Şu Diktatörler Ne Yer Ne İçer? [1 ed.]
 9786050209129

Citation preview

Christian Roudaut Yazar-yönetmen. Kariyerine siyaset gündemini takip eden bir gazeteci olarak başladı. Daha sonra Radio France'ın Londra muhabirliğini yaph. Daha şimdiden iki kitabını ve iki televizyon belgeselini iktidar sofralarına adamışhr.

Deniz Özel İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyah Bölümü'nü bitirdi ve yine aynı bölümde yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Fransızcadan ve İngilizceden çeviriler yapıyor.



••

ŞU DIKTATORLER NE YER NE iÇER? •

Mao Hitler Bokassa Stalin Çavuşesku Saddam Hüseyin

Christian Roudaut

Fransızcadan çeviren:

Deniz Özel

Say Yayınlan Tarih

Şu Diktatörler Ne Yer Ne İçer? / Christian Roudaut Özgün adı: A la table des tyrans © Flammarion, Paris, 2021 Türkçe yayın haklan© Say Yayınlan Bu eserin tüm haklan saklıdır. Tanıhm amacıyla, kaynak göstermek şarhyla yapılan kısa alınhlar hariç yayınevinden yazılı izin alınmaksızın alınh yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğalhlamaz ve yayımlanamaz. ISBN 978-605-02-0912-9 Sertifika no: 10962 Fransızcadan çeviren: Deniz Özel Yayın koordinatörü: Sinan Köseoğlu Editör: Elif Tesbihçi Kapak tasarımı: Umut Durmuşoğlu Baskı: Dörtel Matbaacılık Zafer mah. 147. Sk. 9-13A Esenyurt/İstanbul Tel.: (0212) 565 11 66 Matbaa sertifika no: 40970 1. baskı: Say Yayınlan, 2022

Say Yayınlan Ankara Cad. 22/12 • TR-34110 Sirkeci-İstanbul Tel.: (0212) 512 21 58 • Faks: (0212) 512 50 80 www.sayyayincilik.com • e-posta: [email protected] www.facebook.com/sayyayinlari • www.twitter.com/sayyayinlari www. instagram.com/sayyayincilik Genel dağıhm: Say Dağıhm Ltd. Şti. Ankara Cad. 22/4 • TR-34110 Sirkeci-İstanbul Tel.: (0212) 528 17 54 • Faks: (0212) 512 50 80 internet sahş: www.saykitap.com • e-posta: [email protected]

.

.

.

iÇiNDEKiLER

önsöz

.....................................................................................................

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir Jean-Bedel Bokassa: Bedava Yemek Yoktur

...........................

9

13

...................................

39

.....................

69

Adolf Hitler: Şarabı Sevmeyen, Yaşamı da Sevmez

Nikolay Çavuşesku: Pistonlar, Kombinasyonlar ve İlişkiler

.....

113

Josef Stalin: Bir Şeyler İçmek İçin Evime Uğramaz mısınız?

.....

139

...................

179

.............................................................................................

205

............................................................................................

207

Saddam Hüseyin: Tok Karınlar Devrimi Düşlemez

Teşekkür Kaynakça

Laure, Kilian ve Emilia'ya

..

..

ONSOZ "Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." Brillat-Savarin'in sıklıkla ele alınan ve her tür baharatla çeş­ nilendirilmiş bu aforizması orijinal lezzetinin çoğunu kay­ betmiştir. Fakat bir söz haddinden fazla tekrarlandı diye ger­ çekliğini kaybetmez. Bu sık kullanım, Lezzetin Fizyolojisi'nin yazarının kaleminden doğan cümlenin doğruluğuna gölge düşürmez. Derin benlik, gerçekten de insan ruhunun haki­ katli aynası olan sofrada ortaya çıkar. Antropolog Marcel Mauss'a göre yeme eylemi, "evrensel bir sosyal olgudur" . İnsanlık haplarla, kurutulmuş yiyecek­ lerle veya tek tip gıdalarla beslenmediği müddetçe, sofra in­ sanın; hikayesini, -arzularını, korkularını, fizyolojik noksan­ larını, sosyal durumunu, sınıfsal eğilimini, kişisel geçmişini­ tüm ayrıntısına kadar anlatmaya devam edecektir. Çatal, ister bir köylünün nasırlı avucuyla ister bir başkanın narin eliyle tutulsun, farkındalık yaratması önemli olmaksızın yemek za­ manı masaya koyulan işte bu bireysel ve kolektif birikimdir. Bununla birlikte önemli bir fark bulunmaktadır: Hükümdar­ lar gümüş çatal bıçak takımlarını çıtır çıtır bir kuzuya ya da ağızda dağılan bir yengece daldırırken asla yalnız değillerdir. Bütün bir ülke onlarla yer. Karınları artık tamamen onlara ait değildir. Bütün bir halk, ulusun en esaslı midesinde öğütü­ len yiyeceklere göz atma hakkını bahşeder kendine. Sofranın kısacık bir anı, politik bir alanın tutsağıdır. Artık yalnızca bir adamın ve onun özel hayatının hikayesi değil, bir devlet baş­ kanının ve onun görevlerinin idaresini anlatarak iktidar ko­ medisine katılırlar.

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

"Yüce Charles"ı şakacı bir zevk düşkününe dönüştüren, General de Gaulle'ün askeri kariyeri, siperlerde yaşadığı dehşet anları ve sürgün yılları değildir, ki bunlar bazen Josef Stalin, Nikolay Çavuşesku ve Jean-Bedel Bokassa ile hayret verici ziyafet müzakerelerini anımsatmak için tarhşılacakhr. Bununla birlikte, Başkan de Gaulle, Elysee Sarayı'nın festival salonunda ya da Versay Sarayı'nın ihtişamında ev sahipliği yaparken, yabancı delegasyonların gözlerini boyamak için her türlü faaliyete geçilmiştir. Cumhuriyetten çok kraliyete mensup olan "escoffienne" mutfağından yemeklerin sunul­ ması, Fransa'nın ve onun sözde hükümdarının azametini gü­ lünç hale getirene dek vurgulamışhr. Resmi ve mahrem. İçten ve ortak. Bu kitabı kaleme almaya işte bu referanslar çerçevesinde başladım. İktidar sofralarına dair önceki çalışmalarım, iştah açıcı kokuları içime çekmemi ve demokratik yollarla seçilmiş başkanların oturma odaların­ daki nezaket kurallarını gözlemlememi sağladı. Olaylar bir­ birini izledi ve ansızın en nahoş mutfakların ve yemek oda­ larının kapılarını aralama isteğiyle doldum. Totaliter rejimler, insan aptallığının ve kötülüğünün hatlarını ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında sahnenin ortasında, bir gün Falstaff benzeri, ertesi gün münzevi ve İsavari rollere bürünen bir ka­ rakterle oynanan kanlı trajikomedi için en ideal ortam yemek odasıdır. Seçkin komedyenler olan diktatörler güldürü sana­ bnda mükemmeldirler. Başkan Mao'nun, önderliğini yaphğı Büyük İleri Ahlım kampanyası ülkeyi kıtlığa sürüklediğinde, dayanışma adı albnda kendisini etten -balıktan değil- mah­ rum bırakarak takındığı kurban maskesine nasıl gülünmez? Adolf Hitler'in vejetaryenliğini mezbahaların onda uyandır­ dığı tiksintiyle haklı çıkardığı masa konuşmasını okurken, in­ san tiksinti dolu bir kahkahayı nasıl basbrır? Diktatörün hemcinslerine sergilediği sertlik, şefkatlice ovalamak zorunda kaldığı yemekten kaskah kesilmiş koca 10

Önsöz

göbeğine denktir. Halkı yabani otlar ve ölü farelerle beslenir­ ken en leziz yemeklerden midesinin bulanmaması için, kişi­ nin güçlü bir hazma ve tutarsız bir şuura sahip olması gerekir. Ne var ki ahlaksızlığın en hakiki işkencecinin iştahını kaçırdı­ ğı hiç görülmemiştir. Aksine, bu onu kamçılar. Diktatör, kan ve yemek birliğine bilhassa duyarlı olduğunu gözler önüne serer. Biraz önce öldürdüğü halk düşmanının son anlarının hikayesi, Josef Stalin'in sofralarına neşe katarken, Saddam Hüseyin'in akşam yemeklerine keyif veren, savaş alanların­ daki İranlı cesetlerin yakın çekim televizyon görüntüleri ol­ muştur. Diktatörün masası, tanımı gereği sıra dışıdır; misafirper­ verlik ve nezaket kurallarından soyutlanmıştır. Mutlakiyet, kölelik, korku, megalomani, paranoya, benmerkezcilik ve bayağılık gibi zulme içkin bu özellikler sofrayı süsler. Bu açı­ dan bakıldığında, İmparator hazretleri 1. Bokassa'nın impa­ ratorluğu kutsanırken verilen yemek, aşılması zor bir örnek olarak öne çıkar. Diktatörler sofrası her daim bu kadar abar­ tılı değildir, normallik illüzyonuna sığınır. Bu konuklardan bazıları eşlikçi olmakta öylesine kabiliyetsizlerdir ki becerik­ sizce daha az barbar bir gerçekliğin sofra adabını taklit etme­ ye yeltenirler. Adolf Hitler, Berghoff'ta davetlilerine bitmek bilmeyen küçük-burjuva öğle yemekleri tattırırken, Nikolay Çavuşesku kendisini dost canlısı bir ev sahibiymiş gibi tanıt­ maya zorlar. Bu altı despotun kanlı çalışmaları, suçlarının dehşetini kasvetli bir üslupla vurgulamaktan kaçınmak adına yeter de­ recede belgelenmiştir. Onların bu tuhaf kaprislerine gülmek için kendinize müsaade etmelisiniz. Diktatörler yalnızca kor­ ku salmayı severler ancak onları sofra seviyesinden izlemek, rejimlerinin gülünç ve saçma yanlarını ortaya çıkarır. Diktatörlerin yaşamları nadiren doğrusaldır. Beslenmeleri eşit derecede dolambaçlı eğriler izler. Mütevazı, hatta olduk11

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

ça fakir bir geçmişe sahip olan Stalin, Mao, Bokassa, Çavu­ şesku ve Hüseyin' in çocuklukları açlıkla lekelenmiştir. Küçük burjuvaziye mensup bir aileden gelen Hitler ise ancak aile evinden ayrıldıktan sonra sefalet dolu ve ekmeksiz günler ya­ şayacakhr. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi hiciv yazarı,

Kavgam eserinde bu Viyana deneyimini itinayla resmederken kendisini kabaca açlık mahkumu olarak betimler. Yıllar boyu süren gizlilik, mücadele ve hatta hapis cezası diktatörlerin midelerini aralıklı ve hızlı öğünlere alışhrmış­ hr. Bir defa iktidara geldiler mi, bölünmez güçleri sayesinde hayalın tadını özgürce çıkarabiliyor ve ağızlara layık yemek­ lerle kendilerini şımartabiliyorlardı. Hepsi sonuna kadar bu güçten yararlanamadı ne de olsa sığınakta, hücrede ya da sürgünde geçen bir yaşam leziz yemekler için pek de elverişli değildir. Bu sayfalarda anlahlan sözlerin ve sofra adaplarının pek çoğu lezzetten yoksun olmasa da söz konusu olan, önemsiz olanı lezzetli kılmak adına akşam yemeği anekdotları yığmak değildir. Bu kitabın amacı, sofranın henüz keşfedilmemiş yönleriyle bu büyük ve ölümcül yazgıları gözden geçirmek, onları anlamlı kılmakhr.

12

MaoZedong

Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

İmparator neredeyse çıplakhr. Mao Zedong, göbeğine kadar çektiği mayosuyla tüm vücudunu Yangtze Nehri'ne daldır­ mak için teknenin küçük merdiveninden cesurca iner. Eski başkan suyun üzerine uzanmış, bakışlarını gök mavisine dikmiştir. Yuvarlak kafası ve şişkin karnı Mavi Nehir'in su­ larında belirir. 1960'ların ortalarında, Büyük İleri Ahlım'ın yol açlığı kıtlıktan güçbela kurtulan Çin' de, ince yağ taba­ kasıyla kaplı kaburgalarını ve çenelerini göstermek herkesin harcı değildir. Kısa bir süre sonra Andy Warhol tarafından ef­ saneleştirilen bu tombul çehre sağlık saçmaktadır. "Üç kara yıl" süresince geniş beyaz mayolara hapsedilmiş bu göbek; ölü fareler, yabani otlar, ağaç kabuğu veya kaolin adındaki er geç bağırsakları hkayan beyaz kil ile beslenmemiştir. Ma­ o' nun aşçıları tencerelerinde, komşularının, ebeveynlerinin ya da açlıktan ölmek üzere olan öz çocuklarının bir deri bir kemik kalmış uzuvlarını kaynatmak zorunda kalmamışhr. Mao, Cafe de Flore' da uzun süre tekrarladığı sohbetlerinden birinde "Devrim bir gala ziyafeti değildir" sözleriyle dinleyi­ cilerini uyarır. Bu noktada başkan-şair sözüne sadık kalmışhr. Ne var ki, devrimin yalnızca kurtçuklar için bir gala ziyafeti olduğuna şahitlik edebilecek otuz ila kırk milyon ceset vardır. Korumalar, parti kadroları ve hummalı genç aktivistlerden oluşan bir yığınla çevrili Buda, suda barışçıl bir şekilde süzü­ lür. 25 Temmuz 1966 tarihli bu yüzüş, Mao'nun sahneye dö­ nüşünü ve yeni bir bela olan Kültür Devrimi'nin başlangıcını 13

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

imlemektedir. Yangtze Nehri'nin sakin suları, yakında, parça­ lanmış milyonlarca hayalı taşıyacak bir nefret ve aptallık seli­ ne dönüşecektir. Çin' in en büyük nehrinde siyasi bir yenilen­ me olan Maocu hareket, kahraman devrimci figürler arayan Parisli aydınları ve Fransız gençliğini büyüler. Mao'nun gö­ beği ve lıknazlığı onları alakadar etmez. Büyük Dümenci'nin formunu göstermenin ne amacı vardır ki? Yine de herkesin gözüne sunulan bu göbekli vücut bir hikaye anlalır. Laozi, "Şişmanlar kilo verdiğinde zayıflar ölür, " der. Mao Zedong'un ne kilo vermesi ne de ideolojik körlüğü­ nün halkını alaşağı ettiği açlığa katlanması gereklidir. Yıllar geçtikçe, uzun silueti bile kalınlaşmışlır. Büyük Dümenci 62 yaşında 1,78 m boyunda 85 kilo ağırlığındadır. Özel doktoru Li Zhisui, yağ ve kalori açısından zengin diyetini kesmesini önerir. Ne var ki Mao, doktorunun önerilerine kulak asmaz. Kısa sürede, iyi ahlakın ve görgü kurallarının dayathğı yok­ sunluklarla alay etmeye karar verir. Gençlik yazılarından birinde; "Bilinç, örneğin çok yemek yeme ya da cinsel zevke çok

düşkün olma dürtüsü gibi arzuları dizginler, " der. "Fakat vicdan yalnızca dizginlemek için vardır, düşmanlaştırmak için değil. Ve öl­ çülülük sadece arzuyu daha iyi tatmin etme eğiliminde olmalıdır. " Yüzmenin dışında, hareketsizlikle birleşen yağlı yemekler hayalın şimdiye dek bir orak gibi çizdiği devrimci kahrama­ nın narin siluetini gölgede bırakır. Küçük Mao her ne kadar çocukluğunda yetersiz beslenmeden muzdarip olmasa da ba­ basının hastalıklı cimriliği onu aşırı kilo riskinden korumuş­ tur. Hunan ve Hubei valisinin ordusundaki bu eski askerin, o zamanlar iki buçuk dönüm pirinç tarlasına sahip olması onu Shaoshan köyünün en zengin toprak sahiplerinden biri haline getirir. Ne var ki her kuruşunu ve her pirinç tanesini bir Harpagon hiddetiyle sayar. Yanında çalışan iki tarım iş­ çisi gündelik pirinç tayınıyla geçinmek zorundandır. Hiçbir et parçası onların yavan yemeklerini lezzetlendirmeye yet14

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

mez. Mao'nun kendini cömert sanan babası, pilavın yanına yumurtanın eşlik etmesini ayda yalnızca bir kez kabul eder! Aile, aşağı yukarı aynı yavan diyete tabi tutulur. Mao, şen çocukluk karavanasının el değmemiş anısını mıh gibi aklına kazımıştır. Sonrasında "Bana ne yumurta verdi ne de et," di­ yerek bu cimri babanın hatırasını anımsar. Sonrasında, bir kütüphane asistanı ve ardından bir ilkokul müdürü olarak aldığı yetersiz gelir, Mao'nun zenginlerin re­ fahını sergilemesine olanak tanımaz. Günlük yaşamında be­ lirgin bir iyileşme görmek için yoksulların ve açların partisine katılması gerekir. Hunan'daki genç Çin Komünist Partisi'nin eyalet lideri olarak 28 yaşındaki yönetici, artık Sovyetler' den gelecek mali yardıma güvenebilecektir. Kıt kanaat geçinir­ ken, artık ekmeğini kazanmak için endişelenmek zorunda değildir. O andan itibaren hedonist Mao, hayatın ritmini di­ lediğince takip etmek adına amatörce yaptığı öğretmenliği ve gazeteciliği bırakır. Kendi kendini yetiştirmiş bir alimin enerjisiyle, ancak günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıkmak için gecelerini okuyarak geçirir; bu ömrünün sonuna kadar sürdüreceği bir alışkanlıktır. Manevi beslenme ona yavan tatminleri unutturmamıştır. Arkadaşı Siao-yu'ya yazdığı bir mektubunda Mao, "Her gün iyi beslenmeye özen gösteriyorum, bu da midemi doyurma­ ma ve aynı zamanda sağlığımı iyileştirmeme yardımcı olu­ yor," der. Mao hayatı boyunca beslenmeyi fizyolojik, zihinsel ve entelektüel dengesinin önemli bir kaynağı olarak görür. Nöronları uyarması beklenen hayvansal proteinlerin fayda­ larına inanır. Yemek yeme eyleminin yalnızca doğal bir ihti­ yacın tatminine indirgenemeyeceği sadece Çin'e özgü bir şey değildir, Mao'nun beslenmeyle olan bu ilişkisi de buna ben­ zerdir. Yüzyıllar boyunca, Batı' da beslenme biliminin gelişmesin­ den çok önce Çinliler, yiyeceklerin vücudun ve zihnin ener15

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

jisini güçlendirme ve hatta onları iyileştirme gücüne sahip olduğuna inandılar. Çin enerjisinin ilkelerine göre ekşi, acı, tatlı, keskin, tuzlu olarak bilinen beş tat doğrudan organlara etki eder. Her biri vücudun bir kısmıyla ilişkili olan bu tatları tabakta dengelemek önemlidir. Örneğin, hem kuruluk hissi veren hem de ferahlatan acı, kalbe iyi gelir. Ancak fazlası ke­ mikleri kurutur ve hasar verir. Tatlı rahatlahcı ve sakinleştiri­ cidir, dalağı besler ama fazla kullanılırsa böbrekleri zayıflahr. Besinler ayrıca organizmada gerçekleşen soğuk, serin, nötr, ılık ve sıcak gibi termik etkilerine göre de sınıflandırı­ lır. Mevsimlere göre tüketildiği gibi kendi doğalarına göre de tüketilir. Kolayca ısınma eğilimine sahip bir "yang" kişiliği, nötr ve taze gıdaları tercih eder. Daha çok üşümesiyle bilinen "yin" kişiliği, daha sıcak ve ılık yiyeceklere yönelir. Çin mutfağının bu incelikli kodlamasına, on milyon kilo­ metrekarelik bir ülkeyi yansıtan oldukça çeşitli taşra mutfak­ ları eklenir. Aralarındaki büyük farklılıklar göz önüne alındı­ ğında birden çok "Çin Mutfağı'ndan" bahsetmek daha doğru olacakhr. Dünya genelinde en iyi bilinenler Shandong, Jian­ gsu, Anhui, Zhejiang, Fujian, Guangdong, Sichuan ve Ma­ o' nun memleketi olan Hunan mutfaklarıdır. Büyük Dümenci yahniden, kızartmadan ve et haşlamadan oluşan bu mutfağa son günlerine dek sadık kalır. Hunan mutfağı ne yağa ne de acı bibere elini korkak alışhrmaz ancak diğer taşra mutfakla­ rına oranla daha az şeker kullanır. Güney Çin' in bu bölgesinde, serin ve yağışlı kışlar, zorlu ve fırhnalı yazlar, çeşitli tarımsal üretimi destekler. Dong' an' ın tavuk sotesinden, baharatlı kurbağa bacağına, portakal ka­ buklu dana etinden, karamelize soya soslu domuz göğsüne, çıhr pirinç kaplı karidesten, kokulu tofuya, yemek sevdalıları aradıklarını kolaylıkla bulurlar. Bölgesinin sunduğu türlü tür­ lü lezzetler Mao'yu başka mutfaklara ahlmaya teşvik etmez. Gençliğinin hem kırsal hem de lezzetli mutfağına bağlı kalır. 16

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

Öğünlerinde genellikle iki tabak sebze yemeğine bir tabak sı­ ğır veya domuz eti eşlik eder. Komünist diktatörün "Hunan usulü" pişirilmiş yağlı domuz etine ve zengin et suyunda pi­ şirilip, ince ince dilimlenmiş kuzu dilimlerine bir zaafı vardır. Mao Zedong, -Çin enerjisini ve bölgesinin mutfağına duy­ duğu bağlılığı masaya yatırır- bahsedilen bu ikili yaklaşımın üzerine atipik bir okuma ekler. Gündelik gerçekleri ve hare­ ketleri kuramsal terimlerle hızlı bir şekilde analiz eden Çin Komünist Partisi'nin büyük ideoloğu, beslenmeye son derece politik bir şekilde yaklaşır. Onun nezdinde, kullanırken aşırı­ ya kaçtığı biber, devrimin ateşini sembolize eder. Kırmızıbi­ berin damağı ve mideyi yakan acılığı, hakiki bir komünistin demirden yüreğini sınar. Öte yandan, az baharatlı yemekler ise yavan bir karakteri ve suçlu, hatta sağcı bir yumuşaklığı açığa vurur. Stalin'in delegesi Peter Vladimirov, Çin 'in Özel

Bölgesi adlı kitabında, Mao'nun Sovyet liderinin beslenmesiy­ le ne kadar ilgili olduğunu anlatır. "Stalin bir devrimci mi? Kır­ mızıbiber sever mi? Gerçek bir devrimci kırmızıbiber yemelidir. Ma­ kedonyalı İskender şüphesiz kırmızıbiber severdi. O ulu bir adam ve bir devrimciydi. Stalin de kuşkusuz kırmızıbiber yiyordur. Öyleyse sen de biber ye. Buyur, eğer bir devrimciysen. " Büyük Dümenci, siyasi coşkunun zayıflığım açığa vuracak tatlı ve rafine lez­ zetlere karşı temkinlidir. Özel doktoru anılarında Komünist Çin Lideri tarafından kendisine verilen şaşırtıcı öğretiyi anla­ tır. Acı biberli kudret narı yemeği tatmaya davet edilen Dr. Li Zhisui, tadım sonrası yüzünü ekşiterek Mao'nun kahkahalar atmasına sebep olur: "Hayatı boyunca herkes acıyı tatmalı! Hele

ki sizin gibi insanlar. Tıp okudunuz ve sonrasında çalışma hayatına atıldınız. Muhtemelen hiç acı yemediniz. " Bu cümlede geçen ehi ku ifadesi hem gerçek hem de mecazi anlamım taşır: "acı bir şeyi yutmak" ve "zorluk yaşamak" . Mao'nun gözünde damak tıpkı zihin gibi eğitilip yeniden şekillendirilebilir. Gurmelere, Mao'ya tüm hayatı boyunca 17

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

musallat olan "sağcılık", "sapmacılık", "revizyonizm" gibi kavramların altında ezilmemeleri adına yemeğin acı tadı hatırlatılmalıdır. Birçok aydın, onun bu yönetimi altında halkın çektiklerini asla unutmamak için kazmalarını kapıp kan ter içinde kalmaya "davet edilir" . Pekin yöneticisi, çileci devrimcileri gerçeklikten kopmuş şişman ve göbekli eşrafa böylesi kolaylıkla dönüştüren iktidar şatafatının yumuşatıcı etkisine karşı temkinlidir. Parti yöneticilerinin şiş göbekleri, sertlikle mücadele eden suçlu bir burjuvalaştırmaya tanıklık etmektedir: Ocak 1962'de Pekin'de 7.000 yöneticinin bulun­ duğu büyük konferansta, "Bütün bir gün boyunca şikayet ediyorlar ve akşamları tiyatroya gidiyorlar," sözleriyle ateş püskürür ve ekler "Günde üç öğün yemek yiyorlar ve de osuruyorlar. İşte onlar için Marksizm-Leninizm'in anlamı budur." Mao Zedong çocuklarının soylarına bağlı ayrıcalıklardan faydalanmasını istemez. Halk Cumhuriyeti baştan aşağı em­ sal olmalıdır. Kızları Li Na, Li Min ve oğlu Mao Yuanxin'in özel şefi tarafından Zhongnanhai mutfağında hazırlanan ye­ meklerden yediğini öğrendiğinde, bu imtiyazlı muamelenin derhal bir son bulmasını emreder. Çocukları da tıpkı memur­ lar ve parti üyeleri gibi yemekhaneye gitmek zorunda kala­ caktır. Nitekim, "Birinci Grup'un" -başkana doğrudan ileti­ şimi olan personelin adlandırıldığı şekilde- halkın sırtından geçinmemesi konusunca ısrarcıdır. Aralık 1959' da altmış altıncı doğum gününün şerefine Zhejiang eyaletinde bir resepsiyon düzenlendiğinde Mao da­ veti reddeder, ancak aşırılıktan kaçınmalarını tembihleyerek iş birlikçilerinin ziyafete katılmasına izin verir. Gıda krizi, be­ ceriksizce planlanan Büyük İleri Atılım'ın bir sonucu olarak ülkeyi etkilemeye başlamıştır ve böyle kasvetli bir bağlamda ziyafet vermek yakışık almaz. Ne var ki ilkeler ve gerçek dün­ yadaki uygulamaları arasındaki boşluk derindir. O akşam, 18

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

yoldaş Mao'nun tavsiyelerini unutan burjuva aparatçikler, 1 komünizmin şerefine neşe içinde kadeh kaldırırken, doymak bilmez ağızlarıyla en pahalı yemekleri hkınırlar. Geğirtileri kırlangıç yuvası çorbası tatlılığında kokarken, kıçları Mark­ sist-Leninist esanslar yerine köpekbalığı yüzgeci çorbasının kokusuna sahip gazlar çıkarır. Çin komünist krallığında tüm yöneticiler eşittir ancak ba­ zıları diğerlerinden daha eşittir. Mao yönetiminde, merkezi yönetim yemekhaneleri eşitlikçi söylem ve gerçeklik arasın­ daki geniş uçurumu yansıhr. İyi düşünülmüş bir bürokratik hiyerarşiyi takiben, yöneticiler aşın kaynadığı tencerenin bo­ yuna göre dört sınıfa ayrılır. Bu, Çin Komünist Partisi'ndeki erkeklerin statüsü ile ters oranhlıdır. Üst düzey yöneticilere ve ailelerine en küçük tencerelerde deneyimli şefler tarafın­ dan hazırlanan hafif ateşte pişirilmiş yemekler servis edilir. Kıdemli yöneticiler, daha az deneyimli aşçılar tarafından ken­ dileri için hazırlanmış yemekleri yerler. Orta düzey yönetici­ ler, orta boy tencerelerle idare etmelidir. Alt düzey yöneticiler ise daha fazla lapa gıdanın pişirildiği geniş kaseleri edinme hakkına sahiptir. Şayet devletin tencereleri dile gelseydi, bu küçük düzen­ lemelerin hikayesini büyük komünist dersler eşliğinde anla­ hrlardı. Öte yandan, halkın tencereleri totaliter ütopyaların temsil ettiği ölümcül tehlikeye tanıklık edecek kadar uzun ömürlü olmamıştır. Milyonlarca metal mutfak gereci kullanı­ lamaz çelik üretmek amacıyla, Çin kırsalını istila eden eritme kazanlarında kullanılmaz hale getirilmiştir.

1

Komünist Parti çalışanları ve siyasal ya da bürokratik sorumluluk üst­ lenmiş SSCB devlet görevlilerini ifade etmek için kullanılan Rusça bir terim. Bu terim zamanla simgeselleşerek, başta SSCB olmak üzere tüm dünyadaki sosyalist örgütler ve devletlerde, verilen emirleri sorgusuz sualsiz yerine getiren, sosyalist sistemi sorgulamayan partilileri anlat­ mak için muhalif gözle kullanılan bir terime dönüşmüştür. (Çev.)

19

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

Geçmişe bir sünger çekelim . . . Mao'nun hayal dünyasında köylülerin bundan böyle evlerinde yemek pişirmesi gerek­ mez. "Komünlerin" yaygın kantinleri işçileri ve ailelerini bes­ lediğinden, artık evlerde tencerelere, kazanlara, çukur tavala­ ra, güveçlere, kepçelere yer yoktur. Tarım arazilerinin kolek­ tifleştirilmesi yeterli olmadığından daha fazlasının yapılması gereklidir. Aile sofraları birer birer yok olurken yanına kırsalın gerici bireyciliğini de alır. Mao, "Halka açık bir yemekhane­ de para ödemeksizin yemek komünizmdir" der. Sofra anının amacı, kitleleri eğitmek, kardeşlik idealinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktır. "İnsanlar yalnızca yemek için yaşıyorsa, bu köpeklerin tezek yemesinden farksız mıdır? Ütopik sosya­ lizmin belirli ideallerini uygulamaya koymalıyız." Bu Maoist hayal ürününün nasıl sonuçlandığı biliyoruz. Büyük Britanya'nın ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin çelik üretimini aşmanın çılgınca umudu, köylülerin küçük maden eritme ocaklarından çıkan işlenemez şeker kamışı pekmezine benzer bir felakete dönüşecektir. Ancak hepsin­ den öte, Mao'nun endüstriyel "maceracılığı", Çinli yetkilile­ rin bugün hala en aza indirmeye çalıştığı yamyamlık korku­ larıyla birlikte 20. yüzyılın en kötü kıtlığına yol açar. "Halkın ulu kurtarıcısı" yalnızca bir noktada haklıdır: "Üç Kara Yıl" süresince, açlık sebebiyle kırsal kesimde mutfak gereçleri ger­ çekten de işe yaramaz hale gelmiştir. Çin gücünün kalbi olan Zongnanhai' de kıtlığın etkileri de sertlikle hissedilir. Birçok temel ürün tükenmek üzeredir, memurlar rızkını çıkarmak için ofislerinin önünde sebze ye­ tiştirir ve rejim döngülerinde dahi yetersiz beslenmeye bağlı ödem ve hepatit vakaları artar. Her nasılsa, durumun ciddi­ yetini Mao' dan gizlemek adına her şey yapılmaktadır. Tabağı, endüstriyelleşme yolundaki anlamsız yarışın korkunç sonuç­ larını ortaya çıkarmamalıdır. Başkan Mao'nun sofrasındaki tabaklar yalnızca masasına konan sahte raporları ve çarpıtıl20

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

mış rakamları destekler niteliktedir. Ne var ki bu fiyasko son­ suza dek gizlenemez. Öz eleştiriden pek hazzetmeyen Mao her şeyden önce sözde doğal afetleri ve bölgesel parti kadro­ larının dikkatsizliğini suçlar. Vicdan azabı mı, yoksa koca bir aldatmaca mı? Örnek bir lider olarak Mao Zedong, kısa süreliğine kendisini etten yok­ sun bırakarak kilo vermeye karar verir. Çevresindekilerin du­ alarına rağmen "Herkes açlıktan ölüyorken ben et yiyemem," açıklamasıyla kahramanca diyetine devam eder. Mao Ze­ dong' a dönüşen bu yarı tanrının göbeği, tüm dikkatleri üzeri­ ne çekip endişeye mahal verir. Böylesi bir fedakarlık "Göğün Oğlu"nun sağlığına zarar verme riski taşımaz mı? Partinin hi­ yerarşik düzeninde ikinci sırada bulunan Liu Shaoqi ve Zhou Enlai panik içerisinde eski yol arkadaşlarının kararını göz­ den geçirmesini sağlamaya çalışır. Kuzeydoğu eyaletleri ona kaplan ve geyik eti yollayarak yemesi için yalvarır. Çabalar boşunadır. Sadık hizmetçilerinde içten içe bir hayranlık uyan­ dırarak "Gönderilenleri herkesin yiyebileceği yemekhanelere verin," diye buyurur. Bununla birlikte, bu beslenme yetersizlikleri, Mahatma Gandhi'nin kurban oruçlarıyla karşılaşbrılamayacak derece­ de görecelidir. Biyografi yazarları Jung Chang ve Jon Halli­ day' e göre, daha sonraları Mao, zevkle ve oburlukla tükettiği balıkla bu durumu telafi eder. "Büyük Lider" sazan balığı, kaplumbağa çorbası ve Wuchang balığına olan düşkünlüğü­ nü mısralarından biriyle onurlandırır: "Az önce içtim Yangt­ ze Nehri'nin suyundan ve daha şimdiden özledim Wuchang balıklarım . . . " Bu balığın beyaz ve yumuşak eti diktatör şaire belirli bir melankoli ilhamı verir. Anlaşılan, bu melankoli onu ilahi hakla başa gelen bir imparatordan daha kaprisli kılar. Yalnızca arzularım dinleyen Mao Zedong, devir daim yapan tanklarda taşınan Wuchang balığına mutfağında son bulacak bin kilometrelik bir yolculuk yapbrır. Balık, şefin bıçağının al21

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

hna canlıyken yatmalıdır çünkü Büyük Dümenci'nin midesi sadece en taze ürünleri kaldırır. "Bana ne yediğini söyle, sana hangi diktatör olduğunu söyleyeyim." Özel hayatını çevreleyen gizem uzun zamandır fantezilerini beslediğinden Mao Zedong'u Arcimboldo sti­ linde resmetmek kolay iş değildir. Meyve sebzeli portresi, ay yüzünü doğduğu bölgenin rustik ürünleriyle bezer mi? Tab­ lo, Mao'yu dünyaya "halka hizmet etmek" amacıyla gelmiş çileci ve sert bir adam olarak gösteren resmi propagandayla uyumlu olur mu? Şayet çehreden, gözden uzak bir nevvabın hayatını süren ve katıksız komünizmi savunan bir adamın küçük ikiyüzlülüklerini ortaya çıkaran sofistike yiyecekler fışkırsa, portre daha mı tutarlı olur? Bazı ayrıntılar şikemperver büyük liderin imajıyla tama­ men dalga geçer. Yalnızca Mao'nun mutfağı için ayrılmış olan pirinç tarlası, aynı zamanda eski çağlardan bu yana imparatorluk sarayına aittir. Tabağında başlıca bulunan seb­ zeler, etler ve yumurtalar, karmaşık ve maliyetli bir tedarik sistemini takiben Jushan' da bulunan Dev Dağ Çiftliği'nden gelir. Çaya gelince, bir tek Çin'in en iyi çayı kabul edilen ej­ derha kuyusu, ülkenin ilk çaydanlığında demlenmeye layık görülür. Eğer Mao, çocuklarını ortalama bir Çinlinin rızkını paylaş­ maya mecbur bırakıyorsa, bu onun tereddütsüz yararlandı­ ğı devrim niteliğindeki ayrıcalıkları dış dünyadan saklamak değil midir? Jung Chang ve Jon Halliday oldukça eleştirilen biyografilerinde, Çinli liderin, kızı Li Na'nın üniversiteye gi­ derken "babasına göre sıradan bazı lüks zahireleri" yanında götürmesine ne denli sinirlendiğinden bahseder. Yazarların çıkarımına göre; "Yansıtmak istediği 'herkes gibi kemerini sıkan sert bir lider' imajına hiçbir şey leke sürmemelidir." Ancak, egemen sınıfların sofrası ile halkın sofrası arasında­ ki böylesi bir ayrım, ağzı narin yemeklerle dolu, uygulamalı 22

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

sosyalizm dersleri veren ikiyüzlü bir diktatörün portresini tu­ vale aktarmak için yeterli midir? Bu sorunun cevabı biraz dikkat gerektirir. Her şeyden önce, Mao'nun sahip olduğu ayrıcalıklı muamele ona mahsus değildir. Üst düzey Çin Komünist Partisi liderleri de kalite­ li gıdayı Dev Dağ Çiftliği'nden temin etmektedir. Bu, devri­ min kahramanlarını kaliteli ürünlerle besleyerek midelerini şımartma meselesidir. Ancak gıda güvenliği sorunu, tedariki çevreleyen sonsuz ve zahmetli önlemleri de makul kılar. Çin­ liler, SSCB' de uygulanan titiz kontrollerden ilham almışlardır. Mao'nun 1950 başlarında Moskova'ya yaphğı geziden kısa bir süre sonra, iki Sovyet beslenme uzmanı, yiyecek dağılı­ mı ve denetimi için bir sistem kurmak üzere Merkez Muhafız Bürosu'na atanır. Oluşturulan prosedür uyarınca, Mao'nun aşçısı hazırladığı listeyi, sonrasında siparişi Dev Dağ Çiftli­ ği'ne ileten Merkez Muhafız Bürosu Tedarik Departmanı'na gönderir. Teslim gerçekleştikten sonra gıda, tazeliğinin ve be­ sin değerinin kontrol edilmesi ve aynı zamanda olası bir zeh­ rin tespiti için iki ayrı laboratuvarda incelenir. Tüm bu test­ lerden sonra yüce lider için hazırlanan bu yiyecekler, mutfak ekibine teslim edilmeden önce numuneleri tadan çeşniciler departmanına götürülür. Bu leziz bürokratik protokol, eya­ let liderlerini koruma amaçlı gıda güvenliği prosedürlerinin oluşturulmasına dahi ilham vermiştir. Mao, tüm bu paranoyak kontrolleri zahmetli ve aşırı bulur. Özel doktoru, eyaletlere yapılan bir başkanlık gezisindeki zi­ yafet menüsünde, bambu filizlerinde siyanüre rastlanmasının neden olduğu kitlesel paniği anlahr. Sabıkalı bir çift el, komü­ nist Çin' in babasının canına mı kıymaya kalkışır? Dr. Lin Zhi­ sui, güvenlik güçlerine bambu filizlerinin zararsız dozlarda siyanür içerdiğinin güvencesini vermiştir. Mao olaya el athğında, laboratuvar testleri hakkında şun­ ları söyler: "Her şeyi yabancı ülkelerden körü körüne kop23

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

yalamanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Şimdi bu gıda kontrol sistemini sadece Pekin' de değil, tüm ülkede uy­ guluyorlar. Bu herkesi bir hiç uğruna tarif edilemez bir duru­ ma sokmakhr . . . 'Sovyetler Birliği'ni örnek alın' dediğim gün, Ruslar gibi işeyip sıçmayı öğrenmenizi istemedim." Talebi üzerine, iki laboratuvar ve çeşnicibaşı hizmeti kaldırılacak ve Dev Dağ Çiftliği'nin yönetimi Pekin Belediyesi'ne devredile­ cektir. Şüphesiz ki Mao'nun teşvik ettiği bu dalkavukluk, ulu adamın arzularını tatmin etmek için gösterilen aşırı gayreti açıklar. Kişilik kültü, tiranın maiyetini hevesli ve takınhlı hiz­ metkarlardan oluşan bir orduya dönüştürür. Böylesi bir dahi onların gözünde saygıların en büyüğünü hak eder. Geçmişte Çin imparatorları, kutsal karınları için hiçbir şeyin layık ol­ mamasını sağlayan ilahi özün gücünü ellerinde tutuyorlardı. Onların yerine geçen olağanüstü adam ise meşruiyetini daha güçsüz bir kaynaktan, halktan alır. Halk müdafaası ile lidere yönelik emperyal yaklaşım arasındaki bariz ideolojik çelişki böylelikle çözülmüş olur. Mao Zedong halkın somutlaşmış halidir. Mao'ya hizmet etmek, halka hizmet etmektir. Ma­ o'yu beslemek, halkı beslemektir. Böylesi öğretisel bir takla/ dönüş, manhksal olarak "kalplerimizin kızıl güneşine", hp­ kı görkemli yemekleriyle tanınan Kuzey Kore Kim haneda­ nı gibi, arlık hiçbir şeyi reddetmeme yetkisi verir. Layığıyla donahlmasına rağmen, ıvı;ao sofrasını asla gereksiz ölçüsüz­ lük ya da gösterişli savurganlıkla heba ettirmez. Vicdan azabı iştahını hiçbir zaman kesmemiş olsa da bu göreceli ölçülülü­ ğün açıklaması, muhtemelen onun köylü köklerinde saklıdır. Mao yetiştiriliş tarzından, hiçbir şeyi boşa harcamama ve israf etmeme kaygısını miras almışhr. Yenilerini almaktansa üzeri­ ne eski püskü kıyafetler geçirmeyi tercih eder. Devrimci şair, ideolog düşünür, bilgili devlet adamı, yontulmamış köylü alışkanlıklarını değiştirmek istemez. Örneğin, Bah tarzı tuva24

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

}etleri asla kullanmayarak, tuvaletini doğada ya da Zhong­ nanhai' nin bahçelerinde yapmayı tercih edecektir. Koruma­ larının görevlerinden biri de devlet başkanını elinde kürekle takip edip, aşırı protokol olmaksızın dışkılayacağı bir çukur kazmaktır. Mao ne sabah ne de akşam dişlerini fırçalamayı henüz alışkanlık haline getirmemiştir. Diş macununun yerini kali­ tesiz bir çay alır, dişlerini fırçalamamanın ve sigara tiryaki­ liğinin sonucunda çürümüş dişlerinin arasına sıkışmış yiye­ cekleri çıkarmak için ağzını çalkalamakla yetinir. "Neticede kaplan, hiç diş fırçası kullanmadan korkunç dişleriyle avını paramparça etmez mi?" diyerek kendini savunur. Kalın ye­ şilimsi bir tabakayla kaplı çürük dişleri, yıllar geçtikçe, dö­ külme riski olmadan bir meyveden ısırık almasına dahi izin vermeyecektir. Hunanlı toprak sahibinin oğluna bulaşmamış olan ihtişam çılgınlığı, Mao' da yabancı ülkelerin mutfaklarını deneyim­ leme arzusu uyandırmamıştır. Mutlakiyetçi sofraları sıklıkla süsleyen havyar, ıstakoz, yer mantarı, konyak, şampanya gibi tüm o lüks ürünlere karşı bilinen bir tutkusu yoktur. Seyahat damağı eğitir. Ne var ki Mao, ülkesinin sınırları dışına çıkmaya zar zor cesaret etmiştir. "Büyük Sovyet ağa­ beyi" ne ziyaretleri sırasında açıkça Rus mutfağını küçümser. Kasım 1957'de SSCB, Bolşevik Devrimi'nin kırkıncı yıldönü­ münü kutlar ve Çin heyetini taşımak için iki TU- 104 uçağı gönderir. Hostesler, kardeş partinin liderlerine hak ettiğince davranır; onlara bol miktarda havyar, balık, sandviç ve votka sunar. Heyeti mola aralarında sandviç büfeleri beklemekte­ dir. İki Çinli aşçı eşliğinde Mao, küçümseyici bir tonla, "Bu bizim zevkimize uymuyor," der. Gösterişli bir mantığı takiben, şanlı SSCB, yabancı ziyaret­ çileri için imparatorlara yaraşır bir karşılama düzenler. Çariçe Katerina'nın kadim sarayının haşmetinde gizlenen Çinli dev25

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

let adamları nevvablar2 gibi muamele görür. Olması gerektiği gibi, Başkan Mao en lüks süite yerleşir. Sofralar; elma, porta­ kal, çikolata, maden ve meyve sularıyla, alkolle ve sigaralar­ la donatılmıştır. Bu gösteriş, Mao Zedong'u etkilemek şöyle dursun, onun ilgisini dahi çekmez. Taşraya dayanan kökenle­ ri onu dürüst olamayacak kadar cömert tüm bu sahte kibar­ lara karşı dikkatli olmaya teşvik eder. Şayet Nikita Kruşçev komünist saftaki ezeli rakibini bu şekilde kandırdığım düşü­ nüyorsa, ciddi anlamda yanılmaktadır. Lüksün sefahati, Mao nezdinde dahi acı bir ironi uyandırır. Stalin'in 1949'da Çin'in yeni yöneticilerini küçümseyerek karşılamasını hatırlayarak, "Bu defa bize ne denli farklı davrandıklarına bakın. Bu ko­ münist ülkede bile güçlü ile zayıfı birbirinden ayırıyorlar. Ne kadar da kibirliler!" diyerek homurdanır. Köylülüğünden gelen yeme alışkanlıkları ve Çin'in dışına yaptığı birkaç seyahat dahi yabancı mutfaklara karşı ilgisiz­ liğini açıklamaya yetmez. Sofraya dair sosyalist okumaları­ na, temelde "anti-emperyalist" inançların eklenmesi gere­ kir. Milliyetçi inançları dikkate alınmadan, komünist liderin davranışı tam olarak anlaşılmaz. Bu, François Mitterrand'ın 1961'de Çin Halk Cumhuriyeti'ne dair yaptığı yoğun araştır­ manın meyvesi olan La Chine au defi (Çin'e Meydan Okuma) adlı kitabında yaptığı gözlemdir. Geleceğin sosyalist başkanı, Mao'nun siyasi mücadelesinin yalnızca onun Marksist bağlı­ lığı tarafından yönlendirilmediğini belirtir. Ayrıca o, ülkesi­

nin köklü tarihine saygı duyar ve Çin uygarlığını inşa eden imparatorlara karşı belirli bir hayranlık besler. Çin'in Batılı güçler ve Japonya tarafından art arda işgal edilmesi, proletarya diktatörlüğü kurmayı ve aynı zamanda ulusal büyüklüğü onarmayı amaçlayan bu vatanseveri yıkar. Ülkenin birliği, günlük pirinç tasında okunabilecek ortak bir 2

Babürlü İmparatorluğu'nun bir bölgesini ya da eyaletini vekaleten yö­ neten idarecilere verilen Güney Asya soyluluk unvanıdır. (Çev.)

26

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

tarihin kutlanmasıyla sağlanır. İç savaşın doruğunda, isyana lider Mao'nun Japon işgali karşısında Çan Kay Şek'in milli­ yetçi birliklerine ateşkes çağrısında bulunması işte bu şartlar altında gerçekleşir: "Bizler Çinliyiz, hepimiz aynı Çin tahılla­ rıyla besleniyoruz. Aynı ülkede yaşıyoruz . . . Neden düşman olalım?" Sofraya dair bu vatansever yaklaşım, onun dış etkile­ re karşı güvensizliğini besler. Eğer zayıflamış ve aşağılanmış Çin işgal zincirlerini kırmışsa, bu ulusal kimliğini inkar et­ mek ya da eski sömürgeci güçlerin yaşam tarzını taklit etmek değildir. Bazı yönlerden, bu "Çin-merkezciliğin" mutfaktaki ifadesi bugün hala devam etmektedir. Çinli yöneticiler, yurt­ dışındaki resepsiyonlar sırasında Bah mutfağına dudak bük­ meleriyle ve bunu heyetlerinin şefleri tarafından hazırlanan yemeklerle telafi etmeleriyle bilinirler. Mao, 14 Şubat 1950'de Moskova'ya yaphğı iki aylık ge­ zinin sona ermesinden mutsuz değildir. Uzun yürüyüşün kahramanı, komünist Çin'in güçlü yeni adamı, rütbesinin ve müttefik sıfahnın getirdiği tüm saygıya yaraşır bir şekil­ de ağırlanmadığını hisseder. Yoldaş Stalin'in kalesini terk etmeye tenezzül etmesi ve SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında imzalanan dostluk, ittifak ve karşılıklı yardımlaşma anlaşmasını kutlamaya gelmesi için ısrar etmek gerekir. Çin­ liler, resepsiyonun kendi karargahlarını kurdukları Metropol Otel' de yapılmasını ister. Ancak "Başkomutan", elçiliklerin veya büyük otellerin salonlarında gala yemeklerine kahlma­ ya alışkın değildir. Törenin Kremlin'in devasa devlet odala­ rından birinde yapılması en kolayı değil midir? Mao karar­ lıdır: "Büyük Stalin" bile onun itibarını kaybetmesine sebep olamayacakhr. Ülkesi tarafından düzenlenen resepsiyon Sov­ yet iktidarının masasında yer alsaydı, bu onu nasıl gösterirdi? Nihayetinde Vojd, 3 beş yüz konuğa eşlik etmek için gör­ kemli Metropol Oteli'ni Kremlin ofisinden ayıran dört yüz 3

Rusçada önder anlamına gelen Vojd pejoratif bir anlam barındırır; bu sebeple özellikle Stalin ve Putin için kullanılır. (Çev.)

27

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

metreyi yürümeyi kabul edecektir. Beriya'run polisleri ta­ rafından alınan sıkı güvenlik önlemleri, Stalin'in kasabaya yaptığı gezilerin son derece nadir olduğunu kanıtlar. Sovyet diktatörü yaşlandıkça öylesine paranoyaklaşır ki, güvenlik servisleri onu yemek sırasında zırhlı camların arkasına sak­ lamayı gerekli görür. Mao, maotai kadehini yeni Çin-Sovyet dostluğuna kaldırır ve Yoldaş Stalin' e uzun bir ömür diler. Konuşmasında, ikinci temennisi ilki kadar içten değildir. Votkasını bir yudumda mideye indiren "gelişen insanlığın parlak lideri" hızla Çin-Sovyet anlaşması sorununu ortadan kaldırır ve yoldaş Tito'nun "ihaneti" üzerinde durmayı ter­ cih eder. SSCB' de kaldığı süre boyunca, Çinli lider haklı olarak "Tito yönetimindeymiş" gibi muamele gördüğünü, hırpalandığını ve aşağılandığını hisseder. Sovyet lideri anlaşmalarım bek­ lerken, onu kollarım açarak karşılamak şöyle dursun, Çin'in yeni efendisinin taahhütlerini beklerken kafasından sıcak-so­ ğuk sular döküldü. Stalin, Yalta zirvesinden doğan küresel dengeye meydan okumak için acele etmez. Memnuniyetle turpa benzettiği bu dışı kırmızı, içi beyaz Çinli komünistle­ re de koşulsuz destek vermek istemez. Öte yandan, kurduğu entrikalara sadık olan Kremlin lideri komünist dünyanın bu iki devi arasındaki baskın partner olarak pozisyonunu oluş­ turma niyetindedir. Marksist-Leninist kardeşliğinin de ken­ dince sınırları vardır: Stalin'in beklentisi, ülkesinin çıkarları­ na en uygun şekilde hizmet eden bir anlaşmaya varmaktır. Misafiri için kesenin ağzım açması gerektiğinde, Mao Mosko­ va' dan yardım almanın "deveye hendek atlatmak" gibi oldu­ ğunu hemen anlar. Görünüşe göre, Çinli lider ve heyetinin Sovyet karşılaması hakkında herhangi bir şikayeti yoktur. 1949-1950 yılının bu kışında, Çinli kardeşler hiçbir şeyden, özellikle de SSCB'nin zengin toprak sahiplerinden arındırılmış topraklarının hala

28

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

sunduğu soylu yiyeceklerden, yoksun değildir. Ne var ki Mao Moskova'ya midesini petifürlerle ve havyarlı blinilerle4 doldurmak ya da alabildiğine votka içmek için gelmedi. Eğer Hunanlı çocuğun damağı böylesi lezzetlere karşı duyarsız ka­ lırsa, geniş günah yelpazesinde alkole zorlukla yer bulur. Entrika konusunda eğitilmiş burun delikleri, siyasi tuzak­ ların ve geciktirici manevraların kokusunu almakta hızlıdır. Anlaşılan tüm bu tatlar, tek ve aynı hedefi kovalar: tarhşmalar sürerken onu oyalamak ve mücadeleci ruhunu yumuşatmak. Sovyet lideriyle yapılacak görüşmeler sürekli ertelenmekte­ dir. Muhatapları, duymazlıktan gelme sanalını mükemmel bir şekilde kullanarak sabırsızlığını anlamamış gibi davranır­ lar. Mao'nun mikrofonlarla dolu olduğunu zannettiği kulü­ benin duvarlarına seslenmek, Stalin tarafından işitilmenin en iyi yoludur. Yaldızlı bir hapishaneye benzeyen dairelerinde, nasıl göstereceğini bildiği tüm o şiirleri eşliğinde öfkeden ku­ durur. "Ben buraya yemeye ve sıçmaya gelmedim " diyerek yük­ sek ve anlaşılır bir sesle isyan eder. Çinli lider, tüm sözlerinin tercüme edileceğini ve Krem­ lin liderinin dikkatine sunulacağını varsayar. Ev sahiplerinin coşkusunu hafife alsa dahi yanılmamaktadır. Sözü eline alan bağırsaklarının ve dışkı üretiminin Sovyet müttefiklerini o kadar da ilgilendirdiğini düşünmez. Yaş aldıkça daha şüphe­ ci olan Stalin, Mao'nun midesinde gerçekten de ne olduğunu keşfetmek ister. Beriya'nın emrindeki oldukça yarahcı gizli servisler, Büyük Dümenci'nin dışkısını "konuşturma" fikrine sahiptir. Igor Atamanenko adında eski bir Sovyet ajanı, kısa süre önce Federal Güvenlik Servisi arşivlerini karışhrırken bu alışılmadık casusluk tekniği hakkında gizli belgeler -yabancı ziyaretçilerin dışkılarının gizli analizi- keşfeder. Söylediğine göre dışkı, gizli sıhhi tesisat çalışmaları yoluyla değerli kolile4

Üzerine havyar konmuş pancake. (Çev.)

29

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

ri toplayan fabrikalara yönlendirilir. Dışkıda yüksek miktar­ da bulunan önemli amino asitlerin sakin ve rahat bir mizacı işaret ettiği düşünülürken, bilakis düşük orandaki potasyum, sinirli ve uykusuzluğa yatkın bir kişiliği ortaya koyacaktır. Dünya liderlerinin dışkılarının dikkatlice incelenmesi, baş­ lı başına bir yenilik sayılmaz. Versay Sarayı'ndaki doktorlar, tanınmış hastalarının sağlık durumunu saptamak adına kra­ liyet dışkılarını günlük olarak kontrol ederlerdi. Antik Roma dönemine kadar uzanan "nasıl gidiyor?" ifadesinin, yalnız­ ca "bağırsak hareketleriniz nasıl gidiyor?" için bir kısaltma olduğu düşünülür, popüler bilgelik, serbest bir bağırsağı fi­ ziksel ve zihinsel esenlik duygusuyla ilişkilendirir. Bu açıdan bakıldığında Mao tuvalete ne çok iyi ne de çok sık "gider" . O, tüm hayatı boyunca inatçı bir kabızlıktan mustarip ola­ caktır. Midesi günlük iki öğününün yükünden kurtulamadan bir hafta geçebilir, çok geç uyanmasıysa onu aynı anda hem kahvaltı hem de öğle yemeği yemeye zorlayabilirdi. Mao, bağırsaklarının uzun zamandır beklenen salınımını bir lütuf olarak karşılar: Bir gençlik mektubunda, en iyi arkadaşların­ dan birine "İyi yer, iyi sıçarım" diyerek övünür. Ünlü PMZD

(Mao Zedong Düşüncesi), deneyim kokan politik bir özdeyişle zenginleştirilir. Başkan-filozof, Büyük Kırmızı Kitap ta saplan­ '

tılı olduğu dışkılama hakkında "Mide, dışkı ve osuruk çıktığı zaman rahatlar," der. O zamanlar, Stalin'in emrindeki bilim insanları, bugün araştırmalarla gün yüzüne çıkarılan bağırsağın sinirsel kapa­ sitesinden şüphelenemezler. Bir evcil hayvanın korteksinde bulunana eşdeğer olan 200 milyon nöronu ile bağırsak, tah­ min edilenden çok daha yüksek bir "zeka"ya sahiptir. Kaba­ ca söylemek gerekirse, karınlarımızda dolanan uzun boru, yalnızca sindirilmiş yiyecekleri pisliğe çeviren bir yapı de­ ğildir. Bağırsak, meşhur "mutluluk hormonu" olan serotoni­ nin %95'ini üretir. Kana salınan madde, beyin duygularının 30

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

yönetim bölgesi olan hipotalamusa ulaşır. Böylece enterik sinir sistemi beyne, biz tam olarak farkında olmadan dün­ yayı algılama şeklimizi değiştirebilecek sinyaller gönderir. Olumlu düşünme, kaygıya direnme yeteneğimiz beyne gön­ derilen bu "mesajlardan" potansiyel olarak etkilenecektir. Bu varsayımı test etmek için araştırmacılar, laboratuvar fareleri üzerinde "sağlıklı" bir mikrobiyota enjeksiyonunun hayva­ nı daha gönüllü ve daha az ürkek hale getirdiğini gösteren çalışmalar yaptılar. Anksiyete, depresyon, otizm ve nörode­ jeneratif hastalıkları tedavi etmek için sağlıklı bir vücuttan alınan bu dışkı nakilleri günümüzde tıbbi araştırmalarda cid­ di yol göstericidir. Rus test tüplerinde dondurulan dışkı üretimi bugün en gelişmiş analizlere tabi tutulsa, Mao'nun dertli bağırsakları öteki dünyaya ait hangi hikayeyi anlatırdı? Mikrobiyotası, nevrasteni, hastalıklı anksiyete ve şiddetli uyku bozuklukla­ rına eğilimli kişiliğinin belirli özellikleri hakkında bize daha fazla bilgi verir miydi? Tarih, bireyin üzerinde kontrol sahibi olmadığı büyük ruhani hareketlerle şekillenmez. Etten, ke­ mikten, kandan ve bakterilerden oluşan olağanüstü insanlar, tarihin akışını bazen beklenmedik yollara sürükler. Bu istis­ nai karakterler, deneyimler, etkiler, hesaplamalar, ideolojiler ve aynı zamanda bugün keşfedildiği üzere, anatomilerinin en karanlık kıvrımlarına yerleştirilebilecek duygular tarafından şekillendirilmiştir. Diktatörlerin ıstırap içindeki bağırsakları ile suç eylemleri arasında nedensellik bağı kurmak elbette iyi bir fikir olacaktır. Ancak "ikinci beyinlerinin" "duyguları" üzerinde ölümcül bir etkisi olduğu varsayımına cüret etmek­ ten bizi hiçbir şey alıkoyamaz. Kültür Devrimi'nin hakim olduğu histeri ortamında, Ma­ o'nun dünyaya yaptığı haftalık bağırsak bağışları kutsal ema­ netlere dönüşebilirdi. Cennetten gelen bu armağanın önünde yerlere kapanan ve Çin Komünist Marşı'nı söyleyen sanrılı 31

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

kalabalıklar hayal edilir: 1942'ye dayanan ve çeyrek asır sonra yeniden canlanan devrim ilahisi Doğu Kırmızıdır "Çin' de bir Mao Zedong doğdu. O, insanların mutluluğunu arar. O, hal­ kın Büyük Kurtarıcısıdır," sözleriyle cesaretlendirir. 1960'lı yılların sonuna doğru, ülke bulaşıcı bir budalalık uçurumu­ na sürüklenir. Mao'ya ve komünizmi saf temeller üzerine yeniden inşa etmesi gereken bu "devrim" e olan inançları nedeniyle gözleri dönmüş "Kızıl Muhafızlar'ın" fanatizmi­ nin bedelini bunca insan hayatlarıyla ödememiş olsaydı, Çin tarihinin bu karanlık sayfası gülünç olabilirdi. Şehir istasyon­ larında yolcular, trene binmeden önce peronda "sadakat dan­ sı" yapmalıydı. Seçim kampanyaları da bundan payını alır. "Çin'in kurtarıcı yıldızı"na duyulan hürmeti damgalı hay­ vanlar aracılığıyla gösterilir: Üzerinde "sadakat" etiketi taşı­ yan domuzlar gülünç duruma düşmüştür. Bu "sadakat do­ muzları"nın Mao'ya olan aşklarını homurdanması, "dünya düşüncenin yol göstericisi" karşısında büyülenmiş Saint-Ger­ main-des-Pres'nin okuryazar zihinleriyle aynı şevki taşır. Etli, sulu ve leziz aromalı bir meyve, "Maolaşmış" Çin'i yemek çubuklarına dek alevlendiren kolektif çılgınlığın bu dönüm noktasını simgeler. Sonsuz nezaketiyle Mao Zedong, Pakistan tarafından sunulan mangoları Pekin' deki işçilere da­ ğıtır. Bu şekilde onurlandırılan fabrikaların her birinde, hedi­ ye büyük bir seremoniye sebebiyet verir. Kutsal meyve, gele­ cek nesiller için korunması amacıyla mumla kaplanır. Man­ go, fabrika toplantı odasında işçilerin önünde eğilmek için geldikleri bir sunağın üzerine yerleştirilir. Pekin' deki tekstil fabrikasında bulunan hiç kimse, kısa sürede çürüme belirti­ leri gösteren meyveyi sterilize etmeyi düşünmez. Fabrikanın devrimci komitesi sonrasında mangoyu soymaya, posası­ nı kaynatmaya ve ikinci bir resmi tören düzenlemeye karar verir. "Alın ve yiyin, bu sizler için dağıtılan mangodur; alın ve için, bu sizler için doldurulan mango suyudur." Komün-

32

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

yona sadık olanlar gibi, işçiler de kutsal armağanın içinde kaynadığı sudan bir kaşık dolusu içmeye davet edilirler. Bu hem güldürebilecek hem de ağlatabilecek bir hikayedir. Olay kendisine bildirildiğinde Mao, yemyeşil olmuş dişleriyle se­ çimini gülmekten yana kullanır. Yarısı çürümüş bir Pakistan mangosuna sergilenen bu ibadet, Mao'nun, çobanı tarafından "sadık koyunlar" sürüsüne dönüştürülmüş bir ülke üzerin­ deki mutlak hakimiyetini sembolize etmez mi? Mao Zedong'un enerjisi, 1970'lerin başında, SSCB ile ihti­ lafa düşünce mahcup bir şekilde Bah'ya dönen Çin' in sınırla­ rının ötesine geçer. Richard Nixon, 1972 yılında Pekin'e tarihi bir seyahat düzenleyerek bu ilişkinin yolunu önemli ölçüde açar. Fransız Georges Pompidou, Kanadalı Pierre-Elliot Tru­ deau ve Britanyalı Edward Heath, Amerikan başkanının izin­ den giderler. Büyük Halk Salonu'nun yemek odasında, %53 alkol oranlı maotai içkisi eşliğinde yapılan konuşmalar, Çin Halk Cumhuriyeti ve kapitalist dünyanın güçleri arasındaki buzların erimesine yardımcı olur. Bu Hint dansından yapılan Brendi, Çin Komünist Partisi'nin uğurlu alkolü haline gelir. Efsaneye göre Kızıl Ordu, bozgunun tam ortasında yaraları­ nı sarmak için 1935'te Maotai köyünde durur. Yaşam suyu, morali bozuk askerlerin boğazlarını yakar ve onlara, meşhur Uzun Yürüyüşlerine ve milliyetçi ordulara karşı olan gerilla savaşlarına yeniden ahlmaları için güç ve cesaret, verir. İçki fabrikası devlet mülkiyetine geçerken, maotai resmi ziyafet­ lerde sunulan ulusal içki haline gelir. Bu şenliklerin fotoğraflarında, kadehini yabancı misafirle­ rinin sağlığı için kaldıran Mao Zedong'un imgesini aramak boşunadır. Alışıldığı gibi, dünya büyükleriyle kibarca konuş­ ma misyonuna sahip olan tatlı dilli Zhou Enlai' dir. Georges Pompidou'nun ziyareti sırasında, 14 Eylül 1973'te Pekin' deki Fransız Büyükelçiliği'nde verilen resepsiyonda Mao'nun vaz­ geçilmez ikinci komutanı Çin'i temsil etmektedir. Paris'ten 33

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

gelen Elysee aşçıları, oracıkta bir "hoş geldin yemeği" hazırla­ mak için uçaklarını erzak, şarap, tencere, fırın ve çanak çöm­ lekle doldururlar. Fransa Cumhuriyeti tarafından ziyaret edi­ len ülkenin konuklarına sunulan bu görkemli yemek, Pom­ pidou tarafından tesis edilen ve bütçe nedenleriyle Jacques Chirac'ın yönetiminde son bulacak olan pahalı bir gelenektir. Her zamanki gibi Mao Zedong, Fransız Büyükelçiliği'nin aşı­ rı kalabalık masasına oturmaz. Bunun Paris usulü Bellevue ıstakozuyla, dana etli puf böreğiyle, Chevreuse kuzu rosto­ suyla ya da o gün Fransa' dan getirtilen en iyi şaraplara eşlik eden donmuş Elysee frambuazlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. "Devrim bir gala ziyafeti değildir," diye yazar Mao. Eğer bu meşhur söz öncelikle mecaz anlamıyla anlaşılırsa, aynı za­ manda gerçek anlamında da anlaşılır. Köylü kökenlerine ve devrimci mücadelesine daima sadık kalan Mao, dünyevilik­ ten hiçbir zaman zevk almamıştır. Hayatının sonlarına doğru, büyük devlet başkanları Çin topraklarına ilk kez ayak bastı­ ğında dahi, onu boş sandalye alışkanlığını5 değiştirmeye iten sağlık sorunları değildir. Resmi ziyafetlere katılmayan baş­ kan, kendisine getirilen ziyafetleri yüz yüze görüşmelerde, çalışmalarını yaptığı "kokulu krizantemler kütüphanesinde" binlerce kitabıyla çevrili olarak kabul eder. Öyle bir durumdadır ki, sofradaki varlığı abes, uygun­ suz ve hatta verimsiz görünür. Hiç insanlarla birlikte ziyafet çeken bir yan-tanrı görülmüş müdür? Mao Zedong, yavaş yavaş kendini günlük insan ilişkilerinden keser. Sözlerini ya­ layıp yutan saray halkıyla çevrili ziyafetler, nutuk atma yeri değildir. Politbüro yoldaşlarıyla şahsi kulübesinde geçirdiği felekten geceleri artıran Josef Stalin'in aksine Mao, eski silah arkadaşlarıyla paylaşmak zorunda kalmaksızın kendi iç dün­ yasına çekilmeyi tercih eder. Münzevinin çoğu zaman yalnız 5

Fransızcası la chaise vide olarak geçen bu kullanım, bir toplanhda ya da mecliste tepkisel olarak oturmayı reddedenler için kullanılır. (Çev.)

34

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

ve yarı çıplak olarak çalıştığı ve yemek yediği yatağının ya­ nına büyük bir masa yerleştirilir. Katlanılmaz eşi Jiang Qing bile, "kalplerimizin kızıl güneşi"nin sofrasını ve hatta sayısız güzele ayırdığı yatağını paylaşmaz. Mao'nun ölümünden iki yıl önce ALS hastalığı teşhisi konur. Yavaş yavaş felç eden ve sağlıksız vücuduyla yaşa­ maya devam ederken, bu kadınlardan biri ona eşlik edecek­ tir. Büyük Dümenci'nin duygularını alevlendiren genç ve çekici Zhang Yufeng, bundan böyle onun gayriresml hem­ şiresi, hizmetçisi, Kerberos'u6 ve hatta yatalak tiranın çıkar­ dığı seslerin tercümanı olur ki ondan başka kimse Mao'yu anlayamaz. Zhang Yufeng temennisi, Mao'nun hala hayatın küçük zevklerinden keyif almasıdır. Bulaşık suyunu andı­ ran alkollerin neden olabileceği öksürük nöbetlerinden en­ dişelenen doktorun itirazlarına rağmen, yemek vakti ona bir bardak maotai götürmeyi ihmal etmez. Ne var ki başkan, kararını hayatın küçük zevklerinden yana verir. Zaten siga­ rayı bırakmamış mıdır? Hiçbir zaman iyi içici olmamış biri olarak, söylediğine göre uykuya dalmasına yardımcı olan küçük bir bardak maotai'ye pekala hakkı vardır. Uyku so­ runu, hayatı boyunca uyumak için akıldışı miktarda uyku hapı yutan Mao'nun istenmeyen arkadaşı olmuştur. İlaçlarla sersemletildiğinden, akşam yemeğinin tam ortasında uyku­ ya dalması alışılmadık bir durum değildir. Sonrasında, yarı çiğnenmiş balığın kalıntılarını çıkarmak için iki parmağını nazikçe büyük liderin horlayan ağzına sokmak çevresinde­ kilere kalır. Hastalık ilerledikçe boğaz ve yutak felcin pençesine düşer. Artık katı yiyecekleri mideye indiremeyen Mao için yemek yeme zorlu bir çile haline gelir. Sığır ya da tavuk etli yoğun çorbadan oluşan yarı sıvı bir diyet izlemesi gerekir. Yiyecek6

Kerberos, Yunan mitolojisinde Hades'in yönettiği ve ölülerin bulunduğu yeraltı kapısına bekçilik yapan üç başlı köpektir. (Çev.)

35

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

lerin boğazından ve yemek borusundan geçişini kolaylaştır­ mak adına sol tarafına yatar. Komünist Çin'in babası, kendi­ sini yavaş yavaş besleyemeyen bir bebek durumunda bulur. Zhang Yufeng sonrasında, "Yılbaşı arifesinde, ellerini kulla­ namadığından onu kaşıkla beslemek zorunda kaldım. Onun için ağzını açmak ve yutkunmak çok zorlayıcıydı. Aniden, uzaktan hava fişek sesleri işittik. Zayıf ve boğuk bir sesle, benden bazılarını onun için patlamamı istedi [ . . . ] . Avludaki havai fişekleri duyduğunda yorgun yaşlı yüzünde belli belir­ siz bir gülümseme belirdi," sözleriyle anımsar. Ölüm döşeğinde bir zorbanın karnı artık pek de ona ait değildir. Özellikle de rakip grupların imparatorun defne yapraklarıyla bezeli tacını kapmak için silahlarını kuşandık­ ları Çin' de, herkesin meselesi haline gelmiştir. Mao'nun sin­ dirim sistemini etkileyen felç, bundan böyle gerekli miktarda sıvı ve besin tüketmesini engeller. Glikoz serumları artık işe yaramamaktadır. Gözle görülür şekilde kilo kaybeder. Gücü onu terk etmektedir. Alternatif bir çözüm olmadan, sonu ya­ kındır. Sağlık ekibi burun yoluyla beslenmesini önerir ancak hiçbir zaman kolay bir hasta olmayan Mao, buna inatla karşı çıkar. Ne yapılmalıdır? Filmin devamında, boşluk korkusu­ na kapılmış oyuncuların mücadele ettiği bir trajikomedi gün yüzüne çıkar. Hiç kimse dini lideri zorla besleyecek güce sa­ hip değildir. Ne var ki kimse, onu kurtarmayı denememenin mesuliyeti altına girmek bile istemez. Politbüro üyeleri ar­ tık ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Mucize ilacı bulduğuna inanan içlerinden bir tanesi, başkana toz halinde verilmesini önerir. Şangay'ın en güzel incilerini toplar ve onları toz hali­ ne getirtir. Nihayet gizli bir toplantı sırasında inatçı hastayı ikna et­ mek için, "Birinci Grup" personelin ve Mao'nun sağlığıyla ilgilenmekle görevli dört Politbüro üyesinin burun sondasını kendi Üzerlerinde test etmelerine karar verilir. Zhang Yufeng 36

Mao Zedong: Devrim Bir Gala Ziyafeti Değildir

harici "Birinci Grup"un tüm üyeleri iş birliği etmiş olsa da ÇKP'nin kıdemli temsilcileri o kadar cesur olamamışlardır. Yalnızca ölümünden sonra Mao'nun yerine gelmesi beklenen Hua Guofeng, deneme tahtası görevi görmeyi kabul eder. Birbirlerinden feragat etmenin hiçbir faydası olmayacaktır çünkü Mao, hala böylesi bir yolla midesine erişilmesine izin vermemektedir. Bu yavaş ölüm birkaç ay daha devam eder. 9 Eylül 1 976'da gece yarısından on dakika sonra, Büyük Dü­ menci üçüncü kalp krizine yenik düşer. Mumyalanmış ve tanrılaştırılmış Mao Zedong, şimdiye kadar Stalin'in itibarını onulmaz bir şekilde yok eden ikinci ölümden kurtulur. Heykelleri yıkılmamış, naaşı Tiananmen Meydaru'ndaki mozoleden çıkarılmamış, haleflerinden hiçbi­ ri onun suçlarını ve kişilik kültünü yargılamaya cesaret ede­ memiştir. İkonu çevreleyen folklor; turizm, moda, sanat ve mutfak alanlarını istila etmek adına politik alanın çok ötesine geçer. Komünist Çin'in babası, ünlü soyadım en sevdiği Hu­ nan yemeğine miras bırakır: "Mao usulü kırmızı domuz eti" . Kurutulmuş yeşil fasulye eşliğindeki bu domuz göğsü, zen­ gin, kırmızı ve alabildiğine baharatlı bir sosta kaynar. Zorluk­ ların üstesinden gelebilmek için güçlü bir kalbe ve sağlam bir mideye sahip olmak gerekir. Ancak her şeye rağmen, Maoist devrim asla bir gala ziyafeti olmamıştır.

37

J ea n-Bed el Bokassa

Bedava Yemek Yoktur

Tıpkı çamaşır makineleri kadar hantal ve ağır olan televiz­ yonlar, Giscardcı Fransa'nın muşamba masa örtülerine haber selini döker. Dövülmüş bir köpeği andıran sunucu Roger Gi­ cquel, her akşam saat sekizde Viandox çorbasını höpürdeten ülkeyi puslu sesiyle sakinleştirir. Fransa halkının turuncu çi­ çekli duvar kağıtlarıyla bezeli evlerine davetsiz giren özgür dünyanın kahramanları Gerald Ford, Harold Wilson, Helmut Schmidt ve hışırhlı neo-aristokrat başkanımız Valery Giscard d'Estaing' dir. Tavan penceresinden çok daha endişe verici eş­ kaller süzülür. Gür kaşlarının alhndaki gizemli bakışlarıyla Leonid Brejnev, yüzünde nükleer bir savaşın tehdidini taşır. Fransa, çölden gelen genç Albay Muammer Kaddafi'nin de kibirli siluetine ve etobur gülümsemesine aşina olmuştur. Güneş gözlüklerinin ardında öfkeli görünen kötücül General Augusto Pinochet, bu ürpertici fotoğraf serisini tamamlar. Bokassa haricinde bir askeri diktatörlük asla gülünç de­ ğildir. On yıllık sürecin sonuna dek, Orta Afrika Cumhuriye­ ti'nin "ömür boyu cumhurbaşkanı"nın maskaralıkları, Ten­ ten'in Kongo'daki maceralarını okurken Bokassa destanını izleyen sömürge sonrası Fransa'sının sofralarını şenlendirir. İktidarın ele geçirildiği tarih dahi ciddiyetsiz bir izlenim bı­ rakır. Her şey 1 966 yılbaşında Bokassa'run kuzeni Başkan Da­ vid Dacko'ya karşı düzenlenen silahlı ayaklanmayla başlar. Başkan de Gaulle, denize erişimi ya da herhangi bir gerçek stratejik çıkarı olmayan, Orta Afrika'nın "karanlığının orta39

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

sında" yuvalanmış eski bir Fransız kolonisi olan kadim Uban­ gi-Chari'nin yeni güçlü adamına duyduğu küçümsemeyi pek de saklamaz. Eski general, Afrika ve Madagaskar ilişkileri danışmanı kışkırtıcı Jacques Foccard'ın önünde, Bokassa'yı "maskara", "deli" ve "ahmak" olarak tanımlayarak kışla lü­ gatından ödünç aldığı sıfatları kullanır. Ancak Jean-Bedel Bokassa kadim sömürge gücüne karşı yumuşak başlıdır. O, her şeyden önce bir Lumumba karşıtı­ dır. Kongolu liderin aksine, Orta Afrika Cumhurbaşkanı hiç­ bir şekilde ülkesinin kendi kanatlarıyla uçmasını engelleyen zincirleri kırmaya çalışmaz. Bu muvazzaf asker, Fransa'yı ikinci vatanı olarak kabul ederek çifte vatandaşlığını korur. Hindiçin' de ve ardından Cezayir' de savaşmak için Kolonyal Ordu'ya katılmadan önce, Özgür Fransız Kuvvetleri'nde ce­ surca savunduğu üç renkli bayrağa hürmet eder. Fransız or­ dusunda geçirdiği uzun süreçte eski kaptan, üniforma, ma­ dalya, 18 Haziran çağrısının adamı7 ve Côtes-du-Rhône için ölçüsüz bir iştaha sahip olacaktır. Bu, 11 Şubat 1 969'da Charles de Gaulle eşleriyle birlikte onu samimi bir öğlen yemeği için sarayında ağırladığında hissettiği yoğun mutluluktan anlaşılır. Daha öncesinde, eski Fransa patriği, genç Orta Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşka­ nı'nı küçük Bry-sur-Mame İstasyonu'nda karşılamaya gelir. Arşiv görüntülerinde biri koyu renk takımının içinde bezgin ve bitap haldeyken, diğeri ışıltılı madalyalarla dolu ünifor­ masının içinde coşkulu ve sermest görünür. İlahiler ve resmi nezaket alışverişlerinin ardından, resmi tören alayı gri ve karlı gökyüzünün altında Elysee Sarayı'na döner. Başkan Bo­ kassa'nın onuruna kurulan sofra, olması gerektiği gibi özenli ancak özgünlükten yoksundur. Menüde, bolca Fransız usu­ lü kalkan balığına, püre yatağında klasik bir Provans dana 7

Yazar burada Charles de Gaulle'den bahsetmektedir. (Çev.)

40

Jean-Bedel Bokassa: Bedava Yemek Yoktur

eti eşlik eder ve ardından hafif bir salata sunulur. Parizyen bir tatlı olan brioş, pasta şefinin ne yeteneğinin ne de hayal gücünün sınırlarını zorlamaz. Saray yemekleri, Riesling Clos Ste Hune 1964, Chateau Leoville Barton 1959 ve Dom Ruinart 1961'den oluşan seçkin şaraplar eşliğinde nazikçe bağırsak­ lardan aşağı kayar. Her zamanki gibi, küçük komiteler halinde yenen öğle ye­ meklerinde peynir bulunmaz: General de Gaulle, Dördüncü Cumhuriyet'inkine benzettiği akşam yemeği hoşgörüsüne ve "az çorbalarını ateşlerinin küçük bir köşesinde pişiren küçük partilerle" kolayca ilişkilendirdiği uzun yemeklere dayana­ maz. Bir asker ve bir eylem adamı olarak, Beşinci Cumhu­ riyet'in ilk başkanı, zamanını sofradaki gevezeliklerle har­ cayamayacak kadar değerli görürken, kaz ciğeri, ıstakoz ve kaliteli şarapla dolu ağzıyla dünyayı yeniden yaratacağını iddia eder. De Gaulle bir elinde cep saatiyle, ziyafetleri yak­ laşık kırk dakika içerisinde geçiştirmeye çalışır. Ve o gün, kendisine çok küçük bir protokolle "papa de Gaulle" olarak hitap etmeye direten bu garip adamla uzatmaları oynamak için muhtemelen hiçbir sebep görmez. Fransız gazetecilere, "Bunu Fransa' ya borçluyum ve Tanrı' dan sonraki tek umu­ dumuz olan General de Gaulle, benim için bir babadır," açık­ lamasında bulunur. Birbiriyle taban tabana zıt karakterlere sahip iki devlet adamı en azından şu ortak özelliğe sahiptir: Görünüşe göre ikisi de sofranın zevklerine fazla önem vermez. Askeri kari­ yerleri, onları savaş meydanlarında sunulan temel erzaklara ve subayların yavan yemeklerine alıştırmıştır. Resmi resepsiyonlar dışında Bokassa'nın sofra zevkleri abartılı değildir: Genellikle ülkesindeki ailelerin standart ye­ meği olan manyok yaprakları eşliğinde ızgara ete bağlı kalır. Orta Afrika diktatörü hiçbir zaman obur olmamıştır. Obur­ luk, büyük titizlikle işlediği ölümcül günahlardan biri değil41

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?

dir. Şehvet, kendisini Mesih'in "on üçüncü elçisi ve hizmet­ karı" ilan ederek, yaşamının sonunda kendisine vermek is­ tediği aziz imajından onu daha çok uzaklaştıracaktır. Bilinen on yedi karısı ve elli altı çocuğu olduğu iddia edilen adam, daima beslenme iştahındansa cinsel bir iştah göstermiştir. İyi yemek, yalnızca bir istisnayla bedenin zevkleriyle reka­ bet eder: Bu, hayatı boyunca sıkı sıkıya bağlı kalacağı viskidir. Chivas Regal'e duyduğu saygı onun, Ocak 1977'de, oldukça dindar Muammer Kaddafi tarafından ödenen sübvansiyon­ lar karşılığında Salah-Eddine-Ahmed adı altında benimsedi­ ği İslam dininden vazgeçmesine yol açacaktır. İslam' a yaptığı bu meteorik gidiş-dönüş yolculuğunun ardından Jean-Bedel Bokassa, korkunç öfke patlamaları ve pervasızca dağıtılan kırbaç cezaları eşliğinde alkol tüketimini yasaklamayan Hı­ ristiyan inancına yeniden bağlanır. Öte yandan, Charles de Gaulle'ün tatmin olması için bir çorba, mümkünse füme jambonlu bir sandviç, hatta konser­ ve bezelye ya da sardalye bile yeterlidir. Saray aşçıları, Fau­ bourg-Saint-Honore sokağı 55 numaradaki kiracının yalnızca balık çorbasına zaafı olduğunu bilir. Fransızların önderi de her akşam sıcak yemek yeme güvencesine sahip olmayan Cumhuriyet'in ender yurttaşlarından biridir. Mutfak sarayın batı kanadının bodrum katındayken, başkan ve eşinin özel daireleri doğu kanadında yer alır. Gaulle'ün sofrasına bir koşu varmak, kahyanın tam iki dakikasını alır. Yvonne Teyze ve kocası çatal bıçak takımlarını ellerine aldıklarında, çorba gereğinden fazla ılınmış, suflelerse gümüş servis fanusunun altında iyice pörsümüş olur. En ufak eleştiriden bile zarar görmeyecek olan ulusun kahramanı sanki bu durum çok önemsizmiş gibi şikayetçi değildir. Bununla birlikte, general, yabancı devlet adamlarının göz­ lerini boyamak ve onların yüce karınlarını şımartmak için ba­ zen masraftan kaçınmaması gerektiğini bilir. Onun gözünde, 42

Jean-Bedel Bokassa: Bedava Yemek Yoktur

Fransız itibarının pazarlığı olmaz. Resmi resepsiyonlar sıra­ sında, saray fırınları doğrudan Auguste Escoffier'nin Mutfak Rehberi'nden çıkma görkemli yemekler yaratır. "Orta Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Jean-Bedel-Bokassa ve Mada­ me Bokassa"ya sunulan gala yemeğinde bu klasik, anıtsal, biraz süslü ve muhafazakar yemek servis edilecektir. Akşam yemeği ikramlarında, tere çorbası, Saint-Germain dil balığı ve ardından sığır eti filetosu servis edilir. Bu önemli akşam yemekleri hatırına, menüde peynirler de bulunmaktadır. Şö­ lenler mükemmel bir moka ile taçlandırılır. Başkanların ve misafirlerinin sarayları Meursault-Perrieres 1966, Nuits-Les Vaucrains 1961, Pol Roger 1 961 marka bir dizi kaliteli şarap ile şenlenir. Fransa'nın en önemli evi asla ucuz yemek sunmaz. Bir devlet başkanı Fransa Cumhurbaşkanı'nın onur konuğu ol­ duğunda, bu kişi iki milyon insanın yaşadığı, denize kıyısı olmayan küçük bir ülkenin kaprisli diktatörü bile olsa, Ely­ see tugayı ve protokolü en iyi oyununu ortaya koyar. Yabancı cumhurbaşkanı, eşi ve heyetinin tadını çıkardığı yemekler, Louis-Philippe'in aşçılarının kullandığı bakır kaplarda, sote tavalarda ve mangallarda pişirilmiş, kaynatılmış ve kızartıl­ mıştır. Altın iplikle işlenmiş organze masa örtülerinde Puifor­ cat gümüşleri ve Baccarat imzalı kristal flütler, tüm dünyanın imrenmesi gereken bu "Fransız dehasını" ustaca gözler önü­ ne serer. Elysee Sarayı mutfağı, cumhuriyetten çok monarşik bir protokole göre servis edilir. Lully'nin bestelediği bir fuga­ to eşliğinde Güneş Kral'ın ortaya çıkmasının pek de şaşırtıcı olmayacağı böylesi bir protokolde, yabancı ziyaretçi, bu baş­ ka çağın ihtişamıyla eğlenebilir ya da tam tersine, kendisini törenin büyüsüne kaptırabilir. Jean-Bedel Bokassa, hantal protokollerden ve aşırıya kaç­ mış dekorlardan utanacak bir adam değildir. Kendisine tayin ettiği generalin üniformasından akan madalyalar nehrini ışıl43

ŞU DİKTATÖRLER NE YER NE İÇER?