Türkiye'nin Gizli Tarihi: 1 - Özel Harp Dairesi [161, 5 ed.]
 9786054069019

Table of contents :
İçindekiler

7 ....... Teşekkür
11 ...... Beşinci Baskıya Önsöz
13 ...... Önsöz

21 ...... 1. Bölüm: Amerika Kamplarındaki Türk Subayları
35 ...... 2. Bölüm: Özel Harp Dairesi Kuruluyor
59 ...... 3. Bölüm: MİT ile Özel Harp Dairesi İç İçe
69 ...... 4. Bölüm: Dairenin Pratik Alanı: Kıbrıs
95 ...... 5. Bölüm: Özel Harp Dairesi'ne Darbe
109 ..... 6. Bölüm: Özel Harp Dairesi Adına Kavuşuyor
135 ..... 7. Bölüm: Kontrgerilla Üssü
157 ..... 8. Bölüm: Özel Harp Dairesi Deşifre Oluyor
183 ..... 9. Bölüm: Sivil Unsurlar ve Katliamlar
239 ..... 10. Bölüm: Kanlı Yılların Kilit İsmi: Ercüment Gedikli
255 ..... 11. Bölüm: ASALA Operasyonlarının Silahları Özel Harp Dairesi'nden
269 ..... 12. Bölüm: PKK'ya Karşı Özel Harp Dairesi
293 ..... 13. Bölüm: Özel Harp Dairesi'ne Yeni İsim

303 ..... Sonsöz
305 ..... Fotoğraflar
311 ..... Kaynakça
314 ..... Dizin

Citation preview

© Ecevit Kılıç / Turkuvaz Kitapçılık Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş. ( 2 0 0 6 )

H o r hakkı saklıdır. Tanıtım a m a ç l ı kısa alıntılar d ı ş ı n d a y a y ı n c ı n ı n yazılı izni o l m a d a n hiçbir y o l l a ç o ğ a l t ı l a m a z .

Genel Merkez: Barbaros Bulvarı, N o : 1 5 3 , Kat: 3, 3 4 3 4 9 Beşiktaş / İ s t a n b u l Yayınevi: B a r b a r o s B u l v a r ı Ufuk Apt. C 2 B l o k N o : 5 8 / 4 3 4 3 4 9 Beşiktaş / İ s t a n b u l Tel: 0 2 1 2 2 8 8 5 0 6 8 F a k s : 0 2 1 2 2 8 8 5 0 6 7 GENEL

YAYIN

YÖNETMENİ

İlknur Ö z d e m i r

EDİTÖR M e r t T a n a y d ı n DÜZELTİ A y t e n K o c a l KAPAK KAPAK

TASARIMI

Melis Rozental

UYGULAMA Z e y n e p Ö z a t a l a y

GRAFİK Bilgi E r d o ğ a n BIRINCI

BASIM

M a y ı s 2 0 0 8 , İstanbul

GENEL

YAYIN

161 İNCELEME DiZİSİ 5

ISBN

978-605-4069-01-9

BASILDIĞI YER Pasifik Ofset Ltd. Sti ( 0 2 1 2 ) 5 5 1 11 19

Bu kitabın ilk 4 baskısı Güncel Yayıncılık t a r a f ı n d a n yapılmıştır.

T u r k u v a z K i t a p bir T U R K U V A Z M E D Y A G R U B U k u r u l u ş u d u r .

İçindekiler 7 I1 13

Teşekkür Beşinci

Baskıya

Önsöz

önsöz

21

I. Bölüm:

Amerika

35

2. Bölüm:

Özel

59

3. Bölüm:

69

4. Bölüm:

Kamplarındaki

Harp

Dairesi

MİT ile Özel Harp Dairenin

Pratik

Dairesi Alanı:

95

5. Bölüm:

Özel

Harp

Dairesi'ne

109

6. Bölüm:

Özel

Harp

Dairesi

135

7. Bölüm:

Kontrgerilla Harp

Türk

Subayları

Kuruluyor İç

İçe

Kıbrıs Darbe

Adına

Kavuşuyor

Üssü

157

8. Bölüm:

Özel

183

9. Bölüm:

Sivil

Unsurlar

Dairesi

239

10. Bölüm:

Kanlı

Yılların

255

11. Bölüm:

ASALA

ve Kilit

Deşifre

Oluyor

Katliamlar İsmi:

Operasyonlarının

Ercüment Silahları Harp

269

12. Bölüm:

PKK'ya

293

13. Bölüm:

Özel

303

Sonsöz

305

Fotoğraflar

311

Kaynakça

314

Dizin

Karşı

Harp

Özel

Dairesi'ne

Harp Yeni

Dairesi İsim

Gedikli Özel Dairesi'nden

Teşekkür Hasan Fehmi Güneş, Rahşan Ecevit, Mehmet Eymür, Nuri Gündeş, Yavuz Ataç, Hasan Kundakçı, Ercüment Gedikli, Zeki Çatlı, İsmail Tansu, Tahsin Gürdal, Daniele Ganser ve görevleri nedeniyle ismini veremediğimiz kamu görevlilerine; kitabın ya­ zım aşamasında yardımlarını esirgemeyen meslektaşlarım Ali Se­ lim Emeç, Berivan Tapan, Cafer Kurt, Metin Under, Ferruh Yazıcı, Cengiz Erdinç ve Salih Yavuz'a teşekkürler.

Beşinci Baskıya Önsöz

Hiç kuşkusuz Türkiye'nin açık tarihinin yanı sıra bir de gizli tarihi var. Bu gizli tarihin en temel unsuru Özel Harp Dairesi'dir. NATO konsepti çerçevesinde 1952 yılında Silahlı Kuvvetler bünyesinde kurulan bu dairenin tarihi aynı zamanda Türkiye'nin gizli tarihidir. Bu gizli tarihin sayfaları aralandığında 60'lı yılların sonunda başlayan ve 80'li yılların başına kadar gelen kanlı olayların sıra­ dan çatışmalar olmadığını görüyoruz. Bu olaylarda öne çıkan ak­ törlerin hemen tümü bu daireyle ilişkili. Hem resmi hem de sivil olarak. Ama asıl tehlike sivil unsurlar. İşte 70Ti yıllarda yaşanan kanlı olayların planlayıcıları ve uy­ gulayıcıları bu sivil unsurlardır. Bu sivil unsurlara daire içinde farklı bir ad verilir; Beyaz Kuvvetler. Özel Harp Dairesi'nde resmi olarak görev yapmayan, ancak daireyle bağlantılı olan subayların ve bu sivil unsurların bütün olarak yer aldığı birimin kod adı ise Ergenekon. Ergenekon örgütünü ilk kez 1979'da dönemin Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ortaya çıkardı. Yapının adının bu oldu­ ğunu ilk kez Yurdakul telaffuz etti. Zaten Yurdakul, o dönemde çatışmaların ve cinayetlerin en çok yaşandığı merkezlerden biri olması nedeniyle bizzat Başbakan Bülent Ecevit tarafından atan­ mıştı. Yurdakul da altı ay içinde 17 cinayet dosyasını çözdü. Bu ci­ nayetlerin faili olarak 50'yi aşkın kişi tutuklandı. Ancak asıl hede­ fi tekil cinayetlerin failleri değil, bu cinayetlerin arkasındaki ya­ pıydı. Araştırmalarını bu yönde yoğunlaştırdı. Bu sırada 20 Eylül 1979 günü Başbakan Bülent Ecevit, Adana'ya geldi. Ecevit'le baş başa bir görüşme yapan Yurdakul, daha sonra görüşmeyle ilgili eşi Ülker Yurdakul'a "Çok şükür bütün bildiklerimi anlattım, ar­ tık ölsem de gam yemem" dedi. Ama Yurdakul, Ecevit'le gizli gö­ rüşmesinden tam sekiz gün sonra, 28 Eylül sabahı göreve gider-

11

kert, otomobiline düzenlenen silahlı saldırı sonucu yaşamını yitir­ di. Peki, Yurdakul Ecevit'e ne anlatmıştı? Yurdakul, çözdüğü dosyalardan hareketle Ecevit'e olayların arkasında bazı MİT görevlilerinin bulunduğunu aktarmıştı. Hem de isim isim... En önemlisi de Yurdakul, sivil unsurların bulunduğu birimin "Ergenekon" kod adını kullandığını, yine başındaki ismin de "Al­ bay Ergenekon" kod adıyla anıldığını anlatmıştı... Bu bilgiler Cevat Yurdakul'un hayatına mal oldu... Türkiye 1980 yılındaki darbeye kadar bu sivil unsurların ey­ lemleriyle sarsıldı. Yıllar sonra Batı ülkelerindeki gladio örgütleri açığa çıkartıldı­ ğında ve Özel Harp Dairesi'nin de adı Özel Kuvvetler olarak de­ ğiştirildiğinde, sivil unsurların faaliyetine son verildiği açıklandı. Ama gerçek öyle değildi. Kitabın ilk baskısının 'Sonsöz' bölü­ münde en büyük tehlikenin bu sivil unsurların hâlâ faaliyette ol­ ması olduğunu, bu unsurların Uğur Mumcu'nun öldürülmesin­ den sonra yeniden yapılandırılarak elitleştirildiği; özellikle gaze­ teciler, akademisyenler ve hukukçular arasından seçildiği bilgile­ rine yer verdik. Kitabın ilk baskısından bir süre sonra polisin Ümraniye'de bir gecekonduya düzenlediği operasyonda Silahlı Kuvvetler ve NATO yapımı el bombaları bulunmasıyla başlayan soruşturmada sivil un­ surlar yeniden gündeme geldi. Türkiye'yi hayli meşgul edecek ve sarsacak gözaltılar ve tutuklamalar başladı. Operasyonun adı ise Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarının yer aldığı yapının kod adı olan 'Ergenekon'du. İlginçtir, tutuklananlara bakıldığında ço­ ğunlukla gazeteci, akademisyen ve hukukçular var. Ancak bu oluşumun Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarıyla bağlantılı olup olmadığına yargı karar verecek. Bu operasyonun bilinmeyenleri, ayrıntıları ise Özel Harp Dairesi'nin (Özel Kuv­ vetler Komutanlığı'nın) 1993-2008 tarihleri arasındaki tarihini an­ lattığımız Türkiye'nin Gizli Tarihi 2 başlıklı ikinci kitapta yer ala­ cak. Ama elinizdeki kitap, hem sivil unsurların hem de resmi un­ surların iç politikada yarattığı kargaşanın tarihine ışık tutuyor.

12

Önsöz Elinizdeki kitapta Türkiye'nin son 60 yıllık 'gizli tarihi' var. Ama kesinlikle bir derin devlet kitabı değil. Türkiye'nin en gizli kuruluşu ile ilgili Özel Harp Dairesi'nde bu 60 yıllık süre içinde yaşanan ve üç ayrı askeri darbeye götüren kanlı olayların arkasın­ daki kişileri ve güçleri bulacaksınız. Amerika ve İngiltere, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından NATO üyesi ülkelerde gizli ordular oluşturdu. Düşman ise komü­ nizmdi. Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA ve İngiltere Gizli Haberalma Örgütü MI6, bu orduların kuruluş görevini üstlendi. Bu ordular İtalya, Fransa, Yunanistan, Danimarka, İspanya, Porte­ kiz, Almanya, Belçika, Norveç, Hollanda ve Türkiye'de oluşturul­ du. NATO üyesi olmayan Avusturya, İsveç, Finlandiya ve İsviç­ re'de de gizli ordular kuruldu. Kuruluş amaçlan ve işlevleri aynı olan NATO'ya bağlı bu giz­ li orduların her ülkedeki ismi ayrıydı. Bu isimler genellikle ülke­ lerin belirgin yerel özelliklerine ve tarihlerine bakılarak seçildi. italyan gizli ordusunun adı 'Roma Kılıcı' anlamına gelen Gladio'ydu. Fransa'nın ise gemilerdeki rotanın ayarlandığı pusuladaki sembollerden biri olan 'Rüzgâr Gülü' oldu. Dani­ marka'nın gizli ordusu ise adını elinde kılıcıyla Rusları yenil­ giye uğratan Danimarkalı piskopos Absalon'dan aldı. Türkiye'nin gizli ordusunun adı ise Özel Harp Dairesi oldu. Gizli ordular içinde en çok güçlendirilen ve buna bağlı olarak en aktifi Özel Harp Dairesi oldu. Çünkü gizli orduların oluşturul­ duğu ülkeler arasında Sovyetler Birliği'ne sınırı olan tek ülke Tür­ kiye'ydi. Özel Harp Dairesi 27 Eylül 1952 tarihinde Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu. Diğer ülkelerdeki gizli ordular gibi varlı­ ğı sır gibi saklandı. TBMM'nin bile bilmediği bu gizli ordunun 13

kurucuları ve sonraki yöneticileri Amerika'daki merkezlerde özel harp eğitimden geçirildi. Özel Harp Dairesi'nin eğitim, silah ve teknik malzeme ihtiyaç­ ları bütünüyle Amerika tarafından karşılandı. Olası bir Sovyetler Birliği işgalinde kullanılması için yeraltı sı­ ğınaklarında, ormanlarda, mezarlıklarda hatta camilerin altında gizli cephanelikler oluşturuldu. Özel Harp Dairesi'nde görev yapan personel iki unsurdan meydana getirildi. Birincisi askerler. Dairenin kuruluşunda görev alan askerlerin tamamı antikomünistlerden seçildi ve bunların önemli bir kısmı da İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle bağlantılı olanlardı. Dairenin ikinci unsuru olası işgale karşı yeraltı direnişine katı­ lacak sivillerden oluşturuldu. Bu kişiler de Özel Harp Dairesi kamplarında sıkı bir eğitimden geçirildi, özel harp teknikleri öğ­ retildi. Öğretmen, çiftçi, polis, akademisyen, doktor gibi meslek­ lerden seçilen sivil unsurlar, dönemine göre farklı ideolojik kesim­ lerden oldu. Yeraltındaki gizli cephanelikler de siviller içindi. Ancak Sovyetler Birliği'nin işgaline karşı direnişe hazırlıklı ol­ mak gerekçesiyle kurulmuş olmakla birlikte bu gizli ordular, ba­ rış zamanında boş durmadı. Ülke içindeki demokratik muhalefet, komünist ve diğer hareketler olası Sovyetler Birliği işgalinin ha­ zırlayıcısı kabul edildi. Toplumsal muhalefetin yükseldiği her dönemde sivil unsurlar, sopalarla, silahlarla hatta bombalarla sokağa çıktı. Bu sivil unsur­ ların ve yer yer askeri unsurların da katıldığı olayların sonucun­ da Türkiye'de üç kez askeri darbe yaşandı. Sovyetler Birliği'nin dağılması ise gizli ordular için dönüm noktası oldu. Batı ülkelerindeki gizli orduların tamamı açığa çı­ kartıldı. Meclislerde komisyonlar oluşturuldu. Bazı ülkelerde so­ rumluları yargılandı. Bu örgütlerin hepsi dağıtıldı. Türkiye hariç. Dağıtılması yerine yeniden yapılandırıldı. 1994 yılında tümen yapılarak Özel Kuvvetler adını aldı. Yeni görevlerinden biri PKK'ya karşı mücadele oldu. Bu vesileyle de gittikçe güçlendiril­ di. Özel Kuvvetler şimdi kolordu düzeyinde. Sivil unsurların sa­ yısı ise 10 binlerle ifade ediliyor. 14

Özel Harp Dairesi hakkında çok şey yazıldı ve konuşuldu. An­ cak bunların neredeyse tamamı kulaktan dolmaydı. Daire hakkın­ daki gerçek bilgiler Başbakan Bülent Ecevit'in aktardıklarıydı sı­ nırlı kaldı. Bu nedenle Özel Harp Dairesi'ni en iyi tanıklar anlatabilirdi. Biz de bu dairede görev yapan subayların ve daireyi tanıyan isim­ lerin kapısını çaldık. Özel Harp Dairesi'yle ilgili bugüne kadar hiç bilinmeyen çok sayıda bilgi, olay ve detay ilk kez bu kitapta. Tanıkların anlattıklarını, mahkeme dosyalarında, tutanaklar­ da, belge ve raporlarda, arşivlerde yer alan bilgilerle kronolojik bir sistem içinde analitik bir şekilde bir araya getirdik. Ortaya da Özel Harp Dairesi'nin ve Türkiye'nin gerçek tarihi çıktı... Ecevit Kılıç Mecidiyeköy/Eylül 2007

ı s

29 Temmuz 1992 İstanbul, Göztepe Askeri üniformayı üzerinden çıkartalı 18 yıl olmuştu. Yine de askerlik günlerinden gelen alışkanlıkla her sabah mutlaka saat 06.30'da uyanıyordu. Oramiral olduğu günlerde de bu böyleydi. Bir tek gün görevine geç kalmamıştı. Yine erkenden uyandı. Son yıllarda sabahları spor yapmayı ar­ tık bırakmıştı. Onun yerine sıkı bir kitap kurdu olmuştu. Her sa­ bah tıraş olmayı kesinlikle aksatmıyordu. O gün de tıraş olduktan sonra giyindi. Eşi Feriha ondan önce kalkmış ve kahvaltıyı hazırlamıştı. Kah­ valtı masasına oturur oturmaz Cumhuriyet gazetesini eline aldı. Yıllardır alışkanlık olmuştu, kahvaltıda bir şeyler yemeye baş­ lamadan önce Cumhuriyet'e bakıyordu. Kendini sosyal demokrat olarak tanımlıyordu. Hatta sosyal demokratlığın bu ülkede yerleşememesinden şikâyetçiydi. İlk önce gazetenin manşetine göz atar, ardından ise hiç aksat­ madan okuduğu Uğur Mumcu'nun Gözlem köşesine geçerdi. Mumcu'nun kontrgerilla üzerine yazılarını hiç kaçırmıyordu. Ama gazetenin birinci sayfasında Kıbrıs sorunuyla ilgili haberler vardı. Bülent Ecevit'in ve Alparslan Türkeş'in aynı konuyla ilgili sözleri yer alıyordu. Hem Türkeş'i hem de Ecevit'i iyi tanıyordu. Eskiden Cumhuriyet'ten sonra Hürriyet gazetesini de okurdu. Ama yakın dostu Çetin Emeç'in öldürülmesinden sonra gazeteyi eline her aldığında hüzünleniyordu. Hürriyet okumayı bırakmıştı neredeyse... Kahvaltısını tamamladıktan sonra çalışma odasına geçti. Hatıralarını yazmaya karar vermişti. Ama bir türlü başlayamamıştı. Yazmak için motive olamıyordu. Hem Çetin Emeç'in hem de Hiram Abas'ın öldürülmeleri derin izler bırakmıştı onda. Öldürülmelerinden önce ikisiyle de ayrı ayrı bir araya geliyor­ du. Özel Harp Dairesi ve gizli ordular hakkında çok şey bildiğini düşünüyordu. Ne de olsa bu yapının varlığını ilk öğrenen isimler­ den biriydi. Üstelik 1955'te Pentagon'da görev yaparken öğren­ mişti. Ama Hiram Abas'ın anlattıklarından sonra daha derin, da­ ha içeriden bilgilere sahip olmuştu.

En önemlisi devlet içindeki belli güç odakları, Emeç Ailesi'ne "Çetin Emeç'in yanlışlıkla öldürüldüğünü" söylemişlerdi. Üstelik bir de özür dilemişlerdi.* Tüm bunları yazmayı düşünüyordu. Tekrar salona geçtiğinde torunu ve damadı gelmişti. Torunları hiçbir zaman kendisini yalnız bırakmıyordu. Her gün ziyaretine geliyorlardı. Ev her gün kalabalıktı. Genç subayların, hatta üni­ versite öğrencilerinin kendisini ziyaret etmelerinden ve onlarla sohbet etmekten büyük keyif alıyordu. Bir iyilik yapmış olduğu veya nikâh şahidi olduğu gençler gelir otururdu. Denizcilik konu­ sunda da gelip fikir alanlar, danışanlar olurdu. Özellikle gençlere her zaman evi açıktı. Eşi Feriha'yı yormamak için kendi elleriyle misafirlerine kahve yapardı. O gün de yine eve telefon geldi. Telefondaki genç "İki arkada­ şımla komutanımızı ziyaret etmek isteriz," diyordu. Telefona ba-

*

B u bilginin k a y n a ğ ı eski İçişleri B a k a n ı H a s a n F e h m i G ü n e ş . K i t a b ı n y a ­ z a r ı E c e v i t Kılıç, 1 7 O c a k 2 0 0 7 g ü n ü H a s a n F e h m i G ü n e ş ' l e M e c l i s ' t e k i odasında karşı

görüştü.

İçişleri

mücadelesiyle

Bakanlığı

bilinen

Güneş'e

yaptığı göre,

dönemlerde Çetin

kontrgerillaya

Emeç'in

öldürülmesi

U ğ u r M u m c u , A h m e t T a n e r Kışlalı v e T u r a n D u r s u n c i n a y e t l e r i gibi dini motifli

değil:

Üçok,

Ahmet

"Uğur Taner

Mumcu, Turan Kışlalı'nın

Dursun,

öldürülmesi

H e p s i İ r a n d e s t e k l i d i r . B u n l a r o r t a y a çıktı.

M u a m m e r Aksoy, karşı

devrim

Bahriye

cinayetleridir.

Bunlar aynı merkezden yöne­

tilen p r o g r a m l a r l a ö l d ü r ü l e n insanlardır. P l a n l a m a İ r a n ' d a yapıldı. Ö l d ü ­ rülenlerin o r t a k özelliği a y d ı n l a n m a d e v r i m i n i n s a v u n u c u s u olmalarıdır. Bir tek Çetin

Emeç'in durumu

farklı. G a z e t e c i o l a r a k b u

konuda duyarlı­

lığı v a r d ı a m a Ç e t i n ' i n ö l d ü r ü l m e s i b u ç e r ç e v e d e m ü t a l a a e d i l e m e z . S u i ­ kastın a y n ı c e p h e d e yapıldığı kesin a m a muhtelif h e d e f neydi o b i r a z farklı. D i ğ e r i s i m l e r ise l a i k l i ğ i n b e k ç i l e r i o l a n , b i r a n l a m d a l a i k l i ğ i n fikir d ü z e y i n d e güçlü kalmasını s a ğ l a y a n insanlardı. S ö y l e d i ğ i m isimlerle y a ­ kınlığım vardı; M u a m m e r A k s o y ' l a birlikte p a r l a m e n t e r l i k y a p t ı m , B a h r i ­ y e Ü ç o k ' l a a y n ı d ö n e m d e s e n a t ö r d ü k , A h m e t T a n e r K ı ş l a l ı ile a y n ı k a b i ­ n e d e b a k a n l ı k y a p t ı k , T u r a n D u r s u n ile t a n ı ş ı y o r d u k , e v i m e g i d i p g e l i ­ y o r d u , U ğ u r M u m c u yakın d o s t u m d a H e p s i d e bilim d ü n y a m ı z ı n insan­ larıydı."

Yine G ü n e ş ' e g ö r e

bu

cinayetlerin

Özel

Harp

Dairesi'yle

ilgisi

y o k : " Ç ü n k ü hepsi dış destekli. Y a r g ı l a m a l a r d a b u o r t a y a çıktı. A m a Ç e ­ tin E m e ç ' i n ö l d ü r ü l m e s i farklı, öldürülüyor.

Bazı

farklı

güçler kardeşi

bir hedefe

yöneldiğinde

Leyla Tavşanoğlu'na

Çetin E m e ç

Çetin'in

öldürül­

m e s i n d e bir yanlışlık o l d u ğ u n u söylemişler. Ç e t i n E m e ç ' i n ö l d ü r ü l m e s i n ­ d e laiklik k o n u s u n d a k i

duyarlılığı

mı e s a s alındı y o k s a b a ş k a

içinde mi Çetin E m e ç de hesaba kondu, o k o n u d a net değilim."

18

hedefin

kan torununun eşi kendisine sorunca o da "Gelsinler" dedi. Eşi Feriha Hanım, son dönemde Adnan Ersöz, Memduh Ünlütürk gi­ bi komutanların öldürülmeleri nedeniyle eve gelenler konusunda daha dikkatli olmasını istiyordu. Ama o hiç tehdit almamıştı. Hiç­ bir zaman sol bir örgütün hedef listesinde olabileceğini aklından geçirmemişti. Hatta sol örgütlerin 1970'li yıllardan bugüne kendi­ sine sempatiyle baktığına inanıyordu. Torunlarıyla birlikte olduğunda zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu. Yine akşam olmuş, karanlık çökmek üzereydi. Telefon açan gençlerin söyledikleri saat de gelmişti. Eşinin mutfakta olduğu sırada kapı zili çaldı. Bu sırada saate baktı, 19.30'u birkaç dakika geçiyordu. Kalktı, kapıya yöneldi. Genç konuklarının zamanında geldik­ lerini düşünerek kapıyı açtı. Açar açmaz da göğsüne yönelmiş si­ lahların namlusuyla burun buruna geldi. Ne yapacağını, ne diye­ ceğini düşünecek zaman bulamadan, silahların namlusundan çı­ kan ilk kurşun göğsüne saplandı... Sonra ikincisi ve ardından üçüncüsü... Kurşunların ikisi göğsüne, biri de omzuna saplanmıştı. Kapı­ ya tutunmaya çalıştı. Başaramadı. Kapının eşiğine yığıldı. Komutan, düştüğü yerden bir daha kalkamadı. Eşi mutfaktan koşup geldiğinde son nefesini vermişti... Saldırganlar üç kişiydi. Birisi apartman kapısında gözcülük yaparken diğer ikisi dördüncü kattaki daireye çıkmıştı. Kapının üzerindeki gemi maketini gördüklerinde Kayacan'ın evinin bura­ sı olduğundan emin olmuşlardı. Kayacan, devlet erkânının katılımıyla Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi. Ama herkesin kafasında tek bir soru vardı: "Neden Kemal Ka­ yacan?" Çünkü hiçbir örgütün, hele de sol bir örgütün hedefinde olabi­ lecek bir kişi değildi. Yoksa 1955 yılında Deniz Ataşesi olarak Pentagon'da görevli olduğu dönemde varlığını öğrendiği, 12 Mart 1971 darbesinin ar­ dından ve Kıbrıs Harekâtı sırasında daha çok bilgi sahibi olduğu gizli ordu hakkında bildiklerini yazmasını engellemek için mi öl­ dürmüşlerdi?

19

Birinci Bölüm Amerika Kamplarındaki Türk Subayları Nazi Almanyası'nın 1941 yılında Sovyetler Birliği'ne saldırma­ sı, dünyanın birçok yerindeki ırkçı, aşırı milliyetçi gruplarda ha­ reketlilik yarattı. Türkiye'de öncülleri Tazminat dönemine uza­ nan aşırı milliyetçi Turancılar, Hitler ve Mussolini'nin etkisiyle hemen harekete geçtiler. Teorilerini ırksal üstünlük üzerine oturt­ makta da zorlanmadılar. Almanya'nın galip çıkacağı düşüncesiyle tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi devlet erki de Turancılara yakın duruyor­ du. Başbakan Şükrü Saraçoğlu 5 Kasım 1942'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde "Biz Türküz. Türkçüyüz ve daima Türkçü ka­ lacağız... Biz, azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğal­ tan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız," diyordu. Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu da 'Türkçüyüz' parola­ sını ağzından düşürmeyen isimlerdendi. Bunlara paralel olarak ırkçı yayınlarda büyük bir patlama ol­ du. Yayınlarda işlenen temel konuysa Türkiye'nin Almanya'nın yanında savaşa girmesi gerektiğiydi. Bu, aynı zamanda Alman­ ya'nın da amacıydı. İngiltere ve müttefikleri ise Türkiye'nin ken­ dilerinden yana savaşa dahil olmasını istiyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ise, tam bir denge diplomasisi iz­ leyerek Türkiye'yi savaşın dışında tutma çabasındaydı. İnö­ nü'nün temel politikası savaşa girmeden sınırları muhafaza et­ mekti. Bunu başardı da. Ancak yine de Almanlar, Türkiye'de rahat çalışma yürüttüler. Özellikle de ajanları, Türkiye'yi Sovyetler Birliği'ne karşı istihba­ rat faaliyetlerinde çok etkin bir şekilde kullandılar.

21

Nazi Bağlantılı T ü r k S u b a y ı

Bu dönemde Nazilerle, Türkiye'deki aşırı milliyetçiler ortak ör­ gütlenme içindeydi. Özellikle ordu ve istihbarat örgütünde görevli Turancılar, gayri resmi yollardan Nazilerle birlikte çalıştı; Türkmen­ lerden, Özbeklerden, Azerilerden ve hatta Çeçenlerden Sovyet kar­ şıtı birlikler oluşturuldu ve bu birlikler Sovyet askerleriyle çatıştı. Sovyetler Birliği içinde yaşayan Türkleri 'tutsak' olarak gören bu ırkçı-Turancı çevrelerin hayali, tüm Türkleri büyük bir devlet çatısı altında toplamaktı. Bunun tek yolunu da Sovyetler Birliği'nin yıkıl­ ması ve komünizmin çökmesi olarak görüyorlardı. Almanya'nın saldırması sonucunda, 1942 yılında Sovyetlerin yıkılacağı beklentisi içinde olan milliyetçi gruplar, bunu avantajlı bir durumda karşılamak amacıyla Kafkas sınırına birlikler yerleştirdi. Ne kadar tarafsız görünse de tüm hesapları Almanya'nın galip gelmesi üzerine olan Türkiye'nin, özellikle de milliyetçi çevrelerin beklediklerinin aksi oldu. Sovyetler Birliği'nin dağılması yerine, Naziler, Stalingrad önlerinde büyük bir yenilgiye uğradı. Sovyetler Birliği'nin zaferi Türkiye'deki havayı değiştirmişti. Al­ manların yenilgi haberleri geldikçe devlet bu kez daha önce destek­ lediği ve faaliyetlerini teşvik ettiği aşırı milliyetçilerin üzerine git­ meye başladı. Kısa bir süre öncesine kadar kendilerine destek olan devletin şimdi nefes aldırmaması Turancıları rahatsız etmeye başlamıştı. Buna en büyük tepki de ırkçı-Turancı hareketin en öndeki ismi Nihal Atsız'dan geldi. Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir mektup kaleme alan Atsız, "Ben milliyetçiyim ama komünistler devletten himaye görü­ yor," dedi. Hedefinde ise ünlü yazar Sabahattin Ali vardı.* Atsız, mektubun ilk bölümünü kendisinin çıkarttığı Orhun der-

*

S a b a h a t t i n Ali, 6 H a z i r a n 1 9 4 8 ' d e K ı r k l a r e l i ' d e b i r t a r l a d a ö l ü o l a r a k b u ­ lundu. Cinayet b u g ü n e kadar aydınlatılamadı.

Kontrgerilla bağlantılı

ilk

c i n a y e t o l a r a k kabul ediliyor. O d ö n e m d e Ö z e l H a r p Dairesi d a h a kurul­ mamıştı

a m a T ü r k subaylar özel

harp eğitimi

için

yurtdışına

gönderili­

y o r d u . A l i ' n i n katili Ali E r t e k i n , c i n a y e t i ' m i l l i y e t ç i d u y g u l a r l a ' i ş l e d i ğ i n i s ö y l e d i . A d a m ö l d ü r m e k s u ç u n d a n h ü k ü m g i y d i . A m a hafifletici n e d e n ­ l e r l e c e z a s ı i n d i r i l d i . 1 9 5 0 y ı l ı n d a d a afla s e r b e s t k a l d ı .

22

gisinin 1 Mart 1944, ikinci bölümünü ise 1 Nisan 1944 tarihli sayı­ sında yayımladı. Açık bir şekilde hedef gösterilen Sabahattin Ali, Nihal Atsız aleyhine dava açtı. Sadece kimlik tespitlerinin yapıldığı davanın ilk duruşması 26 Nisan 1944'te Ankara Adliyesi'nde görüldü. Bir sonraki duruşma tarihi ise bir hafta sonrasında, 3 Mayıs'taydı. Duruşma sırasında İkinci Dünya Savaşı döneminde örgütle­ nen aşırı milliyetçi gençler Nihal Atsız'a destek vermeye gelmişti. Aralarında Turancı hareketin önemli isimlerinin de bulunduğu grup, o dönemde Anafartalar Caddesi üzerinde bulunan adliye­ den Ulus'a doğru yürüyüşe geçti. Bu yürüyüş ilk ciddi komünizm karşıtı eylemdi. Yürüyüş bo­ yunca "Kahrolsun komünistler" sloganı atan gruba polis engel ol­ du. Eylemden sonra ırkçı grubun liderleri olarak 23 kişi tutuklan­ dı, haklarında dava açıldı. Bu isimler şunlardı: Reha Oğuz Türkkan, Alparslan Türkeş, Cihat Savaş Fer, Cebbar Şenel, Fazıl Hi­ sarı ıklılar, Cemal Oğuz Öcal, Fehiman Altan Tokluoğlu, Fethi Tevetoğlu, Hamza Sadi Özbek, Hasan Ferit Cansever, Hikmet Tanyu, Hüseyin Namık Orkun, Nihal Atsız, İsmet Tümtürk, Muzaf­ fer Eriş, Necdet Sancar, Nurullah Banman, Orhan Şaik Gökyay, Sait Bilgiç, Salim Bayrak, Yusuf Kadıgil, Zeki Özgür Sofuoğlu ve Zeki Velidi Togan. Türkçülük davasından yargılanan isimler arasında en çok ta­ nınanları Reha Oğuz Türkkan ve Nihal Atsız'dı. Bu isimler arasında dikkat çekmeyen, ama sonradan tüm Tür­ kiye'nin tanıyacağı bir subay vardı: Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş. İleride 40 yıl boyunca adı kontrgerilla faaliyetleri içinde anıla­ cak olan Türkeş, 25 Kasım 1917'de Lefkoşa'da doğdu. İlk askeri üni­ formayı Kuleli Askeri Lisesi'nde giyen Türkeş bu okulu 1936'da,

*

Turana

hareketin ve eylemlerin en öndeki

ismiydi Reha O ğ u z Türkkan.

Sol i ç e r i k l i y a y ı n l a r a t a m b i r s a n s ü r ü n u y g u l a n d ı ğ ı da çok sayıda

1940'lı

yılların başın­

ırkçı-Turancı derginin yayın hayatına b a ş l a m a s ı n d a Türk-

k a n ' ı n p a y ı v a r . T ü r k k a n ' ı n b i z z a t k e n d i s i n i n ç ı k a r t t ı ğ ı iki d e r g i v a r d ı ; Gökbcri

ve

Ergenekon.

Odönemde

d e n biri d e , s o n r a d a n Ö z e l H a r p Ecevit'ti.

Gökberi'de Dairesi'ni

şiirleri

y a y ı m l a n a n isimler­

ilk d e ş i f r e e d e c e k kişi, B ü l e n t

Kara Harp Okulu'nu da 1938 yılında tamamladı. Bir yıl da Piya­ de Atış Okulu'nda eğitim gördü. Kamuoyunun bu davaya kadar adını duymadığı Türkeş'i daha 22 yaşında genç bir üsteğmenken devletin tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü biliyordu. Alparslan Türkeş, İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce, 1939 yılının başlarında İnönü'ye bir mektup göndermişti. Türkeş mektupta, Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne olası saldırısının ardından Türkiye'nin Balkanlara ilhak etmesini öneriyordu. Bununla yetinmeyen Türkeş, olası gelişmele­ ri değerlendirerek Almanların Sovyetler Birliği'ni zayıflatmasıyla birlikte Türkiye'nin Kafkaslara da ele geçirmesi gerektiğini yazı­ yordu mektubunda. Ancak İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız bir politika izlenmesi gerektiğine inanan İsmet İnönü, mektubu dikkate almamış ve ar­ şive gönderilmesi için Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü'ne havale etmişti. Savaş sırasında Türkiye'de tanınmayan Türkeş'in adını Nazi­ ler çok iyi biliyordu. Avrupa'daki gizli örgütler üzerine en kap­ samlı araştırmayı yapan ünlü araştırmacı Daniele Ganser'e göre Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'de bağlantılı olduğu kişi Alparslan Türkeş'ti.* Gizli Örgütlerin Yaratıcısı Nazi Subayı Nazi Almanyası ve İtalya'nın yenilgisiyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı, Amerika'nın Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bom­ bası atıp kitlesel katliam gerçekleştirmesiyle son buldu. Ama bu bombalar yeni bir savaşın da başlangıcı oldu: Soğuk Savaş. Gizli ve sessizce yapılan bu savaş türünün temelinde ise Ame­ rika'nın komünizm ve Sovyetler Birliği korkusu vardı. Çünkü sa­ vaştan sonra Doğu Avrupa ülkeleri komünizmi tercih etmişti. AVrupa'nın doğusundaki ülkeler Sovyetler Birliği'yle işbirliğine git­ ti, hatta kontrolü altına girdi. Batı Avrupa'da ise komünist parti­ ler etkin olmaya başladı, bazı ülkelerde bu partiler yönetime talip oldu. Komünizmin etkileri gittikçe yayılıyordu ve bu etki sadece *

Daniele Ganser,

NATO'nun

Gizli Orduları, G ü n c e l Y a y ı n c ı l ı k , 2 0 0 5 , s . 3 9 2

24

Avrupa'yla da sınırlı değildi. Afrika, Latin Amerika ve Asya'nın birçok yerinde, üçüncü dünya olarak nitelendirilen ülkelerde ko­ münizm hareketliliği başlamıştı. Komünizmin etkisiyle bu ülkeler peş peşe bağımsızlıklarını kazanıyordu. Tüm bunlar Amerika'yı çok tedirgin ediyordu. Artık Amerika için tek düşman vardı: Komünizm. Düşmanın önünün kesilmesi gerekiyordu! Amerika bu savaşı örtülü bir biçimde, istihbarat örgütleri ve oluşturulacak gizli ordu­ larla yapma yoluna gitti. Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) ve Merke­ zi İstihbarat Ajansı (CIA) oluşturuldu. Savaşın temel niteliklerinden biri gizlilik olduğu için burada te­ mel görev CIA'ya verildi. Aslında Amerika'nın bir istihbarat servisi vardı. Stratejik Hizmetler Bürosu (OSS) İkinci Dünya Savaşı sırasın­ da kurulmuştu. Savaş boyunca bu servisin istihbaratından hayli faydalanan Amerika için artık komünizm tehlikesi vardı ve gerekir­ se örtülü operasyonlar yapabilecek bir istihbarat örgütüne ihtiyaç duyuyordu. Bu amaçla CIA kuruldu. CIA ve gizli ordular fikri ise bir Nazi istihbaratçı generale aitti. Nazi istihbaratında Sovyetler Birliği Birim Başkanlığı yapan Reinhard Gehlen, Hitler'in beyinlerinden biriydi. Doğu Yabancılar Or­ duları Komutanı olarak Sovyetler Birliği'ne karşı savaşırken yenile­ ceklerini anlayan Gehlen'e göre Hitler'den sonra komünizmle ancak Amerika mücadele edebilirdi. Bunun için 1945'te Amerika'ya teslim oldu. Gehlen, uyguladığı büyük işkence yöntemleriyle Sovyetler Birli­ ği ve komünistler hakkında ciddi bilgiler toplamıştı. Bu bilgileri dikkatlice mikrofilmlere aktarıp, su geçirmez çelik varillere doldu­ rup Avusturya Alpleri'nde kırsal bir bölgeye gömdü. Teslim olduk­ tan birkaç hafta sonra bu bilgi ve belgeler yerin altından çıkartıldı. Gehlen, bunları da Amerika'nın hizmetine sundu. Bunlarla da yetinmeyen Gehlen, teslim olduğu Amerikalı Orge­ neral Edwin Luther Siber'e 129 sayfalık rapor sundu. Raporda Sov­ yetler Birliği'nin galip gelmesi durumunda komünizmin tüm dün­ ya için olduğu gibi Amerika için de büyük bir tehlike oluşturacağı, buna karşılık neler yapılacağı ve bu koşullarda istihbarat teşkilatla­ rının önemini anlattı. Raporda, Kızıl Ordu'nun etkileme, psikolojik savaş, gizleme, sabotaj gibi yöntemlerinin yanı sıra teknik yapılan­ masının ayrıntıları da vardı. 25

Amerikalılar Gehlen'in raporundan fazlasıyla etkilendiler, çünkü Sovyetler Birliği ve Stalin hakkında ilk kez bu kadar ayrın­ tılı bilgiye sahip oluyorlardı. Gehlen hemen Amerika'ya götürüldü. Burada iki yıl sonra ku­ rulacak olan CIA'nın başına geçen Ailen Dulles ile görüştü. Dul­ les ile Gehlen ortak tehlike olarak gördükleri komünizme karşı el sıkıştılar. Gehlen artık Amerika için çalışacaktı. Kuracağı gizli or­ du Almanya'da yeni hükümet kuruluncaya kadar ABD için çalı­ şacak ve ABD tarafından finanse edilecekti. 9 Temmuz 1946'da ülkesine geri dönen Gehlen, hemen eski Na­ zi subaylarını toplamaya başladı. İlk başta 350 üst düzey Nazi su­ bayını bir araya getiren Gehlen bunlardan çekirdek bir kadro oluş­ turdu. Ve bu çekirdek kadronun eğitimiyle bizzat kendisi ilgilendi. Yanında katliamlarla ünlenen önemli subaylar da vardı. Bun­ ların başında Walter Rauff geliyordu. Rauff, toplama kampların­ daki gaz odalarını geliştiren, pratikleştiren bir katildi. Ordunun Kızılhaç ambulanslarını seyyar gaz odalarına dönüştürme fikri­ nin de mucidiydi. O araçlarda Doğu Avrupa'da 200 bin kişi öldü­ rülmüştü. Ayrıca 'Doğu Kasabı' lakaplı Otto Skorzeny, Fransa'da işgal yıllarında görev yapan ve 'Lyon Kasabı' olarak tanınan, beş bin kişinin katlinden sorumlu tutulan Klaus Barbie, Auschwitz kampında kalkıştığı tıp deneylerinde kobay olarak kullandığı 250 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan Dr. Joseph Mengele, işgal altındaki Yugoslavya'da Seelsorger toplama kampında albay rüt­ besiyle görev yapan, kurtuluştan sonra Vatikan'a sığınan Hırvat papaz Peter Dragonovic de artık Gehlen'in yanındaydı. Türkiye'ye Silah Yardımı Reinhard Gehlen ileride ülkeleri kana bulayacak gizli ordula­ rın çekirdeğini oluştururken, komünizmin etkisini tüm dünyada hissettirmeye başlaması Amerika'nın korkusunu gittikçe artırı­ yordu. Amerika, komünizmin yayılmasını engellemek için strate­ jik yerlerde bulunan ülkelerle yakından ilgilenmeye başladı. Bu ülkelerin başında da Türkiye geliyordu. Sovyetler Birliği'ne en yakın sınırı olan ülke Türkiye'ydi. Soğuk Savaş başladığı andan itibaren Amerika'nın Türkiye'ye askeri ve ekonomik yardımları başladı. Sovyetler Birliği'ne karşı güçlü bir Türkiye gerekliydi. 26

En büyük adım 9 Nisan 1946'da atıldı. Amerika, Türkiye'ye 500 milyon dolar borç verdi. Paranın nerede ve nasıl kullanılaca­ ğı kararını Amerika verecekti. Bu borçtan sonra gittikçe gelişen Türk-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası 1947'de yaşandı. ABD Başkanı Harry Truman, 12 Mart 1947'de kongrede yaptığı konuşmada Türkiye ve Yunanis­ tan'a, Sovyetler Birliği tehdidi altında bulundukları gerekçesiyle, ciddi ekonomik ve askeri yardım yapılmasını istedi. Truman, kendi adına izafeten 'Truman Doktrini' olarak anıl­ maya başlanan bu konuşmada Soğuk Savaş'ın çerçevesini çizmiş, bu savaşın da açıkça hammadde kaynaklarının bol olduğu ve stratejik öneminin büyük olduğu Ortadoğu'da geçeceğini söyle­ mişti. Truman'a göre Ortadoğu'daki düzenin sağlanması Türkiye ve Yunanistan'ın bütünlüklerinin korunması ve komünizmden uzak tutulmasına bağlıydı. Kongre'nin bu doktrini kabul etmesiyle Türkiye'ye yapılacak askeri yardımı görüşmek üzere 22 Mayıs 1947'de Amerikan heye­ ti Ankara'ya geldi. 12 Temmuz 1947'de anlaşmanın imzalanma­ sıyla Türkiye'ye yardımlar akmaya başladı. Aynı gelişmeler Yunanistan'da da yaşandı. Aynı dönemde Ameri­ ka'nın Yunanistan'a yaptığı yardım Türkiye'nin dört katıydı. Uzun yıllar Yunanistan'ın başbakanlığını yapan Andreas Papandreu'ya gö­ re bunun nedeni ülkedeki güçlü komünist hareketti: "Atina'da kızıl bayrağın dalgalanmasına izin vermeyen Ame­ rika, Yunanlıların imdadına yetişti. Truman doktrini 300 milyon doları Yunanistan'a akıttı. Çoğu askeri yardımdı bunların. Dolar­ larla birlikte Yunan ordusuna gerilla taktikleri öğretmek için aske­ ri danışmanlar da geldi. Amerikan müdahalesi komünistlerin ye­ nilgisine yol açtı."* Türkiye'de ise Yunanistan'daki gibi ciddi bir komünist hareket yoktu. Amerika'nın korkularından biri de Yunanistan'daki hare­ ketten Türkiye'nin de etkilenmesiydi. Amerika'nın silah, askeri araç ve gerilla eğitimi veren 250 askeri danışman yardımı sonu­ cunda Yunanistan'daki komünist hareketin bastırılmasıyla bu korku da geçti. *

Andreas Papandreu, yınları, 1 9 7 7 , s. 18.

Namlunun

Ucundaki Demokrasi,

Üçüncü

D ü n y a Ya­

Zaten Amerika, Türkiye ve Yunanistan'a yaptığı yardımlarla istediğini elde etmişti. Amerika Savunma Bakanı James Forestall, 1951'de yayımlanan günlüğünde aldıkları sonuçla ilgili şöyle di­ yordu: "Türkiye ve Yunanistan'a yaptığımız yardım ve destek, dün­ yanın çeşitli kara parçaları ve ülkeleriyle ilgili çok daha önemli ekonomik ve politik hedefler ile planlarımızın ilk denemesiydi." Sıradaki hedef ise Avrupa'ydı. 4 Temmuz 1948'de yapılan an­ laşmayla Amerika'nın Marshall Planı yürürlüğe girdi. Amerika Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından ortaya atılan plan İkinci Dünya Savaşı'nda yıkıma uğramış Avrupa ülkelerine eko­ nomik yardım öngörüyordu. İlk Kontrgerilla Ekibi Amerika'nın amacı, olası Sovyetler Birliği işgaline karşı Türki­ ye'yi tampon bölge yapmaktı. Komünistler, Batı ülkelerine gelme­ den, Türkiye'de durdurulmalıydı. Türkiye'yi ekonomik anlamda güçlendirmeye başlayan Amerika'nın asıl hedefi aynı amaçla as­ keri güçlendirmekti. Amerika'ya giden her heyet, askeri yardımla dönüyordu. Tür­ kiye Ekim 1947-Eylül 1948 yılları arasında Amerika'dan 73 mil­ yon dolar askeri yardım aldı. 5 Ekim 1947'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığındaki heyet de Amerika'ya gitti. Bu bir ilkti. Bu ziyaretten sonra çok önemli bir uygulama başladı: Türk su­ baylarının Amerika'ya gönderilip komünistlere karşı gerilla eğiti­ mi alması... Yunanistan'daki uygulamanın tersi bir yöntem izlendi. Ameri­ ka, Yunanistan'da ciddi komünizm tehlikesi bulunduğu için bu ülkeye danışman sıfatıyla askerlerini, istihbaratçılarını gönderdi, bu danışmanların verdiği eğitim sonunda hareket kanlı bir şekil­ de bastırıldı. Türkiye'de ise ciddi bir komünist hareket söz konusu değildi. Bu nedenle Amerika ilk başta Türkiye'ye eğitimli danışmanlarını gönderip Türk subaylarını eğitmek yerine Türk subaylarını kendi kamplarına götürdü. Özel harp eğitimi alacak ilk ekip 16 kişiden oluşuyordu. 28

1948'de Amerika'ya giden bu ekip içinde Turancılık davasından kamuoyunun adını duyduğu ve ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Türkiye'deki bağlantılı ismi olan Yüzbaşı Alparslan Türkeş vardı. 1944'teki olaylardan sonra Turancılık davasından tutuklanan Türkeş, asker olan beş sanıkla birlikte Tophane Askeri Cezaevi'ne konulmuştu. Irkçı darbe yapmakla, hatta vatan hainliğiyle suç­ landı. İstanbul Örfi İdari Mahkemesi'nde görülen dava sonunda 29 Mart 1945'te 14 sanık beraat ederken 10 sanığa çeşitli cezalar verildi. Ceza alan isimlerden biri de Alparslan Türkeş'ti: 9 ay 10 gün hapis. Cezaevinde yattığı süre cezasını karşılayınca tahliye edildi. Türkeş'in serbest bırakılması İkinci Dünya Savaşı sırasında bağlantıda olduğu ünlü Nazi istihbaratçı generali Reinhard Gehlen'in Amerika'ya teslim olduğu günlere denk geldi. Gehlen bu sırada Almanya'da eski Nazi subaylarını Amerika için topluyor­ du. Türkeş için de yeni bir dönemdi. Amerikan-Türkiye ilişkileri­ nin yoğunlaştığı ve Amerika'nın Soğuk Savaş'ı tam olarak açık et­ tiği 1947'den itibaren Türkiye'de ırkçı-Turancı faaliyetleri engelle­ me uygulamaları da son bulmuştu. Turancılar yeniden devletin gözdesiydi. İşte bu ortamda Askeri Yargıtay, Turancılık Davası'nda verilen cezaları bozdu ve tüm sanıklar 31 Mart 1947'de beraat etti. Türkeş için bu karar çok önemliydi. Çünkü yeniden orduya dönüyordu. Genelkurmay Başkanlığı'nda da Amerika'da kontrgerilla kamplarında özel harp eğitimi görecek subaylar seçiliyordu. Tür­ keş tam zamanında beraat ederek listeye dahil oldu. Özel Harp Eğitimi Alan İlk Subay Amerika, gizli örgütlerini eski Nazi subaylarından oluşturur­ ken, Türkiye'den Amerika'ya giden ilk ekip de İkinci Dünya Sa­ vaşı sırasında yine Nazilerle bağlantılı olan aşırı milliyetçi subay­ lardan seçildi. Teğmen ile albay arası rütbedeki subayların yer aldığı listede 29

Alparslan Türkeş'in yanı sıra önemli bir isim daha vardı: Turgut Sunalp. Sunalp, 16 kişilik ekip içinde Amerika'ya giden ilk subay oldu. Bu nedenle özel harp eğitimi alan ilk Türk subayının Turgut Sunalp olduğunu söyleyebiliriz. Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden sonra 1945'te Harp Akademileri'nden mezun olan Turgut Sunalp, ileride Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na kadar yükselecekti. Ekibin diğer bilinen isimleri arasında Daniş Karabelen, Ahmet Yıldız, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Fikret Ateşdağlı, Refik Tulga da vardı. Amerika'ya giden ekip, özel harp eğitimini Amerikan Kara Harp Akademisi'nde gördü. Bu okul Kansas Eyaleti'nde bulunu­ yordu. Teorik olarak bol bol komünizm tehlikesi anlatılırken ola­ sı bir komünist işgale karşı zorlu bir gerilla eğitimi de veriliyordu. Patlayıcılar dahil, her türlü silahın kullanılması da eğitimin bir parçasıydı. Subaylar eğitimin devamını ise Georgia'daki Amerikan Piya­ de Okulu'nda görüyorlardı. Eğitimin son üç aylık evresi çok önemliydi. Çünkü bu bölümde adam öldürme, sabotaj ve bomba yerleştirme teknikleri öğretiliyordu. Özel H a r p D a i r e s i ' n i n T e m e l i K o r e ' d e Atılıyor

Alparslan Türkeş ve Turgut Sunalp'ın 'liste başı' olduğu ekip Amerika'da komünizme karşı özel harp eğitimi görürken, Türki­ ye'de ise solculara yönelik büyük bir baskı vardı. Aydınlar solcu oldukları gerekçesiyle artık fişleniyordu. Niya­ zi Berkes ve Behice Boran'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda öğretim üyesi, solcu oldukları gerekçesiyle üniversitelerden uzak­ laştırıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ciddi değişikliklerin yaşandığı, ar­ tık Amerikan askeri sisteminin uygulanmaya başlandığı bu dö­ nemde seçimler de geldi. 14 Mayıs 1950'de yapılan seçimleri De­ mokrat Parti kazandı. CHP artık muhalefetteydi. 'Komünizme karşı önlem' adına solculara yönelik baskılar durmadı, aksine şiddetlenerek sürdü. Üstelik bu kez bir de örgüt kuruldu: Komünizmle Mücadele Derneği. 30

Bu dernek, ABD'nin diğer ülkelerdeki komünist hareketlere karşı kurulan kuruluşları ve örgütleri koordine etmek amacıyla kurduğu Komünizmle Mücadele Birlikleri'yle (World Anti-Com­ munist League) bağlantılıydı. Amerika yine de bu dernek ve örgütleri yeterli görmüyordu. Batı Avrupa ülkeleriyle birlikte, olası Sovyetler Birliği işgaline karşı en büyük askeri örgütlenme olan NATO'yu kurdu. Subaylarını özel harp eğitimi için Amerika'ya gönderen Türki­ ye'nin isteği de NATO'ya girmekti. Adnan Menderes, İsmet İnönü'nün dışarıdaki denge politika­ sının aksine aktif bir siyaset izleme yoluna gitti. İlginçtir, Türki­ ye'nin NATO'ya üye olma talebi kabul edilmedi. Ancak Türkiye ısrarlıydı... Türkiye bu talebini sürekli yenilerken Soğuk Savaş da gittikçe ısınıyordu. Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginlik had safhadaydı. Tam bu sırada, 25 Haziran 1950 tarihinde Sovyetler Birliği des­ tekli Mareşal Çoe Yong Gun komutasındaki Kuzey Kore birlikle­ ri, sınır olarak kabul edilen 38. paraleli geçerek Amerika yanlısı Güney Kore'ye girdi. İki gün sonra ABD Başkanı Truman, Birleşmiş Milletler Gü­ venlik Konseyi'nin çağrısı doğrultusunda Amerikan Hava ve De­ niz kuvvetlerine bölgeye çıkma emrini verdi. Bu durum NATO'ya girmek isteyen ama bu isteği bir türlü ka­ bul edilmeyen Türkiye'nin Amerika'ya yaranması için bulunmaz bir fırsattı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin asker gön­ derme çağrısına ABD'den sonra karşılık veren ikinci ülke Türkiye oldu. 25 Temmuz 1950'de Kore'ye Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komuta­ sında bir tugay gönderdi.**

*

U z u n süre faaliyetlerine

izinsiz bir ş e k i l d e

devam

eden

Komünizmle

M ü c a d e l e D e r n e ğ i ' n i n ilk ş u b e s i 7 A r a l ı k 1 9 5 6 ' d a , İ s t a n b u l ' d a A l t a n D e ­ liorman, Demir Arslan, Ekrem Marakoğlıı

tarafından kuruldu.

27 Mayıs

1960 sonrasında faaliyetlerine son verilen d e r n e k bu kez 1 9 6 3 yılında T ü r k i y e K o m ü n i z m l e M ü c a d e l e D e r n e ğ i adı altında yeniden açıldı. f

*

A s k e r g ö n d e r i l m e s i n e k a m u o y u n d a b ü y ü k bir tepki vardı. B e h i c e B o r a n gibi a y d ı n l a r ı n ö n c ü l ü ğ ü n d e k i sivil t o p l u m k u r u l u ş l a r ı b u k a r a r ı p r o t e s ­ to ediyordu.

31

Türk tugayının katılmasıyla birlikte her şey ABD'nin planladı­ ğı şekilde gidiyordu. Ancak bu birliklerin Kuzey Kore'yi bozguna uğratıp 38. paralele doğru ilerlemesi üzerine Çin bunun kendisi­ ne yönelik bir tehdit olduğunu ve harekâtın durmaması duru­ munda savaşa dahil olacağını açıkladı. ABD harekâtı durdurma­ dı. Bunun üzerine yaklaşık 200 bin Çinli, gönüllü asker olarak sa­ vaşa katıldı. tşte Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki Türk tugayı için zorluk bundan sonra başladı. 26 Kasım 1950'de Çin askerlerinin Amerikan ikinci tümeni ve Güney Kore birlikleriyle karşı karşıya gelmesiyle Kunuri Muhaberesi başladı. Hem Amerikan hem de Güney Kore birliklerinin ağır kayıplar verdiği bu savaşta Türk tu­ gayına verilen görev ise Kunuri'nin kuzeyinde bulunan Tockhon Kasabası'na girmekti. Savaş sırasında ağır kayıplar veren ABD birlikleri geri çekildi. Çinlilerin saldırısı sonucu Birleşmiş Milletlere bağlı birlikler ara­ sındaki haberleşme tamamen kesildi. ABD birliklerinin aksine Türk tugayı geri çekilmedi ve kasabada bulunan Çinli askerlerle karşı karşıya geldi. Direnerek ABD birliklerinin rahat çekilmesini sağlayan Türk tugayı ağır kayıplar verdi. Özel H a r p Ekibi K o r e ' d e

Yaklaşık 1.000 er ve subayın yaşamını yitirdiği Kunuri çarpış­ malarından sonra Türkiye'den ikinci bir tugay Kore'ye gitti. Bu kez tugayın başında Tuğgeneral Namık Argüç vardı. Tugayın Harekât Dairesi Başkanı ise tanıdık bir isimdi: 1948'de özel harp eğitimi için Amerika'ya gönderilen Turgut Sunalp. Amerika'daki eğitimini tamamlayan 16 subaydan bazıları da ikinci tugay içinde Kore'ye gönderilmişti. Amaç ABD'de öğrendikleri özel harp tekniklerini Kore Savaşı'nda komünistlere karşı uygulamaktı. Fakat ikinci tugayın görev yaptığı dönem durgun geçti, ciddi çarpışmalar yaşanmadı. Daha çok istihbarat faaliyetlerine ve düş­ mandan alınan esirler üzerinde ABD kamplarında öğrenilen sor­ gulama ve işkence tekniklerinin uygulanmasına ağırlık verildi. Tugayda ABD'de eğitim alan subaylar dışında yabancı dil bi­ lenlerin çok yetersiz olması nedeniyle gönderilen 15 tercüman 32

arasında yer alan Refik Erduran'a göre tugay komutanı Namık Argüç'ün tek amacı esir alıp sorgulamaktı: "Amerika'nın çıkarlarına göre hareket ediyordu. Aklı fikri esir almaktı. Çünkü Amerikalılar çok esir isterlerdi ki sorguya çekile­ rek karşı tarafa dair istihbarat alınsın. Bu yüzden boyuna esir alın­ sın diye askerleri gerekli gereksiz keşfe çıkartırdı. Çoğu kere keşif kolları gözümün önünde havan ateşiyle parçalandı." İkinci tugayın komutan yardımcısı olan Albay Nuri Pamir ça­ tışmaların birinde yaşamını yitirdi.* Özel Seçilen K o m u t a n

Kore'deki ikinci tugayın da görevini tamamlamasıyla sıra üçüncü tugaya geldi. 28 Kasım 1952'de Kore'ye giden yeni tuga­ yın başında bu kez Tuğgeneral Sırrı Acar vardı. Komuta kademesinde Amerika'nın ve Türkiye'nin, Tugay Ko­ mutanı Sırrı Acar'dan daha çok önemsedikleri bir subay vardı: Tu­ gay Komutanı Yardımcısı Albay Daniş Karabelen. Karabelen, yaşamını yitiren Albay Nuri Pamir'in yerine Ko­ re'ye gönderilmişti. Daniş Karabelen de Alparslan Türkeş ve Turgut Sunalp ile bir­ likte özel harp eğitimi için Amerika'ya gönderilen ekipte yer al­ mıştı. Özel harp eğitimi alan 16 subay içindeki en yüksek rütbe­ liydi. Karabelen'in bu göreve getirilmesini Genelkurmay Başkanlığı­ na Türk-Amerikan İrtibat Heyeti Başkanı Korgeneral Rüştü Erdelhun önerdi. Kendisinin de sonraki yıllarda başkanlık yapacağı Genelkurmay, bu öneriyi hemen kabul etti. Daniş Karabelen'in bu göreve atanmasının gerekçesi çok önemliydi. Amerika, savaşta en son ürettiği silahları da deniyor­ du ve bunların nasıl kullanıldığını özel harpçi Türk askerlerinin de öğrenmesi gerekiyordu.** İkinci neden ise Amerika'nın uyguladığı özel harp teknikleri­ nin pratiğe dökülmesiydi. Daniş Karabelen, ekibini bu tekniklerin daha sonra Türkiye'de

* Aktüel

12 E k i m 2 0 0 6 .

** C e m a l K u t a y , Beş Kıtada Bir Türk Paşası, A v c ı o l B a s ı m - Y a y ı n , 1 9 9 3 , s. 8 5 .

33

'içerdeki komünistlere' karşı uygulanması konusunda eğitiyordu. Amerika da, 1947'den beri eski Nazi subayların öncülüğünde eğittiği özel kuvvetleri ilk kez Kore Savaşı'nda kullandı. Daniş Karabelen'in ekibinde 12 Mart 1971 darbesinin simgesi haline gelecek ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yapacak olan Binbaşı Faik Türün de vardı. Amerika'ya giden ekip içinde yer al­ mayan Türün, Kore Savaşı'nda özel harp tekniklerini öğrendi. Özellikle burada öğrendiği esirleri sorgulama yöntemlerini meş­ hur Ziverbey Köşkü işkencelerinde uygulamasıyla ünlendi!

34

İkinci Bölüm Özel Harp Dairesi Kuruluyor Kore Savaşı sona erdiğinde, NATO bünyesindeki ülkelerde çok­ tan Sovyetler Birliği'nin Batı Avrupa'yı işgal edeceği korkusuna kar­ şı gizli ordu niteliğindeki örgütler kurulmuştu. İngiltere Başkanı Winston Churchill, 5 Mart 1946'da ABD'nin Montana eyaletindeki Westminster College'da yaptığı konuşmada, "Baltık Denizi'ndeki Stettin'den Adriyatik Denizi'ndeki Trieste'ye kadar bütün kıta üzerine demir bir perde inmiş bulunuyor" dediğin­ de Soğuk Savaş'ın cephesini de çizmiş oluyordu. Churchill de, Sovyetler Birliği ile aralarındaki savaşta bu hattı 'demirperde' olarak nitelendiriyordu. İşte iki taraf da bu hattın her iki yanına önemli derecede askeri yı­ ğınak yapıyordu. Amerika ve İngiltere, hattın kendi taraflarındaki yığınaklarını ye­ terli görmüyordu. Sovyetler Birliği'nin tam anlamıyla kuşatma altına alınması gerektiğini düşünüyorlardı. NATO'yu bile yeterli görmüyorlardı, çünkü Sovyetler Birliği, da­ ha doğrusu Doğu Bloku, dünyanın neredeyse üçte birine yayılmış durumdaydı ve bu blokun askeri olanakları ve teknikleri daha faz­ laydı. Bu durum Amerika ve İngiltere'yi yeni bir yöntem arayışına gö­ türdü. Sonunda kendi ve yardımda bulundukları ülkelerin persone­ lini özel harp konusunda yetiştirmek üzere bir eğitim sisteminin oluşturulmasına karar verildi. Bunun için de NATO üyesi ülkelerde özel harp dairelerinin faali­ yete geçirilmesi yoluna gidildi. Yani NATO şemsiyesi altında güçlerini birleştiren görünürdeki resmi orduların yanı sıra, muhtemel dış işgale karşı direnişi hazırla­ mak gerekçesiyle gizli örgütler, gizli ordular oluşturuldu. Bu orduların kurulmasının fikir babası ise Nazi subayı Gehlen'di. 35

Gizli orduların kuruluşunda Nazi işgaline karşı Fransa ve Sov­ yetler Birliği'ndeki direniş deneyiminden ve altyapısından yarar­ lanıldı. Hatta aynı model uygulandı. Gizli O r d u l a r

Seçkin profesyonel askerlerin katılımıyla, görünürdeki ordu­ nun bünyesinde gizli ordular oluşturuldu. Bu gizli ordular, Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA ve İngiltere Gizli Haberalma Örgütü M16 tarafından kuruldu. Diğer ülkelerdeki gizli orduların, yani kontrgerilla örgütleri­ nin oluşturulmasında ülkelerin kendi askeri ve istihbarat örgütle­ ri etkin görev aldı. Varlıkları sır gibi saklanan ve o ülkelerin parlamentolarının dahi bilmediği bu örgütlerin kurucuları ve sonraki yöneticileri Amerika'daki merkezlerde eğitimden geçirildi. Yine örgütlerin eğitim, silah ve teknik malzeme ihtiyaçları ABD tarafından karşılandı. Yeraltı sığınaklarında ve ormanlarda işgal gerçekleştiği sırada kullanılması amacıyla gizli cephanelikler oluşturuldu. Askerler bu gizli orduların tek unsuru değildi; işgale karşı ye­ raltı direnişine katılacak siviller de vardı. Her kesimden ve her meslekten seçilen bu sivillerin özellikle antikomünistler arasından devşirilmesi yoluna gidildi. Bu kişiler de sıkı bir eğitimden geçirildi, özel harp teknikleri öğretildi. Eğitimlerini tamamlayan ilk sivillere daha sonra kendi alt bi­ rimlerini oluşturmaları için yeni siviller bulma ve örgüte alma ini­ siyatifi verildi. Sovyetler Birliği'nin işgali durumunda direnişe hazırlıklı ol­ mak ve işgal gerçekleştiğinde harekete geçmek üzere kurulmuş bulunan bu gizli ordular, çatışmanın olmadığı, yani barış zama­ nında da boş durmadı. Ülke içindeki demokratik muhalefet, ko­ münist ve diğer hareketler Sovyetler Birliği işgalinin hazırlayıcısı kabul edildi. İşte bu örgütler bu tür hareketleri bertaraf etmekle görevlendirildi. Görev özel harp tekniklerinin kullanıldığı bombalı ve silahlı operasyonları da içeriyordu. 1990Tı yıllarda ortaya çıkan NATO'nun gizli protokolüne göre de üye ülkeler komünizmle müca36

dele ve komünist partilerin iktidara gelmesini engellemeye yöne­ lik faaliyetler yürütmeyi kabul ediyorlardı. O ülkedeki İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı dahil üst düzey yöneticilerinin bile görev aldığı bu örgütler Müttefik Gizli Komite (ACC) ve Gizli Planlama Komitesi (CPC) tarafından yönetiliyordu. İlk başta NATO'nun Avrupa karargâhının bulunduğu Fran­ sa'da, daha sonra ise Belçika'da faaliyet yürüten CPC, kontrgerilla örgütlerinin yürüttüğü özel harbi planlıyordu. Ayrıca bu harp tekniklerinin hazırlanması, idare edilmesi ve uygulanmasını sağlamak da CPC'nin görevleri arasındaydı. ACC ise bu kontrgerilla örgütlerine komuta eden ikinci yapıy­ dı. Ayrıca bu gizli orduların oluşturulması bu yapının göreviydi. Merkezdeki direktifler bu yapı aracılığıyla örgütlere gidiyor ve büyük operasyonlar aynı yapı tarafından organize ediliyordu. Daha çok teknik konularla ilgilenen ACC'nin diğer bir görevi ise kontrgerilla içinde yer alan ülkelerin gizli servisleri ve şefleri ara­ sında bilgi alışverişini sağlamaktı. Tüm örgütlerin en üst koordinasyonu ise NATO'nun Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı'nın Koordinasyon ve Plan­ lama Komitesi'nce yapılıyordu. Koyun Postu'ndan Rüzgâr Gülü'ne

Kuruluş amaçları ve işlevleri aynı olan NATO'ya bağlı bu giz­ li ordulara her ülkede farklı adlar verilmişti. Bu adlar, genellikle ülkelerin yerel özelliklerine ve tarihlerine göre seçildi. Bu gizli ordular arasında Türkiye'dekinin benzeri eylemler gerçekleştirenler Yunanistan ve Norveç'tekiler oldu. Teşkilat yapısı olarak da Portekiz gizli ordusuyla Türkiye'nin gizli ordusu arasında önemli benzerlikler vardı. NATO'ya bağlı ilk gizli ordu, yani kontrgerilla örgütü İtal­ ya'da oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra partizanların öncülüğünde ülkede ciddi bir komünist hareket başladı. Halk da komünistlere büyük bir sempatiyle bakıyordu. 16 Nisan 1948'de yapılacak seçimlerde de komünistlerin galip gelmesi ve hüküme­ ti devralmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu durum ABD'yi cid­ di bir şekilde rahatsız ediyordu. ABD de, komünistlerin İtalya'da 37

iktidara gelmemesi için örtülü operasyon başlattı. Bunun için gö­ revlendirilen ilk isim ise 'Kara Prens' lakabıyla bilinen Valerio Borghese oldu. Yüzlerce komünistin öldürülmesinden sorumlu tutulan Borghese, partizanlar tarafından asılmak üzereyken Ame­ rikalı askerler tarafından kurtarıldı. Bu tarihten sonra da CIA ile çalışmaya başladı. Komünistlerin kazanması ihtimaline karşı giz­ li bir birim oluşturdu. Yürütülen operasyonlar sonunda seçimleri komünistler kazanamadı. Bu gizli birimden hareketle İtalya NATO'ya üye olduktan sonra gizli ordu oluşturuldu. Bu örgütün mensupları Amerika ve İngiltere'de özel eğitimden geçirildi. Adı Gladio (Koma Kılıcı) olan örgüt, NATO içinde Amerika ve İngil­ tere'den sonra en fazla söz sahibiydi. Fransa'da da İtalya'daki kadar etkin bir komünist hareket var­ dı. Aynı şekilde Komünist Parti'nin (PCF) iktidara gelmemesi için gizli bir yapı oluşturuldu. Askeri istihbarat servisi SDECE bünye­ sinde oluşturulan bu örgütün adı Rose des Vents yani Rüzgâr Gü­ lü oldu.* Elemanları tamamen Amerika'da özel harp eğitiminden geçirilen bu örgütün baş kahramanı ise Alparslan Türkeş'le ben­ zer özellikler taşıyan François Grassouvre'dı. O da ikinci Dünya Savaşı sırasında tıpkı Türkeş gibi Nazilerin yanında yer almıştı. Deşifre olmasından sonra, 1980'li yıllarda ülkenin Sosyalist Baş­ kanı François Mitterand'ın danışmanlığını yaptı. İspanya'da ise İtalya ve Fransa'daki gibi antikomünist bir ör­ gütün kurulması çok zor olmadı. Çünkü ülkenin başında diktatör Franco vardı. I950'li yılların başından itibaren Franco ile Amerika arasında sıkı ilişkiler kuruldu. O zamanlar İspanya NATO üyesi olmamasına karşın önemli gizli ordu merkezlerinden birisi Ka­ narya Adaları'ndaydı. Ayrıca Madrid'de örgüt mensupların eği­ tildiği bir üs de vardı. Diktatör Franco'nun ölümünden sonra İs­ panya ittifaka katılma kararı aldı. NATO'nun kurucu ülkelerinden olan Portekiz 1930 yılından itibaren tam 40 yıl boyunca tek isim olan Salazar tarafından yöne­ tildi. Ülkede zaten komünistlere karşı gizli bir savaş yürütülüyor­ du. Bu savaş ülkenin istihbarat servisi PİDE tarafından organize *

O r d u s u n d a d e n i z k u v v e t l e r i n i n ö n e m l i bir y e r i o l a n F r a n s a ' d a g i z l i o r d u y a b u a d ı n s e ç i l m e s i n i n a n l a m l ı bir n e d e n i var. R ü z g â r g ü l ü p u s u l a i ğ n e s i altın­ daki semboldür ve rota buna göre oluşturulur. Gemi alabora

tehlikesiyle

k a r ş ı l a ş t ı ğ ı n d a g e r e k l i d ü z e n l e m e l e r b u r ü z g â r g ü l ü n e g ö r e yapılır.

38

ediliyordu. NATO'ya katılımdan sonra CIA tarafından finanse edilen bu gizli ordu veya örgüt, Aginter Press yani Aginter Yayın­ cılık adını aldı. Suikastlar ve operasyonlar ise bu örgütün alt bi­ rimleri tarafından gerçekleştirildi. Portekiz'deki örgütün kurucu­ su tıpkı Alparslan Türkeş gibi yüzbaşı rütbesindeyken Ameri­ ka'da eğitime alınan Yves Guillon'du. Ayrıca Kore Savaşı'na da katılan Guillon, özel harp teknikleri­ ni çok iyi uygulayan bir isim olarak biliniyor.* Belçika'daki örgü­ tün adı da İtalya'daki ile aynı anlama gelen Glaive oldu. Bu örgü­ tün iki önemli kolu vardı: İstihbarat ve Eylem Servisi SDRA8 ile Eğitim İletişim ve Seferberlik Seksiyonu STC/Mob. Tamamı özel eğitimli askerlerden oluşan SDRA8'in görevi operasyonlar ger­ çekleştirmekti. STC/Mob'da ise yalnızca eğitimden geçirilen si­ viller görev yapardı ve bunlar da eylemlerde görev alırdı. 1970'li yıllarda Türkiye'de cinayet ve katliamlarda görev yapan ülkücü­ ler gibi. Norveç'in gizli örgütü Rocambole (ROC) Türkiye'nin Özel Harp Dairesi'ne yakın bir tarihte, Eylül 1952'de kuruldu. En etkin ve en aktif örgüt olarak bilinen ROC'un teşkilat yapısı da Türki­ ye'deki gibi askeri nitelikteydi. Bu benzerlik aynı dönemde kurul­ muş olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Hollanda'daki gizli ordu İstihbarat ve Operasyonların (İ&O) yapısı da Belçika'daki gibi çift başlıydı. Birinci birim olan 'İstihba­ ratın görevi bilgi toplamak ve operasyonlara zemin hazırlamak­ 7

tı. 'Operasyonlar biriminin görevi ise adı üstünde, sabotaj ve ge­ rilla hareketleri düzenlemek ve komünist direnişlere karşı koy­ maktı. Danimarka'daki gizli ordu ise adını mitolojik kahraman Absalon'dan almıştı. Absalon, ortaçağda elinde kılıcıyla Rusları yenil­ giye uğratan Danimarkalı bir piskoposun adıydı. Gizli örgütü as­ keri istihbarat servisi FE yönetiyordu. Ancak örgüt çok aktif olma­ dı. Kendi yurttaşlarına karşı gerçekleştirdiği bir eylem de şimdiye kadar tespit edilemedi. Danimarka'nınki gibi Lüksemburg'un gizli örgütü de çok ak­ tif olmadı. İstihbarat servisi tarafından kurulduğu bilinen örgü­ tün bu ülkedeki faaliyetleri hakkında fazla bir bilgi yok. Yalnızca *

A g i n t e r Yayıncılık; ö r g ü t ü n ilk l i d e r i Y v e s G u i l l o n ' u n y a y ı n e v i n i n a d ı y d ı . Gizli o r d u y a da aynı adı vermişti.

39

örgütlerin çözülme sürecinde, 1990'da, ülke yöneticileri örgütün varlığını kabul ettiler ancak illegal hiçbir işe bulaşmadığını ve da­ ğıtıldığını açıkladılar. Almanya'daki örgütte ise bu tarz bir yapılanmayı dünyanın başına bela eden Nazi subayları vardı. Başlarında ise ilk bölümde ayrıntısıyla anlattığımız Nazi subayı Gehlen bulunuyordu. Gehlen kendi adına kurduğu örgütü daha sonra ülkenin istihbarat servisine dönüştürdü. Batı Almanya'nın NATO'ya katıldığı 1955 yılından sonra ittifak içinde aktif görev alan Almanya gizli ordu­ sunun adı ise Antikomünist Saldırı Birliği'ydi. NATO'ya bağlı üçüncü gizli ordu tarih bakımından italya ve Fransa'dan sonra Yunanistan'da oluşturuldu. Adı ise Koyun Pos­ tu oldu. Örgüt ilk önce Helenik Akıncılar Kuvveti adıyla faaliyet yürüttü. Amerika için çok önemli olduğu bilinen örgüt, ülkenin istihbarat servisi KYB'nin denetimindeydi. İzlanda ve Kanada, NATO üyesi olmalarına karşın başlangıçta gizli ordu örgütlenmesinin dışında kaldılar. Çünkü Kanada Sov­ yetler Birliği'ne coğrafi olarak çok uzakta bulunuyordu, İzlan­ da'nın ise silahlı kuvvetleri yoktu. Buna karşın NATO üyesi olma­ yan Avusturya, İsveç, Finlandiya ve İsviçre'de gizli ordular oluş­ turuldu ve aynı işlevi yerine getirdiler. İsviçre'nin gizli ordusu­ nun adı Gizli Müdafaa Örgütü, Avusturya'nınki Gezici Spor ve Dostluk Birliği, İsveç'inki ise Sveaborg Silah Kardeşliği'ydi.* Seferberlik T e t k i k K u r u l u

Üç yıl süren Kore Savaşı'nda ağır kayıp veren ülkelerden biri de Türkiye oldu. Türkiye'nin asker göndermesinin temel amacı ABD'nin yanında olduğunu gösterip NATO'ya üye olmayı sağla­ maktı. Batı dünyası içinde yer edinmeye çalışan Türkiye'nin üyelik talebi sonunda kabul edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi de 19 Eylül 1951'de katılımı onayladı. Böylece Türkiye artık NATO üye­ si olmuştu. Üye olan her ülkenin yaptığı gibi NATO Ek Protokolü'ne im*

A B D v e İ n g i l t e r e ' n i n t ü m b u gizli o r d u l a r ı n k u r u c u s u o l m a s ı v e b u ü l k e ­ l e r d e k i y a p ı l a r ı n d a k e n d i l e r i n e b a ğ l ı o l m a s ı n e d e n i y l e b u iki ü l k e d e k i gizli o r d u l a r ı a n l a t m a d ı k .

4(1

za atan Türkiye de, olası Sovyetler Birliği işgaline karşı ve ülke içinde de komünistlerle mücadele edecek gizli bir ordunun veya örgütün kurulmasını kabul etti. Türkiye'de bu gizli ordunun kurulması çalışmaları 4 Nisan 1952'de NATO'ya katılmasından hemen sonra, daha Kore Savaşı devam ederken başladı. Amerika ve ingiltere'nin oluşturulmasında rehberlik ettiği bu ordular o güne kadar İtalya, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Bel­ çika'da kurulmuştu. Türkiye'de de kurulması Amerika için çok önemliydi, çünkü coğrafi konumu nedeniyle çok stratejik bir bölgedeydi. Gizli or­ duların mimarlarından, daha sonra da ABD Dışişleri Bakanlığı yapacak olan Henry Kissinger, Türkiye'nin bu konumuyla ilgili şöyle diyordu: "Yeni savaş stratejisinin başlıca amaçları arasında en önemli yer işgal eden nokta, komünist ülkelere komşu olan ülkelerden başlayarak Latin Amerika ülkelerine kadar yayılmakta olduğunu gördüğümüz komünist kışkırtmalarını bastırmaktır. Komünist ül­ kelere komşu olan bölge Türkiye'den başlamakta ve Uzakdoğu Asya'ya kadar uzanmaktadır. Sınırlı savaşların yürütülmesi ihti­ malinin en fazla olduğu yerler bu bölgedeki ülkelerdir."* Sovyetler Birliği'ne en yakın ülke Türkiye'ydi.** Sovyetler Bir­ liği hakkında istihbarat en kolay Türkiye üzerinden sağlanabilir­ di. Öyle de oldu. NATO'ya üye olmasından sonra Türkiye, ABD'nin Sovyetler Birliği'ni kuşatma politikasının önemli bir par­ çası oldu. Sovyetler Birliği'yle ilgili istihbarat faaliyetleri artık Türkiye üzerinden yapılmaya başlandı; uydu haberleşmesinin dinlenmesi, askeri üslerin hava fotoğraflarının çekilmesi, casus­ luk faaliyetleri hep Türkiye'den yürütüldü. Batı'daki diğer özel orduların yapılanmasında olduğu gibi Amerika'nın öneri ve fikirleri doğrultusunda Türkiye'de de gizli ordu kuruldu. Adı ise Özel Harp Dairesi oldu. *

Macit

F a h r i , Amerikan

Harp

Doktrinleri,

Yön

Yayınları,

İ s t a n b u l , 1 9 6 6 , s.

261. *

T ü r k i y e k a d a r ö n e m l i bir ü l k e d a h a v a r d ı : N o r v e ç . B u n u n n e d e n i b u ül­ k e n i n d e k u z e y d e n S o v y e t l e r B i r l i ğ i ' n e y a k ı n o l m a s ı . İki ü l k e d e k i g i z l i ö r g ü t a y n ı d ö n e m d e k u r u l d u v e e n a c ı m a s ı z o l a n l a r ı o l a r a k biliniyor.

41

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye'nin gizli ordusunun yani Özel Harp Dairesi'nin de adı gizlendi. Daire kâğıt üzerinde Sefer­ berlik Tetkik Kurulu olarak gözüktü. Özellikle sivil unsurların oluşturulmasında daha rahat faaliyet yürütmek için bu ad tercih edildi. Ancak tüm görevliler kendi ara­ larında hep dairenin gerçek âdını kullandılar. NATO şemsiyesi altında oluşturulan Özel Harp Dairesi, 27 Ey­ lül 1952'de dönemin Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun kararıy­ la kuruldu. Milli Güvenlik Savunma Kurulu, bugünkü Milli Gü­ venlik Kurulu işlevini görüyordu. Özel Harp Dairesi'nin merkezini konuşlandırmak üzere de Ankara Kızılay'da bir ev kiralandı. Adakale Sokak No: 36'daki tek katlı bu ev bahçe içindeydi. ABD'nin tehdit konseptine göre yapılandırılan Özel Harp Da­ iresi, NATO'ya üye olan ülkelerdeki örgütlerle aynı işlevi göre­ cekti: Komünistlere karşı mücadele. Bu mücadele de örtülü olacaktı ve özel harp teknikli operas­ yonlarla gerçekleştirilecekti. Doğrudan NATO merkezinden yönetilen bu daire, Türkiye'de ise Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na bağlandı. Yani yönetimi ve denetimi en üst düzeyde oldu. Bu çok önem­ li bir ayrıcalıktı. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri'nde tüm birim ve yapılar Genelkurmay Başkanlığı içinde bir daireye bağlıydı, bu­ gün bile hâlâ böyle. Bu ayrıcalık Özel Harp Dairesi'nin görevini ve gizliliğini açık­ ça ortaya koyuyor. Özel Harp Dairesi'nin oluşturulması kararında da, diğer dai­ relerin kuruluş kararlarına göre büyük bir fark var. Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı tüm daireler ihtiyaca göre Genelkurmay Başkanlığı'nın emriyle kuruluyordu. Özel Harp Dairesi ise Milli Siya­ set Kurulu'nun kararı doğrultusunda Milli Savunma Bakanlığı'nın kararnamesiyle oluşturuldu. Yani bu dairenin kurulması kararının altında, sadece askerle­ rin değil dönemin cumhurbaşkanı, başbakanı, milli savunma ba­ kanı, içişleri bakanı ve adalet bakanının imzası da bulunuyor. Zira İtalya, Fransa, Belçika, Norveç gibi ülkelerde çözülen giz­ li ordu ve örgütlerin yapılarına baktığımızda özellikle cumhur­ başkanı ve genelkurmay başkanlarına yeri geldiğinde de güvenir­

lik derecesine göre başbakan, milli savunma bakanı ve içişleri ba­ kanına özel görevler verildiği açık bir şekilde görülüyor. Buradan hareketle bu imzayı atan siyasilerin, bu örgütün ku­ ruluş işlevinden haberdar olmadıklarını söylemek mümkün de-

ğil. Kamuoyunun kuruluşlarından ve uzun süre varlıklarından bi­ le haberdar olmadığı bu örgütler özellikle parlamentolardan giz­ lendi. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi... Özel Harp Dairesi'nin Seferberlik Tetkik Kurulu olarak kağıt üzerindeki kuruluş amacı sivil savunma diye gözüküyor. Daire­ nin, Adakale Sokak'ta faaliyet yürüttüğü evin kapısında da 'MSB Seferberlik Tetkik Kurulu' tabelası vardı. Daire, kâğıt üzerinde Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı gözü­ küyordu. Bu sivil savunma amacı da Sovyetler Birliği'nin Boğaz­ lar üzerindeki emelleri düşünülerek olası bir işgal durumunda halkı cephe gerisinde seferber edebilmek olarak açıklanıyor. Para ve Teçhizat Amerika'dan Özel Harp Dairesi'nin finansmanı ve silahlar dahil tüm teçhi­ zatı Amerika tarafından CIA ve yardım kuruluşları aracılığıyla sağlandı. İleride üç yıl boyunca Özel Harp Dairesi'nin başkanlığını ya­ pacak olan Kemal Yamak'a göre bu çok normal: "Amerikalıların yardım ve destek teklifinin o dönemlerde ol­ duğunu ve bu nedenle fazla yadırganmadığını zannediyorum. Zi­ ra ihtiyaç bizimdi. Bu kuruluş anında daha yukarı makamlarda yapıldığı anlaşılan bazı anlaşma ve mutabakatla, tıpkı diğer aske­ ri kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi, daireye de Amerika yardı­ mından bazı özel malzeme ve silah desteği ile eğitim desteği de sağlanmıştır."* CIA'yla iç içe çalışan Özel Harp Dairesi'nin teşkilat yapısı da Amerika'nın önerileri doğrultusunda gayri nizami harp teorisine göre şekillendirildi. Buna göre daire iki ana unsurdan oluşturuldu. Birinci unsuru tamamen gayri nizami harp ve özel harp eğiti­ mi alan çok profesyonel askerler oluşturdu. * Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, 2005, s. 245. 43

ikinci unsur ise muhtemel bir Sovyet Işgali'nde, yani savaş du­ rumunda bu askerlerle birlikte direnişi örgütleyecek sivillerden oluşturuldu.* Özel Harp Dairesi'nin İlk Başkanı Özel Harp Dairesi resmi olarak kurulmuştu ama kadrosu he­ men atanmadı. İşleri yürütmeleri için sadece beş kişilik bir ekip görevlendirildi. Dairenin başına komutan da atanmamıştı. Kore Savaşı'na giden son tugayın da dönmesiyle Genelkur­ may, Özel Harp Dairesi'ni işlevli hale getirme çalışmalarını hız­ landırdı. Özel Harp Dairesi'nin başkanlığına 1953'te Kore Savaşı'na gi­ den son tugayın komutan yardımcısı Albay Daniş Karabelen atandı. Böylece Daniş Karabelen, NATO bünyesinde komünizme kar­ şı oluşturulan ve sonraki yıllarda faaliyetleri büyük tartışma ko­ nusu olacak olan gizli ordunun ilk komutanı oldu. Teşkilat-ı Mahsusa geleneğinden gelen Daniş Karabelen ilk ko­ mando ve paraşüt birliklerinin de kurucusuydu. Kontrgerilla olarak adlandırılan dairenin başına atanan Karabelen daha önceki askerlik hayatında da kilit yerlerde görev yap­ mıştı. 1898'de İstanbul'da doğan Karabelen'in babası Mehmet Rasim de askerdi. Karabelen, askeri rüştiyeyi bitirdikten sonra Kuleli As­ keri Lisesi'ne başladı. 17 yaşında okulu bitirdiğinde Birinci Dün­ ya Savaşı şiddetli bir şekilde sürüyordu.

* özel

H a r p Dairesi'nin diğer ülkelerdeki benzerleriyle aynı şekilde oluş­

turulmasında o d ö n e m d e Paris'te N A T O nezdinde görev yapan Albay R e f i k T u l g a e t k i n rol o y n a d ı . A m e r i k a ' y a g ö n d e r i l e n ilk ö z e l h a r p ç i s u ­ b a y ekibinde yer alan Tulga, bu sırada Avrupa Müttefik Kuvvetleri Ka­ rargâhı İstihbarat Dairesi'nde görevliydi. 1954 yılına k a d a r bu g ö r e v i yü­ rüttü,

27

Mayıs darbesinden

sonra

İstanbul

Valisi

ve

Belediye

Başkanı

y a p ı l a n Tulga, 1 9 6 4 yılında G e n e l k u r m a y İkinci B a ş k a n l ı ğ ı ' n a yükseldi. Son olarak da t ü m özel h a r p örgütleri ve ordularının yönetildiği Brük­ sel'deki N A T O ( S H A P E ) Askeri

Komitesi Türkiye Askeri Temsilciliği'ne

atandı.

44

Liseyi bitirir bitirmez hemen Teşkilat-ı Mahsusa'nın Malte­ pe'deki kampında özel eğitime alındı. Cephe gerisinde gerilla tar­ zı savaşı yürütmek için yetiştirilen bu subaylar askeri lisenin son sınıfları ile Harbiye'nin ilk sınıfları arasında yapılan sınavlarla se­ çiliyordu. Daniş Karabelen kendisini Özel Harp Dairesi'nin başına getir­ tecek gayri nizami harp tekniklerini Amerika'daki kontrgerilla üslerinden önce Birinci Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa kamplarında öğreniyordu. Gerilla tarzı eğitimi de başarıyla bitiren Karabelen, asteğmen olarak Filistin Cephesi'ne gönderildi ve 5. Ordu'da görevlendiril­ di. Merkezi Şam'da olan bu ordunun başında ünlü İttihatçı Cemal Paşa vardı. Filistin Cephesi'nin bir alt komutanı ise Ali Fuat Cebesoy'du. Burada hücum bölüğü komutanlığı yapan Karabelen, bir sal­ dırıda yaralandı ve sonra da teğmenliğe terfi etti. Daha sonra Mustafa Kemal'in görev yaptığı Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın şifre bürosunda çalıştı. Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra İstanbul'a dönen Karabelen, Kurtuluş Savaşı yıllarında yeniden Teşkilat-ı Mahsusa'ya katıldı. Maltepe'deki eğitim kampında bu kez öğretmen olarak görev yapıyordu. Bir süre sonra da Teşkilat-ı Mahsusa'nın liderlerinden Yenibahçeli Şükrü Oğuz'un yardımcısı oldu. Karabelen, Anadolu'ya gizlice geçmek isteyenlere ekibiyle bir­ likte kılavuzluk yaptı. Karakol örgütünde aktif olarak çalıştı. So­ nunda kendisi de Anadolu'ya geçti. Kurtuluş Savaşı'nın bitmesi ve ardından cumhuriyetin kurul­ masıyla Karabelen, seçkin subayların görevlendirildiği Çanka­ ya'da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı'na atandı. 1945'te de bu alayın komutanlığına atanan Karabelen, daha sonra albay rütbesine kadar Türkiye'nin değişik kentlerinde gö­ rev yaptı. *

K a r a k o l ö r g ü t ü İttihat ve T e r a k k i lideri Talat I'aşa'nın t a l i m a t ı y l a 5 Ş u b a t 1 9 1 9 ' d a Teşkilat-ı M a h s u s a ' n ı n ö n e m l i isimleri t a r a f ı n d a n k u r u l m u ş t u . Örgütün

ilk b a ş k a n ı G a l a t a l ı Ş e v k e t B e y ' d i r .

İttihat ve Terakkicilerin

ilk

b a ş t a k e n d i l e r i n e y ö n e l i k e y l e m l e r i n i s t i h b a r a t ı n ı a l m a k için o l u ş t u r d u k ­ ları ö r g ü t ü g i t t i k ç e y a y g ı n l a ş t ı r d ı l a r v e Ö z e l H a r p D a i r e s i ' n i n y a p ı s ı n a b e n z e r o l a r a k içine h a l k t a n seçtikleri sivilleri d e kattılar.

45

Amerika'daki özel harp eğitiminden sonra Kore Savaşı'na gönderilen Karabelen dönüşte, 30 Ağustos 1953'te tuğgeneralliğe terfi etti. Gizlenen Komutan Milli Atlet Dairenin başına geçmesiyle birlikte ilk özel harp ekiplerini de yetiştiren isim olan Daniş Karabelen askeri özeliklerinin yanı sıra sporcu kimliğiyle de öne çıkıyordu. Çok ünlü bir atletti. 1922'de Türkiye Sırıkla Atlama Şampiyonu olmuştu. Ayrıca profesyonel bir futbolcuydu. Gittiği her kentte askeri futbol takımlarıyla birlikte sivil takımların oluşturulmasına hep ön ayak oldu. Karabelen'in kardeşi Danyal Akbal da Türk futbolunun önem­ li isimlerindendi, izmir'in ilk kulüplerinden Altay'ın kurucuları arasındaydı. Ardından yıllarca Milli Takım'da forma giydi. 19381943 yılları arasında Futbol Federasyonu Başkanlığı yaptı. 19501952 yılları arasında da Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı'na getirildi. Bu göreve seçimle değil atamayla gelen Danyal Akbal, 1956'da ise Beşiktaş Kulübü Başkanı oldu. Sporun en üst kurumu olan Beden Terbiyesi'nde de genel müdürlük yapan Danyal Ak­ bal, Demokrat Parti listesinden seçilerek milletvekili de oldu. Özel Harp Dairesi'nin İlk Ekibi Daniş Karabelen'in komutan olarak atanmasından sonra Özel Harp Dairesi'nin kadrosu da yavaş yavaş oluşturulmaya başlan­ dı. Kadro oluşturulmasında Karabelen, Genelkurmay Başkanlığı tarafından tam yetkili kılındı. Dairede görev alacak subay ve ast­ subayları kendisi seçiyordu. O da ekibini Amerika'dan özel harp eğitimi almış ve Kore Sa­ vaşı'na birlikte gittiği subaylardan oluşturdu. Kadro oluşturma çalışmaları yıllarca süren Daniş Karabelen, 'ideal kadrosunu' ancak 1955 yılının ilk aylarında tamamladı. 1953 ile 1955 yılları arasında dairede görev alan ve öne çıkan ilk özel harpçi subaylar şunlardı: İsmail Tansu, Rıza Vuruşkan, Remzi Atılgan, Ahmet Soylu, Ca­ hit Vural, Ahmet Göçmez, Bedri Esen, Nurettin Öktem, Hüseyin 46

Ömür, Recep Atasu, Şacii Demirbilek, Osman Nalbant, Mehmet Kızılsu, Sibkatullah Yalan, Cemal Akkan. Askeri U n s u r l a r : B o r d o Bereliler

Amerika'nın finansörlüğünde Türkiye'de de işgal durumun­ da, cephe gerisinde gerilla teknikleriyle savaşacak, ülke içinde de komünistlere karşı aynı tekniklerle örtülü operasyonlar düzenle­ yecek gizli ordu kurulmuştu artık. Başkanı ve ilk ekip de görevlendirilmişti. Ancak büyük bir problem vardı: Özel Harp Dairesi'nde görev yapacak özel harp eğitimli askeri personel yoktu. Bu dönemde Askeri Destek Programı ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Terbiye Programı kapsamında özel harp eğitimi için Amerika'ya gönderilen 16 kişilik ekibin tamamı da Türkiye'dey­ di. Dairede görev alacak yeni askerlerin eğitimi bu ekibe verildi. Ekibin Amerika'da Harp Okulu, Harp Akademisi ve son üç ayda da özel kamplarda gördükleri eğitimi yeni askerlere aktarması ka­ rarı alındı. Bu amaçla İzmir Menteş'te ilk Özel Harp Dairesi kampı açıldı. Kampın başına da yine Daniş Karabelen getirildi. Bu kampta Türk ordusundaki ilk paraşüt birliğini oluşturan Daniş Karabelen, aynı kampta ilk özel harp ekibini de yetiştirdi. Özel Harp Dairesi'ne alınan askerlere Kore Savaşı'nda Ameri­ ka'nın uyguladığı özel harp teknikleri ve örtülü operasyonlar öğ­ retildi. Bir süre sonra bu kampta ilk özel harpçiler ekip ekip mezun olmaya başladı. İleriki yıllarda Bordo Bereliler adını alacak ve or­ dunun en seçkin ve en gizli grubunda yer almaya başlayan bu özel harpçiler görevlerini çok iyi biliyorlardı. Görevleri, halkı ko­ münistlere karşı örgütlemek ve direniş ağı oluşturarak ülkenin tü­ müne yaymaktı. Sovyetler Birliği'nin işgali durumunda cephe ge­ risinde aktif hale gelerek halkı direnişçilere karşı ayaklandırmak, Sovyetler Birliği ordusuna karşı sabotaj, suikast ve benzeri yıprat­ ma eylemleri ile direnişe geçmek. Menteş Kampı bir süre sonra yetersiz kaldı. Yeni kamplara ih­ tiyaç vardı.

4 7

Türkiye'nin yeni kamp açılması önerisi üzerine bir Amerikan askeri heyeti Türkiye'ye geldi. Menteş Kampı'nı ziyaret eden ve yetiştirilen genç özel harpçilere tam not veren Amerikalı heyet, yeni okulların açılmasına da izin verdi. Amerika tarafından sağlanan finansla Eğridir Dağ Komando Okulu'nda da özel harpçiler yetiştirilmeye başlandı. Bu yeni özel harp okulunun en gözde eğitmenleri ise Yüzbaşı Ali Bolulu, Yüz­ başı Rafet Sille ve Üsteğmen Adnan Doğu'ydu. O kadar seri bir şekilde özel harpçi ve komando yetiştiriliyor­ du ki Eğridir Komando Okulu da yetersiz kaldı. Bu kez açılan Çankırı Gerilla Okulu oldu. Bu okulun en gözde eğitmeni ise Yüzbaşı Alparslan Türkeş'ti. Türkeş, Amerika'daki eğitimden döndükten sonra, daha önce görev yaptığı Gelibolu'daki askeri birliğe gönderildi. Türkeş, bu dönemi, "Kısa bir süre sonra da Çankırı Gerilla Okulu'na gerilla öğretmeni olarak tayinim çıktı," diye anlatacaktı.* Bu kamplarda sadece Amerika'da eğitimden geçirilen Türk subaylar öğretmenlik yapmıyordu, Amerikalı askerler de vardı. Görevleri ise 'danışmanlık'tı. Kritik ve zor özel harp tekniklerini bu Amerikalı askerler öğretiyordu. Amerikalıların görev yaptığı tek yer özel harp kampları değil­ di. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin her biriminde onlar vardı. Çünkü askeri yardım anlaşmaları çerçevesinde Türk ordusu artık Ameri­ kan ekolüne geçiyordu. Özel Harp Dairesi'nin kuruluşundan itibaren her yıl bir kez Amerikalılarla özel harp tatbikatı yapılıyor. Bu tatbikatın amacı yeni tekniklerin ve stratejilerin Özel Harp Dairesi tarafından gö­ rülmesi ve uygulanması. Beyaz Kuvvetler Büyük gizlilik içinde çalışan Özel Harp Dairesi'nde Sovyetler Birliği işgaline karşı cephe gerisinde direnmekte profesyonel as­ kerlerin yanı sıra sivillere de görev verildi. Çünkü örgütün amaç*

Hulusi

Turgut,

Türkeş'in

Anıları,

Şahinlerin

s. 8 0 .

48

Dansı,

ABC

Yayınları,

1955,

larından biri Türkiye'nin sivil güçlerinin harekete geçirilmesiydi. Örgütün ikinci ve en tehlikeli unsurunu oluşturan sivillerin kaydı Özel Harp Dairesi'nde kod isimlerle yapılıyor, kesinlikle gerçek isimler kullanılmıyor. Müthiş bir gizlilik var. Özel harpçi olan siviller kesinlikle bir­ birini tanımıyor. Sadece aynı birimdeki isimler birbirini tanırdı, o da yalnızca kod adlarıyla... Bu siviller her türlü meslek grubundan seçiliyor, doktor, avu­ kat, öğretmen, hemşire, akademisyen, polis... Çoğunluğu üniversite, yüksekokul ve lise döneminden teşki­ lata alınıyor. Yeri geldiğinde dairenin sivil örgütlenmesinde sivil unsurlar­ dan kimsenin kimseye karşı sorumluluğu bulunmayabiliyor. Ola­ sı düşman (!) saldırısında ya da içerideki komünistlere karşı özel harp eğitiminden geçirilen her sivil unsur eylem yapabiliyor. Özel Harp Dairesi'nin kayıtlarında da kendileri için 'vatanse­ ver' genel adı kullanılan bu siviller, çoğunlukla radikal sağ grup­ ların arasından seçiliyor. İlk yıllarından itibaren aşırı İslamcı, faşist ve milliyetçi örgüt­ ler, 1980'li ve 1990Tı yıllarda ise bu unsurların içinde yer aldığı mafya grupları arasından seçildiler. Bu örgütte görev verilecek ilk sivil unsurların seçimi, Özel Harp Dairesi tam anlamıyla faaliyetlerine başlamadan önce Ame­ rika'ya gönderilen ilk kontrgerilla ekibinin eğitimi sırasında ya­ pıldı. Paris'te bulunan Fransız dergisi Intelligence Newsletter'in 19 Aralık 1990 tarihli sayısının kapağında Özel Harp Dairesi'ne sivil unsurların kimlerden seçildiğinin haberi yer aldı. Dergi, Batı Av­ rupa'da gizli ordu şebekelerini meydana getiren çok gizli ve oriji­ nal strateji belgelerinden biri olan ve ABD Genelkurmay Başkan­ lığı tarafından hazırlanan 'Çok Gizli' ibareli ve 28 Mart 1949 tarih­ li 'Kapsamlı Stratejik Görüşler' adlı belgeyi yayımladı. 'Türki­ ye'de Gladyo'nun Kökenleri' başlığıyla verilen habere göre belge­ nin JSPC 891/6 sayılı B Bölümü'nde Türkiye'ye özel atıfta bulu­ nuluyor ve ırkçı-Turancı hareketin özel harpte Amerika tarafın­ dan nasıl kullanılabileceği anlatılıyor: 49

"Türkler politik anlamda güçlü milliyetçi ve antikomünist an­ layışa sahipler. Ve Kızıl Ordu'nun Türkler içinde varlık gösterme­ si milliyetçi duyguların kabarmasına neden olacaktır. Türkiye gizli ordu rezervlerinin kurulması için fazlasıyla uygun bir ülke."* Sivil unsurlar da yine Özel Harp Dairesi'nde görevli askerler tarafından kamplarda gayri nizami harp eğitiminden geçirildi. Subaylar Amerika'da aldıkları eğitim tekniklerini sivillere de aktardı. En önemlisi de Sovyetler Birliği işgaline karşı ülkenin belli yerlerinde gizli silah ve patlayıcı depoları oluşturuldu. Bunlar ço­ ğunlukla tenha yerlerde yeraltına gömüldü. Bu silah zulalarının yerini o bölgeyle ilgili görevi bulunan, dairedeki önemli askerler biliyordu. Bir de o bölgede bulunan ve kamplarda eğitimden ge­ çirilen sivil unsurlar. Olası bir Sovyet işgali veya komünist tehlikede Özel Harp Da­ iresi'nde görevli siviller, bu silahları çıkartacaktı. Büyük bir gizlilikle yeraltına gömülen bu silahların numara kayıtları devlette kesinlikle bulunmuyor. Kaybolmaları duru­ munda hiçbir yasal işlem de yapılamıyor. 1970'li yıllarda ülke içinde gerçekleştirilen katliamlarda kulla­ nılan silahlar sivillerin kullanması için gömülenlerdendi. Yine bu katliam, cinayet ve suikastları gerçekleştirenler ise da­ irenin sivil unsurunu oluşturan 'vatanseverlerdi. İlk özel harpçi subaylardan ve Özel Harp Dairesi'nin ilk Lojis­ tik Şube Müdürü olan emekli Albay İsmail Tansu, bu sivil güçleri şöyle anlatıyor: "Sivil uzantılar ülke işgal edilince kullanılmak üzere barış za­ manından eğitilip bekletilirler. Görev verilmezler. Kopuk tespih taneleri gibi her yere dağılmışlardır. Türkiye'nin her yerindedirler. Savaşla beraber tespihin ipi bağlanır. Görev alırlar. Karı-koca aynı birimdedirler ama birbirlerinden haberleri yok­ tur. Herkes kendi görevini yapar." *

Intelligence Newsletter,

19 A r a l ı k

1990; aktaran

Gizli Orduları, G ü n c e l Y a y ı n c ı l ı k , 2 0 0 5 , s . 3 9 4 .

50

D a n i e l e G a n s e r , NATO'nun

Özel Harp Dairesi'nde operasyon ve eylemlerde askerler ka­ dar önemli olan bu siviller, askerlerin Bordo Bereliler adını almasıyla birlikte Beyaz Kuvvetler diye anılmaya başlandı. Kars'ta B ö l g e B a ş k a n l ı ğ ı

Amerika'nın verdiği silahlar, paralar ve eğitimlerle Özel Harp Dairesi gittikçe büyüdü. Hükümetten de her türlü desteği alan dairede 1955 yılının ağustos ayı itibarıyla görevli subayların sayı­ sı 100'ü buldu. Titiz araştırmalar sonunda askerlik görevlerini yedek subay olarak yapan eğitimli kişiler de artık daireye alınmaya başlandı. Yedek subaylar askerliklerini tamamladıktan sonra da dairenin yeraltı örgütünü oluşturan sivil unsurlar olarak görevlerine de­ vam ediyorlar. Dairenin genişletilmesi kapsamında Türkiye'nin jeopolitik önemi doğrultusunda Özel Harp Dairesi Bölge Başkanlıkları açıl­ dı. Merkezi Ankara'da olan Özel Harp Dairesi'nin ilgili subayla­ rının atanmasından hemen sonra ilk iki bölge başkanlığı İstanbul ve İzmir'de kuruldu. Daha sonra Kars, Çanakkale, Konya, Edirne, Samsun, Antalya ve Elazığ bölge başkanlıkları da oluşturuldu. Bu bölge başkanlık­ larının başında birer albay vardı. Özel Harp Dairesi Başkanı Daniş Karabelen'in en çok önemse­ diği ve ilgilendiği bölge başkanlığı Kars'takiydi. Çünkü Kars hem Sovyetler Birliği'ne yakındı hem de Karabelen daha önce bu kent­ te uzun yıllar görev yapmıştı. Karabelen, albay rütbesiyle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu kentte bulunan Avcı Alay Komutan­ lığı ve 246. Sınır Alay Komutanlığı görevlerinde bulunmuştu. En güçlü ve donanımlı bölge başkanlıkları ise İstanbul ve İz­ mir'deydi. Özel Harp Dairesi genişledikçe, bünyesinde yeni birimler de kuruldu. Bunlardan en önemlisi dairenin adıyla kurulan Özel Harp Birimi'ydi. Seçkin subayların atandığı bu birim dairenin en etkin grubu oldu. Bu etkinlik dairenin belirlediği eylemlerin bu birim tarafın­ dan yerine getirilmesinden geliyordu. Bu dönemde dairenin esas 51

eylem alanı Kıbrıs'tı. Özel harp teknikleriyle yetiştirilen subaylar birer ikişer adaya gönderiliyordu. Kıbrıs Türklerini örgütleyen bu subaylar bir süre sonra geri dönüyor, yerlerine yenilen gidiyordu. Özel Harp Birimi'nin görev alanı ise tamamen ülke içindeydi. Bu birimdeki subaylar Kıbrıs'a gitmiyordu. Özel Harp Metotları Peki, başta Özel Harp Birimi olmak üzere Özel Harp Dairesi'ndeki subay ve astsubaylar ile sivil unsurlar ne görev yapacak­ tı? Bu sorunun yanıtı dairenin adının tanımında ve içerdiklerinde var. Özel harp, tek amacı komünizmin yayılmasını engellemek olan Amerika ve İngiltere'nin Soğuk Savaş'a uygun nitelikte yeni strateji ve taktikler içeren yöntemlerden biriydi. Zaman zaman gayri nizami harp, sınırlı harp, özel savaş, kontrgerilla savaşı gibi adlarıyla da anılan özel harp de, askeri bir te­ rim. Ancak burada orduların karşı karşıya gelerek yürüttükleri veya her türlü saldırıyı içeren savaştan çok farklı bir işlevi var. Te­ mel düşman komünizm olduğu için bu savaş türünde askeri so­ nuçlardan çok siyasal ve ekonomik boyutlar ön planda. Bu konuda CIA'lı teorisyenlerin ve askerlerin yazıları, konuş­ maları ve hazırladıkları raporlar bir bütün içinde incelendiğinde özel harbin ne olduğu ve Türkiye'de Özel Harp Dairesi'nin neden oluşturulduğu soruları yanıt buluyor. Türkiye'deki özel harpçilerin, görevlerinin kaynağını öğren­ mek için başvurdukları temel yayın Macit Fahri'nin Amerikan Harp Doktrinleri adlı kitabı oldu. Özel Harp subaylarının, hatta 1960'lı yıllarda tüm subayların ellerinden düşürmediği kitapta Amerika'nın neden gizli orduların, dolayısıyla Özel Harp Daire­ si'nin kurulması yoluna gittiğinin yanıtı var: "Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırıların yanında, ondan daha tehlikeli fakat saldırı görü­ şünde olmayan, başka cins tehditler de vardır. Bu tehditler içeri­ den yapılmak istenen değiştirme ve dönüştürmelerdir. Bu maske­ li saldırılar, bazen iç harp şeklinde, bazen ihtilalci hareketler şek­ linde, bazen demokratik akımlar ve reform hareketleri biçimlerin52

de karşımıza çıkmaktadır. Bizim amacımız buna benzer akımları önlemek olmalıdır."* Bu akımları önlemek için uygulanacak metot ise Amerikalı ünlü özel harp teorisyeni Franklin Lindsay tarafından ortaya atıl­ mıştı: "Nizami harplerde uygulanan temel metot, düşmanı askeri harekât ve operasyonlarla dize getirip yenmektir. Gayri nizami harplerde ise öncelikle toplumun desteğini kazanmak gerekmek­ tedir. Toplumun desteği sağlandığı ölçüde, o topluma kendi gö­ rüş ve ideolojimizi empoze edebiliriz. Ancak bundan sonra o ül­ kedeki gerilla hareketini ve birliklerini kolaylıkla bastırmak, ez­ mek mümkün olur." Amerika'nın Soğuk Savaş teorisyeni olarak kabul edilen, eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ise özel harbin uygulanacağı yerleri belirliyordu: "Uzun menzilli, çok süratli ve hareketli modern silahlarla bir­ likte Amerikan topraklarının geleneksel ulaşılmazlığı da sona er­ di. Birleşik Amerika'yı termonükleer silahlar tehdit ettiğine göre, bu tehlikeyi bizden uzak tutmak için savaşmalıyız. Global harp yerine, Amerika topraklarından uzakta, müttefiklerimizin ve düşmanın topraklarında yürütülecek harp stratejisine geçmeli­ yiz." Amerika'nın, özel harpte dünyanın herhangi bir yerindeki ko­ münist veya solcu harekete müdahale etmesi o kadar da kolay değildi. Ama bunun çözümü Türkiye'de uygulanan yöntemdi: Silahlı yardım. "Gerek bizim gerekse komünist olmayan diğer dünya devlet­ lerinin güvenliğini sağlamak için mahalli kuvvetler ve akımlar ta­ rafından sıkışık durumda bırakılmış olan dost hükümet ve rejim­ lere silahlı yardımlar yapmak zorunluluğu duymalıyız. Bu zo­ runlulukla yapılacak askeri müdahale, ne klasik askeri stratejiye uymakta ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemekte-

*

Ö z e l h a r p ü z e r i n e ç a l ı ş m a l a r y a p a n R o c k f e l l e r V a k f ı ' n ı n 1 9 5 6 - 1 9 5 8 yıl­ lan a r a s ı n d a

hazırladığı Ö z e l A r a ş t ı r m a l a r Projesi'nin S o n u ç Bildirgesi.

M a c i t F a h r i , Amerikan

Harp Doktrinleri, Y ö n Y a y ı n l a r ı , İ s t a n b u l ,

297. *

M a c i t F a h r i , a.g.e, s. 3 1 0 .

53

1 9 6 6 , s.

dir. Bu askeri müdahalenin kendine özgü bir biçimi ve niteliği vardır."* Amerika, silahlı yardımlardan sonra ipleri tamamen o ülkenin hükümetine veya silahlı kuvvetlerine bırakmadı. Amerikalı as­ kerler bu ülkelere gizlice giderek, müdahalelere ve savaşlara ka­ tıldı. Askeri yardımların ilk hedefi de yerli gizli ordunun eğitimi ve silah donatımıydı. Yine de yerli gizli orduya bel bağlamıyorlar­ dı. Gizli ordunun bütün komuta ve idari organları Amerikalı uz­ manlar tarafından kontrol ediliyordu. Tabii ki büyük gizlilik için­ de. Tüm bunlar Türkiye'de aynen yıllarca uygulandı. Türkiye'ye Amerikalı askerler NATO'ya üye olmasından itibaren gelmeye başladı. Özel Harp Dairesi'nin kurulmasından sonra ise idari organlar Amerikalı 'uzmanlar 7 ve 'danışmanlarda dolmaya başladı. Bu da­ irenin kurulmasından üç ay sonra Cumhuriyet gazetesi Amerikalı­ ların sayısını açıkladı: Dışişleri Bakanlığı'nda 320, Ticaret Bakan­ lığında 42, güvenlikle ilgili teşkilatlarda ise 144.** Gazete, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesinde aynı sıfatlarla kaç tane Amerikalının görev yaptığı bilgisine ise ulaşamamıştı. Bunun nedeni bu bilginin Amerikalılar ve Türkiye tarafından sır gibi saklanmasıydı. Gizli B e l g e l e r d e k i O p e r a s y o n Emirleri

Avrupa'daki gizli ordularda olduğu gibi Özel Harp Daire­ si'nin yapısı da Amerikan kuvvetlerine göre oluşturuldu. Amerikan askeri yönergelerinin bire bir örnek alındığı yapıya göre Özel Harp Dairesi üç ana bölümden oluşturuldu: Gayri Ni­ zami Harp, İstikrar Hareketi ve Psikolojik Harp. Bunlardan Gayri Nizami Harp kendi içinde üç farklı birime ayrıldı: Gerilla harekâtı, mukavemet harekâtı ve kurtarma-kaçırma harekâtı. Özel Harp Dairesi'nin eğitimlerdeki başucu kaynağı ise FM-31

* Rockfeller Vakh'nın S o n u ç Bildirgesi, s. 113-114; a k t a r a n M a c i t Fahri, a.g.e., s. 2 9 8 .

* Cumhuriyet, 16 Aralık 1 9 5 2 . 54

koduyla başlayan Amerikan askeri yönergeleri oldu. FM'in açılı­ mı ise Field Manuel'dir. Bu kodlu askeri yönergelerin başlıcaları Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât, Kontrgerilla Operasyon­ ları, İstikrar Harekâtları, Özel Kuvvetler Harekât Tekniği, Özel Kuvvetler Operasyonları ve Gizli Özel Kuvvetler Harekâtı'dır. Bu askeri yönergelerin önemli olanları ST-31 koduyla Türkçeye çevrildi. FM'nin yerini alan ST kodu ise Sahra Talimnamesi olarak çevrildi. Özel harpçilerin yanlarından hiç ayırmadıkları temel yönerge FM 31-15, ST-31-15 koduyla aynen Türkçeye çevrilen Gayri Niza­ mi Kuvvetlere Karşı Harekât'tı. Birkaç yıl İngilizcesi üzerinden eğitim görülen bu yönerge daha sonra Kara Kuvvetleri Komutan­ lığı tarafından Türkçeye çevrilerek Genelkurmay Basımevi'nden yayımlandı. Aynı şekilde bu dairenin eğitimlerde kullandığı diğer bir kay­ nak ise CIA ajanı David Galula'nın yazdığı Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı Teori ve Tatbikatı adlı kitap oldu. Albay Hasan Lembet ta­ rafından Türkçeye çevrilen kitap Genelkurmay Başkanlığı tarafın­ dan basılarak askerlere dağıtıldı. Yönerge ve Galula'nın Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı kitabın­ da Özel Harp Dairesi'nin yapacağı eylemler, operasyonlar tek tek yer alıyor. Bunun yanı sıra özel harpçilerin de görevleri net olarak belirtiyor. Bu görevler ve öneriler dikkatlice okuduğunda 1970'li yılların başından başlayarak solculara ve halka yönelik katliamların, ay­ dınlara yönelik suikastların ve hatta darbelerin kimler tarafından ve neden yapıldığı çok net görülebiliyor. "Suikastlar Yapın" Özel harpçi subayların 'öğretmeni' kabul edilen David Galu­ la'nın kitabı 1960'lı yıllardan başlayarak günümüze kadar gelen büyük kanlı olaylara adeta ışık tutuyor. Darbeden sonraki seçim­ lerin dahi nasıl yapılacağını tüm detaylarıyla anlatan Galula, hem sol hareketleri hem de muhalefeti ayaklanma olarak nitelendiri­ yor. *

S a h r a T a l i m n a m e s i ' n i n orijinali:

F M - 35 Unconvential

m e n t O f T h e A r m y , G o v e r n m e n t P r i n t i n g Office, 1 9 6 1 .

55

Wartare Depart­

Bu ayaklanmaların en önemli özelliğinin halk için yapılan mü­ cadele olduğunu kabul eden Galula, ayaklanmaların en tehlikeli evresini ise halkla bütünleştiği dönem olarak gösteriyor. Gizli or­ duya, sol hareketlerin ve muhalefetin halkla bütünleşmelerine izin verilmeden hızla müdahale etmeleri önerisinde bulunuyor. Sol hareketlerin 'siyasi bir oyunla ya da yıkıcı faaliyetlerle' ikti­ darı ele geçirebileceğini söyleyen Galula, gizli orduya halkı ayak­ lanmacılardan yani solculardan ayırmak için teröre yani kontrgerilla operasyonlarına başvurması gerektiğini belirtiyor. Galula, bu operasyonlardan ilkini 'şuursuz terörizm' olarak adlandırıyor: "Şuursuz terörizmden maksat, alaka toplamak ve halkın dik­ kati bir defa çekildikten sonra gizli olarak bulunan taraftarları cezp etmektir. Bu da gelişigüzel yapılan terör hareketleriyle, bom­ baların patlamasıyla, yangın çıkartmakla, suikastlar yapmakla ve mümkün olduğu kadar fazla seyirci cezp edebilecek şekilde top­ lu olarak, koordine edilerek ve ayarlı şekilde yapılır."* Galula, ilk operasyonun başarılı olması için devamında gizli ordunun suikastlara kimleri öldürerek başlanabileceğini açıklı­ yor: "Seçilmiş terörizm ise çarçabuk şuursuz terörizmi takip eder. Bundan maksat halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç ortaklığını temin etmektir. Bu, memleketin muhtelif yer­ lerinde bazı kimseleri, halkla en yakın teması olan küçük rütbeli hükümet memurlarını, polis, postacı, belediye reisi, belediye mec­ lis azası ve öğretmen gibi insanları öldürerek yapılır."** Galula'nın bu önerileri uzun yıllar Özel Harp Dairesi'nde 'Kontrgerilla, Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri' adlı derste okutuldu. Türkiye'de işlenen cinayetler ve suikastlar düşünüldüğünde akla hemen, bu eylemler dersin uygulanması mıydı sorusu geli­ yor...

* David Galula,

Ayaklanmaları

Bastırma Harekâtı Teori ve Tatbikatı ( A B H - T -

ve-T) G e n e l k u r m a y Basımevi, 1 % 5 , s. 8 4 . * D a v i d G a l u l a , a.g.e., s . 8 5 .

56

Sivil Unsurlar Yargılanamıyor 1964 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner imzasıyla yine Genelkurmay Basımevi'nden yayımlanan ve Ame­ rikan ordu yönergesinin aynısı olan ST 31-15 kodlu 'Gayri Niza­ mi Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi'nde ise dairenin yeral­ tı örgütünü oluşturan sivil unsurların yapılanmasıyla ilgili detay­ lı bilgiler yer alıyor. Talimname olduğu için daire içinde uygulanması emir kabul edilen bu broşürde, "Sivil kuvvetler genel olarak askeri kuvvetle­ rin yardımına ve desteğine muhtaçtır. Yardıma ihtiyaç, kaide ola­ rak teşkilat, eğitim ve harekâtın planlanması konularında; deste­ ğe ihtiyaç ise silah, mühimmat, ulaştırma, muhabere malzemesi ikmalinde kendisini gösterir," deniliyor. Talimnamede bu sivil unsurların eylemlerinden dolayı yargı­ lanmalarının engellenmesi için de bunların hiçbir kanuni statüsü­ nün bulunmadığı yer alıyor. Aynı talimnamede bu yeraltı örgütü­ nün yapabileceği eylemler ise adam öldürmekten başlıyor, bom­ balamaya kadar gidiyor. Aynı talimnamede Özel Harp Dairesi'nin sorgulamalarının ne­ rede ve nasıl yapacağı sorularının yanıtı da var: "Şüpheli şahısların sorgularının yapılması için tesisler kurulur ve devam ettirilir. Teşkilat tim esasına dayanır, kaide olarak aske­ ri ve sivil polis, harp esiri sorgulama personeli ve düşman istihba­ ratına karşı koyma ajanlarından oluşur."

Üçüncü Bölüm MİT İle Özel Harp Dairesi İç İçe Türkiye'nin Amerika'yla ilişkilerinin yoğunlaşması ve ardın­ dan NATO'ya üye olması sadece Silahlı Kuvvetler'de yapısal de­ ğişikliklere yol açmadı. Amerikalıların çeşitli adlar altında görev yaptığı tüm devlet kurumlarında aynı durum söz konusuydu. En büyük değişiklikler istihbarat teşkilatı Milli Amale Hizmeti'nde (MAH) oldu.* NATO üyesi diğer ülkelerdeki gizli orduların kuruluşunda as­ kerlerin yanı sıra devletin istihbarat örgütleri de etkin görev al­ mıştı. Fransa'daki gizli ordu, istihbarat servisi SDECE bünyesinde kuruldu. Portekiz'de gizli orduyu ülkenin istihbarat servisi PİDE organize etti. Hollanda'daki gizli ordunun bir ayağını istihbarat servisi oluşturdu. Danimarka ve Lüksemburg'un gizli ordusunun elemanlarının bir bölümü ülkenin istihbarat servisinden seçildi. Türkiye'de ise istihbarat servisi MAH, gizli ordunun, yani Özel Harp Dairesi'nin kurulmasında görev almadı. Daire tama­ men Silahlı Kuvvetlenin bünyesinde oluşturuldu. Ancak Özel Harp Dairesi'nin kurulmasından sonra Amerikalı­ lar, istihbarat kuruluşu MAH'a da el attılar. Bu aynı zamanda Özel Harp Dairesi ile sonradan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) adını alacak MAH'ın ortak çalışmasının başlangıcı oldu. Bu ortak çalışma, Türkiye'nin üye olmasının hemen ardından NATO'da görev alan ilk Türk subaylardan Tümgeneral Behçet Türkmen'in MAH'ın başına geçmesiyle oldu. * Kısaca MAH olarak adlandırılan Milli Amale Hizmeti'ndeki 'amale' söz­ cüğü, Arapça 'iş' anlamına gelen 'amel'in çoğuludur. Milli Amale Hizmeti'nin bugün dilimizdeki karşılığı, 'ulusal hizmet işleri' anlamına gelmek­ tedir. Bu arada belirtmekte yarar var. MAH'ın açık adının 'Milli Asayiş Hizmetleri' olduğunu belirtenler de bulunmaktadır. 59

Bu tarihten itibaren MAH mensupları da NATO bünyesinde özel harp eğitiminden geçirildi. MAH ile Özel Harp Dairesi ara­ sında personel değişimi başladı. Büyük ve kilit operasyonlar ön­ cesi Özel Harp Dairesi'nden istihbarat teşkilatına geçişler, bugün hâlâ devam ediyor. Teşkilat-ı M a h s u s a G e l e n e ğ i

Türkiye'nin en önemli ve temel istihbarat örgütü olan MİT'in kökenleri İkinci Abdülhamid'in hafiyelerine dayanıyor. İlk istih­ barat geleneği ise İttihat ve Terakki'nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'dan geliyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında da, Türkiye istihbaratı bazı örgütler aracılığıyla yürüttü. Ancak bu çalışmalar çok koordineli ve örgüt­ lü değildi. Savaştan sonra ise istihbarat faaliyetleri Genelkurmay İstihbarat Dairesi ve Ordu Müfettişlikleri'ne verildi. Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Türkiye, güçlü bir istih­ barat örgütü kurmak için faaliyetlere başladı. Yardım istenen ülke ise Almanya oldu. Bu amaçla Alman istihbaratçı Albay Walter Nikolai, 1926'da Türkiye'ye geldi. İstihbarat örgütünün kurulması için önce İstan­ bul'da, ardından Ankara'da çalışmalar yaptı. Çalışmalar sonunda Alman istihbaratçı seçtiği bazı Türk istih­ baratçılarını Almanya'ya eğitime gönderdi. Bu ülkedeki kursları tamamlayıp dönenler ilk istihbarat çalışmalarına Ankara'da baş­ ladı. İstihbarat faaliyetlerinin ilk yeri ise Ulus'taki Evkaf Apart­ manı ve yanındaki iki binaydı. MAH da, 6 Ocak 1927 günü kuruldu. Merkezi Ankara'da olan teşkilatın İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars'ta şubeleri açıldı.* Ordu tarafından yürütülen istihbarat faaliyetleri de MAH'a devredildi. MAH'ın kuruluşunun ve istihbarat çalışmalarının bu örgüt tarafından yürütüleceği emrinin altında dönemin Genel­ kurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın imzası var. *

Kars'ta açılmasının nedeni yine k o m ü n i z m nedeniyle S ovye tl e r Birliği'ne karşı

istihbarat çalışmasıydı. Sovyetler Birliği'ne yakın olması nedeniyle

çok sayıda ülke istihbaratçılarının merkezi Türkiye'ydi.

60

Çekirdek kadrosunu askerler ve sivillerin birlikte oluşturduğu MAH'ın kuruluş aşamasında dört şubesi vardı: Espiyonaj, Kontrespiyonaj, Propaganda, Teknik ve Destek Faaliyetleri. Özellikle Espiyonaj ile Teknik ve Destek Faaliyetleri şubelerinin neredeyse tamamı askeri personelden oluşuyordu. Bu nedenle teş­ kilatın yazgısı Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'na bağlıydı. Dola­ yısıyla MAH uzun yıllar Genelkurmay'ın bir birimi gibi çalıştı. Özellikle de İkinci Dünya Savaşı sırasında... Savaş sırasında teşkilatın başında Naci Perkel vardı. MAH'ın ilk başkanı Albay Şükrü Ali Ögel'in ayrılmasından sonra, 1 Ağustos 1941'de teşkilatın başına geçen Perkel, asker kökenliydi. Harp Oku­ lu mezunu olan ve 1909'da teğmen olarak orduya katılan Perkel, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı'nda Irak Cephesi'nde savaş­ tı. Perkel, 1915 yılında esir düşmüş ve beş yıl Hindistan'daki kamp­ larda tutulmuştu. Yeniden İstanbul'a dönen Perkel, orduya katıldı. MAH'ın kuruluşundan sonra kurmay binbaşı olarak teşkilata geçen Perkel, 1934'te MAH Başkan Yardımcısı ve aynı yılın sonunda Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli oldu. Ancak teşkilattaki görevine si­ vil olarak devam etti. Daha sonra da MAH'ın başına geçen Perkel, Adnan Menderes tarafından 3 Eylül 1953 tarihinde görevden alındı.* Maaşlar ClA'dan Naci Perkel'in görevden alınmasının nedeni CIA ile uyumlu çalışmamasıydı. Başbakan Adnan Menderes, Naci Parkel'in yerine Tümgeneral Behçet Türkmen'i atadı. Türkmen, 1 Eylül 1931 tarihin­ den itibaren kurmay yüzbaşı olarak MAH'ta görev yapıyordu. Dö­ nem dönem Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de çalışmaya devam eden Türkmen, Atina Askeri Ataşe Yardımcılığı ve NATO Güneydo­ ğu Kuvvetler Komutanlığı Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştu. Türkmen NATO görevi nedeniyle Sovyetler Birliği'ne karşı oluş­ turulan gizli ordular hakkında detaylı bilgi sahibiydi. Teşkilat için­ de çok iyi Fransızcası olan az sayıdaki istihbaratçıdan biriydi. * MAH Başkanlığı'ndan alınan Naci Perkel 13 Ekim 1953 tarihinde Bağdat Büyükelçiliği'ne atandı. Bir yıl sonra yaş haddinden emekliye ayrıldı, 1969 yılında da yaşamını yitirdi.

(.1

NATO konseptini iyi bilen Türkmen'in başa geçmesi MAH'ta ciddi değişikliklerin de başlangıcı oldu. En önemlisi, yıllardır Al­ man ekolüne göre çalışan teşkilat yavaş yavaş Amerikan ekolüne geçti. Türkmen göreve gelir gelmez de tamamı subaylardan oluşan dört kişilik çekirdek kadroyu eğitim için Amerika'ya gönderdi. CIA kamplarında özel harp eğitiminden geçen çekirdek ekip, o güne kadar Türkiye'de çok etkin olarak kullanılmayan operasyonel istihbarat tarzına göre yetiştirildi. Ekibin en önemli ismi Yarbay Fuat Doğu'ydu. MAH artık CIA'yla bağlantılıydı, hatta yerel örgütü gibi çalışı­ yordu. Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'ndan çok NATO bün­ yesi altında CIA'nın öncülüğünde kurulan Özel Harp Dairesi'yle sıkı ilişkileri vardı. MAH'ın tüm masrafları CIA tarafından karşılanıyordu. Hatta MAH mensuplarının maaşları da artık CIA tarafından ödeniyor­ du. Karşılığında ise iç istihbarat bilgileri veriliyordu. MAH'ı CIA'nın yerel örgütüne dönüştüren bu ilişkiler ağı Baş­ bakan Adnan Menderes'in telefonlarının dinlendiği dedikoduları üzerine başlatılan araştırma sonucu tesadüfen ortaya çıktı. Teşkilatla ilgili sorunların sık sık gündemde yer alması üzeri­ ne Başbakan Adanan Menderes, 1956 yılında Başbakanlık Müste­ şarı Ahmet Salih Korur'a bunun nedenlerini ortaya çıkarması gö­ revini verdi. Menderes, Korur'dan teşkilatla ilgili detaylı bir rapor istedi. Menderes'in teşkilatla ilgili tam yetki verdiği Korur'un MAH içinde özel istihbaratçıları vardı. Teşkilatla ilgili her türlü bilgi, hatta dinlenen telefon listesini kendisine getiriyorlardı. Mende­ res'in talimatı doğrultusunda milletvekilleri hakkında dosyalar oluşturulmuştu. Herhangi bir sorun durumunda bu dosyalar mil­ letvekillerinin önüne konuluyordu. Ama şimdi kendisinin haberi olmadan başbakan için aynı istihbaratı başkaları yapmıştı. Başbakan Menderes'in araştırılmasını istediği dedikodular ise Başbakanlık ve Meclis koridorlarında dolanan 'aşk' maceralarıy­ dı. Özellikle teşkilatın İstanbul kanadının Menderes'in ilişkide ol­ duğu kadınlarla yaptığı telefon görüşmelerini kaydettiği bilgisi dolanıyordu ortalıkta. Bu nedenle Korur, çalışmalarına MAH İs­ tanbul Bölge Başkanlığı'ndan başladı. 62

Korur, Menderes'in telefonlarının dinlenip dinlenmediğini tespit edemedi ama CIA'yla bağlantılı olan ekip, gerçekten de Menderes'in telefonlarını dinliyordu. Korur'un çalışmalarının devamında ise Menderes'in telefonla­ rının dinlenmesini unutturacak gerçekler ortaya çıktı. Teşkilatın dinleme istasyonları Amerikalılar tarafından oluştu­ rulmuştu ve bu istasyonlarda çalışanların maaşlarını da CIA ödü­ yordu. Özellikle Beyoğlu'ndaki dinleme noktası CIA'nın bürosu gi­ biydi. Buradan bütün telefonlar dinleniyordu. Amerikalıların teşkilatla ilişkileri bununla da sınırlı değildi, tüm istihbarat dosyaları onların kontrolündeydi. Para karşılığın­ da MAH'ı ele geçirmişlerdi. Teşkilatın İstanbul Bölge Başkanlığı, Emirgan İstihbarat Okulu, Yeşilköy'deki Soruşturma Teşkilatı tü­ müyle Amerikalıların paralarıyla dönüyordu. Emirgan'daki okulun parası doğrudan müdüre veriliyordu. İstanbul Bölge'ye gelen paralar ise her birimin başındaki kişiye gi­ diyordu. Dinleme istasyonundaki çalışanlara ise amirlere danışıl­ madan doğrudan zarf içinde veriliyordu. Yardım adı altında yapı­ lan bu paralar karşılığında da iş istiyorlardı. Sadece CIA değil İngiltere, Fransa ve İtalya gizli servisleri de MAH'a para veriyordu. Hatta Yeşilköy'deki soruşturma teşkilatında Polonyalılar bile vardı. Ama bu ülkeler, paraları MAH'ın Ankara'daki merkezine ve­ riyordu. CIA'nın yardımı ise artık yardım olmaktan çıkmış, MAH'ı belli bir ücret karşılığında iç istihbaratta çalıştırmaya dö­ nüşmüştü. Yıllık 1-1.5 milyon lira karşılığında ülkenin tüm sırları CIA'nın eline veriliyordu. Ahmet Salih Korur, tüm bu bilgileri rapor halinde Başbakan Adnan Menderes'e sundu. Menderes hemen, "Keselim ilişkiyi... Yalnız Amerikalıları darıltmayalım. Bize yapacakları para yardı­ mını malzeme olarak yapsınlar. Sonra para verilecekse de bu di­ rekt olarak servisin başına verilsin," dedi.* Ortaya çıkan başka bir gerçek daha vardı: CIA'dan doğrudan

* Tuncay Özkan,

MİT'in Gizli Tarihi,

Alfa, 2004, s. 200. 63

para alımını MAH Başkanı Behçet Türkmen başlatmıştı. Bunun üzerine Türkmen 27 Mart 1957'de görevinden alındı.* Türkmen'in yerine MAH'ın başına vekâleten soruşturmavı yürüten Müsteşar Ahmet Salih Korur atandı. K ü r t H a r e k e t i n e K a r ş ı C I A ' y l a O r t a k İstihbarat

MAH'ın tamamen CIA'nın kontrolüne geçtiğinin detayları 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada yargılamalarında su yü­ züne çıktı. CIA'dan alınan paralar yargılamanın 'Örtülü Ödenek'le ilgili bölümünde gündeme geldi. Sanık olarak yargılanan Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur'un kasasından çıkan ve kaydı bulunmayan 261 bin liranın CIA tarafından verildiği ortaya çıktı. Paranın CIA'nın olduğunu itiraf eden Korur, bunun MAH Başkanı tarafından kendisine bıra­ kıldığını ama bir türlü MAH'ın kasasına aktaramadığını söyledi. Korur, 1960/21 esas numaralı Örtülü Ödenek Davası'nın 22 Aralık 1960 tarihinde saat 10.15'te başlayan sekizinci oturumunda, MAH Başkanlığı'na vekâlet ettiği dönemde CIA ile ilişkileri yeni­ den düzelttiğini anlattı. Gizli oturumda Amerikalılarla yapılacak operasyonlarda masrafların yarı yarıya karşılanacağının, çalışan­ ların maaşlarının Amerika tarafından ödenmesi yasağını getirdiği­ ni ve bu süre içinde Amerika'dan para almadıklarını söyledi. Korur, CIA'yla yapılan istihbaratlarda masrafların yarı yarıya paylaşılmasına o dönemdeki Kürt hareketinin takip edilmesini örnek gösteriyordu: "Ondan sonra müşterek hizmet masrafı olarak işe başladık. Yani muayyen para değil de, muayyen müşterek hizmetlerin mas­ rafı, bilfarz İran hududunda bir Kürt hareketini müştereken takip ediyoruz, bunun masrafı ne yapıyor? 15 bin lira. 7.500 lirasını on­ lar veriyorlardı, 7.500 lirasını da biz veriyorduk."** * Behçet

Türkmen görevden alındıktan sonra 1 8 Nisan 1957'de büyükelçi

o l a r a k B a ğ d a t ' a gönderildi. D a h a s o n r a S t o c k h o l m Büyükelçiliği'ne tayi­ n i ç ı k a n T ü r k m e n , emekli o l d u k t a n s o n r a H a s Ailesi'yle birlikte C o c a C o la'nın T ü r k i y e ' d e k i o r t a ğ ı oldu. Ç o k

zengin

olan Türkmen'in oğlu G ü n e r

T ü r k m e n Başbakan Menderes'in uçağının d ü ş t ü ğ ü k a z a d a hayatını kay­ betti. Kendisi de 1972 yılında y a ş a m ı n ı yitiren

Türkmen'in diğer oğlu ise

1 2 F.ylül 1 9 8 0 d a r b e s i n i n D ı ş i ş l e r i B a k a n ı o l a c a k o l a n İ l t e r T ü r k m e n ' d i . * 1 9 6 0 / 2 1 esas numaralı Örtülü Ö d e n e k Davası'nın d u r u ş m a tutanakları.

64

Mahkeme, Ahmet Salih Korur'un anlattıklarının doğruluğu­ nun sorulması için MAH'a yazı yazılmasına karar verdi. Bir son­ raki duruşmaya MAH'tan yanıt geldi. MAH Başkanı Ziya Selışık imzalı ve 'çok gizli' ibareli yazıda başka bir gerçek daha ortaya çıktı: Korur'un başkanvekilliği döne­ minde de Amerikalılardan para alınmıştı. "Ahmet Salih Korur'un Başkanlığa Vekalet ettiği zamanda da müşterek çalıştığımız dostlardan eskiden olduğu gibi müşterek hizmetler mevzuunda yardımlar devam ettiği kayıtlardan anlaşıl­ maktadır."* Yazı üzerine Korur bu kez de "Eskiden olduğu miktardan daha az miktarda olmak üzere yavaş yavaş artırılmıştır, demiştim," dedi. Gehlen'in M İ T ' ç i Öğrencisi CIA'nın denetimine girmesi ve Özel Harp Dairesi'yle ortak ça­ lışmasından itibaren, MAH'ın da hedefi artık komünistlerdi. Amerikalıların isteği, asıl görevi sadece istihbarat sağlamak olan MAH'ın da operasyonlar gerçekleştirmesiydi. Amerikalılar Özel Harp Dairesi'nin kurulmasından sonra MAH bünyesindeki subayların da özel harp eğitiminden geçirilmesi önerisini getirdi. Bu öneriye dönemin teşkilat başkanı Naci Perkel sıcak bakma­ dı. Perkel'den boşalan koltuğu devralan Behçet Türkmen'in ilk işi ise bu isteği yerine getirmek oldu. 1954 yılında Türkmen, dört su­ bayı özel harp tekniklerini öğrenmeleri için Amerika'ya gönderdi. Dört subay içinde en rütbeli olan ise Yüzbaşı Fuat Doğu'ydu. NATO'nun gizli ordularının eğitim merkezlerinde CIA'nın kursundan geçen bu ekip, yaklaşık bir yıl sonra Türkiye'ye geri döndü. Şimdi sıra bu özel harp tekniklerini diğer istihbaratçılara öğret­ meye gelmişti. CIA, bunun için hemen Emirgan'da bir okul kurdu. MAH'a bağlı görünen bu okulun tüm masrafları CIA tarafından ödeniyordu. Yassıada yargılamalarında Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur'un ayrıntılı olarak anlattığı okul burasıydı. Adı 'İstihbarat Okulu' olan bu özel harp eğitim merkezinin ba­ şöğretmeni, Behçet Türkmen'in özel harp tekniklerini öğrensin diyerek Amerika'ya gönderdiği dört subaydan Fuat Doğu'ydu. *

M A H ' ı n 2 4 Aralık 1 9 6 0 tarihli v e ' 2 1 - 2 4 0 ' sayılı yazısı.

65

Türk istihbaratçılar bu okulda Fuat Doğu ve Amerikalılar tarafın­ dan tam bir özel harpçi gibi yetiştiriliyorlardı. Artık sadece istihba­ rat değil operasyon da yapacaklardı. Fuat Doğu neredeyse günün tamamını bu okulda geçiriyordu. Öğrenci sayısı ise sekiz yüz civarındaydı. Bu ajanların eğitimleriyle teker teker ilgilenen Fuat Doğu, askeri istihbarattan yetiş­ mişti. İlerde MİT'in başına geçecek kadar mesleğinde yükselecek olan Doğu, Harp Okulu'ndan mezun olduktan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev yapmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nın en şiddetli günlerinde Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nin en aktif üyelerindendi. Tam bir Alman hay­ ranı olan Doğu, o dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye mek­ tup yazan Alparslan Türkeş gibi Türkiye'nin de Nazilerin yanında savaşa girmesini istiyordu. Sıkı da bir komünist düşmanı olan Doğu, savaşa katılmama politikası izleyen İsmet İnönü'yü ikna etmek için Türkeş'e benzer bir yöntemi izledi. İsmet İnönü'ye gerçekliği hâlâ tartışılan bir ra­ por yolladı. Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nde görevli Yüzbaşı Fuat Do­ ğu, savaşın sonlarına doğru düzenlediği bu raporda, Ege Deni­ zi'nde 12 Adalarda bulunan Alman birliklerinin su ve yiyecek için gelip giden motorlarla kendilerine "Savaş sona eriyor, bizi Yunan­ lılar esir alacağına, gelin siz alın," şeklinde haber yolladıklarını ifa­ de etti, buraların alınmasını önerdi. Ancak İsmet İnönü bu öneriyi kabul etmedi. Türkeş gibi daha genç bir subayken İsmet İnönü'nün ismini bildiği Fuat Doğu, özel eğitimli subaylara olan ihtiyaç nedeniyle 14 Eylül 1954'te MAH'a geçti. Geçer geçmez de Amerika'ya gön­ derilen Doğu, dönüşünde istihbarat okulunun yanı sıra İstanbul Bölge Başkanlığı Operasyon Şubesi'nin başına atandı. Amerika'da CIA kamplarında öğrendiği dinleme tekniklerini Türkiye'de de uygulamaya başlayan Doğu, İstanbul'da dinleme istasyonları oluşturdu. Başbakan Adnan Menderes'in telefonlarını dinleyen de Doğu'dan başkası değildi.* *

Dinleme

işinde

Fuat

Doğu'nun

en

büyük

yardımcısı

ise M a z h a r E y -

m ü r ' d ü . 1990'lı yılların ünlü M İ T yöneticisi M e h m e t E y m ü r ' ü n babası o l a n M a z h a r F.ymür, t e ş k i l a t ı n t e k n i k b i r i m d e n s o r u m l u y ö n e t i c i y d i . D o ğ u ' y a y a r d ı m c ı o l a n d i ğ e r bir isim E m i r g a n ' d a k i istihbarat o k u l u n u n m ü ­ dürü Arif Koral'dı.

66

O dönemde ajanlara Özel Harp Dairesi'nin yöneticilerini bile kıskandıracak boyutta özel eğitim veren Fuat Doğu, asıl eğitimini NATO'ya bağıl gizli orduların kurucusu, yani gladyo fikrinin sa­ hibi olan Nazi generali Reinhard Gehlen'den aldı. NATO'ya bağ­ lı tüm gizli orduların ve örgütlerin yöneticileri Gehlen'in kursla­ rından geçmişti. Fuat Doğu, 1954'te Amerika'daki CIA kamplarındaki eğitim­ den sonra iki kez Almanya'ya gitti. Burada bizzat Gehlen'den eği­ tim aldı. Tek hocası Gehlen değildi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'ya sığınan diğer Nazi subaylarının da eğitiminden geçmişti. Fuat Doğu, acımasız Nazi subayı Gehlen'den çok etkilenmişti. Eğitimlerde Türk istihbaratçılarına sürekli Gehlen'i anlatan Fuat Doğu'nun öğrencileri de daha sonra Gehlen'in adını ağızlarından düşürmedi. Doğu'nun Nazi subayından öğrendikleri ise 1970'li yıllarda Türkiye'de tatbik edilmeye başlandı... Gehlen'in öğrencisi Fuat Doğu, kitabın ileriki bölümlerinde de karşımıza çıkacak...

67

Dördüncü Bölüm Dairenin Pratik Alanı: Kıbrıs 195()'li yılların ortalarından itibaren Adnan Menderes hükü­ metinin gündeminde Kıbrıs sorunu vardı. Yunanistan, 25 Tem­ muz 1955'te Birleşmiş Milletlerden Kıbrıs konusunu gündemine almasını isteyerek adadaki sorunu artık uluslararası platforma ta­ şıdı. 29 Ağustos'ta da Kıbrıs sorununu görüşmek üzere Londra Konferansı düzenlendi. Konferansta Türkiye'yi Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu temsil etti. Ama anlaşma sağlanamadı. Sorun uluslararası düzeyde büyük bir anlaşmazlığa dönüştü. Kıbrıs artık Türkiye'nin iç politikasını da belirlemeye başladı. Zaten 1950'lerin ilk yıllarında liberalleşmeyle birlikte gelen ta­ rımdaki iyileşme, dış ticaretteki canlanma, işsizliğin azalması, re­ fah düzeyindeki artış artık geride kalmıştı. Yüksek enflasyon ve yoksulluk nedeniyle halkın hükümete tepkisi giderek artıyordu. Hükümetin büyük bir ekonomik ve Kıbrıs sorunu nedeniyle siyasi kriz içinde olduğu bu dönemde Rum, Ermeni ve Yahudi va­ tandaşları rahatsız eden gelişmeler yaşanıyordu. Gerçekte var ol­ mayan, Kıbrıslı Rumların adadaki Türklere yönelik bir saldırı ya­ pacağı dedikodusu özellikle de Türkiye'deki Rumları tedirgin ediyordu. Bu tedirginliklerinde haksız da değillerdi. Mahallelerdeki Türk komşularından, muhtarlardan ev ve işyerlerinin adres­ lerinin istendiğini duyuyorlardı. Kapılarına kadar gelen gece bek­ çileri duvar ve kapılarındaki numaraları belirginleştirmelerini is­ tiyorlardı. 6-7 Eylül Olayları İstanbul'daki Rum ve Ermeni aileler 15 Ağustos 1955 sabahı ev­ lerinin kapılarına ve duvarlarına çizilen haç figürüyle uyandılar. Bazılarının evleri de isle, yani soba kurumu ile işaretleniyordu. 69

Kendilerine yönelik tehdidin farkında olan gayrimüslimler, uyanır uyanmaz hemen bu işaretleri siliyorlardı. Ama ertesi sa­ bah yine aynı işaretleri buluyorlardı. Aynı günlerde Beyoğlu, Eminönü, Yedikule, Adalar, Bebek, Yeniköy ve Beşiktaş gibi semtlerde bazı kişiler, Türklere yepyeni bayraklar ve Kıbrıs'ın tamamen Türk olduğunu gösteren haritalar dağıtıyordu. Yanlarında bir-iki mahalleli bulunan bu kişileri kim­ se tanımıyordu. Yine bu kişilerin organizasyonuyla daha önce sık sık sokaklar­ da olan kamyon ve kamyonetler bu semtlerde belli noktalarda topluca bekletiliyordu. İşe çıkmayan bu kamyon ve kamyonetler taş, sopa, testere, kaynak makinesi, demir makasları hatta tırpan gibi kesici aletlerle dolu şekilde hazır bekletiliyordu. Bu semtler­ de eşya taşımak için kamyon veya kamyonet bulmak imkânsız gi­ biydi. Bu hazırlıklar karşısında Rum ve Ermeni vatandaşlardaki ger­ gin bekleyiş sürerken Özel Harp Dairesi'nde de hareketlilik vardı. Daire Başkanı Daniş Karabelen 25 Ağustos 1955'te görevinden alındı, 28. Tümen Komutanlığı Yardımcılığına atandı. Yerine de yeni komutan atanmadı. Çünkü göstermelik bir atamaydı. Zaten en geç altı ay sonra eski görevine döneceği tebliğ edildi. Karabelen'in yeni görevine başladığı günlerde, 6 Eylül 1955'te DP Milletvekili Mithat Perin'in Ekspres gazetesinde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atıldığı haberi yayımlandı. İkinci bas­ kıyla manşet yapılan haberin devamında da 'intikamının kesin­ likle alınacağı' şeklinde tehditler yer aldı. Gazetenin bu baskısı hızlı bir şekilde kentin belli yerlerine dağıtılırken, Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin çağrısı doğrultusunda Taksim Meydanı'nda o gü­ nün koşullarında mümkün olmayan bir şekilde izin alınmadan miting yapıldı. Mitingin hemen ardından gruplar halinde gayrimüslimlerin Beyoğlu'ndaki işyerleri taşlanmaya başlandı. Bir süre sonra gay­ rimüslimlerin yoğunlukta yaşadığı Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Ni­ şantaşı, Yeniköy, İstinye, Eminönü, Yedikule, Bakırköy, Fatih, Eyüp ve Arnavutköy'de Rum, Ermeni ve diğer gayrimüslimlerin evlerine, işyerlerine saldırılar düzenlendi. Olaylar daha sonra Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy ve Adalar'a sıçradı. Saldırıları gerçekleştirenler kamyon, minibüs ve kamyonetler7i)

le başka yerlerden, hatta başka illerden gelen organize gruplardı. Yanlarında tahrik ettikleri ve o mahallelerde yaşayan kişiler var­ dı. Organizatörlerin hemen hepsinin yakasında Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin rozetleri vardı, Celal Bayar ve Atatürk'ün fotoğraf­ larını taşıyorlardı. Geçtikleri her yerde gayrimüslimler aleyhine konuşmalar ya­ parak halkı yağmalara katmaya çalıştılar. Camilerde verilen tek tip vaazlarla halk Rumlara karşı kışkırtıldı. Sonunda on binlerce kişi organizatörlerle birlikte yağmaya katıldı. Yağma grupları, tahrip edecekleri yerleri önceden biliyordu. Çünkü tahrikçilerin ya da organizatörlerin elinde o semtteki gay­ rimüslimlerin ev ve işyerlerinin adresi vardı. Bu adresler muhtarlıklar tarafından önceden hazırlanan MAH ve 'sivil savunma' adı altında Özel Harp Dairesi'ne verilen liste­ lerdi. Belli semtlerde içi dolu kamyon ve kamyonetlerin niçin hazır bekletildiği de ortaya çıktı. Bu kamyonlardaki gereçler yağmala­ mada kullanıldı. Saldırganlar önce işyerlerinin vitrinlerini kırıp, ardından bu kamyonlarla getirdikleri kaynak makineleri ve de­ mir makaslarla kepenkleri parçalıyorlardı. Sonra da işyerinin için­ de ne varsa parçalayıp sokaklara atıyorlardı. Sokaklar bu işyerle­ rinden çıkartılan eşyalarla doluydu. Evlerin kapılarını ise balta ve benzeri araçlarla kırıp içeri giri­ yorlardı. Ardından her şeyi paramparça edip camdan dışarı atı­ yorlardı. Sağlam hiçbir şey bırakmıyorlardı: "Bugün malınız, ya­ rın canınız," diyorlardı. Zaten gayrimüslimlerin en çok korktuk­ ları şey evlerine girilmesiydi.* Yağmalanan yerler sadece ev ve işyerleri değildi. Kilise ve me­ zarlıklara da zarar verildi. Kilislerin içindeki kutsal eşya ve resim­ ler, haçlar yakıldı. Şişli ve Balıklı'daki Rum-Ortodoks mezarlıkla­ rında da zarar vermek için korkunç yöntemler izlenmişti. Mezar taşlarının parçalanmasıyla yetinilmemiş, mezarlar açılıp içindeki iskeletler yakılmıştı. Şişli Mezarlığı'nda yeni ölmüş Rum vatan­ daş Nicolas Eliasco'un mezarı açılıp, tabutu kırılarak ceset bıçak­ lanmıştı.** İstanbul'un 52 yerinde aynı anda çıkarılan yangınlarla tarihi, *

D i l e k G ü v e n , 6 - 7 Eylül Olayları, İ l e t i ş i m , 2 0 0 6 , s. 3 1 .

** D i l e k G ü v e n , a.g.e., s. 3 2 .

71

kültürel ve sanat varlıkları bir gecede yakılıp kül edilirken en bü­ yük yağma Beyoğlu ve çevresinde yaşandı. Rum ve Ermeni has­ tanelerine bile saldırılarak yangınlar çıkarıldı. Saldırılar İstanbul'un yanı sıra Rum nüfusunun yaşadığı İz­ mir'de de Atatürk'ün evinin bombalandığı haberinin yerel bir ga­ zete tarafından yayılmasıyla devam etti. Kıbrıs Türktür Cemiyeti İzmir şubesi yönetim kurulu üyesi Nuri Erdöl'ün sahibi bulundu­ ğu Gece Postası 6 Eylül 1955 tarihli baskısında "Madem Yunanlar Türk Konsolosluğu'nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da ar­ tık Konak Meydanı'nda dalgalanmayacak" manşetiyle çıktı. Bu­ nun ardından uluslararası fuar nedeniyle Konak Meydanı'na çe­ kilmiş olan Yunan bayrağı saldırının hedefi oldu. İstiklal Marşı eş­ liğinde Yunan bayrağı yerine Türk bayrağı çeken grup, fuarın gi­ rişlerindeki Yunan bayraklarını aşağı indirip yaktı. Ayrıca İz­ mir'deki Yunan Konsolosluğu'nun grubun Yunan bayrağı yerine Türk bayrağını çekmesini kabul etmemesi üzerine konsolosluk içindeki eşyalarla birlikte yakıldı. Konsolosluk çalışanları, arka ka­ pıdan çıkarak kaçabildiler. Alsancak'taki Ortodoks kilisesi yakıl­ dı, sahildeki iki Rum motoru da batırıldı. İlginç olan ise itfaiye ekiplerinin fuar alanındaki yangınlardan çok önce olay yerinde olmasıydı. Neden geldikleri sorulan itfaiye memurları "Birazdan yangın çıkacak, biz de söndüreceğiz" yanıtını veriyordu. Ancak itfaiye ekiplerinin yangınları söndürmeleri de yangını çıkaranla­ rın engellemesiyle karşılaştı.* 6-7 Eylül günlerinde süren olayların "resmi" bilançosu kor­ kunçtu: 3 ölü, 30 yaralı, 73 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584'ü Rumlara ait olmak üzere 5.583 işyeri ve ev tahrip edilip yakıldı.**

* A r z u Kılıçdere, "İzmir'de 6- 7 Eylül Olayları," T o p l u m s a l Tarih, 1998, S a ­ yı 8 , s. 3 4 - 4 1 * A n c a k özellikle ölü sayısı tartışmalı. O d ö n e m d e basın üzerindeki baskı v e s a n s ü r n e d e n i y l e o l a y l a r d a k a ç kişinin ö l d ü r ü l d ü ğ ü b u g ü n bile t a m o l a r a k b i l i n m i y o r . O l a y l a r d a n h e m e n s o n r a İ s t a n b u l ' d a k i F r a n s ı z v e Al­ m a n B a ş k o n s o l o s l u k l a r ı ' n ı n h a z ı r l a d ı ğ ı r a p o r l a r a g ö r e i s e s a l d ı r ı l a r d a iki O r t o d o k s p a p a z ı o l m a k ü z e r e 1 3 ile 1 6 a r a s ı R u m v e e n a z b i r E r m e n i v a ­ t a n d a ş ı h a y a t ı n ı kaybetti. Helsinki W a t c h ö r g ü t ü n ü n r a p o r u n a g ö r e ise ölü sayısı 1 5 ' t i .

72

Polisler K e n d i l e r i n i K a r a k o l l a r a Kilitledi

Gayrimüslimlerin evlerinin işaretlenmeye başlandığı günden itibaren İstanbul polisi alarmdaydı! Eskişehir ve başka illerden de takviye polisler geldi. Olaylar başladığında ise polis, saldırıları seyretmekle yetindi. Hatta bazıları üniformalarıyla yağmaya ka­ tıldı. Saldırılar karşısında bazı gayrimüslimler, normal günlerde ar­ kadaş oldukları polislerden yardım istedi ama aldıkları yanıtlar hep aynı oldu: "Hiçbir şey yapamam." Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada Mahkemeleri'nde polisin neden olayları seyrettiğinin cevabı orta­ ya çıkacaktı. Polise "Hırsızlık ve yangın olayları dışındakilere göz yumun" emri verilmişti.* Yine Yassıada duruşmalarında olaylar başladığında polislere karakollardan dışarı çıkma yasağı verildiği ortaya çıktı. Olaylar sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memuru Berkan Tümerkan, Yassıada'da o geceyi şöyle anlattı: "Olaylardan üç saat evvel, yani saat dörtte bize Emniyet Müdürlüğü'nün mer­ kezinden bir emir geldi. Saat beşten sonra hiçbir polis memuru karakolları terk etmeyecekti. Bu haber üzerine hepimiz binada kaldık. Saat altıya doğru her taraftan, özellikle Beyoğlu'ndan sal­ dırılarla ilgili haberler geliyordu. Dükkânlar yağmalanıp kiliseler yakılıyormuş. Polis şefimiz Celal Kosovalı o zaman Avrupa'day­ dı. Biz de onun vekili olan Necati Eğinç'e sorduk. Kendisi ikinci bir emre kadar hiçbir müdahalede bulunmamamızı söyledi. Kapı­ ları kilitleyip bekledik."** Yani polis olayların çıkacağından haberdardı; evlerin, dükkân­ ların yağmalandığı, kiliselerin yakıldığı hatta kadınlara tecavüz edildiği sırada, polis karakolların kapılarını kilitlemişti. C I A B a ş k a n ı O l a y l a r Sırasında İstanbul'daydı

Olayların başladığı 6 Eylül günü Başbakan Menderes İstan­ bul'daydı. Daha sonra Yassıada yargılamalarında ortaya çıktı ki Menderes, arabasının içinde bir süre olayları seyretmişti bile. * Yassında Y ü k s e k A d a l e t Divanı Tutanakları, 6-7 Eylül Hadiseleri, s. 115. ** Yassıada Tutanakları, 6-7 Eylül Hadiseleri, s. 2 6 0 .

73

Olayların başlamasından sonra sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyö­ netim Kumandanlığı'na ise Üçüncü Ordu Müfettişi Korgeneral Nurettin Aknoz atandı. 'Komünist düşmanı' olarak bilinen Aknoz'un bu göreve rütbesi yetmiyordu. Bunun üzerine hemen rüt­ besi orgeneralliğe yükseltildi. Sıkıyönetim Komutanı Aknoz, İstanbul'u üç ayrı askeri bölge­ ye ayırdı: Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy. Bu üç askeri bölgenin ko­ mutanlıklarına tuğgeneraller Kamil Akman, Namık Argüç ve Danyal Yurdatapan atandı. Yağmalama eylemlerine katılanların yargılanması için bu üç bölgede üç ayrı askeri özel mahkeme kuruldu. Duruşmalar basına kapalı yapılıyordu. Bunun nedeni olayların arkasındaki güçlerle ilgili bilgilerin gündeme gelmesini engellemekti. Beyoğlu Özel Mahkemesi, yağmalama eylemlerine katıldıkla­ rı gerekçesiyle tutuklananların sayısının 5 bin 104 olduğunu açık­ ladı.* Ama bir süre sonra tutuklananlar hakkındaki iddialar düşü­ rüldü ve serbest bırakıldılar. Hükümete göre halkı kışkırtan asıl failler komünistlerdi! Uy­ gulanan sıkıyönetim kararının Meclis tarafından onaylanması için yapılan olağanüstü toplantıda konuşan Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, "Komünistler hareketin arasına karışıp gençlerin vatan­ sever gösterisini kullanarak, yıkıp yağmalamışlardır. Çünkü ko­ münistler, ayaklanmaları önceden planlamış ve şimdi de komuta­ yı ellerine almışlardır. Bu olaylar aylar öncesinden planlanmış ol­ masaydı, böyle bir saldırı mümkün olmazdı... Saldırıların şekli ve hedefleri doğru incelenirse, burada söz konusu olanın yalnızca komünist bir komplo olduğu görülecektir," diyordu. Başbakan Adnan Menderes de 12 Eylül günü Meclis kürsü­ sünde olayın komünistlerin kışkırtması olduğunu açıkladı! Bunun üzerine sıkı 'komünist düşmanı' olan İstanbul Sıkıyö­ netim Komutanı Nurettin Aknoz'un talimatıyla komünist avına çıkıldı. Polis, solcu olarak bilinen 48 kişiyi olayları tahrik etmek ve

*

B u ö z e l m a h k e m e l e r i n i d d i a n a m e l e r i n d e 1 8 8 6 kişi t a h r i p , 1 6 2 2 kişi h ı r s ı z ­ lık, 5 9 5 kişi y a ğ m a , 3 3 3 kişi t a h r i k , 2 1 kişi k u n d a k l a m a v e 3 kişi d i n i k u ­ rumlara

saldırmakla suçlandı. Tutuklananlar ayrıca

yabancı

devletlere

k a r ş ı g ö s t e r i , u l u s a l ç ı k a r l a r ı z e d e l e m e k , k o m ü n i s t p r o p a g a n d a , a d a m öl­ d ü r m e , sabotaj, baskın, t e c a v ü z , h ü k ü m e t e h a k a r e t v e o r d u y a hakaretle suçlanıyordu.

74

yağmalamaya katılmak suçlamasıyla gözaltına aldı. Tuğgeneral Namık Argüç'ün komuta ettiği bölgede bulunan Harbiye'ye geti­ rildi. Tutuklananlar arasında Kemal Tahir, Aziz Nesin, Hulusi Dosdoğru, Can ve Müeyyet Boratav, Hasan Kaşarcı, Hadi Malkoç, Nihat Sargın ve Asım Bezirci gibi tanınmış isimler vardı. Ardın­ dan yine solcu 19 kişi tutuklandı. Bu kişiler kesinlikle olaylara katılmamışlardı. İstanbul Sıkıyö­ netim Komutanı Nurettin Aknoz'un "komünistler tutuklansın" talimatından sonra polislerin bildiği solculardı. Bu isimler sol si­ yaset yaptıkları gerekçesiyle zaten polis tarafından takip ediliyor­ lardı. Birinci Şube'deki komünistlere ait dosyaların bir kısmı geli­ şigüzel raflardan indiriliyor, aralarından kura çeker gibi isimler seçiliyordu, ardından da bu isimler tutuklanıyordu. Polis de bu isimlerin olaylarla ilgilisi bulunmadığını bildiği için çoğunu hiç sorguya çekmiyordu.* Polisin hazırladığı şüpheliler listesinde yıllar önce yaşamını yitirmiş ve hatta o dönemde askerde olanların isimleri dahi var­ dı.** Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz da gazetelerin genel yayın yönetmenlerini toplayarak tüm yayınlarında olayların ko­ münistler tarafından yapıldığının yazılması talimatını verdi. NA­ TO ve üyesi ülkeler, Meclis tartışmaları, sıkıyönetim ve hükümet aleyhine kesinlikle yazı ve haber yer almayacaktı.*** Gözaltına almanlar ve tutuklananlar 1955 yılının son günlerin­ de serbest bırakıldı. Solcuların neden gözaltına alındığı ve tutuk­ landığı yıllar sonra ortaya çıktı. Özel Harp Dairesi ve diğer ülke­ lerdeki gizli orduların oluşturulmasında aktif rol oynayan C1A Başkanı Ailen Dulles olaylar sırasında İstanbul'daydı. CIA Başkanı Dulles, MAH Başkanı Behçet Türkmen'e olaylar­ daki tahribat yöntemlerinin komünistlerin taktiklerine uygun ol­ duğunu söylemişti!****

*

M i n a U r g a n , Bir Dinozorun Anıları, Y a p ı K r e d i Yay., 1 9 9 8 , s. 2 8 1 .

y

*

A z i z N e s i n , Salkım Salkım Asılacak Adamlar, İ s t a n b u l , 1 9 9 6 , s. 5 8 .

h

*

Yasaklara cuman v e

*•

uymadığı Hergün'ün

gerekçesiyle

Ulus g a z e t e s i k a p a t ı l d ı . Milliyet, Ter

yayınları 14 g ü n süreyle durduruldu.

Tarih ve Toplum, 1 9 8 6 , s a y ı 3 3 , s. 1 4 0 .

75

O l a y l a r ı n G e r ç e k Failleri

6-7 Eylül olaylarıyla ilgili Türkiye'de solcular suçlanırken Yu­ nanistan'da Atatürk'ün evinin bombalanmasıyla ilgili soruşturma yürütülüyordu. Bombalanan ev, Türk Konsolosluğu ile aynı bahçede bulunu­ yordu. Polis koruması altında bulunan bahçeye izinsiz giriş yap­ mak imkânsızdı. Soruşturma sonunda sadece camların kırılmasına yol açan olayda bombanın konsolosluğun bahçesine dışarıdan değil içeri­ den konulduğu tespit edildi. O gece konsoloslukta görevli olan Hasan Uçar gözaltına alındı. Bir süre sonra da gerçek ortaya çık­ tı: Atatürk'ün evini Hasan Uçar ve Batı Trakya Türklerinden üni­ versite öğrencisi Oktay Engin bombalamıştı. Yunan soruşturmasına göre provokasyon amacıyla yapılan bombalama olayından Başkonsolos Mehmet Ali Balin de haber­ dardı. Bombayı Türkiye'den Selanik Başkonsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp getirmişti. Bombaları diplomatik bagajda getirdiği için otomobilinde arama yapılamamıştı. Üstelik bir gün önceden yani 5 Eylül'de de şifreli bir telgrafla bomba atılması ta­ limatını vermişti. Oktay Engin ve Hasan Uçar bombalama eylemini gerçekleştir­ mek suçundan tutuklandılar. Başkonsolos Mehmet Ali Balin hak­ kında bombalama olayını teşvik etmek, yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp hakkında da bombalama talimatı vermek suçlarından dava açıldı. Türkiye'nin baskıları üzerine başkonsolos ve yardım­ cısı hakkındaki dava düşürüldü. Provokasyon olayının Selanik'teki failleri ortaya çıkartılmıştı, sıra Türkiye'deki ayağındaydı. Bu 'kışkırtma' amaçlı bombalama olayının duyurulması göre­ vi ise İstanbul Ekspres gazetesine verilmişti. DP çizgisinde yayın yapan bu gazetenin sahibi ve editörü Mithat Perin'di. Her gün 20 bin civarında tirajı olan bu bulvar gazetesi Atatürk'ün evine bom­ ba konuldu haberini ikinci baskıyla duyurdu. Üstelik küçük tirajına rağmen 290 bin baskı yapılmıştı. Hem de olayların başlamasından birkaç saat önce... O günün teknik ko­ şulları düşünüldüğünde, bu kadar baskının birkaç saat içinde ya­ pılması mümkün değildi. 76

Sonradan milletvekili olan Mithat Perin MAH'la ilişkiliydi. Bu ilişkisi yıllar sonra, 27 Mayıs darbesinin ardından ortaya çıktı. Darbeden sonra tutuklanan ve Kayseri Cezaevi'ne konulan Perin, 1962 yılında o dönemdeki MAH Başkanı Fuat Doğu'ya bir mek­ tup gönderdi. Mektubunda teşkilat için bugüne kadar yaptığı gö­ revleri sıralayan Perin, cezaevinden çıktıktan sonra 'gazeteciliğe' devam edeceğini ve yayınlarında komünizm ve Kürt hareketine karşı cephe oluşturacağını yazıyordu. Bunun için de gazetesi ve matbaasına mali yardım, kredi kolaylığı ve resmi ilanlar istiyor­ du.* Mithat Perin'in haberi veren gazetesini o gün, Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) kısa sürede her yere dağıttı. Cemiyetin tek göre­ vi bu değildi; bir de kışkırttıkları kalabalıkları başta İstiklal Cad­ desi olmak üzere gayrimüslimlerin yaşadıkları yerlere organize bir şekilde sevk etmek vardı. KTC, olaylardan bir yıl önce Kıbrıs'taki Türk azınlığı Birleşmiş Milletler ve diğer örgütler karşısında savunmak ve tüm ülkede protesto eylemleri düzenlemek amacıyla kurulmuştu. Cemiyet tam anlamıyla hükümetin güdümündeydi. Hükümet tarafından sıkı bir şekilde korunan cemiyet başkanı Hikmet Bil'di. Yönetimi ise gazeteci Orhan Birgit, gazeteci Ahmet Emin Yalman, avukat Hasan Nevzat Karagil, gazeteci Kamil Önal, öğrenci Ziya Somer ve Hüsamettin Canöztürk'ten oluşuyordu. Şube yöneticileri ise daha çok o ildeki veya ilçedeki DP yöneticileriydi. Bazı yerlerde DP ile KTC ortak faaliyet yürütüyordu. Bu isimlerden Orhan Birgit daha önce de Tan Baskını'nda en önde yer alan isimler arasındaydı. KTC'nin Genel Sekreteri Kamil Önal ise aynı zamanda istihbaratçıydı ve M AH'ta görevliydi.** Olayların KTC tarafından kışkırtıldığının ortaya çıkması üze­ rine cemiyet kapatıldı. Yöneticileri tutuklandı. Kamil Onal, Hüsamettin Canöztürk, Nedim Üsdiken, Orhan Birgit, Hurşit Şahsuvar, Aydın Konuralp,

* Mithat ce

Perin'in

M A H B a ş k a n ı F u a t D o ğ u ' y a g ö n d e r d i ğ i m e k t u p ilk ö n ­

Devrem d e r g i s i n i n

19 Ocak

1971

sayısında

yayımlandı.

Ardından

U ğ u r M u m c u 3 M a r t 1 9 7 5 ' t e Yeni Ortam'da k ö ş e s i n e t a ş ı d ı . * K a m i l Ö n a l d a h a ö n c e t e ş k i l a t için S u r i y e ' d e b u l u n m u ş t u . G ö r e v i i s e E r ­ m e n i v e K ü r t l e r i n aktivitelerini g ö z l e m l e m e k t i . Y u r d a d ö n d ü ğ ü n d e ise k e n d i i s t e ğ i d o ğ r u l t u s u n d a K ı b r ı s ' l a ilgili g ö r e v l e n d i r i l d i .

77

Oztürk Canöztürk, Fikret Florat, Ali Tarık Halulu, Burhanettin Asutay, Nuri Erdöl, Doğan Falay ve Abbas Çetin de tutuklananlar arasındaydı. Tabii buna tutuklanma denirse! Çünkü KTC yöneticileri sade­ ce gündüzleri cezaevinde kalıyordu. Gece olunca askeri araçlarla evlerine götürülüyor, sabah yeniden alınıp cezaevine getiriliyorlardı. 1955'in sonunda KTC yöneticilerinin 87'si serbest bırakıldı, 12 Şubat 1956'da da 17'si hakkında dava açıldı. KTC yöneticilerinin devlet yetkililerinin talimatları doğrultusunda eylemlere katıldık­ larını anlattıkları ifadeleri tutanaklara geçmedi. Duruşmalar, sıkıyönetimin sona ermesinden sonra sivil mah­ kemede devam etti. 24 Ocak 1957'deki İstanbul 1. Ceza Mahkeme­ si KTC yöneticilerinin beraatına karar verdi. Yağma gruplarının li­ derliğini yapan KTC yöneticileri hakkındaki bu beraat kararının gerekçesi hayli ilginçti: "Sanıklar suç işleme kastıyla hareket et­ memişlerdir." 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili 27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada'da yargılamalar yapıldı. Bu olayları düzenlemekle suçlananlar arasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Mende­ res, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu hakkındaki davalar daha sonra anayasa ihlali davasıyla birleştirildi. Ama 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili duruşmalarda bir gerçek orta­ ya çıktı: Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun payı. Zorlu, Kıbrıs sorununun görüşüldüğü, Yunanistan ve İngiltere dışişleri bakanlarının katıldığı Londra Konferansı'nda Türkiye'yi temsil ediyordu. Zorlu, konferans başlamadan önce İngiltere Dı­ şişleri Bakanı Harold Macmillan ile ön görüşme yaptı ve konfe­ ransın başlamasından bir gün önce yani 28 Ağustos'ta Başbakan Adnan Menderes'e Londra'daki Türk Büyükelçiliği'nden şifreli bir telgraf çekti: "...İngilizler Kıbrıs'taki anlaşmazlığı çözmek için, son çare ola­ rak Yunanistan'a ödün verip, Kıbrıs'ta kendi kendine yönetime izin verebilirler. (...) Burada haklarımızı ne ölçüde savunabileceği­ miz konusunda tereddütler vardır. Gerçi bu sabahki görüşmeler nazik geçti ama insafsızdı. Onlar haklarımızı savunmak konusun­ da ümidimizi kıracak açıklamalar yapmadı. Yine de ısrarımız ko­ nusunda onları ikna edebileceğimize inanırsak hata etmiş oluruz. 78

Bu hususta önümüzde yapılacak çok iş olduğunu görüyoruz. Biz ve gazetecilerimiz gayret göstermeyi sürdüreceğiz. Bu konuda il­ gili yerlere sizin vereceğiniz emirlerin çok işe yarayacağına inanı­ yoruz."* Başbakan Menderes, daha sonra olayların başlamasından bir gün önce Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Hikmet Bil'le görüşe­ rek Dışişleri Bakanı Zorlu'dan telgraf aldığını ve Londra'da zapt edilemeyen bir Türk kamuoyundan bahsedilmesini istediğini an­ latır. Bu bilgi aynı gün Hikmet Bil tarafından Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin şubelerine iletilir. Sonraki gün de olaylar başlar. Olayların başlaması üzerine Londra'daki görüşmeler kesildi. Bomba atılması nedeniyle Yunanistan'ı suçlayan Dışişleri Bakanı Zorlu da olayları gerekçe göstererek Türkiye'ye döndü. 6-7 Eylül olaylarına neden olan bombalama provokasyonu ve ardından başlayan yağmalama olaylarının iki 'kahramanı' vardı: Bombayı Atatürk Evi'ne atan MİT görevlisi Oktay Engin ve Taksim'deki olaylarda yağmacıları yönlendiren, elinde gayrimüslim­ lerin ev ve işyerlerinin adresleri bulunan Mürşit Yolgeçen. Olayların 'başkahramanı' Oktay Engin 21 yaşındaydı. Batı Trakya Türklerinden olan Engin, Gümülcine Lisesi'ni bitirdikten sonra Selanik Üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başladı. Cum­ hurbaşkanı Celal Bayar' ın Yunanistan'a yaptığı ziyaret sırasında Türkler adına Bayar'a hediye sundu! Türkiye'nin bursuyla okulu devam eden Engin, aynı dönemde aynı üniversitede okuyan di­ ğer öğrencilere verilen burstan daha fazlasını aldı. Atatürk Evi'ne bombayı koyduğunun ortaya çıkması üzerine Yunanistan polisi tarafından Hasan Uçar'la birlikte tutuklanan Oktay Engin için Türkiye Başkonsolosluğu iki Yunanlı avukat tut­ tu. Oktay Engin kesin suçlu olduğunun ortaya çıkması üzerine bu iki avukat savunma yapmaktan vazgeçti. Bunun üzerine Atina'daki Türkiye Büyükelçiliğindeki hukuk müşaviri, Oktay En­ gin'in avukatlığını yapmaya başladı. Adnan Menderes hükümetinin tepkisi üzerine Yunanistan, Oktay Engin ve Hasan Uçar'ı 15 Haziran 1956'da serbest bıraktı. Zanlılar 21 Eylül 1956 günü de istihbarat teşkilatı tarafından Tür­ kiye'ye kaçırıldılar. Yunanistan'da bomba davası sonuçlanınca * **

M e h m e t Arif Demirer,

Yassıada,

6-7 Eylül D a v a s ı , s. 4 0 4 .

H i k m e t Bil, Kıbrıs Olayı ve İçyüzü, İ t i m a t K i t a b e v i , İ s t a n b u l , 1 9 7 6 , s. 1 1 0 .

79

Oktay Engin, azmettirici olarak 3 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Yuna­ nistan yargı makamları cezasını çekmesi için Oktay Engin'i istedi fakat Türkiye vermedi. Kısa bir süre sonra Türk vatandaşlığına kabul edilen Engin'in kendisine ve ailesine hükümet yardım etti. Kaydı hemen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne alındı. Selanik Üniversitesi'nde öğrenim gördüğüne dair hiçbir belgesi bulunmamasına rağmen Üniversite Senatosu Hukuk Fakültesi ikinci sınıftan devam etme­ sine karar verdi. Okula devam ederken devlet bir de iş buldu kendisine: İstan­ bul Belediye Eğlence Yerleri Kontrol Memurluğu. Sonunda üniversiteyi bitirdi ve avukatlık stajını yaptı. 1961 yı­ lında dönemin İçişleri Bakanı Orhan Öztırak'ın yardımıyla emni­ yet istihbaratında çalışmaya başladı. Görevi ise Rumlara karşı is­ tihbarattı. Daha sonra kaymakam olmaya karar veren Engin, gir­ diği kaymakamlık sınavını birincilikle kazandı! Yeni kaymakam olmasına karşın Türkiye'nin en önemli ilçele­ rinden Çankaya'ya atandı. Ardından gözde tatil ilçelerinden olan Marmaris'e tayini çıktı. Bu sırada yakını olan Hayrettin Nakipoğlu, Emniyet Genel Müdürü oldu.* Nakipoğlu, kaymakam Oktay Engin'i yeniden emniyette çalış­ maya davet etti, hem de Emniyet Genel Müdürlüğü Siyasi İşler Müdürü olarak. O da hemen kabul etti. Çünkü beşinci sınıf bir kaymakamdı ve normal koşullarda bu göreve gelmesi için daha en az 10 yıl çalışması gerekiyordu. Engin için bulunmaz bir fırsat­ tı bu! 1967'den 1971'e kadar bu görevde kalan Engin, aynı yıl Emni­ yet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanlığı'na getirildi. Ye­ di yılı aşkın bir süre boyunca bu görevde kalan Oktay Engin, Si­ yasi İşlerden Sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcılığına atandı. Engin, önünü iyice açan bu görevi 12 Eylül 1980 darbesine ka­ dar yaptı.

*

E n g i n ' i n b a ş k a h r a m a n ı o l d u ğ u 6-7 Eylül olayları s ı r a s ı n d a v a h ş e t i n en yoğun yaşandığı yer olan Beyoğlu'nıın k a y m a k a m ı Hayrettin Nakipoğl ı ı ' y d u . N a k i p o ğ l u o l a y l a r s ı r a s ı n d a k i b a ş a r ı s ı n e d e n i y l e h e m e n s o n r a İs­ tanbul

Emniyet

M ü d ü r l ü ğ ü ' n e getirilmişti!

lu'nun yakınlığı bu d ö n e m d e artmıştı.

NO

Oktay

Engin

ve

Nakipoğ-

Yani Oktay Engin, siyasi cinayetlerin, kontrgerilla eylemleri­ nin başladığı yıllardan, 12 Eylül darbesine kadar en kilit makam­ larda görev yapmış oldu. Emniyet Müdürlüğü Planlama Daire Başkanlığı, ardından Es­ kişehir ve Nevşehir Valiliği yaptı. Daha sonra da emekli oldu. 6-7 Eylül olaylarının ikinci kahramanı Mürşit Yolgeçen ise yağmala­ ma olayları içinde yer alan en aktif kişiydi. Yolgeçen, olaylardan bir süre önce DP yanlısı, kâğıt üzerinde varlık gösteren İstanbul Üniversiteliler Talebe Cemiyeti'ni kurdu. Başkanı olduğu cemiye­ tin sadece beş üyesi vardı. Bombalama haberinin gazetede yayımlanmasından sonra Taksim'deki mitingin düzenlenmesinde önemli bir rol oynayan Yol­ geçen, saldırılar başlamadan önce Taksim Meydanı, Sıraselviler, Rum kilisesi Aya Triada önünde kısa konuşmalar yaparak yağma­ cıları topladı. Her konuşmasında kendisini farklı derneklerin baş­ kanı olarak tanıtan Yolgeçen, konuşmaları boyunca omuzlarda ta­ şındı. Yağmalamalar başladığında yine en önde o vardı. Sonunda 7 Eylül akşamı diğer öğrenci dernekleri ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin yöneticileriyle birlikte yakalandı. Burada, "Askerlik görevini yapmamış, askere gönderilmesi gerekiyor," denilerek Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından diğer zanlılardan ayrı tutuldu. Tuzla Piyade Yedek Subay Okulu'na götürüldü. Olaylar nedeniyle hakkında açılan davanın ilk duruşmasına yedek subay üniformasıyla geldi. İlk ifadesinden sonra avukatı­ nın isteği üzerine duruşmalardan muaf tutuldu. 'Duruşmalara katılmasına gerek' yok kararı o günkü şartlarda ve böylesi bir da­ vada çok önemli bir ayrıcalıktı! Yolgeçen dava sonunda beraat etti. Askerliğini bitirdikten (!) sonra avukat oldu ve Adnan Menderes'in yanında görev yaptı. Darbeden sonra bu kez Süleyman Demirel'le sıcak ilişkileri başla­ dı. Demirel, Yolgeçen'i Türk Hava Yolları Hukuk Müşaviri yaptı. Hep esrarengiz olaylarla anıldı. Sonunda Beykoz'da yine esraren­ giz bir şekilde öldürüldü. 6-7 Eylül saldırılarından sonra gayrimüslimler arasında yurt­ dışına büyük bir göç başladı. Devlete güvenlerini yitiren Rum, Er­ meni hatta Yahudi vatandaşlar yıllardır yaşadıkları evlerini, ülke­ lerini terk etmeye başladı. Göç edenler ticari hayatı elinde bulun­ duranlardı. Onlardan sonra ticaret hayatı Türklere kaldı. 81

6-7 Eylül olaylarının tanığı olan ve gördüklerini Gül Sancısı ad­ lı romanında detaylı olarak anlatan eski ANAP Milletvekili Yıl­ maz Karakoyunlu'ya göre amaç da bu sermaye transferiyle birlik­ te bir varlığı yok etmekti: "Hadiselerin başlangıç itibarıyla bir tertip olduğu ortadadır. Nitekim o tarihte Atatürk'ün evine bomba koymak suretiyle bu heyecanı yaratan insan, bugün Nevşehir Valisi'dir. Bir mürettip. Bugün devletin tertibinden sorumlu bir makamın sorumlusudur! Bu da az buz bir iş değildir. Ben o arkadaşımızı tezyif etmek için söylemiyorum. O bir görevdi, yerine getirildi. Tertibin olduğunun en güzel örneğidir. Hadise, sadece bir sermaye transferi anlamı da taşımaz. Bir sermayeyi, bir varlığı yok etmektir. Örneğin Varlık Vergisi'nde öyle değildir. Sizden zorla vergi almaya kalktım. Evi­ nizi sattım, ben ucuza aldım. Mal benim aktifime geçti. Burada öyle değil. Her şey payimal edildi, perişan edildi, talan edildi. Ya­ ni fiziki olarak sermaye tahrip edildi. Ama kabul etmek zorunda­ yız ki o hadiseden sonra Anadolu'dan İstanbul'a gelmiş, palaz­ lanmış esnaf, ticaret hayatının da sahibi olmuştur. 6-7 Eylül hadi­ sesinde tahrip edilen kadronun yerini dolduranlar, bugün Türk iktisadi hayatında önemli isimler olmuşlardır. "* Peki, Bu Büyük Tertibi Kim Düzenlemişti? Bombalama haberini veren istihbaratçı Mithat Perin'in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesinin o dönemdeki redaktörü ve o sayıyı yayma hazırlayan Gökşin Sipahioğlu, olayların istihbarat örgütü MAH tarafından organize edildiğini açıkladı. Yine yıllar sonra konuşan başka bir isim daha vardı: Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu. Olaylar başlamadan birkaç gün önce İstan­ bul'a gelen ve sonradan Özel Harp Dairesi'nin başına geçecek olan Sabri Yirmibeşoğlu, 1991 yılında gazeteci Fatih Güllapoğlu'na 6-7 Eylül olaylarının Özel Harp Dairesi örgütlenmesi oldu­ ğunu anlattı: "- Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al. - Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı? - Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir ör­ gütlenmeydi. Amaca da ulaştı... * Aktüel

3 Eylül 1992. 82

(Paşa bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? - E, evet paşam!"* Gökçin Sipahioğlu olayların MAH tarafından, Sabri Yirmibeşoğlu da Özel Harp Dairesi tarafından organize edildiğini açıklaı**

d

Peki hangisi doğru söylüyordu? İkisi de. Olaylardan sonra Fransız Konsolosluğu bir rapor hazırladı. Rapora göre İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra özel bir birlik tara­ fından herhangi bir çatışma durumunda daha kolay devre dışı bı­ rakılmalarını sağlamak için gayrimüslimlerin adresleri toplan­ mıştı. Olaylar sırasında bu adresler kullanıldı. Yavru Özel Harp Örgütü: T M T Özel Harp Dairesi'nin ilk illegal ve gizli eylem alanı da 6-7 Ey­ lül olaylarının çıkış noktası olan Kıbrıs oldu. Özel Harp Dairesi olaylardan üç ay önce adada sivil unsurları örgütlemeye gitmişti bile. En önemlisi de Özel Harp Dairesi'nin subay ve astsubayları­ nın özel harp tekniklerini adada pratiğe dökmeleriydi. Bu durum Kıbrıs Harekâtı sonrasına kadar sürdü. Aynı şekilde Yunanistan gizli ordusu Koyun Postu da, Kıb­ rıs'ta Rumlar arasında örgütlenme yoluna gitti. NATO konseptine göre Amerika tarafından aynı amaçla oluş­ turulan Özel Harp Dairesi ile Koyun Postu'nun karşı karşıya gel­ mesi Yunanistan'ın gizli ordusunun liderlerinden George Grivas'ın 1955 yılında Rumlardan bir yeraltı örgütü kurmak için ada­ ya geçmesiyle başladı. Kısa sürede adadaki Rum gençlere özel kamplarda gerilla eğitimi veren Grivas, Kıbrıslı Savaşçıların Ulu­ sal Birliği (EOKA) örgütünü kurdu. EOKA'ya karşı Özel Harp Dairesi'nde görevli subaylar da giz­ lice ve başka kimliklerle adaya gidiyorlardı. Özel harpçi subayla* Dilek G ü v e n , a.g.e., s. 9 4 . **

F a t i h G ü l l a p o ğ l u , Tanksız, Topsuz Harekât, T e k i n Y a y ı n e v i , 1 9 9 1 , s. 1 0 4 . K i ­ t a b ı n i l e r l e y e n b ö l ü m l e r d e d e sık s ı k k a r ş ı m ı z a ç ı k a c a k o l a n S a b r i Y i r m i beşoğlu, d a h a s o n r a bu sözlerinin yanlış anlaşıldığını s a v u n a r a k , " B e n o d ö n e m g a r i p bir ü s t e ğ m e n d i m " d e d i .

83

rın öncülüğünde Kıbrıslı Türkler de, bu sürede Kara Çete, 9 Eylül ve Volkan gibi örgütler kurdular. Ancak bu örgütler EOKA'ya karşı organize olamıyordu. Ada­ daki Türklerin isteği Türkiye'nin askeri ve silah desteği vermesiy­ di. Sonunda 1958 yılının başında Adnan Menderes hükümeti de, adada gizli bir örgütün kurulmasına karar verdi. Amaç ise Kıb­ rıs'ın bir bölümünde Türk Devleti'nin kurulmasını sağlamaktı. Kıbrıs'ta gizli ve devlet eliyle illegal örgüt kurulması fikrinin sahibi ise bir asker değil, siyasetçiydi: Dışişleri Bakanı Fatin Rüş­ tü Zorlu. Zorlu, dememin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun'a, böyle bir örgütün kurulmasının mümkün olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Genelkurmay karargâhında Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve Genelkurmay ikinci Başkanı'nın katılımıyla gizli bir toplantı düzenlendi. Bu görevin Özel Harp Dairesi'ne verilmesine karar verildi. Doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na bağlı olan Özel Harp Dairesi'nin başında o sırada yine Tümgeneral Daniş Karabelen vardı. 6-7 Eylül olaylarından kısa bir süre önce 28. Tümen Komutan Yardımcılığı'na atanan Karabelen bir yıl sonra, 10 Eylül 1956'da yeniden dairenin başına geçti. Bu kez tümgeneraldi. Dairenin Kurmay Başkanı Albay Eyüp Mater, Lojistik Şube Müdürü İsmail Tansu, Harekât Şube Müdürü ise Rıza Vuruşkan'dı. Genelkurmay karargâhındaki toplantının ardından Genelkur­ may İkinci Başkanı Salih Coşkun, Özel Harp Dairesi Başkanı Da­ niş Karabelen'i çağırıp, kararı iletti ve çalışmaların hemen başla­ masını istedi. Özel Harp Dairesi'nin merkezine dönen Karabelen de, hemen Lojistik Şube Müdürü Binbaşı İsmail Tansu'yu çağırdı ve örgütün kurulması görevini kendisine verdi. Gerisini İsmail Tansu anlatı­ yor: "Beni yanına çağıran Karabelen Paşa önce havadan sudan ko­ nuştu. Ardından asıl konuya girdi. 'Tansu sana önemli bir sır ve­ receğim. Ama bunu kesinlikle hiç kimseye, en yakınına bile söy­ lemeyecek, kendine saklayacaksın. Çok nazik bir konudur. Beni Genelkurmay'dan çağırdılar. Kıbrıs'ta EOKA'ya karşı bir teşkilat kurmak gerekiyor' dedi. Ben de yapabileceğimizi söyledim." 84

Adam Öldürme Yetkisi Gizli örgütün kurulması çalışmalarına başlayan İsmail Tansu, detaylı bir proje hazırladı. Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunda da temel alman Amerikan askeri yönergelerine göre hazırlanan ve Kıbrıs İstirdat Planı adı verilen projede örgütün lideri ve diğer kadrolarının tespiti, kurulacak gizli karargâhlar ve diğer bilgiler yer aldı. Ancak tam o sırada projeyi isteyen Genelkurmay İkinci Başka­ nı Salih Coşkun, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığına atandı. Proje bir süre beklemek zorunda kaldı. Çok geçmeden Coşkun'un yerine Cevdet Sunay atandı. İsmail Tansu da projeyi Cevdet Sunay'a sundu. Sunay'ın aynı gün projeyi onaylamasıyla Türk Muka­ vemet Teşkilatı'nın (TMT) kadroları oluşturulmaya başlandı. Örgütün liderliği Özel Harp Dairesi Harekât Şube Müdürü Yar­ bay Rıza Vuruşkan'a verildi. 1 Ağustos 1958'de kurulan TMT'nin en üst seviyedeki dört kişilik ilk hücresi de oluşturuldu. Bozkurt kod adıyla Yarbay Rıza Vuruşkan, Ağrı kod adıyla Fazıl Küçük, Toros kod adıyla Rauf Denktaş ve Kıbrıslı Doktor Burhan Nalbantoğlu. İlk etapta adaya beş subay, 14 de yedek subay gönderildi. Yar­ bay Vuruşkan'ın adaya gitmesiyle daha önce oluşturulan gizli hücreler silahlandırıldı, askeri eğitimlere ve ardından da eylemle­ re başlandı. Vuruşkan'ın elinde Genelkurmay İkinci Başkanı Cevdet Su­ nay'ın imzası olan bir görev talimatı vardı: " - TMT lideri Vuruşkan; Kıbrıs Türk toplumunun Rumların EOKA örgütünün saldırılarına karşı can ve mal güvenliğini sağla­ mak ve TC Hükümeti'nin izlediği Kıbrıs politikasını desteklemek maksadıyla, Kıbrıs'ta gizli ve silahlı bir yeraltı örgütü kurmakla görevlidir. - Lider (Rıza Vuruşkan) bu örgütü Türkiye'den emrine veri­ lecek uzman muvazzaf ve yedek subaylarla kuracak, eğitecek, si­ lahlandıracak ve yönetecektir. - Lider, bu gibi gizli yeraltı örgütlerinin, kendilerine mahsus ve nizami olmayan özel kuralları çerçevesinde, görevin gerektir­ diği her türlü yetkiye sahip bulunacaktır. - Gerek Türkiye'den gönderilen subaylar ve gerekse Kıbrıs'ta

85

örgüte alınan kişiler liderin bütün emirlerine kayıtsız ve şartsız uyacaklardır. - Lider Kıbrıs'ta, TMT'ye veya Türk toplumuna yönelik; hain­ lik, casusluk, bozgunculuk, soygunculuk, gasp veya eşkıyalık gi­ bi girişimlere fırsat vermeyecek önlemleri önceden alacaktır. Bu gibi faaliyetlerin olması halinde, suçları sabit olanlar, liderin oluşturacağı özel bir kurul tarafından cezalandırılacaklardır. An­ cak, ıslah edilmedikleri için ortadan kaldırılması gerekenler olursa bunun için Özel Harp Dairesi Başkanı'ndan izin alınacaktır." Talimat açıkça örgüt lideri Vuruşkan'a istediği kişiler hakkın­ da ölüm fermanı verme yetkisi veriyordu. Benzer ifadeler Kıbrıs'a giden her özel harpçinin göreve başla­ madan önce Türk bayrağı üzerindeki silaha el basarak yemin et­ tikleri TMT'nin andında da yer aldı: "Kıbrıs Türkü'nün yaşayış ve hürriyetini', malına, her türlü ana­ nesine ve mukaddesatına, her nerede ve kimden olursa olsun va­ ki olacak tecavüzlere karşı koymak için, kendimi Yüce Türk Ulu­ suna adadım. Gördüğüm, duyduğum ve hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmeyeceğime, ifşaatın ihanet sayılacağına ve cezasının ölüm olduğuna, verilecek cezayı seve seve kabul edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim." TMT'nin yapısı içinde sadece adadaki özel harpçiler yer almı­ yordu; hem Genelkurmay Başkanı hem de Özel Harp Dairesi Başkanı'nın da görevi vardı. Genelkurmay'ın kodu 'Başkurt', Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen'in kod adı 'Cankurt'tu. Örgüt elemanlarına ise genel olarak 'kurt' deniliyordu. Bu kurtlar yaptıkları göreve göre isim alıyorlardı. Eğitimcilere 'te­ mizlik kurdu', silah sevkıyatında çalışanlara 'bereket kurdu', is­ tihbaratçılara da 'fal kurdu' deniliyordu teşkilat içinde. Tabanca­ lara 'serçe', mermilere de 'serçe gagası' tanımlamaları kullanılı­ yordu. En üst yöneticiler hariç hücreler, üç, beş veya yedi kişiden oluşturuldu. Örgüt üyeleri kendi hücreleri dışındaki TMT üyele­ rini kesinlikle tanımıyordu. Birlikler 100-150 kişilik bölüklerden, sancaklar da 500-1500 kişilik taburlardan meydana getirildi. 86

Sağlam Silahlara Çürük Raporu Türkiye'den Kıbrıs'a gönderilen özel harpçi subaylara uygun maske görevler de bulunarak kamufle edilmeleri sağlandı: Öğret­ menlik, ilköğretim müfettişliği, konsolosluk basın ataşesi, banka müfettişi, vaizlik... TMT lideri Rıza Vuruşkan'ın maske görevi müfettişlikti. İş Bankası'nın Lefkoşa şubesini teftişe gitmişti! Yardımcısı Yüzbaşı Mehmet Özden de müfettiş muaviniydi. İş Bankası bunu sağla­ manın ötesinde adada kaldıkları süre içerisinde Vuruşkan ve Özden'e maaşlarını da bankanın kasasından ödedi. Türkiye'den gönderilen özel harpçi subaylara uygun maske görevler ayarlanmadan önce kendilerine sahte kimlikler ve sahte pasaportlarda düzenlendi. TMT lideri Vuruşkan'ın pasaportunda Ali Conan, yardımcısı Mehmet Özden'inkinde ise Mehmet Beya­ zıt yazılıydı. Bu sahte pasaportların düzenlenmesi organizasyo­ nunu bizzat İçişleri Bakanı Namık Gedik üstlendi. Hiçbir yasal dayanağı olmayan ve devlet eliyle kurulan illegal örgütün silah ve cephane teminiyle de Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes ilgileniyordu. Menderes, örgütün istediği cins ve miktardaki silahları derhal temin ediyordu. Bakanlık ilk önce sağ­ lam olan bu silahların 'çürük' olduğuna dair belgeler düzenliyor­ du. Ardından da depolardan çıkartılıyordu. İlk aşamada hedefi beş bin mücahidi silahlandırmak olan örgüt, askeri depolardan bin tabanca, aynı sayıda makineli tabanca, yüz hafif makineli tü­ fek, üç bin piyade tüfeği, yirmi bin savunma bombası ile yüz bin­ lerce mermi aldı. Tüm bu silahlar Eğridir'deki Komando Okulu'yla, Özel Harp Dairesi'nin Mersin ve Anamur'daki gizli karargâhlarında depo­ landı. Makineli tüfekler toprak altında bozulmadan uzun süre kalsınlar diye plastikle kaplandı. TMT'nin kurucusu olan İsmail Tansu'ya göre, devlet örgüte si­ lah vermek konusunda çok cömertti: "Hükümet ve ordu silah esirgemiyordu. İkinci aşamada silah­ larımız azaldıkça ve istediğimiz anda ve miktarda silah, hatta 60 ve 80 milimetrelik havan topları, bazuka ve roketler de verilecek­ ti." Özel Harp Dairesi'nin Türkiye'deki gizli karargâhlarında deS7

polanan bu silahlar daha sonra adaya sevk edildi. Kıbrıs'ta bu si­ lahlar için gizli kabul noktaları oluşturuldu. Adadaki TMT men­ supları tarafından teslim alınan silahlar önceden tespit edilmiş güvenlikli yerlere götürüldü. Topluca depolanan bu silahlar uzun süre bekletilmeden ihtiyaç duyulan bölgelere sevk edildi, ilgili TMT hücrelerine dağıtıldı. Silahları hücrenin iki görevlisi alıyor ve hücrenin kullandığı mekâna yakın yerlerde gizliyor veya gömerek depoluyordu. Bu silahlar hep bu depolarda kalmıyordu; üç veya en geç altı aylık periyotlarla bu silahlar bulundukları yerlerden çıkarılarak bakım­ ları yapılıyordu, gerekirse de yerleri değiştiriliyordu. Depolama dışında yalnızca eğitimlere yetecek miktarda silah bulundurulu­ yordu. Önemli bir problem de Kıbrıs'taki TMT ile Ankara'daki Özel Harp Dairesi arasında nasıl irtibat sağlanacağıydı. Bunun için Amerika'nın bir Sovyetler Birliği işgali durumunda Türkiye'nin NATO merkeziyle bağlantı kurması için verilen telsizler kullanıl­ dı. Amerikalıların verdiği bu telsizlerin İstanbul'da saklandığı yer Şile'ydi. Özel Harp Dairesi Lojistik Şube Müdürü İsmail Tan­ su'nun emriyle yeraltına gömülen bu telsizlerden birkaç tanesi çı­ kartılarak gizlice adaya gönderildi. Amerikalılarla birlikte yapılan denetimlerde fark edilmesin diye de bu telsizlerin boş kutuları peynirle doldurulup yeniden yerlerine gömüldü. Nasıl olsa ufukta bir Sovyetler Birliği işgali görünmüyordu! Kaçakçılardan Silah Yardımı TMT yöneticilerinin en çok sıkıntı yaşadığı konu silahların sevkıyatı oldu. Mersin ve Anamur'da oluşturulan depolarda sak­ lanan silahlar ilk önce balıkçı tekneleriyle Lübnan ve Suriye li­ manlarına sefer yapan Türk gemileriyle adaya sevk edildi. Bu yöntemin sağlıklı olmaması üzerine Özel Harp Dairesi özel bir gemi satın aldı. Ancak bu gemi birkaç kez sevkıyat yaptıktan sonra, açık denizde bir İngiliz gemisinin sıkıştırması sonucunda yakalanması ihtimali nedeniyle İsmail Tansu'nun emri üzerine batırıldı. Gemi içindeki tonlarca silahla birlikte sulara gömüldü. Büyük ses getiren bu olayın ardından silah taşıma işi için biz88

zat Başbakan Menderes devreye girdi. Menderes, İsmail Tansu'ya silah sevkıyatının güvenli ve süratli yapılması için, İstanbul'daki armatör arkadaşları Kemal Sadıkoğlu ve Muhittin Topçuoğlu'nun gemilerini önerdi. Başbakan'ın referansı üzerine İsmail Tansu, Özel Harp Dairesi'nden bir ekiple, ilk önce Kemal Sadıkoğlu'na gitti. "Kıbrıs mil­ li davamıza hizmet etmek ve katkıda bulunmaktan biz de gurur duyarız. İmkânlarımızı söyleyelim, emredin gerekeni yapalım," diye söze başlayan Sadıkoğlu'nun da istekleri vardı: "Diğer gemi­ lerime Zonguldak ve Karadeniz Ereğlisi'nde sıra beklemeden yük verilecek. Bu sayede bir buçuk ayda bir yapabileceğimiz seferleri ayda iki defa yapabileceğiz. Ayrıca emrinize tahsis edeceğim mo­ torumun yerine, parası tarafımdan ödenmek üzere, yenisini ithal edebilmek için 6000 dolarlık döviz transferi izni sağlarsanız buna son derece sevineceğim." İki armatörün de şartlarını kabul etmeyen Özel Harp Dairesi yöneticileri, sonunda deniz yolunu çok iyi bilen silah kaçakçıların­ dan yardım istemeye karar verdi. Bunun için İsmail Tansu istihba­ rat teşkilatı MAH'a başvurdu. MAH Başkanı Hüseyin Avni Gök­ türk, o güzergâhta sevkıyat yapan kaçakçıların listesini verdi Özel Harp Dairesi'ne. Silahlar bu deniz yolunu iyi bilen bu kaçıkçıların tekne ve ge­ mileriyle adaya götürüldü." Mücahitlere Özel Harp Eğitimi Kıbrıs'ta TMT içinde görev alacak siviller, eğitim için uçakla Türkiye'ye getiriliyordu. Eğitimi Özel Harp Dairesi'nin dağcılık, komando ve gizli harekât tekniği konularında uzman subayları veriyordu. Eğitimin süresi bir aylıktı. Eğitimini tamamlayan sivil­ ler adaya götürülüyor, yerlerine yenileri getiriliyordu. Silah kulla­ nımının, bakımının öğretildiği, atış talimlerinin yaptırıldığı eği­ timlerde siviller komando, sabotaj, kundaklama ve gizli harekât teknikleri konularında yetiştiriliyordu. *

Bugün de hâlâ istihbarat faaliyetlerinde ve operasyonlarda

mafyadan ya­

rarlanılıyor. Ç e t e lideri A l a a t t i n Ç a k ı c ı yıllarca M İ T ' i n resmi e l e m a n ı ola­ r a k çalıştı. yumduğu

Bu

hâlâ

'hizmetine'

karşılık d e v l e t i n d e hangi faaliyetlerine g ö z

tam olarak ortaya çıkmadı.

89

Eğitim yerleri ise Özel Harp Dairesi'nin gizli kamplarıydı. Ankara'daki eğitim kampı, Ayaş yolu üzerindeki Zir Köyü civarın­ daki bir devlet çiftliğiydi. Özel Harp Dairesi, Zir Kampı denilen bu çiftliği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan aldı. İkinci önemli kamp ise Antalya'daydı. Ormanlık alanda kuru­ lan bu kampta, teknelerle Türkiye'ye getirilen siviller eğitiliyor­ du. ***

Özel Harp Dairesi'nin özel harp tekniklerini yaygın olarak uy­ guladığı ilk yer Kıbrıs oldu. Bunu kendi bünyesinde kurduğu TMT'yle yaptı. Örgütün kontrgerilla eylemleri sadece Rumlara yönelik olmadı. Türkler de payını aldı. TMT'nin provokatif amaç­ lı sabotaj ve eylemlerinde yaşamını yitiren Türkler oldu. Yavru kontrgerilla örgütü TMT de, adada işçi hareketini, ay­ dınları hedef aldı. Türk ve Rum işçiler aynı sendikalarda beraber olarak örgütlenmekteydi. İşçiler arasında sosyalizm fikrinin telaffuz edilmeye başlandığı bir dönemdi. PEO isimli sendikada örgütlenen Türk ve Rum işçiler 1 Mayıs 1958'de yaptıkları bir yürüyüşle İşçi Bayramı'nı kutladı. TMT bir bildiri yayınladı ve Türklerin sendikadan istifa etmelerini, etmeyenlerin öldürüleceğini duyurdu. Kısa bir süre sonra istifa etmeyen işçilerin üçü peş peşe öldürüldü. Kalan işçiler de istifa etmek zorunda kaldı. TMT'nin Türklere yönelik ikinci önemli eylemi ise aydın iki avukatın öldürülmesiydi. 10 Ocak 1961'de diş hekimi Mahir Adataş ve avukat Muzaffer Gürkan TMT mensupları tarafından dövüldü. TMT, bir bildiriyle olayı üstlendi. Olay kapandı derken 23 Nisan 1961 gecesi daha önce dövülen avukat Muzaffer Gürkan ile avukat arkadaşı Ayhan I likmet öldürüldü. TMT bu kez üstlenmeyince cinayetler 'faili meçhul' kaldı.

90

M e n d e r e s ' e Özel H a r p Brifingi

Tarih: 26 Şubat 1959 Yer: Başbakanlık Konutu Başbakan Adnan Menderes'in Londra'ya Kıbrıs görüşmelerine giderken uçağının düşmesi kazasının üzerinden henüz dokuz gün geçmişti. Sağ kurtulan Adnan Menderes ölenlerin şokunu hâ­ lâ atlatamamıştı. Ama Başbakanlık Binası'nda çok önemli bir randevusu vardı. Özel Harp Dairesi Başkanı Daniş Karabelen, dairenin Kıbrıs'taki faaliyetleri hakkında kendisine brifing verecekti. Brifing saati 09.30'd ıı. Daire ilk kez asker olmayan bir yöneticiye bilgiler aktaracaktı. Bu nedenle Özel Harp Dairesi'nde de büyük bir heyecan ve çalış­ ma vardı. Özel Harp Dairesi Başkanı Daniş Karabelen o gün tam saatin­ de Başbakanlık'a geldi. Yanında dairenin Lojistik Şube Müdürü Yarbay İsmail Tansu ve Türk Mukavemet Teşkilatı lideri Albay Rı­ za Vuruşkan vardı. Vuruşkan, brifing için deşifre olma ihtimalini göze alarak Kıb­ rıs'tan gizlice gelmişti. Özel Harp Dairesi'nin üç yöneticisi bir süre Menderes'in Özel Kalem Müdürü'nün odasında beklediler. Beş dakika sonra da bri­ fingi verecekleri salona geçtiler. Menderes, Daniş Karabelen'i oda­ nın kapısında karşıladı. Hatta birbirlerine sarıldılar. Sonra da bri­ fing başladı. İlk önce İsmail Tansu Özel Harp Dairesi'nin önemini ve son dönemdeki çalışmalarını tek tek anlattı. Sıra Kıbrıs'a gelmişti. Bu kez TMT lideri Rıza Vuruşkan devam etti: "Mücahitlerin örgütlenmesini tamamladık. Yerüstüne çıkmak için ne zaman emrederseniz biz hazırız." Özel harpçilerin brifingi tam bir saat sürdü. Ama toplantı bit­ medi. Bu kez Menderes konuşmaya başladı. Çünkü Özel Harp Dai­ resi ve faaliyetlerine ilişkin kaygıları vardı. Özel Harp Dairesi yö­ neticisi İsmail Tansu tarihi brifingi kitabın yazarı Ecevit Kılıç'a an­ lattı: "Bizi çok önemserdi. Kapıda karşılardı. Koskoca başbakan, hiç

oturduğu yerden kalkmayabilirdi. Zaten kazanın sarsıntısı hâlâ üzerindeydi. Biz bitirdikten sonra bu kez dış politika üzerine Menderes bize bilgi verdi. Ruslar, NATO ve Soğuk Savaş üzerine uzun uzun konuştu. Hatta Türk-Yunan dostluğunun önemi üze­ rinde durdu. Barışçıl çözümlerden yanaydı. Bize de güvenirdi ama yine de içinde bir kaygı vardı." Özel Harp Dairesi ile J U M M A T Aynı Binada Özel Harp Dairesi'nin merkezi olan Kızılay Adakale Sokak, Numara 36'daki bahçe içindeki tek katlı ev orduya ait değil, kira­ lıktı. Buranın kirasını da dairenin tüm masraflarını karşıladığı gibi Amerika veriyordu. Zamanla daireye alınan subay ve personelin sayısının artma­ sıyla bu ev küçük gelmeye başladı. Gerçi Ankara'nın iki önemli noktasında iki önemli karargâh kurulmuştu. Özel Harp Dairesi'nde yöneticilik görevi bulunmayan askeri personel ve sivil un­ surlar bu iki kampta kalıyordu. Ama yine de sıkıntı vardı. Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulması kararının alınmasıy­ la Özel Harp Dairesi Başkanı Daniş Karabelen, mevcut tek katlı binanın hazırlıklar için yeterli olmayacağı gerekçesiyle Genelkur­ may Başkanlığı'ndan daha büyük bir yer talebinde bulundu. Bu talep de Genelkurmay Başkanlığı tarafından Dışişleri Baka­ nı Fatin Rüştü Zorlu'ya iletildi. Talebin geldiği sırada Menderes hükümeti de Amerikan Aske­ ri Yardım Kuruluşu olan JUMMAT'a yer arıyordu. Türkiye'ye as­ keri ve ekonomik yardım öngören Truman Doktrini çerçevesinde 10 Ağustos 1947'de Türkiye'de kurulan JUMMAT'ın yönetim ye­ ri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeydi. Ayrıca Genelkurmay Baş­ kanlığında da bir odaları vardı. Hem Amerikalılar hem de Menderes, bu yardım kuruluşunun Meclis dışında bir yere taşınmasını istiyordu. JUMMAT'a yeni yer bulma işiyle de Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ilgileniyordu. Hem Özel Harp Dairesi'nin hem de JUMMAT'ın talebinin ay­ nı anda gelmesi üzerine Zorlu ve Menderes, iki kuruluşun da ay­ nı binada faaliyet yürütmesine karar verdi. Zira Özel Harp Dairesi ve JUMMAT birbirlerine yabancı kuru­ luşlar değildi. Özel Harp Dairesi'nin her türlü ihtiyacı bu yardım 92

kuruluşu tarafından karşılanıyordu. Dairenin tüm faaliyetleri ve projeleri de JUMMAT'ta görevli Amerikan subayları tarafından belirleniyor ve uygulamaya geçiriliyordu. Sonunda aranan bina 1958 yılının başında bulundu: Zırhlı Bir­ likler Okulu. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı bu binayı kısa sürede boşalttı. Özel Harp Dairesi ve JUMMAT da hemen buraya taşındı. Böy­ lece Özel Harp Dairesi de kiradan kurtulmuş oldu! Binanın büyük bölümü Amerikan Askeri Yardım Kuruluşu için hazırlandı. Sadece bir bölümü Özel Harp Dairesi'ne ayrıldı. Amerikan Askeri Yardım Kuruluşu JUMMAT da taşınmayla birlikte adını değiştirdi. Kuruluşun yeni adı JUSMMAT oldu. Bu yardım kuruluşu JUSMMAT'ın Özel Harp Dairesi'yle ilgi­ lenen, çalışmaların belirlendiği birimi J-3'tü. Açık adıyla Askeri Harekcât Başkanlığı. Özel Harp Dairesi'nin projeleri J-3 tarafından belirleniyordu.* Zaten zamanla Özel Harp Dairesi'yle JUSMMAT özdeşleşti. Subaylar bile kendi aralarında görevli oldukları Özel Harp Daire­ si'ne JUSMMAT diyordu. Ortak faaliyetleri bilen siyasetçiler de problemli dönemlerde Özel Harp Dairesi'ni 'JUSMMAT sorunu' olarak nitelendiriyorlardı. Bugün de Özel Harp Dairesi ile Amerikan Askeri Yardım Ku­ ruluşu merkezleri aynı alanda, Ankara Kirazlıdere Mevkii'nde buluyor. Tabii yardım kuruluşu ismini yine değiştirdi. Yeni adı 1 Mayıs 1994'te ODC (Amerikan İşbirliği Ofisi) oldu. Amerikalıların JUMMAT'tan beri büyük önem verdiği bu kuru­ luşun başında her zaman bir tümgeneral bulunuyor. Bu komutan Türkiye'deki ve çevre ülkelerdeki en yetkili Ame­ rikan askeri. Yine bu komutan Amerika'nın Avrupa'daki tüm as­ keri güçlerinin komutanı. En önemlisi de Avrupa Müttefik Kuv­ vetler Komutanı'nın temsilcisi. Bu yardım veya işbirliği kurumunun amacı ise; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hızlı modernizasyonu.

*

J - 3 a y r ı c a G e n e l k u r m a y Başkanlığı H a r e k â t Başkanlığı'nın kotlu. B a ş ı n d a bir k o r g e n e r a l b u l u n u y o r . Özel H a r p Dairesi, Batı'daki g l a d y o ç ö z ü l m e ­ lerinden

sonra

Genelkurmay

İkinci

Başkanlığı'na bağlandı.

93

Başkanlığı'ndan

alınarak

Harekât

Ve en önemlisi de Amerika'nın politikalarının ve askeri strate­ jilerinin Türkiye'de uygulanabilmesini sağlamak. Kurul yetkilile­ ri, silahlı kuvvetlerin modernizasyonu konusunda sık sık Türk as­ keri yetkililere seminerler vermekte, öneriler sunmakta. Amerika'nın bu kuruluşu, Türkiye dışında aralarında Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İspanya ve Tunus'un bulunduğu 40'a yakın ülkede daha faaliyet yürütüyor. Bu ülkelerdeki çalışmalarını ABD elçilikleri içinde yürütüyor. Türkiye'de ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin önemli askeri kuruluş­ larıyla iç içe. Bu kuruluşun faaliyet yürüttüğü alanın içinde Özel Harp Dairesi, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve Kara Harp Okulu da var. ODC'nin ambleminde 13 yıldız yer alıyor. Amerika'nın 13 is­ tihbarat kuruluşunu temsil eden bu yıldızların amblemdeki dizi­ lişlerinden büyük, yeni bir yıldız ortaya çıkıyor.

94

Beşinci Bölüm Özel Harp Dairesi'ne Darbe i960 yılının 27 Mayıs'ında Türkiye ileride daha şiddetlilerini yaşayacağı ilk askeri darbeyi gördü. Saat 04.36'da Ankara Radyosu'ndan, "Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresine el koymuştur," bildirisi okundu. Milli Birlik Komitesi'ni (MBK) oluşturan 38 subay yönetime el koydu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Özel Harp Dairesi'nin en büyük destekçisi Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve diğer politikacılar Yassıada'ya gönderildi. Orgeneral Cemal Gürsel liderliğindeki Milli Birlik Komitesi, ordu içinde büyük bir tasfiye hareketine başladı. 235'i general ve amiral olmak üzere dört bin subay emekli edildi. İlginçtir, Amerika'nın isteğiyle kurulan ve tüm masraflarının yine bu ülke tarafından karşılandığı Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen de emekliye sevk edilen generaller arasındaydı. Tam sekiz yıl boyunca dairenin başında bulunan ve 29 Mayıs günü üniformasını çıkartmak zorunda kalan Karabelen ve diğer komutanların bildirinin radyodan okunmasından iki saat öncesi­ ne kadar darbeden haberleri dahi yoktu. Çünkü darbeyi gerçekleştiren subaylar, Özel Harp Dairesi'ni Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Adnan Menderes'in özel ör­ gütü olarak görüyorlardı. Daniş Karabelen'i darbe planının dışında tutmaları ve emekli­ ye sevk etmelerinin nedeni Karabelen'in kardeşi Danyal Akbal'in Demokrat Parti milletvekili olmasıydı. 27 Mayıs darbesi, Özel Harp Dairesi için bir dönüm noktası ol­ du. Çünkü emekli edilen tek komutan Daniş Karabelen değildi; 95

Demokrat Parti yöneticileri ve milletvekillerinin akrabası olan 10'u aşkın subay da vardı. Emekliye sevk edilen bu subayların yerine yenileri de atanma­ dı. Her ay Milli Savunma Bakanlığı bütçesinden aktarılan para da kesildi. Üstelik ordu içinde Milli Birlik Komitesi lideri ve Başbakanlık koltuğuna oturan Cemal Gürsel'in Özel Harp Dairesi'ni tamamen kapatacağı ve dairede görevli subayların tamamını da emekliye sevk edeceği konuşuluyordu. Özel Harp Dairesi'nde günlerdir süren gergin bir bekleyiş var­ dı. Dairenin tüm işlerini yürütmek de Lojistik Daire Başkanı Yar­ bay İsmail Tansu'ya kalmıştı. Tansu, bu gergin bekleyişe son ver­ mek ve daireyle ilgili planları öğrenmek için Cemal Gürsel'e gitti. Ancak randevu verilen kişi Başbakan Müsteşarı Alparslan Türkeş oldu. İsmail Tansu karşısında Alparslan Türkeş'i görünce hem şaşır­ dı hem de sevindi. Sevinmesi derdini rahat anlatacak olmasındandı. Çünkü Tür­ keş, Özel Harp Dairesi'ni ve görevlerini çok iyi biliyordu. Tansu, hiç beklemeden Kurmay Albay Türkeş'e "Bizim daire­ mizi toptan tevkif edecekmişsiniz. Doğru mu?" diye sordu. Türkeş ise dairenin komünizmle mücadele görevinden uzak­ laştığı ve Menderes'in istihbarat örgütü olarak çalıştığı düşüncesindeydi. Ama Tansu'nun pes etmeye niyeti yoktu. Türkeş'in Kıbrıs ko­ nusundaki hassasiyetini bildiği için Özel Harp Dairesi'nin adada­ ki faaliyetlerini, TMT'nin deşifre olması tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu anlattı. Türkeş, bunun üzerine dairenin kapanmayacağı ve tüm istek­ lerinin karşılanacağı garantisini verdi. Tansu da Özel Harp Dairesi ihtiyaç listesini Türkeş'in masası­ na bıraktı: "Görevden alınan 10 subayın yerine yeni atamalar yapılsın. Kesilen paralar yeniden yatırılsın." Aradan üç gün geçti ama ne paradan ne de subaylardan haber vardı. İsmail Tansu, bir kez daha Türkeş'e gitti. Gerisini İsmail Tansu'dan dinleyelim: "Türkeş de, Dışişleri Bakanı Selim S a r p e r ' i çağırdı. Adamın 96

yüzü sapsarı oldu. Türkeş, 'Derhal verin' dedi. İki saatte para yat­ tı. Dairenin sorunları çözüldü." Türkeş'in 'Vatanseverlik' Testi Özel Harp Dairesi'ni 27 Mayısçıların tasfiyesinden kurtaran ve en son dairenin Çankırı Gerilla Okulu'nda öğretmenlik yapan Al­ parslan Türkeş, kısa sürede nasıl Başbakanlık Müsteşarlığı koltu­ ğuna oturmuştu? Özel Harp Dairesi'nin merkezi yapısında görev almamasına karşın Türkeş, daire içinde etkin isimlerdendi. Daireye subay alı­ mında en son testi özel harp 'öğretmeni' olarak o yapıyordu. Ama subaylar Türkeş'in önüne gelene kadar çok zorlu sınav­ lardan geçiyordu. Bu subaylar önce sıkı bir takip ve kontrolden geçiyordu. Takibi sorunsuz atlatan subaylar özel harp kamplarında kursa katılmaya hak kazanıyordu. Kursa katılmaları subayların dairede görev almalarına yetmi­ yordu. Kursu tamamlayanlar bu kez de komando eğitimine başlıyor­ du. Komando eğitimini tamamlayanlar Türkeş'in 'vatanseverlik' testine katılmaya hak kazanıyordu. Sadece testi geçen subaylar Özel Harp Dairesi'nde göreve baş­ lıyordu. Siviller biraz daha hafif olsa da aynı testlerden geçiyordu. Türkeş'in 'vatanseverlik' testi, sözlü sınav yani mülakat niteli­ ğindeydi. Türkeş, bu mülakatta subay ve sivil unsurların ne kadar 'milliyetçi' ve 'antikomünist' olduğunu tespit ediyordu! Özel Harp Dairesi kamplarında 'efsane' haline gelen Türkeş, Harp Akademileri'ne girdi ve 1955'te akademiden kurmay binba­ şı olarak mezun oldu. Aynı yıl daha önce özel harp stajını tamamladığı Amerika'ya bu kez Genelkurmay'ın açtığı sınavı kazanarak gitti. 1958'de de NATO Daimi Grubu Türk Temsil Heyeti üyeliğine atandı. Türkeş'in Washington'da görev yaptığı bu yıllarda Ameri­ ka'ya Türkiye'den 'önemli' subaylar gidiyordu. Türkeş, bunların 97

hepsiyle tanıştı, ileride hep kilit görevlere gelen bu kişilerden biri Kurmay Yüzbaşı Ragıp Uluğbay'dı. Uluğbay'ın da yurtdışına gidişi ilk değildi; Türkiye'nin NATO'ya üye olması ve ardından Özel Harp Dairesi'nin kurulması sürecinde sık sık dışarı çıkıyordu. Özel Harp Dairesi'nin kuruluş aşamasını en iyi bilen subaylardandı. Önceki Genelkurmay Baş­ kanı Nuri Yamut'a çok yakın bir isimdi. Özel Harp Dairesi'nin kurulmasına iki ay kala Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, 'NATO ile ilgili mevzular üzerine temaslar­ da' bulunmak için gladyo merkezlerinden biri olan Napoli'ye git­ tiğinde yanında daha sonra cumhurbaşkanı olacak olan Tuğgene­ ral Cevdet Sunay ve Tuğamiral Fahri Korutürk, Tuğgeneral Tekin Arıburnu, Kurmay Albay Cemal Aydınalp ve bir de daha rütbesi üsteğmen olmasına rağmen Ragıp Uluğbay vardı. Ragıp Uluğbay özel harpçilerin ilk uygulama ve pratik yeri olan Kore Savaşı'nda görev almıştı ama cephe gerisinde. Çok iyi İngilizce konuşması nedeniyle savaş sırasında Tokyo İrtibat Bürosu'nda görevlendiril­ mişti. Havacı olan Uluğbay, ciğerlerinden rahatsız olması nede­ niyle daha sonra Kara Kuvvetleri'ne geçti. Napoli'deki NATO ka­ rargâhında görev yapan Uluğbay, Brüksel'deki NATO merkezin­ de de komutanlık yaptı. İstihbarat teşkilatı MAH'ta da çalışan Uluğbay, ileriki yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri içinde orgeneral­ liğe kadar yükseldi.* Türkeş'in tanıştığı önemli ikinci bir isim ise Kemal Kayacan'dı. O dönemde Pentagon'da Deniz Ataşesi olarak görev yapan Kayacan, 12 Mart darbesinden sonra Donanma Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yaptı. Batı'daki gizli orduların çözüldü­ ğü 1992'de suikast sonucu öldürüldü. Aynı dönemde Amerika'da bulunan başka bir görevli de 27 Mayıs darbesinin etkili isimlerinden Agasi Şen'di. Türkiye'nin Amerika'daki Hava Kuvvetleri Ateşe Yardımcısı olan Şen, darbe­ den hemen sonra Başbakan Menderes'i yakalayan kişiydi. Kur*

R a g ı p Uluğbay, Bülent Ecevit'in başbakan o l d u ğ u ve 9 Eylül

1 9 9 9 ' d a ku­

r u l a n 5 7 . H ü k ü m e t ' t e e k o n o m i d e n s o r u m l u D e v l e t Bakanlığı y a p a n Hikm e t U l u ğ b a y ' ı n d a abisi. H i k m e t U l u ğ b a y , g ö r e v e b a ş l a m a s ı n ı n ü z e r i n ­ d e n b i r a y g e ç m e d e n 6 T e m m u z 1 9 9 9 ' d a g ü n d e m i h a y l i m e ş g u l e d e n in­ t i h a r g i r i ş i m i n d e b u l u n d u . B u o l a y d a n e d e n i v e n a s ı l ı ile a y d ı n l a t ı l m a ­ d a n kapatıldı.

98

may albay olarak ordudan emekli olduktan sonra Türk Hava Yol­ ları Başkanı oldu. Bu görevinden sonra 1971-1972 yılları arasında Beşiktaş Kulübü Başkanlığı yaptı. Bu isimlerin dışında aynı dönemde Amerika'da olan diğer su­ baylar ise 12 Mart 1971 döneminde milli eğitim bakanlığı yapacak olan Kurmay Yarbay Şinasi Orel ve 1974 yılında MİT müsteşarlı­ ğına getirilecek olan Bahattin Özülker'di.* Türkeş, Amerika'daki görevini tamamladıktan sonra Türki­ ye'ye döndü. Bir yıl Türkiye'de kaldıktan sonra 1959'da bu kez Almanya'ya gitti. Atom ve nükleer eğitimi aldı. Geri döndüğün­ de artık kurmay albaydı ve yeni görev yeri de Elazığ'dı. Bu süre­ de Elazığ'ı Özel Harp Dairesi'ne sivil unsurlar yetiştirme merkez­ lerinden biri haline getiren Türkeş, Milli Birlik Komitesi'nin için­ de yer aldı. 27 Mayıs 1960 günü saat 04.36'da Ankara Radyosu'ndan dar­ be bildirisini okuyan da Türkeş'ten başkası değildi. Darbeden sonra Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirildi. İstihba­ rat çalışmaları da tamamen ona bağlandı. İçişleri Bakanlığı onun kontrolündeydi. Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık görevlerini üstlenen Cemal Gürsel'den sonra sözü geçen ikinci isimdi. Özel Harp Dairesi yöneticisi İsmail Tansu'nun Türkeş'e gitmesi de o günlere denk gelmişti. Türkeş'in bu hâkimiyeti uzun sürmedi. Askerlerin ülke yöne­ timini sivillere devretmesine karşı çıkan Türkeş ve 13 subay arka­ daşı görevlerinden alındı ve yurtdışına sürgüne gönderildi. Tür­ keş'in gittiği yer ise Hindistan'dı. Yarım Kalan Operasyon Alparslan Türkeş ve 13 arkadaşının sürgüne gönderilmesin­ den sonra Özel Harp Dairesi yeniden Milli Birlik Komitesi'nin gündemine geldi. Yarım kalan tasfiye operasyonu devam etti. 10 subay daha emekliye sevk edildi. Emekli edilenlerin arasında en kilit görevde bulunan Albay Rı-

* f

*

S . Y a l ç ı n - D . Y u r d a k u l , Bay Pipo, D o ğ a n , 2 0 0 4 , 3 9 . b a s k ı , s . 6 6 . Y ö n e t i m i n sivillere d e v r e d i l m e s i n e karşı

çıkan

ve d a r b e koşullarının

ağırlaştırılarak s ü r m e s i n i isteyen A l p a r s l a n T ü r k e ş v e 1 3 s u b a y ı n çeşitli görevlerle sürgüne gönderilmesine '14'ler Olayı'

99

deniliyor.

za Vuruşkan'dı. Özel Harp Dairesi'nin Kıbrıs'taki illegal örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı'nın lideriydi. Üstelik gizli kimlikle Kıbrıs'ta görevdeydi. Hemen Türkiye'ye çağırıldı. Yerine Yarbay Mustafa Kayadağlı TMT'nin yeni başkanı oldu. Özel Harp Dairesi'nde 27 Mayısçı Komutanlar 27 Mayıs darbesinden sonra görevden alınan Daniş Karabelen'in yerine uzun süre Özel Harp Dairesi'nin başına komutan atanmadı. Üstelik emekliye sevk edilen subaylar arasında daire­ nin kurmay başkanı ve başkan yardımcısı da vardı. Alparslan Türkeş'in sürgüne gönderilmesinden sonra Milli Sa­ vunma Bakanlığı bütçesinden daireye aktarılan paralar kesildi. Ancak Amerika'nın verdiği parada hiçbir aksama olmadı. Özel Harp Dairesi'ni kapatmanın mümkün olmadığını gören 27 Mayısçılar darbeden yedi ay sonra Daniş Karabelen'in yerine komutan atadı. Özel Harp Dairesi Başkanlığı'na emekli Albay Fa­ ruk Ateşdağlı getirildi. Ateşdağlı, emekli bir subaydı. Adnan Menderes iktidarına karşı 1954 yılından itibaren organize olmaya başlayan ihtilalci gruplar içindeki en aktif subaylardan biriydi. Ayrı ayrı hareket eden ihtilalci grupları bir araya getirdi. İhtilalci grupların ortak is­ teği Menderes hükümetinin iktidardan gitmesiydi. Aradıkları yol ise CHP'yle işbirliğiydi. Bunun için CHP lideri İsmet İnönü'yle görüşmeye karar verdiler. 1957'deki seçimlerinden hemen önce yetkili kıldıkları isim Ateş Karadağlı'ydı. Ancak İsmet İnönü, Ateşdağlı'yı, "Sizler böyle şeylere karış­ mayın, CHP seçimi mutlaka kazanacaktır," diyerek geri gönderdi. Ama ihtilal çalışmalarından hiç vazgeçmedi. 27 Mayıs içinde de aktif görev aldı. Darbeden önce Başbakanlığa bağlı Tahsis ve Tevzi Dairesi'nde görevliydi.* Darbe sonrasında atandığı Özel Harp Dairesi Başkanlığı Faruk Ateşdağlı'nın istediği bir görev değildi. Daha aktif veya yurtdı­ şında NATO bünyesinde bir görev bekliyordu. Bu yüzden daire­ nin işleriyle pek ilgilenmedi. Tüm işleri İsmail Tansu yürütmeye devam etti. İstediği yurtdışı görev de bir türlü çıkmadı Ateşdağlı'nın. Da*

Tahsis ve Tevzi Dairesi d a r b e d e n s o n r a K o o r d i n a s y o n Bakanlığı oldu.

100

ha sonra Milli Birlik Komitesi'nde yaşanan fikir ayrılıkları sonucunda saf dışı kaldı. Bu kez de 27 Mayısçılara karşı alternatif arayışına girdi. Bu amaçla Özel Harp Dairesi'nden özel bir ekip oluşturdu. Ancak çalışmasının deşifre olması üzerine Özel Harp Dairesi başkanlığından alındı. Dairenin B a ş ı n d a B i r Binbaşı

Görevden alınan Faruk Ateşdağlı'nın yerine aynı gün vekale­ ten yeni komutan atandı. Dairenin üçüncü komutanı Şaban Başsoy oldu. Başsoy'un rütbesi kurmay binbaşıydı. Kurucu başkan Daniş Karabelen tuğgeneral rütbesiyle başlamıştı, ikinci başkan Faruk Ateşdağlı ise emekli albaydı. Özel Harp Dairesi tarihinde en düşük rütbeli başkan olan Şa­ ban Başsoy, daire içinde yetişen bir subaydı. Yıllarca eğitim kamp­ larında komutanlık yaptı. İsmail Tansu'nun emekliye ayrılmasın­ dan sonra Lojistik Şube Müdürü olarak atandı. Ardından da dai­ renin başına geçti. Şaban Başsoy yaklaşık iki yıl Özel Harp Dairesi Başkanlığı gö­ revini yürüttü. 1964 yılında dairenin başına 27 Mayıs'ın en aktif üyelerinden ve Milli Birlik Komitesi'nin önemli isimlerinden olan Albay Sezai Okan atandı.* Geçici görevle atanan ve çok kısa bir süre komutanlık yapan Okan, 27 Mayıs'tan bir gün önce Kara Harp Okulu'ndaki ihtilalci subaylar toplantısında görev dağılımı belgesini yazan subaydı. Ancak o da bu görevi çok kısa süre yaptı. Daha sonra senatör ola­ rak parlamentoya girdi. 12 Aralık 1968'de Türk Silahlı Kuvvetleri içinde oluşturulan Milli Devrim Ordusu'na üye olduğu gerekçe­ siyle Şükran Özkaya, Mucip Ataklı, Ekrem Acuner ve Suphi Karaman'la birlikte dokunulmazlıkları kaldırıldı.

Ö z e l H a r p D a i r e s i L o j i s t i k Ş u b e b a ş k a n ı İ s m a i l T a n s u ile 1 8 M a y ı s 2 0 0 7 günü

Ankara'da yapılan görüşme.

101

Özel Harp Dairesi'nin Kurucusu Anlatıyor Albay olarak ordudan emekliye ayrılan İsmail Tansu, Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunda aktif görev alan yetkili ilk dört su­ baydan biri. Kara Harp Okulu'nu bitirdiği 1939 yılında teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katıldı. İkinci Dünya Savaşı'nın ilk yılların­ da Trakya'daki tugayda, 1945-1950 yılları arasında da olası Sov­ yetler Birliği işgaline karşı sınırda bulundurulan askeri birlikte görev yaptı. Özel harp eğitimi için 1951 yılında Almanya'ya gönderildi. Dönüşünde binbaşı rütbesiyle Türk tugayında görevli olarak Ko­ re Savaşı'na gitti. O da Almanya'da öğrendiği özel harp teknikle­ rini diğerleri gibi Kore'de pratiğe döktü. Kore dönüşünde ise Daniş Karabelen'in teklifi üzerine Özel Harp Dairesi'ne geçti. Dairenin de ilk Lojistik Şube Müdürü oldu. Dairede tam sekiz yıl görev yapan ve bugün 90 yaşında olan İsmail Tansu, Özel Harp Dairesi'nin ilk yıllarını, bilinmeyenlerini anlattı. İsmail Tansu ile 18 Mayıs 2007 günü Ankara'da görüştük. Tan­ su, sorularımızı şöyle yanıtladı: - Kore Savaşı'na kaçırıcı tugayda görevli olarak gittiniz? - Üçüncü Tugay'daydım. Yani 'savaşan tugay'daydım. Bizden öncekiler mevzi savaşları şeklinde sürmüştü. Kayıplarından belli zaten; ikinci tugayın kaybı 40-50 kişi civarındaydı. Bizim birçok yerimiz aynen Çanakkale siperleri gibiydi. Düşmanla 25 metrede bile karşı karşıyaydık. Bir gün bu siperleri denetlemeye gittiğim zaman bir makineli tüfek siperine girdim, orada bulunan onbaşı eli tetikte bekliyor. Ben de oradan bakayım dedim, 25 metre ileri­ deki siperden ateş açıldı. Emir almıştık zaten biz karşı tarafa taar­ ruz etmeyecek, mevzi kazanmayacaktık. - Emri kim vermişti? - Birleşmiş Milletler. Yalnızca savunma yapıyorduk. Buna rağ­ men bir kez bizim cephemize Çinliler, Kuzey Koreliler ile birlikte taarruz ettiler. Kolayca da püskürttük. Fakat 28-29 Mayıs muhare­ beleri çok şiddetliydi. Çinli ve Koreliler beş tümenle üstümüze geldi, yani 30 bin kişiyle. Ramazan akşamı başladı çatışmalar. So­ nunda 500'e yakın şehit verdik, bine yakın yaralımız oldu ama si­ perleri bırakmadık. Çatışmalar üç gün sürdü. Amerikan uçakları102

nın yukarıdan aldıkları fotoğraflardan düşmanın bu çarpışmalar­ da dört bin civarında askerinin öldüğü anlaşıldı. Eğer cephemizi yarmış olsalardı, Türk tugayını tamamen nehre dökeceklerdi. Amerikalılar bize madalya verdi. Barış ateşkesini biz yaptık ve döndük. Kore'de bir yıl kaldık. - Özel Harp Dairesi'nin ilk başkanı Daniş Karabelen ile Kore'de mi tanıştınız? - Evet. Kore dönüşünde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda bir göreve atandım. Ama Daniş Paşa, beni yanına aldı sonradan. Ya­ nında, Genelkurmay Başkanlığı'nda çalışmaya başladım. - Özel Harp Dairesi'nde mi? - Evet. Daire önceden kurulmuştu ve 5-10 kişilik bir kadrosu vardı. Ama aktif değildi. Biz gelince kadro kurduk. Dairenin adı o dönemde Özel Harp Dairesi değildi. Çünkü adının gizli tutulma­ sı gerekiyordu. Bunun nedeni de görevi gereğiydi. Çünkü yaptı­ ğımız iş gizliydi. Bu nedenle Seferberlik Tetkik Kurulu adını ver­ dik. Hakikaten dairenin bu görevi o dönem çok gizliydi. Soğuk Savaş'ı düşünün, Ruslar her an bize taarruz edebilir, Amerikalı­ larla müttefikiz ve NATO üyesiyiz. L i b y a ' d a özel h a r p k a r a r g â h ı m ı z v a r d ı

- Özel Harp Dairesi'nin kurulması fikri nereden çıktı? - Amerikalıların teklifi üzerine Özel Harp Dairesi kuruldu. - Dairenin görevi tam olarak neydi? - Amerikalılar bize, "Öyle bir teşkilat kurun ki Ruslar taarruz edip, işgal edecek olurlarsa alacakları arazide önceden kurulmuş örgütler gerilla savaşı yapsınlar," dedi. Görevimiz de buydu. Buna hazırlanıyorduk. Amerika'nın düşüncesi şuydu: Türkiye olası sal­ dırıda zaten ilk işgal edilecek ülke. Amerika kendine zaten Toroslar'da ileri karakol kurmuştu. Hatta Ruslar işgal ettiğinde Türkiye hükümetinin dışarıda kurulacağı yer bile belliydi. Bunlar bilinme­ yen şeyler, ilk kez söylüyorum, bizim de, yani Özel Harp Daire­ si'nin olası işgale karşı yurtdışında da bir karargâhımız vardı. - Hangi ülkedeydi? - Libya. Vazifemiz Türkiye işgal edildiğinde Rusları arkadan vurmaktı. En önemli vazifemiz ise barış zamanında özel bir örgüt kurmaktı. Bunu yaptık. 103

- Dairenin adı O dönemde Özel Harp Dairesi olsaydı ne tür sorunlar yaşanırdı? - Şimdi bu teşkilatı kurmak için elemanlarımızın tüm Türki­ ye'yi dolaşması gerekiyordu. Adam tespit edip, örgüte alacaklar. Bunların gizli yapılması gerekiyordu. Ama Seferberlik Tetkik Ku­ rulu olunca, "Seferberlik döneminde lazım olur diye bilgi toplu­ yoruz," diyorlardı. Yani daha rahat oluyordu. Sivillere gizli h a r e k â t eğitimi

- Sivil halk arasından mı seçiyordunuz teşkilat elemanlarını? - Evet. Barış döneminden bunu yaparak işgale hazırlanıyor­ duk. Onlara gizli harekât tekniğini öğrettik. Bütün vaktimizi ör­ gütü kurmaya verdik. Bunlarla uğraşırken Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulması emrini aldık. - TMT'nin kurulması fikri kimindi? - Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Rumların örgü­ tü EOKA'nın terörüne karşı bir örgüt kurulması fikrini ortaya at­ tı. Bunun için Başbakan Adnan Menderes ile görüştü. Menderes'i ikna etmekte biraz güçlük çekti. Menderes'in karşı çıkmasının ne­ deni NATO içinde Yunanlılarla müttefik olmamız ve Yunanistan Başbakanı'nın kendisinin çok samimi dostu olmasıydı. Menderes, sorunların barış yoluyla çözülmesi umudunu taşıyordu. "Karşı karşıya boğuşmayalım," diyordu. Ama sonunda örgütün kurul­ ması için ikna oldu. Bunun üzerine Fatin Rüştü Zorlu, Genelkur­ may Başkanlığı'na örgütün kurulmasını istediğini bildirdi. Genel­ kurmay da bizim daireye sordu, "Böyle bir örgüt kurabilir mi­ yiz?" diye. Biz de "Hazırız," dedik. Çalışmalar başladı. Teşkilatın kuruluş planını da ben hazırladım. Teşkilatın genel koordinatörü olarak işleri takip ettim. - Sonuçta TMT gizli ve illegal bir örgüt. Zorlu ve Menderes dışın­ daki siyasiler de haberdar mıydı bu örgütten? - Hükümetin emriyle kurduk zaten. Kendi başımıza kurma­ dık. Tüm yetkililer biliyordu ve destek oldu. Bir tek Deniz Kuv­ vetleri Komutanı Fahri Korutürk yardımcı olmadı. Kıbrıs'a cep­ hane taşımamız için desteğe ihtiyacımız vardı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun aracılığıyla Fahri Korutürk'e gittik, Daniş Paşa'yla birlikte. Tek isteğimiz silah sevkıyatı sırasında deniz 104

kuvvetlerinin bizi korumasıydı. Çünkü arada 60 millik bir mesa­ fe var. Fırtına oluyor ya da başka tehlikeler. Korutürk, isteğimize hemen cevap vermedi. Sonra "NATO, tüm birliklerimizin her an nerede ne yaptığını biliyor. Donanmamızdan bir destek vereme­ yiz," dedi. İkinci bir görüşme daha yaptık ama yine sonuç çıkma­ dı. Sonra biz bir gemi satın aldık, Deniz Kuvvetleri Komutanlı­ ğından bir asker kaptan istedik. Bir başçavuş görevlendirdiler. Kaptanla satın aldığımız gemiye gittik, "Bunun kamerası yok, pu­ sulası yok," diye bahaneler üretmeye başladı. Yan çizdiğini anla­ yınca geri gönderdik. Kendi imkânlarımızla kaptan bulduk. Tel­ sizci olarak da Özel Harp Dairesi'nden bir başçavuşu görevlen­ dirdik. Tam bir buçuk yıl bu gemiyle silah taşıdık, kimsenin ruhu duymadı. Bir kez yakalanmak üzereyken geminin batırılması em­ rini verdim. O kadar silahla yakalanıp hükümeti zor durumda bı­ rakmamak için yaptık. İçinde altı bin bomba ve 500 makineli tü­ fek var. O zaman binbaşıyım. O saatte Daniş Karebelen'i uyandıramazdım, vakit de yoktu. Bu yetkim de vardı. Ama yine de Ge­ nelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, "Nasıl batırma emri verilir?" diye benim hakkımda soruşturma başlattı. Hemen Dışişleri Baka­ nı Fatin Rüştü Zorlu'ya bildirdim durumu. Zorlu, "Hallederim sen üzme kendini," dedi. Bir telefon etti, soruşturma kalmadı or­ tada. Fatin Rüştü Zorlu, hükümetin Kıbrıs politikasını Özel Harp Dairesi'ne göre yürütüyordu. Bunu bizzat ifade de etti. - Daniş Karabelen ve Rıza Vuruşkan niye görevden alındı? - Yarbay Rıza Vuruşkan'ı İkinci Dünya Savaşı sırasında Trakya'daki birlikte tanıdım. Özel Harp Dairesi'nin kuruluşundan iti­ baren dairede görev aldı. Dairenin Harekât Şube Müdürü'ydü. TMT lideri olması teklifini de ben ona götürdüm. O da kabul etti. Çok ciddi bir subaydı, tam özel harpçiydi. Rıza Vuruşkan, özel ola­ rak seçip ekibine aldığı Şefik Karakurt'un ihanetine uğradı. Karakurt, Vuruşkan'ı Milli Birlik Komitesi'ndeki arkadaşlarının aracılı­ ğıyla görevden aldırdı ve yerine geçti. Daniş Karabelen'in görev­ den alınmasının tek nedeni kardeşi Danyal Akbel'in Demokrat Farti'den milletvekili olmasıydı. Sonradan onun yerine atanan Faruk Ateşdağlı, bize Daniş Karabelen'i hiç aratmadı. Daniş Faşa sürekli bana nasıl danışıyorduysa o da aynısını yaptı. Önümü sü­ rekli açık bıraktı, hiç zorluk çıkarmadı. Zaten Faruk Ateşdağlı da­ ireyi bir basamak yapıp yurtdışı göreve gitmek istiyordu.

105

Bize ' M e n d e r e s ' i n g e s t a p o s u ' diyorlardı

- 27 Mayıs'ı gerçekleştirenler, Özel Harp Dairesi personelini Men­ deres'in özel ekibi diye tutuklama kararı alıyor. Ancak sonradan bu ka­ rardan vazgeçiliyor. Siz mi vazgeçirdiniz? - Evet. Ama bizi tutuklayabilirlerdi. Çünkü Özel Harp Dairesi'ne 'Menderes'in silahlı gizli örgütü/ hatta 'Menderes'in gesta­ posu' diyorlardı. Bu nedenle Alparslan Türkeş'i tebrike gittim. Bu vesileyle, "Bizi tutuklayacakmışsınız, bu doğru mu, biz Kıbrıs'ta nasıl bir mücadele veriyoruz haberin var mı?" diye tepki göster­ dim. Türkeş tutuklama olmayacağını söyledi. Hatta, "Emredin ne varsa yapayım," diyerek bana sarıldı. Ben de hemen 10 maddelik bir ihtiyaç listesi yazdım. On maddenin hepsini yerine getirdi. - Neler istediniz? - Kıbrıs'a yaptığımız silah sevkıyatında zorluk çıkartılmama91; yeni subayların verilmesi, daireye iki özel otomobil verilmesi, ödenmeyen paraların yatırılması ve desteklerin sürmesi. En önemlisi paraydı. Çünkü Kıbrıs'taki faaliyetimiz durmak üzerey­ di. Günler geçmesine karşın Türkeş'in yatacak dediği para yatma­ dı. Yeniden yanına gittim. Paranın yatmadığını söyledim. Tabii o zaman Türkeş de Başbakan Müsteşarı, önemli mevkide, sözü ge­ çiyor. Çağırdı Dışişleri Bakanı Selim Sarper'i, bir haşladı para yat­ madı diye. O gün parayı verdiler. - Siz neden emekliye ayrıldınız? - Beni görevden alacaklardı. Çünkü Menderes'in adamı olarak görüyorlardı. Beni harcamalarına katlanamazdım. Bunca önemli görevler yaptıktan sonra, başbakanlarla, dışişleri bakanlarıyla ça­ lıştıktan sonra sürgün ihtimaline karşı emekliliğimi istedim ve ay­ rıldım. Daniş Karabelen beni oğlu gibi seviyordu. Yoksa hiyerar­ şide bir general ile binbaşı arasında çok fark var. Ayrıca bana çok güveniyordu. Bütün yetkilerini kullanmama müsaade ediyordu. Ben de onu zor durumda bırakmadım hiç. İstanbul B o ğ a z ı ' n a silah g ö m d ü k

- 27 Mayısçılar sizleri tutuklasalardı, Özel Harp Dairesi'ni dağıta­ bilir iniydiler? - Hayır yapamazlardı. Dairenin özel görevi vardı. Kadrolara

106

da ciddi bir şekilde dokunamazlardı. Çünkü özel eğitimli subay­ lardı ve görevleri vardı. Büyük risk olurdu. Sincan'da, Antalya'da kamp açmıştık. Bu subaylar burada eğitmenlik yapıp adam yetiş­ tiriyordu. Ayrıca bizim daire Amerikalılarla işbirliği içindeydi. Biz Amerikalıların binasına giderdik, onlar bize gelirdi. Çünkü teşkilatın destekçisi onlardı. O Amerikalıların hepsi de CIA men­ subuydu. Başlarında albay vardı. Bütün harekât işlerimiz ortaktı. Ama Alparslan Türkeş sürgüne gittikten sonra dairenin işleri ye­ niden kötüye gitti. Dairenin önemi ikinci plana düştü. - Sovyetler Birliği'nin olası işgaline karşı ne tür hazırlıklarınız var­ dı? - Örgütün temel amacı buydu. Ruslar geldiğinde Kars'tan, Ar­ dahan'dan başlayarak yetiştirdiğimiz insanlar görevlerini yapa­ caktı. Tabii karargâhla irtibatlı olarak. Rusları arkadan vuracak­ lardı. Kullanacakları silahları da gömdük. Silah, telsiz, teçhizatlar hazırdı. Silahların koordinatları eğitilen insanlarda vardı. Silahlar en çok sınır illerinde vardı. Bu silah depoları ve yerlerini Ameri­ kalılarla birlikte kontrol ederdik. İstanbul Boğazı'nın belli yerle­ rinde bile gömdüğümüz silahlar vardı. Amerikalıların bize gizli teşkilat için verdiği özel telsizler vardı. Biz bunları da gömmüş­ tük. Bunların bir kısmını Şile'ye gömmüştük, silahlarla birlikte. Bu telsizlerin bir kısmını Kıbrıs'a gönderdik. Gizlice bidonların içinden telsizleri çıkardık, yerine hellim peyniri koyduk. Boş ol­ duğu anlaşılmasın diye. Çünkü Amerikalılar zaman zaman teftiş ediyordu. Kutuları görünce telsizlerin yerinde olduğunu düşüne­ rek içine bakmıyorlardı.

107

Altıncı Bölüm Özel Harp Dairesi Adına Kavuşuyor Türk Silahlı Kuvvetleri içinde 27 Mayıs sürecini en sancılı atla­ tan askeri daire veya birlik Özel Harp Dairesi oldu. Görevden alı­ nan subayların yerine atamalar yapılmadı. Bütçeden örtülü ola­ rak -başka harcama gösterilerek- daireye ayrılan paralarda da ge­ cikmeler oldu, hatta kesildi. Milli Birlik Komitesi'nin "Daire baş­ sız kalmasın" düşüncesiyle, sırasıyla atadığı üç komutan da dai­ reyle çok ilgili olmadı. Özel Harp Dairesi'nin geri planda olduğu bu dönemde Türki­ ye'de önemli gelişmeler yaşanıyordu. Yassıada Mahkemesi'nin idama mahkûm ettiği Adnan Mende­ res, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan darağacına yollandı. Referandum ve seçim yapıldı. Yeni anayasa yüzde 60.4 kabul oyuyla yürürlüğe girdi. Genel seçimlerden CHP birinci parti çıktı. İsmet İnönü kuru­ lan koalisyon hükümetinin başbakanı oldu. 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel ise Cumhurbaşkanlığı koltu­ ğuna oturdu. Bu tarihten sonra orduda yeni bir dönem başladı. Zamanla 27 Mayıs darbesini yapanlar birer birer tasfiye edildi. Yerlerine ise 27 Mayıs'a muhalif askerler geliyordu. En önemlisi Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna Cevdet Sunay oturdu. Tıpkı Alparslan Türkeş gibi Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunu iyi bilen Cevdet Sunay, 6-7 Eylül olayları sırasında dairenin sürek­ li iletişim içinde olduğu Genelkurmay Merkez Daire Başkanı'ydı.

109

D e m i r e l Geldi, D a i r e Y e n i d e n T o p a r l a n d ı

Yeni dönemin başdüşmanı yeniden komünizmdi. Çünkü 27 Mayıs Anayasası'nın oluşturduğu ortamda sosyalist fikirler ra­ hatça tartışılıyordu. Sendikal hareketin önü açılmıştı ve bunlar politikaya da yan­ sıyordu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) de kurulmuştu. Aydınlar ve özellikle de dünyadakine paralel olarak öğrenciler arasında sol fikirler hızla yayılıyordu. Tüm bunlar Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı ve yeni or­ du kadrosunu korkutuyordu. Harekete geçen Cevdet Sunay, dev­ leti kurtarma planlarını yürürlüğe koydu! Devleti ellerinden kurtarmaya çalıştığı ise komünistlerdi! Bunun için bir genelge yayımlayarak Komünizmle Mücadele Metotları'nın askeri okullarda ders olarak okutulmasını istedi. Bu metotların tüm Silahlı Kuvvetler mensupları tarafından da okun­ masını emretti. Ve devletin komünistlere karşı yeni silahı ise İslamcılardı! Cevdet Sunay'ın bu 'kurtarma' planından sonra Komünizmle Mücadele Derneği 1963'te yeniden türedi. Demek, daha önce ille­ gal bir şekilde faaliyet gösteriyordu. Ülkenin her tarafında hızla şubeleri açıldı. İller yetmeyince bu kez ilçelere yayıldı. 1968'e gelindiğinde bu derneğin şube sayısı 141'e ulaştı. Her yerde Türkiye'nin 'menfaatleri' için devlet eliyle dinci dernekler açılıyordu. Bu tür derneklerin sayısı artık on binlerle ifade ediliyordu. Her gün onlarca Kuran kursu açılırken imam hatip okullarının sayısı da gittikçe arttı. İzinsiz faaliyet yürüten Kur'an kursu sayı­ sının tahmini bile imkânsızdı. Düşman ise Özel Harp Dairesi'ninkiyle ortaktı: Komünistler. Tüm bu gelişmeler sürerken genel seçimler geldi çattı. 10 Ekim 1965'te yapılan seçimler sonucunda Süleyman Demirel başbakan oldu. Yeni hükümet göreve başlar başlamaz iki kurumda önemli de­ ğişikliklere gidildi. Bu kurumlardan biri MİT, öteki Özel Harp Dairesi'ydi. 110

İlk önce Özel Harp Dairesi'nden başlandı. Dairenin başına hem Cevdet Sunay'ın yakından tanıdığı hem de Demirel'in bildiği bir general atandı: Tuğgeneral Recai Engin. O dönemin etkin askerlerinden olan ve harp teknikleri anla­ mında en uzman isimlerden biri kabul edilen Recai Engin'in görevlendirilmesiyle Özel Harp Dairesi'nin sorunları (!) çözüme ka­ vuştu. Hemen yeni kamplar açıldı. Özel Harp Dairesi'nin ödeneği ar­ tırıldı. Yeni personel ataması yapıldı. Kısaca 27 Mayıs'tan sonra geri planda kalan Özel Harp Dairesi yavaş yavaş yeniden eski ih­ tişamlı günlerine döndü. Fuat Doğu M İ T ' i n Başında Süleyman Demirel'in başbakan olmasının hemen ardından 'komünizm tehlikesine' karşı Özel Harp Dairesi'nde yapılan yeni­ liklerden sonra sıra MİT'e geldi. Ama MAH nasıl MİT adını aldı, önce bu sürece bakalım. 1927'den beri faaliyet yürüten MAH'ın yasal statüsü yoktu. Bu nedenle bir yeraltı örgütü gibi çalışıyordu. Çalışanları ve elemanları ise İçişleri Bakanlığı ve Milli Savun­ ma Bakanlığı kadrolarında gözüküyordu. Ayrıca çalışanların da istihbarat faaliyetleriyle ilgili kanuni statüleri yoktu. İstihbarat toplamada çok zorluk çekiliyordu. 27 Mayıs darbesinden sonra MAH'ın CIA'nın denetimine geç­ tiğinin ve diğer yabancı servislerle iç içe olduğunun ortaya çıkma­ sı üzerine Milli Birlik Komitesi, teşkilatı yasal statüye çıkarmak için çalışmalar başlattı. Bu görev de dönemin Devlet Planlama Teşkilatı Başkanı Şinasi Orel'e verildi. Amerika'da özel eğitim alan Orel, yabancı istih­ barat servislerini biliyordu. Orel, teşkilat yasasının hazırlanması için özel bir komisyon kurdu. Komisyonda MAH'ın hukukçuları, Genelkurmay İstihba­ rat Dairesi, İçişleri Bakanlığı ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nın gönderdiği temsilciler yer aldı. Komisyon işe başta CIA olmak üzere tüm yabancı servislerin yapılarını incelemeyle başladı. Özelikle CIA ve Sovyetler Birliği istihbarat örgütü KGB üzerinde duruldu. III

Sonunda komisyon, Milli İstihbarat Teşkilatı Yasa Tasarısı'nı hazırladı. Tasarı, İsmet İnönü'nün başbakanı olduğu hükümet ta­ rafından Meclis'e gönderildi. Oradan da görüşülmesi için komis­ yona havale edildi. Ama yasa tasarısından ses çıkmadı, tasarı ade­ ta ortadan kayboldu. Komisyona havale edilmesinden tam iki yıl sonra MİT Yasa Tasarısı 23 Mart 1965'te Meclis Genel Kurulu'na geldi. Ve bir MAH başkanı ilk kez Meclis kürsündeydi. Ziya Selışık, tasarıyla ilgili konuşma yaptı. Sonra maddeler tek tek görüşülmeye başlandı. Onuncu maddeden sonra Adalet Par­ tili milletvekillerinin önerisi üzerine gizli oturuma geçildi. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra çalışmalara başlayan, 1963'te İsmet İnönü tarafından Meclis'e sevk edilen tasarı, 644 sa­ yılı Milli İstihbarat Teşkilatı Yasası olarak 6 Temmuz 1965'te yü­ rürlüğe girdi. Artık MAH tarih olmuştu. Ancak giden sadece adı oldu. Tüm kadrosu ve işlevi MİT'e geçti. Ama artık teşkilat yasal statüye ka­ vuşmuştu. Yeni yasaya göre MAH başkanı, MİT müsteşarı oldu. Müsteşa­ rın kim olacağına da Milli Güvenlik Kurulu karar verecekti. Öne­ ren kişi başbakan, onaylayacak da cumhurbaşkanı olacaktı. Yani atanacak MİT müsteşarı konusunda son söz Cumhurbaşkanı'ndaydı. Bu nedenle de MİT'in bilgi aktaracağı kişilerin listesinin ilk sı­ rasında cumhurbaşkanı vardı. Sıralama şöyleydi: Cumhurbaşka­ nı, başbakan, genelkurmay başkanı ve Milli Güvenlik Kurulu sek­ reteri.* MİT'in bağlı olduğu kurum ise Başbakanlık'tı. MİT müsteşarı­ nın birlikte çalışacağı daire başkanlarını kendisi veya doğrudan bağlı olduğu başbakan seçemiyordu. Müsteşar ancak bu isimleri MGK'ya önerebiliyordu. MGK kabul ettikten sonra başbakan ve sonunda cumhurbaşkanı onayladığı takdirde bu isimler daire başkanı olabiliyordu. MİT'e verilen görev asılında MGK için istihbarat toplamaktı. Yasada yer alan maddelerden biri mevcut MAH Başkanı Ziya Şelışık'ı da çok yakından ilgilendiriyordu. Yeni yasaya göre müs­ teşar 65 yaşını geçmiş olmayacaktı. *

T u n c a y Ö z k a n , MİT'in Gizli Tarihi, Alfa, 2 0 0 3 , 1 7 . b a s k ı , s . 2 2 1 .

112

Ziya Selışık ise 1900 doğumluydu, yani tam 65 yaşındaydı. Yasa çıkar çıkmaz Ziya Selışık emekliye sevk edildi. Son MAH başkanına MİT müsteşarı olmak nasip olmamıştı. Selışık'ın yerine yeni bir isim de atanmadı. Müsteşar ataması birkaç ay sonra yapılacak seçimlerden sonraya bırakıldı. Vekale­ ten teşkilatın Ankara Bölge Başkanı Avni Kantarı bu görevi yürüt­ tü. Seçimler sonunda koltuğa oturan Süleyman Demirel ve yeni MGK, bu süreçten sonra komünistlere karşı MİT'i yeniden yapı­ landırmaya başladı. Özel Harp Dairesi Başkanı Recai Engin gibi, özel harp eğitim almış tanıdık bir başka general de MİT'in başına getirildi: Fuat Doğu. MGK'nın Süleyman Demirel'in önerisini kabul etmesi, Cum­ hurbaşkanı Cemal Gürsel'in de onaylaması üzerine Sivas'ta görev yapan Tuğgeneral Fuat Doğu hemen Ankara'ya çağrıldı ve göre­ vine başladı. Teşkilat içinde Amerika ve Almanya'da CIA'nın özel kampla­ rında eğitim alan ilk ajanlardan olan Doğu, buralardan öğrendik­ lerini daha sonra CIA'nın kurduğu Emirgan'daki istihbarat oku­ lunda Türk ajanlarına aktarmıştı. Daha önceki bölümde MAH'ın İstanbul Şefliği'nde çalışmaya devam ederken bıraktığımız Doğu, bu arada Fener Rum Patrikhanesi'nin faaliyetlerini takip etme görevini yürüttü. Daha sonra Ankara'ya geçen Doğu, yeni bir darbe hazırlanma ihtimaline karşı ordu içinde de istihbarat getirmesi için Genelkur­ may Başkanı Cevdet Sunay tarafından 27 Ağustos 1962'de MAH başkanı yapıldı. Aslında Cevdet Sunay, askerler hakkında da is­ tihbarat yapılması isteğini Doğu'dan önceki MAH Başkanı Naci Aşkun'a bildirmişti. Ancak bu isteğe karşı çıkan Aşkun, "Bu em­ rinizi yarından itibaren uygulayacağım ve izleme işine ilk olarak sizden başlayacağım," diyerek görevinden istifa etti. Aşkun'un yaptığı davranışı sergilemeyen Doğu, iki yıl bu gö­ revi sürdürdükten sonra Sivas'taki 59. Tümen Komutanlığı'na atandı. Nazi generali Gehlen'in öğrencisi Fuat Doğu, Süleyman Demi­ rel'in gelişiyle ikinci kez teşkilatın başına geçti. 113

Özel Harp'i Deşifre Eden Gazeteci Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay 28 Mart 1966 günü cum­ hurbaşkanı olunca yerine Orgeneral Cemal Tural geçti. Gazeteci İlhami Soysal da o dönem masonlar üzerine araştırma yapıyordu. Daha sonra da bu araştırmalarını kitap olarak yayınlayacak olan Soysal, aslında pek de farkına varmadan 1960'lı yılların ba­ şında Özel Harp Dairesi'yle bağlantılı olan birkaç isimden bahse­ diyordu. Bir de Akşam gazetesindeki köşesinde yüksek rütbeli komu­ tanlar için lüks köşkler yapılmasını eleştiriyordu. Hatta ilk önce genelkurmay başkanlarının yasalara uygun davranması gerektiği üzerinde duruyordu. Bu yazılar üzerine İlhami Soysal imzasız tehdit mektupları al­ maya başlamıştı. Aldırmadı, yazmaya devam etti. 8 Eylül sabahı başına gelecekleri nereden bilebilirdi ki... Soysal o sabah, gazeteye gitmek üzere her zamanki gibi evin­ den çıktı. Minibüs durağı Çankaya'daki evinden birkaç yüz met­ re uzaklıktaydı. Sabah yürüyüşü keyfiyle yaptığı kısa yürüyüşün ardından durağa henüz gelmişti ki, yanı başında siyah bir otomo­ bil bitiverdi. Çevredekilerin de dikkatini çekecek ölçüde karanlık olan otomobilin sürücüsü Soysal'ı davet ediyordu; "İlhami Bey, geçerken ben sizi gazeteye bırakırım..." İlhami Sosyal kısa bir tereddüt geçirdikten sonra otomobile bindi. Öyle ya, otomobilde sürücüden başka kimse yoktu... Kor­ kacak ne vardı... Otomobil hareket ettikten 200 metre kadar sonra yeniden dur­ du. Siyah giyimli iki adam daha otomobile binmişti. "Dolmuş mu yapıyor bu adam nedir?" diye içinden geçirmekte iken, sonradan binenlerden biri, "Sen bizim büyüklerimizi, komutanlarımızı na­ sıl tenkit edersin?" diye bağırdı. Ardından da sunturlu bir küfür savurdu. Aydın bir aileden gelen, iyi eğitimli Soysal, küfrün k'sını, sövgünün s'sini bilmezdi. Neye uğradığını şaşırdı. Şaşkınlığı­ nı üzerinden atamadan, sonradan binen siyah giyimli adamlar Soysal'ın üzerine atıldılar. Soysal'ın suratına birbiri ardına yum­ ruk iniyordu. Bu arada otomobil Ankara caddelerini tamamlamış, kentin dışına doğru yol almaya başlamıştı. Yumruklanarak feci şekilde hırpalanan Soysal artık kendinde 114

değildi. Yüzü gözü kan içinde kalan Soysal'ı Çayyolu Köyü ya­ kınlarında yol kenarına atıp gittiler. Olay üzerine yapılan soruşturmalar, araştırma yapanları sür­ priz olmayan sonuca ulaştırdı. İlhami Soysal'ı dövüp yol kenarı­ na atanlar Özel Harp Dairesi görevlileriydi. Bu kişiler, Yarbay Raci Tekin, Astsubay Başçavuş Yüksel Aşçıoğlu ve Astsubay Sadık Görmez'di. Otomobil de Raci Tekin'e aitti. Ama ne otomobili ne de kendi­ si bulunabiliyordu. Sonradan ortaya çıktı ki deşifre olan Raci Te­ kin, Özel Harp Dairesi'nin illegal örgütü TMT'nin kadrosunda görev yapması için Kıbrıs'ta görevlendirilmişti. Özel Harp Dairesi içinde lakabı 'Kasap' olan Raci Tekin'in sicil numarası ise 1943/326'ydı.* Hem Raci Tekin hem de diğer iki astsubay hakkında İlhami Soysal'ı dövdükleri için dava açıldı. Ama delil yetersizliğinden beraat ettiler. İlhami Soysal'a saldırıya kamuoyunda çok tepki gelmesi üzerine Özel Harp Dairesi Başkanı Recai Engin görevin­ den alındı. Londra'ya ataşe olarak gönderildi. Dayakçı özel harpçileri deşifre eden gazeteci İlhami Soysal, hem 12 Mart hem de 12 Eylül darbelerinde tutuklanarak cezaevi­ ne konuldu. Saldırı sırasında vücudunda ciddi hasarlar oluşan Soysal bu hasardan kaynaklı olarak kısmi felç geçirdi. C i h a t A k y o l Diye B i r G e n e r a l

Recai Engin, Özel Harp Dairesi Başkanlığından alınıp 'hava değişimi' için Londra'ya gönderilirken MİT'te büyük bir kavga vardı. Özel harp eğitimi almış iki yönetici her gün karşı karşıya geli­ yordu: Fuat Doğu ve Cihat Akyol. Süleyman Demirel, Fuat Doğu'yu MİT Müsteşarlığı'na getirir­ ken, teşkilatın İstihbarat Daire Başkanlığı koltuğunu ise Kurmay Albay Cihat Akyol'a verdi. Cihat Akyol da Fuat Doğu gibi NATO kamplarında özel harp *

R a c i Tekin'in o ğ l u M u z a f f e r Tekin de s u b a y oldu. H e m de k o m a n d o . Ya­ ni o da özel harpçiydi. Tuzla'daki k o m a n d o k a m p ı n d a hocalık yaptı. 2 0 0 6 yılındaki

Danıştay

saldırısı

ve

sonrasındaki

2007'deki çete o p e r a s y o n u n d a tutuklandı.

115

olaylarda

gündeme

geldi.

eğitimi almış bir subaydı. Bu eğitimlerden sonra binbaşı rütbesindeyken MAH'ta çalışmaya başlamıştı. NATO'nun Paris'teki karargâhında da bulunan Akyol, Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı ve Genelkurmay İstihbarat Baş­ kan Yardımcılığı gibi önemli görevlerde bulundu. Son olarak Moskova'da askeri ataşelik yapan Akyol'u Demirel hem komünistleri iyi 'tanıması' hem de özel harp eğitimi alması nedeniyle bu göreve getirmişti. Ancak devletin istihbaratını teslim ettiği iki isim anlaşamıyordu. Cihat Akyol, MİT Müsteşarlığı'nın kendisinin hakkı olduğu­ nu düşünüyordu. Zaten Fuat Doğu da Akyol'u yerinde gözü olmakla suçluyor­ du. Doğu, Akyol'u sürekli Başbakan Süleyman Demirel'e şikâyet ediyordu. Akyol'un ise Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'la arası iyiy­ di! Sonunda Süleyman Demirel kavgaya müdahale etti. Süley­ man Demirel'in önerisi üzerine Genelkurmay Başkanlığı, Cihat Akyol'un Recai Engin'in yerine Özel Harp Dairesi'nin başına ge­ tirilmesi kararını aldı. Ancak bir sorun vardı: Özel Harp Dairesi Başkanlığı kadrosu tuğgeneraldi. Cihat Akyol ise kurmay albaydı. Çözüm de hemen peşinden geldi; Cihat Akyol tuğgeneralliğe terfi edildi. Cihat Akyol'un dairenin başına getirilmesiyle birlikte önemli bir değişiklik daha yapıldı. Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi adını aldı. Böylece daire gerçek kimliğine kavuştu. Dairede Seferberlik Tetkik Kurulu adı sadece kâğıt üzerinde kalıyordu. Daire personeli ve Silahlı Kuvvetler mensupları kuru­ luşundan itibaren Özel Harp Dairesi adını kullanıyordu. Hatta bazen yazışmalar bile bu adla yapılıyordu. Komünizmle mücadele görevi verilen MİT ve Özel Harp Dai­ resi'nin başında artık NATO merkezlerinde ve CIA kamplarında özel harp eğitimi alan ve bu alanda 'ünleri' bulunan iki isim var­ dı:

I u>

MİT: Fuat Doğu. Özel Harp Dairesi: Cihat Akyol. İkisi de Nazi generali Gchlcn'in eğitim sisteminden geçmişti. O sırada Türkiye'de Gehlen'in ünü tüm Ortadoğu tarafından duyulan başka öğrencileri de vardı: Ruzi Nazar, Paul Henze ve Graham Fuller. Ruzi Nazar bunlar içinde en popüler olanıydı. 1959'dan beri Türkiye'de olan Nazar, Özbekli. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu'dan kaçıp Nazi safla­ rına katılan Nazar, 1917 Özbekistan doğumlu. Taşkent'te üniver­ site eğitimini tamamladıktan sonra Ukrayna'nın Odessa kentinde bir süre çalıştı. 1941 yılında trenle Romanya üzerinden Alman­ ya'ya geçen Nazar'ın Nazilerle ilişkisi bu sırada başladı. Tekrar Ukrayna'ya dönen Nazar, Nazi ordusu öncülüğünde savaş sırasında Sovyetler Birliği'ne ciddi zararlar veren Türkistan Birliği'ni kurdu. Bu birliğe Türkiye'deki Nazi yanlısı subaylar da destek veriyordu. Nazar, savaşın Sovyetler Birliği'nin galibiyetiyle sonuçlanaca­ ğını anlayınca Gehlen gibi Amerika'ya sığındı. Ondan sonra da Gehlen'le birlikte hareket etmeye başladı. Kı­ sa sürede de Nazi generalinin en yakınındaki isimlerden biri ol­ du. Gehlen'in Almanya'ya dönüşünden sonra Nazar CIA içinde aktif görev aldı. 1955 yılında da Amerikan vatandaşı oldu. Nazar, savaş sırasında Nazi yanlısı olan Alparslan Türkeş'le de Amerika'da CIA kampında tanıştı. Tanıştıran kişi ise Pentagon'da Türk Hava Kuvvetleri'ni temsilen bulanan ataşe yardım­ cısı Agasi Şen'di. Nazar, aynı dönemde Washington'daki Türk Büyükelçiliği'nde görev yapan gazeteci Altemur Kılıç ve CIA kamplarına gönde­ rilen Türk subaylarla da dostluk kurmuştu. 1959 yılında Türkiye'ye gelen Nazar, CIA ajanı olarak Ameri­ kan Büyükelçiliği'nde çalışmaya başladı. Ankara Bahçelievler'de karakolun karşısındaki iki katlı bir evde yaşamaya başlayan Na­ zar'ın evi Amerika'da CIA kampında tanıştığı Türkler tarafından ziyaret ediliyordu. Ziyaret edenlerin başında da Alparslan Türkeş geliyordu. Hat­ ta Nazar da Türkeş'i ziyaret ediyordu. Uğur Mumcu 27 Mart 1977 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bu ziyaretle ilgili şun­ ları yazdı: 117

"Ruzi Nazar, o günlerde Gaziosmanpaşa'daki bir eve sık sık gi­ der ve evde bir emekli kurmay albayla görüşürdü. 13u albay sonra­ dan, Türkiye'de siyasal etkinlik kazandı. Nazar, bu emekli ihtilalci albayın kızına 'Pan-Amerikan' adlı uçak şirketinde bir de iş bul­ muştu. Dostlukları çok sıkıydı." Ruzi Nazarın Türkeş'in yanı sıra Fuat Doğu ve Cihat Akyol'la da çok sıkı dostluğu vardı. İkili ziyaretlerden başka Nazar, Doğu ve Akyol üçlüsünün bir araya geldiği zamanlar da oluyordu. Nazar, fikirleri ve istihbarat anlayışları aynı olan Doğu ve Akyol'un anlaşamamalarına bir anlam veremiyordu. Bunu kendileri­ ne de ifade ediyordu.* Nazar da Doğu ve Akyol'un ziyaretlerine karşılık veriyordu. O da sık sık MİT ve Özel Harp Dairesi'ni 'ziyaret' ediyordu. Nazar'ın Türkiye'de olduğu bu dönemde MİT'e ajan alımında uygulanan politika tamamen değişti. Orta Asya kökenliler kolayca teşkilata girebiliyordu. Özellikle de Çerkezler ve Özbekler revaç­ taydı. Nazar'ın Özbek, Fuat Doğu'nun da Çerkez olması önemliydi. Personel alımındaki değişimin temel nedeni ise Sovyetler Birli­ ği topraklarında Orta Asya kökenlerinin daha rahat ajanlık yapma­ larıydı. Fuat Doğu'nun 5.5 yıl başında bulunduğu sürede MİT, Çer­ kez, Gürcü, Abaza, Dağıstanlı ve Tatarla doldu. MİT'e personel alımındaki bu politika değişiminin perde arka­ sındaki oynatıcısı Ruzi Nazar'di. CIA ajanı olan Nazar, 1969 yılına kadar Türkiye'de yaşadı. Aynı dönemde Türkiye'ye gelen önemli bir CIA yöneticisi de Paul Henze'ydi. CIA'nın Ortadoğu Şefi olan Henze, Orta Asya'daki tüm antikomünist örgütlenmelerin başındaki kişiydi. 1970'li yıllarda adı kontrgerilla eylemleriyle birlikte daha sık duyulacak Henze de Ankara'da yaşıyordu. Nazar7 a göre daha sıkı korunan bu CIA yöneticisi bir Amerikan üssünde değil de Gazios­ manpaşa semtindeki Hatıra Sokak'ta bir evde kalıyordu. Evin sahibi ise Özel Harp Dairesi yöneticisiydi.**

*

Fuat

D o ğ u , Nazar* la g ö r ü ş m e l e r e gittiğinde T ü r k i y e ' d e o l d u ğ u z a m a n l a r

y a n ı n d a bir i s m i d a h a g ö t ü r ü y o r d u . İ l e r i d e a d ı n ı t ü m T ü r k i y e ' n i n d u y a c a ğ ı b u kişi M İ T ' c i H i r a m A b a s ' t ı . * Evini Paul H e n z e ' y e kiraya veren Özel kendisi d e üst katta y a ş ı y o r d u .

118

Harp

Dairesi yöneticisi C.A.'nın

Yıllar sonra 12 Eylül darbesi için ABD Başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" diyecek olan da Paul Henze'ydi. Türkiye'de olan bir diğer CIA yöneticisi de Graham Fuller'dı. Tam bir Sovyetler Birliği 'uzmanı' olan Fuller, Harvard Üniversitesi'nden mezundu. Hem lisans hem de yüksek lisansını o dö­ nemde her üniversitede birden ortaya çıkan Rus İncelemeleri Kürsüsü'nden almıştı. Sovyetler Birliği'ne yakın olduğu için Türkiye'de yaşayan Fuller'ın gelişi sol hareketin taban bulduğu, İslamcıların panzehir olarak kullanılmaya başlandığı döneme denk geldi. 1964'te gelen Fuller, Cihat Akyol'un Özel Harp Dairesi'nin ba­ şına atanmasından birkaç ay sonra Türkiye'den ayrıldı. Daire Tümen Oluyor Cihat Akyol'un tuğgeneral yapılıp dairenin başına atanması hem Özel Harp Dairesi için hem de Türkiye için dönüm noktasıy­ dı! Kısa sürede dairenin 27 Mayıs darbesinden sonra oluşan so­ runlarını çözen Cihat Akyol, Özel Harp Dairesi'nde varlığını bu­ gün bile sürdüren yeni yapılanmaya gitti. Amerikan askeri yapısı ve teknikleri doğrultusunda birlikleri, hatta timleri yeniden di­ zayn etti. Akyol, Özel Harp Dairesi Başkanlığı'na gelmesinden iki yıl sonra bu kez tümgeneralliğe terfi etti. Akyol'un da rütbesinin art­ masıyla başka bir göreve atanması gerekiyordu. Ancak Genelkur­ may Başkanlığı, Türkiye'nin 'koşulları' ve 'ihtiyaçları'nı dikkate alarak dairenin büyütülmesini kararlaştırdı. 1952 yılında küçük bir ünite olarak göreve başlayan Özel Harp Dairesi, Kore Savaşı'nın ardından tugay seviyesine yükseltilmişti. Bir taraftan ordunun en önemli silahlarıyla donatılan, diğer taraf­ tan sivil unsurlarını da eğiten daire, artık tümen seviyesindeydi. Büyütülmesiyle birlikte dairenin yönetiminin bulunduğu ve Amerikan Askeri Yardım Kuruluşu JUSMMAT'la ortaklaşa kul­ landıkları eski Zırhlı Birlikler Okulu'nun binası da yetersiz kaldı. Cihat Akyol, Genelkurmay Başkanlığı'na daha büyük bir ka­ rargâha ihtiyaçları bulunduğunu iletti. Akyol, ordunun mevcut binalarından birine taşınmaktansa Özel Harp Dairesi'nin önemi dikkate alınarak yeni bir binanın inşa edilmesinden yanaydı. 119

Akyol bir de yer önerisinde bulundu: Kirazlıdere Mevkii. Ge­ nelkurmay Başkanlığı'nın öneriyi kabul etmesi üzerine inşaat başladı.* Cihat Akyol'un dairenin yapısını tamamen değiştirdiği baş­ kanlığı döneminde kendisine destek olan iki kilit subay daha var­ dı: Kemal Yamak ve Çetin Başar. Albay Kemal Yamak Özel Harp Dairesi'nin kurmay başkanıy­ dı. Başkan yardımcısı bulunmadığı için Cihat Akyol'dan sonraki yetkili isimdi. Kurmay Yarbay Çetin Başar ise dairenin Kıbrıs'la ilgili çalış­ malarını yürütüyordu. Türk Mukavemet Teşkilatı'nın Türkiye'de­ ki sorumlusuydu. Mücahitlerin eğitimi, silah ve yardım malzeme­ lerinin sevkıyatı, adaya gidecek subayların seçimiyle ilgilenen Çe­ tin Başar, daha sonra adaya giderek TMT'nin başına da geçti.** Cihat Akyol'un NATO'nun ve CIA'nın 'komünizmle mücade­ le konsepti' doğrultusunda Özel Harp Dairesi'ni yeniden yapılan­ dırması ve genişletmesi etkisini zamanla Türkiye üzerinde göster­ di. Dünyayla birlikte Türkiye'de de yayılan öğrenci ve sol hareke­ ti önlemek için özel harp teknikleri kullanıldı. Önce İslamcıların, ardından da ülkücülerin başrol oynadığı 'şiddet' olayları ve siyasal cinayetler bu dönemde yaygınlaştı. Sonra sıra toplumsal katliamlara geldi. Aslında bu cinayetler, şiddet olayları, provokasyon eylemleri ve katliamların işaretleri Akyol'un Özel Harp Dairesi başkanı ol-

Özel H a r p Dairesi b u g ü n Ö z e l K u v v e t l e r K o m u t a n l ı ğ ı adıyla inşaatı t a ­ mamlandıktan s o n r a t a ş ı n ı l a n b u b i n a d a f a a l i y e t y ü r ü t ü y o r . A m e r i k a n Askeri Y a r d ı m K u r u l u ş u da aynı askeri b ö l g e içinde bulunuyor. Korgeneral rütbesiyle o r d u d a n emekliye ayrılan Çetin başar ünlü y a z a r K ü r ş a t B a ş a r ı n babasıdır.

Kürşat

Başar babasının özel

harpçi

olduğunu

nasıl ö ğ r e n d i ğ i n i E c e v i t Kılıç'a anlattı: " O d ö n e m d e b e n i l k o k u l d a y d ı m . Ö z e l H a r p D a i r e s i ' n d e d e ğ i l G e n e l k u r m a y B a ş k a n l ı ğ ı ' n d a ç a l ı ş t ı ğ ı n ı bi­ liyordum. Babamın Özel

Harp

Dairesi'nde

teciliğe başladığımda ö ğ r e n d i m .

g ö r e v yaptığını galiba g a z e ­

Tam h a t ı r l a m ı y o r u m . A m a m e d y a d a

y e r a l d ı ğ ı m için Ö z e l H a r p D a i r e s i ' n d e ç a l ı ş t ı ğ ı n ı ö ğ r e n m e m i n b e n d e ç o k e t k i s i o l m a d ı . Z a t e n Ö z e l H a r p D a i r e s i ' y l e ilgili s ö y l e n e n l e r i n ç o ğ u ­ nun d o ğ r u olmadığını d ü ş ü n ü y o r u m . A m a Kıbrıs'a gittiğimde o r a d a k i insanlar babamın

neler yaptığını anlattılar. O r a d a n e k a d a r f e d a k â r işler

yaptıklarını g ö r d ü m . "

120

duğu dönemde yazdığı broşür ve kitapçıklarda yer alıyordu. Özel Harp Dairesi'nde subay, astsubay ve sivil unsurlara ders olarak okutulan bu broşürlerden en önemlisi 'Gayri Nizami Kuv­ vetlere Karşı Harekât' adını taşıyordu. Bu broşür Cihat Akyol'un dairedeki görev süresinin bitimine doğru Silahlı Kuvvetler Dergi" si'nin Mart 1971 sayısında 'ek' olarak yayımlandı. Amerikan özel harp doktrinlerini Türkiye'ye uyarlayan Akyol, kontrgerilla eylemlerinin nasıl yapılacağını ve yönlendirilece­ ğini açıkça belirtiyor: "Halkı mukavemetçilerden ayırmak için, sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi müdahale kuvvetlerince, zulme ka­ dar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara baş­ vurulması tavsiye edilir."* Amerika'nın özel harp doktrinlerinde olduğu gibi sol hareket­ leri, halkın tepkisini 'düşman' ve 'ayaklanma kuvvetleri' olarak nitelendiren Akyol, sola karşı mücadele tekniklerini de 'şiddet ha­ reketleri' ve 'misilleme' olarak tanımlıyor ve şu değerlendirmeler­ de bulunuyor: "Gayri nizami harekât örgütleri kuruluş hazırlıkları içinde çok zayıftır, başlangıçta güçsüzdürler. Mahdut ölçüde teşkil edilebile­ ceklerinden düşmanda gerekli ortam meydana gelmeden büyük ölçüde aktif bir harekâta girişmezler... Hazırlık safhası çok zama­ na ihtiyaç gösterir... Düşman gerilla harekâtını başlattıktan sonra, gecikilmiş olduğundan, gayri nizami kuvvetlerle mücadele zorla­ şacaktır... Gerçi müdahale tekniklerinden birisi de şiddet hareket­ leri ve misillemedir. Ancak bu tekniğin halka uygulanışının çok hassas olduğu unutulmamalıdır... Mukavemetin en verimli tohu­ munun zulüm olduğu bilinmelidir... General Papagos her köyde mahalli emniyet kuvvetleri teşkil etmek suretiyle kendi deyimi ile kesif bir beyin yıkama ameliyesine tabi tutulan köylülerin yeni­ den mikrop kapmalarını önlemiş, böylece gerillaların desteklen­ mesini önlemiştir."** İşte Cihat Akyol'un nasıl yapılacağını anlattığı bu şiddet ey­ lemleri ve misilleme saldırılardan sonraki aşama ise darbe, 12 * Cihat Akyol, 'Gayri Nizami

Dergisi,

Kuvvetlere

M a r t 1 9 7 1 , s. 1 5 .

* C i h a t Akyol, a.g.e., s. 1 3 .

121

Karşı Harekât',

Silahlı Kuvvetler

Mart ve 12 Eylül gibi. Bu iki darbeye baktığımızda Cihat Akyol'un kuramının aynen yerine getirildiği ortaya çıkıyor. Zaten bu gizli orduların dünyanın birçok yerinde uyguladığı bir özel harp metodudur. Siyasal cinayetler işleniyor, kimin yaptı­ ğı belli olmayan bombalar patlatılıyor, katliamlar gerçekleştirili­ yor, sol görüşlü öğrencilerle ırkçılar karşı karşıya getirtiliyor. Amaç da, halk bıksın, darbe bile olsa gelecek yönetime razı ol­ sun! Aynı özel harp metodu ve darbe süreci 21 Nisan 1967'de Yuna­ nistan'da da uygulandı. Darbelerin arkasında CIA ve o ülkelerde oluşturulan gizli or­ du vardı. Karabelen'den Türkeş'e: Komando K a m p l a n Aç

27 Mayıs darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi'nden uzak­ laştırılan ve Hindistan'a sürgüne gönderilen Albay Alparslan Türkeş, iyi yıl sonra, 23 Şubat 1963'te yeniden Türkiye'ye döndü. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadı; çünkü geride kalan ekibinin de zamanla ordudan tasfiye edildiğini gördü. Bir süre ordu içinde yeni arayışlara girdi ama önünün tıkalı olduğunu anlayınca ikti­ dara giden tek yolun siyaset olduğunu düşündü. Arkadaşlarıyla birlikte önce yeni bir parti kurmayı planladı. Sonradan bundan vazgeçerek mevcut bir partiye girerek yönetimi ele geçirmeye karar verdiler. Bir süre sonra partiyi de buldular: Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi. Türkeş, arkadaşlarıyla bu partiye 31 Mart 1965'te girdi. Ardın­ dan Adalet Partisi'nden iki milletvekili kopartarak partiye heye­ can getirdi. Partiyi ele geçirme harekcâtmı başarıyla yürüten Türkeş, beş ay sonra da amacına ulaştı. Parti içi dengelerin Türkeş lehine değiş­ mesi üzerine Genel Başkan Osman Bölükbaşı istifa etti. Bölükbaşı'nın yerine partinin başına geçen Ahmet Oğuz da 17 Haziran 1965'te Türkeş ve arkadaşlarının huzursuzluk yarattığını belirte­ rek genel başkanlıktan ayrıldı. 1 Ağustos 1965'te yapılan olağanüstü kongrede Türkeş de aday oldu. 698 oy alan Türkeş, CKMP'nin yeni genel başkanı oldu. 122

Türkeş, partide değişikliklere gitti. Parti örgütlenme modelini hayran olduğu Nazilerden aldı. Askeri bir örgütlenmeyi dikey bir otorite üzerinde şekillendirdi. Ardından partinin programını de­ ğiştirdi. Programa Müslümanlığı aldı. Ardından da yeni ideoloji­ yi açıkladı: Türk-İslam sentezi. Düşman yine aynıydı: Komünistler. Kendisini 'başbuğ' ilan eden Türkeş, tüm yetkileri kendisinde topladı. Aldığı kararları tartışmasız kıldı. Değişikliklere tepki gösteren eski CKMP'liler de teker teker partiden ayrıldı. Partiyi ele geçiren Türkeş ve arkadaşları, sola karşı militan gençlik örgütlenmesine gitti. Örgütlenmeye fakülte ve yüksekokullarda, hatta liselerde baş­ ladılar. Çeşitli adlarla dernekler kurdular ve hızlı yayıldılar. Bu dernekler ilk önce her fakülte veya yüksekokulda bağımsız çalış­ tı. Bir süre sonra bunların denetim altına alınmasının zorlaşması üzerine derneklerini tek çatı altında topladılar. Bu çatının adı Ülkü Ocakları oldu. Türkeş, Ülkü Ocakları'nı oluşturma görevini ise 1999 seçimle­ rinden sonra devlet bakanlığı yapacak olan dönemin Gençlik Kol­ ları Başkanı Sadi Somııncuoğlu'na verdi. Örgütlenmeye 1967'de Ankara'dan başlayan Somuncuoğlu, ardından İstanbul'da, daha sonra da sırayla başka illerde Ülkü Ocakları'nı oluşturdu. Militan örgütlenmeye giden ülkücüler, komünizme karşı şid­ deti 'meşru' sayıyorlardı. Onlara göre, devlet komünistlere karşı pasifti. Yükselen sol dalgayı önlemek için polis hiçbir şey yapmı­ yordu! O zaman onlar yapmalıydı! Bunun için 1967 yılının yaz başından itibaren 'komando kampları' açtılar! Komando kampları fikri ise Özel Harp Dairesi'nin ilk başkanı Daniş Karabelen'e aitti. 27 Mayıs darbesinden sonda dairenin ba­ şından alınıp emekliye sevk edilen Tümgeneral Karabelen boş durmamak için bu kez de ülkücülere çalışıyordu! Ülkücüler bu kamplarda 'eski subaylar" tarafından eğitimlere tabi tutuldular. Öğretilenlerin ise Özel Harp Dairesi'nde olası bir işgal durumunda komünistlere karşı savaşacak sivil unsurlara ve­ rilen eğitimden hiçbir farkı yoktu. 123

ilk önce Ankara ve izmir'de açılan bu komando kampları ar­ dından İstanbul, Kayseri ve diğer illerde de faaliyete geçti. İstanbul'da ilk başta iki komando kampı açıldı. Yetersiz kalın­ ca yenileri... 1968 yazına gelindiğinde kampların sayısı 25'i bulmuştu. Türkeş'in hedefi ise yüz bin komandoydu. Komando kamplarının sorumluluğu ise partinin iki asker kö­ kenli yöneticisi Rıfat Baykal ve Dündar Taşer'deydi. Üstelik bu komando kampları gizli değildi. Eğitimler de aleni yapılıyordu. Gazetelerde her gün bu kamplarla ilgili haberler ve fotoğraflar yer alıyordu. Türkeş, komando kamplarının varlığını müjde verir gibi açıklıyordu: "Gençlik kolları çeşitli kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler memleketi sa­ hipsiz sanıp da sokak hâkimiyeti kuramazlar. Memleketimizde onların anladığı dilden konuşacak, milliyetçi çocuklar var. Bunun için gençlerimizi mücadeleci yetiştiriyoruz."* Cumhuriyet gazetesinin aynı günlerdeki başka bir sayısında ise 100 kişinin eğitildiği İzmir'deki komando kampının detayları var­ dı: "Akrepkaya'da bir komando birliği eğitim görmekte. Ancak eğitimin özelliği şu; birlik Türk Silahlı Kuvvetleri'ne değil bir si­ yasi partiye, CKMP'ye bağlı. CKMP Akrepkaya'da komandolar yetiştiriyor. Başlarında halen CKMP milletvekili olan Rıfat Baykal var. Kursta çoğunluğu Milli Türk Talebe Birliği üyesi 100 kadar gence judo, taş ve sopa kullanımı, bunlara karşı korunma, açlığa ve eziyete dayanma tekniği öğretiliyor. Komando kampına her genç öyle elini kollunu sallayarak giremiyor. Önce 'Başbuğ'dan izin alınacak, giriş fişi doldurulacak..." İlginç olan ise ülkücü komando kamplarının Özel Harp Dairesi'nin kamplarının yakınında bulunmasıydı. Hatta yan yana... İstanbul'da açılan ilk komando kampı Silivri'deydi. Bu kam­ pın hemen yanında Özel Harp Dairesi'nin de kampı vardı. Tek örnek bu değil. İkincisi de İstanbul'dan. Yine İstanbul'da-

* f

Cumhuriyet, 19 A ğ u s t o s 1968.

* Cumhuriyet, 2 5 A ğ u s t o s 1 9 6 8 .

124

ki önemli ülkücü kamplarından biri de Küçüksu'daydı. Aynı yer­ de Özel Harp Dairesi'nin 'savaş' için barış döneminde eğitilen si­ vil unsurların kampı vardı. En önemlisi de Şile'dekiydi. Bu kampta dairenin silahları da gömülüydü. Kampın yanındaki ormanlık alanda ülkücüler de kamptaydı. Tabii bu kamplar birbirine bu kadar 'yakın' olunca hemen ak­ la "Özel Harp Dairesi'ndeki subaylar ülkücülerin de eğitimine ka­ tılıyorlar mıydı?" sorusu geliyor. Yeni sivil unsurlar ülkücüler miydi artık? Ayrıca ülkücüler eğitim yaptıkları silahları nereden temin edi­ yorlardı? İki sorunun cevabı da sonraki yıllarda işlenen cinayet ve katli­ amlarla kendiliğinden ortaya çıktı. Alparslan Türkeş ise siyasi arenada da boş durmuyordu. CKMP'nin 8-9 Şubat 1969'daki Adana kongresinde Türkeş, parti­ ye dört yıldır süregelen değişikliğe daha uygun bir ad buldu: Mil­ liyetçi Hareket Partisi. İsimden sonra partinin amblemi de değiştirildi. MHP'nin amblemi kırmızı zemin üzerine üç hilal, gençlik kollarının amble­ mi ise hilalli bozkurt olarak belirlendi. Türkeş, ülkücüleri hızla teşkilatlandırırken militanların eğitil­ diği komando kamplarının listesi ve buralardaki günlük çalışma programı ayrıntılı olarak ilk kez 1970 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı raporda yer aldı. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel'e sunulan ve 'Rejim Aleyhtarı ve Milli Bütünlüğü Bölmeyi Amaç Edinmiş Faaliyetler' başlıklı raporda bazı kampların bizzat Türkeş'in talimatıyla ku­ rulduğu bilgisi var. 25 komando kampının Türkeş tarafından zi­ yaret edildiği anlatılan raporda korkunç bir gerçek daha ortaya çıktı: "Silahlı eğitim veriliyor." En önemlisi de dönemin polisi bu kampları, "Komando kamp­ ları, Hitler Almanya'sındaki SS ve Fırtına Birlikleri isimli Nazi teş­ kilatının benzeridir. Türk milliyetçiliği, Türkçülük maskesi ile yurdumuzda tatbik edilmek istenen Nasyonal Sosyalizm, yani mevcut düzeni yıkma­ yı, öteden beri milli hudutlar içinde yaşamakta olan Türk tabiye125

tindeki azınlıkları sınır dışı etmeyi ve başka devletlerin siyasi hu­ dutları içinde yaşamakta olan Türkleri yine başka devletlerin top­ rakları içinde kalan çok geniş bir toprak parçası üzerinde birleştir­ meyi öngören emperyalist ve saldırgan bir siyasettir," diye anlattı. Raporda, komando kamplarının açıldığı iller, bölgeler, açılış tari­ hi, eğitim görenlerin sayısı, eğitimi yapanların isimleri de yer aldı. Ülkücüler Sokaklarda Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Cihat Akyol, ABD Baş­ kanı Kennedy'nin Soğuk Savaş sürecindeki politikalarını sıkı takip ediyordu. Derslerde Kennedy'nin özel harp ve gayri nizami harple ilgili açıklamalarının detaylı analizlerini yapardı. Kennedy de o dönemde komünizme karşı özel harpte kullanıla­ cak yeni askeri kuvvetten bahsediyordu: Özel Kuvvetler. Zaten Amerika çoktan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı oluştur­ muştu. Merkezi de Almanya'daydı. Türkiye'de de Özel Harp Dairesi bünyesinde özel birimlerin ku­ rulması çalışmaları başlamıştı. Ama hızlı ilerleme sağlanamıyordu. Bunun üzerine Özel Harp Dairesi Başkanı Cihat Akyol, Kurmay Başkanı Kemal Yamak ve subayların eğitiminden sorumlu olan Yar­ bay Çetin Başar, Amerika Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı görmeye gitti.* Ekip, bu kuvvetlerin eğitimleri, görevleri, hakkında detaylı bilgiler ve yeni askeri doktrinlerle döndü. Cihat Akyol, bu eğitim ve bilgileri Özel Harp Dairesi'nde uygu­ lamaya başladığı dönemde komando kamplarında yetişen ülkücü­ ler, eğitim silahlarıyla birlikte sokağa çıkıyorlardı artık! Hedefte ise solcu öğrenciler, bilim adamları ve aydınlar vardı. Amaç 1968 hareketiyle yaygınlaşan sol dalganın önünü kesmek­ ti. İlk katledilen solcu Vedat Demircioğlu oldu. 18 Temmuz 1968 günü sabaha karşı polislerin İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsu­ yu Öğrenci Yurdu'na yaptığı baskında önce feci bir şekilde dövülen ve ardından pencereden aşağı atılan Demircioğlu, altı gün sonra ya­ şamını yitirdi. *

Kemal

Yamak,

Gölgede

Kalını

İzler ve

2 0 0 6 , s. 2 5 6 .

126

Gölgelenen

Bizler,

Doğan

Yayıncılık,

16 Şubat 1969'da Amerika'nın 6. Filosu'nu protesto eden üni­ versite öğrencilerinin üzerine saldıran sivil unsurlar, Duran Erdo­ ğan ve Mehmet Ali Aytaç'ı öldürdü. Beşiktaş'taki Işık Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu'nu basan ülkücü grup, öğrencilerin üzerine ateş açtı. Mehmet Cantekin öldü, yedi öğrenci yaralandı. Aynı grup Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencisi Mehmet Büyüksevinç ile Battal Mehetoğlu'nu öldürdü. Komando kamplarından çıkan ülkücülerin, solcu öğrencileri öldürmesine kimse dur demiyordu. 23 Eylül 1969 günü 68 kuşağının liderlerinden Taylan Özgür öğle saatlerinde Beyazıt Meydanı'nda silahlı saldırıya uğradı. ABD Büyükelçisi Robert Kommer'in arabasını ODTU'de yakan solcu öğrenciler arasında yer alan Taylan Özgür, olay yerinde ya­ şamını yitirdi. Saldırgan ise polisin gözü önünde yürüyerek çekip gitti. Tanıkların ifadelerinden Taylan Özgür'ün katilinin kim ol­ duğu aynı gün belirlendi: Polis memuru Lisan Çakıcı. Yakalanan Lisan Çakıcı'nın üzerinde Kommer'in arabasını yakmak suçundan yargılanan gençlerin listesi çıktı. Cinayetin görgü tanıklarından ikisi Nimet Oral ve Kıymet Elbaşı'ydı. Nimet Oral cinayet anını tüm detaylarıyla anlattı: "Birden, üzerinde kırmızı atlet bulunan atletik yapılı bir gen­ cin, yıldırım hızıyla yokuştan aşağı koştuğunu gördüm. Çok hız­ lı koşuyordu. Gencin on metre kadar gerisinde elinde tabanca, ön­ de koşan gence yetişmeye çalışan bir kişi daha koşuyordu. Üze­ rinde kahverengi, sütlü kahverengi bir ceket vardı. Arkadaki ada­ mın silahını ateşlediğini gördüm. Genç aynı anda köşedeki dol­ muş için bekleyen arabanın üzerine çarparcasına kapandı. Yıkılır gibi geri döndü. Kıvrıldı kaldı olduğu yerde. Bir silah sesi daha duyuldu. Genç böğrünü tutarak yerde hareketsiz kaldı. Adam elinde tabancası, bir tur attı gencin etrafında. Sonra arka cebine koydu silahını. Kısa bir an duraladıktan sonra da hiçbir şey olma­ mış gibi caddeden karşıya geçti, kalabalığın arasında kayboldu."* Nimet Oral'ın anlattıklarına göre, o anda 40-50 polis memuru da cinayet yerinin yakınındaydı. Olayı seyreden polisler, katil git­ tikten sonra da toplanan kalabalığı dağıtmaya çalıştılar.

* Akşam, 2 5 E y l ü l 1 9 6 9 . 127

Olayın tanıklarından biri de o dönemde çocuk olan gazeteci Can Ataklı. Ataklı, Taylan Özgür'ün öldürüşüyle ilgili gördükleri­ ni 17 Ocak 1999'da Sabah gazetesindeki köşesinde yazdı: "Annem babamla birlikte Beyazıt tarafından Kapalıçarşı'ya gi­ decektik. O gün meydan çok kalabalıktı. Çünkü birkaç gün önce Milli Türk Talebe Birliği'nde yaptığı bomba elinde patlayan Mus­ tafa Bilgi adlı sağcı öğrencinin cenazesi vardı. Bu nedenle Beyazıt Meydanı çarşaflı, türbanlı kadınlar ve sakallı-cüppeli erkeklerle doluydu. Biz o zaman Marmara Sineması olan binanın girişinde durup uzaktan kalabalığa bakıyorduk. Tam o sırada önümüzde, otobüs durağında siyah renkte bir otomobil durdu. İçinden iki-üç kişi fırladı. 1.5 metre önümüzden yürüyen iki kişinin üzerine çul­ landılar. Bunlardan biri zorla otomobile bindirildi. Ama bu kişi otomobilin diğer kapısından çıktı. Arkasından biri ceketinin ya­ kasından tuttu. Ceket ve gömlek yırtılarak gencin üzerinden sıy­ rıldı. Koşmaya başlayan genç, yolu ayıran demir bariyerin üzerin­ den tam atlayacakken yine iki metre önümüzde duran, gri takım elbiseli biri, elinde rulo olarak tutuğu gazeteyi yere bıraktı, için­ den çıkan silahı kaçan kişiye doğru yöneltti, nişan aldı. Mantar ta­ bancası patlar gibi ses çıktı. Kaçan genç yere yığıldı, birileri koşup onu aldılar ve bir cipe bindirip götürdüler..." Tanıkların ortak anlatımına göre Taylan Özgür'ün yanına he­ men bir cip yaklaşıyor ve Özgür'ü arabaya bindirerek götürüyor­ lar. Olaydan tam iki saat sonra hastaneye bırakıyorlar. Karaciğe­ rinden yararlanan Taylan Özgür, kan kaybından yaşamını yitirdi. Özgür'ün bu iki saat içinde kimler tarafından nereye götürül­ düğü ise hâlâ meçhul! Polis memuru Lisan Çakıcı hakkında Taylan Özgür'ü öldür­ mek suçundan dava açıldı. İlk önce bir türlü yargı önüne çıkartıl­ madı. Çakıcı, emniyet tarafından yurtdışına gönderildi. Sonra da onca tanığa rağmen delil yetersizliğinden beraat etti. Dava dosyası da kapandı. Taylan Özgür'ün ailesi katillerin bulunmasından umudunu kesmişken emekli Yarbay Talat Turhan, 1991 yılında kontrgerilla ile ilgili Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde basın toplantısı düzenle­ di: "Taylan Özgür'ün öldürülmesinde Lisan Çakıcı adında bir po­ lis memuru yargılandı ama bu yanlış. Taylan'ı vuran kişi bir üs128

teğmendi. Hasan Fehmi Güneş'in İçişleri Bakanı olduğunun erte­ si günü makamına gittim ve elimdeki tüm dosyaları kendisine verdim. Hatta ben bu dosyaları verirken odada Ertuğrul Günay ve Uğur Mumcu da vardı." Turhan'ı dinleyenler arasında Taylan Özgür'ün ablası Hale Kı­ yıcı da vardı. Büyük bir şaşkınlık yaşayan Hale Kıyıcı, birkaç gün sonra Uğur Mumcu'nun yanına gitti. Kıyıcı, bu görüşme ile ilgili olarak şöyle dedi: "Uğur Mumcu, bana elindeki tüm bilgileri ya­ kında yazacağını söyledi." Uğur Mumcu'nun da öldürülmesi üzerine Hale Kıyıcı, Talat Turhan'ın sözünü ettiği dosyanın peşine düştü. Yıllarca Meclis, Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı'nın kapılarını zorladı. Ama bir türlü yanıt alamadı. Hale Kıyıcı yılmadı ve katil olarak yargılanan polis memuru Lisan Çakıcı'yı yıllar sonra bulup karşısına dikildi: "Kumkapı'da çalıştığı yere gittim ve dedim ki: 'Hayatın bo­ yunca seni takip edeceğim. Nereye gidersen git peşinde olacağım. Ne olur itiraf et.' Öyle savunmasız ve ne diyeceğini bilmez biçim­ de duruyordu ki karşımda, insan katilini bile tanır yüzüne baktı­ ğında. İçimdeki duygular Lisan Çakıcı'nın kardeşimi vuran kişi olmadığını söylüyordu. Zaten Talat Turhan da Taylan'ı vuranın bir üsteğmen olduğunu açıklayınca iyice emin oldum." Özel Harp Eğitimli Jandarma Subayı Her gün yeni bir olay yaşanıyor ve ülkücüler, peş peşe solcu öğrencileri öldürüyordu. Kimler tarafından işlendiği bilinmesine karşın cinayetlerin kayıtlara faili meçhul olarak geçtiği bir dö­ nem... 13 Nisan 1970 günü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğren­ cileri, ilaç sömürüsüne karşı basın toplantısı düzenledi. Kampan­ yayla ilgili afiş asımından sonra basın toplantısı bitti. On dakika sonra fakültenin önünde mavi bir kamyonet durdu ve silahlı 12 kişi indi. Ülkücülerdi. Fakülteye girerek sağa sola ateş etmeye başladılar. Özellikle Morfoloji binası büyük hasar gördü. Çıkışta da Selim Ölçer adlı öğrenciyi kamyonete bindirerek kaçırdılar. Arkadaşlarının kaçırıl129

dığını gören solcu öğrenciler, ülkücülerin peşinden koştu. Ülkücüler iki arkadaşlarını solculara karşı koymaları için bı­ rakmışlardı. Bir süre sonra da bunlar biraz ileride bekleyen taksi­ ye bindiler. Taksi hareket eder etmez de ellerindeki silahlarla peşlerinden giden solcu öğrencilere doğru ateş ettiler. Mermilerden biri o sıra­ da fakültenin önünde olan Asteğmen Doktor Necdet Güçlü'nün başına isabet etti. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde asteğmen olarak görev yapan Güçlü, acil servise götürülürken yolda yaşa­ mını yitirdi. Ateş edenler Ülkü Ocakları İkinci Başkanı İbrahim Doğan ve Ali Güngör'dü. Olaydan bir süre sonra hem Doğan hem de Güngör yakalandı. Doğan, Necdet Güçlü'yü kendisinin öldürdüğünü itiraf etti, "Ama kastım yoktu," dedi. Birlikte baskına gittiği diğer arkadaşlarının adını da verdi. Bunlardan biri ileride 57. Hükümet'te Sağlık Bakanlığı yapacak olan Osman Durmuş'tu. Sonunda cinayetle ilgili yargılama başladı ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürdü. Mahkeme 15 Şubat 1973 tarihli otu­ rumda İbrahim Doğan'ı 10.5 yıl, Ali Güngör'ü ise iki yıl hapis ce­ zasına çarptırdı. Bu sırada Güngör tahliye oldu. Ancak Yargıtay davayı bozdu ve her iki sanığın da adam öl­ dürmekten cezalandırılmasını istedi. Davayı yeniden gören ağır ceza mahkemesi, her iki sanığı da 24'er yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Ama Güçlü'yü öldüren merminin hangi silahtan çıktığı belirlenemediği için cezalar 12'şer yıla indirildi. Bu sırada da Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'ın oluştur­ duğu koalisyon hükümeti 1974 affını çıkardı. Doğan, aftan yarar­ landı ve dava dosyası da kapatıldı. Cezaevinden çıkan Doğan, Tıp Fakültesi'ne geri döndü. Üni­ versiteyi bitirip kulak burun boğaz uzmanı oldu. Yıllarca da ken­ disinden ses çıkmadı. Ta ki 1995 yılına kadar... İbrahim Doğan, ar­ tık Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin doktoruydu. Yarım gün çalı­ şıyordu. Kadrosu yoktu. Hüsamettin Cindoruk'un yerine Mustafa Kalemli Meclis Baş­ kanı olunca Doğan'ı kadroya aldı. Güngör ise daha şanslıydı. Cinayetten sonra Türkeş tarafın130

dan MHP Gençlik Kolları Genel Başkanı yapıldı. O da üniversite­ yi bitirdikten sonra ortadan kayboldu. 1 9 9 9 yılındaki seçimlerde milletvekili adayı olarak ortaya çık­ tı. MHP'den Meclis'e giren Ali Güngör'ün başkanlığını yaptığı ko­ misyon tam da kendisine güreydi: TBMM Çete-Mafya İlişkileri! Peki, Tıp Fakültesi'ni basan ülkücüler silahları nereden bul­ muştu? Güvenlik güçleri İbrahim Doğan, Ali Güngör ve diğer ülkücü­ leri yakalamak için Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne girdi. Doğan ve Güngör'le birlikte saldırıda kullandıkları iki silah da bulundu. Silahların ordu malı olduğu tespit edildi. Cinayette kullanılan '6815296' seri numaralı tabancanın jandarma Teğmen Fehmi Altınbilek'e, '6815248' seri numaralı silahın ise yine jandarma Teğ­ men Mustafa İlerisoy'a ait olduğu ortaya çıktı. Katil İbrahim Doğan bunu itiraf etti: "Olaydan cince biri Teğmen Mustafa İlerisoy'a, diğeri arkada­ şı Teğmen Fehmi Altınbilek'e ait iki tabancadan birini yanıma al­ dım. Diğerini de yanımızda olan Osman Durmuş'a verdim. Bina­ ya girdikten sonra arkadaşlarımın rastgele silah atarak dışarı çık­ tıklarını gördüm..."* Ancak o dönemde gündemi hayli meşgul etmesine rağmen bu silahlarla ilgili hiçbir soruşturma açılmadı. Uğur Mumcu da yıl­ larca ısrarla olayda kullanılan silahların ait olduğu kişiler hakkın­ da neden soruşturma açılmadığını sordu. Uğur Mumcu ısrarla bir şey daha soruyordu: "Acaba Ülkü Ocakları, içinde bazı subayların da bulunduğu 'gizli örgüt'ün ya­ sal adı mıdır? Gizli örgüt ile Ülkü Ocakları arasında bir ilişki söz konusu mudur?" Uğur Mumcu o yıllarda bu örgütü fark etmişti. Teğmen Fehmi Altınbilek ve Teğmen Mustafa İlerisoy jandarma subayı olmaları­ na karşın özel harp ve komando eğitimi almışlardı. O dönemde artık sadece Özel Harp Dairesi'ndeki subaylar de­ ğil, 'terör' nedeniyle MİT mensupları, jandarma subayları ve ast-

* A n k a r a A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i 1971/77 esas, 1 9 7 3 / 2 9 numaralı d a v a dos­ yası. * Cumhuriyet,

6

Şubat

1976.

131

subayları ve hatta kilit görevlerdeki emniyetçiler de özel harp tek­ nikleri eğitimine tabi tutuluyordu. Teğmen Fehmi Altınbilek de zaten daha sonra görev aldığı operasyonlarda bu eğitimin hakkını verdi! Hem de Necdet Güçlü'nün öldürüldüğü silahla... Çünkü mahkeme, ibrahim Doğan ve Ali Güngör hakkındaki dava dosyasının kapatıldığı 10 Ağustos 1974 tarihli duruşmada iki silahın da sahiplerine iadesine karar verdi.* Necdet Güçlü cinayetinden sonra Fehmi Altınbilek, üsteğmen­ liğe terfi ettirildi ve Tunceli'ye atandı. İki yılı aşkın bu kentte gö­ rev yapan Altınbilek, TİKKO örgütü lideri İbrahim Kaypakkaya'nın yakalandığı ve işkenceyle öldürüldüğü operasyonu yapan ekibin başındaydı. Fehmi Altınbilek komutasındaki komandolar, 24 Ocak 1973 gü­ nü İbrahim Kaypakkaya'nın saklandığı Vartinik Köyü'ne operas­ yon düzenledi. Çıkan çatışmada örgütün liderlerinden Ali Haydar Yıldız öldürülürken, Kaypakkaya yaralı olarak kaçtı. Altınbilek, beş gün sonra bu kez Kaypakkaya'nın saklandığı başka bir köye operasyon düzenledi. Birinci operasyonda elinden kaçırdığı Kaypakkaya'yı bu kez yakaladı. Yaralı olan Kaypakka­ ya, saatlerce yalınayak karlar üzerinde yürütüldü. Ardından da işkenceli sorgulara alındı. Sonunda Kaypakkaya'nın paramparça edilen cesedi 'intihar etti' denilerek ailesine teslim edildi. Operasyondaki 'başarısı' nedeniyle Fehmi Altınbilek'e takdir­ name verildi. Ardından yine terfi ettirilerek yüzbaşı yapıldı. Yeni görev yeri ise İstanbul oldu. İlgili olduğu bölge ise 1970'li yılların ortasında sendikal ve işçi hareketlerinin en yoğun olduğu ilçelerden biri olan Kartal'dı. Hedefinde yine TİKKO yöneticileri vardı. Örgütün liderlerinden Zülfikar Uralçin, 19 Kasım 1976 ge­ cesi düzenlenen operasyonda Göztepe'de öldürüldü. Operasyon timinin başında ise Fehmi Altınbilek vardı. Özel harpçi jandarma Fehmi Altınbilek'in adının karıştığı olaylar sadece bunlar değil. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönet­ meni Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'nın cezaevinden ka­ çırılmasında da kendisi başroldeydi. Ağca'yı kaçması için İran sı­ nırına götüren kişiydi.

*

A n k a r a Birinci A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i ' n i n 1 9 7 4 / 4 5 6 n u m a r a l ı kararı.

132

1990'lı yılların sonunda albaylığa terfi eden Altınbilek, kur­ maylık sınavını bir türlü kazanamadığı için general olamadı. Kı­ demli albay olarak en son görev yaptığı yerler Çanakkale ve Yalo­ va oldu. Necdet Güçlü'nün öldürülmesi olayında kullanılan diğer sila­ hın sahibi Mustafa İlerisoy da mesleğinde basamakları hızla tır­ mandı. İlerisoy, Özel Harp Dairesi'nin yer aldığı Kızıldere Katliamı'nda karşımıza çıkacak.

133

Yedinci Bölüm Kontrgerilla Üssü 21 Nisan 1967 günü solun iktidara gelmesini engellemek için genç subaylardan oluşan faşist cunta darbe yaptı. Ancak darbe bu kez Türkiye'de değil, komşusu Yunanistan'da oldu. Darbenin arkasında CIA vardı. Gizli ordusunun kurulması ve güçlendirilmesi Türkiye'yle parelilik gösteren Yunanistan, darbe sü­ recine özel harp metoduyla sokulmuştu. Çok geçmeden aynı yöntem Türkiye'de de uygulandı. Üniversite öğrencileri öldürüldü, kimin (!) yaptığı belli olmayan bombalar patlatıldı, katliamlar gerçekleştirildi, sivil unsurlar sokak­ lara çıktı, ülkücüler solculara karşı saldırı unsuru olarak kullanıldı. 12 Mart 1971 günü de Türkiye'de darbe yapıldı: "Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdu­ muzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviye­ sine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür." O gün TRT radyosunda okunan bu bildirinin altında Genelkur­ may Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komu­ tanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzası vardı. Sıkıyönetim ilan edildi, özgürlükler askıya alındı, başta 1961 Anayasası olmak üzere, mevzuatta önemli değişiklikler yapılarak, hak ve özgürlükler kullanılamaz hale getirildi. Sürgünler, gözaltılar, işkenceler başladı... Darbe, Yunanistan'da olduğu gibi sola karşı yapıldı. Aydınlar, yazarlar, düşünürler, 'komünist' oldukları gerekçesiyle tutuklandı, işkence gördü. 135

Ordu, kendi içinde de yine sol endeksli bir tasfiye içine girdi. Amaç ülkeyi antikomünist bir yapıda yeniden biçimlendir­ mekti. Gizli Ordu İşkencesi Gözaltına alman kişiler için özel sorgulama ve işkence mer­ kezleri hazırlandı. İstanbul'daki işkence merkezi Ziverbey Köşkü'ydü... Sorgulamaları yapacak ekibin başına ise Tümgeneral Memduh Ünlütürk atandı. Emrinde ise 'çok özel' bir ekip vardı. Ekip özel harp eğitimi almış subaylar, MİT'in daireyle koordineli çalışan biriminden ve emniyetten isimlerden oluşuyordu: Memduh Ünlütürk, Osman Fazıl Polat, Hiram Abas, Mehmet Eymür, Eyüp Özalkuş, Necip Yusufoğlu, Süleyman Yenilmez, Ümit Utku, Şahap Atalay, Mehmet Erhan, Nezih Sarış... Çoğunun ortak özelliği ise 'özel eğitim' almış olmalarıydı. Zira Özel Harp Dairesi ve MİT'in 'önemli' elemanları Amerika'da ve Almanya'da CIA kamplarında kurs görüyordu. Daha sonra Ameri­ ka'ya 'eğitime' polisler de gönderilmeye başlandı. Sıkı bir özel harp eğitiminden geçirilen bu polisler de 1970'li yılların ikinci yarısında sahneye çıktı! Ziverbey Köşkü'nün sorgu ekibinin sorumlusu ise Faik Türün'dü. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan Türün, Kore Savaşı'nda özel harp tekniklerini öğrenen ve daha sonra Özel Harp Dairesi'nin oluşturulmasında katkısı olan subaylardandı. Ekibin Ziverbey Köşkü'nde işkenceli sorgularına maruz kalan isimler arasında İlhan Selçuk, Çetin Altan, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal, Doğan Avcıoğlu, Talat Turhan, Azra Erhat, Celil Gürkan, Adnan Çakmak da vardı. Bu isimler tahliye olduktan sonra yıllarca ve şimdi dahi Türki­ ye'yi meşgul eden 'kontrgerilla' gerçeğini ortaya döktüler. Bu yüz­ lerce aydın, bilim adamı, hatta üniversite öğrencisi Ziverbey Köş­ kü'nde kendilerine 'kontrgerilla' diyen kişilerce sorgulandıklarını açıkladı. Gözaltına alındıktan sonra gözleri bağlı olarak Ziverbey Köşkü'ne götürülen isimlerin duydukları ilk sözler şöyleydi: "Genelkurmay'a bağlı Kontrgerilla Teşkilatı'nın elindesin. Bu136

rada anayasa yok. Yasalar yok. Yalnızca biz varız. Sorduklarımıza doğru cevaplar verirsen kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm be­ ğen. İstersek seni yok ederiz ve kimse de bizden hesap soramaz!" Ardından, çıktıktan sonra anlatmaya dillerinin dönmediği iş­ kenceler başlıyordu. Bu köşkteki ağır işkencelere maruz kalan isimlerden gazeteci-yazar İlhan Selçuk yaşadıklarını Ziverbey Köş­ kü adlı kitabında anlattı: "Falaka kişinin aklını başından alıyor. Ta kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutu­ yor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun; önce harıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun." Tek işkence yöntemi falaka değildi. Yaşayanlara göre uygula­ nan işkence yöntemleri daha önce uygulanmış değildi. Şili'de, Uruguay'da ve Yunanistan darbelerinden sonra da uy­ gulanan bu yeni işkence yöntemlerinin kaynağını ise Uğur Mum­ cu açıklıyordu: "Şili'de, Bolivya'da, Uruguay'da ve Yunanistan'da faşist dar­ beleri yöneten subayların çoğu Panama'daki 'Antigerilla Okulu' yetiştirmeleridir. Son on yılda girişilen darbelerin amaç ve yön­ temleriyle birbirlerine benzemeleri ve darbeden sonra uygulanan işkence yöntemlerinin de birbirinin aynı olması, bu bakımdan şa­ şırtıcı olmamalıdır."* Zaten köşkte işkence görenlere sorgucuların sordukları ilk so­ rulardan biri, "Neden Amerika'yı eleştiriyorsun?" oluyordu. Amerika'yı eleştirmesi nedeniyle işkence görenlerden biri de Do­ ğan Avcıoğlu'ydu: "Ünlü köşke götürüldüğümde, odamdaki yatak bir Amerikan yatağıydı. Yatağın üstünde markası ve fiyatı yazılıydı: New Bea­ uty Rest, 69.5 dolar. İhtimal, köşkte benim görmediğim fakat var­ lığını feryatlardan sezdiğim, Amerikan yardımından sağlanmış birçok 'teknik araç' bulunmaktaydı. Kontrgerillada bana yönelti­ len ve yazılı cevap istenilen belli başlı sorulardan biri, Amerika'yı neden eleştirdiğimizdi."** İşkenceli sorgulama timlerinin başında MİT İstanbul Kontrkomünizm Daire Başkanı Eyüp Özalkuş vardı. * Yeni

Ortam, 2 1 O c a k 1 9 7 5 .

* D o ğ a n Avcıoğlıı,

Devrim ve Demokrasi

137

Üzerine, s.

103.

Yine MİT yöneticisi Hiram Abas da içlerinde subayların da bu­ lunduğu sorgu timlerine komutanlık ediyordu. K o n t r g e r i l l a E k i b i n i n Deşifresi

Ziverbey Köşkü'nde işkence görenlerden biri de Doktor Memduh Eren'di. Fenerbahçe'de oynayacak kadar iyi bir futbolcu olan Eren, psikiyatristti. Hastaları da çoğunlukla ünlü isimlerdi; siyasetçiler, bürokrat­ lar ve sanatçılar... 27 Mayıs 1960 darbesinin dışarıdan en büyük sivil destekçile­ rinden biriydi. Bu nedenle 12 Mart darbecilerinin hedefindeki isim oldu. Eren, günlerce süren Ziverbey Köşkü'ndeki işkence sorgula­ malarının birinde tanıdık bir ses duydu. Günlerce kendisine iş­ kence yapmayı sürdüren bu kişinin kim olduğunu bir türlü çıkartamıyordu. Ama sesi çok iyi tanıyordu. İşkenceli sorgulardan sonra tutuklanarak Selimiye Cezaevi'ne konuldu. Aydınlar üzerine atılan ancak özel harp tarzı eylemler olan bombalama olayları davasında yargılandı. Bu olayların komplo olduğunun ortaya çıkmasıyla serbest kaldı ve diğer isim­ lerle birlikte beraat etti. Mahkemede kendisini savunurken, "Bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında takımda oynuyordum. Final maçıydı, beraberlik Galatasaray'ı, galibiyet Fenerbahçe'yi şampi­ yon yapacaktı. Maçın sonuna gelmiştik, sıfır sıfır berabere sürü­ yordu, birden top önüme düştü, kaleciyle karşı karşıya kaldım, dokunsam gol olacaktı, ama ne var ki topun altında yeni açmış bir papatya vardı... Papatyayı ezmemek için topa vurmadım. Papat­ yayı ezmeyen ben, insanlara bomba atabilir miyim?" dedi. Serbest kalıp evine döndüğünde kendisine işkence yapan tanı­ dık sesi düşünüyordu. Eşine ilk sözü de: "Hanım şu kasetlerin hepsini getirsene," oldu. Memduh Eren, ünlü hastalarının konuşmalarını gizlice kayda alıyordu. Bütün kasetleri tek tek dinledi. Kendisine işkence yapan ve se­ sini tanıdığı kişinin sesine benzeyen üç kasedi ayırdı. Saatlerce bu üç kasedi tekrar tekrar dinledi. Kendisine işkence yapan kişinin sesiydi. Bu kişi MİT yöneticisi Hiram Abas'tı. 138

Eren, kendisine işkence yapan kişinin Hiram Abas olduğunu kendisiyle birlikte işkence gören emekli Yarbay Talat Turhan'a söyledi. Abas'ın adından hareketle ekipteki diğer isimler de orta­ ya çıktı." Felçli Özel Harpçi Orgeneral Faik Türün 12 Mart darbesinin simgelerinden biriy­ di. Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceli sorgularla da özdeşleşen Tü­ rün, aynı zamanda İstanbul Sıkıyönetim Komutanı'ydı. 17 Ekim 1913 Bursa'da doğan Faik Türün'ü ailesi normal bir okulda okutamayacak kadar yoksuldu. Ailenin isteği oğullarını askeri okula vererek masraflardan kurtulmaktı. Öyle de oldu. Fa­ ik Türün, Bursa Işıklar Askeri Okulu'na yatılı olarak başladı. Hem de ilkokul kısmından. Liseden sonra girdiği Harbiye'yi 1 9 3 3 ' t e bi­ tirdi. Harp Akademisi'nden ise 1942'de mezun oldu. Kurmay binbaşı olduğunda Kore Savaşı başlamıştı. Faik Tü­ rün de ikinci Türk tugayında görevli olarak Kore'ye gitti. Tugayın en önemli birimi olan hareketten sorumlu oldu. Amerikalılarla çok yakından çalıştı. Hatta yakalanan ajanların sorgulamasında Amerikalılarla birlikte görev aldı. Bu sırada Amerikan özel harp tekniklerini de öğrendi. Buradaki sorgulama ve eğitimler sonunda içindeki komünist düşmanlığı iyice arttı. Dönüşte de zaten Amerika tarafından 'gü­ müş yıldız' nişanıyla ödüllendirildi. O ödülünü alırken Ameri­ ka'nın direktifleriyle NATO şemsiyesi altında Özel Harp Dairesi'nin kurulması çalışmaları da sona doğru gelmişti. Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunda aktif görev almayan Faik Türün de, Alparslan Türkeş gibi 'öğretmen' olarak kamplara ka­ tıldı. Amerikalılardan öğrendiği özel harp tekniklerini o da 'öğ­ rencilerine' aktardı. 12 Mart darbesiyle birlikte İstanbul Sıkıyönetim Komutanı ola­ rak atandı. İstanbul'daki işkenceli sorguların en üst rütbeli sorumlusuydu.

*

Z i v e r b e y K ö ş k ü ' n d e k i kontrgerilla ekibinin a ç ı ğ a çıkartılmasını s a ğ l a y a n Eren, 28 Şubat

l997

tarihli p o s t m o d e r n d a r b e n i n o l d u ğ u s a b a h y a ş a m ı n ı

yitirdi.

139

Kore Savaşı'nda Amerika kamplarında öğrendiği sorgulama tekniklerini Ziverbey Köşkü'nde uyguladı. Darbeden iki yıl sonra Birinci Ordu Komutanı olarak emekliye ayrılan Türün, aynı yıl 17 Ekim tarihli Yankı dergisine verdiği de­ meçte ilk itirafında bulundu: "Kadıköy'deki köşkü kontrgerilla örgütüne özel olarak hazır­ lattım." Daha sonraki demeçlerinde ise işkencelerin "gerekçesini' açık­ ladı: "Ne yaptıysak vatan için yaptık." Türün'ün tepki gösterdiği soru ise Ziverbey Köşkü'nde yeni işkence metotlarının uygulanmasıyla ilgili oldu: "Dün ne olduysa, ne yapıldıysa bugün de onlar olmuştur. Biz yeni bir metot tatbik etmedik." Türün, emekliye ayrılmadan önce Süleyman Demire!'in deste­ ğiyle Kara Kuvvetleri Komutanı yapılmak istendi. Ancak diğer askerler karşı çıkınca emekliye sevk edildi. Eşref Akıncı yeni Ka­ ra Kuvvetleri Komutanı olunca Türün devlete küstü! Süleyman Demirel, bir sonraki seçimde Türün'ün gönlünü al­ dı! Türün artık Adalet Partisi milletvekiliydi. Demirel, yıllar sonra, 12 Eylül darbesinden önce Faik Türün'ü bu kez de cumhurbaşkanı yapmak istedi. Ama başarılı olamadı. 12 Mart'ın 'kudretli paşası' Türün için 12 Eylül darbesinden sonra her şey tersine gitmeye başladı. Öldürülme korkusu içinde­ ki Türün, artık dışarı bile çıkmıyordu. Bu korku sürerken ciddi bir felç geçirdi. Ömrünün son beş yı­ lında yatağa mahkûm oldu. Ziverbey'deki İlk Kontrgerillacı

12 Mart döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Tü­ rün'ün yardımcısı ise yine çok tanıdık bir isimdi: Turgut Sunalp. Bu kez rütbesi korgeneraldi. 1948'de özel harp eğitimi için Amerika'ya gönderilen ilk subay ekibindeydi. Dönüşünde o da Kore Savaşı'na katıldı. Faik Türün gibi savaş sırasındaki görevi Harekât Şube Müdürlüğü'ydü. Kore dönüşünde Özel Harp Dairesi kamplarında 'öğretmen­ lik' yaptı. !4()

8 Ocak 1960'ta Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulmasından sonra 'önemli' özel harpçi subayların uğrak yerlerinden biri olan Kıbrıs Türk Alayı'nın komutanlığına atandı. Bu alayın ilk komu­ tanı oldu.* Kıbrıs Türk Alayı Komutanlığı görevini sürdürürken 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Bu kez Demokrat Parti'ye yakınlıkları nede­ niyle emekliye sevk edilecek subayların listesindeydi. Turgut Sunalp'in eski eşi, Demokrat Partili eski bakanlardan Mükerrem Sarol'un eşinin kız kardeşiydi. Ama hemen devreye darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi'nde yer alan Alparslan Türkeş girdi. Sunalp'in kendisiyle bir­ likte Amerika'da özel harp eğitimi aldığını, Kıbrıs Alayı'nın başı­ na gönderilecek başka bir isim olmadığını ve görevden alınması durumunda Türk Mukavemet Teşkilatı'nın çökeceğini anlattı. Sunalp'in görevine devam etmesi kararı alındı. Sunalp de al­ bay rütbesinden emekli olmaktan böylece kurtulmuş oldu.** İki yıl sonra tuğgeneralliğe yükselen Sunalp, Kıbrıs Alay Komutanlığı'nı sonradan Genelkurmay Başkanı olacak olan Necdet Uruğ'a devretti. 1968'de de korgeneralliğe yükseldi. Darbeyle bir­ likte İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün yardımcılığı­ na getirildi. Sunalp, Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceli sorgulardan sorumlu isimlerden biriydi. Emekli olduktan sonra gazetelere verdiği de­ meçlerde sorgulara katıldığını kabul etti. Üstelik işkenceli sorgu­ lama yöntemlerinin 'özel', sorgulamaları yapanların da 'özel eği­ timli' olduğunu anlattı: "Uygulanan sorgulama yöntemi özel bir teknik aslında. Özel olarak yetişmiş insanlardır bunlar... Bir kıza copla tecavüz edildi­ ği iddia edilmişti. İddia eden kız da ciddi şekilde, ağır derecede komünistti. Özür dileyerek söylüyorum, taş gibi delikanlı oğlan­ lar var elimizde, yirmi yaşında, yirmi bir yaşında. Yani kalkıp da bir kıza bu yoldan işkence yapacaksa copa müracaat etmek ihti-

*

O r g e n e r a l Faik T ü r ü n 1 5 Ş u b a t 2 0 0 3 ' t e d e y a ş a m ı n ı yitirdi. 12 Eylül 1 9 8 0 darbesinden sonra bu kez Turgut Sunalp, Alparslan Türkeş'i

korumaya

çalıştı.

Darbecilerin

kurdurttuğu

Milliyetçi

Demokrasi

Partisi'nin g e n e l b a ş k a n ı olan S u n a l p , t u t u k l a n a n A l p a r s l a n T ü r k e ş ' i n bir a n ö n c e s e r b e s t k a l m a s ı için ç o k ç a b a h a r c a d ı . T ü r k e ş ' i h e m e n s e r b e s t bıraktıramayan Sunalp, en azından cezaevinde rahat yaşamasını sağladı.

141

yacını hisseder mi! Yani bazı şeyler böyle mantıkla çürütülüyor." Sunalp, Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceler sürerken 1972 yılın­ da orgeneralliğe terfi etti ve Genelkurmay İkinci Başkanı yapıldı. Ardından Kıbrıs Harekâtı sırasında oluşturulan Ege Ordu Komu­ tanlığı görevine getirildi. Bu görevini 1976'da Kenan Evren'e tes­ lim ederek emekliye ayrıldı.* Kültür Sarayı'nı Yakan M İ T ' ç i 12 Mart darbesi ardından düzenlenen operasyonlarda özel eğitimli subaylar ile MİT mensupları ortaklaşa yer aldı. İşkenceli sorgulara da yine birlikte katıldılar. Sıkıyönetim Komutanlıkları emrinde oluşturulan ekipler de görev aldılar. Özel Harp Dairesi ve MİT arasındaki bu işbirliği dairenin ku­ ruluşundan itibaren vardı. Hatta işbirliğinden öte bir iç içe geçmişlik durumu söz konusuydu. Bu durumun birinci nedeni, her iki kurumun etkili isimlerinin Amerika ve Almanya'daki özel harp kamplarında aynı eğitimden geçmesiydi. İkinci neden, MİT'in başına çoğunlukla askerlerin gelmesi ve bu askerlerin de önemli bir kısmının özel harp eğitimi almış olma­ larıydı. Bu iç içelik ve işbirliğinde komuta üstünlüğü her zaman Özel Harp Dairesi'nde oldu. Planlanmasını çoğunlukla dairenin yaptı­ ğı eylemlerin uygulanması ise MİT ve sivil unsurlara düştü. 12 Mart darbesi öncesinde düzenlenen provokatif eylemlerde, ope­ rasyonlarda bu durum açığa çıktı. Nedense bu ortak eylem ve operasyonlarda hep deşifre olan­ lar MİT mensupları oldu. 6-7 Eylül olaylarında, Ziverbey Köşkü'ndeki işkencelerde, yi­ ne kitabın ileriki sayfalarında anlatacağımız Kızıldere operasyo­ nunda olduğu gibi...

*

Turgut Sunalp o r d u d a n emekli olduktan s o n r a K a n a d a ' y a büyükelçi ola­ r a k gitti. G ö r e v i n i t a m a m l a d ı k t a n s o n r a T ü r k i y e ' y e d ö n d ü . 1 2 E y l ü l 1 9 8 0 d a r b e s i n d e n s o n r a 41 a r k a d a ş ı y l a birlikte Milliyetçi D e m o k r a s i Partisi'ni (MDP)

k u r d u ve partinin genel başkanı seçildi. S u n a l p , 1 4 8 5 yılında, d a ­

h a s o n r a f e s h e d i l e n b u p a r t i n i n g e n e l b a ş k a n l ı ğ ı n d a n istifa e t t i . K a l p y e t ­ mezliği nedeniyle 28 A ğ u s t o s 1999 g ü n ü öldü.

142

Bu operasyonlara katılan özel harpçilerin kim oldukları hâlâ bilinmiyor. Örneğin Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceli sorgularla ilgili suç­ lanan isimlerden Mehmet Eymür, sorgulara katıldığını inkâr et­ miyor. Ama sıra başka kimler vardı sorusuna geldiğinde, sadece MİT'teki ve Sıkıyönetim Komutanlığı'ndaki isimleri sayıyor. İsimler açığa çıkmasa da olaylara karışan ve deşifre olanların bile inkâr etmediği bir gerçek var: 12 Mart darbesi öncesi ve son­ rası düzenlenen provokatif eylemler bu iki kurumun eseri. Bu ey­ lemlerde daha önce hiç uygulanmamış yeni teknikler denendi. 1960'lı yılların sonuyla 1970'li yılların başında Yunanistan gibi gizli orduların var olduğu ülkelerde uygulanan sabotaj eylemleri özel harp tekniklerinden biriydi. Eylem olur olmaz solcular suçlu ilan ediliyor, gerçek suçlular ise örtbas ediliyordu. Bu tarz ilk eylem Türkiye'de 27 Kasım 1970 günü yaşandı: Kültür Sarayı yakıldı. Bugün Taksim Meydanı'ndaki Atatürk Kültür Merkezi olan binanın hem otomatik alarm düzeneği hem de yangın söndürme sistemi vardı. Yangını manşetten detaylarıyla veren Hürriyet gaze­ tesine göre ne alarm ne de yangın sistemi çalıştırılmıştı.* Yapımı 23 yıl süren Kültür Sarayı yangında büyük hasar gör­ dü. Olayın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra yangın gün­ demden düştü, nedeni ise karanlıkta kaldı. Kültür Sarayı benzeri sabotaj eylemleri 12 Mart darbesinden sonra da yaşandı. 5 Mart 1972'de Marmara Yolcu Cemisi yakıldı. 28 Haziran 1972'de de Eminönü Araba Vapuru batırıldı. Bu eylemlerden sonra 12 Mart darbecileri Kültür Sarayı dosya­ sını yeniden açtı! Suçlular komünistlerdi! 22 kişi sabotaj eylemini gerçekleştirdikleri iddiasıyla gözaltına alındı. Götürüldükleri yer meşhur Ziverbey Köşkü oldu. Ağır iş­ kencelerden geçirildiler. Sonunda 22 kişi hakkında idam istemiy­ le dava açıldı. Tutuklanan kişilerin gerçek failler olmadığı yargılama sürecin­ de ortaya çıktı. İdamla yargılanan 22 sanığın tümü beraat etti. 'Faili meçhul' kalan bu sabotaj eylemlerinin kontrgerilla tara­ fından gerçekleştirildiği söylendi, yazıldı. Özel Harp Dairesi'nin • Hürriyet, 2 8

Kasım 1970.

ıı.ı

adı da anıldı. Daireden de bugüne kadar bu konuyla ilgili hiçbir yalanlama gelmedi. Kültür Sarayı yangınıyla ilgili bilgi sahibi olan isimlerden biri de 1970'li yılların İstanbul Mali Şube Müdürü Recep Ordulu'ydu. Ordulu, yangın sırasında Emniyet Amiri'ydi. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı, Niğde Emniyet Müdürlüğü yaptı. Emekli ol­ duktan sonra avukatlık yapmaya başladı. Bu sırada Türkiye Su­ surluk kazası ve ortaya çıkan kirli ilişkilerle çalkalanıyordu. Ordulu'nun 4 Mayıs 1997 tarihli Gazete Pazar'da Susurluk sürecinin 1977 yılının 1 Mayıs'ında başladığını anlatan bir röportajı yayın­ landı. Ordulu, röportajda, "...Mesela, AKM yakıldı. Öyle olaylar­ dı ki, sağ mı sol mu bulamıyorduk. Binayı yakanlar MİT köken­ liydiler," diyordu. Kitabın yazarı Ecevit Kılıç da o yıllarda Cumhuriyet gazetesi adliye muhabiriydi. Uyuşturucu kaçakçısı Hurşit Han'ın duruş­ ması sonrası avukat Recep Ordulu'yla görüşen Kılıç, Ordulu'ya Gazete Pazar'daki röportajda yer almayan detayları sordu. Kılıç'ın ısrarı üzerine Ordulu, Kültür Sarayı yangınıyla ilgili şu bilgileri verdi: "Binayı yakanlar MİT kökenliydiler. Hatırladığım kadarıy­ la Hiram Abas da vardı. Zaten görev için gittiği Lübnan'dan kısa bir süre önce gelmişti." Ne ilginç! Kültür Sarayı'na yönelik sabotaj eylemini gerçekleş­ tirdikleri iddiasıyla gözaltına alınanları Ziverbey Köşkü'nde sor­ gulayan isimlerden biri de Hiram Abas'tı. Özel Harp Dairesi'nde Tasfiye 27 Mayıs darbesinde başkanı ve yönetici kadrosu görevden alınan Özel Harp Dairesi 12 Mart darbesinden de etkilendi. Türkiye'yi darbeye götüren süreçte aktif görev alan dairenin başkanlığını 1967'den beri Cihat Akyol yapıyordu. Özel harpçi subaylara göre Özel Harp Dairesi'nin bugünkü temelleri Cihat Akyol döneminde atıldı, daire kurumsallaştı. *

Her

zaman

ç e t e l e r e k a r ş ı bir d u r u ş s e r g i l e y e n R e c e p O r d u l u ' n u n K ü l t ü r

S a r a y ı ' y l a ilgili H i r a m A b a s ' ı n a d ı n ı a ç ı k l a m a m a ı s r a r ı v e s o n r a d a n y a z ı l ­ m a m a koşuluyla vermesinin nedeni Abas'ın y a ş a m ı y o r olmasıydı. O r d u ­ l u d a 2 0 0 2 y ı l ı n d a y a ş a m ı n ı y i t i r d i . H e r iki i s m i n d e y a ş a m ı y o r o l m a s ı n e ­ d e n i y l e kitabın y a z a r ı b u bilgiyi a ç ı k l a m a g e r e ğ i d u y d u .

144

Türkiye'yi darbeye götürme sürecinde MİT de üzerine düşeni yerine getirmişti! Bu sırada MİT'in başında Fuat Doğu vardı. Cihat Akyol ile Fuat Doğu'nun birbirlerine karşı kişisel husu­ metleri bulunmasına karşın bunu görevlerine karıştırmıyorlardı. Zaten her ikisi de özel harp eğitimi almıştı ve çalışma teknikleri benziyordu. Ancak darbeden sonra hedefte bu iki isim vardı. İlk görevden alınan MİT Müsteşarı Fuat Doğu oldu. Nihat Erim hükümeti, özellikle de Başbakan Yardımcısı Albay Sadi Kocaş, Fuat Doğu'nun gitmesini istiyordu. Çünkü Doğu'ya göre anarşi olaylarının tek nedeni 1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlüklerdi. Özgürlükler kısıtlandığı anda olaylar son bulacak­ tı. Doğu bu yönde çok çaba harcadı. Ayrıca darbeyle birlikte tutuklananların ve işkence görenlerin listesini sıkıyönetim komutanlıklarıyla emniyete MİT vermişti. Ama daha sonra teşkilattan bu suçlamalarla ilgili tek bir belge ve bilgi gelmedi. MİT, suçları solcuların üzerine atarak hükümeti ya­ nılttı. Bu arada MİT, istihbarat yerine politikayla ilgileniyor, politika­ cılar hakkında da bilgi topluyordu. Hükümetin Fuat Doğu'yu istememesinin diğer bir nedeni de MİT mensuplarının, icraatlarında hukuku geri plana itmeleri ve silahlı operasyonlara katılmalarıydı. Fuat Doğu, hükümetin bastırması, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler'in de destek vermesiyle Mayıs 1971'deki MGK toplantısında görevden alındı. İki ay sonra da Lizbon Büyükelçiliği'ne atanan Fuat Doğu yurt­ dışına gönderildi. Yerine ise 2 Ağustos 1971'de Korgeneral Nurettin Ersin getirildi. MİT'teki operasyondan sonra sırada Özel Harp Dairesi vardı. Aslında Fuat Doğu'ya karşı olan, görevden alınmasını sağla­ yan Nihat Erim hükümeti ve Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, Ci­ hat Akyol'un dairenin başkanlığından alınıp daha iyi bir göreve getirilmesini istiyordu. Düşündükleri görev ise Fuat Doğu'nun yerine MİT Müsteşarlığı'ydı. Ama MGK'nın ordu kanadı bu öneriye sıcak bakmadı. Cihat 145

Akyol'a karşı çıkan iki isim vardı: Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler. İki ko­ mutan da gözaltına alınan ve olaylarla ilgisi olmayan aydınların isim listesini Özel Harp Dairesi ve MİT'in ortaklaşa hazırladığını biliyordu. Askerlerin ismine hayır demesiyle tasfiye edileceğini anlayan Cihat Akyol, tümgeneral rütbesinde iki yılını doldurmak üzerey­ di. Genelkurmay Başkanlığı'na 'kıtaya çıkmak' istediğini bildirdi. Talebi hemen kabul edilen Cihat Akyol, Ağustos 1971'de Özel Harp Dairesi Başkanlığından alındı. Yeni görev yeri ise Trakya Tümen Komutanlığı oldu. Cihat Akyol'un Yerine Yamak Dört yıl Özel Harp Dairesi'nin başkanlığını yürüten Cihat Ak­ yol'un yerine, hiç beklenmeden yardımcısı Tuğgeneral Kemal Ya­ mak atandı. Ama bir sorun vardı; Özel Harp Dairesi Başkanı kadrosu tüm­ generaldi. Yamak ise tuğgeneraldi. Hemen çözüm bulundu; Özel Harp Dairesi kadrosu tümgene­ rallikten tuğgeneralliğe indirildi. 12 Mart darbesinden beş ay sonra dairenin başına geçen Ya­ mak, 1967 yılından bu yana Özel Harp Dairesi'nde görev yapıyor­ du. Uç yıl Kurmay Başkanlığı, daha sonra da Özel Harp Dairesi Başkan Yardımcılığı yapan Yamak, 3 Nisan 1924'te Merzifon'da doğdu. Babası Ahmet Yamak, oğluna Atatürk'ten esinlenerek Ke­ mal adını verdi. Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ni bitiren Yamak, Harp Okulu'nu da 1945'te bitirdi. Ardından iki yıl da Topçu Sınıf Okulu'na devam etti. İlk önemli görev yeri Genelkurmay Harekât Başkanlığı oldu. Yamak'ın görev yaptığı Plan Prensipler Şube Müdürlüğü'nün ba­ şında ise tanıdık bir isim vardı: Turgut Sunalp. Yamak stajını Amerika'da kontrgerilla eğitimi alan ilk subay olan Sunalp'in yanında yaptı. Daha sonra Afgan askerlerini eğit­ meleri için bu ülkeye gönderilen ekipte yer aldı. Afganistan Harp Okulu'nda öğretmenlik yaptı. Dönüşünde kilit birimlerden biri olan Harp Okulu Harekât 146

Eğitim Öğretim Şube Müdürlüğü'nde görevlendirildi. Okul Ko­ mutanı ise iki ayrı darbe girişiminden sonra idam edilen Talat Ay­ demirdi. Kemal Yamak, Talat Aydemir'e muhalifti. Zaten ilk darbe giri­ şiminden sonra okuldaki subayların önemli bir kısmı emekliye sevk edildi. Kalanlar da okuldan alınarak başka görevlere atandı. Soruşturmalar açıldı. İlginçtir aynı dönemde yalnızca Şube Mü­ dürü olmasına rağmen hangi subay ve öğrenci hakkında soruş­ turma açılacağına Yamak karar veriyordu. Görevi veren kişi ise Aydemirin yerine atanan ve daha sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanı olacak olan Tümgeneral Semih Sancar'dı. Yamak'ın rüt­ besi bu dönemde daha binbaşıydı. Harp Okulu öğrencilerinin sokaklara döküldüğü, Talat Ayde­ mirin 21 Mayıs 1963'teki ikinci darbe girişiminde ise Yamak evin­ den dışarı çıkmadı. Okul Komutanı Kemalettin Eken'in yaralan­ dığı olaylar tamamen son bulduktan sonra okula gitti. Ve soruş­ turma görevi Yamak'a verildi. Soruşturmayla birlikte eğitim tamamen durdu. Öğrenciler toplu olarak gözaltına alındı. Sonra askeri yargılama başladı. Kemal Yamak, yargılamayı yeterli görmüyordu, önerisi tüm öğrencilerin okuldan gönderilmesiydi. "Böyle olaylara karışanlar nasıl subay olacak!" diyordu. Sonunda Yamak'ın istediği oldu ve ikinci sınıftan bin 559 öğrenci okuldan atıldı. Harp Okulu o yıl ve sonraki yıl mezun veremedi. Hiç sevmediği Talat Aydemir asıldığında Kemal Yamak ordu basamaklarını hızla çıkıyordu. Bir süre sonra albay rütbesine yük­ seldi ve bu kez de Genelkurmay Personel Başkanlığı'nda görev­ lendirildi. Namık Kemal Ersun'un Okul Komutanı olarak atan­ masıyla o da eski görev yerine geri döndü. Ancak bu kez kurmay başkanı olarak. Bir süre sonra da özel harpçilerin 'ustalık döneminin' başlan­ gıç yeri kabul edilen Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı'na atandı. Özel Harp Dairesi'nin kurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı'nı yakından tanıyan Yamak, 1967 yılının sonunda Özel Harp Dairesi'nde Kur­ may Başkan olarak görevlendirildi. Üç yıl bu görevi yürüten Ya­ mak bir yıl da Cihat Akyol'un yardımcılığını yaptı.

147

Afgan Gladyosunu Kuran Özel Harpçi Özel harpçi subaylara göre Kemal Yamak, Cihat Akyol'un çiz­ gisini aynen sürdürdü. Yalnız Cihat Akyol özel harp tekniklerinin uygulanmasındaki pratikliğinin yanı sıra işin teorik bölümüne de hâkimdi. Amerika'daki harp teknikleriyle ilgili her gelişmeyi ya­ kından takip ediyordu. Bu tekniklerin Türkiye koşullarına uygun olması için sürekli çalışmalar yapıyordu. Sonra da zaten bunları iki ayrı kitapçıkta yayımladı. Bu kitapçıklar da Özel Harp Dairesi'nde ders olarak okutuldu. Bugün bile Özel Kuvvetler Komutanlığı adını alan dairede iki ki­ tapçık da kaynak yayın olarak kullanılıyor. Yamak ise daha çok, özel harp tekniklerinin uygulanmasında, sivil unsurların yetiştirilmesinde ve en önemlisi dairenin eylemle­ rinde, operasyonlarında aktifti. Yamak zaten bu aktifliğini daha Özel Harp Dairesi'nin başına geçmeden Afganistan'da göstermişti. Turgut Sunalp'in yanında stajını tamlayan Yamak, 2 Şubat 196()'ta Afganistan Harp Okulu'nda ders vermesi için Genelkurmay Başkanlığı tarafından bu ülkeye gönderilen Eğitim Heyeti ekibinde yer almıştı. Yamak iki yıl süreyle bu ülkede kalacaktı. Ancak birkaç ay sonra 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Yamak'ın Afganistan'da bulunduğu sırada 27 Mayıs darbesin­ den sonra sürgüne gönderilen Alparslan Türkeş de Yeni Del­ hi'deydi. Türkeş'le birlikte sürgüne gönderilen Fazıl Akkoyunlu ise Kabil'deydi. Yani Yamak'ın bulunduğu ülkedeydi. Yamak okuldaki görevinden arta kalan zamanlarının önemli bir kısmını Akkoyunlu'nıın yanında geçiriyordu. Türkeş de zaman zaman Yeni Delhi'den Kabil'e Akkoyunlu'yu ziyarete geliyordu. İşte Yamak bu ziyaretler sırasında Türkeş ile tanıştı. Türkeş'in Kabil'e gelişlerini hiç kaçırmıyordu artık. Bu, Yamak için ikinci staj dönemi olmuştu. Hem de stajı Al­ parslan Türkeş'in yanında yapıyordu. Ancak bir süre sonra Türkiye'den haber geldi. 27 Mayıs darbe­ sini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi, Yamak'ı Türkiye'ye geri çağırıyordu. Dönmemesi durumunda bir yıllık kıdem atlama ce­ zası alacağı bildirildi. Yamak, Ankara'ya bir yıl daha gelemeyeceğini, bunun sonu148

cunda verilecek cezaya da razı olduğunu iletti. Yamak'ın bu kadar keskin bir yanıtı vermesinin önemli bir nedeni vardı. Çünkü çok önemli bir göreve hazırlanıyordu! Afgan subay ve yetkililere özel harp teknikleri, kontrgerilla üzerine çok detaylı bir konferans verecekti. Sonunda Yamak'ın Türkiye Genelkurmay Başkanlığı'yla rest­ leşmesine neden olan konferans günü geldi. Yamak, özel harbin önemini, bu tarz harbi yönetecek bir teşkilatın varlığının gerekli­ liğini anlattı. Konferansa Afganistan Genelkurmay Başkanı'ndan tutun askeri okul öğrencilerine kadar çok büyük bir katılım vardı. Aslında Yamak, hocaları Turgut Sunalp ve Alparslan Türkeş'ten öğrendiklerini anlatmıştı. Ardından Afganistan Genelkurmay Başkanlığı, Kemal Yamak'a anlattığı bilgiler doğrultusunda Afganistan'da Özel Harp Dairesi benzeri bir teşkilat kurması teklifinde bulundu. Gerisini Kemal Yamak'tan devam edelim: "Üç gün sonra okul komutanı (Afganistan Harp Okulu) tüm­ general, beni çağırdı. (...) dinledikleri konferanstan çok etkilen­ diklerini belirterek teşekkür ettiler ve yeniden Genelkurmay Başkanı'nın teşekkürlerini ilettiler. Memleketlerinin durumunu, or­ dunun ihtiyaçlarını, milletin fakirliğini ve bütün bunların orduya etkilerini dile getirerek, sözü asıl söylemek istediklerine getirdiler. 'Genelkurmay Başkanımız beni size, özel bir ricasını iletmek için görevlendirdi. Gördük ki gerilla konusunda bilgi ve uygulamala­ rınız, birikimleriniz var. Bunu tatbikat ve konferansta bize göster­ diniz. Bizi de çok etkilediniz. Adeta memleketimizin bir ihtiyaç ve de imkânını önümüze koydunuz. Şimdi bu konuda neler yapıla­ bileceğini ve nasıl yapılabileceğini düşünüyoruz. Nasıl bir çalış­ ma ve nasıl bir teşkilatlanma yapmalıyız diye soruyorlar ve siz­ den yardım, destek rica ediyorlar,' dedi. Cevap verememe imkân vermeden ekledi: 'Bir ricaları daha var. Bu konunun hassasiyetine dikkat çekerek, konunun çok gizli tutulmasını, bu görev ve ricala­ rını kimseye açmamanızı, ayrıca sizden rica ediyorlar.' Ayrılınca­ ya kadar özel istek ve ricalar hep devam etti." Yamak'ın kitabında anlatmadığı, ama dönemin Özel Harp Da­ iresi yöneticilerinin bildiği bir gerçek vardı: Yamak, Afganistan * Kemal Yamak,

Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen İzler, D o ğ a n K i t a p , 3 . b a s k ı ,

2 0 0 6 , s. 176-177.

149

özel harp teşkilatında resmi görev almadı ama eğitim ve yapılan­ ma konularında her türlü desteği verdi. Türkiye'deki yapının iş­ leyişi, teknikleri hakkındaki elindeki bilgi ve dokümanları Afga­ nistan Genelkurmay Başkanlığı'na aktardı. Türkiye'ye dönüş vakti geldiğinde de Afganistan Devleti, Yamak'a, 'katkılarından' dolayı Üstün Hizmet Madalyası verdi. Afganistan'da kontrgerilla örgütü kurulmasını sağlayan Yamak'a Türkiye'ye döndüğünde verileceği açıklanan bir yıllık kı­ dem cezası da uygulanmadı. Kızıldere Katliamı Kemal Yamak'ın Özel Harp Dairesi'nin başında olduğu yıllar... Ziverbey Köşkü'nde işkenceli sorgulamalar yapan kontrgeril­ la ekibinin yeni hedefi, 29 Kasım 1971 akşamında Maltepe Askeri Cezaevi'nde tünel kazarak kaçan THKP-C'nin ve öğrenci hareke­ tinin liderleri Mahir Cayan, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve Ulaş Bardakçı'ydı. Ekibin başında Memduh Ünlütürk vardı. Ekipte MİT İstanbul Daire Başkan Yardımcısı Yaşar Savaş, yine teşkilattan Hiram Abas, Mehmet Eymür de yer alıyordu. Devrimci gençlerin peşine düşen bu ekip aylar sonra izlerini buldu. Hemen operasyonlara başladılar. İlk operasyon, 9 Şubat 1972'de gece yarısı, Ziya Yılmaz'ın kaldığı Fındıkzade Kızılelma Caddesi Tevfik Fikret Sokak, Kısmet Apartmanı'nın bodrum ka­ tındaki daireye düzenlendi. Evde Ziya Yılmaz'ın yanı sıra Şerafettin Serdar, Osman Cahit İyigün ve Hüseyin Özkan vardı. Operas­ yonda hem MİT hem de polis yer aldı. Operasyonun başında ise MİT'çi Hiram Abas bulunuyordu. Mehmet Eymür de MİT ekibi­ nin içindeydi. Operasyonda evdeki dört isim de yaralı olarak tes­ lim oldu. Hiram Abas da operasyonda yaralandı. MİT yöneticileri asıl görevleri olan istihbaratı bir tarafa bırakıp işkenceli sorguların yanı sıra operasyonlara da katılıyordu artık. İkinci operasyonu Ulaş Bardakçı'nın gizlendiği Amavutköy Üvez Sokak'taki eve yaptılar. Elbise dolabı içinde gizlenen Bar­ dakçı, vücudunun her tarafına isabet eden kurşunlar sonucu Öldürüldü. Bunun üzerine Mahir Cayan, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna yakalanmamak için Ankara'ya geçti. 150

Örgütü yeniden yapılandırma çabasındaydılar. Eylem alanı Karadeniz olacak ve bu bölgede gerilla mücadelesi için üsler oluşturulacaktı. Kent gerillası yeniden başlatılacaktı.

Ama

düzenlenen

operasyonlar bunların g e r ç e k l e ş m e s i n e fırsat vermedi. Peş peşe düzenlenen operasyonlarla örgütün İstanbul ayağı tamamen çöktü. Kontrgerilla ekibi peşlerindeydi, çember gittikçe damlıyordu. Zaten kontrgerilla ekibi izlerini de bulmuştu. Mahir Çayan, saklandığı evden başka bir yere geçti. Mahir'e ulaşmak için halka­ yı tamamlamak istiyorlardı. Oğuzhan Müftüoğlu'nun yerini öğ­ renmek için Koray Doğan'ın peşindeydiler. Mahir'lerin yerini öğ­ renmek için de Oğuzhan Müftüoğlu'na ulaşmak istiyorlardı. So­ nunda Koray Doğan'a ulaştılar. Koray Doğan pusuya düşünce kaçmak istedi. Ama kaçarken nişanlısının gözleri önünde arkasın­ dan ateş ederek öldürdüler. Sonraki gün de Oğuzhan Müftüoğlıı yakalandı. Sıra Mahir Çayan'lara gelmişti. Karadeniz Bölgesi'ne geçmeye ve Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını en­ gellemek için bir eylem gerçekleştirmeye karar verdiler. 18 Mart günü makarna kamyonunun içine saklanarak Ünye'ye geçtiler. İdamları engellemek için Ünye'deki NATO dinlenme üssünde­ ki görevlileri kaçırmaya 25 Mart'ta karar verdiler. İki gün sonra da ikisi İngiliz ve biri Kanadalı olan üç teknisyen -Charles Turner, Gordon Banner ve John Stuart Law- Mahir Cayan ve arkadaşları tarafından kaçırıldı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarının durdurulmasını istiyorlardı. Ünye ve Fatsa tamamen abluka altına alındı. Ziverbey Köşkü'ndeki işkencelere katılan ekip de Ünye'ye gelmişti. MİT eki­ binde yine Mehmet Eymür ve İstanbul Daire Başkan Yardımcısı Albay Yaşar Savaş vardı. Hiram Abas ise yaralı olduğu için gide­ memişti. Ankara Mamak'taki işkenceli sorguları yapan ikinci kontrge­ rilla ekibi de oradaydı. Onlara Ankara'dan gelen 'özel' bir ekip de eşlik ediyordu. Hem özel ekip hem de MİT ekibi, Ünye Jandarma Karakolu'nda buluştu. Ardından da operasyonlar başladı. Yüzlerce kişi gözaltına alınarak işkencelere tabi tutuldu. Amaç gençlerin yerini öğrenmekti. 151

Mahir Cayan ve arkadaşları o sırada Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy'un önerisi üzerine kaçırdıkları üç rehineyle birlikte arkadaşla­ rı Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna ve üsteğ­ men Saffet Alp'in önceden saklandıkları Tokat'ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyü'ne gittiler. Yerleştikleri ev ise köyün muhtarı Emrullah Aslan'ındı. Çayanlarla birlikte kendilerini götüren Fatsalı şo­ för Nihat Yılmaz ve evi ayarlayan Ahmet Atasoy da vardı. Ünye'de ise İstanbul'dan ve Ankara'dan gelen ekiplerin sorgulamadığı insan kalmamıştı. Ama kimse hiçbir şey anlatmıyor­ du. Mahir Cayan ve arkadaşlarını Kızıldere'ye götüren Hasan Yıl­ maz da gözaltına alındı. Yörede Yüncü Hasan olarak bilinen Yıl­ maz, gençlerin saklandığı evin sahibi Emrullah Aslan'ın eşinin de akrabasıydı. Mehmet Eymür'ün de katıldığı sorguda Hasan Yılmaz, Çayan'larm saklandığı yeri söyledi. Bunun üzerine ilk önce bölge jandarmasına haber verildi. Ar­ dından Ünye'deki Ziverbey Köşkü, Ankara'daki Mamak Cezaevi'ndeki işkenceli sorgulara katılan tüm ekipler, Ünye'den Kızıl­ dere'ye geçti. 30 Mart günü köy tamamen sarıldı. Bir ekip eve geldi ve muh­ tar Emrullah Aslan'a Çayan'ların burada saklandıkları bilgisini aldıklarını söyledi. Muhtar Aslan önceden hazırladığı ihbar mek­ tubunu ekibe vererek Çayan'ların kaçırdıkları üç teknisyenle bir­ likte burada olduğunu anlattı. Evin etrafının sarıldığını fark eden Mahir Cayan, muhtar Em­ rullah Aslan ve çocuklarını zarar görmemeleri için evden çıkardı. Saat 14.00 sıralarında makineli tüfekler, havan mermileri ve bombalarla ev ateş altına alındı. Çayan'lar karşılık vermeye başla­ dı. Kısa süre sonra da ateş kesildi... Mahir Cayan, Cihan Alptekin, Saffet Alp, Hüdai Arıkan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz'ın cesetlerini yan yana kapının önüne dizdiler. Ertuğrul Kürkçü ise çatışma sırasında evin bitişiğindeki sa­ manlığa saklanarak kurtulmuştu. Operasyonu düzenleyenler şo­ för Nihat Yılmaz'ın Çayan'larla birlikte olduğunu bilmiyorlardı. Bu nedenle Yılmaz'ı Ertuğrul Kürkçü zannettiler. Bir gün sonra gerçek ortaya çıkınca MİT'ten Mehmet Eymür'ün başında bulun152

duğu bir ekip tekrar olay yerine gitti ve Kürkçü'yü gizlendiği yer­ den çıkartarak Ankara'ya getirdi. Operasyon Kızıldere köylüleri üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Kızıldere Köyü'nden Dursun E., o tarihlerde 10 yaşındaydı. Yaşa­ dıklarını ve gördüklerini yıllar sonra şöyle anlatacaktı: "Köyümüz bir anda jandarma ile doldu. Her evi didik didik edip arıyorlardı. Sonunda muhtarın evinin etrafında toplandılar. Evi sarmışlardı. Biz korkudan yaklaşamıyorduk. Birkaç arkada­ şımla birlikte yakındaki bir evin damına çıktık. Damın üzerinde yüzükoyun yatıp olanları seyretmeye başladık. Sonra birden si­ lahlar sıkılmaya başladı. Siper almış jandarma sürekli ateş ediyor­ du. Evi delik deşik etiler. Bir süre sonra evden ses seda gelmez ol­ du. İşte o zaman ateş etmeyi durdurdular. Sonra da eve girdiler. Çok korkmuştuk. Ama gözlerimiz de fal taşı gibi açılmıştı. Çünkü her şeyi görebiliyorduk. İçerden 10'a yakın kişiyi sürüyerek dışa­ rı çıkardılar. İçerdekiler ölmüştü. Jandarma gidene kadar kıpırda­ madan yerimizde kaldık." Operasyonda üç rehine teknisyen de öldürülmüştü. Bu teknis­ yenlerin Çayan'lar tarafından mı, yoksa operasyonu düzenleyen­ ler tarafından mı öldürüldüğü hâlâ bilinmiyor. Operasyonla ilgili yıllarca tartışılan ilk konu devrimci gençle­ rin hepsinin çatışmada ölmediği, yargısız infaz yapıldığıydı. Sağ kurtulan tek isim olan Ertuğrul Kürkçü, "Beni yakalayan astsubay ve erler Saffet Alp'in dışarıya canlı çıkarıldığını, orada kafasına kurşun sıkıldığını söylediler. Diğerlerini gözümle görmedim ama evde bir çatışma olmadığını biliyorum," diyor. Saffet Alp'in kardeşi Fikret Karcan'a göre de bir yargısız infaz var: "Çünkü ağabeyimin cenazesini gömerken alnının ortasına çok yakından ateş edildiği anlaşılan bir kurşun izi vardı. Vücudunda başka da bir iz yoktu. Çatışmada ölen bir insanın bedeni böyle mi olur?" Sonunda Kızıldere'deki operasyonda gençlerin tamamının ça­ tışmada mı öldüğü yoksa yargısız infaz mı yapıldığı sorusunun cevabı dönemin Başbakanı Nihat Erim'ın günlüklerinde çıktı: "Akşam saat 18.00'de Memduh Tağmaç (dönemin genelkur­ may başkanı) telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30'da nasihatin etkisi olmadığını, devamlı bomba ve silah at153

tıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler."* Erim'in günlüklerinin yayınlanması üzerine Saffet Alp'in kar­ deşi Fikret Karcan operasyona katılan güvenlik güçleri ve istihba­ rat görevlilerinin açıklanması için İçişleri Bakanlığı'na başvur­ du.** Sağ kurtulan gençlerin sonradan öldürüldüğü operasyonu kim gerçekleştirmişti? Operasyon sırasında MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Vehbi Parlar oradaydı. Bir komando birliği Nevşehir'den Kızıldere'ye getirildi. Yine özel harp eğitimi almış jandarma subay ve astsubaylar da sevk edildi. Eve ateş eden ekibin başında özel harp eğitimli jandarma teğ­ meni vardı. Hatta ilk ateş eden bu teğmen, Mustafa İlerisoy'du. Asteğmen Doktor Necdet Güçlü'nün 13 Nisan 1970 günü An­ kara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öldürülmesinde kullanılan iki silahtan birinin sahibiydi.* *12 Silah '6815248' seri numaralı ordu malıydı. İlerisoy 12 Mart darbesi öncesinde de Ankara'daki komando kamplarında ülkücülere eğitim veren subaylardandı. Kızıldere katliamındaki 'başarısı' nedeniyle Mustafa İlerisoy önce takdirname aldı, ardından da ödüllendirildi. Birkaç ay sonra da üsteğmen yapıldı. Operasyonda MİT yöneticisi Mehmet Eymür,**** İstanbul Da­ ire Başkan Yardımcısı Albay Yaşar Savaş, yine teşkilattan Necdet Akın da vardı. MİT Ankara Bölge Başkanı Albay Süleyman Yenil­ mez de oradaydı. Hatta Mustafa İlerisoy, operasyonu yaşının bü­ yük olması ve tecrübesinden dolayı Süleyman Yenilmez/in yönet­ mesi önerisini getirdi. Ama Süleyman Yenilmez, yorgun olduğu­ nu gerekçe göstererek teklifi kabul etmedi. Operasyonun hangi birim tarafından gerçekleştirildiğinin ya-

* Nihat *

Erim Günlükler, Y K Y , 2 0 0 5 .

Saffet A l p ' i n k a r d e ş i

Fikret Karcan'ın

içişleri B a k a n l ı ğ ı ' n a y a p t ı ğ ı bu

b a ş v u r u y l a ilgili b ı r a k ı n i n c e l e m e y a p m a y ı , y a n ı t b i l e v e r i l m e d i . '* *

D i ğ e r silah ise t e ğ m e n F e h m i Altınbilek'e aitti. M e h m e t F y m ü r , M i l l i y e t Y a y ı n l a r ı ' n d a n ç ı k a n Analiz a d l ı k i t a b ı n d a Kı­ zıldere o p e r a s y o n u n a katıldığını yazdı.

154

nıtı ise 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren'den geldi: Özel Harp Dairesi. "(Süleyman Demirci) Özel Harp Dairesi'ndeki personeli terö­ ristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yaparak öldürmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanılmış olduğu­ nu söyledi. (1971 sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olayında kullanılan personeli kastediyordu.) Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra bu daireyi esas gö­ revine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentileri istemediğimi söyledim."*

*

Kenan Evrenin Anıları, 1. C i l t , s. 4 3 1 - 4 3 2 .

155

Sekizinci Bölüm Özel Harp Dairesi Deşifre Oluyor 1973 yılının yaz ayları... 12 Mart darbesinin üzerinden iki yılı aşkın süre geçmiş. Ama darbenin etkisi tüm ağırlığıyla hâlâ hisse­ diliyordu. Özel Harp Dairesi'nin başkanlığını iki yıldan bu yana Kemal Yamak yapıyordu. Dairenin Ankara'da Sıkıyönetim Komutanlığı'yla sıkı bir işbirliği vardı. Ankara Sıkıyönetim Komutanı da Namık Kemal Ersun'du. Sıkıyönetim Kurmay Başkanı ise tanıdık bir isimdi: Cihat Akyol'dan önce Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan Recai Engin. Tüm generallerin olduğu gibi hem Kemal Yamak hem de Re­ cai Engin'in gözü ağustos ayında yapılacak Yüksek Askeri Şûra'daydı. Her ikisi de aynı görevlerde kalmak istiyorlardı. Generallerin yükselişleri, emekliliğe ayrılışları ve görev yerle­ rindeki değişiklikler önceden açıklandı. Hem Kemal Yamak hem de Recai Engin aynı görevlerde kaldılar. Özel Harp'te Başkanlık Kavgası Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak görevinde kalmasına çok sevinmişti. Ancak bir süre sonra genelkurmay başkanı değiş­ ti. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç emekliye ayrıldı. Yeri­ ne Orgeneral Faruk Gürler geldi. Gürler, genelkurmay başkanı olur olmaz Özel Harp Dairesi Başkanlığı kadrosunu tekrar tümgeneralliğe çıkarttı. Dairenin ba­ şına da Ankara Sıkıyönetim Kurmay Başkanı Tümgeneral Recai Engin atandı. Engin iki görevi birlikte yürütecekti. Kemal Yamak ise Özel Harp Dairesi Başkanlığından alındı. Ama başka yere atanmadı, yine Özel Harp Dairesi'nde kaldı, baş­ kan yardımcısı olarak. Yamak, daha önce aynı görevi albay rütbesiyle yapmıştı. 157

Bu tayin emri iki gün sonra Kemal Yamak'ın eline ulaştı. Bü­ yük bir şaşkınlık yaşayan Yamak, hemen itiraz dilekçesini yazdı. Daha önce albay rütbesiyle yaptığı görevi general rütbesiyle yapmayacağını belirten Yamak, yeni bir göreve atamasının yapıl­ masını istedi. Yamak, dilekçesine görev değişikliği olmaması du­ rumunda istifa edeceğini de ekledi. İstifa dilekçesini kendisi Özel Harp Dairesi'nin bağlı bulundu­ ğu Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp'e götürdü. Ya­ mak'ın 'özel harp hocası' Sunalp, kısa bir süre önce Genelkurmay İkinci Başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Yamak'a göre Özel Harp Dairesi'nin bağlı olduğu Sunalp'in tayin hakkında önceden bilgisi yoktu: "Gittim, tayin emrinden bahsettim. 'Evet, haberim oldu. Bu neyin nesidir?' diye sordu. Ben de bilmediğimi söyledim ve dilek­ çeyi önüne koydum. Okudular, 'Sen ben görmeyeli çok sertleş­ mişsin, nedir bu fevri reaksiyon?' dediler. Gerekçelerimi arz et­ tim. Dilekçede şahsi sebeplerimi belirtmiştim. Ayrıca, yeni komu­ tanda birleştirilmiş görevin, daire için bazı sakıncalar yaratabile­ ceğini arz ederek, teklifimde ısrar ettim. 'Bu dilekçeyi Sayın Ge­ nelkurmay Başkanımıza siz arz eder misiniz veya sizin müsaade­ nizle benim arz etmemi emreder misiniz?' diye sordum. 'Bu ka­ dar acele mi?' dediler. 'Evet,' cevabına karşılık, 'yeni komutan ge­ lip göreve katılırsa,' ne yapacağımı sordular. 'Kendilerine görevi teslim edip eve gider emirlerinizi beklerim. Bu emir, yeni bir tayin emridir veya emeklilik emridir. Her ikisine de razıyım,' dedim."* Turgut Sunalp, Yamak'ın dilekçesini alarak Genelkurmay Baş­ kanı Faruk Gürler'e gitti. Özel Harp Dairesi'ne Yamak'ın komutanı olarak atanan Recai Engin ise dilekçeden o sırada haberdar oldu. Recai Engin de Ya­ mak'ın dilekçesine karşı önlem almak için hemen Ankara Sıkıyö­ netim Komutanı Namık Kemal Ersun'la görüştü. Daha sonra Yamak'ı huzuruna çağıran Namık Kemal Ersun, "Neden Recai Engin'le çalışmak istemediğini," sordu. Yamak, di­ lekçesindeki gerekçelerini aynen sıraladı. Yamak, Ersun'un yanından ayrıldığı sırada Turgut Sunalp, Ge­ nelkurmay Başkanı Faruk Gürleri Yamak'ın Özel Harp Dairesi Baş­ kanlığı görevini sürdürmesi konusunda çoktan ikna etmişti. *

Kemal

Y a m a k , a.g.e., s . 2 7 8 - 2 7 9 .

158

Uç gün sonra Yamak'a Genelkurmay Başkanlığından yeni bir tebligat yapıldı: "Yeniden Özel Harp Dairesi Başkanlığı'na atandınız." Recai Engin'e de yeni bir tebligat yapıldı: "Yalnızca Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevini sürdüreceksiniz." Generallerin Cumhurbaşkanlığı Savaşı

Yıl 1973... Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresinin dolmasına iki aydan az bir süre vardı. Yeni cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor­ du. Aday olmak isteyen kişi ise Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler'di. 12 Mart darbesinin Kara Kuvvetleri Komutanı olan Gürler al­ tı ay önce Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Gürler'e aday olması için en büyük desteği Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp veriyordu. Ama Gürler'in aday olması durumunda seçilip seçilemeyeceğini bilmek istiyordu. Bunun için bu konuda istihbarat çalışması yapıl­ masını istedi. Bu görevi de Özel Harp Dairesi'ne verdi. Meclis içinden ve dı­ şından istihbarat toplanacaktı. Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak, seçimlerden bir süre önce topladıkları istihbarat bilgilerini Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp'e verdi. Buna göre; Gürler'in alacağı oy oranı yüzde 20'yi geçmeyecekti. Gürler, Meclis içinde ve dışında 'yanlış insan­ larla' işbirliği yapıyordu ve etrafındaki en yakın komutanlardan kendisini desteklemeyenler vardı. Turgut Sunalp, istihbarat bilgilerini pek inandırıcı bulmamıştı. Ama yine de istihbaratın Özel Harp Dairesi'nden gelmesi nedeniy­ le Gürler'in de bu konuda bilgi sahibi olmasını istiyordu. Kemal Yamak'ı Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler'e gönderdi. Yamak aynı bilgileri Gürler'e de aktardı. Ama Gürler'in kafası yüzde 2()'ye takılmıştı. Bunun için Yamak'a "Bu oranı ters ifade et­ miş veya siz yanlış anlamış olmayasınız?" diye sordu.* Yamak, yüzde 20 oranında ısrarcı oldu. Yamak'ın raporunun *

K e m a l Y a m a k , a.g.e., s. 2 8 4 .

159

en kritik bölümü ise Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'la ilgiliydi. Batur, genelkurmay başkanı olmaması durumunda ke­ sinlikle Gürler'e destek vermeyecekti. Bu da Gürler'in seçilmesi­ nin önündeki önemli bir engeldi. Ama bir türlü Gürler'i ikna edemedi. Gürler seçileceğine kesin gözüyle bakıyor ve "400 milletvekilinin oyu garanti" diyordu. Bu nedenle raporuyla birlikte Yamak'ı geri gönderdi. Ama Ya­ mak tam kapıdan çıkarken, "Dördüncü sıradaki komutanla ilgili bilgi ve iddia hariç, diğerlerini ikinci başkana not ettir" dedi. Yani Gürler, Batur'la ilgili istihbaratın Genelkurmay kayıtları­ na geçmesine izin vermedi. Faruk Gürler seçime bir hafta kala Genelkurmay Başkanlığı görevinden kendi isteğiyle aday olmak için emekliye ayrıldı. Süresi dolmak üzere olan o günkü Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörlüğüne atandı. Çünkü o dönem­ de Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı'nın Meclis'ten olması şarttı. Askerler de, başta Turgut Sunalp olmak üzere Gürler'in seçil­ mesi için çalışmalara başlamıştı! Milletvekillerine Gürler'in seçilmemesi durumunda "Ankara üzerinde jetler uçacak" mesajı ve­ rildi. Sonunda seçim günü geldi. Milletvekillerinde büyük bir sıkın­ tı vardı. TBMM'nin dinleyici locasını üst düzey rütbeli askerler doldurmuştu. Biri hariç: Muhsin Batur. Çünkü Gürler'in yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar genelkurmay başkanı olmuştu. Bunu fark eden milletvekilleri, Muhsin Batur olmadan "Anka­ ra üzerinde jetlerin uçurulamayacağını" anlamışlardı. Aslında Demirel seçimlerden bir hafta önce Gürler'e karşı Batur'a cumhur­ başkanı adayı olmayı teklif etmişti. Ama hayır yanıtını almıştı. Demirel'e göre intikam vaktiydi! Gürler'in seçilmemesi 12 Mart darbesinin rövanşı olacaktı. Bülent Ecevit de Gürler'in seçilmesine karşıydı; darbenin etki­ sinin yok olmasını istiyordu. Hem Ecevit hem de Demirel'in en büyük kaygıları ise Gür­ ler'in seçilmesi durumunda bundan sonra genelkurmay başkanla­ rının cumhurbaşkanı olması geleneğinin yerleşecek olmasıydı. 13 Mart tarihli seçimlerde Faruk Gürler cumhurbaşkanı seçilemedi. Adalet Partisi'nin (AP) aday gösterdiği Tekin Arıburun 292, İM)

Faruk Gürler 175 ve DP lideri Ferruh Bozbeyli ise 45 oy aldı. O gün yapılan tüm turlarda oranlar değişmeyince Faruk Gürler adaylıktan çekildi. Gürler geçerli 512 oyun 175'ini almıştı. Gürlerin 175 oyu, top­ lam 512 oyun yüzde 34'üydü. Kemal Yamak istihbaratında haklı çıkmıştı; Batur genelkurmay başkanı olamadığı için Gürleri des­ teklemedi, bu da askerler arasında fikir ayrılığını fark eden karşı milletvekillerinin Gürler'e oy vermemesine neden oldu. Büyük bir kriz ortaya çıktı. Askerler bu kez Cevdet Sunayin görev süresinin uzatılması formülünü ortaya attılar. Ordu kesin­ likle AP'li bir cumhurbaşkanı istemiyordu. Sunayin görev süresi­ nin uzatılması için anayasa değişikliği oylaması yapıldı. Parla­ mento bir oyla bu formülü reddetti. Bunun üzerine isim arayışları başladı. Demirel ve Ecevitin or­ tak önerisiyle bu isim emekli Oramiral Fahri Korutürk oldu. Mec­ lisin seçtiği Korutürk 6 Nisan 1973'te yemin ederek Cumhurbaş­ kanlığı koltuğuna oturdu. Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Gürler, bu olaydan sonra kö­ şesine çekildi. İki yıl sonra da yaşamını yitirdi. E c e v i t i n D a i r e ' n i n Varlığını Ö ğ r e n d i ğ i A n

Yeni cumhurbaşkanını seçen Türkiye'de bu kez genel seçimler yaklaşıyordu. Seçim büyük önem taşıyordu. Çünkü 12 Mart dar­ besinden bu yana askerlerin atadığı hükümetler görevdeydi. Darbecilerin hükümeti kurmakla görevlendirdikleri isim, se­ natör Nihat Erim oldu. Hükümeti kuran Nihat Erim, darbeden iki hafta sonra göreve başladı. Görevi ise, muhtırada yer alan gerek­ çeleri hayata geçirmekti. 3 Aralık 1971'de Nihat Erimin Bakanlar Kurulu'na haber ver­ meden yeni bir bakan ataması hükümette büyük bir huzursuzluk yarattı; 11 bakan aynı anda istifa etti. Hükümet düşmüş oldu. Birkaç gün sonra Nihat Erim başkanlığında İkinci Erim Hükü­ meti kuruldu. Kızıldere operasyonundan bir süre sonra, 17 Nisan 1972'de bu hükümet de istifa etti. Sonra Ferit Melen başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümet de kısa bir süre sonra istifa etti. CHP ve AP arasında yeni hükümet formülleri konusunda yapılan görüşmeler de kop­ tu. Süleyman Demirel yeni arayışlara girdi. Demirel'in Cumhuri161

yetçi Güven Partisi'yle anlaşması üzerine Naim Talu Hükümeti kuruldu. Türkiye seçim atmosferine girmişti. 14 Ekim 1973'te yapılacak genel seçimlere az zaman kalmıştı. Seçim havasının solunduğu bir ortamda CHP'nin Olağan Kurultayı 4 Mayıs 1972'de Anka­ ra'da toplandı. Kurultay'da İsmet İnönü'nün desteklediği parti meclisi listesi ve genel sekreter adayı Kemal Satır'ın seçimi kaybetmesi ve Bü­ lent Ecevit yanlılarının seçimi kazanması üzerine İsmet İnönü ge­ nel başkanlıktan istifa etti. 14 Mayıs 1972'de yapılan Olağanüstü Kurultay'da genel başkanlık seçimine tek aday olarak giren ve İs­ met İnönü'den boşalan koltuğa oturan Ecevit de meydanlardaydı. Naim Talu Hükümeti dışında kalan CHP'nin lideri Ecevit, o yıllarda yavaş yavaş Avrupa'nın gündemine gelmeye başlayan kontrgerilla tartışmalarıyla ilgili ilk açıklamalarını yapıyordu. Bu konudaki ilk sözü 26 Mayıs 1973'te istihbarat teşkilatıyla il­ gili söyledi: "MİT'in ne yaptığı karanlıktır." Bülent Ecevit seçim tarihi yaklaştıkça açıklamalarını sertleştiriyordu. 26 Eylül 1973'te bu kez de Ziverbey Köşkü'ndeki işken­ celerle açığa çıkan 'kontrgerilla' ve işkence yapanlardan hesap so­ racaklarını söyledi: "Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayri res­ mi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılmamıştır. Kontrgerilladan hesap soracağız." 14 Ekim'de yapılan seçimlerde CHP birinci parti çıktı. 186 mil­ letvekili çıkartan CHP, tek başına çoğunluğu sağlayamadı. AP 149, MSP 49, CGP 13, MHP 3 ve BP 1 milletvekilliği kazanmıştı. Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kuran* Ecevit, ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu.

*

M S P ' n i n lideri

Necmettin

Erbakan'dı.

D a r b e y l e Milli

kapatılmasından sonra E r b a k a n yurtdışına çıkmıştı. A m a

N i z a m Partisi'nin 12 M a r t darbe­

sini g e r ç e k l e ş t i r e n l e r o l a s ı s e ç i m d e A P ' n i n t e k b a ş ı n a i k t i d a r a g e l m e s i n i ö n l e m e k i ç i n E r b a k a n ' ı T ü r k i y e ' y e g e r i ç a ğ ı r d ı l a r . B u n u n i ç i n M u h s i n Ba­ hir v e T u r g u t S u n a l p i s v i ç r e ' y e g i d i p E r b a k a n ' a g e l m e s i d u r u m u n d a ken­ disini k o r u y a c a k l a r ı g ü v e n c e s i verdiler. B u g ü v e n c e y l e d ö n e n E r b a k a n 1 9 7 2 ' d e MSP'yi kurdu.

162

Başbakanın Telefonu MİT'in Üzerine Kayıtlı Seçim meydanlarında "Kontrgerilladan hesap soracağız" diyen Ecevit'i bu konuda büyük sürprizler bekliyordu. İlk önce Ecevit'in makam telefonunun MİT'in üzerine kayıtlı ol­ duğu ortaya çıktı. Üstelik faturaları da MİT ödüyordu. Başbakanı bile rahatça dinliyorlardı. Açılan soruşturmalar Ecevit'in "konuş­ malarının dinlenmesinin sakıncası olmadığı" açıklaması üzerine ka­ pandı. İkinci olarak, Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceler açık bir şekilde konuşulmaya başlandı. Bu işkenceye maruz kalan isimlerden emek­ li Yarbay Talat Turhan, yaşadıklarını ve kendisine işkence yapanları mektupla Bülent Ecevit'e de bildirdi. Ecevit bunlarla ilgili sessizce çalışmaya, bilgi toplamaya çalışı­ yordu. Ama 'kontrgerilla' dediği ve o güne kadar varlığından haberdar olmadığı Özel Harp Dairesi'nin kendisi Ecevit'in ayağına geliyor­ du! Önceki bölümlerde belirtildiği gibi Amerika, yardım kuruluşu JUSMMAT aracılığıyla kuruluşundan itibaren Özel Harp Dairesi'nin giderlerini karşılıyordu. Bu amaçla daireye her yıl bir milyon dolar veriyordu. 1974'te kadar bu paranın Özel Harp Dairesi'ne ve­ rilmesinde bir aksama yaşanmadı. Sıra 1974 yılının bir milyon dolarının alınmasına gelmişti. Bu­ nun için Amerikalı askeri yetkililer, JUSMMAT yöneticileriyle bir­ likte Özel Harp Dairesi'ne geldi. Görüşmelerde Özel Harp Daire­ si'ni Başkan Kemal Yamak ve Kurmay Başkanı Sabri Yirmibeşoğlıı temsil ediyordu. Yamak'ın paranın yanı sıra yeni silah, mühimmat ve araçlarla il­ gili bir de istekler listesi vardı. Liste Amerikalı yetkililer gelmeden önce Yamak ve Yirmibeşoğlu'nun katıldığı özel bir toplantıyla belir­ lenmişti. Görüşme Yamak'ın istediği gibi gitmedi. Amerikalı yetkililer, Ya­ makin listesindeki silahları ve teknik malzemeleri vermeyi kabul etti ama yenilerini değil, daha önce kullandıklarını. Bir kısım silahın yerine ise daha düşük düzeyde olan başka silahlar verebileceklerini söylediler. Yeni silahların parası da her yıl ödenen 1 milyon dolardan kesi163

lecekti. Bu da paranın neredeyse yarısına denk geliyordu. Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak ve Kurmay Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu paranın kesilmesini kabul etmediler. Özel Harp Dairesi de ödeneğini alamadı. Kemal Yamak, bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Semih San­ car'a bu paranın örtülü ödenekten karşılanması teklifini götürdü. Ancak bu ödenek başbakanın tasarrufundaydı. Başbakanlık koltuğunda ise seçim meydanlarında "Kontrgerilladan hesap so­ racağız" diyen Bülent Ecevit vardı. Teklifin kabul edilmesi imkân­ sız gibiydi. Yine de Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Bülent Ecevit'ten randevu alarak Başbakanlığa gitti. Gerisini Ecevit'ten dinleyelim: "1974'teki başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı rahmetli Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için, birkaç milyon lira istedi. O yıl­ larda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktar da örtü­ lü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Üstelik ben, örtülü ödene­ ği ancak sosyal yardımlar için kullanıyordum ve mecbur olma­ makla birlikte, bu kaynaktan yapılan tüm ödemeleri belgelere bağlatıp, Başbakanlık Müsteşarı'nın kasasında saklatıyordum. Onun için Genelkurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için,' dediler. O güne kadar böyle bir dairenin adını bile duymamıştım. Daha önce on­ lara parayı ABD veriyormuş. Bir anlaşmazlık çıktığı için ödeneği kesmişler. Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Yardım Heyeti'yle aynı binada,' yanıtını aldım."* Ecevit, duydukları karşısında hayrete düşmüştü: "Kaygılan­ dım, bu da son derece doğal." Ülkenin başbakanı gizli yapının varlığından ilk kez haberdar oluyordu. Bu görüşme Özel Harp Dairesi'nin deşifre olduğu andı.

*

Milliyet, 2 8 K a s ı m

1 9 9 0 . E c e v i t ' i n k a s ı m a y ı n d a Milliyet g a z e t e s i n d e y a ­

y ı m l a n a n bu anıları d a h a s o n r a

Karşı

ları, 1 9 9 1 .

\M

Anılar a d ı y l a k i t a p o l d u . D S P Y a y ı n ­

Özel Harp Dairesi Başkanı Ecevit'in Huzurunda Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Özel Harp Dairesi'ne ödenek alabilmek için yanında evraklar da getirmişti. İstenilen ra­ kamın yüksek olması nedeniyle Bülent Ecevit, "Bir düşüneyim," diyerek evrakı Orgeneral Sancar'dan alarak masasının kenarına koydu. Semih Sancarin Bülent Ecevitie görüştüğü bu sırada Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak da Milli Savunma Bakanı Ha­ san Esat Işık'ın makamındaydı. Yamak için randevuyu Genelkur­ may Başkanı Sancar almıştı. Ecevit'in yaşadığı şaşkınlığı Hasan Esat Işık da yaşıyordu. Di­ ğer taraftan her ikisi de bir bakıma seviniyorlardı: "Kontrgerilla ayağımıza geldi." Hem Ecevit'e hem de Hasan Esat Işık'a göre Özel Harp Dairesi'ni kontrol altına almak için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Ecevit, istenilen parayı karşılamayı düşünüyordu, hatta örtülü ödeneğin yeterli olmaması durumunda Meclis'ten ek ödenek bile çıkartmayı planlıyordu. Ama bir şartla: Özel Harp Dairesi'nin tüm eylemleri, girdileri çıktıları öğrenilmeliydi. Bu gizli örgütün amaçları nedir? Amerika'dan parayı nasıl alıyorlar? Örgütün yapısı nasıl? Personeli nasıl eğitiyorlar? Silahları nasıl temin ediyorlar? Eğitim yerleri nerelerde? Örgütü kimler yönetiyor? Personelleri hangi olaylarda yer aldı? MİT'le ilişkileri ne düzeyde? Tüm bu soruların yanıtı alındığı takdirde Özel Harp Daire­ si'ne istenilen ödenek, Ecevit tarafından verilecekti. Ecevit, 'ulusal güvenlik için kurulduğu' söylenen ama ülkenin başbakanının dahi varlığından haberdar olmadığı Özel Harp Da­ iresi hakkında hemen bir brifing istedi. Yanıt gelmedi. Ecevit, ısrarcı oldu. Sonunda Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Ecevit'i araya­ rak brifing verileceğini söyledi. 165

Özel Harp Dairesi hakkında çok zorunlu bir durum olmadığı sürece sadece Genelkurmay Başkanı ve dairenin bağlı bulunduğu Genelkurmay İkinci Başkanı'na brifing veriliyordu. Ecevit, daire hakkında kuruluşundan bu yana brifing verile­ cek ikinci siyasetçi olacaktı. İlk brifing Özel Harp Dairesi'nin ilk Başkanı Daniş Karabelen komutasındaki bir ekip tarafından dö­ nemin başbakanı Adnan Menderes'e verilmişti. Brifing günü önce Özel Harp Dairesi'nden bir ekip geldi; bri­ fingin verileceği Başbakanlık Konutu'nun her tarafını, duvarlar dahil, dinlenme olasılığına karşı elektronik aygıtlarla taradılar. Herhangi bir gizli mikrofona rastlamadılar. Brifing çok gizli tutulmuştu. Bu nedenle hükümet kanadından sadece Başbakan Bülent Ecevit ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık vardı. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Özel Harp Dairesi Başka­ nı Tuğgeneral Kemal Yamak'la birlikte geldi ve brifing başladı. Gerisini yine Ecevit anlatıyor: "Özel Harp Dairesi'nin Türkiye'nin veya bir kısım toprakları­ mızın düşman istilasına uğraması durumunda istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak için kurulduğunu anlattılar."* Ecevit'i asıl dehşete düşüren ise Özel Harp Dairesi'nin 'sivil unsurları'nın da bulunduğunu öğrenmesi oldu: "Adları gizli tutulan bazı 'vatansever gönüllüler' Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görev­ lendirilmişlerdi. Gerektiğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de Türkiye'nin bazı yerlerinde gizli silah depo­ ları oluşturmuşlardı." Ecevit brifingden sonra daha da endişelendi. Duydukları hem Ecevit için hem de Hasan Esat Işık için ürkütücüydü. Brifingden sonra Ecevit ile Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarını ortadan kaldırmaya karar verdiler. Ama brifingde Türk Mukavemet Teşkilatı'nın adı verilmeden Özel Harp Dairesi'nin Rum baskısına karşı Kıbrıs'ta direnişi ör­ gütlediği, Rumlar arasında istihbarat için bulunan onlarca daire görevlisinin bulunduğu da Ecevit'e anlatılmıştı: *

Karşı Anılar, D S P Y a y ı n l a r ı , 1 9 9 1 , s. 4 0 .

L66

"O yüzden sorunun üzerine gitmeyi Kıbrıs Barış Harekâtı son­ rasına ertelemek zorunluluğunu duyduk." Ancak Kıbrıs Harekâtı'ndan sonra CHP hükümetten ayrıldı. Böylece Ecevit'in Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının üzeri­ ne gitme kararı kesintiye uğradı. Brifingdeki Özel Ekip Başbakan Bülent Ecevit'e brifing veren Özel Harp Dairesi eki­ bi üç kişiden oluşuyordu. Ekibin başında Tuğgeneral Kemal Ya­ mak vardı. Diğer iki isim ise ileriki yıllarda Özel Harp Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı yapacak olan Kurmay Yarbay Aydın İlter ile havacı Binbaşı Muammer Ünal'dı.* Kemal Yamak'a göre ise Bülent Ecevit yıllarca anlattıklarının aksine brifingden sonra Özel Harp Dairesi'nin genişletilmesini is­ tedi: "Sayın Başbakan (Bülent Ecevit) Genelkurmay Başkanı'na (Se­ mih Sancar) döndü ve 'Ne kadar iyi bir teşkilat ve ne kadar ulvi bir görev paşam,' dediler ve 'Acaba bu teşkilatlanmayı yaygınlaş­ tırarak çoğaltsak, buna mukabil ordumuzun barış kadrosunda önemli bir azaltmaya gitsek, nasıl olur? Bu tür bir uygulamanın çok büyük ekonomik yararları da olacaktır. Yapılabilir mi?' dedi­ ler. Ben birdenbire çok heyecanlanmış ve acaba sayın başbakana Silahlı Kuvvetler aleyhine oluşacak bir imaj ve kanaat mi vermiş­ tim, diye endişeye düşmüştüm, müsaade isteyip, her ikisinin yer­ lerini ve farklarını arz ettim. Tatmin olmuşlardı. Sonunda çok önemli ve milli bir görevi yapan bu teşkilatı desteklemenin görev olduğunu, istenilen mali desteğin önemli olmadığını ve sağlana­ bileceğini, kesilen eğitim ve öğretim desteği için gerekirse Fransa ve Almanya gibi Batı Avrupa devletleri ile temas kurulabileceğini ifade ile, bize teşekkür ederek ayrıldılar. 1973 yılında verilen bu brifing daha sonra ve özellikle 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan çı­ karılan, 'kontrgerilla' yaygarasından sonra çok konuşulacaktı."** Kemal Yamak'ın Özel Harp Dairesi'ni deşifre etmesi -hem de

*

Havacı

Binbaşı M u a m m e r Ünal, Kıbrıs H a r e k â t ı ' n d a aktif g ö r e v aldı.

d a d i ğ e r ö z e l h a r p ç i l e r gibi g e n e r a l l i ğ e k a d a r y ü k s e l d i . **

K e m a l Y a m a k , a . g . e . , s . 2K7.

167

O

onun başkanlığı döneminde- nedeniyle Bülent Ecevit'e yüklen­ mesi sürpriz değil! Özel Harp'in İstihbaratı Çöküyor Başbakanlık koltuğunda Bülent Ecevit var. Türk Silahlı Kuvvetleri 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a çıktı. Kıbrıs Harekâtı'nın hazırlıklarında aktif görev alan birimler­ den biri de Özel Harp Dairesi oldu. Türk Mukavemet Teşkilatı'nın varlığı nedeniyle harekâtla ilgili tüm istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesi görevi daireye verildi. Ancak harekât için son günlere yaklaşılmasına karşın daireden Genelkurmay Başkanlığı'na ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na herhangi bir bilgi gelmiyordu. Sonunda Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan bizzat Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak'tan adadaki askeri tesis ve hedefler, Rum birliklerinin sayıları ve gücü, kıyı ve plajlar hak­ kında yeniden bilgi istedi. Yine bilgi gelmedi. Sonunda bu görevi Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı üstlendi ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na istihbarat sağlandı. Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Şubesi'nin sağladığı bilgilerden de yararlanıldı. Yamak'a göre ise Kemal Kayacan'ın istediği tüm bu bilgilerle ilgili detaylı çalışma yapıldı ve bunlar Deniz Kuvvetleri Komu­ tanlığı'na iletilmesi için bilgi kartı ve albüm haline getirildi. An­ cak bu bilgiler çok gizli damgalı olduğu için askerler tarafından, ilgili komutanlıklara gönderilmek yerine arşive kaldırmıştı! Özel Harp Dairesi'nin istihbarat toplamaması nedeniyle hare­ kâtın başladığı ilk gece Genelkurmay ile adaya çıkmaya çalışan ve çıkan birlikler arasında hiçbir irtibat sağlanamadı. Ankara'daki Genelkurmay Karargâhı'nda gergin bir bekleyiş vardı. Genelkur­ may başkanı dahil herkes adeta elleri kolları bağlı bir şekilde ada­ dan gelecek haberi bekliyordu. Bir taraftan da yıllardır adada gizli örgüt kuran ve onlarca su­ bayı bulunan Özel Harp Dairesi'nin bilgi getirmesini bekliyorlar­ dı. Bunun için Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, İkinci Başkan Adnan Ersöz ve Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya, Genel168

kurmayin ilgili başkanlıklarının başındaki generallerin bulundu­ ğu ekip, Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamaki Genelkurmay'a çağırdı. Ancak Kemal Yamak elli boş geldi. Dışişleri Bakanlığı istihbaratının sağladığı ilk bilgiler, haberler vardı. Bu bilgileri değerlendirip daha sağlam bir irtibat kurmaları için bir heyet gece yarısı Özel Harp Dairesi'ne gitti. Ekipte Onur Öymen de vardı. Adaya çıkan Türk birlikleriyle ancak bir sonraki gün irtibat sağlanabildi.* Ecevit'in Pişmanlığı Harekâtın birinci aşamasının sonunda barış görüşmeleri başladı. Cenevre'de yapılan barış görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Tu­ ran Güneş başkanlığındaki bir heyet Türkiye'yi temsil etti. Heyette Dışişleri Bakanlığı bürokratları Ercüment Yavuzalp, Ümit Bayülken, Ecmel Barutçu ve Coşkun Kırca'nın yanı sıra üç de asker vardı: Harekât Daire Başkanı Tümgeneral Hasan Sağlam,** Plan ve Prensipler Daire Başkanı Tümgeneral Süreyya Yüksel ve bir de Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak. İkinci Cenevre Konferansı'na da aynı heyet gitti ama bir farkla; heyette üç asker değil iki asker vardı: Süreyya Yüksel ve Kemal Ya­ mak. Konferans devam ederken "Rumların oyalama taktiğiyle za­ man kazanmaya çalıştıkları" gerekçesiyle 14 Ağustos'ta adadaki Türk birlikleri yeniden ilerlemeye başladı. Adanın üçte birlik bir bölümünü kontrol altına aldılar. Kıbrıs'ın bugüne kadar gelen du­ rumu o gün oluştu. Özel Harp Dairesi'nin harekât sırasında hiçbir istihbarat sağla­ maması dairenin üzerine Kıbrıs nedeniyle gitmeyen Ecevit'te piş­ manlık yarattı: "Diyorlardı ki, Rum tarafında Özel Harp Dairesi'nin adamları varmış, onlardan bilgi alınıyormuş. Oysa bunlarla harekât sırasın­ da telsiz irtibatı bile kuramadık."

* A d a y a ç ı k a n Kıbrıs B a r ı ş K u v v e t l e r i K o m u t a n ı ise Kızıldere o p e r a s y o n u ­ n u y ö n e t e n d ö n e m i n M İ T M ü s t e ş a r ı N u r e t t i n Ersin'di.. * K o r g e n e r a l o l a r a k e m e k l i o l a n H a s a n S a ğ l a m d a h a s o n r a Milli E ğ i t i m B a ­ kanlığı da yaptı.

169

Kıbrıs'taki Özel Harpçiler Özel Harp Dairesi'nin hem eylem hem de örgütlenme açısın­ dan pratik alanı Kıbrıs oldu. Türk Mukavemet Teşkilatı da bu pra­ tiğin aracı oldu. Dairenin en kilit isimleri bu teşkilatın lideri olarak adaya gönderildi. Kıbrıs'a TMT lideri olarak giden özel harpçiler hep eylemci ve örgütçü yönleri ağır basan isimler oldu. Özel Harp Dairesi'ndeki hiyerarşi bakımından ise çoğunlukla üçüncü sırada yer aldılar: Daire başkanı, yardımcısı ve TMT lideri. Özel Harp Dairesi'nin adaya giden ilk lideri Rıza Vuruşkan, 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi tarafından geri çağrıldı. Daire Başkanı Daniş Karabelen gibi o da görevden alındı. Rıza Vuruşkan, Kıbrıs'ta görev yaptığı sırada çok önceden albay rütbesindeki görev süresini doldurmuştu. Ama TMT'nin faaliyetle­ rinin aksamaması için Türkiye'ye çağrılmıyordu. Bu sırada Özel Harp Dairesi tarafından telsizle generalliğe terfi ettiği haberi yollan­ dı: "Generalliğe terfi işleminiz görevinizin özelliği ve gizliliği nede­ niyle açıklanmayacak. Döner dönmez hakkınızı yükleneceksiniz." Vuruşkan'ı ilk tebrik eden isim ise Özel Harp Dairesi'nin ikinci ismi İsmail Tansu'ydu. Rıza Vuruşkan, 27 Mayıs darbesinden sonra görevden alınması­ na çok da üzülmemişti. Çünkü Türkiye'ye döndüğünde giyeceği generallik üniformasını düşünüyordu. Ancak Türkiye'ye geldiğinde büyük bir sürprizle karşılaştı: Ge­ neral yapılmamıştı. Vuruşkan'ın general yapılması kararı alınmış, daire de bu kara­ rı kendisine bildirmişti. Ama daha sonra bu karardan dönülmüştü. Bu durum ise kendisine bildirilmemişti. Vuruşkan bunun üzerine yazılı taleple önce Özel Harp Dairesi ardından Genelkurmay Başkanlığı'na başvurdu. Aldığı yanıt aynı oldu: "Kayıtlarda general olmanızla ilgili bir iş­ lem bulunmuyor." Bunun üzerine Danıştay'a dava açtı. Milli Savunma Bakanlığı da mahkemeye böyle bir rütbe yükselmesinin söz konusu olmadığını bildirdi. Vuruşkan davayı kaybetti. Yine de pes etmeye niyeti yoktu. Son çare olarak adaya gittiği 170

zaman Genelkurmay İkinci Başkanı olan, ardından da Genelkur­ may Başkanlığı yapan ve TMT'nin tüm faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'den randevu talep etti. Hem de defalarca. Mektuplar yazdı. Ama bir türlü yanıt alamadı. Rıza Vuruşkan, çok istediği generallik üniformasını giyemedi. Adadaki ikinci TMT lideri Şefik Karakurt oldu. Örgütün Magosa Bölge Lideri olarak görev yapan Karakurt, yerine atandığı Rıza Vuruşkan'a en yakın isimdi. Vuruşkan, 1958'de adaya gön­ derildiğinde ve Özel Darp Dairesi dışında kendisine iki yardımcı seçme hakkı verildiğinde Karakurt ve binbaşı Necmettin Erce'yi seçmişti. Erce, Kore Savaşı'na katılan subaylardandı ama ve Özel Harp Dairesi kökenli değildi. Ancak Kore Savaşı'ndaki sorgular­ da bulunması nedeniyle özel harp tekniklerine hâkimdi. Şefik Karakurt'un ise böyle bir deneyimi yoktu. Üstelik Vuruş­ kan ile yakın olmalarına karşın TMT'nin işleyişi ve eylemleri ko­ nusunda anlaşamıyorlardı. Karakurt, Vuruşkan'ın aksine gizli ey­ lem ve saldırılardan yana değildi. Provokatif eylemlere karşıydı. Özel harp yöntemli sabotaj ve saldırılara pek izin vermiyordu. Bu tutumu başta Rauf Denktaş olmak üzere TMT'nin Kıb­ rıs'taki sivil yöneticilerinin tepkisini çekti. Karakurt'u pasiflikle suçladılar. Denktaş ve diğer isimler sık sık Karakurt'u Özel Harp Dairesi'ne, Dışişleri Bakanlığı ve Cevdet Sunay'a şikâyet ettiler. Karakurt, on altı ay bu görevi yaptıktan sonra Şubat 1962'de gö­ revden alındı. TMT liderliğine Karakurt'un yerine Albay Kenan Coygun atandı. 'Kemal Coşkun' kod adını kullanan Coygun, en kanlı yıl­ larda görev yapması ve onun döneminde TMT'nin yerüstüne çık­ ması nedeniyle örgütün efsanevi lideri olarak kabul ediliyor. Özel harp eğitimi alan Coygun, Kıbrıs'tan 1967 yılında geri döndü. Albaylık rütbesini dolduran ve tuğgeneralliğe terfi eden Coygun'dan sonra sırasıyla Özel Harp Dairesi'nden görevli subaylar Cevat Giray, Rüştü Kazandağ, Süleyman Eyüpoğlu, Arif Eryılmaz* ve Çetin Başar TMT liderliği yaptı. Özel Harp Dairesi'nin illegal örgütü TMT, Kıbrıs Harekâtın­ dan sonra yine Bülent Ecevit'in çabaları sonucu lağvedildi. Örgü­ tün yerüstündeki unsurları Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nı oluşturdu. Yeraltı birimlerini oluşturan Özel Harp *

Kıbrıs B a r ı ş H a r e k â t ı s ı r a s ı n d a a d a d a k i T M T lideri Arif E r y ı l m a z ' d ı .

171

Dairesi'nde görevli subay ve astsubaylar ise Türkiye'ye geri dön­ dü. Kıbrıs'a giden subayların hepsi seçkindi. Özel olarak seçiliyor­ lardı. Kıbrıs Harekâtı öncesi ve sırasında görev yapan subayların hepsi Türk Silahlı Kuvvetleri'nde en üst düzeylerde görevlere gel­ diler. Adada görev yapan özel harpçi subayların neredeyse tamamı general oldu: Kemal Yamak, Sabri Yirmibeşoğlu, Engin Alan, Ha­ san Kundakçı, Doğan Beyazıt, Cumhur Evcil... Özel Harp Dairesi'ne Nükleerci Başkan Kıbrıs Harekâtı devam ediyordu. Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak, Cenevre'de konferanstaydı, ama kulağı Türki­ ye'de... Tayin haberini bekliyordu. Yamak, tümgeneral rütbesinde üçüncü yılını doldurmuştu, korgeneral olmasına bir yıl vardı. Konferans sırasında Yamak'a haber geldi: "Özel Harp Dairesi Başkanlığından alındın." Yamak'ın başkanlığı Özel Harp Dairesi'nin en aktif olduğu dö­ nemlerden biriydi. Bugün dairenin suçlandığı operasyon ve suç­ lamaların büyük bölümü Kemal Yamak'ın dönemiyle ilgili. Ya­ mak'ın dairenin başına geçtiği 1971 yılının Ağustos'undan başla­ yarak yine 1974 Ağustos'una kadar Türkiye'de failleri hâlâ ortaya çıkartılamayan çok sayıda katliam, sabotaj eylemi ve cinayet iş­ lendi. Sol hareketin liderleri peş peşe düzenlenen operasyonlarla öl­ dürüldü. Hepsi de NATO'nun özel harp konseptine denk düşen eylemlerdi. Tıpkı diğer NATO üyesi olan ve gizli ordular oluştu­ rulan ülkelerdeki eylemler gibi. Kemal Yamak'ın yeni görev yeri ise 4. Zırhlı Tugay Komutan­ lığı oldu. Yamak görevine başlamak için Erzurum Aşkale'nin yo­ lunu tutarken, Özel Harp Dairesi'nin başına ise yardımcısı Tuğge­ neral Sabri Yirmibeşoğlu getirildi. Özel Harp Dairesi'ne 1971 yılında Kurmay Başkanı olarak ge­ len Yirmibeşoğlu; teğmenlikten başlayarak askerlik hayatı boyun­ ca hep kilit görevlerde bulundu. Yirmibeşoğlu, 8 Eylül 1928'de Foça'da doğdu. O dönemde Foça bir piyade bir de topçu alayının bulunması nedeniyle tam bir askeri bölgeydi. 1943'te başladığı 172

Bursa Askeri Lisesi'ni üç yıl sonra tamamladı. Aynı yıl Harp Okulu'na başladı. O yıl askeri okullardaki eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapıldı. Yirmibeşoğlu'nun başladığı Harp Okulu'nun eğitim süre­ si iki yıldan üç yıla çıkartıldı. Askeri ve silah eğitiminin yanı sıra yoğun bir şekilde matematik, hukuk ve mühendislik alanlarına da ağırlık verilmeye başlandı. Harp Okulu'ndaki üç yıllık eğitimin sonunda piyade sınıfını seçti. Bir yıl da Piyade Okulu'na devam etmesi gerekiyordu. Piya­ de eğitimine başladığı yer ise özel harpçilerin yetiştirildiği Çankı­ rı Gerilla Okulu oldu. Okulun öğretmenleri arasında Amerika'daki eğitimden dönen Binbaşı Alparslan Türkeş de vardı. Yirmibeşoğlu, Türkeş'in en sevdiği öğrencisi oldu. Özel harp eğitimi de aldığı Çankırı Geril­ la Okulu'nu birincilikle bitirdi. Mezuniyet töreninde genç subay­ lar adına konuşmayı o yaptı. Diplomasını Kara Kuvvetleri Komu­ tanı Orgeneral Kurtcebe Noyan'dan aldı. İlk görev yeri ise Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı oldu. Ama aktif görev istiyordu. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın çıkmasına üzüldü. Hemen 'hocası' Alparslan Türkeş'e gitti. Oysa Yirmibeşoğlu'nu Muhafız Alay Komutanı Kurmay Binbaşı Nusret Bulca'ya öneren Türkeş'ti: "İstikbalin bakımından çok güzide bir birliğe gidiyorsun." Türkeş'in bildiğini o dönemde Yirmibeşoğlu bilmiyordu: Özel Harp Dairesi'nin ilk başkanı Daniş Karabelen'den başlayarak bu alaya özel eğitimli subaylar seçilirdi. Sonra da kilit ve gizli görev­ lere getirilirlerdi. Yirmibeşoğlu da Türkeş'in ne kadar haklı olduğunu her terfi döneminde iyice anladı. Özel harpçilerin Cumhurbaşkanlığı Mu­ hafız Alayı'dan sonra ikinci uğrak yerleri Kıbrıs Alay Komutanlığı'ydı.* Orgeneralliğe yükselen özel harpçileri daha kilit bir görev bekliyordu: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği. Arada bir de Milli Güvenlik Genel Sekreterliği. Muhafız Alayı'nda görev süresini tamamlayan ve üsteğmenli­ ğe terfi eden Yirmibeşoğlu, Harp Akademisi'ne başlamak için *

Stajlarını C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı M u h a f ı z A l a y ı ' n d a y a p a n özel h a r p ç i s u b a y ­ ların 'ustalık' yeri Kıbrıs Alayı'ydı.

173

1955're İstanbul'a geldi. Akademi'ye yakın olsun diye Serencebey Yokuşu'nda bir ev tuttu. Yirmibeşoğlu'nun İstanbul'a gelmesinden bir süre sonra azın­ lıklara yönelik yağma hareketi olan 6-7 Eylül olayları yaşandı. Yir­ mibeşoğlu'nun Özel Harp Dairesi'nde resmi bir görevi yoktu. An­ cak dairenin İstanbul Bölge Müdürlüğü'nden hiç çıkmıyordu. Gö­ revliydi ama dairenin resmi personeli değildi. Zaten 6-7 Eylül olaylarının Özel Harp Dairesi'nin eylemi oldu­ ğunu deşifre eden kişi de Yirmibeşoğlu oldu. Ancak Yirmibeşoğ­ lu'nun o dönemde İstanbul'a geldiğinde kendisine ev tutmasına yardımcı olan arkadaşının kendisine verdiği Aksaray'daki gayri­ müslimlerin ev ve iş yeri adres listesinin dışında ne görev yaptığı hâlâ bilinmiyor. İki yıl daha İstanbul'da Harp Akademisi'ne devam eden Yir­ mibeşoğlu bu arada teyzesinin kızı Nesrin ile evlendi. 1957'de akademiyi tamamladığında bu kez daha kilit bir yere atandı: Ka­ ra Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Başkanlığı. İki yıl da Ankara'da kaldıktan sonra ilk şark hizmeti için Mar­ din'e gönderildi. Ardından da Ağrı'nın Eleşkirt İlçesi ve Sarıkamış'a tayini çık­ tı. Artık yüzbaşı ve bölük komutanıydı. Üstelik istihbarat suba­ yıydı. Sarıkamış'ta bulunduğu sırada 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. İl­ ginçtir, hocası Türkeş'in de içinde yer almasına karşın Yirmibe­ şoğlu, darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi'ne karşıydı. Bunu rahatça dile getiriyordu, ama nedense onca subayın or­ duyla ilişkisi kesildiği bu dönemde Yirmibeşoğlu terfi alıyordu. Ardından Milli Birlik Komitesi'ne karşı yapılacak darbeyi planlayan grubun içinde yer aldı, toplantılara katıldı. Ancak son­ radan vazgeçti ve oluşumu da üstlerine bildirdi. Sarıkamış'ta tam dört yıl görev yaptı. Bu kez yeni görev yeri eğitim amaçlıydı ve yurtdışındaydı; Türkiye dahil üye ülkelerde­ ki gizli orduları yönetenlerin eğitime alındığı Napoli'deki NATO karargâhı. Buradaki özel harp eğitimini tamamlayan Yirmibeşoğlu'nun gideceği yer Brüksel'deki NATO karargâhı olacaktı. Ancak bu gö­ rev Kıbrıs'a gitmesi için ertelendi. Özel harpçilerin pratik yaptığı birlik olan Kıbrıs Türk Alayı'na katıldı. Alayın başında sonradan 174

Genelkurmay Başkanı olacak ve Abdi İpekçi cinayetinde karşımı­ za çıkacak olan Albay Necdet Üruğ vardı. Alayın istihbaratından sorumlu olan Yirmibeşoğlu, Türk Mu­ kavemet Teşkilatı'nın yerüstüne çıktığı ve kanlı olayların başladı­ ğı 1963 yılında adadaydı. Adadan döndükten sonra İzmir'deki NATO karargâhına atan­ dı. Dört yıl da burada görev yaptıktan sonra tayini NATO'nun merkezine çıktı. Brüksel'e giden Yirmibeşoğlu'nun görev yeri ise Nükleer Silahlar Bölümü'ydü. Çok gizli olan bu bölümde normalde subaylar iki yıl görev ya­ pıyordu. Ancak Yirmibeşoğlu tam beş yıl kaldı. 1970 yılının Ağus­ tos başında Türkiye'ye döndü, yeni görev yeri ise Brüksel'deki görev yerine denk gelen Özel Harp Dairesi oldu. Yirmibeşoğlu dairenin Kurmay Başkanı oldu. Dairenin başında Tümgeneral Cihat Akyol vardı, yardımcısı ise Kemal Yamak'tı. Bir yıl sonra da Cihat Akyol daireden ayrılıp yerine Yamak geçince Yirmibeşoğlu da dairenin ikinci ismi oldu. Generaldi artık. Dört yıl sonra da beklediği gibi Özel Harp Dairesi'nin başına atandı.* Ülkücüler Bombalı Kamplarda Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun Özel Harp Dairesi'nin ba­ şına geçtiği 1974 yılında ülkücülerin içinde yer aldığı cinayet ve saldırılar yeniden başladı. 12 Mart darbesinin gerçekleşmesiyle birlikte ülkücü saldırılar, cinayetler kesilmişti. Darbe öncesi ve sonrasında sol hareket lider­ leri 'özel ekip'ler tarafından düzenlenen operasyonlarla katledil­ mişlerdi. Geriye kalanlar, aydınlar ve düşünürler ise özel işkence yerlerinde özel eğitimli ekipler tarafından ağır işkenceler gördüler. Artık ülkücülere gerek kalmamıştı. Bu nedenle ülkücü koman­ do kampları faaliyetlerine ara verdi. Hatta Bülent Ecevit'in başba­ kanlığı döneminde bu kamplar kapılarına kilit vurmak zorunda kaldı. Ne cinayet ne de saldırı yaşanıyordu. *

Sabri Yirmibeşoğlu'nun rını

ile Devleti Güçlü

K a s t a ş Y a y ı n e v i ' n d e n ç ı k a n Askeri ve Siyasi Anıla­

Kılmak a d l ı iki

k i t a b ı b u l u n u y o r . Bu

iki k i t a p t a Ö/.el

H a r p D a i r e s i ' n i n e y l e m l e r i v e g i z l i f a a l i y e t l e r i h a k k ı n d a t e k b i r s a t ı r bile yok.

175

Ancak Özel Harp Dairesi'ni deşifre eden Ecevit, Necmettin Erbakan'a güvensizliği nedeniyle hükümetten istifa edince CHPMSP koalisyonu 12 Ekim 1974'te yıkıldı. Aynı zaman içinde dar­ benin etkisini üzerinden atan solda bir toparlanma vardı. Top­ lumsal muhalefette bir hareketlilik oluşmuştu. Ülkücüler de yeniden harekete geçti. 28 Kasım 1974'te yapılan MHP Gençlik Kollan Kurultayı'nda yeniden saldırı ve eylem ka­ rarı alındı. Gerekçe ise: "Komünizm tekrar diriliyor." Kurultaydan sonra o yıl dört solcu genç öldürüldü. Siyasette de ülkücülerin önünü iyice açan gelişmeler yaşandı. 31 Mart 1975'te AP, MSP, MHP ve CGP Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni kurdu. Alparslan Türkeş de Başbakan Yardımcısı oldu. Hükümetin kurulmasıyla Özel Harp Dairesi'nin 'savaş' döne­ mi için eğittiği ve ülkücüler arasından seçilen sivil unsurların so­ kağa çıkması bir oldu. Komando kampları yeniden açıldı. Özellikle üniversite ve lise öğrencileri Bolu, Nevşehir, Erzurum, Kayseri, Malatya, Ankara, İstanbul, Sivas, Antalya'daki kamplarda silahlı ve bombalı eğiti­ me tabi tutuldu.* Silahın nasıl kullanıldığını, nasıl söküp takıldığını, bombanın nasıl yapıldığını ve kullanıldığını, suikastın nasıl yapıldığını, hat­ ta Özel Harp Dairesi'nin askeri unsurlarına kamplarda verilen dersler arasında yer alan telle, iple boğmak gibi işkence yöntem­ lerini de öğrendiler. Yeraltı unsurlarını oluşturan bu vatansever ülkücüler eğitim­ den sonra üniversitelere ve sokaklara çıktı. Kamplarda gördükle­ rini tek tek uyguladılar. 1975'ten başlayarak 12 Eylül darbesine ka-

*

M a l a t y a ' d a k i ü l k ü c ü l e r i n l i d e r i v e A b d i İ p e k ç i c i n a y e t i n i n kilit i s m i O r a l Çelik, 1970'li yıllarda M a l a t y a ' d a k i ülkücüleri Mazilerin eğittiğini anlattı: "1970'li man

yıllarda

Nazileri'

k o m ü n i z m l e m ü c a d e l e için

olarak

tanıtan

kişiler geldi.

Malatya'ya

kendilerini

Beraberlerinde Ankara

'Al­ Ülkü

O c a k l a r ı G e n e l M e r k e z i ' n d e n ' E ş r e f a d l ı b i r kişi d e v a r d ı . B u n l a r ı n a m a ­ c ı k o m ü n i z m i s i n d i r m e k t i . B u ş a h ı s l a r 3 ' e r k i ş i d e n o l u ş a n 1 0 kişilik t i m ­ ler kurdular, d e r s verdiler.

Eğitim görenlere m a s a d a duran bayrak, Ku­

ran, silah üzerine y e m i n ettiriliyordu. Ne yaptıklarını saati saatine bilme­ me r a ğ m e n bu timlere katılmadım. Ben T ü r k t ü m ve beni bir T ü r k eğitebilirdi. B u s e b e p t e n d o l a y ı k e n d i o r d u m u z u k u r d u k . H a z a r G ö l ü ' n ü n k e n a ­ r ı n d a e ğ i t i m k a m p ı m ı z v a r d ı . (...) D e r s l e r d e h e r t ü r l ü s i l a h k u l l a n m a , s a ­ b o t a j , f i d y e a l m a , a d a m k a ç ı r m a , s u i k a s t ö ğ r e t i l i y o r d u . " Bugün, 1 6 . 4 . 2 0 0 6 .

176

dar cinayetler işleyerek, bombalar patlatarak tam bir kaos ortamı yarattılar. Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu'ydıı. Yirmibeşoğlu'nun NATO karargâhlarında gördüğü ve faili bulunmayacak sa­ botaj, cinayet ve terör ortamı oluşturma kursları, artık Türkiye'de canlı canlı uygulanıyordu. Ortalığı komando kamplarından çıkan bomba eğitimi alan ülkücüler doldurdu. 1976'dan itibaren ağırlıklı olarak Ankara, İstanbul, Malatya ve Adana'daki ülkücü kamplarda eğitim gören yaklaşık 50 civarında kişiden oluşan ve 'Vurucu Güç' olarak adlandırılan bir ekip ortaya çıktı: Abdullah Çatlı, Ahmet Ercüment Gedikli, Oral Çelik, Muhsin Yazıcıoğlu, Mustafa Mit, Mehmet Şener, Müfit Sement, Haluk Kırcı, Duran Demirkan, İbrahim Çiftçi, Şefkat Çetin, Esat Bütün, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz, Mehmet Ekici, Mehmet Gül, Yılma Du­ rak, Bünyamin Adanalı, Lokman Kondakçı, Feridun Akkuzu, Nev­ zat Bor, Mehmet Ali Ağca, Celal Adan, Yavuz Çaylan, Yalçın Özbay, Hasan Hüseyin Şener, Musa Serdar Çelebi, Üzeyir Bayraklı, Ünal Osmanağaoğlu, Rıfat Yıldırım, İsa Armağan, Fehmi Kandemir, Haydar Şahin, İsmail Koksal, Ali Bülent Orkan, Nurullah Akdoğan, Orhan Çakıroğlu, Latif Aktı, Samet Aslan, Tuncay Terekli, Turgay Maraşlı ve Osman Dönmez. Herkesin birbiriyle tam bir koordiAne içinde olduğu bu ekip, 1977 yılının başından itibaren 12 Eylül darbesine kadar Türkiye'nin her tarafını kana bulayacak eylemlerle anılacaktı. Ekipteki bazı isimler halen firarda, bazı isimler tutuklu; bazılarınınsa yargılanma­ dan dosyaları sumen altı edildi. Ekibin en faal olanı ve lideri ise Abdullah Çatlı'ydı. Kamp eğiti­ minden sonra ülkücü hareket içinde de hızlı yükselerek Ülkü Ocak­ ları İkinci Başkanı olan Çatlı, 1977-1980 yılları arasında değişik kent­ lerde yaşanan katliam ve büyük cinayetlerin planlayıcısı olacaktı. Ekip içinde kendisine 'Büyük Reis' deniliyordu. 'Vurucu Güç' içinde Çatlı'dan sonra yer alan kilit isimler Haluk Kırcı, Mehmet Şener, Ahmet Ercüment Gedikli, Muhsin Yazıcıoğlu ve İsa Armağan olarak biliniyor. Abdullah Çatlı'nın bu ekibin sivil unsurlarından olduğu itirafı o dönemde sivil unsurları eğitmekle görevli Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Komutanı Korkut Eken'den geldi: 177

"Abdullah Çatlı devlet için 1980 öncesinde de kullanıldı." Katliamların yaşandığı dönemde Özel Harp Dairesi'nde gö­ revli bir komutandan gelen bu itiraf Türkiye'nin 1970'li yıllarda yaşadığı olayların kimler tarafından planlandığını net olarak orta­ ya koyuyor. En önemlisi de Korkut Eken'in bu ifadesinde Abdullah Çatlı'nın Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarından olduğunun itira­ fıdır. Bu sivil unsurlar darbeden sonra eylemlerini yurtdışına da ta­ şıdı. Bir kısmı 1990'lı yıllarda yeniden cinayetlere başladı. Susur­ luk skandalında yeniden Türkiye'nin karşısına çıktılar. Elbette 'özel görevleri' ve ilişkileriyle. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu sivil unsurların, yer yer de resmi görevlilerin desteğiyle gerçekleştirdikleri vahşetleri bula­ caksınız. Özel Harp Dairesi Türkeş'e Emanet Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde bugün olduğu gibi MİT yine başbakana bağlıydı. Aynı şekilde Özel Harp Daire­ si de Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na. MHP lideri Alparslan Türkeş ise başbakan yardımcısıydı, iki kurum hiçbir şekilde görev kapsamına girmiyordu. Ancak buna bir formül bulundu. 'Artan güvenlik sorunlarına' karşı bir kurul oluşturuldu. Kurulun başına da Alparslan Türkeş getirildi. Türkeş bu fırsatı iyi değerlendirdi. Kurulda temsilcisi bulun­ mamasına ve yasal anlamda da kurulla hiçbir ilişkisi bulunmama­ sına karşın sık sık Özel Harp Dairesi'nden bilgi istedi. Zaten dai­ renin başında Çankırı Gerilla Okulu'nda 'öğrencisi' olan Sabri Yirmibeşoğlu vardı. Yirmibeşoğlu, Türkeş'in hiçbir isteğini geri çevirmiyordu. Türkeş'in damadı Davut Homriş'i daireye yanına aldı. MİT ise tamamen Türkeş'in kontrolündeydi. Türkeş'in başında

*

K o r k u t Eken'in T B M M S u s u r l u k K o m i s y o n u ' n a verdiği 27 Aralık 1 9 9 6 ta­ rihli i f a d e s i .

178

bulunduğu kurulun içinde MİT müsteşarı ve bölge temsilcileri de vardı. Türkeş'e karşı da sorumluydular. Zaten MİT Hukuk Dairesi'nin başına da dünürü Şahap Homriş'i getirdi. Türkeş'in diğer bir öğrencisi de MİT müsteşar yardımcısıydı: Tümgeneral Nihat Yıldız. Teşkilattaki daire ve şube başkanlarının hepsine MHP'ye yakın isimler getirildi. Bu yıllar ayrıca, MİT ve Özel Harp Dairesi'nin en koordineli çalıştığı dönem oldu. M İ T Müsteşarı Öldürüldü mü? Bülent Ecevit'in 1974'teki ilk başbakanlığı sırasında uzun süre­ dir boş olan MİT Müsteşarlığı koltuğuna Bahattin Özülker getiril­ di. Emekli koramiral olan Özülker, uzun yıllar askeri ataşe olarak Amerika'da görev yaptı. Alparslan Türkeş'le aynı dönemde. Özül­ ker de Özel Harp Dairesi ve gizli orduların varlığından bu dönem­ de haberdar oldu. Askerliğinin son yıllarında ve emekli olduktan sonra Özel Harp Dairesi'nin ülke içinde olaylara karışmasına ve MİT'in CIA'nın kontrolüne geçmesine tepkiliydi. Özülker'e göre bu dairenin tek görevi yabancı ülkelere karşı olmalıydı. Bülent Ecevit gibi Özel Harp Dairesi'nde ülkücülere görevler verilmesinden kaygı duyu­ yordu. Ama kendisi gibi denizci olan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Özülker'i MİT müsteşarı yapmak istiyordu. Korutürk'ün teklifine sağlık sorunları nedeniyle sıcak bakmıyordu. Ama Korutürk söy­ lediği için, bunu emir olarak kabul etti ve itiraz etmedi. Ama as­ kerlerin karşı çıkması nedeniyle Korutürk, Özülker'in müsteşar yapılmasını aylarca uğraşmasına rağmen başaramadı. Ecevit de Özülker'in MİT'in başına getirilmesine başta temkinli yaklaştı. Sonradan kararını değiştiren Ecevit'in de destek vermesiyle Özül­ ker MİT Müsteşarlığı koltuğuna oturdu. Teşkilatın Kıbrıs Harekâtı'nda çok istihbarat sağlamamasına karşın yine de Ecevit ile Özül­ ker uyum içinde çalıştılar. Hem Özel Harp Dairesi yöneticileri hem de Alparslan Türkeş gibi isimler, Özülker'i teşkilattaki kilit görevlere CHP'lileri getir­ mekle suçluyordu. 179

Özülker'in brifingden sonra Ecevit'e Özel Harp Dairesi hak­ kında bildiklerini anlattığı da biliniyordu. Özülker, MİT'teki istihbarat işleyişini değiştirmeye çalışıyor­ du. 12 Mart darbesinin etkisiyle teşkilat personelinin, her olayın altında solcuları aramaya çalışmasından rahatsızlık duyuyordu. Özülker zamanında teşkilat ile CIA arasındaki ilişkiler de bozul­ du. Çünkü Özülker, CIA ve diğer Batılı servislerin solcular hak­ kında sık sık bilgi istemesine artık yanıt vermiyordu. Özülker'e göre asıl tehlike ülkücülerdi. Bu nedenle ülkücüler Özülker'in MİT'in başında bulunmasından büyük rahatsızlık du­ yuyorlardı. Özülker de MİT'in içinde bulunduğu durum üzerine, teşkila­ tın her olayın altında solcuları aramasını buna karşılık asıl tehli­ kenin irtica ve ülkücüler olduğuna ilişkin detaylı bir rapor hazır­ ladı. Raporu tamamlar tamamlamaz da teşkilatın bölge başkanlık­ ları ve şubelerini kapsayan uzun süreli denetime çıktı. Denetle­ meye Erzurum'dan başlayan Özülker, 27 Eylül 1974 günü Sam­ sun'a geçti. Ancak aynı gece bu kentte kaldığı otel odasında ölü bulundu. Denetlemeye birlikte gittiği ve o gece otelde kalan kişi ise MİT Ankara Bölge Başkanı Albay Süleyman Yenilmez'di. Otel odasında ölü bulunan Özülker'in kalp rahatsızlığı vardı. Ancak bazı meslektaşları öldürülmüş olabileceği ihtimalini gün­ deme getirdi. Ölü bulunan kişinin MİT müsteşarı olmasına karşın bu konuda detaylı bir çalışma yapılmaması nedeniyle sorular da yanıtsız kaldı. Yirmibeşoğlu'nun Yerine Örgütçü Komutan Sabri Yirmibeşoğlu, tuğgeneral olarak 1974 yılı Ağustos'unda başladığı Özel Harp Dairesi Başkanlığı görevini iki yıl sürdürdü. Bu süre zarfında dairede Cihat Akyol'un başlattığı aktif çizgi­ yi tıpkı Kemal Yamak gibi devam ettirdi. Zaten bu üç ismin görev yaptığı 1969-1976 dönemi Türkiye'nin sonraki dört yılda yaşaya­ cağı yoğun kanlı olayların zemininin hazırlandığı ve benzerleri­ nin yaşandığı dönem oldu. Özellikle Sabri Yirmibeşoğlu, NATO karargâhlarında aldığı ki­ lit görevler gereği gizli orduların yani gladyonun merkezi ile Özel 180

Harp Dairesi arasında her zaman bir köprü oldu. Daire Başkanı olmadığı dönemlerde de bu köprü vazifesini sürdürdü. Hatta NATO'nun en önemli birimlerinde görev yaptığı için darbe öncesi siyasetçilerin, askerlerin Brüksel'de ziyaret ettiği isim oldu. 12 Mart 1971 darbesi öncesinde ise her gün bir ziyaret­ çisi vardı: "O ara milletvekili olan Hava Kuvvetleri eski Komutanı Tekin Arıburun geldi. Celal Bayar'ın başyaveri Mustafa Tayyar da ya­ nında. Heyet kalabalık. 'Durum nasıl? Bir şey olursa bize haber ver,' dedi." Sabri Yirmibeşoğlu'nun uzmanlık alanı nükleer silahlardı. Türkiye'ye döndükten sonra, hatta Özel Harp Dairesi'nin başında olduğu dönemde de ülkedeki nükleer başlıklarla ilgili en detaylı bilgilere sahip kişi oldu. Çünkü Türkiye'deki nükleer başlıklar özel depolarda saklanıyordu ve bu depolar Amerika'nın korumasındaydı. Türk subayları bu başlıkları bırakın kullanmayı, baka­ mıyorlar bile. O dönemde genelkurmay başkanı, hava kuvvetleri komutanı dahil hiçbir Türk subayı göremiyordu bu depoları. Biri hariç! Amerikalıların nükleer başlıklarının ve depoların kodlarını verdiği isim Sabri Yirmibeşoğlu'ydu. "Hem topçu birliklerde hem de Hava Kuvvetleri'nde var. On­ lar SAS deposu dediğimiz gizli depolardaydı. Türk subayları gi­ rip de sayamazdı. Hatta Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Tural gezmek istemiş, sokmamışlar. Ama bir gün kasayı açık bırakmış­ lardı, oradan bilgileri almıştım. Ama bunlar Amerika'nın koru­ masında, kullanacağın zaman Amerika kod bildiriyor sana." İşte bu kadar kilit bir general olan Yirmibeşoğlu'nun Özel Harp Dairesi'ndeki görevi devam ederken 1 Eylül 1976 tarihinden itibaren Türkiye'ye verilen NATO'nun İstihbarat Daire Başkanlığı da boşalıyordu. Aynı yılın ağustos ayındaki askeri şûrasında bu göreve Sabri Yirmibeşoğlu'nun atanmasına karar verildi. Böylece Özel Harp Dairesi Başkanlığı görevinden alındı. Yerine ise Tuğgeneral Atilla Erdoğan atandı. Özel harpçi olan Atilla Erdoğan daha çok örgütçü yönüyle ve aşırı askeri disipliniyle ön plana çıkan bir subaydı. Ancak Sabri Yirmibeşoğlu döneminde yeniden açılan ve bom181

balı eğitimin bile verildiği kamplarda yetişen sivil unsurların te­ rörü tırmandırarak ülkeyi kana bulamaları Atilla Erdoğan döne­ mine denk geldi.

182

Dokuzuncu Bölüm Sivil Unsurlar ve Katliamlar Komando kamplarından çıkan sivil unsurların yarattığı terör gittikçe artıyordu. Her gün yeni cinayetler, yeni saldırılar... Diğer taraftan sol muhalefet de artık kendini iyice hissettiriyor­ du. Özellikle işçiler meydanlara dökülmüştü. Devrimci İşçi Sendi­ kaları Konfederasyonu (DİSK), işçi hareketini başlattı; grevler, iş bı­ rakmalar ve ciddi direnişler yaşanıyordu. DİSK, sadece işçileri ilgilendiren konularda değil oluşturulmaya çalışılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı da sokağa çıktı. Bü­ lent Ecevit liderliğindeki CHP'nin siyasetteki muhalefetini DİSK so­ kaklara taşıyordu. DGM Yasası'nın çıkması engellendi. Devrimci gruplar bile, sivil unsurların kaynağı olarak gördükleri Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin iktidardan indirilmesi için kontrgerillaya kar­ şı mücadele veren Bülent Ecevit'i destekliyordu. 1 Mayıs Vahşeti Soldaki bu hareketlilik kendisini 1 Mayıs kutlamalarında gös­ terdi. 1976 yılına kadar kitleler her yıl düzenli olarak kendi ara­ larında kutladılar.* Ancak 1 Mayıs'ın ilk defa kitlesel olarak kut­ lanması 1976'da Taksim'de oldu. *

İ s t a n b u l ' d a 1 M a y ı s k u t l a m a s ı ilk kez 1 9 1 2 yılında P a n g a l t ı ' d a Belvü b a h ç e s i n ­ de yapıldı. İttihat Terakki'nin 1 9 1 3 ' t e s ı k ı y ö n e t i m ilan e t m e s i ve a r d ı n d a n 1. D ü n y a S a v a ş ı ' n ı n b a ş l a m a s ı n e d e n i y l e 7 yıl b o y u n c a 1 M a y ı s k u t l a n m a d ı . 1 9 2 1 y ı l ı n d a ise işgal k u v v e t l e r i 1 M a y ı s g ö s t e r i l e r i n i y a s a k l a d ı . Y i n e d e t r a m v a y , v a ­ p u r v e H a l i ç T e r s a n e s i işçileri i ş b ı r a k a r a k k u t l a m a gerçekleştirdi. 1 9 2 2 ' d e e n g ö r k e m l i k u t l a m a l a r d a n biri y a ş a n d ı . 1 M a y ı s ' t a İstanbul ve A n k a r a ' d a iş bı­ r a k m a e y l e m l e r i v e m i t i n g l e r d ü z e n l e n d i . 1 9 2 3 ' t e ise İzmir İktisat K o n g r e s i ' n d e 1 M a y ı s ' ı n işçi b a y r a m ı o l m a s ı k a r a n alındı v e t a r ı m dışı işlerde ç a l ı ş m a sü­ resi de s e k i z s a a t e indirildi. A n c a k iki yıl s o n r a 1 M a y ı s k u t l a m a l a r ı y e n i d e n y a ­ s a k l a n d ı . T u t u k l a n a n işçiler oldu. 1 9 2 5 ' t e ise Ş e y h Sait İsyanı g e r e k ç e g ö s t e r i l e ­ rek 1 M a y ı s ' a izin v e r i l m e d i . Y a s a ğ a u y m a y a n l a r İstiklal M a h k e m e l e r i n d e y a r ­ gılandı. 1 9 2 6 ' d a n 1 9 7 6 ' y a k a d a r 5 0 yıl b o y u n c a kitlesel bir g ö s t e r i y a p ı l a m a d ı .

183

İşte bu kutlamadan sonra hem resmi hem de sivil unsurları, solun bu tepkisinin kitlesel gösterilere ve genel greve dönüşmesi korkusu sardı. 1977 yılına gelindiğinde ise Türkiye'nin gündeminde seçim var­ dı. Mevcut seçimlerin normal zamanı ekim ayıydı. Ancak MSP lide­ ri Necmettin Erbakan, ülkücülerin yarattığı terörden rahatsızdı. Milliyetçi Cephe Hükümeti'ndeki anlaşmazlıklar ciddi boyut­ lara ulaşınca AP ile CHP'nin anlaşması üzerine erken seçim kara­ rı alındı: 5 Haziran 1977. Bülent Ecevit yeniden seçim meydanlarındaydı. Ve yine en çok vurgu yaptığı konu kontrgerillaydı. Ecevit, Kıbrıs Harekâtı öncesi varlığını öğrendiği Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarını ortadan kaldırmaya kararlıydı. Seçim konuşmalarında Özel Harp Dairesi'nin adını zikretmese de gizli ordunun yapısı hakkında ipuçları veriyordu. Yaşanan olayların arkasında MHP kökenli te­ rörün bulunduğunu vurguluyordu. Ecevit'in başta kontrgerilla olmak üzere gizli kalmış konuları halkın önünde tartışması puan getiriyordu kendisine. Solun büyük bir yükseliş sağladığı bu dönemde seçimin favo­ risi CHP'ydi. Hem Özel Harp Dairesi'ni hem MİT'i kontrolü altına alan Al­ parslan Türkeş de CHP'nin tek başına iktidar olasılığını görüyor­ du. Bu büyük bir korku yaratıyordu. Buna karşı hedefleri ise seçimlerin yapılmasını engellemekti. Bu amaçla özel harbin sivil unsurları eylemlerine hız verdi. Şiddet olayları yükselişe üç ay önce geçmişti. Bu tarih CIA'nın yeni baş­ kanı Stansfield Turner'ın Ankara'yı gizlice ziyaret etmesine denk geliyordu. Erken seçim kararının alındığı günden seçime kadar 133 kişi öldürüldü. Tabii öldürülenlerin tamamına yakını solcuy­ du. Sivil unsurların bu saldırılarına karşı sol hareket tam bir kenet­ lenme içindeydi. Sol örgütler bile, solculara yönelik saldırıların bitmesi için CHP'nin iktidara gelmesini istiyordu. 1977 1 Mayıs'ı da bu döneme denk geldi. DİSK'in öncülüğünde Taksim Meydanı'nda büyük bir miting yapılması kararlaştırıldı. Ortak tepki ise yaratılan terörün kaynağınaydı. Amaç Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin bir an önce gitmesi ve olayların bitmesiydi. Bir taraftan da kulaktan kulağa kutlama sırasında olayların çı184

kaçağı yayılıyordu. Özellikle de milliyetçi ve dinci gazeteler, ya­ yınlarıyla gerilimi gittikçe artırdı. Öyle ki halka o gün sokağa çık­ mama çağrısı bile yaptılar. Gerginlik ortamı oluşturuldu. MHP'nin yayın organı Ortadoğu ise sanki olayların çıkacağını bi­ len ve gerçek suçluları önceden gizlercesine 1 Mayıs 1977 tarihli nüshasında 'DİSK bugün saldırıda bulunacak' başlığını attı. Sonunda 1 Mayıs günü geldi. Öğle saatlerinden itibaren grup­ lar Taksim'e doğru iki koldan yürüyüşe geçti. İşçiler, öğrenciler, sol gruplar yavaş yavaş Taksim Meydanı'na geliyordu. Büyük bir coşku vardı. Her taraf bayraklarla doluydu. İşçiler pankartların yanı sıra kendi üretimlerini simgeleyen bazı sembollerle gelmiş­ lerdi. Tekstil işçileri bir kamyonun üzerine motorunu söktükleri kocaman bir tekstil makinesini yerleştirmişlerdi. Otel işçileri kep­ çelerle; madenciler kazmalar, kürekler, iş aletleriyle katıldı. Mat­ baa işçileri sembolik bobinlerle... Büyük ve beklenmedik bir katılım oldu. Beşiktaş ile Saraçhane ve Tarlabaşı yolundan meydana insanlar adeta akıyordu. Taksim Meydanı'nda adım atılacak yer kalmamıştı. 500 bin kişi alandaydı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de konuşmanın sonuna doğru gelmişti: "En onurlu ve görkemli gününü 1 Mayıs 1976'da ve 1 Mayıs 1977'de yaşayan bu alanın adının, 1 Mayıs Alanı ola­ rak değiştirilmesini istiyor musunuz?" İşte tam o sırada bir el silah sesi geldi. Ardından iki el daha. Alandaki yüz binlerce insan bir anda panikledi. Kimse ne olduğu­ nu anlamıyordu, insanların bir kısmı ilk başta yere yatarak kendi­ ni korumaya çalıştı. İlk iki silah sesinden sonra yaylım ateşi başladı. Sular İdaresi'nin üstündeki kişiler adeta alana mermi yağdırıyordu. İnsanlar canını kurtarmak için kaçıyordu. Büyük bir panik vardı, yere dü­ şen eziliyordu. Herkesin gözü ateş edilen Sular İdaresi'nin ora­ daydı. Ne zaman kesecekler diye. Ama nafile. Bu kez Interconti­ nental Oteli'nden de ateş edildi. Hem de uzun menzilli silahlar­ la. Doğrudan kürsüyü gördüğü için otelden açılan ateşin hedefin­ de DİSK yöneticileri vardı. İnsanlar ne yapacağını şaşırmıştı, sağa sola kaçışıyordu. Polis arabalarından ve ilginçtir çevredeki bazı binalardan gelen siren

*

B u g ü n k ü T h e M a r m a r a Oteli.

185

sesleri panik havasını iyice artırırken, bu sırada alanda beyaz Re­ nault marka bir otomobil ortaya çıktı. Kaçan insanların arasına dalan otomobilin açık olan camlarından da insanların üzerine ateş ediliyordu. Otomobilin alana girmesiyle birlikte panzerler de ortaya çıktı. Kalabalığın üstüne önce su sıktılar, ardından ateş edildi, ses bom­ baları atıldı. Ateş çemberine alman insanların kaçabilecekleri tek bir yer ka­ lıyordu: Kazancı Yokuşu. Ama oraya da büyük bir ölüm tuzağı kurulmuştu; yokuşu ka­ patacak şekilde bir kamyonet bırakılmıştı. Açık kalan kısımlara ise tekerlekli el arabaları konulmuştu. Amaç daha çok ölümün ol­ masıydı, öyle de oldu. Canını kurtarmak isteyen insanlar ezilerek, sıkışarak can verdi. 20 dakika süren korkunç saldırı ve provokasyonun sonunda 34 kişi öldü, binlerce insan yaralandı. 1 Mayıs Vahşetinin Sorumluları Kimlerdi? İlginç bir şekilde polis büyük bir katliam olmasına karşın hiç kimseyi gözaltına almadı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranı­ yordu. Ancak birkaç saat sonra gözaltı furyası başladı. Polis, suç­ lular yerine eyleme katılan işçileri, öğrencileri topluyordu. 500'e yakın kişi gözaltına alındı. Olayla ilgilerinin bulunmaması nede­ niyle çoğu serbest bırakıldı. Tutuklanan ve haklarında dava açılan kişiler ise saldırgan değil mağdurlardı. Sonunda da beraat ettiler. Peki, gerçek suçlular kimdi? Sular İdaresi'nin üzerinden, In­ tercontinental Oteli'nden, beyaz renkli Renault marka otomobil­ den ateş edenler kimlerdi? Ateşin açıldığı Intercontinental Oteli'nin güvenlik müdürü Mehmet Akzambak'tı. 1976 yılında İstanbul Emniyet Müdür Yar­ dımcılığından emekli olan Akzambak, 1 Mayıs'tan bir-iki gün ön­ ce olay çıkacak gerekçesiyle otelin Taksim Meydanı'na bakan yü­ zündeki bütün odaları boşaltmıştı. İddianamesinde polisin çevreden topladığı ve yargılanan kişi­ lerin olayların asıl failleri olmadığına yer veren 1 Mayıs Davası'nın savcısı Muhittin Cenkdağ otelde o gün CIA ajanlarının da bu­ lunduğunu tespit etti. Cenkdağ'a göre onlar da ateş açmışlardı: 186

"Benim iddianameme göre bir gün önce Intercontinental Oteli kapatılıyor. Ama resmen kapatılıyor. Uçakla bir sürü Amerikan isimli insanlar Yeşilköy'e geliyorlar. Olay gecesi kayıtlarda yok, otel kayıtlarında yok, ama onların oraya geldikleri sabit. Ve onlar ateş etmeye başlıyorlar, amaç halkı 1 Mayıs'tan soğutmak, sosya­ lizme karşı uzak kalmayı sağlamak."* İddialara göre bu Amerikalılar otelin altıncı katındaki 613 nu­ maralı odadaydılar. Zaten olaydan bir gün sonra savcının olay ye­ rinde yaptığı tespitlerde bu odanın camlarında kurşun deliği bu­ lundu. Üstelik içeriden dışarı ateş açılmıştı. CIA Şefinin 'Kardeşi' Otelde emniyet görevlilerinin yerleştiği birinci kattaki odala­ rın yanı sıra kurşun deliklerinin bulunduğu diğer bir oda ise be­ şinci kattaki 51ü numaralı odaydı. Bu odada ise MİT görevlileri vardı. Intercontinental Oteli Başdedektif Muavini Kudret İnal da mahkemeye verdiği ifadede bu odada MİT'çilerin bulunduğunu doğruladı: "510 numaralı odada MİT mensupları vardı. 19.30 sıralarında terasa çıktığımda sauna ve plaj kısmının yanındaki havuzda ze­ min betonlarını yapan iki amele, işçi elbisesiyle çalışıyorlardı, öte­ ki odalarda kimler olduğunu bilmiyorum." İnsanların üzerine ateş açılan bu odadaki MİT görevlilerinin ise Kontrespiyonaj Daire Başkanı Hiram Abas ve Personel Daire Başkanı Nuri G. olduğu gündeme geldi. Buradaki kilit isim Hi­ ram Abas'tı. MİT'e ilk özel harp eğitimli kişileri almaya başlayan Fuat Doğu'nun öğrencisi olan Hiram Abas, 12 Mart darbesinin ar­ dından sol öğrenci liderlerine yönelik düzenlenen operasyonlar­ da görev aldı. Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceli sorgulara da katı­ lan Abas, polisin Kültür Sarayı'nın yakılması olayında ismine ulaştığı ve bu nedenle dosyanın kapatıldığı isimdi. 1964 yılında yurtdışında CIA kamplarında özel harp eğitimi gören Abas, Tür­ kiye'yi 12 Mart ve sonra da 12 Eylül darbesine götüren süreçteki özel harp metotlu çok sayıda eylem ve operasyonda görev aldı.

*

M e h m e t A l i B i r a n d , H i k m e t B i l a , R ı d v a n A k a r , 7 2 Eylül, 55-56.

187

D o ğ a n Kitap, s.

Görev süresince MİT'in CIA ile en içli dışlı personeliydi. 19681973 yılları arasında CIA'nın Türkiye İstasyon Şefi olan Duane Clarridge, CIA Kontrterör Daire Başkanı olarak emekli olduktan sonra anılarını yazdı. Clarridge, Bütün Mevsimlerin Casusu adlı ki­ tabının Türkiye bölümünde Hiram Abas'tan da bahsediyor: "Hiram Abas, eşsiz biriydi. Kendi döneminde Türkiye'nin en iyi istihbarat memuruydu. Bu görüşü, onu tanıma ayrıcalığına sa­ hip olan bütün yabancı istihbaratçılar paylaşırdı. Onunla iyi arka­ daş olmuştuk, neredeyse Hiram Abas ile kardeş gibiydik." Otelin Güvenlik Müdürü Mehmet Akzambak, olaydan iki ay sonra görevinden istifa edip ailesiyle birlikte yurtdışına çıktı. 1979'da geri gelip avukatlık yapmaya başladı. Pedagoji Mezunu Özel Harp Eğitimli Polis Katliamla ilgili en çok tartışılan ve bugün bile hâlâ cevabı ve­ rilmemiş soru Sular İdaresi'nin duvarlarının üzerinden ateş açan­ ların kimler olduğuydu? Dönemin Belediye Başkanı Ahmet İsvan bu kişileri görenler­ dendi. İsvan, 1 Mayıs davasının savcısına gördüklerini anlattı: "Herkes kaçışırken Sular İdaresi duvarının üzerinde dolaşan insanlar gördüm. Kürsünün etrafında bulunanlar olarak, çoğu­ muz gördük. Siluet halindeydiler. Birinin elinde silueti tüfeğe benzeyen bir şey gördüm." Sular İdaresi'nden ateş açanların peşine düşen kişi ise Jandar­ ma Komando Birlik Komutanı Üsteğmen Abdullah Erim'di: "Su deposunun üzerinden silah seslerinin geldiğini ve dinamit atıldığını, el bombası, taş sopa fırlattıklarını görerek bölüğümle deponun üzerine koştum." Buradan ateş açan kişilere müdahale eden jandarmalar, bu ki­ şileri gözaltına aldı. Ardından da tutanakla bu kişileri polise tes­ lim ettiler. Ancak gözaltına alındıkları tutanaklarla tespit edilen bu kişiler hiçbir zaman ortaya çıkmadı; çünkü polisler hemen bı­ rakmışlardı. Savcı bu kişilerin serbest bırakılmasını olaylar sıra­ sında alanda olan Birinci Şube Ekipler Amiri Mete Altan'a sordu. Altan, Sular İdaresi üzerindeki silahlı sivil kişilerin arama yapan polisler olduğunu savundu. Alandaki başka bir polis Ekipler Amiri de Uğur Gür'dü. Gür de Sular İdaresi üzerindeki polisler188

den birinin kendisi olduğunu kabul etti. Ama ateş edenlerden de­ ğildi! Mete Altan'la ilgili olan diğer olay ise kalabalığın üstüne ateş açan beyaz renkli Renault marka otomobildi. İfade verenler ara­ sında yer alan polis memurlarından Necati Tınaz bu otomobilin kime ait olduğunu açıklayan isim oldu: "Birinci Şube'nin beyaz Renault otosuyla hastaneye giderken beş kişilik bir grup Sıraselviler Caddesi, Alman Hastanesi önünde ellerindeki sopaları bizim arabaya attılar. Bu sırada, benim ve ya­ ralıların korunmaları için müdürümüzün yanımıza verdiği maki­ neli tüfek taşıyan bir arkadaşımız hücum edenlere, 'çekilin yanı­ mızdan, vururum' ikazıyla birlikte havaya beş el ateş etti." Birinci Şube'ye ait otomobilin ön tarafında oturarak ateş eden kişiyle ilgili yıllar sonra dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Re­ cep Ordulu konuştu: "O arkadaşımız şimdi büyük bir ilde emniyet müdürüdür. Rütbeli, Birinci Şube'nin o zamanki ekipler amiri şahıstı." 1942 yılında doğan Mete Altan'ın çocukluk yılları İstanbul'da geçti. Üniversite sınavında istediği yer olan İstanbul Edebiyat Fa­ kültesi Pedagoji Bölümü'ne girdi. 1967'de mezun olduktan üç yıl sonra emniyete geçti ve komiser yardımcısı olarak başladı. 1970'ten 1987'ye kadar İstanbul'da görev yaptı. Bu sırada Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 'özel eğitim' için yurtdışına gönderildi. Dö­ nüşünde Zonguldak Terörle Mücadele Harekât Daire Başkanlığı'na atandı. Oradan da Adana Emniyet Müdürü olarak görevlendirildi. 1994 yılında da Antalya Emniyet Müdürü olarak atanan Altan'ın adı Susurluk sürecinde Ömer Lütfi Topal ve Abdullah Çatlı'yla gündeme geldi. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda öldürülen Topal'dan daire alan emniyet görevlisi olarak yer aldı. Bir süre sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü'nde kızak göreve alındı. 1 Mayıs vahşetiyle ilgili açılan davada ise gerçek failler yerine mağdurlar yargılandı. Davanın iddianamesinde de yargılanan kişi­ lerin gerçek failler olmadığı bilgisi yer aldı. Buna rağmen bu kişile­ rin yargılaması 13 yıl sürdü. Hepsi de beraat etti. Gerçek failler ise hiçbir zaman yargı önüne çıkartılmadı. 1 Mayıs 1977 katliamı gerçek faillerinin hiç aranmamış olması nedeniyle Türkiye'nin alnına kazınmış kara lekelerden biri. Çünkü 189

1 Mayıs sadece 34 kişinin öldürüldüğü bir vahşet değil, Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren katliamların öncülü oldu. Özel Harp Dairesi Resmi Belgede 1 Mayıs vahşetini gerçekleştirenler amacına ulaşmıştı. Çünkü artık terörün bu boyutu halkı korkutmuştu. Kimse artık saldırılar nedeniyle sokağa çıkmıyordu. Bu durum yaklaşan seçimler nede­ niyle en çok iktidar olması beklenen CHP'nin de işini zorlaştırıyordu. Bülent Ecevit de kontrgerillanın hedefinin partisinin iktidar ol­ masını engellemek olduğunu görüyordu. 1 Mayıs vahşetinin de 1974 yılında varlığından haberdar olduğu Özel Harp Dairesi'nin eylemi olduğunu düşünüyordu. Hatta katliamın gerçekleştiriliş şekli, faillere dair en ufak bir iz kalmaması nedeniyle başka birile­ rinin veya güçlerin gerçekleştirmesine ihtimal vermiyordu. Üstelik yetkililerin yaptığı açıklamalar da vahşetin üstünü örtbas etmeye yönelikti. Kıbrıs Harekâtı öncesinde varlığını öğrendiği Özel Harp Daire­ si hakkında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü de bilgilendirmeye karar verdi. Bunun için 6 Mayıs günü Çankaya Köşkü'ne çıktı: "1 Mayıs katliamının arkasında Özel Harp Dairesi'nin sivil un­ surları olabilir," dedi. Korutürk, Ecevit'ten anlattıklarını yazılı olarak vermesini istedi. Köşkten ayrılan Bülent Ecevit bu kez bir sonraki gün partisinin Konak'taki mitinginde yeniden kontrgerilla tartışmasını başlattı: "Devlet içinde fakat devletin bilgisi ve denetimi dışında bir ör­ güt var." Kamuoyu Özel Harp Dairesi'nin varlığından haberdar olmadı­ ğı için kuşkular MİT üzerinde yoğunlaşıyordu. Mitingden sonra Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Korutürk'e Özel Harp Dairesi'yle ilgili bilgileri bir mektupla gönderdi. Bu mektup Türkiye için bir dönüm noktasıydı. Sır gibi gizlenen Türkiye'nin gizli ordusu Özel Harp Dairesi'nin varlığı artık Cumhurbaşkanlığı'ndaki resmi belgelere de girmiş ol­ du. Ecevit'in mektubu çok önemli bilgiler de içeriyordu; komando 190

kamplarından çıkan ülkücülerin nasıl sivil unsurlar olarak görev yaptıkları, bu kamplara para akışının nasıl sağlandığı da detayla­ rıyla yer aldı. Ecevit'in mektubu bu bilgilerle sınırlı değildi. Korutürk'e ör­ gütün işleyiş ve görevlerini detaylı bir şekilde anlattı: "Örgüt gizlilik içinde çalışır, demokratik hukuk dışındadır. 12 Mart döneminde sözü çok geçen ve kontrgerilla denen kim­ selerin bu örgütle bağlantılı olma olasılığı vardır. Eylemlerden bazıları çoluk çocuk değil, ancak güçlü bir örgüt tarafından düzenlenecek niteliktedir. 1 Mayıs 1977 Taksim Olayı bu izlenimi vermektedir. Bu örgütte görev almış, yönetici olarak çalışmış kimselerden bazılarının emekli olduktan sonra da bilgilerini ve yetiştirdikleri elemanları, siyasal nitelikteki eylemler için kullandıklarını göste­ ren belirtiler vardır." Mektuba resmiyet kazandıran Korutürk, hemen birer kopyası­ nı Başbakan Süleyman Demirel ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'a gönderdi. Yanıt Demirel'den geldi: "Hayal mahsulü." Ecevit'e mektup gönderen Demirel, "Delilin varsa gönder," di­ yordu. Ancak daha önce başbakanlık yapmış CHP'nin lideri Bülent Ecevit'in mektubuna karşılık hiçbir işlem yapılmadı. Suikastta Özel Silah 1 Mayıs katliamından sonra Özel Harp Dairesi'ni ve bu daire­ nin yeraltı birimlerini oluşturan 'sivil unsurların' eylemlerini gündeme getiren Bülent Ecevit de hedefti artık. Seçim kampanyaları nedeniyle gittiği her yerde partililer etra­ fında kenetlenerek güvenlik önlemleri alıyordu. Ecevit, 29 Mayıs 1977'de seçim kampanyası için İzmir'e gitti. Çiğli Havalimanı'nda inen Ecevit partililer tarafından karşılandı. Ecevit tam seçim otobüsüne binmek üzereyken silahlı saldırı ol­ du. Hedefin Ecevit olduğu saldırıda, otobüsün basamağı üzerinde 191

bulunan dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan'ın kar­ deşi Mehmet İsvan bacağından yaralandı. Rahşan Ecevit de ora­ daydı: "Mehmet İsvan otobüsün merdivenlerinde beni içeri doğru çe­ kiyordu. Basamaklara çıkınca da kurşun geçti. Hedef Bülent'ti. Si­ lahı vakitsiz patlattılar." Polisler suçlu diye iki CHP'li genci gözaltına aldı. Ancak saldı­ rıyı gerçekleştiren bir polisti. Yakalanan polis memuru tutuklan­ dı. Ancak devlet yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre saldırı su­ ikast girişimi değil, polisin silahının yanlışlıkla ateş almasıydı! Saldırıdaki en önemli bilgi silahla ilgiliydi. Mehmet İsvan'ın bacağından çıkarılan merminin peşinde biri­ leri vardı. 'Görevli' olduğunu söyleyen kişiler, doktorlardan mer­ miyi istiyordu. Bülent Ecevit'i de durumdan haberdar eden dok­ torlar mermiyi vermedi. İlk başta merminin balistik incelemede içerdiği kimyasal bile­ şim de çözülemedi. Sonunda silahın ABD yapımı 'Tengas' marka olduğu tespit edildi. İsvan'ın bacağından çıkarılan mermi parçalarının zehir ta­ şıdığı sonradan anlaşıldı. Silah ilk kez bir insan üzerinde deneni­ yordu. En önemlisi de bu silahtan sadece üç tane bulunmasıydı. Tutuklanan polis üç buçuk ay sonra cezaevinden çıktı. Ama Ecevit bu saldırının peşini bırakmadı, başbakan olduğunda da ay­ dınlatmaya çalıştı: "Arkadaşımız Mehmet İsvan'ı yaralayan silah, anlaşıldı ki ba­ listikte çalışan uzmanların da görmediği, varlığından haberdar ol­ madığı son derece tehlikeli bir füze. O füzenin parçalarını çıkarttı doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parçaları doktorlar­ dan almak istemişler. Evvela Türk polisinin elinde ve Türkiye'de böyle bir silah bulunmadığı iddia edildi. Sonra bu silahtan bulun­ duğu fakat bunun gizli olduğu, çok tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Fakat yıllardır üstünde durduğumuz, izini sürmeye çalıştığımız

*

Aynı g ü n İstanbul'da da Sirkeci Garı ve Yeşilköy

Havalimanına

valiz

i ç i n d e b ı r a k ı l a n b o m b a l a r ı n p a t l a m a s ı s o n u c u b e ş kişi y a ş a m ı n ı y i t i r d i . B o m b a l a r ı n o r d u m a l ı o l d u ğ u t e s p i t e d i l d i . A m a failleri o r t a y a ç ı k a r t ı l m a ­ dı. A y n ı t a r i h t e g i z l i o r d u l a r ı n b u l u n d u ğ u N A T O ü l k e l e r i n d e d e y i n e v a ­ liz i ç i n d e b o m b a l a r p a t l a t ı l ı y o r d u .

192

halde 'kim o silahı vermiştir, nasıl vermiştir, bu kadar gizli bir si­ lah, nasıl bir koruma görevlisine verilebilir', bütün bunlar ortaya çıkmadı ve bir noktadan sonra izler kayboldu. O polis de göz gö­ re göre kurtuldu." Polis memuru İsmet Çetin, Ecevit'e yönelik suikast girişimin­ de bulunmak suçundan tutuklandı. Soruşturmayı Menemen Sav­ cısı Semih Kaynakçıoğlu yürüttü. Ancak soruşturma devam eder­ ken Kaynakçıoğlu önce Denizli ardından da Diyarbakır ve Siirt'e tayin edilerek soruşturmayı tamamlamasına izin verilmedi. Kul­ lanılan özel silah ve diğer kanıtlar da yargıçların isteklerine rağ­ men bir türlü mahkemeye getirilmedi. Polis memuru İsmet Çetin, 3 ay hapis, 500 lira da para cezasına çarptırıldı. Suikast girişimi aydınlatılmadan dosya kapatıldı. İsparta T a ş l a m a s ı

Çiğli'deki suikast girişimi Bülent Ecevit'e yönelik ne ilk ne de son saldırıydı. 12 Mart darbesinden sonra kontrgerillaya yönelik açıklamalar yapan Ecevit'e yönelik ilk saldırı 1973 yılında yapıldı. CHP Genel Başkanı seçildikten sonra Eylül 1973'te siyasi raki­ bi Süleyman Demirel'in memleketi İsparta'ya gitti. Ecevit, mey­ danda valilik binasının önünde konuşmaya başlar başlamaz çev­ reden, binalardan taşlar hatta kayalar yağmaya başladı. Mitinge gelen çok sayıda kişi yaralandı. Ecevit'in yanında yine elini hiç bırakmayan eşi Rahşan Ecevit vardı: "Biz Bülent'le bu saldırıya 'İsparta taşlaması' adını koymuş­ tuk. Gerçekten tam bir taşlamaydı. MHP'liler yukarıdan bir yer­ den bize inşaat taşları atıyorlardı. Saldırıda Adalet Partili bir mil­ letvekili de vardı. Elinde silahla bir evin çatısındaydı." İkinci saldırı ise 21 Haziran 1975'te Gerede'de oldu. Bu kez taş ve sopaların yanı sıra silahlar da vardı. Üstüne doğru ateş açılma­ sına rağmen Ecevit, meydandan ayrılmadı. Sonraki saldırılar ise Niksar, Erzincan ve Nevşehir'de yaşandı. Bülent Ecevit'i en çok şaşırtan saldırı ise Niksar'dakiydi: "Niksar'daki öyle ağır ve yaygın bir saldırıydı ki hiç devlet ko­ ruması yoktu. Geceden varmıştık ve üzerimize ateş açılmıştı. Gençler, kadınlar yaşamlarını zor kurtarmışlardı. Ben konuşmamı 193

boşluğa yaptım... Çarşaflı çok kadın vardı. Sarı çarşaflı, kahveren­ gi çarşaflı. Fakat hareketleri çok sertti. Bunlar nasıl kadınlar diye düşünüyordum. Bize taş atıyorlardı, saldırıda bulunuyorlardı. Sonradan öğrendim ki onlar ülkücü genç erkeklermiş. Fakat ken­ dilerini kadın çarşafı altında gizlemişler. Nevşehir'e gittiğimizde bayağı bir savaş gibi silahlı saldırı ile karşılaştık. Vilayete girmek istedim, kapıyı açmadılar, telefonla Demirel'i aradım tedbir alsın diye." Ecevit'e Suikast Girişimi İstihbaratını Kim Verdi? 1977 seçimleri yaklaştıkça cinayetler, bombalama olayları iyice arttı. Artık son üç güne gelinmişti. 2 Haziran günü CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Başbakan Süleyman Demirci'den yazılı olarak suikast ihbarı aldı. Demirel'in birer örneğini Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği uyarı yazısında ay­ nen şöyle diyordu: "Başbakanlığa intikal eden bir habere göre: CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in 3 Haziran 1977 günü İs­ tanbul Taksim Meydanı'ndaki CHP mitingi sırasında Sheraton Oteli'nin üst katlarındaki odalarından birinden uzun namlulu ve dürbünlü bir silah ile ateş edileceği, bu teşebbüsün 29 Mayıs 1977 günü İzmir-Çiğli Havaalanı'nda cereyan eden olayla birlikte, 1 Mayıs 1977'de Taksim'de vukua gelen olaydan cesaret alan, iç ba­ rışı büyük ölçüde sarsabilecek kanlı tertiplere karar veren ve ayrı­ ca 5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan seçimlerden bir fayda ummayan, seçimlerin yapılmasını arzulamayan veya seçimlere gölge düşürmek isteyen, memleketimizi iç meselelerle uğraştır­ mak isteyen yabancı kuruluşların ve uluslararası tedhiş teşekkül­ lerinin muhtemel suikast ve sabotaj eylemleri ile özellikle vazife­ lendirilmiş kimseler tarafından yapılmak istendiği alınan haber­ ler meyanındadır. Keyfiyetten bilgi edinilmesini ve konunun üzerinde önemle durularak gerekli tedbirlerin alınmasını ve gereğinin ifasını rica ederim." Demirel'in isteği güvenliğin sağlanamayacağı gerekçesiyle mi­ tingin yapılmamasıydı. Ancak Bülent Ecevit 3 Haziran akşamı TRT Radyosu'nda seçim kapsamında partisine ayrılan zaman di­ liminde bu suikast bilgisini halkla paylaştı: 11M

"Hükümet yetkililerinden, yarın Taksim Meydanı'nda yapaca­ ğımız mitingde şahsıma suikast düzenleneceğine dair bir bilgi al­ dım. Can güvenliğimin sağlanamayacağını söylüyorlar. Ben de sizlere sesleniyorum, devlet can güvenliğinizi sağlayamayacakmış, o yüzden mitinge gelmeyin ama ben ve eşim yarın Taksim Meydanı'nda olacağız." Ecevit'in bu açıklaması halkı öyle bir etkiledi ki ertesi gün Tak­ sim Meydanı'nı yüz binlerce kişi doldurdu. Seçim kampanyaları­ nın en kalabalık mitingi oldu. Demirel'in ilk başta güvenliği sağlayamayız dediği mitingde Ecevit'in kararlılığı üzerine her binanın çatısına, balkonuna hatta pencerelerine birer polis yerleştirildi. Alana giren herkesin üstü arandı. Kürsüyü gören bazı binalar boşaltıldı. Miting herhangi bir suikast ve provokasyon yaşanmadan bitti. O gün Ecevit'e suikast düzenlenmesini engellemek için bulu­ nan isimlerden biri de Çiğli olayını da soruşturan dönemin istih­ barattan sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Yiğit'ti: "Taksim Meydanı'nı inceledik. Kürsü bir ağacın altında, çevre­ deki yüksek binaların hiçbirisinin açısına girmiyor. Miting coş­ kuyla başladı, öyle bitti." Peki, bu suikast bilgisi nasıl ortaya çıkmıştı? Süleyman Demirel bu bilginin MİT'ten geldiğini açıkladı.* Uğur Mumcu ise bilginin MİT tarafından değil Tercüman gazetesi sahibi Kemal Ilıcak tarafından Demirel'e verildiğini yazdı. Ilıcak'a bu bilgiyi aktaran ise Alman İstihbarat Örgütü'nün Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgenin şefi olan Dr. Hans Ekart Kannapin'di. O dönemde Alparslan Türkeş'in hep yanında olan Kannapin, ülkücülerin CIA ile ilişkisini sağlayan kişiydi. Mitingde Ecevit'in güvenliğini sağlayan en önemli isim olan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Yiğit, bilginin nereden geldiğini de araştırmıştı: "Miting bittikten sonra Continental Oteli'nin yakınında bir de baktım ki Dr. Kannapin. Şaşırdım, 'Senin ne işin var buralarda?' *

K o n u h e r a ç ı l d ı ğ ı n d a a y n ı k a y n a ğ ı g ö s t e r e n D e m i r e l , 2 0 0 6 y ı l ı n d a Sabah g a z e t e s i n e verdiği r ö p o r t a j d a bilginin M İ T M ü s t e ş a r ı F u a t D o ğ u tarafın­ d a n k e n d i s i n e iletildiğini söyledi. A n c a k o d ö n e m d e F u a t D o ğ u teşkilatın b a ş ı n d a değildi. Ç o k t a n emekli olmuştu.

195

dedim. Güldü. Türkiye'deki seçimleri izlediklerini söyledi. 'Ayıp oluyor böyle. Habersiz geliyorsunuz' dedim. Yemeğe götürdüm ertesi gün. Dedi ki, 'Ucuz atlattınız.' Çünkü suikast olacak bilgisi­ ni kendisi iletmiş. Ilıcak'a vermiş. Oradan Celal Bayar'a,* o da Demirel'e." Yiğit bugüne kadar hiç bilinmeyen Ecevit'e yönelik bir suikast ihbarını da ilk kez anlattı: "İspanya'dan bir ihbar mektubu gelmişti; 'Ecevit havaalanın­ da öldürülecek,' diye. Madrid'e gittim. Adam bir İspanyoldu ve hapisteydi." Özel Harpçilerin Darbe Girişimi Seçimlere beş gün var... 1 Haziran 1977 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun emekliye sevk edildi. Üstelik tam iki ay sonra yapılacak askeri şûra beklenmeden. Bu emeklilik kamuoyunda büyük bir şaşkınlık yarattı. Emek­ liliğin nedeni de bilinmiyordu. Bir süre sonra açıklama yapan Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, "Türk Silahlı Kuvvetleri macera peşinde koşanlara asla il­ tifat etmeyecektir," dedi. Sancar'ın sözlerinin anlamı bir yıl sonra ortaya çıktı: Namık Kemal Ersun, CHP'nin iktidara gelmesini önlemek için darbe hazırlığındaydı. Çoğunlukla askeri okullarda komutanlık yapması nedeniyle bir dönem 'genç subaylar' üzerinde etkisi büyük olan Namık Ke­ mal Ersun, 1935 yılında Harp Okulu'nu bitirdi. 1944'te de Harp Akademisi'ni bitirerek kurmay subay oldu. Tuğgeneralliğe terfi ettiğinde Kara Harp Okulu Komutan Yar­ dımcısı olarak atandı. Genç subaylarla iletişimi ilk bu dönemde başladı.

* C e l a l B a y a r , o y ı l l a r d a k o m ü n i z m k a r ş ı t ı e t k i n l i k l e r d e s ı k sık A l p a r s l a n T ü r k e ş ' l e birlikte b o y g ö s t e r i y o r d u . * M u s t a f a Yiğit'e g ö r e Çiğli saldırısı suikast değil bir k a z a y d ı . Yine E c e v i t ' e yönelik Amerika'daki saldırının da s a n s a s y o n e l a m a ç l ı o l d u ğ u n u iddia e d i y o r : " Y u r t d ı ş ı n d a y k e n bir E r m e n i , E c e v i t ' e silah d a y a d ı , p o l i s aldı. İstese v u r u r d u . S a n s a s y o n y a r a t m a k t ı a m a c ı . "

1%

elinden

Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir birinci darbe girişimin­ de görevinden alındığında Namık Kemal Ersun, tümgeneral olma heyecanı yaşıyordu. Talat Aydemir'in 21 Mayıs 1973 günü giriştiği ikinci darbe gi­ rişiminde başarısız olması ve idam edilmesinden bir süre sonra da Harp Okulu Komutanı olarak Namık Kemal Ersun atandı. En yakı­ nındaki isim ise Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapacak olan Harp Okulu Harekât Eğitim Şube Müdürü Kemal Yamak'tı. Aydemir'in darbe girişimi nedeniyle tüm öğrencileri okulda gö­ zaltına alındı. Yani okul cezaevine dönüştürüldü. Ardından öğrenciler yine özel mahkeme tarafından Harp Okulu'nda yargılandı. Okulun sinema salonu mahkeme salonu olarak kullanıldı. Askeri yargılamalar sonucu sadece 143 öğrenci darbe girişimiy­ le ilgili olarak suçlu bulundu. Gerisi beraat etti. Ancak Harp Okulu yönetimi, beraat eden öğrencilerin de ceza­ landırılmasına karar verdi. Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genel­ kurmay Başkanlığı'nın onaylaması üzerine tüm öğrencileri okul­ dan atıldı. Dört yıl boyunca Harp Okulu Komutanlığı yapan Namık Ke­ mal Ersun, korgeneral rütbesiyle de Eğitim Kolordu Komutanlığı yaptı. 12 Mart 1971 darbesinin gözde generalleri arasında yer aldı. Darbeden bir süre sonra orgeneralliğe terfi ettirilerek Ankara Sıkı­ yönetim Komutanı olarak görevlendirildi. Ankara'da oluşturulan işkence merkezlerinin başındaki isimdi. Zamanla 12 Mart darbesini gerçekleştiren isimler tek tek tasfiye edilirken bir tek Namık Kemal Ersun kaldı, gittikçe de yükseldi. Ülkücü olan Ersun, her zaman Alparslan Türkeş'in en yakının­ daki kişilerden biri oldu. Ersun, 1974 yılında da 3. Ordu Komutanı olarak atandı.* Ancak atandığı gün 12 Mart döneminde Ziverbey Köşkü'ndeki özel yöntemli işkence sorgularının sorumlusu Orgeneral Faik Türün gibi o da felç geçirdi. Türün'den daha şanslıydı Ersun; ömrünün kalan kısmında ya­ tağa mahkûm olmadı, üç ay hastanede yattıktan sonra görevinin başına döndü. *

Ö z e l H a r p D a i r e s i B a ş k a n ı K e m a l Y a m a k d a a y n ı yıl 3 . O r d u K o m u t a n l ı ­ ğı b ü n y e s i n d e b u l u n a n 4. Zırhlı T u g a y K o m u t a n l ı ğ ı ' n a atandı.

197

3. Ordu Komutanlığı görevinden sonra emekliye sevk edilmesi bekleniyordu. Ama iktidarda Milliyetçi Cephe Hükümeti vardı ve Başbakan Yardımcısı da 'dostu' Alparslan Türkeş'ti. Ersun'un emekli olmaması için kaldırılan Kara Kuvvetleri Ko­ mutan Yardımcılığı kadrosu yeniden açıldı. 1976'da da Alparslan Türkeş'in isteği ve özel harpçi olan Genel­ kurmay Başkanlığı Özel Kalem Müdürü Albay Orhan Kilercioğlu'nun Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ı ikna etmesi üzerine Ka­ ra Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Orhan Kilercioğlu, o yıl ordudaki diğer önemli atamalarda da ki­ lit rol oynadı, Türkeş ile birlikte. Bu atamalarla MİT ve Özel Harp Dairesi'nden sonra ordunun üst kademelerine de MHP'ye yakın isimler etkin görevlere getirildi. Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanlığı'na Özel Harp Dairesi'nin komutanlarından Recai Engin, Özel Harp Dairesi'nin bağlı olduğu Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na Orgeneral Vecihi Akın, Ege Ordu Komutanlığı'na ise Kenan Evren getirildi. Bu isimlerin hepsi Türkeş'in listesiydi! Sancar'a bunları kabul et­ tiren ise yaveri Orhan Kilercioğlu'ydu.* *

1933 yılında İzmir'de doğan Orhaın kilercioğlu, Harp O k u l u , Harp Akade­ mileri ve Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni bilirdi. 1960 yılında özel harp eğitimi için Amerika'ya gitti ve üç yıl bu ülkede kaldı. D ö n ü ş t e Genelkurmay'da görev yaptı. 1970 yılında binbaşı rütbesindeyken en son silahlarla ilgili eğitimin verildiği İtalya'daki NATO karargâhına gitti. İki yıl da bu karargâhta eğitim aldı. D ö n ü ş ü n d e n bir süre sonra G e n e l k u r m a y Başkanı S e m i h Sancar, kurye olarak yanına aldı. 1978 yılının Ağustos ayında G e ­ n e l k u r m a y Başkanı S e m i h Sancar, yaveri K u r m a y Albay Orhan Kilercioğlu'nu generalliğe, ö/el harpçilerin çoğunlukla gittiği Kıbrıs Türk Alay Ko­ mutanlığı'na atadıktan sonra emekli oldu. İki yıl da Kıbrıs'ta görev yapan Kilercioğlu, artık general olmuştu. 1982 yılında yeni görev yeri ise y i n e İtalya'daki N A T O karargâhıydı. Ama bu kez eğitim için değil önemli bir görev için gitti: N A T O G ü n e y Bölgesi İstihbarat Başkanı. D ö n ü ş ü n d e , 1984'te emekliye sevk edildi. Ancak köşesine çekilmedi, bu kez de iş dün­ yasına girdi. T O B B ' d a G e n e l Sekreter Yardımcısı oldu. Beş yılı aşkın bu gö­ revi yürüttü. Ardından da 'köşe yazarı' oldu. Türkiye başta o l m a k üzere ç e ­ şitli gazetelerde dış politika ve e k o n o m i üzerine yazılar yazdı. 1991 genel s e ç i m i n d e D Y P ' d e n Ankara milletvekili olarak Meclis'e giren Kilercioğlu, ardından 'yolsuzluklardan' sorumlu Devlet Bakanı yapıldı. Daha sonra yeniden Meclis'e girmeyen Kilercioğlu bu kez de Yaşar Üniversitesi'nin k u m c u l a r ı arasında yer aldı. Kilercioğlu'nun derslerde dış politikadan mı yoksa özel harp yöntemlerinden mi bahsettiği bilinmiyor.

198

Darbe hazırlıkları da bu tarihten itibaren başladı. Sık sık darbe toplantıları için İstanbul'a gelen Ersun, Özel Harp Dairesi çıkışlı generaller, subaylar, dairenin sivil unsurları ve yine daireyle bağ­ lantılı MİT mensupları ve bazı işadamlarıyla bir araya geliyordu. Tüm bu toplantılar MİT tarafından rapor ediliyordu. Ancak ra­ porlar teşkilat içinde birileri tarafından yok ediliyordu. Seçim kararının alınmasından sonra terör hızlandı, olayların sayısında olağanüstü artış oldu. Bu sırada 1 Mayıs katliamı yaşan­ dı. Bülent Ecevit'in 'kontrgerilla' şüphesinden sonra Başbakan Süleyman Demirel'e Ersun'un darbe hazırlığında olduğu istihba­ ratı geliyordu. Buna göre seçim kararının alınmasından sonra ya­ şanan siyasal cinayetlerin, suikast girişimlerinin ve 1 Mayıs katli­ amının arkasında Namık Kemal Ersun ve ekibi vardı. Demirel, Ersun'un emekliye sevk edilmesi için hemen hareke­ te geçti. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, "Orduda kıdem gelene­ ğinin bozulacağı" gerekçesiyle karşı çıktı. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ın darbe girişimini doğrulaması üzerine Fahri Ko­ rutürk de kararnameyi imzaladı. Darbenin arkasındaki fiili isim ise Alparslan Türkeş'ti. Namık Kemal Ersun'un emekliye sevk edilmesinden iki ay sonra askeri şûra yapıldı. Şûraya Ersun'un darbe ekibinde olan isimlerin tasfiyesi ve görev yerlerinin değişikliği damgasını vurdu. 850 subay ordudan atıldı. Atılanlar arasında Özel Harp Dairesi eski başkanı, Genelkur­ may İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Recai Engin ve Korgene­ ral Musa Öğün de vardı.** Cuntacı ekip içinde yer alan MİT'çiler de tasfiye edildi. Türkeş'in dünürü MİT Hukuk Dairesi Başkanı Şahap Homriş ve Hiram Abas teşkilattan ayrılmak zorunda kaldı. Hiram Abas darbe

*

N a m ı k K e m a l E r s u n ' u n görevinden a l ı n m a s ı ve emekliliğe s e v k işlemi Y ü k s e k A s k e r i İdari M a h k e m e s i t a r a f ı n d a n 1 0 Ş u b a t 1 9 7 8 ' d e iptal edildi. A m a G e n e l k u r m a y Başkanlığı, m a h k e m e kararına r a ğ m e n görevine baş latmadı. 31 Aralık 1 9 8 8 tarihinde y a ş a m ı n ı yitiren E r s u n , Silivrikapı Mezarhğı'nda

t o p r a ğ a verildi.

R e c a i E n g i n 6 T e m m u z 2 0 0 2 ' d e B u r s a ' n ı n İ n e g ö l İlçesi y a k ı n l a r ı n d a g e ­ çirdiği

trafik k a z a s ı n d a 85 y a ş ı n d a y k e n y a ş a m ı n ı yitirdi.

girişimine destek vermekle suçlanan işadamı Halit Narin'in ya­ nında çalışmaya başladı. Yine darbeci ekip içinde yer alan Türkeş'in damadı, Yüzbaşı Hamit Homriş de Özel Harp Dairesi'nden emekliye sevk edildi. Ordu içinde darbe girişimine adı karışan çok sayıda subay da sürgün olarak nitelendirilen geri görevlere verildi. Bunlardan biri de Özel Harp Dairesi eski başkanı Tümgeneral Kemal Yamak'tı. Kara Kuvvetleri Harekât Daire Başkanı olan Ya­ mak, Kayseri'de bulunan Yurtiçi Doğu Bölge Komutanı olarak atandı. Kolordu olan bu komutanlık Yamak'ın görev yapması için tümene indirildi. O dönemde ordu içindeki en pasif yerlerden birine atanan Ya­ mak, Namık Kemal Ersun'a en yakın isimlerden biriydi. Ersun ile Yamak, Harp Okulu'nda, Üçüncü Ordu Komutanlığı'nda ve son olarak da Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda birlikte görev yaptı­ lar. Ersun gittiği her yere özel taleple Yamak'ı da yanında götür­ dü. Ersun'un orduyla ilişkisinin kesilmesinden iki ay sonraki as­ keri şûrada Yamak'ın da tıpkı Recai Engin gibi emekli edilmesi planlanıyordu. Ancak devreye Genelkurmay Başkanı Semih Sancar girdi: "Yeri doldurulamayacak özel harpçilerdendir." Bunun üzerine Yamak, pasif göreve atandı. Tasfiye edilen bu isimlere bakıldığında seçimden önce yaşa­ nan olayların kimler tarafından planlandığı sorusu cevap bulmu­ yor mu? En önemlisi de tasfiye edilen isimler kontrgerilla denen yapı­ nın önemli bir grubunu oluşturuyorlardı. İlk Kontrgerilla Raporu Onca cinayet, suikast girişimi ve 1 Mayıs katliamına rağmen 5 Haziran 1977 seçimleri yapıldı. Beklendiği gibi kontrgerillanın üzerine giden Bülent Ecevit'in partisi CHP birinci çıktı seçimlerden. CHP 213, AP 189, MSP 25, MHP 16, CGP 3, Demokratik Parti ise 1 milletvekili çıkardı. Bu rakam CHP'nin tek başına iktidar olması için yeterli değil­ di, 13 eksiği vardı. 200

Hükümeti kurma görevini Cumhurbaşkanı'ndan alan Ecevit azınlık hükümeti kurma yoluna gitti. Ancak

güvenoyu

alamadı.

Bu kez hükümeti kurma görevini Süleyman Demirel aldı ve İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti 21 Temmuz 1977'de kuruldu. Kilit isim olan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş yine başbakan yardımcısı koltuğuna oturdu. Ülkücülerin saldırılarında, cinayetlerde de ciddi bir azalma oldu! İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin ömrü uzun olmadı. Hü­ kümeti kuramayan Bülent Ecevit'in pes etmeye niyeti yoktu. Mil­ liyetçi Cephe Hükümeti'ni düşürmek için alternatif arıyordu. Ecevit'in girişimleri sonucu AP'den milletvekili istifaları ger­ çekleşti. İstifa eden bağımsız milletvekillerinin de destek vermesi ve CHP'nin gensorusuyla İkinci Milliyetçi Cephe aralık ayının son gününde iktidardan indirildi. Ardından da Türkiye, 1978'e bağımsızların desteğiyle CHP ik­ tidarıyla girdi. Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin iktidardan indiril­ mesine en büyük tepkiyi başbakan yardımcılığı koltuğunu kaybe­ den Alparslan Türkeş verdi. Sivil unsurların sokağa çıkması da bir oldu. Provokasyonlar ve cinayetler de yeniden başladı. 10 günde 30'u aşkın siyasi cinayet işlendi. Öldürülenler eskisi gibi yine sol­ culardı. Ülkücülerin işlediği bu cinayetlerin ardı arkası gelmiyordu. Tam bir terör ortamı yaratıldı. Üstelik cinayetlerde artık sıradan tabancalar kullanılmıyordu, otomatik makineliler ülkücülerin fa­ vori silahlarıydı. Bazen de vahşi yöntemler kullanıyorlardı. Kaçırdıkları solcu gençleri uzun süre işkence yaptıktan sonra boğazlarını keserek öl­ dürüyorlardı. Türkiye'deki sivil unsurların gerçekleştirdikleri cinayetlerin karar alma merkezi ise Ankara'daydı. Çünkü hem Ülkü Ocakları hem de özel eğitimden geçen sivil unsurların çoğu bu kentteydi. Belli yurtları ve evleri saldırıların üssü yapmışlardı. 19 Ocak 1978 günü Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğret­ men Okulu öğrencilerinden Levent Özyörük ülkücüler tarafından öldürüldü. O günkü nöbetçi savcı ise Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz'dü. Cinayeti soruşturan Doğan Öz, katille­ rin Site Öğrenci Yurdu'na kaçtığını tespit etti. Öz, hemen yurdun 201

aranması kararını çıkarttı. Ancak bu yurt sivil unsurların karargahlarından biriydi. O dönemde böyle bir arama kararının çıkar­ tılması bir çok savcının cesaret edemeyeceği bir girişimdi. Bu arama kararı Öz'ün ilk cesaretli işi değildi; 1968'de Kon­ ya'da görev yaparken 'Mücadele Birliği' adlı sağcı örgütün ka­ panmasını sağlayacak dava dosyasını hatırlamasıyla boy hedefi olmuştu. Ardından o dönemde Nurcuların örgütlenme merkezle­ rinden biri olan Afyon Bolvadin'de illegal faaliyetleri nedeniyle bu tarikat mensupları hakkında davalar açtı. Denizli'de olduğu dönemde de Necmettin Erbakan'ın kardeşi Akgün Erbakan'ın Al­ manya'da topladığı paralarla ilgili yolsuzluk soruşturmasını yap­ tı. Ankara'ya atandığında ise Süleyman Demirel'in kardeşi Hacı Ali Demirel'e Denizcilik Bankası Kızılay Şubesi'nce verilen usul­ süz krediyi araştırdı. Bu soruşturmalar nedeniyle Milliyetçi Cephe Hükümeti döne­ minde sık sık sürgün yaşayan Doğan Öz, devletin de hoşuna git­ meyecek işlere imza attı. 1970 yılında idam cezasına karşı başlatı­ lan kampanyaya ilk imza atan isimlerden oldu. İdari soruşturma geçirdi. Üç vıl sonra da Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kaldı­ rılması için hukukçular arasında imza kampanyası başlattı. Ancak son dönemde araştırdığı konu çok daha ciddi ve tehli­ keliydi: Kontrgerilla. Bu örgütün sivil unsurlarını araştırıyordu. Solcu öğrenci Le­ vent Özyörük'ün ülkücüler tarafından öldürülmesi soruşturması­ nı yürütmesi de bu döneme denk geldi. Doğan Öz, Site Öğrenci Yurdu'nun aranması kararını 19 Ocak 1978'de Ankara Emniyet Müdürü Muharrem Bartın'a bildirdi. Doğan Öz aramaya katılmak için geldiğinde polisler, "aramayı yaptıklarını ancak hiçbir şey bulmadıklarını," söyledi. Ancak Öz, Özyörük'ün katil zanlısı Naci Üner'in yurda kaçtığını saptamıştı. İkinci bir arama yaptı. Aramada, öğrencilerin kendi dolaplarının önünde durmalarını istedi. Yalnız bir dolabın önü boş kaldı. Açı­ lan dolapta Özyörük'ün öldürülmesinde kullanılan silah bulundu ve bir grup kuşkulu ülkücü gözaltına alındı. Doğan Öz artık ülkücülerin de hedefindeydi. MHP Konya Milletvekili İhsan Kabadayı, aramadan altı gün sonra TBMM kür­ süsünde yaptığı konuşmada şöyle dedi: "Savcı Yardımcısı Doğan Öz'ün gecikmesi üzerine, emniyet 202

yetkilileri aramayı bizzat kendileri yapmıştır. Savcı yardımcısı arama saati olarak bildirdiği saatten tam iki saat sonra gelmiş, ara­ manın yapıldığını görünce bağırmış çağırmış celallenmiş, bizzat aramayı kendisinin yapacağını söylemiş, öğrencilerin teker teker odalarından çıkartılmalarını emretmiştir. Sayın savcının; kâhinler mi çağırdı, falcılar mı çağırdı, eren evli­ yalardan mı istimdat etti bu tabancayı, bıçağı nasıl bulduğu endişe­ sini, şüphesini taşıdığımızı Yüce Meclis'e ve mesul hükümete bildi­ riyorum."* Yine Meclis tutanağına göre bu sırada MHP sıralarında alkışlar ve 'bravo' sesleri yükseliyordu. Tehditler de gittikçe sıklaşmaya başlamıştı. Ancak Doğan Öz'ün ülkücülerin yarattığı terörün peşini bırakmaya niyeti yoktu. Cinayetlerde yer alan ülkücülerin, sivil unsurların kontrgerillayla yani Özel Harp Dairesi'yle ilişkilerinde önemli ipuçları yakalamış­ tı. Levent Özyörük'ün öldürülmesi ve ilişkili olaylarla ilgili 70 ülkü­ cü hakkında 6 Mart 1978'de dava açtı. Bu, Öz'ün açtığı son dava ol­ du. 24 Mart sabahı saat 07.30 sıralarında Ankara Emniyet Müdürlü­ ğü telefonu kimliği bilinmeyen bir kişi tarafından arandı. Telefonda­ ki ses, polise "Ben Kızılırmak Sokak'ta oturuyorum. Sokakta 5-6 kişi var, şüpheli hareketler yapıyorlar," diye ihbarda bulundu. Ancak te­ lefonu açan polis, "Gocunduğunuz bir şey mi var?" karşılığını ve­ rir.** İhbarın yapıldığı sırada Kızılırmak Sokak'la kesişen Bayındır Sokak'ta oturan Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Öz, evden çıkmak üzere hazırlanıyordu. Çocuklarını ve eşini öpen Öz, Kızılırmak So­ kak'ta park ettiği eski model Anadol'una bindi. Arabasının ısınması­ nı beklerken gördüğü son kişi kendisine altı el ateş eden katili oldu. Doğan Öz'ün öldürülmesinde arattığı 'kurtarılmış bölgelerdeki' karanlık güçlerin parmağı bulunduğunu öngören Başbakan Bülent Ecevit, cinayetten hemen sonra şöyle dedi: "Kurtarılmış bölge denen yerlerdeki halkı gerçekten kurtarmak için devlet yardım elini uzatacaktır."*** * TBMM 25.11.1978 tarihli tutanağı, 97'nd birleşim, s.41. '* Berivan Tapan, 'İdam Kararı Dört Kez Bozuldu', Cumhuriyet, 9 Şubat 2006. * Cumhuriyet, 25 Mart 1978. 203

Doğan Oz'ün Kontrgerilla Raporu Doğan Öz, görevi gereği ülkücülerin işlediği cinayetlerden yo­ la çıkarak kontrgerilla üzerinde araştırmalar yaptı. Amacı bu ör­ gütle bağlantılı yapılar ve kişiler hakkında büyük bir dava açmak­ tı. Bunun için ulaştığı bilgileri ön rapor haline getirdi. Raporu Baş­ bakan Bülent Ecevit'e sundu. Ama Ecevit bile örgütlemenin üze­ rine gidemiyor, engeller çıkartılıyordu: "Ayrıntıları hatırlamıyorum ama o zaman o tür bilgiler rah­ metli Doğan Öz'den gelmiştir. Başka görevlilerden de gelirdi. Biz de üstüne yürümeye çalışırdık. O arada tabii biz bütün bu olayla­ rın üstüne yürümeye çalışırken bazı ciddi engellerle karşılaşıyor­ duk. Bu engellerden bazıları görünmez engellerdi. Mesela Genel­ kurmay Başkanı'nın bile göremediği engellerdi. Belli bir organi­ zasyon olduğu belliydi..." Bir örneği de cinayetten sonra çekmecesinde çıkan raporda Do­ ğan Öz, kontrgerilla gerçeğini gözler önüne seriyordu. Hem de Avrupa ülkelerindeki benzer gizli örgütlerin varlıkla­ rının tartışılmadığı, adlarının bile bilinmediği bir dönemde.** As­ lında bu rapor ön araştırma niteliği taşıyordu. Öz, daha geniş bir dosya hazırlığındaydı. Zaten katillerin asıl hedefi de bunu engel­ lemekti. Doğan Öz, "Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi'ne bağlı­ dır" dediği raporda çok önemli ayrıntılarla Özel Harp Dairesi'nin hem askeri hem de sivil unsurlarının çalışma biçimlerini açığa çı­ kartıyordu. Öz, raporda çok önemli bir konuyu da vurguluyordu: "Çavuşlardan başlayarak albaylara kadar bazı askerlerin, sivil unsurları eğitmesi." Bir savcı olarak Öz, daha sonra kendisini de öldürecek olan bir grup ülkücünün Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurları olduğunu da ortaya koyuyordu.

* **

C a n D ü n d a r , C e l a l K a z d a ğ l ı , Ergenekon, İ m g e , 2 0 0 6 , s . 9 0 . 1 9 9 0 yılından itibaren başta İtalya o l m a k ü z e r e N A T O üyesi ülkelerdeki gizli

ordular

ve

kontrgerilla

örgütleri

açığa

çıkartıldığında

Türkiye'de

" N e d e n b i z d e b u ülkelerdeki gibi c e s u r s a v c ı l a r ç ı k m ı y o r ? " d e n i l m e y e başlandı. O y s a

D o ğ a n Ö z ' e s a h i p çıkılmış olsaydı v e r a p o r u n u n gereği

y a p ı l m ı ş o l s a y d ı b u gizli ö r g ü t l e r i d e ş i f r e e d e n ilk ü l k e T ü r k i y e o l a c a k t ı . H e m d e B a t ı ' d a n 1 2 yıl ö n c e .

204

Hazırlanmasının üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen rapor bugün bile çok önemli. İşte iki sayfalık o rapor: "Amaç, 'şiddet ve anarşi eylemlerini yok etmek' ve en doğal insan haklarını yaşanan bir gerçek durumuna getirerek toplum­ da can ve mal güvenliğini sağlamak, düşünce ve inanç özgürlü­ ğünü korumak, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazan­ dırmaktır. Ancak, yapılan aralıksız araştırmalarımız ve çalışma­ larımız, yeni hükümet döneminde de sürüp giden, ilk bakışta can ve mal güvenliğini tehdit eder gibi görünen şiddet olayları 'anarşik eylemler' olarak nitelenecek kadar basit değildir. Gerçekten de bütün olup biten şudur: Ülkemizde tek seçenek olarak 'Ecevit hükümeti ve onun, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandıracağına olan umutları' kitlelerde, Türkiye halkın­ da yok etmek ve onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurları ile yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar Ortadoğu sorununu bü­ yük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre, bu sonuca ulaşmada CIA, AID, İran ve İsrail gizli haber alma örgütleri, kontrgerilla gibi gizli örgütler yönlendirmekte olup bu örgütler, I. ve II. MC ile devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun biçim­ de dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar etmeyi ön­ görmüşlerdir. Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP'nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü Ocaklan, Ülkü-Bir, Ülkücü Teknik Elemanlar, Milliyetçi İşçi Sendikaları (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları için­ de görünmektedirler. Örneğin, bir ortaöğretim kurumu (Atatürk Lisesi gibi), yükse­ köğretim kurumu (Gazi Eğitim Enstitüsü, Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ve bazı fakülteler gibi), yurtlar (Site Öğrenci Yur­ du ile il yurtları gibi), işyerleri (Devlet İstatistik Enstitüsü gibi) ku­ ruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak albaylığa kadar rütbeli kişiler çeşitli ideolojik eğitim koşullandırılmalarıyla sistem­ li, köklü ve yaygın biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işler için aynı zamanda 10 bin TL'den 205

başlayarak ayda 30-40 bin TL'ye kadar varan aylık ücretler de al­ maktadırlar. Bunun için mali kavnaklar: - Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL'lik ödentilerle bağışlar, - Mahalle esnafından ve küçük zanaatkarlardan alınan bağış ve ödentiler, - İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı, - Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar, - Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler, - Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vuru­ lan vurgunlar, - Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar, - CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan destekle­ meler. Şunu öncelikle bilmekte yarar var: Bütün bu çalışmalar için­ de askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genelkurmay Harp Dairesi'ne bağlıdır. Kontrgerilla il ve ilçelerde seferberlik işlemini yürüten ku­ rum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde de MİT elemanları ve Birinci Şu­ be görevlileri kullanılmaktadır. Her iki kesim de, - Gerillaya karşı eğitim (O inanç vardır ki, goşist sol hareket­ leri de bunlar yönlendirmekte ve sonra da bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazanmakta ve demokrasiye karşı olan eğilimleri geliştirip örgütlemektedirler.) - İdeolojik eğitim - Halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitimi. Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir. Bu konuda bir örnek son 11 Aralık 1977 seçimleridir. Gerçek­ ten de yerel seçimlerde motorize güçlerce hareketli bir grup oluşturma ve kırsal kesimde yerel yönetimlerde kazanılan mevzilerle şimdiden iktidar olmanın gerekleri, iklimi ve ortamı yara­ tılmaktadır. Bu genel çerçevede cinayetleri, şiddet ve anarşik eylem nite-

2 0 6

lendirmelerini daha iyi anlamak olasıdır. Konuya bu kapsamda yaklaşamadıkça, öncelikle can ve mal güvenliğini sağlamak, şid­ det ve anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı ol­ duğu gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkararak bütün kurumlarıyla faşizmi kökleştirmek de gündeme gelecektir. Gerçekten de şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti yoğunlaştırmama ile olanaklıdır. Bazı goşist sol akımlar gerçek hedefmiş gibi gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan. Durum bütün açıklığı ve acılığıyla ve saygıyla sunulur." Katilin 'Özel' Dosyası Doğan Öz'ü öldüren katil olay yerinden koşarak kaçmıştı. An­ cak katili gören çok sayıda tanık vardı. Tanıklardan I layati Erdo­ ğan, polise katilin eşkâlini verdi. Yine de soruşturmada ilerleme olmadı. Ancak cinayetten bir ay sonra polis, Muzaffer Üstünel ile Doğan Öz'ün aynı tabancay­ la öldürüldüğünü tespit etti. Bu önemli bir gelişmeydi, çünkü Ustünel'in ülkücü grup tarafından öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. So­ ruşturmanın yönü belli olmuştu. Ancak yine de katile ulaşılamıyordu. O dönemin Ankara'nın en aktif ülkücülerinden ibrahim Çiftçi, bir kız öğrenciyi tehditten gözaltına alındı. Bir polis memuru Çiftçi'nin Doğan Öz cinayetinin tanığı Hayati Erdoğan'ın verdiği ka­ til eşkâline çok benzediğini fark etti. Ancak ibrahim Çiftçi, katilin kendisi olmadığını söyledi. Ta ki Hayati Erdoğan ile yüzleştirilinceye kadar. Erdoğan'ın kendisini teşhis etmesinden sonra suçunu itiraf etti: "Doğan Öz'ü ben öldürdüm." Polise suç ortaklarının da isimlerini verdi: "Doğan Öz'ü eski Ankara Ülkü Ocakları ikinci Başkanı Hüse­ yin Demirel ve halen Muzaffer Üstünel adlı şahsı öldürmek su­ çundan hakkında gıyabi tutuklama müzekkeresi bulunan Hüse­ yin Kocabaş adlı şahsın verdikleri talimat üzerine öldürdüm. Suç­ ta kullandığım tabancayı Hüseyin Demirel verdi. Kullandıktan sonra tabancayı benden geri aldı. Bu şahıslar bana Doğan Öz'ün

207

Site Yurdu'nu arattığını ve ayrıca Ülkü Ocakları'nı kapattırmak için çalıştığını ve Ülkü Ocakları için tahkikat açtığını söylediler. Bıı nedenle savcının öldürülmesi için bana talimat verdiler." Doğan Öz'ün öldürülmesiyle ilgili dava 26 Aralık 1978'de An­ kara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açıldı. İbrahim Çiftçi idamla yargılanmaya başlandı. 12 Eylül'de sıkıyönetimin ilanı üzerine dava dosyası bu mahkeme tarafından 'görevsizlik kararı'yla An­ kara 1 No'lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne gönderildi. Askeri Mahkeme, Doğan Öz'ü öldürdüğü belirlenen İbrahim Çiftçi'nin dört kez idamına karar verdi. Ancak Askeri Yargıtay dört kez de idam kararlarını bozarak dosyaları geri gönderdi. Hem de ilginç gerekçelerle. İlk bozma gerekçesinde, "Çok kültürlü bir ODTÜ öğretim üye­ si (Ziya Aktaş) sanığı teşhis etmezken bir kapıcı (Hayati Erdoğan) nasıl teşhis ediyor," denildi. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, dördüncü kez idam kararının verildiği dosyayı esastan bozarak İbrahim Çiftçi'nin beraatının gerektiğine karar verdi. Dosya yeniden Ankara 1 No'lu Askeri Mahkemesi'ne geldi ve mahkeme, 25 Haziran 1985'te Türk hukuk tarihine geçen bir karar verdi: "Sanık İbrahim Çiftçi'nin maktul Doğan Öz'ü taammüden öl­ dürdüğü mahkememizce sabit görülmüş, ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulun­ duğundan sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki 7/8'lik oyçokluğuna dayanan bozma ilamına uyularak, sırf bu hukuki zorunluluk ne­ deniyle sanık İbrahim Çiftçi'nin beraatına karar verilmiştir." Mahkeme, İbrahim Çiftçi'nin Doğan Öz'ün katili olduğunu kabul ediyor ama ceza veremiyordu. Çiftçi tahliye edildi.** İbrahim Çiftçi hakkındaki idam kararı­ nın neden dört kez bozulduğu ve beraat ettirildiği sonradan orta-

* D o ç . Dr. Z i y a A k t a ş , İ b r a h i m Ç i f t ç i ' y l e ytizlestirilmesinden hemen ö n c e e v i n i n ö n ü n d e b o m b a p a t l a t ı l d ı . B u n u n ü z e r i n e A k t a ş , Ç i f t ç i ' y i t e ş h i s et­ m e d i . N e h i k m e t s e A k t a ş d a h a s o n r a B ü l e n t E c e v i t t a r a f ı n d a n Enerji ba­ kanı yapıldı. * İbrahim Askeri

Çiftçi'yle birlikte a z m e t t i r i c i mahkemenin son

kararında

Hüseyin

o da

12

yıl

K o c a b a ş da hapse

yargılandı.

mahkûm

edildi.

A m a A s k e r i Y a r g ı t a y ' ı n k a r a r ı ü z e r i n e o d a b e r a a t etti. D i ğ e r a z m e t t i r i c i H ü s e y i n D e m i r c i ise hiç y a r g ı ö n ü n e ç ı k a r t ı l a m a d ı .

20H

ya çıktı. Dava dosyasında Çiftçi'nin avukatı Can Ozbay'ın* döne­ min Başbakanı Bülent Ulusu'ya yazdığı bir dilekçe vardı. Dilekçede Can Özbav. müvekkili ibrahim Çiftçi'nin Milli Savun­ ma Bakanlığı'nda özel bir dosyasının bulunduğunu anlatıyordu. Öz Ailesi'nin avukatı Veli Devecioğlu, mahkemeden soruştur­ manın bu yönde genişletilmesini ve adı geçen dosyanın Milli Sa­ vunma Bakanlığı'ndan istenmesini talep etti. Ancak reddedildi. Çiftçi'nin 'görevli' olduğunu gösteren ve ceza almasını engelle­ yen bu özel dosyanın içinde ne tür bilgiler vardı? Bu hiçbir zaman açığa çıkmadı. Ancak bugün bilenen bir gerçek var, Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarının her birinin ayrı bir dosyası var. Çok gizli olan bu dos­ yalar Özel Harp Dairesi'nde Milli Savunma Bakanlığı'nın kayıtları üzerinde gösteriliyor. Ve bu dosyaları sadece dairedeki belli görev­ liler görebiliyor. Bu sivil unsurlar ömür boyu görev yaptıkları için dosyaları hiçbir zaman açıklanmıyor. İbrahim Çiftçi tahliye olur olmaz Turgut Özal tarafından İlksan'da müdürlük görevine getirildi. Devlet dairelerine akaryakıt satan şirketler kuran Çiftçi, büyük ihaleler alan bir işadamı oldu. Alparslan Türkeş'in ölümünden sonra Devlet Bahçeli'nin kazandı­ ğı 17 Haziran 1997'de yapılan MHP kurultayında genel başkan adayı oldu ancak kazanamadı. Özel Harpçilerin ikinci Darbe Girişimi 5 Haziran 1977 seçimlerinden hemen önce Kara Kuvvetleri Ko­ mutanı Namık Kemal Ersun'un askeri şûradan iki ay önce, diğerle­ rinin ise ağustos ayında emekliye sevk edilmesiyle özel harpçilerin darbe girişiminin önüne geçilmiş oldu. Kemal Yamak gibi bazı özel harpçilerin de pasif görevlere atan­ masıyla Başbakan Süleyman Demirel, darbecilerin önünü tama­ men kestiğini düşünüyordu. Ancak Ecevit'in bağımsızların desteğiyle hükümeti kurmasıy*

C a n Ö z b a y ' ı n d a 1 2 M a r t 1 9 7 1 darbesi s ı r a s ı n d a d a h a h u k u k fakültesi öğr e n c i s i y k e n M İ T g ö r e v l i s i o l d u ğ u o r t a y a çıktı. Deşifre o l d u k t a n s o n r a ün­ l ü bir a v u k a t o l a n Ö z b a y , M e h m e t Ali A ğ c a v e A d n a n O k t a r ı n d a a v u k a t ­ lığını y a p t ı .

209

la özel harpçiler yeniden hareket geçti. Böylece darbecilerin tama­ men tasfiye edilmediği ortaya çıktı. Unutulan bir isim vardı: Orgeneral Vecihi Akın. Vecihi Akın, Namık Kemal Ersun'un Kara Kuvvetleri Komu­ tanlığına getirildiği 1976 şûrasında Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ın yaveri Orhan Kilercioğlu ve Alparslan Türkeş'in girişi­ miyle Genelkurmay ikinci Başkanlığıma atanmıştı. Özel Harp Dairesi'nin de kendisine bağlı olduğu Akın'ın Na­ mık Kemal Ersun'a çok yakın olduğu biliniyordu. Ama ne diğerleri gibi emekliye sevk edildi ne de kızağa çekil­ di. Bir yıl sonra da 2. Ordu Komutanlığıma atandı. Ancak Doğan Öz cinayetinden sonraki ilk askeri şûrada Veci­ hi Akın, İzmir'de NATO karargâhına atanarak kızağa çekildi. Nedeni ise yeni bir darbe hazırlığıydı. Bu girişimin istihbaratını sağlayan da MİT'ti. Teşkilatın hazırladığı rapora göre darbe hazırlığı için 13 Nisan 1978'de Konya Orduevi'nde gizli bir toplantı yapıldı. Toplantının ev sahipliğini orduevinin bağlı olduğu 2. Ordu Komutanı Vecihi Akın yapıyordu. Toplantıya Namık Kemal Ersun'dan sonra emekliye sevk edi­ len Recai Engin, uzun yıllar Özel Harp Dairesi'nde görev yaptık­ tan sonra Kara Harp Okulu Komutanlığı'na atanan Sami Karamısır, özel harpçilerin de eğitildiği Eğiridir Komando Okulu Komu­ tanı Aşir Özözer katılmıştı. Aşir Özözer, 12 Mart darbesinin sim­ gesi ve Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceli sorguların başındaki isim olan Faik Türün'ün damadıydı. Toplantıda iki de işadamı vardı: Sakıp Sabancı ve Halit Narin.* Her iki işadamı CHP'nin iktidar olmasını engellemek için ay­ nı isimlerin içinde yer aldığı Namık Kemal Ersun darbesinin top­ lantılarına da katılmışlardı, Her iki orgenerale de ordudan ayrıldıklarında Sakıp Sabancı sahip çıktı! Hem Namık Kemal Ersun hem de Vecihi Akın emek­ liliklerinde Sabancı Holding'e bağlı şirketlerde yönetim kurulu üyesi olarak çalıştı.

*

S o n e r Y a l ç ı n - D o ğ a n Y u r d a k u l , Bay Pipo, D o ğ a n K i t a p , 2 0 0 4 , s . 3 0 8 .

210

Katliamın Bombaları Özel Harpçiden 16 Mart 1978... İstanbul Üniversitesi'nde sol görüşlü öğrenciler, ülkücü gru­ bun saldırılarına karşı önlem olarak son 15 gündür yaptıkları gibi yine üniversiteden toplu çıkış yapmak için bir araya geldiler. Öğrenciler, üniversitenin Süleymaniye kapısına kadar yürü­ düler. Ancak polis, öğrencilerin alışılmışın aksine bu kez Süley­ maniye Kapısı'ndan çıkmasına izin vermedi ve Beyazıt kapısını gösterdi. Öğrenciler topluca üniversitenin Beyazıt kapısına kadar yürüyüp dışarı çıkmaya başladı. Saat tam 13.30'du. Gençler, Eczacılık Fakültesi'nin önünden geçerken korkunç bir patlama duyuldu, ardından silah sesleri... Duman ve şaşkınlık geçince korkunç gerçek ortaya çıktı: Öğ­ rencilerin üzerine bomba atılmış, ardından otomatik silahlarla ateş açılmış ve Beyazıt Meydanı kan gölüne dönmüştü. Tarihe 16 Mart Katliamı olarak geçen bu olayda İstanbul Üni­ versitesi Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerinden Cemil Sön­ mez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Ham­ dı Akıl ve Turan Ören öldü, 41 öğrenci de yaralandı. Şaşkınlığı geçen bazı polisler de olay yerinden uzaklaşmaya çalışan saldırganların peşinden koşmaya başladı. Ancak telsizden "Durun... Koşmayın" emri geldi. Böylece saldırganlar rahatça kaçtı. Katliamdan sonra açılan so­ ruşturmada uzun süre yol alınmadı. Ancak tanık ifadeleri doğrul­ tusunda Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu ve daha sonra Ülkü Ocakları İstanbul Başkanlığı yapan ve 1999 ge­ nel seçiminde MHP'den İstanbul milletvekili seçilen Mehmet Gül, 21 Kasım 1978'de katledilen Politika Gazetesi Yazıişleri Müdürü Ali İhsan Özgür7 ü öldürme suçundan da yargılanıp 1. Ordu Sıkı­ yönetim Mahkemesi tarafından delil yetersizliğinden tahliye edi­ len MHP İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanı Kazım Ayaydın, Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy hakkında dava açıldı. Sanıklar kat­ liamı planlayıp uygulamak suçundan İstanbul 1 No'lu Sıkıyöne­ tim Mahkemesi'nde yargılandı. Ülkücü Ali Yurtaslan, itiraflarında katliamda kullanılan bom­ baların kaynağını açıkladı. Bombalar Küçükçekmece'deki askeri birlikte görev yapan bir subaydan, 1978'de Türkiye İşçi Partisi 211

üyesi yedi gencin işkence edilerek öldürüldüğü Bahçelievler kat­ liamının hükümlüsü, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Ab­ dullah Çatlı tarafından temin edilmişti. İlk kez kamuoyu tarafından bu itirafla duyulan Abdullah Çat­ lımın adı ise daha sonra çok sık duyulacaktı! Ancak yargılama sonunda sadece Sıddık Polat'a 11 ay hapis cezası verildi. Diğer sanıklar ise delil yetersizliğinden beraat etti. Polat hakkındaki cezayı da Askeri Yargıtay, 5 Ekim 1982'de bo­ zarak beraat kararı verdi. Böylece katliam dosyası tozlu raflara kaldırıldı. Ancak katliam sırasında öğrenci olan bir grup avukatın, dava dosyasını kapatmaya niyeti yoktu. Avukatlar, 1995'te 16 Mart Davası'nın yeniden görülmesi için bir basın toplantısı düzenleyerek olayla ilgili bilgi ve belge sahibi olan herkese yardım çağrısında bulundu. Çağrıya yanıt aynı yıl hiç beklenmeyen bir adresten geldi. Ela­ zığlı ülkücü Zülküf İsot'un ülküdaşı ve hemşerisi Latif Aktı tara­ fından bir kahvede öldürüldüğünün açıklanması katliamı yeni­ den gündeme getirdi, Oğullarının, konuşmasından korkan ülkücü arkadaşları tara­ fından öldürüldüğünü söyleyen İsot Ailesi, sır perdesini araladı. İsot'un annesi Sultan İsot, "Yedi öğrenciyi öldürenlerden biri de benim oğlumdu," dedi, ablası Remziye Akyol ise diğer zanlı­ ların adını verdi: "Katliamı kardeşim Zülküf İsot, Latif Aktı, Sıddık Polat ve po­ lis memuru Mustafa Doğan yaptı. Bombalar Mustafa Doğan'ın bulunduğu polis otosundan atıldı. Emri de MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş verdi!" Bu açıklamalar üzerine avukatlar davanın yeniden açılması için harekete geçti. Delilleri toplayan avukatların İstanbul Cum­ huriyet Başsavcılığı'na başvurarak dile getirdikleri talep ancak üç yıl sonra, 1 Haziran 1995'te yanıtlandı ve İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 16 Mart Katliamı davası yeniden açıldı. Ancak İsot öldürülmüştü! Mahkeme, hakkında daha önce karar verildiği için Sıddık Polat'ın yeniden yargılanmasına gerek görmedi. Yakalanan Latif Aktı ise bir süre sonra serbest bırakılarak tu­ tuksuz yargılanmaya başladı. 212

Mahkeme, polis memuru Mustafa Doğan'ın yakalanması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne defalarca yazı yazdı. Ancak Em­ niyet'ten gelen son cevapta Doğan'ın 1978'dc kısa bir süre toplum polisi olarak görev yaptığı ve istifa ettiği belirtiliyordu. Katliamın kilit ismi Mustafa Doğan bir türlü yakalanamazken 24 Kasım 1997'de ortaya çıkan bir tanık davanın seyrini değiştir­ di. O gün yapılan duruşmada ifade veren ve katliamın gerçekleş­ tiği dönemde Küçükçekmece'deki askeri birlikte görev yapan Astsubay Oğuz Serçinoğlu, bombaların kimler tarafından ve nasıl temin edildiğini anlattı: "Görev yaptığım Savaş İstihkâm Taburu'na Abdullah Çatlı ve Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker de geliyordu. Çeviker'i Kıbrıs Harekâtı'dan bilirim. Bir gün bölük komutanı Üsteğmen Bülent Ertınaz'ın odasına girdiğimde Çeviker'i gördüm. Bolu Komando Tugayı'nda görev yaptığını söyledi. Sık sık tabura gelen Çeviker çok iyi bir gerilla ve komandoydu. Bülent Ertınaz, daha sonra tabur­ daki TNT kalıplarını, bombaları Çeviker7 e verdiğini söyledi." Çeviker de bu bombaları Abdullah Çatlı'ya vermiş ve bunların bir kısmı 16 Mart'ta kullanılmıştı. Astsubay Oğuz Serçinoğlu'nun da, ülkücü Ali Yurtaslan'ın da bombaları temin eden isim olarak açıkladığı Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'in adı ilk kez duyulmuyordu; katliamların ve cinayetlerin sık sık yaşandığı 1978'de başka olaylarda da yer almıştı. Düzenlenen bir kaçakçılık operasyonunda tesadüfen Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'in adına ulaşılınca, Emniyet Çeviker'in Ma­ mak Harman Yolu'ndaki 543 numaralı evine baskın düzenledi. Evde 110 fünye, 200 gramlık TNT tahrip kalıbı, 100 gram burgu fi­ şeği ve bomba yapımında kullanılan malzemeler bulundu. Sorguda Abdullah Çatlı'yı tanıdığını itiraf eden Çeviker, Ma­ mak Askeri Cezaevi'nden adliyeye götürülürken bilekleri kelep­ çeli olduğu halde koridorda kalabalığın arasına karışıp kaçtı! Aradan bir saat geçmeden Çeviker, Aydınlıkevler'deki annesi­ nin evinde Ankara polisi tarafından yakalandı. Birkaç ay cezae­ vinde kalan Çeviker daha sonra serbest bırakıldı. Ama hakkında yayımlanan bilgilerin ardı arkası gelmiyordu. Uğur Mumcu da Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde 'esraren­ giz yüzbaşı' hakkında yazılar yazdı ve Çeviker'in o dönemde 213

bomba yapımı, silah kullanma ve hatta adam öldürme konusun­ da ülkücüleri eğittiğini kaleme aldı. "O İsimde Bir Subay Yok" 16 Mart Katliamı'nda kullanılan bombaların Mehmet Ali Çeviker tarafından temin edilmesinin ortaya çıkması üzerine davanın avukatları, 1997'den itibaren 'esrarengiz yüzbaşı' hakkında çok sayıda suç duyurusunda bulundu. Sonunda mahkeme 15 Mart 2004 tarihinde Yüzbaşı Çeviker'in katliam sırasında görev yaptığı belirtilen 3. Kolordu Komutanlığı'na yazı yazarak Çeviker hak­ kında TNT kalıpları ve bombaların ordudan çıkartılmasıyla ilgili herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığını sordu. Uzun süre sonra mahkemeye kolordudan 'post-it' denen kü­ çük sarı renkli bir kâğıt üzerine 'K 5091' sicil numaralı sivil me­ mur İsmail Geyik tarafından elle yazılan ve net bilgiler taşımayan bir yazı geldi. Mahkeme, kolordu tarafından gönderilen yazıyı resmi yazış­ ma usullerine uygun olmadığını belirterek iade etti ve kayıtların incelenerek yeniden, bu kez düzgün bir şekilde cevap verilmesini istedi. Sonunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı adına 3. Kolordu Komutanlığı'ndan 'Hizmete Özel' başlığıyla mahkemeye resmi yanıt gönderildi. Yanıtta çok ilginç bir bilgi yer almıştı: "Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Mehmet Ali Çevi­ ker adında bir personel bugüne dek hiç görev yapmadı." Yıllarca konuşulan, tutuklanarak cezaevine konan ve Susurluk sürecinde yeniden gündeme gelen Mehmet Ali Çeviker'i bir anda 'yok' eden 3. Kolordu Komutanlığı'nın yazısı aynen şöyle: "Çeviker ile ilgili Kara Kuvvetleri Komutanlığı Emekli ve Ar­ şiv Şube Müdürlüğü ile görüşülmüş, anılan personelin ölüm, isti­ fa ve emekli olmasıyla ilgili herhangi bir ibareye rastlanmadı. As­ keri savcılıkta bulunan kayıtlar incelenmiş, anılan personele ait herhangi bir kayıt bulunmadı. Çeviker Kara Kuvvetleri Komutan­ lığı bilgisayar ortamında araştırılmış ancak kaydına rastlanılma­ dı." Oysa Mehmet Ali Çeviker, mahkeme tutanaklarına 'esrarengiz yüzbaşı' olarak geçmişti ve hatta Çeviker kaçakçılık suçundan 214

yargılandığı mahkemede mesleğini subay olarak belirtmişti. Mehmet Ali Çeviker vardı ama komando okuluna 'öğretmen' olarak gittikten sonra uzun süre ortaya çıkmadı. Sonra da Özel Harp Dairesi'nde görev yapmaya başladı. Amerika'nın Özel Harp Dairesi'ne hibe ettiği silahların ülkücülerin eline geçmesini sağla­ yan kişi de Çeviker'di. Muhtemelen Abdullah Çatlı'yla da daire­ de görevli olduğu dönemde tanıştı. K a t l i a m d a k i Kilit Polis

Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'den başka adı sürekli 16 Mart Katliamı'yla birlikte anılan bir güvenlik görevlisi daha oldu: Polis Müdürü Reşat Altay. Katliam günü öğrencilerin Süleymaniye kapısından çıkışına izin vermeyerek bombaların patladığı Beyazıt kapısından çıkma­ ya zorlayan kişi Komiser Yardımcısı Reşat Altay'dı. Saldırıdan sonra katillerin peşinden koşan polislere telsizden "Durun... Koşmayın" emrini veren isim de Reşat Altay'dı. Saldır­ ganların peşinden koşan polis memuru Yahya Gergin, Altay'ın emrini yıllar sonra tanık olarak dinlendiği 16 Mart Davası'nda mahkemede gözyaşları içinde anlattı. Katliamdan sonra polis başmüfettişlerinin hazırladığı rapor doğrultusunda saldırı hakkında önceden haberleri olmasına kar­ şın önlem almadıkları gerekçesiyle dönemin sekiz emniyet yetki­ lisi hakkında 'görevi ihmalden' dava açıldı. Onlardan biri de Re­ şat Altay'dı. Ancak dava, olay yeri İstanbul olmasına karşın kamuoyunun gözünden uzak olan İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde gizlice görüldü. Müdahil avukatlar bu yargılamadan dava bittikten son­ ra haberdar oldu. Altay ve yedi emniyet görevlisi delil yetersizli­ ğinden beraat etti. Kayseri'ye atanan Altay bir operasyonda yaralandı ve sağ ya­ nağında, çeneye doğru inen derin bir iz kaldı. İçişleri Bakanlığı ta­ rafından 'özel eğitim' için Amerika'ya gönderildi ve yaklaşık iki yıl bu ülkede kaldı. Dönüşte Muş'ta görevlendirildi. Yurtdışında­ ki eğitim dönemiyle ilgili en sevdiği anısını da o günlerden itiba­ ren sık sık anlattı. "Amerikalı bayan polis eğitmen yanağımdaki yara izini sordu. Terörle mücadele esnasında bir çatışmadan kal215

ma olduğunu söyledim. Bunu öğrenen Amerikalı uzmanın bana hayranlığı ve sevgisi bir kat daha arttı, beni her gördüğü yerde saygıda kusur etmedi. Beni ulusal kahraman olarak görüyordu." 1991 yılında yeniden İstanbul'a Terörle Mücadele Şube Müdü­ rü olarak dönen Altay daha sonra aynı şubeden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı oldu.* Bu görevdeyken, 1996'd a Reşat Altay yine 16 Mart Katliamı'yla gündeme geldi. Davanın Zülküf İsot'un ailesinin açıklama­ sı üzerine yeniden açılmasıyla mahkeme, polis memuru Mustafa Doğan'ın yakalanması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne defa­ larca yazı yazdı. Emniyet'ten gelen son cevapta Doğan'ın 1978'de kısa bir süre toplum polisi olarak görev yaptığı ve istifa ettiği belirtiliyordu. Mayıs 1996'da gönderilen cevap yazısının altında İstanbul Emni­ yet Müdürü Yardımcısı Reşat Altay'ın imzası vardı. Altay İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapar­ ken 3 Kasım 1996'da devlet-mafya-siyaset üçgenindeki kirli ilişki­ leri ortaya döken Susurluk kazası oldu. 16 Mart Katliamı'nda kul­ lanılan bombaları Maltepe Askeri Cezaevi'nde görevli yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'den temin eden Abdullah Çatlı aynı otomo­ bilde bulunan sevgilisi Gonca Us ve Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte öldü. Davadan sonra başlayan yargılama sü-

*

Reşat Altay'ın Terörle M ü c a d e l e Ş u b e M ü d ü r ü o l d u ğ u 16 Nisan 1992 ge­ cesi T e r ö r l e M ü c a d e l e Ş u b e e k i p l e r i , Ç i f t e h a v u z l a r ' d a

Dev-Sol ö r g ü t ü n ü n

lider k a d r o s u n d a o l d u ğ u b e l i r t i l e n S a b a h a t K a r a t a ş , E d a Y ü k s e l v e T a ş k ı n Usta'nın b u l u n d u ğ u eve o p e r a s y o n düzenledi. O p e r a s y o n u Altay ve Su­ surluk d a v a s ı n d a h ü k ü m given Özel Harekât Dairesi B a ş k a n ı İ b r a h i m Ş a ­ hin

yönetiyordu.

B u o p e r a s y o n d a y e r a l a n l a r d a n biri d e S u s u r l u k S k a n -

d a l ı ' n d a a d ı sık sık g ü n d e m e g e l e n v e bu d a v a d a ' ç e t e ü y e s i o l m a ' s u ç u n ­ dan h ü k ü m giyen özel timci Ayhan Çarkın'dı. O p e r a s y o n d a e v d e bulu­ nan ü ç kişi ö l d ü r ü l d ü . O g e c e D e v - S o l ' a y ö n e l i k d o k u z a y r ı e v e o p e r a s ­ yon d ü z e n l e n d i . başka

bir

evdeki

Biri h a r i ç d i ğ e r l e r i n i n operasyonu

h e p s i n d e ö l ü çıktı.

yönetiyordu.

İşini

erken

İbrahim Şahin

bitirince

Altay'a

yardıma geldi. O g e c e en çok insanın ö l d ü r ü l d ü ğ ü e v e yönelik o p e r a s y o ­ nun b a ş ı n d a ise H a n e f i A v c ı v a r d ı . S u s u r l u k s ü r e c i n d e sık sık g ü n d e m e gelen Avcı, E m n i y e t İ s t i h b a r a t D a i r e B a ş k a n l ı ğ ı n d a n s o n r a E d i r n e E m n i ­ yet M ü d ü r l ü ğ ü ' n e a t a n d ı . O p e r a s y o n a

katılan

hakkında yargısız infaz s u ç l a m a s ı y l a d a v a açıklı. diğer polisler hakkında beraat

kararı

2 Ih

verildi.

Kesat Dava

Altay

ve 21

polis

sonunda Altay ve

recinde önemli bir bilgi daha ortaya çıktı; 16 Mart Katliamı'nda polislere saldırganların peşinden gitmemeleri emrini veren Reşat Allay ile bombaları temin eden Çatlı farklı zamanlarda telefonla beş kez görüşmüştü. Hem de cep telefonuyla.* Özel Harp Dairesi'nin Kayıp Silah Deposu Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğacı Öz cinayeti ve 16 Mart Katliamı, Başbakan Bülent Ecevit'i derinden etkilemişti. Ecevit, hem MİT hem de başka istihbarat kaynaklarından ken­ disine gelen bilgiler doğrultusunda kanlı olayların Özel Harp Da­ iresi'nin sivil unsurları tarafından gerçekleştirildiğinden emindi. Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda ise Kenan Evren vardı artık. Ağustos 1977'de sürpriz bir şekilde kara kuvvetleri komuta­ nı olan Evren bir yıl sonra da genelkurmay başkanı oldu. Evren'in bu koltuğa oturmasında Ecevit'in de büyük payı vardı. Semih Sancar'ın görev süresini uzatmayan Ecevit, Evren'in genelkurmay başkanı olmasını sağlamıştı. Bundan hareketle Evren genelkurmay başkanı olur olmaz, Ece­ vit kendisini Başbakanlık Konutu'na çağırdı. Konu Özel Harp Dairesi'ydi. Ecevit, dairenin sivil unsurları ve bunlar için oluşturulan silah depolarıyla ilgili kaygılarını Evren'e iletti: "Özel Harp Dairesi de­ mokratik hukuk devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çalışır duruma getirilmeli. Dairenin çalışmaları asıl işlevleriyle sı­ nırlandırılmalı. Devlet içinde devleti gösteren bir durum, bunu mutlaka hukuk devleti sınırları içinde çözmek gerekir."

*

R e ş a t Altay, 1 9 9 7 y ı l ı n d a n i t i b a r e n s ı r a s ı y l a N i ğ d e , T o k a t , G a z i a n t e p , B u r ­ sa, Kırklareli v e T r a b z o n E m n i y e t M ü d ü r ü o l a r a k g ö r e v yaptı. A g o s G a ­ zetesi Genel Yayın Y ö n e t m e n i

H r a n t Dink'in 19 O c a k 2 0 0 7 ' d e ö l d ü r ü l m e ­

s i ü z e r i n e g ö r e v i i h m a l s u ç l a m a s ı y l a m e r k e z e alındı. A n c a k müfettiş r a ­ p o r l a r ı n d a i h m a l i b u l u n m a d ı ğ ı belirtildi. A l t a y ' a g ö r e h a k k ı n d a k i s u ç l a ­ m a l a r belli ç e v r e l e r i n u y d u r m a s ı : " 1 6 M a r t o l a y ı n d a p o l i s l e r e ' g i t m e y i n ' e m r i n i v e r e n b e n d e ğ i l d i m . D e v Sol o p e r a s y o n u n d a d i ğ e r isimlerin katıl­ d ı ğ ı e v l e r d e d e ö l ü o l d u . O n l a r işlerini e r k e n bitirip geldiler. B e n ise hu­ k u k a g ö r e d a v r a n d ı ğ ı m için o p e r a s y o n u z a d ı . A b d u l l a h Ç a t l ı ' y l a g ö r ü ş ­ medim. Çatlı'nın

t e l e f o n u n d a n d a h a ö n c e b e n i m l e birlikle ç a l ı ş a n özel

timciler beni a r ı y o r d u . "

217

Görüşmenin devamını yine Ecevit anlatıyor: "Kenan Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözünü verdi. Daha sonra her sorduğunu!.ı da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi." Ecevit'in temel isteği sivil unsurlar uygulamasından vazgeçi­ lip özellikle de olaylara karışanların ilişiklerinin kesilmesiydi. Evren'den bu güvenceyi alan Bülent Ecevit, kontrgerilla konu­ sunda biraz yumuşadı. Bir süre sonra da Evren'den "Kaygılarını­ zı giderdik, sivil unsurları ortadan kaldırdık," haberi geldi. Evren'in bu haberinden sonra Ecevit, kontrgerilla konusunda daha ihtiyatlı konuşmaya başladı. İktidarı Ecevit'e kaptıran Sü­ leyman Demirel de Ecevit'i sıkıştırıyordu. Başbakan olarak Ece­ vit'in sözünü tutup, var olduğunu iddia ettiği kontrgerillayı orta­ ya çıkarıp, tasfiye etmesi gerektiği yönünde sert açıklamalar ya­ pıyordu. Gerçekten Kenan Evren, Ecevit'in kaygı duyduğu sivil unsur­ lar uygulamasına son vermiş miydi? Evren, Ecevit'le görüşmesinden sonra Genelkurmay İkinci Başkanlığı'ndan Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarının kayıtla­ rının, her türlü silah, mühimmat ve malzemelerinin kontrol edil­ mesini istedi. Bununla ilgili bir ekip görevlendirildi ve inceleme sonuçlarının kendisine sunulmasını istedi. İnceleme sonunda Evren'e sunulan bilgilere göre Özel Harp Dairesi'nin hiçbir sivil unsuru olaylara karışmamıştı! 'Barış kad­ rosu' yani sivil unsurlar 'muvazzaf personelden' oluşuyordu. Ba­ rış dönemlerinde bu sivil unsurlara silah, mühimmat, malzeme ve görev verilmiyordu. Silah depolan da tek tek incelendi. Ancak inceleme sonunda korkunç bir gerçek ortaya çıktı. Özel I larp Dairesi'nin Karadeniz Bölgesi'ndeki silah deposu kayıptı. Sivil unsurların alması için oluşturulan ve gizli kayıtlarda si­ lah deposu olarak görünen yerde tek bir silah ve malzeme yoktu. Özel Harp Dairesi'ne kayıp silah deposunun akıbeti soruldu. Daireden gelen yanıt daha ilginçti: "Silah deposu heyelan nede­ niyle kayboldu!" Yanıta göre heyelandan sonra tek bir silah bile bulunamamış218

tı. Özel Harp Dairesi silah deposunun kayıp tarihini 1970 yılı ola­ rak gösterdi.* Dairenin her bir silah deposu olası Sovyetler Birliği işgaline kar­ şı Kızıl Ordu'yu geriden vurup dağıtacak şekilde on binlerce silah, milyonlarla ifade edilen mermi, bomba ve mühimmattan oluşturul­ muştu. Bu silahların büyük bir bölümü de Amerika tarafından gön­ derilmişti.** 1970'li yıllar boyunca sivil unsurların, katliam, cinayet ve saldırı­ larda o kadar silahı nereden bulduğu tartışıldı. Bu silahlar sivil unsurların kullanması için gömüldüğüne göre kayıp silah deposu bu soruya bir cevap olabilir. Sarıkamış'taki 'Vatansever' İleride en kara yıl olarak tarihe geçecek 1978 devam ediyor... 'Büyük Reis' Abdullah Çatlı'nın liderliğin] vaptığı 50 kişilik ül­ kücü ekibin yarattığı terörün hızı gittikçe artıyor... Favori silahlar ise bombalar, otomatik tabancalar ve özel harp tekniği olarak işkenceli sorgudan sonra telle veya iple boğma... Özellikle de adrese posta ile bomba gönderilmesi de o güne ka­ dar Türkiye'de görülmüş bir eylem değildi. Üstelik bu bombaların hepsi aynı tip ve özellikteydi. Bombalı paketlerin ilk adresi Malatya Belediye Başkanı Hamit

*

O d ö n e m d e Ö z e l H a r p Dairesi

Başkanı T ü m g e n e r a l Cihat Akyol, Kur­

m a y B a ş k a n ı ise K e m a l Y a m a k ' t ı . S o n r a d a n Ö z e l H a r p Dairesi B a ş k a n l ı ­ ğı ve Kara Kuvvetleri

Komutanlığı y a p a n emekli Orgeneral

K e m a l Ya­

m a k , E c e v i t Kılıç'a d e p o n u n kayıp o k l u ğ u n u d o ğ r u l a d ı : " K e n a n E v r e n bir o r g e n e r a l i n d e i ç i n d e y e r a l d ı ğ ı bir h e y e t g ö n d e r d i . H e r ş e y i i n c e l e ­ d i l e r . S i l a h l a r h e y e l a n b ö l g e s i n d e o l d u ğ u için k a y b o l d u . S i l a h l a r t o p r a ­ ğa gömülüydü. Heyelan olunca da kayboldu ve bulamadık. A m a bunun t u t u l m u ş zabıtları

vardır. Silahlar ç o k a r a n m ı ş a m a b u l u n a m a m ı ş . A m a

k a y ı p silah d e p o s u ö y l e y ü z l e r l e v e y a binlerle silahtan ibaret değildi. 810 silahtı. B ü t ü n b u n l a r ı n zabıtları var." '

Ç o ğ u n l u k l a d a ğ l a r d a , ç a y ı r l a r d a , o r m a n l a r d a , hatta okul, c a m i ve m e ­ zarlıkların a l t l a r ı n d a o l u ş t u r u l a n silah d e p o l a n taşınabilir silahlar, pat­ layıcı kalıpları ve m a l z e m e l e r i , el b o m b a l a r ı , bıçak ve özel hançerler, ge­ ri tepmesiz, ve keskin nişancı tüfekleri, d ü r b ü n ve telsizlerden oluşturul­ d u . Bazı silah d e p o l a r ı n d a h a v a n topları d a

219

ver alıyordu.

Fendoğlu'nun eviydi. Fendoğlu, 17 Nisan günü kendisine gönderi­ len bombalı paketi açarken, gelini Hanife Fendoğlu ve iki torunuyla birlikte parçalanarak yaşamını yitirdi. Fendoğlu'nun solcular tara­ fından öldürüldüğü propagandasıyla halk galeyana getirildi ve Ale­ vilerin evleri yakıldı, dükkânları yağmalandı. Olayın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra gerçek ortaya çıktı; o gün Malatya'da Abdullah Çatlı da vardı. İkinci bombanın adresi ise yine Alevilerin yoğunlukta yaşadığı yer olan Kahramanmaraş'ın Pazarcık İlçesi'ndeki CHP'li Memiş Soylu'nun eviydi. Soylu, paketten kuşkulandı ve geri yolladı. Ama bomba postanede patladı. Yaşamını yitiren ise Bekir Erdoğan adlı postacı oldu. Aynı şekilde Adıyaman ve Adana'daki iki adrese de bombalı pa­ ketler yollandı ama ihbarlar üzerine erkenden fark edilip imha edil­ di. Bu dört bombalı paketin gönderildiği yer ve tarih ise ortaktı: Ankara Emek Postanesi, 6 Nisan. Bombalı hedefler bunlarla sınırlı değildi; Ankara'da da Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nden çıkan öğrencilerin üzerine bomba atıldı. Bu bomba da 16 Mart Katliamı'nda İstanbul Üniversitesi'nden çıkan öğrencilerin üzerine atılan bombayla örtüşüyordu. CHP Milletvekili Süleyman Genc'in evine de bomba atıldı. Genç, o dönemde Meclis'te tehditlere aldırmadan kontrgerillanın açığa çıkartılması için çalışıyordu. Genc'in evine atılan bomba ise Taksim'deki 1 Mayıs Katliamı'nda kullanılan bombalarla aynı tür ve özellikteydi. Misket büyüklüğündeki bu bombalar o dönemde sadece ordunun elinde vardı ve Amerikan yapımıydı. Saldırılar sadece bombalı değildi. Özellikle aydınlar, bilim adamları gibi toplumun etkili isimleri suikastçıların hedefindeydi. 8 Nisan günü İstanbul'da evinin önünde silahlı saldırıya uğra­ yan Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Server Tanilli ağır yaralana­ rak felç oldu. 5 Temmuz'da Atatürk Eğitim Enstitüsü'nün TÖB-DER'li Mü­ dür Yardımcısı Fahrettin Yılmaz öldürüldü. 11 Temmuz günü dilbilimci, Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, evinin önündeki otomobilinin 220

içinde kurşunlanarak öldürüldü. Saldırıda İtalyan eşi Maria Augostino ağır yaralandı. Cömert, çatışmalar nedeniyle üniversitede oluşturulan soruşturma komisyonunun başına getirilmişti. Çatış­ maların içinde yer alan ve adları cinayetlere karışan otuz civarın­ da öğrencinin üniversiteyle ilişkisini kesmişti. Cinayet emrinin Abdullah Çatlı tarafından verildiği ortaya çıktı. Katiller ise Çatlımın ekibinde yer alan Üzeyir Bayraklı ve Rı­ fat Yıldırım'dı. 8 Aralık'ta Karadeniz Teknik Üniversitesi ve TİP eski yönetici­ si Necdet Bulut, 20 Ekim günü de İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Dekanı Prof. Bedri Karafakioğlu öldürüldü. Bu bilim adamları ve aydınların katilleri hep kamplarda eği­ tim alan ülkücüler çıktı. Çoğu da beraat ederek veya zamanaşımlarıyla ceza almadan kurtuldu. Cinayetlerin, saldırıların ardı arkası gelmiyordu. 10 Ağustos 1978 günü Balgat'ta solcuların gittiği kahveler ta­ randı, 5 kişi öldü, 14 kişi de yaralandı. Saldırı emri yine Abdullah Çatlı'dandı. Kargaşada olay yerinde bulunan Ankara İkinci Şube Müdürü Tahsin Gürdal'ın yanıma gelen bir genç, "Bu olayın için­ de Parmaksız Şahin lakaplı Haydar Şahin var," deyip koşarak git­ ti. Bunun üzerine polis Haydar Şahin'in evine karargâh kurdu. Günler sonra gelen ilk kişi, Çatlımın o dönemdeki sağ kolu olan İsa Armağan oldu. Armağan'dan sonra saldırıyı gerçekleştiren di­ ğer isimler olan İsmail Koksal, Fehmi Kandemir ve Mustafa Pehlivanoğlu da yakalandı. Yargılama sonunda hem İsa Armağan hem de Pehlivanoğlu idama mahkûm edildi. 10 gün sonra da Ma­ mak Cezaevi'nden kaçtılar.**

* Y u r t d ı ş ı n a k a ç a n iki k a t i l i n a d ı P a p a S u i k a s t ı ' n a d a k a r ı ş t ı v e

1 9 8 5 ' t e Al­

m a n y a ' d a u y u ş t u r u c u ticaretinden yakalandılar. Başlarında yine Abdul­ lah Ç a t l ı v a r d ı . T ü r k i y e ' d e i d a m o l d u ğ u için katiller i a d e e d i l m e d i . Ü z e ­ yir Bayraklı, 1 9 9 2 ' d e ülkücüler a r a s ı n d a

yaşanan uyuşturucu anlaşmaz­

lığı s o n u c u ö l d ü r ü l d ü . Rıfat Y ı l d ı r ı m i s e 2 ( ) ( ) 2 ' d e T ü r k i y e ' y e i a d e e d i l d i . A n c a k a f v e y a s a değişiklikleri s o n u c u s e r b e s t bırakıldı. Yıldırım b u g ü n İ s t a n b u l T a k s i m ' d e k i e n b ü y ü k o t o p a r k l a r d a n birini i ş l e t i y o r . * Isa A r m a ğ a n

İran'a

kaçtı.

Bu ü l k e d e D e v r i m Muhafızları safına katılan

İsa A r m a ğ a n d a h a s o n r a A f g a n i s t a n ' a g e ç t i . 2 7 A ğ u s t o s ya'da yakalandı, 30 Mayıs

I995'te de

1992'de Alman­

T ü r k i y e ' y e i a d e edildi. Ş a r t l a Salı­

v e r m e Y a s a s ı ' n d a n y a r a r l a n d ı r ı l a n İsa A r m a ğ a n 2 6 M a y ı s 2 ( ) ( ) 2 ' d e s e r b e s t bırakıldı.

221

Sonra yeniden yakalanan Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. İtiraflarında hem Balgat Katliamı'nı hem de Çatlı ve ekibinin faa­ liyetlerini detaylı bir şekilde anlattı. İfadesinde ateş etmesi için İsa Armağan'ın kendisini zorladığını ve tartıştıklarını, bu sırada araba­ nın içinde bir el ateş ettiğini söyledi.* En büyük vahşet ise Bahçelievler'de yaşandı. 9 Ekim 1978 günü saat 22.00 sularında Bahçelievler 15'inci Sokak'taki 56 numaralı apartmanın iki numaralı dairesinde bulunan Türkiye İşçi Partisi üyesi Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar ve Latif Can silahla öldürüldü. Eve sonradan gelen Faruk Erzan ve Salih Ge­ vence de aynı kişiler tarafından Eskişehir Yolu'na götürülerek baş­ larından vuruldu. Katillerin evde 'öldü' diye bıraktığı, ağır yaralı Serdar Alten ifadesinde katillerin eşkâlini verdi ve olaydan sekiz gün sonra öldü. Katliamdan iki ay sonra rastlantı sonucu gözaltına alınan ülkücü Duran Demirkan'ın itirafı üzerine Bahçelievler Katli­ amı faili meçhul olmaktan kurtuldu. Katliamı gerçekleştirenler Ha­ luk Kırcı, Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz'dı. Duran Demirkan ve Ömer Özcan ise gözcülük yapmıştı. Katliamı organize eden ise Abdullah Çatlı'ydı. Sivil unsurlar, bu cinayetleri, katliamları gerçekleştirirken hedef­ lerinden biri olan ve "Kontrgerilladan hesap sormak boynumuzun borcudur," diyen Başbakan Bülent Ecevit 1978 yılının yazında Sarı­ kamış'taydı. Sarıkamış'taki askeri tatbikatın ev sahipliğini 9. Tümen Komu­ tanlığı yapıyordu. Tümen komutanı ise tanıdık bir isimdi: Özel Harp Dairesi eski başkanı, NATO'nun nükleerci subayı, Tümgene­ ral Sabri Yirmibeşoğlu. Yirmibeşoğlu, Kıbrıs Harekâtı sırasında Ecevit'in başbakan ol­ duğu dönemde Özel Harp Dairesi'nin başına geçmişti. Ancak Ece­ vit, Yirmibeşoğlu'nu tanımıyordu.

*

B a l g a t K a t l i a m ı s o r u ş t u r m a s ı n ı y ü r ü t e n İkinci Ş u b e M ü d ü r ü Tahsin G ü r d a l ' a g ö r e d e P e h l i v a n o ğ l u s u ç s u z d u : " G e r ç e k t e n a r a b a n ı n içinde bir kur­ ş u n deliği tespit ettik. Yani P e h l i v a n o ğ l u d o ğ r u s ö y l ü y o r d u , a t e ş e t m e ­ m i ş t i . H a t t a d ö n e m i n s ı k ı y ö n e t i m k o m u t a n ı d a , ' B u ç o c u ğ u n a t e ş e l i n e ih­ timali y o k nasıl

idam

edilecek

ki,' d e d i . A m a y a p ı l a c a k b i r ş e y y o k t u ,

m a h k e m e i d a m k a r a r ı v e r m i ş i i . İ n s a n l a r ı ö l d ü r e n İsa A r m a ğ a n ' d ı . " G ü r dal'ın g ö z y a ş l a r ı içinde anlattığı B a l g a t K a t l i a m ı ' n d a bir s a h n e var: "Yer­ d e k a n y a l a y a n g e n ç birini g ö r d ü m . emiyordu."

222

Kardeşi öldürülmüş onun

kanını

Tatbikattan sonra Yirmibeşoğlu, Başbakan Ecevit ve eşi Rah­ şan Ecevit için Orduevi'nde yemek verdi. Yirmibeşoğlu, her za­ man yaptığı gibi yemekte de Özel Harp Dairesi'nin üstlendiği gö­ revlerin öneminden bahsetti. Ecevit de Yirmibeşoğlu'ndan önceki daire başkanı Kemal Yamak'ın kendisine verdiği brifingden sonra bu dairede çalışmış ki­ mi bulursa sorular soruyordu. Dairenin nasıl çalıştığı ve kendisi­ ni çok tedirgin eden sivil unsurlar hakkında bilgi toplamaya çalı­ şıyordu. Yirmibeşoğlu'nun da Özel Harp Dairesi'nde çalıştığını öğrenince sorularını artırdı. Yirmibeşoğlu'nu tedirgin etmeden dairenin olası zararlarından bahsetti. Yirmibeşoğlu ise, "Siz me­ rak etmeyin, öyle zarar verebilecek şeyi yoktur," dedi. İkna olmayan Ecevit, bu kez sivil unsurları sormaya devam et­ ti. Gerisini Bülent Ecevit'ten dinleyelim: "Yirmibeşoğlu ısrarla kaygı duyulacak bir şey olmadığını söy­ leyince dedim ki: 'Askerlerin örgütlenmesinden kaygılanmam da ondan yararlanan bazı siyasal güçlerin bulunduğu kanısına varı­ yorum.' 'Hayır, öyle bir şey kesinlikle yok,' dedi. Bunun üzerine 'Farzı mahal bu ilçedeki MHP yöneticisi aynı /.imanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli eleman­ lardan biri olamaz mı?' diye sordum. O da 'Evet öyledir. MHP ilçe yöneticisi var burada, Sarıka­ mış'ta; ama çok iyi birisidir, kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır,' dedi." Yirmibeşoğlu, sivil unsurların var olduğunu hem de bunların ülkücülerden seçildiğini itiraf eden ilk özel harpçi oldu. Peki, kimdi bu Sarıkamış'taki 'vatansever sivil unsur? Evine Amerikan yapımı bomba atılan CHP Milletvekili Süley­ man Genc'e göre bu kişi 'Doğu'nun Başbuğu' olarak bilinen Yıl­ ma Durak'tı. O yıllarda İstanbul'daki siyasal cinayetlerde kilit rol oynayan, adı Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'nın cezae­ vinden kaçırılması ve darbe öncesinde de DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in öldürülmesine de karışan Durak, yıllarca Erzu­ rum Ülkü Ocakları yöneticiliği yaptı. Faaliyet alanında Erzurum'a çok yakın olan Sarıkamış da vardı. Ancak Yirmibeşoğlu'nun adını vermediği sivil unsur, MHP Sa­ rıkamış ilçe yöneticisi olan İhsan Budak'tı. Bölgedeki kampta ül223

kücü gençlere eğitim veren kişiydi. Onun da diğer ilk özel harpçilerle çok önemli bir ortak özelliği vardı: Kore Savaşı'na katılmıştı. Özel Harp Dairesi'nin ilk başkanı Daniş Karabelen'in tugayın­ da asker olarak yer alan Budak, burada özel harp tekniklerini öğ­ renmişti. Ecevit'in ziyaret döneminde Erzurum'da ülkücüler daha hâ­ kimdi, Kars'ta ise solcular. Bu nedenle Kars'tan Erzurum'a gidile­ miyordu. Batı'ya giden Karslıların kullanabilecekleri tek yol Sarı­ kamış'tan geçiyordu. İşte İhsan Budak'ın eğittiği ülkücüler, oto­ büslerden, trenlerden indirdikleri Karslılara şiddet uyguluyor, ge­ ri gönderiyor hatta çıkan çatışmalarda ölenler oluyordu.* Kahramanmaraş Katliamı

19 Aralık 1978... Sarıkamış'ta sivil unsurların ülkücülerden oluşturulduğunu öğrenen Başbakan Bülent Ecevit, Ankara'ya yeni dönmüştü. Kahramanmaraş'taki sivil unsurlar ise Türkiye tarihinin en büyük katliam planlarından birini uygulamaya başladı. Hem de resmi unsurların desteğiyle... Siyasal cinayetlerden, katliamlardan sonra artık hedef inanç ayrımcılığı yaratmaktı. Kahramanmaraş Katliamı olarak tarihe geçen olaylar tıpkı 6-7 Eylül olayları gibi tam özel harp tarzıydı. Bu kez hedefte azınlık­ lar değil, Aleviler vardı. Türkiye'yi 12 Eylül darbesine götüren yolun en önemli kilo­ metre taşlarından biri Kahramanmaraş olaylarıdır. Bu sürecin ilk adımları 1977 yılının son aylarında atılmıştı. Bu dönemde Alpars­ lan Türkeş başbakan yardımcısıydı. Türkeş, MİT ve öteki kurum­ ların istihbarat örgütlerinin tek hâkimiydi. Türkeş bu dönemde büyük bir planı devreye soktu: Verimli Hilal.

*

İ h s a n B u d a k ' l a ilgili o d ö n e m d e k i s o l c u g e n ç l e r i n b u g ü n b i l e a n l a t t ı k l a r ı bir h i k â y e v a r : İ h s a n B u d a k , o t o b ü s t e n indirdiği Karslı bir g e n c e " S o l c u musun, sağcı mısın?" diye soruyor. Solcu genç k o r k u s u n d a n

"Sağcıyım"

d e y i n c e İhsan B u d a k g e n ç t e n F a t i h a Suresi'ni o k u m a s ı n ı istiyor. G e n ç d u ­ ayı

okuduktan

okudu?"

sonra

budak,

yanındaki

diye soruyor.

224

arkadaşına

dönüp

"Doğru

mu

Plana göre Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya, Kahramanmaraş gibi kentler tarihsel ve kültürel olarak Türklü­ ğün köklerinin bulunduğu yerlerdi. Ancak bu kentlerdeki Alevi­ ler ve solcular dokuyu bozuyordu. Bu kentler ülkücü örgütlenme­ nin cephesi yapılmalıydı. Adana'daki etkili ülkücü örgütlenme Kahramanmaraş'a kay­ dırıldı. Olaylar da hemen başladı. Sivil unsurlar sokağa çıktı; Ale­ vilerin gittiği kahveler tarandı, Alevi-Sünni düşmanlığının zemi­ ni hazırlanmaya başlandı. Bu sırada Kahramanmaraş sokaklarında bir CIA ajanı dolanı­ yordu: Ankara'daki ABD Büyükelçiliği ikinci Kâtibi olarak görü­ nen CIA'nın Türkiye Şefi Alexander Pack. Sorduğu sorular ise sonradan yaşanan katliamın habercisi gi­ biydi: "Bu ilde Sünni-Alevi çatışması çıkar mı? Kentteki sağ-sol den­ gesi nedir?" Pack'in kentten ayrılmasından bir süre sonra da fitil ateşlendi. 19 Aralık 1978 akşamı, ülkücülerin gözde filmlerinden biri gösterimdeyken Çiçek Sineması'na bomba atıldı. Ses bombasıydı. Etkisi fazla olmadı, bir kişi topuğundan yaralandı. Bombayı atan­ lar da ülkücüydü. Ama orada bulunan ülkücü Ökkeş Kenger,* he­ men telefonla gazeteleri aradı: "Komünistler sinemayı bombaladı." Hemen ardından da organize şekilde bekleyen bir grup ülkü­ cü sinemanın önünde toplandı ve hep bir ağızdan bağırmaya baş­ ladı: "Müslüman Türkiye, Komünistler Moskova'ya." Olaylar başlamıştı artık. 20 Aralık akşamı da Kahramanmaraş Meslek Lisesi'nin sol görüşlü öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu yol ortasından vurularak öldürüldü. Ertesi gün solculardan oluşan kalabalık bir grup, öğretmenle­ rin cenazesini almak için hastaneye gitti. Cenazeleri alarak cami­ ye doğru yürüyüşe geçti. Bu sırada cuma namazından çıkanlar ise caminin önünde top­ lanmaya başladı. Önlerinde maskeli ve sopalı kişiler bulunuyordu. "Komünistlerin cenazeleri kılınmaz," diye bağıran grubun hedefi cenazeleri camiye sokmamaktı. *

Ö k k e ş K e n g e r s o n r a d a n soyadını Şendiller olarak değiştirdi ve B B P ' d e n milletvekili o l a r a k M e c l i s ' e girdi.

225

Bu amaçla yaklaşık 10 bin kişi cenazeyi taşıyanlara taş ve soba­ larla saldırdı. Ardından silah sesleri geldi; cenazeler yerde kaldı. Olaylar ikinci gün de devam etti. Alevilerin evlerine ve dükkân­ larına yönelik yağmalama olayları gerçekleşti. Solcu ve ilerici sivil toplum kuruluşları ve partilerin binalarına saldırılar yapıldı. Karga­ şa sırasında saldırıları gerçekleştiren üç kişi de öldü. Güvenlik güçleri ortada yoktu! Saldırıların sonu gelmiyordu. Camilerde "Komünistler üç din kardeşimizi şehit etti. Oruç ve namazla hacı olunmaz. Bir Alevi öl­ düren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır," şeklinde vaazlar verildi. Ve 23 Aralık 1978'de Alevilerin yaşadığı mahallelerin etrafı sarıldı. Önde maskeli ve bu kez silahlı sivil unsurlar, arkalarında ise "Aleviler camileri yakıyor, Aleviler sularımızı zehirledi" rivayetleriyle galeyana getirdikleri baltalı, kazmalı, kürekli, sopalı kalabalık­ lar vardı. Evleri yakıyor, içindekileri hunharca katlediyorlardı. Yaktıkları, yıktıkları evler tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi önceden kır­ mızı boyayla işaretlenmişti. Ve saldırganların ellerinde cephanelik denebilecek kadar silah vardı. Bu silahlar nereden gelmişti? Günlerce süren katliamın manzarası korkunçtu: Ortadan ikiye ayrılan çocuklar, gözleri tornavidayla oyulan yaş­ lılar, karnı deşilen hamile kadınlar, tecavüz edildikten sonra kafası baltayla kesilen kadınlar, ağaçlara asılan gençler, diri diri yakılan­ lar... Devlet görevlilerin hiç müdahale etmediği ve üç gün kesintisiz süren katliamın bilançosu da korkunçtu: 111 ölü, bini aşkın yaralı. Olaylardan sonra gelen askerler, saldırganların yakalanması ye­ rine saldırıya uğrayan Alevileri belli yerlerde toplayıp dışarı çıkma­ larına, cenazelerini kaldırmalarına izin vermedi. O güne kadar as­ kerin istediği ama Bülent Ecevit'in kesinlikle karşı çıktığı sıkıyöne­ tim Kahramanmaraş olaylarından hemen sonra 13 ilde uygulandı.* Bülent Ecevit, MHP'nin etkin olduğu illerde sıkıyönetim ilan edilmesini istiyordu ama Kenan Evren bunu kabul etmedi. So­ nunda yönetime asker de aktif şekilde dahil oldu. Başbakan Bü*

S ı k ı y ö n e t i m u y g u l a n m a y a b a ş l a n a n b u iller ş u n l a r d ı : İ s t a n b u l , A n k a r a , K a h r a m a n m a r a ş , A d a n a , Elazığ, Bingöl, E r z u r u m , Erzincan, Antep, Kars, M a l a t y a , Sivas ve Şanlıurfa.

226

lent Ecevit'e göre Kahramanmaraş olaylarının asıl amacı hükü­ meti sıkıyönetim ilan etmeye mecbur bırakmaktı. Olaylarla ilgili açılan soruşturmada binlerce kişi sorgulandı. Hemen hepsi olayların kışkırtıcılarının, kalabalıkların önünde yü­ rüyen maskeli ve silahlı kişilerin MHP'liler olduğunu söyledi. So­ nunda Adana Sıkıyönetim Mahkemesi'nde Ökkeş Kenger'in de bir numaralı sanık olduğu 804 kişi hakkında dava açıldı. Bunlardan 29 kişi idam, 7'si müebbet hapis, 321 kişi de 1-24 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Bu cezalarda daha sonra indirime gidildi. Sonunda da mahkemenin kararı Yargıtay tarafından bozuldu. 1991 yılında Turgut Özal tarafından Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişiklik sonucu ortaya çıkan af­ la sanıkların cezaları ertelendi. Serbest kaldılar. Peki, olayların failleri kimlerdi? Bu konudaki en ilginç bilgi katliamla ilgili yargılandığı dava sırasında Ökkeş Kenger'den geldi: "Tayyar diye bir paşa vardı. Sıkıyönetim paşasıydı. O zaman tugay komutanıydı, tuğgeneraldi. Arkadaşım Yusuf İlhan'la (Kahramanmaraş davasının üç numaralı sanığı) birlikte bizi hu­ zuruna çağırdı. Bize, 'Siz ne biçim milliyetçisiniz, ne biçim ülkü­ cüsünüz, size böyle mi emir verildi. Yüzünüze gözünüze bulaştır­ dınız,' diye bizi fırçaladı."* Yeni Gündem dergisi 23 Kasım 1986 tarihli sayısında Kahra­ manmaraş olaylarından sonra görevinden ayrılmak zorunda ka­ lan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'nın özel bir ekibe hazırlattığı raporu yayımladı. Dergiye göre olaylardan önce Ankara'da bula­ nan ve Bahçelievler Katliamı'nı gerçekleştiren Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı ve Ercüment Gedikli de kente gelmişlerdi.

*

Ö k k e ş K e n g e r b u ifadesinin d e t a y ı n ı M e h m e t Ali B i r a n d , H i k m e t Bila v e Rıdvan

Akar'ın

72

Eylül

Belgeseli'nde a n l a t t ı .

* * O l a y l a r ı k i m l e r i n p l a n l a d ı ğ ı y l a ilgili e n ö n e m l i b e l g e d ö n e m i n b a ş b a k a n ı Bülent

Ecevit'in

arşivinden

çıktı.

Gazeteci

Can

Dündar

ve

Rıdvan

A k a r ' ı n , E c e v i t ' i n ö l ü m ü n d e n ö n c e e v i n d e k i a r ş i v i n d e i z n i ile y a p t ı k l a r ı

227

Sırada Çorum Var.., Kahramanmaraş olaylarının aynısı Çorum'da da organize edildi. Aynı plan uygulandı. Ankara'daki CIA Şefi Alexander Pack bu kez de Çorum'daydı ve sorduğu sorular da aynıydı. Pack'ın kenten ayrılmasından birkaç gün sonra da olaylar baş­ ladı. Yine önde maskeli ve silahlı sivil unsurlar, arkalarında ise çe­ şitli rivayetlerle galeyana getirilen kalabalıklar. Uzun namlulu si­ lahlarla Alevilerin evleri tarandı, ev ve işyerleri yakıldı. Sivil un­ surlar, özel harp tekniği olarak kaçırdıkları Alevilere önce işkence yapıyor, ardından da öldürüyordu. Solcu ve Alevilerin, saldırılar karşısında mahallelerine çekile­ rek barikat kurmaları sonucu Kahramanmaraş'a oranla kayıp az oldu; 52 ölü, yüzlerce yaralı. Çorum Katliamı'nda saldırganların büyük bir bölümünün elinde uzun namlulu silahlar vardı. Bu kadar silah nasıl elden ele dolaşıyordu? Silahların kaynağı neydi? Bu sorular hâlâ yanıtsız. Ama Özel Harp Dairesi'nin o dönemdeki taşra örgütlerinden biri de Çorum'daydı. Bu olayla ilgili olmasa da akla hemen Sabri Yirmibeşoğlu'nun şu sözü bu durumda çok anlam kazanıyor: "Sovyet işgaline karşı sivillerin kullanması için silahlar göm­ dük." a r a ş t ı r m a d a b u l d u k l a r ı b e l g e M İ T içinde bir i s t i h b a r a t ç ı n ı n b a ş b a k a n a g ö n d e r d i ğ i r a p o r d u . R a p o r 3 O c a k 1 9 7 9 tarihli. Yani k a t l i a m d a n 1 0 g ü n s o n r a y a z ı l m ı ş . D o k u z m a d d e v e bir p a r a g r a f l ı k s o n u ç b ö l ü m ü n d e n olu­ ş a n r a p o r u n ü ç ü n c ü m a d d e s i i s i m i s i m K a h r a m a n m a r a ş o l a y l a r ı y l a ilgi­ li. B u n a g ö r e K a h r a m a n m a r a ş o l a y l a r ı M İ T i ç i n d e A l p a r s l a n T ü r k e ş ' e y a ­ kın o l a n e k i p t a r a f ı n d a n o r g a n i z e edildi. "(...) yeni v u k u bulan K a h r a m a n m a r a ş olayı, T ü r k e ş v e K a h r a m a n m a r a ş Milletvekili

M e h m e t Y u s u f Ö . b a ş t a o l m a k ü z e r e , M İ T ' t e n Ş a h a p H., Ali

K., M e h m e t K., A v u k a t M e t i n E . , N a r t

K.'nın

m ü ş t e r e k p l a n l a m a l a r ı ile

çıkarılmıştır." (Soyadlarını gizlediğimiz bu isimlerden en önemlisi Ş a h a p H.'dir.

Türkeş'in

dünürü

olan

MİT

Hukuk

Müşaviri Şahap,

1977'deki

N a m ı k K e m a l E r s u n ' u n d a r b e ekibinin tasfiye edilmesiyle pasif g ö r e v e alınmıştı.) Ecevit,

' 1 7 ' sıra n u m a r a s ı v e r e r e k a r ş i v i n e aldığı r a p o r u n ü z e r i n e bir d e

el yazısıyla not düşüyor: " E k l i bilgi ç o k ö n e m l i b i r k a y n a k t a n v e r i l m i ş t i r . D e ğ e r l e n d i r i l m e s i n d e y a r a r vardır. B . E . "

228

Sivil unsurlar Sovyet işgalini beklemeden Çorum ve Kahra­ manmaraş olaylarında bu silahları kullanmış olamazlar mı? Silah Uzmanı Ağca 1978 yılında gerçekleştirilen siyasal cinayetler ve katliamlarda tam 680 kişi hayatını kaybetti. Yaralı sayısını hesaplamaksa nere­ deyse imkânsız. Cinayetler 1979'da da devam etti. Hem de kamuoyunun çok yakından tanıdığı isimler seçilerek: Gazeteci Abdi İpekçi, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil... Etkili isimler öldürülerek toplumda kaos yaratmak da bir özel harp tekniğiydi. Özel harp öğretilerinde, ünlü ve toplumda say­ gın yeri bulunan isimlerin öldürülmesine 'seçilmiş hedef denili­ yor. Toplumu sarsan bu cinayetler içinde en çok ses getiren Milli­ yet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da öldürülmesi oldu. O gün Başbakan Bülent Ecevit'le görüşen İpekçi, aynı günün akşamüstü uçakla İstanbul'a döndü. Gazeteye gitti, yazısını yaz­ dı ve evine gitmek için çıktı. Her gün çıktığı saatten iki saat önce... Nişantaşı Emlak Caddesi'nden evinin sokağına döneceği sırada silahlı saldırıya uğradı. Vücuduna tam dokuz kurşun isabet etti. Katil, ülkücü Mehmet Ağca'ydı. 21 yaşındaki Ağca, beş ay sonra, 25 Haziran 1979'da yakalandı. Ağca suçunu itiraf etti. Ancak ilk günlerde suç ortaklarının adını vermedi. Israrla cinayeti tek başına işlediğini söyledi. Olay yerindeki görgü tanıklarına göre ise ikinci bir tetikçi daha vardı ve katiller üçüncü bir kişinin kullandığı arabayla kaçmışlardı. Ağ­ ca sonunda sorgusunun beşinci gününde kendisini azmettiren olarak ilk suç ortağının adını verdi: Mehmet Şener. Ancak sürekli çelişkili ifadeler vererek suç ortaklarına zaman kazandırıyordu. Ağca 13 gün sonra da ikinci suç ortağının adını açıkladı: Yalçın Özbay. Bir dönem MİT'te de çalışmış olan kaçakçı Abuzer Uğurlu'nun adamı olan Yalçın Özbay, İpekçi Cinayeti öncesi Ağca'nın hesabı­ na defalarca para yatıran kişiydi.

229

Sürekli çelişkili ifadeler veren Ağca yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. Sorgusuna hem İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş hem de İstanbul Emniyet Müdürü Havri Kozakçıoğlu katılıyor­ du. Sonunda 15 günlük gözaltı süresi bitti. Cinayetin örgütsel bir eylem olduğu gerçeğini gören İstanbul polisi, Ağca'nın örgütü ta­ mamen deşifre etmesi için soruşturmanın sürdürülmesine karar verdi. Yasa da bu imkânı polise veriyordu. Ama bir şartla, Sıkıyö­ netim Komutanlığının izni gerekiyordu. Sıkıyönetim Komutanlı­ ğı "Devam edin" ya da "Bize verin ben devam edeceğim" diyebi­ liyordu. Ancak Sıkıyönetim Komutanlığı, ek gözaltı izni vermedi ve Ağca'nın hemen kendilerine teslim edilmesini istedi. İzin verme­ yen kişi ise İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'du. Devreye İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş girdi, ama sonuç değişmedi. Polisi bu kez de topladıkları delillerin yok edilmesi, Ağca'nın anlattıklarını inkâr etmesi korkusu sardı. Bunun üzerine Ağca, Sı­ kıyönetim Komutanlığı'na teslim edilmeden önce basının karşısı­ na çıkartıldı. Gerisini o sırada orada bulunan Hasan Fehmi Güneş anlatıyor: "Gazeteciler geldi, kameralar geldi. Emniyet de kameraya al­ dı. Gazeteciler soru sordu. Ağca da cevap verdi: 'Ben öldürdüm ve kendim karar verdim,' dedi. İşte bu basın toplantısı İpekçi Cinayeti'nde hüküm verilmesinde temel oldu. Çünkü o aşamadan sonraki aşamalarda polisin o ana kadar bulduklarına eklenecek bir başka kanıta ulaşılmadı. Bana göre aranmadı." Soruşturmanın genişletilmesine izin verilmedi, ama Ağca'nın suç ortakları zamanla kendiliğinden ortaya çıktı: Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Mehmet Şener, Yalçın Özbay. Yani 1970'li yıllar boyunca Türkiye'yi kana bulayan sivil un­ surların beyin takımıydı bunlar. Bu ekipten bir tek Ercüment Ge­ dikli ve Haluk Kırcı eksikti. Yalçın Ozbay ile Oral Çelik, Ağca'nın ev arkadaşıydı. Peki, neden tetikçi olarak Ağca seçilmişti? Çünkü tam bir silah uzmanıydı. Çok da iyi silah kullanıyordu. Özel harp deyimiyle 'parmağı kuvvetliydi'. Malatya'daki lise ha­ yatından itibaren yılları birlikte geçen arkadaşı ve suç ortağı Yal23ü

çın Özbay da Ağca için "Muazzam silah kullanıyor" diyordu.* Ağca çok iyi silah kullanmayı nereden öğrenmişti? Kilyos'taki komando kampında... İpekçi, öldürülmeden önceki son yazılarında yaratılan terör ve kaçakçılık olaylarını ele alıyordu. Özelikle de cinayetlerin ve katliam­ ların hedefinin hükümeti devirmek olduğunu açıkça yazıyordu.** İlginç olan bir ayrıntıyı ise İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş açıkladı: "MİT, İpekçi'nin telefonlarını dinlemişti. Özel yaşamıyla ilgili bilgiler hâlâ beni rahatsız eder." Dinleyen kişi ise MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş'ti. Cinayetten sonra MİT'ten bir isim daha İpekçi Cinayeti'yle ilgili tüm gelişmeleri takip etti, Ağca'nın sorgusuna da katıldı: Metin Günyol. Ağca'nın Cezaevinden Kaçınlışı

Tutuklanan Ağca, Selimiye Cezaevi'ne konuldu. Sonra Malte­ pe Cezaevi'ne naklini istedi. Gerekçesi, Selimiye'de daha çok sol görüşlü tutukluların bulunmasıydı. Ağca'nın talebi Orgeneral Necdet Uruğ'un onayıyla hemen yerine getirildi. Sonra mahkemeye çıkartıldığında itiraflarına rağmen, "İpekçi'yi ben öldürmedim," dedi. Bu açıklamayla örgüte mesaj yollu­ yordu. Zaten mesaj da yerini bulmuştu. Oral Çelik sahte isimle Ağca'yı ziyaret etmeye başladı. Ardından da Çelik ve Abdullah Çatlı, Ağca'nın kaçırılması planını hazırlamaya başladılar. Ağ­ ca'yı cezai ehliyetinin tespit edilmesi için 5 Kasım 1979'da götürü­ leceği Adli Tıp Kurumu'ndan kaçıracaklardı. Bunun için Adli Tıp'a da iki silah bırakıldı. O gün geldi; Ağca aynı koğuşta kaldığı Atilla Serpil'le Adli Tıp'a götürüldü. Kelepçeler çözülünce Ağca ile Serpil kendileri için bırakılan tabancaları alıp bir hemşireyi rehin aldılar. Ancak polisin iknaları sonucu silahlarını bıraktılar. O gün orada bulunan Hayri Kozakçıoğlu'na göre azmettirenlerin isteği Ağca'nın öldürülmesiydi:

* Yalçın Ö z b a y ' ı n 1 9 9 5 ' t e A l m a n y a M a r l Narkotik Şube M ü d ü r l ü ğ ü n d e M İ T görevlisine verdiği ifadesinin b a n t ç ö z ü m ü . * Milliyet. 3 E k i m 1 9 7 8 .

231

"Ağca Adli Tıp'a girdiğinde kaçsın diye buraya iki silah bıra­ kılmıştı. O silahlarla kaçmaya teşebbüs etti ama dışarı çıkamadı. Çevresi güvenlik güçleriyle çevrili olan Ağca'nın buradan kaçma­ sı mümkün değildi. Dışarı çıksaydı öldürülecekti. Böylece olay ta­ mamen kapanacaktı."* Ağca ikinci firar girişimde başarılı oldu. Yine Çatlı ve Oral Çelik'in hazırladığı planla er Bünyamin Yılmaz'ın sağladığı askeri elbiseyle elini kolunu sallayarak cezaevinden çıktı. İlk firar girişiminde Ağca'yı Adli Tıp'a getirmekle görevli Ast­ subay Yusuf Hududi, Kartal Maltepe Askeri Tutukevi'nden kaçı­ rılma olayında da nöbetçiydi. En önemlisi de Ağca'yla birlikte kaçma girişiminde bulunan Atilla Serpil kimdi? Serpil, hırsızlık suçundan cezaevinde bulunan bir ülkücüydü. Ancak Serpil'in iddiasına göre, görevi Ağca'nın cezaevinden kaçmasını engellemekti. Bunun için hırsızlık suçu işliyor ve poli­ se kendisini ihbar ediyor. Ardından da Ağca'nın Kartal Askeri Ce­ zaevindeki koğuşuna konuluyor. Ağca'nın Adli Tıp'ta kaçma planını önceden öğrenerek görevini yerine getiriyor! Ancak Ağ­ ca'nın er Bünyamin Yılmaz tarafından kaçırılmasıyla görevini ye­ rine getiremiyor. Bunun üzerine görev verenler kendisine sahip çıkmıyor ve Serpil'in cezaevine girmek için işlediği hırsızlık suç­ ları da üzerine kalıyor. 13 yıl cezaevinde yatıyor. Çıktıktan sonra başka bir kimlikle yaşamaya başlıyor. Serpil, bu görevi size kim verdi sorusunu yanıtladı: "Bana görevi veren bu organizasyon ne MİT ne de emniyet. Şimdi de kamuoyunda adı ara ara zikrediliyor. Zaten yattığımız yer askeri cezaeviydi." Serpil'in "ne MİT ne de emniyetti" dediği organizasyon Özel Harp Dairesi miydi? Bu sorunun cevabını o dönemde de İstanbul Sıkıyönetim Ko­ mutanı olan darbeden sonra da Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yapan Necdet Üruğ verdi: "Bunu Özel Harp Dairesi'ne mal etmeden, Özel Harp Dairesi'nde çalışan insanların bireysel gayretleri diyebilirsiniz."** Firar eden Ağca ise önce birkaç adres değiştirdi, sonra da Ab* l

*

B e r i v a n T a p a n , Cumhuriyet,

17 Ocak 2006.

L e y l a T a v ş a n o ğ l u , Cumhuriyet, 3 T e m m u z 2 0 0 0 .

232

dullah Çatlı'nın evinde saklandı. Ardından da yıllar sonra Susur­ luk çetesinin yöneticisi olmaktan mahkûm olan Özel Harekât Da­ iresi Başkanvekili ibrahim Şahin'in görev yaptığı Nevşehir Emni­ yet Müdürlüğü'nden sağlanan sahte pasaportla çok değişik bir güzergâh izleyerek yurtdışına kaçtı. Çatlı, Çelik, Şener olmak üze­ re diğer suç ortakları da teker teker yurtdışına kaçtı. Eylem alan­ ları artık Avrupa'ydı.* Ergenekon'u Keşfeden Emniyet Müdürü Kahramanmaraş Katliamı davasının Adana Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülecek olması nedeniyle kent bölgedeki ülkücüle­ rin yeni merkezi oldu. Çevre illerde yaşanan olayların davaları da bu kentteydi. Bu nedenle ülkücüler bütün güçlerini Adana'ya yığ­ dılar. Tanıklar da, mağdurlar da tam bir baskı altındaydı. Bu kadar yığılma olunca da peş peşe cinayetler işleniyor, bom­ balar patlıyordu. İlginç olanı da bu cinayet ve bombalama olayla­ rının failleri hiç yakalanamıyor, faili meçhul kalıyordu. Adana'daki ani değişim hükümetin de dikkatini çekmişti. Bü­ lent Ecevit, başarılı çalışmalarıyla bilinen ve sosyal demokrat yö­ nüyle dikkat çeken Hatay Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'u Adana'ya atadı. Kentin kaderi de bu atamayla değişti. Yurdakul, terörün kay­ nağını bulmuştu. Faili meçhul gerekçesiyle kapatılan cinayet ve bombalama dosyalarını yeniden açtı. Altı aylık süre içinde tam 17 cinayet dosyasını çözdü. Bu cinayetlerin failleri olan 50'ye yakın kişiyi yakaladı. Bunların neredeyse tamamı ülkücüydü. Hem de kentin sivil unsurları arasında yer alan en aktif ülkücüleri yakaladı. Altı kişi­ yi öldürmek ve en az o kadar bombalama olayından aranan Fer­ hat Tüysüz, yedi cinayet zanlısı Yunus Uzun ve Derviş Kıpçak. En önemlisi de cinayetlerin azmettiricisi olarak MHP Adana Merkez İlçe Başkanı Adem Eroğlu da gözaltına alındı. *

Aynı ekibin

organizasyonu

1981'de Papa 2.

ve desteğiyle A ğ c a bu

Paul'e suikast girişiminde bulundu.

kez de,

13 M a y ı s

İtalya'da bu suçtan

2 0 yıl y a t a n A ğ c a , 1 3 H a z i r a n 2 0 0 0 ' d e T ü r k i y e ' y e i a d e e d i l d i , b e ş yıl s o n ­ ra

d a y a s a l a r a a y k ı r ı b i r ş e k i l d e iki

kez aftan yararlandırılınca

12 O c a k

2 0 0 6 ' d a s e r b e s t kaldı. H a t a n ı n d ü z e l t i l m e s i ü z e r i n e sekiz g ü n s o n r a yeni­ den cezaevine konuldu.

233

Bu isimlerin yakalanması MHP'nin kentteki terör zemini üze­ rine oluşturduğu örgütlenmeyi çökertti. Yurdakul artık MHP'nin hedefindeydi. MHP Gaziantep Milletvekili Cengiz Gökçek ve Si­ vas Milletvekili Ali Gürbüz, 31 Ağustos 1979'da Adana'da bir ba­ sın toplantısı düzenlediler: "Yurdakul görevi bıraksa da, yurtdışına kaçsa da yakasını eli­ mizden kurtaramayacak." Tehditlerin arkası gelmiyordu. Yurdakul ise geri dönemeye­ cek, duramayacak bir noktadaydı. Çünkü başta Türk İntikam Tu­ gayı olmak üzere ülkücülerin taşeron örgütlerinin işleyişini çöz­ müştü. Kimlerin bölgedeki terör olaylarını yarattığını biliyordu artık. Bilmeden Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Öz'ün yarım ka­ lan dosyasını tamamlıyordu. Ve, başta Ferhat Tüysüz olmak üzere belli isimlerin kontrgerillanın sivil unsurlarını oluşturduğunu, yakaladığı kişilerin ifade ve itiraflarından tespit etmişti. Bunlarla ilgili kapsamlı bir dosya hazırlamaya başladı. İşte bu sırada kentteki cinayetlerle ilgili olarak Piyade Asteğ­ men Osman Dişcan 45'lik Kolt marka tabanca ile yakalandı. Dişcan, Diyarbakır'daki piyade alayında görevliydi ve izinli olarak Adana'ya gelmişti/ Dişcan, silahı yine orduda görevli bir yüzbaşıdan emanet aldı­ ğını söyledi. Bu silah hemen balistik incelemeye alındı ve asteğ­ men Dişcan yakalanmadan bir süre önce silahla ateş edildiği tes­ pit edildi. Polis silahın nerede kullanıldığını araştırmaya başlarken, Sıkı­ yönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın talebi üzerine Dişcan Sıkıyönetim Komutanlığı'na teslim edildi. Edilir edilmez de Dişcan serbest bırakıldı. Ama Yurdakul bu araştırmayı kesmedi. Bilgi toplamaya de­ vam etti. Bu sırada 20 Eylül 1979'da Başbakan Bülent Ecevit Adana'ya geldi. Olayları önlemesi için atadığı Yurdakul'la baş başa bir gö­ rüşme yaptı. Görüşmeyle ilgili eşi Ülker Yurdakul'a "Çok şükür bütün bildiklerimi anlattım, artık ölsem de gam yemem," dedi.**Yurdakul, Ecevit'le gizli görüşmesinden tam sekiz gün sonra, * Uğur Mumcu,

Cumhuriyet, Neden

* O r h a n Tüleylioğlu,

11 E k i m 1 9 7 9 . Öldürüldüler, u m : a g . 2 0 0 7 , s. 2 1 4 .

234

28 Eylül 1979 sabahı göreve giderken otomobiline düzenlenen si­ lahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Ülker Yurdakul'a göre eşini ölüme götüren bu bilgilerdi ve Bü­ lent Ecevit her şeyi biliyordu: "Ölümünün ardından çekmecesinde hiçbir dosyaya rastlan­ madı. Tüm tehdit mektuplarının, özel dosyalarının çekmecesinde kilitli olduğunu biliyordum. Bu dosyaların ve belgelerin hepsi ci­ nayetin ardından yok oldu." Peki, Yurdakul Ecevit'e ne anlatmıştı? Uğur Mumcu, Yurdakul'un öldürülmesinden sonra yazdığı yazıda aynen şöyle diyordu: "Hükümetin yapacağı ilk işlerden biri, MİT'in bütün yetkilile­ rini çağırıp Adana hakkında geniş bilgiler almaktır. Kahraman­ maraş olayı patlak verdiğinde MİT Adana Bölge Başkanı kimdi? Bu bölge başkanı olay hakkında herhangi bir rapor verdi mi? Vermediyse bu görev savsaklamasının nedeni neydi? Kahramanma­ raş olayından hemen sonra odasında ölü bulunan MİT Adana Bölge Başkanı'nın ölüm nedeni araştırılmış mıdır? Bu bölge baş­ kanından önce görev yapan MİT görevlisi neden, hangi gerekçey­ le ve hangi olaydan sonra görevden alınmıştı? Bütün bunların tek tek araştırılması ve en küçük olasılığın üzerinde durulması gere­ kiyor?"* Uğur Mumcu bu yazısında açıkça Yurdakul'un Ecevit'e anlat­ tıkları hakkında ipuçları veriyordu. Çünkü Yurdakul, Ecevit'e Ülkücü Gençlik Derneği'nin karıştı­ ğı olayların arkasında bazı MİT görevlilerinin bulunduğunu an­ latmıştı. Hem de isim vererek: MİT Adana Bölge Başkanı Nazif A. Buna göre, olaylar Nazif A.'nın atanmasından sonra başlamıştı ve teşkilattan polise hiçbir bilgi gelmiyordu.** En önemlisi de Yurdakul, sivil unsurların bulunduğu birimin kod adı olan 'Ergenekon' ismini kullanan ilk kişiydi. Yurdakul'un Ecevit'e aktardığına göre olayların arkasında 'Albay Ergenekon' kod adlı kişi vardı. Yurdakul, Ergenekon örgütünü öğrenen ilk yetkili oldu.

* Cumhuriyet, 2 9

Eylül

* Cevat Yurdakul'un

1979. Bülent

Ecevit'e aktardığı bu

bilgiler r e s m i b e l g e y e

d ö k ü l m e d i ğ i için M İ T A d a n a b ö l g e B a ş k a n ı N a z i f A.'nın a ç ı k kimliğini gizledik.

235

Ulaştığı bilgilerin ölüme götürdüğü Yurdakul'un vücuduna ateş edilen 28 kurşundan dördü isabet etmişti. Yurdakul olay ye­ rinde yaşamını yitirirken, şoförü Ekrem Kurtlapa ve kayınpederi Muammer Önel de ağır yaralandı. Cevat Yurdakul'un öldürüldüğü kavşakta kereste dükkânı bu­ lunan Ali İğneci, bağırarak katillere tepki göstermişti. Ancak ka­ tillerden biri dönüp Ali İğneci'yi de oğlu Refik İğneci'nin gözleri önünde öldürdü. Tanıkların ifadesine göre Yurdakul'un aracı çapraz ateşe alın­ mıştı ve üç saldırgan aracın iki tarafından ateş etmişti. Tanık Re­ fik İğneci, yaya kaçan katili görmüştü. Fotoğraflardan Adana'nın tanınan ülkücülerinden Halil İbrahim Altınışık'ı teşhis etti. Ancak yakalanan olmadığı için dava açılamıyordu. 12 Eylül darbesinden sonra, 20 Kasım 1980'de çok sayıda ola­ yın faili olarak aranan Adana Ülkücü Gençlik Derneği İkinci Baş­ kanı Kadir Akgöllü yakalandı. Akgöllü ifadesinde Yurdakul'un öldürülmesinde tetiği çeken­ lerden birisinin kendisini olduğunu, suç ortaklarının ise Mustafa Gülnar, Yücel İrik ve Halil İbrahim Altınışık olduğunu itiraf etti. Cinayetin MHP İl Yönetim Kurulu üyesi Sezai Durmaz'ın evinde planlandığını da söyledi. Sonunda faillerin tamamı tespit edildi ve yakalandı. Yurdakul cinayetinin silahları ise Kenan Deveci adlı ülkücü­ nün evinde bulundu. Adana Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın hazırla­ dığı iddianamede azmettiricilerle ilgili "Alparslan Türkeş'in, Adem Eroğlu, Hasan Sabri Erdem ve Mehmet Sakarya'ya Yurda­ kul'un öldürülmesi için emir verdiği," bilgisi yer aldı. Sonunda sanıklar hakkında dava açıldı. Ama terör suçu değil, adam öldürmekten.* Sanıklar, polisteki itiraflarını savcılıkta ve mahkemede inkâr edip, işkence nedeniyle bu ifadeleri verdikleri­ ni söylediler. *

C e v a t Y u r d a k u l ' u n ö l d ü r ü l m e s i n d e n s o n r a e ş i n e ve henüz, ilkokula b a ş ­ lamış minicik kızına d e v l e t ' t e r ö r şehidi aylığı' t a z m i n a t ı bağladı. A n c a k , 2 5 yıl t e r ö r ş e h i d i a y l ı ğ ı v e r e n d e v l e t , Y u r d a k u l ' u n k a t i l l e r i n e v e r i l e n c e ­ z a n ı n Terörle M ü c a d e l e k a p s a m ı n a g i r m e d i ğ i g e r e k ç e s i y l e ailesine ö d e d i ­ ği t a z m i n a t ı faiziyle birlikte 2 0 0 6 ' d a geri istedi. D e v l e t , Y u r d a k u l A i l e s i ' n e 1 3 m i l y a r 6 1 8 m i l y o n lira b o r ç ç ı k a r d ı .

236

İlginç olan ise katillerin babasını da öldürdüğü tanık Refik İğ­ neci, daha önce poliste verdiği ve sanık Halil İbrahim Altınışık'ı teşhis ettiği ifadesini doğrulamadı. Ancak hem katiller hem de azmettiriciler ortaya çıkmıştı. Ve sona doğru geliniyordu. İşte tam bu dönemde askeri savcılık, Yur­ dakul davasının Ankara'daki MHP ve Ülkücü Kuruluşlar dava­ sıyla birleştirilmesine karar verdi. Böylece Yurdakul'un öldürül­ mesi dosyasının tek başına ayrı bir dava olarak görülmesinin önü­ ne geçildi. Sonuçta toplanan deliller, genel dava içinde kaybolup gitti. Yurdakul cinayetinde yer alan dört sanık da yine Adana'daki tüm cinayetlerle ilgili yargılandı ve çeşitli cezalar aldı. Zamanla da cezaevinden teker teker çıktılar. En son Kadir Akgöllü, Turgut Özal'ın 1991'de Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle çıkartılan afla serbest kaldı.

237

Onuncu Bölüm Kanlı Yılların Kilit İsmi: Ercüment Gedikli 9 Ekim 1978'de saat 22.00 sularında Ankara, Bahçelievler 15'inci Sokak'taki 56 numaralı apartmanın iki numaralı dairesin­ de bulunan Türkiye İşçi Partisi üyesi Hürcan Gürses, Efraim Ez­ gin, Osman Nuri Uzunlar ve Latif Can silahla öldürüldü. Eve sonradan gelen Faruk Erzan ve Salih Gevence de aynı ki­ şiler tarafından Eskişehir Yoluna götürülerek vuruldu. Katillerin evde 'öldü' diye bıraktığı, ağır yaralı Serdar Alten ifadesinde ka­ tillerin eşkalini verdi ve olaydan sekiz gün sonra öldü. Katliamdan iki ay sonra rastlantı sonucu gözaltına alınan ül­ kücü Duran Demirkan'ın itirafı üzerine Bahçelievler Katliamı fai­ li meçhul olmaktan kurtuldu. Katliam davasının kararına göre, katliamı gerçekleştirenler Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz'dı. Duran Demirkan ve Ömer Özcan ise gözcülük yapmıştı. Katliamı organize eden ise 1996 yılında Susurluk skandalini başlatan kazada ölen Ülkücü Ocakları İkinci Başkanı Abdullah Çatlı'ydı. Sekiz yıl süren dava sonunda Ömer Özcan ve Duran Demirkan 28'er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı ve 1991'deki ge­ nel afla cezaevinden çıktılar. Kırcı ve Gedikli ise yedişer kez ida­ ma mahkûm edildi. Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz, Abdullah Çatlı ve Ünal Osmanağaoğlu hakkında ise gıyabi tutuklama ka­ rarı verildi. Mahmut Poyraz, 1987 yılında yakalandı ve 1991'deki aftan yararlanıp serbest kaldı. Sonradan yakalanan ve 1980'de öl­ dürülen DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'i öldürmek suçundan yargılanan Ünal Osmanağaoğlu ve Kırcı şu an cezaevinde; Kürşat Poyraz ise hâlâ aranıyor!

239

Korkut Eken'in Hocası Katliamdaki kilit isimlerden biri Ercüment Gedikli'ydi. 1974'ten itibaren Ankara'da en kanlı olayların yaşandığı Bahçelievler semtinin Ülkü Ocakları sorumlusuydu. MHP Genel Merkezi de Bahçelievler'deydi, ancak orası solcu­ ların yoğunlukta olduğu semtti. Alparslan Türkeş'in "Bahçelievler'i ele geçirin" talimatından sonra bu semtte peş peşe solculara yönelik cinayet ve katliamlar gerçekleştirildi. Sonunda ülkücüler semti kontrollerine aldılar. Ercüment Gedikli de Haluk Kırcı'yla birlikte ekibin lideri Ab­ dullah Çatlı'nın yanındaki iki önemli isimdi. Çatlı'dan sonra Ha­ luk Kırcı ve Gedikli liderdi. Onlara da 'reis' deniliyordu. Ancak Ercüment Gedikli ekip içinde çok daha önemliydi. Çünkü babası Nuri Gedikli, Özel Harp Dairesi'nde görevli albaydı. Albay Nuri Gedikli hem sivil unsurların hem de askeri perso­ nelin eğitiminden sorumluydu. Kore Savaşı'na giden Türk tuga­ yında da eğitim subayı olarak görev yapmıştı. Susurluk çetesin­ den mahkûm olan özel harpçi Yarbay Korkut Eken'in de hocasıy­ dı. Eken, özel harp ve kontrgerilla tekniklerini Nuri Gedikli'den öğrenmişti. Sadece Korkut Eken değil, 1980 ve 1990'lı yıllarda gündeme gelen Yavuz Ataç gibi diğer özel harpçiler de onun öğrencisiydi. Tuzla'da Subay Çocuklarına Özel Harp Kursu Dedesi Ali Gedikli de Kurtuluş Savaşı'ndaki kahramanlıkları nedeniyle istiklal madalyası sahibi olan Ercüment Gedikli, baba­ sının görevi nedeniyle Özel Harp Dairesi'ni iyi biliyordu. Gedikli daha lise öğrencisiyken seçkin subayların ve memur­ ların çocukları yaz aylarında İstanbul'a getirilip Tuzla'daki kamp­ ta özel harp eğitimine tabi tutulurlarmış. Kendisi ise bu kamplara hiç katılmamış. "İhtiyacı olmadığı için," MHP'nin açtığı komando kamplarında da bulunmamış. MHP kamplarında bilenen ve söylenenlerin aksine kesinlikle silahlı eğitim verilmediğini söylüyor: "Tamamen psikolojik ama­ ca yönelikti." Bahçelievler Katliamı'ndan sonra yakalandığında babası Nuri Gedikli oğlunun cezaevine girmemesi için çok uğraştı ama başa240

ralı olamadı. Gedikli, yargılama sürerken tahliye olduğunda Ab­ dullah Çatlı, Oral Çelik, Mehmet Şener gibi ekibin diğer lider isimlerinin aksine yurtdışına kaçmadı. Çatlı ve Avrupa'daki eki­ binin ASALA operasyonlarında görev almasından bir süre önce Gedikli yeniden Bahçelievler Katliamı davasında tutuklandı. Çatlımın ASALA operasyonlarında görev almak için öne sür­ düğü şartlardan biri olan, "Arkadaşlarımızın serbest bırakılması­ nı istiyoruz" derken amacı Gediklimin cezaevinde çıkarılmasıydı. Çünkü Çatlı, Gedikli için 'ülkücü gençliğin beyni' diyordu. Özel H a r p D a i r e s i Fincanıyla K a r ş ı l a m a

1991 yılında çıkartılan afla serbest kalan Ercüment Gedikli za­ man içinde ticarete atıldı, madencilik sektörüne girdi. İşlerini bü­ yüttü, bugün Anadolu'nun birçok yerinde maden işleten büyük bir şirketin sahibi. İlk ortağı MİT Operasyonlar Daire Başkanlığı'nda uzun yıllar yöneticilik yaptıktan sonra emekli olan Orhan Fevzioğlu oldu. Bugün çok zengin bir işadamı olan Gedikli ile 11 Mayıs 2007 günü Çankaya'daki lüks çalışma ofisinde buluştuk. Röportaja başlar başlamaz kupa denilen büyük fincanla çay geldi. Kupala­ rın üzerinde Özel Harp Dairesi'nin sonradan adını aldığı Özel Kuvvetler Komutanlığı yazılıydı ve dairenin amblemi vardı. Bu kupa dairenin kuruluş yıldönümü nedeniyle personeline dağıttığı hediyelerdendi. Şaşkınlığımızı gören Gedikli, ofisteki korumasından hemen kupaları değiştirmesini istedi ve "Özel Harp Dairesi'nde görevli arkadaşımın hediyesi," dedi. Yeni çaylar bu kez bardakta geldi. Ancak yarım saat sonra çay­ lar tazelendiğinde bu kez yine Özel Kuvvetler Komutanlığı amb­ lemli ve yazılı kupalarla geldi. Korumasına tepki gösteren Gedik­ li, hemen geri götürmesini istedi.

241

Ercüment Gedikli Anlatıyor Duruşmalarda da, poliste de kanlı yıllarla ilgili konuşmayan Gedikli, 29 yıl sonra Bahçelievler Katliamı'nı anlattı.* - O dönemdeki ülkücülerin, Özel Harp Dairesinin sivil unsurları olduğu iddiası var. Örgütün yapısı iki kısımdan oluşuyordu; birincisi ı/erüstü kuvvetleri. Bunlar bildiğimiz askeri kuvvetler. İkincisi ise yeral­ tı grupları. Bunlarda sivillerden oluşuyordu. Ülkücüler bu siviller miy­ di? Siz de onlardan biri miydiniz? - Her şeyden önce 12 Eylül öncesini ve sonrasını ayırmak la­ zım. Öncesinde böyle bir iç içe yapının olduğu kanaatinde deği­ lim. Ama Türkiye'nin de bütün devletler gibi kendini savunma iç­ güdüsü oluşturması doğal. Burada da kendine yakın birimlerle dirsek teması da olması normaldir. Resmen bir iç içelik olduğunu zannetmiyorum. 12 Eylül sonrasında bu tür ilişkiler biraz daha fazla su yüzünde olmaya başladı. - Ülkücülerin hem Nazi hem de Amerikalı kontrgerilla subayları ta­ rafından eğitildiği iddiası var. Oral Çelik Malatya'daki kampta eski bir Nazi subayının eğitim verdiğini itiraf etti... - Tabii ki birileri tarafından manipüle edilmek istendi. Bir öl­ çüde de başarılı olundu. Bu sağ için de sol için de geçerli. Türkiye üzerinde istekleri olan güçler, istedikleri gibi yönlendirme çabası­ na girdiler. Ama ben teşkilatın içinde hiç Amerikalı görmedim. - Katliamın en önemli sanıklarındandınız. Öldürülen yedi genci ta­ nıyor muydunuz? - Tanımıyordum. O dönemde küçük semtler ve şehirler dışın­ daki kentlerde, özellikle de İstanbul, Ankara ve İzmir'deki çatış­ malarda tarafların birbirini tanıması mümkün değildi. Küçük yer­ lerde ise çocuklukları birlikte geçmiş, büyüdükten sonra yolları ayrılmış olanlar birbirini tanıyabilir. Tamam, Bahçelievler'de bir hadise oldu ve yedi kişi öldü. Ama ben şimdi bir kitap gösterece­ ğim size 15 ciltlik; her sayfasında onlarca şehit var. Nerede, nasıl öldürüldüklerini anlatıyor. Sanki o günler hiç yaşanmadı, kimse *

Ecevit

Kıhç'ın E r c ü m e n t Gedikli'yle yaptığı bu röportajın Özel H a r p I)a-

i r e s i ' y l e ilgili o l m a y a n k ü ç ü k bir b ö l ü m ü 3 1 M a y ı s 2 0 0 7 t a r i h l i Aktüel d e r ­ gisinde yayımlandı.

242

kimseyi öldürmedi, çatışmalar olmadı, insanlar sakat kalmadı; biz bir gün aklımıza esti de gittik, birilerini öldürdük. Sanki sade­ ce Bahçelievler olayı var; bir de Abdi İpekçi cinayeti oldu, Meh­ met Ali Ağca da gitti, Papa'yı vurdu. Sanki hepsi bu kadar! Tabii basınımızın sayesinde. Bakmak lazım, Bahçelievler olayının üç gün öncesinde kaç ülkücü cenazesi kalkmış. - Yedi kişinin öldürülmesi önemli değil mi? - Adana'da ülkücü öğretmenler öldürüldü, Ümraniye'de ül­ kücü fabrika işçileri silahla tarandı. Oralarda da sayı çoktu. Ama basın bunları hatırlamıyor. - Katliamın yaşandığı evi hatırlıyor musunuz? - Nasıl hatırlamayayım, evin adresinin adıyla kitaplar çıktı. - Kitaplar olmasaydı hatırlar mıydınız? - Hatırlamazdım. Onca olay yaşadım. Her birini hatırlasaydım... Bu hadisede de parmak izi yok. Görgü tanıkları yok, silah­ lar ortada yok ama verilmiş bir hüküm var. Tek canlı tanığı vardı; Serdar Alten, o da bir hafta yaşadı. Bir o doğru anlatabilir. O da yaşadığı süre içinde kısa bir ifade verdi. İfadesinde "Eve baskın yaptılar. Dört kişiydiler," diyor. - Olay, Alten in ifadesiyle çözüldü, ifadesinde "doğru değil" diyebi­ leceğiniz yer var mı? - Hadisenin mağduru Serdar Alten'dir. O nedenle anlattıkları­ na "doğru değil" demek mümkün değil. Hiçbir yerde bunu kabul etmiş bir tek ifadem yok. Alten "dört kişi" diyor ama 11 kişi ceza aldı, hatta hâlâ aranan var. - Alten evdekileri söylüyor, dışarıda olanlar da var. 11 kişi Demirkan ve Çiftçi'nin ifadesinde de var. - Tamam. Hadiseyi en doğrusuna yakın anlatan ibrahim Çift­ çi ama beraat etti. Kimse sormadı, nasıl beraat etti diye. Beraat et­ mesi hadiseyle ilgisi olmaması demek. Çiftçi'nin ifadesinde du­ vardaki fotoğraf ve tablolara kadar her şey yazılı. Hadiseyle ilgisi olmayan adam nasıl böyle bir ifade verebilir? 12 Eylül dönemin­ de ifadelerin nasıl alındığı ortada. Olaydan iki buçuk ay sonra ay243

nı gün Demirkan ve Çiftçi yakalanıyor. Aynı gece olayı anlatıyor­ lar. İkisinin ifadesinde birbirlerinin ismi yok, yani birbirlerinden bahsetmiyorlar. - Her ikisinin ifadesinde de. siz varsınız! - Demirkan ifadesinde onu Dadaş Kahvesi'nden Ömer Özcan'la birlikte alıp Üçüncü Cadde üzerinden geçerek evin etrafına onları nöbetçi olarak yerleştirdiğimi söylüyor. Çiftçi ise bir ara­ bayla gelip kendisini, ardından da Abidin Şahinler ve evinden Ömer Yavuz'u alıp arabaya bindirerek olay yerine getirdiğimi söylüyor. Yani sayı o kadar büyüyor ki hadiseye bir araba daha ekliyorlar. Oysa ikinci araba yok. Alten'in ve idama mahkûm ol­ muş Haluk Kırcı'nın ifadesinde de ikinci araba yok. - Sizinle ilgili Demirkan'ın mı, yoksa Çiftçi'nin ifadesi mi doğru? - İkisi de yanlış. - Doğrusu nedir? - Yüce Türk adaleti bunlara göre karar vermiş. - Alten de ifadesinde sizi tarif ediyor. - Çok iyi bir tarif değil. "Sarışın, çukur yanaklı, 1.80 boyunda, Doğu veya Güneydoğu şivesiyle konuşuyor" diye tarif etmiş. Saç rengim kumral, boyum 1.90, Egeliyim, yanaklarımda çukurluk yok. - Diğer tarifler? - Onlarda da iyi tarif yok. Birinde normalden büyük kafalı ol­ duğunu belirtiyor. Birinde de çocuk yüzlü; sakalı, bıyığı olmayan birini taraf ediyor. Haluk Kırcı'ya bu uyuyor. - Hangisi, büyük kafalı olan mı? - Hayır. Sakal ve bıyığı olmayan. - Büyük kafalı kim? - Şimdi kime büyük kafalı desek kızacak. O yüzden bu tarife karışmayayım! - Mahkeme tutanaklarına göre açıklasanız... - Mahmut Korkmaz oluyor.

244

Ö l d ü r ü l m e yerleri tesadüfi değildi

- Neden O gençler seçildi? - Hayatımın son 30 senesi Bahçelievler hadisesiyle geçti; bin­ lerce eylemden farklı yönleri var. Klasik sağ-sol çatışmasının, kar­ şılıklı terörün misillemelerinden biri ama ekstra farklıkları mev­ cut. Bahçelievler hariç, diğer çatışma ve baskınlar spontane oluş­ tu. Bahçelievler'deki farklılıklar çok gün ışığına çıkmadı, sansas­ yonel yönüyle ilgilenildi. Dosyayı incelemek, karanlıkta kalan kı­ sımlarını deşmek kimsenin aklına gelmedi. - Nedir karanlıkta kalanlar? - O insanların tümünün o evde oturmadıkları, bazılarının An­ kara'da bile ikamet etmedikleri, bunların ölüm yerleri ve şekille­ rinin tesadüfi olmadığı. - Çatlı mı planladı? - Olay günündeki güç durumuna bakılırsa Çatlı'nın planlaması normal. Çünkü Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı'ydı. Ama Çatlı hadiseye belli bir zamandan sonra dahil oldu. Dahil olmasının nedeni evin kalabalık olmasıydı. Normalde evde iki kişi olması bek­ lenirken beş kişi çıktı. Haber verilmesi üzerine Çatlı olay yerine in­ tikal etti. - Bugüne kadar evde beş kişinin olduğu ama sonradan iki kişinin gel­ mesi üzerine Çatlı'ya haber verdiğiniz biliniyordu. - Buna dayanak Kırcı'nın ifadesi. Ama Kırcı'nın birçok ifadesi var. Bu ifadelerin satır aralarında da şu anlaşılıyor: Evde iki kişi beklenirken beş kişiyle karşılaşıldı. Ama içeri girilmişti, geri dö­ nüş yoktu. Sonra iki kişi daha geldi. Evdeki beş kişi arasında ara­ nan bir kişi vardı: Salih Gevence. Faruk Erzan sonradan geldi ya da getirildi. Gevence ve Erzan'ı arıyorduk - Gevence ve Erzan'ı mı arıyordunuz? - Evet. Evin sahipleri Gevence ve Erzan'dı. Zaten eve girildi­ ğinde Faruk'un ablasının eniştesi ile olan duvardaki fotoğrafı gös-

245

terilerek "Bu kadının kardeşi nerede?" diye soruldu. Alten de bu­ nu ifadesinde net olarak ortaya koyuyor. - Erzan kendi mi geldi, siz mi getirdiniz? - Belki kendi geldi, belki de getirildi. Ama başta Erzan evde yoktu. - Erzan ve Gevence'yi neden arıyordunuz? - İkisinin iki ortak özelliği vardı: O evde birlikte oturmaları ve Devlet İstatistik Enstitüsü'nde çalışıyor olmaları. - Bu ortak özellikler neyi açıklıyor? - Biz veya literatürü yazanlar buna hücre ev tabirini kullanı­ yor. Bazı evler ikametgah değil, örgüt amaçlı kullanılabiliyor. Ayrıca bir kişinin üzerinde mikrofilmler bulundu ve alındı. Yarı askeri harekât - Siz evi önceden biliyor muydunuz? - Bir sıcak çatışma varsa buna da yarı askeri harekât diyelim; bunun bir istihbarat bölümü, bir lojistik bölümü olmak zorunda. Bunları yapmıştık. - Alten'in ifadesine göre eve girer girmez "Nerede silahlar?" diye sormuşsunuz. Silah bulamayınca da "Silahsız devrimcilik mi olur?" de­ mişsiniz. - O ifadede bir yanlışlık var. Taraflar birbirlerini tanımlarken 'devrimci' ve 'ülkücü' tabirlerini kullanmaz. Ülkücüler, solculara 'komünist', solcular da ülkücülere 'faşist' derdi. Ya ifadeye geçer­ ken yanlışlık olmuş ya da bir şeyleri gizleme çabası var. - Neyi gizlemeye çalışmış olabilir? - Alten de davasına inanmış bir insandı. Davasına ve kendisi­ ne zarar verecek şekilde ifade etmez. Benim de yaptığım gibi. - Ne silahı arıyordunuz? - Bir, iki silah aranması bu olaya sebep olacak bir gerekçe de­ ğil. İki, silah için kimse gidip bu kadar zahmete girmez. Daha faz­ la silah arıyorduk. Gizlenen şey de bu olabilir. 246

- Evde beş kişi öldürüldü. Neden Erzan ve Gevence Eskişehir Yo­ lunda öldürüldü? - Doğru, ha beş kişi, ha yedi kişi. Ama şu var; Serdar Alten ara­ baya götürülmek için evden çıkartıldı. Arabaya götürüldü. Kendi de ifadesinde bunu şöyle anlatıyor: "Arabanın içinde bir kişi bek­ liyordu. 'Reis' dedikleri atletik yapılı, esmer, kıvırcık saçlı bir ki­ şiydi. Bu kişinin ikazıyla beni geri getirdiler. Arabadaki kişi 'bu değil' dedi. Götürmek istedikleri ben değildim." Arabadaki Abdullah Çatlı'ydı - Arabadaki kişi Çatlı mıydı? - Onu tarif ediyor. - Yani sizler içerdekileri tanımıyordunuz ama Çatlı tanıyordu? - Bu sonuç çıkıyor. Serdar ifadesinde eve döndüğünde Salih'in evde olduğunu söylüyor. Serdar'1 bıraktıktan sonra Faruk ve Sa­ lih alınıp götürüldü. Yani rastgele iki kişi götürülmedi. Bunlar se­ çildi. Serdar "Geri döndüğümde Eskişehir Yolu'nda ölmüş olan Salih evin içindeydi," diyor. Yani önce Salih ve Faruk öldürülüp sonra adam almaya gelinmedi. Serdar "Yarım saat sonra kurşun­ landım," diyor. Yani öbürleri götürülürken içerdekiler kurşunlan­ dı. - Neden bu iki kişiyi Eskişehir Yolu'na götürdünüz? - Bir yer göstermeye, bir şey göstermeye götürüldü. Bayağı uzun bir mesafe götürüldüler. Otuz küsur kilometre. - Dava dosyasına göre 3.3 kilometre. - Doğrudur. O tarihlerde Ankara'nın bir kilometre ötesi tarla. ODTÜ Kavşağı'ndan sonra Ankara bitiyor. Bir miktar da arazinin içine girilmiş. Çok açık, bir şeye gidildi. Otuz küsur kilometre da­ ha gitmek çok mantıklı değil. - İstediğinizi aldınız mı? Siz Eskişehir Yolu'nda değildiniz ama Çat­ lı istediğini aldı mı? - Silah gibi bir şeyden bahsediyoruz. Bu silahın amacı gayet net. Bu silahlar kimlere karşı kullanılacaktı? Ya hadiseyi gerçek-

247

leştirenlere ya da arkadaşlarına karşı. Bu nedenle bunun bir ceza­ sının olması gerekiyor diye düşünüyorum. Hürcan'ın öldürülmesindeki şanssızlık - Diğer beş kişi neden öldürüldü? - O kişiler o evde oturmuyor. Hatta üç kişi Ankara'da ikamet etmiyordu. İkisi Bursa'dan gelmişti. O gün için Ankara'daydılar. Muhtemelen bir toplantı için gelmişlerdi, memleketlerine döne­ ceklerdi. O evin sakinlerinin dışında iki kişi daha Ankara'da yaşı­ yordu; Hürcan Gürses Bahçelievler'de başka bir evde, Serdar Alten ise Cebeci taraflarında oturuyordu. Hürcan önce evdeymiş. O gün o evde kalacakmış ama şehir dışından misafirler gelince ev­ den gidiyor. Ama bir süre dolandıktan sonra geliyor, arada bir yerde sıkışır yatarım, diye. Büyük bir şanssızlık. - Kırcı ifadesinde Osman Nuri Uzunlar'ı askı teliyle öldürmeye ça­ lıştığını, başaramayınca diğer gençlerle birlikte silahla öldürdüğünü an­ latmıştı. Öyle mi oldu? - Bir ifadesi böyle. Ama Haluk'un çok ifadesi var. Boğma eyle­ mi askı teliyle yapılıyor ama orada muğlaklık var. Uzunlar'ın ölü­ mü kastı aşan bir sorgulama. Sorgulanırken, bir şey sorulurken haddi aşarak öldürülmüş olabilir. Terör amacıyla adam öldüreceksen kaç dakikada bitirirsin? Öldürür, birkaç dakikada çıkarsın. Ama Bahçelievler hadisesi saatlerce sürdü. - Yani işkenceli sorgu mu yaptınız? - Öbürleri sorgulanmadı. Salih'in vücudunda ufak tefek yara bere izi var. Otopsi raporlarına göre de diğerleri hırpalanmamış. Evden alınacaklar alınmış, gerisi imha edilmiş. - Karanlıkta kalan önemli şeyler olduğunu söylediniz. En önemli nokta ne? -Olayda bir kişi daha vardı. İsmi hiç zikredilmemiş ya da zik­ redildi de fark edilmemiş bir kişi. - Kimdi? - 29 sene sonra kolayına bu isim söylenmez.

248

- Zamanaşımı süresi doldu, söyleseniz de yargılananıayacak. - Bu övünülecek bir şey değil ki. İnsanları öldürmüş olmakla kimsenin kalkıp övüneceğini zannetmiyorum. Büyük bir marifet değil. O zamanın şartlarında olmuş bir hadise. Bugün cezalar alınmış, infaz edilmiş. Zamanaşımına uğramış olsa bile gururla anlatılacak bir şey değil. Demirkan ve Çiftçi yanlış yönlendirildi - Neden bugüne kadar açıklamadınız? - Bu eylemi birlikte gerçekleştiren insanlar illa ki bir inancın insanlarıydı. Mecbur kalmadıkça birbirlerine zarar vermezler. Bence ilk alınan ifadelerde Demirkan ve Çiftçi yanlış yönlendirdi. Bu arada bir kişi eksik kaldı. Bu eksikliği de sonradan ele geçen bu kişinin arkadaşları tamamlamak istememişlerdir. - Ülkücü hareket içinde yer almanız nasıl oldu? - 1974'te Ankara'ya taşındık. Başkent Lisesi'ne başladım. Olay­ ların hareketlenmeye başladığı yıldı. Okulun bulunduğu Abidinpaşa'nın o zamanki adıyla Balkiraz'ın 'Küçük Moskova' diye anıldığı­ nı da bilmiyordum. Okulun etrafında altı yedi dernek vardı; sol der­ neklerdi. Ne amaca hizmet edebileceklerini de çözebilecek durum­ da değildim. Sonradan bunların değişik sol gruplara ait olduklarını fark ettim. Solcular, okulda sürekli bir şeyler anlatıyorlardı. Bunlara aklım yatmadı. Biraz da herhalde propagandacılar acemiydi, ters tepti. Anlatırken sürekli "Az kaldı, halk ihtilalini gerçekleştirece­ ğiz," diyorlardı. O zaman Bahçelievler'de oturuyorduk, Ülkü Ocak­ ları tabelasını sürekli görüyordum. Bir gün kalkıp ocağa gittim. Oradaki hava daha yakın geldi, konuşulanlar kafama yattı. Sonra birkaç kez daha eve giderken otobüsten Maltepe'de inip Ülkü Ocakları'na gittim. Daha sonra bozkurt rozeti aldım. Ertesi gün de bu rozeti takarak okula gittim. Yıldırım düşme etkisi yarattı; okulun çıkışında karşılama heyeti buldum, iyi bir sopa yedim. Kavgada zincirin de kullanıldığını burada tatbiki olarak gördüm. Yıl sonun­ da okuldaki sayımız da 80'e kadar ulaştı. - Yani okuldaki örgütlenmeyi siz yaptınız... - Evet. O öğrenim yılının sonunda Abidinpaşa'nın adı artık

249

'Küçük Moskova' değildi. Ülkü Ocağı da kuruldu. Çatışmaların en yoğun olduğu bölge haline geldi. Solun hâkimiyetini kırdık, bir sonraki sene de artık ülkücülerin bölgesi oldu. 'Küçük Mosko­ va' Tuzluçayır'a doğru çekildi. Bahçelievler'de bir dernek kurduk ve sonradan onun başkanı ben oldum. MHP Genel Merkezi de Bahçelievler'deydi ama bu semt ülkücülerin hâkimiyetinde değil­ di. Bu tarihten sonra hadiseler hep tırmandı, yaralananlar, ölenler oldu. Ben de birkaç kez yaralandım. Zaten oturup konuşma, fikir tartışma günleri değildi. Çünkü araya kan girmişti. - Bahçelievler'deki dernekten sonra ülkücü lider mi oldunuz? - Lider değil de, ekip başıydım. Yaşımız küçüktü zaten, karar­ ları ortak alıyorduk. - Bahçelievler katliamı davasında birlikte yargılandığınız sanıkların tamamını tanıyor muydunuz? - Ben dosyayı çok incelemek zorunda kaldım. Hâkimlerin, avu­ katların bilmediği kadar iyi bilirim. Bünyamin Adanalı'yı tanıyor­ dum; Bahçelievler'de oturuyordu, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü'nde öğrenciydi. Ömer Özcan'ı tanırım; o da Bahçelievler'de kalıyordu, semtimizin çocuğuydu. Duran Dimerkan'ı da biliyorum, Bahçelievler'de Tokat Yolu'nda kalıyordu. Ha bu olayda varlar mı? Ben bir yere koyamıyorum. Mahkeme var olduklarına karar verdi; cezalarını çekip çıktılar. Hâlâ aranan Kürşat Poyraz ve Ünal Osmanağaoğlu'nu ise hiç görmedim. - Bahçelievler katliamı emrini Alparslan Türkeş'in verdiği iddia edil­ di... - Vermedi. Başkasına da verdiğini zannetmiyorum. Olayların belki belli bir yol haritası vardır, "Bu semti ele geçirelim" diye ama çarpışmalar hesaplı değil. Sahte kimlikle saklandı - Katliamdan sonra nasıl saklandınız? - Hadiseden iki buçuk ay sonrasına kadar polisin herhangi bir ciddi operasyonu olmadı. Çünkü olaydan sonra etraftan çok sayıda adam toplandı. Sorgulandı ve serbest bırakıldılar. Kahveler ba250

s i l m i ş , tipini beğenmediklerini veya eşkale benzeyenleri topladılar. Sonradan da bıraktılar. Bu iki buçuk ayda olay üzerine ciddi bir şekilde gidilmemesinin nedeni olay yerinde parmak izi incelemesinin yapılmaması, olayın şahidinin bulunman

- Niye parmak izi yapılmadı? - İktidarda Bülent Ecevit var. Devlet yetmiş sente muhtaç, par­ mak izi tozu ithal malzeme, polisin elinde yok. O tarihlerde olay yerlerinde pek parmak izi incelemesi yapılamıyordu. Duran Demirkan'ın tarife uyması üzerine soruşturmanın yeniden başladığı söyleniyor. Hiç ilgisi yok. Polis de elinde delil olmayınca, ki o günlerde polisin inceleme şartları bugünkü gibi değil. Çok ilkel­ di. İfadeler kaba dayağa ve işkenceye dayalı alınıyordu. Delil top­ lama yoktu, 'nasıl olsa birisini bulur dosyayı da kapatırız' anlayı­ şı vardı. Bütün olaylar için böyleydi. Bu olayda polis gidip kahve­ lerde dedikodu dinlemiştir. - Kahve dedikoduları nasıl bu kadar doğru çıktı? Önce Duran Denıirkan'a, ardından da Abdullah Çatlı'ya ulaşıldı. - Abdullah Çatlı'ya ulaşıldı da bu arada hadiseyle ilgisi olma­ yan çok sayıda insan da mağdur edildi. Adalet bu mudur? Dedi­ kodular takip edilerek bir istihbarat oluşturulmuş. Ondan sonra ele geçirilen birinden, yani Duran Demirkan'dan hadiseye uygun ifade alındı. Aynı şekilde İbrahim Çiftçi'den de alındı. Bu iki is­ min ifadeleri üzerine arananlardan biri de bendim. Gazetelerden adımı duyar duymaz Ankara'dan uzaklaşmak zorunda kaldım. İstanbul'a, Samsun'a gittim. Başka bir kimlik edindim, sahte.

- Sizin sahte isminiz neydi? - Ben bir arkadaşımın ehliyetini almıştım. Şimdi buydu demek sorun olur. Eski ehliyetler defter şekildeydi. Üstündeki fotoğrafı yırtıp kendininkini yapıştırdığında kimlik oluyordu. - Nasıl yakalandınız? - Ben yakalanmadım, teslim oldum. Aranıyor durumunda ol­ mak birçok yönden sakıncalı. Çünkü eldeki faili meçhul dosyaları bir şekilde kapatacaklar. Kapatmanın en kolay yolu da aranan bir adamın üstüne yıkmak. Yani firar süresini istediğimiz kadar uza251

tabilirdik. Nitekim diğerleri uzattı. Kahveden iki adam alınmış, benim adımı yermişler. Ama biri Halep'ten anlatmış biri Şam'dan anlatmış. Askeri savcılığa gittim. Mahkemeden de Mamak Cezaevi'ne götürdüler. Benden sonra Ömer Özcan da teslim oldu. Fa­ kat benim başıma gelmeyen onun başına geldi. Askeri savcılıktan cezaevine sevk edilirken Ömer Özcan polise teslim ediliyor. Polis Ömer Özcan'ın ifadesini alamadı çünkü işkencede şuurunu kay­ betti. Apar topar cezaevine geri getirdiler. Mahkeme başladıktan sonra üçüncü ya da dördüncü duruşmada tahliye oldum. Mahke­ me devam ediyordu, bu sırada ihtilal oldu. Haluk Kırcı yakalan­ dı, iş iyice arapsaçına döndü. Sonra yeniden tutuklandım. Cezaevinde düşmanınla dostça yaşam - Cezaevinde solcularla mı kaldınız? - Evet. Üstelik epey yer değiştirdiğim için solculardan çok isim tanıdım. Dört metrekarelik yerde dört kişi kalıyorduk. Üçü de solcuydu. İki metrekaresi zaten yataktı. Geriye iki metrekare­ lik yaşama alanı kalıyordu. Dört kişiyken yatak sayısı ise ikiydi. Ranzanın birinde de yere indirilecek üçüncü bir yatak vardı. - Aynı yatakta yattığınız oldu mu? - Bizim bir solcuyla aynı yatakta yatmamız mümkün değil. Nöbetleşe yatıyorlardı. Aynı koğuşu paylaşıyoruz da aynı yatağı paylaşacak halimiz yok. Onlar için de aynı şekilde hoş olmazdı. 20-25 kişilik koğuşlarda 80-100 kişi kalıyorduk. Es kaza gece ihti­ yacını karşılamak için kalkarsan dönüşte kendine yer bulman mümkün değildi. Mamak'ta hapiste beyin yıkma yöntemi uygu­ lanıyordu. David Galula'nın bu yönteminde temel şart zaman kavramını unutturmak. Sürekli slogan tekrarı, baskı ve eziyet, za­ man zaman karanlık ortam. Kore Savaşı sırasında Çinli işkence uzmanları, Amerikalı askerlere uygulamış ve beyinlerini yıkamış­ lar. Amerikalılar komünist olarak memleketlerine dönmüş. Türk­ ler de esir düştü ama komünist dönen olmadı. Bizimkiler Galu­ la'nın bu metodunun birinci şartını yani zaman kavramını unutturamadılar. Cezaevinde saate bakmana gerek yok, zil çalıyorsa saat altı, çorba saati geldiyse yedidir. Zaman kavramını atladıkla­ rı için beyinleri yıkayamadılar. Aynı kafayla girdik, aynı kafayla 252

çıktık. Sağcısı da, solcusu da. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni, Atatürk'ün Orduya Mesajı'nı ezbere biliriz. Çünkü cezaevinde bi­ ze milyonlarca defa tekrarlattılar. Ne için cezaevine gelmişiz ne ya­ pıyorlar bize! Sık sık İstiklal Marşı'nı tekrar ettiriyorlar. Biz zaten biliyoruz! Çok kısa bir süre normal cezaevi de gördüm. İdamlıklar Ma­ mak Askeri Cezaevi'nden sadece asılmaya götürülürken çıkartı­ lırdı. Bir gün öğle saatlerinde dediler ki: "Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı eşyalarınızı toplayın." Sabaha karşı 3-4 olsa idama gi­ deceğimizi bileceğiz ama gün ortası. O sırada dosyamız Mec­ lis'teydi. İdamlıklar Meclis'in kararını bilmiyorlar, basına sızdırıl­ mıyor, asıldıktan sonra basına veriliyor. Cezaevi aracından inince Merkez Kapalı Cezaevi yazılıysa idam edileceğiz, Eskişehir Özel Tip ise biraz zamanımız daha var. Aracın kapısı açıldı: Merkez Kapalı Cezaevi. İdam edileceğimize kanıt oluştu. İçeri girdik ama idama hazırlıklı olduğumuz için çok etki etmedi. Mamak'tan çı­ karken yanımıza beşer paket Samsun sigarası almıştık. Gardiyan üstümüzü arıyordu. Haluk'a "Yırttık" dedim, "Niye?" diye sor­ du. "Gardiyan ne kadar şerefsiz olsa da bir idamlığın sigarasını çalmaz. Benim sigaramı cebine attı. İdam edilmiyoruz," dedim. Gardiyan hemen sigarayı geri bıraktı. Mamak'ta sağcılar ve solcular var. Ne yapmış? Hasmını öldür­ müş, ben onun hasmıyım beni öldürmüş. Ama mecbur olduğun için düşmanınla dostça yaşamayı öğreniyorsun. Burada ise katil­ ler, tecavüzcüler, hırsızlar var. Yani selam vereceğin adam yok. - Cezaevinden çıkışınız nasıl oldu? - Haluk Kırcı'yla aynı cezaevindeydik. İdama mahkûm olduk. Askeri Yargıtay bu kararı "suç maddesinin suç vasıflarına uyma­ dığı" gerekçesiyle bozdu. Sonra yeniden yargılandık, yedi kez idama mahkûm olduğumuzda bana Türk Ceza Kanunu'nun 59. maddesi uygulandı. 'İyi hal indirimi' olan bu madde hâkimin tak­ dir hakkıdır. Bu maddenin uygulanmasıyla her bir idam ayrı ayrı müebbette dönüştü. Ama TCK'nın 70. maddesine göre de birden fazla müebbet cezasının uygulaması yine idam cezasına dönüşür. Sonuçta bu indirim bir şey değiştirmedi. İdam mahkûmu olarak dosyalarımız onaylanmak için Meclis'e gitti. Sonradan bu 70. maddeyi değiştirdiler. Yeni hükümde müebbettin uygulanması 253

da müebbette dönüştürüldü. Böylece cezam idamdan müebbette döndü, Haluk Kırcı'nın cezası ise idamda kaldı. Kazanılmış hak olduğu için 59. madde üzerimizde kaldı. Af çıkınca da bu madde sayesinde tahliye oldum. - Hâlâ cezaevinde olabilirdiniz, indirimi uygulayan hâkimi hatırlı­ yor musunuz? - Hayır. Hangi birini hatırlayayım! Bu kararı verdiğinde bana faydası yoktu. Yasa değişince faydası ortaya çıktı. Kim bilir hangi milletvekilinin çocuğuna lazım oldu da 70. maddeyi değiştirdiler. Bize de faydası oldu. Faydası oldu da ne oldu! İdam cezasına mahkûm olanlar on yıl, müebbetle mahkûm olanlar ise sekiz yıl yatınca tahliye edilecek denildi. Ben ise 11 yıl yattım. Haluk Kırcı idam mahkûmuydu. On yıldan fazla cezaevindeydi. Dolayısıyla o da tahliye edildi. Bu arada evlendi, çocuk sahibi oldu. Sonra biri­ nin aklına geldi, bir adam yedi kez idam edilebilirmiş gibi her bir idam için ayrı hapis cezası verdiler. Böylece garip bir durum çık­ tı. Bundan sonra Haluk Kırcı'yı serbest bırakırlar mı? Açıkçası bil­ miyorum. Hesaplamalara göre bir iki yıl içinde çıkması lazım. Ama bırakmamak için bir şeyler icat ederler. Düşmanlarımız biz­ den intikamını alma gayretlerine devam edeceklerdir. Bu sorun değil ama dostumuz zannettiklerimizin ne yaptıklarına akıl sır erd iremiyoruz.

254

On Birinci Bölüm ASALA Operasyonlarının Silahları Özel Harp Dairesinden 1980 yılında suikast ve katliamlar doruk noktasına ulaştı. Ço­ rum ve diğer katliamların yanı sıra öyle suikastlar düzenlendi ki darbeye çağrı niteliğindeydi. 19 Temmuz'da 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim Dragos'daki evinin önünde öldürüldü. Yine tam bir kontrgerilla taktiğiydi. Sağdan birisinin öldürül­ mesine karşı soldan bir isim de öldürülüyordu. Zaten son aylar­ daki olaylarda toplumsal gerilimi yükseltmek ve halkı adeta dar­ beyi mecbur bırakmak için bu yöntem uygulanıyordu. Nihat Erim'in öldürülmesinden üç gün sonra bu kez işçi mü­ cadelesinin liderlerinden, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler kat­ ledildi. Yıllardır hem sivil unsurların hem de resmi olanların gerçek­ leştirdikleri olaylarla geliyorum diyen darbe 12 Eylül 1980 gü­ nünün sabahında geldi. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren komutasındaki Türk Si­ lahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Meclis feshedildi. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ka­ patıldı. 50 kişi idam edildi. 650 bin kişi gözaltına alındı. 30 kişi işken­ celerde öldürüldü. Yüzlerce insan kaybedildi. Öyle bir vahşet yaşandı ki bu ka­ yıpların sayısı bugün bile tespit edilemiyor. Bu kez darbeden MHP ve ülkücüler de nasibini aldı. Ancak başta Abdullah Çatlı ve Oral Çelik gibi devletle bağlantılı olan ve gerçekleştirdikleri katliam, cinayetlerle darbeye ortam hazırlayan kilit isimler çoktan yurtdışına kaçmıştı.

255

Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca'nın Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarından olduğu bilgisi 12 Eylül öncesinin aktif ülkücülerinden Metin Kaplan'dan geldi: "Çatlı, Kırcı ve Ağ­ ca Özel Harp Dairesi'ne bağlı çalıştı. Bahsettiğiniz isimler 'Anti te­ rör Birliği' adını kullanan MİT ve Özel Harp Dairesi tarafından eğitilmiş ancak CIA'nın kontrolündeki bir ekibin üyeleri olarak bu istikrarsızlaştırma operasyonunda aktif rol oynadı." Metin Kaplan, 1970'li yılların aktif ülkücü liderlerindendi. 1975'te siyasi bir cinaye­ tin faili olarak 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tam 10 yıl 5 ay ceza­ evinde yatan Kaplan, 1986'da tahliye oldu.* Kaplan'a göre Özel Harp Dairesi, CIA'nın istediği operasyonları yaptı. Kaplan, buna is­ pat olarak da Mahir Cayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere Operasyonu'nu gösteriyor: "Mahir Çayan'ın öldürülmesi bu iliş­ kinin ifşasıdır. Çatlı da o dönemde Amerika'daki Antikomünistler Birliği toplantısına katıldı." Darbe Planında Özel Harp Sivil unsurlarının cinayet ve katliamlarla ortam hazırladığı Özel Harp Dairesi, darbe planının uygulanmasında da aktif görev aldı. Darbe planını hazırlayan kişi Genelkurmay İkinci Başkanı Orgene­ ral Haydar Saltık'tı. Kenan Evren'in verdiği görevle Saltık, bu planı hazırlamak için darbeden tam bir yıl önce özel bir birim kurdu. Çok gizli tutulan bi­ rim bir dosya hazırladı; 4 Mart 1980'de Genelkurmay Başkanı Ke­ nan Evren ve kuvvet komutanlarına sundu. Özel birim, 'Bayrak Harekâtı' adı verilen darbe planını hazırlar­ ken en çok üç kurumdan yararlandı: Genelkurmay Harekât Başkan­ lığı, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Özel Harp Dairesi. Doğrudan Haydar Saltık'a bağlı olması nedeniyle istihbarat bil­ gilerinin kaynağı Özel Harp Dairesi'ydi. İşte bu süreçte Özel Harp Dairesi'nde iki kilit ismi vardı; Teoman Erkan ve Atilla Kurtaran. Erkan Kurmay Başkanı, Kurtaran ise Ha­ rekât Şube Müdürü'ydü.

*

Metin Kaplan, serbest kaldıktan sonra terör k o n u s u n d a araştırma y a p m a ­ ya başladı.

Matruşka, Corps

ve

Desise a d l ı

üç

kitabın

da

yazarı

olan

Kap­

l a n , k e n d i s i n i n d e i ç i n d e y e r a l d ı ğ ı 1 9 7 0 ' l i y ı l l a r ı e n iyi a n a l i z e d e n i s i m ­ l e r d e n biri k a b u l ediliyor.

256

Darbenin Getirdiği Başkan 12 Eylül darbesi Türkiye'nin miladı oldu. Sonraki yıllar için öyle bir dönüm noktası oldu ki, bugün bile her şey 12 Eylül önce­ si ve sonra diye anılıyor. Başta siyaset, kültür olmak üzere her alanda onarılamaz yaralar açtı. 12 Eylül'den sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayali Sovyetler Birliği işgaline karşı kurulan ancak böyle bir işgal olmayınca içerdeki komünistleri, muhalefeti hedef alarak darbenin gerçekleşmesi sürecinde en aktif rol alan Özel Harp Dairesi'nde 12 Eylül sonrası değişiklikler oldu. İlk değişen dairenin başkanı oldu. Tuğgeneral Aydın İlter, Ke­ nan Evren tarafından Özel Harp Dairesi'nin başına getirildi. İlter, Özel Harp Dairesi'ni ve faaliyetlerini çok iyi biliyordu. Kemal Yamak'ın başkanlığı döneminde kurmay yarbay olarak Özel Harp Dairesi'nde görevliydi. Özellikle harekât planlarıyla il­ gili söz sahibi bir subaydı. 1974 yılının başında Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Ya­ mak'ın Başbakan Bülent Ecevit'e verdiği ve dairenin ilk kez deşif­ re olduğu brifingde bulunan iki subaydan biriydi. Yamak'a yar­ dımcı olmak için bulunan İlter, dairenin kendi alanıyla ilgili bö­ lümleriyle ilgili olarak da Ecevit'e bilgi verdi. İlter, Özel Harp Dairesi'nin istihbaratının çöktüğü ve yeterli bilgiyi sağlayamadığı Kıbrıs Harekâtı sırasında da dairedeydi. Harekâttan sonra da TMT lideri olarak adaya gönderildi. Bu gö­ revi Çetin Başar'dan devralan Kurmay Albay İlter'in TMT'deki kod adı ise Mete Erdem'di.* Kıbrıs'taki görevinden sonra İlter, alay komutanı olarak Kars'a gitti. Bu sırada Sarıkamış'taki 9. Tümen Komutanlığı'nın başında Özel Harp Dairesi'nde birlikte çalıştığı bir tümgeneral vardı: Sabri Yirmibeşoğlu. Kars'ta görev yaptığı sırada Kahramanmaraş Katliamı yaşan­ dı ve sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Kars ile Erzurum da vardı. Bir yıl sonra da artık general ve tugay komutanıydı. Erzu*

A y d ı n İlter'in a d a d a b u l u n d u ğ u b u d ö n e m T M T ' n i n d a ğ ı l m a s ü r e c i y d i . B u n e d e n l e b a z ı a s k e r i k a y n a k l a r Ç e t i n B a ş a r ' ı s o n T M T lideri o l a r a k k a ­ bul ediyor.

257

rum Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı oldu. İlter'in görevi zordu, çünkü bu dönemde en çok olayların yaşandığı yerlerden biriydi Erzurum ve Kars... İki kentin halkı birbirine düşmandı adeta. İlter, bu görevlerden sonra yeniden Özel Harp Dairesi'ne dön­ dü, hem de başkan olarak.* A S A L A ' y ı O r t a d a n K a l d ı r m a Pazarlığı

Tarih: 27 Ağustos 1982. Yer: Kanada'nın başkenti Ottowa. Olay: Türkiye'nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Kur­ may Albay Atilla Altıkat bir suikast sonucu öldürüldü. ASALA'nın eylemlerinde ilk kez bir asker yaşamını yitiriyordu. Örgüt, Türk diplomatlara yönelik ilk eylemini 27 Ocak 1973'te Los Angeles'ta gerçekleştirdi. Türkiye'nin Los Angeles Başkonso­ losu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir öldürüldü. Bu iki cinayetten sonra Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Örgütü'nün (ASALA) Türk diplomatlara yönelik eylemleri hiç durmadı. Özellikle 1975'te dünyanın birçok kentinde peş peşe su­ ikastlar düzenlediler. 1982 yılına gelindiğinde örgütün öldürdüğü Türklerin sayısı 19'u bulmuştu. Ayrıca 140'ı aşkın da bombalama eylemi gerçek­ leştirdi. 8 Ağustos 1982'de bu kez eylem yerleri ilk kez Türkiye oluyor­ du. Levon Ekmekçiyan ve Zohrap Sarkisyan, Ankara Esenboğa Havalimanı'nın bekleme salonuna bomba attı, silahla ateş açtılar. 9 kişi öldü, 82 kişi de yaralandı. Sarkisyan da yaşamını yitirdi. ASALA'nın Türkiye'nin başkentinde, hem de en çok korunan bir havalimanında eylem yapması büyük yankı buldu. Devlet içinde "Neden bir şeyler yapmıyoruz?" sesleri yükselmeye başla­ dı. Bu konuda ilk hazırlık da MİT'te yapıldı. Teşkilatın Dış Ope­ rasyonlar Daire Başkanlığı hemen örgütle ilgili çalışmalara başla-

*

A y d ı n İlter, k a t ı o l m a y a n v e g e r e k s i z , d i s i p l i n e g i t m e d e n , bilgili, ö z e l l i k l e d e u l u s l a r a r a s ı ilişkiler k o n u s u n a h â k i m a s k e r m o d e l i y l e ' b ü r o k r a t a s k e r " k a v r a m ı n ı n askerlik l i t e r a t ü r ü n e g i r m e s i n e vesile o l a n isim oldu.

258

di. Bu çalışmalar sürerken Kurmay Albay Atilla Altıkat'ın öldü­ rülmesi üzerine Cumhurbaşkanı Kenan Evren, ASALA'yı bitire­ rek aktif bir mücadele kararı aldı. Bu mücadele görevi de daha önceden çalışmalara başlayan MİT'e verildi. Ama MİT'in başvuracağı tek kaynak vardı: Esenboğa eyleminde yakalanan Levon Ekmekçiyan. İlk kez bir ASALA militanı yakalanmıştı. Örgüt hakkında detaylı bilgi verilmesi du­ rumunda kendisine verilen idam cezasının uygulanmayacağı, af­ fedileceği sözü verildi. Bunun için tutuklu bulunduğu Mamak Cezaevi'ne giden ekibin başında ise MİT'in Cumhurbaşkanlığı'ndaki görevlisi ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in damadı Er­ kan Gürvit vardı. Ekmekçiyan da kendisine verilen bu söz karışlığmda tüm bildiklerini anlattı.* Alınan bilgiler üzerine teşkilatta ASALA'ya karşı düzenlene­ cek operasyonları yönetecek isimler belirlenmeye başlandı. Ope­ rasyonları yönetecek üst düzey yöneticiler MİT'in Dış İstihbarat Sorumlusu olan Kenan Evren'in kızı Şenay Gürvit, 12 Mart döne­ minde teşkilatın İstanbul Bölge Başkanı olan MİT Müsteşar Yar­ dımcısı Süleyman Yenilmez ve MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş oldu. Operasyonların alan sorumluluğu ise Metin Günyol'a verildi, Abdi İpekçi cinayeti soruşturmasında MİT adına yer alan görevli. Yöneticiler belirlenmişti ama ASALA'ya karşı operasyonları gerçekleştirecek ekipler belli değildi. Bu konuda ciddi tartışmalar yaşandı. Operasyonların tamamen MİT tarafından yapılmasını savunanlar da, Özel Harp Dairesi tarafından yapılmasını ve dışar­ dan yani sivil unsurlar tarafından yapılmasını isteyenler de oldu. Avrupa'da görev yapacak birinci ekibin sivil unsurlardan oluşturulmasına karar verildi. Bu sivil unsurların 12 Eylül'den önce Türkiye'yi kanan bulayan cinayet, suikast ve katliamların başındaki kişi olan Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının olmasına ka­ rar verildi. Çatlı'ya teklifi MİT'çi Metin Günyol götürdü. Günyol, İpekçi cinayetinde peşinde olduğu katillere şimdi devlet adına birlikte operasyon yapma önerisi götürüyordu. Bir süre önce İsviçre'de uyuşturucu ticaretinden yeni serbest

*

Levon

Ekmekçiyan'a

verilen söz tutulmadı ve 28 O c a k 1 9 8 3 ' t e Ankara

k a p a l ı c e z a e v i ' n d e i d a m edildi.

259

kalan Çatlı teklifi kabul etti. Ama şartları vardı: Türkiye'deki eki­ binin serbest bırakılması, cinayet ve katliam suçlarından aranan kendisi ve arkadaşlarına Türkiye'de dokunulmaması ve rahatça dolaşabilmeleri. MİT'in bu şartlara ne cevap verdiği bilinmiyor. Ancak zaman­ la ülkücü militanların teker teker yanlış hesaplamalar, aflar ve özel dosyalarla cezaevinden çıkmaları, yine Çatlı ve yanındakilerin Susurluk kazasına kadar Meclis'e girip çıkacak kadar serbest dolaşmaları bu şartlara "evet" denildiğini ortaya koyuyor. Çatlı da hemen ekibini kurdu, yardımcısı ise Oral Çelik'ti. Pe­ ki, ekipte başka kimler vardı? Bu konuda ortaya çıkmış bir belge bugüne kadar yok. Ancak konuşulan isimler oldu: Ünal Osmanağaoğlu, Müfit Sement, Mahmut Korkmaz, Samet Aslan, Recep Öztürk, Üzeyir Bayraklı, Rıfat Yıldırım, Yalçın Özbay. Oral Çelik'e göre eylem ekibi dört kişiydi, ancak diğer iki kişi­ nin adını vermiyor: "Bunu yapanlar dört kişi, bizden olan arkadaşlarımız beş kişi. Biri Abdullah Çatlı, biri ben. İki de başka kişi. Bu arkadaşın bir ta­ nesi daha önce buraya mahkemeye geçti mesela. Gizli celse oldu, mahkemeye geçti. 'Ben' dedi, 'bunları yaptım.' Kabul etmediler. Şimdi galiba Türkiye'de. Diğer dördüncüsü de Türkiye'de. Onun cezası zamanaşımına uğradı. Bunu biz yaptık. Dört kişiydik biz. ASALA'yı biz ortadan kaldırdık. Sonradan beşinci kişi aldık. Bel­ ki sağ değil o."* Silahlar Özel Harp'in Depolarından ASALA'ya karşı Avrupa'da yapılacak operasyonlar için oluş­ turulan tek ekip Çatlı ve arkadaşlarınınki değildi. Başka ekipler oluşturulmasına da karar verildi. Nuri Gündeş ikinci ekip için MİT elemanı Sabah Ketene'yi önerdi. Müsteşar adına operasyo­ nun başında olan Süleyman Yenilmez'in de öneriyi kabul etme­ siyle Ketene de ekibini oluşturdu. Ancak onun ekibi Çatlı'nınki kadar kalabalık değildi. Yanıma sadece iki Türkmen genç aldı. Sabah Ketene kimdi? 1939 Kerkük doğumlu. Liseyi doğduğu kentte, üniversiteyi

*

O r a l Çelik'in S u s u r l u k K o m i s y o n u ' n a verdiği ifade.

2fcO

Ankara'da okudu ve mühendislik bölümünden mezun oldu. As­ kerliğini Hava Kuvvetleri'nde asteğmen olarak yapan Ketene, bir süre inşaat ve turizm işleriyle uğraştı. Hayatı, 12 Eylül darbesin­ den sonra MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş'le tanışınca değişti. Teşkilata girdi. Kod adı ise 'Türkmen'di. Sabah Kete­ ne'nin simgesi hiç çıkartmadığı büyük altın yüzük ve altın saatti. ASALA'nın Beyrut'taki merkezine yönelik eylemler için de ekip oluşturuldu. Bu ekip tamamen resmi görevlilerden oluştu­ ruldu. MİT ve Özel Harp Dairesi karışımı oldu. Ekip lideri ise da­ ha önce aynı kentte görev yapan ve 12 Mart döneminin işkence sorgularının simgesi olan MİT yöneticisi Hiram Abas'tı. Ekip altı kişiden oluşuyordu. Abas ve başka bir MİT görevlisi. Diğer dört kişi ise Özel Harp Dairesi'nde görevli yüzbaşı ve binbaşılardı. Sabah Ketene ekibi Fransa'ya, Hiram Abas ekibi ise Beyrut'a gitti. Çatlı ve arkadaşları ise zaten Fransa'daydı. Eylemlerde kullanılacak silah, bomba ve diğer malzemeler ise Özel Harp Dairesi tarafından temin edildi. Bunlar büyükelçilikler vasıtasıyla yurtdışına çıkartıldı. Sıra eylemlere gelmişti artık. Ancak iki ekibin görevlendirildiği Avrupa'da hiçbir şey istenil­ diği gibi gitmedi. 22 Mart 1983'te Paris'te ASALA lideri Ara Toranyan'ın otomo­ biline bomba konuldu. Ancak bomba patlamadı. 1 Mayıs 1984'te Paris'te Henri Papazyan'ın otomobiline bomba konuldu ama yine patlamadı. Operasyonlar, 4 Nisan 1984'te Alfortville'deki Ermeni Anıtı'nın bombalanması, aynı gün bir itfaiye aracının bombalanması ve 25 Kasım 1984'te Salle Pleyel'deki boş bir konser salonun önü­ ne bomba konulması gibi küçük birkaç eylemle sınırlı kaldı. Ey­ lemler sonucunda anıt hafifçe yana eğildi, kaidesindeki haç hava­ ya uçtu.* İsviçre'de de benzer bir eylem girişiminde bulundular. Ama yapamadan geri kaçmak zorunda kaldılar. Yıllardır bu eylemlerin de Çatlı ve ekibi tarafından gerçekleş-

*

Enis

Berberoğlu,

Susurluk,

20

Yıllık

1 9 9 7 , s. 6 2 .

261

Domino

Oyunu,

İletişim

Yayınları,

tirildiği söylendi. Özellikle örgütün liderlerinden Ara Toranyan'a yönelik eylem ve yine örgütün liderlerinden Agop Agopyan'ın Çatlı tarafından öldürüldüğü destanımsı bir şekilde anlatılıyor. Oysa Çatlı bu sıralarda uyuşturucu ticareti suçundan Paris'te ce­ zaevinde tutukluydu. Daha da önemlisi Çatlı'ya mal edilen anıt ile spor salonunun bombalanması eylemleri de Sabah Ketene'nin ekibi tarafından gerçekleştirilmişti. Çatlı'nın cezaevine girmesiyle zaten ekibi da­ ğıldı. Ketene ekibi ise bir süre daha Fransa'da kaldıktan sonra ge­ ri döndü. Agop Agopyan'ın da örgüt içi hesaplaşma sonucu öldürüldü­ ğü bugün artık bilinen bir gerçek. Zaten Özel Harp Dairesi tarafından temin edilen patlayıcı maddeler de eylem gerçekleştiremedikleri için ellerinde kaldı. Çatlı ve ekibi bu malzemeleri Fransa'daki diğer ülkücülerin yar­ dımıyla sakladılar. Sonuçta ASALA'nın eylemlerinin durması ve örgütün dağıl­ ması, Çatlı'yla Ketene'nin ekiplerinin eylemlerinin sonucunda ol­ madı. Örgütün dağılmasının birinci nedeni içlerindeki fikir ayrı­ lıklarıydı. İkincisi İsrail'in Lübnan'da ele geçirdiği yerlerde örgü­ tün de üsleri bulunuyordu ve artık buraları kullanamadılar. Üçüncüsü ise eylemlerde Batı ülkelerinin de zarar görmesiyle ör­ güt desteğini tamamen kaybetti. Çatlı, 199ü yılında cezaevinden çıktıktan sonra kendisine veri­ len söz karşılığında katliam sanığı olarak aranmasına karşın Tür­ kiye'de serbestçe dolaştı. Aynı şekilde ekibi de. Yine katliam sanığı arkadaşları da Terörle Mücadele Yasası'nın değiştirilmesiyle 1991'de çıkartılan afla serbest kaldı. Ketene MİT'in Parasını İade Etmedi Sabah Ketene ve iki adamı ise 1985'te Türkiye'ye döndü. Nuri Gündeş'in teşkilattan ayrılmasından sonra da MİT'le çalışmayı sürdürdü. Ancak Nuri Gündeş'le ilişkisi hiç kesilmedi; kendisi ve ekibi için İstanbul Elmadağ'daki Cumhuriyet Caddesi üzerinde, Divan Oteli'nin karşısında turizm şirketi adı altında bir büro açtı. Gündeş de bu büroya sık sık gelip giderdi. Susurluk Raporu'nun kamuoyuna açıklanmayan sayfalarında yer alan bilgilere göre, Ketene ve ekibi terörün en yoğun olduğu dönemde, turistik böl262

gelerde meydana gelen patlamalara karşı misilleme olarak Yuna­ nistan'da orman yaktı! Ketene'nin bu dönemdeki diğer bir eylemi ise 1994'te Danimarka Kürt Dernekleri Federasyonu Başkanı İm­ dat Yılmaz'a yönelik suikasttı. Saldırıda vücuduna çok sayıda kurşun isabet eden Yılmaz ağır yaralı olarak kurtuldu. Nuri Gündeş'in adamı olarak bilinen Ketene'nin zamanla teşkilatla sorun­ lar yaşamaya başlaması da 'kimlik' düşkünlüğünden oldu. Hak­ kında başlatılan iki idari soruşturmadan birinin nedeni sık sık git­ tiği memleketi Kerkük'te kurum tarafından verilen kimliği çevre­ sine göstermesiydi. Ketene bu soruşturmayı uyarı cezasıyla atlatsa da MİT'in yeniden yapılandırıldığı 1995 başında daha büyük bir soruşturmayla karşılaştı. Yeni suçlamanın nedeni özel bir görev için kendisinde bulu­ nan yüklü miktarda para ve pasaportları teşkilata teslim etme­ mekti. Para ve pasaportlar için, "Evime hırsız girdi, hepsi çalın­ dı," dese de Ketene'nin savunmasını yeterli bulmayan MİT, hak­ kında zimmet suçlamasıyla soruşturma başlattı. Bunun üzerine Ketene emekliliğini isteyip teşkilattan ayrıldı. MİT'le ilişkisi kesilen Ketene bu kez Kuzey Irak'ta Türkmenle­ ri örgütlemeye başladı. Irak Türkmenleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanlığı ya­ pan Ketene, Irak Türkmen Cephesi'ni kuran kişiydi. ABD'nin Irak işgalinden sonra ekibiyle PKK'ya yönelik Kuzey Irak'ta düzenle­ nen eylemlerde yer aldı. Özellikle Erbil'deki faili meçhul cinayet­ lere adı karışan Ketene, 22 Nisan 2()()6'da Kerkük'teki evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Doğum yeri olan Kerkük'te toprağa verilen Ketene için Türki­ ye ve Danimarka'daki Türkmen derneklerince anma törenleri dü­ zenlendi. Ölümüne yol açan saldırının ilginç yanı ise eylemi PKK'nın da, Kuzey Irak'taki başka bir grubun da üstlenmemesiydi! Operasyonları ve bunları gerçekleştirdiği söylenen iki ekibi de en iyi bilen MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş'ti. Bunları Nuri Gündeş'e sorduk: - ASALA'ya karşı yapılan operasyonların başında siz mi vardınız? - Eylemleri ben organize ettim.

263

- Operasyonlar için siz de yurtdışına gittiniz mi? - Hayır gitmedim. Ne yaşım ne de rütbem müsaitti. Elimde maşa varken niye elimi yakayım. - Kaç ekip vardı? Sadece Abdullah Çatlı grubu muydu? - Bir ekip değildi. Adamlar aynı kompartımandaydı ama bir­ birlerini bilmiyorlardı. Yakalandıklarında devlet zor duruma düş­ mesin diye gizlilik önemlidir. - Diğer ekipler kimlerdi? - Oraya girmeyelim. Bunlar insanla Allah arasındaki şeyler. Ki­ taplarda var bunlarla ilgili bilgiler ama hiçbiri doğru değil. -ASALA operasyonlarının başarılı olmadığı ve birkaç küçük eylem­ le sınırlı kaldığı iddiası var. Tartışmalar da hep Çatlı üzerinden oldu... - Başarılı oldu. Bu başarı sonucunda Ermeni terörü durdu. Bir kişiyi dışarıda operasyonda kullanabilmeniz için onun görev ve yerel maskesi müsait olmalı. Şimdi ben seni göndersem 3 gün sonra yakalanırsın. Oraları iyi bilen, etrafına kendisini hissettir­ meyecek birini seçmekten daha doğal bir şey olamaz. - Siz mi seçtiniz Çatlı'yı? - Kimin seçtiğinin önemi yok. Bu milli mücadeleydi. Terör memleketi hedef almıştı, buna karşılık adamlar hizmet etti mem­ lekete. Niye bu kurcalanıyor anlamıyorum. Terör devam mı etsey­ di yani? Memleketi sevmek lazım. Bu tür operasyonlarda görev alacak kişide milliyetçilik önemli bir motiftir. Bunu parayla da güçlendirirseniz daha güzel oluyor. - Alaattin Çakıcı ASALA operasyonlarında var mıydı? - Yoktu. Benim zamanımda MİT'le ilişkili değildi. Ben emekli olduktan sonra Divan'ın lobisinde gördüm. "Kim bu?" diye sor­ dum arkadaşlara. "Çakıcı," dediler. İlk defa orada gördüm. Ben daha sonra başıma, dolayısıyla devletin başına dert olacak adam­ larla hiçbir zaman işbirliği yapmadım. Ama bazen tesadüfler, mecbur bırakıyor insanı. Karşılaşınca "Niye bana görev vermi­ yorsunuz, benim ötekinden ne eksiğim var," diyorlar. Mecbur ka­ lıyorsunuz.

2 6 4

- Ekiplerden biri de Kuzey Irak'ta öldürülen Sabah Ketene grubuy­ du. Ketene size yakın mıydı? - Ketene bize adam bulurdu. Bu tür kişilere 'spoter' denir. İs­ tediğimiz sıfatlarda adamlar bulurdu. Bağdat'ta görev yaptığım zamandan beri tanıyordum. Teşkilatta çalıştı ama daha çok Kuzey Irak'ta. - Ketene'nin öldürülmesini hiçbir örgüt üstlenmedi? - Bana göre gizli servisler öldürdü. Çünkü deşifre olmuştu. - Beyrut'taki operasyonda görev alan Hiram Abasın ölümü üzerin­ deki sır perdesi de kalkmadı hâlâ... - Bunlar defalarca teşkilata girip çıktılar. Bu kadar zorlamak doğru değil. Abas, ilk istifasını bana getirdi. Bana çok saygı duy­ duğunu söyledi. İstifasına şartlar yazmış bol bol. Böyle istifa ol­ maz dedim. Sebebini yazar, iki satırlık bir şey getirirsin dedim. Maaş sorunu vardı. "Bekle düzelecek," dedim. - Size bilgi geldi mi ölümüyle ilgili? - Hayır gelmedi. Hiram Abas, kendine çok güvenirdi, silah­ şordu. Bir yakınına vurdurmuş olabilirler. Çünkü, yakınını görür­ se ona silahla davranmaz. Tam bilmiyorum, çünkü o dönemde görevde değildim. Silah ticareti yapıyordu o zaman. Silah satıyor­ du yani. Çalışkan birisiydi, ama kavgacı ve fevriydi. ASALA Operasyonlarına Karşılık Rehin ASALA operasyonları hakkında detaylı bilgiye sahip isimler­ den biri de Ercüment Gedikli. Abdullah Çatlı'nın MİT'in operas­ yon teklifini kabul ederken öne sürdüğü şartlardan biri de Ercü­ ment Gedikli'nin serbest bırakılmasıydı. 1991 yılında afla serbest bırakılan Gedikli'ye göre Çatlı'ların operasyonları kabul etmesi için kendisi rehin olarak cezaevine konuldu: "Bahçelievler davasında sıkıyönetim mahkemeleri ihtilal mah­ kemelerine dönüştükten sonra 7-8 ay dışardan mahkemeye de­ vam ettim. Delil durumunda önemli bir değişiklik olmadığı için benim durumumda da bir değişiklik olmadı. Durup dururken bir duruşmada tutuklanmama karar verdiler. Tabii yapılması gere265

ken atlayıp yurtdışına gitmekti ama yapmadık. Hangi planın, programın parçasıydı bilmiyorum ama emirle tutuklandık. Ya da rehin mi alındık? Çünkü o dönemde bir ASALA terörü vardı. On­ dan sonra bir şekilde bir şeyler oldu ASALA terörü bitti. Bana gö­ re rehin alındım. Ben tutuklandıktan sonra ASALA'ya karşı ope­ rasyonlar başladı." Gedikli'ye doğrudan ASALA operasyonlarında yer alması için bir teklif gelmemiş, ancak PKK'ya karşı operasyon teklifine ise o sıcak bakmamış: "PKK hadisesi yeni çıktığı zamanlarda böyle şeyler gündeme geldi. Ama o dönemde cezaevindeki ülkücü mahkûmların psiko­ lojisi bu tür operasyonlara katılmaya uygun değildi. Çünkü her­ kes de biliyor ki ülkücü kesim devlete sahip çıkmak, devleti koru­ mak, kollamak gibi bir misyonu olduğunu varsayarak olayların içine girdi. Ama cezaevlerinde kendilerine farklı bir muamele ya­ pılmadığını gördüler. Hatta uğruna kan döktükleri, can verdikle­ ri İstiklal Marşı gibi değerlerin kendilerine işkence unsuru olarak kullanıldığını da gördüler. Cezaevindeki ülkücüler operasyon teklifine hazır değildi. Çatlı'yla ASALA operasyonlarını konuş­ tuk. Ancak o dönemde elimizde bir telefon olsaydı Avrupa'daki arkadaşlar telefon açıp da 'operasyon yapacağız ne dersin' desey­ di ne diyeceğim konusunda emin değilim. Bırakın herkes kendi işini kendi görsün de diyebilirdim. Halk arasında bir deyim var: Hayvan terli!" Gedikli, ASALA operasyonlarıyla ilgili ilginç bir iddiayı orta­ ya attı: "Ermeni anıtı bombalanmıştır, ilk eylem ama o eylemi yapan MİT'in kendi elemanlarıdır. Beceremediler ve yakalandılar. On­ dan sonra arkadaşlarımıza teklif götürdüler." Uçak Operasyonunda Özel Harp Timi Darbeden sonra Özel Harp Dairesi'nin hareketli günleri geri­ de kaldı. Yalnızca ASALA operasyonları oldu. 12 Eylül öncesi yıl­ larca hazırlanmaya çalışan ortam yaratılmış ve darbe gerçekleşti­ rilmişti. Hedef olan içerideki komünistler de idam edildi, cezaevi­ ne konuldu. Canını kurtaranlar ise yurtdışına çıktı. Bu dönemde Özel Harp Dairesi'nin yapısında yeni değişiklik2 6 6

lere gidildi. Amerika Özel Kuvvetleri örnek alınarak operasyonel görevler üstlenecek özel birlikler oluşturuldu. Bu timler için ka­ rargâhta özel bir yer ayrıldı. Dışardan sivillerin bu bölüme girişi yasaklandı. Sürekli eğitim gören bu birlik herhangi bir operasyon­ da verilecek görevi bekliyordu. Darbenin üzerinden daha bir ay geçmemişti ki, 13 Ekim 1980'de, Münih-İstanbul seferini yapan THY'nin uçağı yolcularıyla birlikte Diyarbakır'a kaçırıldı. Korsanlar Hasan Güneşer, Yıl­ maz Yalçıner, Ömer Yorulmaz ve Mekki Yassıkaya'nın niyeti uça­ ğı İran'a götürmekti. Bu sırada Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyeleri de askeri tatbikat için Diyarbakır'daydı. Kentte büyük bir gerginlik vardı. Havaalanı ve kentin her tarafında büyük önlemler alan 7. Ko­ lordu Komutanı ise eski bir özel harpçiydi: Kemal Yamak. Korsanların yolcuları serbest bırakmaması üzerine Kara Kuv­ vetleri Komutanı Nurettin Ersin, operasyon yapılmasını istedi. Kenan Evren'in de onay vermesi üzerine yolcuları ve mürettebatı kurtarma operasyonu yapılması kararı alındı. Ancak kurtarma operasyonunu hangi birlikler gerçekleştire­ cekti? Kemal Yamak'ın başında bulunduğu 7. Kolordu Komutan­ lığı bünyesinde bunu gerçekleştirecek ekip yoktu. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin'in önerisi Özel Harp Dairesi'nin özel birliklerinin gerçekleştirmesiydi. Bunun üzerine Diyarbakır'dan Özel Harp Dairesi Başkanı Aydın İlter arandı. Aydın İlter de operasyon için hemen Özel Birlik Komutanlığı'ndan timin hazırlanması emrini verdi. Timin başında binbaşı Korkut Eken vardı. Ancak timin, tim komutanı Korkut Eken'den bile başarılı ve operasyonun en gerek­ li olan subayı yüzbaşı Erdoğan Gürkan cezalıydı.* Özel Harp Dairesi Başkanı Aydın İlter, sivillerin girmesinin ya­ sak olduğu özel birliklerin karargâhına ziyaretçisini aldığı için Gürkan'ın hapse konulmasına karar vermişti. Yüzbaşı Erdoğan Gürkan olmadan operasyona çıkılması mümkün değildi. Bunun üzerine Aydın İlter, Erdoğan Gürkan'ı affetti ve özel tim ekibi Diyarbakır'a gitti. Uçağa operasyon düzenleyen özel ekip ile korsanlar arasında *

S a y g ı Ö z t ü r k , Devletin Derinliklerimle, Ü m i t Yay., 2 0 0 5 , s. 3 6 - 3 7 .

267

çatışma yaşandı. Uçağa ilk giren kişi de yüzbaşı Erdoğan Gürkan oldu. Türkiye'nin 1970'li yıllar boyunca kan gölüne çevrildiği illegal operasyonlardan sonra Özel Harp Dairesi birlikleri ilk kez legal bir operasyonda görev yapıyorlardı. Bu nedenle zorluk çektiler! Uçak operasyonunda özel bir birlik de dışarıda hazır bekliyor­ du, içerdeki operasyon bittikten sonra tim elemanları teker teker dışarı çıkmaya başladı. Bu sırada dışarıda bekleyen özel birlik personelinden biri, korsan zannederek uçaktan inen Yüzbaşı Suat Karadağ'a ateş etti. Kurşun Suat Karadağ'ın paçasını delip geçti.

268

On İkinci Bölüm PKK'ya Karşı Özel Harp Dairesi Tuğgeneral Aydın İlter, Özel Harp Dairesi Başkanlığı görevini tam üç yıl yürüttü. Tuğgenerallikteki süresi de doluyordu. İlter,* görevini 1983'te Tuğgeneral Cumhur Evcil'e devretti. Kıbrıs ve Türk Mukavemet Teşkilatı denildiğinde akla gelen ilk isimlerden ve Özel Harp Dairesi'nin başına atandığında en parlak generallerden biri olan Cumhur Evcil, 1938 yılında Yoz­ gat'ta dünyaya geldi. Harp Okulu'nu 1957'de bitirdi. 1964 yılında Kıbrıs'a gitti. TMT, daha yeni yerüstüne çıkmıştı. Üsteğmen Evcil'in TMT içindeki kod adı 'Zafer Bey'di. Yıllarca adada mücadele etti. Kıbrıs Harekâtı'nda da yer aldı. Aradan 10 yıl geçmişti ve rütbesi artık kurmay binbaşıydı. Adaya çıkarma­ nın en önemli unsurunu oluşturan Hava İndirme Tugayı'nın istih­ barat sorumlusuydu. Dönüşte Genelkurmay Karargâhı'nda göreve devam etti. Ge­ nelkurmay Başkanı Kenan Evren'in 1979 yılında 12 Eylül darbesi­ nin planını yapması için görevlendirdiği Genelkurmay İkinci Baş­ kanı Haydar Saltık'ın oluşturduğu birimdeki iki subaydan biriy­ di: "O zaman kurmay albayım, Sayın Haydar Saltık beni davet et­ ti ve içinde bulunduğumuz durum nedeniyle bir özel çalışma

*

Özel

H a r p Dairesi

Başkanlığı'ndan ayrılan Aydın

İlter d e k e n d i n d e n ö n ­

c e k i k o m u t a n l a r K e m a l Y a m a k , S a b r i Y i r m i b e ş o ğ l u gibi a s k e r l i k m e s l e ğ i ­ nin basamaklarını takılmadan yükseldi. 7. Kolordu Komutanlığı yaptık­ tan sonra 1991

y ı l ı n d a b i r i n c i s ı r a d a n o r g e n e r a l l i ğ e terfi e t t i . D a h a s o n r a

K a r a Kuvvetleri K u r m a y Başkanlığı yaptı. J a n d a r m a Genel K o m u t a n ı E ş ­ r e f Bitlis'in atandı.

1993'teki

uçak

faciasında

Kara Kuvvetleri K u r m a y

yaşamını

Başkanı

yitirmesi

y ı n c a y e r i n e K o r g e n e r a l A t i l l a A t e ş g e t i r i l d i . A y d ı n İlter, e m e k l i y e a y r ı l a r a k askeri üniformasını ü z e r i n d e n çıkarttı.

269

üzerine

yerine

yapılacak orgeneral bulunama­ 1995 yılında

yapmamız gerektiğini ifade ettiler. Tabii heyecanlandım, duygu­ landım. Hemen kısa bir süre içinde böyle bir çalışma grubunu oluşturduk. Ve çok gizli olarak, hiç kimse bizim böyle bir çalışma yaptığımızdan, Haydar Saltık ve komutanlardan başka kimsenin haberi olmadı. Biz devamlı onların ihtiyaç duydukları fikirleri ürettik. Alternatifler halinde ürettik, seçim daima onlara aittir." Albay Cumhur Evcil, darbe gerçekleştikten sonra Milli Güven­ lik Konseyi'nde görev yapmaya başladı. Milli Güvenlik Konseyi Genel Koordinatörü Işık Biren'e bağlıydı. Yeri ise TBMM'deydi. Evcil, kanunları yapmakla görevli komisyonların başındaki isim­ di. Darbenin getirdiği yasaların büyük kısmı Evcil'in döneminde yürürlüğe girdi. Bu dönemde Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'dı ve çıkacak kanunlarla ilgili Ozal ile Evcil arasında büyük anlaşmazlıklar ya­ şanıyordu. İkili sık sık karşı karşıya geliyorlardı. Özal seçimlere girmek için 1983 yılında ANAP'ı kurarken, ge­ leceğin genelkurmay başkanı gözüyle bakılan Cumhur Evcil de tuğgeneralliğe yükseldi ve Özel Harp Dairesi'nin başına geçti. PKK Saldırıları Başlıyor Özel Harp Dairesi'nden her yıl bir ekip Amerika ve Almanya'daki Amerikan Özel Kuvvetleri'nin kamplarında eğitime gön­ deriliyordu. Ancak Diyarbakır'daki uçak kaçırma operasyonu dikkate alınarak operasyonu gerçekleştirecek özel birlik timleri­ nin yetiştirilmesine ağırlık verildi. Amerikan Özel Kuvvetleri Komutanlığı'nın eğitim kampları­ na daha fazla özel harpçi subay gönderilmeye başlandı. Giden ye­ ni ekip içinde ilk iki sırayı alan iki isim vardı: Korkut Eken ve Eş­ ref Hatipoğlu. Amerikan özel harpçilerinin aldıkları kontrgerilla eğitiminin aynısını aldılar. Bellerine kadar gelen bataklığın ortasına bırakılı­ yorlar, iki saat sonra gelindiğinde çıkan, eğitime devam ediyordu. Yine çok az bir yiyecekle ormanlık araziye bırakılıyor, dört gün sonra yeni yiyecek veriliyordu. Sorgulama, sabotaj, yeni silahların denenmesi, uçağa, trene operasyon düzenlenmesini tüm detayla­ rıyla öğrenen ekipteki Eşref Hatipoğlu, eğitimin devamını şöyle anlatıyor:

270

"O eğitimler insanın fiziksel ve tahammül gücünün çok öte­ sindeydi. Bu nedenle yüz kişi eğitime başladıysa ancak üçte biri tamamlayabiliyordu. Örneğin bir cangıl yürüyüşü var ki inanıl­ maz bir olay. Tam 21-22 saat yürüyorsunuz. Yürürken rüyalar gö­ rüyorsunuz* Amerika'ya gönderilen bu ekiplerin dönmesiyle birkaç yıl ön­ ce oluşturulan ama çok etkin olmayan Özel Birlikler Komutanlığı tam olarak faaliyete geçti. Özel Birlikler Komutan Yardımcılığına Korkut Eken getirildi. Hem Eken hem de Amerika'da eğitim alan subaylar merkezin yanı sıra Özel Harp Dairesi Bölge Başkanlıkla­ rı'na dağıtıldı. Bu kişiler de kamplarda Amerika'dan öğrendikleri eğitimi yeni subay ve astsubaylara aktardı. En sıkı eğitimler Korkut Eken'in başında bulunduğu Ankara'daki merkez kampında yapılıyordu. Çünkü Eken, Ameri­ ka'dan gelirken Amerikan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın bu eğitim talimnamelerini yanında getirmişti. Bu talimnameler daha sonra Türkçeye çevrildi ve aynen uygulandı. Öldürme olaylarının nasıl yapılacağının bile tüm detaylarıyla yer aldığı bu eğitim programları hâlâ uygulanıyor.** 1984 yılına gelindiğinde iki yıl süren bu sıkı eğitimlerin sonun­ da Özel Harp Dairesi'nde Özel Birlik Komutanlığı'na bağlı özel timlerin sayısı dört olmuştu. Bu özel timler tamamen subay ve astsubaylardan oluşturuldu. Tim komutanları ve yardımcıları Amerika'da eğitim almış subay­ lardan seçildi. Yeni timlerin oluşturulması çalışmaları sürerken 15 Ağustos 1984 günü akşam saat 21.00 sıralarında Siirt'in Eruh ve Hakkâ­ ri'nin Şemdinli ilçeleri silahlı bir grup tarafından basıldı. Türkiye ilk kez böyle bir eylemi yaşıyordu. Büyük bir şaşkınlık vardı. Çünkü 12 Eylül darbesiyle tüm ör­ gütler çökertilmişti. Liderler cezaevindeydi, gerisi de yurtdışına çıkmıştı. Baskını gerçekleştirenler ise adını ilk kez bu eylemle duyuran PKK'ydı. Örgütün kuruluşunu ilçe basarak duyurdular. Kuruluş bildirisini caminin hoparlöründen okudular.

* f

*

S a y g ı Ö z t ü r k , a.g.e., s. 6 5 . Korkut Eken'in

iddiasına

göre bu

programları

Amerikalılar vermedi,

kendisi çalmıştı. T ü r k i y e ' y e döneceği g ü n bunları g i z l i d e n almıştı.

271

Örgütün kurucularından Mahmut Korkmaz liderliğindeki PKK'lı grubun bastığı Eruh'ta Süleyman Aydın adlı asker yaşamı­ nı yitirdi. Roketatarların da kullanıldığı Şemdinli'deki baskında da grup PKK'lı olduklarını ve yakında da Kürdistan'ı kuracaklarını anla­ tan bildiriyi okudu. Burada da astsubay Mehmet Arıbaş yaşamını yitirdi. Saatlerce süren baskının ardından PKK'lı grup gitmişti. Halk, kendilerine bildiri okuyanlar için "Kimdi bunlar?" diye soruyor­ du. Ankara'daki yetkililer haberi gece yarısı aldı. Sabah olunca da tüm Türkiye, ilçeler basıldı haberiyle sarsılıyordu. Aynı gün baskını gerçekleştiren örgütün kim olduğu ve iki il­ çe baskınını gerçekleştirenlerin kaç kişi oldukları ve nerelerden geldikleri tespit edildi. Örgüt gerilla savaşını başlatmıştı. Ne polis ne de bölgedeki jandarma bu tarz bir mücadele yürü­ tebilirdi. Yine de jandarmanın içinde özel harp eğitimi almış su­ baylar vardı. Aradan hayli zaman geçmesine karşın PKK'lı gru­ bun yerleri tespit edilemedi. Sonunda yetkililerin aklına gerilla savaşı denince uçak kaçır­ ma operasyonunda kazanılan tecrübeyle Amerika'da gerillaya karşı kontrgerilla eğitimi alan Özel Harp Dairesi'nin özel birlikle­ ri geldi. Bu birlik timlerinin Güneydoğu'ya gönderilmesine karar ve­ rildi. Türk Mukavemet Teşkilatı'ndaki tecrübelerinden hareketle Özel Harp Dairesi Başkanı Cumhur Evcil, Özel Birlikler Komutanlığı'na bağlı dört timin de hemen hazırlanması emrini verdi. İzmir'deki Özel Harp Bölge Başkanlığı'ndan da subaylar ekibe takviye edildi. PKK'lı grubun sayısı 67 olarak tespit edilmişti. Doğru dürüst eğitim almayan PKK'lı gruba karşılık mevcut dört timin yeterli olacağı düşünüldü. Ve dört özel tim bölgeye kaydırıldı. Timlerin başında Amerika'da eğitim alan Binbaşı Korkut Eken vardı. Üç tim PKK'lı grubun çoğunlukla olduğu yer istihbaratı alınan Sa­ son'a, bir tim de Dargeçit'e yerleşti. İlk haber Dargeçit'ten geldi. Yıllardır illegal ve yeraltı denilen gizli operasyonlarla gündeme gelen Özel Harp Dairesi'nin resmi görevlileri PKK'lı grupla çatışmaya girdi. Astsubay Yüksel Batır 272

yaşamını yitirdi. Batır, Özel Harp Dairesi'nin ilk şehidi kabul edil­ di. Bugün de terörle mücadeleyi binlerce personeliyle Özel Kuv­ vetler Komutanlığı adını alan Özel Harp Dairesi yürütüyor. Yeni Komutan Tamburalı Paşa Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Cumhur Evcil, 1986 ağustos ayındaki askeri şûrada birinci sırada tümgeneralliğe yük­ seldi. Tuğgeneral Aydın İlter'den aldığı bu görevi üç yıldır sürdü­ ren Evcil döneminde Özel Harp Dairesi'nde önemli değişimler yaşandı. Bunlardan en önemlisi gizli faaliyetleriyle bilinen daire­ nin PKK'ya karşı operasyonlarda görev alması oldu. Bu bir an­ lamda örgütün artık tam anlamıyla yerüstüne çıkmasının başlan­ gıcıydı. Başkanlık döneminde Cumhur Evcil'e en büyük desteği Ge­ nelkurmay Harekât Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu verdi. Özel Harp Dairesi de Genelkurmay Harekât Başkanlığı'na bağlıydı. Yani Evcil'in, Genelkurmay Başkanı ve bağlı bulunduğu Genelkurmay İkinci Başkanı'ndan önce Yirmibeşoğlu'na karşı sorumluluğu var­ dı. Yirmibeşoğlu'nun da Özel Harp Dairesi eski başkanı olması ve bu nedenle daireyi çok iyi bilmesi nedeniyle Evcil'le çok uyumlu çalıştılar. Tümgeneral olmasıyla birlikte Özel Harp Dairesi Başkanlığı görevini tamamlayan Evcil, 3. Ordu Komutanlığı Kurmay Baş­ kanlığına atandı. Ordu Komutanı ise Sabri Yirmibeşoğlu olmuştu.* Özel Harp Dairesi'nin yeni başkanı ise Tuğgeneral Hasan Kundakçı oldu. Kundakçı'nın bu göreve getirilmesinin en önemli nedeni Güneydoğu'da başlayan terör olaylarını çok iyi bilmesiydi.

*

En parlak general olarak görülen ve d a h a tuğgeneralken geleceğin genel­ kurmay

başkanı

olarak

yüksek askeri ş û r a d a

görülmeye

başlanan

Cumhur

Evcil,

1990'daki

k o r g e n e r a l o l m a y ı b e k l e r k e n s ü r p r i z bir ş e k i l d e

e m e k l i y e s e v k edildi. B u k a r a r ı n T u r g u t Ö z a l ' ı n isteği y ö n ü n d e alındığı bilinen bir ş e y d i . Ç ü n k ü 1 2 Eylül d a r b e s i n d e n h e m e n s o n r a B a ş b a k a n Y a r d ı m c ı s ı O / a l ile y a s a l a r ı h a z ı r l a m a k t a o l a n k o m i s y o n l a r ı n b a ş ı n d a b u ­ l u n a n C u m h u r E v c i l sık s ı k k a r ş ı k a r ş ı y a g e l i y o r d u .

273

PKK'nın ilk saldırılarının başladığı 1984'te Güneydoğu'da tu­ gay komutanıydı. Ve Eruh baskınını gerçekleştiren PKK'lı grubun peşindeki isimdi. Diğer komutanlardan farklı bir profil çizen ve çatışmalara biz­ zat katılması nedeniyle 'Tamburalı Paşa' olarak anılan Kundakçı, 1937 yılında Afyon Sandıklı'da doğdu. 1952'de Afyon Lisesi'ne başladı. Ama ailesi askeri okulda karar kılınca iki yıl sonra Kuleli Askeri Lisesi'ne geçiş yaptı. 1957'de de Kara Harp Okulu'nu biti­ rip teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katıldı. 1961-1962 yıllarında Kore'deki Türk bölüğünde takım komutanlığı yaptı. Daha sonra Türkiye'nin değişik yerlerinde görev yapan Kundak­ çı, 1971 yılında Kara Harp Akademisi'ni, 1977'de de Silahlı Kuv­ vetler Akademisi'ni bitirdi. Özel Harp Dairesi'nin Kıbrıs Harekâ­ tı nedeniyle en hareketli olduğu dönemde, 1973-1977 yılları ara­ sında Atina'da askeri ataşeydi. 1979 yılında da her özel harpçi komutanın uğradığı yer olan Kıbrıs'taki alayın komutanlığını yaptı. 1984'te tuğgeneralliğe yükselen Kundakçı, 70. Piyade Tugay Komutanı oldu ve Siirt Sı­ kıyönetim Komutan Yardımcılığı'na getirildi. Bu sırada PKK bas­ kınları yaşandı. İki yıl sonra da beklediği görev olan Özel Harp Dairesi'nin başına geçti. Özel Harp'ten Polislere Eğitim PKK'nın Eruh ve Şemdinli baskınlarında polis ekipleri etkisiz kaldı. Zaten polisin görev alanı kent merkezleri olduğu için kırsal alanda etkinlik gösteremiyordu. Çünkü kent koşullarına göre eği­ tim alıyorlardı. Güneydoğu'ya sevk edilen Özel Harp Dairesi'nin özel birlikle­ ri de yetersiz kaldı. PKK'nın Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra polisin de terör olaylarında aktif mücadele etmesi için em­ niyette de Özel Harp Dairesi'nin özel birlikleri gibi timler oluştu­ rulması kararlaştırıldı. Bu timlerin oluşturulması hazırlıkları ise iki yıl öncesine daya­ nıyordu. ASALA'nın 7 Ağustos 1982 Ankara Esenboğa Havalimanı'ndaki eyleminden sonra polis teşkilatında 'özel harekât' kursu açıldı. Ağır koşullar için fiziki yeterlilikleri bulunan polisler sı­ navla kursa alındı. Normal polislerin zorlanacağı operasyonlar 274

için yetiştiriliyorlardı; kaçırılan bir uçağa müdahale, rehineleri canlı kurtarmak, rehineli ev operasyonu, gemi hatta otobüs ope­ rasyonu... Ardından özel harekât kursunu tamamlayan bu polislerin bir kısmı Amerika'ya bir kısmı da Almanya'ya özel harp eğitimine gönderildi. Almanya'ya giden ekipte sonradan Susurluk kazasıy­ la ortaya çıkan çetenin lideri olmaktan mahkûmiyet alan İbrahim Şahin de vardı. Dört ay eğitim gören ekiplerin Türkiye'ye döndüğü günlerde PKK baskınları yaşandı. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük, Özel Harp Dairesi'nin ekiplerine destek olmaları amacıyla operasyonlarda Almanya'da ve Amerika'da özel hare­ kât eğitimi gören polislerin de görev almasını istedi. Bu öneriye ne Genelkurmay Başkanlığı ne de Özel Harp Dai­ resi sıcak baktı. Bir süre sonra Emniyet Genel Müdürlüğü bu kez de özel harekât polislerinin Özel Harp Dairesi'nde görevli subay ve astsubaylar tarafından eğitime tabi tutulmaları önerisini getir­ di. Genelkurmay Başkanlığı bu kez onaylayınca Ankara Gölbaşı'nda eğitim alanı oluşturuldu. Özel harekât polislerini eğitmele­ ri için Özel Harp Dairesi'nden bir ekip görevlendirildi. Ekibin subay kadrosunda üç asker vardı: Yarbay Korkut Eken, Yüzbaşı Yavuz Ataç ve Yüzbaşı Kâşif Kozinoğlu. Bu özel harpçi subaylar, özel tim polislerini kırsal alanda da operasyon yapacak şekilde eğitti. Eğitimini tamamlayan ilk polis özel timi Güneydoğu'ya Özel Harp Dairesi'nin birliklerine yar­ dımcı olmaları amacıyla gönderildi. Tl kişiden oluşan timin tüm mensupları üniversite mezunuydu ve hepsi komiser sınıfındandı. Timin operasyon amiri ise İbrahim Şahin'di. Özel Harp Dairesi subayları sonra ikinci ve üçüncü grup özel harekât polislerini yetiştirdi. Daha sonraki kurslara subayların ya­ nı sıra ilk kurslardan mezun olan komiserler de öğretmen olarak katıldı. Her kurs döneminde mezun olanların sayısı 40'tı. Bu ekipler Asayiş Dairesi Başkanlığı bünyesinde Özel Harekât Şubesi'nde görev yapmaya başladı. Bu özel timci ekipler üçer ay­ lık süreyle Güneydoğu'ya gönderildi. Üç ay kalan ekip Ankara'ya geri geliyor ve bir ay dinleniyordu. Sonra yeniden Güneydoğu'ya gidiyordu. 275

Sayının yetersiz bulunması üzerine özel harekâtçı polislerin sayısının artırılması yoluna gidildi. Ancak artık kurslara Özel Harp Dairesi'nde görevli subaylar değil, bu subayların yetiştirdi­ ği ilk özel timciler hocalık yapmaya başladı. 1994 yılı Ocak ayında Antalya'da yeni bir kurs açıldı. Altı ay süren kursun hocası ise İsrailli emekli Albay Amos Golan'dı. Kursa katılan 80 polisi Golan, polis özel harekât ekibi içinde bizzat kendisi seçti. Aralarında Yarbay Gaby Cohen'in de bulun­ duğu çok sayıda İsrailli subayın da eğitim verdiği bu kurstan çı­ kan özel harekâtçılar daha sonra Güneydoğu'ya göreve gittiler. Kurslarda ilk bir ay polisler fiziki olarak yetiştiriliyor. İyi silah eğitimi de bu dönemde veriliyor. Son iki ayda da 20 kişilik iki tim çalışmasına tabi tutuluyor. Göreve 20 kişilik iki tim birlikte çıkı­ yor. Bir timdeki 20 kişinin hepsi birbirini tamamlayan silahlar kul­ lanıyor. Timin ilk 10 kişisinde hafif silahlar, ikinci 10 kişisinde ise makineli tüfekler, havanlar, roketatarlar gibi ağır silahlar bulunu­ yor. Zamanla Ankara'da Özel Harekât Daire Başkanlığı, illere de şube müdürlükleri oluşturuldu. Bu özel timciler doğrudan ilin valisine bağlandı. Özel Harekât Daire Başkanlığı ise Personel, Destek, Operasyon ve Eğitim olmak üzere dört şubeden oluştu­ ruldu. Kurslar açılması ve personel yetiştirilmesi Eğitim Şube­ si'nin kontrolündeydi. Özel Harekât Daire Başkanlığı'nın oluşturulmasında Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Komutanlığı örnek alındı. Susurluk çete­ sinden mahkûm olan ve sonradan Özel Harekât Daire Başkanvekilliğine yükselen İbrahim Şahin'e göre Özel Harekât Dairesi'nin teme­ linde Özel Harp Dairesi var: "Bizim kuruluşumuz zaten Özel Harp Dairesi'ne dayanıyor. Özel Harp Dairesi, ilk kurulduğumuzda bize kursları veren onlar zaten. Güneydoğu'da bir de biz bunlarla çok samimi arkadaşız. Yani Özel Harp Dairesi'yle, bizim özel timciler mesai bitiminde de beraber otururlar, beraber şey gezerler. Operasyonlarda da biz iki birlik çok iyi anlaşıyoruz. Yani samimiyet de oradan geliyor. Normal askerle onlar da anlaşamıyorlar. Bu bir gerilla savaşı, ya­ ni normal askeri düzenle yapılan bir iş olmadığı için, şimdi aynı eğitimi yapan iki kuruluş olduğumuz için bizim anlaşmamız da276

ha kolay oluyor. Onun için onlar operasyona giderken direkt po­ lis özel timini istiyorlar yanlarında. Biz de, o bölgede eğer onlar varsa veya jandarma özel timi varsa, biz de onları tercih ediyoruz. Yani onlarla beraber yapalım gibi bir istekte buluyoruz. O da da­ ha başarılı oluyor tabii." Özel Eğitimli Suikastçı Ankara'daki Atatürk Kapalı Spor Salonu 18 Haziran 1988 tari­ hinde hınca hınç bakanlar, milletvekilleri ve delegelerle dolu. ANAP'ın olağan kongresi var. Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Turgut Özal da eşi Semra Özal'la birlikte salona geldi. Büyük coşkuyla karşılanan Özal, alkışlar üzerine kendisi için protokol bölümünde ayrılan koltuğa oturmadan doğrudan kür­ süye çıkarak konuşmasını yapmaya başladı. Özal, hükümetin ic­ raatlarını peş peşe sıralarken, saat 12.30 sularında kürsünün önü­ ne doğru çıkan bir kişi başbakana bir el ateş etti. Kurşun Özal'ın sağ elinin başparmağına isabet etti. Özal ani bir hareketle kürsünün altına saklandı. Saldırgan o an ikinci kez ateş etti. Kurşun bu kez mikrofonun borusuna isabet etti. Silahı tutukluk yapan saldırgan ise tabancalı elini havada tutarak kaçmaya çalışıyordu. Mikrofondan "Yere yatın" anonsu geldi. Salondakilerin yere yatması üzerine koruma polisleri suikastçıya ateş etmeye başladı. Salon, saldırganı hedef alan kurşunlarla inliyordu. Ancak o hiç mermi yağmurundan etkilenmiyordu. Komando hareketleriyle takla ata ata, yerde yuvarlana yuvarlana çıkış kapısına doğru iler­ liyordu. Bu sırada yere yatmayan, tüm yaşananları seyreden bir kişi vardı: Sıkıyönetim eski savcısı ve Bitlis Milletvekili Faik Tarımcıoğlu. Tribünün birinci sırasında bulunan Tarımcıoğlu suikastçının yanı sıra çok daha önemli bir ayrıntıyı gördü: "İlk atışlar olduğu zaman herkes yere yattı. Ben mesleki bir

*

İ b r a h i m Ş a h i n ' i n M e c l i s S u s u r l u k A r a ş t ı r m a K o m i s y o n u ' n a v e r d i ğ i ifade.

277

merakla yatmadım ve eşkâl seyrettim. 25 yaşlarında, ince uzun boylu, çok zayıf, açık bej yazlık elbiseli bir adamın makineli tüfe­ ği sakladığını gördüm. Polis böyle bir şey yapmazdı. Adamın sol tarafına makineli tüfeği alarak ve sol koluyla bastırarak önce ya­ vaş yavaş sonra hızlanarak kaçtığını gözümle gördüm."* Bu sırada suikastçı, Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'in koruma polisi Ziya Ayvaz'ın kurşunuyla sağ kolundan ilk yarayı aldı. Ancak etkilenmedi. Özel tekniklerle kurşunların ara­ sında takla atarak kaçmaya devam etti. İkinci kurşun çıkış kapısı­ na yaklaştığında geldi ve aynı koluna isabet etti. Bu kez hareket edemeyince yakalandı. Saldırgan o kadar profesyonel eğitimliydi ki onca kurşuna rağ­ men hiç öldürücü yara almamıştı. Tüm ısrarlara rağmen hastaneye gitmeyen Özal, konuşmasına devam ederken herkes yakalanan saldırganın kim olduğunu me­ rak ediyordu. Bu kişi Kartal Demirağ'dı. Demirağ hastanede tedavi altına alınırken Ankara DGM Sav­ cıları Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun soruştur­ maya hemen başladı. Salondaki kişilerin ifadelerine başvurdular. Özal da suikastın çekim bandını defalarca izledi. Yakınındakilere de izletti. Tanıkları da dinledi. Sonunda Kartal Demirağ'ın yalnız olmadığı ve arkasında bir örgüt bulunduğu kararına vardı. Onun için önemli olan tetiği çektiren güçlerdi. Tedavisi tamamlanan Kartal Demirağ'ın ifadesi ise 12 gün son­ ra, 29 Haziran 1988 tarihinde alınmaya başlandı. İfadesinin alın­ ması tam 16 gün sürdü. Peki, saldırıdan sonra komando tekniğiyle kaçmaya çalışan Kartal Demirağ kimdi? 1956, Afyon Dazkırı doğumluydu. Ülkü Ocakları'yla 1971 yı­ lında daha ortaokul öğrencisiyken tanıştı. Aynı dönemde solcu öğrencilere yönelik taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırılarda yer aldı. Ka­ yıtlara geçen ilk suçu solcu Hüsnü Dereli'yi yaralamak oldu. Tu­ tuklandı ama yaşının küçük olması nedeniyle serbest bırakıldı. Li­ seye başladığında ise sol harekete karşı komando kamplarında si­ lahlı eğitim aldı. Eğitimi kimden aldığını ise yıllar sonra açıkladı:

*

Can Dündar-Celal

Kazdağlı,

Ergenekon,

278

İ m g e , s. 1 2 8 .

"Başımızda emekli bir general vardı."* Kamptan çıkar çıkmaz da hedefinde Dazkırı'nın solcu kayma­ kamı Tuncer Ergüler vardı. Muşta denilen kesici aletle Ergüler'i yüzünden yaraladı. Cezaevine bile girmedi, saldırıyı yerine baş­ kası üstlendi. Ancak yıllar sonra bu saldırıyı kabullendi. 1976'da da solcu öğrencilerin yolunu silahla kesmek suçundan tutuklandı, yine yaşının küçük olması nedeniyle serbest bırakıldı. 1977 yılında liseyi bitirir bitirmez Denizli Eğitim Enstitüsü'ne baş­ ladı. Ama sonra yarıda bırakarak Dazkırı'ya döndü. İlçedeki di­ ğer ülkücülerle Ülkücü Gençlik Derneği'ni kurdular. Kendisi de derneğin ikinci başkanı oldu. Silahlı örgütlenmeye gittiler. Ardından yeniden okula başladı ve Kütahya Eğitim Enstitü­ sü'ne kayıt yaptırdı. 1980'nın sonunda buradan mezun olunca ilk öğretmenlik yeri Adıyaman oldu. Ardından Köyceğiz; 1983'te de Ardahan'a tayini çıktı. Görev yeri ise Çağlayık Köyü'ydü. Eski adı Ermenice Erdemeli olan bu köyde tam iki yıl öğretmenlik yaptı. Bu süre içinde hafta sonu tatillerini hep Ardahan Belediye Oteli'nde geçirdi. Burada tanıştığı Hayati İpek'in kimliğini alıp üzeri­ ne kendi fotoğrafını yapıştırdı. 1985 yazında Dazkırı'da bu kez ülkücü arkadaşı Abdullah Şengün'ü yaraladı. Adam öldürmeye teşebbüs suçundan 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Dinar Cezaevi'ne konuldu. İsviç­ re'de yaşayan Afyonlu işadamı Kemal Horzum'un en yakın ada­ mı Osman Atay da Demirağ'ın Dazkırı'dan arkadaşıydı ve birkaç kez ziyaretine geldi: "Osman Atay bana 'Ufak işlerden cezaevinde çürüyorsun, ya­ pacaksan büyük iş yap' dedi." 1988'in başında Dalaman Yarı Açık Cezaevi'ne nakledildi. 22 Ocak günü de cezaevinden kaçtı. Annesinin arsasını satarak elde ettiği parayla beş ay kent kent dolaştı. Özal'a ateş ettiği silahla de­ falarca eğitim, deneme yaptı. Soruşturmayı yürüten savcıların "Neden Ozal?" sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

*

U ğ u r T ö n ü k ' ü n iddasına g ö r e suikastla Ö z e l H a r p Dairesi eski başkanı Sabri Yirmibeşoğlu'nun bağlantısı vardı. Yine T ö n ü k ' e g ö r e Ö z a l suikas­ tıyla 1 9 8 9 ' d a k i c u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı seçimleri a r a s ı n d a b a ğ var. O z a l öldü­ ğ ü n d e b a ş b a k a n o l a c a k k i ş i n i n i s m i ö n e m k a z a n m a k t a y d ı v e b u kişi d e Kaya

Erdem'di.

279

"Af çıkarılmaması nedeniyle yaptım." Kartal Demirağ cezaevine konulurken Özal, dosyada adı ge­ çen Kemal Horzum'un suikastla bağlantısının araştırılmasını iste­ di. Emlakbank'ı 70 milyon dolar dolandırmakla suçlanan Horzum yurtdışındaydı. Olayı araştıracak komisyon üç kişiden oluşuyordu: Çetin Yet­ kin, Uğur Tönük ve Sırrı Çağlar. Horzum ile suikast arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan üç isim hem Kartal Demirağ'n hem de Horzum'un memleketi Af­ yon'a gittiler. Araştırmaya Dazkırı'dan başladılar. Gerisini komisyonda yer alan Yargıtay 7. Ceza Dairesi eski üyesi Uğur Tönük anlatıyor: "Dazkırı'ya gittik. Cezaevi savcılığı yaptığım dönemde Sinop Cezaevi'nde yatan Aziz Güçlü'nün lokantasına gittik. Cinayetten yatıyordu. Bu kişi cezaevinde bir yüzbaşıyı vurmuştu. Kartal Demirağ'ı 1970'li yıllarda kendisinin eğittiğini anlattı. Çalışmamız sonunda 1974-1977 yılları arasında Ege Bölgesi'ndeki tütün örgüt­ lenmelerine karşı bir eczacının önderliğinde bir kontrgerilla teşki­ latı kurulduğunu tespit ettik. Kartal Demirağ da bu örgütün en önemli elemanlarındandı. Bizim geleceğimizi haber alan eczacı ise Adana'ya kaçmıştı." Üç kişilik komisyon bu kez. teşkilatı araştırmaya başladı. Bilgi­ ler yavaş yavaş tamamlanıyordu. Belli isimlere ulaşıldı. İşte tam bu sırada Uğur Tönük, Ulus Arion Sokak'ta bir eve çağrıldı: "Masanın üzerinde silahlar vardı. Tahkikatı bırakmamızı söy­ lediler. Berker İnanoğlu da vardı." Özal, Tönük'e ulaştıkları isimleri sorunca da: "Harbiye Orduevi'nde cumhurbaşkanları için ayrılan odada Özal'la da konuştuk. Yeni bir parti çalışması vardı, kurucu üye ol­ mamı istedi. Bu sırada isim söyledim kendisine."* Yakın çevresine göre Özal, Kartal Demirağ'ın arkasındaki ör­ gütün ne olduğunu öğrenmiş ancak cumhurbaşkanı olduğu hal­ de çekindiği için üzerine gitmemiş. Ama bu sırrını paylaştığı isim­ ler oldu. Özal olayın üzerine gitmeyince de suikast dosyasının tek sanı­ ğı tetikçi Kartal Demirağ oldu. Demirağ daha sonra Afyon Ceza*

E m i n Ç ö l a ş a n , Hürriyet, 2 1 A r a l ı k

1991.

280

evi'nden daha rahat olan Çanakkale Cezaevi'ne nakledildi. Bunu sağlayan isim ise ANAP Kırıkkale Milletvekili Alparslan Pehli­ vanlaydı. Pehilvanlı, 1970'li yılların sivil unsurların lideri Abdul­ lah Çatlı'nın yakın arkadaşıydı. Katliam hükümlüsü Çatlı, arandı­ ğı 1990'lı yılların başında çoğunlukla Pehlivanlımın Meclis'teki odasındaydı. Pehlivanlı, 14 Nisan 1994'te Kırıkkale'de uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Kartal Demirağ ise suikast girişiminden sonra Ankara 1 Nu­ maralı DGM tarafından 23 Kasım 1988'de 20 yıl ağır hapis cezası­ na çarptırıldı ve 4 yıl yattıktan sonra 15 Nisan 1992'de serbest kal­ dı. En Ünlü Özel Harpçi Komutan Özal'a yönelik suikast girişiminden iki ay sonra Güneydoğu'daki çatışmalarla askerle birlikte operasyonlara gittiği ve sila­ hıyla çatışmalara girdiği için 'Tamburalı Paşa' adını alan Hasan Kundakçı tuğgeneral rütbesindeki süresini tamamlayınca Özel Harp Dairesi'nin başkanlığından alındı. Tümgeneral olan Kundakçı, 33'üncü Tümen Komutanlığı'na atandı. Özel Harp Dairesi'ni terörle mücadelede daha aktif hale getirmesi için dairenin başına atanan Kundakçı, bundan sonraki görevlerinde de aynı mücadeleyi daha aktif bir şekilde sürdürdü.* Hasan Kundakçı'nın terfi ettiği 1988 askeri şûrasında Özel Harp Dairesi'nin başına hemen bir komutan atanmadı. Bu görevi geçici olarak Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı olan Kurmay Al­ bay Fevzi Türkeri'nin yürütmesine karar verildi. Dairenin birinci sorumluluğu ise Genelkurmay Harekât Başkanlığı'ndaydı. Böyle­ ce Türkeri daha albayken Özel Harp Dairesi Başkanı oldu. Zaten üsteğmen rütbesinden bu yana Özel Harp Dairesi'nde görev ya­ pıyordu. 1941 yılında Elazığ'da doğan Türkeri, 1962 yılında Kara Harp Okulu'ndan mezun oldu. Bir yıl sonra da Piyade Okulu'nu bitir*

1992'de Kıbrıs'a

korgeneral gönderildi.

olan

Kundakçı,

Barış

1 9 9 3 ' t e Diyarbakır'daki

Kuvvetleri Kolordu

Komutanı

olarak

Komutanlığı'na ata­

n a n K u n d a k ç ı , iki yıl s o n r a d a 3 5 bin a s k e r l e K u z e y İ r a k ' a g i r d i . 1 9 9 7 ' d e d e e m e k l i y e ayrıldı. G ü n e y d o ğ u v e E r m e n i s o r u n u üzerine kitaplar y a ­ z a n K u n d a k ç ı ile 2 4 N i s a n 2 ( ) ( ) 7 ' d e A n k a r a ' d a k i e v i n d e g ö r ü ş t ü k .

281

di. 1973 yılına kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı çeşitli birliklerde teğmen ve üsteğmen olarak görev yaptı. 1974'te Özel Harp Dairesi'ne atandı. Dairenin başında Sabri Yirmibeşoğlu var­ dı ve sivil unsurların eğitimi için kampların yeniden açıldığı dö­ nemdi. 1975 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun olduktan sonra artık kurmay subay olan Türkeri, Özel Harp Dairesi'ne ge­ ri döndü. Hasan Kundakçı 1986'da dairenin başına atandığında albay olan Türkeri de Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı oldu. Kundakçı ayrılınca da aynı rütbeyle dairenin başkanlığını üstlen­ di. Türkeri'nin Yerine Atilla Kurtaran Ordu içinde Özel Harp Dairesi'yle özdeşleşen komutanlardan biri olan Fevzi Türkeri'nin daire başkanlığı görevi birkaç ay sür­ dü. Kurmay Albay Türkeri'nin yerine Tuğgeneral Atilla Kurtaran atandı. Kurtaran, Hasan Kundakçı gibi terörü bitirmeleri gibi özel gerekçelerle atanan bir iki komutan dışında diğer başkanlar gibi daireyi iyi tanıyordu. Çünkü o da uzun yıllar Özel Harp Dairesi'nde çalışmıştı. Askerlik kariyerine 1961 yılında topçu subayı olarak Kara Harp Okulu'ndan mezun olarak başlayan Kurtaran, 1974 yılında Harp Akademisi'ni bitirerek kurmay subay oldu. Bir süre sonra da Özel Harp Dairesi'ne atandı. Yıllarca dairede görev yapan Kurtaran, 12 Eylül darbesi sürecinde Özel Harp Dairesi'nin Harekât Şube Müdürü'ydü.

282

On Üçüncü Bölüm Özel Harp Dairesine Yeni İsim Türkiye, Özel Harp Dairesi'ni PKK'ya karşı güçlendirmeye ça­ lışırken, Batı ülkelerindeki gizli örgütler deşifre oluyor ve çözül­ me sürecine giriyordu. Başlangıç ülkesi ise en güçlü bulunduğu italya oldu. 24 Şubat 1972'de Trieste yakınlarında tesadüfen çok önemli si­ lahların ve patlayıcıların bulunduğu bir yeraltı silah deposu orta­ ya çıkartıldı. Silahların sol örgütlere ait olduğu açıklandı. Bu olay­ dan dokuz ay sonra bu kez bir araca konan bombanın patlaması sonucu üç polis öldü, biri yaralandı. Saldırının Kızıl Tugaylar ta­ rafından yapıldığı gerekçesiyle sol üzerinde terör estirilmeye baş­ landı. Yüzlerce komünist tutuklandı. Bu iki dosya da böylece ka­ pandı. İtalya gizli ordusu üzerinde çalışan İtalyan Hakim Felice Casson, 1984'te üç polisin öldüğü bombalı saldırı davasının dosyası­ nı yeniden açtı. İlk keşfettiği bombalı saldırının Kızıl Tugaylar ta­ rafından gerçekleştirilmediği oldu. Bombalamada kullanılan pat­ layıcının da NATO tarafından kullanılan C4 olduğunu ortaya çı­ kardı. Saldırının sol örgütler tarafından değil sağcı teröristler ve askeri gizli servisin gerçekleştirdiğini de belirledi. Tıpkı 1970'li yıllarda Türkiye'deki gibi ülkücülerden oluşturu­ lan sivil unsurlar ve resmi görevliler gibi... Felice Casson'un önünde bu kez Trieste'de tesadüfen ortaya çıkartılan ancak sonra sol örgütlere ait olduğu söylenerek kapatı­ lan silah deposu dosyası vardı. Bu dosyayı da açan Casson, polis­ lerin öldürüldüğü saldırıda kullanılan patlayıcıların benzerleri­ nin de yer aldığı silah deposunun İtalyan gizli ordusuna ait oldu­ ğunu ve NATO'ya bağlı olan bu örgütün yüzden fazla benzer si­ lah deposunun bulunduğunu saptadı. Casson, keşfettiği örgüt karşısında dehşete düştü. Çünkü İtal-

283

yan gizli ordusunu ortaya çıkarmıştı. Adı Gladyo'ydu ve 'kılıç' anlamına geliyordu. Saldırıları gerçekleştiren Gladyo üyelerinden bazılarının isim­ lerini de belirledi ve bunlardan Vincenzo Vinciguerra'yı tutukla­ dı. Vinciguerra, suçunu itiraf etmekle kalmayıp Gladyo örgütü­ nün tüm ayrıntılarını anlattı. Soruşturmayı derinleştiren Casson, Gladyo'yu tamamen açığa çıkartıp sorumluların yargılanmasını sağlamak istiyordu. Bu amaçla Ocak 1990'da italyan Askeri Gizli Servisi'nin arşivlerini incelemek için başbakanlığa ve diğer üst düzey makamlara baş­ vurdu. Yedi ay sonra Başbakan Giulio Andreotti, Casson'un istih­ barat servisinin arşivinde araştırma yapmasına izin verdi. Casson, görevi Türkiye'deki Özel Harp Dairesi'yle aynı olan Gladyo'nun varlığını kanıtlayan belgeleri arşivde buldu. Ulaştığı belgeler sadece İtalyan gizli ordusu Gladyo değildi, Amerika ve İngiltere tarafından NATO bünyesinde diğer Batı ülkelerinde oluşturulan örgütlerin varlığını ve bunların sağ ve milliyetçi teröristlerle ilişkilerini ortaya koyan belgeleri de çıkarttı. Bunun üzerine bu örgütün karıştığı cinayet ve katliamları açı­ ğa çıkartmak için İtalya Meclisi'nde milletvekillerinden bir ko­ misyon oluşturuldu. Komisyon, 2 Ağustos 1990'da Başbakan Gi­ ulio Andreotti'den Gladyo'nun varlığı, niçin ve ne amaçla kurul­ duğu hakkında en geç 60 gün içinde detaylı bilgi vermesini iste­ di. Ertesi gün Başbakan Andreotti gizli örgütün varlığını kabul et­ ti, ancak bu örgütün faaliyetlerinin 1972'ye kadar devam ettiğini, ondan sonra dağıtıldığını savundu. Ayrıca verilen süre içinde ko­ misyona detaylı yazılı bir rapor vereceğini açıkladı. Ancak Andreotti, komisyonu oyalamaya, yanlış yönlendirme­ ye, bazı olayları manipüle etmeye çalışıyordu. Bunun üzerine ül­ kede yüz binlerce kişi günlerce "Gerçeği istiyoruz" sloganları ve pankartlarıyla protesto yürüyüşleri düzenledi. Sonunda Andreotti, komisyona nihai raporunu gönderdi. Ra­ porda Gladyo'nun NATO ülkelerinde olduğu gibi bir yeraltı dire­ niş örgütü olarak olası Sovyetler Birliği işgaline karşı oluşturuldu­ ğunu anlattı. Gladyo, CIA tarafından sağlanan silah, teçhizat ve diğer mühimmatlarla dağlarda, ormanlarda, mezarlıklarda tam 139 silah deposu oluşturmuştu. Daha sonra bu silah depolarından birkaçı ortaya çıkartıldı. 284

Tüm bunların sonunda örgütün karıştığı tüm olayların dosya­ ları yeniden açıldı, italyan senatosu 370 sayfalık çok detaylı bir ra­ por hazırladı. Yıllarca Türkiye'dekine benzer kanlı eylemlerle ül­ kenin gündeminde kalan örgütün varlığını ve devam ettiğini dev­ let de kabul etmek zorunda kaldı ve faaliyetlerine son verildiğini açıkladı. Başbakan Giulio Andreotti bile örgütün suçlarıyla ilinti­ li olarak hâkim karşısına çıktı. Gizli Ordular Çözülüyor İtalya'dan sonra gladyo tartışması, örgütün en etkili olduğu ülkelerden Yunanistan'a sıçradı. 1990 yılında Yunanistan eski Baş­ bakanı Andreas Papandreu, 1984'te fark ettiği gizli NATO yapı­ lanmasının dağıtılmasını emrettiğini açıkladı. Basının olayın üs­ tüne gitmesi üzerine eski Savunma Bakanı Nikos Kouris, 'Koyun Postu' kod adlı örgütün Soğuk Savaş sürecinde aktif olduğunu doğruladı. Milletvekilleri, örgütün adının karıştığı darbe ve katli­ amların araştırılması için teklifte bulundu, ama sağ ve muhafaza­ kâr partilerin karşı çıkması nedeniyle kabul edilmedi. Bu süreçte devlet yetkilileri de örgütün kesinlikle ülke içinde faaliyette bu­ lunmadığını savunarak faaliyetine son verildiğini söyledi. Çözülmenin sıçradığı üçüncü ülke Almanya oldu. Yeşiller Partisi'nin milletvekili Manfred Such, Helmut Kohl hükümetine Almanya'daki gizli ordu yapılanmasıyla ilgili açıklama yapması için resmi talepte bulundu. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller, örgütün üstüne kararlıkla gitti ve Alman hükümeti de örgütün varlığını kabul etmek zorunda kaldı. Eski Nazi subayı Peter Naumann, 1995'te örgütün 13 yeni silah deposunu gösterdi. Naumann bu depoların eski olmadığı, son 17 yılda oluşturulduğu bilgisini de verdi. Fransa'da ise Mitterand hükümeti, ilk önce gizli orduyu inkâr yoluna gitti. Ancak İtalya Başbakanı Andreotti'nin NATO bünye­ sinde en son toplantının 1990'da yapıldığını ve Fransa'nın da ka­ tıldığını açıklaması üzerine Mitterand bu kez gizli örgütün "çok­ tan dağıtıldığını" açıkladı! Ancak basında yer alan belgeler örgü­ tün faaliyetlerine devam ettiğini gösteriyordu. Parlamento ve hal­ kın tepkisi üzerine adı örgütle anılan istihbarat servisi ve diğer kurumlarda yeniden yapılanmaya gidildi. 285

Zamanla NATO üyesi İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Lüksemburg'da da bu gizli örgütler açığa çıkartıl­ dı. Tüm bu ülkelerdeki devlet yetkilileri, örgütlerin dağıtıldıkları­ nı açıkladı. Geriye bir tek Türkiye kalmıştı... Özel Harp Basın Karşısında... Sovyetler Birliğimde komünist rejim 1992'de yıkıldı. Soğuk Sa­ vaş bitti... Avrupa'nın gündemini meşgul eden gladyo tartışması Türkiye'ye de sıçradı. İtalyan hâkim Felice Casson'un bu gizli orduların NATO üye­ si tüm ülkelerde faaliyette olduğunu ortaya çıkarması ve diğer ül­ kelerin de bunu kabul etmesiyle gözler Türkiye'ye, Özel Harp Dairesi'ne çevrildi. Türkiye'de gizli ordu, kontrgerilla tartışmasını başlatan isim ise yine Bülent Ecevit oldu: "Özellikle 1977 yılında çok ilginç bazı olaylar oldu. Çok kuşku uyandırıcı, karanlık olaylar oldu. Bunların en önemlisi, kuşkusuz, 1 Mayıs 1977'de Taksim Alanı'nda, 30'u aşkın insanın ölümü ile sonuçlanan olaydı. Bu gözler önünde yapılan bir kışkırtma sonu­ cu çıkmış bir olaydı. Kışkırtmanın nereden, kimlerden geldiği, herkesin gözü önünde cereyan ettiği için belliydi. Ve ciddi olarak üstüne yüründüğü takdirde bu olayın sorumlularının, kışkırtıcı­ ların mutlaka ortaya çıkması gerekirdi. Biz o sırada ana muhale­ fet partisiydik. Bu olayları soruşturmak için bir araştırma komis­ yonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Ade­ ta bir bilgi boşluğu ile direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üze­ rinde durduğumuz halde, olayın iç yüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin saklanmak istediği daha ilk günlerden itibaren belli ol­ muştu ve çok acayip bir şekilde tezgâhlanan bir olay olduğu gö­ rülüyordu. Onun için benim aklıma bir olasılık olarak bunun, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısıyla bir bağlantısı olabileceği geldi... Ve bunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bildirmeyi, bu kaygımı sunmayı görev bildim. Kendisiyle görüşerek Özel Harp Dairesi ile ilgili bilgileri aktardım. Taksim olayının arkasında bu kuruluşun sivil uzantısının bulunabileceğini söyledim. Korutürk bunu benden yazılı olarak da istedi. Korutürk, bu konuyu döne286

min başbakanı Süleyman Demirel'e de açmış. Demirel buna bü­ yük tepki gösterdi." Ecevit'in açıklamaları bununla sınırlı kalmadı. İlerleyen günler­ de Özel Harp Dairesi'yle ilgili bildiklerini, daire için kendisinden nasıl ödenek istendiğini, kendisine verilen brifingi de ilk kez anlat­ tı: "Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar ör­ tülü ödenekteki paranın tümüne yakındı... Genelkurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz,' yanıtı geldi. Öyle bir resmi dairenin o zama­ na kadar adını bile duymamıştım... 'Şimdiye kadar bu dairenin gi­ derleri nereden karşılanıyordu?' diye sordum. O zamana kadar da­ irenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı; ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildiril­ di... Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Ameri­ kan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada,' yanıtını aldım... Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı... Bu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istedim... Benim için bir brifing düzenlendi. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğ­ rendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı." Türk kontrgerillasını en iyi bilen kişi olan Ecevit'in bu açıklama­ ları günlerce gazetelerin birinci sayfalarından inmedi. İlk kez Özel Harp Dairesi bu kadar açık bir şekilde tartışılıyordu. Tabii Özel Harp Dairesi yöneticileri, özellikle de açıklamaların kendi başkanlığı dönemiyle ilgili olan Kemal Yamak, Ecevit'in ko­ nuşmalarından büyük rahatsızlık duyuyordu. Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği görevinde bulunan Orgene­ ral Kemal Yamak, daireye sahip çıkılmadığı gerekçesiyle Genelkur­ may Başkanlığı'na tepkiliydi: "Üzülerek ifade etmeliyim ki, suçla­ nan bu daire, Genelkurmay Başkanlığı'nın emir ve kuruluşunda ol­ masına, sayın komutanların diğer bütün daireler gibi bu dairenin de sorumluluğunu taşımasına rağmen, bu dönemlerde daireye sahip çıktıklarını söyleyemiyorum." *

f

* Milliyet, 2 8 K a s ı m 1 9 9 0 . * K e m a l Y a m a k , Gölgede Kalan

izler, s. 2 3 9 .

287

Ecevit'in açıklamalarında gittikçe daha fazla bilgi ve ayrıntı vermesi üzerine Kemal Yamak, kendisi açıklama yapmaya karar verdi. Bunun için tam bir hafta uğraşarak bir metin hazırladı. Ar­ dından da Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a çıktı, metni önüne koy­ du ve basın açıklaması yapmak için izin istedi. Metni okuyan Ozal, Yamak'a izin vermedi ve açıklamayı Ge­ nelkurmay Başkanlığımın yapmasının daha doğru olacağını söy­ ledi. Özal ile Kemal Yamak'ın bu görüşmesinden üç gün sonra Özel Harp Dairesi'nin bağlı bulunduğu Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Doğan Bayazıt Çankaya Köşküme geldi ve Kemal Yamak'la görüştü. Ecevit'in açıklamalarına ve basında Özel Harp Dairesi'yle ilgi­ li yer alan "Kontrgerilla Özel Harp Dairesi'dir" haberlerine basın toplantısıyla yanıt vereceklerini ve bunun için kendisinin hazırla­ dığı metinden yararlanmak istediklerini söyledi. Korgeneral Doğan Bayazıt'ın aldığı metinden Yamak'ın kendi­ siyle ilgili bilgilerin yer aldığı bölümler ve Ecevit'e yönelik suçla­ malar çıkartıldı. Yine metin özüne bağlı kalınarak kısaltıldı. 15 gün sonra, 3 Aralık 1990 günü, Korgeneral Doğan Bayazıt, Özel Harp Dairesi'nin üç ay önce göreve başlayan yeni başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz'la birlikte gazetecilerin karşısına çıktı. Amaç kontrgerilla iddialarına yanıt verip, Özel Harp Dairesi'ni basına tanıtmaktı. Yer ise Genelkurmay karargâhının yeniden düzenlenen konfe­ rans salonu. Medyanın ilgisi de hayli fazlaydı. Yüze yakın gazeteci heye­ canla bekliyordu. Hakkında çok az şey bildikleri Özel Harp Dai­ resi'nin yetkilileri ilk kez karşılarına çıkacak ve sorularını yanıtla­ yacaktı. Dairede Her Kuvvetten Subay Var! Korgeneral Doğan Bayazıt, Özel Harp Dairesi'nin kontrgerilla olmadığını söyleyerek başladığı basın toplantısında Yamak'ın ha­ zırladığı metinden yararlanılarak yazılan açıklamayı okudu. Özel Harp Dairesi'nin tarihinde bir dönüp noktası olan ve da­ irenin arşivinde yerini alan basın açıklamasının tam metni şöyle: 288

Zanlılara, kuşkulara ve bazı benzetilmelere dayanılarak sür­ dürülen münakaşaların memleketimiz ve Silahlı Kuvvetlerimiz için daha fazla zarara neden olmadan sonuçlandırılması gerekti­ ği inancıyla son olarak bazı hususları belirtmek istiyorum. Özel harp, diğer yabancı ordularda olduğu gibi, Silahlı Kuv­ vetlerimizin eğitim programlarına dahil olan özel bir harekât tü­ rüdür. Özel Harp Dairesi Başkanlığımın hizmetleri, Silahlı Kuv­ vetlerimizin bütün mensuplarına uygulanan normal usullere göre atanan, hizmet süresi sonunda diğer görevlere atanarak ay­ rılan ve devamlı yenilenen personelle yürütülmektedir. İçinde her sınıf ve kuvvetten birçok subay-astsubay görev almıştır. Bir­ çok personel de bu konuda kurs görmüş ve halen Silahlı Kuvvet­ lenin çeşitli kademelerinde normal hizmetlerini yürütmektedir­ ler. Dairenin Genelkurmay Başkanlığı nca onaylanmış kuruluş ve kadrosu içinde hizmet edenler ayrı bir kuvvette veya özel bir sınıfa mensup değillerdir. Dairede görevi biten ve ayrılan perso­ nelin, dairenin göreviyle hiçbir ilişkisi kalmaz. Hal böyleyken, gerek Özel Harp Dairesinde halen görevli olan, gerek başka görevlere atanan, gerekse emekli olan komu­ tan, subay ve astsubaylara kuşkularla, maksatlı yorumlar ve benzetmelerle hayali suçlamalarda bulunuluyor ve kendilerine 'kontrgerilla' denilebiliyorsa yaratılmak istenen kargaşanın şü­ mulünü, çevresini ve asıl maksadını aramak gerekmektedir. Özel Harp Dairesi'yle ilgili yakıştırmaların kamuoyunda tar­ tışıldığı her dönemde gerekli inceleme ve denetleme Genelkur­ may Başkanlığınca yapılmış bulunmaktadır. Daire Kontrgerilla Değil! 1952 yılından beri Genelkurmay teşkilatı içerisinde görev ya­ pan Özel Harp Dairesi Başkanlığının bu süre içinde hiçbir per­ sonelinin münakaşa konusu edilen şekilde ve türde hiçbir olaya karışmamış, hiçbir soruşturma, sorgulama ve herhangi bir ope­ rasyonda görev almamış olduğu yapılan araştırmalardan sap­ tanmıştır. Bugüne kadar Özel Harp Dairesi'ne verilmiş bulunan görev, özel harbin sadece dış tecavüze ve muhtemel bir düşman işgaline karşı düşman gerisinde gayri nizami harp faaliyetleri-

289

nin hazırlanmasından ve bunların genel savunma planlarıyla koordinesinden ibarettir. Bu görev sınırına kesinlikle uyulmuş, her türlü bilgi arzı ve brifing takdimlerinde de bu husus öncelik­ le belirtilmiştir. Dolayısıyla dairenin bünyesinde 'kontrgerilla' diye bir kuruluş veya böyle bir görev bulunmamaktır. Özel Harp Dairesi'nin dış tehdit ve tehlikelere karşı gayri ni­ zami harp hazırlık ve koordine faaliyetleri içinde fiilen yürüttü­ ğü tek hizmeti 1963-1974 yılları arasında ve Kıbrıs Barış Harekâ­ tı'na kadar olan süre içinde Kıbns Türk Mukavemet Teşkilatı'nın (TMT) kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesi olmuştur. Kıbrıslı soydaşlarımızın korunması ve olayların zorlamasıyla kurulan bu teşkilatın görevi de 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'yla so­ ra ermiş bulunmaktadır. Özel Harp Dairesi'nin Kıbrıs'la ilişkisi­ nin anlaşılmasından sonra daireyle ilgili bu eleştirilerin başlatıl­ mış olması da çok ilginç bir tesadüf olarak görülmektedir. Faili bulunmamış cinayetlerin, çözülmemiş olayların kolay­ lıkla yüklenebileceği suskun bir kuruluş aranıyorsa seçim yan­ lıştır. Ve yapılacak başka inceleme ve araştırma yolları mutlaka olmalıdır. Sonuç olarak, insanları ve özellikle de resmi bir devlet kuru­ luşunu bütünüyle suçlamak için, kuşku, olasılık, benzetme, şah­ si düşünce, duyum ve hayallerin yeterli olmayıp belgelere, kesin bilgilere ve kanıtlara ihtiyaç bulunduğuna; bu konuda iddia sa­ hibi olanların elinde isnat ve iddialarını kanıtlayacak ne gibi bil­ gi ve belgeler varsa arzuladıkları yetkili bir makama gönderme­ lerinin, her türlü yasal araştırmaları bu makamlardan istemele­ rinin daha uygun olacağına inanılmaktadır. Bu yaklaşım, hayali suçlamalar ve kuşkularla milli güvenliğimizin çok önemli daya­ naklarından birisi olan çok hassas bir göreve zarar vermemek, büyük bir özveriyle bu görevi yapanların duygularını rencide et­ memek, gelecek için hizmetten soğutmamak ve nihayet ülkemiz, açısından zararlı faaliyetleri tezgâhlayan merkezlerin emellerine yardımcı olmamak için tercih edilmesi gereken en uygun girişim olarak değerlendirilmektedir. Sayın basın mensupları, sözlerime son verirken, hür ve de­ mokratik bir ülkede tamamen yasalara dayanan uygulamalarla kendi görevini yapmakta olan Silahlı Kuvvetler'in, elinde müs­ pet delil olduğuna inanan kişilerin bu delillere dayanan her tür-

290

lü yasal girişimlerinden memnunluk duyacağını ve sonucu yü­ rek ferahlığıyla karşılayacağını; böylelikle kuşkulara, duyumlara, varsayım ve benzetmelere dayanan itham ve suçlamalardan kur­ tulmanın arzusu içinde bulunduğunu samimiyetle vurgulamak istiyorum. Basınımızın önde gelen siz değerli basın mensuplarına teşrif­ lerinden ötürü tekrar teşekkürlerimiz sunar, bütün güzellik, mut­ luluk ve başarıların her an sizlerle beraber olmasını dilerim. Doğan Bayazıt'ın basın açıklamasından sonra Özel Harp Dai­ resi Başkanı Kemal Yılmaz, tahtada şema eşliğinde dairenin sade­ ce gayri nizami harp alanında faaliyet yürüttüğünü, psikolojik harp ve istikrar harekâtı alanlarında ise hiçbir çalışmasının bulun­ madığını anlattı. Sıra gazetecilerin merakla beklediği soru-cevap bölümüne gel­ mişti. Ancak sorulara da ilgisiz cevaplar verildi. Özellikle de sivil unsurlarla ilgili sorular "Dairenin tek bir personelinin olaylara ka­ rışmadığı" yanıtıyla geçiştirildi. Soru-cevap bolümü devam eder­ ken Uğur Mumcu'nun çağrı cihazı çaldı.* Gelen haber Genelkur­ may Başkanı Necip Torumtay'ın istifa ettiğiydi. Mumcu, haberi herkesle paylaştı. O andan itibaren Özel Harp Dairesi brifinginin önemi kalmamıştı. Haber artık bu istifaydı. * Ertesi gün doğal olarak gazetelerin geniş yer verdiği haber Ne­ cip Torumtay'ın istifası oldu. Özel Harp Dairesi'nin basın toplan­ tısı gölgede kalmıştı. İstenilen ilgi uyandırılamamıştı. Özel Kuvvetler Komutanlığı Özel Harp Dairesi Başkanı sıfatıyla basının karşısına çıkan ilk komutan Tuğgeneral Kemal Yılmaz oldu. 1990 yılının ağustosun­ da bu görevi Atilla Kurtaran'dan devralan Yılmaz, altı ay sonra

* O d ö n e m d e d a h a c e p telefonları y o k t u . Ç a ğ r ı c i h a z l a r ı d a y e n i y e n i kul­ lanılmaya başlanmıştı. * Necip Torumtay'ın

istifasının

nedeni Cumhurbaşkanı Turgut

Özal

ile

T ü r k i y e ' n i n K ö r f e z S a v a ş ı ' n d a k i rolü n e d e n i y l e yaşadıkları a n l a ş m a z l ı k ­ tı.

Özal'm

Türkiye'nin

aktif y e r alması

ısrarına

direnen

Torumtay'dan

s o n r a , D ı ş i ş l e r i B a k a n ı Ali B o z e r v e M i l l i S a v u n m a B a k a n ı S a f a G i r a y d a istifa etti.

291

da bağlı bulunduğu Harekât Başkanı Korgeneral Doğan Bayazıt'la birlikte Genelkurmay karargâhında gazetecilere Özel Harp Dairesi'ni anlattı. Bu nedenle en çok bilinen daire başkanıdır. An­ cak basının karşısına çıkmaları kontrgerilla tartışmalarını bitirmedi, aksine iyice alevlendirdi. Necip Torumtay'ın istifası üzerine Genelkurmay Başkanlığı'na Kara Kuvvetleri Komutanı Doğan Güreş getirildi. Güreş'in rahat­ sızlığı da Özel Harp Dairesi'ydi! Daire hakkındaki kontrgerilla tartışmalarının son bulmayaca­ ğını görüyordu. Çünkü diğer NATO üyesi ülkelerdeki Özel Harp Dairesi benzeri gizli örgütlerin tamamı dağıtılmıştı. Geriye bir tek Özel Harp Dairesi kalmıştı. Üstelik dairenin sivil unsurlarla ilişki­ si ortada olmasına karşın Batı'daki gibi ne yargılanan oldu ne de Özel Harp Dairesi'nin varlığı, görevleri ve karıştığı olaylarla ilgi­ li detaylı bir rapor hazırlandı. Tartışmalar zaman zaman Meclis'in gündemine geldi ama onlar da bir süre sonra kapandı. Ordu, PKK'ya karşı aktif bir şekilde kullanılan Özel Harp Da­ iresi'ni kapatmak, sivil unsurlarını da lağvetmek yerine daireyi yeniden yapılandırma yoluna gitti. Dairenin nasıl yapılandırılacağı görevini ise bizzat Genelkur­ may Başkanı Doğan Güreş üstlendi. Güreş, bunun için İngilte­ re'ye gitti. Ardından Amerika'ya. İki ülkenin de Özel Harp Dairesi'yle aynı işlevi gören yapıları­ nı inceledi. Ardından Amerikalıların yardımıyla dairenin yapısın­ da değişikliklere gidilerek Özel Harp Dairesi'nin adı 1991 Eylül'ünde Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştirildi. Tıpkı Seferberlik Tetkik Kurulu'nun Özel Harp Dairesi adını alması gibi. Özel Kuvvetler Komutanlığı adının verilmesinin ise iki nedeni vardı. Birincisi kontrgerilla suçlamalarının üstünü kapatmak ve tartışmaların önüne geçmek. İkincisi ise PKK'ya karşı iyi eğitimli ve üstün teknolojiyle donatılmış askerlerle savaşmak. Var olan özel birlikler yeterli olmuyordu. Özel Kuvvetler'in İlk Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz dairenin adının ve yapısının değiş­ mesinde hep Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'le birlikte görev aldı. Yılmaz, adı ve yapısı değişen, işlevleri aynen devam eden 292

Özel Harp Dairesi'nin son başkanı oldu. Görevine devam eden Yılmaz ayrıca Özel Kuvvetler Komutanlığımın ilk başkanı unva­ nını da aldı. Yılmaz, dairenin adının değişmesinden birkaç ay sonra da, 1992'de tümgeneralliğe terfi etti. Aynı dönemde hızlı bir eğitimle PKK'ya karşı dairenin bünyesinde üç alay oluşturuldu. Ve bu alaylardan bir tümen ortaya çıktı. Özel Kuvvetler Komu­ tanlığımın tugay olan seviyesi tümene yükseltildi. Tümgeneral Kemal Yılmaz da görevine devam etti. Sivil Unsurlar Artırıldı Özel Kuvvetler Komutanlığı adını alan Özel Harp Dairesi bu­ gün üç ana yapıdan oluşuyor. Birinci temel yapı olası işgal veya savaş durumunda cephe gerisinde düşmanı bozguna uğratacak hem sivil hem de askeri birliklerden oluşuyor. Sivil unsurların ör­ gütlendiği yapının adı Seferberlik Tetkik Kurulu. Yani Özel Harp Dairesi'nin ilk adı. Görevi, işgal durumunda geride halkı örgütle­ yerek, kendileri için ülkenin belli noktalarına gizlenen silah depo­ larından yararlanarak mücadele başlatmak. Özel Harp Dairesi 1992'de Özel Kuvvetler Komutanlığı adını alarak tümen seviyesine yükseltildiğinde, sivillerin bağlı olduğu birim ayrı bir daireye dönüştürüldü. Batı'da bu gizli orduların sivil unsurları tamamen dağıtılıp, kendileri için oluşturulan silah depoları açığa çıkartılırken, Türki­ ye'de ise sivil unsurların sayısında da artışa gidildi. Seferberlik Tetkik Kurulu'nun komuta seviyesi bugün tümge­ neral düzeyinde. Çoğunlukla kilit bölgelerde ve noktalarda bulu­ nan sivil unsurların sayıları hakkında kesin bir rakam bilinmiyor. Bu konuda bugüne dek bir rakam bile telaffuz edilmiş değil. An­ cak sayıları 100 binlerle ifade ediliyor. Direnişi M A K Başlatacak! Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı oluşturan ikinci temel yapı ise yine işgal ve savaş durumunda geri örgütlenmeyi yapacak olan askerlerden oluşuyor. Bu askerlerin bağlı bulunduğu yapı ise Mu­ harebe Arama Kurtarma (MAK) Birliği. Özel Kuvvetlerin en iyi yetişmiş subay ve astsubaylarının yer aldığı MAK, savaş ve işgal 293

ortamında veya özel görevlerde cephe gerisine sızma, esir ve ya­ ralı kurtarma gibi görevleri yerine getiriyor. Yine işgal ve savaş durumunda sivil unsurların iyi organize olmalarını sağlamak ve silahların sağlıklı dağıtılması da MAK mensuplarının görevleri arasında. MAK'ın yer aldığı temel yapının içinde bir de Özel Kuv­ vetler Okul Komutanlığı da var. Askeri personel bu okulda yetiş­ tiriliyor. Sivil unsurlara da yine bu okulun hocaları tarafından özel harp eğitimi veriliyor. Bordo Bereliler Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın üçüncü temel yapısını ise te­ rör olaylarında görev yapan timlerin bağlı bulunduğu 1. ve 2. Özel Kuvvetler oluşturuyor. Başlarında birer tuğgeneralin bulun­ duğu ve tugay seviyesinde olan bu kuvvetlerin teşkilat yapısı Amerikan Özel Kuvvetleri örnek alınarak şekillendirildi. Kuzey Irak'taki özel timler yine Afganistan başta olmak üzere yurtdışına barış gücü olarak giden bu kuvvetler Bordo Bereliler olarak da bi­ liniyor. Ağırlık Bordo Bereliler de denilen özel birliklerin yetişti­ rilmesine veriliyor. Silahlı Kuvvetler içinde en seçkin birlikler olan bu kuvvetler gönüllülük esasına göre seçiliyor. Özel Kuvvetler Komutanlığı'na alınan askerlerin eğilimleri tam üç buçuk yıl sürüyor. Hem asker hem de istihbaratçı olarak yetiştiriliyor. Üç buçuk yılın iki yılı temel özel harp eğitimiyle ge­ çiyor. Eğitimlerdeki istihbarat dersleri önemli yer tutuyor: Gizli haberleşme, gizli faaliyetlere giriş, maske, gizli harekât tekniği, mülakat ve sorgulama, gizli buluşmalar, takip ve takipten kurtul­ ma, doküman inceleme, gizli girme-arama-dinleme, fotoğraf ve video, istihbarat ve istihbarata karşı koyma. Askeri dersler ise tamamen gayri nizami harp üzerine kurulu: Gayri nizami harpte tanıma ve teşhis, keşif, dikiz ve göz keşfi, hedef analizi, tahrip, mukavemet harekâtı, yeraltı teşkilatı, gerilla harekâtı, kurtarma-kaçırma, psikolojik harekât, liderlik, sabotaj, lojistik, gizli depolama, karadan ikmal, gizli hava harekâtı, gizli deniz harekâtı, hayatı idame, sualtı taarruz, paraşütle atlama, sız­ ma, suikast, sabotaj, komando, yakın dövüş, harita okuma, düş­ man derinliklerine sızma, taktik akın, hedef tahribi, kaçma kurtul­ ma, pusu, işkenceye dayanma.

2 9 4

Temel bazı derslerin dışında kursların büyük bölümü tatbikat­ la geçiyor. Bunun ardından bir yıl da uzmanlaşacakları alanda kursa tabi tutuluyorlar. Eğitimin son altı ayı ise alana hazırlık ol­ ması için operasyonlarla geçiyor. Özel Kuvvetler birlikleri tüm bu süre içinde çok sıkı bir yabancı dil eğitimi de görüyor. Kursların bitmesi eğitimin bittiği anlamına gelmiyor. Timler eğitimlerini sü­ rekli tazeliyor. Ancak PKK'yla yaşanan çatışmalar bu kursların yenilenmesine gerek bırakmıyor. Diğer ülkelerdeki özel kuvvet birlikleri senaryolar ve yapay hedefler üzerinde eğitimlerini sür­ dürürken, Türkiye'dekiler Güneydoğu'da çatışmalarda aldıkları dersleri uyguluyor. Her türlü doğa koşuluna göre yetiştirilen Özel Kuvvetler her zaman en gelişmiş silahlarla donatılıyor. Türkiye'nin aldığı ve en son teknolojiyle üretilen silahları ilk özel kuvvet timleri kullanı­ yor. Özel Kuvvetler subay ve astsubaylardan oluşuyor. Bunlar da rütbelerine göre iki ayrı time ayrılıyor: A ve B. A timinde tamamen subaylar yer alıyor. Teğmen rütbesinden başlayarak yarbaya kadar. En yüksek rütbeli subay da tim komu­ tanı oluyor. Bu timlerde yer alan subaylara geleceğin generalleri gözüyle de bakılıyor. B timleri ise astsubaylardan oluşuyor. Timin komutanı ise bir subay oluyor. Son dememde uzman çavuşlar da Özel Kuvvetler'e alınmaya başlandı. Güneydoğu'da bugün PKK'yla bu timler çatışmaya gi­ riyor. Özel Harp Dairesi Meclis'te 2 Mart 1993. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Gündemde, Özel Harp Dairesi'nin karıştığı olayların araştırıl­ ması, dairenin görevlerinin açığa kavuşturulması için verilen araştırma önergeleri var. Önerge sahipleri ise HEP Şırnak Millet­ vekili Mahmut Almak ve arkadaşları. Bir de RP İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı ve partisinden 21 milletvekili. İki ayrı önerge birleştirildi. Kabul edilmesi halinde Meclis 295

Araştırma Komisyonu kurulacak ve Özel Harp Dairesi'nin faali­ yetleri incelemeye alınacaktı. Tıpkı gladyo örgütlerinin ortaya çı­ kartılıp faaliyetlerine son verildiği diğer NATO üyesi ülkelerdeki gibi. 12 Eylül darbesine götürülen süreçte işlenen cinayet ve kat­ liamlar dikkate alındığında bu Türkiye için çok büyük şans ola­ caktı. Bunun için milletvekillerinin evet demesi yeterliydi. Ancak kamuoyu umutlu değildi. Çünkü Özel Harp Dairesi ilk kez Meclis gündemine gelmiyordu. Daha önce de partilerin ken­ di toplantılarında Meclis'te de soru önergeleri olarak defalarca konuşuldu. Ama hep reddedildi. Üstelik ilk önerge daha Batı ülkelerinde gizli orduların, gladyonun adının duyulmadığı, Türkiye'de ise her gün bu örgütün si­ vil unsurlarının kan döktüğü 1978'de verildi. O dönemde Bülent Ecevit'ten varlığını öğrendiği Özel Harp Dairesi ve kontrgerilla tartışmalarıyla ilgili açıklamalar yapan CHP Milletvekili Süley­ man Genç, evine atılan bombalardan sonra 12 Ocak 1978'de CHP grubuna önerge verdi: "Tartışmayı Meclis'e taşıyalım." Süleyman Genç, partisine verdiği önergede faili meçhul cina­ yet ve katliamların Özel Harp Dairesi'ne bağlı 'Halk Gönüllüleri'nce işlendiğini ifade ediyordu. Üstelik bu yapının MİT, Emniyet ve TSK'nm bir kısmıyla irtibatlı olduğunu da ekliyordu. Ancak Genc'in önergesi kendi partisi içinde reddedildi.* Eğer önerge kabul edilmiş ve araştırma da onaylanmış olsaydı belki de NATO'ya bağlı gizli örgütün varlığı ilk kez Türkiye'de ortaya çıkartılacaktı. Türkiye'de yapılamayan on iki yıl sonra İtal­ ya'da yapıldı. 1990'da gladyonun açığa çıkartılmasıyla aynı yapı­ nın Türkiye'de de bulunduğunun ve bunun da Özel Harp Daire­ si olduğunun ortaya çıkartılmasıyla konu yine Meclis toplantılarındaydı. Yapının dağıtılmasını isteyen milletvekillerinin yanı sıra gizli

*

Bu önergenin reddedilmesinde aynı d ö n e m d e Bülent Ecevit'in Genelkur­ m a y B a ş k a n ı K e n a n E v r e n ' d e n Ö z e l H a r p D a i r e s i ' n i n sivil u n s u r l a r ı n ı n dağıtılmasını istemesi Evren'in de bunu yerine getireceğini söylemesinin b ü y ü k etkisi vardı. Ç ü n k ü Ecevit, g e n e l k u r m a y b a ş k a n ı y a p ı l m a s ı n d a p a ­ y ı b u l u n d u ğ u için E v r e n ' i n k e n d i s i n e v e r d i ğ i s ö z ü t u t a r a k y a p ı y ı d a ğ ı t a ­ c a ğ ı n ı d ü ş ü n ü y o r d u . Tabii ileride E v r e n ' i n g e n e l k u r m a y b a ş k a n ı y a p ı l ­ masından büyük pişmanlık duydu.

296

örgüt ve kontrgerilla iddialarını reddeden milletvekilleri de Mec­ lis araştırmasına 'evet' diyordu. Bunlardan biri olan DYP Grup Başkanvekili Koksal Toptan, 2 Mart 1990 günü vaptığı açıklama­ da "Her şeyin açıklığa kavuşmasını istiyoruz. Bu devletin yara al­ maması için de zorunludur. Meclis araştırmasına varız," dedi. İlginç olan benzer bir açıklamanın da Alparslan Türkeş'ten gelmesi oldu: "Meclis araştırması açılsın, kontrgerilla var mı yok mu ortaya çıksın."* Özel Harp Dairesi'nin açık açık tartışılması devlette ciddi ra­ hatsızlık yaratıyordu. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, kontrgerillanın ispat edilmesi durumunda istifa edeceğini açıklıyordu: "Kim kontrgerilla hakkında bir şey biliyorsa, belgeleriyle çıksın ortaya söylesin. Kontrgerillanın ne olduğunu, nerede, nasıl faali­ yet gösterdiğini açıklasınlar, istifa edeyim." OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan ise daha sert tepki veriyordu: "Kontrgerilla montrgerilla yok!" Herkes bir açıklama yapıyordu ama Meclis araştırması yapıl­ ması için önerge veren ise yoktu. Sonunda RP İstanbul Milletve­ kili Hasan Mezarcı 28 Kasım 1992'de Özel Harp Dairesi hakkında Meclis araştırması istemiyle önerge verdi. DEP'li milletvekilleri de harekete geçti. Aynı istemle önerge veren Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak, Özel Harp Dairesi'nin ortadan kaldırılmasını istiyordu: "Hukuk devletinde böyle bir karanlık örgütün varlığını kabul etmek mümkün değildir. Meclis araştırılması yapılsın. Devlet içindeki yasadışı bu örgüt bütün bağlantılarıyla ortadan kaldırıl­ sın." 'Daire 1974'te Kapatıldı' Nedense önergeler bir türlü Meclis gündemine gelmiyordu. Kontrgerillayı tartışmaya açan Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te bombalı bir saldırı sonucu öldürülmesi Özel Harp Dairesi'ni ye­ niden gündeme getirdi. RP ve HEP milletvekillerinin 1992'de ver­ dikleri önergelerin 2 Mart 1993'te görüşülmesine karar verildi.

*

25 K a s ı m 1 9 9 1 tarihli gazeteler.

297

Özel Harp Dairesi'ni savunmak görevi de Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz'a düştü: "Özel Kuvvetler Komutanlığı ya da Özel Harp Dairesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir birliği olup, Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun 17 numaralı kararıyla 1952'de kurulmuştur. Halen de Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı bir birim olarak görev yapmak­ tadır. Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât ST 31-15 Sahra Talimnamesi'nin bazı maddelerinin içeriğinden soyutlanarak yorumlan­ ması yanlış anlaşılmalara yol açmaktadır." Ayaz'a göre Özel Harp Dairesi 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulması, geliştirilmesi ve desteklen­ mesinde görev aldı. Teşkilatın görevi 1974 Harekâtı ile sona erdi ve faaliyetlerine son verildi! Ayaz, 1970'ten itibaren Özel Harp Dairesi'nin sivil personeli­ nin olaylara karışıp karışmadığı, silah ve cephanenin olaylarda kullanılıp kullanılmadığını da araştırdıkları ve hiçbir personelin suça karışmadığını, silah ve cephanenin noksansız olduğunu tes­ pit ettikleri bilgisini de veriyordu! Sıra oylamaya geldi. Meclis araştırması açılması önergesi red­ dedildi. "Meclis'te araştırma yapılsın gerçekler ortaya çıksın," di­ yen Milli Eğitim Bakanı Koksal Toptan ve Alparslan Türkeş ret oyu verdi. Böylece Türkiye, tarihindeki karanlık olayları açığa çı­ kartma şansını yine yitirdi. Ancak bu önerge son olmadı. Faili meçhul cinayetlerin artma­ sıyla altı ay sonra bu kez de SHP Adıyaman Milletvekili Celal Kürkoğlu'nun öncülüğünde 13 milletvekili araştırma komisyonu için yeniden önerge talebinde bulundu. Kürkoğlu, Özel Harp Dairesi'nin bütün geçmiş belgelerinin in­ celenmesini istiyordu: "Yıllardır ülkede işlenen her siyasi cinayet ve bir türlü aydın­ latılmayan faili meçhul öldürme olayları, vatandaşlarımızın zih­ ninde vahim soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştur. 'Aca­ ba bu işlenen cinayetlerin arkasında devletin bir gizli eli ya da kontrgerilla diye anılan örgüt mü var?' kuşkusu toplumun deği­ şik kesimlerine hâkim olmuştur. Gazeteci Uğur Mumcu'nun ce­ naze töreninde, bütün kuşkular Islami örgütler üzerinde yoğun­ laşmışken, yüz binlerce insan kontrgerillayı suçlayan sloganlar at­ mış, bir milletvekili arkadaşımız (Mehmet Sincar) Batman'ın gö2 %

Değinde öldürülmüştür. Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Ko­ misyonuma çağrılan Özel Harp Dairesi Başkanı ifade vermeyi reddetmiştir. Kontrgerilla iddiaları, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye'ye zarar vermektedir. Bu nedenlerle bir araş­ tırma komisyonunun oluşturulmasını, Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı'nm bütün geçmiş belge ve faaliyetleriyle birlikte 'gizli' ve 'çok gizli' damgalı yönergelerin incelenerek ko­ nuya açıklık getirilmesini bekliyoruz." 1990'larda Özel Harp Dairesi ve kontrgerilla tartışması tam 27 kez TBMM gündemine getirildi. Ancak bir türlü Meclis araştırma­ sı kararı çıkmadı. Sivil Unsurların Ölüm Üçgeni Meclis'te Özel Harp Dairesi'nin faaliyetlerinin araştırılması önergeleri reddedilirken Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki faili meçhul cinayetler doruk noktasındaydı. Özellikle de Kürt soru­ nuna duyarlı gazeteciler, aydınlar, siyasetçiler öldürülüyordu. Hiçbir cinayetin faili yakalanamıyordu. Hatta soruşturmasının bi­ le yapılmadığı cinayetler oluyordu. 1993 yılından itibaren ise faili meçhul cinayetlerde Güneydoğu'nun yanı sıra dikkat çeken bir başka bölge daha oldu: BoluDüzce-Sapanca'nın kesiştiği sınırlar. Hedefte bu kez Kürt işadam­ ları vardı. 'Ölüm Üçgeni' adı verilen bu bölgenin çok önemli bir özelliği var. Özel Harp Dairesi, 1950'li yılların sonlarından itibaren olası bir işgal durumunda Sovyetler Birliği ordusunu durdurmak ama­ cıyla sivil unsurları örgütlediği bölgeydi burası. Kürt işadamlarının bu bölgede öldürülmesi 1993 yılı Milli Gü­ venlik Kurulu'nda alınan kararlardan sonra başladı. PKK'ya kar­ şı topyekûn savaş açıldığı bu dönemde devlete göre Özel Harp Dairesi'nin ve diğer güvenlik kuvvetlerinin Güneydoğu'da yü­ rüttüğü mücadele tek başına yeterli değildi. En önemlisi örgütün ekonomik kaynaklarının kesilmesi gerekiyordu. 5 Temmuz 1993 gü­ nü MGK'ya sunulan rapora göre kaynaklardan biri de Kürt işadamlarıydı. Ve bu işadamlarının büyük kısmı Türkiye'nin en zenginleri arasında yer alıyorlardı. Bir de PKK'ya destek veren Güneydoğulu büyük aile ve aşiretlerden de bahsediliyordu: Polat, Yıldırım, Aksoy, Buldan, Kocakaya. 299

MGK toplantısından bir süre sonra P'KK'ya yardım eden işadam­ ları' adı altında bir liste hazırlandı. Listede 67 Kürt işadamının ismi vardı. Listenin başında Liceli işadamı ve PKK'nın yayın organı ol­ makla itham edilen Özgür Gündem gazetesinin ortağı Behçet Cantürk vardı. Listede yer alan diğer isimlerin de kimler olduğu ko­ nuşulurken Başbakan Tansu Çiller, İstanbul Holiday Inn Oteli'nde adeta cinayetlerin başlangıç işareti olan şu açıklamayı yap­ tı: "Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK'nın haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, hesap soracağız." Bu açıklamadan hemen sonra ilk büyük operasyon yaşandı. 21 Ekim 1993 günü Lice güvenlik güçleri tarafından ablukaya alındı, her tarafa ateş açıldı. Özel Kuvvetler Komutanlığı, yani Özel Harp Dairesi timlerinin kilit görev aldığı operasyon tam üç gün sürdü. Kent yerle bir edildi. Öldürülen kişiler arasında Behçet Cantürk'ün beş akrabası vardı. İlk önce basına çatışma çıktığı haber­ leri servis edildi. Ancak sonradan ortaya çıktı ki insanlar eve ka­ panıp üç gün boyunca dışarı çıkmamıştı. Ortada PKK'lılar da yoktu. İlçeye giriş çıkışlar yasaklanarak adeta kent ateş çemberi­ ne alınmıştı. İnsan hakları savunucuları ve siyasetçilerin kente girmesine izin verilmiyordu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bi­ le ilçeye sokulmamıştı. Lice'den sonra sıra listedeki işadamlarına gelmişti. Başbakan Tansu Çiller'in adlarını biliyoruz dediği listenin ba­ şındaki isim olan Behçet Cantürk, 14 Ocak 1994 akşamı Bağdat Caddesi'ndeki yazıhanesinden evine gitmek için kurşun geçir­ mez zırhlı otomobiliyle çıktı. Yazıhane ile ev arası, otomobille yaklaşık 10 dakikaydı.* Ancak saatler geçmesine rağmen Cantürk eve gelmedi. Aile, gece boyunca Cantürk'ü aradı. Ama bir haber yoktu. Behçet Cantürk'ün kaçırılmasının üzerinden yaklaşık 18 saat geçmişti. 15 Ocak 1994 günü, saatler 12.00'yi gösterdiği sırada Sa*

B e h ç e t C a n t ü r k , c a d d e y e çıkar ç ı k m a z da arabasının ö n ü polis yelekli ye­ d i kişi t a r a f ı n d a n ç e v r i l d i . B i r kişi d e iki o t o m o b i l d e n ö n d e d u r a n d a h i ç dışarı ç ı k m a d a n d u r u y o r d u . " A r a m a yaptıklarını" söyleyen bu kişilerden dördü Cantürk'ün

kollarına

girerek zorla

arabalarına

bindirdiler. C a n ­

t ü r k ' ü n ş o f ö r ü n ü i s e C a n t ü r k ' ü n a r a b a s ı y l a ü ç kişi g ö t ü r d ü .

300

panca'nın Kırkpınar Kasabası yakınlarında boş durumdaki bir park alanında iki ceset bulundu. Bu cesetlerin, kaybolan Cantürk ve şo­ förü Recep Kuzucu'ya ait olduğu anlaşıldı. Cantürk'ün öldürülmesinden üç ay sonra 28 Mart 1994 günü ölüm üçgeni içerisinde iki yeni ceset daha bulundu. Aksaray'da, oto galerisi sahibi olan Liceli Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan, yazıha­ nelerinde misafirleriyle sohbet ederken içeriye birden yine üzerinde polis yazan yelekli, silahlı ve telsizli sekiz kişi girdi. Gözaltına alı­ nan Fevzi ve Salih Aslan'ın cesetleri de bir gün sonra TEM Otoyo­ lu' nun Hendek gişelerine yakın yerde bulundu. Fevzi Aslan, şaka­ ğına sıkılan tek kurşunla, Salih Aslan ise gözleri bağlı, kalbine üç kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Balistik incelemede Cantürk cinaye­ tinde kullanılan silahla Fevzi ve Salih Aslan'ı öldüren silahın aynı olduğu ortaya çıktı. Ölüm üçgenindeki cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. 3 Hazi­ ran 1994 günü de Yüksekovalı işadamı Savaş Buldan, yakın arkada­ şı Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, Düzce yakınlarında ölü olarak bu­ lundu. Buldan, Yıldırım ve Karay, Çınar Oteli'nden çıkarken yine sekiz kişilik aynı ekip tarafından kaçırılmıştı.* Kürt işadamlarının kimler tarafından öldürüldüğünün ipucu Susurluk kazasından sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kut­ lu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda yer aldı: "Kim olduğu ve ne yaptığı aşikâr olmasına rağmen devlet, Cantürk'le baş edememiştir. Yasal yollar yetmemiş, neticede Özgür Gün­ dem gazetesi, plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken, adı geçenin, yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine öldürülmesi kararlaştırılmış ve ka­ rar infaz edilmiştir." Geriye bir tek soru cevapsız kalıyordu: Kürt işadamları neden bu bölgede öldürüldü, bu bölgenin özelliği neydi? Bu sorunun cevabını yıllarca Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvet­ ler Komutanlığı'nda tabur komutanlığı yapan O.A. kitabın yazarı­ na açıkladı: "Bu bölge Özel Harp Dairesi'nin Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yi işgal etme olasılığına karşın sivil halkı eğitimden geçirdiği yerdi." * Savaş Buldan'ın eşi Pervin Buldan, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde İğdır Bağımsız Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. * İsmi bizde gizli.

301

Özel Harp Dairesi'nin planına göre Rus ordusunun engellene­ bileceği son nokta burasıydı. Adapazarı-Bolu-Sapanca üçgenin­ deki sivil unsurlar halkı da örgütleyerek Sovyetler Birliği ordusu­ nu vuracaktı. Ayrıca işgal durumunda sivil unsurların kullanabil­ meleri için bölgede bir de silah deposu vardı. Peki, komünistleri son durdurma noktası olarak Özel Harp Dairesi neden bu bölgeyi seçmişti? Bunun cevabını da yine Özel Harp Dairesi'nden emekli albay verdi: "Bu yerlerin coğrafi yapısı direnişe uygun. Dağlık araziler ve geniş ormanlıklardan oluşuyor. Bölgedeki yapılaşma da dağınık. Evler birbirlerine çok uzak. Bu durum kontrolü güçleştirir. Ayrıca bu bölgede çoğunlukla Çerkez, Çeçen, Abaza, Türkmen gibi silah tutkunu ve operasyonlarda görev alabilecek insanlar çoğunlukta. Lazlar da yoğunlukla yaşıyor. Bu nedenle silah zaten bu bölgenin kültürünün bir parçası. İstanbul ile Ankara arasındaki konumu da önemli." Cinayetler döneminde bu bölgenin önemli bir bölümünü içine alan Bolu Emniyet Müdürlüğümü ise yıllarca tanıdık bir isim yaptı: Uğur Gür. 1 Mayıs 1977 katliamında, alanda bulunan ve olayların başla­ masında sorumluluğu bulunduğu iddia edilen polis şefi. Hatta kalabalığın üzerine ateş açılan Sular İdaresi üzerindeki polis ola­ rak basına yansıdı. Kanlı olayların yaşandığı 1970'li yılların tama­ mında İstanbul'da görev yapan Gür, cinayetlerin başlamasından hemen önce 1992'de Bolu Emniyet Müdürü oldu. Tam 12 yıl aynı Bolu'da görev yaptı. Emekli olduktan sonra da kentten ayrılmadı.

302

Sonsöz Yıl 2007... Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunun üzerinden tam 55 yıl geçti. Bu süre içinde değişen tek şey adı oldu. En önemlisi ve en tehlikelisi de 197()'li yılları kana bulayan sivil unsurların hâlâ faaliyette olması... Kitapta Özel Harp Dairesi'nin, dolayısıyla Türkiye'nin 1948 ile 1994 yılları arasındaki gizli tarihini anlattık. 1994 ile 2007 yılları arasındaki tarihi ise ikinci bir kitap olarak planlıyoruz. Çünkü Uğur Mumcu'nun öldürülmesi Özel Harp Dairesi için yeni bir dönem oldu. Özellikle sivil unsurlar yeniden yapılandırıldı. Bu yapılanma hâlâ devam ediyor. Uğur Mumcu cinayeti, 28 Şubat sürecinde Özel Harp Dairesi, Kerkük'te TMT gibi silahlı sivillerden oluşan örgütün nasıl oluşturulduğu ise, ikinci kitapta yer alacak dosyalardan birkaçı...

303

Özel Harp Dairesi'nin kurucusu Tümgeneral Daniş Karabelen.