Kısa Londra Tarihi [1 ed.]
 9786050208696

Table of contents :
Boş Sayfa
Boş Sayfa

Citation preview

David Long

Yazar ve gazeteci David Long, TV ve radyo programları yap­ masının yaru sua, düzenli olarak

The Times ve Landon Evening

Standard'da yazılar kaleme alnuşbr. Londra hakkında birçok kitabı bulunmaktadu. Spectacular Vernacular (Görülmeye Değer Yerler), Tunnels, Towers & Temples (Tüneller, Kuleler ve Tapınaklar) ve hayli başarı kazanan Little Book of Landon (Londra Cep Kitabı) bunlar arasındadu. İngiltere'nin Suffolk kentinde yaşayan David Long'a

www .davidlong.info

ağ ad­

resinden çevrim.içi ulaşabilirsiniz. Şükrü Alpagut

1954 yılında Tokat'ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Eğitim Fakültesi İngilizce Bölümü'nden 1977'de mezun olduktan sonra öğretmenlik, çevirmenlik, çeşitli yayınevle­ rinde editörlük ve yayın yönetmenliği yaph. Başlıca çevirile­

İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri (Erich Fromm), Saydam Şeyler (Vladimir Nabokov), Sınıftan Kaçış rinden bazıları şunlardır:

(Ellen Meiksins Wood).

David Long

KISA LONDRA TARIHI •

lngilizceden çeviren: Şükrü Alpagut



Say Y ayınlan Tarih Kısa Londra Tarihi / David Long

Özgün adı: A History of London

in 100 Places

© 2014 David Long

Bu çeviri Oneworld Publications araalığıyla yayımlanmışhr.

ISBN 978-605-02-0869-6 Sertifika no: 10962 Yayın koordinatörü: Sinan Köseoğlu İngilizceden çeviren: Şükrü Alpagut Editör: Furkan Akderin Kapak tasannu: Artemis İren Sayfa tasannu : Gülizar Ç. Çetinkaya Baskı: Dörtel Matbaaalık Zafer mah. 147. Sk. 9-13A Esenyurt/İstanbul Tel.: (0212) 565 11 66 Matbaa sertifika no: 40970 1. baskı: Say Yayınlan, 2021 Say Yayınlan Ankara Cad. 22/12



Tel.: (0212) 512 21 58

TR-34110 Sirkeci-İstanbul •

Faks: (0212) 512 50 80

www.sayyayincilik.com •

e-posta: [email protected]

www.facebook.com/ sayyayinlari •

www.twitter.com/sayyayinlari

www.instagram.com/ sayyayincilik Genel dağıbm: Say Dağı hm Ltd. Şti. Ankara Cad. 22/4



Tel.: (0212) 528 17 54

TR-34110 Sirkeci-İstanbul •

Faks: (0212) 512 50 80

intemet sabş: www.saykitap.com



e-posta: [email protected]

i ÇİND EKİLER

GİRİŞ

............................................................................................ ......

1. BÖLÜM: ROMA LONDINIUM'U l. Londra Duvarı, City of Landon, EC3 . . 2. Birinci Yüzyıl Rıhhmı, City of Landon, EC3 3. Roma Mavnası, City of Landon, EC4 . . 4. Mithras Tapınağı, City of Landon, EC4 5. Arnfitiyatro, Cihj of Landon, EC2 . 6. Mozaik Kaldırım, City of Landon, EC3 . 7. Londra'daki Son Roma Yurttaşı, Trafalgar Sqııare, WC2

............................................

............................. ............

....... .................... ..

........................ .................

............... .............. ... . ... .

.............................. .................

. ....................................

2 . BÖLÜM: SAKSON LUNDENWIC'İ . 8. Sakson Kemeri, City of Landon, EC3 9. Dalyan, Lambeth, SWB 10. Grim's Dyke, Harrow Weald, HA3 .. 11. Tümülüsler, Greenwiclı Park, SE10 12. Çarmıh Sahnesi, Stepney, El 13. "Prenses Mezarı", Covent Garden, WC2 14. Queenhithe, City of Landon, EC3 .

.........

13 15 16 18 19 21 23 24 25

27 . 27 29 . 30 31 33 34 . 35

........ ........ ........................

................................. ..... ...

..............................................

.

..................

................................. .. .....

.

............................ ..............

. . .

......................... .. .. ....................

..................................

......

.

.

............... ......... ......... ..

3. BÖLÜM: NORMAN DÖNEMİNDE LONDRA . 15. Beyaz Kule, Tower of Londoıı, EC3 . . 16. Thomas a Becket'in Doğum Yeri, City of Landon, EC2 17. St Mary Magdalene, East Ham, E15 . . 18. Clerk's Well (Katipler Kuyusu), Clerkenwell, EC1 19. St Bartholomew the Great (Büyük), Smithfield, EC1

.......... ............

................... ..

.....................

.........

.............. ............. ...........

.

........ ... . . . . .

.............

37 37 41 43 44

45

20. Temple Church (Tapınak Kilisesi), City of Landon, EC4 ........ 47

4. BÖLÜM: ORTA ÇAC'DA LONDRA . . .

.

..... .....

21. Ölüm Tarlaları, Old Spitalfields Market, E1

..

. 51

..................... ..

.............................

22. Bir Şövalye Heykeli, London Bridge, SE1 .

. .... ..........

23. Eltham Sarayı, Royal Borough of Greeııwich, SE9 24. Black Prince Pub, Kennington, SE11.. 25. Veba Çukuru, Tower Hanılets, E1

...

...........

..

..... . ..........

.

......... ...........

26. Eski Kahverengi Ayakkabı, City ofLondon, EC3 27. Whitefriars Manastırı, Fleet Street, EC4

.

..

.............

. 61

.........................................

29. VII. Henry Şapeli, Westnıinster Abbeı;, SW1 30. Fulham Sarayı, Bishop's Avenue, SW6

58 59

................. .

..................................

5. BÖLÜM: TUDOR DÖNEMİNDE LONDRA

53

. 56

..... ..................................

.........

28. Winchester Sarayı, Southwark, SE1

. .

52

.

. . .

.... ......... ..

. . ......

...........................

.....................................

62 65 67 68 69

31. St Peter ad Vincula Kraliyet Şapeli, Tower ofLondon, EC3 . 70 ..

32. Hampton Court Sarayı, Richmond upon Thames, KTB 33. St James Sarayı, St Janıes's, SW1 .. . ..

34. St Helen's, City ofLandon, EC3

... .........

.

... ........

...................

. . . 74 .. ... .

.

.................. .............................

35. Spike,Landon Bridge, SE1 .

. .......................................................

36. Charterhouse, Smithfield, EC1

..........................................

37. Golden Hinde, Soutlıwark, SE1 38. Staple Irın, High Holborn, WC1

.

.......

............................... .................

....... .............

.

............................

6. BÖLÜM: STUART DÖNEMİNDE LONDRA

..

72

.

...... . ...... .....

76 78 79 81 82

.. . 85 ..

39. Prince Henry's Chamber (Prens Henry'nin Odası), Fleet Street, EC4

..........................................................................

40. Queen's House (Kraliçe Konutu), Greenwich Park, SE10 41. York Watergate, Embankment, WC2 42. Piazza, Covent Garden, WC2

......................... . ..............

.

....... .................................

43. I. Charles'ın İdamı, Whitehall, swı

.....

.

...........

.

.................. ......................

44. St James Meydanı, Westminster, SW1

45. Pudding Sokağı, City ofLandon, EC3 46. George Iım, Borough High Street, SE1

.

.

.

........... ......... ....... .......

. . ..............

...............

.

. . . . ..............

. .

85 87 89 90 92 93

. 94 ..

.. ..................

96

47. Buz (Don) Fuarı, Thames Nehri

................................................

48. Kraliçe Anne'in Mezarı, Westminster Abbey, SWl

.

...... ....

7. BÖLÜM: GEORGE DÖNEMİNDE LONDRA ... .. .. . . . ..

49. Geffrye Museurn, Hackneı;, E2 . . . .

.. .. .

.. ............

.

.. ...

50. Chiswick House, Chiswick, W4 . .

. . . . .

51. Shepherd Market, Mayfair, Wl . .

..

.. .. ...... ..

.

..........

.. ...

...

.

99

.... 101

....

. ... . 101

...... ...

...

103

...................

.

... .. ... ...

.

...

105

.

. ...

..

..

. .

108

.......... .. ...........

..... ... ..

. ..

....

.

.. . . . . .. 107

... ...

55. Parish Watchhouse, Giltspıır Street, EC1 56. Somerset House, Strand, WC2

.

. .

... ....

54. Bedford Meydanı, Bloomsbury, WCl

.

.

....

....... .. ... ....... ........

52. Londra Jamme Mescidi, Spitaljields, El . . 53. Spencer House, St /ames's Place, SWl

.

..

97

. .

.. . . llO

.

. . l12

..... .. ......

.

.. ..

....... ........ .......... ..

.

.

.

.. . .... .................. ...... ......

57. Cockpit Merdivenleri, Birdcage Walk, SWl

.. .. .. .

.........

.

.

.

...

. l14

.

....

115

58. İlk Gazhaneler, Great Peter Street, SW1 . . . . . .. . . . . 117 ..

... ... . ...

.. .. .. .. ..

59. Brixton Yel Değirmeni, Windmill Gardens, SW2 . . . .. .

60. Royal Opera Arcade, Charles ll Street, SWl

.

....

... ..

..

....

.

.

.

...... .... ...

.

.

..... ......... ....

. .

.

......

.

......

... .

.

... ...

..

68. Paddington İstasyonu, Praed Street, W2 .

. . .. .

..

...

. .. .

....

..

. 130

.. ..

.

.... ....

...... .

69. Trinity Şamandıra Feneri, Trinity Bııoy Wlıarf, E14 70. Leadenhall Market, Graceclııırclı Street, EC2

.

... .

...

.

.

.

.. ...... ............

.

..

......

..

.......

..

..

. ..

... .

71. Karındeşen Jack'in İlk Cinayeti, Dıırward Street, El . . ..

72. Umumi Tuvalet, Foleı; Street, Wl

125

. 129

..

. . ..

..... .

123

..........

66. Royal Arsenal (Kraliyet Cephaneliği), Woolwich, SE18 ..

121

. . .. 127

.

...

...

.... .. ..

65. Kristal Saray Basamakları, Sydenham Hill, SE19 ... .. 67. İlk İçme Suyu Çeşmesi, Holborn Viadııct, EC1

119

.. .. ..... 121

63. Westminster Sarayı, Westminster Bridge Road, SWl . .. . 64. Albertopolis, Exlıibition Road, SW7

. 118

.

61. Kensal Green Mezarlığı, Harrow Road, W10 . . .. ...

..........

...... ..............

8. BÖLÜM: VICTORIA DÖNEMİNDE LONDRA ... ... 62. Thames Tüneli, Wapping-Rotherlıithe, SE16

..

..

.

...

..................

.

131 132 135 136 136 138

9. BÖLÜM: EDWARD DÖNEMİNDE VE SAVAŞ ÖNCESİNDE LONDRA

.........................................................................................

73. Black Friar, Queen Victoria Street, EC4

.

... ..............................

74. Hampstead Garden Banliyösü, NW11 . .

.. .. .....

. .

. . ..................

75. Russell Meydanı Metro İstasyonu, Bernard Street, WC1 76. Frithville Bahçeleri, W12

.

.

....

. .

...... .................. ............ ... .............

77. Selfridges, Oxford Street, W1 .

.

.

. ..

. ........................... .... ...... ..

78. Sicilian Avenue, BloomsbıınJ Way, WC1

....

.

........................ ......

79. Royal Automobile Club, Pall Mall, SW1 .. . . .. . ..

... .. ..

....

..........

ı4ı ı4ı ı43 ı44 ı46 ı47 ı48 ı49

80. Yeni "Hava Çağı"run Londra'ya Gelişi, Tower Bridge, EC3

... .

... .

. . .

. ... ........... ..

.... ...........................

.

.........

. ısı

8ı. Admiralty Arch (Amirallik Kemeri), Trafalgar Square, SW1 ı52 ..

.. .

82. Arsenal Stadyumu, Highbury, NS

. ..

.......... . .. ........ .

10. BÖLÜM: İKİ SAVAŞ ARASINDA LONDRA

......

.

.......

.

ı5S . .. ı56

............ .........

83. Becontree Estate, Barking and Dagenham, RMB . . . .. ...

84. Kral V. George Rıhtımı, North Woolwich, E16

. . ..... .

.

..... ........

. .

...

. ..

..... . . .... ...

...

.

.

....... .....

87. "Bugün Hiç Haber Yok", Straııd, WC2 .

.

. .

... ...

85. K2 Kırmızı Telefon Kulübesi, Piccadilly, W1 .... . .. . . .... 86. 55 Broadway, Westminster, SW1 .

ı53

.

...

157 ı58

.. . . 160 ...

...

.

............... ................

16ı

88. Penguen Havuzu, Londra Hayvanat Bahçesi, Regent's Park, NW1

. .

.

..

.. . .

. .

............ ... ......... .......... . ...... . .. .. .... .. ...

89. Battersea Elektrik Santrali, SWB

.

.

. . .. .

...... .... ........... .. .. . . .

90. Coram's Fields, Guilford Street, WC1 . .

... ...........

.

... ......

162 163

. . . .. . ı64

...... . ..

91. Postane Araşbrma İstasyonu, Flowers Close, NW2 .

..

..

. . . ı65

...... . . .

11. BÖLÜM: MODERN DÖNEM ................................................ ı67 92. Barbican, City ofLandon, EC2

........

93. BT Tower, Cleveland Street, W1

. ...............

. .

. .

. ...

..

. .

........

. ....

... .... .

.... .

..... . . . .. .... .

94. Londra E4, Sewardstoııe, Essex . . .. .

..

..

.......... .

. ...... .. ..........

.

........

....

.

...

.........

ı68 ı69 ı70

95. London Docklands Development Corporation, Isle of Dogs, E14

......................................................................

96. "MI6 Binası", Vauxhall Cross, SWB

......................... ...............

97. Neasden Tapınağı, Brentfield Road, NW10 98. Bed.ZED, Hackbridge, SM6

.......................................................

99. Boris Bisiklet Park Alanı,Londra geneli 100. Counting House, Cornhill, EC3 DİZİN

...........................

. . . .............................

............................................

...............................................................................................

171 174 175 176 178 179 183

GÖRÜLECEK 100 YER e

METRO İSTASYONU

Giriş

İstila, işgal ve göç olaylarının, Büyük Yangın, Nazi Hava Saldırısı (Blitz) ve Büyük Patlama gibi farklı kargaşaların şe­ killendirdiği büyük bir dünya kenti olan Londra, arlık en bü­ yük metropol olmayabilir (liderliği yüz yıl önce New York'a kaphrdı), ama iki bin yıllık tarihiyle ve kültürel mirasıyla eş­ siz bir kenttir. Bugün caddelerde yürürken, geçmişte olan bitenleri gör­ mezlikten gelmek zordur. Siluetini her zaman yırhp geçen inşaat vinçleriyle ve çelik iskelelerle, kent neredeyse sürekli olarak kendini yeniden icat ediyor olabilir, ama yine de her yerde Londra'nın geçmişinin ipuçlarına rastlanır. Roma duvarları, Sakson dalyanları ve Norman kiliseleri dışında, bugün hala ticari faaliyet gösteren Orta Çağ pazarla­ rı, büyük manashr temellerinin kalınhları, 1666'nın alevlerine karşı her şeye rağmen ayakta kalmış ahşap iskeletli evler, pra­ tik şehir planlamasının en erken denemelerini yansıtan zarif caddeler ve meydanlar vardır. En güzeli, bunların büyük bö­ lümü genellikle ücretsiz olarak gezilebilmektedir ve okurlar, böyle ziyaretlerde bu kitabın yararlı bir rehber olduğunu gö­ receklerdir. Romalıların gelişinden önceki zamanlar hakkında çok az şey bilindiği, kurdukları ilk yerleşimi Boudicca'nın ve onun Iceni savaşçılarının bir ölçüde tahrip ettikleri, daha sonra bir­ çok kez yeniden kurulan Londra'nın eski katlarının, Square

13

Kısa Londra Tarihi

Mile' daki1 ve çevresindeki devasa yeni bayındırlık işlerinin derinlerine gömüldüğü doğrudur. Ama başkentin çeşitli yer­ lerinde hala yeni keşifler yapılıyor ve geçmişten kalanların çoğu henüz ele geçmemekle birlikte, Londralılar ve kentin ziyaretçileri, buranın uzun kargaşalı tarihini keşfetme yolcu­ luğuna çıkarlarken, gerçekten nereyi seçeceklerini şaşırırlar. Geçmiş yüzyıllara ait çekici kalınhlardan bazıları, dünya­ ca ünlü yapılar olarak hfila tüm görkemiyle tastamam ayakta durmaktadır; bazılarının ise sadece temelleri ya da bir mekan olarak ana hatları durmaktadır; hatta büyük buz (don) fuar­ ları örneğinde olduğu gibi, donmuş Thames Nehri üzerinde nelerin olup bittiğine ilişkin o dönemde anlab.lanlardan başka bir şey kalmamıştır. Ama bu kalınb.lardan, bugün kentte gör­ düğümüz her şey kadar canlı, eşsiz ve inanılmaz bir Londra tablosu ortaya çıkar. Kıpır kıpır, sürekli değişim içinde, asla yerinde duramayan: Bağ kurabileceğimiz -ve sözcüğün ger­ çek anlamıyla elimizi uzahp dokunabileceğimiz- bir yerdir burası.

1

Uzun süredir Square Mile (mil kare) terimi, duvarlarla çevrili eski başkenti, yani bugün Londra Kenti (City of London) olarak bildiğimiz yeri tanımla­ mak için kullarulmaktadu; gerçi 1990'larda kuzeydeki küçük bir alanı da içine alacak şekilde yapılan sırur değişikliklerinden sonra, şimdi bölgenin gerçek büyüklüğü, sinir bozucu bir kesinlikle 1,16 mil karedir.

14

l. BÖLÖI

Roma Londinium'u . ..

. . .. .

.. . ..... .. .. /

... ..

Roma lejyonlarının gelişinden önceki Londra hakkın­ da bilinenler ne yazık ki pek azdır. Rastgele birkaç kırık ça­ nak-çömlek parçası ve şimdi Londra Kulesi olarak bilinen yerin çevresindeki Demir Çağı'na ait bir mezarlık hariç, MÖ 54'te Iulius Caesar'ın gelişinden önce herhangi bir gerçek yer­ leşimin olduğunu gösteren kesin bir kanıt yoktur. Bir olasılık, insanlar, Thames Nehri'nin geniş, bataklık vadisi boyunca bir yerlerde didinerek yaşamlarını sürüyorlardı (Plumstead'te Tunç Çağı'ndan kalma bir patikanın izlerine rastlanmışhr), ama nerede, nasıl yaşamış olabileceklerini hiç kimse kesin olarak söyleyemez. Bununla birlikte, nehir, Romalılara açıkça bir savunma hath sağladı. MS 43'te (Claudius'un saltanahnda) ikinci isti­ la kuvvetlerine mensup askerler, iki yaka arasında bir köp­ rü kurdular ve Londinium'un bu köprü çevresinde geliştiği söylenebilir. Çok iyi bilindiği üzere, hem köprü2 hem de çev­ resindeki yerleşim, MS 60'ta Boudicca ve intikamcı Iceni or­ dusu tarafından tahrip edildi. Bugünkü cadde düzeyinin üç 2

Sonradan daha alışılmış bir köprü yapılmasına karşın, bu ilk köprü, duba tarzı bir yüzer yapı olabilir. Dikkate değer olarak, Sakson döneminde ve Orta Çağ' da bu ikinci yapının temelleri üstünde birkaç kez yenisi yapıldı; özgün Roma payandaları ise 1831'de Sir John Rennie'nin "Yeni Londra Köprüsü" yapılıncaya kadar her yeni geçişin temelini oluşturmaya devam etti.

15

Kısa Londra Tarihi

metreden fazla derininde bulunan kalın bir kül tabakası buna tanıklık etmektedir; ve yalnızca birkaç yıl sonra yazan Romalı tarihçi Tacitus, köprünün tahrip edildiği dönemde yerleşimin büyüyüp geliştiğini, "tüccarlarla dolu" bir yer "ve ünlü bir ticaret merkezi" olduğunu doğruluyor. 1. Londra Duvarı

Tower Hill, City of London, EC33 Erken dönemdeki ticaret merkezi, askeri açıdan pek az önem taşıyordu, ama Boudicca'nın azgınca saldırarak yaphğı katliamın -Tacitus'un anlathğına göre, sözcüğün gerçek an­ lamıyla binlerce insan "katledildi, asıldı, yakıldı ve çarmıha gerildi"- ardından, kentin Cripplegate dediğimiz kuzeybatı kısmında bir kale inşa edildi. Daha sonra, üçüncü yüzyılda, geriye kalan kısımlar da savunma surlarıyla çevrildi. Kimi kısımları 2,4 metre kalınlığa ulaşan ve yüksekliği 7,5 metreyi bulan bitmiş durumdaki surlar, yaklaşık 133 hektar­ lık bir alanı kuşatarak, Londra'yı Britanya'nın en büyük şehri ve Roma İmparatorluğu'nun Alpler'in kuzeyindeki toprakla­ rının beşinci büyük şehri yaph. Bu türden sağlam ve dayanık­ lı yapılar inşa etmek için ideal olan, çakmaktaşı ve sıkışmış kil, Güneydoğu İngiltere'de ender bulunan sert bir gri kireç­ taşı temel üzerinde, Kent bölgesine özgü sert kumtaşıyla inşa edildi. Duvar'da, yaklaşık yirmi bir burcun yanı sıra, altı da kapı bulunuyordu: Aldgate, Aldersgate, Bishopsgate, Cripplegate, Ludgate ve Newgate; bu kapılar, şehri İngiltere'nin geriye ka3

İncelenen yapıların bulunduğu yerleri gösteren bu kısaltmalar günümüzde Londra'da kullanılan posta kodlarıdır. "E" Doğu, "W" Batı, "N" Kuzey, "S" Güney, C ise Orta bölgeyi işaret etmektedir. Her bölge kendi içinde birkaç "

"

parçaya ayrıldığından harflerin yanında birer de rakam bulunmaktadır. Aynca bkz. Bölüm 94 (ed.)

16

Roma Londinium'u

laruna bağlayan büyük Roma yollarına açılıyordu. Sivil mü­ hendislik açısından, tüm bu yapı, Roma standartlarına göre bile çok büyük bir girişimdi; bugünkü Maidstone yakınların­ da bulunan taş ocaklarından Medway Nehri ve Thames Neh­ ri yoluyla tahminen on üç bin mavna dolusu taş getirilmesini gerektirdi. Onarılan, yenilenen ve gerektiğinde ıslah edilen duvar, bin beş yüz yıldan uzun süre kenti çepeçevre kuşath ve en so­ nunda kapılar, trafiği engellemeye başlayınca 18. yüzyıl orta­ sında kaldırıldı. Sökülen duvarların çoğu, sonraki on yıllarda yok olup gitti, ama ayakta kalan bölümler yine de yeterince büyüktü, öyle ki, Blitz'den sonra bunlar hala tarihi merkezi' Londra'nın bugün Square Mile olarak bildiğimiz kısmındaki en yüksek yapılardı. Bugün duvarın çeşitli ufak kalınhlan, bodrumlarda ve mahzenlerde (örneğin, Old Bailey'de) saklı duruyor, ama en etkileyici parçalar, Barbican civarında, Noble Street ile Co­ oper's Row'da ve Tower Hill'de bulunanlardır. Üst sıralar çoğunlukla Orta Çağ'a aittir (artık yerinde yeller esmesine karşın, bir noktaya mazgallı siperler eklendi), ama ayırt edici 17

Kısa Londra Tarihi

kırmızı tuğla ya da kiremit bağlantı sıralarıyla Roma'ya ait işleri saptamak kolaydır. Hala dört metreyi bulan yüksekli­ ğiyle Duvar, Londra'run en eski dönemlerini anımsatan belki de en etkileyici yapıdır. 2. Birinci Yüzyıl Rıhtımı

Lower Thames Street, City of Landon, EC3 Nehir kıyısında büyüleyici bir kilise olan ve gördüğü say­ gıdan daha fazlasını hak eden St Magnus the Martyr (Şehit Aziz Magnus) Kilisesinin en çok bilinen özelliği, Orta Çağ'a ait Londra Köprüsü'nden bir parçanın kapı sundurmasında yer almasıdır. Charles Dickens, bu kiliseyi, "antik köprünün dev muhafızları"ndan biri olarak adlandırdı, çünkü köprü­ nün kuzey ucundaydı ve güney ucunda, St Saviour Kilisesi ile 1905'te Southwark Katedralı (bkz. Bölüm 4) olarak yeni­ den doğan St Mary Overie Kilisesi bulunuyordu. Bununla birlikte, 1930'larda işçilerce yakınlarda bulu­ nup çıkarıldıktan sonra kiliseye getirilen bir kütük parçası, eski köprünün sağlam kalan kısmından çok daha küçük ama muhtemelen daha da değerlidir. Kapı sundurmasında alçak bir kaide üzerine yerleştirilen kütük parçasının tanıtım pla­ ketinde açıkça şöyle yazar: ROMA RIHTIMI'NDAN. MS 75: 1931'DE FISH STREET HILL'DE BULUNDU. Ama Sir Chris­ topher Wren'in tasarladığı iç mekanı görmeye gelen ziyaret­ çiler yine de sıklıkla bu kütük parçasını gözden kaçırırlar. Böyle rıhtımların varlığı uzun zamandır biliniyordu ve 1970'lerde Museum of London (Londra Müzesi), nehrin bu rJsmında ayrıntılı bir arama çalışması yürüttü. İkinci yüzyıla ait bir nehir duvarı; "iddialı" bir tasarıma sahip diye tanım­ lanan üçüncü yüzyıla ait bir rıhtım alanı; Roma Londra'sında sivil ve ticari yaşantıya dair bilgilerimizi genişletmek açısın­ dan hayati önem taşıdığı anlaşılan çok sayıda küçük buluntu, /�

Roma Londinlum'u

bu çalışma sırasında keşfedilen şeyler arasındaydı. Caddenin güney yakasındaki kaldırımın albnda, ahşap bir nehir duvarının kalıntıları bulundu; bu, Roma Londra'sının, St Magnus plaketinde sözü edilen eski rıhtım hattından öteye genişletilmesine katkıda bulunan erken döneme ait bir arazi ıslahı planının kanıhdır. Yine mühendislik açısından söyle­ mek gerekirse, temel direkleriyle ve kuşaklarla desteklenen birkaç sıra halinde büyük meşe kirişlerden kurulu bu eser çok etkileyicidir, boşluk dolgusu olarak tonlarca toprak ve moloz kullanıldığını gösteren kanıtlar vardır. Ne var ki, tüm gücüne ve ayrınhsına karşın aynı kanıtlar, yeni rıhhmın çok kısa ömürlü olduğuna işaret ediyor. Gerçek­ te, MS 260'tan sonra hala kullanımda olduğunu düşündüren hiçbir veri olmadığı için, yeni rıhtımın ancak yirmi yıl yaşa­ mış olduğu söylenebilir. Bunun nedenleri tam olarak anlaşıl­ mamıştır, ama belki nehir düzeyi alçalarak kanalların mille dolmasına yol açmış olabilir ve elbette, Sakson korsanların bu dönemde anakaraya açılan su taşımacılığı yollarına mu­ sallat oldukları bilinmektedir. Roma İmparatorluğu bünye­ sinde oluşan siyasal ve ekonomik değişiklikler de Londra'run Kuzey Avrupa' daki ticaret ortaklarını etkilemeye başlıyordu ve rıhtımın tamamlanmasını izleyen on yıl içinde, böyle kap­ samlı bir inşaabn gereksiz olduğu düşünülmüş olabilir. Bu­ rada en azından sonraki sekiz yüz yıl boyunca kesinlikle bu ölçekte hiçbir yapı inşa edilmeyecekti. 3. Roma Mavnası

Blackfriars, City of Loııdoıı, EC4 1962'de Fleet Nehri ile Thames'in kavuşma nok tası ya­ kınında bir yer altı araç geçişi inşa edilirken, daha önce de­ ği nilen Kent bölgesinden kircç taşı yüklü yaklaşık 16 metre uzunluğu nda düz tabanlı bir yelkenli manrnnın kalmtılan

Kısa Londra Tarihi ortaya çıkb. Enkazda bulunan sikkeler ve çömlekler, ikinci yüzyıl ortasında bir tarihe işaret ediyordu; teknenin yapımın­ da kullanılan ahşabın tam yaşını saptamak için daha sonra yapılan dendrokronolojik testlerle bu doğrulandı. Bundan anlaşıldığına göre, bu yük, şehrin yöneticilerinin yeni savun­ ma duvarını inşa ettirmek için verdikleri devasa bir siparişin bir parçasıydı. Araşbrmacılar, iyice su emmiş kalınblarda, geleneksel bir Roma-Kelt gemisinin tabanını ve çökmüş iskele tarafının parçalarını çabucak saptadılar; bu, geleneksel omurga yerine iki geniş omurga kalası bulunan, yan yana dizili meşe tah­ talarından yapılmış bir taşıtb. Baş bodoslama ile kıç bodos­ lama arasında, kalaslar, meşe iskelete büyük demir çivilerle tutturulmuştu, tabanda kalın döşeme tahtaları, yukarıda ise çok daha hafif yan iskeletler kullanılmışb. Provadan itibaren uzunluğun yaklaşık üçte birinde dörtgen bir yuva olan direk ıskaçası, enlemesine yerleştirilmiş iri bir taban tahtasına oyul­ muştu. Buluntu muazzam öneme sahipti, ama sağlam kalan bö­ lüm öylesine kırılgan ve paramparçaydı ki, sıradan bir kişiye, gemi ustasının uzmanlığı hakkında ve aslında, o zamanlar Thames'de gidip gelen su taşıtlarının gerçek boyutu hakkın­ da doğru bir izlenim vermiyordu. Bu nedenle ve hiç kuşku­ suz Roma gemi yapımı yöntemlerini daha iyi anlamak ama­ cıyla, Museum of London, antik ağaç işleri uzmanı Damian Goodburn'ün tam boy bir replika yapmasına izin verdi. Bu heyecan verici proje, özgün kazı sırasında yapılan öl­ çümleri esas aldı ve bunlara göre çizilen planlardan yola çık­

h. Bu planlan kullanan Goodburn, gerekli kalasların sayısını ve büyüklüğünü hesaplayabildi; bunların birçoğu, 1987'deki Büyük Kasırgada çok sayıda meşe ağacının devrilmiş olduğu Kent bölgesinden temin edildi. Diğer keresteler ise uygun şe20

Roma Londinium'u

kil verilerek yetiştirilmiş ağaçlardan sağlandı; doğal eğriliğe sahip bu tür keresteler, düz ağaçlardan kesilmiş eğri kalaslara kıyasla genelde çok daha güçlüdür.

İki kişinin kullandığı hızarlar, marangoz keserleri ve el baltaları gibi geleneksel aletler kullanılarak bitirilen repli­ ka, özgün tekneye dikkat çekici ölçüde benziyordu, Londra Kenti'nde ve civarında bulunan diğer Roma çağı kereste par­ çalarında görülenlere benzeyen ayırt edici çapraz işaretlerin kalaslara konulması bile unutulmadı. Mavna, Roma rıhtımı­ nın

korunmuş bir bölümüyle birlikte, 1991'de geçici olarak

sergilenmeye başlanmadan önce, çalışmalar açıkta, herkesin görebileceği şekilde müzenin küçük bahçesinde yürütüldü.

4. Mithras Tapınağı

Queen Victoria Street, Citt; of Landon, EC4 Özgün haliyle, Walbrook'un (Londra'nın artık kanali­ zasyondan pek farkı kalmamış birçok "kayıp nehir"inden birinin) kıyısında bulunan pagan tapınağı Mithraeurn, 1954 yazında keşfedildi; tapınağın kalıntılarında, duvarların ana hatları, üçlü yarım kubbe ve iki sıralı destek sütunları açıkça görülüyordu. hk başta, buranın erken döneme ait bir Hristiyan yapısı ol­ duğunun ortaya çıkacağı umuluyordu, ama yıkıntılarda bir­ çok Roma tanrısının temsillerine rastlandı, Merkür, Venüs ve Minerva da bunlar arasındaydı. Birkaç hafta sonra Mithras'ın (Mitra) mermer bir büstünün bulunması, buranın bir pagan sitesi olduğunun kesin kanıtını sağladı, 4. yüzyıl başına ait bir yazıt da bunu gösteriyordu: PRO SALVTE D N CCCC ET NOB CAES DEO MITHRAE ET SOLI INVICTO AB ORIEN­ TE AD OCCIDENTEM ("Efendilerimiz dört İmparator ve soylu Ceasar'ın Kurtuluşu İçin ve doğudan batıya Yenilmez Güneş Tanrı Mitra'ya"). Gücün, cesaretin ve doğrudan eylemin özel önem taşıdı21

Kısa Londra Tarihi

ğı kab bir dinsel hareket olan Mitra kültünün, özellikle askerlerce sevildi­ ği bilinmektedir. İnsanın beşikten mezara yolculuğu­ nu simgelemek için kullanılan popü­ ler bir imge olarak Mitra'run vahşi bir boğayı öldürmesi­ ni resmeden kana susamış tasvirler, bu tapımın ikonografisi (tasvirleri ve hey­ kelleri) arasında yer alıyordu. Tam da böyle bir destansı mü­ cadeleyi gösteren ve Augustus'un 2. Lejyonundan eski savaş­ çı Ulpius Silvanus'a adanmış olan oyma bir rölyef, birkaç on yıl önce Walbrook'tan çıkarılıruşh.4 Bu nedenle, Silvanus'un işte bu tapınakta düzenlenen ayinlere kahlmış olduğu sanıl­ maktadır; akan kanıyla tüm yaşama kaynak olan kutsal boğayı Mitra'run bir mağarada öldürdüğünü yeni müritlere hahrlat­ mak için tapınağın içi karanlık ve gizemli bir ortamda tutulu­ yordu. O zamanlar bu buluntuya muazzam ilgi gösterildi. Bu­ rası halka açıldığı zaman, ilk beş günde burayı görmek için yüz bini aşkın insan kuyruğa girdi ve buranın in situ (olduğu yerde) korunması için Parlamentoda çağrılar yapıldı. Ne var ki, şehir yaşamının ayırıcı özelliği olan sonu gelmez imar ve

4

Bu yer, hazineler sunmaya devam etmişHr; bu kitap yazılırken, burada on binden çok eski eser gün ışığına çıkarılmış ve basın-yayın organlarında, yeni bir "Kuzeyin Pompcii'si"nin keşfedildiğine ilişkin yorumlar yapılma· sına yol açmıştır.

Roma Londinium'u

yeniden imar uygulamaları, bunun mümkün olmadığı anla­ mına geliyordu ve tapınağın, özgün konumundan yaklaşık iki yüz metre uzakta taşlarının yeniden monte edilebilmesini

sağlayacak şekilde özenle sökülmesine karar verildi. Sonuçta, kalıntılar depoya kaldırıldı ve yaklaşık sekiz yıl orada kaldı, ama sonrasında ve izleyen elli yıldan beri, tapınak, Queen Victoria Street boyunca yürüyen herkesçe görülebili­ yordu. Kitabın yazıldığı günlerde, bu alan bir kez daha imar değişikliği geçiriyor ve Mithraeum'un, kayıp nehir kenarında­ ki özgün yerine geri götürülmesi konusu değerlendiriliyor.

5. Arnfitiyatro

Guildhall Art Gallery, City ofLondon, EC2 Mithras Tapınağı, Londra' da, tüm planı zemin üzerinde görülebilen tek Roma binası olma unv anını koruyor ama 1987'de Aldermanbury, Gresham Street ve Basinghall Street üçgeninin çevrelediği bir alanda çok daha geniş bir yapı or­ taya çıkarıldı. Keşfedilen yapı, en geniş yeri yaklaşık 90 metreden büyük olan ve bugünkü Guildhall Yard'ı merkez alan büyük oval şekilli bir Roma arnfitiyatrosuydu. Özgün haliyle ahşap olan yapı, Boudicca'run saldırısından sonra yeniden inşa dönemi­ ne tarihlenrniştir. Ama 2. yüzyılın başında, daha sağlam bir şe­ kilde taşla yeniden inşa edilerek, alh ila yedi bin seyirci (ya da Londra nüfusunun yaklaşık dörtte biri) kapasitesiyle, Britan­ nia'daki en büyük amfitiyatro oldu. Bu haliyle, 5. yüzyılın ba­ şında Romalılar ülkeden ayrılıncaya kadar kullanımda kaldı. İlginçtir ki, böyle bir önemli yapının varlığı, o tarihten çok sonra bu bölgenin gelişimini belirgin şekilde etkilemeyi sür­ dürdü. Örneğin, olasıdır ki, özgün Sakson Guildhall'u -"halk toplantıları"nın, yani kasabalıların genel meclisinin yapıldığı yer- bilinçli olarak aynı mekana kuruldu

ve

bugün hala yu-

Kısa Londra Tarihi

kanda anılan caddeler, bu alanı çapraz kesmek yerine özgün oval sınırlara uymaktadır. Böylesine görkemli bir alan, Romalılar çekip gittikten sonra yine de uzun süre imar edilmeden bırakılamazdı; çok daha küçük boyutlu Mithraeum için yapıldığı gibi, amfitiyat­ ronun keşfinden sonra, oradan başka bir yere taşınması da akla yatkın bir seçenek olamazdı. Bunun yerine, anlamlı bir şeyi korumak için yarabcı adımlar atılmıştır ve bugün, ger­ çek arenanın ana hatları, Guildhall Yard'ın kaldırımlarında açık seçik işaretlenmiştir; ana kapının kısmi kalıntıları da Gu­ ildhall Art Gallery'nin zemin katında görülebilmektedir. Zi­ yaretçiler, burada, muhtemelen dövüşçülerin her gösteriden önce toplandıkları iki küçük sahanlığın (vestibül) yanı sıra, korkunçluğuyla ünlenmiş gösterilere katılanlara ait olduğu sanılan hayvan ve insan kalıntılarının saptandığı bir drenaj sisteminin bir parçasını da görebilirler.

6. Mozaik Kaldırım

All-Hallows by the Tower, City of Landon, EC3 Renkli mozaik ve karo zeminler ve kaldırımlar, bu bölge­ deki en heyecan verici eski eserler arasındadır; 1976'da Lond­ ra Kenti'nde -kireçtaşı bordürlü kırmızı, sarı, siyah, beyaz tesseralarıyla5- bu geniş mozaik alanının keşfi, o on yılın en büyük buluşlarından biri sayılmaktadır. Cheapside ile Gres­ ham Street arasında, Milk Street'teki bir alanda yüzyıllarca kalın bir kurşuni lığ tabakasının altında kapalı kalan moza­ ikler büyük bir özenle çıkarıldı ve en sonunda Londra Müze­ si'nde sergilenmeye başlandı. Bank of England' daki ve British Museum' daki küçük mü­ zede bir o kadar çarpıcı olan başka örnekler görülebilir, ama 5

Mozaiklerde güçlü bir resim etkisi yaratmak amacıyla kullanılan çeşitli mozaik, cam ve mermer parçalarına verilen isim. (ed.)

24

Roma Londinlum'u

Roma kaldırımının bir kesimini özgün yerinde görebilme ola­ nağı yine de çok heyecan vericidir. Kuruluş tarihi 675 olan kilise, sonraki bölümde göreceğimiz gibi, büyük olasılıkla Londra'run en eski kilisesidir. Ama bu yer, açıkçası bu tarihten çok önce kullanılmaya başlanmışh ve

1926'da, mahzendeki mezar odasında çalışma yapılırken, doğu duvarının temelleri altında 2. yüzyıla ait harika bir kırnuzı mo­ zail< parçası ortaya çıkarıldı. Antik mezar odasında mükemmel korunmuş bu parçanın, 7. yüzyılda bir Londra Piskoposunca kilisenin vakfedilmesinden yüzyıllar önce burada bulunan bir aile konutunun döşemesinde yer aldığı düşünülmektedir.Aynı mezar odasında, Londinium'un modem ölçekte bir modeli de bulunmaktadır; bu model, ziyaretçilere, kentin Thames'den ve şimdi Shard'ın bulunduğu alandaki bir yerden bakılınca kuş bakışı bir manzarasını sunmaktadır.

7. Londra'daki Son Roma Yurttaşı

St Martin-in-the-Fields, Trafalgar Square, WC2 2006 gibi yakın bir tarihte, BBC, Londra'nın simge yapıla­ rından olan bu kilisede inşaat çalışmaları yapılırken tarihsel açıdan önem taşıyan bir iskeletin keşfedildiğini bildirdi. İs­ kelet, Victoria dönemine ait bazı tonozlar ile arazinin sının arasında gizlenmiş Roma dönemine ait bir kireçtaşı tabutta bulundu ve kafası yoktu. Buluntu ilk önce yanlış tarihlendirildi, bu da ilk kez yapı­ lan bir yanlış değildi; 18. yüzyılda kilise inşa edilirken yapı­ lan benzer bir buluş gibi, bu iskeletin de eski bir lahit yeni­ den kullanılarak daha yakın bir zamanda gömülmüş olduğu sanıldı. Bunu doğrulamak üzere, küçük bir kemik parçası karbon tarihlendirme için gönderildi, ama araştırmacıları, ta­ rihçileri ve kilise yetkililerini sevindirecek şekilde, sonuçlar kişinin MS 390 ile MS 420 arası ölmüş olduğunu hayli kesin olarak gösterdi.

Kısa Londra Tarihi

Bu tarih, son derecede önemlidir, çünkü Romalıların en sonunda kıta Avrupa'sına çekildikleri yıl, MS 410'dur. Ro­ malılar, ağır baskı altındaki imparatorluğu artık savunama­ yacaklarını anladıktan sonra, lejyonlar, Britannia gibi ileri ka­ rakolları feda etmeye ya da en azından terk etmeye hazırdı. Yine aynı tarih, "Londra'daki Son Romalı" ile bizzat St Mar­ tin'in -Tuna Nehri'nin bahsında, Avusturya ile Macaristan'ın bazı kısımlarını ve eski Yugoslavya topraklarını kapsayan geniş Pannonia bölgesinde doğmuş Romalı bir askerin- aşağı yukarı çağdaş oldukları anlamına da gelmekte ve bu yerin, daha önce sanılandan çok daha uzun süre dinsel açıdan önem taşınuş olduğunu düşündürmektedir. Aynı kazılarda, basit, gri bir Sakson çömleğinin kırık par­ çalarının da ortaya çıkarılması çok merak uyandırdı; bunlar, bu türün şimdiye kadar bulunmuş en eski örneklerinden bi­ riydi. Tabuttan sadece bir metre kadar uzakta duran ve bin beş yüz yıllıktan daha eski olduğu düşünülen keşif, Roma Londinium'u ile Anglosakson Lundenwic'i, yani duvarla çev­ rili eski kenti değil, bugünkü West End'in aşağısını merkez aldığı bugün bilinen çok daha küçük bir yerleşim yeri arasın­ daki önemli bir kayıp halkayı sağladı.

26

Sakson Lundenwic'i' :

Karanlık Çağ diye bildiğimiz uzun yüzyıllar, Londra söz konusu olunca, özellikle adını hak etmiş görünüyor. Şimdi Roma Londinium'u hakkında bildiklerimiz bile bölük pörçük ve düş kına ölçüde eksik olabilir, ama döneme ilişkin arke­ olojik kayıtlar, Anglosakson buluntularının kıtlığıyla birlikte dikkate alındığında, şaşırtıcı ölçüde zengin ve çeşitlidir. Örneğin, ilk Londra piskoposu Mellitus tarafından MS 604' de kurulduğunu kesin olarak bilmemize karşın, Aziz Pavlus'a (St Paul) ad annuş ilk katedralden geriye görülebile­ cek hiçbir şey kalmamıştır. Bu nedenle, Roma kentinin yazgısı konusunda uzun süre ancak tahmin yürütülebildi ve Sakson istilaaların kenti görmezden mi geldikleri, talan mı ettikleri, yoksa kentin yıkıntılarını bir tür Roma sonrası varoş olarak ara sıra işgal mi ettikleri konusunda uzmanlar farklı görüşler ileri sürdüler. 8. Sakson Kemeri

All Hallows by the Tower, City of Landon, EC3 Roma sonrası Londra'nın dağınık küçük topluluklardan -hiçbir zaman anlayamadıkları bir kültürün yıkıntılarında sefil bir yaşam sürmeye çalışan kaba, cahil gecekonducular­ dan- başka bir şey olmadığı düşüncesi, iç karartıa ama garip şekilde ilgi çekicidir. Aynı zamanda da oldukça akla yatkın­ dır: Saksonlar ne de olsa kasabalı değil, asker ve çiftçiydiler; kabile insanı oldukları için de kentsel bir ortam olarak tanım27

Kısa Londra Tarihi !anabilecek bir çevrede yaşamaktan çok, küçük köylerde ya­ şamaya alışıkblar. Ne yazık ki, bu teoriyi desteklemek için herhangi bir inan­ dırıa arkeolojik kanıt yoktur, ama bunun olası nedeni, genel­ likle ahşaba dayalı Sakson inşaat yöntemlerinin niteliğidir; bu inşaat malzemesi, zeminde ancak çok silik izler bırakabilir (elbette o izler de sonraki imar faaliyetleriyle tamamen silin­ memişse). Neyse ki birkaç istisna vardır ve böyle istisnalardan biri, daha önce değinilen All Hallows by the Tower Kilisesinin ziyaretçilerince görülebilir. Ta 675 yılında, Eorconweald adlı başka bir Londra Piskoposu, kilometrelerce doğuda, Essex'te­ ki Barking'de yeni bir manastır kilisesi kurmuştu. Yeni ma­ nasbr kilisesinin gelişimine maddi kaynak sağlamak için, po­ tansiyel değer taşıyan bazı bağışlar yapmıştı, bunlardan biri de bugün Byward Caddesi'nin bulunduğu yerde ilk kilisenin inşa edildiği araziydi. Görüntüsüne rağmen, şimdiki bina, Londra' daki Büyük Yangından kurtulan bu ender yapının Nazi Hava Saldırısı srrasında neredeyse tamamen yıkılmasından sonra kapsam­ lı bir şekilde yeniden inşa edilmiş halidir. Bununla birlikte, duvarların önemli bir bölümü 15. yüzyıldan kalmadır, ama binanın başka yerlerinde daha önceki çeşitli yeniden inşala­ rına ait bileşenlere rastlamak mümkündür. Savaş sırasında bombardımanlarla bu alanın geniş ölçüde tahrip edilmesin­ den sonra büyük bir şans eseri yeniden keşfedilen basit ama iyi oranblı bir Sakson kemeri bunlar arasındadır. Daha yakın zamanda saptandığına göre, kemerli geçit, başkent çapında kilise mimarisinin en eski örneğidir; basit ama oldukça önemli bir yapının somut kanıtıdır, aynı zaman­ da da Londra'da bir Sakson binasının toprak üzerinde ayakta kalan tek örneğidir. Binanın yapımında kullanılan malzeme 28

Sakson Lundenwic't

de dikkate değerdi: Burada Saksonların adım adım ahşap bi­ nalardan taş binalara geçişi, Eski Kent duvarlarıyla ilgili bö­ lümde anlahldığı türden Roma tuğlalarının ve kiremitlerinin yıkınblardan toplanarak tekrar kullanılmasıyla gerçekleşti. Tam bu kadar yaygın olmasa bile, bu yolla malzeme bulma uygulaması, tek örnek olmaktan çok uzakhr ve Cheapside'ın altında, St Mary-le-Bow'un mezar odası da Roma eserlerin­ den geri kazanılmış parçalar içerir. Fleet Street'teki ünlü St Bride's Kilisesi (bu tek mekandaki yedinci kilise) dahil, başka birçok Londra kilisesinde de Sakson temelleri saptanrnışhr, ama başkentin başka hiçbir yerinde, All Hallows'la boy ölçü­ şebilecek ya da ziyaretçinin kolayca araştırıp anlayabileceği bir yer yoktur.

9. Dalyan

Nine Elms, Lanıbetlı, SWB Yalnızca sular çekildiğinde ve o zaman bile zar zor görü­ lebilen, çamurlu ön kıyı şeridine iki sıra olarak derinlemesi­ ne gömülmüş bir dizi ıslak ahşap direk, Londra'daki Sakson mekanlarından daha tipiktir. Yerleşim merkezinden oldukça uzakta bulunan ve kolayca gözden kaçabilen direkler, bir Anglosakson dalyanından artakalan tek izdir. Su yükselin­ ce balıkların geri çekilmesini önlemek için bu tür düzenekler inşa edildi; buradaki ise Thames Nehri ile Effra Nehri'nin ka­ vuşma noktasındaki Vauxhall Köprüsü'ne yakındı. Bugün bulanık Thames, işe yarar bir gıda kaynağı olarak kolaylıkla göz ardı edilebilir, ama bu direklerin nehir yata­ ğına çakıldığı dönemde (MS 550-MS 670 arası bir zamanda), nehrin iki yakasında yaşayanlar için belki zengin ve önemli bir kaynak olmuştur. Kew'de, Bam Elms'de ve H ammers­ mith'te, bir

scranıasax ya da seax, yani Sakson ismine kaynak­

lık eden kısa palalı silah kalınhsırun yanı sıra, birkaç benzer 29

Kısa Londra Tarihi

dalyan bulunmuştur (sonuncusu daha da eskidir ve 5. yüzyıl başına tarihlenir. Chelsea'de de daha sonraya ait bir kalıntı bulunmuştur. 730-900 arası bir zamana tarihlenen bu kalıntı, biraz daha iyi konuunuştur, ama hepsi de benzer bir biçim sergiler ve yaka­ lanmış balıkların tutulabildiği uzun bir "boyun" kısmı olan usta işi bir V şekline sahiptir. Direklerin çapı, tipik olarak, 7,5 ila 10 santimetreden daha büyük değildir, hepsi kabaca işlen­ miştir; yan taraflarında kesinlikle söğüt ya da kamış parmak­ lıklar vardı, ama bunların hiçbiri sağlam kalmamıştır. Fikir basitti, çalışma ise kesinlikle soğuk, rahatsız edici ve potansiyel olarak hayli tehlikeliydi. Ama işleyiş nispeten çap­ raşıktı ve dalyanları yapanlar, bunların yönüne bağlı olarak, akıntıya karşı yüzen som balığı (Chelsea'de olduğu gibi) ya da akıntıyla gelen yılanbalığı tutmayı bekleyebilirlerdi. Dal­ yanlar aynı zamanda da son derece verimliydi ve yüzyıllarca kullanılmaya devam edildi; İngilizce "weir" (dalyan çiti) söz­ cüğü bile balık yakalamak için bir çeşit alet anlamına gelen Saksonca wer sözcüğünden gelir. 10. Grim's Dyke

Harrow Weald, HA36 Richard Norman Shaw'un tasarladığı 1870'1erden kalına büyük bir kır köşkü olan Grim's Dyke Hotel, bir zamanlar ünlü komik operacı W.S. Gilbert'ın eviydi ve onun kazayla boğularak ölümüne sahne oldu. Bu yer, çağdaş kulaklara, Londra'dan çok Yorkshire'ı çağrıştırır, ama otel, ismini, Har­ row Weald'dan Pinner Green'e kadar yaklaşık 5 kilometre uzunluğundaki bu antik toprak setten alır. Grim's Dyke (Grim Seti), Grime's Dike (Grime Arkı),

6

Harrow Bölgesi.

Sakson Lundemvic'i

Griın's Ditch (Grim Hendeği) gibi çeşitli adlarla anılan bu al­ çak ama görkemli doğrusal yüzey şekli, Londra boyunca (iyi havada ta Surrey'deki Leith Hill kırsalına kadar) gözlenebilir, ama bu toprak yapının kökeni hfila gizemlidir. 1979'da yapılan radyokarbon tarihlendirme çalışması, hendeğin kimi kısımlarının iki bin yıllık olduğunu düşündü­ rüyor, ama büyük bölümü sadece 5. ya da 6. yüzyıldan kal­ madır. Gerçekte, bu toprak yapı belki de bir savunma hath olmaktan çok, bir sınır işaretiydi, Saksonlara ait tarım arazi­ lerini yerli Britonların tarım arazilerinden ayırıyordu. Bugün yer yer yoğun ağaçlarla kaplı bu alan, aynı zamanda da "we­ ald" sözcüğünün Sakson kökenli olduğunu (ağaçlık anlamına geldiğini) ve VII. Henry'nin Westminster Abbey'deki nefes kesici şapelinde (bkz. Bölüm 5) kullanılan kerestelerin çoğu­ nun Middlesex'in bu kısmından kesildiğini anımsatır.

11. Tümülüsler

Greenwich Park, SElO Sakson yaşamının temelde hayvancılığa dayandığı kabul edilirse, surlarla çevrili eski kentin geniş alanlarının yerleşip oturmaya ayrılmaktan çok, hayvan otlatmaya ayrıldığını dü­ şünmek akla yatkın bir olasılıktır; yaygın harabelerin bazıları belki de küçük ve büyük baş hayvanlara derme çatma barı­ naklar sağlıyordu. Bu dönemde nüfusun çoğunluğu, duvar­ ların çok uzağındaki küçük, dağınık Sakson yerleşimlerinde yaşamayı tercih ediyordu; Londra'daki çok bilinen yerler ara­ sında, açıkça Sakson kökenli adlar taşıyanların sayısına baka­ rak bunu anlıyoruz. Cynesigetun, Giseldone, Fulanhamme ("çamur diyarı"), Lambehitha ve Stybbanhyö gibi uzak köyler, bugünkü Ken­ sington, Islington, Fulham, Lambeth ve Stepney ile doğrudan doğruya örtüşüyor. Benzer şekilde, o döneme ait mezarlıkla31

Kısa Londra Tarihi

rın ve höyüklerin (ya da tümülüslerin) çoğu, örneğin Croy­ don'da ve yeni Royal Borough of Greenwich'te (yine açıkça Sakson kökenli bir isim) bulunanlar, Londra'run tarihi mer­ kezinden oldukça uzakbr. 1992'de, Croydon'daki Park Lane'de, 4. yüzyıla ait bir me­ zar alanının hem ölü yakma çömlekleri hem de mezarlar içer­ diği saptandı; daha sonra bu yer, bir ofis otoparkının albnda korumaya alındı. Böylece, gezilip görülmesi imkansız olsa da hama avcılarına karşı güven albna alındı. Kraliyet Gözleme­ vi'nin (Royal Observatory) bahsındaki Greenwich Park'ta,

ziyaretçiler, 6. ve 7. yüzyıllara ait kırktan fazla höyüğün ka­ lıntıları üzerine çıkabilirler, gerçi bunların hepsini fark etmek arhk kolay değildir.

1784'de tümülüslerden on sekizinde yapılan kazılarda, renkli cam boncuklar, bir miktar yün ve kumral saç, bir kal­ kan kabarası, büyük bir demir mızrak ucu ve bir bıçak bu­ lundu. Göründüğü kadarıyla, bunlar, kazılara önderlik eden Rahip James Douglas'ı belki de düş kırıklığına uğratacak şe­ kilde, Hristiyan değil, pagan mezarlarıydı. Mezarların bazı­ larında ağaç tabut bulunduğu da saptandı, ama kemik kalın­ hsına rastlanmadı. Douglas gibi amatör 18. yüzyıl arkeologlarının kaçınılmaz eksiklikleri nedeniyle, bu mezarların Anglosakson mezarı mı, yoksa Danimarkalı mezarı mı olduğu hala tarhşmaya açık­ hr. Ama ne olursa olsun, bunlar kesinlikle bizim dönemimize aittir ve cesetlerin başına ne gelmiş olursa olsun, o çalkanhlı zamanlara yeni bir pencere açmaktadır. Yalnızca yerli nüfusa değil, önceki göçmenlerin soyundan gelenlere de eziyet edip yağmalayan arka arkaya istilacı dalgalarıyla, Londra, şimdi olduğu gibi o zaman da çok değişim geçiren bir kentti.

Sakson Lundenwlc'I

12. Çarmıh Sahnesi

St Dımstan & All Saints, Stepney, E1 Londra Piskoposu Dunstan'ın 10. yüzyıl sonunda inşa et­ tirdiği All Saints Kilisesi, 1029' da Dunstan' a azizlik verilme­ sinden bir süre sonra isim değişikliği geçirdi. Bugün burası,

19. yüzyılda yapılan eklemelerle birlikte, büyük bölümüyle 15. yüzyıla ait bir yapıdır, ama açıkçası uzun bir tarihe sa­ hiptir; 10. yüzyıla ait yapının, daha uzun süre değilse bile on yıllarca cemaate hizmet etmiş olan ahşap yapının yerini aldığı düşünülmektedir. Bizim amacımız açısından en ilgi çekici özelliği, kilise­ nin doğu ucundaki ender bulunan bir Anglosakson haçıdır, özgün binada nef ile koro yerini ayırmak için kullanılan ah­ şap paravanın bir kısmını oluşturduğu sanılan oyma taştan bir rölyefe verilen isimdir. Kısmen hafifçe Romanesk üslubu andıran süslemesinden dolayı ve kilisede başka bir Sakson eserinin bulunmamış olması nedeniyle, yıllarca, bu oymanın Norman kökenli olduğu zannedildi. Gerçekte, eserin doğru tanımlanması ancak 1988 gibi yakın bir tarihte yapıldı. Dikdörtgen biçiminde ve yaklaşık 60 santimetreye 90 san­ timetre boyutunda olan gri kireç taşı, hava koşullarından (muhtemelen 19. yüzyılda kilisenin dışına yerleştirildiği bir dönemde) kötü etkilenmiştir, ama belirgin bir yaprak moti­ fiyle çevrelenen, incelikle oyulmuş bir çarmıha germe sahne­ sini açık seçik gösterir. İsa, başında bir haleyle tasvir edilmiş­ tir, güneş ve ay temsillerinin altında, derin yas çeken Meryem Ana ve Vaftizci Yahya figürleri görülebilir. Cambridgeshire' den getirilmiş Bama ek taşının ve süsleme üslubunun düşündürdüğü üzere, bu eser, Dunstan'ın Londra Piskoposu olduğu dönemden (958-9) sonra -Canterbury Baş­ piskoposluğuna atandıktan sonra- oyulmuştur.

Kısa Londra Tarihi

13. "Prenses Mezarı"

Floral Street, Covent Garden, WC2 Önceki bölümde gördüğümüz gibi, daha yakın tarihli ka­ zılar, Londiniuın'un hemen bahsında büyük bir Sakson yerle­ şiın yerinin bulunduğunu göstermiştir. İlk kez MS 672 tarihli bir beratta liman olarak sözü geçen Covent Garden çevresin­ deki ve nehre aşağı uzanan bölge, Orta Sak.son döneminde giderek gelişen bir ticaret kasabası haline gelmişti. Küçük buluntuların yayıldığı alan, bu beratın yayınlandığı tarihte buranın yaklaşık 607 dönümlük bir alanı kapladığını göstermesine karşın, Lundenwic denilen bu yerin genişliğini doğru kestirmek yine de zordur. Ne var ki, burası nispeten kısa ömürlü olacakb ve belki de Vikinglerin 9. yüzyıl orta­ sında yaptıkları baskınların sonucu olarak, yerleşiınciler akıl­ lık edip surlarla çevrili şehrin korumasına sığındıkları için, bölgenin büyük kısmı çorak araziye ya da tarım arazisine dönüştü. O zaman bile, nüfus konusundaki tahminler, on ila on iki bin aralığından yüksek değildi ve dolayısıyla, Norman istilası gelip çathğında, Londra olarak düşündüğümüz bölge, alb yüz yılı aşkın süre önce Londinium'un olduğundan hala önemli ölçüde daha küçük bir yerdi. Bununla birlikte, Lundenwic'le ilişkili buluntular, yine ço­ ğunlukla küçük olmalarına karşın, aydınlahcı özelliklerden yoksun değildir. Örneğin, 2001'de, Covent Garden'daki Flo­ ral Street'te bir inşaat sahasında bulunan bir mezarda "pren­ seslere layık" göz kamaşhrıcı bir mücevher keşfedildi. Son derece ince işçilikle tasarl anmış ve Hindistan' dan bombeli kesiın lal taşlarıyla bezenmiş bu güzel bakır ve altın disk broş, Londra'da bugüne kadar bulunmuş en zengin Sakson hazine­ sidir ve Suffolk'un ünlü Sutton Hoo hazinesiyle kıyaslanmak­ tadır. Bundan dolayı ve aynı sığ mezarda birçok boncuk ile gümüş yüzük bulunması nedeniyle, arkeologlar, hazinenin 34

Sakson Lundenwic'i

sahibinin, kraliyet ailesine mensup olmasa bile, Doğu Sakson soylu zümresine mensup birisi olduğuna inanmaktadırlar. Yine beş yıl önce, Covent Garden' daki Royal Opera House (Kraliyet Opera Binası) alanında buldozerlerden ve vinçler­ den önce çalışma yapan başka bir arkeolog ekibi, bazı Sak­ son yollarına, evlerine ve atölyelerine ait kanıtları gün ışığına çıkarmışh. Bu nedenle, Flora! Street gömüsünün, küçük bir Sakson kasabasına hizmet vermek üzere o kasaba yakınına kurulmuş bir mezarlığın parçası olduğu sanılmaktadır. Kur­ tarma arkeolojisi denilen çalışmaların sonucu olarak Jubilee Hall' da ve Maiden Lane' da elde edilen daha mütevazı bulun­ tular, bu teoriyi ve Lundenwic'in özgün konumunu destekler niteliktedir. Trafalgar Meydanı'nın alhnda da çiftlik binaları­ nın kalınhları keşfedilmiştir. Bununla birlikte, özellikle MS 994 gibi geç bir döneme kadar sürdüğü bilinen Viking baskınlarının ne denli şiddet­ li olduğu düşünülünce, eski Roma kentinin daha sonra geri çekilmesi çok manhklıdır. Bu hamle, Londra'nın tarihi ve ge­ lecek gelişimi için de belirleyici bir dönüm noktası oldu; yine bu, yakındaki Aldwych'in adının kökenini de açıklayabilirdi. Saksonca "eski ticaret kasabası"ndan türeyen bu tanımlama, Saksonların, Romalılardan kalma koruyucu duvarın ardın­ da İskandinavyalılara karşı güvende oldukları "yeni" kasa­ badan eski yurtlarına dönüp bakınca gördükleri açıdan tam anlamını bulurdu.

14. Queenhithe

Lower Thames Street, Citı; of Landon, EC3 Eğer Stepney haçı ve All Hallows, Saksonların maneviya­ b.ıu simgeliyorsa, Geç Sakson döneminde ticari hayata ilişkin herhangi bir kanıt bulmak için Londra merkezine dönüp Sak­ sonları orada izlemek gerekir. 35

Kısa Londra Tarihi

Birçoğu sadece hayli ilkel evlerin oluşturduğu küçük kü­ melerden ibaret tüm o dağınık yerleşimler, serpilip gelişen Roma metropolü Londinium'la boy ölçüşecek hiçbir şey sun­ muyordu. Yine de, sıklık.la İngiliz tarihinin atası olarak ta­ nımlanan bilge keşiş Venerable (Muhterem) Bede, MS 731'e gelindiğinde, nehir kıyısındaki büyükçe bir topluluğu, "de­ niz ve kara yoluyla gelen birçok insanın bulunduğu bir çarşı"

olarak tanımlama olanağı buldu. O zamanlar, belki de birçok ticaret teknesi, nehir yukarı­ sındaki setsiz kıyıya öylece yanaşıyor ve gelgitler arasında karaya oturarak güvenle yükünü boşaltabiliyordu. Ama bu­ rada, Queenhithe' de, kullarumda olan geleneksel bir iskele kesinlikle vardı ve denilebilir ki, modern şehrin mali ve ticari zenginliğinin temellerini orası kurdu. Bu ismin kendisi, gerçekte Orta Çağ' a aittir ve orada ka­ raya çıkarılan her türlü maldan vergi alma hakkını 12. yüzyıl başında elde eden I. Henry'nin sevilmeyen eşi İskoç Matil­ da'ya gönderme yapmaktadır. Ama ondan uzun zaman önce, bugün dünyada ayakta kalmış tek Sakson limanı olduğu dü­ şünülen yer, Aedereshyd olarak biliniyordu. Büyük Alfred, MS 883'te burayı, kayınbiraderi Ethelred'e (Danimarkalıları

yenmesinden sonra) hediye etti ve bayındırlık işleri nedeniy­ le büyük bölümü yok olmasına karşın, dikdörtgen şeklinde­ ki limanın kabaca yarısı bin yılı epey aşkın bir süre varlığını

sürdürdü.

'1 RÜLÖ I

Norman Döneminde-Londra

İngiliz tarihinde gerçekten belirleyici bir an olan (ve hiçbir şekilde sırf son başarılı istila olmakla ün salmış olduğu için de değil) 1066 yılı, Romalıların aksine, istediğini almakta ve fethettiğini elinde tutmakta kararlı bir halkın gelişine tanıklık etti. Gerçekten, bu halk, kendi göreneklerini ve kültürünü, di­ lini, yasalarını ve kurumlarını yerli nüfusa dayatmakta öyle­ sine kararlıydı ki, Londra'run yönetimi -ve dolayısıyla, kent dışında kalan genel nüfusun yaşamı- üzerinde Normanlann yaphğı kalıcı etki, sonraki yüzyıllarda Fransız etkisinin nere­ de bitip İngiliz etkisinin gerçekten nerede başladığını anla­ manın imkansız olmasa da zorlaşmasına neden oldu.

15. Beyaz Kule

Tower of Landon, EC3 Bu yapı, hala, Fatih'in İngiltere ve İngilizler üzerindeki nüfuzunun bugüne kadarki en elle tutulur ve en kalıcı simge­ sidir. Tower of London'ın, yani Londra Kulesi'nin (aslına ba­ kılırsa, zamanında tüm Londra'nın) en belirgin özelliği olan Beyaz Kule, Britanya' daki en büyük Norman kalesi değildir (o şeref, Colchester Kalesi'ne aittir), ama en görkemli olanıdır. Oluşturulan yeni Norman üstünlüğü izlenimini pekiş­ tirmek için, taşlar, Fransa'nın Caen yöresinden getirildi ve yiiksek duvarlar diizenli olarak beyaz badana yapıldı (ismini

Kısa Londra Tarihi

de bundan alrnışhr). Ne var ki, bu ince dokunuş olmasa bile, gökyüzüne doğru 270 metre yükselen yapırun devasa cüssesi, en büyük Roma binasından bile çok daha heybetli bir şekilde William'ın tebaasırun derme çatma evlerine ve atölyelerine tepeden bakhğı anlamına gelir. Kulenin yapımı da yerel düşmanlığı önlemeye yönelik bir girişim olmaktan çok, bu düşmanlığa gösterilen bir tepkiy­ di, çünkü Sakson nüfusun kahlmasının açıkça yasaklandığı, derin anlam içeren simgesel bir olay olarak, William'ın 1066 Noel Günü Westminster Abbey' de taç giymesinden sonra bir dizi ayaklanma çıkh. O dönemde yaşamış bir vakanüvisin betimlemesiyle, Normanlar, "kalabalık ve haşin bir nüfusun dönekliğine karşı . . . belirli tahkimatlar" a ihtiyaç duydular ve böyle bir yapı için çalışmaların başlatılabileceği uygun bir nokta çarçabuk bulundu. Dokuz yüz yılı aşkın süre sonra hala teknik açıdan bir kra­ liyet sarayı olan bu yer, ilk başta tahta surları ve savunma hendekleri bulunan nispeten basit bir yapıydı ve bu yapıy­ la ilgili elde edilen kanıtlar, özgün kompleksin 4 dönümden sadece birazcık büyük bir alanı kapladığını düşündürmekte­ dir. Ama 1077'ye gelindiğinde, Rochester Piskoposu Gandalf, "Kral Büyük William'ın emriyle, büyük Londra kulesi çalış­ malarını denetleme" işine başlamıştı ve bugün ziyaretçinin görebildiği, onun eseridir. Gerçekte, kule, William'ın 1087'de ata binerken kaza ge­ çirerek öldüğü on yıl sonra bile bitmiş olmaktan belki hala uzaktı. Ama dönüp geriye bakınca, bunun pek önemi yoktur, çünkü bina tamamlanmış olmadan bile, yapılan çalışmanın sırf boyutu, Londralılarm çoğunda huşu uyandırmak için ye­ terli olurdu; zaten güdülen niyet de tam olarak buydu. Geçmiş qeneyimlere bakılınca, Beyaz Kule, William'ın kader anlayışının da en somut hatırlatıcısıdır. William, Nor-

Norman Döneminde Londra

manların İngiltere'de kalmaları yönündeki niyetini en başın­ dan açıkladı ve tarih de işte öyle tecelli etti. Bu ülke, gerçekten anayurtta doğmuş bir krala (III . Henry) ancak 1216'da niha­ yet kavuştu, ancak III. Edward (1327-77) ile İngilizce konuşan bir kralımız oldu ve elbette, İngiliz dilinin zenginliği, çeşitlili­ ği bile hala hiç de azımsanmayacak ölçüde o erken dönemde aşılanan Narman Fransızcasına bağlıdır. Binanın eski eser olma özelliği kadar, iki ülkenin böyle iç içe dokurunuş olması da bugün Beyaz Kule'yi ziyaret eden­ lerin çok ilgisini çeken bir noktadır. Örneğin, burası "bizim" Londra Kulesi olarak algılandığı halde, söz gelişi Hadrianus ya da Roma Duvarı hala yabancı bir şey olarak, Britanya'nın bir dış düşmana boyun eğişinin görkemli ama rahatsız edici bir hahrlahcısı olarak görülür. Kule, kraliyet konutu, hapis­ hane, garnizon ve cephanelik, hatta bir süreliğine kuşhane ya da hayvanat b ahçesi olarak açıkça çeşitli amaçlara hizmet et­ mesi nedeniyle de ilgi çekicidir.

3U

Kısa Londra Tarihi

Neredeyse en başından, kulenin bu birçok farklı gereksini­ mi, özellikle de katıksız askeri gereksinimin yanı sıra törensel ve konutla ilgili gereksinimleri karşılaması amaçlandı. Ama bu durum bilinse bile, dışarıdan girerek St John's Chapel'e adım atmak, yani askeri alandan ruhani alana, tüm binanın en özgün ve en sahici Norman unsurları olmayı sürdüren yerlere geçmek şaşırhcı gelir. Sonuç olarak, Beyaz Kule, yapımcısının özgün niyetlerine makul ölçüde yakın kalnuşhr, ama dış kısmın görünüşü ger­ çekten oldukça farklıdır, çünkü tipik Norman tarzı dar pen­ cerelerin birçoğu 18. yüzyılda büyültüldü. Ama sonuç olarak, başka herhangi bir yerde rastlanması umut edilebilecek erken dönem Norman mimarisinin mükemmele en yakın örneği olan şapelde bu tür hiçbir değişiklik yapılmadı. Bu yapı, yuvarlak kemerleriyle, yalın, bodur taş sütun­ larıyla ve sağlam, güçlü çapraz tonozlarıyla, erken dönem Norman mimari idealinin çok saf bir ifadesidir. Bu sayede, sonraki yüzyılların Gotik tarzını tanımlar duruma gelen çok yüksek ve teknik açıdan usta işi sonraki binalardan daha do­ ğal ve biraz daha organik bir bileşim gösterir; aynı zamanda da Normanların İngiltere'yi kendi suretlerinde yeniden şekil­ lendirmekte kullandıkları enerjiyi ve kuvveti belki başka her şeyden daha iyi yansıtan, som kayadan yontulmuş duygusu uyandırır. Kule bir zamanlar parlak renklere boyanmış olabilir, ama bugün süsleme ya da bezeme anlamında pek az özelliğiyle ve sanki yalınlık erdemini kutsar gibi görünen üslubuyla, ger­ çekten tüm dönemlere ait Londra iç mekaruarının en büyüle­ yici olanları arasında sayılır.

40

Norman Döneminde Londra

16. Thomas a Becket'in Doğum Yeri

Cheapside, City of London, EC2 İstilacılar ile istilaya uğrayanlar arasındaki ayrım çizgileri, zaman içinde kaçırulmaz olarak silikleşmeye başladı. Seçkin zümre çok uzun bir süre esasen hala Normanlardan oluşu­ yordu, ama bir karışıp kaynaşma sürecinin belirmesiyle, sı­ nırlar yavaş yavaş aşınmaya başladı, o noktaya kadar ki, be­ lirli bir kişinin Fransız mı, yoksa İngiliz mi olduğunu sormak zorlaştı; hatta belki alakasız oldu. Aziz Thomas Becket'in ya da St Thomas a Becket'in (yk.1.1118-70), bugün pek çok kişinin bir Britanyalı ya da İngi­ liz aziz olarak kabul ettiği birisi olduğuna, hem Anglikanların hem de Roma Katoliklerinin alışılmamış bir saygı gösterdikle­ ri şehit düşmüş bir Canterbury Başpiskoposu olduğuna kuş­ kuyla bakılır. Onun, İngiliz topraklarında, Londra'nın Cheap­ side semtindeki bir evde doğduğu doğrudur (şimdi burada, tam da uygun olarak, Church' s markasıyla erkek ayakkabısı satan bir dükkan vardır). Becket, eğitimini de kısmen burada aldı; bugün Kuzey Hattı'nın iki yakası boyunca bir Londra semti olan, o zamanın Surrey'indeki Merton Priory' de okudu. Ne var ki, ataları tamamen Fransızdı. Babası Gilbert Be­ cket, Londra'ya yerleşmeden önce, Brionne Lordluğu'ndaki (bugünkü Haute-Normandie' de) Thierville'li bir tüccar ve küçük toprak sahibiydi. Annesi Matilda da Norrnandı; sık­ lıkla sanıldığı gibi, Kutsal topraklara haç ziyareti yaptığı sı­ rada Gilbert'e aşık olmuş bir Arap prenses değildi. Bundan anlaşıldığı üzere, annesinin kökeni hala biraz belirsizdir ve belki de (Fatih gibi) Caen'li olan Matilda'nın, Canterbury Baş­ piskoposu Theobald'la akraba olduğu düşünülmektedir; aile, genç Thomas'ı bir makama yerleştirmeye çalışırken bu bağ­ lantıdan yararlandı. Becket 1 145'te Theobald'ın hizmetine girdi; onun sekreteri 41

Kısa Londra Tarihi

ve özel görevlisi olarak çalıştıktan sonra, değerli bir makam olan Canterbury Başdiyakozluğuyla ödüllendirildi, bir süre sonra ise II. Henry'nin danışmanı olarak Londra'ya döndü. Bu mevki, genç bir adam için etkileyici bir yükselişti, ama ik­ tidar dizginlerini daima Fransızların ya da hiç değilse, Fran­ sızlarla apaçık ve yakın bağlantıları olanların ellerinde tut­ malarını sağlamak için Norman seçkin zümrenin duyduğu arzuya tamamen uygundu. Maliye, idare, siyaset ve diplomasi alanında yüksek ye­ tenek sergileyen Becket, çok geçmeden servet kazandı ve açıkçası bu servetin doya doya keyfini sürdü (kişisel yaşam tarzı her zaman hükümdarırunkinden daha savurgan kabul edildi). Kiliseden çok Tahtın safında yer almaya açıkça istekli davranan Becket, yükselmeyi artık garantilemiş görünüyor­ du ve 1162'de, sadece birkaç saat önce rahip yapılmasının ardından, usulünce Canterbury Başpiskoposu olarak cübbe giydi, keşiş olmadığı hfilde bu göreve getirilen ilk kişi oldu.

Öykünün

sonrası iyi bilinmektedir. Becket başpiskopos

olunca, çarçabuk belirgin şekilde daha çileci bir yaşam tarzı benimsedi, danışmanlıktan istifa etti ve Canterbury'nin önce­ ki yıllarda ahmakça feragat ettiğini düşündüğü yetkileri geri almak için hamlelere girişti (oysaki Henry'nin ondan bekledi­ ği, Tahtın ve Devletin ihtiyaçlarını .Kilisenin önünde tutmayı sürdürmesiydi). Elbette bu, krala karşı çıkmak anlamına geliyordu ve Be­ cket, özellikle kilise görevlilerini mahkemelerin yetki alanın­ dan çıkarmaya çalışarak, artık her fırsatta böyle bir görüntü sergiliyordu. "Bu karışıklık çıkaran papaz"ın (ya da farklı bir öyküye göre, "alt tabakadan din adamı"nın) saf dışı edilmesi­ ne yönelik neredeyse kesinlikle kurgulanmış olduğu bilinen ünlü bir kışkırtmanın ardından -Henry'nin daha sonra öğ­ rendiğine göre, dört şövalye bunu kendine görev bilmişti42

Norman Döneminde Londra

Becket 29 Aralık 1 1 70'te kendi katedralinde kesilerek öldü­ rülmüştü. Bir kez daha, destanla efsane birbirine karıştı ve tarihin kaçınılmaz olarak yeniden yazılması, Becket'in öldürülme­ siyle ilgili ayrıntıların asla kesin olarak bilinememesine yol açtı. Bilinen odur ki, kralın buyruğunu yerine getirmek üzere dört şövalye Manş Denizi'ni geçti ve bunlar (tıpkı St Thomas

a Becket ve gerçekte II. Henry gibi) esasen Fransızdı. 17. St Mary Magdalene

Norman Road, East Ham, E15 Londra Kulesi içinde, krallara ait bir yer olan St John Şape­ li'yle keskin bir karşıtlık sergileyen St Mary Magdalene (Mec­ delli veya Magdalalı Azize Meryem Şapeli), basit bir bölge kilisesidir. Bununla birlikte, öncekiyle kabaca aynı yaştadır ve ibadet için gelenlerin 1 130' da karşılaşmayı ummuş olacak­ ları üç kısımlı, yani koridorsuz bir nef, dar bir koro yeri ve bir ibadet yeri içeren temel düzenlemeye (16. yüzyıla ait bir kule ile küçük bir giriş revakına rağmen) hala uygundur. Bundan dolayı ve geniş bir kilise avlusu nedeniyle, kapsamlı sosyal konut projelerine ve Orta Victoria döneminde Sir Joseph Ba­ zalgette'in inşa ettiği devasa Northem Outfall Kanalizasyo­ nu'na yakın olmasına rağmen, bir zamanlar olduğu gibi, hala küçük taşra kilisesine çok benzeyen bir görüntü sergiler. 958 tarihli bir Sakson fermanı, ırmaklar ve bataklıklar ara­ sındaki kuru bölge anlamına gelen Hamme adlı bir yeri an­ latır ve 1086' da

Domesday' de

(Kıyamet Kitabı), Londra' dan

kilometrelerce uzakta hala küçük bir köy olduğu dönemde Hame'den söz edilir. Bazalgette'in zamanında, bu topluluk hala "dağınık köy" olarak betimlenir ve gerçekten, burası an­ cak 1965'te Newham (London Borough of Newharn) adıyla birleştirilip semt haline getirilmiştir.

Kısa Londra Tarihi

Tüm bunlar göz önüne alınınca, hala taşra kilisesi olan bir yapının böyle iyi korunmuş olarak varlığını sürdürmesi gerçekten oldukça dikkate değerdir. (Özellikle öyledir, çün­ kü herhalde burası, tarihinin bir döneminde oldukça varlıklı bir köydü ve hangi nedenle olursa olsun, yeniden inşa ya da "ıslah" girişimlerine direndi.) Dolayısıyla, St Mary Magdalene kilisesine girilince edini­ len ağırlıklı izlenim, bir Norman binasına girildiği izlenimi­ dir. Beyaz Kule'de olduğu gibi, pencerelerin bazıları hafifçe genişletilmiştir, ama çab kerestelerinin birçoğu özgündür ve bazıları hala 12. yüzyıla ait ağaç çivilerle yerine tutturulmuş­ tur. Benzer şekilde, inşaatçılar çeşitli malzemeler (Kent böl­ gesinin artık iyi bilinen sert süngertaşı yanında, daha üstün nitelikli Caen taşı ve yeniden kazanılmış Roma çinileri dahil) kullanmış olmalarına karşın, bunları sabitlemekte kullanılan harç, büyük olasılıkla Norman ustalarca hazırlanıp uygula­ nan tanıdık bir Norman reçetesidir. Kuzey duvarının iç tarafında, kısa bir kör kemer dizisi vardır; buradaki kesişen kemerlerin şekli, kaba işçilik ve ba­ sit zikzak süsleme, Norman kökenini ele vermektedir. Bugün kuleye açılmakta olan bah giriş kapısı çevresindeki pervaz için de aynı şey söylenebilir. Asıl kırsal kiliselerde ender olan bu süsleme biçimine 21 . yüzyıl Londra'sında rastlamak ger­ çekten şaşırhcı bir şeydir. 18. Clerk's Well (Katipler Kuyusu)

Farringdon Lane, Clerkenwell, ECl Türemiş bir isim olan Clerkenwell (Katipler Kuyusu) uzun zamandan beri bilinmesine karşın, kuyunun kendisi kaybol­ muştu ve 1920'Ierdeki inşaat çalışmaları sırasında keşfedilin­ ceye kadar yıkılıp gitmiş sanılıyordu. Günümüzde (Jslington İlçe Konseyinin düzenlemesi gere-

44

Norman Döneminde Londra

ği) ziyaret edilebilen, Tudor dönemine ait tuğlalı bir yerdir, ama kuyunun kendisi açıkça çok daha eskiydi ve Norman döneminde kesinlikle kullanılmaktaydı. Thomas a Becket'in hizmetinde bir din adanu olan William Fitzstephen, en geç 1180' e tarihlenen "Descriptio Nobilissirni Civitatis Londoni­ ae" (Çok Soylu Londra Kentine Dair Bir Betimleme) adlı an­ latısında, bu tür birkaç kuyudan söz eder; özellikle bu kuyu çevresinde toplanan Londralı katiplerce ve alt düzey din adamlarınca nasıl gizemli ya da dinsel temsillerin sergilen­ diğini anlatır. Kuyu, yaklaşık altı yüz yıl sonra hala kullanılıyor­ du, 1720' de tarihçi John Strype, Clerkenwell' den Hock­ ley-in-the-Hole' a giden yolda kuyuyu saptadı. Ama 1800 yılı dolayında kuyunun yerine bir pompa yerleştirildi ve kuyu, muhtemelen 19. yüzyıl ortasına kadar kullanılmasına kar­ şın, en sonunda kullanılmaz oldu. O zaman çerçöple dolan ve sonra yeniden inşa edilen kuyunun yeri 1924'e kadar sap­ tanmadan kaldı. Adı kulağa hoş gelen Hockley-in-the-Hole, tesadüf eseri, Farringdon Road ile Clerkenwell Road kavşa­ ğının biraz kuzeyinde yer alıyordu. 19. St Bartholomew the Great (Büyük)7

Smithfield, EC1 Çok büyük bir şehir kilisesi olmasına rağmen, bugün gö­ rebildiğimiz yalnızca Smithfield' da Augustinusçulara ait çok­ tan yok olmuş evin çok küçük bir kısmıdır, 85 metre gibi ola­ ğanüstü uzunluktaki nefiyle St Bartholomew Manastırı' dır. Manastır, St Paul'dan ödenek alan ve I. Henry'nin sara­ yında çok etkili bir kişi olan keşiş Rahere tarafından 1123'te kuruldu. Roma'ya hacca gidip dönerken ağır hastalığa yaka7

St Brı rthcılomcw-thc-Lcgs (Küçiik), y akındaki Bart's Hospital bölgesinde yer rılır.

Kısa Londra Tarihi

!anan Rahere, rüyasında Aziz Bartholomew'u (Bartalmay ya da Bartholomaios) gördü ve -Londra'ya dönecek kadar uzun yaşama şansına sahip olursa- bugün hala Havari'nin adını taşıyan manashrı ve çevresindeki hastaneyi yaptırmaya söz verdi. Manashr, 1145 yılı dolayında tamamlandı ama sonra, VIIL Henry'nin saltanatında, diğer benzerlerinin yazgısını paylaştı ve büyük nefin çoğu kısmı parçalanıp yıkıldı. Alışılmamış bir şekilde, manashr kompleksinin birkaç kısmına dokunulma­ dı ve daha küçük binalar, belki de Londra sınırının sağında elverişli bir konumda olmalarından dolayı, yeni amaçlarla kullanıldı. Hangi nedenle olursa olsun, ana koro yeri ve iba­ dethane de sağlam kaldı, çok geçmeden de normal bir bölge kilisesi olarak kullanıldı. Sağlam kalan başka bir unsur, ünlü Bartholomew Fuarı'ydı (L Henry'nin çıkardığı yasalar, bu fuarın yapılmasına izin veriyordu), gerçi fuar kapsamındaki eğlenceler aşırı gürültülü patırtılı bir hal alınca 1855'te yasak­ landı. Bugün, keşiş kilisesinin sağlam kalan kısmı, Londra' da bu türün belki en eskisi olan sivri kemerleriyle fark edilebi­ lir, gerçi zemin ve birinci kat düzeyindeki birçok geleneksel

yuvarlak tepeli kemer (ve birkaç kocaman yuvarlak direk), kilisenin olağanüstü erken tarihini ele vermektedir. Açıkçası, bu yalın biçimler, daha sonraki sivri Gotik mimarinin göğe yükselen, daha şiirsel niteliğinden yoksundur, ama önceden anlatıldığı gibi, genellikle sade olan taş işçiliğinin basitliği ve yekpareliği, öteden beri Fatih'le ve torunlarıyla ilişkilendirdi­ ğimiz güçlü, ağırbaşlı, yalın anlatımlı niteliklere örnek oluş­ turan bir görüntü verir. .Kilisenin bir başka özelliği de belirtilmeye değer ve bu, Little Britain olarak bilinen caddeye açılan ana kapıdır. 1800'lerin ortasında genellikle kullanılmaz olan kilisenin ge46

Norman Döneminde Londra

riye kalanı gibi, burada da o yüzyılın sonuna doğru Sir Aston Webb tarafından kapsamlı bir restorasyon gerçekleştirildi. Yukarı kısımlar, yan ahşaptandır ve özellikle kilise bahçesin­ den bakılınca belirgin bir güzellik sergiler, ama aşağıdaki ana kapı 13. yüzyıla aittir. Yukarıda değinilen nefin bah girişinin konumunu belirtir, bu nedenle de ziyaretçilerde, bu nefin muazzam uzunluğuna ilişkin bir izlenim bırakır. 20. Temple Church (Tapınak Kilisesi) Middle Temple Lane, City of Landon, EC4 Deneyimlerin gösterdiği gibi, 19. yüzyıl restoratörlerinin çalışmalarına kusur bulmak, her ne kadar bunların birçoğu (St Bartholomew'u restore eden Webb dahil) dürüst güdüler taşısa ama sıklıkla işledikleri malzeme kalitesiz olsa bile, son derece kolay ve belki insafsızdır. Bununla birlikte, bazıları, kendilerine yöneltilen eleştirileri hak eder ve binalar çoğu kez onların ellerinde onulmaz hasara uğramıştır. Örneğin burada, birçok ziyaretçiye göre başkentin en "Norman olmakla ünlü" Norman kilisesi olan yerde, bir 12. yüzyıl yapısının gizemi ve büyüsü, tamamen değilse bile büyük ölçüde silinip girmiştir. Bunun nedenini sezmek zor değildir ve bu nedenin belki de en iyi anlatımı, nasıl "her antik yüzeyin onarımdan geçirildi­ ğini ya da yenilendiğini" anlatan mimarlık 53tarihçisi Walter Godfrey'in sözlerinde bulunur. Erken başlayan çalışmalarda, Wren 1680'lerde mazgallı siperler ekledi ve Viktoryenler, tamirat denilen faaliyetler yü­ rüttüler. Daha sonra, Blitz (2. Dünya Savaşında Britanya'run Nazilerce bombalanması) sırasında bunların çoğu ortadan kalkb, görkemli doğu penceresi yıkıldı ve haçlı mezarlarının birçoğu ağır hasar gördü. Neyse ki, tüm bunlara rağmen, öz­ gün Norman zemin planı sağlam kaldı; işte bundan dolayı (ve nispeten kuytu konumu sayesinde), Londra'nın biricik 47

Kısa Londra Tarihi

yuvarlak kilisesi (İngiltere' deki bu tür yalnızca dört kiliseden biri) hala olağanüstü ve ziyarete değer bir yerdir. Burayı inşa edenler, Tapınak Şövalyeleri tarikatının üye­ siydiler; hakkında pek çok öykü anlatılan bu tarikat, Kudüs' e hacca gidenleri bu yolculuk sırasında korumak amacıyla 1 1 . yüzyılda kuruldu. Daha resmi bir sıfatla Pauperes commili­ tones Christi Templique Salomonici (İsa'run ve Süleyman Ta­ pınağı'nın Yoksul Askerleri) olarak bilinen şövalyeler, kısa sürede, Haçlı Seferleri için etkili bir savaş kuvveti olarak ve sel gibi akan yardımlar, bağışlar sayesinde ekonomik bir güç merkezi olarak kendilerini kabul ettirdiler. Çok geçmeden, Fransa, Aragon, Portekiz, Macaristan, Hırvatistan gibi birçok Avrupa ülkesinde varlık gösterdiler; İngiltere' de ise I. Hen­ ry'nin saltanatında Londra'nın bu kısmında sağlam bir yer edindiler. Tarikatın ilk kilisesi, yaklaşık 1162 yılında Holborn' da ta­ mamlandı, ama 1185 gibi erken bir zamanda, yerini, bugün gördüğümüz binaya bıraktı; belki de o zamanlar burası, Yeni Tapınak olarak bilinen daha büyük bir manastır kompleksi­ nin bir parçasıydı. Alışılmadık dairesel tasarımda, neredeyse kesin olarak, Kutsal Kabir Kilisesi (genelde söylendiği gibi) değil, hem Museviler hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için muazzam tarihsel ve dinsel öneme sahip bir yapı olan Kubbet'üs-Sahra örnek alındı. Keşişlerin nehrin güney yakasında daha da büyük toprak sahibi olmalarıyla, burası, 13. yüzyıla gelindiğinde kralla­ ra ve papalık büyüklerine ev sahipliği yapan muhteşem bir kurum olmuştu (Kral John, baronların huzurunda Magna Carta'yı imzalamak üzere çağrıldığı zaman burada kalmak­ taydı). Böyle büyük bir servet, kaçınılmaz olarak kıskançlık ve güvensizlik uyandırdı; 14. yüzyılda, Papa V. Clemens, Roma'run desteğini çek.meye ve kralları bastırmaya ikna edil48

Norman Döneminde Londra

dikten sonra ise tarikat tamamen gözden düştü. Tarikat üyelerine yönelik suçlamalar (dine küfretme, oğ­ lancılık, sapkınlık, hatta o zamanlar başarılı bankerler ol­ dukları için tefecilik) muhtemelen aslında uydurmaydı, ama Londra' da (başka yerlerde olduğu gibi) şövalyeler tutuklanıp hapse atıldı ve mülklerine el konuldu. Ondan sonra ve tama­ men hilesiz olmayan yollarla, kilise ve çevresindeki arazi, en sonunda, bugün hala orada mülk sahibi olan Londralı avu­ katların mülkiyetine geçti. Genelde tartışmalı olmasına kar­ şın, burayı kayyum olarak yöneten Inns of Court (İngiltere barosu), en azından şehir merkezindeki bu özel mekanın ba­ kımını yapıyor ve iş saatleri içinde insanlar, buranın sunduk­ larının çoğundan yararlanabiliyorlar.

1. BÖLÇ.°.\I

Orta Çağ� da Londra

Orta Çağ kenti, büyük ve gelişmekte olan bir metropoldü, İngiltere' deki en yakın rakibinden alh ila yedi kat büyüktü. Başarılı ve varlıklı bir ticaret merkezi olan sur içindeki kent, muazzam zenginliğe sahip birçok manastır kurumuyla çevri­ liydi; sanatta ve mimaride yeni üsluplar da bunlar aracılığıyla İngiltere'ye ulaştı ve yavaş yavaş İngiliz kültürüyle buluşup kaynaştı. Bu dönem, Londra ve Britanya için bir tür alhn çağdı; yine de bugün, Orta Çağ yaşanhsıru tanımlayan tekil bir imge var­ sa, o da Kara Ölümün dehşet verici ve korkutucu sahnele­ rinden biridir. Söylendiğine göre, bu küresel salgın, İngiltere nüfusunun yaklaşık üçte birini, Londralıların ise 30 bin kada­ rııu öldürdü. Bunlar sadece birer tahmindir -doğru sayıları kestirmek olanaksızdır- ama Londra nüfusunun salgından önceki yak­ laşık 70 bin düzeyine tekrar dönmesi 150 yıl aldı. Yine bilin­ diği üzere, 1348 kışında kent mezarlıkları sözcüğün gerçek anlamıyla dolup taşh ve çok geçmeden, kent duvarları çevre­ sinde yeni toplu mezarlar kazıldı. Grey Friars'da (St Paul'un kuzeyinde) bulunan bir mezar­ lık ve Smithfield8 yakınındaki 5 bin hektardan büyük başka

8

2013 baharında, Crossrail (Elizabeth banliyö hattı) projesinde çalışan işçile­

rin, Charterhouse Street'te on üç veba kurbanına ait kalıntıları buldukları

51

Kısa Londra Tarihi

bir mezarlık bunlar arasındaydı; HL Edward'ın şövalyelerin­ den ve bitişikteki Şartrö Manashrı'nın kurucusu olan hayırse­ ver Sir Walter de Manny, araziyi açıkça bu amaçla satın aldı. 21. Ölüm Tarlaları

Old Spitalfields Market, El Londra'daki veba kuyuları öyle çok sayıdaydı ki, bugün kentin herhangi bir yerinde bulunan herhangi bir büyük or­ tak mezarın bu dönemden kaldığını farz etme eğilimi vardır. Bu nedenle, Londra Müzesi'ne mensup arkeologlar, (yok ol­ muş bir Augustinusçu manastırın ve St Mary Spital hastanesi­

nin yerinde) ortaya çıkardıkları en büyük toplu mezarlardan birinin çok daha eski olduğunu gösteren bulgularını 2012' de yayımladıkları zaman, birçokları oldukça şaşkınlığa uğradı. Bu araştırma, oraya gömülmüş 10.500 cesetten birçoğunun veba değil, kıtlık kurbanı olduğunu da hiç beklenmedik bir şekilde saptadı. Radyokarbon tarihlendirme de dahil, kalıntıların birkaç bini üzerinde yapılan kapsamlı bir inceleme, 1258 tarihine işaret etti. Kıtlığın nedeni araşhnlınca, çok geçmeden, dünya­ nın öteki ucunda oluşan devasa bir yanardağ patlamasının izi saptandı, bu patlama öyle güçlüydü ki, atmosfere milyonlar­ ca ton kül ve başka moloz püskürterek, dünyanın her yanın­ da sıcaklıkları düşürmüştü. O dönemde yaşayanların anlattıklarına göre, o yılın başın­ da ciddi bir iklim değişikliği meydana geldi. Örneğin, İngiliz tarihinin erken vakanüvislerinden olan keşiş Matthew Paris,

duyuruldu. "Ender ve önemli bir buluntu" olarak tanımlanan bu keşif, Crossrail projesinin sonucu olarak ortaya çıkarılan toplam ceset sayısını üç yüzün üzerine çıkardı; çalışmalar, eski Bedlam Hastanesi bölgesindeki Liverpool Street İstasyonu'na yaklaştığı zaman, 14. ila 17. yüzyıllara ait dört bin cesedin daha gün ışığına çıkarılması beklenmektedir.

!52

Orla Çağ'da Londra

"kuzey rüzgarının nasıl da hiç aralıksız estiğini, sürekli bir ayazın hüküm sürdüğünü, karın ve dayarulrnaz bir soğuğun buna eşlik ettiğini, öyle ki yeryüzünü tamamen kapladığını ve yoksulları çok kötü etkilediğini" anlatır. "Özellikle," diye yazar Paris, ''büyük soğuk tüm ekim-dikim faaliyetlerini dur­ durdu, genç hayvanların öyle topluca ölmesine neden oldu ki, sanki koyunlara ve kuzulara genel bir kıran girmiş gibiydi". Bu kıtlığın başkent nüfusu üzerindeki, özellikle de yazarın aşağı tabakalara mensup olarak tanımladığı kişiler üzerinde­ ki etkisi tamamen beklendiği gibiydi, yani dehşet vericiydi. "Kıtlık," diyordu Paris, "ölümü onların arasında çok acı ve­ rici derecede yaydı"; açlıktan on beş bin kadar Londralı ölür­ ken, ülkenin başka yerlerinde de on binlerce insan öldü. Yanardağ patlamasının nerede meydana geldiği bugün bile kesin bilinmiyor, ama Meksika, Ekvador ve Endonezya adaylar arasındadır. Bununla birlikte, felaketin mekaniği iyi anlaşılrruşhr, çünkü atmosferde yeterli miktara ulaşan kül, dünya çapında sıcaklıkları çok çabuk 4 santigrat derecelik kritik bir boyutta düşürebilir. 1883'teki ünlü Krakatau pat­ lamasının ardından, sıcaklıkların küresel ölçekte böyle etki­ lendiği yıllardan beri bilinmektedir ve Antarktika' daki buz çekirdeği örneklerinden sağlanan kanıtlar, Londra'daki ilk Orta Çağ felaketine yol açan patlamanın -nerede meydana gelmiş olursa olsun- belki de sekiz kat daha güçlü olduğunu düşündürmektedir. 22. Bir Şövalye Heykeli

Soutlıwark Catlıedral, Londoıı Bridge, SE1 Paris'in değindiği "aşağı tabakalar"ın üstünde yer alanla­ rın birçoğu, kıtlığın korkunç etkilerinden kurtuldu ve çoğu, bir toplu mezara ahlıvermekten daha iyi bir sonu umut ede­ bildi. Kendisi de genellikle göz ardı edilen bir Orta Çağ mü53

Kısa Londra Tarihi

cevheri olan Southwark Katedrali'nin kuzey koro koridorun­ da görülebilen sırtüstü uzanmış şövalye, onlardan biridir. Irmak kıyısındaki bu noktanın dinsel bir yer olarak köke­ ni, 7. yüzyıla ya da öncesine uzanır ama biraz gizemlidir: En tutulan efsane, Southwark ile Londra'yı birbirine bağlayan bir köprü yapılmadan önceki dönemde zengin olmuş bir ka­ yıkçının ilk kilisenin ödemesini yaphğı yolundadır. Daha kesin olan ise St Saviour ve St Mary Overie Katedral Kilisesi'nin, kayıkçıdan miras kalan ilk yapının yerine üçün­ cü kez yenilendiği ve yaklaşık 1220'ye tarihlenen kuruluşuy­

la, Londra'run yaşayan en eski Gotik kilisesi olduğudur. Bu kilise, bir Narman binasının (12. yüzyıldan kalan, 1212' deki yangında büyük hasar gören bir Augustinusçu manashrın parçası) yerine inşa edildi ve bugünkü katedral, 4., 17., 19. yüzyıllarda çok büyük değişiklikler geçirmesine rağmen, hfila ülkedeki erken dönem .İngiliz işçiliğinin en güzel örnek­ lerinden biri olmakla övünse yeridir. İçeride, daha önce anlahldığı gibi, kalın Narman sütun­ lanrun oluşturduğu zıtlık hemen göze çarpar. St John Şape­ li'nin (bkz. Bölüm 3, St Mary Magdalene) basit ama güçlü yuvarlak direklerinin yerine, burada, koro arkasının taş ça­ lısı, tabanın üzerinde neredeyse yüzüyor gibi görünür, gü­ zel işlenmiş ince ve uzun sütunların bir arada tuttuğu sivri kemerlerden oluşan göz alıcı karmaşıklıkta ama süssüz bir örtüdür. İç kısım yine de nispeten yalındır, süsleme asgari düzeyde tutulmuştur; ama yukarıya bakılınca, zanaatçıların burada sergiledikleri haz verici hünerin, yeni edindikleri be-

Orta Çağ'da Londra

cerilerden ve apaçık görülen teknik ustalıktan ileri geldiği bir ölçüde algılanabilir. Yaklaşık 1275 yılında bu şövalye heykelini yontan adam için de aynısı söylenebilir, gerçi o kayıkçının -ve gerçekte şövalyenin- kimliği gibi o adamın kimliği de hala bilinme­ mektedir. Bu dönemden kalan yontu eserlerin -dikkate de­ ğer bir istisna olarak Westminster Abbey hariç- genel olarak kötü durumda bulunduğu bir kent olan Londra' da bu türden eserler ne yazık ki çok nadirdir (bu kilise, bir Royal Peculiar olması, yani bir papazın değil, doğrudan hükümdarın deneti­ mi altına bir kilise olması sayesinde iyi korunmuştur). St Paul' deki şaşırhcı ölçüde zengin bir koleksiyon Büyük Yangında yok oldu; Tapınak Kilisesi'ndeki dairesel nef çev­ resine yerleştirilmiş çeşitli şövalyelerin heykelleri, Nazi Hava Saldırısı sırasında korkunç hasara uğradı; başka yerlerde ise aslında paha biçilmez bir kültürel miras olacak şeyler, ihma­ lin ve kasıtlı yıkımın birleşmesiyle harap oldu. Ama burada Orta Çağ' dan hiç değilse bir şeyler kalmıştır ve bir soylunun kararhlmış meşeyle tasvir edilen bu idealize imgesi (ülkede sayısı yüzü bulmayan bu tür ahşap heykellerden biri), Şöval­ yelik Çağına ilişkin algılarımıza tam olarak uymaktadır. Huzurlu yüzüyle, üst üste ahlmış bacaklarıyla ve kılıç tu­ tan zırhlı eliyle bu şövalyenin ismi unutulmuş olabilir, ama Warenne denilen bir aileyle olası bir bağ kurulmuştur. Bu ai­ lenin bu bölgeyle güçlü bağlanhları vardır, ama genelde daha sonra kullanılmaya başlanan aile arması işaretlerinden bir iz olmadığı için, bu olasılık bile doğrulanamaz. Yakınlarda bulunan ve taştan yapılmış olan başka bir oyma, Orta Çağ' daki diğer büyük takıntıyla, yani ölümle ilgi­ lidir. Bu bir gisan t'dır; bu Fransızca terim, ölüm döşeğindeki bir adamın ya da kuruyan bir cesedin -çirkin ölüm azapla­ rııu, bugün olağanüstü ürkütücü görünen (çünkü gerçekten

Kısa Londra Tarihi

öyledir) bir şekilde anan, kefenleruniş, çürüyen bir figürün­ tasviri anlamına gelir. Katedralin üçüncü hazinesi olan John Gower anıtı, oldukça göz alıcıdır. Chaucer'ın dostu ve çağ­ daşı, kendisi de şair olan ve 1408'de ölen Gower, en tanınmış yapıtlarının üçünü, yani Speculum Hominis, Vox Clamantis ve

Confessio Amantis adlı yapıtlarını başının altına koyup uzan­ mış olarak tasvir edilir. 23. Elthaın Sarayı

Eltham, Royal Borough of Greenwiclı, SE9 Tekstil veliahdı Stephen Courtauld ile eşi Virginia'nın 1930'larda yarattıkları eser, camsı yer döşemeleriyle, devasa dairesel salonuyla ve hoparlörlerden müzik yayını ve merkezi elektrikli süpürge sistemi gibi ileri teknolojileriyle, 20. yüzyılda English Heritage'in en muhteşem gösteri yapıtı olabilir, ama Elthaın Sarayı'nın tarihi neredeyse bin yıl önceye uzanır.

İlk önce Fatih William'ın üvey erkek kardeşi Odo'ya bağış­ lanan bu yapı, Orta Çağ'ın büyük kısmında önemli bir krali­ yet ikametgahı olarak işlev görmüştür ve nefes kesici art deco bezemelerine rağmen, teknik olarak hala Kraliyet mülkünün bir parçasıdır. Saray, 130S'te, geleceğin il. Edward'ına verildi; Edward, bir avuç Galli savaş lordu (İngiliz tahtından yetki ya da izin almaksızın önceki yüzyıllarda bu unvanı benimseyen kişiler) sayılmazsa, ilk Galler Prensiydi. Eşi Kraliçe Isabella, zamanı­ nın çoğunu oğluyla (geleceğin III. Edward'ıyla) birlikte Elt­ ham Sa rayı'nd a geçirdi ve kayıtların gösterdiği üzere, 1359'a gelindiğinde güzeJieştirme çalışmaları için 2.000 sterlin g i b i o zamana göre hayret verici bir meblağ harcanmıştı. Bir süre Geoffrey Chaucer'ın yönettiği bu gü zell eş tir me çalışmaları, 16. yüzyılın oldukça ileri yı ll a rın a kadar devam etti. Tüm bunlardan a n laşıl d ığı üzere, Orta Çağ' da Eltham, eş-

Orta Çağ'da Londra

siz etkileyiciliğe sahip bir yerdi ve kısmen hala öyledir; kral, ailesi ve en yakın çalışma arkadaşları için bir iç saray, ayrıca görevliler ve güvenlikten sorumlu olanlar için dış saray vardı. Yaygın inanışa göre, III. Edward'ın "Mavi Dizbağı Nişaru"ru -bugünkü En Soylu Dizbağı Nişanı'ru- kurduğu bu saray, Fransa Kralı II. Jean'ın yakalanıp İngiltere'ye getirildikten sonra huzura kabul edilmesine de sahne oldu. VIII. Henry de çocukluğunun çoğunu burada geçirmesine karşın, kızı Eliza­ beth yalnızca ara sıra burayı ziyaret etmekten öteye geçmedi ve Eltham, göründüğü kadarıyla ondan sonra gözden düştü.

I. Charles'ın idam edildiği tarihte "onarılamayacak kadar harap" olduğu bildirilen saray, Parlamento ordusunun bir subayına satıldı; binayı yıkmaya başlayan adam, ardında bir harabe bırakarak öldü. Neyse ki büyük salon, ahır olarak kul­ lanılsa bile, ayakta kaldı; en etkileyici özelliği ise Orta Çağ'a özgü geniş bir çekiç kirişli çatıydı. Londra'run en büyük salo­ nu (Avrupa' da Orta Çağ' a özgü en büyük ahşap çatıya sahip olan Westminster Hail hariç) olan bu salon öylesine kalitelidir ki, 1820'lerde Sir Jeffry Wyattville, Windsor Sarayı'nda yaptı­ ğı genişletmeler için kullanmak üzere burayı söküp taşımayı düşünmüştür. Yüz yıl sonra yetkililer, yıkılmaktan böyle kıl payı kurtulan yapıyı, şimdi olağanüstü gibi gelen bir kararla zengin bir çifte kiralamakla mutlu oldular, çünkü söz konusu çiftin, açıkça önem taşıyan bu yapıyı genişletmeyi ve restore etmeyi plan­ ladıklarını biliyorlardı. Öte yandan, Courtauld'lann yeni evi, inkar edilemez bir zaferdir, belki de İngiltere'nin herhangi bir yerinde o dönemden kalmn en iyi kır köşküdür ve Londra'mn gerek içinde gerekse çevresinde bulunan başka pek çok Orta Çağ yapısının kaderi düşünülünce, Eltham Sarayı'm onların kullanması, elimizde kalnn çok az sayıdaki güzel sivil mimari eserden birinin belki de kurtulmasını sa�lamış olabilir.

Kısa Londra Tarihi

24. Black Prince Pub

Kennington, SE11 1337' de III. Edward, Kennington malikanesini, Crecy Mu­ harebesini kazanan oğlu Woodstocklu Edward'a verdi; daha çok Kara Prens olarak tanınan oğul Edward'ın anısı, kent merkezindeki bu birahanede yaşatılır. Edward, Kennington Cross olarak bilinen yol kavşağının yakınında büyük bir kraliyet sarayı inşa ettirdi, ama yaklaşık yedi yüz yıl sonra bu yapıdan geriye hiçbir şey kalmamıştır; yine de dikkat çekici olarak, yapının üzerine kurulduğu ara­ zi, kraliyet varislerinin ardışık kuşaklarına devredilegelmiş­

tir. Bugün burası, Comwall Kontluğunun önemli bir parça­ sını oluşturur ve merkezi Londra'nın yaklaşık 1 60 dönümü, Comwall Kontunun şimdiki Galler Prensi olarak yararlandığı değerli mirasa dahildir. Fransa Kralı II. Jean'ı yakalayıp fidye karşılığı serbest bıra­ kan zorlu komutan Kara Prens, aynı zamanda da ilk Dizbağı Şövalyesi oldu (2008' de Prens Williarn bininci şövalye ilan edildi, dolayısıyla bu nişan, dünyada hala varlığını sürdüren en eski şövalyelik nişanı oldu). Bununla birlikte, sarayının ayrıntıları taslaktan ibarettir, gerçi bilindiği üzere, 1363' te yeni bir salonu, bir "Prens Odası"ru ve başka odaları, bir giysi dolabını, yeni mutfakları, bir fırını ve bir pastacı konutunu kapsıyordu. Bu tür iç ayrıntılar, bütünüyle taştan yapılmış olan yakla­ şık 27 metre uzunluğunda, 16 metre genişliğinde salonuyla ve ondan biraz küçük Prens Odasıyla nereden bakılırsa ba­ kılsın prenslere yaraşır bir yapıyı gölgede bırakabilirdi. Ma­ liyeti, bugünün para birimiyle neredeyse hesaplanamaz bir meblağ olan fl .845 Ss Sd gibi muazzam bir tutara ulaştı. Londra' dan kaçamak yapmak için elverişli olan bu yer, 11. Richard'ın gözdesiydi ve Henry Tudor'un VII. Henry ola-

Orta Çağ'da Londra

rak tahta geçişine kadar ara sıra kraliyet ikametgahı olarak kullanımda kaldıktan sonra, 1531' de, VIIL Henry'nin yeni Whitehall Sarayı' na malzeme temin ehnek için büyük ölçüde yıkıldı. Daha sonra ise L Charles' ın tahta çıkmadan önce bu yerin bir kısmında yaşadığı biliniyor, ama bugün Galler Pren­ si -dikkate değer ölçüde iyi bir mülk sahibi olmakla birlikte­ burayı neredeyse hiç ziyaret ehnez. 25. Veba Çukuru

East Smithfteld, Tower Hamlets, El Londra' daki toplu mezarlar ve veba çukurlan, açıkça çok sayıda olmak.la birlikte, öyle görünüyor ki, bunlar hakkındaki efsaneler bazen daha da çoktur. Örneğin, 17. yüzyılda yaşa­ mış bir gencin bunlardan birine düştüğü ve oradan çıkarılıncaya kadar hayatta kalmak için kemik kemirmek zorunda kaldığı an­ latılır. Harvey Nichols'un bodrumlarının normalden daha alçak olduğu, çünkü tüm cesetleri kazıp çıkarmak yerine böy­ le bir şeyin yeğlendiği söylentisi vardır. Ve 1960'larda, Green Park alhnda

Kısa Londra Tarihi

çalışan bir tünel kazma makinesi, ansızın eski bir veba çu­ kuruna rastladıktan sonra yüzlerce insan kemiğini öğütme­ ye başlayınca, Victoria Hattı'ndaki çalışmaların geçici olarak durdurulduğu söylenir. Yine, söylentiye göre, Anglikan olmayanlara ait Bunhill Fields mezarlığında gömülü ölü sayısı, tüm Southampton' da yaşayanlardan fazladır; ama bu gerçekten doğru olabilir ve aslında bu yerin ismi, "Bone Hill" den (Kemik Tepesi) türe­ miştir. Aynca, veba salgını sırasında iki danışmanın ve üç Canterbury Başpiskoposunun peş peşe öldükleri de bilin­ mektedir ve belki de Westminster Abbey dehlizlerindeki bü­ yük siyah tabla, yine bu salgında yaşamını yitiren başkeşişin ve emrindeki iki düzineden fazla keşişin kalıntılarını saklıyor olabilir. Büyük olasılık.la, kesin ölüm sayısını hiçbir zaman bile­ meyeceğiz, ama gerçek veba çukurlan hala oldukça düzenli şekilde keşfediliyor ve bunlar, Londra tarihinin o çalkantılı yıllarına çok aydınlatıcı bir ışık tutabilir. Örneğin, 1980'ler­ de East Smithfield'da Kraliyet Darphanesi ile Londra Kule­ si arasında yapılan kazılar, ilk önce oldukça düzenli -yani, geleneksel bir mezarlığa çok benzeyen- bir gömme örüntüsü ortaya çıkardı. Ama sonradan kemikler daha ayrıntılı olarak incelenince, cesetlerin, Orta Çağ Londra'sındaki normal ölüm örüntüleriyle değil, tek bir felaketle, yani Kara Ölümle ilişkili olduğu çabucak saptandı. Cesetlerin üst üste beş kat olarak gömüldüğü bu bulun­ tu, vebaya kurban gidenlerin bedenlerinin en ayrıntılı şekil­ de incelenmesi için önemli bir fırsat sağladı ve bugüne kadar East Smithfield, Avrupa'run herhangi bir yerindeki benzerleri içinde en eksiksiz araştırılan bölgedir. Bu bölgeye normalden çok ilgi gösterilmesinin bir nedeni, iskeletlerdeki "diş özü" nün bir şekilde modern tıp bilimine ı;o

Orta Çağ'da Londra

katkı sunabileceği (bugün kökeninin Kara Ölüme uzandığı­ na inanılan HIV'e karşı bir miktar bağışıklık sağlayan mutant bir gen olarak belki HIV tedavisinde bile kullarulabileceği) düşüncesinin oluşmasıydı. Ülke içinden ve dışından bilim in­ sanları, bu patojenin evriminde ve virülansında zamanla olu­ şan değişiklikleri izleme olanağına kavuşacakları umuduyla, bizatihi vebanın genom dizisini saptamaya çok istekliydiler. Bu hastalığı böylesine ölümcül kılanın ne olduğu, bugüne kadar ne yazık ki açıklığa kavuşmamıştır -olağanüstü şekil­ de, hala her yıl dünya çapında yaklaşık iki bin kişi bu has­ talıktan ölmektedir- ama kaybolmuş, bulunmuş, gerçek ya da hayali olsun veba çukurlarına hala duyduğumuz büyük merakı açıklayan şey, bir toplu katliamcının modern Londra toprağında görülmeden pusuya yattığına ilişkin bu bilgidir. 26. Eski Kahverengi Ayakkabı

Thames ön kıyısı, Billingsgate, City of London, EC3 İskeletler ve heykeller, geçmişteki yaşam hakkında pek çok şey anlatabilir, o geçmişe dair en iyi anlatıların ve anıla­ rın bıraktığı türden bilgiler bile sağlayabilir. Ama bazen en çağrıştırıcı ayrıntılar, en basit nesnelerden, sokağa atılmış ya da kaybolmuş ev eşyalarından sağlanır; bunların birçoğu -ör­ neğin, şimdi Londra Müzesi'nde bulunan 14. yüzyıldan kal­ ma kırık bir deri ayakkabı- en sonunda kentin en büyük açık lağımı olup çıkan Tharnes' de ortaya çıkar. Sular çekilince kıyı boyunda çamurları karıştırarak bul­ dukları şeylerle yoksul bir yaşam süren Victoria dönemi çöp­ çü gruplarının ruhsatlı torunları olan bugünkü çamur kuşları, buradan zengin avantalar toplayabilirler. Balçıktan çıkarılan buluntular arasında, 12. yüzyıla ait bir çift buz kayağı, türlü çeşitli silahlar, yaklaşık 1440 yılına ait ilkel gözlükler ve Plan­ tagenet hanedanına ait birbiriyle kenetli som gümüş halkalar-

Kısa Londra Tarihi

dan oluşan muhteşem -şimdiye kadarki en değerli- bilezik vardır. Ne var ki, en dokunaklısı belki de bu ayakkabıdır. Bugüne kadar gelmiş şaşırtıcı sayıdaki ayak giyeceklerinden sadece biridir, gerçekte Orta Çağ Londralılanrun ayakları hakkında, vücutlarının başka kısımları hakkında bildiklerimiz kadar çok şey bilmemiz için yeterlidir. Anlaşıldığı üzere, onların ayak­ ları, bizimkilerden az da olsa küçüktü; aynı nasır belasından ve romatizmalı parmak, çekiç parmak, yumru ayak gibi daha ciddi şekil bozukluklarından bizim gibi onlar da mustaripti. Bu ayakkabının sahibinin sol ayağının sol yanında koca­ man bir şişlik vardı, ayakkabının sağında bir delik açacak kadar büyüktü (bu açıkça görülebilir). Yine tahmin edebile­ ceğimiz gibi, 14. yüzyılda moda olduğu üzere, ayakkabının, örtmesi düşünülen ayağın sığmayacağı kadar dar olması, bu adamın sorununu daha da şiddetlendirdi. Londra Müzesi'nde sergilenen (itici, şişmiş hallııx abdııcto valgııs'la9 tamamlanan) replika ayağı uzun uzadıya seyretme­ den bile, mağdurun çektiği rahatsızlığı algılamak ve nehirden yukarı St Paul'e yürürken çekmiş olması gereken acıyı hayal etmek hiç de zor değildir. Çoktan yok olup gitmiş bir yaşa­ ma göz ucuyla bakma olanağı vererek ve modern Londralılar ile Orta Çağ' daki benzerleri arasında gerçekten o kadar da büyük mesafe olmadığını

anımsatarak,

ayakkabıya o güçlü

anlatısal etkiyi kazandıran belki de budur. 27.

Whitefriars Manastırı

Magpie Alley, Fleet Street, EC4 VIII. Henry'nin giriştiği talanlar, Orta Çağ' daki İngiliz din­

sel kurumlarının sadece zenginliğini ve nüfuzunu değil, Ma9

Ayak başparmağının düzleminden sapması şeklinde tanımlanabilecek bir ayak rahatsızlığı. (ed.)

6.2

Orta Çağ'da Londra

nashrların Tasfiyesinden (1536-41) önce başkent caddelerini dolduran çeşitli türlerdeki pek çok manasbrın büyüklüğünü de takdir etmenin bugün ne denli zor olduğunu gösteriyor. Tek başına kiliseler, bu devasa, kendine yeten cemaatlerin boyutu hakkında iyi bir gösterge oluşturur. Örneğin, Black Friars'a, yani Siyah Keşişler'e (Augustinusçular beyaz elbi­ selerinin üzerine siyah pelerin ya da cappa giydikleri için bu adla arulırlar) ait bir kilise, 66 metre uzunluğundaydı. White Friars'a, yani Beyaz Keşişler'e ait olan 78 metre, Austin Fri­ ars' a ait olan 80 metre ve Grey Friars' a ait olan ise yaklaşık 90 metre uzunluğa sahipti; kıyaslamak gerekirse, modern St Paul'un nef uzunluğu sadece 67 metredir. Yine de şimdi, bunların tümünden geriye, cadde adların­ dan ve tek tük, yapayalruz, kıyıda köşede parçalardan başka neredeyse bir şey kalmamışhr. VIII. Henry'nin buyruğuyla binaların çoğu talan edildi ya da sabldı, başka amaçlarla kul­ larulmak üzere elde tutulan birkaç binarun ise çoğu Büyük Yangında kül oldu ya da daha sonra yıkıldı. Çok seyrek olarak, kayıp bir parça tuğla ya da taş işi gün ışığına çıkar, ama neredeyse hiç iz bırakmayacak şekilde nasıl böyle toptan bir yıkıma girişildiğine şaşmamak olanaksızdır. 1890' da Blackfriars' da küçük bir taş kemer keşfedildi ve Roc­ hester Piskoposunun Croydon'daki evinin yakınına yeniden dikildi. Birkaç yıl sonra, yine bazı parçalar Hampstead ile Camden arasındaki St Dominic Manasbn'na taşındı. Bir süre, sağlam kalan biricik manasbr binaları sanki yalnızca New­ gate Caddesi'nde bulunan ve 1553'te Christ's Hospital'a (bir okul) verilen Grey Friars' a ait binalardan ibaret gibiydi. Bu binalar, sonraki 350 yıl boyunca ayakta kaldı, ama öğrenciler 1902' de Sussex' e nakledilince, bunlar da yeni bir Genel Posta­ ne'ye yer açmak için yıkıldı. Bütün bunların anlanu, günümüzde gerçekten elle tutu().3

Kısa Londra Tarihi

lur tek manashr kalınbsının, Fleet Street'in ilerisindeki bir ara yolda bulunan kireç taşı bloklarla yapılmış bu mütevazı mahzen olduğudur. Aslında burası, kökeni Mount Carmel' de (manastır yakınındaki Carmelite Street'te) bulunan ve Müslü­ manlarca Kutsal Topraklardan kovulunca 124l'de Londra'ya gelmiş bir cemaat olan Whitefriars'a, yani Beyaz Rahiplere ait manasbnn küçük, çok önemsiz bir parçasını oluşturuyordu. Londra halkınca sevilen ve kısa sürede birçok zengin hami -John of Gaunt, yani Gent'li John dahil- edinen bu ilk keşiş­ ler, Fleet Street'ten Thames'e ve şimdi Whitefriars Street'in bulunduğu yerden ta Tapınak'a kadar uzanan bir alanı işgal ettiler. Manastırların Tasfiyesinden sonra, binalarının çoğu bakımsızlıktan harap oldu ve atölye ya da yoksul barınağı ha­ line geldi; gerçekte hiçbir zaman küçük bir yer alb kemerin­ den öteye geçmeyen mahzen ise kömürlük olarak kullanıldı, sonra da fiilen dünyadan koptu. Yemekhane ya da büyük salon, en sonunda tiyatroya dö­ nüştüriildü; Children of the Queen's Revels adlı bir tiyatro gru­ bunca burada sahnelenmek üzere eser üreten birkaç ünlü pi­ yes yazarından biri de Ben Jonson' dı. Ama yıl 1630 olduğunda, bina diye bir şey kalmamıştı ve revaklı keşiş avlusuna ulaşbğı sanılan kaldırımın bir bölümü 19. yüzyıl sonuna doğru tesadü­ fen keşfedilrneseydi, hikaye orada son bulmuş olabilirdi. Kentsel imar çalışmaları sırasında yapılan başka araşhr­ malar, Britton's Court'taki yıkık mülkün albndaki kömür mahzeninin, gerçekte sanıldığından yüzlerce yıl daha eski olduğu düşüncesine yol açtı ve burayı korumak için adımlar atıldı. Daha sonra ise bölgede daha çok bina yapılması için, buranın birkaç metre taşınması gerekti ve bugün, Magpie Al­ ley'ye sırtını vermiş bir avukatlık firmasının bodrumundaki vitrinde sergilenmektedir. Mahzene girmek ya da içinde dolaşmak olanaksızdır ve 64

Orta Çağ'da Londra

dışarıdan içeriyi göz ucuyla görmek dışında bir fikir edini­ lemeyecek kadar karanlıktır. Ama mahzen güvendedir ve 1920'lerde özenle restore edildikten sonra, şimdi yer değişik­ liği sırasında kurulan beton bir kaideye sağlamca oturtulmuş durumdadır. 28. Winchester Sarayı

Clink Street, Southwark, SEl Tower Bridge (Kule Köprüsü) yakınında, bir piskopos sa­ rayının bölük pörçük olsa da görkemli kalıntıları, büyük bir Orta Çağ salonunun bir kısmı, Londra'nın ayakta kalan en şaşırbcı eski eserlerinden biri sayılmalıdır; kaybolduğu sanı­ lırken, 1814'teki büyük bir depo yangınından sonra tesadüfen keşfedilen kocaman ve zarif bir gül pencere burayı tamamlar. Özgün saray, Norman eseriydi ve Thomas a Becket'in ilk biyografi y �zarına göre, şehit, Canterbury' de öldürülmeden önceki son gecesini burada geçirdi. Bina, daha sonra 17. yüz­ yıl ortasına kadar kullanımda kaldı, geç dönemde hapishane olarak kullanıldı; 14. yüzyıldaki genişletmeyle eklendiğini bugün bildiğimiz büyük salon, Winchester piskoposlarının hala ülkede kudretli oldukları bir zamanda tamamlandı. İngiltere'nin güneyi boyunca birçok şatosu ve malikane­ si olan piskoposlar, sıklıkla İngiliz ve kıta Avrupa'sı kraliyet mensuplarına ev sahipliği yapblar; İskoçya Kralı I. James'in 1424'te düğün şöleni için burayı seçtiği düşünülürse, salonun boyutu ve görkemi hakkında bir fikir edinilebilir. Uzunluğu 24 metreden fazla ve genişliği bunun yarısı kadar olan salo­ nun, VIII. Henry'nin beşinci kansı Catherine Howard'la ilk karşılaşbğı yer olduğu da sanılmaktadır. Commonwealth (cumhuriyet) döneminde el konulan ve Restorasyon döneminde iade edildiği zamana kadar ne yazık ki çok büyük hasar gören yapının bulunduğu bölge kısa süre

Kısa Londra Tarihi

sonra imara açıldı. Sonrasında bu bölge, kumar, bahis ve fu­ huş faaliyetleriyle kötü bir ün kazandı (umulur ki, piskoposlar bundan utanç duyarlar, çünkü Southwark'ın bu kesimi hala Londra Kentinin değil, onların yetki alanına girmektedir) ve bir noktada, bugün gördüğümüz binanın bazı kısımları, Tha­ mes'in bu kesimi boyunca yayılan yeni depolarla birleştirildi. 1814'te bu depolardan biri, hardal üreten bir şirkete ki­ ralandı ve o yaz çıkan korkunç bir yangın, suların çekildiği zamana denk geldiği için, "itfaiye dubaları" hortumlarını alevlere ulaştıramadı. Birkaç saat içinde çok geniş bir alan ha­ sar gördü, ama yangın kontrol altına alınınca, eski salonun güney duvarı, batıdaki kalkan duvarıyla ve 4 metrelik muh­ teşem gül penceresiyle birlikte ortaya çıktı.

3. BÜI .C:'.\!

Tudor Döneminde Londra

İkiz kentler olan Londra ve Westrninster, 1485'te Tudor hanedanının başa geçmesiyle başlayarak ve gösterdikleri hızlı yayılma, ilkin veba, sonra da Büyük Yangın nedeniyle geçici olarak tersine dönmeden önce, inanılmaz bir büyüme dönemi geçirdi. Başkent nüfusunun yüz yıldan azıcık uzun bir sürede dört katına (1600' de yaklaşık 200 bin kişiye) çıkmasıyla, İngil­ tere'nin küresel ticaretteki üstünlüğüyle ve Tasfiyeden sonra eski manashr mülklerinin imara açılmasıyla, Londra'nın bu­ gün olduğu gibi bir dünya kentine dönüşüm süreci başladı. Metropolün gelişmesi öyle bir boyuta ulaşh ki, Londralılar bile gençliklerindeki yeşil alanların yok olmasından yakını­ yorlardı ve günce yazarı John Evelyn, kendi yaşamı süresince nüfusun ikiye katlandığını belirtirken hiç de yalnız değildi. Bunun yol açhğı belki de en apaçık değişiklik, kentin en sonunda ve geri dönülmez şekilde eski Roma ve Orta Çağ duvarlarından dışarıya taşmasıydı. Bu genişleme, planlı ya da düzenli olmaktan uzakh; aksine, Londra, surların dışında birbirinden kopuk yerleşimler olarak gelişigüzel büyüdü -ve manashrlar çemberinin ötesinde- genişleyerek birbiriyle bir­ leşti ya da birbirini yuttu. VIII. Henry'nin manashrları yok etmesi, daha da geniş arazileri kullanıma açarak bu yayılmayı hızlandırırken, kullanıma hazır çıkma inşaat malzemelerinin kolayca bulunmasını sağladı ve terk edilmiş binaları yağma­ cı hükümdarlarından hediye olarak ya da parayla satın alan aristokratlar ve başka kişiler arasında yeni bir taşınmaz mal vurguncuları zümresi yarath. 67

Kısa Londra Tarihi

29. VIL Henry Şapeli

Westminster Abbey, SWl Soluk kesici yelpaze tonozlu tavanıyla ve olağanüstü zarif oyma işçiliğiyle dönemin zenginliğini, gücünü ve kültürel ge­ lişkinliğini örnekleyecek şekilde, Henry Tudor'un Westmins­ ter Abbey'ye eklediği yapı, sıklıkla, Tudor dönemi Londra' da en önemli tekil mimari başarı olarak tanımlanır. Şahane pirinç kapılarla ve bir kat taş merdivenle ana kili­ seden ayrılan yapı, çok kolaylıkla, taht üzerindeki Tudor id­ diasını meşrulaştırmaya yönelik kibirli bir çaba olarak görü­ lebilir (düpedüz görmezden gelinmezse). Plantagenet ya da Anjou hanedanının yenilgisinden sonra, Henry, daima, pa­ lazlanmakta olan hanedanı için yeni bir kraliyet anıtı yaratma niyeti güttü ve bunu Westminster'da yapmakla, kesinlikle, İngiliz tahtı ve İngiliz halkı için en derin simgesel anlama sa­ hip bir yere konmuş oldu. Ama aynı zamanda da bu, hem (VIL Henry'ye göre azizli­ ğe yükseltilmeyi hak eden) VI. Henry için bir tapınak olarak hem de o dönemde moda olduğu üzere, Bakire Meryem'e adanmış şapeller vakfetme uygulamasına tam uygun olarak, samimi bir dindarlık gösterisiydi. Ama bilindiği gibi, burayı yapanın ölümünden çok sonraya kadar İngiliz Aziz Henry diye birisi olmayacaktı; dolayısıyla, en sonunda VIL Henry ile eşi, ana mezarın sakinleri oldular ve izleyen on yıllarda kraliyet ailesinden başka pek çok kişi bu şapele defnedildi. Mimarinin karmaşıklığından ve ustalık kalitesinden anla­ şıldığı üzere, iç mekanın tamamlanması yıllar aldı ve Henry 1509' de öldüğü zaman henüz bitmiş değildi. Dolayısıyla, bu işi sonuçlandırma görevi oğluna düştü; VIIL Henry'nin bü­ yük ve önemli dinsel binaların yaratıcısı olmaktan çok yıkı­ cısı olarak anılmayı hak ettiği düşünülünce, bu, talihin tuhaf bir cilvesiydi. Yine de hiç değilse işin parasını ödeyen VIIL 68

Tudor Döneminde Londra

Henry'nin babasıydı, çünkü VII. Henry, bu iş için sağlığında 14.000 sterlin harcamış ve vasiyetnamesinde yine bunun ya­ rısı kadar ödenek ayırmıştı. (Dolayısıyla, bu toplam, şimdiki değerden 120 milyon sterline ya da fazlasına eş değer olabilir, gerçi aradan bu kadar zaman geçince, hesaplamalar fena hal­ de sorunlu ve neredeyse kesin olarak güvenilmezdir.) Sonradan söylendiği gibi, müteveffa kral, sağlığındaki ra­ hatlığına kıyasla, öldüğünde daha rahat ettirildi ve dönemin diğer binalarına bakılınca, bunun pekala doğru olduğu an­ laşılabilir, çünkü şapel her bakımdan epeyce olağanüstüdür. Onun yanına gömülme şerefine, soyluların en soylusundan başka kimsenin layık görülmemesi şeklinde bir anlayış da vardı ve Restorasyondan sonra, kraliyet soyundan gelme­ yenlerin çoğu mezarından çıkarılıp sessiz sedasız başka yere gömüldü. Bu nazik nakil işleminin şaşırtıa olmayan bir istisnası, horlanmış Oliver Cromwell' di; kendi cenaze törenini, biraz tuhaf bir şekilde, 1. James'in cenazesini örnek alarak tasar­ layan Cromwell, daha sonra şapelde onun yanına gömülme konusunda da kararlıydı. Ne var ki, Cromwell 166l'de hoy­ ratça mezarından çıkarıldı ve diğer birkaç kral katiliyle bir­ likte, kellesi kesildi. Sonraki çeyrek yüzyıl boyunca, kellesi, tarihi bir mekanın girişinde sergilenen dehşetengiz bir kalıntı olarak, Westminster Hall dışındaki bir direkte takılı kalacaktı. 30. Fulham Sarayı

Bishop's Avenue, SW6 Bir saraydan çok bir malikane olan, yaklaşık 1510' dan kal­ ma bu episkopal yapı yığını, geniş Londra'nın sınırları içinde olmasına rağmen bugün kendini hafifçe tecrit edilmiş du­ rumda bulan birçok Tudor kır köşkünden biridir. Diğerleri arasında, Barking' deki Eastbury, Bexleyheath'teki Hall Place G9

Kısa Londra Tarihi

ve Eltham'daki Tudor Bam (gerçekte, dört kez Londra Beledi­ ye Başkanlığı yapmış Sir John Pulteney'in evi olan hendekle çevrili Well Hall'un ayakta kalan bir bölümü) sayılabilir. Bunların her birinin uyandırdığı ağırlıklı izlenim, hoş bir yumuşaklığa sahip Tudor tuğlası izlenimidir; iç mekanlarının çoğu George dönemini yansıtmasına ve kökeni gerçekte çok daha eski olmasına karşın Fulham da en azından dış görünüş olarak bundan istisna değildir. Aslında, kayıtların gösterdiği­ ne göre, bu yer 1.300 yılı aşkın süre piskoposların mülkiyetin­ de kalmıştır ve saray, 18. yüzyıldan 1975 gibi yakın bir tarihe kadar onların ana ikametgahı olarak hizmet vermiştir. Büyüklüğü 120 dönümü aşan bahçeleri güzelleştirmeye çok hevesli Henry Compton adlı piskopos, 17. yüzyıl sonun­ da, çeşitli nadir ağaç türleri ithal etmiştir ve bunların birço­ ğu hala ayaktadır. (Yaphğı bir başka ithalat ise Hollandalı bir kraldı; Compton, Katolik II. James'in elinden tahh alması için Oranjlı William'ı çağırarak, Şanlı Devrimin ilerlemesine yardım etti.) Daha sonra, sarayın hafif hasar gördüğü İkinci Dünya Savaşı sırasında, arazi parsellere bölündü ve sarayın kendisi gibi bunlar da hafta boyunca ücretsiz olarak halkın ziyaretine açıldı. 31. St Peter ad Vincula Kraliyet Şapeli

Tower of Landon, EC3 Böylesine uzun bir tarihi olan Londra Kulesi, ister istemez birçok farklı dönemin ve üslubun mimarisini yansıhr; duvar­ ları içindeki bu küçük ama özel kilise de Dikey Gotik mimari üslubunun olağanüstü güzel bir örneğidir. Bitişik Tower Green' de kellesini kaybetmiş birçok kişiye ebedi dinlenme yeri sağlamak gibi bir kaderi olan bir kilise için uygun bir ithaf olan ismi, Zincirli Aziz Petrus anlamına geJir. Kellesi kesilenlerin hepsi vatan haini değildi, bazıları 70

Tudor Döneminde Londra

sırf hükümdarına ters düşmüştü, ama Tudor kraliçeler (Anne Boleyn, Catherine Howard ve 1553'te yalnızca dokuz gün kraliçelik yapan Leydi Jane Grey), bunların en ünlüleri ara­ sındaydı. Ama kişi listesinde, Leydi Jane'in kocası Lord Gu­ ilford Dudley'nin yanı sıra, üç Katolik aziz (Thomas More, John Fisher ve 20. Arundel Kontu Saint Philip Howard), ek olarak da Thomas Cromwell ve Northumberland, Somerset, Suffolk dükleri vardı. Hepsi de bir zamanlar kudretli ve nüfuzlu insanlardı, ama çalkantılı dönemlerde her biri, iktidardaki Tudorları bir şekil­ de kızdırdı ve bunun cezasını en ağır şekilde ödedi. Thomas Macauly, ünlü kitabı History of Eııgland (İngiltere Tarihi) için 1840'larda kiliseyi ziyaret ederken, "İngiltere' de daha hüzün­ lü başka bir yerin olmadığı" gözlemini dile getirdi. Dediğine göre, burada ölüm, "Westminster Abbey'de ve Saint Paul'da olduğu gibi, dehayla ve erdemle [ilişkili] değil, kamunun saygısıyla ve ölümsüz ünle; en sade kiliselerimizde ve kilise mezarlıklarımızda olduğu gibi, toplumsal ve ailevi hayırse­ verlikte en sevimli olan her şeyle değil, insan doğasında ve insan yazgısında en karanlık ne varsa onunla, aman bilmez düşmanların vahşi zaferiyle, döneklikle, nankörlükle, dostla­ rın ödlekliğiyle, düşmüş ululuğun ve sönmüş ünün tüm sefa­ letiyle" ilişkilidir. Macauly haklıydı -otuz yıl sonra taban döşemelerini ona­ ran işçiler, her yerde uzuvları kesilmiş bedenler buldular, birçoğu ya saygısızlığa uğramış ya da hiç özen gösterilme­ den alelacele kazılmış mezarlarda başsız ve darmadağınık yatıyordu. O dönemde Notices of tlıe Historic Persons Bııried in

the Clıapel of St Peter ad Vincııla in tlıe Tower of London, Witlı mı Accoımt of tlıe Discoven1 of tlıe Sııpposed Remains of Queen Auue Boley11 (Londra Kulesi'nde St Peter ad Vincula Şape­ li'ne Gömülmüş Tarihi Kişilere İlişkin Notlar ve Kraliçe Anne 71

Kısa Londra Tarihi

Boleyn'e Ait Olduğu Sanılan Kalınblara Dair Bir Açıklama) adıyla basılmış bir yayına göre, toplam ceset sayısı 1 .500 gibi afallatıa bir rakama ulaşb. Bunların hepsi tutuklu olamazdı, çünkü Londra Kulesi'n­ de oturanların da bazen buraya gömülmesi tercih edildi. Ama bu toplam içinden yalnızca otuz üçü az çok kesin olarak ta­ nımlandı ve Kraliçe Victoria'nın ısrarıyla, bunlar, yeni yapı­ lan tabanın albna daha düzgün ve saygılı bir şekilde yeniden defnedildi. Bugün hala Pazar günleri halka açık ayinler yapıl­ maktadu ve 150 yılı aşkın süreden beri, Anne Boleyn'in ida­ mının yıl

dönümü olan 19 Mayıs'ta St Peter'a isimsiz birisince

bir demet kınruzı gül getirilmektedir. 32. Hampton Court Sarayı

Riclımond upon Thames, KT810 Hampton Court'la mimari açıdan en başta ilişkisi olan kişi, Wren'dir ama Thomas Wolsey'in nehir kenarındaki geniş mülkü, Sir Christopher'ın çalışmak üzere William ve Mary ta­ rafından çağrılmasından çok önce bir Rönesans sarayı (bu üs­ lubun İngiltere' deki ilk örneklerinden biri) olarak tasarlandı. Kardinal Wolsey'in sarayla ilgili büyük emelleri vardı. Bu­ gün gördüklerimizin çoğu, onun zamanından sonra yapılmış olabilir, ama özgün saray, en başından beri, Tahbn sahip ol­ duğu her şeyden daha büyük ve daha krallara layık olacak şekilde tasarlandı. Çok geçmeden, piskoposun dramatik dü­ şüşüne neredeyse kaçınılmaz olarak katkıda bulunan bir şey oldu. VIII. Henry, sabık gözdesinin gösterişli sarayına 1529' da el koyar koymaz, Hampton Court'u genişletmek için çalışma başlattı; iki yüzyıl sonra, Sir John Vanbrugh ve William Kent

10

72

Kingston Upon Thames.

Tudor Döneminde Lonclra

gibi mimarlar hala harıl harıl buna çalışıyorlardı. Yine de bi­ nanın en çok bilinen kısımlarının çoğu Tudor imzasını taşır; nehre bakan ana giriş kapısı, bunun ardındaki Anne Boleyn Kapısı ve çahrun çoğunu bezeyen bir sürü süslü tuğla baca bunlar arasındadır. Bununla birlikte, terakota (pişirilmiş toprak) süslemeler (örneğin, Roma imparatorlarını tasvir eden madalyonlar) ve Wolsey'in çok sevdiği geometrik açıdan karmaşık tavan örün­ tüleri gibi özellikler dahil, Rönesans'ın etkisi açıkça görülür. Ama dönüp geriye bakıldığında, kıta Avrupa'sına özgü yeni üslupların böyle erken benimsenmesi biraz zamansız kaçacak ve Inigo Jones ile başkalarının yeni klasik gelenekleri tümüyle kucaklamaları için bir yüzyıl daha geçmesi gerekecekti. Her şeye karşın, Hampton Court, üslup açısından hiçbir şekilde bir çıkmaz sokak değildir ve bir ziyaretçi olarak, sa­ rayın bir kısmından diğerine giderken, farklı mimari moda­ ların gelişimini görmek büyüleyicidir. Hampton Court, salt savunma amaçlı yapılar tasarlamaktan uzaklaşıp daha rahat ve daha süslemeli yapılara yönelmeyi temsil etmesi bakımın­ dan da önemli bir binadır. 73

Kısa Londra Tarihi

Londra Kulesi, bir kraliyet sarayı olabilir -hukuken ve tek­ nik olarak hala öyledir- ama öncelikle kale ve sonra ikamet­

gah olarak tasarlandı ve yaptırıldı. Oysaki Hampton Court, kısmen Tudor güveninin ve istikrarının bir ifadesidir; dışarı­ dan hala geleneksel savunına özelliklerini (kapı karakolları, mazgallı burçlar, tabyalar ve evet, hatta bir hendek) en eksik­ siz şekilde sergilemekle birlikte, bunlar salt süsleme amaçlı­ dır ve verdikleri mesaj besbellidir. Sahibin muazzam zengin­

liğini ve kudretini açık seçik ifade etmeleri yanında, herhangi bir savunma yeteneğinin olmayışı, Galli Tudor hanedanının kabullenilmesi ve tam yerleşmesiyle, buranın hakiminin artık şatolarda saklanmaya ya da kendisi ile tebaası arasına duvar­ lar örmeye gereksinim duymadığını vurgulamaya yarar.

33. St James Sarayı

Marlborough Road, St ]ames's, SWl Wolsey'in Hampton Court'u başka bakımlardan da etkili oldu. Tuğlanın taşa oranla çok yönlülüğünü ve sanatsal üs­ tünlüğünü göstermesinin yanı sıra, gerek Londra' da gerekse daha uzaklarda benzer bir üslupla yapılmış bir sürü binaya da esin verdi. Bunların Londra'ya yakın olan birçoğu VIII. Henry'nin kendisince inşa ettirildi; Whitehall, Bridewell, Pla­ centia ve Nonsuch sarayları bunlardandı. Manastırların tasfi­ ye edilmesiyle bir anda arsa ve malzeme bolluğu oluşmasının yol açtığı inşaat patlaması yüzünden, başkentin yakın çev­ resinde toplam bir düzineden fazla saray tamamlandı, ama bunların bazılarından yalnızca ufak tefek parçalar kalmış, ba­ zılarından ise iz bile kalmamıştır. St James Sarayı gerçekten dikkate değer bir istisnadır. Bu­ rada da bina hiçbir şekilde bütünüyle Tudor imzası taşımaz, ama en ünlü ve en çarpıcı özelliklerinden birçoğu öyledir; St James Caddesi'ne 1540'ten beri hakim olan kapı karakolunun 74

Tudor Döneminde Londra

sekizgen burçları da bunlara dahildir (VIII. Henry'nin krali­ yet şifresi olan HR, bir taca işlenmiş olarak bunun üzerinde hala görülebilir). İlk önce Henry için bir av köşkü olarak eski bir cüzam hastanesinin yerine inşa edilen, ama sonra Whitehall Sarayı yanınca Henry'nin taşınmak zorunda kaldığı bu bina, o za­ mandan beri Londra ve İngiltere tarihinde birçok önemli ola­ ya sahne olmuştur. Saray, üç yüzyılı aşkın süreyle Britanya krallaruun ve kraliçelerinin birincil ikametgahı olarak kulla­ rulmışhr ve Kraliçe Victoria 1837' de tahta geçince Bucking­ ham Sarayı' na taşınmasına karşın, hala hükümdarın resmi ikametgahıdır. O zamandan beri her hükümdar aynı yolu izlemiştir, ama

yabancı ülke büyükelçilerinin akreditasyonu bugün de St Ja­ mes Sarayı'nda yapılıyor ve zamanla büyüyen idari kadroya yer sağlamak için saray çarpıcı ölçüde genişletilmiştir. Bu­ gün dört iç avlu -Ambassadors' Court, Colour Court, Engine Court, Friary Court- çevresinde ilgi çekici binalar kümelen­ miştir ve devlet dairelerinde varlığını sürdüren daha çok Tu­ dor özelliği vardır. Henry ve Anne (Boleyn) için geleneksel bir aşk düğümüne yerleştirilmiş ve iki şömineye kazınmış HA kısaltması, bu özellikler arasındadır. Anne, taç giydikten sonra geceyi bu sarayda geçirdi ve VIII. Henry'nin evlilik dışı oğlu Henry Fitzroy 1536'da bu­ rada öldü; kralın kendine varis olarak seçmeyi bir süreliğine düşündüğü ergenlik çağında bir gençti. Kızı Mary, St James'te yaşıyorken 1558' de Calais'nin teslimini imzaladı ve üvey kız kardeşi, İspanyol Armadasının yenilmesinden önceki ünlü konuşmasuu -Kraliçe Elizabeth olarak- buradan yaph. Dört hükümdar -II. Charles, II. James, II. Mary ve Anne- bu sara­ yın Kraliyet Şapeli'nde (Chapel Royal) vaftiz edildi; veliaht prens burada ikamet etmekten kaçındığı (Pall Mall'un öteki 75

Kısa Londra Tarihi

ucunda kısa ömürlü Carlton House'u yaphrarak neredeyse ülkeyi iflasa sürüklemeyi yeğlediği ) halde, sekiz erkek kar­ deşinin dördü orada ikamet etti. Sonrasında, sevilen "denizci kral" IV. William fiilen St Ja­ mes'te yaşayan son hükümdar olacakh, ama saray her zaman Londra' da kraliyet hayatının odağı olmaya devam etti. Kra­ liçe Victoria, sevgili eşi Albert'la Kraliyet Şapeli'nde 1840'ta (Tudorların kapı karakolu tamamlandıktan tam üç yüzyıl sonra) evlendi ve kraliyetin önemli işleri hala düzenli olarak Buckingham Sarayı yerine buradan yürütülmektedir. 34. St Helen's

Bishopsgate, City of Landon, EC3 VIlI. Henry'nin buyruğuyla girişilen yıkımdan kurtulup

ayakta kalan ender bir yapı ve Londra'nın tek rahibe ma­ nashrı olan bu kilise, Tudor iktidarının bir diğer önemli kay­ nağını da anımsatır. Ne kraliyetle ilgili ne de dinsel olan bu kaynak, o dönemde Londra' da gelişen ve kentin temellerini kurmasının yanı sıra, dünyanın gelmiş geçmiş en geniş im­ paratorluğunun da yolunu döşeyen ticaret ya da alım-sahm dürtüsüydü. Bu yerdeki ilk kilise, Roma İmparatoru Constantinus' a adandı, gerçi gerçekten burayı, 4. yüzyılda Hristiyanlığa dön­ dükten sonra Constantinus'un (muhtemelen bir Roma ya da pagan tapınağının yerinde) inşa ettirdiğine dair bir kanıt yok­ tur. Rahibe manashrı, çok daha geç bir dönemde, 13. yüzyıl başında Benediktin tarikahnca kuruldu; daha sonra kilise, ce­ maatin ve rahibelerin yan yana ama birbirlerinden ayrı kala­ rak ibadet etmelerine olanak sağlamak için ikinci, paralel bir nefe kavuştu. Erken döneme ait dikkate değer özellikler arasında, rahi­ belerin aşai rabbani (komünyon) ayinini izlemelerine olanak 7ü

Tudor Döneminde Londra

veren bir "dikizleme yeri" vardır, ama ziyaretçilerin çoğu için kilisenin en hoş yanı, cenazeyle ilgili anıtların bolluğu­ dur. Bunların en iyilerinden birçoğu Tudorlara aittir ve Lond­ ra'daki başka herhangi bir semt kilisesindekinden çok daha fazla sayıdadır; St Helen's kilisesinin "Kentin Westminster Abbey'i" adıyla anılmasını sağlayan da bunlardır. Bu denli çok sayıda anıhn ayakta kalması, gizemli bir şey­ dir. Dinsel simgeleri ve imgeleri yıkıp yok etme çılgınlığının fitilinin ateşlendiği bir olay olan Reformasyon'da, böyle gör­ güsüz zenginlik ve benlik gösterilerine el sürülmemesi, açık­ ça olağan dışı bir durumdur. Bunların, ilk Püritenlerce sergi­ lenen kendinden menkul arındırma tutkusunun etkilerinden kurtulması da dikkat çekicidir. Ama bunların sağlam kalmış olması, bizim adımıza bir ka­ zanımdır. Bishopsgate'teki konağı 1908 tuğla tuğla sökülerek Chelsea'ye taşınan ve orada yeniden kurulan Sir John Cros­ by (1430-76) dahil, kent erkanından birçok kişiye ait anıtlar bunlar arasındadır ( 16. yüzyılda "çok büyük, çok güzel ve o zamanlar Londra'da Crosby Hall'daki en yüksek" bina olarak betimlenen bu konak, hala başkentteki en büyük iki ya da üç kişisel konuttan biridir). Kraliyet Borsasının (Royal Exchan­ ge) kurucusu Sir Thomas Gresham da 1579'da buraya gömül­ dü ve Sir John Spencer adlı bir başka zengin tüccar da 1609'da onlara katıldı. "Zengin" Spencer lakabıyla anılan bu kişi, Londra Beledi­ ye Başkanıydı, Bishopsgate'te yaşıyordu ve söylentiye göre, öldüğünde serveti 800.000 sterlindi. Bundan önce, genç bir akranıyla kaçan ve (günümüze ulaşmış bir mektupta) "2.200 sterlin yıllık ödenek, özel harcamaları için benzer bir miktar, mücevherler için 10.000 sterlin, borçlarının ödenmesi, atlar, arabalar ve kadın bakıcılar" talep eden bir kızının utancıyla yaşamıştı. Elizabeth adındaki bu kız evlat, söylendiğine göre, 77

Kısa Londra Tarihi

Spencer'ın evinden bir ekmek sepeti kaçırdı; bundan dolayı Spencer, kızına, bir fırıncının oğluna ödeyebileceği düşündü­ ğü altı peniden fazlasını ödemeyi reddetti. Spencer'ın anıtı, Tudor süslemeciliğinin hayret verici bir örneğidir, nefin güney duvarına karşı yerleştirilmiş, göze ba­ tacak ölçüde büyük ve görkemli saçağı olan bir anıttır. Öl­ müşlerin ve eşinin sırt üstü uzanmış heykel tasvirlerinin yer aldığı, Sir John'un ise uzun bir pelerin ve fırfırlı yaka altında zırh kuşanmış olarak gösterildiği panolu bir sunak mezardan oluşur. Ayaklarının ucunda, kızlarının diz çöküp dua eden figürü bulunurken, süslemeli taş mezarın iki yanında, panolu kaidelere oturtulmuş, yuvarlak alemli iki büyük dikilitaş yer alır. Oyma yazılı iki tabletin ve bir sürü arma süsünün yanı

sıra, zengin kakmalarla bezenmiş anıtın verdiği ağırlıklı izle­ nim, dindarlık kadar düşkünlüğü de çağrıştırır.

Kitabe, burada zengin bir adamın, kiliseye çok cömert yar­ dımlar yapan bir hayırseverin, Tudor kentinin ve onu inşa eden kendisi gibi ticaret prenslerinin zenginliğini ve görke­ mini dünyanın tanımasından mutluluk duyan bir kişinin yat­

tığını duyurur. 35. Spike

Landon Bridge� SEl Londra'nın en belirgin ve en göze batan -ama öyle görünü­ yor ki, çok az kişinin dikkat ettiği- ilgi çekici yerlerinden biri olan Londra Köprüsü'ndeki büyük sivri direk (Spike), Lond­ ra tarihinin özellikle tüyler ürpertici bir bölümünü anımsatan çarpıcı bir nesnedir. Tamamen modem olmasına karşın, va­ tan hainlerinin ve başkalarının kellelerinin, köprünün güney ucundaki sivri direklerde üç yüzyılı aşkın süre sergilendiği yeri işaret etmektedir. Bu gaddar ama tutulan uygulama, bir Tudor buluşu de78

Tudor Döneminde Londra

ğildi: Mel Gibson'ın Braveheart (Cesur Yürek) filminde üne ka­ vuşturduğu adı kötüye çıkmış İskoç asi Williarn Wallace'ın kellesi, ta 1305' te, korunmak üzere haşlanıp katrana batırıl­ dıktan sonra bu şekilde sergilendi. Ama en tanınmış kurban­ lardan birçoğu, Tudor yetkililerle anlaşmazlığa düşenlerdi, 1535'te Thomas More ile Piskopos Fisher ve 1540'ta Thomas Cromwell onlardandı. Bunların uçurulan kellelerine, iki yıl sonra, Catherine Howard'ın aşıkları oldukları sanılan Fran­ cis Dereham'ın ve Thomas Culpeper'in kelleleri de eklendi. Kendi idamına saltanat kayığıyla götürülen Howard, Lond­ ra Kulesi yolunda köprünün altından geçerken her ikisini de görmüş olmalıydı. 1598' de kenti ziyaret eden Paul Hentzner adlı bir Alman, hala direkte asılı duran otuzdan fazla kelle sayabildi. En so­ nunda çürüyüp yere düşünce, kellelerin çoğu öylece nehre fırlatılıp atılıyordu; ve bu gelenek Restorasyona kadar sürdü. 36. Charterhouse

Smithfield, EC1 Önceki bölümde gördüğümüz gibi, Sir Walter de Manny, Kara Ölüm sırasında ölü gömme yeri olarak kullanılmak üze­ re Londra kentine 52 dönüm arazi verdi. Salgın sona erince, buradaki küçük şapelin yerine daha büyük bir Carthusian (Şartrö tarikatına ait) manastır inşa edildi. Resmi adıyla Tan­ n'nın Annesini Selamlama Evi olarak anılan bu yer ilk baş­ larda bir avuç keşişi barındırıyordu, ama Tudor döneminde çarpıcı ölçüde genişledi ve daha çok Charterhouse adıyla ta­ nındı. Ne yazık ki, buranın ne büyüklüğü ne de statüsü, manastır başrahibini koruyabildi; 1535'te "haince kumpas kurmak" ve Kilisenin Yüce Başı VIII. Henry'yi devirme girişiminde bu­ lunmak suçlamasıyla Thomas Cromwell tarafından Londra 79

Kısa Londra Tarihi

Kulesi'ne gönderilen din adamları arasında o da vardı. Sa­ ruklar, o yılın Mayıs ayında asıldılar, atlarla çekilerek par­ çalara ayrıldılar, birinin kopmuş kolu Charterhouse'un ana giriş kapısırun üstüne çivilendi. Bunu başka idamlar izledi ve keşişlerden dokuzu, Newgate Hapishanesinin duvarına zin­ cirlendik.ten sonra açlıktan öldü. Manashr binaları iki yıl içinde krala teslim edilmişti; bu te­ sis kraldan sonra peş peşe zengin, soylu sahiplere geçti. Bina­ lar, büyük paralar harcanarak yeniden düzenlendi, geniş ve rahat bir Tudor malikanesi yaratmak üzere genişletildi ve çok geçmeden, Taç Giyme Töreni öncesinde Kraliçe Elizabeth'i, sonra da I. James'i konuk edecek kadar büyük ve görkemli bir hfil aldı. (Elizabeth 1561'de yeniden burada kalmak üzere dö­ nünce, onu ve maiyetini ağırlama masrafları, buranın sahibini sözcüğün gerçek anlamıyla mahvetti ve taşrada kabuğuna çe­ kilmek zorunda bırakh.) On yedinci yüzyıl başında, kesinlikle demode olmuş mül­ kü, Thomas Suttan sahn aldı; "İngiltere'nin en zengin avam mensubu" olan Suttan, burayı kırk dört yoksul oğlan için okula ve seksen yoksul beyefendi için hastaneye çevirdi. Hala Charterhouse adıyla bilinen okul en sonunda (1872'de) Surrey'e taşındı, ama emekliler Londra' da kaldılar, gerçi -194l'de fena halde bombalanan- mekanın büyük kısmı St Bartholomew's Hospital Tıp Fakültesi'ne devredildi. Suttan's Hospital (bina bu adla da bilinir) bugün aslında bir huzurevidir ve ara sıra halka açılır. Charterhouse Mey­ daru'na açılan büyük bir giriş kapısının ardında, Tudor tuğla işçiliği, bu uzaklıktan bütünüyle uyumlu görünen bir şekilde Orta Çağ taş işçiliğiyle birleşir; tarihindeki yıkım ve kullanım değişikliği olaylarına rağmen, özgün manashr gelişiminin na­ sıl yeniden şekillendirilerek bir soylunun evine dönüştürül­ düğünü görmek hala mümkündür. 80

Tudor Döneminde Londra

Bugün bile birçoğu, özgün tarumlamalarla, "ya denizde ya karada eskimiş kaptanlar" veya "sakatlanmış ya da güçsüz düşmüş askerler" şeklinde hala tanımlanabilecek olan bura­ nın kardeşler diye bilinen sakinleri için, eski Charterhouse, modern dünyadan kaçmak için harika bir sığınak sunmaya devam ediyor. Kendilerinden önceki keşişler gibi her bir sa­ kinin orta avluya bakan kendine ait bir hücresi vardır ve her birine, "dolu bir kitaplık ve dolu bir mide ve ikisinin de tadını çıkarabileceği huzur ve sessizlik" vaat edilir. 37. Golden Hinde

St Mary Overie Dock, Southwark, SE1 Tower Bridge'in doğusunda yer alan ve Domesday'de (Kı­ yamet Kitabı) tanımlandığı gibi, "gemilerin demirlediği gel­ git yolu" olduğu düşünülen bu gösterişsiz koy, Sir Francis Drake'in gemisi Golden Hinde'e ev sahipliği yapar; bu gemi, Macellan Boğazı'ndan geçerek Güney Amerika'yı dolaşmak, böylece de Boynuz (Horn) Burnu açıklarındaki tehlikeli sular­ dan kaçınmak umuduyla, beş geminin daha katıldığı küçük bir filoyla 1577' de yelken açh. Başarılı olan yolculuk büyük yankı uyandırdı ve yol bo­ yunca rastladıkları her İspanyol tüccarı yağmalama izni veri­ len mürettebat (daha doğrusu, mürettebahn yolculuktan sağ çıkan yarısı) geri dönüşte kahraman gibi karşılandı. Adamlar aynı zamanda da akıl almaz ölçüde zengin oldular; bazı an­ latılanlara göre, ganimetten miçonun aldığı pay bile, onu bu­ günün koşullarında milyoner yapmaya yetecek miktara eşitti, Kraliçe Elizabeth' e düşen pay ise tüm borçlarını temizlemesi­ ne olanak sağladı. Southwark'ta sergilenen Golden Hinde gerçekte yalnızca bir replikadır, çünkü Drake'in asıl gemisi yüz yılı aşkın sü­ reyle Deptford'ta insanların ilgisini çeken bir eser olarak ya81

Kısa Londra Tarihi

şadı, ama en sonunda çürümeye başlayınca sö­ külüp parçalandı. 1973'te geleneksel Devon' da yöntemler kullanılarak replik.ası yapıldı ve bü­ tünüyle çalışır durumda­ dır. Bu replika o zaman­ dan beri 150.000 milden fazla yol, yani Drake'in gemisiyle aşmayı başar­ dığından daha fazla yol yapmıştır, dünyanın çevresini tam olarak dolaşması (1979--80) da buna dahildir. Bugün insanı en çok etkileyen şey, geminin boyutudur, daha doğrusu, büyük olmamasıdır. Uzunluğu su hathnda yalnızca 23 metre ve genişliği 6 metreden azıcık fazla olan bu boyutta bir şeyin (aslına bire bir uygun replikanın) İspanyol­ ları böylesine etkili şekilde korkutup yağmalaması inanılmaz gibi görünüyor. Öyle yapmakla, Britanya'nın üstün deniz gücü olmasının ve bu sayede Londra'nın kendini gerçekten küresel bir imparatorluğun kalbinde bulmasının yolunu gös­ terdi. 38. Staple Inn

High Holborn, WCl Londra'daki en iyi ve en büyük yarı ahşap yapı olan, Stap­ le Inn olarak bilinen binalar dizisinin tarihi 1585'e dayanır. Pek çok restorasyon görmesine karşın, yapının düzgün kal­ kan duvarları ve süslü pencere düzeni, bugün burayı ziyaret edenlerde, Londra'nın 16. yüzyıl sonundaki cadde manzarası hakkında harika bir izlenim uyandırmaya devam etmektedir. Adının ve konu m unun belki çağrıştıracağı gibi, önceleri

Tudor Döneminde Londra

burası, Inns of Chancery denilen çok eski hukuk kurumların­ dan biriydi; bir zamanlar hayli çok olan bu kurumların sayısı bugün dörde indirilmiştir: Lincoln's Inn ve Gray's Inn; Midd­ le Temple ve Inner Temple. Şimdi anlattığımız yer 1378' de kuruldu; adını ise binanın, yünlerin tarhlıp depolandığı yer olarak ve değerli ticaretle uğraşan tüccarlar için önemli bir buluşma yeri olarak gördüğü özgün işlevden aldı. Ne var ki, 1529'a gelindiğinde, Staple Inn, çok daha büyük olan Gray's Inn' e dahil edilmişti; göz alıcı ön cephenin arkasındaki ya­ pılar en sonunda dükkan ve ofis olarak dönüşüme uğrahldı. Yıllar boyunca farklı sahipleri olan ve birçok kiracıyı ba­ rındıran yapı, gösterilebileceğinden daha az özen gösterilerek değişime uğrahlmış, arzu edilebileceğinden daha sık restore edilmiştir. Staple Inn, bir V-l'in "uçan bomba" gibi yakın bir yere çakıldığı 1944'teki düşman saldırısı nedeniyle de ağır hasar gördü ve ön cephenin arkasında neredeyse tamamen yeniden inşa edilmesi gerekli oldu, bu çalışma ise 1950'lerin ortasına kadar bitirilemedi. Ne mutlu ki, hafif sarhoş bir şekilde yalpalayarak hala ayakta duruyor, ama caddeden bakılınca, belki biraz aşırı kolalanıp ütülenmiş gibi görünüyor. Bundan ve biraz patır­ hlı tarihinden dolayı, bazıları, yapıdan artakalanı bir pastiş (öykünme) olarak elinin tersiyle itmiştir. Ama alternatif bakış şudur: Boyutundan dolayı, 16. yüzyıl Londra'sına Londra'nın kendisi kadar yakındır ve dolayısıyla, onları ebediyen silip süpüren Büyük Yangından ve başka afetlerden önce koskoca caddelerin bir zamanlar nasıl göründüğünü harika duygular uyandırarak anımsatan bir yerdir.

6. BÖi

C':'' 1

Stuart Döneminde Londra

Sarsıcı çalkantıların ve talih dönüşlerinin meydana geldiği bir dönem olan Sruart Londra'sının öyküsü, bir kralı öldür­ meye yönelik Barut Komplosunun boşa çıkarılmasıyla başlar, başka bir kralın haksız yere idamını ve bir üçüncüsünün ut­ kulu bir şekilde yeniden tahta çıkmasını kapsar, en sonunda da Kraliçe Anne'in bir varis verememesinin yol açtığı uzun süreli trajediyle biter. Daha önce veba ve Büyük Yangın halkta seyrek olarak böyle travma yarattı, ama donmuş Thames üzerinde yapılan buz (don) fuarlarıyla ve etkisi bugün bile hala görülebilen Londra peyzajındaki köklü değişikliklerle gelen eğlenceler de vardı. Kıta Avrupa'sından yeni mimari üsluplar geldikçe, soylu toprak sahipleri, ikiz kentler olan Londra ve Westmins­ ter arasındaki tarlaları bayındırlaşhrmaya başladılar, böyle­ likle başkentin çehresini değiştirdiler ve süregiden genişle­ mesine ön ayak oldular.

39. Prince Henry's Chamber (Prens Henry'nin Odası)

Fleet Street, EC4 Shıart kralların yönetiminde Londra ve Westminster kent­ lerine damga vuran hızlı değişim ve artan karmaşıklaşma ne­ deniyle, Middle Temple (Orta Tapınak) giriş kapısının bir Tu­ dor yapısı olduğu yanlışına kolaylıkla düşülebilir. Gerçekte bu yapı Jakoben (I. James dönemi) üsluptadır, 1610 dolayında 85

Kısa Londra Tarihi

inşa edilen bir 17. yüzyıl yapısıdır. Burası, yıllarca taverna olarak (ilk önce Prince's Arms, sonra da Fountain adıyla) hiz­ met verdi, ardından ise balmumu heykel müzesi oldu. Büyük Yangını atlatan bu bina, aynı zamanda da Londra merkezin­ de son kalan ahşap iskeletli evdir. 1670'lerden 20. yüzyıl başına kadar ayru ailenin elinde kal­ dığı için, mülkiyet durumu iyi belgelenmiştir, ama aradan ge­ çen yıllarda, evin tarihine ilişkin kafa karışıklığı yaratan bir­ çok yanıltıcı hikaye ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1900' de Londra

İl Konseyince restore edilmeden önce, bina önündeki bir ta­ belada, yanlış olarak, eskiden "VIII. Henry'nin ve Kardinal Wolsey'in sarayı" olduğu yazıyordu. Burası, öyle anlaşılıyor ki, birinci kattaki zengin oymalı alçı tavanda Galler Prensi­

nin üç tüylü arması bulunduğu için, Cornwall Kontluğunun "konsey odası" olarak da tanımlanmışhr. Aynı geometrik tavan, bir tavernada rastlanan alışılmadık ölçüde göz alıcı bir eser olmasına karşın, aslında bu yorum­ ların ikisi de doğru değildir. Süslü yaprak bezemelerinin ve P. H. baş harflerinin bulunduğu birbirine kenetli şekiller­ den oluşan karmaşık bir örüntü, bunun yapılışındaki işçilik kalitesi, onu, ülkede türünün en güzel örneklerinden birisi yapmaktadır ve kraliyetle bir bağlantının nasıl kurulduğunu anlamak kolaydır. Bununla birlikte, alışılmadık zenginlikteki tavan bezemelerine getirilebilecek bir açıklama daha vardır, o da bu bezemelerin, neredeyse kesinlikle, giriş kapısının inşa edildiği ayru yıl I. James'in oğlu Prens Henry'nin (1594-1612) Galler Prensi olmasını kutlamaya vesile olduğudur. Ne yazık ki, Henry genç yaşta tifodan öldü ve erkek kardeşinin I. Char­ les olarak tahta çıkmasının önünü açh.

86

Stuart Döneminde Londra 40.

Queen's House (Kraliçe Konutu)

Greenwich Park, SE10 Prens Henry'nin Odası üslup açısından eski düzenin so­ nuysa, Greenwich Park'taki Queen's House (Kraliçe Konutu) yeni düzenin çok göze çarpan erken bir patlamasıdır. 1616' da, I. James'in eşi için bir kraliyet parkında yeni bir konut inşa etmek gerekli olunca, ünlü mimar lnigo Jones, klasik mimari­ nin özenini ve biçimini İngiltere'ye tanıtma fırsatını yakaladı. Bunun ardından ve yaklaşık iki yüzyıl sonraki Gotik canlan­ maya kadar, Londra pek geriye bakmadı. Bazen söylendiğine göre, James bu binayı, köpeklerinden birini kazayla vurduğu için kızıp hakaret ettiği Kraliçe (Da­ nimarkalı) Anne' den özür dilemek için yaptırdı; ama yirmi dokuz yaşında ölen kraliçe, binanın bittiğini görecek kadar uzun yaşamadı. Mülk, Anne'in yerine, Fransa' dan gelin gelen Henrietta Maria'ya geçti ve mimar Jones, binayı, yeni moda olan Palladyen üslupta tamamladı; daha sonra bu üslubu "som . . . eril ve yapmacıksız" diye tanımladı. Günümüzde bu bina, Londra'daki en seçkin mimari sa­ nat yapıtlarının merkezini oluşturur ve dünyadaki en güzel yapıtlardan biridir. Isle of Dogs' dan (Wren'in Royal Naval Hospital binasının çerçevelediği, arkasında merkezden uzağa inşa edilmiş Royal Observatory'nin belirginleştirdiği simet­ risiyle) bakılınca, sade beyaz blokun görüntüsü eşsizdir. On yedinci yüzyıl Londra' sının kiri, dumanı ve kararmış tuğlala­ rı

ortasında, Mars'tan dünyaya bir uzay gemisi inmiş kadar

şaşkınlık yaratmış olmalıdır. Klasik anlayışın türevi olan matematik orantı ve uyum kavramlarından yararlanılan bina, temiz çizgileriyle ve iyi düzenlenmiş pencereleriyle, Tudor tuğla işçiliğinin iç ısıtan karanlık biçiminin hala ağır bastığı bir zamanda tamamen yeni bir mimari çağını müjdeliyordu. Çatışan iki tarz ara87

Kısa Londra Tarihi

sındaki zıtlık, bir yanda St James Sarayı'nın, diğer yanda ise pastel tonlarıyla sevimli, küçük Queen's Chapel'in (yine Jo­ nes'un eseri) yer aldığı Marlborough Road boyunca yürürken en iyi şekilde takdir edilebilir, ama devrim gerçekten burada başlamıştır ve bu nedenle, burası, belirleyici öneme sahip bir bina olma özelliğini koruyor. Queen's House sırf olağandışı görünmekle kalmıyordu, sahiden olağandışı idi. Londra' dan Kent'e giden yolun iki ya­ nını

da kapsayan karmaşık H şekli yüzünden, yıllarca trafik,

iki yarıyı birbirine bağlayan bir köprüyle fiilen binanın için­

den aktı; bu, yoğun yolun (bugünkü A2'nin) birkaç yüz metre güneyden geçtiği günümüzde, tam olarak takdir edilmesi zor bir tasarım özelliğidir. Kraliçe Henrietta Maria, burayı kendisinin "haz yuvası" diye niteliyordu, ama bu yeni tarzdan herkes hoşlanmadı ve Parlamentocular binaya el koydukları zaman, Majeste Kra­ liçenin hazineleri tasfiye edilerek dağıtıldı. Ondan sonra, Queen's House, Yuvarlak Kafalıların11 üst kademelerinin ko­ nakladıkları bir tür şapele çevrildi; bu, böylesine görkemli ve önemli bir sanat eseri için onurlu ama oldukça hüzün verici bir şeydi. Henrietta Maria, mallarının çoğunu Restorasyonda geri almayı başardı; Queen's House ise zamanla il. Charles'ın ve il. James'in eşlerine, sonra da kraliyet ailesine mensup bir

dizi önemsiz kişiye geçti, ama binanın niteliğini ve önemini bilen il. Mary, nehir manzarasının korunmasını sağlamak için adımlar attı, Wren'in yaptığı binalardaki ayrı bloklar bundandır. Daha sonra ise bina, Kraliyet Deniz Hastanesi'ne ve ardından Kraliyet Hastane Okulu'na geçti; o noktada bina, Nelson'ın Trafalgar'da kazandığı utkuyu kutlamak için iki

11

88

İngiltere İç Savaşı sırasında parlamento yanlılarına verilen isim. (ed.)

Stuart Döneminde Londra

yeni kanatla ve sıra sütunlarla genişletildi. Günümüzde, ana binadan ayrı olmasına karşın, National Maritime Museum'un (Ulusal Denizcilik Müzesi'nin) bir kısmını oluşturmaktadır. 41. York Watergate

Embankment, WC2 Sözcüğün gerçek anlamıyla yüzyıllarca, Londra ve West­ minster kentlerini birbirine bağlayan yol boyunca, ülkenin en zengin ve en kudretli kişilerinin nehir kıyısındaki muhteşem sarayları sıralanıyordu. Bu yapılara ilişkin ilk atıf, Norwich Piskoposunun özel iskelesini onarıldığının bildirildiği 1237 yılına uzanır; bunların en görkemlisi olan Gentli John'un Sa­ voy Sarayı, 1381' deki Köylü Ayaklanması sırasında yakıldı. Belki daha dikkat çekicisi, son bölümün ancak 1874 gibi yakın bir tarihte bitmesidir; ayakta kalan son yapı, yani Northum­ berland Dükünün Trafalgar Meydaru'na bakan devasa evi nihayet o yıl yıkıldı. Northumberland House'un tepesinde duran büyük taş Percy Aslanı, Syon Park' ta (Kew Bahçeleri' den nehrin karşı yakasına bakılınca) hala görülebilir, ama bu büyük dükalık

89

Kısa Londra Tarihi

ve piskoposluk saraylarının tek kalıntısı, geçmişi 1620'lere uzanan bu zarif kemerli geçittir. Bir aristokrat için Londra' da gezip tozmanın en temiz, rahat ve kullanışlı yolunun Thames olduğu bir zamanda, bu geçit, York House'un törensel giriş kapısını oluşturmuş olmalıdır. İlkin Norwich piskoposlarına ait olan bu yer, 1556' da York başpiskoposlanna verildi (adı buradan gelir) ve en sonunda George Villiers'ın eline geçti. Buckingham 1. Dükü olarak Vil­ liers, bir saray mensubuydu; I. Charles tarafından öyle çok hediye yağmuruna tutuldu ki, onun hala İngiltere tarihinde en çok onurlandırılan bende olduğu söylenir. Villiers, 1628' de öfkeli bir subay tarafından bıçaklanarak öldürüldü ve İç Savaşın ardından başka birçok aristokratın mülkleriyle birlikte York House' a da el konuldu. Restorasyon döneminde, 2. Dük (yine George Villiers adını taşıyordu), bu mülkü -nehir ile Strand Caddesi arasında 28 dönümden ge­ niş bir alan tutan binaları ve araziyi- geri almayı başardı, ama burayı hiçbir zaman babası kadar istemediği için, 1672' de emlak geliştiricilere sattı. Onlar da evi ve bahçeleri yıkıp te­ mizleyerek George Street'e, Villiers Street' e ve Buckingham Street'e yer açtılar (bir süreliğine bir "Of Alley12" bile vardı, böylelikle eski sahibinin adının ve unvanının her unsuru anı olarak yaşatıldı). 42. Piazza

Covent Garden, WC2 Britanya'nın en başarılı kentsel yenilenme projelerinden biri olarak, eski bir meyve-sebze pazarının sevilen bir pera­ kende alışveriş ve yeme-içme mekanına dönüştürülmesi, ilk başta sanılabileceğinden çok daha uzun bir hikayedir.

12

90

Ara sokak. (ed.)

Stuart Döneminde Londra

Covent Garden'ın yeniden doğuşu için ilk adımlar 1970'lerde ahldı ve bah yakasındaki St Paul Kilisesi apaçık bir istisna olmakla birlikte, tüm binalar, neresinden bakılır­ sa bakılsın, Victoria tarzına sahip görünmektedir. Gerçekte, yine Inigo Jones'un bir eseri olan Piazza, 1630 gibi erken bir zamanda tasarlanıp düzenlendi ve bu yüzden, doğru dürüst bir modern kent meydanı çevresinde düzenlenmiş kent plan­ lamasının Londra' daki ilk örneği olarak görülebilir. Zenginlerin duvarlarla çevrili pis ve kalabalık kentten ya­ vaş yavaş bahya doğru göçtüklerini gözlemleyen Bedford 4. Kontu bu projeye ön ayak oldu; St Peter's (yani, Westmins­ ter) Abbey'in eski manashr bahçesinde sahip olduğu bir kı­ sım araziyi imara açmaya karar verdi. Ataları, Manasbrların Tasfiyesi sırasında burayı elde etmişlerdi ve Tahttan da biraz baskı gören Bedford Kontu, ortadaki bir alanın çevresinde bir kilise ve üç teras tasarlanması işini lnigo Jones'a verdi. En ba­ şından beri, bu alanın istisnai bir yer olması amaçlandı, ama Jones ölçüsüz harcama yapmasıyla ünlüydü; müşterinin niçin kilisenin basit bir ambar biçiminde olmasını istediğini (belki de böyle bir isteğin aslı yoktur) bu durum açıklar. Bunun üze­ rine, herhalde mimar, "İngiltere' deki en harika ambar"ı inşa edeceği yanıhnı vermiştir. Bugün gördüğümüz kilise gerçekten basittir, ama aynı zamanda da aşırı cesur Toskana tarzı bir tasarıma sahiptir. Jones, İtalyanca piazza isminden anlaşıldığı üzere, meydan konusunda da kıta Avrupa' sından esinlendi ve zemin kat düzeyinde kemerli bir kapalı çarşı yapmaya da karar verdi. Bu, İngiltere'de bir ilkti ve çekici, kendine yeterli bir kentsel topluluk oluşturmak üzere, dükkan mekanlarının üzerinde teraslı sıra evler yer alıyordu. Bu, yarahcı ve alışılmamış bir anlayıştı, ama çabucak ba­ şarısızlığa uğrayan biraz riskli bir girişimdi. Yeni zenginlerin 91

Kısa Londra Tarihi

batıya göçünün durdurulamaz olduğu anlaşıldı -şimdi oldu­ ğu gibi o zaman da parası olanlar Westminster'a ve ötesine yöneldiler; çok geçmeden, işportaalar ve pazaralar, havasını çok çabuk yitiren bu alanda yasadışı tezgahlar açmaya başla­ dılar. 1670'te, kontun torunu -sonunda Bedford 1 . Dükü ola­ cak kişi- II. Charles' a bir dilekçe vererek, bu alanda bir çarşı kurmak için ferman çıkarmasını istedi ve dedikleri gibi, ge­ risi tarihtir. Sonraki üç yüzyıl boyunca çarşı gelişti, bugün gördüğümüz neoklasik binaların çoğu 1830'larda yapıldı ve Bedford dükleri, 20. yüzyıl başına kadar mülkiyet haklarını ellerinde tuttular (11. Dük, hisselerini sattıktan sonra, elde ettiği parayı Rus girişimlerine yatırdı ve 1917 Bolşevik Devri­ minden sonra bu paralar bir anda uçup gitti). 1960'lara gelindiğinde, trafik sıkışıklığı nedeniyle, eski çarşıyı kullanmayı sürdürme olanağı kalmadı ve çarşı 1974'te Vauxhall'daki yeni bir yere taşındı. Bununla birlikte, elde tu­ tulan binalar, restorasyon ve yenileme konusunda ibretliktir. Öyle umulur ki, Smithfield Çarşısı'nın -zamanı gelince- kur­ tarılması, aynı ölçüde başarılı olsun. 43. I. Charles'ın İdanu Banqueting House, Whitehall, SWl Whitehall Sarayı'nın sağlam kalan bölümü, yine Inigo Jo­ nes'un bir eseri olan ve Rubens'in resimlediği muhteşem bir tavanı bulunan Banqueting House (Şölen Evi), belki de en çok, I. Charles'ın katledildiği (ya da idam edildiği, görüşler farklıdır) mekan olarak tanınır. Yükseltilmiş bir zemin kat penceresinden 30 Ocak 1649' da darağacına yürüyen mahkum hükümdar, tirtir titrediği görülmesin diye üzerine fazladan bir gömlek giymesiyle ünlüdür; ne şaşırtıcıdır ki, 350 yılı aş­ kın süre sonra bile, celladının kimliği hala açıklanmamıştır. 92

Stuart Döneminde Londra

Dışarıdaki modem bir bilgi panosu, bu olayı kaydeder ve Whitehall'un tam karşısında, Horse Guards'ın yukarısındaki bir duvar saatinde, kralın ölüm saatini belirtmek için "2"yi gösteren siyah boyalı bir işaret vardır. Ama o günün tüm dehşetine ve trajedisine rağmen, Charles'la ilgili en iyi anıt burada değil, birkaç yüz metre ötedeki Trafalgar Meydaru'n­ dadır. Nelson Sütunu'nun kaidesinde bulunan Majestenin bir atlı heykeli, geçmişte idam edildiği yer olan Whitehall' a ve uzaktaki Parlamento binasına yukarıdan bakar. İç Savaştan soma öç almak isteyen Avam Kamarası, Fran­ sız heykelci Hubert Le Sueur'in 1638' de yaphğı bir eser olan heykelin, hurda olarak satılmasına karar verdi. Ama heykel kurtarıldı ve Holbom' da bir avlunun altında yıllarca gizlen­ dikten soma, nihayet Restorasyon döneminde Tahta iade edil­ di. Portland taşından zarif bir yeni kaide yaphran il. Charles, Londra'ya olan tüm mesafelerin ölçüldüğü ve hala o işlevi gören noktaya heykeli diktirdi. Öyle yapmakla, babasını, ne­ redeyse sözcüğün gerçek anlamıyla Londra'run merkezine ve denilebilir ki, İngiliz yaşamının tam merkezine yeniden dön­ dürdü. 44. St James Meydanı

Westmi11ster, SWl Üç yüz yılı aşkın süreyle, kraliyet gücünün kalbine yakın olmak isteyen aristokratların mekan tuttukları özel bir semt olan St James, büyük ölçüde Hemy Jermyn'in yarathğı bir yerdi. Jermyn, St Albans 1. Kontu olarak krala bağlılığı (ve II. Charles'ın annesiyle yakın dostluğu) sayesinde, St James Sa­ rayı'nın bitişiğinde kendisine bağışlanan 18 dönüm araziyle cömertçe ödüllendirildi. Jermyn'in gözü her zaman yükseklerdeydi ve St James Meydanı, en başından beri, Londra'nın en pahalı ve ayrıca93

Kısa Londra Tarihi

lıklı konut bölgesinin, yani faubourg'unun göbeği olacak bi­ çimde tasarlandı. Bugün hiçbiri ayakta kalmamasına rağmen (meydandaki en eski bina, 1720'lerdeki bir yangından sonra Kent 1 . Dükü için yeniden inşa edilen No. 4'tür13), özgün ev­ ler geniş ve göz alıcı görkemlilikte yapılırdı, dolayısıyla da kirayı karşılama gücü olan saray erkanı ve soylular için karşı konulmaz bir çekiciliğe sahipti. No. 4'ün yeniden inşa edildiği tarihte, alh dük ve en az bir o kadar kont daha bu meydanda oturuyordu. On yıl sonra, doğu yakasındaki bir evde m. George doğdu, daha da sonra ise karşısındaki ev, gelecekte Ana Kraliçe ve son Hindistan İmparatoriçesi olacak Kraliçe Elizabeth'in çocukluğunun geç­ tiği evdi.

İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda meydan, ka­ çınılmaz olarak, büyük ölçüde (ama tamamen değil) konut alanı olmaktan çıkrnışhr, ama Londra merkezindeki diğer meydanların çoğunun aksine, ilk zamanlardaki zarafetini ve atmosferini korumayı başarmışhr. Binaların çoğu George dö­ nemine ya da sonrasına aittir, ama Edward Shepherd, Mat­ thew Brettingham, James "Ati.nalı" Stuart ve Sir John Soane gibi mimarlık duayenlerinin eserleri, meydanın, Lord St Al­ bans'ın amaçladığı o incelikli izlemini hala vermesini sağla­ maktadu. 45. Pudding Sokağı

City of London, EC3 Pudding Sokağı, normalde pek dikkat çekmeyecek bir ofis binası üzerindeki küçük bir anı plaketinden başka görülecek pek fazla şey barındırmaz. Eylül 1 666' da 13.200 konutu, yak13

Bugün Naval & Military Club'a ev sahipliği yapan ve dolayısıyla, Londra'daki en eski kulüp olan bu mekan, St James Meydaru'nda bahçesi­ ni ve müşterıUlahnı hala koruyan biricik evdir.

94

Stuart Döneminde Londra

!aşık

90 kiliseyi

(St Paul Katedrali dahil), 44 giyim salonunu,

sayısız atölyeyi ve başka ticari tesisleri kül eden yangının çık­ tığı yer olması dışında, bu yerin ilgi çekici başka bir özelliği de yoktur. Bugün Büyük Londra Yangını olarak bildiğimiz afet, pek de şaşırtıcı olmayan şekilde bir ekmek fırınında başladı ve kontrolsüz bir ateş topu gibi hızla yayıldı, bu da o kadar şaşır­ tıcı değildi, çünkü kuvvetli bir sonbahar rüzgarı esiyordu ve kentin büyük bölümü ahşaptan yapılmıştı. Ne var ki, dikka­ te değer olan şey, Büyük Yangında pek az insanın ölmesidir, gerçi Arut'tan atlayıp ölenlerin sayısının alevlerden ölenler kadar olduğu (çok sık dile getirilmiş olmasına rağmen), nere­ deyse kesinlikle doğru değildir.

1842' den

önce, altı kişinin Arut'ın tepesinden atlayıp in­

tihar ettiği biliniyor (ondan sonra, başka intiharları önlemek için bir bariyer konuldu) ve Büyük Yangın nedeniyle top­ lam ölü sayısı, genellikle beş ila dokuz arasında bil­ dirilmiştir. Ama gerçek şudur ki, birçok ölüm (özellikle alt sınıflardan olanlar) kayıtlara

bilecek yanı, duvarla çev­ rili eski kenti tamamen yeni baştan tasarlamak, (örneğin, Paris, Bedin, New York gibi kent­ lerde görülen türden) bütünüyle

yeni

ve

daha akılcı bir planlamayla

kocaman

95

Kısa Londra Tarihi

caddeler, meydanlar ve manzaralar yaratmak için az bulunur bir şans vermiş olmasıydı. Yangının sönmesini izleyen günler içinde tam da öyle yapmak için planlar hazırlandı ve krala sunuldu. Ama o türden bir şey gerçekleşmedi, çünkü öyle bir plan, Londra gibi yoğun nüfuslu ve ticari açıdan önemli bir yerde uygulanabilir görülmedi. Bugün onun yerine, daha rastgele ve bölük pörçük bir yeniden imar yaklaşımının aca­ yip ama hoş sonuçlarıyla yaşıyoruz. İnanılmaz bir hızla ika­ me binalar ortaya çıktı ve gelecekte benzer bir felaketin olma­ sını önlemeye yönelik yeni yasal düzenlemeler yapıldı; ama yeniden inşa edilen caddeler, eski Orta Çağ örüntüsünü izle­ meyi sürdürdü ve Londra Kenti, şimdi hala olduğu gibi, an­

tik Roma duvarının genel sınırlan içine sıkışmış olarak kaldı. Square Mile'ı, gezip dolaşmak için sihirli bir yer yapan birçok şeyden biri, işte budur ve uzun süre öyle kalabilir.

46. George Inn Borouglı Higlı Street, SEl Londra'run ayakta kalan son revaklı konaklama ham, as­ lında olduğundan daha eski görünür ve doğrusu, şimdiki bina (1676' da yeniden inşa edildi), Orta Çağ'dan beri hanların yer aldığı bir alanda bulunmaktadır. Burası Kent Kontluğuna giden yol üzerinde olduğu için, açıkça Chaucer'ı çağrıştırır, gerçi gerçekte onun hacıları, Vi­ ctoria döneminin sonuna doğru yıkılıncaya kadar buranın neredeyse kapı komşusu olan Tabard'dan Canterbury yol­ culuğuna çıkıyorlardı. Ama Shakespeare, daha kuvvetli bir aday olabilir, çünkü Globe Tiyatrosu oldukça yakındır (onun oyunları hala yazın burada sahnelenir). Charles Dickens da George Hanı'nı biliyordu: Küçük Dorrit'te buradan söz eder ve kendi babası, 40 sterlinden fazla borca battıktan sonra yö­ redeki Marshalsea Hapishanesi'nde yatmıştı. Bir zamanlar Londra' da böyle birçok bina vardı ve şaşırtıcı 96

Stuart Döneminde Londra

sayıda büyük kısmı 19. yüzyıl sonuna kadar varlığır'ı sürdür­ dü. Yukarıda değinilen Tabard' dan başka, Bishopsgate Wit­ hin' den ötedeki Green Dragon ancak 1870'te dolayında ka­ pandı, Warwick Lane' deki 17. yüzyıldan kalma Oxford Arms birkaç yıl sonra yıkıldı ve Holborn' daki Old Bell 1890'larda hala faaliyeteydi. Bu üçü içinde, Oxford Arms belki de en üzücü kayıph; yıkılması büyük pahrh koparan ve Antik Ya­ pılan Koruma Derneği adlı öncü bir örgütün kurulmasına yol açan sahici bir Londra simgesiydi. Yine nehrin karşısında Southwark'ta bulunan Queen's Head 1895' e kadar yaşadı ama sonra, at arabalarının yerini demiryolları almaya başlayınca malzeme deposu yapıldı. Ge­ orge Inn de pekala benzer bir kaderle karşı karşıya kalabilirdi (aslında, demiryoluna yer açmak için 1899' da galerilerinden ikisi daha yıkıldı), ama bugün National Trust'ın (Tarihi veya Doğal Güzellikler Vakfı) mülkiyetindedir. Binanın bu statü­ sü ve I. Derece listesinde yer alması, buranın geleceğinin gü­ vende olduğu anlamına gelmektedir (ülkede çalışmakta olan yalnızca sekiz içkili mekana buna benzer düzeyde koruma tanınınışhr). 47. Buz (Don) Puan

Thames Nehri 1963'teki büyük don olayı sırasında, Thames'in bir yaka­ sından diğerine ıslanmadan yürüyerek geçmek teorik olarak mümkündü, ama bu yalnızca kısa süreliğine geçerliydi ve böyle bir şey yapmak isteyen biri, nehre yukarı Kingston'a kadar gitmeliydi. Geçmiş yüzyıllarda, böyle bir hoş sürpriz Londra' da hiç de alışılmadık bir şey değildi, gerçi nehrin doruna eğilimi su­ yun sıcaklığına bağlı olduğu kadar, eski köprülerden bazıla­ rının tasarımına da bağlıydı. Son derece açıkhr ki, mühendis­ lik daha az gelişmiş olduğundan, kısa açıklıkları desteklemek 97

Kısa Loııdra Tarihi

için daha çok ayak kullanmak gerekliydi ve bu ayaklar, neh­ rin akışını yavaşlatıyor, öylelikle de daha geniş alanlarda buz katmanı oluşarak birleşmesine olanak sağlıyordu. Öyle durumlarda, eğlence ve kar fırsatı yakalamaya he­ vesli Londralılar, bugün don ya da buz fuarları dediğimiz türden doğaçlama eğlencelerin tadını çıkarmak için nehir kenarına akın ediyorlardı. Başkentte böyle şeylerin uzun bir tarihi vardır, 1560'larda nehirde okçuluk ve başka etkinlikler yapılıyor, binlerce şehirli de bunların keyfini sürüyordu, ta ki Orta Çağ'dan kalma Londra Köprüsü'nün 1831'de yıkılma­ sıyla bu eğlenceler son buluncaya kadar. Ama bunların en olağanüstüsü, iL Charles'ın saltanatın­ da meydana geldi; Aralık 1683'ten ertesi Şubat'a kadar süren "kuvvetli don", çağdaş bir gözlemcinin betimlemesine göre, Londra'nın göbeğinde bir "kış harikalar diyarı"nın ortaya çık­ masına yol açtı. Buzun kalınlığı (25 ila 45 santimetre arasın­ da tahmin ediliyordu) ve donmuş olarak kaldığı süre, daha önce hiç görülmemiş nitelikteydi. Bugünkü kanıya göre, o yıl, Londra' da kaydedilen gelmiş geçmiş en soğuk yıldı ve Temp­ le Gardens' dan karşı kıyıya kadar uzanan, geçici dükkanların ve tezgahların bulunduğu koskoca bir cadde kuruldu. Kral ve ailesi bile bu manzarayı bizzat seyretmek için (çok önceden VIII. Henry'nin ve I. Elizabeth'in yaptıkları gibi) ne­ hir kenarına indi ve bazıları, buz üzerinde bir öküzü kızart­ maya yetecek büyüklükte bir ateş yapma cesaretini göster­ di. Başka bir ziyaretçi, günce yazan John Evelyn, "kızaklar, kayaklar, boğayla köpek dövüştürme, at ve araba yarışları, kukla gösterileri, ara oyunlar" dahil, sunulan başka birçok etkinliği neşeli bir dille anlatır. Yazarın dediğine göre, edebe oldukça aykırı bazı sporlar sayılmazsa, tüm bunların özeti, "şenlikli bir kutlama ya da su üstünde karnaval gibi görü­ nüyor"du. Zamanı gelince, buz hızla eridi. Şubat'ın 6'sı ol-

98

Stuart Döneminde Londra

duğunda, küçük bir kürekli sandalla iki yaka arasında gidip gelmek mümkündü ve ertesi sabah, buz tamamen parçalan­ mış ve dağılmışh. Bunu başka fuarlar izledi (toplam olarak on beş fuar ya­ pıldığı sanılıyor), ama bunların çoğu bir haftadan çok kısa sürdü. Son büyük donda (1814'te) oluşan buz kalınlığı, Black­ friars' da bir filin karşıdan karşıya yürümesine dayanabilecek güçteydi, ama dört gün içinde geriye hiçbir şey kalmadı. İki yüzyıl sonra, Londralılar hala bir sonraki fuarı bekleyip du­ ruyorlar. 48. Kraliçe Anne'in Mezarı

Westminster AbbelJ, SWl Stuart hanedanı, İskoçya'ya sınır ötesinden yeni bir hü­ kümdar çağrılmasıyla başladı ve sonuçta, daha da uzaktan başka birinin bulunmasını gerektirdi. 1. George yalnızca yabancı bir ülkede doğmuş birisi değildi, aynı zamanda da muhtemelen Hannover' de kalmayı yeğlerdi ve zamanı gelip öldüğünde cesedinin oraya geri götürülmesi konusunda ke­ sin talimat verdi. Stuart soyu, Kraliçe Anne ile sona erdi. Ona George' dan daha yakın 40'ı aşkın akrabasının olduğu ve dolayısıyla so­ yun devam ettirilebileceği doğrudur, ama 1701 tarihli Veraset Yasası, Roma Katolik inancına sahip birinin tahta çıkmasını önledi (ve bu kitabın yazıldığı tarih itibarıyla hala engelliyor). Anne ile Danimarkalı George'un elbette birçok çocuğu oldu; Anne, 1684-1700 arasında en az on yedi kez gebe kal­ dı, çocuklarının hiçbiri yaşamadı. Tek başına bu gerçek bile, onun Westminster Abbey'deki mezarını özellikle kasvetli bir yer yapar; bir düzine düşük ve ölü doğum (üstelik on ikinci doğuma kadar bir tek çocuğun bile yaşamaması), hem kor­ kunç kişisel trajediyi hem de en sonunda hanedanın felaketi99

Kısa Londra Tarihi

ni içeren bir yaşamla birleşti. Nazik ama sönük (tıpkı sadık kocası gibi) olduğu düşü­ nülen Anne, mutlu bir evlilik yaph ama neredeyse tüm ya­ şamı boyunca sağlıksızdı. Genç bir kadınken, göz akınbsı (defluxion) denilen rahatsız edici bir göz hastalığı geçirdi ve sonrasında, çiçek hastalığına yakalandığı için kız kardeşinin düğününü kaçırdı. Anne'in başka zamanlarda porfiri, lupus, diyabet ve gut gibi çeşitli hastalıklar geçirdiği sanılmaktadır. Ama belki de belirtilmesi gerekir ki, gut dışındaki diğer ta­ nıların birçoğu, kendi kişisel hekimlerince konulmaktan çok, geçmişe dönüp bakılarak konulmuştur. Çok aşırı kilolu olduğu bilinmektedir ve takma adlarından biri ("Konyak Nine"), pek çok şey anlabr. O dönemde yapıl­ mış portreleri, onu şaşmaz şekilde ince ve çekici bir kadın olarak gösterir, ama taç giyme töreninde öyle topallıyordu ki, onu bir örtü altında Westminster Abbey'e Muhafız Ala­ yından alh asker taşımak zorunda kaldı -yalruzca otuz yedi yaşındaydı- ve öyle aşırı kiloluydu ki, tören amaçlı alhn mah­ muzları ayak bileklerine takmak mümkün olmadı. Ağustos 1714'de öldüğü zaman, neredeyse kare şeklinde olduğu söy­ lenen tabutunu taşımak için, tarzından ya da statüsünden çok gücüne kuvvetine bakılarak seçilmiş bir düzine tabut taşıyıcı­ sı görevlendirildi. Anne'in henüz elli yaşına basmadan ölmesi, nereden bakı­ lırsa bakılsın, renkli bir hanedanın -ve ancak en kindar cum­ huriyetçinin onun için dileyeceği türden bir yaşamın- hazin bir şekilde son bulmasıydı.

IOO

7. BÖi

C:-- ı

George Döneminde Londra

Dünyanın tamamına bakıldığında bir kentin ilk kez bir milyonluk nüfusa ulaşması, George Dönemi Londra'sında pek çok şeyin -özel binalar kadar kamusal binaların da- ve Belgravia, Bloomsbury gibi yerlerde koskoca caddelerin, meydanların bozulmadan, sapasağlam ayakta kalması gerçe­ ği, Londra'run niçin ziyaretçinin zihinde doğru canlandırıla­ bilen ve anlaşılabilen başkent kavramının belki de ilk örneği olduğunu açıklar. Bu dönemde, örneğin civardaki tarlaları akıllılık edip çok değerli caddelere ve meydanlara dönüştüren mülk sahipleri tarafından, (bazıları bugün hala dimdik ayakta duran) muaz­ zam hazineler yarahldı. İngiltere, dünyanın büyük bölümü üzerinde üstünlük kurarken, Londra da ülkenin geriye kalanı üzerinde aynısını yaph; nüfusun yalnızca %10'unun barın­ dırmasına karşın, Londra, ülke ticaretinin %75 gibi büyük bir kısmını denetliyordu. 49. Geffrye Museum

Kingsland Road, Hackney, E2 Lonca mensubu yaşlılar için bakımevlerinden oluşan bu olağanüstü alımlı ve oranhlı binalar dizisi 1714'te kuruldu, demek ki burası, Londra'run George döneminden kalma en eski yapısıydı. Son yüzyıl boyunca, burası, iç mekan süsleme unsurları­ nın

sergilendiği bir müzeye ev sahipliği yaptı; yaklaşık 1600 !Ol

Kısa Londra Tarihi

yılından beri Londra' da yaşam tarzlarının ve yaşanhnm nasıl değiştiğine ilişkin bir izlenim vermek amacıyla bir dizi oda halinde düzenlenmiş zengin ve çeşitli koleksiyonlar sundu. Bu amaçla 1914'te Londra İl Konseyinin yönetimine verilme­ den önce, bakımevlerinin sahibi ve işletmecisi, Orta Çağ' dan beri Londra Kenti'ndeki ticari ve mesleki faaliyetleri denetimi albnda tutan "Büyük On İki" lonca tipi birlikten biri olan Say­ gın Hırdavatçılar Birliği'ydi. "Ferroners" olarak ta 1300 gibi erken bir dönemden beri faaliyet gösteren Hırdavatçılar dahil, bu tür birçok örgüt el­ bette hala varlığını sürdürüyor14• Şimdi olduğu gibi o zaman da bunlar, esasen iki işlevi görüyordu, yani üyelerin ticari çı­ karlarını korumak ve yardım alanında olsun, eğitim alanın­ da olsun çeşitli girişimleri finanse etmek amacı güdüyordu. Bunlar gibi yaşlı bakımevlerinin kurulması, uzun süreli bir gelenek oluşturdu; gerçekte, Hırdavatçılar ve başka lonca tipi birlikler, Londra' da ve başka yerlerde korunaklı barınma pro­ jeleri bağışlıyor ve uyguluyor. Bir meydanın üç yanını oluşturan Geffrye, ismini, başarılı bir Doğu Hindistan tüccarı ve eski Londra Belediye Başkanı olan Sir Robert Geffrye'den (1613--1703) alır. Aslında, çoğun­ luğu lonca mensuplanrun dul eşleri olan on dört emekliyi barındırmayı amaçlayan yeni binanın masrafları, Geffrye'nin cömert bağışıyla karşılandı. Lonca tipi birliklerce finanse edi­ len başka birkaç yaşlı bakımevi başkentte varlığını korumuş­ tur, ama bunların hiçbiri, bahçeleriyle ve yalın mimari biçim­ selliğiyle bu yapı kadar sevimli değildir. Buranın iç mekan süsleme müzesi olarak kullanılması da çok yerindedir, çünkü Hackney'nin bu yöresi, mobilya ve dolap imalat merkezi ola­ rak yıllarca önemli bir işlev gördü. 14

Kitabın yazıldığı tarih itibarıyla, lonca tipi 108 birlik vardır; bunların bir­ kaçı da yenidir; örneğin, 20. yüzyılda kurulan İtfaiyeciler, Usta Denizciler ve Bilgi Teknologları.

102

George Döneminde l.ondra

50. Chiswick House

Hogartlı Lane, Clıiswick, W4 Toskana üslubu bir villa biçimine bürünmüş klasik idea­ lin sade ama göz alıcı bir ifadesi olan Chiswick House, Lond­ ra'nın belki de en şaşırhcı kır köşküdür. Burlington 3. Kontu­ nun yarathğı, "içinde yaşanamayacak kadar küçük, üzerine saat asılamayacak kadar büyük" olan bu eser, Londra' daki en merak uyandırıcı ve zarif özel evlerden biri olma niteliğini koruyor. Olağanüstü sevimli 18. yüzyıl evi, gerçekte, pratik olmak gibi bir niyeti hiçbir zaman dolaylı da olsa gütmemesi­ ne karşın, çok sayıdaki aristokrat ziyaretçiden birinin burayla ilgili bilmeceyi andıran betimlemesi cuk oturmuştur. Burlington, kurduğu Palladyen rüyanın 1890'larda bir hastaneye ve sonra, daha da garibi, 1940'larda bir itfaiye is­ tasyonuna çevrilmek gibi incitici bir muameleyle karşılaşaca­ ğını herhalde tahmin etmemiştir, ama hiçbir zaman burada yaşamayı da planlamamışhr. (Şimdi çok önemli bir 1. Dere­ ce mimari mücevher kabul edilen ve ülkedeki en seçkin kır köşkü tasarımlarından biri sayılan bu eserin, ancak Georgian Group'un en yoğun lobi faaliyetleri sayesinde yıkılmaktan kurtulacağını da büyük olasılıkla tahmin etmemiştir.) Burlington 3. Kontu ve Cork 4. Kontu Richard Boyle (16941753), çok genç bir oğlanken unvanlarını ve servetini miras olarak almışh; on yaşından sonra ise hayatını, tam da George dönemine özgü biçimde, sanat dallarını takdir etmeye ve an­ lamaya adadı. Hatta çağdaşları, onu, "Sanatların Apollon'u" olarak tanıdılar ve 250 yıl sonra, onun Londra' daki ikametga­ hıyla, yani Kraliyet Akademisi'ne ve başka akademik örgütle­ re ev sahipliği eden Piccadilly' deki Burlington House'la olan bağ da bir o kadar güçlüdür. Onun sınıfından ve eğilimlerinden erkeklerin çoğu yalnız­ ca bir kez Büyük Avrupa Turu yaptığı halde, Lord Burlington 103

Kısa Londra Tarihi

birkaç kez bunu yapb; birçok amatör beyefendi mimarlıkla ilgilenmekten hoşlandığı halde, Burlington bunu gerçekten mesleki olarak uyguladı. Bu alandaki uzmanlığı ve hevesi sayesinde, Palladyen ilkelerin İngiltere'de kabul görmesine aracılık etti ve aynı zamanda, kralın Kapellmeister'i (orkestra şefi) Georg Friedrich Handel'i, evinde konuk ederken iki ope­ rasını ev sahibine ithaf etmesini sağlayacak kadar etkilemeyi başardı. Burlington'ın esin yüklü neoklasizmınin ayakta kalan ör­ nekleri, Westrninster School'da (Westminster Okulu), York Assembly Rooms'da (York Toplantı Salonları) ve birçok İn­ giliz kır evinde görülebilir; ama onun eserlerinin pek çoğu o günden beri ya değişim geçirmiş ya da tahrip edilmiş olması­ na karşın, Chiswick House, içlerinde en ilgi çekici olan ve en çok ziyaret edilendir. Burlington'ın oturmak için değil, mobilya, kitap ve sanat koleksiyonlarını sergilemek için inşa ettirdiği bu yapı, aynı zamanda da onun gönlünü eğleyebildiği bir yerdi ve daha­ sı, İtalyan mimar Andrea Palladio'ya duyduğu kişisel derin

saygının göstergesiydi. Rönesans İtalya'sına has özgün bir eserin o zamanki Londra'nın kırsal çevresine büyülü bir şe­ kilde aktarılması, (iç mekanlar üzerinde de çalışan William Kent'in yarattığı) ilk İngiliz peyzaj bahçelerinden birinin içine yerleştirilmesi, 1730'larda büyük yankı uyandırdı; bugün bile yılda bir milyon ziyaretçi, buradaki göz alıcı alçı işçiliğini, Rysbrack heykellerini ve bol oymalarla süslenmiş şömineleri görmeye akın akın geliyor. Burası, yaratıasının ölümünden sonra, Devonshire dükle­ rine geçti; 4. Dük, Burlington'ın kızıyla evlenmişti. Ne var ki, dükler, Chatsworth' te, Yorkshire' daki Bolton Abbey' de ve İr­ landa' daki Lismore Castle' da bulunan konutları dahil, birçok başka kır evine sahip oldukları için, burayı pek az kullandılar, 104

George Döneminde Londra

gerçi 5. Dükün sosyal hayatta öne çıkan eşi Georgiana Spen­ cer, "yeryüzü cennetim" dediği bu yerde tanınmış kişileri ve siyasetçileri ağırladı. Georgiana'run arkadaşı olan seçkin muhafazakar devlet adamı Charles James Fox 1806'da burada öldü, hpkı Geor­ ge Canning'in sadece 119 gün başbakanlık yaphktan sonra burada (üstelik aynı odada) ölmesi gibi. 6. Dük, kısa süreli­ ğine parka bir fil, zürafalar, sığınlar, Avustralya devekuşları ve kangurular getirtti, ama onun zamanında ev, belirgin bir gerileme sürecindeydi ve yıkılmaktan kıl payı kurtulduktan sonra, 1850'lerde kiraya verildi. Otuz yılı aşkın süreyle özel bir akıl hastanesi olarak kulla­ nıldıktan sonra, 1920'lerde Middlesex İl Konseyince devralın­ dı. Konsey, vasi olarak hiç de iyi bir iş çıkarmadı, ama 1956' da eski Bayındırlık Bakanlığı, eski evi yeniden onarıp düzeltme­ ye başladı. Bundan on yıl sonra, konservatuarda iki tanıhm filmi çekmek üzere Beatles grubu geldi. Yakın bir zamanda arkeologlar, toprak alhnda James dö­ nemine ait eski bir evin (Lord Burlington'ın yaşamayı seçtiği ama ölümünden sonra yıkılan binanın) kalınhlannı saptadı­ lar ve 12 milyon sterlin harcanan restorasyon çalışmasıyla, William Kent'in pastoral peyzajını, parkın dekoratif yapıla­ rını ve güzelliklerini önceki bozulmamış görkemine yeniden kavuşturmada önemli başarı sağlandı. 51. Shepherd Market

Mayfair, Wl George döneminin insanları, güzel kır evleri tasarlama ve inşa etme yeteneğine besbelli sahip olmalarından başka, şe­ hir planlamasında da olağanüstü becerikliydiler ve Londra genişledikçe, toprak sahiplerinin birçoğu, Lord St Albans'ın St James'te yaphğını örnek alarak, kentin tarihi merkezinin 105

Kısa Londra Tarihi

batısında güzel yeni banliyöler kurdular. Bunların en iyileri -örneğin Bedford Estate'in Bloomsbury "küçük kasaba"sı (aşağıya bakın)- düzgün, kendi kendine yeten topluluklardı, ama günümüzde bekleyeceğimiz şekil­ de, bunları toplumsal açıdan karma bir niteliğe kavuşturma çabası o zamanlar elbette yoktu. O zamanki toprak sahipleri ve taşınmaz mal simsarları, apaçık nedenlerle, öncelikle zen­ ginler için bina yaptılar; yoksul ve orta sınıflar ise tipik olarak zenginlerin kent merkezinin kirini ve sefaletini terk edip batı­ ya göçerken geride bıraktıkları harap mülkleri paylaşıp işgal etmek durumunda kaldı. Ne var ki, seçkin kesimler için yapılan bu yeni evlere hiz­ met edilmesi gerekliydi; büyük caddelerin ve meydanların arkasında, soyluların ve başkalarının evleri için gerekli ya­ kıt ve gıda maddelerini sağlamak üzere çeşitli marketler ve alışveriş tezgahları kuruldu. West End'in artık konut bölgesi olmaktan çıkmasıyla, bunların çoğu ortadan kalkmıştır, dola­ yısıyla Shepherd Market bugün özgün biçimine az çok benzer şekilde varlığuu sürdüren tek mekandır. Bununla birlikte ve konumu gereği doğal olarak bekleneceği gibi, bugünlerde, 1735'te olduğundan hayli daha şık ve daha ayrıcalıklıdır. Burası, eski May Fair'in (Mayıs Fuarı) bulunduğu yere inşa edildi; bu alana ismini veren ve yılda bir kez düzenlenen fuar, kavgalı, gürültülü, ahlaka aykırı bir nitelik kazanmaya başlayınca yasaklandı. Mimar-inşaatçı Edward Shepherd, bunu fırsat bilerek, Piccadilly boyunca dükkanların ve ta­ vernaların bulunduğu küçük bir semt yarattı; çok geçmeden burası, işverenleri hakkında dedikodular paylaşan ve günlük ihtiyaç maddelerini temin eden hizmetçilerin doldurdukları bir yer oldu. Binaların hiçbirinin özgün olmadığı kısa bir ziyaretle he­ men anlaşılır, ama dar sokakların ve pasajların oluşturduğu IOG

Georgc Döneminde Londra

ağ, buranın hala 18. yüzyıl havasım taşırnasıru sağlar. Keza büyük evlerin birçoğu ortadan kalkmış ya da iş yerine ve ote­ le çevrilmiştir, ama bunun gibi küçük pazar yerlerinin Lond­ ralı zenginlerin mutfakları, bulaşıkhaneleri ve ahırları için nasıl önemli bir kolaylık sağlamış olduğunu burada takdir etmek (ve alkışlamak) hala mümkündür. 52. Londra Jamme Mescidi

Brick Lane, Spitalfields, E1 Amerika Birleşik Devletleri, çoğu kez, birçok farklı ırkın karışıp kaynaştığı bir pota olarak, göçmenlerden kurulu bir ulus olarak tanımlanır, ama Londra için de neredeyse aynı­ sı söylenebilir ve yüzlerce yıldan beri bu durum geçerlidir. Kanıtlar her yerdedir ama arka arkaya gelen göç dalgalarıyla Londra'run çehresinin ve etnik bileşiminin nasıl değiştiğini tek başına en iyi tanımlayan yapı, belki de Brick Lane'deki Büyük Cami'dir. Binanın kendisi 1743'ten kalmadır; Fransız Katolik yetki­ lilerin zulmünden kaçarak Doğu Londra'nın bu semtine yer­ leşen Huguenot sığınmacılarca "La Neuve Eglise" (Yeni Kili­ se) olarak kurulmuştur. Cemaat sonunda genişledi, birçoğu Wandsworth'e taşındı; kasabanın armasında, hala, malından mülkünden olmuş Fransızların gözyaşlarını ve acılarını tem­ sil eden üç sıra mavi gözyaşı damlası ya da gouttes azııre bulu­ nur. Doğu Londra' daki bu kilise, artık ihtiyaç kalmadığı için, 1809'da Wesleyan'lara, sonra Yahudileri Hristiyan yapmayı amaçlayan kısa ömürlü bir örgüte, daha sonra ise Metodist­ lere devredildi. Sonraki büyük değişiklik, 19. yüzyıl sonuna doğru meyda­ na geldi; Doğu Londra'nın Yahudi cemaati Hristiyanlığa dön­ meyi reddedince, 59 Brick Lane yeniden

Machzikei Hadas ya

da Büyük Sinagog olarak kutsandı. Bu kimliğiyle, bir başka 107

Kısa Loııdra Tarihi

büyük ve önemli sığınmaa akınına hizmet edecekti; bu kez gelenler, Çarlık pogromlarından ve sonra Nazi Almanya'sın­ dan kaçanlardı. Kullanım değişikliği bu kez de geçici olacakh ve bu en son gelenler, Kuzey Londra'run daha varlıklı semtlerine taşındıkça, onların yerini yine başka bir göçmen dalgası doldurdu. Bu kez gelenler, öncelikle Bangladeşliler olmak üzere Hindistan alt kı­ tasındandı; bunlar, iş aramak için geldiler ve o zaman henüz palazlanmakta olan yerel tekstil sanayisinde iş buldular. 1970'lerin ortası olduğunda, Bangladeşli topluluk kalaba­ lıklaşarak iyice yerleşmişti ve gitgide gelişmekteydi. İbadet yerine gereksinim duydukları için, kullanılmayan eski sina­ gogu 1976' da aldılar ve kendi amaçlarına uyacak biçimde ye­ niden düzenlediler. II. Derece eski eser listesindeki yapı, Ge­ orge dönemine özgü düzgün, simetrik görüntüsünü korudu ve sayısı üç bini bulan bir cemaatin düzenli ibadet ettiği bina, 270 yılı aşkın süredir yaphğı gibi Londra'run bu kısmına hiz­ met etmeyi sürdürüyor. 53. Spencer House

St ]anıes's Place, SWl Henry Jermyn, St James Sarayı çevresindeki değerli arazi­ lerini geliştirip imar etmeye başlayınca, Londra şehir manza­ rasına en son katılan bu yere, soyluların ve saraya yakın ol­ maya çalışan başkalarının nasıl büyük bir hızla yerleştiklerini önceki bölümde gördük. Jermyn'in lordluğunda geliştirilip imar edilen yerlerden bazıları, kaçınılmaz olarak diğer yerle­ re kıyasla daha çok rağbet gördü, örneğin St James Meydanı, en aristokrat alıcıları kendine çekerken, Arlington Caddesi, öyle çok siyasetçiyi çekti ki, çok geçmeden "Bakan Caddesi" diye anılır oldu. Prestijli orta meydan dışında, en gözde adresler, "sağlık, 108

George Döneminde Londra

rahatlık ve güzellik için Avrupa'daki en güzel konumlardan biri" olarak çabucak ün kazanan Green Park' a hakim konum­ daki yerlerdi. Buradaki bir evden söz edilirken, müstakbel ev sahibinin, ön cephede "kentin telaşı ve şaşaası ile haşır neşir" iken, "arka cephede kırların dingin yalınlığı"nı yaşatan bir adresin tüm avantajından yararlanabildiği söyleniyordu. Böyle bir betimleme, Spencer House (Spencer Evi) için olduğu kadar, Green Park'a hakim konumdaki aynı ölçüde büyük birkaç özel saray için de kesinlikle doğru olurdu. St James Sarayı'nın olduğu dingin çıkmaz sokakta, öndeki giriş, komşularını görece mütevazı ve ağırbaşlı bir çehreyle karşılar ama arkada, özel bir taraçalı bahçeden ve parktan bakılınca, Spencer House, görülmeye değer zarafette bir 18. yüzyıl ese­ rinin ve gerek zenginlik gerekse güç açısından doruk noktası­ na yaklaşan bir ailenin tüm görkemini, coşkusunu ve aşırıya kaçan süslemelerini sergiler. Arazi sahibi olan saray görevlisi 1. Kont Spencer için yapı­ lan ev 1766'da tamamlandı; evin tasarımını, William Kent'in öğrencisi ve Palladyen üslubunu benimsemiş olan John Vardy yaptı. Sade bir tarzda döşediği zemin tabanı ve muaz­ zam revakı, bugün bile, bahçe cephesini Green Park'ın harika manzaralarından biri yapmaktadır, (Henry Holland ve James Stuart gibi başka ellerin eseri olan) iç mekanlar ise aksine daha da ayrınhlı bezenmiştir. Ne yazık ki, buranın Spencer'lar için aşırı büyük olduğu söylenebilir. Aile en sonunda yeniden (Galler Prensesi Dia­ na'run şahsında) ön plana çıkacaktı, ama tamamlanmasını izleyen yüz yıl içinde, bu büyük Londra sarayı, ailenin kay­ naklarını muhtemelen zorluyordu. Bundan dolayı, mobilya ve sanat eserleri ailenin Northamptonshire' daki Althorp ma­ likanesine taşındıktan sonra, Spencer House, çeşitli kişilere kiraya verildi ve Spencer'lar taşraya çekildiler. 109

Kısa Londra Tarihi

Bir süreliğine, Marlborough 9. Düküne ve önceki ismi Consuelo Vanderbilt olan eşine Londra üssü olarak hizmet veren konak, daha sonra (şimdi faaliyette olmayan) Ladies' Army & Navy Club'a ev sahipliği yaph. Savaşı nispeten ha­ sarsız atlatbktan sonra, ofis olarak iş yerine çevrildi ve 194885 arası öyle kullanıldı. Bunu da bir şekilde atlatmayı başaran bina, sonra kurtarılarak 4. Baron Rothschild tarafından güzel­ ce restore ettirildi ve hala onun bakımı alhnda ve çoğu Pazar günü halkın ziyaretine açık durumda. Bir yanda Charles Barry'nin olumlu anlamda düklere ya­ raşır Bridgewater House'u, diğer yanda ise William Kent'in eseri 22 Arlington Street bulunan Spencer House, kesinlik­ le Londra'run bu kısmında sağlam kalmış tek yapı değildir. Ama denilebilir ki, hala en güzel ve en hoş -aynı zamanda da ziyaret edilmesi en kolay- olanıdır, bu yüzden de Londra'run son derece derli toplu olduğu, öyle ki bir ayak içeride ve diğe­ ri dışarıda olarak yaşamanın gerçekten mümkün olduğu bir zamanı anımsatan harika bir yapıttır. 54. Bedford Meydanı

Bloomsbury, WCl Londra 18. yüzyılda büyük, cıvıl cıvıl ve zengin bir dünya kentiydi, ama herkes gördüğünden hoşnut değildi. 1725' te Da­ niel Defoe, Londra caddelerinin, meydanlanrun ve yeni bina­ larının "dünyada hiçbir kentin, hiçbir kasabanın, hatta hiçbir yerin sergileyemeyeceği cinsten" olduğunu kesin bir dille ilan etti, ama başka yazarlar bu kadar kesin konuşmadılar. Ame­ rikalı bir ziyaretçi, Mayfair'in Grosvenor Meydanı'ru, "düzen ya da güzellik adına herhangi bir şeyin olmadığı . . . geçici he­ veslerin bir derlemesi" olarak eleştirirken, Royal Academy'nin kurucularında biri, West End'in geriye kalanının "cahil ve kap­ risli kişilerin insafına bırakılmış" olduğunu esefle dile getirdi. 110

George Döneminde Londra

Mimar Jolın Gwynn'a göre, sorun, herhangi bir "görkem ya da büyüklük" iddiasının olmamasıydı -yani, planlama­ ya dönük gerçek bir çaba esasen yoktu- ama Bloomsbury' de işler değişmek üzereydi. 1775'te bölgenin büyük bölümü, Be­ dford dükleri olan Russell ailesine aitti ve bugün Londra'run en kusursuz, en düzenli, en eksiksiz George tarzı meydanı­ nın

tasarlanıp düzenlenmesinde, 4. Dükün dul eşi (oğlunun

küçüklüğünde ona vekillik ederken) en iyi biçimiyle George tarzı şehirciliğin mükemmel bir örneğini yarattı. Jolın Evelyn'in oldukça doğru bir ifadeyle "küçük bir kasaba" diye betimlediği Bloomsbury giderek büyüdü. Dü­ zenli caddeleri ve meydanları (bunlara bağlanan sokaklarıy­ la birlikte), Londralı başka toprak beylerine de plan örneği sağlayacaktı; bunların çoğu, bir zamanlar değersiz olan ama şimdi ansızın hızla genişleyen başkentin erişim alanı içine giren tarlalarını ve çayırlarının paraya çevirmek isteyen aris­ tokratlardı. Hatta aslında, bunların en zengin ve en aristokrat olanlarından Grosvenor ailesi -Westminster vikontları, kont­ ları, markileri ve daha sonra dükleri- 1820'lerde Londra' daki mülklerini geliştirmek söz konusu olunca, Thomas Cubitt'i Bedford'ların burnunun dibinden kapacak kadar ileri gitti. Belgravia' da Grosvenor'lar için çalışan Cubitt, en gözde ve en zengin seçkinler için evler inşa etti. Ama burada, Blooms­ bury' de onun yaptığı sıra evler, modern gözlere büyük, göz alıa ölçüde gösterişli ve evet, soylu görünmesine -ve öyle de

olmasına- karşın, daha çok, özlem çeken orta sınıfları hedefli­ yordu. Ne hazindir ki, bugün bu evlerin pek azı konut olarak kullanılıyor ve onların da bölünüp daireye dönüştürülmek­ ten kurtulanları çok değildir. Yine de bunlar ayakta kalrruştır, önemli olan budur ve Bloomsbury'yi yaratanların başarmak is­ tedikleri genel birleşik duyguyu korumaya yetecek sayıdadır. Bunların böyle kalrruş olması, kutlanacak bir şeydir, çünkü ili

Kısa Londra Tarihi

Londra'nın pek az bölgesi bu kadar iyi idare edilmiştir. Ama şaşırtıcı olan nokta, Alman Hava Kuvvetlerinden çok, üniver­ site ve müze yetkililerinin, meydana gelmiş olan yıkımdan ne büyük ölçüde sorumlu tutulmaları gerektiğidir. Bugün bu yetkililer hayli doğal olarak çevrelerini savunmakla ve genelde iyi bir koruyucu profil çiziyor görünmekle birlikte, gerçek şudur ki, Bloomsbury'ye o özel karakterini veren kül­ tür kurumlarının kendileri, daha 1970'lerde, buranın George

dönemine özgü görkemini yıkmak ve onun yerine gudubet, suratsız, hoyrat bloklar dikmek için mücadele edenlerdi. 55. Parish Watchhouse

Giltspur Street, EC1 İncelikli, ilerici ve düzenli olduğu kadar suça ve yolsuz­ luğa boğulmuş da olan George dönemi, aynı zamanda idam cezası için altın çağ gibi bir şey oldu, Londralılar beş şilin (yir­ mi beş peni) gibi ufak bir hırsızlık nedeniyle bile idam edile­ biliyorlardı. Bu duruma kuşkulu bakanların biraz da haklı olarak id­ dia ettiklerine göre, idamlık suçların sayısındaki ani tırmanış -doruk noktasında, iki yüz bireysel suç ölümle cezalandırıl­ dı- hükümlüleri uzun süre hapiste tutmanın ağır maliyetin­

den kaçınma çabasından başka bir şey değildi. Ama daha da kuşkucu bir düşünce, böyle sürekli kadavra temininin, ana­ tomiye ilgisi hızla artmakta olan palazlanma sürecindeki tıp mesleğine uygun olduğu yönündeydi. Tıp mesleği mensup­ ları, kesip incelemek için ceset sağlamaya her zamankinden çok önem veriyorlardı -o dönemde tıp biliminin sınırları baş döndürücü bir hızla genişliyordu- ama 1832 tarihli Anatomi Yasası çıkarılıncaya kadar, yalmzca suçluların cesetlerinin bu amaçla kullanılmasına izin veriliyordu. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, söz konusu suçlular 112

George Döneminde Londra

-daha doğrusu aileleri- asılanların ve kellesi kesilenlerin bu yolla daha fazla aşağılarunasııu önlemek için ellerinden ge­ leni yapıyorlardı, bu ise asla tam karşılanamayan talebi kar­ şılamaya yeterli cesedin nadiren bulurunası sorununu iyice ağırlaşbnyordu. Kısa sürede, Londra' daki kilise mezarlıkla­ rından yeni cesetleri kazıp çıkararak bp mensuplarına ver­ meyi kendine iş edinmiş daha girişimci suçlulardan oluşan yeni bir zümre ortaya çıkb. Bunlar arasından diriltici denilen birkaçı, ilk önce kurbanlarını öldürerek hazır ceset teminini garantileyen Edinburghlu Burke ve Hare kadar ileri gitti, ama bunların faaliyetleri doğal olarak halkta panik yaratb. İnanılmaz gelecek, ama bu suç özel ciddiyetle ele alınmadı -tipik olarak, ağır bir cürüm olmaktan çok, adi bir kabahat sa­ yıldı- ve 1747'de, bir çocuğun cesedi Whitechapel'deki meza­ rından kaybolduktan sonra, iki adama sadece birer şilin para ve Newgate'te birkaç ay hapis cezası verildi. Bu uygulamanın tam ne ölçüde yaygın olduğunu kestirmek de zordur, çünkü bu dehşet verici ticarete kanşbğııu itiraf etmek ne abanın ne de sabcının çıkarınaydı. Bununla birlikte, Smithfield yakııundaki Giltspur Street'te bulunan bekçi kulübesi gibi kulübelerin varlığı, bu işin bo­ yutunu bir ölçüde tahmin etme olanağı verebilir. Yetkililerin yeni gömülenlerin mezarlarına göz kulak olmaları için inşa edilen ve içine görevli yerleştirilen söz konusu bekçi kulü­ besi, St Sepulchre'nin bahçesindeki mezarlığa 1791'de, yani Anatomi Yasasından birkaç yıl önce dikildi. Bart's Hastanesi'ne yakın olduğu için, buraya gömülenle­ rin mezardan çıkarılma riski haliyle daha fazlaydı, ama bu türden bekçi kulübeleri bir zamanlar Londra'nın her yanın­ da vardı. (Ama hepsi bunun kadar sağlam değildi ve Bun­ hill Fields' daki bir bekçi kulübesi, bir hırsız çetesi tarafından -içindeki bekçiyle birlikte- duvara yapışbnldı.) Bu kulübeler, 113

Kısa Londra Tarihi

Anatomi Yasasının görüşüldüğü tarihe kadar hala inşa edil­ mekteydi -Lambeth Parish Watchhouse (Semt Kilisesi Bekçi Kulübesi) 1825'te bitirildi- ve bazıları 1930'1ara kadar varlığı­ nı sürdürdü, gerçi o zamana gelindiğinde düşük ücretli bek­ çiler etkisiz kaldıkları için, onların görevlerini uzun zaman önce Metropol Polisi devralmıştı. 56. Somerset House

Strand, WC2 On altıncı yüzyıl ortasında tamamlanan ilk Somerset Hou­ se, zengin ve güçlü kişilere ait muazzam Strand sarayların­ dan biriydi (önceki bölüme bakın). Koruyucu Lord (Lord Protector) Somerset' ın Rönesans malikanesi -İngiltere' de bu etkileyici üslubu benimseyen ilk yapı- St John Clerkenwell Kilisesinin yıkımı sırasında kurtarılan ve St Paul'un eklentisi eski bir ölü mahzeninden elde edilen malzeme kullanılarak inşa edildi. Londra' da inşa edilen bu türden ilk yapıydı ve bugün gördüğümüz ikamesi, devlet dairelerinin toplandığı geniş bir kompleks olarak 1770'lerde tasarlandı; sonraki iki yüzyıl boyunca da bu işlevini yerine getirmeyi sürdürdü. William Chambers'ın sıra evleri de 18. yüzyılın sonu ila 19. yüzyılın başında çeşitli aydın derneklerine -Royal Society (Kraliyet Derneği), Royal Academy of Arts (Kraliyet Sanat Akademisi) ve Society of Antiquaries (Antikacılar Derneği) gibi dernekle­ re- ev sahipliği yaph, ama o zamanlar bunlar kesinlik.le içine kapalı kurumlardı, bu nedenle de tüm bina fiilen kamuya ta­ mamen yasakh. Böyle muhteşem ve heyecan verici bir mekanın bu kadar uzun süre kapılarını ziyaretçilere kapatması ve şimdi büyük bir çekim merkezi olan binanın devasa açık bahçesinin, çok yakın bir zamana kadar, görevliler için araba parkı dışında 114

Gcorgc Döneminde Londra

başka bir kolaylık sunmaması, bugün oldukça olağandışı gö­ rünüyor. Ne var ki, sarsıcı olsa bile, gerçek tam tamına budur. Binanın Thames'e bakan kısnunı bir süreliğine Kraliyet De­ niz Kuvvetleri kullandı; set yapılmadan önce, sözcüğün tam anlamıyla nehrin aşağıdaki taraçayı yaladığı bir zamanda bu oldukça uygundu. Ama Londra'run en büyük ve en şahane binalarından biri, tarihinin büyük bölümünde, Damga Mü­ dürlüğüne, Doğum, Ölüm ve Evlilik Genel Tescil Dairesine, Gelirler Dairesinin binlerce erkek ve kadın çalışanına ev sa­ hipliği etmekten daha göz alıcı bir amaçla kullanılmadı. Dolayısıyla, binarun 1990'larda yeniden doğuşu çok ge­ cikmiş bir olaydı ve bugün yapının bir sergi mekanı olarak -Courtauld Galerisi ve Gilbert altın, gümüş, sanat eserleri Ko­ leksiyonu için- yenilenip yeniden düzenlenmesi, başkentin kültürel yeniden doğuşunda en önemli hamlelerden biri sa­ yılmalıdır. Daha tasasız eğlencelerin -çocuklar yazın çeşme­ lerde oynarlar, Noel' de bahçe bir buz pistine dönüştürülür­ yanı sıra, düşünmeye, incelemeye ve birinci sınıf sergilere mekan sağlayan Somerset House, bugün Londra sahnesinin öyle bir demirbaşıdır ki, buranın, çoğumuz için, hükümet du­ yurularındaki sözcüklerden başka bir şey olmadığı bir döne­ mi hatırlamak için hafızayı zorlamak gerekir. 57. Cockpit Merdivenleri

Birdcage Wnlk, SW1 İngiltere'de 1835'te yasaklanıncaya kadar, horoz dövüşü, tarihçesi altı bin yıl önceye kadar giden seyirlik bir spor ola­ rak uzun süre devam etti; 16. yüzyıl ila 18. yüzyıl arası Lond­ ra'da özellikle geniş bir seyirci kitlesine ulaştı. Dönerek yükselen taş basamaklarıyla, Old Queen Street'in küçük bir kestirmesi olan ve şimdi il. Derece listesinde yer alan merdivenler, yaklaşık 1816 yılında Royal Cockpit'in (Kraliyet il;)

Kısa Londra Tarihi

Horoz Dövüşü Ringinin), yani George dönemi Londra' sında horoz dövüştürülen çok ünlü birçok yerden birinin burada olduğunu hahrlabr. Sıklıkla aşağı tabakalara mensup insanla­ rın

yaşamlarının rengini ve atmosferini betimlemek için kul­

lanılmasına karşın, gerçekte bu tür etkinlikler, tüm sınıflara çok büyük ölçüde hitap ediyordu; burada anlahlan ringin bir ziyaretçisi, "taraftarların ve cepçilerin, eğiticilerin ve beyefen­ dilerin, gününü gün edenlerin ve kabadayıların oluşturduğu bir kitle"yi betimliyordu. Yerinden ve adından belki anlaşılacağı gibi, üst sınıflar bu spora hiç de yabancı değildi: Birçoğu, vahşi turnuvalara ken­ di dövüş horozlarıyla kahlıyor, daha çoğu da seyretmeye ve sonuç üzerine bahis oynamaya geliyordu. Dövüş ringi sahip­ leri, giriş ücret almalarının yanı sıra, kesinti de yapıyorlardı; bu sporla ilgili bazı otoriteler, Royal Cockpit' e girişin beş şi­ lin (yirmi beş peni) gibi yüksek bir paraya mal olabileceğini

öne sürdüklerine göre, daha kaba, çalışan insanların başka bir yerde eğlence aramak zorunda kalmış olacaklarım düşün­ mek akla yatkın görünüyor. Ne var ki, bu spor acımasız ve korkunçtu; bir "kasadar" ile iki "hakem"in ve bağırıp çağı­ ran, hararetli, büyük bahse tutuşmuş bir kalabalığın dikkatli bakışları alhnda, horozlar -kanatlan kırpılmış, gerdanları ve ibikleri kesilmiş olarak- ölümüne dövüşüyordu.

llG

George Döneminde Londra

58. İlk Gazhaneler

Great Peter Street, SW1 Evleri aydınlatmak için gaz kullarurnı ilk kez 1790'larda West Country'de gerçekleşti ve 1807'de, Galler Prensinin do­ ğum gününü kutlamak için Pall Mail'un bir kısmı gazla aydın­ latılclı. Bununla birlikte, iki olay da salt gösteriden ibaretti; Ge­ orge dönemi Londra' sının teknolojiyi tam olarak kucaklaması ve ilk ticari gazhanelerin kurulması ancak 1812' de gerçekleşti. Gas Light and Coke Company (Gaz Işığı ve Kok Şirketi), birkaç yıl önce Pall Mall' daki gösteriyi düzenlemiş olan Al­ man mucit ve girişimci F. A. Winsor tarafından Great Peter Street'te Kraliyet İmtiyaznamesiyle kuruldu. Neredeyse ke­ sin olarak dünyanın ilk kamusal gazhanesi denilebilecek olan şirket, Londra ve Westminster şehirlerini kömür gazı kulla­ narak aydınlatmakla yetkilendirildi; hızla büyüyüp yaygınla­ şarak, Whitechapel' de, Poplar' da ve Kraliyet Darphanesinde (Londra Kulesi yanında) gaz tesisleri kurdu. Şirket, ondan sonraki yaklaşık yüzyıl süresince Londra' da başka yerlerde bir sürü rakip şirketi devraldı, 1949' da milli­ leştirilinceye kadar da dokunulmadan varlığını sürdürdü, o zamana kadar müşteri kitlesini Kuzey Londra' dan Thames Nehri ağzına kadar genişletti. Şirket bugün British Gas plc'nin ve Centrica'run doğrudan atası olarak tanınır. Westminster'da kuruluşunu belgeleyen plaketin yanı sıra, başka birçok tarihsel eser, o ilk günlerden bugüne sağlam kalmıştır. Fulham' daki Sands End' de George dönemine ait özgün bir gaz deposu (dünyanın en eskisi); şir­ ket başkanı Simon Adams Beck'in adını taşıyan Doğu Lond­ ra' daki leckton Gazhanesi; kırka yakın kömür taşıma gemi­ .·

sini ve başka şirket araçlarını kapsayan bir filodan tek geriye kalan MV Barking adlı römorkör bunlar arasındadır.

117

Kısa Londra Tarihi

59. Brixton Yel Değirmeni Windnıill Gardens, SW2

Yel değirmeni sözcüğünü içeren düzinelerce cadde, yer ve birahane adı -bir de West End'deki çok ünlü tiyatro- hepsi, bir zamanlar başkente hizmet eden yel değirmenlerinden ar­ takalanlardır. Yedisinin ayakta kalmış olması, silinip gitmiş olanların sayısından belki daha dikkate değerdir ve genellikle bunlara, kaçınılmaz olarak, Londra'nın merkezinden çok çev­ resine yakın yerlerde rastlanır. Yedisi arasında en merkezi olan budur ve 1816'dan kalan bu yel değirmeni, ilk birkaç on yılında açık alanın tadını çı­ karmış olmalıdır, çünkü bu bölge, 19. yüzyılın ta ortalarına kadar çoğunlukla bostanlardan ve otlaklardan oluşuyordu. Yerel bir aile olan Ashby'lerin inşa ettirdiği yapı, 1860'1ar­ da faaliyetine son verdi; o zamana kadar Güney Londra'run kaydettiği genişleme, onun güç kaynağını fiilen kesmişti. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra buhar (ve sonra gaz) enerjisine dönüşümle yeniden hayat buldu, ama 1950'lerde Londra İl Konseyi 140 yıllık bu yapıyı devraldı ve özgün durumuna geri çevirdi. Ne üzücüdür ki, yapı birçok kez tahrip edildi ve yerel ilçe konseyi, çok sevimli olmakla birlikte potansiyel olarak büyük kaynak

harcanmasına

yol açan bu bina için yeni kullanım alanlan bulma uğraşı verdi. 2008' de, yapının restorasyonunu sürdürmek için 2 milyon ...... sterlin toplamak amacıy118

George Döneminde Londra

la bir kampanya başlabldı ve George dönemi değirmenleri­ nin 200. yıl dönümü için zamanında un öğütlemeye başlama planlan şu anda yürütülmektedir. 60. Royal Opera Arcade

Charles II Street, SW1 Londra'run ilk kapalı alışveriş pasajı olan bu yapı, eski İtal­ yan Opera Evi'ni 1816-18 arası yeniden düzenledikleri sırada John Nash ve G. S. Repton tarafından tasarlandı. O zamanlar burası, ülkedeki en büyük tiyatroydu -günümüzde bu unvan Her Majesty's'e aittir- ve en ucuz koltuklarda oturan dinleyi­ cilerin bile gece giysisi giymek zorunda oldukları Londra'run en şık yerlerinden biriydi. Nash ve Repton tarafından yapılan değişiklikler arasında, tiyatronun üç tarafına sıra sütunların, dördüncü tarafına ise Charles II Street'ten Pall Mall'a kestirme geçiş sağlayan dar bir kemerli geçidin eklenmesi sayılabilir. Bir yanında zarif Regency dükkan vitrinlerinin uzandığı Royal Opera Arcade kısa sürede başarıya ulaşh ve -kıta Avrupa' sında zaten popü­ ler olan- bu fikir, hayli etkili olduğunu kanıtladı. West End' in başka yerlerinde de Burlington, Princes ve Piccadilly pasajları gibi benzer pasajlar belirmeye başladı ve Bloomsbury'de, Thomas Cubitt'in 1822'de bitirdiğin hoş gö­ rünümlü kavisli cepheli Wobum Buildings (şimdiki Wobum Walk) ile bir alternatif denendi. Arhk bir zamanlar olduğu kadar rağbet görmeyen Royal Opera Arcade, gerçekte, taklitçilerinden bazılarına, özellikle de üniformalı teşrifatçıları ve çekici bir esrara sahip düzen­ lemeleri olan Burlington Arcade'e yenik düşmüştür. Ama bu yapının önemi hafife alınmamalıdır, çünkü zamanında bura­ sı, daha önceleri sergileme ya da ürün tarubmı anlamında yok denecek kadar az çaba göstermiş olan dükkan sahipleri için mı

Kısa Londra Tarihi

köklü bir açılımı temsil ediyordu. Eskiden, tedarik alışverişlerini tipik olarak ev hanımların­ dan çok uşakların yapbğı ve bu işin bir dinlence etkinliğinden çok, bayağı bir gündelik iş olarak görüldüğü zamanlarda, ge­ nellikle dükkan vitrinleri küçüktü, ürün seçimi sırurlıydı ve mallar tipik olarak tezgahın arkasına istiflenirdi. Bu iş, söz­ cüğün tam anlamıyla yüzyıllarca böyle yürütülmüştü, ama arbk Royal Opera Arcade, kendini, gerçek bir perakende devriminin ön safında buldu; bu, gerekli olmaktan çok, haz verici bir şey olarak tüketim fikrine doğru deneme niteliğin­ de ablmış bir ilk adımdı. Dahası bu, şimdi başlı başına bir amaç olarak alışveriş dediğimiz şeyin, şimdi bize çok doğal gelen bir olgunun, Londra'daki ilk örneğidir; West End ise tüm dünyada, en uyaruk alışverişkoliğe bile sunduğu kalite ve inanılmaz çeşitlilik ile tanınır.

8. BÖLC>I

Victoria Döneminde- Lon.d ra

Victoria'run Londra'sı, saltanatının başlangıcında nüfusu 1 milyonun azıcık üzerinde bir şehirken, ölümünde yakla­

şık 4,5 milyonluk bir şehir haline gelerek, tek bir ömür sü­ resince tamamen dönüşüme uğradı. Değişiklikler, yalnızca bu eşi benzeri görülmemiş büyümenin sonucu olarak değil, demiryollarının hizmete girmesi nedeniyle ve dünyanın gel­ miş geçmiş en büyük imparatorluğunu yönetip sürdürmenin toplumu her düzeyde etkilemesi nedeniyle de meydana gel­ di. Büyük zenginliği ve akla hayale sığmaz sefaleti bir arada barındıran bir yer olarak, George dönemi Londra'sı nasıl ki en uygar kentsel yaşam idealini miras bırakhysa, Londralı­ ların bugün hala kullandıkları altyapının büyük bölümünü tasarlayan ve inşa eden de Victoria dönemindekiler oldu. 61. Kensal Green Mezarlığı

Harrow Road, W10 Victoria döneminde yaşayanların (Viktoryenlerin) ölüm takınhsını simgelemekle kalmayıp, onların ilerlemeye ve tek­ nolojiye olan sarsılmaz bağlılığını da simgeleyen Kuzeybah Londra'daki bu çığır açıcı mekan, ölü gömme yerlerinin ve tarihi kentteki antik kilise bahçelerinin arhk bu yöndeki tale­ bi karşılayamaz olduğu bir zamanda, cenazeler için yeni bir modaya öncülük etti. Zenginler, aşırı yığılmayla ilgili sorunlardan onlarca yıl 121

Kısa Londra Tarihi

boyunca hiç etkilenmemişlerdi, çünkü parası ve nüfuzu olan­ lar için kilise binaları içinde boş defin alanları çoğunlukla bulunabiliyordu. Ama kilise bahçelerinin sözcüğün tam an­ lamıyla dolup taşması yüzünden, dışarıdaki koşullar dudak uçuklatıcıydı. Uzun zaman önce ölenlerin tabutları sıklıkla kazılıp çıkarılıyor ve parçalanarak yakılıyordu, daha yakın zamanda defnedilenlerin bedenleri ise öyle kötü gömülü­ yordu ki, uzuvların yüzeye çıktığına ilişkin haberler vardı ve yakın yerlerde oturanları etkileyen "ölümcül ağır hava" dan endişe duyuluyordu. Açıkçası, bu sorunun çözümü, ölüleri kent merkezinden uzağa -yörede oturanların sağlığını daha az tehdit edecekleri yerlere- taşımaktı ve 1830'da Parlamentonun bir yasa çıkarma­ sından sonra, kent dışında yüzlerce dönümlük şık ve gösterişli mezarlıklar oluşturmak için yeni ticari kurumlar ortaya çıktı. Kensal Green'de, bunların ilki olan General Cemetery Cornpany (Genel Mezarlık Şirketi; GCC), en başından en yüksek idealleri benimsedi. İki yüz dönümden geniş bir ala­ na yüzlerce ağaç dikildi, tüm bölgeye çevre düzenlemesi uy­ gulandı, en çok tutulan Yunan Canlanması üslubuna uygun şapeller inşa edildi; Dor üslubuyla yapılmış geniş bir girişin arkasında, Anglikan cenaze sahipleri için Dor üslubu, diğer­ leri içinse İyon üslubu seçildi. Tabutların Grand Union Canal yoluyla gelmesini sağlayacak bir su savağı için yapılan plan­ lar terk edildi, ama en yeni teknolojiler benimsendi, ölüleri ana şapelden alıp aşağıdaki yer altı mezarlarına taşıyan bir hidrolik asansör de buna dahildi. Kısacası, tek başına yer altı mezarları bile on bin cesedi ala­ bilecek kapasitede olduğu için, bu kent dışı mezarlıklarda hiç­ bir şey ikinci sınıf olmayacaktı. Bunun kamuoyunda yarattığı çalkantıyla, III. George'un çocuklarından ikisinin başını çektiği önemli kişilerin yeni modayı benimsemeleri üzerine, GCC'nin 122

Victoria Döneminde Londra

hisseleri iki kattan çok değer kazandı. Çok geçmeden, yeter­ li paraya sahip herkes, ortamıyla estetik beğeniye hitap eden

Kensal Green' den mezar yeri ayırtma çabasına girdi; G.K. Chesterton, "İnişli Çıkışlı İngiliz Yolu" adlı şiirinde şu dize­ leriyle buranın çekiciliğini en iyi şekilde dile getirdi: "Kensal Green yoluyla Cennete gibneden önce, henüz işibnediğimiz güzel haberler ve henüz görmediğimiz hoş şeyler var." Sırada başkaları vardı, ama tempoyu Kensal Green belir­ liyordu. Ünlü bahçe mimarı J. C. Loudon, 1843'te buraya gö­ mülünce, onay mührünü zımnen basmış oldu; çok geçmeden, William Thackeray ve Anthony Trollope gibi yazarlar, besteci Michael Balfe, Brunel'lerden bazıları (Sir Marc, kansı ve oğlu Isambard Kingdom dahil), Prenses Sophia'ya ve Haşmebne­ ap Sussex Düküne katıldı. Günümüzde kentte yaşayanlar, beldeye ait büyük mezarlık düşüncesini son derece doğal karşılarlar, ama Victoria döneminde yaşayanlar için bu, zo­ runluluktan doğan ama zamanı da çoktan gelmiş olan radikal bir kavramdı. 62. Thames Tüneli

Wapping-Rotherhit/ıe, SEl 6 O büyük inşaat mühendisleri hanedanıyla bağlantılı bir başka yapı da 1843' te Marc Brunel ile oğlunun tamamladığı ve 170 yılı aşkın süre sonra hala gündelik olarak kullanılan Rotherhithe'daki Thames Tüneli'dir. İlk modern nehir altı tüneli olan yapının doğum süreci uzun ve sancılı geçti. Thames'in altından at arabalarıyla ula­ şım düşüncesi 1818' de ilk kez ortaya atıldığı zaman, yayın organlarında gerçekten fırtına koptu -Baba Brunel o sıralar gitgide ünleniyordu- ama sorunlar üst üste gelince, projeyi destekleyenler bile Brunel'in "büyük sıkıntı"sından söz ebne­ ye başladılar. 123

Kısa Loııdra Tarihi

Brunel, yerin altında kazı yaparken işçileri korumak için tasarlanmış bir "tünel açma kalkanı"run patentini daha önce alrnışb; anlaşıldığı kadarıyla, borç nedeniyle bir süre hapis­ te yatbğı sırada

Teredo navalis

türü bayağı gemi kurdundan

esinlenmişti. Yeni kazılan tünelin içi tuğlayla döşenirken tü­ neli destekleyecek bu düzeneğin on iki devasa dökme demir bölümü, çalışma ilerledikçe, hidrolik krikolar üzerinde adım adım ilerletilecekti.

Fikir güzeldi ama uygulanması o kadar kolay değildi ve ileri görüşlü başka bir mühendisin, yani Londra Yer Alh (Met­ ro) sisteminin yaratılmasında adı duyulmamış kahramanlar­ dan biri olan Sir James Greathead'in bunu mükemmelleştir­ mesi için birkaç yıl daha geçti. Bu arada, felaketler Brunel'in peşini bırakmadı. Mekanik kazı aleti, bıçakları döndiirmeye yetecek güçte bir motoru bulunmadığı için başarısız oldu ve

iki hafta içinde, işçilerden biri kuyuya düşünce ilk ölüm olayı meydana geldi (toplam on ölüm oldu). Birkaç ay sonra Tha­ mes toprağı çökertti ve ancak üç metre kadar ilerlemiş olan tüneli suyla doldurdu; bir gaz patlamasının ve aşağıdaki küf kokulu, nemli, ağır havayla ilgili yakınmaların ardından, kazı işinde çalışanların birçoğu, kısa süre sonra çıbanlar, acayip yaralar, bulanh ve ishal bildirmeye başladı. Projenin bir yılı henüz dolmamışken, kilit mevkideki bir mühendis aşırı çalışmaktan çöküntü geçirip ölünce, Marc'ın küçük oğlu Isambard yardıma yetişti, ama çok geçmeden o da kazıcıların karşısına çıkan bazı molozlarla ilgili endişesi­ ni dile getirmeye başladı (bu, nehir yatağının aşırı yakının­ da çalışmakta olduklarını gösteriyordu). Çok kısa süre sonra adamlar greve gittiler; sürekli su sızdıran tünel yeniden su baskınına uğradı (iki kişiyi daha öldürdü) ve Baba Brunel inme geçirerek felç oldu. Kısmen iyileştikten sonra, işçileri ve kırk kadar VIP'yi neşelendirmek için bir partinin iyi olacağı-

124

Victoria Döneminde Londra

na karar verdi; Coldstream Guards denilen muhafız alayının müziği eşliğinde, yaklaşık iki yüz kişilik bir şölen düzenlendi. Bu, halkla ilişkiler etkinliği olarak çok işe yaradı, ama birkaç hafta sonra tüneli yine su bastı ve bu kez öyle çabuk doldu ki, Oğul Brunel, şiddetli akıntıyla sürüklenerek, bugün Wapping metro istasyonu olan yerde yüzeye çıktı (neyse ki o şanslıydı, ama iki adam öldü). Brunel'ler beş parasız da kal­ dılar ve tünelin ancak yarısı tamamlanmıştı ki, işi bitirebilme­ leri için hükümet devreye girdi. En sonunda bitirdiler ve genç Kraliçe Victoria, 27 Ocak 1843'te tünelin açılışına katılarak, Marc Brunel'i şövalye ilan etti ve o ilk gün tünelden sıra olup yürüyerek geçen tahminen elli bin Londralıdan ilkini gördü. Ne yazık ki, vergi yükümlü­ lerinin cömertliği ancak buraya kadardı. Vagonları indirmek için gerekli spiral rampaları inşa etmeye kaynak kalmadığın­ dan, tünel yalnızca bir yaya geçidi oldu ve kamuoyunun ilk baştaki coşkusu, bir kez daha çabucak sönüp gitti. Neredeyse anında gaspçıların ve fahişelerin yuvası haline gelen, hatta bir ara kanalizasyona dönüştürülmesi bile dü­ şünülen Thames Tüneli, daha sonra, ancak Londra Metrosu tarafından Doğu Londra Hattı için devralındığı zaman ger­ çekten asıl amacına hizmet eder duruma geldi. Ağın en eski kısmı olan bu yapı 2007'ye kadar işletildi ve bugün, Londra Yer Üstü ağının bir parçasını oluşturuyor, Brunel'lerin at nalı biçimindeki alışılmadık tüneli ise hala büyük ölçüde el değ­ memiş dunımdadır. 63. Westminster Sarayı

Westminster Bridge Road, SW1 Augustus Welby Northmore Pugin, yarattığı en ünlü ese­ ri, "tümüyle Yunan tarzı, efendim. Klasik bir gövdede Tudor ayrıntıları" olarak tanımlamış olabilir, ama Charles Barry'le 12;)

Kısa Londra Tarihi

birlikte çalışırken tasarladığı şeyin, yalnızca Londra' da değil, bütün ülkede yine de kesinlikle Viktoryen bina olarak nitele­ nebileceği gerçeği orta yerde durmaktadır. 1834'teki korkunç yangından sonra, Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası için yeni bir yapıya ivedilikle gerek duyul­ du (aynca, kelimenin tam anlamıyla yüzlerce ofise ve komite odasına da gereksinim vardı, çünkü oturum salonları şaşırhcı ölçüde küçüktü ve binanın ufacık bir bölümünü oluşturuyor­ du). Bu yangın, Lordlar salonunun alhndaki (dikkatsizce aşırı doldurulmuş) ocakta başladı ve yaklaşık üç yüz yıl boyun­ ca İngiliz yönetiminin kalbini oluşturan binalar kompleksini tahrip etti. Yeni bir Westminster Sarayı için açılan tasarım yarışması­ na, doksan yedi gibi etkileyici sayıda başvuru yapıldı; önde gelen birçok isim, farklı üslupları yansıtan çeşitli tasarımlarla birbirine hodri meydan dedi. Yarışmayı, henüz şövalye un­ vanı bulunmayan Charles Barry kazandı. Ama popülerliği gitgide artan Gotik çevreden çok, klasik çevreyle çalışırken kendini daha güvenli hisseden Barry, genç Pugin'le çalışma ortaklığı kurdu; Pugin, babasının Gotik üslupla ilgili birçok kitabını resimlediği için, bu üslup hakkında çok bilgiliydi. 1840'tan 1852'ye kadar proje üzerinde çalışan bu ortaklık, mükemmel olduğunu kanıtladı: Yaşlı adam, binanın biçimini ve iskeletini sağladı, teknik uzmanlık sundu; Pugin ise bina­ nın genel dokusuyla ve neredeyse tüm dekorasyonuyla ilgili sorumluluğu üstlendi (ne yazık ki, sadece kırk yaşındayken akıl sağlığını yitirerek ölecekti). Hiç kuşkusuz, Barry'nin uzmanlığı ve diplomasisi olma­ saydı, ortaya bina diye bir şey çıkmazdı, ama bugün en çok yoruma konu olan ve gerek içinde çalışanlara gerekse ziyaret edenlere binayı çok sevdiren şey, Pugin'in çalışmasıdır. Pito­ resk beğenisi olan Bloomsbury doğumlu Pugin, her yüzeyi, 126

Vlctoria Döneminde Londra

daha iyisine seyrek rastlanan bir ayrınh zenginliğiyle ve çe­ şitliliğiyle kapladı. Çoğunlukla bunlar, esasen kendisinin icat ettiği Gotik Canlanma üslubunu yansıhyordu ve öyle görünüyor ki, ge­ rek dikey gerekse yatay her yüzeye -ayrıca, kapılara ve pen­ cerelere, mobilyaya, şöminelere, kitaplıklara ve daha pek çok şeye de- uygulanan bu çaba, neredeyse yarahcısını öldürdü. "Yaşamımda Bay Barry için çok ağır çalışhm" iddiasını hiçbir zaman öne sürmeyen Pugin, her şey -parke zeminler, pano duvarlar, vitraylar, duvar kağıtları, duvar saatleri, hatta hok­ kalar- için kişisel sorumluluk almakta ısrar ederken, çökün­ tünün eşiğine geldi. Aklını kaçırmadan önceki neredeyse son eylemi, bugün resmen Elizabeth Kulesi denilen ama her yerde "Big Ben" (gerçekte bu ad, yapının içindeki en büyük çana takılmıştır) olarak bilinen yapı için çizdiği tasarımı Barry'ye teslim etmek oldu. Barry en sonunda buradaki çalışmasından dolayı şö­ valye yapıldı, ama bugün Westminster Sarayı'nda en şaşırtıcı şekilde anısı yaşayan kişinin Pugin olduğunu söylemek belki de hakça olur.

64. Albertopolis

Exhibition Road, SW7 Kensington Bahçeleri'nin Coalbrookdale Kapıları olarak bilinen tören girişi, 1851 Büyük Sergisinden kalan birkaç eserden biridir. Büyük teknik beceri eseri olan bu kapılar -18 metrelik her bir kapı, Shropshire'daki Ironbridge' de tek parça olarak döküldü- Kristal Saray'ın kuzey transept girişine yer­ leştirilmek üzere yapıldı ve Büyük Sergi kapandıktan sonra buraya taşındı. 1851' deki sergi gibi devasa ve dillere destan bir gösteri­ nin neredeyse tamamen silinip gidebilmesi bugün oldukça 127

Kısa Londra Tarihi

inanılmaz görünüyor, ama gerçekte, Güney Kensington'ın Albertopolis" diye anılan semtinde hala bol bol anımsatıcı

11

vardır. Bu isimden ve Kristal Saray'ın kendisinden anlaşıla­ cağı gibi, en büyük teşvik, kişisel olarak kraliçenin eşinden (Prince Consort'tan) geldi; ileri görüşlü ve hayli faal bir kişi olan prens, yaklaşık altı milyon ziyaretçiden -Britanya'nın o zamanki nüfusuna eşit bir kitleden- sağlanacak gelirleri, ka­ lıcı değer ve anlam taşıyan bir şey yaratmak için kullanma düşüncesine kafayı takmıştı. Prens Albert, özellikle, Hyde Park Gate ile Kensington Go­ re'un güneyinde uzanan geniş bir alan ayırarak, müzeleriyle, konser ve konferans salonlarıyla, kütüphaneleriyle ve benzeri şeylerle sanat dallarına, bilim dallarına ve genel olarak eğiti­ me yönelik bir alan yaratmak istiyordu. Adamın kendisi gibi, bu düşünce de genel kabul görmedi (gerçekten, /1Albertopo­ lis" ismi ilk başta yergi içeriyordu), ama elinin altında 186.000 sterlini aşan bir kar olunca, çıtayı yüksek tutmak ve oldukça dikkate değer bir şey (ayrıca söylenmesi gerekir ki, ilerlemeye ve teknolojiye adanmışlığı bakımından benzersiz şekilde Vi­ ctoria devrine özgü bir şey) başarmak için gerekli kaynaklara sahipti. Onun mirasının önemlice bir kısmı bugün varlığını sür­ dürüyor ve Imperial College Landon (Londra Emperyal Ko­ leji), Doğa Tarihi Müzesi, Victoria ve Albert Müzesi, Royal Albert Hall (Kraliyet Albert Salonu), Royal Geographical So­ ciety (Kraliyet Coğrafya Derneği), Royal Colleges of Art and of Music (Kraliyet Sanat ve Müzik Dernekleri) dahil, dünyaca ünlü bazı kurumlan kapsıyor. Birçok başka kolej birleşmiş ya da daha büyük kurumların bünyesine katılmıştır ve bugün, büyük Imperial Institute'tan (Emperyal Enstitü) geriye kalan tek eser, Savoy Hotel'in mimarı T. E. Collcutt'ın tasarladığı yaklaşık 90 metre yüksekliğindeki çan kulesidir. 128

öyle

olsa

Victoria Döneminde Londra

bile, Albert, bırakhğı bu anıttan aşağıyı seyredince, gülüm­ semekte çok haklı olurdu. Bugün aynısı başarılabilir miydi? Farklı pek çok nedenle, neredeyse kesinlikle hayır. Ama bir anlamda bunun bir önemi yoktur, çünkü Albert'ın mirası hala tadına varmak ve kazanç getirmek için oradadır; onun kurumlan genellikle sapasağlamdır ve 150 yılı epey aşan bir süreden sonra, bu gerçekten kutlanmayı hak eden bir şeydir. 65. Kristal Saray Basamakları

Sydenhanı Hill, SE19 Büyük sergi sona erince, Joseph Paxton'ın büyük cam se­ rası (konservatuvar}, elbette Güneydoğu Londra'daki çimen­ lik bir tepeye taşındı, gerçi bpkı 150 yıl sonraki Dome gibi o da bir süre kendine bir amaç bulmak için çırpındı ve burayı alan ilk şirket, çarpıcı bir şekilde iflas etti. Yaklaşık seksen yıl boyunca, içinde bahçelerin ve tekneyle gezilen bir gölün, bir hayvanat bahçesinin, spor tesislerinin ve gerçek boyutlarda 29 dinozor modelinden oluşan olağa­ nüstü bir koleksiyonun yer aldığı 80 hektarlık büyülü bir parkın merkezini oluşturdu. Heykelci Benjamin Waterhou­ se Hawkins'in tuğla ve stuko (ustuka) kullanarak yarathğı, bugün oldukça uçuk kaçık görünen bu koleksiyon, yine de insanın o zamanki bilgi düzeyini temsil ediyordu ve projenin kilit önemdeki bir danışmanı, korkunç kertenkele anlamında "dinozor" terimini ilk türetmiş olan anatomi profesörü Ric­ hard Owen' dı. Dinozorlar sağlam kalmışbr ve yakın bir tarihte yapılan restorasyondan sonra iyi durumdadır. Ama bugün görkemli Kristal Saray' dan geriye, Kasım 1936' da tamamen yanıp kül oluncaya kadar üzerinde durduğu kaideye kadar uzanan birkaç basamak dışında hiçbir şey kalmamışhr. Belki söyle­ nebilecek en iyi şey, basamaklar üzerinde durunca, yapının 129

Kısa Londra Tarihi

büyüklüğü hakkında bir izlenim edinmenin hala mümkün olduğudur: Nelson Sütünu'ndan yüksek olan bina, yakla­ şık 7,6 hektarlık bir alan kaplıyordu, yapımında özel olarak üretilmiş 8.370 metreyi aşkın cam paneller kullanıldı ve beş bini aşkın işçinin çalışmasıyla tamamlandı; ve iddia ediyoruz ki, Viktoryenler hariç hiç kimse, Sydenham' a taşımayı bile umursamadan, bu yapıyı inşa etmeyi düşünmezdi. 66. Royal Arsenal (Kraliyet Cephaneliği)

Woolwich, SE18 Sonunda dünyanın en büyük silah ve mühimmat komp­ leksi haline gelecek olan yerin tarihçesi, 17. yüzyılda silah ve mühimmat yığınağı yapılan bir depoya kadar götürülebilir, ama fiilen Londra'run askeri varoşu olan tesisin genişleyerek Victoria dönemindeki emperyal kudretin gerçek lokomotifle­ rinden biri haline gelmesi, 1850'lerde -Kırım Savaşı için ha­ zırlıklar yapılırken- oldu.

1 670'li yıllarda, ilk depo yalnızca 120 dönümden azıcık geniş bir yer kaplıyordu, ama (yeni tür patlayıcılarla ve mü­ himmatla deneyler yapmak için) bir Kraliyet Laboratuvarının ve (silah üretmek için) bir Kraliyet Pirinç Dökümevinin ek­ lenmesiyle, bu alan, Britanya'run sömürge edinimlerine çok 1:30

Victoria Döneminde Londra

iyi ayak uydurarak genişledi. Sonunda, 607 hektardan geniş bir alanı kaplar duruma geldi ve doruk noktasına ulaştığında, seksen bin erkek ve kadın gibi inanılmaz bir iş gücünü istih­ dam ediyordu. Kraliyet Deniz Kuvvetlerinin tarihi Woolwich Tersanesi, Kraliyet Askeri Akademisi ve Kraliyet Topçu Alayının kışlası yakında bulunduğu için, bu bölgede güvenlik her zaman birin­ ci derecede öncelikliydi. On sekizinci yüzyıl sonunda, uzun­ luğu 4 kilometreden fazla olan ve yüksekliği yer yer 6 metre­ yi bulan bir duvar inşa etmek için hükümlüler çalışbrılmaya başlandı; bu yapı Viktoryenlerce tahkim edilip genişletildi ve oldukça yakın zamana kadar, tüm bu bölge, Loııdoıı A-Z hari­ tasında hala sadece boş bir alan olarak gösteriliyordu. Bugün buranın çoğu sağlam durumdadır ve erişimi ko­ laydır. Duvarın büyük bölümleri hala alanı çevirmektedir; 1994'te son askeri personelin ayrılmasını izleyen yıllarda, Ge­ orge ve Victoria dönemine ait en iyi yapıların bazıları müze­ ye, ticaret ve konut mekanlarına dönüştürülmüştür. Bundan dolayı, bir zamanlar bu yerin ne denli geniş olduğu konusun­ da mükemmel bir fikir edinmek hala mümkündür: Örneğin, yaklaşık 320 metrelik cephesiyle, kışla, onlarca yıl Londra' da­ ki en geniş bina olma unvanını korudu. Woolwich'in başken­ te yakın üç Kraliyet Silah ve Cephane fabrikasından sadece birisi olması (diğer ikisi Waltham Abbey'de ve Enfield'day­ dı), Britanya imparatorluğu çapındaki bir imparatorluğu kur­ mak ve sürdürmek için ne denli büyük teknolojinin ve kaba ateş gücünün gerektiğini de vurgulamaktadır. 67. İlk İçme Suyu Çeşmesi

Holbonı Viadııct, ECl Giltspur bekçi kulübesinin (önceki bölüme bakın) köşesi yakınında, St Sepulchre-Without-Newgate kilisesinin bahçe1!31

Kısa Londra Tarihi

sini çeviren duvarda 1859 yılında yapılmış Londra'nın en eski içme suyu çeşmesi bulunur. Başkentin suyu, yüzyıllarca, evsel ve ticari atıklar nede­ niyle yoğun kirlilik içeriyordu; çoğu zaman, Londra'run yok­ sulları için en güvenli seçenek, görece arıtılmış bir içecek olan biraydı. Hayırsever bir Kveykır ve banka sahibi bir ailenin oğlu olan milletvekili Samuel Gurney, bunun apaçık sonuçla­ rını önlemek için, Metropolitan Free Drinking Fountain As­ sociation (Anakent Ücretsiz İçme Çeşmesi Derneği) adlı bir demek kurdu. Gumey, 1854'teki kolera salgınının ardından, duyarlı bir yaklaşımla, yeni çeşmeleri mümkün olduğunca birahanelere yakın yerlere yaphrmayı yeğledi; Viaduct Tavem bunun ör­ neğiydi. 21 Nisan 1859' da açılan çeşme, çok geçmeden günde yedi bin kişi tarafından kullanılıyordu, gerçi demek, ismini değiştirip Metropolitan Drinking Fountain and Cattle Trough Association (Anakent Ücretsiz İçme Çeşmesi ve Sığır Yalağı Derneği) yaparak bağışçı kitlesini genişletmesine karşın, bu hayır işi hiçbir zaman yeterli bağış çekemedi. Gumey, desteğini aldığı aile bankasının kaynaklarıyla (Gurney's Bank 1896'da Barclays Bank ile birleşti), derneğin faaliyetlerini kendisi üstlenmeye karar verdi ve ömrü boyun­ ca seksenden fazla çeşme ve yalak yaphrdı. Çok güzel olan­ lardan ikisi Finsbury Meydaru'nda ve New Bridge Cadde­ si'nde hala ayakta durmaktadır, ama burada sözü edilen -ilk ve zincirli tasları olan çeşme- tarihsel açıdan daha önemli ve anlamlıdır. 68. Paddington İstasyonu

Praed Street, W2 Derniryolları, nice zamandır, Viktoryenlerin teknolojik ilerleme dürtüsünün simgesi olmuştur ve büyük Londra tren

v ıctorıa uoncmınae Lonara

istasyonları arasında ziyaretçilerin ilgisini en çok çeken belki de Paddington'dır. Mimari açıdan, yükselen dikeyliği ve şık Champagne Bar'ıyla St Pancras'ın profilinden ve ayrıklığından yoksun­ dur, anımsanabilen en eski zamanlardan beri sevgililerin ve başkalarının sözleşip saatinin alhnda buluştukları Waterlo­ o'nun romantikliğinden bir eser de taşımaz. Ama hala mer­ kezi Londra' da hizmet veren diğer büyük demiryolu gar­ larının aksine, bütünüyle yeni bir derniryolu türünün, yani Londra'yı dönüşüme uğratacak ve tüm dünyada kelimenin tam anlamıyla kopya edilecek olan bir demiryolu türünün ge­ lişiminde belirleyici öneme sahip bir rol oynayacakh. Bugün gördüğümüz istasyon binalarını, 1850'lerde büyük öncü mühendis Isambard Kingdom Brunel tasarladı, gerçi o güne gelininceye kadar, zaten Büyük Bah Demiryolu yirmi yılı aşkın süreden beri burayı kullanmaktaydı. Ama 1863' te, trenleri Paddington'dan Londra Kenti'ne kadar yerin üstün­ den değil, alhndan çalışhran bütünüyle yeni bir hizmet başla­ bldı. Metro ağırun deneme amaçlı başlangıcı olan bu olay, bir

l'.l'l.

Kısa Londra Tarihi

mühendisin değil, Kent yetkililerinin resmf avukatı Charles Pearson'ın (1794-1862) parlak fikriydi. Pearson, eski Fleet Irmağı'nın yatağı boyunca Farring­ don'dan King's Cross'taki yeni derniryolu terminaline uzanan "Kemerli Derniryolu" dediği şeyi daha 1845'te tanımlamıştı. Pearson, "üstü kapalı, tam ışıklı ve havalandırmalı sekiz raylı muhteşem bir yol"u günde 250.000 kişinin kullanacağını tah­ min ediyor ve "kent merkezi ile banliyöler arasında karşılıklı sık, dakik ve ucuz ulaşım" sağlayarak, Londra'nın o zamanki korkunç sıkışık trafiğini rahatlatacağını umuyordu. Sonuç olarak, King' s Cross yerine Paddington seçildi ve Pearson, bu tasarısının meyvesini vermesine sadece aylar kala öldü. Bununla birlikte, cadde düzeyinin sadece bir-iki metre altındaki sığ tünellerde tren çalıştırma planı kabul edildi; tü­ nel açma teknolojisindeki ilerlemelere bakılınca, gerçekten ilk derin "tüpler"in hala neredeyse otuz yıl uzak olması bunda hiç de hafife alınamayacak bir rol oynadı. Dünyanın herhangi bir yerinde ilk yer altı demiryolunun böylesine iyi bir fikir olduğu kanısını herkes taşımıyordu. Yaygaracı bir vaiz, Londra'nın altını böyle oymanın Şeytanı rahatsız edeceği uyarısı yapmakla ünlendi ve haftalık mizah dergisi Punch, tüm bu işi "lağım demiryolu" diyerek reddet­ ti. Ama öyle olsa bile, derniryolunun başarısı kesin görünü­ yordu ve 10 Ocak 1863'teki açılış seferinin ardından, çok kısa süre sonra günde 38 bin toplu taşıma yolcusu buharlı loko­ motifle çekilen ahşap vagonları doldurdu. Yeni hizmet, Metropolitan Railway (Metropol Demiryolu) olarak adlandırıldı ve dünya ölçeğinde öyle bir etki yarattı ki, en ünlüsü Paris Metro' su olmak üzere, bazı taklitçiler de aynı adla anılır oldu. Aradan 150 yılı aşkın süre geçmekle birlik­ te, Brunel'in büyük terminaline gelen Metropolitan, Circle, District ve Hammersmith & City hatlarına ait trenlerin hala

Vicloria Döneminde Londra

Charles Pearson tarafından hayal edilen istasyonları ve tü­ nelleri kullandıklarını düşünmek olağanüstüdür; bu durum, Central, Jubilee ve Northern hatlarıyla karşılaşhrıhnca, ışığın ve havanın görece daha bol olmasını açıklamayı kolaylaşhran bir şeydir. 69. Trinity Şamandıra Feneri

Trinity Buoy Wharf, E14 Victoria döneminde yeni teknolojiye bağlılığın bir diğer kanıtı olan Londra'nın tek deniz feneri -hatta bir deniz fene­ rine sahip olduğunu kim bilirdi?- 1864'te, yani tüm İngiliz deniz fenerlerini ve seyrüsefer belirteçlerini yönetip denetle­ me yetkisinin çok eski bir kurum olan Corporation of Trinity House' a verilmesinden birkaç yıl sonra inşa edildi. Kurum, Thames üzerinde kullanılan şamandıraları yıllar­ ca iskelede depoladı, aynı zamanda da burayı fener gemileri için bakım deposu olarak kullandı (onlardan biri hala burada demirli durmaktadır ve bir kayıt stüdyosuna çevrilmiştir). Deniz feneri -bu yerdeki ikinci fener- ünlü Eddystone fene­ rinden sorumlu mühendis Sir James Douglass tarafından ta­ sarlandı ve seyrüsefere yardım etmek için değil, daha sonra sahil boyuna dikilen fenerlerin test edildiği bir laboratuvar te­ sisi olarak ve yeni fener görevlilerini eğitmek için kullanıldı. Deniz feneri yapımı ve tasarlanması da dahil çok geniş alanlara ilgi duyan, dünya biliminin kilit önemdeki kişile­ rinden Michael Faraday, buradaki tesisleri kullananlar ara­ sındaydı. Elephant and Castle· semtinde doğan, neredeyse tamamen kendi kendini eğiten ve hiçbir zaman beyefendi sa­ yılmayan -hatta bir süre Sir Humphry Davy'nin uşağı olarak hizmet eden- Faraday'ın başarısı, iyi işleyen meritokrasinin (liyakat sisteminin) erken bir örneğiydi, ama yine de hiçbir şekilde o zamanki Londra için genel geçer değildi.

Kısa Londra Tarihi

70. Leadenhall Market

Gracechurch Street, EC2 1370'lerden beri burada bir market (pazar) bulunmasına karşın, camdan ve döküm demirden bir mücevher olan şim­ diki bina 1881'de tamamlandı. O zamanlar, "yabancılar"ın -yani, surlarla çevrili şehirde oturanlar dışındaki herkesin­ Londra halkına kümes hayvanı, daha sonra ise süt ürünleri ve başka ürünler satmalarına izin veriliyordu. Pazar, özellikle Büyük Yangından sonra hızla genişledi; arhk yalnızca gıda maddeleri değil, deri ve yün gibi tarımsal yan ürünler de sa­ tılmaktaydı. iL Derece eski eser listesindeki yapının parke taşlı yolları

ve süslemeli demir işleri, Sir Horace Jones'un (kent merkezin­ deki diğer iki tarihi pazar yeri olan Smithfield ile Billingsga­ te'in mimarının) tasarladığı yeşil, bordo ve krem renk boyalı market binalarıyla birlikte, 1990'larda büyük bir özenle res­ tore edildi. Market, çok çeşitli barları ve restoranlarıyla, uz­ manlık ürünleri ve lüks mallar satan birçok perakendecisiyle, bugün Londra merkezinin işçileri ve ziyaretçileri için popüler bir buluşma yeridir; bugün bilindiği üzere, bu mekanda eski­ den Londinium'un toplumsal ve aslında coğrafi merkezi olan Roma Forumu'nun bulunması da hoş bir rastlanhdır. 71. Karındeşen Jack'in İlk Cinayeti

Durward Street, El Karındeşen Jack'in ürkütücü şiddet eylemlerini işlediği yerleri ziyaret edip, 1888' de oralarda bulunanlara benzer gö­ rünümlü bir şeyler bulmak mümkün olsaydı, kamuoyunun hayal gücünü, önceki ya da sonraki başka seri katillerin hep­ sinden daha çok etkileyen Jack'in popülerliğini -bu biraz tu­ haftır, çünkü Londra'da en çok cinayet işleyen katil kesinlikle

Victoria Döneminde Londra

o değildi- açıklamak kolay olurdu. Ama gerçek şudur ki, sonsuz bir döngü oluşturan inşaat ve yeniden inşaat faaliyetleri, günümüzde buraları ziyaret edenlere, 19. yüzyıl Whitechapel'inin tekinsiz ve biraz teh­ likeli atmosferini duyumsama şansını vermez. Kimi köşeler bozulmamış olarak durmaktadır ve bu köşelerin birinde, Karındeşen'in faal olduğu aynı dönemde korkunç bir cina­ yet bile işlendi. Ama bugün hiçbir ciddi yetkili, Martha Tab­ ram'ın Gunthorpe Caddesi'nde öldürülmesini gizemli Jack'e bağlamaz; dolayısıyla, onun insan avına çıkhğı yerlerdeki külüstür binaları arayan amatör Karındeşen uzmanları, ço­ ğunlukla yalnızca ofis blokları ve bir yerde de çok katlı bir otopark bulurlar. Durward Caddesi'nde, eski Board School'un önündeki çöplüğe dönmüş bir bahçe, belki de bugün Karındeşen' e en yakın olunabilecek yerdir; 31 Ağustos 1888'in ilk saatlerinde 41 yaşındaki bir fahişenin cesedi burada bulunmuştu. Bugün görülecek pek bir şey yoktur, ama ta o zaman da yoktu, gerçi adı bilinmeyen bir katilin Whitechapel sokaklarında elini ko­ lunu sallayarak dolaşhğı düşüncesinden doğan paniğin yay­ gınlaşması için yeterli oldu. On beş günden kısa bir süre içinde başka bir cesedin ve bundan iki hafta sonra iki cesedin daha bulunması, anlaşı­ labilir bir şekilde panik düzeylerini tepe noktasına çıkardı. Beşinci bir ceset bulunduğu zaman, Doğu Londra' da keli­ menin tam anlamıyla herkes Karındeşen'i ve eylem tarzını biliyordu. Bugün ona duyduğumuz yoğun merak, belki de öldürdüğü kadınların sayısı ve sergilediği acımasızlık.la ilgili olmaktan çok, hiçbir zaman yakalanmamış ya da kimliğinin saptanmamış olmasıyla ve -kayıtlara geçen başka seri katil137

Kısa Londra Tarihi

lerin neredeyse hepsinin aksine- cinayet işleme çılgınlığını, öyle görünüyor ki, başladığı kadar ani ve açıklanamaz bir şe­ kilde sona erdirmiş olmasıyla ilgilidir.

72. Umumi Tuvalet

Folet; Street, Wl Umumi tuvaletler hiçbir şekilde Victoria dönemine has bir buluş değildir: Londinium'u bunlarla Romalılar tanışhrdı ve bildirildiğine göre, III. Henry, Londra Köprüsü yakınına böy­ le bir tesis yaptırmak için 11 sterlin harcadı. Bununla birlikte, Londra'daki en eski umumi tuvaletleri kesinlikle Victoria dö­ nemine aittir; Sir Joseph Bazalgette'in görkemli yeni ahk su kanallarıyla oluşturduğu yaygın kanalizasyon şebekesinden yararlanarak tam zamanında yapılan bu tesisler, 19. yüzyılda kentsel planlamaya ve altyapıya yönelik yaklaşımın güzel bir örneğidir. Star Yard WC2'de, süslemeli dökme demirden yapılmış ender bir kaldırım helası vardır; yeşil renklidir, II. Derece ta­ rihf eser listesindedir ve 1980'1erin ortasından beri kullanım dışıdır. Ama bu, kesinlikle, Londra'da rastlanması pek bek­ lenemeyecek Paris tarzı bir

pissoir'dır;

o dönemde yapılmış

benzerlerinin çoğu, biraz daha terbiyeli bir anlayışla, kaldırı­ mın

albna yerleştirilmiştir.

Ama bugün bunlar da genellikle harabeye dönmüştür, gerçi birçoğu için oldukça şaşırhcı yeni kullanım alanları bu­ lunmuştur. Birkaç yıl önce, bunlardan birini (Kennington'