Yeni Yüzyılda Diyalektik
 9786055541880

Citation preview

Bertell Ollman

New York Üniversitesi siyaset bil imi profesörlerindendir. Aynı üniversitede diyalektik yöntem ve sosyalist teori üzeri­ ne dersler vermektedir. Yazarın başlıca eserleri T ürkçede Yordam Kitap tarafından yayınlanmıştır: Alienation: Marx's Conception of Man in Capitalist Society (New

York,

1971)

[Yabancılaşma: Marx'ın Kapitalist Toplumdaki

insan Anlayışı, çev. Ayşegül Kars, Dialectical

Investigations

2012].

1993) 2011].

(Routledge,

Sor uşturmalar, çev. Cenk Saraçoğlu,

[Diyalektik

Dance of the Dialectic (University of Ill inois Press, Urbana

ve Chicago,

2006, 3.

2003) [Diyalektiğin Dansı, 2011].

çev. Cenk Saraçoğlu,

basım:

Marxism: An Uncommon Introduction (Stirling Yayınları, Yeni

1991) [Marks izme 2009, 2. basım: 2011].

Delhi,

Sıra Dışı Bir G ir iş, çev. Ayşegül Kars,

Tony Smith

lowa Eyalet Üniversitesi'nde (ABD) Felsefe ve Din İncelemeleri Profesörü ve Kürsü Başkanıdır. Kitapları arasında, Globalization: A Systematic Marxian Account (Küreselleşme: Sistematik Bir

Marksçı Yorum), Technology and Capital in the Age of Lean Production (Yalın Üretim Çağında Teknoloji ve Sermaye), Dialectical Social Theory and its Cr itics (Diyalektik Toplumsal

Kuram ve Eleştiricileri) ve The Logic of Marx's Capital (Marx'ın Kapital'inin Mantığı) sayılabilir.

Eserin orijinal adı: Dialectics for the New Century

(Palgrave Macmillan, 2008, New York)

alsç 1 "�Y�

YENİ YÜZYILDA DİYALEKTİK Hazırlayanlar

Ber tell Ollman - Tony Smith

İngilizceden Çeviren Ş ü k r ü A lpa g u t

Yordam Kitap: ISBN

176•Yeni Yüzyılda Diyalektik•Bertell Ollman-Tony Smith

978-605-5541-88-0 •Çeviri: Şükrü Alpagut •Kitap Editörü: Erkin Özalp

Kapak ve iç Tasarım: Savaş Çekiç• Sayfa Düzeni: Gönül Göner Birinci Basım: Şubat 2013

© Palgrave Macmillan,



Yayın Yönetmeni: Hayri Erdoğan

2008;

© Yordam Kitap,

2011

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şti. (Sertifika No: 10829)

Çatalçeşme Sokağı No:

19 Kat: 3 Cağaloğlu 341 10 İstanbul

T: 0212 528 19 10 F: 0212 528 19 09 W: www

!

Baskı:

yordamkilap. conı E: [email protected]

Pasifik Ofset (Sertifika No: 12027)

Cihangir Mah. Güvercin Caddesi Baha iş Merkezi A Blok Haramidere - İstanbul

Tel: 0212412 17 77

YENİ YÜZYILDA DİYALEKTİK

İ Çİ NDEKİLER 9

KATKIDA BULUNANLAR

1

11

GİRİŞ • Bertell O/iman ve Tony Smith

2

. . 21

NiÇiN DİYALEKTİK? NİÇ İN ŞİMDİ?• Bertell Ollman .

3

47

DİYALEKTİK VE SİSTEM KURAMI • Richard Levins

4

DOGANIN DİYALEKTİGİ VE MARKSİST EKOLOJi

. . 79

John Bellamy Foster .

5

SANA REDDEDEMEYECEGİN BİR TEKLİFTE BULUNACAGIM

Bili Livant

. 121

.

6

BELİRMENİN DIYALEKTİGİ• Lucien Seve

7

MEKAN-ZAMANIN DİYALEKT!(;!. David Harvey

8

DİYALEKTİGİN DİRENGENLİGİ: ÜÇ Y ER• Fredric Jameson

..

123

..

140

.

. 167

9

iKi AYAK ÜSTÜNDE Y ÜRÜMENİN DİYALEKTİGİ • Bili Livant

.

185

.

188

10

DİYALEKTİK DÖNÜŞ ÜML ER: TELEOLOJİ, TARiH VE TOPLUMSAL BİLİN Ç• !sıvan Mı!szaros

il DİYALEKTİK VE DEVRİM: TRO ÇKİ, LENİN, LUKACS

208

Michael Löwy

12

223

DİYALEKTİK VE DEVRİM, ŞİMDİ• Savas Michael-Matsas .

13

SİSTEMATİK BiR KÜRESELLEŞME DIYALEKTIGİN E DOGRU

��� 14

HEGEL'İN HALKA ÇÖREGİNDEKİ DELİK• Bili Livant



.

.

270

15 SERMAYENİN DİYALEKTİGİ: UNOİST BİR YORUM 1homas T. Sekine .

. 272

16 SİSTEMATİK DİYALEKTİK• Christopher / . Arthur

. 286

17 YİRMİ BİRİNCİ Y ÜZY ILDA MARKSİST FEMiNiST DİYALEKTİK

Narıcy Hartsock

300

18 PRAKSIS OLARAK DiYALEKTİK • Joel Kovel .

...... 3 1 7

19 LIVANT'IN K ELLİK İLACI• Bili Livarıt . .

.. 328

20 DİYALEKTİK VE BİLGELİK• Ira Gollobirı DİZİN

332 . 349

KATKIDA BULUNANLAR



Christopher J. Arthur,

Felsefe Bölümü (Emeritus), Sussex Üniversitesi,

İngiltere John Bellamy Foster, Ira Gollobin,

Sosyoloji Bölümü, Oregon Üniversitesi, ABD

avukat ve bağımsız bilim insanı, ABD

Nancy Hartsock,

Siyaset Bilimi Bölü mü, Washington Üniversitesi,

ABD David Harvey,

Antropoloji Bölümü, New York Kent Üniversitesi, ABD

Fredric Jameson, Joel Kovel,

Edebiyat Programı, Duke Üniversitesi, ABD

Toplumsal İ ncelemeler Bölümü, Bard Koleji, ABD

Richard Levins, Bili Livant,

Halk Sağlığı Fakültesi, Harvard Ün iversitesi, ABD

Psikoloji Bölümü, Regina Üniversitesi, Kanada

Michael L öw y,

Ulusal Bilim A raştırmaları Enstitüsü, Paris, Fransa

Istvan Meszaros,

Felsefe Bölümü (Emeritus), Sussex Üniversitesi,

İ ngiltere Savas Michael-Matsas, Bertell Ollman,

Atina Üniversitesi, Yunanistan

Siyaset Bölümü, New York Ün iversitesi, ABD

Thomas T . Sekine,

Ticaret Fakültesi, A ichi-Gakui n Üniversitesi,

Japonya Lucien Seve, bağımsız bilim

insanı, Fransa

Felsefe ve Din İ ncelemeleri Bölümü, Iowa Eyalet Üniversitesi, ABD

Tony Smith,

1

GİRİŞ



Ber tell Ol lman ve Tony Smi th

[Marx ile Engels'in] Tüm yazışmaların[ın] deyim yerindey­ se odağını, onlarda dile getirilen ve tartışılan tüm fikirlerin birbirine kavuştuğu merkezi noktayı tek bir sözcükle tanım­ lamaya çalışsaydık, o sözcük diyalektik olurdu. Maddeci diya­ lektiğin, temellerinden başlayarak bir bütün olarak ekonomi politiğin yeniden şekillendirilmesine, tarihe, doğa bilimine, felsefeye ve işçi sınıfının politikasına ve taktiklerine uygu­ lanması: Marx'ı ve Engels'i öncelikle ilgilendiren, en esaslı ve en yeni katkılarını yaptıkları ve devrimci düşünce tarihinde yetkinlikle kaydettikleri ilerlemeyi oluşturan şey işte buydu. (Lenin,

197 3, 554)

Böyle mükemmel biçimde vurgulandığını görünce (Troçki'nin, Lukacs'ın, Gramsci'nin, Luxemburg'un, Mao'nun ve Sartre'ın ça­ l ışmalarında da benzer yorumlara rastlanabildiğinden), insan, günümüzde, en azından Marksistler arasında, diyalektiğin iyi anlaşılmış ve diyalektik çalışmaların istisna değil kural haline gelmiş olması gerektiğini düşünebilir. Ama hepimizin bildiği gibi, durum böyle değil.

121

Bertell

Ollrnan ve Torıy

Srnith

Marx, 1 858'de Engels'e yazdığı bir mektupta, eğer zaman elverirse, Hegel 'in diyalektik yöntemi konusunda yaptığı akılcı yeniden yapılandırmayı açıklığa kavuşturacak bir şeyler yaz­ mak istediğini söylüyordu (Marx ve Engels, 1 02). Bir devrimci olarak yaşamasının getirdiği ivedi gereklili kler ve ilk sın ırlarını çok aşan ekonomi politik çalışmaları nedeniyle, Marx, diyalek­ tik konusuna dönme fırsatı n ı hiçbir zaman bulamadı. Marx'ın konuyla ilgili bölük pörçük sözlerinden ve kuramlarında di­ yalektiği kullanış biçiminden yararlanarak bu diyalektiği inşa etme görevi onun izleyicilerine kaldı. Bununla birlikte, Marx'ın kılavuzluğu olmayınca ortaya çıkan başlıca sonuç, bazı Marksist bilim insanlarını (bir kuşak önce Althussercileri, daha yakın zamanda da kendilerine "Analitik Marksistler" diyenleri} di­ yalektiği bütünüyle terk etmem izi savunma noktasına götüren sert tartışmaların bir yüzyıldan uzun bir süre boyunca devam etmesi olmuştur. Ama h içbir fikir kendi biçi mi nden ayrı olarak kavranamaz ve Marx'ın tüm kuramlarının biçimi d iyalektiktir. Dolayısıyla, Marksizm dünyayı anlamamıza yardım ettiği sü­ rece, Marksizme i lişkin anlayışımızı i lerletmek için diyalektiği incelemeye gereksi nim duyacağız. Elinizdeki k itap bir "Diyalektiğe Giriş" kitabı olmayı amaç­ lamadığı gibi, diyalektiğin ne olduğunun veya nasıl kullanılaca­ ğının sistemati k bir yeniden ifadesi de, bu alanda süregiden ana tartışmalara i li şkin bir inceleme de değildir; ama yine de izle­ yen sayfalarda bunların hepsinden bir şeyler bulunabilir. Burada Marksist d iyalektiğin bazı çeşitleri ne yer verilmesine rağmen, bu seçkinin diyalektik düşünceni n güncel durumu konusunda yeterli bir genel bakış sunduğunu ileri sürmek de abartı olur. Yapmaya çalıştığımız şey, yalnızca, bugün diyalekti k üze­ rinde çalışmakta olan önemli Marksist düşünürlerin bazılarını tan ıtmaktır. Bu nedenle, onların kaleme aldıkları şeylerin -bir bütün olarak bakıldığında- alışılmamış bir "Diyalektiğe Giriş" oluşturması, diyalektiğin ne olduğuna veya nasıl kullanılacağı­ na ilişkin eşitsiz ama yine de sistematik bir yeniden betimleme,

Giriş

1 13

bu alandaki ana tartışmalara ilişkin bir i nceleme ve d iyalekti k sanatının güncel durumunu -çeşitliliği aracılığıyla- olabildi­ ğince iyi resmeden bir tablo oluşturması şaşırtıcı değildir. Kısa bir "diyalekti k " tanımı yapmak mümkün müdür? Batı düşüncesi tarihinde bu terim farklı bağlamlarda oldukça farklı anlamlar taşımıştır.ı Batı geleneğinde diyalektiğin Herakleitos ile başladığı öteden beri söylenir. "Haki ki" gerçekliğin değişmez olduğunu düşünenlerin aksine, Herakleitos evrenin sonsuz bir akış içinde olduğunu savunuyordu. Sokrates'e göre diyalektik, evren in dinamizmiyle ilgili olmaktan çok, entelektüel tartışma­ nın, tarafların altta yatan varsayımlarına karşı dile getirilen iti­ razlarla ilerleyen dinamizmiyle i lgiliydi. Sonrasında, Aristoteles, onu belagat ile mantık arasında bir yerlerde duran bir savlama biçimi olara k ele alarak, Sokrates'in diyalektiğini sistematik­ leştirdi. Aristoteles'in düşüncesine göre, belagat gibi d iyalektik konu şmanın da amacı karşıdaki kişiyi ikna etmek olmakla bir­ likte, diyalektiğin akılcı tartışmayla anlaşmazlı kları alt etmeye çalışması, onu mantığa yaklaştırıyordu. Bununla birlikte, man­ tıksal savlamanın aksine, diyalekti k konuşma, genel kabul gören öncüllerden gerekli sonuçlar çıkarmaz. Onun yerine, beli rli sav­ lardaki çelişkileri açığa çıkararak, bunların düzeltilmesini, hatta terk edilmesini zorunlu kılar ve tartışan taraflar ı daha akılcı bir uzlaşmaya yaklaştırır. Bu diyalektik anlayışı Batı felsefesinde or­ taçağ ve erken modern çağ boyunca geçerliliğini sürdürmüştür. Kant ile büyük bir değişikl i k meydana gelmiştir. Kant'a göre " diyalektik", tartışmaların a kılc ı uzlaşma yönünde ilerleyebil­ mesin i sağlayan bir süreci değil, akıl ne zaman kendi beli rlenmiş sınırlarını aşarak şeylerin nihai mahiyeti n i araştırmaya kalkışsa ortaya çıkan düş kırıcı ve kesinlikten u za k sonuçları i fade eder. Kant'ın felsefesinde diyalektik, tartışan taraflardan her birisinin kendi çelişkilerini çözüme kavuşturamadan diğer tarafın çeliş1.

Diyalektik kuramı geliştirme çabalarına Bat ı l ı felsefi gelenek dışından yapılan çok sayıdaki ve çeşitlilik oluşturan katkıların izini sürmek için daha pek çok çalışma yapılmasına gerek vardır.

14 1 Bertell Ol iman ve Tony Smith k ilerin i ortaya serdiği sonu gelmez bir tartışmalar dizisi haline gelir. Kant'ın i zinden giden Hegel, karşıt konumlar kendi içle­ rinde tam ve bağımsız sayıldığı sürece, aralarındaki karşıtlığın çözülemez olduğunu kabul eder. Ama Hegel şunu sorar: Karşıt konumları neden tam ve bağımsız saymak zorunda olalım? Örneğin, " özgürlük" ile "gereklilik" arasında neden seçim yapa­ lım? Çok daha iyi olan başka bir seçenek va rdır: karşıt görünen konumların yalnızca karmaşık bir gerçekliğin tek yanlı i fade­ leri olduğunu kabul etmek. Hegel 'in ünlü tezinde söylediği gibi "Hakikat, bütündür" ve yeterince kavranması için, tüm bu kısmi ve tek yanlı hakikatlere kendi düşünüşümüzde bir yer bulma­ mız gerekir. Hegel'in diyalektik anlayışının anahtarı, önceden uzlaşmaz olan konumları daha yüksek düzeyli bir çerçevenin içinde uzlaştıran bir pozitif sonuç doğrultusundaki harekettir (Pinkard, 1 987). Onun Mantık Bilimi adlı yapıtı, Batı felsefesi n in tüm temel kategorilerinin, bağımsız duruşlar olarak alındıkla­ rında ortaya çıkan çelişkiler bir kez titizlikle ele alı nıp çözüme kavuşturulduğunda, tek bir tutarlı bütünün içine yerleştirile­ bileceğini göstermeye yöneli k eşi benzeri olmayan ve bir daha tekrarlanamayacak bir girişimdir. Hegel, Hukuk Felsefesi'nde, bireysel aktörlerin özerk öznelliğine yapılan tek yanlı vurgu­ nun da, topluluğun bireye göre öncelikli olmasına yapılan tek yanlı vurgunun da, söz konusu iki "ilke"nin modern topluma ait toplumsal ve siyasal kurumlarda sergilediği uzlaşmayı yeterince kavrayamayacağını gösterme girişiminde bulunmuştu. Marx'ın Hegel' den neleri az çok değiştirmeden devraldığı, Hegel 'deki neleri değiştird iği ve neleri reddettiği hala tartışma konusu olsa bile, Hegel 'in diyalektiğinin kendi entelektüel gel işi­ minde taşıdığı önemi Marx bizzat belirtmiştir. Hegel 'in modern düzen in uzlaşmaz karşıtlıklarının modern devlette yeterince aşıldığı yolundaki iddiası n ı Marx'ın kesinkes reddettiği tartı­ şılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla, Hegel 'in diyalektiğinin olum­ layıcı olduğu noktada Marx'ın diyalekt iği eleş tiricidir. Ayrıca Marx'ın diyalektiği, eski Yunanlılardan Hegel'e kadar Batıdaki

Giriş

ı

diyalekti k düşünüşe damga vuran türden kopuk entelektüel te­ fekkürden çok, büyük ölçüde, prati k eylemliliğe dayalı bakış açı­ sını temel alarak gelişmiştir. "Diyalekti k " teriminin Batıdaki tarihinin bu kabataslak su­ numu, son derecede kısaltılmış ve aşırı yalınlaştırılmış olmasına karşın, diyalektiğin ne olduğu konusunda bir oydaşma bekleme­ meleri gerektiği konusunda okuyucuları uyarmak için yeterli olmalı. Bununla birlikte, yeni okuyucuları sonraki metnin kar­ maşıklıklarına hazırlamaya yardımcı olacaksa, sunuş yazıların­ da basitleştirme yapılması hoş görülür; dolayısıyla -aynı kanıyı paylaşmayan yazarlarımızdan özür d ileyerek beli rtelim- özet olarak diyalekti k işte budur. Diyalektik, dünyada ya da dünyanın herhangi bir kısmında süregiden somut değişiklikleri ve etkileşimleri gözden kaçır­ madan ve çarpıtmadan yakalayan bir düşünüş biçimi ve bir dizi bağlantılı kategoridir. Bu nedenle, bu n iteliklere sahip olduğu öl­ çüde, aynı zamanda, toplum dahil tüm dünyanın tanımlanması­ dır. Diyalektik, bu şekilde kavranan bir gerçekliği araştırmak ve bulgularımızı çoğunluğu diyalektik olarak düşün meyen başka­ larına sunmak için bir yöntem de sağlar. Ana inceleme konumuz olarak kapitalizmi alırsak, diyalektiğin kapitalizmi açıkladığı söylenemez. Diyalektik, daha çok, bizim de içinde yer aldığı­ mız kapitalist i lişkileri ve süreçleri, ortaya çıkmış, halen ortaya çıkmakta ve ileride ortaya çıkacak olan halleriyle anlamamıza yardımcı olur. Diyalektiği kullanarak -ve çok sayıda ciddi gör­ gü! araştırmayla- kapitalizmi oluşumu içinde açıklayabilen bir kuram geliştirebiliriz. Marksizm işte böyle bir kuramd ır. Bu kısa " d iyalektik" tanımı yapma riskini aldıktan sonra, diyalektiğin neredeyse her yönünün tartışmalara konu olduğu­ nu hemen ekleyelim. Bu alandaki bell i başlı tartışmalara bir göz atıldığında bu açıkça ortaya çıkar: Marx'ın diyalektiği, dünya­ n ı n gerçekten var olduğu halin bir yansıması mıdır ( bi r ontoloji midir?), dünya hakkında bilgi edinmen i n bir yolu mudur (bir epistemoloji midir?), yoksa her ikisi m idir? Toplum dahil do-

ıs

161

Bertell

Ollman

ve Tony

Smith

ğanın tümü için mi, yoksa yalnızca toplum için mi geçerlidir? Kapitalist üretim biçimi içindeki organ i k etkileşim le m i sınırlı­ dır, yoksa tari hsel değişi mi de ele alır mı? Başta Marx'ın büyük yapıtı Kapital için olmak üzere, öncelikle bir sergileme yöntemi midir, yoksa bir sorgulama yöntemini de içerir mi? Ve elbette, diyalektikle ilgili kategorilerin (çelişki, içsel ilişkiler, bütünsel­ lik, özdeşlik/fa rklılık, nicelik/nitelik, yadsımanın yadsınması vb.) hangisi ya da hangi ikisi, Marx'ın açıklamasının merkezinde yer alır? Son olarak, eğer aralarında bir fark varsa, Marx'ın di­ yalektiği Engels'in yazılarında çok daha ayrıntılı olarak sunulan diyalektik görüşünden ne şeki lde ayrılır? Kitabımız bu tartışma­ lar ekseninde düzenlenmiş olma makla birlikte, izleyen sayfalar­ da bunların hepsine bir ölçüde değin ilmiştir. Bir kayıt ve bir meydan okuma: Kapitalist toplumda düşünü­ şümüzün diyalektik hale gelmesini kısıtlayan ciddi sınırlar bu­ lunur. Kısa aralıklarla her türden kargaşayı yaşayan bir toplum olarak, d iyalektiği başka herhangi bir toplumda olduğu ndan daha gerekli kılar, ama nesnelleştirilmiş (reified) toplumsal bi­ çimleriyle ve sürekli genişleyen bilinç oluşturma sektörüyle ken­ di mensupları için diyalektik olarak düşünmeyi tüm diğer top­ lumlarda olduğundan daha fazla güçleştirdiği de doğrudur. Bu engeller olmasaydı, diyalektik belk i de insanlara kolay geli rdi. Bunu d ikkate alan bazı kişiler, diyalektiği, tüm böyle engellerin ortadan kaldırıldığı komünizmin sağduyusu olarak tasavvur e t­ mişlerdir. Ne var ki, yüz yüze olduğumu z soru şudur: İ nsanla rın bugün daha diyalektik olarak düşünmelerine yardımcı olabilir miyiz? Bunu yapmayı denemekten başka seçeneğimiz yok, çün­ kü ilgili bağlantıları ve daha büyük (ve daha uzun) resmi daha fazla kavramak, diyalekti k ile sınıf bilinci kazanma arasındaki ilişki nedeniyle, herhangi bir komünist geleceği ortaya çıkarma­ nın zorunlu bir ön koşuludur. Bu kitap, herhangi bir yerinden başlanmasın ı ve herhangi bir yerinde bırakılmasını göreceli olarak kolaylaştıracak biçimde düzenlenmiştir. Ollman'ın denemesi, diyalektiğin bir tür çözüm

Giriş

1 17

yolu sağladığı hem epistemolojik hem de siyasal sorunları orta­ ya koyuyor. Ollman'ın buradak i başlıca tasası, özellikle Marx'ın kapitalist bugünün içinde "gizlenm iş" olduklarını düşünmesi ölçüsünde, sosyalist ve komünist gelecekle ilişkili potansiyeli anlamamıza ve araştırmamıza diyalektiğin nasıl yard ımcı oldu­ ğuyla ilgilidir. Richard Levins, içerdiği karşılıklı bağımlılık ve bütünsellik kavramları sık sık diyalektik düşüncedeki "eş değerlileriyle" ka­ rıştırılan sistem kuramı ile diyalektiği karşılaştırıyor. Levins'e göre sistem kuramı, karmaşıklığın ve değişimin doğurduğu problemlerle cebelleşmeye yönelik olumlu ama yine de indirge­ meci bilimsel kuruluşu nedeniyle ister istemez sınırlı kalan bir girişimi temsil etmektedir. "Batılı Marksistler"in birçoğu "doğa diyalektiği" kavram ını "Engels'e ait" sayıp açıkça reddederken, John Bellamy Foster, top­ lum ile doğa arasındaki tek bir bütünsellik içinde var olan içsel ilişkileri vurgulayan ekolojik Marksizmin Marx'ın kendi diyalek­ tik ontolojisine çok daha yakın olduğunu savunuyor. Bu, aynı za­ manda, toplumumuzun giderek ağırlaşan doğaya yabancılaşma­ sını kavramak için en uygun yaklaşımdır ve güncel ekolojik krizi ele almak için yeterli olan biricik çerçeveyi sunmaktadır. Lucien Seve, hem doğa hem de toplum bilimlerinde kritik öneme sahip bi r süreç olan beli rme (zuhur) sürecini kavramada doğrusal (diyalektik olmayan) düşünürlerin yaşad ıkları mantık­ sal problemleri tartışıyor. Seve'e göre, belirme sürecini, önceden var olan nitelikleri, değişim sırasında varlık kazanan hakikaten yeni niteliklerle iç içe sokan bir süreç olarak kavramamıza ancak diyalektik olanak sağlar. David Harvey, "mekan"ın ve "zaman"ın mutlak, göreceli ve ilişkisel tanımlarının yan ı sıra, "mekan-zaman" deneyimini irdeliyor. Manhattan' daki "Sıfı r Noktası"ndan Marksist değer ve sınıf bilinci kuramlarına kadar uzanan karmaşık olguların analizleri yardımıyla, mekanı ve zaman ı birbiriyle diyalektik bir gerilim içinde tutmanın önemini gözler önüne seriyor.

ısı

Bertell

Ol iman

ve

Tony Smith

Fredric Jameson, diyalektiği, şimdiki zamanda ancak kusur­ lu biçimde anlaşılan geleceği düşünmenin bir yolu olarak algı­ lıyor. Marx, Hegel, Derrida, Barthes ve Brecht, tarihsel olarak konumlandırılan ve tamamen açık uçlu olan çelişki merkezli bir diyalektiğe yönelik olarak Jameson'ın giriştiği arayışta sorgula­ nan temel kişilerdir. Istvan Meszaros'un makalesi, bütünsellik kavramının merkezi konumda olduğu bir d iyalektik analiz için, çoğunlukla Marksizmin pozitivist yorumlarıyla ilişkilendirilen temel/üst­ yapı mecazını yeniden ele alıyor. Meszaros, düşünceye temelden gelen ana yapısal kısıtlamaları saptadı ktan sonra, siyasal dönü­ şüm görevi için yeterli bir toplayıcı bilincin ortaya çıkması için gerekli olan değişiklikleri irdeliyor. M ichael Löwy, karşıtların birliği ve bütünsellik kategorisi ko­ nusunda Troçki'n in, Lenin'in ve Lukacs'ın sahip oldukları kav­ rayışın onların ekonomik belirlenimcilikten kaçınmalarına, ta­ rihi çelişkili ve (önceden belirlenmiş olmaktan çok) açık uçlu bir süreç olarak anlamalarına nasıl yardımcı olduğunu tartışıyor. Belirli toplumsal oluşumların özgüllüğü ile dünya kapitalizmi­ nin tümelliği arasında d iyalektik bir sentez yapma gerekliliğini anlamaları da onları ulusalcılığın tüm o baştan çıkarıcı çekicili­ ğine kapılmaktan korumuştu. Savas Michael-Matsas, diyalektik yöntemin hala Marx'ın ilk başta tanımladığı şey olduğunu savunuyor: egemen sınıf ve ege­ men ideoloji için bir rezalet ve tiksinti. Walter Benjamin'in doğ­ rusal zamanla ilgisini kesmiş bir " Şimdi" anlayışına gönderme yapan M ichael-Matsas, küreselleşmiş kapitalizmin çelişkilerini ve gelip geçici mahiyetini ortaya koyarak bu kapitalizmin olum­ suzluğuna ilişkin bir diyalektik geliştiriyor. Tony Smith, (1) sosyal devletçi, (2) neoliberal, (3) katalitik devletçi ve (4) demokratik-kozmopolit küreselleşme modelleri arasında diyalektik bir bağlantı olduğunu, bunların her biri nin önceki modelin "yapısal çel işkiler"ini ele aldığını savunuyor.

Giriş

1 19

Kapitalist küresel düzenin çözülemez çelişkilerini ve uzlaşmaz toplumsal karşıtlıklarını ancak sosyalist bir küreselleşme biçi­ minin alt edebileceği sonucuna varıyor. Tom Sekine, d iyalektiği sermayenin (ve Kapital'in) mantığı olarak, sermayeyi bize kendi öyküsünü "anlatırken" pür dikkat dinleyerek öğrenebileceğimiz bir mantık olarak su nuyor. Onu "işitebiliriz", çünkü bizzat bizim, kapitalist üretim biçimi için­ deki toplumsal rolleri mizi yerine getirerek yazdığımız bir öykü­ dür bu. Christopher J. Arthur, Marx'ı n diyalekt iğinin tarihsel de­ ğil, sistematik olduğu konusunda Sekine'nin görüşüne katılı­ yor. A rthur'a göre, Hegel 'in diyalektiği gibi Marx'ın diyalekt iği de, temsil ettikleri bütünün ( Marx için sermayenin, Hegel için düşüncenin) eşit ölçüde birbi rine bağımlı koşullarını yansıtan kavramlar arasındaki mantıksal bağlantıları ifade et mektedir. Nancy Hartsock, feministlerin özel ilgisini çekecek bir diya­ lektik yöntem kurmak istiyor. Bu amacını gerçekleşt i rmeye ça­ lışırken, di kkatini büyük ölçüde diyalektik hakikat kuramına, öznelliğin ve etkenliğin tarihteki yerine ve özellikle kapitalist çağda bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiye odakl ıyor. Joel Kovel'in makalesi, diyalektiğin hakikati aramak için bir yöntem olmakla kalmayıp, aynı zamanda bi r praksis biçi mi ol­ duğunu vurguluyor. Diyalektiğin tarihçesiyle başlayan Kovel, d iyalektiğin mücadele yaşayan toplum larda ortaya çıktığını, ge­ reksinim duyulan değişikliği gerçekleştirmeye yardımcı olmak içi n mücadelen in mantığını (biçimlendirilmiş olsun ya da olma­ sın) kullandığını ileri sürüyor. Ira Gollobin, başkalarının ima etmiş olabileceği ama h iç k i msenin gelişti rmediği d iyalektik ile bilgelik {hikmet) arasın­ daki bağlantıyı gözler önüne sererek kitabımızı sonuca bağl ıyor. Gollobin'in tezine göre, ilkel i nsanın entelektüel emeklemelerin­ den Marksizmin yaratılmasına kadar uzanan diyalektik düşün­ cenin gelişimi bilgeliğin gelişimiyle bir arada yürümüştür.

20 ı

Bertell Ol iman ve fony S m i th

Bili Livant'ın kitap içine serpiştirilmiş dört kısa yazısı, en yaratıcı Marksist öğretmenleri mizden birinin yeni yetme öğ­ rencilerini özdeşliğin/farklılığın, çelişkinin, özün/görünüşün ve diyalektik hareketin "sırlarıyla" nasıl tanıştırdığını gösteriyor. Son olarak, Science and Society'nin yorulmak bilmez ya­ yın yönetmeni David Laibman'a, derginin konuk editörlüğünü yaptığımız özel bir sayısından (Cilt 62, Sayı 3, 1 998) doğan bu projeye verdiği destekten dolayı editörler olarak teşekkür etmek isteriz.

K ayna kl ar

1.

Lenin, V. 1973. Collected Works, Vol. XIX. Moskova: Foreign Languages Publishing House. Marx, Kari ve Engels, Friedrich. 194 1 . Selected Corespondence, çevi ren D. Torr. London: Lawrence and Wishart. Pinkard, Terry. 1987. Hegel's Dialectic: 1he Explanation of Possibility. Philadelphia: Temple University Press.

2

NİÇİN DİYALEKTİK? NİÇİN ŞİMDİ? • B e r tell Ollman

Kanun tıkıyor hapse erkeği veya kadını Çaldığında ortak toprağın üstündeki tek bir kazı Ama kazın altından çalanlar ortak toprağı

Büyük hain onlar ama; serbest elleri kolları Anonim,

1 5. yüzyıl, İngilizce

Ortak topraklar, köydeki herkesin sahip olduğu topraklardı elbette. Geç ortaçağda feodal soylular bu toprakların özel mülk­ leri olduğu nu iddia ediyordu. Bugün üniversitelerde birbirine karşıt iki akademi k eğilimin varlığından söz edebiliriz: Bir yan­ da ortak topraklardan kaz çalanlar üzerine çalışmalar yapanlar ("Ortak Topraklardaki Çalınan Kazlar Çalışmaları", veya kısaca O.Ç. K.) ve öte yanda da kazın altından çalınan topraklar üzerine çalışmalar yapanlar ( Kazın Altından Çalınan Ortak Topraklar Çalışmaları", veya kısaca K.Ç.O.). Akademideki neredeyse her disiplinin "ana akım"ını neredeyse yalnızca birinci türdeki ça­ lışmalar oluştururken, Marksizm, i kinci türdeki çalışmalar ko­ nusundaki başta gelen örneğimizdir. Ortak topraklardaki kazlardan herhangi birini çalan bir in­ sanı görmek görece kolayken (yapmanız gereken tek şey orada

22 1

Bertell Ollman

olmanız, gözlerinizi açıp bakmanızd ır), kazların altındaki top­ rağı çalan birini görmek hiçbir zaman o kadar kolay bir iş olma­ mıştır ( belki bugünkü Rusya bunun bir istisnası olabilir). İkinci durumda h ırsızlık yalnızca aşama aşama gerçekleşebilir; hırsız­ lık yapan kişi genell ikle bir başkasının emriyle hareket eder; güç kullanımı vardır, ama yasalar ve ideoloji de kullanılır. K ısacası, bir K.Ç.O. hadisesinin ayırdına varabilmek için büyük resmin ve hadisenin gerçekleşmesi için gereken uzun zamanın kavranma­ sı gerekir. Bu iş kolay değildi r ama üzerinde çalışılması gereken en önemli şey de budur. Bu bakımdan -Sovyetler Birliği'nde ve Çin'de ne olduğundan bağımsız olarak- ortak topraklarımızı, onları bizlerden çalanlardan ve şu ana kadar Üzerlerindeki do­ kunulmazl ı klardan fazlasıyla yararlananlardan geri alana kadar Marksizm güncelliği n i koruyacaktır. Geçtiğimiz yıllarda bir grup gökbilimci şu "Büyük Çekici" dedikleri şeyi keşfettiklerini i lan etti klerinde, büyük resmi kav­ ramının ne kadar zor olduğu gerçeği evlerimize kadar taşındı aslında. Büyük Çekici pek çok galaksiden oluşan ve bizim ga­ laksimize, böylelikle de Güneş sistemine ve içinde yaşadığı­ mız gezegene çok güçlü bir çekim uygulayan koskoca bir yapı. Böylesine büyük bir şeyin neden daha önce keşfedilemediğine dair bir soru üzerine gökbilimcilerden biri tam da bu galaksinin boyutunun bu keşfi geciktirdiğini söylemişti. Bu bilimciler par­ çalara o kadar d ikkat kesilmişlerdi ki bunların neyin parçaları olduklarını göremem işlerdi. Kapitalizm de bu Büyük Çekici'ye çok benzeyen devasa bir yapıdır. Kapital izm de kendi bünyesinde varlığını sürdüren her şey üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir fakat o kadar büyük ve o kadar her yerdedir ki pek az kişi onu görebilir. Kapitalizmde sis­ tem, bütün insanlar arasındaki karmaşık bir ilişkiler dizisinden, bu insanların etkinliklerinden (özellikle de onların maddi üre­ timinden) ve onların ürünlerinden oluşur. Fakat bu etkileşim de bir evrime tabidir ve bu yüzden de sistem bu etkileşimin zaman içindeki gelişimini, geriye doğru onun kökenleri ni ve ileriye

N i ç i n Diyalektik? N i ç i n Şimdi?

1 23

doğru olmakta olduğu şeyi kendi içinde barındırır. O zaman, insanların kapitalizmi anlamakta -ve K.Ç.O. hadisesi gerçekleş­ tiğinde bunun ayırdına varmakta- yaşadıkları sorun, bu şek i lde ve bu ölçekte gelişen karmaşık ilişkiler dizisini kavramanın zor­ luğundan kaynaklanmaktadır. Toplu mdaki her şeyin birbiriyle bir şekilde ilişkili olduğu­ nu ve bu ilişkilerin oluşturduğu bütünün yine bir şekilde ve belirli bir hızda değiştiğini kimse yadsımayacaktır elbette. Ne var ki, pek çok insan ne olup bittiğine bir anlam vermeye çalı­ şırken toplumun sadece bir parçasına ve belirli bir andaki ha­ line bakar, onu diğer parçalardan ayırır ve durağan olarak ele alır. Bu parçalar arasındaki bağlantılar, ayn ı bu parçaların ger­ çek tarihi ve daha fazla gel işme potansiyeli için de söz konusu olduğu gibi, bu parçaların her birinin ne olduğuna dışsalmış g ibi düşünülür ve böyle olunca da tüm bunların bu parçaların tam olarak ve hatta yeterl i düzeyde anlaşılması için zaruri ol­ duğu görülemez. Sonuçta da bu bağlantıları ve onların tarihini araştırmak olması gerektiğinden çok daha zor bir hale geli r. Bu bağlantılar sona bırakılır ya da tamam ıyla gözden uzak tutulur ve bunların önemli yanları gözden kaçırılır, çarpıt ılır veya önemsiz görülür. Humpty Dumpty sorunu ismini verebi­ leceğimiz bir durumdur bu. Zavallı Humpty düştükten sonra, sadece onun parçalarını yeniden bir araya getirmek değil , bu parçaların nerelere uyduğunu anlamak bile son derece zordu. Gündel i k deneyimlerimizin öğeleri içlerinde bulundukları mekansal ve tarihsel bağlamlardan yalıtıldıklarında, parçaya bütünden bağımsız bir ontoloj i k konu m atfedild iğ inde karşı­ m ıza çıkan durum da buna benzer. il

Bunun alternati fi, yani diyalektik alternatif ise işe bütünü veri olarak almakla başlamaktır; böylelikle, bütünü oluşturan karşılıklı bağlantılar ve değişimler, bir şeyin ne olduğunun ay-

24 1

Bertell Ollman

rılmaz parçaları, onun varoluşuna içsel şeyler ve onu tamamıy­ la anlamanın asli öğeleri olarak görülebilir. Düşünce tarihi nde bu anlayışa "içsel i lişkiler felsefesi" denmişt i r.1 Var olanların üstüne yen i olgular eklemiyoruz. Yaptığımız şey sadece her­ kesin dünyadaki varlığını kabul ettiği karmaşık i lişkilerin ve değişimlerin ayı rdına varmak ve bir sorunu i rdelerken bu iliş­ ki ve değişimleri yok saymak ve azımsamaktansa onları vur­ gulamaktır. Bağımsız ve özünde cansız "şeylerin" dünyasın ı n yeri ne, düşüncemizde, karşıl ıklı bağımlılık i lişkileri içindeki süreçleri n bir dünyası gelmiştir. Bu, diyalekti k düşünmeni n i l k adı m ıd ı r. Ama hala, bu i lişkiler hakkında herha ngi b i r özgül bilgiye sahip değ i liz. Çalıştığımız konuyu yakın plana almak için atılması gereken ikinci adım çoğu değişimin ve etkileşi min gerçekleştiği örüntü­ leri soyutlayıp ayrı bir yere koymaktır. Diyalektikle ilişkili özel sözcü k hazi nesindeki pek çok kavram ("çelişki", "n itelik-nicelik değişim i", "zıt kutupların iç içe geçmişliği", "olumsuzlamanın olumsuzlanması" vs.) bu görevle ilgilidir. Şeylerin değişiminin ve etkileşiminin gerçekleşme biçimindeki örünt üleri yansıtmak suretiyle bu kategoriler içine aldıkları her neyse bunu düşünce ve sorgulama ile ilişkili amaçlarla düzenlemenin bir aracı olma işini görürler. Bu kategorilerin yardımıyla, bütünün parçada ne şekilde var olduğunu, ona bir konum, bir anlam ve bir doğr ultu kazandırarak parçanın yapılanmasına nasıl yard ımcı olduğu­ nu asla gözden kaçı rmadan, bizi ilgilendiren belirli koşulları, olayları ve sorunları inceleyebiliriz. Daha sonra da parça(lar) hakkında öğrendikleri mizi, bütünü, onun nasıl işlediğini, nasıl gelişmiş olduğunu ve nereye yöneldiğini daha derinlemesine an­ lamak için kullanırız. Hem analiz hem de sentez bu diyalektik ilişkiyi sergiler. M a rx'ın içsel i lişkiler felsefesi hakkındaki daha geniş kapsamlı bir tartışma için, bkz. Ollman, Bertell (1976) Alienation: Marx's Conception of Man in Capitalist Society, bölüm 3 [ Yabancılaşma: Marx'ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, Yorda m K i tap, 2012].

Niçin Diya lektik? Niçin Şimdi7

ı zs

"Diyalekti k yöntem" denilen şey ardı ardına gelen altı uğra­ ğa bölünebilir. Ontoloji k uğrak dünyanın esasen ne olduğuyla (yapılanmış bir bütünü veya bütünlüğü oluşturmak için birle­ şen, karşılıklı bağımlılık içindeki sonsuz sayıda süreç) ilgilidir. Epistemolojik uğrak böyle bir dünyayı anlamak için düşüncemizi nasıl örgütlememiz gerektiği ile ilgilenir (daha önce de gösteril­ diği gibi bu bir içsel i lişkiler felsefesinden yana tercih yapmayı ve değişimin ve etkileşimin başlıca örüntülerinin soyutlanarak ayrı bir yere koyulmasını gerektirir). Bir sorgulama uğrağı vardır (bu­ rada, bütün parçaların arasında içsel ilişkilerin bulunduğu var­ sayımı temelinde, bu örüntüleri taşıyan kategoriler araştı rmanın yardımcıları olarak kullanılır). Bir diğer uğrak, düşünsel yeniden inşa veya usta netleştirme uğrağıdır (burada kişi, böyle bir araştır­ manın sonuçlarını kendisi için bir araya getirir). Bunu sergileme uğrağı izler (burada kişi, diğer insanların nasıl düşündüğünü ve neleri bildiğini hesaba katan bir strateji kullanarak, "olguların" bu diyalektik kavrayışını belirli bir kitleye açıklamaya çalışır). Son olarak, praksis uğrağı vardır (burada, önceki uğraklarda erişilen netleşmeye dayanılarak dünyayı değiştirmek, sınamak ve anla­ mak üzere ve bunların hepsini aynı anda yapacak şekilde bilinçli etkinlikte bulunulur). Bu altı uğrak tek bir kez uğranıp geçilmez. Diyalektik hakikatleri anlamaya ve açımlamaya ve buna uygun şekilde hareket etmeye yönelik her çaba, düşüncemizi örgütleme ve bizim de dahil olduğumuz karşılıklı bağımlı süreçleri daha ileri bir düzeyde soruşturma yeteneğimizi geliştirdiğinden, bu uğrak­ ların hepsini tekrar ve tekrar ziyaret etmek gerekir. Bu bakımdan diyalektik hakkında yazarken pek çok düşünürün yaptığı gibi bu uğraklardan herhangi birine diğerleri aleyhine bir ayrıcalık atfet­ memeye dikkat etmek lazımdır. Bu uğraklar, ancak içsel ilişkileri içinde ele alındı klarında, uygulanmaya müsait ve son derece de­ ğerli bir diyalektik yöntem oluşturur. 2 2

Marx'ı n diyalektik yöntem inin fark l ı uğrakları hakkındaki daha geniş kap­ samlı bir açıklama için, bkz. Gilman, Bertell ( 1 978) Social and Sexual Revoluti­ on, bölüm 4.

26 1

Bertel l O l l m a n

Öyleyse, neden diyalektik? Çünkü diyalektik karşılıklı ba­ ğımlılık içindeki ve sürekli evrim halindeki süreçlerden oluşan dünyayı incelemenin ve aynı zamanda böyle bir dünyayı soruş­ turan düşünürlerin önde geleni olan Marx'ı yorumlamanın tek makul aracıdır. Böylesine engin ve karmaşık bir sistem olan ka­ pitalizmi salt görmek için bile d iyalekti k zorunludur. Marksizm, kapitalizmi anlamamıza yardı mcı olması ve "Kazın Altından Çalınan Ortak Topraklar Çalışmaları"nın nasıl yürütüldüğü ko ­ nusunda bize rehberl i k etmesi ve ortak topraklarımızı geri ala­ bilmemiz için bir siyasi strateji geliştirmemize katkıda bulun­ ması açısından gereklidir. Kapitalizm tamamıyla ve her zaman d iyalektiktir ve bu yüzden de Marksizm kapitalizmi anlamlan­ dırabilmemiz için ve diyalektik de doğru bir Marksizm anlayışı­ na sahip olmamız için zorunludur. 111

Peki neden şimdi? Kapitalizmin bugün ulaşmış olduğu aşa­ manın kendine özgü temel özelliği karmaşıklığının geçmiştekin­ den çok daha fazla ve içerdiği değişim ve etkileşimin geçmişte­ kinden çok daha hızlı olmasıdır. Ama diyalekti k topluma rengini her zamankinden daha fazla çaldıysa, olup bitenleri kavramam ızı engellemeye yöneli k çabalar da hiçbir zaman bu kadar sistematik ya da bu kadar etkili olmamıştı; tüm bunlar bugün diyalektiği daha önce hiç olmadığı kadar vazgeçilmez hale geti riyor. Ne var ki, özellikle Sovyetler Birliği'nin yıkı lması nedeniyle, sosyalizmin, kapitalizmin uygulanabilir bir alternatifi olarak i kna ediciliğini aniden yitirmesi Marksistlere, diyalektiğe daha fazla dikkat göstermeleri için başka bir önemli bir gerekçe sundu. Çünkü pek çok sosyalist, hatta Sovyetler Birliği'ne baştan beri eleştirel yaklaşanlar bile, tarihteki bu önemli dönüm noktasına, sosyalizmin herhangi bir biçiminin olanaklı olup olmadığını sorgulayarak tepki verdi. Bunun belki de şaşırtıcı olmayan sonucu bugün solda konumlananların pek çoğunun yazılarına

N için Diya lekti k7 N için Şimdi7

1 27

bir "gelecek korkusunun" sinmiş olmasıd ır. Peki ama sosyalizm anlayışının eşl i k etmediği bir eleştirel kapitalizm analizi neye benzer? Böyle bir analiz kapitalizmin nasıl işlediğini tarif eder, kimin, ne kadar " kafasının ezildiğini" gösteri r, bunu ahlaki açıdan mahkum eder, elde daha iyi bir şey olmadığı düşüncesiyle reformist çözümler öne sürer ve bu çözümlerin artık işlemediğini anladığında da umutsuzluğa ve kinizme sürükleni r. Tanıdık geliyor değil mi? Marx, bu durumdan herhalde hiç memnun olmazdı, çünkü her ne kadar sosyalizm/komünizm üzeri ne herhangi bir ayrı ça­ lışması olmasa da onun küçük veya büyü k hiçbir eseri yoktur ki bize sosyalist bir geleceğin neye benzeyeceği konusunda birtakım ipuçları sunmasın. Hegel'in bahsettiği M inerva'nın Baykuşu sa­ dece alacakaranlıkta uçuyorsa, Marx'ın baykuşu yeni tutuşmaya başlayan şafağı müjdelemek için etrafta gezinir durur. Marx'ın geleceği yaratıcı biçimde yeniden inşa etmesi, sadece muhalif­ lerinin değil, aynı zamanda, bunu, Marx'ın bilimsel girişimini lekeleyen bir ütopyacılığa düşüş olarak gören Eduard Bernstein (1961, 204-5, 209-1 1) ve daha yakın zamanda Erik Wright (1995) gibi izleyicilerinin sert saldırılarıyla karşılaşmıştır. Peki ama gelecek üzerine yapılan her tartışma illaki " ütopik" m i olmak zorundadır? Rosa Luxemburg (1966, 40) ve başkaları gibi ben de, n iteliksel anlamda daha iyi bir toplumun mümkün olduğuna inanmanın ve böyle bir toplumun ortaya çıkmasın ı ummanın ütopik olmadığını düşünüyorum. Ütopik olan, bu toplumu bu tür umutlara dayalı olarak inşa etmektir. Diğer bir deyişle, böyle bir toplumun olanaklılığına, başka herhangi bir neden veya ka­ n ıt olmadan, sırf onu arzu ettiğimiz için inanmaktır. Bu ütopik yaklaşımın aksine, Marx, komünizmin kapitaliz­ min içinde "gizlenmiş" bir şekilde yattığını ve analizi aracılığıyla onu açığa çıkarabildiği n i iddia etti (Marx, 197 3, 1 59). Başka bir yerde de, "eskinin eleştirisi aracılığıyla yeni dünyayı bulmak is­ tiyoruz" der (1967, 212). Marx'ın yaptığı "eskinin eleşti risi", ahla­ k i bir kınama olmaktan ziyade, kapitalizmin kendi varoluşu için

281

Bertell Ollman

zorunlu olan koşulları yeniden üretmekte gittikçe zorlandığın ı ve hatta bunun imkansızlaşmaya başlad ığını ve aynı zamanda da aynı gelişmelerden ötürü kendisinden sonra gelecek olan toplu­ mun koşullarını yarattığını gösteri r. Yeni dünya eskisinin içinde büyük ve el sü rülmemiş bir potansiyel biçiminde var olur. Marx, kapitalizmi, karşıtına ( komünizme) dönüşmesi doğrultusunda­ k i bu gelişme potansiyelini gözle görülür kılacak şekilde analiz eder. Bunun bir parçası olarak da, bu potansiyelin gerçekleşmesi durumunda ortaya nelerin çıkacağını çok genel bir düzeyde de olsa tarif etmekten imtina etmez. 3 Potansiyelin diyalektik düşüncedeki merkezi konumuna pek çok değişik düşünür tarafından dikkat çekilmiştir. C. L. R. James ( 1992, 1 29), aktüel olan ile potansiyel olan arasındaki içsel ilişkiyi Hegel 'in diyalektiğinin (aynı zamanda Marx'ı n diyalek­ tiğinin) " bütün gi zemi" olarak i fade etmiştir. Marcuse, tam da Marx'ın bugünü çözümlerken kullandığı kavramların anlam­ larında, bugün ile gelecek arasında kopmaz bir bağ bulduğunu idd ia etmiştir ( 1 964, 295- 6). Maximilien Rubel, yarı ciddi bir şe­ kilde, Marx'ın, bir şeyi işaret etmeye yöneli k her çabanın aynı za­ manda henüz orada olmayan başka bir şeyi önceden göstermesi­ ni ifade eden ve "öngörme-bildirme k ipi" diye adlandırılabilecek olan yeni bir dilbilgisi kipini keşfettiğini söylerken benzer bir noktaya parmak basmaktadı r ( 1987, 25). Ne var k i tüm bunlar yine de Marx'ın bunu nasıl yaptığını açıklam ıyor. Bugünde gizli olan gelecek tam olarak nerededir ve Marx'ın diyalektik yöntemi onun açığa çıkarılmasına nasıl yardımcı olmaktadır? K ısaca ifade edecek olursak, sosyalizmin/komünizmin ola­ naklılığının göstergelerinin çoğu bizi her taraftan kuşatır ve her­ kes tarafından görülebilir. Bu göstergeleri hem özel olarak sos­ yalizmle ilgileri yokmuş gibi gözüken koşulların içinde, örneğin gel işmiş sektörlerimizde, muazzam düzeydeki maddi servette, 3

Marx'ın sosyalizm ve komünizm tasavvurunu bu konu hakkındaki dağınık yo­ rumlarından hareketle yeniden inşa etmeye yönelik bir girişim için, bkz. 011man, Bertell, Social and Sexual Revolution, bölüm 3.

N i ç i n D iya lekt i k7 N i ç i n Ş i mdi7 1 29

1

yüksek düzeydeki bilimde, mesleki becerilerde, örgütsel yapılar­ da, eğitimde ve kültürde, hem de aynı zamanda zaten sosyalizme yabancı olmayan işçi ve tüketici kooperatifleri, kamusal eğitim, devlet hastaneleri, siyasi demokrasi ve günümüzün kamulaştırıl­ mış işletmeleri gibi koşullarda bulmak mümkündür. Sosyalizmin göstergelerine ayrıca, işsizlik ve artan eşitsizlik gibi kapitalizmin en ayırt edici sorunlarında da rastlanabilir. Marx'a ve onun ta­ k ipçilerine göre, tüm bu koşulları, kendi potansiyellerini gerçek­ leştirmekten ve gerçek bir insani varoluşa katkıda bulunmaktan alıkoyan şeyin, içlerinde yer aldıkları kapitalist bağlam olduğu açıktır. Marksistler, tüm bu koşulları bu kapitalist bağlamından soyutlayarak, şu muazzam servete ve daha çok üretme gücüne bakıp, maddi yoksunluğun son bulması n ı; şu bizim sınırlı ve sü­ rekli tutukluk yapan siyasi demokrasimize bakıp herkesin toplu­ mun tamam ını demokratik bir şekilde yönetmesini; artan işsizli­ ğe bakıp insanların daha az saat çalışıp daha çok boş zamandan yararlanmasının olanaklı olduğunu vs. kolaylıkla görebilir. Ne yazık ki, aynı göstergelerle karşılaşan pek çok başka kişi sosyaliz­ me yabancı olmayan koşullarda bile böyle bir potansiyeli görmez ve bunun neden böyle olduğu üzerinde düşünmek önemlidir. Potansiyelin araştırılması, u zun erimli bakışın benimsenme­ sidir; yaln ızca bir şeyin neye evrilebileceğini görmek için ileri­ ye doğru bakılması değil, ama aynı zamanda onun bugüne ka­ dar nasıl geliştiğini görmek için geriye doğru bakılmasıdır. Öte yandan bu uzun erimli bakışı daha geniş bir bakış öncelemek zorundadır, çünkü hiçbir şey ve hiç kimse kendi kendine değiş­ mez, ancak diğer insanlarla ve şeylerle yakın bir ilişki içerisinde, etkileşimli bir sistemin parçası olarak değişir. Bu bakımdan en baştaki ilgi nesnesi ne kadar sınırlı olursa olsun, onun potan­ siyelinin araştırılması, onun a it olduğu karmaşık ve t ümleşik bütünün evriminin öngörülmesini gerektirir. Potansiyel nosyo­ nu, kapsayıcı sisteminden koparılmış bir parçaya uygulandığın­ da veya bu parçanın dah il olduğu sistem kendi kökenlerinden koparıldığında, mutlaka gizemlileşti rmeye maruz kalacaktır.

30 ı

Bertell Ollman

Böyle bir durumda "potansiyel" sadece şans eseri gerçekleşebile­ cek bir olanaklılığı ifade edecekti r, çünkü gerçekliğin ilişkisel ve süreçsel niteliğinden türeyen her türlü zorunluluk bertaraf edil­ miş olacak ve ortaya şu neticenin değil de bu neticenin çıkmasını beklemenin herhangi bir mantığı kalmayacaktır. O zaman, pek çok insanın, kapitalizmin içinde sosyalizmin göstergelerini görmek konusunda yaşadığı sorunun merkezinde, bu insanların gelecekle veya en azından bugünün içinden orga­ nik olarak büyüyen bir gelecek düşüncesiyle köprüleri atmış bir bugün anlayışına sahip olmaları yatmaktadı r. Bugün, yaşamın ve yaşamın koşulları olarak gerçekliğin geri kalanının, bir yer­ den bir başkasına giderken geçtiği bir uğrak olarak görülmez. Bir insan geçmişte veya gelecekte tamamıyla kaybolduğunda onun zihinsel bir rahatsızlığa sahip olduğunu hemen fark ederiz. Öte yandan, geçmişle ya da gelecekle (veya her ikisiyle) arasına set çekilmiş bir bugün de, düşünce için bir hapishane oluştura­ bil ir. Her ne kadar bu durumun doğru teşhisi "nevroz" değil "ya­ bancılaşma" olsa da! Burada, insanlara göre, bir şey şu anda nasıl görünüyorsa, gerçekte de öyledir, tam haliyle de öyledir ve olup olabileceği tek durumdadır. Onların "gelecek" olarak adlandır­ dıkları şey, bilimku rgusal aygıtlar haricinde, sadece bugünkü görünümleri ve işleyişleri üzerinden hafifçe değişime uğratılmış olan o çok bildiğimiz toplumsal öğelerden ibarettir. Böyle bir zihn iyet yapısıyla bir şeyin diğer şeylerle bir siste­ min parçası olarak girdiği ilişk ilerin izini sürme ihtiyacı (böy­ le bir sistemin var olduğu kabul edilse bile) h issedilmez, çün­ kü bunu yapmakla onun hakkında zaruri herhangi bir şeyin öğreni lmeyeceği varsayılır. Ayn ı şekilde dar, bağımsız ve aynı zamanda durağan olan parçalarla akıl yürütüldüğünde bir geç­ mişin var olduğu ve geleceğin var olacağı kabul edilir ama bu­ güne dair herhangi bir şeyi anlamaya çalışırken her i kisi de yok sayılır. Bu bakımdan, insanlar sosyalizmin etraflarındaki gös­ tergelerini göremiyorsa, bunun temel ya da en önemli nedeni, öğeleri kapitalizmden soyutlamayı ve bunların başka bir yerde

N i çin Diya lekt i k7 N i ç i n Ş i mdi7

1 31

nasıl işleyebileceğini tahayyül düzeyinde öngörememeleri değil­ dir. Bunun sebebi daha ziyade ve daha temelde, bu göstergelerle i l işkili olarak gördükleri koşulların h içbir toplumsal sisteme a it değilmiş gibi görünmesi ve dolayısıyla bunların dışına çıkarıla­ cakları bir sistemin de eklenecekleri bir sistemin de onlar için var olmamasıdı r. Hem kapitalizmin hem de sosyalizmin bu tür öngörülere olanak sağlayacak olan sistemsel ve tarihsel özellik­ leri onlar için basitçe namevcuttur. iV

Diyalektik burada Marx'ın kapitalizmin tüm koşullarını sis­ temleştirirken ve tarihselleştirirken izlediği yol olarak resme da­ hil olur. Bu yol izlendiğinde kapitalizmin koşulları organik bir bütünün içsel olarak ilişkili öğeleri haline gelir, ki bu organik bütünün kendisi, bileşenlerinin bu hale gelene kadar nasıl bir yol kat ettiğinin ve daha sonrasında nasıl bir şeye dönüşebileceğinin en rahatl ıkla görülebileceği uğraktı r. Böyle yapıldığında bugün, düşüncemizin hapsolduğu bir yer olmaktan çıkar ve aynı geçmiş ve gelecek gibi zamansal bir sürecin bir safuası haline gelir ve bu süreç içindeki başka safualarla zorunlu ve keşfedilebilir ilişkiler içinde yer alır. Marx böyle kavranan bir bugünü çözümlemek suretiyle gelecekteki sosyalist ve komünist toplu mların geniş ana hatlarını ortaya serebileceğine inanır. Marx'ın bu geleceği kapitalist bugünün içinde incelerken kul­ landığı diyalekti k yöntem dört ana adımdan oluşur. 1) Öncelikle toplumumuzun içi nde bulunduğumuz andaki temel kapita­ list özellikleri arasındaki ilişkileri arar. 2) Sadece bu ilişkilerin geçmişteki zorunlu önkoşullarını (bu aşamada bu önkoşulları karşılıklı bağımlı süreçler olarak görür) bulmaya çalışır ve açığa çıkardığı bu önkoşulları bugünü doğurmuş olan bir gelişen ha­ reketin başlangıcı olarak ele alır. 3) A rd ından, şimdi birer çelişki olarak yeniden formüle edilmiş olan karşılıklı ilişki içindeki bu süreçleri, geçmişten başlayarak, bugün üzerinden geleceğe yan-

32 1 Bertell Ollman 1

sıtır. Bu öngörüler çok yakın bir gelecekten başlar, bu çelişkile­ rin olası çözümlerini barındıran orta vadeli bir geleceğe doğru ilerler, oradan da daha uzak bir gelecekte ortaya çıkması ihtimal dahilindeki toplum biçimine ulaşır. 4) Gelecekteki sosyalist ve komünist aşamalara ulaşmış olan Marx, daha sonra geriye döner ve ulaşmış olduğu bu aşamaları, gerçek geçmişini kapsaması için zaman içinde geriye doğru uzatılan ve artık bu tür bir geleceğin gerekli önkoşullarının toplamı olarak görülen bugünü yeniden incelemek için kalkış noktaları olarak kullanır. Bu adımların ayrıntılı bir şekilde ele alınmasından önce iki belirlemeye ve bir netleşti rmeye ihtiyaç var. B i rincisi, gelece­ ğin ne şekilde incelenmesi gerektiği hakkındaki açıklama nın, bu tür bir incelemeyi fi ilen yapmakla aynı şey olmadığı açık olmalı. Geleceğin nasıl çalışılacağı konusunda, yani bizim ele aldığımız meselede, ortaya konulan ayrıntılar yaklaşımımızı örneklemek üzere sunulmuştur; bunlar, her ne kadar ben sa­ dece gerçekçi örnekler vermeye gayret ettiysem de hiçbir şe­ k ilde halihazırda tamamlanmış olan bir çalışmanın sonuçları olarak düşünülmemel idir. Yapmak isted iğim i kinci belirleme, Aristo'nun, bir çalışmayı yürütürken, ele aldığımız konunun mah iyet i n i n mümkü n k ılabileceğinden daha fazla kesinlik beklentisi içinde olunmaması gerektiği şeklindeki uyarısı ile il­ gili. Sosyalizmin kapitalizm içindeki potansiyeli yeterince ger­ çektir, fakat hem tam olarak hangi biçimlerin gelişeceği hem de beklenilen değişimlerin nasıl bir zamanlamayla ve hangi anda gerçekleşeceği genell i kle beli rsiz ve her zaman da kesi n ­ l ikten uzaktır. Kısacası, geleceği bugünün içinde araştırırken, asla tutturulamayacak olan bir bilgi standardı üzerinde ısrarcı olmamaya d ikkat etmeliyiz. Yapacağım netleştirme ise Marx'ın toplum içindeki çelişki­ lerin olası neticelerini öngörerek açığa çıkarmaya çalıştığı gele­ ceğin tek bir parçadan oluşmaması gerçeği ile ilgilidir. Marx'ın farklılaşan öngörüleri, geleceği, sonuncusu komünizm olan dört farklı aşamaya bölmeyi gerekti rmektedir. Marx, bugüne ait fa-

N i ç i n Diyalektik7 N i ç i n Ş i md i7

! 33

kat geçmişteki önkoşullarından doğan bir sistem olarak gördü­ ğü kapitalizme yönelik analizlerine dayanarak onun çok yakın geleceğini (yani onun birkaç yıl içindeki gelişimini), yakın gele­ ceğini (sosyalist bir devrimle sonuçlanacak olan krizin gelişini), orta vadedeki geleceği, yani kapitalizmle komünizm arasındaki "sosyalizm" dediğimiz geçiş sürecini ve son olarak da u zak ge­ leceği yani komün izmi öngörür. Marx'ın gelmekte olanı araştır­ mak için diyalektik yöntemi kullanma biçimi, geleceğin hangi aşamasıyla ilgilendiğine bağlı olarak değişir. Her ne kadar bizim ilgilendiğimiz aşamalar "orta vadeli" ve "uzak" gelecek olarak adlandırdığım dönemlerle sınırlı olsa da Marx'ın "çok yakın" ge­ leceği ve özellikle de "yakın" geleceği nasıl ele aldığı gözden ka­ çırılmamalıdır, çünkü bizzat bu aşamaların neticelerine ilişkin öngörüleri onun sosyal izm ve komünizm hakkındaki beklenti­ lerinin bir parçasını teşkil eder. v

Bu belirlemeleri ve netleştirmeyi aklımızın bir köşesinde tu­ tarak Marx'ın geleceğin sırrını bugünde gizlend iği yerden çekip çıkarırken attığı dört adıma dönebiliriz. Daha önce de söyledi­ ğim gibi birinci adım içinde bulunduğumuz andaki kapitalist toplumu özellikle sermaye birikimi ve sınıf mücadelesi açısın­ dan karakterize eden orga nik etkileşimin ana hatlarının izini sü rmekti. Marx, bizim durumu muzda sadece kapitalizme özgü olan şeylere odaklanmak için, (insan soyunun tüm tarihini kap ­ sayan) insan toplumu, (sınıflı toplumlar tarihinin tümünü kap ­ sayan) sınıflı toplum ya da (yalnızca kapitalizmin en ya kın aşa­ masını kapsayan) modern kapitalist toplum ya da içinde bulun­ duğumuz zamanda ve yerde va r olan (yaln ızca burada ve şimdi olanları kapsayan) kendine özgü toplum gibi başka sistemleri n parçaları olarak toplumumuza a i t olan (eşit derecede gerçek ve farklı türden sorunlar için eşit derecede önemli) sor unları so­ yutlamak (dışarıda bır�kmak) zorundad ır. Bu sistemler içinde-

34 1 Bertell Ollman k i h e r toplum v e h e r öğe bu farklı genellik düzeylerine ayrılan niteliklerden oluşmuştur. Bunlar (pek çok insanın yaptığı gibi) bir arada ele alı ndıklarında, birbirleriyle uyuşmayan parçaların oluştu rduğ u yamalı bir bohçaya benzerler ve böyle olduğunda da tek bir genellik düzeyinde var olan sistemsel bağlantıları kavra­ mak oldukça zor olur. Kapitalizmi sistematize eden kişi olarak Marx, işe kapitalizmin genell i k düzeyi haricindeki tüm diğer genellik düzeylerini ilgi alanının dışında bırakmayı tercih ede­ rek ve geçici olarak insanların, etkinliklerin ve ü rünlerin sadece kapitalist karakterine odaklanarak başladığı için, i nsan toplu­ munun veya sınıflı toplumlar tarihinin veya ismi geçen diğer düzeylerin, çalışmasını yürüttüğü yola koyacağı taşlara takılıp düşmekten kurtulur.4 Marx'ın ırkın, toplumsal c insiyetin, ulusun ve dinin rolünü yok saydığı şeklindeki özellikle son zamanlarda postmoder­ nistlerden ve toplumsal hareket kuramcılarından sürekli olarak gelen yakınmaların altında, kapitalizmi toplumumuzun kapita­ l ist "dilimi" olarak değil, toplumda var olan her şeyin toplamı olarak alan yaygın anlayış yatmaktadır. Marx, en azından siste­ matik yazılarında bu koşulları yok sayar, ·çünkü b unların tümü kapitalizm i önceler ve dolayısıyla kapitalizm için ayırt edici olan şeylerin bir parçasını oluşturamazlar. Her ne kadar tüm bu ko ­ şullar sınıfl ı toplumlardan veya türlerin yaşam ından kaynakla­ nan biçimleri ile uyumlu olacak kapitalist biçimler almış olsalar da, sahip oldukları en önemli n itelikler kapitalizm i önceleyen genellik düzeylerine denk düşer ve bu nitelikler (bu düzeylerin bir parçası olduğumuz müddetçe bizim de üzeri mizdeki) en bü­ yük etkisini bu düzeylerde gösteri r. Ne var ki, Marx'ın araştırma çabalarının başlıca amacı olan kapitalist üretim tarzının hareket yasalarını ortaya çıkarma işi, M arx'ın odak alanının daha dar sın ırlara sahip olmasını gerektirmiştir. 4

Marx'ın, diyalektik yöntemi n i n bir parçası olarak genellik düzeyleri n i soyutlama pratiği hakkındaki daha geniş kapsamlı bir açıklama için, bkz. Ollman, Bertell ( 1 993) Diyalektik Soruşturmalar (Dialectical Investigations), bölüm 2.

N i ç i n Diya lektikl N için Ş i m d i l

ı 35

Marx, kapitalizmin kendine özgü n iteliklerini odağa aldık­ tan sonra, her ne kadar ekonomik süreçleri ve özellikle de üre­ timi hem bakış noktaları hem de üzerinde çalışılması gereken malzeme olarak ayrıcalıklı bir konumda görse de, bugündeki en öneml i etkileşimleri farklı bakış noktalarından inceler. Pek çok tek yönlü çalışmaya damgasını vuran aşırı vurgulama veya aşırı önemsizleştirme gibi hatalardan sakınmak için Marx eme­ ği ve sermayeyi sı rayla her iki yönden de incelemiştir ve aynı şey Marx'ın ele aldığı diğer tüm ilişkiler için de geçerlidir. Aynı derecede önemli olan diğer bir gerçek de Marx'ın içsel ilişkile­ ri tüm nesnel ve öznel faktörler arasında var olan şeyler olarak görmesidir. Böyle olunca koşullar, Marx'ın çalışmalarında, her zaman, hem etkiledikleri hem de etkilerine maruz kaldı kları in­ sanlarla olan kopmaz bağları ile birli kte yer bulur ve aynı şey insanlar için de geçerlidir; onlar da bir bağlam içinde kavranır ve bu bağlamın temelleri bu insanların kimler ve neler olduk­ larının bir parçası olarak düşünülür. Marx'ın da söylediği gibi sermaye "aynı zamanda kapitalisttir" ( 1 973, 4 1 2). Kapitalist bugünü bu şekilde yeniden oluşturduktan sonra Marx'ın geleceğin kilidini açma arayışı içinde attığı i kinci adım bugünün geçmişteki önkoşullarını incelemekti r. Bugüne yöne­ lik diyalektik bir çalışma, araştırma nesnesi ni ilişkiler olarak ele alıyorsa, geçmişe yönelik diyalektik bir çalışma da bu i lişkilerin ayn ı zamanda süreçler olarak görülmesini gerektirir. Böylelikle tarih karşılıklı bağımlılık içindeki süreçlerin eşitsiz ama sürekli gelişimi ile ayn ı anlama gelir. Geçmiş elbette bugünden önce or­ taya çıkmıştır ve geçmi şin hikayesi yeniden anlatılırken genelde başlangıç noktasından ileriye doğru gidilir. Fakat soruşturma­ nın doğru sıralamasında bugün başta geli r ve Marx'ın bugünü yeniden inşa ederken açığa çıkardığı şeyler, geçmişte neyin aran­ ması gerektiği ve aranılan şeyi bulmak için geçm işi n hangi nok­ tasına gidilmesi gerektiği konularında bir karar verirken M arx'a yardımcı olarak onun geçmişe yönelik araştırmasını yönlendi­ rir. Burada şu soru sorulmaktadır: Geçmişte ne olmuş olmalı ki

36 i

Bertell Ollman

bugün mevcut biçimini kazanmış olsun? Bu sorunun sorulma­ sı, gerçekleşmiş olan şeyin önceden beli rlenmiş olduğunun id­ dia edilmesi anlamına gelmez (böyle olmasının güçlü nedenleri bulunabilecek olsa bile); yalnızca, gerçekten gerçekleşmiş ve bu sonuçlara yol açm ış olduğunun kabul edildiği anlamına gelir. Marx bu yaklaşımı benimseyerek kapitali zmin önkoşullarının ilk kez hazır hale geldiği bir dönem olarak geç feodalizme yö ­ nelmiştir. 5 VI

Kapitalist bugünün organik etkileşimini yeniden inşa etti k­ ten ve onun geçmişteki kökenlerini belirled ikten sonra Marx burada tespit ettiği ana eğilimleri geleceğin aşamalarından biri­ ne veya diğerine yansıtmaya hazırd ır. Bu üçüncü adım aynı za­ manda bu eğilimleri birer "çel işki" olarak yeniden soyutlamayı (yeniden düzenlemeyi, yeniden düşünmeyi), yani bu eğilimle­ rin etkileşimini birbirleri n i aynı anda hem besleyen ve hem de zayıflatan süreçler olarak vurgulamayı da içerir. Zaman içinde baskın çıkan ise her zaman zayıflatıcı et�iler olacaktır. Marx'ın buradaki pratiğinin altında yatan temel varsayım gerçekliğin hem zamansal hem de mekansal boyutlara sahip içsel ilişkili bir bütün olduğudur. Bi rbirlerinden ayrı ve bağımsız olan şey­ ler (yani bu şekilde kavranan şeyler) çelişki içinde de olamazlar, çünkü çelişki, herhangi bir parçada ortaya çıkacak öneml i bir değişimin sistemin tamamında buna uygun düşecek büyüklük­ te değişimler üreteceği anlamına gelir. Aynı şekilde stati k olan (yani yine bu şekilde kavranan) şeyler de çelişki içinde olamaz­ lar, çünkü çelişki, bir çarpışmanın gerçekleşeceği anlamına ge­ lir. "Çelişki"nin formel mantık içerisinde ve kapitalist ekonomi politiğin (sistemati k diyalektiğin alanı) kategorileri arasındaki 5

Marx'ın bugünü, bugünün geçmişteki ön koşulları aracı l ığıyla inceleme yaklaşı­ mı hakkındaki daha geniş kapsamlı bir tartışma için, bkz. Olman, Bertell, Diya­ lektik Soruştu rmalar, bölüm 8.

N iç i n Diyalektik7 N i ç i n Şimdi7

[ 37

bazı ilişkileri i fade etmek için kullanıl ması, gerçek birer istisna olmaktan ziyade, Marx'ın, kavramları, onun için i fade edebile­ cekleri şeylerin yaln ızca bir kısmını aktaracak şekilde kullan­ ma eğiliminin (bu eğilim Marx'ın tüm eserlerinde görülebi lir) örneklerini teşkil eder.6 Sonuç olarak, bugünün ve geçmişin in­ celenmesi ile ulaşılan şeyler temelinde, Marx'ın çelişkileri de, yüksek derecede bir i kt isadi içeriğin ya nı sıra, hem nesnel hem de öznel boyutlar içerir. Marx'ı n çelişkileri, kapitali zmdeki ilişkilerin ve bu ilişki­ lere dahil olan insanların mevcut durumunu, bu ilişkiler si lsi­ lesi nin nasıl gel iştiğ i n i , bunların mevc ut dengesi ni zayıflatan baskıları ve ortaya çı kması muhtemel değişimleri göz önüne serecek bir şek ilde düzen ler. Çelişkilerden hareket edildiğinde, bugün, her bir tari hsel aşamanın d iğerlerine yara rlı bir ışık t ut­ masını sağlayacak şeki lde, hem gerçek geçm işi ni hem de muh­ temel geleceğ i n i içeri r duruma gelir. M arx, kar iyeri n i n erken dönemlerinde, formülasyonları bir kez doğru bir şekilde yapıl­ d ığında çözümleri de verili hale gelen cebir problemlerini top ­ lumdaki problemlerle karşılaştırmıştı { 1 967, 106). Kapitalizmin problemlerinin çözümlerinin de, bunlar bir kez çel işkiler üze­ ri nden yeniden formüle edildiklerinde açıklığa kav uşacağına inanıyordu. Marx'ın hem sosyal i zme hem de komünizme göz atabilmesi n i sağlayan , büyük ölçüde, bu tür çel işkileri ilerideki çözüm noktalarına doğru ve bunların ötesine, çözümün karak­ terinin onun ardından gelen öğeleri biçimlendirdiği noktalara doğru yansıtmasıd ı r. Bir çelişk i n i n çözü mü, kısmi ve geçici ya da tam ve kalıcı olabilir. Kapitalizmin bildiğimiz tipik kriz­ lerinde örnekleri n i bulabi leceğimiz birinci duru mda çelişkiye dahil olan öğeler ikinci durumun ortaya çıkışını bir süreliğine erteleyecek şekilde yen iden düzen len i r. Bizi bu rada ilgilend i6

Marx'ın kilit kavramlarının anlamlarında bulunan esneklik hakkındaki bir açıklama için, bkz. Ollman Bertell, Ya bancılaşma: Marx 'ı tı Kapitalist Top­ lumdaki İnsan A n layışı. bölüm 2 ve bölüm 3.

38 1 Bertell Ollman ren ise kapitalizmin bütün belli başlı çelişkilerini tamamen ve kalıcı olarak dönüştürebilecek t ürde bir çözümdür. Marx kapitalizmi birbiriyle kesişen ve çakışan çelişkilerle dolu bir sistem olarak görür ( 1 963, 218). Bunların en önemlileri arasında kullanım değeri ile mübadele değeri, üreti m sürecinde sermaye ile emek (sınıf mücadelesinde de kapitalistler ile işçi ler), kapitalist üretici güçlerle üretim ilişkileri, rekabet ile işbirliği, bilimle ideoloj i, siyasi demokrasi ile ekonomik tahakküm ve belk i de bunlar arasında en beli rleyici olan toplumsal üretim ile özel mülk edi nme (veya bazılarının yeniden adlandırdığı şekliy­ le "üretimin mantığı ile tüketimin mantığı") a rasındaki çeliş­ kiler sayılabilir. Bu çelişkilerin tümünde, daha önce kapitalizm içindeki "sosyalizm göstergeleri" olarak andığım şeylerin her biri, zaman içinde evrilen karşılıklı bağımlı eğilim ler biçimin­ de yen iden örgütlen miş olarak bulunabilir. Kapitalizmin temel çelişkilerinin parçaları olarak görüldüklerinde, bunların güncel biçimleri, yalnızca, daha büyük bir potansiyelin açığa çıkma sü­ recinin bir geçiş anını temsil edebilir. Marx'ın benim yakın gelecek olarak tabir ettiğim sosyalist devrim öngörüsünde bulunabilecek olan zorunlulukların (ya da daha iyi bir kavrayışla olasılıkların) tümüne, bir yanda kapitaliz­ min temeli n i oluşturan koşulların yeniden üretilmesinin gitgide zorlaştığı öte yandan da sosyalizmi mümkün k ılan koşulların süratle geliştiği gerçeğinin gösterilmesiyle ulaşılmıştır. Bunların hepsi kapitalizmin temel çelişkilerinde içerilmiştir. Marx'ın ana­ lizine göre bu çelişkiler bir taraftan kapitalizmin gittikçe yıkıcı, akıld ışı, veri msiz ve nihayetinde de imkansız hale geldiğini gös­ terirken diğer taraftan sosyalizmi gittikçe uygulanabilir, akılcı, akla yatkın, zorunlu ve hatta apaçık kavranabilir bir sistem ola­ rak sunar. Tüm yabancılaşmış yaşam şartlarına ve bu gerçekleri çarpıtma uğraşındaki muazzam bir bilinç endüstrisinin varlığına rağmen durum budur. Sonuç olarak Marx için yükselen sınıfın örgütlenmesinin, bilincinin ve taktiklerinin beklenen dönüşümü ortaya çıkarması bir zaman ve fırsat meselesidir.

Niçin Diyalektik7 N i ç i n Şimdi7

1 39

VII

Marx devrimden sonra nelerin olabileceğine dai r tasavvu­ runu, kapitalizmin temel çelişkilerinin çözülüş sürecinin yeni bir hakim sınıfın, yan i muzaffer bir devrime katılmakla önemli ölçüde değişime uğramış ve tüm önemli kararları alırken kendi sınıfsal çıkarlarını bir kılavuz olarak kullanan işçilerin elinde nasıl bir seyir izleyebileceğini öngörerek çıkarsamıştır. İşçilerin bu sınıfsal çıkarları arasında en önemlisi kendilerinin bir sınıf olarak sömürülmesi durumunun ve bu durumun temeli n i oluş­ t uran koşulların ortadan kaldırılmasıd ı r. Bunu ne kadar süratle başarabilecekleri elbette farklı bir meseledir. O zaman sorulması gereken soru, "işçiler bunu neden yapsın?" değil, "ikt idara gel­ d iklerinde, neden başka bir şey yapsınlar ki?" olmalıdır. Sınıfsal çıkarın, gelecek beklentileriyle ilgili bu açıklama ta­ rafı ndan üzerine yüklenen ağırlığı kaldırabilmesi için, sınıfla­ rın geçmişteki dönemleri karakterize eden çıkarlarını ve yaşam ve çalışma koşullarını da içermek üzere farklı sınıflar arasındaki ilişkileri, bugünü geçmişe ve geleceğe bağlayan temel çelişkile­ rin içine yerleştirmemiz gerekir. "Sosyalizmin göstergeleri" diye andığım biçimlerin ve işlevlerin, farklı çıkarlara sahip olan yeni bir hakim sınıfın talepleri uyarınca ne kadar hızlı bir şekilde değişeceğini (üçüncü adım) kavramaya, ancak, kapitalist sınıf çıkarlarının bu biçim ve işlevleri ne şekilde belirlediğin i (birinci adım) ve bu tüm bunların zaman içinde aynı çıkarlar uyarın­ ca nasıl evrildiğini (ikinci adım) anlayarak başlayabiliriz. Eğer sosyalizmi bizi m için olanaklı kılan şey işçilerin kapitalizmden miras kalan i ktidarı ve maddi koşulları devralması ise, onu bize bir zorunluluk olarak sunan şey de büyük ölçüde işçilerin ken­ dilerine ait sınıfsal çıkarları ve kapital izm koşulları altındayken bu sınıfsal çıkarların farkına varmayı engelleyen şeylerin artık ortadan kalkmasıdı r. Marx sosyalizm (veya orta vadedeki gelecek) tasavvurunu temelde kapitalizmin çelişkilerinden çıkarsamışken, komünizm

40 1

Bertell Ollman

(ya da u z a k gelecek) tasavvurunu i s e sadece bu çelişkilerden (yani sadece bu çelişkilerin çözülüşünü sosyalizme ulaşılma­ sının ötesine yansıtarak) değil, ayn ı zamanda sınıf tarihinde, hatta kendine özgü bir sınıfsal formasyon olduğu ölçüde sosya­ lizmde gördüğü çelişkilerden çıkarsam ıştır. Sosyalizm belirli bir noktaya kadar geliştikten sonra, sınıfların ortaya çıktığı andan itibaren var olan tüm çelişki ler (ki bu çelişkiler işbölümü nün, özel mülkiyetin, devletin vs. genel biçimleri ile ilgilidir) bir çö­ züme kavuşur. Sosyalizm i le komünizm arasındaki nitel sıçra­ maya damga vuran ve bugün çoğu insan için komünizmi değer­ lendi rmek bir yana onu kavramayı bile fazlasıyla zorlaştıran şey, tüm bu düzeylerdeki çelişkilerin çözülmesidir. Özetlersek, Marx gelecek üzerinde çalışmaya kapitalist bu­ gündeki temel organ i k bağlantıların izini sürerek başlar. Daha sonra bunların geçmişteki önkoşullarını arar ve en sonunda da hem geçmişte hem de bugünde tespit ettiği ve şimdi birer çe­ lişki olarak soyutladığı başlıca eğilimleri, bunların çözümlerine ve bunun ötesinde ilgilendiği gelecek aşamasına yansıtır. İ leriyi görmek için bugünden doğrudan doğruya geleceğe giden çoğu gelecekbilimci (futurological) girişimden ve bugünü tümüyle bir yana bırakarak doğrudan doğruya geleceğe giden çoğu ütopyacı çabadan farklı olarak, Marx'ın hamleleri, bugün, geçmiş ve gele­ cek şeklinde sıralanır. VIII

Marx'ın geleceği inceleme yöntemi burada noktalanmaz; dördüncü ve son adı mda yönünü tersine çevirir ve düşüncesinde ulaştığı sosyalist ve komünist aşamaları, geleceğin önkoşulları olarak gördüğü bugünü (bu önkoşullara geçmişten aktarılanlar da dahildir) yeniden incelerken bakış noktaları olarak kullanır. Bu son fakat pek az anlaşılabilmiş adım kapitalizme ilişkin ana­ lizinin "son" rötuşlarını yaparken Marx'ın kullandığı vazgeçil­ mez bir araçtır. Bu son adım aynı zamanda Marx'ın gelecek üze-

N i ç i n Diya l e ktik7 Niçin Şimdi7

! 41

rinde çalışırken kullandığı yöntemin bir parçasıdır çünkü tarif ettiğim süreç, devam etmekte olan bir süreçtir. Bu adımların oluşturduğu diziyi bir kez tamamladıktan sonra Marx buradan öğrend iklerinin oluşturduğu zeminde dansına, yani diyalekti­ ğin dansına, baştan devam eder. Çünkü bugünü yeniden i nşa etme, bu yeniden inşa edilmiş bugünün geçmişteki önkoşulla­ rını bulma, daha sonra bunlara dayanarak bugünün muhtemel geleceğini öngörme ve bu geleceğin önkoşullarını bu noktada geçmişin bir uzantısı olarak kavranan bugünde arama faaliyeti asla tam anlamıyla sona ermez. Marx'a göre "insanın anatomisi maymu nun anatomisinin anahtarıd ır" ( 1904, 300). Aynı şey toplumun birbirini takip eden aşamaları için de geçerlidir; içinde yaşadığımız bugün geçm işi anlamanın, gelecek (yani bel irleyebileceğimiz kadarıyla muhte­ mel gelecek) de bugünü anlamanın anahtardır. Örneğin, kapi­ talizmi insanlık tarihinin sonu değil de bir geçidi olarak görme noktasında Marx'a yardımcı olan ve onun bugünkü toplumun kapitalizme özgü niteli klerini (sosyalizmin önkoşulla rı olma rolünü üstlenen niteliklerini), sın ıflı toplum veya insan toplu­ mu olmaktan gelen n iteli klerinden ayırt etmesi ni kolaylaştıran şey bu henüz tamamlanmamış haliyle sahip olduğu komün izm kavrayışıdır. Komüni zm, Marx'a, kapitalizmin soğurabileceği türden değişimlerle geçiş güçlerini harekete geçiren değişimle­ rin ayırt edilerek, araştırma ve politika önceliklerinin belirlen­ mesini mümkün kılan ölçütlerin yanı sıra, bugün var olanların daha büyük bir bölümünün eksikli olduğunu gösteren bir ölçü de sağlar. Proleterya d iktatörlüğü nosyonunda i fadesin i bulan sosyalizmin açık sınıfsal karakteri aynı zamanda kapitalizmin gizlenmiş sınıfsal karakterini de daha kolay kavranır hale geti­ rir. Bu bakımdan, tüm demokrasi iddialarına rağmen kapitalist devletin esasında kapitalist sınıfın bir diktatörlüğü olduğu fik­ rinde ısrar etmen in i nsanları reformist siyasetin tehlikelerine (ve dolayısıyla, Fransız Komünist Partisi'nin ve başka komünist

42 j

Bertell Ollman

partilerin programlarından proletarya d iktatörlüğü hakkındaki atıfları çıkarmasının yarattığı teori k kayıplara) karşı aşılamanın en etkili yolu olması kimseyi şaşırtmamalı. Tüm bunların da üstünde ve ötesinde, bugünü bir kez de onun muhtemel geleceğini bakış noktası alarak yeniden ziyaret etmek, bugünün böyle bir geleceğe dönüşmeye yönelik potansiyelinin somutlanması ve böylelikle de daha gözle görülür hale getiril­ mesi açısından önemlidir. Marx, herhalde, William Faulkner'in söylediği iddia edilen "Geçmiş ölmüş değil, hatta geçmişte kal­ mış bile değil" şeklindeki sözlere "Ve gelecek doğmamış değil, hatta gelecekte bile değil " i fadesini eklerdi. Potansiyel, geleceği n bugün içinde var olduğu biçimdir, fakat şimdiye kadar bu po­ tansiyel, akla uygun her türlü içeriğe açık olduğu ndan, belirli bir içeriğe sahip olmayan bir biçim olarak kalmıştır. Şimdi ise, di­ yalektiğin dansıyla baktığımız her yerde sadece ne olduğunu de­ ğil ne olabileceğini, gerçekten de ne olabileceğini, sadece bunun olmasını arzu ettiğimiz için değil, bahsettiğimiz analizin bize gösterdi klerine dayanarak görebiliyoruz. Kapitalizmin "gerçek­ lerinin" sosyalizmin "göstergeleri" olarak görülmesi, sosyalizmin savunusuna yönelik aynı sayıda "iddia"yı da beraberinde getirir. Üstel ik, işçileri, ezici gündelik varoluşlarında gizli kalan olasılık­ lar hakkında bilgi ve duyarl ılık sahibi yapacak, nasıl ve kimler­ le birlikte davranmaları gerektiğini anlamalarını sağlayacak ve siyasi bir şekilde eylemde bulunma güçlerini büyük ölçüde art­ tıracak ve aynı zamanda başarabileceklerine dair özgüvenlerini yüksek tutacaktır. Kısacası, Marx'ın diyalektik analizi, komüniz­ min eklenmesi yoluyla kapitalizmi zenginleştirerek, potansiyeli "özgürleştirir" ve böylece özgürleşmemize yardımcı olmak konu­ sundaki vazgeçilmez rolünü oynamasını mümkün kılar. Geçmiş ve bugün ne kadar geleceği anlamak için önemliyse geleceğin de geçmişi ve bugünü anlamak için o kadar önemli olduğu, bunların hepsi birl ikte düşünüldüğünde açıkça ortaya çıkar ve gelecekten bugüne dönüş, bugünden geçmişe ve gele­ ceğe atılacak sonraki adımlar dizisine önayak olur ve böylelikle

N için Diya lektik7 Niçin Şimdi7

ı 43

de her bir adımın atılmasıyla öğrenilen şeyler analizin sonraki her aşamasın ı daha kapsamlı hale getirecek ve derin leştirecek şekilde kullanılır. IX

Bu bölümü sonlandırmadan önce şunu vurgulamayı gerekli görüyorum: Burada ana hatları çizilen yöntemin kullanımıyla elde edilen gelecek öngörülerinin gerçekleşmesi sadece kuvvetle muh­ temeldir ve böyle bir değişimin tam olarak hangi hızda ve hangi biçimlerde ortaya çıkacağının tam olarak önceden bilinmesi an­ cak belirli bir yerin özgüllüğünün, sınıf mücadelesinin beklenme­ dik seyri nin ve aynı zamanda da rastlantıların tam olarak kesti­ rilebilmesiyle mümkün olabilirdi. Bildiğimiz gibi Marx'ın bizzat kendisi kapitalizmden sonra "barbarlığın" gelmesinin mümkün olduğunu teslim etmişti. Ne var ki, Marx bunu, son derece düşük bir olasılık olarak görmüştü. Geçmiş yüzyılda ortaya çıkan tüyler ürpertici gelişmelere tanık olmadığından böyle bir ihtimalin üze­ rinde durmaya bizden daha az ihtiyaç duymuştur. Bu makalede yapmaya çalıştıklarımla ilgili olası başka yan­ lış anlamaların önüne geçmek için şunu eklemek istiyorum: Marx'ın yöntemi hakkındaki açıklamam, tam ya da nihai ol­ mayı değil, onun araştırma nesnesi hakkındaki (Marx'ın kendi sunum yaklaşımına bağl ı kalan) bir ilk g iriş denemesi olmayı hedefliyor. Bunun da ötesinde, Marx'ın çelişki nosyonunu mev­ cut potansiyeli geleceğe yansıtmak için kullanmasının kapitalist bugünün içinde var olan sosyalist/komünist geleceği açığa çıka­ rırken başvurduğu tek yol olduğunu düşünmüyorum. Bu baş­ vurulan en temel yoldur, fakat tek yol değildir. Ayrıca gelecek üzerinde çalışmaya ilişkin bu yaklaşımla Marx'ın bulgularını sunarken izlediği stratej iler ve böylelikle de yayımladığı yazıla­ rın içeriği birbirine karıştırılmamalıdı r. Bu yazılar, okuyucunun özell i kleri göz önüne alı narak her zaman belirli m iktarda yeni­ den düzenlemeye tabi tutulmuştur. Marx'ın bu yöntemi takip

44 ' Bertell O l l m a n ederek komünist olduğunu söylüyor da değilim. Marx'ın nasıl komünist olduğu son derece karmaşık bir hikayedi r ve Hegel 'in diyalektiği ve Marx'ın onu kendine özgü bir şekilde benimseme­ si bu h ikayenin ancak bir kısmını anlatabilir. Öte yandan, Marx, "Marksizm" olarak adlandırılagelen siste­ min belli başlı öğelerini bir kez i nşa ettikten sonra, kapitalizmin temel çelişkilerinin i leriye doğru yansıtılması, onun gelecek üze­ rine çalışırken benimsediği temel yaklaşım olmuştur. Bu yolla da bu geleceği, bugüne ilişkin anal izini (yani "Kazın Altından Çalınan Ortak Topraklar Çalışmaları"n ın kendine a it versiyo­ nunu) ayrıntılandı rmada kullanmaya yetecek derecede açıklık ve zorunlulukla donatması mümkün olmuştur. Bu aynı zaman­ da bugün sosyalist gelecek hakkında gönlümüzden geçenin ötesinde bir bilgi sahibi olmak için izlenebilecek en iyi yoldur. Son dönemdeki gelişmelerle iyice hırpalanmış olan sosyalizm tasavvuru ancak bu yol izlendiği takdirde sınıf mücadelesindeki en etkili silahımız olarak kendi pota nsiyelini gerçekleşti rebilir. Çağımızda mevcut tüm baskılara rağmen bu silahı işçi lere ve di­ ğer ezilenlere vermek ve onlara nasıl kullanılacağın ı öğretmek istiyorsak diyalektiğe ihtiyac ı m ız var. Hele kapitalizm sallantı­ dayken, diyalektiğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Editörün Notu: Bu bölümün çevirisi Cenk Saraçoğlu'na ait olup (Diyalektiğin Dansı, 5. bölüm) bu basım için gözden geçirilmiştir.

N i ç i n Diya lektikl N i ç i n Şimd i l 1 45 1

Adım o b c

1.

Çözümle

lt°P.ıio;,-

Bir adım solo Sonra iki adım sağa Ve bir iane de solo

.....a_ �f!!d!!_n_Eaıfa1 1

II _ _ _ _ _ _ •

buraya gel Adım

2

b

Tarih selleştir

i

Bir adım geri

"O,.;;, ısı · "''0'11,f, ş,"1c:/,·

1

,._ .::._ _ _ _ 1 b �ı E.oEf..a_Ei!i! _ _ b buraya gel

o,.,

0,,0'.1de,t,·



1 buradan başla l

1 1

�1 ı buraya gel Adım

3•

1 ı buraya gel

İ leriyi Gör

İki adım ileri

t ıl

t

buradan başla 1 ı Adım

4.

Ve Orgütle!

s· d . si� �ıç��,;:;ıo bitir

(şimdi "daha yüksek bir düzey"deyiz) ve çözümlemexi "derinleştirmek" için adımları tekrarla

buraya gel

Me�n ve Koreografi: Bertell Ollmon Düzenleme: Fron Maron

i l buradan başla o,,Bo-'(!e 6;,. 1 f."//a/le/� ' (/e�e!,Şl� 1 j lljfr ,;.,,, şı,,,"'fJ/ı 1 '""1efr ıç�l&ıi;.,; 'de 0,, � a,,;0,., lr" ° ıt. 11

o,,/

46 1 Bertell Ol lman K ayna kl ar Bernstein, Eduard. 1961. Evolutionary Socialism, çeviren Edith Harvey. New York: Schocken. James, C. L. R. 1992. The C.L.R. fames Reader, drl. A n na Grimshaw. Oxford: Basil Blackwell. Luxemburg, Rosa. 1966. Reform and Revolution, çeviren Integer. Columbo, Ceylon: Young Socialist Publications. Marcuse, Herbert. 1964. Reason and Revolution, Boston: Beacon. Marx, Kari. 1904. A Contribution to the Critique of Political Economy, çeviren N. I. Stone. Chicago: Charles Kerr. Marx, Kari. 1963. Theories of Surplus Value, Bölüm I, çeviren Emile Burns. Moskova: Progress Publishers. Marx, Kari. 1 967. Writings of the Young Marx on Philosophy and Science, yayına hazırlayan ve çevirenler K. D. Easton ve K. H. Guddat. Garden City, New York: Anchor. Marx, Kari. 1973. Grundrisse, Foundations of the Critique of Political Economy, çeviren Martin Nicolaus. Harmondsworth, İ ngiltere: Penguin. Ollman, Bertell. 1976. Alienation: Marx's Conception of Man in Capitalist Society, Cambridge, İ ngiltere: Cambridge University Press [Yabancılaşma: Marx'ın Kapitalist Toplumdaki İnsan A nlayışı, Yordam Kitap, 2012]. Ollman, Bertell. 1978. Social and Sexual Revolution. Essays on Marx and Reich, Boston: South End Press. Ollman, Bertell. 1993. Dialectical lnvestigations, New Y? rk: Routledge [Diyalektik Soruşturmalar, Yordam K i tap, 201 I ] . Rubel, Maximilien. 1987. "20. Yüzyılda Piyasacı Olmayan Sosyalizm'', Non-Market Socialism in the 19th and 20th Centuries, drl. M. Rubel and J. Crump. Londra: Macmillan. Wright, Erik Olin. 1995. "Sınıf Çözümlemesi ve Tarihsel Materyalizm." New York Marksist Okulu'ndaki konuşmanın kaydı (23 Şubat).

3

DİYALEKTİK VE SİSTEM KURAM I --- ---- ----- -------- ------ - - - -

• Richard Le vin s

John Maynard Smith, The Dialectical Biologist hakkında yap­ tığı genel olarak duygudaş değerlendirmesinde (Maynard Smith, 1 986) ve kişisel sohbetlerim izde, sağlam, n iceliksel bir matema­ ti ksel sistem kuram ının geliştirilmesiyle diyalektiğin artık geç­ m işte kalacağını savunuyordu. Engels'in hantal "neden-sonuç değişimi"ni n yeri n i "geri bildirim" alabilir, o gizemli "niceliğin n iteliğe dönüşümü" artık o herkesçe bili nen evre geçişi ya da eşik etkisidir, oysa "en inançlı Marksist olduğum günlerde bile yadsımanın yadsınmasına ya da karşıtların birbiri içine geçişine asla pek fazla anlam veremedim". H iyerarşi kuramının "tümle­ şik düzeyler"e ya da "aşırı beli rlenim"e i l işkin içgörülerden bazı­ larını kavradığını da sözlerine ekleyebilirdi. Öte yandan, New York Marksist Okulu'nun önderlerinden Mary Boger, diyalektiğin sistem kuramı kapsamına alınmasına izin vermemem için yıllardan beri beni sıkıştırmaktaydı. Boger, sistem kuramının karmaşıklığa, karşılıklı bağlantıya ve sürece gösterdiği ilgiye rağmen, hala temelde indirgemeci ve durağan olduğunu ve matematiksel aygıtının gücüne rağmen, d iyalekti k olumsallığın, çelişkinin y a da tarihselliğin zenginliğiyle h içbir şekilde ilgilenmediğini savunmaktadır. Son olarak, sistem ku-

48 Richard Levins ramındaki " karşılıklı bağlantı"nın diyalekt ik " dolayımlama"n ın (aracılığın) inceliklerini kavramadığını eklemektedir. Bu deneme Mary Boger' le, Rosar io Morales'le, Richard Lewont in' le ve başka yoldaşlarla tartışmalar ımda evrilip ge ­ l işen kendi görüşler i m i sistemati kleşti rmek için yaptığım i l k girişimdir. Bu keşif yolculuğuna çıktığımda birbirine zıt iki ayartıcının farkına vardım. Bir yandan, diyalektiğin sistem kuram ından farklı olduğunu vurgulamak, bizim kuramsal temellerimizin çağdışı olmad ığın ı ve bilim dünyasına söyleyeceği, sistem kura­ mın henüz benimsemediği önemli şeyler barındırmaya devam ettiğini duyurmak istiyordum. Öte yandan, bilimin isteksizce, duraksayarak ve kararsızlıkla ama yine de önlemez biçimde git­ gide daha diyalekti k hale geld iğini görmekten Engels gibi ben de haz duyuyordum. Her iki olumlama da doğru ve gerçektir, ama bunların duygusal çekiciliği insanı tek yan lıl ık yanl ışlarına da götürebilir. Şu ya da bu savı ortaya atarken, yargılarımı sorgula­ mak için bu fa rkı ndalıktan yararlanmaya çalıştım. Sistem kuramına ve diyalekti k maddeciliğe ilişkin her betim­ leme iki tür problemle karşılaşır: Her ki alanda da birbirinden oldukça uzak görüşlere sahip birçok uygulayıcı vardır. Sistem kuramı ya da " bir sistem yaklaşı m ı" konusunda şu ya da bu tür­ den kapsa mlı bir inceleme yapmaya girişmeyeceğim, ama birçok parçadan oluşan "sistemler"e yönel ik matematiksel bir yaklaşım olarak dar an lamdaki sistem kuram ıyla kendimi sınırlayacağım. İkincisi, sistem kuramı ve d iyalekti k karşılıklı olarak birbirini dışlayan şeyler değildir. Bazı sistem kuramcıları da Marksisttirler ya da kuramın gel iştirilmesi ne yaptıkları araştırma katkılarında Marksizmden etkilenmişlerd ir. Bazı Marksistler sistem kuramıy­ la en azından geçerken şöyle bir temas etmişlerdir ve yaptıkları Marksist araştı rmalarda o kuramın kavramlarından bazılarını kullanmışlard ır. Örneğin, sistem kuramından etkilenmiş İsveçli bir Marksist sosyal bilimci .o lan Goran Therborn devletin mahi­ yetine iki bakış açısından yaklaşmıştır: sınıf egemenliğinin bir

Diya lektik ve Sistem Kuramı : 49 i fadesi olarak devletin rolüne ilişkin Marksist görüş açısından ve girdiler ile çıktılara sahip bir sistem olarak devleti n dinamik­ lerine ilişkin sistem-kuramsal irdeleme açısından. What Does

the Ruling Class Do When lt Rules? (Egemen Sınıf Egemenliğini Uygularken Ne Yapar?, Therborn, 1 978) adlı k itabına yayıncının koyduğu tanıtım yazısı bu çalışmayı özetliyor: "Therborn, devlet ikt ida rına ve devlet aygıtlarına ilişkin sağlam bir Marksist ana­ liz yürütmek için sistem analizinin biçimsel kategorilerini (girdi mekani zma ları, dönüşüm süreçleri, çıktı akışları) kullanıyor... Yine de bu i kisi, kökleri, hedefleri ve kuramsal dayanakları bakım ından oldukça farklıdır. Bunları birleştiren ve farklılaştı­ ran bazı genel izlekleri aşağıdaki satı rlarda ele alacağım: bütün­ lük ve karşılıklı bağlantı, değişkenlerin ya da parçaların seçimi, amaçlılık ve süreçlerin sonuçları. Maddeci diyalektik tam bir doğa felsefesi olarak, klasik anlamda bir Sistem olarak sunul­ maz.1 Diyalekti kçiler de ni hai bi r dünya görüşünün bir gün var olacağı beklentisinin düşünüşümüzdeki tarihsel olumsallığın ın fa rkındadırlar. Maddeci diyalektik, bunun yerine, her şeyden önce polemik içerir, hem mekanisti k indirgemeci ya klaşımın hem de onun karşıtı olan bütüncül ideal ist odağın hüküm süren başarısızlıklarına yöneltilen bir eleştiridir. Bunların ikisi birl i k­ te, on yed inci yüzyıl İ ngiltere'sinde burjuva devri minin bir or­ tağı olarak ortaya çıkışlarından bu yana Avrupa-Kuzey Amerika doğa ve toplum bilimlerine hakim olmuştur. Ayrıca, demokra­ tik kapitalizmin siyasi "ana akım"ı n ı bel irlemiş gen iş liberal­ muhafazakar uzlaşma olarak politikaya da hakim olmuştur. Bu nedenle, diyalektik maddecilik çoğunlukla gerçekliğin bazı seçi lmiş yanlarına odaklan ırken başka yanlarını ihmal "

"Diyalektik maddecilik" teriminin sıklıkla Stalin'in yaptığı o kaskatı yorumla­ mayla ve o yorumun Sovyetler'deki dogmatik uygulamalarıyla ilişkilendirilmesine karşın, başlı başına "diyalektik" saygın bir akademik terimdir. Maddecilikten ka­ çışın salgın boyutlarına ulaştığı bir zamanda, maddecilik ile diyalektiğin birliğini vurgulamak ve dünyayı anlamaya, dü nyaya etki et meye yönelik bu yaklaşıma tüm canlılığını yeniden kazandırmak d ikkate değer bir çabadır. Burada maddeci diya­ lektik ve diyalektik maddecilik terimlerini eşanlamlı olarak kullanıyorum.

50 ı

Richarrl Levins

etmiştir. Engels'in yaşamı "albüminli cisi mler"in (yani, prote­ i nlerin; şimdi biz makromoleküller diyebiliriz) hareket biçimi olarak tanımlamasında olduğu gibi, zaman zaman dirimsel­ c iliğe karşı yaşamın maddeselliğini vurguladık. Bu bizim mo­ leküler indirgemeciliği reddetmemizle çelişiyor gibi görünür, ama sadece süregiden bir tartışmanın farklı anlarını yansıtı r ve o tartışmadaki ana karşıt tutumlar, önce inorgani k ve organik alemler arasındaki süreksizliğe yapılan vurgu, sonra da gerçek düzey sıçramalarının indirgemeci bir yaklaşımla silin mesiydi. Zaman zaman, insanın evriminin hayvan yaşamının geri kala­ nının evrimiyle süreklilik gösterdiğini vurgulayarak Darwin'i destekledik, başka zamanlarda da toplumsal itmeyle oluşan in­ san evriminin benzersizliğini vurguladık. Bizim de enerjisini ve tözünü diğer canlı şeyleri yiyerek sağlamak zorunda olan ve tek bir yiyecek çeşidiyle sınırlı kalmayan bir hayvan türünden öte bir şey olmadığımızı vurgulamak için kendi türümüzü ayı­ ların da dahil olduğu hepçiller olarak sınıflandırabildik. Ya da yiyeceğimizi veya yaşam ortamımızı salt bulmakla yetinmeyip, aynı zamanda da onları ü rettiğimiz için " ü retici yiyiciler" ola­ rak sahip olduğumuz özel konumun altını çizebild ik. Her i k i si de doğrudur; süreçte sürekliliğin ve süreksizliğin i l işkisi sistem kuramının hiç ele almadığı bir d iyalekti k kategoridir. Ama eleştiri salt eleştiriden ibaret değildir ve diyalektik, indirgeyici ya da idea list düşünüşü reddet men in ötesine geçe­ rek t utarlı bir alternati f sunar: savunucularının herhangi bir zamanda önerdi kleri özgül yanıtlar için olmaktan çok, kendi­ sinin soru sorma biçimleri için. Diyalektiğin odak noktasında bütünlük ve iç içe geçiş, şeylerin yapısından çok sürecin yapısı, tümleşik düzeyler, tarihsel l i k ve çelişki vardır. İncelediğimiz problemlerle kend i cebelleşmemizin olumsallığını ve tarih­ selliğini gözden kaçırmamak için, tüm bunlar i ncelemen in nesnelerine, o nesnelere ilişkin düşünceni n gelişimine ve öz­ düşünümsel (self-refleksif) olarak diyalekti kçilerin kendi leri­ ne uygulan ır.

Diya lektik ve Sistem Kuramı

j 51

Diyalektik materyalizm bilim eleştirileri arasında benzersiz­ d i r, çünkü kökleri hem a kademinin d ışında, siyasal mücadele­ de, hem de akademinin içindedir, çünkü hem indirgemeciliğe hem de idealizme eleştiri yöneltir, çünkü bilinçli olarak öz­ düşünümseldir ve n ihai bir "sistem" ereğini reddeder. A ma eleş ­ tirel olmayan bir çoğulculuk lehine, bazı savların, başka savlara göre, tarihsel olarak sınırlılık taşımakla birlikte daha az gerçek olmayan geçerliliğini yadsımak için bilimsel savların olumsallı­ ğını kullanan postmodernist bilim eleştirisine benzemez. Birisi mühendislikte ve diğeri indirgemeciliğin felsefi eleşti­ risi nde olmak üzere, sistem kuramı iki kökene sahiptir. Sıklıkla oldukça karmaşık devre yapılarına sahip olan kendi kendini düzenleyici mekanizmaların incelenmesinden, yani sibernetik olarak mühendislikten kaynaklanır. "Sibernetik" terimini ilk kez Norbert Weiner, aynı adı taşıyan kitabıyla (Sibernetik ya da

Hayvanlarda ve Makinelerde Kontrol [Cybernetics, ar Control in the Animal and Machine] , 1961) tan ıttı. Bu terim Sovyetler Birliği'nde yaygın biçimde kullanılır oldu , ama ABD' de yerini büyük ölçüde kontrol kuramına, yani servomekanizmalar kura­ mına ya da sistem kuram ına bıraktı. Bu alandaki ilk klasiklerden biri olan The Theory ofServomechanisms'in (Servomekanizmalar Kuramı) önsözünde şöyle denir: [Livermore] Radyasyon Laboratuvarı'nda servomekanizmalar konusunda yapılan çalışma, otomatik radar sistemleri için buna duyulan gereksinimden doğdu. Bu nedenle, servomekanizma­ lar kuramını yeni bir doğrultuda geliştirmek ve servomeka­ n izmayı, istatistiksel karakteri bilinen bir parazitin varlığında istatistiksel karakteri bili nen bir girdi üzerinde işlem yapmaya yöneli k bir aygıt olarak düşünmek gerekiyordu. (ix.) Bir servomekanizma, kontrol edilen gücün çıktısı ile harekete geçirici aygıt ı n karşılaştırılmasına dayanan şu ya da bu yolla güç kontrolünü içerir. Bu karşılaştırma bazen geribildirim ola­ rak anı l ı r (James ve ark., 1947, 2).

52 j

Richard Levins

Bu haliyle sistem kuramı çok matemati ksel ve biçimseld ir. Bu kuramın önceki sü rümleri, verili ola n, denklemleri bili nen ve ölçüleri kesin olan sistemler öngörüyordu . Ama sistem anali­ zi, çok geçmeden, kuramsal problem olarak tek tek silahların ge­ liştirilmesinin yerini bir silah sisteminin gel iştirilmesinin alabi­ leceği düşüncesiyle askeri tasarımcılar ve büyük işletmeleri yö­ netmenin bilimsel yönleri olarak yönetim sistemleri tarafından benimsend i. B urada ölçümler daha bulanıktır, denklemler bilin­ mez, bu nedenle de başka tekni kler gereklidir. Carnegie Mellon Üniversitesi'nden Herbert Simon, Case Western Reserve'den Mesarovic ve Avusturya' daki Uluslararası Uyg ulamalı Sistem Analizi Enstitüsü'nden bilim insanlarının ya nı sıra Sovyetler Birliği'ndeki ve başka merkezlerdeki matemati kçiler ve mühen­ disler aynı anda birbiriyle etkileşen birçok değişkenin kavramsal çerçevelerini ve matematiğin i geliştirmek ve olan biteni izleme­ ye yarayan hesaplama rutinlerini yetki nleşti rmek için çalıştılar. Daha yakın bir zama nda Santa Fe Enstitüsü, karmaşıklığı i nce­ lemenin kend isini temel düşünsel problem hal ine getirdi. Hedef arama (goal-seeking) varsayımı, sistem kura m ı n ı n gelişt i rilmesinde mühend isliğin v e yönet i m si stemlerinin oy­ nadığı büyük rolü yansıtır. Nitekim Meadows ve ark. (1992), sis­ temi, "bir amaç etrafında t utarlı biçimde düzenlenmiş birbiriyle bağlantılı öğeler kümesi" olarak tan ımlamaktadır. "Bir sistem, parçalarının toplamından fa zlasıd ı r. Dinamik, uyumsal, hedef arayan, kendi kendini koruyan ve evri msel davranış sergileye­ bilir". Ama sistem kuramının "sistem"i, gerçekl iğin kendisi değil onu n bir modelidir, incelemek istediğimiz gerçekliğin bazı yön­ lerini kavrayan ama aynı zamanda da daha yönetilebilir, daha kolay incelenebilir ve deği şti rilebilir olmasıyla gerçeklikten ay­ rılan düşünsel bir kurgudur. Bu nedenle, modeller " doğru" ya da "yanlış" değild i r. Gerçekçilik, genellik ve kesinlik gibi kıs­ men çelişki l i bi rçok ölçütü karşılayacak biçi mde tasarlanırlar ( Levi ns, 1 966). İ ncelemeyi kolaylaştıracak biçi mde gerçekli kten

Diyalektik ve Sistem Kura m ı ! 53 1 uzaklaşmaların o gerçeklikle ilgili yanlış sonuçlara götürmemesi sistem analistlerinin u mududur. Sistemlerin bütünlüğü, parçalarının karşılıklı bağlantılılığı ve amaçl ılığı vurgulanır. İlk iki n itelik, sistem deyi nce kastetti­ ğimiz şeyin doğasında vardır.

B ütün l er "Sistem" kuramının diğer kaynakları, geçen yüzyıldan beri bilime egemen ola n indirgemeciliğe karşı koymaya yönel i k eleşti rel girişimlerde yatar. Buradaki sınırları i y i tanım lanma­ mıştır, ama g itgide silikleşerek çeşitli bütüncülüklere karışı r. B ü t ü n c ü l ü k ( h o l i zm) yen i deği l d i r. B i l i m t a r i h i , o n u n a n a a k ı m ı n ı n t a r i h i , ya n i Thomas Kuhn'un popülerleştirdiği başat parad igmaların birbirini izlemesi değildir. B i l i m d e h e r z a m a n anlaşmazlık, başat fikitlerden hoşnutsuzluk, çeşitli d i ­ siplinler içinde alternatif yaklaşımlar ve disiplinler arasında ol­ dukça farklı yönlere giden "a na a k ı m l a r " olmuştur. " B ü t ü n c ü " el e ş t i r i her z a m a n başat i nd i rgem e c i l i kle b i rl i k te var o l ­ m u ş t u r. Gelişimsel biyolojide dirimselcilik, Bergson'un " be­ lirme" kavram ı gibi akımlarda, psikolojide (Bronfenbrenner, Perl, Piaget), ekolojide (Vernadsky'nin biyosferi, Sovyet "jeo­ biyosenoz"u, Clements'in ve daha son ra Odum'un ekosistemle­ ri), antropolojide (Kroeber'in "süperorga nik" kavramı) ve başka alanlarda bütünlüğün ve karşılıklı bağlantılılığın bi r kavranışı olarak ifadesi n i bulmuşt ur. Bu yönüyle, ABD' de çoğu zaman "sistem yaklaşımı" ya da "sistem düşünüşü" olarak anılı r. Bazı yazarlar sistem kuram ını hem dar hem de gen iş anlamlarıyla alırlar. L. von Bertalanffy'nin 1 930'larda başlattığı Genel Sistem kuramı bu bakımdan özellikle idd ialı ve merkezi önemdedi r (von Bertalanffy, 1950). Biyolojik karmaşıklık çoğunlukla merkezi bir problem olmuştur. W. Ross Ashby'n in Design for a Brain (Beyin Tasarımı) adlı k itabında bu sorun, mekanistik yapı ile görünüş­ te amaçl ı olan davranışı uzlaştı rmak olarak ele alınır:

54 1

Rich ard Levins Organizmanın mekanistik mahiyette olduğu, parçalardan oluştuğu, bütünün davranışının parçaların birleştirilmiş ey­ lemlerinden doğduğu, organizmaların öğrenme yoluyla dav­ ranışlarını değiştirdikleri ve sonraki davran ışların öncekilere göre çevreye daha fazla uyumlu olmasını sağlamak için bu de­ ğişikliği yaptıkları şeklindeki varsayımları temel olarak alırız. Bizim problemimiz, ilk önce, öğrenme olarak kendini gösteren deği­ şikliğin mahiyetini tanımlamak ve ikincisi, niçin böyle değişikliklerin bütün organizmanın daha iyi uyumuyla sonuçlanma eğilimi taşıdığını bulmaktır. ( 1960, özgün metinde italik yazılmış) Ekoloji de dünyanın zengin karşılıklı bağlantılılığını kamu­

oyunun fark etmesin i sağlamıştır. Belirli bir sorunu çözmeye yöneli k müdahalelerin beklenmedik, çoğu kez de zararlı etkileri­ ne ilişkin örnekler düzenli olarak ortaya konulmaktadır. Haşere ilaçları haşere problemlerini artırır, sulak alanların kurutulması kirlenmeyi artırabilir, antibiyotikler antibiyotik direncini teşvik edebilir, yiyecek üretimini artırmak için ormanların kesilmesi açlığa yol açabilir. Barry Commoner'ın her şeyin başka her şeyle bağlantılı olduğu ve her şeyin bir yerlere gittiği şekli ndeki öz­ deyişi de kamuoyunun en azından bir kısm ı n ı n sağduyusunda yer etmiştir. Şeylerin bağlantılı olduğ unun kavranmas ı n ı n yarattığı güç­ lü etki, bazen, bedeni zihinden, ekonomiyi kültürden, fi ziksel ola n ı biyoloj i k olandan ya da biyoloj i k olanı toplu msal olandan "ayıramazsınız" şeklinde savların ortaya atılmasına götü rü r. Çoğ u n lukla ayrı gibi muamele edi len olguların bağlant ı l ılığı­ n ı göstermek için pek çok yarat ıcı araştırma yapılmışt ır. Hatta karşılıklı bağlantılı oldukları için bunların hepsin i n "Bir" ol­ duğu da söylenir ve bu, Evren i le "Birlik" olduğumuzu öne sü­ ren önemli bir gi zemsel duyarl ı l ı k öğesidir. D üşünsel kurgular olan " beden''i "zihin"den, " fiziksel"i " biyolojik"ten, " biyolojik"i "toplumsal" dan elbette ayırabi­

lirsiniz. Onları yaftalar yaftalamaz, bunu her zaman yaparız. Onları tanımak ve sorgulamak için bunu yapmak zorundayız.

Diya lektik ve Sistem Kuramı ı Bu analitik adım, dünyayı anlamada gerekli bir uğraktı r. Ama yeterli değildir. Onları ayırdı ktan sonra yeniden birleşti rmemiz, iç içe geçişlerini, karşılıklı belirlen imlerini, içi içe örülmüş ev­ rimlerini ve yine aynı zamanda da ayrı olduklarını gösterme­ miz gerekir. Onlar "Bir" değildir. Karşılıklı olarak yardı mlaşan türler ya da yırtıcı ile avı kendi nüfus d inamikleri bakımından elbette birbi riyle bağlantılıdır. Her birinin diğeri nin yaşam ının etkilediği, ama bu etkinin gerekli olmadığı durumlarda olduğu gibi, bu bağlantı bazen gevşektir. Likenlerde suyosunlarının ve mantarların ortak yaşayışında olduğu gibi, bazen de çok sıkıdır. Kar baykuşu ve kutup yaban tavşanı tanımlayıcı bir geribildi rim mekan izmasıyla birbirlerinin nüfus döngülerini belirler. Lynn Margulis'in hücresel yapıların kökenlerine ilişkin öncü çalışma­ larında gösterdiği gibi, yardımlaşarak yaşayanlar evrimle "Bir" haline gelebilir. Ama yırtıcı ile avı, sindirimin son aşamasına kadar "Bir" değildir. Psikoterapistler hem aile sistemleri n i ince­ lerken bağlantılılığı vurgularlar hem de "ortak bağımlılığı'', yani sınırların ve özerkliğin marazi şekilde kaybolmasını eleştirirler. Dünyanın bağlantılılığını vurgulayan ama parçaların göreceli özerkliğini göz ardı eden bütüncülükte tek yanl ılık vardır. Bütüncüler, indirgemeciliğin atomistik ve mutlaklaştırılmış ayrımlarının karşısına dünyanın birliği n i koyarlar. Yani ken­ dilerini, yalıtılmışlıktan "Bir"e uzanan bir tayfın " birlik" ucu­ na yerleştirirler. Bütünlüğün arkasında bir düzenleyici ilke, bir "uyum" veya " denge" ya da bütünlere birliğini ve kararlılığını kazandıran bir amaç ararlar. Teknoloji k sistemlerde, sistemi n davranışını değerlendirme ve tasarımı buna göre uyarlama öl­ çütü olarak mühendislerce tasarlanmış bir amaç vardır. Sistem kuramının gelişim ine tasarlanmış sistemlerin damga vurması ölçüsünde, hedef arama davranışı öyle sistemlerin apaçı k bir özelliği olarak görünür ve bu nedenle, doğal sistemlerin i nce­ lenmesinde de bu özellik aranır. Toplumun i ncelenmesinde bu, toplumu güdüleyici bir ortak çıkarın varlığını farz eden b i r işlevselciliğe gö türebilir. Ama

55

56 :

Richard Levi rı s

toplum b i r servomekanizma değildir; o n u oluştu ran sınıflar farklı, hem paylaşılan hem de çelişen hedefler g üderler. Bu ne­ denle toplum, bileşenlerinden birçoğu ayrı ayrı hedefler peşin­ deyken bile, "hedefe yönel ik" bir sistem değildir. Durağan bütüncülük çerçevesinde yıkıcı olmayan bir deği­ şime yer bulma k zordur, o nedenle de koruma biyolojisi, sürekli evrime olan a k veren koşullardan çok, belirli bir türün ya da ekoloji k oluşumun korunması n ı vurgular. Diyalektikçiler ind irgemeciliğe yönelik bütüncü eleştiriye değer verirler. Ama biz keskin ayrılı k/bağlantı ya da özerklik/ bütünlük ikilemini ve b i r i n i n diğerine mutlak olarak tabi k ı l ı n m a s ı n ı redded iyoruz. Bu, "aşırı" olmakla i l g i l i bir ya­ k ı n m a değ i l d i r. "Aş ı r ı" sözü, ı l ı m l ıl ı ğ ı , "arada bir yerdeki" orta yolu , çoğunluk gö r ü ş ü n ü , u zlaşmayı arzu eden l iberalle­ rin çok sevd i kleri b i r k ı nama sözüdür. Onların en sevd i k leri renkler "siyah ya da beyaz değil, gri tonlar" dır. Buna karşılık, diyalektik eleştiri " tek yanl ılık"tır, i kilemli bir çiftin ya da bir çelişkinin tek bir yanının sanki bütün şey oymuş gibi kavran­ masıdır. Bizim tayfımız siyahla başlayıp tüm gri tonlardan geçerek

beyaza varan yumuşak bir geçiş değil, parçalı bir gökkuşağıdır. Elbette, Hegel 'in " hakikat bütün oland ı r" özdeyişine rağ­ men, Bütü n'ü i nceleyemeyiz. Hegel 'in bu olu mlamas ı n ı n uygulamadaki değeri iki yan l ı d ı r : B i ri nc i s i , problem l e r i n b i z i m h aya l e t t i ğ i m i zden d a h a b üy ü k o l m a l a r ı nedeniyle, bir s o r u n u n sı n ı rl a r ı n ı ö zg ü n ç i z g i le r i n i n ötesi n e t a ş ı m a ­ m ı z gerek ir. Sistem kuramı bile, y a analiste verilen alan belli bir "sistem" olarak b el i rlendiği için, ya başlangıçtaki sistem­ le etkileşime girdiği bilinen ek değişkenler ölçülemediği veya b i l i nen d e n k lemlere sahip olmadığı i ç i n ya da disipl i n lerin geleneksel sınırları olduğu için, problemleri aşırı küçük boyutlu olarak yorumlar. Dolayısıyla, kan şekerinin düzenlenmesine iliş­ kin bir sistem analizi bizatihi şeker, insülin, adrenalin, kortizol ve d iğer moleküller arasındaki etkileşimleri kapsayabilir, ama kişideki kaygıyı ya da o kaygıya yol açan iş yoğunluğu ve yedek

Diyalektik ve Sıstem Kuramı 1 57 1

şeker depolarını tüketme hızı, işyerinde yorgun işçiye d inlen­ me ya da bir şeyler atıştırma olanağı tanı nıp tanınmadığı gibi koşulları herhalde kapsayamaz. Kalp hastalığına ilişkin model­ ler, kolesterol düzeylerini ve kolesterole dönüştü rülen yağları kapsayabilir, ama bedenlerinde kolesterol oluşan ve parçalanan insanların toplumsal sınıflarını herhalde kapsayamaz. Sistem analizi kapitalizm koşullarındaki pankreasla ya da ı rkçı bir işyeri ndeki böbreküstü bezleriyle nasıl ilgileneceğini b ilmez. Salgın hastalıklara ilişkin modeller virüslerin çoğalma ve bulaş­ ma oranlarını kapsayabilir, ama insanların virüse maruz kalma ve tedavi konusunda in isiyatif almalarına olanak tanıyabilen bi r sorumluluk bili ncinin toplumsal olarak yarat ılmasını herhalde kapsayamaz. Hakikatin bütün olduğu yolundaki anlayı şın i k inci uy­ gulaması, bir sistemi o anda kullanabildiğ i m i z en gen i ş te­ r i m lerle t a n ı m ladıktan sonra, va rd ı ğ ı m ı z sonuçlara burnunu sokup onları değ i ş t i rebi len daha başka şeylerin orada b i r yer­ lerde her zaman olduğudur. Diyalektik, indirgemecilik öncesi türden bütüncülüğe değer verir, ama onun durağan niteliğine, her şey için bir yeri olan ve her şeyi yerine yerleştiren h iyerarşik yapısına, orada olabi­ len ya da olmayabilen bir amaçl ılığı a priori dayatmasına de­ ğer vermez. Dolayısıyla d iyalektik, materyalist indirgemeciliğin daha önceki bütüncülüğü yadsımasını "yadsır" ve bu, Maynard Smith'in öylesine muğlak bulduğu ama değişimin doğrusalsız­ lığı olarak kabul ettiği yadsımanın yadsı nmasına bir örnektir.

Parça l ar ne l er d ir? Bütünlerin parçalardan meydana geldiği düşünülür. Sistem kuramı, sistem in "atomları"ı olan, ondan önce gelen ve gelgitler yaparken niteliksel olarak değişmeyen bölünmez (üni ter) değiş­ kenleri kendi öğeleri olarak almayı sever. O halde bunların iliş­ kileri, değişkenlerin artmalarının ya da azalmalarının, "çıktılar"

58 1

Richard Levi n s

vermelerinin v e böylece bütünlerin özelliklerini üretmelerinin sonucu olan "etki leşimler"d i r. Ama bütünlerin parçaları dö­ nüştürmelerine, n iceliksel dönüşüm dışında, olanak tanınmaz. Uzun mesafeli konuşma telefonu dönüştürmez, piyasa alıcıyı ya da satıcıyı değiştirmez ve güç, güçlüyü, aşk da aşığı etkilemez. Sistem kuramı n ı hala büyük ölçekli indirgemecilik olduğu yö­ nündeki suçlamanın hedefinde tutan şey, öğelere verilen önceli k v e ayrıca, bir sistemin yapısının davranışından (tasarlanmış ve imal edilmiş sistemler için a kılcı varsayımlardan) ayrılmasıdır. D iyalekti k bütünlerin parçaları, bütünlerden olabildiğ i nce bağımsız olacak biçimde değil, bütünün özelliklerinin yoğun­ laştığı noktalar olarak seç i l i r. Bunların ilişkisi salt " karşılık­ l ı bağlantı" ya da "etkileşim" değil, onları dönüşüme uğratan daha derin bir iç içe geçiştir, öyle k i "aynı" değişken farklı bağ­ lamlarda çok farklı bir anlam y üklenebilir ve sistem i n davra­ nışı sistem i n yapısın ı değişime uğratabi l ir. Söz gelimi, sıcaklık canlı t ü rlerinin çoğunun yaşamında önemlidir. Ama sıcaklık birçok farklı anlama sahipt i r. O rgan izmaların gel işim hızı ve dolayısıyla oluşum s üresi üstünde etkili olduğu gibi, bi rey­ leri n büy üklüğü üstünde de etkili olur; yuva ku rmaya ya da ü remeye uygu n yerleri k ısıtlar; beslenme bölgesi n i n sınırlarını ya da besin a ramak için kullanılabi lecek zamanı belirleyebilir. Potansiyel besin t ü rlerinin yararlanılabil i r çeşitliliğini ve asa­ laklar i le konakçılar ı n ı n görünü şleri arasındaki eşzamanlı lığı etkiler. Tür karşılaşmala rından çıkan sonuçlar ı değişime uğ­ ratır. Ama sıcaklık basitçe organ i zmalara d ışsal bir veri de­ ğild i r. O rganizmalar çevreler indeki sıcaklığı deği ştirirler: Memel ilerin vücut yüzeylerinde daha sıcak bir hava kat ma­ nı vardır; ağaçların gölgeleri ormanları etraftaki çayırlıklardan daha serin yapar; toprakta t ü nellerin inşa edilmesi yeraltına yuva yapmı ş karıncaların yavrularını büyüttü kleri sıcaklıkla­ rı düzenler; yaprakların çürü mesiyle oluşan humusl u toprağın rengi güneş ışınımının yan sıtılmasın ı ve soğurulmasını be-

Diyalektik ve Si stem Kura m ı

ı s9

l irler. Organizmanın fizyoloj isi ve demografisi nedeniyle, b i r yerin etkin sıcaklık değeri, aralığı v e öngörüleb i lirliği o yerin termometre sıcaklığından oldukça fa rk l ıdır. Başka b i r zaman ölçeğinde sıcaklık, doğal ayıklanma baskıları gibi çeşit l i yo ­ laklarla etkisini göstererek türün değişmesine yol açar, yine bu da etkin sıcaklığı değiştirir. Dolayısıyla, bir ekosistem içi ndeki biyolojik bir değişken olarak "sıcak l ı k ", daha kolay ölçülen ve organizmalar öncesi termometrede görülebilen fiziksel sıcak­ l ı k tan oldu kça farklıdır. Sistem kuramı bel i rli bir denklem i n ancak bazı sınırlar için­ de geçerli olduğu düşüncesiyle kendi n i rahatlatması na karşın, modellerindeki değişkenlerin iç içe geçişlerini, bi rbi rlerini dö­ nüşüme uğratmalarını açık olarak ele almaz. Marx'ın Kapital'i, bir anlamda, salt indirgemeciliğin zaaflarını eleştirmek yerine tüm bir sistemi ele almaya yönelik ilk girişimdi. Marx'ın Cilt l ' deki ilk araştırma nesneleri olan metalar, iktisadi yaşamın o dö­ nemde kapital izmin içine sokulmuş olan özerk yapı taşları ya da atomları değil, tam da bütünün işleyişini açığa çıkard ıkları için incelenmek üzere seçilmiş olan kapitalizm " hücreleri" dir. Bunlar, ancak kend ileri n i ortaya çıkaran bütünün yönleri olarak soruş­ t ur ulmak üzere seçilip ayrılabil i r. Ma rx'a göre b u bir avantaj d ı , çünkü b ü t ü n t ü m pa rça ların i şleyişi nde ya nsıt ı l ı r. Ama bü­ yük ç aplı indirgemecilere göre, i lişkinin gidiş yönü, verili, sabit parçalardan onların ürünü olan bütünlere doğrudur. Parçanın öncelikliliği ve özerkliği sistem analizi n i n temelidir. "Özerklik" elbette k i bunların birbirlerini h iç etkilemedikleri anlamına gel­ mez. Bir sistemi n " değişkenler"i artabi l i r ve azalabilir, ama de­

ğişken lerin nitelikleri aynı kalır. Bir sistemin parçaları da kendi yapıları ve dinamikleri olan birer sistem olabilir. İ ç i çe geçm iş sistemlerin daha yüksek dü­ zeyli sistemlerin parçaları olarak birbirlerine katkıda bulunduk­ ları hiyerarşi kuramı bu yaklaşı m ı benimser (O'Neill ve ark., 1986). Bu, analiz için alanlar ayırmamıza olanak sağlar. Ne var ki, d iğer yöndeki süreç , yan i alt sistemlerin daha yüksek dü zey

60 1

Richard Levins

tarafından belirlenmesi ve dönüştürülmesi nadiren i rdelen i r. İstatistiksel analizlerin çoğu, söz gelimi epidem iyolojiyle ilgili olanlar, sistemin dışından belirlenen bağımsız değişkenleri sis­ tem in bel i rlediği bağımlı değişkenlerden ayırır. Bağımsız de­ ğişkenler, yağış ya da a ilen i n gel i ri; bağımlı değişkenler ise sıt­ manın yaygınlığ ı ya da intihar oranı olabilir. Buna karşılık, sis­ tem yaklaşımları karşılıklı belirlenim sağlayan geribildirimleri kabul eder: Yırtıcılar avlarını yerler, avlar yırtıcılarını beslerler; fiyatlar ü ret i m i artırır, ü ret i m fazlal ıklara yol açarak fiyatları düşürür; kar daha fazla güneş ışığını geri yansıtarak yeryüzü­ nü soğutur ve sonra, daha soğuk bir yeryüzüne daha fazla kar yağar. Geribildirim devrelerinde, her bir değişkendeki değişik­ likler, bir anlamda, d iğerlerindeki değişikliklerin sebeplerid i r. Öyleyse, sebep- sonuç ilişkisine ne olur? Bir "sebep"i diğerinden daha esaslı yapan nedir? Bu soruyu iki şekilde yan ıtlamaya çalışabiliriz. Birincisi, beli rli bir değişim örüntüsünün bel i rli bir zamanda nerede başlatıldığı n ı sorabili riz. Söz gelimi, bir yırtıcı/av sistemi ko­ nusu nda şunu sorabi l i ri z: Hem yırtıcı hem de av bolluğu dokuz yüz kilometrelik bir değişim ölçeğinde niçin değişir? Değişim ölçeği boyunca çevresel farkl ılı klar av yoluyla, diyeli m ki avın çoğalma hızını art ıran sıcaklık artışları nedeniyle sisteme gi­ rerse, yırtıcı nüfusunun da artacağını ve bu nedenle iki de­ ğişken i n pozitif bağıntılı olduğunu göstermek için geribild i­ rim i l işkisini analiz edebiliriz. Ama eğer çevresel farklılıklar yırtıcı yoluyla, belki yırtıcının kendisinin bazı yerlerde d iğer yerlerdek i ne kıyasla daha fazla av olması nedeniyle sisteme gi­ rerse, o zaman avlanmadaki art ışlar yırtıcı sayı sını azaltı r ve bu nedenle av sayısını artırı r. Böylece i kisi arasında negatif bir bağıntı elde ederiz. Bu nedenle, eğer poziti f bir bağıntılı gözlemlersek, değişmen i n av tarafı ndan belirlendiği ni ve eğer negatif bir bağıntılı gözlemlersek, değişmen in yırtıcı tarafı n ­ d a n bel i rlendiğini söyleyebil i riz. Av, çevren i n etkisine aracı­ lık eder ve gözlemlenen örüntünün "nedeni" bu sistemde av,

Diyalektik ve Sistem Kura mı

:

d iğer sistemde ise yırtıcıd ır. Benzer biçimde, kapitalist dünya ekonom isine ili şki n bir incelememde 1960'lar i le 1 9 70'lerdeki ü retimi ve fiyatları i rdeledim; başlıca tarımsal malların dönüm başına ü retim ya da verim ile dünya pazarındaki fiyatlar ara­ sında pozitif bir bağıntı sergiled iğini saptadım. Bu saptama, fiyat dalgalanmalarının, ü reti mdeki dalgalanmalara veri len tepkiler olarak ortaya çıkmaktan çok, genellikle daha büy ü k ekonomide ortaya çıktıkları v e üretim kararlarını etki led ikleri ve bunun, hava koşulları ya da haşereler neden iyle ü retimde oluşan belirgin ve çarpıcı değişikliklere rağmen böyle olduğu görüşünü desteklemektedir. Bunun genelli kle doğru olup olmadığı görgü! (ampirik) bir sorundur. Karmaşık bir değişkenler ağında, değişimin itici güçleri herhangi bir yerden kaynaklanabi l i r. "Dış politi kayı i k­ t isat mı, yoksa jeopol itik mi belirler?" ya da "TV programlarının içeriğine satışlar mı, yoksa ideoloji mi yön verir?" diye sormaya kalktığı mız zaman, soruyu yanıtlamak genelde olanaksızd ır. Karşılıklı belirlen imlerden oluşan karmaşık ağ, nedensel süreç­ lerin eşzama nlı olarak farklı düzeylerde ve fa rk lı yolaklar ara­ cılığ ıyla işlerli k gösterd iğini kavrayan o garip "aşırı beli rlenim" teriminin ima ettiği karmaşık bir yanıt gerektirir. Ya da bu bizi yeniden Hegel 'e get irir: Bütün, hakikatt ir. Öyleyse, tarihsel maddeciliğin odağı nereded ir? Tarihsel mad­ decilik ekonominin toplumu belirlemesin i gerektirmez mi? Hayır! Toplumsal yaşamd aki bir dizi etmen olarak "ekono ­ m i", karşılıklı olarak birbirine nüfuz eden başka pek çok süre­ cin herhangi b i rine göre içkin bir önceliğe sahip değild ir. Bazen belirli olayların beli rleyicisidir, bazen de değildir. Bir sistem i n ağ izleyici yola klarının alanı içinde kaldığımız sürece, her şey şu ya da bu yolakla başka her şeyi etkiler. Üretim teknoloji­ sindeki değişiklikler ekonomik örgütlenmeyi, sınıf ilişkileri­ n i ve dünya hakkındaki inançları değiştirir, ama teknolojide­ ki değişikl ikler fikirlerin uygulanması yoluyla ortaya çıkar ve ete kemiğe bürün meden önce düşüncede varlık kazanır. Ya da

61

62 i

Richard Lev i n s

UNESCO'nun kuruluş bild i rgesinde belirtild iği gibi, "Savaşlar insanların zihin leri nde yaratıldığı için ... " Öyleyse toplumsal yaşam z i h n i n bir ürünü m üdür? Ya da zihin sınıfın ve cinsiye­ tin bir ifadesi midir? Böyle yaklaşıldığında, tarafların her biri diğerine aracılık eder ve birinden birine mutlak önceli k tanı ­ mak dogmatiklik olur. Ama bu, ağ içindeki bir "etmen" olarak değil, bizatihi kendisi bir ağ olarak var olan üretim ve yeniden üretim biçimini tanım­ lamaktan oldukça farklıdır. Ağdaki aktörler ya da " değişkenler" olarak işçileri ve kapitalistleri tanı m layan, cinsiye tçil iğin ticari değer taşımasını olanaklı kılan, yasamayı siyasal bir etkinlik yapan ya da hükümdarların kaprisleriyle büyük olayların baş­ latılmasına olanak tanıyan şey işte o ağın, o biçim i n yapısıdır. Bu, etmenler arasında bir etmen olmaktan çok, içinde çeşitli dolayımlamaların kendini dışa vurduğu ve birbirini dönüşüme uğrattığı bağlamdır.

He d e f Arama Sistemlerin üçüncü niteliği olan amaçlılık da sistem kuramı­ nın kökenini açığa vurur. Sonuçlar yerleşik amaca denk düşme­ leri açısından değerlendirilir, o amaçtan sapmalar ise uyumsuz, çel işik ve öz yıkıcı davran ışlar olarak görülür. Bunlar sistem ku­ surları olarak görülür. Bunlara yol açan yapıları mühendis çıka­ rıp atabili r ya da bir yönetici yeniden düzenleyebil ir. Ama ger­ çekte, bir amaca hizmet etmek için kurulmuş oldukları zaman bile, ancak bazı sistemler amaçlıdır. Diğer durumlarda, "öğeler" kendi amaçları olan birer a ktör oldukları ve deyim yerindeyse, hedef aradı kları halde, bir bütün olarak sistem öyle değildir. Diyalekt i k " bütünler", uyum veya denge gibi ya da azami ve­ rimlilik gibi bir örgütleyici ilke tarafından belirlenmez. Benim görüşüme göre, bir sistemin ayırt edici n iteliği, onun öğelerine anlam veren, bütünün geçici tutarlığını devam ettiren ve aynı zamanda da onu başka bir şeye dönüştüren, onu başka bir siste-

Diyalektik ve S i�tem Kura m ı

j 63

m i n içinde dağıtan ya da onun parçalanmasına yol açan yapılan­ dırılmış çelişik süreçler dizisidir.

Çı k t ı l ar Matematiksel sistem kuramı b i r dizi değişken ve karşılıklı ilişki tanımladıktan sonra, şu basit matematiksel soruyu sorar: O değişkenlerin falanca ilk koşullardan başlayarak gelecekte çizeceği yörünge nedir? Ondan sonraki her şey, analizci n i n ya da bilgisayar programının denklemlere "çözümler" get irmede sergileyeceği matematiksel beceriye bağlıdır. A rzulanan sonuç öngörüdür, değişkenlerin kuramsal ve gözlemlenen değerleri arasındaki uyumluluktur. Denklemlerin yaln ı zca bi rkaç olası sonucu vard ır: (a) Değişkenler öngörülerin ötesinde artabil i r ya da azalabil i r. Bu, sistemi bozan gerçek bir patlama anlamına gelebilir. Ama belirli bir noktadan sonra denklemlerin geçerli olmadığı anlamına da gelebilir. (b) Değişkenler kararlı bir dengeye ulaşabilir. Dengesi bozulmadık­ ça orada kalır ve bozulduktan sonra da denge durumuna geri döner. Süreçler rastgeleli k içeriyorsa, o zaman kararl ı bir olası­ lık dağılımı bir çözüm olabilir.

(c) B i rden fazla denge olabilir, o durumda dengelerin tümü kararlı değildir. Her bir kararlı denge, o dengen in "yakını"nda, çekim havzası deni len bir aralık içinde başlayan değişkenler için n i hai sonuçtur. Dengelerin etrafındaki çek i m havzaları, kararsız den­ gelerin yer aldığı sınırlarla birbirinden ayrılır. O zaman sonuç, başlama yerine bağlıdır ve değişkenler, hangi dengenin çekim havzası içi nde başladılarsa o denge yönünde hareket ederler. (d) Değişkenler döngüsel davranış gösterebilir ya da döngüsel dav­ ranışa yaklaşabilirler, o du rumda değişkenlerin döngü hızı ve dalgalanmaların büyüklüğü çözümü belirler. Döngüsel bir örüntünün de kendi çekim havzası vardır ve o havza, değiş­ kenlerin o döngüye yaklaşmasına kaynaklı k eden ilk koşulların aralığıdır.

64 i Richard Levi ns (e) Yörüngeler belirlenmiş sınırlar içinde kalır, ama bir dengeye ya da düzenli bir dönemselliğe ulaşmak yerine, görünürde düzen­ siz yollar izler, bazen bir süreliğine dönemsel görünür ve sonra aniden uzaklaşıp gider ve farklı başlangıç koşulları, ne den­ li benzer olursa olsun, oldukça farklı yörüngeler oluşturabilir. Bu durum, aslında kendine özgü düzenliliklere sahip olmasına karşın, kaos olarak anıl ır. Bir sistem in davra nışı denklemlerin kend ilerine, paramet­ relere ve başlangıç koşullarına bağım l ı olaca k t ı r. Sistem kura­ mının içeriği, büyük bölümüyle, modele ilişkin varsayımlar ile değişkenlerden alınan sonuçlar arasındaki ilişk ilerin beti mlen­ mesi ya da modellerin geçerliliğini onaylama işlemlerinin sapta­ n ıp tanımlanmasıd ır. Alınan sonuçlar değişkenlerdeki niceliksel değişiklikler ola­ rak i fade ed ilir. Bu, sisteme ya da sistem tasa rımına yönelik mü­ dahalelere karar vermek ya da öngörülerde bulunmak için son derecede yararlı bir etkinliktir. Ama aynı zamanda da sınırla­ yıcıdır ve modellere kısıtlamalar getirir. Modellerin çoğu denk­ lemlerin belirlenmesini, parametrelerin ve değişkenlerin tah­ min edil mesi ni gerektirir. Bu nedenle, kolaylı kla ölçülemeyenler büyük olasılı kla bi r yana bırakılır. Söz geli m i, salgın hastalıklar için, her bir bölmedeki kişi lerin sayısı nı, hastalığa yatkın olan­ ları, enfekte olmuş ama henüz enfeksiyon gel iştirmemiş olanla­ rı, enfeksiyon geliştirmiş olanları ya da iyileşmiş ve bağışıklık kazanmış olanları değişkenler olarak alan bölmeli modeller ha­ zırlayabiliriz. Hastalık hakkında bazı akla yatkın varsayımlarda (bulaşma hızı, kuluçka ve enfeksiyon dönemlerin i n süresi, bağı­ şıklık kaybı oranı) bulunuruz ve modeli çalıştırarak, sayıların bir bölümden diğerine geçişin i seyrederiz. Sonra şöyle sorular sorabiliriz: Hastal ık sü recek mi? Doruk noktasını geçmek ne ka­ dar zaman alacak? Salgın sona erinceye kadar kaç kişi ölecek? Çocukların yüzde X'ini aşılamanın ne gibi bir etkisi olurdu? Yaş fa rklılı kları n ı neden olduğu karışıklıkları ekleyebilir ve hatta n üfusu farklı parametrelere sahip alt gruplara ayı rabilirdik.

Diyalektik ve Sistem Kura m ı i 65 1

Bulaşma i nsanların davranışına, n ü fusun gösterd iği panik düzeyi ne de bağlıdır. Bu durum salgının seyri içinde değişir, bu sı rada insanlar t a n ıd ı klarının hastalanıp öldüğ ü ne tanık olurlar ve koruyucu önlemler alab i l i rler. Peki, davranış deği­ şikliği için ne kadar deneyim gereklidir? Enfeksiyon kapmak­ tansa işlerini kaybetmeyi seçmeden önce ne kadar panik ge­ reklidir? İnsanlar ne derecede özgürlüğe sahiptir? Değişmiş b i r davranış n e kadar sürer? İnsanlar, yaptıkları şeyin başlarına gelecekleri etki leyeceğine gerçekten inan ıyorlar mı? Gelecek sefere a n ımsayacaklar mı? Bu yön leri tanı mlayacak denklemle­ rimiz olmadığı gibi, paniği ya da tarihsel u fku veya ekonom i k etkilenebilirliği hesaplayacak ölçüler i m i z d e olmadığı için, b u t ü r tasalar modellerde çoğunlukla görü l mez, olsa olsa yalnızca d ipnotlarında d i le geti r i li r. Son yıllarda, modelleme geniş ka­ bul gören büyük bir araştırma etkinliği haline gelmiştir. Ama bu, modellemeyi daha önce anlatılan n iceli ksel modellere in­ d i rgeyici bir etki yapm ıştır. Sistem modelleme uzmanlarının çoğu niceliksel bilgilerin (" kat ı" verileri n) niteliksel ("yumuşak") bilgilere tercih edilebi­ lir olduğunu tartışmasız kabul eder ve öngörmeyi ya da verileri anlayışa uydurmayı yeğler. Onların bilim görüşünde, ilerleme ancak muğlak, sezgisel ve niteliksel olandan kesin, sağlam ve niceliksel olana doğru g ider. En yüksek başarı algoritmadır, herhangi bir kişinin bütün bir durumlar sınıfına otomatikman, insan zihnince dokunulmadan uygulayabileceği işlem kuralıdır. Maynard Smith, diyalektiğin yerini sistem kuramının aldığı şeklindeki tezi ni işte bu gerekçeye dayandırır. Marksistler, dün­ yaya ilişkin niceliksel ve niteliksel yaklaşımlar arasında daha karmaşık ve hiyerarşisiz bir ilişkinin bulunduğunu savunurlar. Bu "yumuşak" soruların yan ıtları n ı aramamıza olanak sağ­ layacak niteliksel sistem modellemesi için çok daha az çaba har­ canmaktadır. B i r sistem i n gelece ğ i n i tam olarak öngörmek ya da davran ı ş ı n ı "op t i m ize" etmek i ç i n o sistem i eksiksiz şe­ k i lde tanımla mayı a maçlamak yeri ne, bi lmemen i n sakıncala-

66 j Richard Lcvins 1

r ı ndan ya kamızı sıyırarak sistemi ne kadar a nlayabileceğ i m i ­ zi soruyoruz. Mühendislik sistemleri, parametreler üzeri nde, onları opt i m i ze et meyle ilgili konuşabilme m i zi sağlayacak kadar tam denetime sahip olduğ umuzu varsaymakla birlik­ te, doğada ve toplu mda en çok ilgilendiği miz sistemler bizim denet imimiz altında değildir. O sistemlere vermek istediğimiz doğrultuları sapta mak için onları anlamaya çalışırız, ama mo­ dellerimizin yapıya ya da sürece ilişkin yararlı sezgilerden daha fazlası olduğuna güvenmeyiz. Diyalekti kçiler karmaşık sistemlerdeki süreçleri ilgimizin hedefleri olarak alırlar. Bizim başta gelen tasamız, ne yapılması gerektiğini bil mek için onları anlamaktı r. Sistemler hakkında iki temel soru sorarız: Şeyler birazcık farklı olmak yerine niçin oldukları gibidirler ve şeyler çok farklı olmak yerine niçin ol­ dukları gibidirler? Bunlara dayanarak da, şeyleri bizim için daha iyi yapmak amacıyla bu karmaşık sistemlere nasıl müdahale et­ mek gerektiğine ilişkin kılgısal sorular sorarız. Başka bir deyişle, iyi oturanı aramaktan çok kılgısal ve kuramsal kavrayış ararız. Kesinlik ve öngörü bu süreçte yararlı olabilir de, ol mayabi lir de, ama sürecin amaçları bunlar değildir. Birinci sorunun Newtoncu yanıtı, şeylerin oldukları gibi kal­ dıkları, çünkü onlara pek fazla şeyin olmad ığıdır. Durağanlık şeylerin normal halidir, değişikliğin ise bir nedeni olma lıdır. Düzen arzu edilen durumdur, karışıklık ise felaket olarak gö ­ rülür. Diyalektik bir görüş karşıt uçtan başlar: Değişiklik evren­ seldir ve her şeyi değişti ren pek çok şey olmaktadı r. Bu neden­ le, denge ve durağanlık açıklanması gereken özel du rumlard ı r. Tüm "şeyler" (nesneler, nesne örüntüleri ya da sü reçler) kendi­ lerini değiştirecek dış etkilere sürekl i maruz kalır. Ayrıca, hepsi de içsel olarak heteroj endir ve içsel dinamik kesintisiz bir deği­ şim kaynağıdır. Yine de "şeyler" kimliklerini kendilerine bir ad verilecek kadar uzun süre korurlar ve bazen de gerçekten çok uzun süre koru rlar. Hele bazıları, çok daha uzun bir süre boyun ­ ca b u n u yapar.

Diyalektik ve S i s tem Kura m ı

j 67

Birinci sorunun dinamik yanıtı ise dengeleşimdir (home­ ostaz), fizyolojide, ekoloj ide, klimatoloj ide, i ktisatta ve aslında herhangi bir kalıcılık gösteren tüm sistemlerde gözlenen kendi kend ini düzenlemedir. Dengeleşim, pozitif ve negatif geribildi­ rim devrelerinin etkinlikleri yoluyla meydana gelir. Eğer bir ilk etki, o ilk etkiyi azaltan süreçleri harekete geçirirse, onu nega­ tif geribild irim olarak adlandırırız, ama süreçler ilk değişimi güçlendirirse geribi ldirim pozitiftir. Dolayısıyla, geribildirime uygulanan pozitif ve negatif nitelemesinin onları sevip sevme­ memizle hiç ilgisi yoktur. Pozitif geribildirimler ölçüsüz şekilde artarak istenmeyen sonuçlar doğurduğunda, bunları kısır dön­ gü olarak adlandırırız. Sıklıkla söylendiği ü zere, negatif geribildir i m ler bir sistemi isti krara kavuşturu rken, pozitif geribildirimler sistem i n istik­ rarını bozar. Ama durum her zaman böyle değildir. Eğer po­ zit i f geribild irim negat if geribild irimi aşarsa, o zama n sistem tek n i k anlamda, yan i denge durumundan uzaklaşacağı için istikrarsızdır. Öyle b i r durumda, negati f geribild i r i m i n art­ ması isti krar sağlayıcı olur. Ama uzun neden-sonuç devreleri yoluyla gelen dolaylı negatif geribildirimler daha kısa negatif geribi ld i r i m lerle k ıyaslana mayacak kadar güçlüyse, sistem de isti krarsız ve sal ı n ı m l ı hale gel i r. O zaman pozitif geribildirim devreleri, aşırı uzun negatif geribildiri mleri dengeleyerek is­ t i krar sağlayıcı etki gösterebilir. Uzun devreler sistemde oluşan gec ikmeler gibi davran ır. Bir geribild i ri m devresinin önem i n i bütünün içinde kapladığı bağlam bel i rler. B i z i i lgilendi ren kar­ maşık sistemler çoğunlukla hem negati f hem de poziti f geribil­ di rimlere sah ipt i r. Dengeleşim iyilikseverliği ima etmez. Negatif bir geribildi­ rim devresi en temel analiz ya da tasarım birimi olarak görülme­ melidir. Basit bir denklem, bir değişken in aşırı büyümesi halin­ de azaltılması ve aşırı küçülmesi halinde artırılması anlamında " kendi kendi n i düzenleme" görüntüsü verebilir. Ama azalmanın ve artmanın oldukça farklı nedenleri olabilir. Ücretlerin artması

68 j

Richard Levins

işverenlerin emek gücünü azaltmalarına yol açabilir, bu da iş­ sizliği artırır ve böylece ücretlerin düşürülmesini kolaylaştırır. Ücretleri n azaltılması işçileri n mücadele azminin artmasına yol açabilir, bu da kesintilerin k ısmen geri alı nmasını sağlar. Sonuç (başka bir şey meydana gelmezse) özgün durumun kısmen tek­ rar kurulmasıdır. İki taraf da dengeleşim aramamaktad ır ve üc­ ret/istihdam geribild irimi ekonomik istikrarı sürdürmek için birileri tarafından tasarlanmış ya da uygulanıyor değildir. Bu, sınıf mücadelesinin olası d ışavuru mlarından yaln ızca birisidir. Dolayısıyla dengeleşim, geribild irim devresine amaç atfeden bir görüş olan işlevselliği ima etmez. Bu ayrım önemlidir, özell ikle toplumca kabul edilmiş amaç­ lara ulaşmaya yönelik görünüşte başarısız girişimleri incelediği­ miz zaman. Meadows ve ark. problemi şöyle ortaya koyuyorlar: Bu kitap sınırı aşmayla ilgilidir. İnsan toplumu sınırlarını aşmış­ tır, diğer sınır aşımlarıyla aynı nedenden dolayı. Değişiklikler aşırı hızlıdır. Sinyaller geçtir, eksiktir, çarpıktır, ihmal edilir ya da yad­ sınır. İvme çok hızlıdır. Yanıtlar yavaştır... ( 1 992, 2). Sistem kuramına özgü bu bakış açısmdan, toplu msallaşmış yeryüzünün hata düzeltici geribildi rimleri yetersizdir. Ve eğer toplumsal sü reçlerin insanlar arası nda ve doğanın geri kalanıy­ la sürdürülebi lir, sağlıklı, hakça ilişkiler kurmayı amaçladığın ı farz ediyorsanız, o halde kusur geribildirim devrelerinded i r, bu amaçlara ulaşmak için geliştirilen mekanizmalardadır. Ama eğer tarım açlığı yok edemiyorsa, kaynakların kullanımı halk sağlığını ve uzun erimli sağkalımı koruyacak biçimde ayarlan­ mıyorsa, bunun nedeni bu amaçlara yönelik bir mekanizmanın zaafları değil, büyük bölümüyle dünya tarımının pazarlanabi l i r mallar üretme amacını gütmesi, kaynakların k a r elde etmek için kullanılması ve refahla ilgili sonuçların ekonominin yan etkileri olmasıdır. Bugün çekilen ve ileride daha fazlasıyla çekilebilecek acıların çoğunun sorumlusu, yetersiz bilişim sistemleriyle ve ek­ sik dengeleşim devreleriyle yapılan iyi bir denemenin başarısız-

Diyalekt i k ve Si s tem Kuramı 1 1

lığı olmaktan çok, zıt kuvvetler arasındaki (ve ekoloji kuvvetle­ riyle ekonomi kuvvetleri arasındaki) çelişkilerdir. Bir sistemin bir bileşen inde (ya da değişkeninde) bir değişik­ l i k olduğu zaman, o ilk değişiklik birbiriyle etkileşim içindeki değişkenlerin oluştu rduğu bir ağdan süzülerek geçer. Bazı yo­ laklar boyunca güçlend irilir, bazı yolaklar boyunca da zayıfla­ tılır. Sonunda, değişkenlerden bazıları (illa da ilk değişikliği al­ mış olanlar ya da etki noktasın ın en yakın ında bulunanlar değil) başkalaşım geçirirken, diğerleri büyük ölçüde olduğu gibi kalır. Bu nedenle, sistemde "tamponlar", yani dış şokun etkisini büyük ölçüde soğuran değişkenler ararız ve sistemin bu çu kurlar ta­ rafından korunarak değişmeden kalan başka yönlerini saptarız. Şeylerin sağduyumuzla çelişen şekillerde değiştiği durumlarla bile karşılaşırız; örneğin, bir havuza azot eklenmesi azot düzeyi­ ni düşürebilir ya da şişkin bir askeri bütçe ulusal güvenliği tehdit eder. (Bu sonuç, bir sistem içi nde pozitif geribildirimlerin ger­ çekleştiği yere bağl ıdır.) Ama "değişmeden kalan" sözünü biraz daha açıklamak ge­ rekir. "Değişken," bir şey değil, bir şeyin belli bir yönüdür, belki tüm "nüfus" değil, nüfusu oluşturan bi reylerin sayısıdır. Basit bir sistem örneği tek bir avı yiyerek beslenen bir yırtı­ cıdan oluşur. Başka her şey "dışsal " sayılır. Bazen yırtıcının yal­ nızca av tarafından düzenlenmesi söz konusudur. O zaman, yır­ tıcıdan kaynaklanmayan, doğrudan avın ü remesini veya gelişim hızını ya da ölüm oranını etkileyen koşullardaki bir değişiklik yırtıcıya yansıtılacaktır. Avların artması yırtıc ıların artmasına yol açar ve b u da av sayısını yeniden özgün değerine doğru azal­ t ı r. Bir değişken olarak "av" değişmeden kalabilirken, yırtıcı sa­ yısı ya avın bulunabilirl iği ndeki artış nedeniyle artar ya da avın ü remesinde azalma olursa azalır. Yırtıcı değişken i b u sistemde bir tampon olarak işlev görür. Yı rtıcının ve avı n iniş çıkılarının izlen mesiyle sistem analizinin görevleri sonuca bağlan ır. Ama "av" olarak adlandırdığım şey gerçekte yaln ızca av sayısıdır. Eğer avın ü remesi daha çok yiyecekle artmış ama av

69

70 ı

Richard Levins

nüfusu değişmemişse, bunun nedeni avı n daha hızl ı üremesi ve daha hızlı t ü ketilmesidir. Yani, av nüfusu daha gençtir. Bireyler daha küçük yapılı olabilirler ve bu nedenle ısı stresinden daha kolay etkilenebilirler. Daha hareketli olabilir, yerleşilmemiş yer­ ler bulmak için göç edebilirler. Eğer av sivrisinekler ise, yaşam süresinin k ısa olması sayıları çok olsa bile pek fazla hastalık yay­ mayacakları anlamına gelebi lir. Sivrisinekler başka yırtıcılarla karşılaştıkları serin nemli barınaklarda daha uzun zaman ge­ çirebilirler ve modelin değiştirilmesi gerekir. Daha genç bir nü­ fusta doğal seçilim gençlerin sağkalımını ve erken ü remesini et­ k ileyen nitel ikler üstünde daha fazla odaklanabilir. Dolayısıyla, modelde değişmeden kalan değişken, yan i "av", modelin dikkate almadığı birçok doğrultuda etkin dönüşüm geçirebilir. Dinamiğin özellikleri, sistemdeki pozitif ve negatif geribil­ dirimler arasında var olan ilişkiler, kaynaklar ve tamponlar, değişkenler arasındaki bağlantılılık, yolak boyunca oluşan ge­ cikmeler ve bunların etkileri, hepsi, dar anlamdaki sistem kura­ mının alanına girer. Sistemi n parçaları modellerin değişkenleri haline gel i r ve bunların dinamikleri için denklemler önerilir. Sistem kuramı bu denklemleri i nceler. Sistemi n ne zaman belli bir denge duru muna ulaşacağını ya da "sürekli olarak", ya ni var­ sayımlar hala geçerli olduğu sürece sallanacağı n ı beli rlemek için matematiksel kurallar keşfedilmiştir. Modern bilgisayarlı hesaplama yöntemleri çok sayıda­ ki eşzamanlı denklem in sayısal çözümlerine olanak sağlar. Parametreler ölçülür, değişkenlerin başlangıç koşulları tahmin ya da farz edilir. (Parametreler ile değişkenler arasındaki fark, parametrelerin "sistem"in sın ırları dışında belirlendikleri nin farz edilmesi ve yalnızca bi rer girdi olmaları, değişkenlerin ise "sistem"in içinde birbirlerini değiştirmeleridir.) Ondan sonra bilgisayar süreçteki ardışık adımları hesap eder ve değişkenle­ rin fa rklı zamanlarda öngörülen durumlarını gösteren sayılar bulur. Sayısal sonuçlar gözlemlerle karşılaştırılır. Eğer araların­ daki uyuşma yeterince iyiyse, modelin geçerli olduğu ve incelen-

Diya lekt i k ve S i stem Kuramı

1 71 1

mekte olan sistemin davranışını ya da davranışın yüzde 90'ını veya hangi düzeyin kabul edilebilir olduğuna karar vermişsek o kadarını "açıkladığı" farz edilir. Değilse, parametrelere ilişkin daha iyi tahminler elde etmek için daha fazla veri toplanabilir ya da denklemlerde ayarlama yapılabilir. Buna karşın, sistem kuramı, verili şeyler olarak gördüğü de­ ğişkenlerden yola çıkar. Değişkenlerin seçilmesiyle ilgili sorun­ ları ancak çok sınırlı şekilde ele alır. Herhangi bir karmaşıklık düzeyine sahip herhangi bir gerçek sisteme yaklaştığ ı m ızda, modele dahil edilecek doğru değişkenlerin neler olduğu sorusu da başlı başına oldukça karmaşıktır. Bu, klasik Marksist soyut­ lama problemid ir (diyalekti k soyutlamaya ilişkin ayrıntılı bir i rdeleme için bkz. Ollman [1993]). İ k i taraflı etkileşim, orantılı zaman ölçekleri, ölçülebilirlik, aynı disipline ait olan ve deği­ şim denklemleriyle temsil edilebilen değişkenler sistem model ­ lemesiyle ilgili bazı pratik ölçütlerdir. Sistem, başlıca etkileşim yolaklarını kapsayacak kadar büyük olmalı ve d ışsal etkilerin nerede ağa girdiğini saptamalıdır. Sistem kuramı, dinamiği ta­ nımlayan diferansiyel ya da fark denklemlerine sayısal çözümler bulmak için bilgisayarların giderek artan hesap yeteneğinden yararlanır. Parametrelere, yani nüfusun ü reme h ızı, yırtıcılarca avlanma yoğunluğu, bir molekülün yar ı ömrü ya da bir i kt isadi üretim işletmesinde maliyet/fiyat oranı gibi şeylere ilişkin iyi tahminlerin yapılması kesin sonuçlara ulaşmak için zorunludur. Bu ölçümlerin derlenmesi zor olduğu için, tahminler sıfı rdan yapılmak yerine, çoğunlukla yayınlanmış kaynaklardan alınır. Kolaylıkla ölçülemeyen parametreler kullanılamaz. Değişkenler bir kez seçilince, tek özelliği nicelik olan birimsel "şeyler" olarak ele alın ır. Hangi niceliklerin arttığını, hangileri ­ nin azald ığını, hangilerinin dalgalanma gösterdiğini ya da de­ ğ işmeden kaldığını matemati k bize söyleyecektir. Değişikliğin kaynağı ya birbiriyle etkileşen değişkenlerin dinamiğinde ya da sistem in dışından gelen karışıklıktadır. ("Sistemin dışı" modeli n d ışı anlamına gelir. T ü r etkileşimlerine ilişkin bir modelde, b i r

72 1

Richard Levins

t ü r ü n içinde oluşan kalıtsal bir değişiklik dışsal bir olay kabul edilir, çünkü bir nüfusa mensup bireylerin bedenlerindeki hüc­ relerin içinde yer almasına rağmen demografik dinamiklerin dışındadır.) Ama tüm değişkenler de içsel heterojenliği ve yapısı bulunan, olayların sistem ölçeğinde etkilediği bir içsel dinamiğe sahip olan ve aynı zamanda değişkenlerin davranışlarını değiş­ tiren başlı başına birer "sistem" " ile "