Marksist Ekonomi El-kitabı Cilt 1

Citation preview

_J w

o

z �

---·-

Marksist ekonomi el-kitabi

ant

-+-

Ernest Mandel

--- --!---

ı

-ı w

� o

"7 L.

o



ANT YA.YlNLARI

42

Orlj1Dal adı: TBAITE D'ECONOMIE MARXISTE İlk yayını: 196Z, PABlS

Türkiye yayını:

ANT YATINLAIU

Kasım 1970, İstanbul Kapale

1Nct ÖZG'ODEN Dlzld - Bukı : OSMANBEY MATBAASI

Ernest Mandel

MARKSiST EKONOMi EL- KiTABI Türkçesi Orhan SUDA

ANT YAYlNLARI

CaA"alo�lu, Başmusahip Sok. 10/2 İSTANBUL

Bana marksizmi ve bütün in­ sanlar kardeş olsun diye sö­ mürünün, baskımn her tür­ lüsüyle mücadele etmeyi öğ­ reten açık fikirli iyi yükrekli babam.HENRI MANDEL'in anı sına.

Giriş

Marksist ekonomi teorisine karşı akademik çevrele­ rin tutumunda bir aykınlık göze çarpmaktadır. Bu teori, elli yıl önce üniversite çevrelerinde teorik alanda büyük bir ilgiyle karşıianmış ve ateşli tartışmalara konu ol­ muş, ama pratikteki bütün etkisi inkar edilmişti. İktisat­ çılar «sosyalist bir ekonominin:. «uygulanamıyacağınu söylüyorlardı[l]) bu alanda büyük bir kanşıklığa yol açtığı için böyle hareket etmemiz gerekiyor. Demek ki, hem birçok bakımdan düzeltilmesi gere­ ken, hem de Tokyo, Lima, Londra, Bombay ve (niçin olmasın?) Moskova'daki genç marksistleri, tek bir kişi­ nin üstesinden gelemiyeceği bir çalışmayı, ekip halinde tamamlamaya çağıran bir çabadır bu. Eser bu türlü ça(9)

British Associotion'un boşkanı Dr. Bronowski cbi lim bir olgular yı­ ğ ını değil, bir bütünlük vermek ve anlaşı lır hale getirmek için tabiot­ teki olguları bir düzene koymaktır • diyor [ 18). lktisotcı Metzler c ger­ çekten yon ı lm ı yorsom, istotistikçi ler orasındaki yaygın fikre göre is­ tatistiki usullerin seçimini denenmesi (uygulanması) gereken teori be­ lirler• [ 19) diyor. 1 ktisotçı Edy ve Peocock'o göre c Bilgi alanlarının büyük bir kısmında bizi ilgi lendiren birçok olgu vardır ve bunlar kar­ ş ı l ı kl ı il işkileri içinde büyük bir karmaşı k l ı k gösterirler. özel bir iı:ı· celemeyle ilgili bütün olguları ayrıntılarıyla bilmek ve bunların büti.ın münferit i l işkilerini ortoya koyabilmek, ne kadar hünerli olursa olsun, kimsenin harcı değildir ... Bu şortlar içinde insan zihni, belirgin olgu­ ları ve ilişkileri araştırıcının ve problem in mahiyetine bağlı farklı ke­ sinlik derecelerine göre bütün olarak anlaşılabilir kotegoriler halinde sı nıflondırır... • [20). (10) Hemen belirtelim ki Çin Halk Cuf!1 huriyeti'ndeki}() ri.�çil_er • ardarda gelen sofholorlo• ilgili bu morksızme aykırı goruşu bırkoç y ı ldon beri ciddi bir şekilde tartıştılar ve Marx'ın �. Emek, sosyal organizasyon, dil, bi(l l)

cÇevresine tamamen uyan bir yaratığın, söz gelişi, bütün etkisini ve gücünü bulunduğu yerde derhal bir sonuç almak için sarfetmiş olan bir hayvanın, köklü bir değişikliği karşılayacak ihtiyat hiçbir şeyi yoktur. Bu özel çevredeki bütün rakiplerinin hakkından gele­ bilir ama aynı sebepten dolayı, bu çevre değişecek olsa, kendisi de ortadan kalkar. cTi.ırlerin• büyük bir kısm ı n ı n ortadan kalkması, on­ ların cevreye uymada gösterdikleri başarıyla açı klanabilir• [2].



16



linç, böylece, insanın birbirine sıkı sıkıya bağl.ı ve birbiri­ ni karşılıklı olarak belirleyen ayırdedici nitelikleridir. ınsanın üretim yapabilmesini, yani her şeyden önce türün hayatta kalabilmek için gerekli besinleri elde etme­ sini sağlayan iş aletleri, başlangıçta onun tabü organları­ nın suni bir uzantısı olarak görünür. «Fizyolojik yapısının yetersizliğini gükrmek için, in.saıun, i§ aletlerine ihtiyacı vardır » [3] İnsanlığın başlangıcında bu iş aletleri çok il­ keldi: sopalar, yontma taşlar, kemik parçaları ve sivri boy­ nuzlar. Gerçekte tarih öncesi bilimi ve etnoloji, ilkel halk­ lan, bellibaşlı iş aletlerinin yapımında kullandıklan ham maddelere göre sınıflandırmaktadır: her ne kadar Kuzey Amerika'da tarihten önce yaşamış topluluklarda bir ke­ mik devri asıl taş devrinden önce gelmiş görünüyorsa da, bu sınıflandırma, genellikle yontma taş devriyle başlar. üretim teknikleri ile iş boyunca durmadan tekrarla­ nan aynı hareketler gitgide birbirinden ayrıldı. tosanlığın tarih öncesinde en önemli teknik keşif, şüphesiz ki, ateşin elde edilmesi ve saklanmasıdır. Gerçi yabancı medeniyet­ le ilişki kurmadan önce ateşi bilmeyen ilkel kabile kalma­ mıştı, ama sayısız mitoslar, ateşin bulunmadığı bir çağın varolduğunu ve bu çağın henüz insanların ateşi sakla·· mayı bilmedikleri bir devirden sonra geldiğini göstermek­ tedir< ııı. Sir James George Frazer iki yüze yakın ilkel toplu­ lukta yaptığı incelemelerde ateşin kökeni ile ilgili mitos­ lan bir araya toplamıştl1". Bütün bu mitoslar ateşin elde edilmesini ve saklanmasını sağlayan bir tekniğin keşfedil­ mesinin insanlığın başlangıcında ne kadar önemli bir r•l oynadığını ortaya koymaktadır[5]. .



Gerekli Vrün

ınsanlar temel ihtiyaçlarını emek sarfederek (çalı­ şarak) giderirler. Yemek, içmek, dinlenmek, hava deği­ şildiklerinden, aşırı sıcak ve soğuktan korunmak, çütle­ şerek neslin devamını sağlamak, vücut adalelerini çalış(12)

•16. yüzyılda kaJif Magellan Pasifik okyanusundaki Mariannes ada­ larında a teJi bilmeyen kav imlere rastlamıJtı. 18. yüzyılda Steller ve Krashinikof Kamçatka yarımadasında yaJQyan ve ateş n edir bilm eyen Kamçatkalılarla gÖrÜJmÜJierdi. [4].



17



tırmak: işte etnolog Malinovski'ye göre en basit ihtiyaç­ lar buh.lardır. Bütün bu ihtiyaçlar sosyal bakımdan gide­ rilir, yani fertle tabiat kuvvetleri arasındaki salt fizyolojik bir mücadeleyle değil, bir insan grubunun üyeleri arasın­ daki karşılıklı ilişkilerden doğan bir faaliyet sonunda gi­ derilir[6]. Bir halk ne kadar ilkelse emeğin payı o kadar büyüktür, çünkü, gerçekte, bütün hayat boyunca besin maddeleri bulmaya ve elde etmeye uğraşır[7]. Besin maddeleri elde etmenin en ilkel yolu yabani meyvaları toplamak, zararsız küçük hayvanları yakala­ mak ve basit usullerle av avlamak, balık tutmaktır. Bu ilkel safhada yaşayan bir topluluğun, mesela Avustural-· ya'daki yerli halkların yada Tasmanya'nın yetmiş beş yıl­ dan beri tamamen ortadan kalkmış olan ilkel ahalisinin ne devamlı oturdukları bir evleri, ne de (bazen köpek ha­ riç) evcil hayvanları vardı; bunlar ne elbise dokumasını, ne de yiyecekleri koymak için kap-kacak yapmasını bili· yorlardı. Yeteri kadar yiyecek toplamak için çok geniş bir toprak parçasını baştan başa dolaşmak gerekiyordu Ancak, hareket ederniyecek kadar güçsüz olan ihtiyarlar, yiyeceklerin toplanmasına çoğu zaman katılmayabilirler ve sadece iş aletlerinin yapımıyla uğraşırlardı. Bugün bile rasianılan en ilkel halkların birçoğu, mesela Hint Okya­ nusu'ndaki Andaman adalarının ahalisi, Latin Amerika'­ daki Fuagien'ler ile Botucudos'lar, Orta Afrika ve Endo­ nezya'daki Pigmeler, Malezyadaki vahşi Kubu'lar, Avus­ turalya yerlilerinin hayatına benzer bir hayat yaşarnak­ tadırlar[8]. İnsanlığın bir milyon yıldan beri varolduğu kabul edildiğine göre bunun en azından 980.000 yılını aşırı bir yoksulluk içinde geçirdiği bir gerçektir. Açlık neslin de­ vamını sürekli olarak tehdit ediyordu. Besin maddeleri üretiminin ortalaması, tüketim ihtiyacı ortalamasını karşı­ layarnıyacak kadar yetersizdi. Yiyecek maddelerini sakla­ mak diye bir şey bilinmiyordu. Pek seyrek görülen bolluk ve refah devrelerinde yiyecek maddelerinin büyük bir kıs­ mı ziyan oluyordu. «Boşimanlar, Seylan'daki Veddalar ve Fuegien'ler



18



gelecek ıçın ihtiyat yiyecek ayırmıyorlardı. Orta Avustu­ ralya ahalisi bütün yiyeceklerini bir oturuşta yiyerek ka­ rınlannı tıkabasa doyuruyorlar sonra da açlığa katianıyor­ lardJ. Yer değiştirdiklerinde taştan aletlerini bırakıyorlar, gerektiği zaman yenilerini yapıyorlardı. Bir Papu tek bir aletle yetiniyor, kullanılıp aşınıncaya kadar bir başkası­ na ihtiyaç duymuyor ve eskinin yerine yenisini yapmayı akıl edemiyordu. llk devirlerde hüküm süren güvensizlik. ihtiyat yiyecek maddeleri ayırmayı önlüyordu. Bolluk dev­ resini, yarı-açlık devresi izliyordu» [9] . Bu «ihtiyatsızlıb, ilkel insanın zihni yetersizliğin­ den değil, fırsat çıktı mı karnını tıkabasa doyurmak eğilimine yol açan ve yiyeceklerin muhafaza edilmesine imkan vermeyen binlerce yıllık güvensizlik ve sürekli aç­ lıktan ileri geliyordu. Üretimin tümü gerekli ürünü, yani yiyecekleri, elbiseleri, barınakları ve bunların yapılmasına yarayan az yada çok dayanıklı bir iş aletleri stokunu sağ­ lıyordu. Hiçbir zaman sürekli bir ürün fazlası yoktu.



Sosyal işbölümütıün BOJlangtc!

Besin yeterli bir miktarda sağlanmadığı sürece in­ sanlar yiyecek maddeleri üretiminden başka bir ekono­ mik faaliyete kendilerini tam olarak veremezler. Orta Ame­ rika'yı ilk keşfedenlerden biri olan Cabeza de Vaca bu­ rada kendi konutları için samandan halılar yapmasını bi­ len ama hiçbir zaman kendilerini bu işe vermeyen yerli kabHelere rastlamıştı. Bunlar, «bütün vakitlerini yiyecek maddeleri toplamakla ge­ çiriyorlardı, çünkü başka bir şeyle uğraştıkları zaman aç­ lıktan mideleri kazınıyordu:& [ 1 O] Bütün insanlar yiyecek maddeleri elde etmek için uğraştıklarından, gerçek bir sosyal iş bölümü kurulamıyor, çeşitli zanaatlarda uzmaniaşmak mümkün olmuyordu. Ba­ zı halklar, herkesin günlük kullanım mallan imal edeme­ mesini bir türü anlıyamıyorlardı. Orta Brezilya'nın yer­ lileri, Alman kaşifi Karl von der Steinen'e « pantolonunu,



19



kılıcını, v.s. yi sen mi yaptın• diye sormuşlar, kendisinin yapmadığını öğrenince de şaşıp kalmışlardı[ l l ] . Sosyal gelişmenin bu satbasında bile şu yada b u işi yapabilecek kabiliyette fertler vardı. Ama ekonomik du­ rum, yani devamlı bir yiyecek stokunun bulunmayışı, bu kabiliyetlerin ortaya çıkmasına henüz elvermiyordu. Ti­ kopia adası (Pasifik Okyanusundaki Salomon takımadası) ahalisinin faaliyetlerinden söz eden Raymond Firth şöyle demektedir: «Tikopia'da her erkek hem çiftçi, hem balıkçı, hem de bir dereceye kadar, ormancıdır. Her kadın zararlı ot­ Ian ayıklar, sığ kayalıklar arasında balık avlar, hasır örer, ağaç kabuklanndan elbiseler yapar. Uzmanıaşma diye kabul edilebilecek şey bir zanaatin diğer zanaa tlardan ayrı olarak geliştirilmesi değil, özel bir yeteneğin bir zanaatte geliştirilmesidir» [ 1 2] . Demek ki, tanmla uğraşan nispeten gelişmiş bir top­ lum için doğru olan şey henüz daha ilkel bir durumdaki toplum için haydi haydi doğrudur. Fakat Raymond Firth'in anlattığı sosyal organizas­ yon, insanlığın ekonomik gelişmesinin bütün safhaların­ da görülebilen basit bir işbölümünün, kadınla erkek ara­ sındaki işbölümünün varlığını ortaya koymaktadır. En il­ kel halklarda erkekler avcılık yapmakta, kadınlar meyva ve zararsız küçük hayvan toplamaktadır. Biraz daha ge­ lişmiş topluluklarda vaktiyle edinilmiş bazı teknikler ya erkekler yada kadınlar tarafından özellikle uygulanmak­ tadır: Kadınlar, ateşin söndürülmemesi, iplik eğirme, d(}­ kuma, çanak çömlek yapımı, v.s., gibi, evlerin dolayların­ da geçen işleri gerçekleştiriyorlar, erkekler daha uzaklara gidiyorlar, daha iri hayvanları avlıyorlar, iş aletleri yap­ mak için tahta, taş, fildişi, boynuz ve kemik kullanıyorlar­ dı. Uzmaniaşmayı (özelleşmeyi) gerektiren zanaatlerin meydana gelmesini sağlayacak bir iş bölümünün olmayışı, daha uzun bir çıraklık devresini ve özel bilgileri gerekti­ ren tekniklerin uygulanmasını önlüyor, fakat [buna kar­ şılık] vücudun ve insan faaliyetinin daha ahenkli bir şe­ kilde gelişmesini sağlıyordu. Henüz işbölümü nedir bilme­ yen, ama tabii çevredeki elverişli şartlar sayesinde açlı-



20



ğı ve salgın hastalıklan önlemiş olan 'halklar (Polinezya­ lılar, Beyazlar'ın istilasından önce Kuzey Amerika'daki bazı yeri kabileler) modem medeni insanın hayranlığını kazanan bir insan tipi geliştirmişlerdir. •

Sosyal Bir Vrün Fazlasınw Jik Defa Ortaya Çıkışı

Buluşların, keşiflerin ve bilgilerin gitgide birikmesi, üreticilerin daha az çaba sarfederek yiyecek maddeleri üretimini artırmalarını sağlıyordu. Emeğin verimliliğin­ deki artışın ilk belirtisi buydu. Ok, yay ve zıpkının keşfi, kara ve deniz hayvanlarını aviama tekniğinin geliştiril­ mesine ve yiyecek maddeleri ihtiyacının daha düzgün bir şekilde karşılanmasına imkan veriyordu. Tali bir ekono­ mik faaliyetten başka bir şey olmayan yabani meyvalann toplanması, yerini artık bu faaliyetlere bırakıyordu. Hayvanların derileri, kılları, boynuzları, kemikleri, diş­ leri, insanoğlunun işlediği hammaddider haline geldi. özel l ikle kara ve deniz hayvanları bakımından zengin bölgelerin keşfi, göçebelik durumundan yan yerleşik (mevsim değişikliklerine göre), hatta tamamen yerleşik bir duruma geçilmesine yol açtı. Atıdarnan adaları kıyı­ sında yaşayan Minkopies'ler, Kalifomiya kıyısında yaşa­ yan K.lamat'lar ve Malezya'daki bazı kavim ler( 13] böy­ le bir yerleşik düzene sahiptiler. Emeğin üretkenliğinin gelişmesi sonunda yan yada tam yerleşik bir hayata ge­ çiş, bu üretkenliğin artmasını da sağladı. Göçebe bir kavmin beraberinde götürebileceği miktan aşan iş alet­ leri birikimini sağlamak artık mümkün oluyordu. Böylece, topluluğun hayatta kalması için gerekli ürünün yanısıra yavaş yavaş ilk ürün fazlası, sosyal ürün fazlasının ilk şekli ortaya çıkıyordu. Bu sosyal ürün faz­ lasının asıl fonksiyonu, zaman zaman başgösteren kıtlı­ ğı önleyecek yada bunun etkisini azaltacak ihtiyat yiyecek maddeleri sağlamaktı. Binlerce yıl boyunca ilkel halklar, yiyecek maddelerini bozulmadan saklamak meselesini halletmeye uğraştılar. Çoğu kabileler, ancak üstün me­ deniyetlerle ilişki kurmak sayesinde bu meseleyi hallede­ bildiler. Mesela, genellikle devamlı ürün fazlası elde et-



21



meyen bütün göçebe avcı kavimler, etin uzun süre dayan­ masını sağlaY-an tuzu bilmiyorlardı[14yuı. Sosyal ürün fazlasının ikinci fonksiyonu, daha geliş­ miş bir işbölümünü sağlamaktı. Kabile, devamlı olarak ihtiyat yiyecek maddeleri bulundurduğu andan itibaren, üyelerinden bazılan, vakitlerinin büyük bir kısmını bes­ lenme ile ilgisi bulunmayan objelerin (iş aletlerinin, süs eşyalarinın, v.s.'nin) üretimine ayırabiliyordu. Vaktiy­ le bir kabiliyet, bir yetenek olan şey, şimdi bir uzman­ laşma (özelleşme), bir zenaat haline geliyordu. Sosyal ürün fazlasının üçüncü fonksiyonu da, nü­ fusun daha hızlı bir şekilde artmasını sağlamaktı. Yan kıtlığı doğuran şartlar yüzünden belirli bir kabile içinde sağlıklı erkek ve kadmlann sayısı azalıyor, küçük ço­ cukların ancak pek azı hayatta kalabiliyordu. İlkel halk­ ıann çoğu doğumu kısıtlamayı biliyorlar ve bunu geniş ölçüde uyguluyarlardı Besin maddeleri yeterince sağla­ namadığı için mutlaka böyle bir kısıtlamaya başvurmak gerekiyordu[l5]. Hastatann ve sakatların ancak pek azı tedavi edilebiliyor ve ancak pek azı hayatta kalabiliyor­ du. Yeni doğan çocuklan öldürmek yaygın bir hal almış­ tı. Esir edilenler, ilerde yenrneğe aynlmazsa, öldürülüyor­ lardı. Nüfus artışını önlemek için sarfedilen bütün bu ça­ balar, ilkel insanda doğuştan gelen bir zalimlik olduğunu gösterrnez. Aslında bu, yiyecek yokluğu yüzünden bütün bir halkın ortadan kalkması gibi büyük bir tehlikeyi önle­ mek için bir çaba sarfedildiğini gösterir. Ama oldukça sürekli bir ihtiyat yiyecek sağlandı­ ğı andan itibaren mevcut yiyecek maddeleriyle nüfus ar­ tışı arasında bir denge sağlanabiliyordu. Böylece doğum­ lar artıyor ve doğumun artmasıyla birlikte sağ kalan ço­ cukların sayısı da artıyordu. Kabiledeki ortalama yaş oranı yükseldiğinden sakatlar ve ihtiyarlar daha ömür­ lü oluyor, belirli bir toprak üzerinde nüfus yoğunluğu eme­ ğin üretkenliği ile birlikte artıyordu. Ekonomik ve sosyal ilerlemenin en açık belirtisi de buydu[16]. Nüfusun artması ve emeğin özelleşmesiyle insanlığın yararlandığı üretim (1 3)

Tuzun yiyeceklerin muhafazasına yaradığı keşfedili.!'ceye kadar devamlı b ir protein stokunun sağlanması bakımından onemlı bı r keşıftır bu - türlü usullere baş vuruldu. Mesela, etler kurutuldu, ıse tutul­ du, havası boşaltılmış bambu kaplarda, v.s.'de saklandı. Ama bü­ tün bu usüllerin yetersiz olduğu görüldü.



22



güçleri de artıyordu. Sosyal bir ürün fazlasının çıkışı bu artışın gerekli bir şartıydı. •

ortaya

Neolitik Devrim

İnsanın yeryüzünde ortaya çıkışından beri bildiği en önemli ekonomik devrimin gerçekleşmesi, yani tarımın başlaması, hayvanların evcilleştirilip yetiştirilmesi için ge-­ rekli maddi temel, sürekli bir yiyecek fazlasının sağlan­ masıdır. Bu devrimin gerçekleştiği cilalı taş devrine ya­ da neolitik devre, neolitik devrim denir. Tarım ve hayvancılık, iki sebepten dolayı, bir yiye­ cek fazlasını gerektirir. Çünkü önce, doğrudan doğruya bestenrnek amacıyla değil fakat ilerde tüketilrnek üzere daha fazla bitki ve et elde edilmesi gerekmektedir. Binler­ ce yıldan beri kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan halk­ lar, başka ihtiyat yiyecekleri yoksa, hemen yenilebilecek bir şeyin daha sonra tüketilmesini kolay kolay kabul et­ mezler. Sonra, tarım ve hayvancılık kabilenin hayatta kalması için gerekli besini hemen sağlamaz ve ekimle hasat arasındaki devrede ihtiyat yiyecek maddeleri gerekir. Bu sebeplerden dolayı, ne ilkel tarım, ne de hayvancılık bir halkın başlıca üretim sistemi olarak birdenbire kabul edilebildi. Bunlar yavaş yavaş ortaya çıktılar ve ilkin, av­ cılığa ve meyva toplamaya oranla ikinci derecede faaliyet­ ler olarak kabul edildiler, hatta halkın geçimi buna da­ yandığı zamanlarda bile avcılık ve meyva toplama gene uzun bir süre uygulandı. Genellikle kabul edildiğine göre, evcil hayvanların yetiştirilmesi (aşağı yukarı M .ö . 10.000. yılda) ilk sistem· li tarım faaliyetlerinden sonra gelir (yaklaşık olarak M.ö. 15.000 yılda). Bazen bu her iki faaliyet de eş-zamanlıdır Yada bazı topluluklarda tersine bir durum görülür[18]. Afrika'da ve Okyanus adalannda yaşıyan halkların birço­ ğu tarafından bugün bile uygulanan en ilkel tarım şekli: toprağı ucu sivri bir sopayla kazmak yada bir çapayla bellemektir. Böyle bir ekim usulü sonunda toprak hızla tükendiğinden sürülen tarlalan birkaç yıl sonra terketmek ve yeni tarlaları işgal etmek gerekmiştir. Çoğu halklar, me­ ( 1 4)

Gehlen ctorım doğrudon doğruya b i l ince bağlı bul unmoyan kendili· ğinden s ı kı b ir disipl i n i gerektirir• d i yor [ 1 7].



23



sela Hindistan'daki dağ kabileleri cengeli ateşe vererek bu yeni tarlaları ele geçirdiler ve külleri tabü gübre olarak kullandılar[19]. Neolitik devrim insanlığın doğuşundan beri ilk defa olarak, geçim araçları üretimini doğrudan doğruya insanın kontroluna tabi kılmaktadır, asıl önemi de budur. Mey­ valann toplanması, avcılık ve balık avlama, yiyecek mad­ deleri elde etmenin pasif şeklidir. Bu usul, belirli bir top­ rak üzerindeki tabü kaynaklann tümünü ya azaltır yada, en iyi ihtimalle, belli bir seviyede tutar. Buna karşılık, ta­ rım ve hayvancılık yiyecek maddeleri elde etmenin aktif şeklidir, çünkü insanlığın yararlandığı tabii kaynaklan ar­ tınr ve yeni kaynaklann yaratılmasını sağlar. ınsanlığın yararlandığı yiyecek miktan aynı emek sarfıyla on kat artınlabilir. Yani bu usul, insan emeğinin sosyal üretken­ liğinde muazzam bir artış sağlar. Neolitik devrim iş aletlerinin geliştirilmesini de hız­ landırmış, devamlı bir ürün fazlası yaratarak zanaatkarlı­ ğın meslek haline gelmesini sağlamıştır: «Zanaatkarlığın (tekniklerin) meydana gelmesinin ön şartı, geçim araçlarının üretimine hasredilen emek miid­ detinden bir boş vaktin ayrılabilmesidir»[20]. Tarımın ve hayvancılığın başlaması, aslmda, ilk bii­ yük işbölümüne, çiftçi halkiann yanı sıra çoban halklarm ortaya çıkmasına yolaçmıştır. Tarımın uygulanmasından dolayı meydana gelen tek­ nik iledernede kadınların şüphesiz ki büyük bir payı var­ dır. Bugün ilkel tanm safhasında kalmış olan halklardaki uygulamalar ve sayısız mitoslar inanıyorlardı[54]. Aztek· lerin inanışına göre başpapaza rüyasında Tanrı: cOvaya suyun yayılması için tepenin eteklerindeki büyük bir neh­ rin önüne Meksikalılar set çeksinler diye buyurmuş»[55]. V e halk da bu yüzden refaha ermiştir. Tarihçi Heichelheim haklı olarak, « modern kapitalizme varııncaya dek bütün mede·niy.etlerin temelinde tarım yatmaktadır» demekten çekinmiyor[56J. Amerika'da yayınlanan Sosyal Bilimler Ansiklopedisinde de, « Buğday, mısır ve pirinç'e dayanınıyan bir medeni ·



32



yetin varolduğunu bugüne kadar ne tarih, ne de arkeoloji ortaya koyabilmiştir:. [57] denmektedir. Sulamalı tarıma geçiş ve buna bağlı olarak şehir ha­ yatının başlaması, tabii şartların elverdiği birçok yerde gerçekleşmiştir. Bu evrimin birbirinden bağımsız olan çe­ şitli halklarda ne derece gerçekleştiğini belirlemek gene de güçtür. Ama bazı halklar için kesin birşey söylenebilir. M.ö. 5 bin yılında Nil, Fırat ve Dicle vadisinde; 4 bin yılında Çin'de Hoang - Ho vadisinde, tran' da, Kıbrıs'ta : 3 bin yılında Orta Asya'da Indus vadisinde ve Girit ada­ sında; 2 bin yılında Yunanistan'da, Anadolu'da, Tuna va­ diside ve Sicilya'da; bin yılında ıtalya'da ve güney Arabis­ tan'da (Minea kırallığı. Böylece, açıktan açığa düşmanlığın yanı sıra söz­ süz (sessiz) trampa deyimiyle belirtilen ve itibari olarak düzenlenen mübadele kuralları yerleşir. En güçsüz grup, mübadele edilecek ürünleri ıssız bir yere koyar ve karşı grup kendi ürünlerini aynı yere koyuncaya kadar ortadan kaybolur. Ekonomik tarih bu sözsüz trampa örnekleriyle dolu­ dur. Heredot'un belirttiği gibi, Cezayir'in batısında Mağ­ rıblılarla Siyahiler arasındaki ilişkiler, Güney Rusya'daki Pers, Tatar ve Yunanlı tüccarlada Kuzey Rusya'nın buz tutmuş steplerinde oturanlar arasındaki ilişkiler (Arap gez­ gini lbn Batutah'ın belirttiği ilişkiler) bu konuyla ilgili kla­ sik edebiyatta anlatılır. Bugün bile yeryüzünün birçok böl­ gelerinde sözsüz trampaya rastlanır, Sibirya'daki Chuck­ chee'lerle Alaska'da yaşıyanlar arasında; Filipinler'de Lu­ çon adasının kuzeyindeki vadilerde yaşıyan Negritos'larla aynı bölgenin hristiyan ahalisi arasında; Kuzey Rodezya'­ daki Avatva kabilesiyle bataklık bölge ahalisi arasında ve Yeni Gine'de, Yeni-Ebrid'lerde, Hindistan'da, Endonez­ yada[5] bu trampa uygulanmaktadır.



Sözsüz trampanın ve düşmanlıktan ileri gelen müba­ dele ilişkilerinin kökenleri, birbirleriyle akrabalık bağları bulunmayan farklı ilkel gruplar arasındaki temaslardadır. Gördüğümüz gibi, başlangıçta, grup içinde mübadele ilişkileri yoktu. Yiyecek maddeleri ve çok gerekli diğer ob­ jeler mübadele edilmez, pay edilirdi[6]. Tıpkı bugün mo­ dem bir ailede olduğu gib� aralarında kesin bir eşdeğerli(27)

· Mundugumor'lar (yeni Gine'deki avcı kabile), sadece öldürülecek düşman aramak için değil, ticari ilişkiler kurmak için de uzaklara giderler. Doğudaki bataklık bölgede yarı-aç yaşıyan güçsüz kabi­ leden çömlek.ler, yiyecek sepetleri, cibinlik satınalırlar. Bunların hep­ sini öldürmemeye d ikkat ettiklerini, çünkü aksi halde, çömlek ya­ pan kimse kalmayacağ ı n ı söylerler• [4].



44

·•

lik bulunmayan hediyeler (değerli objeler, tılsunlar, süs eşyası) alınıp verilirdi. Ama �nı atalara bağlı gruplar genişleyip ortak bir yönetimin uygulananuyacağı kadar geniş bir ·araziye ya­ yılınca bölündüler. Bu tali grupların yaşadıkları yerlerd� çeşitli özel ürünlerden ibaret olan hediyeler mübadele edil­ meye başlandı ve bu mübadele törenlerde (şenliklerde) periyodik bir şekilde tekrarlandı. Tören, daima bir baş­ ka grubun yardımiyla yaşayabilen bu tali gruplar arasın­ daki karşılıklı maddi ilişkilerin yada sadece akrabalık bağlannın var olduğunu ifade etmektedir[?]. Törenlerde bu hediye mübadelesi, ferdi tarım safha­ sına ulaşmış ama köy topluluklan halinde kalmış ilkel gruplarda devam eder. Aynı bir toplulukta fertterin elde ettikleri ürünler arasındaki yada birbirlerine akrabalık bağlanyla bağlı birçok köyün rekolteleri arasındaki fark, hediye mübadelesiyle periyodik bir şekilde giderilecektir. Bugün ekonomik bir fonksiyonu yokmuş gibi görünen bu hediye mübadelesi böyle bir fonksiyonel kökene dayanı­ yordu. Les Structures elementaires de la parente adlı kita­ bında Claude Uvy - Strauss, bu hediye mübadelesinin de, tıpkı kadınların mübadelesi gibi, sosyal gelişmenin bu saf­ hasında ekonomik hayata ne kadar bağlı olduğunu ve -kadınların kendileri hediye olarak kabul edildiğinden, as­ lında ilkel insanların özdeş diye telakkİ ettikleri- bu bir­ birine paralel iki devrenin grubun sosyal bütünlüğünün (tutarlılığının) devamı için ne kadar gerekli olduğunu inan­ dırıcı bir şekilde göstermiştir. lşbölümü, esas itibariyle, cinsler arasındaki işbölümü olduğundan, aşırı derecede kadın isternek (seçmek), bazı grupların, ortadan kalkma­ sına değilse bile, en azından zayıflamasına yolaçacaktır[8}. Cl. Uvy-Strauss'a göre, «Dışardan evleome (exogamie) grubun grup olarak devamını sağlayan ve onu kan birliğine dayanan evlenme­ lerin sebep olacağı parçalanma ve bölünmelerden koruyan tek çaredir» [9] . (28)

Levy-Strouss ilkel insanların bo�ko bir cfiyot ödeyetrıedikleri• için kadınları m'übodele ettiklerini açıklayon Frozer'le polemiğe giri�i­ yor. Strouss, Frozer'i ancak çok daha cgeli�mi�· toplumlarda ya­ pı lan ahesoplomolorı • 9eçmi� devirlerde varsoydığı için yermekte



45



Güney Nijerya'daki tbo Ozı:ıitemler'de yiyecek mad­ delerinin hediyeler şeklinde n;ıübadele edilmesini kabilenin üyeleri şöyle anlatmaktadırlar: eBu yüzyılın başlangıcında manyoka unu kullanılma­ dan önce Ha,"?:irandan Ağustosa kadar büyük bir yiyecek kıtlığı olurdu. Elinde yiyecek bulunan herkes bunu bı:ı devre boyunca hediye ederdi. Böylece erkekler kaniarına ve ana bir akrabalanna yiyecek maddeleri hediye etmek zorundaydı»[! 1]. Törenlerde bağışta bulunmak, bir kabilenin dışına taşabilir ve belirli bir bölgede yaşıyan birçok kabileye yada kavlme yayılabilir. Ufak bir grtıp içinde uygulanan bağış, emeğin sıkı bir işbirliğine ve yardımiaşmaya dayandığını ifade eder; bunun birkaç kabileye yada kavime yayılması da, barışçı bir işbirliği kurmak için bir çaba sarfedildiğini gösterir[l2). «Başlangıçta Güney Doğu'daki Nonyang ülkesinia prensleri sadece saraydaki töreniere katılmak için Çin baş­ kentine elçiler gönderiyorlardı. Bu elçiler Tanrı'nın oğlu­ na efendilerinin bağlılıklarını bildiren görevliler olarak kabul ediliyordu. Tabü, gelirken ülkelerindeki ürünleri he­ diye olarak getiriyorlar, imparator da, karşılığında onla­ ra hediyeler veriyordu. Bu Çin hediyeleri çoğu zaman Ja­ va, Borneo ve Malezya'dan getirilenlerden daha değerliy ­ di. Ama eşit değerde bile olsalar, bunlar kurulmakta olan milletlerarası ticaretin çekirdeğini teşkil ediyorlardı. ,. [ 1 3] Ferdi ekonomik faaliyet -her şeyden önce tarım- köy topluluğu içinde daha önemli bir yer alınca. törenlerde he­ diye alıp verme ve sözsüz trampa çoğalıp düzenli bir hak gelince, ekonomik dengeyi sağlamak için, mübadele edilen hediyelerle ilgili birçok ölçü ve hesap unsuru da toplulu­ ğa giriyordu. Endonezya'da bir köy topluluğu olan Desa'da böylece iki ekonomik faaliyet şekli bir arada bulunuyordu; hayati ihtiyaçlan giden Sambat Sinarnbat (karşılığı olmayan haklıdır. Ama Strouss, • kadınların mübadelesinde ekonomik bir prob­ lemin makul bir şekilde çözümlenmesi diye bir şey yoktur, sadece ilkel bir b i l inç söz konusudur• derken haksızd ı r . Gerçekte, ilkel eko­ nomide kodının nasıl bir ekonomik rol oynadı ğını bel irten Strouss'un kendisidir. Demek ki, c kodınlorın tedovülünü• bütün sağlam erkek­ lere en eşitçi bir evlenme şansı soğlıyocok şekilde düzenlemek ar­ zusu, sosyal dengeyi sağlayon bir ekonomik · zorurete tekabül eder l 1 0] .



46

,.

faaliyet) ve ferdi ihtiyaçların gerçekleştirilmesi için yapı­ lan toeloeng mensoloeng (bu faaliyet için eşit değerde bir karşılık bekleniyordu)[ 1 4] . Uygulanan hediye mübadele­ sinin birçoğunu inceleyen Schechter[ l 5] , çoğu durumlarda, bir eşdeğeriilik ilkesinin yani tam bir ölçünün önemli bir rol oynadığını görmüştür. Şüphesiz, emtia .üretimine da­ yanan bir pazar ekonomisi yoktu henüz ama, Hamurabi Kanunlarından da anlaşıldığı gibi, eşdeğeriilik genellikle kabul edilmiş ve kurumlaşmıştı . [ 16]. •

Gelişmiş Mübadele

Sözsüz {rampa ve törenlerde bağışta bulunma, geliş­ miş mübadele deyimiyle ifade edebileceğimiz basit mübade­

le ve genel mübadele arasındaki geçici formlardır. Gelişmiş mübadele tesadüfi iki ürün fazlasının birbi­ riyle değiştirilmesinden değil, daimi bir fazlanın diğer ürün­ lerle değiştirilmesinden meydana gelir. Törenlerde bağışta bulunmak da (hediye alıp vermek de), sözsüz trampa da, gelişmiş mübadele formuna bürünebildiği gibi, genelleşmiş mübadele içinde de yer alabilir. Zanaatkarlığın henüz bağımsızlığına kavuşmadığı il­ kel toplumda, belirli bir bölgenin kendi özelliklerinden ötü­ rü, bölgesel bir özelleşme, bögesel bir işbölümü ortaya çı­ kabilir. Böyle bir bölgede yaşıyan kabilenin büyük bu özel üretimle uğraşabilir ve komşu bir çoğunluğu kabHelerin karşısına kollektif bir uzman olarak çıkabi­ lir. Böylece, söz konusu üründen sağladığı fazlayı diğer ka­ bilelerin özel ürünleriyle mübadele eder. Tarih öncesi bili­ mine ve etiıolojiye göre, belirli bir üretim merkezindeki iş aletlerinin ve süs eşyalannın büyük bir kısmı gelişmiş mübadele işlemleri içinde yer alabilir. Daha yontma taş devrinde özellikle Saint - Acheul'de, Bomlo adasında, Norveç'in Güney Batısında taş aletlerin yapıldığı gerçek atölyeler kurulmuştu. Cilalı taş devrinde, Mısır'da, Sicilya'da, Portekiz'de, Fransa'da (Grand - Pre­ signy'de), İngiltere'de (Grimes, Grave ve Cissbury'de), Bel­ çika'da Obourg ve Spienne'de, tsveçte, Polanya'da (Doğu Galiçya'da ve Kielce bölgesinde) çakmaktaşı ocakları var­ dı. Marua adalarında taş aletlerin yapıldığı atölyelerin ka-

47





lıntılarına rastlanmıştır. Bu atölyelerde Yeni Gine'nin bü­ yük bir kısmının ihtiyacı karşılanıyordu[ 1 7]. Heichelheim, en ilkel çağdan beri çok geniş bir bölgede süs eşyalannın mübadele edildiğini doğrular gibi görünen bir çok kaynak göstermektedir[ 18]. Emeğin üretkenliği artıp komşu kabile ve kavimlerin birçoğunda devamlı ürün fazlası meydana gelince, bu böl­ gesel özelleşme sistemi, düzenli bir mübadele halinde ge­ nişleyebilir ve hakiki bir bölgesel işbölümü ile son bulabi lir. Mesela, Amazon havzasında çeşitli kabilelerio herbirinin özel bir imalatı vardı. Çömlekçilikte Merimel'lerin, öldü­ rücü zehir konusunda Karahonlar'ın, halıcılıkta, bağcı­ lıkta Bora'ların üstüne yoktur. Hamak yapımında[ 19] Ni­ totolar başta gelir. Bu kabileler arasında bu özel üretime dayanan mübadeleler tedrici bir şekilde yerleşmiştir. Ama, bu kabilelerio her biri için, özel ürünlerin elde edilmesi, ekonomik hayatın sadece tali bir kısmıdır. Eko­ nomik hayat esas itibariyle meyva toplama, kara ve deniz avı (bazan tanmla birlikte) üzerine yani, geçim araçlannın araştıniması üzerine kurulmuştur. Gelişmiş mübadelenin uygulanmadığı kabilede henüz özelleşmiş bir zanaat yok­ tu. Kabile kıtlık çekmek istemiyorsa, bugün çömlek yapan­ lar, yarın avianmak yada toprağı işlernek zorundaydılar. ·



Ticaret

Neolitik devrimle birlikte tarım gelişip devamlı bir fazla elde edilince henüz böyle bir fazlaya sahip olmayan halklada devamlı bir mübadeleye girişrnek imkanı doğdu, yani mübadele yeni bir safhaya girdi. Mübadeleler, bölge­ sel bir özelleşme sonucu yaratılan birkaç ürüne inhisar etmiyordu artık. Bu andan itibaren, bütün bir bölgedeki ürünlerin tümü mübadelenin kapsamına girmiş, mahalli pazarlar meydana gelmişti. Her kabile yada her köy, gene, 'kendi ihtiyaçlarını geniş ölçüde kendisi karşılamaya devam 1 ediyordu. Ama diğer kabilelerio ürünlerinden de yararla�ıyordu. «Güney Nijerya'da birçok topluluk mahalli pazarlar aracılığı ile, diğer alıcı topluluklardan gelen yiyecek mad­ delerine ve çömlekler, hasırlar, tahta aletler gibi diğer gün-



48

·•

lük kullanım eŞyalarına sahip olurlar. Böylece Agoi orman­ larında ve Oban tepelerinin eteklerindeki köyler, Croix ırmağı yakınlanndaki köylerde kurulan pazarlarda isli av etleri verip karşılığında bura halkının değil, ırmaktan on­ larca kilometre uzakta yaşayan lbolann elde ettikleri pata­ tesleri satınalıyorlardı. Nüfusu nispeten az ve birbirlerin­ den uzakta bulunan çömlekçi köyleri hemen hemen bütün ürün fazlasını kendileri sağlıyorlardı ve bunların elde ettik­ leri ürünler 2000 Km2'lik bir alana dağılıyordu. Demek ki, aile topluluğu yada genellikle köy topluluğu, yiyecek mad­ delerini ve birçok günlük kullanım roadelerini geniş öl­ çüde kendisi sağlamış da olsa, çoğu zaman, hatta her zaman bütün ihtiyaçlarını karşılayamıyordu» [20] . Genelleşmiş mübadele sistemi köy yada kabile için­ de özelleşmiş zanaatin baŞlamasıyla aynı zamana rastlar. Ama bU özelleşme, bir köy topluluğu içindeki özelleşmedir. Tarımla uğraşmayı gitgide bırakan zanaatkarlar geçimle­ rini, gördükleri hizmet karşılığında sağlarlar. Demek ki, köy yada kabile içindeki mübadele ilkeldir. Mesela, Pasifik Okyanusu'ndaki Marquesa adalarının ahalisi yada Doğu Afrika'daki Kafliço ve Gugo kabilelerindeki mübad�le gi­ bi. Buralardaki zanaatkarların bazılan tam bir bağımsızlık içindedirler, diğerleri henüz bağımsız değildir. Bağımsız zanaatkarlar .yaptıldarı toplam işe karşılık her yıl köy top­ luluğundan bir miktar yiyecek, elbise ve süs eşyası alırlar. öbür zanaatkarlar, geçim araçlarını sağlayan tarlalarda çalışırken kabilenin diğer üyeleri onlara yardım eder · ler[2 1 ] . Her iki durumda da asıl anlamda bir mübadele söz konusu değildir.

Farklı köyler, kabileler ve kavimler arasındaki genel­ leşmiş mübadele, üreticilerin kendileri, topluluğun bir kıs­ mı (mesela kadınlar'ı9l) yada topluluğun temsilcileri tara­ fından az - çok kollektif bir şekilde gerçekleşir. Bu mü(29)

Tar ı m i l k olarak kadınlar tarafından uygulandığı ölçüde, yiyecek fazlas ı n ı düzenli bir şekilde i l kin onların mübadele ettikleri anlaşıl­ maktadır. Çin geleneğine göre, ticareti ilk defa kadınlar uygula­ mıştır. Afrika'daki Togo, Soma l i ve Gsılla kavimlerinde ve Asya'daki Tatarlarla Tibetliler'de ticaret son zamanlara kadar kadınların elin­ deydi [221 Forde, Scott ve Nadel, Nijerya'da aynı şeyi gözlemledi­ ler. Colombe'dan önceki N icaragua'da pazarda sadece kadınlar bu­ lunurdu [ 2 3 1 . Dahomey kra l l ı ğ ında da maha l l i pazar yerlerinde .sa­ dece kadınlar satış yapardı.



49



badelenin kendisi özelleşmiş bir ekonomik faaliyet değil­ dir henüz. « Günümüzdeki tarım bölgelerinde olduğu gibi, Or­ taçağ Avrupası'nda da, orta üretici, meslekten bir tücca­ rın yardımı olmaksızın, kendi aile işletmesinde sağladığı bazı fazla ürünleri (yumurta, peynir, tavuk, sebze, süt, da­ var, hatta buğday) satardı. Küçük atölyeler halinde örgüt­ lenmiş bir sanayün bulunduğu ve az miktarda yada sipariş üzere meta üretildİğİ her yerde üreticilerle tüketiciler, ara­ ya herhangi bir tüccar girmeden, birbirleriyle alış veriş ederlerdi. . Sadece köyün demireisi yada çömlekçisi değil, şehirlerdeki kasap, ekmekçi bile kendi ürününü kendi sa f.ardıı> [24]. Maden devrimi gerçekleşince bu durum değişti. İn­ sanoğlunun yararlanabildiği ilk madenler, bakır ve kalay, her ülkede, hele sulamalı tarım sayesinde medeniyete ilk adımlarını atmış ülkelerde hiç bulunmuyordu. Maden ya­ taktan, çok sınırlı bazı bölgelerde, özellikle dağlık bölge­ lerde bulunuyordu. Buralarda, söz konusu madenler, uzun bir devre boyunca süs eşyası olarak kullanıldılar ve eko­ nomik anlamda bir maden devrimine yolaçmadılar. Yiyecek fazlalarından, tekniklerden yararlanan ve ye­ teri kadar boş vakti olan çiftçi (tarımcı) toplulukların bu maden filizlerini ele geçirmek için bunları bulundukları yerlerde aramaları, şüphesiz önce yağmacılıkla, sonra da normal mübadele yoluyla[25] elde etmeleri gerekti. Yüz­ lerce kilometre uzaktaki bölgeler arasında yapılan millet­ lerarası mübadele, zanaatkarlığın yada tarımın yanında ar­ tık tali bir faaliyet olarak kalamazdı. Yeni bir iş bölümü meydana gelmiş, uygulamada mübadele diğer ekonomik faaliyetlerden ayrılmış, ticaret doğmuştu . llkel halklarda maden devrimi, mübadelenin genelleş­ roesi sonunda meslek haline gelen zanaatkarlığın ortaya çıkmasıyla aynı zamana rastlar. Tarım faaliyetlerinden ta­ mamen kopmuş olan ilk zanaatkarlar gezici demirci/erdir (bunlara Ekvator Afrikası'ndaki Bantou'larla, Batı Afri­ ka'daki Peul'lerde bugün bile rastlanır). Bu halklarda, ti­ caretin bağımsızlaşmasına yolaçan maden devrimi, zana­ atkarlığı tarımdan ayırdığı gibi, ticareti de zanaatkarlık­ tan kesin olarak ayırır.

tki mübadele şeklinin, yani henüz özelleşmemiş genel mübadelenin ve gerçek anlamda özelleşmiş ticaretin, ge­ nellikle tarım bölgesinde aynı zamanda meydana gelmiş olması çok ilginçtir. Mesela Guatemala'daki Chorti'lerde köylüler ve zanaatkarlar, kendi ürün fazlalannı sannak için haftada bir kere mahalli pazara, ayda bir kere yada her iki ayda bir bölge pazanna giderler. Ama bölgede ye­ tişmeyen ürünleri ithal eden tüccar, gerçek anlamda bir tüccardır. Nijerya'daki Nupe'lerde de aynı ayrım görü­ lür[26]. Bakır devrinden itibaren ticaret, özellikle, Mısır'da hükümdarlıktan önceki ilk medeniyette ; Mezopotamya'da Tufan'dan önceki ilk medeniyette ; Truva'da keşfedilen en eski medeniyette; Yunanistan'daki Girit - Mikene medeni­ yetinde; İspanyolların istilasından öce Meksika'daki Aztek medeniyetinde, eski Çin, Hind, Japon medeniyetinde geliş­ mişti. Klasik Çin edebiyatında rA ppendice au Canon des Change114en.ts de Con Fu tse adlı kitapta pazariann (yani ticaretin) sabanla aynı devirde, yani maden devrimi sonun­ da tanmda meydana gelen önemli değişikliklerle aynı an­ da icad edildiği anlatılıı127]. Tunç devriyle birlikte, ticari ilişkilerin ge1işmesi tek­ nik bilgilerden üretici faaliyetlerde yararlanmanın ilk şartı oldu. O devirdeki mevcut bakır ve kalay madeni yatakla­ rını dikkatle inceleyen Gordon Childe, Akdeniz bölgesin­ deki halkların tunç objeler yapımına geçtikçe, birçok ül­ keyle millet1erarası ticari ilişkilere girişrnek zorund a kal­ dıklarını ortaya koymuştur. Hindistan'dan İskandinavya'� ya kadar bakırla kalayın eş - zamanda bulunduğu sadece dört bölge vardır, onlar da Kafkasya, Bohemya, tspanya ve Comouailles'dır[28]. Oysa bu dört bölgenin hiçbirinde tunç devri görülmemiştir. Tunç devrini yaşamış halklar, bu değerli madenieri (bakır ve kalayı) elde etmek için büyük ticari seferler düzenlediler -bir de zaman zaman yapılan ve ikinci hane­ danlıktan itibaren Sina yarımadasındaki maden1erin Mı­ sır'a aktanlmasına yolaçan soygun seferleri vardır[29]J. Bu da, bu müba­ delenin her sosyal organizasyonun dayandığı aynı objektif ölçüye göre yapıldığını, yani emtianın mübadele değerinin, üretimleri için gerekli emek müddeliyle ölçüldüğünü gös terir. Hint yarımadasının Güney - doğusundaki Nilgiri dağ­ Iannda dört kabile arasında (Toda, Karumba, Badaga v� Kota kabileleri arasında) kurulmuş ticari ilişkilerden anla­ şıldığına göre, emek müddetini hesaplamayı bilinçli bir şekilde uygul�yan sosyal bir organizasyondan aynı ilkenin yan - bilinçli, yan - objektif bir şekilde uygulandığı müba­ delelere geçilmiştir. Toda'lar çoban kabilelerdir; Karuro'lar hala cengelde yaşamaktadırlar; Badaga'Iar çiftçidir; Kota'lar da. her şey­ den önce madenciliği bilen ve bıçak yapan zanaatkarlardır. Kota'lar diğer üç kabileye bu bıçaklar ve çömleklerle, dini törenlerde kullanılan müzik aletlerini satarlar, karşılığında (35)

Gelitmeleri küçük meta üretimi artaya ç ı kmadan önce durmuş alan birçek ilkel halkın ürünlerini objektif kriteriere ve emek müddetinin hes oplanmasına göre mübadele etmediklerini gösteren de budur. Bu olgu, birçek etnalagu ekonomik analiz konusunda yanl ı ş sonuçlara sevketmiştir. Bununla beraber, Margaret Mead, çek ince örülmüş ha­ sırları törenlerde mübadele eden Manua (Samaa) halkının baş1an­ g ı çta, bu hasırlara, üretimleri için sarfed ilmiş gerekli emek müdde· tini karşılayan bir mübadele değeri tespit ettiklerini anlatır. Dohc sonraları, bu değer san derece artırıimıştır [57]. Pasifik adaların­ da yaiıyan birçek kabilede alduğu gibi, bu Samaa kabilesinde de, mübadelenin ekonomik bakımdan artık önemli bir ral oynamadığı ürünce zeng in memleketlere yerleşmiş göçmenler söz konusudur.



59



Todalardan manda ve sürü hayvanı, Karumbalardan bal, yabani meyva, Badagalardan buğd ay alırlar. Ama Kota­ l ar sadece zanaatkar değildirler. Kendi tarlaları da vardır. Kota demircilerinin yaptığı madeni bıçaklarla mübadele edilecek buğday miktarı dini kurallarla tespit edilmiştir. Badagalar daha çok bıçak almak isterlerse «bu bıçakları yapmak için gerekli zaman boyunca Kota demircilerinin tarlalarında çalışmak zorundadırlar» [58]. Dahomey'lerde de: «Demirci burda demirleri kendisi satınalır ve bunları, kalfalannın çalışmasından yararlanabileceği ana kada: saklar. Bu an gelince demirhanenin bütün üyeleri (demir­ ciler loncası) , onun satınaldığı burda demirlerden tarla çapası, balta, bıçak v.s. , yaparlar. Hurda demirlerin sahibi bu aletleri satmak ve bu satıştan sağladığı geliri kendine ayırmak hakkına sahiptir. Bu parayı, kendi geçim mas­ raflarını karşılamak, burda demir satınalmak amacıyla kul­ lanır ve demirhanedeki kombine işgücünden yeniden ya · rarlanıncaya kadar ortakları için çalışır� [59] . Ekonomik önemi olmay an basit, tesadüfi mübadelede kesin eşdeğeriilik ilişkileri bulunmayabilir. Ama genelleş­ miş mübadele böyle değildir. Objektif bir eşdeğeriilik kri­ terinin bulunmayışı, mübadele ilişkilerinin düzenlenmesini önleyecek ve çok sayıda emtia üreticisi gerektiren her toplumun parçalanıp dağılmasına yolaçacaktır. Ç alıştıkla­ rı işkollarında elde ettikleri ürün diğer işkollarına göre, daha az e mtia satın almalarına yol açıyorsa, üreticiler bu işkollarını terkedeceklerdir. Demek ki, mübadele edilen emtia ile ürünler arasında kesin eşdeğeriilik ilişkilerinin kurulması kaçınılmazdır. Ama iki ürün, iki emtia arasındaki eş - değerlilik iliş­ kisi, ortak bir ölçüyü, ölçülebilen ortak bir niteliği gerek · tirir. Bir metanın kullanım değeri, bu metanın faydasını belirleyen fizik niteliklerinin tümüne bağlıdır. Bu kull:ı­ m m değerinin varlığı bir mübadele değerinin ortaya çık ­ ması için gerekli bir şarttır: gerçekte, hiç kimse, kendi ya­ rattığı ürün karşılığında, kimseye faydası olmayan bir mc­ ta, bir kullanım değeri almayı kabul etmeyecektir. Fakat iki metanın, fiziki nitelikleriy le ifade edilen kullanım de­ ğeri ölçülemez: buğdayın ağırlığı, kumaşın uzunluğu,



60



kapların hacmi, çiçeklerin rengi ortak bir ölçliyle belir­ lenemez. Bu ürünler arasında karşılıklı bir mübadeleyi sağlamak için, hepsinde ortak olan ve aynı zamanda da hem ölçülebilen, hem de miktarca ifade edilebilen ve toplumun bütün üyeleri tarafından kabul edilen sosyal bir nitelik aramak gerektir. Oysa, emtianın kullanım değerini meydana getiren fizik niteliklerinin tümü, bu emtiayı üreten özgül ernekle belirlenmiştir: dokumacının sarfettiği emek, kumaşın bo­ yutlarını, inceliğini, ağırlığını; çömlekçinin harcadığı emek çömleğin direncini, şeklini, renklerini belirleyecektir. Bir emek ürünü olan emtia, aynı zamanda sosyal insan em.e.�i­ niuı, yani belirli bir toplumda mevcut tüm emeğin bir kıs­ mının ürünüdür. Emriayı ölçülebilir hale getiren de bu olgudur. -özgül karakteri hesaba katılmadığı için soyut emek denilen- bu genel insan emeği, m übadele değerinin temelidir

" » » »

[66]

Bu artış, nihai satış fiyatına dahil edilen asıl ticari kar marjının yükselmesiyle ifade edilir. Ticaret alanında genel masraflarda ve sabit masraflarda görülen artışın yanısıra, sanayide olduğu gibi (mütedavil sermayeye oran­ la sabit sermayenin artmasından dolayı), bir rasyonali­ zasyon hareketi meydana gelmez. Böylece, büyük kapita­ list ülkelerde perakende emtianın ortalama satış fiyatla:­ nnda dağılım masraflan payının genellikle % 35 ila 40



205



arasında değiştiği tahmin edilmektedir(l 14>. öte yandan, mevcut toplam sermayenin gittikçe artan bir kısmı çeşit­ li dağılım alanlarında donmuş bir halde ve bizzat sanayi alanında da stoklar şeklinde kalır. A zami yayılma sınırına yaklaştıkça ve sanayiin bazı önemli kollannda asıl· üreticilerin işgal ettikleri yer gitgide daraldıkça kapitalist üretim tarzının bürünmeye başladığı aça/ak karakteri bundan daha iyi gösteren bir kanıt yok­ tur. Mesela, ı Temmuz ı 948'de Birleşik Devletler petrol sanayiinde 2 milyon ücretli işçi vardı ve bunların sadece 400.000'i (% 20'si) üretici faaliyet alanlarında (üretim, rafinaj, v.s.), ı 25 .000'i idari işlerde ve biJimsel araştır­ malarda, 225.000'i nakliyatta; ı 20.000'i çeşitli hizmet­ lerde çalışıyordu. Demek ki, işçilerin %24'ü üretimle ti­ caret arasındaki tali alanlarda çalıştırıhyordu. Dağılım ve satış alanında çalışanların sayısı ı , ı milyondu, yani bu sa­ nayi kolunda çalışanların tümünün % 55'iydi. [68] Otomo­ bil sanayiinde de aynı yıl içinde üretim alanında 978.000 ücretli işçi, satış ve dağılım alanlarında ise ı ,5 milyon iş­ çi çalışıyordu. [ 69]. Kapitalizm olgunluk çağına erişip çöküş devresine girince sermayelerin üretmek için değil, artık-değer elde etmek için kullanılmak istenmesi tam bir sapiantı hali­ ne gelmektedir. F.ortune Dergisi'ne göre: « Amerikan vatandaşı sabahın kör karanlığından ge­ cenin geç vaktine kadar sıkıyönetim altında yaşamakta­ dır. Günlük hayatta gördüğü, işittiği, dokunduğu, tadına baktığı yada hissettiği her şey ona bir şey satabiirnek ça­ basına dayanır. Onun benliğine işieyebilmek için reklam­ cılık bütün hünerini kullanır: kızdırır, şaşırtır, sinirlendi­ rir, durmadan tekrarlayarak onun direncini kırar>>[70]. Belçika Üretkenliği Artırma Ofisi'nden ı 953'de Bir­ leşik Devletler'e giden bir heyet, çağdaş kapitaJizmin için­ de billunduğu saçma durumu çok güzel dile getirmiştir: ( I l A ) Journal of Markeling'e göre, 1 939 y ı l ında mil l i üretime dahil toplam ilave değere dağ ı l ı m ve nakliyetın « i lave ettiği değer• % SO'yi oş­ moktodır. Batı Almanya'da yo!)ı lon son bir incelemeye göre, yiyeceK maddeler ınin dışındaki bütün ürünlerin satış fiyatlarında dağ ı l ı m mos­ raflar ı n ı n payı % 44'dür. Amerika Birleşik Devlııtleri'nde muzların fi­ yatlarında dağ ı l ı m ve nakil mosrafları payının % 7S (!) ve sadece dağ ı l ı m mosrafları poyınn ise % SS olduğu ileri sürülmüştür [67].



206



«Endişe verici bir kolaylığa kaçan üretim, fiili tü­ ketimi aşmak eğilimindedir. Teknolojik işsizlik, ancak tü­ ketimde devamlı bir geJişme sağlanırsa atlatılabilir. Git­ tikçe hızlanan bu evrimi kolaylaştıracak tek çare dağı­ lımdır. Tüketici satınaldığı takdirde üretimi faydalı kıla­ cak olan dağılımdır. Why produce if you ca1mot seli (sa­ tamadıktan sonra niçin üretim yapmalı)? Bütün bir üre­ tim - tüketim devresinin başarısı yada başansızlığı hak­ kında hüküm verecek tüketiciye giden son yol ayrımı bu­ dur. «Bugün ekonominin birçok sektörünü tehdit eden en büyük(!) tehlike aşın üretimdir. Gerek tarımsal ürün­ lerde gerek sınai ürünlerde üretim potansiyeli ihtiyaçlann çok üstündedir. . . «Üretimin çarkları şimdi öylesine bir hızla dönmek­ tedir ki, tüketicinin en ufak bir tereddüdü bütün ekono­ mik yapıyı çökertebiJir(!)» [7 1 ] Piyasa incelemelerinden halkla ilişkilere, reklam, pa­ zarlama (marketing) ve motivational research teknikleri­ ne vanncaya kadar teknik alandaki bütün uzmanlar bu « tereddütlerh önlemeye yada gidermeye uğraşıyorlar. 1 955'de reklam masrafiarına 9 milyar dolar harcanmış­ tır.(l ısı. Tüketicinin hürriyetini sağlayacağını iddia eden bir sistemin, yani kapitalizmin savunulmasını gülünç ha­ le düşüren bu şartiandırma (tüketicinin şartlandınlması) insanın tamamen yabancılaşmasına sebep olur: tçgüdüle­ riyle hareket eden bilinçsiz kitleleri satınalmaya, «seçme­ ye» ikna etmek için her çareye başvurulur. Vance Pac­ kard, The Hidden Persuaders adlı eserinde kitlelerin bu türlü şartJandınlmasını müthiş bir şekilde anlatmıştır: «Bu tekniğin gerektirdiği temel görüşlerden biri şu­ dur: msanın kişiliği ile istenildiği gibi oynamak»[72] Böylece, kapitalizmin çelişkilerinin saçmalığa kadar vardırıldığını görmekteyiz. Karı ve piyasa ekonomisini yarı - bolluk şartlan içinde devam ettirmek isteyen kapi­ taUzm, insanın üretici gücünün yarattığı ürünleri serbtst­ çe dağıtaeağı ve bu gücü insan kişiliğinin hür gelişmesinin temeli haline getireceği yerde, insanı, hür gelişme imkan­ n 1 5) Genel likle, bunun ceremesini çekecek olon gene tük�ticinin kendisi-

dir. Çünkü reklam mosrafları birçok emtianın mal ıyet fıyotlorrno da­ h i l edilmiştir.



207



larının günden güne arttığı ölçüde, mutsuz kılmaya, ya­ ralamaya çalışır. Bolluk içinde yokluk, akıl çağının üstün gelmesi gerekirken tutkulann suni bir şekilde açığa vu­ rulması, bütün ihtiyaçlan tatmin etmek mümkünken, yer­ siz bir tatminsizlik duygusunun yaratılması, insanın, tabia­ tın (maddenin, eşyanın) hakimi olabilecekken, eşyanın kö­ lesi haline gelmesi. . . işte kapitalist üretim tarzının vardı­ ğı sonuç. •

Vçüncü Sektör

Sir William Petty'nin sanayi devriminden önceki bir yorumundan hareket eden iktisatçı Colin Clark, «Üçüncü sektörün» (ticaret, nakliyat, kamu hizmetleri, sigortalar, bankalar, serbest meslekler, v.s.) «ikinci» sektörden, yani sanayi sektöründen daha «Üretken» olduğunu ileri süren bir teori geliştirnıiştir. Bu teoriye göre, üçüncü sektörde istihdam edilen faal nüfus oranı arttıkça milli gelir yüksc­ lir.[73] üçüncü sektörün gelişmesi, insanlığın ekonomik ilerlemesinde bir dönüm noktası olacaktır. Hemen belirtelim ki, bu sektörün tanımı le Grand Espoir du XXe siecle adlı eserinde c hizmetler» sektö­ ründen söz eden Fransız iktisatçısı Jean Fourastiı�'nin ele alıp geliştirdiği tanım -, son derece belirsizdir. Colin Clark'ın yaptığı bu tanımın kapsamına üretici faaliyetler (nakliyat ve gaz, su elektrik gibi kamu hizmetleri), üretici oJmayan faaliyetler, faydalı faaliyetler (eğitim, sağlık, yö­ neticilik, genel saymanlık) ve faydalılığı şüpheli faaliyet­ ler (reklamcılık, askerlik, jandarmalık) girmektedir. Colin Clark cüretkenliği» (prodüktiviteyi) kaba an­ lamda, yani «gelir sağlama» anlamında kullanmıştır. Fa­ kat beürli bir sosyal ve politik ortamda bir motivation research uzmanının, bir amiralin, bir başbalerinin bir mühendisten, bir madenciden, bir yüksek fınn işçisinden daha çok kazanmaları keyfiyeti, bu ikincilerin yerini birin­ ciler alırsa bir milletin daha zengin olacağı gibi saçma bir sonuç yaratmaz. Nihayet, Colin Clark'ın teörisi, kendi istatistikleriy­ le çelişmektedir. Bu istatistiklere göre tkinci Dünya Sa­ vaşı'ndan önce Japonya'da faal nüfusun % 34'ü, tsveç'te -



208



% 30,4'ü, İsviçre'de % 33,2'si üçüncü sektörde çalışmak­ tadır. Bununla beraber, tsveç'in ve İsviçre'nin Japon­ ya'dan daha müreffeh olduğuna hiç kimse itiraz edemez. Gene bu istatistiklere göre, Çin'de faal nüfusun % 20'si, Bulgaristan'da % 1 6,8'i ve Yugoslavya'da da % lS'i üçün· cü sektörde çalışmaktadır. Ama, geri ülke olmalarına rağmen, bu ülkeler, Çin'den daha yoksul değildirler. Mı­ sır'la İtalya'da üçüncü sektörde çalışanların oranı aynıdır. Buna rağmen, bu iki ülkeden birincisi ikincisinden kat kat yoksuldur[74]. Gerçekte, Colin Clark'ın hatası, özellikle , uçuncü sektör tanımında yarattığı karışıklıktan ileri gelmektedir. Bir milletin ekonomik ilerlemesine ve ortalama üretkenlik seviyesine oranla, aslında birbiriyle çelişen beş farklı fe­ nomeni gözönünde tutmak gerekir: I . Bir noksan istihdamın, örtülü bir işsizliğin ifa­ desinden başka bir şey olmayan ve manüfaktür sanayiin­ de çalıştırıldıkları takdirde büyük bir ilerleme sağlayacak olan küçük « perakendeciler» kitlesinin varoluşu. Eski Çin ve Mısır gibi gelişmemiş ülkelerde üçüncü sektördeki bu şişkinlik bu fenomenle açıklanır (bu fenomenin sonucu­ d ur). 2. Bazı milletlerin, aslında üretici bir faaliyet olan nakliyat alanında (özellikle deniz nakliyatında) uzmanlaş­ ması. Norveç ve kısmen de Japonya gibi ülkelerde üçüncü sektördeki şişkinlik bu fenomenin sonucudur. (Bu feno­ menle açıklanır). 3. Bazı dağılım ve şahsi hizmetler alanında (özellik­ le: perakende ticaret, sigorta şirketleri, bankalar, kun­ dura ve elbise tamiri, berberler, güzellik enstitüleri) makineleşme ve rasyonalizasyonun, sanayideki makİna­ laşmaya oranla, geri oluşu. Bu durum, « üçüncü» sektör­ deki şişkinliğin sı·nai üretimdeki artıştan ileri geldiği izle­ nimini verir. Bu şişkinlik «hizmetlerde» üretkenliğin yük­ seldiğini değil, azaldığını (gerilediğini) gösterir. Ama ge­ çici bir gerilemenin söz konusu olduğu şüphesizdir. Büro işlerinin makinalaşması, büyük gıda paz�rlarının kurul­ ması, ve buna benzer diğer fenomenler farklı bir evri­ min söz konusu olduğunu düşündürmektedir. Zaten, bu vesileyle belirtmek gerekir ki, Colin Clark sebeP""sonuç



209



ilişkisini tersine çevirmiştir. Kapitalist bir ülke zenginleş­ tikçe artık-değerin, hizmetlerin satınalınmasına ayrılan kısmının arttığı,_ bol ücret alan işçilerin ihtiyaçlanndaki furklılaşmanın hızlandığı doğrudur. Demek ki, sosyal zenginleşmenin sebebi, hizmetler sektörünün gelişmesi değil, tam tersine, hizmetlerdeki gelişmenin sebebi sosyal zenginleşmedir. 4. Kapitalizmin çöküş devresinde artık - değerin ger­ çekleştirilmesinde karşılaşılan güçlüklerin artmasından dolayı, dağılım faaliyetlerine bağlı «hizmetler:. de meydana gelen şişkinlik. . 5. Nihayet, emtia üretimine bağlı olmayan yaratıcı mesleklerin gelişmesi: uygulamalı bilimler, bilimsel araş­ tırma, sanat, tıp, sağlık, öğretim, beden eğitimi; eğlence ve dinlenıneye bağlı « üretici olmayan:. faaliyetlerin tümü. Bu, beş fenomenden, ekonomik ilerlemeye ve emeğin üretkenliğindeki artışa sımsıkı bağlı görünen sadece bu fe­ nomendir. Bu, insanlığın gittikçe artan bir kısmının, yara­ tıcı olmayan bir iş görmek mecburiyelinden kurtulduğu­ nu gösterir. Hankulade bir geleceğin habercisidir bu. Bü­ tün tüketim mallarının üretimini otomatik makinalar sağ­ layınca, insanların hepsi, mühendis, bilgin, sanatçı, atlet. öğretmen yada doktor olacaktır. Bu anlamda, ama sa­ dece bu anlamda gelecek (istikbal) « « üçüncü» sektörün­ _ dür. < 1 161

(1 1 6) 1 7. bölüme bakınız.

7 •

Kredi

Yardırnlaşma ve Kredi

Ticaret farklı topluluklarda üretimin eşit olmayan gelişmesinden, kredi de aynı topluluktaki farklı üretici­ lerin gerçekleştirdikleri üretimin eşit olmayan gelişmesin­ den doğmuştur. Hayvancılık ve tarım (toprağın işlenme­ si) özel işletmeye dayanmaya başladığı andan itibaren fertler arasındaki kabiliyet farklan, toprağın ve hayvan­ ların verimliliğindeki farklılık ve insanların yaşantısm­ daki yada tabiattaki sayısız olaylar, farklı üreticilerin gerçekleştirdikleri üretimin bu eşit olmayan gelişmesine yol açar. Böylece, birkaç yıllık ürün fazlası (artık-ürün) sağlayan çiftliklerle, tüketimini ve tohum ihtiyacını kar­ şılayarnıyacak kadar düşük bir üretim yapan çiftlikler bir arada bulunur. Aynı halkın çeşitli üreticilerinin gerçekleştirdikleri üretimin eşit olmayan bir şekilde gelişmesi otomatikman kredinin gelişmesine yol açmaz. Kredi, tabii bir kurum değil. belirli sosyal ilişkilerin bir sonucudur (ürünüdür). Sürüleri ve toprağı özel işletme tarzı, yavaş yavaş par­ çalanmakta olan ilkel topluluklarda gelişir ve uzun bir geçiş süresi boyunca, işbirliŞine dayanan ernekle içiçe bulunur. Oysa, işbirliği üzerıne kurulmuş emeğe daya-



211



nan bir toplum kredi nedir bilmez. Böyle bir toplumda sadece yardımlaşma vardır. Topluluğun talibii üyeleri, hiçbir maddi karşılık gözetmeksizin, kötü durumda olan üyelerin yardımına koşarlar. Bugün bile çoğu ilkel halk­ �nrda aynı şey görülür. Kuzey Amerika'da bir yerli kabile olan Dakota� larda yiyecek maddeleri ve av malzemesi yardımı be­ dava yapılır[l ] . EndQnezya'daki desa 'da ödünç verilen tohuma, meyva ağaçlarına ve hayvaniara karşılık bir şey beklenmez[2]. Malezyalı balık avcılan, muson rüzgarla­ rı esince, yada denize açılamadıkları zamanlarda dostla­ rından yada akrabalarından ödünç pirinç veya para alır­ Jar[ 3] .

tikel bir toplum, mübadele ilişkilerinin ve işbölü­ münün genelleşmesine yolaçacak kadar parçalanınca, değerlerin emek müddetinden tasarruf esasına dayanan cşdeğerliliği kavramı, aynı bir topluluğun üyeleri ara­ sındaki ölçülemiyen yardımlaşma kavramından ağır ba­ sar. Kullanım değerleri üretimi mübadele değerleri üreti­ mine oranla gerilerneye başlayınca karşılıksız yardımın (bedava yardımın) yerini karşılıklı ikraz (pret avec com­ pensation) alır. Yeni-Hebrides'lerde aynı klanın üyelerine bir kar­ şılık beklemeksizin avans besin maddeleri vermek adet haline gelmişti. öte yandan, kabul paratarla (sedef pa­ ralarla) gerçekleştirilen avanslara yada ödünç bir kayı­ ğa karşılık hediyeler verilmesi gerekiyordu[4 ]. Kolomb öncesi Meksika yerlilerinin hayatı hakkında ilginç göz­ lemlerde bulunan ve I 6. yüzyılda yaşamış olan iki yazar, Zurita ve Mariano Veytia, Aıtekler'de avansların ge­ nellikle kar gözetilmeksizin verildiğini de anlatırlar. Bu­ nunla beraber, Meksika'nın bazı bölgelerinde nakit avanslara karşılık kakao, altın tozu, bakır levhalar ve yeşim taşı isternek adeti gelişmişti. Demek ki, ilkel eko­ nomik hayatın dolaylarında, doğrudan doğruya geçimle (yaşamayla) ilgili olmayan faaliyet bölgelerinde, kredi ile yardımlaşma birbirinden ayrılır. Topluluğun bütün üyelerinin geçimini sağlamak ama­ cıyla yapılan yardımlaşma geleneği köy ekonomisinin par­ çalanmasından sonra da tarımcı toplumlarda uzun bir sü-



212



re devam etmiştir. Faizsiz (karşılıksız) buğday ikrazı Çin'de Çu hanedanı[5) zamanında uygulanmıştır. tık Hint, İsra­ il, tran, Aztek ve İslam kanuniarına göre, ikraz edilen buğ­ daya yada hayvana karşılık bir şey isternek yasaktL{6]. Eski İran'da Sus şehrinde faizli ikrazın yanı sıra faizsiz ikrazın da M.ö. 2000 yılına doğru yerleştiği görülmekte­ dir[?]. Orta Çağ'ın başlangıcında manastırlarda faizsiz ik­ raz uygulanmıştır.[8). Hamurabi kanunları sayesinde bil­ diğimiz Babilanya'da son derece gelişmiş küçük meta üre­ timine dayanan toplumda bile, faizli ikrazın yanısıra yok­ sullara, hastalara, muhtaç köylülere karşılıksız ikraz uy­ gulanıyordu[9). Bugün bile «Latin Amerika'daki yerli topluluklann çoğunda hiçbir faiz (karşılık) beklemeksizin ödünç veren mülk sahipleriyle kolonlar arasında yardımlaşma gelenek halindedir»[ I O). Bauer ve Yamey, «büyük aile» sistemi yürürlükte kalınca (Hindistan'da olduğu gibi) yardım­ laşmanın geniş ölçüde yayıldığını da gözlemlemişlerdir[ 1 1 ] . Demek ki, krediyle yardımlaşmanın birbirinden ay­ rılması, topluluğun üyeleri arasındaki ilişkilerden çok ya­ bancılarla kurulan ilişkilerde gerçekleşmektedir. Eski Abit' de ve Kuran'da bu ayrım açıkça ifade edilmiştir. Köy top­ luluğu ile küçük meta üretiminin bir bütün teşkil ettiği toplulukların hepsinde vergilerin köycek kollektif olarak ödenmesi en yoksul köylüleri tam bir iflastan koruyan özel bir yardımlaşma şeklidir.[ 1 21 • Bankaların Doğuşu

Küçük meta üretiminin gelişmesi, emtia tedavülü� nün, para tedavülünden dolayı, ikiye ayrılmasına ve sa­ dece kullanım değerleri üreten bir toplumda bir para eko­ nomisinin gelişmesine yolaçar. Sosyal gelişmenin bu saf­ hasında tefeciliğin üreticiler üzerjndeki etkisini açıklayan da budur. Fakat bir para ekonomisinde para sadece bir mübadele aracı değildir. Paranın kendisi de bir mübadele konusudur. Nasıl ticaret vaktiyl� zanaatkarlıktan ayrıl­ mışsa, tıpkı bunun gibi para ticareti de asıl ticaretten ay­ rılır. Para ekonomisinin doğuşunda değerli madenler na-



213



dirdi ve tedavülleri sınırlıydı. Değerli madenler her şey­ den önce, toplum için bir ihtiyat ve güvenlik fonunu temsil ediyordu ve bir tedavül konusu olmaktan çok bir hazineleştirme konusuydu. Oysa, bu karışıklıklar devre­ sinde değerli madenieri evlerde saklamak son derece teh­ likeliydi çünkü her an çalmabilir yada müsadere edilebi­ lirdi. Böylece, bunları, devrin en güvenilir kurumlarına, tapı.11i1klara emanet etmek adet haline geldi. Değerli diye kabul edilen bütün madenler gibi, değerli madenler de, başlangıçta, sihir ve ayinle karışık bir fonksiyonu yerine getirmiyorlar mıydı? Bundan dolayı bu hazineleri tapı­ naklara saklamak çok normaldi. Değerli madenierin tapı­ naklarda yoğunlaşması, para ekonomisinin gelişmeye baş­ ladığı andan itibaren, tapmakları ilk (tesadüfi) kredi ku ­ rumları haline getirdi. Samas tapınağı tarafından ortala­ ma faiz oranı tespit edilince[ I 3 ], ilk büyük Uruk banka tapınağından (M. ö. 3400-3200) Hamurabi devrine ka­ dar (M. ö. 2000) Mezopotamya'da böyle bir durum or­ taya çıktı. Eski tran'da ikraz ilk defa tapınaklar tarafın­ dan gerçekleştirilmiş[ I 41 ve bu, Sasaniler devrine kadar süregelmiştir[l 5]. İsrail'de, Tapınak menkul servetin ema­ net edildiği başlıca yerdi[ I 6]. Eski Yunanistan'da Olim­ pas, Delfos, Delos, Mile, Bes, lstanköy tapınakları ile Si­ cilya'daki bütün tapınaklar paraların emanet edildiği ve banka fonksiyonunu yerine getiren kurumlar haline gel­ mişti [ I 7]. Yunanlılaştırma devrinde de bu durum değiş­ m edi. Roma'da Panteon banka merkeziydi[ 1 8] . Bizans imparatorluğunda, 5. yüzyıldan itibaren ha­ zinelerin saklandığı başlıca yerler manastırlardı. Bu hazi­ neler ancak 8 . yüzyıldaki put kırma hareketi patlak ve­ rince tedavüle çıkarıldı [ 1 9]. Tang hanedam zamanında da buna benzer bir olay Çin'de meydana geldi. Buda banka-tapınakları gittikçe artan değerli madenler stokunu ve kredi işlemlerini tekelleri altına aldılar. Devlet bunla­ ra elkoydu, binlerce tapınağı ve manastırı Iaikleştirdi ve değerli madenierden yapılmış bütün heykelleri 843 yılın­ da eritti[20Jl1171• ( 1 1 7) Yang Lien-Şeng'e göre, Çin'de ve J aponya'da rehin karşı lıjjında ik­ razda bulunmanın kökeni Buda tapınaklarona kadar uzanmaktadır. Rehin karşılıjjında • i kraz• terimi (Çan-Seng-Kin) manastırlarında, başlangıçta • manastı r hazinele ri• anlamına gel iyordu [21 J.



214



« İç karışıklıkların patlak verdiği Orta Çağ Japon­ yasında dini kurumlar en güvenilir yerlerdi. Ticari işler mezarlarda ve tapınaklarda yapılıyordu. Savaşlarda yağ­ ma edilmesin yada çalınmasın diye bazı kimseler hazioc­ lerini kutsal yerlere emanet ettiler. Mezarlar ve tapmaklar ikrazda bulunan, bir yardımlaşma kredisi (müjin ve ta­ nomoşi) tesis eden ve paliçeler kullanan mali kurumlar ha­ line geldilen [22] . Bizans İmparatorluğu devrinde, henüz tabii ekono­ minin hakim olduğu Orta Asya'nın güneyinde banka hiz­ meti gören kurumlar sadece tapınaklardı[23]. Avrupa'da Orta Çağ'ın başlangıcında sadece manastıdar gayri-men­ kul rehin karşılığı ikrazda bulunuyorlardı[24]C 1 18' . 1 2. yüzyılın başlangıcında Templier tarikatı mevdu­ at, transfer ve ipotekli kredi işlemlerinin yapıldığı millet­ lerarası ilk banka oldu[25]