) biri olsaydı, o, farklı bir şeyle ilişkiye girdiği ya da belli ölçülerde değiştirildiği zaman, kendi cep­ hesinde, eğer özünde. etkilenmediyse, farklı hale gelmeyecekti. . «Karşısında kendimiz ölçtüğümüz» ifadesi ilk ba­ kışta, . Protagoras’ın sözcüğü; «İhsam herşeyin ölçüsü­ dür.?: deyişindeki kullanım biçimine yapılan bir. yönletim. gibi görünmektedir, «ölçü» değişmez bir yönletim (referans) çerçevesini usa getirir; kendisi de sü­

rekli olarak değişen bir ölçü bir işe yaramaz. Ancak diyalogun üzerinde durduğumuz bu bölümünde, özne de nesneden daha durağan değildir ve bunun sonu­ cunda, değişmez, kalıcı ölçü düşüncesinden vazgeç­ mek gerekmektedir. Duyu-orgam dışsal nesneden daha, az olmamak üzere,, sürekli olarak değişmekte­ dir ve akışkanlığı, dışandan gelecek herhangi bir taze etki için bir engel oluşturmaz. .Bundan sonraki bölüm­ de, bununla birlikte, büyük bir şeyin küçük bir şeye karşı tam olarak Ölçülmesi amaçlanır. 154 B-155 D. Biçim ve Sayıyla ilgili kimi bilmece­ ler. Eğer Sokrates şimdi hemen algının doğasına iliş­ kin kuramın tam ve ayrıntılı bir selimine geçseydi, or­ taya en ufak bir güçlük çıkmayacaktı. Ancak Platon burada araya, biçim ve sayı ilişkileri üzerine, metne uygunlukları hiçbir biçimde açık olmayan, kabul edilegelmiş kimi bilmeceler sokar. Bu bilmecelerin nasıl olup da bir insanı tam bir şaşkınlık içinde bıraktığı bizim için pek anlaşılır bir şey değildir. 154 B. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor) Çünkü «Şey­ ler var olunca» (l) Protagoras ve onunla aynı bakış açısında olan birinin tuhaf ve saçma diye nitelendireceği önermeler kurmak durumunda - . kalırız. THEAET. Bu nasıl, olur? Hangi önermeleri kas­ tediyoruz? C. SOKR. Anlatmak istediğimi oldukça açık bir biçimde gözler önüne serecek yalınç bir örnek İD ' «Şeyler var olunca* ifadesi,' açıkça,, «şeylerin kalıcı nitelikle­ re saiıip oldukları biçimindeki; az önce yadsınmış, fakat gü.nümüzde pek revaçta olan- saymtı temeli üzerinde» anlamına • gelmektedir.'

seçelim. Altı zarını- dört zarıyla karıştırdığımızda,. altının' dörtten büyük ya da dördün yansı kadar büyük olduğunu söyleriz; oysa onu onikiyle.karşılaştırdığımızda, altının kü­ çük —hem de yalnızca '.onun yansı ka­ dar küçük— olduğunu söyleriz ve burada baş­ ka bir şey söylenemez. Yoksa söylenebileceği­ ni mi düşünüyorsun? THEAET; Kesinlikle bayır. SOKR. Öyleyse Protagoras ya da. bir başkası• .nın sana, «Herhangi ‘bir şey, çoğaltılmadığı sürece, daha büyük ya da fazla olabilir mi?» , diye sorduğunu varsay! Yanıtın he olacaktır? THEAET:. Bu son soru üzerine, hiç çekinmeden .. D. konuşacak olsaydım, Hayır derdim; ancak da­ ha önceki:sorunu dikkate, alırsak, buna kendi kendimle çelişkiye düşmemek için Evet kar­ şılığım veririm.' SOKR. Yetkin bir yamt; herhalde sen de tann• lardan esin alıyorsun. Ancak çok belirgin ola­ rak, evet dersen eğer, bu Euripides’in dile ge­ tirdiği duruma benzeyecektir: Dilimiz değiş­ tirilebilir, ancak özümüz asla... THEAET. Doğru. SOKR. Şimdi, sen ve ben bu uyanık ve bilge E. adamlar gibi olsaydık, kendimizi, düzenli bir . sofistik tartışma içinde, uslamlamaların tokuş­ masından haz alarak, bir başkasının gücünü sınama' lüksüne bırakırdık. Ama ■madem ki yalnızca sıradan insanlarız, öncelikle kendi an­

lıklarımızda bulunan fikirleri incelemeyi ve onların hangi fikirler olduklarıyla, kendilerini karşılaştırdığımızda birbirleriyle uygunluk mu, yoksa tam bir tutarsızlık içinde mi olduk­ larım saptamaya çalışalım. THEAET. Ben bu yolu kesinlikle yeğ tutarım.

155

SOKR. Ben de öyle; madem ki aynı düşünce­ deyiz, gel öyleyse, sorunu yeni baştan sabır­ sızlıkla değil de, anlığımızda beliren bu “dü­ şünceleri nasıl anlamlandırabileceğimizi görmek için,. kendimizi siki ve ciddi bir biçimde inceleyerek, yavaş yavaş ve hiçbir şey unut­ madan ele alalım.. Bunlardan birincisine bak■tığımızda,. hiçbir şeyin kendi kendisine eşit olarak kaldığı sürece, ne biçim ne de sayı ba­ kımından, daha büyük-ya dâ daha küçük ha­ le gelemeyeceğini ileri sürebiliriz, sanıyorum.Yoksa-böyle'değil midir? : THEAET. Evet, tıpkı dediğin gibidir. .SOKR. İkinci olarak, kendisine hiçbir şey ek­ lenmemiş* ve kendisinden hiçbir şey çıkarıl­ mamış bir , şey ne artmış, ne de azalmış olup, miktar olarak hep aynı kalır. - THEAET. Eİ'bette.

B. SOKR. Ve üçüncü, olarak, daha önce var ol­ mayan. bir şeyin, oluşmaksızın ve bir oluş sü­ reci içinde yer almaksızın, daha sonra da- var olamayacağını söylememiz gerekmiyor mu? THEAEI. Kesinlikle böyle, görünüyor.

SOKR. Şimdi, zar hakkında söz konusu öner-' meleri kurduğumuz zaman, bu üç' doğrunun . anlıklarımızda nasıl birbirleriyle çarpıştıkla­ rını aşağı yukan .tasarlayabiliyorum; ya da şu gördüğün boyda olan benim, bir senelik süre C. boyunca, boyca herhangi bir kayıp ya da ka­ zancı . olmadan, senin gibi b ir.gençten, beden yönünden bir kaybım olmuş olduğu için değil de, sen bu süre içinde büyümüş olduğun için, (şimdi olduğu gibi) uzun, ancak bir yıldan sonra kısa 'olabileceğimi söylediğim zaman... Çünkü ben, gözle görülür olarak, daha sonra daha önce olmadığım bir şeyim ve herşey bu­ yana bir oluş sürecinden .geçmiş de değilim; fakat oluş süreci olmaksızın, böylesi bir so: nuç olanaksızdır, ve ben' bedence, bir kaybım olmadan, kısalma (olnş) süreci içinde olamam. •Sayısız başka örnek getirebilirdim, ancak ne söylemek. istediğimi anladığım düşünüyorum, Theaetetus; en azından, böyle bilmecelerin se­ nin için tümüyle tuhaf ve alışılmadık şeyler olmadıklarım sanıyorum. THEAET. Hayır değiller; gerçekte onların beni ne anlama gelebilecekleri hususunda merak içinde bırakmaları •benim için bulunmaz bir fırsat. Onlar üzerinde düşünürken, bazen ken­ dimden geçiyorum. D. SOKR. Bu Theodorus’un senin doğana ilişkin takdirinde yapılmadığını gösterir. Merak duy... gusu filozofun temel, belirleyici , özelliğidir. Felsefenin gerçekten de meraktan başka hiç­

bir kaynağı yoktur; İris'i Thaumas’ın kızı ya­ pan her kimse, iyi bir soy kütükçüsüymüş... i1) Bu bilmecelerle ne anlatılmak istenmekte­ dir? He m e denli Sokrates konuşmasını, Theaetetus’a «Bu şeylerin Protagoras’a atfetmekte olduğuinuz öğretiye göre, niçin böyle olduklarını , anlamaya başhyor musun?» diye sorarak sürdürşe de, onlar hakkında duyu-algısı sürecini çözümleyen bundan sonraki metinde daha faz­ la hiçbir şey söylenmez. Sokrates bu bilmecele­ ri salt kendimiz için ayrıntılı olarak ele almak , üzere, Theaetetus’u .ve bü arada bizi kendi ha­ limize bırakır. «Beyaz» ya da «sıcak» gibi duyusal nitelik­ lerin, ne bizim dışımızdaki nesnelerde ne de duyu-organlanmızda bağımsız ve kalıcı bir. va­ roluşu okûadığı biraz önce söylenmişti. Bu gibi duyusal nitelikler, nesne ve organ birbirleriyle karşılaştıkları zaman, nesne ve organ arasında ortaya çıkarlar ya da «oluşurlar.» Nesne ya da organdan herhangi birinde kalıcı değişmez ni­ telikler bulunsaydı, bu oluşma gerçekleşemezdi. 154B’de «büyük» sanki onlarla aynı konumaymış gibi, «beyaz» ve «sıcak» la aynı öbek içi­ ne sokulur, tıpkı daha önce 152D’de «büyük» ve «küçük»le «ağır» ve «hafif», tüm karşıtlan simgeleyen örnekler olarak alındığı gibi... 'Kratylos Iris'le eirein (408©) ve eirein (legeinl le de diyalektük (3.9SIH arasında -bir bağ kurar. Dolayısıyla, iris (Felsefe) Thauöıas (merak)'m kızıdır. Paragrafımız Kratylos olmak­ sızın, pek anlaşılır olmadığından, Theaetetus her durumda Kratylos'tan sonra gelmelidir. '

Zarlar hakkmdaki . bilmece şöyledir: Altı zannı dört zarıyla . karşılaştırdığımız zaman al- , tının daha büyük, olduğunu söyleriz. Başka bir anda, onu onikiyle karşılaştırdığıımz zaman, oriun daha kü­ çük olduğunu söyleriz. Oysa altı zan, sayı olarak ne artmış ne de azalmıştır. Bize, sağduyunun hiçbir şe­ yin, oluş, olmaksızın, belli bir anda, bir. başka anda olmadığı şey haline gelemeyeceğine inandığı söylen­ mişti; yine sağduyuya göre, bir şey miktar olarak aynı kaldığı sürece, daha büyük ya da daha küçük bir şey haline' gelemez ve, kendisine'bir şey eklen­ mediği ya da'kendisinden bir şey çıkartılmadığı süre­ ce, o miktar olarak aynı kalır, öyleyse, nasıl oluyor da, miktar olarak aynı kalmış olan bir' zar, daha kü­ çük bir şey haline geliyor? Buradaki güçlüğün, yalnızca/ «büyük»ü bir baş­ kasından daha büyük olan şeyde, «küçük» ü de benzer bir biçimde daha küçük olan şeyde bulıinan (sürekli ve kalıcı olarak) bir nitelik olarak düşünen biri için varolduğu açıktır. Bü biçimde düşünen biri, eğer dur rum böyleyse, daha büyük olan şey kendisinden küçük olan bir şey yerine daha büyük olan bir şeyle karşılaş­ tırıldığı zaman, onun kendi «büyük» lük niteliğini kay­ bedip bunun yerine _«küçük»lük niteliğini kazanmış ol­ duğunu düşünecektir. Bu içsel değişmeye maruz kal­ makla, o «küçük bir şey haline gelmiş» olacaktır. An­ cak şeyin biçimce en ufak bir değişmeye maruz kal­ mamış olduğu imlenince, o tam bir. açmaz içinde kala­ caktır.. Platon Phaidonu yazdığı sıralarda, «uzunluk» u kesinlikle uzun insanın özsel bir özelliği olarak görü­ yordu. «Phaidon Sokrates’ten uzundur.» önermesi, adı

geçen-diyalogda, şu sonuçlan, gerektirecek bir .biçim.' de çözümlenmişti: (13 Phaidon. ve Sokrates’in ayrı ayrı pay aldıklan iki Form, Uzunluk ve Kısalık Form­ ları vardır; (2) Phaıdon’da Uzunluktan («bizdeki uzun­ luk» adı verilen) bir parça, Sokrateş’te de Kısalıktan bir parça bulunmaktadır; (3) Ne Formlar, Uzunluk ve Kısalık, ne de onların bizdeki örnekleri, karşıtlarına dö­ nüşebiliri ve sonuç olarak C4) Eğer Sokrates büyür ve phaidon’dan uzun bir. haline gelirse, Kısalığın Sokra­ tes’teki parçası ya «yok olmalı» ya da uzunluktan bir parçaya yer açmak üzere «geri çekilmelidir.» Bu çö­ zümleme, hiç kuşkusuz diğerinden daha uzun ya da daha kısa ,biri haline gelen bir .insanın, içsel bir. de­ ğişmeye maruz kaldığı anlamına gelir. Seçilen örne­ ğin kendisi bu bakış açısına götürür,.çünkü «uzunluk» güzellik, sağlık y e güçlülükle birlikte, fiziksel bir yet­ kinlik olarak sınıflanmış tır ve ondan daha önce Phaidon’da i1) böyle söz edilir. Platon'un kendisi sağdu­ yunun alışılmış görüşünü paylaşır ve uzunluğu daha uzun bir kişiyle kısa kişi arasındaki bir ilişki anla(1)

Phaidon KSU) ’da Uzunluk (ınegetbos), Sağlık, 'Güç, Adil, Gü­ zel ve İyiyle birlikte, Formlara öm ek olarak- öne sürülür. Megetlıos’un ( «mutlak uzunluk» ya da «matematiksel uzun­ luk» değil de) «uzunluk» anlamına 'geldiği Menon’ 7 ® 'don ■ bellidir. Menon ahlaksal yetkinliğin tarete) adamda başka, ¡kadında başka bir ,şey olduğunu söylemiştir. Sokrates bu­ nun, fiziksel şeyler, için de geçerli'olup olmadığını sonar : Sağlık, uzunluk (megetlıos) ya da güç kadınlarda ve eıkek■ terde farklı- şeyler midir? Uzunluk ve Güzellik 72û3'de tıpkı Homeros'un kalos te m.egas te ifadesinde olduğu gibi birleş­ tirilir. Erkeklerin ve kadınların mutlak ya da matematiksel -uzunluğu diye bir sorun yoktur. Phaidon 6'5-D’de uzunluk gü­ zellik oknladian görünür çünkü, kalen biraz önce ahlaksal aıi" lamı -içinde kullanılmıştır.

mında değil de, «sıcak» ya da «beyaz»la aynı konum­ da olan bir içsel nitelik olarak düşünür. Ancak bu kez Theatetuss’tákí paragrafta, Platon şimdi Theaetetus’tan daha büyük olan Sokrâtes örne­ ğini yinelese de, Sökrates’in biçimce değişmiş olama­ yacağına dikkat' çeker. Ve zar örneğinde dé, altı zarı­ nın sayıca artma ya da azalma anlamında, daha bü­ yük ya'da daha küçük hale gelmemesi aynı.ölçüde açıktır. Dahası, Platon, bilmeceleri çözecek ışığın ■bir nesnenin, algılayan her kim olursa ölsün, herhangi bir içsel nitelik değişmesine mariız kalmaksızın, algı­ layan bir kimse için «beyaz hale gelebileceğini» bize söyleyen duyu-algısi -kuramından çıkartılma duru­ munda olduğunu çıtlatır. Onun «benim için beyaz ha­ le geldiği»ni söylediğimiz zaman, onun bir başka ren­ gi,yitirip, bunun yerine beyazlığı kazandığını kastet­ miyoruz. Algılayan bir kişiden ayrı olarak. o kendin­ de. ne beyazdır- ne de başka herhangi bir renk. Onun (beriim için) «beyaz hale gelmesi»yle kastedilen de­ ğişme, nitelilclerin içsel bir değiş-tokuşu .olmayıp, nes­ neyle duyu-organı «arasında» ortaya çıkan bir . değiş­ medir. Ne nesnenin ne duyu-organmın, birbirleriyle karşılaşmalarından bağımsız olarak, kalıcı bir özel-. liği vardır. Yapılabilecek çıkarım Platon’un, Phaidon’u yaz­ dığı zamandan beri, bu niteliklerden —sıcak, beyaz, büyük— herhangi biriiıin, bir Formun bireysel bir şeyde bulunan, ve şey değiştiği zaman ortadan kalkan ya da geri çekilen-bir örneği olduğu görüşünü bırak­ mış olduğudur. Değişmeyi şeyin içinde gerçekleşen bir . -değişme olarak, değil dé, şeyle algılayan.kişi, arasında oían bir değişme olarak;,düşünmeliyiz. Sayıca .ya da biçimce daha büyüi ya da. daha küçük olmakla ilgili

örnek, bir ölçüde, bir değişmenin bir şeyle algılayan kişi «arasında» nasıl ortaya çıktığını: görmek bu ör­ nekte daha kolay olduğu için gündeme getirilmiş­ tir t1). Altı zari, onu dört zarıyla karşılaştırdığım za­ man,. bana daha büyük, oniki zanyla karşılaştırdığım zaman ise daiha küçük görünecektir, ancak onlar kendilerinde daha büyük ya da daha küçük hale gel­ miş değillerdir. Bu, bir şeyin kendisindeki beyazlığın bir başka renkle yer değiştirmiş olmasını, gerektir­ meksizin, nasıl olup da bana beyaz görünebileceğini, ya da beriim için beyaz hale gelebileceğini anlamada bize yardımcı olacaktır Bununla birlikte, Platon’un «ilişki Idealannı (Formlarını) bırakmış» olduğu sonucunu çıkarsamak, eğer bu durum onun ilişkilerle nitelikler arasında açık seçik bir ayrım yapmış olmasını gerektirirse, pek sağlam ve güvenilir bir çıkanm değildir. Onun halâ *büyük»le «sıcak» ya da «beyaz» arasında, önemli hiçbir, farklılık- görmemesi çok defa . kuvvetle olasilidir. Ve Platon hem göreli terimlerin hem de duyu­ sal niteliklerin Formlarını bırakmış , olduğunu, hiçbir yerde açıkça ortaya koymaz- (2) . . . (U

Flaton'un bu serimdeki örneklerinin algılanabilir olan şey­ le r le —.örneğin, soyut sayılarla değil de,, zarla— ilgili oldu­ ğuma dikkat -ediniz. 0 . 4,6 ve 12- sayılan, arasındaki matematik­ sel -«ilişkiler» hakkında konuşmamaktadır. . .

(2) platon ve. Aristoteles'in «göreli terimleri» ele alış biçimleri daha sonraki -sayfalarda incelenecektir. Daha, büyük ya da daha fazla olan, her zaman birşeydeh daha büyük ya da birşeyden daiha fazla ya da «birşeyle kanlaştınldığmda» Öaha. büyük -ya da daha, fazla' olduğu için, «daha bü­ yük» ve «daha fazlaşnrn (Platon’Ja' birlikte) göreli terim­ ler olduklarını söylemek bir şeydir, (Camibell'le birlikte)

155 D-157 C, Duyu-algısmın doğasına ilişilin Kuram. 155 D. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) Protagoras’a atfetmekte olduğumuz kuramdan çıkan tüm bu sonuçların açıklamasını görmeye başladın mı? Yoksa henüz pek açık değir mi? THEAET. Pek açık olduğunu, henüz söyleye■mem. SOKE. Belki de, .bu denli üiılü bir adamın —yok, adamların demeliyim— H düşüncele­ rinde gizli olan doğruluğa nüfuz etmende saE. na yardımcı olmamı istiyorsun. ' THEAET. Bunu yaparsan, sana minnettar olu­ rum. SOKR. Öyleyse, çevrene şöyle bir göz at ve bizi, ham, deneyimsiz ve böyle şeylere alışık olmayan bir gencin dinlemediğinden emin ol. Deneyimsizle, eliyle tuttuğundan başka hiçbir şeyin gerçek olmadığına inanan, ve eylemlerin ya da süreçlerin ya da gözle görülemeyen her­ hangi bir şeyin gerçek bir şey olarak görülme­ sini kabul etmeyen birini kastediyorum, 156

‘w' ı•; t

THEAET. Böyleleri- pek anlaşılmaz ve itici ki­ şiler olmalı. SOKE. Evet, onların çok ham ve kaba olduk­ ları çok doğru. Oysa gizlerini sana göstermek

■1— t—i . «biçim ve •sayının tümüyle göreli- olduklarını» söylemek doğallıkla bambaşka bir" şeydir. Acaba sayı ya' da herhangi bir sayı (diyelim 7), neye tümüyle görelidir? (10 ¡Gelmekte -olan kuramın, Protagoms'ıa ¡—ancak hiç kuşku­ suz, yalnızca ona değil— «atfetmekte, olduğumuz» kuram olduğunu anıştıran ipuçlarına dikkat ediniz. .

istediğim diğerleri, çok daha ince, ve usta kişi­ lerdir. Onların, şimdiye dek söylediğimiz herşeyin kendisine bağlı- olduğu ilk ilkeleri, evre­ nin gerçekte devinim olup, başka hiçbir şey olmadığı biçimindedir. Ve iiki tür devinim var­ dır. Bu iki türden devinimin her biri için çok sayıda örnek bulunur, ancak, bunlar birbirle­ rinden, bir türün etki etme gücüne, diğerininse etkilenme, sığasına (kapasitesine) sahip olmasıyla ayrılırlar C1) . Bunların birbirleriyle olan ilişki ve sürtünmesinden sayıca sonsuz, B! -ancak her zaman, tıpkı ikizler gibi, çift olan ürünler çıkar. Her çiftin, biri algılanan şey, di.. ğeri ise doğuşu her zaman algılanan şeyin do­ ğuşuyla çakışan bir algı olmak üzere, iki öğesi vardır. Şimdi algılar için «görme», «işitme», «koklama», «soğuğu hissetme», «sıcağı hisset­ ine» ve yine, hazlar ve acılar, ve istekler ve korkular v.b.g., isimlerimiz-vardır. İsimler her ne denli tüm bir çokluk için bulunmuş olsa da, İsimsiz olan çok sayida algı vardır. Öte yan■ . dan, algılanan şeyler öbeği, algılardan biri ya da diğeriyle aynı anda-doğar. Örneğin görme algılarıyla, algıya karşılık gelen çeşitliliğin C. renkleri, işitme.algılarıyla sesler, ve tüm diğer Cl) •.¡Buradaki •iki tür .davinimle kastedilenler şunlardır i' (I) Duyularımıza etki etme ya da onları etkileme ıgücüne sahip, 1 etkin güçler-(ajanlar) olanak görülen, fiziksel nesneler, (II) • . ¡Duyuma yıa da algıya .özgü bir biçimde,- etkilenme' sığa­ sım sahip, edilgin, güçler olarak, duyu-organlarıv '■Dalı a . , sonra, (156C)'de, «aynı.yerde ortaya çıkan yavaş devinim, .-lor (niteliksel değişmeler)» ojarak, her iki tür de nesne - ve duyu-organı, arasmda -geçen hızlı devinimlerden ayrılır..

algılarla, onlara yakın diğer algılanan şeyler. - aynı anda ortaya çıkarlar. Bu öykü dalıa önce söylemiş olduklarımızı aydınlatıyor mu? Görü­ yor musun? THEAETV Pek değil, Sokrates. SÖKR. Peki öyleyse, söylediklerimizi'şöyle bir toparlayalım. Burada en çok dikkat edilmesi ge­ reken nokta, bütün bu şeylerin, daha önce de söylediğimiz gibi, devinim' içinde olduklarıdır; ancak onların devinimlerinde bir hızlılık ya dâ yavaşlık vardır;' Y a v.a ş türden devinim ' yer değiştirme olmaks'ızın, ve kendisinin menD. ziline girene göre ölür ve o bü biçimde ürün verir; ancak, yaratılan-ürün, onlar bir-yerden • •bir yere doğru, devindikleri, ve devinimleri yer değiştirmeden oluştuğu sürece, daha hızlı olur. Öyleyse, bir göz -ye yapısı göze uyan . bir başka şey birbirlerinin menziiine girer girmez, bunlar renkle aynı kökten olan algıyla* birlik­ te, beyazlığı ;—bunlar, göz ve yapısı göze uyan şeyden biri, başka bir. şeye yaklaşmış olsaydı, hiçbir zaman varlığa gelemeyecek olan şeyler­ dir-*- doğururlar. Buna göre,.gözden görü ve E. şeyden beyazlık aradaki mekânda yol alıp, birbirleriyle çarpışınca, göz görüyle dolu hale gelir ve aynı anda görür; ancak görü değil de gören, bir göz haline gelir. Buna karşın, bu rengi doğuran çiftten diğeri,. beyazlıkla dolar

ve kendi tarafında, ister bir kütük ister bir ■'taş ya da ister, raslantısal olarak, böyle bir •renge sahip olma olanağı eline geçmiş herhan­ gi bir şey olsun, beyazlık, değil, ancak beyaz bir şey haline gelir. 157

Böylelikle, geri kalanlar da —«katı», «sıca’k» ye hepsi— aynı biçimdedir, eşdeyişle onlar. dan hiçbirinin (gerçekte, daha önce de söyle­ diğimiz gibi) salt kendi başına bir varlığı ol­ mayıp, . tüm çeşitlilikleri içinde, birbirleriyle ilişkiye girdikleri. zaman, devinimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Öte yandan her­ hangi bir özgül dürümda, onlardan hangisinin etkin hangisinin edilgin olduğuna ilişkin ola­ rak, (onlann da söyledikleri gibi) «sağlam bir fikre» sahip olmak olanaksızdır. Çünkü edilgin bir'güçle (passion, münfail) karşılaşıncaya dek,. etkin güç (ajan, fail) diye bir şey yoktur, tıpkı kendisine karşılık gelen etkin güçle kar­ şılaşıncaya dek, edilgin bir gücün olmaması r gibi. Bir şeyle karşılaşan ve bir etkin güç ola­ rak davranan da, başka bir zamanda başka bir şeyle karşılaşırsa, kendisini edilgin güç ola­ rak gösterir. Tüm bunlardan çıkan sonuç, başta da. söy­ lediğimiz gibi, hiçbir şeyin salt kendi başına B. bir şey olmadığı, ancak her zaman bırileri için oluş süreci içinde bulunduğu, ve her ne denli, söylemeye hiç gerek; yok,, alışkanlık ve. dikkat­ sizlikle, sözcüğü sık sık kullanmaya alışmış ol-

sak da, varlık sözcüğünün sözcük dağarımızdan tümüyle çıkartılması gerektiğidir. Bu bil­ ge kişiler, bize varlık sözcüğünü kullanmanın yanlış olduğunu söylerler; .«birşey» ya da «bi­ rinin» ya ela'' «benim» ya da «!bu» ya da «şu» ifadelerini ya da şeyleri durağanlığa sevkeden başkaca sözcükleri kabul etmemeli ancak bu­ nun yerine, doğayla uygunluk .içinde, «oluş­ makta», «meydana getirilmekte», «yok olmak­ ta», «değişmekte» olandan söz etmeliyiz. Çün­ kü şeyleri bir durağanlık içinde bırakacak bi­ çimde konuşan biri kolaylıkla çürütülür. B.u yüzden kendimizi îıer zaman bireysel bir du­ rum içinde ye bir çokluktan oluşan bir toplam — insanlar bu toplama «insan» ya da «taş» ya C. da herhangi bir canlı yaratık ya da tür admı . verirler— W olarak dile getirmeliyiz. Kimindir bu kuram? Modern, eleştirmenler ge­ nellikle Sokrates’in onu «belirli adsız düşünürlere» atfetmesinden söz ederler ve birçoğu bu adsız düşü­ nürlerin Kyreneliler olduklarını savlar. Metinde bu : savı doğrulayacak hiçbir ipucuna rastlayamıyoruz. Kuramdan ilk kez (152C ) ’d e Protagoras’ın öğrencileCI)ı Metin burada ¡kuşkuludur; Kai ekaston zoon te İcai eidos'u anlamlandırmak zordur. Ekaston zoon «bir bireysel hayvan», eidos da_ bir hayvan «türü»anlam am a .gelir. Ne - tür bir toplam' kastedilmektedir? Belki de bir fiziksel nesne, . yalnızca' genelde onun duyusal, nitelikleri* olarak görülen . şeylerin bir toplamı olarak görülen şeylerin bir toplamı bi­ çiminde düşünülmektedir - buna göre, gördüğümüz, bir taşı betim lerken,. omun tüm . niteliklerini (beyaz, katı, v.b.g.,) adiandırmahyız. Kuramın tüznü duyusal ■niteliklerin ele. allanmasıyla sınırlanmıştır. Kirş., Bumet,. Greek Plıilosophy, î. s. 241).

rihe açıkladığı gizli bir öğreti olarak söz edilir. Ku­ ramın temel tezi —akış öğretisi— daha sonra, Parme­ nides aynlı dışında tüm bir filozoflar dizişine ve.bu arada Homeros ve Epikharmus’a- atfedilir. C155D) 'de ondan bu kez «Protagoras’a atfetmekte olduğumuz kuram» diye söz edilir ve yine burada o «çok ünlü, seçkin bir adamın —ya da daha çok adamların— düşüncelerinde gizli olan» doğruluk (hakikat) olarak betimlenir'. Gerçeği elle tutulabilir olanla özdeşleşti­ rip eylemleri ve süreçleri, hiçbir biçimde, gerçek bir şey olarak görmeyen özdekçiler (materyalistler) _elle tutulabilir cisimleri eylemlere ve süreçlere indirgeyen gizemli filozofların . dışında bırakılır t1). «Diğerleri» çok daha' incelmiş ve derinlikli düşünürlerdir, ve şimdi gizli öğretileri .tam ve ayrıntılı olarak ortaya konacaktır. «Diğerleri» deyimiyle, çok belirgin olarak, biraz önce yukarıda sözünü ettiğimiz ünlü ve. seçkin kişiler, Protagoras’m kendisi, ve (devinimin varlığını yadsıyan Parmenides dışında) tüm bir filozoflar di­ zisi ve herşeyin aktığını iyi bir biçimde görmüş olan ozanlar —eylemlerin ve. süreçlerin gerçekliğini teslim etmeye yetecek denli bilge olan herkes— kastedilmek­ tedir. Diyalogda kimliğini saptamak, durumunda oldu­ ğumuz hiçbir «isimsiz düşünür» yoktur. Burada orta­ ya, konan duyu-algısı öğretisini savunmuş olan bir Kyreneli ya da başka bir çağdaşın varolduğunu gös­ teren bir kanıt da yer almaz. -

CIO Özdekçilerie Sofistte yeniden 'karşılaş-acağiz. Her ne .denli, ’ gerçeği (özünde elle tutulabilir otan), oisifiıfle özdeşleşti­ ren -Atomcular, bu eleştirinin. Kapsamı içinde kalsaiar dia, •burada-büyük bir olasılıkla doğrudan-doğruya- herhangi bir ■ okul hedef alınmış değildir.

Algının ve algı-nesnelerinin doğasına ilişkin bu oldukça ileri kuramın gerçekte ünlü filozof ye ozan­ lardan biri tarafuıdan gizli olarak öğretildiği öneri­ sini ciddiye almaya olanak,yoktur. Gerçekte, bizzat Sokrates'in kendisi, Protagoras ve Herakleitos’tan, ki­ mi önemli değişiklik ve sınırlamalarla, ödünç alman öğelerin diyalektik bir birleşimiyle, onu kurma eyle­ mi içinde olmuştur. Jackson i1) , kuramın sön çözüm­ lemede çürütülmediğini, ancak tani tersine duyu-algısının özünü ortaya koyan doğru bir açıklama olarak alındığını, ve Platon’un yapıtlarında, başka yerlerde yinelendiğini imler. Ve buradan kuramın Platon’uıi. kendisinden çıktığı sonucunu çıkarsar. Bu çıkarımı destekleyen kesin sonuçlu bir uslamlama vardır (Jackson bunu ortaya koymamıştır). Platon, (yanıl­ mazlığına karşın) algının bilgi olma savrnı, algmın nesnelerinin hiçbir gerçek varlığa sahip olmadığı, .an­ cak her zaman oluşmakta ve değişmekte, dolayısıyla da bilinemez oldukları temeli üzerinde çürütmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla da bize, bu nesnelerin doğasının doğru bir açıklaması olduğuna inandığı kuramı vermek zprunda kalmıştır. Bir başka birey ya da okulun, algmm ,doğasım belki de yanlış bir biçim­ de ortaya koyduğunu kabul ettiği, herhangi bir .açık­ lamasının, algmın bilgiye götürmek sayıyla tutarsız­ lık içinde olduğunu kanıtlamak boş ve sonuçsuz bir çaba olacaktı.. Bu nedenle, o kendi kuramım ortaya koyar ve onu, algıya ilişkin daha sonraki eleştiride gözetilen hedefler açısından kabul edilmiş .ya-da kesin­ leşmiş bir kuram olarak alır. Diyalogun, daha, önceki (■!)' Joumai of,.PJtUi»logy XEH, s, -250,.;Eurnıat. (Greek Philosbphy, > ,. İ, s, 242). 3Eux$nug P l^ K ’a'--atfedilmesi komısun.diaf Ğdckson’Ia aynı düşünceyi paylaşmaktadır.. ........

diyaloglardan alışageldiğimiz dramatik öğelerini ko­ rumak için de, Platon Sokrates’in kuramı, bu tür­ den ■bir şeyi hiç ileri sürmedikleri neredeyse ezbere ' bilinen tüm-:bir bilge insanlar dizisinin gizli-bir. öğ­ retisi olarak sunmasını sağlama biçimindeki, pek ko­ lay anlaşılır bir hileyi kullanmaktadır. Şimdi, 'onun Platon'ün kendi kuramı olması ge­ rektiğinden emin olduğumuza göre, kuramı ayrıntılı olarak ele alabiliriz. Platon’ün çağdaşlan onu, kimi noktalarda olağanüstü cesur bir yaklaşım içeren bir kuram olarak görmüş olmalıdırlar. Duyum ve algıla­ rımızı doğuran fiziksel nesneler gerçekte «yavaş de­ vinimler» olarak betimlenmektedir. Onlarda durağan, kalıcı ^hiçbir nitelik bulunmaz. Onlar, hakkında, buna ek olarak bildiğimiz tek şey, onların duyu-organlanmıza ve . (bu da eklenebilir 0 bir başka şeye etki etme . gücüne (dynamis) sahip olduklandır. Sıcak bir şey olarak adlandırdığımız, bizim kendimizi «sıcak hissetme»mizi sağlayan ve «soğuk» dediğimiz, bir şeyi daha sıcak yapabilen bir değişmedir. Bu değişme, yer değiştirmeye karşıt olarak, niteliksel değişmedir C1) . Öte yandan, algılayan özne burada, nesnedeiı gel­ mekte olan hızlı devinimi karşılamak için, bir anlık (zihin) olarak değil de, sanki yalnızca bir duyu-organıymış (2) —kendisinden görsel «ateş» ya da ışık ■(I) . IBu, değişmenin iki türünün, yer değiştirme (phora) ve ni•telifesel değişme (alieiosis) nin ortaya konduğu l&lD'den ve Pannenides .iaSB'den. kolayca anlaşılır. Dynamis kavramı daha ileriiki sayfalarda incelenecektir. C2)1 İlaha son ra' (1S4B1, birkaç duyu organıyla algılamak ye­ rine, birkaç duyu-orgam aracılığıyla algılayan, merkezî ıbir anlık 'bulunduğuna işaret edilecektir, ancak bu ek, o r -. ğauiarla nesneler, 'arasındaki alışverişe ilişkin olan bura­ daki açıklamayı geçersiz -kılmaz. ■

(«görü» opsis olarak adlandırılır), akıntısının çıktığı göz— gibi görülür. Gören ya da hisseden tenin ken­ disi de, görülebilen ya da dökunnlabilen bir fiziksel nesne, ve dolayısıyla bir niteliksel değişme, «aynı yer­ deki yavaş bir devinim» dir. Bundan. dolayı, algı edi­ mi ortaya çıkmazdan önce, fiziksel. nesnelerde; her. zaman devam edegelen, bizce algılanamaz, ancak ak'tüel algılar doğurmaya yetili, değişmeler olur. Ancak ta bu ikisi birbirlerinin, menziline girinceye dek, et­ kin güç yâ da edilgin güç olarak adlandırılan bir şe­ yin varolduğu söylenemez. Bunlar birbirlerinin menziline girdiği zaman, et­ ki etme ve etkilenme güçleri işe karışır. Hızlı devi­ nimler organla dışsal nesne arasında geçer. Bir görsel. ışık akıntısı, yapısı ona, iki ışık akıntısı birbirlerinin içine girecek, ve birbirleriyle birleşecek biçimde kar­ şılık gelen bir ışık akıntısıyla karşılaşmak üzere, göz­ den dışarı akar C1). Bu iki devinimin birleşmesi gör­ me ve rengi yaratır. Fiziksel olarak «göz görüyle do­ lu hale gelir» —görü görsel : ateşle nesneden gelen. ateşli parçacıkların bir karışımından başka, bir şey değildir. Dışsal nesne «beyaz olur» ve yüzeyi «beyaz­ lıkla dolar.» Bu son ifadenin anlaşılması daha ■güç­ tür; nesne görme edimiyle etkilenen ve bu sayede renk kazanan bir şey olarak betimlenir. Bu, nesne­ nin ateş ya da «alevi» nin, görme ediminden etkilen­ e n Timaeus bu. süreci, "bu diyalogda, dört ,öğeden (ateş, su, hava, ■toprakı her birine, düzgün- bir biçimde sahip parçacıklar, ■yükleyen kuram aracılığıyla -açıklar. «Renkler, görsel akın­ tının parçacıklarınla duyuran doğuracak bir biçimde ayar­ lanmış (summetra) parçacıklara sahip, bîr alev olup, ,her .bir cisimden dışarıya akarlar.» (S7CJ. Bunu i'S6D'de3d summetron'la fcarşıŞaştamız. Birleşme Timaeus 4SB’de .betimlenir.

me anına dek, «renk» ya da «beyaz» olarak.adlandınlamayacağı anlamına gelebilir. Diğer zamanlarda nesneden, o kendinde 'belirli ve değişmez bir isimle birlikte, herhangi bir niteliğe sahipmiş gibi söz edil­ memelidir. ■ Son olarak, ortada algı edimi olmadığı zaman, ne etkin ne de edilgin güç hakkında, «bir varlığa sahip bir şey» ya da «belirli bir şey» (einai ti) biçiminde, «sağlam, temelli bir. fikre» sahip olamayacağımız söy-. lenir. «Belirli bir şey olmak» beyaz gibi, herhangi bir belirli niteliğe sahip olmak anlamına gelir. «Bir .var­ lığa sahip olmak» ise, tam anlamıyla etkin güç ya da edilgin güç diye bir şeyin olmadığı anlamına gelir. Etki eden ya da etkilenen bir şey yoktur, ancak yal­ nızca, bir etki etme ya da etkilenme sığasına sahip iki . şey da da değişme vardır. «Bu sığa kalemin ve bu kâğıdın bir nitelik farklılığına sahip olmasını ge­ rektirir, ■öyle ki bu durum, ben onlan görmediğim zaman, niçin kalemin siyah, kâğıdın da beyaz, görün­ düğünü açıklayacaktır. Platon'un temel amacı, hu ni­ teliklerin, her ne olursalar olsunlar, yavaş da olsa, değişmekte olduklarını, ve onların benim algıladı­ ğım nitelikler —benim duyu-nesnelerim— olmadıkla­ rım, dolayısıyla «siyah» ya da «beyaz» olarak adlandınlmâmalan gerektiğini göstermektir (B. 157 C-D. Theaetetus algı kuramını kabul ediyor. Verilen- kısa arada, Sokrates kuramın sahipliğini üstlenhıezken, Theaetetus kuramı kabul eder. •(1). ©miada,- duyumsayan, h-ervanlık yok olup -gitseydi eğer, hiç'.bir şeyin varolmayacağını savlayan, «tekbenci b ir episte' ¡inoloji»; ya da bir. tgöreoiM »'söz konıüsudeğildir.

157 C. SOKR. (konuşmayı, sürdürüyor.) Tüm bunlar sana doyurucu gelmiyor mu, Theaetetus? Onu damak zevkine uygun, bir kuram olarak kabul ediyor musun? THEAET. Gerçekte, bundan pek emin değilim, Sokrates. Bunu doğru olduğuna inandığın bir kuram olarak mı, yoksa beni sınamak için uy' durduğun bir sözde-kuram o l a r a k mı ortaya koyduğun konusunda bile henüz bir kamya varmış değilim. ■ . SOKR. Benim bu gibi konularda hiçbir şey bil­ mediğimi, ve kendi düşüncelerimi üretme sa­ vında olamayacağımı unutuyorsun, dostum. Kısır bir ebe olarak, ben yalnızca senin çocu­ ğunu doğurtmaya çalışıyor ve bu amaçla, se­ nin kendi inancın benim yardımımla gün.ışı­ ğına çıkarılıncaya dek,;sana büyüler yapıyor D. ve bilgelik masasından seçtiğim lezzetli ye­ meklerle iştahını kabartmaya çalışıyorum. inancın gün ışığına çıksın hele bir, onda yaşam olup olmadığını ortaya koymaya çalışacağım: Bu arada cesur ve sabırlı ol ve sorularımı, ken­ di görüşlerine uygun olarak, cesaretle yanıtla. THEAET. Sormaya devam et. SOKR. Öyleyse, bana bir kez daha, hiçbir şe: yin iyi ya da güzel -ya da sözünü ettiğim' bu şeylerden biri olmadığım, ancak her zaman güzel ya da iyi haline gelmekte olduğu fikri­ ni beğenip beğenmediğini söyle! THEAET. Sokrates, kuram, onu senin açıkla­ dığın biçimiyle dinlediğim zaman,.bana olduk-

çe usa uygun bir kuram gibi geliyor ve onun; senin ortaya koyduğun biçimiyle, kabul edil­ mesi gerektiğini düşünüyorum. Bu haliyle kabul edilen kuram, Theaetetus’un bil­ giyle özdeşleştirmiş, olduğu algıya ilişkin doyurucu bir açıklamadır. Algı sözcüğü şimdi, Theaetetus’un başlangıçta düşündüğünden daha sınırlı, ancak daha açık bir anlam kazanmıştır. Theaetetus, Sokrates sanki bu sözcükler de «sıcak» ya da «büyük» sözcük­ leriyle aynı konumdaymışçasına, «iyi» ve «güzel» söz­ cüklerine atladığı zaman herhangi bir sıkıntı duy­ maz; bilgiyi algıyla özdeşleştirmesi algının dışında bir bilgiyi olanaksız kıldığı için, karşı çıkmaya hoş zaten hakkı da olmayacaktı. 157S - 160E. Âlgınm yanılmaz olma savı. Bundan sonraki bölüm, Theaetetus’un bilgiyi al­ gıyla özdeşleştirmesine ilişkin açıklamayı tamamlar. Protagoras’m «Her bir insana görünenin onun için var olduğu» savı, başlangıçta bir insanın algıladığı şeyin (her durumda «onun için») bir varlığa sahip, ve algısının yanılmaz olması anlamına gelecek biçim­ de yeniden kurulmuştu. Platon’un algı kuramı şim­ di, nesnenin algılayan kişiden ayrı olarak bir «varlı­ ğa» sahip olmasını yadsımış ve «onun için var olur» ifadesini «onun işin, oluşur (hâline gelir)» biçiminde yorumlamıştır. Bu yorum, her ne denli algının ger­ çekliğin bilgisi olma savına öldürücü bir darbe indir­ se de, algmıh yanılmazlık savına pek ilişmemişti: Şu andaki işi Theaetetus’ün bilginin algı olduğu varsayı­ mımdan en iyi sonucu çıkarmak olan Sokrates, şimdi algının yanılmazlık savını ortaya koyar ve onu, ge­ rdelde duyu yanılsamalarına, düşsel görüntülerin ger-

çekdışılığına, hastanın yanıltıcı duyumlarına ve deliligin sanrılannar dayandırılan itirazlara karşı des­ tekler. 157 E. SOKR, Gel öyleyse, onu eksik bırakmayalım, Geriye düşler,, hastalıklar ve özellikle de de­ lilik ve delinin görürken ya da işitirken ya da yanlış algılamada yaptığı yanlışlar kalıyor. Az önce ortaya koymuş olduğumuz kuramın, bu 158. gibi tüm durumlarda, 'kesinlikle yanlış algıla­ ra sahip olduğumuz, ve bir insana görünenin aynı zamanda var olduğu önermesinde en kü­ çük bir doğruluk payı bulunmadığı, öyle İd bu görünüşlerden hiçbirinin gerçek, olmadığı ge­ rekçesiyle, çürütülmüş olduğu kabul edilir. THEAET. Bu çok doğru Sokrates. SOKR öyleyse, .algının bilgi olduğunu ve her bir ihsana görünenin onun için, aynı za­ manda varolduğunu dile getiren birinin bun­ dan sonra söyleyecek nesi kalır? THEAET. Sana hiçbir yaratım olmadığını söy­ lemekten çekiniyorum, çünkü daha az önce, böyle dediğim için beni azarlamıştın. Gerçekte B. delilerin ve düş görenlerin, deliler tanrı olduk­ larını tasarladıkları, ya da düş görenler uyku­ larında kanatlara sahip olup uçtuklarım düşün­ dükleri zaman; yanlış, düşüncelere inandıkları­ nı yadsımam olanaklı, değil. SOKR. Başkaca durumlarla, özellikle uyuma ve uyanık.olmayla ilgili kuşkulara hiç dikkat et-

memiş miydin? C1) -Yoksa bunları anımsamıyor musun? THEAET. .Neyi? ŞOKR. Sık sık sorulduğunu işitmiş olduğun so­ ru, aşağı yukarı şöyledir: Uykuda mı yoksa uyanık mı olduğumuzu —usumuzdan geçen C. şeyleri. düşümüzde mi gördüğümüzü, yoksa uyanık bir halde birbirimizle mi konuştuğumu* . zu belirleyecek ne gibi kanıtlarımız vardır? THEAET. Gerçekten de Sokrates, bunun hangi ■kanıtlarla _ kanıtlanabileceğini göremiyorum; çünkü her iki durum da, kusursuz kopyalar' gibi, birbirlerine her yönden.karşılık geliyor* lar. Biraz önce aramızda geçen konuşma, aynı ölçüde, salt uykuda yaptığımızı düşündüğümüz bir konuşma olabilirdi; ve bir düşte, kendimizi bir başkasına düşlerimizi anlatır bir biçimde düşündüğümüz zaman, iki hal birbirlerine ola­ ğanüstü benzer. . SOKR. Görüyorsun ya, ■uykuda mı yoksa üyaD. nık mı olduğumuzdan kuşkulanmamız için bi­ le, pek çok nedenimiz vardır;, ve gerçekte, tüm zamanımız, uyumayla uyarak olma arasında iMye bölünmüş olduğuna göre, anlığımız, ister uyku isterse uyanıklık hali içinde bulunsun, be) 'Kuraaııımızm, bu itirazları geçersiz kıirnak için. - getireceği ¡karşılık löiSE'ye dek başlamâyıacakfcur. Burada Sokrates1kısa bir başlangıç yanıtı Verir:"Duş' görenin deneyinin gerçek olduğu, .inancıyla, uyanık .birinin deneyinden hangisinin deneyinin daüıa doğru, hangisinin deneyinin gerçek, hangi­ sinin1deneyinin gerçekdışı1olduğuna; kim karar verecektir?

lirîi bir, anda sahip olduğu inançların kesinlik­ le doğru olduklarına kuvvetle inanır; bu neden­ le, bu iki eşit zaman sürecinde ayrı ayn, önce, bir dünyanın, sonra da diğer dünyanın gerçek­ liğini savlıyor ve her ikisinin gerçekliğinden ayn ayn eıriin oluyoruz. THEAET. Kesinlikle. SOKR. Aym şey hastalıklar, ve delilik halleri için de,, zamanların bu kez eşit olmaması ayrılı dışında, geçerlidir. THEAET. Hiç kuşkusuz. SOKR. Şu halde, bu konudaki doğruluğu, zâ-. manın uzunluğu ya da kısalığı belirleyecektir? E. THEAET. Hayır, bu birçok yönden saçma olur­ du. SOKR. Elinde, bu inançlardan hangilerinin doğru olduklarını belirlemede kullanılacak, başka bir sınama yolu mu var? THEAET. Olduğunu sanmıyorum. Aisthesis sözcüğü burada, halâ içsel duyumların ve duyguların ve düşsel'imgelerin ayırdında (farkın­ da, bilincinde) olmayı da. kapsayacak denli geniş bir anlamda kullarulinıştır. Tüm. bunlar, Protagoras’in önermesinde; bana «görünen şeyleredir. Sökrates’in de işaret edeceği gibi, hiçbir şeyin ayırdında olmamak olanaksız olduğu için (160E), bu nesnelerin şu ya da bu türden bir varoluşları olmalıdır; ve onların doğ­ rudan bir biçimde ayırdında oluşuma «yanlış» deme­ nin hiçbir dayanağı yoktur.

SEheaetetus ^;Ça58B).,.;r Şokrates’in «algılar», «görü' ^n|$;?deym^ ^sürdürmek yerme; düş ;ğqi^i|ehf;'^evvdelideni^yajılış.: düşünceleri «düşünen» yanlış düşüncelere ^ ^ ^ ^ t p ie s t h t i) ıbirp-olarak söz eder. Bu hiç kuş* ^şdfeŞbelliî-'.'îıir.: amaca hizmet .etmektedir.. Okuyucu, ‘her ne;.deıili : bir. duyuma ilişkin olarak yanlış bir farkmdalık diye bir şey olmasa, da, yanlış inanç diye bir şeyin bulunduğu önerisinin, etkisi altında bırakılır. Ancak (birşeyin) doğrudan bir biçimde ayirdında ol­ ma ile yanlış inanç anasındaki yaşamsal önem taşı­ yan .ayrım henüz yapılmış değildir, ve Theaetetus’un da, birçok insan gibi, düş gören birine ilişkin olarak, onun «uçma duyumuna sahip olduğu» nu, «kendisi­ ne uçuyor göründüğü»nü, ve «uçmakta olduğu» nu düşünmesi ya da buna inandığını söylemesi çok do­ ğaldır. Ayrım yapıldığı zaman, doğrudan farkındalığm yanılmaz olma savı sarsılmaz. Hiç kimse düş gö­ ren kişinin tam tamına sahip olduğu deneye sahip ol­ masını yadsıyamaz. Duyum ya da algıyla inanç ya da yargı ayrımı­ nın şöyle bir. görünüp kayboluvermesinden sonra, us­ lamlama yeniden «algı» ya döner ve bununla sınırlı kalır., Sokrates . şimdi sağduyunun oldukça revaçta olan, sağlıklı, ya da normal insanın, var olanın ya .da görünenin tek ölçüsü Olduğu —şarap, gerçekte ken­ dinde tatlıdır çünkü normal, sağlıklı damağa tatlı, ancak yalnızca sağlıksız, damağa acı görünür— görü­ şünü geçersiz kılmayı dener. Duyumun doğuşuna duyu-örganı da katıldığından, ' onun içinde buhınduğu. ■durum duyumun karakterini en azından bir •ölçüde belirler. Sağlıksız insan; dışsal nesnedeki, normal in­ sanın gerçekten de var- diye algıladığı, kalıcı, değiş­

mez bir niteliği «yanlış algılıyor» değildir. Sağlıklı ve. sağlıksız insanın algılayan organları farklıdır ve bu farklılıklar zorunlu olarak, öznenin ve nesnenin bir­ leşmesinin ortak ürününü değiştirecektir. . 158 E. SOKR. Öyleyse, bu gibi'durumlar için, her­ hangi bir zamanda, herhangi bir insana görü­ nenin o insan için.doğru olduğunu ileri süren. 1er tarafmdan ne .tür bir açıklama getirilecek­ tir? Onların bu konuda şöyle bir soru soracak­ larını .sanıyorum •. «Söyle bize, Theaetetus, bir şey, bir başka şeyden tümüyle farklı olduğu zaman, bu başka şeyle hangi bakımdan olursa olsun, tam tamına aym . biçimde davranma­ ya (b yetili olamaz, .öyle değil mî?» Sözünü et­ tiğimiz şeyin, diğer: yönlerden farklı olsa da bazı bakımlardan, aym olmasını değil, ancak tümüyle farklı olmasını anlamak durumunda­ yız'. • 159.

THEAET. Eğer böyleyse, o tümüyle farklı oldu­ ğu zaman, onun bir başka şeyle, ister davra­ nış yetileri ya da ister başka yönlerden olsun, ortak hiçbir şeyi olamaz. SOKR. Şu halde, böylesi bir şeyin diğerine benzemez olduğunu kabul etmemeli miyiz?. ' THEAET. Etmeliyiz, Sana tamamiyle .katılıyo­ rum, SOKR. Bir şeyin ya kendisine ya da bir başka şeye benzeme ya da benzememe durumuna gel-

(1)

Dynamis’le, sözcüğün her ne denli-Mani 'belirsi-z .aniaahl-an■ olsa da, l.öfiA'da da dile getirildiği gibi, özei olarak etki- etme • .ya da etkilenme sığası kastedilmektedir.

inesi söz konusu olursa, onun benzemesi söz konusu olduğunda aynı, benzememesi söz ko­ nusu olduğunda farklı hale geldiğini söyleye: ceğiz. THEAET. Zorunlu olarak. SOKR. Etkin olan şeylerin ya da onlar tara­ fından etkilenen şeylerin sayısına'bir sınır çekilemiyeceğini daha önce gördük, değil mi? THEAET. Evet. SOKR. Dahası, bunlardan biri ard arda gelen farklı eşlerle birleştiği zaman, üretilen ürün aym değil, ancak farklı olacaktır. THEAET. Kesinlikle. . ■ SOKR. Şimdi gel seni, ya da beni, ya da il­ kenin geçerli olduğu herhangi bir durumu ele alalım — Sağlıklı Sokrates, hasta- Sokmtes. Bunlardan birinin diğeriıie benzer mi yoksa benzemez mi olduğunu söyleyeceğiz. THEAET. Bir bütün olarak alındığında, hasta Sokrates’in, yine bir bütün olarak alındığında sağlıklı Sokrates’e benzer olmasını mı kaste­ diyorsun? SOKR. Beni çok iyi anladın : Kastettiğim şey tam tamına' budur. THEAET. öyleyse, elbette ki benzemezdir. SOKR. Ve sonuç olarak, benzemez olduğu öl­ çüde, farklı bir. şeydir de? THEAET. Zorunlu olarak.

159 C. SOKR; Aynı şeyleri uyuyan. Sökrates ya da • az önce sözünü ettiğimiz durumlardan herhan­ gi •'biri için de söyleyeceksin, değil.mi?. THEAET, Evet. SOKR. Şu halde, özü itibariyle bir şey üzeri-' ne etki etmek durumunda oİ£*n nesnelerden herhangi biri; SokratesTn iyi ya 'da hasta olma­ sına göre, bana farklı bir şey olarak davrana­ caktır? THEAjET’ Başka nasıl olabilirdi? SOKR. Ve bunun sonucunda, ikimizden —ken­ disine etki edilen ben ve bana etki eden şey— . oluşan çift, söz konusu. her iki durumda da farklı bir ürün doğuracaktır. THEAET. Doğal olarak. SOKR. Şu halde, ben sağlıklı olduğum zaman şarap içtiğimde, şarap bana hoş ve tatlı görü­ nür. THEAET. Evet. SOKR. Çünkü daha önce kabul etmiş olduğu­ muz açıklamaya göre, etkin ve edilgin güç, her ikisi de aynı anda ortaya çıkan devinimler olan, tatlılık ve bir duyuma yol açar. Edilgin güç tarafında, duyum dili algılayan b ir. şey yapar, buna karşın şarap tarafında tatlılık, şa­ rabın bölgesinde devinerek t1) , onun sağlıklı ■01) Peri ayton phpromenon, tıpkı- beyazlığın görülen şeyin yü­ zeyini doldurması gibi (İSSE), *tatlılığın kendisini şaflsp. üzerine yayması» anlamana gelir görünmektedir. •

dil için tem tatlı olmasına hem de tatlı görün­ mesine neden olur. THEAET. Bu, kesinlikle, üzerinde uyuş tuğumuz bir nokta idi. SOKR. - Ancak beni hastalık halinde bulduğu zaman, hemen söyleyelim, bu kez bulduğu kişi, gerçekten de aynı değildir; çünkü şimdi karşı­ laştığı kişi .diğerine benzememektedir.' THEAET. Evet. E. SOKR. Ve, bu nedenle bu çift —hastalık ha­ lindeki Sokrates ile şarap içme— farklı- bir ürüiı doğulur: Dilin alanı, içinde bir acılık du­ yumu, ve şarap tarafında da, orada bir devi­ nim, olarak ortaya çıkan bir acılık. Şarap, acı­ lık değil, ancak acı bir şey .haline gelir, buna karşm ben bir duyum değil, duyumlayan biri haline gelirim. THEAET. Hiç kuşkusuz. Hasta Sokrates’in sağlıklı Sokrates’teıi tümüyle klı bir kişi olduğunu ortaya koyan buradaki, sav, e yanlış bir uslamlama gibi görünebilir. Ancak amâmanın tümü, duyu-algısma ilişkin daha önceaçıklamayla sınırlı tutulmuştur. Buna göre Sokrabir duyu-organlan bohçasından daha. fazla bir ; değildir. Duyu-organlari sürekli olarak değişmek­ seler eğer (kuramın dile getirdiği gibi), Sokrates bu iki anın, her birinde farklıdır. Bu nedenle 166B’de Protagoras’a, Herakleitosçu öncülümüzde olduğu gibi, niteliksel değişme her zaman olup biten bir şeyse, ara­ lıksız, olarak varolan tek bir kişiden söz etme 'hakkı­ mızın olmadığı,. ancak yalnızca sonsuz . sayıda kişi-

lerden söz edebileceğimiz, söyletilir. Sokrates buna, gcire şü üç sonucu çıkarsamada tümüyle .haklıdır: (1) Algılayan, kişi, hem özne (duyu-organi). hem de. nesne , farklı olacağı için, aynı duyum, ya da algıya iki kez sahip olamaz; (2) Algılayan'iki kişi, aynı, nesneden tam tamına aynı duyum ya da algılara sahip olamaz; (3) ne algılayan kişi ne de duyu-nesnesi, birbirlerinden bağımsız olarak' varolabilir. Bu üç sonuç son çözümlemede, hiç kimsenin benim algımın doğruluğuna, kendisinin benimkinden farklı bir nes­ ne algıladığı, ve bu nesnenin algılayandan bağımsız olarak, şeyde bulunduğu, öyle ki-farklı algılar söz ko­ nusu olduğunda, onu ^yanlış algılamamız» gerektiği ■temeli üzerinde, meydan okuyamayacağı nihaî' sonu­ cuna götürür. 159 E

SOKR. Şu halde, tüm bunlardan şü sonuçlar çıkar: (i) Benim tarafımda, ben herhangi bir başka şeyi, tam tamına bü biçimde. algılayamam; çünkü farklı bir nesne için farklı bir algı söz konusu olur ve bu neshe, algılayan kişiye etki ederken, farklı koşullar içinde bulunan ve. dolayısıyla farklı bir insan olan bir kişiye etki etmektedir C1).;- (2i Nesne tarafında da, bana.

a )- Podel, «onu farklı bir kişi yapara değil, de, «...e etki eder» ■ anlamındadır; duyu-organı Herakleitosçü ilkemizde,- sürek­ li olarak değişmekte olduğu için, o farklı bir kişi bulur.. Ayin, ilkeye göre, etkin, gücün, kendisi, -de -farklıdır; dolayı­ sıyla, farklı, bin nesneyle farklı bir özrueınin birleşimi f-arklı b iy . duyum üretmelidir. «Bir kişiye bir şey yapmak» için' kulla­ nılan poiein tina ifadesi, ey poiein tina, oyk oid ’ hoti khre-. ma me poieds (Aristophanes), Arılar tayta toyton apoiesa (Herodotus) 'biçimindeki -yaygın’ kullanımların biraz. ■değişmiş bir biçimidir,-

160.

etki eden şey, hiçbir zaman, bir başka, şeyle karşılaşıp, tam tamına aynı ürünü doğiıramaz ve tam olarak bu nitelik olma1durumuna gele­ mez ; çünkü başka bir kişiden başka bir şeyi dünyaya getirdiği zaman, kendisi başka bir ni­ telik olma durumuna gelecektir. TiIEAET. Öyle. , SOKR. Dahası, (31 Bu duyuma kendim için sahip olma durumuna.gelemem, C1) tıpkı nes­ ne böyle bir niteliği kendisi için kazanamayacağı gibi. TİIEAET. Evet. SOKR. Bunun yerine, algılayan biri haline gel­ diğim zaman, bir şeyi algılıyor olmalıyım; çünB. -kü hiçbir şeyin algısına sahip olmam hiçbir bi­ çimde olanaklı değildir; aynı ölçüde, nesne de tatlı ya da acı; v.b.ğ., hale geldiği zaman,, birisi ■için tatlı ya da acı hale gelm elidirH iç kimse için tatlı hale gelmesi olanaksızdır. THEAET. Kesinlikle. SOKR. Geriye sanıyorum, onun ve benim bir-, birimiz için varolduğumuz ya da olüştüğumuz. kalıyor; zorunluluk (zaruret) varoluşlarımızı,, ikimizden birininkini bir başka şeye, ya- da."' kendimiziTikini yine kendi varoluşumuza değil de, birbirine bağlar; (2) bü nedenle biz birbiri-

c il ©undan. sonraM konuşnıa-nm da açıklayacağı gibi, algılayanı olduğum, nesnenin katkısı ve* birlikteliği, olmaksızın, poioytös=oytos aisthanomenos (‘İSSE). (2)i. Eşdeyişlo, ne öznıe no -d© nesne, bir. .başüfla nesne ya da öz­ neyle birîeçimiinde, tam tamına aynı duyumu ve niteliği •ûnetebilMr; iibiisinden.. hiçbiri ürünü, diğeri o lm a k sız ın , salt «kendisi tin» üretemez.

mize mecburuz. Buna göre, ister bir şeyin «var» Irkımdan isterse «oluşmasından.. söz edelim, C. birisi için ya da birşeye doğru ya da birşey için varlığa sahip, ya da oluşmakta olan bir şeyden kendinde ve-kendi başına bir varlığı olan, ya . da kendinde ve kendi başına bir şey haline ge­ len diye söz etmemeli, başkalarının da söz et­ mesine- izin. vermemeliyiz. .Uslamlamamızın bi­ zi getirdiği yer"işte burasıdır. THEAET. Sana tümüyle katılıyorum. Sokrates. SOKR. Ve dolayısıyla, bana etki eden, başka hiç kimse için değil de, salt benim için var ol­ duğundan, onu gerçekte başka hiç kimse değil de, yalnızca ben algılıyorum. THEAET, Kesildikle Sokrates. ŞOKE. - Öyleyse, algım benim için doğrudur; çünkü nesnesi, herhangi bir anda, benim gerçekliğimdir C1), ve ben, Protagoras’m da söyle­ diği gibi, benim için var olanın var olduğunun, var olmayanın da var olmadığmm ölçüşüyüm. THEAET. öyle görünüyor,' D. SOKR. Şu halde, eğer yanılmaz biriysem; ve . var-olan ya da oluşan hakkında yanlışa düş-; Ü)

Tes emeg oysîas=ton emoi onton, benim için gerçek olan, aaltanmndadur,. Şökrates burada, tıpkı; algının yanılmazlık' sa- ■ ■vı gibi; biraz sonra sözü edilecek olaiı,' nesnesi gerçek bir şey (to on) o-larak, -algının doğru olduğu savını ortaya' koy­ maktadır, «Gerçekliğim» deyişinin- güçsüz ye- eksikli yanı, omııni gerçekte, SPlatoncu anlamda gerçek, değil de, «benim liçin oluşan» anlamına, gelmesidir. (Bundan.' sonraki konusu masında, Sokrates’in «var olandan, ya da oluşan» dan söz ettiğine dikkat ediniz.

160 D. müyorsam, algılamış ,olduğum şeylerin bilgisi­ ne sahip olmamam söz konusu olabilir mi? THEAET. Hayır olamaz.. SÖKR. Bu nedenle, bilgi algıdan başka bir şey değildir derken,' çok haklıymışsın; buradan ay­ nı zamanda, şu üç öğretinin de çakıştığı sonu­ cu çıkar- Homeros ve Herakleitos’un ve aynı öbek içinde' yer alanların, herşeyin tıpkı akan ırmaklar gibi, devindiği öğretisi; insan­ ların en bilgesi Protagoras’ın, insan herşeyin ölçüsüdür, öğretisi; ve Theaetetus’un. bu öğre" E: tiler temeli üzerinde .ulaşmış olduğu algı bilgi­ dir sonucu. Öyle değil mi, Theaetetus? Bunun, kendisi­ ni benim dünyaya getirmiş olduğum, yeni doğ­ muş çocuğun olduğunu söyleyebilir miyiz? Ne diyorsun? THEAET. Bana yalnızca onaylamak düşüyor. Sokrates. Sonuç, olarak, Sokrates Theaetetus’un bilgiyi al­ gıyla-Özdeşleştirmesinde yatan gerçek anlamı tam ve ayrıntılı olarak güç ışığına çıkardığını savlaiııaktadir. îlk adım algının doğasım çözümlemekti. Platon, duyusal şeyler söz konusu olduğu sürece kabul ettiği Herakleitosçu ilkeye dayanarak, algı sürecine ilişkin kendi açıklamasını ortaya koymak zorunda kalmış­ tı. O da bundan başka-.düşsel imgeler ve sanrılar da dahil olmak üzere, duyu-nesnelerinin doğrudan ve aracısız olarak ayırdmda olmaya uygulandiği biçi­ miyle, Protagoras’m öğretisinden de yararlanmıştır.: İşte bu alanda, ben «benim için oluşan»m ya da *ba-

na görünendin ölçüşüyüm; eğer şarap, baiıa acı görü­ nüyorsa, hiç kimse -şarabın kendisi gerçekte tatli'öl­ düğü için, yanılmış olduğumu söyleyemez.' öyleyse; algı bilginin iki temel özelliğinden birine, yanılmaz^ lık özelliğine sahiptir. Ve eğer «bana», «benim için»; eklerini ve varlıkla oluş arasındaki aynmı önemsemeyip, Protagöras’m bana görüneni var ya da gerçek olanla özdeşleştirmesini kabul edersek, algıyla ilgili -olarak en ufak bir. eksiğimiz kalmaz. Sokrateş, her, durumda Theaetetus’un önerisinden en iyi sonucu el­ de etmek için elinden gelen çabayı göstermiştir. 160E -161B. Ara eleştiri başlıyor. Verilen kışa bir ara diyalektik sürecin ilk evresinin artık. sona ermiş olduğunu ortaya koyar...Sokrâtes Theaetetus’un bilgi tanımının tam anlamını ayrıntılı olarak serimlemiştir.. İkinci evre, eşdeyişle eleştiri, • şimdi başlama duru­ mundadır. Buradan çıkan' sonuçlar, eleştirinin kapsa­ mının ne olduğunu görmedeki -başarısızlıktan dolayı, bazen pek iyi anlaşılamamıştır. öncelikle,'eleştirinin bir bütün olarak algı kurar mına ya da kuramdaki, Platon’un . Herakleitös ve' Protagoras’tan uyarlamış olduğu öğelere yöneltilme^ miş olduğunu söylemeliyiz. Alginin doğasına. ilişkin bütün bir açıklama şimdi yadsınma durumunda ol­ saydı ' eğer, açıktır ki, sön çözümlemede bilginin algı olduğunu yadsıdığımız zaman, neyi yadsıdığımızı bi­ lemeyecektik. Bu yapı hiç sallanmadan kalır. Algı süi-. reci tıpkı betimlendiği gibidir. Sorun, betimlenmiş. olduğu biçimiyle, onun bilginin temel özellikleriiıe sahip.olup olmadığıdır. Platon, aynı-zamanda. Herakleitös ve Protagoras .tan tam tamına neler almış olduğunu, ve bu ikisini .

tam olarak nerelerde daha faizla izlemeye karşı çıktı­ ğını da göstermeliydi. «Herşey devinim içindedir, » bi­ çimindeki Herakleitosçu doğma, «herşey» (buradaki algı kuramında olduğu gibi), duyusal fiziksel nesneler­ le; sınırlanırsa,.kabul edilebilir. Ancak onun kendileri için geçerli olmadığı başka şeyler de ■ — usla anlaşılabi­ lir nesneler— vardır; ve bunlar, Platon için, gerçekten var olan nesnelerdir. Bunlar da her zaman değişmek­ te. olsaydılar eğer, bir tek .bile doğru önerme kurula­ mayacak ve bilgi ya da konuşma diye bir şey asla olanaklı olamayacaktı.. Benzer bir biçimde, insanın herşeyim ölçüsü olduğunu söyleyen Protagorasçı düs­ tur, eğer «herşey»'duyum ya da algıdaki, içinde yargı öğesinin yer almadığı düşünülen ayırdmda olma hali­ nin doğrudan, aracısız nesneleriyle sınırlanırsa (tıpkı kuramımızın'onu sınırladığı gibi), kabul edilebilir. An­ cak Protagoras’ın «bana görünen» ifadesi böyle sınır­ lanmış değildi; bana doğru görünen, Protagoras’ta, benim doğru olduğu yargısını verdiğim ya da .doğru olduğunu düşündüğüm ya da doğru olduğuna inan­ dığım şeyi içeriyordu. Platon, doğru olduğu yargısına vardığım1.şeyin doğru olması gerektiğini, ya da hatta,, onun yalnızca bana ya da benim için doğru olması gerektiğini bile yadsıyacaktır. Bundan ötürü, bundan sonraki uslamlamada, eleştiri bir ölçüde Platon’un tanımlamış olduğu biçimiyle, algının bilgi olmak sa­ vma, bir ölçüde de, Herakleitos’un ve Protagoras’ın öğretilerinde yer alıp da, Platon’un kabul etmiş ol­ duğu sınırların Ötesine geçen Herakleitosçu ve Protagorasçı öğelere yöneltilmiştir. 160 E. . SOKK. Nasıl bir yaratık türü olursa olsun, ol­ dukça zahmetli bir iş sonunda, dünyaya getir­ miş olduğumuz çocuk, işte nihayet, burada kar-

şımızda duruyor. Çocuğun, doğumunu, onu oca­ ğın çevresinde döndürme töreni izlemeli; ürü­ nümüze her yönden ve her açıdan bakalım ki, kendimize- büyütüp yetiştirmeye değmez canlök ‘ sız bir çocuk almadığımızdan emin olakm. Yok­ sa, sen çocuğunun terkedilmeyip, her ne olur­ sa olsun büyütülmesi, gerektiğini mi düşünü­ yorsun? Onu oklarımız altında inlerken gör­ meye dayanabilecek misin? Ve ilk çocuğun sen- . den alınıp götürülürse çok acı çekmeyecek mi­ sin? THEOD. Theaetetus buna dayanacaktır. Sokrates; o çok iyi huylu biridir. Ancak söyle lütfen, ulaşılan sonuçta ne.gibi yanlışlar var? . SOKR Tartışma için bu denli arzulu olan bi­ rine ilk kez sende rastlıyorum. Beni bir tür usB. lamlama (argüman) çuvalı olarak görmen, ve ulaştığımız sonucun yanlış olduğunu göster­ mek için, bu çuvaldan hemen kolayca bir ka­ nıtlama çıkarmamı beklemen, doğrusu pek ho­ şuma gidiyor. Ama ne yazık ki, gerçekte neler olup bittiğini göremiyorsun: Uslamlamalar hiç­ bir zaman benden gelmez, ancak her zaman kendisiyle konuştuğum kişiden gelir. Ben yal­ nızca, konuya ilişkin belirli bir açıklamayı bir başkasının bilgeliğinden elde etme ve sonra da, onu sıkı bir incelemeden geçirme becerisine sahip olmakla, pek az bir ilerleme kaydetmiş biriyim. Bu nedenle, şimdi de kendimden bir açıklama getiımeyip, bunu genç dostumuzdan almaya çalışacağım. THEOD. Bu daha, iyi ya Sokrates; haydi Theae­ tetus, onun dediğini yap.

161B -163 A. Protagoras’a karşı kimi itirazlar. Theodorus, ilk itirazların, .kendi kişisel dostu Protagoras’a yönetileceğini siıhgelercesine, burada tartışma­ ya çekilir^ l&l B; ■SOKR.. İyi öyleyse, Theodorus, sana dostun Pr.otagoras’ta beni en çok şaşırtan şeyin ne ol­ duğunu söyleyeyim ini? C. THEOD. Neymiş o? SOKB. Denemesinin hemen ilk tümcesinde yer alan sözcükler. Genelde, onun herhangi birine görünenin aynı zamanda var olduğu ifadesini pek beğeniyorum; ancak bir yandan da Doğru. luk’una şu sözcüklerle başlamamış olması doğ­ rusu beni pek şaşırtıyor; Herşeyin ölçüsü do­ muz ya da maymun (köpek ağızlı büyük bir maymun) ya da duyumsayan daha bile acaip - bir’yara tıktır. Bu durumda biz, Protagorasbn ; kendisine bir ölümlüye nasip olmayan bilgeliD. ğinden dolayı büyük bir saygı gösterirken, onun gerçekte, herhangi bir insan varlığını bir yana bırakalım, bir kurbağa yavrusundan bile daha bilge olmadığını dile getireiı, bu denli aşağıla­ yıcı bir girişte, olağanüstü değişik ve alışılma­ dık bir şeyler olmuş olacaktı. Başka ne. diyebi­ liriz, Theodorus? Eğer her insanın, algının bir sonucu. olarak inandığı, onun için gerçekten doğruysa; tıpkı hiç kimsenin bir 'başkasının. ; tecrübe ettiği şeyin daha iyi bir yargıcı ola-. maması gibi, hiç kimse bir başkasmm düşündü­ ğü şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu ince­ leyip, belirleme hakkına sahip-değilse, ve tdaha önce de birkaç kez söylediğimiz gibi) her insan

kendi inançlarına yalnızca; kendisi için sahip . E. oluyorsa, ve bu inançların hepsi haldi ve doğ-. ru ise, sevgili dostum, Protagoras’m bakkala' nna ders vermesini, ve bunun karşılığında kendişine cömertçe para ödenmesini haklı kıla­ cak bilgeliği nerede kalır? Her birimiz -kendi bilgeliğimizin ölçüsü olduğumuzda bizim göreli bilgisizliğimiz, ve ona gidip, dizinin dibine, otur­ ma gereksinimimiz için ne diyeceğiz? Yoksa, Protagoras'm. halka yaranmak, dalkavukluk et­ mek için böyle konuştuğunu kabul etmemiz ge­ rekmez mi? Kendimle ya da ebelik sanatınım içine 'düşürüldüğü gülünç halle ilgili olarak hiçbir şey söylemiyorum; peki ama tüm bir fel­ sefî tartışma etkinliğine ne olacak? Çünkü, eğer 162 A. Protagoras’ıh Doğruluk’ü gerçekten de doğru­ luksa ve o kitabının olağanüstü değerini göz­ ler önüne seren esinlere dayanarak, bizimle eğ­ lenmiyorsa, her. bir insanın fikirleri ve görüş­ leri doğru olduğunda, bir başkasıhm fikirlerini ye görüşlerini incelemeye ve sınamaya kalkış­ mak anlamsız, usandırıcı ve aptalca bir şey olur. THEOD. Protagoras, senin de söylediğin gibi Sokrates, benim dostumdu ve ben onun; benim kabullerimle çürütülmemiş olmasını yeğlerim. Öte yandan; inançlarım bunu, gerektirmiyorsa. eğer, sana karşı çıkrtiak ta doğama aykırı­ dır; bü nedenle yanıtlarıyla,-senin düşünceleri­ ni ve kastettiğin anlamı ne denli iyi bir biçimde izleyebildiğini, her durumda kanıtlamış olan Theaetetus’a dönmekle daha iyi yaparsın. B. SOKR, İsparta’da bir güreş- okuluna! gitmiş ol­ saydın, Theodorus, onların senin bedenini ken-

di bedenleriyle karşılaştırmalarına olanak ve­ recek biçimde, güreş alanına atlamak yerine, bazıları pek yoksul bir gösteri sunan çıplak gür . reşçileri mi izlerdin?. THEOD. Tıpkı şimdi sizi izlememe izin vermen için, seni ikna edeceğime inandığım gibi, onlar da beni dinleyecek, ve güreş alanına atlamam için ısrar etmeyecek olurlarsa, niçin izlemeye. yim? Tüm uzuvlarım ve eklemlerim neredeyse artik katılaşmış bir halde; bu nedenle beni id­ manlarınız içine çekmekten vazgeçip, güreşe çok daha esnek olan ve güreşme isteğiyle ya­ nıp tutuşan, şu gençle tutuşmayı denesen... SOKR. Peki Theodorus, senin ve «senin hoşu. na .giden benim de hoşuma gider» diyen ataşözünün dediği gibi olsun. - Ben de yeniden, C. Theatetus’ün bilgeliğine başvururum. Öyleyse Theaetetus, bana önce son olarak üzerinde durduğumuz noktayla ilgili düşünce­ lerini söyle: Bir anda, bilge bir insan ve hatta bir tanrı denli bilge biri haline gelince, hiç şaşırmadın mı? Yoksa Protagoras’m ölçü hakkındâki deyişinin, tanrılar için, insanlar için olduğu denli geçerli olmadığını mı söyleyecek­ sin?ı ' • ' THEÂET. Hayır Sokrates, kesinlikle tanrılar için de geçerli olduğunu düşünüyorum; ve di­ ğer sorunu yanıtlamam' gerekirse, çok şaşırdıD. ğımı söylemeliyim. Herhangi birine görüne, nin, onun var olduğunu düşünen için gerçek­ ten var olduğunu söylerken, onların ne de­ mek istediğini tartıştığımız zaman, bu bana

çok doyurucu bir açıklama gibi gelmişti, an­ cak o şimdi, bir ânda çok farklı bir görünüm kazandı. ŞOKR. Bu, dostum, sen çok genç olduğun için oluyor; genç olduğun için, göz-boyayıcı sözlerekulak veriyor ve onların etkisinde kaliyorsun. Protagoras ve yandaşlarının bu dediklerimize v e r e c e k b i r , y a n ı t l a r ı olacaktır. O . «O r a d a b i r l i k t e o t u r m u ş delikanlılar ve yaşlılar, ey değerli insanlar, tüm. bunlar; göz-boyayıcı, içi .boş sözlerden başka bir şey değil. Konuya,1konuşma ya da ,E. yazılarımda, varlık ya da yokluklarım tartış­ maya kesinlikle karşı çıktığım tanrıları dahil ediyor ve böylesi bayağı deyişlerin çekicilikle-, rine kapılıyorsunuz.- Yok, herhangi bir insan bireyinin en aşağı hayvandan daha bilge ola­ maması ne denli korkunçmuş da... En-ufak bir uslamlama ya da kamtlama olmaksızın, bütü­ nüyle olasılı görünene dayamyörsunüz.. Theo­ doras gibi'bir .matematikçi, geometrideki usavurmalarmda (reasonings) olasılı- öncüllerden yola çıkmayı seçseydi, bugünkü saygınlığının zerresini kazanamazdı. Bu nedenle, sen ye Theodoras, bu denli önemli sorunların göz ka163. maştıncı sözler ve olasılı uslamlamalarla orta­ ya, konmasına izin verip vermeyeceğinizi bir düşünün.» diyecektir. THEAET. Bunu, tıpkı bizim gibi, sen de haklı görüyor olmalısın. SOKR. Şu halde, öyle görünüyor ki, sorana başka bir biçimde- yaklaşmalıyız. Senin ve Theodorus’un usundan geçen budur, sanırım.

THEAET. . Kesinlikle başka bir biçimde yaklaş' mâlıyız. Sokrates, Protagoras’a karşı, aynı derecede inan­ dırıcı .olmayan bir itiraz getirmiştir. (1) Niçin «do­ muz, herşeyin ölçüsü» olmasın? Salt duyum düzeyin­ de, insanın hiçbir ayrıcalıklı konumu yoktur. Domuz ya da insanbiçimsel (antropomorfik) tanrı (böyle bir varlık varoluyorsa eğer), kendi duyumlarının aynı ölçüde,' ölçüsüdür. Protağorasçı ilkeyi,: bu düzeyle sı­ nırlanmış biçimi içinde kabul eden' Platon, hiç kuş­ kusuz bu ssonucu da kabul edecekti. Ancak Protago­ ras;" doğru olduğunu düşündüğüm ya da doğru oldu­ ğu, yargısına vardığımı da, «bana doğru görünen» kapsamı içine "sokarak, duyum ve algının ötesine geç­ ti. Daha ciddi ve. önemli olan diğer itiraz ise şöyle-■ d ir: (2) «Eğer her bir insanın, algısının sonucu ola­ rak, inandığı onun için doğru olma durumundaysa», bir insan nasıl olur da bir başkasından daha bilge olabilir? Platon burada Protagoras'la tam bir uyuşmazhk'içindedir. Bü itirazlara yeniden döndüğümüz zaman, her insanın kendi yargılarının doğruluğunun Ölçüsü olmasına karşı çıkacağız. 163 A - 164 B. Yalınç bir Algılama Bilme özdeşli­ ğine itirazlar. Bu arada, , Protagoras’m göz-boyayıcı sözlere karşı-olan protestosu dikkate alınıp onaylan­ dıktan sonra; yargı sorunu bir kıyıya bırakılır. Sok- . rates, Theaetetüs’u n ,. Bilgi algıdır önermesine, bir hazırlık niteliği taşıyan, kimi eleştiriler yöneltmeye başlar; Eleştiriler burada sıralanır çünkü Protagoras bu eleştirileri; ancak bu sayede, biraz sonraki savun­ masında yanıtlayabilecektir. Bu eleştiriler «algı» yı, onu az önce çözümlemiş olduğumuz biçimde, en da-

kik ve en dar anlamıyla ele alırlar ve böylesi algının olanaklı tek bilgi .türü, olduğunu savlarsak eğer, kem elimizi görülmedik güçlükler içinde bulacağımızı im­ lerler. Bu eleştiriler daha sonra, geçersiz oldukları için değil de, Theaetetus’un önermesini Theaetetus’un düşündüğünden çok daha ayrıntılı bir biçimde ve bar-. fi harfine. değerlendirdikleri için, salt kusur bulma­ ya çalışan, «didişimci . (eristik)» değerlendirme^ ler olarak adlandırılırlar, «Bilme (epistasthai)» söz­ cüğünün değişik anlamlarına dikkat çekme gibi olumlu bir işlevi yerine getirirler. (1) Yazılı ya da ağızdan çıkan simgelerin anlamlarını bildiğim za­ man, Süryaniceyi «bildiğim» söylenir. (2) Belirli, bir kişiyle duyu algısı-yoluyla tanışık hale geldiğim ve bu- tanışıklığa ilişkin kayda belleğimde sahip ol- . duğum zaman, Sokrates’i «bilirim». Bu iki anlamdan hiçbirinde «Biliyorum» çok yalınç bir biçimde «Algı- , lıyorum»a eşitlenemez. Theaetetus’un, yalınç bir al-;. gılama ve «bilme» özdeşliğinin kendisini neyle. karşı karşıya bıraktığını görmesini sağlamak, hem bir zo­ runluluk hem de hoş bir şeydir. • 163 A. SOKR. öyleyse gel ona başka bir açıdan yak- ' laşalım., bir başka deyişle, algi ve bilginin, herşeye karşm, aynı şey olup olmadığı sorusunu bir başka açıdan inceleyelim. Çünkü anımsarsın, ■ bu tüm tartışmamızın yöneltilmiş olduğu nok­ taydı ve salt onun için, tüm bu tuhaf öğretiler sürüsünü işe karıştırmıştık/ öyle değil mi? •THEAET. Çok doğru. B. SOKR. Öyleyse, bir şeyi görme ya da işitme yoluyla algıladığımız zaman, onu aynı zaman­ da bildiğimizi de söyleyecek miyiz? Daha önce

iiiç' öğrenmemiş.olduğumuz •bir yabancı dil ör­ neğini ele alahm. Yabancdarm ağızlarından çı­ kan sözleri işitmediğimizi mi, yoksa söylediklerini hem işitip hem de bildiğimizi mi söyleye­ ceğiz?. Ya da yine, harfleri bilmediğimiz zaman, onlara baktığımızda, onlan görmediğimizi mi, yoksa önlan gördüğümüz için, onlan bildiğimi­ zi mi belirteceğiz? . THEAET. Yalnızca, gördüğümüz ya da işitti­ ğimiz kadarım bildiğimizi söyleyeceğiz. Harfle­ rin, biçim ve renklerini hem görür hem de bili­ riz; sesin yükselen ve alçalan vurgularını yalC. nızca işitmekle kalmayıp, aynı zamanda biliriz de; ancak bir öğretmenin ya da bir yorumcu­ nun onlar hakkında bize söyleyebileceklerini ne görme ya da işitme yoluyla algılayabilir ne de bilebiliriz. .. SOKR. Çok iyi Theaetetus. İlerlemeni durdur­ mak korkusuyla, buna karşı itirazlarım olma-. dı C1) . Ancak şuna bak, burada gözümüzü kor­ kutacak bir başka itiraz daha var. Onu nasıl savuşturacağız? THEAET. Hangi itiraz?[19 Sctaates, bir dili «bMmie» nln anlaşılmaz sesler işitme ya da kâğıt üzerimdeki siyah. simgelen görme anlamına gel­ mediğini, ancak görmediğimiz yıa da işitmediğimiz anlamı bilmek anlamınla geldiğim söyleyerek, öuna itiraz edebilir­ di. .Ancak ' Platon, sözcüklerin - anlamlarını bildiğimiz za­ man bildiğimiz şeyin, ne olduğunda ilişkin olanak bir..tartış­ maya başlamak istemez. Böyle bir tartışma, onun olanaklı ' olduğu ölçüde, gündem dışında bırakma karam, aldığı Form­ lardan söz etmeyi içerecekti..

.. D. SOKR. Bu-itiraz şöyle Özetlenebilir-. Birinin. sana şu soruyu sorduğunu varsay «Bir şeyi. • bir kez bilme durumuna gelen, ve o şeyin anı­ sını belleğinde balâ koruyan bir adamin, onu ' anımsadığı anda, anımsadığı bu aynı şeyi bil- ; memesi olanaklı mıdır?» Bu belki de, soruyu daha uzun bir yoldan giderek sorma biçimidir. Kısacası, şunu demek istiyorum: Bir şeyi öğ­ renmiş i1) olan ve onu anımsayan bir insan onu bilmeyebilir mi? THEAET. Elbette ki bayır; Sokrates. Üzerinde durduğun almaşık çok tuhaf bir şeye benziyor. SOKR. Belki de saçma sapan konuşuyorum. Ancak şunu düşün b ir: Görmeye «algılama» ve görüye «algı» adım veriyorsun, öyle değil mi? : THEAET. Evet.

'

E. SOKR. Öyleyse, daha önceki ifademize gö­ re, (2) bir şeyi gören bir insan gördüğü andan başlayarak, gördüğü şeyin bilgisini elde eder, öyle değil mi? THEAET. Evet. SOKR. Yine bellek diye bir şeyin varlığını ka- ■ bul ediyorsun? THEAET. Evet. (10 Buradaki manthanein «öğrenmesden daha geniştir ye yu­ karıdaki cbirşeyi bilme durumuna geime» (episteme ge- ■ nesihai) ifadesin® eşdeğerdir.. (2)

i63A'da yinelenen, yalınç bir algılama ve bitoıe özdeşliği..;

SOKR- ' Bu bellek hiçbir şey mi, yoksa bir şeyi mi anımsamadır? THEAET. Elbette ki, bir şeyi... :: SOKR. Birinin algılama ve öğrenme durumu­ na gelmiş olduğu şeyleri—bu türden şeyler mi?. THEAET. Hiç kuşkusuz. ■.SOKR. Şu halde, bir insan bazen görmüş ol­ duğu şeyleri anımsar? vTHEAET. Evet aıiımsar.. ••

y

SOKR. Gözlerini kapadığı zaman bile? Yoksa, onları gözlerini kapadığı zaman unutur mu? THEAET. Hayır, Sokrâtes; bu korkunç bir şey olurdu. SOKR. Daha önceki ifademizi kurtarma duru; mundaysak eğer,. bunu herşeye karşın söyle­ meliyiz. Yoksa böyle bir fırsat kayboluverin THEAET. Haklı olduğun hususunda kesinlikle kimi kuşkiılanm var, ancak nasıl dersen, yete­ rince anladığımı söyleyemem. Sen bana anlat­ malısın. SOKR. O halde söylediklerimi iyi dinle. Örne­ ğin gören biri, gördüğü şeyin bilgisini elde eder, çünkü ,görü ya da algı ye bilginin aynı şeyler oldukları üzerinde uyuşulmuştur. •THEAET. Kesinlikle. SOKR. Ancak gören ve görmüş olduğu şeyin • bilgisini .elde eden bir .adamın gözlerini kapat­ tığını varsay .- O bu durumda o şeyi anımsar, an­ cak onu bilmez.-Öyle değil mi?

B. SOKR. Ancak görür ve «bilir» aynı anlama' gel­ diği için, «onu görmez» «onu bilmez» anlamına gelir, THEAET. Doğru... . SOKR. O halde ulaştığımız sonuç, bir şeyi bil­ me durumuna gelmiş olan, ve onu halâ anımsa­ yan birinin, o şeyi, görmediği için, bilmediği­ dir; ve bunun pek tuhaf bir şey olduğunu, daha önce söylemiştik. THEAET. . Çok doğru. SOKR. Öyleyse, bilgiyle algmın aynı şey olduk­ larını söylersek, bu çok gözle görülür olarak, bizi olanaksız bir sonuca götürür.' THEAET. Öyle görünüyor. SOKR. Öyleyse, onların farklı şeyler oldukla­ rını söylemeliyiz. THEAET. Öyle sanırım.Bellek ilk kez olarak, bu uslamlamada ortaya çık­ maktadır. Anımsama, çözümlemiş olduğumuz biçi­ miyle- algılamadan farklı bir bilgi türüdür. Anımsa­ mada, şimdi aktüel algı sürecinde verilmemiş olan, geç­ mişte kalmış nesnelerin doğrudan .aracısız bir biçimde ayırdmdaymışız. gibi görünürüz. ' Tlıeaetetus'um algı olarak bilgi- tanımı kurtarılacaksa, «algı» bellek-nesnelerinin ayırdmda olmayı da kapsayacak biçimde genişletilmelidir. Buna karşı bir itiraz söz konusu ola­ mayacağından, Sokrates burada, salt, sözcükleri üze­ rinde bir tartışma ya da didişme haline gelme izleri

gösteren bir oluşumla ilişiğini koparır. Bununla birlik­ te,, ortaya- çıkan soıiuç «bilirim»in «(şimdi) algılıyorum»dan başka anlamlara saiıip- olduğudur. Belleğin doğası daha sonra, bir çözümlemeye tabi tutulacak. tır.. 164 C -165 E. Sokrates Protagoras’ı savunmayı üzerine alıyor. Tartışmaya verilen kısa bir arada, Sokrates, Protagoras’ın lehinde olmak üzere, İnsan herşeyin ölçüsüdür, deyişine karşı getirilen eleştiriye bir yanıt vermeyi kabul, eder. Bu arada fazladan, Theaetetus’un algılamayı bilmeye eşitleyişine bir baş­ ka, «didişimci» itiraz yöneltir. 164 C. SOKR.-Öyleyse, bilgi ne olabilir? öyle anlaşılı­ yor ki, herşeye yeni baştan başlamalıyız. An. cak hele bir dakika bekle. Ne yapıyoruz böyle? THEAİET. Ne demek istiyorsun? SOKR. Bana öyle geliyor M, kuramımıza karşı, karşıtından kaçan, ve iyice dövülmezden önce, ona zafer çığlıkları atan terbiyesiz bir dövüş horozu gibi davranıyoruz. ■THEAET. Nasıl, nasıl? SOKR.' Salt dilsel bir. tutarhğa dayanan bir an­ laşmaya varmış, ve kuramdan, bir. profesyonel çekişme ve tartışmacının yöntemleriyle en iyi. sonucu elde etmiş olmaktan hoşnut kalmışız gibi görünüyoruz.' Didiştiğimizi değil de, bilge­ lik peşinde koştuğumuzu söylüyoruz, ama br D. yandan da bilinçsiz olarak, şu yaman tartışma­ cılar gibi davranıyoruz. THEAET. Ne demek istediğini anlamakta halâ güçlük çekiyorum.

SOKit. Peki, anlatmak istediğim noktayı, .anla­ yabildiğim kadarıyla, daha, açık hale getirme­ ye çalışayım. Bir şeyi öğrenen ve o .şeyi- daha sonra anımsayan birinin, onu bilememesinin olanaklı olup olmadığım soruyorduk. Daha soiıra, bir şeyi gördükten sonra, gözlerini kapayan bir kişinin,.o şeyi anımsadığını, ancak görme' diğini gösterdik,'ve dolayısıyla onun aynı an­ da, aynı şeyi hem anımsadığı hem de bilmedi­ ği sonucuna vardık. Ve bunun olanaksız oldu­ ğunu söyledik. Bu nedenle, Protagoras’m ya da senin' bilgiyle algının aynı şey olduğuna ilişkin masalınızı dinleyecek kimse kalmıyordu geriye. E

THEAET. Öyle görünüyor. SOKR.'Masalın ilk sahibi bugün halâ yaşıyor olsaydı, sanırım herşey farklı olurdu. O kendi ürünü olan kuram için bize karşı iyi. bir sava­ şım verirdi. Ama o bugün.yaşamıyor; biz ise burada öksüzü istediğimiz gibi hırpalıyoruz. Yanımızda bulunan Tbeodorus gibi, onun işle: rini üzerine almış kişiler bile, onu koruyup sa­ vunmaya gelmiyorlar. Bununla ,birlikte, bizim kendimizin ona yardım etmesi adalet ve vefa gereğidir.

*05..

(U

THEOD. Gerçekte Sokrates, Protagoras’m işle­ rine bakıp, ona vekâlet eden, daha çok Hippo- ■ nikus’un oğlu Kallias’tır. C1) . Eğilimlerim, daha gençliğimde,; beni soyut tartışmalardan kopa­ rıp geometriye götürdü. Bununla birlikte, onâ.:

(Protagoras'ı ziyaret için, Atina'ya davet eden, Sofistliğe gö­ nül yenmiş, hayli varsh bir amatör. ■

yapabileceğiniz yardımlar için size minnettar ölurum. ' ' SOKR. Çok iyi Theodorus. Benim yardımımın ..bir işe yarayıp: yaramayacağını görürsün. Çün­ kü, bizim savlarımızda ve savlara karşı çıkar­ ken genelde yaptığımız gibi, dilin kullanılma­ sında ..dikkatsiz olunursa, bundan daha bile korkunç sonuçlan kabul etmek durumunda kalmılır. Bundan, sana ya da Theaetetuş’a daha fazla söz edeyim mİ? .; THEOD, Genelde ikimize de; ancak izin ver de, B. sorularını daha genç olan yanıtlasın. Zira yan­ lışa düşmek, onun için pek utandmcı olmaya1 çaktır. SOKR. Öyleyse, hepsinin en müthişi olduğunu sandığım şu soruyu sormama izin verin Aynı kişi bir şeyi hem bilebilir ve hem de bildiği bu şeyi bilmeyebilir mi? . THEOD. Peki Theaetetus, bü soruya nasıl bir yanıt vermeliyiz? . THEAET, Bunun olanaksız olduğunu sanı­ yorum. SOKR. Görmenin bilme olduğunu söylersen eğer, bu hiç de olanaksız değildir.. Bir çukurun, içindeki hayyan gibi, kapana kıstırıldığında, hiçbir kaçma şansı ve umudu bırakmayan böy­ le' bir sorunun altından nasıl kalkacaksın? Bir başka deyişle, soğukkanlı ve kibar bir adam, elini gözlerinden birinin üstüne koysa, ve kaC. panmış gözünle, paltosunu görüp göremediğini sorsa, ona ne yanrt vereceksin?

THEAET. Sanıyorum, ona şöyle derdim •.'Hayır,/ kapalı gözle değil, ancak diğeriyle görebiliyo­ rum. SOKR. Şu halde, aynı şeyi aynı anda hem gö­ rüyorsun, hem de görmüyorsun? THEAET. Bir anlamda, evet... SOKR.. O eminim ki, «anlamım, yönünü bir kı. yıya bırak; sana bunu sormadım, ancak bir şeyi bildiğin zaman, onu aynı zamanda bilmemenin olanaklı olup olmadığını sordum» yanıtım vere­ cektir. Bu durumda, açıkça görmediğin bir şeyi görmektesin ve unutma ki, görmenin bilme ve görmemenin bilmeme olduğunu kabul etmiştin, Şimdi bundan'bir sonuç çıkar. Ulaştığımız nok­ ta neresidir? D. THEAET. Ulaşılan noktanın benim tezimle.çe­ liştiği sonucuna varıyorum. . SOKR. Evet; bir dizi ek soruyla da, aynı sonu­ cu çıkarsaman sağlanabilir.- Bilme açık.seçik mi yoksa, karanlık mı olur? Belli bir uzaklıktan bildiğimizi, çok yakından da. bilebilir misin? Ya da aynı şeyi farklı yoğunluklarda, eşdeyişle da- . ha yoğun ya da daha az yoğun olarak bilebilir misin? Sen bir kez bilgiyle algıyı özdeşleştirdik­ ten sonra, sözcüklerin savaşında, salt kazana­ cağı parayı -gözeten çıkarcı bir.avcı, bu türden binlerce soruyla silahlanmış olarak, senin için • pusuya yatabilir. Şiddetli saldırılarını o işitme­ ye ve koku almaya ve. benzeri duyulara yönel‘ E. tip,, seni şaşkınlık içinde.bırakacak ve değer bi­ çilmez becerisine duyduğun saygı, seni, onunf ■

ağına tam olarak düşürünceye dek, saldırmaya devam edecektir; ve bunun üzerine, seni elin kolun-bağlı bir tutsak olarak, istediği gibi oy­ natıp, senin ve onun üzerinde anlaşabileceğiniz bir miktarı fidye olarak isteyecektir O). Şimdi belki de, Protagoras’ın bakış açısını savunmak için, nasıl bir uslamlama bulacağını merak ediyorsun. Onu söz dökelim? Ne dersin? THEAET. Kesinlikle. Burada eklenen «en müthiş» itiraz, tıpkı daha önceki itirazlar gibi, algıya ilişkin açıklamayı, bir düyu'organıyla' bir .dışsal nesne arasındaki alışveriş olarak kabul ettiği için, Theaetetus’un bakış açısına karşı geçerlidir. Algı eğer buysa, onu bilgiyle özdeş­ leştirmek bu türden saçmalıklara göiürür. Bu itirazlar bilgiyi algıyla sınırlamayan Protagoras’a bir zarar vermez. Bu itirazlar salt kusur bulmaya çalışan itiraz­ lar olarak nitelenirler, çünkü bilgi algıdır tezi, onun düşündüğü anlamın da ötesinde, harfi harfine alındığı zaman, yalnızca Theaetetus’un tezi için geçerlidirler ve Sokrates’in,. kendi diyalektik birleşimleri yoluyla, yeni baştan kurduğu tüm bu karmaşık öğretilerin ba­ bası olarak gördüğü Protagoras’a yöneltilemezler. An­ cak böylesi İtirazlar Theaetetus’un öne sürmüş olduğu

ti)

Protagoras, ¡kendisin» para karşılığı ders yerdiği öğrenci, kendisinin istediği paraya itiraz edecek olursa, ona bir tapı-, •nakta öğrenmiş olduğu şeylerin, kendi düşüncesine göre, n© kadar ettiğini söylettirir ve daha sonra, ona ¡bunu öde­ yeceğine dair . yemin; ettirirmiş. Protagoras 32&B; Aristote­ les,-Nikomekhus Ahlakı lllS4a, 24, ,

görüşün gerisinde yatan ana fikre zarar vermez ve biz sözcükler üzerinde’ boşu boşuna kavga etmeyi is­ temiyoruz. Dahası, bunlar Platon'un: duyu-algısmm, doğasına. ilişkin kendi öğretisini zayıflatmaz ya da tanımlandığı biçimiyle, algının, bu öğretide yer alıp da, Protagoras’m kendisinden ödünç alınmış bir öğe olarak, kişisel bir nesnenin yanılmaz bir biçimde' ayır-. dında olmaya götürme savma zarar vermez. Geriye. Platon’un yanılmaz bir . biçimde ayırdmda olma edi­ mine niçin «bilgi» adını vermeye karşı çıktığının gös. terilmesi kalıyor. Buna göre, Platon açıkça bilgi algı özdeşliğini ortaya koyan tüm bir bakış açısının birkaç • sofistçe tartışma denemesiyle yıkılamayacağmı kabul etmektedir. 165 E -168 C. -Protagoras’m savunması. Şimdi Sokrates tarafından Protagoras’m ağzmdan yapılan sa. vuruna, üç ana bölüme aynlır. İlliinde «salt küsur bul­ mak için yapılmış» itirazlara karşı, bir protesto ve on­ lara verilen bir yanıt gelir. İkinci ve en önemli bölüm Protagoras’m bizzat. kendisinin gerçekten de yıkıcı olan eleştirisini .karşılama girişiminde- bulunur .- Her bir insan kendi yargılarının ölçüsü ise, Protagoras nasıl olur da, başkalarından daha, bilge olduğunu, ileri sü­ rebilir? Konuşmayı özetleyen. son bölümde, Sofist (alaycı bir biçiinde) diyalektikçiye, sözcüklerin ve söz­ cük oyunlarının' ardına gizlenmeyip, karşıtının ger­ çekte ne demek istediğini anlamaya çalışarak, ciddi bir biçimde tartışmasını öğütleyen biri olarak'gösteri­ lir. 165 E. SOKR. Öyleyse, Protagoras onu savunma girişi­ mimizde .ortaya koymuş olduğumuz tüm noktalara yeniden .değinecek ve aym .zamanda. bize küçümseyerek bakıp, ,göğüs göğüşe cenkleşe-

166, - çektir C1) . «Pek saygıdeğer Sokrates’iniz» diye­ cektir «bir ve aynı kişinin, bir ve aynı şeyi, aynı anda'anımsayıp bilememesinin olanaklı olup olmadığı sorulduğunda, ürküp şaşıran küçük bir. çocuk buluyor. Çocuk ileriyi göremediği için, korkuyla hayır demek, üzere ikna edilince, konuşmaya talihsiz Protagoras’la eğlenen bir hava ve görünüm kazandırıyor. Herş'eyin kola­ yına kaçıyorsun, Sokrates. Oysa işin doğrusu şudur : Birine, benim bir görüşümü incelemek amacıyla, sorular..sorduğun, ve karşındaki ki­ şinin bu sorgulama sırasında yanlışa düştüğü görüldüğü zaman, ben yalnızca, onun yanıtla-. n şimdi vereceğim yanıtlar gibi olursa, çürü­ tülmüş olurum. .Yok-eğer benim yanıtlarımla B. onunkiler farklı olursa, çürütülen kişi ben de­ ğil, ancak odur. Sanıyor mıisun ki, . birisinin geçmişteki bir izlenime ilişkin-şu andaki anısı­ nın, şimdi artık çoktan sona ermiş olan özgün deneyi sırasında sahip, olduğu izlenimle aym karakterde olmasını', kabul edecek birini bula­ caksın? Bu iki izlenim birbirlerinden tümüyle 'farklıdır. Yoksa herhangi birinin, aynı kişinin aynı şeyi hem bilip hem de bilmemesinin ola­ naklı olduğunu söylemekten kaçınacağını mı düşünüyorsun? Y a . da, bunu söylemekten çe. kinirse,. sanıyor musun ki, ö değişmiş olan bir ü)

iprotaigioras, bizim ormrn adına söylemiş olduğumuz gibi, bi­ zim göz boyamak' için konuştuğumuz (H62D), salt dilsel bir tartışmanın ararsız olduğunu . (11®^), sözcükleri ■dikkatli ■ kullanmamız gerektiğini, 165A), ve, böyle silahlara kolay.Ca teslim olmamızı ayıplayarak, (■bizimle değil fakat) b ir ' Sofist- gibi eyleyen avcıyla ve onun didişimci itirazlardan ■oluşan cephanesiyle savaşacağım söyleyecektir.

İtişinin değişme gerçekleşmezden önceki kişiy­ le ayiıı olmasını kabul edecektir? Ya da bunun yerine, değişmenin her zaman süregelmesi koC. şuluyla, onun hiç bir biçimde aynı kişi olma' yıp, birkaç, gerçekte sonsuz sayıdaki kişiler di­ zisi olduğunu teslim etmekten geri duracaktır? —Hiç kuşkusuz, birbirimizi sözlerle avlamak­ tan, karşılıklı olarak uzak duracaksak... Protagoras burada üç yanıt verir: (1) Birinci ya­ nıt (163D) ’deki itirazadır -. Şimdi görmediğim-bir nes­ neyi anımsayabileceğimi ve bu nedenle «bilebileceği­ mi» kabul ediyorsunuz; ancak «görmüyorum= bilmi­ yorum» diyorsunuz; demek ki anımsadığım nesneyi bilmiyorum, ve buradan ortaya bir çelişki çıkıyor -. Aynı şeyi hem biliyorum, hem de bilmiyorum. Prota­ goras yanıt veriyor: Belleğimdeki .imge şimdi sahip olduğum bir duyu-izlenimiyle aynı şey değildir, hatta ona benzemez bile. Bu nedenle aynı şeyi hem bildi­ ğim (anımsadığım) hem de bilmediğim ' (görmedi­ ğim) doğru değildir. İtirazın ortaya koyduğu nokta, «algı»nın bellek imgelerinin de ayırdında olmayı içe­ recek biçimde genişletilmesi gerektiğidir. (2) «Hiç kimse aynı kişinin aynı şeyi hem bilip, hem bilememesini kabul etmekten kaçınmayacaktır.» Bu, bir gözü açık, bir gözü kapak adamla ilgili «en müthiş» ■bilmeceyi (166B) yanıtlar. Aslında böyle bir yanıtı T. h e-a e t e t u s b i z e ö n e r i r gibi olm u ştu A lgıyı organla iıesııe arasındaki- f i z i k ­ s e l a l ı ş v e r i ş t e özleştirecek olursak, nesneyi gözlerinizden biri bilir, diğeri bilmez. Bu yanıt hazır ve oldukça kolay bir yanıttır; eğer onu beğenmeyip kendisinden kaçınacak olursak, Protagoras bir baş­ kasının hazır olduğunu söylemektedir.

(3) Bir. kişiden farklı anlarda aynı: kişi olarak söz etmeye hiç hakkımız yoktur. Bu yanıt bizzat, öznenin (organın) hiçbir iki an için aynı olmadığını savunan algı kuramının kendisine' dayanır. Sokrates bu öncülü (I60A )’da.ulaştığı sonuç için kullanmıştır: Hiç kimse aynı algıya iki kez sahip . olamaz. Şimdiye kadar, gerçekte, sanki, algılayan özne fiziksel organ, algılayan kişi de yalnızca bir duyu-organlan bohçasaymış gibi- konuştuk: Bu nedenle, şarabın acılığının ya da tatlılığının bir ölçüsü olarak, sağlıklı Sokrates’in hasta Sokrates’ten «tümüyle farklı» olduğunu söyleyebildik. Nesne denli özne de sürekli olarak de­ ğişmekteyse, aynı kişinin aynı şeyi hem bilip hem de bilmemesine yönelik itirazlar düşer. Şu halde, Theaetetus’un bakış açısına yönelik, salt kusur bulmak için yapılmış, itirazlar geçersiz kılın­ mışlardır. Artık Protagoras’ın kendi öğretisine, ve Sokrates’in bu öğretiye yönelttiği eleştirilere ’ (161C) ge­ çebiliriz. 166 C. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) «Hayır» diye çektir o; «gerçekten de söylemiş olduklarıma saldırarak, daha söylu bir davranış göster ve, eğer yapabilirsen, her birimizin salt kendimi­ ze özgü algılara sahip olmadığını, ya da, algı­ ların herkesin kendisine özgü olduğunu teslim edince, buradan her bir insana görünenin, yalmzca-her kime görünüyorsa, onun için oluş­ makta —ya da eğer «varolur» ifadesini kulla. nırsak,. var— olduğu sonucunun çıkmadığını kanıtla. Böyle domuzlardan ve maymunlardan söz ederken, sen kendin tıpkı bir domuz gibi

davranıyorsun C1), ve dahası, dinleyenlerini D. benim yapıtlarımı bıi biçimde değerlendirme-^ leri için teşvik etmen, hiç hoş değil.» «Niçin domuz herşeyin ölçüsü olmasın?» itirazı için bu kadan yeter. Bu gerçekte herhangi, bir yanıta gereksinme duymaz. Geri kalanlara gelince, Sokrates burada ileri sürülmüş önermeleri çürütme girişiminde bulunmayacaktır. Örneğin, "her insanın yanılmaz olan, kendi özel duyum ve algıları olduğu..: Bu tamı tamına Platon’un kendisi tarafından uyarlanan Potagorasçı öğedir. Protagoras bilginin yalnızca1böylesi algılardan oluştuğu biçiminde yorumlanan Theaetetus'un önerisinden sorumlu değildir. Öte yandan, «ölçü insan» öğretisi, algıyla sınırlanmış olmayıp, yargıyı da kapsar. İşte bü genişlemeye itiraz edilmiş­ tir.- Her insan kendi yargı ve inançlarının ölçüsüyse, nasıl olur da biri diğerinden daha bilge olabilir? Bu­ rada, Savunmanın, her ne denli bir insanın yargıları onun için doğru olsa da, bir insanın nasıl olup da diğerinden daha bilge olabileceğini açıklamaya çalı­ şan odak noktasına ulaşmış bulunuyoruz. 166 D. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) «Çünkü doğru. luğun (hakikatin) gerçekten de yazmış oldu­ ğum gibi olduğuna inanıyorum: Her birimiz . hem var olanın hem de var olmayanın ölçüsü yüz; ancak yine de dünyada, bir .insanla bir başkası arasında, birine görünen ve onun için var-olanın, diğerine, görünen ve diğeri için var fi)! Domuz Yunancada bilgisizliğin, -budalalığın (amatlıia) Sim ^esidir. Laklıes 169D: «Acaba bir. domuz bilecek midir...?! . Domuzdan- bu biçim de.söz ediş, oitun İngilizce’de Sahip: ol­ duğundan daha, az çirkin bir anlamdadır

olaadan farklı olması olgusu bakımından bir ' farklılık vardır. Bilgelik ve bilge kişiye gelince, bunların varolmadıklarını (x) söylemenin her­ halde çok uzağındayım. Bilge bir kişiyle tam . tamına, bizlerden birini, bir şey ona kötü gö­ ründüğü ve onun için kötü olduğu zaman de1 ğiştirebilen, ve o şeyin onâ iyi görünmesini ve iyi olmasını sağlayan kişiyi anlıyorum. Bu ifa­ demde de sözlerimi yine üstünkörü bir biçimde anlamayasın; bunun için, ne demek istediğimi daha da açık kılmama izin ver. Bunun konuş­ manın, başında nasıl ortaya konduğunu ammE. sayıver b ir: Hasta adama yiyeceği acı görünür ve acıdır; sağlıklı adama ise tatlı görünür ve tatlıdır. Şimdi bu ikisinden biri daha bilge biri diye gösterilemez --bu olanaksızdır— ne de hasta adama, böyle düşündüğü C1) için, bilgi167. siz ve budala biri, sağlıklı adama ise, farklı dü­ şündüğü için, bilge biri gözüyle bakabiliriz. Bu■. rada istenen, diğer durum daha iyi olduğu için, • karşıt yönde bir. değişmedir.» «Ve eğitimde de daha kötü durumdan daha iyi duruma doğru bir değişme gerçekleştirilmelidir; yalnızca, hekimin söz konusu değişmeyi (x)' İngilizce , ato existo fiilini varolmakla,- «to be» fiilini ise ■Cçoğu fe z ) var olmakla karşılıyoruz C'Çev.l (•1). «Düşünür», «yargılar» Cdoksadsai), burada «görünür» (phainostbailün yerini alır. Bununla bir dıuyu-algısmın karşılık 'geldiği bir olguyu ortayla koyan bir yargı kastedilmektedir: ■ dBft yiyecek bana .acı görünmektedir ve benim için acıdır.» Sokrates'in daha önceki. ifadesi,' «her- bir insanın algısının . " sonucu olıanak ’inandığı» [ho an di asitheseos doksadze, löliD) iböyte yargılarla sınırlanmış olsaydı, bunlar ne bil­ gisizce ya da budalaca ne de yanlış, yargılar, durdu.

167 A. ilâçlarla gerçekleştirdiği yerde, Sofist bunu ko­ nuşmayla yapar. Bu bir adamın, ilaha önce yan- ■ lış olanı düşünen birinin, doğru olanı düşün- ; ■ meşini Sağlaması değildir (zira var olmayanı ' düşünmek denli, tecrübe edilenden başlia bir şeyi düşünmek de olanaklı değildir ve tüm de­ fi, neyler (tecrübeler) ■doğrudur);. bunun yerine ussal dengesini yitirmesi nedeniyle, benzer ka-.. rakterdeki düşüncelere sahip öldüğü zaman, bi. n onun, sağlıklı bir halden dolayı, kimi­ lerinin bilgisizce doğru diye niteledikleri, buna karşın bana göre, diğerinden şu ya da bu bir çimde daha doğru ,değil de, daha iyi olan baş­ ka ve' daha sağlam düşünceler düşünmesini sağlayabilir t1) . Ye bilge kişiye gelince, sevgili . Sokrates, ben onlara kurbağalar demek şöyle dursun, bedenle uğraştıkları zaman hekim, ve bitkilerle uğraştıkları zaman çiftçi adım veri­ rim. Ç ü n k ü ç i f tç i 1 e r i n de, ’ bitkileC. rin kötü ve boizuk duyumlarım, iyi ye sağlıklı duyumlarla değiştirdilerini savlıyorum C2); da­ hası bilge ve dürüst, halk konuşmacılarının ne­ ci)' Metin kuşkuludur.-

Em iyi anlam tis Cie7A7)d, epei'(A 6)le başlayıp oyden ÛB4) e dek ol‘an tek bir tümcenin öznesi ola­ rak almakla ede edilebiliri, (Wiliamavitz'İ9 birlikte, psylckes eksel) ponera ve Khresteyi okuyor,, CDiels'le birlikte, ,Vorsokratiker, E, s. 235) ta pbantasmatayr anlatıyoruz. Sağlam düşünceler yönünde bir değişmeyi «gerçekleştiren» khreste ekşis.değil fakat Sofisttir. C2) -¡T e kal aletheisi atlayarak... D iels'in’ (Vorsokratiker, .ii, W 225) hoste ka aletbels önerisi yanlış bir'(anlam verir, çüiıkü. sağlıklı, olmayan yargılar doğrudurlar. Aletheis CScMeiermacher), hekseis (Oiös), pathos CiUchards) tahminleri do­ yurucu değildir.

yin doğra ve haklı olduğun^ ilişkin olarak; top­ lumdaki sağlıksız ve temelsiz görüşlerin yerine iyi. ve sağlam görüşleri geçirdiklerini unutma­ mak gerekir. Çünkü herhangi "bâr tikel Devle­ te doğru ve övülmeye değer görünen alışkan­ lıklar, söz konusu Devlet için, halk ve yöneti­ ciler böyle olduklarına inandığı sürece, doğru ye övülmeye değerdir. Yalnızca bu uygulama­ lar, herhangi bir tikel durumda, onlar için kö­ tü ve yetersiz olduğunda,, bilge kişi onları iyi ve yeterli olanlarla değiştirir.. Sofist de aynı ilke üzerinde, öğrencilerine, tutmaları gereken yol bakımından, aynı biçimde yol gösterdiği için,, bilgedir ve onların eğitimleri tamamlandığı za­ man, kendilerine .ödenecek hatmsayılır miktar­ daki, parayı fazlasıyla, hak eder .Böyle anlaşıl­ dığında ,hem kimi insanların diğerlerinden da­ ha bilge olduğu, hem de hiç kimsenin yanlış düşünmediği doğrudur; ve sen, bu ister höşuD. na gitsin ister gitmesin, bir ölçü olmasa şimdi­ den kabul etmelisin, çünkü bu. son değerlendir­ melerle, öğretimin doğruluğu daha bir pekiş­ miştir. . Bu çok önemli bölümde, Sokrates’in yapmayı üze­ rine aldığı işi —JProtagoras’in tezini, o yaşasaydı eğer, tıpkı kendisinin savunacağı gibi savunmak— C1) ger­ çekten1yapıp yapamadığından kuşkulanmak için hiç­ bir neden yoktur. Uslamlama biçimi, uslamlamanın içinde geçtiği bağlama zorunlu olarak uydurulmuş­ tur; ancak içeriğini büyük bir olasılıkla, Protagorasçı, fikirier. oluşturur: Protagoras, üstün bir bilgelik savıy. (11. IBİkz., H. Gomperız, Soplüstik ımd Mıetorik, b. 261,

la «Sofist» adını ilk kullanan kişidir i1) . Ontm bu .savıyla tüin görüşlerin aynı ölçüde doğru olduğunu ortaya koyan öğretisi uzlaştırılmak durumundaydı,- ve bunu da o ancak, tıpkı burada, yaptığı gibi, kimi görüş­ lerin daha: doğru olmasalar bile, daha iyi olduklarını, ve kötü düşüncelerin yerine daha iyilerini geçirmenin, bir eğitimci ,olarak, kendi işi olduğunu savunarak ya­ pabilirdi. Bitkilerdeki bozuk duyumları sağlıklı du­ yumlarla değiştiren çiftçi analojisinin, Platon’un Prötagoras’m kendi yazılarım kullanabileceğini usa. geti­ ren ilkel bir çeşnisi vardır (2) . Protağoras’ın kendi özel mesleği, insanları eğitmek ve onlam iyi yurttaşlar yapmaktı; ve, konuşmacıya, meclise iyi bir öneriyi etkili bir biçimde sunma olanağı veren Retorik sanatını -öğretiyordu. Devletin, y a s a l a r ı ve g e l e n e k l e r i h a k k ı n d a , böylesi bir et­ kinliğe . karşılık gelip, burada ortaya konan, onların topluluğun yargılan- ya da kararlan (doksai) olduk­ ları biçimindeki görüşü savunmak durumundaydı. Bu yasalar ve gelenekler, bu topluluk için, topluluk ta­ rafından savunulduktan sürece, «doğru» durlar; an­ cak bilge bir devlet adamı onlan «daha iyi»- ve «daha sağlam» yasa ve, geleneklerle değiştirmeye çalışabi­ lir. Tüm bunlardan Platon’un burada tarihsel Protagoras’m bakış açısını yansıttığı' sonucuna ulaşabiliriz. İmdi, Savunma gerçekte neyi dile getirmektedir? Uslamlama, Platon’un Protagoras'la birlikte daha •baştan kabul etmiş olduğu konumdan başlayarak, ■CİT ProatagOras, aiTB'.(3)- Aristoteles, de pIantis'&lS& 15'd-a,' tetfciierm duyum-ve has£ - ve lacıya. sahip .oldukları görüşünü. Anaxagoras ve Bmpedoddes’e yükler. Hekim, çiftçi ve eğitimci anatolojisi, her ikiL. , sinde de Platon’un eski malzemeyi ■kullanmakta olduğu, îmtagords 334 ve Sempozyum. 187A’da ortaya çıkmaktadır.

adım adım ilerler ve son . çözümlemede, Platon’un kendisine meydan okuyacağı noktaya ulaşır. (1) Fiziksel duyumlar ya da algılar düzeyinde, hasta bir insanın anormal duyumlarının, sağlıklı in­ sanın duyumlarından daha az «doğru» olmadıkları, ve bu duyumların büyük ölçüde, onun kendi beden­ sel durumu tarafından belirlendiği daha önce kabul . edilmişti (159 -160). Protagoras hekimden bu durumu değiştirmesinin istendiğini savunur, çünkü genel olarak hem hekimler hem de hastalar tarafından, sağ­ lıklı duyumların «daha iyi» olduğu kabul edilegelmiştir. «Daha, iyi* büyük bir olasılıkla, «daha hoş» anlamına gelmektedir; ve her insan, kendisinin neyi, daha hoş .'bulduğunun olanaklı tek yargıcıdır. Hekim ■ «bilge» diye adlandırılır, çünkü o kötü bir durumu daha iyi bir duruma nasıl dönüştüreceğini bilmekte­ dir. Karanlık kalan ,nokta,, hangi bilgi türünün heki­ me bunu yapma olanağı vereceğidir. (2) Eğitimcinin konumunun hekiminkine benze­ diği söylenir; yargılarımızın, inançlarımızın, görüşle. rimizin,. her ne denli doğru olmasalar da, daha iyi ve daha sağlam olabilmeleri için, anlıksal durumumuzu sağlıksızlıktan ve yetersizlikten kurtarıp, daha iyi ve yeterli kılmak eğitimcinin işidir. Çok büyük bir öne­ mi olan .tümce şudur: «Bu, bir adamın, daha önce yanlış olanı düşünen birinin doğru olanı düşünmesi­ ni sağlaması değildir; zira var o l m a y a n ı d ü ş ü n m e k d e n l i t e c r ü b e edilenden başka bir şeyi düşünmek de olanaklı değildir ve tüm deneyler doğrudurlar.» Tümcenin ikinci bölümü Sokrates’nr itirazına yönletimde bulunmaktadır: «Her in­ sanın,' algısının bir sonucu olarak düşündüğü doğruy­ sa, eğer; tıpkı hiç kimsenin bir! başkasının, deneyinin

daha iyi bir yargıca olamaması gibi, hiç kimse bir başkasının- düşüncesinin doğru mu yanlış mı oldu­ ğunu belirlemede daha fazla hak sahibi değilse eğer,». Protagoras’m üstün bilgeliği nerede kalır? Protagoras’m «Hiç kimse tecrübe ettiğinin., gerisindeki bir şeyi düşünemez ve tüm. deneyler doğrudurlar.» b içi-' mindeki yamtı, büyük ölçüde, yalnızca şu andaki bir duyumun karşılık geldiği olguyıı kaydettiği düşünü­ len yargıları göz önünde tutar-: Bu şarabın bana acı göründüğü yargısına ulaşıyorum. Hiç kimse böyle bir yargıma doğruluğuna meydan okuyamaz. Ancak Protagoras bu savı, bir solukta, tüm yargıları ya da ge­ nel bir önermede dile getirilen inançları, da kapsaya­ cak biçimde genişletir; «Var olmayanı düşünmek, . eşdeyişle yanlış olanı düşünmek olanaksızdır.* Eği-' timci, öyleyse, eski inançları daha doğru inançlarla değil, ancak yalnızca daha iyi ya da daha sağlam inançlarla değiştirebilir. Ancak «daha iyi» ya da: «da­ ha sâğlam»ın ne anlama geldiği karanlıkta bırakıl­ mıştır. «Normal» .anlamına gelemez, çünkü bu, ço­ ğunluğu azınlık için bir düzgü (norm) ya da ölçü du­ rumuna getirir. O yalnızca daha yararlı ya da daha uygun anlamına gelebilir; daha iyi ya da daha sağ­ lam bir inanç, gelecekte daha iyi sonuçlar üretecek bir inançtan başka bir şey değildir (l). «Daha iyi so­ nuçlar» da, Sofist beni eğittiği zaman, bana daha iy i. görünecek sonuçlar anlamına gelmelidir. O zaman yeni inançlarımı, şimdi yeğlediğim inançlara yeğ tu- • tarım. Aynı uslamlama Devletin yasaları ve gelenek­ lerine de uygulanır..«Herhangi bir tikel Devlete doğ(1)1 Prötagonae'ın bakış açısı, tüm inançlarm aynı ölçüde doğru ütaast gerektiğini savlamayan' Modern -ProgramcıılıMa, ka­ rıştırılmamalıdır. .

ru ve Övülmeye değer görünen alışkanlıklar, halk ve yöneticiler onların böyİe olduklarına inandıkları sü­ rece, o Devlet için doğru ve övülmeye değerdir,» Bu .nedenle, Müslümanların birkaç, İngilizlerin ise salt bir kanisi, olması, hukuksal olarak doğru, ve toplum­ sal olarak kabul görmüş bir şeydir. Devlet Adamı es­ ki alışkanlıkları daha iyi ya da daha sağlam alışkan­ lıklarla değiştirmeye çalışabilir. Burada daha iyi ve daha sağlam da yalnızca «daha uygun» anlamına gele­ bilir i Birden fazla karısı olan fcir-Müslümanı tek eşli­ liğe. geçmesi için ikna etmeye çalışan bir İngiliz, yal­ nızca sonuçların tek eşliliğe geçmiş Müslümana daha, iyi görüneceğini söyleyebilir. Protagoras’m bakış açısını belirleyen ^noktalar bunlardan ibarettir. Savunma şimdi Protagoras’m ciddiyetsizliğinden dolayı Sokrates’i azarladığı, ve ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirilecek noktalara ye­ niden dikkat çekildiği kısa bir özet ve bir kıssadan hisseyle sona erer. 167 D. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) «Bu öğretiyi,, ilke olarak, çürüiebilirsen, bunu konunun öte yanını da gözler önüne seren bir uslamlamay­ la, ya da, aklı başında hiç kimseyi dehşete dü­ şürmeyen bir yöntem olan soru sorma yönte­ mini yeğliyorsan, soru sorarak, yap; bu, dehşete^ düşürmek bir yana, makul biri için özelliklei uygun bir yöntem olmalıdır. Ancak bu yöntemE. de uyulması'gereken şöyle bir kural vardır: So­ ruları insafsızca ve haksız bir hiçimde sorma. maiısm. Erdem için çalışan ve erdeme saygısı olan birinin uslamlamada insafsızlık ve haksız­ lık. yapmakla, suçlanması, pek anlaşılır bir şe y . değildir. Haksizlik ve insafsızlık burada, bir

çekişmeyle bir tartışma ayranını gözden kaçır■ maktan oluşur. Bir çekişmenin ciddiye alınma­ sı gerekmez ve çekişmede kişi karşıtına, tümgücünü toplayarak, çelme ataibilir; oysa, bir tartışma ciddiye alınmalı ve burada içten olum malıdır. Ciddi bir tartışmada, kişi diğer tarafın içinde bulunduğu güçlükten çıkmasına yardım 168. etmeli ve, salt kendisinden ya da daha önceki eğitimcilerden kaynaklanan yanlış ve sapma­ ların düzeltilmesine çalışmalıdır. Bu kurala uyarsan eğer, kendileriyle tartıştığın dostların, şaşkınlık ve beceriksizliklerinden dolayı, sana değil kendilerine kızarlar; böyleleri seni seve­ cek,, dostluğunu arayacak, ve, kendilerinden nefret edip, daha önceki’ kişiliklerinden tümüy­ le uzaklaşmayı umarak, felsefenin yoluna gire­ cek ve farklı insanlar olacaklardır. Ancak birB. çoklan gibi, bunun, karşıtı bir yolu seçersen, doğallıkla bunun tam karşıtı bir sonuca ulaşa­ caksın: Kendileriyle, tartıştığın insanları felse­ feye döndürmek bir yana, onlarm yaşlandiklan zaman, felsefeden bütün bütün nefret etme­ lerine neden olacaksın. Bu.nedenle, öğüdümü dinlersen eğer, bizi, düşmedik y& d& kavgacı­ lıktan uzak olarak, sözünü ettiğimiz dürüstlük­ le karşıla ve, herşeyin devinim içinde olduğu­ nu, ve herhangi bir bireye ya da topluluğa gö' rünenin aynı zamanda var olduğunu söylediği. miz zaman, kastettiğimiz .şeyin ne olduğunu, dürüstçe incele. Bundan sonra geleni’ bilgiyle algının aynı şey olup olmadığı sorusunu, (şim­ di yaptığın gibi) uslamlamanı, sözcük ve de. C: yimlerin, sıradan insanların anlamlarını dile

dikleri gibi değiştirecek ve dolayısıyla, birbirle­ rini çeşitli biçimlerde şaşırtacakları, gündelik .kuUanımlanna dayandırmayıp, bu ilkelerin bir sonucu olarak, ele al. Savunma böylelikle sona erer. Esas bölüm, ger­ çek Protagorasçi' öğretiyle sınırlaiımîştir; ancak bura­ da, Sokrates’in diyalektik kurgusunun Herakleitosçu Akış öğretisiyle Theaetetus’un algıyla bilginin aynı, olduğu savını da kapsadığı, bize anımsatılır. Üç öğe de balâ ciddi bir eleştiriden geçirilmeyi beklemekte­ dir; ve. sırasıyla, hepsinin üzerinde ayrı ayrı durulaT çaktır. I. Protagorasçi tez —Her yargı yargıyı veren için doğrudur— birey için (169D-İ71C) ve Devlet için 0177C-179B) çürütülür;: bundan sonra, II. Sınırlanma­ mış tezin —Herşey devinim içindedir— her türden ko­ nuşmayı ortadan kaldırıcı bir nitelikte olduğu duyu­ rulur (179C-183B); ve son Olarak, III. Algının bilgiyle özdeşleştirilmesine, karşı çıkılır (184B-18&E). •168C-169D. Ara. Verilen arada, Theodorus yeniden tartışmaya çekilir. Bu durum, uslamlamanın bundan sonraki'bölümünün, diğer iki tezden sorumlu tu» ula­ mayan, Theodorus’un dostu, Protagoras’a yöneltilmiş olduğunu göstermektedir. 168 C. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.). Dostunun sa­ vunmasına benim katkım- bu kadar olabilir— .' elimden gelenin en iyisi budur. O yaşıyor olup da, keftdisi için konuşsaydı, bu savunma çok daha etkili bir -şey olacaktı. THEOD.Ciddi olamazsın, Sokrates; savunman çok ateşliydi. ; SOKR. Teşekkür ederim, dostum; Fakat. Pro' D.-, tagoras’m bize, tartışmak üzere, bir çocuğu

karşımıza aldığımız,- ve, nitelikli ve üstün b ir' ürün olarak gördüğü öğretisini istediğimiz kı­ lığa sokmak amacıyla, çoouğun utangaçlığın­ dan yararlandığımız için, nasıl sitem ettiğine, ve bizi, öğretisi karşısında bundan böyle ciddi olmamız için, nasıl uyardığına dikkat ettin mi? . THEOD, Etmez olur muyum hiç, Sokfates? ■ SOKR. Peki ne yapalım öyleysek Söylediklerine uymamız gerektiğini düşünüyor musun? THEOD. Kesinlikle. ’ SOKR. Peki öyleyse... Ancak senin de gördü­ ğün gibi, bu ufacık topluluğumuzun üyeleri, senin dışrnda kep çocuk. Onun sıkıca tembih E. ettiği gibi, Öğretisini ciddi bir biçimde ele al­ mak durumundaysak, yalnızca sen ve ben,, karşılıklı olarak birbirimizi sorgulamalıyız. Bu . nedenle, öğretisini çocuklarla tartışarak, ger­ çekte olduğundan daiha önemsiz ve değersiz bir kuram, haline getirme suçlamasından, her. durumda uzak olmalıyız.

169.

THEOD. Ne demek? Theaetetus böyle bir araş­ tırmayı uzun sakallı, koca koca birçok adam­ dan kesinlikle daha iyi izleyebilir. SOKR. Ancak senden daha iyi değil, Theodorus. Bu nedenle, rahmetli dostuna hiçbir bor­ cun 'Olmadığını, ve onun için en iyi savunmayı yapma işini bana bırakabileceğini düşünmek­ ten vazgeç. Ve — ta ki matematiksel tanıtlamalarda bir ölçü olmaktan geri durup dura­ mayacağını ya da herkesin geometride ve gök­ bilimde ve senin çok usta olduğunu bildiği­ miz diğer konularda, senin kadar usta olup ol-

’'madiğim anlayıncaya dek— her durumda, yo­ lun İnşa hir bölümünü bizimle yürü, lütfen THEOD. Yambaşında olup da sorgulamandan kurtulmak pek kolay bir iş değil, Sokrates. Beni kendi halime bırakıp, sizi dilediğim gibi İzlememe izin vermeni istediğim zaman, beni ■B. bırakacağını, ve Ispartalılar gibi, güreş alanı­ ma çıkmak için zorlamayacağım düşünmekle aldanmışım: Skiron gibi, aman vermez bir merhametsize benziyorsun. Ispartalılar sana,, güreşmeyeceksen eğer, çeMp gitmeni söyler­ ler, ancak Anteus hepsinden çok sana beıizer: Yanma gelen hiç kimsenin, gücünün sınanma­ sı için zorla soyuncaya dek, gitmesine izin ver­ meyeceksin. SOKB. Karşılaştırmaların, ne yapayım ki bir türlü değiştiremediğim kimi kötü huylarıma, çok iyi uyuyor; ancak sabır, ve dayanabilme gücüm daha hile büyüktür. Şimdiye dek tar­ tışmada’. birçok, büyük; söz., ustasıyla karşılaş­ tım ve Herakles ya da Theseus gibileri tara­ fından, pek çok kez, bir daha ağzımı açma­ masına hırpalandım; ancak ne yapayım, tar-' C. taşma tutkum o denli derin ki, ondan bir türlüvazgeçemiyorum. Bu nedenle, benim olduğu denli seiıin de yararına olacak yeni bir dene­ menin hazzından beni mahrum etme. THEOD. Daha ne diyebilirim ki; madem ki kurtuluşum yok, kendimi sana bırakıyorum: . İnsanların yazgılarını belirleyen Yazgı Tanrı­ çaları gibisin. Hiç kimse, onun için hazırladığın uslamlamanın tuzaklarından kurtulamaz.:

Ancak bilesin ki, önermiş olduğun noktadan .. bir adım daha ileri, gidemeyecek ve seni daha . fazla memnun edemeyeceğim. SOKR. Sen hele bu noktaya gel bir, bu da bi­ ze yeterli. Ancak ciddiyetten yoksun bir biD. çimde ve yüzeysel olarak tartışmamaya özen göstermeliyizj buna çok dikkat edesin ki, ye­ niden Protagoras’m sitemleriyle karşılaşmaya­ lım. •. 169 D -171 D. Tüm yargılara genişletilmiş olduğu biçimiyle, Protagorasçı öğretinin eleştirisi. Sokrateş şimdi, Savunmanın esas bölümünde öne sürülmüş, gerçek anlamda Protagorasçı olan öğretiye —Ölçü in­ san düsturunun, doğrudan ve aracısız algı alanının (ki burada Platon da düsturu kabul etmektedir) öte­ sinde, her türden yargıyı kapsayacak biçimde genişle­ tilmesine— karşı saldırısını başlatmaktadır. özgün itirazımız (İ61D) şuydu: Tüm yargılar,. yargıyı veren için doğruysalar eğer, bir insan nasıl olur ,da, diğerinden daha bilge olabilir? Savunma­ sında. Protagoras bazılarının diğerlerinden daha bilge olduklarını «teslim eden» biri olarak gösterilmişti, ve' bu onun konumunu zayıflatan bir şey olarak görüle­ bilirdi. Şokrates şimdi, bu adımdan, onu Protagoras’ın kesinlikle söylediği bir ifadeden,. eşdeyişle «her bir insana görünenin onun için var olduğu» önermesin­ den formel olarak çıkarsayarak, emin olmamız gerek­ tiği düşüncesindedir. Galiba Platon, Protagoras’a onun yapıtlarında tam tamına bu biçimde görünmeyen bir ifadeyi yükleme töhmetinden kaçınmak istemektedir.

169 D. SOKR. Öyleyse, öğretiyi cidcü bir biçimde ele almaya, onu daha önce bırakmış olduğumuz noktadan başlayalım. Öğretiyi her bireyi bilge­ likte kendine yeter yaptığı için eleştirdiğimizde, hoşnutsuzluğumun hakh bir gerekçeye daya­ nıp dayanmadığım görelim. Protagoras daha sonra, neyin iyi ya da neyin daha kötü olduğu konusunda, bazı insanların daha.üstün oldu­ ğunu teslim etti ve bunların bilge kişiler olduk­ larım söyledi, değil mi? THEOD. Evet. SOKU. Bu anlayış, bizim onun Savunmasında E; kabul ettiğimiz bir şey olmak yerine, gerçek­ ten de Prötagoras’ın ortaya koyduğu bir kabul olsaydı, sorunu yeni baştan ele alıp, dayandı­ ğımız temellerin sağlam olup olmadıklarından emin olmaya hiç gerek.ohnayacaktı; ancak du­ rum böyle olmadığına göre, onun adına bu ka. bulde bulunmaya yetkimiz olmadığı söylenebi­ lir. Bu nedenle,, bu özel nokta üzerinde daha tam ve daha.kesin bir anlaşmaya varmak, çok daha doyurucu olacaktır; çünkü bunun böyle olması, ya da olmaması önemli bir fark yaratmaktadır. THEOD. Bu çök doğru. SOKR. öyleyse gel, .bu anlaşmaya herhangi bir üçüncü kişinin aracılığıyla değil de, onun kendi ifadesinden kalkarak, olanaklı olduğu 170. ■ ölçüde kısa bir biçimde, varmaya çalışalım. THEOD. Nasıl?

SOKR. Şöyle : Protagoras birine doğru görünenin C1) doğru göründüğü kişi için doğru olr duğunü söylüyor, yoksa söylemiyor mu? . THEOD. Evet o aynen böyle diyor. SOKR. Öyleyse Protagoras baki hiçbir ayrıl , söz konusu olmaksızın, her bir insanın komşu­ larından bazı bakımlardan daha bilge, bazıbakımlardansa komşularının kendisinden da­ ha bilge olduklarına inandığım söylediğimiz zaman, bm insana ya da daha' çok tüm, insan- .; lara doğru görünen bir şeyi dile getirmekte­ yiz. örneğin ister, savaşta ya da ister salgın' hastalık, halinde ya da ister denizde olsun, büyük tehlike ve felaket anlarında, içinde bu­ lunulan durumu denetim altma alan biri, onun B. tek üstünlük noktası bilgi olduğu zaman, iyi biri olarak görülür ve ona bir kurtarıcı gözüy­ le bakılır. Gerçekten de dünya, insanları ve hayvanlan eğitip yönetebilen ve onlan yapıp etmelerinde yönlendirebilen kimseleri arayan insanlarla, öte yandan da, kendilerinin söz ko­ nusu eğitim ve yönetim işini üzerine almak için oldukça .yeterli ve uygun olduğunu düşü­ nen kimselerle doludur. Tüm bu durumlarda, . insanların kendileri arasında hem bilgeliğin hem de, bilgisizliğin varolduğuna inandıkları­ nı söylemezsek, ne diyebileceğiz? THEÖD. Hayır, hayır. Bunu kesinlikle söyle­ meliyiz. . ■■ I—ı 1.1 ■' .

.

U). Buradaki to dokoyn metnin, de gösterdiği gibi, «doğru görü­ nen» anlamındadır. Protalgoras’m deyişi yargıyı da Icapsağ dığındâiı, Sokrates'in. yorumü tümüyle doğrudur..

SOKR. insanların .bilgeliğin- doğru düşünme­ de, buna karşın bilgisizliğin yanlış inançta . yattığına inandıklarım da söylemeleyiz. C. THEOD. Elbette. ■SOKR. Bu durumda Protagoras’m öğretimin­ den iıe anlamak'durumundayız. İnsanların her zaman doğru düşündüklerini, mi. yoksa bazen doğru bazen de yanlış düşündüklerini mi söy­ leyeceğiz? Her iki sayıntıdan da, insanların düşüncelerinin her zaman doğru olmadığı, ancak hem doğru hem yanlış olduğu sonucu çıkar. Çünkü düşün bir kere Theodorus, sen ’ ya da. herhangi bor başka Frotagorasçı, hiç kimsenin bir. başkasını bilgisiz ya da yanlış yargılar veren biri, olarak görmediğini söyle­ meye ^kalkışır mısınız? D. THEOD. Bu inanılır bir şey değildir, Sokrates. SOKR. Bu, bununla birlikte, insanı herşeyin ölçüsü yapan öğretinin kaçınılmaz sönücudur. THEÖD. Nasıl yani? SOKR. . Belirli bir konuda, usunda bir yargı' oluşturduğun, ve onun hakkında bir inanç or­ taya koyduğun zaman, bunun, Protagoras’ıh kurarmnm da- söylediği gibi, senin için doğru olduğunu kabul edelim; ancak bu durumda, senin yargın üzerine' herhangi bir yargı ver­ menin biz dostların için olanaksız öldüğünü mu anlayacağız; yoksa eğer yargı vermemiz „. / olanaklı olursa, her zaman seniıi inancının doğru olduğunu mu dile getireceğiz? Toksa

her fırsatta ,sana karşı görüşle geliştirip, se­ nin yargının ve inancının yanlış olduğuna ina­ nan binlerce karşıt bulmaz mısın? E. THEOD. Ben de tam olarak, senin son söyle. diğin giibi düşünüyorum, Sökrates; Homeros'un söylediği gibi, binlerce ve onbinlercesi; üstelik . bunlar, bana dünyadaki Her güçlüğü çıkarır­ lar. SOKR. Öyleyse? Böyle bir durumda senin sa­ hip olduğun inancın doğru fakat bu binlercesi içdn yanlış olduğunu mu söyleyeceksin? THEOD. Öğreti kesinlikle gerektirir gibi görünüyor.

171.

böyle bir'sonucu

SOKR. Peki ya Protagoras’in kendisi için na­ sıl bir, sonuç söz konusudur? Şöyle birşey de­ ğil midir; Onun ve genel, olarak dünyanın in­ sanın. ölçü olduğuna inanmadığım —ger­ çekten de inanmazlar— varsayarsak, onun yaz­ mış olduğu bu Doğruluk herkes için doğru ölmayacaktır? Öte yandan, Protagoras’m ken­ disi' insanın ölçü olmasına inanıyor, ancak in­ sanlığın büyük bir bölümü kendisiyle aynı inancı paylaşmıyorsa, senin de gördüğün gibi, Protagoras’m Doğruluğu, inanmayanların sa­ yısı inananların sayısını ne denli geçiyorsa, doğrudan o denli daha fazla yanlış olacaktır, öyle değil mi? THEOD. Onun doğruluğu ya da yanlışlığı her bir bireysel inanca göre değişiyorsa, bu sonuç • çıkıyor, gerçekten.

SOKR. Evet; üstelik ö gerçekte bir başka enfes sonucu daha içeriyor i1)-. Protagoras kendisi söz konusu . olduğu sürece,' kendi inancının doğru olduğunu kabul, ettiği denli, başka her■kesin inancının da doğru olduğunu kabul etti­ ğinde, onların kendi inancının yanlış olduğu­ nu düşündükleri yerde, karşıtlarının . kendi inancı hakkındaki inançlarının' doğru olduğu­ nu teslim etmek zorundadır. THEOD. Kesinlikle. B. SOKR. Bir başka deyişle, o kendisinin yanlış olduğunu düşünenlerin inançlarının doğru ol­ duğunu, kabul ederse, kendi İnancının yanlış olduğunu kabul edecektir. THEOD. Zorunlu olarak. SOKR. Ancak diğerleri, olaya onlarrn tarafın­ dan baktığımızda, kendilerinin, yanlış olduk­ larını kabul etmezler. THEOD. Hayır etmezler. SOKR. Oysa Protagoras, yazmış olduklarına göre, bir kez daha, onlarrn bu ’ inançlarının herhangi bir. başka inanç denli doğru olduğu­ nu kabul eder. THEOD. Öyle görünüyor. . SOKR. öyleyse,, her dürümda, ya onun inan­ cının doğruluğu tartışılacak; ya da bunun ye- ■ İM Sextus Eıapricus Math. VII, s., 38S'da, bu biçimden, bir usiand&mamiL; ¡Profcagoms'a {çarşı, tıpkı burada Platon’un yap■ftıiğı gibi, Denvokritos tarafından da 'kullanıldığını söyler.

rine o, kendi inancına karşıt olmakla birlikte, herkes tarafından kabul- görmüş genel görüC. şe katılacaktır. Bir başka deyişle, bir karşıtı­ na, onun kendisini nkine karşıt düşüncesinin doğru olduğunu söylediği zaman, Protagorâs bu andan başlayarak, bir köpeğin ya da, so­ kaktaki bir adamın, bu şey her ne olursa ol; sun, anlamadığı bir .şeyin bir ölçüsü, olmadığı­ nı kabul ediyor olacaktır, öyle değil mi? THEOD. Evet.

.

SOKR. Şu halde, herkes tarafından tartışıldı’ ğindan, Protagoras’m. Doğruluk'u — kendisi de içinde olmak üzere— biç kimse için doğru değildir. ' THEOD. Yaşımıza göre çok hızlı koşuyoruz, dostum Sokrates. SOKR. Ancak herhalde doğruluktan, daha hız- D. lı koşmuyoruz. Onun, yaşlı bir adam olarak bizden daha bilge olması, elbette ki çok olarşılıdır, ve o bu anda kafasını boynuna dek, topraktan çıkarıp, şöyle bir doğrulsa, öyle sa­ ndır ki, yavaş yavaş batarak, yeniden tümüy­ le kaybolmazdan önce, beni böyle anlamsız konuştuğum, seni de bu saçmalıkları onayla­ yıp kabul ettiğin için bir güzel haşlayacaktır, ■ Boşver biz, herşey bir yana, anladığımız kada­ rıyla,. elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışalım ve düşündüklerimizi söylemeye de­ vam edelim. Sokrates’in son sözleri, büyük .bir olasılıkla, Prota- ; goras’m, Platon’un düşüncesine.’ göre, verecek geÇerlfs;

bin yanıtı olmadığı anlamına gelmez. Uslamlama, Protagoras’m kendi ilkelerine dayanarak, «her bir insamn doğru olduğunu düşündüğü şey, onun için doğ­ rudur.» savında olmanın sonuçlarını tam bir doğru­ lukla çıkarsamıştır. Bu -uslamlamaya göre, Protago­ ras’m karşıtlan için, onun öğretisinin doğru olmadı­ ğı, ve Protagoras’m kendisi için, önlarm Protagoras’m inancının yanlışlığına ilişkin inançlarının onlar için doğru olduğu sonucu çıkar. 171 D -172B. Sorunun yeniden ortaya konması s Bilgenin üstünlüğü nerede yatmak­ tadır? Bu uslamlama, bununla birlikte, ad hominem W bir uslamlamadır. Protagoras’la Platon arasındaki gerçek anlaşmazlık noktası, oldukça ciddi olup, göre­ li olarak yüzeysel olan bir yaklaşımla çözülecek gibi değildir, ve bu nedenle Sokrates tartışmaya daha ciddi bir dönüşüm ve biçim kazandırır. O. Protagoras da iç­ lerinde olmak üzere, herkesin kabul ettiği öncülü ye­ niden ortaya koyar: Bir insan diğerinden daha bilge, oiaıbilir. Bilgenin söz konusu üstünlüğü nerede yat­ maktadır? Hiç kuşkusuz, duyusal niteliklerin aracı­ sız, doğrudan algısında değil.- . Bu alanda (Platon’un birçok, kez kaydetmeye büyük bir özen gösterdiği gi­ bi), Protagoras’la her insanın, onun için var olanın ya da daha çok «oluşan» m ölçüsü olduğunda uyuşmuş­ tuk. Ancak Savunmanın' kendisi hekim, eğitimci ve devlet adamının bilgelik yönünden bir üstünlüğü ol­ duğunu savİamıştı. Her üçü de içinde bulunduğumuz Cx): Kendisin© -öncül olarak, karşı tarafça kabul edilen.bir öner- ' y .-m eyi alan ve buradan diğer tarafça kabul edilemez o'lan ■ bir sonuç çıkars&yan uslamlama.

durum ve koşulları, değiştirmeyi üzerine alıp, şeylerin bireye ya da Devl,ete daha iyi «görünmeklerini ya da birey ya da Devlet için daha iyi «olma» larmı sağlar! Böylesi bir etkinliğin, neleri içerdiğini, halâ, araştır­ mak durumundayız. 171 D., SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) Şimdi, örne­ ğin herkesin en azından. şunu kabul edeceğini söylememiz gerekmez mi? Bir insan diğerin­ den daha bilge ya da daha bilgisiz olabilir. THEOD.. Kesinlikle böyle olduğunu düşühuyo. rum. SOKR. Ve dahası,' öğretinin en sağlam dayaE. nağmı, bizim Protagoras'm Savunmasından bulup çıkardığımız konumda bulacağını söyle­ memiz gerekmez mi? Birçok şey — sıcak, ku­ ru, .tatlı, ve bu türden herşey— her bir insan için tıpkı, o insana göründüğü gibidir.-. Buna karşın, kuramın bir insanın diğerinden: daha üstün olmasını kabul ettiği bir yer varsa, o sağlık ve hastalık konularında, bir kadın ya ­ da çocuğun -—dolayısıyla hayvanın— neyin kendi sağlığı için tümüyle yararlı ve neyin kendisini iyileştirmeye yetili olduğunu bilme­ diğini, ve bü alanda bir kişinin diğerinden dar ha üstün olduğunu kabul etmeye razı olmalı-'' dır, ■. . 172. • THEOD. Ben de kesinlikle böyle diyecektim; ■ SOKR. Ve yine toplumsal konularda, kuranı,, iyi ve kötü alışkanlıklar ya da doğrular .-ve i yanlışlar'ya da dinsel konular söz konusu ol­ duğu sürece, bir Devletin Kendisi .için yasal

. görerek, yasalaştırmaya karar yerdiği bir şey, her ne olursa olsun, o Devlet için gerçekten de yasaldır; ve bu alanda hiçbir birey ya da Dev­ let diğerinden daha bilge değildir. Ancak Dev­ letin çıkar ya da zararının nerede bulunduğu sorusu gündeme, gelince, kuram bir kez daha iki Devlet Adamı arasında ya da iki Devletin, -kararlan arasmda, doğruluk bakımından bir farklılık bulunduğunu kabul edecek, ve bir . Devletin kendi çıkarına olduğunu varsaydığı B. bir yasanın gerçekten de böyle, olduğunu sav­ lamaktan herhalde pek geri duramayacaktır. Savunmada kabul edilen bakış açısı, burada, bir kez daha kısaca, ancak doğıuhıkla yeniden ortaya konur. Hekimin, içinde bulunduğum durumu, şeylerin, bana önuri «daha iyi» , diye nitelediği bir biçimde gö­ rüneceği, ve benim için daha iyi olacağı bir duruma dönüştürmek karşılığında, benden istediği bedeli hak: lı kılan belli bir bilgeliği ;ya da bilgisi yardir. Heki­ min durumu, bir gelenek ya da pratik bir siyasa de: ğişikliği önermek için kendi söylev yeteneğini kulla­ nan devlet adammınkiyle koşutluk içindedir. «Doğ­ ru» yalınç bir biçimde yasa tarafından buyurulan şey, ve «iyi bir alışkanlık» ya da «gelenek» toplumsal ola­ rak kabul görmüş olan bir gelenek anlamına geliyor­ sa, hiçbir Devlet diğerinden daha bilge olamaz. An­ cak bir .yasa ya da siyasa değişikliği. önerisiyle or­ taya çıkan biri, bu değişikliğin «daha iyi», bir başka deyişle, değişiklik gerçekleştiği zaman, Devlete daha yararlı görünecek sonuçlar vereceğini savlamak du­ rumunda olmalıdır. Bu konuya daha sonra döndüğü-. müzde, hekimin ya da devlet adamının, gelecekte ne­ yin daha yararlı olacağına ilişkin şu andaki yargısı-

mn ex hytophesi olarak, deneyimsiz insanların yargı­ sıyla çelişeceği, ve her ikisinin de doğru olamayaca­ ğı savunulacaktır. Bu uslamlama, bununla birlikte, şimdi sırası gelen konudışı söz tamamlanıncaya dek, geliştirilmeyecektir. 172 B -177 C. Konudışı söz i Felsefe Retorik kar­ şıtlığı. Bu konudışı' ara sözün niye açıldığı şimdiye ka­ dar pek anlaşılmış değildir. Sokrates tartışmaya, şim­ di ulaşılan noktada, «Protagoras’la tam tamına aynı düşünceyi paylaşmayanlarını hekimin bireyin beden sağlığı üzerinde çalışmasıyla devlet adamının neyin, doğru ve neyin yanlış olduğuyla ilgilenmesi arasında kurulmuş olan analojiyi kabul etmeyeceklerini dile getirmek amacıyla, ara verir. Söz konusu analojiyi kabul etmeyenler «doğru»nun, herhangi bir tikel ya* sanın buyurduğundan, şü ya da bu', biçimde, farklı bir anlama sahip olmasına karşı çıkacaklardır. Bu, Sokrates’in de söylediği- gibi, Protagoras’la birlikte in1 celenmeye başlanan .konudan çok daha geniş ve öıiemli bir konuyu gündeme getirir 172 B. SOKR. (konuşmayı sürdürüyor.) Ancak sözü, .nü ettiğim bu. alanlarda.-.—doğru ve yanlışla ilgili sorunlarla dinsel konular-— insanlar bu : şeylerden biçbirinin doğal, ve kendi başnıa ' bir gerçekliği, olmadığını-, ancak yönetim kat- . inanlarında alınan kararın, alındığı anda.doğ-.. ru bir .karar haline geldiğini, ve korunduğu ^ sürece, doğru kaldığını savlarlar; ve Prötago-' : ras’la tümüyle, aynı düşünceyi paylaşmayan. •:

bu insanlar felsefelerine bu. doğrultuda biçim verirleri1). Theodorus kuramlar birbiri ardı sıra üs: tümüze geliyorlar, ancak , öyle görünüyor ki, bu sonuncusu bir öncekinden daha önemlidir. Yorumcular, bu tümcenin daha önceki tümceyi genişletmeyip, Protagoras tarafından değil de, Protago.rasia tam tamma aynı düşünceleri paylaşmayan kişi­ lerce geliştirilen yeni bir bakış açısı getirdiğini pek . açık bir biçimde görememişlerdir. Bu kişilerin görüş­ leri, Protagoras’a yüklemiş olduğumuz, ayrıntılı bir değerlendirme ve eleştirisi şimdilik ertelenen göreli olarak sınırlı bakış açısından, daha ayrıntılı ve önem­ li konular içeren «daha önemli bir kuramadır. Kimindir bu daha Önemli kuram? Bu kuramı savunanlar «eksik Protagorasçılar» olmayıp, Protagoras’m. kendisinden daha .ileri giderler..Bunlar fiziksel niteliklerle (sıcak,. kuru, tatlı, .v.b.g.,) «adil» gibi ah.laksal nitelikler arasındaki analojiyi yadsırlar. Onlar , sıcak ve soğuğun, .ıslak ve kurunun «doğadan»* geldiği­ ni, bu niteliklerin «doğa sayesinde» varolduğunu söy­ leyecek ve, karşıtlardan birinin bana, diğerinin şana görünmesinin, onların kendilerinde, nesnel bir varlığa sahip olmaları olgusuyla tutarlı, olduğu konusunda Cl) Rai hosoi ge de... legousri. Hösod an legosi'yi «Protagoras'Ja’ aynı. düşünceyi paylaşmayan herkes» biçiminde okumak ve dolayısıyla bundan (Bay..Dıes ve diğerleriyle birlikte) P ro-. tdgoras denli ileri gitmeyen insanları anlamak olana,Miydi. "Ancak bu insanlar,' gerçekte Protiagoras’tan daha ilerj gider­ ler. ■Protogorasin bakış 'açısına ulaşacak.biçimde hareket et­ meyi kabul -etmeyen her insanın burada ortaya konan, ekst­ rem'görüşü savunduğu da. doğru değildir.

Protagoras’la uyulacaklardı. ; Onlar, buna karşın,: «adil» ve «adaletsizdin Doğada hiçbir yeri olmadığını • söylerler; bunlar .yalnızca, uylaşımın ya da toplulu­ ğun genel kararının yaratılandır. Protagoras’ın bu denli ileri’ gittiğine ilişkin olarak elimizde bir’ ipucu.: yoktur t1) . Bu, Devlet’te «doğru» nun herhangi bir doğal geçerliliği olmasını yadsıyan Thrasymakhus tarafından kesin.ve açık olarak dile getiren ekstrem bakış açısıdır; Bu bakış açısına, göre, sözcüğün, Dev­ letteki en güçlü öğenin salt kendi çıkan için buyur­ duğu şeyden (ta toy kreittonos sympheron) daha faz­ la bir anlamı yoktur... O hiç kuşku yok ki, Sokrates tarafından, yasal bulunup ortaya konulanla . yararlı olduğuna karar verilen arasında, yapılmış ayırımı yadsıyacaktır. Sokrates - (Theaetetus’un daha sonraki bölümlerinde olduğu gibi) Devlet’te Devletteki en. güçlü kişinin kendi çıkarma ilişkin olarak yanılgıya düşebileceğini ortaya koyduğu zaman, Thyrasymakhus tatmin olmadı. Yasalar’ın tanrıtanımazları da, Doğa ve Uylaşım arasındaki aynı karşıthğı ortaya koyarlar. Ateş,, su, haya ve toprak Tannsal bir tasa­ ma ve- amaç söz konusu olmaksızın, doğadan gelip, rastlantıyla varolur; ve onların etkin, güçlerinin.-—sı­ cak, soğuk, kuru, ıslak, vb.g.,~ birbirlerini karşılıklı olarak etkilemeleri bütün bir fiziksel evreni ,doğurur. Ancak sanat ya da tanrısal tasarım yalnızca, daha sonra ortaya çıkar; o insansaldır ve insansal bir köke(10i Oftun Protagoras SfflO'delki. konuşması, tüm insanlarda „top-, •lum meydana, gelmezden önce varolan, aidos’ ve;dikeye ilişV kin doğuştan, ahlaksal* güdülerin- varlığını1 teslim eder..Er-■ üsto'eğitim i, budöğaJ. güdülerin, bir Süreciyle .ıgeı^ekleşip, insanları kendi Pevletlerirıiri -iyi', 'foıYR. taşlan yapan, bir gelişiminden başkla' bir şey .'ü'elfilüi.r..

ne sahiptir. Yasanın, geleneğin ve dinin tümü «doğadan gelmeyip, sanatla varolur» . Uylaşımlar farklı top­ luluklarda farklılıklar gösterirler. «Doğruluk ya da «Adalet» in (ta dikaia), şu ya da bu biçimde, doğal bir .varoluşu yoktur; insanlar onun hakkında sürekli olarak, tartışmakta ve. onu sürekli olarak değiştirmek­ tedirler ve, herhangi bir anda yapılan değişiklik, bu değişiklik her ne olursa olsun, varoluşunu herhangi bir. biçimde doğaya değil de, insansal tasarım ve ya­ salara borçlu olduğuna göre, o anda belirleyici, kesin sonuçlu ve yaptırımsa! bir karakterdedir.» (Yasalar 889EJ Bu tam tanıma, inşam h'erşeyin ölçüsü yapma­ nın ekstrem sonucu olup, burada, Sokrates’in soıi tüm­ cesinde dile getirilen bakış açısıdır; bu sonuca, ahlakın temellerini yıkma gibi bir amacı olmayan, Protagoras’ın kendisi tarafından hiçbir zaman ulaşılmış değildir. . Platon’a göre, bu tez şeytanın bakış açısıdır; Devlet’in tümü buna bir yanıttır. Bü bakış açısının Protağoras’a yüklenemeyeceğini kabul eden Sokrates Protagoras’m kendi kuramının eleştirisini,, bir süre için, bir kıyıya bırakır ve bu «konudışı ara söz» de, söz konusu bakış açısına dolaylı bir yanıt verir. Bu görüşü doğrudan bir biçimde ele alma,. Devlet'in bü­ tün bir içeriğinin,. ve Adalet gibi, ahlaksal Formla­ rın «kendilerinde, kendilerine ait bir varlıkla doğa­ dan varolduklarını öne .süren Platoncu tezi destekle­ yen uslamlamaların yinelenmesini gerektirecekti. Arcak Formlar, görünüşler dünyasının, anlaşılır dünya­ ya başvurma söz konusu olmaksızın, bilgi verme sa­ vını, tartışan bu konuşmada, olanaklı olduğu ölçüde dışlanmak, durumundadır. Bu,nedenle Platon yanıtı­ nı, mahkeme ya da Meclisin hatibiyle, bilgisi-gerçek-

lik alanının bilgisinden oluşan filozof ve gerçek devlet adamı arasmda Görgias ve Devlet’te çizmiş olduğu karşıtlığı canlandırarak ortaya koyar. Konu dışı ara sözün tümü, Devlet’in içeriğini anıştıran ifadelerle : doludur ve Formlardan ara söz boyunca, göze çarp-: mayacak bir biçimde de olsa,'söz edilir. 172 C. THEOD. Yeterince boş zamanımız var. Sokrates. SOKR. Evet evet.,. Zamanının çoğunu felsefî incelemelerle (l) geçirmiş olan insanların, mahkemede •konuşmacı. olarak ortaya çıktık-, lan zaman, gülünç duruma düşmelerinin bu denli doğal, olması, beni eskiden olduğu gibi, şimdi de çok etkiliyor. THEOD. Nasıl yani?



SOKR. Gençliklerinden başlayarak, hep mah­ kemelerde ve benzeri yerlerde çalışmış insanD. lan ,.felsefî araştırmalarla gelişmiş diğerleriy­ le karşılaştırırsan, bunlardan birincileri köle-, ler, diğerleri ise özgür insanlar, gibi yetiştiril­ miş görünür. . • THEOD. Ne yönden? SOKR. Tam şimdi senin sözünü ettiğin yön­ den;, özgür insanın boş zamanlarında, her tür­ lü çekişme ve gürültüden uzak bir biçimde, konuşmak için daima zamanı vardır. O, ,şimdi Cl)

Philosophianm çoğu kez, (143p'de olduğu gibi! liberal sa- ' natların tümünü ya. da (Sokrates’te. olduğu gibi)- bütün . bir «■kültür», ü kapsayacak biçimde, oldukça geniş b ir an­ lamı vardı. . '

E.

. 173.

. B.

.

bizim.yaptığımız gibi, bir uslamlamadan (ar­ gümandan) diğerine geçecektir —daha şimdi­ den üçüncüsüne ülaştık- bile; bizim gibi, o da eskisini bırakıp, kendisine daha ilginç gelen bir yenisine başlar; tartışmanın, o keşke doğ­ ruluğa ulaşsa da; he .denli uzun ya da kısa olabileceğiyle hiç ilgilenmez. Saatin kendisini hep daha hızlı olmak zorunda bıraktığı hatip, daima zamana karşı konuşur; seçtiği bir konu üzerhide daha fazla bir şeyler söylemesine olanak yoktur çünkü karşıtı, .onun kendisini kendileriyle sınırlaması gerektiği noktalan gösterir , bir program uzatmaya hazır bir du­ rumda, izlemektedir. O,, karar vermeye hazır­ lanan efendisi önünde, belirli bir özür ortaya koyarak, köle-arkadaşını savunan . bir köle­ dir; üzerinde durulan noktanın hiçbir önemi yoktur, ancak onun kişisel çıkarları, hatta b a -. zen yaşamı bile, tehlikededir-, Bü nedenle o1 kopmak üzere olan bir tel gibidir, ve oldukça kumazlaşmıştır; efendisine nasıl yaltaklana­ cağını, ve onun merhametini nasıl kazanaca­ ğım iyi- bilmektedir; ancak yine de dar görüş­ lü. ve namussuz biridir. Kölelikte çırakkk, onu, sapa yollara sokarak, gençlik duyarlığı ve narinliğinin hiçbir zaman doğruluk ve dü­ rüstlükle karşılayamayacağı korku ve tehlike- • lerle korkutarak, cüce bırakmış ve gelişmesini tersine çevirerek, özgür bir tinden yoksun kıl­ mıştır; dolayısıyla o daha ilk baştan, yalanın yoluna sapıp, yanlışı yanlışla telâfi ederek, be­ dence ve ruhça eğri büğrü ve bodur biri hali­ ne gelir-ve gençlikten erkekliğe kendisinde sağlam ve sağlıklı bir yan kalmamış olarak

ve en sonunda, —olmayı’düşündüğü gi­ bi— çok bilgili ve anlayışlı bir adam haline ge-' lir! ‘ '■ geçer;

Hatip için bu kadarı yeter, Theodbrus; şim­ di, bizim de üyesi bulunduğumuz felsefeciler topluluğunu betimleyeyim mi, yoksa bunun • yerine, bu işi bir kıyıya bırakıp, tartışmamıza geri dönmeyi mi istersin? Sahip olduğumuzu savladığımız, bir. konudan- diğerine geçme öz­ gürlüğünü kötüye kullanmayalım, ama. THEOD. Hayır Sokrates; önce betimlemeni bir C. dinleyelim. Senin de çok haklı, olarak söyledi­ ğin gibi,'inceleyip bir sonuca bağlanmak üze­ re, şu ya-da bu konuyu, seçtiğimiz anı bekle- mek, ve-seçilen konuya uygun düşmek zorun­ da olan, uslamamanın köleleri değiliz. Mahke­ mede değiliz, dolayısıyla yargıcın gözleri de de üzerimizde değil; öte yandan, ulaştığımız, sonuçlan ve kaydettiğimiz felsefî gelişmeleri.; eleştirmek için hazır bekleyen dinleyicilerin .bulunduğu bir meydanda da. değiliz. SOKR. O halde, dileğin buysa, gel felsefe ala­ nındaki önderlerden söz edelim; çünkü zayıf. D. önemsiz üyeler nasılsa ihmal edilebilirler. Bun­ lar daha gençliklerinden başlayarak, çarşı-pa, zar' yerini, ya da mahkemeyi, ya'.da yaşlılar meclisini, yâ da bir başka meclisin bulunduğu yeri hiç b i l m e z 1 e r; bir. yasa' metnin-. den bir- buyruğun yüksek sesle okunduğunu hiç işitmemişler ya da bir yasa metnini açıp bir buyruğu hiç incelememişlerdir;siyasal:hi-, .ziplerin rekabetine ilgi duyma, toplantılara,

yemeklere, flavtacı kızlarla cümbüşlere katıl­ ma,. onlann başına, düşlerde bile, gelmeyen şeylerdendir; herhangi bir yurttaşın soylu bir . aileden mi yoksa aşağı bir aileden mi geldiğiy­ le, ya, da ister anne ister baba tarafından ol­ sun, büyüklerinden bir kusur ya da bozukluğu miras alıp almadığına gelince, filozof böyle şeyleri denizdeki damla sayısını ne- denli biliE. yorsa, o denli bilir. Ö bu gibi şeyleri hiç bil­ mediğinin bile ayırdmda değildir; o bunlardan uzak, duruyorsa, bü ün kazanmak için değil­ dir, ancak gerçekte yâlnızca bedeni, yaşadığı kentte dolaştığı içindir; oysa ruhu tüm bu şeyleri değersiz bulup küçümseyerek, kanat ta­ kıp uçar; kendisini çevreleyen şeylerin hiçbir zaman içine dalıp gitmeksizin, Pindaros’un de­ diği gibi, «göğün ötesinde, toprağın altında», gökleri. araştırıp, yeryüzündeki alan ve düz­ lükleri ölçümleyerek, her yerde herşeyin bir 174. bütün olarak. gerçek doğasım bulmaya çalı­ şır. THEOD. Ne anlatmak istiyorsün, Sokrates? SOKR. Thales’in yıldızlan gözlemleyip incele­ mek üzere, göğe bakarken kendisini kaybedip, bir kuyuya düşmesine tanık olan Trakyalı bir hizmetçi kadının Öyküsünde yatan gerçek pa-' yını... Hizmetçi kadın/ayağının altında ne ol­ duğundan habersiz birinin gökte olup biten­ leri öğrenmek için bu derdi istekli olmasını hafife alıp, Thales’le bir güzel alay etmiş. YaB. şamım felsefeye adayan her insanın böylesi alaylara alışık olması gerekir. Onun kapı kom■, şüsunun ne ile •uğraştığını : bilmediği- doğru

dur; hatta gerçekte, o komşusunun nasıl, bir. yaratık olduğunu bile bilmez; o gerçekte tüm zamanını ve gücünü, insanın ne olduğu, böy­ le bir doğayı herhangi bir başkasından hangi güçlerin ve özelliklerin ayırdığı sorularına bir yanıt bulabilmek için harcar. C1) Ne demek is­ tediğimi ahlıyor musun, Theodorus? THEOD. Evet, gerçekten de doğru söylüyor­ sun. ^ . . SOKEt. İşte bunun için dostum, başta da söyC. lediğim gibi, böyle biri ister geniş halk yığın­ larıyla, ister kişisel dostlarıyla ihşkilerinde ol­ sun, bir mahkemede, ya da bir başka yerde, ayaklarının altında ya da .gözlerinin önünde ne bulunduğu hakkında konuşmak ' zorunda bırakıldığı zaman, ona gülmede tüm bir ayak­ takımı hizmetçi kadınlara katılır; o deneyim­ sizlikten, ,bir köle gibi yürümeye devam eder ve çeşit çeşit tuzaklara düşecek gibi olur. Kor­ kunç beceriksizliği onun böylesine aptal gö­ rünmesine neden olur. Hakarete maruz kaldı­ ğı zaman, başkalarının kendi kişisel kusur ve zayıflıklarıyla hiçbir zaman ilgilenmeyen biri olarak, gözler önüne serecek kişisel skandalları olmadığı için, kimseye aynı biçimde karşılık D. vermez; bundan ötürü, çaresizliği içinde, aptal biri gibi göıünür. İnsanlar kendilerinin ya da başkalarının hünerlerini övmeye başladığı za-.

('£) Fonnlar kuramım açık bir biçimde anıştıran bir tümce. • Bilginin gerçek nesnesi bireysel insanlar 'değil de, »insan» Formudur»

•man,.onun' içten;-gûlüşm - dikkatleri çeker, ve ■çevresindekiler, onun hafif ve uçarı biri oldu­ ğunu düşünürler. Bir zorba ya da kral övül­ düğü zaman, ona sanki sürüden topladığı süt lüiktarmdan. dolayı bir domuz çobanının ya da kuzulardan, ye ineklerden oluşan sürünün çobanmm kutlanmasını işitiyormuş gibi geliryalnızca bu zorbaların baktığı hayvanların so­ murtkan bir yüzle halinden hep şikayetçi olan . zorbayı emzirmeye eğilimli olup, daha çok süt verdiklerini, .ve böyle bir sürünün kaÉ.' lésine kapanmış çobanı, tıpkı dağda bulunan , bir ağıldaki çoban gibi, kaba ve terbiyesiz biri yaptığını düşünür; dört yüz dönüm ya da da­ ha fazla arazisi olan bir toprak sahibinin ola-, ğanüstü zenginliğini işittiğinde yeryüzünü bir bütün olarak düşünmeye alıştığı için, bu ona ' önemsiz bir iş olarak görünür. Uzun uzadıya doğumdan konuştukları —zengin atalarının yedi1kuşağına dikkat çeken beyefendiler— za­ man, böylesi bir övünmenin, anlayışı hemen 175. hemen tümüyle körlenmiş, bakışlarını bütün üzerinde yoğunlaştırmak ya da her insanın çok. büyük sayıda atası olmuş Olduğunu, bun­ lar arasında birçok zengin ve yoksul, kral ve köle, Yunanlı ve barbar bulunduğunu düşün­ mek için, oldukça eğitimsiz insanlardan gel­ mesi gerekir. Amphitryon’Un oğlu Herakles’e giden yirmi, beş kuşağı gösterir bir soykütüğü kataloguyla gururlanmak, onu, olağanüstü sıB. radan bir olay olarak, çok şaşırtacaktır. O, Amphitryon’dân önceki yirmi beşinci. atayı, eşdeyişle kendisinden önceki ellinci atayı he-

. saplamayı bir hüner sayıp, kendisini budalaca bir kibirlilikten kurtaramayan bir insana gü. 1er. Ancak tüm bu gibi konularda, insanlar, bir ölçüde gururlu göründüğü için, bir ölçüde de gündelik yaşamda ortaya çıkan sorunlar ve işlerde iflah olmaz bilgisizliği nedeniyle filo- . ■zofa gülerler. THEOD. Evet Sokrates, dediklerin olup biten­ lere çok uygun. SOKR. öte yandan,, dostum, filozof böyle inC.. sanlardan birini, «Ben sana nasü bir haksızlık yapmışım ya da sen bana, nasıl bir haksızlık yapmışsın?» sorusunu bir kıyıya bırakmaya ve kendilerinde adalet ve adaletsizlik, bunla­ rın her.birinin ne olduğu, birbirlerinden ve başka herşeyden nasıl ‘ayrıldıkları i1), hakkın­ da düşünmeye, ya da kralların ya da gelecek­ lerini maddesel yönden güvence altına almış insanların mutluluğu hakkında, çeşitli ozan­ lardan dizeler okumayı bırakıp, krallığın an­ lamı, ve insansal mutluluk ve mutsuzluk so­ runu, onların doğalarının ne olduğu, ve in-r sanlığın nasıl mutsuzluktan kurtulup,, mutlu­ luğa ulaşacağı, hakkında düşünmeye razı ola­ bileceği bir yüksekliğe sürüklediği zaman — böylesi dar görüşlü, ancak son derece uya­ nık, ve alışılmış •ölçülere ve kurallara uygun kafa, tüm bu konular üzerinde bir konuşma-. D. yapmak durumunda kaldığı zaman, durum (1)

Ahlaksal Formlardan burada açık olarak şoz edilmektedir,-. p ve Devlet VI. kitaptaki mağara benzetmesini anıştıran yön­ ler vardır.,

tersine, döner. Böyle alışık olmadığı bir yük­ seklikte asılı olmaktan, ve göğün ortasından aşağıya bakmaktan başı dönen, şimdi odur. Yolunu şaşırıp, korkudan .dehşete düşmüş, kekeleyip, duran bu adama, hizmetçi kadın­ lar ya ..da. eğitimsiz ayaktakımı- değil de —çün' kü onlar neler olup bittiğini göremeyecekten dir— yetişme biçimi bir .kölenin yetişme biçi- ' ininin tam karşıtı olan her insan gülecektir. İşte iki ayrı karakter, Theodorus. Biri öz­ gürlük ve banş içinde eğitilmiştir; senin de söylediğin gibi, ona filozof adı verilir. Böyle bi­ ri, kölenin yaptığı bir işi yapmak zorunda kal­ dığı zaman, aptal ya da işe yaramaz biri gö­ rünürse, geceliklerini düzerdi bir biçimde bir bohça içine yerleştiremezse, ya da bir tabağı . herbiri' değişik tatlar veren baharatlarla ve konuşmayı da dalkavukluk kokan anlatımlar­ la süsleyemezse, bağışlanmalıdır. Oysa diğeri, .bü türden. hizmetleri çabucak , yapıp bitirmek . yönünden çok. beceriklidir, anoak mantosunu, kibar ,bir insana yaraşır bir biçimde giymeyi bir türlü öğrenememiştir ya da, haklı olarak, tanrılar ye insanlar için gerçekten mutlu bir yaşamı haber veren, konuşma , biçimini kapa­ nmamıştır.. . . THEOD. Sokrates, tıpki beni ikna ettiğin gibi, herkesi böyle ikna edebilseydin, dünyada »daha çok huzur, daha az kötülük olurdu. SOKR. Kötülükler, Theodorus, tümüyle hiçbir zaman ortadan kaldırılamaz, çünkü iyinin bir ■.karşıtı her zaman olmalıdır. Ancak kötülüğe

tanrısal düiıyada hiç yer yoktur; kötülükler, ölümlü doğamızın içinde bulunduğu dünya-, dan hiç ayrılmaz; bu. dünyadan ötekine uçmak için acele etmek zorunda olmamızın nedeni budur; ve bu tanrısala, olanaklı olduğu ölçüde, B. benzer hale gelmekle eşdeğerdir, ki bu sonun­ cusu da, bilgeliğin yardımıyla doğru biri hali­ ne gelmek demektir. Ancak insanları, günah­ kârlıktan kaçıp iyiliğin peşinden koşma ne­ denlerinin, yaşadığımız dünyanın verdiği ne■denler olmadığı hususunda ikıia ■etmek,. . pek . de kolay bir iş değildir. İyi olmak için gerçek motif,; ,insanın saf ve iyi görünmesi değildir —benim düşünceme göre, bu bir kocakarı ma.salından daha iyi değildir— ancak izin . ver işin 'doğrusunu ortaya koyalım. Tanrıda ada­ letsizliğin gölgesi bulunmaz, orada yalnızca C. doğruluğun yetkinliği vardır; ve hiçbir şey, ola’ nakli oİduğm ölçüde doğru biri haline gelme­ dikçe, tanrıya bizden daha çok yaklaşamaz. Bir insan, işte ,bu noktada tininin gerçek yü­ zünü ve. gücünü ya da hiçliğini gösterebilir. Çünkü bunu bilmek gerçek bir bilgelik ve yet­ kinlik türüdür; bunu bilmemek, .çok belirgin olarak kör ve. aşağı olmaktır’ Gündelik top- ■ lumsar işlerde, başka her türden güçlü ve bil­ gili görünme biçimleri, birer araç.olup, bir iş­ li. çinin düşlerindeki becerisi denli; sıradan bir şeydir. Bir insanin sözleri ve işleri doğruluk­ tan yoksun, olup, son derece sıradan şeylerse, o insan başkalarının «Onlar hiç de aptal, dün­ yamız için yararsız; bir yük değildirler, fakat' toplumsal ve siyasal işlerde' esen rüzgâra göre

vaziyet alan, nitelikli insanlardır.» gibi sözle­ rine bakıp boş yere gururlanmasın ve her yo­ la başvurup herşeyi yaptığı için: büyük bir adam, olduğu konusunda kendisini boş yere kandırmasın. Doğruluğu (hakikati) ortaya koymaktan kaçınmayalım: Böyle adadılar ger­ çekte; olmadıklarını, sandıklan bir durum için­ dedirler, ve üstelik kendilerini aldatmaktadır­ lar, çünkü onlar kendilerini en çok ilgilendi­ ren, ve en fazla bilmeleri gereken bir konu­ da — adaletsizliğin cezası— tam bir bilgisiz­ lik .'içindedirler. Adaletsizliğin cezası, onların sandığı .gibi, kırbaç ve ölüm değildir, hoş za­ ten bu da zorbaların başına pek gelmez ya, - E. ancak kendisinden kurtulunamayacak bir ce­ zadır! . THEOD. Neymiş bu ceza?

177.

SOKR. Şeylerin değiştirilemez doğaları gereği, biri tanrısal bir mutluluk, diğeri, tanrısız bir bedbahtlık olmak üzere, iki yol vardır —ay­ mazlıklarının, adaletsizlik yaptıkça, mutluluk yolundan giderek daha çök uzaklaşıp, tanrısız bir bedbahtlık yoluna daha çok gömüldükleri­ nin farkına varamayan bu insanları, karşısın. da tümüyle körleştirdiği bir doğruluk. Ödedik­ leri ceza, içinde oldukları yola uygun düşen bir ceza olarak, yaşamlarını sürdürmektir. Ancak onlara, kendilerini üstün bir gayretle kurtarmadıkça, her türlü kötülükten bağışık olan öte dünyanın onları kabul etmeye­ ceğim, ancak burada, yeryüzünde, kendileri gibi kötü şeyler topluluğu içinde, kendi yaşam biçimlerine benzeyen bir yaşam biçimini tüm

zamanlar boyunca sürdürmek zorunda kala-. . caklannı söylersek, tüm bunlar böylesi bildi-" ğinden şaşmaz ve ilkesiz kafalara deli saçması "gibi gelecektir. ' THEOD. Öyle gelecektir, Sokrates. B. SOKB. Bunu çok iyi biliyorum,_dostum. Ancak onlar hakkında söylenmesi gereken bir şey. da­ ha "vardır. Böylelerini bir kı y ı y a çekip, kendilerinden felsefeye karşı yönelttikleri iti­ razları iyice. bir açıklamalarım istediğimizde, kaçıp gitmeksizin, uzunca bir incelemeye kat. ’ lanacak denli .yürekli ve dayanıklı olurlarsa; incelemeyi nasıl uslamlamalarından yana tam bir hoşnutsuzlukla tamamlamalarım, bu süreç boyunca etkili söz söyleme yetilerinin kuru­ yup uçuşunu, ve bir küçük çocuk denli,sus­ kun ve savunmasız kaldıklarım görmek pek acayip bir şeydir. Herşey bir yana, tüm bunların konuşma Ç. dışı bir arasöz kapsamı- içinde değerlendirilme­ si gerekir; şimdi istersen bunlara bir son ve-, relim ve, özgün uslamlamamızı bize- unuttu­ rup, baskın çıkacak gibi görünen bu konular ;seline bir set çekelim. İzin verirsen, konumu­ zu bırakmış olduğumuz yere geri dönelim. ■. THEOD. Bana kalırsa, ben daha çok senin ko­ nuşma dışı arasözlerini dinlemeyi yeğlerim*, bunları izlemek, bu yaşımda daha kolaydır. Bununla birlikte, madem ki istiyorsun, döne­ lim. .' ■.-i.' Bu konuşma dışı arasözün tonu Gorgias ve Phaidon’ıın çok daha ötesine gider ve her ne denli, bilineli

olarak politikanın dışında -kalmış olsa da, çarşı-paza . rın yolunu kesinlikle bilen Sokrates’ih insancılığından çok uzaktır. Zenginlik ve soylu doğuşun özellikle vur­ gulanarak küçümsenmesinde, bir köpeksilik tadı var­ dır. Buradaki temel karşıtlık, temaşa (contemplation! yaşamı ile, yeniden biçimlenmiş. bir toplumda, filo­ zofun kendi yaşamında gerçekleştirme sorumluluğu­ nu üzerine aldığı etkin yaşam arasında değildir.. Te­ resa gibi, birçok aziz oldukça etkin bir yaşam sür­ müşlerdir. Filozofun yaşamı başta hatibin, bölümün sonlarına doğru da topluma yönetici olmak için, re■ torik, eğitimi almış kişinin ve herşey için her yola, başvuran ve ülkülerin (ideallerin) gerçekliğini yadsı­ dığı için, kendisini «gerçekçi» biri olarak düşünen insanın —bizim savaş sonrası dünyamızdan ol­ duğu denli; Platon’un orta yaşlılığının savaş sonrası dünyasından tanıdık.olan, bir tip— yaşamıyla karşı karşıya getirilmiştir; Bu tiradın bir bölümünü yazar­ ken, Platon’un Siaraküza sarayındaki deneyimlerin­ den esinlendiği, kolayca ve hemencecik yapılabilecek bir tahmilidir. Mağara benzetmesini' anıştıran kimi ifadelerle, mutluluğun ve adaletin gerçek anlamı hakkındaki. paragrafla bilginin gerçek nesneleri. olan Formların tanrısal, anlaşılabilir dünyasına ilişkin öğreti, ve Devlet’in bütün bir uslamamasınm anımsatılması amaç­ lanmıştır. Bu yalnızca konuşma dışı bir ara söz değillVdir; Platonculukla, Protagorasçı tezin- ekstrem sonuç­ lan arasında doğallıkla oluşmuş —doğrudan doğruya ; dile gebrelemeyecek olan— yarığa işaret etmektedir. Theaetetus burada gerçek varlık dünyasına bir pen: : -c.ereTaçar;'..ancak görümüz şimdilik engeHenmektedir-

ilgimizin, odak noktasında, şu anda yalnızca görünüş­ ler dünyası, ve onun bilgi verme savı vardır. 177 C -179 E. Protagoras’m savunmasının Çürütülüşü. Uslamlama bırakıldığı, ve' gerçek Protagoraşçı bakış açısının yabancı öğelerden tümüyle yalıtlanmış olduğu, noktadan G172A) yeniden başlar. Protagorasçı bakış ,açışı, onun daha önce çök ötesine geçmiş ol­ duğumuzu .göstermek için şimdi yeniden ^ortaya ko­ nur. Sokrates, daha önce Protagoras adına ortaya koymuş olduğu savunmayı çürütmeye geçer. 177 C. SOKR. Çok iyi. .Ulaşmış olduğumuz nokta sanı­ rım şuydu. Sürekli olarak değişmekte olan bir gerçekliğe, ve bir bireye herhangi bir anda gö. * rünenin, onun için aynı zamanda var olduğu Öğretisine inananların ilkeleri üzerinde bü' yük bir güçle ısrar ettiklerini, ve diğer alan­ larda da,, en azından bir Devletin karar verip D. yasalaştırdığı herhangi bir yasanın, bu Devlet için, bu andaki yöneticileri iktidarda kaldığı sürece, ve bu yöneticiler söz konusu yasanın doğru olduğunu dile getirdiği ölçüde, geçerli ■ olduğunu savladıklarını. söylüyorduk; ' ancak en gözüpek olanı bile, neyin iyi olduğuna geç­ tiği zaman, bir Devletin çıkarına olduğuna ina­ nabildiği ve çıkarma.olduğunu ilan ettiği şe­ yin, bu şey her ne olursa, olsun, böyle olduğu duyurulduğu sürece, "Devletin gerçekten de çıkarma olduğunu savlayacak denli ileri gidemiyecektir— o «çıkarma» sözcüğünün bu şe­ kilde kullanılmaya devam edeceğini kastetme­ dikçe; ancak bu da, konumuzu basit bir şaka­ ya dönüştürür.

E. SOKR. Bu durumda onun «çıkarma» sözcüğünü kastetmediğini, ancak usunda bu ada karşılık gelen şeyin bulunduğunu varsayacağız.

178.

THEOD. Evet varsayacağız P). SOKR. Devletin ona yerebileceği ad ber ne olursa olsun, Devletin kendi çıkan kesinlikle, onun yasamasmm amacıdır. Ve onun tüm yasaları e l d e n g e l d i ğ i ölçüde,. Devletin yararına olacak biçimde’ yapılmıştır. Yoksa yasalan yaparken, Devletin göz önünde tuttuğu bir başka amaç mı vardır? THEOD. Hayır yoktur. SOKR. Peki Devlet amacına her zaman ulaşır­ ını? Yoksa Devletlerin amaçlarına tam olarak ulaşamadıkları sık sık olur- mu?

THEOD. Bu bakımdan sık sık yanlışlara düşük - düğünü söylemeliyim. SOKR. Yararlıyı da içine alan şeylerin tüm . bir sınıfım kapsayan bir soruyla başlarsak* bunun için halâ herkesin onayım alma şansı­ mız var. Bu, gelecek zamanla ilintili bir şey. dir. Yasama sırasında,, yasalarımızı, onlarıngelecek zamanda yararlı. olacakları düşünce­ siyle yaparız. Bunlara «gelecekte var olacak olanlar», sınıfı adım verelim.' ; . B. THEOD. Kesinlikle. .(İh Bu, Devletin, onayladığı heıiıangi bir eylemler smıfma tçıka- rmâ» adım verip vermemesi sorunu değildir. Yasama, bu- . yurulan davranış ■biçiminin iyi sonuçlan olaoağı yargısını: ■gerektirir bir biçimde anlaşılmalıdır. •

SOKR. Öyleyse, Protagoras ya da onunla aynı düşünceyi paylaşan biri için şöyle .bir soru ■vardır: Sana ve dostlarına göre Protagoras, insan herşeyin. — beyazın, ağır ve hafifin ve bu türden herşeyin— ölçüsüdür. İhsan kendi­ sinde, bu şeyleri sınayacak bir ölçüye' sahiptir ve onların, tıpkı kendisinin tecrübe ettiği gibi olduklarını kabul ederek, kendisi için doğru ve gerçek olana inanır. Eu doğru değil mi? TH[EOD. Evet.

''

SOKR. Onun kendisinde gelecekte olacak olan•C. lan sınayacak bir, ölçüye sahip olduğu ve bir insanın var olacağına inandığı bir şeyin, bu şey her ne olursa olsun, gerçekten var olacağı . da doğru müdür, Protagoras (diye sürdürme­ liyiz)? Örneğin ısıyı ele alalım. Meslekten ol­ mayan biri ateşleneceğine, beden ısısının çok yükseleceğine, . buna karşın hekim olan bir başkası bunun tam karşıtına inandığı zaman, gelecekteki olay bu iki inançtan biriyle mi . yoksa her ikisiyle, de mi uygunluk içinde ola­ caktır, öyle ki hasta bu durumda kendisine hem ateşli hem ateşsiz görünecekken,.hekim için ateşsiz ya da ateşli olacaktır? THEOD. Bü saçma olurdu. SOKR.. Bir şarabın gelecekte tatlı mı yoksa D. acı mı olacağı sorusuna gelince, flüt çalan bir çalgıcının değil de, şarap üreticisinin yargısı, yetkili ve belirleyicidir, sanırım. ' THEOD. Elbette.

SOKR. Ya da yine, bir müzik parçasının akort­ lu olup olmayacağı, sorusuna gelince, burada bir jimnastik öğretmeninin bir müzisyenden daha iyi bir görüşü olmayacak mıdır? y . THEOD. Asla! SOKR. Ve bir ziyafet hazırlanacağı zaman, çağınlma durumunda olan konuk, hiç kuşkusuz onun ahçılıkta uzman olmadığım varsaymak koşuluyla, tatlılara lezzetini verecek bir tatlı, çıdan daha az yetkili bir ğörüşe sahip olacakE. tır.'Herhangi bir. birey için şimdi hoş olan ya da geçmişte hoş olmuş olanı hiç tartışmayaca­ ğız; ancak gelecekte bir insana görünecek ve bir insan için var olacak, olandaiı söz ettiği­ mizde, acaba her insan kendisi için en iyi yar­ gıç mıdır, yoksa Protagoras sen ;—en azından bizlerden herhangi birinin mahkemede doyu­ rucu bulacağı uslamlamalar konusunda— eği­ timsiz birinden daha iyi bir görüşe sahip ola­ cak mısın? , THEOD. Kesinlikle Sokrates; o bu konuda her­ keslerden üstün, olduğunu üstüne basa basa iti­ raf etti. SOKR’ Zeus’a yemin ederim ki, ben de böyle 179. . düşünüyorum. Zira kendisine gelen insanları gelecekte var olacak ve görünecek olan hak-. kında, bir bilici (kâhin) bile olsa', hiç kimsenin kendisinden dalia iyi bir yargı iveremeyeceği bakımından ikna etmemiş olsaydı, onunla ko^ nuşmak için, hiç kimse bu denli büyük para­ lar Ödemezdi. -

THEOD. Çok doğru. SKOR:. Ve yasama da, ve Devletin çıkarının nerede yattığı sorunu da hep gelecekle ilintili olan, konulardır; ve herkes bir Devletin kendi yasalarını yaparken, en çok neyin kendi çıka-, . rina olduğu konusunda zaman zaman açık se­ çik bir düşünceye sahip, olmayıp, çoğu kezya: nildığını kabul- edecektir. THEOD. Kesinlikle, . SOKR. Öyleyse, ustana çok haklı olarak, bir B. insanın bir diğerinden daha, bil'ge olduğunu, ve daha bilge olanın da 'ölçü olduğunu, oysa benim gibi bilgisiz birinin, Protagoras’a ilişkin . savunmamızın da göstermeye çalıştığı gibi, . bu ister hoşuma gitsin ister gitmesin, hiçbir biçimde bir ölçü olmak zorunda olmadığını söyleyebiliriz. ■ , THEOD. Kuramın diğer insanların inançları­ nı, onlar ProtagorasTn savlanma oldukça yan­ lış olduğuna inandıkları zaman, geçerli kılma­ sına da aynca saldınlabilirse de, bu kuramın en zayıf noktasıdır. İ79 C. SOKR! Böyle bir bakış açısına saldırmama ve her kişinin her inancının doğru olmadığım göstermenin başkaca bir çok yoliı vardır. ProtagorasTn Savunması böylelikle, çürütülür. Karşıtının öncülünden yola çıkan uslamlamaya örnek Theodorus tarafından yeniden öne sürülmüş, ve. tüm yargıların; doğru olamayacağı gösterilmiştir.. Hekim ve hastası, hastanın gelecekte belli, bir zamandaki

deneylerinin .ne olacağı İıakkinda uyuşmazlığa düş­ tükleri. zaman, onlar, bu anda her ikisinin de kişisel deneyindi bir parçası olmayan aynı olgu hakkında, her birinin olanaklı tek-yargıç oiduğunu rahatlıkla . saylayabileceği bir biçimde, farklı düşüncelere sahip olmaktadırlar. Bunlardan hem hasta hem hekim hak­ lı olamaz. Bir yasa ya da buyruğun Devİet için iyi so­ nuçlar verip vermeyeceğini tartışan, iki siyasetçi için de aynı durum geçerlidrr. Üstelik Protagoras’ın, bir iyi yurttaşlar eğiticisi olarak kendi mesleği, tümüyle onun, eğitildikleri zaman neyin onlar için daha iyi' olacağına ilişkin olarak, daha iyi bir yargıç olma sa­ vına dayanıyordu. . 179 C - 181B. Parmenides’in her tür devinim vedeğişmeyi yadsıyan teziyle karşılaş­ tırıldığında Herakleitosçu . ekstrem bakış açısı.

Platon Protagorasçı bakış açısını, Protagoras ta­ rafından bireyin şu andaki duyumlarından oluşan doğrudan, aracısız ve özel deneyinin ötesine giden yargılara genişletilmiş biçimiyle niçin kabul etmedi­ ğini şimdi göstermiş durumdadır. Ancak yargılara dek genişlemediği, bu daha dar ve sınırlı alanda, ken­ disi Protagorasçı bakış açısını kabul etmiş, ve bura-, dan kalkarak, algının doğasına ilişkin kendi kuramı­ nı geliştirmiştir. Şimdi yeniden bu Platoncu kurama. dönmeli ve ondaki, Herakleitosçu akış öğretisinden çıkarsânan ikinci Öğeyi incelemeliyiz. Herşeyin sürek­ li bir devinim içinde olduğu öğretisini, Platon’un algı kuramına hangi çekince ve sınırlamalarla uyarlamahyız? 179 C. SOKR: (Konuşmayı sürdürüyor.) Ancak bire­ yin belli bir anda tecrübe ettiklerine —duyum-

lannın ve duyumlarla uygunluk içindeki yar- güarmın kaynağına— gelince, bunların doğru­ luğuna dil uzatmak- daha zordur. Belki de «daha zordur» demek yanlıştır; onların doğru­ luğuna herhalde saldınlamaz ve onların ola- ; ğanüstü açık olup C1) tam tamına bilgi ömek. leri olduklarım öne sürenler haklı olabilirler, ve Theaetetus.algının bilgiyle aynı şey olduğuD. nu söylerken,' bunu boşu .boşuna söylemiyor­ du. Öyleyse, Protagoras’a ilişkin savunmamı­ zın da zorunlu kıldığı gibi,:konuyu daha ya­ kından ele alalım' ve bu devinen gerçekliği, verdiği seslerin .sağlam, mı yoksa çatlak mı. olduğunu belirleyecek biçimde, iyice inceleyen lim. Herşey bir yana, kuram İster sağlam is­ ter çürük sesler versin, onun üzerinde önem­ li bir kavga verilmiş ve çok. sayıda savaşçı . böylesi bir kavga içiıide yer almıştır. THEOD.- Onun oldukça önemli bir kavga oldu­ ğundan hiç kuşku yok; kavganın şiddeti İyonya’dâ biraz daha artmaktadır. Herakleitos’un ardılları bu görüşün, büyük bir güçle başım . çekiyorlar.

( » ' IBkz., Phaidon 260 C: «'Duyuların en açığı olan göniıe aracı- •lığıyla, onun parlaklığının yetkin açıldığındaki güzelliği . lalgılanz» (dia tes enargestates aisthesoos stMtbon enargestata). Platon duyusal' niteliklerin’ algısının, her ne denli yu- İkanda tanımlanan anlamda yanılmaz olsa', da, doğru gerçek-'. liği açımlamadığını, ve dolayısıyla bilgi olmadığını savlaya- ; dalktır. •

ŞOKE. Sevgili Theodurus, onu dikkatle inE: ...celemek, ve onu kaynağına götürerek, onla; m ı önderlikleri peşi sıra gitmek için her tür nedenimiz var.

180.

THEOD. Kesinlikle. Çünkü Herakleitos’un —ya da. senin dediğin gibi, Homeros’un ya da daha bile eski bilgelerin— bu ilkelerini, bunlarla ta­ nışık olduklarinı öne süren Efeslilerin kendile­ riyle tartışmak .'olanağı yoktur; bir deliyle ko­ nuşur gibi olursun. Onlar kendi denemelerine sadık kalırken, gerçekten de sürekli bir 'devi­ nim içindedirler; onların bu uslamlamayı ya da bir soruyu dikkatle dinlemek için sessizce . bekleme .ya da sora ve yanıttan-oluşan sessiz bir değişim' sürecini_ gerçekleştirme yetileri hiçten1daha az eder ya da daha çok, eksi bir nicelik bile,, bu takımda dinginlikten en ufak bir nebzenin bulunmayışı için oldukça güçlü bir ifadedir i1) . Onlara bir sora soracak olsan, üzerine fırlatmak için, ok kılıflarından gizler­ le dolu anlamlan olan veciz, sözler çıkarırlar; v.e onİann anlamlarına ilişkin olarak bir açık. lama elde etmeye çalışırsan, bir mecazın ateş-' te yeni dövülmüş olarak ucuna takıldığı bir başka okla olduğun yere mıhlanırsın. Onlar. dan biriyle hiçbir zaman bir yere varamaya­ caksın; gerçekte onlardan biri de diğeriyle biir

( l f Hyperballei, «Fazla gelir (abartılı bir değer

biçmedir) »in komutsu. olarak, to oyd'oyden («hiçbir değil= eksi bir niceEk») aidiğnnozdâ, tümce «dnlanda.en küçük bir sessizli­ ğin bile bulunmayışı, için, eksi bir nicelik bile fazla gelir» biçimini alır. Pros için bkz., Sofist 2S8A; ö. phaddon WA, 9.

B. yere varamaz, ancak konuşmalarında da an­ lıklarında da oturmuş yâ da yerleşik hiçbir şey bırakmamaya büyük bir Özen gösterirler; onların bunun durağan bir şey —kendisiyle son güçlerine kadar savaşacakları, ve evren­ den atmak için ellerinden geleni ardlanna koy­ mayacakları bir şey— olacağını düşündüklerini sanıyorum. SOKR. Kimbilir, Theodorus belki de sen bu ki- : bar insanları hep bir tartışma sırasında gör­ dün ve onlarla dingin anlarında hiçbir zaman karşılaşmadın; doğrusu, onlar senin dostların değiller. Sanıyorum, onlar bu gibi konulan kendileri gibi yapmak istedikleri öğrencileri­ ne, boş zamanlarında açıklanmak üzere şak­ lıyorlar. THEOD. öğrencilere öyle mi? Onlar arasında C. hoca ya da öğrenci diye bir ayrım yoktur; on­ lar mantar gibi 'bitiverirler. Her biri kendi esi­ nini, her nereden esinlenirse,, oradan alır ve hiçbiri bir başkasının da birşeyler anladığını ' usunun kenarından geçirmez. Bu nedenle,, daha önce de söylediğim, gibi, onlara, ister onaylarını alarak ya da ister onaylarım hiç almaksızın, eylemlerini hiçbir zaman açıklatamazsm. Sorunu kendi başımıza almalı, ve onu bir problemi çözer gibi çözmeye çalışmalıyız. SOKR. Bu makul bir öneri. Bu soruna gelince,. D. burada, gerçek anlamlarım ve- amaçlarını ayak takımından şiirsel mecazlar kullanarak gizlemiş olan eskilerden gelen, ve herşeyin kaynağı plan Okeanos ve Tethys’in akan rr-

inaklar olduğunu, ve hiçbir şeyin dinginlik içinde bulunmadığını ortaya koyan bir gele, iıeğe sahip değil miyiz? Ve modemler,; yüksek ' bilgelikleri içinde, ayakkabıcılar işitebilsin, ve kendilerinin bilgeliklerini anlayabilsin, ve di­ ğerleri devinirken; bazı şeylerin dinginlik (sü­ kuneti . içinde bulunduğu biçimindeki yalınç inançlarım bırakarak, herşeyin devinim içinde olduğunu öğreten bu adamlara saygı duyabil­ sinler diye, aynı şeyi oldukça açık bir biçimde ' ilan etmiyorlar mı? Ancak Theodörus, bunun tam karşıtını, E. gerçekliğin «bir ve devinimsiz; ve ’varlık’ın Bütüıiün‘.adı olduğunu» C1) öğreten bir başflT Bu dizeyi Oion, akineton teletheiî panti önem’ einai olarak .okuyoruz. Bu dizenin,' Panmenides'in, Platon, ve, onu Eizik'te 039:1B ve -M3.,81 Theaetetus’a yön!etimde ■ bulunmaksızın, iiki kez aktaran, Şdmpiioius tarafından kullanılan metninde bulunduğundan kuşku ./duymak için hiçbir neden. yoktur. Her ikisi do dizeyi, yukarıda çevrildiği -biçimiyle anlamış olmalıdır. Anlam iyi ve uygundur. Platon’un dizeyi, frag- manı- 8,3B'dn, erlei to ge moir’ epedesen / oylon akineton t' emenıai, To- pantia) onom' estai/hosSa brotoi. katethento ■ biçimindeki farklı tümcelerin bir parçası olan, ve oldukça farklı' bir anlam' taşıyan iki yansım birbirine karıştırarak kurduğuna inanamıyorum. . Bununla 'birlikte, Panmenides'in metninin kendisinin ' çarpıtılmış olduğunu öneriyorum. Teletheia Presokratikler, tarafından «vtar olmak» anlamında kullanılmaz. Te thelei Olduğunu tahmin ediyorum ve thelei'rn olanaklı tek ko- 1 ' nusu olarak mantıksal zorunluluğu İAnagke ya da Dike ya da Moir a) getiriyorutn. Karş-, Herakleıtos, 65- En to zop•hön moynon logesthai oyk etheJlei kai etketai Zenos onoma. . Dize bu . durumda fragman 19 dan sonra, şiirin sonuna yer­ leştirilebilir :

ka okul daha bulunduğunu, ve bu okuldan 180 E. olan Melâssos ve Parmenides gibi adamların; tüm bu insanlarla karşıtlık içinde, herşeyin, içinde devinilecek bir uzaya yer bırakmaya­ rak, kendi içinde tam bir dinginlik sergileyen bir Birlik olduğunu dile getirdiklerini nere­ deyse unutuyordum. Tüm bu savaşçılar karşı­ sında ne yapacağız? Çünkü ilerleyişimiz, bizi yavaş yavaş, biz onu bilmeksizin, iki tarafın ortasına getirdi; ve onları bir biçimde itip, ara lanndan sıynlmazsak, güreş okullarında oy­ 181. nanan, ve oyuncuların her dki tarafça, yakala­ nıp, aynı anda çizginin her iki' tarafına doğru çekildikleri oyunda olduğu gibi, zor durumda kalacağız. En iyi plan, sanıyorum işe ilk- önce yaklaştığımız tarafı, Akış yandaşlarını incele­ mekle başlamak olacaktır; onların söyledikle­ rinde bir şeyler var gibi görünecek olursa, on­ lara bizi kendi taraflarına çekmeleri için yarhoyto toi kata doksan ephy tade kai iıyn easi •kai meiiepeit’ apo toyde teleytesoysi traphenta; tote d’ onoın’ anthropol katethent’ episemonekasto; ■ ntoytton oydeni pistis eni* moynon gar Anaglce» oion aikiııeton te thelei to panti onoim oinai. «ihsanlar değişen, şeylere birçok, adlar verdiler: Ancak bu adların tümü yanlıştır; çünkü Zorunluluk Bütünün (herşe­ yin) yalnızca bir v e devinim siz olarak adlandırılmasını iste­ mektedir.» ©u iyi bir bitiş oku:-' Eğer Platon ve SimpM'ciüstamfından kullanılan metnin çarpıtılmış, ve moynon gar nnagke / oion, akineton telethei. To panti. onom’ oinai' biçi­ minde düzeltilmiş olduğunu, varsayarsak, Platon ve Simpli­ cius tarafından, bağamsa bir biçimde ve doğru olarak. Parmenidee’in Varlığm birliği ve değişmezliği üzerindeki-, son ! sözü diye aktarılan dizeyi elde ederiz. CBkz., F.M. Comford, : «A New Fragment o f Parmenides», Classical Review,

drnıcı oluruz; ancak devirtmez bütün taraftarlarmda dalıa.. çok doğruluk bulacak •olursak, yeri değişmemiş tek bir sınırtaşı bırakmayan b u , ihtilalcilerden ayrılarak, onlara gideriz. B. Yok eğer sonuçta her iki tarafın da saçmala­ dığı ortaya çıkarsa, hiç kimsenin, tıpkı bizim gibi bu türden eski bilgelik örneklerini yadsı­ dıktan -sonra, hiçbir katkı yapamadığını düşü.necek olursak, gülünç duruma düşeriz. Böyle bir- tehlikenin varlığında, daha fazla ilerleme. ye değer mi dersin? THEOD. Kesinlikle değer, Sokrates; ben kendi adıma,, iki taraftan her birinin ne demek iste­ diğini bulgulamazdan önce durmaya taham­ mül edemem. Theodorus’un gayretkeş feveranı belki de Platon’un, hocalan Herakleitos’un gizemli özdeyişler kullanımını abartıyla kabul etmiş, ve onun akış öğ­ retisini vurgulamaktan öte hiçbir katkı yapmaksızın aynen yinelemiş görünen daha sonraki Herakleitosçıilara olan tahammülsüzlüğünü dile getirmektedir. İncelenme durumunda olan Herakleitosçu bakış açı­ sı, her tür devinim ve değişmenin Parmenides tara" fmdan. aynı biçimde aşın ölçüde yadsınmasıyla kar-. : şılaştınlabilir o l a n . e k s t r e m bakış açısıdır. . Platoh’un amacı her bir tarafın dile getirmeye çalış­ tığı doğruluk öğelerini. bulgulamaktı. Parmenides •Sofist içiıı saklanacaktır. Duyusal dünyayla ilgili ol­ duğuna göre, Theatetus Öğretisi söz konusu dünyaya uygulanan Herakleitosü ele alır.

181B -183 O. Ekstrem . Herakleitosçuluğun eleş■ tirisi; Sokrates Herakleitos’a yönelik eleştirisini, iki de-j ğişme.türü arasında bir ayrım yaparak açar: Ou de­ ğişme t ü r l e r i y e r d e ğ i ş t i r m e ve niteliksel değişmedir. Parmenides 138B’de bunların var olan iki değişmef türü olduğu duyurulmuştu. Nite­ liksel değişme için olan sözcük (ailoioysthai} Herakleitos’un kendisinde ortaya; çıkar: «Tanrı gündüz ve gece, kış ve yaz, savaş ve banş, tokluk, ve açlıktır; ö, baharatlarla karıştığı zaman, her birinin çeşnisine göre adlandırılan, hararet gibi değişir (alloionthai)» (36 Byw.,. 67 Dielsl Daha •sonraki Herakleitosçularm bu ayrımı yapıp yapmadıklannı bilmiyoruz, ■ onlar dinginlik ya da durağanlığın her türünü yadsımış' gö­ rünmektedirler. . • 181B. SOKR. Madem ki bu denli çok arzuluyörsün, C. örieyse konuyu incelemeliyiz. Değişmeye iliş­ kin araştırmamızın, «Herşey bir yana, önlar her şeyin değişme içinde olduğunu söyledikle­ ri zaman, ne demek istiyorlar?» sorusuyla baş­ laması gerektiğini düşünüyorum. Demek iste­ diğim şey şudur": Onlar bir mi yoksa iki değiş­ me türü mü tanıyorlar?. İki tür değişme oldu­ ğunu düşünüyorum; ancak bu görüşümde yal­ nız kalmamalıyım, sen de riskten payına düşeni almalısın; öyle ki bizi bekleyen akibet her lie ise, yine onda buluşalım. Söyle bana bir şey yerini 'değiştirdiği ya da aynı yerde döndüğü zaman, ona değişme der misin? . THEOD. Evet.

SOKR. Öyleyse, bu değişmenin bir türü olD. . sun. Şimdi bir şeyin aynı yerde kaldığım, an­ cak eskidiğini, ya da beyazlaşmak yerine lta' rardığını, ya da yumuşak hale gelmek yerine katılaştığını, ya da başka bir biçimde değiş­ tiğini varsay, bunu farklı bir değişme türü ola­ rak adlandırmak uygun değil midir? THEOD. Evet, uygun olmalıdır. SOKR; Şu halde, bunlan iki değişme türü—de­ ğişme ve lokal devinim— olarak tanımalıyım. .THEOD. Haklısın. . EOKR. Bu ayrımı yaptıktan sonra, şimdi heışeyin değişme içinde olduğunu söyleyen bu adamlarla olan konuşmamıza başlayalım ve onlara soralım : Herşeyin her iki türden değiş­ me içinde —yer değiştirmekte ve değişmekte(•bir başka şeye dönüşmeden, nitelik değiştir1 181 E. mekte)— olduğunu mu yoksa bir. parçanın her iki biçimde de değişirken, diğer parçanın tek bir biçimde değiştiğini mı söylüyorsunuz? THEOD. Bunu ben gerçekten de söyleyemem; ancak onların «her1iki biçimde de» diyecekle­ rini sanıyorum. SÖKE. Evet, dostum; yoksa onlar bu durum-, da, şeylerin değişme içinde oldukları denli din­ ginlik içinde olduklarını göreceklerdir, ve her-. şeyin değişme içinde olduğunu söylemek, her­ şeyin. dinginlik içinde olduğunu, söylemekten daha, doğru olmayacaktır. THEOD. Çok doğru. SOKR. Böylelikle, şeyler değişme içinde olmak .durumunda olduklarından, ve. değişmemenin ...

182.

, her yerde olanaksız olması gerektiğinden, herşey her zaman her türden değişme İçindedir. ' THEOD. Bu sonuç çıkıyor,

Duyu-algısmm doğasına ilişkin, daha önce ortaya konan kuram, şimdi incelemekte olduğumuz konum ya da bakış açısı içinde içerilir. Yargı, duyu-algısmdan ayn bir şey olarak, daha önce Protagoras’m eleş­ tirisinde bir kıyıya bırakıldı.. Yanlış olabilir olan yar­ gı (Theaetetus’un daha sonra 187B’da dikkat çekece­ ği gibi) yalınç bir biçimde bilgiyle özdeşleştirilemez. Bu yüzden tartışma şimdi şu. soruyla sınırlandırılır.. Yanılmazlığı kabul edilmiş olan duyu-algısı bize bilgi verebilir mi?,Platon şimdi anımsanan kendi düyu-algısı çözümlemesini destekler. Söz konusu duyu-algısı çözümlemesi halâ akış öğretisine inandıkları öne sürülmüş olan .bu . daha dakik ya da derinlikli düşü­ nürlere atfedilir. Söz konuşu öğreti başlangıçta, her­ hangi bir sınırlama, ohnakşızın, «berşey»e.uygulanan bir öğreti olarak öne sürüldü. Platon şimdi, (onun görüşüne göre, öğretinin kendilerine uygulandığı) algı nesneleri «herşey» olarak alınırsa, sürekli olarak değişen bu şeyler bakkında oluşturduğumuz .hiçbir tümce ya dâ önerme doğru kalamadığı için, bilgi diye bir şeyin, hiçbir biçimde, olanaklı olamayacağım gös­ terme durumundadır. Sözcüklerimizin kendilerine yönletimde bulunacakları (ya da karşılık gelecekle­ ri) hiçbir durağan ve kalıcı şey var olamayacağı için, her tür konuşma olanaksız olacaktır. 182 A. SOKR.. Onların-kuramlarmdaki şü noktayı bir -düşün hele. Onların sıcaklığın ya da.beyazlı­ ğın, ya da bu şey her ne olabilirse artık, ortaya

çıkışına ilişkin olarak getirdikleri yorumu şu . biçimde dile getirdik —öyle değil m i: Bu şeylerden.her biri, bir algıyla aynı anda, etkile­ yenle (ajan) etkilenin arasında bir yerde, devi­ nen bir şeydir; etkileyen, bir nitelik olmaktan ' - çok, bif niteliğe sahip olma durumuna gelir­ ken, etkilenen bir ¡şey bir algı değil de, algıla­ yan biri haline gelir-Bu «nitelik» sözcüğü bel­ ki acayip ve alışılmadık bir sözcük olarak, sa­ na yabancı gelebilir' ve sen onu genel bir ifa. de olarak anlamayabilirsin C1) , bu yüzden bazı B. tikel örnekler vereyim. Etkileyen şey sıcaklık . ya da beyazlık haline gelmez, ancak sıcak ya da beyaz olur, ve geri kalanlar için de durum . böyledir. Bunu daha önce nasıl ortaya koydu­ ğumuzu anımsıyorsundur,.hiç kuşkusuz: Buna. . göre, hiçbir şeyin, bu arada etkileyenin de et­ kilenenin de, salt kendi başına bir şey olarak, . bir varlığı yoktur, ancak bunların birleşmele­ rinin bir sonucu olarak, algılan ve algılanan şeyleri doğururken, etkileyenler şöyle şöyle, bir niteliğe sahip oiıha, etkilenen de algılayan olma durumuna gelir. THEOD. Anımsıyorum, elbette. Yönletim «beyaz», «sıcak», «katı», v.b.g.nin ken­ di başına bir varlığa sahip olmadığına, ve dışsal nes­ neyle duyu organı birbirlerinin menzili içine girince(l ) 'Her ne denli onun yerini tutan ve «ne türden» ya da «doğadan» ■■ ya da.«karakterden» anlamını ,taşıyan p oios sıfatı çokça kul'•îamlmış olba da; bu poiotes ikilinin YufıancadaM ilk ortaya çıkışıdır. Sözcüik, ■'tes bitionü-İngilizcedeki d—ness (fak) »a •karşılık, gelmek üzere,' «sıcaklık»,-«beyazlık», ve benzeri tüm özellikler "için, bir geıiel tenin olarak uyduruldu.

ye ve.bunlann.ar alarmda ,«hmh'devinimler» geçmeye başlayıncaya dek, (etkileyen olmak sıfatıyla) etkile­ yenin ve (etkilenen olmak sıfatıyla) etkilenenin varolmadığınadır. Algı işlemi böyle olduğuna göre, Sokrates şimdi, önce nesnelerden başlayarak, nesneleri ve algıları ayrı ayrı ele alır. 182 Ç. .SOKR. Çok iyi- öyleyse, şunu m îı.yoksa bunu mu kastettiklerini anlamak için, onların ku­ ramlarının diğer kısımlarını incelemeyeceğiz, ancak bizi ilgilendiren noktayı göz önünde tu­ tacak ve onlara su soruyu soracağız: Herşey, sizin görüşünüze göre, sürekli bir değişme sü­ reci içindedir, öyle değil mi? THEOD. Evet. SOKR. Birbirlerinden ayırdığımız her iki de­ ğişme, türüyle —'bir yerden bir yere devinim ve niteliksel değişme— de, değil mi? THEOD. Kesinlikle; olacaklarsa eğer.

tümüyle değişme içinde

SOKR, Şimdi onlar nitelik, bakımından değiş­ me olmaksızın, salt bir yerden diğerine devi­ necek olsaydılar, onların, bu akıntı içinde de. vindikçe, hangi niteliklere sahip ' olâuklarmı söyleyebilirdik, değil mi?. THEOD. Evet.

,

D. SOKR, Bununla birlikte, burada da durağan hiçbir şey bulunmadığmdan.—akan şey.beya­ za değil, ancak değişmelere akar, öyle ki. be­ yazlığın bizzat kendisi de akar ve, o bu yön­ den bir durağanlık suçlamasından kurtulabil-

' mele için, bir başka renge değişir— ona bir rengin adını verebilir veonu doğru bir biçim­ de adlandırdığımızdan emin olabilir miyiz? THEÖD. Bu nasıl olabilir, Sokrates? Biz konu­ şurken, o bu akıntıda bizden sürekli olarak kaçıyorsa, bir şey nasıl olur da doğru adıyla adlandırılabilir? . . ' SOKR. Ve yine, hangi türden olursa olsun, ör­ neğin, görme ya da işitme algısı olsun, bir alE. gıya ilişkin olarak ne söyleyeceğiz? Onun, gön mek ya da işitmek olarak, kendi doğasında oturduğunu mu söyleyeceğiz? THEOD. Herşey değişme ipindeyse eğer, o ke­ sinlikle oturmamalıdır. SOKR. Bu durumda, herşey değişme içindey­ se eğer, o görmemeden daha fâzla görme ola­ rak adlandırılma hakkında sahip değildir, tıp­ kı herhangi bir başka .algının değil-algıdan çok algı olarak adlandınlamaması gibi. THEOD. Hayır adlandınlamaz. SOKR. Ve üstelik Theaetetus’a ve bana göre, algı bilgidir. THEOD. Evet böyle dediniz. SOKR. Bu durumda, bilgi nedir; sorusuna ya­ nıtımız, değil-bilgiden daha çok bilgi anlamı­ na gelmiyordu. ,183.

THEOD. Öyle görünüyor.

" /Bul uslamlamanın algıyı ele alan son kısmı, ilk ba— ..kışta nesnelerle ilgili olan ilk kısmından daha az ikna

edici gibi görünür. Her ne denli görme organı ve algı fgörme) ber zaman değişefoilse de, bımun görmenin görme olmasının sona erdiği, ve bu durumda «değilgönne» olarak da adlandırılabileceği anlamına gel­ mesine itiraz edilebilir, Theaetetus’un •algıyı bilgiyle özdeşleştirmesi, ber bireysel- algi eyleminin varolan bir şeyin yanılmaz bir biçimde ayırdmda olması anla­ mına geliyordu. Bunun yanlış, olduğu, algının ve nes­ nesinin, sürekli olarak değişmekte olduğuna işaret et­ mekle, gösterilemez. Algı ve algı nesnesinden oluşan kompleks değişiyor olabilir, ancak bu kompleks berbangi bir anda bilgi verirse, bunu ber an yapar. Biz çök az bir farkklık gösteren nesnelerin, farkb anlar­ da çok az farkb bir biçimde, ayırdmda oluruz, yalnız­ ca; ancak ber yeni algı bir önceki algı denli yamlmazdır. Değişme olgusu algının algı olmaktan, algı bilgiyse eğer, 'bilgi olmaktan kesilmesini gerektirmez.. Ekstrem Heraklietosçu, bununla birlikte, bu kar­ şılığı veremez. Bu, algının, her ne denli içerik olarak değişiyor, olsa bile, daima algı ,ve bilgi olma karakte­ rine sahip olduğu sürece,, aynı kalacağı anlamına.ge­ lecekti. Ancak Herakleitosçu hiçbir şeyin hiçbir zaman ayin kalmadığım söyler. Pİaton’un göstermek iste­ diği nokta, hiçbir ayni olmaksızın «herşeyin», değişi­ yor olması durumunda, dilin hiçbir sabit anlama sa­ hip olamayacağıdır. «Algı bilgidir.» Önermesinde, söz­ cüklerin anlamlan sabit bir biçimde değişiyor olmabdır. Bu yüzden önerme doğru ya da aynı önerme ola­ rak kalamaz. Platon’u gençliğinde etkilemiş olan Herakleitos­ çu Kratylos bu sonuça gerçekten de ulaştı. Aristote­ les gerçekliği duyusal dünyayla özdeşleştiren düşünür-

lerin «doğruluğu aramanın uçan bil kuşu yakalamak olacağı», sonucuna ulaştıklarını söyler. «Onlar tüm bu . doğa dünyasının, değişme içinde olduğunu, ye deği­ şen bir. şey hakkında doğru bir Önerme kurulama­ yacağını gördüler; en azından, her yerde her bakım. dan değişmekte olan hakkında hiçbir şeyin doğru olarak tasdik'edilemeyeceğini anladılar. Örneğin, son çö­ zümlemede, birşey söylemenin doğru olmadığını dü­ şünen, fakat yalnızca parmağıyla işaret eden, ve aynı nehre iki kez girmenin olanaksız olduğunu söylediği için, Herâkleitös’u eleştiren, çünkü o. aynı nehre bir kez bile girelemeyeceğini düşünüyordu, Kratylos tara­ fından savunulan görüş, gibi, Herakleitosçu olduklaran açıkça itiraf etmiş düşünürlerin, yukarıda sözü edilen en aşın görüşlerine doğru bir gelişme göste-, ren işte, bu inançtı» t1). Platon’un bizim çıkarsama, mızı istediği sonuç şudur: -«Biz, Herakleitosçu akıştan bağışık olan, ve dolayısıyla sözcüklerin sabit anlamla' nna karşılık gelen bir bilinebilir varlıklar sınıfı tanı­ madıkça, hiçbir bilgi tanımı çelişiğinden daha doğ­ ru olamaz.». Platon onlardan hiç söz etmeksizin, Form­ lara duyulan gereksinmeyi. hissetmemizi sağlamak : duramundadır. Formlar olmaksızın, onun Parmeni: ' des’inin ■de söylediği gibi (2) , konuşma söz . konusu olamaz. Aynı sonuç, daha önce Kraytlos’un sonunda dile getirilmişti. . 183 A. SOKR. Bu, onun (ilk yanıtın) doğru olduğunu, . herşeyin değiştiğini göstererek kanıtlamak . için oldukça' istekli olduğumuz bir sırada, ilk (l)

Aristoteles, Metafizik lölDA, 7, İngilizceye çeviren. D. Ross,

■( 2). Bta-, Giriş.

yanıttan t1) ' sonra kaydettiğimiz gelişmenin çok güzel bir sonucu olacaktı. Şimdi ise, bul: duğumuz şey, öyle görünmektedir ki, şudur: Eğer, herşey değişme içindeyse, herhangi bir. soruya verilecek herhangi bir. yanıt, bu yanıt her ne olursa olsun, aynı ölçüde doğrudur; onun böyle olduğunu ve böyle olmadığını —ya da bu insanların kuramlarını işlemez hale ge­ tirecek bir terimden kaçınmayı yeğlersen eğer, «oluştuğunu»— söylebilirsin. THEOD. Haklısın. SOKR. Bu «böyle» sözcüğünü d e —«böyle» olan değişme içinde olmaktan geri duracaktı— «¡böyle değil» ifadesini de— çünkü burada da hiçbir değişme söz konusu olamaz^- kullanma B. hakkımız bulunmadığı için, .«böyle» ve «böy­ le değil» sözcüklerini kullanmak ayrılı dışın­ da, haklıyım Theodorus. Bu kuramın yandaş­ lan için, reni bir dilin icad edilmesi gereke­ cektir, çünkü onlar —ifac|e gerçekte «bir bi­ çimde bile değil» olmadıkça— temel önermele■rine uygun gelecek hiçbir sözcük, ya da ifa­ deye sahip değildirler. Bu, onlara uygun düş­ mek için, yeterince belirsiz bir ifade olabilir. THEOD. En uygun deyim budur. SOKU. Böylelikle Theodorus, eski dostundan kurtulmuş oluyoruz; ve, o eğer bilge bir adam değilse, her bir insanın herşeyin ölçüsü ölduC. ğunu kabul etmeye henüz hazır değiliz. Bilgi­ ci)

TheaeLetu-s^un bilginin- algıyla aynı olduğunu ortaya koyan-, yahitı. *

. nın algı olduğunu da, en azından herşeyin de­ ğişme içinde, olduğunu söyleyen, kuram teme­ li üzerinde, Theaetetus’uri bir .itirazı yoksa, kabul etmeyeceğiz. THEOD. Bu çok iyi Sokrates; çünkü şimdi bu sorulara bir yanıt getirildiğine göre, benim işi' min bitmesi gerekiyor. Protagoras’jn. kuramı­ na- ilişkin tartışma sona erer ermez, sorularım . yanıtlamaktan kurtulacağım konusunda uyuş­ muştuk. İki sonuç burada dikkatli bir biçimde-ortaya ko-, nur. Bilge kişinin gelecekte ne olacağının daha iyi bir ölçüsü olduğunu ortaya.koyan uslamlamayla, Protagoras’ın yargılan da içine alacak-bir biçimde genişle­ tilen kuramını çürüttük; ancak duyu-algısındah mey­ dana gelen sınırlanmış alanda, Protagoras’m ilkesinin uygulanması halâ geçerlidir. Theaetetus’un algı bil­ gidir önermesi, «herşeyin değişme içinde olduğunu söyleyen kuram temeli üzerinde» —ekstrem Herakleitosçu konum— ancak yâlnızca bu temel üzerinde çürütülmüştür. Algının doğasına ilişkin kuram tü­ müyle bırakılmaz; tam tersine, o algının bilgi olmak savının yanlış olduğunu göstermek için kullanılır. Or­ ganların ve algı nesnelerinin her zaman değiştiği ,doğ­ rudur; ve algı (Theaetetus’un savunduğu gibi) ola­ naklı tek biliş (cognition) biçimi olsaydı, hiçbir -bilgi var olmayacaktı. Bilgi sabit bir anlama sahip olacak terimlere ve doğru kalacak doğrulara gereksinme du­ yar. . Bu bölümün sonucu, Platon’un akış öğretisinin uygulamasını, yadsıdığı «Her ne olursa olsun, herşeyin değişme içinde olduğu» sınırlanmamış savından

kaldırarak duyusal şeylerle sınırladığıdır. Soiıuç, Platon’un planı Formların —değişme içinde olmayan ,ve bilinebilen şeyler— adını anmaktan kakınmak olma' . saydı, daha açık olacaktı. 183 C-184 B. Ara. Sokrates Parmenides’i Eleştir­ mek istemiyor. Sokrates şimdiher tür devinim ve de­ ğişmenin bir yanılsama olduğu biçimindeki aynı öl­ çüde aşın olan Eleaçı öğretiyi eleştirmekten kaçınır. Parmenides’in eleştirisi, kendisinde değişmeyen ger-: çeklik dünyasının görülebilmesine izin verileceği So­ fist için saklanır. . . 183 C. THEAET. Hayır Theodorus, sen ve Sokrates, . D. az önce önerdiğiniz gibi, herşeyin dinginlik içinde olduğunu savlayan bu diğerlerini inceleyinceye. dek, azat edilmemelisin. THEOD. Theaetetus, senden yaşlılara sözlerin-' den dönmelerini mi .salık vereceksin? Geri ka­ lan için, kendini uslamlamayı Sokrateş’le sür­ dürmeye hazırlamalısın. THEAET. Bu konu tartışılırken,, bir dinleyici olmayı daha çok istesem bile, eğer Sokrates arzu ediyorsa, peki. £.

SÖKR. İyi, fakat Theodorus korkarım ki Theaetetus’un arzusunu"yerine getiremeyeceğim. THEOD. Yerine getirmemek? Ne demek isti­ yorsun? SOKR. Bir saygı duygusu beni, evrenin-bir ol­ duğunu; ve bir dinginlik hali içinde bulundu . ğunu söyleyen Melissos ve diğerlerini yeterin­ ce iyi bir biçimde inceleyememekten alıkoyu-

yor; ancak kendisine herşeyin. üstün bir saygı duyduğum bir varlık var C1) : Parmenİdes’in .kendisi benim gözümde, Homeros’un.dediği gibi,. «saygıdeğer ve müthiş» bir simadır. Onun­ la, ben oldukça genç, o da oldukça yaşlı oldu­ ğu bir zaman, karşılaştım, .ve onda bütünüyle saygıdeğer olan bir tür derinlik bulunduğunu 184. düşündüm (2), Sözlerini anlayamayabileceğimizden, ve bu sözlerin dile getirdiği düşünce­ yi izleyemeyebileceğimizden korkuyorum. Herşey bir yana, bizi yolumuzdan alıkoyacak böylesi zorlu konulara- kapılırsak, tartışmamızın ' başlangıçtaki konusundan —bilginin doğasının ne olduğu— uzaklaşabiliriz. Daha özel olarak da, bizim şimdi gündeme getirdiğimiz konu oldukça geniş kapsamlıdır. Onu ana konumu­ zun bir 'uzantısı olarak ele almak olanaklı de. ğildir; onu yeterli bir biçimde incelemek, o denli uzun, sürecektir ki, bilgi hakkmdaki so­ rumuzu unutmak durumunda kalırız. Her iki . almaşık da yanlış , olacaktır. Benim işim daha B. çok;. Theaetetus’a bilgi konusundaki fikirleri­ ni, ebelik satanım aracılığıyla, doğurtturmaya çalışmaktır. THEOD. Sen bunun doğru olduğunu düşünü­ yorsan, öyle olsun. " 184 B - 186 E. «Algı bilgidir.» tezi en sonunda çü­ rütülür. Platon şimdi, Protagoras’ın öğretisinden ve iD

Hena onta Panneniden ve onun dnıadığı en on üzerindeki Jbir tür sözcük oyunundan ¡kuşkulanıyorum. (Diös d© öyle, .¡bkz.,

(2)

s.- 23)..



Parmenides'te betimlenen karşılaşmaya ilişkin bu yönletim için, Bkz., Giriş, s. 1.

ve Herakleitosçuluktan kabul etmeyeceği öğeleri çı^ kartmış durumdadır.' Geride bu öğretilerde kabul etti­ ği, ve algının, doğasına ilişkin kendi kuramına dahil etmiş olduğu öğeler kalmıştır. O şimdi artıic, algının bilgiyle özdeş olma savım değerlendirebilir. Theaete. tus tarafından geliştirildiği biçimiyle, bu sav tam ola­ rak, yalnızca algının bilgi, olmasını değil, ancak aynı zamanda bilginiıi tümü olmasını gerektirir. Aşağıdaki çürütme, (1) algının bilginin tümü olamayacağını, . çünkü her zaman bilgi olarak adlandırılan şeyin bü­ yük bir bölümü, algının nesneleri olmayan terimleri içeren doğrulardan oluşur, ve (2) algının nesnelerinin, algının alanı içinde bile, bilginin nesnelerinin sahip olmak zorunda olduğu doğru gerçekliğe şahip olmadık­ larım, kanıtlan öyleyse, algı, bilgiyle örtüşmek bir ya­ na, hiçbir biçimde bilgi değildir. (1) Algı bilginin tümü değildir— İlk uslamlama. Platon’un duyu-algısı kuramının ayrmtılarma bağlı değildir. Böyle bir kuram düzeltilme gereksinimi için­ de olabilecek olası bir açıklamadan daha fazla bir şey değildir. Ancak Platon, duyu-algısı kuramı kabul edil­ mese bile, algının, yargıyı dışta bırakan anlamı içinde, bilginin tümü'olamayacağını gösterebilir. 184 B. SOKR. İyi öyleyse, Theaetetus, işte sana üze­ rinde düşünmen, için bir konu. Senin verdiğin yanıt, bilginin algı olduğu biçimindeydi,. öyle değil mi? THEAET. Eyet. SOKR Şimdi sana ,şu sorunun sorulduğunu düşün ■. «Bir adam siyah.ya da beyaz şeyler görse, ya da ince ve kalın sesler işitse, o ney-

le görür yâ da işitir?» Sanıyorum, «Gözlerle ve kulaklarla» diyecektin. THEAET. Evet böyle diyecektim. C. SOKR. Sözcükleri ye ifadeleri, büyük bir özen göstermeksizin, ince eleyip şık dokumadan dik­ katsizce kullanmak, ' genel olarak kötü yetiş­ menin bir göstergesi değildir; tam ‘tersine çok dakik ve kesin olmada bayağı bir şeyler var­ dır. Ancak bazen bu kaçınılmaz olur ve bu senin yanıt biçimin için de bir ayni olarak ge­ tirilebilir. Düşün bir kez: Gözlerimizle ve ku­ laklarımızla gördüğümüzü, ye işittiğimizi söy­ lemek mi doğrudur, yoksa gözlerimiz ve kulak­ larımız aracılığıyla gördüğümüzü ve işittiği­ mizi söylemek mi? THEAT. Onlarla algılamak yerine, her zaman . onlar aracılığıyla.algıladığımızı söyleyecektim. D. SOKR. Evet, içimizde, Truva atının, içindeki savaşçılar gibi, yerleşmiş, bir Öbek düyu bulun­ ması, ve tüm bu şeylerin, kendisiyle,, birer .araç olarak duyuların aracılığından yararla­ narak, tüm algı nesnelerini algıladığımız tek. bir doğada —bir anlık ya da her ne adla ad­ landırılırsa adlandırılsın— birleşmemesi ve karşılaşmaması kesinlikle garip olacaktı.. THEAET. Evet, bunun daha iyi bir betimleme olduğunu düşünüyorum. SOKR. Benim bıı denli titizlehmekten amacım, bizim, tüm durumlarda aynı kalan, ve kendisiyle,, gözlerin aracılığından yararlanarak şi­ fi.. yahı ya da beyazı,-ve diğer duyuların aracılı-

ğından yararlanarak diğer nesne türlerini al­ gıladığımız- (idrak ettiğimiz) bir parçamız bu­ lunup bulunmadığım bilmektir. Eğer soru -sa­ na sorulacak olsa, tüm bu algı (idrak) edim­ lerini bedene yükleyebilir misiıi? Benim senin ne düşündüğünü söylemem yerine, senin so­ rulara yanıt olarak, kendi düşüncelerini dile getirmen belki de daha iyi olacaktır. ' Söyle bana: Kendileri aracılığıyla sıcak ya.da katı ya da hafif ya da tatlı olanı algıladığın tüm bu . araçlar bedenin parçalarıdırlar, öyle değil mi? THEAET. Hiç kuşkusuz, öyle. 185.

SOKR. Şimdi, bir yeti (fakülte) aracıbğıyla al­ gıladığın nesnelerin bir diğer yeti aracıbğıyla —işitmenin nesnelerinin, örneğin görme aracıhğıyla ya da görmenin, nesnelerinin işitme aracılığıyla—^ algılanamayacağını kabul ede­ ceksin, değil mi? THEAET, Elbette edeceğim. SOKR. Demek ki, ber iki nesne hakkında aynı anda, bir düşünceye sahip olursan, görme yâ da işitme organı aracılığıyla, aynı anda ber ikisini de içeren bir algıya sahip oluyor olama­ yacaksın. THEAET. Hayır. SOKR. Şimdi ses ve rengi al. Her ikisini de ayin anda içeren bir düşünceye —onların her ikisinin de varolduğu düşüncesine— sahip de­ ğil misin? THEAET. Sahibim.

SOKR. Ve ayrıca İlcisinden her birinin diğerin-, den farklı ve kendisiyle ayın olduğu düşün­ cesine de sahip olmalısın? B. THEAET. Doğallıkla. SOKR. Ve yine, her ikisinin birlikte iki, ve on­ lardan her birinin bir olduğunu düşünüyor­ sun,'herhalde? . . THEAET. Evet. SOKR. Ve kendine onların birbirlerine benze­ mez mi yoksa benzer mi olduklarını sorabilir­ sin. ' ' THEAET. Hiç kuşkusuz. SOKR. Öyleyse, onlar hakkında tüm. bunlan hangi organ aracılığıyla düşünüyorsun? Her ikisi de, aynı' anda işitme ya da görme aracı hgıylâ algılanamayan bu iki nesneye ortak olan şey nedir? Ayrıca, işaret etmek istediğim nok­ ta için elimizde başka bir kanıt daha vardır. Şes ve renkten her ikisinin de tatsız, olup ol­ madığını saptamanın olanaklı olduğunu var­ sayalım, bana hangi yetiyi kullanacağını —bu Ç. yeti açıkça gormé ya da işitme olmayıp, bir başka yeti olmalıdır— hiç kuşkusuz, söyleye­ bilirsin. THEAET. Bu dil arandığıyla işleyen yetidir. SOKR. Çok iyi. Ancak şimdi, yalnızGa bu nes­ nelere değil de, herşeye ortak olanı —«varo­ lur» v e. «varolmaz», sözcükleriyle, ve az önce sorduğum sorularda, onlar için kullandığım te­ rimlerle kastettiğim şeyi— söyleyen yeti, han­

gi organ aracılığıyla iş görür? Tüm bü. terim-lere karşılık olmak üzere, algılayan parçamı­ zın, aracılıklarıyla bu terimlerden her birini algıladığı, organların hangilerinden söz edebi­ lirsin? THEAET. Varlık ve yokluğu, benzerlik ve ben­ zemezliği, aynılık ve farklılığı, ve aynı zaman­ da birliği, ve onlara uygulandığı biçimiyle, geD. nel olarak sayıları ' kastediyorsun; ve sorun açıkça «çift» ve. «tek»i. ve bu türden tüm •fikir­ leri’ kapsar. Anlığımızın bedenin hangi parça­ sı aracılığıyla, bunları algıladığını, soruyor­ sun. SOKR: Beni en iyi bir biçimde izliyorsun; be­ nim sorum tam olarak budur. THEAET. Diğerleri için bir organ bulunmasın­ dan farklı olarak, bu şeyler için hiçbir biçimT de, bir özel .organ bulunmadığını'düşündüğü­ mü söylemek dışında, Sokrates, gerçekten de hiçbir şey söyleyemem. Herşeye .uygulanan ör­ fi. tak terimleri ,düşünmek için, anlığın kendisin­ de, kendi kendisinin aracı olduğu bana açık seçik bir şey olarak1görünüyor. SOKR: Theodorus’uü söylediği gibi; çirkin ol­ mayıp, gerçekten de güzelsin, Theaetetus; çün­ kü bir tartışmada güzel ya da hoş olan, güze­ lin yaptığı şeydir. Ve sen bana, anlığın . bazı şeyleri kendi araçsalhğı aracılığıyla, diğerleri­ ni ise bedensel yetiler aracılığıyla düşündüğü senin için açık bir şeyse eğer, beni olduk­ ça uzun bir uslamamanın getireceği güçlük-

ten kurtarmakla, hoş davranmaktan daha da fazlasını yaptın. Bu gerçekte benim kendimin düşündüğü şeydi; ancak senin de kabul etme­ ni istedim. THEAET. Evet benim için açıktır. Bu uslamamada, ilk kez olarak, özneyi yalnızca bir ayrı duyu-organları yığını, ve duyu-algısmı da Organla dışsal nesne arasında ortaya çıkan bir işlem olarak gören, duyu-algısma ilişkin daha önceki açık­ lamanın ötesine geçeriz. Bu açıklama halâ geçerlidir; ancak şimdi buna, merkezde, çeşitli raporları alan, ve duyu verileri üzerinde düşünmeye ve yargılar verme­ ye yetili olan bir anlığın bulunması gereictiği eklenir. Bu yargılarda, düşünen anlık «varolur», «-le aynıdır», «-den farklıdır»» gibi, özel bir duyunun tünelinden geçerek anlığa ulaşan algı nesneleri olmayıp, tüm du­ yu nesnelerine ortak olan terimleri kullanır. Anlık bu türden terimlerle, bedensel organlar ve onların nes­ neleri arasındaki ilişki yoluyla değil de, kendi araçsallığı aracılığıyla tanışıklık kurar. Çeşitli duyuların «özel» (idia) ya da «kendileririne özgü» nesnelerine karşıt olarak, bu terimler «or­ tak» (koina) sıfatıyla nitelendirilirler. «Ortak» sıfatı bundan daha fazla bir anlam taşımaz. Bu ortak te­ rimler, Aristoteles’in yürekte bulunan ortak bir du­ yunun nesneleri olarak gördüğü «ortak duyusallar» la, yani devinim, biçim, sayı, ebat, zaman gibi, birden fazla duyu tarafından algılanabilir olan nesnelerle karıştırılmamalıdır. Platon bir «ortak duyudan» (koina aisthesis) söz etmez; tersine, ortak terimlerinin, her­ hangi bir duyu tarafından değil de, düşünce tarafın­ dan kavrandığmda ısrar eder. Bu ortak terimleri içe­ ren yargılar, herhangi bir özel, bedensel organ olmak-

:sızın, kendi başına düşünen anlık tarafından meydana getirilirler. Terimler, Aristotelesçi anlamda .değil de, bir ismin çok sayıdaki bireysel şeye, ortak olması .anlamında «ortak»'tır. Bu nedenle, «varolur» «ortalı olarak herşeye uygulanır» tkoinon epi pasi, 185C); bu, dilediğimiz bir konu hakkında olan bir önermede or­ saya çıkabilir. Bize şimdi burada (186Â), varoluşun .her bir şeyle «birlikte ortaya çıktığı» ya da bir şeyin «bir özelliği olduğu» söylenir. Bu ortak terimler ger­ çekte cins isimlerin anlamlandır— Platon’un «Form­ lar» ya da «îdealar» adım verdiği şeylerdir. Burada verilen örnekler ,onun Z e n o n’un i k i l e m l e ­ r i n d e «benzerlik ve benzemezlik, çokluk ve birlik, dinginlik ve devinim gibi Formların kendilerini ayır­ m a k la çıkılabileceğini söylediği Parmenides’te ; C129B) Sokrates tarafından verilen örneklere karşılık /gelir. Orada kendilerinden söz edilen terimler Zenon’un çokluk ve devinime karşı olan uslamlamalarında prtaya çıkan terimlerdir. Sokrates Parmenides’te daiha sonra, nasıl ki şimdi burada onları ekleyecekse, «güzel ve iyi* gibi ahlaksal Formları ekler C130B). i1) Platon Theatetus’ta Formlardan olanaklı olduğu den­ li az şey söylemek durumundadır, ve. burada Form .sözcüğünü kullanmaktan kaçınır; ancak bu «ortak» terimlerin Formlar olduğu, Parmenides’i okuyan biri İçin çok açık olmalıdır. Platon’un Form -sözcüğünü kullanmaktan kaçınması birçok Platon -yorumcusunu 'Theatetus’ta Formlardan söz edilmediğini savlamaya, ve bu. ortak terimleri yanlış bir biçimde «kategoriler» olarak adlandırmaya götürmüştür .C2). tl) Bkz., Giriş,«. İO. ¡Platon'mı - ortaür terimlerini Aristoteles'in terimleriyle tü­ müyle keyfî .bir. biçimde kanştırma üzerinde dalıa so-nra

Platon bilginin gerçek' nesneleri olarak Formları açıkça tartışmaksızm, uslamlamayı bu doğrultuda dalıa ileriye doğru .yol alması için zorlayamaz. Ancak çıkarım açıktır: Duyu-verileri, bilginin algıyla özdeş­ leştirilmesinin gerektirdiği gibi, bilginin olanaklı tek nesneleri değildirler. Algı nesneleri ..hakkında kurabi­ leceğimiz bir önerme, ve dolayısıyla onlar hakkmdaki bir doğru, bu terimlerden eh azından birini içerme-, lidir. Demek ki, doğruların bilgisi, duyu-verileriyle tanışıklıktan ayn olarak, algının özel nesneleriyle, ve bireysel varlıklar olmayan, ye Herakleitosçu akış ,içe­ risinde yer almayan Formlarla tanışıklığı içeril. Oku­ yucu şimdi ilk sonucu çıkarsayabilir: Algı bilginin tümü değildir. Uslamlama daha sonTa ikinci sonuca doğru iler le r: (2) Algı, kendi alanı içinde bile, hiçbir biçimde bilgi değildir, 186 A; ŞOKR. öyleyse, varoluşu hangi başlık altına . yerleştiriyorsun? Çünkü bu, hepsi bir tarafa, . varolan herşeyi yakından ilgilendiren bir şey­ dir. THEAET. Onu anlığın keı:di taşma kavradığı, şeyler arasına koyuyorum. orta3c terimlerinden bazılanhm faırtaşmj» için yeniden gün­ deme {geldiği' bölümde' duracağız. . ¡Bu 'karıştırma Plotinus'a götürülebllir. Modemler burna, «kategori» nin Kant -ve .'diğerleri, .tarafından oldukça farklı bir biçimde'kullanıl-, masıyla, yeni' bir toarişıMıik eklediler. Örneğin öampbell fs. Iiiil, «usavuımadan (reasoning) olduğu . denli, .. algıdan ida ayrılamaz olan zorunlu düşünce formlarımdan, söz eder, •Ortak terim ler.-düşünce ' lörm ları: olmayıp, düşüncenin nes­ neleridirler (no etal) ve aîgıdm ayırtabilirler.

SOKR. Aynı durum benzerlik ve benzemezlik, aynılık ve farklılık için de geçerlidir, değil mi? THEAET. Evet. SOKR. «Saygıdeğer» ve «aşağılık» ve «iyi» ve «kötü» hakkında ne düşünüyorsun? THEAET. Bunlar da yine bana, varlıkları, o bir gözü geleceğe. yönelmiş olarak, kendi içinde geçmiş ve gelecek üzerinde düşündüğü zaman, . anlık tarafından, birbirleriyle karşılaştırılarak, B. düşünülen şeyler olarak görünüyorlar. C1) .. SOKR. Bekle bir dakika. Kati bir şeyin katılığı ve yumuşak bir şeyin yumuşaklığı, anlık tara­ fından dokunma aracılığıyla algılanacaktır, ' öyle değil mi? THEAET. Evet. SOKR. Ancak onlann- varoluşları ve onların her ikisinin de varolduğu olgusu, ve onların birbirleriyle olan karşıtlıkları, ve yine bu kar­ şıtlığın varoluşu, o . bunlar üzerinde dü­ şündüğü ve bunları birbirleriyle karşılaştırdı- . ğı zaman, anlığın kendisinin bizim için yargı­ lamayı üzerine aldığı şeylerdir. il)

Thoaetotus, Protagoras’a karşı getirilen, ■ve gelecekteki so­ nuçların .'göreli iyiliği ya da ¡kötülüğü lıakkıiıd/aki yargılar sorunuyla,- ııeyın bir Devlete sağlam ya. ¿ a aşağılık goruiıei ceği sorusu çevresinde. dönen, so n , uslamlamayı düşünür görünmektedir. Sokrates onu birdenbire durdurur ve öner­ mesini duyusal niteliklerin karşıtlıklarımı uygular. Dokunma bize bunun katı, şunun yumuşak olduğunu söyleyebilir; an­ cak katı ve yumuşak karşıtlığım dikkatle inceleyen, duyu değil, düşüncedir.

SOKR. öyleyse, beden aracılığıyla anlığa giren ,C. tüm izlenimlerin, onlan doğuş anından itiba­ ren algılayacak biçimde doğal olarak meyda­ na getirilmiş insanların ve hayvanların alabi­ lecekleri şeyler oldukları yerde, onîarm varo­ luşları ve yararlılıklarıyla ' ilgili düşüncelerin!. yalnızca, uzun ve zorlu bir eğitim süreci yoluy­ la, o da gelirse eğer, geldiği doğru değil midir?' •THEAİET. Kesinlikle. SOKR. Şu halde, varoluşa ulaşmadan doğru­ luğa ulaşmak olanaklı mıdır? THEAET.. Olanaksızdır. SOKR. Ancak bir insan bir şeye ilişkin doğru. luğa ulaşamıyorsa eğer,, o şeyi bilebilir mi? D. THEAET. Hayır, Sokrates,nasılbilebilir ki?' SOKR. Eğer duruin böyleyse, bilgi izlenim­ lerde değil de, bu izlenimler üzerinde düşün­ memizde bulunur. Varoluş ve doğruluğu kav­ ramak, görünüşe göre,. izlenimlerde değil de,, orada olanaklıdır. THEAET. öyle görünüyor. SOKR. Bu durumda, bu denli büyük bir fark­ lılık gösteren iki şeye aynı adı verecek misin? THEAET!

Bü kesinlikle doğru olmayacakti..

SOKR. Peki öyleyse, birincisine —görmeye, işitmeye, koklamaya, soğuğu hissetmeye ve sr- . cağı hissetmeye— ne. ad verirsin?

186 E.. THEAET. ki?

Algılama. Başka ne ad verebilirim

SOKR. Hepsine birden, öyleyse, algı diyorsun. THEAET. Zorunlu olarak. SOKR. Varoluşu kavramda hiçbir rolü olma­ dığı için. doğruluğu kavramada da bir rolü ol­ madığını kabul ettiğimiz bir şey. THEAET.' Hayır, hiçbir; rolü yoktur. SOKR. Bunun sonucu olarak, onun bilgide de yeri yoktur. THEAET. Hayır yoktur. SOKR. Öyleyse, Theaetetus, algı ve bilginin aynı şey olması pek olanaklı görünmüyor. THEAET. Görünüşe göre öyle. Gerçekten de bilginin algıdan farklı, bir şey olduğu, şimdi çok açıktır. Bu algının bilgi olma savının son kez olarak çürütülmesidir. Her ne denli, onun bir anlamda yanıl­ maz olduğu kabul edildiyse de, .algı bilgiyi belirleyen ikinci temel özelliğe sahip değildir: O varoluşu ve doğruluğu kavrayamaz. «Varoluş» Coysia) ve «doğ­ ruluk» (aletheia) sözcüklerinde belli bir muğlaklık' vardır: Her ikisi de Platon tarafından ortak olarak, ■onun Formlara yüklediği ve duyusal nesnelerden esirigediği gerçeklik anlamına gelecek biçimde kullanılırDaha önceki bağlamda önerilen anlamı korursak eğer, hu.ifade «Burada yeşil vardır» türünden bir yalınç yargının, algının, yeşilin doğrudan bir biçimde ayır.dında olmaklığımızın kapsamı dışında kaldığı anla­

mına gelmelidir. Algı yetisi «vardır», ya da «varolur» -un anlamını hiçbir biçimde kavrayamaz; ve yalnızca yargılar ya da önermeler doğru olduklarına göre, tüm doğrular onun kapsamı dışında kalır. «Gerçeklik» ve «doğruluk» un birleşimiyle tanışık olan Platoncu için, pasaj bundan daha fazla bir an. lam taşiyacaktır. Duyu izlenimlerimizin varoluşu ya da yararlılığı üzerindeki düşüncelerin, yalnızca, uzun ve zahmetli bir eğitim süreci sonunda, o da gelirse eğer, geldiği ifadesi ilk bakışta, Phaidon'da yer alıp da, duyularımızı ilk kez olarak kullanmaya başladı­ ğımız zamandan başlayarak, Formları içeren yargı­ lar yerdiğimizi, ve aynı Formları. bundan dolayı do­ ğuştan Önce tanımış, olmamız gerektiğini öne süren Anımsama’ya ilişkin uslamlamayla çelişir görünmek­ tedir, Tüm yargılar bir ortak teninin kullanılmasını içerir; ye Platon burada eğitimsiz insanların yargılar vermelerini yadsımayı düşünemez. O açıkça, eğitim-, siz insanların, Forinlara ilişkin olarak, diyalektikçinin, Devlet VII. Kitapta betimlenen uzun bir eğitim süre­ cinden geçerek kazandığı türden, bir bilgiden yoksun olduklarını anlatmak istemektedir. Ve Phaidon yal­ nızca, çocukların,'her ne denli, «Bu şuna benzer» tü­ ründen yargılar verip, bunlarla bir şeyler.anlatmak isteseler de, benzerlik türünden. Formlara ilişkin ola­ rak, belirsiz ve bulanık bir.kavrayışa sahip oldukları­ nı ortaya koyar. Bilgiye doğru ilerleme,’ aşamalı bir. süreçten geçerek, açık seçik görüyü tekrardan ele ge­ çirmedir; bu ise yalnızca diyalektik çalışmakla ola­ naklıdır , 7. .. . Daha önce önerilen sonuç, anlığın, şöyle, ya da böyle; düşünecekse eğer, bilmek zorunda olduğu baş-

ka nesneler —ortak terimler—- bulunduğu için, algı­ nın bilginin tümü olamayacağıydı. Şimdi, «gerçeklik ve doğruluk» u, Platoncu anlamı içinde dikkate alacak olursak, buna bir başka çıkarım daha ekleyebiliriz: Kendi duyu-nesnemin doğrudan algısı bile, «bilgi» . olarak adlandınlamaz, çünkü nesne değişmez bir bi­ çimde gerçek olan bir şey olmayıp, yalnızca oluşan ve her zaman değişen bir şeydir- Bazıları, herhangi b i r a n d a s a h i p o l d u k l a r ı d u y u mj1 a r ı n d a n v e. a l g ı l a r i n d a n herhangi, bir başka şeyden olduklarından, daha fazla emin ol­ duklarım söyleyebilirler; ve böyle bir doğrudan, tanı­ şıklıktan bilgi adını esirgemek, bir anlamda termino­ lojiyle ilgili bir sorundur.. Ancak Platon için bilgi ta­ nım gereği, nesnesi olarak gerçek olana (gerçekten varolana) sahiptir, ve bu nesneler (algının nesneleri) ' doğru ve sürekli bir varlığa sahip değildirler. Bu nok­ ta, bununla birlikte, usla anlaşılabilir dünyaya .ilişkin bir açıklamaya girmeksizin, tam .olarak ortaya kona­ maz. Bundan dolayı, «doğruluğa (gerçekliğe) ve va­ roluşa ulaşma» nın anlamıyla ilgili olarak belli bir be­ lirsizliğin kalmasına izin verilir. IL DOĞRU YARGININ BİLGİ OLMA SAVI 187 A- C. Theaetetus Doğru Yargının bilgi olma sa­ vun ortaya koyuyor. Protagoras’a karşı getirilen bun­ dan önceki uslamlamada, doğrudan alığıyla yargı ara­ sındaki ayrım giderek daha belirgin kılınmıştır. Theae: tetus bilginin salt duyum ya da algı düzeyinin üstün­ de, anlığın «kendisi» tarafmdan, duyu verileri temele alınarak, ve ortak terimler kullanılarak gerçekleştiri­ len bir etkinlik diye betimlenen «düşünme» ya- da «yar­ gılama» alanında bir yerlerde; aranması, gerektiğini görme durumuna getirilmiştir. Yargılar doğru ya da

yanlış olabilirler. Theaetetus’un bundan sonraki öne­ risi, doğru olan bir yargının bilgi olarak adlandırılması gerektiği biçimindedir. ' 187 A. SOKR.- A n c a k k o n u ş m a m ı z a b a ş l a d ı ğ ı m ı z dı a h e d e f i m i z , kesinlikle bilginin ne olmadığını değil de, ne olduğunu bulmaktı. Herşeye karşm, onu duyualgısıhda. aramayıp, onlara' sen ne ad verir’ sen ver, kendi başlarına olan şeylerle meşgul olduğu zaman, anlığın içinde, olup biten .. bir halde aramamız gerektiğini görecek denli iler­ ledik. THEAET. Bu hale uygun düşen ad, öyle sanı­ yorum Şokrates, «yargılar verme» dir. SOKR. Haklısın dostum: Şimdi herşeye yeniB>. den başla. Söylemiş olduğumuz herşeyi unut,, ve şimdi ulaştığımız bakış açısından daha açık seçik bir. görüş çıkartıp çıkartamayacağıha bırbak. Bize bilginin ne olduğunu bir kez daha, söyle. . . TÖEAET. Bilginin bir bütün olarak yargı ol­ duğunu söjdeyemem,- çünkü yanlış yargı diye, bir, şey vardır,- ancak'belki doğru yargı bilgi­ dir. Bunu benim yanıtim olarak kabul edebi­ lirsin. Bunun, biz ilerledikçe, şimdi göründür ğünden daha az doyurucu: olduğu ortaya çı­ karsa, bir başkasmı bulmaya çalışırım. SOKR. . Çok güzel, Theaetetus; bu çabukluk,.. . başlangıçtaki isteksizliğinden ya da ağırdan . C' alma eğiliminden çok daha iyi. Böyle gidecek ... o 1,u r s a.ki e ğ e r , ; £ a a r a . d i ğ i m i ­ zi. b u 1 a c a ğ ı z,. ya da hakkında her ne olursa olsun, hiçbir ,şey bilmediğimiz bir şeyi

bildiğimizi düşünmeye daha.az eğilimli. ölac ar ğız; ve bü kesinlikle küçümsenmemesi gere­ ken bir ödüldür. Ve şimdi söylediğin, bü şey nedir, bir bakalım hele: Biri doğru, biri yan­ lış olmak üzere, iki tür yargı vardır, diyor ve bilgiyi doğru olan yargı olarak tanımlıyorsun? -THEAET. Evet, şimdilik ulaştığım görüş, budur. Yukarıda «yargılar verme» olarak çevrilen (doksadzein) sözcüğü, daha önce; dakiklikten yoksun ola­ rak, «kendi başına» düşündüğünde,, anlığın, içinde sü­ rüp giden her türden düşünme ya da refleksiyon için kullanılmıştır. Yargı (doksa) burada (190A). anlığın kendisiyle olan içsel tartışmasını sona erdireli, karar olarak, çok daha dakik bir biçimde tanımlanacaktır. Ancak fiil genel olarak düşünmenin ve hatta bir nes­ neyi «düşünme»nin eşanlamlısı olarak, kullanılır. 187 C - E. Yanlış. Yargı nasıl olanaklıdır?. Theaetetus’un yeni önerisini geliştirmek • Olarak SOFİST.

Sava^ in

V l.S o k r a te s ’ in K atartik Yöntemi

V. B ir d, d iş ia c i olarak SOFİST V II.T em elsiz b i r " b i l g e lik k i b i r ! yaratan k i ş i alarak SOFİST

Sanatlara ilişkin sınıflama dizgeli ya da tam bir sınıflama olarak düşünülmemiştir.- «Ayırıcı» sınıf (diakritike) daha sonra eklenir C226B). Kazanma ama­ cı taşıyan sanatlar para kazanma, savaşım ve avla­ mayla birlikte «öğrenmeyi ve bilmeyi», içerir: Tüm bunlar «hiçbir şey üretmeyen, ancak yalnızca, zaten varolan şeyleri ele geçiren, ve başkalarının bunları ele geçirmelerine engel olan» sanatlardır (219C). Dev-

let Adanu’mn «kuramsal» ve «pratik» —Filozof ve pratik Devlet adamı arasındaki ayrıma uygun olan bir karşıtlık— diye ikiye bölünmüş «bilgi» yle açılan ilk Bölmesine dek, «öğrenme ve bilme»ye ilişkin ola­ rak daha fazla hiçbir şey işitilmeyecektir. Bölme yöntemi iki ayn amaçla kullanılabilir : (11 Bir cins altında yer alan tüm türlerin, tam bir Tablo içinde sınıflanması, ya da (2) Yalnızca tek bir türün tanımlanması. Dikkat edilecek kurallar bir dereceye dek farklı olsa da, Platon bazen bir amacı, bazen de bir başkasını düşünür. Tam. bir sınıflama, aynı dü­ zey üzerinde iki alt sınıftan daha fazlasını serimleyebilir, ve bunlar, eğer yeniden bölünme durumun­ daysalar, pozitif terimlerle betimlenmelidirler. Örne­ ğin biyolojide, hayvanlar «omurgalı» ve «omurgasız» olarak sımflanmaüdrrlar. Tüm cins ve •türleri «omur­ gasız» diye aynı Bölme içine yerleştirmek bize onların yapıları hakkında pozitif bir önem taşıyan hiçbir şey söylemez; ve «omurgasızlık» yeniden bölünebilecek bir karakter değildir. Ancak amacımız tek bir. omur­ galı hayvan türünü sınıflamaksa, tüm omurgasızları bir vuruşta- kesebilir've yalnızca omurgalıyı tekrar bölebiliriz. Buradaki tanımlayıcı Bölme bu türdendir, îki aşamadan geçerek gerçekleşir. Olta ile balık tut­ ma (a), belirli bir tür avı, (b) belirli bir yöntemle tut­ madır . (a) Ava ilişkin Bölme : I— ------------------- T| cansız şeyler canlı şeyler kara hayvanları ■ su kuşlan

su hayvanlan balıklar

biçimindeki bir sınıflamada saçma olacaktı: Canlı olan ve havada yakalanan kuşlar için hiçbir önlem alınmamıştır..Yalnızca ikinci aşamayla —yöntemlere ilişkin bölme (ağ ile tutma ya da vurarak tutma: bir balık kargısı ile ya da kanca ve olta ile tutma)— o tam bir sınıflama ortaya koyar gibi görünmektedir. İlkenin avdan yönteme geçişi de, avlamaya ilişkin bir sınıflamayı bozacaktı: Kara hayvanlan ve kuşlar da aynı ölçüde ağ ile tutulabilir ya da vurulabilir. Bu türden değerlendirmelere Devlet Adamı’nda işaret edilir. Buradaki hedef «Sanat» cinsi aracılığıyla, Av­ lama türüne ilişkin bir sınıflamaya ulaşmaktır, ve (daha sonra adlandırıldıkları biçimiyle) tüm özgül ayrımlar (farklılıklar) 22lB’de formel olarak sayılır. Sofisti tanımlayan yedi Bölme. •Yabancı daha sonra (2210 «bu tanımlayıcı örneği izleyerek, Sofistin doğasmı bulgulamaya» koyulur. Altı Bölme birbirlerini aralıksız olarak izler ve bunlar 23lC-E’de özetlenir. Sonuçlar daha sonra eleştirilir. . Yedinci ve son Bölmeden önce, yeni bir cins seçimi­ ne, (Kazanmaya yönelik sanattan ayrı olarak) Üreti­ ci Sanatın görüntü-yaratma dalma götüren bir tartış­ ma yer alır. Ona gerçek olmayan «görüntü» diye bir şeyin var olabildiği saymtısmı haklı kılan uzun tar­ tışmalar sırasında ara verilir: Tam bir görünüş ve yanlışlık sorunu içerilir.: Diyalogun sonunda. (264B) bu Bölme devam ettirilir ve o Sofiste ilişkin sonsa) tanıma götürür. . Bu süreç şu soruları usa getirir: Niçin yedi tanım verilir? Bununla acaba yedi tanımdan birinin doğru, geri kalanların yanlış olduğu mu dile getirilmek is­

tenmektedir? Kimdir Sofist? Hangi smıf ya da sınıf-' lardan kişiler tanımlanır? Bazıları tüm Bölmelerin, tek bir tarihsel kişiler sı­ nıfını, farklı yaklaşımlarla tanımladığım ve hatta tüm tanımların «yeterli» olduğunu, savunur. Bu görüşe y ö n e l t i l e b i l e c e k ö l d ü r ü c ü bir i t i r a z i l k b e ş v e yedinci tanım tarafın-’ dan olduğu denli, altıncı tanım tarafından da karakterize edilebilen bir kişiler sınıfının hiçbir zaman varolmadığıdır. Altıncı tanımın katartik sanatı yal­ nızca Sokrates tarafmdan uygulandı. Bu sanatın amacı ruhtan, temelsiz bir bilgelik kuruntusunu te­ mizlemektir. Bu, .temelsiz bir bilgelik görüntüsü ya­ ratıcısı olarak Sofiste ilişkin sonsal tanımla açıkça çelişir; ve Yabancının kendisi, Katartik sanatın uygu­ layıcılarım Sofistler olarak adlandırmaktan, korktu­ ğunu söyler: Onlar Sofiste, bir köpek bir kurda ne denli benzerse, yalnızca o denli benzer (231A). Platon’u öncelikle herhangi bir sınıftan kişileri tarihsel bir kesinlikle betimlemek 1 işi ilgilendirme­ mektedir. Onu ilgilendiren, Sofistliğin çok değişik yü' zeysel özelliklere sahip birçok kişi ya da öbekte so­ mutlaş abilen ruhudur. Benim salık verebileceğim gö­ rüş kısaca budur. I ve II-V. Bölmeler'yüzeysel olarak ve dikkate değer bir taşlama öğesiyle, retorik uzmanı Sofistleri ve beşinci yüzyılda Protagoras, Gorgias ve Hippias’m temsilciliğini yaptığı kimi konulardaki dersleri, betimler. Onlar «parayla tutulmuş, zengin delikanlı avcılar»ı ya da bilgeliğin, yaşamda başarı­ ya götüren sanatların «satıcıları» dırlar. V. Bölme farklı bir cinsten, savaşım sanatından yola çıkar ve Didişimciyi —doğruluk için değil de, salt utku kazah-

mak için tartışan adam— tanımlar. Euthydemus ve kardeşi gibi adamlar bu sınıfın profesyonel temsilci­ leridir; ancak Didişim aynı zamanda Elea Okulunun, ve Megaralıların diyalektiğinin önemli bir boyutudur. VI. Bölme herhangi bir Sofist tipini tanımlamaz, an­ cak Sokrates’in kendisi tarafından uygulandığı biçi­ miyle, saflaştırıcı elenchusa (çürütmeye) ilişkin ola­ rak ciddi ve' hatta etkili bir çözümleme getirir. VII. Bölme konunun özüne inen ve doğru cinsten yola çı­ kan tek Bölmedir. Bu bölme, herhangi bir tikel kişi­ ler sınıfını değil de, tüm bir düşünce eğilimini, Sofist­ liğin özünü tanımlar. Görünüşle gerçeklik arasında­ ki metafiziksel ayrıma dayanır. Sofistlik yanlış bir felsefe ve Devlet adamlığının taklididir, ve ne gerçek ne de tümüyle gerçekdışı olan eidola (görünüşler) dünyasında varolur. Söz konusu dünyanın bilgi ver­ me savı Theaetetus’ta yadsınmıştı. Sofist şimdi, görü­ nüşler dünyasının ne türden bir varoluşa sahip ola­ bileceği sorusunu soracaktır. , 221 C - 223 B. I. Bölme. Avcı olarak Sofist. I. Bölme, belirtik hiçbir haklı kılınma olmaksızın, olta ile balık tutan kimsenin cinsinden yola çıkar ve Sofistin avını —evcil, hayvanı, eşdeyişle insanı— ayı­ rarak başlar. Önemli olan bölüm, yönteme göre ger­ çekleştirilen daha sonraki altbölmedir. Bunu, Gorgias ve Phaedrus’ta kendisine saldırılmış olan retorik ağır­ lıklı Sofistliğe ilişkin bir çözümleme izler. (1) İnsan avlama zor kullanılarak (korsanlık, köle elde etme, tiranlık ve genel olarak savaş), ya da mahkemedeki ka­ tipliği, siyasal hatipliği ve özel topluluklardaki reto­ rik gösterilerini içeren' ikna yoluyla olabilir. Gorgias retoriği «ikna üreten sanat» olarak tanımlamıştı, ve.

burada onunla karşı karşıya getirilip, zor kullanılmasmı .içeren, yöntemler, Polus'un zorbayı' ve salt siya' sal içerikli söylevler çeken hatibi, her istediklerini ya-. pabilen adamlar olarak karakterize edişini, ve aynı zamanda Sokrates’in Kallikles’in sınırsız bir bencil­ lik ülküsünü, bir hırsızın ve yasaya karşı gelen bîr kimsenin yaşamı olarak betimlemesini anımsatır. (2) Daha sonraki Bölme —genel ya da özel (idiöthereytike)— Sofistin özel bir kişi ya da özel bir dinleyici topluluğuna sunduğu retorik gösterilerini, politikacı ve hatibin halk karşısındaki hatipliğinden ayırır. C3) Daha sonra ücret alma (mistlıarnetike) gündeme ge-. tirilir. Sofist, Phaedrus’ta benimlendiği biçimiyle, kendisini teslim etmesini sağlamak için avına rüşvet veren yalancı aşığa karşıt bir şekilde, bir ücret , ta­ lep eder. (4) Sonunda «düzmece bir eğitim»in temsilcisi olarak Sofist «iyilik olsun diye» kurbanlarının dostlu­ ğunu aradığım savlar. O yemi haz olan bir asalakla karşılaştırılır. Bu hatiple asalak arasındaki Gorgias’ta incelikle işlenmiş, koşutluğu yansıtmaktadır. «Erdem» öğretme savı, ya da özel ve kamu yaşamının başarıy­ la idamesi için kişilere yardım etme Protagoras’ın ka­ rakteristiğiydi. Bu Bölme , için seçilen cins, Hippias gibi, temel eğitimlerini tamamlamış, gençlere ileri ko­ nulan öğreten Sofistleri dışta bırakmaktan çok, reto­ riği daha ilk baştan vurgular. Ancak Hippias’ınki tü­ ründen bir. Sofistlik kendisine daha sonraki Bölmeler­ de bir yer bulacaktır. 223 C - 224 E. H - IV. Bölmeler. Satıcı olarak Sofist, II - IV. Bölmelerde, I. Bölmedeki, göreli olarak da­ ha küçük ve önemsiz bir boyut olan para alma, «av­ lama» nın almaşığı olan «değış-tokuş yoluyla kazan-

ma» cinsinde ön plana çıkar, (1). Sofisti temelde, sat­ manın lagorastikel armağanlar vermeden ayırılması karakterize eder. C23 Yöntemlerin farklılığı —ekendi üretimini satan imalatçı (aytopolike), parekende sa­ tıcı, kentten kente dolaşan tüccar (emporike)— her ne denli üç ayn tanıma götürse de, o satılacak mallara ilişkin benimlemeden daha az önemlidir. (3) Sofist, bedeni değil de, ruhu besleme (psylemporike) duru­ munda olan mallar satar.. Sofist önce sanatçılarla —ressam, müzisyen, (Yasalar 658B’de oyun yazarı ve masalcıyla birlikte sınıflanan) kukla sanatçısı— bir­ likte anılır. Sofistin satacak malları bilgiden (mathematopolike) ve özellikle de «iyiliğe» (arete) ilişkin bilgiden oluşur. Tüm bunlar, Protagoras adlı diyalo­ gun, Sokrates’in genç Hippokrates’i, ruhuna gösteri­ lecek bakımı, «kendileriyle ruhun beslendiği bu mal­ lan satan bir tüccar ya da parekende satıcıya bırak­ ması» olasılığı karşısında uyardığı, giriş konuşmasıy­ la büyük bir koşutluk içindedir. Bu Bölmeler I. Bölmede ortaya çıkan birçok özelli­ ği, I. Bölmede önemsiz bir yer tutan «erdem», öğret­ me karşılığında para almayı daha belirgin kılarak, yalnızca farklı bir düzen içinde verir. Bir başkasma aktarabilecek bir bilgi ya da bilişi bütününü aktarma karşılığında para aldığı için, bir öğretmene herhangi bir itiraz getirilmesi söz konusu değildir. Öğrenci sa­ hip olmayı arzu ettiği bir şeyi alır ve parasını değer­ lendirir 0). Sofistlerin öğretimlerinin büyük bir bö-

11)

-Gorgias 520. ‘ Sır-adam herhangi bir sanatın öğretmeninin, ■ ¿-anki karşısındaki ¡kaçacakmış giıbi, sıkı sıkıya para talep etmesinde •utanılası hiçbir S®y yoktur. Beden, eğitimcisi si-

lümü bu türdendi. Sokrates ve Platon’un karşı çık­ tıkları şey, bir öğretim karşılığında para alüıak değil, ancak «erdem» öğretimi karşılığında para almaktır. O her ne denli, Sökrates’e göre, belirli bir tür «bilgi» den oluşsa da, erdem ya da iyilik herhangi bir kimse-' nin öğretebileceği bir şey değildir; bir insandan diğe­ rine aktarılabilecek bir bilgi bütünü de değildir. Üs­ telik, «erdem» öğrettiklerini savlayan bu insanlar ona sahip değildiler, ya da. «erdem» in ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Bir ücret talep eden «erdem» profesörü, Platon’da, bir rahibi kendisine tinsel bir teselli ver­ mesi için çağıracak, ve daha sonra ruh hekiminin her ziyaret için beş şilinlik bü faturasıyla karşılaşacak olan bir adamın duyacağı tiksintinin aynısına neden olacakta. I - IV. Bölmeler, öyleyse, beşinci yüzyılın, hatipler ve ücretli «erdem» Öğretmenleri olarak görülen, bü­ yük Sofistlerinin etkinliklerini (faaliyetlerini)' çözüm­ leyen Bölmeler olarak alınabilir. Platon’un onları ele alış biçimi taşlayım ve yapaydır; Sofistliğin özünü henüz daha bulamadık. 224 E -226 A. V. Bölme. Didişimci, Didişimciyi tanımlayan daha sonraki Bölme, ken­ disinden önce gelenler gibi, son çözümlemede (üreti­ ci sanat türüne karşıt olarak) Kazanmaya yönelik sa­ nat türünden türetilir, ancak farklı bir dalı izler. Bu ze, dürüst olmayı değil de, yalnızca hızlı; koşmayı öğretir. Ancak Sofist sizi' erdemli' yapacağını öne sürer, ve eğer başarılı'olursa, sizi dürüst biri’ yapmış olacaktr ve dolayı­ sıyla, ödeme için, daha önceden tur sözleşme yapılmasına hiç gerek yoktur. ■

türün’ temel karakteri «avlama» ya da «satma», olma­ yıp, «savaşım» (agonistike) dır. Ücret alma, profesyo­ nel bir Sofist olan Didişimciyi, profesyonel bir Sofist , olmayan Didişimciden ayırmak için, yalnızca sonra ortaya çıkar. Önce kavga etme (makhetike) dostça yarışma­ dan; daha sonra da sözsel bir çekişme (amphibetetikel biçimi içindeki kavga etme fiziksel savaşın şidde­ tinden ayırılır. Mahkeme sırasındaki hatipliğin belir­ lediği «doğrular ve yanlışlar hakkında kalabalık bir topluluğun önünde yapılan uzun konuşmalar» la sür­ dürülen tartışma, «küçük bir soru ve yanıt değişimi» biçimini alan özel tartışmadan (antilogike) ayrılır O. Son olarak, gündelik yaşamın «rastgele ve hilesiz» olan tartışmaları vardır; ancak tartışma, ustalık ya da sanatın kurallarına göre yapılırsa, ona Didişim adım veririz. İlk altı Bölmeye ilişkin son özette (231E), bu tür Sofistlik yalınç bir biçimde Didişim olarak adlandırı­ lacaktır; ancak burada (225D), bir altbölme daha ek­ lenir. (Euthydemus gibi) Didişimci bir Sofist diğer Didişimcilerderi para almakla ve «para istifleyen» (khyrematistikos) biri olarak çağırılmakla. ayınlır. Ancak «paralarını harcayan» (khrematophthorikoO. (1) IBu (karşıtlık Devlet 409A'yi anımsatır: THalnızca doğruluğu amaçlayan «saygıdeğer ve özgür tartışma.»yi. daha önce hiç görmedikleri ya da işitmedikleri için, bunların çoğu gerçek fiİofozun- değerinden kuşku duyar. Onlar yalnızca, ister davalarda (mahkeme sırasındaki hatiplik) ister özel sohbetlerde (didişdmci Sofistlik) olsun, tek ıamacı ün ve çe­ kişme olan ..didişimci kurnazlığının gösterilerini dinlemiş­ lerdir.

başka' Sofistler de vardır. Bunların, «bir insanın bu biçimde vakit geçirmekten aldığı haz uğruna, kendi işlerini ihmal etmesine yol açan, ancak sıradan din­ leyiciye hiçbir haz vermeyen bir üslupla sürdürülen» tartışma türleri «yalnızca . bir tür gevezelik olarak adlandırılabilir.» (adoleskhikon) Bu «gevezeler»le, o her ne denli misyonunu gerçekleştirmek adına, kendi işlerini ihmal edip, yoksul düştüyse dé, Sokrates’in kastedildiği konusunda Campbell’lé uyuşamadığım gibi, gevezenin bizzat gerçek diyalektikçi olduğu ko­ nusunda da Diés'le uyuşmam olanaksızdır. Bu, gerçek filozofu Didişimcinin, ün ya da utku için tartışan, bir türü yapacaktı. «Gévezelik etme» teriminin düşman­ lan tarafından, felsefe ve özellikle de Sokratesçi tar­ tışma için kullanıldığı doğrudur 0). Platon’un kendi­ si onu, îyonya bilimini, kınamak için kullanılan me­ teorólogos tkişinin yüksek ya da üst düzeydeki şey­ lerle uğraşması, Çev'J terimiyle birlikte,* iki-yiizlü bir iltifat olarak uyarlar (z) . Bu, para almayan gevezele­ rin burada, Sokrates’in, aynı zamanda Didişimci ola­ rak betimlenebilecek izleyicileri olmaları gerektiğini usa getirir. Bu gezevelerle, Susemihl’in önerdiği gibi, Megaralıların kastedildiğinden pek' kuşku olmasa

(11 Eüpolis, 3i52: Sokraten, ton. proklıon adelsklıen. Aristopha­ nes, Bulutlar 1485: ten oikian ton adoleskhon. (2)

phaidoıı 70C, Sokrates: «Bu anda, ölüıntü tartışırken, hiç ikimse benim adoleskho (gevezelik ettiğimi; Çev.) söyleye­ mez.» Theaetetos l35B’d-e Sokrates kendisini anar adolsskhes (erîcek Igezeve; Çev.) olanak adlandırır. Phaedrus 270A, Tüm büyük sanatlar adoleskhia ve nreteorologiaya gerek duyarlar. Devlet Adamı 270A; Devlet ‘488C.

gerekir (J). Megaralılar, aynı zamanda, Elea Okulu­ nun izleyicileriydiler, ve Phaedrus 26lC'de tartışma (antilogikel, siyasal ve hukuksal hatiplikle birlikte, Zenon’un, (2) »Elealı Palamedes»in diyalektik uslam­ lamalarını —onun «aynı şeylerin dinleyicilerine hem benzer hem benzemez, hem bir hem çok, ve hem din­ ginlik içinde olan hem devinen şeyler olarak görün­ mesini sağlayan» sanatını— içerir. Bunların hepsi bir yanıltma sanatı olarak aşağılanır. Platon’un anlığındaki temel karşıtlık, gerçek fel­ sefî tartışma sanatıyla, Megaralılar tarafından, Ze(1) Dlogenes Laertius, İî, 106; (ıMegarab) E'ukleides kendisini tümüyle Parmenides'in yazılarınla verdi, ve ardıltan, uslam­ lamalarını' (argümanlarını) soru ve yanıt biçiminde ortaya koydukları için, Meralalılar da'ha sonra, Didişimciler ve en sonunda dia Diyalektikçiler olarak adiandırıldılar. Tlmon (fragman 28D, Dlogenes Laertius .1J, 107): «-Bu gezeveleri (phledonon) de... Megaralılana. bir tartışma ya da çekişme (erişmen] çılgınlığı aşılamış olan 'Eukleides kavgacısını (poridanteo) da önemsemem» Komik bir fragman (Diogenos İLıaertius İİ,. 107) Megarab Eubulides'i ho eristi'kos (kavga. ' cı, dövüşmek ya da çekişmek için sabırsızlanan kişi, (Çev.) olarak adlandırır. Dlogenes Laertius İî; 30: «Eukleides'in kendisini büyük bir şevk ile didişimoi uslamlamalara kap­ tırdığım gören- Söknates, 'Sofistlerle anlaşabileceksin, ancak insanlarla değil’ dedi: çünkü o Platon’un Euthydemus'ta gösterdiği gibi, bu türden bir kıh -kırk yarmanın gereksiz olduğunu düşünüyordu.» (2) Von Armin (Platos Jugenddialogo (1014, s. 193), burada Zenon’un değil de, çağdaş, bir Megarabnuı kastedildiğini düşünmektedir; ancak ben Taylor, Plato (1923) s. 3li ve diğerleriyle aynı fikirdeyim. Parmenides 135D'de, Parmenides’in kendisi, 'biraz sonra ortaya çıkacak olan bir Eleacı Diyalektik örneğini, erdünyanın, yararsız gevezelik olarak çağırdığı şey» diye betimler.

non’un tartışmalı yöntemlerinden türetilmiş, ve salt .utku kazanmak amacıyla düzenlenmiş sözsel çekişme teknikleri arasındadır. İkincisi Sokratesçi elenchusla (çürütmeyle) büyük bir benzerlik göstermekteydi, çünkü-Sokratesçi elenchus söz konusu sözsel çekişme teknikleriyle, Gorgias’m retorik ağırlıklı Sofistlik ge­ leneğinin hızlı bir savunucusu olarak, Sokratesçi olan -birini, sürekli bir biçimde, «sözsel çekişmeye düş­ kün» C1) kimselerle bir tutan îsokrates tarafından bi­ linçli olarak karıştırılma durumundaydı. Felsefe okul­ larındaki —Elea ve Megara Okulları— Didişim öğe­ sinin burada Sokrates’in kendisinin Katartik işlemiy­ le sıkı bir karşıtlık içinde bulunmasının nedeni bu «olabilir. 226A - 231B.

Sokrates’in Yöntemi.

kendisinin. Katartik

Altıncı Bölmede taşlama bir kıyıya atılır. Yöntem «ciddi bir biçimde ve sempati duyularak serimlenir; .sonuna doğru, serim dokunaklı bir hal alır. O «ruhu bilgiye giden yolda, ruhun önünü kesen kendini be­ ğenmişliklerden arıtan bir yöntem» (231E) — CJack•son ve başkalarının da görmüş olduğu gibi), yalnızca .’Sokrates için geçerli olan, ve başka hiç .kimseye uy­ gulanamayan bir betimleme— olarak tanımlanır. Diğerlerinin tersine, bu Bölmeden önce bir Top­ lama gelir. Ev işleriyle ilgili çeşitli işlemlere —süzgeç­ (1). Hioi peri tas heridae, espoydaikotee —(Hıeodorus'un 2l&B'de ortaya koyduğu bu ifade Elealı Yabancı için geçerli değil­ dir— feokrates’ten alınmıştır (kata sophoi i, 2911}),- Helena l ve 6 (Antisthezıes ve Platon'a yapılan yördetdnüerden sonra) -Antid. 258 (Platon'u (amaçlıyordu). 1

ten geçirme, eleme, buğdayı savurup, tanelerini ayır­ ma, dokumacılıkta- çözgüyü tarama ve ayırma— iliş­ kin kısa bir incelemeden sonra, Ayırma Cdiakritike) sanatına ilişkin bir fikre ulaşırız. Bununla bu Bölme­ yi, hepsi Kazanma sanatından türetilmiş olan daha önceki Bölmelerden tümüyle ayırma amacı güdülmek­ tedir. Sofistliğin, onların tanımladığı biçimleri, te­ melde, zengin delikanlıları etkileme, ya da bilgi sata■rak para kazanma, y a . da uslamlamada doğruluğa ulaşmak yerine, utku kazanma sanatlarıydı. Tüm bu motifler sanatm, Sanat ilk başta Kazanmaya yönelik ve Üretime dönük sanatlar olarak ikiye ayrıldığı za­ man, hiçbir biçimde dikkate alınmamış, ayrı, bir dalı­ na geri gitmekle, dışta bırakılırlar. Ayırıcı sanatlar üretici de değildirler. İşlevleri olumsuzdur. Bu kısaca incelemede bir araya getirilen Sanat­ lar, uygunluklarından yana en ufak bir ipucu olmak­ sızın, alelacele gündeme getirilir. Normal Toplama, ona benzediği haklı olarak düşünülebilecek diğer te­ rimlerle birlikte, tanım için olan terimi dikkate alır. Amaç, en önemli ya da en özsel olma, ve dolayısıyla bölünecek cinse karşılık gelme savında olan ortak bir özelliği ayırmaktır. Burada Sofistlik içerilmez, ve Sofistlikle bu ev işleri arasındaki bağlantı hakkında hiçbir ipucu verilmeksizin, okuyucu kendi kendisiyle başbaşa bırakılır. Genel Ayırma kavramını bölmek­ le, bir zaman gelip de Sofist tanımına ulaşacağımız yönünde hiçbir söz verilmez. Okuyucu, tanımlayaca­ ğımız şeyin gerçekte Sofistlik olmayıp, Sokratesçi elenchus Cçürütme) olduğunu da tahmin edemez. Ayırma (diakritike) sanatı şimdi bölünür. Ayrı­ lan şeyler benzer olabilirler; ancak biz şimdi kötü olanı uzaklaştıran ve iyi olanı alıkoyan arıtmayla

fkathormos) ilgilenmekteyiz. Arıtmanın bir türü, «beden eğitimi ve tıp tarafından gerçekleştirilen bir­ takım içsel temizlikler ve bağırsakların müshil ile te­ mizlenmesi de» dahil .olmak üzere, cansız şeylerin ve canlı bedenin fiziksel olarak temizlenmesidir. Diğeri ise «ruhtan kötülüğü uzaklaştıran» (aphairesis kakias psykhes 227D) arıtmadır. . CArıtmanın olumsuz bir' .kavram —kötülükten kurtarma— olduğuna dikkat edilmelidir f1). Beden eğitimi ve'tıp, sağlık ve güçlülük yaratan sanatlar olarak, olumlu bir biçimde görül­ mez, ancak yıkamayla birlikte sınıflandırılır. Onlar burada daha belirgin bir biçimde, kendilerinin olum­ suz yönleri dikkate alınarak —tıp hastalıktan kurtar­ ma, beden eğitimi ise çirkinlikten kurtarma olarak— tanımlanacaktır. Ruhun arıtılması da benzer bir bi­ çimde, ruhta iyilik üretilmesi olarak değil de, kötü­ lükten kurtarma olarak tanımlanacaktır) (-). Bundan sonraki adımda, bedensel arıtmanın iki tü­ rüyle, ruhsal arıtmanın iki türü arasında bir analoji kurulur. Arıtma

bedensel

Hastalıktan (Tıp)



ruhsal

Çirkinlikten Kötülükten OBeden Eğitimi) (Cezalandırma)

Bilgisizlikten ('Eğitimi

(1) -Edilgen katliama (süprüntü, çöp, serseri İkimse) .ismi, ara­ tılmış, temizlenmiş şey değil de, ortadan kaldırılmamış, • 'uzaklaştırılmamış pişlik anlamınla-gelir. ( 2) (Bu yüzden Apeüıt’in, diakritike (aıyırmalmn potetike (tek­ ne) (üretici sanata) ye tabi kılınması gerektiği biçiminde­ ki savma, (2a®B üzerine olan notu) ■karşı çıkılmalıdır.

Hastalık burada, doğal olarak, «birbirlerine ya­ kın» ya da «akraba olan» şeyler arasındaki, alışılmış: bir biçimde düzeltilme gereksinimi gösteren bir den­ gesizlik olarak değd, ancak bir ihtilaf, kargaşa ya da., sivil savaş (stasis) olarak görülür. Bu, hastalığın, herbir parçasında karşılıklı bir anlaşmazlığın —yargı­ larla arzular, hazlarla cesaret, düşünceyle acı arasın­ daki uyuşmazlık— bulunduğu ruhtaki karşılığı «kötü­ lük» (poneria)ten dolayıdır. Kötülüğe ilişkin betimle­ me, Devlet’in, ruhun üç parçası arasındaki çatışma­ nın siyasal bir mücadeleyle karşılaştırıldığı, pasajları­ nı anımsatır. Bu nedenle 440B’de «canlı» parça, «ru­ hun hizip-kavgalannda» usun yanında yer. ahr. Bu„ Sokratesçi olmaktan çok, Platöncudur. Kötülük bura­ da CSokrates’in yaptığı gibi) bilgisizlikle özdeşleşti­ rilmez, tam tersine ondan ayırılır. -Bedensel hastalı­ ğın çaresi olarak tıbbın karşılığı, «kötülüğü cezalan1 dıran» adalettir. Cezalandırma tkolastike) olumsiz-, anlamından dolayı gündeme getirilir. Gorgias .adlı di­ yalog, hekimle, suç işleyeni kötülüğünden kurtulmasi için cezalandıran yargıç arasındaki aynı analojiyi: kullanmıştı C1). Beden eğitimi (jimnastik) örantısızlığm sonucu; olan biçimsizlik, eşdeyişle fiziksel çirkinlik için koşut çaredir. Bu, biraz garip bir şekilde, ruhta itici güçlerarasındaki, onların sonuçsuz ya da haşarısız olmaları­ na yol açan, orantı ya da eşgüdüm yoksunluğuna', benzer bir biçimde ele alınır. Bilgisizlik (agnoia) ru­ hun doğruluk .yolundan sapmasıdır ye (Sokrates’in-, öğretmiş' olduğu gibi) —doğruluğa duyulan arzuya*

( 10> Gorgias 47SA.

Ücarşı olarak—■«istenç dışı» dır. Bilgisizliğin birçok bi­ çiminin hepsi için çare, Eğitimdir (didaskalike). Eğitim daha sonra bölünür. (Çok açık seçik ola­ rak olumlu olan) teknik eğitimi bir kıyıya bırakır­ sak, diğer dal olarak, ruhu, onu anlayamaz ya da öğ­ renemez (amathia) C1) kılan, temelsiz bir bilgelik kibirinden kurtarma olarak, olumsuz bir biçimde an­ laşılan ahlaksal eğitimi (paideia) elde ederiz. (Bu eği.tim daha önceki Bölmelerde Sofistler tarafından su­ nulan, ve tam tamına temelsiz bir bilgelik kibiri ya­ ratmakla sonuçlanan «düzmece eğitim» le tam bir ıkarşıtlık içindedir.) Daha sonra ana babalar tarafın­ dan uygulanan azarlama ve Öğüt verme yöntemi ■«uzun boylu düşündükten sonra, kendilerini her tür bilgisizliğin istenç dışı olduğuna, ve öğüdün önca ça­ ba karşılığında pek önemsiz bir sonuç verdiğine .inandırmış» olanların yöntemleriyle karşı karşıya ge­ tirilir. «Bunlar belli bir konuda söyleyecek değerli bir şeyi olduğunu düşünen bir kişiyi, o gerçekte anlamsız konuştuğu zaman, sorularıyla sıkıştırırlar. Daha sonra, böylesi kişiler tereddüt geçirmeye başladıkla­ rı zaman, onlar hemen bu kişilerin görüş ya da sanı­ larından bir öbek yapıp, onlan bir uslamlamada bir araya getirir ve birbirleriyle karşılaştırırlar, ve bu •arada onların aynı konularda, aynı anda, ve aynı ba> ■d)

Amathia, bilişi .aktarmakla tedavi edilebilecek tam bir bil­ gi yokluğu anlamımda bilgisizlik değildir. Daha önceden MLdiğimiz ya da anladığımız' yanlış inaaıcm olumlu ardam­ daki varlığına bağlıdır. Gerçek ahlaksal eğitimin doğru ve .yanlış hakkında olan, ve aileden ve öğretmenlerden ahnan ■popüler inançların, atılmasıyla başlaması gerektiği Sokra-tes'in bir bulgusudur.

kış açısından çelişme içinde olduklarım gösterirler. Diğerleri bunu görünce, kendilerine kızarlar ve başkalarma karşı daha ılımlı ve yumuşak başlı olmaya başlarlar; onlar bu yolla mağrur ve dik kafalı kendi­ ni beğenmişliklerinden kurtarılırlar— kurtuluşların, tanıklık etmesi en hoş olanı ve hastaya en kalıcı ya­ rar sağlayanıdır, bu. Bu kurtuluşu sağlayan arıtimci-, lar, bedenin aldığı besinden, tüm içsel engeller orta­ dan kaldırılıncaya dek, hiçbir yarar sağlayamayaca­ ğını savunan hekimlerle aynı kafadadır. Bunlar, aynı şeyin, sorgulama insanı alçak gönüllü bir düşünce tarzına getirinceye, ve öğrenmeyi engelleyen ken­ dini beğenmişliği yıkıncaya, ve dolayısıyla onun an­ lığını temizleyip, onu yalnızca, gerçekten bildiğini bildiği, ve başka hiçbir şey bilmediği konusunda ikna edinceye dek, aldığı eğitimden yararlanamayacak olan ruh için de geçerli olduğunu görmüşlerdir.» Bu inceleme Celenchus) «en yüksek ve en iyi arıtma yön­ temidir.» C1) Tüm bu paragraflar Devlet’ûı tonunda ve üslubundadır. Sokrates’in Savunmasında sorguya çekilmemiş ya da incelenmemiş bir yaşamın yaşan­ maya değer olmadığım ilân eden Sokrates’in yönte­ mini betimler. Ruhu arıtan bu kimseler «Sofistler» midir? 230 E. TAB; (konuşmaya devam ediyor]. Pekiyi, bu 231. sanatın uygulayıcılarına ne ad vereceğiz? Ben kendi adıma onlara Sofist adını vermekten çekiniyorum? (i]

'230©-D1. Buradaki dil, Sokrates'in saniatınm Theaetetus üzerimdeki etkisine ilişkin betimlemeyle büyük bir benzer­ lik gösterir. Bkz., Thaetetus 210C.

YAB, Onlara yüksek bir işlev yükleme kor­ kusundan i1). THEAET. Ancak yine de seniiı betimlemenin söz konusu tiple (Sofist) bir benzerliği var. YAB. Bu denli bir benzerlik köpekle kurt —hayvanların en evciliyle en vahşisi— ara­ sında da var. Ancak tedbirli bir adam, herşey bir yana, kendisini benzerliklere karşı ko­ rumalıdır; bununla birlikte, bırakalım öyle olB. sun (eşdeyişle onlar Sofistler olarak geçsin­ ler); çünkü bunlar bir zaman gelip, sınırları için uygun bir savunma hazırlaymcaya dek, tartışmadaki sınırın pek az bir önemi olacak­ tır. THEAET. Öyleye benziyor, YAB. Öyleyse, Ayırma Sanatının altında arıt­ ma yöntemi bulunduğunu; Ruhla ilgili olan arıtma türünü, ve bunun altmda da Öğretimi; ve bunun da altında Eğitimi ayırdığımızı ka­ bul edelim. Eğitim sanatı içinde ise, boş bilge­ lik kibirini çürüten İncelemenin' (Sorgulama­ nın), şimdi önemsiz bir rüzgârla kapıdan içeri giren uslamamada, asil bir soydan olan So-

Jaökson ve diğerlerinin de görmüş olduğu gibi, «onlara» ifadesi (Sofistler değil de) yalnızca bu sanatın uygulayıcı­ larına anlamına- gelir. Bu, Sokrates’in. bilgeliğe sahip olmayı gerektiren bir ihıvam kabul etmeme alışkanlığını yanşatır; o yalnızca bir «bilgeflük sever», bir filozoftur.

fistlik Che genei gengaia sophistike) dışında-, bir adla geçmesine izin vermeyeceğiz. Sokrates’in Katartik yöntemine ilişkin bu çözümle­ menin niçin Sofisti tanımlamaya yönelik bu hazırlık, girişimlerinin sonuncusu olmak durumunda kaldığı­ nı anlamak güçtür. Uslamlamanın tümü, itiraf edil-, diği gibi, «önemsiz bir .rüzgârla kapıdan içeri .girmiş» tir. Bölmenin başlangıçtan itibaren, ilk beş ya da ye­ dinci Bölmeyle hiçbir ilişkisi ya da hiçbir ortak nok­ tası yoktur; o tümüyle farklı 'bir cinsten başlar —sonifadeyle, «asil bir soydan olan Sofistlik» ifadesiyle-vurgulanabilecek bir nokta . Katartik yöntemin te­ mel amacı, daha önceki Bölmelerde ve son Bölme ola­ rak görülen yedinci Bölmede, Sofiste özgü bir şey olan temelsiz bir bilgelik kibiri yaratmanın tam kar­ şıtıdır. Yabancının ruhu arıtan kişiyi bir Sofist olarak adlandırmaktan çekindiğini söylediği zaman, Theaetus onların belirli bir benzerlik içinde olduklarına dikkat çeker, S.okrates’in yanıt veren kişiyi sorularıy­ la sıkıştıran, onun inançlarını gözden geçiren, ve çe­ lişkilerini göstererek onun bu inançlarını çürüten, olumsuz elenchusu, yüzeyden bakıldığında, «özel biısoru yanıt değişimi içinde» Euthydemus, Elealılar ve' Megâralılar tarafından gerçekleştirilen çekişmeye — Sokrates’in insanları «mağrur ve dik kafalı kendi­ ni. beğenmişliklerinden» kurtarışını «dinlemekten bü­ (1)

Metinde Didişimle, Campbell tarafından önerilen CG-iriş Lİ11 türden bir ilişkiden, yana lıiçbir iz yoktur.- «Çekişme, doğ­ ruyu yanlıştan ayırma, hansi önermelerin elle tutulur öner­ meler olduklarını belirleme sanatıdır, ya da olmalıdır.»:

yük bir haz aldığı» yerde, «çoğu insanın dinlemekten hoşlanmadığı» «bir gevezelik» türü— benziyordu. Isokrates Sokratesçi tartışmanın salt utku kazanmak için yapılan sözsel çekişmeyle yaygın bir biçimde karış­ tırılmasını, sürekli olarak teşvik etmekteydi. Başta Sokrates’in de dikkat çektiği gibi, gerçek filozof bazen Sofistin dış görünüşünü takınır gibi olur. Üstelik, Platon burada Sokrates’in yönteminin yalnızca olum­ suz olan yanını —benzerliğin bulunduğu yan— çö­ zümlemek bakımından çok dikkatli olmuştur. Ancak benzerlik, Yabancının da söylediği gibi, köpeğin kurtla olan benzerliği ne denli yanıltıcıysa, o denli yanıltıcıdır. Devlet’te (375A ve E ve devamı) köpek bir toplumun Bekçisinin simgesidir. Soylu bir cins bekçi köpeği tanıdıklarına karşı naziktir, ve ta­ nınana ya da bilinene karşı bu yakınlık gerçek bir «felsefî) özelliktir, i1) Kurt toplumun tipik düşmanı­ dır. Sofist Thrasymakhus tartışmayı bir kurdun vah­ şiliğiyle keser P). Zorba (tiran) insan etinin tadma bakan, ve bir kurt kesilen adama benzer (8) . —Phaedrus’ta sahte aşığa duyulan duyumsal tutku," kurdun ete duyduğu tutkudan başka bir şey değildir; kurdun bir insan-avcısı olarak Sofistle olan akrabalığına Böl­ (1) .Yabancının konuşmasında geçen poieisthaiten phylaken ve phylattosin' deyimleri, Platon’un düşüncesinde Bekçinin bu­ lunduğunu usa getirir. (2)- Devlet 23-6D, kai moi doko, ei me proteros eorake ayton e ekeinos eme, aphonos astı genesthal (3)

Devlet 56SD. Krş., Glotz, Solidarité de la hamille (1904),- s. •23. Phaidon 82A: Zorba ve hırsız, kurt ya da yırtıcı kuşla­ rın gövdelerine girer. •

mede dikkat çekilmişti (’ ). Sonuç ruhu antan kişi­ nin, hu diyalogun anlamı içinde, bir Sofist olmadığı­ dır. Bölmenin tümünün diğer Bölmelerden biriyle hiçbir ortak noktası yoktur. Bu Bölme Öyleyse, niçin burada bulunmaktadır? O belki de, bu diyalogların genel taslağındaki, hiçbir zaman tamamlanmadığı için karanlık kalan, bir yön olarak açıklanabilir. Dizideki bir başka öğe. «Bir­ leştirme Sanatı» (sygkritikeJnın «Ayırma Sanatı» (diakritike)yla karşı karşıya getirildiği Devlet Adamı’nda eklenir. Devlet Adamı insanlığa çobanlık et­ me sanatını tanımlayan uzun bir Bölmeyle açılır. Onun eksiklerini gözler önüne sermek, dokumayı ta­ nımlamak için, bir örnek Bölme, Sofist 226B’deki, Ayırıcı Sanatlara ilişkin Toplamada sözü edilen ta­ rak ve çubuk kullanımım içeren bir dizi ev işini şöy­ le bir gözden geçirir ve sınıflar. Burada (kendisinden dokumanın türetildiği) Ayırma ve Birleştirme «tümel bir uygulaması olan iki büyük sanat» olarak betim­ lenir (282B1. Tıpkı Sofist’te, Avcının cinsi olan Avla­ manın Sofistin ilk tanımına uygun düşmesi gibi, Devlet Adamında da Dokumacılık, işlevi toplumun çeşit­ li öğelerini uyum içinde birleştirmek ya da bir ara­ ya getirmek olan Devlet adamını simgeler. Bu devlet adamlığı anlaVışına giden yolu hazırlamak için belki, Platon pasajımızda kötülüğü, bilgisizlik olarak değil, ancak ruhta bulunup da, hastalığın tıbbı olarak te­ mizlenmesine benzer bir biçimde, «cezalandıran ada­ letle» uzaklaştırılacak, siyasal bir fesat olarak görür. Bu nedenle Devlet Adamı’nda Resmî Sanat toplulu-' m

Phaedrus 241D, hos lykej am agapos', hos padda philoysin epastai. Sofist 222D.

ğun düzeni içinde yer alamayacak bu doğaları «ölüm ya da sürgün yoluyla,, toplum dışına atar ve onları vatandaşlık haklarından yoksun bırakarak yola getiir. Devlet Adamı’nda dokumanın ve devlet adamlı­ ğının birleştirme işlemleri arasında, incelikle işlene­ rek kurulmuş koşutluğun karşılığına bir . başka yer de i1), dokuma ve diyalektiğin ayırma işlemleri ara­ sındaki analojide rastlarız. Burada, şeyleri, formları şu ya da bu biçimde onların doğalarını dile getirecek, sözcüklerle adlandırmanın «doğru» bir yolu buluna­ bileceği önerisi tartışılmaktadır. Ad, tıpkı dokumacı­ ma çubuğu (kerkisi gibi, bir araçtır. Bir adın, bilişi aktarmak, ve şeylerin doğalarını (özlerini) ayırt et­ mek (diakrinein) olmak üzere, iki kullanımı vardır. Dokumacı çubuğu, onun nasıl kullanılacağını bilen dokumacının talimatları doğrultusunda, marangoz ta­ rafından yapılır. Bu nedenle, becerikli bir ad-koyucu, adların anlamlarına karşılık gelen bu doğaları ayırt etme yetisine sahip olma durumunda olan diyalelctikçi (filozof)nin kullanması için, adlara biçim verir. Dokuma işlemlerinin, öyleyse, Kratylos’ta diyalektik­ le, ve Devlet Adamı’nda devlet adamlığıyla anoloji içinde kullanılmak durumunda olması bir- raslantı de­ ğildir. Platon diyalektik Bölme yöntemini, Ayırmanın (226B, iyiyi, kötüden ayıran, ve Katartiğe götüren da­ lın) tersine, onun «benzer» olan şeyleri ayıran dalından başlayarak yapmış olduğundan daha açık bir biçim­ de türetmeyi amaçlamış olabilir. Diyalektik, bir For­ mu bir başkasıyla karıştırmayarak, «cinslere göre (D

Rratylos 3.&SE ve devamı.

bğlme» C1) ya da «cinslerden başlayarak ayırma» (diakrinein kata genos, 253DE) dır. Aynı cins içinde olmak­ tan dolayı diğerlerine «benzer» olan şeyleri aynı cins içindeki diğer şeylerden ayıran farklılıkları bul­ gulamaktır. Felsefenin işi Sofist’te, temelde analitik bir iş olarak —Bölme yoluyla, tüm eklem yerlerini or­ taya koyarak, Formlar Dünyasının bir haritasını yap­ mak olarak— görülür. Yazılmış olsaydı •eğer,,belki de Filozof, Sofist’in arka planda bıraktığı, diyalektik­ teki sentetik ya da sezgisel adıma dikkat çekerek, felsefî yönteme ilişkin açıklamayı tamamlamış ola­ caktı. Ayırıcı Sanatlara ilişkin Toplama ve Bölmenin daha büyük bir tasarıyla önceden düşünülmüş bir ilişkisi olsaydı, onun gözle görülür uygunsuzluğu bir sûrun olmaktan çıkardı. Toplama ve Bölme Yöntemleri. Ancak bu altı Bölmenin, bütün bir diyalogun ta­ sarrufu içinde, hizmet ettiği amaç halâ yeterince açık değildir. Bu konuyu, Platon’un Toplama ve Bölme yön­ temlerinin doğasını bazen «Tümevarım» (EpagogeJ olarak adlandırılan Sokratesçi yöntemle karşıtlık için­ de ele alarak, biraz olsun aydmlatmak olanaklı ola­ bilir. Sokrates insanların, hem bilimde ye hem de gündelik yaşamda, sözcükleri değişmez bir biçimde, sözcükle adlandırılan şeyin «özünü» bilmeksizin ya da ona tl)

To .kata gene diaireisthai. 226C'de temelinde ayırma bulu­ nan. ev işleri dlairetika olanak adlandırılır. Ve 22,7©'de fel­ sefî söylemin işinin «aynı türden olanları, ve aynı türden obuayıanlan ayırmak» (to syggenes kai kai to me sygğenes) olduğu söylenir.

ilişkili «bir açıklama vermek» (logon didonai) sizin i1) , kullandıklarını açıkça farkeden ilk kişiydi. Sokratesçi ve Platoncu görüş, bizim böyle bir durumda, anlık­ larımızda aynı nesneye sahip olduğumuzu, ancak onu seçik olmayan bir biçimde gördüğümüzü ortaya ko­ yar. Onun, anlamını belirtik bir tanım içinde dile ge­ tirinceye dek, biz «yalnızca ortak olarak ada sahip oluruz.» «Adalet» gibi böyle bir adın, söz konusu adı işittiğimiz zaman, kendisini anlıklarımıza az ya da çok bulanık olarak sunan tek bir anlamı vardır. Eğer birimiz ona ilişkin, doğru bir açıklama ya da' tanım verebilirse, onu diğeri de görebilecektir. Platon’ün ilk dönem diyalogları, Şokrates’in terim­ lerin anlamlarının bir tanımını verme, ve, teknik ni­ telikteki herhangi bir gösteri olmaksızın, düzenli bir biçimde uygulanacak bir yöntem formüle etme giri­ şimlerini sergiler; Tam biçimi içinde yöntemin iki ev­ resi vardır; (1) Birinci evre Katartiktir. Soru soran yanıt veren kişiden, onun bildiğini düşündüğü şeyleri aydınlığa çıkarır. Yanıt veren kişinin, '«önerileri» («varsayımları)» elenchusta, çoğu kez, onun sahip ol­ duğu diğer görüşlerle çatışan sonuçlar çıkarsanarak, eleştirilir. Sonuç, yanıt veren kişinin, bilgiye.. sahip olduğunu düşünmesinden kaynaklanan, temelsiz kendini beğenmişliğinden' kurtarılmasıdır. Bilgisizli­ ğinin ve içine düştüğü şaşkınlığın (aporia) bilincine varan yanitlayıcı', şimdi ortaklaşa araştırma için ha­

cı)

İnsanların yalnızca- fizik biliminde değil, ancak matematik­ te bile, mı önemli kavramları, örneğin Sayı kavramını tanımlayaTnadan, büyük ilerlemeler kaydetmiş, ve büyük bulgular yapmış olmaları şaşırtıcı bir olgudur.

zırdır i1). (2) Bundan sonraki araştırma .normal­ de aynı yöntemle ilerler: Bir dizi öneri eleştirilir ve yeni incelemelerle düzeltilir. Sonuçta, bir süreden beri giderek daiıa açık hale gelen anlamın ya da «Form»un doğru tanımına ulaşılmalıdır. Yeni Toplama ve Bölme Yöntemi Sokratesçi iş­ lemle karşıtlık içindedir. Bu yöntem iki yönlüdür. Başlangıçtaki Toplama, bölünecek cinsi seçme ve o cins üzerinde yoğunlaşmaya karşılık gelir. Bölme bu cins içinde yer alan bir türün tanımına giden aşağı doğru bir işlemdir. Bu işlemin Sokratesçi elenchusun, önerilen bir tanımın yadsınmasıyla sona eren tüm­ dengelimse! adımıyla hiçbir ortak noktası yoktur. Sokratesçi işlemde Formun açık seçik görüsüne, ve Forma ilişkin doğru tanıma, yukarı doğru olan CPlatoh'un benzetmesini kullanacak olursak) bir dizi sıçramanın hedefi olarak varılır. Ancak Toplama ve Bölmede hedefe, bölünmez olan bir tür, cins ve öz­ gül ayrım aracılığıyla tanımlandığı zaman, aşağıya doğru olan bir işlemin sonunda varılır. Kısaca, Sok­ ratesçi yöntem tanımlanacak Forma aşağıdan yak­ laşır, yeni yöntem ise ona yukarıdan iner.

(10 İyi bir örnek Menon'un önerdiği Erdem, tanımlarının yad­ sınmasıdır .ki, bunu Menon'un ■Sokrates'in insanları kar­ makarışık bir hale getirip, şaşkınlığa düşürdüğü yakınma­ sı izler. Menon erdemin ne olduğunu 'bildiğini düşünmüş­ tü; oysa şimdi şaşırmış durumdadır. Sokrates’ erdemin ne .olduğunu kendisinin, de bilmediği, ancak ortaklaşa araştır­ mayı (syksetesai) sürdürmeye istekli olduğu yanıtını ve­ rir, Menon 8ÜA, ve devamı. Yine Theaetetus önerilen tüm tanımların yadsınması, ve diyalogun apoıiayla sona er­ mesi bakımından Katartiktir.

Bunun nedeni iki yöntemin ayn ayrı üzerinde durduğu nesne öbekleri arasındaki farklılıkta yatar, Sokratesçi yöntem (Güzelin Kendisi gibi) tek bir Formu, ve bu Formdan pay alan birçok bireysel şeyi ele alır. Yalnızca bir Form görülebilir ve bu Formun tanımına bireysel durum ya da örneklere ilişkin bir incelemeyle ulaşmak gerekir. Gündelik dilde, beyaz saçın «beyazlığın mevcudiyeti sayesinde» beyaz ok ması gibi, tüm durumlarda «mevcut» olduğu söyle­ necek ortak karakteri (eidos) yalıtlamaya ve kav­ ramaya çakşırız t1). Bir uzman gözden kaçırılmış, ve, ortaya konuldukları zaman, yanıt vereûin önerdiği tanım içinde kapsanmadıklan görülecek olan taze örnekler ya da durumlar «eklemek» (epagesthai) durumundadır. Yanıt veren kişi doğruyu söylemenin her zaman iyi olduğunu önerdiyse eğer, delirmiş bir dostun söylediği yalanlan, ya da savaşta düşma­ nı aldatmak için söylenen yalanı öne sürebilirsiniz. Epagogenin bir anlamı budur. Epagein fiilinin bir başka kullanımı olan «götür­ mek» ya da «gitmek» de Sokratesçi işleme uyar. Aris­ toteles «tikel durumlardan tümele, ve bilinenden bi­ linmeyene gitmek» ten söz eder, ve «Tümevarım» (epagoge)ı «tikelden tümele yaklaşma» olarak tanım­ lar (-). Aristoteles’in seçtiği örnek, açık seçik olarak Sokratesçi işlemi izleyen bir uslamlamadır. «Usta kılavuz, ve benzer bir biçimde, usta bir at arabası sürücüsü en işe yarar kişiyseler, genel olarak usta (1) Lysis SSl1® . ■ (2)

İPlaton, Devlet Adamı 2/7I&A: Çocuklara adlarım öğretme­ nin en 'kolay yo-lu içtn güzel bir yöntem «onları henüz bil­ mediklerine götürmektir.» Aristoteles, Topikler 152a, ■*, 105a, 13. -

insan kendi tikel işinde en işe yarar kişidir.» İşlem Sokratesçi nesneler öbeğiyle sınırlanmıştır; bir kav­ rayış edimi bireysel durumların gözleminden, onlar­ da gizil olarak bulunan tümeli ayırt eder, ve onu bir •genellemede açığaçıkanr. Ancak Parmenides’in de gösterdiği gibi, i1) Platon’un dikkati şimdi ortak bir Forma sahip bireyler öbeğinden, Formların kendi aralarındaki ilişkilerine ve özellikle de bir özgül (spesifik) Formun tanımın­ da ortaya çıkan Formlar arasındaki ilişkilere kaymış­ tır. Bu soruna duyulan ilgiyi ele veren ilk pasaj, bir «şekil» tanımının —«her zaman renge eşlik eden şey»— bilinmeyen «renk» terimini içerdiği gerekçe­ siyle yadsındığı Menon’dadır (75A ve devamı). Te­ rimler daha önceden bilindikleri kabul edilen başka terimlerle tanımlanmalıdırlar. Sokrates Menon’dan, «bir katının sınırı» biçimindeki doğru şekil tanımını eskisinin yerine geçirmezden önce, onun «katı» ve «sınır»! anladığı kabulünü alır, örneğin matematik­ ten seçilmesi anlamlıdır. Geometri, üçgeninin eşke­ nar, ikizkenar üçgenlere bölünmesi gibi, cins ve öz­ gül ayrım yoluyla tanımın ilk formel örneklerini sağlamış olabilir. Onlann karşılıklı ilişkilerine ilişkin çalışma, sayıca belirsiz olup, bilgi düzeyinin altında bulunan örnekleri, bireyleri dikkate hiç almaz. Üçgen­ lik karakterinden daha az ya da daha çok pay alan du­ yu dünyasmdaki üçgen nesneler, görüş alanımızın dı­ şında bırakılır. Belirsiz sayıdaki bireysel şeyler nasıl olup da tek bir Formdan pay alabilir, sorusu yerini Parmenides’te sorulan diğer soruya bırakır: Birçok Form nasıl olup da telç bir Formdan pay alabilir? (I)

B k z Giriş, 6. 2.

Şu halde yeni Toplama ve Bölme yöntemi bir bü­ tün. olarak Formlar dünyasıyla sınırlandırılmıştır; ve Toplama Sokrates’in bireysel durum ya da örnekleri bir araya getirmesiyle (epagoge) karıştınlmamalıdrr. Toplama ilk bakışta aynı cinsin üyeleri olma savında­ ki özgül Formlara. ilişkin bir çalışmadır. Her zaman olduğu gibi, burada da Platon kesin, dakik bir termi­ nolojiden kaçınır, ve «Form» Ceidos, ideal u ve tür tgenos) ü benzer bir biçimde, hem cins hem de tür için kullanır i1). Tür için tek ayni, edici sözcüğü.«parça» (meros, merion) dır. Bölme yöntemi, tek bir cinsten, belirli sayıdaki özgül ayrımlar aracılığıyla, en alttaki bölünemez türe doğru yayılan dizgeli bir sınıflamada düzenlenen Formları sergiler. Bunun altında, bölüne­ mez olan özgül Formdan pay alabilen ya da almayabilen belirsiz sayıdaki bireysel şeyden başka hiçbir şey yoktur. Bunlar bilimin ufku altında bulunurlar; yöntem yalmzca, bölünen Biri ve onun «parçalar» ı olan belirli çoku ele alır (d . Bilinecek cins üzerinde yoğunlaşmak için, Böl­ meden önce bir Toplama gelmelidir. B u. «geniş kap­ sandı bir bakış açısına ulaşmak, ve geniş bir alana yayılmış bir dizi terimi, bir birlik içinde bir araya ge­ tirmekle» gerçekleştirilir (3). Burada bir yönteme gö­ re yapüacak bir. işlem söz konusu değildir. . Tümel Form, kendisi için hiçbir kuralın verilemeyeceği, bir sezgi edimiyle sezilmelidir. İnceleme, «geniş bir alana f 10 Örneğin. Sofist 227'de, Yabancı «ruhta iki kötülük Formu (eıde) d bulunduğunu söyler, ve 228E*de Theaetetus «ruhta tiki tür (genel kötülük bulunduğu»na dikkati çöker. (2)' 8kz., Philebus !®B ve devamı. (30 Phaedrus 26®.

yayılmış», ve bir ya da bir başka Formla biraz üs­ tünkörü bir benzerliği olabilecek diğer Formlarla bir* likte, son çözümlemede tanımlamayı istediğimiz For­ mu içerecektir. Bir önhazırlık niteliği taşıyan Toplamaya duyu­ lan gereksinim, görmüş olduğumuz gibi, Sofiste iliş­ kin Bölmelerim, .biri dışında geri kalan hepsinde gözden kaçırılır, ve bir Toplamının ortaya çıktığı Bölme­ de, Toplamanın gündeme gelişi olağandışıdır. Şimdi önereceğim şey, bu ilk altı Bölmenin yedincisine, formel olarak olmasa bile, aktüel olarak, önhazırlık ni­ teliğindeki bir Toplama olma amacına hizmet ettiği­ dir. Bu Bölmeler, Sofistliğin gerçekten temel 'karakterî olan öğe üzerinde yoğunlaşabilmemizden önce, in­ celenmesi gereken tipleri gözlerimizin önüne sererler. «Sofist» adı gelişigüzel bir biçimde çeşitli sınıflara uygulanmaktaydı: Hippias gibi, ileri konuların öğret­ menlerine; Euthydemus gibi, profesyonel tartışmacı­ lara. Bunların tümü kendilerini «Sofistler» olarak ad­ landırmaktaydı. İsokrates ye halk, «Sofist» adını aynı zamanda, •Sokrates’in kendisi, ve uslamlama yöntem­ leri Zenon’un diyalektiğine, ve Euthydemus’un didişimciliğine benzeyen Megaralılar da içlerinde olmak üzere, Sokrates'in ardılları için kullanmıştı. Söz konu­ su ilk Bölmeler bu tiplerden her birini çözümler ve karakterize eder ve dolayısıyla, içinde gerçekten de te­ mel olan özelliği, ve bizi sonunda Sofistliğin özünün doğru tanımına götürecek olan tümel Formu bulgu­ lamamız gereken bir alan araştırması ortaya koyar­ lar. .Toplama deneme niteliğindeki bir dizi Bölmenin yanıltıcı görünüşü içinde gizlenir. Bu Bölmelerin

kendileriyle sona erdikleri tanımlar «Sofist» e ilişkin tanımlar olmayıp, ancak kendilerine Sofist adının ve­ rilmiş olduğu, kolaylıkla tanınabilir sınıflara ilişkin analitik betimlemelerdir. Bu hileyle, Platon bireylerin ya da okulların adlarından söz etmekten kurtulur, ve birtakım . çevreleri taşlayarak eğlenir. O aynı zazamanda; gerçek’Sofiste ilişkin ciddi bir sonsal çö­ zümleme getirmezden önce, okuyucuyu Bölme yönte­ miyle tanıştırabilmektedir. Bu altı erken Bölme gerçek­ ten de bir Toplamaysa eğer, bu, normal süreci izle­ yen bir Toplamanın niçin bu Bölmelerden birinden önce gelmediğini açıklar. Platon, tanımlanması güç bir ideayı tanımlamak durumunda olduğumuz zaman, işe, her biri çok göze çarpan bir karakterden yola çıkan bir dizi geçici Bölme yaparak başlamanın ve daha sonra so­ nuçları karşılaştırmanın iyi olabileceğini göstermek ' istemiş de olabilir. Aynı karakter çeşitli tablolardaki farklı noktalarda bulunabilir; ve düşünme hangisi­ nin, cinse karşılık gelme durumunda olan gerçek te­ mel özellik olduğunu bulgulayabilir. Bu, her durum. da, şimdi diyalogun bundan sonraki bölümünde ula­ şılacak sonuçtur. 231B -235 A. «Görüntü-yaratma» cinsine götüren İnceleme. Çeviri şimdi özetlenecektir, Bundan sonraki bö­ lüm temel özellikleri gösterilmiş olan altı tipi, onları gözden geçirmek amacıyla, bir araya getiren bir özet­ le açıbr. Daha sonraki çözümleme, şu halde, sonsal çözümleme için bir başlangıç noktası olarak alman yeni tümel karakterin, Görüntü-yaratmanm bulgulanmasma götürecektir. 235B’de Bölmo başlar, ancak «Nasıl olur da bir görüntü ya da yanlış görünüş diye

bir şey varolabilir?» sorusuyla kesilir. Böylelikle diya­ logun metafıziksel özüne erişmiş oluruz. Yabancının önerisi üzerine, ruhu temelsiz bir bil. gelik krbirinden arıtmanın «asil bir soydan olan So­ fistlik» olarak geçmesine izin verebiliriz. 231 B. THEAET. Peki, bırakalım bu adla geçsin. AnC. cak bu durumda Sofist o denli değişik görü­ nüşler içinde ortaya çıkmış oluyor ki, ben ken­ di adıma, insanın, onun gerçek doğasmı doğ­ ru bir biçimde dile getiren bir betimleme ola­ rak, hangi betimlemeyi.ortaya koyması gerek. tiğini görmekte güçlük çekiyorum. YAB. Güçlük çekmen çok doğal. Ancak şimdi Sofistin de uslamlamamızın kendisine kurdu­ ğu tuzaktan nasıl kurtulabileceğini görmek bakımından büyük bir güçlük içinde kaldığını düşünebiliriz, çünkü insanın güreşçinin çekti­ ği tüm elenselerden kolaylıkla kurtulamayaca. ğmı söyleyen deyiş’ doğru bir deyiştir. Öyleyse şimdi tüm diğerlerinin ona saldırmasının tam zamanıdır. THEAET. Çok iyi. YAB. Ancak önce bir durup soluklanalım, ve D. dinlenirken de, kendi aramızda Sofistin han­ gi görünüşler içinde ortaya çıktığını sayalım. Öncelikle, sanıyorum, onun ücretle tutulmuş bir zengin delikanlı avcısı. olduğu görülmüş­ tü. THEAET. Evet. YAB. Ve ikinci olarak, ruhu besleyen bilim­ lerde bir tür öğretim tüccarı olarak...

YAB. Üçüncü olarak, o kendisini aynı ürünle­ rin toptan satıcısı olarak göstermişti, değil mi? THEAET. Evet; ve dördüncü olarak da, o ken­ disini kendi üretimi olan ürünleri satan kim­ se olarak göstermişti. YAB. Belleğin sana iyi hizmet ediyor. Onun E. beşinci görünüşünü de ben kendim anımsamay a çalışayım. Q tartışmada Didişim sanatını oluş. turan çekişmenin söz konusu alt-bölmesini kendisine mâl eden bir pehlivandı. ' THEAET. Öyleydi. YAB. Altıncı görünüşü kuşkuya açıktı; bunun­ la birlikte, onun ruhu, öğrenmeye giden yolda ruhu. engelleyen kendini beğenmişliklerden kurtaran bir antımcı olarak betimlenmesi' ge­ rektiği savını kabul ettik. THEAET. Doğru söylüyorsun. Sofist «birçok değişik görünüş içinde» —bir bir­ lik olarak değil de, birçok şey olarak— «ortaya çık­ mıştı» 0). Theaetetus’un dile getirdiği gibi, Sofistin gerçek ya da özsel doğasım henüz tanımlamış değiliz. Bu görünüşlerin sayısını tam olarak sayarken, gerçek­ te, doğru tanıma götürecek cinsi sezinlemek durumun­ daysak eğer, «geniş kapsamlı bir biçimde İncelenme­ di «Ortayla ■çünma» ya da «gömnme>> sözü' .birçok kez yine­ lenir : Dia .to polla pephanthai hoposa hamin. lıo sophistes pephontad, anephane C20ÜD'); phainetai, phantasema (238A).

leri» gereken, «geniş bir alana yayılmış terimleri» toplamalıyız. Yabancı şimdi, onu henüz sezinleme­ diğimize dikkat çeker. Sofiste birçok sanatın adı­ nı verdik (avcı, satıcı, Didişimçi, v.b.g.,), ancak unut­ mamak gerekir ki, «Sofistlik« tek bir sanata karşılık gelen tek bir addır. Saydığımız bu değişik sanatların tümüne ortak olan bir yön olmalıdır, ve bundan son­ raki işimiz «bu ortak yönü açık seçik olarak görmek (katidein)» —Platon’un bir diskürsif usavurma süre­ ci olmaksızın, doğrudan ve aracısız olarak gören söz konusu kavrayış ya da sezgi (noesis) edimi için göz­ de, sözcüğü— tir t1). 232! ■ YAB. Şimdi, tek bir sanatın adıyla tanınan bir kimse birçok sanatın üstadı (2) olarak ortaya çıkarsa, bu görünüşte bir acayiplik bulunduğu senin dikkatini çekmiyor mu?. Eğer insanın bir sanata ilişkin olarak belirsiz bir fikri olursa, bu açıkça o kişinin söz konusu ■sanatın, ken­ disinde tüm bu ustalık biçimlerinin çakıştığı yönünü açık seçik olarak görememesindendir; böyle biri bu durumda, bu sanata sahip olan kişiyi bir yerine birçok adla çağırır. THEAET. Bunun içinde bulunduğumuz duru­ mun bir özeti olduğunu sanıyorum. (l) Devlet V-Ii. Kitapta, katharan sık sık, arzulanan bir sonu­ ca ilişkili kanıtlamada kullanılacak a priori bir doğru ya - da Öncülün aracısız; sezgisel görüsü anlamında noeinin bir eşanlamlısı olarak geçer. *

(2ı) Girişteki bu ifadenin, şimdi yeni 'bir anlam kazanacağına dikkat ediniz: sBlrçok şeyi bilen biri olarak ortaya çıkan

B. YAB. Durum böyleyse eğer, bunun araştırmamızda bizim başımıza gelmesine izin verecek denli tembel olmamalıyız. Gel işe Sofiste yük­ lediğimiz karakteristikler arasından birine ge­ ri dönerek başlayalım. Onun karakterini açığa çıkaran bir. karakteristik olacak, özellikle dik. katimi çeken bir karakteristik vardı. THEAET. Neydi o? YAB. Onun bir çekişmeci olduğunu söyledik, sanıyorum. THEAET. Evet. YAB. Ve daha sonra çekişmede, onun başka­ larının eğiticisi olarak canlandırıldığını da söy­ ledik. THEAET. Kesinlikle. «Çekişmeci» (antilogikos) terimi aktüel olarak Didişime ilişkin çözümlemede CV. Bölme, 225B1 orta­ ya çıkmıştı ve ona orada «küçük bir soru ve yanıt değişimi içinde, doğrular ve yanlışlar hakkmdaki Özel tartışmalar» m sınırlanmış kapsamı verilmişti. B ö y l e b i r ç e k i ş m e b i r h a t i p t a­ r a f ı n d a n , doğrular ve yanlışlar h a k k ı n d a , bir halk topluluğu önünde yapılan tartışmalardan, yalnızca onun özel bir konuşmada gerçekleştirilmesi yapay koşuluyla farklılık gösterir. Daha geniş «tar­ tışma» (amphisbetetikeİ terimi her ikisini de kapsar. Sanatm kurallarıyla sınırlandırıldığında, çekişme Didişimci Sofistin ve. Megaralmın sözsel tartışmasını, ve Zenon’un diyalektiğini içerir: Betimlenen sanatla­ rın tümü içinde, o, yüzeyden bakıldığında, Sokrates’in gerçek diyalektiğine yakın düşer— :Ş6krates’in ye ar-

dıllannm Didişimcilerle karıştırılmasına yol açan bir benzerlik. Ancak salt utku kazanmak adına, doğrulu­ ğu ihmal eden çekişme, temel .motifi içinde, felsefî tartışma sanatına tam olarak karşıttır C1). Utku dinleyicide, karşıtınız karşısında hakli olduğumuz inancını üretmekle, kazanılır. Bu nedenle «çekişme» terimi, hatibin seçimine göre, şeylerin belli bir zaman­ da doğru, başka bir zamanda yanlış görünmesini sağ­ layan tek bir sanat olarak; hem Zenoncu diyalektiği Hem de retoriğin bir halk topluluğu Önünde gerçek­ leştirilen biçimlerini (siyasal hatiplik, ve mahkemede jüri önünde hatiplik) kapsayacak biçimde, • Phaedrus'ta (261C ve devamı) kullanılır. O, şeylerin doğru doğasım bilmeyen kişileri yanlış inançlara götüren bir aldatma pratiğidir. O «doğruluğu bilmeyen ancak sanıların peşine düşen» birinin sanatıdır. Pasaj «çekişme»nin anlamım, tümüyle retoriğe, ağırlık veren Sofistleri, I. Bölmenin avcılarım, «ikna üreticilerini» (pithanoyrgike), daha sonra II-V. Bölmelerde ruhu bes­ leyen ürünlerin satıcıları olarak görülen sahte erdem öğretmeni profesörleri de içerecek biçimde, genişletilir. Burada Prötagoras’m kendisinden söz edilecektir. Bu geniş anlamdan dolayı, «çekişine» daha önceki Bölme­ lerde betimlenen (ruh antraıcısı dışındaki) tüm tip­ lere ortak olan, ve Sofistin karakterini «en fazla açığa çıkaran» özellik olarak seçilir. Burada onun Katârtikle olan bir uyuşmazlığından söz edilmez. (1) Krş., Devlet 455A; (Birçok insan istemeyerek çekişmeye (antilogike) düşer ve Didişimci tartışmayı gerçek, felsefî tar­ tışmayla karıştırır (oiesthai oyk eridzein alla dialegesthai), çünkü onlar anlamlar üzerinde düşünemezler, ve «anlam­ lan, tüller aracılığıyla, ‘bölemezler»; ancak sözlerle sözsel çelişkilerin peşine düşme yanlışınla düşerler.

Bundan sonraki nokta, Sofistin başkalarına öğret­ tiği çekişme sanatının tüm bir bilgi alanını kapsadığı noktasıdır. O, insanları o konu hakkında gerçekte herhangi bir şey bilmeksizin, herhangi bir konuda tartışmaya yetili kıldığı düşünülen, formel yanı ağır- . lıklı, (ister karşılıklı konuşma ya da ister bir söylev çekme biçiminde olsun) bir tartışma tekniğidir. 232 B. YAB. öyleyse, bu insanların hangi alanlar­ da çekişmeci yetiştirme savında bulundukla­ rını ele alalım. Konunun kendisinden çıktığı kaynağa gidelim, ve incelememize bu biçimde C. başlayalım. Söyle bana, onlann öğrencileri­ nin uzmanlığı, sıradan gözlere kapalı bulunan, tanrısal şeyleri de içine alıyor mu?. (’ ) .. THEAET. Bunun onlar için geçerli olduğu, her durumda, söylenebilirYAB. Ve onların öğrencilerinin uzmanlıkları, göklerde ve yeryüzünde görünebilir olan şey-, leri ve bu türden herşeyi' kapsar, değil mi? THEAT. Hiç kuşkusuz. d ) 1 «Tanrısal şeyler» din anlamana, gelebilir; ancak söz konusu muğlak ifade, büyük bir olasılıkla, Platon ün sisteminin ton-rısal ve görülmez, olan varlıklarım, omların gerçek doğaları !fözleri) yığmlıar için bilinemez olsa, da, söze iliklerin gündelik . kullanımları- içindeki anlamlarına karşılık gelen Formları da kapsayacak biçimde düşünülmüştür. Philebus 62A ebedî daire Formunu «insansatoa karşıt olanak, «tanrısal daire» ■ diye adlandırır. Daha sonraki konuşmada, «tanrısal şeyler» ’evrenin görünebilir şeyleriyle karşı ¡karşıya getirilir, ve «gerçeklik» ve «ölüş» terimleri,. hemen biraz aşağıda, usla anlaşılabilir olan şeyleri ve duyusal i şeyleri usa- getirir, ¡Böylelikle 25-ÎB’de, doğru gerçeklik alanı, üzerinde bayağı ruhun dikkatini yoğunlaştıra/mayıacağı «tanrısal şey» (to theion) olarak adlandırılır.

D. YAB. Ve özel toplantılarda, ne zaman oluş ya da gerçeklik hakkında bir önerme kurulsa, on-. lann bu önermenin karşıtım ne denli zekice kanıtladıklarım ve başkalarının da aynı şeyi yapabilmelerini sağladıklarını görmüyor mu­ yuz? THEAET. Kesinlikle. YAB. Ve yine yasalar ya da herhangi bir siya­ sal konu gündeme geldiği zaman,' -onlar bu konularda tartışmacılar yetiştirmeyi taahhüt etmezler mi? THEAET. Böyle bir taahhütte bulunmasalar, onların tartışmalarına katılacak insan kal­ mazdı M. YAB. Ve genelde zenaatlar ve özelde de bir ti­ kel zenaat hakkında, herhangi bir aktüel zenaatkârla yapılacak bir tartışmada kullanılma durumunda olan uslamlamalar, onu öğrenme yolunu seçen herkes için yayımlanmıştır. THEAET. Protağoras’m güreş ve başka sanatE. 1ar üzerinde yazdıklarını kastediyorsun, sanı­ rım C2). (M- Theaetetus Soferates’in Theaetetus 17'SE’de- yer alan Prota­ goras îrakkmdaM uyanışını yinelemektedir. 12) (Protagoras, muhtemelen her ilki ¡kitaıbındja da, Antİlogikol (IDiels, Vorso crati kor, ii, s. 23'ij ve iBernays'ın Antilogi'koiia özdeşleştirdiği Aletheia'da. tikel sanatlara ilişkin (kiımi eleş­ tiriler yayımlamıştı. Aristoteles onun matematiğe olan sal­ dırtandan söz eder (Metafizik 9OTb, 3(2). Diels (agy-1 Hippokılates’ten şöyle hür alıntı yapmaktadır: «Kim ki tıp hak­ kında soru sormak ye sorulara doğru bir biçimde yanıtla­ mak ve tartışmak (antileğem) isterse, aşağıdaki doğrulan usundan çıkarmamalıdır.». -Bu Tip hakkmdaki Didişimcj tar­ tışmayı usa getirir.'

YAB. Evet, ve başka birçok şey üzerine .olan yazılarım da. Gerçekte, bu çekişme •sanatının savları, onun her ne olursa olsun her konuda tartışabilme yetisiyle eşdeğer olduğunu göste­ riyor. . THEAET. Konuşulmaya değer hiçbir şeyin onun kapsamı dışında kalmadığı kesinlikle an­ laşılıyor C1) . YAB. Genç dostum,, sen bunun olanaklı oldu­ ğunu gerçekten de düşünüyor musun? Siz gençler belki daha açık seçik olarak görebilir­ siniz; benim gözlerim oldukça bulanık görü­ yor. 233.

TKEAET. Olanaklı olan neydi? Neyi görmem isteniyor? Bana sorduğun soruyu açık seçik olarak anlamadım. YAB. Bir insan varlığının herşeyi bilmesinin olanaklı olup olmadığım- sormuştum.

(1) Platon tarihsel Sofistlerin her konuda bilgelik- öğretme savlarını abartmıyordu. Apelt Dialexeis'te, bazılarının bir beşinci yüzyıl- Sofistinin verdiği derslere dayandığına inan­ dığı bir uslamiiaanaLar özetinden söz eder. «Tartışabilme yeteneğinin; şeylerin doğruluğunu bilefoilmenin; tartışma sanatlarını bilmenin; herşeyin- doğasa, onların nasıl olduk- lan, ve varlığa nasıl -geldikleri konusunda başka insanları eğitmenin aynı kişiye ve aynı sanata ait olduğuma inanıyo­ rum. Herşeyin doğasım bilen biri kesinlikle, kendi kentinde ya­ şayan insanları, her konuda doğru b ir ; biç;imde eylemleri için, eğitecektir. Tartışma sanatlarından anlayan biri her konuda nasıl doğru bir biçimde konuşacağını bilecektir.» (DlalexeisS; Diels, Vorsocra-Üker, il, s. 344), .

THEAET. Bu olanaklı olsaydı, insanlık gerçek­ ten de çok mutlu olurdu. YAB. O halde, belli bir konuda hiçbir bilgisi olmayan bir insan o konuyu bilen biriyle çe­ kişmeye kalkışırsa, onun söylediklerinde nasıl olur da geçerli bir anlam bulunabilir? THEAET. Bulunamaz. YAB.” Öyleyse Sofistliğin bu büyülü gücünün gizi ne olabilir? THEAET. Hangi bakımdan? B. YAB. Onların genç insanların anlıklarında, kendilerinin tüm konularda insanların en bil­ gesi oldukları biçimindeki bir inancı nasıl olup da yaratabildıklerini, sormak istiyorum. Çün­ kü, açıkça tartışmalarında haklı olmasaydı-, lar ya da genç insanların gözünde haklı görünmeseydiler, ve bu görünüş tartışabildikle­ ri için onların bilge oldukları inancanı yoğun­ laş tırmasaydi, bir insanın niçin para ödemek, ve bu tartışma sanatını öğrenmek istediğini görmek çok zor olurdu. THEAET. Gerçekten de zor olurdu. YAB. Ancak gerçekte bu yönde bir istem var. THEAET. Üstelik oldukça da canlı bir istem bu. . C. YAB. Sofistlerin tartıştıkları konularda ken­ dilerine ait bir bilgiye sahip, olduklarına ina­ nıldığı için, hiç kuşkusuz.

YAB. Ve biz, onların üzerinde tartışmadıkları hiçbir konu olmadığını söylüyoruz. THEAET. Evet. YAB. Dolayısıyla onlar öğrencilerine her ko­ nuda bilge görünüyorlar. THEAET. Kesinlikle. YAB. Gerçekte bilge olmasalar da; çünkü bu, bizim gördüğümüz gibi, olanaksızdır. THEAET. Olanaksız olmalıdır. YAB. Sonuç öyleyse Sofistin tüm konularda, ' gerçek bir bilgiye değil de, ünlü ancak görü­ nüşte kalan bir bilgiye sahip olduğudur. D. THEAET. Sana tamamiyle katılıyorum; bu onlara ilişkin olarak, şimdiye dek söylenmiş en doğru şeydir. En sonunda Sofistliğin özsel yönüne gerçekten de yaklaşmaktayız. Herhangi bir konuya uygulanan bir tartışma tekniği olan çekişme, geniş anlamı için­ de, Sofistin kendisinde varolan temelsiz bir kendini beğenmişliğe, ve Sofistin öğrencilerinde yaratüan, So­ fistin bilgeliğine ilişkin yanlış -bir inanca işaret eder. Bu I. Bölmenin, Katartik elenchusun doğru eğitimi­ nin uzaklaştırmaya çalıştığı (231B1, «temelsiz bir bil­ gelik kibiri» (doksasophia) üreten «sahte eğitimi» Idoksapaideytike, 223ABJ yle bağ kurar. Bundan sonraki konuşmalar son Bölmeye götü' recek olan cinsin, Üretici sanatın görülmesini- sağla­ yacaktır. Sofistin kendi bilgeliği yönünde asılsız bir

inanç ve tümel bilgiye ilişkin yanlış bir görünüş yaratma gücü, onu göklerdeki' ve yery üzündeki, herşeyin taklidini yapabilen artistle karşılaştırılabilir bir görünüş yaratıcısı, bir illüsyonist, gerçek şeylerin tak­ litlerini üreten bir kişi olarak gösterir. 233 D. YAB. Öyleyse ,gel incelememize daha fazla ışık saçacak bir analoji kullanalım. THEAET. Nedir o? YAB. Analoji şudur. Yalnız yanıtlarken, tüm dikkatini toplamaya çalış. THAET. Sorun nedir? YAB. Varsay ki, bir adam herşey hakkında konuşmayı ya da tartışmayı değil de, belli bir ustalık biçimi içinde, aktüel bir varoluşa sa­ hip olan herşeye varlık verdiğini savlasın. E. THEAET. «Herşey»le neyi kastediyorsun. YAB. Benim anlatmak istediğim şey, daha baştan, senin kavrayışının ötiesinde kalıyor. «Herşey»le ne kastedildiğini anlamadığın an­ laşılıyor. THEAET. Hayır, anlamadım. TAB. «Herşey» le sen ve ben, ve bizim dışımız­ daki tüm hayvanlar ve bitkiler kastedilmekte­ dir. THEAET. Nasıl, nasıl? YAB. Varsay ki, bir adam sana ve bana ve tüm yaratıklara bir varlık verme savında bu. lunsun.

234.

THEAET. Ne tür bir varlık vermeyi kastedi­ yorsun?. Çiftçiye özgü varlık vermeden söz edemezsin, çünkü ondan hayvanlara da varlık veren biri olarak söz ettin.' YAB. Evet ,ve o bündan başka denize ve göğe ve yeryüzüne ve taunlara ve var olan başka , herşeye bir varlık, versin. Dahası, bunlardan herhangi birine bir el çabukluğuyla varlık verdikten sonra, o bunu makûl bir bedelle satsın. THEAET. Bunu onun bir tür oyunda yaptığını mı anlatmak istiyorsun? YAB. İyi de, herşeyi bildiğini söyleyen, ve bil­ diklerini küçük bir para karşılığında, kısa bir zaman dilimi içinde, bir başkasına aktarabilen bir adam herhalde pek ciddiye alınamaz. THEAET. Kesinlikle alınamaz. B. YAB. Ve tüm oyun şekilleri içinde taklitten daha ustalıklı ye eğlendirici bir oyun düşüne­ bilir-misin? THEAET. Hayır. Bu oyun şekli, onu kucakladığı herşeyle birlikte aldığımız zaman, oldukça büyük bir karışımı kapsar. YAB, Belli bir ustalıkla herşeyi varlığa getire­ bildiğini savlayan adam hakkında, o kalemiy­ le gerçek şeylerle aynı adı taşıyan birtakım resimler yarattığı zaman, çizimlerini belli bir uzaklıktan gösterirse, onun çocukların hileyi tanımayan anlıklarını, onların; seçtiği herhan-gi bir şeyi tüm gerçekliği içinde yaratmaya

kendisinin yetili olduğunu düşünmelerini sağlayarak, aldatabileceğim biliyoruz. C. THEAET. Elbette. YAB. Öyleyse, tartışma alanmda, şeylerin gerçekliğinin henüz çok uzağında bulunan gençleri, onların . d o ğ r u l u ğ u işittik­ lerine, ve konuşmacının tüm konularda insan­ ların en bilgesi olduğuna inanmalarını sağ­ layacak bir biçimde, tartışmanın kendi gölgeoyununda, kulağı aldatan sözler aracılığıyla, herşeyin sahte görünüşlerini sergileyerek etki.leyen, belli bir ustalık biçimi bulmayı beklememeli miyiz? •D. THEAET. Betimlediğin, biçimde bir sanatın ol­ ması pekâla olanaklıdır. YAB. Ve, uzun bir zaman geçtikten sonra, bu genç dinleyiciler yaşça ilerledikçe, ve gerçek­ liklere giderek daha çok yaklaşarak, tecrübe tarafından şeyleri, gerçekte oldukları gibi, açık seçik olarak kavramaya zorlandıkça, bu genç. lerden birçoğunun daha önceki inançlarını bı­ rakmaları kaçınılmaz olmayacak mıdır, öyle ki bu durumda daha önce kolay görünenin şimdi zor olduğu anlaşılacak, ve tartışmada yaratılan tüm yanılsamalar, onların gerçek E. yaşamın akışı içinde karşılaştıkları gerçeklik-' ler tarafından tümüyle altüst edilecektir. . THEAET. Bu yaşımda görebildiğini kadarıyla evet; ancak ben kendim halâ, belli bir uzak­ lıkta olan bu gençlerden biriyim, sanırım.

YAB. Burada bulunan herkesin, gerçekte şim­ di yaptığımız gibi seni gerçekliklere olanaklı olduğu ölçüde yaklaştırmaya, ve deneyden uzaklaştırmaya çalışmak zorunda oluşunun nedeni budur. 235.

Anoak yeniden Sofiste dönecek olursak: Söyle bana, onun bir sihirbaz, gerçek şeylerin bir taklitçisi olduğu şimdi açık mıdır —yoksa, onun üzerinde tartışmaya yetüi göründüğü herşeye ilişkin olarak gerçek bir bilgiye sahip olup olmadığı hususunda kesin bir fikrimiz yok mu? THEAET. Hayır bayım, sahip olamaz. Şimdiye dek söylenmiş olan şeylerden, onun uzmanlık alanında oyun bulunan bu kişilerden biri ol­ duğu yeterince açıktır. YAB. Onu, öyleyse, bir büyücü ve bir tür tak­ litçi olarak sınıflayabiliriz. THEAET. Kesinlikle.

Bu bölümdeki Sofist tasviri (betimlemesi) Devlet’teki Mağaza Benzetmesini anımsatmak için düşü­ nülmüştür. Gerçeğin uzağında olan, ve «Sofistin ko­ nuşma ya da tartışmasında sergilenen görünüşlerle' (eidola) aîdatılabilen genç, Mağaranın duvarında, el­ leri ayaklan bağlanmış olarak, ışığın, kendisinin ar­ kasındaki görüntülerden fırlattığı gölgeleri seyreden mahkûma benzemektedir. Görüntüler, tıpkı kukla oynatan kişinin kuklaları perde arkasına taşıyarak, seyircisinden gizlemesi gibi, onları gizleyen duvar

üzerinde gösterilir i1). Benzetme, Sokrates’in katartik hizmetim anımsatarak, mahkumları arkalarına dön­ düren, ve onları şimdi görebildikleri aktüel görüntü­ lerin gerçeğe, daha önce duvarda gördükleri şeyler­ den daha yakın olduğu konusunda ikna etmeye çalı­ şan bir kurtarıcıdan söz etmekteydi. 235 A - 236 C. Görüntü-yaratmanın iki türe bölün­ mesi. Şimdi daha Önceki.altı Bölme tarafından sağla­ nan, ve doğru ya da yanlış bir biçimde «Sofistler» ola­ rak adlandırılan tiplerin- toplanmasına ilişkin analitik incelemeyi tamamlamış bulunuyoruz. Düşünce zinci­ ri bizi, ilk beş Bölmenin çıkış noktası olan Kazanma­ ya yönelik Sanatlar sınıfından, işin en başında (219A) bir kıyıya bırakılan sınıfa, Üretici Sanatlar sınıfına . götürdü. Para kazanma . amacında olmak Sofistliğin en temel özelliği değildir. Sofist bir yaratıcıdır (üre­ tici, varlık verici), ancak yanılsamaların.yaratıcısı­ dır. .Onun özünü son çözümlemede, diyalogun sonun­ da verilen tam tabloda, Üretici Sanatlar dalını böle­ rek tanımlayacağız. Bununla birlikte, burada söz ko­ nusu tabloya giden yolda, ara bir noktada bulunan Görüntü - yaratma cinsiyle başlayacağız. Sofist biraz önce, aktüel şeylerin salt bir taklitçisi, bir görüntüler ya da benzerlikler yaratıcısı olarak, iyi sanatçıyla bir tutuldu. Bundan sonra gelen bölümde, Görüntü yarat­ ma ya da Taklit, Bölmeye,, görünüş ve yanlışlıkla il­ gili tüm sorunları incelemek için bir ara verilmezden önce, iki türe bölünür. (1)

Sofist Sofist 235® ve 2S8!D'de, «¡bir tür thymatopoios Urukla oy­ natan, kişi] j> olarak adlandırılır.

235 A. YAB. Gel öyleyse, avımızın- peşinden koşma B. işinde gevşeyip gevşemediğimizi görmenin, şimdi tam zamanıdır. Onu, uslamlamanın bu türden bir av için sağladığı, böyle bir ağ içinde sıkıştırmış olduğumuzu söyleyebiliriz. O bun­ dan yakayı kurtaramaz, THEAET. Neden yakayı kurtaramaz? YAB. Hokkabazlar tan (l).

sınıfı içinde yer almak­

THEAET. Şimdiye dek söylediklerine tamamiy. le katılıyorum. YAB. Öyleyse, hemen üzerinde durduğumuz te­ meli, bir başka deyişle, Görüntü yaratma sana. tını bölerek oturtmamız, ve bu kuşatmadan . aşağıya doğru inerek, av köpekleri tarafından kuşatılmış durumunda bulunan Sofistle karşıC. laşırsak, onu usun resmî tevkif müzekkeresi üzerine yakalamamız, esir hakkında rapor ver­ memiz ve onu krala teslim etmemiz gerekti­ ğinde uyuşuyoruz. Ancak o bu Taklit sanatıiıın alt-bölmeleri arasında, bir hırsızın gizleneceği türden bir yer bulacak olursa, ona bir sığınak sağlayan yeri, o yakalanıncaya dek, bölerek, Sofisti adım adım izlemeliyiz. Her durumda, o ya da başka bir türün böylesine dakik ve böylesine geniş kapsamlı bir araştırmadan yaka­ n ı Thaymatopoion özelde .kukla oynatan: kişi anlamına gelir, an­ cak o burada tüm «taklitçi» tünlerini -^Sofistler denli sa­ natçıları ve ozanları da— kapsayacak - biçimde kullanılır. ■CKrş., 2&4A). Bunların hepsi «eidola yaratıcıları»dırlar.

yı sıyıracağının yüksek sesle söylenmesinden yana bir korkumuz olmamalıdır. THEAET. îyi; bu biçimde sıkı çalışmalıyız. YAB. Öyleyse, daha-önce olduğu gibi, Bölme D. yöntemini izleyerek, bir kez daha iki taklit bi­ çimi, görür gibiyim; ancak aradığımızın bu iki tipten hangisinde bulunduğunu şimdiye dek bulgulayamadım. THEAET. Her durumda, önce Bölmeni ortaya koy, ve bize hangi biçimleri kastettiğini söyle. YAB. Onda içerildiğini gördüğüm iki sanattan biri, bir şeyin kopyasını (eikastikeî yapma sa­ natıdır. Bunun en yetkin örneği, özgün şeyin, her üç boyut içindeki ölçüleriyle tam bir uyE. gunluk içinde olan, bir kopyasını yaratmak, ve dahası her bir parçaya uygun rengini ver­ mektir. THEAET. Taklitçilerin tümünün yapmaya ça­ lıştığı şey de zaten bu değil midir? YAB. Yapıtları çok büyük ölçülerde olan heykeltraşlar ya da ressamlar değil. Onlar güzel bir figürün gerçek ölçülerini yeniden yaratma, durumunda olsaydılar (x), bildiğin gibi, birini (1); «Güzel'» '('kalon), çünkü söz 'konusu' olan kötü bir modelin ölçülerini, güzelliğin.' ölçütlerin© uyacak bir biçimde dü­ zeltmek değil, ancak gerçekten de güzel olan ölçüleri gü­ zellik görünüşünü koruyacak biçimde değiştirmektir. Apelt. Oenoamda'da bir duvara yazılmış Epikurosçu bir yiazıtta, - hepsi aşağıdan aynı ©batta görülebilsinler diye, üst satır­ lardaki harflerin 'alt satırlardaki harflerden daha büyük kesildiklerinden söz eder.

236.

belli bir uzaklıktan, diğerini çok yakından gö­ receğimiz için, üst kısımlar çok küçük, alt kı­ sımlarsa çok büyük görünecekti.

THEAET. Bu doğru. YAB. Böylelikle sanatçılar, doğruluğu kendi başının çaresine bakmaya bırakarak, gerçek­ te, kendi yarattıkları görünüşleri, gerçek ölçü­ leri değil de, güzel görünecek şeyleri ortaya koyarlar. THEAET. Oldukça doğru. YAB. Birinci görüntü türü, öyleyse, özgün (orijinal) şeye benzer olduğu için, haklı ola­ rak bir kopya (ekon) diye adlandırılabilir. THEAET. Evet.

D. YAB. Ve taklit sanatının buna karşılık gelen alt-bolümü, biraz önce kullandığımız adla —kopya-sanatı— adlandırılabilir. THEAET. Evet, adlandırılabilir. YAB. Şimdi, tatmin edici bir görüş açısından görülmediği için, benzeme savında bulunduğu özgün şeye neredeyse benzemeyecek denli bü­ yük olan bir nesneyi tam olarak alamayacak gözleri olan bir izleyiciye yalnızca güzel bir figürün kopyası olarak görünen türe ne ad vereceğiz? Bir kopya olarak göründüğüne, an­ cak gerçekte böyle olmadığına göre, onu alda­ tıcı bir görünüş (phantasma) olarak adlandı­ rabilir miyiz? THEAET. Kesinlikle.

C. YAB. Ve bu, resimde ve her türden taklitte, ol­ dukça geniş kapsamlı bir sınıftır. THEAET. Doğru. YAB. Bu nedenle, bir kopya değil de, aldatıcı bir görünüş yaratan sanat için en iyi ad alda­ tıcı görünüş yaratma sanatı (paııtastike) olacaktır. THEAET. Çok doğru. YAB.,. Bunlar öyleyse, benim kastettiğim gö­ rüntü yaratmanın iki biçimidir —bir şeyin kopyasını yapma ve aldatıcı görünüşler yarat­ ma. THEAET. İyi. Bu noktada Bölme kesilir. Görüntülerin burada «kopyalar» ve «aldatıcı görünüşler» olarak niçin iki­ ye ayırıldıkları, ilk bakışta pek açık değildir. ■ Taklitçi olarak Sofiste ilişkin bütün bir betimle­ me, «taklit» oldukları düşünüldüğü için, güzel sanat­ lara Devlet X. Kitapta yapılan saldırıyı anımsatmak­ tadır; -ve bu saldın, şimdiki Bölme diyalogun sonun­ da tam olarak ortaya konduğu zaman yeniden görü­ necek metafiziksel temellere dayanır. Bu saldırıdan amaç güzel sanatlann, aktüel şeylerin taklitleri ola­ rak düşünülen tasanmlannuı doğru gerçekliğin iki derece uzağında bulunduklarını göstermektir. Aktüel bir karyola yapan bir marangoz tek bir Formu, her­ hangi bir marangoz tarafından değil, ancak Tanrı tarafından yaratılmış, ve şeylerin doğalarında sabit­ leştirilmiş bir modeli göz önünde tutarak çalışır. Bü Form tümüyle gerçektir; marangozun karyolası ise

«tam anlamıyla gerçek olmayıp, bu gerçekliğe ben­ zer bir şeydir»; marangozun karyolası gerçeğin yal-, mzca görüntüleri olan duyusal şeylerin meydana ge­ tirdiği dünyanın bir üyesidir. Ressam gerçekliğin da­ ha da uzağındadır. O Formu değil, ancak zenaatkânn. ürününü, ve onu da olduğu biçimiyle değil de, yalnız­ ca belli bir bakış açısından göründüğü biçimiyle, kop­ ya eder. O ikinci bir aktüel karyola, zenaatkânn ürü­ nünün tam bir kopyasını üretmez, ancak yalnızca «bir görünüşün» (phantasma), uzaktan . bakan bir seyirciyi aldatabilecek, «bir takliti»ni üretir. Böylelik­ le bir adam gökte ve yeryüzündeki herşeyi, bir el ça­ bukluğuyla ve onların yansımalarını yakalayarak «yaratma» —olağanüştü bir beceri (thaymastos sop­ histes)— savında bulunabilir. Ressamın ya da ozanın işi yalnızca bir oyundur. Devlet’in bu bölümü, biraz önce herşeyi yaratma savında bulunan adama ilişkin betimlemede anımsatılmıştır (233D ve devamı); ve o, 266 D’deki tam Böl­ mede kendisinden yeniden söz edilen, şu andaki «kop­ yalar» ve «aldatıcı görünüşler» ayrımını daha anlaşı­ lır hale getirir. Hem burada ve hem de Devlet’te, bü­ tün b i r g ü z e l s a n a t l a r ö b e ğ i , « t a k l i t ç i » s a n a t l a r o l a r a k - görül­ düğü için, «kopyalar» değil de, «aldatıcı görünüşler» yaratma sanatı içinde yer alır. Platon üç boyuttaki aktüel ölçüleri, ve özgün şeyin doğal renklerini yeni­ den yaratarak «kopyalar» yapan iyi ve güvenilir bir sanat türü, bir de Parthenon tapınağındaki heykeller de içinde olmak üzere, doğru ölçülen çarpıtan sahte­ kâr bir sanat türü bulunduğunu kastetmemektedir. «Kopya» terimi burada her zamankinden daha dar

bir anlamda kullanılır i1). O, marangoz tarafından yapılmış ilk karyolayı tam olarak ayniyle yeniden yaratarak, ikinci bir aktüel karyola yapma gibi, bir reprodüksiyon ya da ikinci nüsha anlamına gelir. Ben bir alçının alçısını yaparsam, «kopya» ile «özgün şey» arasında bir seçim yapmak söz konusu değildir. Her ikisi de birbirlerine tam olarak benzer ve ikisinden herhangi biri diğerinin «görüntü»sü (kopya, repro­ düksiyon) diye adlandırılabilir. Bu durumda bir al­ datma ya da yanıltma öğesinin varlığından söz edi­ lemez. Bu «kopyalar» yaratmadır ve güzel sanatların ve Sofistliğin kapsamı dışında kalır. Sofist «konuş­ mada görüntüler (eidola)» yaratır? ancak konuşmada tam kopyalar yaratma diye bir şey söz konusu olsay­ dı, onunla ilgilenmezdik. Ele alacağımız tüm «görün­ tüler» daha aşağı olan bir dalda, özgün şeyin tam, ek' siksiz kopyalan olmayan, ancak'bir aldatma ve ya­ nıltma öğesi içeren aldatıcı görünüşler yaratmanın kapsamı içinde kalırlar. Bu, üzerinde duracağımız «görüntüler» (eidola) sınıfının —eşdeyişle, aldatıcı görünüşler sınıfının— görüntüyle özgün şey arasm­ da iki dereceli bir ilişkiyi zorunlu kıldığı anlamına gelir. Görüntü, ona tümüyle benzemezse, bir repro­ düksiyon olmasa da, özgün şeye az ya da çok benzer. Ancak o aynı zamanda, bir anlamda, daha aşağı bir gerçeklik derecesine sahip olan bir şey olarak aııîaşı(l)

İPlaton terimlerini kullanırken, hiçbir aaman katı bir tutum içinde olmamıştır. Kratylos 4XÜB’de «.kopya» (eükonJriın res­ samın portresine karşılık gelecek daha alışılmış bir an­ lamı vardır; bu durumda o tam bir kopya olmayıp, otura­ rak poz veren bir kimsenin, ikinci bir aktüel kişi olarak, Tanrının yaratabileceği türden bir eşiyle, karşı ¡karşıya getirilir.

lir. «Aldatıcı görünüş-yaratıcıları»nm (sanatçılar ve Sofistler) ürünlerini, doğal nesnelerin gölgelerine ve yansımalarına, kendileri de Formların gerçek dünya­ sının'yalnızca görüntüleri olan şeylerin ¿görünüşler» • ine benzer bir biçimde düşünmeliyiz . 236 C - 237 B. Konuşmada ve düşünmede, gerçek olmayan görünüşler ve yanlışlık problemlerinin dile getirilmesi. Bölme burada kesilir. Sofist yanlış önermelerle, kendi bilgeliğine ilişkin olarak yanlış bir inanç yarat­ makla suçlanır. Ancak o, «var olmayan şeyi» düşün­ menin olanaksız olduğuna dikkat çekerek, buna iti­ raz edecektir. Theaetetus bu itirazı doyurucu bir yan­ lış yargı tanımıyla karşılayamadı. Diyalogumuz niha­ yet doyurucu bir yanlış yargı tanımı sağlar. Aynı anda, Devlet’i ima eden birçok anlatnn, bü­ tün bir gözle görülebilir dünyanın gerçeğin yalnızca bir görüntüsü olduğunu anımsatır. Demiurgos'un kendisi bir görüntü yaratıcısıdır. Görüntü yaratmaya ilişkin Bölmenin özetlenebilmesinden önce, burada araya gi­ ren uzun tartışma, yanlış yargı olanağını kanıtlamak­ la ve olumsuz önermelerin anlamlarıyla ilgili yanlış yorumlara bir yanıt, getirmekle sınırlanmış değildir. .Onun görünüşler dünyasının metafiziksel konumuyla bir ilgisi vardır. Parmenides tam anlamıyla gerçek olan ve taıiı bir yolduk arasında bir ara dünyanın var olabilmesine karşı çıkmıştır. Bu eidolon problemi, yanlış yargı problemi yanında gündeme gelir. 236 C. YAB. Evet; ancak şimdi bile o zaman dile ge­ tirdiğim kuşkuyu bir karara nasıl bağlayaca­ ğımızı açık seçik olarak göremiyorum: Sofisti

iki sanattan (kopya yapma ve aldatıcı görünüş D. yaratma) hangisine sokmalıyız? Adama ilişkin olarak açık seçik bir görüşe varmanın bu denli güç olması gerçekten de şaşırtıcıdır. İçin­ de bulunduğumuz bu anda, o, şaşılası bir us­ talıkla, araştırmayı zora sokan bir bölmeye (’ ) sığınmıştır. THEAET. Öyle görünüyor.. YAB. Bana katılıyorsun, ancak kastettiğim bölmeyi tanıyor musun, yoksa uslamlamanın akışı seni, alışkanlığın da etkisiyle, hiç düşün­ meden hemen kabul etmeye mi sevkediyor? THEAET. Nasıl? Neye yönletimde bulunuyor­ sun? E. YAB. Dostum işin doğrusu, oldukça güç bir sorunla karşı karşıya olduğumuzdur. Bu ger­ çekte «var olmaksızın» «görünme» ve doğru olmayan bir şeyi söyleme .—tüm bu deyimler her zaman yoğun bir biçimde güçlüklerle do­ lu olmuşlardır ve halâ öyledirler.. Bir adamın, böyle sözcüklerin salt telaffuz edilmesiyle bi­ le, bir çelişkiye düşmeden, kendileriyle yanlış. larm gerçek bir varoluşa sahip olduklarım söyleyebileceği ya dâ dile getirebileceği doğ237. ru terimler bulması olağanüstü güçtür, Theaetetus (2). ti) (2)

lElşdeyişle, «gerçek olmayan görünüş ve yanlışlık». Yanlışlar, Yabancının bir satır sonra dikkat çektiği gibi, var olmayan şeyler»dir. «Yanlış bir biçimde konuşmamın çokça kullanılan bir eşdeğeri, «var olmayan şeyi söyleme» dir. İBkz., Theaetetus 1®8D ve devamı, dampbell yeni baş­ tan kurulmuş tümceyi doğru bir biçimde yorumlar.

YAB. Böyle bir önermenin cüreti «var olraayan»ın varlığa sahip olmasını gerektirmesindedir; çünkü bir yanlış 'başka hiçbir biçim­ de varlığa gelemez. Genç dostum, biz se­ nin yaşında olduğumuz zaman, büyük Parme­ nides bize şiirinde de söylediği şeyi sürekli olarak yineleyerek, buna baştan sona tanıklık etti. «Bu —var olmayan şeylerin var oldukla­ rı— hiçbir zaman kanıtlanmayacak; sen araş­ tırmada düşünceni bu yoldan uzak tüt.» C1) B. Böylelikle, o büyük adamın tanıklığına sahip oluruz; ve doğru bir itiraf elde etmenin en iyi yolu, önermenin kendisini sıkı bir biçimde sor­ guya çekmektir (2). Bu yüzden, senin için bir sorun yoksa, onu kendi hata ve sevapları için­ de inceleyerek başlayalım. THEAET. Ben sana tabiyim. Uslamlamaya ge­ lince, bir sonuca en iyi bir biçimde götürecek yolu sen seçmeli, ve beni' de arkandan sürüklemelisin. YAB. Yapılacak olan da budur. (1) 'Parmenides, fragman 7, «Araştırma yoLlan»nı Parmenides’s Two Wayc (Classical Quarterly (1333 s. 97)'de inceledim. (2) -önermenin' kendisi, (yanlışın’ ya da var olmayanın gerçek­ ten varolmadığı) davada, İPıarmenides'in 'kendisine karşı tanddık yaptığı, karşı tarafta yer alan bir köleyle karşılaştı­ rılır. Şiımdi vanlan bu noktada bn önermenin (Parmenides’in değil) incelenmesi önerilir. Parmenides’in kendi .ifa­ desi dıaha sonra sorguya çekilecektir (ton toy patros Parmenidoy anagkaion... Basavindzein, 241D).

Böylelikle, Parmenides tarafından yasaklanmış olan «araştırma yolu»nu, eğer zorunluysa, seçmek, ve «var olmayan»m —gerçek olmayanın ya da tümüyle ger­ çek olmayanın ya da yanlış olanın— herhangi bir varlık ya da varoluş türüne sahip olup olamayacağı­ nı ve sahip olabilirse, hangi anlamda sahip olabilece­ ğini incelemek üzerinde anlaşılır. Muğlak formül, hepsinin kökeni Parmenides tarafından sağduyuya yöneltilmiş meydan okumada bulunan, üç problemi kapsayacak denli geniştir. (I) «Bu, gerçekte var olmaksızın, görünme» ifa­ desi şu metafiziksel sorunu kapsar.- Bir olan gerçek varlık dünyası (Parmenides’in Bir olan Varlığı, ya da Platon’un gerçek olan Formlar dünyası! var ise, nasıl olur da aynı zamanda, ne tümüyle gerçek, ne de tü­ müyle var olmayan olan, bir Görünüş dünyası var olabilir? Parmenides böyle bir görünüş dünyasının var olamayacağım söylemişti. Bir şey ya var olmalı ya da var olmamalıdır: O varsa eğer, mutlak bir bi­ çimde ve tam olarak vardır,- var değilse eğer, mutlak bir biçimde ve tam olarak var değildir. Parmenides, şiirinin birinci bölümünde, bir olan Gerçekliğin d o ğ a s ı n ı ç ı k a r s a m ı ş , ve onun çokluk, devinim, ve değişmeyi, ve duyularımızın gösterir gö­ ründüğü nitelikleri dışladığını görmüştü. O mantığı­ na sadık kalarak, Doğanın tüm. bu görünüşlerine, gerçek olmadıkları ve yanlış oldukları gerekçesiyle, yol verir, ve onları açıklamadan bırakır. Platon ken­ dimizde, tümüyle gerçek olanın bilgisiyle gerçeklik­ ten tümüyle yoksun olana ilişkin bir bilinçliliğin tam

olarak yokluğu arasında, tam anlamı içindeki bilgi­ den ayrı olan, ve dolayısıyla farklı bir nesneler öbe­ ğine salhip olması gereken anlık halleri doğuran bir Sanı ya da inanç (en geniş anlamı içinde, doksa) ye­ tisi b u l d u ğ u m u z u s a v u n d u (*). Bu nesnelere ilişkin olarak, o «onların hem varlıktan ve hem de yokluktan pay aldıkları»m söyledi. Örne­ ğin, varlığa gelmeleri ve yokolup gitmeleri, değişme­ ye maruz kalmaları, ve güzel denli çirkin de görünebilmeleri bakımından kendinde Güzelliğe benzemeyen «birçok güzel şey» vardır. Çizgi ve Mağara benzetme-* lerinde bu nesneler gerçek Formların «kopyalan» (eiltones) ya da «görüntüleri» (eidola) olarak adlan­ dırılırlar. Burada önerilen problem şudur: Nasıl olur da görünmez gerçekliklerin görülebilir olan görüntüleri gibi şeyler var olabilir? Herhangi bir şey nasıl olur da «hem varlıktan ve hem de yokluktan pay alabilir» ya da gerçek olmayan görünüşlere sahip olabilir? Theaetetus kendisiyle görünüşlerin duyulara verildi­ ği fiziksel işleme ilişkin bir açıklama getirmişti. On­ lar hakkında verdiğimiz yargılardan ayrı olarak, gö­ rünüşlere ilişkin algılarımızın yanılmaz oldukları ka­ bul edilmişti. Ancak dışsal nesnelerin durağan, kalıcı ya da gerçek hiçbir varlığa sahip olmadıkları, fakat yalnızca oluşmakta oldukları ilân edilmişti. Böylelik­ le geriye şimdiki problem kalır.- Böylesi nesneler, ger­

en

Devlet V, 476E ve (tavamı. '

çek bir varlığa sahip olmadıklarına göre, ne tür bir ’ varoluşa sahiptirler? (2) İkinci problem «doğru olmayan bir şeyi söy­ leme ya da düşünme» olanağıyla ilgilidir. Bu aynı problemin psikolojik yönüdür: Düşünebilen ve var olabilen aynı şeydir; «var olmayanı ne bilebilir ne de dile getirebilirsin.» Düşüncenin bir nesnesi olmalı­ dır, ve bu nesne de gerçek olmak durumundadır. Dü­ şünce bir şeyi dile getirmelidir, ve bu şey de gerçek bir şey olmalıdır. Bu daha önce . Theaetetus’ta C1S8D . ve devamı) kendisiyle karşılaştığımız soruyu doğur­ muştu : Yanlış olanı düşünmek ya da söylemek nasıl olanaklıdır? Düşünür ya da konuşursam, bir şeyi dü­ şünüyor, ve bir şeyi kastediyor olmalıyım. Ancak söy­ lediğim ya da düşündüğüm, yanlışsa, bu bir şey nedir? Yanlış bir olgu diye bir şey yoktur. Dile getirilecek hiçbir olgu olmadığı zaman, bir şeyi'bir olgu olarak nasıl dile getirebilirim? (3l Son olarak, (ister doğru ister yanlış olsun­ lar) olumsuz yargılar ve önermeler diye bir problem vardı. Olumsuz bir önermede ortaya çıkan «var de­ ğildir» sözcüklerinin, kendisi hakkında bir önermenin kurulduğu şeyin var olmadığı anlamına gelmesi ge­ rektiği düşünülmüştü. Ancak o varolmazsa, ben hiç­ bir şey hakkında konuşuyorum, demektir; bu durum­ da, ağzımdan çıkan sözcüklerin hiçbir anlamı yok­ tur. Olumsuz bir önermenin kendisini dile getirebile­ ceği, ya da kendisine bir yönletimde bulunabileceği hiçbir şey yoktur. Sofist’in bazı açıklamaları, yalnızca son proble­ min bir çözümü olarak ortaya çıkan açıklamaların

bütününü temsil eder i1). Ancak o gerçekte biraz ön­ ce sözü edilen tüm bir sorunlar dizisini kapsar. Onlar değişmez sınırlar ,içinde, ayn ayrı ele alınmaz; ancak tartışma, temel ilgi odakları dikkate alındığında, üç problem öbeğiyle ilgili olan üç bölüme ayrılır. I. 237 B - 251 A. Gerçeklik ve Görünüş Dünyaları. II. 251A -259 D. Olumlu ve Olumsuz önermeler : «Vardır» ve «var değildir»in çeşitli anlamları, ve te-, rimler arasındaki ilişkiler. III. 259B - 264 B. Yanlış konuşma ve Yanlış Yargı —doğrudan doğruya, yanlış inanç yaratma .olarak So­ fistliğe ilişkin çözümlemede içerilen problem. ' I. GERÇEKLİK VE GÖRÜNÜŞ DÜNYALARI Şimdi ulaşmış olduğumuz noktadan başlayıp 251A’ya dek devam eden uzun bölüm, temelde, Gerçek* likle Görünüş arasındaki metafiziksel karşıtlık üzer rinde durur. Bu bölüm Platon’un' Devlet V. kitaptaki çözümlemesinin üç kategorisine karşılık gelen üç alt-bölüme ayrılır:

(10. Bunıet (Greek Philosophy, İ,s. 279): «Modern okuyucu, Platon anlamlı olumsuz önermelerin olanağına ilişkin bir tartış­ mayı, ve bu tartışmanın gerçekte diyalog konusu, oldu­ ğunu haiber vermiş olbaydı, güçlük çekmeyecekti.» Ancak okuyucu güçlük içindedir. O tüm felsefe okurlarına, ve on­ ların gerçeklik hakkmdaki görüşlerini. gözden geçirmenin' niçin zorunlu olduğunu anlamakta zorluk çekecektir. Pla­ ton niçin hemen «vardır» ve «var değildir» sözcüklerinin buğlak olduklarını, söyleyip, onların ■(daha sonura yaptığı gibi) bazı farklı anlamlarına işaret etmez? . •

(a) Gerçeklikten, tümüyle yoksun olan (to medamos on). Bu, tartışmanın dışında bırakılır. (b) Tümüyle gerçek olmamakla birlikte, belli bir tür varoluşa sahip olan şeylerden, eşdeyişle «gö­ rüntüler» (eidolonlden oluşan ara dünya. Burada eidolon terimi tanımlanır, ve yanlış yargı ve yanlış konuşma problemleri ortaya konur. Bu problemlere ilişkin tartışma, «gerçeklin anlamı üzerinde düşün­ meden, daha ileri götürülemez. (c) Tam anlamıyla gerçek olan (to pantelos on). Burada gerçeğin doğasına ilişkin eski kuramlarla çağ­ daş kuramlar gözden geçirilir, ve özdekçiniıi (mater­ yalistin) ve idealistin ekstrem görüşleri arasında bir uzlaşmaya gidilmesi önerisinde bulunulur. Bütün bir bölüm temelde, bir deneme niteliği ta­ şır, ve kesin sonuçlu olmaktan çok uzaktır. Üç anlam Jaşıyan —gerçek olmayan, olumsuz ve yanlış— «yok­ lu k la ilişkili problemleri geliştirir. Ye bölümün so­ nunda (250E), Yabancı, «Güçlüğümüzün tam olarak ortaya konduğunu, öyleyse, kabul edelim. Ve madem ki Varlık ve Yokluk aynı derecede güç olan problem­ lerdir, bundan böyle birine getirilecek, bulanık ya da aydınlık, bir ışığın diğerini de aydınlatacağını uma­ biliriz», der. Bölüm içinde ilerledikçe, belirli.güçlük­ ler ortaya konur, ve bunlardan bazıları çözülür, ba­ zıları ise ya çözülmeden, ya da diyalogun diğer bö­ lümlerinde çözülmek üzere, bir kıyıya bırakılır. 237 B - 239 C. (a) Gerçeklikten olan.

tümüyle yoksun

Şu halde, gerçeklikten tümüyle yoksun olan (to medamos an), ya da «yalınç bir biçimde var olmayan»

(to me on ayto kath’ ayto, 238C) fikriyle başlıyoruz. Tam bir yokluk, Parmenides tarafından yetkin ger­ çekliğe getirilen tek almaşıktı; ve Parmenides ger­ çeklikten tümüyle yoksun olanın düşünülemeyeceğini. ilân etmişti. Ondan başlayan «yol» «bütünüyle çıkmaz» bir yoldur (fragman 4T ve o «düşünülemez» ve «adlandmlamaz» bir. şey olarak, bir kıyıya atılmalıdır. Herhangi bir şeyin tam bir yokluğundan hiçbir zaman hiçbir varlık çıkarsanamaz. Aşağıdaki bölümde Platon Parmenides’in bu öğ­ retisini eleştirmez, ancak doğrular. Yabancı, tam bir yokluk sorununa bir yanıt getirilinceye, ve Parmeni­ des’in-kahul etmeyi yadsıdığı şeyi —tümüyle gerçek olmaksızın, belli bir tür varoluşa sahip olan şeyler— dile getirmenin zorunlu olacağı, gerçek olmayan gö­ rünüşlerin ve yanlış önermenin dünyasına girinceye dek, Parmenides’le olan bağını koparmayacaktır. 237 B. YAB. (devam ediyor). Şimdi bana söyle : «Hiç- . bir tür varlığa sahip olmayan» C1). ifadesini ağızdan çıkarmada tereddüt etmeyiz, öyle de­ ğil İni? THEAET. Kesinlikle etmeyiz. YAB. Öyleyse, salt tartışmış olmak için tartış­ mayı (2), ve sözcüklerle oynamayı bir kıyıya (1)

To medamos on, «gerçeklikten tümüyle yolcsuıı olan» ya da «mutlak yokluk». «Bu ifadeyi ağızdan, çıkarabiliriz (plıthegesthai)», ancak onun lıiçbir anlam taşımadığı gös­ terilecektir. (2)i Ortaya ¡koyma durumunda olduğumuz problemler Didişimci tartışmada boy göstermişlerdir, ancak bizim amacımız gerçek güçlükleri ciddi olarak karşılamaktır.-

C. .

.

D.

ix)

bırakarak, bu toplulukta yer alan kişilerin birinden anlığını bu konu üzerinde yoğunlaştınmasının, ve bize bu adın —var olmayan— neye verilebileceğini söylemesinin ciddi olarak istendiğini varsayalım. Onun bu adı hangi şey ya da hangi şey türü için kullanmasını beklemeliyiz? O bu adla bu konuda araştırma yapan birine neyi belirtecektir? THEAET. Bu zor bir soru. Buna,.şöyle ya da böyle bir yanıt bulmak benim gibi bir kişinin harcı değil. YAB. Pekâla, «var olmayan» teriminin varo­ lan herhangi bir şeye verilmemesi gerektiği hususu, her durumda, açıktır, öyle değil mi? TTÎEAET. Kesinlikle. YAB. Ve bu ad varolana verilemeyeceğine gö­ re, «'bir şey» e de verilemez. THEAET. Bu nasıl oluyor? YAB. Bu «bir şey» ifadesinin her zaman varo­ lan bir şey için kullanıldığını açık seçik ola­ rak görebiliriz. Onu, varolan herşeyden tam bir yalıtlama içinde, salt kendi başına kullana­ mayız, yoksa kullanabilir miyiz? THEAET. Ha,yır, kullanamayız. YAB. Onayın, «bir şey»den söz etmenin «bir şey»i dile getirmek olduğu düşüncesinden mı kaynaklanmaktadır? 00.

Tümcede yer alan iki «bir şey»den birincisi için İngilizce özgün metinde «somethinğ», İkincisi için ısome one thing» sözcükleri kullanılmaktadır. İkisinin birbirinden ayrılmala­ rım ■sağlayacak, ve tümcenin anlamımı 'tam olarak verebi­ lecek başka bir terim bulamadık. (Çev.)

YAB. Çünkü «bir şey»in, tıpkı «bazı ,şeyler»in iki ya da daüıa fazla şeye karşılık gelmesi gibi, bir şeyi temsil ettiğini kabul edeceksin. THEAET. Kesinlikle. E. YAB. Böylelikle buradan, «bir şey» olmayan­ dan söz etmenin, şu ya da bu biçimde, hiçbir şeyden söz etmek olduğu zorunlulukla çıkar. THEAET. Zorunlu olarak. YAB. Bir kişinin, böyle bir durumda, hiçbir şeyden söz ediyor olabilse bile, bir şey söyle­ mekte olduğunu kabul etmemeliyiz, değil mi? O «var olmayan bir şey» seslerini ağızdan çı­ karmaya başladığı zaman, onun hiçbir şey söylemediğini savlamalıyız? THEAET. Bu kesinlikle güçlüğü ortadan kal­ dıracaktır. Yukarıdaki uslamlamayı çevirmek zordur, çünkü legein ti ifadesi, Cl) Sözcüklerin yönletimde bulundu­ ğu «bir şeyden söz etme», ve (2) «hiçbir şey söyleme­ me» ya da. «anlamsız konuşma» (oydein legein) ya karşıt olarak, «bir anlam dile getirme» ya da anlamlı bir şey söyleme olmak üzere, iki biçimde kullanılır. Ancak muğlaklık uslamlamayı bozmaz. «Var olma­ yan»! burada, «gerçeklikten tümüyle yoksun olan» a, «mutlaik yokluk» a ve yalnızca buna, eşdeğer bir ifa­ de olarak almaktayız. Öneri, «var olmayan» seslerini ağzımdan çıkardığım zaman, bu seslerin anlamsız sesler olacağı biçimindedir. Onların yönletimde bulu­ nacağı hiçbir şey, ve anlığımda aktarmayı umabile­

ceğim hiçbir aıılam yoktur. Şu ya da . bu biçimde hiçbir varlığı olmayanı nasıl olur da anlamlı bir bi­ çimde dile getirebilir ya da düşünebilirim? Yapılacak çıkarım, (bir anlamı olmakla birlikte) «yanlış olan­ dan söz etmek» anlamında, «var olmayandan söz et­ mek». ifadesindeki «var olmayan şey» in mutlak yok­ luk olmamasının olanaklı olamayacağıdır. Buradaki sözcüklere ilişkin olarak başka bir yorum bulmalı­ yız. Yanlış bir önerme bir başka kişiye bir anlam ak­ tarır ve bir şeye yönletimde (referansta) bulunur. Bu­ nun nasıl olabildiği daha sonra ele alınacaktır; bura­ da ortaya konan tek şey, bir anlam aktaran (doğru ya da yanlış) bir önermenin «mutlak yokluk» a yönle­ timde bulunamayacağıdır. Yabancının bundan sonraki uslamlaması da, bir kez daha, «Var olmayanı ne bilebilir (çünkü bu olanaksız­ dır) ne de dile getirebilirsin.» demiş olan Parmenides’e dayanır. Eğer (Parmenides’in savunduğu, ve bizim burada kabul ettiğimiz gibi) «varolmayan» sözcükleri gerçeklikten tümüyle yok­ sun olanı ya da mutlak yokluğu temsil ediyorsa o her­ hangi bir bilgi ya da bilinçlilik türünün nesnesi ola­ maz; onu doğru bir biçimde betimleyecek sözcük bile bulamazsınız. Yabancı, özelde, tekil ya da çoğul, olan sözcükleri kullanmaksızm, var olmayandan hiçbir biçimde söz edemeyeceğimizi savunur. Ancak gerçeklikten tümüyle yoksun nasıl olur da —bu ister bir ya da ister birçok olsun— bir sayıya sahip olabi­ lir? 238. YAB. «Övünmenin zamanı değil, henüz.» Yak­ laşan bir başka güçlük, konunun ta köküne

indiği için, gerçekte tüm güçlüklerin ilki ve - en büyiiğü olan bir güçlük daha vardır. THEAET. Ne demek istiyorsun? Onu ortaya koymakta tereddüt etmeyesin sakm. YAB. Bir şey varolduğu zaman, sanıyorum varolan bir başka şey ona yüklenebilir. THEAET. Kesinlikle. YAB. Ancak varolan bir şeyin hiçbir varoluşu olmayana yüklenmesinin olanaklı olduğunu söyleyebilir miyiz? THEAET. Bu nasıl olabilirdi? YAB. İmdi, varolan şeyler araşma genel ola­ rak sayıyı da dahil ederiz, öyle değil mi? B. THEAET. Evet, bir.şey varolursa, sayı da varolmalıdır. YAB. Öyleyse, sayıca çokluk ya da birliği var olmayana yüklemeye kalkışmamalıyız. THEAET. Bu uslamlamamıza göre, kesinlikle yanlış olacaktı, YAB. Ancak bir insan, .sayıyı kullanma­ dan, nasıl olur da «var olmayan şeyler» ya da «var olmayan şey» sözcüklerini ağızdan çıka­ rabilir ya da hatta bu şeyleri şu ya da bu bi­ çimde anlığında kavrayabilir? THEAET. Ne demek' istiyorsun? YAB.' «Var olmayan şeyler»den söz ettiğimiz C. zaman, onlara çokluk yüklemeyi üzerimize al­ mıyor muyuz?

YAB. «Var olmayan bir şey» den söz ettiğimiz zaman da, oha birlik yüklüyoruz, değil mi? THEAET. Haklısın. ■ YAB. ■' Ancak varolan bir şeyi var-olmayana bağlamaya kalkışmanın haklı kılmâbilir ya da doğru bir şey olmadığını kabul ediyoruz. THEAET. Çök doğru. YAB. Bundan sonra yapılacak çıkarımı görü­ yorsun: Var olmayan sözcükleri yalınç bir bi­ çimde, mantıksal olarak ağızdan çıkarılamaz, ya da var olmayandan söz edilemez ya da var olmayan düşünülemez; çünkü o, dile getiril­ mek ya da kendisinden söz edilmek bir yana, düşünülemezdir C1) . THEAET. Çok doğru. D. YAB. Öyleyse, biraz önce onun gündeme ge­ tirdiği en büyük güçlüğü dile getireceğimi söy­ lerken, belki de yanıldım; çünkü formüle ede­ bileceğimiz çok daha büyük bir güçlük vardır. THEAET. Nedir o? (1)

Alogon «asdışı» değil, ancak «konuşmada dile getirileme­ yen» (alogosi anlamına gelmektedir. Onun aktarabileceği bir anlam yoktur CIKrş.; Parmenides 142>A1. Arreton ise söz­ cüklerin kendisine yönletimde bulunacakları bir şeyin var olmadığı anlamına gelir. Platon Parmenidee'in «Yokluk Yo­ lumla karşı olan uyarısını, «o- dbğru bir yol olmadığı için, düşünülemez .ye adiandınlamaz bir yol olarak Yok­ luk Yolu'nu bırakma» uyarısını yansıtmaktadır.

YAB. Bu güçlüğü biraz önce kullandığım., var­ olmayanın, onun savlarını çürütmekte olan C) birini bile, kişi buna kalkışır kalkışmaz, onu kendi kendisiyle çelişmeye zorlayarak, zor du­ rumda bıraktığı biçimindeki ifadelerden çıkartamayışm beni şaşırtıyor. THEAET. Nasıl? Daha açık olarak anlat. E. YAB. Aydınlanmak için bana bakmamaksın. Var olmayanın ne birliği ne de çokluğu olabile­ ceğini öne süren ben, yalnızca şimdi değil, an­ cak bunu öne sürdüğüm anda da, ondan bir şey diye söz ettim: Çünkü «var olmayan bir şey» diyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musun? • THEAET. Evet. YAB. Ve yine kısa bir süre önce, onun dile ge. tirilemeyen ya da söylenemeyen ya da kendi­ sinden söz.edilemeyen bir şey olmasından (x) söz ederken, ne yaptığımı gördün mü? THEAET. Evet, elbette gördüm.

ti)

Onun herhangi 'bir varlık savmı çürütmek. Onun varoluşu­ nu; ondan şu ya da bu biçimde söz ederek, çelişmeye düş­ meksizin, yadsıyamam bile. ■

(x)

Tümcenin Türkçe kuruluşunda «olması» diye çevirdiğimiz «being» sözcüğü, İngilizcede «to be» ■fiilinden türetilen bir isim’ olarak, «varlık» anlamında kullanılmaktadır. Bu tüm­ cede bizim çevirdiğimiz anlamda, kullanılsa da (...speaking o f. its being. a thing not to be spokenof..,),: Yabancının bir sonraki tümcesinde «varlık» . anlamımda kullanılacaktır. (Çev.)

239

YAJB. Öyleyse, onun için « (var) olma» terimini kullanmaya çalışırken, daha önce söyledik­ lerimle çelişmiyor muydum? H THEAET. Çeliştiğin çok açık. YAB. Ve yine onun için «bir şey» terimini kul­ lanırken, ondan tekil bir şey diye söz etmiyor muydum? THEAET. Evet. YAB. Ve yine ondan «dile getirilemeyen ya da söylenemeyen ya da kendisinden söz edile­ meyen bir şey» diye söz ederken, dili sanki bir şeye yönletimde bulunuyormuş gibi kulla­ nıyordum. THEAET. Kesinlikle. YAB. Oysa bir yandan da, kesin bir dil kul­ lanmak durumundaysak, onu bir ya da çok şey olarak adlandırmamamız ya da onu «o» diye çağırmamamız gerektiğini kabul ediyoruz; çün. kü söz konusu ad bile ona teklik karakterini yükleme anlamma gelir. THEAET. Çok doğru. B. YAB. Bu durumda bana söylenecek hiçbir şey • kalmıyor. Var olmayana ilişkin eleştirimde, şimdi ve her zaman, kendimi alt edilmiş biri olarak göreceğim. Bu. nedenle, daha önce de söylediğim gibi, var-olmayanı betimlemenin

(1)

Yönletim 238A’yadır. Bir varoluşa sahip olan hiçbir ş&y vıar-olmaryana yiiklenmemelidir. «Varlık» (to ftimal), sayının ■varolmasıyla aynı anlam içinde, varolan bir şeydir.

doğru yolu için, benim söylemek durumunda kaldığım herhangi bir şeye bakmamalıyız-, bunun için sana dönmeliyiz. Şimdi gel. • TKEAET. Ne demek istiyorsun? YAB. Gel, sen gençsin; yürekliliğini ve elinden gelen tüm çabayı göster. Ona varlık ya da birlik ya da çokluk yüklemeksizin, var-olmayanı doğru bir biçimde betimleyecek sözcükler bul­ maya çalış. C. THEAET. Senin başına gelenler karşısında, böyle bir girişim için, olağanüstü büyük bir gayrete gereksinme duyacağım.. Bu paragraf daha önceki paragrafı, «var-olmayan» (mutlak yokluk) sözcüklerinin, çelişkiye düşmeksi­ zin, hiçbir biçimde dile getirilemeyeceğini vurgula­ yarak, yalnızca güçlendirir. Bu nokta Parmemdes'e karşı ileri sürülmüş değildi, ve kusur bulmaya çalı­ şan bir hava içinde ileri sürülemezdi. .«Yokluk» üze­ rine olan tüm bü bölümde, Platon daha çok Parmenıdes’i doğrulamakta, ve. onun uyarısına kabul etmekte­ dir : «Düşüncenizi bu araştırma yolunda uzak tutun.» Platon burada ulaşılan sonuçlara daha sonra geri dön­ mez. Yokluğa ilişkin bu tartışmaya daha sonra yapı­ lan tek yönletim, «var olinayan»m diğer anlamı (ya­ ni, «...den başka olan») gün ışığına çıkarıldıktan son­ ra, 258E’dedir.' Burada Yabancı şöyle der: «Bu yüz­ den, «var olmayan»ın varolduğunu söyleme cesareti gösterdiğimiz zaman, hiç kimsenin kastettiğimiz şe­ yin varolanın karşıtı (bir başka deyişle, var olmayan) olduğunu söylemesine izin vermeyin. Varolanın her­ hangi bir karşıtı söz konusu olduğu sürece, böyle bir

şeyin var olup olmadığı, ve ona ilişkin bir açıklama getirilip getirilemeyeceği sorularından uzun bir süre­ den beri vazgeçmiş bulunuyoruz.» Platon burada, tıp­ kı Devlet V. Kitapta olduğu gibi, Parmenides’in ger­ çeklikten tümüyle yoksun olanın düşünülemeyeceği, ya da ondan söz edilemeyeceği biçimindeki öğretisi­ ni kabul eder. «Kendisine ilişkin olarak düşüncelere sahip oldu­ ğumuz bir şey, her ne olursa olsun, bir anlamda var olmalıdır» —Parmenides’in tezini tartışan modern mantıkçıları zor durumda bırakmış olan bir problem hakkında, onun söyleme durumunda olduğu herşey bundan ibarettir. Bay Russell bir zamanlar «varlık»ı «varoluş»tan ayırarak, ağızdan ateş püskürten mitolo­ jik canavarlar türünden var-olmayan şeylere bir tür «varlık» verdi, «çünkü onlar varlık birimleri olmasaydılar, onlar hakkında hiçbir önerme kuramazdık.» Ancak var-olmayan varlıklara ilişkin bu koşul, şim­ dilerde, örneğin «yuvarlak kare» gibi, hiçbir şeyi be­ timleyen betimlemeler bulunduğu görüşüyle uy­ gunluk içinde, bir kıyıya atılmıştır t1). Mantık böy­ lelikle sağduyunun bakış açısına, bizi, «yuvarlak» ve «kare» ğıbi dilsel simgeleri, onların kendilerine yönletimde bulunacakları hiçbir şey olmadığı için, her ne olursa olsun, hiçbir şeye yönletimde bulunan ifadelerde bir araya getirmekten alıkoyan hiçbir şey bulunmadığı noktasına geri döner, PJatpn’un görüşü «tümüyle yok olan» ifadesinin, şu ya da bu biçimde (I)

(Bkz, LJS. Stebbin.'g', Modem-Introduction to Logic, 5. Bölüm, '5. Meinonğ tarafından, bulgulaman diğer yokluk çeşitlerini, mutlu bir rastlantı olanak, tartışma gereksinimi duymuyo­ ruz.

hiçbir şeyin tasviri ya da adı olmayan, bir tasvir (be­ timleme) ya da ad olduğu biçimindedir. Ona psikolojik olarak herhangi bir biliş türünün tam bir.-yokluğu (agnosia, Devlet V, 477A) karşılık gelir. O adın hiçbir şeyi doğru bir biçimde betimlemeyi bile başaramadı-' ğını ekler. Sonuç bundan böyle «yokluk»u kullanamayacağı­ mız, ve onu tartışmanın dışına atabileceğimiz ‘ biçi­ mindedir. Yanlış önermenin ve. yanlış inancın ya da tümüyle gerçek olmayan şeyleri içeren bir «görünüş­ ler» dünyasının açıklanması için, ona.müracaat edi­ lemez. Yokluk söz konusu olduğu sürece, Parmenides, onun hakkında olumsuz Önermeler bile kuramayana-. ğımızı ya da onun «dile getirilemez» olduğunu büe’ söyleyemeyeceğimizi öne sürniek dışında (çünkü onun da yoklukla ilgili olarak bunu söylemeye hakkı yoktur), haklı kılınır. 239 C - 242 B. (b) Eidolonun tanımı ve Yanlış Önerme ve Yanlış İnanç Probemi. «Yokluk» a allahaısmarladık dedikten sonra, şim­ di saf yoklukla tam gerçeklik arasındaki ara bölme­ ye —eidolon dünyasına— geçebiliriz. Burada bizi ikiproblem öbeği beklemektedir. (1) Bir şeyin varolma­ sı, ancak yine de tümüyle gerçek olmaması nasıl ola­ naklıdır? Parmenides tarafından yadsınan, ‘ ancak Platon tarafından bilginin nesnesinden ayn olarak, «Sanı»nm nesnesi diye tanınan «görünüşler» dünyasına nasıl bir varoluş türü yüklenebilir? (2) Yanlış öner­ me ve yanlış inanç nasıl açıklanabilir?. (Anlamsız bir ses değil de) anlamlı bir şey söylersem eğer, önermem bir şeye yönletimde bulunmalıdır. Ancak önerme, yan­ lışsa eğer, neye yönletimde bulunabilir? Sofisti eidola

(görünüş, ya da görüntüler), yanlış önermeler ve yan­ lış inançlar yaratıcısı olarak suçladıktan sonra, onun ne tümüyle gerçek ne de gerçeklikten tümüyle yok­ sun olan eidolon diye bir şey, ve yanlış bir önerme ya da yanlış inanç diye bir şey bulunmadığı biçimindeki itirazlarım karşılamalıyız. Platon’un zamanında, ve ondan önce kullanılan uslamlama türlerini bir an için gözümüzün önüne ge­ tirebiliriz. Milattan önce yaklaşık olarak 400 yılların­ da yazılmış bir broşürde t1), büyük bir olasılıkla bir Sofist olan yazar, tıbba «gerçek olmayan bir sanat» (oyk eoysa tekne) olduğu gerekçesiyle saldıranlara karşı, Protagorasçı bir uslamlamayı kullanır: «Bana genelde, var (gerçek) olmayan bir sanaı yok gibi geliyor; çünkü var olan bir şeyin var olma­ dığını düşünmek saçmadır. Çünkü var olmayan şey­ lerin, kendisine bakılabilecek ve kendisine ilişkin ola­ rak «O vardır» denilebilecek nasıl bir «varlık» (oysia) lan vardır? Çünkü var olmayan şeyleri, var olan şey­ leri görebildiğin gibi, görmek olanaklı olsa, onlan göz­ lerinle görebildiğin ve var olduklarını anlığında dü­ şünebildiğin zaman, onların nasıl olup da yokluk ola­ rak addedilebileceklerim anlayamamam, O böyle de­ ğildir: Var olan şeyler, her zaman görülürler ve bili­ nebilirler; oysa var olmayan şeyler görülemezler ve bilinemezler.» İki problem şimdi ardışık olarak ortaya konur. (1) Eidolon terimi tümüyle gerçek .olmayan ancak yi­ (1) Apel t tarafından zikredilen [ıHippokratesi peri teknes, 2 Bu ilginç- baskıda CDie Apologie der Heilkunst, Leipzig,. İOTO), Th. ¡Comperz yazarın Protagoras'm kendisi olabileceğini öne sürer.

ne de belli bir tür varoluşa sahip ,olan bir şey anla­ mına gelecek biçimde tanımlanır. Bir eidolon diye bir şey varsa, tam anlamı içinde bir «varlık»a sahip olma­ yan bir şeyin belli bir tür varlığı olmalıdır. (2) Yanlış olanı düşünmek ya da dile getirmek vakıa olmayanın vakıa olduğunu ya da vakıa olamn vakıa olmadığını savlamak anlamına gelir. Bir şeyi savlamaktayız; söz­ cüklerimizin bir anlamı vardır. Bu yüzden «vakıa ol­ mayan» belli bir tür varlığa sahip olmalıdır; o saf yok­ luk değildir. Sonuç Parmenidesçi ikilemden, «Bir şey ya tam anlamıyla gerçek, ya da gerçeklikten tümüy­ le yoksun olmalıdır» ikileminden kaçmamız, ve ne tü­ müyle gerçek, ne. de gerçeklikten tamamiyle yoksun olan şeylerin üçüncü bir ara bölgesini tanımamız ge­ rektiği biçiminde olacaktır... (Tümüyle gerçek ya da doğru) olmayanın belirli bir tür varoluş ya da anlar ma sahip olduğu ifadesinde bir anlam bulunmahdır. 239 C. YAB. Pekâlâ, eğer kabul edersen, biz kendimi­ zi, bu işin dışında bürakacağız; bu işin al­ tından kalkabilecek biriyle karşılaşıncaya dek, Sofistin olağanüstü bir kurnazlıkla, içine giri­ lemez bir sığmak .bulduğunu söyleyelim i1). THEAET. Kesinlikle öyle görünüyor. YAB. Bu nedenle, onun «aldatıcı görünüşler» D. yaratma sanatma sahip olduğunu söyleyecek olursak’ o hemen uslamlamalarımızı, bizimle savaşacak ve onlan bize karşı çevirecek biçim­ r



1--------------------

1

tlj. «Var olmayansın çeşitli anlamlarının yalnızda, derece dere­ ce gösterildiği anımsanmalıdır. Sbfist, yukarıda üzerinde durulan yolduk bölgesinde değil de, şimdi girmekte olduğu­ muz, tümüyle gerçek ve tümüyle yanlış olmayanın dünya­ sında gizlenir.

de çekip çevirme avantajını kullanacaktır. Onu bir görüntü yaratıcısı olarak adlandırdığımız zaman, o bize bir «görüntü»den söz ederken, dünya üzerinde neyi kastettiğimizi soracaktır. Bu yüzden Theaetetus, zalim kişiiıin sorusu­ nun nasıl yanıtlanabileceğim düşünmeliyiz. THEAET. Açıkça, sudaki ya da aynalardaki görüntüleri ve yine ressam ya da heykeltraş tarafından yapılan görüntüleri ve bu türden başka şeyleri kastettiğimizi söyleyeceğiz. E. YAB. Theaetetus, daha önce hiç Sofist görme­ diğin açık. THEAET. Niçin? YAB. O sanki gözleri kapalıymış ya da gözle­ ri hiç yokmuş gibi görünecektir. THEAET. Bu nasıl oluyor?

240.

YAB. Yanıtını ona böylesi terimler içinde sun­ duğumuz zaman, aynalarda ya da heykelde bulunacak bir şeyden söz edersen eğer, o söz­ lerine yanıtın onun bu- şeyleri görebilmesini gerektirdiği gerekçesiyle, gülecektir. O ayna­ lar ya da su ya da hatta görme yeteneği hak­ kında hiçbir şey bilmediğini itiraf edecek ve sorsunu konuşmadan derlenebilen şeylerle sı­ nırlayacaktır. . THEAET. Yani? YAB. Sözünü ettiğin şeylerin tümünde bulu­ nan, ve onların hepsini kapsayan bir terim olarak, «görüntü» ifadesini kullandığında, tek bir adla adlandırmayı uygun bulduğun ortak

karakteri kastediyorum. Onu dile getir ve, bir adım bile getirilemeksizin, mevzini bu adama karşı sağlam tut. THEAET. Pekâla bayım, onun gerçek şeyden kopya edilmiş, aym türden bir başka şey ol­ duğunu söylemeseydik, bir görüntünün ne ol­ duğunu nasıl tanımlayabilirdik? YAB. «Aynı türden»? Bununla bir başka gerB. çek şeyi mi kastediyorsun? Yoksa «aynı tür­ den» deyimi neye işaret ediyor? THEAET. Gerçek olana değil kuşkusuz, ancak ona benzer bir şeye işaret ediyor. YAB. «Gerçek» olanla gerçekten varolan bir şeyi kastediyorsun? THEAET. Evet. YAB. «Gerçek olmayan»la da, karşıtını değil mi?

gerçek olanın

THEAET. Elbette. YAB. öyleyse, «benzer» (kopya! olanla da, onu «gerçek olmayan» bir şey olarak adlandıracak•san, gerçek bir varoluşa sahip olmayanı kaste­ diyorsun. THEAET. Ancak o yine de bir tür varoluşa sa­ hip. YAB. Sana göre, yalnızca gerçek olmayan bir ■' varoluşa. THEAET. Hayır; o gerçekte bir kopya olmak dışında bir varoluşa sahip değildir. ■

YAİB. Böylelikle, gerçek bir varoluşa sahip ol­ madığına göre, o gerçekte bir kopya adını ver­ diğimiz şeydir Î1) .

tl)

Oyk on ara (oyk) ontas olarlak okuyoruz. «O» öznesi, daha önceki tümcelerde olduğu gibi, to eoikos, eş deyişle tanım­ lamakta olduğumuz eidolon teriminin yerini .tutar. Paradoks •gerçek olmayan bir eidolonun, gerçekte 'bir kopya olduğunu söylemekte yatar.

(Daha önceki tüm önermeleri kapsayan) bir başka ola­ sılık, en Jegomen eikonayı on posla birlikte aynı şeyi açık­ layan bir ifade olarak, ¡aşağıdaki biçimde açıklayıp, oyk an ara ontes, «oh pos» estin ontos,- en legomen eikona diye okumaktır: «O (to eoikos), gerçek bir varlığa sahip olmak­ sızın, belli bir tür varlığa sahip olan —'bizim adlandırdığı - mız biçimiyle-, bir kopya olan— bir şeydir.» Theaetetus binaz önce, onun gerçekte bir kopya (eikon ontos) olduğunu, ve belli bir varoluşa sahip olduğunu (estipos) söylemişti. So­ nuç yine, Varlık ve yokluğun «anlıkları toanştuıcı bir birle­ şimedir. Ya da en legomen eikonayı özne olarak alıp, eikonun da üstünkörü bir biçimde to eikos=eidolon yerine kullanıldığını kabul ederek, tümceyi oyk on atra oys' ontos, «on pos» estin ontos en legomen eikon, «Bir kopya diye adlandırdiğmıız, gerçekte gerçek bir şey olmayıp, belli bir tür var­ lığa sahip birşeydür.» diye okuyabilirdik; «on pos»un oraya girişi aşağıda ortaya konan sonuçla da desteklenir: «So­ fist "bizi' var olmayanın belli bir tür varlığa sahip olduğunu (einai pos) kabul etmeye zorladı. (To ontos onla karşı karşıya getirilen) eikonun «şöyle» ya da böyle hiçbir şey olmama korkusuyla, bir yolunu bu­ lup varoluşuna sıkıca sarılmakta olan» olarak betimlendiği . Timaeus :5!2C'ye bakınız. Metin bir görüntünün sahip olduğu türden bir varoluşu ortamından almak durumunda olduğu­ nu ima eder gibi görünmektedir. Aynadaki görüntü varolu­ şunu aynayla borçludur; böylelikle, ebedî Formların görün­ tüleri olanak, duyusal şeyler varoluşlarını, içinde göründükdüklerı ebedi ortam olan. Uzayla borçludur.

C. THEAET. Gerçek olanla gerçek, olmayan, böylesine şaşırtıcı ve tuhaf bir biçimde birleşir gibi görünmektedir. YAB. Gerçekten de tuhaf bir biçimde. Görü' yorsun ya, bizim çokbaşlı Sofistimiz şimdi bir kez daha, onlan bu biçimde bitiştirerek, bizi istencimiz dışında, «var olmayan» m belli bir tür varlığa sahip olduğunu kabul etmeye zor­ ladı. THEAET. Evet, görüyorum. Bu pasaj «görüntü» (eidolon) teriminin bir tanı­ mını vermekten daha fazla bir şey yapmaz. O, tümüy­ le gerçek olmaksızın, belli bir tür varoluşa sahip olan bir şeydir. Bu daha önce «aldatıcı görünüş»ün tam «kopya» yai da suretten ayınldığı yerde ortaya konan bir noktaya geliştirir. Bizim burada kendisiyle ilgilen­ diğimiz «görüntü» türü, yalnızca bir kopya olmayıp, tıpkı Theaetetus’un, onların yansımaları oldukları şey­ lerden daha az gerçek olduklarım düşünerek verdiği yansıma (aynadaki görüntü) ve resim örnekleri gibi, daha az bir gerçeklik derecesine sahip olan görüntüdür. Sofisti «aldatıcı görünüş-yaratma sanatım icra etmek­ le» (phantastike, 239C.9) suçladığımız zaman, onu gerçek olmayan, ancak her nasılsa varolan böylesi görüntüler yaratmakla suçluyoruz. Kendimizi halâ, onun gerçek olmayanın hiçbir biçimde varolamayacağı itirazına karşı haklı kılmak durumundayız. Yabancı daha sonra aynı itirazın «var olmayan» ı, •eşdeyişle yanlış olanı düşünme ya da dile getirme ola­ nağına karşı getirileceğini imler. (Kendi bilgeliğinde­

ki) yanlış İnançlar, Sofisti kendilerini yaratmaktan suçlu bulduğumuz, «görüntülerdin ya da «aldatıcı gö­ rünüşler» in özel bir türünü oluşturur. 240 C. YAB. Ve şimdi ne yapacağız? Onun sanatını kendi kendimizle çelişkiye düşmeksizin, nasıl tanımlayabileceğiz? THEÂET. Ne demek istiyorsun? Ne tür bir çe­ lişkiden korkuyorsun? D. YAB. Onun sözünü ettiğimiz aldatıcı görünüş­ le aldattığını ve -bu sanatın bir aldatma sana­ tı öldüğünü söylediğimiz zaman, anlıklarımı­ zın, •onun sanatının etkisiyle yanlış olanı dü­ şündüğünü mü söylüyor olacağız? Yoksa ne diyeceğiz? THEAET. Tam tamına bunu söyleyeceğiz. Baş­ ka ne diyebilirdik ki? YAB. Ve yanlış düşünme, yine var olan şey­ lere karşıt olan şeyleri düşünmek olacaktır, değil mi? t1! THEAET. .Evet. YAB. öyleyse yanlış düşünmekle var olmayan şeyleri düşünmeyi kastetmektesin? THEAET. Zorunlu olarak. Cil

«Var olan şeyler». «Olgular (vakıa olanlar)» çok daha do­ ğar bir çeviri olacaktı, ancak bu evrede dıalha belirsiz olian ifadeyi kullanmak daha iyi olaoak gibi görünmektedir. «Var olmayan,-şeyler» (yanlışlar) olgulara karşıt olan, ancak yine de belli bir varlığa- sahip olması gereken, çünkü daha önce tam bir yokluğu düşünemeyeceğimizi: söylemiştik, şeylerdir

E. YAB. Bu, var olmayan şeylerin var olmadıkla­ rını mı, yoksa var olmayan şeylerin bir biçim­ de var olduklarım mı düşünmek anlamına ge­ lir? THEAET. En azından var olmayan şeylerin, i1) en küçük ölçüde bile olsa yanlışa düşmemek durumundaysak, belli bir ölçüde varoldukları­ nı düşünme anlamına gelmelidir. YAB. Ve aynı zamanda, kesinlikle (2) var olan şeylerin, şöyle ya da böyle hiçbir biçimde var olmadıklarını düşünmektir, değil mi? THEAET. Evet. YAB. Ve bu da yanlıştır. THEAET. Evet, bu da. 241.

YAB, Ve yanlış’ bir önerme (3) de, sanırım, var olan şeylerin var olmadıklarını, ve var ol­ mayan şeylerin var olduklarını savladığı için, aynı ışık altında görülmelidir.

(1) mheaetetus Yabancının. Ta raedamos onta önerisini yinele­ mez, ancak bunun yerine 'haklı olanak, vakıa olma­ yan ama (Medamosım usa getirebildiği gibi,) tam birer yok­ luk da olmayan, şeylere karşılık gelen ta be ontayı geçirir. (2) Pantos, «her durumda»; (Pantelos, yani atam bir varlık ya da gerçekliğe sahip olan şeyleri değil de) «bir varlığa kesdnMkle sahip olan şeyleri» Bütün «kesinlikle varolan olgu­ lara herhangi! bir varoluş yüklemeyi yadsıma» aniamma gelir.-Krş., 2471a , pantos einal ti, kesinlikle gerçek bir şeydir. (3)- Önerime, logos için en iyi karşılıktır. Platon için bir öner­ me, yalınç bir biçimde kendi kendisiyle olan sessiz diyalo­ gunda anlık tarafından ağızdan çıkarılan bir yargıdır.

THEAET. Evet. O başka türlü nasıl yanlış ola­ bilir ki? YAB. Başka bir biçimde pek olamaz herhalde;. Ancak Sofist buna karşı çıkacaktır. Sağduyu­ lu bir insan,' bunun önüne daha önce ortaya koyduğumuz ' kabuller çıkarılınca, onu nasıl olur da kabul edebilirdi? t1) Onun neye yönletimde bulunduğunu anlıyoruz, değil mi Theatetus? THEAET. Elbette anlıyoruz. O, yanlışların düB. şüncelerde ve önermelerde varolduğunu söyle­ meye yüzümüz olduğu zaman, bizim biraz ön­ ce söylediklerimizle çelişmekte olduğumuzu söyleyecektir; çünkü sürekli olarak, bir varlı- ğa sahip olanı, bunun bütünüyle olanaksız ol­ duğunu biraz önce kabul ettikten sonra, (2) var olmayana yüklemek zorunda kalıyoruz. «Görüntü»nun anlamı üzerine olan daha önceki pasaj gibi, bu bölüm de bize yanlış düşünmenin ve,' (1) Sözcüklerin yalnızca daha önceki kabuUerimizin «dile geti- irilmez,# vs1.oldukları anlamına geldiklerini imleyen Modvig'le' birilikte, aphthegkta... aianoetayı atlıyoruz. İAdvers. i, 384). Dies'in pro dioıtıolo gemen a üzerine bir cila olarak, ta protoyton homolegentayı kesip atmasına karşı, mutlak yoklu­ ğun düşünülemezliğine, vs., yapılan yönlerimin uygun olma­ dığını düşünüyoruz. Hıeaetetus'un bundan sonraki konuş­ ması, «dahJa önceki kabullersin neler olduklarını ortaya ko­ yar : EŞdeyişle, «var olmayana' varlık yüklemem eliyiz.»' Yokluk tartışmanın dışında bırakılır. Cı2)i Kendisine yönlethnde bulunulian «daha önceki kabul» şu­ dur: («Varlık» gibi) Varolan hiçbir şey var olmayana yüklen.-memelidir.» (20SA).

yanlış önermenin ne anlama geldiğini, ya da bir baş­ ka deyişle onun var (vakıa) olana yokluk, ya da var (vakıa) olmayana varlık yükleme anlamına geldiğini söyler. Halâ, görüntüler diye böyle şeylerin va­ rolabileceğim, ve yanlış yargıların da yönletimde bu­ lunacakları bir şeye saMp olabileceğini ■göstermek durumundayız. Bir başka deyişle, tümüyle gerçek ve tümüyle doğru olmayanın nasıl olup da belli bir tür varoluşa sahip olabileceğini göstermeliyiz. Böyle bir şeye izin vermeyen Parmenides’le yollarımızın ayrıl­ dığı nokta,işte burasıdır; ve Yabancı şimdi böyle yap­ maktan vazgeçmeyi ister. 241 B. YAB. Anımsadıkların doğrudur. Ancak şimdi Sofiste ne yapacağımızı düşünmelisin-, çünkü ona ilişkin araştırmamızı, onu sihirbazların ve yanlış yaratıcılarının sanatı içinde sınıflaya­ rak sürdürürsek, birçok güçlüğe ve karşı-saldırıya karşı ne denli basit bir açık vermiş olduğumuzu görürsün. THEAET. Görüyorum. YAB. Onlar neredeyse sayılamayacak denli O. çokturlar, ve biz burada onlardan, yalnızca bir kesit verdik. THEAET’ Durum böyleyse eğer, Sofisti yaka­ lamak olanaksız bir işmiş gibi görünmektedir. YAB. Ne o? Şimdi cesaretimizi yitirip araştır­ mamızdan vaz im. geçeceğiz yani? THEAET. Bir yolunu bulup onun yakasına yapışaJbilmemiz için, çok az da olsa, halâ bir şansımız varsa, bundan vazgeçmemiz gerek. tiği düşüncesinde değilim.

YAB. Öyleyse kararlılığına güvenebilirim, ve sen de, şimdi söylediğin gibi, kendimizi böylesine-güçlü bir uslamlamanın pençesinden bir yolunu bulup, biraz olsun kurtarabilirsek eğer, bundan hoşnut kalacaksın. THEAET: Kesinlikle. D. YAB. Öyleyse, senden daha ivedi bir dileğim var. THEAET. Nedir? YAB. Benim bir baba katili olduğumu düşün­ meyeceksin? THEAET. Nasıl yani? YAB. Kendimizi savunurken baba Parmenides’in deyişini sorguya çökmemizin, ve var ol­ mayanın bir yönden varlığa sahip olduğunu, ve bunun tersine, var olanın ise bir biçim­ de var olmadığını zor kullanarak t1) gösterme­ mizin gerekli olduğunu göreceğiz. THEAET. Uslamlamanın seyrinin, bizden bunü her ne pahasına olursa olsun, ortaya koy­ mamızı istediği açık. YAB. Dedikleri gibi, körün hile göreceği denli E. açık. Bu önermeler çürütülmedikçe ya da ka­ bul edilmedikçe,, yanlış önermelerden ya da yanlış yargıdan görüntüler ya .da kopyalar ya da suretler ya da aldatıcı görünüşler olarak, ya da böylesi -şeylerle uğraşan herhangi bir Cl) Biadzesthai, yukarıda aktarılan, satırlarda., Parmenides'in kendi dame (damadzo) sözcüğünü' anıştırabilir.

sanattan, söz eden biri, kendi kendisiyle çe. lişkiye düşmek zorunda bırakılarak, gülünç, biri haline gelmekten pek kurtulamaz. THEAET. Çok doğru. 242.

YAB. Şimdi bu deyişe, evlâda yakışmayacak bir biçimde, saldırma cüreti göstermek, ya da vicdanımız bizi bundan alıkoyarsâ, konuyu tü­ müyle bir kıyıya bırakmak zorunda olmamı­ zın nedeni budur. . THEAET. Bu konuya gelince, bizi hiçbir enge­ lin durdurmasına izin vermemeliyiz. YAB. Bu durumda, üçüncü kez olarak, küçük bir dilekte bulunacağım. THEAET. Dileğini yalnızca söylemen yeterlidir. YAB. Bu konuda çürütme işinin benim gücü­ mü her zaman fazlasıyla aştığını daha önce itiraf ettiğimi sanıyorum, nitekim bu iş beni şinidi de aşıyor. THEAET. Bunu söylediydin. YAB. îmdi, bu itiraf korkarım senin, benim B. bakış açısını bir o tarafa bir bu tarafa, sürek­ li olarak değiştiren dağınık fikirli ve kararsız biri' olduğumu düşünmene yol açabilir. Deyişi çürütmeye girişip girişmeyeceğimiz, tabii o da çürütebilirs ek, sana kalmış bir şey. ' THEAET. Öyleyse, çürütme ve kanıtlama işi­ ne kalkıştığında, senin ölçüyü aştığını hiçbir zaman düşünmeyeceğimden ■kesinlikle emin

olabilirsin. Korktuğun buysa, dilediğin ilerleyebilirsin.

gibi

Bu ara, (al gerçeklikten tümüyle yoksun, olan, Cb) görüntüler ve yanlış yargı, (c) tümüyle gerçek olan üzerine olan üç bölümden İkincisini bitirir. Şim­ di tümüyle gerçek ya da doğru olmayan şeylerin, varoluşunu doğrulayacak bir kişinin karşı karşıya ka­ lacağı problemleri gözler önüne sermiş durumdayız. Theaetetus Yabancıdan Parmenides’ın yasağma iliş­ kin olan çürütmesiyle, ve «kanıtlamasıyla devam et­ mesini istedi. Böylelikle, (1) tümüyle gerçek olmayan şeylerin (eidola} belli bir tür varoluşa sahip olabile­ ceği, (21 yanlış olanı düşünmenin ve dile getirmenin olanaklı olduğu noktalarına ilişkin olarak birer tanıt­ lama bekleme durumuna getiriliriz. Sonuçta ikinci nokta ortaya konur. Ancak gerçek Formlar dünyasını yansıtan bir eidola dünyasının olanağının bu diyalog­ da ortaya konduğu söylenemez. Söz konusu metafiziksel problem arkaplanda kalır. Bu belki de Filozof için saklı tutulmuştur. 242 B - 244 B. Tümüyle Gerçek olan. «Gerçek» ne anlama gelir? Tümüyle gerçek olmayanın nasıl olup da varola­ bileceğin! tartışmayı, önce «gerçek»in ne anlama gel­ diğini ele almaksızın, t1) daha fazla sürdüremeyiz.. Tüm filozoflar, tıpkı ortalama insanlar gibi, «gerçek» olarak gördükleri şeylerle tamamiyle «gerçek» olma­ lı

Yaklaşmakta olan bölümde to on, «gerçek olan» yıa da «ger­ çeklik» olarak çevrilecektir. Sözcüğün 'bu anlamı, bireidolonta yüklenen, «varoluş türtoyle ontos onun gerçek varoluşu arasındaki karşıtlıktan çıkmıştır-

yan şeyler arasında bir ayrım yaparlar. Bundan son­ raki bölüm, Sokrates öncesi dönemin, filozoflarını, ye onların gerçek olarak gördükleri şeyleri gözden ge­ çirmeye başlar. Bunlar iki öbeğe ayrılırlar: (1) Özdeksel şeylerin oluşturduğu doğal dünyanın varolu­ şunu tammış olan, ve burada bir «gerçek şey» den daha fazlasına inanmış kişiler olarak gösterilen doğa filozofları; ve (21 Görüngüler dünyasını yasdımakta, ve yalnızca bir Gerçek Varlık kabul etmekte yalnız kalan Parmenides. Böylesi bir sınıflamayla Parmenides’i diğer filozoflardan yalıtlamak amacı güdülmek­ tedir, ki burada ayrıntılı olarak yalnızca Parmenides eleştirilir. . 242 B. YAB. Peki öyleyse, böylesi zorlu bir konuya neresinden bir başlangıç yapmak -gerekir? Ka çmılmaz bir biçimde izlememiz gereken biı yol gördüğümü düşünüyorum. THEAET. Ve o ----------- yoludur? YAB. Önce şimdi oldukça açık olduğu varsaC. yılan şeyleri ele almak C1) ve onlar, ve onları yeterince iyi bir biçimde anladığımız saymtısı üzerinde, çok kolayca ulaşılmış sonuçlar hak­ kında karanlık bir nokta kalıp kalmadığına bakmak. THEAET. Ne dem'ek istediğini bana daha açık olarak- söyle. YAB. Bana öyle geliyor ki, Parmenides, ve kaç tane gerçek şeyin var olduğunu, ve bun­ ların neye benzediğini belirlemeye koyulan £11 ffiJşdeyişle, hep kullandığımız, ve anladığımızı düşündüğü­ müz-bir sözcük olan «gerçeksin anlamı.

başka herkes, bizimle daha çok pek iyi düşün­ meden konuştu. THEAET. Bu nasıl olur? YAE. Bunlardan her biti ve hepsi, bize kendi­ lerine bir öykü anlatmak durumunda olduk­ ları çocuklar gibi davranır görünüyor. Birine göre, içlerinden biri bir diğeriyle savaş halin­ de olan ve daha sonra dostluk kurup, evlen­ meye ve gebe kalmaya ve çocuklarını dünya­ ya getirmeye koyulan üç gerçek şey vardır. Bir başkası bize, evlendirdiği ve birlikte ev kurmalarını sağladığı iki gerçek şeyin —Islak ye Kuru, ya da Sıcak vp Soğuk-— var olduğu­ nu söyler i1). Dünyanın bizim yaşadığımız parçasında ise Zenophanes’e ya da daha bile gerilere giden Elealılar öbeği öykülerini, bizim «herşey» olarak adlandırdığımızın yalnızca tek bir şey olduğu saymtısı üzerinde geliştirir. E. Daha sonra, îyonya ve Sicilya’daki bazı Musalar selâmeti daha çok her iki görüşü de bir­ leştirmekte, ve gerçek olanın hem bir hem de çok olduğunu, ve bu ikisinin düşmanlık ve dostluk tarafından bir arada tutulduğunu söy­ lemekte buldular. Bu Musalardan daha sert

(l)

[Platon, Sokrates öncesi dizgelerde; özellikle en önemli iki tanesi de içlerinde olmak üzere, söylencesel (mitili) tasarım­ ların mevcudiyetini görür: Kozmik Eros'a ilişkin cinsel-tasanm ve (Sıcak ve Soğuk gibi) karşıt «güçlerin» savaş, ■Bu Aşk ve Nefret tasarımlarının ■izleri tüm bir antik doğa' biliminde görülebilir ve bunlar Lucretius'un Venüs vs Mars'ı olarak, Atomculukta bile yaşamaya devem eder.

243.

olanı C1) «Birbirlerinden uzaklaştıklarında, her zaman yine birbirlerine doğru çekilmektedir­ ler» der. Daha ılımlısı (2) bunun her zaman böyle olması gerektiği kuralım yumuşatarak, evrenin Aşkııl gücü sayesinde şimdi Bir ve ba­ rış içinde, daha sonra da, bir tür Nefretin 30: nucu olarak, çok ve kendi kendisiyle savaş içinde bulunduğu almaşık hallerden söz edeı. - Bütün bunlarda, onlardan birinin doğru­ luğu yakalayıp yakalamadığı zor bir sorudur, •ve böylesi büyük ve kahcı bir üne sahip adam­ larda yanlış yakalamak yakışıksız bir şeydir. Ancak küstahlık etmeden, bir gözlemde bulu­ nulabilir. dır? YAB. Anlayamadığımız sözcüklerle konuşa­ rak, onların bizim gibi sıradan insanları lıeB. men hiç dikkate almadıklarını söyleyebiliriz. Her okul uslamlamasını, bizim onların ne söy­ lediklerini anlayıp anlamadığımıza, ya da ge­

113 iyon yan m daiıa sert olan Musalan -Herakleitos felsefesini temsil etmektedir. Karşıtların- uyuşumunun özü itibariyle, hiçbir zaman çözülmeyen bir gerilim ya da savaşı içerdiği, onun öğretisinin, temel bir teziydi. îçinde slavaşm olmadığı hiçbir banş'yoktur. (2) Sicilyanm daha ılımlı olan Musaları CEmpedokles), (Nefret ■ olmaksızın) Aşkm egemenliğini ve karşıt kutupta da (Aşk olmaksızın) Nefretin egemenliğini tanıdı. Dünya, bu karşıt haller arasında, varlığa gelir ve yo-kölup gider. Dairesel dönüşün bir yarısında. Aşkm Nefret, öte yansında ise Nef­ retin Aşk üzerinde- egemenlik kurmasıyla dünya meydana gelir.

ride kalıp kalmadığımıza bakmaksızın, sonu­ cuna taşıdı. THEAET. Ne demek istiyorsun? YAB. Onlardan biri ya da başkası konuşma­ sında «gerçekten vardır», ya da. «varlığa gel­ mek durumundadır», ya da «varlığa gelmek­ te olan», «birçok şey» ya da «tek şey* ya da «iki şey» ifadelerini kullandığı, ya da bir baş­ kası «birleşmeler»in ve «ayrılmalar»ın varol­ duğunu varsayarak, «soğukla karışan sıcak» tan söz ettiği C1) zaman, sen. onların söyledik­ lerinden tek bir sözcük anladın mı? Ben kendi adıma, çok daha genç olduğum zaman, biri bizim şimdi anlamakta çok güçlük çektiğimiz bu şeyden —«gerçek olmayan»— söz ettiğinde, onu çok iyi anladığımı düşünürdüm. Ancak şimdi onunla ilgili olarak tam bir şaşkınlık içinde. bulunduğumuzu görüyorsun, .herhalde. C. THEAET. Görüyopum. YAB. Öyleyse,, anlıklarımız belki gerçeklik hakkında da aynı karışıklık hali içinde bulun­ maktadır. Her ikisi hakkında da aynı ölçüde karanlık içinde bulunduğumuz zaman, gerçek olanı anlamıyor olabilsek de, belki ondan söz edildiğinde, sözcüğü anladığımızı, ve gerçek olan hakkında oldukça rahat olduğumuzu iti­ raf ediyoruz. (l)

«Konuşmalarında bir yerde» mi yoksa «evrende bir yerde» ¡mi anlamına, geldiği ¡konusunda belirsizlik içinde olan allotlıi pe yerine, CRademaoher, ve Dies'le birli'k-te] allis eipeyi okuyoruz.

• YAB. Ve bunu, aynı şeyin, biraz önce dile ge­ tirdiğimiz ifadeler için de geçerli olduğunun bir göstergesi olarak alabiliriz. THEAET. Kesinlikle. Sokrates öncesi filozofların hepsi burada «kaç adet» gerçek şeyin —bir ya da' birkaç— var olduğunu soran, ve bunun hakkında bir karara varan ki­ şiler olarak gündeme getirilir. Böyle bir sınıflama bi­ ze yapay ve olguları saptıran bir sınıflama olarak gö­ rünebilir. Burada örneğin yalnızca Elealılar birci (mo­ nist) olarak görülmektedir, oysa herşeyin gerçekte sü ya da hava olduğunu söyleyen Miletliler, çoğunlukla birciler olarak adlandırılırlar. Aristoteles, bununla bir­ likte, —ister bir, ister İlci ister üç, ister dört olsun— «yalınç cisimleri» birer ilke yapan tüm filozofların gerçekte Sıcak ve Soğuğu (Ateş ve Toprağı) temel .et­ menler olarak gördüklerini yazar 0). Bundan sonra­ ki uslamlamada filozoflar «bir gerçek şeyden fazla gerçek şeyleriyle» çokçular (pluralistler) ve Platon’un inceleme için seçtiği Parmenides olarak ikiye aynlır. Platon gerçek karşıtlığın birçok gerçek şey arasında değil de, bir ya da daha çok özdeksel fmateryel) ilke­ den. bir çokluk arzeden Doğa dünyası türeten doğa fi­ lozoflarıyla. Bir olan Varlığı özdeksel olmayan (2) ve bir doğal dünya yaratmayan Parmenides arası'n. da olduğunu biliyordu. Bu ışık altından bakıldığında, iki öbek 245E-246E arasında gündeme gelecek olan (1) Aristoteles, De Generatione et Corruptione, 333. 120 ¡Her ne denli uzayda yayılsa da, algılanabilir bir «cisim» olmaması anlamında, «özdeksel olmayanı).

Tanrılar ve Devler arasındaki savaşın taraflarının —özdekçiler ve idealistler— ataları olarak görülürler. Her iki öbeğe de sorulacak soru şudur —«Gerçek» ya da «gerçek olan»la ne kastediyorsunuz? önce fizikçiler (özdekçiler) ele alınır. Onlar iki şeyi, sıcak ve soğuğu, şöyle ya da böyle birincil olan şeyler ola­ rak görürler. Bunlardan, onların «evlilik» ya da «sa­ vaş» gibi, söylencesel terimlerle yalnızca betimleye­ bildikleri, işlemler aracılığıyla diğer şeyler türetilir. Oluş sürecine ilişkin ,bü anlaşılır olmayan açıklamay­ la kastedilebilen her ne olursa olsun, iki ilke türeti­ len şeyler için geçerli olmayan bir anlam içinde «ger- . çek» diye nitelendirildiğinde, ne kastedilmektedir? 243 C. YAB. Bu deyimlerin genel eğilimini, bu yönD. de bir karar alırsak, daha sonra ele alacağız. Şimdi işe hepsinin başı ve en Önemlisi olanla başlamalıyız. THEAET. O hangisi? Elbette «gerçeklik» i ince­ lemekle, ve sözcüğü kullanan bu adamların ona karşılık geldiklerini düşündükleri şeylerin ne olduğunu bulgulamakla başlamamız gerek­ tiğini kastediyorsun. YAB. Tam tamına kastettiğim şeyi yakaladın, Theaetetus,- bu yoldan gitmemiz gerektiğini kastediyorum. Onların burada karşımızda ol­ duklarını, ve bizim kendilerine şu soruyu sor­ duğumuzu varsay: «Sıcağın ve Soğuğun ya E. da bu türden bir çiftin gerçekte herşey oldu­ ğunu söyleyen sîzler, onlardan her ikisinin de «gerçek» olduğunu ya da onlardan her biri­ nin «ğerçek» olduğunu söylediğiniz zaman,

her ikisine de uyguladığınız bu deyim neyi di-, le getirmektedir? Sözünü ettiğiniz bu «gerçek* lik»i nasıl anlamak durumundayız? Onu diğer ikisinin yanında bir üçüncü şey olarak, ve Bütünün de, sizin söylediğiniz gibi, iki şey olma­ yıp, üç olduğunu mu kabul etmek durumun­ dayız? Çünkü kesinlikle, «gerçeklik» adını bu ikisinden birine verip, daha sonra her ikisinin de benzer bir biçimde gerçek olduğunu söylü­ yor değilsiniz; çünkü bu durumda, iki değil de, hangisi olursa olsun, salt bir şey var ola­ caktır.» THEAİET. Doğru..YAB. «Peki öyleyse,.’gerçeklik’ adını bu iki­ sinden oluşan çifte vermeyi mi amaçhyorsu' nuz? THEAET. Belki. 244.

YAB. «Ancak bu da yine, açıkça iki şeyinizden bir şey olarak söz ediyor olacaktır.» THEAET. Çok haklısın. YAB. «Tam bir şaşkınlık içindeyim, ve sen, ’ger­ çek’ sözcüğünü kullandığın .zaman,, neyi, gös­ termeyi amaçladığın sorusuna, bizim için bir yanıt bulmalısın.» Daha önce bununla neyin kastedildiğini bildiğini sanan bizlerin, şimdi yo­ lumuzu yitirdiğimiz yerde, sen ne demek iste­ diğini, hiç kuşkusuz, çok iyi biliyor olmalısın, îm-di, bizi bu nokta üzerinde bir aydınlığa ka­ vuştur, öyle ki gerçekte anlamanın çok ama çok uzağında bulunduğumuz zaman, bize söy-

B. lemek durumunda olduğun şeyi anladığımız sanısma kapılmayabilelim. İçinde bulunduğumuz durumu bu adam­ lara, ve Bütünün bir şeyden daha fazla oldu­ ğunu söyleyen başkalarına bu biçimde koyar­ sak, dileğimizde bağışlanmaz bir şey buluna­ cak mı dersin? THEAET. Rica ederim. Sokrates öncesi doğa filozoflarma (fizikçilere) burada sorulan soru şudur: İki gerçek şeyin (onta), eşdeyişle «Sıcak» ve «Soğuk» un var olduğunu savla,dığınız zaman, «gerçek» sözcüğüyle neyi kastediyor­ sunuz? Platon’un görmek istediği nokta «gerçek» in, «sıcak» ve «soğuk»un anlamlarından ayrı bir anlama sahip olduğudur. «Gerçeklik» sıcaklık ya da soğukluk­ la, ya da Sıcak ve Soğukla özdeşleştirilmemesi gereken üçüncü bir terimdir. Platon’un görüşüne göre, o Sıca­ ğın ve Soğuğun kendisinden pay aldıkları, ve dola­ yısıyla bir gerçekliğe sahip oldukları, ancak onlardan biriyle ya da her ikisiyle birden özdeş olmayan bir Formdur. Fizikçiler bunu kabul etmezlerse, bir ikilem içinde kalacaktırlar : (1) Onlar «gerçek»in anlamını (diyelim) «sıcak»m anlamıyla özdeşleştirirlerse, soğuk gerçek olmayacaktır, çünkü Soğuk sıcak değildir. (2) Onu «sıcak-ve-soğuk»un anlamıyla özdeşleştirirlerse, «sıeak-ve-soğuk olan» (iki parçadan oluşan) -bir ger­ çek şey olacak, ve, onların başlangıçta söyledikleri gibi, iki gerçek şey olmayacaktır. «Gerçek» öyleyse, «Sıcak» ya. da «Soğuk» ya da «Sıcak-ve-Soğuk»tan ay­ rı bir anlama sahip olmalıdır. Nedir bu anlam? Buna fizikçiler tarafından burada hiçbir yanıt ve­ rilmez. Biz onlar adına, «gerçek.olan»la özdeksel bir

tözü —tüm bir gözle görülür değişme süreci boyunca, geride değişmeden aynı kalan bir şey-— kastettikleri yanıtmı verebilirdik. Onlar gerçekte; daha sonra sah­ neye çıkarılacak söz konusu Tanrılar ve Devler sava­ şında, pzdekçiler tarafında yer alırlar. Yabancı özdekçiye daha sonra, «gerçek»in onun için ne anlama geldiğiyle ilgili olarak bir öneri getirecektir. , 244 B - 245 E. Parmenides’in Bir olan Gerçek Var­ lığına ilişkin eleştiri. Yabancı daha sonra, tartışma yolunu kapatan Parmeııides’in, herhangi bir tür varoluşa salt kendi­ si sahip olan bir şey olarak, katı bir Gerçek Varlık anlayışı olduğu için, kendisini ayrıntılı olarak eleştir­ meyi amaçladığı Parmenides’e' döner. Uslamlamalar 'Parmenides’in kendi uslamlamaları denli kısa ve so­ yuttur. O gerçekliğinin tümünün, yalnızca, Varlık ve Birlik kavramlarından tam bir dakikle çıkarsanabileıı yüklemlere sahip olan, tek Bir Varlık ya da Varolan Birlik olduğunu ilân etmişti. Varlık ve Birlik kavram-' lan en yüksek ölçüde harfi harfine tanımlanır. «Var­ lık» tam bir gerçekliği gerektirir; «Birlik» herhangi bir Çokluğu dışlar. Bu Bir olan Gerçek Şey (en on) den başka hiçbir şey var değildir. Yabancının ilk uslamaması, yalnızca bir gerçek şey var ise, ona iki ad, «gerçek» ve .«bir» adlarını ver­ menin tutarsızlık olduğu biçimindedir. Bu ilk bakış­ ta, yapay ve zorlama bir uslamlama gibi görünebilir; ancak Platon bir kez daha «gerçek» ve «bir» gibi «adlar»ııı birer anlama sahip olduğu, ve bu adların söz konusu adlan taşıyan şeylerin kendilerinden pay al­ dığı Formlar, olduğu biçimindeki kendi öğretisini var­ saymaktadır. Bir olan gerçek şeye, «bir» ¡ve «gerçek»

gibi iki ad verirseniz (eşdeyişle, ona ilişkin olarak, onuiı bir olduğunu ve onun gerçek olduğunu söyler­ seniz) , burada üç terim içerilir: İki adın, «Gerçeklik» ve «Birlik» Formları olan, anlamları, ve bu adları ta­ şıyan, ve bu Formlardan pay alan şey. Platon’un gö­ rüşünde, üstelik,- «Gerçeklik» ve «Birlik» Formları en yüksek gerçeklik derecesine sahip olan Formlardır. Bunlardan her biri en az, onlardan pay alan herhangi bir şey denli gerçek ve ¿birdir. Bu nedenle Parmeni­ des’in son derece yalınç ve en önemli önermesi —yal­ nızca bir gerçek şey vardır— üç gerçek şeyi tanıma­ dan hiçbir biçimde ortaya konulamaz. Uslamlamanın doğru anlamı Yabancının Formlardan söz etmekten kaçınması ve salt «adlar» dan ve bu adlarla çağrılan şeyden (pragma) söz etmesiyle, bir biçimde gizlenir. 244 B. YAB. Yine Bütünün (tek) bir şey olduğunu söyleyenler var. Onların «gerçeklik» le neyi kastettiklerini saptamak için elimizden gelen tüm çabayı göstermemeli miyiz? THEAET. Kesinlikle göstermeliyiz. YAB. Öyleyse onlardan şu soruya bir yanıt vermelerini isteyelim: «Anladığımıza göre, yalnızca (tek) bir şeyin var olduğunu söylü­ yorsunuz?» «Söylüyoruz» diye karşılık verecek­ lerdir, değil mi? THEAET. Evet. YAB, «Kendisine gerçek adını verdiğimiz bir şey vardır, değil mi?» THEAET. Evet.

C. YAB. «Bu şey, kendisine bir adım verdiğimiz - şeyle aynıdır, değil mi? Aynı şey için iki ad' mı kullanmaktasınız, yoksa ne demek istiyorsu­ nuz?» THEAET. Onlann dalıa sonraki yanıtlan ne olacaktır? YAB. Bu soruya ya da bir başkasına yanıt ver­ mek, Onlann temel savlannı öne süren biri için, Theaetetu.s, besbelli ki, o denli kolay bir şey değildir. THEAET. Nasıl oluyor bu? YAB. Herşeyden önce, yalnızca (teki bir şeyin var olduğunu öne sürdüğü zaman, iki adın varoluşunu kabul etmek, onun için kesinlikle saçmadır. THEAET. Elbette. YAB. Ve dahası, bir kimsenin, bu açıklanamaz D.- olacağı zaman, bir adın bir varoluşa sahip ola­ bileceğini savlamasına izin vermek de-aynı ölçü­ de saçmadır. THEAET. O nasıl açıklanamaz oluyor? YAB. Öte yandan, o adın şeyden ayrı olduğu­ nu kabul ederse, kesinlikle iki şeyden söz et­ mektedir. THEAET. Evet. YAB. Oysa, adin şeyle aynı olduğunu varsa­ yarsa, o ya onun herhangi bir şeyin adı olma­ dığını, söyleme .durumunda olacaktır, ya da,

onun bir şeyin adı olduğunu söylerse, buradan adın, başlta hiçbir şeyin değil de, yalnızca bir adın adı olduğu sonucu çıkacaktır. THEAET. Gerçekten de öyle. YAB

t1)

244 D. THEAET. Zorunlu olarak böyle. Parmenides’in «gerçek»le neyi kastettiği sorusu, burada bir kıyıya bırakılır. Onun bir olan gerçekli(10 Yabancının son iki konuşmasında ortaya konan ikilem dört başı mamur bir ikilemdir. O ister şeyden ayrı- olsun, ister şeyle özdeş olsun, bir adın varoluşunun açıklanmaz ol­ duğu gösterilmiştir. Bu uslamlama «gerçek» adı için de, •«bir» adı İçin de aynı ölçüde ıgeçer'lidir, ve onun «bir» adma özel ollaralk uygulanmlasına gereksinme duyulmaz. .Yaban­ cının burada atlanan konuşması anlamlandırılması çok güç olan sözcüklerden oluşur. Sanki burada söz konusu özel uy­ gulamayı gerçekleştirmek anılanı güdülmüş gibi görünür, ancak böyle bir şey istenmediğine göre, tümceyi ilk yazıl­ dığı zamanki anlamımı yakalayacak biçimde, belli bir yan­ lış olasılığı. dahilinde, düzeltmek olanaksızdır. Metin için en eski kanıt- Simplicius’tur, Physica 89;. lcai to en ge henos en Clıen) on monon kai toy onomatos ayto en on. Bu (en de dahil olmak üzere) Platon’un diyalogunun Bodleian nüshasıyla uygunluk .içindedir. Enos enin «bir birliğin birli­ ği»' anlamına gelebileceği görüşü, kai to en ge enos on mo' non, kai toyto onomatos, ayto «to ?» en on, «Ve o- da (ken­ disinden söz ettikleri) 'Birinin, -Birin kendisi olmakla bir­ likte, yalnızca kendisinin adı olduğu, ve (farklı bir nesnel gerçekliğin değil de) bir adın («bir adının») adı olduğuyla sonuçlanacaktır» biçimini uygulayan Bitter tarafından haklı olarak yadsınır. Son sözler pek anlaşılır değildirler, ve tümcenin tümü 'anlamsız .görünmektedir. Konuşma, Theaetetus'un dalıa önceki oytos yanıtıyla birlikte atlanmış ol­ saydı, bir anlam kaybı olmayacaktı.

ği, h er.durumda, değişme boyunca arkada değişme­ den kalan özdeksel bir töz değildi; ve Tanrılarla Dev­ ler arasındaki savaşta, o tanrıların (idealistlerin) tarafından görünecektir. Uslamlama gerçek bir uslam­ lama değil de, dilsel (verbal, lafzı) bir uslamlama gi­ bi görünmektedir, çünkü Platon, kendi görüşünde adların temsil ettiği Formlardan değil de, «adlar»dan söz eder ve onun adlardan, söz konusu adları taşı­ yan şeyin yanı sıra, «gerçek şeyler» (onta) olarak söz etmesi bize garip gelir. Anlatılmak istenen, Parmenides’in de, tıpkı fizikçiler gibi, kendi Bir olan Gerçek şeyiyle, bu şeyin kendilerinden pay aldığı iki Formu, Gerçeklik ve Birlik Formlarını birbirle­ rinden ayıramadığı, ve bu iki Formun gerçekliğini tanımadan, Bir olan Gerçek şeyini öne süremeyece­ ğidir. Parmenides’in ilk varsayımında (14lE), (Parmenides’in yaptığı gibi) bir Çokluğu dışta bırakan bir Bû kabul ederseniz, onun varolduğunu (bir var- lığa sahip olduğunu, gerçek olduğunu) bile savlayamayacağımz. ya da ona bir ad veremeyeceğiniz gös­ terilir. Parmenides’e yönelik daha sonraki eleştiri, onun .. Bir olan Gerçek şeyi «bütün» olarak betimlemesine saldinr. «Bütün» «parça»nın bağhlaşığıdır; hiçbir şey, parçalara sahip olmadıkça, bir bütün değildir P). Parmenides, kendi Bir olan Gerçek şeyini «Bütün» (to pan) olarak adlandırmış, ve onun merkez ve çev­ resi olan sonlu bir küre olduğunu —'Yabancının da söylediği gibi, onun ayırt edilebilir parçalara sahip olduğunu ima eden bir dil— ilân etmişti. Şimdi gün­ deme gelecek uslamlama karmaşık ve oldukça kısa­ cı) . Krş., Theaetetus 204A've deva/mı.

dır. Uslamlamanın planı aşağıdaki özette şöyle ve­ rilebilir. ÖNCÜL: Gerçek olan bir bütün (birçok parçaya sahip şey) ise, Gerçek olan (hiçbir parçaya, sahip ok mayan) Birliğin kendisiyle özdeş değildir. İKİLEM : Ya (A.) Gerçek olan parçalardan olu­ şan bir bütündür: Bu durumda gerçek olan Birliğin kendisi değildir, •ve bir çokluk (eşdeyişle, Gerçek olan ve Birliğin kendisi) var olacaktır. Y a . da (B) Gerçek olan parçalardan oluşan bir bütün değildir: Bu durumda, ya (a) Bütünlük va­ rolur? ancak bu kez, (1) Gerçek olan var olan, bir şey olmayacaktır (oyk on estai to on); (2) Çokluk (eşdeyişle, Gerçek olan ve Bütün­ lüğün kendisi) var olacaktır; Ya da (b) Bütünlük varolmaz? ancak bu kez de, (1) Gerçek olan var olan bir şey olmayacaktır (oyk on estai to oıı); (2)

Çokluk var olacaktır; ve aynı zamanda;

(3) Var olan bir şeyin varlığa, gelmesi söz ko­ nusu olmayacaktır; (4) (Salt belirsiz bir çokluk olan) sonlu hiçbir sayı var olmayacaktır. Yabancı bu bölüme daha sonraki ikilemde kul­ lanılan bir öncülü ortaya koyarak başlar, öncül şöyledir: Gerçek olan parçalardan oluşan bir bütün ise, o birlik özelliğine sahiptir (çünkü o bir. bütündür),

ancak o .Birliğin Kendisiyle özdeş olamaz; çünkü Biıv liğiri Kendisi Cayto to eni tam tamına «hiçbir parça­ sı olmayan», «bölünemez» olarak tanımlanır. Bu,, Aristotoles tarafından tanımlandığı biçimiyle, Birliğin ya da.birimin tanımıdır; «Bir olan, her yerde, ya nice­ lik ya da tür bakımından bölünemezdir. Nicelik ba­ kımından ve nicelik olarak bölünemez olana, hiçbir yönde bölünemez olduğu, ve bir konumu olmadığı takdirde, birim denir.» (Metafizik 1016b, 23) . Bu­ radan Parmenides’ih Bir olan gerçek şeyinin, o par­ çalardan oluşan bir bütünse, Birliğin kendisiyle öz­ deş olmadığı sonucu çıkar. 244 D. YÂB, «Bütün»e ilişkin olarak ne demeli? On­ lar bunun «bir gerçek şey»lerinden başka mı, yoksa onunla aynı mı olduğunu söyleyecekler?' E. THEAET.' Kesinlikle ■aynı olduğunu söyleyecek­ lerdir. Zaten aynı olduğunu söylüyorlar. • YAB. Bu durumda, o —gerçekte Parmenides’in söylediği gibi: C1) «Dolgun bir kürenin kütlesi gibi, burada olduğundan ne daha fazla ne daha az olma­ mak durumunda olduğu için, merkeze göre çeşitli yönler içinde, her yerde eşit olan» bir bütünse, gerçek olan buna benzer bir şey­ se, o bir merkeze ve uçlara ,sahiptir ve dolayı­ sıyla, onun parçalan (kısımlan) olmalıdır, öy­ le değil mi? THEAET. Olmalıdır. d)

Fragman 8,.43.

245.

YAB. Pekâla, bir şey parçalara bölünürse, onun bütün parçalar toplamına uygulandığı biçimiyle, birlik özelliğine sahip olmasını, ve bir yekûn ya da bütün olarak, bir biçimde bir . olmasını engelleyecek hiçbir şey yoktur. THEAET. Elbette..

. .

YAB. Öte yandan, bu Özelliklere -sahip olan şey tam olarak Birliğin kendisi olamaz, yoksa olabilir mi? THEAET. Niçin olmasın? YAB. Gerçek anlamı içinde ve doğru bir biçim­ de tanımlandığında, Birlik hiç kuşkusuz, bir bütün olarak parçalardan yoksun olmalıdır. THEAET. Evet olmalıdır.

B. YAB. Oysüi tanımladığımız gibi, birçok parça­ dan oluşan böyle ,bir şey bu tanıma uymaya­ caktır. Yukarıdaki uslamlama büyük bir olasılıkla, ger­ çek olanın «bölünemez» (diaireton olmayan, frag. 8,22) olduğunu ilân etmiş olan Parmenides’e yönelik bir eleştiriyi ima eder. Bu öncelikle Bir olan Varlığın, boş uzayla ayrılan bir farklı parçacıklar takımı değil de, sürekli olduğu anlamma geldi. Ancak o aynı za­ manda, onun herhangi bir çokluk türünü dışlayan mutlak bir birliğe sahip olduğunu anlatmak istedi. Yabancı, o Bir olan Varlığını mutlak Birlikte özdeşleştirdiyse eğer, Parmenides’in gerçeklikten ayırt edile­ bilir parçalara sahip olan bir küre olarak söz eder­ ken, tutarsızlık içine düştüğünü anlatmak istiyor da olabilir.

Biraz önce ortaya konan önerme şimdi ikilemde kullanılırYa (A) gerçek olan, bir bütün ya da top­ lamın sahip olabildiği türden bir birliğe sahip olan bir bütündür; ya da (B) gerçek olan hiçbir biçimde bir «Bütün» olarak adlandırıhnamalıdır. Her iki olası­ lık da Eleacı öğretiyle çelişik olan bir sonuca götürür. 245 B. YAB. Öyleyse, (A) Gerçek olan, birlik özelli­ ğine sahip olması anlamında, bir ve bütün mü­ dür, yoksa CB) Gerçek olanm hiçbir biçimde bir bütün olmadığını mı söylemek durumun­ dayız? THEAET. Bu çok zor bir seçim. • YAB. Çok doğru, çünkü (A) gerçek olan bir anlamda bir olmak özelliğine sahipse, o açıkça Birlikle aynı şey olmayacak, dolayısıy­ la herşey birden daha fazla olacaktır. Diğer olasılık (B), gerçek olanm bir bütüne ait olan türden bir birliğe sahip olmaması —'bir bütün ol­ maması— dır. Bü kabulün sonuçlan ikinci derecede olan bir ikilemde ortaya konur. Gerçek olan bir bü­ tün değilse, ya (a) «Bütünlük» (ayto to holon) —her ne denli «bir olan gerçek şey» ondan pay almasa da, varolan gerçek bir Form-— diye bir şey vardır; ya da . Cb) «Bütünlük» diye bir şey, hiçbir biçimde, var de­ ğildir. Yabancının bundan sonraki üç konuşması (a) almaşığı üzerinde durur. 245 C. YAB. Ve. yine CB) Gerçek olan, bu birlik özel­ liğine sahip' olmaktan' dolayı, bir bütün değil­ se, Ca) aynı anda Bütünlüğün kendisi gerçek iken, Gerçek olanın kendinden daha az olduğu ortaya çıkar.

YAB. Böylece bu uslamlama çizgisinde de, Ger­ çek olan gerçeklikten yoksun olacak, ve var olan bir şey olmayacaktır. THEAET. Evet. YAB.. Ve bundan başka, herşey bir kez daha birden daha fazla olacaktır, çünkü bir yan­ dan Gerçeklik ve öte yandan Bütünlük ayn doğalara sahip olacaklardır. THEAET. Evet. Buradaki iki sonuçtan birincisi «Gerçek olanın kendinden daha az olacağı ve var olan bir şey olmayacağı»dır. Bu, Gerçek olanın, Bütünlükten pay bile almadığı için, herşeye karşın gerçek olan C1) Bütün­ lüğü içermemesi anlamında «kendinden daha az ola­ cağı» anlamına gelir görünmektedir. Oyk on escai to on ifadesi muğlaktır. Bunlar «Gerçek olanın var ol­ mayan bir şey», bir başka deyişle kendisine ilişkin olumsuz bir önermenin doğru olduğu bir şey «olaca­ ğı», onun Bütünlükle aynı «olmadığı» anlamına gele­ bilirler. Ya da bunlar aşağıda -olduğu gibi çevirilebilir «Gerçek olan var olan bir şey olmayacaktır» (çün­ kü o Bütünlükle aynı değildir, ve Bütünlük var olan bir şeydir). Her iki çeviri de aynı kapıya çıkar. İkin­ ci- çevirinin lehinde olmak üzere, bu sonucun yukarı­ da, (A) almaşığı altında ulaşılan sonuca, eşdeyişle (1) ÇRamnenides şö-yle demişti: «Varlık yetkinlikten de yoksun olamaz, .çünkü o hiçbir şeyin eksikliğini duymaz ve yetkin­ likten yoksun olsaydı, herşeyin . eksikliğini duyacaktı.» (Fragman 8, 32) •

Gerçek olan açıkça Birlikte- özdeş olmayacaktır sonu­ cuna koşut olduğunu ima eden, «böylece bu uslamla­ ma çizgisinde de» sözcükleri, vardır. 245 C. YAB. Ancak, Cb) öte yandan,. Bütünlük diye bir şey hiçbir biçimde var değilse, aynı şeyler Gerçek plan için de doğru .olmakla kaİmaz, ancak aym zamanda o, gerçekten var olan bir şey olmadıktan başka, hiçbir zaman böyle bile olamaz. C1) Bu .kabul üzerinde «aym şeylerin Gerçek olan için de doğru olacağı» ifadesi ilk bakışta karanlıktır. Çün­ kü kendilerine yönletimde bulunulan sonuçlar, eşdeyişle (!) Gerçek olanın var olan bir şey olmayacağı, ve (2) Herşeyin bir çokluk olacağı sonuçlan, (bir bü­ tüneait olan birliğe sahip olmayan) Gerçek olan ve B ü t ü n l ü k g i b i i k i g e r ç e k şe­ yin var olduğu kabulünden çıktı. Aynı sonuçlar nasıl olur da, Bütünlük diye bir şeyin var olmadığı biçimin­ deki şimdiki kabulden çıkabilir? Yanıt, Platon’un bizim tanışık olduğumuzu var­ saydığı ve yinelemeye özeıı göstermediği, Pamıenides’teki uslamlamalar tarafından önerilir. Şimdiki kabul şöyledir: (B) Gerçek olan, bir bütüne ait olan türden bir birliğe sahip değildir, ve Cb) Bütünlük diye bir şey var değildir. Buradan, bir birlik ya da bütünlüğe sahip olmadığına göre (çünkü bütünlük diye bir şey var değildir), Gerçek olanının herhangi bir birlikten yoksun bir çokluk olması gerektiği sonucu çıkar. Bu

(Dı On sözcüğü,- med' angenesthai potoyle olduğu denli, çoğu zaman pros to m« einaila birlikte bulunur.

ikinci sonucu verir: «Herşey birden daha fazla olaoaktır» —bu kez iki değil, ancak sınırsız bir çokluk tapeira) olacaktır. «Gerçek olanın var olan bir şey (on) olmayacağı sonucu burada aktüel olarak, «var olan bir şey olmadıktan başka» (pros to me einai... ön) sözleriyle yinelenir. Bu şimdi Gerçek olanın Bütünlük' le (var olan bir şey) aynı olmadığı anlamma gelemez; çünkü şimdi Bütünlüğün «var olan bir şey» ol" madiğini kabul ediyoruz. Ancak (oyk on estai to on) sözcüklerinin doğru olacakları bir anlam vardır. Ger­ çek olan var olan bir şey olmayacaktır. Çünkü Gerçek olan şimdi herhangi bir birliği olmayan belirsiz bir çokluktur. Bu açıklama zorlanmış bir açıklama gi'bi gelebilir ancak Platon, benzer uslamlamalarını ayrıntılı bir bi­ çimde ortaya koyduğu Parmenides’i okumuş ve anla­ mış olduğumuzu varsayar, ve bizi kastettiği anlamı kendimiz için düşünüp çıkarmaya bırakır i1). O Ger­ çek olanın bir bütün olduğunu, ve Bütünlük diye bir şeyin var olduğunu yadsımak yönünde iki tamamla­ yıcı. sonucu ortaya koymakla daha çok ilgilenmekte­ dir. Bu tamamlayıcı sonuçlar, (1) Gerçek olan, bu.du­ rumda varlığa bile gelemez, ve (2) Gerçek olan bir sayıya sahip olamaz. Theaetetus şimdi birincisine iliş­ kin olarak, hemen aşağıda ortaya konan bir açıkla­ ma ister. 245 D. THEAET. Niçin olamazdı? YAB. Bir şey ne zaman ki varlığa gelir, o bu anda, bir bütün olarak varlığa gelmelidir; bu (1) 'Bay DiĞs (Autour de Platon, ii,s.4SO) Pannenddes'teki, bir'in ' varlığıma ya da yokluğuna ilişkim, tartışmalardan olumlu bir sonuç çıkarılabilirse, bunun iki .yönlü olacağına, dikkat çeker.

nedenle, birlik ya da bütünlüğü C1) gerçek şeyler arasında saymazsan, varlıktan C2)' yâ da, bir varoluşa sahip olmak olarak varhğa-gel. inekten söz etmeye hakkın yoktur. THEAET. Bu tam anlamıyla doğru gibi görün­ mektedir. YAB. Ve dahası, bir bütün olmayan belirli bir . sayıya da sahip olamaz; çünkü bir şey belirli bir sayıya sahip olursa, o şey, söz konusu sayı her ne olursa olsun, bir bütün olarak (3J o sayıya eşit olmalıdır. THEAET. Kesinlikle. .YAB. Gerçek olanın ya iki şey ya da yalnızca E. tek bir şey olduğunu söylersen, lıer biri ölçüle­ meyecek denli büyük karışıklıklar içinde içe­ rilen, çok büyük sayıda başka, güçlük ortaya çıkacaktır: ili. ,To en he to holon MSS. «Birlik» burada parçalardan oluşan ibir bütünün özelliği o-lan. ¡birlik anlamına gelir gibi görün­ mekte ölüp, «Mtünlükale eşanlamlı- olarak kullanılmak du­ rumundadır. Krş, 2)45|B .4, en. te kal holon. (21 «Varlık» (oysdaO burada todr varlığa-gelme (genesis eds oysiani sürecinin sonucunda ortaya çıkan varoluş anlamına gelmelidir. Campbell parçalardan oluşan bir bütünün varlığa-gollşinirL betimlendiği Parmenides lS®C’den, bunu kaçıtlamak üzere, alıntılar yapar. Parçalar varlığa «baştan isonıa» ardışık olarak gelir; «birliğin ya da bütünün kendisi» (to holon ta kai en) «parçaların varlığa gelişlerinin sona ermesiyle aynı anda» ■(hama te teleyte) varlığa geldi. ■ (3)- Bütünün. ■Toplamla özdeşleştirilmesini Theaetetus 204a ve ■devamıyla; karşılaştırınız.

THEAET. Bu, şimdi yalnızca, şöyle bir göz attı­ ğımız bu güçlüklerden yeterince açıktır. Biri diğerine götürüyor, ve her biri bizi, her kuram hakkında, ondan daha söz edilir edilmez, bir kuşkular yığınına sevkediyor. İkinci almaşıktan (Gerçek olanın bir bütüne ait olan türden bir birliğe sahip olmadığı, ve bütünlük diye bir şeyin varolmadığı), Yabancı iki tamamlayıcı sonuç çıkarsadı: Bütünlük olmadan (1) varlığa-gelmeye (genesis) ya da (2) belirli bir sayıya sahip ola­ mazsınız. Bu sonuçlar, varlığa-gelme ve çokluk ola­ nağını yadsıdığı için, Parmenides’in tutarsızlık suçu­ nu işlediğini ilân eder. Bu sonuçlar Parmenides diz­ gesinin en açık kusurları olarak not edilme durumun­ da gibi görünürler. (1) Onun bir olan gerçek varlığın doğasına ilişkin çıkarsaması, tüm bir oluş ve değişme dünyasını gerçekliğin dışında bıraktı. Burada, Parme­ nides’in aynı zamanda bir oluş dünyası tanımamakla diğer idealistlerden («Formların Dostlan»ndan) fark­ lılık gösterdiği kaydedilmelidir. (2) Bütünlük ve, bir parçalardan oluşan bir bütüne ait olan, ve çokluğu dışta bırakmayan türden bir birlik olmaksızın, belirli hiçbir sayı, toplam ya da toplam sayı var ola­ bilir. Parmenides’in Bir olan Varlık anlayışındaki bir başka kusur onun çokluğu dışlamak için tasarlan­ mış olmasıydı. Bu da yine Parmenides’in bir olan (par­ çalardan o l u ş a n b i r b ü t ü n ) , v e . g e rçek ş e y l e r i n belirli bir çokluğunu (Polla), eşdeyişle yapılarına Diyalektikçinin bölmelerinde işaret etmek durumunda olduğu birçok Formu içeren, bir gerçeklik dünyası tanıyan Formların dostlarından ay­ rıldığı bir başka temel noktadır. Ve dahası bu Form­ lardan her biri «hır varlık» tır, ve yine, bu Form tanım-

lanabilir bir şeyse, karmaşık, ve tanımında ortaya çı­ kacak. parçalardan oluşan bir bütün olmalıdır. Her ne ki gerçek ise, bu nedenle, hem Birlikten hem de Çokluktan pay alır. Platon bu farklılık noktalarına burada işaret et­ meyi seçmiş olabilir, çünkü o idealistler arasındaki farklılıkları, onların özdekçilerle karşı karşıya geti­ rildikleri bundan sonraki bölümde vurgulamak istemi­ yordu. 245 E - 246 E. Tanrıların ve Devlerin Savaşı: İdea­ listler ve Materyalistler. Yabancı, Sokrates öncesi dönemi gözden geçirdik­ ten sonra, temel konu üzerinde materyalizmle idealizm arasında, filozoflar tarafından sürdürülmüş olan sa­ vaşa ilişkin bir resme geçer.245 E. YAB, Gerçek olana, ya da gerçeklikten yoksun olana ilişkin olarak tam ve kesin bir açıklama verenler için, bu kadan öyleyse yeterlidir. Ger­ çi hepsini tek tek incelemedik ya... Her iki tarafı da gözden geçiren bir araştırma süreci sonunda, gerçekliği tanımlamanın, gerçeklik•ten tümüyle yoksun olanı tanımlamak denli zor olduğunu görebilmemiz için, .şimdi sorunu farklı bir biçimde ortaya koyanlara göz atma­ ya başlamalıyız.. THEAET. Öyleyse, onların bakış açılarına geç­ mekle daha iyi yaparız. Campbell gerçek olana ilişkin olarak «tam ve ke­ sin bir açıklama verenler»in kendilerinden daha önce, söz edilmiş - olan Sokrates Öncesindeki tüm filozof­ ları kapsadığına, ve bu ifadenin belki de «varlık sayı­ sını ve- varlık türlerini tam olarak tanımlamış olan­ lar» (242D) anlamına geldiğine dikkat çeker. Camp-

beli «sorunu farklı bir biçimde ortaya koyanlar»m anlamının en iyi bir biçimde, onun kendisiyle karşı karşıya getirildiği ifadeden çıkarılacağını ekler: O «daha az dakiklik ve kesinlikle konuşanlar» anlamma gelmektedir. Bu doğal yoruma karşı çıkmak için hiç­ bir neden yoktur i1) . Yabancının sözleri onun en so­ nunda bu noktada, Sokrates öncesindeki tüm filozof­ ları bırakmakta, ve farklı bir Okullar öbeğine geç­ mekte olmasını gerektirmez. Yabancı şunu anlatmak istemektedir: Şimdiye dek, daha önceki filozofları, onlar kaç tane gerçek şeyin —'bir, ya da iki, ya da üç— var olduğunu tam bir dakiklikle ortaya koyarlarken, ele aldık. Hepsini Parmenides’te olduğu gibi, ayrıntılı olarak incelemedik; ancak bu da yeterli olacaktır. Şim­ di araştırmamıza «sorunu farklı bir biçimde ortaya koyanlan da dahil edecek, ve böylelikle, bu Sokrates öncesi filozofları ve onların ardılları, Platon’un çağ­ daşlan; ve belki de Platon’un kendisi de içlerinde ol­ mak üzere, bütün filozoflan kapsamına alan fex pan(!)• İfadeleri, oi allos legontes arasında yer alıan «formların Postlarının kimliğiyle ilgili bir kuramın, lehinde olacak biçimde; başka türlü yorumlama girişimlerinde bulunul­ muştur. Diakriıbologeasthai sözcüğü, seyrek olarak «astla­ nan bir sözcüktür CStephıanus sözcüğün 'başikaca, salt iki kez ortaya çıktığını söyler), ancak anlamı çok açıktır; Diakriboymai Sokrates tarafından, «dili böylesine tam ve dakik bir biçimde kuHanma»ya getirilen bir savunmada, Theaetetus l&4P’de kullanılır. Eğer logosun ikinci anlamı olan «sayma® diakribologeisthal —'«tam olarak saymak»— ta içerili yorsa, o Campbell'in yorumuna tam olarak uyar. Oi allos Iegontes «diğer taraf» anlamına gelemez. Allosta çatışma ya da kin anlamı yoktur, ve Savaşta yer alan taraflar (her ikisi de oi allos Iegontesde içerilmektedir) Sokrates öncesinde yaşamış tüm filozoflarla karşıtlık için­ de dizilmezler.

ton) bir bakış açısından, gerçekliği tanımlamanın ne­ denli güç olduğunu göreceğiz. Sokrates öncesi filozofların daha önce çokçular ve birci Parmenides diye ikiye ayrılması, Platon'un Bir olan gerçek varlığın yandaşını yalıtlama amacına uy­ gun düştü. Platon özellikle, kendi bakış açısından Parmenides’in bakış açısının kusurlarını gözler önüne sermekle i l g i l e n i y o r d u , O ş i m d i . t ü m b i r f e l s e f e a l a n ı n ı , f a r k l ı bir açıdan incelemek, ve tüm filozofları, her zaman felsefî tar­ tışmanın ana konusu olarak, gördüğü bir şeye —ma­ teryalizme ya da idealizme— yönletimle, öbeklemek. ister. Sokrates öncesi filozoflar konuyu bir gerçek şey ya da çok gerçek şey arasındaki bir sorun olarak gör­ müşler, ve arkaik ve pedantik bir dakiklik olarak gö­ rülebilecek bir tarzda tartışmışlardır. «Sorunu farklı bir biçimde ortaya koyanlar» konuyu şimdi gerçek anlamı içinde formüle ettiler, Onlar savaşı bu yeni te­ rimlerle sürdürürler, ancak bu modem kahramanların arkasındaki safta halâ Sokrates öncesi filozoflar dizilirler. Materyalizm ve idealizm, tartışması, ilk kez olarak Platon’un çağdaşlan arasında ortaya çıkmış olan, tümüyle yeni bir konu değildir. Daha altıncı yüzyıldan başlayarak, felsefe okulları iki geleneğe ayrılmıştı:. Bir yanda Miletlilerin ve ardıllarının îyonya bilimi, öte yanda ise Phytagorasçılann ve Parmenides’in İtalya geleneği. İyonyalılar tüm bu süre boyunca, şeylerin gerçek doğasını, su ya da hava ya da dört öğe gibi, nihai bir tür özdek ya da cisimde aramıştı. İtalyalılar ise gerçekliği, elle tutulabilir ci­ simlerde değil, ancak duyusal olmayan şeylerde ara­ mıştı.' (Kendilerinden burada söz edilmeyen) Phytagorasçılar sayılan şeylerin gerçek doğası yaptı; ve

Parmenides’in Bir olan Varlığı .elle tutulur bir cisim değildi, ancak duyularımızın kendilerini açığa, çıkar­ mayı asılsız olarak savladığı karşıt niteliklerden hiç­ birine sahip olmayan bir düşünce nesnesiydi. Bu ne­ denle, İyonyahlar salt birer birci değil; ancak aynı za­ manda özleri itibariyle birer materyalisttirler. Platon'un Parmenides’e duyduğu saygı, kendisinin onu kendi felsefesinin habercisi olarak gördüğünü göstermekte­ dir. Tanıdıkları gerçek şeyin «tam» sayısına göre, fi­ zikçileri ParmenidesTe yapay bir biçimde karşılaştır­ ma, bu noktada, öyleyse materyalistle idealist arasın­ daki, gerçekten anlamlı olan, karşıtlık içinde erir. Bu Tanrıların ve Devlerin, «her zaman» «sürüp gittiği» söylenen, bir savaşıdır. Tanrılar tarafında, bir za­ man gelip de, görülmez şeylerin doğru, gerçeklikler olduğuna inanan herkes yer alır; Devler tarafında ise, herhangi bir zamanda, gerçek olanın başka hiç­ bir şey değil de, dokunup elle tutulabildikleri cisim olduğuna inanan herkes vardır. İki öbek daha eski zamanlarda, İfcalyalılar ve İyonyahlar tarafından tem­ sil edilmişti; ancak bundan sonra hiçbir bireysel okul­ dan söz. edilmeyecektir... Burada Platon felsefe tarihi yazmayıp, her zaman olduğu gibi, felsefe yapmakta­ dır. O bireysel okulları eleştirdiği zaman, bu salt on­ lardan neler alabileceğini, ve onlarda nelere karşı çık­ ması gerektiğini’ belirlemek içindir. Şimdi hem Tau­ nlara, ve. hem de Devlere, «gerçek»le, kendi bakış açılanndan neyi kastettikleri sorulacaktır. 246 A. YAB. Göreceğimiz t1), onlann gerçeklik hakkmdaki kavgalan üzerine, aralarında sürüp C-IO Kal men. deyimi, tragedyada- sahne üzerindeki bir kişinin, iyeni ¡bir karakterin, girişine dikkat çekerken ¡kullandığı gibi, kullanılmaktadır.

gitmekte olan bir savaşa, bir Tanrılar ve Dev­ ler savaşma benzer-bir şeydir. THEAET. Nasıl bir şey bu? YAB. Bir taraf taşlan ve ağaçlan aktüel ola­ rak elleri içinde kavrayıp, herşeyi gökten ve görülmez olandan yeryüzüne çekmeye çalış­ maktadır; çünkü bunlar her ağaç gövdesini ve taşı ellerinde tutar ve gerçek varoluşun yal­ nızca elle tutulabilir olup, dokunmaya karşı B. direnç gösterene ait olduğunu, büyük bir güç­ le öne sürerler. Bunlar gerçekliği cisimle aynı şey diye tanımlarlar ve karşı taraftan biri, bir cisim olmayan herhangi bir. şeyin gerçek ol­ duğunu savlar savlamaz, son derece kibirli in­ sanlar olup çıkarlar ve bir başka sözcük daha işitmeye tahammül edemezler. THEAET. Betimlediğin insanlar kesinlikle kor­ kunç bir takım. Onlardan birçoğuyla daha ön­ ce karşılaştım. THEAET. Evet; bu nedenle karşıtları, doğru gerçekliğin usla anlaşılabilir ve cisimsiz Form­ lardan oluştuğunu tüm güçleriyle ortaya ko­ yarak, mevzilerini görülmez olanın dorukla­ rında bir yerde savunmak bakımından çok tedbirlidirler. Uslamlamaların çarpışmasında, onlar karşıtlarının el' sürdükleri bu cisimleri C. paramparça edip ezerler, ve bu diğerlerinin doğru gerçeklik, olduğunu savladıkları şeye, onlar gerçek değil de, devinim halindeki bir tür oluş süreci derler. Bu konu üzerinde, iki kamp arasında her zaman, hiç sonu gelmeye­ cek bir savaş sürüp gitmektedir.

YAB. Öyleyse, varsay ki her iki tarafa da, öne sürdükleri gerçekliklere ilişkin bir açıklama, getirmeleri için, meydan okuyoruz. . THAEAT. İyi de bunu nasıl yapacağız. YAB. Bu açıklamayı gerçekliği Formlara yer­ leştirenlerden . almak daha kolay olacaktır, D. çünkü onlar daha uygar kimselerdir; oysa şid­ detleri herşeyi cisim düzeyine indirecek olan■ lardan böyle bir açıklama almak daha zor —'belki de olanaksız— olacaktır. Bununla bir­ likte, onlarla ilişki kurmanın doğru yolunu gördüğümü sanıyorum. THEAET. Nedir o? YAB. Bu her nasılsa olanaklı olsaydı, hepsin­ den iyisi onların kalplerinde gerçek bir deği­ şikliğe yol açmak olacaktı; t1) ancak bu bizim gücümüzü aşıyorsa, en iyisi onların ıslah ol­ duklarını düşlemek, ve sorularımızı yanıtla­ madaki. mevcut yasatanımazlıklannı yumuşat­ mak arzusunda olduklarını varsaymaktır. Bir adamın karakteri, ne denli iyi olursa, onunla (11 »Onları aktüel olarak dalla iyi insanlar halin© getirmek.» «Daha iyisnin.' ahlaksal bir yönü vardır.. Yasalar- X,899'da (betimlendiği biçimiyle-, materyalizm, Plato-iı'un görüşünegöre, ateizme ve «yasatammazhğia»' götürür. Devler ’ Gök­ yüzünde gerçekten de savaş yapmaktadırlar. Yasalar 633C; ten de aletheian. tes kriseos (daha doğruı ya dia hazzı daha, bol bir yaşam, arasındaki- seçim.) poteran kyniioteran einal phomen—■ potera ten tes Idıeironos. psyches e ten des beltiosiyle .olan 'koşutluk; 'bağlamlar farklı da olsa, Campbell'in düşündüğünden daha fazladır.

yapacağımız bir anlaşma o. denli sağlam ola’ çaktır. Hoş zaten onlar bizi, doğruluğa ilişkin araştırmamız kadar ilgilendirmiyorlar. . E. THEAET. Doğru. Kimdir materyalistler? Onları belli bir tikel okul­ la özdeşleştirme yönündeki birçok girişimi C1) eleş­ tirmeye hiç ■gerek yoktur. Daha önce gözlemlediği­ miz gi'bi, îyonyalı fizikçilere sorulan «Gerçekle ne kastediyorsunuz?» sorusu .yanıtlanmadan bırakılmış­ tı. îyonyalı fizikçiler. şimdi, yeni Tanrılar ve Devler öbekleri içinde eridiklerine göre, bir yanıtın ilk baş­ langıçları görülmeye başlar: «Gerçek olan kendisine dokunabildiğimiz cisimdir ve başka hiçbir şey de­ ğildir.» Bu yanıt gerçekte, Leukippos ve Demokritos’un Atomculuğundan —îyonya biliminin son sözü— çık­ mıştı; Onlann dizgelerinde gerçek olan, özleri itibariyle dokunmaya karşı yoğun bir direnç gösteren; içlerine girilemez, cisimsel tözler olan atomlardan başka hiçbir şey değildir. Bu, Materyalistin gerçek olanın doğasına ilişkin açıklamasıdır. O daha sonra Epikurosçulukta, ve fizikçinin yanıtı olarak, modern zamanlara dek yerini korudu. Platon Leukippos ve Demokritos’tan hiçbir.zaman adlarıyla söz etmez, ya da öğretilerini kesin ve dakik terimlerle betimlemez. Sofist Leukippos (yaklaşık 430’lu yıllarda) ve Demokritos (yaklaşık olarak 420’li yıllarda)’un attığı ilk to­ humlardan bir aitmiş yıl sonra yazılmıştı ve Platon, bu ' ün, 253ff>'deiki Diyalektiğe ilişkin, betimlemede kullanıldığı anlamda, çeşitli parçalar­ dan oluşan bir bübitn Ctıolon) ya da komplekstir.

olarak betimlenebilir. Düşünce açıktır; ancak cül, bir bölümüyle Platon’un Farklılığı, şeyler arasındaki bir ilişki olarak değil de, farklı olan şeylerin kendisinden «pay aldıkları» bir özellik olarak düşünmesinden do ­ layı, anlıkları karıştırıcıdır. 258 C - 259 D. Sonuç : Parmenides’in «var olan» m herhangi bir anlamda var olmayan olamayacağı, ve «var olmayanım herhangi bir anlamda var olan ola­ mayacağı biçimindeki dogmasını çü­ rüttük. Yabancı şimdi ulaşılan sonuçları özetler. Par­ menides bize «var olmayan şeylerin var olduklarını öne sürmeyi yasakladı .Bir başka deyişle, o «var olma­ yanın yalnızca bir anlamını, yani «tümüyle yokluk ,olan»ı tanıdı. Söz konusu anlamın üzerine uzun bir süreden beri bir çizgi çekmiş bulunuyoruz; şimdi var olmayan (başka şeylerden farklı olan) şeylerin herşeye karşın var olduklarını öne sürmemize izin ve­ ren bir başka anlamı gün ışığına çıkarmış durumda­ yız. 258 C. YAB. Görüyorsun ya, Parmenides’e itiaatsizlik ederek, onun aşılmasını ’ yasakladığı sınırların çok ötesine geçtik. T0EAET. Hangi biçimde? YAB. Araştırmamızı çok ilerilere doğru götü­ rerek, sonuçlan -ona, onun bize incelemeyi ya­ sak ettiği bir alanda gösterdik. THEAET. .Nasıl? D. YAB. Ö' amhısarsıh, şöyle der:

«Var olmayan şeylerin var oldukları hiç­ bir zaman kamtlanamayacaktır; bu yüzden sen düşünceni bu araştırma yolundan uzaktut.» THEAET. Evet o bunu gerçekten de söyler. YAB. Oysa biz yalnızca var olmayan şeylerin var olduklarını göstermekle kalmadık, ancak aynı zamanda «yokluk»un gerçek karakterini gün ışığına çıkardık. Farklı olanın doğasının E. bir varoluşa sahip olduğunu, ve varolan şey­ lerin bütün bir dünyasına yayıldığını göster­ dik; ve onun «var olan» la karşıtlık içinde bu­ lunan her parçası için, onun gerçekte tam ola­ rak «va rolmayan» olduğunu dile getirdik. THEAET. Evet bayım ve ben söylediklerimizin tamamiyle doğru olduğuna inanıyorum. Şimdi ortaya konmak durumunda olan biçimsel sonucun —var olmayan şeylerin (farklı oldukları) var oldukları— amaçlan için, «vardır» ve «var değildir»in uygun anlamlan Varoluş ve Farklılıktır. Bü­ tün Formlara yayılan üçüncü Form olan Aynılık («...la aynı»), kendisinden belirtik bir biçimde söz edilmek­ sizin, geri planda bırakılır. Bundan sonraki konuşma, (1) «Var değildir»in, Formlarla ilgili olarak hiçbir uygulaması' olmayan, bir anlamı olarak («var değil­ dir» in Parnıenides’in tanıyacağı tek anlam) yokluğun üstüne bir çizgi çeker, ve (2) Varoluş ve Farklılı­ ğın nasıl olup da bütün bir gerçeklik alanma yayı­ lan, ve her yerde kanşan iki Form olduğunu betim­ ler. •

258 E. YAB. Öyleyse, «var olmayan» ın varolduğunu söyleme cesareti gösterdiğimiz zaman, hiç kimsenin «var olmayan»la kastettiğimiz şeyin varolanın karşıtı olduğunu söylemesine izin vermemeliyiz. Varolanın herhangi bir karşıtı söz konusu olduğu sürece, böyle bir şeyin var 259. olup olmadığı ya da ona ilişkin olarak herhan­ gi bir açıklamanın getirilip getirilemeyeceği sorusundan, uzun bir süreden beri, C1) vaz­ geçtik. Ancak şimdi varolduğunu savladığı­ mız «var-olmayan» söz konusu olduğunda, bir karşıtımız ya onun çürüterek açıklamamızın yanlış olduğu hususunda bizi ikna etmeli ya da bunu yapamıyorsa eğer, şu önermelerimizi kabul etmelidir. Cinsler birbirleriyle karışırlar. Varoluş ve Farklılık Cinslerin hepsine ve bu arada birbirlerine yayılır. Farklılık (ya da Farklı olan) (2) Varoluş­ tan pay alarak, söz konusu pay alış sayesinde vardır, ancak öte yandan kendisinden pay al­ tı)-

(2)

tfo medamos onun, «yalnızca- yolduk olaruun düşünülemeye­ ceği yıa da ondan, söz edilemeyeceği gerekçesiyle, bir kıyıya atıldığı 23.8C'de, Bir Formun varolmadığını savlayan hiçbir doğru önerme yoktur. Ancak Varoluşun, kendisinden baş­ ka olan her Form için, onun varoluş (la özdeş) olmadığı doğ­ rudur. Daha önce de olduğu gibi thateron muğlak bir terimdir ve formül iki- önermeyi kapsar: (I-) Faiklılık Formu VaroluşOa ■aynı! değildir, ancak vardır (varolur); (2) Farklı olan (böyle-böyle olmayan) var olan- bir şey (yani, belirli bir varlık) (...le aynı) değildir, ancak var olan (bir varlık) bir şeydir.

dığı varoluş değildir, ancak farklıdır; ve Va­ roluştan (ya da bir varolandan! farklı olduğu­ na göre, onun varolmayan bir şey -olması açık seçik olarak olanaklıdır; C1) i2! . B.

Ve yine, Farklılıkta bir parçaya sahip olan Varoluş, geri kalan cinslerin hepsinden farklı- ■ dır; ve, o hepsinden farklı olduğu için, o onlar­ dan biri olmadığı gibi, bir araya getirilmiş bü-, tün bir Cinslerin hepsi de değildir, ancak yalr nızca kendisidir; (3) ve yine tartışılmaz olan, . Varoluşun binlerce şey üzerindeki binler ol­ madığı, ve ister ayrı ayrı ister bir bütün, ola­ rak alınsınlar, tüm diğer Cinslerin de aynı bi­ çimde, birçok bakımdan var olduğu, ve birçok bakımdan var olmadığı sonucuyla birlikte... THEAET. Doğru.

«Vardır» ve «var. değildir»in gün ışığına çıkarıl­ mış anlamlarını burada toplayabiliriz. (İl «Vardır» «varolur» anlamına gelir. Her Form varolur; dolayısıyla «Yokluk» uıı şemamızda yeri yok­ (1)

Estin elcs anagk.es ednai, «Omni var.olması, zorunlu olarak olanaklıdır.» 'Bkz., 250D, aynı -anlamdaki estin eks anagkes... (2 ) Yani, (D Farklılık Varoluş değildir; ve (2) farklı olan onun .kendi kendisiyle karşı karşıya getirildiği, belirli bir başka ıvarlık- değildir. •• (3) ¡Burada bütün bu bölütm boyunca tartışılan Varoluş Formuyla varide (Gerçek olan bütün- 'bir gerçek Fbmmlar dünyası! ara­ sındaki aıynm açık seçik olarak tanınır. Karşılık gelen (önermeler şunlardır: (13 Varoluş var Gıerfaamgi bir başka Formla aynı) değildir, ancak kendisi(yle aynı) ddr. (2) Var­ lık: (¡herhangi bir Form ya da Formlar öbeği) herhangi bir başka varlıküa aynı) değildir, ancak vardır (varolur). ■

tur ve biz «var değildir»in söz konusu aıilamınm üs­ tünü çizdik. (2) «Vardm» «...Ie aynıdır» anlamına gelir. Her Form kendisi (yle aynı) dir. Çelişik «var değildir» «.. .den farklıdır» anlamına gelir. «Vardır» m bu iki anlamından hiçbirinin, Aristotelesçi mantıkta konuyla yüklem arasındaki bağı kur­ duğu varsayılan «kopula» ile en ufak bir ilişkisinin bulunmadığı görülecektir. Platon’un «kopulânm muğ. lakİığını meydana çıkardığı» ifadesi gerçeğin çok uza­ ğındadır. Geriye ne tümüyle farklı ne de tümüyle aynı olan, ve birbirleriyle, tümelin özgül Formlar yâ da özgülün tümel Formla olan ilişkisinin aynısı bir iliş­ kiye sahip olan iki Formun ilişkisini dile getiren öner­ meler kalıyor. Daha önce verilen diyagram üst üste gelen, ve birbirleriyle «kanşan» özgül ve tümel Form­ ları gösterir; ancak bunlar örtüşmezler. Bir tanım tam bir özdeşliğin ortaya konmasından başka bir şey de­ ğildir «İnsan iki ayaklı ussal hayvan (la aynı) dır.» Ancak cins ve türler arasındaki ilişki bütün parça ilişkisidir. Parmenides 146B’de «herşeyın herşeyle şöyle bir ilişki içinde bulunduğu» söylenir: «O ya aynı ya da farklıdır ya da, ne ayni ne de farklı ise, bir şey. bir parça, diğeri de bir bütündür.» Bu yüzden «parça» «tür» için Platon’un düzenli olarak kullandığı terimdir. Platon «însan hayvandır» tipinden önerme­ leri çözümlemek için hiçbir fırsat bulamamıştır. Bel­ ki de onları kısmı bir özdeşlik ortaya koyan önerme­ ler olarak görür; «İnsan Formu Hayvan Formunun bir parçası (yla aynı) dır.» Cinsin ve türün birbirleriy­ le karıştığını, ancak örtüşmediğini gösteren uygun

sözcük «pay alma» imetekhein) olacaktı. Ancak Pla­ ton «pay alma» terimini tam bir dakiklikle kullan­ maz ya da «pay alma»yı karşılıklı olan «karışma», (symmeilrsis) ya da «birleşme» (koüıonia) ilişkisin­ den ayırt etmez. Bu «vardır» kullanımının «...la aynı­ dır» anlamına geleceğini kabul etmemizin nedeni, tüm bir tartışmanın, daha önce açıklanmış olan, ve Formların tümüne yayılan Formlar olarak yalnızca üç Formu —Varoluş, Aynılık, Farklılık— tanımasıdır. Karışmaya ya da Formların birbirlerinden kar­ şılıklı olarak pay almalarına.ilişkin bütün bir açıkla-, manın, doğrudan doğruya Parmenides’te ortaya ko­ nan, bireysel şeylerin Formlardan pay almasıyla ilgi­ li eski probleme uygulanamayacağı eklenebilir. Bay Brochard i1) şöyle yazmaktadır: «Şeylerin Formlarla olan ilişkileri Formların keiıdi aralarındaki ilişkile­ riyle hiç kuşkusuz aynıdır.» Ancak bu böyle değildir. Parmenides’te ve yine Sofist’te (251A) ve Philebus’ta bir şeyin nasıl olup da birden çok ada sahip olabileği biçimindeki eski soru Formların karşılıklı ilişkileri probleminden ayırt edilir ve, bu pay almanın tam do­ ğası karanlık kalabilse de, Formlar kuramı tarafın­ dan zaten çözülmüş bir problem olarak bir kıyıya afelır. Bundan başka, görmüş olduğumuz gibi, Form lardan söz edilirken, «pay alma» «karıştırma» ya da «birleşme» yle eş anlamlı olarak kullanılır ve ilişki bakışımlı bir ilişkidir, oysa şeylerin1Formlardan pay almaları şeylerle Formlar arasındaki sınırı aşar ve ilişki bakışımlı bir değildir: Formlar şeylerden pay al­ mazlar. Bu problem, demek ki, bırakıldığı yerde dur­ maktadır. (10 Etu'des, s. 48.

Bunun, biraz Önce ulaşılan sonuçların, Zeııon ta­ rafından başlatılan tipten ciidişimci .bir tartışmaya dayandıklarına işaret eden kısa bir ara izler. 259 B. YAB. Ve biri bu gözle görülür çelişkilerden C. kuşku duyacak olursa, soruyu kendisi incele­ meli ve bizim şimdi vardığımızdan daha iyi bir açıklama getirmelidir; ama içinden çıkılmaz bir bilmece bulduğunu, ve uslamlamayı bir halat çekme yarışma dönüştürmekten haz du­ yacağını sanıyorsa, şimdiki uslamlamamızın da gösterdiği gibi, o emeğini ve zamanını bir saçmalık için harcamaktadır. Böyle bir bulgu­ da çok zekice bir. şey olmadığı gibi, bunu yap­ mak da zor değildir; o zor, ve aynı zamanda emek ve zaman harcamaya değer olan farklı bir şeydir: THEAET. Nedir o? YAB. Daha önce söylediğim şey.- Bu türden kaçamaklı yamtlar vermeyi, hiçbir yere götür­ meyeceği gerekçesiyle, bir kıyıya bıraka­ rak, C1) önermelerimizi, adım adım, izleyebilD. mek, ve farklı olanın belirli bir anlamda aynı olduğu, ya da aynı şeyin belirli bir anda farklı olduğu savını eleştirirken, onların tam tamına hangi anlamda ve hangi bakımdan bir ya da farklı olduklarını dikkate almak. Mutlak olarak aynı olanın farklı, ya da farklının aynı, uzu­ nun kısa, benzerin de tam olarak tanımlan­ mamış bir biçimde benzemez olduğunu göster­ il): Anenyta (Beüham) dymatanın. şimdiye dek önerillmiş, en ola­ sılı'düzeltilmiş şekli gibi görîmme!k,tedir.

:259.

inek ve uslamlamada bu türden çelişkileri sürekli olarak saflar halinde geçirmekten haz duymak —bu ciddi bir eleştiri değildir, ancak gerçeklikle ilk temasın sonunda alelacele elde edilen bir meyvadır C1) . . THEAET. Tamamiyle katılıyorum. III. YANLIŞ KONUŞMA VE DÜŞÜNME

Uslamlamanın son ana bölümü burada (259D) başlar ve 264’de sona erer. Nihai Sofist- tanımının özetlendiği ve tamamlandığı bu bölüm, Yanlışlığın nasıl olup da konuşmada ve düşüncede bulunabile­ ceğini açıklar. Bunu açıklama yönündeki her tür :girişim Theaetetus’ta başarısız olmuştu, çünkü tar­ tışma bilinçli olarak Formları dışta bırakan bir ince­ lemeyle sınırlanmıştı. Bu konu şimdi yeniden ele alı­ nır; ve Formların cins .isimlerin anlamları ve dolayı­ sıyla tüm önermelerin anlamlarının bir parçası ol­ dukları, kabul edildiğinde, yanlış önermelere, onlarm kendilerine yönletimde bulunabilecekleri var olma­ yan şeylere ya da olgulara başvurmaksızın, bir an­ lam vermenin olanaklı olduğunu görürüz. 259 D - 2 61 C.

Problemin ortaya konması.

Giriş bölümü problemi, daha önce yapılmış ay­ rımları atlar görünmeleri bakımından, ilk bakışta bir karışıklığa yol açan terimler arandığıyla ortaya ko­ yar. Bazı eleştirmenler Platon’u burada büyük bir '.CIO

Îifade ZM D-’y l an ım sa tır. Y a b a n c ı b u r a d a Z e n o n 'u n v e on u n d a h a s o n r a k i ta k litçilerin in ik ilem lerin in kendisinin, b ira z ö n c e a y d ın la ttığ ı türden- m u ğ la k lık la r ü ze rin d e d u rdu ğu n u .gösterir, . ■

karışıklığa ve yanlışlığa yol açtığı için suçlar l1). Bu türden suçlamalar temelsizdir. Yanlışlığa ilişkin bun­ dan sonraki çözümleme; Formların karışması üzeri­ ne olan daha önceki açıklama denli kolay anlaşılır bir çözümlemedir. Burada karanlık yalnızca, «diya­ lektik» ve dramatik olan giriş pasajında vardır. Amaç okuyucunun aydınlatılması gereken bir güçlük bu­ lunduğunu hissetmesini sağlamak, ve oııun nasıl çö­ züleceğini oiduğu denli, güçlüğün ne olduğunu da gö­ remeyen yamtlayıcmın şaşkınlığını yansıtmaktır. Böylesi pasajlarda Platon terimleri tam bir kesinlik ye dakiklik içinde kullanmaz, ya da çok dikkatli bir oku­ yucunun bilincinde olacağı ayrımlara dikkat etmez. Her okuyucunun.-hissetmesinin istendiği güçlük «var değildir»in iki anlama —«varolmayan» ve «...den farklı olan»— sahip olduğunu ortaya koyan daha önceki tanıtlamanın, yanlış önermelerin herhangi bir anlama sahip olup olamayacağı sorusuna dayandığı­ nı görmede yatar. Bağlantı aşağıdaki gibidir: «Yan­ lış olanı söyleme»nin, Yabancının şimdi dikkat çeke­ ceği gibi, bir anlamda «var olmayan şeyleri söyle­ mek» ito ta me onta legein) olduğu hemen herkesçe paylaşılan bir şeydi. Soru, «var olmayan şeyİer»in bu ifadede hangi anlamda olduğudur. Sofistin uslamla­ ması şöyleydi: «Var olmayan şeyi söylemek» yalnızca «hiçbir şeyi söylemek» ya da «hiçbir şeyden söz et­ mek» .(oyden legein) anlamına gelebilir, ki bu da an­ ut

¡A’pelt (260C. ü zerin e y a z d ığ ı n otta ) v a ro ld u ğ u gösterilm iş Olan m e o n d a n «y a n lış o la n » a n la m ın d a to m e o n a d oğ ru b ir g e çiş in ola n a k lı olm ad ığ ın ı, v e b u ik isin i b irb irleriy le ■karıştırmanın d iy a lo g u n g e ri k a la n b ö lü m ü n d e y a y g ın o l­ d u ğ u n u ilâ n eder.

lamsız konuşmaktan başka bir şey değildir t1) . Varol­ mayandan söz edemezsiniz, kendilerinden'söz edebi­ leceğimiz var olmayan hiçbir şey ya da hiçbir olgu yoktur. Öyleyse, her tür yanlış önerme anlamsız ol­ malıdır. Bu, kendisinden kolayca kurtulunamayacak, oldukça ciddi bir güçlüktür. Bir yanlış önerme oluş­ turduğumuz zaman, ne hakkında konuşmaktayız? Platon «var olmayan şey»in (Sofist'in kabul etti­ ği gibi) her zaman «yokluk» anlamına gelmediğini, onun aynı zamanda başka bir şeyden farkh olan bir şey anlamına gelebileceğini gösterir. Bu her iki «bir şey» de, hiç bir şey değil, bir şey (on)dir. O «var olmayanı söyleme ya da var olmayandan söz etme»yi bu ikinci anlam aracılığıyla, yalınç bir biçimde yok­ luktan değil de, «aktüel olgulardan farklı olan bir şeyi söyleme ya da aktüel olgulardan farklı olan bir şeydeiı söz etme»ye eşdeğer bir ifade olarak yorumla­ mak amacındadır. Soru söz konusu «farkh bir şey» in ne türden bir varoluşa sahip olabileceğidir. Bunu sap­ tayabilirsek, yanlış bir önermenin bir anlama sahip olduğunu sağlayabiliriz. Ancak bu açıklama halâ gelme durumundadır. Şimdilik- bildiğimiz herşey «var olmayan»m muğlak ve belirsiz olduğudur. Yabancı açıklamasında ltullalanacağı anlamı düşünmektedir; konumunu savunan biri olarak gösterilen Sofist halâ «var olmayanı soyleme»nin bir yerde, onun yasadışı bulup meydan, oku­ yacağı bir gerçeksizlik ya da yokluk öğesi içerdiğini düşünür. Sıradan bir okuyucu gibi, Theaetetus da bundan önceki çözümlemenin anlamını tam olarak (D

K rş., 240D v e b u -uslam lam anın tam olaraik o r ta y a k on d u ğ u T h eaetetu s ı®* D v e d ev a m ı.

anlayamadığı için bağışlanabilir. Pasajın diyalektik karakterini bir kez farkedince, Platon’un kendisinin, karışıklıktan sorumlu tutulamayacağını göreceğiz. Yabancı tarafından kullanılan «gerçeklikle olan, ilk temasın meyvası» ifadesi, Sofistin büyüleriyle al­ datılan genç insanlara daha önce yapılan yönlerimi anımsatır. O aynı zamanda, Sofizmden, büyük bir haz, almada gençlerle birleşen, «öğrenmeye yaşamlarının geç sayılabilecek bir döneminde başlamış yaşlı adanı­ lan» (251B) çağnştınr: Bir şey' birçok ada sahip ola­ maz. «Herşeyi başka herşeyden ayıracak» olan bu adamların bakış açısından burada yeniden söz edilir.. Onlann güçlükleri Formların varoluşunu cins isimle­ rin anlamları olarak tanımamaktan ya da her şeyin birçok Formdan pay. alabileceğini görmemekten do­ ğar. Yabancı «her tür konuşmanın Formların birbirleriyle birleşmesine bağlı • olduğuna» işaret ederek, başlar. 259 D. YAB. Evet dostum, her şeyi başka herşeyden E. ayırma girişimi bana yalnızca uygunsuz bir nota olarak görünmekle kalmaz ancak o ayni, zamanda felsefî Musa’ya acemice karşı koy­ makla eşdeğerdir t1) . THEAET. Niçin? YAB. Herşeyin başka şeyden yalıtlanması her tür konuşmanın kökünden yok edilmesi de­ mektir; çünkü gerçekleştirebildiğimiz herhan(I)’

A m oysas

a p h ilosop h osu n h em en

hem en-

eşanlam lısıdır.

K ra ty los 4©0A mö-ysa v e m o y s ik e y i M osth ııi= ;zd etesis te k a r ph ilosop lıia d a n türetir. P h adıon StA, P h y ta g o ra sçı’.an n, F elsefen in M ü z iğ in e n y ü k sek b iç im i o ld u ğ u n u o-rtaya k o ­ y a n d ey işlerin i ak tarır.

g i b ir k on u şm a varoluşunu Form ların birbirleriyle örülm elerıne borçludur.

260.

THEAET. Doğru. YAB. Öyleyse, onları bir Formun bir başka Formla karışmasına izin vermeleri için zorla­ dığımız zaman, bü ayrımcılarla olan kavgamı­ zın ne denli yerinde olduğuna dikkat et. THEAET. Hangi bakımdan? Y AB. V a ro la n şeylerin türlerinden biri olarak k onu şm anın konum unu korum ak bakım ın­ dan. Bizi k onuşm adan soym ak felsefeden soy­ m ak olacaktı. Bu en ciddi son u ç .olacaktı; an cak b u n da n baş'ka, içinde bulunduğum uz a nda k on uşm anın doğası hakkında b ir anlaş­ m a y a va rm a gereksinim i du yu yoru z, v e onun B. varoluşu bizim elim izden alınm ış olsaydı, do­ ğ a l ola ra k d a h a fa zla konşam ayacaktık. O h e r ­ h a n gi b ir F orm un b ir başk a Form la birleşm e­ sinin olanaklı olm ad ığı noktasına erişm iş ol­ saydı, b u gerçekten de olm uş olacaktı.

Her tür konuşma «Formların birbirleriyle örülmeleri» (symploke)ne bağlıdır. «Birbirleriyle örülme» «birleşme» ya da «karışma»ylâ eşanlamlı olan b i r i f a d e d e ğ i l d i r ; o . o l u m l u olum­ suz tüm önermeleri içerir 0). Bireysel şeyler hak­ kında da önermeler kurabiliriz. Ancak bu türden her önerme en azmdan bir Form —doğrudan algının nes­ neleri hakkındaki yargı ya da her tür düşünce için -il)

■Aristoteles'te', de. in terp eta tion e’de, sy m p lok e, yalıtlanm ış sözcü klerden, a y n olarak, b ir tü m c e d e k i con textııs v e rb o n u n iç in k u llan ılır. - A y n ı şey a şa ğ ıd a 2©2C'deki h e p rote sy m p lo k e v e 2S2D 'deki p le g m a ifa d esi içte, de g eçe rlid ir.

zorunlu olan bu «ortak terimler» (Theaetetus 185) den birini— içermelidir. Bu yüzden 252C’de ayrılıkçılara, önermelerinde ortak terimler olan «vardır», ayn», «geri kalan», v.b.g., terimlere «yer vermeksizin» k u ­ ramlarını hiçbir biçimde dile getiremeyecekleri söy­ lenerek itiraz edildi. Burada ortaya konan söz k on u ­ su nokta, eşdeyişle her öneımenin ya da yargının en az bir Formun kullanımını içerdiği noktası önemlidir, çünkü Formların tüm -önermelerin anlamlarının bir parçası olarak tanınması yanlış konuşma ve düşün­ me problemini çözecektir. 260 B. THEAET. Bu kesinlikle doğru. A n ca k şim di ni­ çin kon uşm a h ak k ın da b ir anlaşm aya gerek­ sinim duyduğum uzu anlam ıyorum . Y AB. A n la m an a yardım cı ola bilecek bir dü­ şünce tarzı önerebilirim ; sanıyorum . THEAET. N edir o? YAB. «Y ok lu k »u n geri kalan cinsler arasında, bütün b ir g erçek lik ler alanına yayılan tek bir cins oldu ğunu gördük. THEAET. Evet. YAB. Şim di de onun düşünm e, ve konuşm ayla karışıp k arışm adığını incelem eliyiz. THEAET. Bu niçin? C. YÂB. O 'd ü ş ü n c e ve k onuşm ayla karışm azsa, h erşey d oğru olm alıdır; ancak karışırsa, bu du­ ru m da biz yanlış düşünce v e k on u şm aya sahip o la ca ğ ız ;. çünkü «var olm ayan» ı düşünm e ya da konuşm a, sanıyorum , düşüncede v e konuş. m ada yanlışlıkla aynı şeydir.

Y A B . Y an lışlık va rolu rsa eğer, aldanm a ola­ naklıdır. THEAET. Evet. YA B . A ld a n m a olanaklıysa, görüntüler,, k op­ y a la r v e görü n ü şler h er yerde ya y g ın olacak- • tır. . THEAET. Elbette. YAB. V e biz Sofistin b u bölgede b ir yerlerde D. v a rold u ğu n u söyledik, ancak o daha sonra yanlışlığın varoluşunu y a d sıd ı: H iç kim se «var olm ayan» ı düşünem ez y a d a söyleyem ez­ di, çü n k ü v a r olm ayan h içb ir zam an b ir var­ lığ a sahip değildi. THEAET. Evet b öyle diyordu. Y AB. A n ca k şim di «var olm ayan»ın v a r o lu ş -. tan b ir p a y a sahip old u ğu anlaşıldığına göre, o belki bizim le b u k on u üzerinde daha fazla k a v g a etm eyecektir. - B ütün b ir gerçeklik alanına yayılan bir biricik • F orm olduğu anlaşılan «yokluk» «Farklılık» tı. Y aban ­ cı «yokluk» u n k on u şm a ve düşünm eyle karışıp karış­ m adığım sorduğu zam an, gerçek soru, «var olm ayan» m , onu «var olm ayandan söz etm e y a da v a r olm a­ yanı düşünm e» ifadesinde k on u şm a v e düşünm eyle birleştirm em izi h aklı k ıla ca k b ir anlam a sahip olup olm adığıdır. Sofist daha işin başında, «var olm ayan» h e r zam an «yokluk» an lam ın a geldiği için, hiçbir h aklı k ılm a ola m a ya ca ğım dile getirdi. . Onu, «var

olm ayan» m bazen b ir başk a anlam a, varoluşla uyu­ şan bir anlam a, «Farklı olan» anlam ına geldiğini gös­ tererek, söz konusu bakış açısından uzaklaştırdık. A n ca k Y a b a cm ın b ira zd a n teklif edeceği ikinci, b ir savunm a çizgisi daha vardır. S ofist «var olm ayan» m m u ğlaklığın ı k ab u l edebilir, v e yin e v a r olm ayanı düşünm e v e söylem e olanağını savlam a hakkım ızı, yadsır; «V a r o lm a y a n »m anlam ı b u ra d a -h a lâ tan ım ­ lanm ak v e h aklı kılınm ak durum undadır. «V a r olm a­ yan» h er zam an «yokluk» anlam ına gelm eyebilir; an­ ca k bu özel ifadede o u sa («fa rk lılık »la aynı şey ol­ m ayan) b ir gerçeksizlik öğesi- getirir. Bu nedenle So­ fist b u ra d a b ir başk a itirazda bu lu n u rk en gösterilir.. 260 D. Y AB, (devam e d iy o r ). Öte yandan, o belk i ba­ zı şeylerin yok luktan p a y aldığını, b azılarm ın sa p a y alm adığını, v e k onuşm anın v e düşün­ m en in yok luktan p a y alm ayan şeyler arasın­ d a bulun duğunu söyleyebilir; v e o b ir kez da­ ha, bizim onun sanatı olarak gördü ğüm üz, g ö ­ rüntüler v e k op y a la r y a ra tm a sanatının, şu: E. y a da b u biçim de, hiçb ir varoluşu olm adığını savlayabilir, çü n k ü k on u şm a v e düşünm enin yoklukta p a yı yoktur, v e Söz konusu birleşm e olm adıkça, yanlışlık diye b ir şey yoktur. 261.

O n la n n y ok lu k la olan birleşm elerini orta y a koyabilm em iz, v e böylelik le yanlışlığın v a ­ rold u ğu n u kamtlayaibilm emiz, v e eğer yak a la ­ n abilecek gibiyse, Sofisti bu k anıtla oraya hapsedebilıhem iz, yok bu da olm azsa, onu serbest, bırakarak, araştırm am ıza b a şk a b ir cinste de­ vam edebilm em iz için, işe k onuşm anın ve d ü - şünm enin v e görü n ü şü n doğasını in celem ek ­ le başlam ak zoru n da olm am ızın n eden i b u d u r

S ofistin ikinoi savunm a çizgisi burada, kendisini son bölüm de tanım lanan terim lerin dakik b ir kulla­ nım ıyla sınırlayan biri tarafından orta ya konulacağı biçim iyle değil de, S ofisi’in kendisinin onu ortaya k oy a ca ğ ı biçim iyle dile getirilir. Ö «'bazı şeylerin yok lu ktan p a y aldığım , bazılanru nsa p a y alm adığım » söyler. «Ş eyler » (eidon) Platonik F orm lar anlam ına geldiyse, h içb ir F orm un «va r olm am a» anlamında, «yokluk» tan p a y alm adığm ı, v e tüm' Form ların «yok ­ l u k t a n Farklılık anlam ında p a y aldığım b iraz önce gösterdik. A n ca k eidos, b a zen «şey»den da h a fa zla bir anlam a g elm eyen belirsiz b ir sözcüktür; v e «yokluk» la S ofist a çık ça yanlışlığı kasteder. Halâ «yanhş»la ' (tam olarak ya ln ızca düşünce v e k on u şm a için kulla­ nılabilir olan b ir terim ) «yokluk» v e «farklı olan» ara­ sında nasıl b ir iliş k i. k u rulduğunu saptam ak duru­ m undayız. Son bölü m yalnızca, Y ok lu k v e yanlışlığın kendisinde h içb ir yeri b u lu n m a d ığ ı1F orm lar dünyası üzerinde durdu. Y anlışlıktan p a y alabilen düşünce ve konuşm a Platonik F orm lar olm ayıp, anlıklarım ızda varolan d ü şü n celer v e ağzım ızdan ; çıkardığım ız k o­ nuşm alardır i1). Şim diye dek ulaşılm ış hiçbir sonuç o n la n n nasıl olup da yanlış olabileceklerini göster­ m edi. Theaetetus’u n bu n dan sonraki konuşm ası kendi­ sinin v e «o k u y u cu »n u n «yokluk» terim inin m uğlaklı­ ğıyla sü rüklendiği şaşkınlık halini dile getirir. S özcü­ ğü n m uğlaklığının P laton’u n kendisini de yanlış bir y o la soktuğu tüm üyle inanılm az b ir şeydir; çüııkü

(1)

363D’d e «an h kİ a rm u zd a o rta y a çıkaan» dü şü n m e, yazığı ve «g ö r m e »y e g en e ( «şeyler» y a d a «şey tü rleri») a d ı verilir.

uslamlama başlar başlamaz hale getirir.

düşünce

tümüyle açık

261 A. THEAET. Bayım, Sofist hakkında başlangıçta söylediklerimiz kesinlikle doğru görünmektedir: O zincire vurulması çok zor olan bir hayvan­ dır. O açıkça problemlerden oluşan bütün bir cephaneliğe sahiptir, ve her seferinde kendi­ sine siper yapmak amacıyla birini öne sürdü­ ğü için, onun kendisine varmazdan önce, si­ peri yıkmaya çalışmak durumundayız. Bu ne­ denle, yolumuza bir başka engel çıkarıldığı zaman, onun «var olmayan» m varolamayaB. cağını ortaya koyan savunmasından pek iyi bir sonuç elde edemiyoruz. Öyle görünüyor ki, yanlışlığın hem konuşmada ve hem de düşün­ mede varolduğunu, ve daha sonra belki başka bir şeyi, sonra başka bir şeyi daha kanıtlamalıyız. Hiç sonuç elde edemiyecekmişiz gibi geliyor. YAB. Bir adam, Theaetetus, her adımda çok küçük de olsa bir ilerleme sağlayabilirse, cesa­ retini yitirmeden yoluna devam etmelidir. Yok eğer cesaretini yitirecek olursa, hiçbir ilerle­ me sağlayamayacağı ya da belki gerileyebile­ ceği bir sonraki adımda ne yapacaktır. Dedik­ leri gibi, böyle güçsüz bir teslim ol çağrısına C. hiçbir kent teslim olmayacaktır. Ve sözünü . ettiğin engeli aştığımıza göre, en yüksek du­ varı geçmişiz demektir ve geri kalanlarını zap­ tetmek daha kolaydır. THEAET. Bu cesaret verici.

261C - 262 E. Her önerme ayrı cinsten (heterojen) öğelerden (isim ve fiil) oluşan bir komplekstir. Y aban cı h e r ön erm enin kom pleks oldu ğu n a işa­ ret ederek, tartışm ayı açar. En ya lın ç önerm e en azın­ dan b ir «isim» v e b ir fiil içerm elidir. - «İsim» v e «fiil» terim leri tanım lanır. ,

261 C. YAB. öyleyse, söylediğim gibi, önce önerme ve yargıyı ele alalım, böylelikle yokluğun on­ larla bir ilişkisi bulunup bulunmadığını, yok. sa her ikisinin de tümüyle doğru olup, ikisin­ de de hiçbir zaman yanlışlık bulunmadığını açıkça ortaya koyalım. THEAET. Ç ok iyi. . D. YAB. Şim di F orm lar v e h a rfler hakkında söy­ lediklerim izi (*) a n ım sayarak,’ sözcükleri de aynı biçim de inceleyelim . Şim diki problem i­ m izin çözüm ü b ü tarafta yatar gib i görü n ü ­ yor. THEAÎET. Sözcükler h akkında bana ne. sora­ caksın? Y AB. H epsi birbirine u ya r mı, yok sa hiçbiri diğerlerine u ym a z mı, yok sa bazıları uyup b a ­ zıları u ym a yacak m ıdır? THEAET. Bu yeterince açıktır : Bazıları uya­ ca k bazıları uym ayacaktır. YAB. Belki de şöyle b ir şeyi k a sted iy orsu n : E. A rd ard a söylendikleri zam an, birşeyi gösteren . d)

ESSA’da. •

sözcükler birbirlerine uyar, oysa birbirlerine bitiştirildikleri za m a n hiçb ir anlam taşım a­ yan sözcükler birbirlerine uym azlar. THEAET. N e dem ek istiyorsun? YAB. O n ay verdiğin zam an, a nlığında oldu­ ğun u sandığım şeyi anlatm ak istiyorum C1) K onuşm ada va rlığı gösterm ek üzere kullandı­ ğım ız işaretler kesinlikle ik i türlüdür. THEAET. N asıl?

262.

YAB. Bir türe «isimler», diğerine «fiiller» adı verilir. THEAET. Bana bunları taiıım lasan. Y AB. «Fiil»le eylem ler için kullanılan b ir ifa ­ d eyi kastediyoruz. THEAET. Evet. Y A B . Bir «isim d e ise b u eylem leri gerçekleştiren ler için kullandığım ız sesli işareti kas­ tediyoruz. THEAET. Ç ok doğru.

(l).

îrihöaetetus’u n lankğuıda b ü y ü k b ir olasılıkla, 253A’d a sesli h a r fle rle sessiz h a r fle rin b irb irle rin e u y m a sı (sy n arm oitein ) y a d a u y m a m a sıy la ö rn e k le n e n F orm la rın olu m lu ön erm eler­ d e k i birleşim i, v e F o r ö ıla n n o lu m su z ö n e rm e le r ta ra fın d a n di­ le g e tir ile li u y u şm a zlığ ı vard ı. A n c a k Y a b a n cı y a ln ız c a ö rn eğ e - y ö n le tim d e bu lu n m ak ta, v e b i r ön erm en in , n asıl b ir sözcü k , b i r sesli olm aksızın , ik i sesliden olu şam azsa, y a ln ız c a iki ■ ism in y a dia y a ln ız c a ik i fiilin b i r b irleşim in d en olu şa m a ya ­ c a ğ ı olg u su n u dü şü n m ektedir.

Y A B . Şim di b ir önerm e h içb ir zam an yalnızca ardard a söylen en isim lerden oluşm adığı gibi, isim lerden a yrı olarak fiillerden de oluşmaz. THE AET. Bunu bilm iyorum . B. Y A B . Biraz ön ce b an a katıldığın zam an, anlı­ ğın d a h iç kuşkusuz başka, b ir şey vardı; çün­ k ü kastettiğim iz şey ş u y d u : Bu biçim de bir dizi içinde söylen en bu sözcü kler b ir önerm e m ey d a n a getirm ezler. ' THEAET. H angi biçim de?

-

Y A B . Ö rneğin, «yürür k oşa r uyur» C1) ve aynı şey eylem leri gösteren d iğer fiiller için de geçerlid ir — onların hepsini birbiri ardısıra söy­ leyebilirsin, ancak b u n lar b ir ön erm e m eyda. na. getirm ezler. THEAET. D oğallıkla. Y A B . V e yin e «aslan geyik at» der ve eylem le­ r i gerçekleştiren şeylere verilen d iğer adlan C. dile getirirsen, b öyle b ir dizi h içb ir zam an bir ön erm e m eyd a n a getirm eyecektir. ' N e b u ö r­ nekte ne d e bundan ön cek i örnekte, ağızdan çık an sözcükler fiilleri isim lerle birleştirincey e dek, gerçekleşm iş y a d a gerçekleşm em iş bir eylem iıi, y a da va rola n .y a da varolm ayan bir şeyin d oğ a sım gösterm ezler (2) . Bunu yaptığın t i) (2)

B u m e t 'in m etn in d e B a didzei v e kath.eyd.ei (v e a şa ğ ıd a leon v e hippoi) arasın d ak i tırn a k işaretleri attanm alıdır. Praksin o y d 1 aproksin 'bir ajan ta ra fın d a n a k tü el elar a k g erçek leştirilm iş y a da- gerçekleştSrilm em iş h erh an gi b i r ey lem i d ile g etirm ey en b ir fiille r d izisiy le ilgili daha ön ce k i ö r n e ğ e y ö n le tim d e bu lu n m ak tad ır. Oyde oysian

anda, o n la r birbirlerine u ya rla r ve en yalınç birleşm e, en yalınç ve en kısa diye betim lene­ bilecek b ir önerm e haline gelir. THEAET. Bu türden b ir ön erm eyi nasıl k u rar­ sın? . Y AB. «Bir insan anlar» denildiği zam an, bu­ n u n en y a lın ç v e en k ısa türden b ir önerm e ol­ du ğunu k ab u l eder m isin? D. THEAET. Evet. YAB. Çünkü o şim di halihazırdaki y a da g e ç­ m işteki y a da gelecek teki olgular y a d a olaylar hakkında bilişi (m alum at) v e r i r O yalnızca b ir şeyi adlandırm az, ancak fiilleri isim lerle birleştirerek, seni bir yerlere götü rü r C1). Bu yüzd en on un ya ln ızca bir şeyi «adlandırdığı» m değil, an cak aynı zam anda b ir şeyi «dile g e ­ t ir d iğ in i söyleriz, ve «önerm e» sözcüğüyle kastettiğim iz şey de işte bu kom plekstir. THEAET. D oğru. YAB. V e böylelikle; nasıl ki bazı şeyler birbirE. leriyle u yu şuyor bazıları uyuşm uyorsa, aynı oırtos o y d e m e ontos ise, a d la rd a n h e rh a n g i h iri tarafın dan d ile getirilen, b ir d o ğ a y a sahip b ir şey in ak tü el ola ra k va~ -r o ld u ğ u n u y a d a v a rolm a d ığ ın ı o r ta y a k o y m a y a n b ir isim ­ ler dizisiy le ilg ili d a h a son rak i ö rn eğ e yönletiım de bu lu n u r. iBu, söz cü k lerin kendilerinin- h iç b ir a n la m a sahip olm a y ıp an la m sız sesler old u k la rı an la m ın a gelm ez; b u tü rd en s ı­ ra la n m a la r o lg u la r a ilişk in ön e rm e le r d eğ ildir, h e rh a n g i b ir . 'aktüel o lg u y a .da o la y a yom letim de bu lu n m a zla r. (1) P era n ein ti, oyden. p e ra in e in (« h iç b ir y ere g ö tü rm e m e »)n in karşıtı. Bkz., T h eaetetııs 180a .

şey k on uşm anın işaretleri için de g e çe r lid ir: B a zıla n birbirleriyle uyuşm azlar, ancak birbirleriyle u yu şa n b azıları b ir önerm e m eydana getirirler. THEAET. Ç ok doğru. «S özcük sü n tanım ı. A ristoteles sözlü sözcükleri anlıksal etkilenim lerin sim geleri (sym bola) y a da işaretleri (sem eia) olarak; yazılı sözcü ğü ise sözlü söz­ cü ğ ü n b ir sim gesi ola ra k tanım lar. O, dillerin fark lı yazılı ve sözlü işaretlere sahip olm ak la birlikte, anlıksal etkilenim lerin, ve dolayısıyla anlıksal etkilenim lerin kendilerinin suretleri oldukları şeylerin (pragm ata) tüm insanlarda aynı oldu ğu n a dikkat çe ­ ker. ' -

Platon sözcüğü anlıksal bir etkilenimin simgesi olarak değil, ancak özü göstermek üzere kullanılan (Peri ten oysian deloma) P) sesli bir işaret (semeion tes phones, 262A) olarak tanımlar. Bu. hemen her söz­ cüğün bir şeyi temsil etmesini, ya da bir şeye işaret etmesini gerektirir; sözcük anlamsız bir ses değildir. Buradan yanlış bir önermedeki hiçbir öğenin yalınç bir biçimde anlamsız olamayacağı sonucu çıkar. An­ cak «öz» muğlak bir deyimdir. (11 «öz» bir şeyin doğasını dile getirebilir. Ya­ salar 895’de, Platon herşey için her zaman üç etme­ nin söz konusu olduğunu söyler: «Öz» ya da «doğa» (oysia), doğanın tanımı (logos) ve isim (onama). Do­ ğa tanımın karşılığıdır. Bu yüzden Phaedrus 245E’de (1)

D elom a , Krş., Y a sa la r ?9»2!A; A ğ la m a ç o c u k la r için- isteklerin i dille g etirm en in b ir y o lu d u r (d e o m a lıo n era) — ç o k lıo ş b ir b ir işa ret (sem eion ) değ il.

«özsel varlık ya da ruh tanımı» (phyklıes oysian kai logon) «kendi kendisini devindiren şey» olarak geçer. Anlamlı ya da betimleyici özel isimlerin söz konusu olduğu Kratyios 393D’de, Astyanaks (kentin hüküm­ darı) ve Hektor (Bekçi)’un aynı «güç»e (dynamis) sa­ hip olduğu söylenir. Bir anlam, isimde dile getirildiği biçimiyle (deloymene en to onomati) şeyin özü (oysia toy pragmatos) kaim olmaya devam ettiği sürece, 'farklı hecelerle ya da harflerle dile getirilebilir. Kratylos 383E: Şeyler (pragmata) bizim değiştiremeyeceği­ miz, kendilerine ait -kalıcı bir öze (bebaios oysia) sa­ hiptirler; eylemler (prakseis) de öyle. Yasalar 895D'deki örnek sayılar için kullanılan «çift» ismidir. «Çift» «iki eşit parçaya bölünebilen» tanımına sahiptir ve karşılık gelen öz (oysia) sayıların bu özelliğidir. Bu türden her doğa, Platoncu terimlerle konuşulduğun­ da, bir Form (eidos) —kompleksse tanımlanabilir olan bir cins ismin anlamı— dur. . (2) Formlar söz konusu olduğunda, doğa ve şey bir ve aynıdır. P rotagoras 349B’de belli başlı erdem­ ler için kullanılan- beş adın hepsinin birden bir şey için (epi eni progmata) mi, yoksa her ismin ayrı ayrı kendisine özgü bir özelliğe sahip özel bir doğa ya da şey için mi kullanıldığı sorulur. Ancak uylaşım yoluy­ la bireysel şeylere bağlanan özel isimler de vardır. Şimdi tipik bir önerme olarak aldığımız «The.aetetus oturuyor» önermesinde, Theaetetus bireysel bir şeyin yerini tutar, ve (Kratylos’un da gösterdiği gibi) birey­ sel bir şeyin doğasını zorunlu olarak dile getirmez. İsmin kendi içinde hiçbir anlamı olmayabilir, o yal­ nızca söz konusu sesi kendisine bağlamayı yeğledi-1 ğimiz şeyi temsil eder. «Sözcük» ün tanımı buıiun gibi isimleri de kapsamalıdır; «özü gösteren tanım» bu

ikinci anlamı içerir: «Varolan bir şeyi temsil et■me.» Kratylos 388 C’de bir ismin iki işlevi olduğu söy­ lenir: O, (1) bilişi aktarmak (didaskalikon), ve (2) şeyleri birbirlerinden ayırmak (ta pragmata diakrinein, diaktritikon tes oysias) için bir araçtır. «Şey» ya da «öz» burada, nesne ister bir Form (cins isim tarafından dile getirilen anlama karşılık gelen doğa), ya da ister .uylaşmısal olarak, onu temsil eden bir ■cins isim tarafından gösterilebilen bireysel .bir şey olsun, bir isimle ayrılan bir nesneyi kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. * Platon’un «sözcük» tanımı . şu halde iki anlamı kapsar: (1) Bir cins isim, varolan şeyleri «temsil et­ tiği» ya da varolan şeylerin «yerini tuttuğu» denli, bir Forma karşılık gelen bir «doğa»yı gösterir ya da imler. (2) Özel bir isim yalnızca, varolan bir şeyi temsil eder ya da gösterir. O terimleri dakik bir biçim­ de kullanmaya karşı alışılmış kayıtsızlığı içinde; «gös­ terme?, «işaret etme», «temsil etme» gibi cins isimle­ rin hepsini herhangi bir ayrım gözetmeden kullanır. Ancak «Theaetetus oturuyor» önermesini nasıl "çö­ zümlediğini anlayabilmemiz için, «Theaetetus» gibi özel bir isimle «oturuyor» gibi ortak bir terimi birbir­ lerinden ayırmanın zorunlu olduğunu göreceğiz, İsimler ve Fiiller. Kratylos 425A’da, konuşma ya da önermenin isimlerden ve fiillerden oluştuğu fikri, herhangi bir açıklamaya gereksinim duymayan tanı­ dık bir fikir olarak alınır. Daha önceki metnin onla­ rın harfleri sesliler, sessizler ve sağır sesler olarak sı­ nıflanmalarına yönletimde bulunması, belki de gramer­ cilerden dolayıdır. Bir önerme «isimlerin ve fiillerin

bir birleşimi» dir C431B). Aristoteles bunu yineler i1) . Konuşmanın diğer parçalan atlanır. Aristoteles’in bir isim ve bir fiilin, Platon’un burada dikkat çektiği gibi, doğru ya da yanlış olabilen en küçük önerme için zo­ runlu ve yararlı olduğunu anlatmak istediği kabul edilir. Daha sonra gramerciler de aynı görüşü payla­ şır görünürler. Ammonius konuşmanın diğer parça­ larının (bağlaçlar, edatlar, artikeller, v.b.g.;) bir araya geldikleri zaman, bir önerme (logos) meydana getir­ mediklerine dikkat çeker.’ Plutarkhos (Plat. Qu. X) Platon’un yalnızca isimlerden v e ' fiillerden söz etti­ ğini, çünkü bir önermenin gerçekte bu parçalardan oluştuğunu söyler. Bir isini («Spkrates») ya da bir fiil («öldürülür») bir kişiye ya da şeye ilişkin düşünceyi usa getirir, ancak men (oysa, kuşkusuz), gar (çünkü), peri (üzerine) gibi sözcükler için böyle bir şey söz konusu değildir. Bir kişi ya da şeyden söz etme dışın­ da, bunlar kendi başlarına da (isimler ve fiiller gibi), bir araya getirildikleri zaman da, anlamlı olmayan boş sözlerdir. Platon olılan içinde et bulunan bir ta­ baktaki' tuzla, ya da kekteki, kekin tam anlamıyla bir «parça» sı olmayan, ancak onu bir arada tutmaya ya­ rayan, suyla karşılaştırır. Konuşmadaki küçük parça­ ların bu ihmali, Mantıkta birtakım önemli sonuçlara yol açmıştır. O her önermenin bir konu (isim) ve bir yükleme (normalde bir sıfat ya da fiil) sahip olduğu­ nu ortaya koyan kuramı kolaylaştırdı; ve ilişkilerin (D

D e In terpretıon e I. K rş., R etorik 1404b 26, o n to n de on om a ton kai hremaıton eks h on o lo g o s syn estek an. S ten zei (Stu­ dien z. E n tw ick lu n g d. Plat. D ialektik, s. 88) h rem an ın .h e rh a n g i b ir yü k lem i, ö r n e ğ in h o p a is k alosta k i kalosu . içe rd iğ in i dü şü n ü r tKrş., L ogik m a ddesi. P .W . E n cyclH a lb b a n d X X . 1.911).

doğası, edatların kendi başlarına bir anlama sahip ol­ ma savlarını görememe tarafından karanlıklaştırıldı. Platon’un en. küçük tipik önerme olarak, «Sokra­ tes bilgedir» gd'bi bir tümceyi değil de, bir isim, ve bir eylemi dile getiren bir fiilin birleşimini aldığı görüle­ cektir. Ancak o mantık üzerine bir deneme yazmıyor­ du. Yazıyor olsaydı, «eylemler için kullanılan bir ifa­ de» olarak «fiil» tanımı, halleri dile getiren fiilleri at­ ladığı için, gözle görülür bir biçimde eksikli olacaktı; ve «ismi», onun yaptığı gibi, fiil aracılığıyla tanımla­ mak —«bu eylemleri gerçekleştiren kişi için kullanı­ la n sözlü işaret»— acayip olacaktı. Tanımların dakik ve açık seçik olmaları Platon tarafından istenmiş de­ ğildir. Bu bölümün sonucu, önermenin, ayrı ayrı anlam­ lan olan, ve bir araya getirildikleri zaman bir bü­ tün olarak bir anlam taşıyan bir bütün oluşturan ay­ rı cinsten öğelerden (isim ve fiil) oluşan bir kompleks olduğudur. Önermenin kendisine karşılık geldiği, ve. bir bütün olarak kendisini, temsil etme savında öldü­ ğü olgu ya da olay da, tutarlı bir yapı içinde birbir­ lerine uygun gelen ayrı cinsten öğelerden (ajan ve eylein) oluşan bir komplekstir. 262 E. Her önerme bir şey hakkındadır ve ya doğ­ ru ya da. yanlıştır. İiii .nokta daha eklenir. (1) Kompleks önermedeki bir öğe, kendisi hakkında bir önermenin kurulduğu ajanın ismidir. (2) önerme bir bütün olaralt ya doğrü. ya da yanlıştır. 262 E. YAB. İşte sana bir nokta daha.

YAB. Ne zaman bir önerme söz konusu olsa, o bir şey hakkındadır; 01 o hiçbir şey hakkın­ da olamaz.' THEAET. Kuşkusuz. YAB. . Ve onun belirli bir karakteri olmalı­ dır? O) THEAET. Elbette. «Her önermenin bir şey hakkında olduğu» savı, kompleks önermedeki bir öğenin ajanın ismi ya da Cdaha sonraki terminolojiyi kullanacak olursak) ko­ nu, ve ajanın kendisinin de varolan olgudaki bir öğe olduğunu gösterir. Seçeceğimiz örneklerde, Theaetetus’un kendisi.hem «Theaetetus, oturuyor» doğru öner­ mesinde hem de «Theaetetus uçuyor» yanlış önerme­ sinde konudur. Yabancı burada büyük bir olasılıkla her iki önermenin de konusunun aktüel olarak varo­ lan Theaetetus olduğunu vurgulamak ister. Yanlış önermede arayabileceğimiz gerçeksizlik (gerçeklik­ ten yoksunluk, yokluk) öğesi; her ne olursa olsun, konu her durumda gerçek olmayan bir şey ya da yok­ luk değildir. Yanlış bir önerme varolmayan bir konu f11

Yalınç tinos geniti.vi (in hali) «bir şey için», «bir şey hakkın­ da» anlamına gelir; ve 263A'da Theaetetus kendisi hakkın­ daki önermeden, bu genitivi sanki iyelik gösteren genitifmiş gibi, «benim» lemos) diye söz eder. Anaak o ondan . ; aynı zamanda «benim, hakkımda olan» (peri (jmoy) diye söz eder ve her iki deyimin de kastettiği açıkça budur. (21 Söz konusu «karakter» ya da «nitelik» Plıilebus 37©'de ol­ duğu gibi, doğruluk ya da. yanlışlık anlamına gelir; bu aşa­ ğıdaki satırlarda açık seçik olarak görülür.

hakkında olan bir önerme olmadığı gibi, konusunun varoluşunu yadsıyan bir önerme de değildir. «Var ol­ mayanı söylemek ya da var olmayandan-söz etmek» «hiçbir şey hakkında bir önerme kurmak» anlamına gelmez. Bu noktanın önemi, onun Platon’un; daha önceki bölümde olduğu gibi, bir Form hakkında değil de, birey­ sel bir şey, Theaetetus hakkında olan doğru ve yanlış önerme örneklerini seçmesinin nedenini açıklaması­ dır. Theaetetus’un burada ve şimdi varolduğu konu­ sunda Platon karşıtlarıyla aynı düşüncededir;, ancak Platon’un karşıtları Devinim ve Dinginlik gibi Form­ ların varoluşlarını yasdımış olacaklardı; ve Platon kendisini söz konusu itirazın hedefi yapmak istemez. Formların varolduğu teslim edildiğinde, itiraz geçer­ siz olup, doğru ve yanlış önermeler hakkında şimdi sunulan çözümleme Formlar hakkmdaki önermeler için de geçerli olacaktı. , 262'E - 263 B. Doğru, önerm e tanımı.

Yabancı daha sonra aynı konu hakkında biri açıkça doğru, diğeri ise onunla tutarsızlık içinde, ve açıkça, yanlış olan üki öiıermeyi ele alır. Ve daiha son­ ra doğru ve yanlış önerme tanımını şaşırtıcı bir kısa­ lık içinde verir; ‘ ■ 262 (E. YAB. Şimdi dikkatimizi kendi üzerimizde yo­ ğunlaştıralım.THEAET. Peki. YAB. öyleyse, bir isim ve bir’ fiil aracılığıyla bir şey , ve bir eylemi bir . araya getiren bir önerme kuracağım. Sen bana önermenin ne hakkında olduğunu söyleyeceksin, tamâm mı?

YAB. «Theaetetus oturuyor» —uzun bir öner­ me değil, öyle değil mi? THEAET. Hayır, oldukça kısa. YAB. Şimdi onun ne hakkında olduğunu —ki­ minle.ilişkili olduğunu —söylemek sana düşü­ yor. THEAİET. Açıkça benim hakkımdadır: Benim­ le ilişkilidir. YAB. Bir başkasını alalım. THEAET. Yani ■ ---- :----- ? YAB. (İçinde bulunduğumuz şu anda kendi­ siyle konuşmakta olduğum C1) 1 «Theaetetus uçuyor». THEAET. Bu da salt benimle ilişkili ve benim hakkımda olan bir önerme olarak betimlene­ bilir. YAB. Ve dahası bir önermenin belli bir karak­ tere sahip olması gerektiğini kabul ediyoruz. B. THEAET. Evet. YAB. Bu durumda bunlardan her birine na­ sıl bir karakter yükleyebiliriz? THEAET. Biri yanlış, diğeri-ise doğrudur.

(l)

Düşsel bir Theaetetus' ya da.başka bir andaki Theaetetus ■değil, ancaık burada ve şimdi olan Theaetetus.

YAB. Doğru olan senin hakkında var olan şey­ leri (ya da olguları) var oldukları biçimiyle dile getirir, öyle değil mi? Doğru önermeye ilişkin bu kısa tanım daha önce­ ki diyaloglarda da ortaya çıkar. (1) Euıthydemus 283E’de, Euthydemus yanlış bir biçimde konuşmaiıın ola­ naksız olduğunu dile getirir. Çünkü önermenin ken­ disi hakkında olduğu şeyden söz ederseniz, söz konu­ su şey yar olan şeyler (ton onton) arasından bir şey olmalıdır. Böylelikle var olan bir şeyden söz ediyor olursunuz. Çünkü var olan şeylerden ya da olgular­ dan söz etmek (to on İegein kai tö onta) doğruluktan (hakikatten) söz etmektir. Ktesippüs yanlış bir biçim­ de konuşmanın «bir biçimde, var olan şeylerden söz ettiğini, ancak onlardan var oldukları biçimiyle söz etmediğini» (ta onta men tropon tina Zegei, oy mentol hos ge ekhei, 284C) söyleyerek, buna itiraz eder. Ktesippüs gözle görüiür olarak popüler bir tanımı aktarmaktadır: «Doğru önerme var. olan şeylerden ya da olgulardan, var oiduklan biçimiyle, söz eder.» (2) Yine Kratylos 385B’de Sokrates ..Heraıogenes’e doğru önermenin «var olan şeylerden var oldukları biçimiyle söz ettiğuni ya da «var olan şeylerin var olduklarını di­ le getirdiği» (hos an ta onta lege hos estin) ni söyler. Bu­ rada ifade biçimce muğlaktır ancak farklılık içeriksel olmaktan çok gramatikaldır. Verilen tanım o zamanlar revaçta olaıı bir tanım olup, tartışma olmadan kabul edilir. (Hos ekheiin «var oldukları biçimiyle» anlamina gelmesi gerektiği) burada ve Euthydemus’ta, doğrulu­ ğun önermenin «var olan şeylere»; ya da «olgulara» karşılık, gelmesinden (tekabül etmesinden) oluştuğu fikri egemendir. Onların birbirlerine nasıl karşılık geldikleri açıklanmaz.

Ancak yanlış bir önermenin ne anlama gelebile­ ceğini, ya da neye karşılık gelebileceğini bulgulamak olarak Özetlenebilecek buradaki amacımız bakımın­ dan, «var olan şeyler» ya da «olgular» m anlamı hak.kmda açık seçik bir düşünceye sahip olmak önemli­ dir. Önermeler tarafından temsil edilen tüm olguların kompleks olduğunu gördük. Doğru önerme, eşdeyişle «Theaetetus oturuyor» önermesi söz konusu oldu­ ğunda, (1) kendisi hakkında bir önermenin kuruldu­ ğu şey —varolan bir şey, Theaetetus; (2) fiil tarafın­ dan kendisine yönletimde bulunulan «oturuyor» «ey­ lemi»— varolan bir başka şey-, (3) söz konusu iki öğeden —Theaetetus-oturma— meydana gelmiş, varo­ lan kompleks bir olgu, vardır. Varolan bu kompleks olguyu alalım, ve onun, önermenin kendisine karşı­ lık geldiği «var olan herşey» olduğunu, ya da «var olan herşey»! içerdiğini varsayalım. Varolan bu olgu —Theaetetus-oturma— kompleks bir algı nesnesidir, ve «Theaetetus oturuyor» yargısı­ nın yalınç bir biçimde, hiçbir çıkarım öğesi olmaksı­ zın, aktüel olarak gördüğüm şeyi temsil ettiğini ka­ bul edersek, önermem doğru olacaktır. Bu durumda aşağıdaki şemayı elde ederiz .DOĞRU ÖNERME: «Theaetetus temsil ediyor.

oturuyor.»

karşılık .geliyor

VAROLAN OLGU .■Theaetetus

temsil ediyor

oturma

Buradaki iki sözcükten her biri kompleks olguda­ ki bir öğeyi temsil eder. Önerme bir bütün olarak

komplekstir ve yapısı olgunun yapışma uyar. Doğru­ luk bu karşılıklılık (tekabüliyet) anlamına gelir. Sağduyu doğru önermeye ilişkin bu açıklamayı kabul edebilirdi, ve bu hiç kuşkusuz «var olan şeyler­ den söz etme» ya da «olguları, oldukları biçimiyle, dile getirme» nin popüler anlamıydı. Tüm önermeler doğ­ ru, ve burada örneklenen tipten olsaydı, açıklama tam ve eksiksiz bir açıklama olarakalınabilirdi. Ancak güçlük burada başİar. Yanlış önermeyi bu çizgiler üzerinde nasıl tanımlamak durumundayız? Doğru önermeyi, onun yapısının, varolan bir olgunun öner­ menin yönletimde bulunduğu yapısıyla olan karşılık­ lılığıyla tanımlıyorsak, Sofist yanlış ■bir önermenin herhangi bir şeye karşılık gelen bir önerme olarak tammlanamayacağmı söyleyerek itiraz edecektir, çün­ kü yanlış bir önermenin karşılık geleceği, ya da gös­ tereceği, ya da yönletimde bulunacağı varolmayan bir olgu yoktur. Yalnış bir önerme öyleyse, hiçbir şey gös­ termez, hiçbir anlam dile getirmez. Bu, modem man­ tıkçıların halâ tartışmakta oldukları bir problemi içe­ rir. «I. Charles darağacında öldü» bir olguya karşılık ■gelir; «I. Charles yatakta öldü» ya da «I. Charles dara­ ğacında ölmedi» karşılık gelmez. Bu önermelerden bi­ rine inanacak olursam,- benim inancıma bir nesne sağlamak üzere, nasıl olur da «nesnel bir yanlışlık» ya da «olumsuz bir olgu» varolabilir? 0) 263 B - D. Yanlış önerm e tanım ı.

. Platon’un kendi çözümünü ortaya koyarken kul­ landığı dil olağanüstü yalınç, va -sonuçta kuşkulu ve ; (1) IHkz., örneğin, B, Ruissell, Doğrulıik ve Yanlışlığın doğası üze­ rine, Philosophical Essays (l®10).

ve belirsizdir. Burada harfi harfine çevirdiğimiz met­ nin anlamı daha sonra tartışılacaktır, i1! 263 B. YAB. Oysa yanlış önerme senin hakkında var olan şeylerden farklı olan şeyleri dile getirir. THEAET. Evet. YAB, Ve buna göre, varlık olarak var olma­ yan şeyleri dile getirir. THEAET. Hiç kuşkusuz. . YAB. Evet, ancak varolmakla birlikte, senin du­ rumunda varolan şeylerden farklı olan şeyleri dile getirir. . Çünkü herşey söz konusu oldu­ ğunda, var olan birçok şey, ve aynı zamanda var olmayan birçok şey olduğunu söyledik. THEAET. Çok doğru. C. YAB. Bu yüzden, senin hakkında kurduğum ikinci önermenin kendisi, bir önermenin doğa­ sına ilişkin olarak söylediklerimize göre, her-

(l)

Metin açagidiaiki gibidir : KSE. Ho de de pseydes hetera ton onton (sc. legei péri soy). THE. Niai. KSE. Ta me onta ara hos onta legei. ' THE. Skhedon. * KSE. Onton CComorius: ontos BT) de ge onta hetera péri soy. Polla mes gar ephamen oiita péri- hekaston einai poy, poîla de oylc onta. (Bay 'Diès’in açiMamasim izleyemiyorum : Ainsi la proposition'est fausse quand elle affirm d'un sujet ce qui n'est point de lui. C'est bien toujours de l’être qu’elle exprime. Elle exprime ce qui est, mais autrement qu’il n'est pour le sujet donne: elle dit être, de lui, ce qui n'est, et ne pas être, ce qui est (Sophiste, s. 2®3).

şeyden önce zorunlu olarak olanaklı en kısa önermelerden birisi olmak zorundadır. THEAET. Evet bunu biraz, önce kabul ettik. YAB, Ve ikinci olarak, o bir şey hakkında ol­ malıdır. THEAET .Evet. YAB. Ve o senin hakkında değilse, herhangi bir şey hakkında hiç değildir. THEAET. Kesinlikle.. YAB, Ve hiçbir şey hakkında olsaydı, o hiçbir biçimde bir önerme olmayacaktı; çünkü hiçbir şey hakkında olan bir önerme olamayacağına daha önce işaret ettik. THEAET, Çok doğru. D. YAB. Böylelikle senin hakkında dile getirilen ancak aynı diye farklı olanı ya da var olan diye var olmayanı dile getiren bu betimlemeye uyan bir isimler ve fiiller birleşimi,. sonuçta gerçekten de ve doğru olarak yanlış bir öner­ me gibi görünmektedir. Bu son konuşmalarda Yabancı şu üç nokta üze­ rinde durur: (D Bu yanlış önermenin bir konu­ su vardır, .(2) Bu konu başka bir kimse değil, Theaetetus’tur, (33 Konunun herhangi bir şey olmaması hiçbir biçimde olanaklı değildir. (2) «Başka bir kimse değil, Theaetetus». Bu, yanlış bir önermenin, bir şeye işaret ediyorsa eğer, başka bir şey. hakkmdaki doğru bir önerme olmak zonınluğunu ortaya koyan yanlış görüşe yönletimde

bulunmaktadır. Bu, Eutyhdemus’un O) kendi tezini savunurken öne sürdüğü bir görüştür: «Çelişkiye düşmek olanaksızdır.» Uslamlama şöyledir: Her şey ya da her olgu (on, pragmal, onun nasıl olduğunu (ya da var olduğunu, logos hos estin] betimleyen kendi dilsel ifadesine sahiptir. Senin ve benim birbirimizle çeliştiğimiz söylendiği zaman, ben bir şeyin dilsel ifadesini sense başka bir şeyin dilsel ifadesini söyle­ mekteyiz. Biz ikd farklı şeyden söz ediyor olmalıyız. Sokrates bunun (Antisthenes’in de söylediği gibi, pas logos aletheyei) her önermenin doğru olması gerek­ tiği anlamına geldiğine dikkat çeker. Şu halde yan­ lış bir önermeye, onu başka bir şey hakkında doğru bir şey yapmak pahasına, bir anlam verilmiş oluyor­ du. (31 «Konunun herhangi bir şey olmaması hiçbir biçimde olanaklı değildir». Bu, varolmayan bir şey hakkında olduğu için, yanlış önermenin hiçbir anlama sahip olamayacağını dile getiren diğer yanlış görüşü eler. (Formlar kuramının, varolan bir konuya sahip görünmeyen «Şimdiki Fransa Kralı Serüest Ticaretin yanındadır» gibi yanlış önermeler için bile bir anlam sağladığı eklenebilir. «Şimdiki Fransa Kralı Serbest Ticaretin yanındadır» betimlemesinin, o varolan hiç kimseyi temsil etmese de, bir anlamı vardır. Ancak Platon bu türden önermeleri, dikkate almaz. 1 Şimdi ilk üç konuşmaya dönecek olursak: Harfi harfine bir' çeviri yapmaya çalıştım; ancak o ne an­ lama gelir? Sıradan okuyucu doğal olarak, «varolmak­ la birlikte, senin durumunda varolan şeylerden fark; U) ■Euthydemus 2| 8Şip.

h olan» ya da «senin halikındaki olgulardan farklı olan» diye betimlenen şeyin, varolan olgudan ayrı olarak, varolmayan .bir olgu olması gerektiğini düşü­ nebilirdi. Ve o üçüncü konuşmayı bu varolmayanolgunun, varolan olgudan ayrı olsa da, bir olgu olduğu anlamına gelen bir konuşma olarak alabilirdi. H O bu durumda Platon’un yanlış önermeyi, yukarıdaki doğru önerme şemasıyla aynı doğrultuda, varolmayan bir olguyla karıştırma olarak tanımlamayı amaçladı­ ğı sonucuna varabilirdi: YANLIŞ ÖNERME : «Theaetetus ' temsil ediyor.

uçuyor,»

•'karşılık geliyoı

AROLMAYANOLGU: Theaetetus

temsil ediyor

uçma

Ancak bu tam tamına bizim dışlamamız gereken açıklamadır. Sofist haklı olarak itirazını yineliyecektir: «Varolmayan olgu, Theaetetus’un uçması diye bir şey yoktur. Önermeniz yanlış değil, ancak anlamsız­ dır —önerme bile değildir, çünkü onun göstereceği ya da yönletimde bulunacağı hiçbir şey yoktur. Yan­ lış bir önerme, varolmadığı için hiçbir biçimde bir olgu olmayan, «farklı bir olgu» hakkmdaki doğru bir önerme değildir.

(1)1 IKrş., H. Jackson, The Sophist (Journal of Philology, XIV., 22:3): «psoydes .logps, ta ontayja, önermenin, düşüncenin ya da sözün, temsil etfmek durumunda olduğu olguların ve me ontayla da bunlardan farklı olan, olguların (altını ben çiz­ dim) kastedilin esi koşuluyla, logos ho tata legon me einai •kai ta me onta einai olarak tanımlanab ilir.»

Bu açıklamayı öyleyse Platon'a atfetmemeliyiz. Platoıı’un amacı Sofistin söz konusu itirazını karşıla­ maktır, ve o bilinçli olarak, Theaetetus hiçbir zaman uçmayacağı -için, yalnızca şimdi değil, ancak başka bir zamanda da doğru olamayacak bir önerme seç­ miştir. Varolan olguyu- eski haline, ve yanlış önerme-, yi de onun yanı başına koyalım. Sahip olduğumuz herşey şundan ibarettir: YANLIŞ ÖNERME:

«Theaetetus

uçuyor.»

temsil ediyor .

VAROLAN OLGU :

V Theaetetus oturma

Theaetetus ismi, daha önce olduğu gibi, şeyi, Theaetetus’u temsil eder : Yabancının vurguladığı gi­ bi, yanlış önerme varolan bir konu halikındadır. «Uçu­ yor» olgudaki diğer öğeyi, «oturma» yı temsil etmez. Sofist şimdi şunu söyleyecektir.- «Uçuyor»un hiçbir anlamı yoktur; onun yönletimde bulunacağı hiçbir şey yoktur, öyleyse, önermenin bir bütün olarak hiç­ bir anlamı yoktur. O hiçbir biçimde bir önerme değil­ dir. Kendimizi, sağduyunun tanıdığı, ve doğru öner­ meye ilişkin olarak doyurucu bir açıklama sağlama­ ya yeterli görünen türden bir şeyle, varolan olgu ola­ rak adlandırdığımız şeyle sınırladığımız sürece, da­ ha ileri gidemeyiz. Platon’un şemasmı onun bir yer­ lerden .sağladığı, ve kuşkusuz olarak kabul ettiği baş­ ka Öğelerle tamamlamalıyız. • Getirilme durumunda olan başka şeyler, eşdeyişle şimdiye dek atladığımız Formlar vardır. Platon Formların sahneden içeri gir­ mesi gerektiğine açık seçik olarak işaret etmektedir.

Formların birleşimi üzerine olan bütün bu bölüm açıkça yanlış önermeye bir anahtar sağlamak için­ dir. Platon «her tür konuşmanın Formların kanşmasina bağlı olduğunu» C259E), bir başka deyişle en azından bir Formun herhangi bir önermenin' anlamı-, nm bir parçası olduğunu söyledi H . Üzerinde dur­ duğumuz pasajda, o daha önce Formlar hakkında ku­ rulan Önermelere yönletimde ’ bulunur «Herşey söz konusu olduğunda, var olan birçok şey, ve aynı za­ manda var olmayan 'birçok şey vardır.» Bu, bireysel şeylerin hiçbir biçimde söz, konusu olmadığı bir bağ­ lamda, Formlar için söylenmiştir. Son olarak, Theaetetus’un yanlış önermeyi açıklayamamasının, Form­ ların bilinçli bir biçimde dışta bırakılmasından dolayı olduğunu gördük. Tüm bunlar doğru önermeye ilişkin şemamızın, ve onun anlamının henüz tam ' olmadığını gösterir. Ona eklenmesi gereken bir şey daha vardır: Bir Form. Doğru önermede terimlerden biri, varolan konuyu temsil eden, özel «Theaetetus» ismidir. Ancak diğer terim, yani «oturuyor» ortak bir terimdir; ve Formlar kuramında iki biçimde anlamı vardır: (1) Özel isim gibi, onlar da tikel olarak varolanları temsil eder ya­ da .gösterirler: «Oturuyor» varolan olgunun ikinci bi­ leşeni olan «oturma»yı temsil eder. C2) Onlar aynı za­ manda, anlamli düzgün sesler olarak, kendilerine öz­ gü anlamlara sahiptirler. Kendi başma söylendiğin­ de, «oturma» sözcüğü dinleyenin anlığına bir anlam aktarır; o anlamsız bir ses değildir. «Oturma ayakta durmaktan her zaman daha rahattır» dersem, dinle1-1-1 Bunu Theaotetus’ta «ortak terimler» üzenine olan pasajla da karşılaştırınız. (Tîıeaetctus •!