İmkansız Yalnızca Bir Kelimedir
 9786055740184

Table of contents :
Cilt1.pdf
1 (1)
1 (2)
1 (3)
1 (4)
1 (5)
1 (6)
1 (7)
1 (8)
1 (9)
1 (10)
1 (11)
1 (12)
1 (13)
1 (14)
1 (15)
1 (16)
1 (17)
1 (18)
1 (19)
1 (20)
1 (21)
1 (22)
1 (23)
1 (24)
1 (25)
1 (26)
1 (27)
1 (28)
1 (29)
1 (30)
1 (31)
1 (32)
1 (33)
1 (34)
1 (35)
1 (36)
1 (37)
1 (38)
1 (39)
1 (40)
1 (41)
1 (42)
1 (43)
1 (44)
1 (45)
1 (46)
1 (47)
1 (48)
1 (49)
1 (50)
1 (51)
1 (52)
1 (53)
1 (54)
1 (55)
1 (56)
1 (57)
1 (58)
1 (59)
1 (60)
1 (61)
1 (62)
1 (63)
1 (64)
1 (65)
1 (66)
1 (67)
1 (68)
1 (69)
1 (70)
1 (71)
1 (72)
1 (73)
1 (74)
1 (75)
1 (76)
1 (77)
1 (78)
1 (79)
1 (80)
1 (81)
1 (82)
1 (83)
1 (84)
1 (85)
1 (86)
1 (87)
1 (88)
1 (89)
1 (90)
1 (91)
1 (92)
1 (93)
1 (94)
1 (95)
1 (96)
1 (97)
1 (98)
1 (99)
1 (100)
1 (101)
1 (102)
1 (103)
1 (104)
1 (105)
1 (106)
1 (107)
1 (108)
1 (109)
1 (110)
1 (111)
1 (112)
1 (113)
1 (114)
1 (115)
1 (116)
1 (117)
1 (118)
1 (119)
1 (120)
1 (121)
1 (122)
1 (123)
1 (124)
1 (125)
1 (126)
1 (127)
1 (128)
1 (129)
1 (130)
1 (131)
1 (132)
1 (133)
1 (134)
1 (135)
1 (136)
1 (137)
1 (138)
1 (139)
1 (140)
1 (141)
1 (142)
1 (143)
1 (144)
1 (145)
1 (146)
1 (147)
1 (148)
1 (149)
1 (150)
1 (151)
1 (152)
1 (153)
1 (154)
1 (155)
1 (156)
1 (157)
1 (158)
1 (159)
1 (160)
1 (161)
1 (162)
1 (163)
1 (164)
1 (165)
1 (166)
1 (167)
1 (168)
1 (169)
1 (170)
1 (171)
1 (172)
1 (173)
1 (174)
1 (175)
1 (176)
1 (177)
1 (178)
1 (179)
1 (180)
1 (181)
1 (182)
1 (183)
1 (184)
1 (185)
1 (186)
1 (187)
1 (188)
1 (189)
1 (190)
1 (191)
1 (192)
1 (193)
1 (194)
1 (195)
1 (196)
1 (197)
1 (198)
1 (199)
1 (200)
1 (201)
1 (202)
1 (203)
1 (204)
1 (205)
1 (206)
1 (207)
1 (208)
1 (209)
1 (210)
1 (211)
1 (212)
1 (213)
1 (214)
1 (215)
1 (216)
1 (217)
1 (218)
1 (219)
1 (220)
1 (221)
1 (222)
1 (223)
1 (224)
1 (225)
1 (226)
1 (227)
1 (228)
1 (229)
1 (230)
1 (231)
1 (232)
1 (233)
1 (234)
1 (235)
1 (236)
1 (237)
1 (238)
1 (239)
1 (240)
1 (241)
1 (242)
1 (243)
1 (244)
1 (245)
1 (246)
1 (247)
1 (248)
1 (249)
1 (250)
1 (251)
1 (252)
1 (253)
1 (254)
1 (255)
1 (256)
1 (257)
1 (258)
1 (259)
1 (260)
1 (261)
1 (262)
1 (263)
1 (264)
1 (265)
1 (266)
1 (267)
1 (268)
1 (269)
1 (270)
1 (271)
1 (272)
1 (273)
1 (274)
1 (275)
1 (276)
1 (277)
1 (278)
1 (279)
1 (280)
1 (281)
1 (282)
1 (283)
1 (284)
1 (285)
1 (286)
1 (287)
1 (288)
1 (289)
1 (290)
1 (291)
1 (292)
1 (293)
1 (294)
1 (295)
1 (296)
1 (297)
1 (298)
1 (299)
1 (300)
1 (301)
1 (302)
1 (303)
1 (304)
1 (305)
1 (306)
1 (307)
1 (308)
1 (309)
1 (310)
1 (311)
1 (312)
1 (313)
1 (314)
1 (315)
1 (316)
1 (317)
1 (318)
1 (319)
1 (320)
1 (321)
1 (322)
1 (323)
1 (324)
1 (325)
1 (326)
1 (327)
1 (328)
1 (329)
1 (330)
1 (331)
1 (332)
1 (333)
1 (334)
1 (335)
1 (336)
1 (337)
1 (338)
1 (339)
1 (340)
1 (341)
1 (342)
1 (343)
1 (344)
1 (345)
1 (346)
1 (347)
1 (348)
1 (349)
1 (350)
1 (351)
1 (352)
1 (353)
1 (354)
1 (355)
1 (356)
1 (357)
1 (358)
1 (359)
1 (360)
1 (361)
1 (362)
1 (363)
1 (364)
1 (365)
1 (366)
1 (367)
1 (368)
1 (369)
1 (370)
1 (371)
1 (372)
1 (373)
1 (374)
1 (375)
1 (376)
1 (377)
1 (378)
1 (379)
1 (380)
1 (381)
1 (382)
1 (383)
1 (384)

Citation preview

Bir zamanlar kendilerine Dans Eden Wu'lar denilen bir grup bilge şaman klanı yaşardı. Yüzyıllar boyunca danslanyla Yer ile Gök arasındaki dengenin korunma­ sını sağladılar. Tavsiyelerini dinleyen tüm hükümdarlann halkı barış ve mutluluk içinde yaşadı. Danslannı sürdür­ düklerl sürece evrenin ışığı yerden ve halklann üzerin­ den uzak kalmadı. Ne zaman danslannı bıraksalar o kudretli ışık dünyadan uzaklaştı...

Klan Yayınları

imkansız Yalnızca Bir Kelimedir Namık Ekin

© 2016, Klan Yayıncılık. Bu kitabın tüm yayın haklan Klan Yayıncılık'a aittir. Hiçbir surette yayıncının izni olmadan kullanılamaz. Yayıncının yazılı izni ile kaynak gösterilmek suretiyle kısa alıntılar yapılabilir.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 12325 Yazar Yayın Yönetmeni Editör Sayfa Düzeni Kapak Tasarımı Baskı Yayın Tarihi

Namık Ekin Hamdi Yüksektepe Cem Şen DBY Ajans Sercan Arslan Şenyıldız Matbaacılık Topkapı / lstanbul Tel: 0212 483 47 91 (Sertifika No: 11964) lstanbul, 2016

Kütüphane Bilgi Kartı (CiP)

Namık Ekin imkansız Yalnızca Bir Kelimedir 1. Anı 2. Biyografi lstanbul, Klan Yayınları, 2016, 13,5 x 21,0 cm 380 sayfa, ISBN: 978-605-5740-18-4

KLAN YAYINCIUK VE REKLAMCIUK LTD. şıi.

Narlıbahçe Sok. No: 19 Kat: 1 34112 Cağaloğlu - Fatih / lstanbul Tel.: +90 212 522 15 64 (3 hat) Faks: +90 212 522 15 85 www.klankitap.com • [email protected] l�., / klankitap

iMKANSIZ YALNIZCA BiR KELiMEDiR Efsanevi

SAT komandosu ve pek çok dünya rekorunun sahibi

NAMIK EKiN'in ANILARI

Bu kitaptaki hakiki olaylarda isimler, yer, zaman ve kronolojik tarihler kişilerin ve SAT taktiklerinin gizliliğinin korunması için değiştirilerek verilmiştir

İçindekiler

Önsöz: Teslim Olunacak İnsan• 7 SAT'ta Vedalaşmalar, Gözlerin Derinliklerine Bakılarak Yapılır• 13 Donanmaya Kaulıyorum• 31 SAT Nasıl Kuruldu? • 45 ABD'li SAT Hocalar Kursa Başlıyor • 49 SAT Kursu• 51 Cehennem Haftası (Hell Week) • 60 Cehennem Haftası• 61 SAT Lideri Olmak • 77 Eğitim Devam Ediyor• 79 İmkansız, Yalnızca Bir Kelimedir• 103 Lamia'yı Kurtanyoruz• 111 Noel Babayı Kurtaramadık• 125 Şahan Hocayı İnzivadan Çıkanyoruz• 145 Rus Savaş Gemilerinin Aluna SAT İşareti Yapışunyoruz• 157

SAT'lar SAS'lan Basıyor• 196 1967, Kıbns'a Çıkmaya Hazırlanıyoruz• 211 İstihbarat Okulu ve Amerika• 217 Aşkın Rütbesi Olmaz; Maria• 233 ABD'de ileri SAT Eğitimi: İlk Türk Batman'i, Yerden, Saatte 240 km Hızla Giden Uçağa Çekiliyor• 265 Sniper Oluyorum• 309 Judocunun Aşkı, Sonun Başı, Aşk Rütbe Dinlemez• 321 Savaşçı Ruhu• 332 Savaş, Ticaretten Daha Kolay; Nasıl Dolandınldım?• 352 Namık Ekin Kimdir?• 361 Namık Ekin'in Spor Hayan ve Rekorlan• 363 Namık Ekin'in ilkleri• 365 Namık Ekin'in Yapuğı Değişik Spor Branşlan• 369 Sonsöz• 379

6■

iMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Önsöz

Teslim Olunacak insan

N

amık Ekin ya da benim yıllardır kullanmayı tercih etti­ ğim şekilde "Namık Hoca", kitabı için önsöz yazmamı istediğinde buna uzun süre direndim. Direnmemin sebebi Namık Ekin gibi bir ismi değerlendirme yetkisinin bana ait olmadığına inanmamdı. Eski bir öğrencisi olarak kendisi hakkında söyleyebileceğim çok şey var elbette ama bunlar yeterli olmayacak. Namık Ekin, askeri alandan tutun farklı spor alanlarına, Dünya rekornnenliklerinden, tanıdığım eğit­ menler arasında pedagoji bilimine en hakim eğitmen olma­ sına kadar o kadar geniş yelpazede sıradışı ve üstün nite­ liklere sahip ki bu alanların her birinde hakkında bir şeyler söylenmeli. Oysa ben ne askerim, ne dünya rekortmeni ne de farklı spor alanlannda becerilerim var. O nedenle belki de onu yalnızca bir eğitmen olarak değerlendirmeliyim çünkü ben de bir eğitmenim: Namık Hoca'yı ilk tanıdığımda 17 yaşındaydım. Kendini Uzakdoğıı sporlarına adamış bir çocuk olarak, o yaşlardaki NAMIK EKİN

■7

her genç gibi ben de kendimi çok ciddiye alıyordum. Özel yeteneklerim olduğuna, gerekli eğitimle çok başarılı olaca­ ğıma inanıyordum. Namık Ekin'in spor salonunda, çoğun­ lukla asistanlarından eğitim alıp fiziksel becerilerimle dikkat çekmeye başladığımda asıl amacım en nihayetinde Namık Hoca'nın dikkatini çekmeyi başarabilmekti. Başardım da... Bu haşanın yeteneklerimle değil Namık Hoca'dan sağlam bir dayak yememle oldu. Bir gün asistanları ile müsabaka yapar­ ken ben de dövüşmeye gönüllü oldum ve gerçekten özel be­ cerilere sahip olmanın ne anlama geldiğini o müsabakada an­ ladım. Buna rağmen Namık Hoca kendimi kötü hissetmeme izin vermek bir yana özel ve önemli hissetmemi sağlayacak şekilde hareket etti. Ondan dayak yememi bir kayıp değil ce­ sarete sahip olmam olarak adlandırdı. Müsabaka sırasındaki yetersizliklerime odaklanmak yerine becerikli olduğum alan­ lan övdü. Sanki dövüşte kazanmışım gibi Dojo'daki (spor sa­ lonundaki) herkesin beni kutlamasını sağladı. Namık Hoca öyleydi; size kendinize güvenmenizi sağlar, ardından bu gü­ veni yine sizin faydanıza kullanırdı. Kendime ve ona derin bir güven duymamı sağladığında, bir gün ricamı kırmayarak bana cimnastik çalışurmaya baş­ ladı. Ters salto atmayı öğrettiği bir gün Judo dersinden yeni çıkmışuk. Bir eliyle belimdeki kuşağı kavradı ve net bir ta­ limat verdi: "Havaya sıçra, dizlerini başının hizasına kadar çek. Ardından başını hızla geriye at ve havada ters dönüp ayaklarının üzerine yere in. Ben seni tutuyorum." Namık Hoca'ya inanamaz gözlerle bakum. Bir eliyle ku­ şağımı tutmuştu. İyi ama beni tek eliyle nasıl kaldıracaku. Dahası benim tek seferde ters salto atmayı başarabileceğime nasıl inanıyordu? Yüzümdeki tereddütü görüp, "Seni tek elle kaldırabilirim," dedi.

8■

iMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Buna inanmasam da bir öğrenci, Hocasıyla daima saygılı konuşması gerektiği için, "Elbette Hocam," dedim. Namık Hoca, bir öğrencisi tarafından kandırılması müm­ kün olmayan eğitmenlerdendi. Ne yapn dersiniz? Evet! &ni tek koluyla havaya kaldırdı. Ardından gülümseyip, "Haydi şimdi dediğimi yap," dedi. Yapnm! Evet. Namık Hoca benim ne yapıp ne yapamaya­ cağımı benden daha iyi biliyordu. Bu deneyim sayesinde ar­ uk onun dediklerine sorgusuzca itaat eden, kendini tümüyle Hocasının ellerine bırakmış bir öğrenci olmuştum. Buna Ja­ pon Zen felsefesinde "Shoshin" yani, "biçim alabilen kalp/ zihin" denir. Arnk Namık Hoca'nın ellerinde biçim almaya hazır bir hamurdum ve kendisi mükemmel bir heykeltraşn. Kader benim için de eğitmenliği uygun görmüştü. Yıl­ lar sonra ben de Namık Hoca'nın öğretme becerilerine sahip olmayı umut eden bir eğitmen olarak eğitim vermeye başla­ dım. Benim alanım savaş sanatları ya da halk arasında yaygın olan şekliyle Uzakdoğu dövüş sporlan değildi. &nim alanını daha çok felsefe ve meditasyon uygulamalarıydı. O yıllardan birinde, çoktandır görüşemediğim Namık Hoca beni aradı ve yabancı bir spor grubuna eğitim vermek için kendisine yar­ dımcı olup olamayacağımı sordu. Ben de zevkle kendisine yardımcı olabileceğimi söyledim. Bir kaç hafta sonra şehir dışındaki bir spor kampında buluştuğumuzda Namık Hoca ilk akşam sporcuların odalarına yerleşmelerini denetledikten sonra hoşgeldin konuşması için bizleri açık havaya davet etti. Karşısındaki ayakta düzgün bir sırada bekleyen 30 ka­ dar sporcuya eğitimin ne demek olduğunu, nasıl eğitilecek­ lerini, ne yapmaları gerektiğin anlanrken, biz eğitmen grubu da Namık Hoca'nın arkasındaki banklarda oturuyorduk. Her NAMIK EKİN ■

9

zamanki gibi berrak bir sesle yapnğı konuşmasını dinlemeye daldığım bir sırada Namık Hoca bir anda, "Cem yere yat! 50 şınav çek!" diye bağırıverdi. Kendimi ne zaman yere atnğımı ve ne zaman akciğerlerimin izin verdiği kadar yüksek sesle bağınp sayarak şınavçektiğimi hanrlamıyorum. Namık Hoca ayağı ile sırrıma basıp, "Çok tembel ve beceriksizsin!" diye kükredi, "100 şınav çek!" Karşılık olarak 10 yıl önceki genç spor talebesinin psi­ kolojisiyle bağırdım: "Emredersiniz Hocam!" Namık hoca şnavl çekmemi 40'larda bir yerlerde durdurdu; daha fazla­ sına dayanamayacağımı biliyordu. Onunla yıllardır çalışma­ mama rağınen neyi yapıp neyi yapamayacağımın mükemmel bir şekilde farkındaydı. Beni örnek göstererek, karşısındaki 30 sporcuya nasıl davranmaları gerektiğini kelimelere baş­ vurmadan olabilecek en net şekilde anlatmışn. Bu, öğrenci­ nin anlamaması ihtimalini ortadan kaldıran tipik bir Namık Ekin dersiydi. O gün Namık hoca eğer bana uçurumdan atla dese at­ layacağımı fark ettim. Asla ölmeme izin vermezdi; asla yara­ nma olmayacak bir şey yapmamı emretmezdi. Bu ancak mü­ kemmel bir eğitmenin başarabileceği bir şeydi. Namık Hoca, gönüllü olarak teslim olacağınız bir insandı. Onun SAT ko­ mandolanm eğitme yöntemlerini okurken, yüzümde bir gü­ lümsemeyle aynı eğitimi bizlere de verdiğini fark ettim. Bu eğitimin temeli, birbirimize mutlak bir güven, pes etmemize asla izin vermeyen bir irade ve haşan için esnek bir zihne sa­ hip olmaktan oluşuyordu. İşte Namık Hoca'yı bir eğitmen olarak bu kadar mükem­ mel hale getiren şey buydu. Size duyduğu sevgiyi ve saygıyı gösterir, kendinize saygı duymanızı sağlar ve ardından siz­ den bir talepte bile bulunmadan mutlak güveninizi kazanırdı.

10 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Eğitmenliğindeki bu mükemmelliği askerlikten dünya rekorları kıran bir spor insanına kadar her alanda sergiledi­ ğine tanık oldum. İşte bu sebeple onu değerlendirmek be­ nim niteliklerimin ötesinde bir şey. Bana düşen sadece ona olan hayranlığımı ifade etmek. Elinizde, sıradışı bir insanın sıradışı öyküsü var. Kapıyı aralayın ve içeri adım aun; pişman olmayacaksınız. Cem Şen İstanbul, 2012

NAMIK EKiN

■ 11

SAT'ta Vedalaşmalar, Gözlerin Derinliklerine Bakılarak Yapılır

Buz gibi bir Şubat gecesi. Cl30 tipi kargo uçağının arka plat­ formundayız. Altimetreye 1 baknğırnda yerden 18000 feet yani yaklaşık 6 kilometre yüksekte olduğumuzu görüyorum. Dı­ şanda bir kar tipisi var... Hava soğuk ve ışığı yutacak kadar karanlık. Birazdan jump master (atlayıcı) yeşil ışıklanru ya­ kacak ve SAT arkadaşlanmla birlikte kendimizi, bizi yutmaya hazır bekleyen karanlık boşluğa bırakacağız. Saat gece 02:30 civanydı. Cengiz Topel Havaalanı'ndan kalkalı 48 dakika olmuştu. Pilot beni yanına çağırdığında, at­ layış sahasına az bir mesafe kaldığını hemen anladım. Yanına giderken, üniformalannı astıklan kısımda ceketini gördüm. Ceketinin üzerinde, Yılmaz Güney yazılı etiket şaşırmama neden oldu. Omuzundaki üç yıldızlı apolet bana karşım­ daki kişinin bir yüzbaşı olduğunu söylüyordu. Sonradan is­ minin yalnızca bir benzerlik olduğu ortaya çıkmışn. Zaten ancak öyle olabilirdi. 1

Altimetre: Yükseklikölçer

NAMIK EKİN ■

13

Tim komutanımız Yüzbaşı Tonguç Köni, uçağa binme­ mizden az önce, 8 kişilik SAT grubuna, Tim liderlerinin Baş­ çavuş Namık Ekin olduğunu bildirmişti. Pilot, yardımcı pi­ lot, telsizci ve timi-min önünde verdiği bir brifingden sonra bizi tek tek öpüp uğurladı. Hiçbirimiz, yakın ya da uzak ge­ leceğimizde bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk. Bilemez­ dik de zaten... O an birisi çıkıp da bana yıllar sonra Kl.M Hollanda Hava­ yollan ile Pan American Havayollan'nın Ortadoğu güvenlik müdürü olacağımı, dünya rekorları kıracağımı, askeri ve sivil pek çok operasyonda kötülük yuvalarına darbe vuran ekip­ leri yöneteceğimi söyleseydi herhalde güler geçerdim. Ope­ rasyondaki kaptan pilot Yılmaz Güney, yıllar sonra emekli olup THY'de öğretmen pilot olacaku. Oğlu Kıvanç Güney'i ise 10 yaşında bana Judo öğrenmeye getirecekti. O an bildiğim tek şey, hem benim hem de SAT arkadaş­ larımın üstlendiğimiz görevin sorumluluklarını, bedeli ne olursa olsun sonuna kadar yerine getireceğimizdi. Yılmaz Kaptan, uçuş tulumu içinde sert bir tavırla bana bir bakış atarken, "Komutanım atlayış sahasına ne kadar kaldı?" diye sordum. "Hocam, atlayış noktasına 4 dakika kaldı. Timine söyle son hazırlıklarını yapsınlar," diye talimat verdiğinde, hemen bir SAT komandosundan beklenen yanıu verdim: "Yüzbaşım. Biz SATlar uçağa bindiğimizden beri hazırız." Cock Pit'ten 1 dönüp timimin yanına gitmeye hazırlanır­ ken Yılmaz Kaptan arkamdan seslendi: "Hocam bir dakika!" 1

14 ■

Cock Pit: Pilot kabini.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELiMEDiR

Operasyonda bir şeyler yanlış mı gidiyor diye merakla­ narak arkamı döndüğümde Yılmaz Kaptan'ın yüzünde tu­ haf bir ifade vardı: "Hocam, biliyor musunuz? Siz SATlar, hepiniz manyak­ sınız!" dedi sen bir ifadeyle. "Niçin yüzbaşım?" diye sordum. Yılmaz Kaptan yüzünde halen aynı sen ifadeyle sura­ Uma baktı: "Şubat'ın 8'i. Karadenizin 18000 feet üzerindeyiz. Altı­ mızda hırçın dalgalarla sizi yutmaya hazır bir deniz var. Biraz­ dan kapı açılacak ve sen kar tipisinin içinde kendini boşluğa bırakacaksın. Bu fırunada paraşüt açacan, suya gireceksin, su alundan 2 mil yüzeceksin, sahile çıkıp karlarda sürüne­ ceksin, baskın, taarruz ve keşif yapacaksın. Ardından seni 60 feet derinlikte su altında bekleyen denizalunı bulacaksın ve bir sürü karmaşık işlemden sonra denizaluna girip olay mahallinden kaçacaksın. Bunları yapmaya kalkan adamlara 'manyak' değil de ne denir?" Yüzbaşımın sözlerine hafif bir tebessümle karşılık ver­ dim. Bu tebessümüm öyle olduğumuzu kabul ettiğim anla­ mına geli-yordu. "Biliyor musunuz yüzbaşım? Siz de yan manyak sayılır­ sınız," dediğimde bu kez gülme sırası ona gelmişti. "O nedenmiş?" diye sordu Yılmaz Kaptan. "Şubat ayındayız, dışarısı karanlık, bir kar fırunasının içinde uçuyoruz. Uçağınızın kapısı açık. Siz arka platformu açıp balık adam elbiseli silahlı SATlan buraya kadar getiri­ yorsunuz. Bu adamları, 18000 feet'ten kapkaranlık sulara an­ yorsunuz. Bu durumda, bu suça ortaklık eden siz havacı pi­ lotlar da yan manyak sayılırsınız," diye yanıt verdim. NAMIK EKİN

■ 15

Yılmaz Kapi:an, uçağın gürültüsünü bastıran bir kah­ kaha patlattı. Kaptan ile vedalaştıktan sonra timimin yanına geldim. Elimle techizat kontrolü yapmalan için işaret verdim. Kimisi drager'in I karnındaki oksijen devrelerini, kimisi sırtındaki paraşütlerini kontrol ediyordu. Kimisi ise su altında pozitif sephiye 2 içinde M16 3 silahlanmızın bulunduğu torbalanna şarjür ve coltlannı 4 yerleştirip biraz hava basarak su altında rahat yüzdürme pozisyonuna getiriyordu. Ml6 tüfeklerini, 1963 yılından beri ülkemizde kulla­ nan tek kuwet SAT birliği idi. O yıl, ABD bahriyesi, mayın arama tarama gemilerini bize verirken, bu silahlan da ge­ miye koymuştu. Zira Doğu Bloku'na karşı ileride olabilecek askeri harekatlarda ABD SAT'lan, Türk SAT'lanna çok güve­ niyor ve tehlikeli operasyonlarda beraber görev almak isti­ yordu. Bu nedenle, SAT, kuruluş amaçlanndan biri uyannca NATO çerçevesinde ortak bir işbirliği içinde, yıllarca Ameri­ kan SAT'lan ile birlikte birçok gizli ope-rasyonda yeralmıştır. Timim hazırlıklanm tamamladığında, Cl30 5 kargo ve indirme uçağının arka kapısı hidrolik güçle, çirkin, devasa bir ağız gibi yavaş yavaş açılırken yüzümüze çarpan keskin soğukta, alumızda süzülen kara bulutlan hayal meyal görü­ yorduk. Gresle yağlanmış kapının yanına geldiğimde aiti­ metrem 18200 feet gösteriyordu. Atlamaya 3 dakika kalmışu ve tüm adamlanmın bir an önce uçaktan atlayıp görevlerini 1 2 3

4 5

16 ■

Drager: Alman malı kapalı devre balık adam cihazı. Potizif sephiye: Yüzerliği olan, batmayan techizat. Ml6: ABD yapımı, en çok Vieınam Savaşı'nda kullarulan tüfek. Halen kullanılmaktadır. Colt: 11,43'lük, 45 kalibrelik tabanca. Cl30: Kargo ve indirme uçağı.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

tamamlama isteği ile kendilerine hakim olmaya çalışukla­ rını biliyordum. Üsteğmen Kanat Tamay, takım liderimizdi. Kendisi be­ nim öğrencim olduğu SAT kursunu bitireli iki sene kadar olmuştu. Bakıştık. Ne demek istediğimi hemen anladı. Bir SAT timinin üyeleri zamanla birbirlerini konuşmadan da an­ lar hale gelirler. Bizi hızlı ve ölümcül yapan şeylerden biri de budur. Tamay Üsteğmen, çocukları kaldınp atlayış plat­ formuna, benim yanıma getirdi. Birazdan soğuk ve karanlık boşlukla buluşacak, yalnızca içgüdülerimize güvenerek ka­ ranlığın bizi yutmasına izin verecektik. Atlama işareti verecek olan ışık hala sıcak bir kırmızıydı. Yeşil ışığı gördüğümüzde Yılmaz Kaptan ile vedalaşacaktık. SAT'ta vedalaşmalar, göz­ lerin derinliklerine bakılarak yapılırdı. Bir hafta öncesine kadar görevin ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Donanma Komutanlığı'nda yapılan brifing'de olay bize en önemli noktalarına kadar anlaulmıştı. Sözko­ nusu brifingde bir Amerikalı SAT binbaşısı da hazır bulun­ muştu. Karadeniz sahilindeki bir dağın içi oyularak mağara haline getirilmişti. NATO'ya ve Türk donanmasına ait askeri denizaltılar buraya girip ikmal yapacak, torpido alacak ve ta­ mir olacaklardı. İşte bizden bu mağaranın keşfinin ve baskı­ nının yapılması isteniyordu. Emirler netti: Kesinlikle çatışma olmayacaktı! Yakalanmayacaktık. Yakalansak bile konuşmaya­ caktık. En önemlisi de her zaman olduğu gibi düşman nereden geldiğimizi anlamadan dağdan ani inen bir sis gibi sinsi hü­ cum yapacak ve ardından geldiğimiz kadar esrarengiz bir şe­ kilde ortadan kaybolacaktık. Paraşütle atladıktan sonra suyun altından yüzerek sahile çıkacakuk. Dört kişi karlı arazide, çalılık ormanı kullanıp sa­ hil gerisindeki askeri üssün keşfini yapacaklardı. Ardından NAMIK EKİN

■ 17

suyun alundan, denizaltıların ikmal için girdikleri mağara­ lan keşfedeceklerdi. Görevlerini tamamladıktan sonra öbür dörtlü ile mendirek açıklarında buluşacaklardı. Bu cesur se­ kizli, 2 mil açıktan buz gibi Karadeniz'de suyun altında gece karanlığında yüzerek, kendilerini bekleyen S-2 denizalusım bulacaklardı. İlk dörtlü 60 feet derinlikte denizalunın üs­ tünavenesine girecek, sonra öbür dörtlünün gelmesini sağ­ layacaklardı. Ardından bölgeyi terk edecektik. Elbette şans hazırlıklı insanların yanında olsa da zaman zaman her şey planlandığı gibi gitmezdi. Zihnimden görevin aynnulannı son bir kez geçirirken uçağı terk et ışığı yandı. Sekizimiz birden jump master'a bi­ rer öpücük atıp kendimizi arka arkaya karanlık boşluğa bı­ rakuk. Hepimiz daha önceden yüzlerce kez gece soğuk su­ lara böyle atlayışlar yapmışuk. Fakat bu tip bir görev için ilk kez atlıyorduk. Soğuk hava yüzümüzü jilet gibi keserken, kollarımızı bedenimize birleştirip başımızı aşağıya yönlen­ direrek boşlukta birer atmaca gibi dalışa geçtik. Head Down dediğimiz bu dalış sırasında düşüş hızımız saatte 300 kilo­ metreye kadar çıkıyordu. Serbest düşüş anında ve dalış sırasında hepimiz birbiri­ mize yakın düşüyor ve birbirimizi kontrol ediyorduk. Belli bir irtifaya ulaştığımızda bu kez kollarımızı ve bacaklarımızı iki yana açıp düşüş hızımızı yavaşlatuk. Bu tipten gece techi­ zatlı, balık adam tüplü ve silahlı atladığınızda lasta'da 1 iken düşme hızınız saatte 240 kın'yi bulur. 1

18 ■

lasta: Kollar ve ayaklar kırık, vücut yere paralel olacak şekilde, havada paraşütü açmadan düşüş şekli. Kol ve ayaklan açıp gererek, yani sathınızı genişleterek düşüşü yavaşlatmakta kullanılır. Buna karşın düşüş hızı saatte 180-220 km'yi bulmaktadır.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Düşüş devam ederken, karanlık bulutlann arasından ge­ çip denizi ve sahil ışıklannı gördüğümde fosforlu altimetreme bakum: 3500 feet'i gösteriyordu. Ellerimi başımın üstüne iki kere koyup açarak ekibime paraşütümü açacağımı işaret et­ tim. Sağ göğsümde paraşütün hamesine (kolonuna) mon­ teli olan açma halkasını (Rip Cord: deklanşör) çekip para­ şütün açılışını bekledim. Canopy'yi, yani paraşütün tavanını kontrol etmek için başımı kaldırdığımda, bir anda sırumın ter bastığını ve omurgamın altlarından bir yerden başımın tepesine kadar yayılan adrenalin şokunu hissettim. Eyvah! diye sessiz bir çığlık atum içimden. Paracommand paraşü­ tümün iki cell'i (dokuz cell'li bölüm bölüm dikilmiş kısmın iki bölümü) katlanıp tam açılmamış ve beni hızla spiral yap­ tırarak döndürmeye başlamışu. Üzerimde 45 kilograma yakın ağırlık ile Karadeniz'in az­ gın sularına doğru, döne döne, büyük bir süratle düşüyor­ dum. Tıka basa dolu sırt çantam nedeniyle, bu hızda düşer­ ken hareket etmekte zorlanıyordum. Aklımı yere çakılmakta olduğum fikrinden uzaklaşunp iki elimle, omuz üstü ko­ lonlanndaki çabuk kurtulma mandallarına uzandım. Man­ dallan çektiğimde, katlanmış paraşüt bir anda sanki dev bir vantuz tarafından emilmiş gibi başımın üzerinde yukarıya doğru kayboluverdi. İçimi tuhaf bir duygu kapladı. Sanki az NAMIK EKİN

■ 19

önce bıraktığım paraşüt en yakın dostumdu ve ben onu kay­ betmiş, bilinmeyen bir yerde yapayalnız kalmış gibi oldum. Düşüşüm büyük bir hızla devam ediyordu. Denize yaklaşu­ ğımın farkındaydım; ya da denizin bana yaklaştığının. Üste­ lik 30 metreden düştüğünüzde bile sizi parçalayacak kadar acımasız olan bir denize. Çakılmadan önce fazla zamanımın kalmadığını biliyor­ dum. Hızla yedek paraşütün deklanşörünü çektim ve "Alla­ hım sen beni koru," diyerek yukanya baktığımda bedenime ikinci bir adrenalin dalgası yayıldı. Buz gibi soğuğa karşın terliyordum. Yedek paraşütüm de bana oyun oynamıştı. Yan bölümler yanın açılmıştı ve pırpır ederek açılmaya zorlanı­ yor ama bir türlü açılamıyordu. Artık düşüşte tehlike sını­ nnı çoktan geçmiştim. Umutsuz bir çabayla, bizlere yüzlerce kez öğretildiği gibi kolonlan çekip paraşüt iplerini (suspen­ sion line) yana doğru gererek yedek paraşütün tam açılma­ sını sağlamaya çalışıyordum. Derken bir anda, paraşütün içini hava dolduruverdi ve biraz önce attığım paraşütü çeken dev vakum bu kez beni çekmiş gibi oldu. Ani bir sarsıntı ile düşüş hızım yavaşladı. Derin bir oh çe-kerken bir yandan da kendi kendime, "Oğ­ lum Namık, yine dört ayak üstüne düştün!" dedim. Oysa sevinmem için henüz erken olduğunu o an bilmiyordum. Paraşüt tam olarak açılmıştı ve keyiften bağırmak isti­ yordum. Yukanda birilerinin beni koruduğunu biliyordum. Başımı kaldınp baktığımda gece karanlığında diğer arkadaş­ lanmı göremedim. Onlann paraşütü daha erken açıldığı için benden bir hayli yukandaydılar. Etraf simsiyahtı. Karanlı­ ğın içinde minik birer hayalet gibi uçuşan karlan görebili­ yordum. Karadeniz'in 750 feet (250 metre) üstünde aşağıya doğru süzülüyordum.

20 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Bu deniz kara! Hem de kap­ kara... Tıpkı benim gibi bir sürü SAT arkadaşımı yuttu yıllarca. Diğer arkadaşlarımın benim gösterdiğim çabanın farkında ol­ madan havada süzüldüklerini bili­ yordum. Biraz sonra buz gibi sulara daldığımda popomdaki terlemeden eser kalmamışu. Soğuğun yaratnğı şokla bir an için nefessiz kaldığımı hissettim. Yedek paraşütün hame­ sinden (kolonlarından) ve iplerinden kurtulup kafam dışa­ rıda, balık adam dalış cihazının hortumunu ağzıma alıp su altı maskemi taktım. Etrafıma baktığımda, arkadaşlarımın devasa birer kar tanesi gibi teker teker sulara gömüldükle­ rini gördüm. İçimi bir mutluluk kapladı. SAT'lar için gece, sahile yakın bir noktadan denize iniş yapmak, soğuk suyun alunda daha az üşümek ve sahil ge­ risinde daha enerjik olmak anlamına gelirdi. Arkadaşlarımı tam görememekle birlikte, sahile 600 metre mesafede, suya paletleri değer değmez paraşütlerinden kurtulduklarını umut ediyordum. Paraşütü bırakmamak demek, suyun alunda vü­ cuduna dolanan onlarca iple boğuşmak ve allah gösterme­ sin "ölmek" demektir. Arkadaşlarımı kontrol etmek için hızla yanlarına doğru yüzdüm. Beni görünce çok sevindiler. Sekizimiz birden su­ yun 5 metre alnnda toplanıp, işaretimle birlikte pusulalanmızı kullanarak, sekizli bir balık adam sürüsü gibi su altından sa­ hile doğru yüzmeye başladık. Bu tip atlayışlarda kapalı devre balık adam tüpü önde, paraşüt sırtta olduğu için eski atlayış­ lara göre daha rahat ediyorduk. Bununla birlikte, saf oksijen kullandığımız için su alunda, soğukta aşın efor harcamaktan NAMIK EKİN

■ 21

oksijen zehirlenmesine yakalanıp bilincinizi kaybederek, bo­ ğulup ölme tehlikesi vardı. Bu tehlike 60 feet'in aluna daldı­ ğımızda daha da aruyordu. Birçok tatbikat ve operasyonda, oksijen zehirlenmesi nedeniyle pekçok arkadaşımızı kaybet­ tik. Bu arkadaşlarımın arasında hiç unutamadıklarımdan bir tanesi de, astsubay Barbaros Denizsever'di. Göğsümüz dibe değdiğinde derinlik 5 metre idi. Fakat dalgalar sert bir şekilde sivri kayalara vuruyordu. Bu şekilde devam edersek, bizi de sivri kayalara vuracağını bildiğimden 90 derece sağa dönüp timimi sahile paralel bir şekilde kaya­ lar bitinceye kadar yüzdürdüm. Su alnnda çakıl taşlarını his­ settiğimizde, emniyetli plaj sahasına geldiğimizi anladık. SAT timim suyun iki metre alunda kümelenmiş bir şekilde beni beklerken, yüzeye çıkıp sahili gözetlemek istedim. Kıyıdan 15 metre sonra makilik orman alan başlıyordu. Nöbetçi veya vasıta olmadığına emin olduktan sonra yeniden SAT timimin yanına daldım. Hep beraber sahile 2 metre ka­ lana kadar su alundan yaklaşuk. Tekrar dinleyip gözlerken hepimiz paletlerimizi çıkarıp ağaçlık alana doğru birlikte koş­ mak için hazırlık yapıyorduk ki askeri cipe benzeyen bir ara­ banın ışıklarını gördük. Hepimiz aynı anda, kafalarımızı su­ yun aluna soktuk. Umanın bir çauşmaya gerek kalmaz diye geçirdim içimden. Emirler son derece netti: Çatışma olma­ yacak! İki dakika sonra kafalarımızı tekrar sudan çıkardığı­ mızda cip gitmişti. Birbirimize gözle işaret verip, hemen onbeş metre Her­ deki ağaçlık alana koşup saklandık. Dördümüz paletleri, tüp­ leri, maskeleri çalıların arasına saklarken yüzer torbalardaki kalın kar kamuflaj polarlanmızı giydik. Sökülü olan silahla­ rımızı monte edip kuşandık.

22 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Daha önce defalarca provasını yapuğımız gibi, Astsubay Hüsnü Çetin öncü, diğerleri ava nizamı alıp harekata başladık. Üsteğmen Kanat Tamay'ın ekibi, dalış cihazlarını yanla­ rında taşıyordu. Onlar denizalnlann girdiği mağaralara 600 metre yakınlıktaki tepenin kıyısından tekrar suya dalarak, suyun altından mağaraların içine girecekler ve kendilerine verilen görevi yapacaklardı. Görevimizi bitirdikten sonra hepimiz sabah saat 06:00'da sahile çıkuğımız yerde buluşacak, suya dalıp kaçacakuk. Bizi 2 mil açıkta bekleyecek olan 52 denizalusım bulup üstüvane­ den içeri girince, denizalnmız bizi emniyetli sulara kaçıracakn. Kıbrıs Çıkarması öncesi 12 Ada'nın uygun çıkarma alan­ larının keşfi için de aynı taktikleri kullanmışuk. Daha çabuk bilgi ve çıkarma haritalarının yapılması için denizalu emni­ yetli sahada gece su üstüne çıkmış ve bizi helikoptere teslim etmişti. Tüm SAT timi Mersin'e gelmiştik. Olası bir çıkarma ihtimaline karşı, 12 Ada'daki tüm mayınları, demir kazıkları, havaalanlarını, radarları, cephanelikleri tespit edip bunların haritasını çıkarmışuk. Fakat bu seferki görev daha zordu. Bir kere burası Ege denizi gibi sıcak değildi. Şubat ayında dakikalarca karların üzerinde sürünmek gerekiyordu. Bir SAT'ın karaya çıkması, bazen bir balığın karaya çıkması kadar zor olabilirdi. Yani işin ucunda ölme riski vardı. Tüm ferdi operasyon teknik ve taktiklerine uyarak, birli­ ğin sivri dikenli çitlerine kadar geldik. Astsubay Hüseyin Ma­ rangoz, çitlerde elektrik olmadığı işaretini verdi. Birlik uya­ nık davranarak, çitlerin içinde ve dışında çitlere 100 metre yakınlıktaki alanda, hiçbir yeşillik ağaç, çalı vs bırakma­ yıp açık ve görünür bir saha yaratmışu. Böylece açık alanda NAMIK EKİN

■ 23

hareket etmek zorunda kalacağımız için bizi yakalama şan­ sını elde etmişti. Gece çabuk hareket eden şeylerin rahat görüldüğünü bilen biz SAT'lar yılan sürünmesi veya esir kampından ka­ çış sürünmesi 1 dediğimiz yaklaşma şeklini seçip barakalann yanına kadar geldik. İstihbaraun bize verdiği haritadaki C Barakası'nın ka­ ranlık tarafına geldiğimizde barakadaki personelin uyudu­ ğunu gördük. Astsubay Naci Kıldıran uyku spreylerini ha­ zırlamışu bile. İçeri sessizce girip, spreyleri ağızlanna doğru yavaşça sıkuk. Hepsini REM uykusundan 2 sonraki derin uy­ kuya daldırdık. Dörtlü subay ve komuta yatakhanesine ge­ çip onlan da spreyle uyuttuk. Birlik nöbetçileri hala nöbet noktalannda etrafı gözlüyorlardı. Vazifelerini doğru yaptıklan söylenemezdi. Birliğin karargah evraklanna, radanna, cephaneliğine gereken ve bize söylenen işlemleri bitirince, çevre ışıklannın en az olduğu giriş noktasından sürünerek dışan çıkuk. Astsubay Erdoğan Saydam girdiğimiz teli tek­ rar onannca ormanın içinde saklanıp basuğımız birliği gözle inceledik. Uyanan ve dolaşan yoktu. Yalnız nöbet kulübele­ rinde uykulu dalgın nöbetçilerin silüetlerini skylight scope 3 ile izledik. Diğer dörtlü, tepenin yamacından suya girmiş, su alun­ dan denizalu mağaralanna girerek iki denizalunın uskurşaf­ tına 4 gerekeni yaparak satha çıkmıştı. Tabii ki nöbetçilere 1 2 3 4

24 ■

Esir kampından kaçış sürünmesi: Eller ve ayaklar bağlı iken yapılan, yavaş fakat emin bir sürünme biçimidir. RAM uykusu: Rapid Eye Movement. Uyuduktan birkaç saat sonra göz hareketlerinin artuğı rüya görülen uyku evresi. Skylight scope: Bir tür gece görüş dürbünü. Uskurşaft: Pervanenin kaplı olduğu şaft, mil.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

görünmeden ... Elektronik cihazlara müdahalelerini yapmış­ lar, tekrar suyun alundan sahile çıkuğımız yer olan buz gibi sularda yüzmeye başlamışlardı. Aynı sahile çıkttğımız yerde onların yalnız gözlerine kadar suyun yüzeyine çıkardıkları kafalarını görünce sevinçten neredeyse çığlık atacakttm. O güne kadar hiçbir öğrencimi ve arkadaşımı benimle beraber görevde kaybetmemiştim. Bu Kıbrıs'ta da böyle oldu. Gime'ye gizlice su alundan çıkan SAT timlerinde Gime Kalesi'ne yer­ leşene kadar bile tek bir şehit vermemiştik. Benim Bravo grubuma gelince... Dördümüz de kapalı devre Draeger oksijen cihazlarını göğsümüze takıp, etrafı göz­ leyip dinleyerek, hemen suda bizi bekleyen SUB Grubu'na 1 kauldık. Paletleri giyip, bizi 2 mil açıkta bekleyen S2 deni­ zalttmıza doğru beş metre derinlikten yüzmeye başladık. Denizaltı da bize doğru hareket ettiğinden bir mil yüzme­ miz yeterli olacaktı. Back azi-muth 2 açısı ile bir mil yüzdü­ ğümüzde denizalumızın mavi işaret fenerini su altında gö­ receğimizi biliyorduk. SAT'lar suyun altından bir mili 37 dakikada yüzecek şe­ kilde yetiştirilirler. Bu süre, soğuk suda, yorgun, aç, susuz ve techizatlı iken 50 dakikaya kadar çıkabilir. Dibin 550 metre derinlikte olduğunu hepimiz biliyorduk. 55 dakika yüzdüğü­ müz halde, denizalunın su alundaki mavi ışığını bulamadık. Timime paniklememesini ve sauha çıkmalarını işaret ettim. Birbirimizle el işaretleri yardımıyla iletişimde bulunarak ya denizalunın bulunduğu noktadan ileri yüzdüğümüze ya da denizaltının akıntı ile kayarak buluşma noktasından başka bir noktaya ilerlediğine karar verdik. 1 2

SUB grubu: Submarine. Denizalu grubu. Back Azimuth: Geliş açısının 180 derece zıtu.

NAMIK EKİN

■ 25

Denizalu personeli durumun farkına varmışu. Periskopu suyun 20 santimetre üstüne çıkarıp bize yerini belli etmek için mavi işaret çakıyordu. Bu ışığın düşman tarafından gö­ rülmesi imkansızdı. Zira biz açık deniz tarafındaydık. Tek­ rar suya dalıp yüzdüğümüzde, denizalunın yelkenindeki ko­ caman S2 yazısını gördük. Hepimizin içi sevinçle dolmuştu. Sekizimiz de denizalunın üzerine gerili olan ipe tutun­ duk. Camilius I bıçağımın demir sapı ile köprü üstüne 7 kere vurarak, denizaltının pervanelerini çalıştırabilecekleri işare­ tini verdim. Denizaltı pervanelerini çalıştırıp bizi kaçırmaya geçmişti. Bu şe-kilde hem kaçacak, hem düşman sahilinden uzaklaşıp üstüvane dediğimiz bir bölüme girip tazyikli hava valflerini açarak suyu boşaltacaktık. Su boşalınca, bastığımız yerde bir kapak daha açılacak ve denizaltına girip ekibin geri kalanı ile buluşacak ve görevimizin başarısını kutlayacaktık. 2. SUB grupla birlikte ben ve 5 SAT komandosu deni­ zaltına girmek için denizaltının güvertesine bağlı olan halata tutunup diğer 3 kişinin içeri girmesini bekledik. Üsteğmen Kanat Tamay ve ben, grupların içeri girme­ sine yardımcı olurken, denizaltı 3 mil süratle bizi operasyon bölgesinden kaçırmaya başladı. 60 feet, yani 20 metre de­ rinde su çok soğuk ve karanlıktı. Bir el sırtıma vurup, gece karanlığında bana denizaltının kıçını gösterip eliyle "kayıp var" işareti verince çok şaşırdım. Benim ekibimde, ben da­ hil 5 kişi olmamız gerekirken 4 kişiydik! Tekrar sayı m yaptığımda denizaltının üstüvanesinde 3 kişi ile ben ve diğerleri, toplam 8 kişi olmamız gerekir­ ken 7 kişi vardı. Zaman geçirmeden hemen geminin kıçına, 1

26 ■

C amilius: Bir tür bıçak. Özellikle ABD SAT'lan tarafında n çok kullanılmaktadır. Hem karada hem de denizde işe yaramaktadır.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

pervanelere doğru halatlara tutunarak gittim. İçimden "Alla­ hım ne olur bunu bana yaşatma!" diye dua ediyordum. Beni düşmandan gizleyen suyun karanlığı bu kez bir düşman gibi üzerime saldırıyor. Bu olmamalı! Olmamalı! İleride bir karalu gördüğümde midemin büzüştüğünü hissediyorum. Umanın bu tahmin ettiğim şey değildir diye geçiriyorum içimden. Oysa karşımdaki karalu ben ona yak­ laşırken, acımasız bir gerçeği görünür hale getiriyor. Mustafa Tosun'un söküp silahlarını ve techizaunı içine koyduğu yü­ zer çantası (floating bag) orada kendi başına yüzüyor. Fakat kendisi ortalıkta yok. Ondan sonra da bir daha hiç bulunamadı! Kimileri Rusya'da görevlendirildiği için operasyonda şehit süsü ve­ rildiğini söyledi, kimileri ise başka şeyler. Öyle ya Rusça ve Rumcayı bu kadar mükemmel konuşan, bunun için eğiti­ len bir insan niçin gizli bir görev için ortadan kaybolmasın. En azından bu duygu, Mustafa'nın şehit olduğu gerçeğinden daha rahatlaucıydı bizim için. Zaman zaman tehlikeli ope­ rasyonlarda, her şeyin bittiğini düşündüğümüz zamanlarda, sanki görünmez bir el bize yardım etmiş gibi olduğunda ak­ lıma, acaba Mustafa bize yardıma mı koştu diye düşünme­ den edemezdim. Denizalunın kıçüstüne sıkıca bağlı olan halata tutunarak, kıç üstünün son noktasına, denizalunın arka kısmını gösteren pupa fenerine kadar yaklaşum. İçimde, onun ceseti ile karşı­ laşma korkusu büyümeye başladı. Onun gibi birinin ölmesi birliğimizin moralini inanılmaz bozacaku; çünkü en iyimizdi. Fırtınalı bir havada ABD'li SAT hocalar bizi Karamürsel bumunaan denize aup, daha sonra depremde yıkılan Gölcük Subay Orduevi'nin önüne çıkmamızı istediklerinde tüm SAT NAMIK EKİN

■ 27

Denizaln personeli durumun farkına varmıştı. Periskopu suyun 20 santimetre üstüne çıkanp bize yerini belli etmek için mavi işaret çakıyordu. Bu ışığın düşman tarafından gö­ rülmesi imkansızdı. Zira biz açık deniz tarafındaydık. Tek­ rar suya dalıp yüzdüğümüzde, denizaltının yelkenindeki ko­ caman 52 yazısını gördük. Hepimizin içi sevinçle dolmuştu. Sekizimiz de denizaltının üzerine gerili olan ipe tutun­ duk. Camilius 1 bıçağımın demir sapı ile köprü üstüne 7 kere vurarak, denizaltının pervanelerini çalıştırabilecekleri işare­ tini verdim. Denizaltı pervanelerini çalıştınp bizi kaçırmaya geçmişti. Bu şe-kilde hem kaçacak, hem düşman sahilinden uzaklaşıp üstüvane dediğimiz bir bölüme girip tazyikli hava valflerini açarak suyu boşaltacaktık. Su boşalınca, bastığımız yerde bir kapak daha açılacak ve denizaltına girip ekibin geri kalanı ile buluşacak ve görevimizin başarısını kutlayacaktık. 2. SUB grupla birlikte ben ve 5 SAT komandosu deni­ zaltına girmek için denizaltının güvertesine bağlı olan halata tutunup diğer 3 kişinin içeri girmesini bekledik. Üsteğmen Kanat Tamay ve ben, gnıplann içeri girme­ sine yardımcı olurken, denizaltı 3 mil süratle bizi operasyon bölgesinden kaçırmaya başladı. 60 feet, yani 20 metre de­ rinde su çok soğuk ve karanlıktı. Bir el sırtıma vurup, gece karanlığında bana denizaltının kıçını gösterip eliyle "kayıp var" işareti verince çok şaşırdım. Benim ekibimde, ben da­ hil 5 kişi olmamız gerekirken 4 kişiydik! Tekrar sayı m yaptığımda denizaltının üstüvanesinde 3 kişi ile ben ve diğerleri, toplam 8 kişi olmamız gerekir­ ken 7 kişi vardı. Zaman geçirmeden hemen geminin kıçına, 1

26 ■

Camilius: Bir tür bıçak. Özellikle ABD SATlan tarafından çok kullanılmaktadır. Hem karada hem de denizde işe yaramaktadır.

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

pervanelere doğru halatlara tutunarak gittim. İçimden "Alla­ hım ne olur bunu bana yaşatma! " diye dua ediyordum. Beni düşmandan gizleyen suyun karanlığı bu kez bir düşman gibi üzerime saldınyor. Bu olmamalı! Olmamalı! İleride bir karalu gördüğümde midemin büzüştüğünü hissediyorum. Umanın bu tahmin ettiğim şey değildir diye geçiriyorum içimden. Oysa karşımdaki karalu ben ona yak­ laşırken, acımasız bir gerçeği görünür hale getiriyor. Mustafa Tosun'un söküp silahlannı ve techizaunı içine koyduğu yü­ zer çantası (floating bag) orada kendi başına yüzüyor. Fakat kendisi ortalıkta yok. Ondan sonra da bir daha hiç bulunamadı! Kimileri Rusya'da görevlendirildiği için operasyonda şehit süsü ve­ rildiğini söyledi, kimileri ise başka şeyler. Öyle ya Rusça ve Rumcayı bu kadar mükemmel konuşan, bunun için eğiti­ len bir insan niçin gizli bir görev için ortadan kaybolmasın. En azından bu duygu, Mustafa'nın şehit olduğu gerçeğinden daha rahatlatıcıydı bizim için. Zaman zaman tehlikeli ope­ rasyonlarda, her şeyin bittiğini düşündüğümüz zamanlarda, sanki görünmez bir el bize yardım etmiş gibi olduğunda ak­ lıma, acaba Mustafa bize yardıma mı koştu diye düşünme­ den edemezdim. Denizalunın kıçüstüne sıkıca bağlı olan halata tutunarak, kıç üstünün son noktasına, denizalunın arka kısmını gösteren pupa fenerine kadar yaklaşum. İçimde, onun ceseti ile karşı­ laşma korkusu büyümeye başladı. Onun gibi birinin ölmesi birliğimizin moralini inanılmaz bozacaku; çünkü en iyimizdi. Fırtınalı bir havada ABD'li SAT hocalar bizi Karamürsel bumumlan denize anp, daha sonra depremde yıkılan Gölcük Subay Orduevi'nin önüne çıkmamızı istediklerinde tüm SAT NAMIK EKİN

■ 27

talebelerinin içinde yalnızca ikimiz fırtınalı havada akıntıya karşı yüzüp 13.5 saatte kıyıya ulaşabilmiştik. Diğer arkadaş­ larımızı azgın denizden hücumbotlar zorlukla kurtarmıştı. Pentatlon milli takımında yine onunla beraberdik. Judo'da ilk siyah kemerimi onunla almıştım. Her yılbaşı gecesini bir­ likte geçirmiştik. Onun sevgilisinin kız arkadaşı ile arkadaş­ lık bile yapmıştım. O artık yoktu ve olmayacaktı demek? Denizaltının uskunduralannın üzerine geldiğimizde aşa­ ğıda hala denizaltının pervanelerinin döndüğünü görünce epey ürperdim. Görünürde ceset yoktu. Bir süre sonra per­ vanelerin dönmesi durdu. İçim rahatlamıştı fakat pervanelere çok yakın olmam ve denizaltının pervanelerini çalıştırma ih­ timalinin olması gece karanlığında orada arama yapmamı en­ gelliyordu. Belli ki biraz sonra bu operasyon iptal edilecekti. Zira böyle acil durumlarda denizaltı hemen ceset aramak için satha çıkar ve arama başlardı. Denizaltı satha gelince kuman­ dan ile konuşulur ve "kesin pervane çalıştırmama" emri ve­ rilip ondan sonra arama yapacak SAT'lar suya dalıp pervane ve etrafında arama yaparlardı. Mustafa o kadar çok seviliyordu ki, tatbikata katılan tüm donanma gemileri ile birlikte iki gün boyunca denizde onu aradık. Bütün bu arama faaliyeti sırasında aklımdan Mustafa Tosun'un ablası bir türlü gitmiyordu. Onun kalp ameliya­ tını yaptırmak için izne çıkmıyor, gezip eğlenmiyor ve para biriktiriyordu. Nerede ise aylarca izine çıkmayıp SAT birli­ ğinde yaşamıştı. Hepimiz elimizden ne gelirse ablasının ameliyatı için ona yardım etmiştik. Bugün SAT birliğinin müzesinde, şehitlerin

28 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

resimlerinin bulunduğu duvann en üstünde Mustafa Tosun'un üniformalı SAT resmi yer alır. O gece aramadan bitkin düşmüş halde soyunup sıcak suya girdiğimizde, herkes şaşkın halde birbirinin cinsel or­ ganına bakıyordu. Zira önümüz bir kadın gibi dümdüzdü. Testisimiz ve penisimiz soğuk nedeniyle kelimenin gerçek anlamında içeriye kaçmışu. Bulmak imkansızdı! Neyse ki su­ dan çıkınca bu konuda moralimiz biraz düzeldi. Birkaç da­ kika sonra dalış yapan tüm SAT'lar acıdan bağırıyor ve in­ liyorduk. Soğuktan donmuş ve kaynar su ile yıkandığımızı fark edememiştik. Tüm vücudumuz bölgesel olarak yanmışu. Her zaman olduğu gibi bu ders de öğrenildi! Bir dahaki seferlerde suyu ayarlamaları için denizalu personelinden yar­ dım istedik ve her seferinde ılık su ile yıkandık. O gece uyumam mümkün değildi. Mustafa'nın nişanlısı Selma'ya onun şehit olduğunu nasıl söyleyeceğimi düşünü­ yordum. Geriye döndüğümüzde, bitkin bir halde Selma'mn evine gittim. Fakat o, acı haberi çoktan almışu. Boynuma sa­ rılıp dakikalarca ağladı. O günden sonra Selma'yı bir daha hiç görmedim. Yıllar sonra evlenmiş ve evlendikten 4 yıl sonra da ölmüştü. O Şubat ve her Şubat'ta Mustafa Tosun'u anarım. Gece, sessiz ve karanlık odama çekilir, beraber yapnklanmızı düşü­ nürüm. Herhalde SAT'a bu kadar bilgili, kültürlü, mütevazi ve yakışıklı bir astsubay hiç gelmemiştir. İnanılmaz renkli bir kişiliği vardı; rakı içmeyi bile bana o öğretmişti. Şu an bu saurları yazarken, onu anmak için önüme koyduğum ra­ kıdan bir yudum alıyor ve gözlerimdeki yaşlarla onun cen­ nette neler yapuğım düşünüyorum. NAMIK EKİN

■ 29

Dünyanın en şeker annesi, ben ve SAT

Donanmaya Katılıyorum

"Biriniz hata yaparsanız hepiniz ceza çekersiniz. "

24 çocuk doğuran medyum evliya gibi bir kadının en küçük erkek çocuğu olarak Üsküdar'da dünyaya geldim. Annem ve babam her zaman sağ kalan 7 kardeşin en küçükleri olarak, uslu, sabırlı ve araştırıcı bir çocuk olduğumu söylerdi. Ma­ halledeki iki-üç arkadaşım, benden daha büyüktüler. Zeki ahi Kuleli Askeri Lisesi'nde, Şükrü ahi Kara Astsubay Okulu'nda ve en iyi arkadaşım Solmaz (sonradan adım Ahmet diye de­ ğiştirdi), Deniz Güverte Sınıf Okulu'na girince sanki mahal­ lede yalnız kalmışum. Haftasonları üniformaları ile mahallenin başında gö­ züktüklerinde en çok ben bayram ederdim. Üstlerindeki şık üniformalarla, camdan sarkan kızlarla dakikalarca konuşur­ lardı. Benim aklımda o sıralar askeri talebe olma fikri hiç yoktu. Üniformalarım çıkarıp arka bahçede ve bostanın açık­ lık yerinde askeri okulda öğrendikleri akrobatik becerilerini NAMIK EKİN

■ 31

sergilerlerken, hayran hayran anlan izlerdim. Mahallenin kız­ lan da bahçeye toplanırdı. (O zamanlar komşunun bahçesi, hepimizin bahçesi, komşunun yemeği sanki bizim evimizin yemeği gibiydi. Hangi komşunun kapısını çalsak, evine gir­ sek karnımızı doyururduk.) Amuda kalkıp elleri üzerinde yü­ rüyorlar, salto perende auyorlar, ağaç dallannda barfiks yapı­ yorlardı. Ben daha 10-1 1 yaşlanndayım. Babam biraz güreş, boks, kürek çekme öğretiyordu fakat ben, Solmaz, Yılmaz ve Şükrü abilerimin yaptığı cimnastik hareketlerini çok sevmiş ve onlar gibi cimnastikçi olmayı, öğrenmeyi, belki de o kız­ lann beni de hayran hayran seyretmesini istiyordum. Annem, babam ve ablam orduyu, askerliği ne kadar sev­ diğimi görüp, beni de askeri okula yazdırmaya karar verdi­ ler. Üsküdar'da yaşadığım için en yakın askeri okul, Beyler­ beyi'ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ydu. İlkokulu bitirir bitirmez, 12 yaşında, orta kısmına imtihanla kayıt ola­ biliyordunuz. Babamın, yanında askerlik yapuğı doktor al­ bay Cezmi amca beni elimden tutup okula kaydettirdi. Ertesi gün yazılı imtihana girip başanlı olduktan sonra beden eği­ timi testine alındık. Takla, amut, kasadan atlama gibi bece­ rilerimizi gösterdikten sonra, ertesi gün kazanacaklan açık­ layacaklarını söylediler. O gece heyecandan gözüme uyku girmedi. Zira 3500 kişi ön kayıt yaptırmıştık. Ertesi gün okula gidip neticeleri öğrenmek istediğimde okula alınacak 182 kişinin içinde kendi adımı da görünce mutluluktan havalara uçtum. Artık ben de bir askerdim. Hem de 12 yaşında bir asker. Bugün 20-22 yaşında delikanlılar­ dan bazılanrun gitmemek için bin bir yol aradıklan bu ocağa, uçarak, sevinçle, imtihan kazanarak 12 yaşımda girmiştim. İlk günlerde, askeri disiplin, harekat, selam, sıraya geçme, yani askerliğin temellerini öğrenmeye başladık. Selam vermeyi

32 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

öğrenirken Zeki Çelik ismindeki arkadaşımız sol elle selam ve-rince hepimiz, sınıf astsubayımızdan tokat yemiştik. Bi­ rimiz hata yapınca hepimiz ceza çekiyorduk. Benim için disiplin sorun değildi. Çok daha küçük yaş­ lanmda bir gün o kadar çocukla uğraşmaktan bitkin düşen annem, ortalıkta koşuşturmama kızınca, "Namık, git oraya sandalyeye otur bakayım" diye azarlamıştı beni. Ben de gi­ dip sandalyeye oturmuştum. Annem işine dalıp beni unut­ muştu elbette. Akşam olduğunda beni halen sandalyede otu­ rur halde bulduklannda çok şaşırmışlardı. Annem, orada ne yaptığımı sorduğunda, kızgın gözlerle, "Bana buraya oturmamı söyledin ya?" demiştim. Ablam, ise ağlıyordu. Ağlamasının nedeni bana üzülmesi değil, o kadar saat sandalye üzerinde otururken doğal olarak çişimi de oturduğum yerde yapmış olmamdı. Başına zorlu bir temizlik işi çıkmıştı. İleriki yıllarda SAT'ta öğrendiğimiz Tim halinde çalışma­ nın ana ilkelerini bize daha ortaokul birinci sınıfta 12 yaşında öğretiyorlardı. Eğitimler o kadar güzeldi ki, daha ortaokulda iken torna, tesfiye, freze, kaynak, döküm, marangozluk, tek­ nik resim öğrenmeye başladık. Her altı ayda bir yeni bir mes­ lek ediniyorduk. Bu öğrendiğim mesleklerin ileriki yaşlarda ABD'de spor aletleri casusluğu yaptığım yıllarda çok fayda­ sını gördüm. İlk plakalı asansörlü modern aletlerin imala­ tına Türkiye'de bu sayede başladım. Hepimizden bir müzik enstrümanı çalmamız ve mutlaka bir spor aktivitesinde ilerlememiz isteniyordu. Ben, boru tram­ pet takımını seçip 6 yıl davul çaldım. Spor olarak da aletli cimnastiği seçtim. O kadar şanslıydım ki, Kore'de şehit olan ilk pilotumuz, yüzbaşı Muzaffer Erdönmez'in kardeşi, üsteğ­ men Muhittin Erdönmez şampiyon bir cimnastikçi idi ve bi­ zim cimnastik hocamızdı. Bizden bir sınıf üstten bize katılan NAMIK EKİN

■ 33

akrobatik cimnastikçi Özdemir Sarıkaya ile 8 yıl beraber ça­ lışıp Türkiye ve Balkanlar'ın en iyi akrobatik cimnastik ya­ pan ikilisi olmuştuk. (sirklerde bile çalışuk) Astsubay okulu 4 sene, meslek okulu ise 2 sene olmak üzere 6 yıl okuyacak ve mezun olacakuk. İlk sene karneyi aldığımda 4 zayıfı görünce eve bu karneyi nasıl götüreceğim diye korku ve endişe kapladı içimi. Öyle ya, binbir hevesle girmek istediğim astsubay okulunun daha ilk devresinde 4 zayıf almış ve bir hafta izine yollanmıştım. Ben bu okulu sanki izci mektebi zannetıniştim. Okul ortalamasında ortalarda bir yerlerdeydim. Sene sonu bir dersten ikmale kaldığımda artık işi sıkı tutınan ge­ rektiğini anladım. İkrnalimi verip 2. sınıfa geçince sporda ve derslerde içime bir hırs basmıştı. 1. sınıfta 400 kişi içinde 190'ıncı olmuştum. 2. Sınıfta 50'nci; 3. sınıfta 1 Tinci; 4. sı­ nıfta lO'uncu; meslek lisesinde 5. ve 6. sınıflarda da 2'nci ol­ dum. Arnk sporda şampiyon ve derslerde en ön sıralardaydım. 4 senelik astsubay okulunu bitirirken boru trampet takımı­ nın as elemanı olduğumdan bandocu olma fikri de ağır ba­ sıyordu. Popüler saksafoncu astsubay Yalçın Ateş ahimiz gibi tenor saksafon verirlerse bando astsubayı olacağımı söyledi­ ğimde şakacı bir bando astsubayı "Namık, dudakların basa da müsait sana bası verirler" diye dalga geçmişti. Aylar sonra bandocu olma fikri ağır ağır çıku aklımdan. Zira o yıllarda bandoculardan SAT'a kimseyi almıyorlardı; ve kaderim ya­ vaş yavaş kendi temposunda ilerliyordu. Güverte astsubayı olmak istiyordum. Seyir astsubayı olup bir harp gemisine azgın sularda yön verebilir, radar so­ nar telsiz astsubayı olup gemileri, uçakları, denizaltıları ya­ kalayıp, savaş harekat merkezinin aranan bir operatörü ola­ bilirdim. Meslek edinme testinde psikoteknik yapnlar. Okul

34 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

birincimiz Erol Erdinç ile birlikte SONAR (Sound Naviga­ tion And Ranging) yani ses dalgalan ile yön bulup gemiyi götürmek ve su altındaki deniazlıtıyı bulup mesafe ve ker­ terizini saptayıp, üzerine su bombası ve benzeri patlayıcılar atarak batırmak üzerine çalıştık. İki sene Kılıçali Paşa destroyerinde SONAR operatörü ola­ rak çalıştıktan sonra tayinim İstanbul Boğaz Komutanlığı'na bağlı Muruyeri'ndeki hücümbot filosuna LS12'ye (Liman Savunma Botu 12) çıktı. Buradaki görevimiz, sualtından Karadeniz'den İstanbul Boğazı'na gizli girecek Rus denizal­ tılarını yakalayıp gerekirse emir alır almaz üzerine su bom­ bası atarak batırmaktı. O sıralar hücümbotumuzu savaş görevi için Fil Bur­ nu'ndaki (Boğazı çıkmadan önce Anadolu Yakası'ndaki ilk burun) şamandıraya bağladığımızda kısa bir süre sonra SAT birliğinin oradaki Keçilik Koyu'nda kurulacağını nereden bi­ lebilirdim? 20 gün sonra orada açılacak SAT komando kur­ suna ismen çağınldım. SAT'lann ne olduğu ve neler yaptığı ile ilgili hiçbir bilgim yoktu. "Bunlar nasıl adamlar? Ne ya­ parlar?" diye LS12 Hücumbotu komutanımıza sorduğumda, "Namık, dışarıda kolu bacağı bir kavgada kırılmış bir bahri­ yeli görürsen bunu SAT'lar yapmıştır derler," diye cevap verdi. Çocukluk arkadaşım Solmaz astsubay hemen konuş­ maya dahil oldu: "Namık bu adamlar gündüz hiç çalışmaz­ larmış. Hep geceleri yaşar, yarasalar gibi gece operasyonu yaparlarmış. Sen bu uykusuzluğa sporcu olarak nasıl daya­ nacaksın?" diye sordu. Yakında kursuna katılacağım bu meslek hakkında daha çok şey öğrenmek için kurtarma ve su altı komutanlığındaki tanıdık subaylara gidip danışmaya karar verdim. SAT'lan NAMIK EKİN

■ 35

sorduğum bir yüzbaşım "Aslanım, onlan kimse tanımaz. Operasyon yaparlar ve kaybolurlar," deyince, bu da ne de­ mek diye geçirdim aklımdan. Nasıl kaybolurlar? Sabri üsteğmenim yüzümdeki ifadeyi fark ederek istek­ liliğimi sınar gibi konuşmaya başladı: "Oğlum bu çok zor bir kurs. Amerikalılar gelip eğitim verecek. İçlerinde kızıl­ derili sülalesinden astsubaylar, yan alman yan Rus, ABD va­ tandaşı olmuş vahşi tipler var. Çok gaddar herifler. Size yı­ lan, kurbağa, sümüklü böcek, gerekirse köpek yedirecekler." Moralimi bozmaya niyetli bir yüzbaşı söze kanşu: "Ba­ şarı oranı % 10" dedi. "Yani 200 kişi başlarsanız 20 kişi an­ cak bilirsiniz." Dalga geçiyor olmalılar diye düşündüm. Bu mümkün değildi. Yine de söyledikleri bir şeyler cesaretimi kırsa da içimde başka bir şeyi alevlendiriyordu. Kim bilir belki de meydan okumaydı bu. Kızdım. Hırslandım. Sonunda, umudumun kırıldığını sanan subaylara, "Ben de bu kursu bitirip SAT olmak istiyorum!" dediğimde şa­ şırma sırası onlara gelmişti. Tuncer Yüzbaşı, (kendisi derinsu dalgıcıydı) "Oğlum bu kara komando kurslarında ve özel harekat kurslarında me­ zuniyet oranı %93 iken, SAT'ta bu oran %10-15 arasında. Bu, dünyadaki en zor kurs. Ben girdim ve 1 hafta sonra pes et­ tim," dedi. "Hem de girdiğimde derin su ve kurtarma dalgıcı idim. Soğuktan aletlerim dondu. Çiş için elimi atuğımda ne testisimi ne de penisimi bulabildim. Ben de kurstan pes et­ tim. Aklını başına al. Bu iş çocuk oyuncağı değil." Ben de, "Peki komutanım, pes edenlere ne oluyor?" diye sordum.

36 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

"Pes edip geldikleri yere geri dönüyorlar. Bu kursun en­ teresan tarafı kimse kurstan seni annıyor, kovmuyor. Zamanı geldiğinde artık sen devam edemeyeceğini anladığında 3 kez bir çanı çalıp miğferini ya da şapkanı yere koyup kaybolu­ yorsun ortadan," diye cevap verdi. Bense, geldiğim yere geri dönmek istemiyordum. Sakat kalmak, donup parmaklan kesilmek, vurgun yemek, para­ şütü açılmamak, gece denizde kaybolmak, zehirli hayvanlar tarafından sokulmak, köpek balıklarına yem olmak, su al­ tında tahrip yaparken erken patlama neticesinde ölmek gibi bir sürü tehlikeleri saydığında "Bu adamlar bizim SAT olma­ mızı istemi-yorlar galiba?" diye düşündüm. Bana anlatılan her tür moral bozucu şeye karşın SAT kursuna aday olduğumda, oradaki savaşçıların kalitesinden hiç haberim yoktu. SAT ne yapar, nasıl bir kurstur bu, ya­ pabilir miyim gibi sorular kafamı kurcalıyordu. O insanları, yani bizden önceki kursları bitiren ilk SAT'lan gördüğümde "İşte beraber olup çalışabileceğim insanlar bunlar" diye dü­ şündüm. Profesyonel, becerikli, sessiz ve gözükmeyen bir gu­ rurlan vardı. Özgüvenleri tartışılmazdı. Benim onlardan biri olmam bana gurur verecekti. Deniz Kuvvetlerimizin, hepsi savaşçı, plancı, programlı, profes-yonel olan bu insanları ne­ rede ve nasıl kullanacağı henüz belli değildi. Bunu SAT kur­ sunu bitirince anladım. Time gelen en genç SAT adayların­ dan biriydim. 19-20 yaşlarında, vatan sevgisi ile dolu (hala da öyle), Deniz Kuvvetleri'ne 12 yaşında katılmış bir bahriyeli. ABD'de SAT (SEAL) olabilmek için 4 sene sualtı tahrip timlerinde çalışmalısınız. Sonradan BUD-S (Basic Underwa­ ter Demolition / SEAL) yani temel su altı tahrip ve SAT kur­ suna katılırsınız. Benim SAT kursuna katıldığım yıl, ABD'li uzmanlar ve Türk hocalar tarafından doğrudan SAT (hava, NAMIK EKİN

■ 37

kara, deniz ve denizalunda çalışan komando) kursuna alı­ nıyordunuz. Çoğumuz SAT'a gelmeden önce bahriyede ge­ milerde hizmetimizi yapmışuk. Spor yapmış ve yapmakta olan bir birey olarak SAT'a ka­ uldığım halde, oradaki insanlann performansına hayran olu­ yordum. Onlarla yarışmak çok zor, hatta imkansız gibiydi. Eski SAT'lar ile bugünkü SAT'lan mukayese edemezsiniz. Hepsi aynı düzeyde aynı kalitede savaşçılardır. Yeni SAT'lar paraşütlü sızma ve baskınlarda daha tecrübelidir. Paraşütleri modem dört köşedir ve her türlü kumandayı kabul eder; on­ larla yukarı hariç her türlü hedefe gidebilirsiniz. Kullandık­ lan kara, deniz, denizaltı cihaz ve silahlan ABD ordusunun en son kullandığı modem techizatlardır. Buna karşın fertle­ rin kalitesi hiç değişmedi, değişen yalnızca techizatlar oldu. Eskiden daha farklı sebeplerden SATa gelirdik: yine de hepi­ miz de balıkadamlığın, SATın, paraşütçülüğün nasıl bir şey olduğunu bilmeden SAT kursuna geldik. Bir çoğumuz kade­ rin çizdiği yoldan oraya gelip, oradaki yaşama ve insanlara aşık olup onlarla çalışma arzusu ile orada kaldık. Bugün o SAT kursuna gelenler Cehennem Haftası'nın ne olduğunu, Esaret Haftası'nın (esir kampı hayatı) ne olduğunu, kursta başına neler geleceğini bilerek geliyorlar. Türk SATına ge­ lenler ABD'deki gibi 4-5 sene kontrat yapıp sonrasında da aynlmazlar. Onlar subay olsun astsubay olsun emekli olana kadar SAT timlerinde çalışırlar. Sakatlananlar, yaralanıp gazi olanlar, Kardak Krizi'nde olduğu gibi beli, boynu, omuzu sa­ katlananlar aynlmayıp hoca olarak göreve devam eder, bilgi, beceri ve tecrübelerini genç SATlara aktanrlar. Deniz Hastanesi'nden tam bir sağlık kontrolünden geçtik­ ten sonra fiziki kontrol testine alınırsınız. 400 metre yüzme, 1 mil koşu, şınav, mekik, takım savunması, takım sıçraması,

38 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

barfiks çekme gibi testleri istenen düzeyde yapınca kursa ka­ ulabilirsiniz. Ahlaki sicilinizin de 100 üzerinden 100 olması gerekmektedir. Bu arada SAS, SAT ve dalgıç grupları bu testte çok iyi derece yapan adayları kendi branşlarına çekmeye ça­ lışırlar. SAS hocalar iyileri seçip, Riva Soğanadası'na patlayıcı maddeleri zararsız hale getirip emniyete alma (EOD: Explo­ sive Ordanance Disposable) okuluna seçmeye çalışırken, SAT seçici hocaları da iyi talebeleri SAT'a (SAT: Sea-Air-Tactical Team) seçip götürmeye çalışırlar. Dalgıçlar da dalgıç adayla­ rını seçip kendi grubuna kazandırmaya çalışır. Bu, yıllardır yarış halinde devam eden bir çekişmedir. Bugünkü SAT timlerimiz inanılmaz görevler yapıp ken­ dilerini sınır ötesinde de tanıttılar. Politikacılar, Kıbrıs ve Ege'deki adalarla ilgili problemleri Urmandırdıkları yıllarda bize düşecek görevlerin çok zor ve ağır olacağını bilerek en son savaş baskın taktikleri üzerinde çalışıp kendimizi gelişti­ riyorduk. SAT kursunu 1. olarak bitirdiğimde Timlere kaulıp eski tecrübeli SAT abilerimizle çalışıp onların bilgi ve tecrü­ belerini sünger gibi çekmek istiyordum. Onların bildiği her şeyi öğrenip onlar gibi üstün savaşçılardan biri olmak isti­ yordum. Bazen de onlardan daha iyi olma arzusu kaplıyordu içimi. Çünkü herkesin herkesten daha iyi olmak istediği bir birliğe düşmüştüm. Bu da SAT timlerini hakiki SAT yapan bir istekti. Kurstan mezun olduğum zaman kendimi ufacıcık bir gölde yüzen büyük bir balık zannederken, SAT timlerine kaulıp operasyonlara başladığımızda okyanusta yüzen küçü­ cük bir balık olduğumu öğrendim. SAT timlerinde çalışan arkadaşlarım bir çok kez hayatımı kurtardı. SAT'ta her tim üyesinin değişik güç, karakter ve kabiliyetini bilip ona göre timi şekillendirmek başarıyı getiriyordu. Tim liderine düşen en büyük görev de bu şekillendirme, görev bölümünü iyi NAMIK EKİN

■ 39

yapmaktı. DORUYU YAP KİMSEDEN KORKMA sözü, tam bizim için söylenmişti. Acı, ızdırap, arkadaşımız olmuştu. Acı yoksa haşan da yoktur sözü tam SAT kurs talebelerine göre söylenmiş sözlerden biriydi. SATta sık kullandığımız bir deyiş vardır: "Zoru hemen başanrız, imkansız biraz zaman alır." Hepimizin acıya dayanma (pain barrier) düzeyi geli­ şirdi ve acı dostumuz olurdu. Her tehlikeli göreve giderken kızılderili reisin dediği gibi, "Bugün ölmek için iyi bir gün," duygusunda oluyorduk. Nedense dünyanın her yerinde be­ raber tatbikat yapuğımız özel operasyon birliği üyelerinin aynı mantıkta olduğunu fark ettim. Bu insanlar aynı şeyler­ den hoşlanan, aynı mizah anlayışına sahip, aynı maksatlar için çalışan, neredeyse hepsi aynı içkiden hoşlanan (bira) ki­ şilerdi. Bu insanlan kategorize etmek neredeyse imkansız­ dır. SAT timinde olmak bir ailenin içinde olmaktan farksız­ dır. Birbirinizin sırum kollar durursunuz; upkı kardeşler gibi. Annenin ya da bir kardeşin yardıma ihtiyacı olduğu zaman aile fertleri nasıl yardıma koşarsa SATta da daima yardıma koşacak arkadaşlannız vardır. Hatta emekli olunca bile yar­ dıma ihtiyacımız olduğunda hemen arkadaşlanmız yamba­ şımızda bitiverirlerdi. SAT eğitimlerinde biz eski hocalann yeni hocalara ve ta­ lebelere söylediğimiz bir söz vardır: Yaptıklannızı sevmeye­ bilirsiniz fakat yapmalısınız! Motivasyon benim için fazla sorun olmazdı. SAT tale­ belerimi motive etmek, onlan gaza getirmek, heyecanlan­ dırmak ve eğitimi sıkıcı halden zevkli hale getirmek için talimatlar dışına çıkıp askeri taktik bilgilerimle sportif bilgi­ lerimi kombine eder, birleştirirdim. Balıkadam techizau ile sahile gelip başı su üstüne çıkanp tüfek ve tabanca ile sa­ hildeki hedefe atış yapıp dalıp kaçmalanm, paraşüt ile yere

40

■ IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

düşerken havadan yere atış yapabilmelerini, zodyak bot ile süratli giderken sahildeki hedefe atış etmeleri gibi teknik ve taktikleri geliştirmelerini isterdim. SNIPER (keskin nişancı) görevini yapıp kaçarken, kendilerini takip eden düşmanın geldiği yola tuzak (booby trap) kurmalannı ve bunu 2 da­ kika içinde yapmalarını, koşarken karşılanna çıkacak ani hedeflere hemen ateş etme refleksi geliştirmelerini sağlar­ dım. Bir keresinde anlan ayaklanndan ağaca asıp baş aşağı ateş etmelerini ve iki eli arkadan bağlıyken dövüşme tek­ niklerini öğrettiğimde diğer SAT hoca arkadaşlarım "çocuk­ lan öldüreceksin" diye dalga geçmişlerdi. Bir SAT kursunun sonuna doğru, tüm kurs talebelerinin ellerini ve ayaklannı arkadan domuz bağı ile bağlayıp (boyun hariç) yüzükoyun 400 metre sürünmelerini istediğimde "Bunun neden yaptı­ rıyorsun?" diye sormuştu SAT hocası arkadaşlarım ben de "Her SAT elleri ve ayaklan bağlıyken esir kampından kaça­ bilmeli," diye yanıt verdim. Emekli olduğumda, Judo Milli Takımı Baş Antrenörü iken, talebelerimin ellerini ve ayaklannı arkadan kemerleri ile bağlayıp "Hadi SAT'ın esir kampından kaçış sürünme­ sini yapın," diye onlann göğüs ve sırt kaslarını geliştirici eg­ zersizler ve eğitimler yaptırırdım. Bizden sonraki SAT kurs hocalan bu tip motivasyon eğitimlerini daha da geliştirdiler. Sonradan baş hoca olan Mustafa Akyıl'ın rus ruleti veya çar­ kıfelek denen eğitimi buna örnektir. Mustafa, dönen bir rus ruleti tablası yapmış (çarkıfelek gibi) ve her bölümüne ya­ zılar yazıp SAT kurs talebelerine teker teker çevirttiriyordu. Çocuklara da mükafat olarak ya 200 şınav ya 1000 mekik ya 14 km koşu ya da barfiksi 50 kere çekme cezalan çıkıyordu. Korkuyu yenmek mi? Yaptıklanmıza korku olarak bak­ mayıp sadece adrenalin akışı olarak kabul ederdik. Korkuyla NAMIK EKİN

■ 41

başa çıkmanın en güçlü yolu eğitimimizdi. Eğitimimiz, her­ hangi bir duruma karşı en doğru tepkileri otomatik olarak vermemizi sağlıyordu. Diğerleri korkmakla meşgülken biz korku kaynağını yok etmekle meşgul oluyorduk. Yapacağımız operasyonda düşmanın büyüklüğü, faaliyet­ leri, muhtemel yerleri, üniteleri, aktivite zamanlan ve techi­ zatlannı planlar, karşımıza çıkabilecek aksaklıklan bilmedi­ ğimiz beklemediğimiz sürprizleri masaya yatırır, emniyetle kaçacağımız birinci, ikinci ve üçüncü kaçış noktalannı ve bizi kaçıracak denizalu, helikopter, uçak, bot ve diğer araçlan, en ufak aynnulanna kadar hesaplar ve eğitimini yapardık. Bu tip operasyonlarda, içinizde her zaman hafif bir korku olur ve olmalıdır da. Uçaktan atladığınızı düşünmez evini­ zin kapısından çıkar gibi davranırsanız bir çok hayati em­ niyet tedbirini unutursunuz. Paraşütü açacak kanca (static line) veya deklanşörü (açma halkası) kullanmayı unutursu­ nuz. Korkmamak belli emniyet tedbirlerini almayı unutturur size. Aşın korku da işleri doğru yapamamanıza sebep olur. Böyle bir atmosferde doğru değerlendirme ve ölçüm yapa­ mazsınız. Korkunun ecele faydası yoktur ve korkaklar bin kere kahramanlar ise bir kere ölür. Dahası ölüm beklentisi, ölümün kendisinden daha beterdir. Her konuya bir öncelik verip görevi sınırlandırmak ve sınıflandırmak gerekir. O za­ man "Hocam öyle olursa.. .' ya da "Böyle olursa... "lan ortadan kaldım ve işi daha basite indirirsiniz. Orta zekadaki Ameri­ kan askerlerinin dediği gibi: "İşi basite indir aptal!" (KISS: Keep it siınple Stupid!) SATta, poliste, eğitim merkezlerinde ve milli takınılan çalışırken her zaman bu temel prensipler ve düsturlar üze­ rinde dururdum.

42 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Deniz Kuwetleri Komutanlığı'nda on yedi yılım geçti. Haya-umın en iyi, en maceralı yıllarıydı bu yıllar. Aslında on iki yaşımda Bahriye'ye kaulıp üzerime bahriye ünifor­ masını giydiğimde, "Oğlum Namık, aslında sen 4 yaşından beri bahriyelisin" diye düşünmüştüm. Zira Üsküdar-Beşik­ taş arasında sandalla ve kürek çekerek yolcu taşımaya dede­ lerim başlamış, babam kıçtan takma penta motorla taşıma işine devam etmiş ve ağabeylerim de içten yanmalı motor­ larla bu aile mesleğini sürdürüp yolcu taşımışlardı. Henüz 4 yaşımdayken beni oyalamak için motorun ba­ şına oturturlardı ve ben de mavi denizin üzerinde adı Cin olan motorumuzun baş tarafında beyaz köpüklerin oluş­ masını seyreder, ayaklarımı sağa sola açıp suya sokardım. Dokuz-on yaşlarımda, motoru durdurup bana kürek çekti­ rirlerdi. O günlerde çektiğim küreklerden olsa gerek iyi bir SAT olduğumda Dünya Pentatlon şampiyonasının Denizci­ lik Kürek Parkuru'nda çok iyi dereceler yapmışum. Deniz Astsubay okulunun imtihanlarım kazanıp on iki yaşında Bahriye'ye kauldığımda beni zor günlerin bekledi­ ğini tahmin etmiyordum ama daha okul başlayalı iki ay ol­ masına rağmen üst sınıflar, bir hata yapuğımızda ciddi ce­ zalar vererek bizleri hizaya sokmaya çalışıyorlardı. O zaman burasının zor bir hayat okulu olacağını düşünmüştüm. Bir gün etüd dersinde fazla gürültü çıkardığımız için sınıf Ast­ subayımız Mau Mau Ahmet, bütün sınıfı dışarıya ceza tali­ mine aldı. Bizler, tedirgin ve korkuyla ne ceza alacağımızı bekliyorduk. Rüzgar Kandilli'den Beylerbeyi'ne doğru sert bir şekilde esi-yordu. Sanının Şubat ayı ortalarıydı ve hafif bir kar ser­ piştiri-yordu. Mau Mau Ahmet, filikanın küreğini yere koyup üzerine diz çö�emizi istedi. Küreğin ağaç kısmını tam kaval NAMIK EKİN

■ 43

kemiğimize denk getirecek şekilde namaz kılar pozisyonda oturduk. Biraz sonra korkunç bir acı hissedip kıvranmaya başladık. Sonra elimize filikanın bir başka küreğini verdi ve bu vaziyette soğukta, karda ne kadar zaman kaldık hatırla­ mıyorum bile. Ta ki birimiz donma tehlikesi atlatana kadar devam etti ceza. Sonunda akıllanmıştık tabii ki. Bir başka cezada ise 10 kişilik filikalara bindirilip kürek mahkumları gibi dakikalarca kürek çekmiştik. Limanda kıçtan iple be­ tona bağlı filikayı çekmek oldukça zor bir işti. Bu eğitimlerde aldığımız disiplin ve gücün SAT kursunda bize faydalı olacağını hiç bilmiyordum o zamanlar. İleriki yıl­ larda SAT eğitimi alırken hep Ahmet Astsubay'ın bize yap­ tırdığı ceza talim-lerini hatırlayıp SAT'a daha on iki yaşında iken hazırlanmışız diye düşündüm.

44 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

SAT Nasıl Kuruldu?

" Zoru hemen �. imkansız biraz u.ğraş.ırır. " Filipinler, Manila ve yüzlerce adanın bulunduğu Pasifik'te ABD Deniz Piyadeleri çıkarma botları ile sahile kapak atuk­ lannda su bellerinin hizasına gelirken, on metre yürüdükle­ rinde 2.5 metrelik çukurlara düşüp boylarını geçen denizde boğulmuşlardı. Bu çukurlan, ABD'li deniz piyadeleri boğul­ sunlar diye Japonlar açıyorlardı. Böyle yüzlerce cesedin de­ nizden çıkarıldığı pek çok çıkarma operasyonu vardır. Dibe NAMIK EKİN ■

45

konan mayınların, beton bloklar üzerine yerleştirilen sivri demir kazıkları çıkarma botlarının aluna (karinesi) sapla­ narak batmalarına ve deniz piyadelerinin ölmelerine sebep olmalarından soma acil önlemlerin alınmasını isteyen ABD askeri yetkilileri su alundan ve su üstünden gece yakalan­ madan düşman sahillerine gelip bu mayınların ve sivri be­ ton bloklardaki demir maniaların tahrip edilip askerlere zarar vermeden sahile çıkmalarına yardımcı olacak UDT (Under­ water Demolotion Team-Su Alu Tahrip Timleri) yetiştiril­ mesine hız verdi. UDT21 ve UDT22 Su alu Tahrip Timleri, ABD'de bu şe­ kilde kuruldu ve geliştirildi. Kökü 1. Dünya Savaşı'na daya­ nan bu timler 2. Dünya Savaşı'ndan sonra daha da geliştirildi. İngilizlerin SAS ve SBS timleri, Almanların Kamp Schimmer timleri, ABD'nin SEAL timleri hep bu devrede geliştirildi.

Namık Ekin Kara Kuvvetleri özel timlerini ve Kıbns'a ilk çıkacak SAT ve Kara Komandolarını hazırlarken... Sıra alt sağ ikinci 5 parmak dağlarının ünlü kahramanı ve Eğridir Dağ Komando Okulu Komutanı Kom. Albay Cemal Eruç

46 ■

iMKANSIZYALNIZCA BİR KELiMEDİR

ABD, UDT timlerini geliştirip SEAL (sea-air-land) havadan, sudan ve karadan gelen timler anlamına gelen SEAL adı ile 1962 yılında resmen kuruldu. Daha sonralan SEAL 2 At­ lantik, SEAL 1 Pasifik sahillerinde görev yaparken antiterör timi SEAL 6 Corannado'da kuruldu. Bunu SEAL 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 ... takip etti. Türk SAT'lan SEAI.1erin 1962'de kurulmasından he­ men sonra 1963 yılında ilk kursunu İskenderun'un ARSUZ limanında başlatu. SAT'ın kuruluş amacı o zamanki gücü ile ürkütücü olan Demirperde ülkelerine karşı idi. Olası bir olayda daha NATO kuvvetleri ve ABD SEAI.1eri gelmeden Türk SAT'lan sahil gerisine veya gece denize paraşütle atla­ yacak ya da denizaltı ile limana yaklaşıp denizaltından tüp ile ayrılıp düşman gemilerinin altına mayınlar yerleştirip ba­ tıracak, sahil gerisine çıkıp radar ve dinleme istasyonları ile cephanelikleri, uçak pistlerini tahrip edecek, yüksek rütbeli komutanları ve devlet adamlarını kaçıracak veya sessiz gi­ rip sessiz çıkacakları operasyonları yapıp ABD'li SEAI.1eri ile buluşup verilecek emirleri uygulayacaklardı. 1962 yılında UDT (Underwater Demolotion Team - Su Altı Tahrip Tim­ leri) timlerinden ABD Bahriyesi'nden SEAL timlerine geçen en iyi 6 SEAL komandosu, 2 subay 4 astsubay Türkiye'ye ge­ lerek ilk kurslarını ve ilk SAT'ları seçmek ve eğitmek üzere İskenderun'a geldiler. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tüm bir­ liklerine emir yollayıp yalnız gönüllülerin katılacağı, o za­ manki adı SAK (Su Altı Komando) olan, kursu açtı. ABD'li erler orduda kalış sürelerini uzatıp bu konuda kontrat yap­ tıklarından dolayı, erler de SAT kursuna katılabiliyorlardı. Bu düşünce ile hareket eden ABD Türkiye'de de bahriyeli erle­ rin kursa katılmalarını istemiş, 9 aylık kursu bitirip teskere alacaklarını hiç hesaba katmamıştır. Bu yüzden kursa katı­ lan bahriye erlerinden 5 kişi kursu bitirebilmiş, bunlar da 3 ay daha görev yapıp teskerelerini aldığından birlikte kalan NAMIK EKİN

■ 47

subay ve astsubaylar gibi faydalı olamamışlardır. İkinci SAT kursundan itibaren bu durum göz önüne alınıp artık hiç­ bir SAT kursuna er alınmamışur. Birinci kursa, Kurtarma ve Su alu Komutanlığı'nın balık adam ve dalgıç astsubayları da kaulıp kursa renk katmış ve çok başarılı olup ABD'ye SAT ihtisasına gitmiş, dönüşlerinde 3 ABD'li SEAL ile gelip di­ ğer hocalarla birlikte benim de katıldığım ikinci SAT kur­ sunu açmışlardır. Bizi yetiştirecek ABD'deki SAT hocaları ile ABD'li SEAI.1er gelmeden ikinci SAT kursu balık adam eği­ timi 10 Eylül 1963'te başladı. Balık adam ve SAT kursuna gi­ ren bizler bu kursu bitirdiğimizde 11 kişi kalınca, kurs de­ vam etmedi. Kendimize "ASİLLER" adını taktığımız bu grup ikinci SAT kursunun yeni gelen adayları ile tekrar başlaması için 6 ay Kurtarma ve Su altı Komutanlığı'nda ve Çubuklu Korusu'nda bu çok zor kursa hazırlanma imkanı kazandık. Benim kuvvet, çabukluk ve esnekliğim (5-6 yaşlarında cim­ nastiğe başlamış, Deniz Astsubay Okulu'na katıldığım 12 ya­ şında okul cimnastik kaptanı olmuştum) çok iyi olmasına rağmen dayanıklılığını pek iyi değildi. Nisan ayında başlaya­ cak olan kursa Kara Kuvvetleri'nden, Jandarma'dan ve Deniz Kuvvetleri'nden yüzlerce SAT kurs adayı, subay, astsubay ge­ lecekti. Biz ikinci kursa kaulıp pes etmeden devam eden ve SAT kursundan ayrılmayan 11 ASİLLER, 15 Nisan 1964'te yeni gelecek olan adamlar ile çok çekişip hem daha iyi ol­ duğumuzu ispatlayabilecek hem de SAT birincisinin bizden, Deniz Kuvvetleri'nden çıkması için vargücümüzle çabalaya­ cakuk. Bu, bir tür Kara, Jandarma, Deniz çekişmesiydi. Öyle de oldu. Kurs sonunda ben Şeref Adamı (Honour Man) ve kurs birincisi olarak şiltlerimi ABD'li Amiral Dampsey'den ve Deniz Kuvvetleri Komutarumız'dan 1964'te Gölcük'te yapılan büyük bir törenle aldım. İki Karacı yüzbaşı 12. ve 13. oldu­ lar, bir Jandarma üsteğmen 17. olarak kursu bitirdi.

48 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELiMEDİR

ABD'li SAT Hocalar Kursa Başlıyor

"No Pa.ın No Ga.ın ,, (Acısız başarı olmaz)

ABD Su alu Tahrip Timleri'nin en iyileri, ABD'li 3 SAT (SEAL) 2 astsubay ve 1 subay (Yüzbaşı Masion, başçavuş Bob Gal­ lagher, uzman Stemy Leak) idiler. Bob Gallagher, Vietrıam'a 5 kez gidip 107 sınırötesi karakol timine kaulmış, 150 tes­ cilli Vietkong öldüren timde yer almış, 83 Vietkong yakala­ mış, gümüş yıldız, 4 bronz yıldız ve Amerika'nın ikinci bü­ yük madalyası olan Deniz Kuwetleri Onur Madalyası (Navy Cross), Güney Vietnam Cesaret Madalyası, Gümüş Yıldız alıp SEAL Team ile ilgili 6 kitabın yazan ve SEAL 6'nın (Antite­ rör timi) kurucusu Richard Marchinco'nun en çok satan oto­ biyografi kitabında (Rogue Warrior) övgü ile yeralmaktadır. Bob Gallagher ile dostluğumuz SAT'tan sonra da devam etti. KLM Havayollan'nın Ortadoğu güvenlik müdürü olduğum 15 yılda onun hep ziyaretine gittim. Tüm Vietnam görevlerini en ince noktalarına, yapuklan hatalarına kadar her şeyi anlaurdı NAMIK EKİN

■ 49

bana. Kendisi astsubay iken kavga edip rütbesi alınıp uzman olmuş, sonra Vıetnam'daki başarılan gözönüne alınıp terfileri geri verilmiş ardından da Atom Silahlan Uzmanlığı'na kadar yükselen bir subay olmuştu. Çöl Fırtınası Harekan'nda diğer emekli SAT arkadaşlarıyla birlikte (Desert Storm) Kuveyt'e, Saddam'ın askerlerinin ateşe verdiği petrol kuyularına Ramping Charge yapan (toprağı dinamitle patlanp petrol kuyusunu çö­ kerterek yangını söndürmek) grubun başı olmuştu. Bob Gal­ lagher, SEAL timinde Kartal (Eagle) olarak anılırdı. Saçlarının üstü kartal gibi dökük, gözleri küçük, tipik bir İrlandalı olan Bob, sert bakışları, kaslı kollan ile hem korktuğumuz hem de imrenip saygı duyduğumuz örnek bir hocaydı bizim için. Deniz Kuvvetleri'ne 17 yaşında kanlmışn. 17-19 yaşlan ara­ sında, birçok hava gösterilerinde paraşüt akrobatlığı yapmış, bir çok atlayışında yere 70 metre kala paraşütünü açması, bar kavgalarını, Vıetnam'da içinde bomba bulunan kola kutusunu patlatan Vietnamlı kadını kendi parmaklan kopup ayağı ya­ ralıyken, etkisiz hale getirmesiyle tanınır. ABD'de gittiğim su alu nakil vasıtaları SDV (Swimmer Delivery Vehicle), Marine (Deniz Kuvvetleri) Keşif Kursları, gelişmiş özel savaş taktik­ leri, gelişmiş silah ve patlayıcılar, sniper ve öğretmenlik okulu (lnstructor School C Class) kurslarında Bob ile çok defalar beraber olduk. Bir SAT olarak onun hem Vıetnam'da hem de çok gizli operasyonlarda yapnklarını en ince noktalarına kadar not aldım. Birçok hata yapmışlar fakat çok daha fazla sayıda başarılı operasyona imza atmışlardı. Önemli olan bizim, Türk SATlannın yapnğı gibi, hiçbir operasyonda yakalanıp esir düş­ memiş ve arkada ceset bırakmamışlardı. Yani vur-kaçı (Evade & Escape) bizim gibi çok iyi yapıyorlardı. Rusların da bizim SAT karşılığımız olan timlerine DISSANT yani kap-kaç ya­ panlar deniyordu. Fakat Rusların bu timleri çok esir vermişti.

50 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

SAT Kursu

Anadolu Kavağı Poyrazköy, 2. Tabur boşalulıp, ormanlık denize açılan bir vadi olan bu tesise kurs adayları toplan­ maya başladılar. Biz 1 1 Asil, birbirimize yakın ranzaları se­ çip altlarına malzemelerimizi yerleştirdik. Kara ve Jandarma Kuvvetleri'nden 80 kişiye yakın subay-astsubay ve Deniz Kuvvetleri'nden gelen subay-astsubaylar da boş kalan ranza­ lara yerleştiler. ABD'de hocalık ihtisası yapıp gelen subay ve astsubay Türk hocalarımız da aramıza kauldılar. Hepimize yeşil eğitim elbiseleri dağıuldı. Bir takımını kesinlikle kirlet­ meyip teftişlik saklanması gerektiğini emrettiler. Ayağımıza giydiğimiz botlar kimimize bol kimimize dar geliyordu ve bunları kendi aramızda değiştiriyorduk. Öğlene doğru ta­ bura geçmemizi istediler. Muzaffer Kandemir adlı astsubay, arkasında ABD'li Bob Gallagher, kursun ABD'li danışmanı yüzbaşı Masion, uzman Steamy duruyordu. Bob Gallagher öne gelip, "Bu kursta herkes aynıdır. Rütbe filan tanımam. Hepiniz kursiyersiniz. Bu kurs gönüllü işi. Sakat kalabilir NAMIK EKİN

■ 51

ya da ölebilirsiniz. Bundan korkanlar şimdiden aynlsınlar," dedi ve sırasının en başından başlayıp subayların apoletle­ rini ve astsubayların rütbelerini eliyle sert bir şekilde söktü. Subaylar çok kızgındı. Bilhassa karacıların bu işe çok kız­ dıkları yüzlerinden belli oluyordu. Türk SAT astsubay hocası Oktay Kızılyamaç, elinde saç traş makinesiyle gelip, saçla­ rımızı sıfır numara ile kesmeye başlayınca, bazı kişiler o an kursu bırakıp gitme karan aldılar ve çantalarını alıp birliği terk ettiler. Benim saçımı düzgün olarak sıfır numara kes­ tiler. O an aklımdaki tek şey, bir ay evvel, Fıstık Ağacı Kız Lisesi'nde tanışuğım yeşil gözlü Fatma adlı kız arkadaşımdı. Onunla buluşacakum. Bu kel kafa ile nasıl karşısına çıkacak­ tım. Zaten yakın dövüş derslerinde ağzım humum yaralan­ dığı için Fatma ile buluşmam en az 2 ay ertelenmişti. Bir an aklımdan bunlar geçti ama yapılacak bir şey yoktu. Bazıla­ rının kafalarına ingilizce FUCK, SUCKER ve SHI T gibi aşa­ ğılayıcı laflan ince küçük saç makinesiyle yazdılar. Ben en çok rütbeleri sökülen üsteğmen ve yüzbaşıların soğukkan­ lılığına şaşırmışum. Buz gibi kalakalmış, ağızlarını dahi aç­ mamışlardı. Kursun içinde bizi en çok zorlayacak devrenin Cehennem Haftası, Esaret Haftası ve Survival (Hayatı idame) olacağını az çok tahmin edebiliyorduk. Aldığımız bir istihba­ rata göre de üçüncü hafta başlayacak olan Cehennem Haf­ tası çok zor geçecekti. ilk gün saat 16:00 da 244 kişi sıralandık. Eğitimlerin açıklanmasını bekliyoruz. Herkesin yüzüne yansıyan korku ve endişeyi gözlemliyorum. Zaten bırakıp da giden arkadaş­ larımız var. Hocalar karşımızda manalı manalı gülümsüyor ve heyecanlı bekleyiş başlıyor. ABD'li hocalar gözlemlerken bizim hocalar eğitime başladı. "Hadi kızlar yatın. 200 şınav yapın bakalım!" diye emir geliyor. Evet işte hazırız! Kendi­ mizi yere anp bir ağızdan bağırarak saymaya başladık: BİR!!!! İKİ!!! ÜÇ!!! Arkasından SÜRÜÜÜÜÜÜÜN!!! komutu ile

52 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELiMEDİR

nasıl sürünmemiz gerektiğini anlaup bizi düdükle terbiye et­ meye başladılar. Bir düdük YAT, iki düdük SÜRÜN, üç dü­ dük AYAĞA KALK demekti. Kursun yapıldığı kampta bina ve çadır dışına çıkıldığında yürümek kesinlikle yasaktı. Dı­ şanda sizden devamlı koşmanız isteniyordu. Sürüne sürüne dikenli böğürtlenlerin içinden sahile doğru 150 metreyi geç­ tiğimizde, sürünerek denize, suyun içine girmemiz emredildi. Kafamız dışanda sırtımız kumda, postallar ile, dalgalann kı­ nldığı yerde, palet vurur gibi kann egzersizi yaptırmaya baş­ ladılar. Tuzlu sular ağzımızdan burnumuzdan giriyor, bizi boğmaya çalışıyordu. Oramıza buramıza kaçan kumlar da cabasıydı. Nisan ayı, Karadeniz'in tüm soğuk su tabakalan­ nın satıha, su üstüne ve sahile vurduğu zaman soğuktan do­ nuyor, titriyoruz. Fakat hocalara belli etmemeye çalışıyoruz. Zira zayıf noktanızı tespit ettiklerinde oraya yüklenip hep "PES ET ÇOCUK PES ET!!! AYRIL! KÜÇÜK KIZ!! KAN­ CIIIIIK! " diye bağınp irademizle oynuyor, bizi kurstan ka­ çırmaya, pes ettirmeye çalışıyorlardı. Aslında sonradan hoca olduğumda, bu eziyetlerin hep sizdeki pes etmeme duygu­ sunu geliştirmek için yapıldığını öğrendim. SAT kurslannda talebenin pes edip kursu bırakma oranı %88 yani yüz kişi başlamış ise bitiren öğrenci sayısı 12 kişiye kadar düşebili­ yordu (bazı kurslarda I, bazı kurslarda ise hiç mezun ver­ mediğimiz oluyordu). ABD'li SAT'lar gibi pek konforlu de­ ğildi bizim eğitimlerimiz; çünkü bizler hiçbir zaman bir Türk olarak kolay başanlan sevmedik. ABD'li SAT kursiyeri deniz­ den çıkınca sıcak barakada sıcak duş yapabiliyor, sıcak ça­ yını kahvesini içebiliyor, zorlu eğitimin yorgunluğunu keyfi olarak atabiliyorken biz Türk SAT adaylan soğuk çadıra girip ancak havlu ile korunabiliyor, kumlu çoraplanmızı ve pos­ tallanmızı giyiyorduk. Sonradan bu kumlar koşarken zım­ para gibi sürünüp ayaklanmızı yara yapıyordu. Bizler Türk NAMIK EKİN

■ 53

askerleri olarak hiçbir şeyden gocunmayıp şikayet etmediği­ miz için bunlar bize dokunmaz, bizi yıldıramazdı.

ABD'li SAT'lar kışın ya da ilkbaharda, Güney eyaletlere götürülüp (Portoriko, San Juan) sıcak denizde ve iklimde kurs görürlerken, Türk SAT'lar kışın Karadeniz'de Keçilik'te, Riva'da, Amasra'da ve çok lüks olarak da İskenderun'da Arsus'ta kurs görür, üşüme titreme onun hergün birlikte ol­ duğu dostu olur. Soğuktan çoğu zaman erkeklik organımız içeri kaçar, kasıklarımız aynı bir bayanın bacak arası gibi olurdu. Sıcak giysiler, ambulans, doktor, sıhhıye olmadan, ABD'li SEAL komandosu denize zor girerken bizler bunlar­ dan herhangi birini zor bulurduk. 1970 Norfolk Virginia'da ABD'li SAT'lar ile denizden sahile sızma tatbikatı yaparken ABD'li yüzbaşı Morgan, bizi acil sudan çıkardığında ben en önde bütün Amerikalıları geçmiş sahile çıkmak üzere oldu­ ğum için isyan etmiştim. "Neden bizi çıkarıyorsun?" diye sorduğumda Morgan, "Astsubayım 4 mil açığa arasıra yıl­ dınm düşüyor. Bu da siz SAT balık adamlar için tehlike ar­ zediyor. Bu yüzden şamandıralannızı çekip sizi satha çıkar­ dım," dedi. Bizde, Türkiye'de ise SAT kursu yaparken 40-50 metre yakınımıza gece yıldınm düşerdi ve biz yüzmeye devam

54



IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

ederdik. Suda dalgaların sahile vurup geri çekildiği yerde pa­ let vurma egzersizi yaparken Bob Gallagher ve diğer ABD'li SAT hocalar postalları ile karnımıza basıp yürürlerdi. İçimiz­ den onlara duyduğumuz kızgınlığın ettiğimiz küfürlerin sı­ nın yoktu. Ayaklarımız sahilde başımız suda egzersiz yapar­ ken elleri ile başımızı suya basunp "Kabarcık çıkar küçük kız! Kabarcık çıkarın o.. .lar!" diye bağırırlardı. SAT adayları, SAHİLDE KOŞUN! emri ile sahilde koş­ maya başlar, YARALI TAŞI! emri verdiklerinde sırumıza bir arkadaşımızı alıp kumların üzerinde yalınayak koşardık. KUM TEPELERİNE! emri verdiklerinde kumlara bata çıka sırtımızdaki arkadaşımız ile koşar, tek düdük çaldığında yere yatar ve sırumızda yaralı gibi yatan arkadaşımız ile birlikte sürünmeye başlardık. İNSANLIK DUVARI! dedikleri bir olay daha vardı: 4 kişi yan yana kuma yatar bizim üstümüze 4 kişi daha, onların üzerine 4 kişi daha, onların da üzerine 4 kişi daha yatırıp alta kalanın canı çıksın misalı, İNSANLIK DUVARI denilen cezayı çekerdik. İNSANLIK DUVARI'nda bazen en altta bazen de en üstte olurdunuz. IBS (lnflattable Boat Small) şişirilebilir (bir SAT timinde 7 kişilik küçük las­ tik komando botu) botlarının nasıl kullanıldığını, nasıl kü­ rek çekileceğini, gece sahile yaklaşınca 2 öncü yüzücünün (Scoot Swimmers) nasıl suya inip, sahile gidip sahil keşfi ya­ pacağını, botu sahilde nasıl kamuflaj yapıp saklayacağımızı, sahil gerisi keşfi, botla gece ve gündüz kaçışlar ve denizin ortasında düşman keşif uçağı gördüğümüzde botu nasıl de­ virip alunda saklanacağımızı, uçak gittikten sonra botu tek­ rar çevirip tekrar nasıl içine gireceğimizi yüzlerce kez yapu­ rıyorlardı (up boat-down boat). Yakın dövüş derslerinde arka sırada ve ön sırada dimdik düşman nöbetçisi gibi duran ar­ kadaşlarımıza arkadan sessizce yaklaşıp arkadan boğma, ar­ kadan bıçaklama tekniklerini boğazlarımızdan kan gelin­ ceye kadar yapıyorduk. Bu boğma egzersizlerinden sonra NAMIK EKİN

■ 55

boğazlanmız çok ağndığından çoğumuz ya zor yemek yi­ yorduk veya yiyemiyorduk. Gece tek hareket (individual night operation) eğitim­ lerinde, baskın, keşif, tahrip eğitimlerini saat 03:00'a kadar yapıp sonradan olayın kritiğini yaparak, hatalanmızı anla­ tıyorlardı. Bizim ise uykusuzluk ve yorgunluktan gözleri­ miz kapanıyor fakat yine de ayakta kalmaya çalışıp dinliyor ve çoğu zaman sabah saat 04:00'da uyandınlıyorduk. Sabah kalk borusu, normal zamanda 05:30'da çalardı. Çoğu zaman 04:00'da yatıp 05:30'da kalkıp sabah koşusu ve kondüsyon eğitimine başlıyorduk. İşkence gibi gelmesine rağmen çelik gibi olmaya başlayıp, yaptıklan her eziyete dayanmayı öğ­ reniyorduk. Mayıs ayının sonlanna doğru, Poyrazköy'den SAT kampına olan 800 metrelik mesafeyi yüzerken soğuk dolayısıyla hipotermi (soğuktan donma) rahatsızlığı hepi­ mizi yakaladı. Ben de dahil hepimizin çeneleri titriyor ve kramplarla mücadele ediyorduk. SAT kursiyerlerinden bü­ yük bir kısmı o gün soğuktan korunmak ve kurtulmak için sahile kestirme vurup karaya çıktılar. Titreyip duruyorlardı. Biz 11 kişilik ASİLLER denilen grup, hedefe yüzdüğümüz halde biz de donmuştuk. Sahile çıktığımızda barakalarda so­ ğuktan battaniyelerin altına giren SAT adayı arkadaşlanmıza masaj ve ısıtma hareketleri yapıyor, bunu yapmakta da zor­ lanıyorduk. Ben de dahil herkes panik haldeydi. ABD'li SAT hocalar işin farkına varmışlardı; soğuktan donup ölen ola­ bilir diye bizi tabura (İştima) aldılar. Karadeniz'in soğuk su­ lan hepimizi yiyip bitirmişti. Herkes mosmor kıvranıp titri­ yor, kazaklanmızın üzerine eşofman giyerek sıraya geçmeye çalışıyorduk. Tşerli SAT gruplan halinde sıraya girdiğimizde, mevcut alındı, sayım yapıldı. Sonunda 1 kişinin eksik ol­ duğu tespit edilince, hocalar lastik botlara balık adam kı­ yafetleriyle binip denize açılarak, ceset aramaya başladılar.

56 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

Yüzdüğümüz rota tarandığında eksik olan SAT kursiyeri­ nin cesedi bulundu. Adı neydi biliyor musunuz? BARBA­ ROS DENİZSEVER! On dokuz yaşında benim gibi Üsküdar Salacakta yetiş­ miş çakı gibi bir atletti Barbaros Denizsever. Kader ona is­ mine layık bir oyun oynamıştı. BARBAROS DENİZSEVER DENİZDE ŞEHİ T OLUNCA 74 KİŞİ SAT KURSUNU TERK ET Tİ! Çok üzülmüştük. Aynı şey, bizim de başımıza gelebi­ lirdi. ABD'li ve Türk hocaları suçlayamıyorduk. İmza verip bu işe gönüllü gelmiştik. Ertesi gün bizi hiç suya sokmadı­ lar. Sahil gerisi keşfi, silah atışları, tahrip, sabotaj, yakın dö­ vüş, ilk yardım, haritacılık gibi dersler yaptırdılar. Sonraki günlerde, 3 ABD'li danışman ve hocalar bir ABD cipi ile Ka­ ramürsel'deki Amerikan üssünden geldiler. Koca cipin ar­ kasından bir sürü paket indirdiler. Kutular açıldığında pud­ ralanmış yepyeni KAUÇUK BALIKADAM elbise üstlerini görünce çok sevindik. Hepimizin ölçülerine göre balık adam elbise üstlerini dağıttılar. İçimden, "Barbaros ölmeden önce aklınız neredeydi!" demek geçiyordu. Fakat hocaların korkusundan asla bir şey diyemiyor, konuşamıyorduk. Zira yüzükoyun yatırıp kafa­ nızı bok çukuruna sokabilirlerdi. O gün, su yüzüne çıkan soğuk su dalgası bana çok iyi bir ders olmuştu. Hocalık yaptığım yıllarda ve daha sonra­ lan, soğuk vurması (hipotermi) ile ilgili çok tedbirli oldum. 2003 yılında İstanbul Boğazı'm Karadeniz'den Marmara'ya 18 saat 48 dakikada geçerken aç ve susuz yüzdüğümden bir kez daha hipotenniye yakalanmış, tüm tedbirleri almama rağmen 3 gün hastanede yatmıştım. Barbaros'un şehit olduğu gün zar zor sahile ulaştığımda, poposu dışarıda başı ve ayaklan suyun içinde birini gördüm. NAMIK EKİN ■

57

Bu, bir mide krampı hadisesiydi. Sarılıp SAT yüzücüsünü yu­ kan kaldırdığımda, SAT adayı Naci Kıldıran olduğunu gör­ düm. Hemen sahile çıkarıp karın krampı açma masajı ve suni teneffüs yapıp onu başarıyla hayata döndürdüm. SAT'ta kulaç aup ses çıkararak yüzmek yasakur. Zira ku­ laç atarsanız gürültü yapıp yerinizi belli edersiniz. Bir SAT daima elleri su içinde sessiz yüzme tekniklerini uyguladı­ ğından kalın kauçuk elbise ile paletsiz yüzmek çok zor olu­ yordu. SAT'ta palet ancak 1 mil yüzmeyi başardıktan sonra veriliyordu. Üçüncü haftada döküle döküle 244 kişiden 24 SAT adayı kaldık: 21 denizci, 2 karacı ve 1 jandarma. Soğuk, ölüm, kazalar, taciz, eziyet eğitimleri, üstüne üst­ lük Cehennem Haftası ve Esaret Haftası'ndan sonra kurstan dökülme kaçınılmazdı. Aruk hergün, bugün kimlçr pes ede­ cek diye merak ediyorduk. Amerikalı hocalar hep �'Pes et kü­ çük kız! Pes et o... ! Evine git! Burada çamurda ne işin var?

58 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

l.ıcvgilini alıp bara gitsene !" diye kızdınyorlardı bizi. Bedenen ve ruhen çok iyi olmama rağmen bir ara benim de "Acaba bugünü de geçirebilecek miyim? " diye düşündüğüm çok oldu. Hemen hemen hepimizi en çok soğuk korkutuyordu. adırlanmızm dışındaki ağaçta bir tabela vardı. Üzerinde de, "EN Kül.AY GÜN BUGÜNDÜ. YARIN BUGÜNDEN DE ZOR 01.ACAK" diye yazıyordu. Yemekhanedeki tabelada ise "EN Kül.AY GÜN DÜNDÜ" yazılıydı. Bu laflar hakikaten çok doğruydu. Yüzme hergün 500 metre artıyordu. Bugün 1000 metre yüzdüyseniz ertesi gün 3500 metre yüzüyordu­ nuz. Koşuda da bugün 8000 metre koştuysanız, ertesi hafta 8500 metre koşuyordunuz. Çoğu zaman 14 kilometre koştu­ ı:tıJmuz oluyordu. Cehennem Haftası'nda da kulaktan kulağa, techizatlı 42 kilometre koşacağımız konuşuluyordu. Bu, dün­ yanın hiçbir ordusunda yapurılmayan, yapılması cesaret edi­ lemeyen bir şeydi. Eklemlerinizde aşın kullanmadan dolayı ezikler, kapsül, bağ, yumuşak doku travmaları yarauyordu. NAMIK EKİN

■ 59

Cehennem Haftası (Hell Week) " Ölmek için iyi bir gün "

Cehennem Haftası, ABD SAT'lannın (SEAL) 2. Dünya Savaşı'ndan çok önce bir sistem ve eğitim şekli olarak Japon, Çin, Rus ve Alman komando eğitim sistemlerinden alınmış, kombine edilmiş, sizi bedenenden çok ruhen ezen bir haf­ taydı. En iyi komandoyu nasıl yetiştirebiliriz sorusuna yanıt veriyordu. Her gece 1 saat uyuyup, 23 saat ağır şartlarda ça­ lıştınlıyordu SAT adaylan. Böylelikle, fiziksel ve ruhsal kon­ düsyonunu bozup, ona yüklenip, taciz edip zor şartlarda da­ yanma gücünü ölçüyor, pes edip SAT kursunu bırakırsa, zor şartlara pek dayanamayan biri olarak gidiyor ve onu güçlü gruptan ayınyorsunuz. Burada bir zincirin en zayıf halka­ lanndan kopacağı prensibi çalışıyordu. Zorluk anında her an pes edebilir, konuşabilir, grubu ele verebilir ve tüm SAT grubunun yakalanmasına sebep olabilirsiniz. Bu Cehennem Haftası devam ederken, talebeler sürünürken, bilhassa Ame­ rikalı ve Türk astsubay hocalar subay talebelerin üzerine işi­ yor, sopa ile popolanna dokunarak itebiliyor, başlannı bok çukuruna ve pis sulara sokup kabarcık çıkar diye emir verip talebelerin sinirlerini ölçüyor ve bizlerin bedensel ve ruhsal gücünü zayıf düşürmeye çalışıyorlar. Cehennem Haftası sü­ resince hocalar bizleri lağım su giderleri ve logarlanna so­ kup üstlerimize işedikten soma üzerimizi beton kalıpla ör­ tüp orada tüm gece fare ve pisliklerle hapis ediyorlardı.

60 ■

IMKANSIZYALNIZCA BİR KELİMEDİR

1. GÜN, Sabah 02:30

Makineli tüfek ve TNT (Trinit Rotoluone) patlama sesleri ile uyandırıldık. Acil tabura geçirilip numaralarımızı sayıyo­ ruz. Çoğumuz aceleden taburumuza şotlar ve donlanmızla yetişebildik. Bazılarımızın ayağında ayakkabı bile yok. Çıp­ lak ve yalınayak dikenlerin arasından koşuyor, yürüyor ve sürünüyoruz. Her yerimiz sanki bir aslan ile boğuşmuş gibi parçalandı ve yaralandı. Deniz kenarına geldiğimizde bizi tekrar yaunp sivri kayalar üzerinde süründürmeye başladı­ lar. En kötüsü o çizikler ve yaralarla suya girdiğimizde tuzlu suyun yaralan yakması ile hissettiğimiz acı ve ağrı... Azgın dalgaların kıyıda kırıldığı yerde şınav ve mekik cezalan ya­ parken, sert dalgalar tarafından sivri kayalara fırlaulıyoruz. Aramızda şanslı olanlarımız kayalara urmanıp sürünmeye devam ederken dalgaların arasında kalanların üzerine kuru sıkı mermi (Blank) atışı artırılıp soğuk ve azgın suya dalma­ lan istendi. Su çok soğuk ve azgın. Sahile, tabura çıkmamız istendiğinde kiminde ayakkabı var kimi çıplak ayak. Bitkin NAMIK EKİN

■ 61

bir halde olduğumuz için istirahat verecekleri beklentisin­ deyiz. Oysa bizi tepe yukan Poyrazköy'e doğru önde hoca arkada biz sabah koşusuna başlatıyorlar. Hoca, "Kıntmayın çıplak ayaklı kontesler!" diye bağınp daha da hızlanıyor. Bir buçuk saat sonra kampa dönüp sabah cimnastiği adı altında işkence devam ediyor. Hoca'nın "Kahvaltıya!!!" diye bağırışı, kurtuluş emri gibi. Sabahlan, 4 yumurta, salam, sucuk, so­ sis, 200 gram peynir, süt, bal, reçel, tereyağ yiyor, gün bo­ yunca bütün öğünlerden 7500 kalori aldığımız halde çoğu­ muz zayıflıyoruz. Kahvaltıdan sonra Hüsnü Hoca, "Ulan o ... lar! Manukyan'ın 10 sermayedan gibi yiyorsunuz hala da bir bokunuzu görmedik" diye bağırdı.

2. GÜN, Sabah 04:00 Sabaha karşı 03:00'da yarıp 04:00'da kalknk. Kimsede hal yok. Yüzler gülmüyor. Gergin, sinirli ve uykusuzuz. Zor yürüyo­ ruz. Bunlann üzerine çok isteksiziz. Hocalann küfür ve ta­ cizleri arttı. Dışanda olsa hepsinin üzerine atlayıp döveceğiz. Bugünün "Dünya Turu" (Run Around The World) olacağı söylendiğinde Cehennem Haftası'nın ikinci gününe doğru dürüst bir isim bulamamışlar diye düşündüm. Fakat sabaha

karşı bunun hakikaten de bir dünya turu olduğunu anlıyo­ ruz. SAT botu ile (IBS) kürek çekerek Anadolu Kavağı'ndan Kilyos'a gidiyoruz. 3 saat boyunca kürek çektik. Karaya çık­ tığımızda SAT botlannı kafamıza alıp çok kısa dinlenme ara­ lanyla Kilyos'tan Rumeli Feneri'ne ulaşuk. Bu yürüyüş 4 saat kadar sürdü. Rumeli Feneri'ndeki ziyafetimizde yalnızca pa­ tates ve soğan vardı. Oradan 3.5 saat kürek çekerek Riva'ya SAS'lann kampının bulunduğu Soğanadası'na geldik. SAS'lann kampından botlan tekrar kafamıza alarak Anadolu Kavağı'na