Osmanlı Devleti'nde Kölelik: Esaret, Ticaret, Yasam
 9786059835251

Citation preview

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlı Devleti’nde Kölelik: Ticaret, Esaret, Yaşam Zübeyde Güneş Yağcı, Fırat Yaşa, Dilek İnan © tezkire, 2017 Bu kitabın Türkçe yayın hakları, tezkire’ye aittir. Yayıncının özel izni olmadan alıntı yapılamaz ve çoğaltılamaz.

Osmanlı Çalışmaları: 002 Sertifika No: 12395 ISBN: 978-605-9835-25-1 1. Baskı: Eylül 2017 Yayın Yönetmeni: Mustafa Karagüllüoğlu Kapak Tasarım: Yunus Karaaslan İç Tasarım: Adem Şenel Baskı: Şenyıldız Yay. Matbaacılık Ltd.Şti. Gümüşsuyu Cad. Işık Sanayi Sitesi C Blok No: 102 Topkapı / İstanbul (Sertifika No: 11964)

tezkire yayıncılık Alemdar Mah. Çatalçeşme Sok. No: 52/1 Cağaloğlu-Fatih/İstanbul Tel: 0 212 528 47 53 Faks: 0212 512 33 78 www.tezkireyayincilik.com [email protected]

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Editör: Zübeyde Güneş Yağcı- Fırat Yaşa İngilizce Editör: Dilek İnan

ÖNSÖZ

Daha tarihin ilk dönemlerinde insanların değişik toplumlar halinde örgütlenme ve birbirleriyle mücadele etmeye başlamaları bir dizi olguyu da beraberinde getirdi. Kölelik de bu mücadelenin sonucunda “güçlünün zayıf üzerinde kurduğu hakimiyet” ile ortaya çıktı. Birbirleriyle savaşan toplumlar, ilk zamanlarda yendikleri toplumun savaşçılarını ve diğer üyelerini öldürüyorlardı. Toplumların nüfusları artmaya başladığında ihtiyaçlar da arttı. Hatta kendi ülkelerinde bulamadıklarını başka ülkelerden elde etmeyi öğrendiler. Bu arada insanların isteklerine bağlı olarak meslekler, uğraşılar çeşitlendi ve bazı alanlarda işgücü açığı ortaya çıktı. Bu işgücü açığını kimi zaman kendi kaynakları yetmediğinden kimi zaman ise özellikle ağır işleri kendileri yapmak istemediklerinden savaşlarda mağlup ettikleri insanlardan karşılamaya başladılar. Böylece savaş esirlerini öldürmek vahşet olmaktan çıktı, kötü şartlarda da olsa yaşamayı sunduğu için kölelik insancıl bir davranış olarak kabul gördü. Bir süre sonra köleler/insanlar ticareti yapılan bir meta haline geldiler. Çünkü insan para getiren her şeye, “bu insan da olsa” meta gözüyle bakmaya başladı. Daha paranın icat edilmediği tarihin eski zamanlarında dahi köleler ticari meta halini almaktan uzak bırakılmadılar. Tabii toplumların gelişmesi ile toplumsal hayatı düzenleyen V

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kanunlara köleler ile ilgili maddeler de dahil edildi. Aristo’nun dediği gibi işleri yapacak makinalar icat edilinceye kadar kölelere ihtiyaç vardı. 19. yüzyıla kadar dünyada hem fikri hem de sanayileşme adına meydana gelen gelişmeler insanlık dışı bu yapının son bulması için adım atılmasına ortam hazırladı. Uzun bir süreci gerektirse de insanı meta haline getiren kölelik ve köle ticareti kaldırıldı. Ancak uzun emek tarihi incelendiğinde karşımıza köleler çıkmaktadır. İşte buradan hareketle toplumun en alt kademesinde yer alan köleler tarihin en önemli konularından biri haline geldi. Biz de dünyanın bugünkü ekonomik yapısının oluşmasında emekleri yadsınamaz bir gerçek olduğu kabul edilmiş olan kölelerin tarihine katkıda bulunmaya karar verdiğimizde bu kitabın oluşmasının fikri alt yapısını oluşturmuş olduk. Yıllardır bu alanda araştırmalar yapıyor olmamızın etkisini unutmamak gerekmektedir. Merkezi ve bürokratik bir devlet olarak çağının ilerisinde bulunan Osmanlı Devleti köle istihdamı bakımından çağından farklı bir durum sergilememiştir. İslam hukukunun ve Türk kültürünün getirdiği yapı itibariyle diğer kölelik şartları ve kölelere uygulanan kurallar bakımından diğer köleci toplumlardan farklılıkları olsa da bu insanın meta olarak görüldüğü gerçeğini değiştirmemektedir. Kitap bu düşüncelerden hareketle kavramsal bir analiz ve sorgulama ile başlamaktadır. Ehud R. Toledano, “History, Racism and Democracy: An Ottoman Enslavement Perspective” isimli makalesinde ırkçılık ve demokrasi üzerinden köleliği irdelemektedir. 19. yüzyıl Ortadoğu ve Afrika köleliğini ele alan Toledano, geçmişi iyi anlamanın geleceğimizi şekillendirmede yardımcı olduğuna vurgu yapmaktadır. Çalışmada yazar, köleleştirmenin toplumdan topluma nasıl farklılık arz ettiğini, Osmanlıların Afrika köleliği üzerinden modern kavramlarla değerlendirerek kölelik tarihine katkı yapmaktadır. VI

ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti’nin köle istihdamı bakımından çağından farklı olmadığını yukarıda belirtmiştik. İşte tam da bu konuda Yücel Öztürk’ün “Osmanlı Devleti’nde Köle Emeğinin Rolü ve Hacmi” makalesi mevcut literatürde oluşmuş genel kanıyı değiştirecek mahiyettedir. Osmanlı Devleti’ne ne kadar köle getirildiğinin tartışıldığı, Kuzey ülkelerinden Anadolu’ya getirilen köle miktarı ile Afrika’dan getirilenlerin karşılaştırıldığı çalışmada köle sayısının milyonlara ulaştığı iddiaları çürütülmektedir. Yazar, kölelerin ülkeye girişinden vergi alan Osmanlı Devleti’nde gümrük kayıtları ve diğer kaynaklardan istifade ederek bize köle hacmi ile ilgili değerli bilgiler sunmaktadır. Tabii ki makalenin bir başka önemi Osmanlı Devleti’nde köle emeğinin hangi alanlarda istihdam edilmesi ile ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. Bugünden geçmişe baktığımızda insanın meta olmasının kabullenilmesi çok zor görünmektedir. Ama bu bir tarihi vaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla meta olan her şeyin bir satış yeri, dükkânı, kapanı, bedesteni ve pazarı olduğundan meta olan insanında satış yerinin olması gerekmektedir. İşte esir pazarları da meta olan kölelerin alınıp satılması için tarihin içerisinde yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren var olan esir pazarlarının en büyüğü fetihten sonra İstanbul’da kurulmuştur. Uzun süre eski ve yeni bedestenlerde satışı yapılan köleler için I. Ahmed döneminde ayrı bir han bina edilmiştir. Zübeyde Güneş Yağcı İstanbul’un Osmanlı hâkimiyetine geçişinden itibaren başlattığı araştırmasını esir pazarının kapatıldığı tarihe kadar sürdürmektedir. Esir pazarının işleyişi, görevlileri araştırmanın ele aldığı diğer konulardır. Esir pazarı olunca pazara getirilen köleler de olmalıdır. Ukraynalı tarihçi Viacheslav Stanislavskyi konusu tam da bu noktada kitaba katkı sağlamaktadır. Yazar, 18. yüzyıl başlarında VII

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Rum Tüccarlar ve Ukrayna Kazakları tarafından Türklere köle olarak satılan Baltık devletlerindeki hapishane mahkumlarını incelemektedir. Özellikle de 1708 yılında İsveçli mahkumların Ukrayna’ya kaçırılma ve ardından İstanbul’a satılma serüvenine değinmektedir. Aziz Dominik tarafından Katolik Kilisesi içerisinde kurulan Dominiken Tarikatı misyonerlik faaliyetleri ile ön plana çıkmıştır. Asıl kuruluş amacı Heretik Albi akımını durdurmak iken zamanla başta Yahudiler ve Müslümanlar olmak üzere misyonerlik faaliyetleri alanlarını genişletmişlerdir. İstihbarat edinmek için gittikleri yerler arasında Kırım Yarımadası da vardır. Dominikan misyonerleri hemen her konuda edindikleri bilgileri raporlar haline getirerek ilgili mercilere göndermeyi ihmal etmediklerinden bir ülke hakkında araştırma yapanlar için bu raporlar bugün çok büyük öneme haizdir. Karadeniz köle ticareti sahasının uzmanlarından olan Mikhail Kizilov’un ele aldığı makale, Kırım’da hem bizzat kendisi köle olmuş misyonerler hem de o tarihlerde bölgede bulunmuş misyonerlerin raporları inceleyerek köle ticareti hakkında bilgi vermektedir. Aynı zamanda yazar, kölelerin Kırım’da nasıl istihdam edildiği, onlara Kırım Türklerinin nasıl davrandıklarını yine aynı misyoner kayıtları ışığında incelemektedir. Maria Pia Pedani, kölelerin esaret hayatına dair bir yazı kaleme almıştır. Ama bu esaret sıradan bir esaret değildir. Beraberinde din değiştirmeyi getirmekle birlikte bir devletin yüksek kademelerinde görev almak, görece rahat bir hayat yaşamayı da getirmektedir. Yani çalışma Venedik asıllı olup bir şekilde Osmanlı Devleti’ne esir düşmüş ve devletin yüksek kademelerinde görev almış esirleri konu edinmektedir. Ayrıca yazar, bu kölelerin geride kalan aileleri ile olan bağları üzerinde durmaktadır. Söz konusu çalışmayı Dilek İnan Türkçeye çevirerek Türk okuyucu ile buluşturmaktadır. VIII

ÖNSÖZ

Esaretin bir başka unsurları Roman ya da çingene olarak adlandırılan insanlardır. Bu insanlara dünyada hemen her toplumu farklı bakmaktadır. Emine Dingeç Osmanlı Devleti’nin yönetiminde olan Eflak Boğdan’da köle yapılan çingeneleri ve onların esaret serüvenlerini ele almaktadır. Korsanlık ise milliyet, statü ayırt etmeden insanları vuran bir olgudur. Akdeniz’de kendi içinde kurallarının var olması onu insanların korkulu rüyası olmaktan kurtarmadığı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu faaliyetlerden etkilenenlerden birisi de bir Arap Emiri’nin kızı Zemre’dir. Serap Mumcu korsanların eline düşen Zemre’nin hikayesi ile Akdeniz’de korsanlığı ve bunun sonuçlarından biri olan Venedik ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomatik ilişkilere yansımasını ele almaktadır. Arap Emiri’nin kızı Zemre’nin kurtuluş hikâyesinde hem devletlerarası ilişkileri hem de bu ilişkilerin sade yaşamlar üzerindeki etkisini görmek mümkündür. Yeni ve yakınçağda dünyanın en çok merak edilen devletlerinden birisi Osmanlı Devleti idi. Bir şekilde Osmanlı topraklarına gelmiş olan Batılılar kimi zaman geriye ailelerine yazdıkları mektuplar, kimi zaman ise seyahatname türü eserlerle devlet düzeni ve yaşam hakkında değerli bilgiler sunmaktadırlar. Bu bilgiler toplumun her kademesinden insanların yaşamlarına dair bilgiler içerdiğinden bize kölelere dair ayrıntılı veriler sunmaktadırlar. Ümit Ekin Osmanlı Devleti’nde köleleri ele aldığı makalesinde bu değerli kaynakları kullanmıştır. Böylece yazar dışarıdan bir bakış açısı ile toplumun en alt katmanını oluşturan kölelerin yaşamlarını bizlere akıcı bir üslupla sunmaktadır. Bir toplumda köle varsa onun hukuku da vardır. En eski toplumlardan itibaren bu böyle olmuştur. İslam fıkıhçıları yaşamlarından ticaretine kadar her anlamda köleliği düzenlemişler ve beli kaidelere bağlamışlardır. Bir İslam devleti olan IX

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlı Devleti’nde de köleliğe dair düzenlemeler vardır. Buradan hareketle Fırat Yaşa, makalesinde toplumdaki birçok konuya açıklık getiren şeyhülislamların fetvalarında köleliğe dair uygulamaları ele almaktadır. Kölelere dair karşılaşılan problemlere İslam hukuku çerçevesinde şeyhülislamların ne gibi çözümler önerdikleri makalenin konusunu teşkil etmektedir. Osmanlı Devleti’nde köle istihdamı sadece saray, askeri ve idari alanda olmadığını Ahmet Köç’ün “Vakfiyelere Göre Vakıflarda Köle İstihdamı” adlı makalesinde ortaya koymaktadır. Vakıflar toplumun hayırseverlik tarafını ortaya koyması bakımından önemlidir. Hayırseverlik ile köle istihdamının ironik bir durum gibi görünse de makale bir istihdam alanı olarak kölelerin bu anlamda nasıl çalıştırıldıklarını değerlendirmesi açısından önem arz etmektedir. Mustafa Akkaya’nın “Osmanlı Dönemi Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücünde Kullanılan Köleler” adlı makalesi hayırseverlikten uzak bir alanı ifade etmektedir. Bu defa köleler kişilerin daha fazla gelir etmeleri için istihdam edilmektedir. Burada kanunlar çerçevesinde efendilerinin kuralları geçerlidir. 19. yüzyılın sanayi ürünlerinin üretilmesinde kölelerin rolü makalenin konusunu oluşturmaktadır. Polonyalı tarihçi Natalia Królikowska-Jedlińska “Social Status, Living Conditions, and Religiosity of Slaves from the Lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth in the Crimean Khanate in the 17th Century” isimli makalesinde Osmanlı Devleti’ne bağlı ve akınlarla Rusya’dan, Polonya’dan ve Kafkasya’dan Osmanlı Devleti’ne getirilen kölelerin sağlayıcısı konumunda olan Kırım toplumunda kölelerin sosyal hayattaki yerini, yaşam koşullarını ele almaktadır. Yazar, Kırım kadı sicillerinin yanı sıra Lehçe ve İtalyanca arşiv kaynaklarından oluşan oldukça zengin malzeme ile Kırım toplumunda köle olan Polonyalı esirlerin durumuna ışık tutmaktadır. X

ÖNSÖZ

Esaret olunca esaretten kurtulmak isteyenlerin olması son derece doğal bir olgudur. Kaçak kölelere nasıl davranıldığı bir toplumun hayata bakış açısını göstermesi bakımından son derece önemlidir. İşte “Osmanlı Devleti’nde Kaçak Köleler: Abd-i Abık” adlı makale tam da bu konuyu ele almaktadır. Osmanlı Devleti’nde kaçak köle hukuku, onlardan alınan vergiler makalenin konusudur. Kitabın serüveni bu makale ile sona ermektedir. Uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkan bu kitaba katkı sağlamak adına yazı gönderen yazarların hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Onlar olmadan kitabın ortaya çıkmayacağını bilincinde olduğumuzu bütün okurlarımızın anlayacağını düşünüyoruz. Zübeyde Güneş Yağcı- Fırat Yaşa

XI

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ .......................................................................................................V KISALTMALAR .................................................................................... XV TABLOLAR.......................................................................................... XVII History, Racism, and Democracy: An Ottoman Enslavement Perspective Ehud R. Toledano ........................................................................................1 Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin Rolü ve Hacmi Yücel Öztürk ...............................................................................................31 İstanbul Esir Pazarı ................................................................................. 57 Zübeyde Güneş Yağcı The Selling of Prisoners from the Baltic States to Turkish State by Greek Merchants and Ukrainian Cossacks (Early XVIII. Century) Viacheslav Stanislavskyi ...........................................................................91 Reports of Dominican Missionaries as a Source of Information about the Slave Trade in the Ottoman and Tatar Crimea in the 1660s Mikhail Kizilov ....................................................................................... 103 Erken Modern Dönemde Osmanlı İmparatorluğunda Venedikli Köleler Maria Pia Pedani ....................................................................................117 XIII

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlı Devleti ve Eflak ve Boğdan’da Köleleşen Romanlar Emine Dingeç .......................................................................................... 137 Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı-Venedik İlişkilerinde Bir Esir Alma Krizi: Arap Emiri Kızı Zemre’nin Kaçırılışı ........................ 155 Serap Mumcu .......................................................................................... 155 Seyahatnamelerin Işığında Osmanlı Toplumunda Köleler Ümit Ekin ................................................................................................. 187 Efendi-Köle İlişkisi Bağlamında Şeyhülislâm Fetvaları Fırat Yaşa .................................................................................................209 Vakfiyelere Göre Vakıflarda Köle İstihdamı Ahmet Köç ............................................................................................... 227 Osmanlı Dönemi Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücünde Kullanılan Köleler Mustafa Akkaya......................................................................................249 Social Status, Living Conditions, and Religiosity of Slaves from the Lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth in the Crimean Khanate in the 17th Century Natalia Królikowska-Jedlińska............................................................. 269 Osmanlı Devleti’nde Kaçak Köleler: Abd-ı Abık Zübeyde Güneş Yağcı-Emre Ataş......................................................... 297 KAYNAKÇA........................................................................................... 325 DİZİN ....................................................................................................... 353

XIV

KISALTMALAR A.DVN.MHM.d A. AMD A.MKT.NZD A.MKT.UM AE age agm agt AFP AKW BOA D.BŞM.MH DİA C. BLD C.DH C. EV C.HR C. ML C. SM C. ZB Çev DH.MKT Ed HH Haz h. H Ibd İ: DH İ. HR

: Bab-ı Asafi Mühimme Defteri : Bab-ı Asafî Amedi Kalemi : Bab-ı Asafî Mektubi Kalemi : Bab-ı Ali Mektebi Kalemi, Umum Vilayet Kısmı : Ali Emiri : Adı geçen eser : Adı geçen makale : Adı geçen tez : Archivum Fratrum Praedicatorum : Archiwum Główne Akt Dawnych : Başbakanlık Osmanlı Arşivi : Bab-ı Defteri Başmuhasebe Muhallefat Halifeliği : Diyanet islam Ansiklopedisi : Cevdet Belediye : Cevdet Dahiliye : Cevdet Evkaf : Cevdet Hariciye : Cevdet Maliye : Cevdet Saray : Cevdet Zabtiye : Çeviren : Dahiliye Mektubi Kalemi : Editör : Hatt-ı Hümayun : Hazırlayan : hüküm : Hici : İbid : İrade Dahiliye : İrade Hariciye XV

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

İ.MMS İ.MVL İE. TCT M MAD MVL Nşr ORRNB pp. S TS. MA.d TT ITUAK Y.A.HUS Yay. Haz Y.PRK.EŞA

XVI

: İrade Meclis-i Mahsus : İrade Meclis-i Vala : İbnülemin Tevcihat : Miladi : Maliyeden Müdevver : Meclis-i Vala : Neşreden : Otdel Rukopisev Rossijskoj Nacionalnoj Biblioteki : pages : Sayfa : Tokapı Sarayı : Tapu Tahrir Defteri : Izvestija Tavričeskoj Učenoj Аrhivnoj Komissii : Yıldız Hususi Maruzat : Yayına Hazırlayan : Yıldız Perakende Elçilik, Şehbenderlik ve Ateşemiliterlik

TABLOLAR Tablo 1: 16. Yüzyıl Boyunca Kefe Akçelerinin Osmanî Akçeye Oranları ............................................43 Tablo 2: 16. Yüzyıl’ın Belli Dönemlerinde Kefe’nin Esir Gelirleri ve Tahmini Köle Sayısı .........................44 Tablo 3: Eski Zağra ve Köylerinde Abd-ı Abık Vergisi ....... 319

XVII

History, Racism, and Democracy: An Ottoman Enslavement Perspective

Ehud R. Toledano*

Introduction In 2005, Mustafa Olpak published in İstanbul a book entitled Kenya-Crete-Istanbul: Personal Biographies from the Slave Coast1. Olpak, a mason of African extraction working in rural region outside İzmir, is not an historian, nor does he have any training or experience in writing. The book is the first and thus far the only family history written by an African-Turk in Turkish, or any other language. An abridged version was translated into French and published in Paris the following year2. A third edition appeared in 2008 by a different İstanbul publisher3. The book was well received by the Turkish press, and Olpak was interviewed by several media outlets, including a one-hour feature on TRT2, a prestigious documentary channel in Turkey. * 1 2 3

Prof, Program in Ottoman and Turkish Studies, Faculty of Humanities, Tel-AvivUniversity, [email protected]. Mustafa Olpak, Kenya-Girit-İstanbul: Köle Kıyısından İnsan Köle Biyografileri, İstanbul 2005. Mustafa Olpak, Biographie d’une famille d’esclaves: Kenya, Crete, İstanbul, traduit du turc par Mehmet Konuk, Paris 2006. Mustafa Olpak, Kenya’dan İstanbul’a: Köle Kıyısı, İstanbul 2008. 1

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Invited to Paris to present his book to a group of Turkish expatriates and African activists, Olpak was introduced to the global scene of the African diaspora movement, where he reportedly was not quite at home, being first and foremost a Turkish nationalist with an emerging ethnic awareness and an evolving African-Turkish identity. Encouraged by the enthusiastic reception to his book, Olpak went on to establish an association of African-Turks-better known in Turkey as Afro-Turks-in the regions where their presence is most felt, Ayvalık near İzmir and Antalya on the Mediterranean shores. A larger-than-expected turnout marked the event launched to inaugurate the association in Ayvalık. But success also brought concerns and suspicions, as nationalists fearing any ethnic display and multi-culturalism raised questions regarding the possibly hidden aims of such an organization. Unconfirmed reports alleged that the small offices housing the association were deliberately burnt down by opponents late in 2008. In June of 2016, the tenth Calf Festival (Dana Bayramı) was celebrated in İzmir, with relatively small number of people from the community attending. What directions this dispersed and economically depressed group within Turkish society is searching for means and ways to pick itself up, unfortunately with only low expectations for the future. While the agency of someone like Mustafa Olpak cannot be denied nor belittled, it seems that his keen awareness of his family history and his desire to find a way to deal with it, required a trigger to reach fruition. That trigger was clearly, and by his own admission, supplied by the writings of historians on the enslavement of Africans in the Ottoman Empire. Olpak specifically mentions my own work and that of Hakan Erdem, as providing the historical basis for his knowledge about Ottoman enslavement, adding references and a quote from those 2

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

books that appeared in Turkish translation4. In many ways, the story of Olpak’s rekindled awareness and search for his personal identity and the collective identity of Afro-Turks is the meeting place of history and identity in a remarkable play of past, present, and future, I shall argue further below. It is also a rare instance of the historians and the activists crossing paths in bringing about identity-based social action. In what follows, I first deal with how reading the past affects actions in the present and the nature of the societies persons of African descent live in today. Is the way we construct difference, or deal with racism, necessarily affect the possibility of having democracy in these societies? What right do historians- both on the inside and the outside-have to construct and reconstruct the past of African communities, define them as “diasporas,” and affect the present-day lives of the people whose past we study? The article concludes with a few comments on the question of African identities in the Ottoman Middle East and North Africa and successor states.

African Identities in the Middle East and North Africa: History, Racism, and Democracy Present-day societies in the Middle East and North Africa and the Indian Ocean World contain larger or smaller groups of Africans, the obvious result of centuries of enslavement and coerced migration from the continent of Africa to those regions. In all these areas, persons of Africa extraction are a minority, usually a rather small minority, with the exception of several island communities in the Indian Ocean.These communities have been seen as different from the general population, and the only question remaining is how that difference has been 4

Mustafa Olpak, Kenya-Girit-İstanbul…, p. 9, 12, 16, 19, 38. 3

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

constructed, how much it had been shaped by the experience of enslavement on both sides, and how that construction enabled or impeded the development of democracy in these societies. The”Discussion Paper” prepared for the McGill workshop indeed points in that direction by posing the basic question: To what degree does the history and ideology of slavery pervade society and affect societal attitudes, inter-class/group relationships and policy making? In order to address these concerns in the Islamic parts of the vast territorial and cultural expanse we are dealing with in this project, we need to stress that the societies of the Middle East and North Africa did not constitute “slave societies,” but were rather “societies with slaves.” Whereas enslaved persons did play an important economic role in such societies, for the most part the economies of these regions did not depend on slave labor, plantation and agricultural slavery either did not exist during the eighteenth to the twentieth centuries, or were marginal economically and practiced only in the periphery. In most cases, enslavement was domestic, involved a large majority of- mostly young and African-females, and was most common in urban elite households. White-ie, Circassian and Georgian-harem slavery also existed, as did its cognate male kul system, but was part and parcel of elite culture and should be investigated separately5. Concubinage was part of domestic slavery in the Ottoman Empire, as in other Islamic societies, opening the path to gradual integration of enslaved African women and their children to “melt”-both socially and visuallyinto the general, mostly lighter-skinned population. Except for regions where freed Africans were settled in villages, worked as agricultural laborers, and married amongst themselves, dark-skinned people 5

4

For kul/harem slavery, see for example, my Slavery and Abolition in the Ottoman Middle East, Seattle 1998, Chapters 1 and 4.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

have not been a noticeable phenomenon in the post-Ottoman the Middle East and North Africa. As a rule, they sought to be integrated into the emerging nation-states in these regions, working hard to be accepted as Turks, Egyptians, Syrians, Tunisians, etc. Retentions of origin cultural components were restricted to the folk level and remained within these communities. Until fairly recently, such people had no interest in re-connecting to Africa, nor in carving a place for their retentions within the cultural cannons. It has been the result of outside interventions by scholars researching such retentions, and by commercial and political interest groups, that awareness of their African and enslaved past has been rekindled. The story of Mustafa Olpak, as told above, is a striking example, but it is certainly not unique. The awakening of Siddi culture in India, its politicization and commercialization, have been the subject of several academic conferences from the mid-2000s. Documentary films have been made recently about African-Iranians by Behnaz Mirzai, and about Africans among the Bedouin tribes of the Negev in Israel by Uri Rosenhak, although their lasting impact has yet to be seen. On the whole, however, such endeavors bring up the ethical question of the right to one’s own memory, both personally and collectively. Historians and cultural anthropologists have, on the whole, tried to treat the heritage of various African groups with respect. They have studied the sources and conducted oral investigations within such communities, in a way creating an authoritative narrative that was then embedded in the discourses on nationalism and multi-culturalism. But, as pointed out by Amal Ghazal and Abdul Sherif at the workshop, there seems to have been a lack of sensitivity to the fact that stressing African origins and speaking about the enslaved past, created 5

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

real tensions within the societies of which these communities were an integral part. The very introduction of the terms “Africa” and “diaspora” privileges a discourse about color, race, and a presumed union with other color-based communities globally. Such an “origin-centered” discourse often leads into potentially lethal conflict with majority groups and often the state. But it also creates an internal, identity-driven crisis, as it brings out the shame of enslavement and violates established systems of social hierarchy and modes of interaction. Unless they are avowed and incorrigible post-modernists, scholars, especially historians, busy themselves pursuing “the truth.” In that sense, work to reconstruct the collective memory or force out the identity of any group under investigation is being conducted regardless of the consequences in the “real world” for the people whose memory and identity are being explored. In a globalized world with open communications channels, it would be next to impossible to limit the distribution of the knowledge and conclusions of such studies; sooner or later, they are bound to become public knowledge and reach the people most concerned with them. Once this happens, as in the cases of the Siddis in India and the African-Turks, the impact may vary and so the consequences “on the ground.”Some group members would enthusiastically embrace the findings and organize accordingly, others may shy away, deny any link to the activists who follow the newly-discovered identity, and become defensive and apologetic towards the majority group in their country. To me, at least, the right to adopt or transform any identity must be balanced by the right to deny or reject any change. Individuals and members of any group, I believe, have an inalienable right to forget, deny, or erase their own history, if they believe it is in their own interests to do so, notwithstanding 6

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

the right of scholars such as us to think otherwise. Unfortunately, sometimes, as in the cases mentioned above, the jinneeis already out of the bottle; in other cases, eg, of African-Iranians, and Africans in various the Middle East and North Africa states, the jury is still out, the jinneestill in. but from the perspective of nation-building, the argument has been made at least for Turkey by Esma Durugönül that recognizing and accepting the presence and enslaved legacy of African-Turks is a necessary condition for accomplishing the Turkish national project6. Denying it, she argues, would not make these people disappear from Ottoman history or from present-day Turkey. This conveniently brings us to the issue of how the legacy of enslavement shapes attitudes towards African minorities and the issue of racism, and ultimately what impact these questions have on the emergence and maintenance of democracy in those countries. The “Discussion paper” states that we cannot predict “why some state regimes regard slave legacies as something to be feared or denied, while others encourage and/or manipulate them.”It may be true that “we really do not know” which way the wind will blow for people of enslaved African descent in the Middle East and North Africa or the Indian Ocean World, and perhaps it would be presumptuous to offer likely trends for states where Muslims form the majority. Still, based on current events and developments, it would not be entirely wrong to argue that where more democratic regimes exist, and a stronger sense of self-confidence prevails among ruling elites, a pattern of greater tolerance towards ethnic minorities in general, and is to be expected. In such countries, too, we are more likely to see less racism towards African 6

Esma Durugönül, “The Invisibility of Turks of African Origin and the Construction of Turkish Cultural Identity: The Need for a New Historiography,” Journal of Black Studies, 33/3, (January 2003), pp. 281-294. 7

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

communities and a propensity on the part of their members to assert their African heritage and enslaved legacy. The reverse is also true, of course. When the nation-building project in a given country is perceived by the elites as coming under threat and potentially harmful to their own power, assertion of “Africanness” will be defined as putting the state itself in jeopardy. “What do they really want to accomplish?” will be a common question in the public discourse, and the implied fear would be that this may lead to separatist movement, succession, and ultimately the breakup of the nation. The obvious next step will be to suppress any public expression of the new, African in our case, collective identity, often by the use of violence-directly by state forces, or through “patriotic” elements, acting public support and tacit government approval to protect the nation. Such phenomena are less likely to occur in countries with a stronger democratic tradition, which in the regions under discussion here is a fairly rare commodity. In a country like Turkey, for example, we may expect the government to show greater tolerance towards a revival of African identities once it feels secure that there really is no threat to the Republic, unlike the perceived threat from Kurdish movements. On the other hand, the current regime in Iran is likely to suppress any such trends, which have not yet emerged in any event. Other cases-eg, Israel, Morocco, Tunisia, to name a few-are likely to fall somewhere between the Turkey and Iran. In all these cases, however, it is important to remember that within African communities, some members may be strongly opposed to change due to their vested interest in the national project, while other, disenfranchised and left behind by the status quo, nay me more willing to embrace alternative identities in the hope of ameliorating their position in society. 8

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

There might also be here an issue of gender, since women have traditionally been the custodians of African retentions, while the men tend to be more integrated into the economy through their jobs and roles played in the society at large. Being in charge of rituals such as zar/bori, and performing various healing jobs within the community, women are the natural conduit for African cultural revivalism. Although the case of Mustafa Olpak may point otherwise, it is not yet clear how well-integrated men might react to such identity changes. Perhaps the more successful one would resist it, whereas more alienated individuals would support it. The tentative nature of these observations only stresses the fact that we are dealing with processes that are only at their inception and very much in a state of flux. This, however, does not invalidate our efforts to link the study of the past, ie, history the way we all know it, to present-day concerns. Nor should this make us forgo the notion that understanding the history of past enslavement can help us explain modern-day racism and the extent of it impact on the practice of democracy, writ large and properly nuanced. Historians of past generations, we may still recall, were loath to even contemplate the relevance of their work to contemporary realities. They were working on the past for its own sake, for understanding it on its own terms, so to speak. But as history matured into an academic “profession,” various attempts to find out what it really is, and is not, were launched by historians and philosophers of history, mainly from the mid-twentieth century on. It was then, that historians were willing to concede-many reluctantly-that the questions we ask of the past are anchored in the present, but most still refused to see history as a full-fledged member of the social sciences. This was, in large measure, because historians clung to the inductive nature of their work, as opposed to the deductive-hence 9

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

also predictive-character of theory and substance in the social sciences. “All history is contemporary history” was still rejected as a false motto, aimed at placating a relevancy-seeking public, which had increasingly to fund seemingly esoteric pursuits by often eccentric academic historians. The latter and their less obstinate empiricist kin, however, continued to regard such sayings as post-modernist mumbo-jumbo. With the rise of post-modernism in many fields of the humanities and social sciences, historians found themselves on the defensive, at loss to argue against the notion that all narratives are equally valid and have the same claim to the “truth.” What is the point, then, many of us argued, to invest so much time, energy, and effort to recover old documents in obscure languages in order to find that our work can easily be deconstructed not on the basis of counter-evidence, misread or misinterpreted “facts,” but rather on the mere argument that there are no facts, that there is no way to establish and cross-check evidence, and that ideas and speculations need no grounding in any reality, simply because all reality is speculative to the same degree, and is in the eye of the beholder. Historians were faced with a brutal offensive launched not by their peers-they have been only too well trained to deal with that-but rather by literary critics and cultural gurus, such as Foucault and Derrida, or their followers in the English-speaking world, such as Edward Said and Homi Bhabha. Soon enough, however, the enormous success of deconstruction became its on undoing, at least for the field of history. The past three decades taught those of us who were willing to learn, that despite the value of some of the criticism leveled at historians, there has not emerged a credible body of knowledge that we can call “post-modernist history.”Rather than undermine the intellectual validity and vibrancy of the field, that 10

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

criticism improved and invigorated historical studies without destroying them. It made historians much more aware of the limits of the knowledge they were producing, made them recognize that theirs was not a type of exact science, made them realize that there were serious public implications to their endeavors, and made them more modest and less arrogant. As the public-both inside and outside academia-reassured historians that their work was valuable and appreciated, it also demandedthat historians show that history was a “useful” branch of knowledge, sensitive to public feelings, and willing to engage in “improving the lot of humanity.” In times that idolized consumerism, pragmatism, the unrelenting pursuit of life-quality, and mass funding of life-saving technologies, this has not been a small matter. To be sure, that achievement has not come without a price, as historians, and social anthropologists too, are required to show the “relevancy” of what they propose to study. It is one thing to work on the assumption that there is a great deal to be learnt from the history of enslavement about present-day forms of bondage and human exploitation. But, it is quite another to suggest that by studying the history of enslavement we could improve our understanding of racism, past and present, in order to recommend and construct more democratic forms of governance in faraway and often unfamiliar societies. If we agree to do that, we need to be keenly aware that tampering with collective identities and group memoryis a risky business with potentially harmful, even lethal, consequences. We cannot sanguinely adopt the Fox News motto “we report, you decide” and hope that matters turn out right; if not carefully calibrated, our studies might result in another motto, more like “we research, you pay the price.” 11

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

But, caution is not enough. We must better understand the nexus between historical enslavement around the globe (or in specific societies), contemporary racism, and future democracy. For me personally, this is not a problem, since I have come to believe that we study the past in order to understand the present and shape the future. That is, a vital and unbreakable linkage exists between past, present, and future, forming part and parcel of any historical work that has value beyond the narrow interests of its author. If-and only if-we can establish the nature of the nexus connecting enslavement, racism, and democracy, can we hope to produce a valuable contribution to our societies, and to those societies whose history we are exploring, pondering, and in a way “producing.” First, we need to clarify what we mean here by enslavement, democracy, and racism. Historically, enslavement differed from one society to another, from one period to another, and yet all those types of human bondage shared a core of practices and ideas that were common to them all. We may and should discuss the Atlantic versus the Indian Ocean models, but rather than get entangled in the web of comparisons between these, or in the question of whether such models actually exist, we must view enslavement as culturally mediated and properly historicized notion. Democracy, too, is not above history and culture. Previous generations of political scientists and historians identified it exclusively with the European and American model, seen as derived from ancient Greek and Roman precedents. Recent views from non-Western, often Islamic, critics have suggested that this is too narrow a concept, and that other models should also be considered as “democratic.” Countries like India, Japan, Indonesia, or Turkey, to name a few examples, 12

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

have offered positive versions of democracies that are modeled after but do not precisely match the Euro-American type. If enslavement has gotten itself a bad name, and civilizations try to distance themselves as much as possible from it, democracy seems to have experienced the opposite, and attempts are being made to bask in its new-found glory by diluting its essence and appropriating it. Thus, in Muslim-majority countries in the Middle East and North Africa, many voices are heard which argue that enslavement either did not exist in Islamic societies or should be understood in totally different terms from enslavement in the Americas or the ancient world. At the same time, often the same voices advocate for including Islamic political practices under an expanded notion of democracy. Positive reception for both ideas is being accorded by liberal circles in the West, without much scrutiny it should be added. In the middle of all these shifting definitions, the explosive question of racism comes into the debate, too often only poisoning the atmosphere rather than advancing our understanding of the sensitive issues we face. There is little sense in denying that differences do exist within human societies along various lines, such as gender, age, religion, nationality, ethnicity, and culture, among others. In the past as in the present, these often did and still do cause discrimination and persecution among groups of people. The ways in which difference is being constructeddetermines to a large extent the role it would play in shaping the socio-political discourse, and ultimately in affecting the levelof democracy in a given society. In the following section, the nature of race and difference in Ottoman and other Islamic societies will be probed. 13

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Is “Racism” a Useful Concept for Understanding Social Attitudes in Islamic Societies? The Ottoman Case In 1971, Bernard Lewis first published his Race and Color in Islam7, which was based on a Chatham House talk delivered in December 1969, and then partially published in Encounter the following year. Although the book did not draw much attention, it has over the years come to represent an attitude, which became identified with Western hostility towards Islam and Muslims. This is in spite of Lewis’s bending over backwards to block such implications of his work. For a motto, printed prominently where dedications normally appear, he chose the following: “To cite blasphemy is not to blaspheme. Persian proverb”. At the end of the book, in his concluding remarks entitled Myth and Reality, Lewis reiterates this line of argument: Describing the evidence of prejudice and discrimination in the Islamic countries, I have tried to correct the false picture drawn by the myth-makers, the picture of the total absence of such evils… My purpose is… to refute the claims both of exclusive virtue [of Islam, ERT] and exclusive vice [of the West, ERT], and to point to certain common failings of our common humanity 8.

His bottom line is that influential writers from Toynbee to Malcolm X were myth-makers: they created an idealized image of Islamic attitudes to racial difference. Toynbee is cited for saying that “the Arabs and all White Muslims… have always been free from color-prejudice vis-à-vis the non-White races… They divide Mankind into Believers and Unbelievers who are all potentially Believers; and this division cuts across every difference of Physical Race”9. Malcolm X is also quoted for his famous statement, following a visit to the Holy Cities 7 8 9 14

Bernard Lewis, Race and Color in Islam, New York 1971. Ibid, 101-102. Ibid, 1.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

in the Hijaz: “The color-blindness of the Muslim world’s religious society and color-blindness of the Muslim world’s human society; these two influences had each day been making a greater impact, and an increasing persuasion against my previous way of thinking…”10. Almost twenty years later, in 1990, Lewis published a revised and expanded version of his Race and Color in Islam, this time significantly re-entitled Race and Slavery in the Middle East11. The pictures are beautifully reproduced in color, the motto disappeared, and the framing changed to give slavery greater visibility. The final paragraph is only slightly revised to reflect the changes brought about by the passage of time, but a significant sentence has been added: “The correction of error-even of emotionally satisfying and politically useful error-is a legitimate, indeed a necessary task of the historian.”This echoes the then, and to an extent still, current defense against Edward Said’s attack on Orientalism, and specifically on Lewis. Said -curiously -does not refer to Race and Color in his Orientalism12 , although he does deal extensively with Occidental racism towards Oriental peoples. But Lewis is trying here to ward off an approach which delegitimizes any writing that did not slavishly adhere to rules of political correctness, in this case, the desire to placate Muslims, or at least not offend their feelings. However, this is not our main concern here, which is to reconsider attitudes to the construction of racial or ethnic difference.What follows is not a detailed account of terminology and usages, but rather an attempt to raise an issue, to offer an interpretation, but not to insist on a definitive conclusion. 10 11 12

Ibid, 2. Bernard Lewis, Race and Slavery in the Middle East, NewYork 1990. Edward W. Said, Orientalism, New York 2003, c1994: qv, Lewis. 15

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

It seems that most of the contributions to the debate on racism in Islamic societies come from the broad perspective of intellectual history, being tested and measured against what constitutes or does not constitute racism in Western societies throughout their histories (both plurals intended). I am afraid I fall out of all these categories: I am not an intellectual historian, but rather a social and cultural one; I am not an expert on Occidentalsocieties, but rather a student of Oriental societies and cultures, more specifically of Islamic, Arab, and Ottoman ones; and I have mostly dealt with early-modern and modern times, rather than with the twentieth century, which saw a dramatic intensification of the debate about racism, particularly but not exclusively, in the US; it also witnessed the growing tensions between what is somewhat nebulously referred to as the West and the Islamic world, also equally vague a notion. Hence, my main concern is with what people did, and how we can understand and explain their actions within a meaningful socio-cultural interpretative frame. I am more concerned with practice than with ideology, more with deeds as reflective of attitude, than with utterances as expressing thought.In this, I differ from some recent suggestions, that define racism purely in ideological terms, rejecting the relevance of its consequences in the “real world” to the its definition. I am closer to Albert Memi’s rendition, which includes the role of racism in justifying “privilege or aggression,” to Benjamin Isaac’s restricted view of racism as pure ideology13. Rather, to me, prejudice and a racist view of human society, in general or specifically, cannot be divorced from its consequences, i.e., discriminationand persecution.What makes racism a useful notion to study in social history is precisely the practices 13

16

Eliav-Feldon, Benjamin Isaac, and Joseph Ziegler, “Introduction,” in Idems (eds), The Origins of Racism in the West, Cambridge 2009, pp. 10-12.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

it begets, the horrors it produces in peoples’ lives. Put somewhat more bluntly: As exciting as image and prejudice might be to the intellectual historian, if thesedo not lead to actual discrimination, exclusion, and persecution, they are unlikely to fascinate socialand cultural historians. This brings me to the question which appears above, in the title of this subsection. Given what I have said thus far, it ought perhaps to be slightly rephrased: Are general expressions towards non-Whites (to use Toynbee’s words) in earlier and contemporary Islamic sources at all relevant for understanding and explaining how Ottoman subjects, mostly but not exclusively, members of the imperial and provincial elites, acted towards the Africans who lived in their midst? In other words yet again, to what extent what was being read, taught, and said had anything to do with what was being done in reality? Bernard Lewis -and not a few of the other participants in the scholarly debate about “Islam” and “race”-would obviously answer this question in the positive. Lewis’s working assumption is that, if people with dark skin were ridiculed and denigrated in literary and other narrative sources, they were ipso facto discriminated against socially, politically, and economically. Moreover, to him, to argue that “the reprobation of prejudice in a society proves its absence” is to make an “illogical assumption,” since it actually “reveals its presence.”14. Hence it follows that, as it has often been argued in the literature, the very fact that bias against blacks was criticized probably indicates the prevalence-not the mere existence-of prejudice, and by implication of discrimination. My criticism of this approach is that we need evidence 14

Bernard Lewis, Race and Color, p. 103 [reference here is to writings such as Edward E. Blyden’s, which stress Christian guilt and romanticize Muslim tolerance]. 17

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

of actual discrimination and persecution in order to determine that these in fact took place in a given historical and social context. We cannot infer that these indeed occurred only from mood statements, even if these are as quaint as the story about the pious black, often citedin medieval sources, who lived a life of virtue and was rewarded by turning white at the moment of death15. There can hardly be any doubt that the Ottomans-and other Muslims-noticed that physical differencesexisted among humans. Skin color was the most visually striking-hence also the most tangible and cognitively accessible-element of racial difference. But it was not the only one, as the practice of physiognomy for selecting recruits to the elite units of the Janissaries shows. It certainly cannot be denied either that the Ottomans followed earlier civilizations, beginning with the ancient Greeks16, in linking between physical and mental characteristics. Such linkage is indeed a necessary and critical condition for the existence of the notion of racism. But we mustask ourselves what purpose these categories of differentiation serve? What were they used for? Certainly in the Ottoman Empire, there was no state policy, nor popular sentiment, which indicate that such categories wereconstructed in order to exclude or abuse. Nor, I would argue, was the construction of difference used to reinforce social divides within society or forge group identities. Rather, difference between ethnic groups was seen in practical terms: one needed to be aware of the various qualities (good and bad) attributed to different groups of people in order to better employ them 15 16

18

Ibid, pp. 21-22. Ingomar Weiler, “Inverted Kalokagathia,” in Thomas Wiedemann, Jane Gardner (eds), Representing the body of the slave, London and Portland 2002, pp. 11-28.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

for the good of society and the empire. To put it somewhat differently: In the Ottoman Empire in the early modern period, manyin-group identities were at play simultaneously, including religious, racial, cultural, geographic, ecological, kin, and even those relating to social status. Since these were often overlapping, malleable categories, the identities they produced were not too well-defined. Their nature tended, therefore, to be more inclusive than exclusive. Hence, too, Otherness was also less starkly perceived and not sharply constructed. It was more pragmatic than ideological, designed to achieve practical needs rather than to support systematic discrimination and exploitation. The nexus between race and enslavementseems obvious, almost elementary, but it requires-perhaps because of this-greaterprecision and further elaboration. The question that should be asked here is: to what extent the color of one’s skin determined his or her social status as free or unfree? At least one study by Hunwick shows how for Morocco under Mulay Ismail (1672-1727), the categories of black and enslaved were identical17. For Africans in Morocco at the time, especially the group called haratin, the question of their enslaved origins became a painful issue. The color of their skin, the sultandecreed, determined their status as unfree, allowinghim to re-enslave them for military purposes despite the presumption of freedom in Islamic Law and the fact that they had been freed years back. This was done as the need of the dynasty for soldiers came first in the eyes of the sultan, even if some ulama argued that Islamic law and spirit opposed such a policy. A noted opinion 17

John Hunwick, "Islamic Law and Polemics over Race and Slavery in North and West Africa (16th 19th century)”, in Shaun Elizabeth Marmon (Ed), Slavery in the Islamic Middle East, Princeton, N.J.: M. Wiener,1999, pp. 43-68; The case of Mulay Ismail mentioned in this paragraph is on pp. 52-59, and the case of Ahmad Baba is on 46-52. 19

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

of the Moroccan fifteenth-century jurist Ahmad al-Wansharisi argued that conversion of African slaves to Islam did not entail automatic freedom, which Lewis believes was a color-specific ruling18. The noted Africa scholar, Shaykh Ahmad Baba of Timbuktu (d. 1627), is one of the authorities, well known in Morocco at the time and later, often cited for his strong objection to the enslavement of Africans simply because of their blackness. In order to legalize the enslavement of Africans, doubt was often cast upon the validity of their conversion to Islam, and the genuine nature of their Islamic belief. In the context of Ottoman enslavement-and most likely also in other Islamic societies in the Middle East and North Africa-the question why did some people enslave certain people and not others can be answered as follows: Ottoman subjects and their government enslaved other people-whether white or black-not because the latter were racially, ethnically, or even religiously different, but simply because the Ottoman elite preferred to use unfree labor in certain social domains because of perceived social needs. For example, urban elite households employed female and male slaves in order to show the high status and wealth of the household. Members of the imperial elite also felt that enslavement was an integral and legitimate part of the “Ottoman way of life,”and not least perhaps, they enslaved Africans and Caucasians because theycould. Once the presence of enslaved-and later freed and freeborn-Africans in Ottoman societies became a common feature of mainly, though not exclusively-the urban landscape, the receiving society had to deal with the various elements of difference in its midst. How they did that will be discussed in the following section. 18 20

Bernard Lewis, Race and Color, pp. 67-68.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

Ottoman and Turkish Attitudes toward Africans and Their Culture19 African culture and other non-mainstream cultures in the Ottoman Empire were associated with marginal social groups. They ranked low on a status scale that in the nineteenth century accorded its top spot to the well-trained, well-off members of the Ottoman imperial and Ottoman-Local elites-the loyal servants of the sultan and the backbone of his Tanzimat-state. All the rest, the overwhelming majority of the population, were pegged on that scale in a descending order, with each group suffering from a certain deficiency as compared to the full-fledged Ottoman gentleman and lady. In the eyes of the elite, the marginalized and their culture did not measure up to Ottoman standards. Those people and cultures were uncouth, underdeveloped, not properly Islamic, primitive, and incomprehensibly bizarre. But they also held the attraction of the exotic, and at times, as with Zar/Bori and African public festivals, they were allowed to invade the realm of proper elite tastes. There was a modicum of tension at the socio-cultural divide, but cross-fertilization also occurred at the contact points. Our sources tell us that the rituals performed by Africans were considered impudent and rude (biedebane), much the way disapproval was cast upon the customs of the Circassiansreceived as refugees in the Ottoman Empire after their expulsion from the Caucasus by the Russians20. In Ottoman docu19

20

Parts of this section have appeared in Ehud R Toledano, As If Silent and Absent: Bonds of Enslavement in Islamic Middle East, New Haven, CT and London 2007: Chapter 5. Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition, pp. 105-106, 109, 125-126. For similar perceptions among ilustrado nationalists in the Philippines of the “uncivilized” within society and on its periphery, see Salman, Embarrassment of Slavery, 11. 21

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ments from the Tanzimat (1830s-1880s) period, references to Circassian culture include expressions such as “wild,” “savage,” “vile,”and “uncivilized.” A leading reformer, Ahmet Cevdet Paşa, stated that no manners known to the civilized world existed amongthe Circassians (beynlerinde âdab ve rüsüm-i medeniye yoktur). The sale of children-fairly common among heritably enslaved Circassian families-was described by officials as a “strange custom” (adet-i garibe). And Samipaşazade Sezai, a well-known Tanzimat-period writer, refers in his play, Sergüzeşt, to the same practice among Asian Muslim peoples as “old Asian savagery” (Asya vahşet-i kadimesi). This core elite perception of marginalized groups also applied to the origin cultures of most enslaved Africans, those in the sub-Saharan regions lying beyond the boundaries of the “well-protected domains,” toquote the title of Selim Deringil’s book21. We can contextualize the phenomenonusing theconvenient framework recently provided by both Deringil and Ussama Makdisi, who, in two separate articles, interpret late Ottoman attitudes in light of postcolonial, subaltern writings22. We need not go into the theoretical intricacies-interesting in their own right-that undergird these two studies. Suffice it to say that Deringil situates this deprecating core elite attitude in the broader view of a “civilizing mission” that the Ottomans saw themselves launching as part of their Tanzimat and post-Tanzimat “project of modernity.” Perched as they were between Orient and Occident, the Ottomans developed-fairly late, according to Deringil- their own brand of colonialism, which he 21 22

22

Selim Deringil, Well-Protected Domains: Ideology and the Legitimation of Power in the Ottoman Empire, 1876-1909, London and New York 1998. Selim Deringil, “They Live in a State of Nomadism and Savagery’: The Late Ottoman Empire and the Post-Colonial Debate,” Comparative Studies in Society and History, 45/2 (April 2003), pp. 311-342; Ussama Makdisi, “Ottoman Orientalism,” American Historical Review, 107/3 (June 2002), pp. 768-796.

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

terms “borrowed colonialism.” Makdisi argues for a case of “Ottoman Orientalism”; that is, the manner in which the Ottomans constructed the Arab subject peoples resembled, in large measure, the way Europeans constructed Orientals, including of course the Ottomans. This dynamic process consisted of deploying representations of the Other that were at once resistant and empowering, inclusive and exclusive. Both Deringil and Makdisi seem to agree that Ottoman-Arab elites participated in this complex venture, and that elites at both the core and the periphery excluded and marginalized weakened segments of Ottoman societies, making differentiations based on gender, ethnicity, or class. If we take this analysis one step further, we may safely include enslaved Africans and Circassians in those marginalized sectors. In this case, we could say that the Ottoman elite, and concomitantly the Tanzimat-state, regarded both these groups first as geographically peripheralized and, second, as internally marginalized. That is, when still inhabiting their native lands south of the Sahara, they were seen as uncivilized, and when forcibly dragged into the Ottoman Empire and enslaved, they were seen as marginal and hence excluded. Deringil cites a book entitled The New Africa (Yeni Afrika), which was written by Mehmed İzzed, an interpreter for the imperial palace, as an example of the “borrowed colonialism” he is imputing to the Ottoman imperial elite23. In it, İzzed refers to Africans as “savages and heretics [who] can only be saved by an invitation into the True Faith.” As for the Circassians, here theyfall under the category of nomads, whose savagery (vahşet) and ignorance (cehalet) arouse in the “modern mind” contempt and paternalism24. Naturally, it was essential to try to 23 24

Selim Deringil, “They Live in a State of Nomadism…”, p. 312. Ibid., p. 317. 23

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

civilize these people once enslaved and within Ottoman society. These included conversion to Islam in the case of Africans, and socialization intoorthodox forms of Islam for Circassians and other people of the Caucasus, who had already been nominally Muslim. A clearexample of this “borrowed colonialism” is the attitude of the Ottoman elite toward the Calf Festival, the most public manifestation of African culture in a major Ottoman city, İzmir. In May 1894, an article in the İzmir newspaper Hizmet ridiculed the preparations for and organizers of the Calf Festival, saying: No matter how much the Calf Festival, special only to our city, has been criticized, this custom continues yet again. Despite everything that has been written about this odd and ridiculous tradition, there remains no other way but to smash the people’s ignorance (halkın cahilliği). If we ask them, we shall get this answer: if the calf’s blood is not spilt, then a headless African will come, will cause us trouble, and will bring disease to our city. Such stories are only to be loudly laughed at. Are baseless things such as these to be believed? . . . We cannot do anything but be sorry for this custom of Africans (zenciler), which is the result of pure ignorance . . . We cannot avoid being amazed and pained at the fact that four or five thousand of our sober-minded (akıllı uslu) white people (beyaz ahalimiz) take part in that Calf Festival, which consists of four or five hundred persons getting together, and with four or five Ottoman liras (mecidiye) buying a calf, slaughtering, and cooking it25. This, and similar writings,set up a dichotomy between Self and Other (the Ottoman Turkish in parentheses is not 25 24

Günver Güneş, “Kölelikten Özgürlüğe,” 9 (the emphases are mine).

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

necessarily the precise translation of the English, but the adjectives used in this and other textsdenote the qualities referred to): We white Ottomans (beyaz ahalimiz) civilized (medeni) serious educated reasonable sensible (akıllı) well-mannered (edebane)

They Africans (zenciler) uncivilized (vahşi) funny (tuhaf ) ignorant (cahil) ridiculous odd (garip) ill-mannered (biedebane)

For the writer and many like-minded Ottomans, it is so disappointing that some of “our people” are lured by “their” savagery (vahşet). The line between the two groups is crossed not simply by accident, nor just once, but actually every year, and with such persistence that no persuasion or prohibition can stop it. The tremendous pull of a “wild festival” must have lied, then, in its liberating appeal, in the very fact that civilized society condemned and berated it. Not surprisingly, it was the young, who were most drawn to the event, en masse ignoring the ire of their elders. At least part of the objection to African rituals and festivals was basedon religious grounds, and the “pagan” practices were condemned as being contrary to Islamic doctrine, hence punishable by the authorities. African rituals were rightly identified as falling within the realm of belief, faith, and the spiritual, a space where Islam and Islamic practices claimed to have unrivalled supremacy. Among the poor and uneducated, where Islamic syncretism had predominated for centuries, the appearance of un-Islamic cults was seen as a challenge-especially since they became popular in urban and rural areas throughout the Empire, proving themselves resilient by 25

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

merging with Sufi practices, and by incorporating Islamic components of prayer and lore. This was sometimes seen as insidious infiltration aimed at de-Islamization, and action against such practices was demanded by local leaders, who succeeded in enlisting the support of orthodox ulema and conservative leaders in the upper echelons of government. From time to time, such elements managed to influence the authorities to act against those who led Zar/Bori rituals, namely African local leaders (kolbaşı, godya). For example, a kolbaşı and some congregants were banished from İstanbul on at least four recorded occasions-in 1810, 1817, 1827, and 183926. Here, we shall examine only the 1810, 1827, and 1839 cases, for their special interest and relevance to our argument. On 4 May 1810, the sultan himself issued and signed the edict ( ferman) that banished Nakşı Hatun, a kolbaşı from İstanbul, to the island of Mytilene (Turkish, Midilli)27. She was accused of “unacceptable activities,” and the sultan addressed the order to his chief halberdier, or head of his personal bodyguard, and to the court registrar in Mytilene. The former was to supply the escort to the banished woman, and the latter was to receive her in his jurisdiction, report her arrival to the authorities in the capital, and make sure that shedid not leave the island, with or without permission, unlessauthorized by the central government. The 1839 account of the exile of two women from İstanbul to Bursa draws on a draft of an edict phrased as being in the sultan’s own language and put to him for personal 26

27 26

The 1817 and 1827 cases are both cited by Erdem from archival sources (Y. Hakan Erdem, Slavery…, p. 176), but see the following passage for a more detailed discussion of the 1827 case, which was not accessible to Erdem in full when he was working at the BOA. The 1810 and 1839 cases have not been discussed before in published works. BOA. C. ZB., nr. 1131, (4 May 1810).

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

endorsement28. In the text, the sovereign addresses the court registrar in Bursa regarding a woman known by the title Paşa Hanım, which signifies respect, and a kolbaşı named Fatime. The two were accused ofcommitting “noxious, impure deeds that are unacceptable . . . in my imperial capital,” as the sultan puts it, meaning practices that contravened cultural norms, and hence a challenge to the existing social order.The reference is to the Zar/Bori rituals, in which the kolbaşı and her esteemed accomplice participated. The women were being exiled, the edict continues, bothto punish them for their misconduct, and to deter others from engaging in similar activities. The two were to be accompanied by an officer from the chief of staff’s bureau, and, as usual in such cases, the registrar was warned not to allow them to leave Bursa, not to distance themselves by “even one step,”without obtaining proper consent from İstanbul. An example of a court registrar’s report is provided in the 1827 case of the seven banished kolbaşıs. On 14 August 1827, the registrar of the Şeriat court in Varna-an Ottoman-Bulgarian port city on the Black Sea-recorded the arrival of seven kolbaşıs who had been exiled from İstanbul29. The seven African women, he wrote, were accused of conducting in their lodges, where they lived, whatwere called “African weddings.” On those occasions, group members assembled, musical instruments were played, fire tricks were displayed, and other kinds of “abominations” and unacceptable actions were being performed as part of a healing process for demon-possessed Africans. Echoing the expulsion edict, the report stated that the women were banished to Varna in order to save their communities from evil and harm. The seven, all mentioned by name and address, were collected from different 28 29

BOA. C. ZB., nr. 1194, (16 April 1839). BOA. C. ZB., DH., nr. 92, (14 August 1827). 27

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

quarters of the city, and the sultan’s chief halberdier appointed one of his officers to accompany them from İstanbul to Varna. They were to remain under detention in Varna and not allowed “to take [even] one step” toward another location until a further edict wasissuedregarding their case. Given that in the Ottoman Empire, Zar/Bori rituals and African festivals attracted not only Africans but appealedto broader audiences, spiritual leaders such as the kolbaşı and godya were probably seen by established Muslim leaders as potential competitors for the hearts and minds of community members. The existence of that common market of ideas, rituals, and practices suggests that the belief system of non-elite and marginal groups was much more fluid than previously thought. That colorful and dynamic culturalmilieu contained a wide array of options, a broad range of overlapping and syncretic practices, all having their local advocates, teachers, and leaders. To attract potential followers, leaders had to be creative and innovative, and because state-backed orthodoxy often did not have the upper hand, its leaders needed to mobilize government support to impede the competition. Whereas this culturalmilieu was mainly a non-elite space, it should be noted that Zar/Bori and other non-Islamic practices appealedto members of the imperial elite as well. All the “condemnable acts” attributed to the kolbaşıs in these documents were clearly part of the Zar/Bori ritual. That essentially spirit-possession healing ritual was a genuine and integral part of African cultural retentions in the nineteenth and early twentieth centuries Ottoman Empire. Following the demise of the Ottoman Empire and rise of nation-states in the Middle East and North Africa, efforts to integrate into these emerging “nations” reduced the visibility of such displays. Formerly enslaved Africans were now dark-skinned Egyptians, 28

HISTORY, RACISM, AND DEMOCRACY

Turks, Tunisian, and Iranians, and their “primitive” culture had to be pushed to the back and make room for national loyalty. But, with time, it resurfaced as folklore, allowed expression in less oppressive and more confident regimes. Thus, Zar/Bori rituals morphed from possession healing into entertainment performance. Evidence from Iran and the Persian Gulf region indicates that elements of the Zar/Bori “wedding” seem to have been detached from their original ritual function and transplanted into the ceremony of real weddings. The use of drumming to summon the guests, the playing of the typicalband music, and the staging of dance and trance are performed by members of local African communities, for a fee, of course30. To sum up, the persistence of such practices as Zar/Bori rituals and the Calf Festivalsuggests that the level of cultural integration of Africans into Ottoman society, especially as regards spirituality and religion, was not as high as had been previously thought31. However, at the same time, these clearly point out that cultural boundaries were porous and could be crossed by all members of society, although sometimes at the cost of being reprimanded by more conservative, orthodox groups. This, I argue, tells us much about how difference was constructed in Ottoman societies at the time, ie, not as a 30

31

Behnaz Mirzai, “African Presence in Iran: Identity and its Reconstruction in the 19th and 20th Centuries”, Revue Française d’histoire d’outre-mer, 89/336337, 2002, pp. 244-245; John Hunwick, “Religious Practices…,” p. 165 (citing Brunel); Sayyid Hurreiz, “Zar as Ritual Psychodrama: From Cult to Club,” in Lewis et al., Women’s Medicine, 147–155. Kathryn Joy McKnight, “‘En su tierra lo aprendió” An African Curandero 's Defense before the Cartagena Inquisition”, Colonial Latin American Review, 12/1, 2003, p. 63, notes that out of four hundred cases brought before the Inquisition Tribunal between 1610 and 1660, 30 percent were about sorcery and witchcraft, 16 percent involved Africans, and 11 percent dealt with enslaved persons. 29

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

basis for hate and persecution, but rather as a way of classifying groups of people according to socio-cultural markers. Yes, the low regard in which elite members held those “uncivilized” practices meant to draw a line between them and the Africans sharing the same space with them. Yes, too, this could, and often did, lead to segregation of living quarters in towns and discrimination in access to social and economic resources. But those prejudices rarely resulted in persecution, hate crimes, or physical violence, and to boot, never prevented Africans from being accepted into urban elite households throughout the empire. Temporary banishment of cult leaders, which were relatively rare and selective, are fairly mild measures when compared to real, violent persecution of religious and ethnic minorities in various parts of the world. Whereas it seems that no culture is “color blind,” what matters is what people do with the realization that not all are created equal, at least not physically. Tolerance of difference and diversity is probably a precondition for greater democracy in society, but if the Ottoman Empire and the successor nation-states are to be compared in this regard, it appears that imperial confidence yields greater tolerance than nation-building in uncertain environments.

30

Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin Rolü ve Hacmi

Yücel Öztürk*

Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelikle ilgili birçok araştırma yapılmış, bu araştırmalarda köle emeğinin rolü ve hacmine de değinilmiştir. Bu konuda kölelik, devlet, toplum ve iktisadi olmak üzere üç temel alanda etkili olmuştur. Osmanlı merkezi ordusunun temelini köle nüfusu teşkil ediyordu. Osmanlı’da köleliğin sosyal ve iktisadi boyutu zamanla şekillenecektir1. Osmanlı askeri köle nüfusunun sayısı ile ilgili kesin rakamlara ulaşamıyoruz. Halil İnalcık’ın verdiği tahmini rakamlara göre, Osmanlı kapıkulu ordusunda II. Mehmed zamanında 15.000- 20.000, 1568’de 60.00, 1609’da ise 100.000 civarında köle menşeli kapıkulu askeri bulunuyordu. İnalcık’ın tahmin ettiği bu rakamların ulufeli merkez kapıkullarından oluştuğunu hatırlatalım. Dirlik sistemine bağlı, timarlı sipahilerin sorumluluğunda, Osmanlı eyalet ordularını oluşturan ekseri birlikler, bilindiği üzere “cebelü” denilen zırhlı askerlerden oluşuyordu. İnalcık, nefer statüsünde ordunun asli unsurunu teşkil eden bu nüfusun * 1

Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]. Nida Nebahat Nalçacı, Sultanın Kulları, Erken Modern Dönem İstanbul’unda Savaş Esirleri ve Zorunlu İstihdam, İstanbul 2015, s. 41. 31

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

da büyük çapta savaş esirlerinden ve Balkanlar’dan devşirilen nüfustan teşkil edildiğini belirtmektedir2. Osmanlı eyalet ordularının 250.000-300.000 arasında olduğu dikkate alınırsa, Osmanlı devlet hayatında Hristiyan asıllı kölelerin ne derecede büyük bir yer tuttuğu anlaşılacaktır. Osmanlı askeri sisteminin padişah ve ilmiye dışındaki bütün elit tabakası ile en aşağıdaki neferatının köle nüfusuna dayandığı anlaşılmaktadır. İnalcık, bu köle nüfusunun Osmanlı yönetim birimlerinin en üst noktalarına çıktığında oynadığı rollere, girişeceği iktidar mücadelelerine özellikle dikkat çekmiştir3. Bu aşamadan itibaren Osmanlı elit sınıfını oluşturan bu köle asıllı devşirmelerin statüsünün klasik köle tanımına uymayacağı aşikardır4. Ancak, temel haklardan yine de mahrum oldukları hatırlanmalıdır. II. Murad’dan itibaren bu elit kölelerin Osmanlı siyasi ve askeri hayatında nasıl rol oynadıkları henüz ilgi odağı olmamıştır. Bu kölelerin özellikle Balkan ve Kafkasya menşeli olanları arasında kesintisiz devam eden iktidar mücadeleleri, kölelikten efendiliğe giden yolun ilginç ve gizemli dünyalarını sergilemektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda köle istihdamı zanaat alanlarında da yaygın idi. Bursa, Edirne, Ankara, Konya gibi hem nüfusça büyük, hem de dokumacılıkta merkez haline gelmiş büyük şehirlerde vasıflı ve hünerli işçiye duyulan ihtiyaç büyüktü. Dokumacılık köle emeğini en çok talep eden sektörler arasında idi5. 2 3 4

5 32

Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu-Batı Makaleler II, Ankara 2008, s. 119, 120. Halil İnalcık, agm., s. 120. Köleliğin üst düzey devşirmelerde geçirdiği değişimler için bkz. Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu (1800 – 1909), Çev: Bahar Tırnakçı, İstanbul 2013, s. 22 vd. Y. Hakan Erdem, age., s. 30.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Vasıfsız iş gücünü oluşturan köleler ile zanaatkâr köleler arasında önemli fark vardı. Vasıfsız köleler aile hizmetleri, tarım ve diğer alanlarda kullanılırdı ve orta halli bir kişi bunlara sahip olabilirdi. Fiyat bakımından aşağı düzeyde idiler. Kalifiye işgücüne sahip kölelerin fiyatları ancak yüksek gelir gruplarının sahip olabileceği fiyatta idi. Esirlerin sayısından ziyade nitelikleri önem taşıyordu. Bu nedenle esirlerin yakalanmadan sonraki süreçte niteliklerine göre ayrılarak kayıt altına alınması ehemmiyet arz etmekteydi6. Kalifiye işçiye mahkûm olan iş kollarında kölelerin üretimde önemli bir emek kaynağını temsil etmesi, yeni bir köle türü olarak tanımlanabilecek hukuki tanımlamalara yol açtı. Genellikle Akdeniz ülkelerinden korsanlar tarafından getirilen zanaatkâr köleler için mükatebe adı verilen sözleşme yapılırdı. Mutlak köle statüsünü iyice hafifleten, yarı köle statüsü tanıyan mükatebe yönteminin iki amacı olabilirdi. Birisi, çok ihtiyaç duyulan vasıflı işgücünü kölelerden elde etmek, diğeri ise kölelerin daha verimli olmalarını sağlamaktı. Bazı şartları yerine getirdiğinde hürriyetine kavuşacağını bilen köle daha verimli olacak, kaçmaya teşebbüs etmeyecek ve hürriyetine kavuşmak için şartları yerine getirecekti7. Osmanlı Devleti’nde başta lonca teşkilatı olmak üzere her türlü sanayi faaliyetinde, özellikle gemi ve kalyon üretiminde, vasıflı insan gücü gereken bütün alanlarda, ustalık, kalfalık, eğitici görevlerinde yoğun miktarda köle işgücü kullanılmıştır8. İlginç bir şekilde, mirî esir tabirine rastlıyoruz. Bu, devlete ait esir-köle nüfusunun varlığını belgeliyor. Miri esirlerin 6 7 8

Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 41. İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. Ve 18. Yüzyıllar), Doktora Tezi, Konya 1992, s. 107, 108. Ayrıntılar için bkz. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 63-78; Y. Hakan Erdem, age., s. 30. 33

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

zanaatkâr olanları, üst düzey ustalık ve mimarlık işlerinde çalıştırılıyorlardı. Bunlarla ilgili çok sayıda belgeden bir kaçını özetleyelim. Tersanede gemi inşasıyla görevli bir kaptana gönderilen Divan-ı Hümayun kaydında, “miri esirlerden ehl-i zanaat olan, dülger ve kalafatçı ve urgan bükücü ve sair gemilere müteallik zanaat bilenlerin yanlarına zanaat bilmeyen esirlerden birer ikişer esiri şakird namı ile tayin idüb zanaat talim” ettirmesi emrediliyordu. Divan-ı Hümayun emrinde işin mühim olduğu da vurgulanıyordu9. Esirlerin hür insan muamelesi görmesi için zanaatkâr olması yanında İslam’a girmesi gerekiyordu. Bunun esir-köle nüfusunun İslamlaşmasında önemli bir etken olduğu anlaşılıyor. Gemi inşasından anlayan yüksek kalifiye zanaatkâr olduğu anlaşılan Kıbrıslı bir gayrimüslim İslam’a girmiş, kendisine Kocaeli Sancak beyinin inşa ettirmekte olduğu mavnaların inşa sorumluluğu verilmişti10. Mükateb köleler tarım alanında da yer alıyordu. 16. yüzyılın ilk yarasında tarım işçisi durumundaki bir mükateb kölenin iki yıllık hizmet akdi 1.500 akçe idi. Diğer yandan, altı yıllık başka bir hizmet akdinin 1.600 akçe olduğu görülüyor. Aynı tarihlerde yine tarım ve hayvancılık yaptığı gözlenen bir çiftçinin iki kölesinden birisi dokuz yıllık hizmet için 2.800 akçe değerinde sözleşme yapmıştı. Diğer bir kölesi ise sadece iki yıllığına 1.800 akçelik bir sözleşme yapmıştı. Bahsedilen tarihlerde sanayi sektöründeki kölelerin fiyatları daha farklı idi. Pamuk atıcı (hallac) bir üreticinin iki kölesinden birisinin kıymeti 2.200, pamuk tarakçısı olan diğerinin iki yıllık değeri ise 4.000 akçe idi. Siyah erkek Arap ve beyaz erkek Rus kölelerinin 1500’er akçe olduğu görülüyor. Vasıflı 9 10

34

İbrahim Ethem Çakır, 10 Numaralı Mühimme Defteri'nin (s. 179-356) Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006, s. 95. İbrahim Ethem Çakır, age., s. 112. Aynı konuda başka bir divan kaydı için bakınız: İbrahim Ethem Çakır, age., s. 211.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

işgücünü teşkil eden kölelerin fiyatlarının daha yüksek olduğunu görebiliyoruz11. Suraiya Faroqhi’nin verdiği köle fiyatları, daha farklı kadın köle kategorileriyle ilgilidir. 16. yüzyılda, Bursa’da, Gülbahar isimli kadın köle 2.000 akçe12, 15. yüzyılın sonlarında sanatçı olduğu tahmin edilen kadın kölenin fiyatı 6.666 akçe; bir tüccara ait 7 kadın kölenin fiyatları 3.500’er akçe; zengin kadınlara ait ortalama kadın köle fiyatı 2.000 akçe idi13. Zengin bir erkek tüccar olan Emir b. İshak’ın kadın kölelerinin değeri 300 ile 3.500 arasında değişiyordu. Faroqhi, Hacı İvaz Paşa’nın oğlu Mehmet Çelebi’ye ait köleler arasında iyice yaşlanmış kadın kölelerin değerinin 200 akçeye kadar düştüğünü tespit etmiştir. Mehmet Çelebi’nin kadın kölelerinin dördü 1.400’er, birisi 1.600 akçe değerinde idi14. İnalcık’ın naklettiği köle fiyatları şöyle idi. Kadın köleler, 1.000, 2.400, 3.000, 3.400, 8.000 akçe arasında; erkek köleler ise 1.600, 2.400 akçe arasında değişebiliyordu15. İvanics’in tespitlerine göre aynı tarihlerde esirlerin fiyatları 20-40 veya 25-50 ducat arasında idi16. Osmanlı İmparatorluğu’nda askeriye haricinde yer alan esir ve köle sayısı hakkında henüz ortaya konulmuş kesin veriler yoktur. Osmanlı’da köle sayısının tespit edilmesinin 11

12 13 14 15 16

Yvonne J. Seng, “Fugitives and Factotums: Slaves in Early Sixteenth-Century İstanbul”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 39 / 2 (1996), s. 141, 142. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, Çev., Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, İstanbul 2008, s. 224. Suraiya Faroqhi, age., s. 227. Suraiya Faroqhi, age., s. 228-229. Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği” , s. 141. Mária İvanics, “Enslavement Slave Labour and TheTreatment of Captives in theCrimean Khanate”, Ransom Slavery along the Ottoman Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries), Nşr., Gezá Dávid and Pál Fodor, Leiden-Boston 2007.s. 211. 35

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

imkânsız olduğu bu alanın uzmanlarınca vurgulanmış ortak kanaatlar arasındadır17. Kölelikle ilgili önemli son çalışmanın sahibi olan Nalçacı, köle nüfusunun kayıt edildiği defterleri tespit etmiş, bunların önemini vurgulamış, ancak araştırmasına bu bilgileri almamıştır. Nalçacı, araştırmasında esir-esam eşgal defterlerini tanıtmış; “gelen kafilenin nereden ve kim tarafından gönderildiği, kaç kişi olduğu bu listelerde belirtilirdi” tespitinde bulunmuş, ancak, bunlara dayalı bir veri ortaya koymamıştır. Bu defterlerden yararlanmadan, temel bilgiler vermekle yetinen Nalçacı, Başbakanlık Arşiv Klavuzu’na atfen, 1.068 adet zindan defterinin varlığına işaret etmiştir. Nalçacı, aynı arşivdeki D.BŞM. TRZ (Bab-ı Defteri Başmuhasebe Kalemi’nde 67 adet zindan defterinden bir kısmının esirlerle ilgili olduğunu tespit etmiştir. Nalçacı başka arşiv serilerinden de bahsetmiştir18. Bahsedilen arşiv tasnifleri yanında daha başka serilere de rastlamak yakın ihtimal dâhilindedir. Bu sahanın esir tarihi çalışan araştırıcılar için henüz bakir bir alan olduğunu belirtmek isteriz. Esir ve kölenin sosyal boyutları büyük çoğunlukla şer‘iyye sicillerine dayalı olmuştur. Bunlar ise köleliğin yalnız uygulamadaki hukuki ve sosyal boyutlarını ele almışlardır19. Siciller kölelikle ilgili sayıyı tespit etmek için uygun kaynaklar değildir. 17 18 19

36

Barkan, Mantran ve diğer araştırıcıların görüşleri için bakınız: Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, Doktora Tezi, İstanbul 1992, s. 144 vd. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 32, 33 vd. Örnek çalışmalar için bakınız: Ümit Ekin, “17. Yüzyılın Sonlarında Rodosçuk Kazasında Kölelerin Toplumsal Statüsü”, Tarih Araştırmaları Dergisi, XIX/47 Ankara 2010, s. 23-37; Yahya Araz, “Cariyeler, Efendiler ve Pusuda Bekleyenler: Osmanlı İstanbul'unda Hamile ve Çocuk Annesi Cariyeler Üzerine Düşünceler (1790-1800)”, Kebikeç, Sayı: 37, 2014, s. 233-260; Fırat Yaşa, “Kırım Hanlığı’nda Köleliğin Sosyal ve Mali Boyutları”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, XIII/3, Gaziantep 2014, s. 657-669.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Engin, 1396’da cereyan eden Niğbolu Savaşı’ndan 1786 tarihine kadar Osmanlı ordusunun savaş ve seferlere ilaveten Kırım han ve kalgaylarının Güney Rusya ve Balkanlardan elde ettiği esir sayısını 1.200.000 olarak hesaplanmıştır20. Bunlara Osmanlı merkezi idaresinin muayyen periyotlarda gerçekleştirdiği devşirme kaydı dâhil değildir. Engin, toplam esir tespitinde önemli bir çalışma yapmış olmakla birlikte, Osmanlı esirlerinin en önemli kaynağını teşkil eden Kırım’dan nakledilen kölelerin çok azının tespit edilebildiğini görüyoruz. Özellikle 16 ve 17. yüzyıllarda Kafkasya’dan elde edilen esirler Engin’in tespitleri arasında bulunmamaktadır. Toledano’nun sadece 19. yüzyıl için yaptığı tespitler Engin’in bahsettiği kölelerden bütünüyle farklı kaynaklardan gelen köleleri belirtmektedir. Genel olarak, Engin’in Balkan ve Güney Rusya; Toledano’nun ise Kuzey Afrika, Orta ve Doğu Afrika menşeli kölelerden bahsettiği belirtilebilir. Çok ilginç bir şekilde, Engin’in toplam köle sayısına yakın bir şekilde, Toledano’nun belirlediği toplam esir sayısı 1.300.000 bin civarındadır21. Biz, bu iki farklı menşe ve coğrafya ile ilgili toplam esir sayılarının birlikte değerlendirilmesinin önemine işaret etmek istiyoruz. Zamanları da oldukça farklıdır. Engin, yaklaşık 300 yıllık bir zaman içindeki toplam sayıyı vermiş, Toledano ise yalnız 19. yüzyılla ilgili toplam rakamı belirtmiştir. Bu iki tespitten yola çıkarak, Osmanlı Devleti’nin temel esir kaynaklarının birincisini Balkanlar ve Güney Rusya, ikincisini ise Afrika olarak belirtebiliriz. İki temel kaynağın esir potansiyelinin kabaca birbirine yakın olduğunu görüyoruz. Toladeno eğer Afrika’ya ilaveten Balkanlar ve Güney Rusya’yı ilave 20 21

Nihat Engin, agt., s. 151-154. Ehud R.Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına İslam Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010, s. 10. 37

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

etseydi, muhtemelen 2-2.5 milyon civarında toplam esir belirlemiş olacaktı. Bu değerlendirmenin tamamen teorik düzeyde olduğunu, 19. yüzyılda Osmanlıların Balkanlar ve Güney Rusya’da esir elde etme imkânlarının hemen hemen ortadan kalkmış bulunduğunu belirtelim. Osmanlı’da esir istihdamının boyutlarını tespit etme hususunda Sahillioğlu, farklı bir metot takip etmiştir. Sahillioğlu, Bursa Mukataa iltizam bedellerini mukayese ederek bir yıl boyunca Bursa pazarında satılan tahmini köle nüfusunu tespit etmiş ve 6.000 rakamına ulaşmıştır22. Sahillioğlu’nun Bursa için yaptığı bu çalışmanın İstanbul, Edirne, Ankara gibi şehirlere uygulanması köle istihdamının boyutlarını daha gerçekçi bir şekilde ortaya koyacaktır. Dariusz Kolodziejczyk, Leh, Rus ve başka kaynaklardan Kırım’a ulaşan toplam köle miktarını nakletmiş ve analiz etmiştir. Leh tarihçisi Horn’un arşiv kaynaklarına dayanan bilgilerini değerlendiren Kolodziejczyk, 1605-1633 yılları arasında 29 yıl boyunca sadece Ruthenia bölgesinden 100.000 Ukraynalı ve Polonyalı’nın esir edildiğini; Polonya-Litvanya birleşik krallığına ait diğer bölgelerden alınan 100.000 kişinin eklenmesi halinde belirtilen dönemde esir edilen nüfusun 200.000 bulduğunu belirlemiştir. Kolodziejczyk’e göre esir sayısı yıllık olarak hesaplandığında Tatarlar tarafından Polonya-Litvanya topraklarında bir yılda 7.000 esir vakasının yaşandığı ortaya çıkıyor. Kolodziejczyk’in kaynağı Horn’a göre gerçek sayıya ulaşmak için bu rakama % 30 daha eklenmesi gerekiyor. Horn’un tespitleri diğer Polonyalı tarihçiler tarafından da gerçekçi bulunuyor23. 22

23

38

HalilSahillioğlu, “Onbeşinci Yüzyılın Sonu ile Onaltıncı Yüzyılın Başında Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişme Dergisi (1979-1980 Özel Sayısı), Ankara 1981, s. 86. Dariusz Kołodziejczyk, “Slave Huntıng And Slave Redemption As a Business Enterprise: The Northern Black Sea Regıon in The Sixteenth to Seventeenth Centuries”, Oriente Moderno, Nuovaserie, Anno 25 /86, nr. 1, 2006, s. 150-151.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Kolodziejczyk’in diğer kaynağı, Rus voyvodalarının yıllık tuttuğu listelere göre bir tahmin yürüten Aleksej Novosel’skiy’dir. Belirtilen kaynağa göre, 17. yüzyılın ilk yarısında esir edilen Rus sayısı 150.000 ile 200.000 arasında idi. Bu sayıların eksik bilgi yüzünden en az olduğunu varsayan Novosel’skiy, Polonya’ya tabi Ukrayna topraklarından esir edilen Ukraynalıların çok daha fazla olduğunu iddia ediyor. Kolodziejczyk, Halil İnalcık’ın Novosel’skiy ve Kefe tahrir defterinde yer alan yıllık esir gelirlerini baz alarak yaptığı değerlendirmeyi de naklediyor. Bu değerlendirmeye göre, 1500-1650 yılları arasında Polonya- Litvanya, Moskova ve Çerkes toprakları üzerinde esir edilen nüfusun yıl başına düşen ortalama sayısı 100.000’dir. Kırım’da kalanlar, savaş sırasında telef olanlar, yolda hastalıklardan ölenleri de göz önünde bulunduran Kolodziejczyk, 1500-1700 yılları arasındaki iki yüz yıllık zaman içinde, Kafkasya haricinde Polonya-Litvanya ve Moskova nüfusundan alınan esir sayısının iki milyon civarında olduğunu tahmin ediyor. Fisher’in verdiği rakamları değerlendiren Kolodziejczyk, üç milyon olarak tahmin edilen esir nüfusunun abartılı ve kaynaklarının güvenilmez olduğunu belirtiyor24. Fisher’in verdiği miktarlar bizim açımızdan da kabul edilebilir değildir25. Osmanlı’da esirin tahmini sayısını belirlemeye çalışan İnalcık’ın çeşitli kaynaklara göre tespit ettiği köle sayılarını değerlendirelim. Evliya Çelebi’nin 1667 yılı için verdiği köle sayısı 400.000’dir. Kefe muhasebe defterine dayanan İnalcık, 1578 yılında Kefe’ye gelen esir sayısını 17.502 olarak tespit etmiştir. İnalcık’ın makalesinin Türkçe çevirisinde mutlak 24 25

Dariusz Kołodziejczyk, agm., s. 152. Alan W. Fisher, bizim gördüğümüz kadarıyla 16 yıllık dönemde yılbaşına 1.401.000 toplam esir tespit etmiştir. Bu da oldukça fazladır. Bakınız: Alan W. Fisher, “Muscovyand Black Sea SlaveTrade”, A PrecariousBalance: Conflict, Trade, and Diplomacy on the Russian- OttomanFrontier, İstanbul 1999, s. 32. 39

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bir yanlış olmalıdır. Bahsedilen esir sayısı doğru, ancak, bölünen rakam son dört hanesiyle eksiktir. Muhtemelen basım aşamasında maddi bir hata teşekkül etmiştir. Doğru rakam bizim tespitlerimize göre 44.633.196’dır. Söz konusu toplam esir vergi gelirinin en yüksek vergi miktarı olarak belirlenen 255’e bölünmesiyle bir yıllık toplam esir sayısına ulaşılmıştır. Yağcı aynı rakamları kullanmıştır. Mehaz vermediği için kaynağını tespit edemedik26. Ancak, bu rakam vergi hesaplamalarında kullanılan (255 akçelik vergi Osmani akçeye göre belirlenmiştir) Osmani akçeye göre hesaplanan meblağı değil, Kefevi akçeye göre belirlenmiş meblağı veriyor. İnalcık’ın tespiti, Kefevi akçeyi Osmani akçe olarak değerlendirme hatası taşıyor. Bu meblağ aşırı yüksektir. Söz konusu veriler ayrıca bütün olarak değerlendirilecektir. İnalcık, Novoselkij’nin yıllık esir adediyle ilgili verilerini de değerlendirmiştir. Bunları Kolodziejczyk’den nakletmiştik. İnalcık, müteakiben, Sahib Giray Han devrinde vukubulan Çerkes seferleri hakkında Remmal Hoca’nın verilerini değerlendiriyor27. Yıllık kesin bir tablo vermeyen, ancak, esirin boyutlarıyla ilgili fikir edinmeye imkân sağlayan rakamları ilgili bölümde nakletmiştik. Burada tekrarlamaya gerek duymuyoruz. İnalcık, başka eserinde Rus kaynakları ve Remmal Hoca’nın kesin olmayan verilerinden hareketle 1500-1650 tarihleri arasında yıllık esir sayısını 10.000 olarak tahmin ediyor28. 26

27 28

40

Bakınız: Zübeyde Güneş Yağcı, “İstanbul Gümrük Defterine Göre Karadeniz Köle Ticareti (1606-1607)”, History Studies, 3/2 (2011), s. 380; Yağcı, aynı konudaki diğer makalesinde mehaz göstermiştir. Bakınız: Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 8 (Kış 2005), s. 27. Anladığımız kadarıyla kaynağı bizim doktora çalışmamızdır. Ancak, bizim çalışmamızda yerel akçe ve Osmani akçe olarak verilen meblağlar içinden, yerel akçe ile olanını tercih etmiş ve aynı hataya düşmüştür. Bakınız: Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği” , s. 137-139. Halil İnalcık, The Ottoman State: Economy and Society,1300 – 1600, An Economic and Social History of The Ottoman Empire, 1300 - 1914, Ed: Halil İnalcık-Donald Quataert, Cambridge 1994, s. 285.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Osmanlı esir coğrafyasının Osmanlı ile buluştuğu ana merkezlerden biri olan Kefe ile ilgili hazırladığımız doktora çalışmasında esir hakkındaki bütün arşiv kaynaklarına ulaşmış, bunları tezimizde çeşitli tablolar içinde değerlendirmiştik. Ancak, anlaşılacağı üzere tezimiz esir hakkında değil, genel olarak bir şehir çalışması niteliğinde idi. 2000’de ilk, 2014’de ikinci baskısı yapılmış olan çalışmamızda esirle ilgili dağınık olarak verilmiş olan veriler tek tabloda toplanarak aşağıdaki tablo elde edilmiştir. Tablo’yu vermeden önce önemli iki konuya değinmek zorunluluğu var. Görüleceği üzere, esir miktarını tespit etmek için kullanılan kaynağımızda hiç değinmediğimiz “tamga” vergisi yer almaktadır. Tamganın değişik yorumları yapılmıştır. Bizim açımızdan bir nevi gümrük vergisi olarak yorumlanabilir. Tamganın gümrük vergisi anlamı bulunmaktadır29. Tablomuzun derlendiği Tapu Tahrir, Maliyeden Müdevver, Muhasebe Defteri gibi farklı kaynakların hepsinde “tamga-ı üsera” gelirleri “gümrük mukataası” gelirinden müstakil olarak kaydedilmiştir. Esirin gümrük haricinde tutulabilmesi söz konusu olmadığına göre, buradaki “tamga-ı üsera”, esirin birinci kaynağından Kefe’ye ilk giriş esnasında her bir esirin gördüğü işlem, kayıt, verilen hüccet veya temessük tarzı belgeler karşısında alınan temel bir gümrük vergisi olmalıdır. Eğer Azak’ta aynı işlemi görmüş ise 210 akçe alınmayacak, bunun yarısı olan 105 akçe alınacaktı. Dolayısıyla, Kefe’deki esir sayısının Kefe sancağının bütün kazalarını kapsadığı düşünülmemelidir. Azak ve Taman gibi doğu sınırında bulunan kazalar Kefe’den ziyade esirin toplandığı kazalar idi. Esir tüccarlarının hüccet, tamga, temessük belgelerini iki kaz almak ve bürokrasiye takılmamak için Azak ve Taman’dan ziyade ilk giriş 29

Tamga konusunda literatür analizi için bakınız: Yücel Öztürk, Osmanlı Hakimiyetinde Kefe (1475-1600), İstanbul 2014, s. 332. 41

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

işlemlerini Kefe’den yaptırmayı tercih edebilecekleri makul bir varsayımdır. Esirle ilgili ayni ve nakdi uygulamaları ihtiva eden iki adet pençik kanunnamesi yukarıda ele alındı. Bunun aynı zamanda bir gümrük vergisi niteliğinde olduğu da belirtildi. Temel esir vergisi olan 210 akçelik dış gümrük ve 105 akçelik iç gümrük vergisi Kefe kanunnamesinde “resm-i mukarrer” terimi ile belirtilmiştir. Aşağıdaki tabloda “tamga-ı üsera” olarak belirtilen gelir türünün “resm-i mukarrer”den başka bir gelir olamayacağını tereddütsüz belirleyebiliyoruz. Bunun aynı zamanda pençik vergisi olarak da yorumlanabileceğinden şüphe etmiyoruz. Yağcı, bu verileri, tabloda, isabetli olarak, pençik vergisi olarak belirtmiştir30. Tabloda yer alan rakamlarla ilgili en önemli hususlardan birisi, farklı para türlerinin ve oranlarının dikkate alınma mecburiyetidir. Osmanlı mali kaynaklarının en önemlileri arasında yer alan 2283 numaralı Kefe Muhasebe Defteri, mali rakamları iki ayrı para türünden vermiştir. Ayrıca, üç yılık ve bir yıllık verileri de ayrı ayrı vermiştir. Bu açıdan, Halil İnalcık’ın yukarıda verdiği esir gelir meblağı Kefevi akçe miktarını gösteriyor. Esir vergisi Osmani akçeye göre belirlendiğinden toplam miktarın da Osmani akçe üzerinden hesaplanması gerekiyor. Aşağıdaki tabloda tespit edebildiğimiz dönemlerde esir gelirlerini Kefevi ve Osmani akçelere göre ayrı ayrı verdik. Esir miktarının hesaplanmasında Osmani akçeyle verilmiş meblağları esas aldık. Ancak, okuyucunun yerel Kefe sikkeleriyle Osmanlı sikkeleri arasında mukayese yapabilmesi ve yeterli bir fikir edinebilmesi için öncelikle yerel paraların Osmaniye oranlarını içeren tablomuzu veriyoruz. 30

42

Bakınız: Zübeyde Güneş Yağcı, , “İstanbul Gümrük Defterine Göre Karadeniz Köle Ticareti (1606-1607)”, s. 380.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Tablo 1: 16. Yüzyıl Boyunca Kefe Akçelerinin Osmanî Akçeye Oranları31323334 Kefevî Akçeler ve Oranları Tarih

Kaynak

Kefevî

Kefe

Kefe-i cedid

Kefe-i atîk

Cedid-i Cedidkadim-i ihâlis kefevî

1542’ye kadar

BOA. TD., 214, s. 963 BOA. TD., 214; BOA. MAD., 1088, s. 54-73 BOA, MAD., 71, s. 63 BOA. MAD., 71, s. 63 BOA. MAD., 71, s. 63 BOA. D. KFM., 26369, s. 1-17 BOA, D. KFM., 26369, s. 1-17

1/2

--

--

--

--

--

1/5

--

--

--

--

--

--

1/10

--

--

--

--

--

1/10

1/364

1/10

--

--

1/5

1/10

1/3

1/10

--

--

1/5

1/10

1/3

1/10

--

--

1/5

--

1/3

1/10

--

--

1542-1545

21 Eylül 1550/9 Eylül 1551 10 Eylül 1551-29 Ağustos 1552 30 Eylül 1552-19 Ağustos 1553 20 Ağustos 15537 Ağustos 155465 8 Ağustos 155427 Temmuz 1555

31 32

33

34

Tabloda belirtilen kaynaklar dışında bkz. Öztürk, s. 364. Burada, “kadim zamandan beri iki kefevî bir osmanî hesabı” nıncârî olduğu ifade ediliyor. Söz konusu kaynağın tarihi 1542 olup, 1542’den önce 1/2 oranının geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Bu tarihte Kırım hanı 1/3 yerine 1/4 ayarını uygun görmüş, bu arzı merkez tarafından kabul edilmişti. Ancak, 1/4 oranının muhasebe defterlerine yansımadığı görülmektedir. 11 Gurre- i Ramazan 960 /11 Ağustos 1553 -Gâye-i Şabân 961/30 Temmuz 1554 tarihlerinde maaş ödemesinde 1 kefe, 1/12 osmanî oranı üzerinden hesaplanmıştır. Aynı maaş ödemesinde, 1 “pâre”nin, 1/2 osmanîye eşit olduğu görülüyor (bakınız: BOA. MAD., nr. 90, s. 12) . “Pâre” nin çok nâdir kullanıldığını belirtelim. 43

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

20 Kasım 15778 Kasım 1578 9 Kasım 157829 Ekim 1579 30 Ekim 15791 Mayıs 1580 2 Mayıs 158017 Ekim 1580 18 Ekim 15806 Ekim 1581

BOA. KK., 2283, s. 1166 BOA. KK., 2283, s. 24 BOA. KK., 2283, s. 39 BOA. KK., 2283, s. 39 BOA. KK., 2283, s. 50

--

--

--

--

1/24

1/12

--

--

--

--

1/48

1/24

--

--

--

--

1/40

20

--

--

--

--

1/40

1/20

--

--

--

--

1/40

1/20

35

Osmanlı İmparatorluğu’nun yoğun enflasyona maruz kaldığı dönemler bu tablodan açıkça görülebilir. Burada Osmani akçenin sabit tutulduğu, yerel akçelerin maruz kaldığı enflasyon oranlarının esas alındığı unutulmamalıdır. 1577-81 dönemiyle ilgili verileri bu yerel-Osmani sikke farklarını dikkate almadan hesaplayan İnalcık ve Yağcı’nın verdiği esir miktarları gerçeği yansıtmamaktadır. Aşağıda bu husus göz önünde bulundurularak yüzyıl içinde tespit edilen esir gelirleri hem yerel akçe hem de Osmani akçeye göre verilmiştir.

35

44

Her yılın muhasebesinin sonunda kefevî paraların osmanîye oranları genellikle verilmiştir. Bazen direkt verilmeyip, belli bir miktarın diğer para türleri bakımından karşılığı verilmiştir. Bu durumda, bazı hesaplar sonunda bütün para türlerinin osmanî ve birbirlerine oranları tespit edilebiliyor.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Tablo 2: 16. Yüzyıl’ın Belli Dönemlerinde Kefe’nin Esir Gelirleri ve Tahmini Köle Sayısı Tarih - Süre

Toplam Gelir

36373839404142

Yıllık Tahmini Esir Sayısı67

Tamga-ı üsera ve 1520 sülüsan-ı dellaliye68 (Bir Yıl)

650.000+40.000 2.695 =690.00069

Tamga-ı üsera ve 1542 sülüsan-ı dellaliye70 (Bir Yıl)

15.7790

616

Tamga-ı üsera-i Kefe, Kerş ve Gözlev71

113.32872 Kefevi 1 / 5 556.642 137.792 Kefevi 1/5 688.960 298.145 Kefevi 1/5 1490726 350.000 Kefe-i Cedid 1/3 1.050.000 350.000 Kefe-i Cedid 1/3 1.050.000

442-Yedi Aylık 758- Bir yıllık

Tamga-ı üsera-i Kefe,73

Gâye-i M. 951-8 N. 951 23 N.1544-23 K.1544 (Yedi Ay) 9 N. 951- 8 N. 952 23 K. 1544-13 K. 1545 (Bir Yıl) 9 N. 952 - 8 N. 953 14 K.1545-2 K.1546 (Bir Yıl) 9 N.959-8 N.960 30 Ey1552-19 Ağ.1553 (Bir Yıl) 9 N.961-8 N.962 8 AĞ.1554-27 TE.1555 (Bir Yıl)

36 37 38 39 40 41 42

538 1.164 1.367

1.367

Bizim tespitimize göre, esirden alınan vergilerin toplamı 256 akçe ediyor (Bakınız: Yuk.). Toplam gelir 256’ya bölünerek yıllık esir adedi hesaplandı. BOA. TT., nr. 370, s. 483; Yücel Öztürk, age., s. 382. Bu gelirin 40.000 akçelik kısmı sülüsan-ı dellaliye’dir. BOA. TT., nr. 214, s. 10; Yücel Öztürk, age., s. 382. Kaynak: BOA. MAD., nr. 1088, s. 54- 73; Yücel Öztürk, age., s. 444. Bunu bir yıllık tahmin edersek, 194.276 ediyor. Yıllık tahmini rakamlarda bu miktarı esas alacağız. BOA. MAD., nr. 71, s. 65; BOA. D. KFM., nr. 26369, s. 7; Yücel Öztürk, age., 450. 45

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Mukataa-ı üsera-i nefs-i Kefe74

9 N. 985 - 8 N.98675 20 K. 1577 - 8 K. 1578 (Bir Yıl)

85.947 Cedid-i Kadim 1 / 24 2.062.722 9 N. 986 - 8 N. 987 92.983 9 K. 1578 - 29 Em. 1579 Cedid-i kadim (Bir Yıl) 1/48 44.633.196 9 N. 987- 16 Ra. 988 19024 30 Em 1579 - 1 Ms. 1580 Cedid-i kadim (Bir yıl yedi gün) 1/40 760.940 9 N. 987- 8 N. 988 111074 30 Em.1579 – 17 C. Halis76 Em.1580 1/ 20 (Bir Yıl) 2.221.482 9 N. 988- 8 N. 989 214.957 18 Em. 1580- 6 Em. 1581 Cedid-i halis (Bir Yıl) 1/ 20 4.299.149 12 yıllık tahmini toplam esir sayısı Bir yıllık tahmini ortalama esir sayısı

335

363

74

433

839

9182 765

434445

İnalcık’ın değerlendirdiği yıllık esir sayısını bir kez daha ele almak durumundayız, zira Kolodziejczyk dâhil, yerli ve yabancı araştırıcıların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yıllık esir miktarı tahminleri bu değerli tarihçimize dayanmaktadır. İnalcık, 9 Ramazan 986-8 Razaman 987/9 Kasım 1578-29 Ekim 1579 tarihleri arasındaki yıllık gelirlerinin miktarını bu tarihte cari olan Cedid-i Kadim ile verilen meblağdan almış ve 43 44

45 46

Kaynak: BOA. KK., Muhasebe Defteri, nr. 2283, s. 2 vd; Yücel Öztürk, age., s. 460. “Bu tarih, mâli yılı ifade etmekte olup, çeşitli tarihlere ait mukataa gelirleri bu klişe altında verilmiştir. Gelir gruplarının tamamı bir yıllık olmayıp, 6, 2, veya daha farklı aylık süreleri ihtiva eden gelirler, bu klişe altında toplanmıştır. Zaman zaman 1576 veya 1578 yıllarına ait gelir grupları da bu mâli yıl içinde ele alınmıştır. Aynı durum, sonraki mâli yıllar için de geçerlidir. Bu durumda, iltizam tarihlerini dikkate almayarak mâli yılın esas kabul edilmesi en doğru yol olacaktır. Bir yıldan az süreli gelirler, ayrıca dipnotlarla verilmiştir. Gelirlerin yıllar açısından mukayesesinde bu süreler dikkate alınmalıdır.” Bakınız: Yücel Öztürk, age., s. 463. “Cedid -i hâlis ” adı verilen sikke, bir “kefevî” sikke türüdür.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

bunları 255 Osmani akçeye bölerek yıllık 17.502 rakamına ulaşmıştır46. Tablomuzda görüleceği üzere, belirtilen tarihte Kefe esir gelirlerinin meblağı Osmani akçe ile 92.983’tür. Bu meblağın 255’e bölünmesiyle 364 sayısına ulaşılır. Bizim tespitimize göre esirden alınan en yüksek vergi 256 olup, toplam yıllık esir sayısı bu nedenle 363’tür. Burada aklımıza gelen soru şudur: Halil İnalcık gibi bir tarih duayeni niçin böyle bir yanlışa düştü? Bir ihtimal, kendi görmediği, yardımcılarının tespit ettiği bilgileri kullanması, diğer bir ihtimal, Osmanlı esir potansiyelini oldukça düşük gösteren rakamların doğru olmayacağı gibi psikolojik bir etki içinde hareket etmesidir. Kolodziejczyk, Toledano, Engin ve diğer araştırmacıların verdiği rakamlar bizim verilerimizle kıyaslanamayacak oranda yüksek bulunuyorlar. Şimdi kendi rakamlarımızın eleştirisine geçebiliriz. Bizim ulaştığımız rakamların Doğu Avrupa’daki bütün Osmanlı esir hacmini vermediğini belirttik. Bunu tekrar hatırlatalım. Kefe’nin Azak, Taman gibi kazalarında da gümrük bulunuyordu ve esirler burada da tamgaya tabi oluyorlardı. Bunlarla ilgili bilgiye sahip değiliz47. Diğer yandan, Kuzey Karadeniz’de Kefe’ye 46 47

Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, s. 138; Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, s. 27. Zübeyde Güneş Yağcı, Fisher’in çalışmasına dayanarak Azak gümrüğündeki esir gelirlerini yorumlamıştır. Fisher doğru bilgiyi yansıtmadığı için Yağcı’nın yorumu da yanlış veriye dayanmaktadır. Yağcı, bizim çalışmamıza dayanarak (bkz. Öztürk, Kefe, s. 450, 451) Azak’da esir gelirlerinin üç yılda 1.340.000 akçeye yükseldiğini iddia etmiştir. Yağcı, buradaki verileri de yanlış anlamıştır. Bahsedilen mehazda belirtilen üsera gelirlerinin Azak’a ait olduğu kesin değildir. Bunların Kefe’ye ait olduğu daha büyük ihtimaldir. Yağcı, tabloda verilen tarihlerde de anlama hatasına düşmüştür. Belirtilen mukataa geliri 1554 değil, 1550-51 dönemine aittir. Ayrıca, bu rakamlar Kefevî akçeye göre hesaplanmış olup bu dönemde kefevi / osmani oranları dikkate alınarak yararlanılabilir. Bizim çalışmamızın dayandığı arşiv kaynağında bahis konusu gelirler şu başlık altında verilmiştir: ” Tamga-i hizem, tûte-i cemrî?, tamga-i harîr, çuka, bogasi, esb, şütür, emlâk-ı hâssa, mukataa-ı Azak, tamga-i üserâ.” 47

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

yakın önem taşıyan diğer limanı ve kalesi Akkirman’dır. Biz Akkirman’ın esir potansiyelinin biraz az, biraz fazla olmak ihtimaliyle, Kefe’ye yakın olduğunu tahmin edebiliriz. Bu durumda, Kefe’nin yıllık esir miktarı yuvarlak olarak 750 kabul edilip bunun ikiyle çarpılması ile Kuzey Karadeniz’den Osmanlı’ya gelen yıllık esir miktarı tahminen 1.500 civarında olur. Bunun dışında, bir veriyi daha burada değerlendirmek zorundayız. Akkirman kanunnamesinin analizi bahsinde belirtildiği üzere, Kırım hanı ve kalgayların getirdikleri esirler vergiden muaf idiler. Bu bakımdan, Kırım akıncılarının mutad seferlerde yakalayarak Osmanlı esir piyasasına sundukları esirlerin bütünüyle Kuzey Karadeniz şehirlerinin gümrük kayıtlarında yansıtılmadığını varsaymak fazla zorlama olmayacaktır. Bir şerh ile bu tahmini yürütmemizin sebebi, Kırım akıncılarının seferlerde elde ettikleri esirleri, Azak, Taman, Kefe, Akkirman gümrüklerinde en hızlı bir şekilde tüccara devretmek durumunda olmalarına dayanıyor. Kırım akıncıları aşiret birliklerinin federatif anlayışta bir organizasyonu olduğundan, Kırım’ın aslında tam olarak merkezi bir askeri hazinesinin olduğunu düşünmüyoruz. Bu aşiret organizasyonu, nihai aşamada kendi iktisadi, siyasi, askeri örgütlenmesine sahipti. Kırım Hanlığı’nın Osmanlı örneğinde bir arazi kayıt sistemi (tahrir) ve mali yapıyı en iyi deşifre eden muhasebe sistemi olduğuna dair bir kayıt elimize ulaşmadı. Hanlığın tek yazılı kaynağı olan şeriyye sicillerinde şahıs, aile hukuku ile ilgili bilgilere rastlıyoruz. Belli dönemde Osmanlılarda merkezden taşraya ulaşan emirlerin kadı sicillerine kayıt edilmesi anlayışıyla ilgili verilere de Kırım şeriyye sicillerinde rastlamadık. Görüldüğü gibi, buradaki esir gelirlerinin Azak’a ait olduğu sarih değildir. Aynı tarihte Kefe esir gelirinin verilmemiş olmasından hareketle bu esir gelirlerinin Azak’a değil Kefe’ye ait olduğunu kuvvetle tahmin ediyoruz. Belirsizlik nedeniyle esir mevcudu bahsinde bu verileri kullanmadık. 48

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Kırım’da çok sayıda esir zindanı olduğunu, bunlardan birisi Orkale’de bulunduğunu, hanlar ve yüksek soyluların esirlerini, Bahçesaray’ın güneyindeki Çufut Kale’de muhafaza ettiklerini biliyoruz48. Buna rağmen, Kırım Hanlığı’nın kendisine ait ne kadar esiri olduğu hususunu herhalde hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bunu da çok tahmini bir şekilde Kefe ile aynı hacimde (yıllık 750) kabul edip ayrıca bilinmeyen faktörü (diğer) eklersek (yıllık 750), Doğu Avrupa’dan Osmanlı’ya yıllık olarak gelen esir sayısını tahmin edebiliriz. Akkirman (750)+ Kefe (750) + Kırım (750) + Diğer (750) = 3.000. Bu rakam en yüksek olarak yapılan tahmin olup gerçek verilere göre tespit edebildiğimiz tek yer olan Kefe’ye üç esir kaynağını daha eklemek suretiyle yapıldı. Tüm Osmanlı esir hacmi tahmin edilmek istenirse, Engin ve Toledano’nun farklı dönemlerde Doğu Avrupa ve Afrika menşeli esirleri yaklaşık olarak aynı sayıda tespit etmelerinden cesaretlenerek, bu sayıya 3000 ilave edip yılda Doğu Avrupa ve Afrika’dan ulaşan esir sayısının tahmini olarak 6000 civarında olduğunu belirleyebiliriz. Yağcı’nın yararlandığı literatürle ilgili eleştirilerimiz yanında arşiv materyaline dayanan verilerinin bu çerçevede bizim için oldukça önemli ve aydınlatıcı olduğunu belirtmeliyiz. İstanbul gümrük defteri verilerini analiz eden Yağcı, 26 Kasım 1606-5 Kasım 1607 tarihleri arasındaki bir yıllık süre içinde İstanbul gümrüğüne 3.137 adet kölenin giriş yaptığını tespit etmiştir. Yağcı’nın analizi, bizim yukarıda yaptığımız tahminlerin ne oranda tutarlı olduğunu test etme imkânı da sağlıyor. İstanbul gümrüğüne giren toplam 3.137 kölenin 1.037’si Gözleve’den gelenlerdir. Bu tespit bizim için hayatidir, zira yukarıda belirtildiği üzere, Kefe’de ve Akkirman’da alınan esir vergisinden Kırım hanları ve kalgaylarına ait esirler muaftılar. Kefe’ye 48

Mária İvanics, agm., s. 207. 49

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ait esir sayısı ise 1.012’dir. Hatırlanacağı üzere, yukarıda arşiv kaynaklarına dayanan tablolarımızda 1.000’in altında rakamlara ulaşmıştık, ancak, bunlara Azak ve Taman gümrüklerinin dahil olmadığını belirtmiştik. Yağcı’nın bu tespiti de gayet isabetlidir. Yağcı’nın Abaza Limanlarından gelenlerle ilgili verdiği 537 rakamı da hayli tutarlıdır49. Bu esirlerin Taman-Azak gümrüklerinde tamgaya tabi olduktan sonra veya doğrudan deniz yoluyla İstanbul’a intikal ettikleri tahmin edilebilir. Yağcı, Akkirman ve diğer limanlardan gelenlerle ilgili bir sayı vermemiştir. Nihai tahlilde, Doğu Avrupa esir kaynaklarının dünya pazarlarına ve yerli Osmanlı piyasalarına dağıldığı nihai durak olan İstanbul gümrüğü verilerinin Osmanlı esir mevcudu ile ilgili en gerçekçi veriler olduğunu düşünüyoruz. Buna bizi iten, Kefe ile ilgili verilerle İstanbul gümrüğü verilerinin tamamen uyuşmasıdır. İstanbul gümrüğü verilerinin aşırı olmasa da belli düzeyde yüksek oluşu da gayet mantıklıdır; zira Kefe ve Kırım’da kayıt altına alınmamış, doğrudan İstanbul’a ulaşmış esirleri de kapsıyordu. Yağcı’nın makalesi Kırım ile sınırla olmasına binaen, İstanbul gümrüğüne ait yalnız Doğu Avrupa menşeli esirleri ele aldığını düşünüyoruz. İstanbul gümrüğüne Afrika menşeli esirlerin de girmiş olması gerekirdi. Bununla ilgili verileri de kullanarak Osmanlı gümrüğüne giren bir yıllık toplam esirin tespiti, hala büyük önem taşımaktadır. Biz, şimdilik, bunların da sayısının ancak Doğu Avrupa menşeli olanlar kadar olabileceği tahmininde bulunuyoruz. Kuzeyin en önemli limanlarının Kefe ve Akkirman olması gibi, güneyin aynı ehemmiyetteki gümrük kapıları Şam ve Halep olabilirdi. Fisher’in arşiv kaynağından naklettiğine göre, 1562-66 tarihlerine ait Şam tahrir defterinde bir yıllık esir gelirine göre ortaya çıkan esir sayısı 922 idi. Fisher, geleneksel olarak hep yüksek 49 50

Bakınız: Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, s. 28.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

beklentiye uyarak Şam’ın bir yıllık esir sayısının en az 2.000 olacağını belirtiyor50. Yıllık tahmini esir sayılarında bizim hesaplarımıza en yakın seyreden tahminlerden birisi Dziubinski’nin ki olduğunu belirtmeliyiz. Söz konusu araştırıcı, Kırım vasıtasıyla Polonya-Litvanya topraklarından toplanan esir sayısının yıllık olarak 1.000 civarında olabileceğini belirtiyor51. Osmanlı ve Kırım Hanlığı’nın köleye modern çağ öncesi iktisat ve hukuk çerçevesinde yaklaştığı tespitimizin altını çizmek durumundayız. Bu tespiti açıklayan delillerden birisi, fidyenin kölenin kıymetlendirilmesinde sahip olduğu etkidir. Modern kölelikte esirin aile bağları, toplumsal statüsü, sahip olduğu servet veya asaletin kölenin ticari değerine önemli bir etkisi olmayacağı, hatta bunların kölenin kıymetini azaltıcı etkiler taşıyacağı açıktır. Ortaçağ köleliği asalete sahip kölelerin değerini en üst düzeyde görmüş, hatta esirin rengi ve asalet dereceleri önemli rol oynamıştır. Özellikle Amerika’nın sömürgeleştirilme aşamalarında ise modern kölelik anlayışı devreye girmiştir. Bu olguyu Ivanics’in ve diğer Macar tarihçilerinin katkılarıyla aydınlatabiliyoruz. Köleden beklenen diğer gelir türü fidye idi. Köle yüksek soylu veya zengin ise sahibine tüccarın vereceği miktardan iki misli kazanç getirebilirdi. Kölenin sahibine en verimli olması fidye ile kurtarılması idi. Macar köleler arasında bulunan soylular kesinlikle tüccara verilmez, fidye alıncaya kadar saklanırdı. Tatarlar Macar sınırlarına gönderdikleri adamlarıyla kölelerin kimliklerini ve istedikleri fidyeleri açıklarlardı52. 50

51 52

Alan W. Fisher, “The Sale of Slaves in the Ottoman Empire: Markets and StateTaxes on Slave Sales, Some Preliminary Considerations”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, Beşeri Bilimler, VI, 1978, s. 168. Dariusz Kołodziejczyk, agm., s. 153. Mária İvanics, agm., s. 208. 51

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Yüksek soylulardan János Kemény için başlangıç safhasında 400.000 (200.000 altın ducat) thaler talep edilmiş, 100.000 thaler’de anlaşma sağlanmıştı. Diğer bir yüksek Macar soylusu Ferenc Kornis için Macar hükumeti, 40.000 thaler kurtuluş fidyesi ödemişti. Daha sonra Erdel prensi olacak Mihály Apafi için 1660’larda 12.000 thaler fidye ödenmişti53. İvanics’in bulgularına göre fidyenin alt sınırı 100 thaler’e kadar düşüyordu. Üst sınır, János Kemény’ye ödenen 100.000 thaler idi. Toplam 68 kişi için ödenen fidye 204.531 thaler veya 102.265 altın florin idi. Bu fidye meblağının % 70’i iki büyük soylu, geri kalanı ise 66 kişinin fidyelerinden oluşuyordu. İvanics, fidyeleri normalin çok üzerinde seyreden 6 kişiyi çıkardıktan sonra 60 kişinin fidyesini hesap etmiş ve ortalama 233 thaler veya 120 altın dukaya ulaşmıştır54. Macaristan’da ve Avrupa’da Türk köleler de bulunuyordu. Bunlardan birisinin kurtuluş fidyesi 16. yüzyılın ilk yarısında 1.500 florin idi. Tringli bu miktarın 1.500 köylünün ödediği vergi miktarına yakın olduğunu ve anormal seviyede yüksek olduğunu belirtiyor55. Mohaç Savaşı öncesinde Hırvatistan zindanında yatmış Türk esirlerle ilgili kayıtlara göre 15 esir 100’er altın florin; 1 esir 120 altın florin; 2 esir 190 altın florin ödeyerek özgürlüğüne kavuşmuştu. Bu zindandaki esirlerin kurtuluş fidyesinin alt sınırı 80 florin idi. Macaristan Székesfeérvár’da görev yapan bir Osmanlı askerinin 1543’deki mülkünün 5.156 akçe veya 103 altın florin olduğunu göz önünde bulunduran Árpády, bu özgürlük fiyatlarının çok yüksek olduğunu düşünmekteydi. 53 54 55

52

Mária İvanics, agm., s. 211, 213. Mária İvanics, agm., s. 217, 218. Tringli Istvan, “Litigations for Ottoman Prisoners of Warand the Siege of Buzsin (1481, 1522)”, Ransom Slavery along the Ottoman Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries) Nşr., Gezá Dávid and Pál Fodor, Leiden-Boston 2007, s. 23.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

Arpady, Macar piyadelerinin tasarruf ettiği 24 ve Hussar birliklerinin sahip olduğu 36 florinlik yıllık geliri nadiren geçen Osmanlı askerlerinin bu fidye miktarlarını ödeme imkânlarının olmadığını iddia etmektedir56. Kırım hanlarının yarattığı tehdit Polonya tarafını yıldırmış olup, esir akınlarının durdurulmasının garanti edilmesi karşılığında hanlığın köleden sağladığı geliri peşinen ödedikleri hakkında bilgilere sahibiz. İvanics, esir seferleri yapılmaması karşılığında ödenen yıllık meblağın 5.000 altın civarında olduğunu düşünüyor57. Kolodziejczyk, kendi ulaştığı rakamları Curtin’in Amerika’ya gerçekleşen köle sayısı ile ilgili olarak naklettiği rakamlarla mukayese etmiştir. Bahis konusu yazarın 1969 tarihli araştırmasından naklettiği bilgilere göre Atlantik köle ticaretinin hacmi 1451-1600 yılları arasında 300.000, 17. yüzyılda 1.500.000 milyona yakın seyretmiştir.58 Bu veriler kanaatimizce geçersizdir. Curtin’in 1972 tarihli araştırmasında ortaya koyduğu veriler Kolodziejczyk’in esas aldığı verilerden çok farklıdır. Kuczynski’nin 1936 gibi erken tarihli araştırmasına dayanan Curtin’e göre, Atlantik köle ticaretinin boyutları 17. yüzyıl’a kadar 900.000; 17. yüzyıl’da 2.750.000; 18. yüzyılda 7.000.000; 19. yüzyılda 4.000.000; tüm tarihler için toplam 14.650.000’dir. Curtin’in Dunbar’dan naklen verdiği köle ticareti hacmi de bu rakamlara yakındır59. Görüleceği üzere, Kırım Tatarlarının aldığı esirlerin Atlantik üzerinden Amerika’ya giden köle sayısı ile mukayesesi 56

57 58 59

Árpád Nógrády, “A List of Ransom for Ottoman Captives Imprisoned in Crotion Castles (1492)”, Ransom Slavery along the Ottoman Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries), s. 29. Mária İvanics, agm., s. 198. Dariusz Kołodziejczyk, s. 153. Philip D. Curtin, Atlantic Slave Trade: A Census, University of Wisconsin Press 1972, s. 5 - 6. 53

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

mümkün değildir. Amerikan köle ticareti modern çağa ait olgular içermektedir. Modern Çağ’a geçiş aşamasında köleliğin yeni bir boyut kazanmasında etkili olan temel faktör ekonomik niteliklidir. 17. yüzyıla kadar yalnız aristokrasinin lüks tüketimi arasında yer alan şeker ve bu tarihlerde kullanıma giren tütünün orta halli nüfusun kullanabileceği miktarda ve fiyatta üretilmesi, İngiltere’de köle iş gücüne sanayide verilen yeni rol ile gerçekleştirilmiştir60. İspanyolların yeni kıta Amerika’daki ilk kolonisi olan Hispaniola, Avrupalı işgalcilerin götürdüğü hastalıklar nedeniyle nüfusunun tamamına yakınını kaybetmişti. Durum bütün Amerikan yerlileri için aynı idi. Kolomb’un keşfinden yüz yıl sonra Kuzey ve Güney Amerika’nın nüfusunun % 90’ı yok olmuştu. Bazı yerlerde durum daha vahim idi. Bu trajik nüfus kayıplarından dolayı yeni kıtanın iktisadi gelişmesini sürdürebilmesi için Avrupa’dan nüfus transferi kaçınılmaz olmuştu. Doğu Avrupa’nın Türkler tarafından işgal edilmesinden sonra Slav menşeli köle nüfusunun bu ihtiyacı karşılaması mümkün değildi. Ayrıca, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa kültüründe beyaz Hristiyanların köleleştirilme uygulamasından vaz geçilmişti. Bahsedilen nüfus açığını dolduracak tek alternatif kaynak Afrikalı siyahi nüfus olacaktı. Bu nedenle Afrika’dan Amerika’ya çok yoğun bir köle nakliyatı başladı. 1820’lere kadar Afrika kökenli siyahi köle nüfusu on milyona ulaşmıştı61. Amerika’da beyazların zenci köleler üzerine kurduğu bir refah toplumu doğmuştu. Zencilerin beyazların mutluluğu için yaratıldığı fikri zenciler tarafından da içselleştirilmiş, bu bakımdan 1700’lere kadar bir zencinin özgür olmak veya beyazlarla eşit statüye kavuşmak gibi bir düşünceye sahip olması 60 61 54

David Brion Davis, The Nathan I. Huggins Lectures: Challanging The Boundaries of Slavery, Harvard University Press 2009, s. 16. David Brion Davis, age, s. 26, 27.

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA KÖLE EMEĞİNİN ROLÜ VE HACMİ

söz konusu değildi. Kuzey Amerikan refahını doğuran temel faktörler, Atlantik Köle Sistemi, Kuzey Amerika’nın Batı İndia ile ticareti, Güney Amerika’nın pirinç, tütün, çivit, pamuk, şeker ihracatı idi. Bütün üretim alanlarında asıl üretici güç kaynağı zenci idi62. Osmanlı İmparatorluğunda köle nüfusu ve istihdamı, Amerikan örneğinde görülen iktisadi hayatın temel unsurunu teşkil etmekten uzaktı. Osmanlı İmparatorluğu, modern öncesi tarımsal ve askeri köle istihdamında kendi türdeşlerine yakın oranda köle istihdam ediyordu. Ancak, Amerika ve Avrupa’da sanayide kullanılan köle işgücü ile aynı nitelikli olmadığı açıktır. Üretim hayatında kölelik, askeri elitlerin statülerini değiştirmelerine benzer şekilde zaman içinde azalmış ve ortadan kalkmıştır. Köle emeğinin belli aşamalarda artık karlılığını yitirdiği tespit edilmiştir63. Araştırmamızın sonuçlarını birkaç cümle ile özetleyelim. Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik başta askeri yapı olmak üzere zanaat, tarım alanlarında tarihi roller oynamıştır. Osmanlı esir kaynakları büyük çapta Kuzey Karadeniz ve Afrika’dır. Köle ile ilgili araştırmalar Kuzey Karadeniz menşeli köleliğe ağırlık vermişler, ancak, Osmanlıların Afrika menşeli köle kaynakları üzerinde yeterince durulmamıştır. Toledano’nun araştırmaları bu açıdan önem taşımaktadır. Araştırmamızın bizce en önemli sonucu, Osmanlı İmparatorluğu’nda yıllık ortalama esir-köle hacmi konusunda ulaştığı farklı sonuçlardır. Araştırmamızda, rakamların yanlış anlaşılmasından kaynaklanan abartılı rakamların doğru olmadığı ortaya konulmaya azami gayret gösterildi. Bu çalışmada, mevcut 62 63

David Brion Davis, age., s. 31. Y. Hakan Erdem, age., s. 32. 55

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

tahminlerin en az dört kat daha abartılı olduğu sonucuna ulaşıldı. Doğu Avrupa menşeli esir nüfusunun yıllık hacmi mevcut literatürde 10.000 ile 20.000 arasında tahmin edilirken, mevcut çalışmada bunun en yüksek tahminle 3.000 civarında olabileceği tespit edildi.

56

İstanbul Esir Pazarı*

Zübeyde Güneş Yağcı**

Giriş Köle, hak ve fiil ehliyetinden yoksun, eşya gibi alınıp satılabilen, miras bırakılabilinen, birinin emri altında bulunan ve özgür olamayan kimsedir1. Bu itibarla tarihin hemen her döneminde bile köle olan bir kısım insan alınıp satılmış ve ticari bir meta olarak kabul edilmişlerdir. Zaten Ortaçağ İslam dünyasında ticari mallar, nâtık2 (konuşan ve canlı) ve sâmit olmak * ** 1

2

Bu makale II. Osmanlı İstanbulu Sempozyumu’nda sunulan “İstanbul Esir Pazarı” başlıklı bildirinin genişletilmiş halidir. Doç. Dr. Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, [email protected] Köle, namaz, oruç gibi mali yönü olmayan iman huşularında hür insan ile aynı mükellefiyetlere sahip, ancak sosyal, iktisadi ve hukuki bakımdan hür insan gibi olmayan kimse olarak tarif edilmelidir. Mal varlığı edinemediği için hac ve zekâttan masundur. M. Akif Aydın- Muhammed Hamidullah, “Köle”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 237, 239; Alışverişe konu olabilmekte, miras bırakılabilmektedir. Hatta bir kişi köle ve cariyelerine vasiyet yapabilmekteydi. Ömer L. Barkan, “Edirne Askeri Kassamı’na Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, III/5-6, Ankara 1966, s. 19; sadece hiçbir akrabasının olmadığı durumda köleye miras kalmaz, aynı zamanda azat edilen bir kölenin herhangi mirasçısı olmadığı zaman eski sahibi, onu azat eden sahibi mirasçısı olurdu. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, V, İstanbul, 1969, s.213. Nâtık kelimesi Arapça kökenlidir. Söyleyen, konuşan, düşünen, bildiren manalarına gelmektedir. http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58650bdba326a9.18002663. 57

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

üzere iki kısma ayrılmış olup köleler de nâtık olarak kabul edilmişlerdir. Nitekim kölelerin diğer bütün ticari metalar gibi alınıp satıldığı pazarları kurulmuştur. Bu ticaretten elde edilen gelirler köleliğin olduğu dönemlerde hem bu ticareti yapan kişilerin hem de devletlerin hatırı sayılır gelir kaynakları arasında yer almıştır. Bu nedenle köleliğin hayatın bir parçası ve gerekliliği olarak kabul edilen dönemlerde esir3 pazarları dünyanın hemen her tarafında var olmuştur. Köle ticareti ile meşgul olan bir esnaf sınıfı da ticari hayatta kendine yer bulmuştur. Osmanlı Devleti de çağının gerekliliği çerçevesinde bu durumdan uzak kalmamıştır. Aslında esir pazarı olarak bilinen normalde haftada bir kaç defa ya da bir defa kurulan bir pazar ve hatta yılda bir kurulan panayır niteliğinde olmayıp devamlı surette bir han içerisinde satılın yapıldığı bir handı. İstanbul’daki Esir pazarı Kapalıçarşı içerisinde yer alan hanlar gibi Kapalıçarşı civarında bir handı. Belgelerde, dönemin kaynaklarında ve seyahatnamelerde esir hanı, esir pazarı ve esir pazarı hanı şeklinde tesmiye edilmekteydi. Çünkü esirler burada konaklamazlar sadece satış için getirilirlerdi. Satış genellikle açık artırma usulü ile yapılırdı. Fakat genellikle esir pazarı tabiri kullanılmıştır4. Ben de bu tanımlamaya sadık kaldım. 3

4

58

Köle ya da esir başlangıçta Osmanlı kaynak ve belgelerinde kesin çizgileri ile bir ayrım yapılmamıştır. Nihat Engin, “Köle-Osmanlılarda Kölelik”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 246; Türkçe sözlükte kelimelerin karşılıkları yine aynı kelimelerdir. Türkçe sözlükte köle “savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan veya başkasından satın alınan erkek, tanımı yapılmaktadır. Köle karşılığı kul ve esir kelimeleri de tanımdan sonra verilmektedir. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58d43bfb5c5a07.02855351; esir için bakınız: http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts&kategori1=veritbn&kelimesec=116099; Osmanlı Devleti’nde zamanla köle, savaş esirleri dışında kuzey, güney memleketlerinden getirilip esir pazarlarında alınıp satılanları ifade eder hale gelmiştir. Nihat Engin, “agm”, s. 246. Buna dair birkaç örnek şunlardır: BOA. C. EV., nr. 262/13351 , C.ML., nr. 69/3177; 621/ 25590; MAD., nr. 10349; C. ZB., nr. 10/ 465, 3 Muharrem 1220; MVL., nr. 131/17, 1270.

İSTANBUL ESİR PAZARI

Bu çalışmada amacım, İstanbul’un fethinden sonra Rumeli ve Anadolu’da en büyük köle satış yeri olan İstanbul Esir Pazarı’nı irdelemektir. Pazarın işleyişi, görevlileri, köle satış şekli, kapatılışına kadar geçen süreçte pazar ile ilgili yapılan düzenlemeler çalışmanın kapsamına dahil olacaktır. Çalışmayı yapabilmek için arşiv belgelerine, dönemin kaynaklarına ve seyahatnamelere başvurulacaktır.

Köle Kaynakları En büyük köle kaynağı tarihin en eski çağlarından itibaren savaş esirleri olmuştur. Savaş sonunda fidye karşılığı ya da bir anlaşmanın uygulanması neticesinde serbest bırakılmadıkları sürece esirler ganimet olarak kazanan tarafın en büyük komutanından rütbesiz askerine kadar pay edilirlerdi5. Diğer bütün devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de savaşlarda ele geçirilen esirler köle olarak çeşitli alanlarda istihdam edilirler, köle pazarlarında satılırlardı. Esir tüccarının eline geçtikten sonra birinin malı konumuna geçerlerdi6. Bu esirin ya da 5

6

Ahmet Özel, “Esir”, DİA, Ankara 1995, s. 382; Aynı yazar, “İslam'da ve Günümüz Devletler Hukukunda Savaş Esirleri”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 1, 2003, s. 113; Evliya Çelebi, İstanbul’un fethinden sonra padişahın hissesine 3.800 esir düştüğünü seyahatnamesinde yazmaktadır. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, I/1, Haz: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, İstanbul 2006, s. 74; Bazen ganimet malı hususunda asker arasında ihtilaf çıkabiliyordu. Mehmet Yaşar Ertaş, “Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde Gazâ”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXVII/1, İzmir 2012, s. 90; Avusturya elçisi olarak Osmanlı Devleti’ne gelen Busbecg de savaşlarda elde edilen esirlerin askerler için önemli bir gelir kaynağı olduğuna dikkat çekmektedir. Seferden dönen askerlerin bir veya iki esirle döndüğünü eserinde belirtmektedir. Ogier Ghiselin de Busbecg, Türkiyeyi Böyle Gördüm, Haz: Aysel Kurutluoğlu, İstanbul, s. 99. Eskiçağlardan itibaren dünyanın birçok yerinde kölelerin alınıp satıldığı pazarlar vardı. Yeniçağ Akdeniz dünyasında Livorno ve Malta önemli köle pazarları bulunmaktaydı. Joshua Michael White, Catch and Release: Piracy, Slavery, and Law in the Early Modern Ottoman Mediterranean, University of Michigan Doctor of Philosophy (History), 2012, s. 58; Wolfgang Kai59

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kölenin köle hukukundan çıkabilmesi, eskisi gibi özgür olabilmesi için sahibinin kararı birinci derecede önem arz etmekteydi. 18. yüzyıla kadar bedeli ödense bile köle sahibi muvafakat vermediği sürece kölenin kurtulması mümkün değildi7. Ancak 18. yüzyılda devletlerin karşılıklı anlaşmaları çerçevesinde yine köle sahiplerine devletin belirlediği 100 kuruş köle bedelinin ödenmesi koşulu ile ülkesine gönderilir ve böylece köle hayatı son bulabilirdi8. Köleliğin bir başka kaynağı ise köle anne babadan, özellikle köle anneden doğmaktı. Köle bir çocuğun hukukunun

7

8

60

ser- Guillaume Calafat, “The Economy of Ransoming in the Early Modern Mediterranean: A Form of Cross-Cultural Trade Between Southern Europe and the Maghreb (Sixteenth and Eighteenth Centuries)”, Religion and Trade Cross-Cultural Exchanges in the World History, 1000-1900, Ed: Francesca Trivellato, Leor Halevi, and Càtia Antunes, Oxford 2014, s. 113. Esaretten kurtulmanın bir başka yolu fidye idi. Birçok esir için fidye bedelini bulmak büyük bir sorundu. Zenginler için bu daha kolay olmakla birlikte daha aşağı seviyedeki kişilerin fideye bedelini bulmaları imkânsızdı. Bu nedenle birçok ülkede fideye bedelinin karşılanması amacıyla vakıflar kurulmuştur. Katolik mezhebinin bazı tarikatlarının temel amaçları Müslümanların eline düşen Hıristiyan dindaşlarını kurtarmak onların fidye bedellerini toplamaktı. Bu duruma Triniter tarikatı, Merced tarikatı gibi tarikatları örnek gösterebiliriz. Özlem Kumrular, Türk Korkusu, İstanbul 2008, s. 331. Karlofça Antlaşması’nda esirlerin karşılıklı değiştirilmesi ile ilgili maddeler yer almıştır. Avusturya ile yapılan antlaşmada antlaşmanın 12. madde, Venedik ile 14. madde, Lehistan ile yapılan anlaşmada ise 9. madde esirlerin iadesine dair düzenlemeyi içermektedir. Raşid Mehmed Efendi, Târîh-i Râşid ve Zeyli (1071-1114 / 1660-1703), I, Yay. Haz: Abdülkadir Özcan, Yunus Uğur, Baki Çakır, A. Zeki İzgöer, İstanbul 2013, s. 569, 577, 573; Nitekim 1795’de bir esirin bedeli olarak sahibine 100 kuruş verilmektedir. BOA. AE. SSLM III, nr. 179/1069; C.HR., nr. 157/7817, 29 Rebiüleahir 1206 (26 Aralık 1791); Bu bedel daha önce de uygulanmıştır. 1792’de 69 Nemçe esiri için devlet 6.900 akçe ödeme yapmıştır. Havva Selçuk, “Savaş Esirlerinin Din Değiştirmesi (Nemçeli Esirler Örneği), Turkish Studies, IX/4, (Kış 2014), s. 1011; 31 Mayıs 1792 tarihli defterde sahiplerinden alınıp Avusturya’ya iade edilen esirler yer almaktadır. BOA. MAD., nr. 19588, 9 Şevval 1206; Aynı uygulama Rus esirler için de geçerlidir. BOA. C. HR., nr. 33/1604, 20 Recep 1207, (3 Mart 1793).

İSTANBUL ESİR PAZARI

tespitinde annenin hukuku statüsü birinci derecede rol oynamaktaydı9. İslam hukuku bunu sadece bir durumda değiştirmiş, sahibinden çocuğu olan kadına özgürlük yolunu açtığı gibi çocuğu diğer hür çocuklarla aynı haklara sahip kılmıştır10. Bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti’nde savaşların artması, Balkanlardaki fetihlere paralel olarak artan esirler ile esir pazarları kurulmuş ve ganimet olarak ele geçirilen savaş esirleri buralarda alınıp satılmışlardır. Bunun haricinde devlet I. Murad döneminden itibaren ele geçirilen esirlerden alınan pençik oğlanlarını askeri sistem içerisinde istihdam etme yoluna gitmişlerdir11. Bu şekilde ülkeye giren kölelerin sadece askeri sistem içerisinde veya cariye adıyla tanımlanan kadınların saray ve toplumun önde gelen kişilerinin haremlerinde istihdam edilemeyeceği aşikârdır. Mutlak surette bu sirkülasyonun dışında kalan köleler vardır ve esir tüccarlarının eline geçen bu kişiler esir pazarlarında belirlenen kurallar çerçevesinde alım satımının yapıldığı bilinmektedir. Böyle olunca esir ticaretini yapan bir esnaf grubunun olması doğaldır. Bu esnaf grubu Osmanlı esnaf teşkilatı içerisinde yer almakta olup ticari hayatın içerisinde aktif olarak yer almıştır12.

Anadolu’da Esir Pazarları Osmanlı Devleti kurulmadan önce Anadolu’da esir pazarları ve esir tüccarları vardı. Kayseri’de Yabanlu Pazarı, Sivas Baldır 9 10

11 12

Nihat Engin, “agm”, s. 238. Hamza Aktan, “İstîlâd”, DİA, XXIII, 2001, s. 361-362; Nihat Engin, agm., s. 239; Hasan Tahsin Fendoğlu, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik, İstanbul 1996, s. 226-232. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1984, s. 6-9. Kimi zaman kölelerin özellikle üst düzey devlet görevlilerine hediye edildiğini görüyoruz. BOA. HH., nr. 1339/52359-A; Kimi zaman da Kırım hanları esir hediye gönderirlerdi. BOA. C.HR., nr. 14/678; C.SM., nr. 9/403; C.SM., nr. 119/5995; C.SM., nr. 139/6997. 61

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Pazarı, Sinop Uzunova Panayırı gibi pazarlar kuzey güney ticaretinde bütün ticari metalar kadar köle ticareti açısından da ehemmiyetli idiler. Batı Anadolu’da kurulan beyliklerde savaş sırasında elde edilen esirler köle pazarlarında satılmaktaydı. Mesela Ayasuluk’ta Batı Anadolu’nun önemli esir pazarının bulunduğunu İbn-i Batuta’dan öğrenmekteyiz. İbn-i Batuta buradan 40 dinara genç bir Hıristiyan kız satın almıştı. Ayasuluk’a Balat’ın iç kesimlerinde yer alan Sultanhisarı, Balat, Antalya, Fethiye (Meğri, Mekri), Manisa, Karesi13 ve nihayet Bursa’yı ayrı bir yere koymak gerekmektedir. Bu bölgelerden çok sayıda köle Batı ve güney ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeye ihraç edilmekteydi. Bursa14 ve Antalya’nın batı Anadolu için ayrı bir yeri olduğunu burada belirtmekte fayda vardır. Çünkü Osmanlı hakimiyetinin Bursa’da kurulmasından sonra her iki merkez kuzey güney ticari ürünlerinin el değiştirdiği yer olması bakımından ayrı ehemmiyete sahipti15. Kuzeyin Rus, Çerkes, Leh vb. asıllı beyaz köleleri Samsun, Sinop gibi limanlar aracılığı ile Anadolu’ya girer Bursa üzerinden Antalya limanı aracılığı ile Mısır’a sevk edilirdi16. Bu dönemde Mısır ve 13 14

15

16

62

Karesi’deki köle pazarı çok yoğundu. Savaş esirlerinin çok olması sayesinde Pazar köle ile dolup taşmaktaydı. Kate Fleet, age., s. 39. Bursa’da esir pazarı varlığını 17. yüzyılda da devam ettirmekteydi. Esirciler tarafından getirilen köleler 1742 yılına kadar Ulu Cami'in doğu tarafında pazarlanmaktaydı. 1656- 1658 yıllarında Bursa’da esir ticareti meşgul olan 6 tüccar vardır. M. Asım Yediyıldız, Şer’iyye Sicillerine Göre Bursa’nın Sosyo-Ekonomik Yapısı (1656-1658), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1988, s. 42, 187. Padişahların elden çıkarmak istedikleri köleleri Bursa’da sattırdığı bilinmektedir. Bülent Tahiroğlu, “Osmanlı Devletinde Kölelik”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1982, s. 665; Halil Sahillioğlu, “Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 19791980 Özel Sayı, Ankara, s. 71; Aynı yazar, “Dokumacı Köleler”, Atatürk Konferansları 1975-1976, VII, Ankara 1983, s. 281. Mesela II. Bayezid 1486’da Bursa’da 15 köle göndermiş ve satılmasını istemiştir. Kâmil Kepecioğlu, “Esir”, Bursa Kütüğü, II, İstanbul 2009, s. 48. Antalya 1560’larda hala kuzey-güney ticaretinde önemli bir limandı. BOA. MAD., nr. 102.

İSTANBUL ESİR PAZARI

Ortadoğu kuzeyin beyaz kölelerini ithal eden en büyük pazar konumundaydı. Karadeniz’in kuzeyin en büyük köle pazarı ise Kefe idi. Hem ortaçağ boyunca hem de yeniçağ boyunca Kefe kuzey ticaretinde en önemli köle alım satım yeriydi17. Osmanlı Devleti büyüdükçe ve özellikle Balkanlar’da ilerledikçe savaş esirlerinde büyük bir artış olmuş ve buna bağlı olarak esir pazarları önemli hale gelmiştir. Gelibolu Osmanlı Devleti’nin Trakya’ya geçişi ve Balkanlar’da yayılmaya başlamasından sonra uzun süre köle ticareti için önemli merkez olma durumunu sürdürdü. Çünkü Balkan yarımadasından getirilen savaş esirleri köle statüsünde Gelibolu üzerinden Anadolu’ya geçirilirdi18. Balkanlar’da fetihlerin artmasıyla birlikte Edirne19 ile birlikte Üsküp20 ve Belgrad’da esir pazarları

17

18

19

20

Yücel Öztürk, Osmanlı Hakimiyetinde Kefe 1475-1600, s. 315-317; Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, (1300-1600), I, Çev: Halil Berktay, İstanbul 2000, s. 339-343; Charles King, Karadeniz, Çev: Zühal Kılıç, İstanbul 2015, s. 151-152; Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 8, 2006, s. 12-30. Halil Sahillioğlu, “Bursa’da Dokumacı Köleler”, s. 218; İzzet Sak, “Konya’da Köleler (16. Yüzyıl sonu-17. Yüzyıl)”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı: 9, İstanbul 1989, s. 162. Edirne’de köle satışı yapılan bir pazarın olduğu bilinmeketdir. Halil Sahillioğlu, “Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, s. 67; İsmail Parlatır, “Türk Sosyal Hayatında Kölelik”, Belleten, XXIV/187, Ankara 1984, s. 814; 16. yüzyıl tahrir defterleri üzerine yapılan çalışmalarda 132.500 akçelik mukataa-i bac-ı bazar-ı esb ve selhane ve usera adı altında bir mukataa vardır. M. Tayyib Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952, s.90-93; Ahmet Yiğit, “XVI. Yüzyıl Edirne’sinde Köle ve Cariyeler”, Asia Minor Studies, III/5, (Ocak 2015), s. 153. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ilerleyişi ile fetihlerde çok sayıda esir elde edilmekteydi. Esir tüccarları ordunun peşi sıra giderler Üsküp, Edirne, İstanbul, Bursa’da bulunan esir pazarlarında satılırdı. Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı Makaleler II, Ankara 2009, s.142. 63

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kurulmuştu21. Aynı zamanda Halep22, Şam23, Kahire, Bolu, Harput24, gibi yerlerde esir pazarlarının varlığı sancak gelirleri içerisinde köle alım satımından elde edilen vergi kayıtlarından anlaşılmaktadır.

İstanbul’da Köle Satışı Anadolu ve Rumeli’de yer alan esir pazarlarına rağmen fetihten sonra en büyük esir pazarı İstanbul’da burada kurulmuştur. Osmanlı fethi öncesi için bile İstanbul’da köle satışının yoğun olduğu ve bir pazarının var olduğu bilinmekteydi. Bir Ceneviz kolonisi olan Pera’yı da buraya eklemek gerekmektedir25. İstanbul’da kuzeyden gelen kölelerin yanı sıra önemli ölçüde 21 22

23

24

25

64

Kate Fleet, age., s. 38. Halep önemli bir ticaret merkezi idi. Bu nedenle esir ticaretinin yapılmaması ve esir pazarının bulunmaması mümkün değildi. Buradaki esir pazarında köle ve cariyeler burada alınıp satılmaktaydı. Köle alım satımından tahsil edilen vergiler Esir ve Cariye Pazarı Mukata’ası adıyla iltizama verilmişti. Enver Çakar, XVI. Yüzyılda Halep Sancağı (1516-1566), Elazığ 2003, s. 261; 1536’da esir pazarı vardı. 1536 tarihli Harput tahrir defterinde Halep’te esir pazarının olduğu anlaşılmaktadır. 397 Numaralı Haleb Livâsı Tahrîr Defteri( 943 / 1536) I, Dizin ve Transkripsiyon, Yayına Hazırlayanlar Ahmet Özkılınç, Ali Coşkun, Abdullah Sivridağ, Murat Yüzbaşıoğlu, Ankara 2010, s. 47; Fatih İlhan, Şer’iye Sicillerine Göre XVI. Yüzyılda Halep’te Fiyatlar, Kili 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Kilis, 2013, s. 14. Şam Eyaleti’nde satılan her köle için satıcıdan 30 akçe vergi alınmaktaydı. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukûkî Tahlilleri, VII, İstanbul 1994, s. 27; Halep’te köleler için ayrıca bakınız: Charles L. Wilkins, “A Demographic Profile of Slaves in Early Ottoman Aleppo”, Eurasian Ransom and Abolition in World History, 1200-1860, Ed: Christoph Witzenrath, England, 2015; s. 221-246. Harput’ta ise şehirden transit geçen ak esirden 50, kara esirden 25 akçe bac, satılsa % 2.5 oranında satış vergisi tahsil edilmekteydi. Mehmet Ali. Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s.245-250. ; Bizans’ta köle sayısı bir hayli fazla idi. İşgücü açığı köleler sayesinde karşılanırdı. Hatta orta halli köylülerin bile köleleri vardı. Tamara Talbot Rice, Bizans’ta Günlük Yaşam, Çev: Bilgi Altınok, İstanbul 1998, s. 151, 198; Bu derece köle nüfusu olan bir yerde kölelerin alınıp satıldığı pazarın bulunmaması mümkün değildir.

İSTANBUL ESİR PAZARI

Türk köleler de satılmaktaydı. 1430’lu yıllarda İstanbul’daki esir pazarında bir kölenin fiyatı ortalama olarak 97 hiperpiraydı. Hemen her zaman olduğu gibi kadın kölelerin fiyatları erkek kölelere göre daha yüksekti26. Eremya Çelebi Bizans döneminde İstanbul’da esir pazarının bulunduğunu, Osmanlı döneminde de aynı mevkide bulunduğuna dikkat çekmektedir27. Hatta Yunan İmparatorlarının gözyaşı vadisi olarak adlandırılan yerin biraz aşağısında Cevahir Bedesteni’ne kadar uzanan bölgedeki yer pazar imparatorluğun son zamanları haricinde epey işlek bir yer olmalıydı28. Savaşların bir sonucu olarak İstanbul’da köle satışı Osmanlı Devleti’ne aktarılmıştır. Fethin ilk yıllarında köle satışı açıkta, sokaklarda yapılmaktaydı. Anlatıya göre Fatih Sultan Mehmed at üzerinde At Meydanı’na gelirken yolu köleler ve esir tüccarları tarafından sarılmıştır. Bu durumda ürken padişahın atı köle anne ile çocuğunun ölümüne neden olmuştur. Padişah bundan sonra köle satışının sokaklarda yapılmasını yasaklamıştır29. Böylece köle satışı bir binada yapılır hale gelmiştir. Halil İnalcık, Hüseyin Ağa Mescidi Mahallesi’nde Tavuk Pazarı olarak bilinen yerde Kürkçüler Çarşısı ile yan yana olan bir binanın Esir Pazarı olarak kullanıldığını yazmaktadır. Mekan Kapalıçarşı’nın30 güneyindedir. Ben bu binanın Cevahir 26 27 28 29 30

Kate Fleet, age., s. 50. Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul, İstanbul 1988, s. 299. Charles White, Three Years in Constantinople, Or, Domestic Manners of The Turks in 1844, London 1846, s. s. 279. Charles White, age., s. 280. Halk arasında Kapalıçarşı olarak bilinen çarşı Fatih Sultan Mehmed döneminde inşa edilmiş büyük bir yapı kompleksidir. Mekân Bayezid ile Mahmud Paşa semtleri arasında yer almakta olup 30.702 metre karelik Ortadoğu’nun en büyük kapalı alışveriş merkezidir. Bu alan Bizans devrinde de şehrin iskân merkezi olup, Fatih Sultan Mehmed tarafından ticaret merkezi haline getirilmiştir. Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, DİA, XXIII, 2001, s. 221; Çarşı’nın ilk yapısı Cevahir Bedesteni diğer adıyla Eski Bedesten’dir. İkinci yapı ise Sandal Bedestenidir. O da Fatih Devri yapıları arasında yer almaktadır. 65

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Bedesteni olma ihtimali yüksek olduğunu düşünüyorum Ancak bu görüşümü destekleyecek bir kaynak maalesef yoktur. Bu sonuca ulaşmamda fetihten sonra bina edilen ilk bedestenin Cevahir Bedesteni olmasıdır31. Sandal Bedesteni inşa edilinceye kadar başka bir yapının köle satışı için müsait olmayacağı varsayımı dikkate alınmalıdır. Zira Yeni Bedesten32 olarak adlandırılan Sandal Besteni 1487 yılı kayıtlarda köle satışının yapıldığı yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayasofya vakfı muhasebesi defterlerinde 24 Nisan 1487’den itibaren Sandal Bedesten’inde köle satışından dolayı elde edilen 8.094 akçelik gelir vakfın alacak hanesine kaydedilmiştir. Hatta 4 Mart 1489 tarihli bir emirle 8 Haziran 1489 tarihinden sonra Sandal Bedesten’inde köle satışı yasaklanmıştır33. Artık kölelerin alım

31

32

33 66

Çünkü 1478-79 vakfiyelerinde bedesten vardır. Semavi Eyice, “Büyük Çarşı”, DİA, VI, 1992, s. 509; Ayrıca 1489 tarihli evkaf defterinde Mahmud Paşa dükkanları arasında zikredilirken, aynı yıla ait muhasebe defterinde Karbansaray-ı Cedid adıyla kaydedilmiştir. Ömer Lütfi Barkan, “Ayasofya Camii ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, s. 342-379; Yaşar Baş, İstanbul Kapalıçarşısı (XV-XVII. Yüzyıl), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Erzurum 2008, s. 59; Yapının bugünkü hali 1701’de meydana gelen büyük yangından sonra yapılan tamiratlar sırasında oluşturulmuş olmalıdır. Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Nusretnâme, II, Sadeleştiren: İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1966, s. 87; Çarşı birkaç defa yangın geçirmiş ve buna bağlı olarak onarım görmüştür. En son büyük yangın 26 Kasım 1954 yılında meydana gelmiş ve çarşının beşte biri yanmıştır. Semavi Eyice, “Büyük Çarşı”, s. 511. Cevahir Bedesteni’nin kapısının üzerinde yer alan kartal figürü dolayısı ile Bizans dönemi yapısı olduğu yönünde görüşler olmasına rağmen binanın Türk yapı özellikleri taşıması bu görüşün sağlam temellere oturmadığının göstergesi olarak algılanmalıdır. Ayrıca vakfiyelerde Bezzazistan-ı Cedid ifadesinin yer alması bu görüşü destekler niteliktedir. Yaşar Baş, agt., s. 49. Yeni Bedesten Sandal Bedesteni’dir. Semavi Eyice, “Büyük Çarşı”, s. 509; 1489 tarihli evkaf defterinde Karbansaray-ı Cedid adıyla kaydedilmiştir. Ömer Lütfi Barkan, “ Ayasofya Cami’i ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Âit Muhasebe Bilânçoları”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/ 1-2, İstanbul 1963, s. 342-379; Yaşar Baş, agt, s. 59. Yaşar Baş, agt., s. 26.

İSTANBUL ESİR PAZARI

satımının yapıldığı mekan Süleyman Paşa Konağı34 adıyla bilinen kervansaraydır. Han 1489 tarihli vakıf muhasebesi defterinde Kârbansaray-ı Üserâ nâm-ı diğer hânehâ-i Süleyman Paşa olarak tanımlanmaktadır35. 1489’da hanın etrafında Hüseyin Ağa Vakfı (Camii), Bakkal Hamza yetimlerinin mülkü, Sultân’a ait vakıf dükkânlar, Hayreddîn el-Mi‛mâr mülkü var idi. Hanın iki tarafında ise yol bulunmaktaydı. Hanın tamamı 52 odadan müteşekkil olup, odalar altlı üstlü idi. Yine hanın yanında yer alan boş arsa ve büyük bir ahır hana dâhil idi36. Süleyman Paşa Konağı’nın köle alım satımı için uzun bir süre kullanıldığı anlaşılmaktadır. Köle satışı nerede yapılırsa yapılsın elde edilen gelir Fatih Sultan Mehmed tarafından Ayasofya Vakfı gelirleri arasına dahil edilmiştir. Yukarıda belirttiğim gibi 1487 yılında 8.094 akçe gelir elde edilmiştir. H. 896 (1490-91) yılında İstanbul’da meydana gelen veba salgını pazarı etkilemiştir. Sonuçta Pazar 5 ay boyunca boş kaldığından vakıf gelirlerinde düşüş meydana gelmiştir37. H. 1021 yılı vakfın muhasebe bilançosunda Esir Pazar’ı geliri 54.170 akçeye ihaleye verilmiştir. İltizamı alan mültezim Ali bin Hızır’dır38. Bir kaç yıl sonra H. 1029 yılı geliri ise 20.354 akçedir39. 34

35

36 37 38 39

Esas itibariyle han Kapalıçarşı merkezinde değildi. 1489-1491 yılları arasında Kârbânsaray-ı Süleyman Paşa adıyla bilinmektedir. Yaşar Baş, agt, s. 69; Daha sonraki yıllarda Süleyman Paşa Konağı, Süleyman Paşa odaları adıyla maruf olup, kervansaray idi. Halil İnalcık, "İstanbul'un İncisi: Bedesten", iktisat ve Din, Haz: Mustafa Özel, İstanbul 1997, s. 132. Esir hanı yapılan Süleyman Paşa Evleri yanındaki otluk boş arazinin mukâta‛ası 1489 yılı içinde kiraya verildiğinden, ilk yıl kaydı yoktur. İkinci yıla ait kirası 232 akçe, üçüncü yıl ise 1032 akçedir. An ibtidâ-i mukâta‛a-i zemîn-i giyâh, nezd-i hânehâ-i Süleymân Paşa ki kârbânsarây-ı Üserâ şudeest. Ömer Lütfi Barkan, “Ayasofya Camii ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, s. 344, 347. BOA, MAD., nr. 19, vrk. 14a; Yaşar Baş, agt., s. 69. Ömer Lütfi Barkan, “ Ayasofya Cami’i ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Âit Muhasebe Bilânçoları”, s. 342. BOA. TS. MA.d., nr. 1498, s. 3b. Atatürk Kitaplığı, YB. O4, nr. 1/106. 67

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Konağın bu köle satışı için tahsisinden ne zaman vazgeçildiğini bilmiyoruz. Fakat 1532 ila 1540 yıları arasında Osmanlı Devleti’nde yaşayan Luigi Bassano isim vermemekte birlikte köle satışının bir handa yapıldığını yazmaktadır. Hatta han dört kapılıdır ve değerli kumaşların ve eşyaların satıldığı bir yerdir40. Özellikle Bassano’nun tanımlamasından hanın Eski Bedesten, yani Cevahir Bedesteni olduğu sonucuna varmak mümkün görünmektedir. 1556’da İstanbul’a gelen Manuel Serrana Sanz, Türkiye’nin dört yılı (1552-1556) adlı eserinde cariye almak isteyenler büyük han vardır oraya giderler hanın avlusunda her milletten her gün iki bin cariye satışa çıkarılır demektedir41. Ancak hanın nerede ve nasıl olduğu hakkında ayrıntıya girmemektedir. Tam olarak tespit edemediğimiz bir tarihte, ancak her iki seyyahın İstanbul’a gelişinden sonraki bir tarihte köle satışı iki ayrı handa yapılır hale gelmiştir. Philip Mansel tarih vermeden 16. yüzyılda Eski Pazar’da erkek köleler satılmaktaydı demektedir42. 1573 yılında İstanbul’a gelen seyyah Fresne-Canaye dünyanın dört bir yanından gelen erkek kadın kölelerin Eski Bedesten’de satıldıklarını yazmaktadır43. Buradan hareketle 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren eski ve yeni bedestenlerde de köle satışı yapılmaya başlandığını varsaymak gerekmektedir. 9 Eylül 1604 tarihli bir emir bu durumun yeniden değiştiğini göstermektedir. İstanbul Kadısı’na hitaben gönderilen emirde köle satışı tek bir handa, Eski Bedesten’de toplanmıştır. Fakat Yeni Bedesten esircileri bir arzuhal ile hükümete başvurarak eskisi gibi Yeni Bedesten’de 40 41 42 43

68

Luigi Bassano, Kanuni Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat, Çev: Selma Cangi, İstanbul 2011, s. 113. Manuel Serrano Y. Sanz, Türkiye’nin Dört Yılı (1552-1556), Çev: A. Kurutluoğlu, İstanbul, s. 131-132. Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, İstanbul 2007, s 174. Philippe du Fresne-Canaye, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev: Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2009, s. 67.

İSTANBUL ESİR PAZARI

erkek kölelerin Eski Bedesten’de ise kadın kölelerin, yani cariyelerin satılmasına dair eski uygulamanın devam etmesini talep etmişlerdir44. Halbuki Polonyalı Simeon İstanbul’a geldiği 1608-1610 tarihleri arasında Eski Bedesten’in Esir Pazarı olarak kullanılmadığını Yeni Bedesten’in bu görevi ifa etmeye devam ettiğini yazmaktadır45. Bütün bu değişim ve istekler I. Ahmed’in emriyle son bulmuş, köle satışı için bir hanın inşa edilmesi için ferman çıkmıştır.

İstanbul Esir Pazarı Sorunlar çözülmemiş olmalı ki, 5 yıl sonra kadın ve erkek kölelerin bir arada satışının yapıldığı bir han yapılması için İstanbul kadısına emir gönderilmiştir. Emir gereği yetkililer hemen harekete geçmiş ve Yeni Bedesten’in yakınlarında iki tarafı Mahmud Paşa dükkanları diğer iki tarafı ise yol ile çevrili alanda inşa faaliyetine başlanmıştır46. Mevki Tavuk Pazarı adıyla bilinmektedir47. Tam olarak Çemberlitaş’ta Kapalıçarşı ve Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin48 yanında yer almaktadır. Han 19. yüzyılda tarif edilirken Esir Bazarı Hanın’da kadimden erkek ve kadın esirler bey oluna gelür tabirleri kullanılmaktaydı49. 44

45 46 47

48 49

BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 75, s. 168, h. 309; Ahmet Refik, On Birinci Asırda İstanbul Hayatı (1000-1100), İstanbul 1931, s. 25; Selçuk Demir, 75 Numaralı Mühimme Defteri’nin Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi (s. 1-171), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2008, s. 223. Nihat Engin, Osmanlı Devleti’nde Kölelik, İstanbul 1998, s. 128. BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 78, s. 20, h. 78, 26. Cemaziyelevvel 1018 (26 Ağustos 1609); Nihat Engin, age, s. 129. 19. yüzyılda da Esir Pazarı’nın bulunduğu mevki tarif edilirken belgelerde Tavuk Pazarı kurbunde tabiri kullanılmaktadır. BOA. MVL., nr. 131/17, 1270; A.MKT.NZD., nr. 64/22; 1269. BOA. D.BŞM.MHF., nr. 13242. Bu tanımlama Esir Pazarı kapatıldıktan sonra yapılmıştır. BOA. MVL., nr. 131/17, 1270. 69

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Daha sonra bu mevkiye Nuruosmaniye Camii yaptırılmıştır50. Bu nedenle caminin yaptırılmasından sonra Esir Pazarı’nın yerinin tanımlanmasında Nuruosmaniye Camii de yer almıştır51. Han iki katlı ve 300 odalı olarak inşa edilmiştir. Böylece İstanbul’da köle alış verişi bu handa yapılır hale gelmiştir52. Yeni yapılan han bir süre sonra yanmış olmalı, çünkü 22 Ocak 1637 tarihli emirde pazarın yandığı ve tamir edilmek suretiyle hizmete açıldığı üzerinde durulmaktadır. Esir Pazarı dışında çarşı pazarda köle satılmasının kanun hilafına bir durum olduğu ve bu meyanda gerekli tedbirlerin alınması İstanbul kadısından istenmektedir53. Evliya Çelebi seyahatnamesini yazdığı sırada Esir Pazarı’nın 200 odalı olduğunu ve hanın Bayram Paşa’ya ait olduğunu yazmaktadır. Bayram Paşa’nın IV. Murad döneminin vezirlerinden olduğu üzerinde durarak cümle esirler burada bey olunur. Miri pençikhanesi vardır” demektedir54. Piri Paşa Hanı’nın kullanılmasının sebebi bu yangın olmalıdır. Bir başka 50

51 52

53 54

70

Nuruosmaniye Camii ve külliyesi I. Mahmud tarafından temeli atılmış, onun ölümü ile yerine geçen III. Osman tarafından tamamlanmıştır. Kapalı Çarşı’nınve Yeni Bedesten’in yakınında yer almaktadır. Semavi Eyice, “Nuruosmaniye Külliyesi”, DİA, XXXIII, İstanbul 2007, s. 264; Cami, medrese, imaret, kütüphane, türbe, muvakkıt odası, sebil, çeşme ile etrafındaki dükkânlar ve handan oluşan külliyenin bir parçasıdır. Ali Öngül, “Tarih-i Câmi-i Nuruosmânî”, Vakıflar Dergisi, Sayı: 24, s. 127; Selva Suman, “Questioning an “Icon of Change”: The Nuruosmaniye Complex and the Writing of Ottoman Architectural History (1)”, METU JFA, XXVIII/2, Ankara 2011, s. 147. (145-166). Süleyman Faruk Göncüoğlu, Bahçekapı, İstanbul 2014, s. 40. İsmail Parlatır, “Türk Sosyal Hayatında Kölelik”, Belleten, XXIV/187, Ankara 1983, s. 818; Hasan Kanbolat-Erol Taymaz, “Kafkas Osmanlı İlişkileri ve Köle Ticareti, Tarih ve Toplum, XIV/79, İstanbul 1990, s. 39; Reşat Ekrem Koçu, “Esir Hanı, Esir Pazarı”, İstanbul Ansiklopedisi, X, İstanbul 1971, s. 5276. Ahmet Refik, On Birinci Asırda İstanbul Hayatı…, s. 54-55. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, I/1, s.279; Evliya Çelebi ileriki sayfalarad esirci esnafından söz ederken “Esirhaneleri Tavukpazarı’nda kale gibi 300 odalı altlı üstlü odalar büyük bir handır.” Şeklinde tanımlama yapmıştır. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, I/2, Haz: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, İstanbul 2003, s. 543.

İSTANBUL ESİR PAZARI

yangın ise 22 Kasım 1652 günü başlamıştır. Esir Pazar’ında başlayan ve 24 saat süren yangın neticesinde Kumkapı ila ve Kadırga Limanı arasındaki yerler harap olmuştur. Yanan yerler arasında Kapalıçarşı ile pazar da bulunmaktadır55. Bu yangından sonra pazar yeniden inşa olduğunda eskisi kadar büyük yapılmamış olmalıdır. 1749’da yılında yapılan bir sayımda esir tüccarları ve pazar hakkında bilgi bulmak mümkündür. Yangının üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Han, yine iki katlıdır. Ayrıca bir mahzen bulunmaktadır. Mahzende de oda var ki, sayısı 4’tür. Bu defa 300 odalı değil 121 odalı olarak kayda geçmiştir. Fakat odaların önlerinde peyke adı verilen yerler bulunmaktadır56. 19 Aralık 1804 tarihli Esir Pazarı nizamına dair çıkarılan bir emirde pazarın 54 odalı olduğu ve bunlardan 8’nin viran olduğu bildirilmektedir. Viran olan odalar kiralanmadığı için bu tarihte kullanımda olan oda sayısı 46’dır57. Görüldüğü üzere Esir Hanı kapatıldığı tarih olan 1847’ye kadar bir değişim daha geçirmiş ve 17. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın başlarına kadar gelen süreçte gittikçe küçülmüştür. Nihayetinde 1846 yılına gelindiğinde Sultan Abdülmecid’in irade-i seniyyesi ile kapatılmıştır58. Böylece İstanbul’da kölelerin satışının yapıldığı bir mekan kalmamış olmakla birlikte köle alım satımı yasaklanmadığından esirciler bu iş için kendilerine başka mekanlar aramaya 55 56

57 58

Semavi Eyice, “Büyük Çarşı”, s. 510; Reşat Ekrem Koçu, “Esir Hanı Yangını”, İstanbul Ansiklopedisi, XI, İstanbul 1971, s. 5279. Hanın birinci katında kapıdan girişte sağ tarafta 20 oda ve 7 peyke, sol tarafta 25 oda ve 7 peyke, camialtı adı verilen mevkide 7 oda, ikinci katta sağ tarafta 58 oda bulunmaktadır. BOA. MAD. nr. 10349, s. 14-17. BOA. C.ZB., nr. 10/ 465, 3 Muharrem 1220. Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, III, İstanbul 1999, s. 1239; Gül Akyılmaz, “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XIV/1-2, Ankara 2005, s. 339. 71

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

başlamışlardır. Esirciler bu iş için Fatih’te59, Süleymaniye Camii civarı ve Tophane’yi meskun tutmuşlardır60. Ancak bu durum yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Mesela 24 Ağustos 1848 tarihli yazıda Süleymaniye Camii civarında fenerci esnafı köle satan esirci esnafından epey muzdarip olmuşlardır. Çünkü içlerinden bazıları esircilere dükkanlarını kiralamışlar, kahvehanelerin karşısında yer alan dükkanlar belgenin diliyle bayağı esir bazarı gibi işlev görmeye başlamıştır61. Esirciler bu olaylar üzerine Sultan Ahmed’e taşınmışlardır. Fakat Sultan Ahmed civarı bekar yatağı olarak tarif edilmekte ve köle satışı için uygun değildir. Esirciler eskiden olduğu gibi Süleymaniye’ye taşınmak istemişlerdir62. Bütün bunlar olurken esirci esnafı bu neviden olayların kötü olduğu ve eskisi gibi esir pazarında satılmasına devam edilmesi için arzuhal sunmuşlardır63. Ancak bu talebin kabul görmesi artık mümkün değildir. Çünkü dünyadaki değişime bağlı olarak devlet 59

60

61

62 63 72

Köle satışı Süleymaniye Camii yanı sıra Fatih Camii civarında yapılır hale gelmiştir. BOA. MVL., nr. 131/17, 1270; Zenci köle ve cariyeler Fatih’teki hanlarda satılmaya başlanmıştır. Necdet Sakaoğlu, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü (Deyimler- Terimler), İstanbul 1985, s. 37. Nihat Engin, age, s. 247-248; 19. yüzyılın ikinci yarısında Tophane’de esirci esnafının meskûn olduğu görülmektedir. Mesela Tophane’de sakin 15 Şevval 1271’de esirci İsmail, (BOA. İ.MVL., nr. 336/14509); 27 Şevval 1273’te esirci Mehmed bunlardan sadece ikisidir. BOA. İ.MVL., nr. 377/16542, Lef 4; Tophane’deki esirciler arasında kadın esirler de var idi. Hace Havva bunlardan sadece birisidir. İ. DH., nr. 330/21543, 3 Zilkade 127; Ali Mayakon, “Osmanlılarda Esir ve Cariye Ticareti”, Resimli Tarih Mecmuası, X/82, (Ekim 1956), s. 613; Hamdi Atamer, “Zenci Ticaretinin Yasaklanması”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı:3, 1967, s. 23-29. Doğal olarak buralarda köle satışı yasaklanmıştır. BOA. MVL., nr. 58/27, 24 Ramazan 1264; Esir Pazarı’nın kapatılması ile esir tüccarları zarar uğradıklarını bildiren başvuruları bulunmaktadır. Devlet bunun üzerine esir tüccarlarının borçlarında indirim yaparak kalanı takside bağlanmıştır. BOA. İ.MVL., nr. 1858, 27 Receb 1263; Abdullah Martal, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum, Sayı: 121, 1994, s. 15. BOA. MVL., nr. 432/88, 27 Cemaziyelahir 1280 (9 Kasım 1863). BOA. MVL., nr. 131/17, 1270.

İSTANBUL ESİR PAZARI

zenci ticaretinin yasaklanması yönünde kararların alınması için adımlar atmıştır64. Artık köleliğin tamamen kaldırılması için süreç başlamıştır65. H. 1281 yılına gelindiğinde köle satılan mahallere Topkapı’da Bayezid Ağa, Kürkçü ve Fatma Sultan mahalleleri eklenmiştir. Buradaki esirciler evlerinde Çerkes kölelerin satışını yapmaktaydılar66. Evlerde köle satışının önüne geçmek amacıyla polis baskın düzenlediğinde köleler hizmetçi olarak gösteriliyor, köleler ise gelecek kaygısı ile doğruyu söyleyemediklerinden tüccarlar hakkında hiçbir işlem yapılamıyordu67. Kısaca Esir Pazarı’nın kapatılması köle satışına mani olmamış, ortadan kalkmasını sağlamamıştır68.

Esir Pazarı’nın Yapısı Esir Pazarı’nın yapısına dair bilgilere değişik vesilelerle ulaşmak mümkündür. Bunlardan birisi esnaf sayımları ve denetimler sırasında yapılan teftişlerde ne pazarda ne kadar esir 64

65

66 67 68

Zenci ticaretinin yasaklandığına dair Mısır valisine emir evasıt-ı Cemaziyelahir 1273 tarihlidir. BOA. İ.ŞD., nr. 33/1602, Lef 5; Aynı meyanda Bağdat valisine gönderilen emir için bakınız: Lef 6; Yine bu amaçla Hicaz ve Trablusgarp valilerine de emirler gönderilmiştir. Lef 7; Ancak ticaret durmadığı için 2 Muharrem 1294 tarihinde köle ticaretinin önünün alınması emir vaz edilmiştir. Lef 1; bu yönde İngiliz sefaretinin bir başka yazısı 21 Teşrin-i evvel 1289 tarihini taşımaktadır. BOA. İ.MMS., nr. 109/4652. Süreç hakkında geniş bilgi için bakınız: Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 1994, s. 77 vd.; Y. Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu1800-1909, Çev: Bahar Tırnakçı, İstanbul 2004, 91 vd.; Ruziye Özsoy, XIX. Yüzyılda Osmanlı’da Köle Ticareti ve Esirciler ve Zenci Köleler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2010, s. 46-101. BOA. MVL., nr. 446/128, 8 Ramazan 1281. Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti, s.43. Esir Pazarı’nın kapatılmasından sonra kethüda Mehmed Salih işsiz kaldığından nafaka derdine düşmüştür. Kendisine maaş bağlanmasına karar verilmiştir. BOA. C.ML., nr. 69/3177. 73

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bulunduğuna dair bilgi verilirken ayrıca esir pazarının tanımlaması yapılabilmekteydi. Tipik bir Osmanlı han mimarisinin özelliklerini taşımaktaydı. Ortası boş ve bu boşluğun etrafında esirci odaları bulunmaktaydı. Yani yekpare bir bina idi. I. Ahmed döneminde 300 odalı idi. Bina muhtemelen iki katlı olmalıydı. Çünkü bulunduğu yer itibariyle 300 odalı tek katlı bir binanın inşa edilmesi hususunda yeterli büyüklükte bir arazi tahsis edilmesi oldukça zor idi. Evliya çelebi hanı bir yerde 300, bir başka yerde 200 odalı olarak vermiştir. Altlı üstlü olarak tanımlamasından iki katlı olduğu varsayımımızın doğru olduğu sunucuna ulaşılmaktadır69. Zira seyyahların verdiği bilgilerden ortası geniş ve bu genişliğin etrafında odaların olduğu bir mekândı. Orta yerin boş olması kölelerin burada satılmasına olanak sağlamaktaydı. Zaten 18. yüzyıl İstanbul’unu anlatan İnciciyan da yapının kervansaray tarzı inşa edildiğini yazmaktadır70. 1749 tarihli defterde pazarın tam bir tasvirini yapabileceğimiz bilgilere ulaşmak mümkün olmuştur. Çünkü esircilerin sayımının yapıldığı bu defterde pazarda oda sahibi esirciler, odalarının bulundukları mevkileri ile tanımlanmışlardır. Buna göre pazarın 4 odasının olduğu bir mahzeni vardı. Ancak asıl odalar birinci ve ikinci katta yine ortada yer alan boşluğun etrafında sıralanmıştı. Seyyahların büyük kapıdan girildiğini söyledikleri pazarın kapıdan girişte katta sağ tarafta 26 oda, 8 tane peyke71, birinci katta camialtı 69

70 71

74

Evliya Çelebi’nin neden böyle bir ikilem yazdığını bilmek zor görünmektedir. Bakınız: Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi…, I/1, s. 279; Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi…, I/2, s. 543. P. Ğ. İncicyan, 18. Asırda İstanbul, Terc: Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1976, s. 35. Divana benzeyen odaların önündeki oturma yerleridir. Duvara bitişik, alçak tahta sedir şeklinde de tarif etmek mümkündür. Başta zenci köleler olmak üzere çok fazla kıymete haiz olmayan kölelerin satış için bekletildiği yerlerdir. Sema Ok, Köle Pazarından Saraya Cariyeler, İstanbul 1996, s. 31.

İSTANBUL ESİR PAZARI

denilen tarafta 7 tane oda, kapının sol tarafında ise 25 oda bulunmaktadır. İkinci katta odaların sayısı 58’dir. Bu odalar tarif edilirken kapıdan girildiğinde sağ tarafta ve ikinci katta diye tarif edilmiştir. Muhtemelen ikinci kata kapının sağ tarafında yer alan bir merdivenle çıkılıyor olmalıdır. Toplam oda sayısı mahzendeki odalar da dâhil 125’tir. 72. 1805’de Esir Pazarı 54 odalı idi. Bunlardan 46’sı dolu kalan 8’i ise boştu. Yani bir tüccara ait olmadığı gibi kiralanmamıştı. Sadece gündüz kullanılan ve ticaret yapılan pazara büyük bir kapıdan girilirdi73 Charles White Esir Pazarı’nın yamuk bir dörtgen bir yapı olduğunu seyahatnamesinde yazmaktadır74. Ortasında ise üst katında esir tüccarlarının odalarının bulunduğu müstakil bir yapının varlığından söz etmektedir. Miss Pardoe de aynı bilgiye vermekle birlikte avluyu kare biçiminde ve üç tarafında odaların bulunduğu bir yer olarak tasvir etmektedir75. İstanbul’da kahvehane geleneğinin burada da var olduğunu görmekteyiz. Müstakil binaya bitişik olan kahvehane muhtemelen esircilerin ve alıcılar kullanmaktadırlar. Yine aynı binaya bitişik yıkık bir camiden söz eden White kalan üç tarafında ahşap sütunlarla desteklenen ve köşelerinde basamakları olan bir kemer altının varlığına dikkat çekmektedir. İşte burası köle satışının yapıldığı yer burasıdır. Kemerin altında paravanlarla birbirinden ayrılan platformalar bulunmakta olup, bunların üzerinde bir taraftan sigara içerek vakit geçiren esirciler ve müşteriler diğer taraftan alışveriş yapmaktaydılar. Ayrıca kemer altının arkasında mutfak ve geçiş için kullanılan bir yapı vardı. White yine burada konaklamak için kullanılan 72 73 74 75

BOA. MAD. nr. 10349, s. 14-17. BOA. C. ZB., nr. 10/465, 3 Muharrem 1220. Sema ok avlusunun dikdörtgen olduğunu belirtmektedir. Sema Ok, age, s. 31. Miss Pardoe, Şehirlerin Ecesi İstanbul, Bir Leydinin Gözüyle 19. Yüzyılda Osmanlı Yaşamı, Çev: Banu Büyükkal, İstanbul 2004, s. 438; Rev. R. Walsh, A Residence at Contantinople, II, London 1836, s. 2. 75

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bir yapıdan daha söz etmektedir76. White’in verdiği bilgilerden Esir Pazarı’nın ortasında mescidin bulunduğu kervansaray tanımına benzemektedir77. Bu mescit Gülnüş adlı bir cariye tarafından yaptırılmıştı. Rivayete göre Gülnüş hürriyetine kavuştuğu takdirde bir cami yaptıracağına dair kendine söz vermişti. Topkapı Sarayı’na giren Gülnüş önce kaynaklarda adı geçmeyen bir şehzadeye dadı, daha sonra da kethüda olmuştur. İşte o zaman sözünü yerine getirerek Esir Pazarına bir mescit yaptırmıştır78. 3 Ocak 1771 tarihinde Gülnüş Hatun Mescidine 6 akçe vazife ile imam tayin edilmiştir79. Gülnüş Hatun Mescidi’nin yıkılıp yıkılmadığını, yıkıldı ise ne zaman yıkıldığını bilmiyoruz. Ancak 1834 tarihli bir belgede Esir Pazarı derununda Daye Kadın Mescidi’nden söz edilmektedir. Mescide 6 akçe vazife ile imam, 4 akçe vazife ile müezzin tayin edilmiştir80. Yapısı bu şekilde olan ve tek bir kapıdan girilen Esir Pazarına giriş çıkış sıkı kontrol altında tutulur, alış veriş yapmayanlar, özellikle serseri ve yabancılar pazara hiç sokulmazlardı. Bu nedenle Esir Pazarını çok merak ederlerdi. Onların dahi hana girişleri izne tabii idi. Mesela tarihsiz belgede 76 77

78

79 80 76

Charles White, age., s. 281. Yapı Mimar Sinan’ın ortasında mescit bulunan Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı ile benzerlik arz etmektedir. Tabii Sinan’ın kervansarayı inşa ettiği dönemde kahvehaneler yoktur. Gönül Çantay, "Kervansaraylar", Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, I,, İstanbul 1988, s. 373; 19. yüzyılda İstanbul’a gelen H. C. Andersen esir pazarını görmüş ve şu şekilde betimlemiştir. Büyük çarşı (Kapalı Çarşının ) yakınlarında revaklı bir yer, her revağın altında dükkanlar olduğunu yazmıştır. Seyyahın dükkan dediği esir hanının odaları olmalıdır. Burada zenci, gürcü, çerkes kızların satıldığından bahsetmektedir. Knut Hamsun-H. C. Andersen, İstanbul’da İki İskandinav Seyyah, Çev: Banu Gürsaler Syvertsen, İstanbul 2006. İsmail Hakkı Konyalı, “Cariyeler ve Esir Pazarı”, Tarih Dünyası, Sayı: 2, (Mayıs 1950), s. 74; Reşat Ekrem Koçu, “Esirci Mescidi”, İstanbul Ansiklopedisi, X, İstanbul 1971, 5278-5279. BOA. C.EV., nr. 599/30238, 16 Ramazan 1184. BOA. C. EV., nr. 329/16741, 15 Ramazan 1249 (26 Ocak 1834).

İSTANBUL ESİR PAZARI

Fransa maslahatgüzarı camileri, sarayı, Ağa Kapısı’nı Yedikule’yi ve Esir Pazarı’nı ziyaret etmek istemiştir. Ancak kendisine Beşiktaş Saray’ına ve camilere giriş için verilmiş, Esir Pazarı’na ve Ağa Kapısı’na izin verilmemiştir81. Buna rağmen birçok seyyah Esir Pazarı hakkında bilgi vermektedirler. Ancak birçoğu Esir Pazarı’nı görmeden duyumları ile bilgi verebilmektedir. Bunlardan bir tanesi Lebenau olmalıdır. O, pazar hakkında “köle almak için buraya giderler, pazarlarda atların satıldığı gibi genç, yaşlı, erkek, kadın tutsak almaya oraya gidilmektedir” şeklinde bir bilgi vermektedir82. Han ve esir satışı hakkında detaylı bilgi vermemesinden pazarı görmediği sonucu çıkarılabilir. Pazarda özellikle Çerkes cariyeleri görmek isteyen, fakat pazara alınmayan bir başka seyyah Venezuelalı General Francisco Miranda’dır. 1786’da geldiği İstanbul’un birçok yerini görmüştür. Ancak esir pazarına girmeyi başaramamıştır. Pazarın giriş kapısında bekleyip kölelerin çıkışını seyretmiştir. “Gavurların değil, satın alması, görmesi bile yasak” diyerek pazara giremeyişini anlatmaktadır83. Esir Pazarı hakkında bize çok detaylı bilgi verenlerden bir tanesi Charles White’dır. White birçok kez pazara girdiğini seyahatnamesinde açıkça belirtmektedir84.

Esir Pazarı Görevlileri Osmanlı Devleti’nde bir esir pazarının işleyişini sağlayan en önemli görevli Esirciler Şeyhi’dir. Çünkü Esirciler Şeyhi pazarın 81 82 83

84

Esir Pazarı cem’i nas olarak tanımlanmıştır. Ağa Kapısı ise askeri bölgedir. BOA. HH., nr. 262/15103, tarihsiz. Reinhold Lubenau, Reinhold Lubenau Seyahatnamesi, Osmanlı Ülkesinde, 1587-1589, Çev: Türkis Noyan, İstanbul 2012, s. 224. Hâle Toledo, “ Venezuelalı General Francizco de Miranda’nın 1786 Yılında Osmanlı Başkaneti İstanbul’a Gelişi ve İzlenimleri”, 38. ICANAS, Bildiriler, II, Ankara 2011, s. 799. Hatta bir defasında Şubat 1843’te Belçika Maslahatgüzarı Solvyns ile birlikte gitmiştir. Charles White, age., s. 283. 77

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bütün işlerinden sorumlu idi. Bursa Esir Pazarı Yasaknâmesi’nde pazarın esir alım satımı ile ilgili işlerini yürüten Esirciler Şeyhi ile birlikte görev yapan kişi Esirciler (Loncası) Kethüdası idi85. İstanbul Esir Pazarı’nda da aynı görevliler vardı. Esirciler Şeyhi ve Esir Kethüdası esir tüccarları arasından kendileri tarafından seçilirdi. Ruus-ı Hümayunla tayin olunurlardı. Mesela ünlü bestekârlardan Mustafa Itri Efendi de bir süre Esirciler Kethüdalığı görevini ifa etmiştir86. Itri haricinde değişik vesileler ile belgelerde kethüdaların isimleri geçmektedir. Mesela 16 Mart 1638’de kethüda, Ali adında birisidir87. 9 Nisan 1666 tarihli yazıda İstanbul Esirciler Kethüdalığı görevini Mustafa adında birisi yürütmektedir88. 10 yıl sonra 27 Ocak 1676 tarihinde aynı göreve Mustafa adında biri tayin edilmiştir89. İsimlerinin aynı olması aynı kişi oldukları kanısı uyandırmakla birlikte Mustafa adının toplumda çok kullanılan bir isim olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 2 Kasım 1785’te kethüdalık görevini ifa eden kişi Osman Usta’dır90. Devlet Esir Pazarı ile ilgili düzenlemelerde, esircilerin suiistimallerine dair emirlerde Esirciler Kethüdasını muhatap kabul ederdi. Bir kişi esirci olmak istediğinde mutlak surette kethüdanın görüşü alınmaktaydı91. Esir Hanı’nda görev yapan bir başka görevli ise hanı kontrol eden ve köle satışından alınan onda bir oranındaki vergiyi tahsil eden Esirhane Emini idi. Esirhane Emini hemen girişte demir kapının dibinde otururdu. Böylece başka bir girişi 85 86 87 88 89 90 91 78

Bursa Esir Pazarı Yasaknamesi için Bakınız: Ahmet Akgündüz, Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, II, s. 235. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, İstanbul 1993, s. 553 BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 88, h. 296. BOA. İE. TCT., nr. 5/535, 4 Şevval 1076. BOA. İE. TCT., nr. 2/232, 11 Za 1086. BOA. AE.SABHI., nr. 199/13327, 29 Zilhicce 1199. BOA. C. ZB., nr. 10/465, 3 Muharrem 1220.

İSTANBUL ESİR PAZARI

olmayan hana giren çıkan herkesi bilirdi92. Devlet köle alan ve satandan 2 ila 150 akçe arasında değişen miktarda vergi alırdı. Esirhane Eminliği iltizama verilirdi93. Bazı yıllarda iltizam bedeli 100 kese akçeye kadar çıkabilmekteydi94. Bir başka görevli köle alışverişinde birinci derecede rol oynamakta olan dellal idi95. Osmanlı Devleti’nde her iki türden dellal grubu görev yapmaktaydı. Haber duyuran dellallar Dellalbaşı’nın emrinde idiler. Alışverişte görev yapanlar ise esnaf teşkilatı içerisinde ve hanlarda yer almaktaydılar. Sorumlu olduğu meslek dışında başka bir yerde çalışamazdı. Esir dellâlları da aynı idi. Alıcı ile satıcı arasında aracılık yaparlardı. Esir pazarında mutlak surette dellâl bulunurdu. Zaten açık artırma usulü satış yapıldığından dellâl olmadan köle satışı yapmak mümkün değildi. Esir Pazar’ında dellâlların sayısını tam olarak tespit etmemiz mümkün değilse de bir tane olmadığı kesindir. Çünkü birçok kölenin satışının yapıldığı böyle bir handa tek bir dellal ile satış yapmak mümkün görünmemektedir. Zaten pazarın bir dellâlbaşısı var idi96. En az birkaç tane dellal olmalı ki onları idare edecek dellâlbaşı tayin edilebilsin. Nitekim 1640 tarihinde dellâl sayısı 19’dur97. Esir Pazarı nizamına dair düzenlemelerde dellâlların da diğer görevliler gibi güvenilir kişiler arasından seçilmeleri 92 93 94 95

96 97

Bu vergi senede 100 kese akçeyi bulmaktaydı. Mehmet Zeki Pakalın, ags, s. 553; Nihat Engin, agm., s. 248. Necdet Sakaoğlu, “Esir Ticareti”, İstanbul Ansiklopedisi, III, İstanbul 1994, s. 201. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, I/2, s. 543; Sema Ok, age., s. 31. Dellâl çarşı Pazar dolaşıp bir haberi bağırarak yayan ya da bir malın satışında pazarlık yaparak aracı olan kişidir. Yusuf Halaçoğlu, “Dellâl”, DİA, IX, 1994, s. 145-146. BOA. C.HR., nr. 7087, 11 Cemaziyelevvel 1149. Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Haz: Mübahat S. Kütükoğlu, İstanbul 1983, s. 257. 79

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

istenmektedir. Köle satışı ile ilgili düzeni bozan herhangi bir durum olduğunda tedbir almak ve devlete bu meyanda başvuruda bulunan görevliler arasında Dellâlbaşı da bulunurdu. Böyle durumlarda devletin muhatap aldığı kişiler arasında dellalbaşı Esir pazarı Kethüdası’ndan sonra gelmekteydi98. Bu anlamda dellâlbaşının görevi oldukça önemli idi. Çünkü o görevini iyi ifa etmediğinde ya da bir pazarda dellâlbaşı olmadığında düzen bozulmakta, hatta hür insanlar bile köle diye satılabilmekteydi. Nitekim 15 Temmuz 1760 tarihli yazıda buna dikkat çekilmektedir. Esir dellâlbaşısı olmayan Kastamonu’da hür insanlar satılmaya başlanması üzerine buraya dellâlbaşı tayin edilmiştir99. Esir satışları dellâllar aracılığı ile yapılmaktaydı. Dellâllar esir satıldığında satıştan dellâllık adı altında bir ücret alırlardı100. Bu ücretin alandan mı, satandan mı ya da her ikisinden mi alındığına dair açık bir malumata sahip değiliz. Birden fazla dellâl olduğuna göre bir görevlinin satışta kimin görev alacağını düzenlemesi gerekiyordu. Bursa’da bu işi dellâl kethüdası yapmaktaydı. Kethüda hem dellâldan hem de köleyi satandan, yani esir tüccarından birer akçe olmak üzere esir 98

Mesela 25 Muharrem 1199 tarihinde taşradan köle getiren esir tüccarları Esir Pazarı’na getirmeden Galata, Tophane gibi başka yerlerde satmaya kalkıştıklarında nizama uyulması için gerekli tedbirlerin alınması yönünde gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir. Bunun için Esir Pazarı yetkilileri uyarılmıştır ki, bunlar arasında Dellâlbaşı da yer almaktadır. BOA. AE. SABHI., nr. 199/13327. 99 BOA. C. DH., nr. 939, 28 Şaban 1173; Şam’da esir dellâlına müdahale edilmemesi için emir gönderilmiştir. C. BLD.., nr. 119/5902, 13 Cemaziyelahir 1192 (9 Temmuz 1778); 1813’te Çankırı’da esir dellâlbaşısı öldüğü için yerine oğlu tayin edilmiştir. C.BLD., nr. 60/2967, 23 Ramazan 1128 (19 Eylül 1813). 100 İstanbul Esir Pazarı’ndan 72 Rus cariyenin satışından 2.708.5 kuruş elde edilmiştir. Bunun 40 kuruşu dellâliye ücreti olarak toplam meblağdan düşülmüştür. Ahmet Hazerfan, “Osmanlı Devleti’nde Esir Satışına Ait Üç Belge”, Tarih ve Toplum, Sayı: 181, (Ocak 1999), s. 57. 80

İSTANBUL ESİR PAZARI

başına iki akçe almaktaydı101. Belgelerden anlaşılacağı üzere İstanbul Esir Pazarı’nda Esirciler Kethüdalığı görevi bulunup, dellâl kethüdalığı yoktur. Muhtemelen dellâlların görevlerini düzenlenmesi işini dellâlbaşı ifa etmektedir. Esir pazarının işleyişinde önemli yeri olan dellâlların esirci esnafı arasından seçilmesine rağmen kendilerine gayet muhkem kefil bulmaları gerekmekteydi. Kefili olmayan dellâlların tespit edilerek görevlerinden ihraç olunması İstanbul kadısı ve Esirciler Kethüdası marifetiyle yapılmaktaydı. Buna rağmen bazı dellâllar işlerini iyi yapmayan bazı esircilerle birlikte hareket ederek Müslümanların ellerindeki köleleri ahar diyarlara gönderip oralarda sattırmaktadırlar. Hatta dellâllıktan kovulmalarına rağmen kimileri geri dönüp yeniden pazarda dellâllık yapmakta ve kurallara riayet etmemektedirler. Gayri nizamı dellâllık yapanlardan bir diğer grup da sipahi ve yeniçerilerden bazılarıdır. Onlar cariyelerden yararlanmak için esir pazarına gelerek esirci veya dellâl olmakta ve istedikleri gibi hareket etmektedirler. Bu ve bunun gibi hareketlerde bulunan esirci ve dellâlların pazara sokulmaması için kethüdanın uyarılmasına, kethüdanın görevini yerine getirmemesi durumunda ise kethüdanın da hakkından gelinmesi kadıya emredilmektedir102. Çünkü bir kimse pazara gitmeden kölesinin satması için dellâla verebilirdi103. Bu nedenle dellâlların işlerini iyi yapan ve güvenilir olmalarının önemi büyüktü. 101 Halil Sahillioğlu, “Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, s. 88; İzmir’de esir dellâliyesinden elde edilen vergi geliri 1856’da 16.150 kuruştur. BOA. A.MKT.NZD., nr. 185/68, 18 Ramazan 1272 (23 Mayıs 1856). 102 Selçuk Demir, 75 Numaralı Mühimme Defteri…, s. 222-223. 103 Bir kişi satması için kölesini dellâla verse ve yolda köle kaçmayı başarsa dellâl kölenin değerinin yarısını ödemek zorundadır. İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. Yüzyıllar), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Konya 1992, s. 172. 81

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Pazarın bir başka görevlisi güvenliği sağlayan yiğitbaşı idi. Yiğitbaşı Esir Pazarı’na giren çıkan herkesten sorumlu olmalıdır104. Yiğitbaşı kethüdanın en önemli yardımcılarından biriydi. 1805 yılında pazarı denetleyen bu anlamda kethüdaya yardım eden görevli olarak görülmektedir105. Ancak 1265 yılında Yiğitbaşısı Esirciler yiğitbaşısı Latif Ağa Mahire adli zenci cariyeyi hamile bırakmıştır. Daha sonra durum ortaya çıkar korkusuyla hamileliğe son vermek istemiştir. Olay da bunun üzerine duyulmuş olmalı. Maalesef olayın sonucunu takip etme imkânından yoksunuz106. Ayrıca Esir Pazarı’nın temizliğini yapan ferraşlar olmalıydı. Daha esir pazarı inşa edilmeden, Süleyman Paşa Kervansarayı esir pazarı olarak kullanılırken Hızır adında birisi ferraş olarak görev yapmaktaydı107. Daha sonra bu görevliye kaynaklarda rastlamadık. Bütün bunların yanı sıra Esir Pazarı’nın asıl sakinleri esircilerdi108. Ancak esircilik mesleği diğer meslekler gibi olmadığından devlet esircilerin de kefile bağlanarak güvenilir kişilerin bu mesleği icra etmesi yönünde gerekli tedbirlerin alınmasını emrederdi. Esirci olacak kişinin mutlak surette kethüdaları ve ustaları marifetiyle güvenilir kefili olması, bu kefil ile birlikte Bab-ı Ali’ye arzuhal sunması gerekmekteydi. Başvuru kabul edildiğinde Divan-ı Hümayun kaleminde kendilerine ferman-ı 104 BOA. C.HR., nr. 7087, 11 Cemaziyelevvel 1149. 105 BOA. C. ZB., nr. 46; Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşcasına İslam Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010, s. 157. 106 BOA. A. AMD., nr. 13/14, 1265. 107 H. 895 yılında pazarın temizliği için Hızır’a 1050 akçe ödeme yapılmıştı. Ömer Lütfi Barkan, “Ayasofya Camii ve Eyüb Türbesi’nin 1489-1491 yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, s. 360. 108 Esirciler gözü açık, kurnaz olarak tanımlanmaktadır. Onlar Ayrıca insanları çok iyi tanıdıkları, birinin yüzüne ya da eline baktıklarında onların asil olup olmadıklarını, sağlık durumları hakkında fikir sahibi olabilmekteydiler. Luigi Bassano, age., s. 113. 82

İSTANBUL ESİR PAZARI

ali verilirdi. Bunu aldıktan sonra ancak esir tüccarı defterine kayıt olunabilirdi109. 1246 yılında esirci Ümm-ü Gülsüm’ün vefatı ile onun yerine İbrahim kızı Hanife Hatun esirci olmak istemiştir. Arzuhal sunan Hanife Hatun kethüda Es-seyyid Elhac Osman ve esnaf ihtiyarlarından bazılarının kefaleti ile esirci esnafı içerisine katılmasına karar verilmiştir110. Bu uygulama erkek esirciler için de geçerlidir111. Kısaca köle ticaretiyle meşgul olabilmek için esirlerin ellerinde esir ticareti yapabileceklerine dair belgeleri bulunması gerekmekteydi112. Büyük çapta esir ticareti ile uğraşanlara Esir Tüccarı, küçük çaplı bu işi yapanlar Esirci denilirdi. Bir iki esir satan ve taşradan esir getirenlere ise celep adı verilmektedir113. Esircilerden odası bulunanlardan veya bulunmayanlardan birkaç tanesi odabaşı olurlardı. 1749’da Odabaşı sayısı 8’dir114. Odabaşı tabiri sonradan bırakılmış olabilir. 3 Nisan 1805 tarihli Esir Pazarı’na dair düzenlemede esircilerin ustalarından söz edilmektedir. Esircilerin yamak adı altında yardımcıları vardı. Onlar da esirciler gibi kefile raptedilir ve insan ticareti yapan kişilere dikkat edilmeye gayret edilirdi115. 109 Bu süreç 3 Nisan 1805 tarihli emirde ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. BOA. C.ZB., nr. 10/465, 3 Muharrem 1220 (3 Nisan 1805). 110 BOA. C.BL., nr. 1778, 22 Rebiülevvel 1246. 111 BOA. C. ZB., nr. 10/ 465, 3 Muharrem 1220 (3 Nisan 1805). 112 Elinde belgesi olmayan Lazistan Sancağı’nda askeriyede tabur mülazımı olan Mehmed Ağa Gürcü köle satmaya kalkışmıştır. Kars’ta 3 esirle yakalanmıştır. Ruziye Özsoy, agt, s. 24; Kimi memurların yasağa rağmen köle ticaretine göz yummalarına rağmen Osmanlı yetkililerinin kararlılığı neticesinde Afrika köle ticareti yasağının uygulanmasında başarılı olunmuştur. Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti, s. 168-170. 113 … Celeb makulesi taifesi taşradan Der aliyeye getirdükleri esirleri doğru esir bazarına getürüb… BOA. C. ZB., nr. 10/ 465, 3 Muharrem 1220 (3 Nisan 1805). 114 Bunlardan Mehmed ve Çolak İbrahim Derviş Ali Ağa’nın odasını kullanmakta idiler. BOA. MAD., nr. 10349, s. 16-17, 28 Şevval 1162 115 BOA. C. ZB., nr. 10/465, 3 Muharrem 1220 (3 Nisan 1805). 83

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

En önemli olgulardan bir diğeri de adı ne olursa olsun köle ticareti ile uğraşan esirciler Müslüman olmak zorundaydılar. Gayrimüslimlere köle satışının uzun süre yasak olduğu, daha sonraları ise sıkı kontrol altında tutulduğu bir ülkede bu doğaldı. Ancak gizli de olsa evlerinde köle istihdam eden ve kimi zaman gayr-i resmi olarak evlerinde küçük yaşta kızları eğitmek suretiyle köle satan Yahudiler bulunmakta olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Fakat Robert Mantran’ın dediği gibi köle ticaretinde Yahudilerin öncelikli yere sahip olduklarına dair bilginin doğru olmadığı açıktır116. Esirci esnafının sayısı dönem dönem değişmekle birlikte çoğunlukla bu konuda kesin sayı vermek oldukça güçtür. Evliya Çelebi esirci esnafının sayısını 2.000 olarak vermektedir117. 1640 tarihli narh defterinde esirci taifesi rical ve kadın esircilerle birlikte yüzden fazladır denmekle birlikte 33 erkek esirci ve 8 kadın esircinin adları verilmektedir118. 18 yüzyılda esirci sayısı değişmiştir. 11 Ekim 1749 tarihinde yapılan sayımda esirci sayısı 193’tür. Bunlardan 20’si kadın esircidir. 4 esirci de ihraç edilmiştir119. Muhtemelen suiistimalleri olmalıdır. Bu suiistimallerden birisi gayrimüslimlere köle satışıdır. Gayrimüslimlere yasak iken bu yasağa uymayan esircilerin varlığı müteaddit defalar çıkarılan emirlerden anlaşılmaktadır. Bunlara içerisinde sosyetesinde ünlü olan Mademoiselle Aısse’nin hikayesi tarihe geçmiştir. Fransız elçisi Caherlas de Ferriol tarafından daha küçük yaşta iken satın alınmış ve Fransa’ya gönderilmiştir120. 116 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, II, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay-Enver Özcan, Ankara 1990, s. 103. 117 Evliya Çelebi, “Esirci Bezirgânları Esnafı Neferât 2.000, dükkânları esirhane odalarıdır” demektedir. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, I/2, s. 544. 118 Osmanlılarda Narh Müessesesi..., s. 255-256. 119 BOA. MAD., nr. 10349, s. 18, 28 Şevval 1162. 120 Geniş bilgi için bakınız: Taner Timur, “Çerkes Kızı Ayşe’nin Öyküsü Esir Pa84

İSTANBUL ESİR PAZARI

Evlerinde esircilik yapanlar da esirci esnafı içerisinde sayılmaktadırlar. Fakat bunlara dair bir sayısal veriye ulaşmak zor görünmektedir. Zaman zaman yapılan sayımlarda ve esirci esnafının diğer birçok esnaf gibi kefillere raptedilmesine dair emirlerde kefili bulunmayanların ihraç edilmesi istenmektedir. Ticari metaları insan olmaları hasebiyle esirci esnafının emin ve kethüdalarından dellallarına kadar her kesin dikkatli olması emredilmektedir121. Bütün bunlara rağmen suiistimallerin olduğu müteaddit defalar gönderilen emirlerden anlaşılmaktadır122. Esir alış verişi yapan esircilerin yardımcıları vardı. Bunlara yamak adı verilmekteydi. Onlar da pazara girip çıkabilen kişiler olduklarından pazarın sakinleri arasında yer almaktaydılar. Esirci esnafı için getirilen bütün kurallar yamaklar için de geçerliydi123.

zarından Paris Salonlarına”, Toplumsal Tarih, Sayı: 123, (Mart 2004), s. 12-17; Olga Augustinos, “Doğulu Cariyeler, Batılı Metresler: Prévost’nun Histoire d’une Grecque Moderne’i”, Osmanlı Döneminde Balkan Kadınları: Toplumsal Cinsiyet, Kültür, Tarih, Der: Amilia Butroviç-İrvin Cemil Sick, İstanbul 2007, s. 26-27. 121 BOA. HH., nr. 1426/58390, tarihsiz. 122 Esircilerin suiistimallerine dair bakınız: BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 46, s. 120, h. 233, 5 Cemaziyelevvel 990 (28 Mayıs 1582); A.DVN.MHM.d., nr. 48, s. 120, h. 321, 19 Ramazan 990 ( 17 Ekim 1582); C.ZB., 4444, 17 Ramazan 1144 (14 Mart 1732); A. DVN.MHM.d., nr. 60, s. 165, h. 362; A.DVN.MHM.d., nr. 88, h. 296; C. ZB., nr. , 4383. 7 Cemaziyelevvel 1178, (2 Kasım 1764); . C. ZB., nr. 1626; C.ZB., nr. 768; Abdullah Saydam, “Esir Pazarlarında Yasak Ticaret: Hür İnsanların Satılması”, Toplumsal Tarih, Sayı: 28, (Nisan 1996), Trabzon 1998, s. 45; Ahmet Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Haz: Abdullah Uysal, Ankara 2000, s. 73-74; Ebru Boyar-Kate Fleet, Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi, Çev: Serpil Çağlayan, İstanbul 2014, s. 224; Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, s. 257-58; Mehmet Demirtaş, “Osmanlı Başkenti’nde Dilenciler ve Dilencilerin Toplum Hayatına Etkileri”, OTAM, Sayı: 20, Ankara 2006, s. 87, 92. 123 Ömer Şen, Osmanlı’da Köle Olmak, İstanbul 2007, s. 57. 85

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Esir Pazarı’nın İşleyişi İstanbul’a deniz yoluyla getirilen köleler Bahçekapı’da Meydan İskelesi’ne indirilir buradan Esir Pazarı’na götürülürlerdi124. Esirci önden girer köle arkadan pazara girerdi. Büyük kapıdan girişte esirci mutlak surette kapıcı tarafından kontrol edilirdi. Bu kontrol kölenin hür olup olmadığına dair belgenin sorgulanmasıydı ki, o da pençik varakasıydı. Elinde Pençik varakası olmayan esircinin köleleri için muhtemelen şüphe doğardı. Ancak böyle bir durumda başka bir belge istenir miydi, yoksa göz yumulur muydu ya da esirciler bir şekilde konuyu halletmeyi başarıyorlar mıydı bilmiyoruz. Ancak zaman hür insanların satılmış olması ve devletin bu konuda tedbir almak durumunda kalması bazı esircilerin bir şekilde konuyu hallettikleri sonucuna varmamızı sağlamaktadır125. Bundan sonra esirci oda sahibi ise kölelerini odasına götürürdü. Oda sahibi olmayan esirciler kölelerini pazarın herhangi bir yerinde tutuyor olmalıydılar. Odası olmayan veya kiralayamayan bazı esirciler ise kölelerini duvara dayalı peykelerde tutarlardı126. Esir Pazarı’nın düzeninden ve köle alım satımının kanunlara uygun yürütülüp yürütülmediğini sağlayan kişi Esir Pazarı kethüdası ve Esirciler Loncası idi. Kethüda doğrudan pazarda bulunur ve Yiğitbaşı ile birlikte güvenliği sağlardı. Pazarın en önemli sakinleri esircilerdi. Esirci esnafından birisi köle satacağı zaman sabah ya da herhangi bir saatinde pazara getirmek burada satmak zorundaydı. Charles White pazarın Cuma hariç sabahtan öğleye kadar açık olduğunu yazmaktadır127. Adolpus Slade bunu 124 Süleyman Faruk Göncüoğlu, age., s. 40 125 Zübeyde Güneş Yağcı, “Yasal Olmayan Kölelik, XVI. Türk Tarih Kongresi 2024 Eylül 2010, IV/2, Ankara 2015, s. 1635-1638; Abdullah Saydam, agm., s. 45. 126 Sema Ok, age., s. 31. 127 Charles White, age., s. 180. 86

İSTANBUL ESİR PAZARI

doğrulamaktadır128. Eğer orada bir oda sahibi ise esirini odasında hıfz eder ve satacağı zaman dellal aracılığı ile açık artırma usulü satabilirdi. Eğer kölesi çok kıymetli ve özel yetiştirdi ise hiç açık artırmaya sokmadan özel alıcılara haber verir ve onların adamlarına teslim ederdi. Birçok seyyah bu konuya dikkat çekerek kıymetli kölelerin genç ve güzel kızlar olduklarını ve onların hiçbir zaman mezada çıkarılmadığı yazmaktadırlar129. Wratislaw da herhangi bir alanda istihdam edilmeyenlerin pazarda satıldıkları üzerinde durmaktadır130. Sıradan köleler ise Esir Pazarı’nda mezat usulü ile satılırdı. Bunlar genellikle zenci kadın ve erkekler idi. Pazara getirilen beyaz erkeklerde bu usul üzere satılmaktaydı. Sıradan kölelerin pazardaki mekanı ayrı ayrı odalar değil ortadaki avluda peykeler üzerinde tutulmaktaydılar131. Esirci kölesini dellala teslim eder ve satışın gidişatını ona bırakırdı. Dellal kölenin elinden tutarak Pazar boyunca yürütür ve fiyatını bağırarak alıcılara duyururdu132. Bu sırada muhtemelen alıcılar arasında köle için teklif yapılırdı. Bu arada dellal kölenin özelliklerini anlatıyor olmalıdır. En sonunda köle için en yüksek fiyatı veren alıcıya satılmaktadır. Bu arada alıcılar dikkat kesilir, esirin özelliklerini ve fiyatına dair artırmayı takip ederdi. Kölenin ağzının kokması, düztaban olması, herhangi bir bedeni kusuru olması ve yaşı fiyatın 128 Adolpus Slade, Record of Travels in Turkey, Greece etc. and A Cruise in the Black Sea in the Years 1829, 1830 and 1831, II, London 1833, s. 242. 129 Eremya Çelebi, age., s.314-315; Değerli esirler saten perdelerle dekora edilmiş odalarda tutulurdu. Sema Ok, age., s. 31; Seyyah Tournefort bu görüşe katılmaktadır. Seyahatnamesinde “Esir Pazarı’na güzel olanlar getirilmez Musevi olan efendilerinin evlerinde satılırdı.” yazmaktadır. Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, II, Ed: Stefanos Yerasimos, İstanbul 2005, s. 44; Miss Pardoe, age., s. 438; Rev. R. Walsh, age., s. 2. 130 Baron W. Wratislaw, Baron W. Wratislaw’ın Anıları, Çev: M. Süreyya Dilmen, İstanbul 1996, s. 84; 131 Fanny Davis, Osmanlı Hanımı, Çev: Bahar Turnakçı, İstanbul 2006, s. 119. 132 Luigi Bassano, age., s. 111. 87

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

belirlenmesinde etkili olurdu. Alıcıların çoğunluğu kölenin bedeni özrü, ya da vücudunda herhangi bir yara bere olup olmadığına bakmak isterlerdi133. Kızlar söz konusu olduğunda bu işlem odalarda yapılırdı. Bazı seyyahlar kölelerin çırılçıplak kontrol edildiği üzerinde durmaktadırlar134. Bu nedenle esirciler kölelerin saçlarını özel yağlarla parlatırlardı. Onlara güzel yürümeyi öğretirlerdi. Birde esirciler kölelere uysal olmaları yönünde telkin ve tembihte bulunurlardı135. Zira problem çıkarak bir köleyi kimse almak istemezdi. Bundan sonra eğer açık artırma usulü değilse iş pazarlığa gelirdi. Fiyatta anlaşıldıktan sonra “uğurlu kademli olsun. Allah can pekliği versin” denilerek köle yeni sahibine teslim edilirdi136. Bu işlem köle satışının tamamlandığı anlamına gelmemelidir. Zira alıcı kölenin söylenilen özelliklerine sahip olmadığını gördüğünde iade edebilirdi. Bu süre genellikle üç gün iken bazı durumlarda bir aya kadar uzayabilirdi137. Köle satışı sırasında ve öncesinde esirciler ellerinde bulunan kölelere yakınlık, acıma daha da ilerisi bağlanmamış olmalılar. Zira böyle duyguların olması kölenin satışını zorlaştırmaktan öte gitmezdi138. Mesela Mısır’da satmak üzere İstanbul’dan aldığı bir cariye olan Şemsigül ile münasebette bulunan esirci Mehmet bunlardan birisi idi. Bu münasebeti gizli 133 Köleler alıcılar tarafından dikkatli bir şekilde muayene edilirlerdi. Joseph de Tournefort, age., s. 44. 134 Seyyah bir Macar kızım bir saat içerisinde üç defa çıplak soyulmak suretiyle kontrol edildiğini yazmaktadır. Nicolas de Nicolay, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda, Çev: Şirin Tekeli- Menekşe Tokay, İstanbul 2014, s. 175. 135 Necdet Sakaoğlu, agm., s. 201. 136 Sema Ok, age., s. 23. 137 Mesela Trabzon’da bir kişi kölesini satmasına rağmen köle hasta çıkmıştı. Köleyi alan kişi bir ay sonra mahkemeye başvurarak parasını geri almıştır. Nicolas de Nicolay, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda, Çev: Şirin Tekeli- Menekşe Tokay, İstanbul 2014, s. 128; 138 Ehud Toledano, Suskun ve Yokmuşcasına…, s. 157. 88

İSTANBUL ESİR PAZARI

tutarak Şemsigül’ü satmıştır. Sonuçta esirciliği bir geçim aracı olarak gördükleri muhakkaktı139.

Sonuç Ticari meta olan insanın alınıp satıldığı, işgücü açığının köle emeği ile karşılandığı bir dünyada ve zamanda Osmanlı Devleti de bu durumun dışında kalmamıştır. En önemli kaynağı savaş esirleri olan kölelerin devletin birçok yerinde alınıp satıldığı, esnafı ve kanun, nizamı olan pazarları vardı. Fetihten önce Bursa ve Edirne ön planda iken fetihle birlikte İstanbul bütün diğer konularda olduğu gibi köle alış verişinde de en büyük pazarın kurulduğu yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Beyaz kölelerin Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyinden getirildiği pazara zenci köleler Afrika’dan getirilmektedir. Devlet bu köle trafiğinden hatırı sayılır ölçüde gelir elde etmekteydi. Kölenin ülkeye ilk defa girmesi ile başlayan vergilendirme -ki-kölenin değerinin beşte biri olan pençik vergisi- süreci pazarda alandan ve satandan alınan vergiye kadar devam etmektedir. Yani köle alış verişinin vergi anlamında da maddi boyutu olduğunu unutmamak gerekmektedir. I. Ahmed döneminde yekpare bir bina inşa edilinceye kadar Süleyman Paşa Konağı, Eski ve Yeni Bedestenler esir pazarı işlevi görmüştü. Bu mekânların Kapalı Çarşı yakınlarında olması köle satışının merkezi bir yerde yapılması ile sonuçlanmıştır. Sadece köle satışına mahsus bir hanın yine aynı mevkide Tavukpazarı denilen yerde bina edilmesi diğer bütün değerli değersiz ticari metalar gibi kölelerin de İstanbul’un merkezinde yapılması, bu metaya kolay ulaşılmasını sağlamıştır. Gemilerle İstanbul’a getirilen köleler Bahçekapı Meydan İskelesi’nde indirilmiş ve pazara sevkiyatı yapılmıştır. Ancak burada Esir 139 Şemsigül’ün hikayesi için bakınız. Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Late Ottoman Middle East, Seattle 1998, s. 54-80. 89

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Pazarı’nda geceleri kimsenin kalmadığını, esircilerin köleleri evlerine götürdüklerine dikkat çekilmelidir. Esirci Kethüdası, şeyhi ve eminin yönetiminde İstanbul Esir Pazarı’nın işleyişi güvenliğinin sağlanması ve suiistimallerin önlenmesi İstanbul Kadısı, Yeniçeri Ağa’sının görev kapsamındaydı. Esir Pazarı’nın asıl sakinleri ise esirciler ve onların yardımcıları olan yamaklardı. Köleleri esir pazarının sakinleri olarak tanımlamamak gerekmektedir. Zira onlar gelip gecen yolcular gibidir. Mesela hareme ya da hatırlı birisinin konağına giden bir kölenin pazara bir daha dönmesi ihtimali neredeyse yok denecek kadar azdır. Diğer taraftan birçok defa pazara uğramak zorunda kalan, el değiştiren köleleri burada unutmamak gerekmektedir. Esir Pazarı 1846 yılında Sultan Abdülmecid’in bir fermanı ile kapatılıncaya kadar bütün bu işlevlerini sürdürmüştür. Maalesef pazarın kapatılması köle ticaretini bitirmemiştir. Bu anlamda daha aşılması gereken bir çok aşamanın olduğu tarihi süreç içerisinde yerini almıştır.

90

The Selling of Prisoners from the Baltic States to Turkish State by Greek Merchants and Ukrainian Cossacks (Early XVIII. Century)

Viacheslav Stanislavskyi*

During the Great Northern War, a large number of prisoners were captured by the troops of the Russian tsar. Most were captured after the Battle of Poltava especially near Perevolochna- about 25 thousand persons. In general the number of prisoners both military people and members of the civilian population was much more because the war lasted from 1700 to 1721. We know that the majority of prisoners were brought in remote regions of Russia1. For several years I have been studying documents of “Lists of articles” (статейные списки) of Russian ambassador in the Ottoman Empire in 1702-1709 years Pyotr Tolstoy. They are stored in Russian Archive of Ancient Acts. Among them I found some facts related to the sale to the Turkish state people who were captured during military operations in the Swedish possessions during the Great Northern War-representatives of the civilian population and prisoners of war. Information about * 1

Ass. Prof., Senior Research Fellow of Institute of History of NAS of Ukraine, [email protected]. R. Tošdental’, Poltava. sraženie, istoriâ i simvol // Poltava: sud’by plennyh i vzaimodejstvie kul’tur, Moskva 2009, s. 35. 91

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

such human trafficking are in the letters of the Patriarch of Jerusalem and the Russian ambassador, letters of representatives of the Russian government, and the various records in the documentation of the Russian embassy in İstanbul. This caused question about the existence of such facts in already published studies and collections of documents. As a result, I found out that this topic is examined only in a short article by the Ukrainian researcher Mykola Biliashivsky which was published in 1893 and is based on the single document. Also few facts have been found in several books and collections of documents. But I begin a brief review of the literature and sources from the book of our contemporary. In the famous work of Swedish researcher Peter Englund about the battle of Poltava there is a dramatic description of the destruction of the possessions of Sweden in the Baltic region by the troops of Peter I2. One of the important elements of this devastation has been capturing people in captivity. I want to stress that the author generally writes about the actions of the Russian army, but this does not mean that the devastation has been done only by the Russians. Ukrainian troops were also active in these actions. Accordingly, they also seized people in captivity. This should be considered for the study of the participation of Ukrainians in human trafficking. Selling prisoners to the Turks and Tatars is another consideration of the book. Naturally, one of the most likely ways for transportation of prisoners to the markets of the Crimean khanate and Turkey passed through Ukrainian territory. And this required the participation of the representatives of the 2 92

P. Enhlund, Poltava, rozpovid pro zahybel odniiei armii, Kharkiv 2009, s. 42.

THE SELLING OF PRISONERS...

population living in the Ukrainian state- the Zaporozhian host-the Hetmanate. Russian historian Nikolay Ustryalov observed that a large amount of the Swedish possessions were intentionally destroyed in the Baltic. The 4th volume of his work “The History of Peter the Great’s Reign” contains the special section called “The Devastation Livonia.” In the report of the Russian commander Boris Sheremetev, it is revealed that after the action of his troops in this region there has been nothing left to destroy. In the course of these actions large number of prisoners have been taken which resulted in various problems in their content and use. Prisoners were sold nearby-in Pskov, where those who wanted could have purchased Chukhontsy (representatives of some Finnic peoples), Swedish adolescents-boys and girls. There were too many civilians prisoners and they were not counted. In September 1703 the commander wrote to the tsar about compiling a list of the captured officers and soldiers, and also that the lists of captured civilians was not developed3. Observations on the sale of prisoners in Moscow was found in contemporary book of the Dutch traveler Cornelis de Bruijn. In September 1702 he saw the sale of the Swedes in Moscow. The traveler noticed that the unhappiest were the prisoners who were sold to the Tartars4. He knew about the situation of prisoners in the Ottoman Empire because he had previously traveled there. In general, at the beginning of the war thousands of people were in captivity and most of them were not military. For 3 4

N. Ustrialov, Istoriâ carstvovaniâ Petra Velikogo, T. 4, Č. 1, Sankt-Peterburg 1863, s. 119, 121, 124-125, 281. K. de Bruin, Putešestviâ v Moskoviû // Rossiâ XVIII v. glazami inostrancev, Leningrad 1989, s. 95. 93

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

example, during the military campaign in 1702 tsarist forces captured about 7-8 thousand peasants. A considerable part of them returned home. Many captive peasants appeared in Ukraine. A few years later they were found in Ukraine by army of Charles XII. Beginning from 1703 significantly less of civilians were taken prisoner. The reasons for this were the massive flight of peasants and the difficulty of keeping prisoners in Pskov. According to the Estonian historian Heldur Palli, a small number of prisoners were sold in Crimea5. How many prisoners were brought to Ukraine? The Russian historian Sergey Solovyov wrote that about 4000 prisoners were taken out by the Ukrainian Cossacks from Livonia in Ukraine in the period between November 1700 and the first months of 17016. It is known that in 1702 Colonel Daniel Apostol brought to Ukraine about 20 Swedish officers as prisoners7. A certain number of Swedes were in Kyiv in 1707. The Russian tsar ordered to send all these people to Moscow on November 138. The following part of the paper focusus on the cases available in the historical literature in order to consider the attempts to transport prisoners to the Ottoman Empire across the territory of the Ukrainian state. These examples indicate the Greek merchants, as the people who played a key role in the transportation of prisoners, and the representatives of Ukrainian officers who supplied prisoners for the Greeks. These 5 6 7 8

94

H. È. Palli, Meždu dvumâ boâmi za Narvu. Èstoniâ v pervye gody Severnoj vojny 1701-1704, Tallin 1966, s. 198-199. S. M. Solovjëv, Istoriâ Rossii s drevnejšyh vremën, -Kn. 7.-T. 13–14, Moskva 1962, s. 627, 632. S.M., Solovjëv, Istoriâ Rossii s drevnejšyh vremën, -Kn. 7.-T. 13-14, Moskva 1962, s. 636. Pis’ma i bumagi imperatora Petra Velikogo, – T. 6, Sankt-Peterburg 1912, s. 156.

THE SELLING OF PRISONERS...

cases mainly related to 1702. Most of the data is taken from an article written by the Ukrainian researcher Mykola Biliashivsky. His article is based on the report of the Russian voevoda Mikhail Sobakin to the tsar. In November 1701 voevoda received the tsar’s order to stop selling prisoners captured in the Baltics. The order concerned the prisoners who were brought in Ukraine by the Cossacks, who were sold to the Greeks, and who were taken abroad. In June of 1702 Mikhail Sobakin wrote to the tsar from the Ukrainian town Pereiaslav about four cases of transportation of prisoners that have been recorded in that month: 1. A chuhonka girl was found in the Greek caravan while traveling to İstanbul. The seller was the sotnyk from the Ukrainian town Myrhorod. 2. Inhabitant of the Ukrainian town Korsun informed voevoda about the transportation on the Dnieper River of 7 prisoners by the Greek merchants. He learned from merchants that they bought four prisoners, and three were persuaded to go with them. He indicated that three prisoners were found by the merchants in Ukraine. 3. Some persons- Greek and Bulgarian informed the voevoda of transportation of a captive girl across the Dnieper. The transportation was realized by the Armenian from Moldova. It was made with the knowledge of the sotnyk of Pereiaslav regiment. 4. The representatives of the voevoda found the Russian boy. He was brought by the sotnyk of hired cavalry regiment from the neighborhoods of Pskov to Ukraine. 95

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

The voevoda concluded in his letter to the tsar, that many Greeks, Armenians, Jews and Moldovans carried out a clandestine trade between Ukraine and İstanbul9. One of the facts in the work of the Rusian historian Vitaly Eingorn also indicated that the trade by prisoners from the theater of military operations was ordinary and common. The appeal of the Greek merchant to the tsar contains the complaint on the scribe of the Chernigiv regiment. According to the merchant, he bought six Russian peasants from the scribe in 1702. But he thought that the prisoners were Latvians. As a result, the peasants were taken from the Greek10. The collection of documents published in recent years in Russia, especially the letter of boyar Fyodor Golovin to hetman Ivan Mazepa, has a record about the Greek Zhura, who drove Swedish prisoners from Moscow. However, the Swedish resident was able to prevent the export of prisoners. In the same letter there is an account about the arrival of another Greek together with Zhura, who also had several prisoners11. This case is especially important because Zhura has been known as close to the Ukrainian Hetman person who has been involved in important political affairs. Patriarch of Jerusalem Dositheos was the first who appealed to Moscow to cease bringing the prisoners to Turkey. On July 11, 1706, he appealed to the Russian ambassador in İstanbul with the proposal to write a letter to the tsar. Patriarch wanted that the tsar forbade the export of the Swedish prisoners 9 10 11

96

N. B., Pokupka grekami na Ukraine “devok čuhonok” // Kievskaâ Starina,– T. LXII, Kiev 1893, s. 440–441. V. Èjngorn, K istorii inozemcev v staroj Malorossii, Moskva 1908, s. 28. Getman Ivan Mazepa, dokumenty iz arhivnyh sobranij Sankt-Peterburga, Vyp. 1, 1687–1705 gg. / Sost. T. G. Tairova-Âkovleva, Sankt-Peterburg 2007, s. 101; Baturinskij arhiv i drugie dokumenty po istorii Ukrainskogo getmanstva 1690–1709 gg. // Sost. T. G. Tairova-Âkovleva, Sankt-Peterburg 2014, s. 125.

THE SELLING OF PRISONERS...

from his possession. He remarked that the Greeks spoke about purchase of prisoners for himself. But in reality, the prisoners were brought in İstanbul and were sold to the Turks12. Dositheos’ letter to Peter I is dated November 15, 1706. First, he wrote about the “great and necessary thing”. He wrote that someone brought the Swedes to Turkey and Catholics, Calvinists, even the Turks buy them there. Patriarch believed that this trade is a sin and dishonor before the whole world because Christians were not brought for sale in Turkey from Christian Nations except Russia. Patriarch urged to issue an order with a prohibition to sell the Christians. He proposed to punish disobedience with death penalty. Patriarch prophesied to the tsar for this “great honor and great glory”13. For the first time ambassador wrote about human trafficking to the Russian official Peter Shafirov the following year. On March 26, 1707, he wrote about a Greek Paraskeva from Sinope, who at the time lived in Ukrainian town Nizhyn. Ambassador informed that this Greek “does great mischief” – travels from Nizhyn to Moscow, where he steals and purchases Swedes – men and women, and then sends them for sale to Constantinople. The ambassador heard that Paraskeva has already been sold in different places and in the Turkish capital over a hundred people. Separately Tolstoy described the events with the Swede, whom the Greeks lured out of Moscow. The Swede, in his own words, before captivity was a drummer. After the adoption of Orthodox faith this Swede was released and lived together 12 13

RGADA., F. 89, Op.1, 1706, D. 3, L. 271. N. Kapterev, Snošeniâ ierusalimskogo patriarha Dosifeâ s russkim pravitel’svom (1669-1707 g.), Priloženiâ, Moskva 1891, s. 59; N. F. Kapterev, Ierusalimskij patriarh Dosifej v ego snošeniâh s russkim pravitelstvom (1669–1707 g.) // Čteniâ v imperatorskom obŝestve istorii i drevnostej pri Moskovskom universitete, Kn. 2, Moskva 1891, s. 59. 97

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

with a church dyak. Later the merchant has promised to hire him. Together with a Kyriak – relative of Paraskeva – Swede went to İstanbul. He had an agreement to work for one year. However, it appears that this is a fraud. Greek Kyriak began to treat the Swede like a slave after the arrival in İstanbul. Kyriak wanted to sell Swede or send him in Sinop where Paraskeva has a house. However, the Russian ambassador learned about the prisoner. The prisoner was brought to Tolstoy. He told that Paraskeva was selling people, using the names of the greatest persons of the state, acting fraudulently. In this regard, the Russian ambassador appealed to Shafirov with a petition to stop such trade. He announced the sale of Christians into slavery to the Turks and the Jews as “a great sin”. At the end of the story Tolstoy made the generalization that shows the scale of trafficking and political resonance concerning it. The Russian ambassador wrote that the ambassadors of other sovereigns “condemn with great surprise” such trade because the Greeks brought many captives for sale. It was not only about Paraskeva, but also about other Greeks. The ambassador stressed that the Patriarch of Constantinople and other persons urged to inform about this issue to Moscow. In case of refusal they threatened to curse the Russian ambassador14. The Russian government reacted quickly enough. A letter was written by Peter Shafirov and Gavriil Golovkin on 1 may 1707. The document reminded that tsar’s decree has prohibited the Greeks to export captive Swedes in pain of death outside the Russian state. The border towns also received severe prohibitions to take out the Swedes. The Russian leadership did not know as Paraskeva could exercise such transportation but it was going to punish him properly. And over the other 14 98

RGADA., F. 89, Op. 1, 1707, D. 3, Ll. 98–99.

THE SELLING OF PRISONERS...

“swindlers” as the Greeks are named in the letter, supervision will be strengthened15. It would be logical to find information about sending these captives to Russia. However, the ambassador had acted differently. Tolstoy reported that he gave two Swedish women as payment for furrier. The other prisoners, whose ambassador was able to take away from the Greeks, were given to such famous people in the Ottoman Empire as Alexander Mavrokordatos and Nicholas Mavrokordatos. Also, the prisoners were transferred to the nephew of the Alexander Mavrokordatos Metsevit, Consul of the Republic of Ragusa Luka Barca. The ambassador explained that he had no opportunity to send prisoners in Russia or to keep them at the Embassy16. Once Tolstoy used the subject of trade prisoners in diplomatic negotiations. The ambassador tried to prove the necessity of ending the trade using the path through Moldova. He insisted on the opening of the trade route through the Azov. One of the arguments was that the merchants from Turkey kidnapped Swedish prisoners in Ukrainian cities and sold them in İstanbul17. The effectiveness of the measures of Moscow is unknown. In the middle of 1708 the Swedish prisoner has been kidnapped in Ukraine and brought to Turkey. It was done by the Greek Lamburk Bakal who wanted to sell the prisoner at the galley. But after the ambassador learned about the prisoner he appealed to the Grand Vizier Çorlulu Damat Ali Pasha with a request to return the prisoner. By the time, the prisoner was given to a certain Turk, and so it was necessary to look for him. The Grand Vizier went to meet this request. He strictly ordered to 15 16 17

RGADA., F. 89, Op. 1, 1707, D. 3, Ll. 153 ob.–154. Pis’ma i bumagi imperatora Petra Velikogo, Т. 6, s. 502. RGADA., F. 89, Op. 1, 1707, D. 3, Ll. 348-350. 99

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

the Greek immediately to find the prisoner under the fear that the Greek himself will be transferred at the galley. As a result, the Greek found the Swede and led him to Tolstoy18. Among the materials of the lists of articles, one can find the facts about the Swedes that came to the Ottoman Empire in a different way-from Azov to Kuban. These data indicate the escapes Swedish prisoners-officers and soldiers from the Azov. Russian authorities sent these prisoners to Azov to perform various works. During their stay in Russia, they changed their faith- and converted to orthodoxy. According to one of the lists there were 63 Swedish officers and soldiers in the Kuban. These fugitives were captured by the local population in the Kuban19. In one account it is observed that one Swedish prisoner of war was exiled in Azov and then later appeared in İstanbul. This case is interesting also because the Swede accepted Islam20. Similarly, one more interesting information is about the prevalence and ordinariness of human trafficking from the Swedish possessions. Collection of documents about the relations amongst the nations of the USSR and Romania contains interesting material about trying of the Moldavian ruler Antioh Cantemir to take the opportunity to purchase Swedish prisoners. An envoy of the ruler, the Greek Ivan Markov, went from the capital of Moldova in October 1706. At first he had to meet with the hetman of Ukraine. And then he had to go to Moscow. Markov had the task to buy the fur of sables in the Russian capital and especially had to take care to find 4 – 5 Swedish women. The Ukrainian Hetman Ivan Mazepa knew about it. The envoy wanted to get permission to buy fur and prisoners in 18 19 20 100

RGADA., F. 89, Op. 1, 1709, D. 1, Ll. 53-53 ob. RGADA., F. 89, Op. 1, 1706, D. 3, Ll. 158-158 ob., 235 ob. RGADA., F. 89, Op. 1, 1705, D. 4, Ll. 330-332, 335-335 ob.

THE SELLING OF PRISONERS...

Moscow. However, he received a ban on the transportation of the prisoners to Moldova. This ban was written into the carriageway document which was given to the envoy21. So, studying of historical literature and documents of the Russian Embassy in İstanbul made it possible to talk about human trafficking from the possessions of the Swedish king to the Turkish state in those years, as a phenomenon with its characteristic features. The letter of the Russian ambassador, which is dated March 26, 1707 is one of the most important documents for this problem. This letter of Tolstoy clearly shows a large scale of trafficking, which was carried out by the Greeks. It prospered, despite the tsar’s prohibition. It is obvious that this prohibition was ignored by certain influential people in Moscow, for receiving income from trade. Otherwise it would not have achieved such great development. The content of the documents does not always give an opportunity to determine which people were sold-civilian or military prisoners. But it is obvious that civilians were sold much more because many more civilians were taken as prisoners. It is possible to say that we are talking about civilians when documents containing information about representatives of certain nations and when they report about women prisoners. Representatives of regional authorities of the Ukrainian state were actively involved in the human trafficking. It can be assumed that this phenomenon was well known to the Ukrainian government. All these data brings us to an unexpected conclusion. It consists in the fact that the appearance of people as the goods was not rejected by the Ukrainian state. Since there was a market in the Ottoman Empire, the Ukrainian state could easily perceive and develop transit human 21

Istoričeskie svâzi narodov SSSR i Rumynii v XV – načale XVIII v. Dokumenty i materialy v trëh tomah.– T. 3, 1673-1711, Moskva 1970, s. 241, 368. 101

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

trafficking. At the same time it should be noted that the sale of prisoners was not usual, legalized and large-scale practice in Ukraine. This practice was relatively short. So, accordingly, on this subject can be detected not many facts.

102

Reports of Dominican Missionaries as a Source of Information about the Slave Trade in the Ottoman and Tatar Crimea in the 1660s

Mikhail Kizilov*

Reports of the Seventeenth-Century Dominican Missionaries as a Source of Information about the Crimea and Its History Accounts of the seventeenth-century Dominican missionaries such as Portelli d’Ascoli1 and Giovanni da Lucca2 have often * 1

2

Prof., University of Oxford, [email protected]. Ambrosius Eszer, “Die Beschreibung des Schwarzen Meeres und der Tatarei des Emidio Portelli D’Ascoli,” Archivum Fratrum Praedicatorum [hereafter = AFP], 42, 1972, pp. 199-249; idem, “Emidio Portelli D’Ascoli und die II. Krim-Mission der Dominikaner (1624-1635),” AFP, 38, 1968, pp. 165-258; cf. Emiddio Dortelli [sic for Portelli] D’Ascoli, “Descrittione del Mare Negro e della Tartaria 1634,” in Chteniia Istoricheskogo obshchestva Nestora Letopistsa, V, Kiev 1891); Raymond Loenertz, “Le origini della missione secentesca die Domenicani in Crimea,” AFP, 5, 1935, pp. 261-288. Ambrosius Eszer, “Giovanni Giuliani da Lucca O.P.: Forschungen zu seinem Leben und zu seinen Schriften,” AFP 37, 1967, pp. 353-468; Jean de Lucca [sic for Giovanni da Lucca], “Relation de Tartare du Crim,” in Relation de Divers Voyages Cureux, transl. from Italian, pt. 1, Paris 1663; Giovanni da Lucca, “Opisanie perekopskikh i nogaiskikh tatar, cherkesov, mingrelov i gruzin” [The description of the Perekop and Nogay Tatars, Cherkessians, Mingrels, and Georgians], Zapiski Odesskogo obshchestva istorii i drevnostei, 11, 1879, pp. 473-493; idem, “Fatta da me Fra Giovanni da Lucca Dominicano circa il modo di vivere colle particolarita de costumi delli Tartari Percopiti, Nogai, Circassi, Abbaza etc. Mangrilli e Giorgiani,” in Bibliogaphia Critica delle 103

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

been used as a source of the first-hand information regarding the history of the slave-trade in the Ottoman Crimea (here I mean the so-called “Kefe province” or Eyālet-i Kefê) and Crimean Khanate (Qırım Hanlığı). The aim of this article is to present several hitherto scarcely known accounts and letters of the Dominican friars from the 1660s. These sources, composed by the members of the Second Crimean Mission of the Dominicans, had been studied in detail only by the senior researcher of this topic, Ambrosius K. Eszer (1932-2010)3. Other scholars had only briefly used them4-or did not know about their existence at all. Yet, these accounts represent most valuable and perhaps even unique source of information about the history of the Crimea in the seventeenth century. Furthermore, they are also unique because their authors spent several months in the Crimean slavery and thus provided a first-hand perspective on the subject of the trade in slaves and prisoners of war5.

3 4 5

104

Antiche Reciproche Corrispondenze, ed. Sebastiano Ciampi Firenze 1834: 5272. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen zur Geschichte der II. Krim-Mission der Dominikaner (1635-1665),” AFP, 41, 1971, pp. 181-239. E.g. Loenertz, “Le origini della missione secentesca…”, p. 272. The complete bibliography of the publications about the Crimean slavetrade in early modern times is too voluminous to be provided here; in spite of this, a large comprehensive study of this problem based on the Tatar, Ottoman, Russian, Polish and West European sources is still a desideratum. For the general perspective on the slave trade in the Crimea, see recent studies by Mikhail Kizilov, “Slave Trade in the Early Modern Crimea from the Perspective of Christian, Muslim, and Jewish Sources”, Journal of Early Modern History, XI/1/2, 2007, pp. 1-31; idem, “Slaves, Money Lenders, and Prisoner Guards: The Jews and the Trade in Slaves and Captives in the Crimean Khanate”, Journal of Jewish Studies, LVIII/2, 2007, pp. 189-210; Darjusz Kołodziejczyk, “Slave Hunting and Slave Redemption as a Business Enterprise: the Northern Black Sea Region in the Sixteenth to Seventeenth Centuries,” Oriente Moderno, XXV/1, 2006, pp. 151-152; Eizo Matsuki, “The Crimean Tatars and their Russian Slave Captives: An Aspect of MuscoviteCrimean Relations in the 16th and 17th Centuries”, The Mediterranean Studies Group Hitotsubashi University, XVIII, (March 2006), pp. 171-182; Maria

REPORTS OF DOMINICAN...

One of these accounts, included in a letter of Father Agostino Stanzione to Pietro Passerini da Sestola in Rome, was published by Ambrosius Eszer in 19716. The other, which contains accounts and documents about various events that happened to several Dominican friars in the Crimea from 1662 to 1665, was published by Raffaele Maria Filamondo (1649-1706) in Napoli in 16957. Both sources provide details of the unsuccessful attempt(s) of five Dominican friars to begin establishing close contacts – and providing ecclesiastical help – to numerous local slaves of Catholic denomination in the Crimea in the 1660s. Having arrived in the Crimea in December 1662, they were soon accused of being spies, arrested and sent to prisons in Mancup (Mangup) and Bacciassar / Bacciassarai (a corruption of Crimean Tatar Bahçesaray). Subsequently they were forced to spend several months working as simple slaves in the village of Corat8 until their release in November 1663. In September 1664 one of the friars, Francesco Piscopo, again ventured to travel to the Crimea. However, the local Muslim religious authorities were extremely unhappy about his activity, which, in their opinion, could distract the captivated Christian slaves from conversion to Islam. As a result, Piscopo was again forced to leave the Crimea, in May 1665.

6 7

8

Ivanics, “Enslavement, Slave Labour and the Treatment of Captives in the Crimean Khanate,” in Ransom Slavery along the Ottoman Borders, eds. Géza Dávid and Pál Fodor, Leiden 2007, pp. 193-219; Shawn Christian Broyles, Slavery and the Ottoman-Crimean Khanate Connection, M.A. Thesis, Oklahoma State University, Stillwater, OK, 2010. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, pp. 235-239. Raguaglio del viaggio fatto da’padri dell’ordine de’Predicatori, inviati dalla Sagra Congregazione de Propaganda Fide missionarii apostolici nella Tartaria minore l’anno 1662 aggiuntavi la nuova spedizione del p. maestro F. Piscopo in Armenia e Persia. Dato in luce dal P. Fr. Raffaele Maria Filamondo. Napoli: per li Socii Dom. Ant. Parrino, e Michele Luigi Mutii, 1695. Regarding the putative location of this village, see below. 105

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

The aforementioned sources provide highly important data virtually on every aspect of the history of the Tatar and Ottoman Crimea in the 1660s: political, everyday, religious (Muslim, Christian, and Jewish), military, cultural etc. This present article analyzes the history of the Crimean slave trade as presented in these little-known sources.

The Unsuccessful Mission of 1662-1663 The friars first encountered Catholic slaves immediately upon arriving in the Crimean port of Barclava (a corruption of Balaclava / Balıqlağu) which was part of the Ottoman dominions in the peninsula. Having arrived there on 20 December 1662, they encountered large numbers of Christian slaves who came to see them in order to confess. On the Christmas Eve the slaves gathered together in the house where the friars were temporarily lodged and took part in the Christmas mass9. This demonstrates that, although slaves’ freedom of movement within the Crimean Khanate and Eyālet-i Kefê was obviously limited, they could sometimes leave the place of their owners in order to attend religious ceremonies-of course, only in case if there were priests or churches located nearby. To give another example from our sources, while celebrating the Easter in the prison of Mangup in 1663, the friars were secretly visited by the local Christian slaves who wished to receive the Sacrament10. In Bahçesaray, the capital of the Crimean Khanate, the slaves could attend Catholic services in the local underground church11. This ability of the slaves to visit churches 9 10 11

106

Raguaglio, p. 82. Raguaglio, 106. Esz, p. 238. Raguaglio, p. 200. It is not entirely clear which underground church is meant here. There were at least two Armenian cave churches that functioned in Bahçesaray in the seventeenth century; both were located in the so-called Ermeni mahalle (i.e. “Armenian quarter”; today the so-called Russkaia slo-

REPORTS OF DOMINICAN...

and chapels located in various towns of the Crimean peninsula is corroborated by other sources as well. Unfortunately, the commotion produced by the numerous visits of slaves to the friars attracted attention of one Polish convert to Islam. The latter informed Sefer Gazi Ağa, the vezir (vizier) of the Tatar Khan Mehmed Giray IV, that the friars were, in fact, spies of European rulers and Roman Pope Alexander VII; in his opinion, the alleged task of their stay in the Crimea was to gather information necessary for the conquest of the peninsula. As a result, already in the morning, 25 December 1662, the friars were arrested by a group of Tatar soldiers and taken to the capital of the Crimean Khanate, the town of Bahçesaray12. There they were questioned by Sefer Gazi Ağa, who considered them guilty of espionage, and sent to the prison of the town of Mancup (Ottoman Turkish: Mangup / Manğub / Menküb), the main town of the qadılıq belonging to Eyālet-i Kefê13 . Here one should notice that the borders between the Tatar and Ottoman Crimea, as well as subdivision of authority over these areas, were sometimes rather blurred: although the friars arrived in the Ottoman port of Balıqlağu, they were arrested there by the Tatar administration; having being questioned in the Tatar capital of Bahçesaray, they were sent back to the prison in the Ottoman town of Mangup.

12 13

boda, i.e. “the Russian quarter” of the town; for more information, see N.V. Dneprovskii, “K voprosu o kolichestve armianskikh religioznykh tsentrov v g. Bahchisarae i ikh lokalizatsii,” in Issledovaniia po armenistike v Ukraine, II, Simferopol 2010; idem, “Vnov’ otkrytyi kul’tovyi peshchernyi kompleks v istoricheskom tsentre Bakhchisaraia i problema lokalizatsii armianskikh religioznykh tsentrov v stolitse Krymskogo khanstva,” Shodoznavstvo, pp. 57-58, 2012: 18-41; Both of these churches, however, seemed to belong to the local Armenian community and not to the Catholics. Perhaps, the latter were still allowed to arrange some religious services there. Raguaglio, p. 85. Raguaglio, pp. 86-89. 107

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

In March 1663 they were tried by the court of justice in Bahçesaray, found to be guilty of espionage and sentenced to remain slaves until the redemption from the bondage. The prefect of the mission, Father Francesco Piscopo, who could make artificial flowers out of silk, was declared slave of the Khan Mehmed Giray. The others became slaves of the vezir Sefer Gazi Ağa. The price of their redemption was estimated at 5.000 scudi-the enormous sum which the friars obviously could not possess14. Furthermore, the local Catholic priest, Father Benedetto Missionario Polacco (i.e. Benedykt Stefanowicz15), warned them against trying to gather necessary money: in his opinion, slavers, upon getting the redemption fee, were accustomed to take money and treat their slaves much worse than before in order to get a new ransom for the same slave16. The price of another important captive, the Calmuck prince, was even higher-10.000 piasters17. The sources also mention that the average price for an ordinary slave was much lower – 5 scudi18 . The friars themselves mentioned that they were afraid of being sold to Turkish galleys in the slave market of Caffà (i.e. Kefe, modern Theodosia) and Coslò (Gezleve / Gözlöv, modern Eupatoria)19. The prefect, as a person knowledgeable in crafts, received much better treatment at the Khan’s court than the other 14 15 16

17 18

19 108

Raguaglio, pp. 99-100. This figure is mentioned in many other documents pertaining to the history of the Second Dominican Mission in the Crimea. Raguaglio, pp. 130-131; One cannot be sure, however, that it had always been the case. In many instances slaves were successfully redeemed from slavery without paying any additional fees. Raguaglio, p. 137. Raguaglio, p. 152. For more details regarding the prices on slaves in the Crimea in the seventeenth century, see Maria Ivanics, “Enslavement…”, pp. 215-217. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p.235.

REPORTS OF DOMINICAN...

four friars. He lived in the Khan’s palace in Bahçesaray and was even allowed from time to time leave the palace; he used this opportunity to visit the local Catholic slaves and provide them the Blessed Sacrament and other religious services20. Furthermore, at least once he demonstrated his knowledge of medicine and cured from abscess one rich Jew (apparently, a Karaite from Çufut Qale)21. Thus, those slaves who were skillful craftsmen and artisans could receive much better treatment than simple captives and prisoners. It is also important to note that the friars could not speak Turkic languages of the area (various dialects of Crimean Tatar and Ottoman Turkish). This is why, during all these transactions, while taken to and from Mangup, they were often accompanied by the interpreters who usually were Polish or Italian apostates. Indeed, in order to receive freedom from the bondage, it normally sufficed a slave to renounce Christianity and embrace Islam. Such converts were often employed as interpreters. On 26 June 1663 the friars were chained and taken away from Mangup to the village of Corat which belonged to vezir Sefer Gazi Ağa22 and was inhabited mainly by slaves of vari20 21 22

Raguaglio, p. 142, 144. Raguaglio, pp. 149-150. It is unclear where to locate this village. The toponym Corat is not mentioned in any other sources or studies on the Turkic toponymy of the Crimea (e.g. Henryk Jankowski, A Historical-Etymological Dictionary of Pre-Russian Habitation Names of the Crimea, Leiden 2006; V. A. Bushakov, Leksychnyi sklad istorychnoyi toponimyyi Krymu, Kiev, 2003; Theoretically, this placename can be a corruption of the following names of the Crimean settlements: Qaratayak, Qereit, Qurt / Qurut, Qara It Eli. However, it seems that this mysterious Corat can be identified with the village of Kongrat / Qoñrat which is mentioned in a seventeenth-century Crimean Tatar document. Maria Ivanics, “Enslavement…”, p. 200, ft. 30;. In the nineteenth century there were several Crimean villages with this name. The enslaved friars mentioned the fact that they had almost drowned while crossing two rivers located nearby. Raguaglio, 129; Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p. 236; Thus, this Corat / Kongrat / Qoñrat is supposed to be located next to fairly large Crimean rivers. 109

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ous ethnic origin (mostly Slavs from the territory of modern Russia and Ukraine; the sources analyzed here called them Moscoviti and Cosacchi) and Noghai Tatars23. The name of the factor, who took care of the village in the name of the vezir, was Bacciurà or Baccicorà; the latter was so rude and unmerciful with regard to the friars that they called him un tiranno24 . The friars, as especially “dangerous and suspicious” captives, were still kept in chains, although other slaves did not wear them25. Subsequently they had to work in fields fulfilling all sorts of heavy agricultural duties: gather hay and wheat, dig ditches, take care of cattle and suchlike26. Furthermore, for various reasons-and especially for their Catholic faith-they were hated and often maltreated by other slaves who were of Orthodox denomination. This is why the friars felt themselves “slaves of slaves”27. Their daily ration normally consisted of one piece of bread, one piece of roasted dough and a pot of Airam (i.e. ayran); having returned from the work they usually received a bowl of millet28. The friars heavily suffered from the thirst caused by the insufficient amount of water that was given to them29. Their clothing was soon completely worn out, they were constantly burnt by the sun, covered by mud, suffered from heavy manual work, lack of food and sleep30. The friars 23 24

25 26 27 28 29 30 110

Agostino Stanzione mentioned that there were 30 Cossack slaves in Corat. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p. 236. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, pp. 235-236. Bacciurà or Baccicorà sounds like a corruption of Hacı Giray; however, it does not seem to be rather unlikely that members of Giray dynasty could serve as factors of vezir’s village and residence. Raguaglio, pp. 115-120. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen”, p. 236. Raguaglio, p. 125; Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen”, p. 237. Raguaglio, p. 126; cf. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p. 236. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p. 236. Raguaglio, p. 135.

REPORTS OF DOMINICAN...

mentioned in their accounts that many Crimean slaves lived semi-nude, with rags or sheepskins covering their bodies31. Once they were forced to go to the adjacent mosque to take part in the celebration of Bairam (i.e. the Muslim holiday of Eid el-Adha known in Ottoman Turkish and Crimean Tatar as Kurban Bayramı). The friars, who obviously did not want to take part in the Muslim religious ceremony, refused; they were subsequently punished for doing so32. Several attempts of the friars to inform Polish or Italian authorities about their plight and ask for assistance did not work out. Finally, Francesco Piscopo, who stayed in Bahçesaray, managed to secretly visit the local Polish ambassador and asked the latter to inform the Polish King about their miserable situation. The Dominicans already lost all their hopes to receive their freedom back when political and military events began influencing the situation in the Crimea. At that moment the Cossacks united their forces with the Calmucks and invaded the peninsula; Khan’s army that tried to stop them was defeated and dispersed. Sefer Gazi Ağa, the owner of the four friars, was declared to be responsible for this defeat and disposed from the position of the First Vezir33. At the same time the Khan received the letter from the Polish King John II Casimir (Jan Kazimierz) asking to release the enslaved Dominicans. The Khan together with his councilors decided to confiscate the friars from the former vezir and subsequently freed them. On 27 August 1663 they were brought to the Khan’s court in Bahçesaray. Nevertheless, because of the outbreak of plague the 31 32 33

Raguaglio, p. 152. Raguaglio, pp. 127-130. It is important to notice that the friars’ reports seem to be the only source that provides us with precise information about the reasons for the disposition of Sefer Gazi Ağa (vezir from 1644 to 1664) who was one of the most important figures in the history of the seventeenth-century Crimea. 111

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Khan left his capital and stayed in the village of Cobazi (Qobazı)34; as a result, the five friars were not released, but transferred to the Greek village of Mairamà (i.e. Mariampolis in the vicinity of Bahçesaray). Because of the fact that their fate was still not entirely clear, the conditions of their everyday life remained terrible. Four of them still wore chains; their daily food consisted of a piece of black bread and a plate of grinded cabbage with salt35. Although the main population of the village was Greek Orthodox, the friars continued to be visited by the local Catholic slaves willing to receive the Sacrament36. Soon, however, they were given freedom and on 7 November 1663 they left Bahçesaray together with the Polish ambassador37.

The Second Visit of Francesco Piscopo to the Crimea (1664-1665) Although his first visit to the Crimea was a complete disaster, the prefect of the mission, Francesco Piscopo, returned to the Crimea in 1664 to continue his missionary and ecclesiastical activity. Unfortunately, his activity was found to be a serious obstacle against the Christian slaves’ conversion to Islam; it also served as the main reason for his expulsion from the Crimea in 1665. The main mufti of Bahçesaray was especially anxious to get rid of Piscopo. In his opinion, the latter secretly prohibited Catholic slaves to convert to Islam; even if circumcised and declared to be Muslims, they would come back to Piscopo and confess to him38. 34 35 36 37 38 112

Raguaglio, p. 149; Since 1944 this village is known as Malinovka. This seems to be one of the earliest references to the existence of this village. Raguaglio, p. 146. Raguaglio, p. 147. Raguaglio, pp. 150-151. Raguaglio, pp. 195, 202-203.

REPORTS OF DOMINICAN...

Especially notable was the case of one young Polish Catholic slave, Casimiro Cialdeski, who was forcibly-as he claimed-circumcised and converted to Islam. Having decided to return to Catholicism, Casimiro Cialdeski run away from his owner and took refuge in the house of the Polish ambassador in Bahçesaray. Nevertheless, this became known to the Khan; as a result, the ambassador was forced to return the slave to be tried by the Khan’s court. The court sentenced the slave to death; he was executed about 5 April 1665, during the time of the Easter39. Francesco Piscopo was likewise sentenced to death; his activity that was “dangerous to the state” was used as the pretext for the sentence. Subsequently, however, his death penalty was replaced with the order to leave the Crimea by 17 May 1665 and never to come back40. He soon left the Crimea together with the Polish ambassador; on 23 May he had already been in Warsaw, safe from all the dangers that awaited him in the Crimean peninsula41.

The Crimean Slave Trade in the 1660s as Seen by the Dominican Missionaries: Some Conclusions The missionaries’ main task was to provide the local Catholic slaves the possibility of performing most important religious rituals, thus helping them to remain faithful to Christian religion. This is why the sources provide highly important data on the position and everyday life of slaves in the Tatar and Ottoman parts of the Crimea. Slaves were not only the first thing they saw in the Crimea upon arriving in Baliqlagu in 1662, but also the last: while leaving the Crimea through the castle of Perecop (Or Qapı) in 1663 they saw multitudes of 39 40 41

Raguaglio, pp. 197-202. Raguaglio, p. 204. Raguaglio, p. 231. 113

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

newly-captured slaves from Ukraine and Russia carried to the peninsula by the Tatars42. According to the friars, while going to raid neighbouring countries, each Tatar normally brought with them 3-4 additional horses which carried captured and tied up slaves on their way back to the Crimea. Subsequently the slaves were sold either to Turkey or remained in the Crimea to work in the fields43. Indeed, the seventeenth-century Crimea was full of slaves. The amount of Christian slaves there grew significantly after the Chmielnicki / Khmel’nyts’kyi’s Cossacks’ wars against Poland and numerous raids of the Tatars in the Polish-Lithuanian Commonwealth, Russia and Hungary44. The Ottoman traveler Evliya Çelebi admiringly described that, in the 1640s and 1650s, the Crimean Khan Islam Giray III invaded Polish lands seventy-one times and captured 200,000 Jews, later selling each for the price of a full tobacco pipe45. Despite the fact that such information was probably an exaggeration, it gives some idea of the number of Jewish captives taken during such raids and the attitude towards them. One has more precise numerical regarding the number of slaves in the Crimea in early modern times. According to Darjusz Kołodziejczyk, in the period between 1500 and 1700, the Crimean Tatars captured about two million prisoners, most of whom were of Slavic origin46. 42 43 44 45

46

114

Raguaglio, pp. 151-152. Raguaglio, pp. 151-152. Raguaglio, p. 242. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi, p. 527, as quoted in Hacı Mehmed Senai, Historia chana Islam Gereja III, transl. and ed. Z. Abrahamowicz, Warsaw 1971, p. 64. In 1666, to avoid additional taxation on the slaves introduced by Adil Çoban Giray, local slave owners were selling three healthy slaves for one golden piece Evliya Çelebi, Księga podróży Ewliji Czelebiego (Wybór), ed. Z. Abrahamowicz, Warsaw 1969, p. 361. Darjusz Kołodziejczyk, “Slave Hunting and Slave Redemption...”, pp. 151152.

REPORTS OF DOMINICAN...

The letter of Polish prisoners from Bahçesaray mentioned that in 1660 there were approximately in 40.000 Polish slaves the Crimea47. In 1744 the number of Polish prisoners in the peninsula was around 45.00048. In view of these data it comes as a surprise that according to Francesco Piscopo there were… only about 700 Catholic slaves living in the Crimea the 1660s49. This incorrect number can be explained by two factors: 1) he did not include into his account the slaves of Orthodox denomination who were perhaps more numerous than those of Catholic faith; 2) while visiting the Crimea he was not allowed to travel around the country and collect precise numerical data regarding the number of slaves. The Dominicans stated that the slaves whom they encountered in the Crimea were mostly of Ukrainian, Russian, Cherkessian, Ruthenian, and Hungarian origin50. For some reason, the Poles were not included into this list although from other sources we know that they were one of the most numerous ethnic groups of the Crimean slaves. This fact is, for example, confirmed in the account left by Piscopo after his second visit to the Crimea. There he claims that after Turkish (and apparently Crimean Tatar), the second in importance language of the Crimea was… Polish. He explained it by the abundance of Polish captives in the peninsula and also added that Polish was understood also by the Ruthenians and Moscovites (i.e. ancestors of today’s Ukrainians and Russians). The third in 47 48 49 50

Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen,” p. 219. M. Inglot, “Misjonarze jezuiccy na Krymie od początku XVII do połowy XVIII wieku,” Polacy na Krymie, ed. E. Walewander, Lublin 2004, p. 198. Raguaglio, p. 232. Raguaglio, p. 141; In the original: “Cosacchi, Moscoviti, Circassi, Ruteni, Ungari, e d’altre Nazioni.” 115

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

importance was Latin which could be used for communication with the Germans, Hungarians and Saxons51. The friars claimed that as a result of their missionary efforts in the Crimea from 1662 to 1663 they managed to convert to Catholicism one Greek Orthodox woman in Mangup, two Hungarian Calvinists, and one Tatar family52. On the other hand, Piscopo mentioned that some Catholic slaves converted to Islam-and became important persons at the Khan’s court; their attitude towards their former Catholic brethren-in-faith, as Piscopo stated, was even more severe than that of Muslim authorities53. Indeed, conversion to Islam, when combined with the knowledge of foreign languages and countries, was the way to achieve swift progress in the social hierarchy of the Crimean society of those times. Such converts could easily find prestigious jobs such as interpreters, ambassadors, councilors etc. To conclude, the accounts and letters of the Dominicans analyzed in this article provide us with the wealth of data regarding the slave trade in the Kefe province and the Crimean Khanate in the 1660s. Especially important is the fact that the friars themselves spent a long time in the area as slaves. Therefore, they provide us with unique and first-hand perspective regarding the position of the “live merchandise” in the Crimea.

51 52 53 116

Raguaglio, p. 231. Ambrosius Eszer, “Neue Forschungen…”, p. 238; Raguaglio, pp. 242-243. Raguaglio, pp. 243-244.

Erken Modern Dönemde Osmanlı İmparatorluğunda Venedikli Köleler*

Maria Pia Pedani** Çev: Dilek İnan*** Venedik ve Osmanlı tebaası sadece 1415-1419, 1423-1430, 14651479, 1499-1502, 1537-1540, 1570-1573, 1644-1669, 1684-1689, 1714-1718 yıllarında Venedik dukaları ve sultanlar arasındaki savaş zamanlarında değil, barış dönemlerinde de köle yapılıyordu. Yeniçağ başlarında uzun bir kara sınırı Osmanlı İmparatorluğunu, Venedik Cumhuriyeti topraklarından ayırmaktaydı. 1479 barış antlaşmasından sonra, iki devlet, taş yığınları ve başka malzemelerden yaptıkları gerçek bir sınır oluşturmaya başladılar. Fakat bu gerçek sınır da yaşayan insanların diğer ülkeyi talan etmelerine engel olamadı. Aynı gelişme 16. yüzyılda korsanların ve korsan denizcilerin daha da cesaretlendiği Akdeniz’de de görülmüştür1. *

Bu makale 2014 yılında Stefan Hanß ve Juliane Schiel editörlüğünde çıkarılan Mediterranean Slavery Revisited (500-1800) isimli kitapta yayınlanan “Venetian Slaves in the Ottoman Empire in the Early Period” adlı çalışmanın Türkçe’ye tercüme edilmiş halidir. İlk yayınlandığı yer için bakınız: Maria Pia Pedani, “Venetian Slaves in the Ottoman Empire in the Early Modern Period”, in Stefan Hanß, Juliane Schiel (ed.), Mediterranean Slavery revisited (500-1800), Zürich, Chronos Verlag, 2014, s. 309-323. ** Prof., Departmant of Assian and North African Studies, Ca’ Foscari University, [email protected]. *** Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü, [email protected] 1 Maria Pia Pedani, Dalla Frontiera al Confine, Roma 2001, s. 27-36, 64-67; Aynı yazar, “Between Diplomacy and Trade. Ottoman Merchants in Venice”, 117

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlı-Venedik barış antlaşmalarına göre kaçak bir köle sahibine geri iade edilirken Venedik topraklarına ulaşan ve Hıristiyan olan Müslüman bir köle ise serbest bırakılmalıydı. Aynı uygulama Osmanlı İmparatorluğu’na ulaşan ve Müslüman olan Hıristiyan köle için de geçerliydi. Bu durumda sadece kölenin bedeli iade edilmeliydi. Genellikle savaş sonunda Osmanlı esirleri serbest bırakıldığı için uzun bir süre diğer Avrupa ülkelerinden kaçan birçok Müslüman için Venedik, özgürlük ülkesi olmuştur. 1540 barış antlaşmasından sonra Venedikliler tarafından denizde yakalanan korsanlar ve denizciler, padişah tarafından cezalandırılmak üzere İstanbul’a gönderilmesi zorunluydu. Venedik’te gayri resmi olarak bulunsalar da, resmi olarak 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu huzurlu ülkede Müslüman köle bulmak zordu2. Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik çok daha yaygındı. Osmanlı hukukçularına göre, savaş sırasında yakalanan kâfirler ganimetin bir parçasıydı. Ganimet askerler arasında paylaştırıldığında, esirler köleleştirilir ve bir daha serbest bırakılmazdı, çünkü bu durumda onların Müslüman sahipleri mali açıdan zarara uğrardı. İçlerinden birini serbest bırakmak için doğrudan sahibiyle irtibata geçmek ve kölenin bedelini ödemek gerekirdi. Bundan dolayı bir savaş sonunda Venediklileri serbest bırakmak, Osmanlıları serbest bırakmaktan çok daha zordu. Müslüman hukuku Müslümanların köleleştirilmesini yasaklamasına rağmen Müslüman olan Hıristiyanların kölelik

2

118

Merchants in the Ottoman Empire, Collection Turcica, V, Ed: Suraiya FaroqhiGilles Veinstein, Paris 2008, s. 155-172. Salvatore Bono, Schiavi Musulmani nell’Italia Moderna, Galeatti, vu’cumprà, Domestici, Naples 1999, 450-460; Ella N., Rothman, Brokering Empire, Trans-Imperial Subject between Venice and İstanbul, NY 2012, s. 122-163, Yeniçağ’da Venedik’te Müslüman köleler için bakınız: Charles Verlinden, L’esclavage dans L’Europe Médiévale, II, Brugge 1955-1977; Aynı yazar, “Le recrutement des Esclaves à Venise aux XIV et XV siècles”, Bulletin de l’Institut Historique Belge de Rome, 39, 1968, s. 83-202.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

durumu devam ederdi. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nda köleler arasında İslamiyet’i kabul etmiş Hıristiyan köleler bulmak mümkündü3. Venedikli asıllı köleler diğer ülkelerden gelenlerden daha farklı muamele görmezlerdi. Onlar da sahipleri kendilerini serbest bırakırsa, kaçarlarsa veya fidyeleri ödenirse özgürlüğe kavuşabilirlerdi. Eğer Avrupalı genç bir soylu Sultan’ın kölesi olursa, bu kişi genellikle eğitilmek üzere Topkapı Sarayı’na gönderilirdi. Saraya hizmet için satın alınan genç erkekler fidyeleri ödense bile asla serbest kalamazlardı, çünkü onlar “saray kölesi” (kapıkulu) olmuşlardı, fakat bunun karşılığında ordu veya Osmanlı Sarayı’nda yöneticilik kariyeri yapabilirlerdi4. Para elde etmenin yolu olarak fidye aracılığıyla gelir elde eden Mağrib korsanlarının köleleri için özgürlüğü elde etmek daha kolaydı. Onların köleleri yani Mağrip korsanlarının köleleri genellikle savaş gemilerinde ve diğer gemilerde kürekçi olarak görevlendirilirdi, fakat Müslüman olurlarsa gemi kaptanı olabilir, para toplayabilir ve köle sahibi olabilirlerdi. Gemi yapımında çalışan kalifiye köleler Hıristiyan kalsalar bile para kazanabilirlerdi ve bazıları kendi fidyelerini ödeyip memleketlerine geri dönme imkânına sahip olabilmişlerdir5. Osmanlı aileleri için çalışan kölelerin kariyer yapma veya para kazanma imkânları çok daha azdı, ancak onlar da fidyeyle azat edilebilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda ev hizmetlerinin neredeyse tamamı köleler tarafından yapıldığı için (Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman olmasının önemi yok) bu özel köleler en büyük grubu oluşturmaktaydı. Bazıları ticarette de 3 4

5

Melis (2002), s. 137-150. ASVe, Senato, Dispacci ambasciatori, Costantinopoli, filza 3 C, fol 66r, 2107-1562; Colin Imber, The Ottoman Empire, 1300-1650, The Structure of Power, Houndmills, Basinstoke 2002, s. 128-142. Daniel Panzac, La marine Ottomane, De’l apogée à la chute de l’Empire, Paris 2009, s. 86-94. 119

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

görevlendirilirlerdi. Osmanlı örf ve adetlerine göre “ruhsatlı köleler” kendi sahipleri adına ticari işlemleri yürütebilirlerdi. Tüccarlar ve üst düzey kişiler en güvenilir kölelerini ticari vekil olarak kullanabilmekte ve hatta mal alıp satmak üzere onları uzak ülkelere gönderebilmekteydiler. Bu kölelerden bazıları Venedik’e de gelmiş ve aynı zamanda Rialto pazarında ticaret yapan tüccarlar arasında görülmüşlerdi6.

Venedikli Kapıkulu Köle statülerine rağmen, bazı köleler Osmanlı dünyasında yüksek bir mevkiye sahip ailelerdi. Köle aileler, eski Müslüman toplumlarında da vardı. Abbasiler, Anadolu Selçukluları ve Memluklar, ordu ve idari işlerde köleler istihdam etmişlerdi ve Roma İmparatorları da (basileus) köle askerler kullanmışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda 15. yüzyılın ikinci yarısından 17. yüzyıl ortalarına kadar askeri ve sivil kamu hizmetlerinde kapıkulu kullanılmıştır. Sistem en azından, başlangıcında liyakate dayanmaktaydı ve bir köle vezir-i azam olabilmekteydi; resmi olarak kapıkulu kalsa bile 1658-1661 yılları arasında Köprülü Mehmed’in yaptığı gibi, Padişah adına tüm otoritesini kullanarak imparatorluğa hükmedebilirdi. Böyle bir kölenin ölümünden sonra, kölenin bütün mal varlığı sahibi olan mirasçısı Padişaha kalırdı. Bir kişi, zorla devşirilerek, satın alınarak, tutsak edilerek, miras bırakılarak veya hediye edilerek kapıkulu olabilirdi. 1549 yılında Şaban Reis, Kaptan-ı Derya Sokullu Mehmed Paşa’ya (1546-1550), kendisinin ‘kapıkulu’ ve Avlonya azaplarının kale muhafızı (dizdar) olmasına 6

120

Pedani-Fabris (1996), s. 234, Giovanni Correr’s report, 1578; Suraiya Faroqhi, The ottman Empire and the World Around I, New York 2004, s. 132-134; Alan Fisher, “Chattel Slavey in the Ottoman Empire”, Slavey &Abolition 1, 1980; Maria Pia Pedani, “Between Diplomacy and Trade. Ottoman Merchants in Venice”, Merchants in the Ottoman Empire, Collection Turcica, V, Ed: Suraiya Faroqhi- Gilles Veinstein, Paris 2008.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

yardım etmesi halinde 1.000 duka sözü verdiği olay buna örnektir. Şaban Reis, istediği makama ulaşmasına rağmen vaat ettiği paranın yarısını ödedikten sonra ölmüştür, Sokullu paranın diğer yarısını alamamıştır7. II. Bayezid döneminde (1481-1512) kapıkulları en üst düzey memuriyet görevlerinde çalışmaya başladılar. Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1521-1566) ise siyaset ve hükümet işlerinde daha fazla önem kazandılar. Yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sınıfı tamamen Kapıkulu kölelerinden oluşmaya başladı ve aslen Hıristiyan olmak ve daha sonra Müslüman olmak siyasi kariyerin temeli haline geldi. Örneğin, III. Murad’ın (1575-1595) kızlarından birini Müslüman, ancak oğlanın annesinin Hıristiyan olduğunu ve oğlanın mütevazı bir şekilde yetiştirildiğini öğrendikten sonra evlendirdiği hakkında delil vardır. Aynı dönemde, Balkanlarda Müslüman olmuş aileler, oğullarının devşirme sistemi ile askere çağrılmaları için izin isterlerdi, çünkü bu Osmanlı üst sınıfına geçiş yapabilmenin en iyi yoluydu. 1566-1648 Kadınlar Saltanatı olarak bilinen dönemde liyakat ortadan kaybolmaya ve siyasi kariyerin temelinde kişisel ilişkiler var olmaya başlamıştır. 1703 yılında sona eren devşirme sisteminin yetiştirdiği en son büyük vezir Köprülü Mehmed Paşa’dır (1656-1661). Bundan sonra iki yüzyıl sonrasında büyük Osmanlı aileleri tekrar siyasi hayatta yer almışlardır8. 7 8

Pedani-Fabris (1996), s. 69-70; Alivie Renier’s report, 1550. Victor Ménega, “Devshirme”, Encyclopaedia of Islam, II, Leiden 1991, s. 201213; Leslie P. Peirce, The Imperial Harem, Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, New York, Oxford, 1993; Basilike Papoulia, Ursprung und Wesen de “Knabenlese” im Osmanischen Reich, Munich 1963; İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Teşkilâtında Kapıkulu Ocakları, II, Ankara 1984-1988; Maria Pia Pedani, “Safiye’s Household and Venetian Diplomacy”, Turcica, 32, 2000, s. 9-32. 121

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Kapıkulu dışında, Hıristiyan olarak kalabilmiş ve serbest bırakılmış “Sultanın köleleri” de mevcuttur. Birçok Venedik belgesi bu kölelerin hikâyelerini anlatmaktadır: 1582 yılında Sultan’ın Hıristiyan kölelerinin sekreteri olan Francesco Campa bir vekil tayin etmiştir, 1580 yılında Crema’lı Troiano’nun oğlu Lucio dal Sole ise, kendi fidye parasını bulması için vekâlet belgesi hazırlamıştır9. Bazı Venedikliler de kapıkulu olmuşlar ve böylece imparatorlukta kariyer yapma imkânına sahip olmuşlardır. Onlar Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olmadıkları için devşirme aracılığı ile görevlendirilemezlerdi. Venedik önemli bir deniz gücü olduğu için ve Akdeniz’de Venedik vatandaşları ve gemileri düzenli Osmanlı donanması veya korsanlar ile kolayca karşılaştıkları için, bunlardan çoğu deniz savaşları esnasında esir edilmişlerdir. Venedik Cumhuriyeti’nden gelen Yunan-Venedikli köle Pargalı İbrahim Paşa muhtemelen en meşhur kapıkuludur. Yunan tarihine göre Pargalı İbrahim Paşa’nın babası John Mikegos’tur ve Cumhuriyet’e ait olan Parga şehrinin Regnossa köyündendir. Tahminen 1494 yılında doğan Pargalı İbrahim, çocukken, 20 Mart 1501 Cumartesi günü bir akın sırasında, diğer 300 kişi ile birlikte esir edilmiştir10. Pargalı İbrahim iki yıl sonra Santa Mavura (Aya Mavra) adasındaki bir köle pazarında İskender Mihaloğlu’nun kızı ve sekbanbaşı Yakup’un dul eşi olan zengin bir kadına satılmıştır. Venedik belgelerine göre Kadın Pargalı İbrahim’i Edirne yakınlarında Büyükçekmece’deki malikânesine götürmüştür. İbrahim burada Müslüman olmuş, I. Selim’in varisi Süleyman ile tanışmış ve onun 9 10

122

ASVe, Bailo a Constantinopoli, b. 263, reg. 372, II, fol. 7v, 57v. Osmanlılar Paxo Adasına saldırdığında İbrahim’in esir alındığı belirtilir. Spandugnino (1890), s. 189; Savaş boyunca (1499-1502) Osmanlıların saldırdığı tek zaman 20 Mart 1501’dir. efr. Sanuto (1879-1903), IV, coll. 254-255.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

arkadaşı olmuştur. Dul kadın İbrahim’i şehzadeye hediye etmiş ve bundan sonra Pargalı İbrahim’in yükselişi başlamıştır. Süleyman tahta geçtiğinde İbrahim’i önce Mısır beylerbeyi olarak atanmış ve daha sonra vezir-i azamlık makamına getirmiştir. O, Mayıs 1524’te Osmanlı üst sınıfından ve daha önceki sahibinin yeğeni olan Muhsine Hatun ile evlenmiştir. Muhsine Hatun, ilk eşi olan I. Selim’in kızı Hundi’nin ölümünden sonra, İskender Mihaloğlu’nun diğer kızı Hafsa ile evlenen Hersekzâde Ahmet Paşa’nın torunudur11. İbrahim hiçbir zaman Süleyman’ın kayınbiraderi olmasa da, son zamanların başarılı televizyon dizisi Muhteşem Yüzyıl’a göre Süleyman saltanatının ilk yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek yöneticisi olmuştur. Muhsine Hanım’ın ilk başta Pargalı İbrahim ile evlenmek istememesi Osmanlı İmparatorluğu’nda bu kölenin durumunu anlamak için önemlidir. Çünkü kendi teyzesinin eski kölesi ile evlenmek uygun değildi ve onu ikna etmek için Padişah’ın emri gerekliydi. Padişah evlilik ve görkemli bir nikâh töreni ile bu köleye saygınlık ve otorite vermeye çalışmıştır. Aslında ona imparatorluğun en büyük resmi görevi olan vezir-i azamlık makamını verebilirdi. Fakat Osmanlı üst sınıfının Mihaloğlu gibi köklü ailelerden oluştuğu dönemde Pargalı İbrahim’in sosyal statüsü tartışmaya açık bir hale geldi. Tören, Osmanlı hanedanını onore eden kutlama festivalleri düzeninde hipodromda gerçekleşti. Böylece padişah, kendisinin ve İbrahim’in aynı paranın iki yüzü olduklarını ve aralarında 11

ASVe, Consiglio di Diecci, Lettere ambasciatori, b. 20 Ekim 1523; Bu dul kadın elinde Edirne’den beri tuttuğu (Pargalı İbrahim’i) Majestelerine sundu. Sanuto (1879-1903), XXXV. Coll, 257-260; Daha sonra onu bir kızıyla evlendirdi. Carzego (Hersek)’da vefat etmişti. Bu majesteleri, daha babası yaşarken bu kadının yaşadığı eve gidiyor. Çağırıldı [ …] yakında [ …] Bu daha önce vefat etmiş bir Hersek Paşasının kızıydı (bu da Hersekzade) Pargalı İbrahim’in kayınvalidesiydi. Ebru Turan, “The Marriage of Ibrahim Pasha (1495-1536)”, Turcica, 41, 2009; Leslie P. Peirce, age., s. 304, n. 52. 123

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bir fark olmadığını vurgulamış oldu. Çağdaş Avrupa’da köle ve hükümdar arasında buna benzer bir ilişki düşünülemezdi12. Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli mevkilere gelen diğer bir Venedikli köle Gazanfer Ağa’dır. Babası, İbrahim’in babası gibi yoksul bir Yunan balıkçı değil, Venedik vatandaşıdır. Annesi, soylu bir Venediklinin öz kızı olan Franceschina Zorzi Michiel, 1561’de çocukları ile esir edilmiştir. Franceschina, Osmanlı korsanları Deli Nasuf Reis ve Mustafa Reis tarafından Zakynthos yakınlarında yakılan Bombasara gemisindeydi. Kadınlar da Sakız Adası’nda satılmıştı ve Franceschina iki kızı, bir oğlu ve kendisinin fidyesini ödeyerek serbest kalmıştı, ancak sonradan Cafer ve Gazanfer isimlerini alan diğer iki oğlu Osmanlıya satılarak kapıkulu olmuşlardır. Onlar Şehzade Selim’in arkadaşı oldular ve Selim tahta çıkınca, sadece hadımlar, genç oğlanlar ve kadınların kalabildiği Enderun’a alındılar. 1577’de Cafer Hasodabaşı Gazanfer ise Kapıağası olmuştur. Gazanfer 1582’de ağabeyinin ölümünden sonra onun görevini alarak 30 yıl Enderun’un en önemli kişisi haline gelmiştir. II. Selim (1566-1674), III. Murad (1574-1585) ve III. Mehmed (1595-1603) dönemlerinde Kapıağalığı görevinde bulunmuştur. 6 Ocak 1603 isyanında hayatını kaybetmiştir. Zenci hadımların başı ile birlikte Topkapı’nın 3. bölümünde tahtında oturan Sultan’ın gözü önünde idam edilmiştir. III Mehmed en sadık köleleri öldürülürken ağlamıştır13. 12

13

124

Ebru Turan, The Sultan’s Favourite, İbrahim Pasha and the Making of the Ottman Universal Sovereignty in the Reign of Süleyman the Magnificent (15161526), Chicago Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora Tezi, s. 219-220. ASVe, Senato, Dispacci ambasciatori, Constantinopoli, filza 3 C, n 4; ibd., filza 4 D. nn. 26, 43; Maria Pia Pedani, “Veneziani a Constantinopoli alla fine del XVI Secolo”, Veneziani in Levante, Musulmani a Venezia, Quaderni di Studi Arabi, XV, Ed: Francesca Lucchetta, Rome, s. 67-84; Aynı yazar, “Safiye’s Household…”; Eric R. Dursteler, Renegade Women, Gender, Identity, and Boundaries in the Early Modern Mediterranean, Baltimore, s. 1-33.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

Aynı dönemde başka bir Venedikli, İmparator donanmasına Kaptan-ı Derya olarak atanmıştır. Adı Andrea Celeste olan bu kişi Venedikli Hasan Paşa olarak bilinirdi. Mağrip korsanlarından Turgud Reis tarafından esir edilerek Cezayir’e getirilmiştir. Venedikli Hasan Paşa bir levende satılmış, Müslüman olmuş ve sahibinin ölümünden sonra Turgud Reis tarafından miras olarak alınmıştır. 1565’te Cezayir beylerbeyi Uluç Ali’nin (1568-1571) en gözde kölelerinden biri olmuştur. Bu dönemde Venedikli Hasan müthiş kariyerine başlarken sahibi ondan nefret etmiş ve ondan kurtulmaya çalışmıştır. Venedikli Hasan iki defa Cezayir (1577-1580, 1582-1587), bir defa Tripoli beylerbeylikleri görevinde bulunmuştur (1587-1588). O, 1588’de Uluç Ali’den sonra getirildiği kaptan-ı deryalık görevini 1591’de ölümüne kadar yürütmüştür14. O dönemin belgeleri birçok benzer hikâye içermektedir. Örneğin, 1591’de Osmanlı sarayında hadım olan Zaralı Ömer Ağa (Cievalelli), annesi ve kayınbiraderinin İstanbul’da yaşamalarını ve Müslüman olmalarını istemiştir. Venedikli soylu Marino da Pesaro’nun oğlu ve Cağalazade Sinan ile birlikte Topkapı’da Enderun’da eğitim görmüştür, fakat çok geçmeden 1572 yılında genç Venedikli ölürken, arkadaşı önemli kariyerine başlamıştır. 1601 yılı isyanlarında Frenkbeyoğlu Mehmed (Venedikli soylu Marcantonia Querini) sipahilerin başıydı. Kıbrıs Osmanlı hâkimiyetine geçtiğinde, soylu Flangini ailesinin bazı üyeleri de esir edildi ve onlardan biri olan Mustafa kısa bir süre için beylerbeyi oldu15. Birçok önemli köle, Hıristiyan topraklarında kalmış akrabaları ile iletişim halinde olmuştur. 1520’li yılların başında 14

15

Antonio Fabris, “Hasan ‘il Veneziano’ tra Algeri e Constantinopoli”, Veneziani in Levante, Musulmani a Venezia, Quaderni di Studi Arabi, XV, Ed: Francesca Lucchetta, Rome 1997. Maria Pia Pedani, “Veneziani a Constantinopoli…”, 1997. 125

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

İbrahim anne, baba ve kardeşlerini İstanbul’a çağırdı. İbrahim’in annesi ve kardeşleri Müslüman oldular, hatta annesini haremde iyi bir konuma getirdi ki annesinin bu sayede Sultan’a okutulmuş şerbetler içirerek onun vezir-i azam olmasını sağladığı yönünde söylentiler çıkmıştır. 1590 yılında kız kardeşinin eşi Marcantonio Dalla Vedova, Venedikli Hasan’ı ziyaret ederken kız kardeşi Camilla’yı hiç görmemiştir. Camilla hayatını Venedik’te geçirmiştir, fakat Hasan Senato’ya mektup yazarak kardeşine bir fırın ve eniştesine de bir büro armağan edilmesini talep etmiştir. Venedikliler fırını kabul etmiş, ancak büronun verilmesini reddetmişlerdir. Kapıağası Gazanfer’in eniştesi, kız kardeşi Beatrice ve İstanbul’da ölecek olan annesi ona katıldılar. O, kız kardeşini kendi himayesi altında ve daha sonra onun yardımı ile Yeniçeri ağası olacak olan Çerkes asıllı sipahi Ali ile evlendirmek amacıyla İslam dinini kabul etmeye zorlamıştır. Gazanfer, ayrıca Beatrice’in ilk oğlunun Venedik’ten kaçırılmasını emretmiş ve onların Enderun’a girmelerini sağlamıştır. Ancak Beatrice’in oğlu zeki olmadığı için kapıkulu olamamıştır, ancak III. Murad’ın içki arkadaşlarından biri olabilmiştir. Bu tür hikâyeler, 16. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde önemli bir yere gelmenin kişisel ve ailesel bağlara dayandığını göstermektedir16.

İmparatorluk Hareminde Kadın Köleler Osmanlı Devlet’inde kölelik Ortaçağ Müslüman devletlerdeki kölelik sisteminin devamıydı, bu sistem sadece askerleri ve memurları değil aynı zamanda cariyeler ile evlerde çalıştırılan köleleri de imparatorluk haremine ve özel hane halkı arasına 16

126

Rosella D. Ceccato, “Su Bekrî Mustafâ, Personaggio del Teatro delle ombre Turcoe Arabo”, Veneziani in Levante, Musulmani a Venezia, Quaderni di Studi Arabi, XV, Ed: Francesca Lucchetta, Rome 1997.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

kattı. 16 ve 17. yüzyıllarda sultanın hareminde yaşayan bütün kızlar köleydi. 14. yüzyılda padişahların Sırp bir prenses veya Bizans İmparatoru’nun kızı ile evlenmesi hala onurlu bir davranış olarak kabul edilirken, bir sonraki dönemde kökeni Abbasi dönemine dayanan bir geleneğe bağlı olarak Sultanlar kendilerini İslam geleneğinin mirasçısı olarak görmeye başladılar. Bu geleneğe göre sadece köleler Sultanın haremine girebilirlerdi. Hükümdara yakın yaşamak onlara asalet katmaktaydı. Osmanlı Devleti’nde Kırım Han’ının kızı ile evlenen son hükümdar I. Selim olmuştur, fakat oğlu Süleyman’ın annesi köleydi. 200 yıldan fazla bir süre bütün valideler (Sultanın annesi) ve hasekiler (gözdeler) Hıristiyan’dı. Onlar Yunanistan, Arnavutluk, Balkanlar, Rusya hatta Venedik asıllıydılar. Çoğu Müslüman olan bu kadınlar, hiçbir zaman din değiştirmeleri için zorlanmamıştı, çünkü İslam hukukuna göre bir Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi bir kadın ile evlenebilirdi. Venedik şehirlerinden ve Fransa’dan gelip ve hareme giren soylu kadınlar hakkında efsaneler anlatılmaktadır. II. Osman’ın (1618-1622) bir Türk şeyhinin kızı ile evlenmesi skandal olarak kabul edilmişti. Ayrıca bu evlilik bir yıl sonra II. Osman’ın Yeniçeri isyanı sırasında öldürülmesinin sebeplerinden biri olarak gösterilmektedir17. Osmanlı hareminde yaşayan en meşhur Venedikli kadın Nur Banu’dur. Soyu hakkında tam bilgi bulunmamaktadır: Bir kaynağa göre Nur Banu, Nicole Venier adında bir soylu adam ve Violante Baffo adında bir soylu kadının kızıdır ve adı Cecilia Venier-Baffo’dur. Diğer bir kaynağa göre Nur Banu, Koli Kartanau adında Venedik vatandaşı bir Yunanlıdır. Her iki hikâye de, Nur Banu’nun, 1537 yılında Korfu Adasını yağmalayan Kaptan-ı Derya Hayreddin tarafından kaçırıldığında 17

Fatima Mernissi, le Sultane Dimenticate, Donne Capi di Stato nell’Islam, Genoa 1992, s. 49-67; Leslie P. Peirce, The Imperial Harem,…, s. 28-56. 127

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

birleşmektedir. O sonra şehzade Selim’e verilmiştir. Nur Banu oğlu Murad’ın annesi olmuştur ve 1574 yılında Şehzade Murad tahta geçtiğinde Valide olmuştur. Venedik hükümeti her zaman Nur Banu’yu güvenilir bir müttefik olarak görmüştür. O da Venediklileri desteklemiş, ne zaman hediyeler istese hemen gönderilmiştir. Nur Banu’yu haremde görebilen Yahudi kadın tüccarlar, cüceler, dilsizler ve hadımlar, sultan için tavsiyelerinin ne kadar önemli olduğunu bilen balyoslar tarafından iyi karşılanırdı18. Tarihçiler, kadınlar saltanatının Nur Banu ile başladığını iddia ederler. Siyasi bir kariyer için, Harem’in kadınları ile iyi bir şekilde irtibat halinde olmak önemliydi. Zamanla eski Osmanlı aileleri önemini yitirdi. Bu dönemde Osmanlı yüksek toplumunun tutum ve davranışlarını belirleyen 3 önemli unsur vardı ve iyi-eğitimli olarak kabul edilmek istenen herkes bu kuralları bilmek zorundaydı. Öncelikle intisap kuralı yani önemli bir kişi ve himayesi altındakiler ile olan ilişkisi: efendi veya himayesi altındaki kişileri değiştirmek haksızlık olarak görülürdü. İkinci kural “had” yani bir kişinin sınırlarını ve haddini bilmesi ile ilgiliydi, kişinin sınırlarını aşması ceza alması demekti. Osmanlı adabı muaşeretini oluşturan üçüncü kural “şeref” unsurudur, yani Osmanlı toplumunda yer alan kişilerin haysiyetli ve asaletli duruşlarıdır. Kişinin konumunu koruyabilmesi için, kendi haddini her türlü sözlü veya davranışsal müdahaleden koruması gerekmektedir19. Sultan’ın haremine giren, genç kadın ve genç erkek köleler, Osmanlı adabı muaşeretini öğrenir, yeterince akıllı veya şanslı olanlar, kariyer yapabilir, yönetimde veya haremde yüksek 18 19

128

Benjamin Arbel, “Nûr Bânû (1530-1583), Venetian Sultana?”, Turcica, 24, 1992. Gustave E. von Grunebaum, L’Islamismo, II: Dalla Caduta di Constantinopoli ai nostri Giorni, Milano 1977, s. 97-99.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

makamlara gelebilirlerdi. Hatta haremde eğitim gören ve dışarı gönderilen kızlar tanıdıkları ve eşleri sayesinde önemli siyasi role sahip olurlardı. 9 veya 18 yaşından sonra gözde olamayan kızlar mücevher, ev veya yıllık gelir verilerek haremden ayrılırdı. Genellikle kapıkulu sınıfı ile evlenir ve sarayda kalan diğer kadınlar ile önemli bağlantılar kurar ve böylece Sultan ile hala yakın iletişim halinde olmaya devam ederlerdi20.

Venedik Belgelerine Göre Kölelerin Hayatları Osmanlılar tarafından köle edildikten sonra zenginlik ve güç kazanmış sıradan insanların öyküleri çok geçmeden Hıristiyan topraklarına ulaştı. Bu durum en azından başka türlü yorumlanamayan Venedik belgelerinde bu şekilde ifade edilmiştir. Örneğin 1547 yılında Venedikli bir papaz Mehmed Paşa’nın kölesi olan erkek kardeşini aramak için İstanbul’a gitti. O, kardeşinin çok zengin olduğunu hayal etmişti, fakat İstanbul’da kardeşini çok fakir vaziyette buldu ve bütün parasını harcadığı için papazın Venedik’e dönebilmesi için yol parasını balyos karşılamak zorunda kaldı. Bir sonraki yüzyılda Hvar’lı avukat Venedikli Girolamo Fasaneu, iki kızına tecavüz eden Venedik valisi Francesco Molin’den intikam almak istedi. Bunun için Osmanlı İmparatorluğu’na gitti ve İslam dinine girmek istedi, fakat istediği kabul görmedi. O muhtemelen kapıkulu olabilmek için fazla yaşlıydı. Böylelikle Francesco Molin Venedik Doçu olduğunda (1646-1655), Fasaneu 1632 yılında iki katil tarafından yakalandı, dönemin “Onlar Meclisi”ne kimlik belgeleri ve kafası getirildi21. 20 21

Leslie P. Peirce, The Imperial Harem,…, s. 139-149. ASVe, Secreta, Archivio Proprio Contantinopoli, filza1, fol, 95v; Antonio Fabris, Il dottor Girolamo, Fasaneo alias Receb”, Archivio Veneto, Series V 133, 168, 1989, s. 105-118. 129

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Bazı kişiler daha şanslıydı. Müslüman olan kölelere ait mal, mülk ve para gösteren belgeler mevcuttur. Giorgio Anale, 1581’de Kapudan Paşa’nın kölesi olan kardeşi Süleyman Ağa’dan 10.000 akçe (200 scudi) almıştı. Aynı yıl diğer bir Arsenal köle, Venedikli İbrahim, yani Fancesco Raines, Venedik’te yaşayan annesi Angelica’ya kendine İstanbul’da ölen başka bir Venedikli’den kalan 3.000 akçeyi göndermişti22. Bir kişinin Müslüman olması için kendi ülkesindeki mallarından vazgeçmesi gerekmiyordu. Bu durum özellikle sınır bölgelerinden gelenler için geçerliydi. Örneğin 1587 yılında Pastrovici’li Müslüman Mariza, bir önceki savaşta Kotor’a gittiğini ve elbiselerini ve diğer eşyalarını saklamaları için Budva’lı Michele Beglava ve eşi Nicolette’ya verdiğini beyan etmişti; Marizza geri dönmeyince eşyalarının yeğeni Pastrovivi’li Elena’ya verilmesine karar verilmişti. 1589 yılında Hasan (yani Sibenik’li Marino Tiscovic), Sibenik’teki arazisinin beşte birini İstanbul’daki nazik davranışlarından dolayı minnet duygusu ile Murter’li Lucia Vodanovic’e ihsan etmişti. Hasan ayrıca Vodanovic’e ödünç verdiği parayı geri ödeme sözü vermişti23. Bazen kölelerin akrabaları, Hıristiyan topraklarında onların adına iş yaparlardı. 1581 yılında, Kapudan Paşa’nın başka bir kölesi Sinan, Napoli’de annesi Luisa de Briones’e vekâlet vermişti. Aynı dönemde Ali Ağa ve Milanlı erkek kardeşi Battista Flagro köleleri serbest bırakmak için ödünç para vermede birlikte hareket etmişlerdi. Arras’lı Fransız Pietro Brea, Kapudan Paşa’nın kölelerinin kâtibiydi, o da fidyelerini ödemek isteyenlere ödünç para verirdi ve bazen paranın Arras’ta yaşayan babası Tommaso’ya verilmesini isterdi; ayrıca noterlik yapar ve kölelerin yaptığı işleri resmi olarak kaydetmek için 22 23 130

ASVe, Bailo a Constantinopoli, b. 263, reg. 372, I, fol.54r, 60v-61r, 76r-v; 76v; ibd., II, fol 11v-12r. Ibd., b.266, reg, 376, fol. 7r, 43r-v.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

sık sık Balyos’un evine giderdi; O Müslüman olmadı ve hatta bir defasında Venedikli yüksek rütbeli bir memurdan kendisinin hala Hıristiyan olarak yaşadığını beyan eden bir belgeyi imzalamasını istedi 24. Din değiştirenler ve onların Hıristiyan akrabaları arasındaki ilişkiler her zaman sorunsuz değildi. 1581 yılında Hıristiyanlar tarafından Antonio Colombo olarak bilinen Ali Abdullah, kardeşi Andrea Colombo’nun kendisinin adını kullanarak haksız yere aldığı parayı Cephalonia’lı aracısı Andrea Catellano’nun geri almasını istemişti. 1590 yılında daha önceden din değiştiren ve Yeniçeri olan Tinos’lu Yusuf, Balyos’un huzurunda, Kıbrıs savaşı sırasında, bir kaptan’ın kızı olan Margherita’yı aldığını beyan etmişti. 1574 veya 1575 yılında, İstanbul’da bulunan kız kardeşi Morosina, Margherita’yı katip Banifacio Antelmi aracılığı ile Venedik’e göndermişti. Daha sonra kız kardeşi de Venedik’e gitti, ancak kız artık ona ait değildi ve Antelmi’nin vesayetinde olan Margherita’nın özgürlüğü söz konusuydu25. Kölelerin çoğu Müslüman olmamıştı ve Hıristiyan ülkelerinde yaşayan dost ve akrabalarından yardım bekleyerek özgür olmayı ümit etmişlerdi. 1546 yılında Maria adında bir dul İstanbul’a ulaşmış ve köle olan kızı Amizza’yu kurtarmak üzere Anadolu’ya gidebilmek için Balyos’tan izin belgesi almıştı26. 1582 yılında, Kıbrıslı Pantasilea Ficarda para bularak Anadolu’da köle olan kızını kurtarmaya gelmiş ve Hıristiyanlıktan vazgeçmemişti. 1580’de Kapudan Paşa’nın kölesi, Arraslı Fransız Francesco; annesi, eniştesi, kuzenleri, arkadaşı 24 25 26

Ibd., b.263, reg, 372, I fol. 112vİ ibd., II. fol. 8r-v, 50v, 54v.7r, 43r-v. Ibd.,I fol. 22v-23r; ibd., b. 267, reg. 378, fol.17v-18r. Ibd., b. 263, reg. 371, II. fol, 9r. 131

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ve kuzeni Chiara’nın topladığı para sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştur27. Fidye karşılığı serbest kalınan her sistem iyiydi. 1580’de Yahudi Abraham Calipi’nin kölesi Venedikli Marietta, Balyos Contarini’ye, onu kurtarmak için harcadığı parayı geri ödemek için ona hizmet edeceğine söz vermişti. Piyale Paşa’nın hanımı Sultan’ın kölesi Alssandro Pellegrini de aynı şekilde davranmıştı. 1582’de Sultan’ın bir başka kölesi Martin de Castro İstanbul’dan bir kadın ile evlenmiş, onu İtalya’ya götüreceğini söz vermiştir; evlendiği kadının parası ile kendi ve iki İspanyol kölenin fidyelerini ödemiştir. Aynı dönemde Hanya’lı Leo’nin 10 yıl boyunca Venedik kadırgasında çalışmaya mahkûm edilmişti; O, Osmanlılar tarafından alınarak köle olarak kullanılmış ve 3 defa satılmıştı; kurtulduğunda bir keşiş olacağına Tanrıya söz vermiştir; sonunda kaçmayı başardı ve Girit’e ulaştığında Kalogeros Leonzio adıyla keşiş oldu. Ancak bazı köleler sahiplerinin güvenini boşa çıkarmıştır. 1633 yılında, Hacı Hüseyin bin Topalzade İsa Bali tarafından, mal satmak üzere Venedik’e gönderilen Piyale, malları çalmış ve kaçmıştır. 1577 yılında Hayder, bir yolculuk sırasında Sibenik’te ölen sahibinin mallarını geri almak için Venedik’e gitmiştir28. Bazı durumlarda, İslam dinini seçmiş olanlar, memleketlerine geri dönmeleri için Hıristiyan olan arkadaşlarına yardım etmişlerdir. Genellikle fidyelerini ödemişlerdir: 1581’de Hüseyin Ağa (yani Granadalı Giroloma Sanchez) köle arkadaşına 50 duka vermişti. 1580’de Korsikalı Filippino, fidye parasını Mustafa’dan (Marsilyalı Michel) almıştı. Parayı geri ödemeye ve Mustafa’nın kardeşi Giovanni Antonette’yi kurtarmak üzere parayı Cezayir’e göndereceğine söz vermişti. Eğer yapamazsa, 27 28

132

Ibd., b. 263, reg. 372, I, fol. 82r, 147r-v; ibd., II, fol. 8r-v. Ibd., I, fol. 13v-14r, 163v-164r; ibd., b. 267, reg. 377. Fol. 7v-8r; Pedani-Fabris (1994), doc. No.s 881, 1437.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

parayı Mustafa’nın Korsika’da yaşayan diğer Hıristiyan erkek kardeşlerine vermesi gerekiyordu. 1587’de Korsikalı Finetta, başka bir köleden yani Arsenal Mustafa’nın Ağa’nın kölesi Pasquale’ın oğlu İbrahim’den aldığı 3.000 akçe karşılığında serbest bırakılmıştı. İbrahim kaçıp Hıristiyan topraklarına geldiğinde, Mustafa paranın başka bir köleye ait olduğunu söyleyerek geri istemişti. Hala İstanbul’da bulunan Finetta, şehirden ayrılmadan önce parayı geri vermiş ve Balyos’un kâtibinden parayı Mustafa’ya verdiğini ve İstanbul’da yaşayan 3 Korsikalının noterde bu duruma şahit olduğunu belgelemesini istemişti. 1591’de Messinalı Margheritta, fidye istemeyen sahibi Hüseyin İbn Abdullah tarafından azat edilmişti29. Köleler bazen çalışarak para kazanabilirlerdi, bu para da serbest bırakılmaları için veya yeterli olmama durumunda başka bir kölenin fidyesi olarak ödünç verilebilirdi. 1581’de Mustafa’nın kızının kölesi Cerulo de Cerulo, daha önce Tripoli’de ikisi de köleyken, Angelo’nun oğlu Giovanni’yi kurtarmak üzere ödünç verdiği parayı geri almak için vekâlet vermiştir. 1590’da Hanya’lı Yunan bir köle Kapudan Paşa’nın gemisinde ölmüştü; Venedikli olduğundan Balyos onun mallarını alabilmişti: Moldavya’da satılmak üzere gemiye yüklenen 67 varil şarap ve akrabası Şaban Reis’in evinde bulunan diğer malları almıştır30. Hıristiyan topraklarında kölelerin fidyeleri için birçok kardeşlik ve dini uygulamalar ortaya çıkmıştır31. Bu bir dini görevdi. Venedik belgelerinin gösterdiğine göre, din değiştirmiş 29 30 31

ASVe, Bailo a Constantinopoli, b. 263, reg. 372, I, fol. 52v; ibd., II, fol, 1r; ibd., b. 266, reg. 375, fol. 30v; ibd., 267, reg. 377, fol. 91r. Ibd., b. 263, reg. 372, II, fol. 15v; ibd., b. 267, reg. 377, fol. 38v-39r. Osmanlı İmparatorluğundan fidye ödeyerek köle kurtaran bir Venedik hayır kurumu için Andrea Pelizza'nın bu sayıdaki makalesine bakınız. 133

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

biri tarafından bile ödünç verilmiş olsa, bir köleyi kurtarmak için ödenen para faizsiz olarak geri ödenirdi. İspanyol Büyükelçisi Giovanni Marigliani bu kurala istisna teşkil etmekteydi. Minnet ve kan bağı her zaman önemli değildi. 1587’de Trapanili Katerina kendi kuzeni Memi’nin kölesi olmuştu ve fidye olarak evini satmak zorunda kalmıştı32. Okuma-yazma bilen bir Papaz, vasiyet düzenleme gibi durumlarda diğer kölelere yardım edebilirdi. 1590’da Kapudan Paşa’nın kölesi rahip Lucantonio Romanelli, Portekizli Rocco de Britt’in Venedik elçiliğinde yazdığı vasiyetini kayıt etmiştir. Rocco’nun eşi tarafından fidye olarak gönderilen çok parası vardı ve İstanbul’da kiliselere bağışta bulunmuştu. Aynı belge Osmanlı Arsenali’nin hapishanesinde İstanbul’da iki adet Hıristiyan kilise olduğunu göstermektedir: San Paolo ve “dellamaestranze” kiliseleri33.

Sonuç Niccolo Machievelli 1513 yılında yazdığı Prens adlı eserinde “Türk monarşisinin tek bir kişi tarafından yönetildiğini diğerlerinin ise onun hizmetkarları olduğunu, [….] Fakat Fransız kralının halk tarafından sevilen birçok lord ile yaşadığını yazmıştı34. Aynı dönemin Venedik belgelerinde “köle” ve “hizmetkar” sözcükleri, “kölelik” kavramını tanımlamak ve kapıkulu sözcüğünün tercümesi olarak kullanılırdı: bu kavram karışıklığı Avrupalıların Osmanlı yönetim sınıfının yapısını ve 32 33 34

134

ASVe, Bailo a Constantinopoli, b. 263, reg. 372, II, fol. 9v-10r; ibd., b. 266, reg. 376, fol. 4v-5r. İbd., b. 267, reg. 377, fol. 62r-63r. Machiavelli (2006) [1513]), pp. 101-102; Türk monarşisi sadece bir bey tarafından yönetilir, diğerleri sadece ona hizmet etmek için vardır. [...] Ama Fransa Kralı, geçmişten beri soyluluk taşıyan beylerin arasında bulunmaktadır. Bu beylerin soyluluğu, halkı ve sevenleri tarafından kabul görür ve Fransa kralı onların bu yetkilerini kesinlikle ellerinden alamaz.

ERKEN MODERN DÖNEMDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA...

yüksek mevkilere gelme araç ve yöntemlerini tam olarak anlamadıklarını göstermektedir. Avrupa’da liyakate göre kurulu sistem daha ortaya çıkmamıştı ve doğum, sosyal düzenin temelindeydi. Tam tersine, Osmanlı İmparatorluğu’nda, sarayın köleleri, geniş imparatorluk ailesinin bir parçasıydı: II. Mehmed (1451-1481) tarafından vazedilen kanuna göre tahta geçen yeni padişah erkek kardeşlerini öldürmeye zorlanırlardı: erkek kardeş ve amcadan yoksun olan Sultanlar en çok güvendikleri ve aileden sayılan kölelere itimat ederlerdi. Uzun bir süre, Osmanlıda siyasi ve askeri kariyere başlamak ve yönetim sınıfına girmek için, Hıristiyan kökenli genç bir köle olmak eski bir Osmanlı ailesinin üyesi olmaktan daha avantajlıydı. Bu köleler sadece Balkan vilayetlerindeki devşirmeler tarafından değil, deniz ve kara akınlarında ele geçirilenlerden sağlanırdı. Onlar daha çok Hırvatistan, Bosna, Arnavutluk, Karadağ, Yunanistan, Ceneviz, Korsika, Sardunya, Calabria, Sicilya, Ancona ve bazıları da Venedik ve çevresindeki adalardan gelmekteydi35.

35

Vatin/Veinstein (2003), pp. 152-153 (“that of my sons who will attain to the sultanate, he must kill his brothers to keep the order in the world, Most of ulema agree. Do it in this way”). 135

Osmanlı Devleti ve Eflak ve Boğdan’da Köleleşen Romanlar Emine Dingeç*

Giriş Çingenelerin özgür yaşam tarzları düşünüldüğünde Çingene ve köle kavramları birbirine yakıştırılmaz. Böyle olmakla birlikte çok sayıda köleleştirilmiş Çingene vardı. Eflak ve Boğdan’da bulunan Çingenelerin önemli bir kısmı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar köleydi. Eflak ve Boğdan’da Çingenelerin köleliği ile ilgili birçok eser, çok kısa bilgi vermektedir. Bu konuda en kapsamlı çalışma, George Potra tarafından yapılmıştır. Potra, Romanya’nın çeşitli arşivlerinden 1483 ile 1848 yılları arası Çingenelerin kölelikleri ile ilgili dokümanları derlenmiştir. Toplamış olduğu belgeleri, Contribuţiuni la Istoricul Tiganilor din Romania başlığı altında Romence olarak 1939 yılında Bükreş’te yayımlamıştır1. Eser, köle satışları ile ilgili belgeleri gün ışığına çıkarması bakımından önemlidir. Bu alana arşiv belgeleri kullanarak önemli bir katkı da Viorel Achim tarafından yapılmıştır. Achim, Eflak ve Boğdan’da bulunan Çingenelerin özgürleşme sürecini, 1830-1860 yılları arasında, Çingene di* 1

Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, [email protected]. George Potra, Contribuţiuni la Istoricul Tiganilor din Romania, Bucharest 1939, s. 194-331. 137

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

lekçelerine göre incelemiştir. Bu dilekçelerin önemli bir kısmının Çingene sahiplerinin kötü davranışları ile ilgili olduğunu ortaya çıkarmıştır2. Achim’in daha önce yazmış olduğu Tiganii în istoria Românie başlıklı eseri The Roma in Romanian History olarak İngilizceye çevrilmiştir. Eserde, Çingenelerin köleliğine ve köleliğin kaldırılmasına dair birer bölüm ayrılmıştır. Achim, Eflak ve Boğdan’da Çingenelerin köleleştirilmeleri konusunda tekrarlanarak aktarılan kalıplaşmış teorilere karşı çıkar3. Onun görüşlerine yeri geldikçe değinilecektir. Ian Hancock, yazmış olduğu We are the Romani People adlı eserinde Çingene tarihini anlatırken Romanya’da yaşayan Çingenelerin köleliğine değinmiştir. Hancock, eserinde Çingene kölelerini tasniflemiştir. Bu tasnife göre Çingeneler, evde ve tarlada çalışanlar olarak ikiye ayırılmakta; evde olanlar devletin ve manastırların, tarlada olanlar boyarların ve küçük toprak sahiplerinin hizmetinde çalışmaktadırlar4. Elena Maruskhiakova ve Vesselin Popov da bu konuyu etraflı bir şekilde inceleyen makale hazırlamışlar ve Eflak ve Boğdan’da ki Çingene köleliğinin Osmanlı hakimiyetinden önceye dayandığını dikkat çekmişlerdir5. 2

3

4 5

138

Viorel Achim, “Gypsies Speak. An Analsysis of the Petitions of the Gypsy Slaves in Romanian Principalities, C. 1835-C.1855”, Roma: Past, Present, Future, eds. Hristo Kyuchukov, Elena Marushiakova & Vesselin Popov, Lincom, Muenchen 2016, s. 56-67. Viorel Achim, Tiganii în istoria României, Bucuresti 1998, s. 202; İngilizce versiyonu, The Roma in Romanian History, Trans. Richard Davies, 2004, s.233; Achim’in kitabına yapılan eleştirler için bakınız: David M. Crowe, “The Roma in Romanian History by Viorel Achim,” Association for Slavic Review, LXV/1, (Spring 2006), s. 171-172; Michael Stewart, “The Roma in Romanian History by Viorel Achim”, Romani Studies 5, XI/2, 2001, s. 190195. Ian Hancock, We are the Romani People, Centre de Recherches Tsiganes, Hertfordshire 2002, s. 19-20. Elena Marushiakova-Vesselin Popov, “Gypsy Slavery in Wallachia and Moldovia”, Nationalisms Today, eds. Tomasz Kamusella and Krzysztof Jaskulowski, Peter Lang, Oxford 2009, s. 89.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

Osmanlı Devleti’nin Eflak ve Boğdan’da bulunan Çingenelerin köleleştirilmeleri ile bir bağı olup olmadığı, Osmanlı-Eflak ve Osmanlı-Boğdan arasındaki idari ve hukuki bağın tespiti ile ortaya çıkarılabilir. Bu makalenin, sözünü ettiğim literatürün bize sunduğu bilgiler ışığında iki temel sorusu vardır. Bunlardan birincisi; Eflak ve Boğdan’ın iç hukuku üstünde Osmanlı’nın bir etkisi var mıydı, varsa ne ölçüde idi? İkinci olarak da köleleştirilen Çingenelerin hukuki durumları hangi hukuk sistemine tabi idi?

Eflak-Boğdan’ın Osmanlı Devleti ile İdari Bağı Eflak olarak bilinen Wallachia, bugünkü Romanya’nın güney kısmı, Boğdan ise Moldova olarak kuzeydoğu kısmıdır. Mihail Maxim’in ifadesine göre Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları Onuncu ve Onikinci yüzyıllarda Peçenek-Kuman, Onüçüncü ve Ondördüncü Yüzyıllarda Moğol-Tatar hakimiyeti altında idi. 1330’lardan itibaren Eflak Voyvodalığı, 1359’lardan itibaren ise Boğdan Voyvodalığı Macar Krallığı’na karşı savaşarak bağımsızlığını kazandı6. Eflak 1394 yılında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetini kabul ederek, haraçgüzar7 statüsüyle bağlandı. Boğdan ise 1476 yılında aynı özerk yapı ile Osmanlı Devleti’ne tabii oldu8. Bu bağlılık Ondokuzuncu Yüzyılın son çeyreğine kadar devam etti. 6 7

8

Mihai Maxim, “Romanya”, DİA, XXXV, 2008, s. 168. Haraçgüzar, haraç veren kişiler için kullanıldığı gibi Osmanlı hâkimiyetini kabul ederek her yıl belli bir miktar vergi veren Hristiyan beylik ve devletler için de kullanılmıştır. Eflak ve Boğdan dışında Erdel ve Dubrovnik’de Osmanlı’ya haraçgüzar olarak bağlı idi. Daha geniş bilgi için bkz. Feridun Emecen, “Haraçgüzâr”, DİA, XVI, 1997, s. 90-91. Sandor Papp, “Eflak ve Boğdan Voyvodalarının Ahidnameleri Üzerine Bir İnceleme: Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzeybatı Hududundaki Hıristiyan Vassal Ülkeler’, Türkler, X, 10, Ed: Hasan Celal Güzel, 2002, s. 745; Arzu Kılınç, “Eflak-Boğdan ve Karadeniz'de Bal ve Balmumu”, Acta Turcica, III/1, 2011, s. 41. 40-56. 139

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Eflak ve Boğdan halkı ortak özelliklere sahiptir. Her iki halk Ortodoks ve Romen’dir. Bunun yanında kendilerini eski Bizans’ın son varisçileri olarak görürler9. Eflak ve Boğdan’ın kültürel benzerliği ve birbirlerine coğrafi yakınlığının yanında Osmanlı Devleti’ne bağlanma biçimleri de aynıdır. Bütün bunlar, Osmanlı’nın bu iki devleti ortak bir isimle anmasını sağlamıştır. Osmanlı, Eflak ve Boğdan’ı (Valahia voyvodalıkları) memleketeyn (iki memleket) olarak adlandırmıştır10. Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra bu iki eyaletin birleşerek Romanya Devleti’ni kurmaları da bu ortak noktaları doğrular niteliktedir. Eflak ve Boğdan’ın Onbeşinci ve Onaltıncı Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’ne haraçgüzar statüsünde bağlılığı ahidnamelerle belirlenmiştir. Bu statü, Eflak ve Boğdan’a bazı yükümlülükler getirmekteydi. Maxim’in çalışmalarına göre iki voyvodalık İstanbul’un yiyecek ambarıydı. Arpa, koyun, sığır, at, bal, bal mumu, sadeyağ, kereste, balık dişi, değerli kumaş, kürk, nakit para resmi peşkeşler arasındaydı. Onaltıncı Yüzyılın ortalarından sonra dosta dost, düşmana düşman ifadeleri ile Osmanlı’ya bağlılık perçinleştirildi. Fakat burada Osmanlı yöneticileri ve garnizonları bulunmuyordu11. Buna ilaveten, Osmanlı hukukunun yürütücüleri olan kadı atanmıyordu. Memleketeyn’in Osmanlı Devleti’ne bağlılığı kendi voyvodaları tarafından yönetilmelerine ve kendi kanunlarının geçerli olmasına engel değildi. Eflak halkı, boyarlar tarafından seçilen voyvodaların, Osmanlı padişahı tarafından onaylanması ile yönetilmekteydi. Bütün bunlar, Eflak ve Boğdan’ın iç işlerinde bağımsız olmasını sağlamıştır12. Bu durum, Eflak ve Boğdan’ı Osmanlı’ya bağlı diğer yönetim birimlerinden ayırır. Osmanlı 9 10 11 12 140

Mihai Maxim, “Romanya”, s. 168; Sandor Papp, “Eflak ve Boğdan Voyvodalarının…”, s. 745. Mihai Maxim, “Romanya”, s. 168. Mihai Maxim, “Romanya”, s. 169. Elena Marushiakova-Vesselin Popov, “Gypsy Slavery in…”, s. 92.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

medeniyet tarihi ile ilgili eserlerde de Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı Devleti’ne bağlılığı imtiyazlı eyalet13, veya voyvodalık14, olarak geçer. Mühimme kayıtlarında da hükümler Eflak ve Boğdan Voyvodası’na diye yazılırdı. Bu voyvodalıklar vilayet olarak kabul edilirdi.15 Vilayet olarak kabul edilmesi Mefrûzü’l-kalem maktûu’l-kadem min külli’l-vücûh serbest16 ifadesinden de anlaşılır. Burası voyvodaların yönetimine bırakılan serbest dirlik gibidir. Dirlikler bilindiği gibi küçük bir arazi parçası olabildiği gibi büyük bir eyalet de olabilirdi. 1559 yılına ait bir hükümde vilayet olduğu belirtilmektedir. Hükm-i şerîfüm vusûl buldukda, (dâ’imâ) eger Erdel taraflarından ve eger sâ’ir her cevânibi dâ’imâ tetebbu‘u tecesüsden hâlî olmayup ahvâl ü etvârların ma‘lûm idüp hıfz u hırâsetde dakika fevt itmeyüp Boğdan voyvodası kulum ile dahı yek-dil olup emn ü emân-ı vilâyet ve refâhiyyet ü itmi’nân-ı ra‘iyyet bâbında dakika fevt itmeyüp a‘dâ taraflarından gaflet üzre olmayup eger Erdel taraflarından ve eger sâ’irden vâkıf olduğun ahbâr-ı sahîhayı i‘lâmdan hâlî olmayasın. Gaflet ile memleket ü vilâyete ve re‘âyâ vü berâyâya zarar u gezend irişdürmekden ziyâde hazer idüp basîret ü intibâh üzre olasın…17 Bu hükme göre Eflak Voyvodasından istekler şöyle sıralanabilir: 13 14

15 16 17

İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilât ve İdare Tarihi, Ankara, 2007, s. 255; Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta 1997, s. 221. Arzu Kılıç, Voyvodalıklar her sene belli bir miktar haracı Osmanlı Devleti’ne ödemekte olan ve buna karşılık kendi kanunları ve nizamlarına göre Osmanlı padişahının tasdiki şartıyla seçtikleri ve voyvoda denilen bir prens tarafından yönetilmektedir ifadesi ile voyvodalığı tanımlamaktadır. Bakınız: Orhan Kılıç, “Klasik Dönem Osmanlı Taşra Teşkilatı: Beylerbeyilikler / Eyaletler, Kaptanlıklar, Voyvodalıklar, Meliklikler (1362-1799), Türkler, IX, Ed: Hasan Celal Güzel, Ankara 2002, s. 891; Mehmet Ali Ünal, “Osmanlı Devleti’nde Merkezi Otorite ve Taşra Teşkilâtı”, Osmanlı, VI, Ed: Güler Eren, Ankara 1999, s. 113-114. 3 Numaralı Mühimme Defteri 966-968/ 1558-1560, III, Ankara 1993, h. 112, 130. Mihai Maxim, “Romanya”, s. 169. 3 Numaralı Mühimme …, h. 112. 141

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

1. Erdel ve diğer tarafların korunması, 2. Boğdan Voyvodası ile birlikte hareket edilmesi, 3. Vilayetin refah ve raiyyetin güvenliğinin sağlanması konusunda ihtimam gösterilmesi, 4. Düşmana karşı uyanık olunması, 5. Erdel ve diğer taraflardan alınan haberlerin iletilmesidir. Osmanlı Arşiv belgelerinin dili de Eflak ve Boğdan’ın ayrıcalığına dikkat çeker niteliktedir. Şöyle ki, Osmanlı diplomatiğinde eyaletlerin yöneticilerine giden emirlerde padişah, beylerbeyine hitaben Emîrü’l-ümerâi’l-kirâm, kebîrü’l-kiberâi’l-fihâm, zü’l-kadr ve’l-ihtirâm, sâhibü’l-‘izz ve’l-ihtişâm, el-muhtassu bimezîd-i ‘inâyet-i meliki’l-‘alâm elkabını kullanırdı. Bununla birlikte imtiyazlı eyalet olarak kabul edilen Eflak ve Boğdan ile iletişimde ise İftihârü’l-ümerâi’l-milleti’l-Mesîhhiyye, muhtârü’l-küberâi’t-tâifeti’n-Nasrâniye Eflak/Boğdan voyvodası, Kıdvetü’l- ümerâi’l- milleti’l-Mesîhhiyye hâlen Boğdan / Eflak voyvodası elkabı yer alırdı18. İki yöneticiye kullanılan sıfat arasında en önemli farklılık, Eflak ve Boğdan’ın Gayrimüslim olmasına yapılan bir vurgudur. Bu detay, Eflak ve Boğdan’ın farklılığını ortaya koyar. Bu hali ile Osmanlı’nın dine dayalı millet anlayışına da uygun düşer. Şöyle ki, Osmanlı Devleti, sınırları içinde yaşayan farklı dine mensup cemaatlere, dinlerinin gerektirdiği yaşam tarz ve hukukuna izin vermiştir. Böylece kendi içlerinde hukuki sorunların çözümlemesi mümkün olmuştur. Osmanlı kadısı ancak Gayrimüslim ile Müslüman arasında anlaşmazlık çıktığı zaman devreye girmiştir. Eflak ve Boğdan içine kadı atanmadığından bu tür durumlarda, sınıra yakın olan kadılar sadece o davaya bakmak üzere görevlendirilmişlerdir. Eflak’ta bu durum Yergöğü kadısı ile çözülmüştür. Yergöğü Tuna nehrinin hemen kuzeyinde Bükreş’in güneyinde yer alır. Onaltıncı 18 142

Mübahat Kütükoğlu, “Elkâb”, DİA, XI, 1995, s. 52.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

yüzyıl tahrirlerinde, Yergöğü çevresindeki yirmi beş köy ile kaza konumundadır19. Burası Tuna kıyısının kuzeyinde kadı atanan uç noktadır. Bu açıdan özel bir yere sahiptir. Yergöği kadısı, İstanbul için alınan erzak fiyatlarını kontrol ettiği gibi Eflak’taki Müslümanlar ile Gayrimüslim arasında çıkan davaları da çözümlerdi20. Osmanlı hukukunun yürütücüsü olan kadı, böyle bir durumda devreye girer ve Osmanlı üst devlet kimliğini Müslüman tebaasının hakları açısından kullanırdı. Eflak ve Boğdan’da bulunan Çingenelerin hukuki durumları Eflak ve Boğdan’ın iç hukukuna tabii idi.

Eflak ve Boğdan’da Çingenelerin Köleliği Meselesi Burada Çingenelerin köle olarak tutulmalarının hukuki dayanağı birçok araştırmacının tartıştığı bir konu olmuştur. Bazı araştırmacılar Çingenelerin köleliğini Eflak ve Boğdan’a giriş kanalına bağlarlar. Çingenelerin Ondördüncü Yüzyılda Balkanlarda birçok yerine yerleştikleri kesindir21. Bununla birlikte Çingenelerin Eflak ve Boğdan’a geliş statüleri ve kanalları konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden bazıları kısmen onların nasıl köleleştiklerini de açıklar. Fakat yeni araştırmalar bu görüşleri çürütmektedir. Bu konudaki en önemli iddia Çingenelerin Tatarlar tarafından getirilmesi ve savaş tutsağı olarak satılmasıdır22. Nicolae Iorga, Çingenelerin Moğolların işgali ile Romanya’ya girdiği inancındadır. Bu 19 20 21 22

Mihai Maxim, “Yergöğü”, DİA, XLIII, 2013, s. 483-484. Mustafa Naima, Ravzatü'l-Hüseyn fî Hulâsati Ahbâri'l-Hafikeyn (Naima Tarihi), I, İstanbul 1865, s. 104-106. Ayrıntılar için bkz. Angus Fraser, Avrupa Halkları Çingeneler, çev. İlkin İnanç, İstanbul 2005, s. 57. Nicolae Iorga, bu tarihçilerden biridir. Diğer tarihçiler de bu görüşü benimsemiştir. Bakınız: Viorel Achim, The Roma in.., s. 33. Ahmet Cevdet Paşa da bazılarının çiftliklerde köle olduklarını belirtir. Bakınız: Ahmet Cevdet Paşa, Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler I, düz. ve sad. Sadi Irmak, Behçet Kemal Çağlar, İstanbul 1994, s. 161. 143

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

inanış başka tarihçiler tarafından kabul edilmektedir23. Ahmet Cevdet Paşa da, Çingenelerin Timur ordularının peşi sıra bu bölgeye geldiklerini belirtir24. Achim ise Çingenelerin Romanya topraklarına gelişini Moğol hareketine bağlamamaktadır25. O’na göre Çingenelerin Moğollar ile geldiklerine dair bir doküman bulunmamaktadır26. Achim, Tatarların ulaşmış olduğu bölgelerde örneğin Rusya’da, Polonya’da, Litvanya’da köle Çingene kaydı bulunmadığını, ayrıca Eflak ve Boğdan’da da bu iddia ile ilgili bir kanıtın olmadığını söyler. Bu nedenle Eflak ve Boğdan’daki köleliği Tatarlarla bağdaştırmaz27. Donald Kenrick de Çingenelerin Tatarlar tarafından getirilmesine kuşku ile bakmaktadır. Buna kanıt olarak, dil yapısı açısından, Çingenelerin Bizans ve Anadolu’dan geçmelerini gösterir28. Çingeneler üzerine araştırma yapan Nicolae Gheorghe, Çingenelerin köleliğini ekonomik ihtiyaca bağlar. O’na göre Çingene grupları, tarıma dayalı ekonomisi olan Romanya topraklarına geldiklerinde Romen toplumu hala Haçlı seferlerinin ve daha önceki yüzyıllarda gerçekleşen göçlerin kötü etkileri ile mücadele etmektedir. Çingeneler, Ortaçağ Romen eyaletlerinin ihtiyaç duyduğu yetenek ve araçları getirmiştir. Teknolojik gelişmeyi korumak için toprak sahipleri ve manastırlar Çingenelerin köleliğini çözüm olarak görür29. Bu görüşe Kenrick’in getirdiği ekleme, Çingenelerin Güneydoğu Avrupa’ya 23 24 25

26 27 28 29 144

David M. Crowe, A History of the Gypsies of Eastern Europe and Russia, New York 2007, s. 108. Ahmet Cevdet Paşa, Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler, s. 161. Gerek David Crowe ve gerekse Michael Stewart, The Roma in Romanian History adlı eserde Achim’in kölelik kurumu ile görüşlerini kitabın en ilgi çekici kısmı olarak bulurlar. Bakınız: David M. Crowe, “The Roma in…”, s. 171-172; S Michael Stewart, “The Roma in…”, s. 190-195. Viorel Achim, The Roma in…, s. 9-12. Viorel Achim, The Roma in…, s. 17. Donald Kenrick, Ganj’dan Thames’e Çingeneler, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul 2006, s. 63. Viorel Achim, The Roma in…, s.76.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

geldiklerinde hala feodal düzenin yürürlükte olduğu ve boş araziye yerleştirilen Çingenelerin toprak sahiplerinin, soyluların ve manastırların serfleri ve köylüleri haline geldikleridir30. Fraser de köleleşmenin birdenbire olmadığı, Çingene ailelerden oluşan bağışlar yapıldığında, onlar üzerinden haraç veren kişilerin vergi verdiği kişi üzerinde hak sahibi olmaya dönüştüğü şeklinde yorumlar. Özgür bırakılmamalarını iktidar sahipleri için ekonomik öneme sahip olması olarak değerlendirir31. Achim de boyarların, tüccar ve demirci olan Çingeneleri kendi topraklarında tutmak için konjonktürel bir ihtiyaç ile köleleştirdiğini savunur32. Sam Beck ise Romanya’daki köleliğin iş değeri kadar topluluklar arasındaki insan ilişkileri ile de alakalı olduğunu belirtir33. Romanya’da Çingenelerin Tatarlar ile ilişkilendirilmeleri savaş sırasında her iki topluluğun birlikte esir edilmesi ile ilgili olmalıdır. Şöyle ki, 17. ve 18. yüzyılda Baçesaray, Karasu, Kefe, Akmescid şehirlerinde bizzat Çingene mahalleleri bulunmaktaydı. Dört şehirde de mahallerinin olması Çingene nüfusunun buradaki yoğunluğuna delalettir. Coğrafi açıdan Eflak ve Boğdan ile olan yakınlık Tatar ve Çingenelerin savaşlarda köle olarak alıkonmuş olabileceğine işaret kabul edilebilir. Bunların dışında özellikle demircilik üzerindeki yetenekleri toprak sahiplerinin ilgisini çekmiş onları birer meta aracı olarak kullanmışlardır. Eflak ve Boğdan dışında da Çingenelerin köle olma durumları söz konusudur. Örneğin Ian Hancock, Büyük Katerina dönemi boyunca Rusya’da ve İskoçya’da Çingenelerin kömür 30 31 32 33

Donald Kenrick, Ganj’dan Thames’e…, s. 63. Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 58. Viorel Achim, The Roma in…, s. 67. Sam Beck, “The Origins Of Gypsy Slavery in Romania”, Dialectical Anthropology, 14, 1989, s. 54. 145

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

madenlerinde devlet kölesi olarak çalıştırıldıklarını kaydeder34. Yine İngiltere ve İrlanda Kralı VI. Edward, Çingenelerin göğüslerine koydurduğu bir işaretle onları iki yıl köleleştiriyordu. Eğer kaçarlarsa bu kölelik ömür boyuna dönüşmekteydi. Aynı dönemde İspanya’da bir Çingene, tutsaklıktan firar ederse ömür boyu köleleşiyordu35. Diğer taraftan kölelik insanlık için yabancı değildi, birçok ülkede yasallık bulmuştu. Kölelik, Ortaçağ ve Yeniçağın gerçeğidir.

Çingene Kölelerin Yaşamları Eflak ve Boğdan’da Çingeneler voyvodaların, manastırların ve boyarların köleleri konumundaydılar36. Çingene kölelerin boyarların hizmetinde olduğu üzerine Osmanlı mühimme kayıtlarında güzel bir örnek yer almaktadır. 1568 yılında Mirçe Voyvoda’nın kızlarının bir vesile ile İstanbul’a gelmeleri gerekmiştir. Bu zaruret karşısında Mirçe’nin kızlarının dört Çingene cariye eşliğinde yolculuğu planlanmıştır37. Eflak ve Boğdan’da Çingene kölelerin meslekleri ve yetenekleri önemli bir boşluğu doldurmaktaydı. 1471 yılında Boğdan Voyvodası Büyük Stephen Eflak toprakların istila ettiği zaman 17.000’in üstünde Çingene’yi de kendi işgücünde kullanmak üzere götürmüştü38. Köle olarak bulunan Çingeneler, seyis, faytoncu ve sahiplerinin hizmetçileri olarak görev yapmaktaydılar. Özel kişiler ait olan bu kölelere Vatrasi sınıfına dahildi. Vatra evden gelenler anlamına gelmekteydi. Bazıları 34 35 36 37 38 146

Ian Hancock, “Rom (Gypsy) Slavery”, The Historical Encylopedia of World Slavery, ed. Junius P. Rodriguez, Santa Barbara 1997, s. 547. Ian Hancock, We are the Romani…, s. 27. George Potra, Contribuţiuni la Istoricul..., s. 196-332 ; Ian Hancock, We are the Romani…, s. 19. 7 Numaralı Mühimme Defteri 975-976/ 1567-1569, VII/2, Ankara 1999, h. 1714. David M. Crowe, A History of the Gypsies…, s. 108.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

köylerde yaşayıp berber, terzi, kunduracı ve nalbant olarak çalışırdı39. Hancock, prenslere ait kölelerin üç temel meslek ile meşgul olduğunu belirtir: Madenci, ayı eğitici ve kaşıkçı40. Buna benzer bir şekilde Fraser, Çingenelerin mesleklerini şöyle sınıflamaktadır: Ahşap aletler üreten kaşıkçılar, nalbant ve demirci olmanın yanında ayı eğiten ayı oynatıcıları, madencilik ve altın işleri uğraşan madenciler ve belirli uğraşları olmayan diledikleri gibi gezinenler41. Fraser’in bahsettiği dördüncü sınıf özgürdü. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Eflak ve Boğdan’da özgür Çingeneler de vardı. Bunun başka bir kanıtı ise Eflak kanunlarında, özgür Çingene’nin köle Çingene ile evlenebileceğinin yer alması idi42. Hancock’un açıklamalarına göre, köle Çingeneler üzerinde sahiplerin geniş hakkı vardı. Köleleri öldürmek kanunen yasaklanmış olmasına rağmen, bu rastlanan seyrek bir durum değildi. Ev işlerinde çalışan köle Çingene erkekler, hadım edilebiliyordu. Çingenece konuşmalarına izin verilmezdi. Ayrıca kadın köleler gelen erkek ziyaretçilere sunulurdu. Bu ilişkilerden doğan çocuklar köle kabul edilirdi. Bu statü nesep sorununu da önlemiş oluyordu. Tarım faaliyetlerinde kullanılan köleler kamıştan veya kerpiçten evlerde yaşardı. Müzik ile meşgul olmalarına izin verilmezdi43. İslam hukukunda cariye efendisi ile birlikte olabilmesine rağmen efendi tarafından birden fazla erkeğe sunulma adeti yoktur. Diğer taraftan evde hizmet veren erkek köleler Osmanlı uygulamasında da hadım edilebilmekteydi. Hancock Çingene kölelerin cezalandırılması hakkında da ayrıntılı ve hukuken tartışılabilecek ceza yaptırımlarından söz 39 40 41 42 43

Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 193. Ian Hancock, We are the Romani…, s. 20. Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 192. Elena Marushiakova-Vesselin Popov, “Gypsy Slavery in…”, s. 98-99. Ian Hancock, We are the Romani…, s. 20. 147

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

etmektedir. Buna göre, kusur işlemeleri halinde, kırbaçlanma, dudak kesilme, yanan ateş üzerinde asılı tutulma, üç köşeli demir yaka giydirilme, karda çıplak olarak oturtulma cezalarına çarptırılırlardı44. Bu durumun Ondokuzuncu Yüzyılda çok da değişmediğini Fraser, Mihail Kogălniceanu’un45 ifadelerinden aktarmaktadır: Ondokuzuncu yüzyılda; Çingenelere uygulanan cezalar arasında, kollarından, ayaklarından zincirlenme, başlarını demir mengenelerle sıkıştırma, boyunlarına demir tasmalar bağlanma, açlık çektirilme, kırbaçlanma, hücreye kapatılma, çıplak olarak kara oturtma veya nehre atılma cezaları vardır46. Sıradan suçlara cezayı sahibi verirken, adam öldürme ve köle Çingeneler ile yerleşik toplum arasındaki anlaşmazlıklara devlet mahkemeleri bakmaktaydı47. Aile yaşamı konusunda; eşler birbirinden ayrı tutulabilir, çocuklar annelerinden alınabilir, satılabilir veya hediye edilebilirdi48. Ancak 1766 yılında Grigore Alex Ghia, aileleri koruma kararı çıkartarak, ayrılmalarını engelledi. Böylece satışlara oğul ve hatta torun dahil olabiliyordu. Fakat daha öncesinde kanun olmasa da buna kısmen dikkat edildiği anlaşılmaktadır. Örneğin 17. yüzyılın başında bir ayı oynatıcısı oğlu ve torunu ile birlikte, iyi bir at fiyatı olan 15 sarı altın etmişti. 1759 yılında Çingene bir kadın kocası ve üç çocuğu ile 120 lei’ye satılmıştı. 18. yüzyılda, bir Çingene çocuğunun satış fiyatı 48 cent’e idi. 1800 yılında gerçekleşen başka bir satışta ise bir 44 45

46 47 48

148

Ian Hancock, We are the Romani…, s. 20. Romanya Çingeneleri üzerine, Romanya’da ilk çalışmaları olan kişidir. Esquiesse sur I’histoire, les moeurs et la langue des Cigans adlı eseri 1837 yılında Berlin’de basılmış, 1840 yılında ise Almanca’ya çevrilmiştir. Bkz. Achim, The Roma in…, s. 3. Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 193. Viorel Achim, The Roma in…, s.37. Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 193; Jean Pierre Liegeois, Roma, Gypsies and Travellers, Strasbourg 1987, s. 137.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

Çingene çocuğu iki tencereye değiştirilmişti49. Çingeneler satışlarında eşya ve hayvana karşılık olarak takas edilebiliyorlardı. Bu satışlarda Çingenelerin kiloları satış değerini etkilerdi. 19. yüzyıla kadar Çingeneler, kilolarına göre satıldı. Kilo başına bir altın belirlenmişti50. Bu nedenle köle sahipleri Çingenelere fazla yiyecek vererek onları şişmanlatmaya ve daha değerli hale getirmeye çalışmaktaydılar51. Köle Çingenelerin sayılarını tespit etmek çok zordu. Çünkü genellikle kayıtlar sadece satış durumlarında tutulmuştu. Bununla birlikte, Ondokuzuncu Yüzyılda Eflak ve Boğdan’da toplam 200.000 Çingene’den yaklaşık 35. 000 ailenin özel kişilere ait köleler olduğu tahmini yapılmaktadır52. 1818 yılında Eflak’da kabul edilen kanununa göre, Çingenelerin köle doğduğu, köle Çingeneden doğan çocuğun köle olacağı, sahibinin köleyi satma ve verme hakkına sahip olduğu kararları vardı. Hancock, bu kararların Osmanlı etkisi ile alındığını ifade eder ve şöyle ekler, 1826 yılından sonra Eflak’ta Osmanlı gücü devrildi. Rus etkisi altında olan Paul Kisseleff, köleliği kaldırmak istedi. Fakat boyarların baskısı nedeniyle kaldıramadı53. Hancock’un ifadesinden Ondokuzuncu Yüzyıla kadar köleliğin kalkmama nedeni olarak Osmanlı uygulamalarının görüldüğü anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı ile idari bağı buna engeldi. Dünyada esen özgürlük rüzgarlarına rağmen Eflak ve Boğdan’da Ondokuzuncu Yüzyılın ilk yarısında hala kölelik ile bağlantılı kurallar geçerliydi. 1833 yılında kabul edilen kanunlara göre; özgür bir kadın/erkek ile köle bir kadın/erkek yasal 49 50 51 52 53

George Potra, Contribuţiuni la Istoricul..., s. 92,107, 205. Ian Hancock, We are the Romani People, s. 21. George Potra, Contribuţiuni la Istoricul..., s. 92. Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 193. Ian Hancock, We are the Romani…, s. 21, 22. 149

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

olarak birlikte olamaz, köleler arasındaki evlilikler sahibin rızası olmadan gerçekleşemezdi. Köle fiyatları kölenin yaşına, şartlarına göre ve yeteneğine göre mahkeme kararı ile belirlenirdi. İyileşme olarak görülebilecek bir gelişme, eğer bir Çingene, cariye olarak alınmışsa, sahibinin ölümünden sonra özgür olabildiği gibi varsa çocuğu da özgür olabilmesiydi54. Bu iyileşmede, Osmanlı’nın etkisi olmalıdır. Çünkü sahibi ölen cariyenin özgür olması İslam hukukunda da vardır. Manastır ve boyarlara bağlı olan Çingeneler, vergi olarak bazı ödemeleri yapmaları gerektiği gibi, devlet için de bazı görevleri yerine getirmek durumundaydı55. Çingene köleler, Romanya topraklarında sosyal pramidin en alt tabakasını oluşturmaktaydı56.

Köleliğin Kaldırılışı Ondokuzuncu yüzyılda meydana gelen sosyal ve ekonomik değişimler köleliğin kaldırılmasında etkili olmuştur. Tarımda makineleşme bunlardan en etkili olanlarındandır. Ayrıca hümanist eğitim bir o kadar önemlidir. Hancock, Romen öğrencilerinin Fransa’nın Sorbonne Üniversitesi’nde eğitim alıp, ülkelerine dönmelerini özgürlük hareketlerinde etkili bulur57. Çingenelerin kölelikten kurtulma hareketi ilk olarak 18281834 tarihleri arasında Rusya’nın Tuna’daki prenslikleri istila ettiği zamanlarda gerçekleşse de bu başarısız, zayıf bir hamle olarak kalmıştır. Halk değişse bile köle sahipleri henüz buna hazır değildi. İlk kesin adım Eflak Voyvodası Alexander Ghica tarafından 1837 yılında atılmıştır. 4000 Çingene ailesi serbest bırakılarak, köylere yerleştirilmiş ve boyarlara onlara tarım 54 55 56 57 150

Ian Hancock, We are the Romani…, s. 22. Viorel Achim, The Roma in…, s. 37. David M. Crowe, A History of the Gypsies…, s. 108. Ian Hancock, We are the Romani…, s. 23.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

alanlarında iş vermeleri istenmiştir. Boğdan’da ise1842’de devlet Çingeneleri, 1844’te manastır Çingeneleri serbest bırakılmıştır58. Romanya’da Çingenelerin kölelikten kurtuluşu Eflak’ta Şubat 1855, Boğdan’da ise Aralık 1855 yılında gerçekleşti. Eflak ve Boğdan’da köleliğin kaldırılması ile köle sahipleri 1856-1858 yılları arasında eski köleler için tazminat aldı. Osmanlı belgelerinde de Kıbtilerin sahiplerine ödemeleri gereken bedeli devlet yönetiminden talep ettikleri belirtilmiştir59. Devlet maliyesi bu nedenle çöküntü yaşadı60. Köleliğin tamamen kalkması ise 1864 yılında gerçekleşti61. Potra, 1861 yılından sonra Romanya’nın kuzeyinden Çingenelere toprak verildiğini ve yerleşmelerinin sağlandığını belirtir. Bununla birlikte Çingenelerin büyük bir kısmı Güney Avrupa’ya göç etti62.

Osmanlı Devleti’nin Teması Osmanlı Devleti her ne kadar Eflak ve Boğdan’ın iç hukukuna karışmasa da köle Çingenler ile ilgili bazı sorunlarda müdahil olmuştur. Bu konuyu bir kaç örnek olay ile açıklamak yerinde olacaktır. Örnek olaylar mühimme kayıtlarından alınmıştır. Bunlardan biri 24 Cemaziyelevvel 967/ 23 Şubat 1560 tarihli bir mühimme kaydıdır. Buna göre, Eflak Voyvodası Petri, İstanbul’a gönderdiği bir kişi aracılığı ile Yergöği hisarı görevlilerinden şikayet etmektedir. Şikayet konusu, Yerigöği hisarı erenleri ve başkalarının eskiden bu yana Eflak voyvodaları ve boyarları hizmetinde olan Eflak vilayetine bağlı bazı Çingeneleri 58 59 60

61 62

Angus Fraser, Avrupa Halkları…, s. 193. BOA. İ.HR., nr. 127/6420, 43-1; İbrahim Sezgin, İbrahim Sezgin, Osmanlı Romanları, Sosyal ve Ekonomik Hayatla İlgili Belgeler, Edirne 2015, s. 101. Venera Achim, “Bonds Issued in 1856-1858 in Moldavia and Wallachia in Compensation to Former  Slave  Owners”, Transylvanian Review; XIX7 1, (Spring 2010), s. 121-131. Ian Hancock, “Rom (Gypsy) Slavery”, s. 547. George Potra, Contribuţiuni la Istoricul..., s. 118-119. 151

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kaçırarak satma suretiyle kuralların dışına çıkmış olmalarıdır. Bu şikayet üzerine, Tuna Nehri kıyısında bulunan eminler, bir ferman ile bu hususa dikkat etmeleri konusunda uyarılmışlardır. Uyarılar içinde Eflak Vilayeti’nde de olsa haraç veren Çingenelerin kesinlikle satılamayacağı vurgulanmıştır63. Bu mühimme kaydından anladıklarımız şunlardır: Osmanlı Devleti Eflak’taki köle Çingenelerden haberdardı. Bu kölelerin alınıp satıldığını biliyordu. Köle statüsünde olanların satışı serbestti. Bu durum İslam hukukunda da yasallığını bulmuştur. Kayıtta haraçgüzar Çingenelerden bahsedilmektedir. Muhtemelen haraçgüzar Çingeneler köle değildi. Bu hükümle, köle olmayan Çingenelerin köleleştirilmesi yasaklanmaktadır. Belgenin geçtiği tarihlerde Osmanlı Devleti’nde kölelik yasal olarak yapılmaktaydı. Fakat devlet yasa dışı köleleştirmeye karşıydı64. Başka bir mühimme kaydında Eflak’ta bulunan Çingene kölelerin bir şekilde Osmanlı’nın Balkanlarda bulunan topraklarına girdiği anlaşılmaktadır. Buraya muhtemelen kaçarak gelmekte ve burada köle kimliklerini saklama şansı yakalamaktaydılar. Kaçan Çingene kölelerin geri gelmemeleri üzerine Eflak Voyvodası 1568 yılında Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Yardım isteğinde …eben-an-ceddin Eflak vilayetine voyvoda olanlara esir olup mülkiyet üzere tasarruf ittükleri Çingane kul u cariyeleri.. ifadesine yer verdi. Bu ifade aynı zamanda Çingenelerin köle olma durumlarının hukuki boyutuna da işaret etmektedir. Çingenelerin Voyvodaların mülkü pozisyonunda olduğu ve atalarının da köle olduğu vurgusu ile kölelik pozisyonlarına açıklık getirilmektedir. Bu pozisyon gereğince de kölelerin iadesini talep etmektedir. Voyvoda’nın talebi üzerine Rusçuk kadısına hitaben, adı geçen kul 63 64

152

3 Numaralı Mühimme …, Hk. 803. Zübeyde Güneş Yağcı, “Osmanlı’da Yasal Olmayan Kölelik ve Köleleştirme Yöntemleri”, XVI. Türk Tarih Kongresi, IV, Ankara 2015, s. 1623-1640.

OSMANLI DEVLETİ VE EFLAK VE BOĞDAN’DA...

ve cariyelerin kölelik durumlarının incelenmesinden sonra Eflak’a gönderilmesini, bu taifeden olmayanlara dokunulmamasını emreden bir ferman gönderildi65. Yukarıdaki iki mühimme defterinden yapılan alıntılar, Eflak ve Boğdan’da bulunan köle Çingenelerin Osmanlı topraklarına geçtiğini kanıtlamaktadır. Bu muhtemelen ya köle tacirleri veya Osmanlı askeri sınıfından olan kişilerin köle satışından para kazanmak için köle Çingeneleri kaçırmaları yoluyla ya da Çingenelerin izlerini kaybettirmek amacıyla kaçmaları suretiyle gerçekleşmekteydi. Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Çingeneler köle statüsünde değillerdi. Hatta Rumeli’nde onların adına bir sancak düzenlenmiş, devlet ile ilişkileri bu sancağın kanunlarına göre belirlenmişti66. Çingenelerin kölelikten kurtuluşu gerçekleştiği sıralarda Eflak ve Boğdan hala Osmanlı Devleti’ne tabii durumda idi. Bununla birlikte, gerek köleliğin yerleşmesinde gerek de kaldırılmasında Osmanlı Devleti’nin etkisi olmadı. Osmanlı Devleti Eflak ve Boğdan’daki gelişmelerden haberdardı. Kıptilerin esaretlerinin tamamen kaldırıldığını Boğdan Beyi 21 Kanun-ı evvel 185567, Eflak beyi ise 27 Kanun-ı evvel 185568 tarihli yazı ile Osmanlı Devleti’ne bildirdi. Sultan Abdülmecit (1839-1861) de kanunun kaldırılmasından duyduğu memnuniyetinin hem Eflak hem de Boğdan beyine yazı ile bildirilmesini istedi69. Bu tarihlerde kölelik konusunda dünyada değişen algı ve anlayışın bir sonucu olarak Osmanlı’da da yankılarını bulmuştu. 65 66

67 68 69

7 Numaralı Mühimme Defteri 975-976/ 1567-1569, VII/3, Ankara 1999, Hk. 2444. Emine Dingeç, Rumeli’de Geri Hizmet Kurumu İçinde Çingeneler (XVI. Yüzyıl), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Eskişehir 2004, s. 24-83. BOA. İ.HR., 127/6420, 43-1; İbrahim Sezgin, Osmanlı Romanları…, s. 101. BOA. İ.HR., nr. 127/6420, 43-2;İbrahim Sezgin, Osmanlı Romanları…, s. 103. BOA. İ.HR., nr. 127/6420, 43; İbrahim Sezgin, Osmanlı Romanları…, s. 99 153

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlıda da 1847 yılından itibaren kaldırılma sürecine girmiş ve 1857 yılında kaldırılmıştı70.

Sonuç Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı Devleti ile idari bağı, anlaşmalarla çizilmişti. Eflak ve Boğdan’da Çingeneler’in köle statüleri, çağdaşı olan Batı’ya göre onları korumuştur. Çağdaş Batı devletlerinde Çingeneler sınır dışı edilmekte ve yok olma mücadelesi vermekteydiler. Eflak ve Boğdan’da bu tür uygulamalar yaşanmadı. Elbette köle olmak, insanlık dışı muameleyle karşı karşıya kalmak takdir edilecek bir durum değildir. Eflak ve Boğdan’da, Çingenelerin kölelikten kurtulması, köleleştirilmeleri gibi döneminin sosyal çevresi ve ekonomik gelişmelerinin sonucudur. Günümüz Romanya’sında Çingene nüfusu, diğer nüfusun yaklaşık %10’nu oluşturmaktadır. Bu nüfus, Avrupa devletleri içinde bakıldığı zaman oranı en yüksek değerdir. Tarihi geçmişine bakılarak, nüfusun fazlalığı her ne kadar köle olsalar da diğer Avrupa devletlerine göre daha az baskı altında olmalarına bağlanabilir.

70 154

Ömer Şen, Osmanlı’da Köle Olmak, İstanbul 2007, s. 105.

Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı-Venedik İlişkilerinde Bir Esir Alma Krizi: Arap Emiri Kızı Zemre’nin Kaçırılışı

Serap Mumcu*

Tarih kadar eski bir kavram olan1 ve bilhassa 16. yüzyılda hızlı bir yükselişe geçen korsanlığın yaygın olduğu bu yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz üzerinde tartışmasız hâkimiyeti görülmektedir2. Bununla birlikte denizcilik faaliyetleri Osmanlı Devleti ile dostluk bağıyla bağlı olan devletlere açıktır. Korsanlık faaliyetleri tek bir milletin egemenliğinde ya da tek bir millete karşı yapılmamaktaydı. Venediklilere bağlı korsanlar, Uskoklar, Osmanlı belgelerince hâin olarak nitelendirilen * 1

2

Università deglì di Stato di Padova, Dipartimento di Studio Storici, e Geografici e Antropologici, [email protected] Eski çağlarda Akdeniz’de korsanlık için bakınız: Murat Arslan- Nihal Tüner Önen, “Akdeniz’in Korsan Yuvaları: Kilikia, Pamphylia, Lykia ve Ionia Bölgelerindeki Korykoslar”, Adalya, XIV, Antalya 2011, s. 189-206; Mert Kozan, Tarihi Kaynaklar Işığında III. Yüzyılda Gotların Akdeniz’de Gerçekleştirdiği Korsanlık ve Yağma Faaliyetleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, VIII/36, (Şubat 2015), s. 357-363; 13. yüzyılda Akdeniz’de korsanlığın merkezi Cenova idi. Korsanlığa yatırım yapmak gözde yatırım araçları arasında olup, elde edilen mallar Cenova’da karlı bir şekilde satılıyordu. İlhan Tekeli, Anadolu’da Yerleşme Sistemi ve Yerleşme Tarihleri, İstanbul 2011, s. 116. Fernand Braudel, Civiltà e imperi del Mediterraneo nell”età di Filippo II, Torino 1976. 155

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

İspanyol korsanlar3, Saint-Jean Şövalyeleri4, Santo Stefano Tarikatı Şövalyeleri5, yavaş yavaş Akdeniz’de varlık göstermeye başlayan İngilizler ya da Kuzey Afrika’da, Tunus ve Cezayir’de konuşlanıp Osmanlı Devleti tebaasından olan levendler bulunmaktaydı6. Korsan kelimesi Türkçe sözlükte gemilere saldıran 3

4

5

6

156

İspanyol donanmasında Müslüman köleler vardı. Hatta Havana ve Karayip Deniz’ine kadar giden gemilerde Anadolu’dan, Mısır’dan, Fas’tan, Tunus’tan forsalar çalıştırılmaktaydı. David Wheat, “Mediterranean Slavery, New World Transformations: Galley Slaves in the Spanish Caribbean, 1578–1635”, Slavery & Abolition, XXXI/3, (September 2010), s. 331. Saint-Jean Şövalyeleri ya da Saint-Jean Tarikatı önce Rodos’u, 1530’dan sonra Malta Adası’nı merkez ittihaz ederek Akdeniz’de korsanlık yapan dini nitelikli bir yapıdır. Sadece askeri gemilere saldırmazlar, ticari gemilere de saldırırlardı. Geniş bilgi için bakınız: Ayşe Devrim Atauz, “Haçlı Korsanlar: Saint Jean Şövalyeleri ve Akdeniz’de Haydutluk”, Kebikeç, Sayı: 33, Ankara 2012, s. 206; Şövalyeler 18. yüzyılda bile morsanlık faaliyetlerine devam etmekteydiler. Devlet, Malta’da esir olan 612 Müslüman esir kurtarmak için 270.358 riyal göndermiştir. Fakat Maltalılar kararlarından dönmüşler ve esirleri iade etmemişlerdir. BOA. C:HR., 146/7260, 12 Ramazan 1198. Santo Stefano Tarikatı Şövalyeleri, dini içerikli bir yapı olup Osmanlı Devleti’ne karşı Toskana Dukalığı’na ait bölgeleri korumak amaçlı kurulmuştur. 1562 yılında faaliyete başlayan tarikat asıl seferlerine 1574’te başlamışlar ve yüzlerce Türkü esir almışlardır. Kardeşi Erdoğmuş Ali ile mektuplaşan Erdoğmuş Hamza da muhtemelen böyle bir sefer sırasında tarikatın eline düşmüş olmalıdır. Mikail Acıpınar, “Floransalılara Esir Düşen Erdoğmuş Oğlu Hamza’ya Yazılan Türkçe Bir Mektup (1576)”, Erdem, Sayı: 66, (Haziran 2014), s. 6-7. Toskana Dükası I. Francesco döneminde Floransa’daki Müslüman esir sayısı 2.646 iken I. Fernando döneminde 5.595 olarak bilinmektedir. Livarno’daki esir pazarını besleyen tarikat üyeleri Müslüman esirlerinin satışından büyük gelirler elde etmekteydiler. Mikail Acıpınar, Osmanlı İmparatorluğu ve Floransa, Ankara 2016, s. 242-243. 16 ve 17. yüzyıllarda korsanlık faaliyetleri ile ilgili olarak Venedik Arşivi’nde çok sayıda belge bulunmaktadır. Bu yüzyılları içine alan belgelerde sıklıkla Osmanlı tebâsından olan levendlere, İspanya’nın korsanlarına, Bilhassa Veendiklilere karşı Osmanlı devlet görevlileri ile ilişkiler kurmaya çalışan İngiliz korsanlara, Uskoklara ve Venedikli korsanlara rastlanılmaktadır. Bununla ilgili olarak bkz. ASVe, Bailo a Costantinopoli, Carte Turche, busta. 250, 251, 252. Batı Akdeniz’de Osmanlı Devleti’ne bağlı korsanların faaliyetleri için bakınız: Emrah Safa Gürkan, “Batı Akdeniz’de Osmanlı Korsanlığı ve Gaza Meselesi”, Kebikeç, XXXIII, 2012, s. 173-204.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

hırsız manasında kullanılmaktadır. Kelimenin aslı Avrupa’da dillerinde yer alan corsa/corsaro/corsaire kelimesinden gelmektedir7. Atlantik’te var olduğu şekliyle hiçbir kurala ve kaideye ve uluslar arası anlaşmalara bağlı olmayan, ülke ve millet ayırmaksızın her gemiye saldıran pirate/pirata ile ifade edilen deniz eşkıyalığından farklıdır. Bu deniz eşikiyalarının arkasında herhangi bir meşru otorite bulunmaz. Hâlbuki Akdenizdeki korsanlar farklıydı. Belli kaide ve kuralları olan, tekerrür eden diyaloglarının bile var olduğu bilinen, hatta hırsızlar ile soyulanların anlaşmaya hazır olduğu bir deniz eşkıyalığı idi8. Amaç denizlere hakim olmak ya da denizlerden gelebilecek tehlikeleri bertaraf ederek kıyıları korumaktı. Bu neviden korsanlık faaliyetleri İslam dünyasında gaza ve cihat olarak görüşdüğü gibi Batı dünyasında da meşru kabul edilmekteydi9. Yine de korsanların faaliyetlerinin siyasi ilişkilere yansımaması mümkün değildi. Çünkü korsanlığın konusu sadece eşya değildi. Bu makalenin konsunu teşkil eden Zemre gibi en önemli metaı insandı10. 7

8 9

10

Köken itibariyle Latinceye dayanmaktadır. Latince’den İtalyanca’ya ve sonra diğer Avrupa dillerine geçmiştir. Nebi Bozkurt, “Korsan”, DİA, XXVI, 2002, s. 210; Korsan kelimesi ve korsanlığın hukuki statüsü için bakınız: İdris Bostan, “Akdeniz’de Korsanlık: Osmanlı Deniz Gücü”, Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi, I, Ed: İdris Bostan, Salih Özbaran, İstanbul 2009, s. 227-239. Fernand Braudel, age., s. 191. Nebi Bozkurt, agm., s. 210; Bülent Arı, “Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı Deniz Hukuku”, Türkler ve Deniz, Ed: Özlem Kumrular, İstanbul 2007, s. 270; İngiliz Sir Francis Drake İngilizlerin Atlantik’te faaliyet gösteren namlı korsanlarından biriydi. İspanyolların Amerika’dan gemilerle taşıdıkları altın ve gümüşü ele geçirmek üzere harekete geçirerek ün salmıştı. Dünyayı dolaşmış ve İspanyol Armadasını İngiliz donanması ile birleşerek bozguna uğratmıştı. Geniş bilgi için bakınız: Joy Paige, Sir Francis Drake, Circumnavigator of the Globe and Privateer for Queen Elizabeth, New York 2003. Osmanlı Devleti Akdeniz’de faaliyet gösteren bu gibi kişilere korsan demez, onun yerine donanmadaki askerler gibi levend ya da gönüllü levend tabirlerini kullanırdı. Mücteba İlgürel, “Levent”, DİA, XXVII, Ankara 2003, s. 149; Onlar deniz gazileri idiler. Daha Ege’ye ulaşır ulaşmaz bu anlamda gaza faali157

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

16. yüzyılda Doğu Akdeniz üzerinde Osmanlı Devleti ve Venedik Cumhuriyeti, sınırları ahidnâmeler ile belirlenen dostluk çerçevesinde ilişkilerini yürütüyorlardı11. Bu ilişkiler Venediklilerin levante olarak nitelendirdikleri “Doğu topraklarında” yüzyıllardır devam etmekteydi12. Osmanlı sultanı ile Venedik doju olmak üzere en üst düzeyde kurulan ilişkiler, devlet temsilcileri vasıtasıyla her iki devletin topraklarında gerçekleşiyordu. İstanbul’da Venedik’i temsilen bulunan balyosun da bu iki devletin ilişkilerini belirlemede önemli katkıları oluyordu13.

11

12

13

158

yeti başlamıştı. Bu amacı Osmanlı Devleti sürdürmüştür. Selahattin Döğüş, “ Batı Anadolu Sahillerinde Türk Korsanları: Deniz Gazileri”, 2. Turgut Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Uluslar arası Sempozyumu (1-4 Kasım 2013), Bildiriler, Ed: Cihan Yemişçi-Tarık Eray Çakır-Mustafa Gürbüz-Beydiz Cezmi Çoban, 2015, s. 568-69. “Muahede kâğıdı, bir muahedenin şeraidini hâvi olarak kaleme alınıp tarafından imza edilen resmi kâğıd”. Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türki, (2. Baskı), İstanbul 1987, s. 956., “Sözlükte "ayrıcalık, üstünlük" anlamına gelen imtiyaz kelimesi bir devletin kendi ülkesinde özellikle yabancı kişi, zümre, kurum veya devletlere verdiği bazı iktisadî hak ve ayrıcalıkları ifade eder”. Halil İnalcık, “İmtiyazat”, DİA, XXII, İstanbul 2000., s. 248., Ayrıca, “Vasiyet etmek, ısmarlamak, yemin edip söz vermek, eman vermek ve zimmetine almak” anlamındaki Arapça ahd ile Farsça nâme (mektup, kitap) kelimelerinden meydana gelen birleşik bir isimdir. Osmanlılarda yabancı devletlere verilen ticari imtiyazları veya sulh antlaşmalarını ihtiva eden, metnin başında padişahın tuğrasının yer aldığı bir belgedir. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 163. Kelime Türkçe literatüre levant olarak geçmiştir. İtalyanca levante kelimesinden gelmekte olup güneşin doğduğu yer, Doğu anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeye göre Osmanlı egemenliği altındaki topraklar Orta Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri demektir. Genel olarak ise Asya ve Afrika’nın kuzey ülkeleri olarak bilinen bölgedir. Salvatore Battaglia, Grande Dizionario della Lingua Italiana, Torino 1970; Levant ticareti için bakınız: Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), İstanbul 1995. Balyos, Venedik’i temsilen İstanbul’da bulunan daimi elçiye verilen isimdir. Kelime kimi zaman bailos kimi zaman balyoz olarak yazılmasına rağmen Türkçe’de balyos şekli geçerlidir. Bizans döneminden itibaren görev yapmaya başlayan balyoslar görevlerine osmanlı Devleti döneminde de devam etmişlerdir. Balyos’un İstanbul’da bulunma nedenlerinin başında Osmanlı topraklarında ticaretle meşgul olan Venediklilerin haklarını gözetmek ve her

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

Ancak bilhassa Doğu Akdeniz üzerinde iki ülkenin ilişkilerini zaman zaman sekteye uğratacak, diplomatik gerilimi tırmandıran sorunlar da meydana gelmiyor değildi. Bu gibi durumlarda devletlerarası ilişkilerin devamlılığı için elçilere büyük iş düşüyordu14. Osmanlılar ve Venediklilerin teoride yapmış oldukları barış ve barışın temini olan Ahidnâme-i Hümâyûn’a rağmen bilhassa Akdeniz’de sular durulmuyor ve iki devlet bu sularda sık sık karşı karşıya geliyordu. Bu yüzyılın devletlerinin şüphesiz mücadele etmek zorunda kaldıkları en büyük sorunları sonu gelmeyen korsanlık faaliyetleri ve bunun akabinde gelişen olaylardı15. Korsanlık faaliyetleri siyasi olayları etkileyebiliyor

14

15

hangi bir sorun ile karşılaşıldığında Osmanlı Devleti’nin merkezi ile doğrudan ilişkiler kurmak, merkeze “bir ‘arz-ı hâl ile” yazılı ya da sözlü olarak yaşanan sıkıntıları iletip çözümünü sağlamaktı. İki devleti karşı karşıya getiren kriz aşamalarında da baylos önemli bir konumda bulunmakta ve devletinin sözcüsü gibi hareket etmekteydi. Balyosun Venedik tarafından kaynaklanan sorunların acil çözümü için Venedik’e mektuplar ve adın dispacci denilen raporlar yazdığı, böylece iki devlet arasında krize yol açabilecek sorunların çözümünde önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Venedik Arşivi’nde baylosun bu yönde ‘arz-ı hâlleri ve bu ‘arz-ı hâller neticesinde yazılmış hüküm, mektup vs için Bakınız: ASVe, BC., Carte Turche, 250-262 ve dispacci raporlarının eşsiz örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca bakınız. Serap Mumcu, Venedik Baylos’unun Defterleri, Venezia 2014. Venedik elçileri ayrıca İstanbul’daki Hristiyan köleleri satın alır ve ülkelerine götürürlerdi. Böyle bir durum Kıbrıs seferinden sonra da yaşanmıştı. Durumun araştırılmasını isteyen hükümet, bilginin doğru olması durumunda Balyos’a köle aldırılmaması yönünde emir vermiştir. BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 15, h. 1440, 17 Cemaziyelahir 1571. Osmanlıların Venedikliler ile süregelen dostluklarını koruyabilmek için korsanlara karşı tedbirli olması gerektiği açıktı. Bu nedenle bilhassa deniz yolculuğu yapacak olan soylu Venediklilerin korunmasında bazen korsanlar da bilgilendiriliyor ve bu soylu kişiye dokunmamaları isteniyordu. Tahrîren fî-27 Safer sene 1095 {Miladi 14 Şubat 1684} tarihinde Kapudan Paşa’dan Akderyâ Hükkâmlarına diye gönderilen bir buyruldu da: “Âsitâne-i sa‘âdetten Venedik huduruna varıncaya karadan ve deryadan yol üzerinde vâki‘ olan Korsan Efendiler ve zikr olunan Kazâlar’da vâki‘ Müsellimler ve Kale Dizdarları ve âyân-ı vilâyette ve sâir İş Erleri ve Devr-i Bahriye sâirede Ocak Kalyonları 159

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ve kurulan dostlukları bozarak devletleri yeni krizlerin eşiğine de sürükleyebiliyordu. Girit seferi böyle bir olayın sonunda başlamıştı16. Osmanlılar ve Venediklilerin ilişkilerinin bu korsanlık faaliyetlerinden dolayı sık sık sekteye uğramaktaydı. Osmanlılar ve Venediklilerin korsanlık faaliyetleriyle Doğu Akdeniz’de her hangi bir bölgede karşı karşıya gelme ihtimalleri bulunmaktaydı. Bu faaliyetler bazen Kıbrıs’ta, bazen Girit Adası civarında, bazen de Akdeniz’in Afrika kıyılarında gerçekleşebiliyordu. Bu kıyılar uzun yüzyıllar boyunca Venedikli denizcilerin seyahat noktaları olmuştu. Ancak bu bölgelerde Osmanlı Devleti’nin varlık göstermesiyle dengeler değişmeye başlamıştı. Denizlerin en tehlikeli korsanı olarak bilinen ve Batılılarca Barbarossa (kızıl sakal) olarak adlandırılan Hayreddin Paşa’nın Osmanlı himayesine girmesi de bu dengeleri iyice alt üst etmişti17. Venedikli denizcilerin seyahat noktaları artık Barbaros Hayreddin’in Venediklilere karşı faaliyet sahası olmuştu. Bu bölgelerden biri olan Barbaros’un fethettiği Tunus, Venedik gemilerinin seyahatlerinde uzun zamandır ilk durak yaptıkları

16

17

160

Kapudanları ve sair Korsan Taifesi’ne” ifadesi ile korsanlara da açıkça bu buyuruldunun gönderildiği ve İstanbul’da bulunan Venedik Baylosu Giovanni Battista Donà’nun baylos olarak İstanbul’daki görev süresinin bitmesi üzerine Venedik’e sağ sâlim bir şekilde ulaşmasının sağlanması bildirilmektedir. ASVe BC, 252/342, Sayfa Numarasız 35. Daha sonraki yüzyılda Girit seferi böyle bir korsanlıl faaliyetinnin akabinde başlamıştır. Darüssaade Ağası Sünbül Ağa’nın gemisine saldıran Malta korsanları mallarını yağmalamışlar, ele geçirdikleri eşyaları Girit’te satmışlardı. Böylece başlayan Girit seferi 29 yıl sonra bitirilmiş ve Girit Adası Osmanlı topraklarına katılmıştır. Cemal Tukin, “Girit”, DİA, XIV, 1996, s. 87; Suraiya Faroqhi, Yeni Bir Hükümdar Aynası, Osmanlı Padişahlarının Kamusal İmgesi ve Bu İmgenin Algılanması, Çev: Gül Çağalı Güven, İstanbul 2011, s. 112. «E poi stato di nuovo agiunto un beilerbei del mare, o capitano di tutte le forze marittime, il quale è Cairadin, detto Barbarossa, essendo per innanzi stato capitano delle armate il sangiac di Gallipoli.», Eugenio Alberi, Relazioni degli Ambasciatori Veneti, Serie III-Vol. I. Daniele de' Ludovisi, 3 Haziran 1534. Firenze, 1840. s. 17.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

bölge olmuştu18. Kuzey Afrika’da Cezayir, Tunus, Trablusgarp’ın fethi ve Türk korsanlarının buraları üs edinmeleri ile Osmanlı hâkimiyeti sağlanmıştı19. Bu durum Akdeniz’de mücadeleyi devam ettirdi20. İki devleti birçok defa karşı karşıya getiren korsanlık faaliyetleri Osmanlı hâkimiyetinden sonra da devam etmiş ve bu faaliyetler paralelinde defalarca denizcilerin gemilerine, mallarına mülklerine el koymalar, cana kastetmeler, esir ya da köle edinmeler gerçekleşmişti21. İnsan gücünün ve emeğinin son derece önemli olduğu, bilhassa deniz teknolojisinin tamamen bu güce dayandığı bir dönemde elbette ki esir edinme faaliyetleri çok önemseniyordu. 18 19

20

21

Antonio Fabris, “Disavventure di Mercanti in Margine alle Imprese del Barbarossa”, Quaderni di Studi Arabi 7,1989. s. 191-197. Uğur Altuğ, Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz Siyasetinde Korsanların Rolü, Doğu Batı, XXXIV, Ankara 2005, s. 289-295; 1534 yılında Barbaros Hayreddin'in fethettiği Tunus, hemen ertesi yıl Şarlken tarafından geri alınmıştır. Osmanlılar burayı 1569'da tekrar ele geçirdilerse de 1573'te tekrar kaybetmişlerdir. Tunus'un kesin fethi 1574'tür. Emrah Safa Gürkan, “Osmanlı-Habsburg Rekabeti Çerçevesinde Osmanlılar’ın XVI. Yüzyıl’daki Akdeniz Siyaseti”, Osmanlı Dönemi Akdeniz Dünyası, Ed: Haydar Çoruh vd., İstanbul, 2011, s. 25-6; Braudel de Tunus’un fetih tarihi olarak 1574 yılını vermektedir. Fernand Braudel, age., s. 910. Bu mücadele her safhada ve Akdeniz’in özellikle orta ve batı taraflarında sürdürülmüştür. Özlem Kumrular, “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Orta ve Batı Akdeniz’de Üstünlük Mücadeleleri”, Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi, I, Ed: İdris Bostan, Salih Özbaran, İstanbul 2009, s. 155-171. III. Murad’ın annesi olan Nurbanu Valide Sultan böyle bir faaliyetin sonucunda ele geçirilmiş ve osmanlı Devleti’ne getirilmiştir. İlhan Şahin, “Nurbânû Sultan”, DİA, XXXIII, 2007, s. 250-251; Cafer ve Gazanfer Ağalar da böyle bir olayın ardından esir olarak Osmanlı Devleti’ne getirilmişlerdir. Anneleri ve kızkardeşleri ile Venedik’in Budva valisinin başkâtibi olan babalarının yanına gitmek üzere çıktıkları yolculukta korsanların saldırısına uğraömışlar ve köle olarak satılmışlardır. Her ikisi de daha sonra üst düzey bir görev olan Babüssaade Ağalığı görevini ifa etmişlerdir. Tommaso Stefini, 16. Yüzyılda Bir Etnik-Bölgesel Dayanışma Örneği İstanbul ve Venedik Arasında Gazanfer Ağa”, Toplumsal Tarih, Sayı: 225, Çev: Berkay Küçükbaşlar, (Eylül 2012), s. 17. 161

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Çünkü korsanların elde ettikleri ganimetin en önemli bölümünü esirler oluşturmaktaydı22. Bu gerçekten yola çıkarak dönemi ele aldığımızda esirliğin resmi bir kurum olduğunu, ama esir edinmelerin belirli şartlar dâhilinde olduğunu görmekteyiz23. Ayrıca bu faaliyetler, tek bir milletin tekelinde değil, hemen hemen Akdeniz’de varlık gösteren bütün devletler tarafından gerçekleştiriliyordu24. Esir olarak alınanlar devletten devlete değişmekte olan uygulamalara maruz kalmaktaydılar25. Bu noktada sözü geçen devletin konumu da oldukça 22

23

24

25

162

İlhan Tekeli, age., s. 117; Barbaros Hayreddin bir defasında Midilli Adası’nda 827 esir satmış, pençik ve diğer liman ücretlerini ödemişti. Gazavât-ı Hayreddin Paşa, I, Baskıya Hazırlayan: Ertuğrul Düzdağ, İstanbul, s. 117. İnalcık, İslam ülkelerinde, özellikle de Osmanlı toplumunda kölelerin hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu ve bunların sadece ev hizmetlerinde değil, askerî ve ekonomik alanlarda da çalıştırıldığını belirtmektedir. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1, 13001600, İstanbul 2000, s. 341. Braudel, korsanlık faaliyetlerine değinirken bu faaliyetlerin tek bir sahil üzerinde gerçekleşmediğini, sorumluluğunun da tek bir kişiye ait olmadığını ve zengin-fakir, güçlü-güçsüz ayrımının olmadığı; bu faaliyetlerin içinde kentlerin, senyönlerin ve devletlerin yer aldığını ve tüm denizde gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Fernand Braudel, age., 921., Venedik Arşivi’nde Bailo a Costantinopoli, Carte Turche serisinde Venediklilerin Osmanlılar tarafından maruz kaldıkları korsanlık faaliyetleri ile ilgili hükümler bulunmaktadır. Bununla ilgili bir hüküm örneğine yer verecek olursak; Daha önce Karlıeli Sancağında bey olan Muhammed, Venedik’e ait Parga Kalesi’nden bir gemide Dimo, Kosta, Todori ve bu sene dâhil olanlardan Mano, diğer Todori, Franco, Paolo, Dimo ve Anton adlı dokuz kişi balık sıra ederlerken kale altında yakalanıp esir edilmişlerdir. Ayrıca Venedik ile olan dostluğa muhalif olarak yirmi beş oturak kalyata hazırlayıp korsanlığa çıkma hazırlığında oldukları bildirilmiştir. Bunun üzerine Karlıeli Sancağı’na ve Ayamavra Kadısı’na esir edilen Venediklilerin her nerede olurlarsa bulunup serbest bırakılmaları ve bundan sonrada Venediklilerden her hangi birinin esir edilmemesi gereğince emr-i şerif talebi üzerine bir hükümle bildirilmiştir. Fi evâil Cemaziyelevvel 1021 / 23 Temmuz 1612., ASVe, BC, b. 250, r. 332, doc. 23. Burada Anna Vanzan’ın bir makalesine değinmekte yarar var. 1557 yılında Venedik’te La Pia Casa dei Catecumeni di Venezia adlı bir ev açılmıştır. Anna Vanzan makalesinin başlığında “bu ev bir nevi devşirme denemesi mi?” diye sormaktadır. Yüzlerce belki binlerce Yahudi ve Müslümanı ağırlayan bu

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

önemli oluyordu. Esir edinmelerin yanı sıra esir alınmalar da gerçekleşiyor. Esirlerin akıbeti de yine mensubu oldukları devletin gücü ve çabasıyla şekillenebiliyordu. Bu yüzyıllarda Osmanlılardan alınan bir ahidnâme birçok ayrıcalığın yanısıra hâkim bir gücün kontrolü altında daha huzurlu bir şekilde seyahat etme kolaylığı sağlıyordu. Osmanlılar ile dostluk ilişkilerini sürdürme taraftarı olan Venedikliler yüzyıllar boyunca bu kolaylıklardan en fazla faydalanan devlet olmuştur26. Ancak alınan bütün önemlere rağmen yine de korsanlık faaliyeti gerçekleşirse de bununla ilgili olarak

26

evde kalanları Hıristiyanlık inancıyla eğitmek ve daha sonra da vaftiz etmek amaç ediniliyordu. La Pia Casa’ya gelenlerden denizciler Kahire, İstanbul ve Etiyopya’dan, askerler Arnavutluk’tan ve Bosna’dan kadınlar, çocuklar ve bebekler de Dalmaçya’dan, Yunan takımadalarından, İstanbul’un saray haremlerinden, hatta Hindistan ve Tataristan’dan geliyorlardı. Bunların neredeyse hepsi tutuklanmış ya da soylu Venediklilerden satın alınmıştı. La Pia Casa 18. yüzyılın sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Anna Vanzan, La Pia Casa dei Catecumeni in Venezia. Un Tentativo di Devschirme Christiana?, Donne e Microcosmi Culturali, Haz: Adriana Destro, Bologna 1997. Osmanlı Devleti ve Venedik Cumhuriyeti arasında yapılan ahidnâmelerde, korsanlık ve esirlikle ilgili Venedik’in uyması gereken kurallar şu şekilde belirlenmişti: “Korsan (harami) gemileri (barça, kadırga ve diğer gemiler) eğer Venedik’e ait ada, liman ve hisarlarına sığınmak isterlerse buna müsaade edilmemesi ve bunları tutmak mümkün olur ise tutup Venedik beylerince haklarından gelinmesi”, “Korsanlarla ilgili olarak Venediklilerin onlarla (haramilerle) mücadelelerinde galip gelmeleri durumunda onları asla öldürmeyip eksiksiz bir şekilde Osmanlı Devleti’ne iadesi zorunluluğu vardı. Bu iade isteminin nedeni ise Osmanlı Devleti’nin bu korsanları gerektiği şekilde cezalandırma isteği ve böylece diğerlerine de ibret olması düşüncesiydi.” “Esir edinme ile ilgili ahidnâme kararı ise: “Venedik’in elindeki esirin Müslüman ise Osmanlı Devleti’ne iadesi, gayrimüslüm ise sahibine 1.000 akçe ödenmesi gerektiğiydi.” Ele aldığımız süreçte iki devlet arasında yapılan 1540, 1567, 1573, 1575 ve 1595 ahidnâmelerinde bu kararlar yer almaktadır. Osmanlı Devleti ve Venedik Cumhuriyeti arasında yapılmış ahidnâmeler için bakınız: Hans Peter Alexander Theunissen, ‘Ottoman-Venetian Diplomatics: The ‘Ahd-names. The Historical Background and the Development of a Category of Political-Commercial Instruments together with an Annotated Edition of a Corpus of Relevant Documents’, EJOS, I/2, 1998, 1-698. 163

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ahidnâmelerin gereği olarak hazırlanan hükümlerle esir alınanlar serbest kalma şansı yakalayabiliyorlardı. Esir alınma faaliyeti Osmanlılara karşı yapıldığında ise mutlak hâkimiyetin verdiği güçle korsanların bağlı oldukları devlete diplomatik baskı uygulanıyor ve esir olarak alınanlar serbest bırakılabiliyordu. Diplomatik baskının düzeyi esir alınanların kim olduğu ile doğru orantılı olarak değişebiliyordu27. Osmanlılar hâkim devlet olmanın verdiği güçle kendilerine yönelik gerçekleşen her türlü korsanlık faaliyetlerinde verdiği ayrıcalıkları tek taraflı olarak kaldırıp dost ilan ettiği ülkeye savaş ilanında da bulunabiliyordu. Tek taraflı olarak verilen ayrıcalıkların karşılığında, bunu elde eden devlete yönelik olarak çeşitli yaptığımlar uygulanıyor ve bu yaptırımların ihlali savaş neticesi olabiliyordu. 16 ve 17. yüzyılın iki önemli savaşı işte tam da bu noktada Venedikliler ile süregelen dostluğu kesintiye uğratmış ve neticede Venedikliler, önce Kıbrıs’ı ardından da Girit’i Osmanlılara teslim etmek zorunda kalmışlardır. Venediklilerden Kıbrıs’ın talep edilmesi, onların Osmanlılarla yaptıkları barış şartlarına riayet etmemelerinden dolayı olmuştur28. Adanın Osmanlılarca fetih kararının alınmasının 27

28

164

1590 yılında III. Murad tarafından Venedik Doju Pasquale Cocogna’ya gönderdiği bir mektup (nâme-i hümâyûn) ile bir korsanlık faaliyeti sonrası el konulan bir Müslüman gemisi ve gemiden esir alınan Müslümanların serbest bırakılmasını istemektedir. Zira esir alınan gemi Mehmed Ağa adlı birinin karamürsel gemisidir. Bu gemi Selanik Körfezi’nden yüz altmış müdd buğday ve dört yüz çam tahtası yükleyip İstanbul’a gelirken, Çamlıca yakınlarından iki adet Malta gemisine rast gelmiştir. Malta korsanları, karamürsel gemisinin reisi ile içinde olan Müslümanları esîr edip gemiye de adam koyup Malta Ceziresi’ne gitmek üzere gönderdikleri bildirilmektedir. ASVe, BC, 250/330 belge no 12. Kıbrıs’a savaş ilan edileceği zaman Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den fetva alınmıştır. Gerek fetvada ve gerekse Venedik’e savaş ilan edilmesi esnasında Kıbrıs’ın daha önce İslam memleketi olmasına dikkat çekilmiştir. Bakınız: M.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

ardından Kubat Çavuş Venedik’e gönderilmişti29. Kubat Çavuş Venedik’e varır varmaz Venedik Doju Pietro Loredan’a Sultan II. Selim’in ve Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın mektuplarını teslim etmişti30. Sultan II. Selim gönderdiği mektupla Venedik Doju Pietro Loredan’a son dönemde Kıbrıs üzerinden gerçekleşen korsanlık faaliyetlerine değinmekte ve bu yaşanan faaliyetlerin neticesinde Venediklilerden Kıbrıs’ı açıkça istemekteydi31. Fakat Venediklilerin Kıbrıs’ı barış yollu teslim etmeye

29

30

31

Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efindi Fetvalan Işığında ı6. Asır Türk Hayatı, İstanbul, 1983, s. 108-109; Hüseyin Algül, “Osmanlılar Devrinde Kıbrıs Seferinin Mânevî Cephesi ve Ebussuud Efendi’nin Seferle İlgili Fetvası”, UÜİFD, II/2, Bursa 1987, s. 37-42; Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, I, Haz: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1999, s. 467; 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979 / 1570–1572) Özet-Transkripsiyon ve İndeks, I, Yay. Haz: Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik, Murat Cebecioğlu, Ankara 1996, s. XI. Kubat Çavuş, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın arzusuyla, Kıbrıs’ın Osmanlılara barış yolu ile tesliminin yapılması yönünde devletin niyetini yazılı ve sözlü olarak iletmek üzere Venedik’e gönderilmiştir. “1570 yılında gönderilen Kubat ise Kıbrıs’ın kendilerine verilmesi gibi tehlikeli bir konuyu iletmeyi üstlenmiş olmasına karşın, sadrazam tarafından onun barış adına hareket edeceğini de sözlü olarak bildirmekle görevlendirilmişti.” Maria Pia Pedani, In nome del Gran Signore. Inviati ottomani a Venezia dalla caduta di Costantinopoli alla guerra di Candia, Venezia 1994., s. 9, 10., Sultan’ın mektubuyla aynı içeriğe sahip olan sadrazamın mektubunun tarihi de aynıdır. İlgili belge için bkz. ASV, Documenti turchi, b. 6, doc. 810., Belgenin İtalyanca özeti için bakınız: Maria Pia Pedani “I Documenti turchi” dell’Archivio di Stato di Venezia. Inventario della miscellanea, con l’edizione dei regesti di A. Bombaci, Roma 1994., s. 202, 203. Bazı korsanlar denize açılıp Kıbrıs’a yanaşıp burada karaya çıkmışlar ve erzak edinmişlerdi. Ayrıca yaz mevsiminde bu korsanlar iki kıta Müslüman gemisini almışlar, gemi içinde olanları katletmişlerdi. Bunun üzerine Kıbrıs’a giden İskenderiye beyi Venediklilere bu olayı sorduğunda onlardan bu konu hakkında bir şey bilmedikleri cevabını almıştı. Bununla birlikte Sonbaharda iki pare korsan fırkatasının Kıbrıs’ta su aldıktan sonra Reşid ve İskenderiye Boğazı’na vardıkları ve korsanların burada bir gemi almaları üzerine İskenderiye beyi bu korsanlara müdahale etmiş ve onları sorgulamış; bu sorgulama üzerine korsanlar Kıbrıs’ta su aldıklarını itiraf etmişlerdir. Bunun üzerine Sultan Selim, Doj Loredan’a, gemilerinin Müslüman korsanlarını bulup savaştıkları esnada katledilen korsanların Venediklilere sorulmadığını; ancak korsanlardan alınan kalyatalar ve eşyaların ayrıca savaş sırasında 165

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

razı olmamalarından dolayı iki devlet arasında savaş çıkmış ve savaş Osmanlı Devleti’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır32. Osmanlıların elde ettiği zaferin ardından iki devlet arasında bir ahidnâme ile yeniden dostluk sağlanmıştı33. Buna rağmen Akdeniz üzerindeki korsanlık faaliyetleri bir türlü son bulmuyordu. 5 Kasım 1584’te Korfu Adası’ndan Venedik’e gelen bir habere göre mahkum gemileri yöneticisi Gabriele Emo, Kefalonya’da bir barbar gemisine saldırmıştı. Bu gemi Trablusşam valisinin eşine İstanbul’a kadar eşlik ediyordu. Gabriele Emo gemiyi almış ve içindekileri kadın erkek ayırmadan parçala-

32

33

166

alınan korsanların ahidnâmeler uyarınca Osmanlılara teslimi gerekirken, buna uyulmayıp korsanların katledildiklerini ve gemiler ile içindeki eşyaların alındığını belirtmektedir. Bunların üzerine ayrıca Uskok korsanlarının Kotor Limanı’nda geceleyen Osmanlı Taciri Hacı Ali’nin mallarına el koymaları Osmanlıları harekete geçirmiştir. İşte bu noktada Kubat Çavuş, Venedik’e elindeki mektuplar ile varıp, Doj Loredan’dan Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti ve Sultan II. Selim adına barış yollu teslimini 7-16 Şubat 1570 tarihinde istemiştir. İlgili belge için bakınız: ASV, Documenti turchi, b. 6, doc. 808., Belgenin İtalyanca özeti için bakınız: Maria Pia Pedani, age., Roma 1994, s. 201, 202. Osmanlıların Kıbrıs Adası’nı fethetmesiyle bu kaybını telafi etmeyi uman Venedikliler, Papalık, İspanya ve diğer küçük birlikler ile ittifak kurup İnebahtı’da Osmanlıları büyük bir bozguna uğratmışlardır. (İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı) Bu iki büyük savaşın ardından, Akdeniz üzerinde yeni güç dengelerinin oluşmaya başlaması ve bu denize inen devletlere karşı güçlerini ve köklü ilişkilerle geliştirdikleri ticaret bağlarını muhafaza etmek isteyen Osmanlılar ve Venedikliler yapılması gerekenin bir barış ahdi olduğu kanısına varmışlardı. Daha sonra da 18 Mart 1573 tarihinde, II. Selim’in iktidarında, Venedik Cumhuriyeti’nin hâkimiyet sürdürdüğü Kıbrıs Adası üzerindeki bütün haklarından vazgeçerek ve yüklü bir savaş tazminatı ödeyerek sınırları bir ahidnâmece belirlenen dostluk gerçekleşmiştir. Bu dostluk süreci 1573’ten, 1645’te patlak veren Girit Savaşı’na kadar devam etmiştir. İnebahtı Deniz Savaşı için bakınız: Fernand Braudel, age., s. 1165-1225. 18 Mart 1573 (14 Zilkade 980) tarihli ahidnâme metni için bkz. BOA, A.DVN. MHM.d., nr. 21 s.165-166 h. 404; Bu antlaşmanın Venedik arşivinde bulunan bir nüshası için bkz. ASV, Documenti turchi, b.6, doc. 818. Venedik ticaret yapmakta olduğu yerlerin güvenliğini sağlamak amacıyla Mart 1573’te sultan ile bir barış yapmıştı. Salvatore Bono, Corsari Nel Mediterraneo, cristiani e musulmani fra guerra, schiavitù e commercio., Milano 1993.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

yarak öldürmüştü34. Haber Venedik’e ulaştığında Venedik Senatosu’nda büyük endişe yaratmıştı; Çünkü Venedik o yıllarda Osmanlı Devleti ile ilişkilerini sakin tutmaya çalışıyordu35. Adriyatik ve Akdeniz’de Osmanlılarla kurulan ilişkiler ticaretin devamlılığı için isteniyordu36. Benzer bir olay da Girit Savaşı öncesinde yaşanmıştır. Kızlarağası Sünbül Ağa saraydan azledilip Mısır’a sürgüne giderken bindirildiği gemide bulunan 600 yolcudan yaklaşık 550’siyle birlikte Maltalı korsanlarca katledilmişti. Korsanlar ayrıca içlerinde Mekke Kadısı’nın da olduğu yaklaşık 60 yolcuyu, el koydukları bu gemide esir almışlar ve gemiden elde ettikleri ganimetlerin bir bölümünü Girit Valisi’ne vermişlerdi. Bu olay üzerine Osmanlılar da Venediklilere savaş açmışlardır37. 34

35 36

37

Aslında esirler genellikle öldürülmezlerdi. Korsanlar için fidye önemli gelir kaynağı olarak kabul edildiğinden fidye ödeyebilecek esirler öldürülmez ve köle olarak satılmazlardı. Abdi Efendi bunlardan birisi idi. Esir edildiğinde onun fidye ödeyebilecek durumda olması dikkatlerini çekmiştir. Zira onun malımız mülkümüz yok sözlerine itibar etmemişlerdi. Halil Sahillioğlu, “Akdeniz’de Korsanlara Esir Düşen Abdi Çelebi’nin Mektubu”,Tarih Dergisi, XIII/17-18, İstanbul 1963, s. 241-256. Antonio Fabris, “Un Caso di Piraretia Veneziana: La Cattura della Galea del Bey di Gerba” (21 Ottobre 1584), QSA, 8 1990. s. 91-112. Anna Vanzan, “La Pia Casa dei Catecumeni in Venezia. Un Tentativo di Devshirme Cristiana?”, Donne e Microcosmi Culturali, (Haz. Adriana Destro), Bologno 1997; 16. yüzyılda bu neviden korsanlık olayları devam etmiştir. 1597 yılında Kıbrıs’ta Baf kadısı olarak gönderilen Ma’cuncu-zâde Mustafa Efendi’yi esir etmişlerdi. Mustafa Efendi hatıratında Hristiyan zindanları hakkında bize oldukça ilginç bilgiler vermiştir. İsmet Parmaksızoğlu, “Bir Türk Kadısının Esaret Hatıraları”, Tarih Dergisi, V/8, İstanbul 1953, s. 77-84; Mustafa Efendi’den yıllar önce Abdi Efendi annesi ile birlikte aynı yerde korsanlara esir düşmüştü. Halil Sahillioğlu, agm., s. 245. Par J. De Hammer, Histoire de L’empire Ottoman, DEPUIS SON ORIGINE JUSQU’A NOS JOURS, X 1640-1656, Paris, s. 79, 80; Sünbül Ağa birlikte o gemide Mekke kadılığına tayin edilen Bursalı Mehmed Efendi de vardı. Esir düşen Mehmed Efendi’nin fidyesi bizzat Sultan İbrahim tarafından ödendi. Zeynep Aycibin, Katib Çelebi, Fezleke, Tahlil ve Metin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2007, s. 929; Esaretten kurtulduktan sonra Esirî lakabıyla anılacak olan Mehmed 167

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Doğu Akdeniz’in Kuzey Afrika kıyılarında da sıklıkla meydana gelen korsanlık ve adam kaçırma vakalarından biri 15. yüzyılda Mısır’da yaşanmıştı. 1411 yılında, Mısır’dan korsanlarca kaçırılan Müslüman bir babanın iki kızı Padova’ya götürülmüştü. Kaçırılan kızların babasının Venedik’e gelip acıklı hikâyesini anlatmasıyla haberdar olunan bu olay Venedik senatörlerinin müdahalesiyle çözüme kavuşmuştu38.

Arap Emiri’nin Kızı Zemre’nin Kaçırılması Yine aynı bölgede “Mısır’da, İskenderiye ve Reşit arasında Burlus (Burullus-Borollos)39 Karyesi” diye tarif edilen yerde 1580 yılında Venedikli bir kaptan, bir Arap emirinin kızıyla beraber aynı bölgeden kim olduklarını tespit edemediğimiz bazı kişileri kaçırmış, ardından yönünü o dönemde halen Venedik’e ait bir ada olan Girit’e (Candia, Türkçe belgelerde Kandiye) çevirmiştir. Bu kaçırılma vakasından, Venedik Devlet Arşivi’nde (Archivio di Stato di Venezia), “Documenti turchi” adıyla yer alan dosyalar içerisinde, Osmanlı Sultanı III. Murad’ın, Venedik Doju

38

39

168

Efendi Şeyhülislamlık makamına kadar yükselmiştir. Ali İhsan Karataş, “Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi ve Vakıfları”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 24, Bursa 2015, s. 3-5. “Mısır’dan gelen zavallı bir Müslüman babanın hikâyesi 1411 Mart’ında Venedik’e varmıştı. Bu baba, asil bir Venediklinin elinde olduğunu bildiği iki kızının özgürlüğünü geri alabilmek için mücadele ediyordu. Dükler Sarayı’nda Collegio’nun salonunun eşiğinin yakınında yerde oturuyor ve oradan kim geçerse acıklı hikâyesini anlatmaya başlıyordu. Çok günler sonra senatörler onun şikâyetlerini dinlemekten yorulmuşlardı ve belki de ticaretlerini olumsuz etkileyeceğini düşünüp onu kızlarını geri alması ve onlarla vatanına geri dönmesi için Padova’ya göndermeye karar vermişlerdi. Nihayetinde bu Müslüman baba kızlarıyla birlikte vatanına dönmeyi başarmıştı.” Maria Pia Pedani, Venezia Porta d’Oriente, Bologna (Il Mulino) 2010, s. 198, 199. Burullus kullanımı için bakınız: Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Cilt 1., 1300-1600, İstanbul 2000, s. 128; Bu bölgenin şimdiki ismi Borollos’tur.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

Nicolò da Ponte’ye göndermiş olduğu bir tane “mektup” (nâme-i hümâyûn) ile haberdar olmaktayız40. Sultan, Arap Emiri Abdulaziz’in kızı olan Zemre ve diğer yetmiş kişinin, Karoli adlı bir kaptan ve adamları tarafından zorla kaçırıldığını ve bu beratın yazıldığı esnada ise, Zemre’nin, Girit Adası’ndaki Marino Correba adlı kâfirin elinde esir olarak tutulduğunun tespit edildiğini bildirmekte ve ne şekilde, hangi yolla olursa olsun Venedik dojundan bu esir kızın iade edilmesini, son derece sert bir üslup ile istemektedir. Zemre ve onunla birlikte kaçırılanlar, o dönemde Osmanlı Devleti’nin yönetimi altındaki Mısır’da, İskenderiye ve Reşit arasında bulunan Burlus adlı köyden, Venedik Cumhuriyeti’ne ait olan Girit Adası’na götürülmüşlerdi. Zemre ve beraberindekileri kaçırdığı belirtilen Kaptan Karoli’nin ismine bu mektubun haricinde başka bir belgede rastlanılmamaktadır. Venedik Devlet Arşivi’nde Osmanlı sultanının bu mektubunun haricinde konu ile ilgili olarak herhangi bir Osmanlıca belgeye rastlayamadık. Fakat aynı dönem içerisinde İstanbul’da baylos olarak görev yapmış olan Paolo Contarini41’nin 40

41

Documenti turchi, b. 7, n. 890, Venezia, Archivio di Stato. Osmanlıca belgenin İtalyanca özeti de şu şekildedir: “Il sultano reclama la restituzione di Zemre, figlia di Abdelaziz, fatta prigioniera con altre settanta persone dal capitano Caroli(?) nel villaggio di Burlus tra Alessandria d’Egitto e Rosetta. Essa si troverebbe presso il capitano cristiano Marino Correba a Candia.”, Pedani, age., Roma 1994., Ayrıca başka bir özet için bakınız: Maria Pia Pedani (Ed.), Inventory of the Lettere e Scritture Turchesche in the Venetian State Archives, Boston 2010, n. 366 IV: 7-8; Serap Mumcu, schede nn. 90-91-92 (documenti ottomani), in Venezia e l’Egitto, Catalogo della mostra (Venezia 30 set. 2011-31 gen. 2012), in corso di stampa. Paolo Contarini, nato di Dionigi del casalo soprannominato dalle Figure, il di 23 gennaio 1529, incominciò nel 1555 la sua carriera politica qual Savio agli ordini, e fu nel 57 eletto Sindaco in Levante. Sostenuta lodevolmente nel 62 la podestaria e capitaneria di Feltre, sedette nel 67 fra i Dieci Savii sopra la decima, importante magistratura censuaria, e l’anno appresso fu Avvogadore del comune. Mandato nel 1571 Provveditore al Zante, seppi così accortamente indagare tutt’i moti dell’armata turchesca, e così ne tenne ragguagliati e il 169

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Venedik Senato’suna göndermiş olduğu mektuplarda altı defa Zemre’nin kaçırılmasına da değinmiştir. Baylos mektuplarında kaçırılma vakası ve sonraki süreçte yaşananları, Zemre’nin kaçırılmasının ardından yaşadıklarını, esir olarak Girit Adası’nda tutulması ve sonraki süreci aşamalı aşamalı gözler önüne sermektedir. Balyosun raporlarında, III. Murad’ın ifade ettiğinin aksine, Burlus Karyesi’nden kaçırılıp esir edilenlerin sayısı yetmiş değil, yedi olarak belirtilmektedir. Baylosun Venedik’e göndermiş olduğu raporlarında “esir kız ile kaçırılan yedi asker” ifadesini kullandığı dikkat çekmektedir.

Vebnedik Balyosu Paolo Contarini’nin Raporları42 Konu ile ilgili olarak, ilk kaynak olma özelliğini taşıyan III. Murad’ın Nâme-i Humâyûn’u 6-15 Mayıs 1580 tarihine aittir. Venedik Balyosu Paolo Contarini’nin raporları ise, bu belgeden sonraki tarihlere aittir.

42

170

Senato Veneto e gli ammiragli della gloriosissima ma infrultuosa giornata di Lepanto. Rimpatriato, e Avvogadore per la seconda volta nel 73, fu inviatro nel 75 Capitano a Candia. Le molte benemerenze acquistatesi dal Contarini, il patria e fuori, determinarono il Maggior Consiglio il 12 novembre 1579 a destinarlo al bailaggio di Costantinopoli, vacante per la morte di Nicolò Barbarigo, e lo si munì della relativa commissione il di 19 marzo 1580. Tenne degnamente l’onorevolissimo e difficil mandato, e di quanto pperò finche risiedette alla Porta egli stesso ce ne ha ragguagliati nel 1583. In quest’anno medesimo fu nominato Savio del consiglio, e nell’84 Provveditore Generale in Terraferma. Ricondottosi poi a Venezia, quel degno patrizio finì nel giugno 1585 una vita onorata, spesa tutta ne servigi della sua patria. 1580-1582 yılları arasında İstanbul’da baylos olarak bulunmuştur. Maria Pia Pedani, “Elenco degli inviati diplomatici veneziani presso i sovrani ottomani” EJOS, V/4, 2002, s. 1-54. Venedik Balyosu Paolo Contarini’nin Venedik Devlet Arşivi’nde bulunan raporları için bakınız: Archivio di Stato Venezia, Senato, Dispacci Costantinopoli, filza 19, 2 luglio 1580, 2 aprile 1581, 24 maggio 1581, 9 giugno 5 agosto 11 novembre 1581.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

Paolo Contarini’nin Raporlarıyla Zemre’nin Kaçırılışı ve Sonrasında Yaşananlar 1. 2 Temmuz 1580 I.- Venedik Balyosu Paolo Contarini, 2 Temmuz 1580 tarihli ilk raporuyla, bir çavuşla birlikte kendisini görmeye gelen Arap Emiri Abdulaziz’in getirdiği mektubu da Venedik Cumhuriyeti’nin yöneticilerine göndermiştir. Balyos, “Hz. Muhammed’in soyundan gelen” Abdulaziz Moro43 olarak ifade ettiği emiri, kaçırılmış olduğu Kandiye’de tutsakken tanımış ve fidye karşılığında serbest bırakılması için çaba göstermiş; bu nedenle Kandiye’nin yöneticileriyle görüşmüştür. Balyosun çabasının nedeni, emirin kendisinden yardım talebinde bulunmasıdır. Balyos, emirin talepte bulunurken utançtan yerin dibine geçtiğini ve gururunun nasıl kırıldığını da roparunda belirtmektedir. Ancak emirin çabası kızının kurtuluşu için yeterli olmamıştır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin başkentinde kızının kurtarılması için diplomatik yollara başvurmuştur. Emirin çavuşla birlikte balyosa gelmesi ve balyostan yeniden kızının serbest bırakılmasını talep etmesinin nedeni budur44. Emirle birlikte gelen çavuş, balyosu konu ile ilgili birşey bilip bilmediği noktasında ısrarlı sorularıyla sıkıştırmış; ancak balyos, bir şey bilmediğini belirtmiştir45.

43 44

45

Moro kelimesi burada Emir Abdulaziz’in Kuzey Afrikalı olduğunu belirtmek için kullanılmaktadır. Bono’nun bu durum ile ilgili bir yorumuna burada değinmekte fayda vardır. “Bir köle ister Hıristiyan ister Müslüman olsun kendi başına özgürlüğünü geri almaya ve ülkesine geri dönmeye karar veremezdi. Genellikle aileler onların kaderleri için endişelenirdi. Haysiyetlerini korumak amacıyla mümkün olduğu ölçüde özgür kalabilmeleri için uğraş verirlerdi. Bu anlamda çok az köle ülkesine geri dönebilme şansını elde edebilmişti.” Bono, age., s. 202. ASV, Senato, Dispacci Cost., filza 14, 2 luglio 1580. 171

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

2. 2 Nisan 1581 I. –İlk raporun ardından tam 9 ay sonra konu ile ilgili olarak balyosun yeniden Venedik’e yazdığını görmekteyiz. Balyos, raporunda Kandiye’de esir olarak tutulan ve uzun zamandır İstanbul’a sesini duyurmaya çalıştığını belirttiği emirin kızından henüz bir haber alamamıştır. Öte yandan emir tarafından sık sık evine gönderilen çavuştan da artık rahatsızlık duymaya başlamıştır. Anlaşılan o ki bu geçen 9 aylık süreç boyunca esir kızın akıbeti hakkında bilgi alınması ve serbest bırakılmasının sağlanması için Osmanlı Devleti tarafından balyosa ciddi bir baskı uygulanmıştır. Esir kızın serbest bırakılması işini son derece ciddiye alan Osmanlı vezirleri, balyosun evine sıklıkla gönderdikleri çavuşlar vasıtlasıyla esir kızın serbest bırakılmasının sağlanmasını istemişlerdir. Hatta Zemre’nin kurtuluşu için paşalar balyosa bir teklifte dahi bulunmuşlardır: Eğer Zemre serbest bırakılırsa Ülgün ve Bar’da esir olarak tutulan sekiz Venedikli asker de serbest bırakılacaktır46. 46

172

Osmanlı paşalarının Zemre’nin özgürlüğü için yapmış oldukları bu teklif esir serbestisi için sıklıkla başvurulan bir yöntemdi. Esirler karşılıklı takas edilebilir, Müslüman bir esirin serbast bırakılması karşılığında Hıristiyan bir köle serbest bırakılabilirdi. Müslüman yöneticiler genellikle kölelerin serbest bırakılması için para ödemeye çok eğilimli değillerdi. Karşılıklı anlaşma yolu ile esir değişimi yapılması daha çok tercih ediliyordu. Bono, age., s. 207; Mesela Kırım Hanı’nın kullarından İbrahim’in kardeşi Zeynel Han’ın oğlu Mehmed Giray Zigetvar Sferi sırasında Avusturyalılara esir düştüğünde serbes bırakılması karşılığında Petro adlı bir esirin serbes bırakılması kararı alınmıştır. BOA. A.DVN.KRM.d., nr. 25, h. 1522, s. 146, 1 Safer 982 (23 Mayıs 1574); Birkaç ay sonra bu defa Dergah-ı Mualla çavuşlarından Ahmed’in Yusuf adlı adamı düşmana esir düşmüştür. Yusuf ’un karşılığında miri esirlerden Anton’un verilecektir. A.DVN.MHM.d., nr. 26, h. 579, s. 207, 24 Cemaziyelevvel 982 (11 Eylül 1574); 15 Haziran 1577’de Bosna Bey’ine yazılan emirde İstanbul’da esir bulunan İşpargaroğlu (?) adıyla maruf esire karşılık düşman elinde olan emirde isimleri yazılı 25 esirin serbest bırakılması söz konusudur. Bosna Beyi İstanbul’a yazdığı arzında konuyu dile getirmiş ve onun arzı kabul edilerek İşpargaroğlu (?) adlı esir Bosna’ya gönderilmiştir. Buna mukabil gazilerin serbest bırakılması için gerekenin yapılması emredilmektedir. A.DVN.MHM.d., nr. 30, h. 645, s. 288.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

Balyosun raporundan anladığımız kadarıyla emirin kızının kurtuluşunun sağlanması için ellerinden geleni yapan Osmanlının yöneticileri, sekiz Venedikli askeri bu meseleden dolayı esir almışlardır. Esasında bu askerler daha önce Osmanlıların elinde tutsakken kurtarılmışlar; ancak kaçırılma olayı gerçekleşince yeniden esir alınmışlardır. İki ülke arasındaki pazarlık konusu Zemre’nin öncelikli olarak kurtuluşuna karşılık sekiz Venedikli askerin kurtuluşunun sağlanmasıdır. Baylos bunun üzerine Venedik’ten Zemre’nin bir an önce serbest bırakılmasının sağlanmasını talep etmektedir47. II. -Balyos bu noktada Zemre ile ilgili raporunun içine şifreli olarak bir kısım ilave etmiştir. İlk bakışta Zemre ile ilgili raporun devamı gibi algılanan bu şifreli kısmın çözümünün olduğu yerde Osmanlı Devleti ile İspanya arasında yapılan bir anlaşmanın konu edinildiği görülmektedir48. III. -Şifreli kısmın ardından yeniden Zemre’nin kaçırılmasına dönen baylostan, Yönetici Marc’ Antonio Colonna’nın Zemre’yi serbast bırakacağını taahhüt ettiğini öğreniyoruz49. Bu noktada yeniden ricada bulunan baylosun, kendisine Venedik’ten verilecek her türlü emri de yerine getirmeye hazır olduğunu bildirdiğini görüyoruz50. 3) 24 Mayıs 1581 I. -Raporun ilgili kısmında Zemre’nin kaçırılma olayının iki devlet arasında ciddi bir krize yol açtığı artık daha net anlaşılmaktadır. Bu krizden Venedik’in zarar görmemesi için elinden 47 48 49

50

ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 2 aprile 1581. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 2 aprile 1581. Bu zamana kadar sadece III. Murad’ın mektubunda adından Marino Correba olarak haberdar olduğumuz ve Zemre’yi elinde esir tutan Hıristiyan kişinin, böylece adının Marc’ Antonio Correba olduğunu öğreniyoruz. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 2 aprile 1581. 173

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

geleni yapan baylos, kaçırılma olayında Venedik’e ait kadırgaların bir kabahati olmadığını ispata çalışmaktadır. Hatta kaçırılma olayını gerçekleştiren kaptan da bu yönde rapor veriyor ve Venedik kadırgalarının kaçırılma işinde bir suçu olmadığını bildiriyor51. Kaçırılma vakasında Venedik baylosunu şu durum şaşırtmaktadır; zira Kandiye, Hanya, ve Resmo Alayı Zemre’nin sıradan biri olmadığının farkında değildir. Balyos raporunda “bilgilendirmede gösterdikleri bunca özene rağmen, bu esirin sıradan biri olmadığının onlar tarafından bilinmemesi beni hayrete düşürdü” diye izah ediyor. Raporun son kısmında ise adadan en son gelen bir Türk esirden alınan önemli bir bilgi bulunmaktadır. Buna göre Zemre artık Yönetici Marc’ Antonio Colonna’nın elinde değil; Yönetici Francesco Corner Patella olarak bilinen, Francesco Querini Cunelli’nin elindedir52. 4.) 9 Haziran 1581 I. Balyosun yeni raporunda, Arap emiri Abdulaziz’in Kandiye’de esir olarak tutulan kızı Zemre hakkında bir haber almak için ne gibi yöntemlere başvurduğunu görmekteyiz. Emir Abdulaziz balyostan bilgi almakla yetinmeyip adadan en son gelen gemiler aracılığıyla da kızının durumundan haberdar olmuş ve ardından tekrar divana dönmüştür. Anlaşılan o ki emir, sadrazama son gelişmeleri aktarmış; sadrazam da vakit kaybetmeden yeniden balyosa bir çavuş göndermiştir. Çavuşun balyostan yeniden Zemre’nin kurtarılmasını talep etmiştir53. II. -Raporunun bu kısmını da şifreli harflerle yazmayı tercih eden baylosun cümlelerinden Zemre’nin kurtuluşunun artık tamamen Venedik Cumhuriyeti’nin vereceği karara bağlı 51 52 53 174

Nâme-i Hümâyun’da bu kaptanın adı Karoli olarak belirtilmektedir. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 24 maggio 1581. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 9 giugno 1581.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

olduğunu anlamaktayız. Zira balyos Kandiye valileri aracılığı ile Zemre için Francesco Querini Cunelli’ye ulaşmıştır. Cunelli, Kandiye valilerine esir kızı hemen serbest bırakacağını bildirmiş; baylos da bunu kendisine esir kızı soran çavuşa bildirmiştir. Fakat bunun üzerinden üzerinden tam bir yıl geçmiştir. Balyos, esir kızın serbest bırakılması ile ilgili olarak Kandiye’nin valilerinin ve Francesco Querini Cunelli’nin, Venedik Cumhuriyeti’nin emri olmadan kızı serbest bırakmalarının mümkün olmadığını belirtiyor. Öte yandan Arap emiri kızının serbest bırakılması için Divan-ı Hümayun’da vezirlerle görüşmeye, onlara bilgi aktarımı yapmaya devam etmekte ve vezirler de balyosu konu ile ilgili sıkıştırmaya devam etmektedirler. Balyos, baskılardan iyice bunalmış olacak ki Venedik’ten acil olarak konu ile ilgili bir cevap almayı dilediğini raporunda belirtmiştir54. III. Balyosa konu ile ilgili bir baskı da esir kızın babası Arap emirinden gelmekte ve bu baylosu fazlasıyla rahatsız ettiği için Venedik’ten yardım istemektedir. Ayrıca, Bar ve Ülgün’de tutuklanan Venedikli askerlerin serbest bırakılmasının sağlanmasının Zemre’nin serbest bırakılmasıyla mümkün olacağı da balyos tarafından yeniden Venedik’e hatırlatılmaktadır. Balyos, Venedik’e gönderdiği mektubunu Hersek-nova, Ülgün ve Avlonya için gönderilen (beratlarla) emirlerle ve kalyonlardaki eşyaları götürecek gemilerle Venedik’e ulaştırılmak üzere Kotor yöneticilerine gönderdiğini de raporunda belirtmektedir55. 5) 5 Ağustos 1581 I. Baylos bu raporunda Ülgün, Hersek-nova ve Avlonya için gönderilmek üzere hazırlanan diğer beratlarla Kotor valisine, 54 55

ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 9 giugno 1581. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 9 giugno 1581. 175

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Venedik’e gönderilmek üzere son durumla ilgili rapor göndermek yerine, Venedik’ten gelen emirleri doğrudan, Kandiye’nin valilerinin yerine getirmelerini sağlamıştır. Balyos, muhtemelen kendisine paşalar tarafından tekrar sorulacak esir kızın, bir an önce serbest bırakılmasını sağlamak istemektedir. Böylece esir kızı Osmanlı yöneticilerine takdim ettirirken, aldığı emir gereği kurtuluşunun Venedik’in sayesinde olduğunu gösterecek ve nihayet sekiz Venedikli askerin de serbest bırakılmasını sağlamış olacaktır56. 6) 11 Kasım 1581 I. Son gelişmelerden üç ay sonra, iki devlet arasında ciddi krize yol açan ve uluslararası diplomasinin en yüksek derecesinde yazışmalara neden olan Arap Emiri Abdulaziz’in kızı Zemre saygın bir alay tarafından büyük bir savaş gemisi ile Kandiye’den alınıp İstanbul’da bulunan Venedik baylosuna gönderilmiştir. İstanbul’a gelen Zemre, burada on iki gün baylos gözetiminde ismi belirtilmeyip sadece hoca olduğu belirtilen birinin evinde misafir ediliyor. Zira balyos onu hemen divana takdim etmeyi uygun bulmuyor. Bu bekleyişin ardından ilk iş gününde onu divana sunan baylos, kurtuluşunda Venedik’in nasıl üstün bir çaba harcadığının Osmanlı paşaları tarafından anlaşılmasını istiyor. Böylece bir yandan sekiz esirin kurtuluşunu sağlarken bir yandan da emir tarafından kızının kurtuluşu için vaat edilen ödülün Venedik tarafından alınmasını sağlamak istiyor. Öte yandan emir de kızı yaşadığı ve de özellikle önemsediği saygınlığı korunduğu için çok mutludur. Osmanlı devlet yöneticileri de olay tatlıya bağlandığı ve de çok önemsedikleri emirin memnun olmasından dolayı mutlulardır. İyimser havanın neticesinde beklenen esir tutulan Venedikli 56 176

ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 5 agosto 1581.

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

askerlerin serbest bırakılmasıdır. Ancak baylosun beklediği talep yerine getirilmemiştir. Sadrazam balyosun talebine karşı çıkmış ve Venedik’in bunun için bir arz sunması gerektiğini bildirmiştir. Balyosun bu noktada son derece üzgün ve de şaşkın olduğunu kendi ifadelerinden anlamaktayız. Zira balyos sadrazamın arz sunulması talebinin Siyavuş Paşa tarafından çoktan yerine getirildiğini; hatta sultanın da esirlerin serbest bırakılmaları için emir verdiğini belirtiyor. Bütün çabalara ve Zemre’nin özgürlüğüne kavuşmasına rağmen, sadrazamın engelinden dolayı kurtarılmayı bekleyen sekiz Venedikli askerin esareti devam ederken; balyosun da serbest bırakılmaları için çabası devam etmektedir57. II. -Esirlerin serbest bırakılmasında sadrazamın kararından ve mesafeli tavrından sonra balyos raporunda diğer vezirler aracılığıyla bu meseleyi çözmeye çalışmanın Venedik açısından uygun olmayacağını ve ayrıca buna tek başına karar veremeyeceğini belirtmektedir. Balyos şu sözlerle de Venedik’e durumu izah etmektedir: “Ne şimdi ne de gelecekte Venedik’in açıkça emri olmadan asla bir harekette bulunmayacağım.” Bu sözlerle hem kendi içinde yaşadığı gel-gitleri Venedikli yöneticilerle paylaşmakta hem de bütün samimiyetiyle böyle davranarak iyi yapıp yapmadığını da bilmediğini raporuna eklemektedir58. Venedik Balyosu Paolo Contarini’nin konu ile ilgili raporları burada son bulmaktadır. Bir yılı aşkın süre Venediklilere ait olan Kandiye Adası’nda esir tutulan Zemre, hem Venedik balyosunun hem de Osmanlı devlet yöneticilerinin üstün çabalarıyla nihayet özgürlüğüne kavuşmuştur. Zemre’nin kaçırılmasının ardından yaşayan süreç iki devlet arasında sınırları ahidnâme ile belirlenen dostluk çerçevesinde çözülmüştü. 57 58

ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 11 novembre 1581. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 11 novembre 1581. 177

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Meselenin çözümsüz kalması elbette iki devletin diplomatik ilişkilerinde çok daha ciddi bir kriz yaşanmasına neden olabilirdi. Zemre’ye özgürlük getiren en önemli neden diplomatik ilişkilerin ve karşılıklı anlaşmaların gücünün haricinde, en azından otoritesi daha sağlam taraf olan Osmanlı Devleti’nin yöneticilerinin ısrarlı çabaları ve konunun takipçisi olmalarıydı59.

Ekler: III. Murad’ın, Venedik Doju Nicolò’da Ponte’ye Göndermiş Olduğu Nâme-i Hümâyûnu İftiharü’l-ümerâi’l-izâmü’l-Îseviyye, muhtârü’l-küberâi’l-fihâm fî milleti’l-Mesihiyye, muslih-i mesâlih-i cemâhiri’t-tâifeti’n-Nasrâniyye, sâhib-i ezyâli’l-haşmet ve’l vekar sâhib-i dâreyni’l-mecd ve’l iftihar Venedik Doju’na hutimet avâkıbuhû bi’l-hayr, tevkiʻ-i refiʻ-i humâyûn vâsıl olıcak mʻlûm ola ki... memâlik-i mahruse-i hüsrevânemden Mısr-ı Kahire hemaha Allahu teʻala tevâ Bağdad İskenderiye ve Reşid mabeynimde Burlus Karyeli bundan akdem ol canibe tabi Karoli demekle maʻruf kapudanın adamları ale’lgafle varub garet eyleyüp yetmiş nefer adam alıp esir eyleyip Abdülaziz nam kimesnenin Zemre nam kızını bile alıp halel getiren Marino Correba nam kafir elinde olduğu iʻlâm olundu imdi 59

178

Tam da bu yıllarda olmalı Hüma adlı bir kadın gemiyle Mekke’ye giderken gemisi bir Fransa gemisi tarafından saldırıya uğramış ve Hüma Hatun’un gemide olan iki kızı esir edilmiştir. Kızların serbest bırakılması için Tersane-i Amire’den kızlara bedel üç Fransız esir teslim edilmiştir. Bu olaya II. Selim döneminde meydana gelmiş ve kızlara karşılık esirler de daha o zaman gönderilmiştir. Ne var ki kızlar serbest bırakılmamıştır. III. Murad tarafından yeniden Fransa kralına kızların serbest bırakılması için name-i hümûn gönderilmiştir. Olayı ancak buraya kadar takip edebiliyoruz. Maalesef kızların serbest bırakılıp bırakılmadığını bilmiyoruz. Belki de onlar Zemre kadar şanslı olmamışlardır. BOA. A.DVN.MHM.d., nr. 42, h. 233, s. 39, 13 Cemaziyelahir 989 (15 Temmuz 1581).

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

kadimden hüddamân-ı saltanat Kahire-i (?) şâhânemiz ile olan ahd-ü misak hilâfına vaz olmak münasib değildir gerektir ki nâme-i hümâyun-ı saadet-yeminimiz vusul buldukta şimdiye değin mabeynde münakid olan sulh-u salah muktezasınca mezbure kızı eğer merkum kafirdedir ve eğer ahir yerdedir her ne yerde ise ve ne tarik ile mümkün ise buldurup südde-i saadetime göndermen babında tebdil kudret kılındı ki hilaf-ı ahd-i hususa cevaz gösterilmeyip eyyâm-ı adalet encamımızla mabeynde olan reaya ve beraya usûl-ü hal ve ... olub devam-ı devlet hüsrevanemiz edasına... tahriren fî evâhir rebiü’l-evvel sene semaniye semanun ve tis u mie. Be makam-ı kostantiniyye el-mahruse.

Venedik Balyosu Paolo Contarini’nin Raporları 1) 2 luglio 1580 I...con queste vi serà una lettera per v.ra ser.tà portatami da un Chiaus per la liberation d’una schiava figliola di uno chiamato Abdulaziz Moro descendente de Mocometto et se ben questo Chiaus con molta efficaccia mi ha affermato esser questa cosa molto desiderata da tutta questa corte; non ho però voluto lassar de farlo capace, che questa Donna insieme col padre è stata fatta schiava in tempo di guerra, et lo feci confessar al moro medesimo, che m’haveva conosciuto in Candia, al qual per giustitia feci molti favori per il suo riscatto; che’mi s’humiliò fino in terra, et de tutto ciò n’ho già dato conto alli cl.mi Rettori di Candia gra. Etc.. Di Vostra Serenità Di 2 Luglio 1580 Humilissimo et divotissimo Servitor Paolo Contarini Bailo (Al Serenissima Principe di Venetia etc.),

179

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

2) 2 Aprile 1581 I. Della schiava, che si trova in Candia figliola dell’emir, che già tanto tempo grida a’questa porta non ho mai havuto dalli cl.mi Rettori di quell’isola intorno à ciò alcun aviso con molto mio dispiacer, perche oltre la molestia, che dall’emir mi vien data, facendomi venir ben spesso Chiaus à casa, stanno impegnati otto schiavi di quelli d’Antivari, et Dulcigno li quali sé ben sono stati depennati dall’libro, hanno però ordinato li magnifici Bassà, che non siano rilassati sé prima non vien mandato di Candia la schiava, onde convengo di nuovo supplicar Vostra Serenità à voler dar ordine tale, che resti hormai terminato questo negocio, per compiacer sua Maestà, et li magnifici Bassà, che desiderano, et ricercano con tante instanta, che questo emir resti soddisfatto, et per liberar anco otto poveri soldati per inservitio di Vostra Serenità che sono per questa causa trattenuti. II. Dall’negocio delle tregue fra questo signor et re di spagna non le dirò altro, essendo stato come l’ haverà inteso da altro mio concluso, et terminata per li mesi presenti che ho tenuti, la serenità vostra dell’uno et l’altro di due principi nel modo à ponto che’era da lui desiderato. III. Essendo ricercato a’dar alcun favor per la liberazione del schiavo raccomandato dall’ eccellentissimo Signor Marc’ Antonio Collonna à Vostra Serenità non mancherò come mi è stato da lei comandato di farlo prontamente, però con quella circonspicione che si deve aver in simil negocii e che da lei mi è comandato., Dalle vigne di Pera. Di 2 Aprile 1581 Di Vostra Serenità Divutissimo Servitor Paolo Contarini bailo.

180

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

3) 24 Maggio 1581 I. Rispose sua magnificenza, che non diede mai di ciò la colpa alle galee di Vostra Serenità e che il capitano del mar affermò fin allora l’istesso circa alla schiava Turca figliola di quel emir Arabo, che fù dimandata à Vostra Serenità con particolar lettere di questo signor, ho inteso quanto la mi scrive esser stata avvisata dal Reggimento di Candia, Canea, e Rettimo, che per diligenza, che sia stata usata, non havea potuto intender di lei cosa alcuna: del che me ne sono meravigliato, sapendosi qui certo, che essa si trova in quell’isola e per relation d’un schiavo Turco venuto ultimamente di là s’è inteso, che ella è viva e schiava del magnifico Messer Francesco Querini Cunelli se ben prima si diceva del magnifico messer Francesco Corner Patella. Onde sé ben di ciò n’ho dato conto con mie lettere alli Clarissimi Rettori di Candia, m’è perso però bene di dar anche l’istesso aviso à Vostra Serenità con aggiungerle, che l’emir padre della schiava è del continuo in Divano e in casa mia con Chiaus à gridar, con disturbo mio no picciolo, non restando di considerarle, che saria grande … à proposito dari, s’è possibile, questa sadisfattione à sua Maestà e à tutti li magnifici Bassà, che l’hanno dimenticato e pregano ogni giorno con molto affetto per averla; oltre che con la liberazione d’essa, resteranno anche liberi otto poveri soldati ben esser… di quelli d’Antivari, e Dulcigno, che stanno per questa causa. Dalle vigne di Pera. Di 24 maggio 1581 Di Vostra serenità Divutissimo Servitor Paolo Contarini bailo. 4) 9 Giugno 1581 I. L’emir arabo, che ha la figliola schiava in Candia ha, con questi vascelli venuti ultimamente da quell’Isola, havuto aviso del 181

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

suo stato, et che era Turca, col che è tornato di nuovo in Divano à far delli soliti officii, et il magnifico Bassà ha mandato un chiaus à pregarmi à voler rinovar con Vostra Serenità à nome suo l’instanza, accio si fusse contentata, per compiacerlo, commandar, che fusse homai liberata questa donna. II. et se ben li Clarissimi Rettori di Candia mi scrivano averla trovata in poter del magnifico Messer Francesco Querini Cunelli, che ha detto, che la darà prontamente ho non di meno risposto al chiaus non aver mai avuto di ciò nova altra, perché quei clarissimi hanò avisato non poterla mandar senza novo ordine di vostra serenità, onde essendo ormai passato un anno e sua manificenza dimandò questa grazia, et essendo stato dato sempre parole al Bassà, convengo con queste supplicar vostra serenità a voler far darmi intorno à ciò risposta risoluta. III. ...accio possa levarmi la molestia di questo emir e siano levati di cattena tanti poveri schiavi d’Antivari e Dulcigno, che erano stati già liberati e poi sequestrati per questa causa. Li comandamenti per Castel nuovo, Dulcigno e la Valona in materia delle fuste e fregate armate con queste li mando al clarissimo Provveditor di Cattaro acciò con essi possa far effettuar il desiderio di Vostra Serenità… Dalle vigne di Pera. Di 9 Giugno 1581, Di Vostra Serenità Divutissimo Servitor Paolo Contarini bailo. 5) 5 Agosto 1581 I. et altri commandamenti per Dulcigno, Castel novo, e la Valona in altre mie lettere al cla.mo Rettor di Cattaro, i quali non ho mandati à Vostra Serenità non havendo havuto di ciò da lei 182

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

alcuna commissione. Ho fatto intender l’ordine, che Vostra Serenità ha dato, alli clarissimi Rettori di Candia, perché quanto prima mandino qui la schiava, che già fù dimandata da sua Maestà, et dalli magnifici Bassà; il che è stato inteso da questi con molto contento: come sia giunta la farò presentar nel modo, che mi è commesso da Vostra Serenità procurando poi, che siano rilassati li otto poveri schiavi presi in Dulcigno, et Antivari, che per causa di questa Donna stanno già tanto tempo sequestrati..., Dalle vigne di Pera. Di 5 Agosto 1581 Di Vostra Serenità Divutissimo Servitor Paolo Contarini bailo., 6) 11 Novembre 1581 I. La schiava, che’era in Candia domandata con tanto instantia da tutta questa Porta, mi è stata mandata da quel clarissimo Reggimento con un vascello, che già 12 giorni entrò in questo porto, et perché giunse à tempo del Bairamo, l’ho fatta trattener in casa del Coza fin sabato passato, che fù il primo giorno di negocio, et la feci presentar in publico Divano; facendo saper à tutti li Magnifici Bassà, che la Serenità Vostra à gratificationi di sua Maestà l’havea fatta trovar, et ricuperar di mano dal patrone, in segno della prontezza ch’in lei vive di compiacer la Maestà sua, et le loro magnifice in tutte le cose, che le sono raccomandate. Tutti li Magnifici Bassà mostrarono contento grande, che’l padre di questa schiava, che da loro è tenuto per santo, fusse stato compiaciuto, et ne resero gratie à Vostra Serenità, dicendo, che si dovessero liberar li sette schiavi di Dulcigno, che per questa causa stavano sequestrati: ma il magnifico Primo Visir à questo si oppose, et disse volervi far prima arz à sua Maestà et se bene il magnifico Sciaus Bassà disse haverlo già fatto 183

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

lui, et che il signor havea ordinato, che fussero liberati, et che hora erano in deposito, non volse però il Bassà rimoversi; onde io il giorno appresso mandai à sua magnificia una informatione di tutto questo negocio; pregandola à voler far questo giustitia di liberar quei poveretti. II. et essendosi mostrato freddo, doppo procurado col mezo de’ suoi più favoriti di placarlo, da quali anco mi è stata data bona speranza, mi saria assai facile ottener questa cosa, quando volessi lassar il mezo del primo visir, ma non hò giudicato servitio di Vostra Serenità il farlo, non essendosi dagli altri baili fin hora adoperato altro et il primo visir ne meno farò nell’avenir ne in questo, ne in altri negocii senza espresso ordine di Vostra Serenità del scaricoli (?) oltre quanto scrissi à Vostra Serenità altre mie non è successo altro; non so, se li buoni officii, che io ho fatti far col Magnifico Bassà habbino giovato, ò se por Sua Maestà aspetta risposta da Vostra Serenità... Dalle vigne di Pera. Di 11 novembre 1581 Di Vostra Serenità Divutissimo Servitor Paolo Contarini bailo Tablo I: İtalyanca Metindeki Bazı Türkçe Kelimeler Abdulaziz Moro: Bairamo: Bassà: Chiaus: Coza: Divano: Mocometto: Primo Visir: 184

Arap Abdulaziz Bayram Paşa Çavuş Hoca Divan Hz. Muhammed Sadrazam

AKDENİZ’DE KORSANLIK VE OSMANLIVENEDİK İLİŞKİLERİNDE...

Tablo II: İtalyanca Özel Unvanlar Vostra Serenità:

Huzurunuz (Venedik Doju)

Doge:

Doj

Bailo:

Balyos

Rettore:

Vali

Magnifico:

Muhteşem

Clarissimo:

En soylu

Sua Maestà:

İmparator, Kral, Hükümdar

Messer: Servitor

Bey / Usta Bey kelimesine karşılık gelmekte olup, bu raporlarda Osmanlı sultanı için kullanılmaktadır. Hizmetçi

Eccellentissimo

En mükemmel

Reggimento

Askeri Alay

Provveditor

Müfettiş

Signor:

Tablo III: İtalyanca Belgelerdeki Yer İsimlerinin Türkçe Karşılıkları Venetia,Venezia:

Venedik

Candia:

Kandiye, Girit

Alessandria:

İskenderiye

Rosetta:

Reşit

Burlus:

Burullus-Borollos

Canea:

Hanya

Rettimo:

Resmo

Dulcigno:

Ülgün

Castel novo:

Hersek-nova

Valona:

Avlonya

Cattaro:

Kotor

185

Seyahatnamelerin Işığında Osmanlı Toplumunda Köleler

Ümit Ekin*

Giriş Çeşitli vesilelerle Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden gezgin, diplomat ya da tüccarlar ile esaret nedeniyle Büyük Türk’ün topraklarında yaşamış olan bazı Avrupalıların yazdıkları seyahatname/anı türünden eserler geçmişin aydınlatılmasında kullanılan kaynakların başında gelmektedir. Bu eserlerin en önemli özelliği, belgelere yansımayan ya da bütün yönleriyle görünmeyen toplumsal yaşamın betimlenmesinde oynadığı roldür. Bazen abartılı, bazen önyargılı ve kötüleyici, bazen de kulaktan duyma bilgilere dayansa da söz konusu eserleri kaleme alanlar kendileri için farklı olanı, daha önce tanımadıkları olguları ön plana çıkarırlar. Harem, kadınlar, Türklerin yeme-içme alışkanlıkları, kölelerin yaşamı gibi konular hakkında dile getirilenler bu bağlamda değerlendirilebilir. Avrupa’da, Osmanlı Devleti, kurumları, toplumu, yönetim sistemi ve özellikle Büyük Türk olarak anılan padişahlarına yönelik merak çok erken dönemlerde başlamış, bir yandan korku *

Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, uekin@ sakarya.edu.tr. 187

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

bir yandan da hayranlıkla izlenmişlerdir. Bu seyahatnamelerin bir kısmı, yazıldıkları dönemden kısa bir süre sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde yayımlanmış olmakla birlikte bir kısmı da yazmalar halinde kütüphane raflarında sıranın kendilerine gelmesini beklemektedir. Seyahatnamelerin bir bölümü ise Türkçeye çevrilmiştir. Bu makalede yayımlanmış seyahatnamelerdeki verilerden hareketle Osmanlı toplumunda kölelerin yeri üzerinde durulacaktır1.

Osmanlı Toplumunda Kölelik İnsanlığın bilinen tarihi boyunca var olan kölelik, Asurlulardan Çinlilere Eski Yunan’dan Roma’ya kadar hemen her toplumda karşımıza çıkan bir olgudur2. Komşu kabile ve topluluklardan kaçırılan insanlar, aileleri tarafından satılan çocuklar ile borçlarına karşılık köleliğe geçirilenler de bulunmakla birlikte başlıca köle kaynağını savaşlarda ele geçirilen esirler oluşturmaktadır. İslam dini de diğer kitabi dinler gibi köleliği kaldırmamış, çeşitli vesilelerle kölelerin azat edilmesini teşvik etmiştir. Ucuz emeğe olan ihtiyaç devam ettiğinden Afrika, Kafkasya ve hatta bir dönem Türkistan’dan yapılan köle ticareti de sürmüştür. Müslüman toplumlarda köleler ev hizmetlerinin yanı sıra asker olarak da istihdam ediliyordu. Osmanlı yönetimi, ihtiyaç duyduğu alanlarda köle emeğinden yararlanıyordu. Esirler, askerliğin yanı sıra forsalık, tersane, 1

2

188

Seyahatnamelere dayanarak yazılan bir eserde bu başlık altında bir bölüm bulunmakla birlikte bu makalede söz konusu çalışmanın yararlanmadığı kaynaklar da kullanılacaktır. Geniş bilgi için bakınız: Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İstanbul 2010. M. Akif Aydın-Muhammed Hamîdullah, “Köle”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 237.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

gemicilik hizmetleri alanlarında ve sarayda daçalıştırılabiliyordu3. Son olarak, tercümanlık faaliyetlerinde de esirlere iş düşmekteydi. Savaşlarda tutsak düşen çocukların tercüman olarak yetiştirilmeleri de nadir rastlanan bir durum değildi4. Osmanlı Devleti’nde köleler sadece devlet hizmetlerinde kullanılmıyorlar, parası olan sıradaninsanlar da köle satın alabiliyorlardı. Bu durum anı ve seyahatname yazarlarının dikkatinden kaçmamıştır. 1438’de Osmanlılara esir düşen Macaristanlı György, bütün Türklerin en büyük tutkusunun köle veya hizmetçi edinme isteği olduğunu, bunlardan birine sahip olanın bir daha yokluk çekmeyeceğine inanıldığını belirtmektedir5. Bu tutku, çocukları da kapsamaktadır. Satılmak üzere köle pazarına getirilen küçük yaştaki çocuklara6, hatta annesinden süt emen bebeklerin7 bile kaçırıldığına rastlandığı dile getirilmiştir. Yaklaşık bir asır sonra, 16. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmiş olan Hans Dernschwam bu durumu Türklerin tembelliğine bağlamaktadır. O’na göre Türkler çok az çalışmaktadır, onları besleyenler ise yerlerine 3

4 5 6

7

Bu konuda bakınız: Nida Nebahat Nalçacı, Sultanın Kulları, Erken Modern Dönem İstanbul’unda Savaş Esirleri ve Zorunlu İstihdam, İstanbul 2015, s. 63vd. Nida Nebahat Nalçacı, age.,s. 74-76. Macaristanlı György, Türkler, Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine İnceleme, Çev: Lale Aslan Özcan, İstanbul 2009, s. 54. Chesneau, 3 yaşındaki bir çocuğun bile köle pazarında satıldığını ifade etmektedir. Jean Chesneau, D’Aramon Seyahatnamesi, Kanuni Devrinde İstanbul-Anadolu-Mezopotamya, Çev: Işıl Erverdi, İstanbul 2012, s. 28. Kıbrıslı soylu bir ailenin çocuğu olan Giacomo Nores, daha bir buçuk yaşında, sütannesinin kollarındayken esir alınmış ve 15 yıl sonra kurtarılmıştı Eric R. Dursteler, İstanbul’daki Venedikliler, Yeniçağ Başlarında Akdeniz’de Millet, Kimlik ve Bir Arada Varoluş, Çev: Taciser Ulaş Belge, İstanbul 2012, s. 108; György ise Türklerin, kendilerinden kaçan insanların geride bıraktıkları kundaktaki bebekleri ve küçük yaştaki çocukları bile mal gibi alıp sattıklarını, bunlara özenle baktıklarını belirtmektedir. Macaristanlı György, age., s. 52. 189

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

çalışan köleleridir8. 18. yüzyıl İstanbul’una ait gözlemlerini aktaran Olivier ise, karısına hizmet edecek birkaç esire sahip olmayan bir Türk erkeğini çok fakir olarak nitelemektedir9. Kölelere sahip olma isteğinin altında yatan neden, çok önemli bir ekonomik güç teşkil etmelerinden kaynaklanıyordu. Tarım ve hayvancılıkta ya da ev işlerinde çalıştırılanlar olduğu gibi herhangi bir mesleği olanlar becerilerine göre farklı alanlarda değerlendiriliyordu. Örneğin Macaristanlı György çobanlık yapmıştı10. HansDernscwam yolculuğu sırasında Edirne yakınlarında tarlalarda çalışan ve hayvanlara bakan köleler görmüştü11. Yenişehir’de karşılaştığı bir Alman köle ise kasaplık yapmaktaydı12. Hekim, topçu, çilingir, silah ustası gibi mesleklere sahip olanlar hem daha iyi muamele görüyor hem de toplumda yer edinebiliyorlardı. Nitekim Pedro adıyla bilinen İspanyol esir, nabız ve idrar hekimi olduğunu söyleyerek hem kürek mahkûmluğundan kurtulmuş hem de başarılı tedavi yöntemleriyle Sinan Paşa’nın gözüne girmeyi başarmıştı13. 8

9 10 11

12 13

190

Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çev: Yaşar Önen, Ankara 1992, s. 218; Pouquville yüzlerce yıl sonra bile aynı ifadeleri tekrar ediyordu: “Türkler sabah gündoğumu ile kalkar, kısa bir namazdan sonra hiç konuşmadan sofada uyuşuk uyuşuk uzanır, kölelerinin getirdiği çubuğu ve kahveyi içerler” Serpil Gürer, XVII-XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Fransız Seyahatnamelerinde Osmanlı Toplumu, Ankara 2013, s. 268. Antonie Olivier, 18. Yüzyılda İstanbul, Haz: Aloda Kaptan, İstanbul 2016, s. 145. Macaristanlı György, age., s. 13. Hans Dernschwam, age., s. 47; Schweigger, çiftçilere satılan kölelerin diğerlerine oranla rahat ettiklerini çünkü, sahipleri de az çalışan kölelerin hızlı çalışmaya zorlanmadıklarını iddia etmektedir. Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Yay. Haz: Heidi Stein, Çev: S. Türkis Noyan, İstanbul 2004, s. 112. Hans Dernschwam, age., s. 219. Paulino Toledo, “Türkiye Seyahati Adlı 16. Yüzyıl Anonim İspanyol Eserine Göre Türklerdeki Esaret Sistemi”, Muhteşem Süleyman, Ed: Özlem Kumrular, İstanbul 2007, s. 172.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

Düzenli olarak yaptıkları işlerin yanı sıra özellikle İstanbul’daki köleler farklı iş kollarında çalıştırılarak sahiplerine fazladan para kazandırabiliyorlardı. Marangozluk ve duvarcılıktan anlayanlar inşaatlarda çalıştırılırdı. Mesleği olmayan ırgatlar ise bahçe ve bostanlara, odun kesmeye veya su taşımaya gönderilirdi14. 1585’te Osmanlılara esir düşen ve yaklaşık üç yıl köle olarak bulunan Michael Heberer, önce mermer kesmeye sonra da kar toplamak gibi oldukça enteresan bir işe yollanmıştı15. Köleliğin diğer boyutunu oluşturan cariyelik de seyahatname/anı sahiplerinin her zaman gündeminde olmuştur. Bilindiği üzere İslam hukukuna göre, sahibi, cariyesi ile nikâh olmaksızın cinsel ilişki kurabilirdi. Yapılan araştırmalar çok sayıda erkeğin cariye satın aldığını ortaya koymaktadır16. İncelenen seyahatnamelerde, özellikle Hıristiyan kızların bedestenlerdeki satış şekli oldukça dramatik bir dille aktarılmıştır. Seyahatnamelerin çoğunda cariye ya da hizmetkâr olarak satın alınması düşünülen kızların vücutlarının en ince ayrıntısına kadar incelendiği hatta bir köşede çırılçıplak soyularak incelendiği anlatılmaktadır17. Cariyelerin fiyatları yaşlarına ve güzelliklerine göre değişmektedir. 14 15

16

17

PaulinoToledo, agm., s. 174. Heberer, kışın karların nasıl toplandığını, nasıl saklandığını ve yaz geldiğinde nasıl tüketildiğini ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Michael Heberer von Bretten, Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, Çev: Türkis Noyan, İstanbul 2003, s. 192 vd. Örneğin bakınız: Ümit Ekin, “17. Yüzyılın Sonlarında Rodosçuk Kazasında Kölelerin Toplumsal Statüsü”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXIX/47, Ankara 2010, s. 23-37. Jean Chesneau, a.g.e., s. 28; Philippe de Fresne-Canaye, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev. Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2009, s. 67; Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 312; Baron W. Wratislaw, Baron W. Wratislaw’ın Anıları, 16. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğundan Çizgiler, Çev. M. Süreyya Dilmen, İstanbul 1996, s. 85; Nicolas de Nicolay, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda, Ed: Marie-Christine Go191

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Kölelerin Elde Edilişi Kendinden önceki İslam devletlerinde olduğu gibi, aynı ihtiyaçlar doğrultusunda Osmanlı Devleti’nde de kölelerin kullanıldığı görülmektedir. Gezginlerin geçtikleri her yerde kölelerle karşılaşmaları tesadüf değildir18. 1581’de İstanbul’u ziyaret eden bir Papalık temsilcisi, sadece Galata’da 8-9 bin kürek mahkûmu bulunduğunu iddia ediyordu19. 1691’de Jean du Mont ise her yıl Türkiye’ye 50 bin kölenin girdiğini belirtiyordu20. Uzak-yakın pek çok ülkeden çeşitli yollarla getirilen köleler imparatorluğa köle tüccarları vasıtasıyla dağıtılıyordu. Sadece 1500-1650 yılları arasında Polonya, Rusya ve Kafkasya’dan kaçırılmak suretiyle köleleştirilenlerin sayısının yıllık 10.000’in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir21. 1530-1780 arasında Kuzey Afrika sahillerinde 1,5 milyon Avrupalı esirin bulunduğu ileri sürülmektedir22. Afrika’dan ve savaşılan ülkelerden getirilenler de eklendiğinde bu sayının çok daha fazla olduğu düşünülebilir. Savaşlarda elde edilen esirler ile köle tüccarlarının kaçırdıkları insanlar imparatorluğun başlıca köle kaynaklarını oluşturuyordu. Savaşlarda yakalanan tutsakların öldürülmemesine özen gösterilir ve isimleri defterlere kaydedilerek ilgililere teslim edilirdi23. Savaşlarda ele geçirilen esirlerin köleleştirilmesi

18 19 20 21 22 23 192

mez-Geraud-StefanosYerasimos, Çev: Şirin Tekeli-Menekşe Tokyay, İstanbul 2014, s. 175; Aleksey Vigarin (Yay. Haz.), Esir Bir Rus Diplomatın Gözünden İstanbul, Pavel Artemyeviç Levaşov’un Hatıraları (1763-1771), Çev: İlyas Kemaloğlu (Kamalov)-Eduard Khusainov, İstanbul 2012, s. 42. Dernschwam, izlediği güzergâh boyunca karşılaştığı köleleri isim ve milliyetleriyle tek tek saymaktadır. Eric R. Dursteler, age., s. 109. Gülgün Üçel-Aybet, age.,s. 328. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, Çev: Halil Berktay, İstanbul 2004, s. 341. Eric R. Dursteler, age., s. 109. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 52.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

hakkında iki erken örneğe sahibiz. Bunlar Johannes Schiltberger ve Macaristanlı György’nin anlatılarıdır. 17 yaşında Haçlı ordusuna gönüllü olarak katılan Schiltberger, Niğbolu’da Osmanlılara esir düşmüş ve genç olduğu için son anda ölümden kurtulmuştu. Birçok esirle birlikte Bursa’ya götürülen Schiltberger, Yıldırım Bayezid tarafından armağan olarak dost hükümdarlara gönderilecekler arasındaydı. Ancak ayağındaki yaralar nedeniyle Mısır’a gönderilmekten vazgeçilen Schiltberger, Ankara Savaşı’nda Timur’a esir düşünceye kadar Osmanlılara hizmet etmiştir24. Osmanlı Devleti’nde Schiltberger gibi pek çok savaş esiri bulunmaktadır. Hatta bunların bir kısmı Müslüman olmuş ve seyyahlar tarafından biraz da aşağılayıcı bir dille “Türk oldu” diye tanımlanmıştır. Seyahatname/anı yazarları, çoğu Osmanlı ordusunda görev yapan eski Hıristiyanlarla pek çok yerde karşılaşmış ve bunların kendilerine karşı ne kadar olumsuz davrandıklarını yazmışlardır25. Onların böyle davranmalarının nedeni yeni efendilerine kendilerini kanıtlamaktan başka bir şey değildir. Osmanlı askerlerinin savaşlarda sivilleri nasıl esir aldıklarını ve nasıl sattıklarını en iyi betimleyen eser Macaristanlı György’ye aittir.1438’de Romanya Sebeş’te öğrenim görmek için genç yaşta evinden ayrılan György, yolculuğu sırasında uğradığı şehir II. Murat’ın kuvvetleriyle kuşatılır. Şehri savunmak isteyenlerle birlikte hareket eden György, uzun bir kuşatmadan sonra Osmanlılara esir düşer. Diğer esirlerle beraber onları esir alan askerler tarafından köle tüccarlarına satılırlar. Bu tüccarların en önemli özelliği, ordularla birlikte sefere 24 25

Johannes Schiltberger, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), Çev: Turgut Akpınar, İstanbul 1997, s. 11-12. Dernschwam’ın gözlem ve yorumları bu konudaki tipik örnekler olarak kabul edilebilir. 193

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

çıkmaları ve savaşlarda esir düşenleri ucuz fiyata satın alarak ülkenin başka bölgelerine götürüp satmalarıdır26. Nitekim György de Edirne’de bir köylüye satılır. Denizlerde yakalanan ve köleleştirilen Avrupalıların sayısı da az değildir. Bunların bir kısmını korsan saldırıları sırasında yakalananlar bir kısmını da deniz savaşlarında esir edilenler oluşturuyordu. 1552’de Pedro, 1585’te ise Michael Heberer korsanlar tarafından tutsak alınmışlardı. Busbecq de Napoli ve Sicilya donanmalarında görev yapan amiral ve denizcilerin İstanbul’a getirilişine tanık olmuştu27. Kıbrıs ve İnebahtı’da savaşan birçok Fransız gönüllü Osmanlılara esir düşmekten kurtulamamıştı28. Lady Montagu ise Napoli’den İspanya’ya yolculuk yaparken Türk gemiciler tarafından ele geçirilen ve sonradan bir Osmanlı amiralinin eşi olan bir İspanyol hanımın hikâyesini aktarmaktadır29. Esirlerin beşte biri padişaha ayrılıyordu. Ancak bu uygulamada suistimaller yaşanmış olmalı ki, esirlerin tamamının İstanbul’a gönderilmesi kuralı getirilmişti30. Bu emrin tam olarak yerine getirildiği de şüphelidir. Nitekim Pedro, özellikle kaptanların meslek sahipleri ile para verilip kurtarılabilecek durumda olanları kendilerine ayırdıklarını, sultana ise şövalyelerin hizmetçileri gibi alt sınıflardan olanları gönderdiklerini ifade etmektedir31. Hem Schweigger hem de Heberer, Pedro ile aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Onlara göre, yaşlı ve güçsüz olanlarla fidye veremeyecek derecede fakir olanlar padişaha 26 27 28 29 30 31 194

Macaristanlı György, age., s. 11 ve 50. Ogier Ghiselin de Busbecq, Kanuni Döneminde Avrupalı Bir Elçinin Gözlemleri (1555-1560), Çev: Derin Türkömer, İstanbul 2016, s. 188vd. Philippe de Fresne-Canaye, age., s. 63. Lady Montagu, Doğu Mektupları, Çev: Murat Aykaç Erginöz, İstanbul 1996, s. 128vd. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 52. Paulino Toledo, agm., s. 172.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

bırakılmaktadır32. Geri kalanlar ise askerler arasında paylaştırılır ve çoğunlukla köle pazarlarında satılırdı. Kölelerin satıldığı pazarlar gezginlerin üzerinde durdukları konuların başında gelir. Her ne kadar György her şehirde köle pazarının bulunduğunu belirtse de33bu araştırmanın kaynaklarını oluşturan seyahatnamelerin üçü dışında34 bütün yazarlar, eserlerini farklı zamanlarda kaleme almış olmalarına rağmenİstanbul’daki köle pazarını benzer ifadelerlebetimlemişlerdir. Luigi Bassano35, Jean Chesneau36, Nicolas de Nicolay37, Philippe de Fresne-Canaye38, SalomonSchweigger39, Michael Heberer40, Baron Wratislaw41, Robert Withers42, Aubry de La Motraye43, Antonie Olivier44 ve Pavel Artemyeviç Le32 33 34

35 36 37 38 39 40 41 42 43 44

Salomon Schweigger, age., s. 112; Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 136. Macaristanlı György, age., s. 51. Tespit edilebildiği kadarıyla, sadece Bertrandon de la Broquire, Curipeschitz ve Thevenot İstanbul haricindeki üç şehrin köle pazarından bahsetmiştir. Bertrandon De La Broquiere, 1432’de Bursa’da Hıristiyan kölelerin alınıp satıldığına tanık olmuştu. Bertrandon De La Broquiere’in Denizaşırı Seyahati, Ed: Ch. Schefer, Çev: İlhan Arda, İstanbul 2000, s. 202. 1530’da Osmanlı egemenliğindeki Saraybosna’ya gelen Curipeschitz, burada bir köle pazarının bulunduğunu belirtmektedir. Benedict Curipeschitz, Yolculuk Günlüğü 1530, Çev: Özdemir Nutku, Ankara 1977, s. 24. Thevenot ise Kahire’deki köle pazarı hakkında oldukça detaylı bilgi vermektedir Jean Thevenot, Thevenot Seyahatnamesi, Ed: StefanosYerasimos, Çev: Ali Berktay, İstanbul 2009, s. 186-187. Luigi Bassano, Kanunî Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat, Çev: Selma Cangi, İstanbul 2011, s. 11-113. Jean Chesneau, age., s. 28. Nicolas de Nicolay, age.,s. 175. Philippe de Fresne-Canaye, age., s. 67. Salomon Schweigger, age.,ss. 113-114. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 312. Baron W. Wratislaw, a.g.e., 85. Gülgün Üçel-Aybet, age., s. 334. Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, Çev: Nedim Demirtaş, İstanbul 2007, s. 38 ve 188-189. Antonie Olivier, age., s. 140. 195

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

vaşov45, burada tanık olunanların gayri insani olduğunu, vücutları sergilenen kölelerin kadın, erkek ya da çocuk demeden hayvanlar gibi satıldıklarını, genç ve sağlıklı olanların daha yüksek fiyata satıldıklarını belirtmektedirler. Söz konusu yazarlar, burada tanık olunanların insana ızdırap verdiği noktasında birleşmektedirler. 15 ve 16. yüzyıllarda esir pazarlarında satılanların önemli bir kısmı Avrupa ülkelerinden elde edilen Alman, Hırvat, Macar gibi milletlere mensup köleler iken fetihlerin azalmasına bağlı olarak kölelerin etnik kökenleri de değişmeye başlamıştır. Ruslar, Lehler, Çerkesler ve Gürcüler Tatarların sınır boylarında düzenledikleri akınlar sonucunda Osmanlı topraklarına getirilen halkların başında gelmektedir. Ayrıca Afrika kökenlileri de eklemek gerekir.

Kölelerin Beslenmesi, Kıyafetleri ve İbadetleri Bu konudaki bilgilerimiz sınırlıdır. Ulaşılabilenler, hayatlarının bir aşamasında Osmanlılara esir düşmüş ve özellikle gemilerde görev yapmış bazı kişilerin anlattıklarından derlenmiştir. Edinilen bilgiler arasında çelişkiler bulunmaktadır. Dernschwam46 ve Baron Wratislaw47 esirlere sadece kuru ekmek ve su verildiğini belirtmekle birlikte Pedro, Türk kadırgalarındaki esirlerin Hıristiyan donanmasındaki esirlere nazaran daha iyi beslendiğini iddia etmektedir. Olayları bizzat yaşayan biri olduğuna göre Pedro’ya inanmamamız için herhangi bir neden yok. Üstelik detay da vermektedir. Normal şartlardaesirlere düzenli olarak verilen yiyecek çeşitleri ve miktarı şöyledir: Yaklaşık 750 gr peksimet, bir avuç dolusu un ve bir ölçek şarap. Bunlara bazen birer ölçek sirke, yağ ve 45 46 47 196

Aleksey Vigarin, age., s. 42. Hans Dernschwam, age., s. 193. Baron W. Wratislaw, age., s. 85.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

mercimek de eklenmektedir. Bulunduğu zamanlarda yarım kg et, nadiren de bal ve peynir dağıtılırdı48. Friedrich Seidel ise Pedro’nun tam tersini söylemektedir. Alman elçilik heyetiyle birlikte İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra başlayan savaş nedeniyle tutuklanan ve taş kadırgalarından birinde kürek çekmekle görevlendirilen Seidel, bir Armata ya da Rodos kadırgalarında görev yapan forsaların taş kadırgalarındakilerle kıyaslandığında cennette yaşıyor gibi olduklarını söylemektedir. Diğer kadırgalardaki esirlerin yeterince yiyecekleri ve dinlenmeye vakitleri olmasına rağmen taş kadırgalarındaki forsalar sürekli kürek çekmekte ve yumru ekmekten başka yiyecek bulamamaktadır. Nadiren sıcak yemek yemektedirler. Eğer külde pişirdikleri salyangozlar ve nadiren ellerine geçen birkaç diş sarımsak olmasa güçsüzlükten ölebilirlerdi. Hâlbuki Hıristiyanların eline düşen esirlere güçlenmeleri için fasülye, yağ, sirke ve bazen de şarap verilmektedir49. Heberer’indurumunun çok da iç açıcı olduğu söylenemez. Aşağı yukarı her gün açlık çeken bu talihsiz adam, yardımsever insanların ikram ettikleri yiyecekler sayesinde bazı günler enikonu karnını doyurabiliyordu. Bazen kendisine acıyan bir Hıristiyan’ın bazen de bir Müslüman beyzadenin vermiş olduğu sadaka imdada yetişiyordu. Hatta çalışmaya gidilen yerde sunulan artık yiyecekler, bahçelerden aşırılan meyveler hatta ölmüş bir hayvan günü kurtarabiliyordu. Zamanla 48

49

Paulino Toledo, agm., s. 172-173. Esirlere verilen yiyeceklere ait bilgilerin tutulduğu arşiv kayıtları, Pedro’nun isimlerini saydığı gıda maddeleri ile hemen hemen aynıdır. 17. ve 18. yüzyıllarda tutulmuş listelerde çorbalık gıda, peksimet, zeytinyağı ve nadiren de ete rastlanmaktadır. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 83. Friedrich Seidel, Sultanın Zindanında, Osmanlı İmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik Heyetinin İbret Verici Öyküsü (1591-1596), Çev: Türkis Noyan, İstanbul 2010, s. 49-50. 197

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kadırgalardaki yaşama alışan Heberer düzenli bir gelir elde etmeyi de başarmıştı. Düşük fiyatla aldığı koyun derilerinden elde ettiği yünden çorap yapıp satarak yahut şarap ticaretinden kazandığı parayla yiyecek satın alıyordu. Kendi ifadesiyle söyleyecek olursak böylece vücudu tekrar canlılık kazanıyordu50. Salomon Schweigger ise esirlere günlük bir somun ekmek ile bir miktar pirinç dağıtıldığını, bununla iyi kötü karın doyurulabileceğini bildirmektedir51. Devlet hizmetindeki esirler hakkında bazı bilgilere sahip olmamıza rağmen reayanın elindeki kölelerin yaşam koşullarına dair veriler daha da azdır. Bu nadir bilgilerden birini Macaristanlı György aktarmaktadır. György’ye göre efendileri kölelerine olabildiğince az yiyecek vermektedirler. Bunun nedeni kölelerin kaçmasını engellemektir. Çünkü kaçmaya niyetlenen köle, kendisine verilen yiyeceklerin bir kısmını kaçtığında tüketmek üzere saklamaktadır52. Dernschwam da yiyecek konusunda Türk köle sahiplerini eleştirmektedir. Dernschwam, Bozüyük’te bulunduğu sırada hastalanan bir koyunun kesilerek esirlere verildiğini, bunun dışında kölelerin et yeme imkânına sahip olamadıklarını ifade etmektedir53. Kölelerin kıyafetleri söz konusu olduğunda reayanın elindekilerden ziyade devlet hizmetindeki esirler hakkında malumata sahibiz. Ancak bu bilgiler de oldukça kısıtlıdır. Bir kişi esir edildiğinde önce kıyafetleri değiştirilir ve tek tip giyinmeleri sağlanırdı. Böylece üniforma gibi değerlendirilebilecek tek tip kıyafetler sayesinde köleler, hür insanlardan kolayca ayırt edilebiliyorlardı54. 50 51 52 53 54 198

Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 192195. Salomon Schweigger, age., s. 109. Macaristanlı György, age., s. 55. Hans Dernschwam, age., s. 222. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 83-84.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

Schweigger, tutsaklara kaba çuhadan yapılma, gri, başlıklı bir giysi, birkaç gömlek ve iki çift gaddin (bacakları saran bir elbise) dağıtıldığını bildirmektedir. Kürek çektikleri sırada belden yukarısı çıplak olmak zorundadır. Terlemeye ve haşerata karşı korunmaları için haftada bir kez hamama götürülüp saçları ve sakalları dibinden kazıtılırdı55. Seidel, saçlarının ve sakallarının kesilmesini hükümdarlarına yapılmış bir hakaret olarak değerlendirmiştir56. Oysa bu uygulama sadece Osmanlılara özgü bir durum değildi. İtalyan kadırgalarında olduğu gibi Osmanlı gemilerinde de birbirlerinden ayırt edilebilmeleri için gönüllülerin bıyıklı olması, forsaların ise hem yüzlerinin hem de kafalarının tıraşlı olması gerekmekteydi57. Heberer, bahsedilen kurala uygun olarak gemide kürek çektiği sırada yarı çıplak çalışıyordu. Ancak ayakkabıları olmadığı için çeşitli nedenlerle İstanbul sokaklarında dolaşırken çok sıkıntı çekiyordu. Bir gün sokakta yürürken kendisine acıyan bir Türk bir çift kundura vermişti. Heberer, yalınayak dolaşmaktan yaralar içinde kalan ayaklarını koruyacağından ayakkabılarıhediye eden kişiye büyük bir içtenlikle teşekkür etmişti58. KelemenMikes, 1720 yılında İstanbul’dan Tekfurdağı’na gitmek üzere bindiği kalyonda kürek çeken Hıristiyan esirlerin giyeceklerinin birer paçavradan ibaret olduğunu belirtmiştir59. Osmanlılar Hıristiyan esirlerin Müslüman olmalarını teşvik etmekle birlikte onları zorlamamış ve ibadetlerinde serbest bırakmıştır. Bu serbestliğin uygulandığı yerlerin başında tersane gelmektedir. Çeşitli vesilelerle tersane zindanına girme 55 56 57 58 59

Salomon Schweigger, age., s. 109. Friedrich Seidel, age., s. 48. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 84. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 195. Kelemen Mikes, Osmanlı’da Bir Macar Konuk Prens Rakoczi ve Mikes’in Türkiye Mektupları, Çev: EditTasnadi, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Figen Turna, s. 61. 199

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

imkânını bulan gözlemciler burada bir de ibadethane bulunduğunu belirtmektedirler. 11 Mayıs 1578’de zindanını ziyaret eden Stephan Gerlach, buradaki şapel ve yapılan ayinler hakkında da bilgi vermektedir. Bu şapelde görevli bir papaz Pazar günleri ve diğer yortu günlerinde ayinler düzenlemektedir. Dini törenlere katılanlara bira şarap ve ekmek dağıtılmakta, papaz da yaptığı hizmetler karşılığında bir miktar para kazanmaktadır. Ayrıca şapelde mihrap, ikonlar, mum ve ayinler için kıyafetler bulunmaktadır60. Schweigger’in gözlemleri de Gerlach’ınkilerlebenzerlik arz etmektedir. Tutsaklara büyük yortularda ve Pazar günleri St. Francisco ve St. Peter kiliselerine giderek ayinlere katılma izni verilmektedir61. Tersane Zindanı’nda bir süre tutulan Seidel burada yapılan dini törenlere bizzat katılmıştır. Seidel’e göre, akşam olduğunda zangoç şapelin çanını çalmakta ve bunu duyanlaryere kapanıp “Babamız” ve “Selam Sana Meryem” dualarını okumaktadır. Az sonra iki mum yakılır ve zangoç kutsal bir resim alarak etrafta dolaştırırdı. Bagnio adı verilen her hapishane koğuşunun bir şapeli bulunmaktadır62. Aynı heyette yer alan Baron Wratislaw ise Türklerin, sabah yaptıkları ibadetlerine gülmekle birlikte asla engel çıkarmadıklarını ifade etmektedir63. Genel olarak bakıldığında Osmanlıların elindeki kölelere Hıristiyanların elindekilere nazaran daha iyi davranıldığı görüşü hâkimdir64. 60 61 62 63 64

200

Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1573-1578, C. I, Çev: Türkis Noyan, Editör: Kemal Beydilli, İstanbul 2007, s. 34. Salomon Schweigger, age., s. 111. Friedrich Seidel, age., s. 44. Baron W. Wratislaw, age., s. 126. 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden M Michaud ve M. Poujoulat daha da ileri giderek bu ülkedeki kölelik sisteminin diğer ülkeler-

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

Kölelerin Kurtuluşu Kölelerin kurtulabilmesi için birkaç seçenek bulunmaktadır. Bunlardan ilki elçilerin devreye girerek esirlerin özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamaktı. Esirler satılmadan ya da din değiştirmeden önce devreye girilmesi gerekiyordu.16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin başkentinde bulunan Schweigger, sırf bu iş için Alman imparatorunun elçi gönderdiğini, sınırlı sayıda da olsa bazı Hıristiyanların azat edilmesi için padişahtan ricada bulunduğunu yazar65. Kıbrıs ve İnebahtı savaşlarına katılan Fransız gönüllülerin kurtarılması için padişahın müttefiki olan Fransa Kralı özel bir temsilci göndermiş ama sadece AlessandroMalatestaadında bir soylu salıverilmiş, diğer esirler serbest bırakılmamıştı66. 1731 yılında gelen bir heyet birçok Fransız tutsağın kurtarılmasını sağlamıştı67. İstanbul’daki elçilerin görevlerinden biri, kendi tebaları olsun ya da olmasın esirlerin kurtulması için çaba harcamaktı. Örneğin Busbecq, bazı esirlerin salıverilmesi için devreye girdiğini ve bu konuda başarılı olduğunu belirtmiştir68. Michael Heberer, Fransa elçisinin girişimleri sayesinde kurtulmayı başarmıştı69. İstanbul’da ikamet eden elçilerden özellikle Venedik balyosu bu konuda son derece aktifti. Alvise Contarini, omzundaki yüklerin en büyüğünün kölelerin özgürlüğüne kavuşmasını sağlamak olduğunu belirtmişti. Hatta balyosların

65 66 67 68 69

deki gibi acımasız olmadığını, kölelerin aşağılanmadığını, ağır işlerde çalıştırılmadıklarını ve çok iyi davranıldığını iddia etmektedir. Serpil Gürer, age., s. 257. Salomon Schweigger, age., s. 108. Philippe de Fresne-Canaye, age., s. 63. Paulino Toledo, agm., s. 177. Ogier Ghiselin de Busbecq, age., s. 226vd. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 271vd. 201

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kasasında Venedikli kölelerin kurtarılmaları için ayrılmış bir fon bulunurdu70. Özgürlüğe kavuşmanın diğer bir yolufidye ödemekti. Ancak fidye çoğunlukla soyluların ve üst düzey askerlerin altından kalkabileceği bir işti. Ailelerine haber gönderilerek belirlenen fidyeyi göndermeleri isteniyordu. Esirin konumuna göre fidye çok yüksek miktarlarda olabiliyordu. Örneğin Niğbolu’da esir düşen Nevers Kontu Korkusuz Jean’ın fidyesi 200.000 florin olarak belirlenmişti71.Heberer ile birlikte ele geçirilen bir Fransız soylusu için de 20.000 duka istenmişti72. Sıradan insanlar ve düşük rütbeli askerler için fidye ile kurtuluş imkânı pek yoktu. Yine de ailelerine ya da memleketlerindeki soylulara mektup yazarak veya haber göndererek yardım dilemekten geri kalmıyorlardı. Örneğin Dernschwam, yolculuğu sırasında karşılaştığı çok sayıda kölenin ailelerine haber göndermesi için kendisinden yardım talep ettiklerini belirtmektedir73. Heberer yakalanıp Kahire’ye götürüldüğü sırada rastladığı bir Fransız tüccar aracılığıyla efendisi olan şövalyeye kendisini kurtarması için haber göndermeye çalışmıştı74. Eğer şansları varsa, ailelerinin karşılayamayacağı fidye bedellerinin ancak bazı hayırsever insanlar ve tarikatlar vasıtasıyla ödendiği de olabiliyordu. Busbecqve Dernschwam birçok esiri fidyelerini ödemek suretiyle özgürlüklerine kavuşturmuşlardı75.Pedro, bu durumdaki esirlerin kurtulmak için Papalık Esir Kurtarma Fonu aracılığıyla gerçekleştirilen 70 71 72 73 74 75

202

Eric R. Dursteler, age., s. 111-112. Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, İstanbul 2000, s. 27. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 263. Hans Dernschwam, age., s. 329-331. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 103. Ogier Ghiselin de Busbecq, age., s. 193vd; Hans Dernschwam, a.g.e., ss. 323324.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

müzakerelerin tamamlanmasını beklemek zorunda olduklarını belirtmektedir76.Esirleri kurtarmak amacıyla oluşturulmuş fidye vakıfları bulunduğu gibi sırf bu iş için kurulmuş tarikatlar da vardı. Hayırsever dindarların yardımlarını esirleri kurtarmak amacıyla kullanıyorlardı77. İkinci seçenek azat idi. İslam dini köleliği kaldırmamış olmakla beraber, çeşitli günahların karşılığı olarak kölelerin azat edilmesini teşvik etmiştir. Ancak Osmanlı dönemindeki uygulamalara bakıldığında azat edilen kölelerin genellikle yaşlandıktan ve ekonomik değerlerini yitirdikten sonra azat edildikleri gözlenmektedir. Devlet hizmetindeki köleler söz konusu olduğunda bu durum daha da zor bir hal alıyordu. Çünkü köle emeğine duyulan ihtiyaç bu insanların son raddeye kadar çalışmalarını zorunlu kılıyordu. Ancak çok yaşlanıp verimli çalışamayacak duruma geldiklerinde toplu halde azat edilmeleri mümkün olabiliyordu78. Kölelerin azat edilmesi birkaç yolla gerçekleşiyordu. Bunlar karşılıksız azat, mükâtebe, tedbir ve ümm-i veled olarak sıralanabilir. Seyahatnamelerde diğerleri hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmadığı için bu noktada karşılıksız azat ve mükâtebe üzerinde durulacaktır. Karşılıksız azat genellikle belli bir süre çalışan kölelere tanınan bir haktı. Bu sürenin oldukça uzun olduğunu söylemek gerekir. Dernschwam, kölelerin çalışamaz duruma geldikten sonra azat edildiklerini iddia ederken Pedro, bazı namuslu Türklerin kölelerini birçok yıl çalıştırdıktan sonra serbest bıraktıklarını hatta yol harçlıklarını bile verdiklerini ifade etmektedir79. Nitekim Pedro da Sinan Paşayı iyileştirdiği 76 77 78 79

Paulino Toledo, agm., s. 176. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 95-96. Nida Nebahat Nalçacı, age., s. 98. Paulino Toledo, a.g.m., s. 177. 203

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

için azat kâğıdını almaya hak kazanmıştı. Ancak belirtmek gerekir ki uzun yıllar Osmanlı topraklarında kalan kölelerin yaşları ilerledikten sonra azat edildiklerinde ülkelerine dönmeleri oldukça zordu. Bir kısmının bu konuda oldukça istekli olmalarına rağmen hem dönemin ulaşım imkânları buna elvermiyordu hem de yeni yaşam koşullarına alışmış olan bu insanlar döndüklerinde sürprizlerle karşılaşmaktansa kalmayı yeğliyorlardı. Kelemen Mikes ile iki Macar forsa arasında geçen diyalog şaşırtıcı olmakla birlikte açıklayıcı bilgiler içermektedir. Kurtulmalarının bir yoluolup olmadığını sorduğu iki forsa, buradaki yaşam koşullarına alıştıklarını, kendilerine düzenli yemek verildiğini, ülkelerinde belki geçinemeyeceklerini ifade etmişlerdi80. Mükâtebe ise kölenin belirli bir bedel karşılığında özgürlüğünü satın almak için efendisi ileyapmış olduğuanlaşmadır. Buna göre köle, efendisinin belirlediği parayı sağlayıncaya ya da süreyi tamamlayıncaya kadar çalışıyor ve sonunda özgürlüğüne kavuşuyordu. Macaristanlı György, bu tür anlaşmaların kölelerin kaçmasını engellemek ve bulundukları yere bağlamak için uygulanan bir aldatmaca olduğunu iddia etmektedir. Kararlaştırılan süre sonunda köle özgürlüğüne kavuşup kadıdan hür olduğuna dair belge alsa bile geri dönmek oldukça zordur81. Osmanlı toplumundaki kölelere dair yapılan pek çok araştırma azat edilmiş çok sayıda kölenin ülkelerine dönmeyip kaldıklarını göstermektedir82. Seyahatnamelerden de izlendiği kadarıyla birçok köle kendilerinden istenen miktarı bulmak için çaba harcamaktadır. Bu konuda en güzel örnek Heberer’dir. Kurtulabilmek için önce 80 81 82

204

Kelemen Mikes, age., s. 61-62. Macaristanlı György, age., s. 56. Bu konuda örneğin bakınız: İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. Yüzyıllar), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Konya 1992.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

Alman elçisinden ardından da Fransız elçisinden yardım istemiş ve sonunda kurtuluş belgesi olan ıtkname alarak kurtulmayı başarmıştır83. Son olarak üstünde duracağımız yöntem kaçgun da denilen kölelerin firar etmesidir. Ancak bu yol oldukça risklidir. Başarısız olunması halinde verilecek en hafif ceza falakadır. Örneğin György yakalanan kaçakların en ufak bir bağışlanma ümidi olmadan dövüldüğünü ve işkence gördüğünü belirtmektedir84. Devlet hizmetindeki kölelerin yakalanması durumunda verilen ceza daha ağırdır. Zincire vurulmakta ya da burunları kesilmektedir85. Hebererise yakalanan yaşlı bir kölenin 10 gün boyunca çıplak bedenine 100 kırbaç atıldığına tanık olmuştu86. Bazı elçilik görevlilerinin kölelerin kaçışlarına yardım ettikleri veya onları korumaya çalıştıkları görülmektedir. Schweigger’in ifadesine göre, birçok tutsak Alman elçilik görevlileri tarafından kaçırılarak elçilikte saklanmış, fırsat bulununca da üstü örtülü arabalara gizlenerek dışarı çıkartılmıştır. Bazen de gardiyanlara rüşvet verilerek kaçırma olaylarına göz yummaları sağlanmıştır87. Tutsakların kurtulabilmesi için bir umut daha bulunmaktadır. O da deniz yolculuğu sırasında bir Hıristiyan gemisine rastlanması ve yapılan savaşta karşı tarafın galip gelmesidir. Böyle bir durumda özgürlük kendiliğinden gelir. Nitekim İnebahtı savaşında Türkler yenilince binlerce esir kölelikten kurtulmayı başarmıştı88. 83 84 85 86 87 88

Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 272. Macaristanlı György, age., s. 55. Salomon Schweigger, age., s. 113. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, s. 137. Salomon Schweigger, age., s. 108. Salomon Schweigger, age., s. 112. 205

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Bütün bunlara rağmen kaçmak oldukça zordur. Karayoluyla yapılacak seyahatlerde yakalanma ihtimali hayliyüksektir. Deniz yolu da tehlikelidir. İstanbul’dan gelip Çanakkale boğazından geçen gemiler Anadolu tarafında durdurularak içlerinde kaçak mal ya da köle var mı yok mu diye aranmaktadır89.

Sonuç Bu makalede Osmanlı toplumundaki kölelerin durumu seyahatnamelerin değindiği noktalar esas alınarak incelenmiştir. Kölelerin elde edilişi, milliyetleri, kölelere yapılan muameleler, beslenmeleri, kıyafetleri, ibadetleri ve kurtulma şekilleri bu noktaların öne çıkanlarıdır. Köleler, savaşlar ya da Tatarların düzenledikleri akınlar neticesinde ele geçirilmekte ve pazarlarda satılmaktadır. Köle emeğikıymetli olduğundan gücü yeten kişiler mutlaka köle edinmişler, bu durum zaman içinde Osmanlı toplumsal yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Kölelerin satıldığı bedestenlerde gerçekleşen alım satım işlemleri gezginler tarafından acıklı bir dille anlatılmakta, bunun gayri insani bir durum olduğuna vurgu yapılmaktadır. Kölelerin beslenmesi, kıyafetleri ve ibadetleri topyekûn değerlendirildiğinde çağdaşı olan Hıristiyan devletlerin elindeki esirlere oranla daha iyi davranıldığına işaret edilmektedir. Hatta kölelerin tek tip giyinmeleri ve tıraş edilmeleri gibi uygulamaların Avrupa’da da var olduğudile getirilmiştir. Son olarak kölelerin kurtulabilmesi için atılan adımlar olan fidye, azat ve kaçış yöntemleri değerlendirilmiştir. Kölelerin pek azı kendi memleketlerine geri döndüklerinden birçoğu sosyal yaşam içinde kendine bir yer edinerek Osmanlı toplumunun bir parçası haline gelmişlerdir. Seyahatname yazarları, 89 206

Jean Thevenot, age., s. 43.

SEYAHATNAMELERİN IŞIĞINDA OSMANLI TOPLUMUNDA KÖLELER

Müslüman olmuş bir köleyi Hıristiyanlıktan çıktığı için suçlayıcı bir ifade ile tanımlamayı ihmal etmemişlerdir. Osmanlı topraklarındaki esirleri kurtarmak ve köleleri azat ettirmek için konsolosların aralıksız çalışmaları, çeşitli ülkelerde bu iş için tarikat ve vakıflar kurulması, papalık fonunun oluşturulmuş olması gibi faaliyetlerden anlaşılmaktadır ki Hıristiyanların gözünden bakıldığında kölelik sadece esir düşen kişilere acı veren bir vakıa değil bir dinden çıkma vesilesi olma tehlikesini taşıdığından aynı zamanda Hıristiyanların tümüne yönelmiş bir tehdit gibi görülmüştür.

207

Efendi-Köle İlişkisi Bağlamında Şeyhülislâm Fetvaları

Fırat Yaşa*

“Zeyd’in kölesi Amr dalgınken hareme girdikde, Zeyd huzursuz olup kılıç ile öldürse, şer’an Zeyd’e ne lazım olur? El-cevab günahtan gayrı dünyevî cezası yoktur...1”

Giriş Osmanlı toplumunda sıradan insanların günlük yaşamları, hangi işlerle uğraştıkları, neler yedikleri, nerede ve nasıl eğlendikleri, kimlerle ne tür ilişkiler kurdukları son yıllarda araştırmacıların ilgisini daha fazla çekmesine rağmen kayda değer bir külliyat oluştuğu söylenemez. Osmanlı dönemi gündelik hayatını araştırmak isteyenlerin başvurdukları kaynakların başında mahkeme kayıtları gelmekte, diğer kaynaklar nispeten göz ardı edilmektedir. Örneğin, sosyal tarih araştırmalarında zengin veriler içeren ve şüphesiz büyük bir boşluğu doldurabilecek fetva mecmuaları yeterli ilgiyi görmeyen kaynak türlerindendir. Fetva mecmuaları, kadı sicillerindeki alışılmış dava sorunlarının yanı sıra dile getirilmeyen pek çok meseleyi * 1

Dr. [email protected]. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1993, s. 20. 209

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

de ihtiva etmektedir. Toplumsal alanda hür insanlardan farklı statüde bulunan kölelerle ilgili meseleler konusunda da bu mecmualar önemli bilgi kaynağıdır. Araştırmacılar gündelik hayatı daha çok hür insanlar üzerinden kurgularken, köle statüsündeki kadın ve erkeklerin gündelik hayattaki yeri, diğer insanlar tarafından algılanma biçimleri üzerinde fazla durulmamıştır. Mevcut araştırmalar daha çok kölelerin ekonomik değeri ve ticareti üzerine odaklanmakta2, bir kısmı ise kölelerin özgürlük mücadeleleri, azat edilme hikâyeleri, toplumda nasıl ve ne şekilde yer edindikleri konularına eğilmektedir3. 2

3

210

Köle akınları ve ticareti için bakınız: Ronald C. Jennings, “Black Slaves and Free Blacks in the Ottoman Cyprus, 1590-1640”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXX/3, 1987, s. 286- 302; Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Ottoman Middle East, London 1998; Y. Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, Çev: Bahar Tırnakçı, İstanbul 2004; Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları Balkan Kafkas, Doğu Avrupa ve Anadolu İncelemeleri Dergisi, Sayı: 8, Güz 2006, s. 12-30; Aynı yazar, “İstanbul Gümrük Defterine Göre Karadeniz Köle Ticareti 1606-1607”, History Studies, III/2, 2011, s. 371- 384; Aynı yazar, “Köle Kaynağı Bakımından Kafkasya’nın Önemi”, Yeni Türkiye, Sayı: 71, 2015, s. 429- 444; Aynı yazar, “Osmanlı’da Yasal Olmayan Kölelik ve Köleleştirme Yöntemleri”, XVI. Türk Tarih Kongresi 20-24 Eylül 2010, IV/2, Ankara 2015, s. 1635-1638. Osmanlı toplumunda kölelik, kölelerin azat edilmeleri ve firar etmeleri gibi konularla ilgili örnek çalışmalar için bakınız: Yvonne J. Seng, “Fugitives and Factotums: Slaves in Early Sixteenth-Century Istanbul”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXXIX/2, 1996, s. 136- 169; Yaron Ben-Naeh, “Blond, Tall, with Honey-Colored Eyes: Jewish Ownership of Slaves in the Ottoman Empire”, Jewish History, XX/3-4, 2006, s. 315-332; Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010; Fırat Yaşa, “Kırım Hanlığı'nda Köleliğin Sosyal ve Mali Boyutları”, Gaziantep Universiy Journal of Social Sciences, Gaziantep 2014, XIII/3, s. 657-669; Ekrem Tak, “1513-1520 Tarihli Üsküdar Kadı Siciline Göre Kaçkın Köleler”, Üsküdar Sempozyumu II Bildiriler, I, İstanbul 2015, s. 19-28; Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı Makaleler II, Haz: Taşkın Taşın, Sunay Aksoy, İstanbul 2016; s. 117-144, Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar (XVI-XVIII. Yüzyıllar)” Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VIII (21-23 Kasım 2014), Bildiriler, II, İstanbul 2015, s. 267-283.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

Diğerlerinden farklı olarak bu çalışma kölenin Osmanlı toplumunda ne ifade ettiği, nasıl algılandığı, sözünün bir değerinin olup olmadığı ve kendilerine ne tür hakların verilip/verilmediği gibi sorulara fetvalar üzerinden cevap arama gayesindedir. Bu bağlamda Osmanlı toplumunda meşhur olmuş şeyhülislâmlardan Ebussuûd Efendi4, Çatalcalı Ali Efendi5, Feyzullah Efendi6 ve Yenişehirli Abdullah Efendi’nin7 fetva mecmualarındaki fetvalardan yola çıkılarak bir köle portresi çizilmeye çalışılacaktır. 4

5

6

7

Osmanlı tarihinin en çok bilinen şeyhülislâmlarından biri olan Ebussuûd Efendi’nin asıl adı Muhammed/Ahmed b. Muhyiddîn Muhammed b. Mustafa el-İskilîbî el-İmadî, Şeyhülislâm Ebussuûd er-Rûmî el-Hanefî’dir. 1491 yılında doğan Ebussuûd Efendi 83 yıl yaşamış ve 1574 yılında ölmüştür. Yaptığı görevlere gelince 1516’dan 1532 yılına kadar müderrislik, 1532’den 1537’ye kadar kadılık, 1537’de ise Rumeli Kazaskerliği yapmıştır. 8 yıl boyunca kazaskerlik yaptıktan sonra da 1545’te Şeyhülislâm olmuştur. Ebussuûd Efendi, Ma‘rûzât Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Haz: Pehlul Düzenli, İstanbul 2013, s. 13-15. Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi, Alâiyeli Nakşibendi şeyhi Mehmed Efendi’nin oğludur. Çatalca’da doğmuş, ilim öğrenmek için İstanbul’a gelmiş ve Şeyhülislâm Minkarîzade Yahyâ Efendi’den dersler almıştır. Sırasıyla ordu kadılığı, Selânik ve Mısır kadılığı, Rumeli kazaskerliği yapmıştır. 1674 yılında ise şeyhülislâmlık görevine atanmıştır. Çatalcalı Ali Efendi, Açıklamalı Osmanlı Fetvâları: Fetâvâ-yı Ali Efendi (1674-1686) Cild-i Evvel, Açıklayan: H. Necâti Demirtaş, İstanbul 2014, s. 11. Erzurumlu Feyzullah Efendi 1639 yılında doğmuştur. Onu diğer şeyhülislâmlardan ayıran özelliği peygamber soyundan gelenlerden biri olmasıdır. Seyyid lakabı vardır. Bu şahıs, 1669’da Şehzade Mustafa’ya hoca tayin edilmiş ve kısa sürede terfi etmiştir. Önce İstanbul kadılığı sonrasında ise Anadolu Kazaskerliği’ne getirilen Feyzullah Efendi, 1679 yılında Rumeli Kazaskerliği'ne getirilmiştir. 1695’te ise Şeyhülislâm olur. Feyzullah Efendi, Fetâvâ-yı Feyziye Şeyhülislâm Feyzullah Efendi, Haz: Süleyman Kaya, İstanbul 2009, s. VIII-IX. Lakabından da anlaşılacağı gibi Yenişehirli olan Abdullah Efendi ilk tahsilini Yenişehir’de yapar. Eğitimine İstanbul’da devam ederek Ruûs imtihanını kazanmış ve müderris olmuştur. Fıkıh ilmindeki yetkinliği onu Süleymaniye Daru’l-hadisi müderrisliğine yükselmesini sağlamıştır. Abdullah Efendi’nin Mevleviyet rütbesi alması uzun sürmemiş, ardından 1706’da Heleb, 1711’de Bursa Kadılığı’na getirilmiştir. 1712’de Fetva Emini, 1714’de Mora Seferinde ordu kadısı görevleri ile devlet görevlerine devam etmiştir. Kazaskerlik görevi, ordu kadısı olmasından kısa süre sonra gelmiştir. Önce Anadolu son211

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Fetva ve Önemi Bir toplumu oluşturan bireyler, bulundukları toplumun kültüründe kendisini gösteren inanç sisteminin referanslarıyla gündelik hayatlarını devam ettirmektedirler. Modernlik öncesi yani geleneksel toplumlarda insanların bir arada yaşamasını ve birbiriyle olan ilişkilerini belirleyen unsurların başında din gelmekteydi. Dinin toplumsallaşmasında, kurumsallaşmış dinin yapı ve aktörlerinin etkisi olduğu bilinmektedir. Osmanlı toplumu da diğer bütün toplumlarda olduğu gibi sosyal hayatın düzenlenmesinde önemli roller almaktaydılar. Ulema sınıfı olarak bilinen bu zümrenin önde gelenleri başta şeyhülislâm olmak üzere kadı, müftü, vaiz, imam gibi görevlilerdi8. Söz konusu görevliler toplumu şekillendiren, nominal kuralları koyan ve denetleyen kişilerdir. Ancak bu kişiler her ne kadar kesin hatlarla belirlenmiş normlar ile toplumun işleyişini biçimlendirseler de kimi zaman bir arada yaşamanın getirdiği kaidelere ters düşen olayların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Böyle bir sorunla karşılaşan kişiler, en yakın dini merciye başvurarak sorunlarının çözüme kavuşturulmasını isterlerdi. Müftü ve şeyhülislâm bu bağlamda yol gösterici kişiler olarak karşılarına çıkmakta ve fetvayla sorunu çözmekteydiler. Fetva din görevlilerinin İslam fıkhını göz önüne alarak sorulan soruya verdikleri cevaptır9. İçerik olarak sadece halkın sorunları değil devleti ve yargıyı ilgilendiren pek çok

8

9 212

rasında ise Rumeli Kazaskerliği görevlerine getirilmiştir. Nihayet ulemanın yükselebileceği en büyük görev olan şeyhülislâmlık makamına 1718’de terfi etmiştir. Yenişehirli Abdullah Efendi, Behçetü’l-Fetâvâ Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi, Haz: Süleyman Kaya, Betül Algın, Zeynep Trabzonlu, Asuman Erkan, İstanbul 2011, s. 9. İlmiye sınıfındaki hiyerarşi için bakınız; Abdurrahman Atcil, “The Route to the Top in the Ottoman ilmiye Hierarchy of the Sixteenth Century”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, LXXII/3, 2009, s. 489-512. Fahrettin Atar, “Fetva”, DİA, XXII, İstanbul 1995, s. 486.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

sorunu da kapsamaktadır10. Toplumu ilgilendiren diğer bütün konularda olduğu gibi ele aldığımız konu itibariyle sosyal hayatta yaşanılan sorunları görebilmemiz açısından sözü edilen fetvalar hayati bir öneme sahiptir. Bu kaynaklar, İslam hukuku çalışmalarını da içermek üzere sosyal ve beşeri bilimlerin farklı disiplinlerinde yapılacak çalışmalara büyük imkânlar sunmaktadır. Bununla birlikte ele alınan çalışma fetva mecmuaları üzerinden çeşitli yönleriyle efendi-köle ilişkisini ortaya koymaya çalışmakta, fetva müessesinin işleyişi veya İslam hukukunun sorunlara sunduğu çözümlerle ilgilenmemektedir. Görüntüsü bir sorun üzerinden yukarıda bahsedilen mercilere yapılan müracaatın içerdiği soru ve ilgili merciin mesleki pratik süreç sonrasında verdiği cevapla ortaya çıkan fetvalarda doğası gereğince, sorununu ilgili kuruma ileten şahsın kimlik bilgileri saklanmaktaydı. Böylelikle hem kişilerin kimlikleri gizlenmiş olur hem de verilen fetva aynı ya da benzer sorunları yaşayanlar için emsal karar niteliği taşımaktaydı11. Fetvaya konu olan erkeklere atfen Zeyd, Amr, Beşir, Halid, Velid, Said”, kadınlara ise “Hind, Zeyneb, Hadice, Ümmü Gülsüm” gibi isimleri kullanmayı tercih ederlerdi12. Sorununa cevap arayan kişiler fetvayı ya müftüden ya da şeyhülislâmdan alırlardı. Şeyhülislâmın statü olarak İslami ilimlere hakim en üst kişi olması, onun verdiği hükmün bağlayıcılığını da doğal olarak artırmaktaydı. 10

11

12

Colin Imber, “Why You Should Poison Your Husband: A Note on Liability in H anafî Law in the Ottoman Period”, Islamic Law and Society, I/2, 1994, s. 206. Bundan dolayıdır ki kadılar, dönemin ünlü şeyhülislâmlarının fetva mecmualarını bir başvuru kaynağı olarak yanlarında taşır ve hüküm vereceği zaman onlardan faydalanırdı. M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 14. Uriel Heyd, “Some Aspects of the Ottoman Fetvâ”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, XXXII/1, 1969, s. 41. 213

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Osmanlı tarihinde bazı şeyhülislâmlar diğerlerine nazaran fetvalarıyla öne çıkmışlardır. Örneğin Ebussuûd Efendi, Çatalcalı Ali Efendi, Feyzullah Efendi ve Yenişehirli Abdullah Efendi fetvaları fetva külliyatı içerisinde dikkat çekmekte ve bu çalışmanın temel referanslarını oluşturmaktadır. Böylece incelenen konuyla ilgili dört ayrı fetva mecmuasında verilen kararların dönemden döneme değişiklik gösterip göstermediği de ortaya konulacaktır. Başka bir deyişle 1545’ten 1574 yılına kadar uzun bir süre şeyhülislâmlık yapmış olan Ebussuûd Efendi’nin vermiş olduğu bir karar, 1670’lerde ya da 1718’lerde şeyhülislâmlık yapan kişilerin vermiş olduğu kararlarla paralel mi yoksa farklı mı olduğu ortaya çıkacaktır.

Köle Ortaçağ İslam hukukuna göre köle bir maldır (mal-ı nâtık), fakat onu diğer mallardan farklı kılan özelliği konuşabiliyor olmasıdır13. Sahibine hizmet için alınan bu malın büyük bir kısmı evde, bahçede, tarlada çalışır veyahut çobanlık yaparken bir diğer kısmı da efendisinin odalığı olur ve onun cinsel arzularını giderir. Kendisini efendisine sunmak zorunda olanlar kadın kölelerdir ve onlar cariye olarak anılırlar. Cariye kelime olarak denizde hareket eden bir gemi anlamındadır14. Nasıl ki geminin hareketlerini kaptan belirliyor ve onun çizdiği rotaya doğru yol alıyorsa, cariye de efendisinin kendisine biçtiği hayatı yaşayıp, onun istekleri doğrultusunda hareket etmektedir. Tasarrufu efendisinin elinde olan kölenin toplumdaki pozisyonu kendisine yüklenen misyona göre değişmektedir. Fetvalarda olduğu gibi çoğu zaman sözünün bir bağlayıcılığı yoktur. Köle birini öldürüp itiraf ettiğinde dahi sözü dikkate 13 14 214

Yvonne J. Seng, agm., s. 139. Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 51.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

alınmadığı için15 ortaya attığı iddia dikkate alınmaksızın konu araştırılır ve ancak o zaman müdahale söz konusu olurdu. Çünkü toplumda onun kimliğine yüklenen algı iradesizlikti. Bu durumu en açık ifadesi ile Ebussuûd Efendi’nin verdiği bir fetvada görmek mümkündür. Efendisinden hamile kalan kölenin ne söylerse söylesin efendisi kabul etmediği sürece sözünün bir değerinin olmadığı fetvanın konusunu teşkil etmektedir16. Ebussuûd’un 16. yüzyılın ortalarında verdiği bu fetva, 18. yüzyılın başlarında şeyhülislâmlık yapmış olan Yenişehirli Abdullah Efendi’nin mecmuasında da aynıdır17. Bu durum, kölenin sözünün dikkate alınması hususunda dönemsel olarak bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Ancak şahit olarak mahkemede bulunması kimi zaman kabul görebilmekteydi18. Bahsi geçen şahitliğin erkek köleler için geçerli olduğu düşünülmektedir. Çünkü, bazı durumlarda hür bir kadının şahitliği bile tek başına bağlayıcılık addetmezken cariyenin şahitliğinin kabul edilmesi hukukun öngördüğü bir durum değildi19. Başka bir deyişle konu şahitlik olduğunda cinsel kimlik keskin hatlarıyla öne çıkmakta, söze itibar ise kişinin sahip olduğu statü ve güç ile ilişkilendirilmekteydi. Farklı diyarlardan kaçırılıp getirilen bu insanlara inanç özgürlüğü sağlanmıştı. Sahibinin köle üzerindeki tasarrufu inanç bağlamında hükümsüz kalıyordu. Müslüman bir efendinin başka dini inançlara sahip köleleri olduğu gibi Hristiyan ya da Yahudilerin de Müslüman köleleri olabiliyordu. Ancak 15

16 17 18 19

“Zeyd cerh ve katlolundukda Amr’ın kulu Bekir-i sağir Zeyd’i ben cerh ve katleyledim” deyu ikrar eylese ikrarı muteber olur mu? El-cevab olmaz”, Feyzullah Efendi, age., s. 317. Feyzullah Efendi, age., s. 82. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 146. M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 135. İslam hukukuna göre kadın tek başına şahitlik yapamaz, iki hür kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine denk sayılırdı. Çoşkun Üçok, Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1991, s. 66. 215

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

İslam hukukuna göre Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlerin köle sahibi olması hoş görülmez, bu kişilerin himayesinde köle olduğu tespit edildiğinde zorla sattırılırdı20. Memluklüler zamanından beri gayrimüslimlerin köle sahibi olması yasaklanmıştı. Bu durumdan haberdar olan köleler kendi dinlerini bırakıp Müslüman oluyorlar ve efendileri onları satmak zorunda kalabiliyordu21. Fakat yasak olmasına ve çok ciddi cezalar verilmesine rağmen gayrimüslimler Müslüman kadın ve erkekleri köle yapmaya devam etmekteydi22. Müslüman bir efendinin köleleri üzerinde bir takım hakları vardı. Onları borcu karşılığında geçici bir süre rehin olarak verebilmekteydi23. Köleyi istediği şekilde çalıştırma hakkı efendisinde olduğu için herhangi bir işte çalıştırabilir ve kazancını kendisine alabilirdi24. Bunun dışında efendisinin izni alınmadan köle ne mahkemeye çıkartılabilir ne de yargılanabilirdi. Yani köleyle ilgili tüm işler efendisinin bilgisi dahilinde gerçekleşmesi gerekirdi25. Tüm bu bilgiler kölenin bir birey olarak toplumdaki konumunu sahibinin belirlediği, kendisine yüklediği misyon kadarıyla söz sahibi olduğu ve sosyal hayata karıştığını ortaya koymaktadır.

Cinsel Bir Meta Olarak Köle Efendinin köle üzerindeki haklarından biri de nikah akdi yapmadan onunla cinsel ilişkiye girebilmesiydi. Bu nedenle hür bir 20

21 22 23 24 25 216

“Zeyd-i müslim Amr’ı zimmînin kullarına ücret ile ta‘lim-i Kur’an etmekle şer‘an Zeydê ne lâzım olur? el-eevab ta‘lîmde beis yokdur. Amma zimmî müslim kul tutmak meşrû‘ değildir. Cebr ile sattırılır”, Ebussuûd Efendi, age., s. 201. Yaron Ben-Naeh, agm., s. 322. Yaron Ben-Naeh, agm., s. 323; Düzdağ, age., s. 94. Feyzullah Efendi, age., s. 434. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 149. Ebussuûd Efendi, age., s. 211.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

insanla gayri meşru yaşanan ilişki zina olarak görülürken sahip olunan köleyle nikah akdi olmadan yaşanılan ilişki normal karşılanırdı. Bu açıdan kölenin cinsel bir meta olarak piyasada iyi fiyatlarla satıldığı, hatta beyaz tenli kölelerin diğerlerine oranla daha fazla rağbet gördüğü bilinmekteydi26. İncelenen fetvalarında da durum farklı değildir. Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’ye yöneltilen bir soru oldukça dikkat çekicidir. Çözümlenmesi istenilen soruda üç adamın ortaklaşa satın aldıkları bir cariye söz konusudur. Ortakların her biri cariye ile cinsel ilişkiye girmiş ve cariyenin hamile kalmasıyla sorun ortaya çıkmıştır. Doğan çocuğun babasının kim olduğu tespit edilemediğinden şeyhülislâmdan konuya dair çözüm bulması istenmiştir27. Fetva kölenin hürriyeti açısından incelendiğinde ümm-i veledlik28 kadın köleye muhakkak bir takım haklar sunacaktır. Ancak yaşanılan durum (üç erkek efendi ile kölenin ilişkisi) dönemin koşullarında ve din algısında gayri ahlaki olmadığı gerçeğini değiştirmemektedir. Bedensel tasarrufu efendisine ait olduğu için köle, efendisiyle yaşadığı ilişki “cinsel istismar” olarak görülmezdi. Kendisini efendisi ya da yukarıdaki örnekte olduğu gibi efendilerine sunmadığı takdirde hukukun korumasında da olmazdı29. 26

27

28

29

Ronald C. Jennings, “Black Slaves and Free Blacks in the Ottoman Cyprus, 1590-1640”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXX, 1987, s. 296. “Zeyd Amr ve Beşir iştiraken malik oldukları cariyeleri Hind’i üçü dahi vat’ idip ba’dehu Hind bir veled getirdikde mezbûrların üçü dahi “veled bendendir” deyu davet etseler veledin nesebi hangisinden sabit olur? El-cevab cümlesinden. Bu suretle Zeyd Amr ve Beşir fevt olsalar, ol veled her birine varis olur mu? El-cevab olur”, Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 145-146. Ümm-i veled, efendisinden çocuk doğuran cariye anlamına gelen bir kelimedir. Bu statü cariyeye bir takım haklar sunmaktadır. Konu köleleri hürriyete götüren yollar başlığında detaylıca ele alınacaktır. Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010, s. 76. 217

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Kölenin nikah akdi olmadan ilişkiye girebileceği kişi efendisiyle sınırlı değildi. Bu durum aile içinde büyük sorunlara neden olabiliyordu. Babanın ilişkiye girdiği kölesiyle oğul, oğulun kölesiyle de baba ve diğer akrabaların ilişkisi fetvalarda haram olduğu sıklıkla geçmekteydi. İncelenen fetva mecmualarında birbirinden farklı görüşlerde fetvalar bulunmamakta, cariye ile ilişki sadece efendisine helal kılınmaktaydı30. Fakat bu tür ilişkilerin yaşanmadığı anlamına da gelmiyordu. Ehud R. Toledano, Afrikalı bir kadın köle ile hem efendi hem de efendinin kardeşinin ilişkisini anlatmaktadır31. Efendi köle ilişkisi zihinlerde hep erkek efendi ve kadın köle kimliğini çağrıştırmaktadır. Ancak kadınlar da köle sahibi olabilirler, onları günlük işlerinde kullanıp çalıştırabilirlerdi. Fakat ilişki yaşaması çok nadir olup bu durum sadece erkeklere özgüydü. Nitekim incelenen fetva mecmualarında kadın efendiler ile köleleri arasında cinsi birliğe işaret eden herhangi bir kayıt görülmemektedir. Efendiye cinsel ilişkide sınırlama getiren bir diğer husus ise aralarında kan bağı bulunan iki kölenin her ikisiyle de ilişkiye giremeyeceğidir. Teorik olarak aralarından birini tercih etmesi gerekirdi32. Çünkü, İslam hukuku hür iki kız kardeş ile aynı anda evlenmeyi yasaklamıştı, bu tür bir evlilik gerçekleştiği takdirde ikinci evlilik geçersiz hükmünde olurdu33. 30 31

32 33 218

Feyzullah Efendi, age., s. 113, 417; Ebussuûd Efendi, age., s. 181, Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 57; Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 72. Haziran 1863 tarihinde Afrikalı bir kadın köle hamileliğinin son aşamalarında konsolosluğa sığınmıştır. Konsolosluk raporlarında kadın kölenin hem sahibi hem de sahibinin kardeşi ile düzenli olarak cinsel ilişkiye girdiği kayıtlara geçmiştir. Kölenin hamile kaldığı anlaşıldığında iki kardeş arasında tartışmalar çıkmış ve her ikisi de çocuğu istemedikleri için köleyi döverek düşük yapmasını planlamışlardır. Ancak, konsolosluk köleyi doğum yapana kadar koruması altına almıştır. Ehud R. Toledano, age., s. 79. Feyzullah Efendi, age., s. 33. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali Nikâh-Boşanma-Mahremiyet-

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

Aynı durum efendi ile köleleri arasında teoride de olsa bir engel oluşturmaktaydı.

Evlilik Efendinin köle üzerindeki tasarrufu sadece kendisine yaptığı hizmetlerle sınırlı değildir. Köle tüm benliğiyle sahibine ait olduğu için efendisinin kendisine bahşettiği hayatı yaşamaktan başka bir yolu yoktur. Bu bağlamda bir kölenin evliliğinin de efendinin iki dudağından çıkan söze bağlı olması şaşırtıcı değildir. Kölenin kabul edip etmemek gibi bir hakkı olmamakla birlikte onun ne düşünüp hissettiği de göz önüne alınmazdı. Nitekim Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin verdiği bir fetva bu durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Efendi, kölesi ile cariyesi arasında zorla bir nikah akdi gerçekleştirdiğinde köle bu nikahı bozamazdı34. Yani kölenin böyle bir seçim hakkı yoktu. Buna ek olarak erkek ya da kadın olsun köle, efendisinin izni olmadan evlenemezdi. İzinsiz bir evlilik bağı kurulduğu takdirde bu tür bir evliliği onaylamak ya da sonlandırmak efendinin kararına bırakılırdı35. İster efendi böyle bir evliliği kabul etsin isterse de kendisi evlendirsin değişmeyen bir kaide vardı. Bu evlilikten dünyaya gelen çocuk da köle statüsünde olurdu36. Çünkü kadının köle olması çocuğunun da köle olmasını gerektirirdi. Doğan çocukta her zaman annenin hukukuna tabii olduğundan statüsü onu doğuştan köle kimliği verirdi. Böylelikle efendinin sahip olduğu mal varlığı da doğal yollarla artardı. Kölenin bir mal statüsünde olduğu yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılsa da onu cansız mallardan ayıran bir özelliği konuşabiliyor, çevresiyle iletişim halinde bulunabiliyor 34 35 36

ler-Kadın ve Çocuk Hakları-Sorular-Cevaplar, İstanbul 1995, s. 178. M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 123. Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 50-51. Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 224. 219

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

olmasıydı. Bu iletişimin bazen ileri boyutlara kadar gittiği de görülüyordu. Feyzullah Efendi’nin vermiş olduğu bir fetva bu yöndeki düşüncelerimizi güçlendirmektedir. Fetvada hür bir insan bir başkasının cariyesi ile evlilik akdi gerçekleştirmiş, ancak cariyenin sahibinin bu evlilikten haberi olmamıştır. Dolayısıyla da fetva, yine efendinin vereceği hükme bağlanmıştır37. Benzer şekilde Feyzullah Efendi’den hemen sonra şeyhülislâmlık görevinde bulunan Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvalarında da son söz efendidedir38. Yani, efendinin evlilik akdinde kilit rolü oynadığı, onun insiyatifine göre şekillenen bir hayatın köleyi beklediği anlaşılmaktadır. Osmanlı toplumunda pek örneği görülmeyen bir başka evlilik de hür bir kadın ile kölenin evliliğidir. Bu vaka fetvalara çokça konu olmuştur39. Bahsi geçen durum toplumda sansasyon yaratacak bir vaka olarak görülürken, kadın kölenin hür bir erkekle evlendirilmesi de bir o kadar sıradandı. Ancak bu evlilik cariyenin efendisine bağlılığını zedelememektedir. Efendi hür bir adamla evlendirdiği cariyesini satma hakkına da sahipti40. Efendinin cariye ile evlenmesi hususunda ise fetvalar çok açıktır. Efendi azat etmeden cariyesi ile istediği takdirde evlilik bağı kurabilir ancak azat ettikten sonra nikah akdi yapması gerekmektedir. Azat ile birlikte yapılan akdin de hükmü kalmamaktadır41. Efendi bunun dışında ümm-i veledi olan cariye ile evlilik akdi gerçekleştirememekte, gerçekleştirdiği takdirde geçerliliği olmamaktadır42. Aynı şekilde azat olması 37 38 39 40 41 42 220

Feyzullah Efendi, age., s. 26. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 81. Bu durumla ilgili Ebussuûd Efendi’nin verdiği fetvaya bakınız; M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 122-123. “Zeyd cariyesi Hind’i Amr’a tezvic ettikden sonra Zeyd Hind’i bey‘a kâdir olur mu? El-cevab olur”, Feyzullah Efendi, age., s. 25. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 70. Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 51.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

efendisinin ölümüne bağlı olan müdebber köle için de durum farklı değildir43.

Suç ve Ceza Bir kişiyi darp etmek ya da öldürmek tarihin ilk çağlarından günümüzün modern dünyasına kadar var olagelmiş şiddet içeren bir eylemdir. Doğal olarak suç olarak görülen bu eylemi işleyen kişiler bütün toplumlarda cezalandırılmaktadır. Bir İslâm devleti olan Osmanlı Devleti sözü edilen suçlar için kısas ve diyet cezaları öngörülmektedir. Ancak ele alınan konu itibariyle hürriyeti elinden alınmış insanlar için de bu hukukun geçerliliği/bağlayıcılığı olup olmadığı merak konusudur. İncelenen fetvalar kölenin işlediği suçların yanı sıra efendi ve toplum tarafından onlara yapılan muameleleri açıklamak açısından oldukça zengin veriler içermektedir. Hür bir insanın işlediği suçtan kaynaklı verilen ceza yalnızca kendisiyle sınırlı iken aynı durumu bir köle için düşünmek olanaksızdır. Kölenin işlediği suç efendisini de ilgilendirmektedir. Özellikle köle toplumun huzurunu bozacak bir eylemde bulunuyorsa, hem köleyi hem de sahibini bekleyen bir yaptırım söz konusu olur. Ebussuûd Efendi’nin vermiş olduğu bir fetva bu duruma örnek oluşturmaktadır. Fetvada köleler yaşadıkları yere hayat kadınları getirip içki içip eğlenmişler, komşularının evlerine taş atarak camlarını kırmışlardır. Bu durumdan efendileri olan kişi haberdar olduğu halde sustuğu için efendinin sert bir şekilde dövülmesi, kölelerin ise hapse atılması yönünde fetva verilmiştir44. Yine İslam hukukuna göre köleye hür insanın aldığı cezanın yarısı kadar ceza 43

44

“Zeyd müdebbere cariyesi Hind’i i‘tâk etmeden şu kadar akçe mehir tesmiyesiyle tezevvüc eylese akd-ı mezbûr sahih olur mu? El-cevab olmaz”, Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 80. Düzdağ, age., s. 120. 221

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

verildiğinden bu durum fetvalara da yansımıştır. Zina yapan köleye elli değnek vurulması bu duruma örnektir45. Kölenin bedel olarak canına mal olan suçların başında ise efendisini veya hür bir insanı öldürmek gelmektedir. Her iki durumda da kendisine kısas uygulanırdı. Bu durum dönemsel olarak hiç değişmemişti. 16. yüzyılın ortalarında da 18. yüzyılın başlarında da fetva mecmualarında sözü edilen suçların bedeli kısastı46. Ancak bir efendinin kölesini öldürmesi veya öldürtmesi toplumda çok da dikkat çekici bir olay değildi. Ne efendi toplum tarafından katil olarak görülür ne de hukuken caydırıcı bir yaptırımı olurdu. Fetvalar, yaşanan bu tarz vakaları günah olarak addetmekte, uygulanacak bir cezadan bahsetmemekteydi47. Ancak efendinin ceza alabileceği durumlar da yok değildir. Örneğin efendinin ümm-i veledini öldürmesi tazir-i şedid48 ve zindanın kuytu bir köşesinde hapsedilmesini 45 46

47

48

222

Feyzullah Efendi, age., s. 113. Örnek fetvalar için bakınız; “Abd amden katli ikrâr eylese kısas olunur, inde’l-ikrâr mevlâsının huzuru şart değildir, Amma inde’l-isbat şarttır”, Ebussuûd Efendi, age., s. 211. Ayrıca benzer bir fetva örneği Feyzullah Efendi’nin fetva mecmuasında da karşımıza çıkmaktadır. Bakınız; “Zeyd’in kulu Amr, Zeyd’i alet-i câriha ile amden cerh ve katleylese Amr’a ne lazım olur? El-cevab kısas”, Feyzullah Efendi, age., s. 449. İlgili fetvalar için bakınız; “Zeyd’in kulu Amr mest-i lâya’kıl iken harem-i hassa girdikde, Zeyd bi-huzur olup kılıç ile öldürse, şer’an Zeyd’e ne lâzım olur? El-cevab günahtan gayrı dünyevî mu’âheze olunmaz” Düzdağ, age., s. 120; “Zeyd “kulum Amr’ı katleyle” deyu Bekir’e emretmekle Bekir dahi Amr’ı bıçak ile amden cerh ve katleylese Bekir’e kısas yahud Amr’ın kıymetini damân lazım olur mu? El-cevab olmaz”, Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 616. Tazir-i şedid İslam hukuku göz önüne alınarak bazen azarlama, uyarı bazen de bir değnek ya da ağaç ile dövmek şeklinde uygulanan bir cezadır. Falaka şeklinde de olabilmektedir. İşlenen suçun mahiyetine göre belirlenmektedir. Bu cezaya Müslüman – gayrimüslim, hür – köle, asker – sivil, kadın – erkek farketmeksizin çarptırılabilirdi, ancak eğer falaka şeklinde cezalandırılıyorsa erkeklerden farklı olarak kadınların ayaklara değil de kalçalarına vurulurdu. Ayrıntılı bilgi için bakınız. Uriel Heyd, Studies in Old Ottoman Criminal Law, Glasgow-New York 1973, s. 273-74.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

gerektirirdi49. Çünkü, ümm-i veledlik köleye efendisinin ölümüyle özgürlük getirmekteydi. Bir başkasının kölesini öldürmenin bedeli ise diyetti50. Çünkü, mağdur pozisyonuna düşen kişinin malına zarar gelmesi söz konusuydu. Öldürülen kölenin değeri miktarında bedel ödenmesiyle sorun ortadan kalkardı51. Ölüm dışında efendinin köleye eziyeti de ceza almasına sebep olabilmekteydi52.

Köleyi Hürriyete Götüren Yollar Kölenin esaretten kurtulması için pek çok yol vardı. Firar etmek bu yollardan biriydi. Çoğu zaman başarısız olacağını bildiği halde kaçan köleler bu yola başvururdu53. Ehud R. Toledano bu tür kölelerin daha iyi koşullarda yaşamak amacıyla efendileriyle geçici olarak bağlarını kopardığını ifade etmektedir54. Köle firarda başarılı olsun ya da olmasın efendisi için maddi külfet demekti. Tamamen ortadan kaybolduğunda malı gitmiş olurdu. Yakalandığında ise onu yakalayıp getiren kişiye fetvada da belirtildiği gibi kırk dirhem gümüş para verirdi55. Sahibi bilinmiyorsa köle yaveciye56 teslim edilir ve günlük 49 50 51 52

53

54 55 56

Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 616. Ebussuûd Efendi, age., s. 161. Elena Inozemtseva, “On the Social and Legal Status of Slaves in the North Caucasus”, Iran & The Caucasus, XIV/1, 2010, s. 20. Fetva şu şekildedir “Zeyd kulu Amr’ın gözlerini çıkarsa, Zeyd’e ne lazım olur? El-cevab ahirette azab-ı azim, dünyada ta’zir-i şedid lazımdır”, M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 120. 16. yüzyılda Üsküdar sicillerinde kaçmış, fakat yakalanarak sahiplerine teslim edilmiş ve ya kanuni bekleme süresinde sahibi çıkmayarak satılmış birçok köle kaydı bulunmaktadır. Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar (XVI-XVIII. Yüzyıllar)”, s. 267-283; Ekrem Tak, “1513-1520 Tarihli Kadı Siciline Göre Kaçkın Köleler”, II. Üsküdar Sempozyumu Bildiriler, I, İstanbul 2005, s. 19-28. Ehud R. Toledano, age., s. 67. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 217. Kelime yaveden türetilmiştir. Yave bir çeşit vergi olup sahipsiz olarak bu223

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ihtiyaçları karşılanırdı. Eğer sahibi yüz gün içinde ortaya çıkmazsa köle açık artırma ile satılırdı57. Satıldıktan sonra sahibin ortaya çıkmasıyla köle kendisine iade edilmezdi. Ancak yaveciden belli bir miktar para alırdı58. Köleyi hürriyete götüren bir diğer yol ise efendisinden çocuk dünyaya getirmekti. Köle anneden doğan çocuk efendiye tabii olur ve mirasından da hak talep edebilirdi59. Anne ise efendinin ölümü ile azat olurdu60. Çocuk doğmadan sahip öldüğünde ise kadın köle çocuk doğana kadar sahibinin terekesinden nafaka talep edebilirdi61. Bu pozisyondaki bir köle ümm-i veledlik statüsüne yükselmiş olur ve efendinin onun üzerindeki haklarını kısıtlardı. Başka birisine satılamazdı62. Ümm-i veledlik dışında köle tedbir ve mükâtebe yoluyla da azat olabilirdi. Tedbir başka bir deyişle ölümle gelen azatlıktı. Yani, efendi kendi ölümünden sonra kölesinin azat edilmesini istiyor, bu tür köle de müdebber köle oluyordu63. Mükâtebe ise efendi ile kölenin anlaşmasına bağlı olan bir azat yöntemiydi. Hem efendi hem de kölenin menfaatine olan bir sözleşme yapılır, köle istenilen işi yaptığında azat olma hakkı kazanırdı. Bazen iş yaptırmak yerine belli miktarda para ödenmesi de

57 58 59 60

61 62 63

224

lunan hayvanlar için alınan vergidir. Yaveci ise kır, çayır, tarla gibi yerlerde tespit edilen ve sahibi belli olmayan hayvanlar ve köleleri yakalayıp getiren kişidir. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, İstanbul 1983, s. 607. Yvonne J. Seng, agm., s. 154. Ebussuûd Efendi, age., s. 101-102. Yaron Ben-Naeh, agm., s. 324. Ayrıca konuyla ilgili fetvalar için bakınız; Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 124-125. Yahya Araz, “Cariyeler, Efendiler ve Pusuda Bekleyenler: Osmanlı İstanbul’unda Hamile ve Çocuk Annesi Cariyeler Üzerine Düşünceler (17901800)”, Kebikeç, Sayı: 37, 2014, s. 237-238. Yenişehirli Abdullah Efendi, age., s. 138. M. Ertuğrul Düzdağ, age., s. 131. İzzet Sak, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 1987, s. 40.

EFENDİKÖLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA ŞEYHÜLİSLÂM FETVALARI

isteniyordu64. Mükâtebe sözleşmeleri yapıldıktan sonra efendi ya da köle tek taraflı olarak sözleşmeden vazgeçemezdi65. Sözleşmenin bir bağlayıcılığı vardı. Ancak Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’nin verdiği fetvada, efendi “ben öldükten kırk gün sonra azat ol” dediği kölesini satıp satamayacağını sormuş ve satacağı yönünde fetva almıştır66. Bir başkası ise kölesine bana on yıl hizmet ettikten sonra azat ol dedikten sonra sözünden dönebilirdi67. İslam hukukunun efendiye böyle bir hak verdiği anlaşılmaktadır.

Sonuç Şimdiye kadar Osmanlı sosyal hayatında köle konusu kapsamında ele alınan çalışmalar kadı sicilleri üzerinden kurgulanmıştır. Kadı sicilleri teorinin ne derece uygulandığını göstermesi açısından başvurulacak mühim bir kaynaktır. Ancak, teoride kölenin ne olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte efendi-köle ilişkileri de fetvalar üzerinden ele alınmamıştır. İncelenen fetvalardan şeyhülislâm ve müftülerin bir soruna çözüm ararken kendilerinden önceki fetva mecmualarına bakmalarından dolayı köleyle ilgili verilen fetvalar arasında büyük farklar olmadığı anlaşılmıştır. Başka bir deyişle 16. yüzyılın şeyhülislâmı ile 18. yüzyılın şeyhülislâmının verdiği fetvalar arasında pek bir fark yoktur. Ele alınan konuyla ilgili teori tekdüze işlerken şeyhülislâmlara gelen sorunlar çarpıcı olabilmektedir. Bir cariyenin üç efendisi olup her biriyle ilişkiye girebileceği bilgisi ya da kölesini öldüren bir efendinin 64 65 66 67

Y. Hakan Erdem, age., s. 192. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Zanaatkârları, Çev. Zülal Kılıç, İstanbul 2011, s. 147. Çatalcalı Ali Efendi, age., s. 208. Feyzullah Efendi, age., s. 97. 225

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

ceza almaması gibi fetvalar sözü edilen duruma örnek teşkil etmektedirler. Bunların dışında azat sözleşmesi yapılan bir kölenin satılamayacağı mevcut çalışmalarda vurgulanmasına rağmen fetvalarda durumun farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Üzerinden bir kimlik inşa edilmeye çalışılırken mal olarak addedilen kölenin aslında bir kalıba sığmadığı kanısına varılmıştır. Şartların ya da yaşanılan durumun ehemmiyetine göre eğer köle kilit rolü oynayan bir pozisyondaysa sözü ve şahitliği geçerli sayılmıştır. Bu da toplumun, çıkarlara göre değişen bir kimliği ona yüklendiğini göstermektedir.

226

Vakfiyelere Göre Vakıflarda Köle İstihdamı

Ahmet Köç*

Köle istihdamının ortaya konulabilmesinde başvurulması gereken kaynak türlerinden birisi vakfiyelerdir. Çalışmada Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki vakfiye defterleri derinlemesine incelenerek hangi tür vakıfların daha fazla köle istihdam ettiği sorusuna cevap aranmıştır. Vakıflarda köle istihdamının yapısını ortaya koymaya yönelik bu çalışmada; önce köle istihdamının durumu, daha sonda da vakıf türlerine ve yüzyıllara göre değişimlerine bakılarak genel sonuçlar elde edilmeye çalışılmıştır. İslam hukukuna göre savaşta yakalanan esirlerin köle statüsüne konduğu bilinmektedir. Bu konuda, Yıldırım Bayezid’in H.802 tarihli vakfiyesi’nde geçen; müşâru’n- ileyh anları ilk fetihte köle yapup evlerinde iskân etmiş ve anları cizye ve harace bağlamiştir ifadesi Osmanlı uygulaması hakkında açık ipucudur1. Osmanlı uygulamasında esir olmadan önce Müslümanlığı kabul edenlerin köle edilmesi yasaktır. Bunlardan başka * 1

Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, akoc@ balikesir.edu.tr 802 tarihli Beyazid-ı Han-ı Evvel bin Murad Han Bin Orhan bin Osman Vakfiyesinden. Bkz. 608/1 Numaralı defterin 79. sayfasının 95. sırasında kayıtlıdır. 227

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kölelik sisteminin uygulanışında temel belirleyici, köle anneden doğanların yasal olarak köle statüsünde kabul edilmeleridir. Kölelik annenin statüsüne bağlı olduğundan, köle annelerden doğan çocuklar köle kabul edilerek mülkiyetleri de efendilerine verilmiştir. Dinî mükellefiyetler açısından hür insandan farksız olan köleler, hukukî, sosyal ve iktisadî açılardan farklı bir statü oluşturmuşlardır. Her şeyden önce köleler, hukukî işlemlere konu olmaları bakımından; kimi zaman mal ve eşya, kimi zaman da şahıs olarak kabul edilmişlerdir2. Bu itibarla mülkiyet hakkına sahip olamayan köleler, doğal olarak servet edinememişlerdir. İslam hukuku erken devirlerden itibaren hayırseverliğin çerçevesini belirlemiş, bu anlamda vakfa konu olacak nesnelere de düzenlemeler getirmiştir. Vakıf hukuku, İslam hukuku içerisinde bir alan olduğuna göre, bu konularda nasıl bir uygulama benimsendiği oldukça önemlidir. Vakıf hukukunda fıkhî esaslara göre geliri devamlılık vasfı taşıyan ve vakıf kurucusunun tam mülkiyeti ve kullanma yetkisi içerisinde bulunan gayrimenkûller teşkilatın gelir kaynakları arasında gösterilmiştir. Ancak zaman içerisinde bahsedilen bu anlayışın iktisadî ve sosyal değişmelere bağlı olarak biraz yumuşatıldığı, vakıfların gelir kalemleri konusunun genişletildiği yeni prensipler geliştirilmiştir. Vakıf malları konusunda Hanefî mezhebi imamı Ebu Hanife menkûl eşyanın vakfını kesin olarak yasakladığı halde onun öğrencisi Ebu Yusuf, vakfın gayrimenkûllerinin tamamlayıcıları olarak, faydalı şeyler oldukları takdirde menkûllerin de vakfedilebileceğine kanaat getirmiştir. Böylece vakfedilen gayrimenkûllere bağlı kölelerin ve ziraat aletlerinin vakıf edilmelerine geçerlilik kazandırılmıştır. Öte yandan İmam-ı Züfer ise daha geniş bir bakış açısıyla; gayrimenkûllere bağlı 2 228

M. Akif Aydın, “Köle”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 239.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

olsun veya olmasın, tükenebilen şeylerin de vakıf yapılabileceğini kabul etmiştir. Bu konuda Muhammed Şeybanî ise mahallî adetler el verdiği takdirde menkûllerin vakıfları geçerli sayılır diyerek bir anlamda Hanefî ve Malikî mezheplerinin görüşlerini birleştirmiştir. Osmanlı hukukunda hür olmayan kişilerin kurdukları vakıflar sahih değildir. Fakat bir mal vakfetme konusunda sahibi tarafından yetkilendirilen köleler, onun malları üzerinde tasarrufta bulundukları takdirde verilen hüküm geçerli sayılmıştır3. Kölelik ile vakıf müessesesi arasındaki ilişkiye gelince; fıkhî kaideler ve bunların uygulanışına bakıldığında kölelerin vakıflarla olan bağları üç sınıf içerisinde tasnif edilmektedir. Bunlardan ilki vakıftan yararlanan köleler (mevkûfu’n-aleyh), diğeri vakfedilen köleler (mevkûf) mevzusu, sonuncusu ise vakıf kurucusu olan köleler mevzusudur. Kölelerle vakıflar arasındaki bağları ele alan bu üç türün hem yaygınlık kazandığı dönemler hem de nicelik bakımından birbirlerinden ayrıştıkları söylenebilir. Osmanlı toplumunda vakıf kuran köleler meselesi, en fazla bilinen ve incelenen konulardır4. Bu grup içerisinde sultanın yakınında bulunan yüksek rütbeli devlet adamları ve aileleri, sarayda hizmet eden görevliler, Dârussaâde, Yeniçeri Ağaları, bürokratlar, savaşlara katılan askerler bulunduğundan kısacası devşirme kökenlilerin sayısı ve toplum içindeki oranları göz önünde bulundurulduğunda çok geniş bir kesim akla gelmektedir. Örneğin XVII. yüzyılla ilgili yapılan bir araştırmada; bunların vakıf kurma 3 4

Karinabadîzâde Ömer Hilmi, Eski Vakıfların Temel Kitabı: İthâfü’l- Ahlâf Fî Ahkâmü’l- Evkâf, İstanbul 1978, s.17. Randi Deguilhem, “In the Ottoman Empire to 1914 Waqf ”, EI2, XI, Leiden 2002, s. 87-92. 229

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

oranları %54.11’dir5. Aynı şekilde XVIII. yüzyılda kul kökenli vakıf kurucularının oranı, %37.45 civarındadır6. İslam fıkhına göre vakıf kurucuları hür olmak zorundadır. Ancak yukarıda yüzdelik rakamları verilen gruplar, doğrudan köle statüsünde sayılmadıklarından toplum yararına vakıf kurma, sahip oldukları arazileri işleterek istihdam oluşturma bakımlarından geniş imkanlara kavuşmuşlardır. Bu yüzden kurdukları vakıflarda köle istihdam etme bakımından reaya ve esnaf vakıflarında görülmeyen uygulamalara sahiptirler. Vakıflarda köle istihdamını sağlayan vakıf kurucuları sosyal statüleri bakımından padişahın yakınında olan kişilerdir. Aynı zamanda bahsedilen bu kişiler konum itibariyle de devletin üst düzey yöneticileridirler. Bu durumda bahsedilen kişilerin köle istihdam biçimleri ve üzerinde yaşadıkları toprakları nasıl elde ettikleri sorusu akla gelmektedir. Erken devirlerden itibaren uygulanan önemli uygulamalardan birisi, vakıf kurucularının araziler satın alarak bunları doğrudan doğruya kurdukları vakıflara bağışlamalarıdır. Diğer bir yöntem ise vakıf kurucularının padişahlardan tahsisatlar, temliknâmeler yoluyla vakıf tarlaları, çiftlikleri veya köyleri tapel etmeleridir7. Padişahın verdiği temliknâme ile toprak elde eden bu üst düzey yöneticiler; hariçten adam bulup getirmek veya ıssız bir bölgeyi yeni bir köy kurarak tesis etmek yoluna da başvurabilmişlerdir. Aslına bakılırsa bahsedilen bu uygulama türü üst düzey devlet adamlarının kurduğu vakıfların idarî ve malî açılardan diğer vakıflardan önemli ölçüde ayrıştıklarını 5

6 7

230

Hasan Yüksel, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü Üzerinde Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 1991, s. 58. Bahaeddin Yediyıldız, XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi, Ankara 2003, s. 159. Halil İnalcık, “Devlet, Toplum, Ekonomi”, Devlet-i ‘Aliyye I, İstanbul 2010, s. 331.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

ortaya koymaktadır8. Bu tür vakıf arazileri; bi’l- cümle hukuk-ı şer‘iye ve rüsûm-ı örfiyesiyle serbestiyet üzere temlik edilmiş olduklarından, bunlardan devlet memurlarının vergi toplaması veya toplanan vergilerin fazlasının olup olmadığını tahkik etmesi dahi yasaktır. Dolayısıyla padişahların çeşitli devirlerde yaptıkları tahsisatlar, verdikleri temliknâmeler vakıf kurucularının tasavvur ettikleri hayırsever davranışların harekete geçirilmesine imkan sağlamıştır. Tahsisatların ve temliknâmelerin yoğun olarak verildiği bu dönemin temel özelliklerinden birisi devletin Rumeli’de yeni topraklar kazanıyor olması diğeri ise fetihler sonrasında bol ganimet hisseleri dağıtıyor olmasıdır. Yeni fetihler ve akabinden dağıtılan ganimet hisseleri yukarıda bahsedilen türdeki vakıfların önemli unsurlarıdır. Bu yüzden hem fetihler hem de ganimet hisseleri özellikle köle istihdam eden vakıf teşekküllerinin kurulmasında rol oynamıştır9. Padişahların Rumeli fetihleri sonrasında devlet adamlarına; arazi tahsisleri yaparak, ganimetler dağıtarak yöneticilerin gelirlerini arttırmaları, onların bu imkanları vakıflar kurarak topluma hizmette bulunmalarına vesile olacaktır. Barkan’ın ifadesiyle fetih hakkı olarak ancak sultana veya devlete ait olması gereken topraklardan bir kısmı ganimet hissesi olarak fakirlere ve yolculara hizmet eden vakıflara ayrılarak böylece, bahsedilen süreç tamamlanmış olmaktadır. Bu durumda kökeni itibariyle vakıf toprakları ister ganimet hissesi olarak isterse temliknâmeler veya tahsisatlar yoluyla elde edilmiş 8

9

Ömer L. Barkan, “Türk-İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller: İmparatorluk Devrinde Toprak Mülk ve Vakıflarının Hususiyeti”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, İstanbul 1980, s. 253. Ömer L. Barkan, “Türk-İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller: Mülk Topraklar ve Sultanın Temlik Hakkı”, age., s. 240-244. 231

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

olsun, büyük vakıf arazilerinin işletilmesinde köle ve cariyelerden istifade edilmesi zorunluluktur. Tarım toplumu olan Osmanlı’da, büyük arazilerin işletilmesinde ortakçı kullar meselesi bu noktada devreye girmektedir. Ortakçı kullar denince sadece köle ve cariyeler akla gelmemelidir. Erken devirlerde ortakçılar arasında bir kısım Yörük grupları da vardır. Barkan’a göre Bursa ve Biga bölgelerinde yaşayan Yörük reayaları eski zamanlara ait nizamlarında bir süre devam ettirilmişlerdir. Müslüman olan bu ortakçı kulların hem yeni ele geçirilen topraklarda hem de eskiden beri yaşadıkları topraklarda ziraî teşkilatı canlandırmak amacıyla ortakçı statüsünde çalıştırıldıkları ifade edilmektedir10. Ortakçı kullar Anadolu’daki çiftlik, malikâne ve vakıf işletmelerinde genellikle kesimci veya ellici olarak nitelendirilmişlerdir. Uygulamada ortakçıların toprağı işlemeleri için her türlü alet, edavat, tohum ve diğer malzeme kendilerine toprak sahibi tarafından temin edilmiştir. Yani ortakçı olarak ifade edilen kişilerin üretim araçları üzerinde mülkiyet hakları yoktur. Bunlar her yıl belli miktarda ürün yetiştirmek ve elde edilen mahsulden tohum çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısmı toprağın sahibiyle yarı yarıya bölüşmek zorundadırlar. Ayrıca ortakçılar kendilerine düşen hisseden 1/40 oranında mahalli idarecilere salarlık vermişlerdir11. Büyük arazilerin işletilmesinde istifade edilen ve ortakçı kullar olarak ifade edilen ikinci grubu ise köle kökeninden gelen kişiler oluşturmaktadır. Statüleri tanımlanmış olan bu kişiler; köle pazarlarından köle olarak satın alınmış savaş tutsakları 10

11

232

Ömer L. Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri: Kullar ve Ortakçı Kullar”, age., s. 611-12 (Aralık 575-716). Ömer L. Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri: Kullar ve Ortakçı Kullar”, age., s. 577–578 (Aralık 575-648).

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

olabildikleri gibi kimi zaman da ganimet hisselerinden ayrılarak sürgün edilerek padişah haslarına veya büyük vakıf arazilerine yerleştirilmiş unsurlardır. Örneğin padişahların payına düşenler zamanla onların has arazilerine yerleştirilmişlerdir. Nitekim II. Mehmed devrinde sürgün uygulaması ile Trakya, Batı Anadolu ve İstanbul civarındaki 163 köye iskan edilen kölelerin ürünleriyle kentin iaşesine katkıda bulunmaları istenmiştir. Tursun Bey’in, Târih-i Ebu’l- Feth isimli eserinde Fatif’in; “…kılıçla fethettiği memâliki küffârdan sebâyâ üsârâ getürüb etrâf-ı İstanbul’a kondurub köyler ve mezâri‘ vaz‘ etti. Şöyle ki, hâlî yer kalmayub tamam ma‘mur eyledi ifadesi başka bölgelerden kölelerin getirilerek köylere yerleştirildiklerini ortaya koymaktadır12. Erdem’e göre tarım faaliyetinde bulunabilmeleri için kendilerine tohum ve ziraat aletleri verilen bu kişiler, hukuken köle statüsünde olmakla birlikte hasatlarının yarısını vermek zorunda olduklarından köleden çok bir serf grubu gibiydiler13. Tarımsal işletmelerde istihdam edilen köle ve cariyelerin istihdam alanları sadece miri arazilerle sınırlı değildir. Askerî sınıf mensupları kendi paylarına düşen köle ve cariyeleri evlerinde, çiftliklerinde çalıştırabildikleri gibi aynı zamanda topraklarıyla birlikte satılabiliyorlar hatta vakfedebiliyorlardı. Köle ve cariyelerin vakfedilmesi durumunda köle sahipliği toprakla birlikte vakıflara geçmiştir. Bu durumda Osmanlı Devleti’nin fetihlerle hızla genişlemesi, esir bolluğu ve ucuzluğunu beraberinde getirmiş ve zenginleşen devlet yöneticileri kendi paylarına düşen esirleri, tarımsal işletmelerinde istihdam ederek faaliyetlerini ayakta tutmuşlardır demek yanlış olmaz14. 12 13 14

Tursun Bey, Târih-i Ebu’l- Feth, Haz: Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 67. Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu(1800-1909), s. 26. Ahmet Akgündüz, Osmanlı’da Harem: İslam Hukukunda Kölelik ve Cariyelik Müessesesi, s.190. Ayrıca Ö. L. Barkan, “XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyon Şekilleri”, age., s.611-624. 233

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Vakfiyelerdeki uygulamalara bakıldığında vakıf kurucuları sahip oldukları araziler üzerinde üretimi sürdürebilmek için savaş esirlerini istihdama yönlendirmişlerdir. Nitekim Çoban Mustafa Paşa Vakfiyesi’ne göre; köylerden gelir getiren vakıf arazilerinin, hamamların, dükkânların, değirmenlerin çalışmasını sağlayanlar vakıfta istihdam edilen kölelerdir15. Köle ve cariyelerin tarımsal işletmelerde neden tercih edildikleri sorusuna gelinci; bilindiği gibi Osmanlı ekonomisinde köleler, emek arzının az olduğu, buna karşın işlenecek toprağın çok olduğu dönemlerde tarım faaliyetleri için ucuz işgücü demektir. Barkan istihdamda kullanılan bu kişileri, İslam hukukunun kabul ettiği anlamda köle olarak görmüş, bunların kölelik ve özgür köylülük arasında yeni bir tabaka oluşturduklarını belirtmiş ve hatta ziraî üretimde serflik benzeri bir örgütlenmeye tabi tutulduklarını ifade etmiştir. Prensip olarak Osmanlı iktisadî hayatının farklı alanlarında yer edinmiş olan köleler, erken dönemlerde reaya sınıfından ayrı tutulmuşlardır. Bunların reaya statüsüne geçirilmelerinden sonra da -öncesinde olduğu gibi- vakıf arazileri ekip biçmeye devam ettikleri, üretimi sürdürdükleri ifade edilmiştir16. Bu konuda Akgündüz ise; özellikle havas-ı hümayun adı verilen padişah haslarında köle ve cariyelerin yoğun olarak istihdam edildiklerini belirttikten sonra bunların, ortakçı adı altında kaydedilmiş köleler olduklarını ısrarla belirtir. 15

16

234

Çirmen Kazası’nda Ellez Deresi diye bilinen arazide doğuda Hüseyin Değirmeni’nden Maltepe’ ye kadar, Kırcı Deresi’ne oradan da Meriç Nehri’ne oradan da köylere, oradan da Yenice Kavak Ağacı’na ve Kara Hızırlı Köyü’ne kadar olan hudut; değirmen, köleler, cariyeler, ziraat aletleri temlik-i sultani ile temellük etmiştir. Ö. L. Barkan, “XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri”, age., İstanbul 1980, s. 575-724. 672-678. Benzer şekilde Ahmet Akgündüz, Osmanlı’da Harem..., s.188.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

Aynı konuda İnalcık ise toprak sahibinden veya vakıf idarecisinden aldığı tohumları, -işletme sermayesi toprak sahibinde olmak kaydıyla- ekip biçen, bunun kaşılığında ise mahsulden tohum ve öşür çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısmı mülkiyet sahipleriyle paylaşan bu kişileri kiracı olarak görmektedir 17. Nitekim verilen temliknâme ile Çoban Mustafa Paşa, Seferhisar Kazası’ndaki Dokuzöyük ve yeniden inşa edilen Rus Köyü’ndeki elli dokuz köle ve cariyeyi vakfetmiştir18. İsimleri belirtilen bu kişiler, vakıf kurucusunun belirlediği şartlar doğrultusunda istihdam edilerek; tarımsal organizasyonu şekilendirmişlerdir. Tarımsal organizasyonlar gerçekleştirilirken nelere dikkat edilmesi gerektiği, işletme organizasyonunun sahibi olan vakıf kurucularına bırakıldığından arazilere ekilecek ürüne, ekim alanlarına ve kaç kişinin çalışcağına karar vermişlerdir. Vakfiyelere göre vakıf yöneticileri sadece tarımsal işletmeyi ayakta tutan kölelerden sorumlu değildir. Aynı zamanda sayıları vakıflara göre değişkenlik gösteren pek çok vakıf reayası daha vardır ki bunlar da vakıf arazileri üzerinde oturduklarından takip edilmek zorundadırlar. Vakıf reayası denildiğinde sadece köle ve cariyeler değil; sınırları mülknâme, sınırnâme, 17

18

Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, age., s.117. Ayrıca, Efkan Uzun, 15.Yüzyılda Osmanlı Toplumunda Kölelik, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1998., s.93-94. Bunlar; Hasan ve Zevcesi Gülşad, Küçük Şirmed ve zevcesi Nergiz, İskender ve Zevcesi Fatıma, Yusuf ve hanımı Devlet, Ahmet ve hanımı Şirin, Ali ve eşi Server, Mehmed ve Hanımı Aişe, Koca Şirmed ve eşi Şahıdhane, Kara İskender ve eşi Kumru, Balaban ve eşi Selma, Abdullah ve eşi Hüsna, Albır ve eşi Şahi, Hamza ve eşi Tutı, Soğancı ve eşi İsniye ve oğlu Veli, Hüseyin ve eşi Fatıma ve oğulları Ferhat, Haydar ve eşi Şahnavaz, Karayusuf ve eşi Şahbadan, Cafer ve eşi Nefise, İsmail ve eşi Hurşit ve Kızları ve Tayyibe, Hoşkadın Binefşe, Hızır ve eşi Server, Hasan ve eşi Devlet ve Yusuf el-Çerkesi eşi Senevber, Hasan el-Çerkesi eşi Benefşe Hasanu’l-Abazavi eşi Devlet, Yusufu’l- Abazavi eşi Gülbahar, Mura’l- Abazav eşi Kadın, Atmaca Abazavi eşi Yasemin’den oluşmaktadır. 235

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

hudutnâmelerle belirlenmiş topraklar içerisinde oturan herkes ifade edilmiştir. Bu yüzden vakıf kurucuları evkaf defterlerinde yazılı olan vakıf reayasından değil, çoğu zaman defterlerde kayda geçirilmemiş kölelerden istifade ederek vakıf çiftliklerini işlemişlerdir19. Erken dönemlerden itibaren var olan bu ortakçı kullar; XVI. yüzyılın ortalarından itibaren tamamen kaybolmaya yüz tutarak zamanla reaya içerisinde erimiştir. Vakfiyelerde ortakçı kullar olarak bahsedilen köle gruplar sayısal bakımdan yüzlerle ifade edilecek kadar çok değildir20. Nitekim köle kökeninden gelen ortakçı kullar genellikle sultanların ve yönetici sınıf üyelerinin mülk ve vakıflarında çalıştırıldıklarından vakfiyelerde bağlayıcı hükümlerle tarımsal işletmenin sürekliliğine katkıda bulunmaları istenmiştir. Ortakçı kullarla ilgili bağlayıcı hükümlerin en başında işletmenin sürekliliğini ilgilendiren hükümler gelmektedir. Örneğin bir birine akraba olan kölelerin vakıf arazilerinden uzaklaştırılmaması hususu, köle ailelerin parçalanmasını engellemek için atılmış bir adımdır. Bu konuda Molla Hüsrev tarafından ilk kez hazırlanan İstanbul Hasları Kanun’nda köle, azatlı, zimmî ve hür ayrımına dikkat edilmiş iken, 1498 yılında hazırlanan yeni kanunda özellikle has ve vakıf mülklerinde oturan ortakçı kulların evlenmelerine değinilmesi manidardır. Bilindiği gibi kanunâmede; evlenecek yaşta yetişkin cariyeler dururken, kölelerin onlarla evlenmeyip hariçten hür kadınlarla evlenmek istemeleri 19 20

236

Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, Çev: Ruşen Sezer, İstanbul 2003, s. 117. Ömer L. Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri: Kullar ve Ortakçı Kullar”, Türkiye’de Toprak Meselesi age,,s. 590 (Aralık 575-648). Şayet hariçten bir kimse cariye ile evlenmek isterse ancak, kölelerin ihtiyacından fazla cariye bulunduğu taktirde ağrılık vermek şatıyla raiyyet sıfatını kaybeder. Ömer L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukukî Statüleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi, age., s.761.(725-797)

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

durumunun önüne geçilmesi istenmektedir. Esasında kölelerle ilgili bu madde, sistemin bozulmaya başladığının ipuçlarıdır. Görünüşe göre asıl sorun kölelerin medenî durumuna ilişkinmiş gibi algılansa da yeni kanunnâme eski düzeni tekrar tesis etme çabasının sonucuydu21. Tarımsal işletmelerde istihdam edilen köle kökeninden gelen kişilerin sahipleri; hem evlenecek köle bulamayan cariyelerin yeni kul evlatlar yetiştirmelerini desteklemek hem de kölelerin hür kadınlarla evlenmeleri nedeniyle doğacak çocuklarının hür olacağı endişesiyle içerden evlilikleri zorunlu tutmuşlardır. Hukukçular köle ve cariyelerin birbirleriyle evlenmeleri maslahatını geçerli sayarak bir anlamda vakıf kurucularının lehine olan uygun çözümü bulmuşlardır22. Örneğin vakfiyede; hâricten gayr-ı müslim hür erkeklerle evlenmemeleri âmme maslahatı gereğidir denmektedir. Vakfiyelere bakıldığında vakıf kurucularının içeriden evlilikleri tasvip etmedikleri durumlar da vardır. Örneğin köle ve cariyelerde kötü hal ve hareketler görüldüğü durumlarda bu tür evlilikler istenmemiştir. Yapısal özellikleri ve şartları hakkında bilgi verdiğimiz ortakçı kulların hukukî statüleri gereği vakıf reayasından farklı oldukları görülür. Vakıflarda istihdam edilen köle ve cariyelerin oluşturduğu ortakçılar grubu, daha ucuz emek gücü anlamına geldiği gibi aynı zamanda toprak ve özel hukuk açılarından bireysel hakları daha az olmasından tercih edilmişlerdir. Netice itibariyle büyük vakıf yöneticileri ihtiyaç duyulan emek 21 22

Y. Hakan Erdem. Osmanlı’da Köleliğin Sonu (1800-1909), s. 27. Kanun, ölen bir kölenin arazisi konusunda kölenin karısı ve çocukları olmadığı takdirde arazilerinin devlete kalmasını öngörüyordu. Şayet kölenin yetişkin bir oğlu varsa araziler bu oğula kalabiliyordu. Bu durumda oğul, ailenin reisi olarak babasının yerini alıyor ve toprakların işletilmesinden sorumlu oluyordu. 237

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

gücünü daha ucuza elde ederek geniş arazilerin çabuk ve makul bir bedel karşılığında işletilmesini sağlamışlardır. Ortakçı kulların tarım işletmelerini ekip biçmeleri dışında bazı durumlarda vakıflara veya şahıslara karşı birtakım angarya hizmetlerinde de çalıştırılmışlardır. Yöneticilerin uyguladığı angaryalar; kimi zaman fazla çalışmayla ilgili, kimi zamanda tavuk, çörek, yağ, meyve gibi hediyeler sağlamaya yöneliktir. Nitekim vakıf kurucuları, kendilerinden sonra yönetici olacak kişileri angarya uygulamasına gitmemeleri hususunda uyarmışlardır. H. 866 tarihli Zağnos Paşa Vakfiyesi’nde vakfa ait Saruhan Sancağı’nda çeltik ekimi yapılan; Tansur, Tumanlu, Teslümatlu, Büyükmeder, Küçükmeder, Karacaviran, Kadağlı Köyleri sayıldıktan sonra vakfın Karacaviran’a bağlı bir köyde 13 nefer köle ile birlikte 104 camusunun bulunduğu ifade edilmiştir. Aynı vakfın Karesi Sancağı’nda At, Demirci, Türker ve diğer köyleri kapsayan tarım işletmeleri de vardır. Bunlardan Demirci Köyü’nde ikamet eden 20 nefer köle, ziraî aletlerle birlikte vakıf arazilerini ve değirmenleri işletmektedirler23. Benzer bir örnek, vezir-i âzam Abdulmuin oğlu İbrahim Paşa’nın H.969 tarihli vakfiyesinde görülür. Buna göre İbrahim Paşa’nın vakfettiği araziler ve iş yerleri uzun uzun anlatıldıktan sonra, Şeref Çiftliği’ni evli ve bekar kölelerin ellerindeki inekler, öküzler, camuslar ve sair ziraiî aletleriyle ekip biçtikleri; …arazilerden ve bağlardan ve bahçelerden istihsal ettikleri mahsulün dörtte birini her sene vakfa verecekler; ne kadınları, nede erkekleri bu çiftlik haricindeki erkek ve kadınlarla evlenmemek şartile mütebaki mahsuli kendilerine sarf edecekler, 23

238

581/2 Numaralı defterin 513.sayfanın 488.sırasında kayıtlıdır. Ayrıca Şeyhpaşa ibni Şehabeddin Vakfı’na ait 849 tarihli hükümde; köleler, cariyeler ve uşaklar istihdam edilerek Mudurnu’daki işletmelerin ekilebildiği ifade edilmiştir. Bakınız: 607 numaralı defterin 211.sayfasının 320.sırasında kayıtlıdır.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

bu çiftliğin arazisi kendilerini istiab edemeyecek derecede bunların evladları çoğalacak olur ise bu araziyi bırakup Yenice Kızılağaç kazasında vaki mezkûr köylerin arazisinden münasip mahallere yerleşeceklerdir24. Görüldüğü gibi ortakçı kulların işledikleri arazilerin karşılığında gelir paylaşımında vakfa ¼ oranında pay verirlerken, kendilerine kalan ¾ oranındaki kısımdan vergileri de ödemek zorundadırlar. Umur bey ibni merhum Saruca Paşa Vakfı ise 44 köle ve cariyesini Çirmen Kasabası’ndaki arazilerin ekilip biçilmesine ve zaviyenin hizmetine tahsis etmiştir25. Öte yandan H.954 tarihinde ikinci vezir Mehmed Paşa ibni Abdulmuin, Niğbolu Kazası’nda temlik yoluyla elde ettiği Göl Mezraası’nı ziraat aletleri, evler, depolar, ahırlar, bahçeler, meralar oluşturarak ekilebilir duruma getirmiştir. Aynı vakfın başka tarihli vakfiyesinde ise, Boşnak, Macar, Rus, Abaza ve Hırvat kökeninden olan 19 köleyi de arazilerinde istihdam ettiği anlaşılmaktadır26. Esasında diğer ümerâ vakıflarında da benzer uygulamalar söz konusudur. Nitekim H.978 tarihli Ali Paşa ibni Hüseyin vakfiyesinde satın alınan köle cariye, ziraat aletleri, atlar, öküzler ve develerle; inşa edilen ahurlar, anbarlar, hücreler ve köşkün bulunduğu üzüm bahçesi, armut bahçesi ve tarım arazilerinin işletilmesini yapacak kişiler istihdam edilmiştir. Vakfiyede; köle ve cariyeler ve anların evladları ziraat zamanı geldiği vakit ziraata mahsus olan hububatın envaını vakıf anbardan alup ekmelerini ve hasad zamanı geldiği vakit orak ile kesiciler kiralamalarını ve mezbur gilmanların hasılatından ziraat içün almış oldukları 24

25 26

Mihal oğlu Ali Bey’e Rumeli’de tahsis edilen araziler için; isterse sata, dilerse bağışlayave murad edinirse vakfede şeklinde kayıt düşülmüştür. Ömer L. Barkan, “Türk-İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller: İmparatorluk Devrinde Toprak Mülk ve Vakıflarının Hususiyeti”, Türkiye’de Toprak Meselesi age..,s. 257; Ayrıca vakfiyelerden 574 Numaralı defterin 87. sayfasının 41. numarasında kayıtlı belge. 632 Numaralı defterin 510. sayfasının 212.numarasında kayıtlı belge. 581/2 Numaralı defterin 513. sayfasının 488. numarasında kayıtlı belge. 239

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

hububatın envaı alınarak vakfın anbarında hıfz edilmesini ve geri kalan kısım gılman ile vakıf arasında münasefeten taksim edilmesini ve İpek böceği zamanı geldiği vakit vakfın parası ile böcek tohumu alınarak ipek olasıya kadar böcekler içün gılmanın her gün dut yaprağı getirmelerini ve bu gılmanlara ipekten asla bir şey verilmemesini şart koşmuştur. Görüldüğü üzere vakıf kurucuları köle ve cariyelerden oluşan ortakçılarıyla işletmeler kurarak aralarında elde edilen geliri paylaşmışlardır27. Şimdiye kadar anlatılanları toparlarsak; Osmanlı’da köle ve cariye istihdam eden vakıfların kucuları üst düzey devlet yöneticileridir. Bunların çiftlikleri daha çok ganimet hisseleri veya verilen temliknâmelerle oluşturulduğundan söz konusu topraklara yerleştirilen ortakçı kullara iş düşmüştür. Bir başka husus ise; toprak mülkiyeti meselesidir. Bilindiği gibi devlet adamlarının kurdukları vakıflar, hazineye bağlı olan miri arazilerde yani gelirleri hazineye gitmesi gereken kısımlarda kurulmuşlardır. Dolayısıyla devlete ait araziler üzerinde kurulduklarından bu vakıflar, gayr-i sahih (irsadi) vakıflar olarak nitelendirilmektedir. Uygulama nihayeti üzere padişahın kendi tasarrufunun sonucudur. Padişahlar kişi veya vakıflara arazi tasarrufunda bulunarak doğrudan toplum menfaatlerini gözetmiştir28. Vakıf teşkilatı durağan bir kurum olmadığından, yaşanan her türlü sorun sistemin bozulmasına, işlerliğinin azalmasına yol açmıştır. 17. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nin siyasi gücünün azalması, esir elde etmek için yapılan akınların olumsuz sonuç vermesi, köle temininde zorlukların yaşanmasına yol açmıştır. Bunun sonucunda vakıflar mevcut imkanlarını korumak için ek tedbirler aşmışlardır. Örneğin 27 28

240

585 numaralı defterin16. sayfasının 14. sırasında kayıtlıdır. Ömer L. Barkan, Ekrem H. Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri(953/1546 Tarihli), İstanbul 1970, s. 17.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

vakfiyelerde görülen köle istihdamına dair düzenlemeler bu durumu ortaya koymaktadır29. Vakıf kurumlarının tarım arazilerinin işlenmesinde istihdam oluşturan köleler, kimi zaman vakıflardaki fazla gelirin değerlendirilmesine kaynak teşkil etmişlerdir. H.907 tarihli Arapça vakfiyede, vakıf personelinin maaşlarının ödenmesinden ve tamiratların yapılmasından sonra kalan parayla; köle ve cariyeler satın alınır, onlar bir birleriyle evlendirilir, bunlar imaretlerde çalışırlar, hayvanlara bakarlar kâfi mikdarda köle alındıktan sonra yine para artarsa o zaman mütevelli ve nâzırın müşaveresiyle imaretlerin yemeklerine zam yapılır. Eğer gelirde bir noksanlık olursa, o zaman nisbet dahilinde hepsinden kısıntı yapılır30 denmektedir. Benzer bir örnek H.889 tarihli Molla Şemseddin Gürani’nin Arapça vakfiyesinde, şayet vakıf gallesi artarsa köle satın alınıp bahçeye konması istenmiştir31. İstihdam edilişleri bakımından kölelerin özellikle vakıfların tarımsal işletmelerinde yoğun iş gücü oluşturdukları görülmektedir. Vakfiyelerde köle istihdamının yaygın olduğu tarımsal işletmelerin dışında, başka vakıf kuruluşları da vardır. Bu işletmelerin başında su değirmenleri gelmektedir32. Su gü29

30 31 32

Çoban Mustafa Paşa Vakfiyesi’ne yapılan zeyilde kölelerin vasıfları önceki vakfiyenin aksine detaylı yazılmıştır. Örneğin; Yoro bin el-Hırvadi isimli sarışın çalışkan sakalı çıkmış, açık kaşlı, orta boylu köle ve onun zevcesi Klara binti el-Hırvadiyye isimli sarışın mavi gözlü, beyaz açık yaşlı, orta boylu köle ve yine Martin bin Yoti, beyaz, ela gözlü, açık koşlu Hırvat. 733 numaralı defterin 64. sayfasının 31. sırasında kayıtlıdır. 570 Numaralı defterin 220. sayfasının 130. sırasında kayıtlıdır. Bursa’da H.821 tarihli Arapça vakfiyeye göre, Hacı Şatır Çavuş Vakfı değirmeninde köle statüsündeki karı koca birlikte çalışmaktadırlar. Bk.581/2 Numaralı defterin 295.sayfasının 296.sırasında kayıtlı vakfiye. Başka bir örnekte Karasu Nehri’nden akan su üzerinde dönen on adet değirmenin mamur binası ve gölgelik ve duvarları ve mahzenleri ve taşları ve ağaçlarının bakımı için Rusyalı İskender, Ferhad, Rüstem, Hamza ve Ali’nin ailesi istihdam edilmiştir. Bk.582 numaralı defterin 24. sayfasının 12 sırasında kayıtlı olan Süleyman oğlu Kadı Hacı Bedrüddin Mahmud’in Evaili Receb 966 tarihli 241

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

cüyle çalışan değirmenler, en az birkaç kölenin gece gündüz burada ikamet etmesine yol açmıştır. Değirmenler gibi köle istihdamının yoğun olduğu su vakıfları da vardır. Örneğin Bedreddin Mahmud Vakfı’nda köleler, medreseye bağlı bahçeyi ekip biçme, bahçeden çıkan suyu dağıtma işlerini de yapmaktadırlar33. Yoğun emek gücü gerektiren yerlerde kölelerin istihdam edildiği düşünüldüğünde; Tacüddin İbrahim Beyzâde İsmail Bey’in oluşturduğu imaretin mutfağına yemek için su getirmek, pirinç ayıtlamak, döğmek ve buğday temizlemek, öğütmek, çorbalık buğday ayıtlamak ve bahçeleri ekip biçmek amacıyla üç kölenin istihdamı kaçınılmazdır34. Benzer şekilde H. 906 tarihli Süleyman bey oğlu Alaüddevle ise Samanto Kazası’ndaki bağlarının bakımı için altı nefer köle istihdam edilmektedir35. H.796 tarihli Ali Paşa bin Hayreddin Paşa Vakfı’nın Rumeli’deki bağlarının bakımı ve üzümlerin toplanması için bağcılardan oluşan köle, cariye ve çocuklarıyla 43 kişi çalıştırılmaktadır36. Yine Sinan Paşa kızı Meryem Hatun, kölelerin satışından elde edilen gelirin, vakfın bütçesine ilave edilmesini istemiştir. Vakfiyede; …münasib gördüğünü satar, tebdil eder, daha iyisi ile değiştirir maslahat neyi icab ettirirse onu yapar… denilerek vakıflarda olması gereken işlevselliğe vurgu yapılmıştır37. Öte yandan padişah vakıflarında köle ve cariye istihdamının gerekliliği, faaliyetlerin büyüklüğünden daha iyi anlaşılabilmek-

33

34 35 36 37 242

vakfiyesi. Benzer şekilde H. 889 tarihinde Sarı Ahmed Paşa bin Abdüssamedin, Manisa’daki vakıf çiftliğinde iş gören çok sayıda kölesi vardır. Bk.590 Numaralı defterin 225. sayfasının 191. sırasında kayıtlı vakfiye. Dört kölenin istihdam edildiği Süleyman oğlu kadı hacı Bedrüddin Mahmud’un Receb 966 tarihli vakfiyesi. 582 Numaralı defterin 24 sayfasının 12 sırasında kayıtlıdır. 582/1 Numaralı defterin 255. Sahife 156. sırasında kayıtlıdır. 590 Numaralı defterin 105. sayfasının 98. sırasında kayıtlıdır. 734 Numaralı defterin 216.sayfa 120.sırasında kayıtlıdır. 2113 Numaralı defterin 268. sayfasının 49. sırasında kayıtlıdır.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

tedir. Yıldırım Bayezid Vakfı’nın otuz nefer kölesi vakıf mülkleri arasında kaydedilerek; …nesilden nesle üreyen bu kölelelerin erkek ve kız evlatları hastahane hademeleri olacak ve kendileri de bağcı olup bunların elde edecekler, menfaat sair evkaf mahsulâtine ilâve edilecektir denilmektedir38. Aynı vakfın tarımsal faaliyetleri Anadolu’nun çeşitli kısımlarına dağıldığı için sadece Bursa yakınlarındaki Uluabâd Gölü kenarındaki vakıf çiftliğinde 2.000 sığır ve 32.000 koyuna sahip olduğu düşünüldüğünde, bu hayvanların beslenmesi ciddi bir organizasyon gerektirmiştir39. Vakıf müesseseleri ihtiyaçlardan doğduğuna göre; az geliri olan fertlerin ayakta kalmasını sağlamak kadar, yeni azat edilen kölelerin hayatlarını kolaylaştırmak da önemlidir. Kölelerin toplum içerisinde tutunabilmelerini sağlamak amacıyla Rumeli Kazaskeri Abdülkadir oğlu Ahmet Ağa Vakfiyesi’nde; azatlı köle ve cariyeler ile Müslüman gazilere para yardımı yapılmasını istemiştir40. Tesis ettikleri cami, imaret ve medreseleriyle büyük vezir vakıflarının pek çoğunda yönetimin ilk kademede kendi evlatlarında, neslinin bitmesinden sonra azatlı kölelerinde olduğu görülmektedir. Bunlardan; Hadım Ali Paşa, Mahmud Paşa, İbrahim Paşa, Koca Mustafa Paşa ve Davut Paşa Vakıflarında kölelerin korunduğu, yönetici yapılmaları vakfiyelerde belirtilerek, esasında bu ailelerin yeterli miktarda şer‘i mirasçılarının olmadığı hissettirilmektedir41.Osmanlı uygula38

39 40 41

802 tarihli Beyazid-ı Han-ı Evvel bin Murad Han Bin Orhan bin Osman Vakfı’na ait vakfiyeden. Bakınız: 608/1 Numaralı defterin 79. sayfasının 95. sırasında kayıtlıdır. 608 Numaralı defterin 79. sayfasının 95. sırasında ve 990 Numaralı defterin 167. sırasında kayıtlıdır. 570 Numaralı defterin 124. sayfasının 198. sırasında kayıtlıdır. Benzer şekilde efendilerinin kölelerine, kölelerin de efendilerine duydukları güven, vakfiyelere yansımıştır. H.1135 tarihli Amasya’daki Pervane Bey ibni Osman Vakfı’nda olduğu gibi, çocuklarının nesilleri sona erdiğinde, erkek 243

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

masında azatlı kölelerin eski efendilerinin mirasından faydalanmalarını temin için yeni yollar da aranmıştır. Bu durumda vakıf kurucularının nesilleri sona erdiğinde, yöneticilik vazifesi kendi yanlarında uzun süre kalarak hür duruma gelmiş kölelerine geçmiştir. Yöneticilik görevinin onlara kalması gibi köleler ikinci ve üçüncü dereceden efendilerinin mirascçıları yapılmışlardır42. Benzer şekilde H.1125/M.1713 tarihinde Sakızlı es-Seyyid Ahmed bin es-Seyyid İbrahim el-Endülüsî, vefatından sonra kurduğu vakfı, kızına bağışlamış onun neslinden kimse gelmezse bu sefer vakfının yönetiminin kölelerinden Kara Mübarek hariç diğer erkek kölelere kalmasını istemiştir. Aynı vakfiyede köle Kara Mübarek’in neden diğerlerinden ayrı tutulduğunun cevabı da verilmiştir. Köle Kara Mübarek’in vakıf kurucusuna hakaret edici sözler söylemesi onun dışlanmasına yol açtığı gibi, onunla cariyelerden kim evlenirse ona da vakıf gelirinden pay verilmemesi istemiştir43. Bu yüzden vakfiyelerde; …mütevellilerin köle ve cariyelerin ahvalini mürakaba etmelerini sirkat ve zina ve saire gibi kusurları olup vakıf içün zararlı olanların hayırlı olanlarla değiştirilmeleri istenmiştir44. Osmanlı toplumunda servet müslümanın imtihanı olarak görüldüğünden, vakfiyelerdeki pek çok örnekte mirasın köle ve cariyeleri kapsayacak şekilde genişletildiği görülür. Karamanlı Muhsinzâde Mehmet oğlu İbrahim Paşa Vakfiyesi’nde gelirin

42 43 44

244

kölesinin en büyük çocuğunun yönetici olmasını arzu etmesi güvenin göstergesidir. 579 Numaralı defterin 31.sayfasının 19.sırasında kayıtlıdır. Ayrıca bkz. İstanbul’da Behram Kethüda ibni Abdulmennân Vakfı’nın 30 Ramazan 972/01.05.1565 tarihli vakfiyesi. 579 Numaralı defterin 235. sayfasının 108. sırasında kayıtlıdır. Ömer L. Barkan, Ekrem H. Ayverdi. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri(953/1546 Tarihli), s. 25. 730 nolu defterin 25.sayfasının 12.sırasında kayıtlıdır. 633 numaralı defterin 66. sayfasının 31. sırasında kayıtlı İbrahim PaşaVakfı’nın Vakfiyesi.

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

çocukları, köleleri ve vakıfları arasında pay edilmesi istenmiştir45. Bu bağlamda H.1280 yılında Mustafa kızı Hacce Zeliha Hatun, evlatlarına vakfettiği yüzbin kuruşun iştirasından gelecek 15.000 kuruşun yarısının köle ve cariyelere 50’şer kuruş şeklinde dağıtılmasını vakfetmiştir46. H.931 tarihli Sinan Paşa ibni Mehmed’in vakfiyesinde işaret ettiği hususlar köle ve cariyelerin sadece para yardımlarıyla değil, aynı zamanda imaretten günlük verilen yemeklerle de desteklendiklerini göstermektedir. Vakfiyede; …azatlı ve gerek âzatsız kölelerine ve evlatlarına ve mümin ve müslümanlardan gelmiş olanlarının her birine birer ekmek ve yirmişer dirhem et ile mezkür yemekten bir kepçe… verilmesi tavsiye edilmiştir47. Vakıf kurucularının kölelerine olan güveni, onların efendilerine duydukları saygıyla doğru orantılıdır. Örneğin H.1227 tarihinde Zağra-yı Atik Kazası’nda, El-Hac Mehmed Ağa bin Süleyman Ağa, sefer-i hümayunda şehit olan kölesi Mehmed Şakir’in ruhu içün yaptırdığı çeşmeyi vakfetmiştir48. Vakıf kurucuları sadece yaşadıkları devirlerde besledikleri kölelerin kendilerine hizmet etmelerini beklememişlerdir. Aynı zamanda vakıf kurucuları dünyalık işler dışında vefatlarından sonra kölelerinin; …kırk gün mukaddem enbiya ve mürsellerin seyyidinin ruhu için müdebber olmalarını istemeleri onlardan dua bekletilerini ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar kölelerin genellikle yoğun emek gücü gerektiren işlerde istihdam edildiklerini görmüş olsak da bunun 45

46 47 48

581/2 Numaralı defterin 490. sayfasının 467. sırasında kayıtlıdır. Ayrıca bkz. Halep’te Emirzâde Hacı Musa Ağa bin Hacı Hasan Çelebi’nin, 11 Muharrem 1177/22.07.1763 tarihli vakfiyesinde anne ve baba tarafından hiçkimse kalmaz ise bahsi geçen vakfın akarının yarısı kölelere kalacaktır. Bakınız: 740 Numaralı defterin 167. sayfasının 56. sırasında kayıtlıdır. 609 numaralı defterin 300 sayfasının 357. sırasında kayıtlıdır. 610 numaralı defterin 14. sayfasının 27. sırasında kayıtlıdır. 630/2 Numaralı defterin 1367. sayfasının 821. sırasında kayıtlıdır. 245

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

tersi durumlar da vardır. H.899 tarihinde Hindû binti merhûm Karaca Bey Vakfiyesi’nde muhtemelen çocuklarının olmayışından, vakıftaki kitâbet görevinin Abdullah adındaki kölesine, cibâyet görevinin Mansur bin Abdullah’a, talim görevinin Nimetullah bin Abdullah’a verilmesi istenmiştir49. Köle azat etme vakfiyelerde ıtık olarak kaydedilmiş ve vakıf kurucularının mutlaka vakfiyelerinde belirttikleri şekillerde yapılması istenmiştir50. Osmanlı devrinde Müslüman vakıfları gibi Gayrimüslim vakıflarının da köle azat etme işine eğilerek vakıflar kurmuşlardır. Örneğin H.923 tarihli Galata semtinde Doka Zimmi tarafından kurulmuş para vakfının kuruluş amaçlarından birisi ödünç para almaya muhtaç fukaraya tahsisât ayırmak diğeri ise kendilerini efendilerinden satın alarak kölelikten kurtarmak isteyen Hristiyan esirler gözetilmiştir51. Köleleri satın alarak bir süre sonra onları azat etmek, dinî açıdan tavsiye edilen bir durumdur. H.1243 tarihli vakfiyede Davut Paşa, köle azat etmeyi hazret-i peygamberin övdüğünü ifade ederek, kendisinin de bu davranıştan etkilendiği göstermiştir. Bu yüzden Allah’ın hoşuna giden bir davranış olarak köle azat etme meselesine eğildiğini dolayısıyla alınacak ecir ve sevap ile cehennemden kurtuluşuna vesile olmasını istemiştir. Vakfiyede; …âzad edenin bütün azası nârdan halâs olacak olduğunu bilince Seyyidü’l-mürselinin Sünneti Seniyyesine iktifa ve Köle âzad eden sulehanın meslekine sulük etmeği arzu etti de Cenâb-ı hakkın bütün mahlukatına takdir ettiği ölüm kendisine geldiğinde ol zamanda milkinde kalmış olan zükür ve inas kölelerin cümlesi Allah rızası içün hür52… olsun demiştir. 49 50

51 52 246

581/2 Numaralı defterin 382 sayfasının 381. sırasında kayıtlıdır. 618/2 numaralı defterin 58.sayfasının 15.sırasında kayıtlı Trabulusgarp’ta Hamidiye Mahallesi’nde mukîm Hacı İbrahim Efendi oğlu Hacı Ahmet Efendi’ye ait 1323 tarihli Arapça vakfiyeye göre köle azat edilirken İmam Yusuf ’un görüşlerine göre yapılması istenmektedir. 624 numaralı defterin 286 sayfasının 259 sırasında kayıtlıdır. Köle azat ederek yapılacak sadaka-i müstemirre ile ilgili vakfiyelerde pek çok

VAKFİYELERE GÖRE VAKIFLARDA KÖLE İSTİHDAMI

Sonuç Osmanlı uygulamasında hâs çiftliklerde ve vakıf arazilerde köle ve cariye istihdamının daha yüksek olduğu görülür. Bu tür araziler toprak sistemi gereği padişah ve ümerâ mensuplarının bulundukları konumların imkanlarıyla birlikte büyüyüp gelişmişlerdir. Devlet adamlarının ağırlıklı olarak tahsisatlar, temlikler ve ganimet hisseleri yoluyla araziler elde etmeleri nihayetinde bu arazileri işleyebilmek için ellerinde bulunan köle ve cariyelerin ortakçı kullar olarak istihdamını kolaylaştırmıştır. Bu durumda ortakçı olarak vakıflarda çalıştırılan köle ve cariyelerin köken itibariyle savaşlarda ele geçirilen tutsaklardan veya satın alınan kölelerden oluştuğu dikkat çekmektedir. Köle istihdamının tarım arazilerinde; çiftlik, mezra, bağ ve bahçelerde, değirmen, hamam, imaret ve su kaynaklarının işletilmesinde ağırlıklı olarak istihdam edildikleri görülür. Padişahların hassa çiftlik ve köylerininve ümerâ mensuplarının kendi çiftliklerinin vakıflara dönüşme sürecine gelince; bilindiği gibi padişahlar ve devlet adamları arazilerindeki tasarruf haklarını bırakıp bu arazileri kurdukları vakıflara devretmeleri durumunda, hem toprakları hem de topraklar üzerinde istihdam ettikleri köle ve cariyelerin statüsünü değiştirerek bunları, vakıf malı haline getirmişlerdir. Hukukî açıdan bu vakıfların; irsadi gayri sahih vakıflar oldukları vakfiyelerdeki; temlik etmiştir, tahsisattır şeklinde geçen ifadelerden anlaşılabilmektedir. Mirî araziler üzerinde kurulan vakıflarda istihdam edilen köle ve cariyelerin üretime ortak edilmeleri bunların ortakçı kullar olduklarını doğrulamaktadır. Ortakçı kullar hassaya, askerîlere, özel kişilere ve vakıflara hizmet etmişlerdir. Mevcut örnek vardır. 580 numaralı defterin 461 sayfasının 265 sırasında kayıtlıdır. Benzer bir örnekte H.966 tarihli Hayri Bey Vakfı’na aittir. Bakınız: 584 numaralı defterin 20. sayfasının 9. sırasında kayıtlıdır. 247

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

vakfiyeler padişah ve ümerâ vakıflarının ağırlıklı olarak tarımsal üretimlerle ayakta durduklarını gösterdiğinden, bunlar köle ve cariye kullanımına sistem olarak müsaittirler. Bu durumda geniş toprakların işletilmesinde padişahlar ve devlet adamları, köle ve cariyelere istihdam oluşturmakla daha ucuz işgücüne kavuşmuşlardır. Öte yandan vakfiyelere göre tarımda köle istihdamı örgütlü bir grup olarak değil, küçük çaplı gruplar olarak görünmektedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren köle ve cariyelerin ortakçı kullar olarak nasıl bir şekil aldığı tam olarak takip edilemese de bu grupların zamanla vakıflardaki diğer vakıf reayalarına karışarak yok oldukları anlaşılmaktadır. Deyim yerindeyse, XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar ortakçı köle ve cariyeler, padişahlar ve devlet adamları kurdukları vakıflarda risk almadan daha fazla gelir elde etmenin yöntemini bulmuşlardır. Bu yüzden vakıflarda köle istihdamı bütçenin karlılığı ve tarımsal işletmelerin sürekliliği açısından tercih edilebilir olmaktan uzak değildir. Vakıf türleri açısından bakıldığında padişahlar ve devlet adamlarının kurdukları vakıflarda köle ve cariye kullanımının daha yoğun olduğu görülür. Oysa uygulamada yarı hayrî amaçlı vakıflarda ve aile vakıflarında köle ve cariyelerin istihdamları konusu çok belirgin değildir. Bahsedilen türdeki küçük vakıflarda çoğu zaman yapılacak işin veya görülecek hizmetin tanımının şifahî olarak yapılmış olması, bunları büyük vakıflardan farklılaştırmıştır. Mahiyetleri bakımından yarı hayrî veya aile vakıflarında köle ve cariye kullanımının belirtilen olumsuz tarafları olduğu kadar, olumlu yönleri yok değildir. Bir kere evlatlık vakıflarda köle ve cariyelerin daha fazla korunduğu, vakıf kurucularının kendi çocuklarıymış gibi kabul gördükleri bir gerçektir.

248

Osmanlı Dönemi Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücünde Kullanılan Köleler

Mustafa Akkaya*

Giriş Sömürünün en ilkel ve kaba biçimi olan kölelik, eskiçağ ekonomik düzeninde önemli bir yer tuttuğu gibi yakın dönemlere ve hatta günümüzde de devam etmektedir1. Köleliğin başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, muhtemelen insanoğlunun medenileşme yönünde attığı ilk adım olan, tarım hayatının (yerleşik hayatın) başlamasıyla, toplum haline gelen insan gruplarının, kendilerinden daha zayıf, daha güçsüz, daha muhtaç olan toplulukları kendi gündelik işleri ve çıkarları için kullanmasıyla başlar. Söz konusu yerleşik düzen “Her şey zıddıyla kaimdir.” düsturuna göre kuvvetlinin yanında zayıf, güçsüz olanların da ortaya çıkışına sebep olmuştur2. Dolayısıyla mağlup olan zayıf kaçınılmaz olarak köleleştirilmiştir. Bu bağlamda köleliğin yaygınlaşması ve çoğalması toplumların ya da devletlerin birbirleriyle savaşmaya başlamalarıyla * 1 2

Yrd. Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, makkaya@ yahoo.com 2010 yılında çekilen “I am slave” filmi bugün dahi köleliğin devam etmesine tepki olarak toplumsal baskı oluşturmak amacıyla çekilmiştir. Hasan Tahsin Fendoğlu, İslam ve Osmanlı Hukuku’nda Kölelik ve Cariyelik, Kamu Hukuku Açısından Mukayeseli Bir İnceleme, İstanbul 1996, s. 26. 249

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

gerçekleşmiştir. İnsanlık tarih boyunca savaştan kaynaklanan kölelik için, savaştan galip gelen taraflar, mağlup olanlar için “Neden öldürelim köle olsunlar.” diyerek bu çok eski kurumu oluşturmuştur3. Antik Çağ’ın ardından Tek tanrılı dinlerin de yayılmasını engelleyemediği bu kurumun sistematik olarak uygulandığı yerlerin başında Yunan gelmektedir4. Batı medeniyetinin mihenk taşı olarak kabul edilen Eski Yunan medeniyetinde ki köle ticareti, Batı dünyasının köleliğe bakış açısının kaynağını bize göstermektedir. Çünkü Eski Yunan’da kölelik oldukça yaygındı. Öyle ki Yunan şehirlerinin hemen hemen hepsinde halkın büyük çoğunluğunu köleler oluşturmaktaydı5. Üretim hemen hemen tamamen köle emeğine dayanmaktaydı6. Yunan’ın ardılı olan Roma’da ise köleler, ekonominin önemli unsurları olan ticaret ve ziraatın temel direği sayılmaktaydı. Antik Roma köleliği, birçok ileri tarım toplumunda emek güçleriyle birçok özelliği paylaşan bir işgücünün ayrılmaz bir parçasıydı7. Roma’nın ilk dönemlerinde kölelerin durumu oldukça 3 4

5 6

7

250

Hasan Tahsin Fendoğdu, age., s. 26. Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, İstanbul, 1998, s.14. Yunanlılardan önce Ön Asya toplumlarında kölelik vardı ve kurumsal bir yapı oluşturmaktaydı. Bakınız: Gülnihal Bozkurt, “Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXVIII/1-4, Ankara 1981, s. 65-103; Suzan Akkuş, Eski Ön Asya Toplumlarında Kölelik, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Denizli 2007, s. 42-43. Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, İstanbul, 1998, s. 14. Yunan Medeniyetinde kölelil için bakınız. Enver Günay, “Antik Çağ Ekonomileri ve Gelenek ile Çok Tanrılı Dinlerin Etkisinde Oluşan Antik Çağdaki İktisadi Düşüncelerin Özellikleri”, Internatonal Journal of Academic Value Studies, I/1, 2015, s. 50-51; Ayşe F. Erol, “Arkaik Dönem Atina’sında Kölelik Sistemi”, GÜ, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XXVII/1, Ankara 2007, s. 249260; Güven Bakırezer, ‘‘Antik Yunan Düşüncesinde Kölelik’’, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, LXIII/1, Ankara 2008, s. 17-54. Peter Temin, “The Labor Market of the Early Roman Empire”, Journal of Interdisciplinary History, XXXIV/4, (Spring, 2004), s. 514.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

iyiydi. Köleler ailelerin birer ferdi sayılmakta ve efendileri ile aynı çatı altında yaşamaktaydılar. Ancak büyük fetihlerinden sonra özellikle Roma şehri savaşlardan elde edilen kölelerle dolunca, Romalılar kendilerinden olmayan bu büyük insan kitlelerine yabancı ve soğuk davranmaya başladılar. Şehir hayatının gelişmesi, artan nüfus neticesinde iki tür kölelik ortaya çıktı. Birincisi; efendisinin köydeki tarlalarını işleten, toprakla beraber alınıp satılan köleler8, ikincisi ise şehirde efendilerinin yanında yaşayan, onların zevk ve eğlencesi haline gelen köleler9. Bu iki işlevi yerine getirmek için çok sayıda köle istihdam edildi. Zamanla köleler zorlu yaşam koşullarına karşı çıkmak için isyan etmişlerdir. Sonuçta büyük köle isyanları meydana gelmiştir10. Roma İmparatorluğu’ndaki köle istihdamına paralel olabilecek kölelik Amerika kıtasının keşfinden sonra ortaya çıkmıştır. Yeni kıtanın tarımsal potansiyelinin keşfi, eski dünyadan gelen hastalıklarla Kızılderililerin ölmesi ile ortaya çıkan işgücü açığı Afrika’dan getirilen zencilerle karşılanmaya başlanmıştır. Batı ve kuzey Avrupa devletleri köle ticareti ile iştigal etmeye başlamışlar ve Portekiz ile başlayan Afrika köle ticareti İspanya, Hollanda ve İngiltere’nin dahli ile devam etmiştir. Nihayetinde yeni kıtanın münbit topraklarını işlemek ve elde edilen ürün ve gelirlerin Avrupa’ya akması için milyonlarca Afrikalı bu ülkelere bağlı köle gemilerle Amerika’ya taşınmıştır. 1807 yılında Atlantik köle ticareti yasaklanıncaya 8

9 10

Roma’da köleler Sicilya tarlalarında ve zeytin üretiminde çok fazla kullanılmaktaydı. L. C. Colognesi, “Roma Egemenliği: Yurttaşlık ve Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XLIII/1-4, Çev: Özcan Çelebican, Ankara 1993, s. 308; Murat Tozan, “Üçüncü Makedonya Savaşı’ndan Pompeius’un Seferine Roma’nın Doğu Politikası ve Anadolu’nun Güney Kıyılarında Korsanlık (MÖ. 167-MÖ. 67)”, Cedrus, II, (2014), s. 142, 143. Hasan Tahsin Fendoğlu, age., s.47. Gürkan Ergin, “Roma Toplumunda Kölelik Eleştirisi ve Kölelere Empati”, Cedrus, II, Antalya 2014, s. 357. 251

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kadar Amerika’ya taşınan köle sayısı yaklaşık olarak 10 milyona ulaşmıştı11. 16.-18. yüzyıllar arasında Atlas Okyanus’unda, yani Avrupa-Afrika-Amerika arasındaki ulaşım üçgeninde toplam ticaretin %65’ini köle ticareti oluşturmaktaydı12. Söz konusu Afrikalı köle ticareti Kuzey Avrupalı denizci devletlere büyük servetler kazandırdı. Amerika’da beyaz adam modernitenin nimetlerini köle ticaretinde de kullanmıştır. Commerio Gazetesi’nin 5 Eylül 1867 tarihli nüshasında; “Dikiş ve ütü bilir on dört yaşında genç bir zenci kızı satılıktır. Çay verebilir. Mükemmel bir oda hizmetçisidir.”, yine aynı gazetenin 9 Eylül 1867 baskısında “Zarif ve güzel bir melez satılıktır.”, “Yirmi yaşında tecrübe için ariyet de verilebilir.” diye ilanlar yazılmıştır13. Bu arada Avrupa’da köleliğin boyutları Amerika kadar olmasa da devam ettiğini belirtmeden geçmemek gerekmektedir14. Köleliğe ve köle ticaretine karşı mücadelenin temelinde sanayi inkılabının var olduğunu söylemek de fayda vardır15. 11 12

13 14

15

252

Edwards Reynolds, Fırtınaya Karşı Ayakta Kalmak, Çev: Koray Akten, İstanbul 1985, s. 182. Köle ticareti ve köle emeği sanayi kapitalizmine gerekli ilk sermaye birikimine kaynak oluşturarak Avrupa ve Kuzey Amerika’nın gelişimine katkı sağlarken, aynı ölçüde Afrika’da durgunluk ve gerilemeye yol açtı. Abdullah Martal, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum, Sayı: 121, 1994, s. 13. Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, VIII, İstanbul, 1994, s. 507-508. Aynı zamanda Avrupa-Amerika köleciliğine; sürekli köle üretimine dayalı kapalı kölecilik, yani “Atlantik köleciliği” de denirdi. Mustafa Olpak, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle, Türkiye Cumhuriyeti’nde Evlatlık: Afro-Türkler”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, LXIII/1, Ankara 2013, s. 123. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, sanayi kapitalizminin doğuşuyla, özgür, hareketli ve rekabet kurallarıyla bütünleşmiş çalışanlara gereksinim duyulması, aynı zamanda siyahi nüfusun denetimsiz, bir biçimde giderek artması, köleciliğe karşı ilk tepkilerin doğmasına neden oldu. Özellikle Montesquieu (1689-1755) ve Voltaire (1694-1778) gibi düşünürlerin, Avrupa devletlerini ve insanlarını, köleliğin ilgasına davet etmeleriyle kölelik sistemine ilk darbe vurulmuş oldu. Fransız Devrimi’nin getirmiş olduğu hümanist ve eşitlikçi akımlarında köleliğe karşı mücadeleyi güçlendirmesiyle si-

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

Osmanlı’da Köle ve Köle Ticareti Kölelik ve köle ticareti, Osmanlı toplumunda da İslami kurallar sınırları içinde çağın anlayışına uygun olarak kurumlaşmakla birlikte, Batı toplumlarından farklı bir nitelik taşımaktaydı16. İslamiyet’e kadar olan zaman zarfında genelde hukuki açıdan kölelere herhangi bir maldan daha fazla yer vermeyen kölelik müessesesi İslamiyet ile diğer emsallerine göre (Avrupa,

16

yahî köle ticaretine sınırlama ve yasaklamalar getirilmeye başlandı. Fransa’da 1791’de İhtilal Meclisi çıkarmış olduğu kanunla köleliği kaldırmış olsa da 1802’de Napolyon tekrar meşrulaştırmıştır. Fransa’da kölelik 1838 yılında tamamen kaldırıldı. Hemen akabinde İngiltere ise 1807’de Afrika’daki vatandaşlarının köle ticareti yapmalarını yasakladı. 1815’te toplanan Viyana Kongresi’ne katılan 8 ülke “insanlık ilkeleriyle, evrensel ahlaka aykırı” saydıkları köle ticaretinin yasaklanması konusunda gereken çabayı göstereceklerini taahhüt ettiler. 1834 senesine gelindiğinde İngiltere kolonilerinde bulunan kölelerin serbest bırakıldığını duyurdu. 1841’de İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya arasında, her türlü köle ticaretini yasaklayan ve bu ticareti korsanlık suçu sayan bir antlaşma yapıldı. Fransa’da 1848’de, İspanya ve Portekiz’de 1856’da sömürgelerindeki köleliğin resmen kaldırıldığını duyurdular. Sömürgelerin yanı sıra kıta Avrupa’sındaki kölelik meselesi için 1885 Berlin Umumi Senedi ve 1890 Brüksel Kongresi’nde yeni kararlar alındı. Kongre köleliği kaldırmamakla birlikte, köle ticaretinin yasaklanması yolunda önemli hükümler getirdi. 10 Eylül 1919 tarihli Saint Germain Sözleşmesi’nde köleliğin kaldırılmasına ve köle ticaretinin önlenmesine ilişkin hükümler yer aldı. Abdullah Martal, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum, Sayı: 121, 1994, s. 13-14; Amerika’da köleliğin kaldırılmasının temeli 4 Temmuz 1776 Bağımsızlık Bildirgesi’ne dayanmaktadır. Fakat ekonomik kaygılar köleliğin uzun süre devam etmesine neden olmuş ve ancak 20. yüzyılda son bulmuştur. Hasan Tahsin Fendoğlu, age., s. 60-61, 68. Günümüz fikir ortamında en önemli şey itikat, hatta sınıf değil ama ırktır.”, diyen Bernard Lewis kölelik meselesine de bu zaviyeden bakarak ele almıştır. Irk araştırmaları, İslam dünyasında da kölelik sorununu öne çıkarmıştır. Lewis, bu meseleyi “İslami koşullar ve çevresinde değil de Ortaçağ koşullarına göre incelemem gerekiyor” diye ifade ederken aslında ayrı bir tartışma konusunu da ortaya atmıştır. Ortadoğu’da kölelik meselesini, İslamiyet’teki ırk, millet kavramlarını iyi anlamak gerekir. Bu coğrafyada bu meseleyi Ortaçağ ve Yeniçağ Batı dünyasının düşünce sistemi ve yapısıyla incelemek, tezat oluşturmaktadır. Buna rağmen Bernard Lewis kısmî de olsa İslamî düşünceyle köleliği anlatmaya çalışmıştır. Bakınız: Bernard Lewis, Ortadoğu’da Irk ve Kölelik, Çev. Enver Günsel, İstanbul, 2006, ss.7-8. 253

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Amerika ve Asya) daha farklı, daha sistemli, daha insancıl hale getirilmiştir17. Batı dünyasının aksine İslam dünyasında ise kölelerin sürekli azat edilmeleri, bazı kölelerin hadım edilmesi, asker olan kölelerin, yüksek rütbelere terfi ettirilmesi ve özgür olması, özgür kölelerin çocuklarının da hür doğması, kölelerin birbirleriyle evlenmelerinin teşvik edilmemesi, uzak ve gelişmemiş yerlerden gelen kölelerin bağışıklık sistemlerinin gelişmemesine paralel olarak köleler arasında ölüm oranının fazla olması, sebeplerine bağlı olarak köle nüfusunun artmamıştı, tam tersine zamanla azalmıştır18. Yine de yeni fethedilen topraklarda büyük çitflikler oluşturulmuş ve buralarda köleler çalıştırılmışlardır. Mesela Muaviye’nin kendine ait arazilerinde 4.000 köle çalıştırılmaktaydı19. Devletin kuruluş ve büyüme dönemlerinde genellikle savaş esirlerinin köleleştirilmesi ve devşirme sistemi gözde fetihlerin durmasından sonra uzak diyarlardan satın alma usulüyle yapılan kölelik devam etti. Osmanlı Devleti’ne köleler, başlıca üç koldan gelirdi. Birincisi; Kırım Türklerinin akınları ve tüccarlar aracılığı ile Karadeniz’in kuzeyi ve Kafkasya’dan elde edilen köleler Karadeniz Limanları üzerinden İstanbul’daki esir pazarına yapılan köle sevkiyatıdır20. İkincisi; Garp Ocakları (Trablus, Cezayir, Tunus), Akdeniz ve Doğu Atlantik kıyısı ülkelerinden topladıkları köleleri, Ege Adaları üzerinden Rumeli, Anadolu ve İstanbul’a sevk ederlerdi. Üçüncüsü ise başlıca Sudan ve Habeşistan’dan alınan siyahî köleler, genellikle İskenderiye Limanı’ndan İstanbul’a ve buradan başka 17 18 19 20

254

Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, İstanbul, 1998, s.9. Bernard Lewis, age., s.21. İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Ankara 2008, s. 67. Bakınız: Zübeyde Güneş Yağcı,“16. yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Sayı:8, 2006, s. 12-30;Aynı yazar, “Kafkasya’nın Köle Tarihi Bakımından Önemi”, Yeni Türkiye Kafkaslar Özel Sayısı, Ankara 2015, s. 429-444.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

vilayetlerideki köle pazarlarına gönderilirlerdi21. Bu çalışmada üçüncü koldan yani Afrika’dan gelen, sonraları Afro (Afrikalı) Türkler diye anılan siyahi kölelerin Batı Anadolu’da tarımsal işgücü olarak kullanılmaları incelenmiştir. Osmanlı Devleti’nde köle istihdamı genellikle askeri ve idari alanda olduğu kadar ve ev hizmetleri ile sınırlı kalmıştır22. Amerika’da olduğu gibi tarım ve endüstride çok fazla köle istihdamı sözkonusu olmamıştır. Bunda Osmanlı Devleti’nde büyük çiftliklerin olmamasının önemi büyüktür. Bir aile işletmesi şeklinde düşünebileceğimiz çift-hane sistemi büyük oranda köle emeği gerektirmemiştir23. Mehmet Öz’ün 16. yüzyılda köylünün vergi yükü ve geçim durumunu ele aldığı çalışması Karadeniz bölgesi için Anadolu köylüsünün çok fazla toprağa sahip olmadığını ve kendi aile emeği ile geçinmeye, vergisini ödemeye çalıştığını ortaya koymaktadır. Hatta Öz, çalışmasında malikâne-divanî sistemin olduğu Rum vilayetinde köylünün geçim sıkıntısının daha yoğun olduğu üzerinde 21

22

23

Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti 1840–1890, İstanbul 1994, s. 12-45; Osmanlı Devletinde köle ticaretinin yapıldığı güzergâhlarda ve bunlara yakın bölgelerde köle pazarları kurulmuştur. Bunların en işlek olanları; Mekke, Medine, Cidde, Basra, Trablusgarp, Sam, Bağdat, Kahire ve İzmir’de idi. Gül Akyılmaz; “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi ile İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı'nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, IX/1-2, 2005, s. 223. Osmanlı Devleti’nde kölelerin istihdam alanları için bakınız: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1984; Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Late Ottoman Middle East, Seattle 1998; Abdullah Martal, “Osmanlı Toplum Yaşayışıyla İlgili Belgeler- Bilgiler: Kölelilik”, Tarih ve Toplum, Sayı: 1, 1984, s. 57. Çift-Hane sistemi için bakınız: Halil İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi, İstanbul 1993, s. 1-14; Aynı yazar, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi, İstanbul 1993; s. 31-65; Kayhan Orbay, Osmanlı Çift-Hane Sistemi, Ankara Üniveristesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011. 255

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

durmaktadır24. Hem de 16. yüzyılı hala Avrupa’da kazanılan savaşların devam ettiği, dolayısıyla savaş esiri bağlamında köle girişinin olduğu dönem olarak değerlendirmek gerekmektedir. Yine de 16. yüzyıl öncesi Osmanlı Devleti’nde bazı nüfuzlu ve zengin kimselerin esir pazarlarından satın aldıkları köleleri çiftliklerinde istihdam etmek üzere satın aldıkları bilinmektedir. Bunların kaç köle istihdam ettikleri bilinmemekle birlikte Amerika kıtasındaki gibi boyutlara ulaşmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür. Ancak ortakçı kullar namıyla Bursa, Biga, Edirne, İstanbul ve Kastamonu’da var olan ortakçı kullar bu tanımın dışışında tutulmalıdır. Köylüden ayrı hususi nizamı olan bu ortakçı kulların kökeni kölelerdir. Tarımsal üretim için memleketlerinden sürülüp getirilen ortakçı kullar 16. yüzyılda ortadan kalkmıştır25. 1699-1719 yılları arasında Bolu’da yatırım araçları inceleyen Rıfat Metin çalışmasında şehirli ile köylünün sahip olduğu köle sayısı hemen hemen aynıdır. Terekelere yansıdığı kadarıyla 20 yıllık süre içerisinde Bolu’da köle sayısı 14 iken köylerde 18’dir. Diğerlerine göre tarlası çok olanların işlerine yardımcı olması amacıyla birer ikişer köle alabildiklerini söyleyebiliriz26. Müslümanlar evlerinde hizmetçi olarak çalıştıra24

25

26 256

Mehmet Öz, “XVI. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylülerin Vergi Yükü ve Geçim Durumu Hakkında Bir Araştırma”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı:17, İstanbul 1997, s. 89-90. Ömer L. Barkan, “XV ve XVI’ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri: Kulluklar ve Ortakçı Kullar”, Türkiye’de Toprak Meselesi-Toplu Eserleri I, İstanbul 1980, s. 575-576; Aynı yazar, “Türkiye’de “Servaj” Var mı idi?”, Türkiye’de Toprak Meselesi-Toplu Eserleri I, İstanbul 1980, s. 720-721; Az da olsa esirlerin işgücü olarak kullanımının 19. yüzyılda var olduğunu görmekteyiz. Mesela Osmanlı Rus savaşından sonra ele geçirilen 79 Rus esiri Eskişehir’de bulunan Çifteler çiftiliğine gönderilmiştir. Rahmi Deniz Özbay, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin İstihdamı ve Mükâtebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XVII/1 2009, s. 154, dipnot 12. Rıfat Çetin, “1699-1718 Yıllarında Bolu’da Yatırım Araçları”, Karadeniz Araş-

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

cakları kişileri mümkün olduğunca kölelerden seçiyorlardı. Çünkü özgür ücretli işçiye göre köle istihdamının daha ekonomik olmasından ziyade kölenin Müslüman aile içerisinde rahat haraket edebilmekteydi. İslam hukuna göre kölenin kısıtlamaları özgürlere göre daha azdı.

Batı Anadolu’da İş Gücüne Dayalı Tarımsal Afrika Köleliği Osmanlı Devleti köleliği çoğunlukla ev içi kölelik olup yapısı gereği göçmenler arasında yaygın olan tarımsal kölelikten daha yumuşaktı. Bilindiği üzere 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nda tarımsal kölelik yok denecek azdı. Osmanlı ekonomisinde üretimde köle emeği ve tarım köleliği 15. ve 16. yüzyıllarda küçük ölçekte var olmuş fakat daha sonra kademeli olarak ortadan kalkmıştı. Ancak tarımsal alanda kölelerin kullanımına ilişkin Mısır ve Çukurova istisnai bir durum teşkil ediyordu. Bu az miktardaki tarımsal köleliğin kaynağını ise Kafkasya’dan gelen Çerkes göçmenler oluşturuyordu27. Cyrus Hamlin, Among the Turks adlı eserinde, Abdülmecid’in köle emeğine dayalı bir numune pamuk tarlası kurma girişimlerini şöyle anlatır; “Genç Sultan Abdülmecid’in ülkede pamuk yetiştiriciliğini geliştirmeyi çok istiyordu. Bu konuda birçok başarısız girişimi olmuştur. Pamuğun kȃrlı bir şekilde üretilebilmesi amacıyla ucuz emek yani köle gücünün kullanılması Amerika’nın bu işteki başarısını arttırmış mıydı? Bu düşünce ile pamuk üretimi konusunda ileri bir düzey yakalamış olan Amerikan hükümetinden yardım istedi. Sonuçta Güney Carolina, Dr. Davis’i, Ayastefanos’ta kurulmuş olan pamuk üretimi deneme çiftliğine birkaç köle ile gönderdi. Girişim başarıya ulaşamadı. Her 27

tırmaları, IX/33, 2012, s. 54-56. Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti…, , s. 152. 257

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

isteği karşılanan ve ödüllendirilen Dr. Davis’in ise bu başarısızlıkta bir hatası olduğu söylenemezdi”28. Bununla birlikte Abdülmecid döneminde siyahi kölelerin pamuk tarlalarında çalıştırmak istenmesinin yanında bedelli askerlik hizmetinde kullanıldığı da kayıtlarda yer almaktadır. Askerlik yapmayıp bedel ödemek isteyen yirmi ila otuz iki yaş aralığındaki yetişkinlerin ya bedel (nakit para) ya da yerlerine köle vereceklerse bunların siyahî olmasına dair tezkire yayınlanmıştır29. Batı Anadolu’ya doğrudan İngiliz sermayesinin girmesi 1838 Ticaret Antlaşmasından sonra başlamıştır. Şimdiye kadar Osmanlı vatandaşı Rum ve Ermenileri kullanan İngilizler artık doğrudan Osmanlı pazarında idiler ve Batı Anadolu ile özel olarak ilgileniyorlardı30. 1867’de çıkarılan ve yabancılara gayrimenkul edinebilme hakkı tanıyan yasa, başta İngilizler olmak üzere bazı Avrupalı sermayedarların gözünü Batı Anadolu’ya çevirmesine sebep oldu. Bu bölgede çiftlikler kurmak amacıyla toprak almaya başladılar. Köylülerin tepkisine yol açan olaylar zincirinde köylüler kaybeden tarafı oluşturmuşlar ve hatta bazılar eskiden kendi topraklarında şimdi yarıcı durumuna düşmüşlerdir. Pazara yönelik ürün yetiştirilmeye başlanması emek açığını ortaya çıkarmıştır ki, bu açığın bir kısmı 19. yüzyılın ikinci yarısında yasaklanmış olmasına rağmen kölelerden karşılanmaya çalışılmıştır. Bu dış pazara yönelik dış pazara yönelik ürünlerin değer kazanması, yabancı 28

29 30

258

Cyrus Hamlin, Among the Turks, New York 1876, s. 194; Cyrus Hamlin, “America’s Duty to Americans in Turkey. An Open Letter to The Hon”. John Sherman, United States Senator From Ohio, The North American Review, CLXIII, New York 1896, s. 277 – 278; Tanju Demir, Türkiye’de Posta Telgraf ve Telefon Örgütü’nün Tarihsel Gelişimi (1840 – 1920), Ankara 2005, s.52-53. BOA. MKT., nr. 185-55. İlhan Tekeli, “Ege Bölgesinde Yerleşme Sisteminin 19. Yüzyıldaki Dönüşümü”, Ege Mimarlık, III/4, İzmir 1992, s. 81.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

sermaye yatırımları ve kapitalist ilişkilerin yoğunlaşmasıyla, Batı Anadolu’da plantasyon köleliğine de rastlanmaya başlandı31. Özellikle demiryolu hatlarına yakın yerlerde büyük çiftlikler kuran İngilizler kendilerine gerekli olan iş gücü konusunda sıkıntıya düştüler ve bu dönemde siyahî köle ticareti de yoğunlaştı32. Batı Anadolu’ya gizli bir biçimde köle kaçakçılığı yapılmaya başlanmıştı. Bu yolla Batı Anadolu kıyılarına ulaştırılan köleler evvela kıyı şeridine yakın adalara saklanmaktaydı. Bu şekilde kölelerin dinlenmesi de sağlanmaktaydı. Bu dinlendirme sürecinde köleler iyi besleniyor kilo aldırılarak değerleri arttırılıyordu33. Daha sonra İzmir yakınlarında kayıklarla kıyıya çıkarılıyorlar ve iç bölgelere sevkediliyorlardı. Bazen limanda bekleyen İngiliz kavasa rağmen bu işten pay alan yetkililer nedeniyle güpegündüz bile köle girişi yapılıyordu34. Afrika’lı köleler kıtanın iç kesimlerinden, Habeşistan’dan, Sudan’dan Çad Gölücivarından, Vaday’dan getirilip Kahire, İskenderiye, 31

32 33 34

Osmanlı Devleti’nde plantasyon benzeri çiftliklerin ortaya çıkışı çift-hane sisteminin dışında kalan mevat arazi adı verilen köye yarım saat uzaklıkta ekim dikm yapılmayan ya da eskiden yapılmış, fakat sonradan terkedilmiş boş arazilerde ortaya çıkmıştır. 18. yüzyıla kadar bu arzilerde yönetimin üst kadrolarında bulunan elitler tarafından kurulurken bu yüzyılda ayanların kurdukları çiftlikler büyük çiftlik olarak nitelendirilmektedir. Nitekim bu çiftliklerde ticari tarım yapılıyordu demek doğru görünmektedir. Mesela Saruhan Mütesellimi Karaosmanzade Hüseyin Ağa gelilerinin büyük çoğunluğu pamuk, çeltik gibi ürünlerden elde etmekteydi. Osmanlı devleti’nde bu neviden çiftlikler Batı Anadolu, Teselya, Epir, Makedonya, Trakya, Meriç Vadisi, Tuna Bulgaristan’ı, Arnavutluk’ta ve Kosova-Metohija Havzası’nda görülmektedir. Halil İnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed: Çağlar Keyder, Faruk Tabak, İstanbul 1998, s. 20, 24-25. Cihan Özgün, “Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücü ve Ücretler (1844- 1914)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, V/22, 2012, s. 327. Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, Kebikeç, Sayı: 10, 2000, s. 173. Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Ankara 1982, s. 77-86. 259

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Bingazi, Trablus üzerinden Osmanlı topraklarına gönderiliyordu35. Özellikle İstanbul, Aydın, Adana, Antalya, İzmir, Mersin ve Muğla gibi yerlere sevkiyatı yapılan Afrikalı kölelerin buradaki ticari ve tarımsal faaliyetlerde rol oynamış olmalılar36. Nitekim 3 Nisan 1856 tarihli belgede İzmir vilayetine tabi Aydın, Denizli ve Menteşe sancaklarında çiftlikerde Afrikalı köle istihdamının yapıldığı anlaşılmaktadır. Satın aldıkları erkek ve kadın kölelere gayri insani muamele yaptıkları anlaşıldığından bu davranışlarının insanlığa ve uymadığına dikkat çekilmektedir37. Orhan Kurmuş İngiliz konsolos raporlarına dayanarak 1869-1876 yılları arasında, Afrika’dan Batı Anadolu’ya tarım alanlarında çalıştırılmak üzere 13.500 köle getirildiğini yazmaktadır38. 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı Anadolu’ya yönelik yoğun bir siyahî köle ticareti yaşanmıştı. Bunda İngilizlerin insani duygularından ziyade politik ve ekonomik çıkarlarının 35

36 37 38

260

Bu Afrikalı kölelerin tam olarak nerede ve nasıl köleleştirildiğine dair kesin bir belge bulunmamasına rağmen şuan ki yaşamlarından ve kültürlerinden bir sonuca ulaşılabilir. Günümüzde bir kısım Afro Türklerin kutladıkları “dana bayramı” onların Nijerya’da yaşayan Yorubaların geleneklerine benzemesinden dolayı onlarla akrabalıkları var denilebilir. Mustafa Olpak, a.g.m., s.130. Ayrıca uzun yıllar kendi anavatanlarından ve kültürlerinden uzak olmaları hasebiyle bu topraklardaki yaşam biçimlerine göre kültürlerini şekillendirdikleri de anlaşılmaktadır.. Güneş Günver, “Kölelikten Özgürlüğe İzmir’de Zenciler ve Zenci Folkloru”, Toplumsal Tarih, XI/62, Şubat 1999, s.4; Günver Güneş, “Kölelikten Özgürlüğe: İzmir Zencileri ve Dana Bayramı”, Türkiye Kültürleri, 2005, s. 187- 195. Günver Güneş, “Kölelikten Özgürlüğe: İzmir Zencileri ve Dana Bayramı”, s. 191; Cihan Özgün, “Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücü ve Ücretler…”, s. 327. BOA. A.MKT.UM., nr. 231/46, 27 Recep 1272 (3 Nisan 1856). Orhan Kurmuş, age., s. 77. Ayrıca Ehud R. Toledano, Ralph Austen’e atfen bu sayının 16.000 ila 18.000 arasında olduğunu ve Afrika’dan köleleştirilerek kaçırılan insan sayının 19. yüzyılda 1.3 milyona (bu sayıda Hindistan’a gidenler hariç tutulmuştur.) ulaştığını aktarmaktadır. Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına- İslam Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları çev. Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010, s.10. Bu bilgiyle Kurmuş verdiği sayı arasında yaklaşık olarak 2.500-5.000 fark vardır.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

etkili olduğu söylenebilir. Sayıları konusunda resmi kayıtlarda net bir bilgi bulunmayan köleler İzmir’in yakın artalanında bulunan vadilere yerleştirilerek tarımsal etkinliklerde kullanılmışlardı. Afrikalı köleler daha çok Küçük Menderes Ovasında Bayındır, Tire ve Torbalı’daki kasabalar çevresinde çalıştıkları tespit edilmektedir. Yeniçiftlik, Hasköy ve Yeniköy gibi köylerin varlığı buraların daha çok azat edilmiş siyahilerin yerleşimi amacıyla kurulduğunu göstermektedir39. Ehud 39

Y. Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, İstanbul 2004, s. 8086; Bir Afro Türk olan Mustafa Olpak’ın kronik olarak neşredilen “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle, Türkiye Cumhuriyeti’nde Evlatlık: Afro-Türkler” adlı eserinde günümüzde Batı Anadolu’da birçok Afrika kökenli Türk vatandaşının yaşadığı görülmektedir. Bu Afrikalı Türkler kurmuş oldukları dernekler aracılığıyla atalarının geleneklerini ve kültürlerini yaşamaya ve yaşatmaya çabalamaktadırlar. “İzmir içinden, Tire’den, Aydın'dan, Çırpı Hasköy, Yeniçiftlik gibi köylerden kaldırılan yirminin üzerinde otobüs ile Efeoğlu piknik sahasını doldurmaya çalıştık. İstanbul, Denizli, Muğla'dan Afro-Türklerin katılımı ile dana bayramının eski günlerine yaklaşmış olduk. Birçok kadın ve erkek, yıllardır sakladıkları ya da günümüzde bulabildikleri Sudan kıyafetleri, özellikle Nijerya Yoruba kültürünü çağrıştıran giysiler ile bayrama katıldılar. Afrika geleneğinde kullanılan çalgılar eşliğinde, coşkuyla kucaklaşarak dana bayramı kutlanmış oldu. Afrikalı öğrencilerin birçoğu bayrama yerel kıyafetleriyle gelirken, Afrikalı müzik ve dans topluluğu kutlamalara ayrı bir renk kattı ve yıllar sonra ilk defa, aslına en yakın dana bayramı kutlaması olduğu duygusunu oluşturdu. Afrika giysileri, dansları, müzikleri ile Anadolu kültürü içerisinde tam bir Afrika’yla kültür köprüsü kurulmuş oldu. Afro-Türkler de, Afrika kültürünü sinema, televizyon ve internet gibi medya aracılığıyla değil, doğrudan ve bu kadar yakından izledi, hatta müzik ve danslara coşkuyla eşlik etti. Afrika danslarına eşlik eden Afro-Türkleri izlerken yanıma gelen bir öğretim görevlisi, Afro-Türklerin Afrika kökenlilerin oyunlarına bir iki bocalamadan sonra nasıl hemen uyum sağladığına dikkatimi çekti. Gerçekten ben de o gözle baktığımda çok şaşırdım. Yıllar sonra aslına uygun etkinliği hemen hemen yakalamaya çalıştık. Kelimenin tam anlamı ile kültürlerarası buluşma gerçekleşti; herkes hemen kaynaştı, birbirlerine dansları öğretmeye çalıştılar. Müziklerin, dansların, oyunların, kültürlerin birbirlerine karıştığı büyük bir kültürel gösteri oldu. 2012 dana bayramı, yaşlısı genci ile İzmir’in birçok yerleşim yerinden gelen Afro-Türklerin, Sudanlı, Kenyalı, Libyalı, Nijeryalı, Ganalı ve Tanzanyalı konuklarla birlikte bulunmaları, konuşmaları, dans ve müzikle kaynaşmaları hem Afrika’dan gelen konuklar için hem de Afro-Türkler için ayrı bir önem, 261

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

R. Toledano’ya göre; Afrikalı tarım toplumları Batı Anadolu’da Torbalı, Söke, Ödemiş, Tire, Akhisar, gibi köy ve kasabalarda bulunmakta, İzmir yakınlarındaki Aydın vilayetine ve Antalya bölgesine iskân ettirilmişlerdir40. Getirilen kölelerin hepisinin tarım sektöründe istihdam edildiklerine dair kesin rakamlara sahip olamazsak da ithal edilen kölelerin çoğunluğunun erkek olması bu ihtimali güçlendirmektedir41. 19. yüzyılın ortalarında, Batı toplumlarında kölelik kurumuna ve köle ticaretine karşı tepkilerin yoğunlaşmasıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda da köle ticaretine sınırlama ve yasaklamalar getirilmeye başlandı. Ancak bu kurumu hemen kaldırmak mümkün değildi. Çünkü Batı Anadolu’nun önemli tarım alanlarından birisi olan Aydın Vilayeti’nde işgücü kıtlığını gidermek için denenen yollardan bir tanesi de köle ticaretiydi. Yetkililer köle ticaretinde belirli bir pay aldıkları için bu işlemlere göz yumuyorlardı. Köle satışlarının amansız izleyicisi olan İngiliz konsolosluk görevlileri ise kanıt bulabildikleri her durumda Aydın valisine başvurarak kölelerin özgür bırakılmasını sağlıyorlardı. 1860’ların sonları ile 1870’lerin başlarında her yıl Batı Anadolu’ya getirilen kölelerin %10’unun özgürlüklerine kavuştukları bilinmektedir. Konsolosluk, Aydın Valisi üzerinde etkili olamadığı durumlarda sorunu İstanbul’daki elçiliğe yansıtmış, ancak köle ticaretindeki yerleşik çıkarları bozmak istemeyen elçinin uyarısı üzerine konsolosluk raporlarında köle ticaretine yer verilmez olmuştur. İngiliz konsolosunun Aydın Valisine yaptığı başvuru üzerine 1869’un ikinci yarısında 429, Ocak 1872 ile Aralık 1874 arasındaki iki yıllık sürede de 406 köle serbest bırakılmıştır.

40 41 262

ayrı bir anlam taşıyordu. Yıllar sonra bile olsa, bir gün bile olsa, torunlara anlatılacak çok güzel anılar yaşandı.”. Mustafa Olpak, agm., s.136-138. Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına…, s.11. Y. Hakan Erdem, age.,s. 88.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

1869–1876 yılları arasında ise Batı Anadolu’da özgürlüğüne kavuşan kölelerin sayısı 1.300’leri bulmuştur42. 1889’da Avrupa’nın büyük devletleri Afrikalı köle ticaretinin durdurulması amacıyla Brüksel’de bir konferans düzenlenmesini kararlaştırdılar43. İnsani nedenlerle kölelik karşıtı bir toplantı görüntüsüne rağmen, bu kongrenin gerçek amacı İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Belçika’nın, Doğu ve Orta Afrika’daki sömürge paylaşımına ilişkin pürüzleri gidermekti. Konferansa, Kuzey Afrika ve Kızıldeniz yoluyla Osmanlı topraklarına yönelik köle ticareti nedeniyle Osmanlı Hükümeti de davet edildi. 2 Temmuz 1890’da Afrikalı köle ticaretini yasaklayan Brüksel Kongresi Kararları imzalandı. Sultan II. Abdülhamid Han ise bir yıl sonra yani 3 Haziran 1891 tarihinde bu metni onayladı. Metne göre, gemilerde tayfa ya da hizmetçi görüntüsü verilerek yapılmaya devam edilen köle ticaretinin kesinlikle önlenmesi vurgulanıyordu. Bunun içinde özellikle Trablusgarp, Bingazi, Cidde ve Hudeybiye limanlarının sıkı bir biçimde denetlenmesi isteniyordu. Bunların yanında Batı dünyası ile bağlantı kurabilmek adına Osmanlı gemilerinde kullanılan Arap harfleri yanı sıra Latin alafabeli harf ve rakamların da kullanılması ayrıca özgürlüklerine kavuşturulan kölelerin hükümetçe her türlü barınma, beslenme ve geçimlerinin sağlanması da isteniyordu44. Alınan kölelik karşıtı kararlar Batı Anadolu’yu da doğrudan ilgilendirmekteydi. Zira 1890 sonrasında azat edilen siyahî kölelerin beslenme, barınma ve geçimleri konusunda devlet belli bir program uyguladıysa da bu konuda devletin ödenek bulmakta zorlanıyordu. Ve sorunun 42 43

44

Türkiye Genel, Yurt Ansiklopedisi, XI, İstanbul 1983, s. 8168. Gülnihal Bozkurt, “Köle Ticareti’nin Sona Erdirilmesi Konusunda Osmanlı Devleti’nin Taraf Olduğu İki Devletlerarası Antlaşma”, OTAM, I/1, Ankara 1990, s. 45-77. Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, s. 175176. 263

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

çözümü de yerel yöneticilere bırakılmıştı. Bu konuya ilişkin Mart 1893’te Aydın Valiliği’nden Şura-yı Devlet’e gönderilen belge örnek olarak verilebilir. Bu belgede İzmir’deki misafirhaneye gönderilen Afrikalıların geçimlerinin sağlandığı ancak tahsisat yokluğu nedeniyle öteye beriye hizmetçi olarak verildikleri, Hicaz’dan gelen 14 siyahî kölenin de tahsisat yokluğu nedeniyle bir süre yardımseverler sayesinde geçindirildiği ancak bu kölelerin buralarda hizmete alınması konusunda rağbet olmadığı ve kendilerine yapılan yardımım giderek azalmasıyla vilayet dâhilindeki bazı zengin çiftlik45 sahiplerinin yanlarına gönderilerek hizmet içi olarak yerleştirildiği rayicine göre bir kişinin geçimi için günde 6 kuruş gerektirdiği ve misafirhaneye gelenler ayda en az 60 kişi olarak düşünülse asgari olarak 10.800 kuruş tahsisata ihtiyaçları olduğu ayrıca misafirhanenin tamiri içinde önceden istenilen 15.000 kuruşun gönderilmesi gerektiği belirtiliyordu46. İzmir’de azat edilen köleler için bir misafirhane tahsis edilmiş buraya gelen siyahi kölelerden küçükler, yatılı olarak sanayi okullarına, genç ve yetişkin erkekler, sanayi taburlarına ve askeri bandolara verilmiştir47. Kadınlar, varlıklı Müslüman ailelerin yanına maaşlı hizmetçi olarak yerleştirilmiş, evlenmeleri özendirilerek, evlenen çiftlere ev yapılmış, toprak, hayvan ve tarım araçları sağlanarak iskânlarına çalışılmış İzmir çevresinde arazi-i miriyeden iskâna müsait mahaller tedarik edilerek tarımsal üretim etkinliklerine katılımlarının sağlanmasına çalışılmıştı48. Ayrıca siyahî kölelerden hasta, sakat ve 45

46 47 48 264

Batı Anadolu ve Aydındaki çiftlikler için bakınız. Aysun Sarıbey Haykıran, Aydın Vilayeti’nde Çiftlikler (1839-1918), Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 2013. Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, s. 177178. Abdullah Martal, Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir, İzmir 2007, s. 83. Cihan Özgün, İzmir ve Art Alanında Tarımsal Üretim ve Ticareti…, s. 156.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

iş göremeyecek kadar yaşlı olanlar devletin belirlediği bir mahalde, misafirhanelerde veya dar’ül-acizelerde yaşayacaklar ve bunların geçimlerini sağlayacak nafakalar devlet tarafından temin edilecekti49. 1890’dan sonra siyahî kölelerin azat edilmesi akabinde İzmir’deki misafirhanelerde ağırlananların bir kısmı Aydın dâhilinde iskâna müsait arazilere gönderilecekti. Bu araziler uygun duruma getirilene kadar geçici süre barınacakları misafirhaneler yapılacaktı50. Ayrıca İzmir’den Aydın’a gönderilecek olan evli azatlı Afrikalıların kendi talepleri doğrultusunda Aydın’a nakilleri durdurulmuştu51.

Fotoğraf: Torbalı Tulum Çiftliğinde Yaşayan Kölelerin Torunlarından Bir Görüntü52 49 50 51 52

BOA. Y.A.HUS., nr. 243/109; DH.MKT., nr. 1927/3; 1551/55; 1559/110; 1797/38; 1672/-37;1758/95; 434/3; Ruziye Özsoy, agt., s. 39-42. BOA. DH.MKT., nr. 1815/64 . BOA. Y.PRK.EŞA., nr. 16/26. Aysun Sarıbey Haykıran’ın Aydın Vilayeti’nde Çiftlikler (1839-1918) adlı basılmamış doktora tezinden alınmıştır. 265

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Sonuç olarak, Osmanlı’da köleliğin önemli ayaklarından birini oluşturan Batı Anadolu’da köle varlığının 18. yüzyılda hareketlilik göstermeye başladığı 19. yüzyılda ise büyük bir canlılık kazandığı görülmektedir. Batı Anadolu kölelerinin en önemli istihdam alanı Menderes Havzası başta olmak üzere bölgede yürütülen tarımsal faaliyetlerde ihtiyaç duyulan iş gücü ihtiyacını karşılamaktı. Bu köle ihtiyacının da yoğunluklu olarak Kara Afrika olarak da tanımlanan Afrika’nın siyahî muhitlerinden genelde de Sudan ve çevresinden karşılandığı anlaşılmaktadır. Böylece bu köle hareketliliği neticesinde Batı Anadolu’da siyahî ırk varlığı oluşmuş Batı Anadolu’nun demografik yapısının çeşitlenmesine yol açmıştır. İslam hukukunun sağladığı kölelerin özgürlerle evlenmesi neticesinde azat olma pozisyonu neticesinde gelen siyahîler ile yerli ahali arasında yoğun evlilikler yaşanmış böylece Batı Anadolu’da kökü Güney Afrika’ya dayanan melez bir demografik tür ortaya çıkmıştır. Batı Anadolu’nun belli bölgelerinde diğer bölgelerine oranla daha esmer bir ten renginin hakim olmasında da bu sürecin etkisi olduğu düşünülebilir. Gelen siyahî kölelerin hemen hiçbiri esas memleketlerine geri dönmemişlerdi. Batı Anadolu’da tarım alanlarında Afrikalı köleler de köleliğin kaldırılmasıyla beraber diğer köleler gibi hür oldular. Fakat köle ticareti hemen her çevrenin ihtiyaç duyduğu bir olgu olduğundan yasal olarak yasaklanan köle ticareti fiilen bir şekilde devam etti53. 1864’te başlayan bu süreç kimi zaman köle kaçakçılığı, kimi zaman “evlatlık” uygulamalarıyla delinmiştir. “Evlatlık” uygulamaları Cumhuriyet döneminin ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Hatta bir dönem “evlatlık” kurumu İstanbul, İzmir, gibi büyük şehirlerde moda haline gelmiştir. Bu süreç 1960’lara kadar böyle devam etti. 1956’da Birleşmiş Milletler Komisyonu’nda köleliğin, köle ticaretinin ve köleliğe benzer her türlü 53 266

Abdullah Martal, “Osmanlı Toplum Yaşayışıyla İlgili Belgeler…”, s. 86.

OSMANLI DÖNEMİ BATI ANADOLU’DA...

kurum ve uygulamanın kaldırılması sözleşmesi kabul edildi. Türkiye bu sözleşmeyi 17 Temmuz 1964’te onayladı54. Böylelikle kölelik ve benzeri uygulamaların kaldırılması ile yüzyılı aşkın dönem sonunda yasalarımız temizlenmiş oldu55. Batı Anadolu coğrafyası ve kültürüne uyum sağlayan bu siyahî köleler artık kedilerini bu ülkenin bir parçası olarak görmektedirler ve geçmişlerine dair pek de bir şey bilmemektedirler. Zaten yerli nüfus ile karışan bu siyahî kölelerin büyük çoğunlu birkaç kuşak sonra orijinal ten renklerini de kaybederek bu coğrafya insanları arasında eriyip gitmişlerdi. Bugün Torbalı’nın köyleri arasında bulunan Naime ve Tulum köylerinde yapılan alan araştırmasında siyahî kölelerin torunlarına rastlanmaktadır. Ancak günümüzde sayıları 5-6 haneyi geçmen ailelerle yapılan mülakatta siyahî köle torunlarının buraları anavatan olarak benimsendiğine tanık olunmuştur. Nereden, ne zaman ve hangi koşullarda getirildiği sorularına verdikleri “bilmiyoruz” cevabı bölgeye sağladıkları uyum konusunda fikir vermektedir. Bugün az da olsa kendi toprağına kavuşan bu insanlar daha çok tarımsal faaliyetler yerine Torbalı’da bulunan fabrikalarda işçi olarak çalışmaktadırlar. Batı Anadolu’nun birçok yöresinde gözlenen siyahî yerleşimi, bu insanların toplumsal yaşama uyum sağlayabilmeleri konusunda Osmanlı yönetiminin ve yerli halkın, imkânları ölçüsünde üzerine düşeni yaptığını yansıtmaktadır56. Batı Anadolu’da, siyahîler ve Afro folkloruna ilişkin izlere hala rastlanabilir57. Bugün Küçük Menderes havzasında rastlanılan siyahî kölelerin torunları geçmişlerine dair çok fazla bir şey bilmemek ile birlikte kendilerini artık bu ülkenin asli unsurlarından kabul 54 55 56 57

Abdullah Martal, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum, Sayı: 121, 1994, s. 13-14. Mustafa Olpak, agm., s. 125. Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, s. 178. Zenci folkloruna ilişkin bakınız: Günver Güneş, agm., s. 4–11. 267

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

etmektedirler. Batı Anadolu’daki bu köle hareketliliği bölgenin demografik yapısını zenginleştiren bir gelişme olarak tarihteki yerini almıştır. Bu kölelerin bu coğrafyaya bu kadar entegre olmaları ve geçmişlerini de unutmaları Osmanlı’nın köleciliği ile Batı dünyasının köleciliği arasındaki farklara dair de derin ipuçları vermektedir.

268

Social Status, Living Conditions, and Religiosity of Slaves from the Lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth in the Crimean Khanate in the 17th Century*

Natalia Królikowska-Jedlińska**

Tatar nobility does not live in a steppe, but on the TauricPenninsula, in villages situated right by the woods. Even though many of them do not have their own villages, they have their own fields and estates there, which are manned by a great number of slaves: Hungarians, Ruthenians, Muscovites, and Vlachs, that is, Moldovans, whom they use like beasts of burden for all types of work [translation from Polish]. Marcin Broniewski, TartariaeDescriptio1.

The abovementioned remarks by Marcin Broniewski, a twotime envoy of the Polish-Lithuanian Commonwealth to the Crimean Khanate in 1578–1579, clearly indicate the importance *

** 1

The article financed by the Polish Ministry of Science and Higher Education under the name of “National Programme for the Development of Humanities” in the years 2012-2016. The Polish version of this article has been published in Przegląd Historyczny, XIV/4, 2014, pp. 545-563. Ass. Prof, University of Warsaw, Institute of History, nataliakrolikowska@ wp.pl. M. Broniewski, Tartariae Descriptio. Opis Tatarii, trans: E. Śnieżewska, Ed: M. Mączyńska, Łódź 2011. 269

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

of slave labor in the Crimean economy during the early modern period. Crimea, which had been a center of slave trade from the times of antiquity, performed this role also in the period of the Crimean Khanate and the Ottoman province of the Caffa. Very important centers were located on the peninsula,which traded slaves that came mainly from the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth, the Grand Duchy of Muscovy, and Caucasia. Many of those who were taken or sold into captivity quickly left Crimea; they were bought mainly by merchants from various regions of the Middle East. Some slaves, however, remained on the peninsula and played an important part in its economy. The aim of this paper is to present the daily life of slaves in light of Christian and Muslim narrative sources, Crimean court registers, as well as the correspondence and reports of Catholic missionaries that have been preserved in the Archives of the Congregation of the Propagation of the Faith (hereafter: APF). Where possible, I refer to examples concerning slaves who undoubtedly came from the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth; however, it should be emphasized that the most important sources, i.e., Crimean court registers, as well as the correspondence and reports of missionaries, often use one term to refer to all captives speaking Russian, coming from both the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealthand Muscovy. Findings about the daily life of slaves are preceded by remarks concerning the rules of acquiring slaves legally and slaves’ legal position in Muslim countries. Next, the paper discusses the results of previous studies on the role of income from slave trade and slave labor in Crimean economy and policy, and provides a brief outline of the two most important sources used in the paper: Crimean court registers and the correspondence of Catholic missionaries, who traveled to Crimea. In this article, however, I will not 270

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

address the situation of prisoners of war who were in Crimea only temporarily while waiting for ransom to be sent. The history of slavery remains a “hot” topic2. However, there is no monograph describing in detail the fate of slaves in any of the countries-heirs of the Golden Horde, including the Crimean Khanate. So far, the studies on slaves in Crimea mainly focused on the issue of obtaining slaves through raids into the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth Muscovy, Caucasian countries, and other neighboring states of the Crimean Khanate, as well as on the issue of buying them from the Tatars. Numerous works by Polish, Ukrainian, and Russian historians describe the phenomenon of Tatar raids and their demographical consequences for the borderlands3. Notable 2

3

For an overview of the literature on the history of slavery in the Eastern Mediterranean see the study of Nur S o b e r s K h a n , Slaves without Shackles: Forced Labour and Manumission in the Galata Court Registers, 1560–1572 Ph.D, University of Cambridge, 2012, pp. 20–24), which is available on the web-site: https://www.academia.edu/5464045/Sobers_Khan_Galata_ Slaves_2012_PhD. M. H o r n , “Chronologia i zasięg najazdów tatarskich w latach 1600–1647”, Studia i Materiały do Historii Wojskowości, VIII, 1964, pp. 3-71; idem, Skutki ekonomiczne najazdów tatarskich z lat 1605–1633 na Ruś Czerwoną, Wrocław 1964; B. B a r a n o w s k i , “Dzieje jasyru na Gródku Karaimskim”, Myśl Karaimska. Rocznik naukowo–społeczny, XXIV/2, 1946/1947, pp. 40-52; idem, Polska a Tatarszczyzna w latach 1624–1629, Łódź 1948; idem, Stosunki polsko–tatarskie w latach 1632-1648, Łódź 1649; W. C z a p l i ń s k i , “Sprawa najazdów tatarskich na Polskę w pierwszej połowie XVII wieku”, Kwartalnik Historyczny, LXX/3, 1963, 713–720; J. D a š k e v i č , “Âsyr s Ukrainy (XV–pervšapolovina XVII veka) âkistoriko–demokrafična problema”, Ukrainskij arheohrafičnyj iščoričnik, II, 1993, pp. 40-47; M. N. B e r e ž k o v a , “Russkieplenniki i nevol’niki v Krymu”, in: Trudy VI ArheologičeskogoC’ezda v Odesse, II, Odessa 1888, pp. 342–372; A. A. N o v o s e l ’s k i j , Bor’ba Moskovskogo Gosudarstva s Tatarami v pervoj polovine XVII. veka, Moskwa 1948; G. A. S a n i n , Otnošeniâ Rossii i Ukrainy s Krymskim Hanstvom v seredine XVII veka, Moskwa 1987; S. O. S h m i d t , “Russkiepolonianiki v Krymu i systemai hvykupa v seredine XVI veka”, in: Voprosysocial’no–ekonomičeskojistorii i istočnikovedeniâperiodafeodalizma w Rossii. Sbornikstatii k 70–letiū A. A. Novosel’skogo, wyd. N.V. Us t i u g o v et alia, Moskwa 1961; The issue of slavic 271

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

studies concerning Polish lands that have been published recently include research by Andrzej Gliwa. Drawing from various accounting data, he presented the scope of destruction and losses in the Przemyśl Land due to the selected Tatar raids in the first half of the 17th century4. His calculations, supplemented with information about the operation of Crimean harbors, provide a basis for evaluating the scope of the slave trade at the Black Sea from the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth. Gliwa indicated that the raids in the Przemyśl Land in the 17th century that he studied varied considerably in terms of the number of people taken into Tatar captivity. Tatars managed to take the most captives in 1648, when they abducted at least 8794 persons. In comparison, after the raid in June 1624, accounting data confirmed the loss of only 1521 people5. A study by HalilInalcıkbased on the custom registers of Caffa from the 16th century, provides detailed data on income from slave trade over a few years, which allows for an estimation of the number of slaves sent from Crimea to the Ottoman Empire through Caffa. In a register from 1578, Inalcık determined that the income from slave trade exceeded one-fourth of Ottoman revenue from Crimea. According to this scholar, the income from customs indicates that 17,502 slaves passed through Caffa over the 14-month periodincluded in the registers6. Gathering data from the abovementioned sources and supplementing them with other data, which were of, inter alia, Polish, Moscow, Crimean, and Ottoman provenance, Inalcık

4

5 6

272

slaves was also touched by Alan F i s h e r, “Muscovy and the Black Sea Slave Trade”, Canadian–American Slavic Studies, VI/4, 1972, pp. 575–594. A. G l i w a , Kraina upartych niepogód. Zniszczenia wojenne na obszarze ziemi przemyskiej w XVII wieku, Przemyśl 2013; For list of earlier publications of Gliwa see the bibliography of the book, pp. 1032-1033. A. G l i w a , Kraina upartych niepogód, p. 651. H. I n a l c ı k , The Customs register of Caffa, 1487-1490, Cambridge 1996, pp. 283-285.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

assessed that each year, the Tatars took around ten thousand captives from the Polish-Lithuanian Commonwealth, Moscow, and Circassian countries. According to Dariusz Kołodziejczyk, Inalcık’s calculations indicate that between 1500 and 1700, the Tatars could have abducted up to two million people7. It should be emphasized that slaves in Crimea also came from the tributary countries of the Ottoman Empire, as mentioned in studies by Hungarian and Romanian historians that address this issue8. Taking people who were under the sultan’s protection into Tatar captivity was a constant cause of conflict between Bahçesaray and the Sublime Porte. Similarly, the Tatar practice of taking the shah’s Shiite subjects9 as captives during the joint campaigns against Persia in the 16th and the 17th century raised objection from Ottoman commanders10. Aside from the citedpaper by Kołodziejczyk, a few other studies focusing on 7

8

9

10

D. Kołodziejczyk, “Slave hunting and Slave Redemption As a Business Enterprise: The Northern Black Sea Region in the Sixteenth and Seventeenth Centuries”, Oriente Moderno, 86/1, 2006, pp. 149–151. M. I v a n i c s , “ Enslavement, Slave Labour and Treatment of Captives in the Crimean Khanate”, in: Ransom slavery among the Ottoman Borders, Ed: P. F o d o r, G. D a v i d , Leiden-Boston 2007, pp. 193-219; R. M i h n e v a , “The Muscovite Tsardom, the Ottoman Empire and the European Diplomacy (mid–sixteenth–end of seventeenth century)”, Études Balkaniques, V/34, 1998, pp. 98-129; eadem, The Muscovite Tsardom, the Ottoman Empire and the European Diplomacy, end of 16th-Beginning of 18th Century (On the „centre”, “periphery” and „Europe” in the transition to Modern Times), part 2, Études Balkaniques, VII/3, 2000, 41-54. According to the Ottoman jurisprudence, the sultan could conduct the holy war against both non-Muslims and Shiites, because the two groups were declared to be infidels. Yet, the Safavids were different type of infidels from Christians or Jews. For this reason, rules governing the spoils of war did not apply to them. The Shiites captured in the wars acquired different status from individuals taken during the European campaigns of the sultan, they could not be turned into slaves; cf. C. I m b e r, Ebu’s-suud: The Islamic legal tradition, Edinburgh 1997, pp. 86-89 and footnote no 11. R. K ı l ı ç , XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlı–Iran Siyasi Antlaşmaları, İstanbul 2001, pp. 101–103; M. C. K o r t e p e t e r, Ottoman imperialism during the Reformation: Europe and the Caucasus, London 1972, p. 58. 273

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

the issue of buying captives from Crimean captivity and the captives’ role in Black Sea trade have appeared in the last ten to twenty years11. Kołodziejczyk’s monographs on Polish-Tatar and Polish-Ottoman diplomacy also perfectly show the high importance of this issue that was the subject of toplevel negotiations12. At the end of the short overview of subject literature, it is worth mentioning some very interesting findings of Maryna Kravets, who showed that the slave trade in Crimea was not one-sided. She described a small group of slaves brought there that comprised black eunuchs serving in khan’s, qalga’s, and nureddin’s harems. Their presence has been confirmed from at least the 1660s13. This article was written partly using sources already referenced in literature on the subject, i.e., sources concerning diplomacy between the Crimean Khanate and the neighboring states – Crimean, Ottoman, and European narrative sources – as well as published correspondence concerning prisoners of 11

12

13

274

M. K i z i l o v, “Slaves, Money Lenders, and Prisoner Guards: The Jews and the trade in slaves and Captives in the Crimean Khanate”, Journal of Jewish Studies, XXVIII/2, 2007, pp. 1-22; idem, “Slave Trade in the Early Modern Crimea From the Perspective of Christian, Muslim, and Jewish Sources”, Journal of Early Modern History, XI/1-2, 2007, pp. 1-31; E. M a t s u k i , “The Crimean Tatars and their Russian–Captive Slaves: An Aspect of Muscovite-Crimean Relations in the 16th and 17th Centuries”, Mediterranean World, 28, 2006, pp. 171-182; For the recently published studies on manumission see: Faces of freedom. The Manumission and Emancipation of Slaves in Old World and New World Slavery, Ed: M. K r e i j w e g t , Leiden- Boston 2006; A. D z i u b i ń s k i , Na szlakach orientu. Handel między Polską a imperium osmańskim w XVI–XVIII wieku, Wrocław 1998, especially pp. 203-215. D. K o ł o d z i e j c z y k , Ottoman–Polish Diplomatic Relations (15th–18th Century): An Aannotated Edition of 'ahdnames' and other documents, Leiden – Boston 2000; idem, The Crimean Khanate and Poland–Lithuania. International Diplomacy on the European Periphery (15th–18th Century). A study of Peace Treaties Followed by Annotated Documents, Leiden-Boston 2011. M. K r a v e t s , “Blacks Beyond the Black Sea: Eunuchs in the Crimean Khanate”, in:Slavery, Islam and Diaspora, Ed. B. A. M i r z a i , I. M. M o n t a n a , P.E. L o v e j o y, New York 2009, pp. 21-36.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

war and slaves from the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth from archive collections and Polish libraries. This base is further expanded with two types of sources that have been rarely used so far. The first type is Crimean court records (sicills), which show the judicial and administrative activity of judges of the Crimean Khanate and their subordinate officials, and are an exceptionally valuable source of information when researching the socio-economic history of the Black Sea’snorthern coast14. The registers contain entries made as to the activity of the khan’s council court, the court of the chief judge (kadiasker), and the courts of provincial cities of Bahçesaray and Karasu. Most probably, one of the registers concerns the city of Gözleve, the most important harbor of the khanate. Unfortunately, no full set of records has been preserved for any one court. The ones that have survived often have gaps of several yearsor more15. 14

15

The collection of 121 volumes of the Crimean court registers is preserved in the National Library in Petersburgu (Otdel Rukopisev Rossijskoj Nacionalnoj Biblioteki [hereafter: ORRNB], Fond 917; cf. O. Va s i l i e v a , “Krymsko– Tatarskie Rukopisnyematerialy w Otdelerukopisii” Rossiiskaia Nationalnaia Biblioteka. Wostočnyi Sbornik, V, 1993, pp. 37–45. A few researchers working in the Russian Empire in the 19th century based their studies on the Crimean court registers. For the most important studies see: F. L a š k o v, “Istoričeskij očerk krymsko–tatarskogo zemlevladenija”, cz. 1, Izvestija Tavričeskoj Učenoj Аrhivnoj Komissii [hereafter: ITUAK], 22, 1895, pp. 35–81; part 2, ITUAK, 23, 1896, pp. 71-117; part 3, ITUAK, 24, 1896, pp. 35-71; part 4, ITUAK, 25, 1897, pp. 29-88; “Sbornik dokumento v poistorii krymsko–tatars kogozemlevladenija”, wyd. F. L a š k o v, part 1, ITUAK, 22, 1895, pp. 82-115; part 2, ITUAK, 23, 1896, pp. 118–129; part 3, ITUAK, 24, 1896, pp. 72-137; part 4, ITUAK, 25, 1897, pp. 89-154; part 5, ITUAK, 26, 1897, pp. 24-154; M. B i a r s l a n o v, “Wypiski iz kadiaskerskago sakka (knigi) 1017–1022 g. hidžry (1607/8–1613 g. Hr. let) hraniaščiagosja v arhive Tavričeskago gubernskago pravlenija”, ITUAK, 9, 1890, pp. 68–69; Research on the Crimean court registered could not be conducted in the Soviet Union. The political changes after the year 1989 allowed to continue these studies, see H. İ n a l c ı k , “Kırım Hanlığı Sicilleri Bulundu [Krymskie księgi sądowe odnalezione]”, Belleten, LX/227, 1996, pp. 170-189; For the list of recent275

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Generally, Crimean court registers include two types of documents. The first and considerably less numerous group comprises documents sent to judges by khans and their first deputies, i.e., qalgas (79 in total). Crimean court records also contain 15 documents issued by the Ottoman sultans and their officials, concerning matters of the khanate and its inhabitants. The second group comprises records of cases decided or registered at court. It should be emphasized that cases were entered into court registers in the Ottoman language, in away that was in accordance with the formulas also used in the Ottoman Empire. A standard entry in a court register began with information about the sides of a contract or conflict. The initial formulas contained information about the names and titles of the sides of a conflict. Often, these parts of entries also contained information about the fathers of the parties to the case. Generally, they also indicated their religion and social background, as well as their place of residence. Profession was rarely an element of this description. Slaves were identified in a slightly different manner. Descriptions contained, apart from a slave’s name and origin, his or her appearance. For instance, a certain Receb Sufirom Bahçesaray stated at court that he freed the “slave of Russian origin, named Vasili, who is a blue-eyed blonde of medium height and has pockmarks on his face”.16 The second type of entries did not describeappearance and seemed to contain data on the identity of other individuals who came to the khan’s court asking for a verdict of the khan’s courts. It included the name and social status (e.g.,

16 276

ly published studies based on the Crimean sicills see: N. K r ó l i k o w s k a , “Praworządny jak Tatarzyn? — stosunki prawne w Chanacie Krymskim na podstawie miejscowych ksiąg sądowych z XVII i XVIII wieku”, Czasopismo Prawno-Historyczne, LXV/1, 2013, pp. 121-142. ORRNB, Fond 917, 23a/61b/2.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

“Şamar the slave”17), and sometimes the ethnic origin ofa slave. Such entry ratherconcerned slaves, who were a side in a conflict, like in the case of Şamar, who presented witnesses that she had already been freed many years earlier. Attention should be paid to the terminology used to describe slaves. Apart from terms originating from Arabic and Persian, such as cariye, kul, and gulam, the terms used to refer to slaves were: kazak for men, and mariya, for women. The last two terms indicate that Slavic slaves from the lands of the Polish-Lithuanian Commonwealth and Moscow were so numerous that a common term for the inhabitants of these lands, i.e., kozak, and a popular woman’s name, Maria, acquired a new meaning and became synonymous with the word “slave”. In the cases entered into the registers, after identifying sides, a record was taken of the contract or conflict. In the case of the latter, the record began with the speech of the prosecutor, in criminal cases, or the plaintiff, in civil cases, after which there was a response from the defendant. Evidence presented by both sides constituted the next part of the entry. Unfortunately, in the majority of cases, it is futile to look for a judge’s verdict, because, most often, an entry ended with a customary phrase assuring that the verdict was made in accordance with the law. It is very rare for a writer to have included information about how a judge solved a conflict, or what punishment awaited a criminal. In the last part of the entry, there was a date and the list of witnesses at the court (şuhudu`l-hal), who were listening to the case or were present when the contract was being transcribed. The second source, which has been used only to a limited extent in research on the history of Crimea, is correspondence 17

ORRNB, Fond 917, 22/23b/1. 277

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

between Catholic missionaries who were sent to the peninsula or who stayed there on their way to Caucasia, and their correspondents in theSacred Congregation for the Propagation of the Faith. The correspondence has been preserved in the Propaganda Fide Historical Archives18. Dominicans, who supervised this area, were sent in 1624 to serve the local Catholics, both free ones and slaves, and to convert the local non-Catholic Christians. The brothers reached Caffa in 1625, and the last of the Dominicans who arrived at that time left Crimea around 164619. The most interesting correspondence from the 18

19

278

They are preserved in the Propaganda Fide Historical Archives in Rome (hereafter: APF). The most important sources are to be found in the following archival funds: 1- Acta Sacrae Congregationis (hereafter: ACTA) containing the minutes of the monthly meetings of Cardinals and other members of the Congregation, the reports of the most important officials of the Congregation and the resolutions taken by the members; 2- Scritture Originali Referitenelle Congregatione (hereafter: SOCG) containing documents used as a basis for discussion during the monthly meetings; 3- Scritturereferitenei Congressi (hereafter: S.C.), which groups the documents referred to during the weekly meetings. Although the Congregation considered this material as less important than the documents preserved in SOCG funds, modern historians praise the S.C. funds as a treasure-trove of information in regard to the daily life of the missionaries; 4- Fondo Lettere e decretidella Sacra Congregazione e biglietti di Mons. Segretario (hereafter: Fondo Lettere) containing copies of the letters sent by the secretaries of the Congregation and informing of its decisions. Since the 1930s, the history of the Catholic missionaries of the Crimea became subject of the separate studies cf.: Raymond L o e n e r t z , ”Le origini della missione secentesca dei Domenicani in Crimea”, Archivum Fratrum Praedicatorum, V, 1935, pp. 261-288; Ambrosius E s z e r, “Giovanni Giuliani da Lucca O.P. Forschungen zu seinem Leben und zu seinen Schriften”, Archivum Fratrum Praedicatorum, 37, 1967, pp. 353-468; idem, “Die ‘Beschreibung des Schwarzen Meeres und der Tatarei’ des Emidio Portellid’Ascoli O.P., ”, Archivum Fratrum Praedicatorum, XLII, 1972, pp. 199-249; idem, ”Missionen in Randzonen der Weltgeschichte: Krim,Kaukasien und Georgien” in: Sacra Congregationis De Propaganda Fide Memoria Rerum 1622–1972, Ed: Josef M e t z l e r, vol. 1, part 1: 1622–1700, Herder, Rome 1971, pp. 650-679; idem, ”Missionenim Halbrund der Länder zwischen Schwarzem Meer, Kaspisee und Persischem Golf: Krim, Kaukasien, Georgien und Persien” in Sacra

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

mission in Crimea that has been preserved in the APF comes from that period, and it comprises letters written by seven brothers (five Italians, a Pole, and a Fleming) who spent between several years and afew decades on the peninsula.Their letters focus on several issues. Firstly, they describe the hardships of daily life, including the constant financial problems of the brothers, in two “centers” of missionary work in Crimea, i.e., Caffa and Fotsala, a small village near Bahçesaray, still, however, located within the Ottoman territory20. Secondly, the correspondence contains meticulous reports of the missionaries, concerning the faithful and the ministry that the brothers provided them with. This is the topic that provides the most information about the situation of slaves. Thirdly, the authors mention their relationships with the authorities of both the Ottoman part of the peninsula and the Crimean Khanate, and they report about the attitude of the local administration toward Catholics. The correspondence also contains information about the perspectives ofrunning a mission and the possibility to expand it to the areas neighboring the peninsula, e.g., the North Caucasus or the mouth of the Volga at Astrakhan.

20

Congregationis De Propaganda Fide Memoria Rerum 1622-1972, Ed: Josef M e t z l e r, II, 1700–1815, Herder, Rome 1971, pp. 421-462. For the overview of the literature on the Catholic missionaries in these regions, see: Piotr Chmiel, “You are Christians without a light from heaven’. A pluri confessional encounter: an image of Georgians according to the seventeenth-century Theatine missionaries’ writings” in:Cultures in motion. Studies in the Medieval and early Modern Period, Eds: Adam Izdebski, Damian Jasiński”, Byzantina et Slavica Cracoviensia”, VIII, 2013, pp. 255–272; Rudi Matthee, “Poverty and Perseverance: The Jesuit Mission of Isfahan and Shamakhi in Late Safavid Iran”, Al-Qantara, XXXVI/2, 2015, pp. 463-501. For Fotsala, see the entry: “Fotsala” in: Henryk Jankowski, A Historical–Etymological Dictionary of Pre–Russian Habitation Names of the Crimea, Brill, Leiden- Boston 2006, pp. 475-476. The Italian authors used the name Focciola cf. APF, SOCG, vol. 104, f. 255v. 279

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

After the departure of the last missionary around 1646, Crimean Catholics were left without ministry for almost three years until the establishment of a mission ran by a Polish Dominican, who is referred to as Raymond of the Holy Cross in sources written in Italian and Latin21, and RajmundChorzewskiin Polish sources22. He was a prefectuntil his death around 1660. His passing can be considered the end of permanent Catholic missionary posts in Crimea in the 17th century. Due to many reasons, but probably mostly due to mistrust on the part of the local authorities, Catholic missionaries could permanently return to the peninsula no earlier than in 1708, when French Jesuits establishedtheir mission23. From the beginning of the 1660s until the first decade of the 18th century, sources preserved in the APF are more scarce; if the sources come from eyewitnesses, then they were missionaries, who were either permitted to stay on the peninsula relatively shortly or who found themselves there on their way to the East. 21 22

23

280

APF, SOCG, vol. 135, f. 461v, 462v, 473 v. “Skarga jeńców polskich z Bachczeseraju (do króla) na tamtejszego misjonarze katolickiego o. Vincentego Pinkielmana, z urodzenia Niemca. Dek. 7. [1660]”, AGAD, AKW Dz. Tatarskie, k. 60, vol. 13, no. 13, f. 2–4; [A complain of the Polish captives from Bahçesaray about the local missionary Father Vincent Pinkelman, who is of German origin], Archiwum Główne Akt Dawnych [Main Archive of Early Acts in Warsaw], AKW Dz. Tatarskie, k. 60, vol. 13, no. 13, f. 2–4; Mikhail Kizilov prepared the edition of this letter in the article entitled: Pis’mopol’skih plennikov 1660 goga iz Bahčisaraâ kak istočnik po istorii rabotorgovli v Krymskom hanstve v rannee novoe vremâ [A Letter of the Polish captives from Bahçesaray dated in 1660 as a source to the history of slave trade in the Crimean Khanate in the Early Modern Period]. The article has not yet been published. I wish to thank Dariusz Kołodziejczyk for turning my attention to this source, and Mihail Kizilov for proving further information on this letter. G. Ve i n s t e i n , "Missionaires Jésuites et Agents Français en Crimée au début du XVIIIe siècle”, Cahiers du Monde Russe et Soviétique, X/3-4, 1969, pp. 414-458.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

Many attempts have been made to determine the meaning of the term “slave” in a way that allows for the identification of common elements for different times and places. One of the most well-known definitions was formulated by Orlando Patterson, who noted three basic traits differentiating a slave from a free person. Firstly, he concluded that a person becomes a slave only in a life-threatening situation. The loss of freedom is only a “conditional commutation”, because the owner has the right to kill a slave at any moment. Secondly, slavery means social death, because slaves’ place in society is determined only by their owners, i.e., slaves cannot defend theirrights on their own, cannot enter legally binding contracts, cannot legallymarry, donot have parental rights to their children, and cannot be legal heirs. Thirdly, slavery also means being cut off from one’s heritage and family, loss of honor, and inferiority to free people, because a slave, who can act only through his owner, can neither maintain or shape his heritage, nor protect his honor on his own24. To what extent does this definition fit the situation of slaves in the Crimea peninsula divided between the Khanate and the Ottoman Empire? Researchers of slavery in the Ottoman Empire pointed out that Patterson’s definition does not fully describe the situation in the Ottoman Empiredue, for instance, to enormous differences in status and power held by individual slaves. It should be remembered that the highest officials, including the Grand Vizier, were usually slaves obtained through the devşirme system, and then subjected to training (in the palace academy for the most talented). They had their own courts, which also comprised slaves. A detailed analysis also showed that highly ranked slaves maintained contact with 24

O. Patterson, Slavery and Social Death: A Comparative Study, Cambridge MA 1982, pp. 5-6, 10; Nur Sobers Khan, Slaves Without Shackles, pp. 20-24. 281

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

their families and non-Ottoman heritage25. Also, those who did not hold state offices and remained in private hands continuously negotiated their position within the court of their master or with the master himself. In some cases, they could act on their own behalf, e.g., against their owners at kadi’s court26. According to our present knowledge, the Crimean Khanate, as opposed to the Ottoman Empire, did not possess a state system of obtaining slaves from non-Muslim subjects and training them, so that they could later serve as the highest official of the ruler. It seems that apart from the already mentioned black eunuchs of the princes from the Giray family, slaves in the khanate came from the people taken into captivity during raids into Christian neighbors and Caucasian countries. It cannot be excluded that some of the slaves attained certain importance at the khan’s court. Khan’s secretaries, e.g., Jakub Fereng, who was mentioned by Ławryn Piaseczyński as a member of the court of Gazı II Giray in 160327, or Islam Bey Cegielski, who worked for Mehmed IV Giray in the 1660s28, may have come to Crimea as victims of raids.Unfortunately, little is known about the social origin of the khan’s highest officials. Nevertheless, 25

26

27

28

282

M. K u n t , “Ethnic–Regional (Cins) Solidarity in the Seventeenth–Century Ottoman Establishment”, International Journal of Middle East Studies, V, 1974, pp. 233-239. E. R. Toledano, “The Concept of Slavery in Ottoman and Other Muslim Societies: Dichotomy or Continuum?”, in:Slave elites in the Middle East and Africa: A comparative Study, ed. M. Toru, J.E. Philips, London-New York 2000, pp. 159–176; N. Sobers Khan, Slaves Without Shackles…, pp. 46-47. “Trzy poselstwa Ławryna Piaseczyńskiego do Kazi Gerejahana Perekopskich Tatarów, Szkic Historyczny”, ed. K. P u ł a w s k i , Przewodnik Naukowy i Literacki”, XXXIX, 1911, p. 760. Cf. the letters from Islam BejCegielski to the Polish Crown Chancellor Mikołaj Prażmowski sent in the 1660s: AGAD, AKW, Dz. tatarski k. 61, vol. 57, no. 199; k. 61, vol. 82, no. 224; k. 61, vol. 102, no. 244; k. 61, vol. 140, no.. 283.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

in the cases where it was possible to determine it, nothing indicated their status of a slave or a freed person29. In court registers, we can find cases proving that Tatar courts respected the prohibition of the Islamic law about taking Sunnites into captivity. For instance, in 1610–1611, Ismail of the Lipka Tatars, son of venerable Allah kul and Hanife, accused a certain Sufi Bosaj of buying him from another Muslim and treating him like a slave. At the court, Ismail quoted the Quran and presented two witnesses, who confirmed his Muslim origin. Eventually, he regained the status of a free person30. Freedom was also returned to Avz, son of Abdullah. He was brought to the court of the chief judge of the khanate (kadiasker) by an official from Gazi-Kerman31, who claimed that three months earlier Avzhad come to the fortress with his master. He converted to Islam and then he was freed. A few days later, Avz was captured on his way to the “land of the infidels” (because of the location of Gazikerman, it may be assumed that this refers to the Polish-Lithuanian Commonwealth. He was taken to the fortress and sold to an official. Because he complained that this act was unlawful, the official brought him to court. There, Avz presented a copy of his certificate of freedom. Despite the fact that the circumstances indicated that Avzhad attempted to return to his non-Muslim homeland immediately after his release, the court confirmed his status of a free person, because at the moment when he was captured on his way to the border, he was an orthodox Muslim, and as such he could not be taken into captivity32. 29

30 31 32

Cf. N. Królikowska, Law and division of power in the Crimean Khanate. A study on the reign of Murad Giray (1678–1683), PhD thesis, University of Warsaw, 2010, pp. 80-81. ORRNB. Fond 917, 1/69a/1. Gazikerman was an Ottoman fortress on the right bank of the river Dniepr. ORRNB, Fond 917, defter 23a/ 210b/5. 283

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Crimean slaves, similar to those in the Ottoman Empire, argued their cases at courts on their own, and sometimes not only did they not act in favor of their owners, they even acted against them. This is indicated by an analysis of the content of the kadiasker’s registers. Below, the material from the registers number 22 and 23a and b, from the period of the reign of Murad Giray, exactly from the years 1678–1681, is presented.First, it should be observed that slaves are more often mentioned as an asset in purchase-sale transactions and as a part of inheritance than as a side in a case. They also appear in six murder cases: in five cases, they are accused of taking a life, and in one, the slave is the victim33. Those slaves who were found guilty were not held responsible themselves; blood money man price was paid by their owners34. Particular attention should be paid to cases in which slaves were a side. In the mentioned period, thirty such cases were recorded. In sixteeb of them, slaves sued theheirs of their previous owners, who did not want to acknowledge that they had been released by the deceased. In fifteen cases, the slaves won the cases, presenting witnesses who confirmed their version of events. In one case, it was the new owner who won. Such a ratio of cases won to cases lost by slaves seems to indicate that slaves almost always went to court when they could be sure of winning; hardy anyone risked losing a case against their prospective future owner. Registers also include three cases in which the heirs confirmed the slaves’ testimonies, that they had been released by their deceased owners. This also shows that some masters released slaves before their death, but the constant 33

34 284

C. I m b e r, Ebu’s–suud, Edinburgh 1997, s. 248–249; Natalia K r ó l i k o w s k a , Crimean Crime Stories, pp. 109-123; R. P e t e r s , Crime and punishment in Islamic Law. Theory and Practice From the Sixteenth to the Twenty-First Century, Cambridge 2005, pp. 38-53. Cf. ORRNB, Fond 917, 23b/229b/1.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

presence of slaves in posthumous inventories indicates that this practice concerned only chosen people. Slaves were also a side in cases about failing to fulfill a freedom contract. For instance Yanısh who was Hungarian by descent, was sued by his previous owner, who had earlier freed him after he paid her the sum of money that they had agreed upon. At court, however, she claimed that Yanıshowned her two more years of service. The man had to present witnesses, who testified that the woman was not telling the truth35. In another case, a slave named Ivan presented two witnesses in his argument with his owner, Mullah Zeyn al-Abidin,son of HocaKadııır Ağa. The witnesses confirmed that the mullah, whose own title and his father’s title indicate a high social status, promised to free Ivan after five years of service, although he denied this at court36. In the discussed period, seven such cases were recorded. Moreover, two acts offreedom confirming that slaves fulfilled their freedom contracts were entered into the register. For example, a certain Mustafa stated that he freed his slave (kazak), because he fulfilled his promise of a two-year service and handed over fifty sheep and fifteen esedikuruş37. One of the most interesting cases concerning slaves out of those entered into the kadiasker’s registers during the reign of Murad Giray is the case filed by Mirza Nuraddin from the powerful Nogay famıly of Mamajoğlu38 against his freed slave, Ivashko. At court, the mirza stated that he gave his former slave a female slave for a wife and allowed her to give birth to two children. He bought this female slave from a certain 35 36 37 38

ORRNB, Fond 917, 23b/229a/5. ORRNB, Fond 917, 23a/131b/6. ORRNB, Fond 917, 23b/219a/2.  “The Nogay family of Mamajoğlu traced back its origins to the decendants of Edigei, the founder of the Nogay Horde”, cf. V. Trepavlov, Istoria Nogaiskoj Ordy, Moskva 2001, pp. 430-431, 656-657. 285

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Konay. When she died, he demanded that the children be returned to him becausehe considered them his property. Ivashko claimed that the deceased woman was not the mirza’s, but his slave, because it was he who had bought her from Konay. He would have liked to present witnesses, but the mirza threatened them so they did not appear at court. The entry concluded with a statement that, for this reason, the case remained unresolved39. This story sheds light on the many issues connected with the law concerning slaves and its application in the khanate. Firstly, it draws attention to the fact that the mirza cited the Sharia rule, according to which, the children of a female slave belonged to her owner, i.e., they inherited their mother’s status, provided that the owner himself was not their father and he had not confirmed his paternity40. In this case, we also do not know whether Ivashkoreceived the female slave as his wife41 when he himself was still a slave or after his freedom. His statement that he bought her himself indicates that their sexual relationship began after Ivashko obtained freedom. Otherwise, it would be hard to imagine that he would risk telling an obvious lie. So far, there is a lack of information about whether slaves in Crimea could have their own slaves, such as, for instance, high dignitaries in the Ottoman Empire. It attracts attention that while defending the right to his children, Ivashko did not refer to his rights as the father, but instead he undermined the mirza’s ownership right to the children’s mother. Ivashkotried to prove that it was hewho was the woman’s owner, so the children should receive his status of free person. The entry also shows that the kadiasker’s court, at least in this case, tried to remain impartial by not making 39 40 41 286

ORRNB, Fond 917, 23/111b/1. A child of female slave and her owner inherited status of his/her freeborn father, cf. for example ORRNB/67b/3 i 4. C. I m b e r, Ebu’s-suud, p. 167.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

a judgment due to the lack of evidence and gave Ivashkothe opportunity to continue to fight for the right to his children. However, by not adjudicating in his favor, the kadiasker left him in a difficult situation, because he then had to search for witnesses that would testify against the powerful mirza. In conclusion, the cases recorded in the kadiasker’s registers prove that in the Crimean Khanate, owners made agreements with their slaves concerning the conditions for their release. These agreements served as the grounds for slaves to seek justice at court. A question thus arises: could every slave appeal to the khan’s justice? The two quoted cases from the northern part of the khanate, i.e., the case of Avz from Gazikerman and Ivashko from the northern territories of the Nogays, indicate that some possibility of reaching the court existed even in the case of territories located far away from the capital and people going against the members of the local elites. Ivashko’s case, however, provokesa thought as to whether the court could successfully support a slave, and also, perhaps, any other non-elite person, against people with a strong social status. We should agree with Mikhail Kizilov’sstatement that the daily lives and living conditions of slaves who remained in Crimea were diversified according to their place of servitude, i.e., whether they had good owners and were servants in rich homes or served onlarge estates and in galleys42. Kizilov pointed out that the accounts about daily lives in the narrations by Christian authors should be approached with great caution, because they often are a combination of the conventional compassion for the fate of Christians in the hands of non-Christians (with moralizing elements showing that even 42

M. K i z i l o v, Slave trade in the Early Modern Period, pp. 12-15; M. I v a n i c s , “Enslavement, Slave Labour and Treatment of Captives…”, p. 199–200; APF, SOCG, vol. 209, f. 528r–530v, f. 544r. 287

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Muslims could better organize their social life) and the elements of descriptionsabout observed reality43. For instance, the envoy to Crimea in the 1540s, Vaclovas Mikalojaitis from Maišiagala, better known as Michalon Litwin44, left one of the oldest descriptions of the fate of slaves.He informed that slaves had their ears and noses cut off, or had their faces branded, and they had to work in shackles during the day and sleep under guard at night; at the same time they were givendisgusting food, such asworm-ridden meat that even dogs would not touch45.The same author, however, claimed in a different fragment that the Tatars treated slaves well, because they freed them after seven years of service46. In the second half of the 18th century, a French consul in the khanate, Baron de Tott, was, on the one hand, deeply moved by the difficult fate of slaves there, and, on the other hand, he was of the opinion that their situation was not worse that the situation of the same group in Europe47. Researching the standard of living of slaves based on European relations meets with one more difficulty. In this type of source, the majority of authors paid attention to the exceptional simplicity of Tatar food and dwellings, i.e., yurts in the northernpart of the khanate, and houses in the central or southern part. From the perspective of western Christians, even the free inhabitants of the peninsula usually lived a poor life and 43 44

45 46 47

288

M. K i z i l o v, “Slave trade in the Early Modern Period…”, p. 12. Vide J. O c h m a ń s k i , “Michalon Litwin i jego traktat, O zwyczajach Tatarów, Litwinów i Moskwicinów” z połowy XVI wieku”, in: idem, Dawna Litwa, Olsztyn 1986, pp. 134-157. Michalon Litwin, De moribus Tartarorum, Litvanorum et Moschorum, fragmina decem, Basileae 1615, p. 11. Ibidem, p. 26. F. de To t t , Memories of the Baronde Tott, on the Turks and theTartars, II, London 1785, pp. 157-158.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

lacked basic goods48. It should be determined whether slaves simply shared better or worse living conditions with their owners, or they were treated particularly poorly and their standard of living was considerably different than that of a common Tatar. An attempt could be made to answer this question by using information included in court registers. A comparison of the cases in which the daily allowance (nafaka) of slaves were listed with cases in which, e.g., a wife or a Muslim’s children received money for the same purpose, indicates that the costs of daily food for both slaves and common, poor Muslims were similar49. Unfortunately, there is almost no information in the registers concerning the living conditions of slaves. One of the cases, however, contains the following mention: Shmul, son of Yakub, from Chufutkale, testified:“I do not have rights to the entire property bought by Osman Çelebi, but only to the plot of land on which the cottage sits. Earlier, this piece of land was owned by the late Osman Ağa, who granted his slave, Ivan, a lifetimedeed to the land. Ivan built a cottage there, where he lived peacefully for 15 years and obtained food from the garden of the late ağa. After his death, the cottage and the northern part of the land were rightfully inherited by Devlet Mirza”50.

This fragment seems to describe the last two years of the life of Ivan, whose owner (bearing a title indicating a high social status) allowed him to build a small, separate house on his land and provided him with modest means of support. It seems that Osman Ağa did not manumitted Ivan. This short fragment indicates thatIvan lived out his days enjoying a certain level 48

49 50

Ludovico Carrera, one of the missionaries ministering on the Crimea in the 1630s-1640s, described the difficult situation of the local Christians and pointed out that the Fathers could not expect any financial or material help from members of their “flock” (APF, SOCG, vol. 135, f. 476r–477v). ORRNB Fond 917, 23a/134a/6, 23a/140b/3, 23b/171a/1. ORRNB, Fond 917, 13/36a/6 ; the case was dated on May, 25-June, 3, 1666. 289

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

of independence and, presumably, the price for this was that he had to do his own gardening to provide a means of livelihood for himself. Ivan’s case is not the only one in which the owners entrusted slaves with their property, in order for the slaves to draw income from it and take care of it. We even find entries indicating that they could draw income from working on their master’s property, which later constituted a part of the payment for manumission. For instance, a certain Mustafa agreed to free his Russian slave in exchange for two years of service tending to his herds in addition to fifty sheep51. Most probably, the sheep came from an additional farm run by this man on the land that belonged to his master. Slaves were not controlled strictly and had a certain freedom of movement, which is proven not only by the mentioned criminal cases, but also a certain number of registered runaway slaves52, as well as the cases of conflicts between Muslims, in which one of them was the current master of a slave, whom “found” him,53 and the other one was the master from whom this slave had run away. Furthermore, one of the entries allows for determining what happened to runaways, who were not transferred into other private hands. The khan’s officer (bölükbaşı) mentioned in this entry, Halil Pasha, testified that five months and seventeen days earlier, he captured a female slave, a blonde, who was granted a daily financial allowance (nafaka) of three akçe from the means of a pious foundation (wakf ), which, at the time, was the usual rate in alimony cases of common Tatars who did not belong to military or religious elites. Because no one came to collect the female slave, she was sold at auction to a certain Suleiman for 43 altun to 51 52 53 290

ORRNB, Fond 917, 23a/219a/2. ORRNB, Fond 917, 23b/17a/2. ORRNB, Fond 917, 23b/97b/3.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

cover the costs of her upkeep. The sum was given to Halil Pasha. A court register also listed the following expenditures for providing for the female slave and selling her: daily financial allowance – 501 akçe; the cost of the auctioneer’s work – 30 akçe; the cost of issuing a court extract and recording the earlier entry about granting the daily financial allowance in the registers – 40 akçe and 8 akçe; the cost of capturing the runaway – 40 akçe; and the costs of releasing a notice – 15 akçe. In total, the cost of the khan’s official capturing and selling the female slave was 634 akçe54. The abovementioned cases indicate that runway slaves were not a rare phenomenon in the Crimean Khanate. The administration of the khanate even developed appropriate procedures for dealing with this issue. The fact that some slaves decided to run away could be the result of, on the one hand, poor living conditions or poor relationship with a given owner, who, e.g, did not give his slaves hope for freedom. On the other hand, escape might have been motivated by personal needs, for instance, wanting to return to their families and live in the Christian community. The preserved sources, such as the correspondence of the Catholic missionaries from the 17th century or the mentioned “A complaint of the Polish captives of Bahçesaray” from 1660 show how important it was for the slaves to remain Christian. The letters of the prefectEmidioPortellid’Ascoli and his companion, Giovanni da Lucca, after their arrival to Caffa at the end of 1625 depict the joy expressed by Catholic slaves at the arrival of the missionaries, who had not met a Catholic priest for years55. The letters of missionaries who were staying in Crimea only temporarily after the permanent mission was established after 1660 contain requests of local slaves to send 54 55

ORRNB, 23a/140b/3. APF, SOCG, vol. 209, f. 528r–530v, f. 544r. 291

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

a priest56. The mentioned “Complaint of the Polish captives of Bahçesaray” is a petition to an unknown Polish dignitary asking that a priest, “the savior of our souls”, be sent In this case, however, the supplication does not concern sending any priest The captives ask for a person possessing great spiritual virtues. The role model for them was RajmundChorzewski, the last Dominican who exercised ministry and who cared for matters “not only of the spirit, but of the body as well”. The captives complained that after their invaluable shepherd died, they were sent a German, Vincent Pinkelman57, who not only did not exercise ministry properly, but also lost or destroyed the will of the deceased predecessor, stole books, equipment and liturgical vestments, and misappropriated the money allocated for the operation of the mission.He also changed the purpose for which he spent part of the collected funds, i.e., he bought a German back, instead of two Polish captives. According to the authors of the letter, this led one of the Poles, deprived of hope for freedom, to convert to Islam58. The authors of the letter depict Pinkelman not only as an unworthy priest, but also a person unfriendly towards Poles, who insulted them at every opportunity and did not fulfill his pastoral duties to them. The letter indicates that the authors could freely move around Bahçesaray and meet one another, and they knew what was happening in town; they reported thatPinkelman’s attitude scandalized even the non-Catholics. The authors of the letter referred to themselves as slaves.The 56 57

58 292

Cf. APF, ACTA, vol. 50, f. 156r–157rAPF, ACTA,,vol. 65, f. 250r–251v). Letters sent by the secretary of the Congregation to the Papal nuncios in the Polish-Lithuanian Commonwealth and in the Habsburg Empire indicate that Pinkelman accompanied Chorzewskiego during his mission. After the latter’s death, Pinkelman left the peninsula. Then, the Congregation decided that he was the most suitable candidate for the new prefect of the Crimean mission, cf. APF, Fondo Lettere, vol. 42, f. 113r–115v. AGAD, AKW Dz. Tatarskie, k. 60, vol. 13, no. 13, f. 2–4.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

noblesurnames of the authors of the “A complaint” and the place the letter was written, in Bahçesaray (one of the places where captives were held), indicate that they had a chance for freedom and were staying in the khanate only temporarily. Their letter confirms the information from the reports of missionaries that the mission was an important meeting place and the center around which the lives of Catholics taken into captivity revolved. However, it should be emphasized that it was in the 1660s that the mission stopped functioning, and even in 1625–1660, there were short periods when there were no missionaries in Crimea, or there was only one. However, for the majority of time between 1625 and 1660, brothers exercised ministry in two missionary centers, that is, in Caffa and Fotsala. Apart from that, they traversed the peninsula in order to reach the faithful. During one such journey, in 1636, a Dominican Ludovico Carrera met a Polish female slave in a slave trading center in Crimea59. He described her case, because the woman had baptized her owners’ child in secret: “dicendo in lingua sua ego tebaptizo in nomine P[at]ris et Filii et Sp[irit]us S[anc]ti Amen”60. This short mention is interesting for a few reasons. First, it indicates that at least some Catholic slaves, even far away from a missionary center, tried to preserve the customs and religious rites. Second, it informs about the religious awareness of the female slave, who believed that the baby should be baptized. However, she had neither basic knowledge of Latin, nor a more thorough knowledge of Canon Law, because Carrera, after a short deliberation, concluded that the sacrament was 59

60

On the slave trade in the Crimea see the famous description of Evliya Çelebii: Księga podróży Ewliji Czelebiego (Wybór), trans. and eds. Z. A b r a h a m o w i c z , A. D u b i ń s k i , S. P ł a s k o w i c k a - R y m k i e w i c z , Warszawa 1969, pp. 305-308. APF, SOCG, vol. 106, f. 317v. 293

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

not valid. He also observed that the woman could meet with the missionary either in secret or with the knowledge of her owners. The mention also proves that the female slave was attached to her owners’ child, who she most probably wanted to save from the eternal damnation. Another problem that faced Catholic slaves and freed people who wanted to stay in the community was the issue of marriage. EmidioPortelli, for instance, in a letter from 1633, presented the case of a Polish woman who was taken into captivity as an already married woman. The Dominican greatly sympathized with this still young woman and her new, also Catholic, partner, because they could not marry in a church again and they wanted to stop living in sin. He also observed that this problem concerned many of the local Catholic slaves and freed people61. The described case presents the marriage of two people of the same faith, who had to keep motivating one another to remain faithful. No examples were found of freedfemale slaves married to Muslims who approached missionaries with similar problems.Most probably, they either converted to Islam or they were aware that they could not have a Catholic marriage.As a matter of fact, missionaries reported that their measures were so limited that it was difficult for them to take counteractions when a lot of slaves, both men and women, made such a decision62.The degree to which the decision to change faith was motivated by personal reasons, and to what extent it was a result of the pressure from the Muslim environment,remains an open question. 61

62 294

APF, SOCG, vol. 104, f. 255v. It is worth to emphasize that in the similar situation, in the year 1624, the Catholic bishop pf Przemyśl, Achacy Grochowski, allowed the individuals, whose spouses were captured by the Tatars, to remarry, cf. D. K o ł o d z i e j c z y k , “Slave Hunting and Slave Redemption…”, p. 150. APF, SOCG, vol. 104, f. 252r–252r.

SOCIAL STATUS, LIVING CONDITIONS, AND RELIGIOSITY...

Conclusions The presence of many slaves from Poland-Lithuania in Crimea in the 17th century is well-documented in European, Ottoman, and Tatar sources, which shed light on the daily lives of this group of people. We know, thus, that slaves in the khanate, similar to those in the Ottoman Empire, could act on their own behalf and defend their interests at the khan’s court, at least in the cases concerning their freedom.The preserved materials indicate that many slaves had an opportunity to regain their status asa free person after fulfilling the conditions of the contract with their owners. Therefore, both sides considered captivity as a temporary state. Unfortunately, little information about the conditions of the daily lives of slaves has been preserved. In this article, I attemptedto present at least a few examples confirming that slaves lived modestly, but similarly to common Tatar inhabitants of the peninsula. Nevertheless, apart from European sources, such as the fragment from the description by Marcin Broniewski quoted at the beginning of the paper, there is a lack of information that could provide data concerning the standard of living of slaves on large estates and in galleys. Perhaps further studies onCrimean court registers, for example, will allow this gap to be filled. Another problem discussed in this paper was the issue of the freedom of movementand the freedom of religious worship. Examples have been found confirming that the owners did not strictly control their slaves’ whereabouts. Nevertheless, in the eventof an escape, there were state procedures for capturing the slaves and maintaining the status of a slave. As far as the freedom of religious worship is concerned, the correspondence of missionaries and the “A complaint of the Polish captives of Bahçesaray” indicate that slaves, captives, and freedpeople could contact Catholic priests, provided that the priests had 295

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

permission to carry out their activity in the khanate and the Caffa Province of the Ottoman Empire. The same sources confirm, however, that many slaves decided to convert to Islam.

296

Osmanlı Devleti’nde Kaçak Köleler: Abd-ı Abık

Zübeyde Güneş Yağcı* Emre Ataş**

Giriş Âbık, Arapça kaçmak anlamına gelen ebk kökünden türetilmiş bir sıfattır1. Sözlük anlamı sebepsiz yere efendisinin hizmetinden, yanından kaçan köle demektir2. And ise köle kul manasında bir kelimedir3. Osmanlı kaynaklarında kaçak köleler için umumiyetle abd-i âbık terkibi kullanılmıştır. Kuran-ı Kerim’de köleler ve sahipleri ile ilgili ayet bulunmasına rağmen kaçan kölelere ait ayet bulunmamaktadır4. Bu nedenle kaçak * ** 1 2 3 4

Doç. Dr. Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, [email protected]. Emre Ataş, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, emreatas1986@ gmail.com Abdülkadir Şener, ‘’Abık’’, DİA, I, İstanbul 1988, s. 306. Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1993, s. 4. Ferit Develioğlu, age, s. 3. Bunlardan bir tanesi kısas ile ilgili olan ayettir. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür).” Bakara-178; Ayet yazdı:Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Nîsa-92; Bakınız: Rüveyde Sağlam İnce, Kur’an-ı Kerim’de Kölelik, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010, 68-71. 297

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

kölelerle ilgili uygulamaların dayanak noktası hadisler oluşturmaktadır. Çeşitli hadis kaynaklarında kölenin kaçması normal görülmemiştir. Kaçak kölelerle değişik rivayetler ileri sürülmektedir ki, bunlar içerisinde sahibine geri dönünceye kadar şirke girdiği, namazının kabul olunmayacağı, ölürse kâfir olarak öleceği, ve hatta kölenin öldürülmesinin caiz olduğu yer almaktadır5. Bu çalışmada amacım öncelikle Osmanlı Devleti’nde kaçak kölelere yapılan muameleyi ele almaktır. Yakalandıklarında yapılan muameleden, sahiplerine teslim edilme süreçleri ve bu sırada kölelere nasıl davranıldığı çalışmanın temel problematiğidir. Bir başka üzerinde duracağım husus abd-ı abık’tan, yani kaçak kölelerden alınan vergi olacaktır. Modern toplum anlayışının olmadığı modern öncesi toplumların gerçekliği olan köleliğin tarihi çok eski zamanlara kadar gitmektedir. Milattan öncesine dayanan kölelik müessesesinin, farklı coğrafyalarda farklı medeniyetlerde varlığı bilinmektedir6. Neredeyse köle istihdamının olmadığı bir toplumun yoktur ve en temel köle kaynağı savaş esirleridir. Buna komşu kavim ve topluluklardan kaçırılan insanlar, yakınları tarafından satılanlar, borç karşılığı ya da işlenmiş olan bir suça karşılık köle statüsüne geçirilenleri de köle kaynakları 5 6

298

Metin Ceylan, ‘‘İslam Hukukunda Kaçan Köle (Abık)’’, Sosyal Bilimler Dergisi, IV/7, Kilis 2014, s. 61. Antikçağda köle emeği için bakınız: Seyhan Taş- Enver Günay, “Antik Çağ Toplumlarının Özellikleri, Geleneksel Statüleri ve İktisadi Yapıyı Belirleyen Kurumları”, KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, XII/2, 2005, s. 141-166; Enver Günay, “Antik Çağ Ekonomileri ve Gelenek ile Çok Tanrılı Dinlerin Etkisinde Oluşan Antik Çağdaki İktisadi Düşüncelerin Özellikleri”, Internatonal Journal of Academic Value Studies, I/1, 2015, s. 46-64; Ayşe F. Erol, “ Arkaik Dönem Atina’sında Kölelik Sistemi”, Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XXVII/1, Ankara 2007, s. 249-260; Güven Bakırezer, ‘‘Antik Yunan Düşüncesinde Kölelik’’, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, LXIII/1, Ankara 2008, s. 17-54.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

arasına eklemek gerekmektedir7 Sümerler8, Babil9, Hitit10 ve Mısır11 köle emeği ile yükselen medeniyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı medeniyetinin temeli olan Yunanlıların köle 7 8

9

10

11

M. Akif Aydın, Muhammed Hamidullah, ‘‘Köle’’, DİA, XXVI, İstanbul 2002, s. 237. Sümer yasalarında kaçak köle olmak ağır şekilde cezalandırılmak demekti. Kaçak köleyi yakalayıp sahibine teslim etmek Sümerlerde mükâfatlandırılması gereken bir durumdu. Eğer sahibine getirmez saklarsa kölenin sahibine ya 25 şegel öder ya da yerine bir köle vermek zorunda bırakılırdı. Kaçak köleyi sadece saklamaz bir de hizmetine alırsa hırsızlık ile suçlanırdı. Gülnihal Bozkurt, “Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXVIII/1-4, Ankara 1981, s. 80. Babil’de bir kölenin kaçması efendinin köle üzerindeki tasarruf hakkını kaybetmesi olarak algılandığından bir kölenin kaçmasına yardım etmek, saklamak ölümle cezalandırılması gereken bir suçtu. Kaçak bir köle bulunduğunda eğer köle efendisinin adını söylememekte direnirse saraya götürülür, orada efendinin kimliği tespit edilerek teslim edilirdi. Efendi kölesini istediği gibi cezalandırabilirdi. Ana- İttisu tabletlerine göre kaçak bir köle genellikle kölenin kulağının kesilmesi ile cezalandırılırdı. Bazen ceza zincire vurulma, ayağına ağırlık bağlama şekline de dönüşebilirdi. Kaçak olduğunu belirten ibarelerle damgalamak bir başka ceza yöntemi idi. Kaçak köleyi yakalayıp sahibine teslim eden kişiye 25 şegel ödül verilirdi. Gülnihal Bozkurt, agm.,, s. 76; Suzan Akkuş, Eski Ön Asya Toplumlarında Kölelik, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Denizli 2007, s. 42-43. Hititlerde kaçak köleler hakkında Sümerler kadar ayrıntılı bilgi bulmak güç olsa da kaçak köle bir başka ülkeye kaçtıysa geri getirene 6 şegel ödül verilirdi. O köle kendi ülkesine kaçsa bile aynı kural geçerliydi. Köle düşman ülkeye kaçtıysa kim bulduysa sahibi o olurdu. Gülnihal Bozkurt, agm., s. 76; Ödül olarak verilen para kölenin kaçtığı uzaklığa göre değişmekteydi. Mesela nehrin öte yakası denilen bölgeye kaçtığında köleyi geri getirene 3 şegel ödül verilmekteydi. Hitit kanunlarında kaçak köleler için ceza öngören maddelerin bulunmaması onların cezalarının efendilerine bırakıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Suzan Akkuş, agt, s. 87-88. Orta devlet (MÖ 2040-1650) döneminden itibaren Mısır’da kölelerin varlığı bilinmektedir. Bülent İplikçioğlu, Eski Batı Tarihinin Anahatları, İstanbul 1990, s. 118; Mısır’da kölelerin büyük çoğunluğu kamu, yani devlet kölesi olarak kabul edilmekteydi. Dünya harikalarından birisi olan Mısır piramitlerinin yapımında çok sayıda köle çalıştırılmıştı. Bu nedenle kaçak köle sayısı bir hayli fazla idi. Hasan Tahsin Fendoğlu, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik, İstanbul 1996, s. 31; Nihat Engin, Osmanlı Devleti’nde Kölelik, İstanbul 1988, s. 9. 299

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

istihdamında Mısır’dan aşağı kalmadığı bir gerçektir12. Aynı durumu Roma için de geçerlidir13. Bütün bu medeniyetlerin köle emeği ile yükselmiştir demek yanlış bir tanımlama olmayacaktır 14. Hemen hemen bütün devletlerde kaçak köleler ağır şekilde cezalandırılmakla birlikte İbraniler farklılık arzetmektedir. Onlar birbirleriyle kardeş sayıldıkları için kendi milletinden olanları köle yapmazlar, yabancıları köle yaparlardı. Tevrat’ta köleliğin kaldırılmasına dair açık hüküm olmamasına rağmen efendilerin köleler üzerindeki hakları sınırlandırılmıştır15. Hatta kaçak kölelerin sahiplerine iade edilmesinin önüne geçilerek en azından kölelerin kaçmaları durumunda hür olmalarının önü 12

13

14 15 300

Antik Yunan’da köle istihdamı yüksekti. Bazı dönemlerde vatandaş sayısından çok daha fazla köle vardı. Mesela M.Ö. 311 yılında yapılan bir sayımda Atina’da 400.000 köle vardı. Böyle bir ortamda kölelerden kaçanların olmaması mümkün değildi. Kaçak kölelere çeşitli cezalar verilmesinin yanı sıra vücutlarının görülebilir yerlerine damga yapılırdı. Böylece kaçak köle olduğu anlaşılırdı. Hasan Malay, Çağlar Boyu Kölelik, İstanbul 2010, s. 55, 191; Güven Bakırezer, agm., s. 24. Roma İmparatorluğu’nda da kaçak köleler bulunmaktaydı. Köle yakalandığında cezalandırılmasının haricinde vücuduna sahibinin kim olduğunu belirten bir damga yapılırdı. Dağlamak suretiyle yapılan bu damganın herhangi bir şekilde çıkarılması mümkün değildi. Muhtemelen kaçmayı adet haline getirmiş kölelerin görülebilir bir yerine “beni tut çünkü ben bir kaçağım” yazısı yazılırdı. Buradan kölenin kaçak olduğu kolayca anlaşılırdı. Kaçak köleler için ayrıca bir demirci olmadan çıkarılması neredeyse imkânsız olan bir boyunluk takılırdı. Kaçak köleler durumu çok daha zor hale getiren olay kaçak köle avcıları idi. Köle avcıları için bu durum gelir kapısı halini almıştı. Hatta fakir halk da bir yerde rastladığı kaçak köleleri hemen yetkililere bildirirdi. Çünkü kaçan köleyi ihbar eden ödüllendirilirdi. Hasan Malay, age, s. 197-198; Halûk Çetinkaya, “Roma ve Bizans İmparatorluklarında Yoksulluk ve Din Etkisi”, IV. Uluslararası Felsefe Kongresi Yoksulluk, Dayanışma ve Adalet, Ed: Mehmet Fatih Elmas- Metin Becermen, Bursa 2016, s. 287. (286-294); Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda Kölelik ve Osmanlı’da Harem, İstanbul 2006, s. 85; Gürkan Ergin, “Roma Toplumunda Kölelik Eleştirisi ve Kölelere Empati”, Cedrus, II, Antalya 2014, s. 369. (355-376) Gülnihal Bozkurt, agm.,, s. 80. Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda Kölelik…,. s. 83.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

açılmıştır16. Bu nedenle kaçak kölelerin en azından kaçtıkları bölgelerde hür olarak yaşamalarına izin verilmiştir17. Hristiyanlıkta da kölelik devam etmektedir. Hem Eski Ahit’te hem de Yeni Ahit’te köleler ile ilgili maddeler yar almaktadır. İncil sadece iyi bir efendiye değil kötü bir efendiye dahi itaat esastır18. Bu nedenle efendinin emirlerine karşı gelmenin ve hatta kaçmanın iyi bir şey olmadığı kabul edilmektedir19. En büyük köle nüfusunun bulunduğu yerlerden birisi olan Amerika’da kaçak kölelere dair düzenlemeler yapılmış olup, uygulamalar 1640’da başlamıştır. İlkönce Virginia kolonisinde 1642’de kanun çıkarılmıştır. Onu diğer koloniler izlemiştir20. Kaçak köleleri bulmak için ilanlar verilmekte, başlarına ödül konulmaktadır21. Ayrıca hem kölenin bir daha kaçmasının 16

17 18 19

20 21

Hamza Üzüm, ‘‘Tanah ve Talmut’ta Kölelik’’, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 12, (Sonbahar 2013), s. 170; Gülnihal Bozkurt, agm., s. 82. Gülnihal Bozkurt, agm., s. 82. Bakınız: Kürşat Haldun Akalın, “Orta Çağ Avrupasının Toplumsal Gerçeği Olarak Kölelik Düzeninin Dinsel Temelleri”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, II/19, Bolu 2009, s. 28-41. Bu durum Yeniçağ Avrupa tarihinde dahi değişmemişti. İngiltere’de 1685 tarihli bir kanunda efendisinin emrini yerine getirmeyen ve kaçan kölenin yakalandığında öldürülmesine dair hükümler vardı. Köleliğin kaldırılması için 19. yüzyıla gelinmesi gerekmiştir. Köleliğe karşı ilk resmi tepki 1807 yılında İngiltere’den gelmiş, İngiltere köle ticaretini bu tarihte yasaklamıştır. Akabinde 1815 Viyana Kongresi’nde kölelik insanlık dışı kabul edilmiştir. Hasan Tahsin Fendoğlu, age, s. 60,61; Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu (1800 – 1909), Çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul 2013; Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul, İstanbul 1988, s. 91 vd.; Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 1994, s. 77 vd.; Amerika’da kölelerin özgürlük mücadelesi için bakınız: Hugh Thomas, The Slave Trade, New York 1997, s. 235-431; Allan Nevis-Henry Steele Commager, ABD Tarihi, Çev: Halil İnalcık, Ankara 2005, s. s. 192 vd.; Raymond P. Alexsander, “Amerika’da Zencilerin Başkaldırısı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, III/25, Çev: T. Karamustafaoğlu, Ankara, 1968, s. 101-106. Marion G. McDougall, Fugitive Slaves (1619-1865), Boston 1891, s. 3-5. İlanlar için baknız: Runaway Slave Advertisements 1745-1775: A Selection, http://nationalhumanitiescenter.org/ pds/maai/enslavement/text8/virginiarunawayads.pdf. 301

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

önüne geçmek hem de kaçma niyetinde olan diğer kölelere ders vermek amacıyla ağır bedeni cezalar verilmekteydi22. Köleliğin kaldırılmasını teşvik etmesine rağmen kaldırmayan İslam hukuku kölelikle ilgili diğer alanlarda olduğu gibi kaçak kölelere dair düzenlemelere yer vermekteydi. Öncelikle hukuk kölenin efendisine bağlılığını ve hizmeti esas almış olmakla birlikte efendinin de köleye iyi davranması esasını kabul etmekteydi23. Efendi kölesine iyi davranmasına rağmen köle kaçarsa bu durumda yapılacaklar hukuk içerisinde ayrıntısı ile ele alınmıştı. Buna göre köle, ticari mal olduğu için malın kaybı şeklinde değerlendirilmişti. Kendinden önce ve Amerikan köleliğinde olduğu gibi bedeni cezalar öngörmemekteydi24. Kaçak köleyi bulan kişinin öncelikle kadıya tes22 23

24

302

Matthew Germenis, “Runaway Slave Advertisements in Mississippi: Violence and Dominion”, Journal Of Mississipi History, 75/2, 2013, s. 100-101. Ömer Nasuhi Bilmen, “Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye” Kamusu, IV, İstanbul s. 57-58; İslam hukukunda köle için bakınız: M. Akif Aydın- Muhammed Hamidullah, agm., s. 237, 239; Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuku, Umumî Esaslar, İstanbul 2006, s. 20, 45, 49, 50, 119, 132, 161; Şafak Baran, Felsefenin Gözüyle Kuran’da Kölelik ve Câriyelik, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Konya 2006; Hasan Tahsin Fendoğlu, age.; Cahit Güngör, Çağdaş Tefsir’de “Kölelik” Yorumu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2005; Bernard Lewis, Orta Doğu’da Irk ve Kölelik, İstanbul 2006; Mehmet Nadir Özdemir, İslâm’ın İlk Döneminde Kölelik, Abbasilerin İlk Yüzyılı, İstanbul 2006. İslam hukukunda kaçak köleyi yakalayan kişi ya kadıya teslim eder ya da sahibi ortaya çıkıncaya kadar kendisi hıfz edebilirdi. Ömer Nasuhi Bilmen, age, IV, s. 58; köleyi bulan kişiye verilen müjde parasına cu’l adı verilmektedir. Ceylan, agm., s. 64-66; Bir iş karşılığında ödenmesi gereken ücreti, hatta yapılacak iş karşılığında bir ücreti taahhüt etmeyi, vaat etmeyi ifade eden cuale kelimesinin kökeni cu’l (ca’l) kelimesidir. Cu’l yapmak, etmek, kılmak manasına gelmektedir. İşi yapana amil denildiği gibi ücret vaat edene ise cail adı verilmektedir. Hanefi hukukçuları kaçak kölenin sahibine geri getirilmesi karşılığında ödenen ücret dışında herhangi bir iş cualeyi kabul etmemektedirler. Fıkha göre 3 günlük ya da daha fazla uzak mesafeden kaçak köleyi getirip teslim eden kişiye kölenin sahibi tarafından 40 dirhem tutarında bir meblağ ödenmesini öngörmektedirler. Mesafe 3 günlük yoldan az olduğunda meblağ mesafeye göre belirlenmektedir. M. Akif Aydın, “Cuâle”, DİA, XVIII, 1993, s. 77-78.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

lim etmesi gerekmekteydi. Kendisine bunun için müjde namı adı altında bir meblağ ödenmekteydi. Kadı, sahibinin ortaya çıkması ihtimaline karşılık köleyi 6 ay ila bir yıl arasında bir süre hıfzetmek zorundaydı. Bu süre zarfında kölenin sahibi ortaya çıkarsa köle için yapılan bütün masraflar sahibinden alınmak kaydıyla kendisine teslim edilirdi25.

Osmanlı Devleti’nde Kaçak Köleler Osmanlı Devleti’nde kaçak köleler abd-i âbık olarak adlandırılmaktadır26. Abd-i âbık terkibi genellikle erkek köleler için kullanılırken kadın köle olan cariyeler için kenizek veya cariye-i âbıka tabirleri kullanılmıştır27. Kaçkun kelimesi ise âbık kelimesinin Türkçesi’dir28. Kaçak kölelerden alınan vergiler de 25

26

27

28

Kölenin sahibi olduğunu iddia eden kişiden öncelikle kölenin fiziksel özelliklerini tarif etmesi beklenmektedir. Tabii şahit getirmesi kölenin mülkiyetinin ispatı için önemlidir. Metin Ceylan, “agm”, s. 64. Medîne-i Ebâ Eyyûb-i Ensârî’de za‘îmü’l-vakt olan Abdi Bey b. Hüseyin meclis-i şer‘de işbu orta boylu kara gözlü Gürciyyü’l-asl Hasan [b.] Abdullah nâm abd-i âbık[ı] ahz edip ol dahi meclis-i şer‘de rıkkına [ve] ibâkına mu‘terif olmağın yevmî beş akçe nafaka takdîr olunup mezbûr Abdi Bey talebi ile kayd-ı sicil olundu. İstanbul Kadı Sicilleri Eyüb Mahkemesi (Havâss-I Refîa) 19 Numaralı Sicil (H. 1028 - 1030 / M. 1619 - 1620), Haz: Yılmaz Karaca- Rasim Erol, İstanbul 2011, s. 160. Ömer Nasuhi Bilmen, age, III, s. 332; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Kanuni Devri Kanunnameleri II. Kısım Eyalet Kanunnameleri, V, İstanbul 1992, s. 244; Mahmiye-i İstanbul’da Hoca Üveys mahallesi sâkinelerinden fahrü’l-muhadderât Peymâne Hâtun bt. Mahmud tarafından hasm-ı şer‘î mahzarında vekâleti sâbite olan işbu bâ‘isü’s-sicil elHâc Cafer b. Abdülmennân Kasımpaşa’da zâbitü’l-avâbık olan Hasan b. Abdullah nâm kimesneyi ihzâr ve mahzarında takrîr-i kelâm edip mezbûr Hasan müvekkilemin Yasemin nâm câriye-i âbıkasın tutup haps edip müddet-i örfiyyesi tamâm olmadan on dört bin akçeye bey‘ etmişdir. Bu hükümde cariyeler için câriye-i âbıka tabiri geçmektedir. İstanbul Kadı Sicilleri Galata Mahkemesi 15 Numaralı Sicil (H. 981-1000 / M. 1573-1591), Haz: Rıfat Günalan-Talip Met, İstanbul 2012, s. 102. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunâmeleri, I, İstanbul 2006, s. 182. 303

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

aynı adlarla, yani abd-ı abık ve kenizek, kul ve cariye müjdeganesi29 adıyla tahsil edilmiştir30. Bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti’nde kaçak köleler hakkında yürütülen uygulamalarda İslam hukuku geçerlidir. Kaçak köleler için hem umumi kanunnamelerde31 hem de vilayet kanunnamelerinde düzenlemeler yapılmış, kaçak kölelere nasıl muamele edileceğine dair esaslar belirlenmiştir. Abd-i âbık ile ilgili ilk düzenleme 20 Ekim 1461 (H. 866) tarihlidir. Rum-eli’nun Mevkufatı ve Yavaşı ve Kackun adı altında kaleme alınan kanun ile kaçkun köleler ile ilgili düzenleme şöyledir: ‘‘Ve her yerdeki kaçkun esir dutulursa ol yerin kadıları marifetiyle görüb bunlara teslim edeler, bunlar dahi çağırdalar, eğer ıssı bulunup gelüb isbat ederse adet üzre bir günlük yolda otuz ve iki günlük yolda altmış ve üç günlük yolda doksan akçe ve bundan ziyade bir aylık yolda dahi dutulursa heman yüz akçe muştuluğın alub esiri kadı ma’rifetiyle ıssına teslim edeler. Ve eğer ıssı bulunmazsa tamam üç ay saklayalar, üç aya değin gelecek olursa hoş ve illa kadı ma’rifetiyle bey’i men yezid edüb satub bahasın alalar ve kadı dahi sicillatında kayd ede ki her ne vakt ıssı gelüb isbat ederse mezkur amillerden bahasın alalar.’’32 29 30

31

32

304

Selim Hilmi Özkan, “Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri: Sofya (1385- 1878”, Avrasya Etüdleri, XXII/50, Ankara 2016, s. 290. 1487 tarihli Hüdavendigâr Livası Kanunnâmesi’nde bu tabir ‘abd-i âbık ve kenizek cu’ulleri şeklinde ifade edilmekteydi. Kütahya Livası Kanunnamesi’nde ‘abd-i âbık ve kenizek müjdeleri şeklindedir. Ömer Lütfi Barkan, XV ve XVIinci Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları: Kanunlar, I, İstanbul 1943, s. 5, 26; Zübeyde Güneş Yağcı, ’’Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekan Üsküdar’’, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VIII, İstanbul Belediyesi Yay., İstanbul 2015, s. 269. Mesela II. Bayezid Kanunnâmesi’nde kaçak kölelerle ilgili düzenlemeler 71, 72 ve 73. maddelerde yer almaktadır. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Osmanlı Hukukuna Giriş ve II. Bâyezid Devri Kanunnameleri, II, İstanbul 1990, s. 49-50. Ahmet Akgündüz, Fatih Devri Kanunâmeleri, I, s. 392., Aynı yazar, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, Kanuni Devri Kanunnameleri I. Kısım Merkezi Ve Umumi Kanunnameler, IV, İstanbul 1992, s. 400.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

Kanunameye göre yakalayan kişi köleyi bulunduğu kazanın kadısının huzuruna getirmek zorundaydı. Kadıya ulaşamadığı durumlarda yavacıya, beytülmal eminine ya da evabık zabitine teslim etmek durumundaydı. Kaçak köleleri sahibi buluncaya kadar ya da sahibi çıkmaz ise müddet-i örfiyyesi tamam olup satılıncaya kadar muhafaza etmekle görevli olan kişi genellikle yavacıdır. Mahkeme kayıtları olan şer’iyye sicillerinde yavacı bu hususta en önemli görevli olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak ondan başka beytülmal eminleri, subaşılar, zaim-i şehr, voyvoda, mir-i âb ve zâbit-i âvâbık gibi görevliler önemli rol oynamaktadırlar. Köleyi bu kişiler kadı huzuruna getirebilmektedirler33. Artık bundan sonra kanunnamede yer alan bir başka aşamaya geçilmektedir ki, hukuk gereği bu aşama kaçak köleyi bulan kişiye müjde parasının verilmesidir. Buna muştuluk, müjdegani ya da müjde akçesi adı verilmekteydi. Bu meblağ kölenin kaçtığı uzaklığa göre değişmekteydi. Bir günlük yoldan kaçan köle için bu meblağ 30 akçe, 2 günlük yol için 60, 3 günlük yol için 90 akçe ve daha fazla yoldan kaçan köle için 100 akçedir. Müjdegani, kölenin sahibi ortaya çıktığında ondan, çıkmadığında ise satışından elde edilen gelirden tahsil edilmekteydi. II. Bayezid Kanunnamesi’nde muştuluk akçesinin miktarı ilk anda 20 akçe olup, sahibi geldikten sonra veya satılması durumunda yukarıdaki kanunnâme maddesi gibidir34. 33

34

İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. Ve 18. Yüzyıllar), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Konya 1992, s. 150. 238. Ve abd-ı abık dutulsa yavacı (yuvacı) olan abd-i âbıkı dutub götürene yirmi akçe vermek âdet olmuşdur. Âbıkın mevlâsı gelicek bir günlük yoldan kaçmışa otuz akçe; iki günlük yoldan kaçmışa altmış; üç günlük yoldan kaçmışa ve dahi ziyâde yoldan kaçmış yüz akçe muştuluk verir. Ve kulun kadı takdir eyledüği nafakasın verir. Bunlardan gayrı abd-i âbık dutub getürene verdüği yirmi akçeyi âbıkın mevlâsından alur imiş. Merhûm Hudâverdigâr -tâbe serâhu- ol 305

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Karaman Kanunnâmesi’nde muştuluk akçesi 60 ve 100 akçe olarak tespit edilmiştir35. Kaçak köleler kadı huzuruna çıkarıldıklarında nereli oldukları, nereden kaçtıkları ve sahiplerinin kim olduklarına dair sorgulamaları yapılırdı36. Sorgu sonrasında sahibinin kim olduğu ve nereli olduğu öğrenilen köleler kadı tarafından nafaka tayin edilmek suretiyle yavacıya emaneten teslim edilirdi. Sicillere göre kaçkınlara bir buçuk37, iki38, dört39 ve beş40 akçe gibi

35

36

37

38

39

40

306

yirmi akçeyi yavacı (yaveci) yanından emr eylemişdir. Anun üzerine mukarrer olundu. Ahmet Akgündüz, II. Bâyezid Devri Kanunnameleri, s. 75. Ömer L. Barkan, age, s. 43; Bazen yavacılar köleyi yakalayan kişiye müjde akçasını vermemişlerdir. Bunun üzerine kadıya başvuran kişi, mahkeme kanalı ile almaya çalışmışlardır. Bunlardan birisi Darüssaâde yeniçerilerinden Halil Beşe bin Süleyman’dır. Yeniçeri Halil yakaladığı kaçgun cariyeyi zâim-i şehr Veli Çelebi’ye teslim ettiğini, fakat müjdegânisini alamadığını iddia etmiştir. İzzet Sak, agt, s. 151. Sorgulama bazen çok zor olabilmekteydi. Çünkü kölelerden Türkçe bilmeyenler olabildiği gibi nerden kaçtığını, ya da sahibinin kim olduğunu bilmeyenler dahi olabiliyordu. Mesela Konya mir-i âb ve beytülmal zabiti Mehmed Ağa’nın yakaladığı Sadullah adında zenci kölenin nerden kaçtığı ve sahibini kim olduğu Türkçe bilmediği için tespiti mümkün olmamıştır. İzzet Sak, agt, s. 152. ‘’…Çıplak Mehmed kulu Yusuf bir orta boylu kara Arab kulu sene erba’a ışrin ve tis’a mi’e cemaziyelahirinin on beşinci gününde tutup yevmi nafakası ve hıfzı için birer buçuk akçe takdir olunup emin Şemseddin’e teslim olundukda deftere sebt olundu.’’ İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H. 919 - 927 / 1513 -1521), Haz: Bilgin Aydın- Ekrem Tak, s. 322. ‘’… İstavros nam karyede tutup meclis-i şer’a getirip karye-i mezburun cabisi olan Mustafa b. Sinan’a teslim olunup mezburan abıkların nafakası ve hıfzı için yevmi ikişer akçe takdir olunup sicil olundu.’’ İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 56 Numaralı Sicil (H. 990 -991 / M. 1582 - 1583), Haz: Hilal Kazan-Kenan Yıldız, İstanbul 2008, s. 281. ‘’…Hereke nam karye sınırında ahz eyledim, abıktır deyu mahkemeye götürüp mezbur dahi ibakına mu’terif olmağın karye-i mezbure zabiti Hacı Mahmud’a yevmi dörder akçe nafaka takdir olundukdan sonra teslim olunup ve ma hüve’l- vaki’ tahrir olundu.’’ İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 84 Numaralı Sicil (H. 999 -1000 / M. 1590 - 1591), Haz: Rıfat Günalan, İstanbul 2010, s. 644. ‘’İşbu uzun boylu, açık kaşlı, sarı sakallı, sol yanında eser-i cerahatli Rusiyyul-asl Bayram nam kulu Ahmed nam kimesne abıktır deyu mahfil-i kazaya getirip ibakına mu’terif oldukdan sonra yevmi beş akçe nafaka takdir olunup

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

farklı miktarlarda günlük nafaka takdir edilmiştir. Bu nafaka günün şartlarına göre tespit edilmiştir41. Zira 1513- 1521 yılları arasında günlük 1.5 akçe olan nafaka miktarı 1591-92 yıllarında günlük altı akçeye çıkarılmıştır42. Nafaka yüzyıl sonra 1669-1670 yıllarında ise günlük 16 akçeye çıkarılmıştır43. 1704 yılında ise 24 akçedir44. Eğer görevliler belirtilen miktardan fazla bir masraf yaparlarsa harcadıkları miktar sahibinden veya satıldıktan sonra elde edilen gelirden tahsil edilemezdi45. Köle en fazla 3 ay süre görevlide emanette kalabilirdi. Bu süreye müddet-i örfiye denilmekteydi46. Ancak Feyzullah

41

42

43

44 45 46

mahruse-i Üsküdar Subaşısı Müstedam bey’e teslim olunup ve ma hüve’l- vaki’tahrir olundu.’’ 84 Numaralı Sicil, s. 646. Nafaka miktarının artmasında 16. yüzyıl ve sonrasında meydana gelen enflasyonun etkisi vardır. Enflasyon nedeniyle paranın değerinde büyük bir düşüş meydana gelmiş ve piyasalar bir daha 16. yüzyılın ilk yarısındaki durumuna geri dönmemiştir. Ruhi Özcan, ‘’Osmanlı Devleti’nde XVII. Yüzyılda Yapılan Sikke Tashihleri’’, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 17, Konya 2005, s. 240. ‘’vech-i tahrir-i huruf oldur ki mah-ı muharrem’ül-haram’ın üçüncü gün ki yevm-i Cuma’dır İstavros’dan Ayas Yeniçeri yedinden bir orta boylu, sarı sakallı, arkasında köhne kebe, başında keçe tac ve ayağında dolak Hüseyin nam abd-i abık tutulup rıkkına mu’terif olup Muhzır Hasan’a teslim olunup altı akçe nafaka takdir olundu. Tahriren fi ma sabak.’’, ’’ 84 Numaralı Sicil, s. 645. Fatih Küçük, 14 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (1080-1081)/1669-1670) (Değerlendirme ve Transkripsiyon), Selçuk Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Konya 2013, s. 99. Sak, agt, s. 152. Şeyhülislam Feyzullah Efendi, Fetâvâ-yı Feyziye, Haz: Süleyman Kaya, İstanbul 2009, s. 137. Kaçak kölelerle ilgili maddeleri havi bütün kanunlarda müddet-i örfiye süresi 3 aydır. Mesela Fatih Sultan Mehmed Döneminin son yıllarına ait olduğu tahmin edilen Mihalıç Kanunnamesi’nde sürenin 3 ay olduğu görülmektedir. Akgündüz, Fatih Devri Kanunâmeleri, I, s. 616; II. Bayezid Kanunnâmesi’nin 71. maddesinde müdet-i örfiyye 3 aydır. Akgündüz, II. Bâyezid Devri Kanunnameleri, s. 49; Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi’nin 112. maddesi de aynı süreyi vermektedir. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Osmanlı Hukukuna Giriş ve Yavuz Sultan Selim Devri Kanunnameleri, III, İstanbul 1991, s. 104; İzzet Sak, ‘‘Konya’da Köleler (16. Yüzyıl Sonu17. Yüzyıl)’’, Osmanlı Araştırmaları, Sayı: 9, İstanbul 1989, s. 193. 307

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Efendi’nin fetvalarında evabık zabitine teslim edilen köle için bekleme düresi 6 aydır47. Feyzullah Efendi’den yaklaşık 120 yıl önce yaşayan Ebussuud Efendi, kesin bir ay vermemekte, pazar yerleri gibi birçok kişinin toplandığı yerlerde nice aylar duyuru yapıldıktan sonra artık sahibinin bulunmaması kesinleşince müddet-i örfiyesini tamamlanmış kabul etmektedir48. Kaçak köle davalarının çoğunda nafaka, yavacıya teslim ve satış ile ilgili kayıtlar olmakla birlikte birkaç tane istisnai olaylar bize kölelerin hangi şartlar altında tutulduklarını anlamamızı sağlamaktadır. Bunlardan bir tanesi Rodosçuk mahkemesine yansıyan olaydır. 1540 Haziran ayında meydana gelen olayda köle zincirlerini kırmak suretiyle kaçmayı başarmıştı. Hapishane olarak kullanılan yer beytül-malci Seydi Ağa’nın konağının yakınında olmalıydı. Seydi Ağa’nın komşuları kölelerin zincirlerini kırdıktan sonra kaçışa şahit olmuştu49. Bir başka olay Üsküdar’da meydana gelmişti. Dimitri ve Mahmud, 3 kaçak köleyi tutmakla görevli idiler. Fakat köleler kaçmışlardır. Bunun üzerine her ikisi mahkemeye başvurarak gerekli tedbirleri aldıklarını bildirmişlerdir. Bu tedbirlerin başında hapsetmek gelmektedir. Ayrıca Dimitri ve Mahmud köleleri zincirlemişler, ayaklarından bukağı ile ile tomruğa bağlamış olmalılar. Çünkü ifadelerinde kölelerin zincirlerini kırmışlar, kelepçelerini helak eylemişler ve tomruk kilidinin harap eyledikten sonra hapsi bozup kaçmışlardır. Hatta bir başka köle mahkemeye boynunda zincir ayağında bukağı ile getirilmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse kaçak kölelere dair tedbirler üst safhada alınmaktadır50. 47 48 49 50

308

Şeyhülislam Feyzullah Efendi, age, s. 137. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları, İstanbul 1972, s. 130. Özlem Sert Sandfuchs, Reconstructing a Town from its Court Records Rodosçuk (1546-1553), Dissertation, München, 2008, s. 77, 79. Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar’’ s. 272.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

Kölenin müddet-i örfiyesi tamam olmadan ya da olmak üzere iken, yani satışa çıkarılmadan kölenin sahibi gelir ve iki şahit veya sahibi olduğunu gösteren bir hüccet ile sahipliğini ispat ederse, köle kendisine teslim edilirdi. Tabii bu arada köleyi tarif etmesi ve hiçbir şekilde mülkünden çıkarmadığını, yani azat etmediğine dair yemin etmesi gerekmekteydi. Sahiplik iddiasında bulunan kişiyi köle tanır ve efendisi olduğunu beyan ederse o zaman da kölenin teslimi mümkündü51. Bütün bu şartlar oluştuğunda kölenin sahibine teslimi söz konusu olurdu. Sıra köleye yapılan masrafların tahsiline gelirdi. Kölenin sahibi, yavacı tarafından köleyi getiren kişiye ödenen muştuyu ve o güne kadar köle için yapılan masrafların hepsini ödemek zorundaydı. Eğer kadı köleye bir nafaka tayin etmemiş ise köleyi hıfz eden kişi köle için harcadığı masrafları geri alamazdı. Hatta kadının takdir ettiği nafakadan hariç masraf yaparsa onun da alamayacağı gibi köleyi bu süre zarfında kendi hesabına çalıştırır, hizmetinde kullanırsa masraf talep edemezdi52. Artık köle yeniden eski sahibine, kaçtığı ortama iade edilirdi. Böyle bir durumda kölelerin ne hissettiklerine dair elimizde veri olmaması oldukça üzücüdür. Kaçak kölelerin içinde mutlaka eski sahibine geri dönmek istemeyenler olmuştur. Böyle bir durumda köle ne yapardı bilmiyoruz. Hukuk köleye bedeni ceza uygulanmadığı sürece sahibinden kölenin alınmasının yolunu açmamıştı. Bunun için kölenin dayak yediğini ispat etmesi gerekmektedir. Çünkü akil ve baliğ olan bir kimsenin elinin içi ile yanağına vurması, hatta yapmadığı bir 51

52

Kaçak kölenin sahibi iddia eden kişi şahit bulamadığı, hücceti olmadığı durumda yemin edebilirdi. Böyle bir durumda kölenin efendisi lehine beyanatta bulunması kadının köleyi sahibine vermesini sağlayabilirdi. Tayyib Gökbilgin, “Ebussuûd Fetvalarında ve XVI. Asır Şer’iyye Sicillâtında İsbat ve Şehadet”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, III/1-2, İstanbul 1960, s. 120. Ömer Nasuhi Bilmen, age, IV, s. 58-59; Şeyhülislam Feyzullah Efendi, age, s. 137. 309

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

suçtan dolayı had uygulanmış olması köleye özgürlüğün yolunu açmaktaydı53. Maalesef böyle vakalar var mı bilmiyoruz. Bütün bu süreç kölenin müddet-i örfiyesi dahilinde sahibinin çıkması durumunda geçerlidir. İşte kanunnamelerde tespit edilen 3 aylık müddet-i örfiye süresi dolduktan sonra kölenin sahibi ortaya çıkmamış ise bir başka süreç devreye girerdi. O da açık artırma yani mezat usulü satış idi. Kanunnamelerde buna bey‘i men yezid denilmekteydi54. Kadının izniyle satılmak üzere köle pazara çıkarılırdı. Satış delallâl aracılığı ile yapılırdı. Dellâl üç gün boyunca köleyi bir taraftan pazarda gezdirirken diğer taraftan özelliklerini anlatırdı. Üç günün sonunda en yüksek fiyatı verene köle satılırdı. Sahibi ortaya çıkarsa diye satış bedeli bir süre daha bekletilirdi. Nihayetinde kölenin bahası hazineye aktarılırdı55. Bazen kaçak köleye istenilen fiyat verilmez ya da yeniden kaçmayı düşünebileceği, kaçmayı adet haline getirebileceği için alıcı çıkmazdı. Böyle durumda köle başka bir yerde bir süre sonra yeniden satışa çıkarılırdı. Mesela Mustafa bin Abdullah adlı kişi tarafından yakalanan köle müddet-i örfiyesi dolunca 800 akçaya Üsküdar’da satışa çıkarılmışsa da kimse almaya teşebbüs bile etmemişti. Bunun üzerine İstabul’da Esir Pazarı’nda satışa çıkarılmıştır. Köleyi ancak, esirci Yakup satın almıştır. Mezat usulü satış yapılsa da köleden elde edilen gelirin köleye yapılan masrafları karşılıyor olması beklenmektedir. Bunun için ehl-i hibre köle için bir bedel belirleyebilmektedir. Kölenin satışı ancak beklenilen meblağı veren alıcı çıktığında gerçekleşebilmiştir. Mesela İskender adlı köle ehl-i hibrenin belirlediği 1.200 akçeye alıcı çıkınca satılmıştır56. Bunun için 53 54 55 56 310

Ömer Nasuhi Bilmen, age, IV, s. 58. Ahmet Akgündüz, Fatih Devri Kanunâmeleri, I, s. 616. Halil Sahillioğlu, “Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 1979-1980 Özel Sayı, Ankara, s. 112. Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar”, s. 270.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

tekrar tekrar satışa çıkarılmıştır. Kölelerin fiyatlarının belirlenmesinde cinsiyet, gençlik, yaş ve arz–talep dengesi büyük rol oynamaktadır. Savaşlar ve Kırım hanlarının Rusya ya da Kafkasya’ya yaptıkları akınlardan sonra köle fiyatları oldukça düşmektedir57. Satış tamamlandığında öncelikle köle için yapılan masraflar hesaplanmaktadır. Hoca Piri Mahallesi’nden Mehmed’e satılan Hasan adında köleden 900 akçe gelir elde edilmiştir. Hasan’ın nafakasına 180 akçe, cu’l için 90 akçe ve muştu için ise 150 akçe harcama yapılmıştır. Ayrıca sicile kayıt ücreti namı altında 40 akçe ve en son dellâliye bedeli olarak da 10 akçe masraf hanesinde yer almıştır. Hasan’ın satışından ayrıca 4 akçe bac bedeli tahsil edilmiştir58. Kısaca Hasan’ın satılması için 464 akçe masraf yapılmıştır. Hazineye kalan miktar ise 436 akçedir59. Bir kaçak kölenin sahibi, kölenin satılmasından sonra ortaya çıkması durumunda iade edilmezdi60. Ancak kölenin sahibi askeri ise durum değişmekteydi. 1544 yılında yapılan bir başvuru ile bu durum açıklığa kavuşturulmuştur. Gelibolu’da Hüseyin adlı birisi kaçak kölesini müddet-i örfiyyesi tamam olup satıldıktan sonra bulmuştur. Geri almak isteyince 57

58

59

60

Bu akınlardan birisi Sahib Giray Han tarafından 1544 yılında Kafkasya’da sakin Kabartay Çerkesleri üzerine yapılmıştır. Kırım kaynakları akından 10.000 ile dönüldüğünü yazmaktadırlar. Haliyle böyle bir durum pazarda köle fiyatları oldukça düşmüş olmalıdır. Zübeyde Güneş Yağcı, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı:8, (Kış 2006), s. 25. Ve at ve katır ve kul ve cariye satılsa 4 akçe lınur iki akçe alandan iki akçe satandan. Mesela Hüdavendigâr Livası Kanunnamesi, Bolu Livası Kanunu, Kengri Livası Kanunu, İç İl Livası Kanunu, Yeni İl Kanunu. Esir alınıp satılmasından pazarda alınan vergiler için bakınız: Ömer L. Barkan, age, s. s. 16, 32, 38, 48, 84. İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 5 Numaralı Sicil (H. 930 -936 / M. 1525-1530) (ed. Coşkun Yılmaz), İstanbul 2010, s. 222;Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar”, s. 271. İzzet Sak, agm., s. 194. 311

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

satıldığı için alamadığını ve askeri olduğunu beyan etmiştir. Bunun üzerine Gelibolu Kadısı’na yazılan hükümle askerilerin kölelerinin geri iade edilmesi emredilmiştir. Hükümde dikkati çeken husus böyle bir uygulamanın 1538 yılında yürürlüğe girmesidir. Söz konusu yıldan itibaren askerilerin kaçak kölelerinin satışları yasaklanmıştır61. Nitekim Ebussuud Efendi de fetvalarında bu konuya dikkat çekerek sahibi sipahi olan kaçak kölelerin müddet-i örfiyyeleri tamamlanıp satılması durumunda satışın iptal edilmesi yönünde görüş bildirmiştir. Kölenin eski sahibi sipahi değilse müddet-i örfiyyesi tamamlanıp satıldığında satış iptal edilemez, köle hiçbir şekilde eski sahibine iade edilemezdi62.

Abd-i Âbık Vergisi Osmanlı Devleti’nde diğer İslam devletlerinde olduğu gibi kaçak kölelerden vergi almaktaydı. Bu vergiye abd-i abık, kenizek veya kul ve cariye müjdeganesi63, adı verilmektedir. Abd-i abık tekâlif-i örfiyye nevinden vergi olan Bad-ı heva grubu vergileri içerisinde yer almaktadır. Bâd-ı hevâ vergilerinin esası zuhurata bağlı olmasında yatmaktadır. Zira bu neviden gelirlerin toplanma zamanı ve mevsimi belli olmayıp, olay ya da durum zuhur ettiğinde tahsil edilen bir gelirdir64. Kaçak köleden devlet iki şekilde gelir elde etmekteydi. Bunlardan birincisi vergi karakteri taşıyan bir gelir idi ki, ancak müddet-i örfiyyeleri dolduğu halde sahipleri çıkmayan köleleri kapsamaktaydı. Çünkü bu kölelerin mezat usulü satılmaları üzerinde yukarıda durmuştuk. Köle satılıp bedeli alınınca 61 62 63 64

312

Ahmet Akgündüz, Kanuni Devri Kanunnameleri II. Kısım…, V, s. 412. Ertuğrul Düzdağ, age, s. 130. Selim Hilmi Özkan, agm., s. 290. Halil Sahillioğlu, ‘‘Bad-ı Heva’’, DİA, IV, İstanbul 1991 s. 417; Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulaması”, Türkler, IX, Ed: Hasan Celal Güzel, 2002, s. 905.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

köleye yapılan masraflar ve müjdeganesi düşüldükten sonra kalan kısım hazineye aktarılmaktaydı. Bu önemli sayılabilecek bir gelir kalemiydi. Bu meblağ kölenin satıldığı yere göre hazineye gönderilmek üzere emanete alınmaktaydı. Tımarlarda emaneti sahib-i tımar hıfzetmekteydi65. Şehirlerde sipahi olmayacağından dolayı bu işi zaim gibi başka görevliler yaparlardı66. Bizi ilgilendiren gelir ise kaçkun, kacgun, abd-i âbık, kenizek, müjdegâne-i abd-i âbık67 adları altında tahsil edilen vergi kölenin yakalanması ile ortaya çıkan müjdegane, muştuluk bedelidir. Umumi ve vilayet kanunnameleri vergiyi kimin tahsil edeceğine müteallik maddeler ihtiva etmektedirler68. Temel konu verginin köle yakalandığında vergiyi kimin tahsil Müddet-i örfiyyeleri tamam oldukdan sonra bazarlarda bey‘-i men-yezid olnub satılan kul ve cariye ve devabb’ ın behaları dahi ashabı zahir olunca sahib-i timar katında emanet olur. 1528 tarihli Kütahya Kanunnamesi. Ahmet Akgündüz, Kanuni Devri Kanunnameleri II.Kısım…, V, s. 137. 66 Hasan adlı kölenin satışından kalan 526 akçe zaim Hüsam’a teslim edilmiştir. Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar”, s. 271. Yen İl Kanunnamesi’nde “müddet-i örfiye tamam olduktan sonra kadi ma’rifetiyle bey’-i men yezid olunub satılan kulun ve cariyenin ve devabbın bahaları bir emin katında hıfz olunmak kanun-ı kadimdir.’’ Denilmektedir. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri Kanunî Devri Kanunnâmeleri II. Kısım Eyalet Kanunnâmeleri, VI, İstanbul 1993, s. 291. 67 Bu gelir mufasssal tahrir defterlerinin hasıl kısmında kimi zaman müjdegâne-i ʻabd-i abık şeklindedir. Devamında -tarîk-i timār ber vech-i serbest min külli’l-vücūh maʻa bahā-i yava ve kaçgun userâ timār-ı mîr-mîrān zabt eder. şeklinde kayıt düşülerek satılan kölelerden elde edilen gelirin kime ait olduğu belirtilmiştir. Sivas’ta abd-i âbık geliri sadece Taşabad Köyü’nde kaydedilmiştir. H. 982 (M.157, 4/1575) tarihli ve TKG.KK. TT.d.178 Numaralı Defter-i Mufassal-ı Livā-i Sivas, Yay. Haz: Mustafa Engin-Murat Alandağlı, Ankara 2014, s. 125. 68 Tahminen Fatih Sultan Mehmed’in son dönemlerine tarihlenen Mihaliç Kanunnamesi’nde gelirin kime ait olduğu ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Ahmet Akgündüz, Fatih Devri Kanunâmeleri, I, s. 615-616. 65

313

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

edeceği üzerinde düğümlenmektedir. Bunlardan bir tanesi Kütahya Livası Kanunnamesidir ki, 20. maddesi kaçak kölelerden alına abd-i âbık ile ilgili düzenlemeyi içermektedir. Madde abd-i âbık geliri sahib-i tımarındır, kime hasıl kaydolunmuş ise ona aittir şeklindedir. Bu durum serbest tımarlar için geçerlidir. Serbest olmayan tımarlarda yakalanan kölenin müjdeganesi sancakbeyine aittir. Eğer köleyi yörük veya yaya ve müsellem yakalamış ise bu defa müjdegane yaya yakalamış ise yaya sancakbeyinin, müsellem yakalamış ise müsellem sancak beyinindir. Hüdavendigâr Livası Kanunnâmesi’nde de aynı durum söz konusudur69. Keza Aydın Livası Kanunnamesi’nde70, Erzurum Vilâyeti Kanunnâmesi’nde71 Gürcistan Kanunnâmesi’nde72 Silistre Kanunnâmesi’nde73, Bolu Livası Kanunnâmesi’nde74de abd-i âbık ve kenizek müjdesi veya cu’ulu ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Bir diğer kanunnamede muştuluk tımar sahibinindi75. Ancak H. 955 tarihli Yeni İl Kanunnamesi’nde farklı 69 70

71

72 73

74

75

314

Hüdavendigâr Livası Kanunnâmesi için bakınız. Ömer L. Barkan, age, s. 5. Ömer L. Barkan, age, s. 13; H. 924 tarihli Karaman Livası Kanunnamesi’nde vergiden söz etmez. Kaçak köleyi yakalayıp getiren kişiye yavacının 20 akçe vermesinden, kanunlar gereği muştuluk bedeli olarak kölenin sahibinden alınması gereken meblağdan ve kölenin kadının takdir ettiği nafakasını ve 20 akçeyi yine sahipten alınmasından söz edilmektedir. Aynı yazar, age, s. 43. Ömer L. Barkan, age, s. 68; Alâüddevle Kanunnamesi’nde kul, yani köle yavası at, deve, katır gibi Zülkadriye beylerinin tasarrufundadır. Aynı yazar, age, s. 123. Ömer L. Barkan, age, s. 199. Bu kanunname Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait olup sadece serbest tımarlarda yakalanan kaçak kölelerden söz edilmektedir. 1569 tarihli kanunnamede 30 akçe cu’ulu serbest tımar sahipleri alır demektedir. Ömer L. Barkan, age, s. 276. ‘’Ve yaya ve müsellem sipahi toprağında duttuğu yave ve abd-i abık ve kenizek cu’lleri sancak beğinindir. Meğer ki yaya ve müsellem yayalık ve müsellemlik yerde dutarlar ol vakit yaya duttuğu yaya sancak beğinindir. Ahmet Akgündüz, Kanuni Devri Kanunnameleri II. Kısım…, V, s. 93; Ömer L. Barkan, age, s. 29. ‘’Serbest tımarlarda yaya ve müsellemden ve yörügan-ı mirlivadan gayrı reaya tutdukların ve abd-ı abık ve kenizek müjdeleri sahib-i tımarındır.’’ Kütah-

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

bir kayıt bulunmaktadır. Bu kanunnamede ‘‘Ve nahiyede dutulan yava ve abd-i âbık ve kenizek vakfa kayd olunmuştur76. Abd-i âbık ve kenizek gelirlerinin miktarları ile ilgili bilgilere tahrir defterlerinin bad-ı heva veya mahsulat başlığı altında yer alan kayıtlardan ulaşmaktayız. Mesela Ladik’te olduğu gibi çoğunlukla beytü’l-mâl ve mâl-ı gâib ve mâl-ı mefkud ve yaya ve abd-i âbık gelirleri hepsi bir arada kaydedilmektedir. 1.000 akçe olan bu meblağ’dan abd-i abık gelirinin ne kadar olduğu tespit etmek mümkün değildir77. Aynı durum Eski Zağra için de geçerlidir. Eski Zağra’nın merkezinde mâl-ı gâib ve mâl-ı mefkûd ve yave ve kaçgun ve kul ve cariye şeklinde iltizama verilmiştir78. Ayrıca Eski Zağra’nın birçok köyünde tımar gelirleri arasında yer almaktadır. Abd-i âbık ve cariye ve esb ve kav ve ganem kaleminde kayıt edilmiştir79. Sofya’da geliri tam anlamıyla tespit etmek mümkün olmuştur. Çünkü doğrudan mahsul-i müjdegan-i kul ve cariye başlığı altında kayıt edilmiştir. Gelirin miktarı 18.908 akçeye baliğdir80. Anado-

76 77 78

79 80

ya Kanunnamesi için bakınız: Ahmet Akgündüz, Kanuni Devri Kanunnameleri II. Kısım, V, s. 137. Ahmet Akgündüz, Kanunî Devri Kanunnâmeleri II. Kısım …, VI, İstanbul 1993, s. 291. Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Lâdik Kazası’nda Mâlikane-Divâni Sistemi,” Vakıflar Dergisi, Sayı: 26, Ankara 1997, s. 70. BOA. TT., nr. 65, s. 6a; Lâzıkıyye’de (Denizli) abd-i baık vergisi diğer bütün bad-ı heva nevinden vergilerle birlikte aynı kalemde toplanmıştır. Hâsıl-ı niyâbet-i nefs-i Lâzıkıyye ve resm-i keyl ve bâd-ı hevâ ve cürm-ü cinayet ve resm-i arusiyye ve yuva ve beyt’l-mâl ve mâl-ı gâib ve mâl-ı mefkûd ve ‘abd-i âbık ve kenîzek ve müddeti temâm olub bey’ olunan kul ve câriye bahâları ki sâhibi zâhir olmaya ma’a deştbânî-i mezbûr hâne-i nefs-i şehr-i mezkûr, fi sene diye kay edilmiştir. Denizli şehri dışında aynı şekilde hem Lâzıkıyye Kazası’nın hem de Honaz’ın vergileri kay edilirken ‘abd-i âbık ve kenîzek … kul ve câriye bahâları diğer bad-ı heva vergileri birlikte verilmiştir. Denizli şehri için 1520’de 55.000 akçe, 1530’dan 1570’ye kadar olan dönemde 67.000 akçe olarak kayıtlara geçmiştir. Turan Gökçe, XVI ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı, Ankara 2000, s. 150. Bakınız: Tablo 1. Selim Hilmi Özkan, agm., s. 290. 315

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

lu’da Erzincan ve Kemah kazalarında beytül mal, yava, abd-ı abık ve kenizek vergileri birlikte kaydedilmiştir81. 18. yüzyılın ikinci yarısında Ankara’da içerisinde abd-i abık verigisinin de bulunduğu bad-ı heva gelirleri mir-liva hassı dahilindedir82. H. 929 yılında Niğde’de Mahsul-ü ser asesani şehr ve beytül-mal ve mal-ı gaip ve mal-ı mefkud ve abd-i abıkı nefs-i şehr ve bad-ı heva vergilerinin toplamn geliri 70.800 akçe olup sancak beyi hasları içindedir83.

Kaçak Kölelerin En Çok Yakalandıkları Yerler Kölelerin kaçma isteği hemen her zaman olmuş olmalıdır. Memleketlerinden koparılmalarının yanı sıra kölelik gibi toplumun en alt basamağında bulunmak, özgür bir insanın hak ve salahiyetlerine sahip olamamak ve alınıp satılabilen bir mal olmak tabii ki kabul edilebilir bir durum değildir. Bütün bu olumsuzluklar köleleri kaçmaya sevk etmektedir denilebilir. Bir de buna anlayışsız bir efendiyi eklediğimizde hayat çekilmez hale gelmektedir. O nedenle köleler her zaman kaçmaya meyilli olmaktadırlar. Kölelerin yakalandıkları yerlerin başında Üsküdar gelmektedir. Farklı yollardan memleketlerine gitmek istemişlerse de en çok kullanmak zorunda kaldıkları güzergah Üsküdar’da sonlanmaktadır84. Çünkü Üsküdar’da uluslar arası 81

82

83 84

316

Kemah Kazası’nda 1516’da gelir miktarı 5.000 akçe iken 1530’da 35.000 akçeye yükselmiştir. 1568 ve 1591 tahrirlerinde bu kalemde gelir kayedilmemiştir. Erzincan Kazası’nda ise gelirin miktarı 1516’da 10.000 akçedir. 1530 yılında bu gelir kaleminde azalma olmuş ve 4.623 akçeye düşmüştür. Kemah Kazası gibi Erzincan Kazası’nda da 1591’de bu kalemde gelir yoktur. İsmet Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990, s. 186-187. Deniz Karaman, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Ankara Sancağındaki Mâlikâne-Mukataalara Dair Bazı Bilgiler”, Bilig, Sayı: 29, (Bahar 2004), s. 162129 Metin Kunt, “Sancakbeyi Haslarının Ögeleri (1480-1540), Türkler, X, Ed: Hasan Celal Güzel, Ankara 2002, s. 710. Bülent Arı, “Üsküdarın Ulaşımı”,Üsküdar Sempozyumu I Bildiriler, I, Ed: Zekeriya Kurşun- Ahmet Emre Bilgili, İstanbul 2005, s. 105-120.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

ticarette etkin bir şekilde kullanılan iskeleler bulunmaktadır. Bu iskelelere her gün birçok gemi yanaşmakta ve birçok gemi de yükünü aldıktan sonra ayrılmaktadır85. Köleler Üsküdar’ın bu özelliğini biliyorlarmıydı, yoksa çoğunluğunun memleketine gitmek düşüncesi onları Üsküdar’a mı getirdi bilmiyoruz. Bazılarının daha bilinçli olduklarını varsayabiliriz. Fakat bazılarının da memleketleri olan Avrupa’ya gitmek için batıya doğru yolculuk yaptıklarında izledikleri güzergâhın onları Üsküdar’a getirmiş olma ihtimalini göz ardı etmememiz gerekmektedir. Çünkü Üsküdar’da yakalanan kölelerin birçoğu Anadolu’dan gelmektedirler86. Tapu tahrir defterlerindeki abd-i abık ve cariye vergisinden Eski Zağra’nın da kaçak kölelerin güzergâhları arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Bugün Bulgaristan’ın orta kesiminde Stara Zagora adıyla bilinmektedir. Bulgaristan’ın Avrupa’ya açıldığı koridor buradan geçmektedir. Antik çağlardan itibaren yol ağı üzerinde yer almaktadır. Osmanlı menzil teşkilatında orta kol üzerindedir. Orta Kol Filibe’de ikiye ayrılarak birinci güzergâh Belgrad’a, ikinci güzergâh ise Üsküp’e gitmekteydi. Eski Zağra’nın bu kadar elverişli konumda olması köleler için tercih nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak tahrir defterlerinden kaç köle kaçtığını ve hatta esb, kav ve ganem ile aynı başlık altında tahsil edildiğinden vergi miktarını tespit edemesek bile hemen her köyde bu verginin kaydedilmesi bize bu konuda çıkarım yapma fikir verme imkânı sunmaktadır. Tablo 1’de görüldüğü üzere Eski Zağra’nın birçok köyünde abd-i abık vergisi tahsil edilmektedir. 85 86

Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar”, s. 269. Zübeyde Güneş Yağcı, “Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekân Üsküdar”, s. 276-279; Suraiya Faroqhi, Osmanlı İmparatorluğunda Yollara Düşenler Zanaatkarlar, Köylüler, Tacirler, Sığınmacılar, Elçiler 16-18. Yüzyıllar, Çev: Zülal Kılıç, İstanbul 2016, s. 212. 317

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Konya, Trabzon, Antep civarında yakalanan kaçak kölelerin yine o civarlardan kaçtıkları görülmektedir. Ancak çok uzak ve değişik yerlerden kaçıp gelen kölelerin olduğu da dikkat çekmektedir. Mesela Antep’te yakalanan bir köle İstanbul’dan kaçmıştır. Konya’da yakalanan bir başka köle ise Alaiye’den kaçmıştır. Kaçak köleler içinde en ilginç olanı Kırım Bahçesaray’dan kaçıp Konya’ya kadar gelmeyi başaran Yusuf adlı köledir87. Yusuf gibi iki cariye Erzurum’dan Rodosçuk’a gelmeyi başarmışlardır88. O kadar yolu nasıl geldikleri muamma olmakla birlikte çok zorlu bir yolculuk geçirdiğini tahmin etmemiz zor olmamalıdır.

Sonuç Kölelik müessesesi tarih boyunca birçok İslam öncesi ve İslamiyet sonrasında birçok medeniyette varlığını göstermiştir. Muhakkak ki köleliğin olduğu bir yerde kaçmak isteyen köleler de olmaktadır. Farklı medeniyetlerde kaçak köleler değişik muamelelere maruz kalmışlar ve kaçma teşebbüsleri farklı şekillerde cezalandırılmıştır. Burada bir İslam Devleti olarak Osmanlı Devleti’nin kaçak kölelere bakış açısı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme neticesinde İslam’ın kaçak köleler hakkındaki uygulamaları görülmektedir. Osmanlı Devleti’nde Anadolu’da bulunan köleler kaçmak için bir liman şehri olan İstanbul güzergâhını kullanmıştır. Rumeli’de bulunan köleler ise daha çok Balkanlar ve Avrupa içlerinden oldukları için batıya doğru yönelmişlerdir. Eski Zağra, kölelerin kaçmak için kullandıkları güzergâh üzerinde yer almaktadır. Şöyle ki Eski Zağra merkez ve buraya bağlı köylerde kaçak kölelerden alınan vergilere rastlanmaktadır. Bu durum bize güzergâh olarak buranın kullanıldığını göstermektedir. 87 88

318

Geniş bilgi için bakınız: İzzet Sak, agt, s. 160-163. Ümit Ekin, ‘‘17. Yüzyılın Sonlarında Rodosçuk Kazasında Kölelerin Toplumsal Statüsü’’, Tarih Araştırmaları Dergisi, XIX/47, Ankara 2010, s. 33.

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

Tablo 3: Eski Zağra ve Köylerinde Abd-i Âbık Vergisi 1568-69 (TT., nr. 65) s. 2-44

1570-71 (TT., nr. 494), s. 422-514

Mukata beytül mal ve mal-ı gaib ve mal-ı mevkud ve yave ve kaçgun kul ve cariye tabi zağra-i Eskihisar ve Yenice ve Akçakızanlık 20.350 Mahsul ………ve mal-ı gaib ve mal-ı mevkud ve yave ve baha-i kaçgun kul ve cariye……..2.000 Mahsul ……..abd-ı abık ve cariye 20

Mahsul kul ve cariye ve kav ve ganem ve …. 25 Mahsul …….abd-ı abık ve cariye ve esb ve …… 50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……. 20

Mukata beytül mal ve mal-ı gaib ve mal-ı mevkud ve yave ve kaçgun kul ve …….tabi Zağra-i Eskihisar ve Yenice ve Akçakızanlık 20.350 Mahsul mal-ı gaib ve mal-ı mevkud ve yave ve baha-i kaçgun kul ve cariye ve ………2.140 Mahsul……..abd-ı abık ve cariye ve …….. 20 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……95 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ………60 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve….. 15 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve……..92 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…..35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve….. 40 Mahsul …… abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..40 Mahsul…….. abd-ı abık ve cariye ve …….. 25

beradlu

Mahsul abd- abık ve …..200

Mahsul ……..abd-ı abık ve …….50

saadlü

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …. 30 Mahsul abd-ı abık ve …. 50

Nefs-i Zağra-i Eskihisar

kilisecik

Yenice köy karacadağ

Mahsul abd-ı abık v cariye ve esb ve……..50

Büyük Kadı Karacaviran Büyük Doğancı Çiftlik-i Küçük Doğancı Sungurlu ahi bedek Aydınlı

Üçöyük Karaca ahmed

Mahsul……… abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……. 35 Mahsul ……… abd-ı abık ve ……..40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ….30 kav ve ganem ve ….30

319

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

curanlu

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……. 200 yeniköy Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ganem ve……20 tazlar Mahsul abd-ı abık ve cariye ve asb ve ……200 Çeltükçiyan Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……300 Canbaz Viranı Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ganem ve…….20 Badekar Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve….. 30 Seğid Aşık Demircioğlu Göçeri Viranı Orhanlu Kul Murad İskender Uzun Hasan Sülemişli Köşkler İlyasça Evrenos Karabeylü bayezidlü Puhu Akça İbrahim

320

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….130

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..60 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ve…….20 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ……..30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …..35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ……15 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…..5 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ….. 150 ve ……50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ….. 20 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……..12 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ve ……..500 …….43 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve……150 kav ve…….35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb …….30 ve…….30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ……50 kav ve ganem ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …….140 ……40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ve……..150 kav ve ganem ve ……150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …… 10 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …..98 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……20 ve…..37 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ….. 100 ve …..85 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …..203 ve…..40

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

Gölbeyi Çakırlar Halife

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve …. 40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….26 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……40

Kadı-yı Küçük Abdaloğlu Köprüceklü Okurcalı Nusret

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…..40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …..30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….21

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …….50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve…..50

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……30 Şamlu Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……..30 Rahman Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb (Dündarlı) ve ….. 197 ve…..32 Aşık Fakih Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ve……150 ……..150 Yukarı Mahsul abd-ı abık ve cariye Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Yusuflar ve……16 …….25 Bahadırlı Mahsul abd-ı abık ve cariye ve kav ve Beytülmal ve mal-ı gaib ve mal-ı ganm ve esb ve……300 mevkud ve baha-ı yave ve kaçgun kul ve cariye…………………….360 Yaylacık Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb …….146 ve ……90 Kara Yusuflar Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb (Aşık Yusuflar) …… 100 ve ……20 Söğüdcelü Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ….150 ……20 Büyük Hacılar Mahsul abd-ı abık ve ariye ve kav ve Beytül mal ve mal-ı gaib ve mal-ı ganem ve ………………300 mevkud baha-ı yava ve kaçgun kul ve cariye ve kav ve ………………….100 Ömerci Mahsul abd-ı abık ve cariye ve Mahsul abd-ı abık ve cariye ve (Karaman) ……50 ……….25 Köse Viranı Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …… Mahsul abd-ı abık ve cariye ve 40 ……40 İdris subaşı Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……50 ve……50 321

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Mürsel Fakih Kırum Hoca Çanlu Tahta Veled-i Meriç Delübeylü Kuymaklu Cüllah Aziz (Uysallar) Kuru Tahtalar (Umuroğlu) Yormasanlu (Balabanlu) Hacıoğlu ma Yörükoğlu Hacı Mehmed (Çatal Oyuk) Karaildutan Hacı Yusuf Kul Hamza Doğan (Velü) Çakal Ahmed Mogilani Derecik Karageyiklü Alacalı

322

Mahsul abd-ı abık ve cariye ganem ve esb ve……25 Mahsul abd-ı abıkve cariye ve esb ve kav ve ganem ve…….150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve adet-i ağnam ve ağıl 33 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve …….160 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……200 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….80 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…….120 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….100 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……..200 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve……100 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve kav ve ganem ve esb ve…..150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…..100 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve…….200 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve…..60

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve….…..25 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve….…..135 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……...30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……20 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……160 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….400

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……25 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……145 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ……32

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…..45 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……45 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……60 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….70 kav ve…..20 Mahsul kul ve cariye ve esb ve…..140 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…..47 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …… 200 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….130 ve ……35

OSMANLI DEVLETİ’NDE KAÇAK KÖLELER: ABDI ABIK

Ayva Gürü

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..100 Doğancı Hacı Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……40 Kırbaç (Süleli) Mahsul abd-ı abık ve cariye 10 Kuşlu (Şahbazlu) Daşlıca Ahmed Gökçedağlı

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……..50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …….40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve…..56

Yund Alanı (Yund Öründüğü) Kürecili

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….30

Avşarlu Yenişarlu Ahad Viranı Küçük Hacılı Yaverlü Evcili Cüllah Mustafa Sakar Yunus Bahşililer Resullü Kuyumcu (Saltuk) Halid

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…….150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…… 150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ……. 100 Mahsul abd- ı abık ve cariye ve esb ve……150 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve …..236 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…..13 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve…….40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ….. 25 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ….. 120 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……100 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve…..50

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……90 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve ……30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……42 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……15 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve………30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve…….35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve……40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve….. 35 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve…..30 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……..50 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve ……140 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve kav ve ganem ve.…..20 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……45

Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……140 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve esb ve ……40 Mahsul abd-ı abık ve cariye ve……45

323

KAYNAKÇA

Arşiv Kaynakları Venedik Arşivi ASVe BC, 252/342, ASVe, BC., Carte Turche, 250-262, ASVe, Bailo a Costantinopoli, Carte Turche, busta. 250, 251, 252. ASVe, BC, b. 250, r. 332, doc. 23. ASVe, Bailo a Constantinopoli, b. 263, 266, 267, reg. 371, 372, 375, 376, 377 ASV, Documenti turchi, b. 6, doc., 808, 810. ASV, Senato, Dispacci Cost., filza 14,15. ASV, Senato, Dispacci Cost., Filza 15, 2 aprile 1581. Paolo Contarini, Archivio di Stato Venezia, Senato, Dispacci Costantinopoli, filza 19, 2 luglio 1580, 2 aprile 1581, 24 maggio 1581, 9 giugno 5 agosto 11 novembre 1581. Osmanlı Arşivi A.DVN.MHM.d., 15, 21, 25, 26, 30, 42, 46, 48, 60, 75, 78, 88. AE.SABHI., 199/13327. AE. SSLM III, 179/1069. A. AMD., 13/14. A.MKT.NZD., 64/22; 1269, 185/68 A.MKT.UM., 231/46. C. BLD., 119/5902, 1778, 60/2967, C. DH., 939, C. EV., 262/13351, 329/16741, 599/30238. C.HR., 157/7817; 33/1604; 14/678, 7087, 146/7260 C.ML., 69/3177, 621/ 25590. C.SM., 9/403, 119/5995,139/6997. C. ZB., 10/ 465, 46, 4383, 1626, 768, 1131, 1194, 92, D.BŞM.MHF., 13242. 325

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

DH.MKT., 1927/3; 1551/55; 1559/110; 1797/38; 1672/-37;1758/95, 1551/55, 1559/110, 1672/37, 1758/95, 1797/38, 1927/3, 434/3, 1815/64. D. KFM 26369. HH., 1426/58390, 1339/52359-A. İ. DH., 330/21543. İE. TCT., 5/535, 2/232. İ.HR., İ.MMS., 109/4652. İ.MVL., 336/14509, 377/16542. KK., Muhasebe Defteri, 2283. KKA., 65. MAD., 10349, 19588, 19, 71, 90, 1088 MKT., 185/55. MVL., 131/17, 58/27, 446/128, 432/88. TD. 214, 370, 494, TS. MA.d., 1498. YAHUS., 243/109. Y.PR.KEŞA., 16/26 Atatürk Kitaplığı, YB. O4, 1/106. Rus Eski Vesikalar Devlet Arşivi Rossijskij gosudarstvennyj arhiv drevnih aktov, F.89, Op. 1, 1705, D. 4; F. 89, Op. 1, 1706, D. 3; F. 89, 1707, D. 3; F. 89, Op.1, 1709, D. 1. Ukrayna Baturin Arşivi Baturinskij arhiv i drugie dokumenty po istorii Ukrainskogo getmanstva 1690-1709 gg. // Sost. T. G. Tairova-Âkovleva, Sankt-Peterburg 2014. Literatür Kaynakları 3 Numaralı Mühimme Defteri 966-968/ 1558-1560, Ankara 1993. 7 Numaralı Mühimme Defteri 975-976/ 1567-1569, Ankara 1999. 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979 / 1570–1572) Özet-Transkripsiyon ve İndeks, I, Yay. Haz: Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik, Murat Cebecioğlu, Ankara 1996. 326

KAYNAKÇA

397 Numaralı Haleb Livâsı Tahrîr Defteri( 943 / 1536) I, Dizin ve Transkripsiyon, Yayına Hazırlayanlar Ahmet Özkılınç, Ali Coşkun, Abdullah Sivridağ, Murat Yüzbaşıoğlu, Ankara 2010. Achim, Venera, “Bonds Issued in 1856-1858 in Moldavia and Wallachia in Compensation to Former Slave Owners”, Transylvanian Review, XIX/1, (Spring 2010), s. 121-131. Achim, Viorel, The Roma in Romanian History, trans. Richard Davies, 2004. Achim, Viorel, “Gypsies Speak. An Analsysis of the Petitions of the Gypsy Slaves in Romanian Principalities, C. 1835-C.1855”, Roma: Past, Present, Future, Eds. Hristo Kyuchukov, Elena Marushiakova & Vesselin Popov, Lincom, Muenchen 2016, pp. 56-67. Acıpınar, Mikail, “Floransalılara Esir Düşen Erdoğmuş Oğlu Hamza’ya Yazılan Türkçe Bir Mektup (1576)”, Erdem, Sayı: 66, (Haziran 2014), s. 5-18. -------------------, Osmanlı İmparatorluğu ve Floransa, Ankara 2016. Acun, Fatma, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulaması”, Türkler, IX, Ed: Hasan Celal Güzel, 2002, s. 899-908. Ahmet Cevdet Paşa, Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler I, düz. ve sad. Sadi Irmak, Behçet Kemal Çağlar, İstanbul 1994. Ahmet Refik, On Birinci Asırda İstanbul Hayatı (1000-1100), İstanbul 1931. Altınay, Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Haz: Abdullah Uysal, Ankara 2000. Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, III, İstanbul 1999. Akalın, Kürşat Haldun, “Orta Çağ Avrupasının Toplumsal Gerçeği Olarak Kölelik Düzeninin Dinsel Temelleri”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, II/19, Bolu 2009, s. 28-41. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Osmanlı Hukukuna Giriş ve II. Bâyezid Devri Kanunnameleri, II, İstanbul 1990. ----------------------, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, Osmanlı Hukukuna Giriş ve Yavuz Sultan Selim Devri Kanunnameleri, III, İstanbul 1991. 327

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

----------------------, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri Kanuni Devri Kanunnameleri I. Kısım Merkezi Ve Umumi Kanunnameler, IV, İstanbul 1992. ----------------------, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri Kanuni Devri Kanunnameleri I. Kısım Merkezi Ve Umumi Kanunnameler, IV, İstanbul 1992 ----------------------, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri Kanuni Devri Kanunnamleri II. Kısım Eyalet Kanunnameleri VI, İstanbul 1993. ----------------------, İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem, İstanbul 2006. -----------------------, Akgündüz, Ahmet. Osmanlı’da Harem: İslam Hukukunda Kölelik ve Cariyelik Müessesesi, İstanbul 2000. Akkuş,, Suzan, Eski Ön Asya Toplumlarında Kölelik, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Denizli 2007. Aktan, Hamza, “İstîlâd”, DİA, XXIII, 2001, s. 361-362. Arı, Bülent, “Üsküdarın Ulaşımı”,Üsküdar Sempozyumu I Bildiriler, I, Ed: Zekeriya Kurşun- Ahmet Emre Bilgili, İstanbul 2005, s. 105-120. Aslan, Murat- Tüner Önen, Nihal, “Akdeniz’in Korsan Yuvaları: Kilikia, Pamphylia, Lykia ve Ionia Bölgelerindeki Korykoslar”, Adalya, XIV, Antalya 2011, s. 189-206. Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XIV/1-2, Ankara 2005, s. 339. Alexsander, Raymond P., “Amerika’da Zencilerin Başkaldırısı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, III/25, Çev: T. Karamustafaoğlu, Ankara, 1968, s. 101-106. Algül, Hüseyin, “Osmanlılar Devrinde Kıbrıs Seferinin Mânevî Cephesi ve Ebussuud Efendi’nin Seferle İlgili Fetvası”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, II/2, Bursa 1987, s. 37-42. Altuğ, Uğur, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz Siyasetinde Korsanların Rolü”, Doğu Batı, XXXIV, Ankara 2005, 289-299. Árpád, Nógrády, “A List of Ransom for Ottoman Captives Imprisoned in Crotion Castles (1492)”, Ransom Slavery along the Ottoman 328

KAYNAKÇA

Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries)”, Nşr., Gezá Dávid and Pál Fodor, Leiden-Boston 2007, s. 27- 35. Atamer, Hamdi, “Zenci Ticaretinin Yasaklanması”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı:3, (1967), s. 23-29. Araz, Yahya, “Cariyeler, Efendiler ve Pusuda Bekleyenler: Osmanlı İstanbul’unda Hamile ve Çocuk Annesi Cariyeler Üzerine Düşünceler (1790-1800)”, Kebikeç, Sayı: 37, 2014, s. 233-260. Arı, Bülent, “Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı Deniz Hukuku”, Türkler ve Deniz, Ed: Özlem Kumrular, İstanbul 2007, s. 265-318. Atauz, Ayşe Devrim, “Haçlı Korsanlar: Saint Jean Şövalyeleri ve Akdeniz’de Haydutluk”, Kebikeç, Sayı: 33, Ankara 2012, s. 205-230. Augustinos, Olga, “Doğulu Cariyeler, Batılı Metresler: Prévost’nun Histoire d’une Grecque Moderne’i”, Osmanlı Döneminde Balkan Kadınları: Toplumsal Cinsiyet, Kültür, Tarih, Der: Amilia Butroviç-İrvin Cemil Sick, İstanbul 2007, s. 11-46. Aycibin, Zeynep, Katib Çelebi, Fezleke, Tahlil ve Metin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2007. Aydın, M. Akif, “Cuâle”, DİA, XVIII, 1993, s. 77-78. Aydın, M. Akif-Muhammed Hamîdullah, “Köle”, DİA, XXVI, Ankara 2002, 237-246. Bakırgezer, Güven, ‘‘Antik Yunan Düşüncesinde Kölelik’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-1, Ankara 2008, s. 17-54. Baran, Şafak, Felsefenin Gözüyle Kuran’da Kölelik ve Câriyelik, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Konya 2006. Baranowski, B., “Dzieje jasyru na Gródku Karaimskim”, Myśl Karaimska. Rocznik naukowo–społeczny, XXIV/2, 1946/1947, 40-52. Baranowski, B., Polska a Tatarszczyzna w latach 1624-1629, Łódź 1948. Baranowski, B., Stosunki polsko-tatarskie w latach 1632-1648, Łódź 1649. Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları, I, Baskıya Hazırlayan: Ertuğrul Düzdağ, İstanbul. Barkan, Ömer L., XV ve XVIinci Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları: Kanunlar, I, İstanbul 1943. --------------------, “Edirne Askeri Kassamı’na Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, III/5-6, Ankara 1966, s. 1-479. 329

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

-------------------, “ Ayasofya Cami’i ve Eyüb Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Âit Muhasebe Bilânçoları”, İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/1-2, İstanbul 1963, s. 342-379. Barkan, Ömer L., “Türk-İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller: Mülk Topraklar ve Sultanın Temlik Hakkı”, Türkiye’de Toprak Meselesi-Toplu Eserleri I, İstanbul 1980, s. 231-247. ----------------------, “XV ve XVI’ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri: Kulluklar ve Ortakçı Kullar”, Türkiye’de Toprak Meselesi-Toplu Eserleri I, İstanbul 1980, s. 575-716. ------------------------, “Türkiye’de Servaj Var mıydı?”, Türkiye’de Toprak Meselesi-Toplu Eserleri I, İstanbul 1980, s. 717-724. Barkan, Ömer L.-Ekrem H. Ayverdi. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri (953/1546 Tarihli), İstanbul 1970. Bassano, Luigi, Kanunî Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat, Çev. Selma Cangi, İstanbul 2011. Baş, Yaşar, İstanbul Kapalıçarşısı (XV-XVII. Yüzyıl), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Erzurum 2008. Battaglia, Salvatore, Grande Dizionario della Lingua Italiana, Torino 1970. Berežkova, M. N., “Russkieplenniki i nevol’niki v Krymu”, in: Trudy VI ArheologičeskogoC’ezda v Odesse, II, Odessa 1888, 342-372. Bertrandon De La Broquiere’in Denizaşırı Seyahati, Ed. Ch. Schefer, Çev: İlhan Arda, İstanbul 2000. Biarslanov, M., Wypiskiizkadiaskerskagosakka (knigi) 1017–1022 g. hidžry (1607/8–1613 g. Hr. let) hraniaščiagosja v arhiveTavričeskagogubernskagopravlenija, ITUAK, 9, 1890, 68-69. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuki İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, III, V, İstanbul, 1969. Bono, Salvatore, Corsari Nel Mediterraneo, cristiani e musulmani fra guerra, schiavitù e commercio, Milano 1993. Bostan, İdris, “Akdeniz’de Korsanlık: Osmanlı Deniz Gücü”, Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi, I, Ed: İdris Bostan, Salih Özbaran, İstanbul 2009, s. 227-239. 330

KAYNAKÇA

Bozkurt, Gülnihal, “Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXVIII/1-4, Ankara 1981, s. 65-103. --------------------------, “Köle Ticareti’nin Sona Erdirilmesi Konusunda Osmanlı Devleti’nin Taraf Olduğu İki Devletlerarası Antlaşma”, OTAM, I/1, Ankara 1990, s. 45-77. Bozkurt, Nebi, “Korsan”, DİA, XXVI, 2002, s. 210-212. Braudel, Fernand, Civiltà e imperi del Mediterraneo nell”età di Filippo II, Torino 1976. Broniewski, M., “Tartariae Descriptio. Opis Tatarii”, trans. E. Śnieżewska, ed. M. Mączyńska, Łódź 2011. Broyles, Shawn C., Slavery and the Ottoman-Crimean Khanate Connection, M.A. Thesis, Oklahoma State University, 2010. Bruin, K. de, Putešestviâ v Moskoviû // Rossiâ XVIII v. glazami inostrancev, Leningrad 1989. Bushakov, V.A., Leksychnyi sklad istorychnoyi toponimyyi Krymu, Kiev, 2003. Busbecq, O. Ghiselin de, Kanuni Döneminde Avrupalı Bir Elçinin Gözlemleri (1555-1560), Çev. Derin Türkömer, İstanbul 2016. Busbecg, Ogier Ghiselin de, Türkiyeyi Böyle Gördüm, Haz: Aysel Kurutluoğlu, İstanbul. Ceylan, Metin, ‘‘İslam Hukukunda Kaçan Köle (Abık)’’, Sosyal Bilimler Dergisi, IV/7, Kilis 2014, s. 56-73. Chesneau Jean, D’Aramon Seyahatnamesi, Kanuni Devrinde İstanbul-Anadolu-Mezopotamya, Çev: Işıl Erverdi, İstanbul 2012. Chmiel, Piotr, “You are Christians without a light from heaven’. A pluri confessional encounter: an image of Georgians according to the seventeenth–century, Theatine missionaries’ writings” in: Cultures in motion. Studies in the Medieval and Early Modern Period, ed: Adam Izdebski, Damian Jasiński, Byzantina et Slavica Cracoviensia, VIII, 2013, 255-272. Colognesi, L. C., “Roma Egemenliği: Yurttaşlık ve Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XLIII/1-4, Çev: Özcan Çelebican, Ankara 1993, s. 300- 311. Crowe, David M., The Roma in Romanian History, by Viorel Achim, Slavic Review, LXV/1, (Spring 2006), s. 171-172. 331

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

-----------------------, A History of the Gypsies of Eastern Europe and Russia, New York 2007. Curipeschitz, Benedict, Yolculuk Günlüğü 1530, Çev. Özdemir Nutku, Ankara 1977. Curtin, Philip D., Atlantic SlaveTrade: A Census, Wisconsin 1972. Czapliński, W., “Sprawa najazdów Tatarskich na Polskę w pierwszej połowie XVII wieku”, Kwartalnik Historyczny, LXX/3, 1963, pp. 713–720. Çakar, Enver, XVI. Yüzyılda Halep Sancağı (1516-1566), Elazığ 2003. Çakır, İ.Ethem, Çakır, , 10 Numaralı Mühimme Defteri’ nin (s.179-356) Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006. Çetin, Rıfat, “1699-1718 Yıllarında Bolu’da Yatırım Araçları”, Karadeniz Araştırmaları, IX/33, 2012, s. 43-58. Çetinkaya, Halûk, “Roma ve Bizans İmparatorluklarında Yoksulluk ve Din Etkisi”, IV. Uluslararası Felsefe Kongresi Yoksulluk, Dayanışma ve Adalet, Ed: Mehmet Fatih Elmas- Metin Becermen, Bursa 2016, s. 286-294. Davis, Fanny, Osmanlı Hanımı, Çev: Bahar Turnakçı, İstanbul 2006. Davis, David Brion, The Nathan I. Huggins Lectures: Challanging The Boundaries of Slavery, Harvard 2009. Daškevič, J., “Âsyr s Ukrainy (XV–pervša polovina XVII veka) âk istoriko–demokrafična problema”, Ukrainskij arheohrafičnyj iščoričnik, 2, 1993, pp. 40–47. Deguilhem, Randi, “In the Ottoman Empire to 1914 Waqf”, EI2, XI, Leiden 2002, s. 87-92. Demir, Selçuk, 75 Numaralı Mühimme Defteri’nin Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi (s. 1-171), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2008. Demir Tanju, Türkiye’de Posta Telgraf ve Telefon Örgütü’nün Tarihsel Gelişimi (1840-1920), Ankara 2005. Demirtaş, Mehmet, “Osmanlı Başkenti’nde Dilenciler ve Dilencilerin Toplum Hayatına Etkileri”, OTAM, Sayı: 20, Ankara 2006, s. 87- 92. Dernschwam, Hans, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çev: Yaşar Önen, Ankara 1992. 332

KAYNAKÇA

Deringil, Selim, Well-Protected Domains: Ideology and the Legitimation of Power in the Ottoman Empire, 1876-1909, London and New York 1998. --------------------, “They Live in a State of Nomadism and Savagery’: The Late Ottoman Empire and the Post-Colonial Debate,” Comparative Studies in Society and History, 45/2 (April 2003), pp. 311-342. Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1993. Dingeç, Emine, Rumeli’de Geri Hizmet Kurumu İçinde Çingeneler (XVI. Yüzyıl), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Eskişehir 2004. Döğüş, Selahattin, “ Batı Anadolu Sahillerinde Türk Korsanları: Deniz Gazileri”, 2. Turgut Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Uluslar arası Sempozyumu (1-4 Kasım 2013), Bildiriler, Ed: Cihan Yemişçi-Tarık Eray Çakır-Mustafa Gürbüz-Beydiz Cezmi Çoban, 2015, s. 565-596. Dursteler, Eric R., İstanbul’daki Venedikliler, Yeniçağ Başlarında Akdeniz’de Millet, Kimlik ve Bir Arada Varoluş, Çev: Taciser Ulaş Belge, İstanbul 2012. Durugönül, Esma, “The Invisibility of Turks of African Origin and the Construction of Turkish Cultural Identity: The Need for a New Historiography,” Journal of Black Studies, 33/3 (January 2003), s. 281-294. Düzdağ, M. Ertuğrul, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları, İstanbul 1972. Dziubiński, A., Na szlakach orientu. Handel między Polską a imperium osmańskim w XVI–XVIII wieku, Wrocław 1998. Ekin, Ümit, “17. Yüzyılın Sonlarında Rodosçuk Kazasında Kölelerin Toplumsal Statüsü”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXIX/47, Ankara 2010, s. 23-37. Ekinci, Ekrem Buğra, İslâm Hukuku, Umumî Esaslar, İstanbul 2006. Emecen, Feridun, “Haraçgüzâr”, DİA, XVI, 1997, s. 90-91. Engin, Nihat, Osmanlı Devletinde Kölelik, Doktora Tezi, İstanbul 1992. Engin, Nihat, Osmanlı Devleti’nde Kölelik, İstanbul 1998. ----------------, “Köle-Osmanlılarda Kölelik”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s. 246-248. Enhlund P., Poltava: rozpovid pro zahybel odniiei armii, Kharkiv 2009. Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul, İstanbul 1988. 333

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Erdem, Y. Hakan, Osmanlı’da Köleliğin Sonu (1800-1909), Çev: Bahar Tırnakçı, İstanbul 2013. Ergin, Gürkan, “Roma Toplumunda Kölelik Eleştirisi ve Kölelere Empati”, Cedrus, II, Antalya 2014, s. 355-376. Erol, Ayşe F., “Arkaik Dönem Atina’sında Kölelik Sistemi”, GÜ Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XXVII/1, Ankara 2007, s. 249-260. Ertaş, Mehmet Yaşar, “Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde Gazâ”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXVII/1, İzmir 2012, s. 79-100. Eszer, Ambrosius, “Die Beschreibung des Schwarzen Meeres und der Tatarei des Emidio Portelli D’Ascoli,” Archivum Fratrum Praedicatorum, 42, 1972, 199–249. Eszer, Ambrosius, “Giovanni Giuliani da Lucca O.P.: Forschungen zu seinem Leben und zu seinen Schriften,” Archivum Fratrum Praedicatorum, 37, 1967, 353-468. Eszer, Ambrosius, “Emidio Portelli D’Ascoli und die II. Krim-Mission der Dominikaner (1624-1635),” Archivum Fratrum Praedicatorum, 38, 1968, 165-258; Eszer, Ambrosius, “Neue Forschungen zur Geschichte der II. Krim-Mission der Dominikaner (1635-1665),” AFP 41 (1971), 181-239. Eszer, Ambrosius,“Missionen in Randzonen der Weltgeschichte: Krim, Kaukasien und Georgien” in: Sacra Congregationis De Propaganda Fide Memoria Rerum 1622–1972, Ed. Josef Metzler, I/1: 1622-1700, Rome 1971, 650–679. Eszer, Ambrosius, “Missionenim Halbrund der Länder zwischen Schwarzem Meer, Kaspisee und Persischem Golf: Krim, Kaukasien, Georgien und Persien” in Sacra Congregationis De Propaganda Fide Memoria Rerum 1622–1972, ed. Josef Metzler, II/2: 1700–1815, Rome 1971, 421-462. Eyice Semavi, “Büyük Çarşı”, DİA, VI, 1992, s. 509-513. ----------------, “Nuruosmaniye Külliyesi”, DİA, XXXIII, İstanbul 2007, s. 264-266. Evliya Çelebii: Księga podróży Ewliji Czelebiego (Wybór), trans. and eds. Z. Abrahamowicz, A. Dubiński, S. Płaskowicka-Rymkiewicz, Warszawa 1969. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesi İle Evliya Çelebi Seyahatnâme, Haz: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, I/1, İstanbul 2006. 334

KAYNAKÇA

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, VII, Haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff, İstanbul 2003. Èjngorn, V. K., Istorii inozemcev v staroj Malorossii, Moskva 1908. Fabris, Antonio, “Disavventure di Mercanti in Margine alle Imprese del Barbarossa”, Quaderni di Studi Arabi, 7, 1989, pp. 191-197. Fabris, Antonio, “Un Caso di Piraretia Veneziana: La Cattura della Galea del Bey di Gerba” (21 Ottobre 1584), QSA, 8, 1990, pp. 91-112. Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, Çev., Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, İstanbul 2008. -------------------, Yeni Bir Hükümdar Aynası, Osmanlı Padişahlarının Kamusal İmgesi ve Bu İmgenin Algılanması, Çev: Gül Çağalı Güven, İstanbul 2011. ----------------------, Osmanlı İmparatorluğunda Yollara Düşenler Zanaatkarlar, Köylüler, Tacirler, Sığınmacılar, Elçiler 16.- 18. Yüzyıllar, çev.: Zülal Kılıç, İstanbul 2016. Fendoğlu, Hasan Tahsinlu, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik, İstanbul 1996. Fisher, Alan W., “The Sale of Slaves in the Ottoman Empire: Markets and State Taxes on Slave Sales, Some Preliminary Considerations”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, Beşeri Bilimler, VI, İstanbul 1978, pp. 149-174. ------------------- , “Muscovy and Black Sea Slave Trade”, A Precarious Balance: Conflict, Trade, and Diplomacy on the Russian- OttomanFrontier, İstanbul 1999. s. 27-45. Fraser, Angus, Avrupa Halkları Çingeneler, Çev: İlkin İnanç, İstanbul 2005. Fresne-Canaye, Philippe de, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev: Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2009. Gerlach, Stephan, Türkiye Günlüğü 1573-1578, I, Çev: Türkis Noyan, Ed: Kemal Beydilli, İstanbul 2007. Germenis, Matthew, “Runaway Slave Advertisements in Mississippi: Violence and Dominion”, Journal Of Mississipi History, LXV/2, 2013, s. 97-105. Getman Ivan Mazepa, Dokumenty iz arhivnyh sobranij Sankt-Peterburga, Vyp. 1, 1687-1705gg. / Sost. T. G. Tairova-Âkovleva, Sankt-Peterburg 2007. 335

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Gliwa, A., Kraina upartych niepogód. Zniszczenia wojenne na obszarze ziemi przemyskiej w XVII wieku, Przemyśl 2013. Goffman, Daniel, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), İstanbul 1995. Gökbilgin, M. Tayyib, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul 1952. -----------------------------, “Ebussuûd Fetvalarında ve XVI. Asır Şer’iyye Sicillâtında İsbat ve Şehadet”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, III/1-2, İstanbul 1960, s. 117-132. Gökçe, Turan, XVI ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı, Ankara 2000. Göncüoğlu, Süleyman Faruk, Bahçekapı, İstanbul 2014. Günay, Enver, “Antik Çağ Ekonomileri ve Gelenek ile Çok Tanrılı Dinlerin Etkisinde Oluşan Antik Çağdaki İktisadi Düşüncelerin Özellikleri”, Internatonal Journal of Academic Value Studies, I/1, 2015, s. 46-64. Güneş Günver, “Kölelikten Özgürlüğe İzmir Zencileri ve Dana Bayramı”, Türkiye Kültürleri, 2005, s. 187-195. ---------------, “Kölelikten Özgürlüğe: İzmir’de Zenciler ve Zenci Folkloru”, Toplumsal Tarih, XI/62, Şubat 1999, s. 4-11. Güneş Yağcı, Zübeyde, “16. Yüzyılda Kırım’da Köle Ticareti”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı, 8 (Kış 2005), s. 12-30. ---------------------------, “İstanbul Gümrük Defterine Göre Karadeniz Köle Ticareti (1606- 1607)”, History Studies, III/2, (2011), s. 371-384. --------------------------, “Yasal Olmayan Kölelik, XVI. Türk Tarih Kongresi 20-24 Eylül 2010, IV/2, Ankara 2015, s. 1635-1638. --------------------------, ‘‘Kölelerin Kaçmaya Çalıştıkları Mekan Üsküdar’’, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VIII, İstanbul Belediyesi Yay., İstanbul 2015, s. 267-283. ---------------------------, “Kafkasya’nın Köle Tarihi Bakımından Önemi”, Yeni Türkiye, Kafkaslar Özel Sayısı, Ankara 2015, s. 429-444. Güngör, Cahit, Çağdaş Tefsir’de “Kölelik” Yorumu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2005. Gürer, Serpil, XVII-XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Fransız Seyahatnamelerinde Osmanlı Toplumu, Ankara 2013. Gürkan, Emrah Safa, “Batı Akdeniz’de Osmanlı Korsanlığı ve Gaza Meselesi”, Kebikeç, XXXIII, 2012, s. 173-204. 336

KAYNAKÇA

--------------------------, “Osmanlı-Habsburg Rekabeti Çerçevesinde Osmanlılar’ın XVI. Yüzyıl’daki Akdeniz Siyaseti”, Osmanlı Dönemi Akdeniz Dünyası, Ed: Haydar Çoruh, İstanbul 2011, s. 11-50. Halaçoğlu, Yusuf, “Dellâl”, DİA, IX, 1994, s. 145-146. Hammer, Par J. De, Histoire de L’empire Ottoman, depuis son origine jusqu’à nos jours, X 1640-1656, Paris 1839. Hamlin, Cyrus, “America’s Duty to Americans in Turkey, An Open Letter to the Hon. John Sherman, United States Senator from Ohio”, The North American Review, CLXVIII/478, pp. 276-281. Hamsun, Knut- Andersen, H. C., İstanbul’da İki İskandinav Seyyah, Çev: Banu Gürsaler Syvertsen, İstanbul 2006. Hancock, Ian, “Rom (Gypsy) Slavery” The Historical Encylopedia of World Slavery, Ed: Junius P. Rodriguez, Santa Barbara 1997, s. 547-548. Hancock, Ian, We are the Romani People, Hertfordshire 2002. Horn, M., “Chronologia i zasięg najazdów tatarskich w latach 16001647”, Studia i Materiały do Historii Wojskowości, 8, 1964, 3-71. Horn, M., Skutki ekonomiczne najazdów tatarskich z lat 1605-1633 na Ruś Czerwoną, Wrocław 1964. Hugh, Thomas, The Slave Trade, New York 1997. Hunwick, John, “Islamic Law and Polemics over Race and Slavery in North and West Africa (16th 19th century)”, in Shaun Elizabeth Marmon (Ed), Slavery in the Islamic Middle East, Princeton, N.J.: M. Wiener,1999, pp. 43-68 İlgürel, Müctebal, “Levent”, DİA, XXVII, Ankara 2003, s. 149-151. İlhan, Fatih, Şer’iye Sicillerine Göre XVI. Yüzyılda Halep’te Fiyatlar, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kilis 2013. Imber, C., Ebu’s–suud, Edinburgh 1997. İnalcık, Halil, “The Ottoman State: Economy and Society 1300 -1600”, An Economic and Social History of The Ottoman Empire 1300 - 1914, Nşr. Halil İnalcık-Donald Quataert, Cambridge 1994. -----------------, The Customs register of Caffa, 1487-1490, Cambridge 1996. Halil İnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed: Çağlar Keyder, Faruk Tabak, İstanbul 1998, s. 17-35. 337

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

----------------, “İstanbul’un İncisi: Bedesten”, iktisat ve Din, Haz: Mustafa Özel, İstanbul 1997, s. 119-136. ----------------, “İstanbul (Türk Devri)”, DİA, XXIII, 2001, s. 220-239. ----------------, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, Çev: Halil Berktay, İstanbul 2004. ------------------, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, çev. Ruşen Sezer, İstanbul 2004. -----------------, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu-Batı Makaleler II, Ankara 2008, s. 123-153. -------------------, “Devlet, Toplum, Ekonomi”, Devlet-i ‘Aliyye I, İstanbul 2010. İncicyan, P. Ğ., 18. Asırda İstanbul, Terc: Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1976. İnce, Rüveyde Sağlam, Kur’an-ı Kerim’de Kölelik, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010. Inglot, M., “Misjonarze jezuiccy na Krymie od początku XVII do połowy XVIII wieku,” Polacy na Krymie, ed. E. Walewander, Lublin 2004. İplikçioğlu, Bülent, Eski Batı Tarihinin Anahatları, İstanbul 1990. İstanbul Kadı Sicilleri Eyüb Mahkemesi (Havâss-I Refîa) 19 Numaralı Sicil (H. 1028 - 1030 / M. 1619 - 1620), Haz: Yılmaz Karaca- Rasim Erol, İstanbul 2011. İstanbul Kadı Sicilleri Galata Mahkemesi 15 Numaralı Sicil (H. 981-1000 / M. 1573-1591), Haz: Rıfat Günalan-Talip Met, İstanbul 2012. İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H. 919 -927 / 1513-1521), Haz: Bilgin Aydın- Ekrem Tak, İstanbul 2008. İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 5 Numaralı Sicil (H. 930 -936 / M. 1525-1530) Ed: Coşkun Yılmaz, İstanbul 2010. İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 56 Numaralı Sicil (H. 990 -991 / M. 1582 - 1583), Haz: Hilal Kazan-Kenan Yıldız, İstanbul 2008. İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 84 Numaralı Sicil (H. 999 -1000 / M. 1590 - 1591), Haz: Rıfat Günalan, İstanbul 2010. Istoričeskie svâzi narodov SSSR i Rumynii v XV - načale XVIII v. Dokumenty i materialy v trëh tomah, T. 3, 1673-1711, Moskva 1970. İvanics, Mária, “Enslavement Slave Labour and The Treatment of Captives in the Crimean Khanate”, Ransom Slavery along the 338

KAYNAKÇA

Ottoman Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries)”, Nşr., Gezá Dávid and Pál Fodor, Leiden-Boston 2007, pp. 193-219. Jankowski, Jankowski, A Historical-Etymological Dictionary of Pre-Russian Habitation Names of the Crimea, Leiden - Boston 2006. Kaiser, Wolfgang- Calafat, Guillaume, “The Economy of Ransoming in the Early Modern Mediterranean: A Form of Cross-Cultural Trade Between Southern Europe and the Maghreb (Sixteenth and Eighteenth Centuries)”, Religion and Trade Cross-Cultural Exchanges in the World History, 1000-1900, Ed: Francesca Trivellato, Leor Halevi, and Càtia Antunes, Oxford 2014, pp. 108-130. Kanbolat, Hasan- Taymaz, Erol, “Kafkas Osmanlı İlişkileri ve Köle Ticareti, Tarih ve Toplum, XIV/79, İstanbul 1990, s. 35-44. Kapterev, N. F., Ierusalimskij patriarh Dosifej v ego snošeniâh s russkim pravitelstvom (1669–1707 g.) // Čteniâ v imperatorskom obŝestve istorii i drevnostej pri Moskovskom universitete, Kn. 2, Moskva 1891. Kapterev, N., Snošeniâ ierusalimskogo patriarha Dosifeâ s russkim pravitel’svom (1669–1707 g.), Priloženiâ- Moskva 1891. Karaca, Behset, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002. Karaman, Deniz, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Ankara Sancağındaki Mâlikâne-Mukataalara Dair Bazı Bilgiler”, Bilig, Sayı: 29, (Bahar 2004), s. 139-176. Karataş, Ali İhsan, “Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi ve Vakıfları”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 24, Bursa 2015, s. 1-43. Karinabadîzâde Ömer Hilmi, Eski Vakıfların Temel Kitabı: İthâfü’l- Ahlâf Fî Ahkâmü’l- Evkâf, İstanbul 1978, Khan, Nur Sober, Slaves without shackles: forced labour and manumission in the Galata Court Registers, 1560–1572, Ph.D, University of Cambridge, 2012. Kelemen, Mikes, Osmanlı’da Bir Macar Konuk Prens Rakoczi ve Mikes’in Türkiye Mektupları, Çev. Edit Tasnadi, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Figen Turna, İstanbul 1999. Kenrick, Donald, Ganj’dan Thames’e Çingeneler, Çev: Bahar Tırnakçı, İstanbul 2006. 339

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Kılıç, Orhan, “Klasik Dönem Osmanlı Taşra Teşkilatı: Beylerbeyilikler / Eyaletler, Kaptanlıklar, Voyvodalıklar, Meliklikler (13621799), Türkler, IX, Ed: Hasan Celal Güzel, Ankara 2002, s. 887-898. Kılınç, Arzu, “Eflak-Boğdan ve Karadeniz’de Bal ve Balmumu”, Acta Turcica, III/1, 2011, s. 40-56. Kiziliov, Mikhail, “Slave Trade in the Early Modern Crimea from the Perspective of Christian, Muslim, and Jewish Sources,” Journal of Early Modern History 11: 1/2, 2007, 1-31. Kiziliov, Mikhail, “Slaves, Money Lenders, and Prisoner Guards: The Jews and the Trade in Slaves and Captives in the Crimean Khanate,” Journal of Jewish Studies 58:2 (2007), 189-210; Kılıç, Remzi, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlı–İran Siyasi Antlaşmaları, İstanbul 2001. Kreijwegt, Marc, Faces of freedom: The manumission and emancipation of slaves in Old World and New World slavery, Leiden – Boston 2006. Koçu, Reşat Ekrem, “Esir Hanı, Esir Pazarı”, İstanbul Ansiklopedisi, X, İstanbul 1971, s. 5276- 5278. ----------------------, “Esir Hanı Yangını”, İstanbul Ansiklopedisi, X, İstanbul 1971, s. 5279. ----------------------, “Esirci Mescidi”, İstanbul Ansiklopedisi, X, İstanbul 1971, s. 5278-5279. Kołodziejczyk, Dariusz, “Slave Hunting And Slave Redemptıon As a Business Enterprise: The Northern black Sea Regıon in The Sixteenth to Seventeenth Centuries”, Oriente Moderno, XXXV /86, Nr. 1, Nuovaserie, Anno, 2006, pp. 149-159. Kołodziejczyk, Dariusz, The Crimean Khanate and Poland–Lithuania. International Diplomacy on the European Periphery (15th–18th Century). A Study of Peace Treaties Followed by Annotated Documents, Leiden-Boston 2011. Kołodziejczyk, Dariusz, Ottoman-Polish Diplomatic Relations (15th18th Century): An Annotated Edition of ‘Ahdnames’ and Other Documents, Leiden-Boston 2000. Konyalı, İsmail Hakkı, “Cariyeler ve Esir Pazarı”, Tarih Dünyası, Sayı: 2, (Mayıs 1950), s. 72-74. 340

KAYNAKÇA

Kortepeter, M. C., Ottoman İmperialism During the Reformation: Europe and the Caucasus, London 1972. Kozan, Mert, Tarihi Kaynaklar Işığında III. Yüzyılda Gotların Akdeniz’de Gerçekleştirdiği Korsanlık ve Yağma Faaliyetleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, VIII/36, (Şubat 2015), s. 357-363. Kömürciyan, Eremya Çelebi, XVII. Asırda İstanbul, İstanbul 1988. Kravets, M., Blacks Beyond the Black Sea: Eunuchs in the Crimean Khanate, in:Slavery, Islam and Diaspora, ed. B. A. Mirzai, I. M. Montana, P.E. Lovejoy, New York 2009, 21–36. Królikowska, N., Law and division of power in the Crimean Khanate. A study on the reign of Murad Giray (1678–1683), PhD thesis, University of Warsaw, 2010. Królikowska, N., Praworządny jak Tatarzyn? -stosunki prawne w Chanacie Krymskim na podstawie miejscowych ksiąg sądowych z XVII i XVIII wieku, “Czasopismo Prawno–Historyczne, 65/1(2013), 121-142. Kumrular, Özlem, Türk Korkusu, İstanbul 2008. ------------------------, “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Orta ve Batı Akdeniz’de Üstünlük Mücadeleleri”, Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi, I, Ed: İdris Bostan, Salih Özbaran, İstanbul 2009, s. 155-171. Kunt, Metin, “Ethnic–Regional (Cins) Solidarity in the Seventeenth– Century Ottoman Establishment”, International Journal of Middle East Studies, 5 (1974), 233–239. ---------------, “Sancakbeyi Haslarının Ögeleri (1480-1540), Türkler, X, Ed: Hasan Celal Güzel, Ankara 2002, s. 709-713. Kurmuş, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Ankara 1982. Küçük, Fatih, 14 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (1080-1081)/1669-1670) (Değerlendirme ve Transkripsiyon), Selçuk Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Konya 2013. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994. -------------------------, “Elkâb”, DİA, XI, 1995, s. 51-54. Lady Montagu, Doğu Mektupları, Çev: Murat Aykaç Erginöz, İstanbul 1996. 341

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

F. Laškov, “Istoričeskijočerk krymsko-tatarsko gozemlevladenija, cz. 1,” Izvestija Tavričeskoj Učenoj Аrhivnoj Komissii [hereafter: ITUAK], XXII, 1895, pp. 35-81. Liegeois, Jean-Pierre, Roma, Gypsies and Travellers, Strasbourg 1987. Lewis, Bernard, Race and Color in Islam, New York 1971. -------------------, Orta Doğu’da Irk ve Kölelik, İstanbul 2006. ------------------, Race and Slavery in the Middle East, NewYork 1990. Litwin, Michalon, De moribus Tartarorum, Litvanorum et Moschorum, Fragmina Decem, Basileae 1615. Loenertz, Raymond, “Le origini della missione secentesca die Domenicani in Crimea,” AFP, 5 (1935), 261-288. Luca, G., “Opisanie Perekopskikh i Nogaiskikh Tatar, Cherkesov, Mingrelov i Gruzin”, Zapiski Odesskogo obshchestva istorii i drevnostei 11 (1879), 473-493. Luca, G., “Fatta da me Fra Giovanni da Lucca Dominicano circa il modo di vivere colle particolarita de costumi delli Tartari Percopiti, Nogai, Circassi, Abbaza etc. Mangrilli e Giorgiani,” in Bibliogaphia Critica delle Antiche Reciproche Corrispondenze, ed. Sebastiano Ciampi, Firenze 1834, 52-72. Jean de Lucca [sic for Giovanni da Lucca], “Relation de Tartare du Crim,” in Relation de Divers Voyages Cureux, transl. from Italian, pt. 1 (Paris, 1663). Macaristanlı György, Türkler, Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine İnceleme, Çev. Lale Aslan Özcan, İstanbul 2009. Makdisi, Ussama, “Ottoman Orientalism,” American Historical Review, 107/3 (June 2002), pp. 768-796. Malay, Hasan, Çağlar Boyu Kölelik, İstanbul 2010. Mansel, Philip, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, İstanbul 2007. Mantran, Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, II, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay-Enver Özcan, Ankara 1990. Martal, Abdullah, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum, Sayı: 121, 1994, s. 13-22. Martal, Abdullah, “Osmanlı Toplum Yaşayışıyla İlgili Belgeler- Bilgiler: Kölelilik”, Tarih ve Toplum, Sayı: 1, 1984, s. 56-63. 342

KAYNAKÇA

--------------------, “19. Yüzyılda Kölelik ve Köle Ticareti”, Tarih ve Toplum., Sayı: 121, Ocak 1994, s. 13-22. ---------------, “Afrika’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, Kebikeç Sayı: 10, Ankara, 2000, s. 177-178. ---------------, Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir, İzmir 2007. Elena, Marushiakova- Popov, Vesselin, “Gypsy Slavery in Wallachia and Moldovia”, Nationalisms Today, eds. Tomasz Kamusella and Krzysztof Jaskulowski, Peter Lang, Oxford 2009. Matsuki, Eizo, “The Crimean Tatars and their Russian Slave Captives: An Aspect of Muscovite-Crimean Relations in the 16th and 17th Centuries,” The Mediterranean Studies Group Hitotsubashi University 18 (March 2006), 171-182; Matthee, Rudi, “Poverty and Perseverance: The Jesuit Mission of Isfahan and Shamakhi in Late Safavid Iran”, Al-Qantara, XXXVI/2, 2015, pp. 463–501. Maxim, Mihai, “Romanya”, DİA, XXXV, 2008, s. 168. Mayakon, Ali, “Osmanlılarda Esir ve Cariye Ticareti”, Resimli Tarih Mecmuası, X/82, (Ekim 1956), s. 611-614. McDougall, Marion G., Fugitive Slaves (1619-1865), Boston 1891. McKnight, Kathryn Joy, “‘En su tierra lo aprendió” An African Curandero ‘s Defense before the Cartagena Inquisition”, Colonial Latin American Review, 12/1, 2003, p. 63-84. Mihneva, R., “The Muscovite Tsardom, the Ottoman Empire and the European Diplomacy (mid-Sixteenth-end of Seventeenth Century”, Études Balkaniques, V/3-4, 1998, pp. 98-129. Miroğlu, İsmet, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990. Mirzai, Behnaz, “African Presence in Iran: Identity and its Reconstruction in the 19th and 20th Centuries”, Revue Française d’histoire d’outre-mer, 89/336-337, 2002, pp. 229-246. Miss Pardoe, Şehirlerin Ecesi İstanbul, Bir Leydinin Gözüyle 19. Yüzyılda Osmanlı Yaşamı, Çev: Banu Büyükkal, İstanbul 2004. Motraye, Aubry de La, La Motraye Seyahatnamesi, Çev. Nedim Demirtaş, İstanbul 2007. Mumcu, Serap schede nn. 90-91-92 (documenti ottomani), in Venezia e l’Egitto, Catalogo della mostra, Venezia 30 set. 2011-31 gen. 2012. 343

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

N. B., Pokupka grekami na Ukraine “devok čuhonok” // Kievskaâ Starina, T. LXII, Kiev 1893. Nalçacı, Nida Nebahat, Sultanın Kulları, Erken Modern Dönem İstanbul’unda Savaş Esirleri ve Zorunlu İstihdam, İstanbul 2015. Nevis, Allan-Commager, Henry Steele, ABD Tarihi, Çev: Halil İnalcık, Ankara 2005. Nicolay, Nicolas de, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda, Çev: Şirin Tekeli- Menekşe Tokay, İstanbul 2014. Novosel’skij, A. A., Bor’ba Moskovskogo Gosudarstva s Tatarami v pervojpolovine XVII. veka, Moskwa 1948. Ok, Sema, Köle Pazarından Saraya Cariyeler, İstanbul 1996. Oliver, Antonie, 18. Yüzyılda İstanbul, Haz. Aloda Kaptan, İstanbul 2016. Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Hebeber’in Anıları 1585-1588, Çev: Türkis Noyan, İstanbul 2003. Olpak, Mustafa, Kenya-Girit-İstanbul: Köle Kıyısından İnsan Köle Biyografileri, İstanbul 2005. --------------------, Biographie d’une famille d’esclaves: Kenya, Crete, İstanbul, traduit du turc par Mehmet Konuk, Paris 2006. ---------------------, Kenya’dan İstanbul’a: Köle Kıyısı, İstanbul 2008. -----------------------, “Kronik, Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle, Türkiye Cumhuriyeti’nde Evlatlık: Afro-Türkler”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, LXVIII/1, Ankara 2013, s. 123-141. Ortaylı, İlber, Türkiye Teşkilât ve İdare Tarihi, Ankara 2007. Öngül, Ali, “Tarih-i Câmi-i Nuruosmânî”, Vakıflar Dergisi, Sayı: 24, s. 127-146. Öz, Mehmet, “XVI. Yüzyılda Lâdik Kazası’nda Mâlikane-Divâni Sistemi,” Vakıflar Dergisi, Sayı: 17, Ankara 1997, s. 65-73. -----------------, “XVI. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylülerin Vergi Yükü ve Geçim Durumu Hakkında Bir Araştırma”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı:17, İstanbul 1997, s. 76-90. Özbay, Rahmi Deniz. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin İstihdamı ve Mukatebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XVII/1, 2009, s. 148-163. Özcan, Ruhi, ‘’Osmanlı Devleti’nde XVII. Yüzyılda Yapılan Sikke Tashihleri’’, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s. 237-266. 344

KAYNAKÇA

Özgün, Cihan, İzmir ve Art Alanında Tarımsal Üretim ve Ticareti (18441914), Ege Üniveristesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 2011. Özgün, Cihan, “Batı Anadolu’da Tarımsal İşgücü ve Ücretler (18441914)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, XXII/5, 2012, s. 319-331. Özkan, Selim Hilmi, “Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri: Sofya (13851878)”, Avrasya Etüdleri, XXII/50, Ankara 2016, s. 279-314. Özdemir, Mehmet Nadir, İslâm’ın İlk Döneminde Kölelik, Abbasilerin İlk Yüzyılı, İstanbul 2006. Özel, Ahmet, “Esir”, DİA, Ankara 1995, s. 382-389. --------------, “İslam’da ve Günümüz Devletler Hukukunda Savaş Esirleri”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 1, 2003, s. 105-122. Özsoy, Ruziye, XIX. Yüzyılda Osmanlı’da Köle Ticareti ve Esirciler ve Zenci Köleler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2010. Öztuna, Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, VIII, İstanbul 1994. Öztürk, Yücel, Osmanlı Hakimiyetinde Kefe, İstanbul 2014. Paige, Joy, Sir Francis Drake, Circumnavigator of the Globe and Privateer for Queen Elizabeth, New York 2003. Palli, H. È., Meždu dvumâ boâmi za Narvu. Èstoniâ v pervye gody Severnoj vojny 1701-1704, Tallin 1966. Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, İstanbul 2000. Pakalın, Mehmet Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, İstanbul 1993. Papp, Sandor, “Eflak ve Boğdan Voyvodalarının Ahidnameleri Üzerine Bir İnceleme: Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzeybatı Hududundaki Hıristiyan Vassal Ülkeler’, Türkler, X, 10, Ed: Hasan Celal Güzel, 2002, s. 744-753. Par J. De Hammer, Histoire de L’empire Ottoman, DEPUIS SON ORIGINE JUSQU’A NOS JOURS, X 1640-1656, Paris. Parlatır, İsmail, “Türk Sosyal Hayatında Kölelik”, Belleten, XXIV/187, Ankara 1984, s. 805-829. Parmaksızoğlu, İsmet, “Bir Türk Kadısının Esaret Hatıraları”, Tarih Dergisi, V/8, İstanbul 1953, s. 77-84. 345

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Patterson, O., Slavery and Social Death: A Comparative Study, Cambridge MA 1982. Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, I, Haz: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1999. Pedani, Maria Pia, “In nome del Gran Signore” Inviati ottomani a Venezia dalla caduta di Costantinopoli alla guerra di Candia, Venezia 1994. Pedani, Maria Pia, “I Documenti turchi” dell’Archivio di Stato di Venezia” Inventario della miscellanea, con l’edizione dei regesti di A. Bombaci, Roma 1994. Pedani, Maria Pia, “Elenco Degli İnviati Diplomatici Veneziani Presso i Sovrani Ottomani” EJOS, V/4, 2002, pp. 1-54. Pedani, Maria Pia, Inventory of the Lettere e Scritture Turchesche in the Venetian State Archives, Boston 2010. ------------------- , Venezia Porta d’Oriente, Bologna (Il Mulino) 2010. Peters, R., Crime and Punishment in Islamic Law. Theory and Practice from the Sixteenth to the Twenty-First Century, Cambridge 2005. Pis’ma i bumagi imperatora Petra Velikogo, T. 6, Sankt-Peterburg 1912. Potra, George, Contribuţiuni la Istoricul Tiganilor din Romania, Bucharest 1939. Raşid Mehmed Efendi, Târîh-i Râşid ve Zeyli (1071-1114/1660-1703), I, Yay. Haz: Abdülkadir Özcan, Yunus Uğur, Baki Çakır, A. Zeki İzgöer, İstanbul 2013. Raymond, P. Alexsander, ‘‘Amerika’da Zencilerin Başkaldırısı’’, Ç: T. Karamustafaoğlu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, III/XXV, 1968 Ankara, s. 101-106. Rice, Tamara T., Bizans’ta Günlük Yaşam, Çev: Bilgi Altınok, İstanbul 1998. Sahillioğlu, Halil, “Akdeniz’de Korsanlara Esir Düşen Abdi Çelebi’nin Mektubu”, Tarih Dergisi, XIII/17-18, İstanbul 1963, s. 241- 256. --------------------, “Onbeşinci Yüzyılın Sonu ile Onaltıncı Yüzyılın Başında Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişme Dergisi (1979-1980 Özel Sayısı), Ankara 1981, s. 67-138. ---------------------, ‘‘Bad-ı Heva’’, DİA, IV, İstanbul 1991, s. 416-418. Said, Edward W., Orientalism, New York 2003. 346

KAYNAKÇA

Sak, İzzet, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. Yüzyıllar), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Konya 1992. --------------, “Konya’da Köleler (16. Yüzyıl sonu-17. Yüzyıl)”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı: IX, İstanbul 1989, s. 159-197. Sakaoğlu, Necdet, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü (Deyimler-Terimler), İstanbul 1985. ----------------------, “Esir Ticareti”, İstanbul Ansiklopedisi, III, İstanbul 1994, s. 200-201. Sanfuschs, Özlem Sert, Reconstructing a Town from its Court Records Rodosçuk (1546-1553), Dissertation, München 2008. Sanin, G.A., Otnošeniâ Rossii i Ukrainy s Krymskim Hanstvom v seredine XVII veka, Moskwa 1987. Sanz, Manuel Serrano Y., Türkiye’nin Dört Yılı (1552-1556), Çev: A. Kurutluoğlu, İstanbul. Sarıbey, Haykıran Aysun, Aydın Vilayeti’nde Çiftlikler (1839-1918), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 2013. Saydam, Abdullah, “Esir Pazarlarında Yasak Ticaret: Hür İnsanların Satılması”, Toplumsal Tarih, Sayı: 28, (Nisan 1996), Trabzon 1998, s. 43-49. Schiltberger, Johannes, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), Çev. Turgut Akpınar, İstanbul 1997. Schweigger, Salomon, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Yay. Haz. Heidi Stein, Çev: S. Türkis Noyan, İstanbul 2004. Seidel, Friedrich, Sultanın Zindanında, Osmanlı İmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik Heyetinin İbret Verici Öyküsü (1591-1596), Çev. Türkis Noyan, İstanbul 2010. Seng, Yvonne J., “Fugitives and Factotums: Slaves in Early Sixteenth-Century İstanbul”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 39 / 2 (1996), s. Selçuk, Havva, “Savaş Esirlerinin Din Değiştirmesi (Nemçeli Esirler Örneği), Turkish Studies, IX/4, (Kış 2014), s. 1005-1013. Sezgin, İbrahim, Osmanlı Romanları, Sosyal ve Ekonomik Hayatla İlgili Belgeler, Edirne 2015. Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Nusretnâme, II, Sadeleştiren: İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1966. 347

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Solovjëv S. M., Istoriâ Rossii s drevnejšyh vremën, Kn. 7, T. 13-14, Moskva 1962. Stefini, Tommaso, 16. Yüzyılda Bir Etnik-Bölgesel Dayanışma Örneği İstanbul ve Venedik Arasında Gazanfer Ağa”, Toplumsal Tarih, Sayı: 225, Çev: Berkay Küçükbaşlar, (Eylül 2012), s. 14-24. Stewart, Michael, “The Roma in Romanian History by Viorel Achim”, Romani Studies 5, XI/2, 2001, pp. 190-195. Suman, Selva, “Questioning an “Icon of Change”: The Nuruosmaniye Complex and the Writing of Ottoman Architectural History (1)”, METU JFA, XXVIII/2, Ankara 2011, pp. 145-166. Şahin, İlhan, “Nurbânû Sultan”, DİA, XXXIII, 2007, s. 250-251. Şen, Ömer, Osmanlı’da Köle Olmak, İstanbul 2007. Şener, Abdülkadir, ‘’Abık’’, DİA, I, İstanbul 1988, s. 306-307. Şeyhülislam Feyzullah Efendi, Fetâvâ-yı Feyziye, Haz: Süleyman Kaya, İstanbul 2009. Taş, Seyhan-Günay, Günay, “Antik Çağ Toplumlarının Özellikleri, Geleneksel Statüleri ve İktisadi Yapıyı Belirleyen Kurumları”, KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, XII/2, 2005, s. 141-166. Temin Peter, “The Labor Market of the Early Roman Empire”, Journal of Interdisciplinary History, XXXIV/4, (Spring, 2004), s. 513–538. Tekeli, İlhan, “Ege Bölgesinde Yerleşme Sisteminin 19. Yüzyıldaki Dönüşümü”, Ege Mimarlık, 3/4, İzmir 1992, s. 77-83. -------------------, Anadolu’da Yerleşme Sistemi ve Yerleşme Tarihleri, İstanbul 2011. Theunissen, H. P. Alexander, “Ottoman-Venetian Diplomatics: The ‘Ahd-names. The Historical Background and the Development of a Category of Political-Commercial Instruments together with an Annotated Edition of a Corpus of Relevant Documents”, EJOS, I/2, (1998), 1-698. Thevenot, Jean, Thevenot Seyahatnamesi, Çev: Ali Berktay, Ed. Srefanos Yerasimos, İstanbul 2009. Thomas, Hugh, The Slave Trade, New York 1997. Timur, Taner, “Çerkes Kızı Ayşe’nin Öyküsü Esir Pazarından Paris Salonlarına”, Toplumsal Tarih, Sayı: 123, (Mart 2004), s. 12-17. Treavlov, V., Istoria Nogaiskoj Ordy, Moskva 2001. 348

KAYNAKÇA

Tringli, Istvan,“Litigations for Ottoman Prisoners of Warand the Siege of Buzsin (1481, 1522)”, Ransom Slavery along the Ottoman Borders (Early Fifteenth Early Eighteenth Centuries), Nşr., Gezá Dávid and Pál Fodor, Leiden-Boston 2007, s. 19-26. Toledo, Paulino, “Türkiye Seyahati Adlı 16. Yüzyıl Anonim İspanyol Eserine Göre Türklerdeki Esaret Sistemi”, Muhteşem Süleyman, Ed: Özlem Kumrular, İstanbul 2007, 169-181. Toledano, Ehud R., Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 1994. ------------------------, Slavery and Abolition in the Late Ottoman Middle East, Seattle 1998. ----------------------------, As If Silent and Absent: Bonds of Enslavement in Islamic Middle East, New Haven, CT and London 2007 --------------------------, Suskun ve Yokmuşçasına İslam Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, Çev: Y. Hakan Erdem, İstanbul 2010. --------------------------, “The Concept of Slavery in Ottoman and other Muslim Societies: Dichotomy or Continuum?”, in: Slave elites in the Middle East and Africa: A Comparative Study, ed. M. Toru, J.E. Philips, London-New York 2000, pp. 159-176. Tošdental’, R., Poltava: sraženie, istoriâ i simvol/Poltava: sud’by plennyh i vzaimodejstvie kul’tur, Moskva 2009. Tott, F. de,. Memories of the Baronde Tott, on the Turks and theTartars, II, London 1785. Tournefort, Joseph de, Tournefort Seyahatnamesi, II, Ed: Stefanos Yerasimos, İstanbul 2005. Tozan, Murat, “Üçüncü Makedonya Savaşı’ndan Pompeius’un Seferine Roma’nın Doğu Politikası ve Anadolu’nun Güney Kıyılarında Korsanlık (MÖ. 167-MÖ. 67)”, Cedrus, II, (2014), s. 142, 143. Tukin, Cemal, “Girit”, DİA, XIV, 1996, s. 85-93. Tursun Bey, Târih-i Ebu’l- Feth, haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977. Ünal, Mehmet Ali, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta 1997. ---------------------, --------------, “Osmanlı Devleti’nde Merkezi Otorite ve Taşra Teşkilâtı”, Osmanlı, VI, Ed: Güler Eren, Ankara 1999, s. 111- 122. Üçel-Aybet, Gülgün, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İstanbul 2010. 349

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Vanzan, Anna, “La Pia Casa dei Catecumeni in Venezia. Un Tentativo di Devschirme Christiana?”, Donne e Microcosmi Culturali, Haz. Adriana Destro, Bologna 1997. Vasilieva, O., “Krymsko–tatarski erukopisnye materialy w otdeler u kopisii”, Rossiiskaia Nationalnaia Biblioteka Wostočnyi Sbornik, V, 1993, pp. 37-45. Veinstein, G., “Missionaires Jésuites et Agents Français en Crimée au début du XVIIIe siècle”, Cahiers du Monde Russe et Soviétique, X/3-4, 1969, pp. 414-458. Vigarin, Aleksey (Yay. Haz.), Esir Bir Rus Diplomatın Gözünden İstanbul, Pavel Artemyeviç Levaşov’un Hatıraları (1763-1771), Çev: İlyas Kemaloğlu (Kamalov)-Eduard Khusainov, İstanbul 2012. Walsh, Rev. R., A Residence at Contantinople, II, London 1836. Weiler, Ingomar, “Inverted Kalokagathia,” in Representing the body of the Slave, ed. Thomas Wiedemann, Jane Gardner, London and Portland 2002, pp. 11-28. Wheat, David, “Mediterranean Slavery, New World Transformations: Galley Slaves in the Spanish Caribbean, 1578–1635”, Slavery & Abolition, XXXI/3, (September 2010), pp. 327-344. White, Charles, Three Years in Constantinople, Or, Domestic Manners of The Turks in 1844, London 1846. White, Joshua M., Catch and Release: Piracy, Slavery, and Law in the Early Modern Ottoman Mediterranean, University of Michigan Doctor of Philosophy (History), 2012. Wilkins, Charles L., “A Demographic Profile of Slaves in Early Ottoman Aleppo”, Eurasian Ransom and Abolition in World History, 1200-1860, Ed: Christoph Witzenrath, England 2015; s. 221-246. Wratislaw, Baron W., Baron W. Wratislaw’ın Anıları, 16. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğundan Çizgiler, Çev: M. Süreyya Dilmen, İstanbul 1996. Ustrialov, N., Istoriâ carstvovaniâ Petra Velikogo, T. 4, Č. 1, Sankt-Peterburg 1863. Uzun, Efkan. 15.Yüzyılda Osmanlı Toplumunda Kölelik, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1998. Uzunçarşılı, İsmail H., Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1984. 350

KAYNAKÇA

Ünal, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989. Üzüm, Hamza, ‘‘Tanah ve Talmut’ta Kölelik’’, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12, 2013, s. 163-182. Yaşa, Fırat, “Kırım Hanlığı’nda Köleliğin Sosyal ve Mali Boyutları”, Gaziantep Universiy Journal of Social Sciences, XIII/3, Gaziantep 2014, s. 657-669. Yediyıldız, Bahaeddin, XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi, Ankara 2003. Yediyıldız, M. Asım, Şer’iyye Sicillerine Göre Bursa’nın Sosyo-Ekonomik Yapısı (1656-1658), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1988. Yiğit, Ahmet, “XVI. Yüzyıl Edirne’sinde Köle ve Cariyeler”, Asia Minor Studies, III/5, (Ocak 2015), s. 47-170. Yüksel, Hasan, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü Üzerinde Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 1991. http://nationalhumanitiescenter.org/ pds/maai/enslavement/text8/ virginiarunawayads.pdf.

351

DİZİN

A abd-i âbık 297, 303, 304, 305, 313 Abd-i âbık 303, 304, 315 African 212, 213, 333, 343 Afrika 89, 158, 160, 188, 192, 196, 252, 253, 255, 257, 259, 260, 261, 263, 264, 266, 267, 343 Ahmet Cevdet Paşa 143, 144, 327 Akdeniz 117, 122, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 166, 167, 168, 189, 254, 328, 329, 330, 333, 336, 337, 341, 346 Akhisar 262 Alman 190, 196, 197, 201, 205 Ambrosius Eszer 103, 104, 105, 108, 109, 110, 115, 116, 278 Amerika 157, 251, 252, 253, 254, 255, 257, 301, 328, 346 Ancona 135 Ankara 121, 141, 146, 152, 153, 156, 157, 161, 165, 188, 190, 191, 193, 195, 210, 215, 228, 230, 235, 250, 251, 252, 254, 255, 258, 259, 263, 297, 298, 299,

301, 302, 304, 310, 313, 315, 316, 318, 326, 327, 328, 329, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345, 346, 348, 349, 350, 351 Antalya 155, 251, 260, 262, 300, 328, 334 Antonie Olivier 190, 195 Arnavutluk 127, 135, 163, 259 Atlantik 157, 251, 252, 254 Atlas Okyanus 252 Aubry de La Motraye 195 Avrupa 55, 118, 124, 135, 143, 144, 145, 147, 148, 149, 151, 154, 157, 158, 196, 206, 210, 252, 253, 256, 301, 317, 318, 335 Ayasofya 330 Aydın 188, 228, 260, 261, 262, 264, 265, 299, 302, 306, 314, 329, 338, 347

B Babil 299 Bahçesaray 105, 106, 107, 108, 109, 111, 112, 113, 115, 273, 275, 276, 279, 280, 291, 295, 318 Balkan 135, 210, 329 Baron de Tott 288 353

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Baron Wratislaw 195, 196, 200 Bayındır 261 Bedesten 338 Behnaz Mirzai 343 Belgrad 317 Bernard Lewis 14, 253, 254, 302 Biga 232, 256 Bizans 127, 140, 144, 158, 300, 332, 346 Boğdan 137, 139, 140, 142, 143, 145, 146, 149, 151, 153, 154, 340, 345 Bolu 256, 301, 311, 314, 327, 332 Bulgaristan 259, 317 Burlus Karyesi 170 Bursa 80, 89, 165, 168, 193, 195, 211, 232, 241, 243, 256, 300, 310, 328, 332, 339, 346, 351

C,Ç Caffa 270, 272, 278, 279, 291, 296, 337 Cağalazade Sinan 125 Çatalcalı Ali Efendi 211, 214, 218, 219, 220, 225 Ceneviz 135 Çerkes 126, 348 Cezayir 125, 132, 156, 161, 254 Circassian 273 Çirmen 234, 239 Çoban Mustafa Paşa 234, 235, 241 Çorlulu Ali Paşa 99 Crimean Khanate 104, 106, 107, 116, 269, 271, 273, 274, 275, 279, 280, 282, 283, 354

287, 291, 331, 338, 340, 341 Çufut Qale 109

D Dana Bayramı 260, 336 Dominican 103, 105, 108, 113, 280, 292, 293, 294

E Ebu Hanife 228 Ebussuûd Efendi 209, 211, 214, 215, 216, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 308, 333 Edirne 89, 122, 123, 151, 190, 194, 256, 329, 336, 347, 351 Eflak 137, 139, 140, 142, 143, 145, 146, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 340, 345 Ehud R. Toledano 210, 217, 218, 223, 255, 257, 260, 262, 301 Eremya Çelebi 301, 333, 341 Erzincan 316, 343 Erzurum 314, 318, 330, 332 Eski Zağra XVII, 315, 317, 318, 319 Evliya Çelebi 114, 334, 335

F Fatih Sultan Mehmed 307, 313 Fatma Sultan 73 Feyzullah Efendi 211, 214, 215, 216, 218, 220, 222, 225, 307, 308, 309, 348 Fotsala 279, 293

DİZİN

Franceschina Zorzi Michiel 124 Francesco Piscopo 105, 108, 111, 112, 113, 115 Fransa 127, 134, 150, 178, 201, 253, 263 Frenkbeyoğlu Mehmed 125 Fresne-Canaye 191, 194, 195, 201, 335 Friedrich Seidel 197, 199, 200

G Gavriil Golovkin 98 Girit Adası 160, 169, 170 Gürcistan 314

H Habeşistan 254, 259 Hakan Erdem 210, 217, 225, 233, 237, 260, 261, 262, 301, 349 Halep 245, 332, 337 Halil İnalcık 40, 158, 162, 168, 192, 210, 230, 235, 236, 255, 259, 301, 337, 344 Hans Dernschwam 189, 190, 196, 198, 202 Harput 351 Hasan Paşa 125 Hersekzâde Ahmet Paşa 123 Hitit 299 Hırvat 196, 239, 241 Hırvatistan 135 Hüdavendigâr 304, 311, 314

I,İ İskenderiye 165, 168, 169, 178, 185, 254, 259 İstanbul II

Ivan Mazepa 100 İzmir 81, 158, 255, 258, 259, 260, 261, 263, 264, 266, 267, 334, 336, 343, 345, 347, 348

J Jan Kazimierz 111 Jean Chesneau 189, 191, 195 Jean du Mont 192 Johannes Schiltberger 193

K Kafkasya 89, 188, 192, 210, 254, 257, 311, 336 Kahire 163, 178, 195, 202, 255, 259 Karadağ 135 Karadeniz 40, 42, 89, 139, 210, 254, 255, 256, 311, 332, 336, 340 Karasu 145, 241, 275 Kastamonu 256 Kayseri 345 Kefe XVII, 45, 63, 104, 108, 116, 145, 345 Kemah 316, 343 Kenya 344 Kıbrıs 125, 131, 159, 160, 164, 165, 166, 167, 194, 201, 328 Kırım 40, 43, 127, 172, 210, 254, 275, 311, 318, 336, 351 Konya 204, 224, 302, 305, 306, 307, 318, 329, 341, 347 Köprülü Mehmed 120, 121 Korfu Adası 166 Korsika 133, 135 Kuban 100 355

OSMANLI DEVLETİ’NDE KÖLELİK: TİCARET, ESARET, YAŞAM

Kurban Bayramı 111 Kuzey Afrika 156, 161, 168, 192, 263

L Lady Montagu 194, 341 Litvanya 144 Luigi Bassano 195

M Macar 139, 196, 199, 204, 239, 339 Macaristanlı György 189, 190, 193, 194, 195, 198, 204, 205, 342 Maliyeden Müdevver XVI Mehmed Giray 107, 172 Memluklar 120 Menküb 107 Michael Heberer 191, 194, 195, 201 Middle East 4, 210, 255, 270, 282, 337, 341, 342, 349 Mısır 123, 156, 167, 168, 169, 193, 211, 257, 299 Molla Şemseddin Gürani 241 Mustafa Olpak 252, 260, 261, 267

N Napoli 105, 130, 194 nâtık 57 Niccolo Machievelli 134 Nicolas de Nicolay 191, 195 Niğbolu 193, 202, 239 Niğde 316 Nur Banu 127, 128 356

O,Ö Ödemiş 262 Orientalism 342, 346 Ortadoğu 253 Ortakçı kullar 232, 247 Osmani akçe 40

P Paolo Contarini 169, 170, 171, 177, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 325 Pargalı İbrahim 122, 123 Pavel Artemyeviç Levaşov 192, 196, 350 Pera 180, 181, 182, 183, 184 Peter Shafirov 98 Polish-Lithuanian Commonwealth 114, 269, 271, 275, 277, 283, 292 Polonya 144, 192

R Robert Withers 195 Rodosçuk 191, 308, 318, 333, 347 Romanya 137, 139, 140, 141, 143, 144, 145, 148, 150, 151, 154, 193, 343 Rome 105, 118, 124, 125, 126, 278, 334 Rus 149, 192, 235, 239, 256, 350 Rusya 127, 144, 145, 150, 192, 253, 311

S Sahib Giray Han 311 Saint-Jean Şövalyeleri 156

DİZİN

Sakız Adası 124 SalomonSchweigger 195, 198 Santo Stefano Tarikatı Şövalyeleri 156 Saruhan 238, 259 Sefer Gazi Ağa 107, 108, 109, 111 Seferhisar Kazası 235 Sicilya 135, 194, 251 Sinop 98 Sivas 313 Sofya 304, 315, 345 Söke 262 Sokullu Mehmed Paşa 120, 165 Stephan Gerlach 200 Sudan 254, 259, 261, 266 Sümerler 299 Suraiya Faroqhi 118, 120, 160, 225, 317

T tamga-ı üsera 42 Tanzimat 255, 328, 347 Tapu Tahrir XVI Târih-i Ebu’l- Feth 233, 349 Tavuk Pazarı 69 Tersane Zindanı 200 Tire 261, 262 Tolstoy 97, 98, 99, 100, 101 Topkapı 119, 124, 125 Torbalı 261, 262, 265, 267 Tunus 156, 160, 161, 254 Turgud Reis 125 Tursun Bey 233, 349

Ukrainian 97, 99, 100, 101, 115, 271 Ülgün 172, 175, 185 Uskoklar 155 Üsküdar 210, 223, 304, 306, 307, 308, 310, 311, 313, 316, 317, 328, 336, 338 Üsküp 317

V Venedik 117, 118, 120, 122, 124, 126, 127, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 155, 156, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 185, 201, 325, 348

Y Yeni İl 311, 314 Yenişehirli Abdullah Efendi 211, 212, 214, 215, 216, 217, 218, 220, 221, 222, 223, 224 Yıldırım Bayezid 193, 227, 243 Yunanistan 127, 135

Z Zağnos Paşa 238

U,Ü Ukraine 99, 100, 102, 107, 110, 114 357