İnsan ve Tarih [1 ed.]
 3002729100109

Citation preview



iNSAN ve • TARiH. M.H.BEHEŞTI

C. BAHONAR

İNSAN VE TARİH Muhammed Hüseyin BEHEŞTİ ve Cevad BAHONER

Türkçesi Ahmed ERDİNÇ

,.

elfl YAYINCIL.k

Yerebetan Cad. No: 41 Cağaloğlu - İstanbul ~: 522 42 20

Bir Yayıncılık: 72 Çağdaş İslam Müşüncesi : 39

Dizgi - Baskı - Cilt Kapak Kapak Baskısı Mart 1989, İstanbul

: Bayrak Yay. Mat. Kon. : K. Aktülün : Orhan Ofset

Şti.

.,• Rahman ve Rahim Olan

Allab'ın Adıyla

llllATI KITAF\]~I

uo.

8eydullah Kaya

iÇİNDEKİLER

ÇAGIMIZIN İNSANI ............................................... .

Yapıcı Şüphe

.................................................. . Yapıcı İman .................................................. . Sınırsız Özgürlük, Bir İdeolojiye İnançla Bağdaş. maz ........................................................... . Dünyaya Bakış .................................................. .

DERİN VE KESİN BİLGİ ...................................... .

.................................................. . Bilgi ve Bilim .................................................. . Realizm ........................................................ . Doğru Düşünme ............................................... . İnsanın Kişiliği ............................................... . İnsanın özgürlüğü ......................................... . Düşünme

7 15 19

20 21 24 25

29 30 33

35 37

38

DÜNYA BA(aMLI BİR. GERÇEKLİKTİR .............. . Allah'm İşaretleri ............................................ .

41

KUR'AN'IN TEVHİDİ GÖR'OŞt} ............................. . Tağutların Reddedilmesi ................................... . Mucizeler ............................................... .

57

41

58 61

........................................................... .

63

İBADET BAKIMINDAN TEVHİD .......................... .

65

TEK VE EŞSİZ TANRI ......................................... .

69

Dua

İNSAN VE EVRİM ............................................... .

HAYAT

..................................................... . İNSAN VE EVRİM ......................................... .

İNSAN

Yeni Hümanizmin Ortaya Çıkışı ....................... . Kur' ani Bakış Açısından İnsan ....................... . İNSANIN SEÇİM VE İRADESİNİN ALANI ..... . VAROLUŞCULUK AÇISINDAN İNSAN ........... . İSLAM'IN BAKIŞ AÇISINA GÖRE İNSAN ..... . DİALEKTİK MATERYALİZM AÇISINDAN

İNSAN

74 74 78

87 88 89 92 103 107

······················~······························

111 114

İSLAMi TARİH ANLAYIŞI .................................. .. TARİHİ YAPMADA PEYGAMBERLERİN BÜ-

117

YÜK ROLÜ ..................................._.................. . İbrahim Peygamber ......................................... . Musa Peygamber ............................................ . İsa Peygamber .............................................. .. Vahiy Peygamberi Hareketlerin İtici Gücüdür ... Vahiy ........................................................... . İSLAM'j HAREKET - TARİHİN KURALLARININ BİR GÖSTERGESİ ......................................... . Adaletsizliğin Egemenliği Uzun Süremez ........ . Halkın Uyanışı .............................................. .. ARABİSTAN UYGUN BİR ORTAMDI ............. .. Sahabeler - Seçilmiş Kimseler ....................... . Kitlelerin Önderliği ......................................... . Cihad Öğesi .................................................. . Hareketin Evrenselliği ................................... .

125 125 126 127 128

Bu Sorunlara İslam'ın Yaklaşımı .................... .

LİDERLİK

130 132 132 134 134 135 138 .139 140 141

ÇAGIMIZIN İNSANI

Hayata imkanlarının elde edilebilirliği açısından bakan görüşe göre, çağımızın insanı büyük bir düzeye erişmiştir. Sayısız keşif ve yenilikler, kendisine önceden tamamıyla gerçekten uzak görünen fırsatlar sağlamıştır.

Otomatik makinalar ve elektronik aletler çağımız için şimdiye kadar imkansız olan şeyleri imkan dahiline sokmuştur. Çağımızın insanı sadece bir düğmeye basmakla istediği şeyleri sağlayabilmekte­ dir. Su, hava, sıcak, soğuk, yiyecek ve giyecekler onun için tamamıyla hazır olarak elde edilebilir bir yerdeinsanı

dir. Radyo dalgaları, daha gözünü kırpmadan sesini değil görüntüsünü de dünyanın öteki

yalnız

ucuna

ulaştırmaktadır.

Uçaklar uzayın genişliğini ona boyun eğdirtmiş­ tir. Rahat ve hızlı bir şekilde dünyanın bir ucundan diğer ucuna uçmaktadır. Hatta efsanevi uçan halıdan daha rahat, daha hızlı ve daha uzağa. Astronotlar, onun için gezegenlerin yolunu açmış­ tır; şimdi aya ve diğer gezegenlere yolculuk, bir şe­ hirden başka bir şehire gitmek kadar kolay görünmektedir. 7

Çağımızda

yeni bilimsel ve endüstriyel keşifler kadar genişlemiştir. Denebilir ki, şim­ di doğa, yüzyıllardır sinesinde barındırdığı sayısız sırlarını.çağımızın insanı için en kısa zamanda keş­ fedebileceği bir uzaklıkta bulundurmaktadır. Doğanın sırlarını artan bir şekilde keşfetmesinin; doğa güçlerini kontrol etme ve sömürme konusunda olağanüstü keşiflerinin sonucu olarak zı;ımanımızın insanı, maddi refahın zirvelerine erişmiş; rahat bir hayata yol açması ve sürekli rüyasını gördüğü bu mutluluğu garanti etmesi için, kendi yararına dünyanın tümünü muhteşem ve görkemli bir diyara dönüştür­ sayılamayacak

müştür.

Hırslı

Hayvanlar

Bunlar sadece madalyonun bir yüzüydü; fakat madalyonun bir başka yüzü daha vardır. Günümüzün maddi uygarlığı, insan hayatının bir çok sorununu çözmüş ve i.nsana doğayı kontrol etmesi için göz kamaştırıcı bir güÇ vermiştir. Fakat, aynı zamanda . o daha fazla şeye sahip olma felsefesini o kadar çok yüceltip solumuştur ki, çağımızın insanını gece ve gündüz üretimi ve tüketimi. artırmak dışında hiçbir şey düşünmeyen hırslı bir hayvan haline geti.rrriiştir. Materyalizm. ve ekonomik fÇlaliyetler hakkında aşırı ilgi, insanı bir makinaya dönüştürmüştür. İnsan, her zaman, geçimini kazanmak veya daha lüks bir hayata götürecek araçları temin: etmekle meşguldür. Bu du· rum o kadar yaygındır ki,. çağ.ımızda bir çok insanın hayatı, başka herhangi bir anlam taşımaktan uzaktır. Bir zamanlar insan, özgürlüğüne daha çok değer verirdi ve hatta onun· uğruna hayatını feda ederdi. Şimdi ise üretim ve tüketimin kölesi olmuştur ve öz·

8

gürlük aşkı, bu üretim ve tüketim tanrısının mihrabında yatmaktadır.

Maddi uygarlığın gelişmesiyle, insanın

tüketici

ihtiyaçları artmış ve onlara ulaşmanın yolu, bir çok insanın fiziksel ve ahlaki saadetini bu amacı başar­

mak için feda ettiği oranda karmaşıklaşmıştır. Günümüzün maddi toplumunda bütün yüce insa~ ni değerler bir kenara konulmuştur. Hatta denebilir ki, ahlaki değerlere bile maddi görüş açısından bakılmaya-baŞlanmıştır. Dünyanın birçok- bölgesinde." eğitim ve öğretim kurumlarının temeli maddi· ve ekonomik kazanca yöneliktir. Herhangi bir eğitim ve öğ­ retim programının gerçek amacı, başkaları ya da bazen kendisi için daha iyi ekonomik kazanç sağlayan. bir insan tipi üretmektir. Sokaktaki insandan elitlere kadar herkesin_ ilkesi «ekonomik kazanç ve bunu izleyerı maddi zevkler elde etmek olmuştur. Entellektüel ve teknik alanlardaki büyük uzmanlar, politikacılar ve sanatçılar bu kurala istisna oluşturmazlar. Manevi sorunları kendisine sorun edinenlerin çoğu bile, maddi ve ekonomik cazibeden etkilenmişlerdir. Misyonerlerin çalışmaları çoğunlukla, finansal ve maddi hesaplar karşılığında yapılmaktadır. Bu durum, çağımızda hakim olan farklı maddeci felsefelerin doğal ve kaçı­ nılmaz sonucudur. İnsana sürekli, ekonomik bir hayvandan başka birşey olmadığı; zenginlik ve ekonomik başarının, iyi bir talihin ve bir ulusun, bir sınıfın ya da bir grubun gelişiminin tek işareti olduğu söylenmektedir. Halkın kulağına sürekli, paranın muhteşem bir güç olduğu ve her -sorunun çözüm kaynağı olduğu fısıldanmaktadır. Tesadüfen ya da doğrudan veya dolaylı olarak diğer insanlardan çalınarak sağlanan ve en adi hayvan ar0

9

zularını

tatmin etmek için harcanan para insan koodak noktası olmuştur. Bu şartlar altın­ da, çağımızın insanının ya da yarı-insanının, bulabildiği kaynaklardan para kazanan ve onu en büyük olası arzuları elde etmek için harcayan hırslı hayvanlara dönüşmesi şaşırtıcı değildir. Bunlar, üretim ve tüketimin köleleri olmuşlardır. Hayatları bir insanın yaşa­ ması için gerekli olan yüce değerlerden tamamıyla yoksun bırakılmıştır; kalabalığa ve rezilliğe doğru yönuşmalarının

nelmiştir.

Hayat Felsefesi ve Arruaçları İçin Arayış Üretim ve tüketimle büyülenen bu dünyada, ara yeni seslerin yükselmesi büyük bir hoşnutluk kaynağıdır. Bu yeni sesler, çağımızın insanının ekonomi miti (efsanesi) nin zincirlerinden kurtuluşu için belki de zamanın geldiğine dair bir ümide yol açmaktadır­ lar. Bu seslerin, orta yaşlı ya da yaşlı kimselerden çok gençlere ait olması ise hayli memnun edicidir. Bazen, dünyanın dört bir yanındaki gençler, pratik tepkiler göstermişler, kendileri için kurulan bu muhteşem sarayda hayatlarını anlamsız ve bayağı bulduklarını yüksek sesle ifade etmişlerdir. Bu gençler şu sorulara cevap aramaktadırlar: Genel olarak insanlar bu muhteşem sarayda mutlu mudurlar? Hayatlarının yöneldiği rota, her çeşit konforla kaplanmış mıdır; yolculuk gereçleri, onları barış ve huzurun bulunduğu bir kıyıya ulaştıracak mıdır? Bu muhteşem uygarlık insanın kendisine herhangi bir önem atfediyor mu, atfetmiyor mu? İnsanın hayatını kolaylaştırmak için icat edilen sıra

10

onca alet edevat gerçekten bu amaca hizmet ediyor mu, yoksa bu makinalar insanın akli ve fiziki bütün yeteneklerini kendine mi malediyor? Çeşitli

kentler, kıtalar ve gezegenler arasındaki uzaklığı hayli azaltan ve onları büyük bir ev durumuna getiren bu muhteşem uygarlık, aynı zamanda sakinlerinin kalplerini birbirine yaklaştırıyor mu; yoksa mesafeleri kaldırmak yerine insanların kalplerini bir· birinden uzaklaştırıyor mu; ya da daha kötüsü, aklını sadece midesine hizmet etmek, arzularını tatmin etmek ve kendi çıkarlarına hizmet etmek için kullanan zamanımızın insanında olduğu gibi, kalpleri yok mu ediyor? Bu gibi seslerin, insanların ekonomik olarak zen· gin bir hayata sahip olduğu ve birincil ihtiyaçlarını sağlamak konusunda endişesi olmadığı yerlerde orta· ya çıktığı doğrudur. Dünyanın bir çok yerinde yoksulluğa sürüklenen v~ kendileri, aileleri, kendilerine bağlı bulunanlar ve komşuları normal bir düzeyin altında yaşamaya zorlanan kitlelerin bulunduğu da doğrudur. Bu kitlelerin tek umudu, maddi ve ekonomik yoksulluklarına son verecek bir devrimdir. Fakat, doğru bir tahmin, imkanları kısıtlı olan bu insanların çabalarının, böyle bir kaderle karşılaşmak zorunda olmayacakları bir yöne kanalize edilmesi gerektiği olgusunu zorunlu kılar. Her ne şekilde olursa olsun, insanların az ya da çok uyandıkları, maddi ve ekonomik servetin zevklerini boşverdikleri kesindir. Modern dünyanın iki büyük kampı, artık, açıkça şunları görmektedirler: Yüzyıllardır insan daha iyi bir hayatı elde etme11

nin mümkün olan en iyi yollarını sağlamak için çaba da, halihazırdaki Doğu ve Batı'nın büyük kamplarında insanlar, endüstrinin çarklılarında, büyük endüstriyel tapınaklarda insafsızca kurban edilmektedirler. Boş sloganlar dışında, her iki kampta da, insanın asaleti, özgürlüğü ve gerçek seçimi için hiç bir şey kalmamıştır. Her iki sistemde de, karmaşık modern endüstri ve ekonominin çarklarının hızlı dönmesinin gerekliliği gibi sözde nedenler ile insan asaletinden mahrum bırakılmıştır. Artık, her ne şekilde olursa olsun, çağımızın insanı endüstri ve teknoloji yoluyla hayatına nasıl yön vereceğinin öğretilmesini arzu etmemekte, kararlı bir şekilde, hayatının amacı neyse onu bilmesi gerektiği üzerinde ısrar etmektedir. Kötümser düşüncelerin tersine, protesto şeklinde ya da başka bir yolla yükselmeye başlayan sesler, mutlu ve uygun bir kendini gerçekleştirmenin öncüleri olabilir. Bu sesler, insanın uyanmasına ve insanlı­ ğın yeniden doğuşuna yol açabilirler. İnsanlığın evrimi için mekanik bir gelişme olarak ele alınmayan ve daha derin bir görüşle hayatının gerçek amacını yer niden keşfeden bir insan tipi oluşturabilirler. insanı gerçek insanlık mutluluğu için yönetebilirler. Kur'an bu konuda ne demektedir? Kur'an bir prensip olarak, inanç ve maneviyattan çıkarılmayan ve insanlığa yakışan bir amaca uygun olmayan hayatın tüm tantana ve gösterişinin anlamsız olduğunu vurgulamaktadır. Hayatın tantana ve gösterişine kendini kaptıran insan kaybedicidir ve tüm çabaları boşa gltme'ktedir. _ harcıyorsa

.. emn ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat

12

çoğaltma yarı,ıdır.

(Bu), tıpkı bir yağmura benzer ki; ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çe· tin bir azab; Albh'tan mağfiret ve nza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.» (Hadid; 20) bitirdiği

Başka gerçeği

bir yerde Allah göklerin ve yerin nuru, ve tüm dünyayı yönlendiren ruhu olarak ta-

nımlanılmaktadır.

Ayrıca, hayatlarını

kazanmak için ticaretle uğraş­ ve çabalamaları onları Allah'ı anmaktan alıkoy­ mayan ve hayatlarının temel amacından uzaklaştırma­ yan.övgüye layık, değerli insanlardan bahsedilmektedir. Onlar sonuçca en iyi olanı haketmektedirler. Onların çabaları daima verimlidir ve erdem ile mükemmelliğe vesiledirler. maları

Kur'an, hayatta hiçbir amacı olmayan ve Allah'ı unutanlara da işaret etmektedir: «İnkar edenler (e gelince): On!.:ırın işleri,

düz: fakat

arazideki· ser~p gibidir. Susayan onu su sanır, yanına gelince hiçbir şey olmadığını anlar ve yanında Allah'ı bulur; (Allah) onun hesabım tam görür, Allah hesabı çabuk görendir. Yahut (onların işleri) engin bir denizdeki kar.anlıklar gibidir: (Bir deniz) ld iis\:iiııü bir dalga örtüyor, onun üstünden biı· d~lga, onun üstünden de bir bulut. Birbiri üstüne yığılmış kııranlık­ lar. (Bunların içinde bulunan kimse), elini çıkc:rsa ner· deyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nur vermedikten sonra onun nuru olmaz.» (Nur; 39-40) Bu ayetleri iyi düşünün. Bu ayetler büyük bilimsel ve endüstriyel ilerleme ve insan hayatının boyut13

!arının genişlemesinin ardından daha açık olan bir gerçeklik içermektedirler. Sadece maddi hayat bir serap kadar güzeldir. Açgözlü ve hırslı insanın çabaları yön ve anlamdan yoksun olduğu için boşa gitmektedir. Her yer karanlık­ tır. insanlar şaşırtılmış ve anlamsızlığa batmışlardır. Soru halen cevapsızdır: Hayatın anlamı ve amacı ne-

dir? Kur'an'a göre, bütün bu anlamsızlığın ve karmaşıklığın gerçek nedeni, insan hayatının iman öğesin­ den tamamen yoksun kalması; insanın çabalarını maddi ilerlemede yoğunlaştırmasıdır. Öyle bir alana girmiştir ki, tüketim için üretilmekte ve üretim için tüketilmektedir. Böyle insanlar, maddi amaçlarını büyük bir oranda başardıkları bir dereceye ulaşabilirler; fakat bur:ıun ötesinde, insanın fazileti olan şeyi korumada başarısız olmaktadırlar. Kur'an şöyle buyuruyor: «Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki amellerin (in karşılığın)ı tam veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. Ama onlar öyle kimselerdir ki ahirette onlar için yalnız ateş vardır ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır. Ameı.­ leri hep batıl olmuştur!» (HOd; 15 - 16).

iMAN İman, birçok İslam ülkesinin diline yerleşen, çoğu kere anlaşılan Arapça bir kelimedir. Ana dili Farsça, Türkiye, Savahilice veya Urduca olanlar, az veya çok bu kelimeye aşinadırlar. İngilizcedeki «faith• (iman), «belief» (inanç), atrust» (güven) aynı anlama gelse de, bunlardan hiç biri, herkes tarafından kullanılan ve genellikle anlaşılan iman kelimesiyle aynı anlamda değildir. Kelimenin anlamını açık kılmak için, birkaç örnek verelim: Eğer bizim bir kimsenin dürüstlüğüne tam güvenimiz varsa ve tereddüt etmeksizin ona güveniyorsak. ona imanımız olduğunu söyleriz. Aynı şekilde, bir ifadenin doğruluğuna tamamıyla inanıyorsak (belief), ona imanımız var demektir. Zihni (entellektüel) bir sisteme veya "ideoloji., ye kesin bir inancımız varsa, onun için ateşli bir bağlılık ve coşku hissediyor, onu huzura ermiş bir akı\, eği\im ve istekle ey\em\erimizin ve hayatımızın teme\i yapıyor ve eylemlerimizin ve hayatımızın programını onun üzerine kuruyorsak, bu aideoloji» ye imanımız var demektir. Bu örnekler göstermektedir ki, iman, bir konuya, bir düşünceye, bir doktrine ve benzerlerine kesin inanç ve tam bir güven anlamına gelir.

15

İmanın karşıt anlamı, şüphe, gönülsüzlük ve kararsızlıktır. Şüphe, bir kişiye.bir konuya veya bir dokt-

rine bağlı olabilir. Şüphe duymak, hem şüpheyi, hem imanı barındırabilir. Ayrıca, kısa süreli iyimserlik veya kötümserlik birlikte bulunabilir. Ancak, herhangi bir durumda onun doğal sonucu güvensizliktir. Şüphe iyimserlikle birlikte bulunsa bile, doğruluğu ifa ederken, bir kimsenin gerçek v~ya potansiyel tehlike karşısında pratik bir duruş ortaya koymasının veya sebat göstermesinin gerekli olduğu durumlarda, birine bağlanmak veya bir kimseye ya da bir ideolojiye inanmak mümkün değildir. Şimdi, geçmiş zamanları bir kenara bırakarak, modeırn hayatta imanın rolünün ne olduğunu bulmak için insanın hayatına dikkatlice bakalım. Fakat. çalışmamıza hangi noktadan başlamalıyız? İnsanlık haklarını elde etmek için mücadele eden imkanları kısıtlı f~kat inançlı insanların kahramanvari mücadelesinin ilginç alanlarından mı, yoksa karŞılaş­ tırmalı olarak rahat bir alandan, örneğin bir aile ya da bir okul hayatının sıcak atmosferinden mi başlayalım? Bize göre, sorunu değişik düzeylerde çalışmak daha iyi olacaktır; böylece konunun derinliklerine ulaşabi­ liriz. Bir Çocuğun Hayatında İmanın Rolü İman, bu ileri teknoloji ve uzay çağında bile bir çocuğun hayatında

önde gelen psikolojik bir faktördür.

İman, bir çocuğun hayatının etrafında döndüğü bir eksendir. Örneğin ailesini, kardeşlerini, öğretmenlerini

taklit etme:3i ya da onların öğrettiklerine göre davranması konusunda bir çocuğa eşlik eden, imandır; 16

kendi çabalarında ve kendi hesabına yaptığı şeyler konusundaki muhasebesinde görülen şey de imandır~ Çocuklar ailelerine, kardeşlerine ve öğretmenlerine güvenirler. Büyüklerinin kendilerine öğrettiklerinin doğruluğuna ve kendi hesaplarından bağımsız olarak yaptıklarına inançları vardır.

Testlerin gösterdiği gibi, eğer bu önemli inanç, teknolojik ve endüstriyel olarak ilerlemiş ülkelerdeki bir ailenin çocuklarından bile birkaç gün için uzak tutulursa, şüphe ve endişe bunun yerini alırsa, bu zavallı çocukların aleyhinde nasıl kötü sonuçlara . yol açacağı görülebilir. Hiçbir bilimsel veya teknik yardım, eski güven ya da iman düzeltilmedikçe, çocukların eski istek ve kendine güvenlerini kazanmalarını sağlayamaz.

Bir

çocuğun

kusursuz ve dengeli büyümesi, onun ailesinin, öğret­ menlerinin ve yetişmesiyle sorumlu olan kimselerin imanına bağlıdır. Sadece bu önemli görevlerinde imana sahip olanlar, bu konudaki vazifelerini iyi bir şe­ ki ide yapabilirler. Bağlılık ve sorumluluk duygusuyla çocuğunu besleyen ve büyüten bir anne, baba · veya sorumluluğunu tüm kalbiyle yerine getiren bir öğret­ menin, vesayeti altındakiler için mutlu bir hayat garanti etmede bir role sahip oldukları konusunda hiç bir şüphe yoktur. Bağlılığın, anne-baba ve çocukların karşılıklı güveninin ve herbirinin hakları için karşılıklı saygı­ nın olmadığı bir aile atmosferi, çocuklarda acıya neden olan faktorlerin en önemlilerinden biridir. Böyle sönük ve karanlık bir aile ortamında, çocuk gönül rahatlığı ve huzur hissedemez. Tedrici olarak, kendisine de dahil herşeye inancını yitirir ve ilerleme ve gelişmenin en önemli faktörlerinden mahrum kalır. gelece~eki

F.: 2

mutluluğu, çoğunlukla

17

Kendisine ve Yaşadığı Çevreye İman Prensipte, bir çocuğun imanı, çoğunlukla ailesinin kendisine ve birbirlerine karşı sevgi ve güveninin bir yansımasıdır. Benzer şekilde bir öğretmenin imanı, özellikle eğitimlerinin ilk yıllarında, öğrencileri üzerinde derin ve yapıcı bir etkiye sahiptir. Şüphesiz en iyi anılarımız, okuldaki samimi ve kendisini adamış bir öğretmenin rehberliğinden hoş­ landığımız günlerle ilgili olanlardır.

Şüpheye

Boyun

Eğme

Büyüme çağının yaklaşmasıyla, çocukluk döneminin imanı, inanılmazlık ve gönülsüzlüğe konu olur. Çocukluğu boyunca ~ahi, bir kimse, bazen bir başka­ sına ya da bir şeye güvenini şiddetle sarsan olaylarla karşılaşır. Ancak, bu dönem boyunca, çocuk uzun süreli bir şüpheyle karşılaşmadan, birinci imanın yerini başka bir iman (yani birinci imanın zıttı bir imanJ doldurur. Yine de, belirsizlik duygusundan dolayı acı: çekmez ve zıt yönde bir güven geliştirir. Bir çocuğun, düşüncesini çabuk ve ani bir biçimde değiştir­ mesinin nedeni budur. Örneğin, bir durumda oyun arkadaşıyla konuşmaz, fakat bir sonraki durumda onun-· la yakın dost olur. Çoğunlukla bir oyun boyunca bu drama, birkaç kez tekrar eder. Tedrici olarak bu dönem geçer ve gençlik başlar. Bu dönem boyunca bir dizi fiziksel ve zihinsel geliş­ me olur. Bu değişikliklerden biri, çocukluğu boyunca önceden inandığı birçok düşüncenin doğruluğuna dair inancını kaybetmesidir. Bu kimse inanılmazlık ve gö-

18

nülsüzlüğe

değişse

eğer. Bazı kişiler

herşeye inançlarını

-bu bireyde"! bireye hemen hemen yitirirler ve şüpheci olurlar.

de- boyun

Yapıcı Şüphe

Gençlikte duyulan şüphe, samimiyetle, araştırma ve incelemeye inançla birleşirse, insanın gelişiminin hayli önemli bir etkenidir. Sadece duyulan şüphenin bu çeşidi, yapıcı şüphe olarak adlandırılabilir. Şüphe­ nin işlevi, daha önce inandığımız herşeyi yıkması olduğu halde. yapılanma, bu yıkılma sonrası üzerimize aldığımız inceleme ve araştırmaya bağlıdır, fakat çocukluğun sabit olmayan inançları yıkılmadan araştır­ ma ve incelemeye başvuramayacağımız için, şüpheyi bu yapılanmanın bir etkisi olarak düşünebiliriz ve ona •yapıcı şüphe» adını veririz. Yeniden İmanın Rolü Gençlikte duyulan şüphe, genellikle insanı araş­ tırma ve incelemeye sevkeder. Bu dönemde insanın, gençlik-öncesi kendisine öğretilen şeyleri terketmeyi ve bir çok alanda olduğu gibi, bu alanda da kendi ayakları üzerinde durmayı istediği söylenebilir. Bu dönemde insan bağımsız olmak ve artık bir çocuk olmadığını göstermek ister. Bu nedenle, bu şüphe, bir çeşit imanla birlikte var olur; bu da kendisine olan imandır, kendi ayakları üstünde durmaya duyulan ve kendisini anlayabileceğini görmek isteyen bir imandır. Gençlikte duyulan şüpheyle, kendimizi yeni bir dünyayla, bilinmez şeylerin sınırsız dünyasıyla yüz

19

yüze buluruz. Bu dönemde, bilmeye duyulan arzu artar ve kendi tanıma, araştırma ve inceleme gücümüze güvenerek, bu bilinmeyen şeyler hakkında daha saf ve daha güvenilir bilgiler elde edebileceğimiz düşüncesiyle, büy.ük bir ümitle ve genellikle imanla araştırmaya, incelemeye koyuluruz. Eğer gençlikte duyulan şüpheyi, keşfetmeyle ilgili olarak olumlu bir arzu ve araştırmaya dair bir heves takip etmezse, buna yapıcı denemez. Bu durumda herşeye güvenimiz sarsılacaktır ve sıkıcı bir şüp­ he duymamıza neden olacaktır. Bu nedenle iman. gençliğin önemli dönemi boyunca olumlu bir role sahiptir. Bilimsel ve endüstriyel ilerleme, normalde, sürekli araştırmalar yapan ve bir keşfi, yüzlerce kez test ve denemeden geçirenlerin yaygın çabalarının sonucudur. Bazen, geçerliliğini ya da zihinlerine gelen yeni bilimsel ve endüstriyel bir düşünceyi kesinleştirmek için, aynı testi birçok kez tekrar ederler. Bazı bilim adamlarını yakından gözlemleyebilir ve nekadar adanmışlık içinde ve hevesle işlerini yaptıkla­ rının; imanın parıltısıyla, çalışmalarında ve bilimsel araştırmalarında yüzlerinin nasıl parladığının farkına varabiliriz. Bu hazzın, sevincin ve imanın zevkini tecrübe edebilmemiz de mümkündür.

Yapıcı iman

Biz, yapıcı olan ve etkili bir biçimde eyleme yol açan imandan bahsediyoruz; hayata kesin bir yön vermeksizin sıkıntı zamanlarında ümiti canlı tutan bir imandan değil. Bu sonuncu iman insan hayatında bazı değerlere

20

sahip olsa da, onun kötü etkileri gözden kaçırılamaz. Bu imanın yarar ve zararları konusundaki düşüncele­ rimlzl söylemeyi başka bir yere erteliyoruz. Burada, Kur'an'ın, bu imanı, Allah'a imana istinaden insanlı­ ğın saadeti için yeterli görmediğini söylemek yeterlidir. Kur;an'da onlarca ayet, kesin bir biçimde, insanın kurtuluşunun, amacı uygun olan eylemlerle birleşen imana dayalı olduğundan bahseder. Bakara suresinin 82. ve 277. ayetleri, buna örnek olarak gösterileblllr. Yunus suresi 22. ayeti, Ankebut suresi 65. ayeti ve Lokman suresi 32. ayeti olağan hayatlarında Allah'a fazla yönelmeyen, sapıklığın her çeşidine batmış olan ve Allah'ı yalnızca sıkıntı ve dert zamanlarında hatırlayanları şiddetli bir biçimde eleştirir. Bir kaç yerde Kur'an, ameli, imanın mihenk taşı olarak tanımlar. Abartılı iddialarda bulunanlar.fakat kritik anlarda fedakarlıktan kaçınanlara işaret ederek, Kur'an şöyle buyurur:

•insanlar yalnız 'inanchk' dernekle, hiç sınanma­ dan

bıralnlacaldannı mı

sandllar?• (Ankebut: 2).

Sınırsız Özgürlük, Bir ideolojiye inançla Bağdaşmaz Yapııcı ve olumlu iman, doğal olarak, belirli yasaklar ve sınırlandırmalar yaratır. Toplumda her ideoloji, kendisine inananlara, çevresinde toplananlara karşı kendi kurallarını koyar. Hiçbir sistemi kabul etmeyen nihilistler bile, belirli norm ve kuralları kabul etmek zorundadır. Geleneksel hayat tarzına karşı kulOpler oluşturan gruplar, bir kimseye, normal stan-

21

dartlara uymaya, onları kabul_ etmeye izin vermezler, çünkü böyle birşeyin kendi sistemlerini aleyhlerine etkil~yeceklerini düşünürler. ·Sistemleri kabul etmeyen• bir sistem, belirli görevler oluşturuyorsa, yapıc~ bir ideolojinin hiçbir ahlaki ve yasal sınırlandırmalar barındırmaması nasıl beklenebilir? Toplumumuzun özgürlükçü kafa yapısına sahip kısmı, bilmelidir ki, sorumluluklardan kaçış, ne gerçeklikten kopmamaktır ne de gerçek özgürlükçü kafaya sahip olmak. Çocukluk dönemine ait iman, saflık ve berraklığı­ na rağmen, bir analiz sonucu oluşan bilinçlilikten ortaya çıkmadığı için, eksiktir. Çoğunlukla.çevreye gönülsüz bir tepki ve bunun bir çeşit yansımasıdır. Yetişkinliğin şüphelerinin karşısında, ze-mininin kaygan olmasının ve daha önce belirttiğimiz gibi ergenliğin hücumlarıyla biçimlenmesinin sebebi budur. Gerçek şudur ki, çocukluk döneminde, böyle basit ve saf bir imandan başka hiçbir şey beklenem~z. Fakat yetişkinlik ve onu izleyen dönemde, bilinçli bir imana; düşünme, çalışma ve derin analiz sonucu elde edilen bir imana sahip oluruz. Bilinçli bir imana sahip olmak, bireyden bireye değişir. Birçok insanda, yetişkinlik şüphesi, hayli basit ve sınırlı bir oranda etkilidir. Ancak çok az insan, yetişkinlikte sorulan soruların çoğundan etkilenir. Olgunluk çağlarında bile böyle insanların imanı, çocukluk döneminde sahip oldukları şeylerin az yada çok bir uzantısıdır. Sadece, zamanla derifıll''eşmiştir. Herhangi bir şekilde, buna bilinçli bir iman denemez. Böyle insanlar, iyi eğitim görmüş sınıflar arasında bile görülebilir. Kendi sahasında söz sahibi olsa da, birçok ünlü bilim adamı, kendisine çevresinden sağ­ lanan aynı doktrini ya da aynı siyasal ve toplumsal sistemi takip eder ve kendi durumu için gereken eleş-

22

tire! yaklaşıma sahip olamaz. lslam, bu tavrı uygun görmemektedir. Kur'an, sık sık, bizi düşünmeye ve mantıksal analizler yapmaya çağırmaktadır. Bir sistemi ya da doktrini kör gibi takip etmeyi eleştirmekte­ dir. Kur'an şöyle buyurmaktadır: ccHayır (ne bilgileri var, ne de kitapları). S3.dece; "Biz babalerımızı bu yol üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde gjdiyo,ruz," dediler. (Bütün delilleri bundan ibaret; körü körüne taklid). İşte böyle, senden önce de hangi memlekete uyarıcı gönderdiysek mutlaka onun varlıklıarı: "Biz babalarımızı bir yol üzerinde bulduk, biz de izlerine uyarız" dediler.» (Zuhruf; 22-23).

Yine şöyle buyurmaktadır: •Onlara: 'Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (itaate) gelin' dense, 'Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey _bize yeter!' derler. Babaları hiç bir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?• (Maide; 104). Bir doktrini benimseme sorunu konusunda Kur'an, imanın bilgiye ye tatmin edici bir Çalışmaya dayanması üzerinde durmaktadır. Eğer iman bilgiye dayanmazsa, hiçbir değeri yoktur ve gerçeğin aranması devam edecektir. Puta tapıcılığa karşı kesin mantıksal tezler ileri sürerken, Kur'an şöyle buyurmaktadır: ccOnların çoğu, zandan başka bir şeye uymuyor· lar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandirmaz. Muhakkak ki Allah, onların ne yaptıklarını bilir.» (Yunus; 36). Kur'ani bakış açısından insanın görevi, çocukluk . 23

döneminde ona ailesi tarafından kazandırılan düşün· celere ya da çevresinden edindiklerine bakmaksızın kendisine ve kendisini çevreleyen ·dünyaya ·dikkatlice bakması için öğrenim ve bilme yeteneğini geliştir­ mesi; hayattaki inançlarının, kişisel ve toplumsal davranışlarının temelini oluşturabilecek kesin bir sonuca ulaşana dek serin kanlı bir biçimde düşünmeye devam etmesidir.

Dünyaya Bakış

Böyle bir amacın ve hayat tarzının benimsenmebir kTmsenin dünyaya ve insanın rolüne doğrudan bağlıdır. Bu bakış, herhangi bir ideolojinin tasdik ettiği tek şey ve üstyapısı olduğundan, bir kimse onu seçmede dikkatli olmalı, bu konuda kendini beğen­ mişlikten ve yüzeysellikten kaçınmalıdır. si~

24

DERiN VE KESiN BiLGİ

Kur'an, insanın şadece kesin ve açık bir bilgiye sahip olacağı bir amacı takip etmesi konusunu vurgulamaktadır. aBilmediğin

bir

lak, göz ve gönül,

şeyin ardına düşme,

bunların

hepsi

~ndan

çünkü ku· sorumludur.•

Clsra: 36). Boyle bir bilgi, ikna edici ve açık deliller aracı· lığıyla elde edilir. •Bu hususta hiç bir deliliniz yok. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?• (Yunus; 68). •Bu, onların kuruntusudur. De ki: 'Doğru iseniz, delilinizi getirin.'• (Bakara: 111 ). Sezgi ve zan, Qöyle bir bilgiye yol göstennez. •Onların çoğu, zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbirşey kazandırmaz. Mu· haklcı3k ki Allah, onların ne yaptıklarını bilir.• (Yunus: 36). Kur'an'ın bakış açısından, zannın hiçbir değeri yoktur. Birçok ayette anlamsız ve kör bir eylem olarak tanımlanır. (Örneğin: En'am suresi; 148 ve Al-i lmran: 154).

25

Kur'an, zanna neden olan bir dizi etkeni anmakta ve onun yerine doğru ve tam bilgiyi koymaktadır. (1)

Temel

arzuların

izlenmesi

Kendi keyfine uyma, şehvet, tamah ve bencillik ve doğrunun bulunmasına engel olur-

doğru yargıya

lar. uEğer

sena cevap veremezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki All.ah, zalim kavmi doğru yola iletmez.» (Kasas; 50). (2)

Ataların

adetleri

«Hayır,

(ne bilgileri var, ne de kitapları).Sadece: bu yol üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde gidiyoruz' dediler. İşte böyle, senden önce de hangi memlekete uyarıcı gönderdiysek mutlaka onun varlıkları: 'Biz b:ıbalar1m121 bu yol üzerinde bulduk, biz de İzlerine uyarız' dediler.» (Zuhruf; 22-23). 'Biz

babalar.mızı

(3)

Büyük ve güçlü olana kör bir biçimde boyun eğme

«Ve dediler ki: 'Rabbimiz, biz beğlerimize ve bü· yüklerimize uyduk dıa bizi yoldan saptırdılar~» (Ahzab; 67). Aşağılık kompleksi bir insanı öyle büyüler, düşüncesini öyle etkiler ki insan kendisi için düşünme­ yi terkeder, süper güçlerin ve hatta ileri ülkelerin düşüncelerini, hayat tarzını ve alışkanlıklarını körcesine takip eder. Böyle bir insan, başkalarının gözüyle

26

görür, başkalarının kulaklarıyla işitir ve başkalarının beyniyle düşünür. Kur'an, güvenilir bilginin elde edilebildiği temel organlardan bazılarını anmıştır. Bunlar: işitici kulak.

Görücü göz. kalptir.

Anlayıcı

«Allah sizi .annelerinizin kammdan çıkardı(ğı zaman)' hiçbir şey bilmiyordunuz, size işitme (duyusu), gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.» (Nahl; 78). Başka

bir ayette de şöyle buyurulur: «Sonra onu düzeltti, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulak[lar), gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!» [Secde; 9) Bilgimizin ana kaynaklarindan biri deneyim, araş­ ve başkalarının düşüncelerini bilebileceğimiz bir yol olan işitmedir. Başka bireyler ve başka güvenilir kaynaklarından bir çok olay işitiriz. Bilgimizin başka bir ana kaynağı görme ve gözlemlemedir. Üçüncü kaynak ise içsel algılama ve idraktır. Görme, işitme ve içsel algılama yoluyla elde edilen bilgi, hala yüzeyseldir ve daha ileri b!r şekilde üzerinde çalışana, gözden geçirene, analiz edilene kadar küçük bir de·ğere sahiptir, Bu hammaddeler kalpte iş­ lenmelidir; öyle ki bilgi güvenilir ve değerli olabilsin, kabul edilmeye ve takip edilmeye uygun olabilsin. Kur'an'a göre, insanların olgunluğu bu yeteneklerin doğru kullanımına dayanır. Bu yetenekler uygun bir şekilde kullanılmazsa insanlar, hayvanların düzeyine düşer:

tırma

27

. •Andolsun, cehennem için de bir çok cin ve in· san yarattık ki kalpleri var,- fakat onlarla anlamazlari gözleri var, fakat onlarle görmezler; kulaklar1 var, fakat onlarla işitmezler. işte onlar hayvanlar gibidir, hat· ta daha da sapık ... Ve işte onlar gafillerdir.n (A'raf; 179).

Kalbin Temel ve

Yaygın

Rolü

yollarla kalbin rolünü tanımlar. düşünmek ve kavramak, kalbin bazı iş­ levlerinden~ir. Düşünmek, analiz etme, derleme, karşılaştırma ve değerlendirme için bilinen malumatları düzenlemek demektir. Bu süreç sonunda genel kurallar, prensipler elde edilir ve özgül durumlar için uy-

Kur'an, Tasarlamak,

çeşitli

gulanır.

Düşünüp

tasarlamak, asıl gerçekliğe giden yolu görünen olguların gizli yönlerine ulaşmak demektir. Duyularımızla bulduğumuz şeyler, sadece, nesnelerin halihazırdaki görüntülerinin yüzeysel bir yansımasıdır. Duyularımız ne doğrudan içsel gerçekliği ne de herhangi bir olayın nihai nedenini bulabilir. Duyularımız yoluyla, sadece algılanabilir ve gözlemlenebilir olanı bilebiliriz fakat onlar içsel gerçekliOe giden yol sayılabilmek için yeterli güce sahip değildirler. Ancak düşünmek, tasarlamak ve zihinsel olarak analiz etmek buna muktedirdir. Bu nedenle, bilimsel bilgi safdilliğe, tahmine ve varsayıya, yüzeysel yargı ve dar görüşe dayanmamalı­ dır. Doğru bir zihinsel analiz ve derin düşünmeye dayanmalidır; öyle ki sonuç açık, ikna edici, güvenilebilir ve takip edilmeye uygun olabilsin. bulmak

28

amacıyla

Düşünme

Kur'an, bir kaç yerde bizi, nesnelere dikkatli bir biçimde.tecessüsle bakmak ve onları derin düşünce ile dikkatli bir şekilde gözlemlem~k demek olan düşünceye çağırır. Şu ayetlere dikkatle bakalım: u'Göklerde ve yerde olanlara bakın' de.• (Yunus; 101). «De ki: 'Yeryüzünde gezin, bakın yaratmağa nasıl başladı.'» (Ankebut; 20). uDüşünün... bozgunculıarın sonu nasıl oldu?» (Araf; 86). «Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratıldı? Göğe, nasll yükseltildi. Dağlara, nasıl dikildi? Vere, nasıl ya· yılıp, döşendi?» (Gaşiye; 17-20). Görebiliriz ki tüm bu ayetlerde düşünme dikkatli, kesin ve ortaya çıkabilecek sorunlara cevap sağla­ yabilecek, karşılaşılacak zorlukları çözümleyebilecek derecede etkili olmalıdır. Derin düşünceye ve dikkatli bir analize eşlik etmelidir. Bu düşünme, tasarlama ve tefekkür, dünyanın tüm gerçekliklerine uygulanabilirdir ve herhangi bir özgül alana hapsedilmez. Kur'an, farklı alanlarda düşünmek için nasihat eder, örneğin şöyle buyurur: «Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerrinde yatarken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yar3tıhşı üzerinde düşünürler: 'Rabbimiz, bunu boş yere yeratmadın, sen· yücesin, bizi ateş azabından koru. Rabbimiz sen birini ateşe soktun mu, onu perişan etmişsindir, zalimlerin yardımcıları yoktur.'» (Al-i İmran; 191-192). Kur'an'da insanı, yararlı çalışmaya ve dünyanın geniş alanlarına araştırma yapmaya çağıran yüzlerce 29

benzer ayet vardır. Örneğin tarih konusunda şöyle buyurur: •Bu kıssayı anlat, belki düşünOrler.• (Araf; 176). Eski ulusların tarihte yükselişlerini ve çöküşleri­ ni, onların ilerleme ve gerileyişlerinin nedenlerinden ders alınmasını düşündüren başka ayetler de vardır: «Biz onlara, ufuklarda ve kel'.ldi canlarmda ayetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu, onl.ara iyice belli olsun.» (Fussilet; 53). Vahiy aracılığıyla bildirilen bilgi konusunda Kur'buyurur: •Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üze~ rinde kilitleri mi var?» (Muhammed; 24). an,

şöyle

Bilgi ve Bilim •bilgi» deneysel bilgiyle sı­ nırlandırılmıştır. Gerçekte bu konuda iki sözcük vardır. Birincisi; her türlü öğrenmeyi ve enformasyonu kapsayan •bilgi• dir. Diğeri de; münhasıran deneye ve tümevarıma dayanan bilgi anlamına gelen bilimdir. Bilginin, bilimsel bilgiyle sınırlandırılmasıyla, bir yanlışlık ortaya çıkmıştır. Denmektedir ki: Modern

kullanımda

(a) Bilgiye dayanmayan herhangi bir enformasyon küçük bir değere sahiptir ve bu nedenle ikna edici değildir. (b) Bilgi, deneysel bilgi demektir ve bu nedenle deney yoluyla edilmeyen herhangi bir bilgi, değer­ sizdir ve izlenmeye uygun değildir. Görülmektedir ki birinci cümledeki bilgi kelimesi, genel ve geniş anlamda kullanılmaktadır ve sonuç olarak bu cümle, üzerinde şüphe olmayan bir şey

30

hakkında bir anlam vermektedir. Bilgiye dayanmayan herhangi bir enformasyonun, küçük bir değere sahip olduğu doğrudur. Fakat ikinci cümledeki ·bilgi• kelimesi sınırlı bir anlama atfedilmekte ve bu anlamda kullanılmaktadır. Sonuç güvenilir ve değerli bilginin, sadece deneysel bilgi olduğunu söyleyen kimselerin bulunduğudur. Bu kimseler o kadar ileri gitmişlerdir ki, var olduklarına inanmaları için cerrahi operasyonlar aracılığıyla insanın ruhunu aydınlatmak ve bir uzay yolculuğu sırasında Allah'la karşılaşmak istemektedirler1. Başka

Bir Yanhşhk

da sınırlı bir anlamda kulgördük. Bu yanlışlık başka bir yanlışlığa da neden olmaktadır. · Denilmektedir ki sadece deneysel bilgi güvenilir olduğundan, bir gerçek, yalnızca gözlem ve deney yoluyla kanıtlanabilir. Ve bu nedenle gözlem ve matematiksel hesaplamaya konu olmayan herhangi bir şe­ yin gerçekliği yoktur. Buradan, gerçekliğin yalnızca, deney yoluyla kurulan bir şey olduğu, laboratuvarda test edilemeyen maddi-olmayan şeylerin açıkça, hiç bir gerçekliği olmadığı ve zihin tarafından tasavvur edilen bir fikir ya da nasyondan başka bir şey olmadıkları çıkarsanabilir. Bu düzlemde, daha da ileri gidilerek realizmin, bir gerçeklik olarak yalnızca maddeyle ilgilenen bir felsefe, idealizmin ise dünyaya maddi olmayan şeylerle yaklaşan bir felsefe olduğu söylenebilir. Doğanın mantığı bize idealizmden öte Bilgi

sözcüğünün nasıl

lanıldığını

(1)

Burada, uzaya ilk çıkan insan olan Yuri Gagarin'in «Uzaya gittim, orada Allah'la falan karşılaşmadım» sözüne gönderme vardır. (Ç. N.)

31

realizme öncelik vermeyi gerektirdiğinden, dünyaya materyalist yaklaşım, ilahi yaklaşıma tercih edilir ... Hayali düşüncenin ne kadar da açık bir uçuşudur bul Eğer yukarıdaki tezi dikkatli bir şekilde düşünürsek, kolay bir şekilde bunun bilim dışı olduğunu görebiliriz. Gerçekte yanlışlıktan başka bir şey değildir bu. Realizmi ve idealizmi sırası ile realistik düşünce ve idealist düşünce olarak ele alırsak, birincisinin ikincisi üzerinde önceliği olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat gerçekliğin alanının ne olduğunun ve kime realist denebileceğini görmemiz gereklidir. Nesnel gerçeklik, gerçekte var olan şeydir. Maddi ya da maddi-olmayan bir şey olabilir. Var olan bir şeyin maddi olması zorunlu değildir. Aynı şekilde, bilgiye dayanan her şeyin laboratuvarda gözlemlenebilir olması da zorunlu değildir. Bu nedenle ilahi gerçeklik, ister maddi olsun ister maddi-olmayan, gerçekliğe inanmaktir, sadece kavramsal nasyonlara ve !mgesel düşüncelere inanmak demek değildir. Dünyaya ilahi yaklaşımın gerekliliğine inananlar, vukuf ve bilgi yoluyla kesin gerçekliğe ulaşılacağı,nı iddia ederler. Onu bulurlar, fakat yalnızca algılamazlar. Bu, ne yazık ki yanlış sunulan ve yanlış yorumlanan, tartışılmaz bir gerçektir. İslam doğru anlaşılması gereken genel bir dünya anlayışına sahiptir, zira bu anlaşılmaksızın diğer birçok doktrine! ve pratik alanlardaki İslami öğretile­ ri anlamak imkansız olacaktır. lslami bakış açısından dünya, Tek, Kadir ve Alim olan Allah'ın iradesi aracılığıyla sahip olduğu ve sahip olmaya devam ettiği çok çeşitli fakat birbirine bağımlı gerçekliklerin bir toplamıdır. Dünya, sürekli olarak değişmekte ve hareket etmektedir. Bu, iyiliğe ve inayete dayanan tedrici bir mükemmellik yönünde

32

her varlığın kendisine uygun olan mükemmelliği kazandığı bir yön ve harekettir. Sonsuz IOtfun dışında Allah, evrimsel ilerleyişinde herşeyin, önceden planlanmasını ve Allah'ın ilham ettiği bir dizi kurallara dayanmasını dilemiştir. Kur'an, bu kanunlara •Sünnetullah• adını vermiştir. İslami bakış açısından insan, önemli bir olgudur ve kendi geleceğini belirleyen bir yaratıktır. Bunun için iki lütufla ödüllendirilmiştir: (1) Kendisi ve evren hakkında geniş ve artan bir bilgi sağlama yeteneği ve (2) İrade. -

Dünyaya İslami bakış açısı şöyle özetlenebilir. • Realizm Doğru düşünme • • Tevhid • Bil.inçli çabayla geleceği biçimlendirme • Düşünce ve deneyimle bilgi kazanımı • - Vahiy yoluyla bilginin alınması • Orta seviyeli, uzun ve hatta sürekli tepkiler de dahil kalıcı eylem ve tepki sistemlerı aracılığıyla · azami bilginin elde edilmesi. Böylece İslami bakış açısı, bilgi, özgürlük ve sorumluluktan oluşur. Bu ümit, iyimserlik ve bir amaca sahip olmanın bakış açısıdır. Bu noktaları daha da aydınlatmak için, onları bazı açılardan inceleyelim. Realizm Vurguladığımız gibi, İslami bakış açısına. göre ev-

ren sürekli

F.: 3

değişen

ve hareket eden çok

çeşitli

fakat

birbirlerine bağımlı gerçekliklerin bir toplamıdır. Allah'ın iradesiyle var olmuştur. lslam, insanın kendisini ve dünyayı tanırken bu gerçeği aklında tutması­ nı ister. insan evrenin tüm yönleri ve ilişkileriyle doğruluğunu kabul etmelidir. Bu kabul ediş düzeyinde, realizmin prensiplerine dair hiÇ bir istisna yoktur. Fakat insan, eylem düzeyinde realist olabilir mi? Bu düzeyde realizm, birbirinden ayrılması gereken iki yöne sahiptir. . Bazen denilmektedir ki insan, her zaman, ·realist ve pratik olmalıdır. Pratikten kasıt, bir kimsenin halihazırdaki gerçekliği kabul etmesi ve ona hiçbir zaman karşı koymaya çalışmamasıdır. İslam bu çeşit realizmi kabul etmemekte ve onun insanın konumu, görevi ve donatılmış olduğu yaratı­ cı gücüyle uyuşmadığını söylemektedir. Müslümanın, fiziksel ve sosyal çevresini sözde nedenlerle kolayca kabul etmeye hakkı yoktur. Duyarlı bir kişi gerçeklerin yanlışlığına kapılmaz.

Realizmin bir diğer yönü de insanın, kendisini ve çevresini geliştirmeye çaba harcarken aklının ve pratik gücünün sınırlarını hesaba katmasıdır. Potansiyelini harekete geçirmenin ve karşısına çıkan engelleri ortadan kaldırmanın ya da onların üstesinden gelmenin en iyi yolunu bulmalıdır insan. Bunu yaparken, her zaman, realist olmalı ve potansiyellerini abartmamalıdır. Eylem düzeyinde realizmin bu çeşidi, lslam tarafından onaylanmıştır. Ve realizmin bu türü kabul ediş düzeyindeki realizmin de bir parçasıdır. lslam göstermektedir ki insan, dünyanın gerçekliklerinin yalnızca bir bölümünü değiştirebilir, hepsini değil. Gerçeklikleri değiştirme gücü, bireyden bireye deği­ şir ve hayatın, toplumun değişik dönemlerinde farklı­ lıklar gösterir.

34

Doğru Düşünme

lslam insanın, hayatta doğru düşünmenin ve bilginin temel rolüne önem vermesi ve kurtuluşunun bunlara bağlı olduğunu farketmesi konusuna dikkat çekmektedir. Kur'an şöyle buyurmaktadır: ccTağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yö· nelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: Onliir ki, sö· zü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar AllBh'ın, kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklıselim sahibidirler.» (Zümer; 17-18). Daha bir çok ayette Kur'an, sık sık .. akleden•, ·hatırlayan .. , udüşünen•, uakıl sahibi· kimselere hitap etmekte ve doğru bir biçimde düşünmek, aklın önüne konmuş engellere takılmamak .için akıllı, duyarlı ve düşünceli olmalarını istemektedir. İslam, insanın aklını ve yaratıcı gücünü eyleme dökmesini, doğal ve toplumsal çevresinde zorunlu dönüşümlere yol açmasını ve yeni yararlı şeyler oluş­ turmasını istemektedir; öyle ki kendisi için olduğu kadar diğer insanlar için de, daha iyi ve nezih bir hayatı garanti etmek yolunda donanmış olsun ve doğru yolu varolan gerçekliklere tercih etmesin. ·su nedenle, lslam'ın nazarında, insanın var olan gerçekliklerden ziyade amaçlarına doğru meyletmesi gereklidir. lslam insanı lslam'ın dünyaya bakışının en ilginç yanı, insanla ve bu seçkin varlık hakkında Kur'an'ın görüşüyle ilgilidir. Kur'an'ın bakış açısından insan, doğal bir varlı~ değildir. Yani, diğer doğal nesneler gibi belirli ve değişmez bir yönü izlemek zorunda değildir.

35

Kendisini Yetiştirmiş ve Seçici Bir. ,Varhk Olarak insan Kur'an, insanı kendisini yetiştirme sorumluluğu· na sahip bir varlık olarak düşünür. Bu. konuda insan kutsal bir role sahiptir. insan, kısmen maddi bir var· lıktır, kısmen de kutsal bir varlık. Kur'an'ın tarif etti· ği şekliyle insan, balçıktan yaratılmıştır; fakat ona ilahi ruhtan da üflenmiştir. insanın varlığında iyi ve kötü birbirine karışmış bir halde bulunmaktadır ..Ken· di iradesini uygulama ve kendi yolunu seçme gücüyle donatılmıştır.

Kur'an

şöyle buyurmaktadır:

ccDoğrusu

biz insanı, halden hale geçirdiğimiz ka· rışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık. Biz ona yol gösterdik: (o) ya şükredici veya nankör olur.» (İnsan; 2·3). İnsan, diğer yaşayan varlıklardan daha fazla zeka yeteneğine sahiptir. Bilgi elde etme açısından, meleklerden bile ileridedir. Yaratılışın başlangıcında insana bilmediği şeyler öğretilmiştir:. Kur'an şöyle buyurmaktadır:

ccAdem'e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: 'Haydi doğru iseniz onların isimlerini bana söyledin' dedi. Dediler ki: 'Sen yücesin; bi· zim senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok~ tur. Şüphesiz sen bilensin, hakimsin.'» (Bakara; 3132). İnsan, bilgilenmeyle gücünü garanti altına aldığı geniş

bir alana sahip olmanın büyük avantajını elinde tutmaktadır. Arzularını tatmin edebilme gibi pratik bir yeteneğe de sahiptir. Aynı zamanda kendi yol

36

ve yönünü seçebilme yeteneğindedir. Bu nedenle onu diğer yaratıklardan üstün kıl­

dünyanın yaratıcısı, mıştır.

cAndolsun biz, Ademoğullerına çok ikram ettik, onlan kaıada ve denizde taşıdık. Onları güzel r1zıklar· la besledik va onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.~ Clsra; 70). BOyük Emanet Ahzab suresinin 72. ayeti, tek başına insanın üstün oluşuna yeten, büyük ve değerli bir emanet olarak ona verilen güçleri tarif etmektedir. Bunu yüklenebilecek tek yaratık odur. Bütün ihtişamlarına rağ­ men, gökler, yerler ve dağlar böyle bir sorumluluktan kaçınmışlardır. «Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara su11duk:

onu yüklenmekten kaçındılar, ondan korktukıır; onu insan yüklendi, çünkü o, çok zalim, çok cahildir.» (Ahzab; 72). insanın Kişiliği insanın kişiliği bu büyük emaneti yüklenmesine, yani kendi davranışlarının yolunu seçme yeteneğine bağlıdır. Onun mutluluğu, bu gücü en iyi bir şekilde değerlendirmesine dayanır. insan toplumu, sadece toplum içinde herkesin kendisi için düşünmek ve en iyisi olduğunu zannettiği hayat tarzını seçmek açı­ sından özgür olduğu için insan toplumudur. Bir kimse başkalarının ondan istediği gibi düşünür ve davranırsa, bu kimse artık bir insan değil, sadece. in-

37

san iradesine ve bağımsız bir kişiljğe sahip olmayan bir nesnedir. Eğer eylemleri başkalarınca belirleniyorsa, bu kimse ne kendi sorumluluğunu almıştır ne de kendi yolunu seçmiştir. Yüzyılımızın insanının modem mekanikleştirilmiş hayatın bir sonucu olarak acı çektiği en büyük ve en acı verici durum insanlığından mahrum olması ve karmaşık, büyük bir mekanik aygıtın bir dişlisi olmasıdır. Bir çok durumda işinin ekonomik değeri, maklnanınkinden daha azdır. Böyle aşağılayıcı bir duruma neden olan herşeyden daha. çok materyalist felsefedlr. Fakat sonunda yüklendiği emanet, maklnaların boyunduruğundan kurtarmak için çabalayan yüzyılımızın i11.sanını harekete geçirmektedir. Halihazırdaki yarı uyuşukluk yarı uyanıklık durumunda insan, insanlık itibarını kazanması için kendisine yardım edebilecek entellektüel ve toplumsal bir sistem beklemektedir.

İnsanın Özgürlüğü lslam'ın bakış açısına göre, insanı halihazırdaki kötü durumdan kurtaracak tek yol, egoizmini atması ve Allah'a ibadet etmesidir. Çabaları daha iyi yiyecek, giyinme ve cinsellikten yararlanmak için daha çok serbestlik üzerine yoğunlaşan veya gece gündüz debdebe ve servetini garanti altına almaya uğraşan bir kimse olarak sadece maddi zevklerini düşünen bir insan, hiç bir zaman özgür olamaz. Kolayca ayartılabilir ve önüne hoşlandığı zevkleri koyan kimselerin egemenliği altına girer. Fakat bir insan, herşey­ den çok Allah'ın hoşnutluğunu arayan, Allah'ı seven biriyse, arzularını kontrol altına alabilir ve onların kölesi olmaksızın, ltldalll bir şekilde arzularını tatmin

38

edebilir. Böyle bir insan, gerekirse, herşeyden daha değerli olan Allah'ın hoşnutluğu ıçın arzularından vazgeçebilir: Allah, ebedi dünyada daha iyi ve temiz bir yolla, fedakarlığı için onu nimetlendirecektir. Kur'an şöyle buyurur: «Kadınlardan, oğullıardan, kantarl :arca yığılmış altın ve gümüşten, salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü gösterildi. Bunlar, sadece dünya hayatının geçi·midir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır. De ki: 'Bunlardan daha iyisini size söyliyeyim mi? Allah'tan korkanlar için Rableri katında altlarından ır­ maklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rımsı vardır'. Allah kulları görür: 'Rabbimiz, biz inendık, bizim günahlarımızı bağış· la, bizi ateş azabından koru!' diyenleri, sabredenleri doğru olanları, gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için harcayanları ve seherde istiğfar edenleri.» (Al-i İmran; 14-17). inanan bir kimse· doğal olarak bu dünyadaki iyi şeyler kadar, öbür dünyadakilerle de ilgHenmektedir. Fakat onun için, Allah'ın hoşnutluğu herşeyin üstündedir. Kur'an şöyle buyurur: «oinısu Biz, sonmılulutu göklere, yere, dallara sun. muşuzdur da oıı1ar buna yilldemneJı:ten çekinmişler ve ondan korkup tltremlşlerdlr. Pek zalim ve çok cahD olan insan c;>nu yüldenmlştlr.• (Ahzab; 72). (1)

92

tiv ve güdüye sahiptir. Bu güdülerin bazıları maddi kaynaklardan ortaya çıkmaktadır, bazıları da ilahi ruhtan. Bu güdülere arzu, mizaç, doğal dürtü, eğilim veya heves adı verilebilir. Bu güdülerden önemli olan bazıları şunlardır:

. - Yiyecek, giyinme ve barınma ihtiyacına duyulan güdü, - Kendini savunma güdüsü, - Cinsel dürtü, - Estetik duygusu, - Mevki ve saygı kazanma dürtüsü, - Doğruyu arama ve ona bağlanma dürtüsü, - Bilgiye duyulan dürtü, - Adalet sevgisi, - Arkadaş ihtiyacı, - Mükemmellik arzusu ve onu bulmaya duyulan dürtü. Bu. gibi güdü ve dürtüler insanın iç doğasını ve bu nedenle geçici ve kazanılmış değildirler. Fakat yine de varlıkları, insanın onların tutsağı olması anlamına gelmez. Bu güdüler sadece bir çeşit dürtü ve ilgiye neden olurlar. Motive edici bir güç olarak iş görürler; fakat insanın elini kolunu bağ­ lamazlar. İnsan, onları izlemek ya da izlememek gücüne sahiptir. Bu güdüsel arzuları tatmin etmek veya sınırlandırmak, denetlemek ve yönlendirmek ya da değiştirmek, insanın gücü dahilindedir.

oluştururları

Bu güdüler, gerçekte insanın düşünce dayanan iradesi tarafından kontrol edilirler.

tarzına

(1) cSen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak vir.- (Rum; 30).

dine çe..

doğruca

93

(2)

Mizacın Değiştirilmesi

_ Hayli zor olduğu ve buyük bir çaba, bilinçlilik ve uzun bir uğraş gerektirdiği halde, mizacın değiştiril­ mesi önemlidir. Kolayca anlaşılabilir ki yukarıda adı geçen her bir güdü, bizatihi hayat için bir gerekliliktir.. Cinsel herhangi bir motiv olmasaydı, neslin sürmesi ve ailenin oluşumu için hiç bir motiv bulunmazdı.

Yemek için hiç bir güdü olmasaydı, insan bes~ lenme gereksinimlerini gidermede hiç bir adım atamazdı ve ölürdü. İnsanın saygı ve toplumsal bir konum kazanmak için hiç bir arzusu olmasaydı, gözden düşmeye ve utanca dayanamazdı. Bir konum ve toplumsal bir saygı elde etmek için duyulan arzu, bir kimseyi, yararlı çabalar harcamaya ve toplumsal görevlerini yerine getirmeye itebilir. Fakat bu arzu aşırıya kaçarsa, tüm motivlerin üstüne çıkar ve güç elde etme ve bir konum kazanma için düşkünlüğe dönüşebilir. Bu durumda insan güç putuna tapmaya başlar ve bir tiran olur. Başka bir ifadeyle, bu kimse adaletin, gerçekliğin v~ iyiliğin yüce değerlerini ayaklar altına alabilir1 • Bir dürtünün, eğer yeterince denetlenmezse ve normal sınırlarını aşmasına i~in verilirse, bir kimsenin üzerinde nasıl bir güce sahip olabileceğini gördük; fakat unutmamalıyız ki bu durumda dürtü, irade özgürlüğünü yanlış kullanarak, insanın kendisi için (1)

•İnsanlar arasında

(Sad; 26).

94

adaletle hükmet; keyfine uyma.•

yarattığıl bir put olur. au putu kıracak olan ve daha yüce eğilimlere yükselebilecek olan, bizzat insandır. Normal sınırlarını aşan bu dürtüleri denetleyebilir ve düzenleyebilir; öyle ki bir günaha sapmaktan kendisini kurtarabilsin.

«Kim tevbe eder ve iyi amel işlerse, o kurtulu· erenlerden olabilir.» (Kasas; 67). «Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi kö· tü heveslerden men ederse gidilecek yer cennettir.,, (Naziat; 40-41). «Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte on· lar umduklarına erenlerdir.» (Haşr; 9). şa

Güçlü bir biçimde eğilimlerdeki dengesizlikleri tasvip etmeyen ve problemin, yüce eğilimlere yükselmek için olumlu çabalar göstererek çözüleceğini gösteren daha bir çok ayet vardır. Kur'an, insanı her zaman, kendisini düzenlemek için çaba harcaması ve eğilimlerinin hepsine yön vermesi için sorumlu olarak düşünür; öyle ki bu eğilim­ lerin hiç biri sınırlarını aşmasın ve insanın doğasının diriliğini bozmasın.

(3)

DoğQI

ve

Coğrafi

Çevrenin Etkisi

İnsanın doğal ve coğrafi çevresinin, ruhsal ve duygusal hayatına hiç bir etkisi bulunmaması mümkün değildir. Şüphesiz ki sıcak iklim, tuzlu su ve dağ­ lı bölgelerin insan üzerindeki etkisi, soğuk iklim, tatlı su ve bataklık bölgelerininki gibi olmaz. Bu, tüm (1) «Ve eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet taddınrsak, mutlaka: «Kötülükler benden gitti• der, sevinir, övünür.• (Hud; 10).

95

bölgelerin insanlarının psişik durumlarının aynı olmaması demektir. Ancak bu değişik doğal ve fiziksel şartlar; belirli bir hayat tarzını kabul etmesi için bir insanı yönlendirecek bir atmosfer sağlasa da, onu belirli bir yönde davranmaya zorlamazlar. Hiç bir coğrafi bölge, insanı, kendisine saygısını kazanmaya ya da kaybetmeye, özgürlüğünü şavunmaya ya da boyun eğmesi için zorlamaya erdemli ya da erdemsiz olmaya zorlamaz. Tüm zorluklar ve istenmeyen şartlara rağmen, kendi yolunu bulabilen ve ruhsal doğasını güçlendirmek için, irade gücünü kullanabilen, insandır .

. (4) Rolü

Tarihsel, Toplumsal ve Ekonomik Etkenlerin _

Tarihsel etkenler, toplumsı;ıl atmosfer, ekonomik ilişkiler ve toplumsal şartlar da insanın eğilim­ lerine, motivlerine, bakış açısına ve hayat tarzına yön vermede temel bir rol oynarlar. Bazen bu etkenler, insanın özgürlük yolunda ve iradesinde engeller oluştururlar.

Fakat unutmamalıyız ki halihazırdaki şartlar, tedrici olarak bazı insanlar tarafından hazırlanmıştır. Diğer insanlar da özgürlük ve bilgi bayrağı altında, var olan kötü şartlara karşı savaşabilirler. Bu konu, İslami tarih kavramı incelenirken, daha detaylı bir şekilde tartışılacak.

(5)

İrade Özgürlüğünde Kural ve Düzenlemele·

rin Rolü İnsanın yönlendirilmesi ve değiştirilmesi

ken belirli :96

eğilimleri

ve güdüleri

olduğunu

gerebiliyoruz.

Doğal etkenler ve çevre koşulları onun seçımını ve hayat tarzını etkilediği için insan, çevresindekileri geliştirmek ve onları daha iyi bir duruma sokmak amacıyla değiştirmek için çabalamalıdır. Bu değişti;­ me ve geliştirmenin yer aldığı temelin prensip ve kuralları, insanın seçim ve iradesi sorununa bağlı en önemli konulardan birisidir.

İnsan hayatına nasıl yön vermelidir ve kendisini hangi yöne çevirmelidir? Neyi ve hangi temelde seçmelidir? Normal olarak modern demokrasi durumunda olduğu gibi, başkalarının kendi üzerine belirli prensipler empoze etmesine ve kendi isteğiyle bu prensipleri seçmesine, ardından da görünmez bir yöntemle yönlendirildiği yolu izlemeye izin verecek mi? Ya da; kendisine belirli düşünce okullarının ileri sürdüğü gibi maddi zorunluluk ve tarihsel dialektik kuramı temelinde ideolojik bir çatışmaya girmek ve bu süreçte daha başka zıtlıklara neden olarak, tarihin gelişmesini kuvvetlendirmek için izin verecek "? mı.

Veya, bir prensip olarak, insan önyargı taşıyan, prensiplerin tümünden özgürleştirebilir, kendinden önce var olan düşünceleri başından atabilir ve bir kimsenin kendi seçtiği prensiplerden başka prensip olmadığından dolayı, kendi prensiplerini ve kuralları­ nı yaratabilir mi? Ya da daha başka yollar var mı? Eğer varsa, onlar nelerdir? İslami bakış açısından, insan tüm böyle zorlamalardan özgür olarak yaratılmıştır. Önyargı taşıyan hiç bir prensip ve düşünce, insanı özgür irade ve seçme hürriyetinden mahrum etmesi için onun üzerine empoze edilemez.

F.: 7

97

insan kendisini doğru bir şekilde biçimlendirmesi geniş bilgisi ışığında toplumun hizmet edebilmesi için kurallarını ve prensiplerini bizatihi seçmelidir. Düşünme, anlama ve akletme konusunda ve aynı zamanda kaprislerden. mitlerden ve insanın çevresinden gelen ya da atalarından kalan yanlış sanılardan özgür olarak düşünme konusunda Kur'an'ın üzerinde durduğu tüm vurgular, gerçeği bulmak iÇin yolu temizl~meyi amaçlamaktadır.

(6)

İlahi Vahiy

Bilginin en önemli kaynaklarından ve düşünme­ nin alanlarından birisi, ilahi vahiydir. Kelime, karanlık ya da beyhude değildir. Allah'ın insana doğruyu bulması için yardım amacıyla bahşe_ttiği içsel yeteneklere ek olarak, ona rehberlik etmesi için peygamberler göndermiştir. Bu rehberlik, ne Allah'ın iradesinin cebri bir görevlendirmesi ne de insanın yaratıcı iradesini, örtbas edilmesi anlamı­ na gelir. Sadece bir çeşit tenbih ve ilahi yardımdır. Allah'ın lütuf ve merhametini gösterir. Bu rehberlik insanın görüş gücüne yardım eden bir ışık1:ır ve onun iradesini sınırlamaz. İnsan bu rehberliğe sarılarak ondan yararlanmalı. Ve bu amaç için, kendi bilgi ve görüş gücünü kullanmalıdır. Önce düşünmeli ve değerlendfrmeli, ardından seçimini yapmalıdır. Eğer gerçeği bulduktan sonra inançsızlıkta diretirse, yargılanmayı haketmektedir. Bu noktaları desteklemek için Kur'.an'da yeterince kanıt vardır. Bunlardan bazılarını zaten önceden aktarmıştık.

98

(7)

İnsanın Ksderini Kendi Eylemleri Belirler

İnsanın irade ve seçimine yön veren diğer bir etken de, eylemlerinin kaderini belirlemesi ve her bir eyleminin hemen ya da daha sonra bir tepkiye sahip olmasıdır. insanın geleceği, onun kendi eylemlerine bağlıdır.

Kur'an şöyle buyurur: .. insana çahşmasından başka bir şey yoktur.» (Necm; 39) •İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı.» (Rum; 41) Dünyanın

düzeninin bozulmasını önleyen insanların direnmeleridir. «Allah. insanların bir kısmiyle diğerlerini savma-saydı, dünya bozulurdu.» (Bakara; 251) Cennet ve Cehennem, bir sonucu ve yansımasıdır.

insanların

eylemlerinin

«işte yaptıklarınıza karşdık size miras verilen cennet budur.» (Zuhruf; 72) ccKim bir günah kazanır da suçu kendisini kuşat­ mış olursa, işte onlar, ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.» (Bakara; 81)

Gerçekte insanların eylemleri, mükemmel ve dikkatli bir biçimde korunmuştur. «Helbuki bütün işler tekrar Allıah'a döıldürülüp götürülecektir.» (Bakara; 21 O) Dünyada herşey iyi planlandığı ve mükemmel bir biçimde yönetildiği, hiç bir şey boş ve tesadüfi olmadığı için, insanların tüm eylemleri bir role ve yapıcı bir etkiye sahiptir. · 99

Bu görüş. bir insanın seçimini yaparken hayli dikkatli olmasını gerektirir. Tesadüfi ve dikkatsiz bir biçimde davranmamalıdır. Sadece doğru olanı seçmesi gerektiği de önemli bir konudur. Düzensizce bir karar almamalıdır: Endişeli ve vesveseli olmasının nedenidir bu. Belki de bir kimseyi dine yönelten şey,· bu Allah korkusudur1• (8)

İnsanm Çabalarının Aw..acı

Şimdi de insanın çabalarının amacını inceleyelim. Biliyoruz ki İslam belirli. amaçlar ve prensipler önerir ve insanı bunları kabul etmeye çağırır. Bu bizatihi, Allah'ın bir lütfudur. Fakat düşünerek kendi yolunu seçmesi gereken insandır.

Başarı

ve

Kurtuluş

Kur'an'a göre, insanın çabalarının amaçlarından birisi, başarı ve kurtuluş anlamına gelen felahı kazanmaktır.

Fellah, toprağı temizleyen, taİ'!m için onu hazır­ layan ve ürünün büyümesi ve gelişmesi için gerekli koşulların hepsini düzenleyen çiftçi demektir. . Aynı şekilde bir insan, doğasının tüm alan ve boyutlarında mükemmelliğine vesile olacak koşulları hazırlarsa, bencilliğin ve adi arzuların zincirlerinden kurtulacaktır. İstidat ve yeteneklerinden ·tamamıyla yararlanacak ve güdüleri sağlam bir temele sahip olacaktır. Böyle bir kimsenin felah bulduğu ve «kurtulduğu .. söylenebilir. ·Kur'an beyan etmektedir ki bu (1)

100

«Allah kullanın bu (azabı) ndan korkutuyor. Ey kulla. nm benden korkun.» (Zümer; 16).

kurtuluş,

kendini

arındırmaya 1 , doğal

dürtülerin

dö~

nüştürülmeslne2 , iyi amellere3 , yapıcı ve olumlu çabalara•, kötülüğe karşı direnmeye, iyiliği emretmeye, dindarlığa (piety)5 , çevrenin ıslah edilmesi, faziletin yayılmasına, bozulmanın

engellenmesine• ve bu gibi

şeylere bağlıdır.

(9)

İdealler ve Değerler

Evrimsel bir sıçramayla insan, ilgisini insan ve insanlığın hizmeti üzerinde yoğunlaştırarak, kendini unutup ideallere sarılmaya başlar. İdeallerinin gerçekleşmesi için insanın zevklerinden ve rahatından, konum ve servetinden feragat ettiği zaman yeni bir ev· re başlar. Bilirrı adamı, bir tirana hizmet etmek ya da ün «Doğrusu mutluluğa enidştir annan.» (A'la; 14). (2) Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar um. duk1arma erenlerdir.» (Haşr; 9). (3) •İbadet edin, ha)'ll" işleyin ki umduğunuza eresiniz.•

(1)

(Hace; 77). «Müminler saadete ennişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. On. lar zekatlannı verirler. Onlar, eşleri ve cariyeleri dı. şmda, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu b1inlar yerllemezler. Bu sınırlan aşmak isteyenler, iş. te bunlar aşın· gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve söz. lerini yerine getirirler. Namazlanna riayet ederler. İş. te onlar, temelli kalacaklan Firdevs cennetine varis olanlardır.» (Mü'minun; 1.11). (5) cEy tııananlar, sabredin, direnip üstün gelin. Cihad hazırlıkh, uyanık olun ve Ailah'tan korlam ki başarı. ya eresiniz.• (AI.i İmran; 200). (6) cİçlnlzden hayra çaiıran, iyiliği buyurup kötüHikten men'eden bir topluluk o1smı. İşte onlar kurtuluşa erenlentir.• (Al-i İmran; 104). (4)

101

kazanmak veya ödül kazanmak için değil, bilgi elde etmek ve insanlığa hizmet etmek için, yeni keşifler bulmaya çabalar. Samimi bir toplum bilimci, ödül ya da saygı elde etmek veya resmi ve mesleki başarı kazanmak için değil, insanlık ve hizmet için çaba harcar. Bir ideolojiye sahip olan bir kimse her türlü zorluk ve tehlikeyle karşı karşıya gelir ve bir ulusun kurtuluşu için fedakarlıkta bulunur. Böyle bir kimseye ne denir, bir ideal uğruna çabalaması nasıl yorumlanır? Çabaladığı şey ne toplumda ne de doğada bir gevşeklik olarak var olmadığı için ona idealist denir.,. se, bu yanlış değildir. Onu sadece zihninde bir ideal olarak algılar ve hayatının bir parçası yapar. Bu ideal, kf.'ndisi bir düşüce olmaktan çıkıp farkedilene ve tarihsel bir olgu ,olana kadar ona çabalarını devam ettirmek için sürükleyici bir güç sağlar. Her ideolojik çaba, bir gerçeklik olarak var olmayan fakat onu başarmak için fedakarlık yapılması gereken bir ideale sahip olmalıdır. Bu, hiç bir maddi zorlama kuramının açıklayamayacağı bir şeydir. Ne herhangi bir bilimsel standartla açıklanabilir, ne de herhangi bir maddi veya doğal kanun tarafından yorumlanabilir. Bu idealler, bir kimsenin kendisini adadığı ve uğruna fedakarlıkta bulunduğu yüce değerlerdir. •insani• değerlere gerçekten sahip bir kimse bulmak istl}'.orsan, kendisini fizyolojik ve biyolojik kanunların alanlarının ötesinde olan bu ideallere ve değerlere adamış bir kimse aramalısın.

(10)

Allah'ı

ve Hakikati Aramak

İslam, en yüce biçimiyle bu değerlerin Allah'da yoğunlaştığı ve müslüman olan bir kimsenin kendisi-

102

ni nihai mükemmelliğe bağladığı bir dindir. Tam bir inanca sahip olan bir kimse, gerçekte amacına doğru ilerlemektedir. Bu ıiihai mükemmellik saf bir gerçekliktir ve değerleri ve gücü oluşturan varlığın özüdür. Bu gerçek, maddenin ötesine ulaşamayan maddi bir düşünmeyle algılanamaz. İnsan söz konusu olunca, yönelişinin hiç bir amacı olmayacağı zorlama ve taciz biçiminde değil, fakat Allah'm davet ettiği ve hidayet verdiği bir biçimde mükemmeliyete doğru yönelişini başlatan ins~nın kendisidir. Amacına ulaşması için çaba harcamakla sorumlu olan, insandır. Nasıl da teşvik edici bir vaaddir bu? «Ey insan, muhakkak sen, Rabbine doğru çabalayıp durmaktasın, nihayet O'na varacaksın.» (İnşi­ kak; 6)

VAROLUŞCULUK AÇISINDAN İNSAN Varoluşculuk

ilgisini insan üzerinde yoğunlaştı­ ran önemli çağdaş felsefe okullarından birisi olduğu için, insan hakkında önceki kuramların ne söylediği ko.nusunda açık bir fikre ulaşmak amacıyla doktrinleri üzerinde çalışmalıyız. Bu amaçla düşünürlerinin bazılarının görüşlerini aktarmak ve ardından bunlar üzerine yorum yapmak istiyoruz: • ·İnsanın varlığı özünden önce gelir ve bu nedenle; birincisi, onunla ilgili olarak kişiliğinin ya da varlığının ortaya çıkışını öndeleyen hiç bir amaç, plan. ya da kader yoktur; ve ikincisi, özgür bireyler olarak irade düzeyinde özümüzü seçebilir ve değişti­ rebiliriz... (Jean Paul Sartre)

103

.. valnız olarak varolurum, karmaşayla karşıla­ ve endişeler gidip gelir. Varlığıma biçim veren budur. Tüm engellerin üstesinden gelen ve varlığıma değer sağlayan, kendimdir. Kendimden başkası bana tatmin veremez. Dünyayla ilişkilerimi kopardım. Kendi temelimle, yani kendin:ı olan yokluğumla savaştım. Dünya ve kendimin anlamı hakkında gerçeklik ihsan etmek benim görevimdir. Yalnız kendim bir karar alabilirim.• (Varoluşcu Felsefenin Prensipleri). •

şırım

• a'Hayal kırıklığı' söz konusu olduğunda, eylemlerimizi mümkün kılan, irademize ya da tüm olasılıklara dayalı olan şeyle kendimizi sınırlamamızdır. Herşeyle ilişkimizi keseriz ve hiç bir ümit gütmeyiz. Rene Descartes, 'dünyaya değil, kendine itaat et' derken, gerçekte o ümit beslemeden çalışmamız gerekHğirııi k·.~stediyordu.» (Sartre). •

«İnsan kavramı, endişe ve teşviğin karışımıy­

la aynı anlamdadır. Bir insan bir eylem yaptığında ve bu eyleme karar verdiğinde o, sadece kendisi hakkında karar vermiyor ve ne olacağını seçmiyordur, fakat tüm insanlık için geçerli olan bir karar veriyordur; o anda bu insan bütüncül ve geniş sorumluluk hissetmekten korunamaz.,, (Sartre).

e

«Bir saldırı emri veren bir kumandanın sorumbilenler, deminden beri sözünü ettiğimiz endişeyi iyi bilirler ... (Sartre) •Kötü niyet» ve •kendini aldatma» dan kaçınmak gerektiğiyle ilgili olarak, Sartre şöyle der: «İnsanoğlu özgür ve bağımsız olduğundan ve ahlaki standartlarını kendisi belirlediğinden, ne yapıla­ bilecegine dair sorulabilecek tek şey, kendi standart ve değerlerine bağlı olmaktır.• luluğunu

104

İnsanın özgür olduğu iddiası, ister istemez onun tanrıların

ya da kendi dışında hiç bir gücün elinde oyuncak olmadığı anlamına gelir. insan nihai özgürlüğe sahiptir, •Serbest• ve •bağımsız• dır, ·birbiriyle ilişki içinde• ya da ·birbirine bağımlı• değildir. Kı­ sacası, •insan, neyse odur•. Dostoyevski'nin ·Eğer Tanrı olmasaydı. herşey mümkün olurdu• sözünü aktararak, Sartre şöyle der: •Bu okulun başlama noktası budur. Eğer gerçekte Tanrı yoksa, herşey mümkündür. Sonuç olarak in· san, kendi içinde ya da kendi dışında bağlanacağı hiç bir şey bulamadığı için, kendisini yalnız hisseder. insan özgürlüğe mahkum edilmiştir. 'Mahkum edilmiştir' dedim, çünkü kendisini yaratmamıştır o. Yine de özgürdür ve dünyaya 'atıldığı' andc:n beri. tüm eylemleri için sorumludur.• Bu okulun insana lenenlerden kalkılarak 1)

ilişkin görüşleri,

aşağıdaki

gibi

yukanda söy-

sıralanabilir:

Kesin ve hazır bir öze sahip olan diğer dotersine insan, belirli bir öze sahip deOnun özü, K:endisini yaptığı şeydir.

ğal varlıkların ğildir.

2)

İnsan özgürdür ve seçme özgürlüğüae sahip-

3)

Hiç bir irade, prensip ya da kanun onun öz-

tir. gürlüğünü sınır•andıramaz.

4) Eylemlerinden sorumlu olan insanın kendisidir. Kaderi, yalnızca kişisel seçimine dayanır. İnsan, aynı Zamanda toplumsal çevresini oluşturmakla ve doğal çevresinde değişiklikler yapmakla da sorumludur; bu, kendisinin formüle ettiği prensipler temelinde olur.

105

Bu nedenden ötürü, her zaman kışkırtılır ve bir rehber ya da desteğe sahip olmadığın­ dan ve yaptığı şeyin kolay olmadığından kendisini huzursuz hisseder. 5)

dı_Şarıdan

6) İnsan yalnızdır ve herşeyden kopuktur. Yalkendisine dayandığından dolayı kendisini hayal kırıklığına uğramış hisseder. nızca

7) Onu •eylem» e sevkeden .huzursuzluk ve ya«hayal kırıklığı» bunaltı kendi ueylemD İnin sonucu olan herşey gibidir. Tanrı'ya inanmak konusunda, bu felsefe ister istemez ateizme ·ulaşıyor denemez. pıcı

Sartre

şöyle

der:

·İki çeşit varoluşcu vardır. Bir yandan, her ikisi

de katolik olan Ka-rl Jaspers ve Gabriel Marcel gibi Hıristiyan varoluşcular; diğer yandan Martin Heidegger ve benim gibi ateist varoluşcular. Bu iki çeşit kimselerde ortak olan tek şey, onların genel olarak insanın varlığının özünden önce olduğuna inanmalarıdır.•

Başka

bir yerde Sartre şöyle der: felsefede ateizm kavramı Yaratıcı'­ nın inkarı anlamını içermez. Sadece, bir Yaratıcı yoksa bile hiçbir şeyi_n bozulmayacağı anlamına gelir. İnsan, hiçbir şekilde bağlanacağı bir yolun olmadığı­ nı bulmalı ve bilmelidir.• •Varoluşcu

Yine

şöyle

der:

«Eğer varoluşcular Tanrı'nın

yokluğu düşünce­

sinden büyük bir şekilde rahatsız oluyorlarsa, bunun nedeni bu durumda algılanabilir bir Cennet'te •değer­ ler» bulma olasılıklarının tamamıyla yok olmasıdır. ·106

Üstelik, hiç bir bilinç her erdemi düşünecek kadar mükemmel ve sonsuz olmadığından, açık bir şekilde hi~ bir erdem yoktur. Erdemin kesin bir varlığa sahip olduğu ve her _zaman doğru bir şekilde yargılanabile­ ceği hiç bir yerde belirtilmemiştir.• Görüyoruz ki ateizme bağlı olan varoluşcular, insanın sadece onun üzerinde eylemlerini belirleyen harici bir •irade• olmadığı zaman kesin bir özgürlüğe sahip olabileceğini düşündüklerinden dolayı böyle bir yolu izlemektedirler. Bazen onlar açık bir şekilde şöyle derler: Her şe­ yin kaderini çizen ya da en azından herşeyi bilen bir Tanrı varsa, gelecekteki tüm olaylar ister istemez onun müdahalesiyle vuku bulacaktır. Bu nedenle, Yüce bir Yaratıcı'nın inkarı, insanın nihai özgürlüğünün mantıki ön-koşuludur.

Bu noktayı İslami ve varoluşcu bakış açılarının çözümlemesini yaparken analiz etme-

karşılaştırmalı

yi

düşünüyoruz.

İSLAM'IN BAKIŞ AÇISINA GÖRE İNSAN İnsan ve onun irade ve seçme hakkı ile ilgili olarak söylediklerimizi düşünürsek, kesin bir sonuca ulaşabiliriz. Bu_rada, sadece, kısaca· bazı prensiplere değineceğiz. Bunu yaparken, üzerinde durduğumuz sorunları aydınlatmak amacıyla varoluşcu felsefenin ana görüşlerine de değinmek istiyoruz: 1)

İnsanın Özü

İnsan fıtri bir öze sahiptir. Hem maddi hem de ruhi bir doğası vardır. Değişik eğilim ve güdüleri, de-

107

ğlşik yetenek ve arzuları vardır. Fakat kişisel çabası ve iradesi yoluyla bireysel özünü geliştirmek zorundadır. Eğilimlerl ve yetenekleri özünü geliştireceği ve ne olacağına karar vereceği bir zemin sağlar.

2)

İnsan Özgürlüğü ve İlahi Kader

İnsan özgür bir varliktır, fakat bu özgürlük

Allah dediği

tarafından verilmiştir. Bazı çağdaş

gibi

insanın

özgür

olması

ona

yazarların

için kaderi

çizilmiş·

tir. Hiç bir düşünce okulu, insanın bizatihi özgürlüğünü kendisine verdiğini iddia edemez. Hepsi de özgürlüğün kendisine dışarıdan verildiğini ve empoze edildiğini beyan ederler. Eğer durum buysa, öyleyse neden bunun Allah tarafından ihsan edildiğini ve ila· hi. bir hediye olduğunu kabul etmiyoruz1. Böyle bir inancın insariın özgürlüğünün ve özgür iradesinin reddedilmesi demek olan, önceden kaderinin çizilmesine yol açtığı söylenebilir. Biliyoruz ki dini bakış açısına göre, insan bakı·· mından eğer herhangi bir İlahi zorlama varsa, bu zorlama onun irade ve özgürlüğe sahip olmasıyla ilgilidir; ve eğer Allah tarafından kaderin tayin edilmesi varsa, bu, insanın seçimini bilinçlilikle ve özgürce uygulaması demektir. Bu nedenle ilahi irade, ister is· temez insanı kaderinin önceden belirlenmesine değil, onun özgürlüğüne işaret eder.

(1)

Biz, sorumluluğu göklere, yere, dağlara sun.. da onlu: bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise ODU yüklenmiştir.• (Ahzab; 72). •Doğnısu

muşuzdur

108

3)

Özgürlüğün Alanı ve Rehberliğin Rolü

Biliyoruz ki doğal dürtüler, ilahi rehberlik ve hatta r?evre şartları insanın seçimini ve özgürlüğünü etkilerler. Fakat bunların rolü zorunlu değildir. Sadece bi! eğilim yaratırlar ve eylem için yol açarlar. Bu eği­ limlere kesin bir biçim veren ve onları değiştiren, her zaman insanın kendi iradesidir. Gerçeğin ne olduğunu bulmak ve rehberlikten yararlanmak insanın görevidir. Daha önce ilahi vahyin aydınlatıcı, öğreti­ ci ve yardımcı bir rehberlik olduğunu söylemiştik. İla­ hi vahiy, insa~ı doğru yola sevkeden ilahi bir lütuftur.

4)

İnsanın

Bir Amacı Vardır ·

Daha önce, evrenin bir amaç olmadan, tesadüfi olarak yaratılmadığını belirttik. İnsan ve hayat da bir amaçsız düşünülemez. İnsan, varlığının tüm boyutlarında evrimsel bir süreç yaşaması ve kesin bir biçimde Nihai Mükemmellik'e ulaşması için yaratılmıŞtır (bunu da daha önce belirttik).

5)

İnsan Sorumludur

Kendisini ve çevresini oluŞturması için sorumlu olan insandır. Fakat kime karsı? Bazı düşünce okulları bu soruya hiç bir cevap vermezler, çünkü insanın ötesinde onu sorguya çeken hiç bir bilinçli otoritenin olmadığını düşünürler. Fakat İslam'da bir sorumluluk vardır ve bu sorumluluk Yüce ve Alim olan bir Yaratıcı'ya karşıdır. Yüce Kur'an şöyle buyurur:

•Mutlaka

yaptığınız şeylerden

sorufoıcaksınız.»

CNahl; 93).

109

•Allah'a andolsun ki siz, bu uydurduğunuz şey· lerden mutlaka sorulacaksınız.» (Nahl; 56). «Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekilecek· lerdir.n (Saffat; 24). •Allah, yaptığından sorulmaz, ama insanlar sorulurlar.» (Enbiya; 23). Böyle bir sorumluluk, büyük bir etki yaratabilir ve bir dürtü olarak çalışabilir. 6)

Uyamkhk ve

Endişe

lslami yollarla eğitim alan bir insan uyanıktır. bir ifadeyle kendisini endişeli ve huzursuz hisseder, çünkü doğru yolu seçmekle sorumludur. Kurtuluşu kendi saadeti ve toplumun saadeti için sorumluluk duyar. Her bir eylemi bir sonuç gerektirir. Bu nedenle bu endişe ve uyanıklık yapıcıdır, onun sorumluluğunu artırır ve seçimini etkiler. Diğer

7)

İnsen Yalnız Değildir

lslam'da insanın özgür iradesi olması, yalnız olve bütünüyle yalnızca kendisine dayanması gerektiği anlamına gelmez. ilahi koruma ve lütufla 10tuflanmıştır. Çaba sarfedip doğru yolu bulursa, Al1 lah'ın yardımına kavuşur • Allah onunladır. Herşeyin insanın elinde olduğunu söyleyebilirsiniz. Eğer Allah ile gerçekten ilişki kurarsa, doğru düşünmenin, bilgi· nln ve gücün kapıları ona açılır. duğu

cBiz yolumuzda cihad edenleri, elbette yollanmıza ile. tiriz.• (Ankebut; 69). (2) cBlz ona şahda,marmdan daha yaknuz.• (Kaf; 16). (3) cGevşemeyln, üzillmeyln, eğer inanıyorsanız mutlaka siz üstün geleceksiniz • (Al-i İmran; 139). (1)

110

8)

Kend5ne Bağımlılık, Korku ve Ümit

İslam belirli bir çeşit •Ümitsizliğin• farkındadır.

Bir kişi başkalarının amelleriAe güvenmemelidir.1 Aile, evlat ve zenginlik hiç kimseyi koruyamaz.2 Herkes, kendisine bağımlıdır ve yalnızca kendi amellerine güvenmelidir. Bu nedenle insanda, hem ümit ve hem de korku,3 hem arzu ve hem de kuşku vardır. Onun korkusu yanlış yapmak ve günah işlemek korkusudur. Onu engelleyecek ve hareketsiz bırakacak bir korku değildir. Ümidi, onu iyi amellere teşvik eder. Ne kibirli ve bencil, ne de tembel ve uyuşuk yapar.

DİALEKTİK MATERYALİZM AÇISINDAN İNSAN

Bu felsefi kurama göre, asıl öneme sahip olan toplumdur. insan sadece toplumun, doğayı yöneten dialektik kanunlardan ortaya çıkan gelişmenin kanunlarının bir parçası olarak da alınır. İnsanla ilgili olarak bu kuramın görüşlerini bilebilmek amacıyla doğa ve topluma ilişkin dialektik materyalizmin ana (1) «Onun yükünden hiçbir şey (alınıp) taşınmaz.• (Fatır; 18). . (2) .Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalp getiren (fayda görür.)• (Şuan\; 89). (3) «Kafir kavminden başkası Allah'm rahmetinden ümit kesmez.,. (Yusuf; 87). «Ey kullanm, bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksfnlz.• (Zuhnıf; 68). «Korkarak ve umarak Rabblerlne dua ederler.• (Secde; 16). dtabblerlne karşı saygıh olur ve en kötü hesaptan korkarlar.- (Rad; 21). ._

....

111

9) Bu kurama gOre; tarih bir diğerinin yerini alacak olan beş evreye ayrılır. Bunlar: a) İlkel sosyalizm, b) Kölelik, c) Feodalizm, dl Kapitalizm ve son olarak e) Komünizme yol açacak olan sosyalizm. Toplumda bir değişmeye neden olmada yerolü hakkında bu kuram şöyle der: Yeni toplumsal düşünceler ve yeni toplum kuramları, toplumun maddi hayatındaki bir değişme toplumda yeni görevler yarattığı zaman olur. Yeni düşünceler gelişince yeni görevlerin ortaya çıkmasını kolaylaştıran ve toplumun gelişmesini sağlayan bir güce dönüşür. Her değişme zıttı tarafından oluştu­ rulduğu için, toplum içindeki zıtlıklar yoğunlaştırıl­ malıdır. Öyle ki toplumun karşılaştığı problemlerin çözümü bulunabilsin. Var olan problemleri çözmeye yardım eden, yeni düşünce ve kurumların ortaya çık­ 10)

ni

düşüncelerin

masını sağlayan zıtlıklardır.

Bu Sorunlara İslam'ın Yaklaşımı İlk dört paragrafta ortaya atılan noktalarla ilgili olarak, İslam'ın yaklaşımını bu kitabın önceki bölümlerinde detaylı bir biçimde sunduk. Ancak, sürekliliği sağlamak amacıyla, burada yeniden onlara kısaca değineceğiz:

Evrende kesin bir uyum ve harmaninin var ve doğadaki her bir element ve olgunun birbirleriyle etkileşim içinde olduğu konusunda şüphe­ ye yer yoktur. Doğayı biçimlendiren elementlerin ve onu etkileyen tüm neden ve etkenlerin bilgisine sahip olmaksızın; aynı şekilde doğanın ilişkilerine ve 1)

olduğu

114

evrimsel eğilimlerine dair bilgiye sahip olmaksızın, herhangi basit bir doğal olgunun, kesin ve tam bir bilgisine sahip olma olasılığının olmamasının nedeni budur. 2) Tüm doğal olgular, sürekli ve kesintisiz bir biçimde hareket halindedir. Hiç bir maddi element ve hiç bir doğal olgu, statik ve durağan değildir. Değişme, evrim, büyüme, hayat ve ölüm; tüm bunlar, m~ddenin yönetildiği modellerdir. 3) Genelde bu hareket evrimsel ve ilerlemecidir. Amaçsal, iyi hesaplanmış ve iyi düzenlenmiştir. Genel olarak söylenirse, dünyanın. ve olgularının bu hareketinin net sonucu büyüme, gelişme, evrimsel olmayan etkenlere karşı koyma evrimsel süreç ve daha iyi bir gelişme için olumlu faktörlerin kullanımı­ dır.

4) Bu hareket ve bu dönüşüm, belirli' özelliklere sahiptir, madde ve doğa ile ilgili kanunlara dair belirli etkiler üretir. Bu kanunlar, tüm maddi nesneleri ve onların diğer olgularla ilişkilerini etkiler. Bu etki, çelişki ve çatışma biçiminde olabileceği gibi U">:um ve harmani biçiminde de olabilir, ya da basit bir varlığını ve ilgili olduğu nesnenin büyümesini koruma biçiminde olabilir. Bu kanunların ve ilişkilerin toplam özeti, ilahi yolu, yaratıcı tarafı ve Allah'ın iradesini oluşturur. Göreceğimiz gibi, bu ilahi yollar durmadan ve kesintisiz bir biçimde toplumda ve doğada işler. Şimdi, insan ve toplumla ilgili tartışmamızın ana özelliğine geldik. Bu konuda İslam'ın bakış açısı, aşa­ ğıdaki gibi özetlenebilir: 5)

insan, maddi ve doğal özelliklere sahip· ola-

1.15

rak, doğanın bir parçasıdır. Fakat öyJe bir evrim aşa­ ki ilahi ruh ve doğaüstO deöerlel""' le lütfedllmeye uygun hale gelmiştir. Sonuç olarak özgür irade, bilgi ve sorumluluk yeteneklerini kazanmıştır. Bu lütuflardan dolayı, ne maddi olguların esiridir, ne de genetik ilişkilerle sınırlanmıştır. Tersine, doğayı zaptetmeye, maddi ilişkilerde ve doğal olgularda değişiklikler yapmaya muktedirdir. masına ulaşmıştır

6) bir

insan, bildiğimiz gibi, toplumun

parçası olmasına rağmen,

Kişisel

bağımsız

bütünleyici bir varlıktır.

irade, özgürlük ve seçme hakkı olmayacağı derecede toplumun esiri değildir. Toplumdan ayrı olarak değerlendirilemeyeceği gibi, davranışları yalnızca toplum ve tarih tarafından da belirlenemez. 7) insanın tüm varlığı maddenin evriminin doğ­ rudan bir sonucu olmadığı için, zihni ve entellektüel hayatı, yalnızca maddeden ya da toplumun maddi ve genetik ilişkilerinden çıkarsanamaz. Bununla birlikte, doğal, coğrafi, fiziki şartlar ve toplumun ma~di iliş.. kileri onu etkilerler. 8) insanda var olan zıtlık, maddi arzulan ve ruhani dürtüleri (bu dünyanın. ötesinden gelen ilhamlar) arasındaki çatışmanın sonucudur. insan, özgürlük ve bilgiyle donandığı için, bu zıtlığı en iyi şekilde kullanmalı, bu dürtüleri değiştirmek için çabalamalı ve kendi evrimi, çevresini düzeltmesi, tarihi yapması ve onu ilerletmesi için onları kullanmalıdır. Dialektik materyalizmi tartışırken, bu okulun tarih kavramı üzerinde doğrudan tavrını yansıtan bellr1i görüşlerini sunduk. Bu nedenle, lslami tarih kavramı ve onu yapan ve ilerleten etkenler üzerinde durmak uygun olacaktır. Bu konuyu daha kaP.samlı bir biçimde tartışmayı düşünüyoruz. ' 116

İSLAMI

TARiH

ANLAYIŞI

Tarihsel değişmeler ve tarihi yapan faktörler konusunda lslami anlayışla bilgilenmek için, aşağıdaki konuları göz önünde tutmak gereklidir. Kur'an Tarihin . . Genel Seyrine Dikkati Çeker

Daha önceden doğal olgulardaki değişmelerin, kesin kurallar tarafından yönetildiğini, belirli neden ve etkenler tarafından ortaya çıkarıldığını görmüş­ tük. Kısaca, diyebiliriz ki doğa kesin yasalara sahiptir ve lslam bunların varlığı üzerinde sıkca durur. lslami bakış açısına göre toplumda da toplumsal değlşmelerfn meydana geldiği temel üzerinde yer alan modelleri oluşturan özgül yasalar vardır. Ulusların bliyüme ve çökmesi, güçlü ve zayıf olmaları, bir toplumun. sağlıklı ya da çöküntü içinde oluşu; tüm bunlar bir toplumu ve o toplumun diğer toplumlarla lltşkllerfnl yöneten yasalara bağlıdır. Bu nedenle tarihsel olaylar, temeli olmayan, tesadOfi olaylar değil­ dir. Doğada olduğu keder toplumda da herşey bir yasaya bağlıdır. Toplumsal yasalar ve örOntQler (modeller) kendiliğinden ya de herhangi bir içsel zorlamanın sonucu olarak oluşmazlar. Gerçekte, bu yasaların hepsi 117

yaratıcı

bir düzenlemenin ve •ilahi kanunlar• ın bir

parçasıdır. Aşağıda Kur'an'da geçen bir kaç yasa örneğine işaret

ediyoruz. (Bu alanda insanın iradesinin hangi rolü oynadığına bakalım.)

«Sizden önce, zulmettikleri ve peygamberleri kendilerine açık deliller getirdikleri halde inanmadık­ ları için nice nesilleri helak etmişizdir.• (Yunus; 13). •(O) ülkelerin halkı inanıp korunsalardı,- elbette yerden ve gökten üzerlerine bolluklar saçardık, fakat yalanladılıar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık.• (Araf; 96). Fatır suresi 43. ayette ve devamında Kur'an, peygamberlerin görevlerine ve doğruyu destekleyenlerin çabalarına ters davranan bencil ve kibirli kimselerden bahseder. Böyle kimseler güçlerini yaymak ve bencil amaçlarına ulaşmak için her çeşit adaletsizliğe başvurudar. Kur'an şöyle buyurur: ccYeryüzünde büyüklük taslama va tuzak kurma. Kötü tuzak ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allıah'ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah'ın kanununda bir sapma bulamazsın. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki kendilerinden öncekilerin sonunun -n2Sıl olduğu­ nu görsünler.» (Fatır; 43-44).

Al-i İmran 137-140. ayetlerde ise şöyle buyrulur: ccSizden önce de nice olıaylar gelip geçti. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün. Bu insanlara bir açıklama, korkanlara yol gösterme ve öğüttür. Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer ir.2nıyorsanız mutlaka siz üstün geleceksiniz. Eğer si· ze bir yara dokundu ise, topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler.-.. Onları biz inMnlar· arasında 118

çevirip duruyoruz. Allah inananlar1 ortaya çıkarsın, sizden şehidler edinsin diye. Allah zalimleri sevmez.» Birlikte

düşünüldüğünde

bir ulusun tarihinde neyin değişmeye yol açtığını gösteren bu ayetler, azim, iyi bir neden için fedakarlık, bencillikten ve vakur olmayan eylemlerde bulunmamanın nitelikleridir. Bu, her zaman halkın arasında yaygın olan normlardan bi· ridir. ·İsra• suresi 70-77. ayetlerden aşağıdaki prensip·

teri

çıkarıyoruz.

Uluslar ve topluluklar, birbirlerinden liderleriyle ve onlardan aldıkları rehberlikle ayrılırlar. Bir kimsenin ideolojik bir amaca bağlı olması gereklidir. Bir toplum ben"cil ve zararlı eylemleri sürdürmek ama· cıyla, çok çalışmaktan, özverili tavırlardan ve samimi liderlerinden uzaklaşırsa, uzun bir ömrü olmaz. Bu nedenle Kur'an şöyle buyurur: «(Bu) senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizin de kanunudur. Bizim kanunumuzd~ bir değişik· bulamazsın.» (İsra; 77) İsra suresinin 16. ayeti bir yer helak edileceği zaman, o yerde rahat içinde yaşayan kimselerin ahlaksızlık ve zararlı şeyler yapmaya düşkün olmaya başlayacaklarından bahseder. Ardından Allah bu kimselerin helak edilmesi için emir verir. Bu yer, helak edilecek ve insanları yok olacaktır.

Fecr suresi 6-14. ayetlerde Kur'an şöyle

huyu-

rur: «Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad'e. Yüksek sütunlarla dolu İrem'e, ki şehirler arasında onun eşi y..a· ratılmamıştı. Vadi'de kayaları oyarak ev yapan Se-

119

mud'a. Ve kazıklar sahibi Firavun'a. Bunlar ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbin onlarm yüzüne azap k1rbac1nı çarptı. Elbette Rabbin gözetleme yerindedir.» Bunlar, işaret ettiği

Kur'an'ın

tarihin genel seyri bir çok örnekten yalnızca bir

Arzular1n ve Duygular1n

hakkında kaçıdır.

Şiddetli Patlaması

insanın, hem ruhani hem de maddi bir doğası olduğunu

önceden görmüştük. Bir· çok dürtü v_e arzuya sahiptir. Bunları yönlendirmesi ve değiştirmesi için sorumludur. Kendi çıkarlarının peşine düşme, kendini abartm~. ahlaksızlık ve güce düşkünlük için tutkunun, bazen birey ve toplumu harap edebilecek derecede şiddetli bir biçimde patlak verebileceğini de az çok biliyoruz. Tüm tarih boyunca ve her çeşit ekonomik şart altında bu gibi eylemleri yapan kimseler, kendi bencil amaçlarını kazanmak, güçlerini ve otoritelerini yaymak ve diğerlerini sömürmek ve kendi kontrolleri altına almak için çalışırlar. Amaçlarını el· de etmek için güç, hileli yollar, tehdit, sapma ve zulüm kullanmaktan kaçınmazlar. insanları böl~rler ve onları uyuştururlar. İnsanlara, kendi baskıcı otorite· !erinin sürekliliğini devam ettirebilecek düşünceler ve bir hayat tarzı empoze edebilecekleri şartlar yara· tırlar.

Mitler, yanlış inançlar, tağuta tapınma, eski ve yeni tanrılar araya sokulur ve insanlar doğru düşün­ meden ve doğru yola yönelmekten alıkonur; böyleca. sömürmeleri için yol açılmış olur. Kur'an, helak edilmeyi ve böyle kimselerin tlranik ve baskıcı eylemlerini, tarihte sapma oluşturan değişmelerin nedeni olarak ele alır.

120

Bakara suresi 205. ayette görürüz ki; kendi çıka­ bir kimse iktidar olduğu zaman, ahlaksızlık yaratır, tarımı tahrip etmeyi ve katliamda bulunmayı dener. Maide suresi 62. ve izleyen ayetlerde Kur'an, klblrlerl ve gerçeği inkar etmeleri dolayısıyla günah iş­ lemeye ve haddi aşmaya, fitne çıkarmaya ve bozgunculuk yapmaya hazır olan kimselerden bahseder. rının peşinde koşan

Kasas suresi 4. ayet ve buyurur:

devamında

Kur'an

şöyle

•Firavun o yerde ululandı, halkım çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi zaylflatıyor, oğulları­ nı kesiyor, kadınlannı sağ bırakıyordu.• Zuhruf suresi 54. ayette ise Firavun

şöyle

ta-

nımlanır:

«Kavmini küçümsedi, onlarda ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.• NJsa suresi 27. ayette Allah «Şehvetine

düşmenizi

şöyle

buyurur:

uyanlar ise sizin büyük bir istiyor.»

sapıklığa

Bu ayetler, bir kör gibi kendi arzularının peşine ve doğru bir yola doğru yönlendirmek için çaba harcamayan kimselerin, ahlaksızlığa daldıklarını ve tarihte şanssız olaylara neden olduklarİnı gösteren ayetlerden bazılarıdır. düşen; onları değiştirmek

Zıtlıklar

Sorunu

lslami anlayışa göre, zıtlıklar tarihte değişmeye neden olma konusunda önemli bir rol oynarlar; fakat de(jlşmeye neden olan tek etl