Tarih Üzerine [6 ed.]
 9754680604

Table of contents :
Untitled.FR12 - 0001
Untitled.FR12 - 0003_1L
Untitled.FR12 - 0003_2R
Untitled.FR12 - 0004_1L
Untitled.FR12 - 0004_2R
Untitled.FR12 - 0005_1L
Untitled.FR12 - 0005_2R
Untitled.FR12 - 0006_1L
Untitled.FR12 - 0006_2R
Untitled.FR12 - 0007_1L
Untitled.FR12 - 0007_2R
Untitled.FR12 - 0008_1L
Untitled.FR12 - 0008_2R
Untitled.FR12 - 0009_1L
Untitled.FR12 - 0009_2R
Untitled.FR12 - 0010_1L
Untitled.FR12 - 0010_2R
Untitled.FR12 - 0011_1L
Untitled.FR12 - 0011_2R
Untitled.FR12 - 0012_1L
Untitled.FR12 - 0012_2R
Untitled.FR12 - 0013_1L
Untitled.FR12 - 0013_2R
Untitled.FR12 - 0014_1L
Untitled.FR12 - 0014_2R
Untitled.FR12 - 0015_1L
Untitled.FR12 - 0015_2R
Untitled.FR12 - 0016_1L
Untitled.FR12 - 0016_2R
Untitled.FR12 - 0017_1L
Untitled.FR12 - 0017_2R
Untitled.FR12 - 0018_1L
Untitled.FR12 - 0018_2R
Untitled.FR12 - 0019_1L
Untitled.FR12 - 0019_2R
Untitled.FR12 - 0020_1L
Untitled.FR12 - 0020_2R
Untitled.FR12 - 0021_1L
Untitled.FR12 - 0021_2R
Untitled.FR12 - 0022_1L
Untitled.FR12 - 0022_2R
Untitled.FR12 - 0023_1L
Untitled.FR12 - 0023_2R
Untitled.FR12 - 0024_1L
Untitled.FR12 - 0024_2R
Untitled.FR12 - 0025_1L
Untitled.FR12 - 0025_2R
Untitled.FR12 - 0026_1L
Untitled.FR12 - 0026_2R
Untitled.FR12 - 0027_1L
Untitled.FR12 - 0027_2R
Untitled.FR12 - 0028_1L
Untitled.FR12 - 0028_2R
Untitled.FR12 - 0029_1L
Untitled.FR12 - 0029_2R
Untitled.FR12 - 0030_1L
Untitled.FR12 - 0030_2R
Untitled.FR12 - 0031_1L
Untitled.FR12 - 0031_2R
Untitled.FR12 - 0032_1L
Untitled.FR12 - 0032_2R
Untitled.FR12 - 0033_1L
Untitled.FR12 - 0033_2R
Untitled.FR12 - 0034_1L
Untitled.FR12 - 0034_2R
Untitled.FR12 - 0035_1L
Untitled.FR12 - 0035_2R
Untitled.FR12 - 0036_1L
Untitled.FR12 - 0036_2R
Untitled.FR12 - 0037_1L
Untitled.FR12 - 0037_2R
Untitled.FR12 - 0038_1L
Untitled.FR12 - 0038_2R
Untitled.FR12 - 0039_1L
Untitled.FR12 - 0039_2R
Untitled.FR12 - 0040_1L
Untitled.FR12 - 0040_2R
Untitled.FR12 - 0041_1L
Untitled.FR12 - 0041_2R
Untitled.FR12 - 0042_1L
Untitled.FR12 - 0042_2R
Untitled.FR12 - 0043_1L
Untitled.FR12 - 0043_2R
Untitled.FR12 - 0044_1L
Untitled.FR12 - 0044_2R
Untitled.FR12 - 0045_1L
Untitled.FR12 - 0045_2R
Untitled.FR12 - 0046_1L
Untitled.FR12 - 0046_2R
Untitled.FR12 - 0047_1L
Untitled.FR12 - 0047_2R
Untitled.FR12 - 0048_1L
Untitled.FR12 - 0048_2R
Untitled.FR12 - 0049_1L
Untitled.FR12 - 0049_2R
Untitled.FR12 - 0050_1L
Untitled.FR12 - 0050_2R
Untitled.FR12 - 0051_1L
Untitled.FR12 - 0051_2R
Untitled.FR12 - 0052_1L
Untitled.FR12 - 0052_2R
Untitled.FR12 - 0053_1L
Untitled.FR12 - 0053_2R
Untitled.FR12 - 0054_1L
Untitled.FR12 - 0054_2R
Untitled.FR12 - 0055_1L
Untitled.FR12 - 0055_2R
Untitled.FR12 - 0056_1L
Untitled.FR12 - 0056_2R
Untitled.FR12 - 0057_1L
Untitled.FR12 - 0057_2R
Untitled.FR12 - 0058_1L
Untitled.FR12 - 0058_2R
Untitled.FR12 - 0059_1L
Untitled.FR12 - 0059_2R
Untitled.FR12 - 0060_1L
Untitled.FR12 - 0060_2R
Untitled.FR12 - 0061_1L
Untitled.FR12 - 0061_2R
Untitled.FR12 - 0062_1L
Untitled.FR12 - 0062_2R
Untitled.FR12 - 0063_1L
Untitled.FR12 - 0063_2R
Untitled.FR12 - 0064_1L
Untitled.FR12 - 0064_2R
Untitled.FR12 - 0065_1L
Untitled.FR12 - 0065_2R
Untitled.FR12 - 0066_1L
Untitled.FR12 - 0066_2R
Untitled.FR12 - 0067_1L
Untitled.FR12 - 0067_2R
Untitled.FR12 - 0068_1L
Untitled.FR12 - 0068_2R
Untitled.FR12 - 0069_1L
Untitled.FR12 - 0069_2R
Untitled.FR12 - 0070_1L
Untitled.FR12 - 0070_2R
Untitled.FR12 - 0071_1L
Untitled.FR12 - 0071_2R
Untitled.FR12 - 0072_1L
Untitled.FR12 - 0072_2R
Untitled.FR12 - 0073_1L
Untitled.FR12 - 0073_2R
Untitled.FR12 - 0074_1L
Untitled.FR12 - 0074_2R
Untitled.FR12 - 0075_1L
Untitled.FR12 - 0075_2R
Untitled.FR12 - 0076_1L
Untitled.FR12 - 0076_2R
Untitled.FR12 - 0077_1L
Untitled.FR12 - 0077_2R
Untitled.FR12 - 0078_1L
Untitled.FR12 - 0078_2R
Untitled.FR12 - 0079_1L
Untitled.FR12 - 0079_2R
Untitled.FR12 - 0080_1L
Untitled.FR12 - 0080_2R
Untitled.FR12 - 0081_1L
Untitled.FR12 - 0081_2R
Untitled.FR12 - 0082_1L
Untitled.FR12 - 0082_2R
Untitled.FR12 - 0083_1L
Untitled.FR12 - 0083_2R
Untitled.FR12 - 0084_1L
Untitled.FR12 - 0084_2R
Untitled.FR12 - 0085_1L
Untitled.FR12 - 0085_2R
Untitled.FR12 - 0086_1L
Untitled.FR12 - 0086_2R
Untitled.FR12 - 0087_1L
Untitled.FR12 - 0087_2R
Untitled.FR12 - 0088_1L
Untitled.FR12 - 0088_2R
Untitled.FR12 - 0089_1L
Untitled.FR12 - 0089_2R
Untitled.FR12 - 0090_1L
Untitled.FR12 - 0090_2R
Untitled.FR12 - 0091_1L
Untitled.FR12 - 0091_2R
Untitled.FR12 - 0092_1L
Untitled.FR12 - 0092_2R
Untitled.FR12 - 0093_1L
Untitled.FR12 - 0093_2R
Untitled.FR12 - 0094_1L
Untitled.FR12 - 0094_2R
Untitled.FR12 - 0095_1L
Untitled.FR12 - 0095_2R
Untitled.FR12 - 0096
z

Citation preview

friedrich nietzsche •

TARIH UZERINE ••



H



ı--ı·

::ı::

C: N rrı �·· ı--ı·

z rrı

say



Kitabın Adı TARiH ÜZERiNE

Kitabın Yazarı FRIEDRJCH NIFIZCHE

Çeviren NE!AT BOZKURT

Yayımiayan SAY YAYlNLARI ©Yayın Hakları Say Dağıtım Ltd. Şti. Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın çoğaltılamaz.

Altıncı Basım Mart2000 Kapak Tasarımı DERMANÖVER

Dizgi SAY YAYlNLARI ISBN 975-468-060-4 İç Baskı ve Cilt: EKO MATBAASI

Genel Dağıtım

SAYLTDŞTİ Ankara Caddesi No: 54 Sirkeci !iSTANBUL Tel:

(O 212) 528 1754

-512 2158

Fax: (0 212) 512 50 80

friedrich nietzsche



TARif-I ÜZERİNE (Çağa Aykırı Düşünceler'den) Türkçesi: Nejat Bozkurt

say

iÇiNDEKiLER

7

Sunuş

Friedrich Nietzsche'nin Kısa Yaşam öy lt üsü ve Döneminin Kültür Olayiarına özetleyici Bir Bakış

15

Friedrich Nietzsche ve Felsefesi üstüne

41

TARtHiN

YAŞAM

iÇIN

YARARI

VE

ZARAR!

üZERiNE

55

önsöz

57 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : . . . . . . . . . . . .

61

2

75

3

85

4

93

s

105

6

115

7

131

8

143

9

157

10

175

SUNUŞ

Çağa Aykırı Düşünceler adlı yapıtını Nietzsche, yakla­ şık olarak ilk kitabı sayılan Tragedyanın Doğuşu'nun (1872) hemen ardından yayımiarnıştır ve aşağı yukan t üm dü­ · şüncelerinin bir girişi özelliğini taşır. tık yapıtında o, antik sanat ve yazma tutkun biri olarak, modern kültürün bu çağa neler borçlu olduğunu göstermeye çalışmış ve çağ­ daş kültürü de başlıca şu üç öge üzerinde temellendirmek istemiştir: Yunan Tragedyası, Wagner'in Müzikal Dram Sanatı ve Schopenhauer'in Felsefesi (Tümel bir pessimizm ile istencin yadsınması). Düşünceleriyle, örneğin cüstünin­ san» kavramıyla, kendisini özdeşleştirmiş olan Nietzsche, neredeyse kendisini de bir mitoloji kahramanı haline sak­ muştur. tık yapıtında geçen tezini filozof, ikinci yapıtı olan Çağa Aykırı Düşünceler'de de yeniden ele almış ve geliştirmiştir. Burada o, D. F. Strauss ve onun tarih an­ layışıyla (Historismus> hesaplaşmış, hatta savaşmış, Schopenhauer lle Richard Wagner'i de yüceltip göklere çı­ karmıştır. Ne var ki, bir süre sonra ikisine karşı da düş­ manca bir tutum içine girecektir. Ama Nietzsche felsefesi bakımından Schopenhauer'in istenç metafiziğinden ve pes­ simist mantığından yararlandığı gibi, buna ayrıca za­ manında oldukça etkili olan Darwin'In eYaşam Kavgası, Varolma Savaşımı» ilkesini de katmıştır. tşte bu temel üze­ rinde yola çıkan Nietzsche, çağının tüm değer ve kurum­ larını yadsımış (Nihlllzm), her şeyiyle yen i bir insan ya­ ·

ratma amacına yônelmiştir. Hıristlyanlığı bir «köleler ah­ laki) (Sklavenmoral) olaraık gören filozof, antikçağ dinine

dönmeyi

ve Renafssance

(Uyanış) DOnemi insanlarım ye-

7

niden yetiştirmeyi özler. Bu Up delıalaruı yaratılması ta­

rihin de oJan, �k

yönOnO sayıda

belirleyecektir. ona

göre çatım.ıza -cerekll

bOytUt eylem ve dtışQnce adamlandır. ın­

san bilgisi de dahil olmak üzere her şey güçiiliilk istend­ nin ya da gQçlillütü Iste m eni n görünüşe çıkmış biçimi nden başka bir şey detlldir. Ona gö re, hiçbir· saltık varlık var deği ldir , çünkü varlık oluş i�indedir; ama bu sonsuza dotru

yenilenen bir oluşum deA'il, sonrasız ve sürekli bir yine­ lenmed ir

(ewige Wiederkehr). Süreç kavramıyla b atıantı

içinde yeni bir kültür anlayışının başlatıcısı olan filozof, Almanlar'ın henüz kültür sözcütünü tümüyle tanımadıkla­ rını öne sürer ve kültürü n taşıdığı tari hsel anlamı-vurgular. Nietzsche'ye göre, tarih, insanların acı çektikleri bir has­ ve eylemin bir lıizmetkArıdır.

talık d�il. yaşam

Tarih in

oluşumunda tüm ·bireylerin ve kururolann bilinçli işle vle ri olmalıdır ve nrlıkları da bu eylemlerine bağlıdır. Nietzsche' nin düşünceleri hemen tüm lııroluşçu felsefeleri etkilemiş bulunmaktadır.

örneğin

onun

Scheinmensch»("')

kavramı

kavramı

bir

arasında

ile

«ein

öffentlich meinender

Heidegger'in

koşutıuk

vardır.

«Das

Mann))

Çağımızın

kültür

felsefeleri ile yaşama felsefeleri de Nietzsche'den oldukça etkilenmişlerdir. Nietzsche'nin Çağa Aykırı Düşünceler'i,

herbiri- kendi

başına bağımsız birer yazı olan şu alt başlıklardan oluş­ muştur:

Strauss, D indar

Du·id

Yaşam için Yararı &hopenhauer

0876). Biz

0874):

.burada

-ı·e Yazar

(1873)

Tarihin

Zaran 'Üstüne (1874) ;. Eğitici Olarak

\'e

ve

Çağa

Richard Aykırı

Wagner

Bayreuth'da

Düşünceler'in

yalnızca

ikinci kısmını, yani Yaşant için Taribin Yararı ve Zaran üstüne'yi çevirdik. Aslında bu parçaların tümünde Nietzsche, çağının Alınan uygarlığına karşı çok sert _bir saldırıyı baş· !atmıştır.

Kendi

bilimleriyle

övünerek

sahte bir doyuma

ulaşan dar kafalıların ve yalınkat düşünen kimselerin saf­

lığa varan iyimserliklerine karşı savaş açan filozof, genç­ lerin yaşama arzusu ile eylemde

bulunma

altında tutan ya da ellerinden alan

neşesini

baskı

tarihsel kökenl i

bir

kültürün abartılmasına karşı çıkıiıış, bilim, kültür ve tarih alanında

(•) 8

bir

ulusun

bu

kendine

aşın

Sehopenbauer als Erzieher, 18'14.

güveomesinin

ve

kendi başarılarıyla yetinerek doyuma eriDiş görQnmesinln o ulu sun gelecetı bakımından hiç de parlak sonuçlar :rarat­ mayacatını vurgulamıştır. Kendi ulusunu bu denli sert bir biçimde eleştıren Nletzsche'ye yurttaŞlarının ve yönetim­ lerin gösterdiği hoşgörQ ve anla yış da dikkate değer bir durumdur. Burada ve

tüm

son

Nietzsche'nin

yapıtlarının

ara sı nd a

yapıtıarı

bir değerlendirilmesi

yan (l&ce Homo»dan (rÇağa Aykın Düşün cel enle lümü bazı çeviri değişikHkler!yle, alınt ıla ya rak

yapıtı

mek istiyoruz. Filozof bu Aykırı

Yazıların

için

taşı­

şöyle

ilgili

bö­

sözü bitir­

diyor:

cÇağa

mı savaşçıdır. Bunlar 'başımda ·kavak yelleri esmediğiiJ.i ', kıiıcımı çekmekten hoş­

landığıii).ı,

dördü

sayılan

niteliğini

de savaşçı

belki de b ileğirnin pek sağı solu olmadığını ka­

nıtlar. ilk saldırı, -Duid Strauss, Dindar ve Yazar (1873)­ daha o A l man

zaman

bile

hiç

acımaksızın

yukarıdan

baktığım

kilitürü ne yöneltilmiştir. An lam sız , özsüz, amaçsız

bir kültür: Bir 'k a mu oyu', o kadar. Savaştaki büyük başa­ rının Alınan kültüründen yana bir şey kanıtladığını, hele onun böylelikle Fransa'yı yenmiş olduğunu sanmaktan da­ ha beter bir yanılma olamazdı. ..' Çağa Ayk . ırı Düşün celer'in ikincisi 0874)-

-Tarihin bilim

Yaşam

için

d üz enimizin

Yararı

gidişindeki

Za r arı

'Üstüne

tehl ikeyi,

yaşamı

,.e

kemiren. zehirleyen yanı açığa vurur: Bu insan için anla­ mını yitirmiş çarklar,

bu mekanizma, işçini n cıı 'kişilik­

sizleşmesi', 'iş bölümü'nün sözde verimliliği, tü m bunlardan «hasta düşmüştür yaşam.» Amaç, yani

kültür,

elden

çık­

mıştır, araç, yani çağdaş. bilim düzeni ise, yabancılaşmış­ tır... işte bu incelemede, çağımızın böylesine kurumlandığı

«taritscl anlayış,>

ilk

kez

bir

hastalık,

bir

örnek

çöküş

belirtisi olarak tanıtılıyor. üçüncü ve dördü ncü Çağa Ay­

kırı Yazılar' da ise. daha üstün bir kültür kanamma dikkati çekmek için, bencilliğin, kendini sıkıya sokmanın en aşırı iki örneği konuyor ortaya, o labildiğince çağa aykırı iki ör­ nek, çevrelerinde 'Alman Devleti',

'Kültür',

'Hıristiyanlık',

'Bismarck', 'Başarı' denen her şeye karşı yüce bir küçüm­ seme ve t iksinme duyuyor bu iki düşünür d e, -schopen­ hauer ve Wagner ya da tck sözcük! e, Nietzsche . . .

Bu dört düşmanca yazıdan ilki olağanüstü bir başarı kazandı. Kopardığı gürültü her bakımdan

terdi. üstün

g el m iş bir

ulusun

duyulmaya de­

ya rasına parmak basmış-

9

tım, kazandıklari başarı bir kültür olayı değildi, tersine bambaşka bir şeydi belki d e . . Yalnız David Str auss un eski dostların dan değil, her yandan yanıt geldi; onu ken, dinden hoşnut, dar kafalı Alman aydını örneği olarak, kısa­ cası 'Eski \'e Yeni tnanç üstüne' adlı birahane incilinin yazarı olarak gülünç düşürmüştüm («dar kafalı aydın>) sö­ zü benim yazımdan ·geçmiştir dilimize). Kutsal hayvanları­ nı, Strauss'larını (devekuşu demektin gülünç bulmakla, Würtemberg'li ve Suab olarak derinden gocundurduğum bu eski dostlar öyle açık yürekli likle ve kabaca yanıt ver diler ki. bundan daha iyisini doğrusu isteyemezdim; Prusyalılar'ın tepkisi daha da akıllıca oldu, ne de olsa 'Berlin mavisi' vardı kanlarında. Çiğliğin daniskasım bir Leipzig gaı:ctcsi, o adı çıkmış 'Grenzboten' yaptı; gazaba gelen Basel'lileri zor zaptettim. Yüzdeyüz benim yanımı tutan -çeşit çeşit, ki­ mi zaman da hiç anlaşılmaz nedenlerden- yalnızca bir­ ka ç y aşlı bay ol du örneğin, Göttingen 'den Ewald· (Alman dcğubilimci, 1803-1875), Strauss·a lmrşı saldırınam öldü­ rücü olmuş demeye getirdi. Ya da eski Hegel'cilerden Bruno Eauer (Alman tanrıbilimci, 1809-1882), ki o yazıdan sonra en dikkatli okuyucularımdan biri olmu ştu, yaşamının son· günlerinde, yitmiş 'kültür' k a v ramı üstüne kimden bilgi cdinilebileceğini göstermek için, örneğin Prusyalı tarihçi Bay von Treitschke'ye (Alman tarihçi, 1834-1896) benim yazılarımı salık vermeyi severdi. Bizim yazı ve yazarı üs­ tüne en çok önemsererek ve uz un uzadıya konuşan. filozof Baader'in (Alman filozof ve t anrıbil imc i 1765-1841) eski bir öğrencisi, WUrzburg'da Profesör Hoffmann (Alman tan­ rıbilimci, 1806-1873) adında biri oldu Yazımdan benim için büyük bir gelecek okuyordu, -tanrısızlık konusunda bir bunalım yaratacak en son sözü söyleyecektim; ona göre tanrısızlığın e!l kökten. en amansız temsilcisi tcndim. Be­ ni Schopenhaucr'e çeken şey de buydu. Ama hepsinin için­ de en çok okunanı, herkese en acı koyanı, aslında öyle­ si ne yumuşak huylu Karl Hillebrand'ın (Alman tarihçi ve gazeteci, 1B29-Ie84), eli kalem tutan o sonuncu insan Al­ man'ın olağanüstü sert ve yürekli savunuşu o ld u Yazısı 'Augsburger Zeitung'da çıkmıştı; bugün biraz daha yumu­ şatılmış biçimiyle toplu yazıları ara�ında okunabilir. Bu­ rada benim yazı bir olay, bir dönüm noktası, ayılıp ken­ dine geliş, çok hayırlı bir belirti olarak, düşünce Işlerinde .

'

.

,

.

.

lO

Alman atırlıtının ve tutlinsunun yeniden dotuşu olarak gösteriliyordu. Hillebrand yazının biçimini, olgun ])eten1slnl, kişiyle konuyu ayırınaldakl şaşmaz ölçülOJütünü öve öve bitiremlyordu: Onu Almanca yazılmış en iyi tartışma yazısı olarak niteliyordu;

o tartışma sanatı ki, Almanlar

için tehlikelidir ve hiç Sıllık verilmez. Beni yüzdeyQz onay­ lıyor,

Almanya'da

difin

bayağılaşması

üstüne

.söylemeyi

göze aldıklarımdan da ileri gidiyor kavramını toplumsal bir gö rüş ün odağı duru­ muna getirerek, başka ulusları kü çüm sey en , yalnız ke nd i ulusunu «dünyanın efendisi» olarak gören bir a nl ayış ı n ortaya çıkmasına neden olmuştur. N!etzsche'nin bu «Üs­ tüninsan» kuramının Darwin'in görüşleriyle hiçbi r l!gtsi yoktur. Filozofun düşünceleri, biolojik değil, tarihseldir. Bu nedenle çevreye uyum sağlayan organizmanın yaşam kav­ gasında üstün geleceği düşüncesi de Nietzsche'ye yaba nc ı ­ dır. O, «üstüninsan» kavramını kullanırken yeni bir hay­ van türü dü�ünmüyor; geçmiş t eki insanları, belirli ve büyük tarihsel kişilikleri birer model gibi seçerek kendi düşüncele­ rini ortaya atıyor. Ni ctzsc he'ni n «üstüninsan» kuramı bize ıtal yan Renaissance'ının baskıcı ya da özgürlük çü bazı tip­ lerini anımsatıyor: Cesare Borgia, G l ordana · Bruno, Machiavelli, Leonarda da Vinci, Galilei gibi. Nietzsche, bu kavramıyla, g ü çl ü tutkuları ve olabildiğince yeğin içgQ· düleriyle büt ü n eng ell eri aşarak bizde hayranlıl� ve aynı

zamanda dehşet uyandıran, önlerinde ürkmek ml, yoksa hayran olmak mı gerektiltini kestiremediltlmiz Insanlardan

sözediyor. tşte bu bakı mdan onun yaşam dedie-ı şeye karşı duydutu özlem, tümüyle vıtal deterler ha!.ckındakl abartılı

51

düşünceleri hiçbir yerde burada olduRu denll fanatik bir biçim almaz. Niewche nin felsefi nJtellkteki yazınsal yapı­ tında ortaya attıılı c 'Ost üninsan• tıpinin giderek gerçeklik­ ten uzaklaştığını görürüz. Artık ınsanüstü yeni değerler ve biçimler yaratma, yaşama yeni amaçlar koyma konusunda duyulan dayanılmaz bir i �inin ifadesinden başka bir şey detildir öne sürülenler. «Böyle Konuştu Zerdüşb te c'Os­ tüninsan» kavramından ba.5ka ilginç bir düşüneeye de rast­ lanır: «Sürekli Döngü Kuramu Buna göre, evrende bütün '

olaylar sü:rekll bir dönüş içinde meydana gelirler; her şey önceden sahip olduğu biçimi alarak yeniden meydana ge­ lir. Uzun bir süre geçtikten sonra yine hepimiz şu anda nasılsak ve ne yapıyorsak, aynı durumda olup aynı şeyleri yapacağız. Daha önce olduğumuz ı.:e yaptığımız şeyin ay­ nısını bir süre sonra yineleyeceğiz. Bu gü n olup biten her şey Nietzschc'ye göre daha önce de o:muştu. Ona göre, hepimiz yeniden bu dünyaya geleceğiz ve şimdi yaşadığ;mız yaşamın daha i yi bir biçimini değil, aynını yaşayacağız. Sonu olmayan bir olayın sonu olan bir e>Ten dizgesi için­ de sürekli )'inclendiğini kanıtlamaya çalışan filozofa göre buradan da yaşamın sürekliliği ve sonsuzlu(:u düşüncesine varılabilir; çünkü bu düşünceyle o, yaşamın olduğu gioi tam ve açık biçimde bilinmesinin ve olurl2.nmasının sağla­ nacağını, böylece de yaşama dayanabilmek için aldatıcı ha­ yallere gereksinimi olan insanlarla yaşamdan yılınayanları birbirinden ayırdolu olan Nietzsche'nin dü�ncelerinde bir tutarlılık, bir sistem aramak boşunadır. Onda durup din­ lenmeyen bir düşünce devingenliği ve en son hakikale ve Inanca bağlanmayışı görüyoruz. Onunla birlikte düşünmek de bu bakımdan hiç durmadan ve bağlanmadan düşünmek anlamına geliyor.

53

Friedrich Nietzsche,

TARİHİN YAŞAM İÇİN YARAR! VE ZARARI ÜZERİNE [Çağa Aykırı Düşünceler'den]

Ö N S Ö Z

((Etkinliğimi artırmadan ya da doğrudan doğ­ ruya canlandırıp (yaşamıına) bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyo­ rum.ıı ( 1 ) Goethe'nin bu sözleri, yürekten dile gel­ miş bir ceterum censeo (2) olarak, tarihin değeri ve değersizliği üzerindeki düşüncelerimin başında yeralsın. Bu incelemede ortaya konulmak istenen şey şudur: Neden canlılık yaratmayan bir öğret­ me, neden etkinliği uyuşturan bir bilim, ve neden anlama yetisi için pahası bir artık-bilgi ve lüks olarak görünen tarih bize gerçekten, Goethe'nin ı)

Nietzsche, bir yaşam ilkesi olarak benimsediği bu öz­ deyişi, Goethe'nin Schiller'e Weimar'dan 19 Aralık 1798 tarihinde yazdığı mektuptan almıştır. (Goethes Briefe, in vier Baenden, Christian Wagner Veriag, Hamburg,

2)

«Ceterum cenceo:t, «bundan böyle bu kanıdayım» an­ lamına gelen latince bir deyim. «Ceterum cenceo Carthaginem esse delendam•: eve bundan böyle Karta­ ca'nın yokedilmesi gerektiği kanısındayım., Cato'nun her sözünün sonunda söylemiş olduğu· bu deyim, bir şeyin vurgulanarak belirtilmesi istenditlnde kullanılan

1964)

[Ç.N.]

bir sözdür.

[Ç.N.] 57

:-sözleriyle, nefret edilmesi gereken · bir şey olarak görünmektedir - çünkü yaşam için en zorunlu olan bizde henüz eksik de ondan, çünkü artık (fazla) olan zorunlu olanın düşmanıdır da ondan. Elbette tarihe gereksinmemiz var, ama bizim ta­ rihe olan gereksinmemiz, bilgi bahçesinde başı bo§ · dolaşan kendini beğenmiş sorumsuzlann gereksin­ melerinden başka türlü bir gereksinmedir, isterse onlar seçkin kimseler olsunlar ve bizim o katı ve · tatsız gereksinmelerimize ve zorunluluklarıımza yukandan baksınlar. Başka türlü söylersek, bizim, yaşama ve eyleme için tarihe gereksinmemiz var, yaşama ve eylemden rahatça yüz çevirmek için ·değil, hele bencil yaşamaların, alçakça davranışla­ rın ve kötü yapıp etmelerin ayıbını örtrnek için hiç değil. Tarih ancak yaşama hizmet ettiği öl­ çüde, biz de ona hizmet etmek isteriz; ama ta­ rihle uğraşmanın da, yaşamı tüketen ve soysuz­ laştıran bir tarihe değer vermenin de bir sının (ölçüsü) vardır; işte zamanımızın dikkat çekici görüntü ve belirtilerinde kendisini ortaya koyan bir olguyu şimdi burada göstermek, ne denli acı olursa olsun, zorunludur. Beni sıkça ve oldukça kaygılandıran bir duy­ gumu betimlemeyi denedim burada; bunu açığa vurmakla da ondan öcümü almış oluyorum. Be­ nim bu duygumu anlatışım, belki herhangi birinin kendisinin de bu duyguyu . tanıdığını, ama benim bu duyguyu yeterince arı ve köklü biçimde duyma­ dığımı, hele hiç de güvenilir ve görmüş geçirmiş (deneyimli) bir insan olgunluğuyla dile getirerne­ diğimi bana söylemesine neden olabilir. Bazılan belki böyle düşünecek, ama çoğunluk bunun tü­ müyle saptırılmış, do�aya aykırı, iğrenç ve kesin58

likle hiç söylenmemesi gereken bir duygu olduğu­ hatta böyle bir �uyguyu açığa vu�akla, bilin­ diği gibi, özellikle Almanlar arasında iki kuşak­ tan beri dikkati çeken böylesine 'güçlu tarihsel bir çağa hiç de değimli (layık) olmadığımı gös­ terdiğimi bana söyleyecek. imdi duygumu doğal bir biçimde ortaya koymaya cesaret etmekle, genel iyiliğe zarar vermekten çok yarar sağlamış olaca­ ğım; çünkü biraz önce anılan bu tür bir çağın inceliklerinin söylenmesine böylece birçok fırsat tanımış oluyorum. Bana gelince de, çağımıza iliş­ kin eleştirilerimle doğru bir görüş noktasına va­ rarak herkesin gözünü açmış ve yol göstermiş biri olarak, benim için kazançtan daha değerli bir şey elde etmiş bulunuyorum. Bu inceleme zamana aykırı bir düşünüştür de, çünkü ben çağın haklı olarak gurur duyduğu bir şeyi -onun tarihsel kültürünü ve oluşumunu­ burada çağın zararına bir şey olarak, çağımızın hastaiığı ve eksikliği olarak anlamayı deniyorum; dahası hepimizin insanı yiyip bitiren bir tarih hummasının ıztırabını çektiğimize ve hiç değilse bundan acı çektiğimizi bilmemiz gerektiğine ina­ nıyorum. Ama Goethe, çok haklı olarak, erdem­ lerimizle birlikte kusurlarımızı da kurduğumuzu söylüyorsa ve herkesin bildiği gibi, fazlaca çağal­ mış bir erdem -çünkü çağımızın tarihsel anlamı böyle bir şey olarak görünüyor bana- bir ulusu pekala fazlaca çağalmış bir kötülük kadar çökün­ tüye götürebiliyorsa, bırakınız ben de bir kez ol­ sun istediğim gibi konuşayım. Ayrıca bu yükten kurtulmak için şunu da saklamamam gerekiyor. O kaygı verici duyguları bende harekete geçiren denemeleri çoğu kez kendi üzerimde ya;ptığımı ve nu,

59

yalnızca kar:ıılaştırma yapmak üzere başkalannın deneyimlerinden yararlandığıını ve eski ça�lann, daha çok da Yunan dünyasının bir öğrencisi ol­ duğumdan, çağııruzın bir çocuğu olarak kendi üze­ rimde zamana aykırı deneyimlere vardığıını söy­ lemeliyim. Ama klasik filolog olarak kendi mes­ leğimden dolayı bu kadannı itiraf etmeye hak­ kım olmalı; çünkü çağımızda klasik filolojinin za­ mana aykırı olarak -yani zamanımıza karşı ve böylece de zaman üzerine ve umalım gelecekteki bir zamanın yararına- herhangi bir etkide bulun­ madıktan sonra, bir anlamı kalır mıydı bilmem.

ı.

Önünde yayılan sürüyü gözle bir: Ne dünü bi­ lir ne bugünü, bir o yana sıçrar bir bu yana, yer, uyur, geviş getirir, yeniden s ı ç ra r sabahtan ak­ şama, bugünden öbür güne, kısacık yaşamının haz ,

ve

acılarıyla bağımlı,

an'ın

tepeciklerinde yaşar

durur, bu yüzden de ne bir üzüntü, ne de bir bıkkınlık duyar. Bunu görmek insana ağır gelir, çünkü insan insanlığıyla göğsünü karşısında,

ama yine de

kıskanarak izler; gibi bıkkınlık

ve

-

kabartır

hayvan

hayvanın mutluluğunu

çünkü

insan

tıpkı

hayvan

acı içinde olmadan yaşamak is­

ter yalnızca, ama bunu boş yere ister, hayvan gibi istemez bunu da ondan. İ nsan birara hay­ vana, neden bana mutluluğundan

sözetmiyorsun

da yüzüme bakıyorsun öylece, diye sorsa hayvan herhalde, söylemek istediğim şeyi hemen unutu­ yorum da ondan diye yanıt

verecekti, - ama işte

o bu sözü bile unutup sustu : İ nsan buna yeniden şaşınp kaldı . İ nsan unutınayı

bir türlü öğrenemeyip de hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendi kendine de : İstediği kadar ileri ve çabuk yürüsün, zinciri ile birlikte yürür, hızla akıp geçen olaylar-

61

la bağlıdır gene de. Şaşılacak bir §ey: an, birden burada, birden yok, daha önce bir hiç, daha sonra bir hiç, yine de bir hayal gibi yeniden gelir ve daha · sonraki bir an'ın rahatını kaçırır. Zaman tomarından boyuna bir yaprak çözülür, düşer, uçup gider - birden yeniden insanın kucağına geri döner. İşte o zaman insan ((anımsıyorum . . . ıı der ve hemen unutan, her an'ının gerçekten öl­ düğünü, sis ve gece içinde geride kalıp yittiğini ve bütün bütüne söndüğünü gördüğü hayva nı kıs­ kanır. Hayvan işte böylesine tarihdışı y�ar: çün · kü hayvan, geriye hiçbir kesir bırakmayan b ir �!'wı g i bi . şimdinin içinde yitip gider, kendini br.§ke! türlü . gösterıneyi bilmez, hiçbir şeyi gizlemez ve hiçbir anda hiçbir zaman olduğundan başka tür­ lü görünmez, imdi açık olmaktan başlm türlü ola­ maz. Buna karşın insan geçmişin büyük yükü, gittikçe artan yükü karşısında direnir durur: bu yük insanı ezer, bir o yana bir bu yana eğer, bü­ ker, bu yük onun yolunu, görünmez ve karanlık bir ağırlık gibi, tıkar, bu yükü görünürde bir kez­ cik yads ıya b ilirse de, çevresindeki benzerleriyle (türdeşleriyle) bu ağırlığı hiç de tümüyle yadsı­ maz: bunu da yalnızca onların kıskançlığını uyan­ dırmak için yapar. Bundan dolayı otlayan sürü· yü, ya da daha sıkı bir yakınlık içinde, henüz yadsınacak bir geçmişi olmayan ve geçmişle gele­ ceğin çiti arasında pek mutlu bir körlük içinde oynayan çocuğu · görmek le, sanki yitirilmiş bir cennet düşüncesi kaplar onu. Ama artık çocu­ ğun oyunu da bozulmak zorundadır: ancak za­ manı gelince unutmanın dı§ına çağnlır. İşte o za­ man ıı bir zamanları, sözcüğünü anlamayı öğrenir, insanlara sava§, acı ve usançla gelen ve ne varsa 62

ner şeyi çözwnıeyen o anahtar sözcük (parola) ,_ varoluşunun aslında ne olduğunu kendisine anım­ satır - hiçbir zaman sona ermeyecek olan bir bitmemişlik, bir hikaye durumu (Imperfectum) . En sonunda ölüm özlenilen unutınayı geti rir, böy­ lece de hem şimdinin hem de yaşamın (Dasein) yolunu değiştirir, bununla da yaşamın yalnızca kesintisiz bir «bir zamanlar-varolma)) olduğunun bilgisine, yani yaşamın kendi kendini yadsımakla, kendi kendini yiyip tüketmekle, kendi kendisiyle çelişmekle yaşayan bir §ey olduğunun bilgisine damgasını vurur. Bir mutluluk ya da yeni bir mutluluğa erişme çabası, herhangi bir anlamda, yaşayanı ayakta tu­ tan ve yaşamaya iten şeyse, belki de hiçbir filo­ zof kinikler (köpeksiler) kadar haklı değildir : çün ­ kü bir kinikin tam bir mutluluk olarak gösterdiği hayvanın mutluluğu, kinik felsefesinin haklı ol­ duğuna canlı bir kanıttır. En küçük bir mutluluk, kesintisiz olarak varoluyorsa ve mutlu kılıyorsa, bu, bir yığın acı, istek ve yoksunluklar arasında yer alan yalnızca küçük bir bölüm olup, hem de bir keyiflenme, bir çeşit çılgınca fantezi olarak ortaya çıkan büyük bir mutluluktan, karşılaştırıla­ mayacak denli çok daha etkili (büyük) bir mut­ luluktur. Ama en küçük mutlulukta da en büyük mutlulukta da, mutluluğu mutluluk yapan hep tek bir şey vardır: unutabilme ya da, daha bilgin· ce söylenirse, mutluluğun sürüp gittiği sürece ta­

rih-dışı (Unhistorisch) olarak duyumlama yetisi: Tüm geçmişi unutarak kendini anın eşiğine bı­ rakmasım bilmeyen bir kimse, bir zafer tanrıçası gibi başı dönmeden ve korku duymadan bir nok­ tada durmasını becererneyen bir kimse, hiçbir 63 .

zaman mutluluğun ne olduğunu bilemeyecektir; daha da kötüsü, başkalarını mutlu kılan herhangi bir şeyi de hiç bir zaman yapamayacaktır. Bunun­ la i lgili apaçık bir örnek olarak, unutma gücü hiç olmayan, yani hiçbir zaman unutamayan ve her yerde bir oluş gönneye mahkum edilen bir insanı düşünün : böyle bir insan artık kendi öz varlığına da inanmaz, kendine ve oluşuna da inan­ maz artık, hareket eden noktalar dizisi içinde her­ şeyin akıp gittiğini görür ve bu oluş ırmağı için­ de kendini yitirir.

Böyle bir kimse

en

sonunda

Herakleitos'un gerçek bir öğrencisi olarak parma­

ğını

bile kımıldatmaya cesaret edemeyecektir ar­

tık. Her eylen?- Jıi nUtma ile bağlantılıdır (Bütün tıpkı her yapıp etmelerimizde unutma vardır) : organik olanın yaşamında ışık kadar karanlığın da bulunduğu gibi. Her şeyi yalnız tarih içinden geçip durarak duyurolamak isteyen bir insan, uyu­ mamak için kendini tutmaya zorlanan bir kimse­ ye, ya da yalnızca

geviş

getirmekle

ve

boyuna

yeniden geviş getirmekle yaşamını sürdürmek zo­ runda olan bir hayvana benzeyecekti. Öyleyse, he­ men hemen hiç anımsama olmadan yaşamak, hat­ ta mutlu yaşamak olasıdır, hayvanın yaşadığı gibi ; unutma olmadan

yaşamak

ise, tümüyle olanaksız­

dır. Ya da konum üzerindeki düşüncemi daha ya­ lın olarak aydınlığa çıkarmak için şöyle diyeyim :

İster bir insanda ya da toplumda, ister bir kültür­ de olsun, uykusuzluğun, geviş getirmenin, tarih­ duygusunun bir sınırı vardır, bu sınıra gelip da­ yandı mı, yaşayan bundan zarar görür ve sonunda yokolup gider. Eğer geçmişin bu sınır. (ölçü) ile bug ün ün me­ zar kazıcısı olması istenıniyorsa, onun unutulması 64

gereken sınınnı belirlemek için, bir insanın, bir ulusun, bir kültürün plastik gücünün ne denli bü­ yük olduğunun iyice bilinmesi gerekirdi; plastik güçle demek istediğim, kendi içinden kendine öz­ gü bir biçimde gelişen güç, geçmiş ve yabancı olanın biçimini değiştiren, ona yeniden biçim ve­

ren, yaraları iyileştiren, yitirileni yerine koyan, kı­ rılan biçimlere kendi içinden yeni bi r biçim veren güç. Bazı insanlarda bu güç o denli azdır ki, ya­ şamlarındaki en ufak bir kırgınlık ve kötü yaşan­ tı, en küçük bir acı, çoğu zaman görülen en kü­ çük bir haksızlık, tıpkı küçücük bir çiziğin kapan­ maz bir yara açması gibi, onları sarsar; öte yan­ dan öyle kimseler de vardır ki, yaşamın en katı ve en korkunç yıkımları, onların kendi kötülükle­ rinden doğmuş olaylar bile olsa, öylesine

az etki

yaparlar ki onlara, bu olayların içindeyken ya da kısa bir zaman sonra, bu insanlar oldukça esen bir duruma ve bir çeşit vicdan rahatlığına, huzura (dinginliğe) rın.

kavuşurlar, kılları kıpırdamaz onla­

Bir insanın yapısı

(doğası)

ne

denli güçlü

kökler taşırsa, geçmişten de o denli çok şey

alır ya da bu benimsemeye kendini zorlar. En güçlü ve en yaman bir doğa düşünülebilseydi, böyle bir do­ ğa için, tarih duygusunun, yayılıp kaplayacak ve zarar verecek biçimde etki yapabileceği hiçbir sı­

nır bulunamıyacağı anlaşılacaktı; bu doğa kendi­ sinin ya da . başkasının olsun geçmiş olan her şeyi kendine, kendi içine çekecek ve onu özümseyerek

bir tür kendi kanı haline getirecekti. Boyun eğdi­ remediği, alt edemediği şeyi böyle bir doğa unut­ masını bilir; bu şey yoktur artık, görüş çevreni hem de büsbütün kapanmıştır, hiçbir şey bu çev­ renin ötesinde de insanların, tutkulann, öğretilerin 65/5

ve ereklerin bulunduğunu anımsatamaz. nel

bir

doğa

li

bir

li

olabilir;

ren,

çevren bu

bir ufuk

yasasıdır: içinde canlı

Her

canlı

sağlıklı,

güçlü

kendi

etrafına

çekmesini

bilemiyorsa

Şu da ge­

ancak ve

bir ve

bel­

verim­ çev­ kendi

görüş açısını, yine bencilcesine, bir başkasınınki­ nin (yabancınınkinin) içinde yerleştirmesini, onun çerçevesi içine koymasını bilemiyorsa, bitkin dü­ şer, ya da büyük bir hızla göçüp gitmeye sürükle­ nir. Esenlik, iç açıklığı, vicdan rahatlığı, sevindi­ ' rici bir olay, gelmelüe olan güven - bütün bun­

lar tek tek kişilerde olduğu gibi bir ulusta da, görülebilir olanı, aydınlık olanı, aydınlık olmayan­ dan, karanlıktan ayıran bir çizginin bulunmasına bağlıdır; insanın tam zamanında unutınayı bilme­ sine olduğu gibi, tam zamanında amınsamayı bil­ mesiıw de bağlıdır; tarihsel bir duyuşun ne za­ man, tarihsel olmayan bir duymanın da ne zaman zorunlu

olduğu insanın güçlü

içgüdülerle . sez­

mesine bağlıdır. İşte okuyucunun üzerinde düşün­ meye çağrıldığı önerme şudur:

Tarihsel olmayanla tarihsel olan, bir kişinin, bir toplumun bir kül­ türün sağlığı için aynı ölçüde zorunludur, gerek­ lidir. Şimdi burada herkes her şeyden önce bir göz­ Iemi öne sürecektir: Bir insanın tarihi bilmesi ve duyması (das historische Wissen) çok sınırlı ola­ bilir, çevreni bir Alp vadisinde oturanınki gibi dar · olabilir, her yargısında bir haksızlık etmiş olabi­ lir, her deneyde ilk kez kendisi yapıyormuş yanıl­ gısına düşebilir, - bütün adaletsizliklerine ve ya­ nılmalarına karşın yine de aşılmaz bir sağlamlık ve dinçUk içinde kalabilir ve her görene sevinç verebilir; oysa onun hemen yakınında çok daha .

66

adil, çok daha bilgin olan biri saranp solar, çö­ küp gider, çünkü bu kimsenin çevresinin sırurlari boyuna gelen yeniyle durmadan değişir, çünkü böyle bir kimse doğruluğunun ve adaletinin pek incelmiş ağlarından kurtulup yeniden kaba isteme ve isteklerine dönemez. Buna karşın hayvanın bü­ tünüyle tarih-dışı kaldığını, neredeyse bir nokta gi­ bi olan bir çevren içine yerleştiğini, yine de belli bir mutluluk içinde, hiç değilse sıkıntısız ve yap­ macıksız yaşadığını gördük; öyleyse belli bir ölçü­ de tarih-dışı olanı duyabilme, sezebilme yetisini da­ ha önemli ve daha öncelikli bir yeti olarak gözönü­ ne almamız gerekecek ;

çünkü bu yetide, doğru,

sağlam ve büyük olan bir şeyin, gerçekten

in­

sanca olan bir şeyin ancak kendisinde gelişebilece­ ği bir temel bulunur. Tarih-dışı çepeçevre kuşatan bir sfere benzer, bu sfer içinde yalnızca, bu sferin ortadan kalkmasıyla yeniden yokolmak üzere, ya­ şam doğar. Şurası bir gerçektir ki, insanın düşüne­ rek, düşünüp taşınarak, karşılaştırarak, ayırıp bir­ leştirerek o tarih-dışı ögeyi sınırlamasıyla, o ortalı­ ğı kuşatan sis bulutlarının içinde aydınlık, parlak bir ışığın doğmasıyla, - imdi, ancak geçmişi ya­ şam için kullanmak ve olup bitenlerden yeniden tarih yapmak, yaratmak gücüyle, insan insan ola­ bilir: ama tarihi aşırı olarak kullanınca da insan yeniden tükenir; tarih-dışı olanın o örtüsü olmadan da insan hiçbir zaman hiçbir şeye başlayamaya­

caktı ve başlamaya da cesaret edemeyecekti. Ta­ rih-dışı olanın o sis tabakasına adımını atmadan önce, insanın eylemler yapabileceği nerede görül­ müş? Ya da tasarımlamalan bir yana bırakarak daha canlı bi.r biçimde kavramak için, bunu bir örnekle gösterelim: Bir kadına ya dlt büyük bir 67

düşüneeye karşı yeğin bir tutkunun kendisini sar­

sıp sürüklediği bir adam gözönüne getirilsin; onun dünyası nasıl değişecektir, ne denli bir değişime uğrayacaktır! Geriye baktı ğında o kendisini kör­ müş gibi duyumlar, çevresine kulak verdiğinde kendisine yabancı olanı, boğuk anlamsız bir ses işitiyormuşçasına dinler; o daha önce gördüğü şey­ leri hiçbir zaman böylesine görmemişti, sanki du­ yularıyla birden kavrıyormuşçasına, böylesine du ­ yulur bir biçimde yakın, böylesine renkli, yankılı, ışıklı algılamaınıştı daha önce. Bütün değerlemele­

ri değişmiş ve değerini yitirmiştir; onun artık bu denli çok şeyi değerlendirmeye gücü yetmiyor, çün­ kü artık onları pek duyu ınlay a mıyor : kendi ken­ dine sorar artık, o kadar zamandan beri yaban­ cı sözcüklerin, yabancı düşüncelerin s oytarısı

ını

olmuştu ; belleğinin, bir daire içinde yorulup usan­ madan döndüğü halde, bu daireden çıkmak için en ufak bir sıçrama yapamayacak denli yorgun ve z ayı f düştüğüne şaşıp kalır. Bu durum dünya­ nın en adaletsiz durumudur; dar, geçmişe karşı nankör,

tehlikelere

karşı kör, uyarınalara

karşı

sağır, gecenin ve u nutm anın ölü denizinde küçük canlı bir burgaç : ama yine de bu durum -tarih­ dışı ve giderek tarihe karşı durum

-

yalnızca hak­

sız bir eylemin değil, ama daha çok

her doğru

eylemin doğduğu yerdir; bu türden bir taıih-dı.şı durtima · geçip önceden istemeden ve buna erişT

meye çabalamadan, hiçbir sanatçı tablosunu yapa­ mayacak,

hiçbir komutan · zaferini kazanamaya­

cak, . hiçbir halk özgürlüğüne : kavuşamayacaktır.

Eylemde bulunan bir kimse, Goethe'nin de dediği gibi, her zaman bilinçsiz ve. her. zamatı bilgisizdit; .

tek bir · .şeyi yapmak için çok. olanı -unutur, arka't

68

smda bulunana karşı adaletsizdir ve yalnızca tek

bir doğru tanır, o da şimdi . olması gereken şeyin doğruluğudur. Böylece her eylemde bulunan kim­ se, kendi eylemini, sevilmeye layık olduğundan çok

daha fazla sever: en iyi eylemler de işte böyle

bir sevgi cO§kusu içinde ortaya çıkarlar ve bu ey­ lemlerin değerleri ölçülemeyecek denli büyük de olsalar, herhalde bu sevgi karşısında değersiz ka­ lırlar. Bir kimse, her büyük tarih olayının içinde or­ taya çıktığı bu tarih-dışı seferi değişik durumlarda sezip tanıyacak ve soluğunu onlara uyduracak du­ rumda olsaydı, böyle bir kimse belki de bilen bir varlık olarak tarih-üstü bir görüşe yükselebilirdi. Bir zamanlar Niebuhr da tarih incelemelerinin bir sonucu olarak, insanın böyle bir görüşe varabile­ ceğini söylüyor ve şöyle devam ediyordu :

(