Ütopyalar Sözlüğü 975-570-204-0

611 236 5MB

Turkish Pages 289 Year 2002

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

Ütopyalar Sözlüğü
 975-570-204-0

Citation preview

U topyalar

Sözlüğü

*SEL YAYINCILIK Babıali Caddesi, 20/ 1 Catalotlu - Istanbul Tei./Faks: 0212 Sll 10 OS Şube: lstiklal Caddesi, Elhamra Pasajı No: 2S8 1 1 0-1 1 Beyotlu - Istanbul Tel.: 244 ıs 06 http://www.selyayincilik.com E-mail: [email protected]

ISBN 97S-S70-204-0 SELYAY 1N C 1 Ll K: 201

ÜTOPYALARSÖZLÜGÜ Michele Riot-Sarcey, Thomas Bouchet, Antoine Picon Türkçesi: Turhan llgaz

Kitabın özgün adı: Oictionnaire des Utopies Kapak: Thomas More'un (1 S16) Utopia'sından

© LAROUSSE 1 VUEF 2002 Bu kitabın Türkçedeki tüm yayın hakları Sel Yayıncılık'a aittir.

Birinci Baskı: Aralık 2003

Baskı - cilt: Yaylacık Matbaası

Ütopyalar Sözlüğü Michele Riot-Sarcey Thomas Bouchet Antoine Picon

Türkçesi: Turhan llgaz

*

SELyAy 1 N C ıL ı K

YAZARLAR

Aunoble Eric, Paris 8 üniversitesi

Inlebert Herve, Paris 10 üniversitesi logna-Prat Dominique, CNRS

Baudras Jean-Luc, Paris 8 üniversitesi

Kerignard Sophie, Paris 8 üniversitesi

Beligan Nadine. Lyon 2 üniversitesi Belissa Marc, Nantes üniversitesi Benrekassa Georges. Paris 7 üniversitesi Berger Denis, Paris 8 üniversitesi Berkman Gisele, Paris

Klein Gerard, yayıncı

Abensour Miguel, Paris 7 üniversitesi

Bertrand Jean-Maric, Paris 1 Ünv. Borghi Liana, Aoransa üniversitesi Borus Daniel, Rochester üniversitesi Bouchet Thomas, Bourgogne üniversitesi

Laeroix Bernard, Paris 1 O üni\'ersitesi Leborgne Françoise. Rennes 2 Ünv. Loty Lauren!, Rennes 2 üniversitesi Löwy Michael, CNRS Madonna-Desbazeille Michelc, Lille 3 üniversitesi

Burckel Denis, Noisy-le-Grand Butel Yannick, Nantes üniversitesi

Malecot Franck, Chaville Maler Henri. Paris 8 üniversitesi

Calvora Robert, Paris

Meschonnie Henri. Paris 8 üniversitesi Montcl Nathalie, Ecole nalianale des

Cave Christophe. Grenoble 3 üniversitesi Chatzis Konstantinos, Ecole nationale

des Ponts et Chessees Chevrier Jean-François. Ecole nationale des Beaux-Arts

Christin Olivier, Lyon 2 üniversitesi Claeys Gregory, Holloway College,

Ponts it Chassees Moret Frederic. Marnc-la- Vallee üniversitesi Mouchard Claude, Paris 8 üniversitesi

Multon Hilaire, Roma Fransız Okulu Navet Georges, Reims üniversitesi

Londra üniversitesi

Clement Michelc, Lyon

2

üniversitesi

Comolli Jean-Louis, sinemacı Cook Malcolm. Exeter üniversitesi Cordillot Michel. Paris 8 üniversitesi Coutcl Charles. Artois üniversitesi Dachy Marc, Paris Edelman Nicole. Paris 1 O üniversitesi

Picon Antoine, Ecole nationale des Ponts et Chaussee

Pitocco Franco, Roma 1 üniversitesi Regnier Philippe, CNRS Rignol Lo'ıc. Paris 8 üniversitesi Riot-Sarcey Michele. Paris 8 Ünv. Riviale Philippe. Paris felsefe koleji Rougcric Jacques. Paris 1 üniversitesi Rouillard Dominique. Paris-Malaquais

Fajon Robert, Aix-en-Provence Ünv. Filion Odile, gazeteci Fiorato Adeli n, Paris 3 üniversitesi Flichy Patrick. Marne-la-Vallee Ünv. Fourn François, Paris Frajesc Vittorio, Roma

2

aniversitesi

mimarlık okulu Rouille Monique, Paris 10 üniversitesi

Schder Olivier, Paris 1 üniversitesi Tı-avcrso Enzo, Picardic üniversitesi Tı-emolicres François, Paris 4 Üın.

Grange Juliette, Nancy 2 üniversitesi Guarneri Cari J .. Saint Mary's College of California

Varikas Eleni. Paris 8 üniversitesi Vilar Pierre, Paris 3 üniversitesi Vinccnt Jean-Maric. Paris 8 üniversitesi

Hochart Patrick, Paris 7 üniversitesi

GiRIŞ İşte türünün kurallarına tastamam karşılık vermeyen bir sözlük. Okur bu­ rada ütopyanın tekanlamlı tanımını bulamayacak, ama her yazarın uz­ mantığı ve bakış açısı işlevinde bir yorum çokluğuyla karşılaşacaktır. Thomas Bouchet, Antoine Picon ve ben, ister kurgunun alanında, ister tekniklerin, sanatın ya da, genel olarak tarihin alanında olsun, her "ütop­ yacıl" projenin yazılma koşullarını bulmak istedik. Eksiksiz olmak arayı­ şı içine girmeksizin, ütopyaları zamansallıkları ve en değişik uzamları içinde anlamaya uğraştık. Tanım yokluğu, şu şaşırtıcı paradoksa olanca erimini kazandırmamıza imkan verdi: ütopyanın yer-olmayanı, çoğu kez egemen düzenin dışında, ve genellikle çoğunluğun paylaştığı düşüncelerk uyumsuzluk halinde, çok çeşitli yerlere dağılınıştı. Gerçekten de, kendilerini imleyen sözcü­ ğün anlamının tersine, edebiyattaki, tarihteki, dindeki, mimarideki, bilim ve teknikteki ütopyaların hepsi de tarihin içinde kayıtlıdır. Bu sözlüğün özgüllüğü, hiç şüphesiz buradan geliyor. Ütopyaların, anlamı tarihin devinimi içinde yazılı olan tarihselliği üzeri­ ne bir düşünümden yola çıkarak, sıradan sınıflandırmalarda duraklamak bize beyhude göründü. Aslında, neolojizmin kurucu babası Thomas Mo­ re'un Ütopya'sının formel, sıklıkla tarih-dışı bir çözümlemesinden kalkı­ larak tasarlanmış olan ütopyacıl türün geleneğin normlarına indirgenişi, bu farklı yansıtıcı yapıların yüze çıktığı tarihi şimdinin üstelemesini en­ gellemek için çoğu kez bir mazeret olarak kullanılmıştır. Sapkınlıklarla benzeştirilen, yıkıcı düşüncelerle özdeşleştirilen, totalitarizmle bir tutu­ lan ütopyalar, öteleri ya da mümkünsüz ortak mutluluğu tasvir edecek­ lerdi. Ve, somut gerçekleşmeleri içinde, bunun tersine ulaşacaklardı: zorba bir yönetimin baskısı altında, insanın yabancılaşmasına.

Giriş

6

Biz, kendini bir çerçevenin katı sınırları içine hapsedilmeye bırakmayan bir edebi türün içeriğini sorgulamayı yeğledik. Ütopyaların tarihselliği­ nin araştırılması, unutulmuş bir geçmişin, çoğu kez yitirilmiş olan kav­ ramşma geri dönmeyi gerektirir. Gerekirlik, sözcükle yetinmek yerine, zamansallıkların ardışıklığı içinde olduğu gibi verili olan bir zamandaki imgesel bir kurmacanın anlamını yeniden bulmaktan ibarettir ve o za­ mansıllıklar, tarih boyunca, o anlamın aktarılışına, ardışık yorumların ve sahiplenmelerin keyfince dönüştürülmesine tanık olurlar. Ütopya aynı zamanda da güncelliktir, gerçekleşmemiş bir geçmişin ka­ lıntısıdır, çatışmalı bir şimdinin eleştirisini güçlendirme zorunluluğu ola­ rak yeniden ortaya çıkan, doyurulmamış bir ihtiyacın bir tür anımsanma­ sıdır. Ütopyanın bu mevcudiyeti, bize, her zaman tartışılagelmiş bir ko­ nunun yenilenmesine katkıda bulunacağını umduğumuz bir sözlüğü ta­ sarlama ve gerçekleştirme imkanı verdi. Ütopya rahatsız eder, özellikle de, bir düşünceyi bilinen atıflardan, im­ lerden ve simgelerden kalkarak özdeşleştirme kaygısındaki okurun kafa­ sını karıştım ütopyalar. Esas itibariyle, erekbilimsel bir bakış açısını ken­ dine yön kılan tarihten kurtulurlar. Ama yine de, ütopyacıl metinlerin bü­ yük yararı zamanın kıvrımında, uzarnın kenarında, yazının aldatmacaların­ da, kurgunun akıldışı formunda, sözcüklerin aşırılığında ve vaadedilen mutluluğu anlatmak için getirilen kuralların bolluğunda keşfedilir. Me­ tin, zamanın akışını gösterebilir, ya da toplumsal düzenin eleştirisini yo­ ğunlaştırabilir. Bununla birlikte tarihin devinimi içinde, ütopyalar, onun yazdışının dışında tutulmuşlardır. Zamanın içinde kayıtlı olarak, yadsınan toplumların şimdisinde yerleri bulunmaksızın, metinsel olarak bile tarihi olguların statüsüne erişememişlerdir; sanki, umut bağlanan mümkünle­ rin her yenilgisinden sonra yeniden kurulan düzen, arada sırada da olsa, ütopyacıl denilen bu umutlarla bütünleşebilemezmiş gibi. Yunancanın bilmediği "ütopya" sözcüğü, yine de, 1516'da Yunan dilinin köklerinden kalkılarak andırışım yoluyla yaratılrruştır. Anlamı şüphenin imini taşır: iyi yer ya da yer-olmayan. İmleyen yolunu şaşırır, çünkü an­ lam başka yerde, yazının içinde, eleştirel projenin serimieniş formunda ve başka bir mümkün dünyanın sözcelendirilmesindedir. Ütopyanın gö­ rünür ikircikliği, bütünüyle metnin alegorik işlevinde içerilmiştir. Ütop­ ya, siyasi eleştiri olduğu halde, çözümlenmesi tarihin elinden alınmış bir edebi türün atıfsal metni haline gelmiştir.

7

Giriş

Biz, tarihin zamanı içinde, ideal ile gerçek arasındaki bağları onararak, bir bakıma, düşünümü tersine çevirmek istedik. Gerçekten de, zamanın dışındaki bir yapıyı varsaymak nasıl mümkün olabilir? Ütopyacıl keşif, toplumsal ideal, toplulukçu yansıtmalar, romansı kurgular, gerçek ger­ çeklikten ayrı tutulamazlar. imgesel gerçekleşme, her zaman, düşünce­ nin içinde beslendiği şimdiden yola çıkılarak tasarlarur. Bu nedenle fark­ lı ütopyaların, ya da o şekilde değerlendirilen yazıların anlamlarına eriş­ mek için, sıradan imleyeni (hiçbir yerde, yer olmayan) aşmayı yeğledik. Tarihi gerçekleşmelerin zamanı buna yetmez. Bu yüzden, konu elverdi­ ğinde, ütopyaların, geçmiş zamanın farklı dönemlerindeki uzun yansıtma içinde konusu oldukları çeşitli yorumları düşünmeye çalıştık. Thomas Müntzer'in, Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin yönetsel ideolojisinin hizmetine geniş ölçüde konulan isyanının ne hale geldiği düşünülsün. Ya da XIX. yüzyılın, "ütopyacıl sosyalizm" kategorisi içinde sınıflandırılmış olan ve Kremlin'deki anıtta komünizmin kurucu babaları arasında baş köşede yer alan o "ütopyacıları" anımsansın. Ütopyacıl metinlerin özelli­ ğini oluşturan aralığa, yer değiştirmeye, sapmaya ve özellikle de alego­ riye rağmen, yazarlarının "zaman farklılığına", "ışıkçılığına" lilluminis­ mel, "deliliğine" rağmen, ütopyalar tarihin erekbilimsel görüsünden kur­ tulamadılar. Bunun tersine, biz kendi hesabımıza, sezgiselliği her zaman arkadan gelen bir kurmaca olan büyük freskolardan geri durduk. Elbette tarihe ayrıcalık tanıdık, ama geçmiş aniatıların ihyasının, ütopya­ nın temsil ettiği çeşitli çakımları tek başına anlaması mümkün değildir. Müzik, tiyatro, mimari ve elbette kurgu; bunların herbiri bir o kadar ütopya figürüdür. Sanat ya da "mutlak aralık" -Fourier gibi Walter Ben­ jamin'in sevdiği deyim- ütopyanın tamamlanmış bir formu değil midir? Baudelaire ile birlikte, "tuhaf izlenim"in şokunu, imkansızın aranışı ola­ rak düşünmek mümkün değil midir? "O tutku günlerinde, ruhun lirik de­ vinimlerine, düşlemin dalgalarına, bilincin sıçrarnalarına uymak için ye­ terince esnek ve yeterince kesikli, şiirsel, ezgisel, tartımsız ve uyaksız bir düz yazının mucizesini düşlememiş kimse var mıdır aramızda? Bu sap­ Iantılı ideal, özellikle de devasa kentlerle düşüp kalkarken, onların sayı­ sız ilişkileriyle karşılaşıldığında doğar" (le Spleen de Paris/Paris Bunal­ tısı). izlediğimiz güzergahın ütopyanın bazı büyük düşünürlerine çok şeyler borçlu olduğu okurun gözünden kaçmayacaktır. Herbiri, ütopyanın form-

8

larını, onların doğuşuna tanık olan gerilimin içinde düşündü. Önce Wat­ ter Benjamin; ona göre "ütopya geçmişin en güncel görünümlerini gös­ terebilir" Sonra, "Umut İlke"si çok çeşitli görünüşler altında, ama her zaman şimdi, geçmiş ve gelecek arasındaki diyalektik bir münasebet içinde biçimlenen Ernst Bloch. Ve Bronislaw Baczko'ya göre de, ütop­ yalar "toplumsal gerçekliğe ve onun gelecek üzerindeki yansımasma bakmaktan kaçınmayan" eleştirel bir girişimin ifadesidirler. Louis Marin tarafından zenginleştirilen bir çözümleme bu; ona göre, "ütopyayı uzam terimleriyle düşünmek, esas olan şeyi, demek istediğim ütopyanın şim­ disini, belki de 'düşsel yönden' düşünmektir"; ütopyanın devingenliği o zaman gerçeklikle arasındaki mesafenin içinde kavranmaktadır. Henri Meschonnic'in bakış açısından, şimdinin düzeni içinde ütopyaya yer yoktur: "Ütopya bir paradokstur. Onun birçok anlamı vardır. Bir yer yok­ luğu, yerin ve zamanın dışındaki bir sığınak olabilir: bu ikisini ayırmak mümkün değildir. Ama ütopya, yer ve zaman üzerine fetihçi bir girişim de olabilir." Çeşitli kullanımlar içeren gökada olarak ütopya, üzerinde çalıştığımız şekliyle, bu kitapta farklı şekillerde ele alınmaktadır. Farklı ufuklardan gelme uzmanların -Ortaçağ'cıdan sinemacıya, müzikologdan mimara, edebiyatçıdan dilbilimciye, sosyologdan filozofa- imzasını taşıyan yüz maddeden herbiri, sınıflandırılamaz olanın aydınlatılmasına kendi katkısı­ nı getirmektedir. Yetmiş yazarın herbiri, kendi bakış açısından, ütopya fikrini hem yansıtma olarak, ama hem de somut gerçekleşme olarak sor­ gulamaya çalışmaktadır. Okur, kimi zaman çelişik görüşlerle karşı karşı­ ya kalacaktır. Bazı yazarlar için, hiçbir yer ülkeleri ütopyayı simgelerler, daha başkalarına göre, öteler bir anlamsızlıktır. Ama özellikle de, sözcü­ ğün çokanlamlılığı yüzünden, çoğu, aniatıların içeriğini ve ütopyaların söylemindeki anlamı onarmayı amaçladılar; ister edebi. ister tarihi ya da felsefi bir bakış açısından olsun, kuramsal düşünüm, genelde, metinsel betimlemeye eşlik etmektedir. Sözlük, sorumlularının olduğu kadar, proje olgunlaştığı ölçüde başvuru­ lan yazarların da eseridir; uyarıları, eleştirileri, talepleri bizim için değer­ li bir katkı oldu. Hepsine gönülden teşekkür ediyoruz. Onlar olmasaydı, bu iş sonuçlandırılamazdı. Eksiklerimiz ortaya çıkartılacak, bunlara yakınılacak, bazı seçimlere iti­ raz edilecek, şu ya da bu çözümlemenin tutarlılığı konusunda eleştiriler

9 getirilecektir. Sözlüğün konusu bile eksiksiz bir bilme yanılsamasını ta­ şıdığı ölçüde tartışılacaktır. Bununla birlikte maddelerin, alfabenin keyfi düzenine göre birbirini izlemesi, atıfsal sınıflandırmalardan kurtulmaya yardım etmekte ve, aynı anda da, alfabetik dağılım, her zaman için indir­ geyici olan normlardan kaçınmak suretiyle özgüllükleri ortaya serıneye imkan vermektedir. İşte bu yüzden, fikre eleştirel boyutunu vermek ve kaleidoskopik görünümünü olabildiğince ihya etmek için, her ütopyanın özgül çerçevesine ayrıcalık tanıdık. Amaç, bize göre, büyüktür çünkü ütopyanın güncelliği aynı zamanda da eleştirel özgürlüğün, barbarlığa dönüş tehlikesinin yaşandığı şu zaman­ larda, yadsınan, kırılgan bir özgürlüğün güncelliği olmaktadır. 1949 yılın­ da, Cornelius Castoriadis ve daha birkaç kişi Socialisme ou Barbarie !Sosyalizm ya da BarbariLki adı verilen bir dergi kurdular; zamanında pek az anlaşılan başlıktaki seçenek, kendi düşmanlarını üreten sapkın bir sistem tarafından sarsılan bir dünyada yeniden peydahlanıyor. Tarihin so­ nu, programlanmış olmaktan uzaktır. Bu sözlük ütopyanın eleştirel boyu­ tunu yeniden kavramaya, ve ona, liberal ya da totaliter, her türlü dogma­ tik düzenin dışında gerçek bir yer açmaya yardım edebilir. Michele Riot-Sarcey

TERIMLER VE ISIMLER DIZINI 13 Altın ça! Anabaptizm 1S Anarşizmler 18 21 Aydınlanma ideali . 26 Bacon (Francis) Bauhaus 27 Beden(ler) 29 Beliamy (Edward) 31 Benjamin (Walter) 32 Bilim . 38 41 Binyılcılık Bloch (Emst) . 42 Cabet (Etienne) 4S Cam Evler .......... .. 47 . 48 Campanella (Thommaso) Cizvit misyonlar ................... 52 Comte (Augune) . . ......... SS Condorcet (Marie Jean Antcine Nicolas Caritat, marki) S7 Dada .. 61 Devrim . 64 Devrimci bayram 6S Devrıınci ütopyacıl kurgular . 66 Diderot (Denis) 67 Dünyasallaşma .................. 69 Emek 72 Enstrümantal müzik 77 Evrensel diller .... 78 Feminizm (Amerikan) ... 81 Feminizm (Fransız) . 8S Feminizm (Ingiliz) .. 88 Fourier (Charles) 91 Fourier'ciler (Amerikan) 9S 97 Genel grev 98 Gerçeküstücülük 102 Godwin (William) 104 Halk ve egemenlik Hıristiyanlık ve ütopya 109 llS Ideal site 117 Ideal kent 122 Internet .. 127 Joachim de Flore 130 Karşı-kültür 132 Karşı-ütopyalar 137 Komünizmler Konumlanışcı enternasyonal 141 Kurgu-bilim 14S Kurmaca olarak bilim ve siyaset 149 ısı Las Casas (Bartolome de) IS2 Lazare (Bernard)

Lazzaretti (David) IS3 Leroux (Pierre) . IS6 IS7 Levinas (Emmanuel) Mannheim (Karl) 160 Marx (Karl) 161 Mayıs 1968 16S Mimari . ... 168 Mitolojik dekor 172 Morelly (Etienne-Gabriel) 17S 176 Morris (William) . Müntzer (Thomas) 178 Novalis (Friedrich, baron von 181 Hardenberg) 183 Operada mitos Owen (Robert) .... 184 Pastaral imgeler bütünü 186 Paul ve Virginie 188 P1aton .... 190 Proleter kültür 193 196 Retif de La Bretonne (Nicolas) Reunion (Fourier'ci koloni) 197 Rousseau Oean-Jacques) 198 Sade (Donatien Alphonse marki) 203 Saint-Simon (Ciaude Henri de Rouvroy, . 204 kont) ....... 206 Saint-Simon'culuk 208 Sanal dünyalar Sanatın paylaşımları 210 213 Seçilmiş halk 216 Sinema 220 Siyasetin ütopyası Sosyalist topluluklar 223 22S Sovyet komünleri 227 Sovyetler ... 229 Sürekli barış (projeleri) 232 Tanrı'nın sitesi .... 234 Taşımacılı!ın altyapıları .... 236 Teknik . ..... ..... 242 Telemakhos'un serüvenleri 244 Thel�me (manastır) . 24S Tiyatro 248 Toplumsalcı okul 2S2 Totalitarizm (tümcülük) 2SS Uyurgezerlik 2S6 Ütopya 260 Ütopya olarak şiir 26S Ütopyacıl sosyalizm 269 Wollstonecraft (Mary) 272 Yıl 2440 273 Yolculuk

a Altın Çağ. Altın çağ mitosu, temelde do­

laylı bir şekilde, bundan böyle ortak paylaş­ tığımız Batı uygarlığına aittir. Arkaik Yu­ nan'ın tümüyle kendine özgü toplumu için­ de, onu oluşturan özel metnin gücüyle doğ­ muştur. Dillendirilmemiş arzuların inorga­ nik korpusunun açınlayıcısı olan ozan He­ isiodos, ona ilk biçimini vermiş ve onu Işler ve Giinler adlı eserinde yapılandırmıştır (109 ila 126. dizeler). Bunu yaparken, benzesin ya da benzemesin, Doğuya ya da Mısıı'a öz­ gü aniatıları yinelemiş olduğunu düşünmek yanlış olur; nitekim eskiler, özellikle de Pla­ ton, bu keşfin ona ait olduğunu kabul et­ mektedirler. Yer ile Gök'ün tannsal oğlu olan Kronos, bir orak darbesiyle babasının cinsel organını kopartarak efendisi haline geldiği alemi ölümlülere açtı (Hesiodos, Tlıeogonia, d . 154190). Onun saltanatı sırasında, önce, canlı ve sürekli bir gençliğin nimetlerini en ufak bir kaygı, hırs ya da kıskançlık duymaksızın, sonu gelmez şölenlerle dolu bir varoluş için­ de yaşayan altın bir insanlar ırkı belirdi. Toprak, bu insanları mükemmelen doyura­ cak her şeyi kendiliğinden veriyordu, ta ki, uykuyu andıran bir ölümün onları aldığı ana kadar. Adaletin ve dindarlığın modelle­ ri olan bu kişiler, yerin derinliklerinde kay­ boldular ve Zeus, bu ırka, doğalannın soylu niteliğine uygun olarak, ruhlarının her za­ man mevcut kalacağı Yeryüzünde, sahip olacakları uzak ardıllarını gözetmeye, onları konımaya ve hak ettikleri varsıllığı onlara

sağlamaya yazgılı cinlerin ayrıcalığını tanı­ dı. Derken bu ırkın yerini gümüş adamlar aldılar; bunlar soyluluk bakımından öteki­ lerden aşağı kalmıyorlarsa da, onların mut­ lak zıtları oldular; iktidarı ele geçirmiş olan Zeus, ölçüsüzlüklerinden ötürü onları ceza­ landırdı, ama ölümlerinden sonra karanlık güçler haline geldikleri için, yeraltı cinleri olarak saygı gördüler. Ardından, kendilerini bütünüyle savaşa adamış olan tunç adamlar geldiler; öncellerinden ne denli farklı olsalar da, onlardan daha mutsuz değildiler, çünkü anlatı, o sırada, çöküş ilkesini kendi mantı­ ğıyla bütünleştirmiyordu. Onların ardı sıra. tarihi zamanları başlatan bir kahramanlar kuşağı geldi; bunlar arasından bazılarına, öldükten sonra, dünyanın ucundaki bir yer­ lerde, toprağın yılda üç kez kendiliğinden ürünler verdiği bir adada yerleşerek, emek­ siz bir mutluluğun keyfini çıkartma ayrıcalı­ ğı tanındı. Ozanın çağında, mutsuzluğu ve emeğin zorunluluğunu bilen, ama aynı za­ manda iyinin ya da kötünün yolunu seçme olabilirliğinin de farkında olan demir ırk ya­ şıyordu. Çözümleme, bu tarihi anlatının, artza­ manlılık [diachronie] kurgusuyla oynaya­ rak, yapıtın yaratıldığı çağdaki Yunan topltı­ munun yapısını oluşturan farklı öğeleri ar­ dışık bir şekilde betimlemey� yararlığını an­ lamaya imkan vermektedir. Uretilen imgele­ re, yaratıcılarından kurtulma imkanı veren şey de bu kurgulamadaki karmaşıklığın kendisi olmaktadır.

altın çağ İki yüzyıl sonra Platon, Devlet'inde _(VIII, 546e-547a), mitosu dönüşüme uğratır. Insan ile maden arasındaki eğretilemeci ilişkinin anlamını değiştirir. Altın, gümüş ve tunç ırk­ lar, demir ırkla karışmış bir halde, her biri kendi orununda, kusursuz bir sitede birlikte yaşamaktadırlar. Altın ırk, daha üstün oldu­ ğu öteki iki ırkı yönetmek için yaratılmıştır (III, 415c-d), gümüş ırktan savaşçılar, emek­ leriyle toplumun tamamını beslemek zo­ runda olan tunç ve demir ırklar karışımı olan varlıkların arzularını gemiernekle gö­ revlidirler. Eğer Atina'nın, Timea ve Critias dialoglarında betimlendiği şekliyle Dev­ let'teki siteyi temsil ettiği kabul edilecek olursa, altın ırk, Attikya'yı, Salon'un çağın­ dan dokuz bin yıl önce yönetmiş olsa gerek­ tir (Critias, ll Oc-d). Siyasi kurguyu tarihi sü­ recin içine yeniden dahil edebilmek, o süreci doğrulamaya ve, yanı sıra da, artık besbelli olan esnekliği nedeniyle, kökensel mitosun daha başka bir doğrultuda kullanılabilecek ilkesiyle yeniden buluşmaya imkan verir. Politikos diyaloğuna göre (271c-276b), Cro­ nos çağının insanları bizzat tanrı tarafından yönlendirilmektedirler. Yer'in bağrından do­ ğan bu insanlar her türlü toplumsal yapının dışında yaşar, toprağın kendiliğinden ve bolcu ürettiği şeylerden yararlanır, çıplak dolaşırlar, ve otlar onlar için yataktır. Yasa­ lar'ın bildirdiğine göre, Cronos dönemi, her şeyin bolca ve emek harcamaksızın elde edildiği bir mutluluk çağıdır (Yasalar IV, 713a-714b) . Tanrı, tıpkı çoban insanın sürü­ sündeki hayvaniara yaptığı gibi, insanları gütmekte ve iyileştirmektedir. Onun yöne­ tim biçimi yasakoyucuya model olarak öne­ rilmiştir, çünkü yasa, nomos, zihnin, no­ us un, dağıtıcısı olarak tanımlanmıştır ve Cronos da, eğer Sokrates'in etimotojik söz­ cük oyunlarına İnanacak olursak, salttığı içindeki zihin, koros toıı nou olarak düşünü­ lebildiğinden, her türlü yasallığın temeli ol­ maktadır (Cratilos, 396b). Böylece, Politikos diyaloğuna göre, basit biyolojik münasebet­ leri kuranlar dışında ne bir toplumsal oluşu­ mun, ne de hatta bir toplumsal yaşamın bu­ lunduğu zamanlar, akıllı bir yasama uygula­ ması için, paradoksal bir şekilde model kı­ lınmaktadır. Hesiodos ve Platon'da ortak hale gelmiş olan öğe, altın ırkın tannlara ya'

kın olduğu ve bir yandan adalet içinde ya­ şarken, maddi yönden mutlu bir yaşamdan yararlanmasıdır. Bütün aniatılarda ortak olan kökensel bolluk imgesi başat olarak kalır ve Diony­ sos'un da buraya dahil olmasını sağlar. Ya­ şamın tükenmez kaynağı olan Dionysos, gerçekten de, yenecek ve içilecek şeyleri bol­ ca sağlamakta ve onun armağanlarından yararlanmak için ne ekmeğin ne de pişirme zahmetinin aracılığı gerekmektedir. Tanrıyı ruhuna buyur eden insan kendi tanrısal na­ turasını keşfeder ve kendini ona tabi olma­ nın mutluluğuna bırakır. Krallar bu bırakma arzusunu kendi çıkarlarına kullanmasını bildiler. Mısır, Yunanların gözünde, dünya­ nın ilk kökenierinden beri değişmemiş olan ve hayvanların doğrudan doğruya toprak­ tan doğduklan bir ülkeydi; orada, insania­ nn tohum atmak için toprağı sürmek zorun­ da olmadıklarını, hatta Nil'in çiçeklerinin "kendiliğinden" verdikleri bir ekmeği ye­ mek için tohum atmak zahmetine bile kat­ lanmadıklannı saptamışlardı. Büyük İsken­ der'in ölümünden sonra bu ülkeye yerleşen Makedonyalı krallar -yeni Dionysos'lar ola­ rak- kendilerini o kendiliğinden doğan zen­ ginliğin dağıtıcılan ilan ettiler ve sundukla­ rını iddia ettikleri şeyden ötürü kendilerine saygı duyulmasını istediler. Aynı ideolojik kanalda,_ Virgilius, o sırada iç savaşın yakıp yıktığı Italya'yı, özümseme olarak Cro­ nos'un yerini alan Satürn'ün sürekli bir ilk­ hahan hükümran kıldığı, ağaçların yılda iki kez yemiş verip koyunların iki kez kuzula­ dıkları toprak olarak betimlemişti (Georgica, II, 135-1 76) . Barışı yeniden kuran Sezar Au­ gustus, altın çağların dönüşünü sağladı (Eııeide, VI, 701-794) ve ardıllanndan on beşi bunu devam ettirdiklerini iddia ederlerken, bu çağlar bundan böyle bizim benimsediği­ miz sözcüklerle aurea CJ!tas olarak adlandırıl­ dı. Batı Avrupa'da, bu mitos, Ortaçağ'da do­ ğan ve halkların zihninde kalıcı izler bıra­ kan Bolluk ülkesi [Pays de cocagne) mito­ suyla, hiç kimsenin yaşamak için çalışmak zorunda olmadığı bir gıda cenneti mitosuy­ la sürer. Jean-Marie Bertrand

anabaptizm Anabaptizm [Vaftizsizcilik). Katolik ve

Protestan hasımları tarafından birtakım es­ rikler (Schwiirmer) ve delilerle karıştırılarak suçlanan, sonra da, "Reformasyonun sol bir kanadı" ndan, ya da epey muğlak bir şekilde çerçevelenen "radikaller" den söz açan va­ kanüvisçilik araalığıyla, bütün inançlarını benimsemekten çok uzak oldukları halde tinselciler [spiritualistes) ve milenyumcular [millenaristes) gibi daha başka heterodoks akımlarla bir tutulan anabaptistler, modern çağda, bazı temel seçişler etrafında toplaş­ mış, basit ve kesintisiz tarihi betimlenebile­ cek türdeş bir hareket asla oluşturmazlar. Ortak teolojileri ya da kilise öğretileri olma­ sa bile, yine de kendi aralarında anlamlı ya­ kınlıklar gösterir ve benzer kaygıları payla­ şırlar. Hiç ara vermeyen baskıların tehdidi ile sürgünler, tutuklamalar, ani yok olmalar, yarı-kaçak yaşamalar, bölünmeler ve aynı zamanda da rekabetlerden örülü olan varo­ luşları, 1520'1i yıllara, Reformasyon hareke­ tinden doğan KiJiselerin kuruluşunun ve köylü savaşlarının yol açtığı kanşıklığın şe­ killendirdiği özel ortama kadar dayanır. Do­ layısıyla, anabaptizmin doğuşunu Luther ya da Zwingli'nin Reformasyon hareketin­ den siyasi ve toplumsal bir kurtuluş ummuş olanların hissettikleri hayal kırıklığından ayrımak mümkün değildir. Bunların, Refor­ masyondan, aşarın kaldırılması, rahiplerin yerleşik cemaatler tarafından özgürce seçil­ mesi, Kutsal Kitap'ın herkes tarafından oku­ nup yorumlanabilmesi, hatta vaaz edilmesi, havarilerinkinin aynı olan bir Kilise'nin olu­ şumu gibi beklentileri vardı; ancak, dünyevi iktidarlarla her türlü uzlaşmayı ve onlara verilecek her türlü ödünü reddettikleri hal­ de, yeni kurumsal KiJiselerin yükseltilişine tanık oluyorlardı. Gerçekten de, aralanndan pek çoğu, Protestan rahiplerin ve Katolik papazların semavi görevlerini yadsıyor, Kutsal Kitap'ın yorumlanmasının kilise mensuplarının tekelinde bulunmasını eleştİ­ riyor ve siyasi yetkililerin Kilise'nin işlerine müdahalesini suçluyordu. Reformasyon ve Kilise'ye ilişkin bu iki anlayış arasındaki kopuş, 1523 ile 1527 yılla­ rı arasında ve özellikle Zürih'te gerçekleşir. Her iki taraf da, daha önceden ayin, kutsal·

imgeler, aşar ve rahiplerin seçimi konusun­ da sürtüşmüş olsalar bile, bu kopuşta vaftiz sorunu önemli bir rol oynar. 1525 yılının Ocak ayında, Zwingli ile eleştiricilerini halk önünde karşı karşıya getiren bir tartışma, bunları birbirinden ayıran anlaşmazlıkların büyüklüğünü gözler önüne serer: Nitekim, Conrad Grebel ve Felix Mantz'ın öne sür­ dükleri görüşe göre, "vaftizin, yalnızca, İn­ cillerin önceden vaaz edilmiş olduğu, onu anlamış olan, vaftizi kendiliklerinden talep eden ve eski Adem'i alaşağı edip yeni bir hayat yaşamak isteyen inananlara uygulan­ ması gerekir. Çocuklar bundan bir şey anla­ mazlar, dolayısıyla vaftiz onlar için uygun değildir." Kentte, özel mülkiyetteki bir evde, Conrad Grebel ilk kez bir yetişkini, eski ke­ şiş Georg Blaurock'u vaftiz eder. Bu davra­ nışı, o dönemde, militan kilise-karşıtlığında, ve Katolik kutsamalara yönelik Protestan eleştirilerde ortak olan ifade biçimlerini faz­ lasıyla aşmaktadır: gerçekten de, bir yetişki­ ni vaftiz etmek . -özellikle de onu yeniden vaftiz etmek-, Isa'nın sözüne uymaya ve aziz hayatı sürmeye karar veren inananın is­ tençli ve vicdani seçimi üzerinde diretmek suretiyle, yalnızca Kilise'nin şekillenişini bi­ le kuşku nesnesi yapmanın yanı sıra, aynı zamanda sivil topluma giriş için zorunlu ge­ çiş ritüeli olan vaftizin bu rolünü yadsımak ve dolayısıyla da, sonuçta, Kilise'yi, devleti ve toplumsal bedeni biraya getiren bağları kopartmak demektir. Bu yüzden gerek Re­ formcular, gerek siyasi yetkililer, toplumsal düzenin dini temellerinin böylece kuşku nesnesi haline getirilmesini mahkum eder -sindc hiçbir engelle karşılaşmad ığı �ibi, dışsal ku­ re ile içsel küre arasında da hiçbir ayrılık LJ­ nımaz; öyle ki, Campanella bu yonelimin içine, egemenin hem hükümdar hem de ra­ hip olarak -tipik bir şekilde papalığa özgü­ çifte işlevi gibi, ya da üstleri karşısında -bel­ ki de bir Cizvit kuralından esinieniimiş gö­ rünen- günah çıkartma adeli gibi (bu da, aşağıdan yukarıya doğru bir günah çıkart­ ma zinciri oluşturmaya imkan verir) Karşı­ Reformasyon'a özgü tiplendirmeleri kolay­ ca sıkıştırabilir. Bu örgütlenmede yönetenin "himbiliciliği"ne ilişkin ideal cisimleşmekte ve bu tümbilicilik, yönetenin, tebasının yü­ reklerinin tastamam saydamlığına erişmesi­ ni sağlamaktadır. Doğa aynı zamanda hem kentin modeli hem de tapıncının nesnesidir. Tapınağın mihrabındaki iki harita Güneşülkelilerin di­ ninin nesnesini gösterir ve bu din, gerçek anlamda, bir doğa dinidir, Campanella'nın Tanrı'yı doğayla ve bundan öhirü de, Isa'yı akılla, Hıristiyan yasasını doğal yasayla öz­ deşleştiren felsefesine dayanan bir dindir.

campanella

GEZEGENSEL DEVRIM. Bu doğa dini, Gü­ neş tapıncıyla birlikte, Güneş Sitesi'nde yal­ nızca betimlenmekle kalmaz, aynı zamanda hapishanede Campanella tarafından da uy­ gulandığı gibi başka mahkumlarla, ve işken­ ceden sonra bile, paylaşılır. Adi suçtan ölü­ me mahkum edilmiş bir hapishane arkada­ şının 1 606 yılındaki tanıklığına göre, kendi­ siyle birlikte hapishanede yattığı dönemde, Campanella ona "Tanrı'ya ayakta tapınma­ yı" öğretmiştir, "öyle ki, başı açık ya da örtü­ lü olarak, yüzü her zaman Gökyüzüne çev­ rili bir şekilde duruyor ve mezamir okuyor­ du" Sonra, "hem doğarken hem de batar­ ken" Güneşe olabildiğince "sabit bir şekil­ de" bakarak, ona "Ey kutsal ve aziz Güneş, Gökyüzünün ışığı, Doğa'nın babası [ . . . ]" sözleriyle başlayan bir dua gönderiyordu. Demek oluyor ki, Güneş Sitesi'nin belirgin bir özelliği onun yalnızca yazılı bir metin ol­ mayışıdır: bu metin Campanella'nın Calab­ ria'lı komploculara verdiği söylevlerde de gerçek anlamda vaaz edilmiştir. Duruşmada alınan ifadeler sırasında, Campanella'nın yoldaşları, bu söylevlerden, güneş sitesinin belli başlı çizgilerini içeren uzun bölümler aktarırlar. Metin ile gerçek arasındaki bağ son derece sıkıdır ve bunun tümüyle açığa çıkabilmesi için, metni gerçekle karşılaştır­ mak gerekir. Giineş Sitesi edebi bir oyun de­ ğil, bir yaşam kesitidir: Campanella'nın ha­ bercisi ve mesihi olduğu yasallığı serimler. Esasen Calabria'daki karışıklıklar sırasında da Campanella bu mesihçi rolü üstlenmişti ve Cesare Pisano'nun aktardığına göre, iş­ kenceye tabi tutulduğunda, "dünyadaki ilk insan, yasakoyucu ve mesih, ve kesinlikle iğrenç daha birçok başka şeyler" olduğunu ilan ediyordu. Aynı zamjlnda "sonu gelmez devrimleri ve savaşları" haber veriyordu. Campanel­ la'nın mesihçi işlevi ve yeni bir yasanın ya­ ratılması, böylece, astroloji ve kutsal kitap­ larda temellendirilen, eli kulağında bir dev­ letler devrimi öngörüsü içinde yer almakta­ dır. Tommaso Caccia'nın aktardığına göre, o bu devrimi "bilimsel, astrolojik ve kehanetçi bilgileri sayesinde" haber veriyordu; Silvest­ ro di Lauriana kardeş onun "1600'de önemli şeyler ve devlet devrimleri göreceğimizi" söylediğini duymuştur, Pietro di Stilo kar-

deş de, Tommaso kardeşin bütün bunlardan "azize Brigitte ve Savonarole'un kehanetleri ışığında" söz ettiğini, ve o gün geldikte, "elinde silah bulunanların talihli kişiler ola­ caklarını" eklediğini belirtir. Öte yandan, Campanella'nın kesinlikle sıradışı yazgısını da aynı şekilde, Isa'nınkinden daha yukarı­ da olan olağanüstü yıldızı ve kafatasının özel biçimi belirlemektedir; bu kafatasında, gökyüzündeki gezegeniere tekabül eden ye­ di çıkıntı vardır, bu da onu gezegenlerin de­ vinimiyle ilişkiye sokmaktadır. Campanella devrim terimini saltlıkla gez­ gensel bağiarnı içinde, yani hareket noktası­ na geri dönen tam bir çevrim olarak yorum­ lar. Birkaç yıl sonra, Articuli prophetales' deki kehanetçil öngörüyü ele alarak açıkladığı üzere, insani olaylar gezegensel olaylarla bağlantı halinde konumlanırlar. Bu bağlantı içinde, Campanella, yükselen gezegenlerin, Hıristiyanlığın başlangıcında mevcut olan bağlaşımları yineleyerek, ateş evinde bulu­ şacaklan anı bekler. O zaman Isa'nın doğum günündeki çevrim yeniden ortaya çıkacak, Güneş, Mesih'in doğduğu günkünün aynı olan buluşum içinde olacaktır. Dolayısıyla, gökteki çevrimierin mesihçi olayın gerçek­ leştiği anki konuma dönüşü, aynı yoğun­ luktaki siyasi-dini devrimierin ve yeni bir yasanın olumlanmasının habercisidir. Duruşma sırasındaki tanık ifadeleri, Campanella'nın bu yeni "yasa"ya Güneş Si­ tesi'ni belirleyen çizgiler aifettiğini açıkça göstermektedir. Tommaso Caccia, komplo­ cuların Calabria'da bir cumhuriyet kurmak ve maruz bırakıldıkları bağımlılığa karşı ayaklanmak istediklerini, ve de yeni cum­ huriyette herkesin beyaz tünikler giyeceğini itiraf eder. Cesare Milleri, ifadesinde, "Cam­ panella'nın komplo için yeni tip giysiler, di­ ze kadar inen uzun kollu beyaz mantolar, Türklerin sarıkiarına benzeyen şapkalar" seçmiş olduğunu söyler. "Aynı zamanda dillerini değiştirmek zorunda olduklarına da karar vermiştir." Bir başka komplocu, Prestipino, yeni cumhuriyette, insanların birlikte yaşayacaklarını ve Campanella'nın, bu komünizm biçimine, çocuk yapma işinin saltlıkla "en ılımlı" olanlara bırakılması gibi bir ayrıntıyı da eklediğini belirtir. 1 598 Ey­ lül ayında bir akşam Battista Pizzoni ile

51

"Cumhuriyetlerin en mükemmeli" üzerine yaptığı bir konuşma sırasında, Campanella astrolojik buluşmalarla devreye giren me­ sihçi zaman ile kusursuz bir site yaratmak­ tan ibaret Platon'cu görev arasındaki bağı belirtik bir şekilde ortaya koyar. Tutuklanmasından sonra yazılan metin­ lerde, Calabria'daki söylevlerinin mesihçi yapısını yeniden yorumlayan Campanella, kendi mesih adaylığını ortadan kaldınr ve gelec�kteki binyılcı devrimi, Mesih'in, o sı­ rada ıtalya'ya egemen olan güçler, Ispanya ve Papalık sayesindeki geri dönüşüyle öz­ deşleştirir. Campanella, Calabria vaazı sıra­ sında Hıristiyan yasasına ikame olacak yeni bir yasayı düşünür ve kendisi için Isa'nınki­ ne koşut ve ondan daha üstün bir rol biçer gibi görünse de, sonradan hapi�te yazdığı metinlerde, kehanetini yeniden Ispanya ve Papalık yandaşı bir bağlama yerleştirir. Du­ ruşma sırasında maruz kaldığı çeşitli suçla­ malara karşı kendini savunmak üzere 1600 yılı Şubat ve Nisan ayları arasında kaleme aldığı Secunda delieatio defensionum'dan iti­ baren, Campanella kehanetinin binyılcı an­ lamını belirtikleştirir ve bı,ına papalık yan­ claşı bir yorum getirir. Onemi nedeniyle uzunca alıntılanmayı gerektiren bir bölüm­ de, yargıçlarına şunları açıklamaktadır: "ak­ lın yolları ve evrensel rıza aracılığıyla kanıt­ lanabilir ki, bütün ulusları eksiksiz bir mut­ luluk içinde, tek bir önderin arkasında bira­ raya getiren Hıristiyan cumhuriyeti, dünya­ nın çok yakın olan sonundan önce gerçek haline gelecektir. Nitekim, biricik Tanrı tara­ fından yaratılmış olan alemin başlangıan­ da, Adem'le birlikte tek bir egemen ve tek ve mutlu bir devlet vardı [ . . . ). Hıristiyan Mo­ narşi'sinde, şeytanın bir çok sahte dinler sa­ yesinde devletleri ayırmayı başarmış oldu­ ğunu ve de Isa'nın halkların ve tüm krallık­ ların birliğini yeniden kurmak için geldiğini kanıtladım. Ozanlar, Altın çağ'ı, onu anla­ dıkları şekilde anlattılar; filozoflar kuruldu­ ğunu asla görmeksizin, düşlemiş oldukları kusursuz devlet üzerine yazdılar; peygam­ berler, dinginlik, barış ve utku içinde yeni­ den yükseltilen bir Kudüs'ü bildirdiler, ama vaatleri hiçbir zaman gerçekleştirilmedi. Tanrı bütün bu yiğit insanların arzularının ve aynı şekilde evrensel umutların karşılığı-

campanella nı verecektir. Ama, Kilise Babaları arasından bazıları, bunun ancak Cennette, nihai yargı­ lamadan sonra gerçekleşeceğini öne sürü­ yorlar. Onlara verdiğim yanıt [ ... ) benim ta­ rih yorumumu yadsıyamayacaklarıdır, kal­ dı ki, ben binyılaların ve daha başka sapkın­ ların görüşlerini hiçbir şekilde paylaşmıyo­ rum. [ .. . ) Benim tezim, özünde ortodokstur. [ . .. ) Nitekim, Lactanius (Lucius Caecilius Firmianus), peygamberlerin, Siybille'lerin, azanların (ki bunlara Dante ve Petrarca'yı da ekliyorum), ve filozofların sözleriyle ka­ nıtlar ki, yeryüzündeki Altın çağ, Roma Im­ paratorluğu'nun sonunda gerçekleşecektir." Dolayısıyla Campanella, Calabria'daki kehanetinin anlamını, sonradan, dünyanın sonunun yakınlığına ilişkin bir öngörü, ama ondan önce, felaketierin ve siyasi-dini bö­ lünmüşlüklerin sona erişiyle, mutlu insanlı­ ğın tek bir evrensel monark çevresinde bir­ leşmesiyle belirginleşen mutlu bir yüzyılın ve bir Altın çağ'ın gelişinin beklentisi olarak yorumlamaktadır. Bu yorum, tarihi çağın sonu ile evrensel yargılanma ve bedenierin göğe yükselişi arasında konumlanan bir ara zamanın varlığı üzerinde diretmektedir. Bu ara zaman, yeryüzünde, Mesih'in yönetimi altında yaşanacak bir sevinç dönemi olacak­ tır. Bununla birlikte, Tommaso kardeş he­ men ardından mesihçiliğine papalık yanda­ şı bir yorum ekleyerek böylesi bir regnum au­ reum'un "aziz Pavlus'un Korentliler ile Ihra­ nilere Mektuplarında• söylediği gibi, bizzat lsa' nın, papanın kişiliğinde, bütün alemi yö­ neteceği zaman gerçekleşeceğini, çünkü göklerde olduğu gibi yeryüzünde de en bü­ yük gücün ona atfedilmiş olduğunu" bildi­ rir. Campanella böylece -mahkemesi eliyle kendisini yargıiatmış olan- papaya hizmet ederken, kendi mesihçi binyılcılığı ile Kili­ se'nin esasen mehkum etmiş olduğu ve ke­ sin anlamı içindeki binyılcılık arasındaki ay­ rışımın altını çizer. Böylesi bir ayrışım, bir­ kaç yıl sonra yazılan, Atheismus triunıpha­ tııs'ta yeniden ele alınmış ve daha iyi bir şe­ kilde açıklanmıştır; Campanella burada, -azizlerin hüküm sürecekleri- "kutsal yüz­ yıl"a ilişkin kehaneti ile, ısa'nın, yeniden ca­ nlananlara eti ve kemiğiyle, kişisel olarak hükmedeceği bir yeryüzü cennetinin bek­ lentisi içinde bulunan binyılaların hatası

cizvit misyonlar arasında bir aynşım getirir. Yine de, Atheis­ bile, düşsel yorumu bir yana bırakılacak olursa, Campanella binyıl­ cılığın kabul edilebilir bir doktrin olarak kal­ dığını onaylamaktadır. Securıda delirıeatio de­ fensionum, duruşmada verilen ifadeler sıra­ sında ortaya çıkan tanıklığın bir başka öğesi­ ni doğrulamaktadır: mesihçi zamanın için­ de, Platongil kusursuz cumhuriyetin gerçek­ leştirilmesi ile Virgilius'un dördüncü eglo­ ğunda betimlenen Altın çağın, kusursuz cumhuriyete ilişkin felsefi doktrin ile Altın çağ mitosunun birarada yaşamakta oluşunu. MESIHÇI SITE. Güneş Sitesi, Colomb'un yol arkadaşlanndan biri tarafından keşfedilmiş­ tir, ama doğuda konumlanır; bu yeni bir dünyadır, ama uygarlıkların en eskisinin yı­ kıntıları üzerinde peydahlanır. Bu özellikler, More'un Ütopya'sındaki edebi çerçeveyi ve içeriklerden büyük bir bölümünü muhafaza eden, ama dini ve ideolojik temeli bütünüy­ le farklı olan Güneş Sitesi'nin zıt�nlamlığına tekabül etmektedir. More için "Utopya" bir ütopya, hiçbir yerde varolmayan ve o haliy­ le de yeryüzünde gerçekleştirilemeyecek bir ülkenin betimlenmesi olduğu halde, Güneş Sitesi'nin, Campanella için kehanetçi bir de­ ğeri vardır. Daha önceki açıklamalardan sonra besbelli bir şeydir ki, Güneş Sitesi me­ sihçi bir eserdir, ya da dilerseniz, mesihçi­ kehanetçi geleneğin ütopya! türe dönüştü­ ğü mekandır. Sitenin, Campanella'ya göre mükemmellik açısından Platon'un Devlet'ini aşması gereken siyasi yapılanışı, esas itiba­ riyle, Platongil kusursuz cumhuriyetin ger­ çekleşmesi olmakta, bu da, yukanda gördü­ ğümüz üzere, klasik mitosun Altın çağ'ına tekabül etmekte ve tüm insanlığın tek bir ağılda, tek bir çobanın güdümü altında bir­ leşeceği zaman ortaya çıkacak yeni mesihçi olayın döneminde konumlanmaktadır. Ger­ çekten de "Güneş Sitesi", Campanella tara­ fından yeni Mesih'in mutluluk çağına atfe­ dilen bütün özelliklere sahiptir: mal ortaklı­ ğı, en değerli kişilerin çok iyi bir şekilde dü­ zenlenmiş üremesi, kutsal görev ile sivil er­ kin birliği, akıla din, hatta yurttaşiann be­ yaz tünikleri ve siteyi belirleyen güneşsellik Bir ütopyadan daha çok, bir inayet çağı, "hicbir yerde" cereyan etmek şöyle dursun, doğrulanışını semavi ve tanrısal kehanetler-

mus triumphatus'ta

52

de bulan ve eli kulağında olduğu düşünü­ len bir gelecekte konuınianan bir olay söz konusudur. Güneş Sitesi'ni yaratan edebi irıventio, Campanella'nın olağanüstü bir sezgiy­ le,Thomas More tarafından başlatılan ütop­ ya türünün, hem mesihçi kehaneti, hem Al­ tın çağ mitosunu, hem de filozofun kendi si­ yaset anlayışına özgü kusursuz cumhuriyet doktrinini göstermek üzere ideal bir aniatı çerçevesi sağlayabildiğini algılamasıdır. Şu halde, birtakım ütopyacıl çizgilerine -bir ge­ zi anlatısı ve bir kusursuz sitenin okyanusta kaybolmuş mutlu bir ada olarak gösterilme­ si- rağmen, Güneş Silesi'nin More'un kita­ bıyla, edebi yaratıcılığıyla ve hüma�ist alay­ alığıyla fazla ortak yanı yoktur. Utopyacıl tür uzamsal bir belirginleştirme içerir, oysa ki Güneş Sitesi kehanetçil bir çerçeveye yer­ leştirilmiştir. Dolayısıyla, XVII. yüzyıl başla­ nnın siyasi yazarlan arasında egemen ko­ numda olan ve Platongil kuramiann gerçek­ leştirilebilmez olduğunu düşünen Aristote­ lesçi okulun karşısına, Campanella, keha­ netçi bir temelden yükselen bir Platon savu­ nusu yerleştirebilmektedir. Thomas kardeş tarafından en zararlı felsefe okulu, tanrıtanı­ maz kuramiann taşıyıcısı olarak görülen Aristotelesçilik, Platongil Devlet'e yönelik itirazlarını, olmazsa olmaz kehanetçil bilgi­ lerden yoksun olan tarihi bir deneyden kal­ karak inşa eder; Campanella'ya gelince, o, politikaoların ve Makyavelcilerin hiçbir �a­ man düşünemedikleri devlet biçiminin, Isa tarafından yönetilen yeni Kudüs'te -Güneş ile Dünya'nın birbirlerine yaklaşmalanyla ortaya çıkacak nihai felaketten önceki birin­ ci neden- varolacağını gözlemleyebilmekte­ dir. Vittorio Frajese

Cizvit misyonlar. Cizvit misyonlar Güney Amerika' da, Portekiz Brezilya'sına ve Para­ guay'a yerleşirler. Bu yerleşimler içinde top­ lanmış bulunan Yerliler, sağaltıa, büyücü ve yalvaç şamanlarının rehberliğinde, yan-gö­ çer kabileler halinde yaşayan ve Beyaziann geldiği dönemde nüfusun çoğunu oluştu­ ran Guarani'lerdir (Tupinamba'lar ya da Brezilya'daki Tupis Guarani'ler). BEŞINCI IMPARATORLUK. Cizvitler, başla-

53

rında Nobrega olduğu halde, 1549'da Brezil­ ya'ya gelirler, sonra çabucak çeşitli yörelere yayılırlar: Sao Vicente, Perambuc. 1555 yı­ lında, eyalet özerktir; yüzyılın sonunda, ül­ kedeki 200 Cizvit, valiler ve krallar, özellik­ le de III. Jean tarafından fazlazıyla destek­ lenmektedir. Ama XVII. yüzyıla, din adamı, siyasetçi, misyoner, yalvaç ve isyankar An­ lonio Vieira'nın kişiliği damgasını vurur.Vi­ eira'nın tüm yaşamına tek ve büyük bir dü­ şünce egemen olmuştur: Quinta Imperio ütopyası. O, bununla, kanıtlarını yorum ve sayıların kabalistik incelenmesi aracılığıyla ortaya koyduğu ulusal bir mistik oluşturur. 1653'ten itibaren, bölgedeki kolonlarla açık çatışmaya girer. Cizvitlerin aldeas üzerinde­ ki dünyevi erki pek hafiftir. Vieira ve öteki Cizvitler tutuktanırlar ve zorla Lizbon'a gönderilirler. Cizvit misyonlar 1 661'de çö­ kerler. 1663'te, aldea'ların idaresi ellerinden gider; vali tarafından atanan "sivil yönetici­ lere" bırakılır. Bütün Tupi'ler kolonlar tara­ fından ele geçirilmekte ya da ormana kaç­ maktadırlar. Hapis cezasına çarptırılıp azie­ dilen Vieira (1667), 1 669'da Engizisyon Mahkemesi tarafından affedilir; Brezilya'da Misyonlar Genel Denelçesi olarak bulunur­ ken, 1 697'de ölür.

REÇINE VE TAŞ, YA DA PARAGUAY CIZ­ VIT EYALETI. Brezilya ve Peru yönünden

gelen Cizvitler 1550'de Paraguay'a gönde­ rilmişlerdir. Guarani'lerle ilk temas, yerli şefler aracılığıyla sağlanır. Brezilya'da oldu­ ğu gibi, havaritik görevi, nihai erekler, Cen­ net ve Cehennem üzerinde durmaktadır, çünkü Yerlileri en fazla etkileyen şey budur. Cizvitler, Guarani'lerin, Hıristiyanlığın baş­ larında mucizevi bir şekilde Amerika'ya ta­ şınmış �?lan aziz Thomasso (Pay Zume) tara­ fından Indi'le tanıştırılmış olduklarını var­ saymaktadırlar; aynı zamanda, dünyanın sonunu ve "kötülük olmayan toprağa doğ­ ru" göçü öngören Guarani dinine karşı da duyarlıdırlar. Guarani'ler de kendi yönle­ rinden Hıristiyan dinine yatkındırlar: Tupi şamanları, su saçarak arındırmakta (bir tür vaftiz), kadınların itiraflarını dinlemektedir­ ler; topluluk, ölen şamanların kemiklerini saklamaktadır (kutsal emanetler). Cizvitler, Tanrı'yı göstermek üzere Tupan adını (uy­ garlık kuran bir kahraman) seçerler. Bunun-

cizvit misyonlar. la birlikte, Guarani'ler, ancak kaçak bir iman edinirler ve atavik adetlerine geri dönerler. Onlar, durmadan yeniden biçimiendirilmesi gereken "reçine heykeller" dir. Misyonerlik faaliyetini sonuçlandırabil­ rnek için, göçer-konar bölgelerde sabit köy­ ler kurmak zorunlu hale gelir. Asuncion' da, 1603 yılında toplanan -ve Guarani'leri bira­ raya toplamayı öngören- ruhani meclis, ar­ dından -"yerleştirmeler"i destekleyen­ Francisco de Alfaro kararları (1611) Cizvit yayılmanın hareket noktası olur. İlk yerleş­ tirme köyleri Guaira' da ve Parana suyunun yukarı kesiminde, kaynağının Rio Paragu­ ay'la kavuştuğu yerde kurulur. Bunun ar­ dından, Roque Gonzales, misyonlara nihai şeklini kazandırır: merkezi bir alandan itiba­ ren, iki kare oluşturulmuştur: bir taraf kilise­ ye, rahipler evine, işiikiere ve cotiguazu'ya (dullar ve yelimler evi) ayrılmıştır, ötekinde dine yeni katılanların konutları bulunmak­ tadır. Misyon için seçilen yer, yüksekte, bir akarsuyun ve ekilebilir toprakların yakının­ dadır. Cizvitler, çalışkanlıklarıyla, dayanık­ lıklanyla ve ahlaki nitelikleriyle örnek ol­ maktadırlar. Birçok köyler, yerleştirme bi­ rimlerine doğru yer değiştirir. Yeni teknikle­ rin (yetiştiricilik, demircilik) devreye sokul­ ması rahiplerin saygınlığını artırır; "üstün şamanlar", hekim ve cerrah olan rahiplerdir. Cizvit misyonların çerçevesi içine girme ta­ lepleri artmıştır: 1 628' de, Guaira' da Rios Ağzı ve Rio Parana'nun doğu kıyısı üzerin­ de 23 yerleştirme vardır. Bunlar 1 630'da, anavatanın ve yerel yetkililerin desteğinden yararlanarak nihai biçimlerini kazanırlar. Dini törenler Guarani'leri büyülemekte­ dir: kutsal müzik, korolar, ayinler, resmiyet ve debdebe imanın çimentosudur. Cizvitler, ilksel Kilise'yi yeniden yaşatmanın umudu­ nu beslemektedirler. Kendi hallerine bırakıl­ mış durumda olan şamanlar, halkı ayaklan­ dırmakta ya da misyoner niteliklerini sahip­ lenmelerine yönelik din değiştirme ayinleri düzenlemektedirler. Bazı mesihler (Zagu­ açari, sonra da Guiravera), Ruiz de Manto­ ya'nın büyüsünün onlarınkinden üstün ol­ duğunu kabul etmektedir; buna karşılık, bü­ yücü-mesih Neçu, Roque Gonzales'i Rio Iyui üzerinde kurmuş olduğu yerleştirme köyünde öldürür.

cizvit misyonlar

"BACIMSIZ BIR DEVLET". Ama asıl kavga­ lar, misyonerlerle Guarani'lerin, Guaira' daki yerleştirmelere saldıran ve Ruiz de Monto­ ya'yı, 1 000 kilometre daha güneydeki Lore­ to ve San lgnacio Mini misyonlarını yeniden düzenlemek üzere uzun bir yürüyüş düzen­ lemek zorunda bırakan Sao Paulo "Memlük­ leri"ne karşı beraberce vermek zorunda ka­ lacakları kavgalardır. 1 633 yılında, Ruiz de Montoya, IV. Philippe'den, Yeriiierin kendi­ lerini savunmak üzere silah kullanmalarını öngören izni alır. 1 641 'de, Rio Ağzı'ndaki yerleştirme köylerine karşı yeniden saldırı­ lar başlar. Ama bu arada Yerliler eğitilmiş, köyler berkiltilmiş, sandallar su üstü savaşı için silahlandırılmıştır. Memlükler bozguna uğratılır. Bu Rio Mborare zaferi, saldırı akın­ larının sonu olur ve başka Yerlileri de yerleş­ tirme köylerine katılmaya yöneltir, çünkü bu köyler güv�nlik demektir. 1 640'ta, Ispanyol ve Portekiz krallıkları­ nın ayrılmasından sonra, iki imparatorluk hasım hale g�lirler. Bu durumda, yerleştirme birimleri de, Ispanya ile Portekiz' i karşı kar­ şıya getiren rekabette sınır karakolları kimli­ ği kazanırlar. Böylece, sömürgede doğmuş Avrupa asıllılar, Cizvitlere olan yatkınlıkları­ nın da alabildiğine çoğaldığı bu dönemde, "Bağımsız Paraguay Cizvit Devleti"nden söz etmeye başlarlar. Bu yaklaşım birtakım demografik gerçekiere -33 Guarani yerleş­ tirme biriminde 140 000 kişi yaşamaktadır­ ve yerleştirme birimlerinin hem ekonomik hem de toplumsal örgütlenme biçimine da­ yanmaktadır. Cizvitler, Guarani'lerin ortak­ çılık ilkesini benimserler, toprak, her ailenin kullanma hakkına sahip olduğu, birbirinin eşi parseller (Tupambae) halinde bölünmüş­ tür, bireysel parsellerle (Abambae) birleşti­ rilmiştir, bu da bir "Komünist Devlet" algıla­ masını alabildiğine hafifletmektedir. Bir "Cizvit Hıristiyan Cumhuriyeti" mi söz ko­ nusudur? Yerleştirme birimlerini önceden tasarlanmış bir siyasi program haline getiren bu etiketlerin, gerçeklerle bağdaşahilmesi bir hayli zordur. Rahipler Yeriilere sadece emeklerinin getirisinin güvencesini vermiş­ lerdir, katı bir çalışma düzeni, aynı zamanda da zanaatları ve ticareti geliştirmişlerdir. Başka türlü dendikte, "mutluluğu servete

54 yeğlemek suretiyle, yerleştirme birimlerini bir ütopya gibi yönetmişlerdir" Soruyu yeniden soralım: Cizvit eyaJet bir bağımsız devlet midir? Böyle bir devletin ki­ mi özelliklerine sahiptir: güçlü ordu, mali bağımsızlık, merkezileştirilmiş aşama-düze­ ni, geçirimsiz, sınırlandırılmış hudutlar; ama, ütopyanın tarih içinde mümkün oldu­ ğunu gösteren bir proto-devlete daha çok benzemektedir. Cizvitler bir ütopyadan mı esinlenmişlerdi? Bazılarının Platon'gil cum­ huriyetle yapılabilecek bir kıyaslamayı red­ dettikleri yerde, daha başkaları Peder Mace­ ta ile, örneğin Güneş Sitesi yazarı Campanel­ la arasındaki entelektüel yakınlığa işaret et­ mektedirler. Cizvitlere göre zamansal olanı yönetmek, sadece tinsel hedeflerine, ruhla­ rın fethine ulaşmanın yoluydu. Merkezileştirilmiş bir devlet mi söz konu­ sudur? Yerleştirmeciliğin güçlü biçimde aşamalandırılmış düzenini yadsıma k müm­ kün değildir: Cizvit pederlerin türdeş sınıfı egemen kastı oluşturmaktadır; yerli önder­ ler nüfusun kalan kısmıyla iletişimde köprü işlevi görmektedirler. Cabildo'nun rolü bir danışma kurumu olmaktan öte değildir; son aşamada kararı pederler vermekte, böylece Guarani'lerin ergin çağa geçmelerini önle­ mektedirler. Yerleştirme birimlerinde, Las Casas'ın 1 537'de Savaş Toprağı için öngör­ düğünden daha eksiksiz bir ayırırncılık uy­ gulandığı gerçektir. Ama Guatemala'da ol­ duğu gibi, ayırırncılığın amacı, Yerlileri sö­ mürüden ve kötü örneklerden korumaktır; Cizvitlerin dini öğretiyi sürdürmelerine ve ekonomik yaşam üzerinde tam bir denetim kurmalarına imkan vermektedir. Yeni din kendine çekmekte, adalet ve bağışlayıcılık getirmektedir, "Guarani halkı için bir karşıafyon" dur. .. YENMEK GEREKEN DUŞMAN. Cizvitler, kötü davranıp alabildiğine sömürdükleri kendi Yerlilerinin ayaklanmasından çekinen kolonların iftiralarına maruz kalırlar Kolon­ lara göre, Cizvitler aristokratik, ödün ver­ mez bir kast oluşturmaktadır, yenmek gere­ ken düşmanlardır. Ama daha da endişe ve­ ren şey, Cizvitlerin, XVIII. yüzyıl başlarında 30 000 kişiyi seferber edebilecek yetenekteki askeri gücüdür; silahlarını ve toplarını biz-

55

zat dökmektedirler. Saygınlıkları artmakta­ dır: 1679'da, Buenos Aires valisinin isteği üzerine, Guarani'ler Portekiziiieri Colo­ nia' dan kovarlar. İspanya'da Bourbon'ların tahta çıkışına kadar, kraliyel iktidarı ile Hü­ kümdarlığa Tabi Devletler'in temsiliyeıçi meclisleri arasında uyuşurluk vardır. Ama V. Philippe idareyi merkezileştirir; mutlaki­ yetçilikteki bu tırmanış Amerika'ya da yan­ sır. Denizaşırı eyaJet hırs ve kıskançlık uyandırmaktadır. 1 730' da, Paraguay valisi misyonların başına Ispanya'dan atanacak bir denetçi [corregidor] getirmek ister; bu, ar­ kasında Cizvitlerin karşı çıktığı kölecilik ko­ nusundaki derin anlaşmazlığın gizlendiği bir projedir. Hatta, tarikatın yeminli düşma­ nı olan Pombal markisi, kolonların encomi­ enda'yı kurmalarına imkan vermek üzere, misyonları Françeskoculara vermeyi düşün­ mektedir. Brezilya'nın güney sınırı birçok iliraziara konudur. 13 Ocak 1 750 tarihinde, Sınırlar Antiaşması Madrit'te İspanya Kralı VI. Fer­ dinand ile Portekiz Kralı V. Juan ve kendisi­ ne eşlik eden Başbakanı, Pombal markisi ta­ rafından imzalanır. Antlaşmanın ana mad­ desi, Rio Uruguay'ın doğu kıyısında, 30 000 nüfuslu yedi önemli Cizvit yerleştirme biri­ minin yer aldığı toprağa karşılık, Colonia'­ nın Ispanya'ya bırakılmasıdır. Guarani'ler boyun eğmeyi ve yerleştirme birimlerini b,o­ şaltmayı reddederler. Guarani'ler savaşı Is­ panyol-Portekiz birliklerinin zaferiyle sona erer; 16 Mayıs 1 755'te bunlar San Miguel'e girerler; 1756 Mayıs'ının sonunda, bütün yerleştirme birimleri alınmıştır ve Yerliler teslim olurlar. Hiç uğruna bir savaştır bu: antlaşma 1 760 tarihinde lll. Charles tarafın­ dan iptal edilir. Bunun üzerine Cizvitler ye­ niden yerleştirme birimlerine dönerek 1767 yılındaki kovuluşlarına kadar buraları idare ederler. Guarani'ler hiçbir zaman onların gi­ dişini önlemeye kalkmazlar. Bu da yaranın kapanmamış olduğunun kanıtıdır. 1801'de, yedi yerleştirme birimi Portekizliler tarafın­ dan yeniden fethedilir: bunlar bugün Brezil­ ya topraklarına dahildir. Nadine Beligan Cizvit yerleştirmecilik, bla. Cizvit misyonlar

com te Comte (Auguste; 1789-1857). Comte kendi tarih kuramını ütopyanın eleştirisi üzerinde temellendirir ve "metafizik" ütopyaları kimi zaman şiddetle suçlar. Metafizik ütopyadan, yalnızca Platon'dan Fourier'ye kadar, klasik bir şekilde ütopyacıl olarak tanımlanan me­ tinleri değil, aynı zamanda da modern felse­ fenin (Rousseau) ve modem siyasetin (Ro­ bespierre) "idealist" boyutunu anlamakta­ dır. Kusursuz bir sitenin durağan betiminin, örneğin feodal düzeni değiştirmek için eleş­ tirel dayanak görevi yapabileceğini kabul eder. Ama tarih bundan böyle bir ideali pro­ jelendirmeyi değil, aracılıkları düşünmeyi gerektirmektedir. Fransız Devrimi gerçek­ leşmiştir. Şimdi, yeni ve ihtimal dahilinde gözükmeyen olayları düşlemek değil, bu devrimi somut bir şekilde ete, kemiğe bü­ ründürmek söz konusudur. Daha iyi bir ge­ leceğe ilişkin proje, onun gerçekleştirilmesi­ nin toplumsal araç ve koşullarını içeren bir öneriden ayrılamaz. Dolayısıyla Comte'un suçladığı şey, ütopyaların programlaştırıl­ mış içeriklerinden çok, siyasi eylemle kur­ dukları ilişki olmaktadır. Gerçek ve ideal arasında dolayıının her türlü aranışına ya­ bancı olan ütopyanın en iyi şıkta gereksiz, en beter durumda da tehlikeli olduğunu dü­ şünmektedir: ütopya kimi zaman da terör aracılığıyla kendi dayatmaya kalkmaktadır. Bütün bunlar oldukça ortak kabul gören şeylerden ibarettir. Buna karşılık hayret uyandıran şey şudur: Comte, "başatlıkla ütopya" adını verdiği şeyi, Insanlık fikrini, baştan sona inşa etmeye girişir. Utopyaları ve siyasi rollerini eleşiiren bir kurarndan kalkarak, onların uzantısında, ve içerikleri kadar biçimlerini de XIX. yüzyılın tarihine uyariayarak (karşı-ütopya olan ütopya), bir ütopyacıl pratik önermeyi ummaktadır. Utop­ yanın dinamizması, artık, geçmişte olduğu gibi gerçek ile ideal arasında (bu ikincisi Comte'da yoktur) saptanan mesafeden yayı­ lan eleştirel güce bağlı olmayacak, öncele­ meden, geleceğin _içine yansıtılmasından kaynaklanacaktır. Utopyacıl boyut göreceli ve daha somut hale gelmiş olacaktır. Tan­ rı'nın yerine laik Insanlık tapıncını koyarak ve bundan da son derece özgün bir toplum­ sal gelişme anlayışı !üreterek girdiği balıis­ teki arayış işte budur. Bu gelişmenin sonun-

comte da, bundan böyle tekniğin yardımıyla yoru­ cu işlerden kurtulmuş olan insanlar, kendi­ lerini tinsel yazgılarına hasredebileceklerdir: "Insanlığın rahibeleri"nin (kadınlar) yardı­ mıyla, geniş anlamı içinde, aşka! Mümkünü sanal olarak şekillendiren ve belirginleştiren, idealleri öneeleyen ve onla­ ra kolektif bir anlam veren imgeler gerekir. Insanlık Marianne [Fransız kadını simgele­ yen rumuz kişiliğin adı, ç.n.) ile Meryem'in, Bakire ile Cumhuriyetin, alegorik olarak be­ lirlenmiş bir karışımı olacaktır. Comte'un Paris'te, Sorbonne alanındaki büstünün üs­ tünde yükselen ve kollarında tuttuğu oğluy­ la Insanlığı gösteren kadın heykeli bir örnek­ tir, bu karmaşık öneriyi özetler (bkz. Systeme

de politique positive'in [Pozitif Siyaset Sistemi)

IV. cildinde yer alan, çiftleşmesiz üremeye ilişkin positivist öneri). Burada bir alegori, duygusuz bir şekillendirme gücü (bu da onu simgeden ayırır) ve, belli bir ölçüde de her zaman hemen hemen okunur gibi görünen bir form söz konusudur: bir bilme. Comte, bu bilmenin hak talebindedir. Fikir olarak İnsanlık ve alegorisi, bir karışım, devrimci bir figür ile Tanrı'nın Anasının figürünün, düzen ve gelişmenin bir karışımıdır. Bakire'ye alegorik bir anlam veren ve Cumhuriyeti simgeleyen karmaşık yaratım Comte'un "ütopya" diye adlandırdığı şeyi saptar: bütün insanlar için bir aşk imgesi, projelendirilmiş barış ve kardeşlik. Bununla birlikte Insanlık, "görece" bir Tanrı'dan, "ta­ pınanlarının kızı, oğlunun kızı olan tanrı­ ça" dan başka bir şey değildir. Comte, "yeni Tanrı"sının karmaşık görünümüne ve hey­ keline sahip çıkar. Bireysel selamete ilişkin Hıristiyan umut, dünyevi ve gelişmec_i sela­ metin kolektif umuduna çevrilmiştir. Insan­ lığın bu figürü öylesine düşünülmüş, öylesi­ ne düşünümlenmiştir ki, tuhaf bir ışıkla pa­ rıldar. Bu Comte'gil Bakire-İnsanlığın doğrudan siyasi yönü -pek çok başka yönleri arasın­ dan biri ve muhtemelen kavranması en ko­ lay olan yönü- üzerinde durulmayı hak et­ mektedir. Sacre-Cceur kilisesinin Paris Com­ mune'ünün ardından yükseltilmesinde ol­ duğu gibi, Meryem'in Döllenmesiz Gebeliği dogmasının ilanı da (1854), papalığın sarsıl­ mazlığını ve dolaylı yoldan da Avrupa'da

Meryem'in Marianne karşısındaki utkusu­ nu yüksek sesle olumlamaktadır. Fransa, Hıristiyanca bir yeniden fetih misyonunun, esas itibariyle kadınlara seslenen yeridir. Ikinci Imparatorluk bu yeniden fethin siyasi çevirisini vermektedir. Comte'gil Insanlık yanıt olarak hem gelişmeci, hem de halkçı bir imge önermeyi hedefler. Comte, Systeme de politique positive'in so­ nunda, Insanlık'la ilgili olarak Virgine Mad­ re, Figlia del tuo figlio [Bakire Ana, senin oğ­ lunun kızı) diye yazar. Işte bir tanrı, oğulla­ rı olan insanlar tarafından yaratılmış ve tan­ rıça olarak kabul edilmiş bir tanrıça. Dini yaşamın basit biçimlerinden XIX. yüzyılın kısmen uluslararası özellikteki sanayici ya­ şamına varana kadar, uzun bir tarihin sonu­ cu olan tanrısallaştırılmış toplum. Bu tanrı, insanlar tarafından biçimlendirilmiştir, ama insanlar onu hizmet ederler ve bu nedenle de ona saygı göstermek zorundadırlar. Akıl­ cı din, inanç nesnesi olarak, öngörülemeyen ama zorunlu kolektif umudu kuramlaştırır. Comte, bilimlerde (varsayım konumu), ve eylemdeki (siyasi proje) varsayırrısal yan­ sıtma boyutuna "kurgusal" der. Oneeden bildirilemezlik, gerçekleşmenin belirsizliği, bu önerilerin akılcı ve düşünülmüş yönünü dışlamaz. Utopyacıl �oyut toplumların ya­ şamı için gereklidir. Utopyaların tarihi top­ lumsal öncelemelerin tarihidir. Dolayısıyla, ütopya önceleyici biçimlendirme olduğu sü­ rece yalnızca eleştirel değil, aynı zamanda da pozitif bir toplumsal işieve sahiptir. Barış ve kardeşlik ancak kitleleri tutkulandırmak koşuluyla yerleşebilecektir: "bu son etkiyi elde etmenin tek yolu, yeni sistemin, gerek­ liliğinden ve zamansal uygunluğundan so­ yutlanarak, insanlığa taşımak zorunda ol­ duğu iyileştirmelerin canlı bir resmini in­ sanlara göstermekten ibarettir" (Toplumu yeniden düzenlemek için gerekli bilimsel çalışmaların, Systeme de politique positive'in IV. cildine ekli planı). Sanatın ve kurgunun rolü buradan gelir: öngörü, propaganda, din. "Imgesel yapısına rağmen bu varsayım, bize, gerçek hayata giderek daha fazla yak­ laşmaya çalışacağımız ideal bir sınır sağla­ mak için, son derece etkili olabilir. Böyle bir ütopya estetik deha tarafından yeterince ge­ liştirilmiş olduğu zaman, yeni tapınca, eski-

condorcet

57

sinin gelecekteki mutluluğa ilişkin muğlak ve anlaşılmaz tasvirinin içinden devşirdik­ lerinden daha üstün kaynaklar sağlayacak­ tır" (Systeme de politique... ) . Demek ki, Comte'un ütopyayı şekiilen­ dirrnek üzere, Marianne ile Meryem arasın­ da, Hıristiyan miras ve d�vrimci umut ola­ rak seçmiş olduğu Bakire-Insanlık, kesin bir tarihi bağlam. içinde okunabilir olmaktadır (1848, Ikinci Imparatorluk döneminin baş­ langıcı). Bakire-Insanlık, Cumhuriyetin ge­ lecekteki bir alegorisinin temelinde de yer alacaktır. Aynı zamanda umut ve selamet fi­ gürlerinin sekülerleştirilmesi konusundaki bir düşünüme de tekabül edtmekte, siyasi ve dini bir felsefenin merkezinde yer almak­ tadır. Şu halde ütopya felsefeyi tamamlar, ve Insanlık imgesi pozitivist doktrinin bileşim­ sel özetidir. "Pozitif ütopyaların hem tarihi, hem de dogmatik kuramı işte budur; bura­ da şiir ve felsefe teolojik ve metafizik ütop­ yalarda olduğundan daha iyi yarışmak zo­ rundadırlar, çünkü göreceli olan, burada mutlağın yerini almaktadır. Bu kuram, ger­ çek birliği, doğamızdaki sürekli mükem­ melleşmeye özgü dileklerin, projelerin ve kalkışmaların özellikle gelip kesiştikleri ide­ al bir sınırla özetleyerek, d inin tamamlayıcı­ sı haline gelmektedir" (Systeme de politi­ que... ) . Juliette Grange

Condorcet (Marie Jean Antoine Nicolas Ca­ ri tat, marki; 1 743-1794). Condorcet'nin ütopyacıl söylemin eleştirel tarihi içinde kendi yeri vardır ve bu yer göründüğünden çok daha özgündür. Terör döneminde ve gizlilik içinde kaleme alınmış olan ana yapı­ tı Esquisse d'un tableau historique des progres

de /'esprit humain'i [/nsan Aklının Gelişmeleri­ lle Ilişkin Tarihsel Bir Beti Taslagıl ütopya tü­

ründe yazılmış bir metin olarak okumak mümkündür. Bu eserde, şimdiki zamanları gelecekten kalkarak (özellikle "Onuncu çağ" da, ve yanı sıra Esquisse'i izleyen Frag­

ment sur l'At/antide'de [Atlantis Uzerine Bö­ liim)) değerlendirme arzusu görülür. Ama

bir başka yandan da, insanlığın gösterdiği gelişmelerin incelenmesi ütopyacıl özlernin yükselişini, tarihin kendi içinde konumlan­ dırır. Condorcet, ütopyayı konumlandırır-

ken onu gülünçleştirmeyi amaçlamaz, çün­ kü onun tüm eleştirel ve yıkıcı yükünü mu­ hafaza etme amacındadır. Bu bağlamda, R. Koselleck şu yerinde saptamayı yapmakta­ dır: "XVIII. yüzyılda eleştiri, haklarını kabul ettirmek için ütopyacıl olmak zorunda kal­ mıştır" (le Regne de la critique [Eleştirinin Sal­

tanatı)).

Condorcet, 1791 'de, Bibliotheque de !'ham­ me public [Kamusal Insanın Kitaplığı) isimli

dergisinin sunumunda, aklının ışıklarını ge­ liştirme kaygısı taşıyan her insanın Platon, More ve Bacon'ı okumasını salık vermekte­ dir. O, "büyük toplumların içindeki insanla­ rı gözlemlemek [ ... ) ve onlara uygun düşen yasalann hangileri olduğunu belirmek; ni­ hayet farklı çıkarlarının uyumunu sağlaya­ rak onları mutlu edecek sanatı elde etmek" amacını taşıyan bu yazarların kurtarıcı gü­ cüne karşı duyarlıdır. Bu ereklilikler ütopya­ cı) söyleminkiler değil midir? Böylesi bir ululamadan sonra, Esquisse'te pek çok kez Platon'dan, More'dan ya da Bacon'dan söz açıldığını görmek hiç de şaşırtıcı değildir. Ne var ki, bu filozofların başlangıçtaki yöne­ limleriyle kurulan uyum, Aydınlanma çağı insanı olan Codorcet'nin epistemolojik ön­ varsayılmışlarıyla çabucak gerilim içine gi­ rer. Gerçekten de, insanın mükemmelleşebi­ lirliğinde temellenen bir felsefe kuramı, ide­ al bir "yer-olmayan" içinde, zamanın dışına doğru bir sıçrama gerçekleştiren ütopyacıl söyleme baştan sona eşlik edemezdi. Nite­ kim Condorcet'nin özgünlüğü ütopyayı bir "insan özgürlüğünün tarihi" (Condorcet'nin 1792'deki formülü) içinde konumlandırarak muhafaza etmektir.

ÜTOPYACI GELENECIN ELEŞTIREL OKU­ RU CONDORCET. Esquisse'i, bütün bir

ütopyacı geleneğin sorunsal yönden ele alı­ nışı gibi okumak mümkündür. Machiavelli ya da Spinoza'nın tersine, Condorcet ütop­ yacıl söylemi sıradan bir gerçek-dışına-ka­ çış'a indirgemez: tarihin bazı dönemlerinde­ ki geri dönüşüne hak vermeye çalışarak, ütopyacıl özlemi tarilıselleştirir. Bu nedenle bu gelenek üzerindeki yargıları karmaşıktır. Platon, More ve Bacon'a ayrılmış sayfalar, her zaman, onların, bir daha maruz kalmak yerine eylemek ve anlamak üzere toplumla­ rını ileriye dönük, akılcı ve sistemli bir kipte

condorcet yargılama konusundaki istençlerini selamla­ yarak başlar. Platon (Esquisse), ya da Bacon'a değinirken, Condorcet onlar hakkında "fel­ sefi düş" deyimini kullanır. Ama bu deyimi, her zaman, projelerini bütün bir kurumsal ve felsefi çalışmayla gerçekleştirmek niyeti ta­ mamlar. Nitekim yayımlanmamış bir met­ ninde şunlan okuruz: "Platon, gözleme da­ yanan bilimlerin yayılmasına, bunlan geliş­ tirme zevkinin esinlendirilmesine hiçbir şe­ kilde katkıda bulunmadı ise de, en azından, bu bilimlerin henüz sunama dıklan doğrula­ nn yerine sistemli varsayımlar koymuş ol­ makla hiçbir şekilde suçlanamaz." Bu "ütop­ yacıl düş", bilmelerin ve toplumun mevcut durumundan tatmin olmayı düşünmeyen bir akıl tarafından esinlendirilmiş olabilir. Böylece Esquisse, Bacon'ın Yeni Atlantis'inde, bilimlerin ve sanatların gelişmesi için çalışan bir bilginler cemaati kurma istencini selam­ lar. Condorcet burada, XVIII. yüzyılın, ya­ zışmacıların oluşturduğu etkin şebekeler ha­ linde örgütlenmiş akademik hareketinin ön­ şeklini görmektedir. Geçmiş ütopyalar, şim­ diki zaman için olduğu kadar gelecek için de birer projedir; Aydınlanma'nın kaydettiği hızlı gelişmeler "gelecek kuşaklar ve [ ... ) biz­ lerin kendimiz aracılığıyla (Bacon'ın "düş"ünün) gerçekleştiğini görmenin umu­ dunu vermekteler" (Esquisse). Bu umut, Fragment sur l'Atlantide'in içinde de dolaşır. Ama ütopyanın Condorcet'gil sorunsalı, asıl More'la söyleşim içinde kurulur. Esquis­ se'in, matbaanın icadıyla açılan "Sekizinci çağ"ında, Condorcet, "uygulamanın hiç durmadan yaklaşmaya yönelmek zorunda olduğu modeli sunmayı hedef alan bütün bir toplumsal düzen sisteminin tasanmını birkaç ilkeden" çıkartmayı amaçlayan Mo­ re'gil girişimi selamlar. Bu sahrlar ilginçtir, çünkü Condorcet için Newton'culuğun ön­ varsayılmışlannın bütün toplumsal alana uygulanmasının (bir toplumsal aritmetik projesi) söz konusu olduğu bir sırada, onu, genel olarak ütopyacıl akılalık karşısında konumlandırmaktadırlar. More, mevcut toplumun bilmediği ya da hiçe saydığı siya­ si, ekonomik ve etik ilkelerin olası uygula­ masının sonuçlannı gelecekte projelendir­ meyi hedefler. Utopya, ilkelerden umut kes­ memeye ve onlann tutarlılığını göstermeye

imkan vermektedir; ama More, acılı şimdiki zaman ile umut edilen geleceği eklemleyecek yerde yanyana koymaktadır. Bununla birlikte Condorcet, More'u kollar, çünkü "tarihin ol­ gulannın derinlikli araşhnlmasında, gelece­ ği gemiemiş olmakla övünülebilecek kural­ lan" aramakla yetinen Makyavelciliğin dur­ madan yenilenen tehdidi karşısın�.a, onu felsefi bir müttefik yapmaktadır. Utopya, ihanetleri ve caymalan doğrulamak için ta­ rihi manipüle etmeyi onca iyi bilen felsefi ve siyasi oportünizme karşı uyarmaktadır. Do­ layısıyla ütopya ilkelerin üstünlüğünü şim­ diki zamanın önüne taşımaktadır. En tuhafı, Esquisse'in, Machiavelli'yi de izlemeksizin More'un yöntemini izlemez göründüğünü saptamakhr. Aslında, bütün bir "Sekizinci çağ", More ile Machiavelli arasındaki dura­ ğan karşıtlığı, Condorcet'nin kendi kendini konumlandırmaya çalıştığı akılcı ve tarihi bir bütünsel girişimin içine taşımaktadır; bu bağlamda o, Rousseau'nun yetkinleşebilirli­ ğinin ve Voltaire ya da Turgot'nun olumlu gelişme kuramının mirasçısıdır. Bu felsefi bağdaşhrmaalık [syncretisme), onun ütop­ yacı umuda bağlılığını ve daha önceki ütop­ yalann (birer "düş" olarak düşünülen) so­ yutlamalanna yönelik eleştirisini açıklar. Condillac ve Locke'un dikkatli bir okuru olan Condorcet'ye göre, insan, duyumlarını ve bunların izlerini saptayan imieri düzen­ lemek suretiyle gelişme olabilirliğiyle birlik­ te doğar, sonra bu imler üzerinde akıla bir çalışmayla, geçmiş hatalannı anımsayarak ve varolan toplumu inceleyerek, gelecekteki gelişmeleri düşünebilir; öyle olunca da, şim­ diki zamandan kaçmaksızın, "kendini gele­ ceğin yumuşak umutlarına terk etmek" mümkün hale gelir. Condorcet, Machiavel­ li'ye karşı More'un yanında yer alırken, Mo­ re'gil projenin yükselişini tarihin içinde ko­ numlandırmaya çalışmaktadır. Her şey, san­ ki Condorcet soyut ütopyacı söylemin iki kusurunu anlamak istiyormuşcasına cereyan eder: ütopyaalann betimledikleri toplum­ lar, nasıl ortaya çıkhklarını söylemekten acizdirler ve daha baştan kusursuz oldukla­ n için hiçbir zaman gelişme göstermemeye mahkfımdurlar. Oysa, Esquisse'i yazarken, Condorcet'nin gözleri önünde, Sparta'nın "arkaik-ütopyacıl" modelinin bazı devrim-

condorcet

59 ciler tarafından körü körüne taklit edilmesi­ nin yol açtığı felaketçil sonuçlar durmakta­ dır. Bu iki kusur, ütopyaal söylemin tekyan­ lı eleştirisi için temel olur. Condorcet bu söy­ lemi tümüyle dışlamaksızın eleştirecektir. Bunun için, Esquisse, ütopyacıl söylemin or­ taya çıkışını Aydınlanma açısından başat önemdeki üç olayın kesişmesinde konumlan­ dınr: matbaanın icadı, Amerika'nın keşfi ve Constantinopolis'in fet_hi (Yunan-Latin An­ tikçağına ait metinler ıtalya'da sığınak bu­ lurlar). Bu üç tarihi olguyu, More, Ütop­ ya'sında soyut ve örtük bir şekilde düşün­ müştür, oysa ki, Condorcet ütopyaal söyle­ mi bu üç olayın tarihi ve felsefi sonucu olarak düşünmektedir. Condorcet, More'u konum­ landınrken onun felsefi ve etik tavnnı ileri­ ye götürür. Nitekim, More'un Ütopya sı mat­ baanın icadını selamiayan (ikinci kısmın so­ nu) ve Amerika'ya doğru uzun bir yolculu­ ğun sonunda, matbaa sayesinde çabucak yayılan Yunan ve Latin metinlerinin sahibi olan yolculann bir zamanlar adalanna ayak bastıklannı görmüş olan insanlardan oluşan bir toplumu beti�ler. Hatta More şu aynntı­ yı da ekler: eğer Utopyalılar "bu (Yunan) ya­ zım onca hızlı bir şekilde kendilerine malet­ tilerse, bu [ ... ) belli bir akrabalık sonucudur. Onlann Yunan kö�!!nli olduklannı keşfetti­ ğimi sanıyorum." Utopyalılar, Amerika ya­ kınlannda sürgünde yaşayan eğitimli Yu­ nanlardır! Condorcet de XVI. yüzyılın hü­ manist Avrupa'sının oluşumunu, ütopyacı söylemin __ yüze çıkışını, matbaaya _yönelik övgüyü, Otekinin (Yeni Dünya) ve Oncenin (Yunan-Latin antikçağı) keşfini aynı bakış içinde kavrar gibidir. Bütün bu öğeler Röne­ sans' ın, hatta hümanist Avrupa'nın kavram­ Ianna çok geniş bir anlam kazandırarak ütopyaal umut içinde düğümlenirler. Esquisse'in belirlediği çerçeve, Condor­ cet'ye, ütopyaları Aydınlanma'nın derin ve umutsuz bir bunalım ortamında, siyasi ya da toplumsal bağlamlar içinde kendi özgün gelişmelerine göre öncellemeye ihtiyaç du­ yacağı zorunlu anlar olarak konumlandır­ ma imkanını verir. Ancak, "soyut-ütopya­ cı)" tavnn özündeki kusurların bilincinde olan Condorcet, ütopyacıl özleme tarihi ve felsefi bir yarahl!Ş, bir "tekyin" önerir: şim­ diki zamanlan, Oteler ve Oncenin oluştur'

dukları o iki "yeri olmayan yer''den kalka­ rak, bir kitap ("yeri olmayan yer'') içinde dü­ şünmek söz konusudur. Bu kavramsal tavır, eleştirel ve bilmeye açık aklın resmi olarak ütopyanın kendisidir. Böylece, ütopyaa ge­ leneğin sınırlannı eleştirdikten sonra, Con­ dorcet'nin, Esquisse'in gerçek "ütopyalaştı­ rılması" olan Fragment sur l'Atlantide'ini ne­ den kaleme almak istediği daha iyi anlaşıl­ maktadır.

ATLANTIS'IN IÇERDJ(jf ANLAMLAR. Frag­ ment sur l'Atlantide, Esquisse'in metnini izler

ama ne Platon'u, ne More'u, ne de Bacon'ı yineler. Bu metnin içerdiği anlamlan ve eri­ mini anlamak için, Condorcet'nin, 1 779'da

Lettres sur l'Atlantide'i [Atlantis Üzerine Mek­ tuplari yazan Bailly'ye yönelttiği son derece eleştirel ama karmaşık düşünceleri anımsa­ mak uygun olacaktır. Astronominin kökeni­ ne ilişkin bir tartışma Voltaire ile Bailly'yi karşı karşıya getirmişti: Voltaire köken ola­ rak Hindistan\ Bailly ise Yeni-Zemble'de konumlandırdığı Atlantis'i(!) savunuyordu. Bailly, Platon'gil "senaryo" yu tam bir coğra­ fi gerçekçilik içinde yeniden ele alıyordu. Condorcet, 26 Şubat 1 784 tarihinde, Discours

l'Acadimie française'inde [Fransız Akadasine Söylevl Bailly'ye yanıt verir: "Gelecek kuşak­

il

lar uzak kuzeyli halkınızı (=Atlantisliler) ba­ ğışlayacaktır [ ... ), önemli hakikatiere ustaca kanştınlan bu sistemlerin kimi zaman g!!r­ çek bir yaran olması da mümkündür. [ .. ) In­ saniann hakikate katlanmalarını sağlamak üzere onlara masallar gerektiği söylenmiştir ve bu sistemli kanaatler belki de aydınlık yüzyıllara uygun düşen yegane mitolojidir." Condorcet'gil Atlantis, arkaikleştinci ge­ rileyiş ortasında ve Terör altında kaleme alı­ nan o Aydınlanmn mnsalı olacaktır. Söz konu­ su olan, bir yandan Bailly'nin Euemeros'cu­ luğundan sakınır• ve Platon'un "mitolojik" yönelimini yükümlenirken, Bacon'ın episte­ molojik girişimini de yinelemektir. Condor­ cet'nin bu metnine özgünlüğünü kazandı­ ran şey de bu farklı etkilerdir. A. Pons, bu Fragment konusunda, haklı olarak bir "akılcı genelleştirmeden" söz eder. More ve Ba­ con'ın yönelimlerini benimseyerek, ama Ay­ dınlanma' nın ve Fransız Devrimi'nin kaza­ nımlannı da bırakrnaksızın, Condorcet işe konusunu konumlandırmakla başlar: "Ak.

condorcet lın genel ışıklannın ve insan haklarının bi­ linmesinin, kamusal mutluluğun her zaman bilgisizlik ve ahmaklık eşitliğinde temelien­ dirilmek istenmesinden kaygı duymaya im­ kan vermediği bir ülkeye yerleştim." Böylece Condorcet, More'un yaptığı gibi birtakım ideal kurumlar değil, ama gerçek­ ten Devrim'in kurduğu, felsefi ve etik ilkele­ rinin mantığı içinde tastamam gelişmiş ka­ musal kurumlar sunar. Condorcet bilim ku­ ruluşlarının ve akademilerin rolü üzerinde durur, çünkü bu kurumlar Terör döneminde yasaklanmış bulunuyorlardı. Geleceğe doğ­ ru yansıtma, burada, bir kaçışı değil ama bir direnişi ve barbarlık karşısındaki eleştirel unutmama tavrını göstermektedir: "Araştır­ ma ve öğrenmeyle büyüyen, güçlenen akıl, insan zekasının haklarını ve özgürlüğünü yeniden fethetmiş olacağı bütün ülkelerde, aydınlık insaniann ortak dirliği haline gele­ cektir." "Atlantis", bu bağlamda, bir ütopyadır: her şeyin yitirilmiş gibi göründüğü zaman sığınılan direniş "yeri"; Condorcet, burada, suçlanan Platon'un, ezilen More'un, ve tecrit edilen Bacon'ın yanında yer almaktadır. Ama Condorcet'nin direnişi akıladır, aydın­ lanmış Avrupa'nın ve 1 792'de kurulan cum­ huriyetin bilgece toplumsallaşmasından do­ ğan kurumlar tarafından gerçekleştirilen ge­ nel ve siyasi aydınlanmanın gelişmesine yaslanmıştır. Bu Condorcet'gil Atlantis'in mensuplan bir ulusa bağlı olabilseler de bü­ tün insanların mutluluğu için çalışırlar; oluştururlar: "Aynı bir ulusun içinde, akılla­ rını geliştirmeye, onun ışıklannı, ya da uğ-

6o raşlannı ya da zevklerini çoğaltınaya özen gösteren bütün bu insanların birliği, tüm ay­ dınlanmış uluslara yayılabilir." Condorcet, Fragment sur /'Atlantide' de, ütopyacıl filozofların soyut yapılarına karşı ortaya koyduğu çekincelerinden vaz geç­ mez, ama onların entelektüel ve etik itkile­ riyle buluşur; tıpkı onlar gibi, yerleşik ikti­ dariann kaçınılmaz olarak gösterdikleri şeyi reddetrnek üzere, aklın eleştirel ve itiraza gücünü seferber eder. "Araştırma ve öğren­ meyle büyüyen" ve ütopya araalığıyla güç­ lendirilen akıl, inşa edilmesi söz konusu olan şeyi önceller; Condorcet'nin Fragment sur /'Atlantide'e koyduğu alt-başlık belki de bu şekilde yorumlanabilir: ''Bilimlerin geliş­ mesinde insan türünün düzenli çabaları." Gerçekten de, "tarihinin sonuçlanna göre, insan türünün gelecekteki yazgılannın tab­ losunu" önermektir söz konusu olan. Bu bağlamda, Condorcet, hiç şüphesiz yetkin bir ütopyaa olarak düşünülebilir. Charles Coutel •M. Ö yaklaşık 340-260 yıllan arasında yaşa­ dığı sanılan Euemeros, mitoslarla ilgilenen bir yazardır. Kutsal Tarih isimli kaybolmuş kitabında, dini mitoslann akıla bir reviz­ yondan geçirilmesini önerir. Ona göre, tan­ nlar, çağdaşlannın onlara karşı besledikleri korku ve hayranlıklada tannsallaştınlmış üstür insanlardır. Eumeros'un görüşleri, Modem çağlarda dinlerin kökeni konusun-· da akıla bir doktrinin (Eumeros'çuluk) doğ­ masına yol açmıştır, [ç.n.)

Dada. Yalnızca olağandışı koşulların rastlaş­ ması -Birinci Dünya Savaşı, tarafsız bir top­ rak, az bulunur sanatçıların ve "zamanın öl­ dürücü deliliğini" reddeden birkaç özgür gencin Zürih'te hemen hemen beklenmedik karşılaşması- sanat alanında, simgesel, alaycı ve "telafi edilmez" bir ütopyacıl ad­ landırmanın peydahlanmasına imkan vere­ bilirdi: uluslararası bir sanatçılar, gruplar, dergiler, derlemeler ve yapıtlar gökadasının sloganı; insanın özgürlüğünün ve yaşamın tezahürlerindeki yok edilebilmez niteliğin radikal olumlanması olarak Dada. Tarihçiler tarafından kübizm ile gerçeküs­ tüdilük arasında anılan, ya da, daha haberli olaniann fütürizm ile yapısalalık arasına yerleştirdikleri sayfa olarak Dada hareketi, sorguladığı değerlere içsel bir savunma me­ kanizmasıyla, kültüre yönelik sürekli bir yadsıma, savaş sonrasının karmaşası içinde zamansız bir şekilde çiçek açan ve "uygar­ laştıncı değerlerin" yıkilması uğruna skan­ dal ve tahrikleri kışkırtan bir nihilist çılgın­ lık okulu olarak sunulmuşhır. Bu hareketin sanatsal ve uluslararası ger­ çekliğinin bu şekilde sunulması, Dadacıla­ rın tahriğin belirsizlikleri içinde kapanıp kalmalanna imkan verecekti; onyıllar bo­ yunca, Dada dendiği zaman, kültürün rolü ve anlamına ilişkin temelden protestosunu olumladığı görselleştirilmiş ya da mizahi tarzı hatırlanacaktır. Bu, hareketin gerçek özüyle, ve öncelikle, hem kendisininki olan tarihi anın hem de XX. yüzyılın ve gelecek-

teki sanatın gözünde, bir yandan sanatsal, öte yandan da kuramsal nitelikteki aşın hı­ tarlılığıyla her türlü kapışmadan kaçman bir yorum tarzıdır. Söylenti, Jarry'nin ünlü şakasını yinele­ menin uzağmda değildir: Voltaire Kabare­ si'nde, yan\ .hiçbir yerde, Dada, yani herhan­ gi bir şey. Utopyanın tam ortasında. Tahrik ve mizahın 19. yüzyılın sonunda, Kral Ubu (1896), "patafizik", "beyinçıkarma" şarkılan ve Alfred Jarry'nin kuklalar reperhıvarıyla birlikte Fransız edebiyatında yerini bulmuş olduğu hiç şüphesiz doğrudur. Ama, katı­ lımcıları, her şeyden önce beğenmemelerini vurgulamaya çalıştıklanndan, yanlış anla­ maya -en azından bir ilk aşamada- Dada bi­ lerek yol açmıştır. Tzara, "Zürih Tarihçesi"nde, o 1916 yazı­ nın olaylarını betimlemiştir: "Kabare altı ay devam etti, güzelin tanrısının acayip güldü­ rüsünün üç ağızlı mızrağı her akşam her bir seyirciye saplandı, ve rüzgar yumuşak de­ ğildi -nice bilinçleri sarstı- karmaşa ve gü­ neş çığı- bilgeliğin ya da çılgınlığın yanı ba­ şındaki sessiz köşe ve canlılık- bunların sı­ nırlarını kim belirleyebilirdi [ .. )? Haykınlan şiir -salonda bağırılıyor- kavga ediliyor, bi­ rinci sıra ikinci sırayı onaylıyor kalan kısım yetkisiz olduğunu ilan edip bağınyor, kim en güçlüyse büyük kasa getiriliyor [ .. ) itiraz ediliyor haykınlıyor camlar kınlıyor ölünü­ yor yıkılıyor dövüşülüyor polis kesinti." Ortam işte böyledir. Şunu gizlemektedir: Dada, başkaldırısını sanatsal olarak gösterir; .

.

dada Dada bir "protestodur" diye açıklar Tzara, "sanatın kendisinin de insaniann alıklaştınl­ masına yaramasını isteyen çocuksu yetkeci­ lik saplanhsına" karşı bir isyandır diye ekler Arp. Dada hareketinin öncüleri, toplumsal ve kültürel sorunsallar yönünden zengin bir dönemde, iflas halindeki bir toplumun kül­ türünün yüzeysel inkarıyla yetinmenin uza­ ğında, yoğun bir yarahma, anlamlılıklann, özellikle de yenilenmeleri aracılığıyla, şid­ detli bir sorgulamasına koyulurlar. Dada'nın çıkış yeri olan Zürih'ten itibaren, hareket Ba­ b dünyasının başkentlerine ulaşır. Zürih grubunun Alman kahlımalan Dada'yı, hala savaşta olan bir Almanya'da Berlin'e, sonra, Ateşkes'in ardından, yıkılmış ve bölünmüş, hem devrimcilerin (terimin siyasi ve sıradan anlamıyla) kendileri, hem de baskı (askerle­ rin uyguladığı) tarafından çabucak gemle­ nen sayısız devrimci özlemlerle canlandınl­ mış bir ülkede, Hanover ve Köln' e ihraç ederler. Savaştan korunmuş özgür kentler olan Bareelona ve New York' ta, sanatçılar ve der­ giler de aynı şekilde Dada'ya katılırlar. Ni­ hayet hareketi savaş sonrasının Paris'inde devam ettirecek olanlar, Zürih grubunun Fransız kültürüne kazanılmış üyeleri, özel­ likle de Tzara'dır. Hareket burada, sönme­ den ve çeşitli eğilimler halinde dağılmadan önce (bu eğilimlerden bir tanesi gerçeküstü­ cülükle kanşacaktır) büyük bir gürültü ko­ parhr. Paris'teki başarısına koşut olarak, Da­ da, Weimar Bauhaus'unda olduğu kadar Hollanda' daki De Stijl, Budapeşte' deki Ma dergilerinde, Viyana'da biraraya gelmiş ya­ pısala sanatçıların etkin çekirdeklerini de davasına kazanarak, uluslararası düzlemde ikinci bir atılım yaşar ve, özellikle kurucusu­ nun yoğun faaliyeti nedeniyle, avangard çevrelerin tamamı üzerinde büyük bir etki­ de, bugüne kadar (yeni-avangardlara kadar: Cobra, Konumlanışçıa Enternasyonal, Yeni Gerçekçiler, Auxus) oğul veren bir etkide bulunur. Sanatçılar ve yazarlar Dada etiketine kah­ tırlar ve bundan böyle kültürel nesnelerin üretiminde bile, özellikle de tarihsel yönden belirlenmiş dillerin yapıları içinde doğrudan doğruya görünür olan yabanalaştıncı süreç­ leri reddederler. Göstergebilimsel sistemleri

bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer, ifa­ deyi koşunandıran dolayımları alaşağı eder­ ler. Bundan böyle kadük hale gelen toplum­ sal bir yetkenin kuşatılmış eski biçimlerine, devinen, uçucu, tamamlanmamış yeni bi­ çimler ikame ederler; gelişim içindtki her tür­ lü biçimsel potansiyelin dikkate değer, ve mükemmellik idealizmine yeğlenesi olduğu düşünülür. Söz konusu olan elbette kültürün yadsın­ masıdır, çünkü kültür, sanah (insanı) kendi­ sine ait değil de bu özgürleşmenin devrimci olumlanması olan bir dile tabi kılmaktadır: Dada'lar � natı önceden ortaya konmuş bir anlamın zorlayıcılığından kurtarırlar. Mal­ zemeyi (kabartmalar, kolajlar, nesne-heykel­ ler), sözcüğü (serbest nesir, otomatik şiir), dili ve edebiyatı (afiş-şiirler, sesli, somut şi­ irler), ışığı (fotogramlar, soyut filmler), imie­ ri (tipografi), kendi işleri olan görsel ve an­ lahsal kullanımla eskimiş "işlevsel" niteli­ ğinden kurtardıkları tüm öğeleri, değerlen­ dirilmesi, "eğilip bükülmesi"yle anlamı açınlayan yeni plastik ve sözel biçimler üret­ mek için serbest bırakırlar. Bu biçemsel yön­ temler hiç görülmedik bir statüyü ve yeni çözümsel kıstasları belirler. Anlamın üretilmesinde, daha önce yaşan­ mamış bir ters-yüz oluştur bu: malzeme, kültürün düzeni içinde önceden getirilmiş bir anlahma tabi kılınmamışhr. Resim (kolaj, birleştirme) öyküler anlatmaz arhk, kendine özgü gerçekleşmesini sergiler. Dil uzlaşıya, anlatıa gelişimine indirgenmiş değildir; ku­ rucu öğeleri, ortaya koyabilecekleri güzellik ve gelişme için öne çıkartılmıştır. Yanı sıra, bu yeni özgürlüklerin kullanılışını büyük bir biçimsel beceri belirginleştirmektedir. Yalnızca estetik temaşa ile yetinmeye yat­ kın olmayan Dada'lar, aynı zamanda tarih­ seki nitelikteki bir evrim şemasının içine yerleştirilmelerini de kabul etmezler; sanat kaygıları, kendilerininkinin modem olması­ nı temenni edecek kadar fazladır ve beri yanda Tzara, "Zayıf Aşk ve Acı Aşk Üzeri­ ne Manifesto"da, sanahn ölümüne ilişkin söylemin sıradanlaştınlması karşısında şu cevabı vermektedir: "Sanatın yok edilişi (her zaman yakın olan) düşünülüyor. Bura­ da, bir sanat artı sanat arzu edilmektedir." Nihayet, Dadaalar, savaş öncesinin de-

dada ğerlerine yapışıp kalmış bir kültürel estab­ lishment tarafından hoşnutsuzluk ve şaşkın­

lıkla algılanan çalışmalarını, eserlerini yal­ nızca estetik kaygılarla okumak isteyen her türlü girişimi önlemeye yönelik polemikçi manifestolarla birlikte yürütürler. Genellikle dönemin dergilerinde, ya da ince broşür ya da fasikül halinde yayımlanan bu bildirgele­ rin çoğu, o zamandan beri bir daha asla ye­ niden basılmamışhr. Bu manifestolarda, im­ za sahipleri yakıcı bir eleştirel kesinlik ve az bulunur bir kuramsal yerindeliği, farklılaş­ mayla, patavatsızlıkla, sarakayla birleştirir­ ler, bunlar düşman bir çevreyle iletişimin yegane mümkün biçimidir onların gözün­ de. Dada mantığı, aşamalı-düzenleri, yalvaç­ lan, geleceği reddeder. Buna karşılık kendi­ liğindenliği, "anın çılgınlığı" içinde her bire­ yin özgürlüğünü, "zarif sıçramayı", yaşa­ mın özgürlüğünü ve çelişkilerini talep eder. Sanat alanında da, "güçlü, dosdoğru, kesin ve sonsuza kadar anlaşılmamış yapıtlan" Tahta, demir, taş ya da kalay öğelerden doğrudan doğruya oluşturulmuş, yeni ve kendiliğinden yapıtiann yaratılması, kendi başına bir gerçeklik ve .eski sanatsal biçimle­ rin doğrudan bir eleştirisi olan ekleştirmele­ re, heykellere ya da kolajlara götürür. O eski biçimler, Tzara'nın "1918 Dada Manifesto­ su"nda, "yüzyıllan parçalayan ve kendi ara­ larında yok eden haydutların elleri arasına bırakılmış" olarak betimlediği bir dünyanın kültürüyle uzlaşma içindedirler. Dada'nın tarihi birçok döneme aynlabilir. Birinci evre, hareketin 1916-1917 yıllarında­ ki doğuşu, bağdaştırmacı, ütopyacı ve top­ lumsal bir evre olmuştur. Hugo Bali, Tristan Tzara, Arp, Avrupa'nın içinde yıkandığı o "Yeni zihniyet" e tanıklık eden bütün yapıcı güçleri biraraya getirmeye çalışırlar. Birkaç kübist ve fütürist, Zürih'teki Gıbaret Voltaire ve Dada, Paris'teki �ic ve Nord-Sud dergileri­ ne yazmaktadırlar. Ilk Dada defterleri ayrıca yapıcı bir görü önermektedirler. Burada, "geleceğin katedralini inşa .etmek"ten söz edilir. Ama çok geçmeden, ıtalyan fütürist Boccioni'nin kübizmin geleceğin katedrali olduğunu bildiren olumlamasına, Picca­ bia'nın olumlaması karşılık verecektir: "Kü­ bizm boktan bir katedraldir."

Nitekim, 1918 ile 1921 yılları arasındaki ikinci bir evre, Tzara'nın "1918 Dada Mani­ festosu"yla birlikte bir �opuşa işaret eder. Dada, Paris kübizmi ile ıtalyan fütürizmini özümsedikten sonra, onların dümen suyun­ da yol almayı reddetmektedir. Dada bir "izm" değildir. Her türlü işlevselciliği, her türlü gelecek, gelişim fikrini, aynı şekilde, küreselleştinci her türlü siyasi projeyi red­ deden Dada'lar, yaşam adına ve biçimsel özelliğini suçladıklan Rurutucu modem sa­ nat fikrine karşı, belirsize, rastlantıya, alaya, oyuna, çocukluğa, ilkelciliğe başvururlar. Tzara, 1925'te, bunu, "Anarşiye varana dek içt�.nlik" diye yorumlayacaktır. Uçüncü evre birinciden doğar. Bir basit sanat kavramı, 1916-1?1 7'de, Zürih'te, Arp ile birlikte doğmuştu. Oncelikle, verili bir ta­ rihsel konumlanış içindeki kapanmışlığı kır­ manın bir yolu, Batı'nın dilbilimsel boyun­ duruğunu bozmanın bir tarzı olan saf sözel ya da gör�! jestler, ister 1921 tarihli "Basit Bir Sanat Için Çağrı"da olsun, ister hecesel ya da kolay anlaşılır şiirde olsun, Dadacılar ve yapısakılar tarafından paylaşılan ku­ ramsal bildirgelerde bir devamlılık bulacak­ lardır. Özerk bir tarzda yeniden tanımlanan, kendine özgü gerekirliklere iade edilen sa­ nat, yeni bir kavramsal çağa yanaşmaktadır. Salt plastik ve biçimin varoluşsal düzeyi edebi aniatısal eğretilemenin ve resim-ötesi bagajın terk edilişini mühürler. Dadacılar, bir kurgunun, bir kolajın ya da bir şiirin hazırlanmasına yol gösteren yön­ temleri; bileştiricilerin kesikliliklerini, ko­ pukluklarını ya da uyumlarını; kullanılan malzemelerin biçimini, rengini, yapısını ve yoğunluğunu apaçık ortaya koydukları za­ man, "bakar''ı (Duchamp'ın deyimidir) ya da okuru da plastik ya da yazısal önermenin üretimine dahil ederek, yalnızca biçimsel yöntemleri belirgin hale getirmemekte, ama sanat ve yaşamdaki tutumlaı:ının cüretkarlı­ ğını da yüceltmektedirler. Imgesel ya da simgesel anlamlılıklardan böylece kurtani­ mış olan yapıt, yalnızca formları değil, yanı sıra devreye soktuğu dönüştürücü erkeyi de olumlamaktadır. Dada'nın modellerin, ideolojilerin, kim­ lik/ özdeşliklerin, davranışların yapılarını

devrim

bozması, bir yandan, -işbaşındaki dönüştü­ rücü erkelerin, toplumsal bedenin dayathğı uzlaşımlar altında gizli kalmış ve bastırılmış erkelerin çiçeklenmesini bireye bırakarak­ özgürleştirici bir nitelik gösterirken, oyuncu ve belirsiz tavrının sağlamlığına ilişkin bir doğrulamayı da, hatta sanat alanında, yapı­ sala sanatçılarla rastlaşmasında buluyordu; çünkü plastik dilde kesinlikli bir gelişmeden kaygı duyan bu sanatçılar, kendilerine özgü yollardan Dadaalarınkine çok yakın sonuç­ lara varıyorlardı. Yaşama karşıt erk biçimlerinin ve sistem­ lerin yadsınması olan Dada, özgür ve yaratı­ a, olumlu bir erkenin olabilirliğini, ve aynı şekilde, Hugo Bali'un açış bildirgesinin du­ yurduğu gibi, "bağımsızlıklarını yalnızca kullanmayı değil, ama aynı zamanda da ka­ nıtlamayı [düşünen] birkaç genç adam" ken­ dilerini ona hasrettiklerinde, sanatın mutlak üstünlüğünü de hemen hemen birkaç yıl içinde olumlayacaktı. Marc Dachy Devrim. XVII. yüzyıdan itibaren tarih ve si­ yaset alanına uyarlanan "devrim" sözcüğü, astronominin sözdağarağından alınmadır. Dönemsel olarak başlangıç noktalarına geri dönen yıldızların dönemsel devinimini çağ­ nştınr. Yeni kullanımı, büyük devletlerin yükseliş ve çöküşlerini açıklamayı ve bu ev­ rime yol açan ya da bu evrimi çabuklaştıran toplumsal bunalımlan anlamayı hedefliyor­ du. Dolayısıyla, "devrim" teriminin, en ba­ şından beri, tarihin gelişimini yöneten yasa­ lar fikriyle birleştirilmiş olduğu söylenebilir. XV. yüzyıldan itibaren birbirini izleyen çok sayıdaki içsavaşlar (Din savaşları, köylü ayaklanmalan, Fronde, vb.), devrim ve ko­ lektif şiddetin birlikte düşünülmesine katkı­ da bulunurlar. Ama asıl, XVI. yüzyıl İngilte­ re'sinde, bağımsızlık mücadelesi veren Amerika'da ve 1 789 Fransa'sındaki halk ha­ reketleri, devrimin hemen hemen nihai tanı­ mının yerleşmesini sağlayacaklardır. Dev­ rim, bundan sonra, çıkarlan birbirine karşıt olan toplumsal gruplar arasında, çoğu za­ man kitlesel bir mücadeleyle elde edilen bir büyük değişim olarak düşünülmüştür; dev­ let erkinin, çatışan güçlerden biri tarafından fethi, toplumsal yapılarda bir dizi dönüşü-

me ve böylece yeni bir dönemin başlangıcı­ na imkan verir. Bu sözcüğün anlamının kesinleşmesinin kaynağındaki olayiann önemi, terimin ge­ nelleşmiş kullanımının başlangıç noktasın­ da yer alır: "devrim", yavaş yavaş topluma ilişkin söylemdeki başlıca imleyenlerinden biri haline gelir. Belli bir alanda ortaya çık­ mış olan kopuşları, nitel değişiklikleri gös­ termek üzere kullanılır. Bir "sanayi devri­ mi"nden, bir "kültür devrimi" nden, vb. işte bu bağlamda söz edilecektir. Bununla birlik­ te, sözcüğün kapsamını vurgulayan bu ço­ kanlamlılık, "devrim"in ilk önce siyaseti il­ gilendirdiğini unutturmamalıdır. XIX. ve XX. yüzyıllarda, işçi hareketinin gelişmesi ve buna bağlı olarak marksizmin etkisi, "devrim"in sıkı sıkıya "toplumsal"a ve "sosyalizm"e bağlanmasına katkıda bulu­ nur. 1917 Ekim'indeki Rus devriminin başa­ rısı, ve, Stalin' ciliğe rağmen Sovyetler Birliği ile kampının mevcudiyeti, devrimin olabi­ lirliğini göstermektedir -bu da, birçokları­ nın, devrimin güncelliği olarak ifade ettikle­ ri şeydir. Devrim işte burada ütopyaal bir boyut kazanır. Nitekim, son aşamasında komüniz­ me, sınıfsız topluma ulaşacağı varsayılan bir sürecin esas içeriğinin tanımlanmasıyla artık hiçbir şekilde uğraşılmaz. Devrimin, bütün kısmi mücadelelere anlamını veren niteliksel boyutu vurgulanır. Bir bakıma, or­ taya çıktığında geçmişi, şimdiyi ve geleceği tek bir edirnde birleştirmek suretiyle sıra­ dan zamansallığı değişime uğratacak bir kurtana an söz konusudur. Burada henüz hala yeterince incelenmemiş bir fenomenle karşılaşılır: örgütlerin işleyişi içinde, bilin­ çaltı özlemierin ve bunların yansımalarının siyasi girişimler üzerindeki rolü. Uygula­ mada, devrim yandaşları, konjonktürün akıla çözümlemelerini, yenileştirici kopuş anını er ya da geç ve ister istemez getirecek olan tarihin mantığına olan inançla birlikte yaşarlar. Bilinçaltı temennilerin, devrimcilerin ey­ leminde içerilmiş olan mevcudiyeti, gelece­ ğin öncellenmesi örneğindeki gibi, bütün somut ütopyalarda, militanların olağan davranışlarını etkileyerek onların kurulu düzene uymalarını engelleyen olumlu so-

devrimci bayram nuçlara yol açabilir. Ama, çoğu kez (insanın "her zaman" diyesi geliyor) iktidar sorunu, problemin verilerini kanşhrır. Kolektif bel­ leğin geçmişin devrimlerinden anımsadığı şey, öncelikle, devleti ele geçirmenin anah­ tar rolüdür. Bolşevik deneme ve bunun Le­ nin ve Troçki tarafından kuramlaştınlması, bu momenti ayrıalıldı hale getirir. Bunun önemini hiç kimse yadsıyamaz, ama o mo­ ment tek kararlaştıncı, devrim sürecinin ye­ gane -ya da hemen hemen yegane- belirle­ yicisi olarak düşünüldükte, aşılması amaç­ lanan kapitalist toplumlardaki merkezi ikti­ clann işleyiş modellerini yeniden üretme tehlikesiyle karşılaşılır. Kurtuluşun şafağını doğrudan öneeleyen "büyük akşam" mito­ su, aslında baskının ve sömürünün güven­ cesi olan aşamalı bir toplumsal düzenin ko­ runmasındaki iktidar münasebetlerinin et­ kinliği üzerinde yetersiz bir düşünümü gös­ termektedir. Toplumsal devrim kavramı, yüzyılların bize devretmiş olduğu şekliyle, işte bu bağlamda, gerçekçi olmayan ütopya­ dan kaynaklanır. Devrim üzerindeki düşünüm yalnızca toplumu dönüştürmek isteyenleri ilgilen­ dirmemektedir. Sözcüğün, yukanda işaret edilen değişik kullanımlarının da kanıtiadı­ ğı üzere genel bir kapsama sahiptir. Ama sözcüğün kullanılış biçimine iyi bir şekilde hakim olmak için, geçmişin devrimci deney­ lerindeki görüyü de azami ölçüde aydınlat­ mak zorunludur. Bunlann her biri, devlet erkindeki bir değişikliğe yol açmazdan ön­ ce, mevcut düzenin meşruiyetinin güvence­ si olan uzlaşımın temellendiği biçimsel de­ ğerlerde yaşanan bir bunalımın damgasını taşımışlardır. Böylece yaratılmış olan boş­ luk, toplumun o ana kadar siyasal düzlem­ de küçümsenmiş olan geniş katmanlannı, özerkliklerini elde ederek eyleme geçmeye yöneltmiştir. Ve devrim fikrine anlamını ve­ ren şey de o özerkliğin yaygınlığı, süresi ve genişletilmesidir. Her türlü şıkta, devrim, işbu düzeyde de­ mokrasinin derinleştirilmesi haline gelebilir ve somut bir ütopyanın boyutlanyla buluşa­ bilir. Denis Berger

Devrimci bayram. Robespierre, Il. yılın Flo­ real ayında (1794 Mayıs başı), Convention Meclisi'nin huzurunda Devrim'in geleceği­ nin bir "ulusal bayram sistemi"nin kurul­ masından geçtiğini savunurken özellikle iki nokta üzerinde durur: bu bayramlar, aynı bir devinimle, "kardeşlik" bağlannı sıkılaş­ tıracak, ve zorunlu bir "yeniden doğuş"a katkıda bulunacaklardır. Bayram, hemen uzanılabilecek bir devrimci ideale doğru ifa­ desini kazandıracakhr. Devrimin ütopya ol­ maktan çıktığını değil, ama edim halindeki ütopyaya dönüştüğünü, en sonunda, siyasi ve toplumsal bedenin ortasında, kendi yeri­ ne yerleşmiş ütopya haline geldiğini göste­ recektir. Bu, devrimci süreç içindeki bayram anının 1794'te Robespierre'le, ama aynı za­ manda -ve onlan Robespierre'den ayıran uçurum ne kadar derin olursa olsun1 790'da Cabanis ya da 1 797'de La Revelli­ ere'le kazandığı önemi göstermektedir. Bu, aynı şekilde, Fransız Devrimi tarihinin, bay­ ramlannın tarihi içinde de okunabileceğini göstermektedir:. . Federasyon bayramı (14 Temmuz 1 790), Ozgürlük bayramı (15 Nisan 1 792), Cumhuriyetin Birlik ve Bölünmezliği bayramı (10 Ağustos 1793), En Yüce Varlık bayramı (20 Prairial yıl Il - 8 Haziran 1 794), Directoire yönetiminin ahlak bayramları üç­ lüsü (Gençlik bayramı, 10 Germinal; Evliler bayramı, 10 Floreal; Yaşlılık bayramı, 1 0 Fructidor). . . Devrim bayramının bütün bu çeşitlemeleri, Devrim süreci içinde kimi za­ man sert yön değiştirmelerden kaynaldansa da, isimlerinin yeterince vurguladığı üzere burada söz konusu olan şey her zaman ilke olarak sivil örgütlenmedir, ve beri yanda bu bayramiann tarihlenişi, onlan, zamanın ye­ niden inşasına ilişkin çok geniş bir girişimin içine yerleştirmektedir: eski takvimin yıkın­ ıılan üzerinde ahfsal bir zamanın kurulma­ sı; unutulmayacak bir geçmişin kutlanması, toplumsal bağın şimdiki zaman içinde ifa­ desi ve geleceğe doğru atılım; çünkü yeni­ den canlandıran bayram ile eğitici bayram aynı şey, bir sonsuzluk formunun bizatihi şekillenmesi olmaktadır. Champ-de-Mars'­ ta, Tuilleries'de, Paris sokaklannda, bütün Fransa'da, kortejler ve toplaşmalar, istençle­ rin tastamam birliğini temsil etmektedir (ya da olumlamaktadır, ya da düşlemektedir).

devrimci ütopyacıl kurgular Michel Vovelle tarafından toplanmış (1986) yüzlerce imge, bir bayram dilini çözmekte yardımcı olmaktadır -Vatan için mihraplar dikilmesi, özgürlük ağaçlannın dikimi, iyi düzenlenmiş resmi geçitler ya da gemi azıya almış "farandol" danslan, ittifaklar ve ant­ lar. Bayramın işlevi, bakışımlı aynalann yap­ tığı gibi, Devrim'in bizatihi görünrusünü sunmaktır. Elbette, 1 789-1 799 arasındaki on yıl bo­ yunca tasarlanmış ve uygulanmış pek çok proje, istikrarlı ve kalıcı bir bayram modeli getirmemektedir. Bunlar daha çok, şu ya da bu ölçüde inandıncı girişimlerin karmakan­ şık bütününe götürürler. Coşku ve sıkıntı arasındaki, kimi zaman taslak dağaçiama ile kimi zaman ölümcül bir dakiklik arasındaki dengeyi bulabilmek özellikle zordur (Mona Ozouf, 1976). Çünkü, devrimci hareketin imgesini taşıyan bayram, iki kutup arasında gidip gelmektedir: uyuşmanın, yürek ve zi­ hin birliğinin başat işareti olarak aynı za­ manda da gelenek ve alışkanlıklann kaosu­ nu sahiplenmekte, ve düzensizliği, itirazı, yıkıcılığı kucaklamaktadır. Bayram, gelip geçici oldukta, Devrim'i kökleştirmekte ba­ şarısız kalacaktır; kurumsallaştınldığı za­ man Devrim'i soluksuz bırakma tehlikesi ta­ şıyacaktır. Bununla birlikte, Bronislaw Baczko'nun genel olarak ütopyala� konusunda formül­ leştirdiği açıklama -"[Utopyalann) bayrama dönük bir yönelimleri vardır, onlar bayrama tutkundurlar" (1971}- Devrim'e uygulana­ bilir, aynı zamanda da devrimci anın daha uzun vadeli bir devinimin içinde kayıtlı ol­ duğu konusunda bizi ikna eder. Dini model­ le ipleri kopartmakta sabırsızlanan, ama bu­ nu tastamam başaramayan devrimciler, esinlerini bayramın o zengin humuslu top­ rağından alırlar. Ayrıca onlar Rousseau'nun da dikkatli okurlandır, Jean Starobinski'nin özenle incelemiş olduğu (1971) o "şeffaflık yortusu"na, tıpkı Rousseau gibi açtırlar: "Bir meydanın ortasına çiçeklerle taçlandırılmış bir direk dikin, halkı oraya toplayın, ve işte size bir bayram" der Rousseau (l..tttre a

d'Alembert sur les spectacles/Gösteriler Konu­ sunda d'Alembert'e Mektup, 1 758). Ve ütopya­ cı) kurucu metinlerde daha önceden formül­ leştirilmiş olan sorgulamaları kendi tarzla-

66

nnda, benimserler. Nitekim (mümkün olan pek çok örnek arasından) bayramlar, Mo­ re'un ya da Campanella'nın eserlerinde esa­ sen bir atıf zamanını saptamaktadırlar: "ilk­ bayram" ve "sonbayram", Ütopya'da (151 6), ayın ve yılın birinci ve sonuncu günlerinde yer almaktadır; Güneş Sitesi nde (1602'den itibaren), dört büyük bayram "Güneş Koç, Yengeç, Terazi ve Oğlak burçlanna girdiği zaman başlar" Ardından, sıra, 1 789 ve daha sonraki yıl­ ların, özellikle de Fransa'da, tarih duygusu ve Devrim'in anısıyla -model, ya da kıssa olarak, ya da her ikisi birden- yaşanan bir XIX. yüzyılda bayrama ilişkin ütopyacıl dü­ şünce ve pratikleri beslenmesine gelir. II. Cumhuriyet'in 1 848 balıanndaki büyük yurttaş bayramlan (nisanda Kardeşlik bay­ ramı, mayısta Uyuşum bayramı) devrimci geçmişi, şimdiyi ve geleceği, hiçbir ütopya­ cı) yanı bulunmayan bir süreklilik halinde ezmeksizin birbirine bağlamayı hedefler. Ama bayramın içinden fışkırdığı ütopyacıl düşünceler, aynı zamanda da, devrimci de­ neyime yönelik kısm�n eleştirel bir bakıştan kaynaklanmışlardır. Işte bununla ilgili bir­ kaç belirteç: Auguste Comte'un Catechisme positiviste'inde [Pozitivist Din Dersil (1852)), yılın her günü ve dönemsel bir tarzda ka­ musal tapınç olarak düzenlenmiş bayram; ya da Charles Fourieı'nin yapıtında, her za­ man mümkün, duyulur ve yaygın olarak, düzenin ve düzensizliğin birbirine kanştığı, serpiştirilmiş bayram ... öyle ki, Fourier ile birlikte (Henri Desroche'un bir kitabının gü­ zel başlığıyla söylersek) bir "bayramcıl top­ lum"un çizgileri belirmektedir. Thomas Bouchet '

Devrimci ütopyacıl kurgular. Fransız Devrimi'ne ilişkin romansı edebiyat fazlaca bilinmemektedir. Bununla birlikte, o döne­ min devrimci bunalımı içinde, pek çok siya­ si yergide, ütopya ülkelerini betimlemek üzer_e romanın yöntemlerine başvurulmuş­ tur. Imgesel ya da uzak yörelerin seçilmesi, yazarlarının gözünde, Devrim ya da edirnci­ lerinden bazıları konusundaki eleştirileri et­ kili ve öğretici bir tarzda formülleştirmeye imkan vermektedir. Education d'Admete'in [Admete'in Eğitimi) anonim yazarı, "bir örtü-

diderot nün alhna gizlenmiş olan hakikatin daha az sert ve daha sivri göründüğü" iddiasında­ dır. Geleceğin kralının, ileride üstleneceği role hazırlandığı bir eğitimden geçtiği bir dünyayı betimlerken, Fransa'ya yönelik eleştirisine imkan veren ideal bir konumla­ nışı sergilemektedir. Nitonıı Franka'nın (yıl V) aynı şekilde anonim yazan, o çağın Fran­ sa'sına benzeyen ve o dönem okurunun ta­ nımakta hiç zorlanmayacağı bir dünya be­ timler. Nitekim, "çevirmen" önsözünde şu açıklamayı yapmaktadır: "Eğer bu öyküyü verimli olacak şekilde okumak isterseniz, onu sizin öykünüzle yakınlaştırmak suretiy­ le, saydam bir örtüyü kaldınn: vurucu bir tezat sizi şaşırtacakhr". Yergici ve eleştirel yorumlarla betimlenmiş bu imgesel ama Fransa'nın benzeri olan ülkelerde, okuru eğ­ lendirecek bir şeyler vardır. Bu metinler, gerçek dünyayla kıyaslanabilen, ama alaya ve gülmeceye imkan vermek için yeterince farklı, ideal bir dünya resmi çizdikleri için ütopyaaldırlar. Daha başka yapıtlar, ütopyaal boyutun daha duyulur olduğu ideal bir dünyayı bu­ yur etmek üzere Fransa'dan uzaklaşırlar. Moutonnet de Clairfons, le Veritab/e Philant­

okurlann çoğu için uzak ve bilinmeyen bir ülkenin anışhnlması onu zorunlu bir şekilde imgesel kılmakta, ve belirleyici çizgilerini dönüştürmektedir. Devrim döneminin yazarları, kendi ülke­ lerindeki bir değişime çağnda bulunmak üzere en sonunda bir Alhn çağı düşündürte­ bileceklerdir. A. T. de Rochefort, Adraste et Nancy V Y. isimli kitabında, Amerikan ba­ ğımsızlık savaşı sırasında bir Fransız suba­ yın öyküsünü anlatır. Adraste, sevdiği kadı­ nın yaşadığı köyü betimlerken, erkek karde­ şine şunlan yazmaktadır: "Konukseverlik onlar için kutsal bir görevdir; yararlı olmak ve bizi hoşnut etmek için her şeyi seferber etmek onların en zorunlu ihtiyaçlanymış gi­ bi görünüyor. Şairlerimizin, anısını her gün dile getirmekten hoşlandıklan onca övülen Altın çağ, burada olanca sadeliği içinde du­ ruyor." Nitekim, devrim döneminin bu Fransız yazarlan, evrim geçirmekte olan bir dünyanın bilincindedirler; tarihin kritik bir anında, devrimci hareketin sonunda siyasi, ahlaki ve toplumsal gerçekliği etkilerneyi umarak, ütopyaal gerçeklikleri dile getiren kurgular ifşa ederler. Makolm Cook

(Philadelphie, 1 790), kahramanının deniz kazasından sonra çıktığı düşsel güzellikteki bir adayı sergiler. Ada sakinlerinden biri ka­ zazedeye örflerini ve siyasi düzenlerini an­ latır: "Neyimiz var, neyimiz yoksa ortaktır; varsıllıklanmız eşittir: erdemde hiçbirimiz ötekinden farklı değiliz; kimseye tanınmış onursal ayrıcalık bulunmaz. Bu rejim, aç ve doyumsuz yürekleri sağaltmak, zaptedil­ mez tutkulan söndürmek ve israfın doğur­ duğu her türlü düşkünlükleri yok etmek için en güçlü olan rejimdir." Bu ütopya, o ça­ ğın Fransa'sıyla doğrudan bir kıyaslamaya yönlendirmez, ama, besbelli ki, dönemin okurları tam da Fransa için bir anayasadan söz edildiği bir sırada, bu adada, ideal bir si­ yasi sistem, sağlam ve cumhuriyetçi bir ana­ yasayla donatılmış imgesel bir ülke görebil­ mektedirler. Nitekim, kendi ülkesi istikrar­ SIZ bir devrim döneminden geçmekteyken başka ülkelerin siyasi rejimlerini ve güntel gerçeklerini incelemek doğaldır. Kurguda,

Diderot (Denis; 1713-1784). Diderot'da, Le­ ibniz, Montesquieu, Voltaire ya da Rousse­ au'da olduğu gibi, ister More ister Histoire des Sevarambes [Sevarambe'larm öyküsü] söz konusu olsun, klasik ütopyalann belli başlı metinleri ve bunlann ortaya attıkları sorun­ sallarla bir yakınlık ya da ilişki, hatta Cyra­ no'nun -hovarda ve kimi zaman Reve d Al­ membert'e [D'Alembert'in Düşü] yakın bir ki­ şilik- dünyalanndaki hiçe sayıcı ..imgesele yönelik doğrudan bir ilgi yoktur. Unlü Por­ nographe'a ilişkin, son derece sıradan bir özet kaleme almışsa da, XVIII. yüzyıl Fran­ sa'sındaki bir "ütopyaal" akımın edebi te­ zahürlerine -Mercieı'nin Yıl 244o'ü, ya da Retif de La Bretonne'un "Graphes"ı- en ufak bir dikkat yöneltmez. Ama yine de Ba­ beuf, kendisini ölüme gönderecek olan mah­ keme karşısında savunmasını yaparken, "ütopyacıl" (Mannheim'ın kullandığı gibi, geniş anlamıyla) bir Diderot'ya gönderme yaparak, o dönemde sıklıkla karşılaşıldığı üzere, Morelly'nin Code de la nature'ünü

rope ou l'Ile de la philantropie [Gerçek Insanse­ ver ya da Insanseverlik Adası] isimli kitabında

'

68

diderot

[Doganın Kanunnamesil ona atfeder. Bu ne öl­ çüde doğru ya da mümkündür? Holbach'ın Systeme de la nature [Doganın Sistemıl (1770) isimli kitabının genel sonucunu "Kısaltılmış Doğa Kanunnamesi" başlığı altında Dide­ rot'nun yazmış olması bugün bile muhtemel görülmektedir. Ve düşmanlan onu, önce, Suppliment au vayage de Bougainville'in [Bo­ ugainville'in Gezesine Ek) yazan olarak suç­

larlar; oysa Diderot, bu skandal yaratan met­ ni, sadece abonelerine ulaştırılan Carrespan­ dance litteraire' e verebiimiş bile değildi: me­ tin 1796'da yayımlandığında, yazannın bir "baldın-çıplaklık öğretmeni" ve "kadınlar komünizmi"nin sinsi bir havarisi olduğu düşünüldü. Eğer bu felsefi söyleşim, aceleci bir dü­ şünceler tarihi açısından, "iyi yabanıl mito­ su"nun cüretkar bir uzantısı olarak görüle­ bilecek olan şeyi yerine getirir gibi görün­ meseydi, yalnızca bu başlangıç noktası, ken­ di başına önem taşımakla birlikte, bugün belki de Diderot "ve" ütopy:a üzerine bir dü­ şünümü doğrulayamazdı. Iyi yabanıl mito­ su bir ada dünyasında dile gelen bir ideal­ dir; burada, sanki kendiliğinden bir şekilde ve esas itibariyle ensest yasağından bile ha­ bersiz bir cinsel "özgürlüğe", ve buna bağlı olarak her türlü mülkiyetçi uygulama ya da yasanın dıştanmasında somutlaşan mutlu bir uyum hüküm sürecektir; Diclerat'ya gö­ re, gerek toplumda, gerek bizim kendi içi­ mizdeki üç "kanunnamenin", yani doğanın yasalannın, sivil yasalann ve dini yasaların kaçınılmaz ve sonu gelmez çatışmacılığının berisindeki bir dünyadır bu ve fikir, olanca genişliği içinde ilk kez bu söyleşimde for­ mülleştirilmiştir. Burada, siyasetin, ütopya­ cı! düşüncenin ayrılmaz öğeleri olan iyicil toplumsallık, özdüzenleme ve durmadan yi­ nelenen doyum içinde düpedüz emildiği bir gerçektir. Bunlarla yetinemeyiz. Başlangıç noktası, "Yeni Khythira"yı, yani Tahiti'yi yeniden keşfetmiş değerli asker, yetenekli matema­ tikçi, hoşsohbet "filozof" ve oldukça hovar­ da kusursuz bir Aydınlanma çağı adamının gezilerini anlattığı kitabının IX. ve X. bölüm­ leridir. Diderot, Correspondance litteraire için hazırlamış olduğu bir özetten yola çıkarak, Bougainville'in aniatısını bilinçli bir şekilde

çarpıtmış, idealleştirmiştir. Ama sakınımlı olmak gerekir: burada, "Tahiti'nin sesi"ni önce bizim kendi dünyamızın eleştirisi ola­ rak idilin anlayışı içinde değil de Anılar'ın­ daki La Hantan gibi kullanmakla kalmaz, ayrıca "ütopya"sının geçici bir kurgu oldu­ ğunu bizzat bildir ve, bu arada, mutlu, ada­ sal uyurnun olabilirliğini, pes perdede, şüphe konusu yapar. O durumda, bu kuramsal kurgu nesnesini gerçekten anlamaya imkan veren şeyi ve bizim dünyamızla dotaylı mü­ nasebetlerini dikkate almamak mümkün değildir. Her şeyden önce, bu ideal dünyanıtı içsel özelliklerine ve, dikkatli bir okurun gözün­ den kaçmayacağı üzere o dünya ile aramıza Diderot tarafından bilerek yerleştirilmiş olan zorunlu mesafeye değinelim. Doğru­ dan betimlenmeyen, ama Bougainville'in beraberinde Paris'e getireceği Tahitili Oru tarafından güya rahibe açıklanan "ütopya", uzun bir söyleşimin parçalanndan yalnızca birini oluşturmaktadır; ilkesi gerçekten de bu ütopyanın ve ortaya attığı çözümsüz problemierin eleştirel incelenmesi olan bir şöyleşimin içinde aktarılan bir söyleşimdir. Iki noktaya değinmekle yetineceğiz. Tahi­ ti'nin anıştırılması, tuhaf bir şekilde, bu ada cennetin mübadelenin, mülkiyetin ve sö­ mürgeci tecavüzün (frengi lekesinin simge­ sel işareti altında) dünyası içindeki kaçınıl­ maz çöküşünü öngören bir ihtiyann konuş­ masının "aktanlmasıyla" başlar -bu da belli bir şekilde Rousseau'nun Eşitsizlik Üzerine Kon uşma sındaki 9 numaralı dipnotla bulu­ şur ve Iki Hindistan'ın Tarihi nde yer alan ba­ zı metinlerle ilişki içinde okunmak gerekir, beri yanda, daha başka müdahalelerinde, Diderot'nun yabanıl mutluluk kavramı ko­ nusunda son der�e eleştirel olduğunun da altı çizilmelidir. Ote yandan Diderot, türün yarannınkinden başkaca bir kolektif toplum ahlak.ı kabul etmez. Eğer Tahiti toplumu, ço­ ğu zaman (uygulamada, ama kurallar düz­ leminde değil) yalnızca başat ensestten (ana/oğul) kaçınan mutlu bir cinsel özgür­ lüğü hiçbir engel olmaksızın uygulamayı başanyorsa, ister istemez "erekleşmesi" ge­ rekir -ve bu, hem bütün çağdaşlanna ortak olan nüfusçu eski ilke örneğinde, hem de alaycı "çiftieşin ve çoğalın" düsturunda dile '

'

dünyasall..ma gelecektir: en çok sayıda ve en güzel çocuk­ lan yapmak için, sonuçta seçim yapmak ge­ rekir. Bir başka düzeyde, Supplement'ın Dide­ rot'nun yapıh içindeki dolaysız bağlamını bilenler için başka bir erirnde görünen şey vardır. Bu "deneyci" söyleşim, Supple­ ment'ın ilk düzenlenişinden bir yıl sonra, 1772'de yazılmış bir öyküyle belirtik ve sıkı bir münasebet içindedir (iki yapıbn da başı ve sonu uyuşur). Mme de La Carliere cinsel sadakate ilişkin ahlakçı bir fikrin trajik so­ nuçlarını anlatmakta, ve söyleşimin alt-baş­ lığının önemine ayn bir ışık tutmaktadı�. Bu alt-başlık şöyledir: "Hiçbir Ahlaki Fikir Içer­ meyen Fizik Edimlere Ahlaki Fikirler Atfet­ menin Sakıncasına Dair". Diderot'da her za­ man görüldüğü üzere, burada da çoğalhl­ mış perspektifler söz konusudur. Supp!e­ ment'ın zengin bir yapıt olmasının nedeni, belli başlı bölümleriyle ilişki halinde ve A ile B arasında söyleşimlendirilmiş giriş ve çı­ kışlarının çok sayıda olması, ve "yabanıl" dünyaya duyulan sıla özlemi (imkansız bir özlem) ile, toplumsal alemin baskılarından aynlmakla, yasalara geçici itaatle, adasal erince inanmanın imkansızlığıyla, içimizde­ ki mutlu ve kökensel atılımın kaçınılmaz yi­ timiyle kazanılmış "doğal" bir denge arasın­ daki münasebetlerin ince ince dokunmuş ol­ masıdır. Eğer "ütopya" varsa, burada ide­ olojisi olmaksızın hem Mannheim'ın verdiği anlamda, ama hem de marksist anlamda vardır ve, Mme de La Clanere'in gösterdiği gibi bize dolaysız bir şekilde yakın olduğu kadar da onulmaz bir şekilde uzakta kal­ maktadır. Böylece Diderot'nun "ütopya zihniye­ ti"ne hangi bağlamda büsbütün yabancı ol­ madığı görülebilmektedir. Onunla arasına koyduğu eleştirel mesafe, yüreği bir bakıma Theleme ve Fourier arasında bölünmüş ola­ bilirse de, çok zengin bir anlama sahiptir. Düzenden -kurallaşhnlmış ve yönetilmiş olandan- kaynaklanan her şeye meydan okur: ''Düzen getirmek isteyen kişiden ken­ dinizi sakının; düzenlemek, her zaman baş­ kalarını rahatsız ederek kendini başkaları­ nın efendisi kılmakhr." Bu, Supplement' daki en güzel formüldür. 1 774'te, Il. Katherina'na indindeki "danışman" olarak yaphğı Rusya ,

yolculuğunda, onu bir süre için bir tabula ra· sa'dan itibaren bütünüyle hazırlanmış ve egemen olunmuş bir toplum fikrinin çeki­ mine kapılmış görürüz; ama bu, en başta, Fransa gibi, tarih tarafından biçimlendiril­ miş ve karmaşıklaşbnlmış bir toplumda ye­ niyi yapmanın imkansızlığı olduğuna inan­ dığı şeye karşı çıkışının sonucudur, aynlmış ve yeniden canlandırılmış sömürgenin, muhtemelen "ütopyacıl" mitosuna belli öl­ çüde katılan Amerikalı ayaklanmacılara beslediği coşku da, aynı şekilde buradan kaynaklanmaktadır. Ama, Diderot'nun Il. Katherina'ya önerdiği şey -birinci dolayım, bir sonraki kuşakta içinden yönetici ve de­ netleyici seçkinlerin çıkacağı, üretici ve ta­ cirlerden kurulu bir "tiers-etat"nm [orta sı­ nıf] oluşumuna çalışmak- çok daha başka bir şeydir...Ne var ki, karşı kutupta, düşlerin ve arzuların kutbunda, yine de ideal ve kar­ deş bir topluluğun nostaljisi vardır ve bu, mektuplannda zaman zaman yan eğlenceli bir kipte gündeme gelir: "Lampedusa'ya gi­ deceğiz" -bir Akdeniz adası, Arkadya, bir parça Altın çağ, bir parça bolluk ülkesi, bir ansiklopediciye uygun düşmeyeceği üzere, yeni Atlantis'ten çok daha azına sahip bir diyar. Aslında bu, her türlü bağlarından kurtulmuş entelektüel bir toplumun temel figürü olan dııire idealinin uzantısı (ya da bir parça Rabelais'gil bir sapması) ve felsefi "philia"nın [dostun) daha fazla devreye so­ kulmasının imgesel bir kipi olmaktadır. Da­ ire, içinde Mlle Lespinasse'ın "salon"unun yer alabileceği paradigmadır, Grandval'de, Holbach'ın evinde toplanan topluluktur, ama aynı zamanda da Sade'in "Suçun dost­ lan demeği"dir, ve neden olmasın, Savye­ ra'daki bazı Aydınlanmış gruplardır... XVIII. yüzyılda ütopyayla münasebette söz konu­ su olan şey, dostlar, seçilmişler ve kabul edil­ mişler arasındaki başka münasebetlerle bağ­ daştınlabilir olan düş ve uygulama, "evren­ sel'' in çağından ve tarih içindeki siyasi ger­ çekleşmesinden önce, Hegel'in söylediği gi­ bi, mutluluğun yeri değildir. Georges Benrekassa

Dünyasallqma. Dünyasallaşma ütopya ta­ şıyıcı bir kavram mıdır? "Ekonomik dehşet" konusundaki güncel tartışmalar bu soruyu

dünyasallaşma olumlu yanıtlamaya el vermiyor. Oysa, tari­ hi bir bakış açısından, ütopya, dünyasallaş­ ma için inanca yerine geçen evrenseki savla­ on formülleştirilmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Çoğu zaman, aklın yasalanna boyun eğen ideal bir toplumun aruştınlması olan ütopya, evrensel bir erime sahiptir. Ye­ rel tikelliklere aşkın bir akılcılık adına, mev­ cut kurumlan mesafeli bir duruşla çözümle­ rneye imkan tanımak gibi bir iddia taşımaz mı? "Hiçbir yerde" konumlanmış olan ütop­ ya aynı zamanda da her yere uyarlanabilir türdendir. Modern çağın bazı dini mezheplerini ütopya olarak düşünmemek koşuluyla, ev­ renselliğin belirtik bir şekilde ütopyacıl söy­ lem tarafından savunulan bir boyut halini alması için xvm. yüzyılın sonunu beklemek gerekir. Bu savunu, ütopyanın derinliklerin­ de ortaya çıkan bir büyük değişimle çağdaş­ br. Thomas More ya da Francis Bacon gibi yazarlar tarafından temsil edilen bir yazın­ sa! türden, Saint-Simon'culuk, Fourieı'cilik ya da Owen'cılık ıı;ibi, kehanetçi bir söylem iit oııu gerçekleştirmeyi hedefleyen bir dizi toplumsal pratiği eklemleyen harelro:tlere geçilir. Genellikle iitnp�,_ ,.., 1