Guantanamo Günlükleri 4

332 36 601KB

Turkish Pages 9 Year 2019

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

Polecaj historie

Guantanamo Günlükleri 4

Citation preview

4. Bölüm: Vanom - An origin story Artık samimiyetimizden ötürü İndira Gandi'ye sadece Gandi demeye başlamıştım. Arkadaşı bizi kurtarmaya gelirken olayın perde arkasını merak ettim. Komandonun kralı gelse o gardiyanları halledemezdi. Nedir senin bu arkadaşın olayı anlatsana dediğimde hiç ummadığım bir hikaye dinledim. Gandi: Uzun yıllar önceydi... Behzat İTÜ Uçak Mühendisliğinden yeni mezun olmuştu... Çok zeki, çok yaratıcı adamdı. İlerisi için parlak fikirleri vardı. Ülkenin geleceği için her şeyi feda etmeye hazırdı. Senin gibiydi bir zamanlar... Zengin öğrencilere özel ders verir, fakir öğrencilere bedava ders anlatırdı. Eski öğrencilerinden biri vardı, çok güzel bir genç kız. Behzat'a taparcasına aşıktı ama Behzat bunu dostluktan ileri götürmedi çünkü honor code izin vermez, vicdanı engel olurdu. Aşkları platonik olarak kaldı...Kendisi gibi çok iyi niyetli, çok duygusal bir kızdı. Ona dedi ki "Behzat hocam, senin bu güzel ders anlatışından tüm öğrenciler faydalanmalı". Behzat boş durmadı. Hemen bunu yapmanın yollarını araştırdı. Eski bir öğrencisi Silikon Vadisi'nde online eğitimin temellerini atanlardandı. Onunla iletişime geçti. Udemy'de bedava ders anlatmaya başladı. GOE: Kazandığı parayı burs olarak dağıtmıyordu ama herhalde benim gibi? Gandi: Takıldığın nokta bu mu amk... Dağıtmıyordu ama ülke için çok daha faydalı bir planı vardı. Behzat Elon Musk gibi adamdı. İleri görüşlüydü. Borla uçan bir uçak prototipi yaptı biriktirdiği tüm parayla. Türkiye'yi bir uçtan öbür uca çok az bir maliyetle uçup, seri üretime geçilmesini sağlayacaktı. Uçağı yaptı. Adam gerçekten koca ülkeyi batıdan doğuya avuç içi kadar borla geçecekti, çok az kalmıştı... Van semalarında dolanırken dehşet bir yaratık gölden çıkıp uçağı ağzıyla kaptı. Buyurun ispatı;

Foto 1: "Yerim senin borunu" diyen Van Gölü Canavarı Olayla ilgili TV Haberlerinden biri: https://www.youtube.com/watch?v=cHecCaS5odc Bir görgü şahidinin ifadesinin ses kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=1OlWxAO7a70 TRT'nin belgeseli: https://www.youtube.com/watch?v=Z1JMZDowu-g Wikipedia kaydı: https://www.wikizeroo.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvVmFuX0f DtmzDvF9DYW5hdmFyxLE

Behzat son anda kokpitin fırlatma düğmesine basıp hayatını kurtardı. GOE: Şanslıymış baya. Gandi: Her gün "keşke o gün ölseydim daha iyiydi" der, hikayenin devamını dinlemen lazım... Tüm parasını uçağa vermişti. İkinci defa prototip yapacak parası yoktu. Dersleri de bedava anlattığı için Udemy'de, kimse özel ders alma ihtiyacı duymuyordu. İdealleriyle parası ters orantılıydı anlayacağın... İTÜ'de hocalarından yardım istedi, dekanlığa yazı yazdı, yönetim kuruluna yalvardı. GOE: Onlar yardım etmiştir sonuçta adam boru değil yani borla uçan uçak yaptı değil mi? Gandi: Bunu ispatlayamıyordu ki :D Evet yaptı, evet uçtu. Türkiye tarihinin en muhteşem icadını yapmıştı ama ortada bir delil kalmamıştı. Tanıdık geldi mi, kendinle özdeşleştirebildin mi? :D İşte hikaye buradan sonra trajik bir hal alıyor... O güzel genç kız tek başına Behzat'a yardım edebilmek için pankart hazırladı, İstanbul'da sokak sokak dolaşmaya başladı. Behzat da uçağın delilini bulmayı kafaya koymuştu. Bunun tek yolu vardı, Van'a gidip o canavarla tekrardan yüzleşmek, onu öldürüp karnından uçağın parçalarını almak... Askerliği Antalya'ya çıkmıştı, sahil güvenlik jandarması olarak çalışıp sabah akşam genç kızlara "şans eseri denk gelebilirdi" ama o askerliğini Van'da yapmak için özel istekte bulundu. "Bu adam sayısalcı, kafası hesap kitaba çalışır" diyerek kantine vermişler bizim Behzat'ı. Bir süre sonra dayanamayıp bir gece komandoların kıyafetleri ve silahlarıyla dışarı çıktı, ormanda gizlice göle doğru giderken karşılaştık, o gece tanıştık. GOE: Bir saniye, bir saniye... Gecenin bir vakti Van'da ormanın içinde sen ne yapıyordun? Gandi: Kaçak define avcısı demeyelim de amatör arkeologdum diyelim. Urartu'ların hiyerogliflerini kağıt üzerinde kopyalayıp tercüme ediyordum, hazineler hakkında bilgi arıyordum. Bana yaşadıklarını anlattı. Açıkçası ilk başta deli diye düşündüm ama bozmadım. Yanımdan ayrıldıktan bir süre sonra karanlıkta yürürken bir çukura düştüm. İçerisi Urartu hazineleri kaynıyordu, zengin oldum diye düşünüyordum. Eserleri incelerken duvardaki dev motifler dikkatimi çekti. Bir kahramanlık hikayesiydi. Antik çağda bir çok savaşçı Behzat'ın bahsettiğine benzer göl ve deniz canavarlarıyla karşılaşıp ölüyordu. Ok, mızrak, kılıç... ne kullansalar işe yaramıyordu. O anda daha iyi anlamıştım, bu canavarlar neredeyse tüm mitolojilerde farklı isimlerle vardı ve çok güçlü, yenilmesi imkansız olarak anlatılırlardı. Hatta en eski metinlerden olan tevratta bile geçiyorlardı. İspat; http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-89447-efsanevi_yaratiklar.html https://gizemlidunyam.com/kutsal-metinler-canavar-efsaneleri/ İngilizce bilenler için detaylı wikipedia başlığı: https://www.wikizeroo.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTGV2aW F0aGFu Her mitte yenilmez olsalar da Urartu hikayesinin sonu farklıydı. Sonunda bir gencin kayadan çıkardığı büyülü bir kılıçla o canavarı öldürdüğünü ve kral ilan edildiğini gösteren bir anlatı vardı. Excalibur isimli bu kılıçla, Artur adındaki cesur bir delikanlının bir Leviathan'ı öldürüp kahraman ilan edildiğini ve yeni bir krallık kurduğunu anlatıyordu.

Foto 2: "Şunu bir çıkartayım a.q o canavarın" diyen Artur Bunun da Mısır hiyeroglifleri gibi sembolik olduğunu düşündüm...Gerçek olamazdı... Az önce tanıştığım adam binlerce senedir efsanelere konu olan canavarlardan biriyle kapışmaya gidiyor olamazdı değil mi?... Aklımdan gerçek olma olasılığını çıkarmaya çalışıyordum. Koridorda elimde meşaleyle ilerlerken, hikayenin devamını elimde kağıt ve kurşun kalemle kabartmalar üzerinden kopyalıyor, bir yandan okuyordum. Başka hiç bir kimsenin bu canavarlara yem olmaması için krallığı nasıl tam Van Gölü'nü kuşatacak şekilde kurduğunu anlatıyordu. Sonra lise tarih bilgim aklıma geldi, gerçekten Urartular tam Van Gölü'nü çevreliyordu. Gençken bile merak etmiştim neden topraklarını diğer tüm milletler gibi genişletmediklerini, fetihlere çıkmadıklarını... Cevabı buradaydı, Artur adil ve onurluydu, amacı sadece insanları korumaktı.

Urartu kelimesinin kökeni ise bugün bile uzmanlar arasında tartışılıyordu. Ne kadar profesör varsa o kadar farklı görüş vardı. Gerçek bu duvarlarda anlatılıyordu, krallığın ismi de Artur'dan geliyordu. Osman'a ait olan Osman-lı gibi... Descartes'e ait olan anlamında Cartes-ian gibi... Artur'a ait olan anlamında Urart-u

Kafamda şimşekler çaktı. Bunca tarihi doğru bilginin yanında ya Leviathanları öldürmenin tek yolunun Excalibur olduğu bilgisi de doğruysa? Behzat kendi ölümüne yürüyor demekti... Koridorun sonunda bir kralın iskeleti tahttaydı. İçinde bulunduğum yer bir lahit mezardı, hem de Artur'un. Tahttaki iskeletin elinde ışıldayan bir kılıç vardı. Tam alacakken bir yazı dikkatimi çekti, yerde bir uyarı vardı: "Artur'un en kutsalını çalamazsın, yoksa ebediyen onla kalırsın Artur'un en kutsalını ödünç alırsın, kılıcın ona döndüğünü görecek kadar yaşarsın" İkinci satırı anlayamamıştım ama ilk satır çok kesin bir anlam ifade ediyordu: Hırsızlar için bir uyarıydı... Benim için bir uyarıydı... Eğer kılıcı alırsam bir bubi tuzağını tetikleyecektim ve o lahit mezar aynı zamanda benim lahit mezarım olacaktı... 2 seçeneğim vardı; Kılıç hariç tüm hazineleri toplayabilirdim. Ömrümün kalanını oldukça zengin bir şekilde yaşardım ama Behzat ölürdü... Kılıcı Behzat'a götürmek için alabilirdim ama olanca hızımla lahitten çıkmak zorundaydım, ağırlık yapacak hiç bir şey alamazdım yanıma, tüm bu gördüklerim, tüm bu tarih ve hazine... sonsuza dek toprağa gömülürdü... Tam hazineleri toplayacaktım ki Behzat'ın sözleri kulağımda çınlamaya başladı; "Ülkenin geleceği için yaptım o uçak prototipini..." "Maddi manevi her şeyimi feda ettim daha iyi bir gelecek bırakmak için genç kuşaklara..." Artur'un, bir dönemin en cesur liderinin iskeletine baktım ve fısıldadım; "Senin gibi bir kahramanın ihtiyacı var, lütfen beni affet". Kılıcı alıp koşmaya başladım, o koca metal yığını göründüğünden çok daha hafifti, gerçekten büyülü gibiydi, kılıcı sımsıkı tutarken sanki vücudumdan bir elektrik dalgası geçiyordu, belki de bu yüzden görüp görebileceğin her yüz metre koşucusundan hızlı koşarak çıktım lahitten. Ormanda koşarken içimden tek bir şeyi tekrarlıyordum "Umarım çok geç kalmamışımdır... umarım çok geç kalmamışımdır..." Gölün kıyısına vardığımda Behzat Leviathan'ı sahilden M16 ile tarıyordu. Leviathan'ın siyah kanı üzerine boşalıyordu ama ölmüyordu. Gecenin karanlığında, o karanlıktan bile karanlık bir kanla kaplıyken...

Foto 3: Temsili resim GOE: Harbiden Leviathanların kanı siyah mı? Supernatural'da doğru anlatmışlar yani? Peki 7. sezon 23. bölümde olduğu gibi öldürünce patlama olayı oldu mu şuradaki gibi; https://www.youtube.com/watch?v=MMmOOgRYRSM

Gandi: Hay takıldığın noktayı zikeyim... GOE: OKB+DEHB var böyle doğdum napayım aq benim suçum mu? Gandi: Neyse evet siyah kanları, hikayenin devamını dinle. Behzat'ın cephanesi bitmek üzereydi, hiç bir işe yaramayacağını bilmediği komando bıçağına doğru uzanırken var gücümle "Beeeehhhzaaatttttt, bununla saldırrrr" bağırdım ve kılıcı fırlattım. Kılıç havada dönerek ilerliyordu, canavar da ağzını açmış şekilde Behzat'a doğru yaklaşıyordu. GOE: Ağır çekim olarak gözümde canlandırıyorum çok heyecanlı valla. Gandi: Aq bir lafımı kesmesen olmaz mı. Neyse...evet aynen öyle gördüm ben de.Behzat kılıcı kapıp canavarın boğazına sapladı. GOE: Şah damarına mı? Leviathanların şah damarı var mı? Gandi: Lan kafayı yiycem aq takıldığın noktayı zikeyim yahu manyak mısın kardeşim? GOE: Değilim ailem küçükken test yaptırmış. Gandi: Hay...neyse ne diyordum heh hatırladım az lafımı kesme de dinle... Canavar'ın damarlarından tonlarca kan Behzat'ın başından aşağı boşaldı. Simsiyah ziftle kaplı gibiydi. Kimse bana inanmaz diye o an fotosunu çekmiştim sonradan ispatlamak için buyur bak:

Foto 4: Leviathan'ı öldürdükten sonra kanlarıyla kaplıyken Behzat Canavar sahile varmıştı ama ölmüştü, boğazında Excalibur ile aynı bir gökdelenin yıkılışı gibi ormanın içine doğru düştü, bu dev yaratığın ağırlığını kaldıramayan yumuşak toprak zemin çöktü ve kılıç da orada toprağın derinliklerinde kayboldu. İşte o zaman anlamıştım Artur'un lahitindeki uyarı mesajının 2. satırını " Artur'un en kutsalını ödünç alırsın, kılıcın ona döndüğünü görecek kadar yaşarsın" Excalibur'u gerçekten çalmak için almamıştım, aynı Artur gibi, iyileri koruma amacıyla ödünç almıştım ve kılıç toprağın derinliklerine, ait olduğu yere geri dönmüştü.

GOE: Oha lan dehşet bir hikaye. Bunun filmini çekseniz ne tutardı var ya... Gandi: Denemedik mi sanıyorsun? İlk defa doğru bir noktaya değindin. Dinle de öğren sonrasında neler oldu... İkimiz de hayattaydık ama beş parasızdık. İstanbul'a döndüğümüzde bizi çok kötü bir haber bekliyordu. Sana bahsettiğim Behzat'ın öğrencisi vardı ya hani? Behzat'a öğrencilerin destek olması amacıyla pankartla çağrıda bulunurken bir gün sarhoş bir sürücü arabasıyla çarpmış ve orada hayatını kaybetmiş. GOE: Başınız sağ olsun... Behzat: Dostlar sağ olsun. Gandi: Sen nereden çıktın şimdi? Behzat: Lan 2 saattir tavanda asılı muhabbetinizi dinliyom farkında değilsiniz. Gardiyanların cesetleri soğudu amq çıkalım gidelim buradan. Gandi: Bir dur hele o kadar anlattım bari sonunu getireyim. Bu ölüm haberiyle Behzat iyice depresyona girdi. Sonra bana dedi ki "Ne kendime ne ülkeye faydam dokunabildi bari sana yardımcı olayım". Yeteneklerimden ülkenin gençleri de faydalanmalıydı ona göre. Urartuca, Sümerce, Hititçe, Akadca, Babilce, Aramice... aklına gelebilecek tüm antik dilleri biliyordum. GOE: Sanskritçe de biliyor muydun yoksa sadece ortadoğu bölgesi ve geçmişi ile mi ilgilendin? Gandi: He onu da biliyordum. Yok eşşeğin sikinin şaftı aq. Gandi lakabını taktın diye Hindistan dilleri de mi bileceğim? GOE: Tamam kızma ya merak ettim. Gandi: Derin derin nefes al....tamam sinirim geçti, devamını anlatayım... Tüm hiyeroglifleri ve piktogramları da okuyabiliyordum. GOE: Piktogram dedin inandım valla link atmana gerek yok. Çok az kişi bilir hiyeroglif ne piktogram ne aralarındaki fark ne... Gandi: Lan ayaklı wikipedia mısın aq tamam bir dur devamını dinle. Tüm arkeolojik kazı tekniklerini, eski çalışmaları da biliyordum. Benden mükemmel bir arkeoloji, sanat tarihi profesörü olur diye düşündüm. Profesörü geç, doçent olmayı geç, araştırma görevlisi olmayı geç... Yüksek Lisans bile yapamıyordum. Neden biliyor musun? GOE: İngilizce yeterlilik... Gandi: Evet aq, ben 20 tane antik dil bileyim, dünyanın en bilgili uzmanı olayım yeterli değilmiş. ALES lazımmış YDS lazımmış. Neyse ben çalışmaya başladım. Türkçe ve Matematiği halletmiştim ama İngilizce...olmuyordu, burada öğrenmeyi beceremedim. Meğer sorun bende değilmiş, çoğu insan ömrü boyu ingilizce eğitim görüp 50 bile alamıyormuş YDS'den, ben nasıl 70 alacaktım? Bir akşam Behzat'la bu konuda dertleşmek için yanına gittim. Aklımıza mükemmel bir fikir geldi. Amerika'ya dil kursu için gidecektim. Behzat da yanımda gelecekti. Bununla neler olacaktı? -Hikayemizi senaryo haline getirip Hollywood'a satacaktık. -Hem zengin olacaktık, hem de Van'ın turizm sektörü uçuşa geçecekti, ülke kalkınacaktı.

-O parayla Behzat yeni bir uçak yapacaktı. Tüm dünya bor yakıtı kullanan uçaklara geçtiğinde dünyanın en zengin ülkesi Türkiye olacaktı belki... -Ben maddi sıkıntım olmadan rahatça Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile olsa öğrencilere bildiklerimi aktaracaktım... GOE: Plan mükemmel, ters giden ne oldu? Gandi: Senaryomuzu gösterdik büyük bir heyecanla. Okuyup bize dönüş yapacaklarını söylediler. Senaryoyu çok beğenmişler, öyle beğenmişler ki her şeyini araştırmışlar, telifini almadığımızı öğrendiklerinde kendileri almışlar. GOE: Sizin hayat hikayenizi çaldı yani oç hırsızlar? Gandi: Çalma ne kelime, zikip attılar aq. Bizim senaryomuz tek film için fazla imbaymış. Gereksiz derecede mükemmelmiş. Bu yüzden bizim hikayemizi birkaç parçaya böldüler. İçinden neler çıktı; -Indiana Jones filmleri serisi -Kral Arthur ve Merlin ile ilgili onlarca film, dizi, roman -Venom karakteri... GOE: Venom? Gandi: Evet. Van Komandosuydu bizim senaryoda, ben İngilizce bilmediğim için bunlar a'ları e diye okuyor, yorulmasınlar direk Vanom yerine Venom yazayım demiştim. GOE: Anladım, çok düşüncelisin... Peki neden Vankom değil de Vanom yazdın başta? Gandi: Takıldığın noktaya atom bombası atıp 3. dünya savaşını başlatasım var aq sabır testi misin lan sen bana? GOE: Yapma ya bak ne güzel muhabbet ediyoruz, meraktan uyuyamam valla söylesene neden? Gandi: Vankom deyince ya "sen kime koyuyon lan" diye dalıyorlardı, ya da türk telekom gibi iletişim firması sanıyorlardı. Al , oldu mu aq benim aklıma gelmedi mi sanıyon vankom koymak. Olmadı işte tutmadı. Neyse, Hollywood gözümüzün önünde bizim hikayelerimizle milyarlarca dolar kazandı. Bize de tek kuruş koklatmadı. Kimseye de ispatlayamıyorduk bu fikirlerin bize ait olduğunu. GOE: Neden dava açmadınız? Gandi: Dinlemiyor musun? Para yoktu para. Mangır, cash, nakit, papel, dinero, kapiş? GOE: Kapiş. Herkes bu filmleri, dizileri izliyor, romanlarını okuyor, bize de işsiz ezik gözüyle bakıyorlardı. Artık bu durum katlanılmaz hale gelmişti. Tamamen iyi kalpli, iyi niyetli insanlar olarak yola çıkmıştık ama yardım etmeye çalıştığımız gençlik bizi sırtımızdan bıçaklamıştı, hor görmüştü... GOE: Breaking Bad'deki gibi yani cidden "bir gecede insan kötü olmaz", bu süreç yüzünden yıllar içinde böyle oldunuz yani? Gandi: Kardeşim dizilere atıf yapıp durma beynim ambele oldu şerefsizim. Neyse haklısın sonuçta öyle... Ne kadar marketing, pazarlama stratejisi, reklam taktikleri, sosyal psikoloji kitabı varsa okudum. Manipülasyonun bir tarafına koyacağım dedim, nasıl olsa içinde "mani" var yani para buradan geliyor diye düşündüm. GOE: Aslında o kelime 18. yüzyıl Fransa'sından geliyor, bir avuç dolusu anlamında eskiden eczacıların kullandığı ölçü birimi. Onun da kökeni latince manipulus'tan geliyor. Onun da kökeni el anlamına

gelen "manus" tan. El yeteneğiyle iş yapma, nesneleri elleriyle ustalıkla kullanma anlamına doğru evrilmiş 19. yüzyıl başlarında. Gandi: Kardeşim kim 500.000 istere katıl hatta kim 500 milyar dolar istere katıl aq bu ne lan insan mısın sen? GOE: Yok, Eğitim Tanrısı'yım. Gandi: Hass... Tanrım kusura bakma, sen olacağın aklıma gelmezdi. GOE: Önemli değil, bağışlayıcı bir Tanrı'yım kin gütmem. Hatanı anladın, özür diledin, benim için sorun yok artık. İstediğin gibi küfür etmeye devam edebilirsin, çok daha kötülerini işittim öğrencilerden. Rahat ol yani çok şey yapma kasma kendini... Gandi: Hocam o zaman sen gerisini zaten biliyorsun. Pahalı olan iyidir, beleş olan kötüdür mantığı yüzünden dersleri paralı yaptık başta, pdf beleş verdik yine de. Sonra kendi sitemize geçtik, aynı dersleri 2 katı fiyatına sattık. Pdfleri de kitap yaptık. Sonra kitapları böldük fasikül yaptık... GOE: Bu soru çalma olayı nasıl başladı? Gandi: Kabartma yazıları kurşun kalemle kağıtla kopyaladım senelerce... Bu yeteneğimi soru yazmak için kullanmak istedim. Kitapçılarda gezdim, gözüme en güzel gözüken kitabı aldım. GOE: Hmm Karekök mor olduğu için. Asalet rengidir antik çağlardan beri... Gandi: Evet, Bizans İmparatorluğu'nda bile soyluların odalarında olurdu sadece aşırı pahalı olduğu için. O kadar sene sanat tarihi çalıştık hocam, bunu da bilelim. GOE: Aferim lan helal olsun unutmamışsın. Peki mor renk değerini ne zaman kaybetti onu hatırlıyor musun bakalım? Gandi: Hay aq Eğitim Tanrısı bizzat test yapınca soru zorluğu Hell Difficulty olur demişlerdi de inanmamıştım. Yok Tanrım hatırlamıyorum. GOE: 1856 yılında, 18 yaşında bir genç tarafından yanlışlıkla keşfedildi, diğer tüm önemli bilimsel keşifler gibi. Basit bir mesele değildir, sentetik mor rengin keşfi dünya tarihini değiştirdi. Sırf bunu anlatan kitaplar, yazılar var. Linkleri atardım ama internet sürem bitiyor çok uzatmayalım. Behzat: Yeter artık gidelim. Hapishaneden kaçarken Warden'ın odasından bir harita yürüttü Gandi. Adamın ilahi bir çalma yeteneği vardı gerçekten. Bir dahaki tanrılar toplantısına katıldığımda aramıza almak için Thor ve Zeus'la görüşmeyi düşünüyordum. En yakındaki adaya yüzecektik başka çaremiz yoktu. Normalde köpekbalıkları sorun çıkarabilirdi ama yanımızda Leviathan killi olan Venom vardı o yüzden çok dert etmedim. Haritada tüm adaların isimleri yazıyordu ama en yakındaki ufak adanın ismi yerine sadece tek bir harf vardı: "P" Herhalde ada çok küçük olduğu için, ismi de haritada adanın üzerine sığmayacağı için baş harfini koymuşlardır dedim. Ne kadar büyük bir yanılgı içine düştüğümün o anda farkında değildim... Saatler süren yüzme sonrası dev dalgalardan kurtulup P adasının sahiline ulaşmıştık. Sahildeki kumlarda bir gariplik vardı, güneş vurduğunda sarı-yeşil-pembe tonlarında parıldıyordu. İleride çalılıkların arasından suratında hiç bozulmayan bir sırıtması olan yerliler çıkageldi. Hepsi bir ağızdan "Merhaba güzel insanlar!" dediğinde birden dondum. Göz ucuyla Venom'la Gandi'ye bakıp, anca duyabilecekleri kadar sesli bir şekilde fısıldadım; "Olduğunuz yerde durun, ani bir hareket yapmayın." P harfinin anlamı aslında çok açıkmış. Forfoscuların adasına varmıştık...

....... Sevgili arkadaşlar, ESŞ hocanız belge, foto, dilekçe vb. şekilde ispat göstermediği için yoğun şekilde eleştirilmiş. Bu haksız eleştirilerin önüne geçme amacıyla, ispatlarla başımdan geçenleri yazma kararı aldım.