Husserl [1 ed.]
 9786051719986

Citation preview

3667 1 ALFA I FELSEFE I 77 HUSSERL

DAVID WOODRUFF SMITH California Üniversitesi, Irvine'de seçkin bir felsefe profesörü olan David Wood­ ruf Smith, çeşitli konular ve düşünürler üzerine yazılar yazmış, fenomenolojiyle mantık, ontoloji, epistemoloji, etik, sosyal teori ve zihin felsefesi gibi onunla aynı kökten gelen alanlar arasındaki ilişkileri görünür kılmıştır. Yazarın diğer kitap­

Husserl and lntentionality (Ronald Mclntyre'la). The Circle ofAcquintance, and Mind World'dur. Husserl kitabı (2007; 2013) Husserl'in bütüncül felsefe sistemi­

ları

nin, onun fenomenolojisini mantık, ontoloji, epistemoloji, etik ve zihin felsefesi alanındaki teorilerle karşılıklı ilişkilerini sunarak, yeniden-yapılandırılışını ortaya koyar.

SEÇiM BAYAZIT (1983) Niğde' de doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da, lisans eğitimini Anado­ lu Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek Okulu ve Yeditepe Üniversitesi Felsefe ve Psikoloji bölümlerinde almış, yüksek lisansını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümünde "Husserl'in 'Kartezyen Meditasyonlan'nda Baş­ ka Ben'in Tesis Edilmesi" tezini vererek tamamlamıştır. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümünde doktora çalışmalarına devam et­ mektedir.

Huun/ © 2017, ALFA

Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Husserl © 2013, David Woodruff Smith Bu kitabın İngilizce baskısı Taylor & Francis Group'un Routledge markası tarafından yayımlanmıştır. Kitabın Türkçe yayın hakları Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.'ne aittir. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz. Eser sahiplerinin manevi ve mali hakları saklıdır.

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak Genel Müdür Vedat Bayrak Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu Çeviren Seçim Bayazit Kitap Editörü: Özlem Harın Gürbüz Kapak Tasarımı Füsun Turcan Elmasoğlu Sayfa Tasarımı Güneş Kozak - Eylem Sezer

ISBN 978-605-171-998-6

1. Basım:

Eylül 2019

Baskı ve Cilt

Melisa Matbaacılık Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul Tel:0(212) 674 97 23 Faks:0(212) 674 97 29 Sertifika no: 12088

Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. Alemdar Mahallesi T icarethane Sokak No: 15 3441O Cağaloğlu-İstanbul Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no: 43949

::c �



el)

u. u.

:::> o::

c o o

� c > -c( c -

ÇEVİREN: SEÇİM BAYAZİT

İÇİNDEKİLER

İkinci Baskıya Önsöz... . .............. . ... ....................... 9 Kronoloji . .. . ............................................... . ... . .. 13 Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

17

Bir Husserl'in Yaşamı ve Eserleri ........... ................. . .. 29 İki Husserl'in Felsefi Sistemi ..................................... 65 Üç Mantık: Dil. Zihin ve Bilimde Anlam . . . . . .. . . . . ... . .. . ..... 118 Dört Ontoloji: Özler ve Kategoriler, Zihinler ve Bedenler .... 177 Beş Fenomenoloji 1: Bilinçli Deneyimin Yeni Bilimi........ .. 240 Altı Fenomenoloji il: Yönelimsellik, Yöntem ve Teori. ...... . 297 Yedi Epistemoloji: Rasyonalizmin, Empirizmin ve Kantçılığın Ötesinde ....

390

Sekiz Etik: Deneyimde Temellenen Değerler.. ................. 438 Dokuz Husserl'in Mirası ve Günümüzde Husserlci Felsefe . .. 494 LOgat .....................................................

563

Kaynakça .......................................

588

Dizin ......... . .. . .... . . . . . ... . . . . . .. . ... . ......... .............. 609

İLLÜSTRASYONLAR

Aşağıda bazı bölümlerde genellikle karikatür çizimleri ile gösteri­ len resimlerin bir listesi bulunmaktadır

3 . 1 Basit bir dil ya da teori için Husserlci mantık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 147 .

3.2 Husserl'in düşünceyi ifade eden dil modeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 48 .

.

3.3 Husserl'in dil felsefesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . 1 54 .

.

.

.

4. 1 Aristoteles'in kategoriler sistemi . . . . . . . . . . . . .

.

.

. ....

4 . 2 Kant'ın (kavramsal) kategoriler sistemi .

.. . . . .

.

..

. .. . . .. . ..

. .. .

. .. 181

. ..... ..

. . . . . . . . . . . . . . . . 1 83 . .

.

. . .. .

. ..

4.3 Husserl'in kategoriler sistemi . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . 204 5. 1 Yönelimselliğin yapısı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 263 .

5.2 Zaman bilincinin yapısı .

.

.

.

..

........ .

..

.

. . . .. . . . . .

.

.. .. . .

.

. . . ..

.... .. .

..

.

. . .....

.

. . 269

. . . ..... .

5.3 Uzay-zamandaki bir şeyin deneyimi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 281 .

.

.

.

.

.

..

..

6.1 Anlam [Sense) üzerinden referans . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 326 .

.

.

.

..

.

.

. .

.

..

..

.

6.2 Anlam [Sense) üzerinden yönelimsellik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 327 .

.

.

.

.

. .

.

.

6.3 Bilinçte bir nesnenin konstitüsyonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 374 .

.

.

.

.

.

.

.

..

Smith-Douglas Topluluğu İ çin

İkinci Baskıya Önsöz

Bu kitap Edmund Husserl'in fenomenolojisinin gelişimi­ ni mantık, ontoloji, epistemoloji ve etik teorileriyle ilişkili olarak sunan, tüm felsefe sistemi üzerine yapılan bir çalış­ madır. Husserl elbette ki fenomenolojinin, bilincin birin­ ci- şahıs biliminin, kurucusu olarak bilinir. Bununla birlikte, Husserl'in sisteminin mevcut yorumunda fenomenoloji, sis­ temin tek temeli olarak yalnız b aşına değildir; mantık, onto­ loji, vs.deki başka ilkelerle karşılıklı ilişki içindedir. Husserl'in ikinci edisyonu i çin, çağdaş felsefe bağlamın­ da Husserl'i ele alan yeni bir dokuzuncu bölüm yazdım. Bunun dışında, ilk edisyon değiştirilmemiş , Husserl'in bü­ tüncül felsefe sistemine olan yoğunlaşma burada da devam etmektedir. Dokuzuncu bölüm (ilk edisyondan elde edilen malzemeyi bütünleştirerek) Husserl'in mirasını anahatlarla sunmaktadır ve daha sonra da Husserlci teorinin bilinç te­ orisindeki ve onun ontolojisindeki problemlerle nasıl başa çıktığıyla uğraşmaktadır. Bu yeni tartışmada -Husserl'in transendental fenomenolojisinin aynı düşüncedeki bir eleş­ tirisinde- özellikle son on yılda keskin hatlarla belirginleşen birbiriyle bağlantılı dört meseleye değiniyoruz. tık olarak sinirbilim çağında, deneyimimizin -"öznel ola­ rak" neye benzediğinin- fenomenal karakteri, bilincin be­ yindeki nöral faaliyetlerden kaynağını aldığı doğal dünya­ nın bilimsel imgesiyle hangi noktada uyumludur? Bu, b ilinç biliminde "zor problem" olarak adlandınlmaktadır. İkincisi,

1O

DAVID WOODRUFF SMITH

fenomenal bir karakter yüklendiğinde, bir deneyimin han­ gi özellikleri onu bilinçli kılmakta, kendi başına farkında­

lığı tanımlamaktadır? Onun yönelimseliği (bir şeyin-bilinci midir?) ya da belki de (hipokampüs'ün yürüttüğü) bilincin oluşumunun daha yüksek-düzeyde bir izlenmesi mi? Ya da bilincin zamansal akışında kabaca ortaya çıkışı mı? Üçün­ cüsü, zamansal-olmayan ideal anlamlar -Husserl'in bilinç edimlerinin "noematik" içerikleri dediği şey- hangi noktada (uzay-zamandaki nöral faaliyetlerde temellenen) gerçek-za­ manlı bilinç akışına sahiptir? Dördüncüsü, ideal anlamlar ve önermeler tarihin zamansal akışında nasıl üretilebilir? İde­ al anlamların statüsü, daha önceki zanaatkarların, düşünür­ lerin, yazarların çalışmalarında gündelik kavramlarımızın pek çoğunun tarihsel oluşumunu dikkate aldığımızda daha karmaşık hale gelir. Bu meseleleri gözden geçirmek bağlılık ontolojisidir. Benim mevcut bilincim ontolojik olarak beyin faaliyetine, kendi başına bir farkındalığa, ideal anlamlara, beynimde işlendiği haliyle zihnimden halihazırda geçen bu anlamların tarihsel oluşumuna nasıl bağlıdır? Tabiri caizse, dokuzuncu b ölüm bugünün dünyası i çin güncellenen Hus serlci bir sistemin temel bileşenleri i çin bir durumu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, ilk sekiz bö­ lümde ortaya koyulan Husserl'in felsefi sistemiyle, bilinç ve i çerik hakkındaki çağdaş meselelere büyük ölçüde Hus­ serlci bir yaklaşımla kitabı sonlandıracağız. Tarihsel Hus­ serl kendi zamanının tininde neyi söylerse söylesin, Hus­ serl'in çetrefilli fenomenolojik ontolojisinin ayrıntılarının yukarıdaki meselelere değinen incelikli çağdaş bir teori­ yi s ağladığını öne sürüyorum: Her şeyin ontolojik olarak nörobiyolojik bir sürece ve farklı biçimlerde de tarihsel kültürel oluşumlara bağlı olan, içsel farkındalığı içeren ideal içerikli fenomenal bilinç teorisi. Husserl'in bilinç ediminin i çeriğinin ya da "noema" teorisinin yakın bir oku­ masıyla, yeni p erspektiften bu alengirli meseleyi yeniden ele alarak kapanışı yapacağız. Bu bağlılıkları her yönden

ÖNSOZ

11

inceleyeceğiz. Husserl'in külliyatı boyunca her yere sira­ yet eden bağlılığın kendi si, ontolojik kategorilerin en çok unutulanıdır. Heidegger'in varlığın "unutulmuşluğu"ndan, varlığımızın "temeli"nden (Grund) söz ettiği anlamda unu­ tulmuş". Bu alet, bağlılık kavramı, Husserl'in sisteminde kilit niteliktedir. Bu kitabın ilk edisyonu Montreal'deki bir dergi olan Philosophiques' de yazarın eleştirilere cevap ver­ diği sempozyumun temasıydı . Disputatio formatı, derginin editörü Denis Fisette'den gelen doneler ve benim bunlara verdiğim yanıtlarla, Jean-Michel Ray, John Drummond ve Eduard Marbach'ın yaptığı yorumları ön plana çıkarmak­ taydı (Bakınız Fisette 2009) . Onların önerdiği iyi gözlemlen­ miş yorumları kullandım ve bu yorumlardan faydalandım ve bu tartışmadan toplanan, dokuzuncu bölümün içgörü­ leriyle birleştirip bütünleştirmeye çalıştım. Yeni bölümün, bu meslektaşların benim kendi Husserl yorumuma dair yo­ rumları (diğer araştırmacıların kaygılarına yakın olan eleş­ tiriler) ışığında ilerleyerek Husserl'in felsefesi i çin önemli problemleri ele aldığını düşünüyorum. Yine de, söz konusu bölümdeki argüman tarzı felsefi bir sistemi geliştiren ve genişleten bir sistemdir. Yukarıda bahsettiğim yorumculara şükranlarımı sunu­ yorum; onların gözlemleri ve sorunsallaştırmaları bu ikin­ ci edisyonda daha başka düşünümlere sevk etmiştir. İkin­ ci edisyon i çin sunduğum önerinin adsız üç eleştirmenine teşekkür ediyorum; onların bu yöndeki tavsiyeleri çok yar­ dımcı olmuştur. 9. Bölümün sondan bir önceki taslağının iki adsız eleştirmenine de teşekkür ediyorum; onların ayrıntılı açıklamaları benim bu bölümü geliştirmemde ve bu süreç boyunca da açığa kavuşturmamda yardımcı olmuştur. Da­ hası, Husserl'in felsefesiyle çağdaş zihin felsefesi ve metafi­ zik arasındaki ilişkileri ele alan seminerler ve tartışmalarda bana eşlik eden geçmişteki, gelecekteki pek çok yüksek li­ sans öğrencisine teşekkür ediyorum; bu a priori çalışmanın bir laboratuar çalışması da bulunmaktaydı.

Bu ikinci edisyonun son bölümünde (ve özellikle son altbölümde), teorinin bazı anahatları bilgisayar ekranında onların görünüşünü seyrediyonnuşum gibi bir araya geti­ rilmiş , bilincin yerini ve dünyadaki içeriğini konfigüre et­ miştir. Bu satırlar söz konusu olduğunda, yıllardır sürdür­ düğüm diyaloğu tekrar etmeyi bir borç bilirim. (Husserl'in noema kavrayışı da dahil olmak üzere) Husserl'i titizlikle okuması kendi Husserl okumamın da temelinde yatan Da­ gfinn F0llesdal'e özellikle teşekkür ediyorum. Husserl üze­ rine yaptığımız müşterek çalışmanın Husserl'e dair mevcut okumanın çoğunluğu için başka temeller döşeyen Ronald Mclntyre'a da teşekkür ediyorum. Formel ontolojiye duydu­ ğum ilgi -bu kitap boyunca ve bu edisyonun son bölümünde şüphesiz ki apaçıktır- sistematik ontolojik meseleler üzerin­ de de çalışırken Husserl'deki bir fine print'i' okuduğumda birlikte geliştirilmiştir. Formel ontolojiye yoğunlaşmam kıs­ men Ontek projesi bağlamında geliştirilmiştir (türü adlan­ dırmam gerekirse, sayısallaştırıcı [computationall fenome­ nolojik ontolojide); bu bağlamda merhum C huck Dement'le 1 980'ler ve 90'larda, Peter Woodruff'la 1 980'lerde ve Peter Simmons'la 1 990'larda girdiğim uzun bir tartışma için on­ lara şükranlarımı sunuyorum. Martin Schwab'a da teknik amaçlar için benimsenen Husserl'in Almanca terimlerinin önemi ve etkisini tartıştığı için teşekkür ediyorum. Her zamanki gibi, bana en yakın olanların, Mary, Wyn­ dham ve Doug'a (ve dört-ayağı-yere-basan yaşam fenome­ nolojileriyle aynı duyguyu paylaşan ruhlara) lebensweltlich bilgeliği için özellikle minnettarım.

ı

Pek çok kişinin görmediği fakat bilinmesi gereken aynntılan içe­ ren, bir dökümanın küçük harflerle yazılmış bölümü -çn.

Kronoloji

1859

Edmund Husserl 8 Nisan' da, Prossnitz (Prostejow), Mo­ ravia'da, dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak doğdu.

1876-82

Leipzig, Berlin ve Viyana Üniversitelerinde çalışmalar yaptı. Kronecker ve Weierstrass ile matematik çalıştı.

1882

HDeğişkenler Kalkülüs Teorisine Yönelik Katkılar" adlı Doktora tezi, 8 Ekim' de kabul edildi.

1884-6

Franz Brentano'yla Viyana'da, Cari Stumpfla Halle'de birlikte çalıştı.

1887

Malvine Steinschneider'la 6 Ağustos'ta evlendi.

1887

Habilitationschrift'i, "Sayı Kavramı Üzerine, Psikolojik Çözümlemeler" kabul edildi ve basıldı.

1887-1901 Halle Üniversitesinde Privatdozent1 olarak ders verme­ ye başladı. 1891

Aritmetik Felsefesi, Psikolojik ve Mantıksal Araştınnalar

1892

Frege, Aritmetik Felsefesi hakkında eleştirel bir yazı

1892-5

Husserl'in çocuklan Elli, 1 892'de; Gerhart, 1 893'de;

1900

Wolfgang 1 895'de doğdu. Mantıksal A raştınnalar, n k Bölüm: Saf Mantık'a Prole­

yayımladı.

gomena, ilk edisyon. 1901

Mantıksal Araştınnalar, i kinci Bölüm: Fenomenoloji ve Bilgi Mantığı Teorisine yönelik Araştınnalar, ilk edis­ yon.

Alman akademik sisteminde misafir öğretim üyesine yakın bir aka­ demik mevkii �n.

14

DAVID WOODRUFF SMITH

1901

Göttingen Üniversitesinde Extraordinarius [dışarıdan atanmış profesör) Profesör olarak atandı.

1903

Johannes Daubert ve Adolf Reinach'la Münih fenome­ noloji "okulu" kuruldu.

1906

Göttingen'de Ordinaryus Profesörlüğe yükseldi.

1907

Edith Stein ve Roman Ingarden'le Göttingen Felsefe Topluluğu kuruldu.

1903-15

Zaman-Bilinci üzerine Dersler, 1 905- 1 0. Şey ve Uzay üzerine Dersler, 1 907. Anlam Teorisi üzerine Ders ­ ler, 1 908. Etik ve Değer Teorisi üzerine dersler, 1 9 1 1 , 1 9 14. Leibniz, Locke, Berkeley, Hume, Kant, Fichte ve Lotze dahil olmak üzere, çeşitli filozoflar üzerine dersler ve çalışmalar yaptı. Kant'ın birinci ve ikinci Eleştirisi, te­ orik ve pratik akıl üzerine dersler verdi.

1911

"Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe," Logos, cilt 1 ( 1 9 1 9/ 1 1 ) .

1912

Ideen 1, il ve IIl'ün taslak halindeki elyazmalan.

1913

Ideen I. eşdeyişle, Saf Fenomenoloji ve Fenomenolojik Felsefeye Yönelik Düşünceler, Birinci Kitap: Fenomeno­ loji 'ye Genel Giriş.

1916

5 Ocakta, Freiburg Üniversitesi'ne Ordinaryus Profesör

1916

Husserl'in oğlu Wolfgang, Verdun yakınlarında, 8

1917

Husserl'in oğlu Gerhart, Nisan ayında yaralandı. Anne­

1916-19

Edith Stein, Husserl'in Freiburg'da asistanı olarak ça­

olarak atandı, 1 Nisan' da göreve başladı. Mart'ta vefat etti. si Temmuz ayında vefat etti. lıştı. 1919-23

Martin Heidegger, Freiburg'da Husserl'in asistanı ola­ rak çalıştı.

1922

University College London'da ders verdi. G. E. Moore'la tanıştı.

1924

Rudolf Carnap, Husserl'in ileri düzey seminerine katılır.

1925

Fenomenolojik Psikoloji üzerine Dersler.

1928

Emeritus Profesör olarak emekli oldu. i çsel Zaman-Bilincinin Fenomenolojisi (Edith Stein'in

1928

daha önceki düzenlemesinden sonra Martin Heidegger yayına hazırlamıştır.)

KRONOLOJİ

1929

15

Paris Dersleri, Emannuel Levinas ve diğerleri tarafın­ dan tanıtılmıştır. Daha sonra, Paris Dersleri olarak ya­ yımlanmıştır.

1929

Formel ve Transendental Mantık.

1929

Gilbert Ryle, Husserl'i yazın ziyaret eder.

1931

Kartezyen Meditasyonlar (Fransızca çevirisi) .

1933

Üniversiteden Nazi Kararnamesiyle uzaklaştınldı (Ni­ san). Kararname daha sonra iptal edildi (Temmuz). Sonrasında Alman vatandaşlığından çıkarıldı.

1935

Viyana Dersleri, "Avrupa İnsanlığının Krizi ve Felsefe"

1935

Los Angeles'daki Southern C alifornia Üniversitesinde bir kürsü teklif edilmiş, Husserl reddetmiştir.

1935-8

Öldükten sonra Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transen­

dental Fenomenoloji olarak yayımlanacak olan elyaz­ malannın taslağı hazırlandı. 1938

Husserl 27 Nisan' da, 79 yaşında vefat etti.

Giriş Edmund Husserl, Fenomenolojinin Kurucusu

Edmund Husserl ( 1 859- 1 938) Moravia'da doğmuş, ilk olarak matematik ve daha sonra felsefe alanında Viyana ve Ber­ lin' de eğitim almış, bir dizi Alman üniversitesinde dersler vermiş ve felsefe hakkında yazmıştır. Daha çok birinci-şahıs bakış açısından deneyimlendiği şekliyle bilincin özünün in­ celenmesi olarak tanımlanan fenomenolojinin kurucusu ola­ rak bilinir. Husserl'in fenomenolojisi Avrupa düşüncesinin yönünü değiştiren felsefi bir programı başlatmıştır. Husserl s adece mümtaz bir fenomenolog değil, aynı zamanda Aristo­ teles ve Kant gibi en büyük sistematik filozoflardan biriydi. Husserl için bu Pantheon' da hak ettiği yeri almasının vakti gelmişti. Bu münasebetle, Husserl'e ilişkin bu inceleme, fe­ nomenolojinin özel bir rol üstlendiği felsefi sisteminin gene­ line odaklanacaktır. İki Husserl vardır: Dinamik "kıta" [felsefesi) geleneğine uyan tutkulu, devrimci filozof ve doğal olarak "analitik" ge­ leneğe uyan, titiz, matematikçi, formelist filozof. Her ikisi de eşit ölçüde gerçektir; her ikisi de 20. yüzyıl felsefesini farklı eğilimleri ile etkilemiştir. Ancak devrimci ve bilimsel Husserl'i bütünleştiren bir üçüncü Husserl daha vardır. Bu Husserl, her şeyi birbirine bağlı olarak gören, b ağlı olmanın kendisine dair bile bir teori yani bilinç, doğa , toplum, s ayı, tüm bunlardaki ideal "mantıksal" formlar ve daha birçok

18

DAVID WOODRUFF SMITH

alandaki teorilerini birbirine bağlayan bir teori geliştirmiş olan bir sistematik filozoftur. Husserl 20. yüzyıla girerken psikoloji, mantık, matematik ve fiziğin devasa sıçramalar gerçekleştirdiği bir dönemde entelektüel sahneye adımını attı. Fenomenolojiyi felsefenin diğer çekirdek disiplinleri arasına yerleştirerek, bu farklı bilimleri birleştirmek için yeni felsefi bir disiplin başlattı. Husserl mantık, ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji ve sos­ yal ve etik teoriyi -henüz tam anlamıyla anlaşılmayan bir tarzda- bütünleştirerek, bir üst düzeyde felsefenin, bilimin, matematiğin ve hümanist kaygıların felsefesini de içeren karmaşık ve geniş kapsamlı bir felsefi sistem geliştirmiştir. Umuyorum ki Husserl'in bu kitapta sunulan portresi, hem devrimci fenomenologu, hem bilimsel filozofu hem de gele­ neksel sistemciyi aynı zamanda tasvir edecektir. Husserl 20. yüzyılın iki felsefi geleneğinin fikir akışında önemli bir rol oynamıştır: "Kıta" (Avrupa) felsefesi ve "ana­ litik" felsefe; ilki hümanist kaygılardan esinlenirken, ikin­ cisi mantıksal-matematiksel-bilimsel kaygılardan ilham almıştır. Husserl'in kıta felsefesi üzerindeki etkisi, Ameri­ ka [kıtalannda) ve Asya'da fenomenolojik felsefe üzerindeki etkisiyle birlikte, iyi bilinir. Ne var ki, analitik felsefe üze­ rindeki etkisi, yeni yeni açığa çıkmaktadır. (Bakınız Dreyfus 1 982; Mohanty 1 982; Coffa 1 99 1 ; Dummett 1 993; Richardson 1 998; Friedman 1 999; Hill ve Rosado Haddock 2000; Fisette 2003; Livingston 2004; Ryckman 2005, 2006.) Mevcut çalış­ ma, Husserl'in sisteminin, Platon ve Aristoteles'den başla­ yıp, Descartes, Hume ve Kant' tan geçerek 20. yüzyıla uzanan tarihin uzun akışı içindeki yerini araştırmaktadır. Husserl'in karmaşık fikirlerini -yöntemlerini, kavram­ larını, teorilerini ve sistemini- olabildiğince yalın biçimde sunmaya gayret ettim. Yine de, Husserl'in düşüncesi kar­ maşıktır ve onun karmaşıklığını, müteakip bölümler bo­ yunca farklı konular birbirini etkilediği oranda göstermeye çalışacağım. Bu doktrinal tartışmalara girip çıkmak, fikir-

GİRİ$

19

!erinin bağlamını ortaya koymak adına, Husserl'in diğer felsefi figürlerle ilişkisini incelemek içindir. Ayrıca, tartış ­ malara açıklık getirmek, kendi külliyatı içinde görüşlerinin tarihini ortaya koymak üzere belirli metinlerde Husserl'in düşüncelerinin gelişimi hakkında yeri gelmişken yorumda bulunmaktır. Sunumun bu yönleri Husserl'i okumak için bir kılavuz sunmaktadır, zira bizim Husserl'e ilişkin sunumu­ muz, Routledge Filozoflar Dizisi'nin ruhuna uygun olarak, okurlara Husserl'in kapısına giden bir ilk basamak olarak yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla, aynı anda farklı türden okurlar için yazıyorum. Husserl'in uğraştığı felsefi teorinin her bir alanına yönümü döndüğümde, temel kavramları, bel­ li başlı alternatif görüşleri ve Husserl'in kendi tartışmasının arka planındaki temel tarihsel itici güçleri genel hatlarıy­ la tasvir edeceğim. Eğer deneyimli bir felsefe okuruysanız, fakat Husserl ile nispeten yeni karşılaşıyorsanız, belirli bir bölümü, ilk başta, bir bölümden diğerine gelişen anlatıyı takip etmeden de okuyabilirsiniz. Husserl hakkında zaten bilgi sahibiyseniz, sizi en fazla ilgilendiren konu ve mese­ lelere giden yolu, özellikle fenomenolojiye tahsis edilmiş iki bölümde kolayca bulacaksınız . Arka planınız n e olursa olsun, 2 . Bölümde, Husserl'in tüm sisteminin, bu sistemin çeşitli parçalarının nasıl ve ne­ den birbiriyle karşılıklı ilişki içinde olduğuna ilişkin bir çö­ zümlemeyi ön plana çıkaran birlikli bir sunumunu bulacak­ sınız. Şayet Husserl'in sistemini ayrıntılı olarak çalışmak, fenomenolojiye ilişkin meseleleri bu geniş bağlamın içinde görmek istiyorsanız, o zaman kitap boyunca gelişen anlatıyı takip ediniz. Eğer özellikle Husserl'in çalışmalarının tarihi ve yanın yüzyılı aşkın bir sürede onlarca cildi bulan yazı­ larındaki gelişimiyle ilgileniyorsanız, o zaman 1 . Bölümde özetlenen, fakat metin boyunca tekrarlanan belli metinler hakkında ortaya koyduğum ipuçlarını takip edebilirsiniz. Son olarak, şayet Husserl'in külliyatındaki belli metinlerle ve bu metinlerin Husserl'in fenomenolojisinde, ontolojisinde

20

DAVID WOODRUFF SMITH

ve benzeri alanlarda veya bütün sistemi içinde nasıl bir rol oynadığı ile ilgileniyorsanız, bu durumda, metin boyunca belli fikirleri şekillendirirken yer verdiğim belirli metinlere yapılan atıflan takip ediniz.

Devrimci filozof, bilimsel filozof Avrupa felsefesinde, Rousseau ve Kant'tan Nietzsche ve He­ idegger'e ve yakın zamandaki Foucault ve Derrida gibi kül­ türel eleştirmenlere kadar giden, radikal değişimi vurgula­ yan bir gelenek mevcuttur. Tarih daima olumsal toplumsal bir gerçeklikten diğerine değişen, zihin, beden ve toplum hakkındaki soyut felsefi teorileri ve ben ve polis hakkında belirli ideolojileri savunan somut politik hareketleri içeren dinamik bir süreçtir. Bu "tarihselci" gelenek içinde Husserl, felsefe içinde ve ötesine geçecek şekilde fenomenoloji da­ vasında ısrar ederek, soyut devrimci rolünü üstlenir. Hus ­ serl'in "yaşam-dünyası"na ilişkin meşhur eleştirisi, Avrupa bilimlerinin doğayı "matematikleştinne" hevesiyle gündelik yaşam ile temasını yitirdiği kabulüne dayanır. Bunun sonucu ise insan yaşamının düzenlenmesinde rasyonaliteye gösteri­ len saygının, bilimden politikaya varanda, korkunç biçimde yitirilmesi ve Husserl'in son yıllarında ( 1 935- 1 938), orada doğmamasına rağmen yaşamayı seçtiği ülke olan Alman­ ya'da Nasyonal Sosyalizmin korkunç ilerleyişinin itici gücü olarak gördüğü bir irrasyonalitedir. Politik devrimci eleşti­ riyi bir tarafa bırakırsak, Husserl'in felsefesi, Kant'ın sıkça dile getirdiği o devrimci "aklın eleştirisi"yle büyük ölçüde uyumludur. Husserl transendental fenomenolojiyi, sadece bilişsel bir ilişki olarak değil (Kant'ın ifade ettiği biçimiy­ le, duyumsal veri [sensory input) ile dolu kavramsal temsil), ideal anlamın rehberlik ettiği "yönelimsel" bir ilişki olarak dünyayla ilişkimizin radikal bir yeniden düşünüşü olarak görmüştür. Husserl'in bu vizyona yönelik tutkusu, Avrupa düşüncesinde büyük ve süregelen bir hareket meydana ge-

GİRİŞ

21

tirrniştir. Inter alios [diğerlerinin arasında] Martin Heideg­ ger, Maurice Merleau-Ponty ve Jean-Paul Sartre varoluşçu fenomenolojilerinin somut pratik ve politik yükümlülükleri­ ni vurgulayarak, Husserl'in köklü değişiklik arayışına bağlı kalarak fenomenolojiye yönelik kendi tasavvurlarını geliş­ tirdiler. Onların izini Michel Foucault, Jacques Derrida ve Jürgen Haberınas ile halıl görünür bir şekilde çerçevesini Husserl'in çizmiş olduğu felsefi bir anlam mekanında hare­ ket eden dilin toplumsal perspektifleri ve kültürel teorileri takip etti. Ancak Avrupa felsefesinde başka bir gelenek, politik, toplumsal veya kültürel dinamikleri değil, oldukça farklı bir dinamik ile bilim, matematik ve mantığı vurgulayan bir ge­ lenek de mevcuttur. On yıllar boyunca bu gelenek Gottlob Frege, Bertrand Russell ve daha sonra 1 920'ler ve 1 930'lar­ daki Viyana Ç evresinin mantıkçı pozitivistleri ve özellikle yeni mantığın rehberlik ettiği sağın felsefe idealini ilerleten Rudolp C arnap'ın geliştirdiği mantıksal teorinin mirasçısı olarak görülmüştür. Pozitivistler matematik ve modern fizi­ ği, bugün kıta felsefecileri adıyla anılan, izlenimci, öznel ve duygusal yazma tarzına karşı olarak, açık ve nesnel felsefi düşüncenin modelleri olarak kabul etmiştir. Bu bilindik tas­ vir ile ilgili sorun nedir? Viyana Ç evresinden onyıllar önce­ sinde Husserl, hocası Franz Brentano ve kahramanı Bernard Bolzano'nun idealleriyle aynı doğrultuda, kesin, sağın ve bi­ limsel bir felsefe modelini savunmuştu. 20. yüzyılın sonunda Viyana, Avrupa düşüncesinin s anat, mimari, müzik, bilim ve matematikteki en yüksek noktasıydı. Husserl bu Viyana' da yetişmiş, aynı zamanda Almanya'da da eğitim görmüştü. Onun erken dönem eserleri bütünüyle matematik ve sonra­ sında da matematik felsefesi alanındadır. Devrimci coşkusu, dostları (kümeler teorisinin öncüsü) Georg C antor ve (me­ ta-matematik fikrine yol açan formel aksiyomatik yöntem­ lerin öncüsü) David Hilbert de dahil olmak üzere, zamanının Avrupalı matematikçilerininkiyle benzerlik taşımaktaydı.

22

DAVID WOODRUFF SMITH

Albert Einstein bile, Husserl'in doğrudan etkilediği Hilbert ve matematikçi Herm.an Weyl ile doğrudan temas içinde bu çevrede yetişmişti. Carnap, pozitivist incelemesi Dünyanın Mantıksal Yapısı ( 1 928) üzerinde silinmez bir etki bırakan Husserl'in derslerine bizzat katılmıştı. Husserl'in Avrupa felsefesinin mantıksal-matematiksel bilimsel dönemecin­ deki yeri daha az bilinmekle birlikte, bu çizgideki rolünün ayrıntıları yavaş yavaş gün yüzüne çıkarak güç kazanmaya başlamıştır. Bu konuyu önümüzdeki bölümlerde, özellikle 1 ve 3. Bölümlerdeki referanslardan takip edebilirsiniz.

Sistematik düşünür, holografik yazar Husserl'in felsefesi hakkında ortaya koyacağım tasvir, geniş kapsamlı olmakla birlikte, genel bir birlik içinde her nokta­ da başka araştırmalara açılarak gelişen girift bir felsefi sis­ temin tasviridir. Batıdaki büyük düşünürler söz konusu ol­ duğunda, en büyük sistematik filozoflar tartışmasız biçimde Aristoteles ve ondan sonra da Kant'tır. Ben, Husserl'in, ger­ çekten geniş-kapsamlı felsefi sistem meydana getiren ve ay­ rıntıları aşın derecede dikkatli bir şekilde sistem aracılığıy­ la tartışan en büyük sistematik filozofların olduğu o kısa listede bu iki filozofa katıldığını düşünüyorum. Büyük bir öneme haiz olan başka düşünürler de mevcuttur - Aquinas, Hegel, Whitehead. Oysa benim buradaki tezim en büyük sis­ tematik filozofların Aristoteles, Kant ve Husserl olduğudur çünkü bu sıralamadaki her bir sistem kendinden önceki sis­ temi radikal biçimde değiştiren ve geliştiren bir ardıl sistem olarak görülebilir. Husserl'i sistematik bir düşünür yapan, bilinç, anlam, apaçıklık [evidence). doğal dünya, zaman, uzay, kültürel ku­ rumlar, sayı, matematiksel yapı, bilim, nesnellik ve öznellik, nesneler ve özellikleri, özler ve kategoriler ve daha fazlası hakkında yazarken, her şeyin [birbiriyle) ilişkili ve [birbiri­ ne] bağlı oluş biçimidir. Husserl'in eserlerinde dikkat çekici

GIRI$

23

olan, birbirlerinden on yıllarca farklı zamanlarda yazılmış ve sözde farklı konulara yönelmiş olsalar da bir metnin bir diğerine doğal biçimde bağlı oluşudur. Matematikçi olarak eğitilen Husserl, kümülatif sonuçlara ilişkin anlayışı felse­ fi eserlerine taşımış görünmektedir. Husserl gerçekten de düşüncelerini nadiren değiştirmiştir, çünkü tıpkı bir mate­ matikçinin [sonuçlarını] daha önceki teoremleri üzerine kur­ ması gibi Husserl de görüşlerini önceki sonuçları üzerinden biteviye genişletmiştir. Çok az filozof, [çıkardığı) sonuçları sıkı bir şekilde birbirine bağlar ve pek azı kendi fikirleri­ ni teorem teorem geliştirir. Bu doğrultuda, Husserl'in bilinç hakkındaki görüşleri bedene ilişkin görüşlerini, mantık kav­ rayışı "görü" kavrayışını varsayar ve bunun tersi de geçerli­ dir, öz teorisi bağlılık teorisi ile birleşir vs. Dahası 2. Bölüm­ de açıklandığı gibi, Husserl'in sistemi kendi meta-teorisini, sistem içindeki kısmi teorilerin nasıl birbirleri ile bağlan­ dıkları hakkında bir teoriyi içerir: Onlar iyi tanımlanmış bir bütünün parçalarıdır ve dolayısıyla Husserl'in parça ve bü­ tün teorisi, onun genel bilinç-ve-dünya teorisinin nasıl bir­ biri ile bağlandığına ilişkin bir teoriye imkan verir. Dolayısıyla, Husserl'in ideler sistemi, her bir parçanın diğer tüm parçalara bağlı olduğu "kesin [priignant] [bir) bü­ tün"ün örneklenmesidir. Husserl'in seçtiği tabir çağrışım­ saldır. Almanca priignant bazen pregnant olarak çevrilse de (anlamla dolu manasına gelen "a pregnant phrase"de ol­ duğu gibi) terim para basmak ya da para kesmek, belirli bir formu meydana getirmek anlamına gelen priigen'den türer, dolayısıyla priignant tam, kesin, kısa veya özlü anlamına gelir. Bu nedenle Husserl, pragnant bir bütünün kesin bi­ çimde oluşturulan bir şey olduğunu söyler, yani böylece onun parçaları kesin biçimde birbirine bağlıdır. Dolayısıyla bu, Husserl'in felsefi sisteminin parçalarıyla ilgilidir: Par­ çalı teoriler -deneyim, anlam, zaman, kültür, öz, sayı, vs'ye ilişkin- Husserl'in sistemini oluşturan bütün bir teori içinde birbirlerine sıkıca bağlanırlar.

24

OAVIO WOOORUFF SMITH

Husserl'in yazılan zor olabilir. Her biri fenomenoloji bilimine yeni bir giriş olmak üzere tasarlanmış bir dizi ki­ tap yazmıştır. Ancak her nedense teorilerini ortaya koyma maharetinden yoksundu, böylece bir fikir kabaca diğeri­ nin ardı sıra gelmekteydi. Yapısını tek seferde tek bir tuğla kullanarak inşa etmiyordu. Husserl pedagojisi bu nedenle zorlayıcıdır; bir konu hakkındaki bir metin farklı bir konu hakkındaki başka bir metni çağnştırınr. Sonuçta, Husserl'in yazılan ve düşüncesi holografiktir. Sanki, yıl yıl, zihninde işlenmiş eidetik bir tasvirden, sisteminin nakşedildiği engin bir tuvalden hareketle çalışıyor gibidir. Tasvirin bir parça­ sını yenilerken, kalan diğer taraflarını muhafaza ederek yeni eserini eskisi ile bütünleştirir. Bu doğrultuda, Husserl'in metinleri holografik levhalara benzer ya da Husserl'in bilinç ve dünya hakkındaki siste­ matik felsefi imgesini içeren bütün bir levhanın parçalan gibidir. Husserl'in tüm felsefi sistemi, her ne kadar her bir metni fenomenolojinin farklı konularına, ontoloji, mantık veya bir başka konuya yoğunlaşmış olsa da her bir met­ ninde görünürdür. Bu nedenle, sistem bir hologramdır. Bir konu üzerinden Husserl'i okumak, okuru sisteminin diğer parçalarına daha yakından incelemeye davet ederek, onun tüm sistemine ilişkin bir imgeyi yeniden canlandırır. Böyle­ ce Husserl'in sistemini bölüm bölüm çalışırken, önce ya da sonra gelen diğer bölümlerde, sisteminin diğer parçalarını, elimden geldiği kadar parçalardaki bütünü göstermek ama­ cıyla sistemi yeniden yapılandırarak, sıklıkla zikredeceğim. Aynı nokta ya da düşünce böylece bazı bölümlerde farklı kı­ lıklarda ortaya çıkacaktır. Bu tarz bir yineleme Husserl'in sisteminin çeşitli parçalan arasındaki karşılıklı ilişkiyi göstermeyi amaçlamaktadır ki, her bir parça diğerlerinde yansıtılmaktadır. Şayet Husserl'in düşüncesinin holografik karakteri konusunda haklıysam, felsefesinin sistematik ya­ pısını ortaya koymak için başka yol yoktur.

GIRİ$

25

PLAN Kitabın anlatımı Husserl'in tüm felsefi sistemine ilişkin bu görüşü takip ediyor. 1 . Bölüm insani yönüyle Husserl'i, onun yaşamını, eserlerini ve önemini tanıtıyor. 2. Bölüm Husserl'in felsefi sisteminin, temel bölümleri­ nin ve bunların birbirleri ile nasıl çalıştıklarının kısa bir betimlemesini sunarak genel bir görüntü çiziyor. Bu şema Husserl'in ilk büyük çalışması, 1 000 s ayfayı kapsayan üç cilt halindeki Mantıksal Araştırmalar'daki fikirlerinin geli­ şimini takip ediyor. Ağaçlardan ormanı görmek kolay değil­ dir, bu nedenle ayrıntılı olarak bireysel ağaçlan (kavramla­ rı) ya da ağaçlıkları (teorileri) tanımlamadan önce ormanın yapısını tasvir etmeyi deneyeceğim.

Araştırmalar' da Husserl, mantıkta, dil teorisinde, anto­ lojide, fenomenolojide ve son olarak epistemolojide belli te­ oriler aracılığıyla ilerlerken, sürekli genişleyen, bütünsel bir teori geliştirir. Aynı ilerleme bir sonraki kitabı Ideen I'de de fark edilebilir, ancak orada fenomenolojiye dikkat çekici bir rol verilir. Husserl'in sonraki kitaplarının ve öldükten sonra yayımlanan pek çok dersinin tamamı, Araştırmalar' da ortaya koyduğu düzenlemeyle uyumlu olan düşünce ve teorilerin ay­ rıntılı olarak ele alınmasıdır. Her biri felsefenin temel alanla­ rından birinde Husserl'in vardığı sonuçlan açımlayan kalan bölümler boyunca, Araştırmalar'da ortaya konulan teorinin genel yapısını kılavuz edinerek bu planı takip etmeyi tercih ettim. Kimi zaman, Husserl'in öğretisindeki radikal değişim­ lerle realist bir ontolojiden salt fenomenolojik bir felsefeye ve devamında radikal bir idealizme ilerlediği söylenir. Fakat ben Husserl'in külliyatı boyunca derin bir devamlılığın olduğunu söyleyenlerle aynı fikirdeyim, çünkü daha sonraki her bir ese­ ri Araştırmalar'da geliştirilen planda yerini alır. Husserl'in felsefesinin ortaya çıkardığı tablo öyleyse sistematiktir ve fe­ nomenoloji bu sistemde mantık, ontoloji ve epistemoloji öğre­ tileriyle karşılıklı bağlantılı olarak yer alır.

26

OAVID WOODRUFF SMITH

3. Bölüm, buna uygun olarak, Husserl'in "saf mantık"

anlayışını, özellikle daha sonra semantik (anlamların na­ sıl farklı türdeki nesneleri temsil ettiği) ve meta-matematik (matematik teorilerin matematiksel teorisi) olarak adlandı­ rılacak alanlara yönelik öngörüsünü ortaya çıkararak inceli­ yor. Burada devreye Husserl'in gündelik dile yönelik felsefe­ si girer, çünkü dil anlamı ifade eder ve bu anlamlar ifadeleri dünyayla ilişkiye sokmakta rol oynarlar. 4. Bölüm, Husserl'in ontoloji hakkındaki görüşlerinin izini sürüyor. Bu görüşler, ideal veya soyut varlıklar olarak "öz­ ler" (türler, özellikler, ilişkiler) teorisi ile bağlılık teorisine (bir nesnenin varoluşu bakımından bir diğer nesneye nasıl bağlı olabileceğine) kaynaklık eden parça-bütün teorisini içermek­ tedir. Bu teoriler, bilincin dış dünya ile ilişkisi hakkındaki te­ orisi ve ünlü transendental idealizmi de dahil olmak üzere, Husserl'in diğer teorilerinde de rol oynamaktadırlar. 5. Bölüm yönünü fenomenolojiye dönüyor. Oldukça nötr kavramlarla ifade ederek, Husserl'in yeni, birinci-şahıs [ba­ kış açısından) bilincin biliminin analizini sunacağım ve yö­ nelimselliğin (birşey"in" bilinci) yapısını, uzay, zaman ve fiziksel nesnelere yönelik deneyimimizin yapısını ve baş­ ka kişilere ilişkin farkındalığımızın yapısını analiz ederek [ulaştığı] çeşitli sonuçlan özetleyeceğim. 6. Bölüm Husserl'in fenomenoloji forrnülasyonunun daha teknik aynntılannı incelemeye koyuyor. Bu teknik ayrıntı­ lar "paranteze alma" ya da "epoche"yi (bizi çevreleyen doğal dünyadaki nesnelerin varoluşu sorununu paranteze alır ve böylece onlan deneyimleme biçimine yoğunlaşırız) içeriyor. Burada, Husserl'in yönelimsellik teorisinin aynntılanna gi­ receğiz, çünkü her bilinç edimi "noema" (Yunancada düşünü­ len ya da bilinen şey) olarak adlandırılan belli bir ideal anlam ya da kavramsal yapı aracılığıyla uygun bir nesneye yönelir. Onun yönelimsellik teorisi mantık kavrayışına geri döner. 7. Bölüm Husserl'in bilgi teorisiyle, genelleştirilmiş "görü" veya apaçıklığa dayalı deneyim öğretisini öne çı-

GİRİŞ

27

kararak devam ediyor. Biz etrafımızdaki fiziksel nesneleri algılarız ya da "görüleriz," ancak matematiksel formlar da dahil olmak üzere, şeylerin doğası ya da özünü de "görür". veya [onlar hakkında] içgörüye sahip oluruz. Husserl, çeşitli türdeki nesnelerin bilgisini temellendiren, farklı türdeki bu "görüsel" deneyim biçimlerinin bir çözümlemesini geliştirir. Bilimlerdeki sistematik bilgi üzerine görüşlerini ve bilimsel bilginin "yaşam dünyası"ndaki gündelik bilgiye bağlı olma biçimlerini de irdeleyeceğiz. 8. Bölüm Husserl'in, fenomenolojisi ve eşlik eden öğreti­

leri kadar iyi bilinmeyen etiğin temeli hakkındaki görüşle­ rinin izini sürüyor. Husserl etik normların akıl ve sevgi de­ neyimlerimizde temellendiğini ve yine de nesnel olduğunu düşünür; bu, mantıkta anlamın nesnel olması ve yine de bi­ lincin yönelimselliğinde temellenmesiyle benzerlik gösterir. 9. Bölüm Husserl'in mirasının takdiri ve bu mirasın de­

vam eden uzantılarıyla sonuçlanıyor. 20. yüzyıl felsefesinde Husserl'in rolüne hem "kıta" hem de "analitik" geleneklerde değiniliyor. Bundan sonra da çağdaş zihin felsefesi ve bilinç teorisi için spesifik imalar çıkarılmaktadır.

ÖZET Edmund Husserl (1859- 1 938) Çek-Avusturyalı-Alman fi­ lozoftur, en çok bilincin özünün bilimi olarak tanımladığı fenomenolojinin kurucusu olarak bilinir. Nitekim, Husserl, Batı geleneğinin en büyük sistematik filozoflarından biri­ dir ve sistem oluşturan filozofların en üst seviyesinde yer alan Aristoteles ve Kant'a eşlik eder. Bu kitap, fenomenoloji kavrayışının merkezi bir rol üstlendiği, Husserl'in genel fel­ sefi sistemini sunmaktadır. Tarihsel olarak, Husserl'in fe­ nomenolojisi 20. yüzyıl Avrupa kıta felsefesinde çığır açan bir güçtü, buna karşın mantık ve epistemoloji kavrayışı 20. yüzyıl analitik felsefesi geleneği ile de etkileşim içindeydi.

28

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl'in daha uzun felsefe tarihindeki yeri önceki yüzyıl­ dan uzaklaştıkça daha belirgin hale geliyor.

İLAVE OKUMALAR Husserl'in yazdığı bağlamın geniş bir tasviri aşağıdaki eserlerden elde edilebilir. Klasik fenomenoloji geleneğine bakıldığında, Simon Critchley fenomenolojiyi ön plana çıkaran kıta felsefesinin devrim­ ci tarzı üzerine kısa bir perspektifi sunarken, Dermot Moran ise Husserl, Heidegger, Merleau-Ponty ve 20. yüzyılın başındaki diğer erken dönem fenomenologlannın [neden olduğu) sonuçlan orta­ ya koyuyor. Analitik geleneği incelediğimizde, Michael Dummett, Husserl ile Frege arasındaki ilişkilere bakarak analitik felsefenin yükselişini değerlendirirken, Alberto Coffa, Husserl'in bazen gör­ mezden gelinen bir rol oynadığı , mantık teorisinin, özellikle se­ mantik teorisinin gelişimini yorumlar. Barry Smith, hem fenome­ nolojiyi hem de analitik felsefeyi doğuran bir gelenek olan, inter

alios [diğerleri arasında) Brentano'nun da bulunduğu Avusturya felsefesinin daha geniş geleneğini yorumluyor. Coffa, J. Alberto, 1 99 1 . The Semantic Traditian fram Kant ta Car­

nap: Ta the Vienna Statian, C ambridge ve New York: Cambrid­ ge University Press. Critchley, Simon, 200 1 . Cantinental Philasophy: A Very Shart Intra­

ductian, Oxford: Oxford University Press. Dummett, Michael, 1 993. Origins ofAnalytical Philasaphy, Cambri­ dge, Massachussetts: Harvard University Press. Moran, Dermot. 2000. Introduction ta Phenamenalagy, Londra ve New York: Routledge. Smith, Barry, ı 994. A ustrian Philosaphy: The Legacy af Franz Bren­

tana, Chicago ve LaSalle, Illinois: Open Court.

Bir Husserl'in Yaşamı ve Eserleri

Bu bölümde Husserl'in felsefesinin yaşamı boyunca gelişimini özetleyeceğiz. Husserl, yanın asır boyunca çok çeşitli konula­ n ele alarak yazmış olmakla beraber hayattayken sadece beş kitap yayımlamıştır. Ancak arkasında filozofu iş üzerindey­ ken görebileceğimiz ve kariyeri boyunca bilinç, uzay, zaman, öznelerarasılık, sayı, vs.ye ilişkin olarak yayımlanmasına izin verdiği metinlerde ortaya çıkan fikirleri daha ince aynntıla­ nyla genişleterek çözümlediği ciltler dolusu ders notlarıyla yaklaşık 40.000 sayfa tutan stenograf notları bırakmıştır. Bu

"Nachlass" Husserl'in günümüzde yayımlanmış pek çok cil­ dini oluşturur; daha fazla cilt de yayına hazırlanmaktadır.1 Husserl'in düşüncesinin tarihsel gelişimi, yaşadığı zamanda­ ki felsefenin daha geniş tarihi ve Platon' dan başlayan uzun felsefi gelenek ile ilişkisi içinde, düşüncesinin kapsamını ve eserlerinin daha geniş bağlamını ortaya koyacaktır. Çevirinin yapıldığı tarihte Husserl'in yazmalarının yayımlanması sona ermiştir. Leuven Katolik Üniversitesi bünyesindeki Husserl Arşivi yayın faaliyetine son verdiğini, planladıklan tüm metinle­ rin yayımlandığını açıklamıştır. Hala yayımlanmayan elyazmalan

Hus­ serliana: Edmund Husserl Gesammelte Werke dizisinde 42 cilt; Husserliana: Materialen dizisinde 9 cilt ve Husserliana: Dokumen­ te dizisinde 4 cilt yayına hazırlamıştır -çn. mevcuttur ve bunlar araştırmacılara açıktır. Husserl Arşivi,

30

DAVID WOODRUFF SMITH

HUSSERL'İN PORTRESİ Edmund Husserl (1859- 1 938), sonradan felsefeye geçen bir matematikçi olarak bilincin incelenmesine ve onun dünyayı kurma ya da dünyaya anlam vermedeki rolüne yeni bir yak­ laşım getiren fenomenoloji disiplinini tesis etti. Zamanının Avrupa' sında, psikologlar psikolojiyi bilimsel bir temel üze­ rine inşa ederlerken (Franz Brentano'dan Wilhelm Wundt'a ve farklı bir kulvarda, Sigmund Freud'a), matematikçiler matematiğin (kümeler teorisi ve ôklidçi olmayan geometri­ lerde) ve fizikçiler fiziğin (görelilik teorisi ve kuantum me­ kaniğinde) yeni temellerini atıyorlardı. Husserl yeni temel­ lere yönelik bu tutkuyu paylaşmış ve yeni bir vizyon ve yeni yöntemlerle felsefeyi radikal olarak yeni bir rotaya sokmaya çalışmıştır. Husserl tüm felsefenin ve aslında tüm bilim ve bilginin, algıdan ve tahayyül yetisinden yargı ve bilgi oluşumuna kadar farklı türde deneyimlerin ideal anlamını araştırmış ve giderek transendental fenomenoloji olarak adlandırdığı disiplinde temellendiğini ileri sürmüştür. Rasyonalistler Descartes, Leibniz, Spinoza ve diğerleri- bilginin nihai ola­ rak akılda temellendiğini savunmuşlardır; empristler ise Locke, Berkeley, Hume ve diğerleri- buna bilginin öncelikle duyu algısına dayandığını iddia ederek karşı çıkmışlardır; sonrasında Kant'ın saf aklın (ve saf duyumun) eleştirisi, zih­ nin uzay, zaman ve bildiğimiz haliyle şeylerin yapısına yap­ tığı katkının haritasını çıkartarak, rasyonalist ve empirist öğretilerin bir sentezini ortaya koymuştur. Husserl, Avru­ pa felsefesinin bu muazzam akışının içine dahil olmuştur. Akıl ya da duyumdan veya Kant'ın anlama yetisi kategori­ lerinden daha derin olan, Husserl' e göre, bilincin yapısıdır:

Yönelimsellik olarak adlandırdığı, eşdeyişle bilincin dünya­ daki farklı türdeki nesnelere doğru "yönelmesi" ya da söz ko­ nusu nesneleri tasarlamasıdır. Fenomenoloji işte tam da bu yapıyı araştırır ve bilgi için uygun temeli sağlar.

YA$AMI VE ESERLERi

31

N e var ki, pratikte, Husserl'in temel felsefi fikri Descartes ve Kant gibi ondan önceki düşünürlerin fikirlerinden farklıdır. Husserl fenomenoloji, ontoloji, epistemoloji ve mantığın bir­ birine bağlı parçalar olduğu ve her bir parçanın diğer parça­ lardaki öğelere dayandığı sistematik bir felsefe geliştirmiştir. Descartes için tfun felsefe epistemoloji (bilgi teorisi) üzerine kuruluydu ve tüm bilgi aklın "saf ışık"ına dayanıyordu. Kant için ise tüm felsefe, bilgi teorisinden ahlak kuramına kadar, duyarlık [yetisi) ile bağlantılı olarak işleyen saf ve pratik haliy­ le akla dayanmaktaydı. Buna karşın, Husserl için tüm felsefe yönelimselliğin fenomenolojik teorisi üzerine kuruludur, fakat fenomenoloji, mantık, ontoloji ve epistemoloji belirli yönler iti­ bariyle karşılıklı olarak birbirlerini temellendirir. Dolayısıyla Husserl'in felsefesi, bir tür yapısal bütünlük olarak geliştiril­ miştir; her ne kadar fenomenoloji bu bütünün açıkça merkezi öğesi ve tüm sistemin temeli olarak ilan edilmiş olsa da. Husserl'in felsefesi geliştikçe ve fenomenoloji kavrayışı sonraki düşünürler (özellikle Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre ve Maurice Merleau-Ponty) tarafından genişletilip değiştirildikçe, fenomenolojinin ilgisi mantık, bilim ve bilgi ­ nin temellerinden insan deneyiminin anlamına ve toplumsal gerçeklik için önemine yayılmıştır. Varoluşçuluk ve ondan sonra gelen akımlar (yapısalcılık ve post-yapısalcılık) feno­ menolojiyi matematik ve bilimden toplumsal çözümlemeye taşımıştır (20. yüzyılda gelişen fenomenoloji çeşitlemeleri­ nin ayrıntılı bir değerlendirmesi için bakınız Moran 2000). Husserl filozofların filozofuydu, zamanında C antor, Fre­ ge, Hilbert, Carnap, Whitehead ve Russell ile ortaya çıkan mantıksal-matematiksel teorinin sorunlarıyla birlikte Pla­ ton, Aristoteles, Descartes, Hume ve Kant'ın ortaya attığı geniş çaplı meselelerle uğraşıyordu. Bu doğrultuda, Hus ­ serl'in felsefesi sistematik bir biçimde tümel ve tikel, zihin ve beden, bireysel ve toplumsal, olgu ve değer hakkındaki klasik meseleleri, özellikle zihnin ve dilin dünyayı nasıl tem­ sil ettiğiyle ilgili olarak ortaya çıkan sorunları ele almıştır.

32

DAVID WOODRUFF SMITH

Günümüz bilgisayar bilimleri tekniği Husserl'in zihinsel temsil modeline aşinadır, ancak Husserl, formel modelleme tekniklerinin bilincin hakiki (hona fide [iyi niyetli olarak)) etkinliklerinde temellendiğini ısrarla vurgulamıştır, tıpkı zihinlerimizin etrafımızdaki şeyleri temsil etmesi ve onlar­ la ilişki içinde olması gibi. Bu formel matematiksel matriks fikrinden, somut insan deneyimi ve gündelik yaşam dünya­ sının önemine yoğunlaşan Husserl'in fenomenoloji kavrayışı ortaya çıkmıştır. Sonradan felsefeye geçen bir matematikçi olarak Hus­ serl'in yazıları karmaşık ve soyuttur, ancak garip biçimde ilgi çekicidir. Ne kadar çok okursanız, onun vizyonunun o kadar geniş olduğunu görürsünüz. Onun karmaşık düzyazı­ sı holografiktir: Ne kadar çok okursanız, her parçada daha geniş bir şema görürsünüz. Erken dönem eserlerinde, daha sonraki çalışmalarında ortaya çıkan benzer kaygılar görü­ lür; müteakip on yıllarda varoluşçu felsefenin içine rahatça sızan yaşam-dünyasına yönelik hümanist ilgi buna örnek olarak verilebilir. Yine sonraki eserlerinde, dünyayı temsil etmenin bir şeması olarak mantıksal teoriye ilişkin ilgisi gibi, ilk eserlerini ortaya çıkaran endişeleri görebilirsiniz. Amatör bir filmde Husserl'in kısa bir klibi bulunmaktadır (Embree 1 9 9 1 'de bir video kasetten üretilmiştir). Film tam sa­ kallı ve bıyıklı, yuvarlak çerçeveli gözlüklü ve zamanın üç par­ çalı takım elbisesini giyen küçük bir adamı gösterir. O, Alman­ ya Freiburg' da evinin arkasındaki bahçede yürürken, idealist bir duruşla neredeyse Platonik bir göğe doğru bakmaktadır. Husserl ailesiyle kaldığı dairede, hem öğrencilerden hem de ünlü filozoflardan teşekkül eden ziyaretçileri çoğu zaman ka­ bul ederdi, bazen onlarla bahçede konuşurdu, bunlardan yazı­ larında sıklıkla bahseder. Söylenildiğine göre, kansı Malvine bazen ziyaretçilere Profesör Husserl ile tanışacakları ve muh­ temelen uzun bir tartışmanın gerçekleşeceği çalışma odasına kadar eşlik eder ve sonrasında da kapıya kadar geçirir, orada sessizce sorarmış: "Platon kadar büyük mü?"

YA$AMI VE ESERLERi

33

Husserl'in yazılan soyutlama eğilimini, içi somut deneyi­ min aynntılanyla doldurulmak üzere çok geniş bir resim çiz­ me tutkusunu açığa vurur. Derslerinin karmaşık ve bir hayli talepkar olduğu söylenir ve öğrencilerinin Husserl'i tartışma­ larda ya da diğer filozoflan okurken başkalannı anlamak ba­ kımından yetenekli bulduklan söylenemez. Bu nitelikler bü­ yük felsefi bir hareketin liderinin özellikleri gibi durmuyor. Fakat onun felsefeye, hakikat ve nesnelliğe, yeni fenomenoloji bilimine yönelik tutkusu açıkça bulaşıcıydı. Yazılan ve ho­ calığı pek çok öğrenciyi çekmiş ve böylelikle fenomenolojik hareket ortaya çıkmıştı. Bu hareket 20. yüzyıl Avrupa felsefe­ sinde, hatta daha sonraki fenomenologlar Husserl'in izlediği katı çizgiden aynldıklannda bile baskın bir güçtü. Dahası, araştırmacılar bugün, 20. yüzyılda ortaya çıkan diğer bir bü­ yük hareket olarak analitik felsefenin gelişiminde Husserl'in rolünü keşfetmeye başlamışlardır. Üstelik Husserl, Pla­ ton'dan Kant'a kadar klasik filozoflann filolojik bir araştır­ macısı değilken [bile], onun felsefesi bu klasik düşünürlerin kaygılannı özümsemiş ve tekrar şekillendirmiştir. Soyut teo­ rileri, somut aynntılann titizlik isteyen tanımlanna bu kadar dikkat ederek kullanan böylesi engin felsefi bir zihin dünyaya sıkça gelmez. Bunlar bir vizyona sahip birinin felsefesinde rol oynayan bir matematikçinin karakter özellikleridir ve somut gündelik deneyimlerdeki ideal anlamlan araştıran Husserl'in fenomenoloji kavrayışı hakkında bilgi verirler. Tarih, onun tüm mirası bir yüzyıl daha anlaşılmasa bile onu az sayıdaki büyük filozoflar arasına yerleştirecektir.

HUSSERL'İN KARİYERİNİN GİDİŞAT! Erken dönem Edmund Husserl 8 Nisan 1 859'da o zamanlar Moravya, Habsburg ya da Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun

34

DAVID WOODRUFF SM ITH

parçası olan, şimdi ise Ç ek Cumhuriyeti'nde Brno yakın­ larında ve Prostejov olarak adlandırılan Prossnitz, Morav­ ya' da doğdu. 27 Nisan 1 938'de Fransız sınırının yakınında­ ki, Almanya'nın Freiburg kentinde, kariyerinin zirvesinde, felsefe yaptığı ve öğrettiği şehirde vefat etti. Husserl, Çek Moravya bölgesinde ( 1 930'larda Alman sal­ dırganlığının yoğunlaştığı ve Almanların Sudetenland adını verdiği yerin bir parçasıdır) Almanca konuşan toplulukta asimile olmuş bir Yahudi ailesinde doğmuştu. Aile dindar değildi ve Edmund'un kendisi gençken bir Lutherci olmuştu. Dört çocuğun ikincisi olan Edmund yine de matematikte az da olsa yeteneği olan ilgisiz öğrenciydi. Dokuz yaşındayken Viyana' da bir okula gönderilmiş, daha sonra 1 876'da şimdiki adı Olomouc olan Olmütz'daki gimnazyum (lise) öğrenimini bitirmiştir. Sonrasında Leipzig Üniversitesi'ne girmiş, ast­ ronomi, matematik ve fizik öğrenimi görmüştür. Orada fel­ sefe öğrencisi olan, Husserl'in dikkatini Franz Brentano'nun ve empiristlerin felsefesine çeken Thomas Masaryk'la (daha sonra Çekoslovakya'nın devlet başkanı olacaktır) arkadaş ol­ muştur. 1 878'de Berlin'e taşınmış, orada matematik ve felse­ fe öğrenimi görmüştür. Berlin'de iki büyük matematikçinin, Karl Weierstrass ve Leopold Kronecker'ın derslerine katıl­ mıştır. 1 88 1 yılında Viyana Üniversitesi'ne geçmiş ve 1 882'de değişkenler hesabı üzerine yazdığı tezle doktora derecesini almıştır. Doktora tezini Weierstrass'ın bir öğrencisi yönetmiş ve Husserl 1 883'de Berlin'e Weierstrass'ın asistanı olarak dönmüştür. Ancak Husserl'in ilgisi felsefeye dönmeye başla­ mıştır. Askerlik hizmetini yaptıktan sonra Masaryk'ın Privat­ dozent olarak felsefe dersleri verdiği Viyana'ya dönmüştür. 1 884' den 1 886'ya kadar Husserl Viyana' da, büyük bir şöh­ rete sahip karizmatik bir öğretmen olan Franz Brentano'nun verdiği derslere katılmıştır. Bu yıllarda Husserl kararlı bir şekilde felsefeye dönmüştür ve Brentano'nun betimleyici psikoloji kavrayışı Husserl'in fenomenolojisinin sonraki ge­ lişimi üzerinde biçimlendirici bir etki bırakacaktır. Husserl,

YAŞAMI VE ESERLERi

35

Brentano sayesinde, fenomenolojinin gerçek öncüsü olarak daima hayran olduğu David Hume'un empirist felsefesiyle ilgilenmiştir, zira Hume farklı türdeki zihinsel faaliyetlerin haritasını çıkarmıştır. Brentano ayrıca Husserl'i Bernard Bolzano'nun eserleri ile tanıştırmış ve Bolzano'nun man­ tık kavrayışı Husserl'in fenomenolojisinin gelişiminde çok önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Dahası, Husserl orta­ çağın intentio teorisini, zihnin düşüncedeki ya da algıdaki nesneleri hedeflemesini Brentano'dan öğrenmiştir. On yıl süren bir kuluçka döneminden sonra Husserl'in yönelimsel­ lik kavrayışı bilgi teorisinin ve nihai olarak fenomenolojinin kalbi olacaktır.

Halle yılları: 1 886- 1 900 Husserl Habilitasyon (Alman üniversite sisteminde, üniversi­ te pozisyonları için bir öngereklilik olan bir çeşit ikinci dokto­ ra) çalışmalarına başlamaya hazırdı. Ne var ki Brentano'nun Kiliseyle çatışması onu Viyana' daki profesörlüğünden istifa etmeye zorlamıştır. Böylece Brentano, Husserl'i Halle Üniver­ sitesi'nde eski öğrencisi olan C ari Stumpf ile çalışması için göndermiştir. 1 886'da Husserl, Halle'e taşınmış ve 1 887'de Stumpfun danışmanlığında Habilitasyon tezini. Sayı Kavra­

mı Üzerine, Psikolojik Analizler'i, tamamlamıştır. Husserl'in sınav komitesinde oturan kişi, matematikçi Georg Cantor' dur, bugün kümeler teorisi ve matematiğin temelleri konusundaki öncü çalışmaları ile tanınmaktadır. Husserl ve C antor, Hus­ serl'in Privatdozent pozisyonunda çalışmaya devam ettiği Halle yıllan boyunca arkadaşlık kurmuşlardır. Habilitasyon tezinde Husserl sayı kavramını, çoklukları ya da "manifold­ lar"ı [türdeş çokluk, ayrışmamış çokluk] (Husserl'in sıklıkla döndüğü bir mefhumdur ve modern geometride mevcut olan bir terimdir) ayıran psişik edimlerde oluşumunu izleyerek açıklamayı önermiştir. Bu erken dönem eserinde Husserl, s af matematikten felsefeye ve son olarak da saf fenomenolojiye

36

DAVID WOODRUFF SMITH

doğru gelişen düşünsel göçüne başlamıştır. Bu seyahat Hus­ serl için bir 14 yıl daha sürecektir. Husserl 1 90 1 yılına kadar, tüm bu süre içinde Privatdo­ zent pozisyonunda ders verdiği Halle' de kaldı. Halle' de hiç­ bir zaman bu pozisyondan mutlu değildi, düşük bir prestij ve sınırlı bir gelirle (öğrencilerin ders için ödediği ücretlerle) yaşamını sürdüıiiyordu. Fakat aile yaşamı Halle yıllannda başladı ve oldukça mutlu göıiinüyordu. 1 887'de Malvine Steinschneider ile evlendi. Üç çocuklan oldu: 1 892'de do­ ğan Elli; 1 893'de doğan Gerhart ve 1 895'de doğan Wolfgang. Malvine de Yahudi bir aileden geliyordu, evlendikten kısa bir süre sonra Hristiyan oldu . Husserl, felsefesini "a-teolo­ jik" olarak kabul etse de bazı güçlü dini duygular besliyor­ muş gibi göıii nmektedir. Belki de bu duygunun yoğunluğu, bilincin ve sonraki fenomenolojisinde egonun saflığını ara­ yışıyla ilgilidir. Husserl ilk kitabını 1 89 1 'de Halle' deyken yayımlamıştır: Brentano'ya adadığı Aritmetik Felsefesi: Psikolojik ve Man­ tıksal Araştırmalar, I. Kitap. Bu kitap onun Habilitasyon te­ zinin bir uzantısıydı ve Husserl'in matematikten matematik felsefesine geçişine ve yüzünü mantıksal teori ve sonraki fe­ nomenoloji vizyonunun çekirdeğini oluşturacak olan psişik etkinliğin, tam oturmamış bir formda, analizine dönmesine işaret ediyordu. Aynı dönemde, arkadaşı C antor'un da da­ hil olduğu matematikçiler, ortaya çıkan kümeler teorisinde (daha sonra çeşitli biçimlerde Inbegriffe, Mannigfaltigkeiten ya da Mengen olarak adlandınlmıştır: Kavramsal kavrayışlar ya da gruplandırmalar manifoldlar ya da çokluklar ve grup­ lar) matematiğin yeni temelleri üzerine çalışıyorlardı. Müte­ akip on yıllar boyunca, matematikçiler ve mantıkçılar tüm bir matematiği mantık ve kümeler teorisinin birleşiminde temellendirmek arayışı içine gireceklerdi. Husserl'in Aritme­ tik Felsefesi'ndeki tutumu, matematiği, şeyleri zihinsel olarak gruplandırmak ve bir grubun öğe sayısını hesaplamak ya da boyutunu ölçmek gibi zihinsel etkinlik kalıplanna indirgedi-

YA$AMI VE ESERLERİ

37

ği için, "psikolojizm"in bir biçimi olarak kabul edilmiştir. Ki­ tabın alt başlığı aydınlatıcıdır, zira Husserl'in psikolojik ve mantıksal olan arasındaki ilişkiyle başa çıkmaya başladığını görüyoruz (Husserl'in Brentano sayesinde sadece betimleyi­ ci psikolojiye değil, aynı zamanda Brentano'nun kendi sağın felsefesindeki mantık teorisine ve Bolzano'nun önceki mantı­ ğına da hayranlık duyduğunu anımsayalım). Husserl Jena'da matematik profesörü olan, şimdi tarihin en büyük mantıkçılarından biri olarak tanıdığımız Gottlob Frege ile yazışmıştı. Husserl'in kitabı yayımlandığında, Frege Husserl'in aritmetik felsefesini psikolojizmle ya da mantık ve matematiği psikolojiye indirgemekle suçlayan bir eleştiri ya­ zısı yazdı. Frege, 1 9. yüzyıl psikolojizmine saldırma ve bunun yerine, sayıların ve diğer matematiksel varlıkların kendi baş­ larına var olduklarını ve psikolojik etkinliklerce yaratılmadı­ ğını iddia eden Platoncu matematik felsefesini savunma söz konusu olduğunda Herman Lotze'ye katılmaktaydı. Husserl Frege'nin psikolojizm-karşıtlığını kolayca kabul etmiş, izle­ diği yolu keskin biçimde değiştirmiş ve farklı bir yöne doğru çevirmiş görünüyordu. Nitekim Husserl'in sayı kavramının kökenine ilişkin açıklaması, sayıların zihinsel edimlere indir­ genmesi değildi; bununla birlikte henüz sayıların düşüncele­ rinin ya da kavramlarının, sayıların kendileri ile nasıl ilişkili olduğuna yönelik sorunları çözüme kavuşturacak araçlardan yoksundu. Aritmetik Felsefesi'nin II. Kitabı hiçbir zaman ya­ yımlanmadı. Bunun yerine, müteakip on yıl boyunca Husserl 1 900- l 'de yayımlanan anıtsal bir kitap olan Mantıksal Araş­

tırmalar'ı yazmıştır. Bu eser psikolojizme kitap uzunluğuna varan bir saldırıyla başlar ve sonra ontoloji, fenomenoloji ve epistemoloji alanlarındaki ayrıntılı çalışmalara geçer.

Göttingen Yılları: 1 90 1 - 1 6 Karmaşık konulara ilişkin, on yıl süren ve verimli bir düşün­ menin sonucu olan Mantıksal A raştırmalar, Husserl'e Al-

38

DAVID WOODRUFF SMITH

man akademisinde en azından düzenli, maaşlı bir pozisyon kazandırdı. 1 90 l 'de Extraordinaryus Profesör (günümüzde Amerikan akademisinde bir ölçüde Yardımcı Doçent'e teka­ bül etmektedir) olarak atandı. 1 906'da, fakültenin muhale­ fetine rağmen, Ordinaryus Profesör oldu (tam profesörlük rütbesidir, Alman akademisinde her üniversitedeki herhangi bir alanda sadece birkaç araştırmacıya bahşedilir). Husserl 1 9 1 6'ya kadar Göttingen'de kalmıştır ve bu süre boyunca felsefesi dikkate değer bir değişim geçirmiştir. Göttingen yıllan boyunca, Husserl, matematikte aksi­ yomatik sistemlerin tamlığı sorununu ortaya koyan David Hilbert'i de içeren bir grup matematikçi ve bilim insanı ile fiilen temas kurmuştur. Husserl'in daha önce Mantıksal

A raştınnalar'da tasarladığı, teorilerin teorisi olarak man­ tık kavrayışı, mantıksal çıkanın altında kapanan önermeler sistemi olarak düşünülen bir teorinin mantıksal tamlığının felsefi önemini peşinen ortaya koyuyordu. (l 930'larda Kurt Gödel, bazı aksiyomatik sistemlerdeki tamlık ve eksikliğe ilişkin teoremleri kanıtlayacaktır). Hayatının sonlarına doğ­ ru Gödel, kendini Husserl'in fenomenolojisine sempati du­ yar bir halde bularak Husserl'in fenomenolojik bilgi teorisi­ ni incelemiştir. 1 890'lı yıllar boyunca, Husserl'in mantık kavrayışı, orta­ ya çıkan fenomenoloji kavrayışıyla birlikte gelişmişti, zira yaklaşık 1 000 sayfa uzunluğundaki Mantıksal A raştınna­ lar'ı yazmıştı. Yayımlanışının hemen sonrasında Husserl, Göttingen'de yeni mevkiisini elde ederken, Husserl'in feno­ menolojisi kıta Avrupası boyunca sıkı bir izleyici kitlesi or­ taya çıkardı. 1 903 yılında Münih'de, Husserl'in çalışmala­ rını takip eden ve büyük oranda Johannes Daubert adında bir çiftçi (Birinci Dünya Savaşında ölmüştür) tarafından or­ ganize edilen ve yasa teorisi için fenomenolojik bir ontoloji geliştiren Adolf Reinach'ın (o da Birinci Dünya Savaşında ölmüştü) da dahil olduğu gayriresmi bir fenomenoloji "oku­ lu" ortaya çıktı. Münih okulu, Husserl'in parça/bütün ve

YAŞAMI VE ESERLERİ

39

olgu durumları ontolojisine uygun olarak fenomenoloji için realist bir ontolojiyi savunuyordu. 1 907' de fenomenolojiyi geliştirmek için Göttingen Felsefe C emiyeti kurulmuştu. Bu gruba Roman Ingarden ve Edith Stein da dahildi. Polonya' da felsefenin gelişimine katkıda bulunan Ingarden daha sonra Husserl'in transendental idealizme yönelmesini eleştirecek ve bugün hala etkili olan ve fenomenolojiyi dikkate alan bir sanat eserleri ontolojisi geliştirecektir. Stein, Husserl'in da­ nışmanlığında başkalarını anlamanın fenomenolojisi üze­ rine çığır açan bir çalışma olan Empati Problemi Üzerine başlıklı bir doktora tezi yazmış , sonrasında dini yazılara yönelmiştir. Yahudi olmasına karşın Edith Stein, Katolikli­ ğe ihtida etmiş, fakat Auschwitz'de Nazi toplama kampında ölmüştür; 1 998'de Papa II. John Paul tarafından kutsanmış , Kutsal Azize ilan edilmiş, bu onun çilesinin v e inancının ka­ nıtı olarak tanınmıştır. 1 89 1 'de, Harvard Üniversitesi Profesörü William James, alışkanlığın ve bedensel durumların, özellikle bedene yayı­ lan bir şey olarak anlaşılan duyguların önemini vurgular­ ken, zihni proto-fenomenolojik biçimde inceleyen, zihinsel faaliyetlerin temel tiplerinin ayrımını yapan muazzam eseri Psikolojinin İlkeleri'ni yayımlamıştır. Husserl söz konusu eseri okumuş ve James' e hayranlık beslemiştir, fakat Ja­ mes'in uygun bir yönelimsellik teorisi, eşdeyişle bilincin nasıl dünyadaki şeylere yöneldiğine dair bir teorisi yoktu. James, bilincimizi bedensel alışkanlıklarımıza ve toplum­ sal pratiklere bağlayarak psikolojide faydacı bir yaklaşımı benimserken, buna karşın Husserl, Mantıksal A raştırma­ lw' da, deneyimlediğimiz şeyleri temsil etmede ideal anlam­ ların rolünü vurgulayarak bilincin incelenmesi konusunda mantıksal bir yaklaşımı getirmiştir. Yine de Amerikan Fay­ dacılığının babası, Charles S anders Peirce bir mantıkçıydı ve modern mantık gelişirken Avrupalı mantıkçılarla etkile­ şim halindeydi. (Peirce ve Frege birbirinden bağımsız olarak niceleyici kelimeler olarak "hepsi" ve "bazı"nın teorisini or-

40

DAVID WOODRUFF SMITH

taya atmış) böylece mantığı Aristoteles'in tasımının ötesine taşımıştır. Ne yazık ki James, 20. yüzyıl felsefe tarihi açı­ sından bir talihsizlik olarak Mantıksal Araştırmalar'ın yan­

lışlıkla başka uzun bir mantık metni olduğunu düşünerek, Husserl'in söz konusu metninin İngilizceye çevrilmemesi yönünde bir tavsiyede bulunmuştur. 1 890'lı yıllar boyunca, James'in psikolojisinden farklı bir araştırma programında Sigmund Freud, Viyana' da 1 900' de yayımlanan Düşlerin Yorumu 'nda ortaya konulan psikana­ lizin temellerini ortaya koyuyordu. Freud ve Husserl, Bren­ tano'nun psikoloji üzerine verdiği derslere katılmış ve her ikisi de 1 900' de zihin konusunda çığır açan çalışmalar ya­ yımlamıştır. Freud'un düşler konusunda çalışmaları, bilinç­ dışı psişik durumların ve bu durumların bilinçli duygular ve eylemler üzerindeki nedensel etkisine yönelik bir teoriyi içe­ ren psikanalizi başlatmıştır. Husserl'in mantık çalışmaları, buna karşın, onu, bilinç ve yönelimselliğin teorisini içeren fenomenolojiye götürmüştür. Freud'un Husserl'i okumadığı ya da tam tersinin söz konusu olmadığı anlaşılıyor. Ancak rastlantısal bir iş bölümünde, sırasıyla, zihnin bilinçdışı ve bilinçli kısımlarını savunmuşlardı. 1 905- 1 9 1 0 yıllan arasındaki süre boyunca Husserl en önemli fenomenolojik çözümlemelerini yapmıştır. Bu yıllar­ da, ölümünden uzun yıllar sonra yayımlanacak çalışmaların­ da zaman ve uzay deneyimimizin yapısını değerlendirmiş­ tir. Bu bağlamda, duyumun yapısını, zamanda kendini açan duyusal deneyimin yapısını ve uzay ve zamandaki nesnelere ilişkin deneyimimizde duyumun rolünü incelemiştir. 1 908'de anlam teorisi üzerine verilen önemli bir ders dizisinde, Man­ tıksal Araştırmalar' daki anlam teorisine ilişkin daha önce­ ki kavrayışında değişikliğe gitmiştir. Söz konusu 1 908 yılı dersleri, sonrasında Husserl'in meşhur noema (bilinen şey anlamında kullanılan Yunanca bir terimdir) terminolojisi­ ni dahil edeceği ideal anlama ilişkin yetkin teorisini ortaya koymuştur. Husserl bu yıllarda Kant'ın felsefesini de incele-

YA$AMI VE ESERLERİ

41

miş ve 1 9 1 3'den sonra, Kant'ın deyimini kendi fenomenoloji kavrayışına uyarlayarak "transendental idealizm"in kendine özgü bir versiyonunu geliştirmiş ve fenomenolojiyi "transen­ dental" fenomenoloji olarak adlandırmaya başlamıştır. 1 9 1 2 ve 1 9 1 3'de Husserl bu sonuçlan Düşünceler, Birinci Kitap adlı üçüncü kitabında daha yüksek düzeyde bir soyutlamay­ la birbirine bağlamıştır. Kitabın tam adı, Saf Fenomenoloji

ve Fenomenolojik Bir Felsefe için Düşünceler, Birinci Kitap: Fenomenolojiye Genel Giriş'tir. Bu eser Ideen 1 olarak bilinir. 1 9 1 2 yılında aynı aylar içinde, her ne kadar sadece Birinci Kitabı yayımlanmış olsa da, Ideen'in Birinci, İkinci ve Üçüncü Kitaplarının taslağını oluşturmuştur. Husserl, Ideen il olarak bilinen !kinci Kitap: Konstitüsyona Rişkin Fenomenolojik Ça­ lışmalar'ın taslağını aynı dönemde oluşturmuş, fakat hiçbir zaman yayımlanmasına izin vermemiştir, kitap Husserl'in en önemli somut fenomenolojik analizlerinden bazılarını; beden­ lenme/bedenli olma [embodiment) (ben veya egonun beden­ den tamamen bağımsız bir tin olmaması), hareketteki kines­ tetik farkındalık (kişinin bedensel hareketinin farkındalığı), empati (başka "ben"i nasıl deneyimlerim), gündelik yaşam dünyası (daha sonra "yaşam-dünyası" olarak adlandırılacak­ tır) ve deneyimimizin toplumsal yapısı (Martin Heidegger, Alfred Schutz, Michel Foucault gibi Fransız postyapısalcılan da içeren sonraki fenomenologlar tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır) analizlerini içerdiğinden Husserl'in yayımlan­ masına izin vermemesi büyük bir talihsizlikti. Üçüncü Kitap: Fenomenoloji ve Bilimin Temelleri, Ideen 111, fenomenoloji, ontoloji, psikoloji ve sosyal bilimler arasındaki ilişkileri ay­ nntılanyla inceler. Ideen I'de ( 1 9 13) Husserl'in fenomenolojisi "transendental bir dönüşüm" geçirmiştir. Mantıksal Araştırmalar' da Hus­ serl'in fenomenolojisi realist bir ontolojiyle bağlantılı olarak geliştirilmiştir, söz konusu ontoloji sayesinde bilinç, kendi­ sini [dünyayı) düşünmemiz ya da algılamamızdan bağımsız olan bir dünyada ortaya çıkar. Ancak Ideen I'de, Husserl'in

42

DAVID WOODRUFF SMITH

fenomenolojisi yeni-Kantçı transendental idealizm öğretisiy­ le bağlantılı olarak ortaya konulmuştur, söz konusu idealizm­ de, dünya bilincin gerçek ve olanaklı edimlerinin çokluğunda "kurulur." Bir nesnenin (bir ağaç, başka bir insan ya da her­ hangi bir şey) bilinçte "kurulması" ne anlama gelmektedir? Göreceğimiz gibi bu, Husserl'i anlamak söz konusu olduğun­ da en çetrefilli meselelerden biridir. Husserl'in transendental idealizminin bir okumasına göre, dünyadaki her nesne ideal anlamlar sistemine ya da [nesneyi) sonsuz sayıda farklı pers­ pektiften sunan "noemalar"a dayanır. Noemalar Kant'ın "fe­ nomenleri"nin ya da göründüğü-haliyle-şeylerin yerini alır. Noemalar sisteminin ötesinde, bir "kendinde şey," tüm ola­ naklı bilinçlerin erişiminin ötesinde bir nesne yoktur. Hus­ serl'in idealizminin karakteri bugün tartışmalıdır. Bazı uz­ manlar [Husserl'in idealizminde) Berkeley'in idealizminden (ideler ideal noemalar olsa da, dünya idelere indirgenir) farklı olmayan bir idealizm bulurlar. Başkaları ise [onda) Kant'ın idealizmine (idelerimiz dışında bir dünya vardır, fakat biz o dünyayı "kendinde" olduğu haliyle bilemeyiz) oldukça ben­ zer olan transendental bir idealizm bulurlar. Bazı yorumcu­ lar (bu kitabın yazan da dahil olmak üzere) metodolojik bir perspektivizmle (dünyevi nesneler onlara ilişkin bilincimiz­ den bağımsız olarak var olurlar, fakat anlan sadece bazı belli kavrayış ya da anlamlar aracılığıyla bilebiliriz) birleştirilmiş realist bir ontoloji bulurlar. Her halükarda, Husserl'in "tran­ sendental idealizm"inin konumu bilindik tasniflerin hiçbiri­ ne uymaz. Husserl' de özgün anlamda yeni olan ve felsefesini "transendental" kılan, yönelimsellik teorisidir, yani bilincin, bir anlam aracılığıyla (pek çok durumda) bizim kendilerine ilişkin bilincimizden bağımsız olan nesnelere nasıl yöneldi­ ğine ilişkin teoridir. Husserl'in yönelimsellik kavrayışı onun fenomenolojisini epistemoloji ve ontolojinin klasik kaygıla­ rından (neyi bilebiliriz ve [bildiğimiz şey) bizim onu bilme­ mizden bağımsız olarak var olabilir mi?) 20. yüzyıl mantık­ sal veya semantik teorilerine doğru kaydırmıştır (anlamlar

YAŞAMI VE E SERLERİ

43

dünyadaki nesneleri nasıl sunar ya da bilinci [bu nesnelerle] nasıl ilişkilendirir?). Dolayısıyla Husserl'in fenomenolojisi­ ni transendental yapan, transendentali onun yeni kavram­ sallaştırmasıyla düşünürsek, dünyanın "kurulmasında" ide­ al anlamların rolüdür, çünkü dünyadaki şeyleri, dünyadaki nesnelere ilişkin bilincimizin sayısız formuna karakterini veren karmaşık anlam yapıları aracılığıyla yorumlar veya anlarız.

Freiburg Yılları 1 9 1 6 ' da Husserl Freiburg Üniversitesine ordinasyus pro­ fesör olarak atandı. Yaşamının geri kalanını Freiburg'da, yurtdışından ünlü filozofları kabul ederek, Almanya, Lond­ ra, Paris ve İtalya' da ders vererek sürdürdü. Husserl, zama­ nın Almanca konuşulan felsefe dünyasında önde gelen bir düşünürdü ve fenomenoloji, sonraki filozoflar Husserl'in felsefesinin, özellikle rasyonalizm ve transendentalizm gibi yönlerini değiştirmiş ya da reddetmiş olsalar da yüzyılın kalanı için kıta felsefesinin merkezi olarak kalmaya devam edecekti. (Geçen yüzyıl boyunca pek çok önemli Avrupalı dü­ şünürü fenomenolojiye bağlayan ayrıntılı bir çalışma için bakınız: Moran 2000.) 1 920'ler ve 1 930'lar boyunca, felsefeyi mantıksal ve dil­ sel analizlerde temellendirmeyi amaçlayan, felsefeyi man­ tık, matematik ve doğa bilimleriyle aynı düzleme yerleştiren "analitik felsefe" adı verilen hareket ortaya çıkmıştır. Yeni mantığın temelleri Gottlob Frege tarafından 1 9 . yüzyılda atılmış ve Alfred North Whitehead ve Bertrand Russell ta­ rafından anıtsal eserleri Principia Mathematica' da ( 1 9 1 0 1 3) daha ileri götürülmüştür. Husserl b u eserleri biliyordu, ancak mantık teorisini fenomenolojiye bağlamıştı. Analitik felsefe 1 920'ler boyunca, mantıksal pozitivistler felsefeyi doğa bilimleriyle birlikte sağlam emprik bir temel üzerine yerleştirmeye çalışırken, Viyana Ç evresinin aktif faaliye-

44

OAVIO WOOORUFF SMITH

tiyle şekillendi. Ç evredeki merkezi figürler olan hem Moritz Schlick hem de Rudolf C arnap , Husserl'in eserlerine doğru­ dan atıfta bulunuyordu ve Ludwig Wittgenstein'in ünlü Tra­ ctatus Logico-Philosophicus'u ( 1 92 1 ) . önermese! anlamların dünyadaki olgu durumlarını nasıl temsil ettiğinin Husserlci bir analizini önermekteydi (Wittgenstein'in Husserl'in Man­ tıksal A raştınnalan'nın ayrıntılarındaki temsile benzer bir tasviri bilip bilmediği açık değildir) . Schlick, Husserl'in özel bir görü biçimiyle bilinebilen Platonik ideal özler mefhumu­ na karşı çıkıyordu. Ancak 1 920'lerde Viyana'da öğrenim gö­ ren Gödel. daha sonrasında Schlick ve diğerlerinin 1 920'ler­ deki pozitivizmine karşı çıkarak soyut veya ideal varlıkları ve matematiksel görüyü savunacaktır. C arnap 1 924- 1 925' de Dünyanın Mantıksal İnşası 'nı (Der Logische Aufbau der Welt, 1 928) yazarken Husserl'in derslerine katılmıştır. Ana­ litik bilim felsefesinde yeni ufuklar açan bu eser açıkça Husserl'in konstitüsyon öğretisinden etkilenmiştir (C arnap , sistemini "konstitüsyon teorisi" Konstitutionstheorie olarak adlandırmıştır), ancak C arnap, bizim dünyayı kavramsallaş­ tırma veya "oluşturma" biçimimizi modellemek için formel mantıksal bir dil ve onun yorumunu geliştirmiştir. Zihin Kavramı'yla ( 1 949) Oxford gündelik dil felsefesinin kurucu figürlerinden birisi olan Gilbert Ryle, Husserl'i 1 929' da Fre­ iburg' da ziyaret etmiştir. Her ne kadar Ryle'ın uyguladığı teknik, "düşünmek," "tahayyül etmek" "görmek," "istemek," vesaire gibi zihinsel fiilleri kullanma biçimimizi analiz etse de, daha sonralan Ryle Zihin Kavramı'nın fenomenoloji içi bir çalışma olarak görülebileceğini düşünmüştür. 20. yüz­ yıl ilerledikçe, analitik felsefe İngiltere' de ve daha sonra Amerika'da kök saldı ve bilim ve teknolojideki kayda değer yükselişi kısmi olarak yansıtmaktaydı." Kıta fenomenolojisi ve Anglo-Amerikan analitik felsefe gelenekleri, bu gelenek­ lere mensup filozoflar arasında meşhur bir kültürel boşluk bırakarak giderek farklılaştı. Oysa, 20. yüzyılın başında bu geleneklerin temel kaygılan birbirleriyle örtüşüyordu ve [bu

YA$AMI VE ESERLERİ

45

gelenekleri) icra eden önemli kişiler, uzmanların bugün araş­ tırdığı verimli etkileşimler içine girmişlerdi. 20. yüzyılın iz­ leyen on yıllan boyunca ise zihin felsefesi gelişmiş, analitik filozoflar, Husserl'in fenomenolojisinde daha önce inceledi­ ği yönelimsellik ve bilinç meselelerine dönmüşlerdir. 1 920'ler boyunca, Avrupa'nın b aşka yerlerinde ise, top­ lumsal varlığımız ve dünyamızdaki seçim ve değerin rolü dahil olmak üzere gündelik insan varoluşuyla ilgilenen varoluşçu felsefenin yükselişinde farklı bir hissiyat iş ba­ şındaydı. Freiburg' daki öğrenciler, bu vurgu bakımından Husserl'e katılıyorlardı. Ideen II'de Husserl, toplumsal ya­ şamı ve insan yaşamının kişisel ve ahlaki yönlerini temel­ lendirmede empatinin rolünü vurgulayarak kendi'nin ya da ben'in toplumsal ya da kültürel (geistlich, "tinsel '1 yönlerini çözümlemişti. Husserl'in Feriburg'daki asistanı Edith Ste­ in, 1 9 1 6'da Ideen II'nin elyazmasını düzenlemiştir, ancak Husserl onu yayımlamaya hazır değildi. 1 9 1 9'den 1 923'e ka­ dar, Husserl'in ardından en önde gelen Alman filozof olacak olan Heidegger, Husserl'in asistanı olarak çalıştı. Heidegger çevreleyen insan dünyasıyla ve onun pratikleriyle ilişkimizi vurgulamaktaydı. 1 928-29'de Emmanuel Levinas , Husserl'in (ve Heidegger'in) Freiburg'daki derslerine katılmış ve dönü­ şünde fenomenolojiyi Paris'e taşımıştır. Levinas , başkası­ nın "yüzü"nün anlamını öne çıkaran bir etik fenomenolojisi geliştirecektir. Bu meseleler, 1 940'larda Paris'te yazan Je­ an-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'ın fenomenolojisiyle varoluşçuluk içinde önemli bir yer tutacaktır. 1 928'de Husserl emekli oldu. Onun yerine felsefe kür­ süsüne Martin Heidegger geçti. Husserl yazmaya ve ders vermeye devam etti. 1 929'da, Mantıksal Araştınnalar'da­ ki konulara döndüğü fakat mantığın temelini yönelimsel­ lik içinde genişlettiği (ya da yeniden vurguladığı) Fonnel

ve Transendental Mantık'ı yayımladı. 1 9 3 I 'de, Paris ders­ lerinden sonra, fenomenolojisini revizyonist Kartezyen bir perspektife oturttuğu ve epistemolojisini evidenz (apaçıklık)

46

DAVID WOODRUFF S M ITH

türlerinin son derece incelikli ayırt edilmesiyle genişlettiği

Kartezyen Meditasyonlar'ın Fransızca çevirisini yayımla­ dı. Husserl hala fenomenoloji kavrayışını farklı bağlamlara yerleştirerek ve ana kitaplarının her birinde farklı biçimde tanıtarak sürdürüyordu.

Son Yılları 1 933-8 1 933'de Naziler Almanya'da iktidarı ele geçirdi ve Yahudi­ lerin ve diğer Aryan olmayanların devlette ya da üniversi­ telerde görev almasını yasakladı. Husserl de haliyle Üni­ versiteden uzaklaştırılacaktı. Freiburg Üniversitesinin 1 933 baharında Rektor'ü, Nazi yönetmeliğini uygulayan memur, Husserl'in eski asistanı ve şimdi halefi olan Martin Heideg­ ger' den başkası değildi. Heidegger sadece birkaç ay boyunca

Rektor olarak kalsa da, Husserl eski arkadaşının ve vatan­ daşı olduğu ülkenin muamelesiyle şaşkına dönmüştü. (Bir Protestan olsa da) Etnik köken olarak Yahudi olan Husserl, Birinci Dünya Savaşında oğlu Wolfgang'ın öldüğü ve Ger­ hart'ın da savaşırken yaralandığı düşünüldüğünde, Alman­ ya'ya sadıktı. Heidegger'in magnum opusu Varlık ve Zaman 1 927'de yayımlandığında "hayranlık ve dostluk içinde" Ed­ mund Husserl'e ithaf edilmiştir; müteakip baskılarda ise bu ithaf çıkarılmıştır. Heidegger'in Nazi Almanyası'ndaki dav­ ranışları ve politik hırsları araştırma konusu olarak kalma­ ya devam edecektir, ancak selefine güttüğü düşmanlık müte­ akip yıllardaki mektuplarında belirsizlikten yoksun değildi. Husserl'in, Almanya' da ders vermesi ya da yayın 'yapma­ sı yasaklanmış ve Alman vatandaşlığı iptal edilmiştir, fakat Viyana'da ölümünden sonra yayımlanan Avrupa Bilimleri­ nin Krizi ve Transendental Fenomenoloji'ye (Kriz olarak da bilinir, 1 935-8) dahil edilen bir dersi 1 935 yılında vermiştir. Bu kitap Husserl'in yaşamının son üç yılındaki düşüncesi­ ni içermektedir. Kapsamlı tezi, doğa biliminin, Galileo'nun "doğayı matematikleştirmesi"nden ötürü, Lebenswelt ya da

YAŞAMI VE ESERLERİ

47

yaşam-dünyasında sahip olduğumuz anlayış düzeyiyle olan bağlantısını yitirdiğidir. Husserl'in ima ettiği Avrupa kül­ türündeki bu "kriz," Nazi döneminin yükselen irrasyona­ lizminin ardında yatmaktadır. Husserl'in çocukları Elli ve Gerhart 1 933-34'de Birleşik Devletler'e göç etmiştir, ancak Husserl 1 938 yılında vefat ettiğinde, hala Almanya'yı terk etmek gibi bir planı yoktu. Dul eşi, İkinci Dünya Savaşın­ da Belçika'da bir manastırda saklanmış ve 1 946'da Birleşik Devletler' deki çocuklarına katılmıştır. Husserl, öldüğünde, çok s ayıda yayımlanmamış yazı ya da Nachlass bıraktı. Husserl'in destekçileri, eserlerinin Na­ ziler tarafından imha edilmesini engellemek için, Belçika Konsolusluğu aracılığıyla tüm Nachlass'ını gizlice Alman­ ya'nın dışına çıkarmıştır. Bu metinler bugün Belçika, Leu­ ven'deki Husserl Arşivi'nde bulunmaktadır. Belçikalı bir rahip olan Hernıann Van Breda, Husserl'in elyazmalarının korunmasını sağlamış ve Frau Husserl'in Belçika'ya güvenli biçimde ulaşmasına ön ayak olmuştur.

HUSSERL'İN YAZILARININ İZLEDİGİ YOL Husserl, 1 887'den ( 1 883 tarihli doktora tezini verdikten son­ ra, hızlı bir şekilde Habilitasyonunu tamamladığı yıldan) 1 938'deki ölümüne kadar yarım yüzyılı kapsayan bir akade­ mik kariyere sahip büyük bir düşünür için oldukça az sayı­ labilecek sayıda eser yayımlamıştır. Avrupa geleneğini takip ederek, yayımlarının çoğu kitap biçimini almış, 5 1 yılda 5 kitap yayımlamıştır. Fakat Husserl, 40.000 s ayfaya varan stenografi notlarının ( 1 9. yüzyılda Alman Üniversitelerin­ de Gabelsberg sistemine göre yaygın biçimde kullanılmış­ tır) Nachlas'sını ardında bırakarak sürekli yazmıştır. Ders notlarının çoğu metinler olarak muhafaza edilmiştir. Üste­ lik "yazma yoluyla düşünerek," felsefi fikirlerle sürekli [dü­ şünce) deneyleri yapıyordu, sıklıkla, sonuçları yayımlanmış

48

OAVIO WOOORUFF SMITH

kitaplarında s adece soyut biçimde sunulan somut analizler geliştiriyordu. Bunlar, bir ölçüde, saf bir matematikçinin felsefeye aktarılan alışkanlıklarıdır. Bu muazzam çıktının büyük bir kısmı hala stenografiden Almancaya aktarılmayı bekliyor, İngilizceye ise çok daha azı çevrilmiş bulunuyor. Yine, ölümünden sonra on yıllar içinde bir dizi metin orta­ ya çıktı ve bunlar Husserl'in genel felsefesinin aynntılannı doldurduğu görülen başka kitapları oluşturdu. Husserl'in ilk kitabı, 1 8 9 l 'de yayımlanan, Aritmetiğin Felsefesi: Psikolojik ve Mantıksal Araştırmalar' dı. Bu eserin "mantıksal" yanı Husserl'in kariyeri boyunca aynı kalmıştır, ancak "psikolojik" yanı, onun müteakip fenomenoloji kav­ rayışına doğru evrilecektir. Husserl, kısa bir süre sonra bu [eseri) sayı kavramını sayma ve gruplandırma psikolojisiyle ilişkili olarak açıklayan, dolayısıyla psikolojiyle sınırlanmış yetkin olmayan bir eser olarak kabul edecekti. Daha önce de­ ğinildiği gibi, Husserl, Frege'nin kitaba ilişkin eleştirel in­ celemesinde itham ettiği anlamda bütünüyle suçlu değildi, fakat Frege'nin eleştirisini yabana atmadı. Müteakip on yıl süresince Husserl, pek çoklarının onun magnum opusu olarak kabul ettiği, özgün Almanca b askı­ sında yaklaşık 1 000 sayfaya tekabül eden Mantıksal A raş­ tırmalar'ı vücuda getirmişti. (Başlık ve önceki kitabın alt başlığına dikkat edin.) Bu eser iki bölüm halinde yayım­ l anmıştı: •



Mantıksal Araştırmalar, Birinci Bölüm: Saf Mantık'a Prolegomena ( 1 900) Mantıksal Araştırmalar, ikinci Bölüm: Fenomenoloji ve Bilgi Teorisine nişkin incelemeler ( 1 90 1 )

Prolegomena, kendi başına bir kitap, bilgi teorisinde görece­ lilik eleştirisini içeren ve mantığın "teorilerin teorisi" olarak Husserl tarafından pozitif açıklanmasıyla zirvesine ulaşan mantık ve matematikteki uzun bir psikolojizm eleştirisidir.

YAŞAMI VE ESERLERi

49

İkinci Bölüm, Husserl'in "Araştırmalar" olarak adlandırdığı bugün altı kitap ya da monograf dizisi olarak yayımlanabi­ lecek olan bölümleri kapsar. I. Araştınna, bir anlam ve refe­ rans teorisi (Frege'nin bu konular hakkındaki ünlü öğretile­ rini karşılaştırınız) ve söz edimleri teorisi (J. L. Austin'in ve John Searle'nin 1 950'li yıllardaki Oxford felsefesi içindeki eserlerini karşılaştınnız) içeren bir dil felsefesidir. II. Araş­ tınna türler ya da tümeller teorisidir (aslında Platoncu ve Aristotelesçi görüşleri bir araya getirmiştir) . III. A raştınna , son derece önemli ontolojik bağlılık anlayışını içeren (bir şey bir diğeri var olmadığı sürece var olamaz) bir parçalar ve bütünler antolojisidir. IV. A raştınna parça-bütün teorisi­ ni ideal anlamlara veya önermelere uygulayan "gramer" teo­ risidir. V. A raştınna, bir bilinç edimi, onun ideal paylaşıla­ bilir içeriği (ilkesel olarak dilde ifade edilebilir ideal anlam) ve [söz konusu] edimin içeriği yoluyla kendisine yöneldiği nesne arasında ayrımların dikkatli bir şekilde tartışılarak oluşturulduğu ayrıntılı bir yönelimsellik teorisidir. Hus­ serl'in fenomenolojisinin temeli tam da burada yatar - A raş­ tınnalar'in İkinci Bölümünün ortasına gömülüdür. Son ola­ rak, VI Araştınna, Husserl'in fenomenolojik yönelimsellik teorisini (bilincin nasıl temsil ettiği) fenomenolojik bilgi teo­ risine (nesnelerin ve olgu durumlarının "görü" veya "apaçık" sunumu aracılığıyla bilincin hakiki bilgiyi nasıl oluşturdu­ ğu) genişleten bilgi teorisi konusunda kitap uzunluğunda bir çalışmadır. Geriye dönüp baktığımızda, Husserl'in Mantıksal Araş­ tınnalar'ı geniş kapsamlı düşünülmüş bir mantık çalışması, analitik felsefe içinde rahatça konumlanabilecek bir man­ tık, matematik ve bilimsel teori felsefesidir -bu konular saf matematikten "saf' mantık yoluyla ontoloji, fenomenoloji ve epistemolojiye geçiş yapan Husserl'in kariyerinin erken dö­ nemlerindeki ilgi alanıydı. İleriye yönelik baktığımızda ise Mantıksal Araştınnalar, Husserl'in fenomenolojiye ilişkin tam kavrayışının başlangıcıdır, zira yönelimsellik teorisi,

50

DAVID WOODRUFF SMITH

ki fenomenolojinin kalbidir, ilk kez V. Araştımıa'da dikkat­ lice ortaya konmuştur. Husserl daha sonra fenomenolojiyi transendental felsefe (doğa bilimlerine dayanan naturalist felsefeden ayn olarak) bağlamına yerleştirecektir. 1 9 1 3'de Husserl, son Araştırma hariç olmak kaydıyla, tüm araştır­ maların yeniden gözden geçirilmiş bir versiyonunu yayımla­ dı ve 1 920' de VI. Araştırmanın gözden geçirilmiş bir baskısı yayımlandı. Gözden geçirilmiş baskı Husserl'in transenden­ tal perspektifinden açıklayıcı notlar içeriyordu. Bu edisyon bugün elimizde olan baskıdır (Routledge 2000 İngilizce çe­ viri). 1 9 1 3'de Husserl üçüncü kitabını yayımladı; Ideen I . sade­ ce fenomenolojiye yoğunlaşıyordu. Kitabın uzun adı şöyley­ di: SafFenomenoloji ve Fenomenolojik Felsefe için Düşünce­ ler, Birinci Kitap: Saf Fenomenolojiye Genel Giriş. Bu eser Husserl'in transendental fenomenolojiye ilişkin yetkin manifestosuydu. İronik olarak, gayri resmi olarak kullanmakta olduğumuz kısaltılmış adı, Düşünceler, tam anlamıyla isabetli bir adlandırmadır çünkü empristlerin "ideler" olarak adlandırdığı şey, her ne kadar Husserl selef­ lerinde pek de açık olmayan ayrıntılı bir teori geliştirmiş ve önemli ayrımlar yapmış olsa da, fenomenolojinin asıl konu­ sudur. (Brentano'nun Hume'a hayran olduğu gibi, Husserl'in de Hume'a hayranlık beslediğini hatırlayalım). Ideen I'de Husserl fenomenolojik "indirgeme" yöntemini ortaya koyar: Bilincimizin ötesinde doğal bir nesneler dün­ yası olduğu tezini, yani "doğal tavır"ın genel tezini "paran­ teze alarak" saf bilinci inceleyeceğizdir. Bu paranteze alma yöntemiyle dikkatimizi, bilincin nesnelerinden (çevreleyen doğa dünyasındaki şeyler), var olsunlar ya da olmasınlar, bu nesnelere ilişkin bilincimize yöneltiriz. Bir yerde (§ 49) Husserl, dünyanın bilincimizle yönelimsel bir ilişki içinde "mutlak olarak" değil, "göreceli olarak" var olduğunu söy­ ler. Her halükarda söz konusu olan Husserl'e yeni-Kantçı dönüşümü sonrası atfedilen transendental idealizm öğreti-

YA$AMI VE ESERLERİ

51

sidir. Daha ince bir yorum i s e şöyle der: Husserl için Ideen I'de, etrafımızdaki dünyada herhangi bir nesne bilincimiz­ den bağımsız olarak vardır, fakat "bizim için" -onu biliriz ve deneyimleriz- onu belirli bir şekilde anlamamızı sağlayan belirli anlamlar veya "noemalar" aracılığıyla sadece bilinç edimlerinde var olabilir. Öyleyse paranteze alma meselesi, dikkatimizi bizi normal olarak ilgilendiren nesnelerden bu nesnelere ilişkin bilincimize ve anlan kendileri aracılığıyla deneyimlediğimiz anlamlara yöneltir. Ideen I birkaç ay içinde yazılmıştır ve İkinci ve Üçüncü Kitap, Ideen II ve III taslak haline getirilmiş olmakla bir­ likte hiçbir zaman Husserl hayattayken yayımlanmamıştır. Şimdi yayımlanmış olan bu ciltler, sadece önemi Ideen I'de özetlenen ayrıntılı fenomenolojik analizleri ortaya koymak­ la kalmaz, aynı zamanda Ideen I'in (§ 49 vd) bazı bölümleri aracılığıyla öne sürülebilecek olan klasik idealizme yöne­ lik eğilimi de tekzip eder. Burada Husserl, bedenselliğimi­ ze, başka kişilere, toplumsal pratikler ve kurumlara ilişkin deneyimlerimizin yapısını aynntılandınr. Yine burada, Martin Heidegger ve oldukça farklı biçimde, Maurice-Mer­ leau-Ponty tarafından geliştirilen "varoluşçu" fenomenoloji­ nin temelleri yatar. 1 929' da Husserl, emekliliğinden kısa bir süre sonra dör­ düncü kitabını, birkaç ayda yazılan Formel ve Transenden­ tal Mantık'ı yayımladı. Mantık teorisin aksine, fenomeno­ loji üzerine yıllar boyu çalışmasına rağmen Husserl burada mantığın doğasına dönmüştür. Fenomenolojik çalışmasının çoğu, burada mantık teorisinin bakış açısından sunulu­ yormuş gibi, belirgin hale gelmekte, dolayısıyla Mantıksal

Araştırmalar'ı yansıtmaktadır. Husserl, günümüzde sembo­ lik veya matematiksel mantık içinde bilindiği anlamıyla for­ mel mantığı, formel mantığın felsefi açıklaması anlamında kullandığı transendental mantıktan ayınr. Aslında Husserl yönelimselliğin, akıl yürütme sürecindeki düşünce ya da yargının yapısı olduğunu ileri sürer. Forrnel mantık mantık-

52

DAVID WOODRUFF SMITH

sal bir kalkulüs meydana getirmek için bu zihinsel süreç­ leri dışarıda bırakırken, transendental mantık, anlamlan formel mantığın sembolleriyle ifade edilen temel yönelimsel edimleri- çözümler. Matematiksel mantık, Alfred Tarski'nin mantıksal ve semantik doğruluk teorisi ve Gödel'in eksiklik teoremiyle l 930'ların başında birkaç yıl içinde çiçek açmaya hazırlanırken, Husserl, mantığı fenomenolojiye bağlayan bir mantık felsefesi ortaya koyuyordu. 1 9 3 1 'de Husserl beşinci kitabını, Kartezyen Meditas­ yonlar'ı Paris'te verdiği derslerin Fransızca çevirisi olarak yayımlamıştır (Almanca baskısı 1 952'de öldükten sonra ya­ yımlanacaktı). Burada Husserl, Descartes'in çığır açan nk Felsefe Üzerine Meditasyonlar'ına ( 1 64 1 ) eğilerek fenomeno­ lojiyi epistemolojiyi merkeze alarak sunar. Husserl, Descar­ tes'in fenomenolojiyi keşfetmeye yakın olduğunu, fakat hatalı biçimde ego veya düşünen ben'in içinde dünyanın uzantısı olan "küçük bir son nokta"ya tutunduğunu söyler. Descartes tüm bilgiyi her birimizin bilincimiz ve kendi benimiz konu­ sunda sahip olduğumuz kesinlikte temellendirmeye çalışmış­ tır ("düşünüyorum, öyleyse vanm"). Ancak Husserl apaçıklık (evidence) veya kesinlik türleri arasında bir dizi aynın ortaya koyar. Sonuç, Descartes'inkinden farklı olmayan bir şekilde, kendi bilinçli deneyimimize başvurmak olacaktır, fakat ancak farklı apaçık bilgi türlerinin, yani kendi deneyimimizin, özne olarak kendimizin, bedenimizin, çevreleyen dünyadaki başka nesnelerin ve diğer kişilerin farklı türlerdeki apaçık bilgisi­ nin titiz bir analiziyle. Meditasyonlar'ında Husserl, fenome­ nolojiye meydan okuyan solipsizm sorunuyla uğraşmıştır. Solipsizm ("tek ben" anlamına gelir) sadece zihnimin içinde ortaya çıkan şeyin var olduğu - onun dışında kalan her şeyin bir yanılsama olduğu yönündeki bir öğretidir. Şimdi, dünyayı paranteze almak kişiyi kendi bilinci içinde soyutlanmış ola­ rak bırakmakta, böylece fenomenoloji solipsizme yol açıyor görünmektedir. Husserl "başka ben"e ilişkin deneyimimizin, fenomenoloji sınırlan içinde bile solipsizmi nasıl yok ettiği-

YAŞAMI VE ESERLERi

53

ni göstermeye çalışmıştır. Ne var ki, bu argümanın gücünden memnun görünmeyen Husserl, öznelerarasılık sorununa ya da dünyadaki şeylerin nasıl "herkes için orada olduğu"na de­ ğinmeye devam etmiş ve Ideen I ve Ideen il' de tekerrür eden konuya dönmüştür. Bu minvalde Husserl son dönem eserle­ rinde bu soruya daha zorlayıcı bir cevap bulmuş, söz konusu cevaplar ölümünden sonra Kriz' de toplanmıştır. Her halükar­ da, Husserl'in paranteze alma yöntemi herhangi bir solipsizm tehdidini başından savmalıydı (6. Bölümde yöntem açıklan­ maktadır). 1 935'de Husserl Viyana' da "Avrupa İnsanlığının Kri­ zi ve Felsefe" adında bir ders vermiştir. 1 935'le 1 938' deki ölümü arasında yazılan metinlerde söz konusu dersin ko­ nusunu genişletmiştir. Bu metinler öldükten sonra 1 954'de yayımlanan, Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Fenomenoloji: Fenomenolojik Felsefeye bir Giriş başlıklı bir ciltte toplanmıştır. Bu metin aslında Husserl'in altıncı ve son kitabıdır - hala fenomenolojiyi dünyaya tanıtmaya çalışmaktadır. Buna karşın, Husserl Kriz'de yaşam dünyası kavrayışını yapılandırıp, önceki fenomenolojik indirgeme­ nin "Kartezyen" yöntemini değiştirerek ve doğa biliminde doğanın "matematikleştirilmesi"ni eleştirerek yeni temeller inşa etmiştir. Husserl'in analizinde (Avrupa) insanlığı, ken­ di insanlığı ile ilişkisini yitiriyordu, çünkü bilimsel dünya görüşü gündelik yaşam içindeki dünyanın anlamının yerine geçiyordu. Aslında bu analizin ayrıntıları 1 9 1 2 ' de yazılan Ideen II'de zaten ele alınmıştı. Kriz'de yeni olan şey, onun yönüydü: Yaşam- dünyası hakkında neredeyse dini bir du­ yarlılıkla daha insancıl. daha varoluşsal. belli yönler itiba­ riyle de bilim-karşıtıydı. Bazı uzmanlar, Kriz'i temel ontoloji olarak fenomenolojinin hakiki mimarı ve büyük Alman düşü­ nürü olarak, Husserl'in yerini fiilen doldurmak isteyen -ve onu üniversiteden uzaklaştıran, Nazi kanunlarını uygulaya­ rak [ona] ihanet eden- Heidegger' e Husserl'in cevabı olarak görürler. Husserl'in o zamanın krizi konusundaki ıstırabı

54

DAVID WOODRUFF SMITH

kimsenin gözünden kaçamaz. Her halükarda, 1 930'lann po­ litik vurgusunun da ötesinde, Kriz geleceği gören bir eser­ dir. Zira, 20. yüzyılın sonuna kadar, en etkin felsefi kaygı, muhteme!en, yeni zihin-beden problemiydi: Ruhsal etkinli­ ğin beynin nöral ağı içinde gerçekleşen sayısallaştırılabilir [computational) süreçlerle açıklandığı bilişsel sinirbilimde­ ki büyük ilerlemeler dikkate alındığında, zihni ve özellikle bilinci nasıl anlamalıyız? Şayet, her şey, görelilik ve kuan­ tum fiziğinin matematiksel olarak tanımladığı madde-enerji alanlarındaki fiziksel ve sayısallaştırılabilir süreçlere indir­ genirse, yaşam-dünyasında kendi bilinçli deneyimimizi ve gündelik insani etkinliklerimizi nasıl anlayabiliriz? Husserl'in Nachlass'ından arda kalan diğer elyazmaları, onun eserlerinin başka kitaplarını oluşturmak üzere düzen­ lenmiş ve Husserl'in tüm felsefesine ilişkin olarak şimdi eli­ mizde olan resmi tamamlamıştır. Bu elyazmaları, Husserl'in yayımlanan kitapları arasındaki oldukça uzun sessizlikler boyunca temel meseleler üzerine fiilen yoğunlaştığını gös­ termektedir. Ölümünden sonra [yayımlanan) -Husserl'in felsefesinin yorumlanışında her birinin yeni bir heyecan uyandırdığı- söz konusu metinler arasında şimdi İngilizce­ de mevcut olanlar şunlardır:



içsel Zaman-Bilincinin Fenomenolojisi Üzerine ( 1 893 1 9 1 7) ; Şey ve Uzay: 1 907 Dersleri;



Ideen il ve Ideen III (Ideen I'le birlikte 1 9 1 2' de taslak



haline getirilmiştir); • •



Fenomenolojik Psikoloji: Dersler, Yaz Sömestiri, 1 925; Pasif Ve Aktif Senteze ilişkin Analizler: Transendental Mantık Üzerine Dersler ( 1 920-6 yıllarının dersleri); Deneyim ve Yargı (Uzun yıllar boyunca yazdığı çeşitli elyazmalarından derlenmiştir ve Formel ve Transen­ dental Mantık'ı tamamladığı söylenir)

YA$AMI VE ESERLERİ

55

Diğer ciltler Almanca olarak yayımlandı, ancak henüz İngi­ lizceye, aşağıdaki cilt de dahil, çevrilmedi: •

Etik ve Değer Teorisi üzerine Dersler ( 1 9 1 1 , 1 9 1 4 tarih­ li Dersler) .

Bu listede dikkat edilmesi gereken nokta, çalışmalann soyut mantıksal ve ontolojik teori ile somut fenomenolojik anali­ zin bir birleşimi olmasıdır. Husserl, kariyeri boyunca, iki çe­ şit felsefe yapma biçimini birleştirmişti. Bir yandan, zaman bilincinin, uzaydaki şeylerin algılanışının, (bu tür şeylerin) anlamının aktif ve pasif sentez aracılığıyla (yönelimsel et­ kinlikte) oluşumunun analizini görürüz. Öte yandan, Hus­ serl'i, bu fenomenolojik analizleri, aklı bilincin yönelimsel edimlerinde, eşdeyişle -kendimizle ve bu şeylere ilişkin de­ neyimimizle birlikte- bizi çevreleyen dünyadaki şeyleri ken­ disi aracılığıyla anladığımız ve deneyimlediğimiz ideal an­ lamlann taşıyıcısı olan edimlerde temellendiren bir mantık imgesi içinde bir çerçeveye oturturken görürüz.

HUSSERL'İN FELSEFESİNİN EVRİMİ Öne çıkan geleneksel yoruma göre, Husserl'in felsefesi, dev­ rimci zihinsel dönüşümlerle ayrılan dört dönem boyunca gelişmiştir. (Bu geleneksel görüş Moran 2000'de biraz ayrın­ tılı olarak ele alınmıştır; söz konusu görüş, Mohanty 1 995'te zekice özetlenmiş , sonra da eleştirilmiştir. İkincil literatür Husserl'in düşüncesindeki daha küçük zikzakları ve dönü­ şümleri tartışmaktadır, fakat bizi ilgilendiren, dört aşama­ dan oluşan geniş kapsamlı bir evrimdir.) Bu görüşün ortaya koyduğu aşamalar Husserl'in eserle­ rine yönelik açıklamamızdan elde edilebilir. İlk evre, Hus­ serl'in Halle' deki erken yıllarında, A ritmetiğin Felsefesi'n­ de ( 1 89 1 ) ifade edilen, görünüş itibariyle psikolojik bir sayı

56

OAVIO WOOORUFF SMITH

açıklamasına girişi içeriyordu. Bundan sonra, Frege'nin bu kitabı şiddetli biçimde eleştirmesinden kısmi olarak etki­ lenen Husserl rotayı tersine çevirmiştir. İkinci evresinde Husserl; Halle'deki müteakip yıllarında, Mantıksal Araş­

tırmalar'a ( 1 900- 1 ) Prolegomena'da geliştirilen, mantıkta (matematik ve genel olarak aksiyomatik teorilerde) psiko­ lojizmin ayrıntılı bir eleştirisini yapmıştır. Bildiğimiz gibi Husserl, mantıkta durmamış; Araştırmalar dil teorisi, on­ toloji, fenomenoloji ve epistemolojiyle ilgili çalışmalarla devam etmiştir. Bu, ideal türleri [ideal species) ve özleri vurgulayan yarı -Platoncu evrede Husserl, Araştırmalar'ın daha sonraki bölümlerinde ifade edilen fenomenoloji kav­ rayışının temellerini atmıştır. Orada da hikaye aynı şekilde devam eder, bilginin zemini olarak betimleyici psikolojiye -erken dönem fenomenolojisi- dönerek rotasını tekrar de­ ğiştirmeye başlamıştır. Üçüncü evrede, Göttingen yılları boyunca Husserl'in fenomenolojiyi bilgi olanağının koşul­ larını yalnızca saf bilinçte araştıran yeni-Kantçı transen­ dental bir zemin üzerinde tekrar-kavrayan ve radikalleşti­ ren transendental bir dönüşüm yaşadığı görülür. Ideen I'de ( 1 9 1 3) transendental fenomenoloji, görünüşe göre tüm ger­ çekliği (sadece bilgi değil, varlığın kendisini de) saf bilinç­ te temellendiren transendental bir idealizme yol açmıştır. Husserl'in transendental evresi, Kartezyen Meditasyonlar ( 1 93 1 ) tüm bilinç etkinliklerini saf ya da transendental ben­ de temellendirdiği için, Freiburg yılları ve emekliliğinden sonrasına kadar devam etti. Oysaki Meditasyonlar'ın sonu­ na kadar Husserl bütün dünyanın, varlığın soyutlanmış bi­ rimine, "benim" egoma çökeldiği "transendental solipsizm" sorunuyla uğraşıyordu. Sonrasında, dördüncü ve son evre­ sinde Husserl rotasını tekrar değiştirmiş , şimdi yaşam dün­ yasının toplumsal gerçekliğine dönmüştür. Kriz'de ( 1 935-8) gördüğümüz gibi, ego "ben"in başkalarıyla birlikte yaşadığı gündelik yaşam-dünyası içinde doğar ve bildiğimiz haliyle dünyayı birlikte kurarız. Bilimsel teoriler gündelik dünyada

YA$AMI VE ESERLERİ

57

çalışan bilim insanlarınca oluşturulur, sonuçları başkala­ rının miras aldığı kavramlar içinde "tortulanır." "Ben" ise, iş üstündeki fenomenolog olarak kendi bilincimin transen­ dental edimlerine döndüğümde bile hala yaşam- dünyasın­ da hayatımı sürdürürüm, bu yaşam dünyasında eylemlerim ve üstlendiğim şeyler klasik idealizm ve solipsizme yönelik bir ilerleyişi ortadan kaldıran varoluşsal ve sosyal bir an­ lam [significance) taşır. İşte burası Husserl'in felsefesinin rahata erdiği yerdir. Bu minvalde geleneksel yoruma göre Husserl, sayı psi­ kolojizminden realist bir fenomenolojiyle birleştirilmiş Pla­ toncu mantıksal bir realizme, daha sonra idealizme güçlü bir biçim veren transendental fenomenolojiye ve son olarak yaşam-dünyasında temellenen varoluşsal (fakat bir ölçüde transendental) bir fenomenolojiye dönerek en azından üç kere felsefenin temel ilkelerini yeniden yazmıştır. Üstadın, fenomenolojinin kurucusunun, düşünümleri onu ileriye taşırken, radikal olarak değişen ve sürekli rota değişti­ ren düşüncelerinde bir coşku vardır. Dahası, Husserl'in gele­ neksel yorumunda belli bir meta-felsefe, fikirler tarihinde kök­ ten değişimin bir felsefesi, sıklıkla kıta felsefesinde (Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida tarafından) öne sürülen bir bakış açısı iş başındadır. Her büyük düşünürün yoluna devam ede­ bilmek için (Oedipus gibi) "babasını öldürmesi" gerektiği söy­ lenegelir. Husserl, felsefi evriminde üç büyük dönüm noktası­ nın her birinde bir önceki benini öldüren biri olarak görülür. Nitekim Husserl'in geleneksel okuması kısmen halefi Heideg­ ger ile başlar. Bununla birlikte, şayet Husserl'in evrilen felse­ fesindeki birliği ararsak, oldukça farklı bir tablo ortaya çıkar ve Husserl'in düşüncesinin gelişimindeki devamlılığı görmeye başlarız. (Bakınız Mohanty 1 995; Smith ve Smith 1 995.) (Bu kitapta takip edilen) bu alternatif yoruma göre, Hus­ serl tüm felsefi sistemini biteviye genişletiyordu. Husserl'in yazılarında gözlemlenen sapmalar zihnin radikal (neredeyse şizoid olan) dönüşleri değildi, büyük tabloyu doğru anlamak

58

DAVID WOODRUFF S M ITH

için yinelenen çabalardı. Ç eşitli araştırmalarda Husserl, bilinç, doğa ve kültür dünyasının farklı bölümlerine hitap ederek teorinin farklı düzlemleri ve alanları boyunca ileri ve geri hareket etmiştir. (Bakınız Husserl'in sisteminde ontoloji ve fenomenoloji arasındaki ilişki D . W. Smith, 1 995)

HUSSERL'İN FELSEFİ SİSTEMİNE BİR ÖN-BAKI$ Husserl'in sistemi, onun külliyatının birbirinden ayrıştırı­ lamayacak şekilde nasıl bir arada bulunduğunun kaba bir tasvirini yaparken görünürlük kazanır. Husserl, Aritmetiğin Felsefesi'nde ( 1 89 1 ) , matematikten matematik felsefesine geçerken, amacı sayıları gruplandır­ ma ya da sayma gibi zihinsel faaliyet kalıplarına indirge­ mek değildi. Bunun yerine, aritmetik kavramlarımızın nasıl ortaya çıktığını, bu tür faaliyetlerden nasıl kaynaklandığını ve dolayısıyla bu faaliyetlere nasıl dayandığını açıklamak istiyordu. Ne var ki, Husserl, fenomenoloji görüşünü ve onun mantık ve ontolojiyle ilişkisini, Mantıksal Araştınna­

lar'ın ( 1 900- 1) karmaşık hikaye örgüsü içinde geliştirene dek ilgili meseleleri hali yoluna koyamayacaktı. Çok daha son­ ra, 1 936' da Kriz' in içinde bir ek olarak içerilen bir deneme olan, "Geometrinin Kökeni"nde matematiksel kavramların oluşumunu tekrar ele alacaktı. (Husserl'ın Frege'nin iddia ettiği gibi, gerçekten ya da bütünüyle psikolojizmle suçlana­ mayacağı, Araştınna'ların Prolegomenasında psikolojizme yönelik saldırısını tamamlamasından çok daha öncesinde, 1 890'lardaki erken dönem yazılarında açıktır. Bakınız Dal­ las Willard'ın Husserl'in Aritmetiğin Felsefesi'nin 2003 yı­ lındaki çevirisine yazdığı giriş: 1 887- 1 90J 'den Ek Metinlerle Psikolojik ve Mantıksal Araştınnalar ve Mantık ve Matema­ tik Felsefesindeki Erken Yazılar'ının 1 994'de Willard tara­ fından toplanan Husserl'in metinlerinin derlemesi.) Mantıksal Araştınnalar'ın Prolegomenasında ortaya ko­ nulduğu biçimiyle Husserl'in mantık felsefesi, matematiğin

YA$AM I VE ESERLERİ

59

temellerine olan ilgisinin derinleştirilmesiydi. Zamanının gelişmeleriyle paralel olarak (matematik alanındaki ar­ kadaşları C antor ve Hilbert de dahil olmak üzere) Husserl her matematiksel teoriyi, formel bir yapıyı ifade eden, ide­ al olarak aksiyomatikleştirilebilir önermeler sistemi olarak anlamıştır, öyle ki bu yapı, pozitif tamsayılar ya da Ôklitçi uzaydaki noktalar veyahut da fiziksel uzay-zamandaki par­ çacıklar gibi bazı varlık alanlarına uygulanabilir. Aynı form, fizikten biyolojiye, deneysel psikolojiye herhangi bir teori için de geçerlidir. "Saf' mantığın görevi, Husserl'e göre, böy­ le herhangi bir teori hakkında bir açıklama -bir meta-teori­ geliştirmektir. Bu nedenle, Bolzano'nun ardından Husserl için de mantık teorilerin teorisidir. Bununla birlikte, Husserl'in mantık olarak adlandırdı­ ğı şey, bugün düşündüğümüzden daha geniş kapsamlı bir disiplindir. Husserl'e göre mantık, dil sistemlerini, yöne­ limselliği ve ontolojiyi -ve apaçıklıkla eklersek, epistemo­ lojiyi- içeren felsefi bir şemadır. Bu, Mantıksal Araştırma­

lar' da ayrıntılı verilen ve diğer eserlerinde genişletilen bir tasavvurdur. Husserl'in felsefesi, tabiri caizse, onto-feno­ meno-lojik bir sistem, dilin, zihnin veya deneyimin ve dün­ yanın yapılarının ayrıntısını veren ve bunları birbiriyle ilişkilendiren bir sistem geliştirir. Bu düzlemler arasındaki sistematik korelasyon temel itibariyle yönelimselliğin ve bu dünyadaki temelinin öyküsüdür. Ideen I'de ( 1 9 1 3) Husserl, bir bilinç ediminin tam yapı­ sını somutlaştıran ve noemaların yönelimsel olarak ilişkili sistemlerine örtük olarak götüren ideal anlamları ya da noe­ maları içeren yönelimselliğin yapısına daha fazla odaklanır. Formel ve Transendental Mantık'da ( 1 929) Husserl, formel mantığın dilin ifade ettiği anlam yapılarında ve yönelimsel­ likte temellenişini vurgulayan, geniş kapsamlı mantık kav­ rayışını tekrar ele alır. Kartezyen Meditasyonlar'da ( 1 93 1 ) , görüsel [intuitive) apaçıklık taşıyan yönelimsel yargıların -bilince, bene, başkalarına ve çevreleyen dünyaya ilişkin-

60

DAVID WOODRUFF SMITH

farklı türdeki bilgileri nasıl sağladığına ilişkin apaçıklık açıklamasını genişletir. Kriz'de ( 1 935-8) Husserl, gündelik bilgimiz ve miras al­ dığımız - bilimsel bilgi arasındaki etkileşime yoğunlaşır. Bilimsel faaliyette bulunan bilim insanının yönelimselliği gündelik yaşamın yönelimselliği üzerine kuruludur (Einste­ in görelilik teorisi ve onun deneysel dayanaklan üzerinde çalışırken, kurşun kalemle yazar ve öğle yemeği için ara ve­ rir). Bununla birlikte, gündelik algılanmız, yargılanmız ve eylemlerimiz, başkalannın uzun süre önce geliştirdiği "tor­ tulaşmış" kavramlar biçiminde miras alınan anlamları taşır (Ağaçları ve anlan görürüz, çivileri çakmak için çekiçleri kullanırız, Güney Kutbu hakkında düşünürüz, insan hakla­ rına değer veririz). Miras aldığımız kavramlardan bazıları kadim kültürel pratiklerden (çekiçle dövmek gibi) çıkarsanır; bazılarıysa bilimsel teoriden çıkarsanır (bilgisayanm akış halindeki elektronların enerjisiyle çalışır). Husserl'in, yıllar boyunca ve farklı eserlerinde değişen vurgularında, yukarıda değinilen fikirlerin geniş kapsamlı olarak gösterdiği gibi, giderek genişleyen, daha fazla geniş­ lik ve derinlik arayışındaki felsefi bir sistemi görmeliyiz. Husserl'in dünyaya ilişkin değişen iddialan ve dünyanın bilinçle ilişkisinde, sadece realizm ve idealizm biçimleri arasında bir yalpalama değil, bunun yerine yönelimselliğin temel yapısındaki edim ve nesne arasındaki ilişkiyi açıkla­ ma çabasını görmeliyiz. Husserl'in toplumsal gerçeklik ve yaşam-dünyasıyla ilişkisi söz konusu olduğunda, bilincin ve onun yönelimselliğine verilen öneminin geç dönem bir red­ dini değil, öznel alanın, öznelerarası ya da toplumsal alanın ve nesnel alanın, bilhassa doğa dünyasının bir dengelenişini (ilk eserleriyle aynı doğrultuda) görmeliyiz. Bölümler ilerledikçe, Husserl'de Batı felsefesinin büyük sistemcilerinden birini göreceğiz. Onun tüm felsefesi, geniş bir yelpazedeki felsefi kaygıların nadiren uyumunun sağ­ lanabileceği bir kavramsal birliğe sahiptir. Görevimiz, tüm

YA$AMI VE ESERLERİ

61

bölümlerin tutarlı bir bütün oluşturmak için nasıl bir ara­ ya geldiklerinin haritasını çıkanrken, felsefi sistemin fark­ lı bölümlerini -mantık, ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji vs- incelemek olacaktır. İlginçtir ki bu biraradalık (zusam­

menhiingen -Almancada daha iyi duruyor2) Mantıksal A raş­ tırmalar'ın ortasında incelenen (neredeyse gömülü olan) parça-bütün yapısının bir örneğidir. Husserl hiçbir zaman felsefesinin biraradalığını kendi biraradalık teorisinin ışı­ ğında açıkça ortaya koymamakla birlikte, felsefesine ilişkin bu teorem okurlann çıkardığı bir sonuç olarak kalacaktır. Biz, bu kitapta, işte o okurlanz.

ÖZET Edmund Husserl ( 1 859- 1 938) yaklaşık 50 yıl boyunca ciltler dolusu yazmıştır. İlkin, değişkenler hesabı üzerine dokto­ ra tezi yazarak matematiği incelemiş, bunu sayı teorisinin felsefi yönleri üzerine Habilitasyon tezi (Alman akademik sisteminde ikinci bir doktora tezine benzer) takip etmiştir. İkincisi ilk kitabına doğru evrilmiş , ondan sonra, yeni feno­ menoloji bilimini bir çerçeve içine alan ve tanıtan sistematik bir felsefenin gelişimine doğru hızla ilerlemiştir. Kariyeri boyunca, Husserl beş kitap yayımlamıştır: • • •

• •

A ritmetiğin Felsefesi ( 1 89 1 ); Mantıksal A raştırmalar (üç cilt halinde, 1 900- 1 ); Saf bir Fenomenoloji ve Fenomenolojik Felsefe için Düşünceler (Birinci Kitap, 1 9 1 3); Formel ve Transendental Mantık ( 1 929); Kartezyen Meditasyonlar ( 1 93 1 ) .

D . W . Smith, Almanca zusammenhiingen'in karşılığı olarak han­ ging-together fiilini kullanır, düz anlamıyla, her ikisi de aynı an­ lama (birlikte asılı kalmak) gelmekle birlikte, Almancadaki imlem­ leri daha geniştir.

Zusammenhang bağlam anlamına geldiği gibi,

ilişkili olma, karşılıklı ilişkide olma, bir arada bulunma, birbiriyle iletişim kurma anlamlanna da gelmektedir -çn.

62

OAVIO WOOORUFF SMITH

Husserl A ritmetiğin Felsefesi'ni yetkin olmayan bir eser olarak kabul etmiştir, bu eserde kümelerin ve s ayı­ ların "psikolojikleştirilmesi"ne doğru yönelmiştir. On yıl­ lar sürerı yoğun bir teorileştirme [süreci) daha sonra pek çok kişinin Husserl'in ş aheseri olarak nitelediği Mantıksal Araştırmalar'ı vücuda getirmiştir. 1 000 sayfalık bu eser­ de Husserl , dikkatli bir şekilde tasarlanmış yönetimsellik teorisini (bir deneyimin dünyadaki belli bir nesneye doğ­ ru içeriği aracılığıyla nasıl yöneldiğini) ortaya koymuş­ tur. Burası, Husserl'in fenomenoloji kavrayışının temeli, bilincin özünün bilimiydi. Bununla birlikte, A raştırmalar Husserl'in "saf' mantık kavrayışını (çeşitli anlam formla­ rı uygun nesneleri temsil eder) , ("formel" ve "maddi" özleri ayıran) ayrıntılı kategorik ontolojisini ve ("görü"yü [intu­ ition) kendinden-apaçık [self- evident) deneyim olarak ni­ telendiren) epistemolojisini de geliştirmiştir. Dolayısıyla Araştırmalar, Husserl'in tüm felsefe sistemini, içinde fe­ nomenolojinin yer aldığı biçimiyle ustalıkla işler. Ideen, öyleyse, Husserl 'in yetkin fenomenolojisinin "transenden­ tal" kavranışını, "paranteze alma" yöntemini ve incelikli yönetimsellik teorisini uygulayarak ayrıntılandırmıştır. Husserl'in dördüncü kitabı, bize "transendental" dönemin­ de bile mantık ve matematik teorisine olan devamlı ilgisini hatırlatır. Kartezyen Meditasyonlar Husserl'in, fenomeno­ lojide temerküz eden felsefesini Kartezyen bir bükülmeyle sunar. Ancak Husserl, eserin kendisindeki bu yaklaşımın, bilincin etrafındaki dünyayla anlamlı bir ilişki içinde var olmaktan ziyade kendi üzerine kapandığı "transendental solip sizm"e yol açacağından endişeliydi. Önemli kitaplarının ortaya çıkışı, uzun yıllar boyunca bölünmüş olsa da, Husserl sürekli yazmıştır. Yazılarının ölümünden sonra yayımlanan ciltleri deneyimlediğimiz bi­ çimiyle zaman ve uzayın yapısına, kendinin deneyimlen­ mesi ve başkalarının empatik deneyimi arasındaki ilişkiye ve daha fazlasına değinmektedir. Özellikle, yazılarının son

YA$AMI VE ESERLERİ

63

safhası, Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Feno­ menoloji' de ( 1 935-8) bir araya getirilmiştir. Eserinde Husserl, Galileo'nun modern bilimleri b aşlat­ masından Husserl'in 1 930'larda Almanya'da farkına vardığı rasyonellik "krizi"ne kadar süregelen düşüncenin gelişimine değinir. Burada Husserl, modern fizikte "matematikleştiril­ diği" haliyle "doğa dünyası"na karşıt olarak "yaşam- dünya­ sı" temasını geliştirmiştir. Öyleyse Husserl, felsefi yaşamı boyunca başlangıçtaki (matematik, mantık ve bilimdeki) bilginin nesnelliğine yap­ tığı vurgudan (saf veya transendental fenomenolojide) bilin­ cimizin öznelliğine yönelik göze çarpan bir yoğunlaşmaya ve oradan da (yaşam dünyası felsefesinde) şeylere ilişkin ortak deneyimimizin öznelerarasılığına doğru yönelir. Husserl'in eseri sürekli bir aşamadan diğerine geçtiğinde bile hatırı sa­ yılır bir birlik taşır. Husserl'in Mantıksal Araştırmalar' da çerçevesi çizilen ve sonraki eserlerde geliştirilen felsefe sistemi bu kitapta Husserl'e ilişkin sunumumuzun odağı olacaktır.

İLAVE OKUMALAR (VE İNCELEMELER) Aşağıdaki kitaplar Husserl'in yaşamı, eserleri ve kariyerine ilişkin tartışmaları içermektedir. Bununla birlikte, bu kitaplardaki felse­ fi meselelerin daha ayrıntılı tartışmaları elinizdeki kitabın diğer bölümleriyle ilgilidir. Video kaset Husserl'i bizzat göstermektedir. Bernet, Rudolf, Isa Kern and Eduard Marbach, 1 999. An Introdu­

ction to Husserlian Phenomenology, Evanston, Illinois: Nort­ hwestern University Press. Husserl'in fenomenolojisinin, yön­ temlerinin, sonuçlarının, gelişiminin ve onun yaşamı, eserleri ve derslerinin ayrıntılı kronolojisinin ayrıntılı bir özetidir. Embree, Lester (ed.), 1 991 . A Representation of Edmund Husserl. Videocassette, Boca Raton, Florida: Center far Advanced Rese­ arch in Phenomenology, Florida Atlantic University, y. 1 99 1 .

64

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl'i gösteren ev yapımı kısa bir film parçasını içeren, ya­ şamını ve eserlerine ilişkin bir açıklamayı gösteren bir video kasettir. Mohanty, J. N., 1 995. "The Development of Husserl's Thought," Bar­ ry Smith ve David Woodruff Smith (ed.), The Cambridge Compa­

nion to Husserl, Cambridge ve New York: Cambridge University Press. Söz konusu eser, Husserl'in gelişiminin devamlılığını vurgulayarak tüm kariyeri boyunca Husserl'in felsefesinin geli­ şimine ilişkin bir değerlendirme yapar. Moran, Dermot, 2000. lntroduction to Phenomenology, Londra ve New York: Routledge. Fenomenolojide, Brentano'daki arka plan üzerine olan bir bölümü, Husserl'in eserleri ve yaşamı hakkın­ daki dört bölümü ve daha sonra gelecek olan fenomenologlar (Heidegger, Sartre, Merleau-Ponty) hakkında bazı bölümleri ve geniş kapsamlı fenomenolojik eğilimleriyle kıta filozoflarını (Gadamer, Arendt, Levinas, Derrida) içeren klasik eserlerin bir özetidir; tüm bunlar tarihsel bağlam ve kronolojik gelişim için­ de sunulur. - 2005. Edm und Husserl: Founder of Phenomenology, Cambridge ve Maiden, Massachussetts: Polity Press . Husserl'in fenome­ nolojisinin ve Husserl'in beş farklı evresindeki gelişiminin, ilk evreyi, daha sonraki "transendental evre"yi ve yaşam-dünya­ sındaki diğer kişileri vurgulayan son evreyi içeren bir sunumu. Smith, Barry and David Woodruff Smith (ed.), 1 995. The Cambrid­

ge Companion to Husserl, Cambridge ve New York: Cambridge University Press. Husserl'in felsefesindeki temel alanlar üzeri­ ne Denemeler. 1 995. "Introduction," Barry Smith and David Woodruff Smith (ed.), The Cambridge Companion to Husserl, Cambridge ve New York: Cambridge University Press. Husserl'in felsefesinin ve ge­ lişiminin bir özeti. Zahavi, Dan, 2003. Husserl's Phenomenology, Stanford, California: Stanford University Press. Almanya, Fransa ve diğer bölgelerin kıta geleneğinde, müteakip figürler üzerinde Husserl'in etkisini gösteren, erken mantıksal dönem, orta transendental dönem ve geç yaşam-dünyası döneminde Husserl'in düşüncesinin özetini veren kısa bir kitap.



i ki Husserl'in Felsefi S istemi

Bu bölüm, Husserl'in felsefi sistemini bir çerçeveye oturta­ rak 3-8. Bölümlerde tartışılacak olan konulara yönelik bir önbakış sunar ve kavramsal bir yol haritası sağlar. Bunun­ la birlikte, bu bölümlerden sonra okunduğunda, daha önce gelen bölümlerin birliğine dair bir özet ve retrospektif bir bakış sağlayacaktır. Bu minvalde, bu bölüm, iki okumadaki farklı bakış açılarıyla müteakip bölümlerden önce ve sonra da verimli bir biçimde okunabilir.

BÜYÜK RESİM Husserl'in felsefesi deneyimimize, içinde yaşadığımız dün­ yaya, bedenimize, kendimize, bilgimize (gündelik ve bilim­ sel), değerlerimize, sosyal kurumlarımıza vs.ye ilişkin bu şeylerin biçimlerini ya da özlerini ve birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini açımlayarak bütüncül bir açıklama ortaya koyar. Bu felsefi sistem içinde, Husserl'in fenomenolojisi, (sıkça varsayıldığı gibi) tüm geri kalanın tek temeli ve raison d 'et­

re'i (varlık nedeni) değil, bütünün özgün bir parçası olarak yerini alır. Şüphesiz ki Husserl, bilincin ve anlamın yeni bi­ limine, fenomenoloji kavrayışına şiddetli bir vurgu yapmış­ tır. Fakat onun fenomenolojisi felsefi sisteminin içinde onto-

66

DAVID WOOORUFF SMITH

loji, epistemoloji, mantık ve ayrıca etik ve değer teorisindeki öğretiler gibi sistemin diğer p arçalarıyla sıkıca bütünleşmiş özel bir bölümdür. Kısaca Husserl'in felsefesi şu konuların ayrıntılı bir açıklamasını geliştirir: ( 1 ) Bilinçli deneyimimizin, özellikle yönelimselliğinin ya da deneyimimizin bizi çevreleyen dün­ yadaki şeyleri temsil etme biçiminin; (2) tekil varlıkların ni­ telikleri veya ilişkileri, parçaları ve bağlılıkları dahil olmak üzere genel olarak dünyadaki şeylerin kategorilerinin ve bu varlıkların dünyayı oluşturan olgu durumlarını nasıl mey­ dana getirdiğinin; (3) eşyanın doğası hakkındaki teorileri­ miz, bilhassa matematiğimiz, fizik ve psikoloji gibi bilimle­ rimiz de dahil olmak üzere dünyaya ilişkin düşüncelerimizi ifade etme aracı olarak dilin; (4) toplumsal ve öznelerarası pratiklerimizi, özellikle paylaşılan norm ve değerlerimizi, hem ahlaki hem de politik olanları içeren kültürün açıkla­ masını verir. Husserl'in felsefesinin ayrıntıları, sayılar, de­ neyimler, fiziksel nesneler ve değerler gibi çok farklı türde şeylerin doğasını konu edinir. Bununla birlikte, bu şeyler, tıpkı matematikçilerin yüzlerini gündelik yaşamın somutlu­ ğuna döndürdüklerindeki gibi yaklaşabileceğimiz soyut bir teori yapısı içinde yerlerini alırlar: Zaten Husserl de kendi deneyimimizin ve içinde yaşadığımız dünyanın en temel ya­ pılarının ayrıntılarına yüzünü dönen bir matematikçidir. Fenomenlerin (zihinsel faaliyetler veya elektronlar ya da sayılar veyahut da başka şeyler) verili bir alanına ilişkin fel­ sefi bir açıklama, özel türde bir teori, söz konusu alandaki şeylerin doğasına ilişkin sistematik bir açıklamadır. Sıklıkla felsefe, fiziğin ya da cebirin bir parçasından daha çok, kısa bir öykü ya da roman gibi okunur. Fakat Husserl felsefenin "bilim" olarak ele alınmasını ("Kesin bir Bilim olarak Felse­ fe" başlıklı, 1 9 1 1 tarihli bir denemede) önermiştir. Mantıksal Araştırmalar'da ( 1 900- 1 ) Husserl, mantığı teorilerin teorisi ya da bunun yerine bilimin bilimi olarak tanımlamıştır. Bu doğrultuda felsefeyi, kelimenin geniş anlamıyla bir bilim, do-

FELSEFİ SİSTEMİ

67

!ayısıyla bir teori olarak, fakat fonnel ya da matematiksel bir teori veya fizik gibi deneysel bir bilim olarak değil, akıl ve deneyimin faklı yönlerine dikkat çeken, bu şekilde incelenen şeylerin disiplinli bir açımlanışını tesis eden kesin türde bir teori olarak düşünmüştür. Öyleyse, Husserl'in tüm felsefe sis­ tem geniş kapsamlı, ancak birlikli bir teoridir. Bu bölümde bi­ zim görevimiz bir bütün olarak bu teoriyi özetlemek olacaktır. Husserl hiçbir zaman kendi sistemini, "aşağıdaki aksiyom­ lardan yola çıkan, işte benim her şeye ilişkin teorim" diyerek net ve göze çarpan ve pedagojik olarak düzenlenmiş bir anla­ tı içinde sunmamıştır. Bunun yerine, sistemi ömrü boyunca yazdığı yazılarla ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, onun dü­ şünsel yolculuklarında kapsanan felsefi alanın bir yol harita­ sı vardır ve bu harita onun ilk başlıca eseri, magnum opusu, 1 000 sayfalık 1 900 ve 1 90 1 'de yayımlanan -sadece "mantıksal" incelemelerden ibaret olmayan- Mantıksal Araştırmalar' dır. Daha sonraki, yayımlanmış veya yayımlanmamış eserlerinin tümü, -şu veya bu konuda ayrıntılı çözümlemeleriyle [dü­ şünce) deneyleri yaparken, aklında daima büyük resmi tutu­ yormuş gibi- Araştırmalar' da ayrıntılandırılmış çerçevenin içinde yerini alır. Dahası, Husserl'in sisteminin birliği Araş­

tırmalar' da aynntılandınlan ilkelerden ileri gelir: Zihin, dün­ ya, form, vs.ye ilişkin bütünsel bir teori; öyle ki bu genel teori beraberinde kendi birliğine ilişkin bir teoriyi de gerektirir. Bu iyi-tanımlanmış teorinin yapısı, Husserl'in müteakip çalış­ malarına hükmeder, bunlara Ideen !'deki ( 1 9 1 3) "transenden­ tal" fenomenolojinin etkili bir takdimi de dahildir. Husserl'in sistemi, ( 1 . Bölümde yapmış olduğumuz gibi) külliyatını gözden geçirdiğimizde ortaya çıkar. Ancak onun eserlerine geniş tarihsel bir p erspektiften baktığımızda, sis­ temini farkı motif ve gerekçeleriyle birlikte daha iyi değer­ lendirebiliriz. Husserl'in gözünde ve onun zamanında fenomenoloji, felsefesinin açıkça en önemli öğesi, tartışmalı olsa da asıl ve tek dayanağı olarak görünmekteydi. Sonuçta fenomeno-

68

DAVID WDODRUFF SMITH

loji, felsefe içerisinde kendini epistemoloji, ontoloji, etik ve mantıktan ayıran yeni bir disiplindi. Nitekim 20. yüzyıl Avrupa kıta felsefesinin bakış açısı Husserl'in felsefesinde fenomenolojinin rolü üzerine yoğunlaşmıştı. Bir taraftan, Husserl'in fenomenolojiye ilişkin sonraki "transendental" kavrayışı, Kant'tan Fichte ve ötesine uzanan Alman ide­ alizmi geleneğine ve l 920'lerde Alman üniversitelerinde hakimiyetini sürdüren yeni-Kantçı felsefeye bağlanır. Öte yandan, Husserl'in daha önceki temellendirme çalışmala­ rı sağın veya bilimsel felsefeye ilişkin Viyana geleneğine bağlanır ve yine mantığın fenomenolojik kavrayışıyla bir­ leşen Husserl'in fenomenolojiye ilişkin mantıksal kavrayı­ şı, 1 920'ler ve 1 930'lardaki Viyana Ç evresinin kaygılarıyla etkileşim içinde olmuştur. Her halükarda, bizim bugünkü bakış açımızdan hareketle, Husserl'in 20. yüzyıldaki hem kıta hem de analitik felsefe geleneklerine ve Avrupa felse­ fesinin daha geniş kapsamlı bir erimine felsefi olarak bağ­ lanışını ele alabiliriz. Ç ağdaş ve daha global bakış açımıza göre, Husserl'in felsefesinin fenomenolojiden çok daha ge­ niş kapsamlı olduğunu görüyoruz. Analitik filozoflara göre, Husserl'in mantık ve matematik felsefesi (biyografisinde açıkça görüldüğü gibi) öne çıkmaktadır. Buna karşın, kıta felsefesi filozofları için dikkat çeken, Husserl'in bilince, varoluşsal anlama ve yaşam- dünyasına olan ilgisidir. Hus ­ serl'in bütün eserlerine ilişkin daha geniş bir bakış açısıy­ la yaklaştığımızda, onun mantık, ontoloji, fenomenoloji ve epistemoloji arasında tanımladığı ilişkileri görmeye başla­ rız. Bu dört alanın izlediği yol, Araştırmalar' da, bu sırayla daha ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur; sonrasında [bu alanlara] toplumsal ya da kültürel teori, etik ve değer teori­ si gibi konular da dahil olacaktır. Husserl'in Batı Felsefesi tarihindeki yerine baktığımızda, Husserl'in felsefi sisteminin diğer büyük düşünürlerin bin yıl boyunca gelişmiş görüşlerine karşıt olan farklı parça­ larını görürüz. Husserl'in (görmüş olduğumuz gibi) mantık

FELSEFi S i STE M i

69

ve matematik felsefesi 1 9. yüzyıl psikolojizmine karşı şid­ detli bir tepkiydi. Husserl'in özler ontolojisine (eidos, türler ya da tümeller) olan ilgisi Platon ve Aristoteles' den başla­ yıp ortaçağdan günümüze devam eden tartışmaların içinde, eşdeyişle Platon'un formlar teorisinden başlayan tümeller teorisi içinde realizm ve adcılık üzerine tartışmalarda, ye­ rini almaktadır. Husserl'in bilginin temellerine olan ilgisi, 1 7. yüzyılda başlayan Descartes ve rasyonalizmden Locke ve empirizme, Kant ve onun Newton'un yeni fiziğe olan ilgisine oradan da 20. yüzyıl bilim felsefesine (özel bilimlerde bil­ gi teorisi) modern felsefenin geniş kapsamı içinde yer alan tartışmaları yeniden ele alır. Husserl'in yönelimselliğe iliş­ kin fenomenoloji teorisinin Brentano'dan ortaçağa (Latin ve Arap-İslam-İran felsefesine) ve oradan da Aristoteles'e uza­ nan kökleri vardır. Husserl, (ders notlarında) etik meselelere değindiğinde, Platon ve Aristoteles'in bilinen arka planına karşı, Avrupa Aydınlanması'nın ortasında Kant ve Hume ta­ rafından ortaya atılan ahlak teorisi veya pratik felsefedeki meseleleri ele almıştır. Husserl aynca Budizmde meditasyona ilişkin bir çalış­ mada Asya felsefesine kısaca değinmiştir. Japon dergisi Ka­

izo' da, 1 923-4 yılında üç makale yayımlamıştır. Bugün fe­ nomenoloji Japonya ve Hindistan' da çalışılmaktadır, bunun nedeni kısmen, kişinin deneyimi ve dünyadaki yeri üzerine düşünmesinin önemini vurgulayan Zen ve Budizmin diğer biçimlerinin geleneksel felsefe konularıyla uyumlu görün­ mesidir. Öyle görünüyor ki transendental idealizm bile yüz­ yıllar boyunca Hindu ve Budist felsefede geniş bir çerçevede tartışılan geleneksel Budizmin yanılsama kavramıyla ilişki­ lendirilebilir. Öyleyse bu bölümde, Husserl'in baştan başa tüm felsefi sistemini, zihin, dil, dünya, form, bilgi, değere ilişkin fel­ sefi teorilerdeki birliği ve mantık, ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji ve etik' de söz konusu olan teoriler arasındaki karşılıklı ilişkileri vurgulayarak, bir çerçeveye oturtacağız.

70

DAVID WOODRU FF SMITH

tlerleyen bölümlerde fenomenolojinin metodolojisini de içe­ rek şekilde Husserl'in felsefenin birçok alanına ilişkin öğre­ tilerinin aynntılannı irdeleyeceğiz. Önemli olan, Husserl'in doktrinal sistemine ilişkin bu kavrayışın, belli yönlerden onun transendental fenomenolo­ jisini karakterize ettiği düşünülen katı metodolojik sistem­ den ayırt edilmesidir. Husserl'in fenomenoloji ve yöntemine yönelik tutkusu, onun karşılaştığımız her şeyi "fenomenolo­ jikleştir"erek tüm felsefeyi transendental düşünüm pratiğine indirgeyen bir devrimci olduğu görüşünü uyandırabilir. Ni­ tekim Husserl bazen "paranteze alma" ya da "fenomenolojik indirgeme" yöntemini en yüksek başarısı olarak öne sürer. 1 930' da, emekliliğinden iki yıl sonra, asistanı Eugen Fink' e "Fenomenolojik Felsefe Sistemi"nin bir taslağını geliştirme­ sini -sistem kelimesine dikkatinizi çekerim- söylemiştir (bkz. Fink 1 9881 1 995: xiii). Böyle bir eser hiçbir zaman yazılmadı. Bunun yerine, Husserl'in tasdikiyle, Fink Altıncı Kartezyen

Meditasyon: Yönteme ilişkin Transendental Teorinin bir !desi'nin taslağını hazırladı (söz konusu eser ancak 1 988'de vefatından sonra yayımlandı, ilk bölümü Fink 1 988/ 1 995'te çevrildi). Bu eser Husserl'in beş Kartezyen Meditasyon'u­ nu ( 1 929/1 960) genişletmek üzere, Husserl'in fenomenoloji kavrayışını Kartezyen olmayan, ancak Kantçı da olmayan transendental metodolojide, "fenomenolojinin fenomenoloji­ sinde, fenomenolojikleştirme üzerine bir düşünümde" temel­ lendirmek üzere tasarlanmıştı (Fink 1 988/1 995: 1 ) . Burada amaç Husserl'in fenomenoloji yaklaşımını halefi Martin He­ idegger'inkinden ayırt etmekti . Müteakiben, son dalga eseri Kriz' de ( 1 935-8/ 1 970) Husserl, "yaşam-dünyası"nın rolünü vurgulayarak fenomenolojik yönteme ilişkin açıklamasını gözden geçirmiştir. Bununla birlikte, yönteme ilişkin evrilen kavrayışı boyunca, Husserl'in doktrinal sistemi, temel ilgi alanımız olan yapıyı korumuştur. Bu sistem içinde, sistemin hiçbir parçası bir başkasına indirgenemez: Sırasıyla mantık, ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji ve etik kapsamına giren

FELSEFİ S İ STEMİ

71

çeşitli teoriler güçlerinden bir şey yitirmez, bununla birlikte bu teoriler ortaya koyacağımız şekilde birbirleriyle karşılıklı

bağlılık içindedir.

HUSSERL'İN SİSTEMİ Felsefe mantık, epistemoloji, metafizik ya da ontoloji ve etik olmak üzere geleneksel olarak dört ana alana ayrılmıştır. Toplum ve siyaset felsefesi değer teorisi şemsiyesi altında etik' e eklenir. Husserl'in kalemiyle şekillenen fenomenoloji, felsefenin beşinci ana alanını oluşturur. Husserl'in külliya­ tı, tüm bu alanlara, aynca 20. yüzyıl boyunca özgülleşerek gelişen dil felsefesi ve zihin felsefesindeki meselelere birlik­ te değinir.

Mantıksal Araştınnalar'da Husserl, mantıktan dil fel­ sefesine, ontolojiye, fenomenolojiye, epistemolojiye geçerek çalışır. (Değer teorisi daha sonra gelecektir) Husserl'in bu alanlarda geliştirdiği temel teorileri özetlerken onun tüm sisteminin ana hatlarının da izini süreceğiz. A raştınna­ lar' daki gelişim seyrini müteakip eserlerdeki sonuçlarına genişleterek takip edeceğiz. Bununla birlikte, derine inme­ den metinlerin üzerinden geçeceğiz ve kabaca Husserl'in ana fikirlerini ve bu alanlardaki görüşlerinin taslağını çizeceğiz.

Mantık Mantık, (çıkarımın mantıksal olarak doğruluğunu koruduğu) matematikte olduğu gibi, tümdengelimsel çıkarım da dahil olmak üzere geçerli akıl yürütme ve aynı zamanda (çıkarı­ mın sadece olasılığı verdiği) deneysel bilim ya da bir mahke­ mede olduğu biçimiyle, tümevanmsal akıl yürütme çalışma­ sıdır. Mantığın temelleri, dilin anlamı nasıl ifade ettiğinin ve dünyadaki nesneleri nasıl temsil ettiğinin, daha açık ifade edersek, farklı türdeki cümlelerin nasıl doğru olabile-

72

DAVID WOODRUFF SMITH

ceğinin, eşdeyişle hangi koşullar altında cümlelerin doğru olabileceğinin incelenmesi olan semantiği içerir. Bu mantık­ sal- semantik kaygılar (bugün bunlan böyle isimlendiririz) Husserl'in felsefi mantığının yoğunlaştığı noktadır. Husserl'in zamanında, Gottlob Frege'nin yeni niceleme mantığı ("tüm" ve "bazı" gibi kelimeler), mantığı Aristote­ les'in tasım teorisinden çok daha öteye taşımıştır. Bu arada, yeni mantık, kısmen (Husserl'in Halle yılları boyunca arka­ daşı olan) Georg Cantor tarafından ortaya konulan, mate­ matiğin yeni temellerinde yer alan kümeler teorisiyle geniş­ letilmiştir. Dahası, eski geometrinin aksiyomatik yöntemi, formel veya sembolik dilde ifade edilebilecek tümdengelim teorisi idealinde yeni bir biçim kazanmıştır; aslında kapsa­ dığı alan içindeki tüm doğruluk [değerlerinin] aksiyomlar­ ca gerektirildiği tam bir aksiyomatik teori ideali özellikle (Göttingen yılları boyunca Husserl'in arkadaşlık kurduğu) David Hilbert tarafından ortaya konulmuştur. Matematik ve matematiksel fizikteki tüm teoriler mantıksal önerme sistemleri olarak tanımlanmıştır. Mantığa ilişkin bu yeni fi­ kirler, özellikle (Husserl'in Freiburg'daki derslerine katılan) Rudolf C amap'ın eserlerinde olduğu gibi bilimsel teorinin mantıksal görüşüne yol açmıştır. Diğerlerinin matematiksel bir mantığın ayrıntılarını ve bununla koordineli bir bilim metodolojisi geliştirdiği yerde, Husserl dikkatini böyle bir mantığın felsefesine ve (geniş anlamda düşünülen) bilim te­ orisine doğru çevirdi. Husserl, matematiksel mantığın teknik işlerinin akıllı teknisyenlerin işi olduğunu, filozofun görevinin ise mantık, matematik ve bilimin temellerine ilişkin, bunların ötesine geçen felsefi bir açıklama aramak olduğunu düşünüyordu. Günümüzün bilgisayar dilinde, Husserl'in mantığın zorlu teknik yapılarını "hackerlar"ın (bilgisayar bilimcileri arasın­ da kullanılan kötü anlamıyla değil) alanı şeklinde düşündü­ ğünü söyleyebiliriz. Buna karşın, Husserl, mantığın yapıla­ rına ilişkin "saf' (uygulamalı teoriye karşıt olarak) bir teori

FELSEFİ SİSTEMİ

73

arayışındaydı (filozof bugün "sayısallaştırma/komputasyon tam olarak nedir?" diye bilgisayar bilimciye sorabilir) . Hus­ serl, "saf mantık" görüşünü bu anlamda ileri sürmüştür. Bernard Bolzano, Husserl 'in ilham kaynağıydı. Bolza­ no'nun Wissenschaftslehre'si ( 1 837) ya da Bilim Teorisi, bi­ limi, nesnel kendinde-idelerden (Vorstellung an sich) oluşan "kendinde" (Satz an sich) nesnel önermeler sistemi olarak tanımlamıştır. P'yi düşündüğümüzde, zihinsel faaliyetimiz öznel bir önerme biçimini, "P" cümlesinde ifade ettiğimiz öznel bir ide ( Vorstellung) formunu alır. Bolzano, temsiller ya da idelere (Vorstellung) ilişkin hakim Kantçı açıklamayı eleştirmekteydi. Zira Bolzano, öznel ve nesnel ideler ara ­ sında dikkatli bir ayrım yapmamız gerektiği fikrindeydi. Öznel ideler bireysel zihnimizde (deneyimimizin zamansal akışı içinde diye ekleyecektir Husserl) ortaya çıkar, ancak nesnel ideler uzay ya da zamanda değildir -onlar daha çok Platonik formlara benzerler; (hayvanlar ya da ağaçlar veya­ hut da benzer şeylerin formlarından farklı olarak) sadece düşünmenin ideal biçimleri gibidirler. İki insan köpeklerin kedileri kovaladığını düşündüğünde, farklı yerlerde (bugün iki insanın kafasında deriz) ve belki de farklı zamanlarda düşünen iki farklı insanda bulunan iki öznel ide vardır. An­ cak sadece bir nesnel ide söz konusudur, her iki insanın düşündüğü veya düşünürken aklında tuttuğu, köpeklerin kedileri kovaladığı önermesi. Bolzano'yu takiben, Husserl mantığın öznel idelere değil, nesnel idelere ilişkin olduğu­ nu düşünür. Önermeler, tam bir cümlenin bir formla birlikte dilde ifa­ de edilebildiği idelerdir, örneğin "Köpekler kedileri kovalar." Her önerme, uygun formdaki idelerden oluşur, örneğin öz­ nel ide "köpekler" ismiyle ve yüklem idesi "kedileri kovalar" yüklemiyle ifade edilir. Formel mantık verili bir dildeki il­ gili ifade formlarını ve yine Husserl'in vurguladığı gibi, bu şekilde ifade edilen idelerin ilgili formlarını analiz eder ve sistematik hale getirir.

74

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl, mantığın nesnelliğini açıklayabilmek için Bol­ zano'nun kendinde-önermeleri (ya da daha sonra, Frege'nin sonsuz "düşünceleri") gibi, ideal nesnel anlamları varsayma­ mız gerektiğini öne sürer. Çıkarım kalıplarını mantıksal ola­ rak geçerli kılan, kendinde-önermeler arasındaki sonuç ya da mantıksal gerektirme ilişkisidir. İdeal anlam olmaksızın mantık, sadece insanların -doğru ya da yanlış- olumsal akıl yürütme biçimleriyle ilgili olacaktır. Bu doğrultu ise psiko­ lojizme, mantığın psikolojiye indirgenmesine yol açar. Husserl'e göre bir teori, verili bir alan ya da konu hak­ kındaki önermeler sistemidir. İdeal olarak, bu önermelerin bir grubu aksiyomatiktir ve bu önermeler birlikte, teorideki tüm önermeleri, dolayısıyla alana ilişkin tüm doğrulukla­ rı gerektirir. Herhangi bir alan için tümdengelimsel olarak eksiksiz bir aksiyomatik teori ideali, 1 930'larda Kurt Gödel tarafından bulunan dahiyane matematiksel kanıtlarda sı­ nırlarını bulur, ancak meta-mantığın bu eksiklik teoremleri henüz Husserl tarafından öngörülmemiştir. Bir teorinin ala­ nı, aritmetik teoride, pozitif tamsayılar olabilir. (Husserl'in ilk kitabının Aritmetiğin Felsefesi olduğunu hatırlayın. Ya da sözkonusu alan, köpekgiller (biyolojinin oldukça spesi­ fik bir alanı) teorisi için, bütünüyle köpeklerden oluşabilir. Doğa dünyasında ise herhangi türde bir nesnenin eksiksiz bir kavrayışını ya da teorisini oluşturmayı beklemiyoruz. Nitekim Husserl, ağaç gibi doğal bir nesnenin özünün ona ilişkin bilgimizi aştığını, bilgimizde onun doğasının olanak­ lı tüm algılarının (farklı yönler itibariyle) ötesine geçtiğini defalarca vurgulamıştır. Her durumda, teori pratikte ya da kimi zaman ilkece eksik olsa bile, böyle bir şey hakkındaki teori ideali varolmaya devam etmektedir. Bu modele göre, bir teorideki önermeleri birleştiren şey, mantıksal gerektirme [entailment] ilişkisidir ki bu ilişki sa­ yesinde aksiyomatik önermeler teorideki diğer önermeleri gerektirir. Mantıksal gerektirme teorisini Husserl "sonuç" mantığı olarak adlandınr (bugün mantıkçılar "tanıtlama te-

FELSEFİ SİSTEMi

75

orisi" diye bahsederler). Ancak Husserl'in mantıksal kaygı­ ları başka bir yerde bulunabilir. l 930'lu yıllarda Alfred Tarski, belli türde diller için mate­

matiksel bir doğruluk modeli, daha karmaşık cümlelerin doğ­ ruluk koşullarının daha basit cümlelerin doğruluk koşullan açısından tanımlandığı "semantik" bir doğruluk kavrayışı ge­ liştirmiştir. Bu model mantığın temel unsuru olarak semanti­ ğin gelişimini daha ileri bir noktaya taşımıştır. Zira, l 940'lar­ da mantıkçılar ve mantık felsefecileri mantık teorisini üç alana ayırmışlardır: Sentaks, semantik ve pragmatik. (Carnap bu aynını bazı eserlerde ortaya koymuştu.) Sentaks, ifadele­ rin biçimleriyle; semantik, ifadelerin anlamlarıyla ve ifadele­ rin temsil ettiği ya da gönderimde bulunduklanyla ilgiliyken; pragmatik, kişilerin ifadeleri çeşitli bağlamlarda kullanmala­ rıyla ilgilidir. Husserl-sonrası terimlerle ifade edersek, Hus­ serl'in mantık felsefesi, sentaks ve sentaktik çıkarım kuralla­ rıyla tanımlanan tanıtlarla [proofs] pek ilgili değildir. (Önerme mantığının basit kuralı şöyledir: "P ise O'dur. .P'dir. Öyleyse, Q' dur." Sadece sentaks bu formda olan herhangi bir çıkanının geçerliliğini verir.) Bunun yerine, Husserl semantiğe ilgi duyu­ yordu. Frege'nin mantığı ideal anlamın ayrıntılı bir semantiği­ ni geliştirmişti, bu semantikte, cümleler, Bolzano'nun kendin­ de-önermeler olarak adlandırdığı sonsuz "düşünceleri" ifade ediyorlardı. Husserl'in yoğunlaştığı ana nokta ideal anlamlar, bir teoriyi meydana getiren önermelerdi ve Husserl belli anlam formlarının belli nesne formlarını temsil ettiğini varsayarsak, anlamların dünyadaki şeyleri nasıl temsil ettiğiyle ilgileniyor­ du. "Bu köpek kızgın-dır" önermesi, belli bir hayvanın belir­ li bir uyarılma durumunda olduğu bir olgu durumunu temsil eder; "bu köpek"in anlamı tikel bir hayvanı temsil ederken, "kızgın-dır" anlamı ise uyarılmış olma özelliğini temsil eder. 20. yüzyılda mantıkçılar iyi-tanımlanmış sembolik bir dildeki ifadelerin ya da cümlelerin formlarıyla uğraşmışlar­ dır. İlgi alanları genel olarak yüklemler kalkülüsü [predicate calculus] ya da bu sembolizmle ifade edilen teorilerin sa-

76

DAVID WOODRUFF SMITH

yılaştırılabilir özellikleriyle ilgiliydi. Mantıkçılar gözlerini Platonik -veya Bolzanocu ya da Fregeci- ideal, nesnel öner­ melerin göğüne doğru çevirmek zorunda değillerdi. Nitekim pek çok mantıkçı, önermelerin Platoncu kavrayışını redde­ derek, bunun yerine basılı oldukları kağıtta görebileceğimiz dilsel varlıkları yerleştirmek konusunda W. V. Ouine'ı örnek almıştır. Bununla birlikte, Husserl'in terimleriyle ifade eder­ sek, bu mantıkçılar ya da matematikçiler "teknisyenler"di, henüz hakiki "filozoflar"a dönüşmemişlerdi. Husserl'e göre, "saf mantık" ideal anlamların, önermelerin ve onların bile­ şenlerinin mantıksal ve semantik nitelikleridir. Husserl'in bu meydan okuması, daha nominalist bir inancın ardından giden mantıkçılar için masada kalır: Şayet mantık sadece, verili bir insan grubunun belli biçimde kullandığı cümle formlarına işaret ediyorsa, bu durumda bir çıkanını geçerli yapan nedir? Bu psikolojizm sorunuydu; Husserl ve Frege 1 9. yüzyıl sonlarında psikolojizme şiddetle karşı çıkmıştı. Husserl'e göre, dil çalışmaları, saf mantıktan daha farklı bir alandır ve Husserl bugün dil felsefesi olarak adlandır­ dığımız şeyi, saf mantık felsefesiyle eşgüdümlü olarak, ana hatlarıyla özetlemiştir.

Dil Mantığın olduğu yerde, dil felsefesi pek uzakta değildir, Hus­ serl için mantık önermelere (ideal anlamlara) ilişkindir: Öner­ melerin mantıksal formlarına, semantiklerine (onları doğru ya da yanlış yapan temsil ettikleri ya da ne anlama geldik­ lerine), mantıksal gerektirmelerine ilişkindir. Daha sonra ge­ len mantıkçılar için ilgi odağının iyi-tanımlanmış bir dildeki cümlelere, söz konusu cümlelerin formlarına, semantiğine, mantıksal gerektirmelerine kaydığını gözlemledik. Bunlarla beraber Husserl, önermelerin dilde ifade edildiğini ve dolayı­ sıyla dili konuşan diğer kişilerle karşılıklı iletildiğini ve pay­ laşıldığını savunur.

FELSEFİ S İ STEMİ

77

Husserl bir ifadenin anlamını (Sinni (ideal anlamını) nes­ nesinden, temsil ettiği ya da karşılık geldiği şeyden ayırır. Frege, günümüzde kendisini meşhur kılan anlam ve gönder­ ge/gönderim (Sinn ve Bedeutung) semantiğini sistematik bir biçimde dillendirmiştir. Bilindik örneğini alıntılamak gerekirse, iki ifade aynı gönderime sahip olabilir, fakat fark­ lı anlamları ifade eder: "Sabah Yıldızı" ve "Akşam Yıldızı" her ikisi de Venüs'e gönderimde bulunur, fakat bunu farklı şekillerde yaparlar; farklı anlamlan farklı "bilişsel" ya da (Frege'nin ifade ettiği gibi) farklı kavramsal değerlerle ifa­ de ederler. Aynı dönemde Husserl. Frege'nin rakip şemasına yönelttiği bazı eleştirilerle, anlam ve gönderime ilişkin ken­ di semantik versiyonunu tarif etmiştir. Burada dikkat edil­ mesi gereken nokta, ideal anlamı nesnel gönderimden ayırt etme ilkesidir, böylece iki düzeyli bir semantiğin önerilme­ sidir (3. Bölümde daha ayrıntılı ele alınacaktır). Bir dildeki, anlamların ve gönderimlerin taşıyıcısı olan ifa­ deler, dili kullanan kişilerle nasıl ilişkiye girerler? Husserl dilin düşünceyi ifade ettiği yönündeki geleneksel görüşün (Aristote­ les 'in ilk teorileştirdiği şekliyle) bir versiyonunu aynntılandır­ mıştır. Bir konuşmacı, "Ayın ufukta olduğunu" söylediğinde, bu konuşmacı, düşündüğü şeyin içeriği olan bir anlamı İngi­ lizce ifade eder. Başka bir kişi söyleyişi duyduğunda (ve bu dili anladığında), duyan, söylenen cümleyi ve anlamını, ayın ufuk­ ta olduğu önermesini, kavrar. İletişim, anlamın bu aktarımına, konuşmacı ve duyan arasındaki anlamın paylaşımına dayanır. Husserl'in iletişim modeli burada konuşma ve dinlemeye ilişkin dilsel faaliyetlerden daha fazlasını varsayar. İletişi­ min aktörleri kendileri algılama, düşünme ve isteme dene­ yimlerine sahiptirler. Velhasıl, dilsel faaliyetin kendisi bir dizi zihinsel faaliyete dayanır. Göreceğimiz gibi, zihinsel faaliyetin alametifarikası Husserl'e göre, yönelimselliktir: Yani bir deneyimin çeşitli şeylere doğru "yönelme" biçimi. Ama bunu söylerken Husserl'in hikayesini bu aşamada ön­ ceden tarif etmiş oluyoruz.

78

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl, verili bir dil aracılığıyla ifade edilen "düşün­ celer" ya da önermeleri içeren ideal ya da (bugün söyledi­ ğimiz gibi) soyut anlamlar dizisini varsaymak konusunda 1 9 . yüzyı.ldaki diğer Platoncu mantıkçılara (Bolzano, Lotze, Frege) katılır. İnsan dilleri, az önce tanımlandığı biçimiyle, insanlar arasındaki iletişim amacına hizmet eden toplum­ sal artefaktlardır (insan eliyle yapılmış şey) . Burada kısaca özetlenen, Husserl'in mantık felsefesini tamamlayan dil fel­ sefesidir. Husserl ideal anlamlan mantığın nesnelliğini açıklayabil­ mek için koyutlamıştır. İnsan iletişimini açıklamak için de söz etkinlikleri teorisini önermiştir. Öyleyse Husserl'in mantık ve dil teorisinde, söz etkinlikleri ideal anlamlarla ilişkilidir. Fakat dilin ifade etmeye yaradığı bu ideal anlamlar tam olarak nedir? Mantıksal A raştınnalar'ın ilk baskısında Husserl basit bir cevap önermektedir: Dilsel bir ifade ara­ cılığıyla ifade edilen anlam (diyelim ki "Ay") kişinin bir nes­ neyi belli biçimde düşünme ya da o nesneye yönelmesinin (dünyanın uydusunu örneğin "Ay" olarak kavramam ya da düşünmem) ideal bir formudur. Şimdi ideal formlar ya da türler, Platon'un tasavvur ettiğine benzer ideal varlıklardır (fakat Husserl'in ontolojisi, Platon'un formlar kuramının ge­ leneksel yorumundan farklı biçimde gelişecektir) . Husserl anlam ya da bir ifadenin anlamı olarak öne sü­ rülen bir varlık türünü tanımlamak ve böylece mantığın ve dil felsefesinin ana konusunu açıklamak için ideal tipler ya da türler teorisini kısmi olarak varsayar. Husserl, buradan klasik tümeller teorisine geçer. Bu nedenle Husserl, mantık felsefesinin hemen ardından, dil felsefesini ana hatlanyla tarif ettiğinde, anlam ve dilden ontolojiye geçmeye başlar.

Ontoloji Ontoloji varlığın, varolanın ve şeylerin nasıl varolduğunun teorisidir. Ontoloji ayrıca, terimlerin bir ölçüde farklı kulla-

FELSEFİ SİSTEMi

79

nımlan olsa da, metafizik olarak adlandırılır. Bazı filozoflar metafiziği tüm kanıtların eriminin ötesine uzanan, gerçeklik hakkındaki spekülatif bir teori olarak tanımlar; pozitivist­ ler ve onlardan önce Kant, pejoratif anlamıyla bu metafiziği reddetmiştir. Diğer filozoflar ontolojiyi ne tür şeylerin var olduğuna ilişkin bir teori olarak ve takiben metafiziği de za­ man, uzay ve nedenselliğin daha ileri bir teorisi. her şeyin ilk nedenini (belki de Tann'nın), Tann'nın özel yüklemlerini, ölümden sonra yaşamın ve benzeri şeylerin olup olmadığını [inceleyen) bir teori olarak tanımlar; metafizik bu anlamıyla varolanların ve şeylerin düzeninin belirli spesifik meselele­ ri üzerine yoğunlaşır. Burada metafizikle ontoloji arasında hiçbir aynın yapmıyoruz. Ontolojiyi varolanın teorisi olarak ele alacağız. Geleneksel metafizik olarak belirtilen çizgideki başka sorulan, kabaca ontoloji içindeki özel teoriler olarak ele alacağız. Bununla birlikte, sırası gelince, dünyanın han­ gi kategorilerinin ya da yapılannın, geniş kapsamlı şeyle­ re uygulanan "formel" yapılar olmaları dolayısıyla özellikle temel [nitelikte) olduğunu dikkate alarak Husserl'in formel ontoloji olarak adlandırdığı şeyin özel, yenilikçi kavrayışına değineceğiz -tüm bunlar sırası gelince ele alınacak. Batı felsefesi tarihinin başlangıcında, Platon'un İdealar kuramı, dünyevi nesnelerin benzediği, diyelim ki sizin ve be­ nim dahil olduğumuz insanlık formu gibi ideal formlar ya da "eidos" alanı koyutlamıştır [posited). Aristoteles formlan "tümeller" ve onları örneklendirenleri "tikeller" olarak ad­ landırmıştır. Ancak Aristoteles formları gökten, ebedi form­ ların Platonik göğünden dünyaya indirmek istemiştir. Tikel bir insan, diyelim ki Sokrates , form ve maddenin bir birle­ şimidir, böylece insanlık formu, Sokrates'i oluşturan mad­ deye bir form veya şekil verdiğinde, Sokrates'te gerçekleşir. Aristoteles'e göre, insanlık formu ideal formların göğünden ziyade doğa dünyasında varolur. Platoncu ve Aristotelesçi antolojiler için söylenecek çok şey var, ancak bu kısa parodi Husserl' e bir zemin hazırlar.

80

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl Platoncu ve Aristotelesçi teorilerin öğelerini bir­ leştirir. Sokrates gibi bir tikel birey durumunda, Husserl üç varlık aynını önermektedir: Somut birey Sokrates, insan­ lık formu ve (burada Aristoteles'in bir ideasını uyarlarsak) Sokrates'in kendisinin somut insanlık örneklemesi. Bu so­ nuncuya Husserl, Sokrates'in bir "uğrağı" (moment) der. Bu durumda, Husserl bireysel Sokrates ve insanlık formu ara­ sındaki ilişkiyi nasıl açıklar? İnsanlığın ideal formu, somut birey Sokrates'in bir parçası ya da uğrağı olarak somut in­ sanlık örneklenmesinde somutlaşmıştır. Husserl bu formu

(Mantıksal Araştırmalar' da) "ideal tür" ya da bunun yerine (ldeen !'de) "öz" veya "eidos" olarak adlandırır. Türün ya da özün somut örneklenmesi, Husserl'in "uğrak" (moment) ola­ rak adlandırdığı şeydir. Husserl neden burada üçüncü bir varlık, yani Sokra­ tes'deki insanlık momenti varsaymamız gerektiğini düşün­ mektedir? Aristoteles'i takip edersek, Sokrates'in insanlığı­ nı Platon'un insanlığından ayırmamız gerekir. Her iki birey de aynı formu paylaşır, yani insanlığı. Ancak Sokrates'deki insanlık niceliksel olarak Platon'daki insanlıktan farklıdır. Her halükarda, Husserl meseleyi böyle ele alır. Öyle görü­ nüyor ki Husserl hiçbir zaman istemediği bir aynın yapma­ mıştır. Türler ontolojisinde, bu üç tür varlıktan, tür ya da öz, birey ve momenti, herhangi biri olmaksızın yapamaya­ cağımızı düşünür. Alternatif görüşlerin karşılaştığı zorluk, bu ayrımlara değinmeden "yüklemleme"yi, yani bireylerin özlere ya da niteliklere nasıl s ahip olduğunu açıklamaktır. Husserl'in momentler öğretisi tümeller teorisinden par­ çalar ve bütünler teorisine götürür, bu nedenle "mereoloji"1 olarak adlandırılır. Husserl'e göre, Sokrates'deki insanlık momenti, Sokrates'in bir parçasıdır. Husserl, bağımlı ve Yunanca

meros

kelimesinden gelmekle birlikte, parçanın bütünle,

bir bütün içerisinde parçanın parçayla ilişkisini inceleyen disiplin­ dir (https://plato .stanford.edu/entries/mereology/) -çn.

FELSEFi SİSTEMİ

81

bağımsız parçalar arasında aynın yapar. Şayet Sokrates marangozluk yaparken sol serçe parmağını kaybetseydi, yi­ tirilen parmak, parçası olduğu bütünden, yani Sokrates ya da bedeninden bağımsız olarak yine de var olacaktı. Ancak Sokrates'in insanlığı, yok olma tehdidi altında olmadan, Sokrates'ten ayrılamaz: İnsanlığa ilişkin onun bu tikel ör­ neği Sokrates varolmadığı sürece varolamaz. Dolayısıyla, Husserl, bir momentin -burada, Sokrates'in insanlığıdır­ bağımlı bir parça, yani parçası olduğu bütünden (burada, Sokrates'tir) ayn olarak varolamayan bir parça olduğunu ileri sürer. Bağımlı ve bağımsız parçalar arasındaki aynın, pek çok filozofun değinmekten kaçındığı son derece uzmanlaşmış bir ontolojinin parçasıdır. (İnsanlığın özünü göz önüne al­ dığımızda, örneğin, etiğe ya da insan haklarına dönmek gibi yapılacak çok daha önemli işler vardır.) Bununla birlikte Husserl, göreceğimiz gibi, "momentler"e ilişkin bu mefhum­ dan dikkate değer ölçüde yararlanır. Husserl'in ontolojisindeki -metafizik tarihinde tartışma­ sız- en yenilikçi fikirlerden biri "formel" ve "maddi" onto­ loji arasında yaptığı ayrımdır. Husserl formel ve maddi öz­ ler arasında aynın yapar (formları tekrar düşünün). Maddi özler veya "bölgeler" Husserl'in değerlendirmesiyle, Doğa, Kültür (Geist ya da tin) ve Bilinç de dahil olmak üzere töz­ sel (bu anlamda "maddi") varlık alanlarıdır. Bu üç alandaki varlıklar farklı niteliklerle tanımlanır: Doğa nesneleri, uzay­ sal-zamansal konumla; kültürel nesneler, toplumsal ilişki­ ler, değerler ve kurumlarla; bilinç edimleri yönelimsellikle tanımlanır. Formel özler veya "kategoriler," herhangi bir alan ya da bölgedeki varlıkları yönetir. Kategorik formlar Sayı, Grup, Parça, Birey, Nitelik veya İlişki, Olgu Durumu vs.yi içerir. Husserl'in listesi tam değildir, fakat hem ma­ tematiksel hem de (dilsel ifadenin formlarına karşıt olarak, dünyadaki formlar olarak anlaşılan) "mantıksal" formları içerir. Husserl'in fornıel ve maddi özler ya da kategoriler şe-

82

DAVID WOODRUFF SMITH

ması onun tüm felsefi sistemini biçimlendirir ve bu şemaya ayrıntılı olarak 4. Bölümde döneceğiz. Felsefedeki en büyük problemlerden biri realizm, -ağaç­ lar, kuşlar, binalar, diğer insanlar, elektronlar, kara de­ likler vs.yi de içeren- etrafımızdaki dünyanın bu şeyleri görmemiz, düşünmemiz veya bilmemizden bağımsız olarak varolduğu öğretisidir. Bunun karşıtı idealizm olarak ad­ landırılır: Dünyanın varoluşunun bizim onu görmemiz ya da düşünmemize b ağlı olduğunu iddia eder. George Ber­ keley, bu ünlü idealist, gördüğüm bu ağacın zihnimdeki (ya da Tanrı'nın zihnindeki) idelerin bir destesi olduğunu ileri sürer. 1 . Bölümde ifade edildiği gibi, Husserl tüm ya­ şamı boyunca realizm ve idealizm sorunuyla uğraşmıştır, [söz konusu sorunda) "transendental idealizm" -Husserl'in değişikliğe uğratarak Immanuel Kant'tan devraldığı bir terim- olarak adlandırdığı yeni bir pozisyonda kendini konumlandırmıştır. Bu öğreti Husserl'in olgunlaşan feno­ menoloji kavrayışıyla yakından ilişkilidir. Zihin-beden problemi de köşede bekleyen bir diğer so­ rundur: Zihinsel faaliyetlerin beynin faaliyetlerine bağlı ol­ duğu düşünüldüğünde, zihin bedenle, özellikle beyinle nasıl ilişkilidir? Bu sorun, Husserl'in ölümünden sonra daha da önemli bir yer tutacaktır. Oysaki tam da, fenomenolojinin problem alanının bir parçasıdır.

Fenomenoloji Husserl fenomenolojiyi bilincin özünün bilimi olarak ta­ nımlamıştır (Ideen 1). Karşılaştığımız her şeyde, bilinç özel [önemdedir]. çünkü onu deneyimleyip yaşarız. Nitekim bi­ lincin asıl özü birinci şahıs karakterini içerir: Her birimiz bilincimizi kendi durumumuzda deneyimleriz; birinci şahıs bakış açısından deneyimlediğimiz şekilde biliriz. Bu, Des­ cartes'in ünlü sözü, "düşünüyorum, öyleyse varım"ın temel noktasıydı. Bilinç, gören, arzulayan ve düşünen insanlar

FELSEFİ SİSTEMi

83

olarak varoluşumuzun ortamıdır. Felsefenin takip eden üç yüzyılında bilinç Brentano'nun psikolojisi ve Husserl'in fe­ nomenolojisi, nihayetinde sinirbilimle sahnenin merkezinde yerini almıştır. Peki bilincin özü nedir? Buna bir örnekle cevap verebi­ liriz. Bilinç farklı türde deneyimlerimizde içerilir: Görme, dokunma, hayal etme, düşünme, yargılama, arzulama, mut­ lu ya da sinirli hissetme, etrafta dolanma ve ellerimizle bir şeyler yapma, isteme ve dolayısıyla eylemeye dayanır. Bu belirtilenler ve daha fazlası yaşamımızı dolduran bilinçli deneyim biçimleridir. Bu deneyimler bilinçlidir. Peki bu de­ neyimlerin, onlan bilinçli deneyim olarak tanımlayan temel nitelikleri var mıdır? Husserl'in kısa yanıtı, Brentano'ya genişletilirse, yöne­ limselliktir. Husserl'in çözümlemesine göre bilinç (neredey­ se her zaman) bir şeyin bilincidir. Mevcut görsel deneyi­ mimde, pencereden dışan baktığımda şu ağacı görürüm ya da söz konusu ağacın görsel olarak bilincinde olurum. Bilinç edimim -görsel deneyimim- bu ağacın bilincidir. Husserl, Brentano'nun, her zihinsel edimin bu anlamda bir şeye "yö­ nelmiş" olduğu yönündeki öğretisinin izinden gider. Bren­ tano'nun belirttiği gibi, her edim içinde "yönelimsel olarak" bir nesne içerir. Peki bu durumda Brentano'nun, nesnenin zihinsel edimin "içinde" varolduğu yönündeki fikrini nasıl anlamamız gerekir? Husserl bunun yerine edimin nesnesi­ ne doğru yönelme niteliğine s ahip olduğunu söyler: Edimin kendisi "yönelimsel," ya da yönelmiştir. Bu yönelmişliğin ya da yönelimselliğin yapısı nedir? Fenomenolojinin temelleri, Husserl'in bir bilinç edimi,

içeriği ve nesnesi arasında yaptığı aynında yatar. (Bu eser Mantıksal Araştırmalar, V. Araştırma ve Ideen !'de devam eden bilincin biliminin tam bir açıklamasında ayrıntılı olarak ele alınır.) Kısacası: Benim bir ağacı görme edimim zihnimdeki, deneyimlerimin akışı içindeki bir olaydır. Gör­ düğüm ağaç oldukça farklı bir şeydir, kökler, gövde, dallar,

84

DAVID WOODRUFF SMITH

yapraklar fotosentez ve iletim demetinden oluşan bir nesne­ dir. Hem edimden hem de nesneden hala farklı olan ise edi­ min içeriğidir, ağacın belli bir ideası, algısı veya kavramı­ dır. Husserl, ilk olarak bu varlığa kabaca (Araştırmalar'da) "içerik" der; daha sonra (ldeen I' de) onu, yeni bir teknik te­ rimi tedavüle sokarak, "noema" olarak adlandıracaktır. Hus­ serl noemanın hem edim hem de nesneden tür bakımından tamamıyla farklı olduğunu belirtir. Zira onun temsil ettiği ağaç yanıp kül olabilir, fakat ağacın noeması ya da ideası yanıp kül olmaz. Edim bir dakika ya da iki dakikalık zaman süresinde gerçekleşirken, noema zamansal bir varlık değil­ dir. Zira örneğin ben ağacı bugün gördüğümde ve başkası onu yarın gördüğünde, yani her ikimizin de ağacı (mümkün olduğunca) aynı biçimde görmesi şartıyla, aynı idea ya da noema değişik zamanlardaki farklı edimlerde ya da dene­ yimlerde yer alabilir. Husserl, bir bilinç ediminin içeriği ya da noemasının, bu veya şu ö zellikleri taşıyan bir şey ola­ rak bir nesneyi belli bir biçimde sunan ya da temsil eden veyahut da "anlamlandıran" ideal bir anlam olduğunu ileri sürer. Aynca dördüncü bir varlık, yani, deneyimleyen bir bi­ rey de vardır. Zira edim bir özne ya da ego, "ben" tarafından deneyimlenir ve [edimi söz konusu öznenin (bilinçli) zihnini tanımlayan bilinç akışının bir parçasıdır. (Husserl ego konu­ sundaki görüşünü değiştirmiştir, fakat mevcut tartışma için bilinçte egonun rolünü dikkate alacağız.) Brentano, sadece bilinçli deneyimin karakteristik olarak bir nesneye yöneldiğini değil, aynı zamanda bilincin dene­ yimin kendisinin "içsel bir bilinci"ni, zihnin bir tür kendine doğru ikincil bir yönelmişliğini içerdiğini de öne sürer. Hus ­ serl bu içsel bilincin neye dayandığı yönündeki problemle uğraşarak aynı şekilde devam eder. Bu, ağacı görmek ve ağa­ cı gördüğümü gözlemlemek gibi basit bir görsel deneyim­ de aynı anda iki şey yapmıyormuşum gibi bir şey değildir. Felsefeciler bugün zihin ya da beynin kendi faaliyetlerini, bir anlamda bilgisayarın gerçekleştirdiği bir işlemin kaydı-

FELSEFİ SİSTEMi

85

nı tutması gibi, izleyip izlemediğini sormaktadır. Kendimizi, deneyimimizin bu tarz bir izlenişini gerçekleştirirken dene­ yimleyemeyiz, hem Husserl hem de Brentano bu içsel göz­ lem ya da izleme fikrine karşı çıkmışlardır. Oysaki, uygun formu ne olursa olsun, (nötr bir terim kullanmak gerekirse) bilinçli bir deneyimi karakterize eden bir tür farkındalık, söz konusu deneyimi ve dolayısıyla (ağacı gördüğümüzdeki gibi) bir şeyin bilinci olmasını olanaklı kılan bir farkındalık mevcuttur. Aslında şeyleri gördüğümüzün farkında olmak­ sızın anlan görmenin olanaklı olduğunu gösteren psikolojik deneyler vardır; bu fenomen kör görüş olarak adlandırılır ve varoluşu -samimi söylemek gerekirse bizi şaşırtmaktadır çünkü biz neredeyse her zaman gördüğümüz şeyi gördüğü­ müzün bilincindeyizdir. Bu noktada, tam da sırası gelmiş­ ken, bilinç teorisinin sadece yönelimsellik teorisini (bilincin nasıl bir şeyin bilinci olduğunu) değil. aynı zamanda içsel farkındalığın teorisini de (bir şeyin bilincinde olmanın nasıl farkında olduğumuzu) içerdiğini belirtmek gerekir. Fenomenoloji, tıpkı Brentano'nun betimleyici psikoloji­ si gibi. farklı türde deneyimlerin ya da bilinç edimlerinin tasnifiyle başlar: Algı, hayal gücü, arzu, yargı düşüncesi vs. Husserl'in ontolojisinde bu tipler ideal türler ya da özlerdir. Şimdi, belli tipte bir edimin özünün hayati parçası, Hus­ serl'in çözümlemesine göre, edimin yönelimselliğidir. Peki, yönelimselliğin yapısı nedir? Özne, edim, içerik ve nesne arasındaki ayrım dikkate alındığında, Husserl yönelimselli­ ğin temel bir çözümlemesini önerir. Husserl'in yönelimsellik teorisinde yönelimsellik özne, edim, içerik ve nesne; ego -

edim - içerik -+ nesne arasındaki karmaşık bir ilişkidir. Bu ilişki tür bakımından emsalsizdir, zira bilincin nes­ nesi, Noel Baba'yı düşünmem gibi. bazı durumlarda var olmayabilir. Böyle bir durumda ego, edim ve içerik mevcut iken ve içerik hediye taşıyan tatlı bir ihtiyarı resmederken, böyle bir nesne yoktur. Yine de yönelimselliğin ya da yönel­ mişliğin kalıbı mevcuttur. Yönelimselliğe ilişkin alternatif

86

DAVID WOODRUFF SMITH

teoriler, okun sonunda olanaklı veya var-olmayan bir nesne olduğunu ileri sürerler, ancak Husserl'in teorisi "kastedilen" ya da "yönelinen" nesnenin yokluğunda bile bir içeriğin veya ideal anlamın iş gördüğünü söylemektedir. "Saf' ya da "transendental" fenomenoloji, Husserl'e göre (Ideen I'de), yönelinen nesnenin varoluşu sorusunu parante­ ze alırken, egonun, edimin ve içerik ya da noemanın "tran­ sendental" yapısını inceleyecektir. 6. Bölümde, Husserl'i meşgul eden yöntem hakkındaki tartışmaları ele alacağız. Burada bunun yerine Husserl'in fenomenolojiyi nasıl onto­ loji, dil ve mantığa bağladığını gözlemleyebiliriz. Bilinç içerikleri, Husserl'e göre, ideal anlamlardır. Argü­ man veya çıkarım kalıbında olduğu gibi, yargı ya da gidim­ li/diskursif düşünce durumunda, anlamlar (gramatik olarak eksiksiz cümlelerle ifade edilebilen) önermelerdir. Feno­ menoloji, bu anlamların yönelimsel gücünü, bilincin yöne­ limselliğindeki rollerini inceler. Mantık onların mantıksal formunu ve geçerli çıkarım kalıplarındaki rollerini inceler. Dil felsefesi söz etkinliklerindeki ve ayrıca semantikteki rollerini inceler. Ontoloji, onların ideal statüsünü tartışır. Husserl'e göre, fenomenoloji, mantık teorisini yönelimsellik teorisine, zihnin (ve böylece dilin) dünyadaki şeyleri nasıl temsil ettiğine bağlayarak mantık ve dil teorisinin temelle­ rinin önemli bir parçasını sunar. Fenomenoloji, Husserl'in elinde, aynı zamanda tüm bil­ gi türlerinin temellerine genişler. Böylece Husserl, üç yüzyıl boyunca modern felsefenin tanıdık alanı olan epistemolojiye döner.

Epistemoloji Epistemoloji ya da bilgi teorisinde Husserl "görünün" (Ans­

chauung) ya da içgörünün bir savunucusu olarak bilinir. Özellikle, pek çok okur için sıkıntı çıkaran, Husserl'in We­ senserschauung ya da özlerin görüsü mefhumudur. Kısa-

FELSEFİ S İ STEMİ

87

cası, buradaki ana-fikir ideal özleri "görme"ye ilişkin özel bir yetiye sahip olduğumuzdur; sanki bir periskopu yukarı­ ya yaklaştırarak, uzay-zamanda varolmayan ama bir görü pratiği içinde, yani öze yönelik iyi eğitilmiş bir içgörü ile "görüle[bile]n" Platoncu ideaların göğüne doğru dikkatle ba­ kıyormuş gibiyizdir. Matematikçiler, geri kalanımızın nadi­ ren gerçekleştirdiği gibi, soyut yapılan "göre[bilir)ler. Man­ tıkçılar mantıksal formu ve mantık formlarının geçerliliğini "gör[ebilir)ler." Biz sıradan ölümlüler, daha dünyevi özlerin yapısını "görebiliriz," tıpkı bir kuşun kanatlara sahip oluşu­ nu, bir bekarın evli olmayışını, bir topun bütünüyle kırmızı ve yeşil olamayacağını görmemiz gibi. Üstelik eğitimli bir fenomenolog, fenomenolojik düşünümün her türde deneyi­ min yapısı ve anlamı veya noemasına yönelik sezgisel bir içgörüyü gerçekleştirebildiği için, görsel bir deneyimin yö­ nelimsel olduğunu, bilincin kendi zamansal yapısına sahip olduğunu ya da bir eylemin harekete geçirildiğini "gör[ebi­ lir)". Nitekim Kartezyen rasyonalizm ruhuyla söylersek, bir fenomenolog, gündelik algıya olan güvenimizi bize veren şe­ yin, görsel algının [vision) normalde karşımızda duran nes­ nelerle bizi temasa soktuğuna dair fenomenolojik bir içgörü olduğunu, böylelikle bir ağacı görmenin görsel algı üzerine bir görüye dayandığını "görür." Husserl'in görü teorisinin bu parodisi, merak uyandırıcı ve büyüleyici bir öyküdür. Ne var ki, Husserl'in bilgi teorisi­ nin ardında yatan motifleri ve aynntılannı es geçer. Üstelik "görü" (Anschauung) teriminin (Kant' tan Ortaçağ felsefesine kadar giden) Husserl'in bağlamına ilişkin felsefi ve kendine özgü bir dilde nasıl kullanıldığı konusunda anakronik bir yanlış anlamadan muzdariptir.

Mantıksal Araştırmalar, (Prolegomena'daki) mantık teo­ risiyle b aşlayan ve (IV. Araştırma'daki) deneye dayalı bil­ giyle son bulan, farklı alanlardaki bilginin nesnelliğinin bir açıklamasıyla başlar ve sona erer. Gerçekten de, nesnellik tam anlamıyla Husserl'in bilgi teorisinin amacıdır. Husserl,

88

DAVID WOODRUFF SMITH

mantıkta psikolojizmin öznelliğine (akıl yürütmenin geçerli­ liğinin, sadece düşünmeyi nasıl gerçekleştirdiğimize ilişkin bir mesele olduğunu söyleyen görüşe) tepki gösteriyordu. Daha genel ifade edilirse, Husserl, Bolzano'yu takiben, zi­ hinlerimizin a priori yapısında temellendiği biçimiyle Kant­ çı bilgi teorisinde gördüğü öznellik tehdidine karşı tepki gösteriyordu. Kant, kuşkusuz, nesnellik açıklamasını zihnin yapısı içinde ararken, Bolzano ve Husserl farklı ve daha sağ­ lam bir nesnellik zemini talep ediyorlardı. Husserl epistemoloji teorisinin üç dalgasının ardından bilgiye ilişkin diyalektiğe girmiştir. 1 7 . yüzyıldan başlamak suretiyle, rasyonalistler -Descartes, Leibniz, Spinoza- duyu algısı, matematik ve mantık konusunda hiçbir yarar sağla­ madığı için bilginin öncelikle akılda temellenmesi gerektiği­ ni ve aklın kendisinin duyularımızın tanıklığına güvenebile­ ceğimiz noktayı bize söylemesi gerektiğini iddia etmiştir. 1 8 . yüzyılda, -Locke, Berkeley, Hume ile başlayan empiristler, tüm bilginin öncelikle duyu algısında başladığını söyleyerek buna karşı çıkmışlardır. 1 8 . yüzyılın sonunda Kant, rasyo­ nalist ve emprist ilkelerin bir sentezini önermiştir. Kabaca, Kant'a göre, dünyaya ilişkin deneyimimiz ve bilgimiz, duyu­ mun ve bilişsel kavrayışın veya duyarlık ve aklın ortak zi­ hinsel faaliyetlerinin ürünüdür, böylelikle bu yeşil-yaprak­ lı meşe ağacını görürüm (ilk olarak bir parça yeşil görüyor sonra da onun önümde duran bir meşe ağacı olduğu sonu­ cunu çıkarıyor/düşünüyor değilimdir). 20. yüzyılda, pek çok filozof, bilimsel çağımızın çağdaş bir empirizmini arayarak, doğabilimini bilginin asıl paradigması olarak ele almıştır. Bununla birlikte Husserl fenomenolojik bir bilgi teorisi ola­ rak adlandırdığı şeyi geliştirerek daha karmaşık bir tavır takınmıştır.

Mantıksal Araştırmalar' da ortaya koyulduğu gibi, Hus­ serl'in bilgi teorisi iki bölümden oluşur: Teorinin teorisi ve apaçıklık teorisi. Herhangi bir konu hakkındaki bilgimiz bir teori formunda, o alandaki şeyler hakkında bir öyküyü an-

FELSEFi SiSTEMi

89

latmak için bir arada duran bir önermeler sistemi içinde dü­ zenlendiği sürece sistematiktir. Nesnellik, tümdengelimli ya da tümevarımlı olsun, önermelerin birbirlerini bir teori için­ de destekleme biçimiyle birlikte gelir. Ancak Husserl'e göre, teori ideal kendinde-önermeler sistemi iken (Prolegomena) , bilgi yargı edimlerine veya yerleşik inançlara dayanır (Vl. Araştırma). Dolayısıyla, mantık, teorileri bilişsel faaliyeti­ mizle bağlantı kurmaksızın yalnızca bir arada duran öner­ meler olarak görür. Yönelimsellik teorisi ise önermeleri yar­ gının ya da inancın ideal içerikleri olarak yargı edimlerine ya da inanç davranışlarına b ağlar (V. Araştırma). Bununla birlikte, yargılar veya inançlar sistemini bilgi yapan, bir te­ orinin birliği içinde yargıda bulunulan ya da inanılan öner­ meleri destekleyen apaçık olma durumlarıdır. Apaçık olma, Husserl'in çözümlemesine göre, bir algı deneyiminin ya da daha genel ifade edersek "görünün" özgül bir epistemik ka­ rakteridir (VI. Araştırma). Husserl'in epistemolojisinde "görü," birşeyin "kendisi" nin "apaçık" veya "görüsel" deneyimi olan herhangi bir de­ neyim tarzının adıdır. Mantıksal A raştırmalar'da Husserl göze çarpan bir biçimde görüsel (anschaulich) algı ve yargı deneyiminden bahseder. Çok daha sonra, Kartezyen Medi­

tasyonlar' da, belirgin biçimde apaçık deneyimlerin içindeki farklı türlerdeki "apaçıklık"tan (Evidenz) bahsedecektir. Ya­ zıları boyunca, Husserl üç tipte görü ya da apaçık deneyim kabul eder: Duyusal algı, eidetik ya da özsel içgörü ve feno­ menolojik düşünüm. Bu üç deneyimin her birinde, bir nesne ya da olgu durumu "dolaysız apaçık" [indirect evidence) şe­ kilde deneyimlenir. Yalnızca bu deneyimde ve bu deneyim­ le, yani başka bir çıkarım etkinliğinde bulunmaksızın, bilgi iddiasında bulunabiliriz. Algıda, karşıdaki o ağacı, dolay­ sız apaçıklıkla görürüm. Eidetik çözümlemede, ardardalı­ ğın (sıfırdan sonra herhangi bir sayıya bir ekleyerek) pozitif tamsayıları meydana getirdiğini "gör"düğüm için, sayının formunu kavrarım. Mantıksal çözümlemede, bir argüman

90

DAVID WOODRUFF S M ITH

kalıbındaki önermeler arasında, çıkanın formunun geçerli­ liğini kavranın. Fenomenolojik düşünümde, Tosca operasın­ dan bir aryayı duyma deneyimimde yönelimselliğin yapısını kavranın. Yani, benim duyma edimimin bir şeyin (yani, belli bir aryanın) duyulması olduğunu "gör"ürüm. Farklı türde­ ki bu deneyimlere katılıp, her birinin apaçıklık karakterini gözlemlerken, her birini Husserl'in teknik anlamıyla, bir görü tipi olarak sınıflandırabiliriz. Husserl'in görü teorisindeki büyülü hava, örnekler ve­ rip onları analiz ettiğimizde yavaş yavaş dağılmaya başlar. Kuşkusuz ki terim gündelik dildeki kullanımı dikkate alın­ dığında yanlış anlaşılmaya müsaittir. ("Dedektif saf sezgi­ ye güveniyordu.") Ancak "görü" dilimize, Ockhamlı Willi­ am ve Duns Scotus'un ortaçağda tedavüle soktuğu teknik bir deyimle girdi; onlara göre cognitio intuitiva çıkarımla dolayımlanmamış dolaysız bilgiydi. Kısacası bilgi, apaçık önermeler mantıksal olarak yapılandırılmış bir teori parça­ sı içinde düzenlendiği sürece bilgiyi oluşturan apaçıklıkla, apaçık yargılarla başlar. Farklı türde fenomenlere ilişkin apaçıklık ya da görüsel­ liğin türünü ya da güçlü yanlarını tarif etmek ve ayırmak ko­ nusunda önümüzde haıa büyük bir görev durmaktadır. An­ cak sayılardan ideal türlere, ideal anlamlara, görünüşe göre erişilebilir olmayan varlıklar alanının içine bakmamıza izin veren zihinsel bir periskop gibi büyülü bir şeyi varsaymamı­ za gerek yoktur. Bunun yerine, yapılması gereken, apaçıklığı sağlayan pek çok farklı türde deneyimi dikkatle değerlendir­ mektir. Uygulamada, bunu farklı alanlarda uzmanlık geliş­ tirdiğimizde gerçekleştiririz. Hem özel hukuk hem de kamu hukuku davalarında sunulan ayrıntıları takip ettiğimiz gibi, yasal uygulamada, gündelik ilişkilerde iyi ve kötü apaçık/ kanıt olarak kabul edilen şeye ilişkin bir anlayış geliştiririz. (Tetiği kim çekti? Bunu kimin yaptığı konusunda jürinin ne gibi kanıtları var?) Bilim insanları, üç ya da dört yüzyıldan bugüne daha rafine hale gelen fizik bilimini icra ederken,

FELSEFİ SİSTEMİ

91

bir yıldızdan gelen ışığın, teloskopumuza doğru gelme süre­ cinde güneşi geçerken kütle çekimiyle büküldüğü yönündeki hipotez için gözlemsel kanıtları değerlendirirler; yine, fizik­ çiler, evrenin Büyük Patlamayla daha önce öne sürüldüğü gibi 20 milyar yıl önce değil de 1 2 milyar yıl önce başladığı hipotezi ile ileri sürülen kanıtları değerlendirirler. Emprik kanıtın değerlendirilmesine ilişkin bu pratiklerde, fizikte ya da bir hukuk mahkemesinde bir hipotez için, büyüden ziya­ de uzmana başvururuz. İşte tam da bu ışığın altında, Hus­ serl'in fenomenolojik görü teorisi en iyi şekilde görülür. Husserl'in bilgi teorisi, ö zetlendiği gibi, genel bir bilgi teorisi içerir. Ancak spesifik analizlerinde genel teoriyi üç türde bilgiye uygular: ( 1 ) Etrafımızdaki doğal veya toplum­ sal dünyadaki şeyler hakkında emprik bilgi; (2) sayılardan özlere varana kadar, varlıklar ya da "eidos" hakkındaki eide­ tik bilgi; ve (3) bilinç, yönelimsellik ve noematik anlam hak­ kındaki fenomenolojik bilgi. Bu üç bilgi türünün her birinde, Husserl, kendine özgü türde bir görü bulur: ( 1 ) Duyusal algı­ da emprik görü veya apaçıklık; (2) türler, sayılar, formlar ve diğer ideal varlıklara ilişkin bir içgörüde eidetik görü ya da apaçıklık (evidence) ve (3) bilinç, onun yönelimselliği ve an­ lamı veya noema üzerinde düşünümde fenomenolojik görü veya apaçıklık.

Etik, değer teorisi, sosyal teori, politik teori Husserl genellikle değer teorisi, etik ve siyasal teori konu­ larındaki çalışmaları ile bilinmez. Ancak Ideen I ( 1 9 1 3) ve

Ideen II'ye ( 1 9 1 2) zemin hazırlayan yıllarda bu konularda çok miktarda ders vermiştir. Gerçekten de, onun fenomeno­ lojisinin hala tam anlamıyla keşfedilmeyi bekleyen etik ve politik içerimleri vardır. Husserl açıkça Etik ve Değer Teorisi üzerine Dersler: 1 908- 1 91 4'de (Vorlesungen über Ethik und Wertlehre: 1 908- 1 91 4, 1 988, bugüne kadar İngilizce çevirisi yapılmamıştır) etik meseleleri ve değerin farklı yönlerini ele

92

OAVID WOODRUFF SMITH

almıştır. Burada bu materyali derinlemesine inceleyemeyiz, fakat Husserl'in etik ve değer teorisine yönelik umut vaad eden katkılarını bir yorum hattı boyunca özetleyebiliriz. Husserl'in etik üzerine derslerinin ( 1 908- 1 4) ana konu­ su, mantık ve etik arasında paralellikler kurarak yaklaştığı değerlerin nesnelliğidir. Mantık, mantık formlarının geçer­ liliğini (mantıksal açıdan iyi olmasını) araştıran bütünüyle nesnel bir disiplindir. Bu değer ya da geçerlilik, ideal anlam­ lar olan önermeler alanındaki nesnel bir şeydir. Benzer bir şekilde etik, eylemlerin iyiliği ya da doğruluğunu araştıran bütünüyle nesnel bir disiplindir. Bu değer, ahlaki iyilik ya da doğruluk, etik bir yargıda ayırt edilebilecek olan yöne­ limsel eylem alanındaki nesnel bir şeydir. Husserl. "formel" bir aksiyolojinin (iyi teorisinin) ve "formel" pratiğe ilişkin teorinin ( "Praktik'1 neye benzediğini ele alır. Burada Hus­ serl'in forınel ontoloji kavrayışını iş üstündeyken, iyi bir ey­ lemin ya da iyi bir pratiğin (örneğin marangozluk) formunu değerlendirirken görebiliriz. Etiğin hakiki temeli, Husserl' e göre, iradenin fenomenolojisini, yani istemeyle başlatılan bir eylemin ahlaki değeri hakkında yargıda bulunmayı ol­ duğu kadar şu veya bu şeyi istemeyi ya da arzu etmeyi de içeren bilinç edimleri içinde etik değerlerin "kurulması"na ilişkin bir çalışmayı içerir. Arka planda, Aristoteles'in, Da­ vid Hume'un ve Immanuel Kant'ın etik teorilerini görebi­ liriz. Aristoteles erdemin ya da bir değere göre tutarlı şe­ kilde eylemde bulunmanın değerini vurgulamıştır; Hume ise eylemleri değerlendirirken, birlikte eylediğimiz kişilerle olan duygudaşlık hislerimizi vurgulamıştır ve Kant sade­ ce koşulsuz buyruğu ("yalnızca evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksime [ahlaki ilke) göre eyle") takip eden istemenin temelde iyi olduğunu kabul eder. Husserl'in "konstitüsyon" teorisi. iyi ya da doğru olarak kabul ettiğimiz şeyi gerçekleştirmek istediğimiz· ve o eylem hakkında iyi ya da doğru olarak yargıda bulunduğumuz zaman, eylemi iyi ya da doğru olarak gören bilincimizi çözümleyecektir. Hus-

FELSEFİ SİSTEMİ

93

serl'in deyimiyle, biz nesneleri bilinçte "kurarız"; bu bilinç aracılığıyla nesneleri varoluşa getirdiğimiz anlamına gel­ mez, bunun yerine nesnelerin ancak bilinç aracılığıyla bizim için anlam kazandıkları anlamına gelir. Dolayısıyla, bir ey­ lemi isteriz ve onun iyi veya doğru olduğu yargısına varırız. Bu minvalde -Husserl'in yönelimsellik teorisini eylemleri isteme ve değerlendirmemizdeki değer deneyimimize uygu­ larsak- deneyimimiz bir eylemi iyi ya da doğru olmak gibi nesnel doğruluk değeriyle sunar. Husserl "pratik" fenomenlerden bahsettiğinde, yaptığı­ mız şeyi kastederek (örneğin, bir masa yapmak söz konusu olduğunda), değer niteliklerini ve pratik nitelikleri aynı kap­ sama dahil eder. Bizi çevreleyen dünyadaki şeyleri, onlarla ilişki kurduğumuzda bile müşterek bir şekilde değer taşıyan şeyler olarak deneyimleriz. Bu doğrultuda, "çevreleyen dün­ yamda"ki (yaşam-dünyası) şeyleri değerli ve pratik yönlere sahip şeyler olarak görür ve onlarla ilgilenirim. (Ideen 1, § 28.) Bir gülü güzel olarak görürüm; bir eylemi iyi olarak iste­ rim; bir masayı üzerinde yazılacak bir yüzey olarak görürüm; bir çekici çivi çakmada kullanırım. B öyle aşina olduğumuz yönelimsel etkinliklerde, nesneleri değer niteliklerine ve pratik niteliklere sahip nesneler olarak deneyimlerim. Böy­ lece etik ve pratik nitelikler yaşam-dünyamızdaki nesnelere aittir: Husserl'in Kültür (Geist, "tin") adını verdiği bölgenin bir parçasını oluştururlar. Şimdi, kültürel nesneler, bizim nesnelerle toplumsal ya da Husserl'in deyimiyle öznelera­ rası etkileşimimizin ilişkisini kurar. Dolayısıyla masa, üze­ rinde yazılacak bir şey olarak "herkes için orada"dır, benim için ya da senin için veyahut da başkası için. Üstelik onun birisi tarafından yapıldığını varsayarız; başkalarının yöne­ limsel etkinliklerinin bir ürünüdür. Dahası, bir eylem tipi­ nin iyi olduğu yerde, onun değeri [de] "herkes için orada"dır -değeri nesnel ve öznelerarasıdır. Politik değerler özel bir türdür. Bireysel özgürlüğün, ulusal bir anayasa ya da hukuk sistemi gibi politik bir oluşum tarafından desteklenen iyi bir

94

DAVIO WOODRUFF SMITH

şey olduğunu kabul ettiğimiz noktada, onun "herkes için" iyi olduğunu kabul ederiz -her halükarda, bu Aydınlanma­ nın siyaset felsefesi için anahtar nitelikte bir varsayımdır. Beni,- bizi çevreleyen dünyadaki şeylerin bu değere ilişkin ve pratik özellikleri öznelerarası, kültürel fenomenlerdir. Özellikle, temel ahlaki değerler (öldürmek, çalmak vs yan­ lıştır gibi) Husserl'in kategorik ontolojisinde Kültür özünün altında değerlendirilir. (ldeen II'de, Husserl, kültürel alanı ahlaki sistemleri içeren bir alan olarak tanımlar.) Husserl' e göre, temel nokta, kabaca söylersek, değerlerin bir politik yapı tarafından yaratıldığı ve kültüre göreceli olduğu değil, aksine değerlerin toplumsal bir çevrede iradi etkinliklerde "kurulduğu" ve herkes için orada olacak şekilde "kuruldu­ ğu"dur. Husserl, öznelerarasılık karakterinin etrafımızdaki doğal nesnelerin ve bizi çevreleyen değerlerin nesnel olma karakterine bağlandığını bulur. Değerle ilişkili ve pratik fenomenler "başkalan"na iliş­ kin deneyimimi varsayar. Husserl'in çözümlemesine göre,

empati, bir varlığı başka bir "ben," başka bir özne, iradesi aracılığıyla eyleyen başka "canlı/yaşayan" beden vs olarak deneyimlediğim anlam kaynağıdır. (Empati Ideen II'de tek­ rarlanan bir temadır.) Bir eylemin ahlaki olarak iyi ya da doğru veya bir politik oluşumun iyi olduğunu veyahut da re­ sim yapmanın güzel olduğunu iddia ederek bir değer konut­ ladığımızda, nonnal olarak uygun sınırlar içinde, bu değerin nesnel ve dolayısıyla geçerli ya da "herkes için" orada oldu­ ğunu kabul ederiz. Bu durumda bir şeyi değer taşıyan bir şey olarak deneyimlemem, normal olarak, "başkaları"na iliş­ kin duyguma bağlıdır, bu da empati aracılığıyla başkalarını deneyimleyebilmeme dayanır. Empati kavramı 1 9. yüzyılın sonunda şekillenmiştir ve Husserl'in empati konusundaki fenomenolojik çözümlemesi yönelimsellik teorisine bağlıdır. İşte burası, değer teorisine, etiğe ve siyaset teorisine yönelik Husserlci yaklaşım için bir araç sağlar. Gerçekten de, Hus­ serl'in fenomenolojik hareket içindeki halefleri "başkası"na

FELSEFİ SİSTEMİ

95

ilişkin deneyimimizin önemini zengin bir değerler teorisine yol açacak biçimde vurgulamışladır. 8. Bölümde, böyle bir fenomenolojik değerler teorisinin ana hatlarına döneceğiz.

HUSSERL'İN SİSTEMİNDEKİ BİRLİK Husserl, felsefi bir harita üzerinde geniş bir alana yayılır. Ancak daima sistematik biçimde, farklı alanlardaki fikir­ lerini birleştirerek ve sürekli felsefi sistemini genişleterek çalışmıştır. Husserlci sisteme göz gezdirdikten sonra, şimdi sistemdeki birliği çok daha açık biçimde anlatabiliriz. Daha önce özetlenen Mantıksal Araştırmalar boyunca, Husserl yaklaşık yedi teori alanı geliştirir. Ortaya çıkış sıra­ sına göre: Mantık teorisi (Prolegomena), dil teorisi (1. Araş­ tırma), tümeller teorisi (II. Araştırma), parçalar/bütünler te­ orisi (ili. Araştırma), gramer ya da önermeler sistemi teorisi (iV. Araştırma), yönelimsellik ve dolayısıyla fenomenoloji te­

orisi (V. Araştırma) ve fenomenolojik bilgi teorisi (VI. Araştır­ ma). Ancak felsefi teorinin bu parçaları tek başına durmaz. Her biri diğerlerindeki öğeleri varsayar ve genişletir. Buna göre, -özel bir vurguyla- dünyadaki yerimiz de dahil olmak üzere dünyanın tüm doğasına işaret eden bir sistem içinde bir arada bulunurlar: Bilincinde olduğumuz dünyada bilinç­ li deneyimimizin yeri, dolayısıyla dünyada yönelimselliğin yeri, bildiğimiz haliyle dünyadaki diğer şeyler ve kendimiz arasındaki önemli ilişki olarak yönelimselliğin yeri. Sonuç olarak, Husserl'in mantık teorisi ideal anlamlara ve önermelerin teorileri oluşturmak için nasıl bir araya gel­ diğine yoğunlaşır. Fakat ideal anlamlar dilde ifade ettiği­ miz şeylerdir. Aynı anlamlar, düşüncenin ideal ve p aylaşı­ lan içeriği ya da yönelimsel etkinliğin başka türleri olarak hizmet eder. Alternatif olarak, bir bilinç ediminin yönelim­ selliği edim, içerik ve nesneyi birbirine bağlayan bir yapı­ ya dayanır. Ancak yönelimsel içerikler mantıkta incelenen

96

DAVID WOODRUFF SMITH

türde ideal anlamlardır. Bilinç edimlerinin içerikleri aynı zamanda ilkece dilde ifade edilebilir. Yargı edimleri -ve­ rili bir nesneler alanı hakkındaki bir teoriyi ya da kısmi bir teo_riyi oluşturan- diğer önermelerle tutarlı olarak ileri sürülen önermeler için görüsel bir apaçıklıkla desteklen­ diğinde, bilgi oluşur. Bu yollarla, Husserl fenomenolojiyi -bilinç ve bilincin yönelimselliği teorisini- dil ve mantık teorisiyle birleştirir. Şayet anlamlar ideal varlıklarsa, onlar ne çeşit varlık­ lardır? Erken dönem Husserl anlamların, bilinç edimleri­ nin ideal türleri olduğunu ileri sürmüştür. Yani, anlamlar türün özgül bir tipi, Aristoteles'in tümeller adını verdiği, daha sonra Husserl'in özler olarak isimlendirdiği şeyler­ dir. Türler ya da özler farklı bireylerin paylaştığı bir şey­ dir. Örneğin, iki top küresellik niteliğini paylaşır ve benzer biçimde iki düşünme edimi aynı bir-kuşu- düşünmek nite­ liğini p aylaşabilir. Dolayısıyla, aynı içeriğe sahip iki edim aynı ideal türleri ya da özleri paylaşan tikelliklerdir. Tabi­ ri caizse, düşündüğüm "şey" (düşüncemin içeriği) nasıl dü­ şündüğümün, yani düşünmemin ideal türüdür. Bu şekilde Hus serl yönelimsellik teorisini, dolayısıyla fenomenolojiyi , ontolojinin dana geniş bir alanında türler ve tümeller teo ­ risiyle ilişkilendirir. Sonraki Hus serl (Ideen I'de) anlamları özler ya da tür­ lerden ayırmıştır. Her ikisi de ideal varlıklardır, fakat ideal varlıkların farklı tipleridir. Kısacası, türler somut bireyleri gruplandırır ve nitelendirir (sen, ben ve Sokrates insanlığın üyeleri ya da Homo sapienstir) buna karşın anlamlar farklı .

tipte şeyleri anlamlandırır ya da onları temsil ederler ("in­ s an" anlam ya da kavramı insanlık türlerini temsil eder, "Platon'un hocası" anlam veya kavramı Sokrates'i temsil ederken "Sokrates insandır" anlamı ya da kavramı Sokra­ tes'in insan olduğu bir olgu durumunu temsil eder). Hem anlamlar hem de türler idealdir, fakat farklı ontolojik roller üstlenirler. Bu biçimde, sonradan Husserl ideal varlıklar

FELSEFi S i STEMİ

97

teorisini genişletmiştir. Ancak özler veya türler, Husserl'in ontolojisinde, dünyanın yapısı içinde rol oynamaya devam ederler. Türler teorisi Husserl'i daha öte bir ontolojiye, parçalar ve bütünler teorisine götürür. Zira Husserl'in çözümlemesine göre, kırmızı bir top, tıpkı Kırmızının somut bir örneğinde bu toptaki bu kırmızı- topun bir parçası olması gibi, Kırmızı türlerini ya da özünü örneklendirir: Tikel bir toptan ayn ola­ rak varolamayan bağımlı bir parça ya da momenttir. Husserl, fenomenolojiye görsel deneyimin momentleri üzerine odak­ lanarak, (örneğin) yuvarlak, kırmızı bir topu görme deneyimi içinde kırmızıyı-görmeyi yuvarlağı görmeden ayırarak baş­ lar. Bu biçimde, Husserl fenomenolojiyi ya da bilinç teorisini bağımlı parçalar ya da momentler teorisiyle birleştirir. Husserl , parça-bütün teorisini mantık teorisini geniş­ letmek için de kullanır. Zira gramer teorisi önerme parça­ larının ve diğer karmaşık anlam tiplerinin bir teorisidir. Üstelik anlamların parçalarına yönelik böyle bir çözüm­ leme, fenomenolojide bir bilinç ediminin içeriğinin ya da noemasının bilişenlerinin çözümlemesinde kullanılır. Ör­ neğin, "Sokrates Platon'a ders verdi"yi düşündüğümde, "Sokrates" ve "Platon" nominal anlamları, "Sokrates, Pla­ ton'a ders verdi" bileşik anlamını oluşturmak için yüklem­ sel ya da ilişkisel anlam olan "öğretti"yle birleştirilir; bu üç anlam da bileşik anlamın parçalarıdır. Bu şekilde, Husserl parça-bütün teorisini hem mantık hem de fenomenoloji te­ orisiyle birleştirir. Husserl, epistemolojiye döndüğünde, bilgi teorisini hem ideal anlam teorisi hem de fenomenolojik görü teorisiyle ya da bilgiyi temellendiren yargıların görüsel-apaçıklık karak­ terleriyle birleştirir. Tabiri caizse, bilginin nesnel yanı öner­ melerin mantıksal olarak sağlam-oluşturulmuş bir teoride iş görme tarzını içerir, buna karşın bilginin öznel yanı, bir önermenin doğruluğunun apaçıklık ya da görüsellikle des­ teklenmesini içerir, bir şeyi önümde görmemdeki duyusal

98

DAVID WOODRUFF SMITH

apaçıklıkta olduğu gibi. Husserl bu yolla bilgi teorisini hem mantık hem de fenomenolojik teoriyle birleştirir. Mantığın kendisi görüye dayalıdır. (Hangi çıkarım form­ " larının geçerli olduğuna nasıl karar veririz? Aşağıdaki çı­ karım formunun geçerli olduğu görüsel olarak apaçıktır: P ise, O' dur; P; öyleyse O.) Ontoloji de görüye dayanır. (Tü­ meller teorisine nasıl karar veririz? Örneklere b akarız, ör­ neğin Kırmızı türleriyle bu toptaki kırmızılığa ilişkin tikel moment arasında bir fark olduğunu görüsel olarak gözlem­ leriz.) Nitekim Husserl'in terimleriyle ifade edilirse, Hus ­ serl'in tüm sistemi. bir bilgi sistemi olarak, görüsel gözlem ve görüsel akıl yürütmeyle desteklenen bir teoridir. Bu sis­ temin kendisinin bir parçası ise görüye dayalı olan bir bilgi teorisidir. Şimdi, ana hatlarıyla, Husserl'in mantık, ontoloji, feno­ menoloji ve epistemoloji alanlarındaki çeşitli teorilerinin, anlam, dil, öz (türler, form, s ayı) , parça-bütün, bilinç (yöne­ limsellik) ve bilgi teorisi gibi geniş kapsamlı tek bir felsefi teorinin parçaları olarak bir araya getirildiği, açık olmalıdır. Öyleyse bu teorilerde ileri sürülen tüm önemli önermeleri ortaya çıkarmak, her bir teoride hangi önermelerin, daha te­ mel [nitelikte) -belki de aksiyomlar- olduğuna karar vermek, bir teorinin başka bir teoriden çıkarsanan kavram ve ilkeleri varsaydığı yerleri belirtmek vs muazzam bir görev olacak­ tır. Bununla birlikte büyük resim şimdi daha net olmalıdır. Kısmi teoriler, Husserl'in felsefi sistemi olan büyük teorinin parçalarıdır. Bir bütün olarak sistem içinde, anlam, öz, par­ ça-bütün, bilinç, bilgi vs hakkındaki kısmi teoriler arasında kavramsal ve mantıksal bağlantılar vardır ve bu bağlantılar kısmi teorileri daha geniş bir zihin ve dünya teorisi içinde birleştirir. Husserl'in sisteminin parçaları hakkında konuştuk. Bu taktikte bir yöntem söz konusudur. Zira Husserl'in sistemi içinde, Husserl'in büyük teorisi, kendisinin birliğine dair bir teori gerektirir. Şimdi bu teoriye dönelim.

FELSEFi SiSTEMİ

99

HUSSERL'İN SİSTEMİNİN META-TEORİSİ Felsefeciler bazen felsefeyi meta-felsefeden ayırır. Felsefe varlığın, zihnin, değer vs'nin doğasını incelerken, meta-fel­ sefe felsefenin amaç ve yöntemlerini ele alarak felsefenin doğasını inceler -burada zor olan soru felsefenin ne tür bir pratik olduğudur (Sanat mı? Bilim mi? Edebiyat mı? Nedir o zaman?) Buna göre, Husserl'in felsefi sistemi içinde, onun felsefesiyle meta-felsefesi arasında bir ayrım yapabiliriz. Üstelik Husserlci çerçeve içinde bu ayrım, Husserl'in te­ orisinin teorisini diğer teorilerinden ayırmak gibi oldukça belirgin bir biçim alır. Beriki [teorinin teorisi]. muhtemelen sistemindeki. teorinin teorisini de içeren, diğer teorilerine ve birleştirilmiş bir teori olarak tüm sisteme uygulanan Husserl'in meta-teorisini oluşturur. Meta-teori kendisine uygulanan sistemin bir parçası olduğundan burada Hus­ serl'in sistemi içinde bir tür yineleme görürüz (bir bilgisayar programı gibi bir şeyin bir kuralı bir veri parçasına uygu­ layabilmesi ve daha sonra tekrardan söz konusu kuralı bu sonuca uygulamasında olduğu gibi). Husserl'in çalışmalarını takip eden on yıllar içinde, ma­ tematiksel mantıkçılar bir teoriyle (örneğin doğal sayılar gibi bir alanın aksiyomatik bir teorisi) ve bu teorinin bir üst düzey meta-teorisi arasında bir ayrım geliştirmiştir. Bir te­ orinin meta-teorisi söz konusu teoriden bir adım geri çekilir, (ya da ileri geçer) ve teorinin hangi nesnelerden bahsettiğini (örneğin, sayılar) belirleyerek ve böyle nesneler hakkındaki bir açıklamanın hangi koşullar altında doğru olacağını orta­ ya koyarak teorinin semantiğini ele alır. Bu meta-mantıksal meta-teori mefbumu (20. yüzyılın ortasından bu yana mo­ del teorisi olarak adlandırılan şeyin parçasıdır) Bolzano'nun "mantık" anlayışından esinlenen Husserl'in "teorilerin teori­ si" kavrayışının matematikleştirilmiş bir türevidir. Husserl'e göre, felsefe geniş anlamda bilimin ta kendi­ sidir, yani teorinin disipline olmuş bir biçimidir. Bu mü-

1 00

DAVID WOODRUFF SMITH

nasebetle, felsefe varlık teorisine (ontoloji), bilgi teorisine (epistemoloji), bilinç teorisine (fenomenoloji), doğru eylem teorisine (etik) vs'ye ayrılır. Şimdi, Husserl'e göre, bir teo­ ri verili bir alan hakkındaki mantıksal olarak iyi-oluşturul­ muş bir önermeler sistemidir: İşte burada onun meta-teori­ si, herhangi bir teori için bir model işlevi görecek teorinin teorisi yatar. Göreceğimiz gibi, Husserl'in felsefesinin bir­ liği bu meta-teori üzerinden tanımlanır. Husserl "meta-teo­ ri" terimini kullanmamıştır; bunun yerine "saf mantık"tan, Bolzano'yu hatırlatacak biçimde, teorinin teorisi olarak bahsetmiştir. (Saf halini korumak amacıyla, sadece ismi de­ ğiştirilmiştir) Husserl'in yazılarını takip eden on yıllar içinde, mantık­ çılar ve felsefeciler, teorinin iyi-tanımlanmış bir dilde ifade edildiğini varsayarak teori ve meta-teori arasında daha açık türde bir aynın ortaya koymuştur. 1 930'larda, mantıkçı Al­ fred Tarski bir L diliyle onun meta-dili, yani L 'nin Msi (L of M) arasında bir aynın yapmıştır. Diyelim ki L dili nesnele­

rin verili bir alanından, örneğin, "Köpekler kedileri kovalar" cümlesinde olduğu gibi köpekler ve kedilerden bahseder. Devamında, '"Köpekler kedileri kovalar' cümlesi doğrudur" şeklindeki M cümlesinde olduğu gibi, M meta-dili L'den bah­ seder. Tarski, sözde yalancı p aradoksunu çözmek için dil/ meta-dil ayrımını yapmıştır: "Bu cümle yanlıştır" cümlesi (Yalancı cümlesi adıyla bilinir), doğru olamaz, çünkü ancak ve ancak [bu cümle) yanlışsa doğrudur; ancak bu cümle Tar­ ski'nin sisteminde bile formüle edilemez, çünkü Tarski'nin dil ve meta-dil arasında çizdiği sının ihlal eder, zira sadece L için meta-dil olarak hizmet eden ayn bir M dili içinde bir L dilinde verili bir cümlenin doğruluğu hakkında konuşabili­ riz. Bugün mantıkçılar ise genel olarak mantık ve meta-man­ tık arasında bir ayrım yapar; mantık belirli bir sembolik dil içindeki çıkanın sistemlerini tasarlarken, meta-mantık ta­ nımlanmış bir dilde mantığın verili bir sisteminde kanıtla­ nabilecek teoremleri kanıtlamak için üst düzey bir dilde iş

FELSEFi SİSTEMİ

101

görür. Daha genel ifade edilirse, felsefeciler bugün bir teori ve o teori hakkındaki bir meta-teori arasında aynın yapabi­ lirler. Yine de, Husserl'in meta-teorisi özel bir karaktere sahip­ tir. Verili bir teori veya teoriler silsilesi hakkında söylenebi­ lecek farklı türde şeyler mevcuttur. Tam olarak Husserl'in meta-teorisi ne demektedir? İlkin, bir teori önermelerin, yani eksiksiz bildirimsel cümlelerle (ilkece) ifade edilebilen ideal anlamların sis­ temidir. İkincisi, bazı önermeler, en temel önermelerin teorinin aksiyomları olduğu bir teoride diğer önermeleri gerektirir. (İdeal olarak, teorideki tüm doğru önermeler ak­ siyomları gerektirir, fakat 1 930'larda mantıkçı Kurt Gödel bu türde bir eksiksizliğin b azı teoriler için elde edilemeye­ ceğini kanıtlamıştır.) Üçüncüsü, önermeler bütünüyle or­ tak bir varlık alanıyla ilgilidir. (Köpekler ve kediler teorisi verili bir alandaki varlıklara, köpekler ve kediler kümesine ilişkindir.) Önermeler ("köpek" veya "kedi" gibi) kavram­ lardan oluştuğu için, teorideki temel kavramlar semantik olarak söz konusu alandaki varlıkları temsil ederler. Bu biçimde, teoriye ilişkin bir semantik tutarlılık söz konusu­ dur. Burada, özetlemek gerekirse, Husserl'in teorilerin te­ orisi, herhangi bir teoriyi tanımlayan mantıksal-semantik nitelikleri belirtir. Bu meta-teoriden hareketle Husserl'in felsefi sisteminde­ ki birliğin teorisini elde edebiliriz. Husserl ilgili noktalan açıkça belirtmemiştir, fakat analizin tüm parçalan yerli ye­ rindedir. O halde, Husserl'in teorisinin bazı hatlarını tüm felsefesi içinde bir araya getiren nedir? Görmüş olduğumuz gibi, Mantıksal Araştınnalar boyun­ ca Husserl sistemini genişletmeye devam eder. Teorinin te­ orisi ideal anlamlara yoğunlaşır, fakat ideal anlamlar aynı zamanda dil teorisi içinde (anlamlar konuşma içinde iletilir), yönelimsellik teorisinde (anlamlar bilinçli deneyimin içerik­ leridir) ve bilgi teorisinde de (önermeler yargıların içerikle-

1 02

DAVID WOODRUFF SMITH

ridir) ortaya çıkar. Bu nedenle, "anlam" kavramı bu dört teo­ ri alanında görünür, böylelikle bu teorilerin her biri diğerine bağlanır. Yani, her biri diğerlerindeki kavramları varsayar ve dolayısıyla Husserl'in genişleyen sistemi içinde diğerle­ rine bağlıdırlar. Tekrardan, Husserl'in yönelimsellik teorisi, görme, hayal etme, yargılama vs niteliklerini ayırt ederek bir bilinç edimi­ nin niteliğine işaret eder. Görüselliğe ilişkin belli bir nitelik bilgi teorisinde görünür hale gelir. Böylece fenomenolojik olarak edimin-niteliği kavramı, yönelimsellik ve bilgi teori­ sini bir araya getirerek bu teorilerde ortaya çıkar. Husserl'in türler teorisi, moment kavramı her iki teori­ de de oluştuğu için p arça-bütün teorisine dayanır: Bir mo­ ment bir şeyin bağımlı parçasıdır ve bir tür somut birey­ deki bir momentte örneklenir (İnsanlığa ilişkin bu örnek, Sokrates'in bir momenti ya da bağımlı bir p arçasıdır) . Yine, [Husserl'in) anlamlara ilişkin teorisi, (erken dönem) Hus­ serl'in anlamın bir edim-türü (act-species) ya da deneyim türü olduğunu öne sürdüğü gibi, türler teorisine dayanır. Üstelik gramer teorisi anlamların parçaları, özellikle de bağımlı parçaları içerdiğini öne sürer. Yönelimsellik teori­ si ise bilinç edimlerinin içeriklerinin (anlamların) moment­ leri kapsayan parçaları içerdiğini iddia eder. Dolayısıyla, "tür," p arça" ve "moment" kavramları Husserl'in tümeller teorisinde (türler, özler) , anlam teorisinde ve yönelimsellik teorisinde tekrar ortaya çıkar, böylece bu teorileri tüm sis­ temi içinde bir araya getirir. Husserl'in, anlamlara yönelik parça-bütün teorisiyle ge­ nişletilen teori teorisine göre, bir teori, teorideki önermele­ rin o teorinin parçaları olduğu bir bütündür. Bu meta-teo­ riyle, Husserl'in felsefi sisteminin kendisi, Husserl'in özgül teorilerinin bu sistemin birer parçası olduğu karmaşık bir teoridir. Üstelik bu kısmi teoriler arasında çeşitli bağlılık ilişkileri mevcuttur, bunlardan bazılarına az önce değindik. Bu şekilde, Husserl'in sistemini bazılarının birbirlerine bağ-

FELSEFİ SİSTEMİ

103

lı olduğu, uygun parçalardan oluşan bir teori olarak görebi­ liriz. Husserl'in sisteminin birliği, Husserl'in teori teorisi, yani meta-teorisine göre, parça-bütün ve bağlılık ilişkileri­ nin bu modelinde yatar. Bir önermenin ya da teorinin mantıksal olarak bir diğe­ rini varsaydığını, diğeri doğru olmaksızın birinin de doğru olamayacağını, söyleyebiliriz. Bu anlamda, bir önerme ya da teori bir başkasına bağlıdır: Daha kesin ifade edersek, biri­ nin doğruluğu ötekininkine b ağlıdır. Bu mantıksal varsayım ilişkisi genel olarak (bir şeyin varoluşunun başkasının va­ roluşuna bağlı olduğu) ontolojik bir b ağlılık tipi olarak dü­ şünülmez. Ancak Husserl'in yönelimsellik modelini dikkate aldığımızda, durum tam da budur. Bir düşünce ya da yar­ gı, ancak onun içeriği ya da anlamı, yani bir önerme (örne­ ğin, yağmurun durmuş olması). var olan bir olgu durumunu (yağmurun durmuş olmasını) doğru şekilde temsil ediyorsa doğrudur. Doğruluk, öyleyse, dünyadaki varolan bir olgu durumuna karşılık gelmede ortaya çıkar: Yani, doğruluk yö­ nelimsel ilişkinin bir formu, bir düşünce ya da önerme ile onun nesnesi, yani bir olgu durumu arasındaki başarılı veya gerçeğe uygun bir yönelimsel ilişkidir. Başarılı yönelimsel ilişki olarak bu doğruluk modeli genel olarak bakıldığında Husserl'in yönelimsellik teorisinin parçasıdır. (Yönelimsel bir ilişki olarak Husserl'in doğruluk teorisinin ayrıntılı bir yeniden yapılandırılması için, bakınız D. W. Smith 2002 ve 2005). Öyleyse mantıksal bağlılık ontolojik bağlılığın bir bi­ çimidir: Bir düşüncenin gerçeğe tekabül eden yönelimsel (doğruluk) ilişkisi elde edilemez, şayet bir diğer düşün­ cenin gerçeğe tekabül eden yönelimsel (doğruluk) ilişkisi sağlanamazsa, Husserl'in meta-teorisine göre, Husserl'in bütünsel sisteminde b azı teoriler b ağlılık ilişkileriyle bir­ birlerine b ağlanır ve b ağlılığın kendisi Husserl'in ontolojk bağlılık ya da temel/lendirme (Fundierung) teorisinde çö­ zümlenir.

1 04

DAVID WOODRUFF SMITH

Husserl'in felsefesi, teorisi daha öte ufuklara doğru açı­ lan çok geniş bir alana yayıldığından, Husserl'in geniş kap­ samlı sistemi içindeki uygun parça ve bağlılıkların harita­ sını çıkarmak neredeyse sonsuz bir uğraş olacaktır. Husserl bir keresinde fenomenolojiyi "sonsuz bir uğraş" olarak ni­ telendirmiştir. Dahası, felsefeciler ayrıntıların peşinde koş­ tukça farklı teorik problemlerin ortaya çıkması beklenebilir. Tam olarak kavramlar ve teoriler birbirleriyle nasıl bağla­ nır? Bu tarz sistematik bir inşanın sınırları var mıdır? 20. yüzyılın sonunda pek çok filozof, teori, bilim ve sanatı kısmi dil-oyunları kılarak sistematik düşünceden vazgeçmişlerdir. Burada dikkate değer olan, her durumda, Husserl'in kale­ minden damlayan sistem tasarısıdır.

HUSSERL'İN KAPSAMLI SİSTEMİ İÇİNDE FENOMENOLOJİ Fenomenoloji, Husserl'in felsefi sisteminde mantık, ontoloji, epistemoloji ve aynı zamanda etik teorisiyle farklı bağlantı­ lar içinde önemli bir yerde durur. Peki, yeri tam olarak ne­ rededir?

Mantıksal Araştırmalar' dan ( 1 900- 1 ) sonra Husserl, ar­ tan bir şekilde fenomenolojiye yoğunlaşmıştır. Ideen I' de ( 1 9 1 3) fenomenoloji tüm felsefenin, aslında tüm olanaklı bil­ ginin temeli olarak hizmet ediyor görünebilir. Ancak temelin kendisi, III. Araştınna'da parça-bütün teorisinde çözümle­ nir ve Husserl tüm diğer eserlerinde bu temel veya bağlılık teorisinden yararlanmaya devam eder. Husserl'e göre, bir şey başka bir şey üzerine kurulur ya da (ontolojik olarak) ona bağlıdır, öyle ki bu, birincisinin ikincisi olmaksızın va­ rolamaması şartıyla böyledir. Fakat bağlılık tanım itibariyle tek yönlü bir yol değildir; iki şey karşılıklı olarak birbiri­ ne bağlı olabilir, böylece biri diğeri olmaksızın ya da tersi durumda varolamaz . Nitekim Husserl'in (hocası Stumpf'dan

FELSEFİ SİSTEMİ

1 05

aldığı) öncü nitelikteki örneği şöyledir: Bir nesnenin rengi ve şekli karşılıklı olarak birbirine bağlı varlıklar, nesnedeki iki momenttirler (bağlı parçalar), (örneğin) bu kırmızı yuvarlak toptaki Kırmızı örneklenmesi, toptaki Yuvarlak örneklenme­ si olmaksızın varolamaz, aynı durum tersi için de geçerlidir. (Unutmayın ki "momentler" türlerin tikelleşmiş örnekleridir -burada, Kırmızı ve Yuvarlağın somut örnekleridir.) Şim­ di, Husserl'in felsefi sistemine baktığımızda, fenomenoloji, mantık, ontoloji ve epistemoloji altına düşen çeşitli teoriler arasındaki karşılıklı bağlılıkları görürüz. Bir teori diğerle­ ri olmaksızın iş göremez: Birinin mantıksal ya da semantik gücü kabaca diğerlerinin semantik gücü olmaksızın varo­ lamaz -tabiri caizse, bir teorinin yönelimselliği sistemde­ ki diğer teorilerin yönelimselliği olmaksızın varolamaz. Bu şekilde, çeşitli teoriler karşılıklı olarak birbirlerine bağlı­ dır, karşılıklı olarak birbirlerini "temellendirirler." Böylece Husserl'in sistemi içinde, fenomenoloji, büyük ve gösterişli yapının tek temelini oluşturamaz. Bizim çizdiğimiz resim budur. Genellikle Husserl'in A raştınnalar ve Ideen 1 arasında, erken dönem bir realizm konumundan Ideen 1 ve sonraki eserlerinin "yetkin" felsefesi içinde idealizmin güçlü bir formuna kayarak dünya görüşünü radikal bir şekilde değiş­ tirdiği söylenir. (Philipse [ 1 995] ve A. D . Smith [2003], Hus­ serl'in daha sonraki konumunun aslında klasik bir idealizm biçimi olduğunu iddia ederler; F0llesdal [ 1 998) ise Hus­ serl'in idealist bir okumasına karşı çıkar.) Şayet Husserl, kendisi için tüm dünyanın sadece bir idea olarak ya da bi­ lince bağlılık durumunda varolduğu tescilli bir idealist ha­ line geldi ise, o zaman fenomenoloji, kuşkusuz ki, felsefenin tek temeli olmalıdır. Husserl'e göre, tüm dünya bilinçte "ku­ rulur," ama eğer ki dünyanın bizzat varlığı bu "kurulma'ya dayalıysa, öyleyse felsefede s öyleyebileceğimiz her şey fe­ nomenolojide, bilincin biliminde temellenmiş olmalıdır. Ne var ki, Husserl'in transendental idealizm öğretisine (3.

1 06

DAVID WOODRUFF SMITH

Bölüm) ve konstitüsyon teorisine (6. Bölüm) döndüğümüz­ de, onun pozisyonunun normal koşullarda idealizm olarak düşündüğümüz şey olmadığını buluruz. Velhasıl bilinç, et­ rafımizdaki dünyanın varoluşunu değil, anlamını verir. Bu anlam-verme öğretisi tüm felsefe içinde fenomenoloji için önemli bir yeri, fakat klasik idealizme borçlu olmadığı bir yeri gerektirir. Husserl kulağa klasik bir idealist gibi konuşuyor görün­ düğü yerde (Ideen I, § 49) , doğal dünyanın bilince göreli ol­ duğunu, sadece bilincin "mutlak" olduğunu, başka bir şeye "göreli" olmadığını söyler. Husserl'in konumunu irdeledi­ ğimizde, dünyadaki her bir nesnenin, söz konusu nesneyi aktüel veya olanaklı bilinç edimleri içinde değişik olanaklı biçimlerde sunan bir anlamlar sistemiyle korelasyonu için­ de "kurulduğunu" görürüz (Bakınız, 6. Bölüm konstitüsyon üzerine). Bu, nesnenin bilinç tarafından varlığa getirildiği ya da nesnenin, varlığı bakımından kendisinin mevcut ya da olanaklı bilincine bağlı olduğu anlamına gelmez. Bağlı olmaya ilişkin sorular ontolojinin bir diğer konusudur. Böy­ lece Husserl doğa ve kültür dünyasının -Umwelt 'imiz ya da çevreleyen dünyanın- belli biçimlerde bilincimizle ilişkili olduğunu ve aslında dünyadaki şeyleri anlama tarzımızın bu şeylere ilişkin mevcut ya da olanaklı bilincimize bağlı olduğunu söyleyebilir. Ancak Husserl bilincimizin dünya­ daki şeylere başka şekillerde beyinlerimizin nasıl çalıştığı ve kültürümüzde ve dilimizde kavramları nasıl edindiğimiz gibi bağlı olduğunu da söyler. Bağlılık tek yönlü bir yol de­ ğildir, bilinç ve dünya arasında işleyen oldukça farklı türde ontolojik bağlılık mevcuttur. (Bu konular 3. Bölümde ince­ lenmiştir.) Teori parçası ve onun nesne alanı arasındaki ayrımı ak­ lımızda tutmalıyız. Özellikle fenomenoloji (mantıksal terim­ lerle) deneyimlendiği biçimiyle bilincin özüne ilişkin bir te­ oridir (bilhassa bilinç edimlerinin yönelimselliğini içerir). Buna karşın, sinirbilim insan beynindeki nöral faaliyetle-

FELSEFİ SİSTEMİ

1 07

rin özüne ilişkin teoridir. Şimdi, fenomenolojinin sinirbili­ me bağlı ya da ondan bağımsız olup olmadığını sorabiliriz: Yani teorinin bir parçasının bir diğer parçasına bağlı olup olmadığını. Yahut bilincin kendisinin öznenin beynindeki nöral süreçlere bağlı mı ya da ondan bağımsız mı olduğunu da sorabiliriz: Örneğin, görsel algı edimlerinin, insanın bey­ ninin görme korteksindeki nöral bilgi işleme sürecine bağlı olup olmadığı gibi. Bunlar farklı türde sorulardır. Birincisi Husserl'in meta-teorisinde söz konusu olandır. İkincisiyse, Husserl'in idealizm sorunuyla ilgilidir. Bununla birlikte, fe­ nomenoloji pratiğinin, bilincimizin faaliyetleri üzerine dü­ şündüğümüz bir bilinç etkinliği olduğunu gözlemlediğimiz­ de, bu iki soru bir araya gelir. Husserl, Ideen I ve diğer eserlerinde, fenomenolojinin "önvarsayımsız" olduğunu vurgular. Ancak sistematik fel­ sefi yaklaşımı ve Ideen I'in açılış çerçevesi dikkate alındı­ ğında bu, fenomenolojinin ontoloji, mantık tamamı b ağım­ sız olduğu anlamına gelmez. Bu s adece, diğer disiplinlerden, özellikle doğa bilimleri ve kültür bilimlerinden elde edilen kavramlar veya ilkelerden yararlanmaksızın fenomenoloji­ yi bu şekilde icra ettiğimiz anlamına gelebilir. Bununla bir­ likte birleşik sistemi içinde, fenomenolojiyi mantık, ontoloji vs'yle bağlantılı olarak geliştirirken, Husserl, açıkça formel ontolojiden, özellikle ideal anlam ya da noema teorisinden, türler veya öz teorisinden ve parça ve bağlılık teorisinden elde edilen önermelerden yararlanır. Öyleyse Husserl'in felsefi sistemi içinde fenomenolojinin, felsefenin diğer parçalarını temellendirdiği belirli bir yol mevcuttur: Ne türden olursa olsun her şeyi kendileri ara­ cılığıyla anladığımız anlamlar fenomenolojik çözümlemeyle açıklanacaktır. Nitekim burada Descartes'den Kant'a oradan da Husserl'e doğru gelişen modernist bir motif, öznellik ara­ cılığıyla elde edilen nesnellik tasavvuru görebiliriz. Descar­ tes' e göre, her şey hakkındaki bilgimiz, Descartes'in özel tür­ de bir kesinlikle bildiğimizi söylediği "düşünme"mize ilişkin

1 08

OAVIO WOODRUFF SMITH

bilgimizle başlar. Kant'a göre, bizi çevreleyen uzay-zaman­ sal dünyaya ilişkin bilgimiz, deneyimimizin a priori formla­ rı, yani duyumun veya duyarlığın formlarıyla birlikte yargı ve anlama yetisinin formları tarafından şekillenir, çünkü zihnimiz duyumlarımızın sunduklarını kavramsallaştırır. Husserl'in yönelimsellik teorisi göz önüne alındığında, onun için -uzay ve zamandaki şeyler hakkındaki bilgimizi de kap­ sayacak [şekilde]- her şeye ilişkin deneyimimiz, belirli bir yönelimsellik karakterine, çeşitli anlam tipleri aracılığıyla uygun nesnelere yöneltilen ilişkisel karaktere s ahip bilinç edimlerini içermektedir. Şeyleri sadece bu biçimde deneyim­ leriz ve yalnızca yönelimsellik aracılığıyla nesnel bilgi elde ederiz. Ancak fenomenoloji felsefi bir disiplindir ya da bi­ lincin yönelimselliğini inceleyen bir teoridir. Bu minvalde, fenomenoloji felsefedeki tüm diğer teorileri temellendiren özel bir teoridir. Bu arada fenomenoloji mantıksal, ontolojik ve epistemolojik teorilerin belli öğelerini [ön]varsayar ve do­ layısıyla onlara bağlıdır. Bu nedenle fenomenoloji, Husserl'in tüm sistemi için­ de özel ve merkezi bir rol üstlenir. Fenomenoloji hem tüm sistemin parçası hem de bir anlamda onun temeli olduğu için, Husserlci sistem burada bir tür yineleme içerir. Zira anlam ya da yönelimsel içerik teorisi, anlam tüm teorinin merkezi olduğu için, Husserl'in tüm felsefi teorisi boyunca işler. Yine de, Husserl'in sistemine ilişkin çözümlememizi ve onun meta-teorisini dikkate aldığımızda, fenomenoloji tüm felsefenin ya da tüm kesin "bilim"in tek dayanağı/te­ meli değildir. Husserl'in sisteminde bir başka kendini yinelemeyi, yani teorinin teorisinin hem sistemin bir parçası hem de felsefi teorinin bütününe ve de kısmi teorilere uygulanan bir me­ ta-teori olduğunu görmüştük. Aynı şekilde, bilgi teorisi sis­ temin bir parçasıdır, ancak aynı zamanda sistemdeki bazı teorilerin apaçık temeline yinelenerek uygulanır. Vurgula­ dığımız gibi, ontolojik anlam, tür veya öz ve parça teorisi

FELSEFİ S İ STEMi

1 09

sistemin bir parçasıdır ve yinelemeli olarak sistemdeki teo­ rilere ve bir teori olarak tüm sisteme de uygulanır. Husserl felsefesini kariyeri boyunca genişletmeye devam ederken, fenomenoloji sistemde merkezi bir yer işgal eder, ancak sistem içindeki mantık, ontoloji ve epistemolojiyle karşılıklı bağlılık ilişkisi içinde durur. Bu sistemin tüm ya­ pısı Mantıksal A raştırmalar' da aynntılanyla planlanmıştır. Husserl bu yapıyı hiçbir zaman terk etmemiştir.

TRANSENDENTAL FELSEFE OLARAK HUSSERL'İN SİSTEMİ 1 905 yılı dolaylarında Husserl "transendental bir dönüş" gerçekleştirmiştir. Düşünce tarzının bu "dönüş"[üm]üyle, fenomenoloji kavrayışı Kant'ın Saf A klın Eleştirisi'nde ( 1 78 1 / 1 787) başlattığı gelenek olan "transendental" fel­ sefenin belli motifleriyle biçimlenmiştir. Kant'ın Alman felsefesi üzerindeki etkisi, Kant'ın hemen ardından yazan Fichte ve Hegel'den Husserl' in Viyana'dan Halle, Göttin­ gen ve Freiburg'a taşındığı sıralarda içinde bulunduğu Al­ man felsefi ortamına yayılmıştır. F azlasıyla sentezci olan Husserl, Bolzano'nun mantığı ve Brentano'nun betimleyi­ ci p sikolojisinden devşirdiği çığır açıcı fikirleri muhafaza ederken, karakteristik olarak Platon, Descartes , Leibniz ve şimdi Kant gibi önemli düşünürlerin büyük fikirlerini kendi sistemi içine dahil edip bu fikirleri kendi sistemine uyarlamıştır. Kantçı bilgi "eleştirisi" bilgi üretmek ama­ cıyla akıl ve duyum aracılığıyla çalışan zihnin çalışma tarzına geri döner. Felsefe b öylece bilgimizin, daha açık s öylersek, uzay ve zamandaki nesnelere ilişkin aşina ol­ duğumuz bilgimizin, "Kant'ın tabiriyle," "olanağının zo­ runlu koşulları"nı araştırdığı noktada "transendental"dir. Burada, Husserl bir tür ön-fenomenoloji görür ve nitekim "fenomenoloji" terimi Kant'ın döneminde ortaya çıkmıştır.

1 1O

DAVID WOODRUFF SMITH

Dolayısıyla fenomenolojinin görevi, Kant'ın "fenomenler" adını verdiği şeylerin, yani deneyimimizde göründüğü bi­ çimiyle şeylerin üzerine düşünümde bulunmak ve böylece deneyimimizde söz konusu olan şeylerin taşıdığı anlamı [sense] veya göndergeyi [meaning] araştırmaktır. Demek ki, transendental fenomenoloji, yaşanan deneyimimizde­ ki anlam uzayını araştırır. (Yerinde bir terim olan "anlam uzayı" Husserl ve Heidegger'de söz konusu olan transen­ dental meseleleri araştıran C rowell [200 1 ] tarafından ge­ liştirilmiştir.) Fenomenolojinin bu transendental formunu Husserl Pa ­ ris Dersleri 'nde ( 1 907) beyan etmiş ve Ideen I'de ( 1 9 1 3) ayrın­ tılı olarak üzerinde durmuştur. Transendental meselelerin uyarlanması, Husserl'in yetkin fenomenolojisine Ideen I'de canlı biçimde ifade edilen kendine has bir itici güç sağla­ mıştır. Nitekim Husserl'in transendental dönüşü Husserl'in yetkin felsefesini ve onun sistematik karakterini anlamak bakımından oldukça farklı bir yaklaşımı önerir. Husserl'in sisteminin mevcut yeniden-inşasına alternatif olan bu yak­ laşımda, Husserl'in ana kaygısı öğretisel [doctrinal] olma­ sından ziyade metodolojiktir. "Transendental-fenomenolojik indirgeme" aracılığıyla "transendental" düşünümü gerçek­ leştirerek, içinde yaşadığımız doğal ve kültürel dünyayla olan ilişkimizi askıya alırız ve bunun yerine sadece şeylerin deneyimimizde verilme ya da onda "kurulma" biçimini ele alırız. Dolayısıyla, deneyimlediğimiz biçimiyle şeylerin form ya da anlamını değerlendiririz. Böylece Husserl, Kant'ın transendental felsefe kavrayışını, dolayısıyla da transen­ dental idealizmi genişletmiş ve onu radikalleştirmiştir. (Mo­ ran, [2005] Kantçı felsefe ve onun Alman İdealizmi gelene­ ğindeki mirasıyla olan bağlarını vurgulayarak Husserl'in felsefesinin gelişiminin izini sürer. Diğer Husserl yorumlan da Husserl'in yetkin felsefesinin transendental yöntemini vurgular, Welton 2003'deki Klaus Held'in öncü nitelikteki denemeleri bunun bir örneğidir.)

FELSEFİ SİSTEMİ

111

Ancak Husserl için transendental felsefe tam anlamıy­ la nedir? Husserl, transendental yöntem ve idealizmden ne anlamaktadır ve Husserl'in transendental fenomenoloji­ si, sistemini nasıl sistematik hale getirir? Transendental, Husserl'in ellerinde, onun felsefi sistemi içinde, Kant'ta olduğundan oldukça farklı bir anlam kazanır. Husserl'in kökenlerinin aslında (Kant'a Karşı başlıklı bir kitap ya­ zan) Bolzano'ya dayandığını hatırlayalım. Mantıksal Araş­

tırmalar'ın ( 1 900- 1 90 1 ) zeminini hazırlayan erken dönem eserlerinde Husserl , Alberto C offa'nın "semantik gelenek" adını verdiği akıma katılmıştır (C offa 1 99 1 ) . Husserl, Bol­ zano, Lotze, Frege, hepsi de kendi tarzlarında anlam, ideler veya düşünceler veyahut da önermelerin, yani Husserl'in ideal yönelimsel içerikler olarak adlandırdığı şeylerin nes­ nelliğini vurgulamışlardır. Bu semantik geleneğin gözün­ de, nesnel anlam tam da mantık ve epistemolojinin daha önceki türevlerinde ve onların zihin görüşlerinde eksik olan şeydi. Rasyonalistler aklın ideallerini vurgularken, empristler somut duyu algısını vurgulamış ve Kant ise akıl ve duyarlığı bütünleştirmek için uğraşmıştır. Hepsi öznel deneyimden elde edilen bilginin nesnel temellerini araş­ tırmış , ancak "semantik" gelenek kendinde ideal anlamlara yoğunlaşmaya devam etmiştir. Buna göre Husserl için transendental bilgi eleştirisi, -ister akıl yürütme süreci (Descartes) ya da duyumsama (Hume) veyahut da onların birleşimi (Kant) olsun, dene­ yimimizin izini uzay-zamansal nesneleri kendileri aracı­ lığıyla bildiğimiz ya da deneyimlediğimiz öznel zihinsel süreçlerden de geriye giderek dünyadaki nesneleri "kons­ titüsyonu"muzu inceler. Husserl, kendimizi birinci-şahsın deneyim menziline yerleştirerek, transendental fenomeno­ loji pratiğinde, "yeni bir varlık alanı elde ettiğimizi," yani "saf' bilincin alanını elde ettiğimizi belirtir (Ideen I, § 33). Bilinç ve onun özsel yönelimselliğine ilişkin genişletilmiş düşünümümüzde (Ideen I , § 84- 1 3 1 vd), nesnelerle onları

1 12

DAVID WOODRUFF SMITH

deneyimlediğimiz biçimiyle karşılaştığımız, deneyimimiz­ deki anlam (Sinn) ve gönderge (meaning) kapsamını gün yüzüne çıkarırız. Bu anlam kapsamı, Kantçı "fenomenler" ya da _ "göründükleri -gibi-nesneler" mefhumunun yerine geçen, Husserl'in "noemaları" ya da "yöneldiğimiz-biçimiy­ le-nesneler" adını verdiği şeyi kaps ar. Öyleyse Husserl'e göre, transendental felsefe bizim "s af' yönelimsel deneyim­ lerimizdeki ideal anlamlann rolüne yoğunlaşır. Burada, çevreleyen dünyadaki şeylerin nesnel bilgisine götürenler de dahil olmak üzere, tüm yönelimsel deneyimlerimizin ha­ kiki temelleri ya da olanağının koşulları yatar. Husserl'in Ideen !' deki "transendental" yönteme ilişkin sunum ve pratiği, transendental fenomenolojinin radikal ve ilgi çekici bir tasvirini ve Hus serl'in sistematik felsefesi içindeki yerini ortaya koyar. Husserl "atılımlar"dan bah­ setmeyi sever: Mantıksal A raştırmalar'ında ( 1 900- 1 90 1 ) nesnelliğe doğru atılım, Ideen !'de ( 1 9 1 3) transendental öznelliğe doğru atılım, Kriz' de ( 1 935-8) öznelerarasılığa ve yaşam-dünyasına doğru atılım. Transendental felsefenin evrimi, öyleyse, transendental "konstitüsyona" yani bildi­ ğimiz haliyle dünyanın "saf' ya da "transendental" bilinç tarafından nasıl biçimlendirildiğine ilişkin bir atılımdır. Husserl'in felsefesinin bu radikal tasvirine göre, bizi çev­ releyen dünyadaki tüm nesneler bilinç aracılığıyla varlığa gelmekte ve yönelinmiş niteliklerini kazanmaktadır. Taşlar, ağaçlar, köpekler, kendi bedenim, diğer insanlar, binalar -dünyamızdaki her şey bilinç aracılığıyla meydana gelir, aslında benim bilincim aracılığıyla, yani benim birinci-şa­ hıs bakış açımdan, fenomenolojk perspektiften bilebilece­ ğim kadarıyla . Üstelik tüm bilimsel ve felsefi teorilerimiz bilincin, benim ve başkalarının bilincinin ürünleridir. Bu­ radan hareketle, matematik, fizik, kimya, biyoloji, psikoloji ve sosyolojiyle birlikte tüm fenomenoloji, mantık, ontoloji ve etik -tüm bu teorik alanlar bilincin ürünüdür. Dolayı­ sıyla bu disiplinlerde incelenen nesneler de böyledir. Buna

FELSEFİ SİSTEMİ

113

göre, transendental bir dönüş [üm] gerçekleştirdiğimizde, bu radikal tasvirde her şey öncelikli olarak kökenini sadece transendental fenomenoloji p ratiğinde kavrayabileceğimiz bilinçten akıp geliyormuş gibi görülür. Bununla birlikte, Husserl'in fenomenolojisinin bu heye­ can verici tasvirinde yanlış olan, söz konusu fenomenolo­ jinin Husserl'in sistemini birleştiren esas ilkelerden kopuk olmasıdır. Husserl'in, transendental fenomenoloji kavrayı­ şını ortaya koyarken bile, "transendental" - öncesi Mantıksal

Araştırmalar' da ayrıntılandınlan mantık, ontoloji ve episte­ molojiye ilişkin öğelerden yararlandığını göreceğiz. Öyleyse Husserl'in fenomenolojisini sistematik kılan, içinde siste­ min tüm parçalannın temellendiği transendental indirge­ me yönteminin adanmış bir pratiği değildir. Bunun yerine, Husserl'in felsefe sistemini sistematik kılan, sisteminin çe­ şitli parçalannın bir arada bulunma biçimidir ve s adece bu sistem içinde onun transendental indirgeme yöntemi ya da önem kazanır.

ÖZET Husserl'in felsefesi mantık, ontoloji, fenomenoloji ve episte­ moloji -ve aynı zamanda etik- alanındaki belli teorileri bü­ tünleştiren birlikli bir sistem biçimini alır. Sistemin çerçe­ vesi (etik olmaksızın) Mantıksal A raştırmalar'ın ( 1 900- 1 90 1 ) uzun seyri boyunca ortaya konulur. B u çerçeve, Husserl Id e­

en I ( 1 9 1 3) ve müteakip eserlerinde söz konusu olan transen­ dental fenomenolojinin konulan ve yöntemlerini göz önüne sererken iş başındadır. Husserl, belli noktalar itibariyle dü­ şüncesinde, daha sonraki "transendental dönüş"[üm]ünde ve yine yaşam-dünyası üzerine yaptığı geç dönem vurgusunda önemli değişiklikler görür. Bununla birlikte, bu önemli deği­ şimler genişleyen felsefe sistemi içinde gerçekleşir. Husserl, takipçileriyle arasındaki bazı ağır retoriklere rağmen, (daha

1 14

DAVID WOODRUFF SMITH

önceki çözümlemelerini nadiren hükümsüz kılan) yeni ayrın­ tılar eklerken, Bolzanocu mantığa, Kantçı transendental fel­ sefeye, Kartezyen öznelci felsefeye ve tarihselci öznelerarası felsef�ye yönelik dramatik uvertürler ortaya koyarken bile, genişleyip açılan sisteminin yapı ve ayrıntılarına sıkı sıkıya bağlı kalır. Husserl'in sistemi, Mantıksal Araştırmalar, Prolegome­ na' da ilk kez ortaya koyulur. "Saf' mantık, Husserl'e göre, düşünce ya da anlam formlarını, dünyadaki nesnelerin te­ mel formlarının ve anlam formlarıyla bu anlamların temsil ettiği nesne formları arasındaki korelasyonun haritasını çı­ karır. Bu, mantıkçıların daha sonra formel ya da mantıksal semantik adını verdiği şeyin Husserlce bir taslağıdır. Hus­ serl, onun zamanında gelişen yeni mantık sistemine dikkat etmekle birlikte, mantıksal sonuç ya da gerektirme ilişkisine de [entailment) değinir -ancak onun katkısı semantik kavra­ yışında yatar. Dil, gönderge (Bedeutung) olarak anlamı (Sinn) ifade eder. Ancak anlamın kapsamı yönelimsel içeriğin kapsamı­ dır: Görme, düşünme, hayal etme vs gibi farklı tip ya da tür­ deki yönelimsel deneyimin ideal içeriklerinin kapsamıdır. Bu şekilde, Husserl'in saf mantık kavrayışı yönelimsellik teorisinin ya da dünyadaki nesnelerin deneyim içeriklerince temsil edilme biçimlerinin zeminini hazırlar. Yönelimsellik teorisiyle Husserl, fenomenoloji kavrayışını, bilincin özü­ nün bilimini başlatır. Husserl'in ontolojisi, saf mantık ve fenomenoloji kavra­ yışınca varsayılan çerçevenin bir parçasıdır. Anahtar nok­ ta Husserl'in Araştırmalar'da özler olarak adlandırdığı öz ya da ideal türler öğretisidir. Husserl, kısmen Platoncu ve kısmen de Aristotelesçi teoriye dayanan öz ya da tümeller (türler, nitelikler, ilişkiler) teorisini ana hatlarıyla özet­ ler. Dolayısıyla, Sokrates'in insan oluşu, somut bireyler, ideal türler ve türlerin somut örneklenmeleri bakımından çözümlenir: Bireysel Sokrates ideal türlerin, yani İnsanlı-

FELSEFİ SİSTEMİ

115

ğın örneklenmesini ya da bir "moment"ini içerir ve böyle­ ce ideal türler somut bireye b ağlanır. Husserl'in p arçalar ve bütünler teorisi burada da iş başındadır, zira "moment" bağımlı bir parça (Sokrates'in insanlığı), yani bütünden (Sokrates) bağımsız olarak varolamayan bir parça olarak tanımlanır. Araştırmalar'da ayrıntılandınlan Husserl'in yönelimsel­ lik teorisi, bir bilinç edimi, onun anlamı veya (diğer edim­ lerce paylaşılabilen) ideal yönelimsel içeriği ve bu anlamla korelesyon içinde olan nesne arasındaki ayrımı ön plana çı­ karır. Söz konusu edim böylece yönelimsel olarak içeriği ya da anlamı yoluyla nesneye doğru yönelir. Husserl'in epistemolojisi uygulamalı fenomenolojinin örnek çalışmasıdır. Husserl' e göre, bilgiyi oluşturan, ona nesnelliği ya da geçerliğini veren, yargılarımızı destekleyen "apaçıklık"tır [evidence) . Apaçıklık belli deneyimlerin "gö­ rüsel" karakterine dayanır. Bu deneyimler, her birinin ken­ di tarzında bir apaçıklığa sahip olduğu akıl ve algıyı içerir. Bilgi ya da "görü" (Kant'tan b eri geleneksel bir terim olan Anschauung) "görüsel" veya apaçık yönelimsel bir deneyi­ me dayanır. Yol boyundaki o ağacı gördüğümde, "o ağaç"a ilişkin kavramsal anlamım, görüsel olarak, (salt düşünme­ me karşıt olarak) "bu ağacı" görmemin duyusal karakteriy­ le desteklenir ya da "doldurulur." 2+2 = 4'ü "gör"düğümde, "2+2 4" şeklindeki kavramsallaştırmam görüsel olarak desteklenir ya da doldurulur. B öyle bir "görü," Platoncu sa­ yılar göğüne esrarengiz bir b akış değildir; etramızdaki şey­ leri numaralandırırken [karşılaştığımız) oldukça tanıdık bir deneyim biçimidir. Düşünüm halindeyken, düşünmenin yönelimsel bir deneyim olduğunu "gör"düğümde, yönelim­ sellik hakkındaki fenomenolojik yargım, düşünmenin aşina olduğumuz özüne yönelik düşünüm deneyimimde görüsel olarak desteklenir. Görmüş olduğumuz gibi, Hus serl'in felsefe sistemi mantıksal, ontolojik, fenomenolojik ve epistemolojik teori=

1 16

DAVID WOODRUFF SMITH

ler gibi- çeşitli teoriler arasındaki bağlılık ilişkilerince bir araya getirilir. Bu sistematik birliğin ardında, Husserl'in meta-teorisi, onun "teorilerin teorisi." mantıksal seman­ tiğin -özü yatar. Bolzano'yu takiben, Husserl bir teorinin, mantıksal tümdengelim ve/veya tümevarım ("motivasyon") ilişkileri ve varsayım ilişkileri ya da mantıksal bağlılıkla birbirine bağlanan bir önermeler sistemi (önermesel gön­ derge veya anlamlar) olduğunu belirtir. Sisteminin birliği­ ni tanımlayan Husserl'in meta-teorisi, daha sonraki man­ tıkçıların (özellikle Alfred Tarski'nin, Rudolf C arnap'ın ve daha sonraki olanaklı-dünya semantiği tarzındaki eserler­ de) matematiksel teorilerinin teorisini önceden tasarlayan felsefi bir tasavvurdur.

İLAVE OKUMALAR Husserl'in felsefesinin sistematik karakteri tüm külliyatında ken­ dini gösterir, ancak Mantıksal A raştırmalar Husserl'in sistemini her ne kadar ağaçlardan orman görmek pek kolay olmasa da- uzun bir incelemede gözler önüne serer. Husserl'in Araştırmalar'ı konu­ sundaki mevcut çalışmalar, denemelerine ilişkin son zamanlarda [yayımlanan) iki derleme (bunlara Husserl'in sistemindeki birliğe yönelik kendi açıklamalarım da dahildir.) Fisette, Denis, 2003. Husserl's Logical Investigations Reconsidered, Dordrecht ve Baston, Massachussetts: Kluwer Academic Pub­ lishers (şimdi New York: Springer). Husserl'in Mantıksal A raş­

tırmalan üzerine Denemeler. Buna D. W. Smith'in, Husserl'in sisteminin birliğine yönelik bir açıklama ortaya koyan, "Hus­ serl'in Mantıksal Araştırmala n 'nın Birliği. Geçmiş ve Şimdi" de dahildir. Zahavi, Dan ve Frederik Stjernfelt (ed.). 2002. One Hundred Years

of Phenomenology: Husserl's Logical Investigations Revisited, Dordrecht ve Baston, Massachussetts: Kluwer Academic Pub­ lishers (şimdi New York: Springer). Husserl'in Mantıksal A raş-

FELSEFİ S i STE M İ

117

tırmaları üzerine Denemeler. Bu, D . W . Smith'in, Husserl'in sisteminin birliğini gerektiren, A raştırmalar'ın parçaları ara­ sındaki karşılıklı ilişkilerin bir yorumunu sunan "Husserl'in

Mantıksal Araştı rm aları ndak i 'Mantıksal' Nedir?"i de içer­ '

mektedir.

• •

Uç Mantı k: Dil, Zihin ve Bilimde Anlam

Bu bölüm Husserl'in mantık kavrayışını ve tüm felsefi siste­ miyle olan ilişkisini, fenomenolojinin arkaplanındaki rolüy­ le birlikte ana hatlarıyla özetliyor. Mantık ve formel seman­ tiğe pek aşina olmayan okurlar, her ne kadar bölüm boyunca temel fikirleri ortaya koymaya çalışsam da bu bölümü diğer bölümleri okumaktan "daha ağır" bulabilirler. Söz konusu okurlar, zaman el verdiğince dönmek suretiyle bu bölümü kısaca gözden geçirebilirler.

HUSSERL VE MANTIK 20. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle mantık ve fenomenolo­ ji, bir yandan başlangıç itibariyle yaklaşık 1 900 civarında gelişen yeni mantık teorisinden etkilenen "analitik" felsefe ve öte yandan köken itibariyle yine yaklaşık 1 900'de ortaya çıkan yeni fenomenolojik teoriden esinlenen "kıta" felsefesi arasındaki kültürel bir uçurumla bölünmüştür. Husserl fe­ nomenoloji alanındaki eserleriyle bilinir, ancak tüm kariye­ ri boyunca, hatta yeni fenomenoloji bilimini "keşfet"meden önce de mantıkla ilgiliydi. Nitekim, 1 . ve 2. Bölümde göz­ lemlediğimiz gibi, Husserl'in "saf mantık" kavrayışı onu "saf fenomenoloji" anlayışına götürmüştür. Üstelik fenomenolo-

MANTIK

119

jide, yönelimsel içerik olarak ideal anlam teorisinde mantı­ ğın temelini görmüştür. Husserl'in mantıkta mantıkçıların gördüğünden çok daha fazlasını gördüğünü söyleyebiliriz. Mantık -sağlam veya "geçerli" akıl yürütmenin teorisidir­ Aristoteles'in tasım (syllogism) (Yunanca çıkanın kelimesin­ den, düz anlamıyla, birlikte hesaplamak anlamına gelir, tü­ remiştir) teorisiyle doğmuştur. Aristoteles tam olarak on iki adet geçerli çıkarım formu ortaya koymuştur. Aristoteles'in sisteminde yasalaştırılmış bir çıkarım ya da argüman formu şöyledir: Tüm insanlar ölümlüdür. Tüm A'lar B'dir. Sokrates bir insandır. S bir A' dır. Öyleyse, Sokrates bir ölümlüdür. Öyleyse, S bir B'dir Soldaki somut bir çıkanındır; sağdaki ise o çıkarımın formudur. Çıkarım formunu belirleyebilmek için, örnek argümanındaki ("insan,'' "ölümlü,'' "Sokrates" gibi) mantık­ sal-olmayan ifadeler değişken ifadelerle, ya yüklemsel de­ ğişkenlerle ("insan" ve "ölümlü"nün olduğu "A " ve "B'1 ya da isim değişkenleriyle ("Sokrates"in olduğu "S'1 değiştirilir. Buradaki fikir, bu değişkenlerin olduğu yerlere uygun her­ hangi bir yerleştirme, geçerli bir çıkarım, yani öncüllerin doğru olması durumunda sonucun da doğru olması gerektiği bir çıkarım ortaya koyacaktır. Aristoteles'in sınıflandırma becerisi, onu sonuçlarını böyle on iki adet tasım modeli ya da çıkanın-formu içinde düzenlemeye götürmüştür. Mantıkta bir sonraki sıçrayış 1 9 . yüzyılda, matematikte­ ki eşzamanlı gelişmelerle birlikte gerçekleşmiştir. Husserl, mantık ve matematikteki yeni fikirlerin bu ani yükselişi içinde rüştünü ispatlamış ve yeni matematiksel mantık, kü­ meler teorisi ve Öklitçi olmayan geometrilerin temellerini kuran çığır açıcı figürlerin pek çoğuyla ya doğrudan yazış­ mış ya da çalışmıştır. Boole, Schröder ve Peano gibi mate­ matikçiler, özellikle modern matematikte kullanılan geniş

1 20

DAVID WOODRUFF SMITH

yelpazedeki çıkarım formları için hayati önemde olan dil formlarını kavramak bakımından Peirce ve Frege gibi fi­ lozof matematikçilere katılmıştır. Simge veya ifadenin iki anaht�r formu, yüklemlerin mantıksal formları ve niceleyi­ cilerin mantıksal formu, yeni mantığın temeli olarak ortaya çıkmıştır. Aristoteles'in mantığında yüklemler, her durum­ da tek bir terime, cümledeki özne-ifadesine uygulanan bir yüklem biçimi alırlar ("ölüdür," "Sokrates ölüdür" cümlesini oluşturmak için "Sokrates"e uygulanır). Bununla birlikte, matematik düzenli olarak ilişkilerle ilgilenir ve dolayısıy­ la gündelik dil de onlarla ilgilenir ("Sokrates Platon'a ders verdi," "Platon, Aristoteles'ten kısaydı," "2 < 3," veya "2