Edebiyat Biliminde Yeni Bir Yaklaşım Medyalararasılık
 9789758839742

Citation preview

Medyalararasılık Edebiyat Biliminde Yeni Bir Yaklaşım Ersel Kayaoğlu

Selenge Yayınları İstanbul - 2009

Selenge Yayınları No: 54 Edebiyat Dizisi No: 13

Dizgi-Sayfa Düzeni Ersel Kayaoğlu

Tashih-Redaksiyon D. Ahsen Batur

Kapak Nüans Ajans

Baskı-Cilt Filmon Ofset İkitelli-İstanbul

ISBN 978-975-8839-74-2

Selenge Yayınları

Ticarethane Sok. No. 41/24 Cağaloğlu/İstanbul Tel: 0.212 514 45 73 Faks: 0.212 511 09 35 www.selenge.com.tr e-mail: [email protected]

İÇİNDEKİLER

Önsöz

5

Giriş .... . ............... .. . . . . . .... . ............. . .

7-

Medya Teriminin Kapsama Alanı ..................... Türkçede Kullanımı .................................. Etimolojisi.. ..... ......... ....... ......... .. .. . ...... Platon'un Phaidros Diyaloğu. ..... ............ ...... ... The Extensions of Man - Marshall McLuhan'ın Medya Anlayışı. .......... ....... ........................... 1.5 Medya Biliminin "Medya" Tanımları ................... 1.6 Medyaların Sınıflandırılması ...........................

12 12 16 19

2 2.1 2.2 2.3 2.4

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri .................. Terimin Kökeni............................... ....... Medyalararasılık Olgusunun Geçmişi................... Modern Sanatta "Intermedia" Kavramı . ................ Metinlerarasılık . ......... .. . ..... ...................

39 39 41 50 52

3 'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık ................. 3.1 Terimin Yeniden Keşfi............ .. . ..... .... .. ...... 3.2 Medyalararasılık Tanımları . .... . . . . .. . ....... . .... . .. . 3.3 Rajewsky'nin Medyalararasılık Sistematiği.............. 3.3.1 Medya Değişimi. ... . .. ... ..... ............. ........ 3.3.2 Medya Kombinasyonu.... ......................... .. 3.3.3 Medyalararasılık İlişkileri.. .. .. .... . ...... .. ... ......

56 56 60 68 70 71 72

l 1.1 1.2 1.3 1.4

4 4.1 4.2 4.3 4.4

24 28 34

Medyalararasılıkla İlişkili Kavramlar ........ . ......... 77 Betimleme ........................................... 77 Öykünme . ... . . .......... ...... ......... ..... . ...... 81 İşaretleme.......... ...... . .......... ...... . ......... 83 Montaj... ................ ...................... ..... 87

5 Edebiyat Bilimin "Yeni Bir Paradigması" ............. . 5.1 Edebiyat Biliminin Başka Medyaları Kapsama Alanına Alması.............................................. 5.2 Medyasallık-Metinsellik............................... 5.3 Medyalararasılık Araştırmalarının Amacı............... 5.4 'Yöntemsel Bir Temel' Önerisi Yerine...................

90 90 92 95 97

6 6.1 6.2 6.3 6.4

Edebiyatta Medyalararasılık Örnekleri ............... Televizyon Diline Öykünme.......................... Okuyarak Görmek - Metin-Resim İlişkisi.............. Edebiyat-Film İlişkisi. ................... ............ Müzik Simülasyonu.................................

100 100 103 114 122

7

Son Söz...........................................

129

Kaynakça ................. ......................... 130 Dizin.............................................. 141

Önsöz Farklı disiplinlerde farklı biçimlerde kullanılan, fakat özellikle de edebiyat bilimi alanında çok verimli araştırmalar için çıkış noktası oluşturabilen medyalararasılık terimi ile 2 004 yılında, Innsbruck Üniversitesi'nden Prof. Dr. Klaus Zerinschek'in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda düzenlediği bir seminerde tanıştım. Konunun yeni ve daha önce hiç karşılaşmadığım bir alan olması, bende hemen büyük bir ilgi ve heyecan uyandırdı. O zamandan beri de bu konuyla ilgilenmekte, buna ilişkin çeşitli incelemeler yapmakta ve dersler vermekteyim. Ortaya çıkan bu ilgide, 1996 yılında Prof. Dr. Şeyda Ozil'in aynı anabilim dalında başlattığı ve o tarihten bu yana tarafımca sürdürülen Medya Semineri derslerinin oluşturduğu zeminin de payı var elbette. Bu kitabı yazmaktaki temel amacım ise, medyalararasılık terimini tanıtarak Türkiye'de edebiyat bilimi bağlamında bu alanda araştırmaların artmasına küçük de olsa bir katkıda bulunmaktır. Bu kitabın oluşma sürecinde benden yardımlarını esirgemeyen herkese, yöntemsel önerileriyle katkıda bulunan Prof. Dr. Meral Alpay'a, en başta da bana sabırla katlanan eşime ve oğluma teşekkür ederim.

Ersel Kayaoğlu

Giriş Günümüzde özel yaşamın ve çalışma dünyasının her alanında medyalar, özellikle de elektronik medyalar, varlıklarını ve etkilerini çok yönlü ve giderek artan biçimde hissettiriyor. Gerçi en eski çağlardan beri resim, çizim, kitap, tiyatro, müzik gibi medyaların insanın gerçeklik algısına etki ettiği ve hatta bu algıyı önemli ölçüde biçimlendirdiği bilinen bir olgu. Fakat bugün medyaların girmediği bir yaşam alanı artık neredeyse bulunmadığından, medyaların gerçeklik algılamasındaki payı da bununla bağlantılı olarak giderek artıyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan ve giderek hız kazanan gelişmeler, özellikle de sayısal medyalar alanındaki baş döndürücü sıçramalar, insanlığa yalnızca yeni iletişim ufukları açmakla kalmıyor, insanın dünyayı, çevresini ve kendisini algılayışını da derinden ve çok yönlü olarak biçimlendiriyor ve hatta belirliyor. Artık "medya toplumu" olarak da adlandırılan günümüz "bilgi ve iletişim toplumlarında" insanın dünyaya ilişkin bilgileri, kanıları ve izlenimleri büyük ölçüde medyalar aracılığıyla aktarılanların etkisiyle oluştuğu ve biçimlendiği çoktandır farkına varılmış ve dile getirilen bir gerçektir. Bu hızlı gelişim sürecinde medyaların sunuş ve işleyiş biçimlerinde de bazı değişimler görülüyor. Konular, bilgiler ve içerikler artık birbirinden bağımsız, ayrı ayrı medyalar1 içinde tek tek değil, bir medya örgüsü ya da demeti olarak adlandırılabilecek biçimde ve farklı metin ya da anlatım türlerinin karışımı olarak karşımıza çıkıyor giderek. Medyaların bu melezleşmesi, diğer medyaları içine alarak bir medya konglomerası oluşturan bilgisayar ortamında uç noktasına varıyor. Bu birleşmelerin doğal bir sonucu olarak yalnızca medyalar arasındaki sınırlar değil, medyalarla sanat dalları arasındaki sınırlar da sorgulanır hale geliyor. Medya-sanat ayrımının yapay bir ayrım olduğunun giderek daha çok kabul görmesinin altında yatan Burada medya kavramının en geniş tanımıyla, her türlü sunuş ve aktarım biçimini/ aracını kapsayacak biçimde kullanıldığını belirtmek gerekir.

1

8

Medyalararasılık

nedenlerin en başında da medyalarla sanatların giderek melezleşiyor ve ağlar, demetler oluşturmuş halde karşımıza çıkıyor olması yatıyor. Bu durumun göstergelerinden biri de modern sanatta elektronik medyalardan çokça yararlanılmasının günümüzde artık kanıksanmış olmasıdır. Medyaların edebiyat ve sanat dallarıyla oluşturduğu bu tür birleşmeler, kombinasyonlar, kümeleşmeler ve karışımlar giderek daha çok karşılaşılan yeni bir olgu gibi görünse de, aslında çok eskilere dayanan bir olgudur. Günümüzdeki durum ise, medyalar üzerinden iletişimin ve aktarımın kolaylaşması ve yaygınlaşması nedeniyle bu ilişkinin daha fazla oluşturulması ve bundan dolayı daha çok dikkat çekiyor olmasıdır. Klasik ve modem medyaların tarihi, daha ortaya çıkışlarından itibaren medyasal dönüşümleri, füzyonları, kırılmaları ve karşılıklı etkileşimleri barındırıyor. İnsanlık tarihinin başından bu yana medyalardaki ve sanatlardaki gelişmelerin birbirine bağlı olduğu ve birbirini yoğun biçimde etkilediği görülüyor. Örneğin Barok ya da Fütürizm gibi sanat evrelerinin/hareketlerinin mimariyi de içine alan medyalararasılık olgularını ortaya çıkarttığı biliniyor. Bunun bir başka örneğini de edebiyat alanında ortaya çıkan Romantik kavramının günümüzde resimden müziğe çok farklı sanat biçimleriyle ilişkilendirilmesi oluşturuyor. Bu anlamda medyaların "saf" olma durumunun aslında bir yanılsama ve yapay bir olgu olduğu söylenebilir. Bugün sanatsal ve medyasal iletilerin giderek daha çok iç içe geçmesiyle medya ve sanat kuramları arasındaki sınırların da giderek daha geçişli hale gelmesi, medyaların ve sanat türlerinin sınırlarının çok daha tartışılır duruma gelmesini beraberinde getirdi. Teknolojik gelişmeler, video sanatı, resim, fotoğraf, film, televizyon, ıni.izik gibi alanlarda çok çeşitli medyalararasılık konstellasyonlarını ortaya çıkartmakla kalmadı, özellikle de medyaların bilgisayar potasında erimesiyle birlikte, çok eski bir talep olan "medyasal bütünleşik sanat yapıtı" için bir zemin hazırlamakta. Oskar Walzel'in daha 1900'lerin başında vurguladığı "sanatların birbirini karşılıklı olarak aydınlatması" ve sanata bakışta katı şemaların uygulanmasından vazgeçilmesi talebi ile Richard Wagner'in "Gesamtkunstwerk" , yani yukarıda anılan bütünleşik sanat yapıtı savı, günümüzde medyaların ve sanatların birbirine daha da yaklaşmasıyla gerçekleşme olanağı bulmakta. Bu melezleşmelerden dolayı medyaların kültürel iletişimde sürekli anlam dönüşümlerine ortam hazırlaması, böylece geleneksel medya

Giriş

9

ve tür sınırlandırmalarının geçerliliğini giderek yitirmesi, eski medyasal çerçevelerden sıyrılarak oluşturulmuş çok sayıda medya metniyle karşılaşılması, 'medyasallık' ve bunun devamında 'medyalararasılık' terimlerinin de giderek daha çok kullanılmaya başlamasına yol açb. Paradoks bir durum gibi görünse de, sanat türlerinin sınırlarının kaldırılması ıçın önce farklı medyaların kendi sınırlarının belirlenmesi ve bir medyanın kendi maddesel özelliklerinden doğan bir estetiğinin, bir çalışma biçiminin ve işlevinin olduğu varsayımından yola çıkılması gerekiyor. Kendine özgü özellikleri bulunan olgular olarak medyaların/sanatların karşılıklı etkileşim süreçlerine sokulması, böylece birlikte ortaya çıkmaları ya da melezleşmeleri uzun zamandır dikkat çeken ve incelenen konular olmakla birlikte, bu araştırmaların özellikle de medyalararasılık teriminin ortaya atıldığı 1990'ların başlarından beri giderek yoğunlaştığı ve sistematik biçimde yürütülmesi için çaba harcandığı görülüyor. Bu anlamda medyalararasılık araştırmalarının çıkış noktasını farklı medyaların ve yapıların bir konsept olarak "biraradalık" olgusuna sahip olabileceği ve bunların medyasal ve estetik kırılmalarının, bozumlarının alımlayıcıya yeni yaşantı ve deneyim boyutları açabileceği düşüncesi oluşturuyor. Peki, nedir bu medyalararasılık? Özellikle de bu alandaki araştırmaların daha yoğun biçimde yürütüldüğü Almanya' da artık bir moda sözcüğe dönüştüğünden bile yer yer yakınılan bu terim ne anlama geliyor? Medyalararasılık, medyalar arasındaki karşılıklı etkileşimden yararlanmak üzere yazarlar ve sanatçılar tarafından kullanılan estetik bir yöntem olarak tanımlanabilir. Belli bir medyaya özgü teknikler, konular, anlatım biçimleri, söylemler vs. başka bir medyada taklit ya da konu edildiğinde, bu yabancı medyanın teknikleri, biçimleri, söylemleri ve içerikleri konu eden ya da öykünen medyaya bir anlamda dahil edilmiş oluyor. Böylece bu öykünen ya da konu eden medyanın sırlarını genişleten, ona bir anlam ve özellik katan durumlar ortaya çıkabiliyor. Buradan hareketle, en genel anlamıyla medyalararasılık, konvansiyonel olarak farklı oldukları kabul edilmiş en az iki ayrı ifade ya da iletişim medyasının bir sanatsal üründe fark edilebilir ve kanıtlanabilir biçimde yer alması olgusunu ifade eder. Farklı medyaların bu türden karşılıklı etkileşimleri edebiyat biliminin, sanat biliminin ve diğer kültür bilimlerinin araştırma

10

Medyalararasılık

alanlarına girer. Bu alandaki araştırmalarda medyalararasılık olgusunun ne tür değişim süreçlerini başlathğı, bunun içeriklere, yapılara ve sunuş biçimlerine nasıl etki ettiği, hangi medyaların/ sanat türlerinin birbiriyle etkileşim içinde bulunduğu, oluşan metinlerin üretim ve alımlama süreçlerinde bununla bağlantılı olarak hangi farklılaşmaların görüldüğü sorularına yanıt aranır. Bu bağlamda medyalararasılık araştırmaları edebiyat bilimi için geleneksel yalıtılmış bakıştan kurtulup, başka medyalarla olası temas noktalarını arayıp bulma olanağı sağlıyor. Belli bir yazınsal metinde başka medyalarla temasları aramak, bunları bulup çözümlemek, bu tür temasları 'arkeolojik' olarak gelişim tarihi bakımından ya da farklı metinlerde ve yazarlarda nasıl ele alındıklarına bakarak karşılaştırmalı biçimde incelemek, metnin daha geniş bir düzlemde çözümlenmesine, olası medyalararasılık göndermelerinin ve metnin farklı medyasal kurgulanma biçiminin tam olarak anlaşılmasına katkı sağlar. Yazınsal metinlerde değişik medyalardan öykünülerek ödünç alınan biçimlerin ve özgün içeriklerin konu edilmesi durumunda alıntılanan bu medyaların kendine özgü yapılarını, içerik-biçim ilişkilerinin alıntılanan medya ile farklılığını göz önünde bulundurmak, iyi bir metin çözümlemesi için sağlanması gereken bir koşuldur. Farklı medyalar arasındaki geçişler, birleşmeler ve interferanslar modern kültürel iletişimin temel özelliklerinden biri haline geldiğinden, geleneksel sınırlandırmalar ve dizgeleştirmeler kaldırılarak edebiyat bilimi tarafından bu olguların incelenmesi bir gereklilik halini almaktadır. Bu kitabın temel amacı da, medyalararasılık teriminin kapsamını, tarihsel gelişimini, ilişkili kavramlarını, medyalararasılık ilişkilerinin çözümlenmesinde kullanılan yöntemleri ortaya koymak ve bu terimin edebiyat bilimi araştırmalarındaki kullanımını Türk ve Alman edebiyatından örneklerle incelemek olarak belirlenmiştir. Böylece, edebiyat biliminde uygulanan yeni bir yaklaşım olarak medyalararasılığın ülkemizdeki edebiyat bilimi araştırmalarında yaygınlaşmasına küçük de olsa bir katkı sağlanmak hedeflenmiştir. Bu amaçla kitapta medyalararasılık 7 bölüm halinde ele alınmaktadır. Medya Teriminin Kapsama Alanı başlıklı ilk bölümde, medya terimin Türkçede yaygın olarak hangi anlamda kullanıldığı, etimolojisi, Platon'dan McLuhan 'a 2500 yıllık bir çizgide medya anlayışı ve medya sınıflamaları irdelenmektedir. İkinci bölümde ise medyalararasıhk teriminin kökeni, modern sanatta kullanımı ve metinlerarasıhk terimi ile ilişkisi incelenmektedir. Yeniden

Giriş

11

Keşfedilen Medyalararasılık başlıklı uçuncü bölümde de medyalararasılık olgularının edebiyat biliminde 1980'lerden sonra nasıl yaygınlaşmaya ve görece kısa bir sürede nasıl bir yer edindiği ortaya konulmaktadır. Dördüncü bölümde de medyalararasılık ilişkilerinin saptanmasında ve çözümlenmesinde önem taşıyan ve en çok başvurulan yöntemler arasında yer alan betimleme, simülasyon, işaretleme ve montaj olguları sırasıyla incelenmektedir. Beşinci bölümde, medyaların ve bununla birlikte medyalararasılığın edebiyat bilimin bir araştırma konusu haline gelmesinin altında yatan gerekçeler konu edilmekte; altıncı bölümde de edebiyatın televizyon, resim, film ve müzikle kurduğu medyalararasılık ilişkilerine örnekler gösterilmekte, Jelinek, Mora, Pamuk, Gürsel gibi yazarların romanlarından seçilen örnekler üzerinden medyalararasılık ilişkilerinin nasıl kuruldukları, içinde yer aldıkları yapıtın bütünsel anlamına ne tür katkıda bulundukları ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Kitap, kaynakça ve dizinle son bulmaktadır. Türkçede bu konuya ilişkin ilk geniş kapsamlı çalışma olan bu kitap da bu anlamda medyalararasılıkla ilgilenen araştırmacılara bir perspektif sunabilir ve bir çerçeve oluşturabilirse, amacına ulaşmış olacaktır.

1 Medya Teriminin Kapsama Alanı Farklı medyalar arasındaki etkileşimleri, birleşmeleri, ağlaşımları, füzyonları, aktarımları ve kesişme noktalarını ifade eden, başka bir anlatımla: bir medyanın, genel kabul görmüş, kendine özgü konusal ve içeriksel sınırlarını aşarak, başka bir ya da birden fazla medyaya özgü olduğu kabul edilen içerikleri ve/ya da aktarım biçimlerini içine alması olgusuna karşılık gelen medyalararasılık teriminin ayrıntılı tanımım yapmak için bu terimin türetilmiş olduğu "medya" sözcüğünün tanımının ortaya konulması gerekir. Özellikle de medya teriminin Türkçede genelde dar bir anlam yüklemesiyle kullanılıyor olması, öncelikle bunu gerekli kılıyor. Bu amaçla bu bölümde teriminin dar ve geniş anlamda kullanımı, etimolojisi, medya biliminin medya tanımları ve sınıflandırmaları ele alınacaktır. Medya tanımları bakımından önemli iki önemli ismin, yani Platon ve McLuhan'ın metinlerine de terimi aydınlatmak üzere değinilecektir.

1.1 Türkçede Kullanımı İletişim her zaman bir medya aracılığıyla yürütülür, bu iletişim ister dil, ister yazı, ister başka bir gösterge dizgesi üzerinden olsun. Ancak ülkemizde "medya" denildiğinde öncelikle ve genellikle basılı ve elektronik görsel-işitsel kitle iletişim araçları ve bunlar üzerinden yürütülen iletişim akla geliyor.2 Örneğin Ali Püsküllüoğlu'nun Türkçe sözlüğüne bakıldığında medya sözcüğünün "yığınlarla iletişimi sağlayan radyo, televizyon, gazete ve dergiler gibi basın yayın organlarının tümünü kapsayan ortak ad, kitle iletişim araçları" 3, diye açıklandığı görülür. Böyle bir tanım medya teriminin anlamını kapsamaktan çok uzak elbette. Fakat bu kullanımın sözlüklerle ve ansiklopedilerle sınırlı kalmadığı görülüyor. Çokça kullanılan "yazılı ve görsel medya" gibi çok sınırlandırılmış tanımlar bazı iletişim fakültelerinin ders 2 Örneğin "satılmış medya", "yandaş medya" gibi tanımlamalar bu kullanımı açıkça ortaya koyuyor. 3 Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995, s. 1087.

Medyalararasılık

13

programlarında4 da yer almakta ve medya konulu pek çok bilimsel yayında5 medya terimi çok dar bir anlamda ve neredeyse basınla eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Örneğin buna iletişim bilimci Suat Sezgin'in bir makalesinden burada bir örnek vermek gerekirse: "Medya bugün kavramsal alanda 'dördüncü' güç olarak adlandırılmaktadır. Yasama, yargı ve yürütme üçlemesi dışında ve bunlardan bağımsız şekilde hareket etmesi beklenen medya, gerçekten de bu gerekleri yerine getirmekte midir ve eğer getiremiyorsa bunun sebepleri ve sonuçları nelerdir?" 6 Buna ilişkin bir başka örnek de Metin Işık'ın Kitle İletişim Teorilerine Giriş kitabında yer alıyor: "Günümüzde medyanın bireylerin haber ve bilgi edinme kaynakları arasında ilk sırada gelmesi, etki derecesini arttıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır." 7 Terimi "görsel işitsel medya" diye görüntü ve ses kaydı tekniği ile sınırlandırılıp 19. yüzyılın sonlarına tarihleyen araştırmacılardan M. Çağrı İnceoğlu' na göre: "(...) görsel - işitsel medya denilince en yalın anlamda görsel (sesli ya da sessiz) kayıtlar ve ses kayıtları anlaşılmaktadır." 8 Aysel Akarsu gibi tanımını biraz daha geniş tutan araştırmacıların sayısı ise çok az: "Medya denilince tüm yazılı ve elektronik basın anlaşılmalıdır. Kitaplar, dergiler, gazeteler, sinema, tiyatro, radyo ve televizyon buna dahildir." 9 Nalçacıoğlu "medya" teriminin "belli bir kafa karışıklığı ile birlikte dilimize girdiği" saptamasında bulunduktan sonra sözcugun anlamını şöyle tanımlıyor: "Kavram en geniş anlamı ile kullanıldığında, karşımıza, çok kişiye ulaşabilen her türden sözlü, yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri (kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler, billboard' lar, radyo, film, televizyon, internet gibi) içeren çok geniş bir iletişim araçları Örn. İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü, 2008-2009 öğretim yılı ders içerikleri: http:// www.iticu.edu.tr/ lletisim/ Bolumler / Med ya_iletisinı/ medya_ilet.htm, 16.01 .2009. 5 Örneğin Bekir Kocadaş'ın Kültür ve Medya başlıklı makalesinde de medya yazılı basın, radyo, televizyon, İnternet ile sınırlandırılıyor. Bekir Kocadaş, "Kültür ve Medya", Bilig, sayı 34 (2005) s.1. 6 Suat Sezgin, "Medyanın Toplumsal İşlevi ve Kamuoyu Oluşumu", İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 12, (2002) s. 15. 7 Metin Işık, Kitle İletişim Teorilerine Giriş. Genişletilmiş 2. Baskı, Konya: Eğitim Kitabevi, 2005, s. 99. 8 M. Çağrı İnceoğlu, "Görsel - İşitsel Arşivcilik, Kültür Mirası ve Film Arşivleri", Joumal of Yaşar University, 3(11), s. 1465. 9 Aysel Akarsu, Medyanın Politikaya Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 28. 4

14

Medya Teriminin Kapsama Alanı

yelpazesi çıkıyor." 10 Fakat Nalçacıoğlu da çalışmasının devamında terimi yine iletişim araçları anlamında kullanıyor ve "medya derken, kitlesel erişime izin/imkan veren araçları, özellikle de gazete, radyo ve televizyonları" 11 kastettiğini belirtiyor. Bir başka örnekte de A. Ü. Açıköğretim Fakültesi'nin iletişim dersi kitabında medyaların kitle iletişim araçları ve basın ile bir tutulduğu görülüyor: "Yaygın kullanıma sahip 'medya' kavramı ise radyo, televizyon, gazete, dergi gibi iletişim araçlarının tümünü, program türü de ayırt etmeksizin ifade etmektedir. Aracın teknik özelliklerine göre örneğin, görüntülü, sesli ve elektronik olma nitelikleri nedeniyle radyo ve televizyon için ' görsel-işitsel'; yazılı olmaları nedeniyle gazete ve dergiler için de 'yazılı basın' şeklinde farklı bir sınıflandırmaya da gidilmektedir." 12 Nebi Özdemir Türkiye'de basının ve radyo, sinema, televizyon, İnternet medyalarının gelişimini ve bunların kültürle ilişkilerini ele aldığı Medya, Kültür ve Edebiyat başlıklı çalışmasında açık ayrıntılı bir tanımda bulunmamakla birlikte yine medya terimini basınla bir tutuyor: '"Haber vermek' temel işlevine sahip medya, olay ve bilgileri habere dönüştürmekle, söylentilerin gerçegını belgelemektedir." 13 Yine kuramsal bir çalışmada Hülya Yengin'in medya terimini gazete ve televizyonla sınırlandırdığı görülüyor.1 4 L. Doğan Tılıç da medya terimini 'tüketimi körüklemeye çalışan' gazete ve televizyon ürünleriyle sınırlı tutuyor. 15 Erdoğan ve Alemdar ise iletişim kuramlarını ele aldıkları İletişim ve Toplum başlıklı çalışmalarında medya terimini şöyle tanımlıyor: "Kitle iletişim araçları enformasyonu veren ve yayan geniş bir «bilgi endüstrisinin» parçasıdır. Bu araçların görevi enformasyonu hazır, hızlı ve geniş bir şekilde yaymaktır. " 16 Farklı okullardan yola 1 0 Halil Nalçacıoğlu, "Medya ve Toplum ilişkisini Anlamak Üzere Bir Çerçeve", Medya ve Toplum, s. 52 http://eski.bianet.org/ digcr/pdf/01/ medya_toplum.pdf 23.08.2009 11 a.g.y., s. 53. 12 İncilay Cangöz, Toplum ve İletişim, A.Ü. Açıköğretim Fakültesi Önlisans Programı Ders Kitabı, 2002, s. 24. 1 3 Nebi Özdemir, Medya Kültür ve Edebiyat. Ankara: Geleneksel Yayıncılık, 2008, s. 38. 14 Hülya Yengin, Medyanın Dili. İletişime Kuramsal Bir Yaklaşım: Popüler Kültür Türlerinin Çözümlemesi. İstanbul: Der Yayınları, 1996, s. 6. 15 L. Doğan Tılıç, 2000'/er Türkiye'sinde Gazetecilik ve Medyayı Anlamak. İstanbul: Su Yayınları, 2001 , s. 68-69. 16 İrfan Erdoğan ve Korkmaz Alemdar, İletişim ve Toplum. Kitle İletişim Kuram/an. Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1990, s. 1 07. Erdoğan ve

Medyalararasılık

15

çıkarak terimin tanımını şöyle sürdürüyorlar: "[Tutucu okul] Media denince teknolojinin geliştirdiği iletişim araçları düşünülür... Değişimci okul teknolojik iletişim araçlarını sadece televizyon, radyo, basın, uydular olarak dar bir çerçeve içinde değil, geniş anlamda, vericileri, teypleri, bilgisayarları, baskı makinelerini, kağıdı, mürekkebi, telgrafı, telefon tellerini, kameraları, stüdyoları, video ve ses donanımlarını, binaları, iletişimle ilgili sermaye olarak alır. Bunlar iletişimin maddi teknolojik araçlarıdır. Değişimci okula göre iletişim araçları iletişimi üretmede, dağıtma ve tüketmedeki araç ve gereçleri, yapısal ve ilişkisel biçimleriyle kapsar." 1 7 Verilen bu örneklerden de anlaşılacağı gibi medya teriminin Türkçede yalnızca gündelik dilde değil, bilimsel alanda da yaygın olarak kitle iletişim araçları ve özellikle de basın anlamında kullanılıyor olduğu ve bu kullanımda medya teriminin geniş 'kapsama alanının' göz ardı edildiğini gösteriyor.1 8 Medya terimine görece daha ayrıntılı bir tanımla yaklaşan az sayıdaki bilimcilerden biri olan Gürsel Aytaç Edebiyat ve Medya. Kitaptan Ekrana Edebiyat başlıklı çalışmasında medya terimini şöyle sınırlandırıyor: "Etimolojik anlamıyla aracılar demek olan 'medya', günümüzde tekil kullanıma bürünmüş, genellikle kitle iletişim aracısı ya da aracı televizyon için söz konusu olmuştur. 'Aracılık' görevini yerine getiren iletişim şekli ise önce yazı ve kitap, giderek gazete, dergi, radyo ve televizyon yayınıdır. Bunlarda kitleye hitap ediş önemliyken fotoğraf, telgraf, telefon daha çok bireysel yanı ağır basan iletişim aracıdır." 1 9 Medya terimini çok geniş anlamda kullanan az sayıda bilimciden bir başkası da Osman Toklu' dur. Toklu, Şiirde Medyalararasılık, Çağdaş Türk Şiiri Örneğinde başlıklı makalesinde Irina O. Rajewsky'ye gönderme yaparak edebiyatı ve Alemdar'ın bunun devamı olan Ôteki Kuraııı başlıklı çalışamalarında da medyaya aynı biçimde yaklaşıyorlar. Bkz.Ôteki Kuraııı. Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerleııdirıııesi. Geliştirilmiş 2. Baskı. Ankara: Erk, 2005. s. 385 ve devamı. 17 İrfan Erdoğan ve Korkmaz Alemdar, iletişim ve Toplum. Kitle iletişim Kuram/an. Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar, s. 172. 18 Dar anlamda kullanıma ilişkin olarak ayrıca bkz. Erol Mutlu, iletişim Sözlüğü. İstanbul: Ayraç Yayınevi, 2008; Ünser Orhan, Kelimelerden Görüntüye. İstanbul: Es Yayınları, 2004; Sadi Özdemir, Medya Emperyalizmi ve Küreselleşme, Timaş 1998, s. 34; Sedat Cereci, "Medya Bilmecesi", Akademik A raştırmalar Dergisi 2, (1996), s. 40. 19 Gürsel Aytaç, Edebiyat ve Medya. Kitaptan Ekrana Edebiyat. Ankara: Kültür Bakanlığı, 2002, s. 1.

16

Medya Teriminin Kapsama Alanı

diğer sanat dallarını da içine alan geniş bir medya tanımını benimsediğini gösteriyor.20 Medya teriminin Türkçede kullanımına ilişkin bu örnekler, birkaç istisna dışında dar anlamda bir kullanımın yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Medya terimi gerçek ve geniş anlamıyla kullanılacaksa, sözcüğün Türkçedeki tekil ve çoğul biçimleri arasında da ayrım yapılması gerekiyor. Sözcüğün kökenine bakıldığında aslında medya sözcugunun tekilinin "medium", yani Türkçedeki kullanımıyla "medyum" olması gerekirdi, fakat Gürsel Aytaç' ın da vurguladığı gibi, medya terimi dilimizde "tekil kullanıma bürünmüş olduğundan", ayrıca "medyum" sözcüğü falcı, gaipten haber veren kişi anlamında da kullanıldığından, "medya" sözcüğünün çoğul biçiminin medyalar olarak kullanılmasını gerektirmekte. Medya teriminin etimolojisi ve sınırlandırılmamış geniş kullanım biçimine aşağıda değinilecektir.

1.2 Etimolojisi Etimolojik olarak bakıldığında "medya" sözcüğünün Latincedeki "medius" sıfatının isimleştirilmiş hali olan "medium" sözcüğüne dayandığı21 ve "ortada duran", (zamansal ve mekansal) "orta", "ortada bulunan", "arada bulunan", "aracılık eden", "orta karar", "tarafsız", "ayrışmamış" anlamlarına geldiği görülüyor.22 Terim, Bah dillerinde Latinceden aktarılarak ilk kez doğa bilimleri bağlamında fiziksel ve kimyasal olayların 'taşıyıcısı' anlamında 1 7. yüzyılda kullanılmaya başlıyor. Kitle iletişim araçlarının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren medya teriminin "aracılık eden öğe", "aracı" anlamında da kullanmaya başladığı görülüyor. Amerikan İngilizcesindeki "mass media" (kitle medyası, kitle 20

bkz. Osman Toklu, "Şiirde Medyalararasılık, Çağdaş Türk Şiiri Örneğinde",

Yaşamak Eşittir Yazmak içinde, s. 244-257, yay. haz. Yıldız Ecevit, M. Osman Toklu ve

Sevil Onaran. Ankara: Hece Yayınları, 2008, s. 245. 21 Fransızcadaki milieu, Almancadaki Mitte, Mitte/, İtalyancadaki mezzo, Yunancadaki meta ve meson sözcükleri ile de çok gerilere dayanan bir akrabalığı olan sözcük Hint­ Avrupa dillerinin medh ya da medhiops köküne dayandırılabiliyor. bkz. Stefan Hoffmann, Gcschichte des Medienbegriffs. Hamburg: Felix Meiner, 2002, s. 24. 22 bkz. Sina Kabaağaç ve Erdal Alova, Latince-Türkçe Sözlük. İstanbul: Sosyal Yayınları, 1995, s. 363; terimin Latinceden Almancaya aktarımı için bkz. Knut Hickethier, Einfiihrung in die Medienwissenschaft. Stuttgart: J. B. Metzler 2003, s. 18-36.

Medyalararasılık

17

iletişim aracı) teriminin yerleşmesi ise 1920'li yıllarda oluyor.23 Günümüzde medya kavramı İngilizcede "medium" (çoğulu "media"), Almancada "Medium" (çoğulu "Medien"), Fransızcada "media" (çoğulu "les medias"), İtalyancada "il medium" (çoğulu "i media") ve İspanyolcada "la media" (çoğulu "los medios") olarak kullanılıyor. Türkçede olduğu gibi, anılan bu dillerde de medya teriminin gündelik dilde dar anlamıyla, yani kitle iletişim araçlarını karşılayacak biçimde kullanıldığı kısmen görülüyor. Ancak uzmanlık dili alanında terim geniş anlamıyla kullanılmakta ve gönderici ile alıcı arasında herhangi bir türden bir iletişimi sağlayan araçların her biri birer medya olarak kabul edilmektedir. Genel tanımla medyalar bilginin saklanmasına, işlenmesine, aktarılmasına ve yayılmasına hizmet eden araçlar, ortamlar ve/ ya da yollar olarak kabul edilmektedir. Buna göre medya terimi 40000 yıl öncesinin mağara duvar resimlerinden günümüzde internete kadar uzanan bir çizgide insan iletişiminin çok sayıda araçlarının ve yollarının her birini ifade eder. Batı ülkelerinde de (özellikle gündelik dilde) görülen ve medya terimini teknik aktarma işlevleriyle sınırlı tutan dar anlamdaki kullanım, terimin "iletişim" kavramı üzerinden tanımlanmaya çalışılmasına ve bunun sonucunda da yalnızca " kitle iletişimi" ile ilişkilendirilmesine dayanıyor. Maletzke'nin de belirttiği gibi, kitle iletişimi, dolaylı olarak bir teknik medya üzerinden yürüyen, göndericiden alıcıya/ alıcılara doğru tek yönde ve herkese açık biçimde, yani dağınık haldeki bir alıcı grubuna yönel ik gerçekleşen iletişim biçimidir. 24 Ancak kitle iletişimi, özellikle de genelde belli

Björn Bohnenkamp ve lrmela Schneider, "Medienkulturwissenschaft", Eiııfülıruııg in die Medieııkultunı.>isseıısclıaft içinde, s. 35-48, yaz. haz. Claudia Liebrand, Irmela Schneider, Björn Bohnenkamp, Laura Frahm. Münster: Lit Verlag, 2005, s. 35. 24 Gerhard Maletzke' nin kitle iletişimi araştırmalarında genel kabul gören ve temelinde Lasswell formülüne ( " Who Says Wath in Wich Channel To Whom Whit What Effect?" [Lasswell'in burada kanal diye adlandırdığı olgu Maletzke'de medya diye tanımlanıyor]) dayanan tanımına göre kitle iletişimi, "ifadelerin herkese açık biçimde (yani alıcı kitlesi sınırlandırılmaksızın ya da kişisel olarak belirlenmeksizin), teknik yayma araçları (medyalar) üzerinden, dolaylı (yani iletişime katılan taraflar arasında mekansal ya da zamansal ya da mekan-zamansal mesafe olmasıyla) ve tek yöne doğru (yani ileti gönderenler ile bunları algılayanlar arasında rol değişimi olmaksızın) dağınık haldeki bir izleyici kitlesine yönelik olarak gerçekleşen iletişim 23

18

Medya Teriminin Kapsama Alanı

bir yöne doğru işlediğinden ve bundan dolayı tek yönlü olduğundan, " insan medyaları" olarak da adlandırılan ve teknik araç kullanmayı gerektirmeyen (teknik boyutu olmayan) medyalar üzerinden gerçekleşen (çoğu kez çift yönlü) bireysel iletişimden farklılıklar gösteriyor. Medya teriminin kitle iletişim araçlarıyla sınırlı tutulması sonucunda en başta " insan medyaları" göz ardı edilmiş olacağından, terimin bu sınırlandırılışının yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Medya teriminin kitle iletişim a raçlarıyla sınırlı tutulamayacağını ortaya koyan başka bir olgu ise, terimin çok farklı alanlarda kullanılıyor olmasıdır. Medya teriminin kullanıldığı alanlara bakıldığında terimin (dünyada) yalnızca iletişim bilimde değil, felsefe25, psikoloji, sosyoloji, pedagoji, kütüphane ve enformasyon, fizik ve kimya gibi bilim dallarında da kullanıldığı görülüyor.26 Kimyada ve fizikte medya terimi belli özellikler taşıyan bir 'ortam maddesi' anlamında Batı dillerinde, yukarıda da belirtildiği gibi, 1 6. yüzyıldan beri kullanılıyor.27 Buna göre pek çok kimyasal reaksiyonunun medyası durumunda olan 'su' ve 'hava' birer medyadır: örneğin bir otomobil aküsündeki saf su kimyasal reaksiyonun oluşmasını sağlayan medyadır. Bu tür olaylarda 'ortam maddesi', yani medya, tepi ve enerj i aktarımı sağlayan bir aracı durumundadır. Bu tepi ve enerji aktarımının aynı zamanda bilgi aktarımına da dönüşebildiğine bir örnek ise ses dalgalarıdır. Ses biçimidir". Gerhard Maletzke, Psyclıologie der Massenkommunikation. Hamburg: Verlag Hans-Bredow-Institut, 1963, s. 32. 2.s Felsefede aktarmaya/ iletmeye yarayan her şey herhangi bir teknolojiye bağlı olmasına ya da iletişim bağlamında bulunmasına gerek olmaksızın ilke olarak medya diye tanımlanabilir. Rainer Leschke buna örnek olarak medya teriminin Hegel tarafından araç ve aklanın anlamlarında kullandığını gösteriyor. bkz. Rainer Leschke, Eiııfiilıruııg iıı dic Medieııtlıeuric. Münih: Wilhelm Fink Verlag, 2003, s. 12. 26 Hickethier bu alanlardaki kullanımı şöyle sıralandırıyor: Medya terimini yalnızca üst kuramları için bir konstrüksiyon öğesi olarak kullanan bilim dalları, örneğin sosyoloji, siyaset bilimi ve felsefe; medyaların kendisine yönelik olmayan, fakat inceledikleri konular için medyalardan malzeme bulan bilim dalları, örneğin hukuk ve tarih bilimi ve pedagoji ile psikoloji; asıl konuları medyalarda konu edildiği için kitle iletişim araçlarını inceleyen bilim dalları, örneğin sanat, müzik, tiyatro ve edebiyat bil imleri; medyaları asıl ve tek konuları olarak inceleyen bilim dalları, örneğin medya bilimi ve iletişim bilim. Hickethier, Einfiihrung in die Medieııwissensc/ıaft, s. 5-6. 27 bkz. Stefan Hoffmann, Gesclıiclıle des Medieııbegriffs. Hamburg: Felix Meiner, 2002, s. 16.

Medyalararasılık

19

dalgalarını taşıyan, yani ileten medya havadır. Yine medyaların birer araç, aracı, aktarıcı olması durumundan yola çıkarak pedagoji alanında belli bir konunun anlatımına yardımcı olan, aracılık eden araç gereçler de "ders medyası" olarak adlandırılmaktadır. Spritüel ya da parapsikolojik anlamda da medya bir aracılık etme durumuna karşılık gelir; terimin bu şekildeki kullanımının Türkçede de Batı dillerindeki gibi 'medyum' (falcı, gaipten haber veren kimse) olarak kavramlaşmış durumda olduğu görülür. Enformasyon kuramı ve kibernetikte ise medya terimi "göstergeler mevcudu" , iletişim sosyolojisinde "teknik kanal" , medya biliminde yine "teknik kanal" ve "estetik iletişim aracı" anlamlarında kullanılmaktadır28 • Bunun altında yatan kabul, göstergelere bağlı her türlü aktarım biçiminin ilke olarak bir medya sayılması gerektiğidir. Farklı yapısal ve işlevsel özelliklere sahip çok çeşitli medyaların var olması, bunlardan bir bölümü n sınırlarının çok belirgin biçimde çizilememesi, bazılarının da bir ölçüde iç içe geçmiş olmaları, medya teriminin birbirinden belli farklılıklar gösteren tanımlarının ortaya atılmasını beraberinde getiriyor. Özellikle de medya bilimi alanındaki bu farklı medya tanımlarının bir kısmına bölüm 1.1.3 'te değinilecektir. Bu tanımlara değinmenin öncesinde ise insanlık tarihinde ilk kez medyaların varlığının idrak edildiğini gösteren ve onları tartışmaya açan 2 500 yıllık bir metin ele alınacaktır.

1.3 Platon'un Phaidros Diyaloğu Platon'un Phaidros diyaloğu (M. Ö. 4. yüzyıl) , medyaları sorgulayan ilk metin niteliğinde olması bakımından günümüz medya anlayışına ve insan-medya ilişkisine de ışık tutan önemli bir 2" Medya bilimci Werner Faulstich bu bağlamda medya teriminin kullanımı için şu sınıflandırmayı öneriyor: Bilgi kuramı ve kibernetik "ortak bir gösterge dermesi temelinde" kodlama ve kod çözümü yoluyla bilginin aktarımını öne çıkartılıyor. İletişim sosyolojisinde özellikle kitle iletişim araştırmaları öne çıkıyor ve burada medya "teknik bir kanal" anlamında basın, film ve televizyon birer medya olarak tanımlanıyor. Medya bilimi, sosyolojik medya tanımını genişleterek işlevlerini ve önemini incelediği estetik iletişim aracı olarak görüyor. Sistem kuramına göre medyalar teknik birer iletişim aracı olarak değil, toplumsal etkileşim anlamına geliyor; sistem kuramını ortaya atan Talcott Parson para, güç, etki ve değerle ilişkilendirme diye medyalar ayırt ediyor ve Niclas Luhmann bunlara gerçek, sevgi, sanat, inanç diye başkalarını ekliyor. Wemer Faulstich, Grundwissen Medien, 5. bs. Wilhelm Fink Verlag, 2004, s. 13.

20

Medya Teriminin Kapsama Alanı

metin. Tarihte ilk kez medyaların farkına varıldığını gösteren bu diyaloğunda Platon Yunanistan' da M. Ö. 430 yılı civarında okuma derslerinin müfredata konulmasını ve sözlü bilgi aktarımından yazılı bilgi aktarımına geçilmesini med ya eleştirisine (ve bununla birlikte tanımına) çıkış noktası alıyor. Platon'un, öğretmeni Sokrates'i ve onun öğrencisi Phaidros' u konuşturduğu kurmaca diyaloğun sonlarına doğru yazı medyasına ilişkin şu saptamalarda bulunuluyor: "SOKRA TES. - Hikaye ederler ki Mısır' da, Naukratis yakınında, bu memleketin eski tanrılarından biri yaşardı. Bu tanrının kutsal işareti, bildiğin gibi, İbis dedikleri bir kuştu. Tanrının adı da Theuth idi. Sayıyı, hesabı, geometri ve astronomiyi, tavla oyununu ve zarları, nihayet - haberin olsun - yazıyı ilk bulan işte bu Tanrıdrr. Öte taraftan aynı çağlarda, bütün Mısrr' a Thamus hakimdi; memleketin yukarı taraflarında, Hellenlerin Mısrr Thebaisi dedikleri şehirde otururdu. Bu şehrin tanrısına Mısırlılar Ammon derler. Theut bir gün Thamus' un yanına gitti, bulduğu sanatları ona gösterdi ve bunları bütün Mısırlılara tanıtmak gerektiğini söyledi. Kıral, bu sanatlardan herbirinin ne işe yaradığını sordu, Theuth anlattıkça, işe yarar bulduklarını övüyor, işe yaramaz bulduklarını kötülüyordu. Söylendiğine göre Thamus, sanatlardan herbiri hakkında Theuth' a beğenme veya beğenmeme ifade eden bir çok şeyler dedi. Bunları bir bir söylemek uzun sürer. Sıra yazıya gelince Theuth: "Ey Kıral, dedi, işte bir bilgi ki bunun sayesinde Mısırlılar daha bilgili ve geçmişi hatırlamaya daha yetili olacaklar. Bilginin de, belleğin de ilacını buldum!" Kral cevap verdi "Ey eli hünerli Theut! Bu dünyada kiminin elinden sanat yaratmak gelir, kiminin elinden de bu sanatın onu kullanacaklara fayda mı zarar mı getireceğini kestirmek. Harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısiyle, verecekleri neticenin tam aksi bir neticeyi onlardan bekliyorsun. Harfleri öğrenenler, artık belleklerini işletmiyecekleri için, unutkan olacaklar: işte bu bilgiyi elde etmenin sonu! Yazıya güvendikleri için, etraflarındaki şeyleri içerden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde, dışarıdan, kargacık burgacık izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar. O halde sen bellek için değil, hatrrlama için bir ilaç buldun. Öğrenime gelince; sen öğrencilerine ancak geçeğe benzer şeyleri öğretirsin, gerçeğin kendini değil. Bunlar, senin harflerin sayesinde, öğretmensiz olarak gırtlaklarına kadar bilgiye gömüldüler mi, çoğu zaman hiç bir şeyi doğru dürüst düşünmedikleri halde kendilerini bilgin sanacaklardır. Sonra,

Medyalararasılık

21

gerçekten bilgili adam değil de bilgili adam bozması oldukları için, çekilmez bir şey olacaklardır!

PHAIDROS. - Mısır hikayeleri, yahut dünyanın başka yerlerine ait hikayeler anlatmak senin için ne kolay iş, Sokrates! SOKRA TES. - Dostum, Zeus' un Dodonedeki kurban yerinin rahipleri, geleceği haber veren ilk seslerin bir meşeden çıktığını söylerler. O zamanın insanları siz gençler gibi bilgin d eğillerdi; bir meşe veya bir taş hakikatı söylüyorsa, alçak gönüllülük edip bu taşı veya meşeyi dinlerlerdi. Fakat sen? Sen ille hatibin adını, memleketini öğrenmek istiyorsun; söylediği doğru mu, yanlış mı bunu bilmek sana yemiyor. PHAIDROS. - Bana çatmakta haklısın. Yazı hakkında artık ben de o Thebai' li gibi düşüneceğim. SOKRA TES. - Demek ki, kendi göçüp gittikten sonra ardında kitaba geçmiş bir sanat bırakmak istiyen de, bu yazıdan açık ve ömürlü bir bilgi elde edeceğini düşünen de büyük bir safdillilik göstermiş olur. Bunlar yazının, yazılmış olan şeyleri, onları zaten bilen adama hatırlatmaya yarar bir andaçtan fazla bir şey olduğunu düşünüyorlarsa Ammon'un verdiği haberi işitmemişler demektir. PHAIDROS. - Çok doğru. SOKRATES. - Hakikatta yazının bu derece korkunç bir şey olması resme pek fazla benzememesindendir, Phaidros. Resmin meydana getirdiği şeyler canlı gibidir; fakat onlara tut bir şey sor: derin bir sükut. Yazılı şeyler de böyle: akıllı adamlar gibi konuştuklarını sanırsın. Fakat tut onlardan d inlediklerini açıkça anlatmalarını iste; sana tek bir cevap vereceklerdir; hep aynı olan cevabı. Nutuk, bir defa yazıld ı mı artık sağda solda dolaşır; anlıyanın olsun, anlaınıyanın olsun eline geçer ve kime bir şeyler söylemeli, kime bir şeyler söylememeli, bunu seçemez. Ne zaman kendine yüz vermediklerini, haksız yere sövdüklerini görse babasından yardım ister; çünkü bir saldırıya karşı koymaya ve kendini müd afaa etmeye gücü yetmez. PHAIDROS. - Bu da çok doğru. SOKRA TES. - Acaba nutkun, ötekinin kardeşi olmakla beraber onun gibi olmayıp yerinde olan başka bir çeşidini d e ele alsak hangi şartlar için meydana geld iğini, öbüründen ne dereceye kadar daha iyi ve daha etkili olduğunu incelesek mi? PHAIDROS. - Hangi nutuk ve fikrince hangi şartlar içinde

22

Medya Teriminin Kapsama Alanı

meydana geliyor. SOKRATES. - Daima okuyup öğrenmenin ruhunda bilgi ile yazılan, kendini müdafaaya yetili, adamına göre susmasını veya konuşmasını bilen nutuk. PHAIDROS. - Bilen adamın nutkundan, diri ve canlı nutuktan, yazılı nutku onun ancak gölgesi sayabileceğimiz nutuktan bahsetmek istiyorsun. SOKRA TES. - Tamam. Şimdi söyle bakayım: akıllı bir çiftçi, elinde üstünde titrediği ve bereketli ürün getireceğini umduğu tohumlar varsa, yaz ortasında Adonis'in fidelikleri bir hafta içinde gümrah yeşilliklerle bezensin diye tohumları bu fideliklere serper mi? Yahut, serpse bile, bu işi sırf zevk için veya bayram şerefine yapmış olmaz mı? Elden çıkarmaya kıyamadığı tohumlar varsa bunları ekmek için çiftçiliğin öğrettiklerinden faydalanıp en elverişli toprağı seçmez mi, sekiz ay sonra da ürünün iyice olgunlaşmasını gördüğü zaman sevinmez mi? PHAIDROS. - Ürün almak için ektiğinde de, senin deyiminle zevk için ektiğinde de tıpkı söylediğin gibi yapar Sokrates.

SOKRA TES. - Doğruyu, güzeli, iyiyi bilen adamın kendindeki tohumları ekmek hususunda bu çiftçiden daha az akıllı davranacağını söyliyebilir miyiz? PHAIDROS. - Hiç bir zaman! SOKRATES. - Demek ki bu adam bildiğini gidip su üstüne yazmıyacak; kalemi mürekkebe batırıp, bildiklerini, kendilerini müdafaadan aciz, hakikatı yeter derecede öğrenmekten bile aciz nutuklara serpiştirmeyecektir. PHAIROS. - Buna ihtimal verilemez. SOKRA TES. - Tabii verilemez. Yazacak olsa bile, sırf, kendindeki tohumları hoşça vakit geçirmek için bu harf fideliklerine serpiştirmek isteğinden yazar. Bir kere de yazdı mı gerek yaş hayli ilerlediği zaman kendisi için, gerekse izinden yürüyecekler için, bütün bir anılar hazinesi vücuda gelir. Bu narin bitkilerin büyüdüğünü gördükçe sevinir. Başkaları türlü eğlenceler peşinde koştuğu, içki alemlerinden, buna benzer şeylerden bir türlü ayrılamadığı halde, o, şüphesiz, bütün bunlardan yüz çevirip demin sözünü ettiğim aleminde yaşar. PHAIDROS. - Doğru hakkında ve dediğin öbür kavramlar hakkında güzel nutuklar tasarlayıp boş vaktini güzel nutuklar

Medyalararasılık

23

vücuda getirmekle geçirebilen adamın hayatı.. Ötekilerin aşağılık hayatına baka, böyle yaşamada eşsiz bir güzellik vardır Sokrates!

SOKRA TES. - Çok doğru söyledin sevgili Phaidros. Fakat fikrimce, bu kavramlarla meşgul olmanın çok daha güzel başka bir şekli vardır: bunları kavrıyabilecek bir ruha raslayınca, oraya dialektik sanatını kullanarak, bilgiye dayanan nutuklar ekip dikmek. Öyle nutuklar ki hem kendilerini hem de ekicilerini müdafaaya yetilidirler ve kısır kalmayıp, başka ruhlarda başka nutuklar yaratacak tohumlar vereceklerdir. Böylece devam edip giden nutuklar daima yenileşen tohumları ölümsüzlüğe erdirecek ve onları içinde taşıyan, dünyanın en mesut insanı olacaktır. PHAIDROS. -Bu şekil, gerçekten, çok daha güzel." 29 Diyaloğunu sözlü dilin dolaysızlığı ile yazılı dilin dolaylılığı (medyasallığı) arasındaki fark üzerine kuran Platon'un burada yazıya getirdiği en büyük eleştiri, sözlü iletimin olanaklarından bazılarının yazının kullanılmasıyla birlikte ortadan kalkacak olmasıdır. Diyalogda adı geçen krala göre Mısırlılar yazı sayesinde (yazının mucidi Theuth'un ileri sürdüğü gibi) "daha bilgili ve geçmişi hatırlamaya daha yetili" olmayacaklar, tam tersine, "harfleri öğrenenler, artık belleklerini işletmeyecekleri ıçın, unutkan olacaklar" , çünkü "etraflarındaki şeyleri içerden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde, dışarıdan, kargacık burgacık izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar." Platon'un burada ortaya sürdüğü sava göre yazı (yani bir medya) insanın bilgisini arttırmaz, çünkü yazı, sözlü öğretidekinden farklı olarak, içeriklerin gelişmesine ve olgunlaşmasına olanak sağlayacak niteliklere sahip değildir. Platon'a göre bir metni okuyan, yani bilgiyi dolaylı olarak bir medya üzerinden alan kişi ancak bildiğini sanır ve "bilgili adam bozması" olur; bu "sözde bilgi" sahibi olan kişi dıştan bir desteğe, yani bir medyaya gerek duyar. Ayrıca Platon'a göre sözlü dil canlı ve ruh dolu iken, yazı onun yalnızca cansız bir kopyası olabilir, çünkü yazı sözlü dile dayanır ve ona bağımlıdır. Platon, sözlü iletimde öğretmenin öğrencisinin anlama yeteneğine göre hareket edebileceğini ve öğrenenin ruhunu buna göre yönlendirilebileceğini belirtirken, öğreticinin öğretisini belli, değişmez bir içerik olarak değil, karşılıklı olarak konuşanların bireysel yeteneklerine ve 29 Platon, Phaidros Yahut Güzellik Hakkında, çev. Hamdi Akverdi. İstanbul: Maarif Matbaası, 1943, s. 110-116.

24

Medya Teriminin Kapsama Alanı

özelliğine göre değişkenlik gösteren bir olgu olarak görüyor. Buna karşın bir medya aracılığıyla dolaylı aktarım anlamındaki yazılı bilgide ise öğrenenin durumuna ayak uydurulamayacağını belirtiyor. Öğretici sözlü aktarımda farklı anlahm biçimlerine başvurabilirken, yazılı metnin tek bir biçimi vardır ve ayrıca yazı sürüklenip gider, okurunu kendisi seçemez. Platon'a göre yazılı metin sınırlandırılmış, cansız v e ruhsuz olduğu için kendini savunamaz, getirilen eleştirilere yanıt veremez, açıklamalar yapamaz, sözlü iletimdeki gibi soru ve yanıt biçiminde ilerlemediğinden, ifadelerin geçerliliğinin sınanmasına olanak sağlamaz. Tıpkı resim gibi yazı da canlıymış gibi yapar, ama her türlü soru karşında suskunluğa gömülür. Bunlardan dolayı Platon' a göre açıklık ve anlaşılabilirlik ancak sözlü olanda, yani herhangi bir aracı kullanmayan ve insandan insana doğrudan gerçekleşen aktarımda mümkündür ve bu nedenle bir düşünür önemli bilgileri yazıya, yani bir medyaya teslim etmez ve ancak sözlü konuşmada düşüncelerini açıklayabilen, savunabilen kişi gerçek felsefeci sayılmalıdır. Alımlamadan yola çıkarak etkileşime olanak sağlayan sözlü iletişimi etkileşime kapalı olan resim ve yazı medyaları ile iç/ dış, doğrudan/ dolaylı, canlı/ ölü, görüngü/ gerçek tezatlıkları üzerinden karşılaştırarak bir medyasal iletimde aktarılan bilgide oluşabilecek farklılıkları ortaya koyan Platon, günümüze kadar süren bir medya analizinin ve eleştirisinin temelini de böylece atmış oluyor. Bu karşıtlıkları oluştururken medyayı da insanın dışında ve ötesinde bulunan kısıtlı iletim özelliğine sahip bir nesne olarak tanımlamış oluyor. Bir medya aracılığıyla aktarılan bilgilerin eleştirel bir yaklaşım göstermeyen ve yüzeyde kalan alımlanmasına getirilen bu eleştirinin geniş bir zamansal yay çizilip 20. yüzyıla varıldığında da sürdürüldüğü görülüyor. Bu yaklaşımın en ünlü temsilcilerinden biri olan Marshall McLuhan'ın ortaya athğı savlara aşağıdaki bölümde değinilecektir.

l.4 The Extensions of Man - Marshall McLuhan'ın Medya Anlayışı Kanadalı iletişim ve edebiyat bilimcisi Herbert Marshall McLuhan (191 1- 1980), 20. yüzyılın ikinci yansında medya tartışmalarına en büyük etkiyi yapan, fakat aynı zamanda ortaya attığı düşünceleri en çok eleştirilen ' medya çağı' kuramcısı. Bir

Medyalararasılık

25

medyanın mutlaka belli bir teknolojiye gerek duyan ya da dayanan bir araç olmadığını, medya teriminin çok daha geniş biçimde tanımlanabileceğini il k kez ortaya atan McLuhan'a getirilen en büyük eleştiri, geleneksel bil imsellik anlayışına uygun, kendi içinde tutarlı, çizgisel bir argümantasyon süreci izlememesi, metinlerinde çizgiselliği, sonuca · yönelik olmayı, nedenselliği büyük ölçüde kaldırıp, bunun yerine dairesel yaklaşımlı, mozaik biçiminde ve kesitler halinde bir anlatımı yeğlemesi, bunu yaparken de daha çok koşutluklardan, benzerliklerden ve çağrışımlardan yola çıkması, böylece de mantıksal ve ortak akla dayalı savlamalardan ciddi ölçüde uzaklaşmasıdır. McLuhan, Gu tenberg Galaksisi30 diye adlandırdığı ' kitap devri' nin sona erdiğini ve bu dönemin ana medyası olan kitapla bağlantılı alışılmış bilimsel yöntemlerin de artık geçerl iliğini yitirdiğini ileri sürerek büyük yankı uyandırmış olsa da, bu, onun yapıtlarının bilim çevrelerinde 'kendi içinde tutarlı' kuramlar olarak değil, kaleidoskopik düşünceler yığınları olarak okunmasını engelleyemedi. 3ı McLuhan' a göre insanının kendi bedeninin sınırlarını aşmak üzere kullandığı her araç ilke olarak bir medyadır ve bu nedenle örneğin televizyon, film, tren, tekerlek, giysi ve para arasında ilkece bir fark yoktur. İnsan, bunların her biriyle bedeninin sınırlılığını aşmak ve duyularının tepiye ulaşma olanaklarını genişletmek için yararlanır. Dolayısıyla yararl anılan bu teknik araçların her birini birer medya olarak görmek gerekir. 196 4 yılında yayınladığı

McLuhan'a göre Gutenberg Galaksisi 15. yüzyılın ortalarında Gutenberg tarafından hareketli harflerin kullanıldığı matbaa tekniğinin geliştirilmesiyle başlayan, kitabın toplumsal belirleyiciliği çok yüksek bir baş medya haline geldiği ve elektronik medyaların büyük yaygınlık kazandığı 20. yüzyıla kadar süren dönemi kapsıyor. Kitabın kendine özgü çizgiselliği, insanın düşünce biçimini ve bununla birlikte modem bilimin yöntemlerinin gelişimini de etkiledi. Bu bağlamda McLuhan medyaların gelişiminden yola çıkarak insanlık/ medya tarihini dört evreye ayrıyor: 1) sözlü kabile kültürü, 2) yazınsal elyazması kültürü, 3) Gutenberg galaksisi, 4) elektronik çağ. Marshall McLuhan, Gu tenberg Galaksisi. Tipografik İnsanın Oluşumu, çev. Gül Çağalı Güven. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2007. 31 McLuhan'ın yapıtlarının herhangi bir bilimsel yönü bulunmadığını öne süren tanınmış isimlerden biri de kendisi de medyalar konusunda kuramsal metinler yazmış olan yazar Hans Magnus Enzensberger. bkz. Hans Magnus Enzensberger, ,,Baukasten zu einer Theorie der Medien" , Texte zur Medieııtlıeorie içinde, s. 254-275, yay. haz. Günter Helmes ve Wemer Köster. Ditzingen: Reclam, 2002, s. 268. 3"

26

Medya Teriminin Kapsama Alanı

Understanding Media. Tlıe Extensions of Man32 (Medyayı Anlamak. İnsanın Uzantıları) başlıklı kitabında McLuhan buna ilişkin olarak şöyle diyor: "... her bir medyanın bireysel ve toplumsal etkileri yani kendimizin genişlemesi - kendi genişlememizden ya da herhangi yeni bir teknoloji ile mümkün hale gelen ölçütten kaynaklanır."33 Buna göre her bir medya getirdiği yeni ölçütlerle ve olanaklarla öne çıkar. Çok geniş tutulan bu medya tanımı bağlamında McLuhan' a göre önemli olan yalnızca medyanın insan tarafınd an kullanılıyor olması ve genel anlamda insan ve toplum üzerinde bir etkisinin bulunması, böylece de bir değişimi beraberinde getirmesidir. McLuhan bir adım d aha ileriye giderek, çokça alıntılanan "the medium is the message" 34, yani ' mesaj medyanın kendisidir' savıyla aslında medyanın kendisinin bizzat ileti old uğunu da ileri sürüyor. Bunun altında yatan anlayış ise her bir medyanın başka bir medyayı içeriyor olduğu düşüncesidir. Örneğin sözlü dil, el yazısıyla yazıya döküldüğünde el yazısının iletisi d urumuna geliyor. Yazı da yine basılmış olan yazının iletisi d urumundadır. Buna göre yeni medyalar eski medyaların içeriklerini alıp taşımaya başlıyor. Fakat yeni ve farklı yapıları gereği bunu yaparken söz konusu içerikleri farklı biçimde aktarıyorlar ve kaçınılmaz olarak bu içerikler üzerinde biçimsel değişikliklere yol açıyorlar. Bu nedenle de içerikten çok med yanın kendisi özellikleriyle ve getirdiği yeniliklerle öne çıkıyor ve insanın iletileri, çevresini ve dünyayı algılamasında değişimlere yol açıyor. McLuhan' ın dikkati med yanın içeriğinden çok biçimine doğru kaydıran bu yaklaşımını, med yanın önemini vurgulaması bakımından medya söylemini deri nleştiren ve devamında medya biliminin ortaya çıkmasını sağlayan koşullardan biri olara k görmek mümkünd ür. McLuhan' a göre insan eksiklikleri, yetersizlikleri olan bir varlık ve medyalar da bunların kompenzasyonunu sağlamak için insan bedeninin ve duyularının dünyaya doğru bir uzantısı, bir protezi olma işlevini üstleniyor. Örneğin elektronik medyalar insanın merkezi sinir sisteminin özelliklerini d ışarıdan bir anlamda Marshall McLuhan, Understanding Media . Tlıe Extensioııs of Maıı. Londra: Routledge & Kegan, 1987. 33 a.g.y., s. 7 34 a.g.y.

32

Medyalararasılık

27

üstleniyor ve böylece insanın bu alandaki yetilerini olağanüstü biçimde genişletiyor. İnsan, bedeninin dışındaki bu sinir sistemi sayesinde çevresini kontrol edebiliyor, işleyebiliyor ve hatta yaratabiliyor. Fakat bir uzantı gibi iş gören bu protezler/araçlar (medyalar) aynı zamanda birer ampütasyon anlamına da geliyor, çünkü bunlar insanın belli yetilerini artık kullanmamasına ve bunun sonucunda bu yetilerinin yavaş yavaş körelmesine yol açabiliyorlar. McLuhan buna ayakkabı örneğini veriyor: Ayakkabı daha uzun yolları ve mesafeleri yürüyebilmeyi sağlıyor, ama ayakkabı aynı zamanda ayağın doğal hareketlerini kısıtlayarak, var olan gelişmişliğinin gerilemesine de yol açıyor. Platon' un medya eleştirisinin zemini oluşturan doğrudan-dolaylı, iç-dış, doğa­ teknoloji biçimindeki karşıtlık anlayışının McLuhan'da da iç-dış, insan bedeni-uzantı şekildeki karşıtlıklarla sürdürüldüğü görülüyor. McLuhan ayrıca niteliklerinden yol çıkarak medyaları "sıcak" ve "soğuk" diye sınıflandırıyor. Örneğin radyo, fotoğraf, ve film gibi medyaları sıcak medyalar olarak tanımlarken, telefon, televizyon, karikatür gibi medyaları soğuk medyalar arasında sıralıyor. Buna göre sıcak bir medya yalnızca duyulardan birini genişletiyor ve ayrıntılı, açık, kolay anlaşılır biçimde bilgi/içerik sunuyor. Bu nedenle sıcak medyalar yalnızca düşük ölçüde kişisel çabayı, yani tamamlayıcı zihin çalışmasını gerektiriyor. Soğuk bir medya ise bir hiyerografi gibidir ve insan bu medyalar tarafından iletilen içerikleri alımlayabilmek için çaba harcamak zorunda kalır. McLuhan, medyaların aslında hiçbir zaman tek başına sıcak ya da soğuk diye nitelendirilemeyeceğini, bu nitelendirmenin hep başka bir medya ile göreli olarak yapılması gerektiğini de belirtiyor. McLuhan'ın yukarıda ana hatları çizilmeye çalışılan bu geniş medya anlayışının, 1950' de Innis tarafından ortaya atılan ve içeriklerin aktarılma yollarından bağımsız düşünülme memesi gerektiğini savlayan fikrin geliştirilmiş biçimi olduğu görülüyor. McLuhan'ın medya tanımı ve kuramı, birçok noktada açık olmaması ve çağrışımlar üstüne kurulu olması nedeniyle zor anlaşılabilmesinin yanı sıra, sıradan bir taştan bilgisayara kadar uzanan bir medya tanımlamasına gitmesiyle de teknik ile medya, teknik ile kod ayrımını olanaksız kılıyor. McLuhan, anlaşılması zor ve bilimselliği tartışmalı da olsa, ortaya attığı düşüncelerle 2 0. yüzyılda medya konusuna en çok dikkat çeken düşünürlerden biri olmuş ve bu alandaki araştırmaların sayısının hızla artmasına yol

28

Medya Teriminin Kapsama Alanı

açmıştır. McLuhan'ın devamında ortaya çıkmış olan medya bilimi çerçevesinde ortaya konulan medya tanımları ise aşağıdaki bölümde ele alınacaktır.

1.5 Medya Biliminin "Medya" Tanımları Kitle iletişim araçları alanındaki gelişmelerin ve teknik buluşların 19. yüzyılın ikinci yarısında hızlanmaya başlamasıyla fotoğraf, telgraf ve film gibi yeni medyalar ardı ardına ortaya çıktı ve kısa sürede yaygınlık kazanarak büyük toplumsal etkinliğe ulaştı. 2 0. yüzyılın ilk yarısında ise radyo ve televizyon gibi dünyanın her yerinde derin toplumsal etkilere yol açan başka iki önemli medya ortaya çıktı. Buna rağmen medya teriminin ancak 196 0'lı yıllardan itibaren daha yaygın biçimde bu araçlar için kullanılmaya başladığı görülüyor. Aynı şekilde medya araştırmalarında da, yukarıda Marshall McLuhan bağlamında değinildiği gibi, ancak 2 0. yüzyılın ortalarından sonra medya terimi kullanılmaya başladı ve yüzyılın son çeyreğinde geniş bir kullanım alanına ulaşabildi. Bölüm 1.2 ' de medya teriminin etimolojisine ilişkin olarak belirtildiği gibi, teriminin çeşitli bağlamlarda ve bilim dallarında farklı yaklaşımlarla kullanılmasının belli bir anlam belirsizliği yarattığı görülmektedir. Terim üzerine son otuz yıldır çok sayıda çalışma yapılmış olmasına rağmen genel geçer bir tanımın henüz ortaya konulamamış olması da medya olgu sunun bu çok boyutluluğunu ve karmaşıklığını göstermekte. Medya terimine ilişkin bu çalışmalarda ortaya konulmuş olan ve bir bölümü birbirinden farklılıklar gösteren, hatta bazıları diğerleriyle çelişen çeşitli tanımlarının burada sıralanması uzunca bir liste oluşturmanın çok ötesine gitmeyeceğinden (ve medyalararasılık araştırmaları bağlamında en çok başvurulan geniş tanım bu çalışmanın odak noktasında bu lu nduğundan), burada medya terimine ilişkin yalnızca birkaç yaklaşıma değinilmekle yetinilecek ve medya bilimimin olu şmasıyla birlikte ortaya atılmış olan tanımlar arasından seçilmiş birkaç tanımla genel bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır. İnsanlar arasındaki her türlü iletişim bir medya gerektirir. Burada medya terimine geçmeden önce iletişim terimini tanımlamak yararlı

Medyalararasılık

29

olacaktır. 35 İletişim, örneğin Evelyn Dölling' e göre semiyotik bir yaklaşımla şöyle tanımlanabilir: "Bilgi alışverişi yapmak amacıyla iletişimde bulunmak, göndericinin edimlerinde başlamakta ve alıcının edimlerinde son bulmaktadır. İletişim edimleri, göndericinin ne istediğinin alıcı tarafından anlaşılması ve bunun üzerine alıcının, göndercinin hedeflediği şeyi yapması ıçın gerçekleştirilir. Gönderici ve alıcı rollerinin üstlenilebilmesi için göndericinin göstergeler üretmesi ve alıcının göstergeleri işlemesi gerekir. Bu her iki eylemin temelinde farklı türden seçim edimleri yatmaktadır. Gönderici uygun bir kod kullanır ve bu kodun içinden iletiyi oluşturmaya yarayan bir gösterilen seçer. Gösterilen, koddan dolayı ilgili bir gösteren ile ilişkilendirilmiş olduğundan, gönderici, bu gösterini gerçekleştiren bir sinyal gönderir. Alıcı bir medya aracılığıyla bir göstergeyi algılar ve onun içerisinde, koddan dolayı bir gösterilene gönderme yapan bir göstereni fark eder. Alıcı, söz konusu durumun bağlamı yardımıyla gösterenden yola çıkarak iletiyi yeniden oluşturur. Bağlam, iletişim eyleminin ortamıyla ilişkilidir, yani hem dilsel, hem de dil dışı bağlamla ilgilidir." 36 Bu iletişim tanımından yola çıkıldığında, Posner'in ifadesiyle, bir medya, göstergelerin üretimi, dağıtımı ve alımlaması için kullanılan, belli bir tipte iletişimin tekrarlanarak oluşturulmasına olanak sağlayan bir araçlar sistemidir.37 Medyaların birer taşıyıcı ve/ya da aktarıcı teknik kanal olduklarından yola çıkıldığında kitap, gazete, telgraf, fotoğraf, telefon, film, radyo, ses bantları, televizyon, video, CD, DVD, bilgisayar ve İnternet birer medyadır. Bu medyaların ortak özelliği, bilgiyi saklamaları, mekansal ve zamansal sınırları aşarak taşımaları/ aktarmaları/iletmeleridir.38 Birçok medya tanımının çıkış 35 İletişim terimi için ayrıca bkz. Manfred Falsler, Was isi Kommuııikation? Münih: UTB, 1 997, s. 29-50. 30 Evelyn Dölling, "Multimediale Texte: Multimodalitat und Multicodalitat", Medieıı, Texte uııd Maschiııcn içinde, s. 35-50, yay. haz. Ernest W. B. Hess-Lüttich. Wiesbaden: Westdeutscher Verlag, 2001 , s. 35. 37 Roland Posner, "Zur Systematik der Beschreibung verbaler und nonverbaler Kommunikation. Semiotik als Propadeutik der Medienanalyse", Perspektiven auf Spraclıe. lnterdiszipliniire Beitriige zum Gedenken an Hans Hörmaıııı içinde, s. 267-313, yay. haz. Hans-Georg Bosshardt. Berlin, New York: De Gruyter, 1986, s. 293. 38 Örneğin medyabilimcisi Friedrich Kittler geniş tuttuğu tanımında medya terimini her türlü bilgi için bir saklama, aktarma ve sunum aracı olarak görüyor ve medyanın işlevlerini şöyle sıralıyor: bellekte tutmak, mekansal/ zamansal aktarım ve sunum

30

Medya Teriminin Kapsama Alanı

noktasını oluşturan bu yaklaşımın altında Amerikalı elektronik mühendisi ve matematikçi Claude E. Shannon ile Warren Weaver tarafından 1949' de ortaya atılan iletişim ve bilgi aktarımı modeli (" gönderici - sinyal/ aktarım kanalı - alıcı") yatmaktadır.39 Ünlü iletişim bilimci Gerhard Maletzke'ye göre de medyalar en kısa tanımıyla " ifadelerin yayılmasına yarayan teknik araçlar ya da aygıtlar" dır.40 Bir başka medya bilimcisi Jochen Hörisch de çok genel bir tanımlamayla şu önermede bulunuyor: "Medyalar, (kitaplar, telefon hatları, ses bantları ve disketler gibi) farklı kanallar aracılığıyla iletileri ve bilgileri kaydeder ve/ya da taşır."41 Hans Hiebel'in teknik yönü daha çok vurgulanan tanımına göre de "medya denilince, (...) verilerin ya da bilgi birimlerinin maddesel­ mekanik ya da enerjetik (elektriksel, elektromanyetik, elektronik, opto-elektronik) taşıyıcıları ve aktarıcıları, mekanik ve elektronik veri sunma araçları anlaşılmakta ve bunlar medya ontolojisinin üç temel olgusu, yani saklama, aktarma ve işleme anlamında kullanılmaktadır." 42 Medyalar, bu tanımlardaki gibi salt birer teknik biçimi. Teknik yönü öne çıkartmayan bu tanıma göre mağara duvar resimleri, kil tabletler, el yazmaları, tiyatro, pantomim sanatı, resim sanatı, heykel, edebiyat vs. de birer medyadır. bkz. Friedrich Kittler, "Die Stadt ist ein Medium", Mythos Metropole içinde, s. 228-244, yay. haz. G. Fuchs ve B. Moltmann. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1995. 39 Shannon ve Weaver, yayınladıkları The Matlıematical Tlıeory of Commuııicatioıı başlıklı kitaplarında ortaya koydukları ve daha çok telekomünikasyon teknolojisini göz önünde bulunduran bilgi kuramı modelinde iletişimin öğeleri şunlar: gönderici/bilgi kaynağı, bilginin kodlanması, iletim, kanal, kodlamanın çözülmesi, alıcı. Bu modelin öngördüğü çizgisel sürece göre gönderici tarafından maddesel sinyallere dönüştürülerek kodlanan bilgi daha sonra bir medya (kanal) aracılığıyla alıcıya gönderiliyor ve orada alıcı tarafından 1:-u kodların yeniden çözülmesi gerekiyor. Shannon tarafından kaleme alınan ve bu kitabın çıkış noktasını oluşturan A Matlıematica/ Theory of Coııııııuııicatioıı başlıklı makalede ise medya terimi kanal ile eş tutulmakla: "The channel is merely the medium used to lransmit the signal from transmitter to receiver. it may be a pair of wires, a c oaxial cable, a band of radio frequencies, a beam of light, ete." Shannon, C. E. "A Mathematical Theory of Communication", The Beli Systeııı Tec/ıııical fourıa/ Yol. 27 (1948), s. 379-423, http:// www.essrl.wustl.edu/ -jao/ itrg/ shannon.pdf _08.09.2009. 40 Gerhard Maletzke, Komıııuııikatioııswissenschaft iııı Überb/ick - Grundlagen, Probleme, Perspektiveıı. Opladen: Westdeutscher Verlag, 1998, s 51 . 41 Jochen Hörisch, '' Einleitung", Einführung iıı die Nedienwissenschaft içinde, s. 10-32, yay. haz. Peter Ludes. Beri in: Erich Schmidt Verlag, : 998, s. 28-29. 42 Hans Hiebel, "Vorwort", Die Medien. Logik - Leistıng - Geschichte. [Zu den Verfahren der Speicheruııg und Übertragung von Schrift, Bild ur.d Ton] içinde, s. 9-29, yay. haz. Heinz Hiebel, Kari Kogler, Herwig Walitsch. Münih: Fink 1998, s. 12. Hiebel

Medyalararasılık

31

kanal olarak düşünüldüklerinde ve bir araç olma durumuna indirgendiklerinde gönderici ile alıcı arasında nötr (etkisiz, tarafsız) , anlam katmayan/ eksiltmeyen bir işlev üstlendikleri de doğal olarak varsayılmış olur. Bu yaklaşımın temelinde ise, herhangi bir bilginin hangi teknik araçla (medya ile) aktarıldığının iletişim sürecine ve iletiye özünde bir etkide bulunmayacağı düşüncesi yatmaktadır. Fakat yukarıda Marshall McLuhan'ın "the medium is the message" savına ilişkin olarak değinildiği gibi, medyalar ileti ve iletişim süreci üzerinde aktarmanın çok ötesine geçen ve belirleyici etkiye sahiptir. Bu nedenle, medyaları teknik birer araç olmakla sınırlandırılan tanımların yetersiz kaldığını, medyaların kesinlikle yalnızca birer 'nötr kap' olmadığını, taşıdıkları/ aktardıkları içeriğe etki de ettiklerini vurgulayan çok sayıda tanım da var. Elbette burada teknik bir etkiden çok, sembolik bir biçim değişikliğinden söz etmek gerekir. Örneğin Sybille Kramer'in de belirttiği gibi, medya yalnızca ileti değildir, çünkü iletide bir anlamda medyanın izi kalır.43 Medyaların toplumsal boyutunu ortaya çıkartan ve bir medyanın taşıdığı önemi ve anlamı toplumdaki kullanımından aldığını, bunların politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik bakımdan belirlendiğini öne süren yaklaşımların olduğu da görülüyor.44 Medyaların yalnızca birer teknik araç olarak değil, aynı zamanda toplumsal anlamda yerleşmiş kullanım biçimlerinden ve kurallardan oluştuğu ve ancak böylece birer iletişim medyası durumuna gelebildiği iletişim bilimci Werner Faulstich' in tanımında da ifadesini buluyor. Faulstich, daha önce Ulrich Saxer'in45 yaptığı medya tanımına ' toplumsal boyut etkisi' eklentisini getiriyor ve buna göre " bir medya, örgütlenmiş bir iletişim kanalı etrafında kurumsallaştırılmış, belli bir etkinlik tanımında bu yüzden bellek medyaları, aktarma medyaları ve veri işleme medyaları diye bir ayrıma gidiyor. H Sybille Krarn.er, " Das Medium als Spur und als Apparat", Medien - Computer Realitdt içinde, s. 73-94, yay. haz. Sybille Kramer. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1998, s. 81. 44 örneğin bkz. Goedart Palın, CyberMedienWirkliclıkeit: virtuelle Weltersclıliessungen. Hannover: Heinz Heise Verlag, 2004, s. 49. 45 Ulrich Saxer, "Der Forschungsgegenstand der Medienwissenschaft",

Medieııwissensclıaft. Eiıı Haııdbuc/ı zur Entwicklung der Medieıı uııd Kommunikationsformen içinde, s. 1-14, yay. haz. Joachim-Felix Leonhard v.d. Bertin,

New York: Walter de Gruyter, 1999, s. 5.

32

Medya Teriminin Kapsama Alanı

kapasitesine sahip, toplumsal ağırlığı olan sistemdir." 46 Medyaların birer 'kurumlaşmış sistem' olarak tanımlanması, onların birçok toplumsal alana yayılmış, karmaşık, ayrışmış ve yerleşmiş birer aktarım oluşumu olmalarındandır; medyalar yaygın olarak tanınmakta ve çok sayıda insan tarafından kullanılmakta ve kabul görmektedir. "Örgütlenmiş iletişim kanalı" ifadesi, iletişimin sistematik biçimde düzenlenmiş ve işlevselleştirilmiş olduğunu, belirlenmiş belli kurallara göre yürüdüğünü gösteriyor. "Belli bir etkinlik kapasitesi" de bir medyayı diğer medyalardan ayıran özelliği, niteliksel ve niceliksel gücü, iletişim aktarımındaki sınırları ve olanakları ifade ediyor. "Toplumsal ağırlık" ise medyanın tarihsel değişkenliğini, medyanın öneminin ve kullanım biçiminin sürekli bir değişime tabi olduğunu, bu öneminin zaman içinde toplum bakımından değişebileceğini belirtiyor. Örneğin bir toplumda bir medyanın yerine getirdiği işlevler zaman içinde başka bir medya tarafından üstlenildiğine o ilk medya toplumsal önemini ve hatta medya olma özelliğini yitirebilmektedir. Bu tanımda ayrıca medyaların toplumsal düzenleme ve yol gösterme işlevi de vurgulanmış oluyor.47 Wemer Wolf da bu "teknik kanal" anlayışına karşı çıkıyor ve medyaları genel anlamda gösterge sistemlerinin kullanımı olarak tanımlıyor: "I here propose to use a broad concept of medium: not in the restricted sense of a technical or institutional channel of communication but as a conventionaly distinct means of communication or expression characterized not only by particular channels (or one channel) for the sending and receiving of messages but also by the use of one or more semiotic systems." 48 Terimin kapsamının çok geniş tutulmasının her şeyin medyasal bir bakış açısıyla incelenebileceğine yol açacağı, o zaman da terimin ifade gücünü yitireceği ve bunun "amedyasallık" (Amedialitat) ile sonuçlanacağı eleştirisinde bulunarak bu türden geniş tanımlara

46 Werner Faulstich, Medienwissenschaft. Paderborn: UTB, 2004, s. 12. 47 a.g.y., s. 27. 48 Werner Wolf, "Musicalized Fiction and Intermediality. Theoretical Aspects of Word and Music Studies", Word And Music Studies. Defiııing The Field.Proceedings of the First lııternational Conference on Word and Music Studies at Graz, 1 997 içinde, s. 3758, yay. haz. Walter Bernhart, Steven Paul Seher, Werner Wolf. Amsterdam: Edition Rodopi, 1999, s. 40.

Medyalararasılık

33

karşı çıkan Lorenz Engell49 gibi medya bilimcilerin olduğu da görülüyor elbette. Fakat böylesine geniş bir medya tanımı, terimin sanat dalları ve edebiyat gibi gösterge sistemlerinin tümünü kapsamasını sağlayabilir ancak. Son yıllarda medya terimi üzerine yapılan çalışmalarda geniş tanımın giderek daha çok benimsenmesi de bunu ortaya koyuyor. Örneğin Andreas Sombroek "aradalık" üzerine yaptığı çalışmada edebiyatın, resmin, tiyatronun da fotoğraf, film ve televizyon gibi medyasallıkları bakımından incelenmeleri gerektiğini belirterek medya terimi için " iletişimin kültürleri" (Kulturen der Kommunikation) biçimindeki geniş tanımı öneriyor: "Çok genel anlamda medyaların iletişimin kültürleri olduğundan yola çıkan bir medya kavramı sözlü, yazılı ve modern elektronik iletişim tekniklerini ve bunların kendine özgü gelişimlerini entegre etmektedir." 50 Bu bağlamda Hiebel'in de belirttiği gibi, medyalar bilgiyi (yazılı, sözlü ya da görsel her türlü veri) mekansal ve zamansal mesafeleri aşarak sakladığı ve ilettiği için insanın idrak, bellek ve iletişim yetisi için geliştirici araçlar durumunda dır ve ayrıca bilgiyi işlemeye ve hatta üretmeye olanak kıldıkları için insanın yaratıcılık yetilerini desteklerler.5 1 Modern sanatta çok sayıda enstellasyonda elektronik medyaların kullanılması bu olguyu açıkça ortaya koyuyor. 20. yüzyılın modern sanat anlayışına göre sanatın farklı araçlarla sunulabilen bilgi olarak görülmesi, sanatların da (geniş medya tanımına göre) birer medya olduğu anlayışının yerleşmesine ve böylece sanat/ medya ayrımının aşılabilmesine katkıda bulunan etmenlerden. Sonuç olarak medya terimini genel bir çerçeveyle " insanlar arasında ve insanlar için (anlamlı) bir göstergeyi (ya da bir göstergeler kompleksini) uygun aktarıcılar yardımıyla ve zamansal ve mekansal mesafeleri aşarak ileten" 52 olgulara karşılık gelen bir sözcük olarak düşünmek gerekiyor. Bu anlamda medyaların işlevi bkz. Lorenz Engeli, "Das Amedium". montage/av. 1996, sayı 5/1, http:/ /www.montage-av.de/pdf/05l_1996/05_1_Lorenz_Engell_Das_Amedium .pdf s. 134, 15.11 .2008. 50 Andreas Sombroek, Eine Poetik des Dazwisclıen. Bielefeld: Transcript Verlag, 2005, s. 35. 51 Hiebel, a.g.y., s. 12 52 R. Bohn, E. Müller, R. Rupert, "Die Wirklichkeit im Zeitalter ihrer technischen Fingierbarkeit. Einleitung in den Band", A nsiclıten einer künftigeıı Medienwissensclıaft içinde, s. 7-27, yay. haz. R. Bohn, E. Müller, R. Rupert. Berlin: Edition Sigma, 1988, s. 10.

49

34

Medya Teriminin Kapsama Alanı

bilgiyi kaydetmek, saklamak, aktarmak, çoğaltmak, yeniden oluşturmak, işlemek ve iletmektir. Bir bilgi taşıyıcısı ve aktarıcısı olarak bilgileri tarafsız biçimde, yani onlara etki etmeden bir mesaj/bilgi üreticisinden bir alıcıya aktaran araç anlamında teknik sürece dayalı medya anlayışının medya bilimi için çok ilginç olmayacağını da burada belirtmek gerekir. Medya bilimi için önemli olan, medyanın taşıdığı/aktardığı iletinin içeriğine ve yapısına yaptığı etkiler ve medyanın kendisinin üreticide ve alıcıda oluşturduğu ve taşıdığı anlamlardır, çünkü medyalar, Sybille Kramer'in de belirttiği gibi, yalnızca anlam taşıma gücüne değil, anlam oluşturma gücüne de sahip oldukları anlaşıldığında tin ve kültür bilimleri için ilginç bir araştırma konusu haline gelir ancak.53

1.6 Medyaların Sınıflandırılması Gösterge kuramcısı Roland Posner'ın 1986 'da medya terimine ilişkin göstergebilimsel anlamda ortaya attığı, ancak çok sayıda medya bilimcinin medyaları sınıflandırmak için çıkış noktası olarak aldığı tipolojiye göre biyolojik, fiziksel, teknolojik, sosyolojik, kültürel ve koda dayalı medya terimi biçiminde bir sınıflandırmaya gidilebilmektedir:

1. Biyolojik medya terimi: Gösterge sistemlerini (medyaları) göstergelerin üretimine, dağıtımına ve alımlamasına katılan vücut organlarından yola çıkılarak tanımlamakta. Buna göre görsel medyalar göz üzerinden, işitsel olanlar da kulak üzerinden alımlama yapılmasına olanak sağlıyor. 2. Fiziksel medya terimi: Gönderici ile alıcı arasında bağlantı kurmak için gerekli fiziksel süreçlerden yola çıkılarak da medyalar arasında bir ayrım yapıl abilmektedir. örneğin görsel gösterge süreçleri görsel dal gaları taşıyabilen elektromanyetik alanlara gerek duyar. Bu süreçlerden yararlanan medyalara görsel medya denil ir. Bunların yanı sıra gönderici ile alıcı arasında işitsel sinyalleri iletebilen bedensel bir bağlantı olduğunda işitsel medyalardan söz edilebilir. Tat almaya dayalı gösterge süreçleri ile sıvı ve katı kimyasal maddelere dayanır. Benzer bir durum 1. maddede belirtilen medyalar için de geçerlidir. 53 Kramer, " Das Medium als Spur und Apparat", s. 73-74.

Medyalararasılık

35

3. Teknolojik medya terimi: Medyalar, temas maddesinin değişimine yol açmak için kullanılan teknik araçlardan yola çıkılarak sınıflandı rılabilir. Bu temas maddesi, göndericinin üretim organı ile alıcının alımlama organı arasında fiziksel bir bağlantı oluşturur. Burada d a yine kullanılan d uyu organlarına göre bir ayrıma gidilebilir. Görsel gösterge süreçlerindeki teknik medyalar dürbünler, fotoğraf kameraları, film projektörleri vs. olabilir. Örneğin ekran ve baskı medyaları biçimindeki ayrım böyle bir teknolojik medya terimine dayanır. CD çalarlar, ses bantları ya da plaklar işitsel gösterge süreçlerinde kullanılan medyalardır. 4. Sosyolojik medya terimi: Burada gösterge sistemleri, gösterge süreçleri oluşturmak amacıyla biyolojik, fiziksel ve teknik araçları örgütleyen sosyal gruplara ve kurumlara göre tanımlıyor (örneğin galeriler, müzeler ve kütüphaneler gibi sosyal medyalar sergiler düzenleyerek; yayınevleri ve kitapçılar gibi sosyal medyalar basılı ürünleri satışa sunarak; film dağıtımcıları ve sinemalar gibi sosyal medyalar film gösterimleri yaparak). Bu bağlamda ayrıca stadyumlar, operalar, tiyatrolar, televizyon kanalları da sosyal medyalardan sayılıyor). 5. Kültürel medya terimi: Gösterge sistemlerini, bunlar üzerinden iletilen iletilerin amaçlarına göre tanımlar. Örneğin edebiyat, sanat ve müzik bilimlerinde türler arasında ayrım yapılmakta; aynı şekilde gazetedeki metin türleri, film türleri de hizmet ettikleri amaca göre tanımlanmaktad ır. 6. Koda dayalı medya terimi: Gösterge sistemlerini, kullanıcılarının gösterge üretiminde ve alımlamasında mesajları gösterge taşıyıcılarıyla ilişkilend irmek için yararlandıkları kurallara göre sınıflandırır. Yani kullanıcıların (gönderici ve alıcı) gösterge üretirken ve iletirken/ alımlarken yararlandıkları kurallardan yola çıkarak medyaları tanımlar. 54 54 Kodların, iletilerin hangi kurallara göre göstergelerle ilişkilendirileceğini ifade ettiğini belirten Posner'e göre burada dilsel, imgesel, müziksel ve mimari kodlar diye bir ayrıma gidilebilir ve müzikte homofoni ile polifoni, resimde soyut ile somut resimler, bir yayınevi tarafından bir kitabın Almanca, İngilizce ya da Fransızca yayınlanması gibi örnekleri sıralanabilir. Roland Posner, "Zur Systematik der Beschreibung verbaler und nonverbaler Kommunikation. Semiotik als Propadeutik der Medienanalyse", Perspektiven auf Sprache. In terdiszipliııdre Beitrdge zum Gedenken an Haııs Hörmamı içinde, s. 267-313, yay. haz. Hans-Georg Bosshardt. Berlin, New York: De Gruyter, 1986, s. 293-296.

36

Medya Teriminin Kapsama Alanı

Yayım bilimci Harry Pross tarafından 1972 yılında teknik kullanım esas alınarak oluşturulan sınıflandırma ise birincil, ikincil ve üçüncül medyalar diye bir ayrımı öngörür.55 Daha sonra Werner Faulstich tarafından buna dördüncü) medyalar da eklenerek dörtlü bir gruplandırmaya gidilmiştir.56 Bu sınıflandırma aşağıda Tablo 1 ve Tablo 2 'de gösteriliyor:

Medyaların gelişim basamaklarına göre sınıflandırılması: Birincil Medyalar (insan medyaları) adak töreni, dans, rahip (şaman, büyücü, lokman hekim, peygamber, falcı), şarkıcı, dalkavuk, öykü anlatıcı, tellal; günümüzde artık yalnızca tiyatro İkincil Medyalar (yazı ve baskı medyaları) takvim, gazete, dergi, mektup, el ilanı, kitap, afiş, defter Üçüncül Medyalar (elektronik medyalar) fotoğraf, radyo, plak/ses taşıyıcı, film, video, televizyon, telefon, faks ve cep telefonu Dördüncül Medyalar (dijital medyalar) bilgisayar, çoklu medya, e-posta, www, elektronik sohbet araçları, yerel ağ Tablo 1: Faulstich'e göre medyaların sınıflandırılması

55 Harry Pross, Medienforschu ng. Darmstadt: Habel, 1992, s. 128. 56 Faulstich, Medienwissenschaft, s. 13-14.

Medyalararasılık

37

Medyaların genel anlamda sınıflandırılması: kişiye bağlı olan - kişiye bağlı olmayan teknik olmayan - teknik olan görsel ya da işitsel - görsel-işitsel

Tablo 2: Faulstich' e göre medyaların sınıflandırılması Birincil medyalar insanlar arasında ' doğrudan' iletişim kurmak için kullanılan medyaları kapsıyor; bu nedenle de bunlara " insan medyaları" da deniliyor. Bu medyalar herhangi bir teknik araç gerekmeksizin işleyen, yani mimiklere, el kol hareketlerine, dile (konuşma), gösteriye, dansa dayalı medyalardır; şamanlık, falcılık, ayin, tellal, saray soytarısı, şarkıcı, pantomim, tiyatro (en eski haliyle), Türk kültüründeki ortaoyunu bunlara örnek gösterilebilir. Bu tür medyaların kullanıldığı iletişim edimine katılanlar doğrudan kendi duyularından yararlanır, kendi dışlarında yardımcı bir araç kullanmaz. Birincil medyalar üzerinden yürütülen iletişim edimine katılanların mekansal ve zamansal olarak bir arada bulunması da bu nedenle temel bir koşul durumunda. İletinin oluşturulması aşamasında belli bir teknik araçtan yaralanmayı gerektiren, fakat alımlama aşmasında anlamı kavramak için herhangi bir alet ya da araç gerektirmeyen medyalar ise ikin cil medyalar gr ubunda yer alıyor; bunlara yazılı ve basılı medyalar da deniliyor. Bunlara örnek olarak yazı rulosu, takvim, kitap, mektup, el ilanı, afiş, gazete, dergi, resim sanatı, fotoğraf vs. gösterilebilir. Bu tür medyalarda aynı zamanda asenkronluk söz konusudur, yani bu medyalarda iletiler oluşturuldukları zamandan daha sonraki bir zamanda da alımlanabiliyor. Üçüncül medyalar ise iletinin hem oluşturulması hem alımlanması aşamasında teknoloji kullanımını gerektiren medyalardır. Bu medyalarda içeriklerinin oluşturulması, gönderilmesi, alınması ve alımlanması için elektronik iletişim araçlarına gerek duyulmakta, bu nedenle de bunlara elektronik medyalar da denilmektedir. İlk örneğini 1833 yılında icat edilen telgr afın oluşturduğu üçüncül medyalar arasında telefon, radyo,

38

Med ya Teriminin Kapsama Alanı

plak, CD, kaset, video, DVD televizyon, sayılabilir. Dijital medyalar diye de adlandırılan bu grupta içeriklerin iletiminde ve dağıtımında dij ital teknolojiden yararlanılması belirleyici bir özellik durumunda. Cep telefonu, bilgisayar, yerel ağ ve İnternet bunlara en tanınmış örnekler. Mekansal ve zamansal mesafeyi önemsiz hale getiren bu medyalar iletişimin hızını arttırıp neredeyse ışık hızı düzeyine çıkartabiliyor. Bu bağlamda bilgisayar kullanımının yaygınlaşması ve dijitalleşme olgusuyla birlikte medya tanımının da değişime uğramasının bir başka nedeni ise bilgiyi/ iletiyi üreten ve alımlayan rollerinin internetin sağladığı etkileşim olanakları sayesinde değişmesidir.

2 Medyalararasılık Teriminin Öncüleri Girişte de belirtildiği gibi, medyalararasılık henüz terimleştirilmeden önce de bir olgu olarak insanlık tarihi boyunca vardı. Bu olgunun tarihsel gelişimine, hangi örneklere dayanılarak terimleştirildiği bu bölümde ana hatlarıyla ortaya konulmaktadır.

2.1 Terimin Kökeni Medyalararasılık sözcüğü yaklaşık 2 00 yıl geriye dayandırılabilir. Dick Higgins' e göre ilk kez İngiliz romantik dönem şairi Samuel Taylar Coleridge'in (1 772 -183 4 ) 181 2 yılında kullandığı " intermedium" kavramı İngilizcede daha sonraları kullanılan intermedia, yani medyalararasılık teriminin ilk kullanımı olarak gösterilebilir.57 Gerçi Coleridge'in Lecture III: on Spenser başlıklı denemesinde intermedium kavramını henüz farklı medyaların füzyonu olarak değil, bir anlatısal özellik olan alegoriyi tanımlamak için kullandığı görülüyor. Colleridge'e göre anlatısal alegorinin kendine özgü özellikleri ve işlevleri şöyle: ,,Narrative allegory is distinguished from mythology as reality from symbol; it is, in short, the proper intermedium between person and personification. Where it is too strongly individualized, it ceases to be allegory [ . . . ]." 58 Coleridge burada genel olanla özel olan arasında bir etkileşime olanak sağlayan yazınsal bir yöntemden söz ederken şiirin yazılı ya da sözlü ifadeyle sınırlı kalmadığını, müzikte ya da görsel sanatlarda da ortaya çıkabileceğini ifade ediyor. Fakat Müller'in belirttiği gibi, Coleridge' in bu kullanımı günümüz medya biliminin medyalararasılık söyleminin terminolojik çıkış noktasını oluşturmakla birlikte, burada intermedium kavramının 2 0. yüzyılın ortasında (yeniden) ortaya atılan intermedia kavramından çok farklı bir anlam taşıması söz konusudur. Dick Higgins'in, Coleridge'in intermedium kavramından yola çıkarak türettiği " intermedia" Jens Schröter, ,,Intermedialitat. Facetten und Probleme eines aktuellen medienwissenschaftlichen Begriffs", montage/av, Jg. 7, Nr. 2, 1998,s. 129. 58 Samuel Taylaor Coleridge, Literary Criticism, yay. haz. J. W. Mackail. BiblioLife, 2009, s. 138. 57

40

Medyalararasılık

kavramı ilk kez 1966'ta yayınladığı aynı başlıklı manifestoda ve belli bir türe yerleştirilemeyen sanatsal hibrit ya da melez ürünlere karşılık gelecek biçimde kullandığı görülüyor. Almancadaki "Intermedialitat" teriminin ise bilimsel bağlamda ilk kez 1983'te Aage A. Hansen-Löve tarafından kullanıldığı görülüyor. 59 Özellikle de Almanya' da hızla yaygınlaşan medyalararasılık tartışmaları bağlamında60 1994 yılından beri bu terim edebiyatla medyalar arasındaki ilişkileri ele alan yayınların neredeyse tümünde kullanılmaktadır.61 İngilizcede de 199O'lı yılların sonundan beri interart studies (ve görece daha seyrek kullanılan transposition d'art62) teriminin yerine in termediality teriminin giderek daha çok kullanılmaya başlandığı görülüyor. Intermedialitat teriminin Türkçe karşılığı olarak "medyalarasılık" teriminin kullanılması ilk kez 2005 yılında bu kitabın yazarı tarafından önerilmiştir. 63 Onur Bilge Kula ise bunun yerine "araçlar arasılık" ya da "ara-araçlık" sözcüğünü önermektedir. 64 Terimin Türkçe açıklamasını yapan ve Türkçe bir metnin çözümlenmesinde kullanan ise ilk kez 2006 yılında yine aynı araştırmacı olmuştur.65 Aage A. Hansen-Löve, " Intermedialitat und Intertextualitat. Probleme der Korrelation von Wort- und Bildkunst - Am Beispiel der russischen Moderne", Dialog der Texte. Hamburger Kolloqium zur lntertextualitiit içinde, s. 291-360, yay. haz. Wolf Schmid, Wolf-Dieter Stempel. Viyana: Gesellschaft zur Förderung slawistischer Studien, 1983. 60 bkz. Werner Wolf, "Intermedialitat: Ein weites Feld und eine Herausforderung fur die Literaturwissenschaft", Literaturwissenschaft: intermedial - interdiszipliniir içinde, s. 163-192, yay. haz. Herbert Folintek, Christoph Leitgeb. Viyana: Verlag der österreichischen Akademie der Wissenschaften, 2002, s. 163. 61 bkz. Irina O. Rajewsky, Intennediales Erziihlen in der italimischeıı Literatur der Pos/moderne. Tübingen: Gunter Narr, 2003, s. 14. 62 Başka bir sanatsal biçimde ortaya konulmuş olan öğelerin dilsel olarak yeniden yaratılması anlamında gelen transposition d'art aslında medyalararasılık ile aynı alanı kapsıyor. Kavramın tanımları ve tarihçesi için bkz. Bettina B. Cmerali, Dichtuııg uııd Kunst. Die traıısposition d'art bei Theopile Gau tier. Stuttgart: Metzle:, 2000, s. 9-15. 63 bkz. Ersel Kayaoğlu, " Intermedialitat zwischen Literatur und Fernsehen am Beispiel von Elfriede Jelineks Michael. Ein Jugendbuch für die lrıfantilgesellschaft", IX. Iııterııationales Germanisteıısymposium. Wissen-Kultur-Sprache uııd Europa " - Neue Konstruktioııen und neue Tendenzen içinde, s. 260-270, yay. haz. '{üksel Kocadoru vd. Eskişehir: A.Ü.E.F. Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı, 2006. 64 Onur Bilge Kula, "Türkçe'nin Bilim Dili Olarak Gelişimi: Yazın Bilim Kavramları Bağlamında Bir Yaklaşım", Littera, Cilt XVII, Aralık 2005, s. 18. 65 bkz. Ersel Kayaoğlu, " Murathan Mungan'ın Paranın Cinleri'nde Medyalararasılık", Bellek, Mekan, İmge. Prof Dr. Nilüfer Kuruyazıcı 'ya Armağan içinde. s. 103-111, yay. haz. Mahmut Karakuş, Meral Oraliş. İstanbul: Multilingual, 2006. 59

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

41

2.2 Medyalararasılık Olgusunun Geçmişi Medyalararasılığın, görece kısa bir süre önce terimleştirilmiş olmasına rağmen çok eskilere dayanan bir olgu olduğu, medyalarda dönüştürmelerin, füzyonların, kırılmaların ve karşılıklı etkileşimlerin insanlık tarihi boyunca görüldüğü yukarıda belirtilmişti. Örneğin yazı ile resmin füzyonuna en eski örneklerden birini yazı ile resmi birleştiren ve geçmişi 4000 yıldan daha gerilere dayandırılabilen hiyeroglif yazısı oluşturuyor.66 Bir resim yazısı olan hiyerogliflerde med yalararasılığın ve çoklu med yalılığın yapısal bir özellik d urumuna gelmesinin altında yatan, harflerle resimlerin çok sayıda dinamik ve etkileşimli ilişki içine girmesi, resimle metnin birbirinin içine dahil olmasıdır.67 Daha sonraları kültürümüzden ortaya çıkan hat sanatında da buna benzer biçimde resim ile yazı (metin) arasında karşılıklı etkileşime dayanan bir med yalararasılık oluştuğu görülür. Tarih boyunca başka medyalar arasında da karşılıklı etkileşime dayanan çeşitli ilişkiler kurulur. Med yalararasılık kavramının tarihsel izini süren Jürgen E. Müller de edebiyat, resim ve müzik gibi sanatlar arasında karşılıklı etkileşimlerin oluşturulmasının bir gelenek olarak çok eskil ere, antik Yunan' a kadar dayandırılabileceğini gösterir. Yunan şair Keoslu Simonides'in (M. Ö. 5 5 7 - M. Ö. 46 7) Poeına loquens pictıı ra, pictura tacitum poema debet esse, yani şiirin konuşan resim, resmin de suskun şiir olduğu savı Müller' e göre bu saptamayı kanıtlar nitelikte.68 Simonides burada şiir ve resim sanatlarını gerçi bir tutmuyor, fakat her ikisinin de koşut olduğunu ileri sürüyor. Simonides'e göre resim konuşmasa da logos içeriyor, şiir de tıpkı resim gibi görselliğe sahip. Benzer bir anlayış da daha sonraları Romalı şair Horaz'ın (M. Ö. 6 5 - M. Ö. 8) ars poeticıı başlıklı yapıtında ortaya attığı ut pictııra poesis, yani ' edebiyat resim sanatı gibidir' düsturunda yansımasını buluyor. Ut "" Jürgen E. Müller bu anlamda medyaların " saf hali"nden söz etmenin bir kurmacadan başka bir şey olmadığını ileri sürüyor. Jürgen E. Müller, /ıı terıııedialitiit: Forıııeıı ıııudcrııer kultureller Koııııııuııikatiuıı. Münster: Nodus-Publ., 1996, s. 16. 67 a.g.y., s. 29. 68 Bundan yaklaşık 100 yıl sonra bu söylem Plutark tarafından resim ile şiir sözcüklerinin sırası değiştirilerek Simonides' e atfediliyor; ayrıntılı bilgi için bkz. Gabriele K. Sprigath, " Das Dictum des Simonides. Der Vergleich von Dichtung und Malerei", Puetica 36 (2004), s. 243-280, http:/ / www.phil-hum-ren.uni­ muenchen.de/ php / Sprigath/Simonides.pdf 22.11.2007.

42

Medyalararasılık

pictura poesis söylemi, bir şairin betimlemelerinde resmin etkilerini oluşturmayı amaçladığını ve bu etkileri zaten oluşturması gerektiğini ifade ediyor. Horaz'a göre, resim sanatının gösterim biçimleri ile belli kalıpları izleyen şiirsel betimlemeler arasında benzerlik bulunuyor, çünkü her iki sanat da aynı konuları işliyor ve her ikisi de belli konuları göz önünde canlandırmaya çalışıyor. Ressamın çizimle ve boyayla göz önüne sergileyebildiklerini şair sözcüklerin çağrışım gücüyle göz önüne getiriyor, yani ikisinin de çalışma ilkesi görselleştirmeye dayanıyor. Simonides ile Horaz'ın bu söylemlerini çıkış noktası alan ve şiir ile resmin kardeş sanatlar olduğunu savlayan anlayışın Avrupa kültür tarihinde önemli bir etkiye sahip olduğu ve edebiyat-resim ilişkisi bağlamında çokça alıntılandığı görülüyor.69 İtalyan Rönesansı'nda ise, Jürgen E. Müller'in de belirttiği gibi, Giordano Bruno (1 548-1 6 00) 1 591 tarihli De lmaginum, Signorum & ldearum Compositione (imgelerin, göstergelerin ve düşüncelerin kompozisyonuna değin) başlıklı yazısında tüm gerçek felsefenin aynı zamanda müzik, şiir ya da resim olduğunu ileri sürüyor. Bruno'ya göre gerçek resim sanatı aynı zamanda müzik ve felsefedir, gerçek şiir bir tür tanrısal bilgelik ve resim sanatıdır.70 Bu anlayış, 18. yüzyılın ortalarından sonra değişikliğe uğruyor. 1 76 6 yılında Gotthold Ephraim Lessing'in (1 729-1 781 ) kaleme aldığı Laokoon oder über dic Grenzen der Mahlerey und Poesie (Laokoon ya da resimle edebiyatın sınırlarına dair) başlıklı yazısı 18. yüzyıl estetiğine damgasını vuruyor ve sanatların birbiriyle ilişkisi konusundaki tartışmaları alevlendiriyor. Lessing, yazısında 'uzam sanatları' ("Raumkünste") ve 'zaman sanatları' ("Zeitkünste") diye bir ayrıma gidiyor. Uzam sanatları, resim, plastik, mimari gibi göstergeleri ve figürleri eşzamanlı olarak mevcut olan sanatlardır; zaman sanatları ise konularını belli bir zamansal sıra içinde oluşturan, yani edebiyat ve müzik gibi sanatlardır. Buradan yola çıkarak edebiyatla güzel sanatlar arasında da ayrım yapılması gerektiği görüşünü ortaya atan Lessing, edebiyatın resim ve heykel sanatından farklı kurallara göre işlediğini gerekçe göstererek 69 Resim ile edebiyat arasındaki ilişkiye bölüm 4.1' de ele alınan ekphrasis (betimleme) kavramı çerçevesinde ayrıca değinilecektir. 70 Jürgen E. Müller, ,,lntermedialitat und Medienwissenschaft. Thesen zum State of Art", nıontage/av, 3/2/1994, s. 123.

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

43

edebiyah diğer sanatlardan ayrı tutuyor. Edebiyatta zamanın ve ardıllığın, resimde ise buna karşın uzanım, yani yan yanalığın ve bedenin esas olduğunu belirten Lessing'e göre güzel sanatlar yalnızca bir anı gösterebilir ve bu nedenle statiktir. Edebiyat ise olay akışlarını anlatır, bu yüzden de dinamik olarak tanımlanmalıdır: "Fakat resim sanatı, yalnızca uzam içinde bir araya getirebildiği göstergeler ya da taklit olanakları nedeniyle zamandan tümüyle vazgeçmek zorunda kalıyorsa: o zaman ilerleyen olaylar ilerledikleri şekliyle onun nesneleri arasında bulunamaz, resim sanatı olayları yan yana, ya da duruşlarıyla bir olayın tahmin edilmesini sağlayan bedenlerle yetinebilir ancak. . . Resim sanatının yaptığı taklitlerde edebiyata göre çok farklı araçlar ya da göstergeler kullandığı doğru ise; yani resim yalnızca uzam içindeki figürleri ve renkleri taklit ediyorsa, buna karşın edebiyat sesleri zamanın içinde taklit ediyorsa; göstergelerin gösterdikleri şeylerle rahat bir ilişki içinde olmaları gerektiği tartışılmaz bir durum ise: o zaman yan yana yerleştirilmiş göstergeler ancak yan yana yerleştirilmiş olan ya da parçaları yan yana var olan nesneleri, birbirini izleyen göstergeler de yalnızca birbirini izleyen ya da parçaları birbiri ardına gelen nesneleri ifade edebilir. Yan yana ya da parçaları yan yana var olan nesnelere beden denilir. Bundan dolayı da görünür özelliklere sahip olan bedenler resim sanatının asıl nesneleridir... Birbirini izleyen ya da parçaları birbiri ardında gelen nesnelere olay denilir. Bundan dolayı da olaylar edebiyatın asıl nesneleridir. ... Fakat bedenlerin hepsi yalnızca uzam içinde var olmaz, zaman içinde de var olur. Bedenler sürüp gider ve süreklilikleri içerisinde farklı görünebilir ve başka bağlantılar içinde bulunabilir. Bu anlık görüngülerden ve bağlantılardan her biri bunun öncesindekinin bir etkisidir ve bir sonrakinin nedeni olabilir ve aynı şekilde bir olayın merkezini de oluşturabilirler. Bundan dolayı resim sanatı da olayları taklit edebilir, ama bunu ancak bedenler üzerinden ima yoluyla yapar. " 71 Lessing burada aşılmaması gereken sınırları ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda sanatlar arasında bir sıradüzen de oluşturuyor ve resim sanatının edebiyatla karşılaştırıldığında daha kısıtlı olanaklara sahip olduğunu savlıyor. 1 769 yılında Johann Gottfried Herder (1 74 4 -1803 ) Lessing'in bu 71 Gotthold Ephrairn Lessing, Lessing's Laokoon, yay. haz. A. Harnann. Bibliolife: 2008, s. 114-116.

44

Medyalararasılık

düşüncesini (belli yönlerden eleştirmekle birlikte) alıp bir adım ileriye götürüyor ve resmin etkisinin renk ve figüre dayandığını, yani görmeyle ilişkili olduğunu, ses sanatı olarak müziğin ise işitmeyle ilişkili olduğunu, edebiyatın ise hayal gücüne hitap ettiğini belirtiyor. Bu üçlü ayrıma giden Herder Lessing' den farklı olarak edebiyatla resim arasında bir yakınlık bulunduğunu da belirtiyor: "Resim sanatı, renkler ve figürler aracılığıyla göze etki eder: edebiyat ise, sözcüklerin anlamıyla derinlerdeki ruh güçlerini, özellikle de hayal gücünü harekete geçirir. Hayal gücünün eylemi her zaman bir bakma eylemi olarak adlandırılabileceğinden; edebiyat da, bir kavramı, bir resmi göz önüne getirdiğinde, doğal olarak hayal gücünün ressamı olarak adlandırılabilir." 72 Fakat sanatlar arasında suni olarak inşa edilmeye çalışılan bu türden duvarların uzun süre ayakta kalmadığı ve bunların 19. yüzyılın başlarında yeniden dağılmaya başladığı görülüyor. Ulrich Weisstein'ın da belirttiği gibi, tarihsel anlamda 1800'den sonra Batı resminde ve edebiyatında medyalararasılık ilişkilerinde bir artış görüldüğü söylenebilir.73 Bu gelişmeyi sanatların burjuvalaştınlmasına dayandıran araştırmacılar özellikle de galerilerin, müzelerin, sergi salonlarının ve müzayedelerin burjuvanın sanatla ilişkisini arttırdığını, bu bağlamda sanatçıların da diğer sanatlarla daha çok haşır neşir olduğunu ve bunun doğal bir sonucu olarak diğer sanatların da onların yapıtlarında izler bıraktığını belirtiyor.74 Yukarıda gönderme yapılan Coleridge ile aynı dönemde estetik bir programı ortaya koyan erken dönem Alman romantikleri farklı sanatların iç içe geçmesi, birbirine karışması gerektiğini özellikle savlar. Alman romantiklerde "Poesie"nin, yani edebiyatın yalnızca edebiyat türlerini kapsamakla sınırlı kalmaması gerektiği Friedrich 72 Johann Gottfried Herder, Sdmtliche Werke. Zur Schöııeıı Literatur und Kunst. Erster Band. Stuttgart ve Tübingen: J. B. Gootha'scher Verlag, 1 853, s. 134-135. 73 Ulrich Weisstein, "Einleitung. Literatur und bildende Kunst: Geschichte, Systematik, Methoden", Literatur und bildende Kunst. Ein Handbuch zur Theorie und Praxis eines komparatistischen Greıızgebiets içinde, s. 11-33, yay. haz, Ulrich Weisstein. Berlin: Erich Schmidt Verlag, 1992, s. 16; ayrıca bkz. Kurt Wais, 'Symbiose der Künste: Forschungsgrundlagen zur Wechselberührung zwischen Dichtung, Bild- und Tonkunst", a.g.y. içinde, s. 34-53. 74 bkz. örn. Corina Caduff ve diğerleri, " In termedialitat", Zeitschrift far Asthetik uııd allgemeine Kunstwissenschaft, 51/2, (2006), s. 211-238, http://reigenderkuenste.zhdk. ffiL.reigenderkuenste/ downloads/ Intermedialitaet.pdf, 21 .11.2007.

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

45

Schlegel'in ünlü 1 16. Atheniium Fragramanı'nda ortaya attığı "Universalpoesie" (evrensel edebiyat) kavramıyla ifadesini bulur. Erken dönem Alman romantiklerinin sözcusu sayılabilecek Schlegel'e göre bu 'evrensel edebiyat' edebiyatın ve tüm sanat türlerinin de ötesine geçerek, her şeyi içine alarak evrensel boyuta ulaşmalıdır: "Romantik edebiyat, adım adım genişleyen evrensel bir edebiyattır. Romantik edebiyatın görevi, birbirinden ayrılmış edebiyat türlerini birleştirmek ve edebiyatı felsefe ve retorikle temas ettirmek değil yalnızca. Romantik edebiyat şiiri ve düzyazıyı, dahiliği ve eleştiriyi, sanat edebiyatını ve doğa edebiyatını hemen birbirine karıştırmak, bir arada eritmek, edebiyatı canlı ve keyifli kılmak, yaşamı ve sanatın biçimlerini her türlü eğitsel malzeme ile doldurmak ve doyurmak, esprının salınımlarıyla ona ruh kazandırmak ister." 75 Schlegel'in ve diğer erken dönem romantiklerinin bu evrensellik anlayışı, edebiyatta artık klasik dönemde olduğu gibi yazınsal bir yapıtın biçiminin önceden belirlenmiş olmamasını, sanatçının her türlü sınırı aşarak bilincini genişletmesini ve özgürce yaratan bir deha durumuna gelmesini de içeriyor. Burada sanat türlerinin birbirinden ayrılmışlığının doğal olmayan bir durum olarak görülmesi ve bunun devamında biçime ilişkin katı kuralların kaldırılmasıyla birlikte yalnızca yazınsal türlerin sınırlarının değil, inanç ile bilgi, bilgi ile sanat, sanat ile din arasındaki sınırların kaldırılmasını ve edebiyatın tüm bunlarla etkileşime girerek bütünsel bir yapıt oluşturulması gerektiği vurgu lanıyor.76 Romantiklerin ortaya attığı bu sentetik estetiğin altında bir uyum arayışının, başlangıçta evrenle var olduğu düşünülen bütünlüğü yeniden oluşturulma çabasının yattığı görülüyor. Sanat türlerini birbirine katarak, yani medyalararasılık oluşturarak, daha önce farkına varmadıkları yeni etki boyutları yaratılabileceğini anlayan romantikler edebiyatın, müziğin ve güzel sanatların birleşiminde hem yeni anlam boyu tları keşfedeceklerini, hem de eski bütünlüğü yeniden elde edebileceklerini düşünüyordu. Novalis bu bütünlüğe ulaşma arzusunu Heinriclı von Ofterdingen başlıklı yapıtında şöyle ifade eder: "Bütün duyular sonuçta bir duyudur. Bir duyu bir dünya gibi yavaş yavaş tüm dünyalara doğru 75 Friedrich Schlegel, "116. Athenaumsfragment", Tlıeorie der Romantik içinde, s. 90-91, yay. haz. Herbert Uerlings. Stuttgart: Reclam, 2000, s. 90. 76 Lutz Baseler, "Die Idee des Gesamtkunstwerks", http:/ / www.pandaimonion.de/ inhalt/themen/ wissenschaft/lb_gkw.html, 08.11 .2007

46

Medyalararasılık

götürür." 77 Romantik dönem düşüncesine koşut olarak Wilhelm Heinrich Wackenroder ve Ludwig Tieck' in 1 797 yılında birlikte kaleme aldıkları Herzensergieflungen eines kımstliebenden Klosterbruders (Sanat Sever Bir Manastrr Keşişinin İç Dökmeleri) başlıklı yapıtla başlayan sanatçının ve sanahn konu edilmesinin daha sonra çok sayıda başka yapıtta sürdürüldüğü görülür.78 Bu anlamda yapıtlarında medyalararasılık ilişkilerine en çok rastlanan romantik dönem yazarın E.T.A. Hoffmann olduğunu söylemek mümkündür.79 Hukukçu, edebiyatçı, karikatürist ve müzisyen kimliğiyle çok yönlü bir sanatçı olan Hoffmann' ın örneğin 1809 yılında yazdığı Ritter Gluck adlı öyküsünde müzik üzerine uzun konuşmalara yer verilir; aynı şekilde Kreislerina başlıklı öyküsünde müziğin özü anlatılır ve kahramanlardan biri olan müzik eleştirmeni Beethoven' i çok konu eder. Yine geç dönem romantiklerden Eichendorff' un Aus dem Leben eines Taugenichts (Bir İşe Yaramazın Yaşamından) başlıklı yapıhnda da müzik önemli bir yer tutar. Müzik tarafından bakıldığında da edebiyatın etkisini görmek mümkündür; örneğin Franz Schubert'in bestelediği şarkılarda edebiyatın yoğun etkisi hemen fark edilmekte. Edebiyattaki romantizm akımının müzikte etkileri daha sonraki yıllarda Richard Wagner'de (181 3 -1883 ) belirgin biçimde görülür. Wagner de romantikler gibi sanat türlerinin birbirinden kesin sınırlarla ayrılmasına karşı çıkar ve medyasal sınırların aşılması yoluyla sanatta yeni biçimler yarahlabileceğini, estetik etkinin en yüksek noktaya çıkartılabileceğini ileri sürer. 1849 tarihinde yayınladığı Die Kunst und die Revolution (Sanat ve Devrim) başlıklı yazısında Wagner sanatların ayrımına karşı çıkarak "Gesamtkunstwerk" (bütünleşik sanat yapıtı) kavramını ortaya atar. Ertesi yıl kaleme aldığı Das Kunstwerk der Zukımft (Geleceğin Sanat Yapıtı) başlıklı yazısında sanat anlayışının bu temel görüşünü geliştiren Richard Wagner'e göre bir yapıtta özellikle ' kardeş 77 Novalis, Heinrich von Ofterdingen. Münih: Deutscher Taschenbuchverlag, 1997, s. 206. 78 Bu yazarlar, sanatın içine güzel sanatların yanı sıra edebiyat ve müziğin de dahil olduğunu Phantasien über die Kunst (Sanata Dair Düşünceler) başlıklı kitaplarında da ele alıyor. bkz. Wilhelm Heinrich Wackenroder ve Ludwig Tieck, Plıantasien über die Kunst. Stuttgart: Philipp Reclam, 1983. 79 ayrıca bkz. Ricarda Schmidt, Wenn mehrere Künste im Spiel sind. Intermedialitiit bei E.T.A. Hoffinann. Göttingen: Vandenhoek & Ruprecht, 2006.

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

47

sanatlar' olarak gördüğü müzik, edebiyat ve dans bir araya getirildiğinde yeni ve yüce bir sanat eseri yaratılabilir. Farklı öğelerin (medyaların) birbirini tamamlaması ise Wagner'in "en yüce sanat" olarak tanımladığı dramda özellikle mümkün olur: "Güzel sanatlar, öyle gördük ki, eserleri için salt yararlılığa odaklanan insanla değil, sanatsal olana odaklanan insanla birlik olduğunda yaratıcı biçimde gelişebilir ancak. Sanata yatkınlığı olan insan bütün sanatları birleştirerek ortak sanat yapıtına dönüştürünce kendinden tam memnun olabilir ancak: sanatsal becerilerinin her bir ayrışmasında özgürlüğünü yitirir, olabileceği şeyi tam olamaz; buna k arşın ortak sanat yapıtında özgür olur ve olabileceği şeye tam olarak ulaşır. Bu nedenle sanattaki gerçek çaba her şeyi kapsayandır ( ...) En yüce ortak sanat yapıtı dramadır: onun olası zenginliği, içerisinde her sanat türü ancak en zengin biçimiyle yer aldığında oluşabilir (... ) çünkü her bir sanat dalının amacına, tüm sanat dallarının birbiriyle anlaştığı ve birbirine anlam kattığı birliktelik içinde ulaşılabilir." 80 Wagner' in bu sözleri, her bir sanat dalının sınırlı bir biçimlendirme ve ifade gücüne sahip olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle ancak her bir sanat diğer bir sanatın içinde tamamen eriyip gittiğinde bu sınırlar ortadan kalkar ve gerçek sanat oluşur. "Sanatın tüm dallarını kapsaması gereken büyük bütünleşik sanat yapıtı hepsinin ortak amacına ulaşmak, yani mükemmel insan yaradılışını göstermek için bu türlerden her birini bir anlamda bir araç olarak tüketmek, yok etmek zorundadır." 81 Wagner'in tasarımına göre tek tek sanatların birleştirilmesi yeni bir insan türü yaratacak toplumsal bir değişimi de beraberinde getirecekti, çünkü sanatın insan üzerinde mümkün olan en büyük etkisi bu yoldan elde edilecekti; ayrıca sinestezik, yani birden fazla duyuya hitap eden etki sayesinde izleyiciler bakarak ve duyarak salondan sahneye taşınacak ve böylece izleyici ile sanatçı arasındaki ayrım da ortadan kalkacaktı.82 Geleneksel medya ve tür anlayışlarının sınırlarının silinmesiyle yazınsal metin, müzik ve sahne sanatından oluşan medyalararası bir gösteri temelinde alımlayıcının bilinci hareketlendirilecekti. Sanatların birleştirilmesi yoluyla sentetik bir sanat oluşturulması düşüncesinin daha soma Rus formalistler 80 Richard Wagner, "Das Kunstwerk der Zukunft", Diclıtungcn und Sclıriften, Band 6: Reformsclıriften 1 849-1852, s. 9-157. Frankfurt am Main: insel, 1982, s. 127. 81 a.g.e., s. 29. 82 a.g.e., s. 151 .

48

Medyalararasılık

tarafından da benzer biçimde savunulduğu görülüyor. Romantikler tarafından çokça başvurulan ve fizyolojik olarak birbirinden ayrılmış duyuların birleştirilmesi, bir arada kullanılması anlamına gelen sinesteziden83 daha sonra da medyalararasılık ilişkilerinin kurulmasının yollarından biri olarak edebiyatın yanı sıra müzikte ve resimde de çokça yararlanıldı. Modest Petrovich Mussorgsky'nin (1839-1881 ) 1874 tarihili Bir Resim Sergisinden İzlenimler başlıklı piyano bestesi bunun müzik alanında en tanınmış örneklerinden biridir. Mussorgsky, yakın dostu ressam Viktor Hartmann'ın suluboya ve çizim çalışmalarının gösterildiği sergiden esinlenerek bestelediği yapıtında on resmi farklı tını, melodi ve ritimlerle dinleyicilerin gözünün önünde ayrı ayrı canlandırmayı, resimlerin renklerini ve şekillerini müziğe dönüştürmeyi başarıyor. On resimden her biri için oluşturduğu ve başlık olarak resimlerin isimlerini taşıyan besteleri "promenadlar" diye adlandırdığı ara müziklerle birbirine bağlayarak, sergiyi gezen kişinin resimler arasında nasıl ilerlediğini, resimlerin onda nasıl farklı etkiler oluşturduğunu müzikle yansıtıyor. 2 0. yüzyılın başında ise Wassily Kandinsky (186 6 -1944) müziğin renge (resme) ve rengin müziğe dönüşümünü yapabilen en tanınmış ressam olarak biliniyor. Kandinsky, oluşturduğu "müziksei resimler" de müziğin hareketlerinden yola çıkarak renkler ve şekiller çiziyor. Özellikle de Arnold Schönberg'in bestelerinden etkilenen Kandinsky Sanatta Tinsel Olana Dair (191 2 ) başlıklı yazısında renklerin ve şekillerin diline ilişkin şöyle diyor: "Demek ki genel anlamıyla renk, ruha doğrudan etki etmek için bir araçtır. Renk, enstrümanın tuşudur. Göz, piyanonun çekicidir. Ruh, çok sayıda telleri olan piyanodur. Sanatçı, şu ya da bu tuşa basarak insan ruhunu belli Hr titreşime sokan eldir." 84 Wassily Kandinsky'nin resim medyasının renklerini Yunancadaki "syn" (=birlikte) ile "aisthesis" (=anlamak, hissetmek) sözcüklerinin birleşiminden oluşan sinestezi (birlikte hissetmek, birlikte algılamak) terimi, fizyolojik anlamda bir organ uyarılırken diğer bir organın da bununla birlikte uyarılması anlamına geliyor. Sanatsal yapıtlarda ise aynı anda uyardırılan birden fazla duyunun iç içe geçmesini, işitsel bir uyarının görsel yoldan, aynı şekilde görsel bir uyarının işitsel olanaklarla taklit edilmeye çalışılması gibi durumları ifade ediyor. Sineztezi terimine ve tarihsel gelişimine ilişkin olarak bkz. Paul Hadermann, "Synasthesie: Stand der Forschung und Begriffsbestimmung", Literatur und bildeııde Kuııst. Eiıı Haııdbuc/ı zur 11ıeorie uııd Praxis eiııes komparatistisc/ıeıı Greıız�biets içinde, s. 54-72, yay. haz. Ulrich Weisstein. Berlin: Erich Schmidt Verlag, 1992. 84 Wassily Kandinsky, Über das Geistige in der Kuııst. Bern: Benteli Verla�, 1952, s. 64. 83

Medyal a rarasılık Teriminin Öncüleri

49

ve şekillerini soyutlaştırarak müzik medyasıyla ilişkilendirmesine en tanınmış örneklerden biri Avusturyalı besteci Arnold Schönberg' in op. 10 Yaylı Çalgıla r Dörtliisii eserinden esinlenerek yaptığı Tmpression lll (Konser) tablosu oluşturur.

Kandinsky , /111p ressio11 lif (Konser)

1 909 yılında Fil ippo Tommaso Marinetti'nin yayınladığı manifestoyla " yeni bir kültür" oluşturma iddiasıyla ortaya çıkan yenil ikçi sanat hareketi Fütürizm de sanat dallarını birleştirmeyi esas aldı. Fütüristler, edebiyat a lanında özellikle kolaj ve montajdan yararlanarak, hiç görü l medik ti pografik biçimler deneyerek, raka mlar, notalar, kartografik işa retler kullanarak ve sinesteziye önem vererek edebiyatla güzel sanatlar arasındaki sınırları bir ölçüde silmeye çalıştı. 1 91 6' d a ortaya çıkan Dada istler ise manifestolarında edebiyatı grafik, fotoğraf, ses ve aksiyonun bi rleşimleri ha line getirmeyi temel hedefleri nden biri olarak ilan etti . Dadaistler, müzik, dans, kostüm ve resimden yararlanarak şiirlerini " sergi liyordu "; metinlerinde de tipografik şekil ler, resim ve metin montajını kullanarak da resme yaklaşıyorlard ı. Aynı dönemde edebiyat bili mci Oskar Walzel 1917 tarihl i Wechselseitige Erhellung der Kiinste. Ein Beitrag zur Wiirdigung kunstgeschichtlicher Begriffe (Sanatların Birbirini Ayd ınlatması, Sanat .Tarihi Kavram larının Hakkının Verilmesine Dair Bir Çalışma)

50

Medyalararasılık

başlıklı yazısında tin bilimlerinde disiplinlerarası bir yaklaşımın başlatılmasını savlıyor. 85 Sanat tarihi kav ramlarını edebiyata ve müzi ğe uyarlamak isteyen Walzel'in ana tezi, farklı sanat dallarının birbirini tamamlaması ve aydınl atması gerektiğidir. Bu amaçla farklı sanat biçimlerine uygul an abilecek kategoriler bulmaya çalışan Walzel günümüz medyalararasılık araştırmaları için bu anlamda bir y ol gösterici sayıl abilir. Bunların devamında 20. y üzyıl modern sanatının medyal ararasılık ilişkilerinin hiç olmadığı kadar arttığı bir dönem oldu ğu görülüyor. Türleri aşan yapıl arın ve özelliklerin bilinçli olarak kul lan ılması olgusu, aşağıda " intermedia" terimi ile gösterilmeye çalışılacağı gibi, 1950'li yıllardan i tibaren terimleşmeye başlıy or.

2.3 Modern Sanatta "Intermedia" Kavramı Sanatın ve sanatçının tanımlarının, rollerinin ve sınırlarının genel an lamda sorgu lanması bağlamında 1950'l erin sonunda güzel sanatlar alanında oluşan yeni yaklaşımlar, güzel sanatl arl a müziğin, tiy atronun, filmin ve diğer medyaların birbirine daha fazla katılmasını, sanatların sınırlarını n genişletilmesiyle bunların deği şik çeşitlemelerle giderek daha çok iç içe geçmesini beraberinde getirdi. Bu olgular, farklı sanatların/medyaların bir arada ve eşzamanlı ku llanılmasıyla olu şan ve " multi media art" (çoklu medyalı sanat) diye adl andırıl an yapıtlarla sınırlı kalmadı. " Intermedia art" diye adl andırılan ve farkl ı medy aların birbirini karşılıklı olarak tamamladığı, iç içe geçtiği, çeşitli kombinasyonlar oluştu rduğu deney sel sanat yapıtları ve hatta kendine özgü medya kombinasyonu ku ralları olan yeni sanat türleri de ortaya çıkmaya başladı . 80 Bu bağlamda " intermedia" kavramının 1965 yılında Fluxus87 sanatçısı Dick Higgins tarafından ortaya atıldığı görülüyor. Higgins, Oskar Walzel, Wcclısc/seitige Erlıellu ııg der Kü ıısle. Eiıı Bcitrag zur Würdigung kuııstgesclıiclıtliclıer Begriffe, Beri in: Reuther und Richard, 1 91 7.

"5

"' Thomas Dreher, ,,Aktionsund Konzept Kunst", Netzliteratur, http:// dreher.netzl iteratur.net/l _Aktions-u.Konzeptkunst.html, 03. 1 1 .2007 " 20. yüzyılın en radikal, en deneysel sanat hareketi sayılan Fluxus, Dadaizmin 1 960'larda yeniden canlandırılması olarak da görülebilir. Bir tıp t�rimi olan ve "bağırsakların akarak boşal ması" anlamına gelen Fluxus terimi Dadaistlerin anti-

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

51

Intermedia başlığını taşıyan manifesto niteliğindeki yazısında " intermedia" kavramını belli bir türe, ifade biçimine ya da stile yerleştirilemeyen melez sanat biçimleri için kullandığını ve kavramı İngiliz romantiklerinden olan Coleridge' den aldığını belirtir. "Günümüzde ortaya konulan en iyi yapıtların medyaların arasında kaldığı görülüyor. Bu kazara olan bir şey değil" 88 diyen Higgins bu yeni melez sanat biçimlerine Duchamp, Picasso, John Cage gibi sanatçılardan örnekler gösterir. ,,Part of the reason that Duchamp' s objects are fascinating while Picasso' s voice is fading is that the Duchamp pieces are truly between media, between scul tpure and something else, while a Picasso is readily classifiable as a painted ornament. Similarly, by invading the land between collage and photography, the German John Heartfield produced the what are probably the greatest graphics of our century." 89 Higgins, sanat yapıtlarında belli medyaların kullanılmasıyla oluşan multimedia art, yani çoklu ya da karma medya yapıtlarından farklı olarak, intermedia art, yapıtlarının farklı medyalar içermekle kalmadığını, medyaların arasında bir yerde konumlandığını, bunların bir arada kullanılan medyaların salt bir toplamı olmaktan çok öteye gittiğini90 belirtiyor: " lntermedia differ from mixed media; an opera is a mixed medium, inasmuch as we know what is the music, what is the text, and what is the mise-en-scene. in an intermedium, on the other hand, there is a conceptual fusion." 91 Burada medya füzyonu olarak adlandırılan bu olgu ve bununla birlikte intermedia kavramı özellikle de Amerika Birleşik Devletleri' nde 196 0' lı yılların ortasından itibaren Fluxus çevrelerinin dışına da yayılarak performans sanatı bağlamında çok kullanılır oldu. Yine aynı dönemde farklı medyaların bir arada kullanıldığı aksiyon ve konsept sanatı bağlamında ortaya atılan "genişletilmiş sanat" sanat anlayışıyla benzerlikler taşıyor ve çok sayıda sanatçının birlikte gerçekleştirdiği ve bu nedenle "konser" olarak da adlandırılan müzik, aksiyon, happening öğelerine dayanıyor. 88 Dick Higgins, "Jntermedia", Leonardo, 34.1 (2001) s.49-54, http:/ /muse.jhu.edu/ joumals/ leonardo/v034/34.1higgins.html, 15.10.2008. 89 a.g.y. 90 "This transformation of different types of images, which causes a shift in the organization of the whole image, I will cali ,intermedia,." Yvonne Spielmann, "Intermedia in Electronic lmages", Leonardo, Yol. 34, No. 1 (2001), s. 56 91 Dick Higgins, Horizons. The Poetics and Theory of the Intermedia. Carbondale, Edwardsville: Southem lllinois University Press, 1984, s. 16.

52

Medyalararasılık

anlamındaki 'expanded arts' kavramının da herhangi bir türe girmeyen, yapıtları ifade etmek için kullanıldığı görülüyor.92 Peter Frank intermedia hareketini şu sözlerle özetliyor: "Aynı şekilde ressamlar ve şairler bir araya gelip resimli kitaplar üretebilir, kafalarındaki taslakları entegre görsel-dilsel yayınlar çıkartmak için de kullanabilirler ya da bir görsel şiir ve bir sanatçı eser kitabı oluşturmak için fikirler ve yöntemler konusunda düşünce alışverişinde bulunabilirler. Happeningler, performance art, concept art, enviromental ve installation art, yazılı metinleri kullanan dokümantasyonlar, fotoğraflar, filmler ve video teknolojisi, bir resimler tiyatrösu, gestik müziği, bir göstergeler ve sesler şiiri ve sanatların daha pek çok başka yer değiştirmeleri ve kombinasyonları 'intermedia'nın bir biçimi olarak var oluyor (yani geleneksel sanat medyaları arasındaki medyalar), ama farklı sanatların eskiden ayrı olarak görülen alanları yalnızca yan yana dizilmekle kalmıyor, aynı zamanda bir arada eritiliyor da." 93 Daha önce sanat olarak görülmeyen medyaları içine alarak farklı sentezler oluşturan ve sanat ve medya türleri arasındaki sınırların aşılmasını öngören bu ütopik sanat modelinin 1990'lı yılların başında bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte yeni boyutlar eklenerek sürdürüldüğü görülüyor. Edebiyatta ise metin tanımının genişletilmesiyle birlikte sınır aşım olguları 1960'lı yılların başında ortaya atılan ve daha sonra medyalararasılık terimine bir zemin oluşturan metinlerarasılık terimiyle ifade edilir oldu.

2.4 Metinlerarasılık Umberto Eco'nun tanımıyla bir metnin başka bir metinde duyulabilen yankısı, ona yaptığı gönderme, ondan yaptığı alıntı olan metinlerarasılık 1960'lı yılların sonunda J ulia Kristeva tarafından ortaya atılan ve temelinde Michael Bakhtin'in "diyaloji" konsteptine dayanan bir terim. Kristeva, Bakhtin'in metinler arasında bir diyalog temasının bulunduğu düşüncesini daha da ileriye götürüyor ve bu tür olguları bir metnin içinde olup biten "metinlerarası karşılıklı bir etkileşim" olarak tanımlıyor. Bu anlamda her metin, yazınsal olsun ya da olmasın, önceki metinlere bkz. !rina O. Rajewsky, Intermedialitiit. Tübingen, Basel: Francke, 2002, s. 9; Mi.iller, Intermedialitiit: Formen modemer kultureller Kommunikation, s. 76. 93 Peter Frank, Intermedia. Die Verschmelzung der Künste. Bem: Benteli, 1987, s. 5

92

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

53

verilmiş bir tepkidir, onlar da yine başka metinlere gösterilmiş tepkilerdir. 'Metni' kültürel olarak kodlanmış gösterge sistemleri olarak tanımlayan bu anlayışa göre 'her metin alıntılardan oluşan bir mozaik olarak ortaya çıkar, her metin başka bir metnin emilimi ve transformasyonudur.'94 Roland Barhtes'a göre ise her metin bir 11 . Bir metnin konu ettiği şey 11 chambre d'echos , yani yankı odasıdır daha önce konuşulmuş ya da tanımlanmış bir şeydir, bir metin bunları başka metinlerle paylaşır, bunlar ona tek başına ait değildir. Buna göre metinlerarasılık sonsuz metnin dışında yaşamanın olanaksızlığıdır - bu metin ister Proust olsun, ister günlük gazete ya da televizyon ekranı: kitap anlamı oluşturur, anlam yaşamı oluşturur.11 95 Hatta Lachmann'a göre burada okur metni okurken çağrışımlar yaratır ve böylece metni yazmaya devam etme, yeniden yazma ve değiştirme isteği duyar.96 II

Farklı düzlemlerle, alıntılarla ve göndermelerle anlatım yapan postmodern edebiyatın bu temel olgu sunu ifade eden metinlerarasılık terimi, bu türden olgu lar farklı medyasal ürünler arasında gerçekleştiğinde durumu açıklamakta yetersiz kalır. Edebiyat yapı tlarının bile çok farklı söylemlerin ve metinlerarasılık ilişkilerinin bir karışımı, bir üst üste bindirilmesi ya da kombinasyonu olduğu düşünüldüğünde, böyle bir olgu farklı medyalara ait ürünler arasında gerçekleştirildiğinde söylemlerin karışmasının ve melezleşmenin çok daha geniş ve karmaşık bir alanda yürüyeceği anlaşılır.97 Tüm sanat dallarında metinselliğin söz konusu olduğundan hareketle98 farklı medyalar arasındaki ilişkiler yalnızca metin" düzleminde ele alınır ve salt metinlerarasılıktan söz edilirse, sadece metinlerin anlamı üzerine II

Julia Kristeva, "Bachtin, das Wort, der Dialog und der Roman", Literatuıwisserısc/ıaft uııd Lirıguistik. Ergebııisse uııd Perspektiven. Bd. 3: Zur /iııguistisc/ıeıı Basis der Literatuıwisseıısc/ıafl II içinde, s. 345-375, yay. haz. Jens lhwe. Frankfurt am Main: Athenaum 1972, s. 348. 95 Roland Barthes, Die Lust am Text. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1986, s. 53-54. "" Renate Lachmann, Gediiclıtııis uııd Literatur. lııtertextualitiit iıı der russisdıeıı Moderne. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1990, s. 244-246. 97 bkz. Jochen Mecke ve Volker Roloff, "Jntermedialitat in Kino und Literatur der Romania", Kiııo-/(Ro)maııia. lııternıedialitiit zwisc/ıeıı Film uııd Litera/ur içinde, s. 7-20 yay. haz. Jochen Mecke ve Volker Roloff. Tübingen: Stauffenberg, 1999, s. 11. 98 Metin kavramı edebiyatın ve sözlü iletişimin belli biçimlerine, belli metin türlerine bağlı olarak değil, metinsellik özelliğinden yola çıkılarak tanımlanabilir. bkz. Yvonne Spielmann, lııtermedialitiit. Das System Peter Greeııaway. Münih: Wilhelm Fink Verlag, 1998, s. 108. 94

54

Medyalararasılık

odaklanılmış olur ve söz konusu medyaların kendine özgü işlevsellikleri ve maddeselliği göz ardı edilir. 99 Çünkü medyalar arasındaki bağlantılarda metin türleri arasında bir ilişkinin ötesinde, homojen olmayan medya biçimleri arasında bir ilişki söz konusudur, bu da en iyi şekilde medyalararasılık terimi ile açıklanabilir. Tüm medya türlerinin ve biçimlerinin metinsellikten yola çıkılarak bir çatı altında toplanması durumunda bu medyalara özgü işlevselliğin ve maddeselliğin ve bunların içerik üzerindeki etkilerinin anlaşılamayacağı açıktır. Medyalararasılık teriminin metinlerarasılık terimi örnek alınarak türetildiği yaygın olarak kabul edilse de medyalararasılık farklı medyaların özelliklerini de göz önünde bulundurmasından dolayı metinlerarasılık terimine koşut, ama metinsel ilişkilerin ötesine geçerek, bu kavramı genişleten bir yaklaşım anl amına gelir. Çünkü medyalararasılık terimi, bir araya gelen medyaların teknik koşullarını da anlam oluşturmanın belirleyici bir öğesi olarak göz önünde bulundurur. Werner Wolf'un ifadesiyle, ,,bir metinde en az bir başka metnin kanıtlanabilir biçimde dahil edilmesi olarak tanımlanabilen metinlerarasılığa koşut olarak, medyalararasılık, konvansiyonel olarak farklı oldukları kabul edilmiş en az iki ifade ya da iletişim medyasının amaçlanan, bir sanat yapıtı içinde kanıtlanabilen kullanımı ya da dahil edilişi olarak tanımlanabilir." 100 Bir metinlerarası gönderme aynı sisteme işaret ederken ve bu nedenle hemen ve doğrudan kendine, yani başka bir metinle temas kurduğuna işaret etmezken, medyalararası bir gönderme potansiyel olarak anlatım çizgisini kesintiye uğratacak bir güce sahiptir ve bu yüzden çoğu kez kendine, yani farklı içeriklerin yanı sıra farklı medyalar arasında ilişki kurulduğuna işaret eder101 ve yansıtmada Hyun-Joo Yoo, Text. l-lypertext. l-lypermcdia. Astlıetisclıe Möglic/ıkeiten der digitaleıı Literatur mittels Intertextualitdt, Interaktivitdt und Interınedialitdt. Würzburg: Könighausen & Neumann, 2007, s. 151. ııxı Werner Wolf, "Intermedialitat", Metzler-Lexikon . Literatur- uııd Kulturtlıeorie içinde, s. 284-285, yay. haz. Ansgar Nünning. Stuttgart, Weimar: Metzler, 2001, s. 284. 1111 Vreni Hockenj os ve Stephan Michael Schröder, "Historisierung und Funktionalisierun g: Zur Intermedialitat, auch in den skandinavischen Literaturen um 1 900", Historisieruııg und Funktionalisierung: Zur In termedialitdt, iıı den skandinavischen Literaturen um 1 900 içinde, s. 7-35, yay. haz. Vreni Hockenj os ve Stephan Michael Schröder. Berlin: Nordeuropa-Institut der Humboldt-Universitat, 2005, http:// www.uni-koeln.de/ phil-fak/ nordisch/ studbiblit/ d_a/ texte/ hockenj os__ schroeder_intermedialitaet.pdf, s. 16, 22.12.2008. 99

Medyalararasılık Teriminin Öncüleri

55

bulunur. Sonraki bölümde ele alınacak olan medyalararasılığın yeniden keşfinin altında metinlerarasılık teriminin bu yetersizliğinin de payı bulunduğunu söylemek mümkündür.

3 'Yeniden' Keşfedilen Medyalar arasılık Bu bölümde medyalararasılık tanımlarına örnekler verilecek ve Irina O . Rajewsky'nin ortaya attığı kapsamlı sınıflandırma ele alınacaktır. Tanımlamalara geçilmeden önce ise bu olgunun bilimsel ilginin odağına nasıl kaydığına değinilecektir.

3.1 Terimin Yeniden Keşfi 1990'ların başında medyalararasılık teriminin ortaya atılmasıyla birlikte, aslında çok eskilere dayanan bu olgunun bir anlamda 'yeniden' keşfedildiği söylenebilir. Son 15 yılda, özellikle de Almanya' da, bu alana ilişkin çalışmalar birbiri ardına yayınlanmaya başladı ve görece kısa bir süre içinde bilimsel bir tartışma ortamı oluştu. Medyalararasılık tanımlarının pek çoğunda terimin enflasyonist biçimde kullanımından, kısa sürede bir tür moda sözcüğe dönüşmüş olmasından ve bununla birlikte anlamının bulanıklaşmasından yakınılıyor olması da, terimin ne denli yaygınlaştığının bir göstergesidir. Teriminin 1990'ların başında yeniden ortaya atılması ve bu ol gu ya gösterilen bu yoğun ilgi elbette rastlantısal değildir. Önceki bölümde ana hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmış olan tarihsel gelişim çizgisinde de görüldüğü gibi, özellikle metinlerarasılık teriminin ortaya atılması ve edebiyat biliminde büyük bir yankı uyandırması, bunu yaklaşık otuz yıl sonra izleyecek olan medyalararasılık teriminin ortaya çıkmasının koşullarının oluşturulmasına önemli ölçüde etki etmiştir. Bu nedenle medyalararasılık olgu sunu tanımlama çabalarının pek çoğunda (önceki bölümde değinilen) Bakhtin'in "diyalog prensibi" ve Kristeva'nın "metinlerarasılık" konseptine gönderme yapılmakta ve medyalararasılığın bu konseptin medya-kuramsal bağlamdaki devamı sayılabileceği belirtilmektedir . 102 Ancak 102

medyalararasılığın

metinlerarasılıktan

kendiliğinden

örneğin bkz. Müller, Intemıedialtiit: Formen moderner kultureller Kommunikation, s.

103.

Med yalararasılık

57

ortaya çıkan "doğal bir sonuç" olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü medyalararasılık araştırmalarının yaygınlaşmasını kolaylaştıran bir başka önemli etken, Almanya' da 1970'1i yıllarda Alman dili ve edebiyatı araştırmalarının içinden doğarak oluşmaya başlayan medya biliminin 1990'lara gelindiğinde kendini akademik bir disiplin olarak kanıtlamış ve kendine özgü araştırma yaklaşımlarını, öğretim içeriklerini ve kuramlarını geliştirmeye başlamış olmasıdır, - edebiyat bilimi-medya bilimi ilişkisine V. Bölüm' de daha ayrıntılı biçimde değinilecektir. Medya kuramlarının birbiri ardına ortaya atılmaya başlamasının da giderek daha çok bilimcinin ilgisinin medyalara yönelmesine ve bu alandaki araştırmaların yoğunlaşmasına katkıda bulunduğu görülür. Bu bağlamda medyaların artık yalnızca teknik kitle iletişim araçları ya da fiziksel mekanizmalar olarak değil, birer gösterge sistemi olarak da görülmeye başlanması, medya teriminin daha geniş bir tanımlamayla sanatları ve edebiyatı da kapsamı içine almasını beraberinde getirmiştir. Bunun devamında bu medyalar arasındaki ilişkilerin ve karşılıklı geçişlerin incelenmesini terimleştirmek üzere arayışların başlamış olması ise doğal bir sonuçtur. Diğer bir etken olarak da gündelik yaşamda ve böylece sanatta da medyaların etkisinin özellikle son elli yılda giderek artmasının bir sonucu olarak ' medyalaştırılmış bir bakış' ın oluştuğu ve medyalara karşı bir farkındalık geliştiği görülüyor. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu farkındalığın daha da yoğunlaşmasının, medya□ bilimi ve medya kuramları alanındaki gelişmelere en çok etki eden etkenler arasında olduğunu söylemek mümkün. Daha geniş bir düzlemde bakıldığında, medyalararasılık olgusuna gösterilen ilgide ' melezlik' olgusunun da belli bir payı olduğu söylenebilir. Postmodernizm söyleminde çokça kullanılan 'melezleşme' kavramının farklı teknolojileri bir arada kullanan medya sanatı ve medyalararasılık tartışmalarında da önemli bir yer tuttuğu görülüyor. Sözlük anlamıyla ' karma biçim', ' iki kökenli oluşum', ' aşırılık', 'taşkınlık' anlamına gelen melezleşme, kavramının tipolojisini ve tarihini ayrıntılı biçimde ortaya koyan edebiyat ve tiyatro bilimci Irmela Schneider' e göre bazı özellikleri bakımından farklı olan, ama diğer özellikleri aynı olan malzemelerin ya da enerjilerin kombinasyonuna karşılık geliyor. Bu anlamda melezleşmeyi farklı zamansal boyutlarda oluşmuş

58

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

biçimlerin kombinasyonu olarak görmek mümkün. Buradan hareketle melezleşme, farklı teknik sistemlerin bir taşıyıcıda birleşmesi ve bu taşıyıcının çoklu işlevli olması anlamına gelir.103 Farklı biçimlerin ya da gösterge sistemlerinin bir arada olmasına dayanan medyalararasılık olgusunun melezlik boyutu da işte buradan kaynaklanıyor. Bu bağlamda Edmont Couchot da melezleşme sanatının yayılmakta olduğunu söylerken şunları vurguluyor: "Artık yaygı nlaşmakta olan şey, bir melezleşme sanatıdır... Bu, gerçek olanın fragmanlarını (yan yana getirmek, birbirine katıştırmak, iç içe geçirmek yoluyla vs.) yalnızca işlemekle kalan bir kolaj, karma, patchwork sanatı değil, gerçek olana dair bilginin ve onun simülasyonu yapılmış benzerinin, yani sanal olanın, birbirine eklemlenmesini, yapısını, anlaşılmasını tüm bağlantılarıyla ve giriftlikleriyle derinlemesine gerçekleştiren bir sanattır. Yani, her ikisini tamamen farklı oluşları içinde organik ve genetik olarak birbirine bağlayan bir sanat." ı 04 Kodlamaların birbirine karılması ve kesiştirilmesi, ağırlıklı olarak farklı medyaların kombinasyonuyla oluşturulan ve 'medya sanatı' diye adlandırılan yapıtlarda ya da tiyatroda ve filmde ('hybrid Cinema') görülmekle birlikte, bu olgunun örneklerine edebiyatta da rastlamak mümkün. Edebiyat ve medya bilimci Georg Christoph Tholen, edebiyattaki melezliğe bir örnek oluşturan 'melez romanlar'ı şöyle tanımlıyor: "Melez, karışık, üst üste binmiş olan şeyler yirmi yıldan uzun bir zamandır çağımızın özelliği sayılıyor. Hem sanatta hem reklamlarda melez mekanlardan, sanal metropollerden ve postmodern performanslardan söz ediliyor. Örneğin Hybrid Novels, şimdiye kadarki anlatım biçimlerini (fotoğrafın ya da filminkiler de dahil olmak üzere) fragmanlaştıran fragman olarak ve yeniden kolaj layan postmodern romanlardır." 105 Bu türden bir melezleşmeye Türk edebiyatından en

103 Irmela Schneider, "Yon der Vielsprachigkeit zur »Kunst der Hybridation«. Diskurse des Hybriden", Hybridkultur: Medien, Netze, Künste içinde, s. 13-66, yay. haz. lrmela Schneider ve Christian W. Thomsen. Köln: Wienand, 1997, s. 19. 1 04 Edmont Couchot, "Zwischen Reellem und Virtuellem: die Kunst der Hybridation", Cyberspace. Zum medialen Gesamtkunstwerk içinde, s. 340-349, yay. haz. Florian Rötzer, Peter Weibel. Münih: Klaus Boer Verlag, 1993, s. 348. 105 Georg Christoph Tholen, "Dazwischen. Zeit, Raum und Bild in der intermedialen Performance", http:/ / www. uni-konstanz.de/ paech2002/ zdm/ beitrg/ Tholen.htm, 11.12.2008.

Medyalararasılık

59

tanınmış örneğin ise Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi106 romanı ve bu roman için Pamuk'un İstanbul'da Çukurcuma Caddesi'ndeki 2 4 no'lu Brukner Apartmanı'nda kurmakta olduğu ve muhtemelen 2 01 0 yılında açılacak müze olduğu söylenebilir.107 Melezlik, yalnızca postmodernist söylemin bir parçası değil, aynı zamanda dijital medyaların da tipik bir özelliği duru munda. Bu bağlamda 1993 yılında yaygın kullanıma açılan İnternet ile olanaklı hale gelen hipermetin, metin kavramına yeni bir bakış getirerek Platon'un Phaidros diyaloğunda yazıya ve onunla birlikte metne getirilen çizgisellik ve tek yönlülük eleştirisini de bir ölçüde dayanaksız bırakmış oldu. Potansiyel olarak bir hipermetne sonsuz sayıda başka metnin, resmin, grafiğin, müzik parçasının vs. bağlanabiliyor olması ya da bunlar arasında ilişkiler kurulabiliyor olması, sanatlarda daha önce de var olan melezlik olgusunun bir ileri boyuta taşınmasına, daha çok fark edilmesine, diğer yandan yine sanatçılar/yazarlar tarafından daha çok uygulanmasına katkıda bulunmakta. Jürgen E. Müller bu bağlamda modern kültürel iletişime ilişkin şu saptamayı yapıyor: "Modernizm ve postmodernizm, kültürel iletişimin şimdiye kadar tanımadığımız biçimlerini bize sundu. Medyasal ağların kurulduğu çağımız, medyalar arasında konumlanmış melezler üretiyor ve bu melezler medyasal dinamikleriyle ve transformasyonlarıyla alışılmış ve sabitlenmiş metin ve gösterge anlamlarını durmadan devam eden metamorfozlarla başka şeylere dönüştürüyor. Göstergeler farklı medyalar arasında dönüp dolaşıyor; onları görüyoruz/duyuyoruz ve onlar bizi yutuyor. Geleneksel medyasal türlere özgü sınırlandırmaların geçerliliği ortadan kaldırıldı ve bugün, eskiden beri süregelen medyasal çerçevelerden (örneğin 'mekanik' medyalar ve 19. yüzyılın düzenlemeleri) çoktan kopmuş olan medya metinleri 106 Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi. İstanbul: İletişim, 2008. Romanın kahramanlarından Kemal, sevgilisi Füsun'un dokunduğu eşyaların koleksiyonu sergilenecek olması, bu müzeyi de romanın bir parçası haline getiriyor. Romanın kahramanı Kemal romanın sonunda sevgilisini kaybettiğinde çıktığı seyahatlerde dünyaca ünlü müzeleri dolaşıyor ve etkilendiği bu eserleri romanın kurgusuna paralel biçimde anlatıyor. Pamuk'un, romanı yazarken dünyanın pek çok müzesinde günlük yaşama ilişkin nesnelerin ve eşyaların nasıl sergilendiğini araştırması, müzeye dönüştürülecek b inanın düzenlemesi işinin bir mimara verilmesi, eşyaların toplanması da romanın yazım süreciyle birlikte yürüyor. Böylece kurmaca ile gerçeklik arasındaki sınırları kaldrran bu çift yönlülük romanın alımlanmasmda da belirleyici oluyor. 107

60

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

selinin içinde buluyoruz kendimizi." 108 Yukarıda belirtilen tüm bu değişimlerin ve gelişmelerin medyalararasılık olgu sunun d aha açık biçimde farkına varılmasına katkıda bulunduğu, olgu nun tanımlanması ve kuramsal bir zemine oturtulması için yapılan çalışmalar için de çıkış noktası oluşturduğu söylenebilir. Sayıları arhk belirlenemeyecek kadar armış olan bu tanımlama çabalarının bir bölümü aşağıda ele alınacaktır.

3.2 Medyalararasılık Tanımları Medyalararasıhk teriminin Bölüm 2.4 ' te d eğinilen metinlerarasılık teriminden yola çıkılarak ve ona koşut biçimde türetilmiş olduğunu söylemek bir ölçüde mümkün olsa da, medyalararasılığın, yalnızca genişletilmiş bir tür metinlerarasılıktan ibaret olduğunu ileri sürerek tanımlamaya çalışmak fazlaca bir basitleştirme olur ve terimin doğru biçimde anlaşılmasını da engeller. Bunun nedenlerinden biri, düz bir koşutluk oluşturarak farklı medyalar arasındaki her türlü bağlanhnın doğrudan medyalararasılık sayıldığını söylemenin mümkün olmamasıdır. Medyalararasılık teriminin (İngilizce konuşulan ü lkelerde intermediality biçiminde kullanılıyor) , ortaya ahldığı 1990'lı yıllardan bu yana özellikle de Almanya' d a çok sayıda bilimsel çalışmada incelenmiş ve adeta bir slogana dönüşmüş olması, ama buna rağmen açık ve genel kabul görmüş bir tanımının hala ortaya konulamamış olması, medyalararasılığın hala heterojen bir olgu olarak kaldığının ve konuyu yakından takip etmeyenlerde belli bir kafa karışıklığına yol açabild iğinin bir göstergesidir. Bunun temel nedeni olarak, yukarıda da belirtildiği gibi, medya teriminin farklılık gösteren biçimlerde kullanılıyor olması gösterilebilir. Dar anlamda kullanılan medya tanımı, doğal olarak medyalararasılığın da çok dar bir aralıkta gerçekleşebileceğini öngörmü ş olur. Geniş ve kapsayıcı anlamda bir medyalararasılık tanımı, medya teriminin mutlaka en geniş anlamıyla kullanılmasını gerektirir. Edebiyat bilimi bağlamında medyalararasıhk teriminin ilk kez 1983 yılında A. Hansen-Löve tarafından kullanıldığı görülüyor. Slavist olan Hansen-Löve, Medyalararasılık ve Metinlerarasılık. Rus Modernizmi Örneğinde Söz ve Resim Sanatının Korelasyonu Sorun/an ıoıı Müller, In termedialitiit: Formen modemer kultureller Kommunikation, s. 15.

Medyalararasılık

61

başlıklı makalesinde medyaların (özü gereği olmasa da) sosyal ve tarihsel koşulları ve sanat kuramlarıyla ilişkileri nedeniyle, tek başına ortaya çıkmadığını, çoğu zaman karmaşık medyasal kompleksler biçiminde, yani " medyalararasılık korelasyonları sistemleri" halinde görüldüğünü belirtiyor.109 Hansen-Löve'ye göre bir "entegral medya" nın (tümleşik medya) içinde heterojen sanat biçimleri bir arada görülür, tek medyalı iletişimde olduğundan çok farklı metinlerarasılık koşulları oluşur ve farklı medyasal tür birleşimleri ortaya çıkar. "Belli bir tür içindeki" göndermeleri ifade eden metinlerarasılık terimi bu nedenle burada yetersiz kalır. Bu bağlamda Hansen-Löve, güzel sanatlar ("sanatsal medyal ar") ile edebiyat, ama özellikle de resim ile metin arasındaki ilişkilerin araştırılması için medyalararasılık teriminin kullanılmasını önerir ve Ch. S. Peirce'i esas alarak 'metinsel olan' ile 'görsel olanı' bir araya getiren üç değişik ilgileşim türünün var olduğunu belirtir: Bunlar "transpozisyon" (yer değiştirme, aktrama), "transfigürasyon" (biçimin ötesine geçmek, farklı şekil almak) ve "projeksiyon" (yansıtma). Transpozisyonu Hansen-Löve ' kurmaca' bir öyküdeki motiflerin bir "sözcük-metninden ' anlatısal' bir resim-metnine aktarılması" olarak tanımlıyor (örneğin bir edebiyat yapıtındaki belli bir sahneden yola çıkılarak yaratılan bir resim yapıtı). Transfigürasyon, kurmaca bir dilsel metnin imajinatif resim­ metinlerine dönüştürülmesi anlamına geliyor (örneğin folklorda ya da mistik kült resimlerinde merkezi perspektife sahip olmayan, ikonik anlatım). Projeksiyon ise resmin semiyotik sisteminin yazılı metinde soyut biçimde gerçekleştirilmesi, yani dilsel olarak takl it edilmesi anlamına geliyor. 1 1 0 Hansen-Löve'nin bu medyalararasılık tasarımı henüz olgunlaşmamış olsa ve düzeltmelere gerek duysa da, terimin ilk kez ortaya atılması ve bilimsel tartışmaya kazandırılması bakımından büyük önem taşıyor. Bundan yaklaşık on yıl sonra medyalararasılık konusunda ilk kapsamlı derleme yayınlardan birini hazırlamış olan Thomas Eicher, Hansen-Löve'nin konseptini çıkış noktası olarak gösterdiği [Burada] 109 Aage A. Hansen-Löve, "Intermedialitat und Intertextualitat. Probleme der Korrelation von Wort- und Bildkunst - Am Beispiel der russischen Moderne", Dialog der Texle. Hamburger Kolloqium zur Inler/ex/ualiliil içinde, s. 291-360, yay. haz. Wolf Schmid, Wolf-Dieter Stempel. Viyana: Gesellschaft zur Förderung slawistischer Studien 1983 (Wiener Slawistischer Alrnanach 1 1 ), s. 291 . no a.g.y. s. 304.

62

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

Medyalararasılık Ne Anlama Geliyor ? başlıklı makalesinde medyalararasılığı şöyle tanımlıyor: "Medyalararasılık terimi medyasal köprülerin kurulmasına, farklı medyaların birlikteliğine işaret eder. Burada özellikle müzik, dans, güzel sanatlar, dil arasındaki birleşmeler akla gelir. Geçici bir genelleştirme ile kültürel olarak kodlanmış ve birbirini etkileyen, taklit eden, birbirine temas eden ya da hatta birleşerek bir bütünlük oluşturabilen iletişim sistemlerinden söz edilebilir." 1 1 1 Eicher'in de işaret ettiği gibi, medyalararasılık ilişkileri çok çeşitli biçimlerde gerçekleşebiliyor. Bu ilişkiler arasında daha büyük önem taşıyanlar ise karma biçimlerden (kolajlar) çok dönüşümlerdir. Bir semiyotik sistemde yer alan bir ifadenin başka bir semiyotik sistemdeki ifadeye gönderme yapması, yani "gösterge kompleksleri arasındaki ilişkiler medya sınırlarını aştığında", medyalararasılıktan söz etmek gerekir. Medyalararasılığı daha çok resim-metin ilişkisi bağlamında ele alan Eicher' e göre bu türden karşılıklı ilişkiler, yani "dilsel olan ile dilsel olmayan medyalar arasında var olan ve karşılaştırmalı biçimde araştırılabilen temaslar, benzerlikler ya da farklılıklar" özellikle filolojinin çalışma alanına girer.1 12 Bu alanda önemli çalışmaları bulunan Jürgen E. Müller d e medyalararasılık araştırmalarının 'medyaların birbirinden yalıtılmış ayn birimler' olduğu biçimindeki geleneksel anlayıştan uzaklaşmayı gerektirdiğini belirtiyor. Müller, çoklu medyalı yapıtların özelliklerinden yola çıkarak şöyle bir tanım getiriyor: "Bir medya ürünü, medya alıntılarının ve öğelerinin çoklu-medyasal yanyanalığını belli bir konsepte dayanan bir biraradalığa d önüştürdüğünde, bunun (estetik) kırılmaları ve bozulmaları yeni deneyim ve yaşantı boyutları açtığında, med yalar-arası olur." 1 1 3 Müller, alımlayıcı perspektifini de kapsayan bu tanımının "bilimsel bir paradigma" değil, metinlerarasılığı çıkış noktası alarak medya­ kuramsal bir bağlama oturtan bir araştırma yaklaşımı olduğunu d a belirtiyor. Müller' e göre genel anlamıyla med yalararasılığı belli bir konsept dahilinde bir araya getirilen medyasal öğeleri içinde Thomas Eicher, "Was heisst (hier) Intermedialitat?", lntermedialitiit. Vom Bild zum Text içinde, s. 11-28, yay. haz. Thomas Eicher ve Ulf Bleckmann. Bielefeld: Aisthesis, 1 994, s. 1 1 . 1 12 a.g.y., s. 18. 113 Müller, Intermedialitat als poetologisches und medientheoretisches Konzept, s. 3132. 111

Medyalararasılık

63

barındıran bir pota olarak görmek ve üç düzlemde ele almak mümkün: birincisi, "medya (metinlerinin) spesifik medyalararası ve çoklu medyalı iletişim edimi bağlamlarına oturtulması" , ikincisi, "dispozitiflerin medyalararası teknik durumları"nı belirlemek, üçüncüsü de medyaların entegrasyonunu ve transformasyonunu saptamak.1 14 Werner Wolf'un metinlerarasılıktan yola çıkarak ortaya attığı tanım ise çok daha geniş kapsamlı. Wolf'a göre medyalararasılık, "bir metne kanıtlanabilir biçimde en az bir başka (dilsel) metnin dahil edilmesini ifade eden metinlerarasılığa koşut olarak, konvansiyonel anlamda farklı olduğu kabul edilmiş en az iki ifade ya da iletişim medyasının bir yapıtta amaçlanan, kanıtlanabilen kullanımı ya da birbirine dahil edilmesi olarak tanımlanabilir." 115 Buna göre medyalararasılık, "temas kuran medyanın" içinde "temas kurulan yabancı medyanın" tak lit etme, entegre etme ya da kombinasyon oluşturma yoluyla sahnelenmesinin saptanabilir sonucu olarak görülebilir. Burada "temas kuran medya" ile "temas kurulan medya" geniş anlamda farklı medyaları, yani hem teknik ve yerleşmiş, kabul görmüş aktarma kanalları üzerinden tanımlanabilen, hem de belli gösterge sistemleri üzerinden tanımlanabilen farklı iletişim araçlarını ifade ediyor.1 1 6 Bunun devamında Wolf şöyle bir tipolojik ayrım yapılabileceğini belirtiyor: a) dahil edilen medyalar dikkate alınarak: örneğin bir edebiyat yapıtına güzel sanatların, filmin, müziğin dahil edilmesi durumu, b) bir baskınlık durumunun ortaya çıkıp çıkmadığını dikkate alarak: örneğin şarkıda müzik ile şiir belirgin bir medyalararasılık baskınlığı oluşturmuyor; buna karşın bir romanda yer yer çizimlerin ya da resimlerin yer alması duru munda edebiyat baskın durumda oluyor, c) kurulan medyalararasılık ilişkilerinin niceliğini dikkate alarak: bu ilişkiler yapıtta yer yer ortaya çıkabilir, yani yapıtın yalnızca 1 14 Müller, Intermedialitiit: Formen moderııer kultureller Kommunikation, s. 20. Müller burada Foucault'nun farklı toplumsal kurumlar arasında örüldüğünü öne sürdüğü ağlar için kullandığı 'dispozitif' sözcüğünden yararlanıyor. 115 Wolf, " lntermedialitat", s. 238; ayrıca bkz. a.g, Tlıe Mıısicalization of Fiction. A Study in the Tlıeory aııd History of lııtermediality. Amsterdam, Atlanta: Editions Rodopi, 1999, s. 37. 116 bkz. Wolf, "Jntermedialitat als neues Paradigma der Literaturwissenschaft?", s. 88.

64

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

belli bir bölümüyle ilgili olabilir (örneğin yer yer şarkılara yer verilen tiyatro yapıtlarında olduğu gibi) ya da yapıtın tamamında görülebilir (örneğin operada), d) medyalararasılığın oluşum biçimini dikkate alarak: " birincil medyalararasılık", yani yapıtta daha en başından itibaren var olan ve bir anlamda yapıtın konsepti sayılabilecek medyalararasılık (örneğin resimli öyküde) ya da " ikincil medyalararasılık", yani sonradan ve çoğu kez de başkası eliyle oluşturulan medyalararasılık (örneğin bir romanın filme uyarlanması), e) medyalararasılık ilişkisinin niteliğini dikkate alarak: " aşikar medyalararasılık" (medya kombinasyonu) durumunda kahlan medyalar yapıtın yüzeyinde olası herhangi bir baskınlık ilişkisine girmeden ve oldukları haliyle görünür kalıyor ve hemen fark edilebiliyor (örneğin filmde hareketli resimler, ' dramatik' metin ve müzik); " üstü örtülü medyalararasılık" durumunda ise bir medya başka bir medyaya gönderme yaparak belli bir anlam oluşturuyor, yani ortada (görünürde) yalnızca bir medya ya da gösterge sistemi var ve ikinci medya yalnızca belli bir ilişki kurularak çağrıştırılıyor, bir anlamda alımlama sırasında canlandırılmış oluyor. Bu da her zaman belli bir baskınlık oluşturuyor ve baskın olmayan bir medya " medya değişimi" sonucunda baskın olan medyanın içinde eriyip kayboluyor; yalnızca baskın medyanın gösterge sistemi kullanıldığı için o medya tarafından bir anlamda diğer medyanın üstü örtülüyor ve bu nedenle yapıtın yüzeyinde her durumda görünür kalmıyor.117 Wolf, kanıtlanabilirliğinin önemli bir sorun oluşturabileceğini belirttiği üstü örtülü medyalararasılığa örnek olarak ise bir medyanın (çoğu kez kendi olanaklarının sınırlarını sonuna kadar zorlayarak) başka bir medyaya ' öykünmesini' (Imitation) ya da onu 'medyalararasılık anlamında konu etmesini' (intermediale Thematisierung) gösteriyor ve örneğin edebiyat yapıtlarında ortaya çıkan bu tür medyalararasılık ilişkilerinin anlaşılabilmesi için genelde bir " okuma yardımına" (yan metin göndermelerine, resim alh yazılarına vs.) gerek duyulduğunu belirtiyor. Üstü örtülü medyalararasılığın ikinci alt biçimi olan " medyalararasılık 117

bkz. a.g.y. s. 239; aynca bkz. Wolf, The Musicalization of Fiction, s. 44.

Medyalararasılık

65

anlamında konu etme" olgusunda ise temas kuran medyanın kendine ait göstergelerinin kullanılması yoluyla başka bir medyaya gönderme yapılıyor, örneğin bir resim tablosunun yazınsal metinde betimlemesinde (Ekphrasis) olduğu gibi. Medyalararasılığın çok geniş bir işlev yelpazesine sahip olduğunu belirten Wolf bu işlevler arasında özellikle de bir medyanın kendi medyasal sınırlarını deneysel anlamda sondajlamasının ve genişletmesinin, meta­ kurmacasal ve estetik yansıtma alanlarının yaratılmasının, estetik illüzyonun güçlendirilmesinin öne çıktığını belirtiyor.1 18 Marshall McLuhan ve Niklas L uhmann'ı çıkış noktası olarak alan Yvonne Spielmann ise "farklı medyaların eriyip iç içe geçmesi" 1 19 olarak tanımladığı medyalararasılığı 'bir transformasyon modeli', 'yapısal bir kavram' ve 'medya sanatlarındaki estetik bir yöntem' olarak görür.120 Spielmann'a göre medyalararasılık terimi farklı medyalar arasında gerçekleşen dönüşüm süreçleri ve farklı medyalara özgü öğelerirı çarpışması sonucunda ortaya çıkan dönüşümün yapısı ve bunu gerçekleştirmek üzere izlenen dönüşüm stratejisi için kullanılmalıdır.121 Buna göre medyalararasılık, salt kombinasyon ya da rastlantısal bir diziliş sonucunda ortaya çıkmaz, birbirinden farklı olan ve transformasyon modunu (bir medyanın bir başka medya içersinde işlenmesi modu) içinde taşıyan medyaların bir araya gelerek yapısal örgüler oluşturmasına dayanır. Dönüşüm sonucunda ortaya çıkan bu örgülerde medyaların birbirine eklenme yeri, aralıkları, mesafeleri, oluşan sentez ne kadar kapsamlı olursa olsun, bunlar biçimde kendini her zaman belli eder.122 Spielmann'ın tanımında üzerinde durduğu bir diğer nokta da medyalararasılık olgularında medyaların farklılıklarının öne çıkıyor olması. Farklı medyaların bir araya gelerek bir dönüşüm süreci geçirmeleri, bu farklı medyaların benzerliklerinden çok, aralarındaki farkları açığa vurur, çünkü üst üste binen medyaların kendine özgü özellikleri daha da belirgin hale gelir. Spielmann'ın ııs a.g.y. 119 Spielmann, lntemıedialitiit. Das System Peter Greenaway, s. 7. 1 20 a.g. y ., s. 75. 1 21 Yvonne Spielmann, "As pekte einer asthetischen Theorie der Intermedialitat", Über Bilder spreclıen. Positioııen uııd Perspektiven der Mcdierıwisseııscfıaft içinde, s. 57-67, yay. haz. Heinz B. Heller ve diğerleri. Marburg: Schüren Verlag, 2000, s. 66. 122 Yvonne Spielmann, "Intermedialitat als symbolische Form", Astfıetik uııd Kommunikatioıı 24 (1995), s. 114.

66

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

medyalararasılık konseptinin temelini oluşturan bu düşünce, medyalararasılık olgularına katılan medyaların ayırt edilebilir farklılıklarının medyalararasılık için bir ön koşul olarak görülmesine dayanan, aynı zamanda da medya kavramının hem kültürel yönlerini, hem bir teknik ya da bir cihaz olma durumunu dikkate alan bir sentez modelidir.123 Edebiyat ve medya bilimci Joachim Paech de medyalararasılığı 'iki farklı medya arasında gerçekleşen bir dönüşüm süreci' olarak görüyor. Paech'e göre burada medyalar yalnızca birer nesne ve bu anlamda yalnızca bilgi saklamaya yarayan birer araç değil; medya, bir "aracı" , bir "biçimi olası kılan durum" ya da bir "arada bulunma hali" olarak görülmelidir. Buna göre medyanın kendisi (özünde) görünür değildir, çünkü medya, görünür hale gelmesine yardımcı olduğu 'biçim' (form) olarak karşımıza çıkar ancak. Bu nedenle de medyalararasılık içeriksel bir transformasyon değil, "medyasal farklılıkların rol oynadığı kırılmalar, boşluklar, intervaller ya da ara boşluklar ve de sınırlar ve eşiklerdir." 124 Medyaların ayırt edilebilirliğini esas alan bu tanıma göre iki farklı medyasal ifade biçimi bir bağlam içinde birlikte kullanıldığında medyalararasılık oluşur, ama medyalararasılık yalnızca medyalarının biçimsel düzleminde geçekleşebilir; bu biçimlerdeki farkta da medyalar ayırt edilir hale gelir ve bu farkla ilişkilendirilebilirler. Örneğin fotoğrafın hareketlendirilmiş hali olan filmde bu 'hareket' fotoğraf ile film arasındaki 'farkı' gösterir ve filmin bir medya olarak özgünlüğünün fotoğrafla olan bu 'hareketlilik' farkı olduğu anlaşılır. Andreas Böhn de Peach'e benzer bir şekilde medyalararasılığı "metin öğelerinin bir medyadan diğer bir medyaya dönüşümse! aktarımı" 125 olarak tanımlıyor ve böyle bir durumda bir medyasal ürünün içinde bir başka medyanın özgün ifade biçiminin yansıtılabildiğini belirtiyor. Böhn'e göre bu tür bir medya alıntısı özünde bir "biçim alıntısı" dır. Böhn'ün (alıntı kavramının sınırlarını genişleterek) ortaya attığı bu "biçim alıntısı" anlayışı bir medyasal 123 bkz. Sombroek, Eine Poetik des Dazwisclıen, s. 63. 124 Joachim Paech, "lntermedialitat. Mediales Differenzial und transformative Figurationen", Intermedialitiit. Theoie und Praxis eines interdiszipliniiren Forschungsgebictes içinde, s. 14-30, yay. haz. Jörg Helbig. Berlin: Erich Schmidt Verlag, 1998, s. 25. 125 Andreas Böhn, "Einleitung: Formzitat und lntermedialitat", Formzitat und lııtemıedialitiit içinde, s. 7-12, yay. haz. Andreas Böhn. St. Ingbert: Röhrig, 2003, s. 7.

Medyalararasılık

67

biçimin ya da bir medyaya özgü basmakalıp ifade biçiminin farklı bir medyada belirmesi durumunda oluşan medyalararasılık efektini ifade ediyor. 126 Medyalar arasında uygulanacak bu tür bir alıntılama stratejisinde alıntılama bağlamının biçimi ve alıntılanan biçimden dolayı medyalar birbirine olan farklılıklarıyla belirirler. Medyalararası biçim alıntıları, bir yandan tıpkı ironi, metafor, retorik kalıpları gibi dolaylı anlatım alanına girer, diğer yandan da estetik özyansıtma stratejilerine ve kendi yapılış yöntemine işaret eder. Medyalararasıhk olgularında odaklanma içerikten biçime doğru kaymış oluyor ve yalnızca belli bir yapıt alıntılamakla kalmıyor, o yapıtın biçimsel özellikleri, medyası, kodlamaları da içerikle birlikte alıntılamış oluyor.127 Kısacası, "medyalararası biçim alıntısında medya biçime dönüşür, hem kaynak hem hedef medyanın medyasal koşulları yansıtma konusu olur." 128 Yukarıda da görüldüğü gibi, medyalararasılık tanımlarının bir bölümü Kristeva'nın "gösterge sistemlerinin transpozisyonu"nu ifade eden metinlerarasıhk tanımını çıkış noktası alarak medyasallık bağlamına oturtur, bir bölümü ise "biçim alıntısı" ifadesini öne çıkartır. Özetlenecek olursa, medyalararasıhk, farklı medyalar arasındaki teması, farklı medyaların birlikteliğini ya da karşılıklı etkileşimini ifade eder. Özellikle de başka bir medyanın kendine özgü içeriklerine, estetik kurallarına ya da aktarma biçimlerine öykünmek, onları kendi olanaklarıyla geçekleştirmeye çalışmak, medyalararasılığın en başta gelen özellikleri arasındadır. Medyalararasılık teriminin sistematik biçimde tanımlanması yönünde önemli adımlar atan ve medyalararasılığın edebiyat biliminin yeni bir paradigması haline gelmesine büyük katkı sağlayan !rina O. Rajewsky'nin sistematiği ise kapsamı gereği aşağıda ayrı olarak ele alınacaktır. 1 26 Transformasyon tartışmaları bağlamında medyalararasılığa yakın bir kavram olarak ortaya atılan transmedyasallık terimi, medyalararası bir üründe mevcut her iki medyaya odaklanmak anlamına geliyor. Burada aktarım olayı, katılan medyaların içinde bulundukları " geçiş süreci", bir medyasal ifade biçiminden diğerine geçiş daha çok vurgulanıyor. bkz. Urs Meyer, Roberto Simanowski, Christoph Zeller, "Vorwort", Traıısıııedialitiit. Zur Astlıetik paraliterarisc/ıer Verfalıreıı içinde, s. 7-17, yay. haz. Urs Meyer. Cöttingen: Wallstein, 2006, s. 10. 1 27 Andreas Böhn, Einleitung: Formzitat und Intermedialitat, s. 7-10. 128 Andreas Böhn, " Intra- und intermediale Formzitate im Film als Medienreflexion", Fornızitat uııd Iııternıedialitiit içinde, s. 13-44, yay. haz. Andreas Böhn. St. lngbert: Röhrig, 2003, 42.

68

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

3.3 Rajewsky'nin Medyalararasılık Sistematiği Irina O. Rajewsky genel anlamıyla bir sınır aşımı ve medyasal interferans129 olgu su olarak gördüğü medyalararasılığı çok geniş bir alanı kapsayan bir " şemsiye terim" (,, termine ombrel lone", üst terim) olarak adlandırıyor. Rajewsky' ye göre çok genel bir tanımla " medya sınırlarını aşan", 'arasılık' ekinin de gösterdiği üzere " bir şekilde medyaların arasında konumlandıralabilen" olgu ların tümü medyalararasılığın kapsamına girer.1 30 Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi Rajewsky "medya" terimini gönderici ile alıcı arasında bir aktarım kanalı olarak sınırlandırmıyor, geniş bir tanımı benimseyerek edebiyat, film, resim, heykel vs. gibi gösterge sistemlerinin tümünü de birer medya olarak görüyor. Raj ewsky, medyalararasılığı tanımlarken önce bu olgu yu medyaiçilik (Intramedialitat) ve medyaaşımcılık (Transmedialitat) olgularından ayrı tutmak gerektiğini belirtiyor. Medyaiçilik olgu su, "-içilik" (intra-) ekinin de işaret ettiği üzere, içte gerçekleşen bir durumu tanımlıyor ve belli bir medyanın sınırlarını aşmayan olgulara ya da durumlara karşılık geliyor. Yani medyaiçilik terimi aynı medyanın farklı ürünleri arasındaki olguları, bu ürünlerin/ yapıtların birbiriyle ilişkisini ifade ediyor. Buna örnek olarak bir yazınsal metnin başka bir yazınsal yapıta ya da sistem anlamında belli bir edebiyat türüne ya da edebiyatın tümüne gönderme yapması gösterilebilir. Burada Rajewsky edebiyat bilimi alanında metinlerarasılık olarak tanımlanan olgu lar ıçın medyalararasılık araşhrmaları bağlamında daha geniş bir kapsamla medyaiçi/ik teriminin kullanılmasını önerir ve bu terimin örneğin " bir filmin başka bir filme ya da sistem olarak filme, belli bir film türüne, bir operanın bir operaya, bir resim tablosunun başka bir İnterferans (Latince iııter "arada, araya" ve ferre "taşımak, getirmek"): üst üste getirmek, üst üste bindirmek olgusu; örneğin fizikte birden fazla ses ya da ışık dalgasının üst üste binerek güçlenmesi ya da tersine bundan dolayı gücünü yitirmesi olgusu gibi. rnı Sanatlar, yani medyalar arasındaki karşılıklı bağımlılıkları araştıran dalların çok eski bir geçmişe dayanmasına rağmen ancak son onyıllarda bir şemsiye altında toplanmaya başladığını belirten Rajewsky'ye göre medyalararasılık teriminin metinelerarasılık teriminden devşirildiği söylenebilir. Edebiyat ile güzel sanatlar ve müzik arasındaki ilişkileri araştrran dal olan 'interart studies' ya da diğer adıyla 'comperative arts studies' medyalararasılık araştırmalarının bir diğer öncü çizgisi durumunda. bkz. Rajewsky, lntermediales Erzdhlen in der italienischeıı Literatur der Pos/moderne, s. 12-13. 129

Medyalararasılık

69

resim tablosuna vs. göndermeleri" 131 için kullanılabileceğini belirtir.

Medyaaşımcılık ("Transmedialitat") terimini ise Rajewsky 'gezgin olgular' diye adlandırılabilecek olgu lar için önerir. Bunlar belli bir medyaya özgü olmayan, farklı medyalarda işlenen ya da var olan olgular, konular, söylemler ya da motiflerdir. Belli bir konunun ya da belli bir estetiğin, belli bir söylem biçiminin farklı medyalarda (ve o medyaların kendine özgü araçlarıyla) ele alınması, fakat başka bir medyaya doğrudan gönderme yapılmaksızın işlenmesi ve taşıdığı anlamın farklı bir medya ile kurulan temastan kaynaklanmaması durumu medyaaşımcılık olarak adlandırılabilir. Böyle bir durumda bir medyada belli bir konu o medyanın kendine özgü olanaklarıyla işlenip aktarılır ve farklı bir medya ile bir temasın kurulup kurulmadığının göz önünde bulundurulması bir önem taşımaz ya da (böyle bir temas zaten yoksa) mümkün olmaz. Rajewsky buna örnek olarak edebiyattaki parodiyi (hiciv) , yani "edebiyat medyasında oluşturulmuş ve paradigmatik olarak gerçekleştirilmiş olan, fakat kuralları belli bir medyaya özgü olmayan bir tür" ü132 gösteriyor. Bir parodiyi hem edebiyatta, hem filmde, hem de tiyatroda o medyaların kendine özgü araçlarıyla ve olanaklarıyla, başka ve farklı bir medyaya gönderme yapılmasına gerek kalmaksızın gerçekleştirmek mümkündür.133 Yukarıda değinilen medyaaşımcılık ve medyaiçilik kategorilerinin özleri gereği "arada" olma durumuyla ilgileri bulunmuyor. Bir "arada bulunma durumunu" ifade etmedikleri için de medyaaşımcılık ve medyaiçilik medyalararasılık araştırmaları bakımından bir önem taşımıyor, çünkü medyalararasılık terimi, "farklı oldukları kabul edilmiş en az iki medyayı içeren ve medya sınırlarını aşan olgular" 134 için kullanılmakta. Bunun devamında Rajewsky medyalararasılığı üç alt kategoride incelemeyi öneriyor. Aşağıda ayrın tılandırılan bu alt kategoriler medya değişimi (Medienwechsel) , medya kombinasyonu (Medienkombination) ve medyalararasık ilişkileri (intermediale Bezüge). bkz. Rajewsky, Iııtermedialitiit, s. 12. a.g.y., s. 13. 133 Rajewsky buna başka bir örnek olarak mitolojik öykülerin ya da İncil'de geçen konuların bir filmde ya da bir resim tablosunda konu edilmesinin mutlaka metin olarak İncil'e gönderme yapacağından söz edilemeyeceğini, böyle mitoljik anlatıların kaynak medyadan bağımsız olarak da ortak bellekte yer aldığını belirtiyor. 134 a.g.y.

131

ı32

70

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

3.3.1 Medya Değişimi Werner Wolf' un " ikincil medyalararasılık" diye tanımladığı olguyu Rajewsky kendi oluşturduğu sistematikte medya değişimi olarak adl andırıyor. Medya transferi ya da medya transformasyonu olarak da adlandırılan medya değişimi, bir medyadan diğer bir medyaya yapılan konusal/ içeriksel aktarımı ifade ediyor. Belli bir medyaya özgü olduğu belli olan çıkış metninin başka bir medyaya, yani o medyanın semiyotik sistemine dönüştürülmesi ve burada yalnızca o ikinci medya ürünün somut olarak ortada olması durumu bir medya değişimi olgusudur. Örneğin bir romanın filme uyarlanması, operalaşhrılması ya da bir dram metininin sahnelenmesi birer medya değişimidir; bu durumda ortada/ görünür olan roman ya da dram metni değil, ikinci medya, yani film, opera, tiyatro oyunudur. "Buradaki medyalararasılığın niteliği, medyasal ürünün üretimine ilişkindir, yani belli bir medyaya özgü biçime bağlı kalınarak oluşturulmuş bir ,ön,metnin ya da bu metin bir alt bölümünün başka bir medyaya, bir semiyotik sistemden başka bir sisteme dönüşüm süreciyle ilgilidir." 135 Medya değişimi ilke olarak tüm medyalardan tüm medyalara doğru gerçekleşebilir (kitaptan filme, dergiden radyo piyesine, videodan plağa vs.). Örneğin bir romanın filme uyarlanmasında film, ön metin olan romanla anlamsal paralellikler gösterir, fakat film mutlaka romandan yola çıkarak kendini şekillendirmez. Kendine özgü semiyotik sisteme sahip olan yazınsal metin yine kendine özgü başka bir semiyotik sisteme sahip filme aktarılınca sonuçta ortada, görünürde olan yazınsal yapıt değil, film olur. Edebiyatın filme uyarlanması (adaptasyonu) olgusunun tüm geleneksel sanatların ve çağımızın medyalarının dahil olduğu geniş kapsamlı uyarlama sürecının yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğunu belirten Albersmeier' e göre sinema uyarlaması kavramı iki farklı medyanın birbirini içermesini ifade etmesine rağmen, edebiyatın filme uyarlanması öncelikle film olarak görülmelidir ve yalnızca mevcut film analizi araçlarıyla uygun biçimde çözümlenip anlaşılabilir.136 Türk edebiyatında medya değişimine en tanınmış örneklerden a.g.y., s. 16. 136 Franz Josef Albersrneier, Theater, Film und Literatur in Frankreich. Medienwechsel und Internıedialitiit. Darrnstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1992, s. 172. 1 35

Medyalararasılık

71

birini Y usuf Atılgan'ın 1973 tarihinde kaleme aldığı Anayurt Oteli romanı oluşturur. Yönetmen Ömer Kavur tarafından senaryolaştırılarak 1986 'da aynı isim altında filme uyarlanmasıyla romanın içeriği ve anlatım biçimi medya değişimine uğratılarak filmin kendine özgü anlatım biçimiyle yeniden ortaya konulur. Fakat medya değişimi (tek başına) gerçek anlamda bir medyalararasılık ilişkisi oluşturmak için yeterli değil. Anayurt Oteli örneğindeki medyalararasılık ilişkisi, Bölüm 6 ' da da ele alınacağı gibi, daha çok romanın kendisinin de sinematografik anlatım öğeleri taşımasından, sinema dili ile bazı koşutluklara sahip olmasından kaynaklanır.

3.3.2 Medya Kombinasyonu Medya kombinasyonu terimi farklı medyaların birbiriyle ilişkilendirilebiliyor olmasına dayanıyor. İki ya da daha fazla farklı medya noktasal olarak ya da sürekli biçimde bir araya getirildiğinde çoklu medya özelliği taşıyan bir medya birleşimi ortaya çıkar.137 Karma medya (" mixed media") ya da çoklu medya (" multimedya") olarak da tanımlanan bu olgu da her biri ayrı ayrı algılanabilir durumdaki en az iki medyanın bir araya gelmesiyle bütünleşik bir ürün oluşur. Bu ürün, medyasal birliktelik, medya füzyonu, çoklu/çoğul medya özellikleri taşımasından dolayı medyalararası bir olgu olarak adlandırılabilir. Bu tür olgu larda medyalararasılığın niteliği, medyasal ürünün konstellasyonuna, yani konvansiyonel olarak farklı oldukları kabul edilmiş ve somut olarak mevcut olan, kendilerine özgü medyasal özellikleri doğrultusunda bütünleşik ürünün (anlam) oluşumuna katkıda bulunan en az iki medyanın kombinasyonuna ya da bu kombinasyon sonucunda ortaya çıkan ürüne dayanır.138 Bu kombinasyon yelpazesi medyaların yalın biçimde yan yana bulunmasından başlayıp uyumlu bir birliktelik oluşturmalarına kadar uzanır. Örneğin opera, radyo piyesi, fotoroman ya da film, medya kombinasyonu olgusunun en çok rastlanan örnekleri arasında sayılabilir. Yukarıda da belirtildiği gibi, medya kombinasyonu ve medya 137 Werner Wolf bu olguyu "birincil medya" olarak adlandırıyor. 138 " Buna göre burada ,medyalararasılık, konvansiyonel olarak faklı görülen en az iki (önemli olan da bu) medyasal sistemin bir araya getirilmesine dayanan iletişimsel­ semiyotik bir kavram olarak karşımıza çıkıyor." Rajewsky, Internıedialitdt, s. 15.

72

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

değişimi dar anlamda medyalararasılık olgularıdır. Gerçek anlamda medyalararasılık, Rajewsky' nin medyalararasılık ilişkileri terimi ile ifade ettiği olgulardır.

3.3.3 Medyalararasılık İlişkileri Gerçek anlamda medyalararasılığı ifade eden medyalararasılık ilişkileri medyalar arasında yalnızca bir aktarım ya da birleşme durumu değil, anlam katma/ oluşturma boyutunda gerçekleşen ve temelinde söz konusu medyalarla ilişkilendirilmeden anlaşılamayacak olan bir olgu dur. Bir medyanın başka bir medyaya ya da onun belli bir ürününe göndermede bulunması, ondan esinlenmesi, onu örnek alarak kendini yeniden şekillendirmesi, medyalararasılık ilişkisi olarak adlandırılır.1 39 Böyle bir durumda gönderme yapılan ya da esinlenilen ya da taklit edilen medya ürünü (ya da o medya sisteminin tümü}, farklılığı ve/ ya da eşdeğerliği, benzerliği ile alımlama sürecine dahil edilmiş olur. Buna örnek olarak sinematografik roman, bir filmde belli bir resim tablosunun canlandırılması ya da bir edebiyat yapıtının resmedilmesi gibi durumlar gösterilebilir. Medyalararasılık ilişkilerinde, Rajew sky'nin de belirttiği gibi, " bir medyanın kendine özgü medyasal olanaklarından yararlanılarak, konvansiyonel olarak farklı olduğu kabul edilen bir başka medyanın öğeleri ve/ ya da yapıları konu ediliyor, bunların simülasyonu yapılıyor ya da - mümkün olduğu kadarıyla - bu medya (yeniden) canlandırılıyor." 140 Buna göre medyalararasılık terimi anlam oluşumuna ilişkin bir yöntemi, yani bir medyasal ürünün başka bir medyasal ürün ya da sistem üzerinden bir başka medya ile anlam oluşturmak üzere kurabildiği ilişkiyi ifade etmiş oluyor. Burada önemli bir nokta, bu olgularda her zaman bir tek medyanın, yani temas kuran medyanın somut biçimde kullanılıyor olmasıdır. Rajewsky'nin de belirttiği gibi, medyalararasılık "burada iletişimsel-semiyotik bir terim durumunda ve tanımı gereği hep yalnızca bir medya - temas kuran nesne medyası - maddeselliği ile mevcut olur." 141 Örneğin bir romanda televizyon dilinin simülasyonu yapılarak edebiyat ile televizyon medyaları arasında 1 39

a.g.y., s. 17. a.g.y. 141 a.g.y. 1 40

Medyalararasılık

73

bir medyalararasılık ilişkisi oluşturulurken ortada/ görünürde olan yalnızca romandır, yani edebiyat medyasıdır, televizyon medyası ise somut anlamda mevcut değildir. Medyalararasılık olgularında söz konusu olan, yalnızca anlam oluşturan ve sonuçta parçalarının toplamından daha fazlasını eden bir birleştirme yöntemi değil, belli bir anlamın ancak medyalar arasında ilişki kurulmasıyla istenildiği gibi iletilebiliyor olması durumudur. Bu anlamda medyalararasılık ilişkilerinde bir medya, başka bir medyadan yararlanarak kendi farklılığını da vurgulamış olur, çünkü iki medya ' arası' nda olma durumuna işaret ederken kendi özgün sınırlarına ve aynı zamanda diğer medyanın sınırlarına da işaret eder. Bu farklılık, ancak başka bir medya ile bir arada olma durumunda görünür hale gelen bir niteliktir. Medyalararasılık ilişkileri aracılığıyla iletebilen ek anlamlar da işte bu nitelik sayesinde mümkün olur. Rajewsky, göndermeleri sınıflandırırken " tekli gönderme" (Einzelreferenz) ve " sisteme gönderme" (Systemreferenz) diye bir ayrıma da gidiyor. Bir medya ürününde yabancı bir medyanın somut bir ürününe gönderme yapıldığında tekli referans, yani tekli gönderme söz konusu olur; bu gönderme yabancı medya ürününün sistemini ya da alt sistemlerini de kapsadığında (" sistemin güncellenmesi" ya da " sistemin kontamine edilmesi" 142 yoluyla) sistem göndermesinden söz edilebilir. Böyle bir durumda temas kurulan medya ürününün yanı sıra bu ürünün medyasal sistemi de farklılığı ve/ ya da eşdeğerliği ile gönderme yapan yapıtın içine bir anlamda katılmış gibi olur. 143 Rajewsky bu durumu şöyle açıklıyor: " Bir metin, başka bir medyanın belli bir ürünüyle bir ilişki kurabilecek durumda, çünkü onun öğelerini ve/ ya da yapılarını kendi olanaklarıyla, gerçek anlamda alıntılayamazsa da, yine de konu edebilir, yansıtabilir ve , alıntılarmış gibi, yapabilir. Burada medyaların farklı oluşundan dolayı, çağrıştırılan ürünün kullandığı medyasal sistem de konu edilmiş ya da gösterilmiş olur." 144 Rajewsky, sistematiğinde bir adım daha ileri giderek sisteme göndermeleri iki alt kategoriye ayırır. Bunlardan biri " sistemin 142 Kontaminasyon: bulaşma; bir şeyin yabancı bir maddenin karışmasıyla saflı ğ ını kaybetmesi durumu. w a.g.y. 144 a.g.y., s. 73.

74

'Yeniden' Keşfedilen Medyalararasılık

anılması" (Systemerwahnung) , diğeri ise " sistemin güncellenmesi" (Systemaktualisierung). Sistemin anılması, gönderme yapılan söz konusu sistemin asıl metnin oluşturulması bakımından bir önem taşımadığı, asıl metinde bu sistemin yalnızca adının geçtiği yöntemdir.145 Sistemin anılması olgularında " ilişki kurulan sistem örneğin film ya da televizyon - anlatısal söylemde bir dönüşümü ya da televizyonsal ya da filmsel bir , mış gibi