Filozof Köpek [1 ed.]
 9754585970

Citation preview

Genel Yayın: 8J6 Edebiyat Dizisi: J9J

receksiııiz. Kısa süre içinde büyük gelişme­ ler oldu. Avrupa'ya �ittiğinizde de . . . Ruhi;io oıııııı söziııııı keserek Sophia'ya dön dü: "Siz Av­ rı ıpa'ya giııinız ıni?" "Hayır. " " Eşi mi size tanıştırmayı unuttu m . " Rubiao eğilerek selam verdi ve kadını n kocasına dönerek gülüınsedi : " Peki, kendinizi tanıtmayacak m ısınız ? " " Ch ristiano d e A lmeida e Palha . " " Pedro Rubiao de Alvarenga. Herkes hana R u hiiio der. " İsmen tanışınca biraz daha samimi leşti ler. Sophia konuşmaya dahil olmuyordu. Gözlerine özgürlük vermişti; onlar da istedik leri gibi bir ona, bir buna bakıp duruyorl ardı. Hiç ta­ nımadığı bir genç adamın kendisine gösterdiği arkadaşlık için müreşekkir olan R u biao, Pal ha'yı di kkatle dinliyor ve oluın­ l u cevaplar veriyordu. Hatta bir gün Avrupa'ya beraber git­ meyi önerecek kadar i leri gitti . "Teşek k ü rler a m a önümüzdeki birkaç yıl boyunca gi de­ n1e m . " "

32

'' Ben de öyle demek istemedim. Şahsen ben de o kadar kı­ sa süre içinde gidemem. Barbacena'dan ayrılırken sadece öy­ le bir arzu duydum ama belli bir zaman koymamıştı m . K uş­ k usuz bir gün gideceğim a ma gelecekte bir gün gideceği m . Ta nrının i zniyle. " " Ben de, gitmem yıllar alır derken, Tanrı isterse erkenden de gidebileceğimi eklemek isteri m " dedi Palha, aceleyle. " İk i dakika sonra n e olacağını k i m hileb i l i r k i ? Alnı m ıza ne yazı­ lıysa o olur. " B u son cümleye eşlik eden hareketler, itikat ehli, dindar bi­ rinin hareketl eriydi ama Sophia onları görmedi ( tam o sıra­ da ayaklarını inceliyordu); Rubiao hile son kelimeler i duyma­ dı. Çünkü sevgi li dostumuz o sırada başkente gelmesinin ne­ denini arkadaşlarına a n latmak için yanıp tutuşuyord u. Ken­ d i n den emin bir şek ilde yol arkadaşın ın kulağına tam dökli­ leeekti ki, içinde artık son parçaları kalmış kuruntular, olduk­ ça zayı flamış olsalar da konuşmasını önlediler. Aman, canım suç m uydu ki bu ? Hem nasılsa yakında herkes öğrenmeyecek miydi ? Niye kendini geri çekiyordu k i ? Sonunda, " Miras k a l d ı d a . N e kaldığını görmek için geld i m " diye m ı rıldandı. " Babanız ını ? " " Hayır, bir a rkadaş ı m . Beni tek mi rasçısı i lan etti . " " Öy l e mi ? " "Tek mirasçısı. inanın bana, dünyada mükemmel arkadaş­ lar var ama onları çok az i nsan sever. Arkadaşım çok kıymet­ li, paha biçil mez biriydi. Müthiş hir beyni vardı. Ne zeka ! Ne bilgi ! Son günlerinde hastalanınca b iraz arsız ve kaprisl i hi­ ri olmuştu. B i l irsiniz. Zengin ve hasta olunca, ailes i de olma­ yınca, tabii doğal olarak biraz küstahlaşmıştı. Ama aslında pır­ lanta gibiydi. Birine hir kez saygı duydu mu, sonuna kadar say­ maya devam ederd i . İyi a rkadaştık ama bana hiçbir şey söy­ lememişti. Sonra öldü, vasiyetnamesi açıldı ve gördüm ki her şey i n i bana bırakmış. Gerçekte n . Tek mirasçı. Vas i yetname­ de benden başka birine bırakılmış tek bir şey yok. Akrabası yoktu. Zaten olacak olsaydı da yine sadece hen olacaktım çi.in' ' _..,_,

kü benim kız ka rdeşimle evlenecekti ama o da öldü, zavallı­ cık. Ben sadece onun arkadaşıydım. Ama belli ki o, arkadaş­ lığın ne demek olduğunu biliyordu. Ne dersiniz ? " " Kesi n l i k le öyle" diye onayladı, Pal ha. Bizi m k i n i nse gözleri artı k parla m ı yordu; uzak lara dal­ mıştı. R u biao, öyle bir ormana girmişti k i bütün o küçük ta l i h kuşları ona gelip şarkılar söylüyordu. Mirastan bahsetmek onu eğlendi riyordu . Kendine kalan kesin miktarı bilmediği ni, an­ cak ka baca bir raka m " Hesaplamamak daha iyi" diye sözünü kesti, Palha. " Her­ halde 1 00 conto'dan az deği l d i r. " "Çıkın, çıkı n. , " Eğer daha fazlaysa k i mseye bir şey söylemeseniz iyi olur. Üstel i k bir şey daha -" " Bana öyle geliyor ki en az 300 conto. " " Bi r şey daha söyleyeceğ i m . İşierinizi yabancılara anlat­ mayın. Bana gösterdiğiniz güven için teşekkür ederim fakat ye­ ni tanıştığı nız i nsanlarla işlerin izi konuşmayı n . Temiz yüzlü insan lar, gerçekten temiz olmayabi lir. "

XXII Başkente vardıkları zaman, sanki eski arkadaşlarmış gibi ve­ dalaştı lar. Pallıa, R ubiao'yu Santa Theresa'daki evinde ağır­ lamak istedi ama eski öğretmen Union Hostelry Oteli'nde ka­ lacaktı. Tekrar görüşmek üzere ayrıldılar.

XXIII Ertesi gün Rubiao trende tanıştığı arkadaşını görmek istedi ve öğleden sonra Santa Theresa'ya gitmeye karar verdi. Ama da-

34

ha sabah saatlerinde kendisine iyi sabahlar dilemek isteyen Pal­ ha çıkageld i . Kaldığı yerde rahat olup olmadığını soruyor, ar­ zu ederse bir tepenin üzerinde olan evine gelebileceğini belir­ tiyordu. R ubiao bu nazik daveti geri çevirdi ama Palha'nın, genç yaşı na rağmen en iyilerden biri d i ye önerdiği avukatı ( uzaktan da a k rabası ol uyormuş) geri çevirmedi . " Ünlü olup müvekkillerinden sadece a d ı i ç i n para a l ma­ ya başlamadan önce ondan yararla nabil i rs i n i z " d iyord u . Rubiao, Palha'yı yemeğe davet etti v e dolaşmak isteyen kö­ peğin tüm protestalarma rağmen onunla beraber avukatın bü­ rostı na gitti. Gereken tüm işlemler orada yapıld ı . P a lh a , " Arayı uzatmayın , S a nt a Theresa'ya a kşam yeme­ ği ne gel i n . Sakın çekinmeyin; sizi bekl iyoru m " dedi ve gitti.

XXIV Kadınların yanında nasıl davranı lacağı nı pek bilmediğinden, Soph i a ' n ı n v a r l ığı, R u biao'yu biraz geriyord u . Ama A l l ah­ tan kendine 'verdiği güçlü ve amansız olma sözünü hatırla­ d ı da onlara yemeğ� gitt i . Tan r ı n ı n sevgil i kulu sen i ! Yoksa öylesine mutlu saatleri başka nerede geçi rebi l ir d i ? Görünü­ şe göre Sophia, kendi evinde trendekine göre çok daha bü­ yük avantajiara sahipti. Trende gözleri açıktaydı ama üzerin­ de bir pelerin vard ı . Ama evde, hem gözleri hem de v ücudu ortadaydı . Üzerinde o güzel ellerini ve kollarını açı kta bıra­ kan ba lıksırtı bir elbise vardı. Üstelik burada ev sahibesiydi. Daha konuşkan, nazik ve şirindi . Tepeden aşağıya inerek ote­ l ine dönen Ruhiiio'nun kafasının içinde bir şeyler dönüp du­ ruyord u .

iS

XXV O evde s ı k s ı k akşam yemeği yedi. Utangaç v e ü r kekti. S ı k s ı k gittiği i ç i n i l k günlerin etkisi b i r a z hafi fl e m işti ama b i r t ü r l ü söndüremed iği garip bir yangın içinde y anı p du ruyor­ du. Miras işl enıleri sı rasında, özel likle de Qu incas Borba'nın a k ı l sağl ığının yerinde olmadığı bel l i ol duğundan vasiyet de bı rakamayacağı i d dia ed ildikten sonra Rubiao çok meşgul­ d u . Ama bu iddia yersiz görüldü ve miras işlemleri hızla ger­ çe k leşti r i l d i . Pa l h a bir yemek verere k bunu kutladı. Yemek­ te üçünün d ışında a v u kat, mahkeme katibi ve m a liye yetki­ lisi de vard ı . O gün Sophia'nın gözleri, d ünyanın en güzel göz­ leriyd i .

XXVI Kesin onları gizemli bir yerden alınış diye düşünüyord u, Ru­ biao, tepeden aşağı inerken. O gözleri hiç bugünkü kadar gü­ zel görmem işti ın . Rubiao'nun bundan sonra yaptığı şey, kendine miras ka­ lan evierden biri olan Botafogo'daki eve yerleşmek oldu. Ta­ bii evin döşenmesi gerekiyordu ve burada sevgili arkadaşı Pal­ h a h içbir h i zmetten kaç ınmad ı . R u b iao'yu yönlend i riyor, onunla mağazalara ve açık artırmalara gidiyordu. Bazen de eşya seçmek için, sonr a d a n öğrend iğimiz kada rıyla, üçü be­ raber gidiyordu ç ünkü Sophia 'nın tüm sev i ın l i l iğiyle sö yle­ diği gibi, " sa dece kadınl arın seçebileceği bazı şeyler" vard ı . Rubiao, m i.iteşekkirdi. Genç ka dının, yanında biraz daha kal­ nıasmı sağlayabilmek için ihti yacı olmasa da varmış gibi dav­ rana rak eşya seçme ve alma işini uzatahildiği kadar uzatıyor­ du. Kadm da onun yanından ayrılmak için özel bir çaba sarf etmiyor, Ru hiiio'nun sırf öylesine kendisine sorduğu şeyler konusunda konuşuyor, açıklamalarda bulunuyor ve gösteri­ yordu .

XXVII İşte sabah kahvesini içtikten sonra onu bıraktığımız yerde otu­ rup, uzaklara cialan Rubiao'nun a k l ından geçenler bunlardı. Hala sabahl ığın ın kuşağı n ı n ucuyla dizinde tempo tutuyor­ du. Sonra Quincas Borba'nın yanına gidip onu serbest bırak­ ması gerektiği n i h atırlad ı . Bu onun günlük göreviydi. Ayağa kalkıp arka bahçeye çıktı .

XXVIII Evden çıkarken bir yandan da, kafaını kemirip d uran b u gü­ nahkar düşünce de neyin nesi , diye d üşünüyordu. Kadın ev­ li, kocasıyla gayet iyi anlaşıyor, adam arkadaşım, bana herkes­ ten çok güveniyo r. Ne biçim bir günahtır b u ? B i r an durdu. K a fasındaki günahkir düşünce de durdu. Ruhban o l mayan bir Aziz Antonius'tu, o . Gerçek keş iş Aziz Antonius'tan kendisini ayıran şey, eğer şeytan gerçekten ısrar­ cıysa, onun l a flarından hoşlanmasıyd ı . Kendisiyle şöyle ko­ nuşuyordu mesela: Kadın çok güze l ! Görün üşe göre benden de çok başlanı­ yor. Eğer o hareketleri, bana bayıldığı anlamına gelm iyorsa, o zaman ben de " ba y ı l m a k " ne demek b i l mi yorum demek­ tir. El sıkışırken e l i m i o kadar büyük bir zevkle ve sıcaklık­ la sıkıyor k i ! Zaten tokalaştıktan sonra ayrılsak bile zihniıni bu tür insan lardan kolay kolay kopa rama m . O nlara direne­ mem. Rubiao'nun ayak seslerini d uyan Q ui ncas Borba, havla­ maya başladı. Rubiao o n u hemen serbest bırakmak için bi­ raz daha hızlandı çünkü köpeği serbest bıraktıktan sonra ola­ cak şeylerden de ken d i n i hemen kurtarmak isti yordu. Kapıyı açarken, " Q u i ncas Borba" diye bağırdı . Köpek yerinden fırladı. Ne büyük mutluluk o öyle! N e bü­ yük heyecan o öyle! Sahibinin üzerine nasıl atılmak o öyle! O

37

kadar mutluydu ki sahibinin elini bile yaladı ama Rubiao bu­ nun üzerine ona hafifçe vurdu. Üzüntüye boğulan köpek, kuy­ ruğu bacaklarının arasında, biraz geri çekildi. Ama hemen son­ ra, sahibinin bir parmak şıklatmasıyla, yine her zamanki gi­ bi neşesi yerine gel d i . "Sakin o l , sakin o l . " Quincas Borba, bahçeden çıkıp evin etrafında yürüyen sa­ hibini takip ediyord u. Bir an ciddi ve ağırbaşlı b içimde onun peşinden yürüyor, hemen ardından da zıp zıp zıpl ıyord u . Öz­ gür anlarını n tadını çıkarıyord u ama sahi bini de gözden kay­ betıniyordu. Şurayı kokluyor, burada durup kulağın ı kaşıyor, karnındaki bir pireyi yakalamak için orada bekliyor, sonra da bir sıçrayışta sahibi n i n topuklarıyla arasındaki mesafeyi ka­ patıyordu . Ona göre Rubiao, onun iyiliği için dolaşıyordu; o da bir yürüyüş yapsın, bi raz hava alsın, kapal ı geçen zama­ nı telafi etsin diye b u şekilde yürüyordu . Rubiao durduğu za­ man, dönüp ne yapacak d iye ona bak ıyordu . Sahibi, mutla­ ka onu düşünüp b i r program yapıyordu. Ya beraber y ü rüyü­ şe çı kacaklar ya da en az bunun kadar hoş bir program ola­ caktı bu, kuşkusuz. Sahibinin kendine tekme atması ya da şöy­ le hafi ften bir fiske atması, a k l ına gel m ezdi bile. Karşısında­ kine güveni rd i . Eğer sahibi ona vurursa da hemen uııuturd u. Oysa okşamaları, okşarken sahibi ne kadar dalgın o lursa ol­ sun, sonsuza kadar hatırlard ı . Sevilmekten hoşlanırdı ve se­ v i ldiğine i nanıyor, böylece de mutlu o luyordu. Onun yaşadığı yerlerde hayat ne tamamen iyi, ne de tama­ men kötüdür. Mesela zenci bir çocuk her gün ona soğuk suy­ la banyo yaptırıyordu. Bir türlü alışamadığı bu banyo onun kafasını karıştırıyord u . Sonra onu seven aşçı Jean i l e sevme­ yen İspanyol uşak vardı . Rubiao zamanını ev d ışında geçiri­ yordu ve kendisine kötü davranmıyordu. Eve girmesine izin veriyor, öğle ve akşam yemeklerinde hazır bulunuyor, kendi­ siyle beraber oturma ya da çalışma odas ı na geliyordu. Bazen kendisiyle oynuyor, hatta kendisini zıplatıyord u. Ama resmi misafirleri gel ince, onu dışarı çıkarttırıyordu. O zaman İspan­ yol uşak önce nazik davranıyor ama kendisi d irendikçe lı ı rs-

38

lanıp kulağından ya da hacağından çekerek evden ç ıkarıyor ve içeri girmesini önlemek için bütün yolları tıkıyordu.

"Perro del inferno!" Sahibinden ayrılan v e canı yanan Quincas Borba, gidip bir köşeye yattı. Uzunca bir süre orada öylece d uraca ktı . En ra­ hat pozisyonu bulana kadar bir o yana bir bu yana döndü son­ ra da gözleri n i kapad ı. Ama uyuduğu n u sanmayın; d üşünce­ lerini topl uyordu . Akl ına bazı görüntüler geliyor, bu görün­ tLi leri birbiriyle birleştiriyordu . Belki de hayal i nde çok uzak­ larda kalmış bazı görüntüler canlanıyor, yarım yamalak ve çok belirsiz de olsa ölmüş arkadaşının yüzünü görüyor, sonra bu görüntü şu andaki arkadaşın ı n yüzüyle birleşerek tek bir yü­ ze dönüşüyordu. Ta b i i başka düşünceler de vard ı . O ana kada r b i r sürü ş e y d üş ü n m üştü; ç o k fazla şey. El­ bette bunlar bir köpeğin düşünceleriydi, yani düşünce zerre­ leriydi. Okur diyebilir ki, hatta zerreden de küçük olmalı. Ger­ çek şu ki, kısacık sürelerle açılara k anlamlı anlamlı boşluğa bakan o gözler, içinde çok derinlerde parlayan bir şeyleri, ( bir köpeğin vücudundan bahsederken tam o larak nasıl denir, bi­ lemiyoru m ) ama herhalde bir k uyruğun veya bir kulağın an­ latamayacağı bazı şeyleri an latmak istiyordu. A h i nsanoğlu­ nun zava l l ı , yetersiz d i l i ! Sonunda uykuya daldı. Bazıları bulanık, bazılarıysa daha yeni olduğu için daha belirgin görüntüler, bu kez de rüya kılı­ ğına bürünerek, biraz oradan biraz buradan, Quincas Borba'nın içinde oynaşmaya başladılar. Uyandığında, onu rahatsız eden ne varsa unutmuştu. Gerçi b iraz şey görünüyordu (okuru ra­ hatsız etmemek için melankolik demeye l i m ) . Melankoli tabi­ ri ü lkeye atfen kullanılır, bir köpeğin melankolisinden bahse­ dilmez çünkü ülkemizin melankolisi bizim içimizdedir. Eğer bu­ nu bir köpeğe mal edersek, içimizdeki ınelankoliyi harici bir şey hal i ne getirmiş ol uruz. Ama böyle de olsa, Quincas BG; ba'nın ifadesi, kısa bir süre önceki neşeli ifadesine hiç benzemiyordu. Gerçi aşçıdan bir ıslık ya da sahibinden bir hareket görmesin, anında bu neşesiz ifade kaybolur, gözleri parlar, bumunu mut­ lu m utlu buruşturur, ayaklarına kanat takmış gibi uçardı.

39

XXlX Rubiao, sabahın geri kalan kısmını zevk içinde geçirdi. Gün­ lerden pazardı . İki arkadaşı gel ip onunla yemek yemişti . Bi­ ri, annesinin serveti nin ilk k ı rı ntılarını çöplen mekte olan 24 yaşındaki genç bir adam, ötekiyse artık çöplenecek bir şeyi kal­ mamış 44-46 yaşla rındaki bir adam. İlkinin adı Carlos Maria, ikincisinin adıysa Freitas idi. Ru­ hiao ikisi ni de farklı biçimlerde severdi. Freitas'ı kendisine yak­ laştıran şey sadece yaşı d eğil, yarad ıl ışıydı d a . Freitas, her şe­ yi öven güzel bir laf bul ur, önüne gelen her ta bağı, her kadeh şarabı ayrı ayrı selamlar, evden ayrılırken de cepleri hep pu­ royla dolu olurdu. Buradan, onun başka şeyler yerine bu pu­ roları a l ı p götürmeyi tercih ettiği ni anlayabilirdiniz. Rubiao onunla, Municipal Sokağı 'ndaki bir lokantada tanışmış ve orada onunla beraber bir kere akşam yemeği yemişti. Freitas'ı önceden du ymuştu. Detaylı olmasa da onun iyi ve kötü za­ manlarından bahsedilmiş, Rubiao da bunun üzeri ne, onun­ la arkadaşlığııı kendisine ne bir kişisel zevk ne de toplum için­ de bir saygı getirıneyeceğini görerek, bir tür kazazede olan bu adamdan uza k durmak i stemişti. Ancak Freitas, kısa bir sü­ re içinde onun bu ilk izienimlerini değiştirmeyi başarmıştı. Her za man canlı ve hareketliydi, ilginçti, bir sürü a nekdot anla­ tıyordu ve 50 conto geliri olan bir adam kadar neşel iydi. Ru­ biao yetiştirdiği gül lerden bahsedince onları görmek için izin istemişti çünkü çiçeklere deli oluyordu . Hemen birkaç gün içinde evde boy gösterdi ve sadece gül l eri görmek için b irkaç dak ikal ığına uğradığını , eğer işi varsa Ruhiacı'yu asla rahat­ sız etmeyeceği ni kendisine iletti. Onun daha önce aralarında geçen konuşmaları unuttuğumı gören R uhiao da mutlu oldu, misafirinin kendisini bek lediği bahçeye gidip gül leri ona gös­ terd i . Freitas, g ü l l ere hayran kaldı. O n l a r ı ö y l e d i kkatle ince­ liyordu ki başka bir gülü göstermek için onu baktığı gül den çekerek ayırmak gerekiyord u . Bütün güllerin isimlerini b i l i ­ yor, R u biao'ya b i l e p e k tan ı d ı k gel meyen g ü l çeşitlerinden

40

bahsediyo rdu. Fa r k l ı gül çeşitlerini a n latıyor, güller hak­ kında çeşitli şeylerden bahsediyor ( mesela bir gül ağacının ka­ l ı nlığı nı göstermek için başparmağı ve işaretparmağı y l a yu­ varlak yapm ıştı ) ve en iyi güllere sahip o la n kişileri sayıyor­ du. Ama tabii ki en güzel güller Ruhiiio'nun gülleriydi . Şu gül çok ender bulunan bir ci nsti . Bu da öyle. Bahçıvansa hayret­ ler içinde kalmıştı . Bütün gülleri i nceledikten sonra Rubiiio şöyle d ed i : " Haydi içeri gel i n d e size b i r şeyler ikram edeyi m . N e ar­ zu eders i n iz ? " Freitas, fark etmeyeceği n i söyledi. Eve gel ince, evin eşya­ ları konusunda hayranlığını belirtti. Bronzları, resimleri, eşya­ ları dikkatle i nedeyip pencereden denize baktı. "Gerçekten de" dedi, " bir soyl u gibi yaşıyorsunuz." Gül ümsedi Rubiao. " Soylu . " Bir benzetme olsa bile böy­ le bir kelimeyi duymak pek güzel olur. O sırada İspanyol uşak elinde gümüş tepsi üzerindeki bardak lar ve l i körlerle içeri gir­ di. Rubiiio için pek hoş bir andı. Likörteri misafirine bizzat gös­ tererek tanıttı ve sonunda piyasada bulunabi lecek en üstün li­ kör ola ra k kabul edilen bir l i kör tavsiye etti. Freitas ise k uş­ kulu gözlerle bakıyord u . " Abartmışlard ı r " dedi. İ l k yudumu alıp yuttu. Sonra i k i nc i y u d u m u n u , sonra üçüncüsü n ü . Sonunda hayret ve şaşkınlık içinde mükemmel bir l i kör old uğunu itiraf ederek, nereden aldığını sordu. Ru­ biao da büyük bir şaraphanesi olan bir a rkadaşının kendisi­ ne bir şişe hediye ettiğini ama likörü çok sevince üç düzine ıs­ marladığı n ı söyledi. Böylece arkadaşlıkları kısa sürede i lerled i . Artık Freitas sık sık (aslında olması gerekenden daha sık) Rubiao'ya öğle ve ak­ şam yemeklerine geliyor. Rubiiio da buna karşı çıkamıyor. Çün­ kü bu kadar çok şükra n duyan ve dost yüzler görmekten bu kadar hoşlanan birini geri çevirmek çok zordu r.

41

X XX B i r keresinde Ru biao, Freitas'a sord u: " Söyleyin bana Bay Freitas, eğer başımı alıp Avrupa'ya gitseydim siz de geli r m iydiniz ? " " Hayır. " " Neden ? " "Çi.i nki.i şimdi istediğim gibi gelip gitmekte: özgü rüm. Ama beraber seyahate çıksaydık, aramızda anlaşmazl ıklar olabi­ lirdi . " " Çünkü siz çok neşeli bir i nsansınız, değil m i ? " " Maalesef yanıl ıyorsunuz. Ben b u neşeli i n sarı ınaskesiy­ l e dolaşırım ama aslında kederli bi riyimdir. Ben bir hara be­ ler mimarıyım. Öncelikle Atina hara belerine gider, sonra O Pobre das Ruinas adlı kederl i oyunu izler, ondan sonra da i f­ l as masalarını gezip i flas etmiş ve harabeye dönmüş adamla­ rı görürd ü m . " Güldü Rubiao. Samirniyetten v e i nsanları n içi n den geçe­ ni olduğu gibi söylemesinden hoşlanırdı.

XXXI Bunun tam ters i n i m i istersiniz meraklı okurlar? O halde di­ ğer misafire, Carlos Maria'ya bakal ı m . Freitas, "samimi ve içinden geçeni olduğu gibi söyleyen" biriyse, Maria onun tam zıttıydı. Bu durumda onun odaya ağır adımlarla girdiğini, Fre­ itas'la tanıştırılırken mesafe l i ve ondan üstünmüş gibi durdu­ ğunu kafanızda canlandırmak sizin için hiç de zor olmayacak­ tır. Bu arada geç kaldığı için (vakit öğle olmuştu bile) biraz ön­ ce içtenlikle ona sövüp sayan Freitas, şimdi de taşkın bir in­ celikle ve içten bir sevinçle aynı adamı selamlıyor. Aynı şekiide kendi kendinize de a n layabil irsi n iz ki Rubiao, Freitas'ı daha çok sevmesine karşın Carlos Maria'ya daha çok itibar gösteriyor. O ana kadar sabırla onu bekled i ; eğer gel-

42

meseydi yarına kadar da bek lerdi. Carlos Maria ise i k isine de i ti ba r etmiyor. O n a şöyle iyi bir bakın. Kocaman, yumuşak gözleri olan zarif bir genç. Başkalarından çok kendisiyle i lgi­ leniyor. Sizi yukarıdan aşağıya doğru süzüyor. Gülmesi neşe­ li olma ktan çok a l aycı. Masaya oturuşu, gü m üşleri e l i ne a l ı­ şı, peçeteyi açışıyla, aslında sadece bunlarla değil yaptığı her şeyle burada bulunmakla ev sahibine büyük bir l ütufta bul un­ duğu ne kadar da aşikar. Hatta tek bir l ütuf bile değil , iki lü­ tuf: Hem onun yemeğin i yiyor hem da ona embes i l demiyor. Masadakilerin mizaçlarının bu kadar farklı olmalarına kar­ şın gayet hoş bir yemek oldu. Freitas aç kurtlar gibi yedi . İki­ de bir duruyor ve eğer yemeği zamanında ( saat o n birde) ye­ selerdi bu kadar lezzetli olmayacağını kendi kendi ne itiraf edi­ yordu. Bu fikre, uzun süre açlık çeken bir kazazedenin ilk kez yemek yemesine benzeyen i l k tokmasında varmıştı ama ko­ n uşma yerisinin geri dönmesi için o n dakika kadar beklemek gerekecekti. Sonra da çeşitli özlü sözleri ve renk l i a nekclotla­ rı gülücüklerle, hareketlerle, anlamlı bakıştarla peş peşe diz­ nıeye başladı. Carlos Maria onu aşağılamak için yüzünde en ufak bir gülme bel irtisi olmadan d i n l iyordu . Aslında Freitas'ı eğlenceli bulan Rubiao da gül meye cesaret edemi yord u . Ye­ meğin sonları n a doğru biraz gevşeyen Carlos Maria, başka­ larının başından geçmiş birkaç aşk macerası anlattı. Onu poh­ pohlamak isteyen Freitas, kendi başı ndan geçmiş macerala­ rı anlatması n ı isted i . Carlos Maria birden patladı. " Siz beni ne sanıyorsu n uz ? " Freitas sadece gerçek maceraları dinlemek istediğini, bunun kötü bir şey o l madığını ve k imsenin de kötü bir anlam çıkar­ mayacağın ı söyledi . " Burada, Botafogo'da yaşamaktan memnun musunuz? " d iye ev sahibine sord u Carlos Maria, araya girerek. Lafı kesilen Freitas bir yandan d udaklarını ısırıyor, bir yan­ dan da i k i nci kez a rkadaşına sövüp sayıyordu . Sandalyesin­ de geriye kaykıldı, asık bir surada duvardaki resme bakmaya haşladı. Rubiao, Botafogo'da yaşamaktan memnun olduğu­ nu, salı i l i n çok güzel olduğunu söyleyerek soruyu cevapladı.

43

"Ma nzara güzel ama bazen öyle bir kiittı koktı o l u yor ki dayan anııyoru ııı " dedi Carlos Maria. Sonra da Frcitas'a dö­ nerek devam etti: " Bu konuda siz ne düşünüyor s u n uz ? " Freitas öne eğildi ve konuyu düşündü. i kisi d e haklı olabi­ lirdi ama her şeye rağmen salıilin çok güzel olduğu konusun­ da ısrarlıydı. Konuşmasında herhangi bir kızgmlık ya da gü­ cen i k l i k belirtisi yoknı. Hatta Carlos Maria'ııın bıyığma yapış­ ıııış b ı r meyve parçasın ı ona göstererek b i r ince l i k hile yaptı . Yeıııeğin sonuna gel m işlerd i . Saat biri biraz geçiyordu . Ru­ hi.ı ı ı Lı rı ı ı k c ı ı d i s ı mk ı ı k u � k u laııahileceğini fark edin­ , ,. p l .ı ıı y . ı p ı ı ı a y;ı k o y u l d u . 1\. i mseyi ziya rete gitnı eyecekt i . Ne N u evo Fr i h ur g o ' ya ne de babasına uğrayacaktı. Kocasının, Rubiao'ya eskisi gibi davranması yönündeki ısrarı, hele de gös­ terdiği gerekçeler göz önüne alınırsa, bi raz fazlaydı. Kocası­ na itaat etmek istemiyordu. Ama itaatsizl i k etmek de istemi­ yordu. Bel ki d e bir nedenle şehi rden ayrılmak e n i yisiydi. Kendi kendine iç geçi rdi : " Benim hatam dı . " Hatası, Rubiao'dan özel muameleyi esirgememesiydi. Ona karşı fazla rahat ve sokulgan davranmıştı . Tabii bir de akşam­ ki uzun ve anlamlı bakış lar. Keşke böyle yapmasaydı . . . Son­ ra uzun uzun d üşünmeye başladı. Etra fı ndaki her şey canını sıkıyordu. Her şey; bitkiler, eşyalar, öten kuşlar, sokaktan ge­ len sesler, evden gelen ta bak tıkırtıları, kölelerin işlerini yap­ mak için gel i p geçmesi, hatta ıkına sıkına evin önündeki kü­ çük tepeye tı rmanan zava llı yaşlı bir zenci bile . . . Zencinin ya­ vaş ve ölçülü adımlarla yürümesi, sinirlerini bozuyordu.

Lll O sırada uzun boyl u , genç bir adam geçti . Çapkınca gülüm­ seyerek selam verdi. Sophia da boyu bosu ve tavırlarından et­ kilenerek ona selam verdi .

80

" Kimdi bu adam ? " diye düşündü. Onu nereden tanıdığını bulmaya çalıştı. Yüzü, iri ve yumu­ şak gözleri, tavırları bir yerden tanıdık geliyordu . Onu nere­ den tanıyor olabilirdi? Onunla tanıştığı evi bulana kadar ak­ I mdan birkaç evi geçirdi . Sonunda hatırladı, geçen ay yapı­ lan bir baloda tanışmıştı. Evin sahibi avukatın yaş günü ba­ losuydu. Tamam işte, orada tanışmışlardı. Birlikte dans etmiş­ lerd i . Aslında bu dansı Sophia ona lütfetmişti denilebilir çün­ kü genç adam daha önce hiç dans etmemişti. Adamın kendi­ sine kadın güzelliği üzerine pohpohlayıcı şeyler söylediğini ha­ tırladı Sophia. Ona göre kadın güzelliği esas olarak gözlerden ve omuzlardan kaynaklanıyordu. Bildiğimiz gibi Sophia'nın gözleri ve omuzlarıysa büyüleyiciydi. Genç adam, başka bir konuya geçmedi, hep gözlerden ve omuzlardan bahsett i . Bu konuda başından geçmiş olayları anlattı . Bazıları hiç de ilginç deği ldi bunların ama adam gerçekten de güzel konuşuyordu. Üstelik konu da tam Sophia'ya göreydi. Evet, evet, hatırlıyor­ du, adamın kendisini oturduğu yere bırakmasından hemen sonra Palha gelip Sophia ' nın yanına oturmuş ve adamın ismi­ ni söylemişti. Çünkü Sophia, tanıştırılırken adamın adını tam duyamamıştı. Adaının ismi, Carlos Maria idi; Rubiao'nun öğ­ le yemeği m isafi rlerinden biri. " Bu genç, bu salondaki en önemli insan" diye ekiemiştİ Pal­ ha, gururla karısı n ı n göğsüne bakara k. Sonra da Sophia'nın o iyi bildiği ve sevdiği buyurgan sahiplik duygusuyla salonu gözleriyle taramıştı. Sophia her şeyi hatırlayana kadar genç adam evin önün­ den uzaklaşın ıştı bile. Hiç olmazsa bu olay, genç kadını ra­ hatsız eden sorunlar zincirinde bir kırılma yaratmıştı. Kadının sırtı ağrıyordu. Bu ağrı, birkaç dakikalığına unututmuştu ama şimdi yeniden b ütün i natç ı l ığı ve rahatsız ediciliğiyle ortaya çıkmıştı. Sophia hankın arkalığına yasiandı ve gözleri ni yum­ du. Biraz uyumaya çalıştı ama ne mümkün . . . Kafasındaki dü­ şünceler de en az ağrısı kadar inatçı ve ondan daha da rahat­ sız ediciydi. Sessizlik, arada sırada hızlı kanat çırpışlarıyla ke­ siliyordu. Bunlar, komşunun güvercinleriydi. Önceleri Sophia

81

sesleri duydukça gözlerini açıp bakıyordu ama sonra sese alış­ tı ve biraz uyumaya çalışarak açmamaya başladı . Bi raz son­ ra sokakta birinin ayak seslerini duydu ve gelenin Carlos Ma­ ria olduğunu sanarak başı n ı kaldırdı. Gelen, taşradan kendi­ sine mektup getiren postacıydı. Postacı mektubu verdikten son­ ra geri dönerken Sophia'nın oturduğu bankın ayağına takılıp tökezledi ve kafa üstü yere çakıldı. Bütün mektuplar yere sa­ çı ldı . Sophia kahka hayı patlattı.

LIII B u kahkaha için onu affedi n . Biliyorum k i çektiği sıkı ntı, ge­ çirdiği kötü gece, insanlar ne d iyecek diye korkması, bunla­ rın hepsi o uygunsuz kahkahayla tam bir tezat içindel er. Sa­ yın okurlarım, siz hiçbir postacının düştüğünü gördünüz mi.i ? Homeros'un tanrı ları, ki onlar gerçekten de tanrıdır, bir ke­ resinde Olympos'ta ciddi ciddi, hatta kızgınlıkla bir konu üze­ rinde konuşuyorlarmış. Thetis ile Jupiter'in Akhilleus'u tutan ko-nuşmaları, mağrur Juno'yu sinirlendirmiş ve Saturo'ün oğ­ lunun sözünü kesmiş. Ju piter kızgınlıktan küplere binmiş. Ka­ rısı öfkeden k u d u rmuş. Diğer tanrılar da hornurdanmışl ar, kızrnışl ar. Bunun üzerine Vulcan nektar kavanozunu alıp to­ pallaya topallaya etrafta dolaşarak bütün tannlara nektar su­ narken, işte tam o anda Olympos'ta devasa ve bitip tüken­ rnek b i l mez bir kahkaba tufanı kopmuş. Neden mi? Sevgi­ l i hanımefendi, belli k i bir postacının d üştüğün ü görmemiş­ sınız. Kimi zaman düşmesine, hatta bırakın düşmeyi , orada bu­ lunmasına bile gerek yoktur. Postacıyı akl ınıza getirmeniz ye­ ter. Komik bir anının gölgesinin gölgesi bile ağır bir hüznün ortasında akla gelirse, ne kadar zayıf da olsa, hatta bir gülüm­ seme değil, gülümseme emaresi de olsa bir gülümseme baş gös­ terebilir. O halde bıra k ı n da Sophia mektubunu okurken bi­ razcık gülsü n .

S2

LIV On - on beş gün sonra bir gün, Rubiao evdeyken Sophia'nın kocası onu görmeye geldi . Rubiao'ya ne olduğunu, kendi n i nerelere sakladığını görmek i ç i n gel diğini söyledi. Hasta m ı olmuştu yoksa zavallı Palha'ya küsmüş müyd ü ? Rubiao i s e iki kel imeyi bir araya getiremeden ağzında yuvarlayıp duruyor­ du. O anda Palha içeride başka birinin olduğunu ve duvarda­ ki resi mlere baktığın ı görüp sesin i alçalttı. "Özür d i lerim, m isafiriniz olduğunu bil miyordum . " " Özür dilemenize gerek yok. O da sizin gibi bir arkadaşım. Doktor, bu benim arkadaşım Christiano de Almeida e Palha. Sanırım size ondan bahsetmişti m. Bu da dostum Doktor Ca­ macho. Joao de Souza Camacho . " Camacho başıyla selam vererek bir i k i ş e y söyledi ve git­ mek için izin istedi . Ama Rubiao kalmasını istedi. İkisi de ar­ kadaşıydı ve biraz sonra ay, güzel Botafogo koyu üzerinde pa­ rıldamaya başlayacaktı . Ay (yine ay) ve " Sa n ı rım size ondan bahsetm işti m " cüm­ lesi Palha'yı öyl e şaşırttı ki bir süre tek kelime bile edemed i . Ayrıca belirtmek gerekir k i ev sahibi de konuşma kta güçlük çekiyordu. Üçü d e oturdu. Rubiao kanepeye, diğerleri de bir­ birine bakan iki koltuğa. Bastonunu elinden bırakmayan Ca­ macho, onu dizlerinin üzerine diklemesine koymuş, bumunu sıvazlıyor ve yere bakıyordu. Dışarıdan atl ı arabaların sesle­ ri, nal sesleri ve çeşit l i bağınşlar geliyordu . Saat yedi buçuk, belk i de sekiz sularıydı. Evdeki sessizlik, duruma uygun sü­ reyi aşmıştı ama ne Rubiao, ne de Palha'nın buna dikkat ede­ cek hali vardı. Sonunda sıkılıp pencereye giden ve d iğerleri­ ne seslenen Camacho oldu: " Mehtap ç ı kı yor. " Rubiao ile Pa lha harekete geçtiler. Ama hareketleri n e ka­ dar da farklıydı. Rubiao, pencereye doğru gitmek için hare­ kete geçm işti, Palha onun boğazını sı kmak için. Ancak Ru­ biao'nun, karısı nı kendisine çekmek için elini sıka rken uygu­ ladığı şiddeti iade etme düşüncesinden ziyade, aralarındaki bu

83

gizli olayı i fşa edebileceği düşüncesiyle, Palha durdu. İki adam da kendileri n i kontrol altına aldılar. Rubiao sol bacağını sağ hacağı n ı n üstüne atarak sordu: " Sizi terk ediyorum, biliyor musunuz ? "

LV Palha her şeyi bek lerdi ama bunu, asl a. Ö fk esi bir anda yatış­ tı. Ayrıca okurun bekleyebi leceği en son şey oldu, üzüntü ve pişmanlık duydu. Onları terk mi ediyordu ? Demek Rio de Ja­ neiro'dan ayrıl ıyordu. Santa Theresa 'daki davranışları nede­ niyle kendisine verdiği ceza buydu demek. Demek, utanıyor­ du ve yaptık larından pişmandı. Arkadaşının karısıyla yüz yü­ ze gelme cesareti gösteremiyordu. Bunlar Palha'nın ilk düşün­ celeriydi . Peşinden diğerleri de geld i . Demek karısına duydu­ ğu tutkuya karşı koymak için ondan uzaklaşıyordu. Ayrıca bel­ ki işin içinde bir de evl i l i k vardı. Bu son h i potez, Palha'nın y üzüne öyl e b i r ifade getirdi ki nasıl a n latacağıını b i l em iyor u m . Hayal kırık lığı mı dese m ? Hassas yazar Garret b u t ü r duygular için başka b i r teri m bu­ lamamıştı. İngi l i z olduğu için hor görmüyordu da . . . İyi o za­ man, hayal k ı r ı k l ığı diyelim. Buna ayrılış i ç i n yaşayacağı üzüntüyü ekleyip bir de içinde yavaş yavaş baş veren öfkeyi unutmazsanız, bu adamın ruhunun yamal ı bohçaya benzedi­ ğini söyleyebili rsiniz. Gerçekten de öyle. Üstelik bütün yama­ ların farkl ı ren k l erde olduğu bir yam a l ı bohça. Asıl mesele, yamalar simetrik şekil lerde olamasa da, renk l er birbiriyle çatışan renkler olmamal ı . İ l k bak ışta Palha karmakarışık bir yığına benziyord u . Ama daha yakından baktığın ızda gölge­ ler tamamen farklı olsa b i l e içinde ruhsal bir bütünlük sağ­ l amıştı.

84

LV I İyi de R ubiao neden onları terk ediyord u ? Sebebi neyd i ? Rubiao, Santa Theresa olayından sonraki sabah sı kıntı içinde uyanmıştı. Azıcık bir şeyler yemiş, Afrika terliklerini isteksiz isteksiz ayağına geçirmiş ve evi dolduran o güzelim, ya da güzelim denmese de, paha l ı süslere bir kez bile bakma­ mıştı . Köpeğin sevgi gösterilerine iki dakikadan fazla katla­ namamış, onu misafir salonunda bırakıp oradan çıkmış son­ ra da uşaklara söyleyip evden çıkarttırmıştı. Ama köpek, uşak­ ları atiatıp soluğu tekrar misafir odasında a l m ıştı . Ama tam kulağının üzerine öyle bir tokat yedi ki sahibini tekrar kucaklamadı. Gözleri sahibinin üzerinde, yere uzandı. , Rubiao, pişmandı, sıkıntı içindeyd i, utanıyordu. Bu kita­ bın X. böl ümünde onun kolaylıkla vicdan azabı duyduğu ve bundan hemen k urtulduğu yazılıdır. Ama vicdan azabmm sü­ resini uzatan ya da kısaltan şeyler anlatı l ma mıştır. Orada ko­ nu, rahmetli Quincas Borba tarafından yazılan ve kendini ka­ leme alan i nsanoğlunun ruh halini ortaya koyan, Ruhiiio'nun da bilim çevrelerince mi hukuk çevreleri nce m i kullanılaca­ ğını bil mediği için doktordan sakladığı mektuptur. Bel k i de mektubu doktora verseydi vicdanı azabı çekmeyecekti. Tabii, o zamanlar hasta adamdan bekliyor olduğu küçük m iktar da­ hil olmak üzere, m i rasa da konamayacaktı. Ama şimdi konu, bir zina girişimi. Elbette uzun süredir aşık tı ve içinde bazı kö­ tü niyetler barındırıyordu ama reddedilen ilanı aşkını yapma­ sı için kendini teşvik eden şey, genç kadının düşüncesiz rahat­ l ığı, sokulga n l ığı ve o anın karşı konulmaz heyecanıydı. i l k gecenin bulutları aklında dağılınca sadece rahatsızlık değil, bü­ yük bir vicdan azabı da duydu. Günah çoktur ama ahlak ya­ sası tektir. Şimdi i l k günlerde ne hissedip ne düşündüğü n ü geçe l i m . Hatta pazar g ü n ü , yine önceki pazar olduğu g i b i , e k i n d e ç i ­ l e k l e r o l s u n , o l masın, bir n o t bekledi. Pazartesi, i k i aylığına Minas'a gidip Barbacena'nırı temiz havasında ruhunu arıtma­ ya karar verd i . Doktor Camacho'ya güvenmiyordu.

85

Sonunda Pal ha, " Bizi terk mi ediyorsunuz ? " diye sordu. "Sanırım öyle. M i nas'a gidiyoru m . " Camacho pencereden gelerek daha önce oturd uğu koltu­ ğa oturdu. " Ne Minas'ı " dedi, gülümseyerek, "şimdilik orayı unutun. Gerektiği zaman gideceksiniz ve fazla uzun da kal mayacak­ sınız." Palha, en az R uhiiio'nun sözleri kadar bu adamın l a fları­ na da şaşırdı. Bu adamın Rubiiio'ya egemen bu üslubu nere­ den geliyordu? Ona dikkatle baktı. Orta boylu, ince yüzlü, sey­ rek sakallı, uzun çeneli ve kocaman gözleri olan bir adam d ı . Hızlı bir bakışta ancak bu kadarını görebildi. Tabii b i r de faz­ la lüks olmasa da iyi giyindiğini, ayakkabıların ı n da fena ol­ madığını gördü. Gözlerini, tavırlarını, yüzündeki kılsız böl­ geleri ni ve i nce ama ağır ellerini de ilk bakışta i nceleyemed i .

LV I I Camacho, bir siyasetçiydi. 1 844'te Rccife'deki hukuk okulun­ dan mezun olduktan sonra memleketine dönmüş ve avu kat­ lığa başl a mıştı. Daha okuldayken, herhangi bir partiyle i l iş­ kili olmayan, oradan buradan almmış ve zayıf ama tumturak­ lı ifadelerle sunulmuş fi kirlerle dolu siyasi içerikli bir gazete çıkarmıştı. Camacho'nun bu ilk meyvelerini toplayan biri, bir ilkeler ve amaçlar endeksi yapmıştı : düzen içinde özgürlük, özgürl ü k içinde d üzen; iktidar, hukuku istismar etmek ister­ se, kendine vurmuş olur; genç mil letierin ruhu, nasıl i lkelere ihtiyaç duyarsa eski milletler de duyar; bana iyi bir siyaset ve­ rin, size güçlü bir maliye vereyim ( Bariio Lou i s ) ; asr-ı saade­ tin kapıları önümüzde açılsın; genç, yiğit adamlara i ktidarın yolunu açın ki sizi destekl esinler vs. , vs. Kendi memleketine geldiğinde bu tür fikirlere yenil ere ek­ lendi. El bette yeni fikirlerin de bu tarz şeyler olduğu söylene­ bilir. Burada da bir gazete kurdu ama yerel siyaset daha az so-

86

yut olduğu için Camacho fazla yükseklerde uçmaktan vazge­ çip kanatlarını iki çırparak delege adaylarının açıklanması, taş­ ra işletmeleri, muhalefetin iddiaları, yerli yersiz övgü ve söv­ gü kullanımı gibi şeylere kadar i n d i . Aslında sıfa t kullanımı büyük d i kkat ister. K ı smetsiz, m üsri f, utanmaz, sapkı n gibi terimlere, iktidara saldırırken gerek duyuyordu. Ama başkan değişecekse hemen eski başka n ı n savunmasına koşuyor, ta­ bii bu arada tarzı da değişiyordu . Bu gibi durumlarda, güç­ lü, aydın, adil, i l kelerine bağlı, yönetimin aşikar zaferi vs., vs. terimlerine başvuruyordu. Bu şeki l de sağa sola çatarak geçir­ diği üç yılda, genç mezunun gönlüne siyaset tutkusu iyice yer­ leşti . Eyalet meclisi üyesi, milletvekili, kaderin oyunu sonucu bir zamanlar kendi yazdığı kısmetsiz, müsrif, utanmaz, sapkın gi­ bi bütün sövgüleri bu kez muhalefet gazetelerinde kendi hak­ kında okuduğu i k i nci sınıf eyaletlerin başkanı olan Camac­ ho, siyasette i nişler çıkışlar yaşadı, m eclise bazen seçildi ba­ zen seçilemedi ama bütün bu süreç boyunca da sürekli konuş­ tu, yazdı, mücadele etti. Sonunda imparatorluğun başkentin­ de yaşamaya başladı. Parana Markisi iktidardayken, kendi­ si de partilerarası uzlaştırma komisyonunda görevliyd i . Ca­ macho, ona bazı kişi leri önerd i , Marki de bunları kabul et­ ti . Ama Marki'nin gerçekten Camacho'nun tavsiyelerini din­ leyip dinlemediğini ve gizli planlarını onunla paylaşıp payiaş­ madığını k imse söy leyemez çünkü Camacho, kendisiyle i lgi­ li gerçek leri kolay l ı k l a çarpıtabilen biriyd i . Herkesin i nandığı b i r şey vardı; Camacho bakan olmak is­ tiyor ve bunun için çal ışıyord u . Kendisi için faydalı olduğu­ nu düşündüğünde şu ya da bu gruba katılıyor, mecliste yönet­ sel konularda uzun uzadıya konuşuyor; istatistikler topluyor, yasa maddeleri kaleme alıyor, çeşitli raporlardan bölümler bi­ riktiriyor, eline geçen Fransız yazarları ndan pasajları ( bunlar kötü çeviriler oluyordu gerçi) bir kenara koyuyordu. Ama şa­ irin dediği gibi çiçeklerle eli arasında hep bir duvar oluyor ve bizi m k i e l i n i uzatıp o çiçek leri toplamak için ne kadar uğra­ şırsa uğraşsın, çiçekler yine duvarın öbür tarafında kalıyor ve

87

kendilerine fazla bir tutku beslemeyen, hatta kendilerini hiç önemsemeyen eller tara fından koparı l ıyordu. Kısır siyasetçi denilen bir siyasetçi türü vardır. Camacho da o kategoriye girmek üzerey d i . Bütün hayalleri buharlaşıp uçmak üzereydi ama Camacho, bir türlü bulunduğu mevki­ nin üzerine yükselemiyordu. Bakanlar kurulu kuran kim olur­ sa olsun, istese bile Camacho'ya bir bakanlık koltuğu verme­ ye cesaret edemiyordu . Ayağı n ı n kaymakta olduğunu hisse­ den Camacho da etkisin i artırmak için iktidarda olanların ta­ n ı d ığıymış gibi davranıyor ve bakanlara ya da devletin diğer i leri gelenlerine yaptığı ziyaretleri y ü ksek sesle etrafa anlatı­ yord u . Aç, açık değildi. Karısından, 1 8 yaşındaki kızından v e vaf­ tiz oğlundan ol uşan k üçük bir ailesi vardı . Avu katlıktan ka­ zandık ları hepsine yeterdi. Ama siyaset onun kanında vard ı ; başka bir şey okuyamıyor, başka b i r şey düşünemiyordu. Ede­ bi ya ta , doğa bilimlerine, tarihe, felsefeye, sanata en ufak bir i lgisi yoktu. Hatta hukuk konusunda da fazla bilgili sayılmaz­ d ı . Yasama organında yaptığı görevler ve mahkeme pratiğin­ de öğrendikleri dışında, okuldaki bilgilerinin ancak küçük bir kısmı aklında kalmıştı. Ama bildiklerini iyi kullanırdı . Dava­ larını iyi savunur ve hiç kaybetmezdi.

LV I I I Birkaç gün önce akşam ziyareti n e bir avukatın evine gitmiş ve Rubiao'yu orada tanım ıştı . Konuşma, muhafaza kar par­ tinin iktidara davet edilmesine ve meclisin feshine döndü. Ru­ biao da Bakan Itaborahy'nin bütçe konuşması yaptığı oturu­ mu izlemişti. Meclisi, meclis binasını, iğne atsan yere düşme­ yecek ölçüde tıklım tıkış dolmuş salonları, Jose Bonifacio'nun konuşmasını, meclisteki hareketl iliği, oylamay ı , orada edin­ d iği izlenimleri anlatırken hala heyecandan titriyordu. Ta bii bütün bunlar, basit bir adamın bakış açısından anlatılıyordu

88

ama kontrol edemediği hareketlerinde ve ateşli anlatışında iç­ tenli kten kaynaklanan bir güzell i k vardı. Camacho onu dik­ katle dinledi. Sonraları onu pencerenin kenarına çekip durum­ la ilgili önemli gözlemlerini aktardı . Rubiao ise onun sözle­ rini kafa sal iayarak ya d a kısa cümlelerle tasvip ediyordu . Sonunda Camacho, "Mu hafazakarlar i ktidarda kalmaya­ cak " dedi . " Öyle mi ? " " Evet, öyle. Çünkü savaş istemiyorlar. Bunun için d e is­ tifaya zorlanacaklar. Gazeternde savunduğum siyaset ne ka­ dar iyi bir siyaset olduğunu hatırlıyor musunuz ? " " Hangi gazete ? " " Bu n u sonra konuşuruz . " Ertesi gün Camacho'nun davetiyle Hotel d e l a Bourse'ta öğle yemeğinde buluştular. Camacho, Rubiao'ya, bedeli ne o l u rsa olsun savaşa devam etme fikrini savunmak amacıyla birkaç ay önce bir gazete çıkarmaya başladığını anlattı. Libe­ raller arasında ihtilaf olduğu için partisine hizmet etmenin en iyi yolunun, bir an önce onlara tarafsız ve ulusal bir yayın or­ ganı kazandırmak olduğuna karar vermişti. " Şimdi gazetenin bize ne kadar faydalı olduğu ortaya çık­ tı. Çünkü hükümet barışa mey i l l i . Aslında yarın bu konuda yazılmış ateşli bir makalem yayı m lanaca k . " Rubiao ise karşısındakinden gözlerini ayırmadan v e o ba­ şını tabağına eğdiği kısa aralıklarda hızla yemeğini yiyerek onu dinledi. Siyasi sırları paylaşan arkadaş rolünden memnund u. Gerçeği söylemek gerekirse, sonunda -mesela mecliste bir san­ dalye gi bi- ödülünü alabileceği bir m ücadeleye girme fikri, dostumuzun akl ındaki altın kanatların üzeri ndeki tozları sil­ kip atmıştı. Camacho o gün daha fazla konuşmadı. Rubiao'yu ertesi gün aradı ama bulamadı. Şimdi de Rubiao'ya gelişinin hemen ertesinde Palha boy gösterip R ubiao i l e konuşmasını engellemişt i .

89

LIX " Ama M inas'a gitmem lazı m " diye ısrar etti Rubiao. Camacho sordu: " Neden ? " Palha da aynı soruyu sord u. Neden uzun s üreliğine Mi­ nas'a gidiyordu ki? Yoksa başkentten sıkılmış mıyd ı ? "Hayır, sıkılmadım. Tersine . . . " Tersine çok sevm işti. Ama başkent ne kadar çekici, taşra ise ne kadar zavallı ve sıradan bir yer de olsa insan memleke­ tini özlüyordu. Hele oradan yetişkin bir adam olarak ayrılmış­ sa. Rubiao, Barbacena'yı görmek istiyordu. O rası, dünyanın en önem l i , en güzel yeriydi. Birkaç dakika boyunca memle­ ketini, sanki içindeymiş gibi hissetti. Arkadaşlarından kopmuş­ tu. Tutku, övünç, aldığı zevk, bütün bunlar memleketine öz­ lem duymasına yol açtı. Bir zamanlar içindeki sesi d inleyip açıkgözlük yapmasaydı, şimdi basit bir adam olarak kalacak, bu zenginliğin tad ı n ı çıkaramayacaktı. Palha i l e Camacho birbirlerine baktılar. Ne bakıştı o öy­ le! İki vicdan arasında alınıp verilen tanıtma kartı gibi bir ba­ kış. Her i k i vicdan da sırrını söylemedi. Kartın üzerine ba­ kıp karşısındakinin ismini gördü ve selamını verdi. Evet, Ru­ biao'nun gitmesi mutlaka engellenmeliydi. M i nas onu biraz özleyebilirdi . R uhiiio'nun oraya daha sonra, mesela üç ay son­ ra gitmesine ve Palha 'nı n da ona eşl i k etmesine karar verdi­ ler. Zaten o da M inas'ı hiç görmemişti, bundan iyi fırsat mı olurd u ? " Sen d e m i geleceksin ? " diye sordu Rubiao. "Tabii. Zaten uzun zamandır Minas ile Sao Paulo'yu gör­ mek istiyordum. Bir yıldan fazla süred i r oraya gitmeyi düşü­ nüyorduk. Sophia böyle geziler için gayet iyi bir yoldaştır. Tren istasyon unda karşılaşmamızı hatırlıyor musun ? Vassouras'tan gel iyorduk. M inas'a gitme planımızdan hiç vazgeçmemiştik. Üçü m ü z gider i z . " Rubiao yaklaşan seçimleri gerekçe gösterdi. B u kez d e Ca­ macho girdi devreye. Oraya gitmesi hiç de gerek li deği ldi, yı­ lanın başı burada, başkentte ezilmeliydi, ondan sonra mem-

90

teketine özlemini giderecek ve ödülünü alacak bol bol zama­ nı olacaktı. Rubiao, kanepede kıpır kıpırdı. Ödül mutlaka mil­ letveki lliği olacaktı. Fak i r bir iblisken hiçbir zaman beynini meşgu l etmemiş büyüleyici bir vizyon ve tutku, artık içinde yer etmiş olan şan, şeref, büyüklük hevesini b i l iyordu . Ama bir yandan da hiç olmazsa birkaç günl üğüne gitmesi gerek­ tiği konusunda ısrar ediyordu. Gerçi l a f olsun diye söyledi­ ğini, arkadaşlarının bu ısrarını kabul etmesi yolunda herhan­ gi bir istek duymadığını söylemek zorunda hissediyorum ken­ dimi, gerçekleri ortaya çıkarmak bakımından. Mehtap artık parlamaya başlamıştı. Pencereden görünen koy manzarasının, dünyanın başka bir yerinde bulunamaya­ cakmış gibi görünen büyülü bir hali vardı sanki. Uzakta, tepe­ terin yamacında Sophia'nın sil ueti şöyle bir görü nüp ay ışığı­ na doğru kayboldu. Meclisin en fırtınalı oturumu, Rubi�1o'ııuıı kulaklarında yankılanıyordu. Camacho pencereye doğru gi­ dip geri geld i . " K aç gün ? " " Bi lmiyorum ama fazla deği l . " " N eyse, bunu yarın konuşuruz. " Camacho gittikten sonra Pa l ha birkaç dakika daha kalıp hesap işlerini halletmeden Minas'a gitmesin i n garip olduğu­ nu söyledi. Ru biao hemen söze girdi: " Ne hesabı ? " Ona he­ sap mı sormuştu ki kendisine hesap veriyordu ? Christiano, hemen cevabı yapıştırd ı : " İşadamı olmadığı­ nız bel l i . " " Doğru, değilim. Ama i nsan borcu varsa, ödeyebildiği za­ man öder. Zaten bu i kimizin arasında bir şey. Yoksa başka bir şey mi? Doğru söy l eyin, para mı lazım ? " " Hayır, teşekkür ederim. Size bir iş önermek istiyorum ama bunu daha bol bir vakitte konuşuruz. Buraya gelişimin tek ne­ deni, gazetelere, 'Arkadaşım Rubiao kaybolmuştur. Bir de kö­ peği bulunan arkadaşımı görenlerin . . . ' diye i l a n vermek zo­ runda kalmamak içindi . " Ru biao, b u şakayı beğendi. Palha giderken onu Marquez de Abrantes Sokağı'na kadar geçi rdi. Ayrılacakları zaman da

91

Minas'a gitmeden önce Santa Theresa'yı ziyaret edeceğine söz verdi.

LX Zavallı Minas! Rubiao eve dönerken bir yandan da oraya git­ mekten kurtulmak içi n ne yapabileceğini düşünüyordu. İ k i ar­ kadaşının sözleri, cam kaselerdeki kırmızı balıkların oraya bu­ raya atıl ması gibi, beyni n i n içinde dolanıp d uruyordu. Yı ­ "

lanın başı burada ezilmelidir. " "Sophia böyle geziler için ga­ yet iyi bir yoldaştır. " Zaval l ı M i nas! Ertesi gün, daha önce hiç görmediği, A talaia diye bir ga­ zete gel d i . Başyazı bakanlığı şiddetle azarlaya n bir yazıydı ama bütün parti leri ve bütün m i l leti kapsayacak bir sonu­ ca varıyordu: Hep beraber anayasal bölümneye katı/alım. Ya­ zının mü kemmel o lduğunu düşünen Rubiao, abone olmak i ç i n gazeten i n nerede bas ı l dığına bakt ı . Doktor Camac­ ho'nun gazetenin editörü olduğunu o zaman öğrendi. He­ men oraya gitti. O fisin bul unduğu sokağa gelmişti ki, bir şil­ te d ü k k a n ı n ı n önünde bir kadının çılgın gibi çığlık attığ ı n ı duydu: "Deolindo! Deol i n do ! " Rubiao çığlığı duyar duymaz başını çevirdi v e n e o lduğu­ nu gördü. Sokaktan bir araba geliyordu ve üç dört yaşında­ ki bir çocuk tam arabanın önündeydi . Atlar, arahacının tüm gayretine rağmen, çocuğu ezmek üzereydi ler. R u biao atlara doğru atılıp çocuğu tehlikeden kurtardı. Annesi çocuğu ondan alırken tir tir titriyor, konuşamıyordu. Etraftan birkaç kişi ara­ bacıya kızmaya başlamışlardı ki içeriden kel kafalı bir adam arabacıya gitmesini söyledi . Arahacı bu emre uydu. Dükkan­ da bulunan çocuğun babası dışarı çıktığında, Sao Jose Soka­ ğı 'nın köşesi n i dönmek üzereyd i . " Neredeyse ölüyordu. Bu centilmen orada ol masaydı za­ va llı oğlumun başına neler gelecekti kim bilir" dedi annesi .

92

Tüm bina olaydan etk ilenmişti. Komşular çocuğa bir şey olup olmadığını görmek için geldiler. Sokaktaki beyaz çocuk­ larla zenci çocuklar da şaşkınlıktan öylece kalakalmışlardı. Ço­ cuğun düşerken biraz omzunun yaralanması dışında hiçbir şe­ yi yoktu. " Önemli bir şey yok" dedi Rubiao. " Çocuğunuz daha çok küçük, onu sokağa çıkartma y ı n . " Çocuğun babası, " Çok teşekkürler" dedi, "sizin şapkanız nerede ? " Rubiao şapkasını kaybettiğini ve yırtık pırtık giysiler için­ deki bir çocuğun onu alıp dükkinın kapısının önünde kendi­ sine verecek bir fırsat doğması n ı bek l ediğini fark etti. Şapka­ yı alınca da ödül olarak çocuğa biraz bozuk para verdi. Beri­ ki şapkayı düştüğü yerden alırken bunu urumarnıştı ama mem­ nuniyetle kabul etti. Büyük olası lıkla i l k rüşvet duygusun u o çocuğa tattıran, bu paralar o l m uştur. Şilte dükkanının sahibi, " Bi r dakika durun. Siz yaratan­ dınız mı yoksa ? " dedi. Gerçekten de dostumuzun avcunda küçük bir yara vardı ve daha yeni hissediyordu. Önemli olmadığını ve bir şey yap­ maya gerek bul unmadığını söy lemesine rağmen çocuğun an­ nesi hemen koş u p bir !eğen ile havlu geti rdi ve Rubiao'nun elini yıkamaya başladı. Dükkan sahibi d e en yakın eczaneye koşup bir merhem aldı. Rubiao mendilini eline sardı. Kadın, Ruhiiio'nun şapkasını fırçalayıp temizledi. Rubiao oradan ay­ rı l ı rken i kisi de çocuklarının hayat ı n ı kurtardığı için kendi­ sine defalarca teşekkür ettiler. Oradan ayrıl ırken etrafı sokak­ ta ve kaldırırnda toplanmış insanlarla sarıl mıştı.

LXI Rubiao ofisine girdiğinde Camaclıo, " El i n ize ne oldu ? " diye sordu. Rubiao Ajuda Sokağı'ndaki olayı anlattı. Avukat olayla,

çocukla ilgi l i bir sürü soru sordu, evin numarasını, a ileyi . . . Ama Rubiao kısa kısa cevaplar verd i . " Çocuğun i sm i n i d e mi bilmiyorsunuz? " " Annesinin ona 'Deolindo' dediğini duydum. Ama şimdi bunu bırakalım da öneml i konulara gelel im. Gazerenize abo­ ne olmak istiyorum. Elime bir sayı geçti. Ben de katkıda bu­ lunmak istiyorum . " Camacho hemen aboııcl'iğc gerek olmadığını söy ledi. Ga­ zetenin aboneleri yeterliydi. Onun asıl i htiyacı olan şey, ba­ sılacak malzemeler, değişik konularda yazılmış yazılar, haber­ ler, öyk üler, ticari faal iyetlere ilişkin yazılar, çevri lmiş roman­ lar gibi şeylerdi. Rubiao'nun da gördüğü gibi, gazetenin rek­ lamını zaten yapıyordu. " Evet. " " Sermaye için gereken kişileri de neredeyse buldum sayı­ lır. On kişi gerekiyor, bizse ben ve yedi kişi olmak üzere sekiz k işiyiz. iki k işi daha olsa, sermayemiz tamamlanaca k . " Rubiao, sermayenin ne kadar olduğunu merak etti. Camacho bir kalem açacağıyla küçük masasının kenarın­ da tempo tutuyor, bir yandan da gizlice Rubiao'ya bakıyor­ du. Rubiao, odaya bakınd ı . Bi rkaç parça mobilya, avukatın arkasındaki bir taburenin üzerinde bazı belgeler, içinde Lo­ bao, Pereira e Souza, Dal loz, Ordenacoes do Reino kitapla­ rı olan bir kütüphane, küçük masanın önündeki duvara ası­ lı bir portre vardı. Camacho portreyi göstererek, " Tanıyor musunuz ? " diye sordu . " Hayır, tanımıyorum. " "Tahmin edi n . " " Bilemiyorum. Nunes Machado m u ? " " Hayır" diye cevap verdi, eski milletvekili, mutsuz bir ifa­ de takınara k. " On u n daha güzel bir portresini bulama dım . " Bazı taşbaskı resimleri satılıyor ama bence hiç de güzel değil­ ler. O , mark i . " " Barbacena Markisi m i ? " " Hayır, Parana Markisi. Büyük marki. Yak ı n arkadaşım.

94

Partileri uzlaştırmaya çalışıyordu. Ben de bunun için onun ya­ nındaydım. Maalesef genç yaşta öldü ve yaptığı iş yarım kal­ d ı . Ama aynı şeyi bugün isteseydi, yanında değil karşısında olurdum. Artık uzlaşmaya hayır. Ölene kadar savaş! O n ları yok etmeliyiz. A talaia'yı okuyun savaş a rkadaşım, gittiğiniz­ de gazerenizi evinizde bulacaksınız. " "Hayır" " Neden ? " Rubiao, Camacho'nun sorgulayan bakışları karşısında gözleri ni indirdi. " Hayır, bu konuda son derece kararlıyım. Arkadaşlarıma yardım etmek istiyorum. Karşılığında bir şey vermeden gaze­ te a l ma k . . . "Ama size söyledim, abonelik konusunda sıkıntımız yok . " "Ama demed iniz m i , sermayeyi tamamlamak için i k i k i şi daha gerekiyormuş. " " Evet, iki kişi lazım. Ş u anda sekiz k işiyiz. " " Sermaye ne kadar ? " "50 c on to. Kişi başına 5 c on to. " "Tamam. Ben d e 5 conto getiriri m . " Camacho o n a , gazete n i n uğruna m ücadele ettiği değer­ ler adına teşekkür etti. Zaten o da gelip kendisine birlikte mü­ cadele etmeyi önermeyi düşünüyordu. Yeni arkadaşının inanç­ ları ve bağlılığı ve siyasi meselelere gösterdiği ilgi, kendisi için büyük bir ayrıcalı ktı. Artık aralarına katıldığına göre Camac­ ho'ya neden daha önce gel i p kendisine bunu tek l i f etmedi­ ği için kızmasındı. Sonra da Rubiao'ya diğer isimleri göster­ di. Camacho l isten i n en tepesindeyd i . Gazetenin sorumlulu­ ğunu, sahip oldukları e k ipmanı, abonelik konusunu ve Her­ külvari tüm işleri o üstlenm işti . Bu terimi söyleyip söyleme­ me konusunda bir a n düşündü ama sonra cesaretle tekrar­ ladı: " Herkülvari işler. " Zaten aynen böyleydi çünkü daha küçük bir çocukken yılanları boğardı. Şimdi de aynı a lışkan­ lık yani m ücadele alışkanlığı devam ediyordu . Günün birin­ de bu mücadelenin içinde ölecek ve cenazesi bayrağa sarıla­ caktı. "

95

LXII Rubiao ç ıkarken, uzun boylu, siyah giysili bir kadın, giysile­ rinden gelen cam boncuklu süslemelerin ve i pe k i iierin sesiy­ le birlikte koridorcia yanından geçti. Merciivenden aşağıya in­ meye başladığı sırada Camacho'n u n kadını selamiayan sesi­ ni duydu: " Ooo, Sayın Barones ! " İlk merdivende bir an durdu. Kadın berrak sesiyle konuş­ maya başlamıştı ve ilk sözleri bir davayla ilgili sözlerd i . Ba­ rones! Bizimki biraz önce onları d i n lediği a nlaşılmasın d i ye merdivenlerden sessizce inmeye devam etti. Bumuna ender bu­ lunan, hafif, insana başka şeyler düşündüren bir parfüm ko­ kusu geldi. Biraz önce çıkan hanım ın kokusuydu bu. Barones! Sokak kapısına geldiğinde, orada bir arabanın beklediğini gör­ dü. Uşak kaldırırnda bekliyor, arabanın sürücüsü ise yerinde, minderin üzerinde oturuyordu. Her i kisi de özel üniformalar içindeydi . Peki bunda bu kadar şaşıracak ne vardı ? Hiçbir şey. Unvanı olan, güzel kokulu, zengin bir kadın, bir davayla ilgi­ leniyor. Belki de sadece yapacak bir şey olsun diye ilgilen iyor. Rubiao, zengin olmasına karşın, kendini taşralı bir öğretmen gibi h i ssetti.

LXIII Sokakta, yanında biri yaşlı biri genç i k i kadın olduğu halde Soph ia ile k a rşılaştı. Diğer kadınlara bakmak için yeterl i gö­ zü yoktu çünkü zaten var olan bütün algılama becerisi bile Sophia'ya yetmeyecek kadar azdı. İki dakika durup zoraki ko­ nuştular, sonra da kendi yollarına gittiler. Rubiao biraz i ler­ ledikten sonra dönüp baktı ama üç kadın başlarını geri çevir­ meden yürüyüp gid iyorlardı. Yemekten sonra kendi kendine sordu : "Acaba bugün oraya girmeli miyim ? "

96

Herhangi bir sonuca varamadan uzunca bir süre düşündü. Bir an gitmeye karar veriyor, bir sonraki an hemen vazgeçi­ yordu. Sophia'nın kendisine acayip davrandığını düşündü ama gül ümsem işti. Fazla değil ama gülümseınişti. Bu konuyu şan­ sa bırakmaya karar verd i . Eğer önünden geçen i l k a ra ba sağ taraftan gelirse oraya gidecek, sol taraftan gelirse gitmeyecek­ ti. Odasındaki d ivana oturup beklerneye başladı. Fazla geç­ meden sol taraftan bir araba gel di. Durum anlaşı lmıştı, San­ ta Theresa'ya gitmiyordu. Ama içi bunu kabul etmiyordu. Bir araba diye d üşünınüştü. Halbuki gelen şey araba sayılama­ yacak kadar küçüktü. Genel olarak araba denince akla gelen araçlar kadar büyük olmalıydı. O küçük şey, araba sayıl maz­ d ı . Kısa süre sonra sağ taraftan, yakınlardaki bir eğlenceden dönen arabalar geçti. O da Santa Theresa'ya gitti .

LXIV Sophia, en ufak bir tereddüt göstermeksizin, zarafetle elini Ru­ biao'ya uzattı. Sokakta yanında gördüğü iki kadın, ev kıya­ fetleri içinde oradaydılar. Sophia onları Rubia o ile ta nıştırd ı . G e n ç olan kuzi n i , y a ş l ı o l a n i s e teyzesiydi. Bahçede oturur­ ken postacının getirip Sophia 'ya verdiği, hemen arkasından da tepesi üstü yere çakıldığı mektubun yazarı, işte bu teyzey­ d i . İsmi Dona Maria Augusta i d i . Kocasının öbür tarafa gi­ derken kendisine bı raktığı yas dışında k üçük bir ç i ftliği, bir­ kaç kölesi ve borçları vardı. Kız ise kendisinden daha yaşlı ka­ dınlara göre bir isim olan, biç sevmediği Maria Benedieta is­ mini taşıyordu. An nesi bu yoruma, yaşlı kadınların da bir za­ manlar genç olduğunu ve insanlara uygun isim leri ancak şa­ i rlerin ve hikayecilerin hayal edebileceğin i söyleyerek cevap verirdi . Maria Benedicta, Genel Vali Luiz de Vasconcellos'un vaftiz kı zı olan anneannesinin ismiydi . Daha ne istiyord u ? Bunu Ru biao'ya da anlattı lar. Maria Benedieta ise hiç oralı olmadı. Soplıia, meseleye açıklık geçirmek için ya da öy-

97

lesine, isi mleri güzelleştirenlerin onları taşıyan kişiler o lduğu yorumunu yaptı. Maria Bened ieta ise çok güzeldi. Bunu söyledikten sonra Rubiao'ya dönüp, " Siz de öyle dü­ şünmüyor musunuz ? " d iye sordu . Ma ria Benedicta, " Bırak şakayı kuzi n " diye güldü. Ancak ne yaşlı teyzenin ne de Rubiao'nun bu şaka yı duy­ duklarından emin olabiliriz. Çünkü teyze uyuklamaya başla­ mıştı, Rubiao ise Sophia 'ya daha önce verdiği oyu n baz, kü­ çük, siyah gözlü, boynuna bir çıngırak takılmış köpeği okşu­ yord u . Ama ev sah ibesi ısrar ettiği için, neye cevap verdiği­ n i bile bil meden, " Evet, evet" dedi . Maria Bened ieta yüzünü buruşturd u . Aslı nda güzel sayılmazdı. Ne o büyüleyici göz­ lerden ne de kıpırdamadığı halde insana en büyük sırrı fısıl­ dadığı duygusu uyandıran o dudaklardan vardı onda. Doğal bir k ızdı, taşralılarda rastlanan çekingenlikten eser yoktu. Bir de elbisesi nin içinde eksikl iği çekilen zarafeti telafi eden, de­ ğişik, kend ine özgü bir inceli k vardı kızda. Taşrada , IguassCı'da doğmuştu ve orayı seviyordu. Arada sırada birkaç gün kalmak için şehre geliyor ama ilk iki günün sonunda bir an önce eve dönmek istiyordu. Yüzeysel bir eği­ tim almıştı. Okuma yazma, b iraz felsefe ve dikiş öğren mişti. 1 9 yaşındaydı. Sophia onun piyano öğrenmesi gerektiğini söy­ lemiş, teyzesi de bunu onaylamış ve kız kuzininin evine gelmiş­ ti . O rada on sekiz gün kalmış ancak daha fazla dayanama­ mıştı. Evini ve annesini özlemiş ve baştan beri onun büyük bir müzik yeteneği olduğuna i na nan öğretmenini hayretler için­ de bırakarak eve dönmüştü. " Ah , tartışmasız büyük bir yetenek ! " Bunu kuzininden duyan Maria Benedieta kahkalada gül­ ınüş, sonra da adamcağızın yüzüne ciddi bir i fadeyle bakama­ mıştı. Hatta dersin ortasında kahkaba krizine tutuld uğu bi­ le olmuştu. Tabii adamcağız Sophia'ya sitem edince beriki kaş­ larını çatmış; öğrencisinin niye güldüğünü merak eden öğret­ men ise kendi kendine onun niye güldüğünü sorup, herhal­ de aklına komik bir şey geldi diye ceva p vermiş ve derse de­ vam etmişti . Kızın Fransızca dersi almaması da Sophia'ya gö-

98

re bir başka eksiklikti. Dona Maria Augusta, yeğeninin bu ko­ n uda neden bu kadar dehşete düştüğünü anlayamamıştı. Ne­ den Fransızca ? O da, birileriyle sohbet ederken, a lışveriş ya­ parken ve kitap oku rken Fransızcanın olmazsa o lmaz bir ko­ şul olduğunu söylemişti . Yaşlı kadın, " Fransızca olmadan da mutlu bir hayat yaşa­ dım. Zenciler bile çıkardık ları o anlamsız seslerle, herkes na­ sıl yaşıyorsa öylece yaşayıp gidiyorlar" diye cevap vermişti. Bir gün şöyle dedi : "Talipler bunun için sana gelmemezlik etmeyecekler. Böy­ le de bir koca bulabilirsin. istediğin zaman evlenebilirsin, sa­ na söylemiştim. Ben de evlendim. Hatta evlenip beni de işi bit­ miş bir hayvan gibi köşesinde ölmek üzere yalnız bırakabiiir­ si n . " "Anne! " " Üzülme yavrum. Şimdi tek ihtiyacın olan şey sana bir ta­ lip çıkması. Çıktığı zaman onunla gideceksin. Ben de burada kalacağım . Maria Jose'nin bana yaptığını görmedin m i ? Ce­ ara'ya yerleşt i . " " A m a o n u n kocası yargıç " diye itiraz etti Sophia. " Hiç fark etmez. Yaşl ı kad ı n paçavra gibi bir kenara atı­ lır. Sen de evlen Maria Benedicta, hemen evlen . Hiç ol mazsa ölürken Ta nrım yanımdadır. Çocuğum olmaz yanı mda ama yanımda Aziz Bakire benimle ol ur. Zaten o hepimizin anası­ dır. Hadi sen de hemen evle n git! " Bütün bu şikayetler k ızda korku ve acıma duyguları uyan­ d ı rarak onu evlenmekten tamamen vazgeçirınek, en azından bu tür düşüncelerin i erteletmek üzere hesaplanarak yapılan şi kayetlerdi. Bana göre yaş l ı kadı n günah çıkarırken bu gü­ nahını itiraf etmiyordur. Hatta bunun günah o l d uğunu bile bilmiyordur. Bu, eski duygusal egoizmin ürünü bir duygudur. Dona Maria Augusta uzun zaman büyük bir sevgiyle yaşamış­ rı . Annesi, onun için deli olurdu. Kocası da ölene kadar ken­ disine büyük bir aşkla bağlanmıştı. İkisi de öldü kten sonra an­ nesi nden ve kocasından aldığı sevgiyi iki kızına yansıtmıştı. Biri evlenmiş ve evden ayrıl mıştı . Kalan kızının da evlenip git-

99

mesiyle yalnız kalmaktan korkan kadıncağız, bu felaketten ka­ çı nınak için eli nden gelen her şeyi ya pıyord u .

LXV Rubiao fazla kalmadı. Saat dokuzda kalktı . Sophia'nın biraz daha kal masını istemesini, az sonra gelecek kocasını bekle­ mesini veya erken kalktığı için sitem etmesini bekled i . Ama bunların hiçbiri olmadı . Sophia sadece elini uzattı. Üstelik öy­ le bir mesafeyle uzattı ki, o eli zorla tutabildi. Ama orada bu­ lunduğu süre içinde genç kadın gayet doğal ve herhangi bir sı­ kıntı yaşamıyor gibi görünüyordu . (Söylemeye bile gerek yok, artık eskisi gibi uzun ve anlamlı bakışmalar yoktu. ) Sanki ara·­ larında iyi ya da kötü hiçbir şey geçmemişti. Ne çilekler, ne mehta p . Rubiao elini sıktı. Söyleyecek laf bulamadı. Sophia ise gereken la fları söyledi. Rubi iio'ya baktığı zaman doğru­ dan ve sakin biçimde bakıyordu. " Palha'ya selamlarımı iletin" diye mırıldandı Rubiao, elin­ de şapkası ve bastonuyla. "Teşekkür ederi m. O da bir arkadaşını ziyarete gitmişti. Ayak seslerini d uyuyorum . Bi razdan burada olur. " Ama gelen o değil , Carlos Maria idi. Rubiao önce onu bu­ rada gördüğü için şaşırdı ama sonra taşral ı kadın ile kızının burada bul unmasının bu ziyareti açıkladığını düşü ndü. Hat­ ta belki araları nda bir şey b i l e olabilird i . Rubiao, Carlos Maria'nın Dona Augusta'nın yanına otur. duğunu görene kadar bekleyip şöy l e dedi: " Ben de tam çıkıyordum. " " Öyle m i " diye cevap verdi Carlos Maria. Bu arada Sop­ hia'nı n portresine bakıyordu . Sophia, Rubiao'yu kapıya kadar geçirdi, kocası nın onu gö­ remediğine üzüleceği ni ama önemli bir iş ziyareti nde bulun­ duğu n u söy ledi ve Rubiao'dan onun adına özür dilerdi. Rubiao, " Aman efendim, ne özrü" dedi. Gerçi bir şeyler

1 00

daha söyleyecek gibi oldu ama Sophia'nın tokataşması ve re­ veransı, hemen gitmesi gerektiğin i gösterdi ona. Eğilerek se­ lam verdi . Bahçeyi geçerken içeriden Carlos Maria'nın sesini duydu: " K ocanız bi raz zevksizmiş madam. " R u biao durdu. Sophia sordu: " Neden ? " " Misafir odanıza sizin b u portrenizi koymuş. S i z b u port­ reden binlerce kez daha güzelsiniz madam . Siz ne dersiniz ha­ n ı m lar ? "

LXVI Rubiao, eve vardıktan sonra Carlos Maria'nın sözlerini hatır­ Iayarak bunları nasıl bu kadar rahat ve doğal söyleyebildiği­ ni d üşündü. Sadece resmin objesini yüceltmek için resmi kö­ tülemek, i lginç fikirdi. Aslında resim, gayet güzel bir resimdi.

LXVII Sabah güne yatakta başladı . İ l k açtığı gazete A talaia idi. Baş­ yazıyı, bir okuyucu mektubunu ve bazı haberleri okuduktan sonra birden kendi adını gördü. " Bu da n e ? " Adı parlak harflerle basılmış, üsteli k birkaç kez tekrarlan­ mıştı. Nedeni de Ajuda Sokağı'ndaki olaydı. Önce şaşırdı, son­ ra sıkıld ı . Özel olarak anlatılan bir olayın gazetede yayımlan­ ması ne biçim bir şeydi ? Haberi okumak istemedi. Hemen ga­ zeteyi yere bırakıp eline başka bir gazete aldı. Ama huzuru kaç­ mıştı. Artık öylesine okuyor, bazı satırları arlıyor, okuduğu­ n u anlamıyor, yazıları hatıriamadan sütu nun sonun:a kadar inmiş buluyordu kendini.

101

Yataktan kalktı, yandaki koltuğa oturup A ta/aia'yı tek­ rar aldı. Habere bakt ı . Bir sütundan fazla yer vermişlerdi. Bu kadar küçük bir şeye bir buçuk sütun, diye düşündü. Sonun­ da, sadece Canıacho nasıl yazmış d iye merak ettiği için ha­ beri başından sonuna kadar aceleyle okudu. K u l lanılan sıfat­ lar ve olayın bu kadar dramatik biçimde anlatılması canını sık­ nııştı . "Müstahakım ben buna" diye söylendi, " neden boşboğaz­ l ı k edip anlatırsın k i ? " Banyoya gitti, üzerini giyinip saçlarını tarad ı . Bu arada iş­ güzar gazete aklından bir an bile çıkmıyordu. Önemsiz bir ola­ y ı n yayı nılannıası, hatta sanki siyasi bir nıeseleynıiş gibi ya­ zarın olayı abartması canını sıkmıştı. Kahvaltıda gazeteyi tek­ rar alıp diğer haberleri, hükümet adaylarını, Garanhuns'taki cinayeti, hava durumunu okudu. Ama o haber tekrar gözü­ ne takı ldı. Bu kez yavaş yavaş okudu ve aslında yazarın içten olduğunu düşünebileceği sonucuna vardı. Bel li ki yazar, olay­ dan öylesine etkilenmişti ki kendini kısıtlanıamış ve bütün hü­ nerini konuşturnıuştu. M utlaka böyle olmuştu. Canıacho'nun ofisine girişin i , onunla konuşmalarını h atıriayıp oradan ge­ riye doğru giderek olaya kadar gel d i . A k l ı na bütün o sahne­ ler gel d i : Çocuk, araba, atlar, çığl ı k , karşı koyamadığı bir iç­ güdüye uyarak hızla i leri atılması . . . Şimdi bile kendine açık­ layamıyordu bunu. Sanki gözleri nin önünden bir gölge geç­ mişti. Kendisinin de tehli keye düşebileceğine hiç bakmadan, kör ve sağır gibi, çocuğa ve atlara doğru atılmıştı. Halbuki ken­ d isi de atların altında kalabi l i r, tekerlekler altında ezi lebil i r, yaralanabil i r, bel ki de ölebilirdi. Hatta hafif yaralannııştı bi­ le. Yani durumun ciddi olduğu, inkar edilemezdi. Bunun ka­ nıtı da çocuğun ailesi ile komşulardı . Rubiao düşüncelerine ara verip haberi tekrar okudu. Kuş­ kusuz, gayet güzel kaleme alınm ıştı . Hatta bazı paragrafiarı büyük bir tatm in duygusuyla tekrar okudu. Sanki yazar, ola­ yı kendi gözüyle görmüştü. Ne anlatını ama ! Gerçi hafızasın­ da öyle kaldığı için kend isinin ekiemiş olduğu bazı şeyler var­ dı ama onlar da o kadar kötü değild i . Bu arada kendi adının

102

da sürekli olarak, " dostumuz, seçkin arkadaşı mız, cesur dos­ tumuz" gibi sıfatlar eşliği nde tekrarlanması, gu rurunu mu ok­ şadı acaba ? Öğle yemeği zamanı geldiği nde, kendi kendine gü lüyor­ du, Rubiao. Gerçekten de kendini fazla üzınüştü. Caınacho okurlarına bir haberi doğru, ilginç, dramatik (ve tabii k i ) o ka­ dar beylik olmayan bir şekilde anlatıyorsa, ne olmuştu yani? Dışarı çıktığında olayla ilgili bazı iltifatlar da aldı. Freitas ona, Aziz Vincent de Pau l ismini takınıştı. Dostumuz ona gülüm­ sedi, teşekkür etti ve konuyu geçiştirrnek istedi . Canım, o ka­ dar da önem l i bir şey deği l . . . " Önemli değil m i ? " diye biri hemen itiraz etti. " Keşke her şey bu kadar önemsiz olsa . . . İnsanın kendi hayatı pahasına bir çocuğu kurtarınası önemsiz m i ? " B u böylece devam etti. Rubiao dinliyor, başını sallıyor, gü­ lüınsüyor, olayı bizzat kahramanın ağzından duymak isteyen ıneraklılara anlatıyordu. D i n leyici lerden bazı ları da kendi kahraman i ıkiarını anlattılar. Biri bir seferinde bir adamı, bir başkası da derede yüzerken boğulına tehlikesi geçiren bir kı­ zı kurtarınıştı. Hatta biri intihar etmek üzere olan bir adam ı n el inden s i l a h ı alıp b i r d a h a buna kalkışmayacağına yemin et­ tirerek onu nasıl kurtardığını a nlattı. Şimdiye kadar gizli kal­ mış bütün parlak eylem ler, kabuklarını kırıp başları n ı çıka­ rıyor, Rubiao'nun üstün ve parlak eyleminin etrafına tüysüz ama gözleri açık civcivler gibi toplanıyorlardı . Tabii bu ara­ da kıskananlar da vardı. Bunlar onu i l k kez ve bu kadar y ü ­ celtilirken görenlerdi. R ubiao, Caınacho'ya teşekkür etmeye gitti . Biraz sitem etti tabii ama bu siteınler, gayet ılımlı sitem­ lerdi. Sonra da Barbacena'daki arkadaşlarına göstermek için birkaç gazete daha aldı. Olay diğer gazetelerde yer alınarnış­ tı ama Freitas'ın tavsiyesi üzerine, Trade Journal'da okurların isteği üzerine yayımlanan haberler arasında ötekinin iki ka­ tı büyük l ükte yer a l d ı .

1 03

LXVIII Sonunda Maria Benedieta Fransızca v e piyano çalışmayı ka­ bul ett i . Dört gün boyunca kuzini ona bu konuda ısrarları­ nı sürdürdü. Bunu öyle usta l ı k la ve öyle bir şekilde yaptı k i , annesi, kızı ders almayı kabul etmesin diye hemen çiftliğe dön­ meye karar verdi . Ama kız istemiyordu . Fransızca ve piyano ekstra özelliklerdi ve taşralı bir kızın bu tür özel lik lere ihti­ yacı yoktu. Ancak bir akşam Carlos Maria, Maria Senedic­ ta' n ı n piyanoda bir şeyler çalmasını istedi . K ı zcağız kıpkır­ mızı oldu. Sophia hemen araya girip k ızı bu durumdan kur­ tardı: " Ondan bunu istemeyi n . Buraya gel diğin den beri piyano çalmadı. Sadece ç i ftçilere çalarmış. " Genç adam ısrarcıydı : " O za man biz de çi ftçi oluruz. " Ama sonra başka bir konuya geçi verd i . Barones do Pi­ auhy'nin (yani Ru biao'nun, Camadıo'nun ofisinde gördüğü hanım) verdiği baloya. "Mu hteşem d i . Ah, ne muhteşem ba­ loydu ! " Barones kendisi için gayet güzel şeyler düşünüyormuş. Ertesi gün Maria Benedieta kuzi nine gel ip piyano, Fransızca, keman, hatta isterse Rusça dersleri bile almaya hazır old uğu­ nu açıkladı. Ama asıl mesele annesini ikna etmekti. Annesi kı­ zın kararını duyunca, elini onun başının üzerine koydu. "Fran­ sızca mı ? Piyano m u ? " Ve bağırmaya başladı. Bu dersleri ala­ mazd ı . Eğer al ırsa artık onun kızı ol amazd ı . Eğer isterse b u­ r:ıda kalabi lir, istediğini çalıp söyl eyebilir, İster Afri ka dilini, ister Şeytanın dilini öğren ip sonra da onun yanına gidebil i r­ d i . Sonunda onu ikna eden Palha oldu. Bu becerilerin ekst­ radan marifetler gibi görünse de aslında bütün medeni insan­ larda bulu nan minimum beceriler olduğunu söyledi. Sophia'nın teyzesi, " İyi ama ben kızımı taşrada büyüttüm ve taşrada yaşaması için yetiştirdi m " diye itiraz etti. "Taşrada yaşaması için m i ? Çocuklarını neresi için yetiş­ tird iğini kim bilebi l i r ? Babam benim rahi p olmarnı isterdi . Onun için Lati ncem çok iyidi r. Siz d e sonsuza kadar yaşama­ yacaksınız. Üstelik işleriniz iyi gitmiyor. Maria Benedieta ya!-

1 04

kalabil ir. Tabii tamamen yal nız değil , biz hayatta olduğu­ muz sürece o bizim ailemizin bir parçası. Geleceği düşünme­ nin neresi kötü? Hepimiz bu dünyadan göçsek bile Maria Fran­ sızca ve piyano dersleri vererek hayatını gayet güzel sürdüre­ bil ir. Sadece bunları bilmek bile onu daha iyi bir duruma ge­ ı ır i r. O da aynı sizin o yaşlarda olduğun uz gibi güzel. Üste­ l i k cııder bulunan ahlaki öze l l i kleri var. Zengin bir koca bu­ labi l i r. Biliyorsunuz benim aklınıda birisi var. Buna gerçekten değecek b i risi. " " Öyle mi? Yani şimdi benim kızım Fransızca, piyano ve aşk dnskri ala ca k öyle mi ? " " ( > da n e demek öyle Augusta Teyze? B e n ciddi b i r düşün­ ceden, heın onun hcın d e a n n esi n i n mutlu olmasını sağlaya­ ca k bi r pla nda n bahsed iyorum. I !adi Augusta Teyze, böyl e yapnıayı ı ı . " Palha o kadar canı sıkılnıış görünüyordu k i kadın sesinin t onunu değiştirdi. Gerçi d i renişi henüz sona ernıemişti ama ha­ vası değişmişti. Tabii bunda en önemli etkiyi, işlerinin kötü git­ nıesi ve iyi bir damat beklentisi yapmıştı . Taşradaki en i yi da­ mat adayları, oranın etkili ve güvenli aileleriyle i lgileniyordu. I k i gün sonra bir uzlaşma noktasına vardılar. Maria Benedic­ ta kuziniyle beraber kalacak, zaman zaman beraberce taşra­ ya gideceklerdi. Teyze de istediği zaman onları görmeye bu­ raya gelecekti. Hatta Palha, en kısa zamanda gidip teyzenin çift­ liğini satmayı, onun da başkentte kendileriyle birlikte yaşama­ sını önerdi ama kadıncağız bunu reddetti. Ta bii bütün bunların öyle sayfada göründüğü kadar ko­ lay olduğunu düşünmeyin. Gerçekten de bir sürü engel var­ dı. Maria Senedieta'nı n isteksizliği, ev özlem i ve asiliği, bun­ ların başında geliyordu. A n nesinin ç i ftliğe dönmesinden on sekiz gün sonra onu görmek istedi . Kuziniyle beraber gitti ler. Orada bir ha fta kaldılar. İki ay sonra annesi gelerek birkaç gün şehirde yanlarında kald ı . Sophia zekice bir yöntem izle­ yerek kuzinini şehrin eğlencesine alıştırıyordu: Tiyatrolar, zi­ yaretler, araba gezileri, ev toplantıları, yeni elbiseler, güzel şap­ kalar, mücevherler. . . Netice itibariyle Maria Benedieta da bir ııız

1 05

kadındı. Ama biraz değişik bir kadındı, bu tür şeylerden zevk al ıyor ama istediği a nda tüm bunlardan vazgeçip taşraya dö­ nebileceğine inanıyordu. Bazen memleketi bir rüyada ya da aniden esen bir özlemle kendisine geliyordu. İlk i k i akşam par­ tisinden eve dönerken aklına gelen şey partiyle ilgili izlenirn­ ler değil, özlediği lguassu 'yd u. Bu özlem, günün bazı saatle­ rin de, öze l l i k l e d e sokak tamamen sessizken i y ice artıyordu. Bu zamanlarda zihni kanatlanıp uçarak annesiyle birlikte kah­ ve içtikleri evlerinin verandasına konuyordu. Köleleri, eski mo­ bilya ları, Sao Joiio d ' EI Rey'li zengin bir çiftçi olan vaftiz ba­ basının kendisine gönderdiği güzel terli klerini düşünüyordu. Terliklerini evde bırakmak zorunda kalmıştı çünkü Sophia on­ ları getirmesine izin vermem işti. Fransızca ve piyano öğretmenleri, işlerinin ehli adamlardı. Sophia bir yol unu bulup kuzininin bu konuları bu kadar geç öğreniyor olmaktan sıkıntı duyduğunu özel o larak söylemiş ve etrafta onun öğrenci olduğunu söylememelerini rica etmiş­ t i . Onlar da bunun için söz verdi ler. Piyano öğretmeni , sade­ ce bu ricayı bazı meslektaşlarına söylemiş, onlar da bu rica­ yı oldukça i lginç bulm uşlar ve kendi öğrencileriyle ilgili hika­ yeler anlatmışlardı. Maria Benedieta çok kolay öğreniyor ve o kadar özenle ve sebatla çalışıyordu k i Sophia sık sık onu bi­ raz yavaşlarmanın uygun olacağını düşünüyordu. " Kızım bu ne h ız, d i n len biraz ! " Maria Benedieta ise buna gülerek, " Bırak d a kaybettiğim zamanı telafi edeyim" diye cevap veriyordu. Sophia da bunun üzerine sık sık yürüyüşler icat ederek onu biraz dinlendirme­ ye çalışıyordu. Bir yürüyüşte şehrin şu bölgelerini, sonraki yürüyüşte öteki bölgelerin i geziyorlardı. Maria Benedieta özel­ l ikle bazı caddelerde dolaşmayı asla zaman kaybetmek olarak görmüyordu. Buralarda Fransızca ilanları okuyor, Fransızca ke­ l i me bilgisi giysilerle ve ev dekorasyonuyla sınırlı kozininin ki­ mi zaman ismini bilemediği yeni mallar için sipariş veriyordu. Ancak Maria Senedieta'nın bu kadar hızlı bir gelişme gös­ termes i n i n nede n i , sadece bunlar değil d i . Taşral ı bir kızdan beklenebileceğinden çok daha hızlı bir biçimde çevresine

1 06

uyum sağlamıştı. Daha şimdiden kuziniyle yarışır hale gelmiş­ ti. Ancak Sophia'nın görünüşünü ve tüm hareketlerini oldu­ ğundan çok daha renkli gösteren bir havası, reddedilemez bir zarafeti vardı . Bu farka rağmen Maria Benedicta, kuzini n i n kendisine artık ilk zamanlardaki g i b i h e r yerde övücü sözler söylemediğini, başka insanların i l ti fatlarını ise sessizce dinle­ diğini fark ediyordu. Gerçi kendisini küçümsemiyordu da. Ken­ disiyle iyi konuşuyordu ama sustuğu zaman uzun bir sessiz­ lik oluyor, bu sefer de canının sıkkın olduğunu söy lüyordu. Maria Benedicta, yavaş ve İsteksizce, nasıl gerekiyorsa öyle dans ediyord u . Val s ve palkaları ise izlemeyi seviyordu. Ku­ zininin hayatında hiç vals ve polka yapmadığı n ı , bunun için çekindiğini düşünen Sophia, bu dansları öğretmek istedi. Ama kız reddetti. " Taşra dansiarına henzer" l a fı ağzııı d a n kaçıverdi Sop­ hia'nın. Maria Benedieta ö y l e acayip b i r şekilde gülümsedi ki be­ riki ısrar f'demedi . Aşağılayan, hoşnutsuz ya da hor gören bir gü l ümseme deği ldi. Hor görmek mi? Neden hor görsün k i ? Ayrıca o gülümsemenin biraz tepeden bakan b i r gül ümseme gibi göründ üğü de doğruydu. Ama Sophia'nın d a vals ya da polka yaparken hayat dolu olduğu, ayrıca partnerinin omzu­ na kimsenin onun kadar zarafetle sarılamadığı da doğruydu. Çok ender dans eden (iki ya da üç kez demişti) Carlos Maria bile sadece onunla dans ediyordu. Bir akşam Maria Benedic­ ta tam on beş dakika dans ettikleri n i gördü.

LXIX O o n beş dakika, Rubiao'nun saatinde sayı ldı. Rubiao, Ma­ ria Senedieta'nın yanında duruyordu ve kız ona iki kez, bir vals başlarken bir de biterken saati sord u . Hatta saatin yelkova­ nını görmek için Rubiao'nun üzerine eğildi. R ubiao, " Uykunuz mu gel di ? " diye sordu.

1 07

Kız ona yan yan baktı. Yüzünde herhangi bir muziplik ifa­ desi yoktu; sak indi. "Hayır" diye cevapladı. Korkarım Kuzin Sophia eve er­ ken dönmek isteyecek . " " Erken dönmeyecek. Çünkü artık Santa Theresa 'daki gi­ bi evin uzak ve yolunun yokuş olduğu gerekçesine sığınamaz. Yeni evleri buraya çok yak ı n . " Gerçekten d e artık Flamengo Sahi l i 'nde oturuyorla rd ı ve balo Arcos Sokağı 'ndaydı. Şu söylemel iyim ki aradan sekiz ay geçmişti ve bir sürü de­ ğişiklik olmuştu. Rubiao, Soph ia'nın kocasıyla Palha İthalat­ çılık adı altında bir ithalat işine ortak olmuştu. Palha'nın öner­ mek üzere Rubiao'ya gittiği fakat Camacho'ya rastladığı için öneremediği iş, bu ortakl ıktı. Bütün saflığına karşın Rubiao bu konuda biraz tereddüt etm işti . Önemli mi ktarda para is­ tiyordu. Oysa Rubiao ticaretten hiç anlamazdı ve böyle bir iş yapmaya da hiç n iyeti yoktu. Üstelik hatırı say ı l ı r düzey­ de kişisel harcaması vardı ve eli ndeki sermayen i n başla ngıç­ taki ağı r l ı k ve görünüme gelmesi için de iyi faiz ile biraz ta­ sarruftan oluşan iyi bir diyete ihtiyacı vardı. Oysa ona öne­ rilen diyet pek açık değildi. Ru hiao, Palha'nın rakamlarını, kar hesaplarını, fiyat listelerini ve gümrük vergilerini anlamıyor­ du. Aslında hiçbir şey an lamıyordu. Ancak sözler, yazıları ta­ mam ladı. Pal ha d ikkat çekici laflarla arkadaşının parasını bu ortaklıkla işletmesi ni istiyordu. Tabii eğer b u işten çekiniyar­ sa Palha da gidip 1 844 y ı l ı nda kurduğu Wi l k i nson House'u bırakıp İngi ltere'ye dönen ve orada mil letvekili olan John Ro­ berts'a ortaklık önerebi l i rd i . Rubiao hemen teslim olmadı. Beş günlük b i r düşünme sü­ resi isted i . Yal n ı z kaldığında kendini daha özgür hissediyor­ du ama bu sefer özgür l ü k onu sersemletiyordu. Harcamala­ rını hesapladı, fi lozofu n ona bıraktığı fonları nasıl kullaıı d ı ­ ğ ı n ı değerlendirdi. Çalışma odasında yatan Qui ncas Borba, arada başını kaldırıp ona bakıyordu. R uhiao ürperdi. Filozo­ fun ruhunun Quincas Borba'nın içinde olduğu düşüncesini ak­ Imdan bir türlü kovamamıştı. Hatta bu sefer gözlerinde sitem

l OS

eden bir bakış bile yakaladı. Güldü sonra, bu, saçmalıktan baş­ ka bir şey deği ldi. Bir köpek, adam olamazdı. Yine de elinde olmadan tatlı sözlerle köpeğin kulaklarını okşa d ı . İleri sürdüğü ret gerekçelerine, karşıt gerekçeler i l e r i sürül­ dü. Ya karl ı bir iş o l ursa ? Gerçekten sahip o l d u k larımızı bu iş sayesinde artırabileceksek ? O zaman şan, şeref kazanacak ve aynı Wilkinson House'un eski ortağı gibi seçimlerde büyük bir avantaj elde edecekti . Bir başka ve çok daha güçl ü bir ge­ rekçe de para konusunda Pa lha'ya güvenmiyar gibi görüne­ rek onu kırmaktan çekinmesiydi. Palha, eski borcunun bir kıs­ mını ödemişti, kalanını da iki ay içinde ödeyecekti. Bu nedenlerin hiçbiri, diğerinin gerekçesi değildi; hepsi ay­ rı ayrı nedenlerdi. Ve tüm bunların en arkasında da Sophia ge­ liyordu. Aslında en başından beri potansiyel bir neden, bilin­ çaltı bir fi kir, anlaşmanın asıl sebebi olarak orada durması­ na karşın gizlenen tek neden, yine oydu. Rubiao onu aklından çıkarmak için başını sallayıp ayağa kal ktı. Onun özgürlük is­ teğine saygı gösteren Sophia (kurnaz kadın), b i l i nçaltını ele geçirmiş ve birkaç güvenlik maddesi koyarak kendi iradesiy­ le kocasına ortak ol maya karar vermesine izin vermişti. İşte ortaklık böyle kuruldu. Böylece Rubiao'nun sık ziyaretleri, meş­ ru bir şekle kavuşmuş oluyordu . " Bay Rubiao" dedi Maria Benedieta birkaç a n l ı k b i r sessizlikten sonra, " sizce kuzinim çok mu güze l ? " " Çok güze l . " " H e m güzel h e m d e çekici. " Rubiao gülümseyerek bunu d a kabul etti. Birlikte vals ya­ parak odayı dolaşan çifti izlediler. Sophia, görkemliydi. Ko­ yu mavi, göğsü oldukça açık (XXXV. bölümde bahsettiğimiz nedenlerden ötü r ü ) bir elbise giymişti. Gaz lambasının ışığı altında dolgun beyaz kolları, sırtı ve dekaltesi zarif bir çizgi gi­ bi birbirini izliyordu. Kulaklarını, gerçeğinden ayırt edi lmeye­ cek ustalıkta yapı l mış Ruhiiio'nun hediyesi yapay inci küpe­ ler süsliiyordu . Carlos Maria da fena sayıl mazd ı . Bildiğimiz gibi, zari f bir gençtİ ve Ru biao'yla yemek yerken olduğu gibi y umuşak ba-

109

kışları vardı. Bazı gençlerde rastlanan kısa ve kesik hareket­ ler ya da askıntı olmak gibi huylar yoktu onda. Cömert bir kra­ lın zarafeti içinde davranıyordu . İlk bakışta kollarındaki ha­ nımefendiye bir lütufta bulunuyormuş gibi görünmesine kar­ şın, o da kendi açısından gecenin en güzel kadınının yanında bulunmaktan son derece hoşnuttu. Ve genç adam kendine tap­ tığı için bu iki duygu hiç de birbiriyle çel işen duygular değil­ di. Dolayısıyla Soplıia ile temasta bul unuyor olmak, ona gö­ re bir müridinin kendisine secde etmesi gibi bir şeydi. Hiçbir şey onu şaşırtamazdı. Günün birinde imparator olarak uya­ nırsa hayret edeceği tek şey, bakanının neden kendisine say­ gılarını sunmak için geci ktiği olurd u . Sophia, " Bi raz dinlenmek istiyorum " dedi. Ona kolunu uzatan Carlos Maria, " Yoruldunuz mu, yok­ sa sıkıldınız m ı ? " diye sordu . " Hayır, sadece yoruldum . " Diğer seçeneği dile getirdiği için pişman olan Carlos Ma­ ria, hemen hatasını düzeltmek istedi. "Tabii k i . Neden sıkılasınız ki? Hatta bana biraz daha za­ man verebil eceği nizi d üşün üyorum. Beş dakika dah a ? " " Beş dakika . " " Biraz daha fazla olamaz m ı ? Ben olsam ebediyete kadar zaman tanırd ı m . " Sophia başını eğd i . " Sizinle neden olmas ın ? " Sophia koluna girerek, başı yere eğik vaziyette onunla bir­ l ikte yürümeye başl adı. Söylediklerine cevap vermiyor, onu onaylamıyor, hatta söyled i k lerine teşekkür bile etmiyordu. Söyledikleri, kadınlara söylenen nazik, övücü laflardan öte şey­ ler değildi. Oysa bu tür sözlere teşekkür etmek adettendir. Da­ ha önce de tüm kadın lardan ne kadar üstün olduğunu duyar­ dı ama bu tür sözleri işitmeyel i altı ay olmuştu. Dört ay Car­ los Maria Petropolis'te olduğu, iki ay da şehre döndüğü hal­ de evlerine gelmediği için . Son zamanlarda tekrar eve gelip gi­ der olmuş ve kimi zaman baş başayken, kimi zaman da her­ kesin içinde tekrar ilti fatlarına başlamıştı. Şimdi onun kolun-

1 10

da ve onun yönlendirmesi altında yürüyordu. Genç adam ko­ n uşmaya başlayıp önceki gece evlerinin önünde dalgaların sa­ hil i şiddetle dövdüğün ü a n latana kadar sessizce yürüdüler. " Bu radan mı geçti n iz ? " " Bu radayd ım. Gece geç saatte Cattete'den geçerken Fla­ mengo Sahili'ne İnıneye karar verdim. Tertemiz bir geceydi. Ne­ redeyse bir saat kadar denizle sizin ev arasında durduın. Ne­ fes a l ı p verişinizi d uyacak kadar yaklaşmışken sizin ben i ak­ l ı nıza bile getirmediğinizden adım gibi emi nim . " Sophia gülümserneye çalıştı. Genç adam devam etti: " Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun kalbirn daha şiddetle atıyord u. Denizin aklı yoktur, sahili niye döv­ düğünü bilmez. Oysa kalbiın, sizin için attığını gayet iyi bi­ l iyord u . " "Oh! " Acaba bu "oh ! " bir hayret nidası mıydı? Kızgınlık ını ? Yok­ sa korku mu? İlk bakışta insanın aklına geliveren sorular. Emi­ nim ki genç adaının bu sözlerinden şaşkına dönen genç ba­ yan da bu sorulara net bir cevap verebilecek durumda değil­ di. Ama her durumda bu n ida, güvensizlik bel irten bir " oh ! " değildi. B u konuda tek söyleyebi l eceğim, bu. Bir d e o kadar zayıf ve belirsiz bir nidaydı ki Carlos Maria bile zor duymuş­ tu. Carlos Maria duygularını odadaki tüm bakışlardan gayet iyi saklamayı başarmıştı. Ne o sözleri söylemeden önce, ne söy­ lerken, ne de söyledikten sonra yüzünde en ufak bir heyecan belirtisi görülmemişti. Hatta birine şaka yaptığı zaman larda görülen acı bir gülü msemeni n izleri vardı dudaklarında. Öy­ le ki ezberden nükteli bir söz söylemiş gibi duruyordu. Bu ara­ da onun kendini kasan hareketlerini ve i natla yerde dolaşma­ yı sürdüren gözbebeklerini gizliden gizliye gözleyen birden çok kad ın gözü, Soph ia'nın üzerindeydi . " Y i.i zünüz karıştı " dedi Carlos Maria, " yel pazenizle giz­ leyin . " Sophia mekanik biçimde yelpazeyle yellenmeye başlayarak gözlerini kaldırdı. Birçok gözün üzerinde olduğunu görünce rengi sold u . Dakikalar akıp gidiyord u. İlk ve i ki nc i beş daki-

l ll

ka çoktan geçmişti; o anda on üçüncü dakikadaydılar ve bir sonraki dakika kanatianmış geliyordu. Sophia, oturmak iste­ diğini söyledi . " Sizi bırakıp gi deceği m . " " Hayır, gitmeyin " deyiverd i . Sonra d a yaptığı hatayı düzeltmek i ç i n şöy le ded i : " Çok güzel b i r balo . " " Balo güzel a m a akşamın en güzel a n ı nı yanımda götür­ mek istiyorum. Bundan sonra duyacağım her şey, evinizdeki güzel kuşun ötüşünden sonra kurbağaların vıraklaması gibi gelecek bana. Sizi nereye bı rak maını istersiniz ? " " Kuzinimin yanına . "

LXX Rubiao sandalyesinden kalkıp salonu geçerek o n adamın soh­ bet ettiği giriş salonuna gitti. Carlos Maria oraya geldiği an­ da bir şey soracakmış gibi koluna girdi. Asıl amacı hesap sor­ maktı . Gün lerdir aklını kemiren bir düşüncenin bir olasılık, hatta bir gerçekl i k olduğuna i nanmaya başlamıştı. Üstel ik bu uzun uzun sohbet! er, genç kad ı n ı n tavırları . . . Rubiao'nun uzun süredir bastırdığı, gizlediği ve kimseye aç­ madığı bu yıkıcı tutkusundan, Carlos Maria'nın haberi bile yoktu . Bilmiyordu ki R ubiao azla yetinerek en ufak bir şey için, sevdiğinin yüzünü bir kere bile görebil mek için ne kadar uzun zaman bekliyordu. Geceleri uyuyamaması, kocasının ma­ li operasyonlarını fi nanse etmesi, hep bu yüzden d i . Rubiao, Sophia'nın kocasını kıskanmıyordu. Çiftin mahremiyeti, ka­ dının meşru efendisine karşı bir öfke duygusuna yöneltmemiş­ ti onu. Aylardır duyguları değişmemiş, umutları tükenmenıiş­ ti. Ama dışarıdan bir rakibin ortaya çıkması ihtimali onu şo­ ke etmişti. Kıskançlık içini kemirmeye başlamıştı. Hem de öy­ le kemiriyordu ki kanı çeki liyordu . Carlos Maria dönüp, " Ne var ? " diye sord u .

ı 12

Ta m o sı rada salona girmişti. Yaklaşı k on kişi orada siya­ setten bahsediyorlardı çünkü bu davet (neredeyse unutuyordum söylemeyi ) karısının yaş günü şerefine Camacho'nun evinde verilmişti . Carlos Maria ile Rubiao içeri girdiklerinde herkes konuşuyord u . Hepsi aynı and a konuşuyordu . Kelimeler, id­ dialar ve fa rklı görüşlerden oluşan bir hortum odayı doldur­ muştu sanki. İçlerinden biri, libera l bir militan diğerlerini sus­ turmayı başardı. Birkaç dakika boyunca diğerleri sessizce pu­ rola rını içtiler. " Her şeyi yapabilirler" diyordu, " ama ahlaki olarak mut­ laka bunun cezasını çekecekler. Partilerin borçları son kuru­ şuna, kendisini destekleyen son nesle kadar ödeni r. İ l keler as­ la ölmez. Bunu un utan partilerin sonu acı olur. " Kel olan bir başkası ahlaki cezalara i nanmıyordu . Arala­ rından bazılarını n bu düşünceyi reddetmesine kızan, partizan duygularla coşmuş üçüncü biri, hemen bu görüşe karşı atıl­ d ı . İnsanlar kendi görüşlerinden başka hiçbir şeye önem ver­ medikleri için suçluydular. Onların i lkeleri reddetmesi, yeri­ ne daha iyi leri nin bulunması gibi bir gerekçeyle savunulamaz­ dı. Zaten içlerinden biri iflas etmişti. Bir başkası ise marki un­ vanı taşıyan birinin kayınbiraderiydi ve Sao Jose dos Campas'ta silahla bır memuru vurmuştu. Ya o yeni yarbaylar? Sabıkalı suçlulard ı onlar. Rubiao, genç adamın paltasunu aradığını görünce, " Bu ka­ dar erken mi gidiyorsunuz ? " diye sordu . " Evet. Biraz uykum var. Şu kolumu sokmama yardım eder misiniz ? " "Ama çok erken . Biraz daha kalın. Dostumuz Camacho, sizin gibi genç birinin erken ayrıl masına kızacak. Sonra kız­ lada k i m dans edecek ? " Carlos Maria gülümseyerek dansa fazla önem vermediği­ ni, çok iyi dans ettiği için sadece Dona Sophia ile dans etti­ ğini, yoksa onu da yapmayacağını söyledi. Nezaketle elini uzat­ tı . Ru biao şüphe içinde onunla tokalaştı . Ne düşüneceğini bilmiyordu. Belki oradan ayrılıp daha ön­ ce birçok kez yaptığı gibi arabasma kadar geçirmek için Sop-

1 13

hia'yı beklememesi, yanlış olacaktı. Santa Theresa'daki akşa­ mı hatırlad ı . O nazik, güzel elini nasıl da tutup duygularını aç­ mıştı ona . . . Tam o sırada B i n başı gelmişti. Peki neden son­ ra devam etmemişti ki? Ne Soph ia onu azarl amış, ne de ko­ cası bir şey söylemişti. Sonra düşünceleri tekrar muhtemel ra­ kibine kaydı. Tamam, uykusu geldi ve gitti. Ama ya Sophia'nın hareketleri ? Onu görmek için salona döndü. Sonra da h uzur­ suz ve sıkıntılı bir biçimde kah kağıt masası n ı n başına gitti, kah bir köşeye çek i l i p durdu.

LXXI Evde Soph ia saçlarını açarken partinin n e kadar yorucu ol­ duğunu anlatıyord u . Ha bire esneyip duruyor, bacaklarının ağrıdığı n ı söyl üyordu . Palha ise aynı fik i rde deği l d i . Eğer yo­ rulduysa, havasında olmadığı içindi . Sacakları ağrıyorsa faz­ la dans etmesi nedeniyleyd i . Sophia da, dans etmeseydi sıkın­ tıdan patiayacağı cevabını yapıştırdı. Bu arada saçındaki to­ kalan çıkarıp kristal bir kaba koyuyordu. Tokaları çıkardık­ ça saçları kademe kademe açıl ıyor ve vücudunun büyük kıs­ mını açıkta bırakan i nce geceliğinden görünen omuzlarına dö­ kül üyordu. Arkasında d u ran Palha, Carlos Maria'nın gayet güzel vals yaptığını söyledi. Sophia titredi. Aynadan ona bak­ tı. Palha'nın yüzü sakindi. Genç adamın hiç de fena vals yap­ madığını söyledi . " Hayır, gayet güzel dans ediyor. " " Başkalarını övüyorsun çünkü biliyorsun k i b u konuda se­ ni kimse geçemez. Gel bakalım kibirlim benim, ben seni iy i bi­ liri m . " Palha, Sophia'yı çenesinden tutarak kendisine baktırdı . N e demekti ş i m d i bu k i birl i m ? Neden kibirli ol uyordu k i ? "A h ! " diye i niedi Soph ia, " Canımı acıtı yors un . " Palha kadının omzunu öptü v e gülümsedi . Sophia b u gece hiç de sıkkın değildi. Başı da ağrımıyordu. Her şey Rubiao'nun

1 14

cüretkarca yaptı k l arı n ı kocasına a nlattığı Santa Theresa'da­ ki geceden ne kadar da farklıydı. Demek ki tepeler insanı sağ­ l ıksız, sahil ise sağl ı k l ı yapıyordu. Ertesi sabah Sophia evdeki kuşların ötüşlerine erkenden uyandı. Sanki ona birinden mesaj getirmişlerdi. Yataktan kalk­ madı ve daha iyi görebilmek için gözlerini kapadı . Neyi daha i y i görebilmek için? Tepeler, kesinlikle daha sağ­ l ı ksız yerlerdi. Sahil ise başka bir konuydu. Yarım saat kadar sonra Sophia pencerenin önünde dalgalara dalıp gitmişti. Evin önüne kadar gelen dalgalar kırılıyordu. Uzaklarda ise dalga­ lar yükseliyor ve da lgakıranda patlıyordu. Hayal gücü k uv­ vetli hanımefendimiz, şimdi de dalgaların vals yaptıklarını ha­ yal ediyordu. O düşünce akıntısına kendisini koyverdi. Ne yel­ keni ne de k üreği vardı, akıntıyla öylece sürükleniyordu. So­ nunda denizin kıyısındaki sokağa bakarken buldu kendisini. İki gece önce, gecenin karanlığı içinde orada duran biri lerinin tanıdık siluetini a rıyor gibiyd i . Yemin edemem ama bence o silueti buldu. En azından akşamki konuşmanın metnini buldu­ ğu, kesin doğru: "Tertemiz bir geceydi. Neredeyse bir saat kadar denizle sı­ zin ev arasında durdum. Nefes alıp verişinizi duyacak kada r yaklaşmışken sizin beni a k lınıza bi l e getirmediğinizden adım gibi emi nim. Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun kal bim daha şiddetle atıyordu. Denizin aklı yoktur, sahili ni­ ye dövdüğünü bilmez. Oysa kalbim, sizin için attığını gayet iyi biliyord u . " Tüyleri diken d i ken o l d u , genç kadının. Unutmaya çal ış­ tı ama sürekli aynı sözler tekrarlanıyordu kafasının içinde. "Tertemiz bir geceydi . . . "

LXXII İki cümle arasında birinin elini omzunda h issetti. Kahvaltı­ sını bitirmiş, evden çıkmak üzere olan kocasıydı . Sevgiyle ve-

1 15

dalaştılar. Christiano, yatağından çok mutsuz halde kalkan Maria Senedieta'ya göz kulak olmasını söyled i . "Kalkmış mı " d i y e çığlık attı Sophia. " Aşağı indiğimde yemek odası ndaydı. Evine dönmeye ka­ rarlı görünüyordu. Bir rüya mı n e görmüş . . . " " Yani canı sıkkın." Becerikti elleriyle kocasının kravatını ve ceketinin kolla­ rını düzeltti. Bir kez daha vedalaştılar. Palha çıktı . Sophia, pen­ cereden ayrılmadı. Kocası köşeyi dönmeden önce, başın ı çe­ virip ona baktı ve adetleri ol duğu üzere birbirlerine el salla­ dılar.

LXXIII "Tertemiz bir geceydi . Neredeyse bir saat kadar denizle sizin ev arasında durdum. Nefes alıp verişi nizi . . . Sophia sonunda pencerenin önünden ayrılmayı başardığın­ da, saat dokuzu vuruyordu. Kendine kızıyordu, pişmandı. Bir daha o geceyi düşün memeye yemin etti. Zaten bir şey olma­ mıştı . Keşke Carlos Maria'nın sözlerini bitİrınesine izin ver­ meseyd i . Aslında izin verdiği iyi ol muştu, bir skandalı önle­ mişti. Çünkü onu oturduğu kol tuğa kadar götürüp, orada, herkesin içinde de söyleyebilirdi. Ve sanki aynı ses tarafından söylenen aynı sözlerden oluşan i natçı bir melodi gibi, yine ay­ nı kelimeler kafasının içinde yankılandı: "Tertemiz bir gecey­ d i . Neredeyse bir sa at kadar den izle . . . "

"

LXXIV Sophia önceki geeeki lafları aklında tekrarlayıp dururken Car­ los Maria da gözlerini açmıştı. Önce bir gerindi. Sonra da ban­ yoya gidip ata binrnek üzere giyinmeden önce, akşamki olay-

116

ları aklından geçirmeye başladı. Bunu hep yapardı ve bir ön­ ceki gecenin olavları ıçinde kendi lehine bir şeyler, hep bulur­ d u . Onun eğlencesivdi bu. Bulduğu o şeyler, atından inip ta­ dını çıkara ç ı b ra �oğu k bir hardak su içeb i l eceği niz, yol üzerindeki hanlar gıbivdı. Öneekı gece böyle bir şey olmamış­ s,ı va da tersine olay larla karşılaşınışsa bile moralini bozmaz­ dı. İlıtivacı olan şey, gecenin boşa geçmediğini gösteren tek şey, kendi ettiği bir lafın veya kendi ya ptığı bir hareketin keyfi ni ç ı karmak ve kendini o ortamda d üşi.i nmekti. Soph ıa, önceki gel·e önemli bir rol oynaınıştı. Aslını söy­ lemek gerekirse olayların en önem li parçası, kocaman ve gör­ kemli hinaıı ı ı ı gi>rüııen vüzuvdti. Carlos akşamki solıbeti ak­ lına getirerek keyfi n i �-ıkardı. Ama aşkını itiraf ettiği salıne­ ye gelince, hem hoşnutl uk, hem de hoşnutsuzluk duyguları ya­ şadı . Bir ödü ndü o laflar, hir zorun luluktu; avantaj ları deza­ vantajlarını telafi ediyordu ama genç adam vi ne de çelişik iki duygu arasında k a lmıştı . Sophia'ya bir önceki gece Flamen­ go Sahili'ne gittiğini söylediği aklına gelince, kendini tutama­ vıp bir kahkaha patlattı. Çünkü bu doğru deği l d i . Böyle bir şey söyleme fikri, sohbet esnasında aklına gelmişti. Aslında ora­ ya gitmenı işti, aklından bile geçmemişti. Sonunda kahkaba­ sını bastırabildi. Hatta söylediğinden pişman bile olmaya baş­ ladı. Gerçekleri çarpıtmak, onda bir kalitesizl i k duygusu ya­ ratmış ve gururunu k ı rmıştı. Sophia 'yı ilk gördüğünde, söy­ lediği yalancı şarkının nakaratını düzeltmeyi bile düşündü. Ama sonra böyle yaparsa yalan söylemiş olma k t a n daha da kötü bir d ur uma düşeceği n i fark etti. Netice i ti barı vle l'ir �ürü ya­ lancı şarkı vardı ve hepsi de çok gi.izel d i . Hemen canla ndı. Akşamki misafir salonu a k l ı n�ı gddı. Er­ kekler ve kadınları, sabırsız havra nları, k ızgı n rakıplerı gör­ dü, içi kıskançlık ve hayranlık sul:.ı rıvla doldurulmuş hivet­ te banyo yapınanın tadını çıkardı. Diğerleri nin kıskan�·l ığı el­ bette; kendisi bu adi duygııvu bil miyord u . Ovsa başkalarııı ı ı ı kıskançl ık ve hayranlığı, ona büyük b i r haz veriyord u . Ne d e olsa gecen i n prensesi kendısİnı o n a hasretnı işti . Zaten Sop­ lıia 'nın üstünlüğünü kabul etmesinin nedeni de buydu. Bir de

1 17

kadında başkentlilerde görülmeyen bir kusur görm üşt ü . Bi­ raz terbiye edilmesi lazı mdı . Takl itten öte bir şey olarak gör­ mediği Sophia'nın pariatılmış hareketlerinin, evlenmeden ya hemen sonra ya da hemen önce edi nilmiş hareketler old uğu ve normalde yaşamış olduğu çevrede kazanıl amayacağı izie­ nimi edinmişti.

LXXV Aklına başka kadınlar geldi; beğenilerini gözleriyle ifade eden diğer erkeklere karşı Carlos Maria 'nın gözleri ni, onlara kar­ şı Carlos'un arkadaşlığını tercih eden öteki kadınlar. Hepsiy­ le sevişti m i ? Bil miyoruz. Ama şüphesiz bazılarıyla sev işmiş­ tir. Hepsinden keyif aldı mı, bunu da bilm iyoruz. Bazı kadın­ lar nam uslu dur. Bir günah işlernek ya da günaha girme teh­ l ikesi yaşamaktan ziyade, yanlarında yakışıklı bir erkek bu­ lunmasının verdiği keyfi yaşamak isterler sadece; Othello'nun ihtirasını izleyip sonra da ellerini Desdemona'nın kanına bu­ laştırmak zorunda kalmadan evi ne giden tiyatro seyircileri­ ne benzerler. Şimdi o kadınların hepsi yatağının çevresinde bir daire oluş­ turm uş, ellerindeki birbirinin aynısı çelenkleri sallıyorlardı. Muhtemelen hepsi genç değildi ama tabii ki gençler daha faz­ laydı . Carlos Maria, mermere tespit edilmiş, kımıldayamayan ve kendisine i nananların sunularını bu şekilde kabul eden an­ tik tanrılar gibi izliyordu onları. Bütün bu ses cümbüşü için­ de aralarından üç dört tanesinin sesi seçiliyordu. Bunların sonuncusu Sophia idi. Genç adam onu dinledi ve içi kıpırdadı ama ilk kez onu gördüğündeki gibi kıpı rdama­ dı. Diğer kadınların, kaliteli kadınların anılan, onun önemi­ ni azaltıyord u . Gerçi çok çekici bir kadın olduğunu ve i lahe gibi vals yaptığını inkar edemezdi . Acaba ona aşık mı olmuş­ tu? Sahil yalanı tekrar aklına gelince huzursuz oldu, yataktan kalktı .

118

" Neden şeytana uyup da böyle bir yalan söyled i m ? " Yine gerçeği ona açıklama arzusu hissetti içinde. Üstelik bu kez daha güçlüydü. Ancak uşaklar ve onlar gibiler yalan söy­ lerdi. Yarım saat sonra atma binmiş, lnvalidos Sokağı'ndaki evin­ den çıkıyordu. Canete'ye doğru giderken Sophia'nın evinin Flamengo Salı i li'nde olduğunu hatırladı. Atın başını denize dik inen sokaklardan birine çevirip aşağı doğru inmek ve güzel valsçinin kapısının önünden geçmek, gayet doğal bir şeydi. Bel­ ki de onu pencerede görür, yüzünün nasıl kızardığına ve ken­ disini nasıl selamladığına bakardı. Bunlar genç adamın kafa­ sından birkaç saniye geçen düşüncelerd i . Dizginleri çekerek atı döndürdü ama bu kez atı değil, ruhu o na karşı koyuyor­ du. Eğer şimdi giderse hemen kadının peşine düşmüş sayıl ır­ dı. Dizgi nleri tekrar çekip atı başka yöne çevir d i .

LXXVI Ata iyi binerdi. Yan ından geçen y a d a onu gören kimse, genç adamın göz dolduran zarif duruşuna, asil hareketlerine bak­ madan d u ramazd ı . Carlos Maria da hayra n l ı k dolu tüm ba­ kışları kabul ederdi . Zaten kalabal ı k la ra , h a l ka boyun eğdi­ ği tek nokta da buy d u . O na tapınanlar da i nsan d ı .

LXXVII Kuzin i n i gazete okurken gören Sophia, " Hadi baka l ı m " di­ ye tekrarladı. Maria Benedieta harekete geçti ama hemen eski haline dön­ dü. iyi uyuyamamış, sabah da erken kalkmıştı. Gece eğlence­ lerinden hoşla nmıyordu. Sophia, gece eğlence l erine al ışması gerektiğini çünkü Rio d e Janeira'da hayatın, tavuk gibi erken-

1 19

den yatılıp horozun ötüşüyle kalkılan taşra hayatından fark­ lı olduğunu söyled i . Parti hakkında ne düşündüğün ü sorun­ ca, Ma ria Bened ieta kayıtsızlıkla omuz sil kınesine karşın, iyiydi diye cevap verdi. Kısa ve neşesiz cevaplar veriyordu. Sop­ hia onun da akşam çok dans ettiğini ama sıra vals ve pal ka­ ya gelince oturduğunu gözlemlemişti. Neden vals ve palkada oturuyord u ? K uzinden sadece çekingen bir bakış geldi. "O dansları sevmiyoru m . " " Sevnı iyorum ne demek ? Korkuyor musun ? " " Ne korkması ! " " Ya n i alışık değilsin onlara . " " Bir erkeğin vücudunu vücuduma o kadar yakın hissetmek­ ten ve herkesin önü nde bu vaziyette bir aşağı bir y ukarı gi­ dip gelmekten hoşlanmıyorum. U tan ı yorum . " Sophia birden ciddi leşti. Kendini savunmaya y a d a k uzi­ nine dans konusunda ısrarda bulunmaya kalkmadı. Taşra ko­ nusunu açtı. Christiano'nun söylediği n i n doğru olup olmadı­ ğını, yani kuzininin eve gitmek isteyip istemediğini sordu. Dal­ gm dalgın gazeteye bakan Maria Benedieta birden caniandı ve gitmek istediğini, yanında annesi ol madan yaşayanıayacağı­ nı söyled i . " Neden p e k i ? Bizimle mutlu deği l misi n ? " Kuzin bir şey söylemedi. B i r haberi arıyormuş gibi gözle­ riyle gazeteyi tarıyor, sinirli sinirli d udaklarını y iyord u . Sop­ hia bu ani değişikliğin nedenini bulmaya kararlıydı. Kuzi n i ­ n i n el lerine d o k u n d u . B u z gibiydi. " Ev le nmen lazım sen i n " dedi sonunda, " sana bir nişanlı adayı buldum. " Aday, Rubiao idi. Palha, üzerinde çal ıştığı planı, kuziniy­ le ortağını evlendirerek bitirmek istiyordu. Böylece bütün zen­ ginlik aile içinde kalacak demişti karısına. O da bu işi hal let­ meyi üzerine a lmıştı. Şimdi, kocası na verdiği bu sözü hatırlı­ yordu. K ızın bir nişanl ısı vardı. "Kim o ? " diye sordu Maria Benedicta. " İsmi lazım değil . " İnanabil i yor musunuz, gelecek nesildeki okurlarım, Sop-

120

hia, Rubiao'nun ismini açıklamadı. Kocasına bu ismi kıza ken­ disinin önereceğ i n i söylemişti ama bunun için doğru zaman değil d i . Aslında o a nda gerçekten de Rubiao'nun ismini söy­ leyecekti ama söyleyemedi. Neden acaba? Yoksa kıskandı m ı ? İ y i de Rubiao'yu sevmeyen Sophia'nın, o n u n kuziniyle nişan­ lanmasını istememesi biraz garip kaçmaz mı? Garip kaçar el­ bette. Ama Doğa'dır bu, her şey mümkündür. Othello'nun kıs­ kançl ığını ve asil Desgrieux'nün k ıskançlığını yaratan Doğa, neden Sophia tarzı, ne vazgeçen ne de elde eden bir kıskanç­ lığı da yaratmamış olsun ? Maria Benedieta ısrarcıydı: " Kim o ? " Sophia, "Sonra söylerim. Önce izin ver d e bazı düzenleme­ ler yapayı m " diyerek konuyu değiştirdi. Maria Benedicta'nın havası değişti. Artık dudaklarıncia ne­ şeli ve umut dolu bir gülüş vardı. Gözlerinde, kuzinine şükran vardı . Bir de kimseni n duyamayacağı, anlayamayacağı, bel i r­ si z kelimeler uçuşuyordu gözleri nde. " Be l l i k i dans etmeyi seviyor. " Dans etmeyi seven kirndi acaba ? Sophia'nın Carlos Ma­ ria ile o kadar -;ok dans etmesinin nedeni, bel l i ki buydu. Ma­ ria Benedieta şimdi anlıyordu ki dansın tek ve gerçek nedeni, bu konuydu. Aralarda da sürekli konuşuyordu i kisi ama bes­ bel l i bu konu üzerinde konuşuyorlardı. Kuzini kendisini ev­ lendirmeyi kafasına koymuştu ve bunu ayarlamaya çalışıyor­ du. Bel ki de Carlos Maria kendisini çekici bulmuyordu. Ney­ se baka l ı m k uzi ni nasıl ayarlayacaktı . . . İşte genç kızın mut­ lu gözler i n i n söyledi k leri bunlard ı .

LXXVIII Rubiao, kuşkularından öyle kolay kolay vazgeçmezdi. Carlos Maria'yı sorgulamayı düşündü. Hatta ertesi gün tam üç ke­ re lnvalidos Sokağı'na gitti. Onu bulamayı nca da fi krini de­ ğiştirip tam üç gün dışarı çıkmadı. Onu bu yalnızlığından kur-

121

taran şey, Binbaşı Siqueira'nın Dous de Dezembro Sokağı'na taşındığını söylemek için gelmesi oldu. Binbaşı, dos�umuzun evini pek sevdi. Evin dekorasyonunu, süslerini, perdelerini, es­ ki zamanlardaki dekorasyon ve süslemelerden örnekler de ve­ rerek uzun uzun anlattı d urdu. Sonra birden durup Rubiao' nun sıkkın göründüğünü söyledi ve bunun gayet doğal oldu­ ğunu çünkü yanında kendisini tamamlayan birisinin olmadı­ ğını ek ledi . " Mutlu bir adamsı n ız ama bir şeyiniz eksi k . Bir eşe ihti­ yacınız var. Evlenin. Ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. " Rubiao'nun aklına Santa Theresa'da Sophia ile konuştu­ ğu o ünlü akşam gelir gelmez, yine omuriliği boyunca bir ür­ perti gelip geçti . Oysa Binbaşı'nın sesinde hiç da dalga geçer gibi bir şey yoktu. Kızı haLl. XLIII. böl ümde bıraktığımız hal­ de duruyordu. Tek fark, 40. yaş gününün de çoktan gelip geç­ miş olmasıydı. Artık o 40 yaşında, evde kalmış bir kız kuru­ suydu! Yaş gününde durumunu bir kez daha gözden geçirmiş ve kendi kendine dertlenip durmuştu. Parti vermemiş, saçia­ rına k urdele ya da çiçek takmamıştı. Sadece öğle yemeğinde babası çocukluğundan, annesi ve anneannesinden, maskeli bir balodan, 1 84 8'de vaftiz edilmesinden, Albay Clodomiro'ya ait bir kolyeden ve bunun gibi karmakarışık şeylerden bahsetmiş­ ti, vakit geçirmek için. Dona Tonica'nın aklı ise başka yerdey­ di. Kendi içine dönmüş, ruhsal yalnızlık ekmeğini yiyor ve bir koca bulmak için giriştiği son çabadan da pişmanlık duyuyor­ du. Artık 40 yaşındaydı ; bu arayışlara bir son vermek lazım­ dı. Tabii Binbaşı'nın aklın da böyle şeyler yoktu, o sadece Ru­ biao'nun evini ruhsuz bulmuştu . Evden çıkarken tekrarladı : " Evlen i n . N e kadar h a k l ı olduğumu göreceksin iz. "

LXXIX Binbaşı çıktıktan hemen sonra bir ses, " Neden olması n ? " di­ ye sordu.

1 22

Korkan Rubiao arkasına döndüğünde kendisine bakan kö­ pek dışında kimse yoktu. Bu soruyu soranın Quincas Borba, daha doğrusu, ruhu bunun içinde olan öbür Q u i ncas Borba o l d uğunu düşünmek o kadar saçmaydı k i , dostumuz kü­ çümser bir eda ile gülümseyerek XLIX. böl ümde rastladığı­ mız hareketi, yani hayvanın boynunu ve k ulaklarını okşama hareketini yaptı. Tabii ki bu hareket, köpeğin içinde bulunma­ sı muhtemel rahmetlinin ruhunu memnun etmeye yönelik, he­ saplı bir hareketti. Yani dostumuz, kendini bir izleyici topluluğunun karşısın­ da görür gibi davranıyordu.

LXXX Bu arada ses sürekli tekrarlıyordu: "Tabii, neden olmasın, ne­ den evlenmeyesin ? " Ruhiiio'nun da aklına yattı, tabii neden ev­ lenmeyeyim? Giderek içini yiyip bitiren umutsuz ve tesellisiz aş­ kına da son verebi lirdi böylece. Hem evlenince bir sırrın içine de girmiş olacaktı . Evet, evlenmek. Hemen şimdi evlenmek. Bu fikir aklına geldiğinde, bahçe kapısındaydı. Oradan içe­ ri girdi, taş merdi ve nleri çıkarak evin kapısını açtı. Ne yap­ tığının farkında değildi. Kapıyı kapadığında, yanında gelmiş olan Q u i ncas Borba'nın sıçra ması Rubiao'yu kendine getir­ d i . B inbaşı nereye girmişti ? Bi nbaşı ' n ı n evden çıkmak üzere olduğunu hatırlıyordu. Ama biraz düşününce, onu sokağa ka­ dar geçirmiş old uğu geldi aklına. Demek ki bacaklarıydı her şeyi yapan. Kafası düşünmekten başka bir şeyle meşgul olma­ sın diye kendi kendine Rubiao'yu bir yerlere götürüp getir­ mişlerdi. Güzel bacakları m ! Dostlarım beni m ! Aklımın kol­ tuk değnekleri ! Kutsal bacaklar! Aklı tamamen evlilik fikrine ayrılmışken onu kanepeye götüren ve kendisiyle beraber oraya uzanan ba­ caklar. Evlilik, Sophia'dan k urtuluş olacaktı. Hatta belki da­ ha da iyi olacaktı.

1 23

Evet, evlenmek, talihinin dönüşüyle birlikte yitirdiği iç hu­ zurunu yeniden bulmasını sağlayabilirdi . Ama bu düşünce ak­ lının ya da bacakların ı n deği l , başka bir şeylerin, bir örüm­ cek gibi tam ayırt edemediği bir şeylerin ürünüydü. Bir örüm­ cek, Mozart hakkı nda ne bilir? Hiçbi r şey. Ama yine de us­ tanın bir sonatı çalınırken zevkle dinler. Bir kedi de, mesela, hiç Kant okumamış olabilir ama metafizik bir hayvan sayı­ lır. Belki de evli l i k, hakikaten kaybettiği iç huzurunu, bulma­ sına yardım edebilir. Rubiao, bir istikrarsızlık h issedi yordu. En sevdiği, kendisine çok şey i fade eden dostları bile geçici dostlardı. Yol boyunca sürekli değişen d i llerden, kimi za­ man ispanyolca, kimi zaman Türkçe konuşulan yerlerden ge­ çen uzun bir yolculuk boyutu veriyorlardı hayatı na. Sophia da bu duyguya katkıda bulunuyordu. O kadar değişkendi ki, bir öy le, bir böyle derken, bel irli bir uyuma ya d a kalıcı bir bilince ulaşmadan geçip gidi yordu günler. Ruhiiio'nun yapacak bir işi yoktu. Uzun ve boş günleri ge­ çirmek için meclise gidip toplantıları izliyor, muhafıziarın nö­ bet değişimini seyrediyor, uzun yürüyüşler yapıyor, akşamları da lüzumsuz ziyaretlerde bulunuyor veya tiyatroya giderek ke­ yif almadığı oyunlar seyrediyordu. Neyse ki lüks içindeki evi ve bu atmosferde biriktirdiği hayalleri, ruhunu dinlendiriyordu. Son zamanlarda çok okumaya başlamıştı. Roman okuyor­ du. Ama sadece tari hi romanları; baba Dumas'nı n roma nla­ rıyla r euillet'nin romanları n ı . Ancak Feuillet'n i n k i l erde zor­ la nıyordu çünkü o romanların yazıldığı dili çok iyi bi lmiyor­ d u . Dumas'mn roman ları ise çevrilmişti. Hele de aristokra­ si ve kraliyer çevrelerinde geçen romanlar çok i lgisi ni çekiyor­ du. Muhteşem Dumas ' n ı n yarattığı Fransız sarayı sahneleri, soyl u şövalyeleri ve maceracı ları ile Feui l let'n i n lüks evlerde geçen ki bar konuşmalar, zarif ve soylu kontesleri ve dük leriy­ l e zaman akıp gidiyordu. Bir kitabı okurken, kitap hemen her seferinde elinden kayıp yere düşüyor, Rubiiio ise gözlerin i ta­ vandan alamı yordu. Belli ki uzun zaman önce bu diyardan göçmüş bir marki, ona eski günl erin hikayelerin i anlatıyordu böyle zamanlarda.

1 24

LXXXI Gelini düşünmeden önce, Rubiao düğünü düşünmeye başla­ dı. Töreni baştan sona aklında canlandırdı. Eğer hala kaldıy­ sa, eski kitaplarda gördüğü o eski zarif a rabalara bi necekti. Ah o eski, kocaman, zarif arabalar! Bayram günleri şehir mec­ lisi binasının önüne gidip İmparator'un k ortejiyle birli kte gelmesi ni beklemeyi nasıl da severdi . Öze l l i k l e d e Majestele­ ri'nin zarif renklerle süslü, kocaman, sağlam yayiara sahip, cid­ di görünüm l ü ve görgülü sürücüler tarafından sürülen araba­ sını görmekten büyük zevk alıyordu. İmparatorun arabasını daha k üçük ama onun kadar göz dolduran diğer arabalar iz­ lerdi. İşte kendi düğününde de bu arabalardan biri olacaktı. Da­ ha küçüğü de olabilirdi, yeter ki bütün sosyete şimdinin o ka­ ba arabalarına binmesindi . . . Ama eğer çaresiz kalıp da o ka­ ba arabalardan birini düğün arabası yapmak zorun da kalır­ sa, araba yı süsleyecekti. Peki neyle süsleyecek t i ? O anda bu­ lamıyordu ama sıradan olmayan ve arabaya ayırt edici hava­ sını verecek bir ma lzemeyle. Bir de önüne bir çift güzel at . . . Özel altın ü n i forması içinde bir sürücü . . . Hey Ta nrım! Ama daha önce h iç görülmemiş türden bir altın olacaktı bu. En üst düzey davetliler, generaller, diplomatlar, senatörler, bir iki ba­ kan, iş aleminin en önemli simaları . . . Ve hanımefendiler . . . Muhteşem kadınlar. . . Rubiao isimlerini aklından tek tek say­ dı, d üğün sarayına girişlerini kafasında canlandırdı. O mer­ divenlerin tepesinde d ururken kadınlar d a lobiyi geçip saten elbiseleri içinde hafif adı mlarıyla merdivenlerden çıkıyorlar­ dı. Önce sadece birkaçı gelmişti. Sonra ötekiler de geldiler. Ara­ balar sürekli geliyordu. İşte Bilmemne Kontu ve Kontesi. Gös­ terişli bir adam ve eşsiz bir kadı n . Kont merdivenleri çıktık­ tan sonra, " İşte yanındayız aziz dostum" diyecekti. Hemen ar­ dından Kon tes, " Bay R ubiao, muhteşem bir d üğün . . . Sonra Papalık Elçisi . . . Evet, onu unutmuştu ama nikahı Pa­ palık Elçisi kıyacaktı. Elçi, mor çorapları ve kocaman Napo­ l iten gözleriyle Rus bakanla sohbet ediyor olacaktı. Altın ve "

1 25

kristal avizelerden gelen ışıklar, şehrin en nezih boyunlarının, resmi üniformaların, açı l ıp kapanan yelpazelerin, apoletleri n, taçların ve vals çalan orkestranın üzerinde parıldayacaktı. Son­ ra belli bir açıyla kıvrılmış siyah cekedi kollar, d irseğe kadar eldivenli çıplak kollar bulmak üzere ortalıkta dolaşacak ve bul­ dukları zaman da salonda dönerek valse başlayacaklardı. Beş, yedi , on, on iki, yirmi çift . . . Mükellef bir yemek . . . Bohemya kristali, Macar porseleni, Sevres camları, yakalarma Rubiao'nun isminin başharfleri işlenmiş özel üniformaları içinde a k ı l l ı uşak lar . . .

LXXXII Hayallerin biri bitip öteki başlıyordu. Gizeml i Prospero d a sı­ kıcı bir adayı yüce bir baloya böyle dönüştü rmemiş miydi ? " Hadi Ariel, git ve i nsanları buraya getir. Çünkü bu genç ç i f­ te sanatırn ı n gururunu i hsan edeceği m . " Kelimeler, o oyunun kelimeleriyle aynı olabilir ama ada ve ba lo fa rklıyd ı . İlki, dostu muzun ka fasıydı. İkincisi ise tanrı­ çalardan ve şiirden değil , fanilerden ve düzyazıdan oluşuyor­ du. Ama yine de çok zarifti. Sakın unutmayın, Shakespeare'in Prospero'su da M ilana Dükü'ydü. Muhtemeldir k i dostumu­ zun adasına bu unvana sahip olduğu için gelebi l m iştir. El bette bu düğün fantezilerinde Rubiao'nun yanı başında beliren gel inler de hep asalet unvanına sahip kadınlard ı . Üs­ telik asillerimiz arası ndaki en tumturaklı unvaniara sahipti­ ler. Bunun açıklaması şuydu: Birkaç hafta önce Rubiao bir La ­ emmert Almanac'a bakmış, sayfalarını çevirirken asalet un­ vanına sahip insanların olduğu bölüme gelmişti. Bazılarını ta­ nısa bile çoğu onun için yabancıydı . Bunun üzerine bir alına­ nak almış ve tekrar tekrar okumuştu. Markiden başlayarak baronlara kadar olan sayfayı sonuna kadar okumuş sonra tek­ rar başlamış, o güzel isimleri tekrar tekrar okuyarak ezberle­ mişti. Arada sırada eline kalem kağıt alıp eski ya da yeni bir

126

unvan seçiyor ve sanki bu u nvan onunmuş da bir şeyi i mza­ lıyormuş gibi tekrar tekrar yazıyordu: Barbacena Markisi Barbacena Markisi Barbacena Markisi Barbacena Markisi Barhacena Markisi Barbacena Markisi El yazısını değiştirerek, şurada büyük harflerle, burada kü­ çük harflerle, yana eği k, dik, bütün stillerde kağıd ı n sonuna kadar aynı şeyi yazıyordu . Kağıt bitince imzaları karşılaştı­ rıyordu. Sonra da kağıdı bir yana koyup hayallere dalıyord u . Gelinlere. İ ş i n en kötü yanıysa, gel inierin hepsin i n Sophia'nın yüzüne sahip olmasıydı. Gerçi ilk anlarda gelinler sokakta gör­ düğü bir kadına veya bir komşuya benziyor, bi raz i nce veya topl u ol uyorlardı ama çok geçmeden görünüşleri değişiyor­ du. V ücutları ya biraz bal ı k etine dönüşüyor ya da i nceliyor ve Sophia'nın güzel yüzü bütün ihtişamıyla bu vücudun tepe­ s i ne konuveriyordu . Evlil ikten kaçış yok m uydu ? R ubiao o kadar i leri gitti ki Palha'n ı n ölmesi olasılığı bile aklına gelive­ riyordu. O gün Sophia ona i k i a n la ma da gelen birkaç güzel laf söylemişti. Gerçi b u fikri hemen şeytani bir alarnet sayıp reddetmişti ama tal i h i n i n yaver gittiği duygusuna kapılmak­ tan da geri duramamıştı. Birkaç gün sonra Sophia'nın ona kar­ şı davranışları y i ne değişmiş, o da eski hayallerine dönmüş­ tü. Bu arada Palha d a onun evlilik fantezi lerini bi rden fazla kereler harekete geçi rmişti. " Bu akşam gidecek bir yeriniz var mı ? " " Hayır. " " O zaman ş u bileti alın. Lyric Tiyatrosu, 8 . loca, soldan ilk sıra . " Rubiao onlardan erken gidiyor, Sophia'nın gelmesini bek­ l iyor, onu karşılayarak, arabadan inerken kolunu ona sunma­ yı bekliyordu. Sophia'nın havası yerindeyse mükemmel bir ak-

1 27

şam geçiriyor, değilse, bir keresi nde köpeğine dediği gibi, gö­ rev şehidi oluyordu. " Dün akşam yine şehit oldum, sevgi l i dostu m . " Quincas Borba ise cevaben, "Evlen. Haksız olmadığımı gö­ receksin " diye havl adı. " Peki zavallı dostum. " Rubiao, Quincas Borba'nın ön ayak­ larını kaldırıp dizlerinin üzerine koyd u. " Sen de haklısın. Se­ nin de bir hanım arkadaşa ihtiyacın var. Benim sana göstere­ meyeceğim özeni gösterebilecek birine. Quincas Borba, bizim Quincas Borba'yı hatırlıyor musun ? İyi arkadaşımdı, dostum­ du. Ben de onun dostuydum. Çok iyi dosttuk. Yaşasaydı sağ­ dıcım olur, şerefime o kadeh kaldırırdı. En azından gelinle gü­ veyin şerefine, sırf o gün için sipariş ettiğim mücevherle süs­ l ü altın kadehi kaldırırd ı . Büyük Qui ncas Borba ! " Rubiao'nun a k l ı , dipsiz uçurumların üzerinde uçuyordu.

LXXXIII Evden, her zaman k i nden erken çıktığı ve o zamanı nas ı l geçi­ rebileceği ni bilmediği bir gün, depoya gitti. Flamengo Sahili'ne gitmeyeli bir hafta olmuştu çünkü Sophia yine soğuk ve me­ safeli davrandığı bir döneme gi rmişti. Palha'nın matemde ol­ duğunu gördü. Karısının teyzesi Dona Maria Augusta çiftliğin­ de ölmüştü. İki gün önce, öğleden sonra haber almışlardı. "Şu genç k ızın an nesi m i ? " " Evet. " Palha rahmetli hakkında övücü sözler ettikten sonra Ma­ ria Senedieta'nın acısının çok dokunaklı olduğunu söyledi. Ru­ biao'dan o akşam eve gelip kızın acısını unutturmalarına yar­ dımcı ol masını istedi. Rubiao da gitmeye söz verdi . " Bize büyük bir iyilik yapacaksınız. N e kadar d a i y i bir kız, zava l l ı ! Ne iyi yönleri olduğunuz bilemezsiniz. Çok iyi yetiş­ tirilmiş, kurallara bağlı bir kız. İnsan içinde nasıl davranıla­ cağı nı da bil iyor. K üçükken pek bu konuda eğitim almamış

1 28

ama hızla eksiklerini telafi etti . Zaten öğretmeni de Sophia. Ev idaresi ne gelince . . . Sevgili dostum, onun yaşında bu ka­ dar mükemmelen ev idare eden birini daha görmedim. Bizim­ le kalıyor. Maria Jose adında bir kız kardeşi var, Ceara'da bir yargıçla evli. Bir de Sao Joao d'EI Rey'de vaftiz babası var. Rah­ metli çok överdi bu adamı. Maria Senedieta'yı yanına alaca­ ğını sanmıyorum ama alsa bile ben bırakmam. Artık o bizim kızı mız. Sadece vaftiz babası ona biraz miras b ırakacak diye onun gitmesine izin veremeyiz. Burada kalacak." Laflarını böy­ le bitiri rken Rubiao'nun yakasından bir toz zerresi si lkeledi. Rubiao ona teşekkür etti . O sırada arka ofiste oldukların­ dan ızgaraların arasından depoya biraz kumaşın getirildiği­ ni gördü ve ne olduğunu sordu . " Gömleklik İngi liz k umaşı . " " Ya, demek gömleklik İngiliz k umaşı" d i ye tekrartadı Rubiao da. Ama konuya en k üçük bir ilgi bile uyanmaınıştı içinde. " Bu arada bil iyor musunuz, Moraes ve Cumba şirketi kre­ ditörleri ne borcunu tamamen ödüyor. " Bilmiyordu, Rubiao. Böyle bir şirketin varlığından ve ken­ dilerinin de bu şirketin kreditörleri arasında olduğundan ha­ beri bile yoktu. Bu bilgiyi aldı, memnun olduğunu söyledi ve kalktı. Ama ortağı onu biraz daha tuttu. Palha çok neşeliydi, sanki ailesinden kimse ölmemişti. Tekrar Maria Senedieta 'dan bahsetti. Onun iyi bir evli l i k yaptığını görmek istiyordu çün­ kü öyle ayran budalası, kafası dağınık, boş boş gevezelik yap­ maktan hoşlanan bir kız deği l d i . Güven ilir ve iyi bir kocayı hak eden, d uyarlı bir kızdı. Rubiao, " Ne güzel " dedi. Ortağı birden, " Ba k ı n " dedi, " söyleyeceklerim sizi şaşırt­ masın. Bence onunla siz evlenmelisiniz. " " Ben m i ? " Ru biao, şaş k ı n l ı k içinde ortağına bak ıyordu . " Ol u r mu can ı m ? " Sonra da doğrudan bu öneriyi reddetme­ sinin etk isini biraz yumuşatmak için, " Gayet iyi bir kız oldu­ ğunu ben de biliyorum ama şu anda evlenmeyi d üşünmüyo­ rum . "

129

" Zaten hemen yarın ya da öbür gün evlenin diyen yok ki . . . Evli l i k , aceleye gelmez. Sadece öyle içime doğd u . Biliyorsu­ n uz, k i m i zaman i nsanın içine doğar. Sophia size h iç benim bu duygumdan bahsetmedi m i ? " " Hayır. " " Garip. Çünkü bana b u konuyu sizinle bir veya i k i kere konuştuğunu söylemişti . " " Belki de söylemiştir. Ben çok dalgınımdır. Yani beni o kız­ la evlenciirmek istediği nizi mi söyleyecekt i ? " " Hayır, ben im sezgimi söyleyecekti. Neyse, önemli deği l . Zamana bırakalım bunu." " H oşça kal ı n . " " H oşça kalın. Eve erken geli n . "

LXXXIV Demek Sophia evlendirip kendisinden kurtulmak istiyordu, böy­ le düşündü Rubiao. Kendisinden kurtulmanın en kolay yolu buydu tabi i . Evlendir gitsin. Başka bir düşünce a klına gelene kadar bu düşünceyle sokakları arşıntadı durdu. Belki de Sophia onu tamamen unutmamıştı . Kocasına yalan söylemesinin ne­ deni de bu plana engel olmaktı. Bu durumda Rubiao'mın duy­ guları da tamamen farklı olacaktı tabii ki. Bu açıklama ona ak­ la yatk ı n geli nce içi tekrar huzur buldu.

LXXXV İnsan zamanı kolay geçirmediği takdirde i ç huzuru zaman bas­ k ısından asla tam anlamıyla kurtulaınaz. Rubiao'nun bir an önce akşam olması ve Flamengo Salıili'ne gitme zamanının gel­ mesi isteği nedeni yle vakit, her zamankinden zor geçiyordu. Saat her şey için çok erkendi. Ouvidor Sokağı 'na gitmek için

1 30

çok erkendi, Botafogo'ya gitmek için çok erkendi. Doktor Ca­ macho bir duruşması için Vassouras'a gitmişti. Kamuya açık hiçbir eğlence, tek bir konferans bile yoktu o saatte. Vakit ge­ çirebi lecek h içbir şey yoktu. En derinlerinde duyd uğu sıkın­ tıyla birlikte Rubiao, rastladığı tabela ları okuya rak ayakla­ rının götürdüğü yere yürüyor, bu arada d a arabaların mey­ dana getirebileceği bir karışık l ı k, bir olay nedeniyle oluşabi­ lecek bir eğlenti arıyordu kendine. İ nsan M i nas'ta bu kadar sıkılmazdı. Neden? Bu muammaya cevap bulamadı çünkü Rio de Janeira'da i nsanın di k katini dağıtabilecek kadar çok eğ­ lenti olurdu. Yine de sıkı ntıdan patlıyord u. Alla htan s ı k ı ntıdan patlayanlara yardım etmekle görevl i bir ta nrı var. Rubiao d a birden Freitas'ı, o neşel i Freitas'ı ha­ tırladı. Zavallı ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Hemen bir ara­ ba çevirip Formosa Sah ili 'ne, onu görmeye gitti. Hasta arka­ daşıyla sohbet ederek iki saat geçirdi. Uyuyakaldı adamcağız. Rubiao, arkadaşının zayıf ve hastalıklı annesine veda etti. Tam kapıdan çıkarken, " Şimd i sizin paranız da yoktur" dedi. Ka­ dının gözlerini yere indirip dudaklarını ısırdığın ı görünce de, " Hiç üzi.ilmeyin. Muhtaç olmak i nsana acı verir ama bunda utanılacak bir şey yok. Sordum çünkü giderlerinizi karşılama­ mı kabul etmenizi istiyorum. Paranız olunca sonra ödersiniz. " Cüzdanını açıp altı tane 20 binlik çıkardı ve kadı n ı n eli­ ne bıraktı. Sonra da kapıyı açıp dışarı çıktı. Yaşlı kadın o ka­ dar şaşırmıştı k i teşekkür bile edemedi . Kendine gelip pence­ reye koştuğunda da araba hareket etmişti bile.

LXXXVI Her şey o kadar kendil iğinden bir içgüdünün etkisiyle olmuş­ tu k i R u biao a ncak araba hareket ettikten sonra yaptığı şe­ yi düşünecek zamanı buldu. Sanki akl ındaki perdeyi kaldır­ mış ve her şeyi daha iyi görmeye başlamıştı . Kadıncağızın ar­ kasından nasıl koşturduğunu görebiliyordu. Sonra yatalak has-



ta olmamasının ne demek olduğunu hissetti. Arkasına yasla­ nıp derin bir nefes alarak rabatladı ve denize doğru baktı. Son­ ra i leri doğru eği ldi. Gelirken denize bakmaınıştı bile. Böyle iyi bir müşteri bulduğu için gayet mutlu olan arabacı , "Güzel manzara, değil m i ? " dedi. " Evet, çok güze l . " " Daha önce buraya gel miş miydiniz ? " " Sanırım yıllar önce, R i o de Janeira'ya ilk geldiğimde gör­ müştüm burayı. Ben M i nas'l ıyım . . . Araba yı durdurun . " Arabacı atı d u rdurdu. Ru biao aşağı indi v e arabacıya yavaş yavaş devam etmesini söyledi. Çamurdan fışkırıp yüzü hizasına kadar büyüyen sık çalı­ lıklar merakını çekmiş, yanlarına gitmek istemişti . Sokağın he­ men yanındaydılar. Güneşi bile hissetnıiyordu şimdi; hasta ar­ kadaşının annesi ni ise çoktan unutmuştu. Deniz hep böyley­ se, kıyı hep bu kadar yeşillikse denize açılmak gayet iyi bir fi­ kir olabilirdi. Üstelik Lazaros Sah ili ile Sao Christovao hiç de uzak deği ldi, yürüme ınesafesindeyd i . " Formosa Sahi l i " d i y e mırı l dandı, " ne de güzel isim koy­ muşl ar. " B u arada salı i l i n görünümü değişiyordu. R ubiao b i r dö­ nemeci döndükten sonra sahil evlerini görmeye başladı . Et­ rafta, çamurun üzerine ya da karaya çekilip ters çevrilmiş ka­ nolar vard ı . Onlardan birinin yakınlarında, yüzüstü yatmış bir adamın etrafında çocukların oynadığını gördü. Hepsi gü­ lüyordu ama içlerinden biri hepsinden daha çok gülüyordu. Çocuk daha çok küçüktü, üç yaşında anca k vardı ve adaının ayağını kuma gömem iyordu. Adamın bacağını tutup bastırı­ yordu ama o sırada adam ayağını havaya kaldırıyor, çocuk da ayakla beraber kalk ı yord u . Rubiao bi rkaç dakika durup onları izledi. Onun kendisi­ ne baktığını gören çocuk ayağı daha büyük bir güçle bastırma­ ya başladı . Ama bu sefer doğal davranamıyordu. Daha büyük olan diğer çocuklar da durup hayretle onu izlemeye başlad ı ­ lar. Oysa Rubiao hiçbir şeyi berrak görmüyordu, h e r şey kar­ makarışıktı . Yürümeye devam etti. Sacco do A l feres'i, Gam-

1 32

boa'yı geçip İngiliz mezarlığının önünde biraz durdu. Eski me­ zarlar tepeye doğru devam ediyordu. Sonunda Saude'ye var­ dı. Bazıları küçük geçitlerden ibaret dar sokaklar gördü, yo­ lun bitip tepenin eğiminin başladığı sokaklara baktı. Uzak­ ta n bir araya himelen miş evler seçiliyord u. Tepenin üstünde bir sürü eski ev vardı . Bazıları kral zamanından kalma evler­ di; aşınmış, çatlamış, çökmüşlerdi, beyaz badanaları kirlen­ m işti. Ama yine de içlerinde yaşayanlar vardı. Gördükleri, fa­ kir, perişan, aciz insaniardı belki ama gururuyla yaşamaya bir özlem duygusu uyandırdı içinde. Neyse ki bu duygu uzun sür­ med i . İçindeki sihi rbaz hemen harekete geçerek hızlı bir dö­ nüşüm yarattı. Fakir olmamak çok iyiydi!

LXXXVII Rubiao, Saude'nin ana caddesinin sonuna kadar gel di. Amaç­ sızca ve etrafa dikkat etmeden yürürken yanından genç bir ka­ dın geçti. Güzel değildi ama taze görünümlüydü ve orta hal­ li bilı;- denemeyecek bir varl ığa sahip old uğu açıkça belli ol­ masına rağmen, makul ölçüde zarif bir kadındı. Yirmi beş yaş­ larındayd ı . Küçük bir oğlanın elini tutmuştu. Oğlan, Ruhi­ iio'nun hacaklarına sarıldı. Kadııı, " Ne yapıyorsun ? " diye oğlaııı çekişti rmeye başladı. Rubiiio ise çocuğu korum a k için üzerine eğildi. Kadın gül ümseyerek, " Çok teşekkürler. Onun adına özür dilerim" dedi. Rubiiio şapkasını çıkararak kadına gülümsedi. Evlenip bir aile kurma düşüncesi yine tüm gücüyle eline geçirdi onu. ( " Ev­ len. Haklı olduğumu göreceksin . " ) Durdu, a rkasına döndü ve kad ının topuklarını tıkırdata tıkırdata yürüyüşüne, çocuğun d a annesine yetişrnek için ki.i çük a d ı m larla arkası ııdan koş­ turmasına baktı. Yavaş yavaş yürü meye başladı. Bir yandan da tanıdığı kadınları aklıııa getirip, belli kurallar dahilinde bes­ telenmiş ağır bir klasik parça olan evl ilik şarkısında en iyi di.i-

1 33

eti hangisiyle yapabi leceğini düşünüyordu . Binbaş ı ' n ı n k ızı­ nı düşündü ama o , bi rkaç eski mazurka dışında bir şey b i l ­ miyordu . Sonra aniden Sophia'nın parmakları ndan çıkan gü­ nah gitarının nağmeleri geldi kulağına. Hem büyük bir zevk aldı hem de kafası karıştı. Artık evli lik hayal leri n i n masumi­ yeri ka lmamıştı. Tekrar denedi, besteleri değiştirmeye uğraş­ rı, biraz önce rastladığı çekici genç kadı n ı ve peşi ndeki çocu­ ğu aklına geti rdi ama . . .

LXXXVIII Arabayı görünce, Formasa Sah i l i'ndeki hasta arkadaşı n ı ha­ tırla d ı . " Zava l l ı Freitas" d i y e iç geçirdi. Hemen ardından da annesine verdiği para aklına geldi. İyi yapmıştı. Gerçi bir veya iki banknot fazla verdiğine ilişkin bir düşünce aklına geldi ama hemen bu düşünceyi kafasından sil­ di ve yü ksek sesle, " Za va l l ı kadıncağız " dedi.

LXXXIX Ayn ı fikir tekrar aklına gelince hemen arabaya binip oturdu ve düşüncelerinden kaçmak için arabacıyla konuşmaya baş­ ladı. " Uzun bir yürüyüş yaptım. Buralar pek güzelmiş. Bu plaj­ lar ve sokaklar diğer yerlerdekilerden ne kadar fark l ı . Bura­ yı sevdim. Yine geleceğim. " Arabacı o kadar garip bir şekilde gülümsedi ki Rubiao şüp­ helendi. Adamın neden bu kadar eğlendiğini anlamamıştı. Bel­ ki de Rio de J aneira'da kötü a nlama gelen bazı laflar çıkmış­ tı ağzında n . Hemen ne söylediğin i düşündü ve böyle olmadı-

1 34

ğına karar verd i . Kullandığı kelimeler, sıradan konuşmalarda herkesin kullandığı kelimelerdi. Ama arabacı sinsi sinsi gülüm­ serneye devam ediyordu. Aslında Rubiao ona sormak istedi ama ken d i n i tuttu. Kon uşmayı başlatan arabacı oldu. " Burayı sevdiniz mi? Size ina nmazsam k ızmazsınız değil m i ? Sizi gücendirrnek istemem. İyi bir müşteriyi gücendirecek son kişiyimdir ama burayı sevdiğin i ze i nanm ıyorum . " " Neden ? " Arabacı başını sağa sola sallayıp ona inanmadığını söyledi. Gerçi buralar güzel yerlerdi, ama kendisine göre yerler de­ ğil d i . Daha ziyade, müşterisi buraları iyi tanıyor gibiydi. Ru­ biao ilk cümleyi onayladı ama bölgeyi tanıma kısmına gelin­ ce, yıllar önce, Rio de Janeira'ya ilk gel işini düşündü ama hiç­ bir şey hatırlayamadı. Arabacı gülüyordu. Çünkü ona göre müşterisi giderek kendi fi krini daha çok doğruluyordu. Bur­ nuyla, d u daklarıyla, el leriyle yaptığı o l umsuz hareketler da­ ha çok tanıdık gel i yordu ona. Sonunda, " Bütün bunları iyi bilirim" dedi , " kör değilim. Biraz önce geçen kadına nasıl baktığınızı görmedim mi sanı­ yorsunuz? Sadece bu bile sizin gayet zev k l i olduğunuzu gös­ terir. " Rubiao, önce bu yorumdan hoşlanıp biraz gülümsedi ama hemen sonra tavrını değiştirdi: " Ne genç kadı n ı ? " "Size n e demiştim? Zeki b i r adamsınız ama ben d e i y i sır saklarım. Bu araba böylesi yolculuklar için çok kullanılmış­ tır. Hatta birkaç gün önce buraya yakışık l ı bir genci getirdim. Çok zarif bir gençti ve çok güzel giyinmişti . Buraya gelmesi­ nin nedeni , hovardalıktı el bette . " " Ama ben -" d iye sözünü kesti Ru biao. Ama son anda kendini tuttu. Arabaemın bazı gizli işler için buraya geldiğini sanması hoşuna girmişti . " Bakın" diye devam etti adam, "lnvalidos Sokağı'ndan al­ dığım o genç gibi size de aynı şeyi söylüyorum, içiniz rahat ol­ sun. K imseye bir şey söylemem. Zaten emrinde bir araba olan bir adam ı n Formasa Sahili ' nden ta buraya kadar sırf öylesi-

135

ne yü rüdüğüne kim inanı r ? Elbette buluşma için geldiniz ama bul uşacağı nız kişi gelme d i . " " Hangi buluşacağım kişi ? Hasta b i r a rkadaşımı görmeye gittim. Ö l üyor adanıcağız." " lnvalidos Sokağı'ndaki de buna benzer bir şey söyledi. O da ka rısının terzisini görmeye gelmiş güya. Sanki evliymiş gibi ." " l nvalidos Sokağı mı " d iye sordu Rubiao. Sokağın ismi­ ne ilk kez d i k kat etmişti. " Bundan başka bir şey çıkmaz ağzı mdan. l nvalidos Soka­ ğı 'nda oturuyor. Sakallı, kocaman gözleri olan yakışıklı bir genç. Ta bii, ben de kadın olsaydım o na aşık olurdum. Kadı­ nın nerede oturduğunu b i lmiyorum, bilseydim de söylemez­ dim zaten ama şunu söyleyeyim, gözlere ziyafet bir kadın . " Müşteris i n i n ağzı açık biçimde kendisini d i nlediğini gö­ runce: " Ohoo! Öylesini görmem işsinizdir. Uzun boylu, endam­ l ı kadındı. En iyi kalite peçeyle yüzün ü n yarısını kapatmıştı. Fakiriz diye bir güzel görürsek anlamayacağımızı sanmayın . " Rubiao, " İ y i d e sonra ne oldu ? " diye hafif b i r sesle sordu. "Ne mi oldu? Adam aynı sizin gibi arabama binmişti. Son­ ra inip kapısı kafesli bir eve girdi. Karısının terzisini görme­ ye gidecekmiş. Soru sormadım. Bütün yol boyunca o da tek kelime etmedi. Durumu anladım. Eh doğru olabilir tabii, han­ gi terzi Harmonia Sokağı 'nda oturuyarsa . . . " " Harmonia Sokağı m ı ? " "Tüh! Nasıl d a sırrıını ağzımdan aldınız. Konuyu değiş­ tirelim. Artık tek kelime etme m . " Rubiao sersem sersem adama bakıyordu. O da birkaç da­ ki ka sustuktan sonra devam etti : " Fazla bir şey bilmiyorum zaten. Genç adam içeri girdi. Ben de onu bekledim. Yarım saat kadar sonra uzaktan bir kadın gör­ düm. O da aynı eve girecek gi bi geldi bana. Gerçekten de öy­ le oldu. Gizli gizli geliyordu. Yürürken hep gören var mı diye etrafına bakıyordu. Eve geldiğinde kapıyı çalınadı hile. Sanki büyülüymüş gibi kapı kendiliğinden açılıverdi ve kadın içeri gir­ di. Bunu daha önce de görmüştüm. Birkaç kuruş daha nasıl ka-

136

zanabiliriz başka? Normal kazancımız boğazımıza bile yetmi­ yor. Onun için biz d e mecburen böyle acayip işler yapıyoruz."

XC " O lamaz, o deği l d i r " diye içinden geçirdi Rubiao. Siyah ta­ kımını giyiyordu. Eve geldiği andan itibaren arabaemın anlattığı olay dışın­ da hiçbir şey düşünemiyordu. Kağıtlarını düzelterek, kitap oku­ yara k, Quincas Borba'yı zıplatmak için parmaklarını şıkla­ tarak aklını meşgul etmeye çalıştı ama kafasından atamadı bir türlü. Endamı güzel birçok kadın olduğunu ve Harmonia So­ kağı'nda görülen kadının Sophia olduğuna dair en ufak bi r kanıt bile bulunmadığını bil iyordu ama bu sadece geçici bir teselli veriyordu ona. Hemen ardından Sophia'yı uzaktan ba­ şı öne eğik ve gizli gizli y ürürken görüyor, kadın bir anda bir eve giriyor ve kapı aceleyle kapanıyordu . Hatta bir keresin­ de bu görüntü o kadar netti ki dostumuz duvarda Harmonia Sokağı' ndaki kafesli evi bile gördü. Kendisi d e bir şeyler ya­ pıyordu . Kapıyı çal ı p içeri giriyor, zavallı terziyi boğazından yakalıyor ve gerçeği söylemesini yoksa öleceğini söylüyordu. Ölümle tehdit edilen terzi de olayı itiraf edip Rubiao'ya kadı­ n ı gösteriyordu. Kadın, Sophia değil d i . Rubiao kendine gel­ diğinde, düşündüklerinden dolayı utanç duydu. " Hayır, hayır, o olamaz . " Yeleği ni giyiyordu . Düğmelerin i i l i k lerken arkaya bakan pencerelerden birinin önüne gitti. Tam o sırada bir karınca sü­ rüsü sırayla eşikten içeri giriyordu. Daha önce bir sürü böy­ le karı nca alayı görmüştü ama bu sefer neden olduğunu bil­ meden, bir havlu alıp karıncaların üzerine iki kere vurarak bir­ çok karı ncayı öldürdu. Belki de karıncalardan biri, " endam­ lı bir kad ı n " gibi görünmüştü gözüne. Hemen sonra da yap­ tığından pişman oldu. İçindeki şüpheyle karıncaların ne ilgi­ si vard ı ? O sırada bir kuş ötmeye başladı. O kadar anlamlı ve

1 37

güzel ötüyordu ki dostumuz dördüncü düğmeyi iliklerken dur­ du. Sooo-fia, fia, fia, fia, fia, So-fia, fia, fia, fia, fia . . . Ey Doğa'nın y üce merhameti ! Yirmi ö l ü karıncaya karşı­ lık nasıl da capcanlı bir kuş getirip koyarsın ortaya. Tabii bu, sevgil i okurun düşüncesi. Rubiao ise böyle düşünemiyor. Çün­ kü dostumuz şeyler arasında bağlantı ku rup bir sonuca va­ rabilecek halde değil. Hatta son düğmeyi iliklerken ve kulak� ları k uş sesleriyle doluyken bile . . . Zava l l ı karınca lar. Gidin de Homeros versin size şanı, şöhreti. Kuş, onun d izeleri ni de­ ğiştirip şu şek ilde o k uyarak gül üyordu sanki: Yürüyordunuz demek . . . Çok memnun oldum ben de. Gidin baka lım ölümünüze.

XCI Akşam yemeği çanı çaldı. Rubiao, konukları ( her zaman dört ya da beş konuğu olurdu) bir şey anlamasın diye yüzünün ifa­ desini d üzeltt i . Oturma odasında sohbet ederken buldu on­ ları. O gelince hepsi ayağa kalkıp içtenlikle elini sıktılar. Oy­ sa Rubiao öpmeleri için elini uzatmak gibi açı klaması imkan­ sız bir dürtü hissetti içinde. Bu dürtüsü nedeniyle dehşet için­ de, kendini zor engelleyerek elini uzatmadı.

XCII Yemekten sonra aceley le Flaınengo Sa hili'ne yollandı. Oda­ sında iki arkadaşıy l a birli kte olan Maria Benedicta'yı göre­ medi . Onu kapıda karşıl ayıp, iki terzinin yas giysisi üzerinde çalıştığı çalışma odasına götüren Sophia oldu. Kocası daha eve yeni gelmişti ve henüz aşağı inmemişti. " Buraya oturun" ded i .

138

Ru biao, d i kkatle onu i nceledi . İlahe gibiydi. Ağırbaşlı ve sevecen sözlerinin arasına açık ve dostça gülücükler serpişti­ riyordu. Teyzesinden, kuzininden, havadan, uşaklardan, tiyat­ rolardan, su kesinti lerinden ve buna benzer şeylerden bahset­ ti. Ne kadar genel olursa olsun onun dudaklarından söze dö­ külen bütün konular bir farklı oluyordu. Rubiao, zevkten ken­ dinden geçerek onu d i n l iyordu . Sophia bu arada boş durma­ mak için el bisenin süslemeli kenarlarından birini d i k iyordu . Sohbette b i r ara olduğu nda Rubiao, iğneyle oynar gibi dikiş diken Sophia'nın çevik ellerini gözleriyle içiyordu. " Bi l i yor musunuz, bir kadınlar kom i tesi kurdum. " " Bi lmiyordum. Nede n ? " "Aiagoas'taki salgın hasta lığı gazetelerde okumadınız mı ? " Sonra d a b u haberlerden çok etkilenip hemen oradaki zavall ılara nasıl yardım edilebileceğini araştırmak için kadınlar­ dan o l uşan bir komite k urduğunu an lattı. Teyzesinin ölümü bu ça l ışmaları durdu rmuş ama yedinci gün töre n i nden son­ ra tekrar başlayacakmış. Rubiao'nun bu konuda ne düşün­ düğünü sordu. " Bence çok güzel bir şey. Komitede erkekler de var mı ? " " Sadece kadınlar var. Erkeklerin görevi, para vermek" de­ di Sophia gülerek. Rubiao, başkalarının da kendisinden görüp aynı şeyi yap­ maları için, içinden büyük bir bağışta bulundu. Komitenin ku­ rulduğu doğruydu. Ama komitenin Soph ia'yı öne çıkaraca­ ğı da doğruydu. Komite için seçilen kadınların hiçbiri sevgi­ l i hanımefendimizin çevresinden değildi. Yal nızca biri tanıdık sayılırdı. Zaten 1 840 i le 1 850 y ı lları arasında parlayan ve o günlere hala özlem duyan bir d u l hanım işe m üdahale etme­ seydi kadınları böy l e bir hayır işinde bir araya getiremezdi . Birkaç g ü n boyunca bu meseleden başka b i r ş e y d üşüneme­ di Sophia. Bazen akşam çayından önce, sallanan sandalyesin­ de uyuyakalmış gibi yapardı. Aslında uyumazdı, sadece ken­ dini hepsi kaliteli insanlar olan komite arkadaşlarının arasın­ da hissetmek için gözlerini yumardı. Tabii Rubiao ile arala­ rında geçen konuşman ı n baş konusunun bu konu olacağı bel-

1 39

liydi. Gerçi Sophia a ra da dostumuzla da ilgilenmiyor değil­ di. Neden kendilerinden bu kadar uzun süre, sekiz, on, on beş gün uzak duruyordu acaba ? Rubiao, belli bir neden olmadı­ ğı nı söyledi ama bunu öylesi ne altüst olmuş bir i fadeyle söy­ lemişti ki terzilerden bi ri, ötekinin ayağına bastı. O andan iti­ baren de, sadece makasın, kumaşın yırtılmasının ve merinos kumaşa girip çıkan iğnelerin sesiyle bölünen uzun sessizlik­ ler sırasında bile terzi ler sürekli Rubiao'nun yüzüne baktılar. Dostumuz ise evin hanımı ndan başka bir şeye bakmıyordu. Bir banka müdüni başsağlığı di lemek için geldi. Adamı ka­ bul etmesi için Pal ha'yı çağırdı lar. Sophia da Rubiao'dan bir­ kaç daki kalığına izin istedi. Maria Benedicta'yla konuşacaktı .

XCIII Terzi kadı nlarla yalnız kalan Rubiao, k imseyi rahatsız etme­ yecek şek ilde sessiz adımlarla aşağı yukarı yürü meye başl adı. Arada salondan Palha'nın sesi geliyordu: " Kesinlikle emin olabilirsiniz . . . " "Ta b i i ki bankacı lık çocuk oyuncağı değil dir. . . " Olumlu . . . " Ba nka müdürü ise alçak ve k uru bir sesle konuşuyordu . "

Terzi lerden biri elindeki işi bir kenara kaldırıp kumaş kı­ rıntılarını, ınakasları, i pek ve keten iplik makaralarını topla­ ınaya başladı. Geç olmuştu, gitmesi gere k iyordu . " Dondon, bekle b i raz, ben de ge liyorum . " " Bekleyeınem. Efendim, saati söyleyebi lir misiniz ? " " Sekiz buçuk . " " Hay A l l a h ! Çok geç kalmışı m . " Rubiao, s ı r f bir ş e y söylemiş olmak i ç i n , neden arkadaşı­ nı beklemediği n i sordu. " Dona Sophia'dan başka k imseyi bekleme m " diye cevap verdi Dondon, saygıyla. "Bu arkadaşın nerede oturduğunu bi­ liyor musunuz? Passeio Sokağı 'nda otu ruyor. Benim evimse Ha rmonia Sokağı ' n da . Ben im ev buraya çok uza k . "

1 40

XCIV Sophia kısa süre sonra aşağı indi. Rubiao'nun bir şeyden ra­ hatsız olduğunu ve gözleri ni kendisinden kaçırdığın ı görün­ ce ne olduğunu sordu. O da bir şey o l madığını, sadece başı­ nın ağrıdığını söyledi. Dondon girmişti. Banka müdürü de ev­ den çıkmak üzereydi. Palha ziyareti için ona teşekkür etti. Şap­ kasını arayıp buldu, paltasunu giydird i . Bir şeylere daha ba­ k ı ndığını görünce, hastonunu mu aradığını sord u. " Hayır, şemsiyem. Benim şemsiye şuradaki, galiba. Hoş­ ça kalın . " " Bi r kez daha teşekkür ederim. Çok teşekkürler" dedi Pal­ ha, " şapkanızı hemen giyin. Hava rutubetli . Teşekkürler, çok teşekkürler" diyerek adamın elini ellerinin arasına alıp önün­ de i k i kere eği l d i . Çalışına odasına döndüğünde, ortağının gitme n iyeti nde old uğunu gördü. Bu kez de onun kalması için ısrarlarını tek­ rarladı. Bir bardak çay içerse baş ağrısının geçeceği ni söyle­ di. Rubiao reddetti. Sophia da, " Eileriniz buz gi bi. Neden kalm ıyorsunuz? Mel isa otu çayı yaparım size. Ben de bir tane içeceği m" dedi. Rubia o onu durdurdu. Gerek yoktu, bu baş ağrılarını iyi bitirdi, iğne gibi saptanır, ancak iyi bir uykuyla geçerdi . Palha ona bir araba çağırmak istedi ama Rubiao aceleyl e gece ha­ vası nın kendisine daha iyi geleceğ i n i söyledi . Canete'den bir araba bulabilirdi.

XCV Principe Sokağı'ndan yukarı doğru giderken, kendi kendine, " Cattete'ye varmadan onu ya ka ları m " dedi. Terzi kadının bu yoldan gitmiş olabileceğini düşünüyor­ du. Sokakta uzaktan bi rkaç kişi gördü . Bi rinin sil ueti kadına benziyordu. O olmalı diye düşünüp adımlarını sıklaştırdı. An-

14 ı

tıyorsunuz değil m i , aklı i yice karışmıştı. Ha ni, terzi kadın, Hormonia Sokağı, bir hanım ın ziyareti ve ka fes! i ev vardı ya . . . Neyse sizi fazla oyalamayalım, bu şekilde hızla y ürürken, ba­ şı önde, ağır adımlarla yolundan giden bir adama hafifçe çarp­ tı. Pardon bile demeden h ızını a rtırarak yürüyüşüne devam etti . Çünkü kadın da hızlı yürüyord u .

XCVI Çarptığı adam, birinin kendisine çarptığını fark etmemişti bi­ le. Kafasında çeşitli düşünceler, halinden memnun bir şekilde yürüyordu. Bütün endişelerinden sıyrılmıştı. Bu adam, bi raz önce Pa lha'ya baş sağlığı d ilemeye gelen banka m üdürüydü. Aslında çarpışmayı hissetmişti ama hiç istifini bozmadı, pal­ tosunu düzeltip sakin sak i n yol u na devam etti. Adamın nasıl bu kadar kayıtsız olabileceğini açıklamak için, size önceki bir saat boyunca çelişkili duygular yaşamış oldu­ ğunu söylemeliyim. ilkin, bir bakanın evine gitmişti. Konu, ba­ kanın kardeşinin vermiş old uğu bir dilekçeydi. Yemekten ye­ ni kalkmış olan bakan, huzurlu bir şekilde oturup sigarasını tüt­ türüyordu. Müd ür, konuyu birbiriyle tutarlı olmayan cümle­ ler ve duygular eşliğinde açtı. Bir ileri gidiyor, bir geri çekiliyor, cümleleri kuruyor sonra o cümlelerden vazgeçiyordu. Bakana en uygun saygı ifadesini korumak için koltuğun kenarına otu­ ruyor, ağzında sürekli bir gülümseme, ha bire eğilip pardon de­ mesi gerekiyordu. Bakan bazı sorular sorduğunda coşkuyla ve uzun uzadıya açı klayıp dilekçeyi ona uzattı. Sonra da kal kıp bakana teşekkür ederek elini sıktı. Bakan onu verandaya ka­ dar geçirdi. Müdür bey, iki kere eğildi. İlki nde ınerdivenlerden inmeden neredeyse yere kadar. İkincisinde ise ınerdivenlerin al­ tında ve tabiri caizse, öylesine eği ldi çünkü yukarı baktığında bakan yerine camları ve tavandan sarkan gaz lambasını gör­ dü. Şapkasını başına geçirip utanç ve aşağılanına duyguları için­ de oradan ayrı ldı. Kendisini birinin önünde eği lrnek durumu-

142

na sokan görevi değildi onu sıkan; yapmak zorunda kaldığı bü­ tün o iltifatlar, ricalar, bakanın üstünlük tasiayan duruşu, ve tek kuruş kar etmeden bütün bunları yapmak zorunda kalmak canını sıkmıştı . Pal ha'nın evine vardığında bu haldeydi . Palha'nın evinde ise on daki kada ruhu bütün o tozlardan, pisl i klerden arınıp kendine geld i . Ev sahibinin kendisini kar­ şı laması, sürekli onaylaması, yüzünde güller açması ve tab i i ki pur� ve ç a y i kramları . . . B i r anda üstün o l a n , mesafeli du­ ran kişi kendisi olmuştu. Hatta Palha'nın i fada ettiği bir fik­ ri küçümseyerek sol burun del iğini öbür tarafa çevirdiği bi­ l e olmuştu. Tabii ki Pal ha hemen fi kri n i n ne kadar saçma ol­ duğunu görerek vazgeçmişt i . Müdür bey bakan ı n ağır h a re­ ketlerini aynen kopyalamıştı. Evden ayrı l ı rken en derin say­ gılarını sunan kişi, b u kez kendisi deği l, ev sah ibiydi. Müdür bey sokağa çıktığı sırada, artık tamamen bambaş­ ka bir insandı. Sakin, kendinden memnun bir i nsan olmuş, ru­ hu iyi leşmiş ve Rubiao kendisine çarptığı sırada tamamen es­ k i haline dönmüştü. Artık bakanın karşısında nasıl i k i bük­ lüm olduğunu un utınaya başlamıştı. Şimdi ağzı nda leziz bir tat bırakan başka bir sakız vardı: Christiano Palha'nın ken­ di önünde nasıl iki büklüm olduğu.

XCVII Rubiao, Cattete'nin köşesine vardığında terzinin kendisini bek­ leyen bir adamla konuştuğunu gördü. Kadın adamın koluna girdi ve evl i bir çift gibi Gloria istikametinde yürümeye baş­ ladılar. Acaba karı koca m ı yoksa arkadaş mıydı bunlar? Kö­ şeyi döndüklerinde Ru biao onları gözden kaybetti. Olduğu yerde durdu ve arahacının sözlerini aklına getird i . Kafesli ev, sakallı genç adam, endamlı kadın, Harmonia Sokağı. Harmo­ nia Sokağı. Terzi de Harmonia Sokağı demişti . Yatağına yattığında saat oldukça geç o l muştu. Zaman ı n büyük kısmını penceren i n başında, e l i nde purosu, b u mese-

1 43

leyi düşünerek geçirdi ama bir sonuca varamadı . Dondon bu aşk ilişkisindeki üçüncü kişi olmalıydı. O olmalıydı çünkü göz­ leri fı ldır fıldırdı kadının. "Oraya yarın giderim. Yarın erken çıkar, köşede kadını bek­ lerim. Ona 1 00 re is, 200 reis, 500 reis, ne kadar isterse o ka­ dar para veri rim. O da bana her şeyi anlatır. " Yaruldu v e gökyüzüne baktı. Güneyhaçı oradaydı. A h ! Sophia bir kerecik Güneyhaçı'na baksaydı ! Hayatları ne kadar değişirdi. Yıldızlar da sanki bu düşünceyi onaylıyormuş gibi her zamankinden daha çok parlıyordu. Rubiao orada öylece du­ rarak ve binlerce aşk sahnesi hayal ederek yıldızlara baktı. Bun­ dan sıkılınca da Güneyhaçı 'nın sadece bir yıldız takımadası ol­ madığı nı, aynı zamanda bir şeref rütbesi olduğunu da hatırla­ dı. Güneyhaçı ile ulusal bir ayrıcalık kazanmanın ne kadar ze­ kice bir fikir olduğunu düşün dü . Gi.i neyhaçı işaretinin uşakla­ rın üniformalarını n üzerinde durduğunu hayal etti. Çok yakış­ mıştı . Her şeyden önemlisi de, çok ender bulunan bir işaretti. Pencerenin önünden ayrıldığında saat iki sularıydı . Pence­ reyi kapayıp yattı. Bir not getirmiş olan İspanyol uşağın sesiy­ le uyand ı .

X CV I I I Yatağında oturdu. Uyku sersemi olduğu için zarfın üzerinde­ ki yazıya d i k kat etmedi . Açıp okudu: Dün siz gittikten sonra sizi çok merak ettik. Christiano şu an yanınıza gelemiyor çünki.i gümrük müfettişiyle gö­ rüşmesi gerekiyor. Ayrıca geç uyan dı. İyiyseniz l ütfen bildirin. Maria Senedieta 'nın da selamı var. Samimi dostunuz Soph i a . " Notu getirene söyle, beklesin. "

1 44

Yirmi dakika içinde cevap, notu getiren zenci çocuğun elin­ deydi. Cevabını Rubiao ona kendi el leriyle verdi . Çocuğa ha­ n ı ınlar hakkında sorular sordu ktan ve iyi olduklarını öğren­ dikten sonra da çıkarıp 10 tostöes verdi ve paraya ihtiyacı ol­ duğu zaman gel i p kendisini bulmasını söyledi. Çocuk, şaşkın­ l ıktan açılmış gözl eriyle geleceğine söz verd i . " Hadi şimdi g ü l e g ü l e " diye hayırsever bir edayla gönder­ di çocuğu. Çocuk merdivenlerden inerken o da orada duruyordu. Ço­ cuk bahçenin yarısına gel mişti k i , bir ses duydu: " Bekle ! " Döndü. Rubiao, merdivenleri i n m işti . Birbirlerine yak la­ şıp durdular. İkisi de bir şey söy lemiyordu. Rubiao ağzını aça­ na kadar iki dakika geçti. Sonunda az önce d e yaptığı gibi ha­ nımların iyi olup olmadığını sordu. Çocuk da aynı cevabı ver­ di. Rubiao, gözlerini bahçede gezdirdi. Güller ve papatya l a r gayet güzel v e taze görünüyorlardı. Karanfi llerin bazıları açı­ yordu. Diğer çiçekler, yapraklar, begonyalar, asma yaprakla­ r ı , o küçük dünyadaki herkes sanki görül mez gözleri n i R u ­ biao'ya çevirmiş feryat ediyord u : " Seni korkak. H e m e n buraya g e l v e çoktan y a p m a n ge­ rekeni yap. Bizi toplayıp gönder ona . . . " Rubiao sonunda, " Pe k i " dedi, " hanımefendilere saygı la­ rımı ilet. Sana söylediğimi de sakın unutma; bir ihtiyacın olur­ sa bana gel. Mektup sende, değil m i ? " " Evet efendim, burada . " " Cebine koysan daha i y i ol ur. Dikkat e t , bu ruşması n . " " Buruşturmam efendim" diye cevap verdi çocuk. Mektubu dikkatle cebine koydu.

XCIX Çocuk gittikten sonra Rubiao elleri sabahlığının cebinde, göz­ leri çiçeklerde, bahçede gezi nmeye başladı. Bi raz çiçek gön-

145

dermenin neresi yanlıştı k i ? Doğal bir hediyeydi . Hatta i nce bir davranışa yine ince bir davranışla karşı lık vermek, bir tür zorunluluk sayılırdı. Hata etmişti, hemen bahçe kapısına koş­ tu ama çocuk girmişti. Sonra da bu tür neşeli hediyelerin yas zamanı gönderilmesin i n uygun kaçmayacağı aklına gel di. Bahçedeki yürüyüşünü sona erdirirken, bir çiçek tarhının a rkasında bir mektup gördü. Eği l i p aldı ve zarfı okudu . Ya­ zı Sophia 'nındı. Kendi aldığı mektupla karşılatırdı. Tamam, onundu. Ama gönderilen isim, o İ b l is 'ti, Carlos Maria. Demek k i bana mektup getiren çocuk bunu da götürüyor­ du ama düşürdü diye düşündü. Mektubu elinde çevirerek iki tarafı n ı da d ikkatle i ncele­ di. Ne yazıyordu acaba? O ölüm saçan zarfın içinde ne yazı­ yor olabilird i ? İhanetin, sapıklığın, şeyta n ı n ve çılgınlığın di­ liyle yazılmış o birkaç satırda ne yazıyordu ? Mektubu kaldı­ rıp zarfın dışından okunup okunmadığına baktı. Kalın bir kii­ ğıttı, okunmuyord u . Çocuğun mektubu düşürdüğünü anlar anlamaz geri döneceği n i aklına getirince hemen onu cebi ne atıp içeri koşturd u . Eve girince cebinden çıkarıp tekrar baktı . Elleri, ruhsal du­ rumunun göstergesi gibi, titriyordu. Mektubu açarsa her şe­ yi öğrenecekti. Okuduktan sonra yakarsa, o korkunç mera­ kını yenemeyi p mektubu açmak için cehennem azabına ben­ zer bir utanç yaşamayı göze alan kendisi hariç ki mse ne yaz­ dığım bilemeyecekti . ( Bunları söyleyen ben değilim, kendisi . Odanın tam ortasında durmuş, ağzında nargilesi Boğaz'ı sey­ reden tembel bir Türk figürü dokunmuş halıya bakarak ken­ disi söylüyor bu sözleri. Sadece bunları değil üstelik, buna ben­ zer daha n ice kötü ve çirk i n sözü . . . ) " Cehennem mektubu ! " diye m ı rı ldandı. Birkaç hafta ön­ ce bu lafı tiyatroda duymuştu. Çoktan un utup gittiği bu l a f, oyun ile izleyici arasındaki ruhsal du rum benzediğini göste­ rircesine, hafızan ı n derin l iklerinden çıkıp gelmişti şimdi. Mektubu açmak için müthiş bir istek duyuyordu. Hatta aç­ maya yeltendi bile. Tek bir hareket yaptı. Kimse görmedi onu, duvarlardaki tablolar en ufak ilgi göstermemişti. Halıdaki nar-

146

gilesini tüttüren Türkün gözleri ise Boğaz'ın sularındaydı. Ama yine de vicdanı elvermiyordu. Mektubu kendi bahçesinde bul­ muştu ama ona değil, başkasına aitti . Para bulmak gibi bir şey­ di bu; insan bu lduğu parayı götürüp sa h i bine vermez miyd i ? Canı sıkı ldı, mektubu tekrar cebine koydu. Mektubu adresi­ ne göndermek i l e Sophia'ya geri götürmek seçenekleri arasın­ dan, ik inci seçeneği tercih etti sonunda. Bu seçeneğin, mek­ tupta ne yazıldığını yazarın yüzünde görmek gibi bir avanta­ jı vardı çünkü. " Gidip ona b i r mektup bulduğumu söyleyeceğim . Mek­ tubu ona vermeden önce de rahatsız olup o lmadığına baka­ cağım . Rengi atarsa, o zaman da Harmonia Sokağı'ndan bah­ setmekle tehdit ederi m onu. Yem i n ederim, 300, 800, 1 .000, 2 .000, 30.000 conto harcarım, gereki rse paraya boğanın o al­ çağı . "

c Müdavi mlerden kimse o öğlen yemeğe gelmedi. Rubiao on da­ kika kadar bekledikten sonra uşağı, gidip birinin gelip gelme­ diğine bakması için bahçe kapısına gönderd i . Gelen yoktu . Yalnız başı n a yemek zorunda kaldı. Böyle yalnız yemekten hiç hoşlanınıyordu. Arkadaşlarının sohbetlerine, gözlem ve espri l i yorumlarına ve en az bunlar kadar saygı ve sevgi gösterilerine o kada r alışınıştı k i yalnız yemek, h i ç yernemekle aynı şeydi ona göre. Üste l i k şimdi bir de içine girmiş kötü ruhları başından savmak için Davut'a i h ­ tiyacı olan b i r Ş a u l •· gibi h issediyordu kendini. Mektubu d ü ­ şürdüğü için çocuğa k ızıyordu. Cehalet bir avantajdı san k i . Vicdanı, mektubu geri vermekle, vermeyip saklamak arasın­ da gidip geliyordu. Hem Sophia'nın mektubu okurken yüzü• Şaul, Yahudilerin kralı, Davut d a onun komura nıdır. Davut, Şaul'un kı­ zı Mihal ile evlenir. Şaul öldükten sonra da kral olur. - ç.n.

147

nün alacağı şekli görmek istiyor, hem de bundan korkuyor­ du. Kısacası her şeyi öğrenmek istemesinin nedeni, aslında or­ tada bir şey olmadığını öğrenmek istemesiydi. Sonunda Davut, önceki akşam Vassouras'tan dönmüş olan Doktor Camacho kişiliğinde, peynir ve kahve servisi sırasın­ da çıkıp geldi. Davut kutsal kitaplarda nasıl bir eşek yükü so­ munla çıkıp geldiyse, Doktor da bir şişe şarap ve bir oğlak yav­ rusuyla gel mişti. Kahvesinden ilk yudumunu a l ı rken M i nas m i l letvek i l i n i n ağır hasta ol ması neden iyle bölgen i n etk i l i kişi lerine mektup yazıp Ruhiiio'nun adaylığı için y o l u hazır­ ladığını anlattı. " Ben mi? Aday m ı oluyorum ? " " Başka k i m olabi l i r ? " Camacho, R u biao'dan iyisin i n bulunamayacağını söyle­ di. Minas'ta m utlaka toplum yararına çeşitli hizmetlerde bu­ lun muştu, değil m i ? " Bazı h i zmetlerde bulundum, evet. " " Önemli h izmetlerde bulundunuz. İlkeleriınizi açıklaya­ bileceği miz bir organ ortaya çıkarmakta yardım etmek sure­ tiyle bana yöneltilen okiarın bir kısmını üzerinize çektiniz. He­ pimizin yaptığı maddi feda ka rlığı sayınıyorum bile. Bunu in­ b r edemezsi niz. Elimden gelen her şeyi ya pacağım. Üstelik böl ünıneye karşı en iyi çözüm de siz olacaksı n ız. " " Bölünme m i ? " " Evet, bölün me. Cattas-Altas'tan Doktor Hermenegildo ile Al bay Romualdo, bir boşluk doğduğu takdi rde aday o la­ caklarını söylüyorlar. Bu durumda oylarımız bölünecek . " " Bölünür elbette. Peki onlar buna rağmen adayiıkiarını ko­ yarlar mı ? " " Bence buradan liderin onayını gönderdiğim zaman koy­ mayacaklardır. Bana yönelttikleri suçlamaların biri, benim gü­ cümün olmadığı. Şu anda gücüm olmadığını ben de kabul edi­ yorum ama onlara dedi m ki, l i derlerimiz bana güveniyor ve beni destekliyor. Bunun dışındakiler de beni destekleyecekle­ rine güvence verdiler. O zaman ne d üşün i.irsün üz? Zamanı­ mı, paramı ve yeteneğimi ilkelerimize bağlılığını bütün kanıt-

148

larıyla ortaya koymuş bir dostumuz için boşa harcadığımı m ı düşünürsünüz? Hayır efendim! Beni dinieyecek ve önerdiğim çözümü kabul edeceklerdir. " Rubiao çok heyecanlanmıştı. M ücadele ve zafer üzerine sorular sordu. Ek harca malar m ı yapınası gerektiği ni yoksa bir tavsiye mektubuna m ı i htiyacı olduğunu, hasta aday hak­ kında nasıl sürekl i haber alabi leceğini vs. öğrenmeye çalıştı. Camacho bütün sorularını cevapladı ve tedbirli o l masını tav­ siye etti. " Si yasette en önemsiz şeyler bile kampanyanızın gi­ dişatını etkileyip zaferi rakibi n ize kaza nd ı ra b i l i r " dedi. Da­ ha kaza n mamış olsa bile isminin onaylanmasının avantajına sahi pti ve bu d a öne m l i bir şeydi . " Sabırlı v e kararlı o l u n " dedi. " Zaten ben de sa brın ve kararlı lığın en güzel örneği sayıl­ maz mıyım ? Eyaletim bir grup hayduta veri l d i . Şu Pin heiros çetesi için başka bi r isim bulamıyorum. Üstel i k bir de bazı ar­ kadaşlarım (bunu size gizli kalmak şartıyla ve tamamen içten­ likle açıklıyoru m ) , partinin beni reddetip yerime kendileri n i göstermesi için aleyhime komplo kuruyorlar. Alçak herifl er ! Ah sevgi li R u b i a o , s iyaset d e n i l e n şu meret ancak İ s a Efen­ dimizi n tutkusuyla karşı laştırıla b i l i r. ihanet eden azizlerle inkar eden azizler hep birliktedir. Bütün o dikenli raçların, ha­ ka retlerin sonunda adamı kendi fi k i rlerinden yaptıkları ha­ ça asıp elleriyle ayaklarını haset, i ftira ve iha net çivi leriyle çi­ vilerler. " Konuşmanın heyecanı içinde dudaklarından dökülen bu son cümle, bir makalenin ana fikri olmaya layık göründü Dok­ tor Camacho'ya. Yatmadan önce mutlaka bir yerlere yazma­ lıydı. Bir yandan da kon uşma sürüyordu ve Doktor bu cüm­ leyi tekrarlayarak a k lı na iyice yerleşti rmeye çalışırken Rubi­ a o da Camacho'nun ayağa kalkıp büyük kampanyalar baş­ latmasını, tehditlerden yılıp kenara çek il memesi n i isted i . " Ben m i tehdi tlerden yı lacağı m . Kesi nli kle hayır! Gu lya­ haniler bile korkuramaz ben i . Hadi çıksınlar karşıma. İktida­ ra geldiğimiz gün göreceğiz onları. Yaptıkları her şeyin bede­ lini ödeyecekler. Sakın unutmayın, hiçbir şey ununılmaz ve af-

149

fedilmez. İnsan her zaman bedelini öder. inanın bana intikam­ dan büyük bir zevk, büyük bir tatmin yoktur. İyi i l e körünün mücadelesinde iyi sonunda galebe çalar. Arada hainler de ola­ caktır elbet ama onlar ya silinip gidecek ya da yakalanıp im­ ha edileceklerdir. " Rubiao, tamamen Camacho'ya ram olmuş bir halde din­ liyordu. Ca macho'nun gözleri ateşler saçıyor, dudaklarından laneder dökülüyordu. Zafer raçları, onun ellerinde şekilsiz nes­ nelere dönüyordu. Her hareketi, bir ilkenin açılımı gibiydi. Kol­ larını açtığında bütün programı da açıyordu sanki. Rubiao umutla doldu, ruhu yükseldi. Camacho, Rubiao'nun önüne ge­ lip konuşmasına ara verdi: " Buyrun sayın milletvekili, otururnun kapanmasını isteyen bir konuşma yapı n . Deyin ki, 'Sayın Başkan . . .' Hadi, benim­ le birlikte söyley i n : 'Sayın Başkan, Ekselansları nın . . . ' Rubiao ayağa kalktı. Yükseklik sarhoşluğu yaşıyordu. Mec­ l ise girerken ve yemin etmek üzere kürsüye yürürken gördü kendini. Bütün m il l etvekilleri ayaktaydı . Tir tir titriyordu. Bi­ raz zor il erledi ama sonunda odayı geçip kürsüye çıktı ve ge­ "

leneksel yemi n i etmeyi başardı . Belki sesi bi raz zayıf çı kmış­ tı, o kadar . . .

Cl Freitas'ın ölüm haberi geldiğinde, işte bu haleti ruhiyedeydi Ru­ biao. Gizli gizli gözyaşı döktü, cenaze masra flarını üstlendi . Ertesi gün göm ülene kadar cenazenin yanındaydı. Arkadaşı­ nın annesi onun odaya girdiğini görünce önünde diz çökme­ ye çalıştı ama Rubiao tam zamanında onu kucaklayarak bu­ na engel oldu. Dostumuzun bu hareketi, herkes üzerinde de­ rin bir etki bıraktı. Biri gelip Rubiao'nun elini sıktı ve daha son­ ra onu bir köşeye çekip birkaç gün önce nasıl haksız biçimde işten atıldığını fısıldadı. Ona karşı bir komplo k urmuşlardı . " Görüyorsunuz, parti yaramaz adamların eline geçmiş . . . "

1 50

Cenaze n i n toprağa ver i lmesi zamanı geldiğinde annenin durumu içler acısıyd ı : Oğl unun naaşını öpüyor, ağlıyor, çığ­ lıklar atıyor, ortalığı birbirine katıyordu. Kadın l ar onu tabu­ tun başından ayıramayı nca i k i erkeğin kadıncağızı çekme­ leri gerekti . Çığl ıklar atarak tabuta yaklaşmaya çalışıyordu: " Oğlum, oğl um ! " B u arada işten atılan adam, " B u bir skandaldır" diye ısrar­ la devam ediyordu. " Söylediklerine göre bu işten bakan da hoş­ lanmamış ama müdürün morali bozulmasın diye . . . " Tabutun k apağı çivileniyordu: Dan-dan-dan. Rubiao, tabutun kulplannda n birini tutması istendiği nde işten atılmış adamın yanından ayrıldı. Gelenlerin bir kısmı dı­ şarıda bek l iyorlardı. Komşular camlardan sarkmış, kapı ön­ lerine çıkmışlardı . Yakın larındaki birinin ölmesi nin verdiği o acayip bakış vardı gözlerinde. Rubiao'nun geld iği araba, di­ ğer eski arabaların yanında fark ediliyordu. Rahmetlinin bu arkadaşı, önceden de i nsanların hakkınd a çokça konuştuk­ ları bir konu o lmuştu. Buradaki varlığı, an latı lanları doğru­ l uyord u . Rahme t l i a rtık gerçekten takdir edil iyordu. Rubiao mezarlıkta herkesin ricası üzerine h iç de mem nun kalmadığı bir şey yaparak kürekle mezara i l k toprağı attıktan sonra, mezarcıların koca kürekleriyle mezarı tamamen kapat­ masını yaşlı gözlerle izledi. Herkes mezarın başına toplaştı­ ğında o aralarından ayrıldı. Mezarlığın kapısında, şapkasını sağa ve sola azamet l i bir edayla saliayarak başı öne eğik in­ sanları selamladı. Arabasına bindiğinde kendisi hakkında al­ çak bir sesle konuşan i nsanları duyab i l i yord u : "Aynı b i r senatör, ya d a ne bileyim, temyiz mahkemesi yar­ gıcı gibi . . . "

Cil Gece o l muştu. R u biao, a kl ın d a b i raz ö nce gömdüğü zavall ı arkadaşı olduğu halde şehirden geçiyordu. Sao Christovao So-

151

kağı'nda aynı kendisininki gibi bir arabanın geçtiğini görd ü . İ k i atlı yaver, arabayı izliyordu. Araba, h ükümet toplantısı­ na giden bir bakanın arabasıydı. R u hiao başı n ı pencereden çıkarıp baktı ve içeri sokt u . Yaverlerin atlarının seslerini içe­ riden dinlemeye devam ett i . Başka atların da nal sesleri geli­ yordu, onlarınki diğer seslerden ayırt edilebi l iyordu. Dostu­ muz öyle bir ruh hali içindeydi ki, arabası iyice uzaklaşıp ar­ tık tamamen duyul maz olana kadar yaverlerin atları n ı n nal seslerini d in ledi : Klopata-klop, klopata-klop, k lopata-klop . . .

cııı Dona Maria Augusta'nın ölümünün yedinci gününde, Sao Francisco de Paula K i l isesi'nde yedisi yapı l d ı . Rubiao oraya gidi nce Carlos Maria'y ı gördü . Bu karş ı laşma, mektubu sa­ hi bine iade etme kararı almasına neden oldu. Üç gün sonra mektubu cebine koyup Flamengo'ya koştu rdu. Saat öğleden sonra i k iydi. Maria Benedicta, yası ııın ilk günlerinde kendi­ sini teselli eden komşularını ziyarete gitmişti. Sophia yalnız­ dı ve d ışarı çı kmak üzere hazırlanmıştı . " O lsun, hiç önemli değil " dedi, Rubiao'yu oturması için içeri davet ederken, "sonra çı karım . " Rubiao da zaten fazla kalmayacağını, sadece bir kağıt ver­ mek içi n geldiğini söyled i . " Neyse canım, oturun. Kağıdı otururken d e verebilirsiniz." O kadar güzel görünüyordu ki, Ru biiio ezberlediği o sert sözleri söyleme konusunda biraz d urala d ı . Yas ona çok ya­ ra mıştı . Elbisesi de bir eldiven gibi üzerine oturuyordu. Otur­ duğunda ayağı n ı n yarısı, topuksuz ayakkabıları ve i pek ço­ rapları görü ndü. Bütün bunlar, sanki onu affetmesi için yal­ varıyordu Rubiao'ya. K ı n ındaki k ı l ıca ( eski bir yazar, ruhu böyle adlandırır) geli nce, körelmiş, etkisiz du ruyordu. Rubi­ ao, giderek içindeki isteğin zayı fladığını hissetti. Ama söy le­ nen ilk sözün arkası, kendiliği nden geldi.

1 52

Soph i a , " Ne kağıdı ? " diye sordu. Rubiao, içindeki duyguları bastırarak, " Sanırım önemli bir kağıt" dedi. " Bir mektup kaybettiğİnizi hatırlamıyor musunuz, ya da bilmiyor m usunuz ? " " Hayır. " " Sürekli mektup yazar mısınız?" " Bazen yazarım ama o kadar önemli bir şey yazdığıını ha· tırlamıyorum . Verin bir bakayı m . " Ruhiiio'nun y üzünde sersemiemiş b i r i fade vard ı . Hiçbi r şey söylemedi , hiçbir şey yapmadı. Gitmek için ayağa kalk­ tı ama gitmedi. Altüst ol muş halde biraz sessi zce durduktan sonra öfkelenmeden konuşmaya başladı: " Sizden ne kadar hoşlandığım sizin için bir sır değil . Bu­ nu bildiğiniz halde beni ne kabul ediyor, ne reddediyor; hep çekici yöntemlerle cesaret veriyorsunuz. Santa Theresa'yı da, trende kocanız aramızda otururken yaptığımız yolcul uğu da unutmadım. Hatırlıyor musunuz? O yolculuk, benim için ta­ l i llsiz bir yolculuk oldu. O günden sonra sizin esiriniz oldum. Siz şeyta nsınız, yılan gibisiniz. Size ne yaptım ben ? Ba na il­ gi göstermemeniz elbette anlaşılabilir ama o zaman da beni m gözü m ii aça b i l i r . . . " " Şşşt, biri gel iyor" d i ye Sophia sözünü keserek ayağa kalktı. Kapıya doğru bakıyord u . Gelen giden yoktu ama biri gelseydi R u biao'yu duyabilir­ di çünkü konuşurken sesi giderek yükseliyor ve hırsla doluyor­ du. O anda bile yüksel i yordu sesi. Artı k umudu kalmadığı na göre içini döküp bütün yüklerini boşa ltabilirdi. " Du yariarsa duysunlar, umurunıda deği l " diye bağırdı. " Duysunlar bakalım. Ben söyleyeceğiınİ söyleyeceğim. Sonra da beni dışarı atın ve bu iş bitsin. K i mse bir adama bu kadar acı çekt i re -" " Şşşt, A l l a h aşkına . " " Hangi Allahtan bansediyorsunuz? Beni i y i d i n l eyin, ar­ tık h içbir şeyi saklamayacağı ın . " Uşaklar söylenenleri duyacak diye aklı başından giden Sop­ hia, e l i y l e Ruhiiio'nun ağzı nı kapattı. Sevdiği n i n dokunuşu,

1 53

Ruhiiio'nun tüm gücünü bir anda alıp götürd ü . Sophia ken­ d i n i toplayıp geri çekildi . Tam odadan ç ı kıyordu ki kapıda d uralad ı . Rubiiio ise kendini toplamak için pencereye yönel­ mişti .

CIV Birkaç dakika onu dinledikten sonra Sophia Ruhiiio'nun ya­ n ı n a döndü ve etekl erini hışırdatarak birkaç gün önce aldı­ ğı m a vi saten d ivana oturd u . Rubiiio arkasına döndüğünde onu sitemle başını sal lar halde buldu. Kon uşmaya başlama­ dan önce Sophia parmağını ağzına götürüp sessiz olmasını ri­ ca ettikten sonra eliyle yan ı n a davet ett i . Rubiiio bu çağrıya itaat etti. "Şu sandalyeye oturu n . " Oturması n ı bekledikten sonra, "Size kızmak için nedenlerim var ama size kızmıyorum. Çün­ k ü biliyorum k i siz iyi bir i nsansınız. Ayrıca içten olduğu nu­ za da eminim. Bana söyledikleriniz için özür diley i n ve bunu u nutalı m . " Düzeltmek için yelpazesiyle elbisesin i n sağ tarafına hafif­ çe vuruyordu. Sonra bilezikler i n i saliayarak kollarını kal­ dırdı, son ra da ellerini dizlerin i n üzerine koyarak yelpazesi­ ni açıp kapatmaya başladı . Ruhiiio'nun ceva bını bekliyordu. Ama onun beklediği n i n tersine, Rubiiio başı n ı sa ll ıyordu. " Özür dileyecek bir şey yapmadım. Üste l i k beni affetme­ menizi tercih ederim. isteseniz de istemeseniz de her zaman kal­ birnde olacaksı n ız. Oysa siz bana karşı içten davranmadınız çünkü beni aldattınız. " Sophia geri l d i . " Ba na kızmayın, sizi i ncitmek istemiyorum. Ama beni acı­ masızca ve tahammül edilmez biçimde aldattınız. Tabii ki ko­ can ızı sevmen iz iyi bir şey, sizi bunun için affettim ama . . . " " Ama . . . " diye tekrarla dı Sophi a . Şaşkın d ı . Rubiiio e l i n i ceketinin cebine soktu, mektubu çıkarıp ona

1 54

verdi. Carlos Maria ismini okuduğu zaman Sophia'nın, ben­ zinin attığı gözünden kaçmadı. Sanki bütün kanı çekilmiş gi­ biyd i . Ama kend i n i kontrol etti ve bunun n e olduğunu, bu mektubun n e a n lama geldiğini sord u . " Bu s i z i n yazın ız. " " Benim yazı m . Ama ne yazmışım? Bunu size kim verdi ? " Rubiao mektubu nasıl bulduğunu anlatmak istedi ama yeteri kadar i leri gittiği n i düşünüp ayrılmak için izin istedi . " Affedersiniz, mektubu kendiniz açı n . " " Artık burada yapacağım bir ş e y kalmadı . " Genç kadın, "Durun. Açın şu mektubu. Alın işte. Okuyun" diyerek Rubiao'nun ceketinin koluna yapıştı. Ama Rubiao ko­ lun u şiddetle çekerek şapkası nı aldı ve çıktı. Uşaklardan çeki­ nen Sophia, odadan çıkamadı.

cv İlk dakikalarda o kadar kızgındı k i mektup aklına bile gelme­ di. Sonunda yavaş yavaş düşünceleri mektuba yöneldi ama ne yazdığım daha hatırlamamıştı. Giderek kendini topladı ve Ala­ goas komitesiyle ilgili bir şey olduğunu düşündü. Zarfı yır­ tarak açtı; öyleydi . Mektup Rubiao'nun eline nasıl geçmişti ? Ve neden böy le ş ü phelenm işti ? Şüphe doğu racak bir şey m i olmuştu, yoksa kendi kafasından m ı uydurmuşt u ? Ya d a hak­ k ında dedi kodu m u yapıl ıyord u ? Mektubu Carlos Maria 'ya gönderdiği uşağı bulup Rubiao'ya onun verip vermediğini sor­ d u . Vermem işti. lnvalidos Sokağı'na vardığında mektup ce­ binde deği ldi. O da korkmuş ve kendisine bir şey söyleyeme­ m işti. Sophia tekrar salona döndü. Dışarı çıkma isteği kalmamış­ tı. Zannettiği gibi olmadığını Rubiao'ya göstermek için mek­ tupla zarfın parçalarını topladı. Ama bu sefer de mektubu de­ ğiştirdiğinden ş üphelenecekti . " Ka h rolası ! " d iye ını rıldana­ rak odan ı n içinde dolanmaya başlad ı .

1 5.5

Kalbi, hatı ralada dolmuştu. Carlos Maria'nın hayali gel­ d i gözlerinin önüne. Hem sevdiği hem de nefret ettiği, koca gözlll hayalet. Aklından onu kovmaya çalıştı ama becereme­ d i . Narİn hatlarıyla veya i nsanları hakir gören gülllşllyle kendisini izliyordu. Hayalet, kimi zaman önünde nezaketle eği­ lip selam veri yor ve gerçek olmadıkları nı anlayana kadar nice uykusuz gecesine mal olan sözler söylüyordu. Bir gece bir davette edilmişti o sözler. Sophia neden bu maceranın gerçek­ leşmediğini bir türlü anlayamamıştı. Kendisinden gerçekten hoşlanmış görünüyordu, genç adam. O zamana kadar kim­ se aşkını o kadar cesurca ifade etmemiş veya söylediğine gö­ re gecenin geç saatlerinde penceresi nin altından geçmemişti . Diğer davetleri de hatırladı. Gizlice söylenmiş sözler, ateşli ba­ kışlar. . . Bütün bu tutkunun hiçbir sonuç doğu rmadan nasıl yok olduğunu anlayamamıştı. Belki de ortada tutku falan yok­ tu, bel ki de tüm bunlar, kadınları cezbetme konusunda silah­ larını mükemmelleştirmek için yararlandığı bir yöntemden, boş söz ve davranışlardan i baretti . Zaten tepeden bakan, alaycı , kibirli bir tipti. Bu gizem ha kkı nda ne düşünsündü ki? Bu ki birli adam­ dan zaten gitti kçe daha çok iğrenmeye başlamıştı. Hatta bir keresinde ona gül müştü, şu anda da rahat rahat yüzüne ba­ kabilir durumdaydı. Gerçekten de artık onu unutmuş gi biy­ di. Bu yüzden de bu talihsiz mektup meselesiyle, adama kar­ şı hissettiği kayıtsızlığı gidererek tekrar onu gündemine sokan Rubiao'ya lanetler yağdırıyordu. Onunla ilgili ilk hatıraları gel­ di aklına, sözleri . Herkes kendisini güzel buluyordu. Carlos Maria da güzel olduğunu söyledi. O zaman bu neydi böyle? Muhtemelen adamın, ayaklarına kapanmasını sağlamadığı için böyle olm uştu. Keşke ona karşı fazla müteşekkir, fazla mü­ tevazı davranmasaydı. Aniden yan odadaki hizmetçi hızla salona girdi. Bir şeyin yere düşüp kırıldığını duyu nca salona koşm uştu. Salıibesi sa­ lonun ortasında ayakta duruyordu . " Bir şey yok" dedi . " Ben de sandım ki . . . "

1 56

" B i blo yere düştü. Ortal ı ğı toplay ı n . " " Hay A l l a h ! H e m de Çin porseleni b i bl o ! " Zavallı porselen biblo; her zamanki gibi sakin sakin kütüp­ hanenin rafında dururken Sophia, nasıl olduğunu bilmeden onu el ine al mış, bir süre parmakları arasında tutmuş, aklına ne ka­ dar aşağılanmış olduğu gelince, bel l i ki kendine kızarak bib­ loyu yere fırlatmıştı. Zavallı biblocuk, ne porselen olması, hat­ ta ne de Palha'nın hediyesi olması ona bir fayda sağlamıştı. "Ama hanı mefendi, b u bi blo nasıl olda da . . . " " Hemen dışarı çıkın . " Sophia, Carlos Maria'ya nasıl davrandığını hatırladı. He­ men adama teslim olmalar, kendini onun yerine koyup her ha­ reketi ni affetme ler, gizli saklı el tutuşmalar. . . Onun ayakla­ rına kapannı ıştı, olan buydu işte. Sonra, nasıl olduysa oldu, bir a nda her şeyi fa rklı h issetmeye başladı . Her şeye karşın o da mutlaka kendisiyle ilgileniyordu. Aralarındaki ruhsal uyum, bu terk edişi m utlaka geri döndürecekti. Belki de hata başka bir yerlerdeyd i . M uhtemel nedenleri tek tek bulup çıkarma­ ya başladı, mesela soğuk bir davranış, mesafe l i bir hareket, ilgisini ona yöneltmemesi. Hatırladı ki bir keresinde evde yal­ nızdı ve onu yalnızken eve kabul etmekten korktuğu için uşak­ ların evde o l madığını söy l emelerini istemişti. Tamam işte, mutlaka bu olmalıydı. Carlos Maria gururltı bir adamdı, en küçük bir şeyden incinirdi. Belki de o gi.in kendisinin evde ol­ duğunu öğrenmişti ve . . . Tamam işte, hatası buydu.

CVI Ya da daha doğrusu kafası karışan v e geçtiğimiz bölümlerden birindeki ara hacı n ı n h i kayesi i l e Sophia'nın end işesini birbi­ rine bağdaştıramayan sevg i l i o kurumuz, hayretler içinde so­ ruyor: " Bi.iti.in o Harnıonia Sokağı hi kayesi, Soph ia, Carlos Maria, kaçamak, falan filan, bunların hepsi bir laf salatasın­ da n , i ftiradan başka bir şey değil miydi yani ? " Okur da, Ru-

1 57

biao da bu i ftiraya katıldı üste l i k . Arahacı ise katılınadı çün­ kü ne bir isim verdi hatta ne d e tam bir h i kaye a nlattı adam­ cağız. Dikkatli okusaydınız bunu görürdünüz. Evet mutsuz oku­ rum, lütfen dikkat edin, bu tür maceralara mey i l l i bir adam, hiç arabası nı gidip tam da buluşma n ı n olacağı evin önünde durdurur mu? Yaptığı kaçarnağa şahit yaratmış olur böyle ya­ parsa. Dünyada o kadar çok sokak var k i , araba gidip arka sokaklardan birinde de pekiila bekleyebil i r. Arabacı, bir h i kiiyeyi tam o larak nasıl uyduracağı n ı pek bilmiyor demek. Peki böylesi bir hi kaye uydurmakta ne çıka­ rı vard ı ? Rubiao'yu b i r eve götürmüştü. Dostumuz eve girip i k i sa­ at kaldı ve onu da orada bekletti. Sonra arabaya bi nip hare­ ket etmesini söyledi. Bir süre sonra da arabadan inip yürüme­ ye başladı ve kendisini takip etmesini istedi. Müşterisinin tam da istediği gibi bir m üşteri olduğunu düşi.iıım üştü ama daha ona bir h i kaye uydurmak a k l ı na gelmemişti. Ya nında çocu­ ğuyla önünden genç bir kadın geçince (Saude Sokağı'ndaki ka­ d ı n ) ve Rubiao kadının arkasından hüzün ve sevecenlikle ba­ kınca arahacı müşterisinin savurgan olduğu kadar duyarlı bir müşteri olduğu sonucuna varıp ona bir hediye vermek iste­ di. Harmonia Sokağı 'ndan bahsettiyse bunun nedeni, geldik­ leri bölgeyi and ırdığı içindir. l nvalidos Sokağı'ndan genç bir adamı aldığını söylediyse bunun da nedeni, emin olun, bir ön­ ceki akşam oradan bir müşteri ( belki de Carlos Maria'nın ta kendisi n i ) almasıdır. Bel ki kendisi de o sokakta oturuyordur. Veya nasıl geceleri gördüğüm üz rüyalar gündüz yaşa d ı kları­ ınızdan kaynaklanıyorsa o anda böyle bir doğaçlaına yapına­ sına yol açan başka bir sebep vard ır. Tab i i bütün arahacıla­ rın hikaye uyduran adamlar olduğunu söylemi yoruz, k i as­ lında bölük pörçük parçaları bir araya getirerek bir hikaye uy­ durmak, önemli bir marifettir. Geriye bir tek yas elbisesi di ken terzilerden birinin Harmo­ nia Sokağı'nda oturması gibi bir rastlantı kalıyor. Her ne ka­ dar buna da mukadderat denilebilirse de aslında tamamen ter­ zinin suçudur. Şeh i r merkezine daha yakın bir yerde oturabi-

158

!irdi, öyle değil m i ? Hem böylece iğnesini ve kocasını daha ko­ lay terk edebilirdi. Oysa bu ikisini dünyadaki her şeyden da­ ha çok sevdiği için bana da kitabın akışını durdurmam için bir neden kalmamıştı.

CVII Sophia'nın d üşüncelerinin açıklanmaya i htiyacı yok . Gerçek­ Iere dayanıyorlar. Hatta Carlos Maria'nın, onun i l k um udu­ na cevap vermemekle kalmayıp, i k i ncisi ne, üçüncüsüne ve bundan sonra giderek azalan umutlarına da cevap vermeme­ si gibi aşırı bir gerçek var ortada. Bu i lgisizliğin nedeni ola­ rak, Sophia'nın bir neden ararken üç neden bul duğunu gör­ d ü k . Oysa Carlos Maria'nın, bu tip kaçamakları pek yavan hissetmesini sağlayan bir macera yaşıyor olabileceğini hiç ak­ lına getiremedi. Bu da dördüncü neden olabilirdi ve belki de asıl neden buydu.

CVIII Rubiao birkaç a y Flamengo'ya gitmed i . Hiç d e kolay uygu­ lanacak bir karar deği l d i bu. Sık sık pişman oldu, bu kararı­ nı sonuna kadar uygulayabileceğinden tereddüt duydu. En az bir kere gidip Sophia'yı görmek ve kendisini affetsin diye yal­ varmak niyetiyle evden çıktı. Niçin affedecekti peki? Belli de­ ğildi a ma a ffe d i l mek istiyordu . Ancak evden çıktığı anda ak­ lına Carlos Maria gel iyor ve bir an için d urakl ıyor ve bu du­ rakl ama, onun ziyaretin i engell iyordu . Sadece hanımefendi­ nin güzel gözlerinin sıcaklığına yalvarmak için mutsuz bir mi­ rasyedi gibi oraya gitmesi, pek yakışık a lmayacaktı. Ancak bir yandan d a depoya gidip Palha'yı görmeye devam ediyordu. Beşinci haftanın sonunda Palha, evlerine gelmediği için Ru-

1 59

biao'yu payladı. İki ay daha geçince, kendilerine tavırlı olup olmadığını sordu. Rubi ao, " Çok işiın var " d iye cevapladı lıemencec i k . " Şu siyasi meseleler çok vakit alıyor. Ama pazar günü gel irim. " Sophia, onu nasıl karşılayacağını planladı. Mektup konu­ sunu açmak için fırsat kollayacak, sonra da kutsal olan ne var­ sa adına yeminler ederek yazdıklarının gözden düşmesini ge­ rektiren şeyler olmadığını anlatmaya çalışacaktı. Beyhude ça­ balar! Rubiao pazar günü gelmedi. Bir pazar geçti, bir sürü pa­ zar geçti . . . Soplıia bir gün ona Alagoas Fonu'na üyeli k belge­ si gönderd i . Rubiao bağış miktarı olarak 5 conto beli rled i . B u kağıdı ortağına götürdüğünde Pal ha, " Ama bu m iktar fazl a " dedi. " Daha azı nı vermem . " " Öyle d e bu kadar fazla bir miktar vermeden d e cömert bir bağış yapabi l i rsiniz. Bu kağıtların sadece bir düzine k işiye mi gönderi ldiğini sa nıyo rsunuz yoksa ? Birçok kadının ve adamın elinde bu helgelerden var. Ayrıca Commercio Meyda­ nı'ndaki dükkaniarda da istediğiniz anda bulabilirsiniz bu ka­ ğı dı. Daha az bağış yapı n . " " Kağıda yazdığım mi ktarı nasıl değiştireyim ? " " 3 conto d a yeter. 3 conto gayet iyi b i r m iktar. Tab i i da­ ha çok bağış yapanlar da var ama onların ya resm i pozisyon­ ları ya da sahip oldukları milyonlar gereği böyle yapmaları ge­ reki yor. Mesela Bomfi n, 1 O co n to bağışladı." Rubiao, dudaklarındaki alaycı gül ümsemeyi bastıraınıyor­ du. K a fasını saliayarak 5 conto'da ısrar etti. Kağıda yazdığı mi ktarı ancak önüne bir rakamı yazmak suretiyle değişti re­ bilirdi ki bu durumda 1 5 conto bağışlamış ve Bomfin'i geçmiş olacaktı. "Elbette isterseniz 5, 1 O, hatta 1 5 verebilirsiniz ama serına­ yenize biraz daha özen gösterınelisiniz. Sermayenizi kemiriyor­ sunuz. Unutmay ı n artık eskisi kadar gelir getirmiyor." Rubiao, bütün varlıklarını (h isse senetleri, pol içeler, tapu senetleri ) Palha'ya emanet etmiş, o da on ları depodaki kasa­ ya koymuştu. Faizleri, tcmettüleri ve bir süre önce gayet ucu-

1 60

za aldırdığı, şimdiyse iyi bir gelir getiren üç evin kiralarını Ru­ biiio adına topluyordu . Ayrıca Ruhiiio'nun altınlarını yatırım için değil , sırf saymak için biri kti rınek gibi bir tutkuya sahip olması nedeniyle önemli sayıdaki altın paraları da kasaya koy­ muştu . Pal ha bütün bu serveti n değeri ni, serveti n sahi binden daha iyi biliyord u . Şa hit old uğu bir şey daha vardı k i , deniz sütliman ol ması na, ortalıkta en ufak bir fı rtı na bulutu olma­ masına karşı n, gem i de delikler açılmıştı. Kom ite başkanının kocası olduğuna işaret ederek 3 conto 'nu n yeterli olacağı ko­ nusunda ısrar ett i . A m a Rubiao 5 conto'dan vazgeçmed i . Üstelik bir 1 0 can­ to daha isted i . 1 O conto lazımdı ona. Pal ha kafası n ı kaşıdı. "Pardon", dedi bir an sonra, " niçin lazımdı ? Bu parayı kay­ betmeyeceğinize ya da en azı ndan riske atmayacağınıza emin m isiniz? " Rubiao, b u i ti raza gi.ı ldü. " Kaybedeceğime emin olsaydım geli p sizden istemezdi m . Tabii biraz riske atabilirim ama risk almazsanız kazanç d a sağ­ layaınazsınız. O paraya bir iş için, aslında üç iş için i htiyacım var. Bunlardan i kisi borç . Gayet güvenli borçl ar ve tutarı da sadece 1 .5 contos. Kalan 8 . 5 conto'yu da bir işe yatıracağı m . Neden başı n ızı sall ıyorsunuz? D a h a ne olduğu n u b i l e bilmi­ yorsun uz. " " Zaten bunun i ç i n olmaz diyorum. Bu işi bana dan ışı p içinde kimlerin olduğunu söyleseydiniz ben de paranızı riske atıp atınadığınızı söylerdim. Bu durumda bir şey elde etme­ den paran ızı kaybetmenizden korkuyoru m . H onest Capi­ tan's Union Company'deki hisseterinizi hatırlamıyor m usu­ nuz? Size insanları kandırıp paralarını elleri n de n almak için fi rmaya böylesine fiyakalı bir isim takmış olduklarını söyle­ ınemiş miydi m ? Bana i nanınayıp para nızı yatırmıştınız. Şim­ di fi rma n ı n hisseleri çok d üştü. Üstel ik altı aydır temettü de vermedil er. " " O zaman o hisseleri satı n . O para bana yeter. Ya d a ka­ sadan hisseleri bana veri n . İsterseniz ben gel i p alayım, ister­ sen iz siz Botafogo'ya gönderi n . "

161

Palha, hararetle R ubiao'yu tuttu: " Hayır, hiçbir şey yap­ ınayacağım . Size 1 O conto veremem. Zaten şimdiye kadar her isteğİ nizi kabul ettim . Benim görevi m, size d i renmektir. Gü­ venl i borç m u ? Ne borcuymuş bu? Görmüyor m usunuz, siz­ den paranızı alıp sonra da borçlarını ödemiyorlar. H atta adam­ lar işi, her gün kendilerine borç veren kişinin evine yemeğe gel­ meye kadar götürmüş. O Carneiro'yu sizin evde tam üç ke­ re gördüm. D i ğerleri n i n da size borcu var mı, b i lmiyorum. Kuvvetle m uhtemeld i r. Bu kadarı da fazla artı k . Bunları size söylüyorum çünkü dost acı söyler. İ leride sizi uyarmad ığım ı söyleyemezsiniz. E l in izdeki avcu nuzdakini etrafa saçarsanız, siz nasıl yaşarsanız? Hatta bizim ş irket bile batabi l i r. " " Bizim şirket batmaz" dedi Rubiao. "Niye batması n ? Bütün şirketler batabilir. 1 8 64'te Banker Souto'nun bile battığı nı görd ü m . " Rubiao, ortağı nın tavsiyesini düşündü. Yal nızca i y i b i r tav­ siye olduğu ya da mu htemelen haklı olduğu için deği l , ka ba­ ca ifade edilmiş olmasına rağmen arkasındaki iyi n iyeti gör­ müştü. İçinden ona müreşekkir oldu ama yine de tavsiyeyi din­ lemedi. 10 conto'yu istedi . Bundan sonra daha dikkatli olacak­ tı . Nakit olarak ve gerekirse satılıp nakde çevrilecek şeyler ola­ rak daha çok parası vardı . " Ya l nızca satı l ı p nakde çevrilecek şeyler" diye Palha onu d üzel tti . Bir an sonra da ekledi: "Tamam ama şimdi geç kaldık. Yarın size 1 0 cantas ge­ tiririm. Ya da neden siz Flamengo'ya gel i p almı yorsunuz? Si­ zi i neitecek bir şey mi yaptık ? Yoksa kadınlar mı bir şey yap­ tı size? S izi son gördüğümde kadınlarla tartışıyor gibiydiniz. Hadi bana aniatın da ben de onların cezasını vereyi m . " Rubiao gözlerini arkadaşından kaçırdı. Hani her şeyi bili­ yormuş da içten içe kendisiyle dalga geçiyormuşçasına keskin bir ironiye sahip bu sözlerden etkilenmişti. Tekrar Palha'ya bak­ tığında gözlerinde sorgulayıcı bir bakış gördü ve cevapladı: " Bi r şey yapmadılar. Yarın akşam gel i ri m . " " Yemeğe gel i n . "

1 62

" Yemeğe gelemem. M isafi rlerİnı olacak. Akşamüstü geli­ r im . " Zorla gülerek ekled i : "Sakın kadınları cezalandırmayın. Bana bir şey yapma­ dılar. " Rubiao kapıdan çıkarken, Pal ha, " Aramızdaki bağı k ı ska­ nan biri bunu etkisi a ltına almış" diye düşün üyordu . " Ya da Sophia onu kendinden uzaklaştıracak bir şey yaptı. " Ama Palha daha yerine dönmeden Rubiao tekrar kapıda göründü. Parayı daha erken a lması gerektiğini söy lemek için gelmişti. Parayı depoya gelip alacak, akşam da onları ziyare­ te gidecekti. Para ona öğleden sonra i ki de l azımdı.

CIX O gece Rubiao, rüyasında Soph ia i le Maria Benedicta'yı gör­ dü. Geniş bir terasta, sadece eteklerini giymişlerdi . İkisi n i n de sırtı çıplaktı. Eli nde, ucundaki beş püskülünde demir parça­ cıklar bulunan bir kırbaç olan Sophia'nın kocası, ikisini de acı­ masızca kırbaçlıyord u . Yalvarıyor, kendisini affetmesini isti­ yorlardı. Acıdan kıvranıyorlardı. Her tarafları kana bulanmış­ tı. Etleri parça parça dökülüyord u . Ama rüyada Sophia'nın neden İmparatoriçe Eugenia, Maria Benedicta'nın da onun ne­ dimesi olduğunu, tam olarak bilemeyeceğim. Alvares de Aze­ veda'nun kahramanlarından biri, " Rüya, rüyadır, Penseroso" demişti . Ben, HamJet'in en çılgın konuşmalarından birini söy­ leyen yaşlı Polonius'un sözleri n i terc i h ederim: " On u n deli­ liğinde bile bir düzen var. " Rubiao'nun da Sophia i le Eugenia'yı birleşti rmesi, düzenli bir şeydi. Hatta aşağıda okuyacağınız çok daha a bartılı şeyde h i l e bir düzen vardı. Evet, Rubiao, büyük bir öfke içi nde kırbaçlamanın dur­ durulmasını, Pal ha'nın asılmasını ve k ı rbaçlananların oradan götürülmesini emretti. Kırbaçlananlardan biri, Sophia, Rubi­ ao için bekletilen açık arabaya binmeyi kabul ett i . Atlar dört­ nala giderken bütün zarafeti ve güze ll iğiyle , heybetli ve i h ti-

1 6.3

şamlı Rubiao'nun yanındaydı. Ö nce i k i at vardı ama sonra sayıları sekize çıktı . Dört ç i ft güzel hayvan . Sokaklar, pence­ reler insanlarla doluydu. Herkes tezahüratta bul unuyor, üzer­ lerine çiçekler yağıyordu. Rubiao, İ m parator Louis N apole­ on olduğunu düşündü. Köpek de arabada, Sophia'nın ayak­ larının di bi ndeyd i . Rüya, ansızın bitiverdi. Ne bir sonuca bağlanmış, ne kav­ ga gürültü çıkmıştı. Rubiao, gözlerini açtı. Bel k i de bir pire ısırm ıştı onu veya başka bir şey olmuştu. " Rüya, rüyadır Pen­ seroso ! " Ama ben hala Polonius'un sözlerini yeğleri m : " Sizin delil iğinizde bile bir düzen var. "

cx Rubiao iki krediyi verdi ve o işe yatırım yaptı. Yatırım, Rio de Janeira l imanında gemi indirme ve bindirme koşul larının iyi­ leştirmesine yönel i k bi r proj eydi . Borçlardan biri Atalaia'nın ödenmemiş bir senedinin ödenmesi için verilmişti. Bu borç çok önemliydi çünkü gazetenin yayın hayatına son vermesi teh­ l i kesi ortaya çıkmıştı. Camacho, Rubiao parayı evine götürdüğünde, " Güzel " de­ d i . " Size çok teşekkür ederi m . Görüyorsunuz, bu kadar kü­ çük bir şey bile yay ı n organı mızı susturabi lirdi. Elbette yolu­ muzcia y ü rürken bu gibi d i ke n leri de tem izleyeceğiz. İnsan­ lar eğitimsiz. Kendileri için çalışanları, a nayasal özgü rlükler için her gün arenaya çıkıp dövüşenieri bil miyorlar, onlara des­ tek olmuyorlar. Düşünün, bu para elim ize geçmeseydi herkes kendi yoluna gidecek ve i lkeler, sadık koruyucularından yok­ sun kalacaktı . " " As la ! " diye itiraz etti Ru biao. " Ha k l ısınız. İki kat fazla çalışmalıyız. Atalaia, her düştü­ ğünde daha büyük bir k uvvetle tekrar ayağa kalkan o masal kahramanına benzeyecek. " Camacho bunları söylerken bir yandan da elindeki para ·

1 64

destesine bakıyordu. " 1 conto 200 milreis, değil m i ? " dedi ve parayı cebine koydu. Artık kurtulduklarını ve bundan sonra gazeteni n gelişeceğini söyleyerek devam etti. Aklında bazı ye­ n i l ikler vardı . Hatta daha da i l eri gitti: " Programımızı geliştirme l i , arkadaşianınıza yeni bir ener­ j i vermeli , gerek i rse onlara karşı sal d ı rıya geçmel iyiz. " " Nasıl ? " " Nasıl mı ? Üzerlerine giderek. Tab i i sadece sözlerim izle. Yani, hatalarını düzeltmekten bahsediyorum . Parti organının giderek laçkalaştığı ortada. Parti organı diyorum çünkü gaze­ temiz, partimizin fik i rleri n i n yayımlandığı bir orga n . Arada­ ki farkı aniayabiliyor musu nuz ? " "An lıyoru m . " Camacho, eline b i r puro aldı v e yakmadan, " Laçkalaşıyor" ded i . " i l keleri daha çok vurgulamamız lazım. Bunu da açık­ ça, dürüstçe ve gerçek leri dile getirerek yapmalıyız. inanın ba­ na l iderlerin bunu kendi arkadaşlarından, kendi yandaşların­ dan duymaya i h tiyaçları var. Partilerin birbiriyle uzlaşması­ nı hiçbir zaman reddetmedi m ; hatta bunun için savaştım ama uzlaşma, bir entrika oyunu deği ldir. Mesela ben i m eyaleri m­ de Pinheiros'un yandaşları sadece benden kurtulmak gibi bir amaç için hükümetin desteğini alabildiler. Peki, benim yan­ daşlarım, hükümetin Pinheiros gru bunu destek lediğini görün­ ce ne yaptı dersi niz? O nları desteklediler. " " Pi n hei ros grubunun bel li bir gücü var m ı ? " Camacho, ki brit k utusunu açmak üzereyken hiddetle ka­ patıp, " Hiçbir gücü yok " diye cevap verdi. Aralarında eski bir mahkum ile eskiden berberde çıraklık yapan biri var. 1 8 55 'te Recife Fakültesi 'ne gird i . Bence vaftiz babası nın ona bırak­ tığı m i ras sayesi nde o okula girebildi. Skanda llada dolu bir hayatı var ama yine de okuldan mezun olur olmaz eyalet mec­ l isine giriverdi. Oysa aptalın tekidir. Ben ne kadar papaysam, o da o kadar üniversite mezun ud ur. " Camacho ile Rubiao, gazeteni n siyasi çizgisinin bi raz de­ ğiştiri lmesi üzerinde görüş birliğine vardılar. Camacho, l ider­ lerinden gelen tepki üzerine Rubiao'nun adaylığı n ı n zorlaş-

1 65

tığını hatırlattı. " Aslında hepsi değil de bazıları tepki göster­ d i " diye lafını düzel tti . Rubiao bir şey demed i . Camacho bu­ nu vaktiyle söylemişti, şimdi tekrar hatıriayınca canı sı kıldı. Mecl ise girebilirdi, oraya girmeliydi. Onlar, o ! i derler, onu is­ temeyen ler, bu hata larından dolayı pişman o lacaklar diye düşündü. M i l letveki l i , senatör, bakan olunca hepsin i n gözü fa l taşı gibi açılacaktı. Dostumuzun yüreği, arkadaşı tarafın­ dan tutuşturulmuştu. Ama artık nefret ve kıskançlık gibi duy­ gulada değil, saf bir tutkuyla, o günlerin kes i n l i k l e geleceği­ ne bes lediği içten i nançla ve göz kamaştı rıcı bir i h tişam bek­ lentisiyle o ateşi kendi kendine harlıyordu . Camacho, Rubi­ ao'nun tam kıvamına gel diğine karar verdi. " Bizimkiler de aynı düşüncede. Bence bizimkileri biraz teh­ dit etmek, hiç de zamansız kaçmaz. " O akşam Camacho, bazı eyalerlerde partisine iktidarın ve­ fasızlığına tesli m olup yozlaşmış ve değersiz i nsan ları destek­ Iemernesi tavsiyesinde bulunduğu makalesin i Rubiao'ya oku­ du. Makale, şöyle sona eriyordu: " Partiler disiplinli ve birlik beraberl i k içinde olmalıdır. Hiç de öyle düşünmedikleri ha lde, disiplinin ve birli k beraberliğin, rakipierin e l i nden gelen menfaatleri reddetme noktasına ka­ dar götürülemeyeceğini i leri sürenler var. Risum teneatis! * Tan­ rı korkusuyla titremeden kim böyle bir günah işleyebil i r ? An­ cak bir an için bunun doğru olduğunu, muhalefetin, bir an için hükümetin aşı rılıklarına, yasaları çiğnemesine, i ktidarı suiisti­ mal etmesine, doğru yoldan sapmasına göz yumduğunu var­ sayalım. Ne olmuş yani? Bu çok nadiren olabilir ve ancak için­ de kötü değil iyi u nsurlar barındırıyorsa kabul edilebilir. Her partide muhal ifler ve dalkavuklar vardır. Partinin rüşvet çar­ kına batmasını teşvi k ederek laçkalaşmamızı sağlamak, rakip­ lerimizin yararı nadır. Gerçek budur. Bu gerçeği inkar etmek, ulusumuzun ruhunu incitir. Kendini satanlar tapmaktan ko­ vulacak, orada a ncak i l kelerimizin kal ıcı zafer i n i , k ısa vade­ l i küçük çıkarları n ı n üstünde tutan i nanç sahibi, temiz kalp-



(Latince) Güldürmeyin ben i ! - ç.n.

166

l i insanlar kalacaktır. Buna karşı gelen k i m varsa, karşıların­ da bizi bu lacaktır. Artık ok yaydan çıkmış tır! "

CXI R u biao makaleyi çok beğendi, mükemmel buldu. Sadece ye­ terince güçlü değildi, belki . Mesela " kendini satanlar" lafı iyiy­ di ama, " ruhunu satan rez i l ler" daha i y i olabil irdi: " Ruhunu satan rezil ler m i ? Evet a ma bu sözde bir bozuk­ luk var" dedi Camacho. "R harfi çok tekrar ediyor. Ruhunu . . . reziller. Size de bu biraz k u l a k tırmalayıcı gel miyor mu ? " " Ama tekrar eden başka harfler d e vard ı . Neydi o , ves . . .

vis?" " Vae victis. A m a o Latince bir dey i m . Rezi l ler yerine baş­ ka bir şey k oysa k ? Mesela ru hunu satan tüccarlar. " " Ru h u n u satan tüccarlar fena değil . " " Ama buradaki 'tüccarlar' l afı, reziller kadar v urucu de­ ğil . " " O zaman rezil ler kalsın. Ruhunu satan reziller güçlü bir i fade. Kimse harflerin tekrarlanıp tekrarlanmadığına bakmaz. Benim hiç dikkatimi çekmedi. Vurucu bir i fade olduğu için sev­ d i m . Ruhunu satan rezil ler. " " Ruhunu satan reziller, ruhunu satan reziller" diye Camac­ ho a lç a k sesle b irkaç kez tekrarladı. " Ba n a da fena gel m iyor şimdi. Ruhunu satan reziller. Tamam, kabul ediyorum . " De­ ğişikli kleri yaparak tekrar okudu: " Ruhunu satan reziller ta­ pınaktan kovulacak, orada ancak i l ke l erimizin kalıcı zaferi­ ni, kısa vadeli küçük ç ı karlarının üzerinde tutan, i nanç sahi­ bi, temiz kalpli i nsanlar k alacaktır. Buna karşı gelen kim var­ sa, k a rşı l arında bizi bulacaktır. Artık ok yaydan çıkmıştır! " Bizzat kendisinin de makaleni n yazımında küçük bir ro­ lü olduğunu h i sseden Rubiao, " Çok güzel " ded i . Camacho g ü lümseyerek, " Beğendiniz m i ? " d i y e sord u . " Bazıları yazılarımda h a l a öğrencilik günlerimin taze heyecan-

1 67

larını buluyor. Buna bir şey diyemem, bi lmiyorum. Tek söy­ leyebileceğim, genel tema larıın ı n aynı olduğu. Onları aynen korurnam gerekir. Korumamız gerek i r. "

cxıı Birçok eski kitapta " şu konuda neler oldu " şeklinde bölüm­ leri özetlerler ya, işte benim de aynı şeyi yapmam gereken yer, tam burası . Bernardim Ribeira'nun yaptığı "· ve diğer harika k itaplarda yapılan şey, bu . Başka di llerde yazılmış kitaplarda da, Cervantes ya da Rabelais'ye kadar gitmeye gerek kalma­ dan, kitaplarındaki çoğu bölümler sırf o özetler nedeniyle oku­ nan Fielding ve Smollet'i örnek vermek yeter. Mesela Tom jo­ nes, IV. kitap, I. bölümü alalım. Şöyle bir başlık görürüz: " Beş Sayfadan Oluşur. " Açık, net, kimseyi kandırmayan bir başl ık. Ne bir eksik, ne bir fazla, tam beş sayfa vardır. İsteyen okur, is­ teyen okumaz. Yazar, okuyaniara bir de yalakalık yapar: " Şim­ di de ön sözü uzatmadan, sonraki bölüme geçel im. "

CX I I I Ben de bu kitapta aynı yöntemi izleseydim, her şeyi açıklayan şöyle bir baş l ı k yazma m gerekirdi: " Ma k alede Yaptığı De­ ğişik! ikten Hoşnut Kalan R u biao'nun, Başka Ta nımlamalar Üzerinde Uzun Uzun Düşünüp Sonunda Okuduğu Bütün Ki­ tapları Kendisinin Yazd ığım Sanması . " Bunu yeterli görmeyen okurlar da çı kacaktır. Şüphesiz bu okurlar, Fielding'in beş sayfada verdiği özetin bile böyle bir şey için yetersiz kalacağı na bakmadan, dostumuzun ruhsal vazi • Öncü Portekiz şair ve yazarı. Delirerek öld ü. Meııi11a günüm üzde de Portek iz'in önemli eserlerindeııd ir. - ç.ıı.

1 6S

e

Moca adlı eseri,

yeti nin ta m bir a na l izini isteyeceklerdir. Rubiao'nun arkada­ şıyla ortak bir tanım bulmasıyla okuduğu bütün kitapları onun yazmış olması arasında tam bir uçurum var. Ama emin o l u n i ş i n en zor tarafı, t e k bir tanınıdan ilk kitabın yazımına atla­ mak oldu. Ondan sonrası kolayca geldi. Ama tanı bir analiz oldukça uzun ve sı kıcı olacaktır. Demek k i bu analiz mesele­ sini şurada bırakmak daha iyi olur: Rubiao birkaç dakikalı­ ğına, kendini başkalarının kitapların ı n yazarı olarak gördü.

CXIV Önümüzdeki bölümü n , tek hir başlık ta özetlenip özetleneme­ yeceğin i , ben de bilemiyorum.

cxv Rubiao, Sophia'yı görmeme, e n azından Flamengo'ya gitme­ me kararını azimle uyguluyordu. Bir gün Sophia'yı, yanında Alagoas komitesindeki kadınlardan biriyle bir araba içinde ge­ çerken gördü. Sophia ona eğilerek ve gülümseyerek selam ver­ di, el salladı. O da heyecanla şapkasım çıkararak selamını al­ dı. Ama öyle eskiden rastlasaydı olacağı gibi yerine çakılıp kal­ madı, sadece giden arabaya b i r bakış atıp yo luna devam et­ ti. Bir yandan da mektup olayını d üşü nüyor, sanki araların­ da hiçbir şey geçmemiş gibi, her türlü çekinmeden ve aşağı­ lamadan uzak bir şekilde Sophia'nın kendisine nasıl e l sal la­ dığına şaşı rıyordu . Yanı nda birinin bulunması ve aklının ko­ mite çalışmalarıyla meşgul olması, Sophia'nın i nceliğini açık­ laya b i i i rd i tab i i a ma Rubiao bu olası l ığı a k l ı na getiremed i . " Nasıl b u kadar kayıtsız olabili r ? " diye soruyordu kendi­ ne. " lnva l i dos Sokağı züppesine gönderdiği mektubu buldu­ ğumu hatırlamıyo r o l a b i l i r m i ? Artık bu kadarı da çok faz-

1 69

la. Sanki hiç önem vermediğini, canı hangi mektubu çekerse yazabileceğin i yüzüme vuruyor gibi. Elbette canı ne isterse ya­ zabilir ama kendine bir posta k utusu k i ra lasa daha iyi eder. Daha ucuza getirir. " B u düşüncesini çok zekice bulup güldü. B u kahkahayla tam o sırada oradan geçen birine sel am vermek zorunda kalma­ sı melankolik düşüncelerini dağıttı. Bu arada kendisini Bank of Brazi l ' e getiren diğer meseleyi hatı rladı. Bankadan içeri girerken, dışarı çıkmakta olan ortağına rastladı. " B i raz önce Dona Sophia'ya rastladım. " " Nerede ? " " Ourives Sokağı'nda. Yanında bir hanımla birlikte bir ara­ banın içindeydi. Nasılsı n ı z ? " Pa lha bu soruya cevap vermeden, " Sophia'ya rastladınız ve hala hatırlamıyorsunuz" ded i . " Çarşamba gününün, yani yarın deği l öbür günün, Sophia'nın yaş günü olduğunu hatır­ lamıyorsunuz. Sizi yemeğe davet etmeyeceğim . Çünkü bu si­ zin uzun ve sık ıcı bir akşam geçirmenizi İstemek a n lamına ge­ lir. Buna cesaret edemem. Ama bir bardak çayı kısa sürede içe­ biliriz. Bana bu i y i l iği de mi yapmayacaksınız ? " Rubiao hemen cevap vermedi. Sonunda, " Yemeğe geleceğ i m " dedi. " Ça rşamba mıyd ı ? Beni sayabilirsiniz. Evet itiraf ediyorum, u nuttum a m a aklım­ da o kadar çok şey var k i . . . Yarım saat içi nde depoda olaca­ ğım. Beni bekler misiniz? " Yar ı m saat dolmadan, depoya geldi ve 2 conto isted i . Pal­ ha, bu sefer Ruhiiio'nun sermayesinin azar azar erimesine kar­ şı çıkmadı ve usu l en bir i k i tepkiden sonra, ta m bir kayıtsız­ lıkla istediği parayı verd i . Rubiao, aceleyle gidip göz kamaş­ tırıcı bir pırlanta alarak bir karta üç beş satırlık kutlama ya­ zıp çarşamba günü e l inde olacak şekilde Sophia'ya gönder­ meden, eve gitmed i . Hizmetçi paketi getirdiğinde, Sophia odasında ayakkabı­ l arını giyiyordu. O gün a l dığı üçüncü hediyeydi bu. Hizmet­ çi de paketin içinde ne olduğunu görmek için onun açması-

1 70

nı bekliyordu . Sophia paketi açıp pahalı bir p ı rlantayla süs­ lenmiş kolyeyi gördüğünde gözleri kamaştı. O ndan bir hedi­ ye bekl iyordu ama aral arında geçenlerden sonra hala bu ka­ dar cömert olabileceğini ummamıştı. Kalbi pır pır etti. " Hediyeyi getiren burada mı ? " " Gitti efend i m . N e kadar güzel bir kolye, madam ! " Sophia k utuyu kapatıp ayakkabılarını giydi. B i raz yalnız oturup olanları düşündü. K a l karken şöyle düşün üyordu: "Bu adam bana tapıyor. " Giyinmeye başla d ı . Aynanın önüne geldiğinde bir süre durup kendini izledi. Endamına, omuzlarından bileklerine ka­ dar açıkta bıraktığı kol larına, h ülyalı gözlerine memnuniyet­ le baktı. 29 yaşındaydı ama 25 yaşında gösterdiğini düşündü. Haksız da değildi. Korsesini giyip bağladı, yakasım güzel boy­ n u n u n büyük kısmını açı kta bırakacak şek i l de a ya rladı. Bu­ nu yapı nca da kolyen i n boyn u nda nasıl duracağım görmek istedi ve kolyeyi k utusundan çıkarıp boynuna taktı. Sola dön­ dü, sağa döndü, ayna ya yaklaştı, çeşitli duruşlar denedi, oda­ nın ışığını artırdı . M ükemmel d uruyordu . Sonra da kolyeyi kutusuna koyup yerine kaldırdı. " Bu adam bana tapıyor" dedi tekrar. Bu arada Rubiao akşam yemeği için Flamengo'ya giderken, " O adam mutlaka orada olacaktır" diye düşünüyordu. " Ama ben i mkinden daha güzel bir hediye kesin verememi ştir. " Gerçekten de Carlos Maria oradaydı . Alagoas komitesin­ den bir kadınla ve Maria Benedieta .i le sohbet ediyordu. Davet­ liler, özellikle seçilmiş, sınırlı sayıda insandan o l uşuyordu. Bin­ başı Siqueira ile l