Sosyolojide Temel Fikirler [8 ed.]
 9789750116483

Citation preview

U) o



o o ....

-

. -·

c. tD

;f

Sosyolojide

3

tD

-

., -·

� ., tD .,

-· -

Yayına Hazırlayan: Ü m itTatlıc a n - Gü l h a n D e m i riz

,,

,,

SENTEZ

MARTIN SLATIERY

Sosyolojide Temel Fikirler

Sentez, Sosyal Teori: ı Referanslar Dizisi: 1 Editör: Ü mit Tatlıcan Martin Slattery Key ldeas in Sociology

Nelson Thornes Ltd. ı. Edition 1 99 1 , 2. Edition 2003

Oxford Publishing Ltd. 2014

Sosyo/ojide Temel Fikirler

© Ü mit Tatlıcan - Gülhan Demiriz Sentez Yayı ncılık 2008 Bu kitabın telif hakları Akcalı Ajan s aracılığıyla alınmıştır. Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir. Yayı nevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapı lamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz.

ISBN 978-975-01 1 64-8-3 B. Basım

i stanbul Aralık 201 5 Kapak ve iç Düzen

Sentez Baskı- Cilt

KAYHAN MATBAACILIK Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. No:S/2 Zeytinburnu- Topkapı 1 i stanbul Tel: O. 2 1 2. 576 Ol 36 Faks: 0.2 1 2. 61 2 31 85 Sertifika No: 1 2 1 56

SENTEZ YAYlN VE DAG ITIM EGi Ti M ve ÖG RETi M KURUMLARI Ti C.ve SAN. A.Ş. Cumhuriyet cad. Eski Tahıl i çi No:S BURSA Tel: (O 224) 225 ll 80 (pbx) Faks: (O 224) 225 02 00 [email protected] Sertifika No: 14399

MARTIN SLATTERY

Sosyolojide Temel Fikirler Yayına Hazırlayan: Ü mit Tatl ıcan - G ü l han Dem iriz

Çeviri: Özlem Balkız Gülhan Dem i riz Hacer Harlak Cevdet Özdemir Şebnem Özkan Ü m it Tatlıcan

SENTEZYAYINCI Ll K

içindekiler

7

Bir Giriş ve Merhaba Açıklamalar ithaf Kısa Bir Açıklama Özet Bir Tarih

10 10 11 12

Klasik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları An o mi Bürokrasi Formel Sosyoloji Gemeinschaft/Gesellschaft Oligarşinin Tunç Yasası Pozitivizm Protestan Ah lakı Seçkinler Teorisi* Sosyal Darvinizm Tarihsel Materyalizm Toplumsal Dayanışma Yabancılaşma

31

Emi/e Durkheim

33

MaxWeber

40

George Simme

51

Ferdinand Tönnies

ss

RobertMiche/s

64

Auguste Comte

71

MaxWeber

79

Pareta veMosca

87

Herbert Spencer

93

Marx ve Engels

1 01

Emi/e Durkheim

114

Kar/Marx

1 23

Modern Dönem

1 35

Ataerkillik Bağımlılık Teorisi Bilim Sosyolojisi* Bilimsel Yönetim Burjuvalaşma* Çatışma Teorisi Damga Dilsel Kodlar Eleştirel Teori Etiketierne Kuramı Etnometodoloji Fenomenoloji

Feminizm

1 37

Andre Gunder Frank

1 53

RobertMerton

1 61

F.W. Taylor

1 70

Go/dthorpe, Lockwood vd

1 76

Raif Oahrendorf

1 81

Erving Goffman

1 88

Basil Bernstein

1 95

Frankfurt Okulu

203

Howard Becker

214

Harold Garfinkel

223

Husserl ve Schutz

230

Hegemonya ideoloji iktidar Seçkinleri insan Ekolojisi* insan ilişkileri Kuramı Kendini Doğrulayan Kehanet* Kent idareciliği* Kentleş me Kollektif Tüketim* Korporatizm* Uiikleşme Modernleşme Teorisi Oku ls uzlaşma* Paradigmalar Sembolik Etkileşimeilik Toplumsal Cinsiyet Vasıfsızlaşma Yakınlaşma Tezi* Yanlışlama ve Varsayım Yapısal-işlevselcilik Yerleşim-Temelli Sınıflar* Yoksulluk Kültürü*

Antonio Gramsci

240

KarlMannheim

248

C. W.Mil/s

254

Robert Park

261

E/tonMaya

268

Rosenthal ve Jacobson

274

Raymond E. Pah/

280

Louis Wirth

290

Pah/ ve Winkler

295

Bryan Wilson

302

W.W. Rostow

310

Ivan Jlli ch

318

ThomasKuhn

325

G.H.Mead

333

Feminizm

341

Harry Braverman

353

Clark Kerr vd.

362

Karl Popper

369

Talcott Parsons

375

Rex veMoore

384

OscarLewis

390

Post-Modern/Geç-Modern Dönem Bilgi/Bilişim Toplumu Göreli Özerklik Kültür Araştırmaları Küreselleşme Meşruiyet Krizi Post-Fordizm Post-Modernizm/Post-Modernite Risk Toplumu Sanayi-Ötesi Toplum Simülasyonlar Söylem Yapılaşma Yapısal Marksizm Kaynakça Dizin

285

Manuel Castel/s

397 Manuel Castel/s

399

Nicos Poulantzas

406

Stuart Hall

41 3

Anthony Giddens

418

Jürgen Habermas

426

Michel Piore

440

Jean FrançoisLyotard

447

U/rich Beck

454

Daniel Beli

461

Jean Baudrillard

470

Michel Foucault

477

Anthony Giddens

486

Louis Althusser

493 soo

522

Bir Giriş ve Merhaba Sosyo/ojide Temel Fikirler ilk kez 1 99 1 'de ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl ların büyük sosyolojik d üşüncelerine bir giriş çal ışması olara k yayı nlandı. Bu çalışma New Society derg isinde yayınlanan Temel Fikir­ ler d izisine dayanmaktaydı ve hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlı k S ı nıfı öğrencileriydi. Kita p bu ikinci baskıda, yirm inci yüzyı l ı geride bırakı p yirmibirinci yüzyıla girerken halihazırda toplumsal düşüncede yaşanan mevcut gelişmeleri aktarabilmek ve topluca değerlendirebil mek için, yeni­ den yazılmış ve yapılandırılmıştır. Kita bın ilgi odağı, sosyoloji ve topl u msal düşüncenin -içinde ya­ şad ı ğ ı m ız dünyayı anlama, yoru mlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olara k- gelişim i nde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme böl ünmüştü r -ancak bunu yapmarnın nedeni, sosyolojik düşüncelerin söz konusu üç kategoriye veya özel tarihsel döneme kesin olarak böl ünebilmesi değ ild ir. Aslın­ da böyle bir ayrımın temel nedeni, okuyucuların sosyolojinin i kinci Dünya Savaşı'ndan önceki ve sonraki kaynakları ve gelişimini ve yeni binyı l a girerken nasıl bir gelişme sergileyebileceğini görmelerine yard ımcı olabilecek bir a nlayış gel iştirmelerine katkıda b u l u nmaktır. Sosyoloji son 1 50 yıldır olağanüstü bir gelişme sergiiemiş ve sosyolo­ jik düşünceler topl umun gelişimi ve sokaktaki insanlar üzerinde ol­ duğu kadar a kademisyenler ve hatta politikacılar üzerinde de önemli bir etki yaratmıştır. Sosyoloji geçmiş ve gelecek hakkında, bugünün ve geleceğin toplu m u, hatta daha ötesi h a kkında çok şey söylemiştir. Bu alanı yönlendiren, üyeleri motive eden ve hatta sosyolojideki temel düşünürlere ilham kaynağı olan şey, ilgili toplumları ve onların üyelerini değiştirme ve geliştirme arzusudur. Dolayısıyla, bel irli bir dönemin temel fikirleri, onların ilham kaynakları ve niçin bu tür etki­ ler yarattıkları konusunda gerçek bir an layış kaza nmak isteyen oku­ yucular için tarihsel bir perspektif, bir tarih an layışı büyük önem taşır.

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

8

Bu yüzden, kitabın giriş b ö l ü m ü nde sosyolojik düşü ncenin tarihsel gelişimine kısaca göz atıl m a kta ve kitapta yer alan fikirler genel bir bütü n l ü k içinde topl u ca değerlendirilmektedir. Başlang ıçta açıklandığı gibi, bu kitap kapsam l ı bir sosyolojik teori elkita bı değildir, ne de bir ders kitabı olara k tasarlan m ıştır. O sadece Lisa n s ve Hazı rlık d üzeyindeki öğrenciler için derslerden o l uşan b i r g i riş çalışmasıd ı r. Okuyucu lar kendileri n i geliştirmek istiyorlarsa daha başka kaynaklara yönelmeleri gerekir, bu a maçla her bölü m ün sonu­ na, temel d üşünürlerin çalışmalarının yer aldığı okuma ve i leri okuma önerileri kon u l muştur. Sosyoloji sadece fikirler hakkı nda değil, gerçekte tartışmalı fikirler hakkı ndadır. Tartışma -çoğu kez oldukça hara retli, hatta siyasal b i r tartışma- sosyolojik düşüncenin ka lbid ir, bu disipl i n i n candamarıd ı r v e ta rtışma olmadığında a l a n kuruyacak v e za m a n la ortadan kaybo­ lacaktır. Bu kitaptaki temel fikirlerden her biri yoğ u n ve bazen olduk­ ça keskin bir tartışma konusudur. Hatta onlar zaman ı n sınavından geçmiş, alanın ve top l u m u n gelişimine birçok katkılarda bulunmuş fikirlerdir. Bu temel fikirler daha çok sosyolojid eki şu konu lara odak­ lanmıştır: • •



toplumun ve onu yönlend iren yasa l a rın doğası; tari h i n ve geleceği n topl u m u n u n doğası; i nsan ı n doğası ve bu insan doğası n ı n bireyin içinde yaşadığı toplumla i lişkisi

Sosyoloj i n i n merkezinde insan ve top l u m ha kkında, i nsanların erkekler ve kad ı n la r olara k- ken d i topl umları n ı inşa ed i p etmed ikleri ve kaderlerini kontrol edip edemedikleri hakkında veya topl u m u n ken d i üyeleri üzerinde v e d ı ş ı n d a bir 'şey', bir beyne v e kadere sahip bir şey ve hepimizin içinde yaşad ığı, insanlar tarafından değil de kend i gelişme yasaları tarafı ndan yönetilen doğaüstü bir varl ı k o l u p o l madığı v e hepimizin dev bir tarihsel gelişme oyu n u içindeki piyon ­ lar o l u p o l m a d ı ğ ı m ı z kon usunda tartışmalar yer a l ır. Bütün sosyolojik düşü ncelerin temelinde bu sosyoloj i k 'yu murta­ tavuk' hikayesi ve i nsan ve toplu m u n doğasıyla i l g i l i bu bul maca yatar ve o sosyologların farklı perspektifler, düşünce okulları ve hatta -örneğin, Marksistler ve işlevselciler, sanayi-ötesi veya post­ modernist toplum a n l ayışları biçiminde- düşman kamplara böl ü n­ mesi nin esas nedenidir. Bu ayrışma sosyolojinin doğası ve gelişme sebebid i r: tartışmalar sonucunda düşünceler i lerler veya öm ürlerini tamam larlar. O sosyoloj i n i n asıl gücü, bir kon u veya disiplin olara k ­ toplu msal düşü nceler ve gel işmelere ve son e l l i yıldır bu alanı olduk-

BIR GiRiŞ VE MERHABA

9

ça popüler ve çekici kılan sosyolojik imgeleme katkıda bulunmak isteyen- sosyolojinin büyük davetidir. Bu yüzden, her bölümünün sonunda tartışmayla ilgili d iğer temel fikirlere göndermeler yapıl­ maktadır. Özetle bu kitap şöyle d üzenlenmiştir: •







Sosyolojide ondokuzuncu, yirminci ve yirmibirinci yüzyıl ların temel fikirlerine genel bir bakış. Ü ç dönem esas a l ınara k ol uştu rulan sosyolojik bir temel fikirler seçkisi: - klasik kurucu babalar dönemi; - yirminci yüzyı l ı n ll. Dünya Savaşı'ndan önceki ve sonraki zaman dilimini içeren modern dönem; . - yirmi nci yüzyıl sonunu ve yirmibi rinci yüzyıl başını içeren post-modern veya geç modern dönem. Her fikir veya kavra m ı n üç bölüm halinde açıklanması ve tartı­ ş ı l ması: - temel fikir veya kavra m ı n ana hatlarıyla ta nıtıl ması; - kavra msal gelişimin ve ilgili fikir veya kavram ı n yol açtığı tartışmaların gözden geçirilmesi; - d iğer i l işki l i temel fikirlere göndermeler; - okuma ve ileri okuma öneri leri: okuma öneri leri bölümü mera klı ve lisans d üzeyi ndeki öğ renciler içindir. i leri okuma öne­ rileri daha ziyade ü niversite hocalarına yönel iktir ve onlara temel materyal ler sunmayı ve lisans öğrencilerine verecekle­ ri g iriş derslerine hazı rlanma i m kanı sağla mayı a maçlamak­ tad ı r. Ku llanılan kaynaklarla ilgili bir kaynakça

Bu g iriş kitabının okuyucuya yard ı mcı ol acağ ı n ı u muyorum. O, bütün ders kita plarınızda yer alan temel sosyolojik fikirler, disiplin içinde büyük tartışmalara ilham kaynağı olmuş fikirler ve hatta gü­ nümüzde sosyal bilim lerdeki ta rtışmaları biçimlend iren fikirler hak­ kında kolay anlaşılır ve kolay okunabilir bir kitaptır ve onun ayrıca çağı m ızın büyük soru n ları üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönel­ teceğ ini u m uyoru m. Belki bir gün siz de başkalarını üzerinde düşün­ meye ve hatta içinde yaşad ığımız d ünyayı geliştirmeye ve değiştir­ meye iten büyük fikirlere sahip olabilirsiniz. Bu düşü nce sosyolojik davetin kal bidir ve onun alana olduğu kadar sizlere de ilham kaynağı olacağ ı n ı u m uyoru m. i yi okumalar.



Ith af Sosyo/ojide Temel Fikirler'in bu baskısını oğluma, kızı ma ve to runlarım Ben, Rachel ve Owen'a ithaf ediyoru m

Açi klamalar Bu çalışma Sosyo/ojide Temel Fikirler1n i ki nci baskısıdır. Bu baskıda coşkus u ve bu kitabı g ü ncelleştirme ve gen işletme konusundaki teşvikleri için Nelson Thornes'tan Rick Jackma n'a ve ayrı ntılar konu­ sundaki d i kkatleri nedeniyle, editörler ve onun çalışma arkadaşları Tracy ve Elaine'e teşekkürü borç bilirim. Ayrıca, Jacquel ine'in sevgi dolu desteği ve teşvikleri ol masaydı bu çalışmayı tamamlanamayacaktı. Martin Slattery Kitaptaki resi m l eri ku llanmam için gerekli desteği sağlayan yazarlar ve yayı ncilara da teşekkürü borç bilirim: •



• • •





Bettman/Corbis (p. 56, 72) H u lton Arch ive/Getty i mages (p. 1 09) H u lton-Deutsch Collection/Corbis (p. 67) l l l u strated London News v2 (NT) (p. 1 5) Mary Evans/Explorer/Lausat (p. 1 65) Mary Evans Picture Library (p. 39) Ni gel Stead © London School of Economics (p. 2 1 5)

K1sa Bir Aç1klama Elinizdeki kitap Ad nan Menderes Ü niversitesi, Sosyoloji Bölümü nde çalışan beşi sosyolog, biri sosyal psikolog altı öğretim üyesi tarafın­ dan Tü rkçeye kazandırılm ıştır. Bu kitabı seçmemizin bir nedeni özel­ de sosyoloj ide ve genelde sosyal bilimlerde hüküm süren kavram kargaşasının giderilmesine bir ölçüde katkıda bulunmak, bir başka nedeni l isans ve daha ileri d üzeydeki sosyoloji öğrencilerinin yan ı sıra, sosyolojiye ilgi duyanları n d iğer sosyolojik kita plar ve yazıları daha kolay anlamalarında yardımcı olmaktır. Yaza rın sosyolojik fikirler veya kavramları, konuyu dağıtmadan ve fikrin asıl sahibine, ana kaynağına g iderek çok yoğun ve özet bir biçimde aktarması ve ardından ilgili fi kir veya kavramın gelişimini söz konusu yazarın düşüncelerindeki gelişmeler ve/veya tartışmalar bağlamında özetle sunması kitaba özel bir nitelik kaza n d ı rmaktad ı r. Kitabın 2001 yılında başlaya n çevirisi asl ında bir-iki yıl içinde ta­ mamlanmasına karşın, yazar tarafı ndan 2003 yıl ı nda gözden geçirilen ve bazı yerlerde önemli değişikl i kler ya pılan 2. Baskı nedeniyle çeviri metnini yeniden gözden geçird i k. Çeviride kita bın 2. baskısı esas a lındı ve gerekli değişiklikler yapıldı. Ancak burada bir sorun yazarın ilk baskıda yer alan SO fikir veya kavramdan 1 2'sini çıka rtmış olma­ sıydı. Tü rkiye'deki sosyoloji okurunu d ikkate a larak bu 1 2 yazıyı alı­ koyduk ve kitabın içindekiler kısmında (*) işaretiyle beli rttik. Ayrıca, kitaptaki ana metin ler önceki baskıda yazar, fikir ve kavra msal gel işim biçiminde verilirken, yen i baskıda yazarlarla, fikrin veya kavramın sahipleriyle ilgili biyografik bilgiler büyük ölçüde çıkart ı l mıştı. Aynı şekilde m ü m kün olduğu yerlerde bu bilgileri de a l ı koymayı tercih ettik. Benzer bir işlemi her yazının sonundaki okuma ve i leri okuma önerileri böl ü mü nde uyguladık. Dolayısıyla, elinizdeki kitap her iki baskının bir anlamda bir birleşimini oluşturmaktadır. Kitabın Türkçe sosyolojik literatürde kavra msal bir boşluğu dol­ d u rması temennisiyle . . . Ü m it TATLICAN, G ü l han DEM i R i Z Ocak 2006

..

Ozet Bir Tarih Klasik sosyoloji: kökleri ve ilk yıllar Toplu msal düşünceler tarih i ilk uygarlıklara, Grekler, Romalılar ve Çiniilere kadar götü rülebilse de, bağ ı msız akademik bir disiplin ola­ rak sosyolojik düşünceler tari h i çok kısa bir geçmişe sahiptir Auguste Comte, başlangıçta sosyal fizik olarak ku llandığı 'sosyoloji' teri mini yaklaşık 1 50 yıl önce icat etmişti. Bir ilgi alanı olara k sosyoloji üç kurucu baba n ı n fi kirlerinden doğ m u ştur: Emile Durkheim, Max Weber ve Karl Marx. Bu 'kutsal üçlü'nün büyük boy teorileri o za­ mandan beri sosyolojik düşü nce ve a raştı rma n ı n temelini ol uştur­ muştur. Onlar büyük ölçüde topl u m u n iç işleyişini ortaya çıkarmaya ça lışmışlardır. Ayrıca onlar, topl u m u ol uşturan şeyi, topl u m ve birey arasındaki il işkiyi ve toplu msal ve tari hsel değişim üzerindeki etkili güçleri açıklamaya çalışm ışlardır. •



Ü ç ü de top l u m u başlı başına bir varlık olarak görür. Ü ç ü d e ekonomik, siyasal ve ideolojik faktörleri topl umsal dü­ zen ve değişme için temel önemde unsurlar olara k görür, ancak onlar hangi faktörün veya fa ktörlerin en önemli olduğu konu­ sunda tamamen farkl ı düşüncelere sahiplerdir. Ü ç ü de sorunlardan en kom p leksini, ya n i insan ve toplum ara­ sındaki il işkiyi ortaya koymaya çalışmıştır -to p l u m kendi üyele­ rinin topla m ı ndan daha fazla bir şey mid ir? Top l u m kendi başı­ na bağımsız bir gerçekliğe ve kendi yapısı içinde yer alanların yaşantıları ve kaderlerin i kontrol yeteneğine sa h i p bir şey mi­ d i r? Aksine insan, top l u m u ve kendi geleceğini kontrol ve bel ir­ leme yeteneğine sa h i p özgür bir fa il mid ir?

Onlar sosyolojik anal izin temel problemlerini bel irlemişler (örneğin, topl umsal d üzen ve değişme, güç ve sosyal kontrol, eşitsizli k ve top­ l u msal tabakalaşma) ve bilim sel bir disiplin olara k sosyolojinin temel­ lerini ol uşturmaya çalışmışlard ı r. Bununla beraber, Durkheim, Weber ve Marx basitçe bir akade-

ÖZET BiR TARiH

13

misyen veya masa başı teorisyen değildir. Onlar aslında, e n azından Marx örneğinde, sosyal anal izin d ünyayı değiştirebileceğine, bir top­ l u m biliminin sadece felsefi bir girişimden ibaret ol mayı p, aynı za­ manda toplumu ilerietme potansiyeline sahip olduğuna inanırlar. Onlar, ilgili dönemdeki çoğu sosyolog gibi, içinde yaşadıkları dö­ nemden etkilenm işlerd i r. Batı Avrupa'da onsekizinci ve on dokuzun­ cu yüzyıllarda bazı büyük topl u msal, ekonomik ve siyasal a ltüst oluş­ lar yaşanmış, Batı l ı topl u m ları değişmeye zorlayan neredeyse eşanlı üç büyük 'devrim' -ekonomik, siyasal ve ideolojik devrim ler- ortaya çıkmı ştır: •





Onyedinci, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda B ritanya'yı ve ardından Avrupa ve Amerika'yı kırsal tarım toplu mlarından kentsel yapılara daya l ı gelişmiş sanayi ekonomilerine dönüştü­ ren Tarım, Sanayi ve Kent Devrim leri. Onsekizinci yüzyıl sonu ve ondokuzuncu yüzyıldaki, Fransız Devrimi'yle başlayan, eski feodal yapıları kökten yıkan ve de­ mokrasi, eşitlik ve özgürl ü k imkanlarına, liberal ve sosyalist ide­ olojilere yol açan büyük siyasal devrim ler. Onyed inci ve onsekizinci yüzyıllardaki büyük Entellektüel Dev­ rim, Ayd ı nlanma, Akıl Çağı ve -Batılı düşünme biçimlerini dö­ nüştüren, dinin hakimiyetine son veren ve g ü n ü m üzde 'bilim' olarak bildiğimiz şeyi, yan i etrafı m ızdaki d ü nyayı analiz, d üzen­ leme ve kontrol biçimini ortaya çıkartan- Bilimsel Devrim

Günü müzde hızlı bir değişim yaşasak ve bu değişimi modern hayatın bir parçası o larak kabul etsek de, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıl­ lardaki insanlar için hayat bir altüst oluş içindeydi ve top l u m insanın kontrolü d ışındaki güçlerin kıskacında görü n mekteydi . Geleneksel hayat tarzı, temel ahlaki doku ve eski düzenin cemaat ruhu büyük ölçüde yıkıldı ve tüm gelecek kaos ve anarş i sunar görünmekteydi. Durkheim, Marx ve Weber'in teorileri bu zeminde aniaşıimalı ve de­ ğerlendi rilmel idir. Onlar hiçbir modern bilgisayara veya araştırma ekibine sahip değildi, sadece parlak bir beyne ve derin bir toplumsal kavrayış gücüne sahiplerdi. Onların gerçek m irası, yüzyıl sonra bile, üçünün de sosyolojideki temel d üşünce oku l larının ana kaynakları olması, halen yoğun tartışmalara ve ayrıntılı araştırmalara ilham kay­ nağı oluşturmalarıd ı r. Bu kitap, sadece onların ve sonra ki toplum felsefecilerinin fikirleri hakkında belirli bir deneyim sunabiise de, onların bazı temel ilgileri ve düşüncelerinin içinde geliştikieri bağiarnı aydı nlatmaya yardımcı olabilir.

14

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Durkheim'in toplumsa l daya n ışma kavram ı ve Marx ve Engels'in tarihsel materya lizmi, bi r yandan toplumsal düzen ve değişmeyi açıklamaya çalışırken, öte yandan kendi kontrol leri d ışındaki g üçlerin ağına yakalanan bireylerin yaşad ıkları anomi ve yabancı laşma d uy­ gusunu kavramaya çal ışa n ana liz girişim leridi r. Ayrıca Weber sanayi­ leşmeyi ilerleme olarak görse bile, modern insanın çok geçmeden temel ekono mik g üçlerin değil, aksine d üşü ncenin ve d üzenin iç mantığının, kapita l ist ruh olarak Protestan ahlakı n ı n ve gelişmiş top­ l u mlarda temel bir org a nizasyon biçimi olarak bürokrasinin aşıladığı teknik-rasyonalitenin yarattığı- bir 'çelik kafes'in tuzağı n a yakalana­ cağından korkar. Emile Du rkheim sosyolojiye meşruiyet kaza ndırmış ve onu saygı­ değer akademik bir disiplin haline getirmiştir. Çalışmaları n ı Auguste Comte'un d üşü nceleri üzeri ne kuran Du rkheim, geleneksel toplu­ mun yıkıldığı ve yüzyıl başında siyasal ve toplumsal çatışmaların ortaya ç ı ktığı bir dönemde, toplumsal düzen ve evrime, reformlar ve adaptasyona yoğ u n laştı. Onun temel top lumsal yap ı l a ra, toplumsal olgular ve o rtak a h laka (ko l lektif bilince) i l g is i bugün işlevsel analiz ve bili msel sosyoloji olara k bildiğimiz yaklaşımların temelini ol uşturd u . Du rkheim toplumsal düzene odaklanı rken, Karl Marx v e çalışma arkadaşı Friedrich Engels toplumsal çatışmaya yoğ u nlaştı. Marx ve Engels siyasal çatışmaya ta raftard ı ve onlar toplumsal devrimin tarih­ teki temel itici güç olduğunu ilan ettiler ve onu sın ıf-temelli top l u m­ lardan geleceğ in (ütopik)kom ünist sın ıfsız toplumuna doğru ilerle­ menin bir aracı olara k görd ü ler. Ondokuzuncu yüzyıl sonu nda Alman d üşü ncesinde hakim güç olan G.W.F. Hegel'in felsefi fikirlerinden ve metodolojisinden -diyalektik yöntemden- yararlanan Marx, kendi deyim iyle "Hegel'i ayakları üzerine otu rta rak", bir ya ndan tarihi açık­ la maya çalışan ve öte ya ndan toplumsal yapıyı dönüştürerek insan ru h u n u özgürleştirecek qir plan sunan bili msel bir tarihsel materya­ list teori geliştirmeye çalıştı. Marx ( 1 965) entellektüel ana lizi bağımsız ve fa rkl ı bir etki n l i k olara k değil, eyleme bir hazırl ı k olara k görür: "Filozofla r d ünyayı yorum l a makla yetindiler . . . a rtık onu değiştirme­ nin zamanı gelmiştir". Özelde, Marx a na l izini toplu mdaki tüm rahatsız lıkların kaynağı olduğunu ve geleceğin (ütopik) top l u m u n u n tohumlarını içinde barrndırdığrnı düşündüğü ondokuzuncu yüzyıl kapitalizm ine yoğ un­ laştırır. Kapita l izm ve o n u n temel dinamiği -ya ni, acı masız özel kar arayışı- yoğun eşitsizlik, sömürü ve baskı içeren sın ıf-temelli bir top­ l u m yaratmıştır. Yüzeyin a rd ı nda, kapita l izmin içkin çelişkilerinin ve yarattığı tahribatların ardında, sonunda patlak verecek ve toplu m u

ÖZET BiR TARiH

15

devri mlerle sosyalizme ve nihayetinde komünizme götürecek bir sınıf mücadelesinin temelleri yatmaktadır. Marx rol ünün kapitalizm i anal iz etmek ve Devrimin öncüsü olan proletaryayı tarih i yapmaya, kendi tarihini yapabilmes i için gelecekteki rolüne hazırlamak oldu­ ğuna inanıyordu. Çağdaşları toplumsal değişmelerden korkarken, Marx bu nları doğal ka rşılıyord u. Çağdaşları ün iversite hayatı nın fi ldişi kulelerinde çalışırken, Marx hayatını Avrupa'daki otoriteleri n yakala­ mak için peşinden koştukları sokaklarda sürdürd ü ve Londra'daki son yıl larında bir sürgün hayatı yaşadı, bir sığınak bulmaya ve biraz olsun rahat bir hayat s ü rd ü rmeye çal ıştı. Marx sosyolog değil, daha çok iktisatçıyd ı, anca k onun d üşüncelerinin yirminci yüzyıl düşüncesi ve sosyolojik d üşü nce üzerindeki etkisi oldukça büyüktü. Avrupa, Asya ve Afrika'daki toplumlar ve h ü kü metler onun adına büyük dönüşüm­ ler gerçekleştird iler, hatta onun düşünceleri Berlin Duva rının ve Sov­ yetler Birliğ i'nin yıkılışından sonra bile post-modern sosyolojiyi ve sosyalist düşünceyi etkilerneyi sürdürdü. Du rkheim Fransız sosyolojisinin kurucusu olara k görülürken ve gerçekten de öyleyken, Max Weber Alman sosyolojik düşü ncesinde hakim bir fig ü r olara k o rtaya çıktı. i ronik olan, Weber'in çal ışmasının büyük bir kısmının "Marx'la g ıyabında bir ta rtışma" olmasıdır -Weber Marx'ın teori lerini açıkça reddetmek yerine, bu düşü ncelere bazı açılardan iti raz eder ve onları gözden geçirir; düşüncelerin tarihteki gücüne itibarı nı yeniden kazandırmaya çalışır ve rasyonalitenin, a klın gücünün modern kapitalizmi ve modern örgütleri hem i lerletici hem de geriletici bir faktör olarak nasıl etkilediğini ve biçimlendirdiğini belirlemeye ve analiz etmeye çalışır. Böylece Weber, Protestanlığın Batı kapita lizminin gelişiminde e konomik fa ktörler kadar etkili oldu­ ğunu, ayrıca bürokrasinin, ister ka pita list ister sosyalist olsun, mo­ dern toplu m la rda rasyonel düşü nce, planlama ve kontrolün cisim­ leşmesi olduğunu iddia eder. Weber rasyonal iteyi gelişen modern toplumdaki egemen güç ola ra k görü rken, bu s ü recin bireysellik, doğa l l ı k ve yaratıcılığı etkililik ve hız uğruna ezeceğinden ve modern insanı çok az kurtulma şansına sa h i p olduğ u bir 'çelik kafes'e hapse­ deceğinden korkar. Weber, Marx'tan farklı olarak, devletçi sosyal ist toplumlarda işlerl ikte olan planlı ekonomiler ve otoriter devletlerin içkin teh l i kelerinin farkı ndad ı r. Weber'in teorisinin büyük bir kısmı çatışma teorisine temel o l uş­ tursa bile, o kalben l i be raldir, a ncak eleştirel bir l i beral. Bu yüzden Weber a kademik kuru luş ve Alman otoriteler tarafı ndan devrimci çağdaşı Marx'tan daha fazla kabul görmüştür. Marx Komünist Birliği kurarken, Weber -arkadaşı Georg Simmel'le beraber- Alman Sosyo-

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

16

loji Derneği'ni kurmuş ( 1 9 1 0) ve Avrupa, i ngiliz ve hatta Amerikan sosyolojisini o günden beri biçimlend iren zeng in orta boy teoriler ve düşü nceler ü retmiştir. Ancak bu üç büyük düşünür ondokuzuncu yüzyıl sonu nun ve yirmi nci yüzyıl ı n tek öneml i teorisyenleri değildir. Onlar sadece mo­ d ern sosyolojideki üç ana teorik perspektifin temellerini atm ışlard ı r. Başka bi rçok sosyal teorisyen de önemli düşünceler ortaya koymuş ve onlar sosyolojik geleneğin a na htar temalarını belirlemişlerdiL •









Auguste Comte pozitivizmi kurmuş ve sosyolojinin bir bilim olabileceği ve olması gerektiği fikri ni geliştirm iştiL Ferdinand Tönnies "sanayi toplumla rında cemaatlerin o rtadan kaybolacağı" korkusunun bir ifadesi olan Gemeinschaft ve Ge­ sel/schaft kavram çiftini gelişti rmiş ve böylece, g ü n ümüz kent sosyolojisinin gelişiminde önem l i bir yere sah i p olan sosyolojik topluluk a raştırmaları geleneğini başlatm ıştır. Mosca ve Pa reta'nun ya n ı sıra, Robert Michels modern sosyalo­ jinin merkezi i l g i a l a n ı olarak 'güç sosyolojisi'ni, özellikle 'seçkin­ ler iktidarı' kavramını geliştirmiştiL George Herbert Mead sembolik etkileşimeiliğin temellerini at­ m ıştır. F.W. Taylor, akademisyenden çok işadamı olsa bile, sanayi sos­ yolojisindeki temel bir kavram ve tartışma kaynağı olan 'bilim­ sel yönetim'in üstünlüklerini savunmuştur.

Bütün bu klasik düşün ürler analizlerinin odak noktası olarak yüzyıl başında Batı top l u mlarını ilgilendiren temel soru n l a rı a l mışlard ı r: genelde toplum, modern toplumda birey, toplumsal değişmenin nedenleri ve sonuçları onların temel sorunsa llarıdır. Hepsi de yeni sosyoloji disiplininin kuru l ması ve yayı l masına katkıda bulunm uştur, ancak bu çabalar toplumdan ziyade akademisyenler a rasında ilgi görmüştür. i lginç bir nokta, bu "büyük teoriler" çağında Avrupalı, özellikle Alman düşünürlerin ballUğuduL Amerikan ve i ngiliz sosyo­ lojisi her zaman daha e m pi rik ve pratik yönel i m l i ol muş, soyut teori­ den ziyade daha olgusal ka nıtiara ve sosyal politikaya yönelmiştiL Avrupa sosyolojisinde gelişen büyük boy teorinin aksine, i ngiliz sos­ yolojisi, ö rneğin, oldukça ayrıntılı sosyolojik araştırmalara odaklanan, teorik bir doğaya sa h i p olmaktan ziyade bil imsel temelli ve toplumu dönüştü rmekten ziyade onun reformlarla iyileştirmeyi hedefleyen daha dar, empirik ve faydacı bir geleneğe daya nmaktadı r. Ö rneğin, Herbert S pencer g ibi büyük boy teorisyenler Viktorya Britan­ ya'sından ziyade yurtdışında ve Amerika'da daha büyük ilgiyle karşı-

ÖZET BiR TARiH

17

lanmışlard ı r -hatta sosyal Darwinizm daha sonra 1 980'1er v e 90'1ann M uhafazakar hükümetlerinin Yen i Sağ fikirleri üzerinde belirli ölçüde etki l i o l m u ştur.

Modern sosyoloji: yirminci yüzyıl Yirminci yüzyı lda sosyo lojik d üşünce daha profesyonel ve teknik, özel l i kle daha akademik, uzm a n iaşmaya yönelik ve ü n iversite temelli olmaya başlamıştır. Ansiklopedi k bilgiye ve çok geniş bir bakış açısı ve pratik kavrayışa sahip olan Marx ve Weber gibi parl a k şahsiyetlerin isimleri modern sosyolojide hala öne çıksa bile, modern sosyoloji esas itibariyle ü niversitelerde sürd ü rülen ve örneğin eğitim, gel işme, sapma 'sosyolojiler'ine odaklanan uzman alt disipliniere böl ünmüş a kademik bir meslektir. Bazı ları soyut teoriler geliştirmeyi sürdü rür­ ken, modern bilgisayar teknikleri ve n itel ana lizler kullanan diğerleri tüm toplumsal hayat alanlarını sörveyler ve em pirik a raştırma biçim­ lerine açmışlardı r. Modern sosyolojiyi, öne çıkan bireysel düşünürler­ den ziyade, sosyoloji okulları ve araştırma prog ra mları karakterize etmekted ir. Benzer şekilde, modern topl umu her yönüyle ele alan ve açıkla­ maya çalışan kurucu babaların büyük boy teorileri yerini Robert Mer­ ton'ın 'orta boy teoriler' adını verdiği şeye -ya ni, sosyolojide özel bir konu veya alana i l işkin daha sınırlı kavramlar ve açıklamalara- bırak­ mıştır. B u yaklaşımın örnekleri arasında Basil Bernstein'ın eğiti mde dilsel kod lar d üşü ncesi ve Ray Pahl'ın kent idareciliği a n a l izi yer a l ı r. Amerika'da Chicago Oku l u ve Almanya'da Fra n kfurt Oku l u benzer bir teorik çerçeve kullanan sosyologlar grubu n u n birçok farklı toplumsal sorunu a na liz etmeye çal ıştığ ı ekip yaklaşı m ı n ı n örnekleridir. Modern dönemde büyük boy teorilerdeki bu aza l ışın büyük istis­ nası Talcott Parsons'ın yapısa l-işlevselciliğid ir. Adından da açıkça a nlaşılacağı üzere, bu yaklaşım oldukça teknik ve çok soyut bir top­ l u msal düzen ve değişme teorisidir. i lham kaynağı Simmel, Weber ve özel l ikle Du rkheim gibi Avrupalı düşünürler o l sa bi le, Parsons'ın şeması Amerika n sosyolojisinin Batı sahnesine çıkışını temsil eder ve Angio-Amerikan sosyoloji 1 940'1ar ve SO'Ierde Amerika'da olduğu kadar başka yerlerde de etkil i o l m uş ve çoğ u sosyoloji ya pısal­ işlevselciliğin hakimiyeti altına g irmiştir. 1 960'1arda 'yeni', daha radi­ kal sosyolojilerin ortaya çıkışı, bir ölçüde, yapısal-işlevselciliğin teorik 'pranga lar'ında n kurtul maya, Marx ve Weber'in büyük düşüncelerine dönerek sosyolojiyi canlandırmaya yard ı mcı ol muştur. Ondokuzuncu yüzyıl Sanayi Devrimi çağıyken, yirminci yüzyıl te-

18

SOSYOLOJiDE TEMEL FIKiRLER

mel ekonomik, siyasal ve toplumsal değiş meler, isyanlar ve krizler çağ ıydı -iki Dünya Savaşı, Rus Devrim i ve Kom ünizmin yayılması, Almanya, italya ve i spanya'da faşizmi n yüksel işi, H itler, Stal in ve tota­ liter devletin gelişimi, Soğu k Savaş ve Nükleer Silahianma Yarışı, 1 930'1 a r ve 70'1erdeki iki Büyük Çöküntü ve ekonom i k depresyon lar, büy ü k Avrupa imparatorlu klarının çöküşü, m i l l iyetçiliğin yayılması, siyaset ve ekonomi d ü nyasında Ü çüncü Dü nya ü l kelerinin ortaya çıkış ı. Bu tür soru nlar birçok sosyolojik teoriye i l ha m kaynağı oldu ve onları biçimlendirdi: sözgel imi, Gunder Frank'ın Birinci ve Ü çüncü Dünya U l usları arasındaki mevcut bağ ı m l ı l ı k ilişkilerine ve C.W. Mills ve Pahl'ın modern devletin 'birleşik' g ücüne ilgisi. B u d ü şünceleri n temelinde modern kitle top l um u nda bireyin durumuna ilgi, hatta belirli bir korku -bireyin bastırıldığı, ya bancılaştırıldığı ve güdümlen­ d irildiği korkusu- yatar: bu korku Frankfurt Oku l u'nun 'Eleştirel Teo­ ri'sinde ve Chicago Okulu'nun kentli i nsa n ı n kötü d u ru m u n u ayrıntı­ larıyla ortaya koymayı hedefleyen iç-kent a raştırma la rında kolayca gözlenebil ir. Benzer şekilde, 1 960'1ardaki çoğu düşünce bu dönemde Britanya, Amerika ve Avru pa'daki öğrenci isyanlarından etkilenmiş ve devrimiere ilham kaynağı o l muştu r -ve bu ayaklanmalar yurttaşlık haklarına, 'azınl ıklar ve bastırılan gruplar'ın hakları ve özgürlüklerine ilginin g iderek artmasına yol açm ıştır. Sosyolojik l iteratürde Siyahlar, kadınlar ve eşcinseller ya yen i 'aşağı s ı nıflar' olara k işçi sınıfının yerini a l mış, ya da aksine yeni rad i kal değişme veya sosyal reform teorileri, Raif Dahrendorf'u n 'çatışma teorisi' ve femin istlerin 'ataerkillik teorisi' gibi yaklaşımlar tarafından işçi sınıfı n ı n üyeleri olara k alınm ışlardır. Ancak, modern sosyolojiyi a n lamanın en iyi yolu, onu daha ziyade bir tartışma -ya çağdaş teorisyen lerle ya da kurucu babalarla bir tartışma, genelde sosyolojinin veya özelde sosyolojik a lt d isipl inlerin nasıl ilerlemeleri ve gelişmeleri gerektiği konusunda bir tartışma­ olarak görmekten geçer. Ö rneğin, genelde Batı sosyolojisi, özelde Angio-Amerikan sosyoloji 1 930'1arda ve daha çok i kinci Dünya Sava­ şından sonraki dönemde yapısal-işlevselciliğin damgasını taşırken, 1 960'larda ve 70'Ierin başında bütün sosyolojiyi etkileyen teorik bir devrim yaşandı. Daha genç, daha rad i ka l sosyologlar, Batı toplu­ mundaki şiddet ve çatışmaları, caddelere protesto için dökülen öğ­ rencilerin, Siya h güç, kad ı n hakları ve çevreci g rupların mücadelele­ rını açı klayabilecek daha dinamik teoriler a ra rken yapısal ­ işlevselciliğin muhafazakar kabuğunu kırdılar. Bazıları Marx v e We­ ber'in çatışma temelli düşüncelerine döndü (sözgel im i, Castells, Rex ve More, Pahl), bazıları da sosyolojik kurul uşa, işlevselcil i k ve poziti­ vizmin egemenliğine karşı çıkmak için farklı fenomenolojik yaklaşım-

ÖZET BiR TARiH

19

l a r kullandılar (örneğin, sembol ik etki leşi mci l i k, etnometodoloj i). Sonuçta, etiketleme teorisi, gel işme sosyoloj isi, kent sosyolojisi, neo­ Ma rksizm ve yeni-Weberci düşünceler gel işti. Böylece, b i r bilim ola­ rak sosyoloji tartışması ve bireyler, küçük g ruplar ve kişisel i l işkiler üzerine teoriler ve a raştı rma lar canlandı. Ancak bu itirazlar sadece eskiye karşı olmakla kalmayıp, güç ve sayı bakımından gelişen erkek kuruluşa fem inist saldırılar kadar, kad ınların erkeklere meydan oku­ maları n ı da içeriyord u . Sosyologlar 'kurucu a nalar'dan asla söz et­ mezken, femin istler insan ırkının yarısının hiçbir sosyolojik perspek­ tifte fiilen görün memesine ışık tuttular. Basitçe, erkek sosyologların kendi cinsleri kadar kad ı n ları da temsil ettikleri varsayı lmaktayd ı. Femin istler topl umsal cinsiyet ve ataerki l l i k konusunu sosyolojik gündeme taşımak için şartları zorladılar ve 'kadın a raştırmaları'nı kabul gören bir sosyoloji alt disiplini haline getirdiler. Erkek sosyolog­ ların toplumsal cinsiyetle ilgili soru nları anal izlerine ne kadar taşıya­ bild ikleri halen büyük bir tartışma konusudur. Bu ta rtışmalar tüm sosyolojiyi ve özel alt disiplinleri işgal etti: sözgel imi, Bryan Wilson ve David Martin arasındaki 'dinsel a landa laiklik tartışması', Rostow ve Frank a rası ndaki Ü çüncü Dünya'daki gel işmeler üzerine tartışma ve T.S. Kuhn'un gel eneksel bilim ve bilgi anlayışları eleştirisi. Bütün bu tartışmalarda önemli olan h usus, bu yeni düşünceler a rayışında genç sosyologların kurucu babalara yö­ nelme dereceleridir. Du rkheim, Weber ve özellikle Marx yeniden sosyolojik düşünce ve tartışmanın merkezine taşındı. H içbir teorik perspektif yapısal-işlevsekiliğin 1 930-1 970 dönemindeki egemen konumuna ulaşa masa da, Ma rksist düşü nceler 1 970'1erde ve 80'1erin başlarında kesinlikle a rtmıştır. Marksizm kesinl ikle sosyolojik düşün­ ceyle s ı n ı rlı kalmamış, sosyal bilimler ve insan bilimlerindeki düşün­ celeri etkilemiş ve hatta edebiyat, sanat ve bilim gibi alanla ra kadar yayılm ıştır. Aynı şekilde, Marksizm sadece tek bir ortodoksiye sahip olmamış,_her za man yoğun, çoğu kez keskin tartışmalar ve yeniden­ yorumlar boy göstermiştir. Marx, kendi döneminde bile, bazı izleyici­ lerinin düşüncelerini yorumlama biçimlerine itiraz etmek için, 'Sa nı­ rım, bir Marksist değilim' demek zorunda kalm ıştır. Onun yazı larının tamamlanmamış ve çok kompleks doğası, Engels'in bu yazılara ilişkin popüler yorumları ve gerçek d ü nyanın sü rekli değişen doğası nede­ niyle, Marx'ın teorisinin geçerl iliği kon usundaki tartışmalar yüzyıl önce olduğu kadar günümüzde de büyük bir güçle devam etmekte­ dir. Ondokuzuncu yüzyıl sosyolojisin i n büyükçe bir bölü m ü 'Marx'la tartışma' olarak gelişmesine rağmen, Marx'ın ö l ü münden sonraki erken Marksist dönem onun adına bir tartışma, onun tezini, özel l i kle

20

SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

tarihin temel ini o luştura n e konomik yasa lar ve devrimierin gelişi­ minde bi reyin rol ü n üzerine tezini geliştirmeyi a maçlayan bir tartış­ maydı. Marx'ın yirminci yüzyıla m i rası, sonraki yazılarındaki ekono­ mik determiniz m ile bireye, insan bilincine ve onun değiştirme kapa­ sitesine odaklandığı erken H ü manist dönem a rasındaki temel ve açık çelişkidir. Engels'in yönlendi rdiği ortodoks Marksistler kapitalizmin çöküş ünün kaç ı n ı lmazl ığını ilan ederken, Hegelci Marksistler bireyin kendi tarihini yapma potansiyelini ö ne ç ı karmaya çalıştılar. Bu yir­ minci yüzyıl Marksizm geleneği -hümanizm- Georg Lu kacs'ı n çalış­ masına kadar götürü lebilir ve onun çalışması -büyük ölçüde o rto­ doks Marksizm'in esnekl ikten uzak kibrine ve Rusya ve Doğu Avru­ pa'daki sosyalist devrimierin yarattıkla rı yıkım ia ra tepki içindeki­ eleştirel teori ve Fra n kfurt Okulu a racılığıyla bir patlama yaratmıştır: 1 920'1er ve 30'1arda etkil i olan bu düşü nce oku l u Nazi Alman­ ya'sı ndan kaçmak zoru nda ka lan ve Batı kapita l izminin asıl merkezi Amerika B i rleşik Devletleri'ne göç eden teorisyenlerden oluşmaktay­ dı. Fran kfu rt Oku lu'nun, Antonio Gra msci, Lou is Althusser, Harry Braverma n ve J u rgen H a bermas'ın d üşüncelerini araştırırsanız, mo­ dern Marksizm'in bazı gelgitlerini, olayları n akışı n ı n bu akımın yazarı ve otorite kişisi Karl Marx'ın özgü n düşünceleriyle çeliştiğini ve bu düşüncelerin kimi d u ru mları açıklamakta zorlandığını görebilirsiniz: bu gelişmelerden en dikkat çekici olanı, devrime kalkışmaktan ve kapita list devleti yıkmakta n uzak olan modern işçi s ı n ıfın ı n artık sos­ yolojik sahneden tamamen kal kması veya kal ka r görü n mesidir. Bir akadem ik gelenek olara k ve bir toplumsal değişme, hatta dev­ rim projesi olara k sosyoloji, Avrupa'da doğmasına rağ men, 1 920'1er, 30'1ar ve 60'1arda Amerika'da gelişmiş ve erginliğini ispatlamıştır. Avru pa'n ı n Dünya Savaşı, kitlesel işsizl ik ve faşizm gibi sorunlarla boğuştuğ u bir dönemde Amerika kapita l izmin meyvelerin i topladı ve özgü rl ükleri geliştirdi ve bu dönemde Avrupa ve Asya'yı hakimiye­ ti altına a l a n faşizm Ve komünizmin 'demir yumru klar'ı ka rşısında özg ü rl ü kler ülkesi olarak ka ldı. Avrupa sosyolojisini yüzyı l ı n başında hakimiyeti altına alan muha­ fazakar ideolojinin aksine, Ameri ka n sosyoloj isi siyasal bir l iberal izm ve bireycilik ortamında gel işti. Amerika zaten ' Özgü r Ü l ke', 'Bo l l u k Ü l kesi'ydi. Avru pa'nın kısıtla maları ve sın ıfsa l baskı larından, yoksul lu­ ğundan kaçan insa n l a r Amerika n rüyasına u laşmak ve Amerika n kapita l izmi v e demokrasis i n i n s u n d u ğ u kendi n i bireysel olarak ifade fırsatiarına kavuşmak için bu ü lkeye sığındılar. Toplumsal devrime değil sadece sosyal reformlara ihtiyaç vardı; kapital izmin yerine sos­ yalizmi geçirmeye gerek yoktu, sadece rekabetin s ü rd ü rü l mesine ve

ÖZET BiR TARiH

21

(en azından beyazla r için) insan hakla rın ı n sağlanmasına i htiyaç var­ d ı . 1 920'1erde Amerika için temel sorun tarihsel değişme değil, birey­ ci bir orta mda düzenin sağlanması, kendi içkin rahatsızl ı kları ve olumsuzlu kianna rağmen ka pitalizm i n sürd ü rü lmesiyd i. B u yüzden aşağıdaki sosyologlar Amerikan sosyolojisinin cazibe kaynaklarıydı: •







Herbert Spencer ve evrimci sosyoloji; onun "en uygunun hayat­ ta kal ması" gerektiği düşü ncesi ve toplumsal ilerlemeye olduğu kada r ahlaki ilerlemeye de inancı Amerikan Pürita nizminin ve Amerika'lıları n seçilmiş bir halk oldu kları d uygusunun cazibe kaynağıyd ı. Spencer'ın sosyal Darvinizmle ilgili düşünceleri Wil­ l iam Sumner ve C.H. Cooley gibi teorisyenleri etkiledi, ancak iki Dü nya Savaşı ve a rd ından yaşanan büyük çöküntü topl umsal ilerlemenin kaçmılmaz ve kesintisiz olduğu düşü ncesini Ameri­ ka'da sürd ürmeyi imkansız kıldı. Georg Simmel ve onun kentsel yaşam ve kentli i nsan üzerine düşü nceleri 1 900'Ierde Al bion Smail yöneti mi nde Chicago Oku­ l u'nun o rtaya çıkışında rol oynadı ve bu gelişimi hızlandırd ı; bu okul daha sonra Robert Park ve çalışma arkadaşlarının 1 920'1er ve 30'1arda kentsel Amerika a raştırmalarını biçimlend irdi. Geor­ ge Herbert Mead ( 1 863- 1 93 1 ) ve sembolik etkileşirnci teori Chi­ cago döneminde ortaya çıkan ve bir ya ndan Simmel'in etkile­ şim konusundaki düşüncelerinden, öte yandan Mead'in bilinç konusu ndaki kavrayışlarından etkilenen d iğer ana gelenekti. Bununla beraber, 1 960'Iar ve 70'1erde sembol ik etkileşimeiliğin fil izlenmesi ve yayı lmasını sağ layan Herbert Blumer ve çalışma arkadaşları nın yazılarıd ır. Durkheim ve Weber Talcott Parsons'ın düşüncelerine i l ha m kaynağı o l d u v e böylece 1 930'1a rda yapısal-işlevseki liğin geli­ şimine temel ol uşturd u . Parsons Avru palı kurucu babaların dü­ şüncelerini bir toplumsal eylem ve sosyal sistem teorisinin te­ melleri olarak Amerikan sosyolojisine tan ıttı; bu teori 1 960'1ar­ daki çöküşüne kadar tüm Batı sosyoloji geleneğine hakim oldu. Karl Marx: Talcott Parsons Du rkheim ve Max Weber'in daha ev­ rimci ve liberal teorilerini benimseyerek Ma rx'ı reddederken, Fran kfu rt Eleştirel Teori Oku l u Nazizm'in ve Sovyet sosya l izmi­ nin yarattığı dehşet orta mının a rd ından Ma rksist teoriyi can­ land ırmaya çal ıştı -onl a r Nazi Al manya'sından kaça rak kapita l ist Amerika'ya ve Columbia Ü n iversitesi'ne sığınmak zorunda kal­ d ılar. i ronik olan, Marksist teorinin temel güç kaynağının, Doğu kom ünizminin d i ktatörlüklerinden kaçmak için Batı kapitaliz-

22

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

m i n i n ana merkezi ne taşı nmak zorunda kalmasıd ır. Eleştirel te­ ori n i n h ü m a n izmi, Max Weber'den devraldığı libera lizmi ve sosyal bilimler metodolojisinin kullanıldığı oldukça akademik bir yaklaşımı benim sernesi Fra n kfu rt teorisyenlerini Amerika n kuruluş için daha kabul edilebilir kıldı; hatta bu okul McCharthizm ve bu dönemin komün ist avı y ı l ları nda bile daha az bir rad i ka l tehdit olara k algı landı. Amerika n Marksizm i'ni, ay­ nı ölçüde, C.W. M ills'ın radikal "savaş-sonrası Amerikan toplu­ mu" eleştirisi, onun Amerikan top l u m u n u n ta m merkezinde bir i ktidar seçki nleri gru bu, yani her parçası Amerika'nın Soğ u k Sa­ vaşta mücadele ettiği Doğu Avrupa ve Asya'daki kom ü nist d i k­ tatörler kad a r güçl ü ve sorumsuz bir sınai-askeri kompleks bu­ lunduğu tezi biçimlendirdi. Ancak bu sol kanat düşü nceler Amerikan sosyoloj isi ve genelde Amerikan toplumu üzerinde temel veya uzun s ü reli bir etkiye sahip o l madı. Amerikan ü ni­ versiteleri 1 960'1a r ve 70'1erin kargaşalarıyla çalkalanırken, bu ü l kede öne çıkan tartışma kon u l a rı , sınıfsal sorunlarla değil, yurttaş l ı k haklarıyla i l g i l iyd i. Savaş-sonrası dönem, özellikle 1 960'1ar ve 70'1er, modern sosyo­ lojide radikal bir değişime, sosyolojik düşüncede -Batı toplumlarının soka klarında yaşanan devri m i n yansıması olan- bir devrime tanık oldu. Savaş-sonrası n ı n istikrar dönem inin a rd ı ndan, Avrupa ve Ame­ rika'da, bir yandan tüketidierin artan talepleri ve beklentilerinin, öte ya ndan sömürülen ve baskı a ltında tutu lanların a rtık bir kırı l m a nok­ tasına ulaşan haya l kırıkl ı kları ve öfkelerinin etkisiyle, şiddet hareket­ leri o rtaya çıktı. Kapital izm kitlelerin talepleri n i karşılama baskısı a l ­ tındayken, Batı dü nyasındaki h ü kümetler de sokaklarda demokratik bir topl u m çerçevesinde hak ve eşitlik talep edenlerin -send ikalar ve işçi sınıfı nın, kad ı n hakları hareketinin, siyah gücün ve eşcinsellerin hakları için mücadele eden lerin- protestolarıyla yüz yüze geldi. Ayrı­ ca, bu protesto ha reketleri n i n ön saflarında sokakları ele geçirmeye, azın lıklar ve bastırılanla rı savunmak ve Vietnam savaşını protesto etmek için polis ve ord uyla yüz yüze gelmeye hazır yeni bir öğrenci­ ler, genç radikal ler kuşağı vard ı. Batılı toplumları ve Amerika n kentlerini ta m anlam ıyla bir protes­ to, m ücadele ve devrim keşmekeşi kaplam ıştı. Çağdaş sosyoloji ve öze l l ikle yapısal-işlevsekilik bu haklar ve eşit fırsatla r mücadelesin i açıklaya madığı için, Batı sosyoloj isi d a h a rad i ka l, çatışma-temelli teorilere -neo-Marksizm ve neo-femin izme, yarumcu sosyoloji gibi teorilere, topl u msal çatışmayı açıkla maya ve topl uma bireyin pers-

ÖZET BiR TARiH

23

pektifinden, gündelik hayatın perspektifinden bakmaya çal ışan teori­ ler ve düşüncelere- yöneldi. Ya pısa l-işlevselcilik ve toplumsal kon­ sensüsü esas alan an layışlar bu baskılara daya na mayı p, 1 970'ler ve 80'1erde yerlerini daha yeni, daha rad i kal teoril ere, özellikle aşağ ıdaki yaklaşımiara bıraktılar. •





Louis Althusser, Manuel Castel ls, Nicos Poulantzas, Antonio Gra msci gibi yazarların, hem Frankfurt Oku l u teorisyenlerinin hem de J ü rgen Habermas'ı n l iderl iğindeki ikinci Frankfurt Oku­ lu kuşağının çalışmalarında karşımıza çıka n Marksizm ve neo­ Marksizm. Fakat, 1 990'larda Berlin Duvarının yı kılışı ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü neo-Marksist yazarların ayaklarının a ltındaki zemini kayd ırdı ve bazıların ı bozgunu kabul etmeye (örneğin, Aronson, 1 995), bazılarını da Marksist düşüncelerin post­ modern bir d ünyayla ilişkisini sorg ulamaya zorladı. Feminizm ve feminist teori. Eşit haklar m ü cadelesi için l i beral bir hareket olara k başlayan şey 1 960'lar ve 70'lerde daha radikal, hatta devrimci eleşti rilere, sadece topl u m u n genelindeki ataer­ kil l i ğ i değil, geleneksel sosyoloji ve sosyoloj i k kurul uşa içkin er­ keksi temayü l ü de sorgula maya dön üştü. Günü müzde femi­ nizm u l uslararası bir hareket, kad ı n a raştı rmaları tamamen yeni bir a kademik disiplin ve fem i nist teori de yeni bir entel lektüel ve akademik parad igmadır. Bir 'azın l ı k hareketi' olara k başlayan şey artı k bir ana-akım a raştırma geleneğidir.

Fenomenolojik ve yarumcu sosyolojik teorik çerçeve; gündelik ha­ yat dünyastna ve bilinçli etkileşime odak/anma. Bu perspektifin öne m l i bir meyvesi olan Harold Garfinkel'in etnometodolojik çalışması, sosyolojik araştırmada bili msel yöntemi kullanmanın uyg u n l uğ u konusunda pozitivist sosyolojiye ciddi itirazıdır.

Post-modern sosyoloji: yirminci yüzyıl sonu ve yeni binyıl Sosyolojinin modern çağı, yani i kinci Dü nya Savaşı'ndan önceki ve daha ziyade sonraki evre zengin bir tartışma ve sosyolojinin gelişme dönemiydi, ancak o aynı ölçüde, kurucu babaların klasik düşüncele­ rinin çağdaş olaylarla büyük ölçüde sınandığı bir dönemdi. Özell ikle yirminci yüzyılda çok güçlü ve hakim konumda olan Karl Marx'ın düşü nceleri Berl in Duvarı n ı n yıkı l ması ve Doğu Avrupa'da komüniz­ min çökmesiyle bir kenara iti ldi. Ka pital izmin çökmesi beklenirken komün izm çöktü ve ta mamen yen i bir dü nyanın, ka pita l izmin Birinci Dü nya ü l kelerinde olduğu gibi Ü çü ncü Dünya'da da ta mamen güçl ü

24

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve yayg ı n olduğu post-modern bir d ü nyan ı n ortaya çıktığ ı görü l mek­ ted i r. Bizim artık görü n ürde içinde yaşad ı ğ ı m ız küresel ve post­ modern topl u m u açıklamak ve ta rtışmak için sahneye yeni sosyoloj i­ ler, post-modern sosyolojiler ç ı ktı. Post-modern sosyoloji a la ndaki yeni biri için yabancı bir terimdir. 'Post' öneki modernin ötesinde bir şeye işaret eder görü n ü r: gelecek dışında g ü n ü m üzün ötesine geçmek m ü m kü n m üd ür? Bu, post­ modern teriminin a rdındaki d ü şü ncenin bir parçasıdı r. O, geleceğin toplumuyla, onun biçimi ve yapısı, birey açısından sonuçları ile ilgili­ d ir. B u n u n la beraber, terim gerçekte onu kullanan sosyologlara ifade ettiğinden daha fazlasına işaret eder. O günümüz topl u m u n u n -ve gelecekteki toplumun- geçmiştekinden özellikle farklı olduğunu ifade etmek için bilinçli o larak ku llan ılan bir teri mdir. Günü m üzün top l u mu, post-modern düşünü rlere göre, doğası ve yapısı ba kımın­ dan daha önceki bütü n topl u mlardan bel irg i n bir fa rkl ı l ı k sergiler. O sadece bir sonra ki topl u msal, sınai veya tarihsel gelişme evresini ifade etmez; o yeni bir topl u m tipi, anlama k için tamamen yeni bir sosyoloj i k perspektifi veya paradig mayı gerektiren yen i bir toplumsal yapı biçimidir. Bu düşü ncedeki sosyologlar arasında Fransız yazarlar Jean Baudril lard ve Jean François Lyotard ve post-yapısaıcı düşü n ü r Michel Foucau lt yer alır. E lbette bütün sosyologlar bu tavrı onaylamaz ve çoğu ona te­ melden karşıdır, post-modern teri mini ku l la nmayı ve onun temel varsayımlarını reddeder. Aksine onlar toplumun halen gelişi m i n i sürdürdüğünü, g ü n ümüzün v e geleceği n topl u m u n u n büyük ölçüde geçmişin yan s ı ması olduğunu ve hem modern hem de özellikle klasik sosyolojik düşüncenin çağdaş sosyolojiye halen çok şey sun­ duğunu öne sürerler. Sözgelimi, liberal bir perspektiften yazan Ant­ hony Giddens ve Marksist bir çerçeve kullanan J ü rgen Habermas, düşü nceleri ve teorilerini ondokuzuncu yüzyıl ı n Ayd ı nl a n ma çağına kad a r götürülebilecek iyimserlikleri, akla ve rasyonal iteye inançları üzerine temellendirirler. Giddens günü müzün geçmişle sürekl i l iğ i n i vurgulamak i ç i n post-modernite yerine geç modernite terimini kul la­ n ı r. O sosyolojide temel bir kopuş olduğu düşü ncesine karşı çıkarken, aynı zamanda artık yen i bir çağda, bir küresel çağda ve d ünya top­ l u m unda yaşadığımızı ka bul eder. Post-modern istler gelecek hakkın­ da o l d u kça kötü mser bir görüşe sahip o l malarına ve oldukça iç karar­ tıcı bir yirmibirinci yüzyıl tasviri çizmelerine rağ men, Giddens ve Habermas, günümüz h a kkında kuşku ve kayg ı ları her ne o l u rsa olsun, sağduyu ve akl ı n üstün geleceğine ve i nsanların yarattı kları d ünya n ı n kontro l ü n ü yen iden ele geçirebileceklerine inanır. Giddens'ın ben-

ÖZET BiR TARiH

25

zetmesiyle bu 'cehennem kamyonu' tamamen kontrolden çıkmıştır ve hepim ize zarar vermektedir. Çağdaş toplu mları n ve geleceği n toplumları n ı n -ister post­ modern, ister geç modern- doğası üzerine bu tartışma sosyolojinin merkezini işgal eder ve g ün ümüzün önde gelen düşünürleri ya geç­ mişin büyük düşünceleri ni güncelleştirmeye ve onu çağdaş sosyalo­ jiye uyarlamaya ya da yeni bir post-modern/post-yapısaıcı parad ig­ ma veya teorik çerçeve arayışı içinde, ondan tamamen kopmaya çalışırlar. Bu kita bın post-modern kısmında 'post' teri m in i n -ister post­ modern ister, post-yapısalcı, isterse post-end üstriyel veya post­ ya pısalcılık biçim indeki- ku l lanımı genişletilerek, söz konusu tartışma yansıtılmaya çalışıl ır. Her şeye rağmen, çağdaş tartışma konuları aynı kalmıştır: • • •

toplumun ya pısı ve doğası; birey ve toplum a rasındaki i l işkinin doğası; modern devletin doğası ve yapısı ve bunların toplum ve bireyle i l işkisi.

B u üç a nahtar tema geçmişteki sosyolojiye olduğu kadar post­ modern sosyoloj iye de yansımıştır. Onlar klasik ve modern çağların düşünceleri kadar kitabın bu bölümünde yer alan düşünceler için de temel önemdedir. Onlar geçmişteki tartışmalar kadar, örneğ in aşağı­ daki post-modern tartışma ları da biçimlendirmektedir: •



Sanayi-ötesi toplumun doğasi ve günümüzde smai hayatm temel karakteristikleri. Bu tartışmanın kaynağı 1 960'1ar ve 70'1erde Da­ niel Beli'in sanayi toplumunun geleceği konusu ndaki fi kirleridir ve modern sınai organizasyonların doğası üzerine post-Fordist tartışmanın da ana htar bir teması olmuştur. Dünya ekonomisinin ve dünya toplumunun doğasi. Bu rada Ant­ hony G iddens'ın küreselleşme, Manuel Castells'in bilgi/ bilişim toplumu ve U l rich Beck'in risk toplumu üzerine düşü nceleri kü­ resel kapitalizm ve küreselleşmiş bir d ü nya nın doğası ve içerim­ leri ni, gelişen bir d ü nya ekonomisi ve l nternetin yol açtığı ileti­ şim devrimini anlama ve analiz etme girişim lerine yol açmıştır. Biz yurttaşlar, tüketiciler ve bireyler o larak bir dünya toplumuna doğru, daha mükemmel ve daha barışçı bir küresel toplum ya­ ratma potansiyeline sahip büyük bir fırsatlar d ü nyasına doğru ilerlemekteyiz; bu küresel top l u m aynı ölçüde bir yoğun risk d ünyası (Beck), d ü nya terörizmi, küresel yoks u l l u k ve küresel

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

26





ısınma gibi temel soru n l a r çözümlenemed iğ i nde kontrolden çı­ kacak potansiyel bir 'cehennem kamyonu'dur (Giddens). Ma­ nuel Castells'in hatı rlattığ ı gibi, teknol ojiye sahibiz, peki gele­ ceği kontrol a ltına alabilecek iradeye ve güce sahi p miyiz? Modern toplumda kültürün doğası ve birey üzerindeki etkisi. Med­ ya nın g ücü, tü ketim e i l iğin gelişimi ve boş zaman çağ ı d i kkate alınırsa, kültür g ü n ü m üz toplu mu n da çok daha güçlü bir öze l l i k olarak ka rşımıza çıkmakta d ı r. Birmingham Ü n iversitesi'nde Stuart H a l l ve arkadaşları 1 970'1erde kültür araştırmalarını sa­ vaş-sonrası sosyolojisinde bir güç ve baş l ı başına bağımsız bir d isiplin, bir araştırma a l a n ı hal ine getirdiler. Onların yazıları "toplumda bir güç olara k kültür" profi l in i ortaya çıkardı ve onla­ rın gençlik ve sınıf kültü rleri, azı nlık yaşam biçimleri üzerine analizleri post-modern toplumda ortaya çıkan topl umsal deği­ şim leri yansıtıyordu . Birey, onun kimliği v e modern toplumun kültürü çağdaş sosyo­ lojide ve özellikle post-modern yazılarda anahtar bir tema ha li­ ne geldi. Biz daha bireyselci bir toplumda, sınıfın ve bir top l u l u­ ğa ait olma d uygusunun artık daha açık bir biçimde gözlenme­ diği, tüketimcilik, madd iyatçılık ve sürdürülen hayat tarzı nın temel faktörler olara k göründüğü bir toplumda yaşamaktayız. Jean Baudrillard ve Jean François Lyotard post-modern sosyo­ logların "günü müz toplu m u artık 'gerçek' bir toplum değildir" d üşüncesinin temellerini attıla r. O insana maddi bir ütopya su­ nan sanal bir gerçeklik, a n cak gerçek bir içeri k veya yaratıcı kül­ türden, bir ruh veya ruhsal d uygudan yoksun bir d ünyadır. Bi­ rey yard ımsız, baştan çıkartılmış ve güdülen, bağımsız eylem g ücünden yoksun bir kültürel zombi olarak tasvir edilir. Bu tür yazarlar çok kasvetli ve soğuk bir gelecek res m i çizerler ve bun­ lardan birisi, M ichel Foucault'nu n fikirleri ve onun post-yapısa ı cı her yerde hazır ve tamamen güçlü 'Büyük Birader' tasviridir. Ak­ sine, Anthony Giddens'ın yapılaşma kavram ı biraz daha iç açı­ cıdır ve onun bireylerin 'eylemler'i ve toplumsal yapı a rasındaki il işkiyi gösterme girişimi d uyarsızlık, yabancılaşma ve soyut­ lanmışlığın hüküm sürer göründüğü bir çağda özgürleştirici ve yeni bir sol u k yaratıc ı d ı r. Gücün doğasi ve modern devletin rolü sosyoloj ik anal izde hala aynı ölçüde önemli temalard ı r ve burada Marx ve Weber'in et­ kisi sosyolojik tartış mayı biçimlendirmeyi ve beslemeyi sür­ d ürmektedir. J u rgen Habermas'ın meşruiyet a raştırması onun modern toplumu kapsa m l ı olara k analiz etme projesi n i n unsur-

ÖZET BiR TARiH

27

larından biridir. O, ayrıca, modern yönetimlerin modern kapita­ lizmin ya rattığı kaçını lmaz krizler ortasında nasıl kendi iktidarla­ rın ı sürdürmeye ve meşrulaştırmaya çal ıştıkları konusunda önemli bilgiler sunmaktad ı r. Giddens aksine, daha l i beral ve Weberci bir konumdan hareketle, Britanya'da Yen i i şçi Partisi h ü kü metine bir ' Ü çüncü Dü nya' alternatifi sunmaya, kapita l ist bir d ü nyada sosya l ist ve demokratik idea lleri bir a raya getirecek bir a ra zem i n sağla maya çalışı r. Nicos Poulantzas'ın göreli özerkl ik kavram ı ve özellikle Althusser'in görüşleri, kapitalist toplumlarda d evleti a na l iz ederek modern Marksizm'i ca nlan­ d ırma ve gençleştirme, Sovyet sosya l izminin acımasız uygula­ mala rından sonra a hlaken çökmüş ve siyasal açıdan kabul edi­ lemez görünen Marksizm'i teori k ve siyasal bir güç olarak yeni­ den kurma g i rişimleriydi. N itekim bu üç ana tema geçmişte olduğu gibi g ü n ü müzde de sosyolojinin merkezi kon u la rdır, fakat kurucu babaların düşünceleri artık o kad a r etkili o l masa bile, d isiplin, g ü n ü m üzde toplu m u n deği­ şen doğasına ve d ünya kapita l izminin ve onun temel a h lakının birey­ cilik, tüketimeilik ve oldukça farklı yaşam biçimlerini etkileme ve i lerietme biçimlerine açıklama getirmeye çalışmaktad ı r. S ın ıf ve top­ luluk/cemaat artık g ü n ümüzün temel karakteristikleri olara k görün­ memektedir. Onların yerini i nsan hakları ve fırsat eşitl iği almış gö­ rünmekted ir ve bu tür ideol ojik güçler gelecekte güç dengesinin devletten bireye doğru kaymasına yol açabil ir. Feminist hareket sa­ dece azı n l ı k ha kları n ı n savu n uculuğunu yapmamış, a ksine büyük ölçüde kad ı n la rı n hayatları, tutkuları ve yaşam tarziarına odaklanmış­ tır. Bununla beraber, toplumsal cinsiyet savaşının kaza n ı ld ı ğ ı na i na­ nanlar, yakınlarda Who/e Women ı n yayın a başlamasıyla, feminist hareketin kurucu kız kardeşlerinden biri olan Alman Yeşi l hareketi tarafında n acımasızca suçlanmışlard ı r. Bu yüzden günümüz sosyolojisi çoğu kişi için bir yol ayrı m ı ııdadır. Bazıları kurucu babaları n gündemini ve geliştirdi kleri çerçeveleri tamamen reddeder. Başkaları bu tür temel fikirleri ku l la nmayı sürdü­ rürken, karşımızdaki d ünyayı yorumlamanın yen i yollarını bulmuşlar veya d üzeltmeler yapma yoluna g itmişlerdi r. Kurucu babalar a rtık sosyolojik d ü şüneeye egemen değildir. Çoğu kişi için, Ma rksizm ve yapısal-işlevselciliğin ömrü tükenm iştir ve bir gelecekleri yoktur. Başkaları içi n, karşımızdaki topl u m, içinde yerleştiğ imiz ve yaşadığı­ m ız d ünya geçmiştekinden o kadar farkl ıdır ki, geçmişte ü retilen düşü nceler herhan g i bir öneme veya uygulanma şansına sahip de'

28

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğildir. Thomas Ku h n'un ( 1 962) deyim i n i kullanırsak, günümüz sosyo­ lojisinde h içbir egemen para d igma yoktur. O sadece bir revizyon ve devrim halindedir. Yine de, yirmibirinci yüzyı la, yen i binyıla g i rerken, sosyoloji şimdi­ ye kadar olduğundan çok daha zengin ve çeşitlidir. Onun temel ka­ rakteristikleri çeşitl iliğini sürdü rmekte ve yüzeyin ardında bir ayrışma devam etmektedir. Bu ayrışma yakında geçmişin sosyolojik gelenek­ leri ve metodolojilerini sürdürmeye ve onları yen i sanayi-ötesi çağa uyg u l amaya ça l ışan modernistler ile d ünya görüşleriyle sadece yeni bir sosyoloji yapmaktan ötesine geçmeyi hedefl eyen post­ modernistler arasında bir savaş olarak ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar a rasında, bazıları kendilerini çok-kü ltürlü bir sosyoloji içinde bütün toplumsal deneyim biçimleri n i yansıtmak ve sunmak zorunda h isse­ der ve bu zeng inliğ i överken, bazı ları da sürekli bir fikri bütü n l ü k ve s ü rekl i l i k sağlama ko nusunda u m utsuzl uk içinded ir. Sonuç ne olursa o l su n, bu kitabın da u m utla yarısıttığı g i bi, sosyoloji yüz yüze oldu­ ğ u muz -geçmiş ve gelecek- riskler ve belirsizlikler hakkında düşün­ meye teşvik etmeyi ve bu düşünceleri sorgu lamayı, onlara can l ı l ı k ve d i namizm kazand ırmayı sürdürecektir. Kurucu babaların yirminci yüzyıla il işkin a n layışı mızı ayd ın latmaları gibi, sosyolojinin de yirmibi­ rinci yüzyılı ayd ı n l atıp ayd ın l atamayacağı i lerde görülecektir. Günü­ m üzde bu entellektüel devleri izlemek zordur ve I nternet, biyo­ teknoloji ve genetik m ühendisliği çağında önümüzdeki riskler ve belirsizlikler yeni bir yol gösterici ışığa, sadece sanayi-ötesi toplumun g üçleri n i anlamakla kal mayıp onun ilerlemesi ve ayakta kalabilmesini desteklemek için gerekli yeni bir ahlaki düzeni ortaya koyabilecek yeni bir Kutsal Ü çl üye u mutsuzca ihtiyaç duymaktad ı r. Alternatif, -üç kurucu baban ın da yirminci yüzyıl başında korktuğu gibi- kaos ve ana rşi, bölünme ve çatışma, ahlaki bir boşl u k içinde anomi ve ya ban­ cılaşma, insanların maddi i htiyaçları -ve istekleri- sürekli karşılanır­ ken ruhsal ve a hlaki ihtiyaçların ı n dayurulmadığı bir sanal gerçeklik dünyasıd ı r. B iz mükemmel, a ncak yeterince maddi bir hayata sa hip olabilir m iyiz? Birey Tan rı olabilir, fakat bireycilik ve özel hayat, ayrıca hemen hepsi çöken veya artık toplu msal işlevlerini yerine getirerne­ me ve toplumu bir a rada tuta rnama tehdidi altında olan aile, kil ise, eğitim sistemi, yöneti m toplu m u n otorite karşısındaki körlüklerinin kurbanlarıdır. Sadece medya üstün kon umunu sürd ü rür görünmek­ tedi r, ancak hangi bedel karş ı l ı ğ ı nda? Kurucu babalar a h laki değerleri analizlerinin merkezine oturttular. Fakat bugün 'kalpsiz', bizleri yön­ lend irecek, biçimiendirecek ve ilham verecek ortak değerlerden ve insa n l ı kta n yoksun bir toplum m uyuz?

ÖZET BiR TARiH

29

Sosyolojinin günümüzdeki meydan okuyuşu, yirminci yüzyı l ı n ku­ rucu babaların ınki kadar ol masa da, büyüktür. Kim bizi yirm ibirinci yüzyıla taşıyacaktır, acaba sosyoloji de yol u n u şaşırıp bu ko nuda çok az şey söyleyebilecek bir d u ruma mı düşmüştür? Büyük boy teoriye dönüşün işaretleri vard ı r, fakat o yeterince büyük boy bir teori olabi­ lecek mi, ya da bir Marx, Weber veya Durkheim'ın gücü ve hayal gücüne u laşabilecek mid ir? Yirmibirinci yüzyıl ı n temel fikirleri neler olacakt ı r? Bu kita bın sonraki baskıs ı n ı n yıld ızı kim olacaktır? Elinizdeki kitap sosyolojideki temel fikirlere, özellikle burada ele alınanlara özet bir bakıştır. O eksik ve kabataslak bir çal ışmadır, ancak aşağıda belirtilen kaynakları okuya n la r bu teorik d üşüncelerin değeri ve heyeca n ı n ı cid d i olara k takdi r edebileceklerdir. Bununla beraber, sosyal teori kesinlikle kolay değildir ve çoğu kez kullanılan soyut d i l nedeniyle onu anlamak daha da zorlaşır. Onu a n l a m a k gerçek bir çabayı, hayal gücünü ve d i kkatli d ü ş ü nmeyi gerektirir. Olabildiğince daha fazla okumalar sonucunda bunun ödülünü fazlasıyla a l ırsın ız. O genelde sosyolojiyi anlamaya, daha önemlisi, içinde yaşadığınız top­ lumu kavra maya yard ımcı o l u r. Bu temel fikirler sadece bir başlangıç­ tır. Bu büyü leyici kavrayışlar ve fikirler alanında daha fazla okumayı umabi l i rsiniz. Belki de onlar düşünme biçiminizi değiştirecektir. Muh­ temelen hayatınız değ işecektir.

OKUMA ÖNERiLERi Aşağıdaki metinler sosyolojik teori hakkında ileri düzey Lisans öğrencilerinin daha kolay ulaşabilecekleri değerli ve güncel i ncelemeler içermektedir. CUFF, E.C., SHARROCK, W.W. AND FRANCIS, D. W. ( 1 998), Perspectives in Sociology, 4'h edition, Routledge, London -sosyolojik teoriye güncel bir Lisans düzeyinde giriş kitabı (Sosyolojide Perspektif/er, Paradigma Yayınları, Çev. Ü mit Tatlıcan, Baskıdal HAM ILTON, P. Key Sociologists and Key Idea s series, Tavistock, London -kısa, kolay okunabilir ve anlaşılır bir kitap dizisi D'ONNELL, M. (2001 ), Classical and Contemporary Sociology: Theory and ls­ sues, Hodder & Stoughten, London -bir ders kitabı yazarının Lisans dü­ zeyindeki hararetle tavsiye edilebilecek bir çalışması. PAMPEL, F.C. {2000), Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the Classi­ cal Theorists, Macmillan Basingstoke -Marx, Durkheim, Weber, Simmel ve George Herbert Mead hakkında, onların temel fikirleri ni dönemleri ve et­ kilendikleri kişiler bağlamında ele alan değerli ve kolay okunabilir bir te­ mel metin. RITZER, G. (1 996), Sociological Theory, McGraw2-Hill, New2 York, 4'h edition ­ sosyolojik teori hakkında bu alanda otorite birinin klasik dönemden mo­ dern döneme çok kapsamlı ve ayrıntılı bir i ncelemesi. Bu çal ışma kalbi

30

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

zayıf biri ni n baş edebileceği bir ders kitabı değildir ve daha ziyade okul kütü phaneleri ve bu alanda kendilerini yenilerneye çalışan hocalar için uygundur. STONES, R. {ED.) {1 998), Key Sociological Thinkers, Macmillan, Basingstoke ­ Marx ve Durkheim'den Foucault ve Giddens'a kadar sosyolojideki en et­ kili 21 düşünürün ele alı ndığı, her böl ümün bu alanın önde gelen bir kişi­ si tarafından yazıldığı ciddi bir çal ışma. Bölüm bölüm d ikkatlice okunma­ sı gereken değerli bir temel kitap ve kaynak.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi Aşağ ıdaki metinler çok daha ileri d üzeyde incelemel erd ir ve Lisans d üzeyindeki öğrencilerden ziyade hoca lara ve/veya Lisans-üstü öğ­ rencilerine daha uygundur. ANDERSEN, H. AND KASPERSEN, L.B. {2000), Classical and Modern Social The­ ory, Blackwell, Oxford CALLINICOS, A. { 1 999), Social Theory: A Historicallntroduction, Polity Press, Cambridge ELLIOTI, A. AND TURN ER, B.S. {EDS.) {2001 ), Profi/es in Contemporary Social Theory, Sage, London MAY, T. { 1 996), Situating Social Theory, Oxford U niversity Press, Oxford MI LES, S. (2001 ), Social Theory and the Rea/ World, Sage, London SEI DMAN, S. AND ALEXANDER, J.C. {EDS), The New Social Theory Reader: Con­ temporary Debates, Routledge, London SWINGLEWOOD, A. (2000), A Short History ofSociologica/ Thought, 3'd edition, Macmillan, Basingstoke. Son olarak, Internet'te dolaşın. Beğendiğiniz düşünürlerin en son fikirleri ve onlara eleştirileri araştırın, onlar hakkında notlar alın ve bu notlar üzerinde düşünün. Böylece siz de bugünün düşün ürleriyle yarı n ı n 'Temel Fikirler'i hakkında tartışmalara katılın. Bol şans. Çeviri: Ümit TATLlCAN

A



••

KLAS I K D O N E M • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

An o mi Emile Durkheim Emile Durkheim ( 1 858-1 9 1 7) sosyolojinin kurucu babalarındandır. Zira o, o

o

özellikle sosyolojiyi bağı msız akademik bir d isiplin haline ge­ tirmeye çalışmıştır. Sosyolojideki ilk kürsü sahibi kişid ir. modern sosyolojideki temel perspektiflerden birinin, ya pısal işlevselciliğin kuru l masına kat­ kıda bulunmuştur.

Durkheim, bir za manlar Doğ u Fransa'ya ait olan, a ncak Fra nsa­ Prusya Savaşı'ndan sonra Prusya tara­ fına geçen Epinal, Alsace-Laorraine'­ de dü nyaya geldi. Bu olayı izleyen ulusal aşağılanma ve topl u msal dü­ zensizlik, m uhtemelen, onun top­ lumsal dayanışmaya ilgisini bir ölçü­ de açıklar. Babası Musevi bir d i ni l iderdi ve Durkheim'ın babası nın izinden g ideceği düşünü l üyordu; ancak o ergenlik çağında Katolikliğe geçti ve sonra da bilinemezci oldu. Dönemin seçkin okullarından Ecole Norma le Superior'da parlak bir öğrenci olduğunu kan ıtiadı ve buradan 1 882'de mezu n oldu. Bütün ilgisini a kademik alana yoğ unlaştıran Durkheim, Alma nya'da kaldığı dönemde sadece cumhu riyetçi lerin fikirlerinden değil, sosyal bilimler ve fizyolojideki gelişmelerden de etkilendi. 1 887'de bir Fran­ sız Ü niversitesi olan Bourdeaux'da i l k sosyal bilim görevine atandı. Du rkheim temel çalışmalarından çoğu n u 1 887-1 902 yılları a rasında

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

34

ü retti ve yeni 'topl u m bilimi' hakkında bilgi edin meye hevesli birçok öneml i öğrencisi oldu. Durkheim 1 902'de Paris'e davet edildi ve sonradan Sorbon ne Ü n iversitesi'ne Eğitim ve Sosyal Bilimler Profesö­ rü olara k ata ndı ve sosyoloj ide i l k kürsü sahibi kişi oldu. Uzun süre L'Annie Sociologie dergisinin editörlüğünü yaptı: dergi bu yeni d isip­ linin a kadem ik statüsünü yükselten ve geliştiren sosyologların temel yazılarından o luşan y ı l l ı k bir derlemeydi. Du rkheim tek oğl u n u Birinci Dünya Savaşı'nda kaybetti ve acısı kuşkusuz 1 5 Kasım 1 9 1 7'de e l l i beş yaşında bir kal p krizinden ölme­ sinde etki l i oldu. Du rkheim'ın temel çalışmaları: o



o



Toplumda işbölümü ( 1 893) Sosyolojik Yöntemin Kurallan ( 1 895) intihar: Sosyolojik bir Araştirma ( 1 897) Dinsel Hayatm ilksel Biçimleri ( 1 9 1 2)

FiKiR Karl Marx günü müz kitle toplu mu nda çoğu insanın yaşadığı soyut­ lanmışlık ve kenara itil mişlik, g ü çsüzlük ve engellenmişlik d uygusunu açıklarken, Fransız sosyolog ve eğitimci Emile Durkheim da bili nme­ yen, görünmeyen, görülemez bir anomi kavram ı geliştirdi -'anonim'i çağrıştıra n bu kavram g ü n ü m üz modern kent topl um u nda çoğu bireyin kitlele rin ortasında h issettiğ i anonimlik d uygusunu yansıtır. Marx'tan oldukça farklı bir bakış açısından -pozitivist bir perspektif­ ten- yazan Du rkheim, işlevselci bir teori, topl u m u birbirinden ba­ ğ ı m sız bireyler topluluğu olarak deği l, bizzat bir kend i l i k olara k gö­ ren işlevselci bir toplum teorisi geliştirir. Toplum, bağımsız bir parça­ lar sisteminden o l uşan d iğer organizmalar gibi işler: a ncak ekonomi, a ile, yönetim vb.nden o l uşan bu parçaları bir a rada tuta n şey, merke­ zi b i r s i n i r sistemi deği l, temel bir değerler sistemi, ya ni temel bir ahlaki konsensüs veya kollektif bil ince dayanan, normlar adı verilen bir toplumsal kılavuzdur. Bu normlar topluma sadece genel bir çer­ çeve kazandırı p istikrar kaynağı oluşturmakla kal mazlar, ayrıca top­ l u m u n kendi bi reyleri n i kontrol altına a l ı p yönlendirmesi açısından d a hayati bir öneme sahiplerdir. Durkheim'a göre, insanın istekleri sınırsız ve dayurulması i m kansız olduğu için, bir toplumsal düzen veya uygarlık biçimi var olabilmek için bunları kontrol altına almak zorundadır. Kısacası, bireyin, kendi kişisel m utl uluğu için bu tutku la­ rını kontrol altına almaya, a h l a ki rehberliğe i htiyacı vardır, aksi tak-

ANOMi

35

dirde soyutlanacak ve köksüz kalacaktır. Bu yüzden, Du rkheim'a göre, bireyin istekleri ile topl u m u n d üzen ve kontrol ihtiyaçları a ra­ sında temel bir çatışma veya geri l i m her zaman var olacaktır. Normların yokl uğu veya toplu m u n temel değerleri üzerinde önemli bir çatışma Du rkheim tarafı ndan anomi olara k adlandırılır ve o bu tü r bir toplumsal 'hastalığın' özel l ikle toplumsal kargaşa veya dönüşüm dönem lerinde ortaya ç ı kacağ ından korkar. i lişkil erin kişisel olduğu ve sınırlı bir işbölümü ne sahip küçük geleneksel topl um larda, toplu mun değer ve norm ları üzerinde ve bireylerin hakları ve ayrıca­ l ıklarının belirlenmesi ve kabu l ü kon usunda genel bir konsensüs sağlamak oldukça kolayd ı r: özellikle de din in a hlaki otoritesi ve yaptı­ rımla rıyla destekleniyorsa. Herkes yerini bilir ve büyük hevesiere kapılmaz. Ancak, bu toplumların mekanik daya n ışmasından işbölü­ münün oldukça geliştiği ve il işkilerin çoğu kez büyük ölçüde kişisel­ likten uzak olduğu sanayi toplumlarının orga nik dayanışmasına geçiş sırasında, topl umsal konsensüste ve böylece bireyler üzerindeki sosyal kontrolde bozulmalar daha fazla m ümkün hale geli r. Ondoku­ zu ncu yüzyı lda Durkheim ve çağdaşları, sadece geleneksel toplumla­ rı yıkmakla kal mayıp, toplu m u n temel a h laki dokusunu da büyü k zarar veren, Avrupa'yı baştan aşağ ıya değiştiren siyasa l devrimleri ve sanayileşmeyi yaşadılar. Yeni sı nai işbölümü mevcut ahlaki değerleri büyük ölçüde aşındırır görünmekteyd i. Durkheim, geleneksel top­ lu msal normların sağlad ığı disiplinin ortadan kal kmasıyla bireysel tutkuların en üst düzeye çıkacağından ve sonuçta, yeni topl umsal düzen kendi görü n ü r vaatleri n i yerine getirmediğinde, sistemin işler­ liğini yitireceğ inden korkuyordu. Ondokuzu ncu yüzyılda köylerindeki geleneksel köklerini, aile ve arkadaşlarını parlak ışıklı ve yüksek ücret­ li yeni sanayi kentlerine girebil mek için terk eden çoğu insanın yaşa­ dıkları karşısında gözü açıldı ve kendilerini soyutlanmış ve yal n ızlı k duygusu içinde buldular. Bu d urum, Durkheim'a göre, oldukça önemli boyutlarda bir topl u msal d üzensizl ik potansiyeli yaratmak­ taydı; bu kaos potansiyeli söz konusu dönemde çoğu Avrupa kentin­ de 'ka labalı klar'ın çı lg ın davra nışları nda gözlenebilir. Anominin kelime anlamı normsuzl uktur. O sosyal kontroller zayıf­ ladığında, a hlaki ve siyasal kısıtlamalar ortadan kalktığında kendini gösterir ve özellikle sanayileşme ve kentleşme gibi h ızlı toplumsal değişme dönemlerinde, geleneksel normların işlemediği veya orta­ dan kal ktığı durumlarda yaygındır. i nsanlar h uzursuz ve tatminsiz hale gelirler ve insanların hayattan ne bekleyebilecekleri konusunda yeni bir ahlaki konsensüse ihtiyaç duyul u r. Sanayi leşme ve tüketimci­ lik uzman iaşma ve bencil liği teşvik ederek bu süreci h ızland ırır.

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

36

Anomi bir d üzensizlik d u rum u, sınırlandırılmamış bireyciliğin gemlenememesi nedeniyle sosyal kontroller ve topl umsal d üzenin işlemez hale gel mesidir. Modern kapita l izmin tüketim çılgınlığı orta­ sında tutkular ve arzular giderek artar ve geleneksel disiplinler ve sınırlamalar a rtık gücünü koruyamaz hale gelir. i nsanlar artık daha azıyla yetinmez ve tutkularını gemiernekte zorla n ı rlar. Du rkheim halk demokrasisine güven mez ve onun sonuçlarından korkar. Bireyler sadece a h laki bir d üzene bir tür bi reyler-üstü bir güce ta bi o l d u kla­ rında kendilerini g üven içinde h isseder, mutlu ve bel irli ölçüde özgü r olabil irler. Topl umsal d üzen v e bireysel mutl uluk yüksek d üzeyde bir top l umsal bütün leşmeye bağ lıdır. Fakat Du rkheim, Ferdinand Tönnies g i b i yaza rların a ksine, kö­ tümser değildir. O, bireysel haklar ve özgürlükler için ayaklanmaları n v e bu yöndeki taleplerin etkisiyle, yeni meslek birl ikleri v e lancaların a h lakları ve etiklerine daya l ı yen i bir topl u msal d üzen potansiyelinin oluştuğunu düşünüyordu . Du rkheim anom inin çözümü veya tedavisini aşağıdaki özelli kleri taşıyan meslek birliklerinin gelişiminde görür. •



bireyleri topl umsal gruplar ve kol lektif değerler içinde birleşti­ rebilen; insanların mantıken neler bekleyebilecekleri konusunda yeni bir konsensüs oluşturabilen.

Bu tür birlikler devletle işbirliği yapmaya yatkın olacaklar ve böy­ lece büyük ö l çüde 'toplumu birey içinde' yeniden kuracak bir bağ l ı l ı k v e vizyona s a h i p yeni bir yurttaşlık d üzeni v e yeni b i r sı nai a hlaki düzen kurmaya çal ışacaklardır. Bununla beraber, Durkheim, modern toplumun o rganik daya­ nışması içinde, a nomiyi büyük ölçüde temel bir patoloji, geleneksel bağ lar ve değerlerin zayıflaması n ı n ve bireyciliğin ortaklaşa veya topl u msal soru m l u l u kların ü stüne çıkışının yarattığı bir toplumsal hasta l ı k olara k ka bul eder. Durkheim, bütün bunlara ve 'birey kül­ tü'nün gelişimine rağmen, M a rx ve Engels gibi çağdaşlarının devrim­ ci öğretilerinden ziyade, sosyal reformlara ve evrimciyi değişmeye ina ncı n ı sürd ü rür. Normal sağl ıklı bir topl u m uyum içinde bir topl umdur; sağlıksız veya hasta l ıklı top l u m doğru l a r ve ya n l ışlar konusunda güçlü bir a h laki konsensüsten yoksundur ve bu yüzden anarşiye düşmesi ve yıkıl ması ihtimali yüksektir. i nsanın doymak bil mez tutku ları ve ben­ cilliği konusu nda kötü mser olan Durkheim, yeni bir 'ahlaki konsen­ süs' yaratmak ve sosyal kontro l ü yen iden sağlamak için, dış güçlere,

AN OM i

37

toplumdaki liderlerin a hlaki üstünlüğüne ve profesyonel meslek birliklerinin otoriteleri ve değerlerini empoze etme yeteneklerine yönelir. Bu yüzden, Durkheim hakkında biyografik bir çal ışması olan Ant­ hony Giddens'ın öne sürdüğü gibi, anomi fikri sadece bir toplumsal düzensizlik analizi değil, aynı zamanda bir bireysel davranış açıkla­ masıdır. Bunun klasik örneği Durkheim'ın 'anomik' intihar analizidir: bu intihar biçimi ekonomik altüst oluşlar ve krizler gibi istikrarsızlık dönemlerinde ortaya çıkar. Durkheim'a göre, özellikle iş d ü nyası ve ticaret alan ında kendi mesleklerinde üst konumlarda olanlar anamik intihara daha fazla yatkınlardır, zira beklentileri oldukça yüksektir, geleneksel a hlaki değerler ve sosyal kontrol onları daha az sınırlar ve kişisel başarısızlık daha fazla yıkıcı etkide bulunur. Nitekim, Ameri­ ka'da intihar o ranla rı 1 929 Wall Street krizinden sonra tepeye vurur­ ken, kendini gökdelenden atanların büyük çoğunluğu işadamları ve fi nans sahipleriydi.

KAVRAMSAL GELiŞiM Anomi kavram ı çok fa rklı biçimlerde uyariandı ve yeniden yoru mlan­ d ı. Bazıları, kavramı çocuk suçluluğunu, gelişmiş sanayi toplumların­ da suç ve toplumsal karışıklıkların a rtışını, hatta 1 960'Iarda Ameri­ ka'da ve 1 980'1erde Britanya'da yaşanan ayaklanmaları açıklamakta kullandı. Onlar bu çalışmaları, ya yetersiz sosyalleşmeyi, an ne­ babaların kendi çocuklarını uygu n biçi mde yetiştirme başarısızlıkları­ nı göstermek için ya da daha kesin kontrol sağlama gereğini ve -aile ve kil ise aracıl ığıyla- geleneksel ahlaki değerlerin önem ini vurgula­ mak için yaptılar. Başkaları, kavram ı toplumsal konsensüsün çökme­ sini ve böylece Kuzey i rianda'da ve Ortadoğu ülkelerindeki yaşanan düzensizliği açıklamakta kul landıla r. Ancak Amerikan sosyolog Robert Merton, modern Amerika'da yüksek suç, sapma ve kargaşa oranının temeli olarak norm çatışma­ sını vurguladı. Onun analizine göre, Amerika'daki tüm gençlerin içinde sosyalleştiği Amerika n rüyasının sınır tan ımaz tutkuları ile zenginlik ve ün sağlayacak sı nırlı fırsatlar arasında büyük bir uygun­ suzlu k vardır. Onların h iç biri milyoner veya Başkan olamaz ve Siyah­ lar gibi bazı g ru plar için bu fırsatların ortaya çıkma ihtimali söz konu­ su bile değildir. Böyle durumlarda, insanlar bu başarısızlığa nasıl uyum sağlarlar? Merton, dördü bir ölçüde sapınayla ilgili beş uyum biçimi belirler. Ü st kon umlara çok az kişi yasal yollarla -yükselerek, şans veya beceriyle- ulaşı rken, diğerleri bunu suça başvurarak, yasa-

SOSYOLOJiDE TEMEL FIKiRLER

38

dışı a raçlarla başarır. Geri kal a n la r ise, uyuşturucuya veya komünler gibi a lternatif yaşam biçimleri ne sığınarak ve hatta maddiyatçı l ı k ve rekabetçilik gibi bütün düşünceleri reddedip Kara Panterler ve Ame­ rikan askeri m i l is ieri g ibi kent gerilla gruplarına katılara k b u başarısız­ l ığa uyum sağla maya çal ış ı rlar. 1 960'1arda, birçok farklı 'pozitif ayrım­ cıl ık' programı, özellikle kitlesel Avantaj Programları, bil h assa Siyah gençlerden oluşan m uhtaç gruplar için fırsatları a rtırma ve onları 'normal' top l u msal değerler içinde sosyal leştirme, 'yoks u l l u k kültü­ rü'n ü aşma ve onları topl u m u n genel a kışı içine çekme çabalarını ku rumsal laştırd ı . Ancak, bu yaklaşım sınırlı bir başarı sağladı ve eleş­ tirmenlerin de bel irttiği gibi Amerika n toplumunun temel eşitsizlikle­ rini değiştirmeden bıra ktı. Anomi kavra m ı tüm işlevselci modele yapılan eleştiriden, özell ikle bu yaklaşımın, toplu mların temel bir konsensüse dayandıkları ve bütün yaş g ruplarının aynı n ormlar ve değerleri ben imsed ikleri fikri­ ne yapılan daha genel eleşti riden nasibini a l m ıştır. Doktorlar, muha­ sebeciler ve avukatlar gibi mesleklerin a hlaklarının sanayi topl umları için bir temel o l u şturacağı fikri günümüzde çok az yazar tarafı ndan kabul görmektedir. Yine de, anomi kavra m ı gelişmiş sanayi toplu mları ndaki h ızlı top­ l umsal değişmelerle ilgili temel sosyal bir pro bleme ışık tutmuş, ge­ nelde toplumun ve özelde bireyin mutluluğu için ahlaki rehberl iğin önem i n i vurg u l a mıştı r. Ahlak çöktüğünde insa n l a r toplu msal daya­ n ışma duygusunu, değerlerini, ait olma ve kendilerinden büyük bir şeyin bir parçası oldukları d uygusunu yitirdiklerinde toplu m çöker, her yere kaos hakim o l u r ve herkes kendini yard ımsız, kaybolmuş ve ya lnız h isseder.

AYRlCA BAKINIZ •



YABANCILAŞMA -Karl Marx'ın bu çağdaş problem üzerine teorisi olarak TOPLUMSAL DAYANIŞMA -bu fikre zemin oluşturan teori olarak

OKUMA ÖNERiLERi GIDDENS, A. (1 978), Durkheim, Fontana THOMPSON, K. (1 982), Emi/e Durkheim, Tavistock PAMPEL, F.C. (2000), E m i le Durkheim and the Problem of Social Order', Ch. ll, PAMPEL, F.C., Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the Classical Theorists, Macmillan, Basingstoke '

ANOMi

39

ILERi OKUMA ÖNERiLERi ı )URKHEıM, E. (1 960), The Divisian of Labour in Society ( 1 863), Free Press ı )URKHEıM, E. (1 958), The Ru/es of Socio/ogica/Method ( 1 895), Free Press [Toplumbilimse/ Yöntemin Kural/an, Çeviren: Cemal Bal i Akal, Engin Ya­ yı ncılık, i stanbul, 1 995] DURKHEıM, E. (1 951 ) , Suicide: A Study in Sociology (1 897), Free Press [intihar, Fransızcadan çeviren: Özer Ozankaya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­ kara, 1 986] DURKHEıM, E. (1 954), The Elementary Forms of Religious Life ( 1 9 1 2), Alien & Unwin [Dini Hayatın i lkel Biçimleri, Tercüme: Fuat Aydın, Ataç Yayınları, 2005] < ıUNERıUSSEN, W. (2000), 'Emile Durkheim', Ch. 5, Part ı, Andersen, H, and Kaspersen, L.B. (eds), Classical andModern Social Theory, Blackwell, Ox­ ford ı .UKES, S. ( 1 972), Emi/e Durkheim: His Life and Work, Alien & Unwin I 'OPE, W. ( 1 998), 'Em ile Durkheim', Ch. 3, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/ Thinkers, Macmillan, Basingtoke

SINAV SORUSU 'lşbölümün artan karmaşıklığı' terimiyle ne aniatılmak istenmektedir? Karşı­ l.ıştırmalı örnekler kullanarak, bunun temel nedenlerini veya temel sonuçla­ rını değerlendiriniz (London U niversity, Haziran 1 988) Çeviri: Ümit Tatlıcan

B ürokrasi Max: Weber Max Weber ( 1 864-1 920), kuşku­ suz, sosyolojinin kurucu babala­ rını oluşturan 'Kutsa l Ü çl ü'den birid ir. Onun fikirleri halen mo­ dern sosyologlar için temel çerçevelerden biri ve zengin bir ilham kaynağıd ır. Weber Prusya, Erturt'ta tan ı n m ı ş bir bölge avu­ katı ve l i beral bir siyasetçi n i n oğlu olara k dünyaya geldi. Hei­ del berg, Berl i n ve Göttingen Ü n iversiteleri nde okudu, dokto­ ra tezlerini Ortaçağ ticaret birl i k­ leri ve Roma ta rım tarihi konula­ rında tamamladı ve h u ku k, ekonomi, tarih, felsefe ve müzik gibi bir­ çok konuda a raştırmalar yaptı. 1 892'de Berlin Ü n iversitesi'ne hukuk doçenti olarak ata n d ı, ancak çok geçmeden Freiberg ve Heidel­ berg'te ekono m i politik profesörü oldu. Akademik kariyeri fazla uzun s ü rmedi, 1 898'de şiddetli bir ağız dalaşının a rd ı ndan çok geçmeden babası n ı n ölümü neden iyle geçird iği ciddi bir s i n i r rahatsızlığı neti­ cesinde sona erdi. Suçluluk ve vicda n azabıyla ken d i n i salan Weber yaklaşık on yıl ı n ı Avrupa'yı ve daha sonra Amerika'yı dolaşmakla geçirdi. Yeni Dü nyadaki hayatının yoğu n h ızı ve çeşit l i l iğ i onu yeni­ den yazmaya itti ve Rus Devrim i'nden H indu izme kadar oldukça geniş bir konuda karşılaştı rmalı ve kapsa m l ı makaleler yazd ı. Çok kapsa m l ı düşünsel ilgilerinin sentezini yapmak a macıyla gi­ derek sosyoloj iye yönelen Weber, 1 902'de Alman Sosyoloji Derne­ ği'nin kurucularından biri o l d u. i zleyen yıllarda Protestan Ahlôkı ve

BÜROKRASi

41

Kapitalizmin Ruhu ( 1 905) gibi temel çalışmaları yazdı ve asla tamam­ lamadığı Ekonomi ve Toplum adlı çalışmasını yazmaya başladı. Weber Birinci Dünya Savaşı döneminde hastane yöneticiliği yaptı ve 1 9 1 8'de yeni kuru l a n Alman Demokrat Partisi'ne katılarak temel tutku larından biri olan siyasetle ilgilendi. Fakat Frankfu rt seçim böl­ gesinde aday bile olamadı. Beklenmedik bir zamanda 1 920'de zatür­ reeden öldü, ancak a d ı ve ruhu karısı Marienne ve 1 920'1erin 'Weber çevresi' sayesinde, ayrıca Talcott Parsons ve Alfred Sch utz g i bi yazar­ lar aracılığıyla yaşatıldı. O n u n sosyolojik a naliz biçimi, hem kendi dönem inde hem de daha sonra -özellikle 70'1erden sonra radikal perspektifler öne çıkmaya başladığı nda- 'Marx'la ta rtışma'nın öneml i bir kısmına temel o luşturdu. Weber'in sosyolojik teoriye katkısı çok büyüktür: bunlar, modern devlet, kapitalist top l u mlarda sınıfın doğa­ sı analizinden, sosyolojik felsefe ve yöntem (verstehen), toplumsal eylem ve ideal tipler üzerine tartışmalara kadar geniş bir alana uza n ı r. Onu n ka psam l ı karşı laştırmalı a nalizinin temelini, g ü n ü m üz toplum­ larını geçmiştekilerden ayıran temel bir özellik, 'modern çağ ı n ruh u ' ol uşturur. O n a göre bu rasyonalited ir: bu kavra m onun d i n, bürokrasi ve özelde kapitalizm üzerine araştırmalarının ana temasıdır.

FiKiR Max Weber'in bürokrasi a raştırması genellikle sosyolojik bir klasik olarak a l ı n ı r ve o g ünden beri modern organizasyonlar üzerine araş­ tırmaların temeli n i oluşturmuştur. Yüzyı l ı n başında yazan Weber ( 1 864- 1 920), modern sanayi topl u m u n u n temel özell iklerini belirle­ meye ve Batı kapita l izmi n i n temel ruhu ve dinamiğini kavramaya çal ışır. Bu yüzden, Max Weber'in bir 'ideal tip' olarak klasikleşmiş bürokrasi analizi gelişmiş sanayi topl u mlarının karakteri ve sosyolojik araştırma n ı n doğası kon u s u ndaki üç temel görüşünün somut bir uyg u lamasıd ır. •

Kapita list -ve kom ü nist- sanayi topl u m ları n ı n temel özelliği olara k rasyonelleşme eğilimi, ya ni mantıklı, rasyonel ve hesa plı düşü nce, eylem ve planlama biçimlerinin gelişimi. Bürokratik­ leşme sanayileşmiş güce, örgütlü bir topluma doğru bu genel gelişme eğ i l iminin klasik bir örneğidir. Amerikan sosyolog Ami­ tai Etzioni'nin ( 1 964) ifadesiyle, Biz organizasyonlar içinde doğmakta, organ izasyonlar içinde eğitil mekte ve çoğ u m uz hayatımızın büyük bir kıs m ı n ı organi­ zasyonlar için çalışarak geçirmekteyiz. Boş zamanlarımızın ço-

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

42





ğ u nu organ izasyonlara ödeme yaparak, onlar içinde oynayarak ve dua ederek geçirmekteyiz. Çoğ u m uz bir organizasyon içinde öl mektedi r ve gömülme za manı geldiğinde bütün bu organi­ zasyonların en büyüğünün -devletin- resmi izn ini al mak zo­ ru ndayız. Modern toplumda g ü ç rasyonel bir temele sahiptir -Weber'e göre, modern topl umun temelini hukuki otorite, insan l a rdan ziyade yasal a r ve d üzenlemeler tarafından yönetilme, gücün gelenek veya kişisel karizmadan ziyade rıza ve görevin gerek­ tirdiği otorite a racı lığıyla meşrulaştırılması oluşturur. B ü rokrasi bu düzen leyici yönetim in, kişisel-olmayan ve tarafsız gücü n bir örneğ idir. Bürokratlar önyarg ı ve tutkulardan uzak davran ı rlar; onlar kuralları top l umsal mevkii veya kökenine bakmadan her­ kese aynı şekilde uygula rken, kendileri de daha üst bir otorite­ ye, iktidardaki h ü kü metin temsil ettiği halk iradesine tabilerdir. G ü n üm üz memurl arı n ı n gücü kendilerine değil, aksine -ister devlet memuru, ister hakim, ister polis olsun- işgal ettikleri ko­ numlara daya n ır. Onlar, büro içinde emirleri ancak belirli sı n ı rlar içinde ve sadece astiarına uygularlar. Büro dışında memurlar hiçbir meşru g ü ce sahip değillerdir. Büro içinde, ideal memur üstlerinden gelen emir ve ku ralları itaatkar bir biçimde uygula­ ya n inançlı bir hizmetkardır. Sosyoloj i k analiz ve karşı laştırma nın temeli olara k ideal tipleri, yani farklı toplumsal, siyasal ve ekonomik kurumları n temel özellikleriyle ilişkil i model leri ku l l a nma.

Weber ( 1 948), büro krasiyi, "büyük-çapta idari görevler ve örgütsel hedeflere u laşmak için, çok sayıda bireyin çal ışması n ı rasyonel bir biçimde koord ine etmek amacıyla tasa rla nmış h iyerarşik örgütsel bir yapı" olara k tanı mlar. Ancak Weber, özel, kapita list organ izasyonların çoğ u n u n bürokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürse bile, bu dönemdeki analizin in temel adağını kam u kuruluşla rı, özel likle dev­ let bürokrasileri o l uşturur. Weber ideal veya saf bürokratik tipin beş temel özel liğini belirler: •



Uzma n laşmış bir idari işbölümü. Karmaşık görevler, her biri eğitim, maliye ve iskan gibi- özel bir alanda uzmanlaşmış gö� revl iler tarafından yürütü len parçalara ayrı l m ıştır. Her depart­ manda, her memur açıkça tanımlanmış bir soru m l u l u k alanına sahipti r. Her alt düzey memurun hiyerarşik bir komuta zinciri içinde da­ ha üst düzeydeki memurların kontrol ve gözetimi a ltında oldu-

BÜROKRASi





43

ğu bir görevler hiyerarşisi. Bürokrasideki bütün işlem lerin 'tutarlı bir soyut ku ra l fa r siste­ mi'ne tabi olduğu ve 'bu kura l la rı n özel durumla ra uygulanma­ sı'yla sağlanan bir d üzenlemeler yönetimi (Weber, 1 948). Bu ku­ rallar memurla rın eylemlerin i d üzenler ve onların güçlerinin s ı­ n ırlarını kesin olara k çizer. Onlar çalışanlarını sıkı d isipline zorlar ve merkezi bir deneti mi dayatır, kişisel inisiyatif veya sağduyuya çok az yer verirler. Resmi bir kişisellikten-uzaklık her bürokratik eylemin yön lendi­ rici karakteristiğidir. i deal memur görevini, kişilere veya kendi duygularına a ldırmadan, sadece kura l la ra göre yapar. Liyakat temel inde göreve ata n ma n ın memurların seçimi ve ter­ fii nd e tek ölçü olması. "Bürokratik yönetim, esas itibariyle, bilgi temelinde kontrol anlamına gel ir. Bu, özellikle onu rasyonel kı­ lan bir özeffiktir" (Weber, 1 948). Özel ve resmi gelir ve hayatın birbirinden ayrılması. "Bürokrasi resmi faal iyetleri özel hayat alanından kesin olara k ayırır" (We­ ber, 1 948).

Weber'e göre, bu özellikler modern bürokratik örgütfenmeyi rüş­ vet, akraba kayırmacılığı ve kişisel iltimasın bol m i ktarda b u lu nduğu önceki yönetim biçimferinden ayırır. Modern sanayi topl u mları, ister kapita l ist ister kom ü n ist olsunlar, d üzgün işieyebilmek için oldukça etkin örgütsel yapılara gerek d uyarlar. Ona göre bürokrasi, kesi n l i kle insanlara değil kurallara, bir kişisel il işkiler ağına değil bir görevler hiyerarşisine dayandığı için, en etkili ve teknik bakımdan en üstün organizasyon biçimidir. Bürokrasi, şekilciliği ve kişisellikten-uzaklığı arttıkça daha etki l i olacaktır; zira böylece, mevcut görevli lerin yeri ni ­ tamamen olmasa bile- yeni bir memurlar topl uluğu a lacağı için, sistem önceki gibi işlerneyi s ü rd ürecektir. Fra n k Pa rkin'in ( 1 982) söz­ leriyle, Weber'in açıklamasına göre, bürokratların davra n ışları öznel anlamfar ve afgıfarı tarafından değ i l, yönetim aygıtı n ı n iç man­ tığı tarafı ndan şekif fendirilecektir. Kişisel güdü ler ve öznel an­ lamlar, Weber'in 'tipik bü rokrat davranışı' ile Marx'ın 'tipik kapi­ tal ist davra n ışı'ndan daha fazla ilişkili ol mayacaktır. Weber'in bürokrasi a n a l izinin kaynağı sadece onun rasyonelfeş­ me analizi değ i l, ayn ı zamanda güç ve otorite analizidir. Geçmişte otorite gelenek veya kişiliğe (karizmaya) daya n ı rken, modern otorite, Weber'e göre, rasyonelliğe, h ukukun ta rafsız bir irade sergileme

44

SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

gücüne ve uzman bireyler veya görevlileri n üzerinde birleştikleri kura l la ra dayanır. Weber bü rokrasiyi hukuki otoritenin 'en saf' biçi m i o l arak görm üş ve o n u n temel özelli klerini o rtaya koyabilmek i ç i n bir 'ideal tip' bürokrasi gel iştirmiştir. Weber bü rokrasiyi en saf ve en etkil i h u ku ki otorite, yöneti m v e siyasal kontrol biçimi olara k görmüştür, çünkü o geleneksel organ izasyon biçimleri nden çok daha öngörüle­ bilir, disiplinli ve güvenil irdir. Weber'in güç ve otoriteye, devlet ve bürokrasiye hayranlığı bir öl­ çüde onun ömür boyu sürd ürdüğü rasyonelleşme araştırmasının, bir ölçüde babasının mesleği ve zihinsel tutu m u n u n yansımasıdır. Bu hayra n l ı k aynı ölçüde onun siyasal yönelimi n i n, modern toplumu yön lendiren ve d üzen leyen güçlü bir u lus-devlete inancının yansı­ madır. O l i beral demokrasiye inan mış, fa kat doğrudan d emokrasiyi veya halk i radesi düşü nces i n i tamamen reddetmiştir. " i nsanın insan üzerindeki egemen liğini ortadan kal dırmayı a maçlaya n bütün ideal­ ler 'ütopya'd ır" (Mommsen, 1 974). Robert Michels gibi Weber de modern siyasal kitle partileri nin kaçı n ı l maz olara k bürokratik oldukla­ rın ı düşünür. O, insanın 'yeni bir kölelik çelik kafesi' içinde insanlığın­ dan uzaklaşacağ ı n ı düşün mesine rağmen, kitlelere güvenmez. Bü­ rokrasi modern topl umda egemenlik sürecin i n bir parçasıdır. Modern topl u m, m uhtemelen karizmatik l iderlerle bir şeyler yapa bilmenin dışında, ondan kaçmayı umut bile edemez.

KAVRAMSAL GELiŞiM G ü n ü müzde hepimiz M a x Weber'in temel özel l ikleri n i ana-hatla rıyla açıkladığı organizasyonlarla birlikte yaşamakta, hizmetlerinden ya­ ra rlanmakta ve muhtemelen onlarla birl i kte çalışmaktayız. Bürokrasi, tıpkı kam usal etkililik ve etki nlik kazan maya çalışan kam usal ve özel ala ndaki tüm organ izasyonlar g ibi, modern top l u m u n te mel bir bo­ yutudu r. Büyük bürokrasilerden bir böl ü m ü kam u sektöründedir (Kamu H izmeti, Sağl ı k ve Eğitim H izmetleri, Silahlı Kuvvetler ve hatta Kilise). Ancak halk kitlesinin tüketim ihtiyaçlarını karşıla maya ve kar­ ları n ı yeterince a rtırabilmek için mal iyetleri düşürmeye çalışan özel sektör bile büyük ölçüde bürokratikleşmiştir. Bürokrasi modern haya­ tın bir gerçeği, ister kapital ist isterse merkezi planlamacı olsun, kitle top l u m u n u n organ izasyonunda gerekli bir öze l l i ktir. Weber'in ideal­ tip büro kras isi modern bürokrasinin temel özell iklerin i bel i rlemek ve açıklamak için tasa rla n m ı ştır. B u n u n la beraber, o çoğu kez bir 'ideal' veya örgütsel etki lilik modeli olara k a l ı n m ı ş ve bu yüzden, gerçek hayattaki bürokrasilerin Weber'in iddia eder göründüğü kadar etkil i

BÜROKRASi

45

veya demokratik olup o lmakları kon usunda geniş ta rtışmalar yaşan­ mıştır.

Bürokratik etkililik Weber'in bürokrasinin teknik açıdan en üstün organizasyon biçimi olduğu iddiasına karşı, birçok yazar bu idea l tipin idari zayıfl ı klarını vurg u lamıştır. Robert Merton ( 1 957). bürokrasinin 'olu msuz işlev'i olduğunu düşündüğü -örgütsel hedeflere u laşılmasını bile engel le­ yebilen- öze l l i klerine, bilhassa bürokratların kurallar ve d üzenleme­ lere kölece bağ l ı l ıkları, tutuculukla rı, değişme korkulan, soğuklukla rı, vatandaşiara karşı resmi tutu mianna işaret eder. Çoğu i nsan 'kırtasi­ yecilik'ten, 'yüz-süz' bürokratla r tarafından d ikkate alınmamaktan şikayetçidir. B ü rokrasiler yen i koşullara, yeni i n isiyatiflere hızlı ayak uyd u rabilme yetersizlikleriyle dile d üşmüşlerdir. Bradley ve Wilkie ( 1 974) klasik bir bürokratik felç örneği verir. Hikaye Kızıl Meydanda Başka n Mikoyan'ı n arabasına ateş eden bir Sovyet vata ndaşı ta rafı ndan a nlatılır. Kızıl Meydan bu esna­ da güvenlik muhafızlarıyla dolud ur, a ncak onlar emir olmadan hemen harekete geçmezler, çünkü suikast g i rişiminin Miko­ yan'dan daha üst düzeyde bir otorite ta rafı ndan onayian madı­ ğından emin olamazlar. Muhafızla r, suçl uyu vurmak için en üst kademeden 'izi n kağıdı' gelinceye kadar fiilen felç olmuşlard ır. Peter Blau ( 1 963). federal polis bürosu ve Amerikan istihdam bü­ rosu araştırmalarında, çalışanlar ta rafı nda n benimsenen informel tekni klerin resmi yönetmeliktekilerden nasıl çok daha etkil i old ukla­ rını gösterd i . Michel Crozier ( 1 964), çalışanların kuralları çoğu kez nasıl göz a rd ı ettikleri ve esnetti kleri ni, onlara nasıl sadece sözde destek verd i klerini, ancak uygulamada, olaylarla ilgili üstlerinin kesin olara k bil medikleri mal umatla rı nasıl i n kar ettikleri veya çarpıttıklarını göstererek, bu a nal izi daha d a derinleştirdi. Kıdemli yöneticiler kont­ rol ü yeniden sağlama g i rişimlerinde daha çok kural yaratır, a ncak bunu yaparken de sadece verimsizl ik ve yanlış bilgilend irmeyi yeni­ den üretirler. Alvin Gould ner'in madenciler araştırması ( 1 954) ile Burns ve Stal­ ker'in elektronik firmaları üzerine araştırması ( 1 966). bürokratik ör­ gütlenme sisteminin koşullar büyük ölçüde istikrarlı ve öngörülebilir olduğunda ideal olmasına rağmen, daha değişken ve öngörü lemez d u rumlarda çok daha 'organ ik' bir yapıya gerek olduğunu gösterdi. Bürokratik yapılar maden işinin veya sürekli değişen yeni teknolojiler

46

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve yeni piyasa koş u l larının yaratacağı tehl i kelere karşı h ızlı karşı l ı k verebil mede pratik değil lerd i r.

Demokratik hesap verebilme Weber, bürokrasinin teknik üstünlüklerini överken memur sınıfı nın gücünün farkı ndadır, bu kurumsallaşm ış gücü n sadece çalışanlarını köleleştirmekle kalmayıp, bizzat demokrasi için d e bir tehlike oluş­ turduğunun çok iyi farkı ndadır. O bireysel i n isiyatif ve yaratıcılığı baskı altına alan, bir çelik kurallar ve d üzen lemeler kafesine tıkı l m ış, yukarıdan gelen emi rlere mecburen uyan 'ruhsuz uzmanlar' yaratan hiyerarşik kontrol tehl ikesini önceden görm üştür. Ayn ı şekilde, We­ ber, modern demokrasilerin veri m l i bir biçimde işieyecek bürokrasi­ lere ihtiyaç duyarken, içkin bir tehlikenin, ka m u görevlisinin seçil miş efendisinin gücüne u laşması teh l i kesi nin varl ığ ın ı kab u l etmiştir: "Siyasal efendi her zaman kendini eğitimli bir memur karştsmda, uzman karşısında a matör bir kon u mda bulur." Kendi uzman l ı k bilgi­ leri, sırları ve geleneksel anonimli kleri ile, kam u görevlileri sorumsuz bir güce sahiplerd i r. Onlar her zaman bürodadırlar; politikacılar ise sadece gelir ve giderler. Weber bu ikilemi çözecek anahtarın ka m u görevlisinin Parlamento tarafından kontro l ü v e d üzen li hesap ver­ mesi olduğunu düşünüyord u . Başka yazarlar, özell ikle oligarşinin tunç yasast tezinin sahibi Robert Michels bu kon uda fazla iyimser değildi. Modern yönetim üzerine birçok farkl ı a raştırma memurların sah ip old ukları gücü ortaya ç ı ka rttı: örneğ in çoğunda i ngiliz Kam u H izme­ tinin bir 'yönetici sınıf' biçimi olduğu öne sürü l müştür (Brian Sedge­ more, Tony Benn, Crowther-Hunt Raporu 1 980). Memurların Bakanla­ rı kontrol etmekte kullandıkları fa rkl ı tekn ikler Crossman Günlükle­ ri'nde ( 1 977) ve 'Emret Baka n ı m' ve 'Em ret Başbaka n ı m' televizyon dizilerinde hoş ayrı ntı larıyla verilmektedir. Marksist yazarlar daha da i leri giderek, kapitalist devletin tama­ m ı n ı n -Parla mento, h ükü met ve kam u hizmetleri bileşim inin- bir sınıfsal kontrol a racı, Lenin'in sözleriyle, "bir s ı n ıfın başka bir sın ıfı baskı a ltına a l ma orga nı" olduğunu öne sürerler. Marx, Engels ve Lenin esasen devlet bürokrasileriyle ilg ilenseler de, H arry Braverman gibi günü müz Marksistlerine göre, tüm bürokratik yapılar, ister ka m u ister özel olsun, özü nde burjuvazinin proletaryayı yeri nde kontrolü­ nü sağlayan denetim sisteml eridir. Tekn ik veri mlilik iddiaları sadece bu baskı ve sömü rüyü meşrulaştırmakta kul lanılan ideoloj i k mitlerd i r. i ronik olarak, bürokratik merkezi planlama ve denetim modeli, vantuzlarını her köşeye uzatarak, parti bürokratlarının ve bürokratik

BÜROKRASi

47

zi hniyetin hakim olduğu bir topl u m yaratarak, ko m ü n ist toplumlarda doruğuna çıkmıştır. Alfred Mayer'e ( 1 965) göre, "SSCB, en iyi şekilde, büyük, kompleks bir bürokrasi olarak anlaşıl ır". Milovan Djilas ( 1 957) daha da ileri g ider ve Kom ü n ist Parti bürokratlarının güçleri ve ayrı­ calıklarını kitleleri söm ü rmek ve ken d i çıka rları ve oligarşik yönetim­ lerini geliştirmek için ku l l a n d ı kları n ı öne sürer. Mao-Çe-Tu ng'un Kü l­ tür Devrimi sırasında Çin'in her şeye müdahale eden idari yapısını n kontrolünü kitlelere bırakarak "gücü insa n l a ra verme" g i rişimi ölü­ müne kadar bazı geçici başarılar sağlam ıştır. Gorbaçov'un g/astnostu, Rusya imparatorl uğunun bürokratik h a ntallığını giderme heyecanıy­ la daha sürekli başarılar kaza nmıştır. Nitekim gerçekte, bü rokrasi Weber'in tasvir ettiği türden etkin planlama ve demokratik örgütlenme model inden çok uzak olduğu­ nu kan ıtlamıştır. Daha ziyade, Weber'in en kötü end işeleri, toplumun örgütlenmesin i n daha bürokratik nitelik kazan ması ihti mali gerçek­ leşmiş görünmekted ir. Fra n k Pa rkin'in ( 1 982) vurguladığı g ibi, "iler­ lemekte olan proletarya diktatörl üğü değil, a ksine memurlar dikta­ törl üğüd ür". Weber'in korktuğu g i bi, bürokratik d üzen ve rutin düş­ künlüğü bireysel inisiyatifi bastırma eği l i mi gösterir ve Gorbaçov'dan Thatcher'a kadar, hem kapitalist hem de d iğer bütün modern hükü­ metlerin a rtık gün ümüzde bürokrasinin gücünü kırma, serbest giri­ şimcil i k ve bireysel özgürlük ru hunu serbest kılma g i rişimleri nde bulunmaları ilginçtir. Weber'in i nsani duygular tarafından lekelen­ memiş ideal bürokratı gerçekte zihinsiz bir robottan daha değersiz bir şey o larak ortaya çıkacaktır. Bu yüzden, toplumsal eylem, bireyci­ lik ve öznelliği (verstehen'i) sosyolojik analizinde öne çıkartan Weber gibi bir sosyal teorisyenin, toplu msal davra n ışın bu hayati u nsurların ı tama men ortadan kaldıracak bir ideal-tip ü retmesi bir ölçüde ironik­ tir. Bir ideal bürokrasi tipi ortaya koyan Weber, kendi topl umsal ey­ lem teorisine rağmen, ne ideal bürokratın psikolojisini, ne de bürok­ rasiler içindeki bireylerin onun kura l la rı ve d üzenlemelerine uyarak veya direnerek nasıl davrandıklarını ortaya koyar; a ncak aslında bü­ yük eleştirilere ve korkuya yol açan şey büyük bürokrasilerdeki gö­ revlilerin davra n ışlarıdı r. Bürokrasi nasıl insancıl veya d uyarlı hale getirebi l i r ve onları nasıl toplu m u n efendileri değil hizmetkarları kılabiliriz? Gerçekte Weber bu zayıfl ı kların çok iyi fa rkı ndad ı r. Bu başarısızl ı k­ larının farkı nda o l masına rağmen, bürokrasiyi o l u m l u bir biçimde tasvir eder. Salt teknik bir bakış açısından, bir bürokrasi en üst etkililik dere­ cesine ulaşabilir ve bu anlamda resmi olarak insanlar üzerinde

48

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

otorite uygulayan bilinen en rasyonel araçtır. O kesinlik, istikrar, disiplininin sıkılığı ve güvenilirliği bakımından başka orga nizas­ yon biçimlerinden üstündür. Bu yüzden o, organizasyonun ba­ şındakilerin ve onunla i lişki içinde çal ışanların sonuçları özellikle en üst düzeyde hesaplamalarını mümkün kılar. Son olarak, o, hem yoğun etkililik hem de işlemlerinin kapsamı bakımından üs­ tündür ve biçimsel olarak her tür idari göreve uygulanabi lir (We­ ber, 1 968, 223). Aslı nda Weber bürokrasiyi o l u m l u bir biçimde ve en üst organ i­ zasyon biçimi olara k tasvir etse bile, aynı ölçüde o n u büyü­ bozu m u n u n rasyonel somut bir örneği olara k görür ve bürokratik bir topl umda bireysel özgürlüğün o rtadan ka l kmasından korkar: "Bürok­ ratikleşme tutkusu bizi u mutsuzluğa itmektedir". Weber "geleceğin bürokratikleşmeye ait olduğu"nu düşünür ve bu onu korkutan bir gelecektir ve Marx'ın öngördüğü sosyal ist ütopyada bile hiçbir alter­ natif görmez. Gerçekte o, haklı olarak, sosyalizmin daha bü rokratik bir toplum o lacağını görmüştür, çünkü sosyal ist top l u m u n liderleri bürokratlar o l u rken, sosya l ist topl umlar m erkezi planlamacı bir top­ lum olacaklard ı r. Aksine, kapita l ist topl u m l a rda işada m ları, hatta pol itikacılar meslek bakı m ı ndan bürokratlar değ i l lerd i r ve rekabetçi piyasa güçleri en azından i nisiyatif ve g irişimciliği teşvik eder. Bu yüzden Weber'in tercihi ve u m udu, kapita l izmin bireysel özgürlük ve yaratıcı l iderl i k için daha iyi bir gelecek sun ması d ı r. Fakat Weber'e göre, n i h ayetinde bürokrasi hem acımasızca ilerleyecek ve hakimiye­ tini kuracak hem de her yere yayılacaktır -onun gücünü dengeleye­ cek tek u m ut, tek kaynak vizyon sahibi ve karizmatik l iderlerin ortaya çıkışı ve belirli mesleklerin üyelerinin (ente l lektüeller, bilim insanları ve siyasetçilerin) gücü ve bağımsızl ığıdır, a ncak onlar bile bürokratik­ leşmenin ezici gücü karşıs ında zayıf bir umudu temsil ederler; hatta onlar da top l u m u n d iğer kesimleri gibi rasyonelleşmeye, bürokrasi­ nin gücüne ta bidirler. Weber 'düşüncesiz' bürokrasi hakkındaki korku ve kaygı la rını şöyle ifade eder: Çok daha korkunç olan, dünyanın küçük bir göreve sıkıca yapışan ve biraz daha büyüğünü elde etmek için mücadele eden bir çar­ kı n dişlileriyle dolması. . . [Yan i], sanki bizim bilincinde ve istekli olarak, düzene ihtiyaç duyan ve düzenden başkasına gerek d uy­ mayan ve bir an için bu düzenin sarsılması ihtimali karşısında si­ nirli ve korkak hale gelen insanlara dönüştüğüm üze inanmam ız­ dır (Mitzman, 1 969: 1 77-1 78). Sonuçta, Weber'in gelecek tasavvuru oldukça kötümser, hatta kaderı;:idir. O, bi reye ve karizmaya inancına rağ men, bürokratikleş-

BÜROKRASi

49

meyi kaçınılmaz, kitleleri edi l g in ve sonuçları baskıcı olara k resmeder. Onun Protestan Ahlakı üzerine a raştı rmasında çizdiği yaratıcılık ve girişimcilik ruhu, şiddetle ihtiyaç d uyulan toplumsal eylem yaklaşımı 'Çelik Kafes' içinde kaybolur görünür. Geleceğin toplu mu, Weber'e göre, bizzat bürokrasiler gibi ruhsuz ve i nançları n ı yitirmiş bir topl um gibi görünmektedir. Weber'in çalışmalarında rasyonelleşmenin gücü ile bireyin özgü r­ lüğü arasında, gelişmiş sanayi topl umların ı n yaratıcılık ve g i rişimcili­ ğe ihtiyacı ile devlet ve bürokrasinin yurtta şları üzerindeki ezici gücü arasında temel bir geril im vardır. Weber rasyonelleşmen in gücüne inancı n ı yitirmiştir ve karizmatik liderlerin kitleleri kitle demokrasisi­ nin uyuşu klu klarından uyandırmalarını ve on ları eyleme geçirmeleri­ ni arzu eder, ancak o yine de, l i derlerinin güdüleri ve karizmaları ne ol ursa olsun, sosyalizm ve milliyetçilik gibi ha reketleri eleştirmeyi sürdü rür. Bunlara rağmen, çoğu modern yazar daha az kötümserdir. Yirmi­ birinci yüzyıla girerken bürokrasi daha az kaçınılmaz ve daha az güç­ lü görünmektedir. Ona karşı çıkılabilir ve hareketleri sınırlandırı labil ir. Örneğ in, Ray ve Reed ( 1 994), günümüzde i nsanların bürokrasinin ve hatta devletin otoritesi ve meşru luğunu kab u l etme konusu nda daha az istekli oldu klarına ve demokratik -ve anti demokratik- kitle pro­ testolarının ve modern seçim lerin insanlara bir ölçüde güç sağladığı­ na ina n ı r. Modern yazarlar bürokratik organizasyon ların sanayi-ötesi topl u mda artık egemen form olmadığ ını düşünürler. Aksine, modern organizasyonlar çok daha esnektir ve merkezi olmaktan daha uzaktır, onlar çal ışana veya eki be daha fazla güç ve otorite ta n ı rlar. Yine de, zayıf noktaları her ne olursa olsun, Weber'in ideal bürok­ rasi modeli hem modern organ izasyonlar ve hükü metleri hem de gelişmiş sanayi topl umlarının ruhunu anlamam ıza önem l i katkı larda bulunmuştur.

AYRlCA BAKINIZ • •

OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI SÖYLEM -post-modern modern devlet gücü anlayışı için

OKUMA ÖNERiLERi MACRAE, D. ( 1 974), Weber, Fontana PAMPEL, F.C. (2000), 'Max Weber and the Spread of Rationality', Ch. 3, Pam­ pel, F.C., Sociologica/ /deas and Lives: An Introduction to the Classical Theo-

so

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rists, Macmillan, Basingstoke PARKi N, F. (1 982), Max Weber, Tavistock -Weber'in hayatı ve çalışmasıyla ilgili kısa ancak oku n maya değer görüşler.

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi ETZIONI, A. (1 964), Modem Organizations, Prentice-Hall KELLNER, P. AND CROWTHER-HUNT, LORD. ( 1 980), The Civil Servants: An lnquiry into Britain's Ruling Class, MacDonald, London PONTING, C. ( 1 986), Whiteha/1: Tragedy and Farce. The Inside Story of How Whitehall Rea/ly Works, S ph ere Books SCAFF, LA. (1 998), 'Max Weber', Ch. 2, Stones, R. (ed.) Key Sociological Thin­ kers, Macmillan, Basingstoke

SINAV SORULARI 1 . "Modern dü nyadaki bütün kuru m lar g iderek daha fazla bürokratik­ leşmektedir." Tartışınız. (Ca m bridge Yerel Sınavlar Komisyonu, Hazi­ ran 1 987) 2. '"Ö rgütler üzerine sonraki araştırmaların çoğu Weber'le bir tartışma olarak görülebilir. Ö rgütsel araştırmalar yapanlar onun görüşlerini ra­ fine etmiş, açmış ve eleştirmişlerdir." (Haralambos: Sociology, T hemes and Perspectives). Bu araştırmalardan bir örnek seçiniz ve örgütleri anlamamıza katkılarını değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 982) 3. "Bürokrasinin en verim l i örgütlenme biçimi olduğuna dair çok az örnek vardır." Tartışınız. (Oxford Sınav Komisyonu, Mayıs 1 986) 4. Bürokratik örg ütlenmeler verimliyseler, sınai bir çatışmada bir silah olara k "kuralı nasıl işletebiliriz?" (Cambridge Yerel Sınavlar Komisyo­ nu, Haziran 1 986) 5. "Organ i k örgütsel sistemler yenil ikçi yüksek teknoloj i l i firmalarda verim l i olabilir; onların büyük-ölçekli imalat sanayinde verim l i olmala­ rı m ü m kün değildir." Tartışın ız. (Oxford Sınav Komisyonu, Mayıs 1 986) 6. i nformel toplu msal süreçlerin örgütlerin veri m l i l i klerini etkileme derecesini değerlend irin iz. (AEB, Kasım 1 989) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Formel Sosyoloji Georg Simmel Georg Simmel ( 1 858-1 9 1 8) Berl in'de Musevi bir işadamının oğlu olarak d ünyaya geldi. Berlin Ü niversitesi'nde o kudu ve felsefe, tarih, psikoloji ve i talyanca eğitimi aldı. Özel bir hami tarafından destekle­ nen Simmel, daha sonra Berlin Ü n iversitesi'nde "privat dozent" oldu. Önceleri fel sefe ve etik dersleri verirken, daha sonra yeni bir bilim olan sosyoloji alanında dersler başlattı. Akademik ü n ü hızla a rtan Simmel, Max Weber ve Edmund Husserl gibi çağdaşları n ı n destekle­ rine rağmen, 1 9 1 4'e kadar profesör ya pılmadı, fakat daha sonra, Strausbourg Ü niversitesi'ne sosyoloji değil, felsefe profesörü olara k atandı. 1 9 1 O 'da M a x Weber'le birlikte Alman Sosyoloji Derneği'ni kurdu, ancak kısa bir süre sonra i nzivaya çekildi. Simmel öncü modern sosyolojiye katkıda bulunmuş ve George Lukacs, Talcott Parsons ve Robert Merton gibi önde gelen düşünürle­ ri etkilemiştir. Yirm ibeş kitap ve yüzlerce makale ve inceleme yazısı yayınlamasına rağmen, çalışmalarının çok çeşitl iliği ve usta l ığı, katkı­ sının ihmaline veya yeterince değerlendirilmemesine yol açmıştır. Belli başlı çalışma ları: •

• •

Tarih Felsefesinin Problemleri ( 1 892) Georg Simme/'in Sosyo/ojisi ( 1 950) Çattşma ve Grup ilişkileri Ağt (1 955)

FiKiR Formel sosyoloji fikri veya sosyolojiyi daha anal itik, bilimsel ve ma­ temati kçiler ve dilbil imcilerinkine benzer biçimde akademi k açıdan daha formel kılma düşüncesi A l man filozof Georg Simmel'in yazıları-



SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

na kadar götürü lebilir. Asl ında o Marx ve Weber gibi sosyolojideki çağdaş 'devler'in gölgesinde kalsa bile, yakın za manlarda haklı olarak sosyolojinin ku rucu babal a rı ndan biri o l a rak ilan edilmiştir. S i m mel, makro düzeyde çalışma eğiliminde olan işlevselcilik ve Marksizm'de olduğu g i bi, büyük boy topl umsal d üzen ve değişme teori leri geliş­ tirmeye çalışan gele neksel sosyolojinin aksine, d uyg u ları, ru hu, gün­ delik hayat ve ilişkilerin ayrıntı larını yaka layan b i r 'saf' sosyoloji, ger­ çekl iği sosyolojik hayatın temel 'biç im'i ve içeriğ ine göre yoru mlaya­ bilecek bir bilgi sosyol ojisi oluşturmaya çalışır. S i m mel'in sosyoloj isi, kendi döneminin diğer önde gelen sosyologları n ı n kinin a ksine, ol­ d u kça bireyselci, ayrıntı l ı ve felsefidir. Onu temel ilgi odağı modern kitle topl umunda hayatta ka lma m ücadelesi veren ve kendini mo­ dern bürokrasi, maddiyatç ı l ı k, kentleşme ve teknolojinin 'çelik kafes'i içinde ifade etmeye çalışan bireyd i. S i m mel, özel likle, "bir metropolis, bir d ü nya kenti ve modern ruhun cisi mleş mesi" (Simmel, 1 97 1 ) olan savaş-öncesi Berl i n'den, çoğu insanın birer ya bancı olduğu bir kent­ teki toplumsal hayat ve etkinlik keşmekeşinden büyülenmiş ve kor­ kuya ka pılm ıştır. Simmel'in -Weber ve Marx gibi çağdaşları n ı n büyük boy şemala­ rıyla temel bir zıtl ı k içind eki- sosyolojik yaklaşımı, "toplu m u n sadece d iğer insanlarla i l işkiler içindeki bireylerin zihinlerinde va r olduğu" (Pampel, 2000: 1 37) düşü ncesine dayan ıyordu . G ruplar ve topl umlar bireylerin üstünde ve onlardan bağ ımsız olarak yer almazl a r; onlar sadece bireyler 'üzerinde birleştikleri' amaçlar doğrultusunda birl ikte hareket ettiklerinde varo l urlar. Bu yüzden o, esasen, sosyal etki leşim ve i l işkil ere, gündelik topl umsal hayatın -sosyal sistemi meydana getiren büyük topl umsal kuru mların temel i n i o l u şturan- i nce ayrıntı­ larına ve bireylerin topl umsal etkinliği yorum l a ma ve yeniden yo­ rumlama biçimlerine odaklan ır. Sosyolojinin rol ü, Sim mel'e göre, yaygın toplumsal etki leşim bi­ çimlerini anlamak ve topl u msal hayat ve d üzenin biçim ve içeriğini, tı pkı gramerci lerin dilin biçim ve yapılarını ve matemati kçilerin fizik­ sel nesnelerin biçim ve kal ı bını açıklad ıkianna benzer biçimde açık­ la maktır. Georg Simmel'in sosyolojik analiz ya klaş ı m ı, onun birleşik ve kap­ samlı bir sosyal teori kurma girişimi formel sosyo/oji olara k bilinir. Diğer ku rucu baba l a r gibi o da sosyolojiyi bağ ı msız akademik bir disiplin, hatta bir bilim haline geti rmeye ça l ışır. Ancak Si mmel'in analizi, Comte ve diğerlerinin pozitivist yaklaşımlarının aksi ne, sosyal etkileşim ve bireysel yoru m kadar insan davra n ışının genel yasaları­ nın keşfi ne de oda klan m ıştır.

FORMEL SOSYOLOJi

53

Simmel'in analizi üç temel tespitle başlar: 1 . Bireyler benci l l i kten paylaşmaya kadar birçok farkl ı güdünün etkisi altındadır ve bu tür fenomenlerin a raştırılması psikoloji­ nin konusudur. 2. Birey kendisini sadece kend ine refera nsla değ il, d iğerlerine gö­ re de açıklar. Gruplar, onların karşılıklı i lişkileri ve iç dinami kleri­ nin a raştırılması sosyal psikolojinin konusudur. 3. i nsanların etkinlikleri aile, okul ve kilise gibi sosyal ya pılar içinde veya taklit, rekabet ve toplu msal h iyerarşi gibi genel davranış biçimleri temeli nde, bel irli formlar içinde gel işir. Simmel'e göre, topl u msal formların a raşt ı rılması sosyolojinin konusunu oluştu­ rur. Sim mel ayrıca sosyal hayatı n biçimi ve içeriği a rasında bir ayrı m ya par. Sosyal etki leşim biçimleri toplumsal hayatın, o l d u kça farklı durumlarda gözlenebi len (devlet, send ika veya aile gibi) sabit, ka l ı p­ laşmış ya nlarını a nlatırken, içeriği sosyal etkileşimi n, belirli bir d u rum­ la ilgili bireylerin çıkarlar ve istekleri gibi farkl ı yanları n ı a n l atır. For­ mel sosyolojinin a macı sosyal etki leşim biçimleri n i toplu msal bağ­ lamla rından soyutlayarak a n a l iz etmek ve böylece bağlamdaki önem l i değişikl iklere rağmen, fa rkl ı topl umsal organizasyon biçimle­ rinde ortaya çıkan düzen lilikleri betimleyebilecek sosyolojik yasa l a rı bulmaktır. Dolayısıyla örneği n, oldukça farklı sosyal ve tarihsel bağ­ larnlara rağ men, onsekizinci yüzyıl i ngi lteresi'ndeki bir zanaatkar ve bir lord a rasındaki i l işki yirminci yüzyıl Amerikası ndaki bir köylüyle toprak sahibi a rası ndaki i l işki özünde benzerdir, ya n i patronaj ilişkisi­ d ir. Sim mel'in sosyolojik yaklaşımı bu yüzden dört d üzeyde işler: toplumsal hayatı n psikolojik bileşenlerin i n ol uşturduğu mi kroevren; kişiler-arası i l işkilerin oluştu rduğu sosyolojik bileşenler; modern çağ ı n sosyal ve kültürel ru h u n u n oluşturduğu ya pı; modern hayatın metafizik i l keleri









Simmel bu analizi ş u örneklerle genişletir:

Geometrik analojiler Çoğu benzetmelerinde geometriyi bir temel o l a ra k kullanan Sim­ mel'e göre, örneğ in sosyal d urumlar, doğaları ve tü rleri bakım ı ndan, ilgili i nsanların sayısına göre değişirler. i ki veya daha fazla insa n ı

54

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

içeren bir sosyal d u ru m yüzl erce insanı içerenden kökten farkl ıdır. Ayn ı şekilde, i ki veya üç i nsanı içeren bir sosyal d u ru m iki veya üç m i l let a rasındaki durumla biçim ve ilişki ba kım ından özü nde aynıdır. Sayı sadece grup organ izasyo n u n u n belirleyicisi olmakla kalmaz, aynı za manda toplu msal çatışma olası lığı ve biçimini de etkiler örneğ in on-onbeş kişi a rası ndaki siyasal bir tartışmayı ka laba l ı k bir insan kitlesiyle karşılaştırın. Bir kişi yal n ızlık içinde yaşarken ve bir çift oldukça mahrem, eşit ve derin il işkiler geliştirebilirken; üç kişi d iğer ikisinin üçüncü kişiye karşı birleşmesine yol açabilen yen i bölün meler yarata bilir. Evl i l i k sayı n ı n e n mahrem i lişkilerin bile doğasını kökten değiştirme biçim inin klasik bir örneğ idir. Tekeşl i l i kte evl i bir çift sa­ dece birbirin i d i kkate almak zoru ndadır ve böylece onlar genellikle birbirlerine oldukça ya kınla rdır, ta ki bu ikili i l işkiyi kökten değiştiren üçü ncü bir kişi, i l k çocukları gelene kadar. Benzer şekilde, çokeşlilik tekeşl i l i k gibi bir evl ilik biçimi olsa bile, onların içerikleri, il işkileri tamamen farkl ıdır. Simmel, özellikle üçlü formla veya üçüncü kişinin, i ki birey, iki grup veya iki ü l ke arası ndaki bir ilişkiyi fa rkl ı roller (m ütte­ fik, bilirkişi veya a lçak rolü) oynayarak önemli ölçüde değiştirebilme biçimiyle ilgilenm iştir. Bütün bu rakamsal analizin temel amacı, Sim mel'in özel ve nispe­ ten özerk formların toplumsal bağlamdan bağı msız olarak varolduk­ larını; sosyal veya tarihsel d u ru m ne o l u rsa olsun, insa n l a r, g ruplar veya m i lletler üçlüsünün benzer davra n ış tipleri ürettikleri ni göster­ mektir. Bu nedenle Simmel, bir a nlamda, bir top l u msal formlar geo­ metrisi olara k düşünü lebilecek bir formel sosyoloji önerir.

Sosyal tipler Simmel, bel irl i sosyal tipierin tarih boyunca ve birçok fa rklı sosyal d u ru mda oluşma ve yeniden-oluşma, a ncak yine de özü nde ayn ı formu temsil etme ve aynı tepkiyi yaratma biçimine ışık tutmuştur. Ya bancı ve serüvenci, ister kabile Afrikası'nda isterse Modern Avru­ pa'da olsun, büyük ölçüde aynı şekilde etiketlenen ve tepki verilen bu türden iki tiptir. Bu yüzden Simmel, çatışma, farklılaşma ve güç gibi anahtar kav­ ramları toplumsal bağlamlarından soyutlayarak, o n ları tıpkı bileşikleri analiz eden bir kimyacı veya atomları ana liz eden bir fizikçi gibi, bi­ l imsel olara k a n a l ize çalışm ı ştır. O, sosyal içeriğin sosyolojik yorum için temel önemde olduğunu, a ncak sosyoloji bilimi kuru lacaksa, biçim ve içerik arasında açık bir ayrım ı n her zaman sürdürülmesi gerektiğini vu rgular. Bireysel güdüler, tutkular, d uygular ve h ırslar

FORMEL SOSYOLOJi

55

hayati önemde olsa lar bi le, sadece özel ilişkiler ağı, özel formlar için­ de somutlaşır, madd ileşi rler. Bizzat gü ndel i k hayat -çal ışma, yemek, sosyal etki n l i kler g i bi- bir topl umsal fo rmla r silsilesini içerir. Formdan yoks u n hiçbir toplum yoktu r. Simmel'in ifadesiyle, "Bilinen her top­ l umda bizi bir arada tutan, yani sosya l leştiren birçok fa rkl ı form var­ dır ... h içbir formu n olmadığı düşünüldüğünde top l u m varolma­ yacaktır" (Frisby, 1 984). Sosyoloji, bu yüzden, toplumsal formları, onların sadece topl u m u oluşturmakla kalmayıp, bizzat toplum olduk­ larını anlamak için, soyutlayarak a na liz eden bilimdir. Bil imsel soyutlamaya bu vurgu, yine de Sim mel'i toplu m u şeyleş­ tirmeye, onu üyelerinin üzerinde ve ötesinde bir 'form' olarak gör­ meye itmez. Daha ziyade, toplum i nsa n ürü n ü bir yaratıdır, çünkü "o sadece birçok birey etkileşi rnde b u l u nduğunda varolu r". 'Topl um eğer sadece . . . somut gerçeklikler olan bir bireyler toplu­ luğu ise, bireyler ve davranışları bilimin gerçek nesnesini oluştu­ rur ve toplum kavramı buharlaşır... Açıkça var olan şey asl ında sa­ dece tek tek insanlar ve onların koşulları ve etkinlikleridir: Bu yüz­ den, görev sadece onları anlamak olabilir, oysa toplumun sadece ideal bir sentezle ortaya konabii en ve asla kavranamayan­ özü fikri gerçekliğin araştırılmasına yönelen bir düşünme nesne­ sini biçimlend irmemelidir" (Frisby, 1 984). Bundan dolayı, Simmel'in formel sosyolojisi, toplumsal hayatın hem biçimi hem de içeriğini açıklayacak bir temel olarak, felsefi ana­ l iz ve sosyal psikolojiyi birleştirme çabasıdır. lmmanuel Kant'ın bilgi felsefesini ku llanan Sim mel'in biçimler düşü ncesi, bilg i n in basitçe somut ve nesnel bir dış gerçekliği n gözlenmesi ve s ı n ıfland ırılmasına daya n madığını, daha ziyade toplu m u n, bireyler ve g rupların -sosyal eylem ve sosyal hayatın biçimleri veya kategorileriyle il intili ortak ve üzerinde birleşilen bir kavra msal çerçeve gel iştirmek a macıyla- yo­ rumla maya ve a n la maya çalıştıkları öznel bir deneyim olduğu fikrine daya nı r. Aile ve hukuk gibi toplumsal kuru mlar, sevgi ve ya bancı laş­ ma gibi kavramlar i nsanların onlara yükledi kleri a n l a mlardan bağ ım­ sız olara k varol mazlar. Bu yüzden, belirli bir kü ltür veya çevrede ya­ şayan birey g ruplarının gündelik hayatları ve toplu msal etkileşimle­ rinden bağımsız top l u m diye bir şey yoktur. Biçim/form kavramı, Simmel'in, kurumlar ve toplumsal süreçleri nesnel bir biçimde analiz ederken aktif insan özne düşüncesini alıkoyması n ı sağlamıştır... Form lar olmadan toplum olmaz. Sade­ ce Simmel'in 'büyük formlar' olarak adlandırd ığı şey sayesinde in­ san toplumunun kompleks gerçekliği anlaşılabilir (Swinglewood, 2000: 84)

56

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

KAVRAMSAL GELiŞiM Georg Simmel, formel sosyolojisi nedeniyle, sosyal psikoloji v e sem­ bol ik etkileşi meilikle ya kından i lişkilid i r. S immel, küçük grup dinam ik­ leri ve il işkileri konusundaki çalışmalarla büyük ölçüde özdeşleştiril­ miştir. Sosyal il işkilerin ayrıntıl arı ve karmaşık yanlarını deneme tü­ ründen yazı larla ya kalama yeteneği çal ışmaları n ı n temel bir karakte­ ristiği olsa da, S i m mel, sosyal yapı, sosyal fa rklılaşma, d i n, para ve sosyolojinin doğası hakkında da kapsamlı olara k yazmıştır. Onun sosyolojiye katkısı psikoloj i k olduğu kadar felsefidir. Simmel formel sosyolojiyi, kendi sosyoloj i k analizinin temeli olarak, sosyoloj i n in bir bilim olma iddiasına destek olma aracı ve onu diğer sosyal bilimler­ den ayıran bir araç olara k kullanır. Ancak Simmel bu anlayışı toplumu genel d üzeyde a n a l iz edebilecek geniş kapsamlı ve sistematik bir sosyolojik kurama dönüştürememiştir. G erçekte 1 9 1 3'te onun sosyo­ lojiye i lgisi aza l mıştı. Onun çalışmalarını yeniden canlandırmaya, rafin e etme ve geliştirmeye yönelik daha sonraki g irişi mler fazla ba­ şarı l ı olamamıştır, bunlardan e n kayda değer olanı Leopold von Wie­ se'ın g irişi m idir. Simmel'in görüşleri n i n bölük pörçük, dağ ınık ve birbirinden kopuk yapısı, empirik ka nıtlardan çok i mgeler kullanması, maka leleri n i n üsiCıbu, çalışmalarını oldukça kişisel ve neredeyse tek­ ran olana ksız kılmıştır. Sosyolojinin -devlet, sınıf, refah gibi- daha makro sorunlarından ziyade, gündelik hayatın i nce ayrıntılarına, sosyal i lişkilerin mahrem ya n la rına odaklanma yeteneği, onun hem güçlü hem de zayıf yanı, modern sosyoloji üzerindeki etkisinin hem sınırlı hem de dalaylı olmasının nedenidir. Sosyal analizinin -kadın hakları ndan modern Metropole, Goethe'den Rambrandt'a kadar yayılan- zenginliği ve çeşitliliği ve sürekl ilikten uzak görüşleri, Sim­ mel'in okuyucularını çoğu kez ayd ı n l attığı kadar engellemiştir. Her zaman diğer öncüler üzerinde Simmel'e uygun bir köşe sağ­ layan şey çalışmasının mikro-sosyolojik karakteridir. O insan ilişki­ sinin küçük ve mahrem unsurlarını küçümsemez, ne de insanlara, somut bireylere kendi kurumlar analizinde öncelik tanımaktan vazgeçer (Nisbet, 1 966: 480). Georg Si mmel'in yaklaşımı oldukça özg ün ve bireyseldir, bu yak­ laşım 1 960'1ara dek modern sosyolojide baskın ve yönlendirici ko­ numda olan Comte, Spencer ve Durkheim'in pozitivist perspektifine açık bir alternatiftir. Pek çok i nceleme yazısında hakkında yorumlar yapılan Simmel'in çalışma ları tekrar okumayı, ca nlandırılmayı ve yeniden değerlendirilmeyi hak etmektedir. Bryan Turner'in ( 1 985)

FORMEL SOSYOLOJi

57

yoru m uyla, "Sim mel, sosyoloji disiplininin temellerini Max Weber özel bir disiplin olara k sosyolojiye eğil meden çok daha önce atmış­ tı r". Simmel'in mikro-sosyolojiye odaklanması ve sosyolojik deney­ lerden ziyade 'sosyoloj i k i mgelemler'e tutkusu fenomenolojiye, sem bol i k etkileşimeilik ve etnometodolojiye, Chicago Sosyoloji Oku­ lu ve 1 920'1er ve 1 930'1arda kentsel h ayat araştırmaları n a i l h a m kay­ nağ ı o l m u ş ve onları biçimlendirmiştir. Georg S i m mel, kendi yaşad ı ğ ı dönemde marjinal bir konuma iti lse d e , modern sosyolojide kapsam­ l ı bir etki yaratmış v e hatta 1 984'te David Frisby tarafı ndan biyografi­ sinin yazıl masının ardından a kademik d ünyada yakın l a rda bir röne­ sans yaşanm ıştır. Henrik 0rnstrup'un (2000) ifadesiyle, Bugün Simmel -Max Weber ve Ferdinand Tön nies gibi çağdaşla­ rıyla beraber- modern sosyol oj i n i n kurucu babalarından biri ola­ ra k görü l m e ktedir.

AYRlCA BAKINIZ •



POZiTiViZM -sosyoloji ve topl u m a i l işkin karşıt b i r bakış açısı için POST-MODERNiZM ve S i mmel'in bazı fikirleri n i n yen iden can la n ışı

OKUMA ÖNERiSi FRISBY, D. ( 1 984), Georg Simmel, Tavistock PAMPEL, F.C. (2000), 'Geo rg Simmel and Forms of Social lnteraction', Ch. 4, Pampel, F.C., Sociological Lives and ldeas: An In troduction to Classical The­ orists, Macmi l lan, Basingstoke

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi FRISBY, D. (ed.) ( 1 994), Georg Simme/: Critica/ Assessments, Routledge, London SIMMEL, G. ( 1 892), The Problems of the Philosophy of History, Free Press SI MM EL, G. ( 1 900), The Philosophy of Mon ey, Routledge and Kegan Paul SI MM EL, G. (1 950), The Sociology of Georg Simme/, Free Press SI MM EL, G. ( 1 955), Conflict and the Web of Group Affiliation, Free Press TURN ER, B.S. (1 985), 'Georg Simmel', Thinkers ofthe Twentieth Cen tury, Firethorn Press WAlTER, P. (1 998), 'Georg Simmel', Ch. S, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thinkers, Macmil lan, Basingstoke Çeviri: Hacer Harlak

Gemeinschaft-Gesellschaft Ferdinan d Tönnies Ferdinand Tönnies ( 1 855-1 936) Kuzey Almanya Schleswing-Hol­ stein'de varl ıklı bir çiftçinin oğlu o larak d ünyaya geldi. Strasburg, Jena, Bonn, Leipzig ve Tübingen Ü niversitelerinde filoloji, felsefe, teoloji, arkeol oji ve sanat ta rihi eğitimi gördü. 1 887'de Tübingen Ü niversitesi'nde Klasik filoloj i dok­ torası nı ta mamladı. Babasından maddi destek gören Tönnies araş­ tırmalarını Berlin ve Londra'da sürd ü rd ü ve ardından ekonomi, istatistik ve son o larak sosyoloji profesörlüğü unvan iarı kazandı. Fikirleri ve Ya hudi düşmanlığına sal d ı rı ları yüzü nden Naziler tarafı n­ dan kovuluncaya dek Kiel Ü niversitesi'nde çalıştı ( 1 9 1 3-1 933). Tönn ies'in hayatı ve d ü şüncelerini etkileyen temel fa ktörler şöyle sıralanabilir: •







Köy hayatını anlamasına yard ı mcı olan çiftçi kökeni Yeni bir evrensel din fikrine ilg isine ve ahlaka vurgusuna ilham kaynağı oluşturan a n nesinin Lutherci kökeni Weber, Durkheim gibi çağdaşları ve öze l l i kle -Alman Sosyol oji Derneği'ni birlikte kurdukları- Georg Simmel ve Werner Sam­ bart. Diğerleri gibi o da sosyal bilimleri sayg ın bilimsel bir d isip­ lin hal ine getirmeye çalıştı. B i rçok seyahat yaptı. Siyasal sempatileri. Tön n ies, aslında muhafazakar bir tabiata sa hip olsa da, sosyalist ve mil l iyetçi ha reketlerle aktif olarak i lgi-

GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT

59

lendi, Finlandiya ve i rianda Bağımsızlık Hareketlerini destekledi ve Nazizme karşı Alman Sosyal Demokrat Partisi'ne katı ldı. Fa­ bian ve Marksist düşüncelerden büyük ölçüde etkilendi. Bu çeşitli faktörlerin etkisinin yanı sıra, mali ve akademik ba­ ğımsızlığı ve geçmişe -geçm işin gelenekleri, istikrarı ve a hlakı­ na- duygusal bağ l ı l ı ğ ı onun temel çalışması Gemeinschaft/ Ge­ sel/schaft'a ( 1 887) ya nsım ıştır. O, çoğu çağdaşı gi bi, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'yı büyük ölçüde etkisi altına alan kapsamlı değişi ml eri -özelli kle, geçmişten temel bir kopuş olara k gördü­ ğ ü sanayileşme ve kentleşmeyi- a nlamak için yoğun çaba gös­ terdi.

FiKiR Eski geleneksel ve tarımcı hayat tarzını yeni modern ve kentsel hayat tarzıyla hem ideal tipler hem de farklı ve karşıt topl umsal ilişkiler ve hayat tarzları bağlamınd a karşılaştırmayı ve a radaki farklılıkları o rtaya koymayı a maçlayan Gemeinschaft/Gesellschaft kavram çifti ce­ maat/topluluk sosyolojisinin kurucu ba ba larından Ferd inand Tön­ nies'in yazılarına kadar götürü lebilir. Yakın dostları ve çağdaşları -Weber, Durkheim ve Georg Simmel­ gibi 1 800'1erin sonlarında yazan Ferd inand Tönnies, Avrupa ve Ame­ rika'yı baştan aşağı değiştiren büyük toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşümleri, özel l ikle sanayileşme, kentleşme ve bizzat ta n ı k olduğu geçmişle köklü kopuşları anlamaya çal ıştı. Tönnies, temel çalışması Gemeinschaft-Gesel/schaft'ta geçmişteki topl u m lar ile giril mekte olan sanayi çağı Avrupası arasındaki temel farkl ı l ı kları, özel l ikle toplumsal il işkilerdeki değişimin doğası ve kapsamını kavramaya çalışır. Gemeinschfat terimi genel likle 'topluluk'/'cemaat' olara k çevrilir. Terim geçmişin uyum ve istikrar çağı n ı n romantik anılarını çağrıştırır. Fakat Tönnies teri mi daha özel anlamda, büyük ölçüde kişisel, ya kın ve sürekli insan il işkilerini anlatmakta ku llanm ıştır: bu i lişkiler içindeki bireyler, tıpkı a ilede olduğu g i bi, ta mamen değilse de, büyük ölçüde gerçek dostlar g ru buna veya sıkıca b i rbirine bağlı bir gruba katılmak­ tadırlar. Tönnies, bu komünal bağları, herkesin yerini bildiğ i, statü­ nün atfed ildiği, toplumsal ve coğrafi ha reketl i l iğin s ı n ı rl ı olduğu ve tüm hayat tarzının homojen bir kültüre, örgütlü d ine dayandığı ve iki temel sosyal kontrol birim i -a ile ve kilise- tarafından desteklenen kesin bir değerler ve ahlak kura l ları tarafı ndan düzenlendiği gelenek­ sel köy topluluklarıyla ilişkilendirmeye çalışır. Bu küçük top l u m larda

60

SOSVOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

herkes birbiri n i ta n ı r ve ka n bağ ıyla veya evl i l i kle birbirine bağ l ı d ı r. Toprağa, a krabalara ve doğadaki düzen lil iklere bağ ımlı olan bu bi­ reylerin çok azı ken d i topra klarından uza klaşır. i l iş kiler daha doğal, orga n i k ve duygusal görünür. B u ilişkiler bugünkünden daha fazla anlama sahip görünmektedir. Gesellschaft terimi genel l ikle 'topl um' veya 'birlik' olarak çevri lir. Tönnies bu terimi, gemeinschaft'la karşıtl ık içindeki her şeyi, özellikle modern kent hayatının görü nüşte kişisel l i kten-uzak, ya pay ve geçici ilişkilerini a nlatmak için kullanmıştır. Ticaret ve sanayi kişinin başkala­ rıyla ilişkilerinde daha hesa plı, daha rasyonel ve kendi çı karına yöne­ lik bir yaklaşım içinde olmasını gerektirir. Biz insanları yakından tanı­ mak yerine, daha ziyade onlarla sözleşmeler veya anlaşmalar yaparız. i şimiz ve hatta g ündelik ilişkilerimiz esas olara k bir amacın, diğerle­ rinden bir şeyler almanın aracıd ı r. Bu yüzden onlar dar ve sınırlıd ır. Biz bir tezgahtar veya banka memuruyla bir şeyler almak için konu­ şuruz. Modern sanayi hayatında d uygu ve yakınlığa yer yoktur. Bizler, hayatı n genel akışının g iderek hızlandığı, daha dinam ik, rekabetçi ve büyük ölçekli hale geldiği bir toplumda, ekonomik i lerleme, daha yüksek bir hayat standard ı ve statü mücadelesi veririz. Tek bir kültür yerine çok az toplumsal yaptırı ma sahip birçok fa rklı hayat tarzı var­ d ır. Tön n ies'in tipolojisinde çoğu kez kentteki roller ve i l işkiler köyde­ kilerle karşılaştırılır -örneğin, dostça davranan köy bekçisiyle kent polisi, neşeli Çiftçi Giles ile 'yüz-süz' bü rokrat, kırın sessizliğiyle kentin 'keşmekeş'i. Tönnies bu tipolojiyi, ayrıca, örneği n dost ve tanıdık bir aile işini modern bir şirket içi ndeki il işki nin biçimi ve niteliğ iyle karşı­ laştı rmakta kullanmıştır. Benzer şekilde, Tönn ies büyük ölçüde kö­ tümser görü nür; o, sanayileşmenin bir anlamda topluluk­ lar/cemaatleri ve böylece uygarlığın asıl temelini yıktığını iddia eder görü n ü r. Ancak o, ayrıca, bu terim çiftini orga nizasyonlar, kü ltür ve i nsan 'irade'si üzerine sosyolojik bir a nalizin bir parçası olarak da ku llanmıştır: bu ana lizle Tönnies, i l kel tarımcı komü nizmden sanayi toplumuna ve a rdından gemeinschaft'ın yen iden ortaya çıkaca ğ ı gelecekteki düzene kadar, insanın toplumsal evri m i n i ana l iz edecek bir temel ol uşturmayı amaçlıyordu. Burada Tönnies a l ışılagelmiş davran ı ş biçimleri kadar içg üd üsel veya geleneksel davranış biçimle­ rini de içeren 'doğal irade' (wesenwille) ve rasyonel irade (kurville) ayrı m ı yapar. O da, Durkheim ve Weber g ibi, modern kentsel toplu­ mu temel toplumsal ya pılar ve hayat ta rzlarının bir ya nsıması olarak görür. Tönnies geçmişin kaybolmasının, geleneksel insan il işkileri ve d iğer insanla rla ilişki lerin ortadan kal kmasın ı n yasını tutmaya yar-

GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT

61

dımcı olmaz, hoşla n masa bile değişmenin kaçınılmazlığını ka bul eder. Fakat Tön nies bu büyük şemayı asla tamamlamadı. Ayn ı şekilde o, bu iki terimi asla belirli bir yere yerleştirmeyi denemedi. Hatta kuvvetle ima etse bile, asla kırsal toplumların bir top l u l u k/cemaat duygusu yaratırken kentsel topl umların bu duyguyu yıktığını söyle­ medi; daha ziyade gemeinschaft ve gesel/schaft'ın iki saf veya ideal tip olduğ unu öne sürdü. Gerçekte, ikisinin bir ka rışımı söz konusu ola­ caktır -kentte bir ölçüde gemeinschaft, köyde bir ölçüde gesel/schaft. Ne de o, sanayileşmenin topluluk hayatın ı n çöküşüne yol a çtığını söyledi, daha ziyade gemeinschaft'ın zayıflaması n ı n sınai kapitalizm in büyüyüp gel işmesi için gereken koşulları, rasyonal izm, hesapçı alış­ ka n l ıklar ve sözleşmeye daya l ı i l işkileri yarattığ ı n ı öne sürdü. Hatta o, gemeinschaft gücünü yitirirken suç ve i ntiharın arttığını söyleyerek, bu kavram la rı sapkı n l ığı analiz etmekte ku llandı. Tönn ies sonra ki çalışmalarında tipik kırsal ve kentsel suçlar ayrımı yapar: bir yanda köy topluluklarının 'suçl ular'ı (yan i, kundakçılar ve haydutlar), öte yanda kasabalar ve kentlerde karşı laşılan 'dolandırıcı­ lar', kentsel ortamları n hırsızları, soygu ncuları ve dolandırıcıla rı; ken­ diliğinden ve fevri suçlara karşt kentsel toplu m u n daha hesaplı, ön­ ceden tasarl a n m ış ve acımasız suçl u l uğu. Tönnies gesellchaft içinde ve modern toplumlarda sınıf bilincinin ve sınıf çatışmaları n ı n gelişeceği n i öngördü. Gemeinschaft'ın fikirleri ve ideallerini caniand ırabi iecek yen i bir kü ltürü n, yen i bir hayat tarzı­ nın desteklenmesi ve gel iştiril mesine gerek vard ı. Bu yüzden o, sos­ yalizmi ve sosyal reformları destekledi ve nasyonal sosya l izme ve kendi düşünceleri n i n Nazi versiyo n u olan 'Volksgemeinschaft' düşün­ cesine şiddetle karşı çıktı.

KAVRAMSAL GELiŞiM Gemeinschaft ve gesel/schaft kavram çifti Tönnies'in sosyoloji ta rihi kita plarına küçük topluluk a raştırmaları n ı n ve kent sosyolojisinin kurucu babası olara k geçmesini sağladı. Onun kitabı 1 930'1ara kadar yayg ı n olara k okunmasa da, her toplum tipin i, topluluk/cemaat haya­ tının her yön ü n ü a raştıran pek çok araştırmaya (örneğin, Du rkheim ve Simmel'in çalışma ları) i l ha m kaynağı oldu ve 1 900'1er Ameri­ ka'sında ü n l ü Chicago Okulu'nun kent araştırmal a rı n ı ö nemli ölçüde etki ledi. Robert Redfield ( 1 930) ve Louis Wirth gibi sosyal bil imciler kırsal-kentsel sürekl ilik teorisi geliştird i ler: söz konusu ça lışmalarda, "tü m insan yerl eşimlerinin birbirleri n i yıkma eğil i m i nden söz edile-

SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

62

rek", özel likle kırsal ve kentsel hayat tarzları 'iki kutup' olarak birbiri­ nin karşı sına kondu. Başka deyişle, nastl yaşadığınızı yaşadığ ınız yer belirler. Ancak, böyle bir 'topl uluk' araştırması akademisyen l erle s ı n ı rlı değildir. O, 60'1arın 'hippi' komün lerine, -kasaba planlamacıla­ rın ve kentsel orta s ı nıfın kentte çalışıp banliyölerde oturan kesimle­ rinin (comm uters) gözdesi olan- yen i kasaba lar ve bahçe-kentler gibi fa rklı hareketlere ilham kaynağı olmuştur. Ö nceden açıklandığı üzere, Tön nies'in topl u luk/cemaat analizi yukarıdakinden daha incelikli ve daha komplekstir. Toplu l u k/cemaat araştırmaları geleneği, onu özel bir yerle sınırlandırarak, gemein­ schaft/ gesel/schaft'ın dar, hatta çarpıtıl m ış bir türünü ü retti ve (Yo­ ung ve Wilmot'un Bethnal G reen araştı rmasında olduğu g ibi, 1 982) kent içindeki birbirine sıkıca bağlı topl ulukların varl ığ ı n ı veya (Ray Pahl'ın ban l iyö-köyler a raştırmasında olduğu g ibi, 1 965) kırsa l 'sınıf çatışması'nın varl ı ğ ı n ı göstermek amacıyla a raştırmalar başlatı ldığın­ da, kı rsal-kentsel sürekl i l ik teorisi h ızlı bir gelişme kaydetti. Raymond Wil l iams'ın ( 1 973) geleneksel topluluğu sadece 'bastırılanın ka rşılıkl ı­ lığı' olarak, Ortaçağ köyl ülerinin acımasız hayat koşu llarına tepkileri ve orta sınıfın zul ü m ve baskısı olara k a n a l izi bu miti daha da bozgu­ na uğratm ıştır. Son olarak, Tönnies'in gemeinschaft! gese/lschaft yo­ rumunda bile 1 960'1arda Amerika'da patlak veren ırksal ayaklanmala­ rı açıklayabilecek hiçbir şey yoktu; ve daha genç, daha radikal kent sosyologları modern kentin biçi m i n i n ve onun sakinleri n i n davranış­ ları n ı n belirlenmesinde güç ve sınıf çatışmasının etkisini aydınlata­ bilmek için Marx ve Weber'in teorilerine döndüler. Bugün Tönnies, -Durkheim, Marx ve Weber'in aksine- modern sosyoloj iye ilham kaynağı ol maktan çok sosyoloji tarihi kita plarında yer alan biridir. Ancak, 'topl u l u k araştırmaları' insa n la ra ilham kayna­ ğı ol maya devam ettiğ i sürece gemeinschaft-gesellschaft kavramları bu çalışmalarda hayat bulmaya devam edecektir.

AYRlCA BAKINIZ •

iNSAN EKOLOJiSi ve KENTLEŞME

OKUMA ÖNERiSi SLATIERY, M. (1 985), Urban Sociology, Causeway Press

GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT

63

ILERi OKUMA ÖNERiLERi FALK, J. (2000), 'Ferdinand Tönnies', Andersen, H. and Kaspersen, B.K. (eds.), Classica/ andModern Social Theory, Blackwell, Oxford PAHL, R. ( 1 965), Urbs in Rure, Weidenfield & Nicholson RED FIELD, R. (1 930), Tepotzlan: AMexican Vii/age, A Study of Fo/k Life, U niversity of Chicago Press TÖNNIES, F. ( 1 9 5 1 ). Communityand Society, Harper Row [1 887] WILLAMS, Raymond. ( 1 973), The Country and the City, Chatto & Windus, 1 973 WIRTH, L.N (1 938), 'Urbanism as a Way of Life', American Journal ofSociology, vol. 44, p. 1 -24 YOUNG, M. AND WILMOTT, P. (1 962), Family and Kinship in East London, Pen­ guin, Harmondsworth

SINAV SORULARI "Kırsal ve kentsel hayatın karakterlerindeki farklılıklar, uyg u n şekilde, topluluk/cemaat ve birlikler arasındaki karşıtlıkta özetlenebili r" iddia­ sını tartışınız. (WJEC Haziran 1 987) 2 "Sanayi-öncesi toplumları daha ziyade yakın kişisel ilişkiler, sanayi toplumlarını da kişisel-olmayan ilişkiler karakterize eder." Tartışınız. (Cambridge Yerel Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 987) 3 Topluluk/cemaat duygusu modern toplumlarda kaybolmuştur.' Bu tezi destekleyen ve karşı düşen kanıtları tartışınız. (Cambridge Yerel Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 986) 4 Küçük topluluk araştırmaları sosyolojisinin paradoksu, sürekli olarak, topluluk/cemaat ilişkilerinin yıkıldığını öngören bir teorik yapı ile on­ ları varlıklarını sürdüklerini düşünen ve bunu olumlu karşılayan empi­ rik araştırmalar topluluğunun mevcudiyetinde yatar. (Abra m s: Work, Urbanism and lnequality.) Açıklayıp tartışınız. (AEB Haziran 1 983, s. 1 ) 5 "Kasabalara göç 'gelişmiş' veya 'gelişmekte olan' toplumlarda topluluk! cemaat bağlarında kopmaya yol açar" görüşünü tartışınız. (Cambrid­ ge Yerel Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 987) 6 Kentleşme kaçınılmaz olarak 'topluluğun kaybıyla sonuçlanır' görüşü­ nü ta rtışın ız. (AEB, Kasım 1 989) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Oligarşinin Tunç Yasasi Robert M ichels Robert Michels ( 1 876-1 936) Almanya, Cologne'da Alman ve Fransız­ Belçika kökenli bir anne baba n ı n oğlu olara k d ü nyaya geldi. Hal le, Marburg Ü niversiteleri ve Gaetano Mosca'yla arkadaş oldukları ve sonradan Max Weber'in h i mayesini kazandığı Tarina Ü niversitesi'nde eğitim gördü. Başlangıçta aktif bir sosyalist ve Alman Sosyal Demok­ rat Partisi üyesiyken, Partin i n devrimci tezleri ile oldukça temki n l i politika l a rı a rası ndaki uçurumu fark etti. Weber rehberl iğinde rad ikal eylemden akademik kariyere yöneldi. Basel'de E konomi Profesörü oldu ( 1 9 1 4) ve Roma Ü niversitesinde siyaset sosyolojisi öğretim üyesi ( 1 926), Amerika Birleşik Devletlerinde konuk profesör ve daha sonra Perugia Ü niversitesi'nde Ekonomi Profesörü o larak ça l ıştı. Onun temel ça l ışması, 'ol igarşinin tunç yasası'nı ana hatlarıyla açıkladığı Siyasal Partiler'd ir ( 1 9 1 1 ). Ayrıca o, m i l liyetç i l i k, faşizm, aydın ların rolü, seçkinler, toplumsal hareketlilik ve cinsel a h lak konu­ larında da yazmıştır.

FiKiR Oligarşinin t u n ç yasası teorisi yirm inci yüzyıl başında v e Biri nci Dü nya Savaşı'ndan ve onu izleyen yoğun siyasal, ekonomik ve toplumsal değişimlerden sonra yazan siyaset bilimci Robert Michels'ın gel iştir­ diği bir fikirdir. Başlangıçta aktif bir sosyal ist ve Alman Sosyal Demok­ rat Partisi'nin bir üyesi olan Michels za manla rad ikal politikalar ve özellikle devrimci örgütlenmelerden uzaklaşmaya, sosyalizm ve Ma rksizm'i sert bir şekilde eleştirmeye başladı ve sonunda devrimci eyleme ve kitlelere inancını kaybederek faşizmin bir savunucusuna dönüştü. Demokrasi ve radikal eylemden bu sağuma onun oligarşi teori­ sinde ve 1 9 1 1 'de yayın lanan temel çalışması Siyasal Partiler'de açık

OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI

65

bir biçimde görü l ü r. M ichels'ın tezine göre, ö rgüt demokratik görün­ düğünde bile, her za man ve her yerde oligarşi, yani azınlık yönetimi kaçınıl mazd ı r. Daha da kötüsü, azı n l ı k yönetim i kaçın ıl ma z olma kla, bir Tu nç Yasa olmakla kal mayı p, nihayetinde her zama n azınlığın çıkarla rının bir yöneti midir. Devrimci örgütler, hatta 1 920'Ierin sosyalist partileri bile, a maçları ve tutkuları ne kadar rad i ka l olursa olsun, ne kadar demokratik görü­ nürlerse görünsün ler, nihayetinde temsil ettikleri kitlelerden ziyade tepedekilerin ihtiyaçları ve tutku larına hizmet edeceklerdir. "Demok­ rasiden söz eden aslında örgütten, örgütten söz eden gerçekte oli­ garşiden söz etmektedir" (Michels, 1 9 1 1 ). Michels, teorisyen dostları Pa reta ve Mosca gibi, yüzyı l ı n başı nda, kitle demokrasisinin Avrupa'yı hakim iyeti a lt ı na a l ı r görü ndüğü, sos­ yalist ve kom ü n ist fikirleri n revaçta olduğu ve gerçek demokrasinin halkı n kendisi için, kendisi tarafından yönetimin in- geld iğinin ilan edildiği bir dönemde yazmıştır. Ancak Michels, tıpkı Pareta ve Mosca gibi, g iderek bu demokrasinin imkansız hale geldiğini ve oligarşinin kaçını lmaz olduğunu düşünmeye başlar. Onu n tezinin temelini, kitle demokrasilerinde örgütlenme ihtiyacı ('demokrasi örgütsüz d üşünü­ lemez') ile büyük örgütlerin oligarşi eğilimi ('Kim organizasyondan söz ediyorsa, ol igarşiden söz etmektedir') a rası nda bir çelişki bulun­ duğu düşüncesi ol uşturur. Bir kitle demokrasisinde, birey tek başı na bir güce sahip değildir. Sadece örg ütler içinde d iğerlerine katılarak sesini d uyurabilir ve bu d urum özellikle eğitim ve paradan, siyasal dizgin leri ele geçirecek bağlantılardan yoksun ça lışan s ı n ıfla r için doğrud u r. Ancak, delegeler "kitleleri temsil etmek ve onların iradesini gerçekleştirmek" amacıyla seçilecekleri için, bu kitle örgütleri içinde kararların alın masında kimse beli rleyici kon u mda olamaz. Ayrıca, etkili olmak için bu örgütlerin tam-gün çalışan elemanlara ve idari kura l la r ve d üzenlemeler hiyera rşisine ihtiyaçları va rdır. Fakat, gerek resmi görevl iler gerekse örgüt l iderleri arasında çok geçmeden o l i­ garşik eğilimler gelişmeye başlar. •





Memurlar bilgi üzerindeki uzma n l ı kları ve güçleri ni kararları et­ kilemek için giderek daha fazla ku llan maya başlarlar. Giderek, bürokrasi lerde bir kariyer yapısı gelişir ve 'terfi çılgınlı­ ğı' ortasında, kişinin üstlerine itaati çok geçmeden yetenekten fazlasını anlatmaya başlar. Böylece, bireysellik ve eleştiri kısa bir süre içinde ortadan kal d ı rılmaya ve ezi l meye çalışılır ve tepede­ kilerin gücü artırıl ır. Giderek, bu örgütlerin tepesindekiler, örgütün hedeflerine

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

66



ulaşmakta n çok kendi g üçleri ve ayrıca l ı klarını s ü rd ü rmekle ilgi­ lenirler. Örgüt bir a racın a macından ziyade bizzat a maç haline gelir; örgüt politikaları, rad i ka l eylemler, örgütün yıkımına yol açabilecekleri korkusuyla, giderek daha muhafaza kar ol maya başla r; l iderlik tüm karar meka n izmas ı n ı ve atamaları hakimiye­ tine alır ve kendi g ücü üzeri ndeki denetimleri kaldırır ve müm­ kün olduğu yerlerde, kendini örgütün can damarı ilan eder. Giderek, s ı radan üyeler kendileri n i örgütten, karar a l ma sü re­ cinden dışianmış halde bul urlar. Onlar toplantı l a r ve belgelerin kuralla rı, işlemleri ve özel d i l i n i a n laşıl maz bul u r ve topla ntılara, kararlara katı l mayarak ve böylece l ideri n gücünü artırarak tepki verirler. Ö rgütsel ya pıların tepesindekiler el it bir hayat tarzı be­ nimse meye ve hatta bu yüzden çalışma yerine dönmeyi çok zor bul maya başlarlar. Onlar kendi başlarına yeterli oldu klarına inan maya, kitlenin aşırı övgüsünü doğal görmeye ve örgüt için, 'insa n l a r' için en iyi olanı sadece kendilerinin bildikleri propa­ gandala rına i n a n maya başlarlar.

Michels'ın tezi ya pısal ve psikolojik bir örgütler analiziyle birleşti­ rilir. Böylece bu tez üç temel unsura daya n ı r: ı . kaç ı n ı l maz

olara k 'kendine has bir hayat tarzı' geliştire n örgüt­ sel bir makinenin kurulması ve sürdürülmesiyle ilgili tekn ik fak­ törler; 2. örgütsel l iderlik psikolojisi ve l iderlerin tü m bedel leri göze ala­ rak güç kazanma mücadeleleri; 3 . kitle psikolojisi, güçlü lideriere ihtiyaç d uyan astlar, ne yapılma­ sı gerektiğ i n i n söylenmesi i htiyacı. Ö rgütü n çoğu kez rad ika l veya idealist i l k hedeflerinin yerine ör­ gütü sürd ü rme ve l ideri güçlü konumda tutma hedefleri n i n geçtiği bir 'hedef kayması' süreci yaşanır. Demokrasi bastı rıl ı r, üyeler d ışlan ı r v e örgütün hedefleri v e ihtiyaçları v e l ider kadrosu onun temsil ettiği halkın hedefleri ve i htiyaçlarına baskın çıkar. Sonuçta, bazı devrimci l iderlerin "Parti benim" düşü ncesine i n a n maya başlamalarıyla Parti ı . öncel ik haline gelir Michels tezin i desteklemek için, ı 900'Ierde rad ikal politikalar ve gerçek demokrasinin somut örneği olarak görünen Alman Sosyal Demokrat Partisi ve send i ka hareketi örgütlenmeleri n i n ayrıntılı bir a na l izin i ( ı 93 ı ) yapar. Onlar kitle demokrasisini uyguladıkları idd ia­ sındad ı rlar: işçi s ı n ıfın ı temsil etti kleri ni öne sürer, kapital izmi devirip yerine sosya l izmi kurmak için tasa rlanmış örgütler old uklarını iddia

OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI

67

ederler. Ancak, uygula mada, onların eylem ve politika ları devrimci olmaktan çok reformist ve SDP l iderlerinin Alman 'kuru luşu'nun bir parçası oldu kları noktada m u hafazakardır. Bu yüzden M ich els'e göre, nasıl örgütler içindeki demokrasi başarısızlığa mahku msa , toplu mda­ ki demokrasi de büyük ö l çüde başarısızlığa mahku mdu r ve bu du­ rum, ister kapitalist ister komün ist, her topl um tipi için geçerlidir. Demokratik liderlik sadece bir seçkincil i k tipi, sosyalizm de kitleleri kontrol altına almakta kullanılan yeni bir ideoloji biçimidir. 1 930'1arda faşist ü l kelerde total iter hükümetlerin o rtaya çıkışı bu teoriyi sadece teyit etmiştir. Başlangıçta, Michels bu tür analizierin örgütün sıradan üyelerini sosyal i st partiler ve sendikaların kontrol ü n ü yeniden ele geçirmeye iteceğini ve l iderliği köklü eylemiere zorlaya cağı n ı umu­ yordu. Ancak o, daha sonraki yıllarda, kitlelerin bec eriksiz ve d uyarsız, psikolojik o la ra k yön lendirilmeye muhtaç oldukl a rı ve tam l iderliğin onaylandığı yarg ısına u laştı: "! iderler kendi güçleri n i a sla kitlelere bırakmazlar, sadece yerlerini bir başka yeni l idere bırakı rlar." Onun Hitler ve Mussolini'nin yeni faşist rejimlerine saygısının ve ilgi alanı­ nın örgütsel özellikler bağlamında g ü ç analizinden ö rgüt psikolojisi, l iderin karizması ve kitlelerin itaatine kaymasının sebebi budur.

KAVRAMSAL GELiŞiM Örgütsel güç konusundaki araştırmaların büyük çoğu n l u ğ u Mic­ hels'in tezin i desteklemektedir: •

Philip Selznick'in, örneğin, Tennessee Vadisi Otorite Araştlfması ( 1 966), 1 930 Amerika ekonomik çöküntüsü sırası nda uygula­ * maya konulan New Deal politikasının bir parçası olarak gerçek­ leştirildi; bu organizasyonun, bölgedeki ilgili sırada n insa nların çıkarlarını temsil etse ve geliştirse bile, çok geçmeden varl ıklı beyaz çiftçi lerin kontrol ü ne geçtiği görü l d ü . Selznick'e göre, sadece böyle bir ele geçirmenin, böyle bir 'hedef sapması'nın kabulü TVA'nın varl ığını sürdürmesini sağlayabilir, zira çiftçiliğe karşı olmak onun ölümü a n lamına gelecektir. M i chels'in tezi Robert McKenzie'nin i ngiliz siyasal partileri a ra ştırmasında ( 1 964), çok öneml i ideolojik farklılıklara rağ men, i n giliz i şçi ve

'

New Deal: 1 930'1u yıllarda ABD'de halka iş sağlamak, toplum sal ve ti cari durumu geliştirmek, iyileştirmek için hükümet tarafından çıkarılmış yasalar ve uygulamaya konulmuş önlemler paketi (Longman -Metro, Büyük ing i l izce-Türkçe-Türkçe Sözl ü k, Longman Group Uk Limited ve Metro Kitap Yayın Pazarlama Şirketi, istanbul 1 993.

[Ü. T.]

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

68



Muhafazakar partilerinde oldukça benzer politikaların benim­ sendiğ ini göstermek için ku llanıldı. Stalin Rusya'sından Çin'e kadar sosya list ve kom ü nist parti ler üzerine a raştırmalar aynı oligarşik eğilimin varlığını gösterir ve Eva Rosenfield ( 1 974) bu eğilime büyük ölçüde demokratik i s­ rai l Kibbutizm'inde bile rastlamıştır.

Michels'ın tezinin klasik örnekleri Fransız Devri m i, Sta lin dönemi Sovyet Rusya'sı ve Kamboçya'da Khmer Rouge yönetimidir, bu ör­ neklerde 'hal k adına' yola ç ı kan devrimci ve demokratik örgütler, devrimci sosyal izm bayrağı a ltında ve l iderin çıkarları için milyonlarca insa n ı tasfiye ve imha etmekte kul l a n ı l mıştır. Britanya'da, Thatcher'ın sendikalara saldırıları ve g izl i ayiama ko­ nusundaki yeni yasa lar, liderleri tarafından ihmal edildikleri ve yete­ rince temsil edilmed i kleri n i d üşünen birçok sendika l ı n ı n kal binde bir titreşim yaratmıştır. Bir kitle örgütündeki gerçek demokrasin i n varlığını tespit eden tek öneml i a raştırma Lipset, Trow ve Coleman'ın U l uslara rası Matha­ acılar Send i kası (ITU) a raştırması d ı r: bu usta matbaacılar sendikası, Amerika'da aktif kitlesel üyel ik sağ lamış ve birçok seçim, referandum ve iki-taraflı bir sistemle ol igarşiyi önlemişti. Fa kat, Lipset vd.nin de beli rttiği g i bi, ITU çok özel bir örnekti. B u örgüt siyasal ve toplu msal açıdan oldukça a ktif bir kitlesel üyel ik temelinde kuru lmuş eski bir gelenekti; bu tü r bir iç demokratik yapının başka sendikalar veya organ izasyonlara aşılanması ihtimali d üşüktü: çünkü onların ! iderleri, bu uyg ula maya, en azından kendi g üçlerine bir teh d it oluşturacağı düşü ncesiyle d i renç göstereceklerdi. Michels'in analizine başka bir temel eleştiri, Oligarşinin Tu nç Ya­ sası n ı n gücünün, yan i l ider kadrosunun gücü ele geçi reb i l me, örgütü üyelerinin çıkarlarını hayata geçirmekten çok kend i hedeflerine göre yönlendirebilme derecesinin örgütten örgüte değişebileceği şeklin­ dedir. Liberal demokrasilerdeki siyasal partilerde, örneğin, l iderl ik d üzenl i seçimlere ve genel seçimlerde l iderin yeterliliği ve yöneli mi­ nin sınanmasına ta bid ir. Aksine, sendika l iderleri ve büyük şirketlerin sahipleri incelemeye daha az açıktır, mu htemelen daha az kontrol edilir, hatta ş irketin üyeleri veya hissedarları tarafından daha az itiraz­ la karşılaşı rlar. Bu yüzden, M ichels analizinde farklı oligarşi tiplerini ayırmayı başara mamıştır. En azı ndan Batı demokrasilerinde seçme­ nin oy verirken hesaba kat ı l ma im ka nı vardır; d i ktatörlü kte devri mler d ışında halk bu güçten yoksundur. Bu eleşti rilere -daha doğrusu düzeltmelere- rağmen, Michels'in

OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI

69

tezi za m a n ı n sınavından özellikle başa rılı biçimde geçmiş ve seçkin­ ler teorisi ve güç d a ğ ı l ı m ı g i b i çeşitli a raştı rmalara kaynaklık etmiştir. Bir 'tunç' yasan ı n tek başına 'sosyolojik' bir yasa statüsün e sahip o l u p o l m a d ı ğ ı bir başka m eseledir. Onun başa rdığı şey, yü rürl ü kteki bütün demokratik topl umlar veya organizasyonları g üç konumundakileri sürekli sorg u l a maya ve halk yönetim l eri olmasalar bile, h a l k için çalı­ şıp çalışma d ı klarını sorg u l a maya zorlamasıdır.

AYRlCA BAKINIZ • • •

BÜROKRASi -Max Weber'in sanayi toplumunda güç anlayışı olarak GÖRELi ÖZERKLiK iKTiDAR SEÇKiNLERi -C.W. Mills'ın savaş-sonrası Amerika'da güç hakkındaki görüşü olarak

• •

SEÇKiNLER TEORiSi SÖYLEM -yirminci yüzyıl sonunda güç konusunda post-modern bir açıklama olarak

OKUMA ÖNERiLERi THE CROWTHER HUNT REPORT ( 1 980), (bkz. Kellner and Crowther Hunt Bibliyografyası) MCKENZIE, R. (1 964), British Political Parties, Mercury Books SEDGEMORE, B. (1 980), Seeret Constitution, Hodder & Stoughton, günümüzden bir örnek

iLERi OKUMA ÖNERiLERi LIPS ET, S.M., TROW, M. AND CO LEMAN, J. (1 956), Union Democracy, Free Press MICHELS, R. ( 1 91 1 ) , Political Parties, Free Press, Michels'ın kendi oligarşi araştırması. MOSCA, G. ( 1 896), The Ruling Class, McGraw-Hill PARETO, V. ( 1 9 1 6), Mind and Society, Dover ROSENFIELD, E. (1 974), 'Social Stratification i n a Classless Society', Lopreato & Lewis SELZNICK, P. (1 966), TVA and Grassroots, Harper

SINAV SORULARI Farklı toplum tipleri üzerine araştırmalar "toplumda güç daima bir azınlığın ellerinde olacaktır" tezini hangi ölçüde desteklemektedir? (London U niversity, Haziran 1 986) 2 "Her kim örgütten söz ediyorsa, oligarşiyi kastetmektedir." Michels'ın

70

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tezinin modern dünyada güç olgusunu a n l a makla ilişkisini tartışın ız. (London Un iversity, Haziran 1 987) 3 "Tüm örgütler birer oligarşidir." Bu görüşe ait ve karşı argüman ları tartışınız. (AEB, Haziran 1 989) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Pozitivizm Auguste Comte

FiKiR Pozitivizm tek geçerl i veya doğru bilgi biçi m i nin empirik bilimin ortaya çıkardığı bilgiler olduğunu savunan felsefi bir görüş olara k tanımlanabil ir. Empirik bilim ve bili msel metodoloji sayesinde do­ ğa yasalarının keşfini ve fizik, kim­ ya ve biyolojide doğa g üçlerinin etkileri nin ortaya konu l masını örnek alan pozitivistler, topl umun nasıl gel iştiğini açıklamak ve sosyal değişmenin temel nedenleri ve sonuçlarını o rtaya koymak için aynı metodolojiyi sosyal bilim iere uyg ularlar. Pozitivizm, sosyal dün­ yanın doğa d ünyasıyla özünde aynı old uğu, ikisinin de en iyi şekilde doğa bil imciler tarafından gel iştirilen 'bilimsel yöntem' kullanılarak araştırılabilecek nesnel bir gerçekl iğe sahip oldukları kabu l ü n e daya­ nır. Pozitivist bir perspektifte öznel duygular, yorumlar ve h isiere yer yoktur: bunun nedeni en azından, onların gözlemlenip ölçü lememesi değil, özellikle nesnel bir analizi çarpıta bilmeleri ihtima l id ir. Böyle bir perspektif -mantıksal çıkarım, sınanabilir h ipotezler, sebep-sonuç ilişkileri ve nihayetinde fizikçi, kimyacı ve biyologların keşfettikleri doğa yasalarına denk nedensellik ve evrim yasa larından h a reketle somut olguların gözlemi, s ı n ıfland ırılması ve ölçümü lehine- soyut felsefi spekülasyonları, doğaüstü güçler üzerine metafizik inceleme­ leri reddeder: b u rada doğa bilim lerinde Charles Darwin ve Al bert

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

72

Einstein'ın büyük teorilerindekine benzer biçimde ta rih ve toplumun temel yasa ları a raştırı l ır. Pozitivizm bir toplum bili m i, insa n ı n ve top­ l u m u n (ve geleceğin) doğas ı n ı keşfetmenin aracı olma peşindedir. Pozitivizm fikri -gerçekte bir araştırma konusu ol arak ve a kade­ mik bir disiplin olara k sosyoloji fikri- ond okuzuncu yüzyıl düşünürle­ rinden Comte'a götürülebil ir. Auguste Comte (1 798- 1 857), Güney Fransa, Montpelier'de aristokrat ve m uhafazakar bir ailenin çocuğu olara k dü nyaya geldi. Paris'teki ilerici Ecole Polytechn iq ue'de okudu. 1 8 1 7'den 1 824'e kadar ütopik sosya l izmin rad i ka l peygamberi Hen ri Sai nt-Simon'un sekreterl iğini yaptı. Ne var ki, beraberl i kleri bazı sert tartışma larla sona erdi ve Comte matematik öğretmek için geri dön­ dü. 1 848'de Pozitivist Toplum' adlı derneği kurdu ve hayatının geri kalan kısmını, içinde yaşadığı dönemin kaosuna -Sanayi Devri mi, Tarım Devrimi ve Siyasal Devrimierin özel l ikle de kendi a navata n ı Fransa'da yarattığı kaosa- çözüm b u l m a k i ç i n bir 'düzen ve ilerleme' a raştırması olara k pozitivizmi genişletmeye ve gel iştirmeye adadı; sosyolojiyi bir toplum bil imi, bütün bili mlerin kraliçesi olara k kurma­ ya çalıştı. Comte'un yazı l a rı -her biri bütüncül bir bilgi ve top l u m tasavvu­ runun parçaları olan- i ki ana evreye ayrıl ır. Birinci evrede, yani, a ltı ciltlik temel çalışması Pozitif Felsefe Dersleri'nde ( 1 830-42) Comte, bilim -doğa bil imleri ve sosyal bilim ler- konusundaki görüşleri n i ana hatla rıyla o rtaya koymaya ça l ı şı r. Sonraki yazı la rı, öze l l i kle de System de Politique Positive [Pozitif Siyaset Sistemi, 1 848-1 854], yen i bir sos­ yal düzen ve yeni bir i nsan l ı k d i n i hakkında ayrıntıl ı bir projeydi. Comte, genel l ikle pozitivist felsefe ve sosyolojinin kurucu babaların­ dan biri olara k kabul ed ilir. O 'pozitivizm' ve 'sosyoloji' terimlerini ilk kullanan kişidir. Comte temel çalışmaları Pozitif Felsefe Dersleri ( 1 830-1 842) ve Po­ zitif Siyaset Sistemi'nde ( 1 848-1 854), kendi ü n l ü Ü ç Hal Yasası'n ı, ya ni top l u m u n ve insan düşüncesinin tarihsel evrimiyle ilgili analizini geliştird i. Comte entellektüel gelişme ve düşünmede üç temel evre tespit eder: •





Teolojik Evre: bütün doğal fenomenler ve topl u msal olaylar doğaüstü g üçlere ve ilahiara göre açıklanır ve H ı ristiya n l ı ktaki kadiri m utlak Allah a nlayışında doruğuna çıkar. Metafizik Evre: soyut ve hatta doğaüstü güçler halen açıklama­ ların temel kaynağını oluştu rur, ancak onlar, geçmişin kaprisli ta nrı la rı ndan daha istikrarlı ve sistematiklerdir. Pozitif Evre: düşü nceler ve açıklamalar spekü lasyonlara değil bi-

POZiTiViZM

73

l ime, soyut felsefeye değil e m pi rik deneyiere daya n d ı rı l ı r. Sade­ ce böylece d ü nya g izemlerinden a rı nacak ve gerçeklik doğru o la ra k ortaya çıkacaktır. Comte'a göre, her tür insan bilgisi bu evre lerden geçerek gel işir, ancak eşza man l ı o l a ra k değil. E n altta, temel bil i mler, pozitivist a raş­ tırma ru h u n u i l k o l a rak benimseyen bilimler yer a l ı r. Ard ı ndan daha üst düzeyde, daha kompleks d isiplinler gelişir, zira onlar kendi geli­ şimleri için alt d üzey temel bilimlerdeki çal ışmalara bağ ı m lıdırlar. Bu yüzden, astronomi ve matematik, önce kimya n ı n, a rd ı ndan biyoloji­ nin ve son olara k sosyolojinin tem e l i n i oluştura n fizikten önce o rtaya çıka r. Kimya ve daha alt d üzey b i l i m l e r 'anal itik' disiplin leri o luşturur­ lar, çünkü onlar en temel yasalarla ve d oğal fenomenlerin en temel bileşenleriyle ilgilenirler. Comte biyoloji ve sosyolojiyi 'sentetik' bi­ limler olarak görür, zira o n l a r tüm organ izmayla meşgul olur ve genel bir resim sunmaya ça lışırlar. Ayrıca, bu o l d u kça farklı bilimsel disipl i n ler, genellikten karmaşık­ lığa, özerkl ikten bağ ı m l ılığa yükselen, insani ve topl u m sal g e l işmenin en m ü kemmel açıklaması o l a rak sosyoloji içinde nihayet bulan doğal bir hiyerarşiye sahi plerdi r. Comte'un tezine göre, insa n topl u m la rı benzer evri m basamakla­ rından geçer ve her evre belirl i bir d üşünce biçim iyle ilişki içindedir (o, daha sonra, her yen i evreyi, geleneksel ve ilerlemeci fikirler ara­ sında bir m ücadelenin ortaya çıkışı olarak açıklamaya ça lışırken bu fikrini değiştirir). Comte, orga nik bir analojiye başvurarak, top l u m u n işbölümü a racıl ığıyla d a h a kom p leks, farklılaşmış v e uzmanlaşmış hale geldiğini öne sürer. Toplumsal d ayanışma, temel bir konsensüs ve bu konsensüsü oluştura n ku rucu u n s u rların ka rş ı l ı kl ı bağ ı m l ı l ı ğ ı temelinde evrim geçirm iştir: bu karş ı l ı k l ı unsurlar ai le, eğitim v e sos­ ya l sistem i meydana getiren diğer tüm kuru m l a r ile kültür ve d i l i n bu sistem i n dokusunu oluşturan tüm görünüşleri olara k s ı ralanabilir. Sosyolojinin rol ü, genel bir bakış açısı sağlamak, hem sosyal statiği (topl u msal d üzeni sağ laya n yasa ları) hem de sosyal dinamiği (top­ l umsal değişmeyi d üzenleyen yasaları) a naliz etmektir. Comte'un sosyolojisi, giderek, topl umsal düzen ve değişmenin il­ kelerinin a raştırılması haline gelir ve 'bilim', 'reform' ve devrim -karşıtı 'geleneksel m uhafazaka r m u halefet' ile bilim ve sanayiye daya l ı yen i altın çağa köktenci inanç a rasındaki temel geri l i m i ya nsıtmaya başlar. Comte giderek temel ortak ah l a ki değerleri gerektiren m u hafazaka r topl umsal d üzen a nlayışına yakı n l ı k d uymaya başlar. Geleneksel d i n zayıflayıp d evrimci felsefe l e r ortaya çıksa bile, Avru pa'nın sosyal

74

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olduğu kadar a h laki bir kriz içinde de olduğunu da kab u l eden Com­ te, pozitivizmi, kendi yeni toplumsal düzeninin, ve hatta -daha da ileri giderek- yeni bir insan l ı k dininin temelini oluştu ran yeni bir a h laki konsensüs yaratacak bir a ra ç olara k sun maya ça lışır. Comte'un değerlere karşı bu i lgisi, aynı şekilde, onun sosyal teori ve a raştırma a nlayışı n ı n da temelini o l uştu rur. O saf empirizmi, sade­ ce topl u msal olgular toplama ve ö lçme a n layışını reddeder. Sonra ki pek çok pozitivistten fa rklı olarak, olgular ve teori a rasında karş ı l ı klı i l işkiler bulunduğunu öne sü rer. Comte, aynı şekilde, sosyal araştır­ manın doğa bili mlerinin yöntemlerini aynen taklit edemeyeceği n i, sadece deneylerle bu işin yapılamayacağını da ka b u l eder. Yine de o, dalaylı veya doğal sosyal deneyler yapmayı önerir ve gözlem, analiz ve öze l l i kle karşı l aştı rma gibi bilimsel i l keleri kendi yeni top l u m b i l i­ minin temelleri olara k benimser. O, aynı şekilde, pozitivizmin s ı n ı rlı­ l ı klarını, m utla k hakikat iddiasında bulu namayaca ğ ı n ı, olguların sa­ dece kısmi ve geçici bilgisine ulaşılabileceğ ini ka bul eder. N ihayetinde, pozitif evrede, mutlak hakikate ulaşmanın imkansız­ l ığını kabul eden insan zihni evrenin kökeni ve gizli nedenleri arayışından ve olguların son nedenlerini aramaktan vazgeçer. O artık sadece, akıl ve gözlem i çok iyi bir biçimde birleştirerek, olgu­ ların gerçek yasalarını -başka deyişle, onlar arasındaki değişmez ardışıkl ı k ve benzerlik ilkelerini-ortaya çıkarmaya çalışır (a ktaran, Callinicos, 1 999). Yine de, Comte n i hayetinde "sosyal evrenin d i kkatli bir biçimde veri ler toplanara k smanabil ecek soyut doğa yasa ları geliştirmeye elverişli old u ğu"na inan ıyordu (Turner, 1 985). Onun gel iştirmeyi önerdiği şey bir 'topl u msal gelişme bilim i'ydi. Gerçi, Comte'un sosyal gelişmenin temel ka nunları n ı a rama ça ba­ sı -toplumun nasıl gel iştiğ ini anlamamızı sağiasa da, onu değiştir­ menin m ü m kü n olmaması anlamında- ta rihsel kaderci bir yakla ş ı m ı ima etse bile, onun asıl hedefi, toplumsal koş u l la rı iyileştirecek b i l g i v e düşüncelere sahip siyaset-yapıcılar yaratmaktır. Nasıl ki, bili msel yöntem doğayı anlamak kadar ona egemen olacak a raçlara sa h i p d o ğ a b i l imciler sağl ıyorsa, Comte'a göre, pozitivist sosyoloji de i n ­ sanların kendi politik v e sosyal yazgıları n ı n efend ileri o l maları n ı sağ­ layacaktır. Comte, bu yüzden, aslında değişime karşı çıkmaz, daha ziyade o n u pozitivist aşa manın bir sonucu olara k görür ve onayl a r. Ancak onun korktuğu ve karşı çıktığı şey, toplumun doğal evri m i n i teh d it eden v e bu yüzden ondokuzuncu yüzyılda Avrupa'da bizzat yaşanan kaos ve düzensizl iğe yol açacak doğal ol maya n, insan ürünü veya devrimci bir değişimdir. O d ü zen içinde i lerlemenin 'pozitif'

POZiTiViZM

75

öze l liklerini kendi etrafında karşılaştığı negatif ve yıkıcı kaosun karşı­ sına koyar.

KAVRAMSAL GELiŞiM Comte'un pozitivizm anlayışı felsefe ve sosyoloji üzerinde büyük bir etki yarattı. B u a nlayış, J.S. M ill ve Herbert Spencer gibi i ngiliz felsefe­ cileri etkileyen ve 1 920'1erdeki Mantıkçı Pozitivist Viyana Okul u'na öncül ü k eden Fransız pozitivist felsefe geleneğ inin temel lerini ol uş­ turdu. Pozitivist düşünce Avrupa, Latin Amerika ve ABD'de büyük bir i lgiyle karşılandı. Comte'un parolası, 'Düzen ve i lerleme' Brezilya milli bayrağında göklerde dalgalandı. O, günümüzde hala etkili ol mayı sürdüren pozitif ekonomi fikrine kaynak teşkil etti. Comte'un sosyolojideki etkisi daha köklü oldu. Kurucusu olduğu pozitivist gelenek i ngiliz, Amerika ve Avrupa sosyoloj isinde büyük ölçüde egemen bir konumdadır. Emile Durkheim ve Amerika n ya pı­ sal-işlevselciler tarafından ilan edilen işlevsekiliğin temelinde Com­ te'un organik analoji kullanımı, topl u msal konsensüs ve sosyal statik gibi kavra mları yatar. Onun bilimsel yöntem üzerine vurgusu sosyo­ lojik ve a ntropolojik araştırmalarda hala etkisini sürd ürmektedi r. Onun daha akılcı, adil ve güçlü bir toplum için bilimsel bilgiye d uy­ duğu inanç pek çok modern sanayi-ötesi toplum teorisinden önce sahnede yerini alm ıştır. Bununla beraber, onun ideal bir toplum tasla ğ ı ol uştu rmaya yö­ nelik g i rişimleri daha az başarı l ı, hatta saçmadı r. Comte bir 'sos­ yokrasi', sosyologlar tarafından yönetilen bir toplum ve sosyolatri insanlık d i n i ne sayg ı l ı bir d izi yortu- tasa rlad ı. Ancak o, bu tür aşırılık­ lar sonucunda pek çok destekçisini kaybetti, hatta Du rkheim bile bir pozitivist olara k onu reddetti. 1 960'Iarın sonlarında pozitivizmin Batı sosyolojisindeki egemen­ liğine karşı saldırılar a rtmaya başladı. Marksistler onu muhafazakar eği l i m i nedeniyle ve kapitalist topl umun temelinde yatan sın ıfsal çelişkileri kabul etmediği için eleştirdiler. Fenomonologlar daha da ileri gid ip, o n u n yaklaş ımının asıl temel lerine; sosyal gerçekliğin bi­ reyler grubun u n üstünde ve ötesinde olduğu i nancına; sosyal yapıyı, toplumsa l değişme ve insan davra nışlarını d üzenleyen temel kanun­ ların bilimsel yöntem ve nesnel analizle ortaya çıka rtılabileceği inan­ cına saldırdılar. Aksine fenomenologlar, sosyal gerçekliğin doğal gerçeklikten tamamen fa rklı olduğunu, bu gerçekliğin insanların gündelik hayattaki yorumlardan ve olaylar ve nesnelere yükledikleri anlamlardan öte bir şey olmadığını öne s ü rd ü ler. Böyle bir bakış

76

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

açısından, nesnel analiz i m kansızlaşır ve bil imsel yöntem bir ça rpıtma haline gel ir. Daha ziyade, sosyoloj i k a raştı rmanın hedefi, "bili msel sosyoloji"de tamamen reddedilen -a nlamlar, duygular ve yoru mlar g i bi- öznel faktörleri ortaya çıka rtmak olmalıd ır. Bilg iye, hatta fizik bilgisine böylesi rölatif bir bakış, felsefeci lerden ve hatta T.S. Ku h n g i bi- bilim tarihçilerinden büyük destek görmüştür. B u felsefi ve sosyoloj i k zarafet kaybının sorumlusu, kısmen 'pozi­ tivizm' teri m i n i n kullanılma ve yan l ı ş kul l a n ı l ma biçimi; o n u n özel l i kle nicelleştirme konusuna sığ bir yoğu n laşmayı haklı çıka rtmak için ku l l a n ı l ması ve ayrıca insani değer ve anlamı dışiayacak ölçüde top­ l umsal o l g u l a ra sapiantı i ı bir inançtır. Pozitivizm kavram ı , nicel leştir­ meye dar bir yoğ un laşmayı, toplumsal olgu lara takıntı l ı i nancı meş­ rulaştırmak için kullanıl mıştır. i nsanları değerleri ve yoru m ları olgula­ rın zaten kend ilerini a nlattıkları şeklindeki takıntılı bir inanç içinde d i kkate a l ı n m a mıştır. i nsan eylemi ve bireyi n sosyal o layları etkileme ve değiştirme yeteneği pozitivist açıklamalarda çoğu kez göz a rd ı edilmiş veya d i kkate alınmamış v e b u yüzden sosyal b i l i m çoğu kez o l d u kça determinist, i nsana-uzak, hatta top l u m u kontrol ettiği insan­ ların ötesinde bağımsız bir kend i l i k olara k sunan bir ya klaşım olara k görünmüştür. B u perspektiften bakıldığ ında, insanlar kontrol ede­ medikleri bir toplumsal d üzenle ve bir toplumsal gelecekle uyum içinde dans eden ku klalardan fazla bir şey olara k görünmez. Zayıf ya nlarına ve günü müzde yöneltilen eleştirilere rağ men, po­ zitivizm sosyolojinin saygıdeğer ve itibari ı bir akademik d isiplin, top­ l u msal değişmeyi analiz eden ve hatta öngörebilen bir top l u m 'bi­ l i m'i haline gelmesini sağlam ıştır. Aslında o sosyolojinin kurulmasını sağlamış ve o n u n gelişimi ve tartışma larına, d i n a m izmi ve süregiden geleceğine old u kça önemli katkı lard a b u l u n muştur. H içbir başarı tam kab u l görmemiştir. Pozitivizm çoğu kez sosyolojinin 'Büyük Birader'i olara k görü nmüştü r. i ronik olan, Comte olgu ve değer arasındaki ka rşılıklı il işkiyi, araştırmanın s ü rd ü rü l mesinde ahlaki değerlendirme gereği n i vurg u lamasına rağ men, onun ça lışmasının bu ya n ı n ı n çoğu kez u n utulması ve uzu nca bir za mandır gözden kaybolmasıdır. Yine de, pek çok felsefeci ve sosyolog tarafından g izemli bir şey olara k görü lse bile, pozitivizm bil i msel statüsünden güç a l mayı s ü rd ü rmek­ tedir, ancak o artık hakim, ana-akım sosyoloji değ i l d i r. -

POZiTiViZM

77

AYRlCA BAKINIZ •



• • •

YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK -Comte'un sosyolojisinin daha modern bir yorumu olarak ve o n u n bütün yaklaşırnma sonraki eleştiriler olarak FENOMENOLOJi, ETNOMETODOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMCiLiK -pozitivizmin ve onun bilimsel kesinlik teorisinin eleştirileri olarak PARADiGMALAR, YANLlŞLAMA VE VARSAYlM ELEŞTiREL TEORi POST-MODERNiZM

OKUMA ÖNERiLERi BRYANT, C. ( 1 986), 'What is positivism?, Social Studies Review PETTIT, P. The Philosophies ofSocial Science, Anderson, R.J. and Sharrock, W.W., Teaching Papers, Longman

iLERi OKUMA ÖNERiLERi COMTE, A. (1 838), The Positive Philosophy of Auguste Comte, Beli COMTE, A. ( 1 877, 1 830-42), Course de Philosophie Positive, Ballier & Sons, Paris COMTE, A. (1 875-77, 1 848-54), System de Pol itique Positive, Longmans, Green & Co., London PICKERING, M. (1 993), Auguste Comte: An lntellectual Biography, Cambridge University Press, Cambridge

SI NAV SORULARI 1 Doğa bilimleri n i n mantık ve yöntemi n i n insan toplumları n ı n i n celen­ mesinde uygulanabileceği iddiasını değerlendirin. 2 Sosyolojide kabul edilen temel yaklaşımlardan biri olan pozitivizm, sosyal d ü nyan ı n nesnel incelenmesinin mümkü n ve arzu ed i l i r olduğu varsayım ı üzerine kurulmuştur. Onun en önemli yaygın araştırma tek­ niği, nedensel ilişkiler kurmak amacıyla, istatistiksel olarak kontrol ed i­ lebilir değişkenlerden büyük ölçekte nicelleştirilebilir veriler sağlayan sosyal sörveylerdir. Bu şekilde oluştu rulan açıklamalar ve teorilere eleştiriler, sörveylerin gerçekleştirilmesiyle il işkili tekniklerin güvenir­ liğine ve onlardan elde edilen veri tipinin geçerl i l iğine yoğ u n laşmak­ tad ı r (a) aşağıdaki terimleri kısaca tanımlayınız. (i) nesnel (ii) nicelleştirilebilir veri (iii) nedensel ilişki (b) B ildiğiniz en az bir araştırmadan yararlanarak, sosyal sörveylerin

78

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

metinde belirtilen şekilde nasıl kullanılabileceğini gösterin iz. (c) Sosyal sörveylerin geçerl iliği ve güvenirliği üzerine birer eleştiri tasariayın ız. (d) Sosyologların yaptıkları açıklamalar ve ulaştıkları sonuçlarda me­ todolojik seçimlerin nasıl etkil i olduğunu açıklayıp gösterin iz. (JM B, Haziran 1 987) Çeviri: Cevdet Özdemir

Protestan Ahlak• Max Weber

FiKi R 'Protestan ahlakı' en ü n l ü sosyo l oglardan ve kuşkusuz sosyolojinin kurucu baba larından biri olan Max Weber'in ( 1 864-1 920) temel fikir­ lerinden biridir. O önde gelen bir Alman a kademisyen ve 1 902'de ku rulan Alman Sosyoloji Derneği'nin ortak kurucu larından biridir. Onun geniş ve kapsamlı karşılaştırm a l ı araştı rmalarının ürünü olan temalarından biri 'modern çağ ın ruhu' a rayışı, modern toplumu geçmişteki topl umlardan ayıran temel dinamiğin ve temel bir özel li­ ğin a raştırıl masıyd ı. Weber bu temel özelliğin rasyonalite olduğuna inan ıyordu: yan i, sürekli etkinlik ve etkililik arayışı içindeki, kendi insanları ve kurumlarını organize ve kontrol etmeyi amaçlayan mo­ dern toplumu karakterize eden şey, rasyonel ve mantıklı düşünme ve organizasyon biçimidir. Ö nceki toplumlar din, gelenek veya kişisel karizma gibi i rrasyonel inançlar veya d üşü nce sistem lerine dayanır­ la rken, modern toplum mantığa ve kendi d ü şü nce ve ö rg ütlenme sisteminin asıl temeli olarak akla başvurmaya dayanır. Modern bilim ve teknoloji, modern h u kuk ve iş hayatı rasyona l itenin, onun geliş­ meyi sağlayacak biçimde ve h ızda modern topluma uygulanma bi­ çiminin klasik örnekleridir. B u tema Weber'in din, bürokrasi ve özel­ likle kapitalizm üzerine a raştırmalarının temelini o luşturur ve onun temel çalışması Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'nun ( 1 930) ana tezid i r. Ondokuzuncu yüzyıl sonundaki d iğer yazarlar, özelde Marx Batı Avrupa'yı büyük ölçüde etkileyen Sanayi Devri mini ekonomik temel­ de açıklamaya çalışırken, Weber fikirlerin, özellikle d insel fikirler ve değerlerin bu muazzam tari hsel değişim üzerindeki etkisini göster­ meye çalıştı. Weber, geçmişte ve günümüzdeki uygarl ıklar ve d inler üzerine oldukça kapsa mlı karşılaştırmalı analizinde, bel i rl i dinlerin

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

80

topl umsal d eğ işmeyi i lerletir veya en azı n d a n engellemezken, diğer­ lerinin a ksi yönde etkilerde b u l u n d u kları sonucuna vard ı . Antik Çin ve H i n t uyg a rl ı kları, sı nai 'kal kış' (take off) için gerekli önkoşul l a ra (ucuz emek, sermaye, b u l u ş l a r, geniş piyasa l a ra ) sa h i p o l m alarına rağ m e n b u n u başara ma d ı l a r -niçin? Benzer şekilde, S a nayi Devri mi önce l i kl e tüm Batı Avrupa'da değil, a ksine öze l l i k l e i n g iltere, H o l l a n­ da ve A l m a nya gibi kuzey ve Protesta n ü l kel erde gerçekleşti. We­ ber'e göre, Protesta n a h lakı, öze l l i kl e Kalvin izm gibi d a h a Pü riten mezheplerin a h l a k a n l ayışı Sanayi Devri m i n i ateşleyen hayati kıvılcı­ m ı sağ l a m ıştır. Weber'e göre modern kapita l izmin temel karakteristiği rasyonel­ liğid ir, bu sistem piyasa güçleri n i n dolaşımı na, ücret ve emek gibi ü retim faktörlerinin ma liyet ve fayd a l a rına, bel irli bir yatırım m i ktarı­ nın m u htemel geti rilerine ve özel o l a ra k kar g ü d üsüne daya n ı r. Bu kapital ist ruh az sayıda maceracı g i rişimciyle s ı n ı r l ı kal mayıp, a ks i n e her yere yayı lır ve b ü t ü n topl u m ların t e m e l hayat tarz ı n ı ol uştu rur. Weber, erken dönem Protest a n l ı k üzeri ne yazı larında, bu ekonomik d eğ erler i l e Protestan reformasyo n u n d a n sonra ortaya çıka n daha Püriten mezheplerin -Kalvin istler, Lutherciler ve Methodistlerin­ d eğerleri a ra s ı n d a ki güçlü 'benzerlikler' e d i kkat çeker: •

Kataliklik yoks u l l u ğ u kurt u l u ş a giden yol olarak görür ve cen ne­ tin öte d ü nyada o l d u ğ u n u d üş ü n ü rken, Püritan izm kişisel zen­ g i n l i ğ i Ta nrının inayet i n i n bir göstergesi ve kurt u l uşu d a önce­ den a l ı n larına yazı l m ı ş bir azı n l ı ğ ı n gözle görü l ü r sembolü ola­ rak i l a n etmiştir. S ı kı çalışan ve zeng i n l iklerini artıra n Ka lvin istler kendilerini seçi l m iş azı n l ı k o l d u klarına i n a n d ı rmaya ça lıştılar ve böylece kar g ü d ü sü l a netlenmişlik korku s u n d a n psikoloj i k kur­ t u l u ş a n l a mı n a gel meye başladı. Yine d e, bu zen g i n l i k çarçur edil meyip sakla n m a l ı ve kaza ncı artırma a racı o l a ra k ve Tanrıyı daha fazla yüceltmek için yatı rıma dön üştürü lmel iyd i : bütün b u n l a r kapita l ist ruh için temel önemdeydi. Kata l i k kil iseni n l ü ks ve savurg a n l ı klarının a ksine, Püritenler idareli ve tutu m l u davra n d ı l a r, h e r türl ü hazzı reddettiler. Harcamaktan ziyade ta­ sarruf a rzusu Sa nayi Devri m i n i n gelişimi için o l d u kça ö n e m l i



o l a n yatırım ruh u n u yarattı. Katal iklik ve i slamiyet gibi büyü k ölçüde ya p ı l a ş m ış ve kollek­ tivist d i nler bireyi bütü n ü n iyi l i ğ i için i ki nci plana iterlerken, Protestan l ı k çok d a h a bireyci ve demokratikti. Protesta n l a r, Pa­ p a l ı ğ ı n otorites ini ve rahiplerin g ü c ü n ü desteklemek yerine, bi­ reysel kurt u l u ş u ve Ta n rıyla a racısız konu şmayı teşvik ettiler.

PROTESTAN AHLAKI •



81

Geleneksel d inler i n anç, ibadet v e hatta büyüye daya n ı rken, Protesta n l ı k çok daha rasyoneldi, mantıktan yoksun ritüellere ve tüm irrasyonel açıklama biçimlerine karşıyd ı. Ortaçağda çalışma sadece mevcut hayat standardını sürdüre­ bilmek için gerekli olumsuz bir şey olarak görü l ü r ve para ka­ za nma itimatsızlıkla ka rşılanırken, Püritenler içi n sıkı çalışma ve kazançların biriktiril mesi ku rtu l uşa giden yol, Tan rı'n ı n Seçi lmiş Azınlığa l ütfu n u n işaretleriydi.

Weber, bu karş ılaştı rmalardan hareketle, ideal-tip kapital ist ile id­ eal-tip Protestan arasında benzerl ikler buldu: bireycilikleri ve kazanca büyü k saygıları, 'Pü ritenlikleri', başanya u laşma azi mleri ve içsel­ inançları ya da kendine güvenleri -bunlara 'meslekler'in i yürütmek için gerekli riskleri a l maları da dahildir. Weber'in Protestan a hlakı d ü şü ncesi, bu nedenle, büyüye daya l ı veya çileciliği öven yahut Protesta n l ı k gibi öte d ü nyacı d i n lerden farkl ı ola rak, Protesta nların kurtuluşunun nihayetinde bireysel davra­ nışa ve bu d ünyada, bir başkasında değil bu a lemde Tanrı'yla i letişim kurmaya dayandığı d üşüncesin e daya n ı r. Bu kurtu luş Ka lvi nizmde olduğu gibi ya alınyazısıdı r ya da d iğer Protestan mezheplerde oldu­ ğu gibi sıkı çal ışarak ve H ıristiyan davra nışla rla kazanıl ı r. Protestanlar için de Ta nrı'nın inayetini kazanmak yoğ u n kişisel bir süreçtir ve Kil ise ve papazlık kurumu yard ımcı olabi lse de, n ihayetinde o inana n ı n el inded ir. Ebedi lanetlenme korkusu, Tan rı'n ı n hizmetinde d u rmadan ve tutu m l u bir biçimde çalışma gereği, Weber'e göre, Protestan inançları Katoliklikten ve ku rtu luşun kil ise ve rahiplerin yard ı m ıyla mümkün olabileceğini savu n a n d iğer büyük d i nlerden ayırır. Weber, bu neden le, i ki ideal tip bel i rler ve onları karşılaştırır -John Ca lvin'in kişiliğinde ve Kalvinistlerde cisimleşen Protesta n Ahlakı ve Genç Tüccara Bir Tavsiye (1 748) adlı kitabın yazarı Amerika l ı kapita list Benjamin Fra nklin'in hayat hikayesinde görülebilen kapitalist ruh. Protestan a h la kı, Weber'e göre, zaten mevcut servet biriki m i n i n savurgan bir tutu m içi nde kişisel ve gösterişçi hayat tarziarına har­ camak yerine, tasarruflar ve karı n yen iden yatırıma dönüştü rülmesiy­ le- modern kapita l izmin gelişimi için gerekli sermaye biriki m ine dö­ n üştürü l mesine yardı mcı olmuştur.

KAVRAMSAL GELiŞiM Weber'in tezi n i n değeri, toplu msal değişme (ve d üzen) açıklamasın­ da düşüncelerin önemini öne çıkarması ve ekonomik determi n izme

82

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

daya l ı sosyolojik teorilerin kültürel faktörleri bir kenara ittikleri bir dönemde 'bireysel' eylemin önemini yeniden vurg u lamasıd ır. Protes­ tan a h lakı tezi temel bir sanayileşme açıklaması olara k henüz tama­ men çürütülmemiştir; hatta g ü n üm üzde d i n i n gücünün modernleş­ me için temel bir engel teşkil eder göründüğü birçok topl u m örneğ i vard ı r -sözgel i m i i ra n, H indistan ve U l ster (Kuzey i rianda'da bir böl­ ge). Belirli değerlerin, öze l l ikle kapitalist a h iakın sanayileşme açısın­ dan tekn i k faktörler kadar hayati önemde o l d u ğ u fikri birçok Batı l ı teoriyi v e gelişmekte o l a n ü l kelerdeki modernleşme politikalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Amerikan psikolog David McCielland ( 1 961 ), örneğin, başarı yönel i m i n in, yani 'N-AC H faktörü'n ü n Ü çüncü Dünyanın sanayileşmesi için g izli bir karışım, hayati önemde bir kıvı l ­ c ı m o l d u ğ u n u ö n e sürd ü . Hatta o , bölge işadamlarına gerekli moti­ vasyon ve kararl ı l ı ğ ı aşılayacak eğitim progra mları hazırladı, böylece onlar bölge h a l kına sıkı çalışma, dakiklik ve motivasyon gibi değerleri öğreteceklerdi. Bu görüşler rad ikal yaza rlar tarafından ideoloj i k bir saçmalık olara k eleştirildi: çü nkü Ü çüncü Dü nya ü l kelerinde sanayi­ nin gelişmemesi bu ü l kelerin tembel liğine bağlanmaktaydı, a ncak onların geri ka l m ışlıklarının asıl nedeni, Birinci Dünya ü l keleri, öze l l ik­ le -doğal kaynaklarını kuruta n ve onla rı yoksu l l u k ve bağ ı m l ı l ığa mahkum eden- büyük çoku l u sl u şirketler tarafı ndan sömürü l m ele­ riyd i. Sosyal ist bir bakış açısından irrasyonel ve adaletsiz olan kapita­ l izm ve onun piyasa g üçleridir ve d üzen sadece bazı planlı ekonomi biçimleriyle yeniden sağlanacaktır. Ancak, Protestan a h la kı tezine yapılan d iğer birçok eleştiri We­ ber'in fiki rleri n i n ya nlış anlaşıl masından kaynaklan maktadır -onun yazıları n ı n çoğ u n u kuşatan bel i rsizlikl er d ikkate a l ı nd ı ğında d u ru m h e r zaman o kadar şaşırtıcı değildir: 1 . Weber Protesta nlığın Sanayi Devrimine yol açtığını söylemekle eleştirilmiştir. Gerçekte o, sadece, Protestan a h l a kı ve ka pital ist ruh arasında 'önemli bir benzerlik' algıladığını söylemiştir; hatta onun biyografi yazarlarında n Fra n k Parkin'e ( 1 982) göre, Weber zayıf ve güçl ü bir tez arasında, Protesta n l ı ğ ı kapitalizm üzerin­ deki birkaç etkiden biri olarak görme ile bel irleyici önemde bir faktör olara k a l ma a rasında gelip gider. Kesi n l i kle, onun tezi Ka­ tolik ü l kelerdeki sanayileşmeyi ve ayrıca, niçin en Püriten ü l ke­ lerden biri olan i skoçya'nın komşusu I ngiltere gibi 'ekonomik kalkış'ı gerçekleştiremediğini açıklayamaz. 2. Weber sa nayileşmede ekonomik ve siyasal faktörlere yeterince

PROTESTAN AHLAKI

83

ilgi göstermemekle eleştirilm iştir, a ncak bu eleştiri de yanl ıştır. Aslında o teknik faktörlerin tamamen farkındaydı, zira ona göre, ondokuzuncu yüzyıl Batı toplu m l arı sadece kapitalist kültüre değil, aynı zamanda maddi temel ve rasyonel çerçeveye, ser­ maye akışı ve sözleşmelerin yapıl ması için gerekli hukuki, idari ve mali kuru m l a ra da sahiplerdi. O sadece kültürel fa ktörlerin önemini de göstermeye çal ıştı. Bir Karl Marx eleştirmeni olarak ününe rağ men Marx'a oldukça saygı l ıydı. Onun karşı olduğu şey Marx'ın çoğu izleyicisinin benimsediği kaba ekonomik de­ term inizmdi. Özelde Weber tezinde, tarihse l değişmenin insa n ı n üzerinde çok az kontrole sahip olduğu- temel ekono­ mik güçlerin ilerlemesinin kaçınıl maz sonucu olduğu şeklindeki Marksist inanca karşı çıkar. Aksine o, Çağın Ruhunu -bu örnekte Protestan ah lakını- yakala maya ve böylece tarihsel gel işmede insani eylemi ve güdülerin rol ü ve önemini açıklamaya çalışan a lternatif bir a naliz önerir. Protestan ahlakı düşüncesinde a maç, özelde kültürel güçlerin ekonomik değişim üzeri ndeki etkisini ve insani güdülerin ve özel ahlaki bir bakış açısının -bu örnekte Kalvinizm ve kar a rayışının- ekonomik gelişmenin temelini nasıl o l uşturduğunu göstermekti. Marx'ın aksine, Weber, i nsan eylemi ve bireyi ken d i kapita­ lizm, kapita l izmin karakteri ve kökeni a na lizi n i n merkezin e yer­ leştirir. Weber, tek boyutlu yaklaşımların aksine, çok faktörl ü bir değişme analizi önerir. Ona g ö re, tari h i n itici gücü ekonomik ve maddi güçler değildir; kültürel ve siyasal güçler de ayn ı ölçüde bir role -kendilerine özel bir hayata- sahiplerdir. Marx'ın aksine, Weber, modern kapital izmi n ortaya çıkışını kaç ı n ı l maz veya ön­ ceden bel irlenmiş bir şey o larak görmez. Daha ziyade kapita­ lizm tarih i n özel bir noktasında 'seçici benzerlik' içinde bir araya gelen bazı g üçlerin uyuşması sonucunda ortaya çıkm ıştır. We­ ber Batı kapital izminin geliş i m i n i Doğ u n u n gelişimiyle, öze l l ikle benzer ekonomik koşulların varl ığına rağmen kapitalizmin or­ taya çıkmadığı geleneksel Çin ve Hind istan'daki ekonomik geli­ şimlerle karşılaştırır. Protesta n l ı ğ ı n a ksine, Doğu dinleri ne dün­ yevi çıkarları n e de maddi kazançları teşvik ederler. Onlar daha ziyade öte d ü nyayı ve bireyin manevi uyumunu maddi hayatın üzerine yerleştirirler. Bu yüzden Weber'in tezi Marx'ın tarihsel materyalist yakla­ ş ı m ı n ı n aksi ne ideal ist bir ta rihsel değişme teorisi olarak betim­ lenir. Böyle bir perspektif oldukça basitleştiricidir. Tıpkı Marx'ın özellikle son dönem yazılarında topl u msal değişmede fikirlerin

84

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

gücünü kabul etmesi gibi, Weber de güçlü bir e konomi tarihi analizi geliştirmiştir. 3. Weber bir kıs mı Sanayi Devrim inden önce yer alan fa rklı kapita­ lizm biçimlerinin varlığını ka bul etmediği için eleştirilmiştir. Gerçekte Weber, böyle bir ayrı mı, korsa nların yağmacı kapita­ lizmi, Yahudi pa rya lar ka pita l izmi ve antik uygarlıkları n gele­ neksel kapitalizmi ayrım ıyla gerçekleşti rdi. Diğer çoğu kişi g irişi mciler, tüccarlar, bankerler, korsanlar vb.- servetini a rtırıp zengin bir hayat sürdürü rken, h içbiri Protesta nların, örneğin Kalvi nistlerin çileci katılığı ve dinamizmine sahip değildi. Diğer­ lerinin a ksine, tüketi mciliğe karşı ç ı kan çileci Protestanlar tasar­ ruf ve yatırıma yöneldiler ve kişisel kaza nç için değil dinsel kur­ tuluş a macıyla karı hedeflediler. Onlar kendilerini sıkı çalışmaya ve sermaye biriki m i ne adadıl ar. Onlar Ta nrı'n ın gözünden d üş­ memek için dinlenemez veya tembel lik yapamazlard ı . Onlar Tanrı'n ı n gazabına uğramamak için, günah işleyemez, kumar oynayamaz veya sefahat hayatı sürdürmezlerdi. Weber'e göre, kapita l ist ru h bir para kaza nma biçimi değil, bir yaşa m biçimi, kültürel ve ahlaki bir kurallar, görevler ve yükü m l ü l ü kler bütü­ nüdür; o sürekli yatı rı m ve yeniden yatı rı m gerektiren ekono­ m i k hayatın ve iş hayatı n ı n belirl i bir hedefe kil itlenmiş ve bite­ viye bir uğraşıdır. Sermaye birikimi ve kar arayışı, böylece, aç­ gözl ü l ü k ve para tutkusundan ahlaki bir il keye ve Tanrı'nın ina­ yetinin bir işaretine dönüşür. Zengin daha zeng in olma ha kkı ve ödevine sahiptir, fakir fakirliği hak etmektedir. Weber, bu ne­ denle, Protestan l ı k ve kapitalist ruh arasında bir 'seçici benzer­ l i k' belirler. Pürita nizm ve öze l l i kle Ka lvinizm 'ideal tip' Protes­ tan'ı yansıtır ve kesinlikle kapital izmin i htiyaçlarına uyg u n dü­ şer, çünkü o bireysel kar arayışını meşru laştırmış, titiz ve sıkı ça­ l ışmayı, kendini disiplin a ltına a l mayı ve sade bir hayat tarzını özendirmiş, lüks ve gösterişçi tüketim yerine yatırım i htiyacını ve sermaye biriki m i sağlamak için tasarrufu önermiştir -hepsi Tanrı adına ve Tanrı'nın zaferi için yap ı l m ıştır. Fakirl ik a h laki bir yetersizlik ve zayıfl ığın işareti olara k görü l müştür. Kazanç pe­ şinde koşmak kirli bir iş değil, ahlaki bir görevdir. Servet Tan­ rı'n ın inayetinin bir göstergesidir. Protestan işadamının dinamik d ürtüsünün temelini ol uşturan açgözlülük değil, kurtul u ş arayı­ şıdır. Kalvinizm, Weber'e göre, d ünyevi bir meslek biçimi, Tan­ rı'nın hizmetinde sıkı çalış ma, tutu m l u l u k ve a h laki d ü rüstl ükle can l ı tutu lması gereken bir meslektir. Kurtu l u ş Ka.l vinistler için önceden alınyazısıyla beli rlenmiş olsa da, yine de kaza n ı l ması

PROTESTAN AHLAKI

85

gereken, Seçi l m işler arasında bir yer edin mek ve ebedl la nete mahkum olmak istemiyorsa, bireyi n her g ü n sıkı çal ışarak elde etmesi gereken bir şeydi r. Bu yüzden, Weber'in tezine göre, Protestan a hlakı modern kapitalizmi, ka r arayışı ve sermaye birikimini -uzman laşma, iş­ bölümü, kitlesel üretim ve d iğer rasyonalizasyon biçimlerini­ destekleyen ve artıran iş ve örgütlenme pratiklerini ü retmeye yard ı mcı olmuştur. Ancak bel irl i b i r noktaya u laşıldığında, mo­ dern kapitalizm Protestan güdüye ve ruha artık ihtiyaç duymaz ve laikleşmeyle birl ikte d i n giderek bir kenara iti l ir. Protestan a h lakı feodal izmden ka pita l izme geçişe ya rdı mcı olmuştur. Ge­ leneksel dinler rasyonal izasyon ve ekonomik ilerl emeyi zorlaştı­ m ve engellerken, Protestan l ı k kolaylaştırmıştır. Bununla bera­ ber, kültürel geçiş sağland ığında ve Protestanlığın değerleri ku­ rumsa l laştığı nda, bildiği miz şekliyle dine a rtık gerek ka l maz ancak, en kapita list ve maddeci modern toplum ABD'de bile Protesta n-temelli d insel g ru plar ve 'kil iseler' varlığını sürdür­ mekte ve g iderek gelişmektedir. 4. Başka ları onun tezinde tutarsızl ıklar olduğunu, özel l ikle We­ ber'in Protestan tutumların gerçekte kapitalistleri (ve işçileri) nasıl etkilediğini, Protestanların niçin Ta nrı'yı yüceitme biçimi olara k kiliselerden ziyade kazançlara yatırım yaptıklarını, Protes­ tan tutumları n n için öne ç ı ktığını ayrı ntı l ı olara k açıklayamadı­ ğını vurguladılar. Ta rihsel araştı rmalar, örneğin, Pürita nizmle i l işkil i kaza nma güdüsü ve bireyciliğin gerçekte Protestan Re­ formasyondan daha öncesine dayandığını ve bu özelliklere Ka­ toliklik gibi diğer d i nlerde de rastlanabileceğini göstermiştir. Yine de, bu tez ve Weber'in rasyonal iteye ve bi reysel eyleme ge­ nel vurgusu modern topl u m u n temel bir açıklaması ve modern sos­ yolojide temel bir perspektif olara k kalır.

AYRlCA BAKINIZ • • • •

BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU KÜRESELLEŞME, MODERNLEŞME TEORiSi ve BAGIMLILIK TEORiSi LAiKLEŞME -din sosyolojisi içinde bir başka geleneğin gel işimi olarak TARiHSEL MATERYALilM -Weber'in şiddetle eleştirdiği Marksist sınallekonomik değişme tezi olarak

86

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖN ERiLERi MACRAE. (1 974), Weber, Fontana PARKI N, F. (1 982), Max Weber, Tavistock -Weber'in hayatı ve çalışması üzeri­ ne kısa ancak kullanışlı bir özet. PAMPEL, F.C: (2000), 'Max Weber', Ch. 3, Pampel, F.C., SociologicalLives and ldeas: An Introduction to the Classica/ Theorists, Macmillan, Basingstoke

iLERi OKUMA ÖNERiLERi LEMANN, H. AND ROTH, G. (1 993), Weber's Protestant Ethic: Origins, Evidence, Context, German Historica l lnstitute, Berlin MAN SON, P. (2000), 'Max Weber', Ch. 6, Andersen, H. and Kaspersen, LB. (ed s.), Classical andModern Social Theory, Blackwell, Oxford MCCLELLAND, D. ( 1 961 ), The Achieving Society, Princeton University Press SCAFF, L.A. (1 998), 'Max Weber', Ch. 2, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thin­ kers, Macmillan, Basingstoke TURNER, B. S. (1 992), Max Weber: From History toModernity, Routledge, Lon­ don WEB ER, M. (1 930), Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism (1 905), Alien & Unwin, [Protestan Ahlaki ve Kapitalizmin Ruhu, Çeviri: Zeynep Gürata, Ay­ raç Yayınevi, Ankara, Temmuz 1 997] WEB ER, M. (1 968), Economy and Society: An Outline of lnterpretative Sociology (1 922), Bedminister Press WEB ER, M. (1 949), TheMethodology of the Social Sciences, Free Press WEBER, M. (1 950), General Economic History, Collier WEBER, M. ( 1 9 5 1 ), The Religion of China, Macmillan WEBER, M. (1 958), The Religion of lndia, Free Press

SINAV SORULARI 1 . 'Weber'in sosyolojiye özel katkısı fikirlerin toplumsal değişmede ne­ dense! faktör olabileceği n i öne sürmesidir' i d d iasını tartışınız (WJEC, Haziran 1 988) 2. 'Dinsel i na nçlar toplumsal değişmeyi h ızlan d ı rmada rol oynayabilirler' görüşünü değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 988) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Seçkinler Teorisi Pareto ve Mosca Vilfredo Pareto ( 1 849-1 923) Paris'te i talyan b i r siyasal sığı nmacı ve Fransız annenin çocuğu olara k d ü nyaya geldi. Aile 1 858'de i talya'ya döndü. Vilfredo Torino Ü niversitesi Pol itekn ik Enstitü­ sü'nde mü hend islik eğitimi gördü ve yirmi yıl bir demiryol u şirketinde mü hen­ dis ve yönetici olarak çal ıştı. Sosyal bilim­ lere, özel likle ekonomi ve siyasete karşı ilg isi g iderek arttı ve 1 880'1erin i talyan Serbest Ticaret Hareketi'nden büyük ölçüde etkilendi. Kend isine kalan büyük­ çe bir mirastan sonra tüm zaman ı n ı ma­ tematiksel ekonomiye ayırd ı. Pareto, 1 893'te, kırk beş yaş ı ndayken Lozan'da Ekonomi Pol itik Profesörü olara k göreve başladı. 1 900'den sonra i sviçre'de bir tür i nzivaya çekildi, ayrıca ö l meden kısa süre önce ( 1 923) Mussolini tarafı ndan i talyan Senatosuna atandı. Pareta'n u n yetişmesinde birçok faktör rol oynam ıştır: mü hend is­ görevi, matematik ve bilim alanındaki eğitimi, oldukça iyi i talyan­ lik ca ve Fransızca bilgisi, antik dönem hakkındaki bilgi leri, ekonom iye yoğun ilgisi. Bütün bunlar onun yazı ve düşü ncelerine taş ı n m ıştır. Pareta doğa b i li m lerinde kullanılan tekn ikleri sosyal araştırmalara uyarlamaya ve özelde 'dengelen me' kavra m ı n ı kendi ekonomik ve siyasal teorisine uygulamaya ça l ı ştı. Genel amacı, tüm sosyal sistemin sistematik ta rihsel bir analizini yapmak, ekonomi, siyaset bilimi ve psikoloji bilimleri aras ı ndaki il işki leri kurmak, d i kkati insan davranışı­ n ı n rasyonel-ol mayan yan larına çekmekti. Ona göre bu rasyonel­ olmayan unsurlar tortular ve türevierden oluşmaktad ı r.

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

88 •



Tort ular': i nsan eyleminin a rd ı ndaki temel duyg u la r; insa nları n içgüdüleri v e d ü rtü lerine daya l ı öznel faktörler. Türevler': insanların eylem lerine bir· ölçüde rasyonel görüntü kaza ndırmakta kullandıkları düşü nsel meşrulaştı rmalar veya ideoloj iler. Bu iki kavram o n u n siyasal 'seçkin ler dolaşım ı' a n al izi ve modern ekonom iye önem l i katkılarının (Pareto Yasası, refah e ko no milerinde Pareta opti m u m u ve kendi e konomik denge­ lenme teorisin i n) temel leridir.

Temel çal ı şması: •

Akli ve Toplum ( 1 9 1 6)

Gaetano Mosca Sicilya Palermo'da d ü nyaya geldi. Anayasa h u kuku eğiti mi aldı; Palermo ve Roma Ü niversitelerinde dersler verdi. Daha sonra on yıl kadar Chamber of Deputies Journal'da editörlük ya ptı. A kademik kariyerine 1 896'da Tarina Ü n iversitesi'nde A nayasa H u ku­ ku Profesörü olara k yeniden başlayan Mosca, 1 923'te Roma'da Siya­ sal Kurumlar ve Öğ retiler Profesörü olara k görev yapmaya başladı. Mosca ayrıca 1 908-29 yılları a rasında siyasal açıdan o l d u kça a ktifti ve Mecl iste m u h afazaka r bir üye olara k görev a l d ı . 1 9 1 4- 1 9 1 6 a rasın­ da Sömürgeler Baka n l ığ ı yaptı ve 1 9 1 9'da Senatör oldu. Onun temel çalışması Yönetici Sı ntfı ( 1 896) bu kadar parlak kı lan akademik a raş­ tırmaları ve siyasal tecrü beleri n i n bileşimid i r.

FiKiR Vilfredo Pareta v e Gaeta no Mosca, kısmen d ü şünceleri klasik v e mo­ dern seçki n ler teorisi arasında bir köprü görevi yüklendiği için, kıs­ men de siyasal güç a n a l izleri nin benzerl iği nedeniyle, genel l i kle mo­ dern seçkinler teorisinin kurucuları olara k görül ü r. Bağı msız çalışmış olsa l a r da, i kisi de siyaset seçkinlerini -örneğin, Marksist analizlerde o l d u ğ u gibi güç ya pısına göre değil- daha ziyade kişisel n itel iklere göre analiz etmiştir. Gerçekte, iki teori de, Marx'ın geleceğ i n toplu­ m unda herkesin eşit olacağı ve artık yöneticiler ve yöneti len ler ayrı­ m ı n ı n ortadan ka l kacağı öngörüs ü n ü n redd i olara k gelişmiştir. Gerek Pareta gerek Mosca, seçkinler -az ı n l ı k- yöneti minin bütün topl u m ­ larda kaç ı n ı l maz old u ğ u n u ; h epimizin, bir ölçüde, y a yönetici y a da yandaş olara k doğ d u ğ u nu; devrimin sadece bir seçkinler grubunu n yeri ne bir başkasını getirdiğini öne sürer. Onlara göre, seçki nler yö­ neti m i n i n temelini -kitlelerin parça l a n m ış l ı ğ ı, dağınıklığı ve d uyarsız-

SEÇKiNLER TEORiSi

89

lığının aksine- yönetici gru p veya sınıfın kişisel nitelikleri o l uşturur. i kisi çoğu kez 'Yeni Makyavelistler' olara k a n ı l ı r. Pareto'n u n siyasal seçkin ler teorisi, esas olarak, farklı yönetici gruplar arasında yapılan psikolojik bir ayrıma, yan i onların dolaşım biçimleri ve kitleleri yönetme biçimlerine daya nır. Pareto iki temel seçkin tipi bel irler: 'aslanlar' ve 'til kiler'. •



Aslanlar güç kullanarak yönetirler. Dobra, kararlı ve acımasızlar­ d ı r (örneğin, askeri d iktatörlükler) . Tilkiler g izlice yönetirler. Ku rnaz, yönlend i rici v e diplomatikler­ dir (örneğin, Avrupa demokrasileri).

Bu seçkinler özel l i kle fa rkl ı kişisel nitelikler ve fa rkl ı siyasal l iderl i k biçimleri sergilerler -iknaya karş1 g ü ç. Pareto'ya göre, topl umdaki temel değişim ler bir seçki nler dolaşım ıyla, aslanların yerini tilki lerin veya aksine tilkilerin yerini a slanları n a l masıyla gerçekleşir. Nihaye­ tinde, bütün seçkinler zama nla çöker, geri ler ve yıpranı rlar; onların yerleri ni yenilerine bırakmaları hepsi için bir problem oluşturur. Bazı seçki nler iktidarı çocuklarına aktarırken, d iğerleri alt kademelerden 'taze kan' bulmaya çalışırlar. Her iki yöntem de gücü elde tutmaya hizmet etse bile, Pareto'nun bel irlediği iki seçkin tipi de nihayetinde kendilerini devirecek içkin bir zayıfl ığı bünyesinde barındırı r. Aslanlar hayal gücü ve kurnazl ı ktan yoksun lard ı r ve bu yüzden kendileri adına düşü necek tilkileri çalıştırırlar. Til kiler 'içeri' s ızdıklarında gücü hızla ele geçirmeye başlarlar. Ancak, tilki lerin de zayıf noktaları vardır. Güç kullanma, kesin kararlar alma yeteneğ inden yoksunlard ı r ve bu yüz­ den kararlı ve örg ütlü bir genç 'aslanlar' grubuna gücü kaptırmaya açıklardır. Tarih, Pareta'ya göre, sonu gel mez bir seçkinler dolaşımı h i kayesi, 'bir aristokrasi ler mezarl ığı'dır. Güç, yeni bir siyasal denge kuru l uncaya kadar bir gelgit durumu serg i ler. Pareto demokrasinin tamamen farklı bir yönetim biçimi, gücün daha i leri ve temsil iyetçi bir dağılımı olduğu fikrin i reddeder; o demokrasiyi sadece yeni bir seçkinler yöneti mi biçimi, tilkilerin kendi kontrollerini gözlerden saklamalarından 'kaynaklanan' yeni bir ideoloji olara k görür. Pare­ to'ya göre, kitleler yöneti min soru m l u l u klarını yerine getirmesi konu­ sunda her zaman sessiz ve duyarsız kalırlar. Gaetano Mosca'n ın tezi Pareto'n un teziyle özünde aynıdır: azı n l ı k tarafından yönetil rnek tü m toplumla rın özelliğidir. Tarihte sadece iki insan sın ıfı vardır: "yönetenler sınıfı ve yönetilenler". Pareto gibi Mos­ ca da, yönetici sı nıfın toplumun diğer kesimlerinden entelektüel, maddi ve a h laki açıdan üstün olduğuna ve seçkinleri n gücünün özü­ nü -kitlelerin örgütsüzl üğünün a ksine- yönetici lerin birl i kleri ve iç-

SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

90

bütü n l ü klerinin ol uşturd u ğ u n a i n a n ı r. Mosca, ayrıca, güç psikolojisini vurg u l a rken, Pa reto'dan , seçkinler yön eti m i için gerekli niteliklerin topl uma ve za mana göre değiştiğini öne sü rmesiyle de ayrıl ı r. Bazı topl umlarda kimi ta rihsel dönemlerde askeri cesaret g ü c ü n a na hta­ rıyken, d iğerleri nde d iplomatik beceriler veya hitabet yeteneği önem kazan ı r. Mosca, ayrıca, entellektüel ve ahlaki g üçleri, örneğin kültürel ge­ lenekler ve dinsel inançları maddi veya ekonomik güçlerden ayırma­ nın önemini vurgular. O, gerçek Makyavelist bir yaklaşım içinde, in­ sanların i nsanlardan ziyade soyut i l kelere itaati tercih ettiklerini öne sürer. Bu yüzden, etkin yönetimin a nahtarı temel e konomik ve siyasal kuru m ları ideolojik kontralle birleştirmek, otoriteyi siyasal güç ve/veya ekonomik güç kadar ideolojik temellerde de kurmaktır. Nite­ kim örneğin, feodalizm sadece toprak sahipliği ve askeri g üce değil, kra l l a rı n kutsal hakları düşüncesine de daya n ı r; Fransız Devrim i insan h a kları i l kesi üzerine kurulm uştu, modern demokrasi ise h u ku ku n üstü nlüğü i l kesine daya n maktad ı r. Mosca bu analiziyle siyasal örgütlenme ve gücün temel yasalarını belirlemeye; siyasal g üç, fikirler ve kişilik arasındaki karş ı l ı kl ı etkileşi­ m i ayd ınlatmaya çalışmıştır. Ona göre, belirli bir topl u m d a ki yönetici sınıfın siyasal istikrarı siyasal sistemde dalaşımda olan kontro l l ü ve kontrol-d ışı güçler arasındaki dengeye, yönetici s ı nıfın bu g üçleri kendine üstü n l ü k sağ lamak için yönlendirme ve kontrol yeteneğine bağ l ı d ı r. Burada Mosca politikacılar ve devlet adamları ayrı m ı yapar: • •

Politikactlar: g ü cü yönlendirmekte usta olan lard ı r; Devlet adam/an: toplumsal d eğişmenin d i p akıntıları n ı h issetme ve onlara yen i ve yaratıcı biçimlerde tepki verme yeteneğinde olanlard ı r.

Her topl u m u n yönetici sınıfı n ı n kendine özgü karakterini belirle­ yen, topl umsal güçler ve seçkin ler etkileşi m i n i n bu ka rışım ı dı r. Mosca, deva m la, istikrarlı bir yöneti m i n etkili ve adil bir h u ku k sis­ temini ve topl u m u n yöneti rnde m ü m kü n ölçüde geniş bir temsilini gerektird iğini öne sü rer. B u yüzden o, •



Yönetici s ı n ıfı n bizzat kendi varl ı ğ ı n ı s ü rd ürmesi yönü ndeki 'aristokratik eğilim' ile özell ikle onsuz devam etme yönü ndeki 'demokratik eğilim' arasında ve Yuka rd a n 'otokratik tarzda yönetim eğ ilimi' ile i nsanları 'li beral ta rzda' yönetme eğilimi a rasında değ işken dengeler kurul ması­ nı salık verir.

SEÇKiNLER TEORiSI

91

Mosca, modern 'prensler'in, güçleri n i kaybetmek istemiyorlarsa, bu dengelere duyarlı olmaları n ı önerir. O halk h ü kümetine fazla i nan maz ve seçkinler yönetim i n i n uygar bir yönetim ve topl u m u n tek seçeneği o lduğunu iddia eder: Her kuşak, her şeyi, yani yüce asil ve güzel görünen şeyleri sevme yeteneğine sahip, faaliyetlerinin büyük bir bölümünü içinde ya­ şadığı toplumu geliştirmeye adamış veya onun kötüye gitmesini engellemeye çalışan bazı cömert ruhlar yaratır. Böylesi bireyler insanlığı bencillik ve maddeci arzular bataklığında çürümekten uzak tutmaya çalışan az sayıda ahlaki ve ayd ın bir aristokrasi oluş­ tururlar. Mosca sonraki yazılarında daha olumlu bir demokrasi a nlayışı ge­ liştirirken, her zaman genel oy ha kkına karşı çıkm ış, -temsili hü kümet a racılığ ıyla bile- her zaman seçkinler yöneti mini savunmuştur. B u şekilde o , sadece siyasal rejimierin 'bili msel' b i r analizini yap mayı değil, aynı zamanda yönetici sınıfı koruyacak bir seçki nler yönetim i teorisi v e siyasal bir program oluşturmayı da u muyordu.

KAVRAMSAL GELiŞiM Pareto'n un'ın fikirleri 1 930'1arda oldukça popülerdi ve onun denge kavram ı Talcott Parsons gibi önde gelen sosyologları bile etkiledi. Onun seçkinler yönetimi üzerine psikolojik analizi Robert Mich els'in 'oligarşinin tunç yasası' ve C.W. Mills'ın 'iktidar seçkinleri' kavram la­ rında açı kça yer almaktayd ı. Pareta'nun beti m lediği seçkinler dola­ şımı süreci özellikle Sovyetler Birliği gibi tek partili devletlerde hala oldukça yaygınd ır. Bununla beraber, onun teorisinin bunun d ış ı ndaki böl ümünün büyük ölçüde modası nın geçtiği düşünül mektedi r. O, basitçe, bütün siyasal sistem tiplerin i, hatta Batı demokrasilerine ve Doğu d iktatörlüklerine benzemeyen yönetimleri bile "ayn ı kategori­ ye dahil eder". Pareto için, onlar sadece farklı seçkinler yönetimi bi­ çimlerid ir. Ayrıca, o n için aslanlar ve tilkilerin doğal olarak a lttaki kitlelerden üstün oldu kları konusunda bir açıklama getirememiştir. Mosca'nın tezi, yine de, modern seçkinler teorilerinin en uzun ömürl üsü, en açık biçimde 'ku rucu bir basamak' olduğunu ispatladı: kesinlikle, basit psikolojik bir analizin ötesine geçme riskine g ird iği için. Yönetici Sm1f Mosca'yı i talyan siyaset biliminin kurucu babası konumuna yükseltti, hatta faşizmi Makyavelist tarzda meşru laştırd ığ ı suçlamasına rağ men. Mosca gerçekte Mussolini ve H itler'i büyük ölçüde eleştirmekteyd i. Mosca'nın seçkinler yönetiminin uygarlaştırı­ cı etkileri kad a r ahlaki l iderliğine ina ncı da, d i ktatörlükten ziyade

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

92

ondokuzuncu yüzyıl liberal i l kelerine desteğinin b i r yansımasıyd ı. Pareto ve Mosca'n ı n fikirleri modern siyasal g ü ç/iktidar yapıları­ nın kom pleksliği karşında çağı geçmiş ve basitleştirici g örünse de, i kisi de, görün üşte kitle demokrasisi çağ ı nda bile halen seçkinlerin yönettikleri gerçeği n i ayd ı nlatmıştır. Onların fikirleri, yaşad ı kları dö­ nemdeki kadar g ü n ü m üzde de hayati önemde olan bir seçki nler analizi geleneği n i n kurulmasına ö nayak o l m uştur.

AYRlCA BAKINIZ • • • • •

OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI, iKTiDAR SEÇKiNLERi KORPORATiZM GÖRELi ÖZERKLiK HEGEMONYA ve MEŞRUiYET KRiZi -bu klasik teorilerin çok daha yeni bir analizi için

OKUMA ÖNERiSi MEISEL, J. H. (1 965). Pareta andMosca, Prentice Hall

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi BOTIOMORE, T.B. (1 966), Elites and Society, Penguin [Seçkinler ve Toplum, Çeviren: Erol Mutlu, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1 990] MOS CA, G. ( 1 896). The Ruling Class, McGraw Hill PARETO, V. (1 9 1 6), Mind and Society, Dover PARRY, G. (1 969). Political Elites, Al ien & Unwin

SINAV SORU LARI 1 Siyasal gücün doğası ve dağ ılımı hakkındaki çoğulcu ve seçkinci teori­ ler arasındaki farkl ıl ıkları inceleyin iz. (AEB, Haziran 1 988) 2 "Toplumsal düzen gücün toplumda eşitsiz dağı lımına bağlıdır." Top­ lumdaki bu eşitsiz güç dağılımını göstermekte kullanılabilecek kanıt­ ları belirtiniz ve bu eşitsiz dağılımın sonuçlarından bazılarını ana hat­ larıyla açıklayın ız. (JMB, Haziran 1 987) 3 Okuryazar-olmayan, gelişen ve sanayileşmiş toplurnlara değinerek, toplumda güç sahibi sosyal g rupları nasıl tanımlayabilirsiniz? (London U niversity, Haziran 1 988) 4 Siyasal güç dağılımıyla ilgil i seçkinler teorilerini kısaca açıklayıp bu teorilere i lişkin temel eleştirileri değerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 989) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Sosyal Darvin izm Herbert Spencer Herbert S pencer ( 1 820- 1 903) Derby'­ de bir öğretmenin oğlu olara k dün­ yaya geldi. Düzenli bir eğitim görme­ diği söylenebil ir. O, h iç bir zaman ortaöğretim veya ü n iversite eğitim i görmedi, gerçekte kendini yetiştird i. Ö nceleri demiryol u m ü hendisi olarak çalışan Spencer, daha sonra politika m u ha birliği ve serbest yazarlık yaptı. Doğa bilim leri ve siyasete derin bir ilgi d uydu . Jeoloji ve paleontolojiye ilgisi ona evrimci görüşler konusu nda bir birikim kazandırdı. Konform ist o l mayan geçmişi onu 1 9.yy. ortası i ngilteresinin radikal politika la rına katı l maya yöneltti. Faydacılığın ve b ireysel haklar konusunda l i beral 'bırakınız yapsınlar' ('laissez faire') a nlayışının güçlü bir savunucusu oldu. 1 848'de The Economist' dergisinin yardımcı editörlüğüne geti­ rildi. 1 865'den sonra kendisine u l u slara rası bir ün ve a kademik bir güç kaza nd ıran, i ngiltere, Avrupa, Amerika ve hatta Rusya'da popüler kılan ve Sosyal Darvinizm olarak bilinen düşü nce oku l u n u n önde gelen bir temsilcisi oldu. Eserleri: • •

• •

Sosyal Statik ( 1 850) Toplum incelemesi ( 1 874) Sosyo/ojinin ilkeleri ( 1 896) Betimsel Sosyoloji ( 1 7 cilt, 1 873-1 934)

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

94

FiKiR Sosyal Darvi nizm fikrinin kaynağı Charles Darwin'in düşü ncesini sosyal b i l i miere uyarla maya çalışan Viktorya dönemi yazar ve düşü­ n ü rlerinden Herbert Spencer'd ir. Herbert Spencer, tıpkı doğa gibi top l u mların da doğal ayı klanma, hayatta kal m a ve adaptasyon süre­ ciyle ilişkili belirli temel yasalara göre gel iştiklerini öne s ü rer. Spen­ cer'a göre, biyolojik organizmalar gibi top l u m l a r da basit yap ı l a rdan ka rmaşık yapıla ra doğru gelişir, bir içsel fa rkl ılaşma ve bütü nleşme sü reciyle çevrelerine uyum sağl a r ve homoje n l i kten heterojenliğe doğru ilerlerl er. i nsan topl u l u kları, ya l ı n ve homojen i l kel ka bile grup­ larından, gelişmiş, bütünleşmiş ve fa rkl ılaşmış modern sosyal sistem­ lere doğru evrimleşmişlerd i r. Darwin gibi Spencer da açıklamasının temeline 'organ izma'yı yer­ leştirir. O top l u m u b i rçok bakımdan organ izmaya benzetir: •





i kisinin de büyüklüğü artar ve i kisi de daha karmaş ı k, farkl ılaş­ mış yapılara doğru evrim leşir. i kisi de farkl ılaşır ve giderek uzman laşır. Tıpkı beynin kontrol ve karar a l mayla ilgili bir biyolojik mekanizma olara k evri m leşmesi gibi, yönetim de aynı görevi yüklenen temel toplu msal bir ku­ rum olara k ortaya ç ı km ıştır. i kisi de evrim leşi r -top l u m l a r ve organ izmalar varo l m a m ü cade­ lelerinde çevreye uyu m u ve ada ptasyonu öğreni rler.

Spencer ayrıca, her şeyin en az d i renç temel inde hareket etme yönünde içsel bir eğil i me sahip olduğu görüşü ve 'hareket-riti m i l ke­ si' dahil, çağdaş fiziğin belirli unsurlarını kura m m a katm ıştır. Bunlara e k olarak, Comte gibi (bkz. Pozitivizm) Spencer da, top l u msal d üzenin merkezini temel bir konsensü s, temel değerler ve a h l a k kon usunda doğal bir uzlaşma ol uşturduğuna inan ıyord u. B u görüşler aşağıdaki temel kavram ia ra daya l ı b i r top l umsal ev­ rim kura m ı içinde harm a n l a n mıştır: •



doğal ayı kla nma veya Spencer'ın deyi m iyle 'en uygunun hayat­ ta ka l ması'; her sosyal sistemin doğasına içkin istikrarsızl ı k.

Spencer'a göre, toplumsal d üzen ve istikrar, tıpkı doğadaki gibi doğal bir denge, yani bir denge d uygusu gerektirir. Top l u msal de­ ğişme, b u denge halinin, top l u msal yapının çeşitli parçaları a rasında­ ki veya top l u m la çevresi a ra sı ndaki dengenin bozu l masından kay-

SOSYAL DARVINIZM

95

naklan ır. Bir istikrar döneminin ard ı ndan yen i bir topl umsal d üzen, yeni bir denge, yeni bir ahlaki konsensüs ortaya ç ı kar ve giderek farklılaşan toplumsa l parçalar a ra s ında yeni bir ilişki oluşur. Böylece Spencer, doğadaki türler g i bi insan topluluklarının d a ya­ lın kabile biri m l erinden g ü n ü m üzün karmaşık yapıları na doğru ev­ ri mleştikleri ni öne s ü rer. Uyu m sağ laya mayanlar, uyg u n o l mayanlar daha gelişmiş ve saldırgan top l u l u kların rekabeti ka rşısında yavaş yavaş ortadan kaybolurlar. Böylece, mağara adamı kabile üyesi ve çiftçi karşısında yok olacaktır. Bu yüzden, Roma, H int ve Çin i m para­ torlukları da i ngiltere, i spanya ve Almanya gibi Avru pal ı güçlerin gerisinde kalaca klard ı r. Bu 'toplu msal orman' yasası yüzünden sade­ ce en uyg u n topl umlar hayatta kal ı r; insan topl um ları bu topl u msal evrim yasası sayesinde 'ilerlem işlerdir'. i nsanlar arasındaki savaş, tıpkı hayvanlar arasındaki savaş gibi, onların daha üst organizasyon biçimlerine ulaşmalarında büyük bir paya sahip olmuştur (Spencer, 1 873). Fakat bütün toplumlar aynı o randa veya biçimde evrimleşmezler. Doğadaki gibi, evrim farklılık ve çeşitli l i k ü retir. Farklı top l umlar kendi özel çevre koşu l la rına, komş u l u k i l işkilerine ve ırksal veya kültürel nitelikteki özel niteliklerine göre fa rkl ı biçimlerde evri m leşebilirler. Buna karşın, hepsi, aynı toplumsa l evrim yasasına bağlıdır; aynı evrim süreçlerinden geçer veya o rtadan kal ka rlar. Spencer b u noktada farkl ı evrim düzeylerinde iki topl u m tipi ayırt eder: •



Ordu tarafı ndan yönetilen topl u m larda olduğu g ibi, merkezden denetim l i ve bütünleşmiş askeri toplum Kuvvetten çok işbirliğine veya askeri güçten çok piyasa ilkeleri­ ne daya l ı, toplumsal düzenin daha organik ve kendiliğ i nden ol­ duğu sanayi toplumu

Bu yüzden, ilk askeri toplumlar varl ı klarını s ü rdürebilmek için Romal ıları n Gotlar ve Vanda l l a ra yaptıkları gibi- rakip komşularıyla savaşmak zorundayken, daha gelişmiş sanayi toplu mları, savaş ve çatışmaya yönelmekten ziyade, ekonomik rekabet sayesinde barış içinde evrim leşmeyi öğrenmişlerdir. Son olarak, Spencer'ın kura m ı sosyolojik olduğu kadar psikolojik bir tema da içerir: Ona göre, insanlar da tıpkı toplumlar gibi evrimle­ şirler. Modern insan, kendi fiziksel ve topl u msal çevresine uyum sağ­ lar ve bu orta mda hayatı n ı sürdürürken, binlerce yıllık fiziksel ve psikolojik evrim i temsil eder. Spencer'ın top l u m modeli organizmacıdır. Topl u mlar farklılaş-

96

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

mamış bir birlik d u ru m u ndan, bireysel u ns u rların özerkl ikleri a rtar­ ken giderek b i rbirlerine bağ l ı l ıkları n ın a rttığı, o l d u kça karmaşık, fark­ lılaşmış yapılara doğru evri m leşen can l ı bedeniere benzerler. Farklı­ laşma basit to p l u m l a rda s ı n ı rl ıyken -insa n l a r hem savaşçı hem de avcı olabilirken- modern to p l u m l a r büyük ölçüde uzmanlaşmıştır. i nsan top l u m u doğal olara k karmaşık b i r farkl ılaşma d urumuna doğ­ ru evri l ir. Spencer bir genel evrim teorisi geliştirmeye çalışmıştır. Spencer öze l l ikle n üfus gelişim i n i n yarattığı baskıları top l u msal evri­ m i n temel dinamiği olara k görür. O, temel çalışması Sosyo/ojinin ilkeleri'nde ( 1 893), top l u m u basitten ka rmaşığa, parçaların bütüne bağ ı m l ı o l d u ğ u fa rkl ılaşmış yapılara doğru gel işen bir 'şey' olara k ta n ı mlar. Tü m sistem d enge, dengelen me ihtiyacı içinded i r v e h içbir şey, hatta hükü met bile onu ra hatsız etmemelidir. O askeri top l u mla­ rın basitl iği, merkeziliği ve katı l ı ğ ı n ı sanayi topl u mlarının kom p leksli­ ği, merkezi ol mayışı ve bireyci liğinden ayırır. Spencer, piyasa n ı n 'gizli el'i ve bi reysel özgürlük i l keleri n i benimseyerek her tür devlet d üzen­ lemesine karşı ç ı ka r -tı pkı, g ü n ü m üzde çoğu dağacı ve çevrecinin insa nların doğaya ve o n u n temel doğal evrim yasa larına müdahale etmemesi gerektiğini savu nmaları gibi. Herbert Spencer'ın genel a macı, bütün teorik b i l i mleri birl eştir­ mek ve Charles Darwi n'in kuram ve yöntemleri ne dayalı karşılaştır­ malı b i r sosyoloji kurmaktır. Spencer bu organ i k top l u msal gelişme modelini kişi hakları n ı vurgu layan bir a nlayışla birleştirmek istiyord u . Sosyal Darvin izm, top l u mları farklı tarih v e evri m aşarnalarına göre karşılaştırmanın önemini vurgu layan, büyük ölçüde yapılandırı l m ı ş v e görünüşte b i l i msel bir top l u msal araştırma ya kl aşı m ı ortaya koy­ d u . S pencer' ı n tezi politik açıdan devlet müdahalesinin redd ini temsil ediyord u. Sosyal planlama ve refa h devleti topl umsal evrim i n doğal ve ilerlemeci g üçlerine zarar verebi lecek bir tehdit o l u ştu rur. Sosyal Darvinizm, böylece, b i l i m sel sosyoloj iye bir katkı olduğu kada r siyasal bir öğretiydi. Spencer'ın evri m teorisinin temelinde n i h a i bir yeni etik ve ahlaki düzen arayışı yatar. Evrim sayesinde insan ken d i kapasitele­ ri ve a h lakı n ı m ü ke m melleştirecektir. Bu, ona göre, 'devlet'e önem vermeme dahil, bireysel özg ü rl ü ğ ü n en yüksek noktaya ç ı ka rtılmasını gerektirir. S pencer bu yüzden sosyal reformlara ve Yoks u l l u k Yasası­ na karşıd ı r ve acı çekmenin yararlı ve eti k açıdan doğru o l d u ğ u na inancı o n u denge ve uyu m u m ü kemmelleştirme çabasına yöneltmiş­ tir. Sosyal Da rvinizm'in cazibesi bili msel sosyol ojiye b i r katkı olması kadar siyasal bir öğreti ol masından da kaynaklan ıyord u .

SOSYAL DARViNiZM

97

KAVRAMSAL GELiŞiM Herbert Spencer modern sosyoloj inin gelişiminde öneml i bir kişilikti. Sosyal Darvin izm ilk dönem sosyol ojiye doğa bilimlerindeki gelişme­ lerden yararlanara k güçlü bir kura msal temel ve yayg ın bir a kademik statü kazandırdı. Comte gibi Spencer da, bel i rl i temel doğa yasaları ­ n ı n doğal dü nyayı olduğu g ibi sosyal d ü nyayı da yönettiği inancın­ daydı. Spencer'a göre bu temel yasa evrimdi. Toplumsal düzen ve değ işmenin i l kelerini ortaya koyma yönün­ deki i l k girişim lerden biri o l a rak Spencer'ın kura m ı 1 9. y.y. toplum felsefesinde önemli bir etkiye sahip olm uştur. B u kura rn işlevseki yaklaşımlardan önce tari h sahnesine çıkmış ve onları güçlü bir bi­ çimde etkilemiş, William James ve W.G. Sum ner a racı lığıyla, 20. y.y. başlarında Amerika n sosyolojisine büyük bir katkıda bulunmuştur. O Viktorya dönemi görüş ve tutumların klasik bir örneğ idir, temel kav­ ramlarının çoğu günü müzde halen popüler ve etkileyicidir: piyasa i l kelerine Thatchercı i na nç, devlet müdahalesine karşı çıkma ve en uygun olanın va rlığını sürd ü rmesi örneklerden birkaçıdır. Bununla bera ber, 1 9. y.y. sonlarında Sosyal Darvinizm ve bu yak­ laşımın temel insan ve topl u m anlayışları yoğun eleştiriye uğramıştır: •







Spencer'ın, bütüncül top l u m analizini 'bırakınız yapsı nlar'cı bi­ reycil ikle birleştirme g irişimi, bi reysel haklar ve özgü rl ü kler dü­ şüncesi ile toplumun büyük bir kıs m ı n ı n gelişip ilerleme ihtiya­ cına vurgu arasında kuramsal çelişkiler yaratmıştır. Onun biyolojik analojisi bazen anla msız bir biçimde fazla esnek bir biçimde kullanılmıştır. Onun Darvinci kavra mları kullanım biçimi sıkl ı kla yüzeysel, yetersiz ve -örneğin, tüm topl u m ların evrimci güçlere tabi olmalarına karşın, bazılarının belirli aşama­ ları atlaya bileceklerini, hatta heterojenlikten homojenl iğe doğ­ ru geri leyebileceklerini savunduğu için- çelişkiliydi. Spencer'ın analizi totolojikti, ya n i kullandığı kanıtlar ve gel iştir­ diği farkl ı toplum ve kurum tipleri sın ıflaması örnekleri kanıt­ landığı varsayı lan ilkelerden türetilmişti. Onun doğal ayıklanma kon usundaki görüşleri ırkçı ve hü ma­ nizm karşıtı görüşleri destekiernekte kul lanılmıştır. Bu görüşler, Viktorya dönemi beyazların üstünlüğü görüşünü, i ngil iz i mpa­ ratorl uğunun tabi u l uslar, öze l li kle siyahlar ka rşısındaki üstün­ lüğünü güçlendirmiştir. Bu öğretinin u nsurları Nazi Almanya­ sının ı rkçı, günü müz G üney Afrika'nın ayrı mcı pol itikası nda bu­ l u nabilir. 'En uygu n olanın hayatta ka l ması' temasının kardeşi olan görüş zayıf, hasta, yoksul, suçlu, biyolojik özürlü vb. kimse-

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

98

leri dışl ayan politikaları meşrulaştırmak için ve insanın evrimci gelişimine bir tehdit olara k ku llanılm ıştır. iyinin zararına iyi olmayan bir şeyi beslemek oldu kça acımasız bir davranıştır. Bu gelecek kuşakları bil inçl i olarak yoksu lluğa mahkum etmektir. Gelecek kuşaklara sayıları giderek artan embe­ siller, aptallar veya suçlular miras bırakmaktan daha lanet bir şey yoktur . . . Doğanın tüm çabası bunlardan kurtulmak, onları dün­ yadan temizlemek ve dünyayı daha iyi bir yer yapmaktır . . . Onlar yaşamak için yeteri nce tam değillerse öldürülmeleri gerekir ve as­ lında en iyisi on ların ölmesidir" (Spencer, aktaran Abrams, 1 968:

74).





Spencer'ın evrimci bir m ücadelenin gerekli l iği, aşağı ve üstün ırklar düşünceleri, hem topl u mda hem de ırklar içinde en iyile­ rin hayatta ka lma gerektiği fikri bazı ı rkçı ve aşırı g ru pların felse­ feleri ne, öze l l ikle Alman Nazilerinin ı rkçı teorileri ve pratiklerine temel oluşturmuştur. Kaç ı n ı l maz ola rak, bu tür toplumların ve onların toplum felsefelerinin çöküşü sosyal Darvinizmin teorik ve etik değerini zayıflatmıştır. Sosyal Darvinizm, mevcut d üzeni ve eşitsizlikleri doğal ve haklı sayarak meşrulaştırd ığ ı için, çoğu kez m u hafazakar, hatta gerici bir felsefe olarak görülür. i ngil iz i m paratorl uğunun d üşüşü, i ngi ltere'nin bir d ü nya gücü olarak Almanya ve Amerika n ı n gerisinde kal ması Sosyal Darvi­ nizme desteği azaltmıştır. Merkezi planlamaya daya l ı komü n ist topl umların yükselişi Spencer'ın piyasa güçleri aracılığıyla evrim teziyle çelişir. Ayrıca, yüzyıl başında, gelişmiş sanayi toplumla­ rında ekonom i n i n devlet eliyle planlanması i lkesinin benim­ sen mesi, sosyal devlet hükümleri ve sosyal demokrasi de bu te­ zin geçerliliğini giderek zayıflatmıştır.

Spencer'a eleştiriler üç temel a landa yoğ u n laşır: 1 . Onun bireyci insan anlayışı ile bir orga nizma olara k topl u m an­ layışı a rası ndaki içkin çatışma. Bencillik ve çıkarcılık tek başına istikrarlı ve ilerleyen bir toplu m u n bağlayıcı g üçleri olamaz. 2. Ahlaki natü ra lizm fikri -hayatta ka l mayı başaranların doğal ola­ rak üstün oldukları düşüncesi- ciddi eleştiriler a l m ış ve ırkçılık suçlamalarına maruz kal m ıştır. 3. Sosyal ve kültürel gelişmeyi analiz etmek için 'doğal ayıklanma' ve 'en iyinin hayatta kal ması' gibi biyolojik kavram ları kullanan bu kavra msal ve metodolaj i k ya klaşımın pratik o l madığı gide-

SOSYAL DARViNiZM

99

rek ka nıtlan m ıştır Özelde, Sosyal Darvinizmin ondokuzuncu yüzyıldaki ve yi rminci yüzyıl başındaki soy ıslahı teorileri ve sömürge savaşlarıyla ilişkisi, bu tür aşırı l ı klardan uzak du rmaya çal ışsa da, Spencer'ın kura msal cazi­ besini zayıflatmıştır. O ırkla rın eşit haklara sahip oldukların ı kabul eder ve 'toplumsal yamya m l ı k dönemi' olara k ta n ı mladığı ken d i yaşad ığı çağda a rtan savaşlardan b ü y ü k ölçüde etkilenmiştir v e b u d u r u m sanayileşmenin daha büyük bir ba rış v e u y u m getireceği inancıyla önemli ölçüde çelişiyordu . Böylece, Sosyal Darvinizm 1 900'1erde b i l e h a l k ı n ilgisini v e siyasal desteğini büyük ölçüde kaybetti. Sosyal Darvinizm artık, tarihsel bir hata, Brita nya i mparatorluğunun Viktorya Döneminden kalma ve beyazlara özgü bir üstünlüğü gibi görünmektedir. "Herbert Spencer kendi yaşadığı dönemde büyük bir ün kazanan ve etki yaratan, ancak çok çabuk u n utulan bir düşünürler kategorisine dahildi" (Heine An­ dersen, Andersen and Kaspersen, 2000: 35). Radi ka l bir özlem içinde­ ki Spencer'ın teorileri, iron iktir ki, giderek daha çok m u hafazakar ideoloji leri destekiernekte kul l a n ı l m ıştır. Yine de bu yaklaşım sosyolojinin akademi k bir disiplin olarak ku­ rulmasına önemli bir katkıydı ve onun temel tezleri, son yıllarda, yapısal-işlevselci l i k, modernleşme tezleri ve kültürel a ntropoloji, sosyo-biyoloji ve oyu n teorisi gibi yen i evrimci kuramlar biçiminde yeniden o rtaya çıktı.

AYRlCA BAKIN IZ •





YAPISAL iŞLEVSELCiLiK -Spencer'ın temel düşüncelerinin modern bir yorumu olarak MODERNLEŞME TEORiSi -Darvinci küresel evrim düşüncelerini kul lanan bir dünya gelişimi teorisi olarak BAGIMLILIK TEORiSi -evrimci dünya gelişimi teorisine sert bir eleşti­ ri olarak

OKUMA ÖNERiSi PEEL, J.D.Y. ( 1 97 1 ), Herbert Spencer: The Evalutian of a Sociologist, Heine­ mann, London

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi ANDERSEN, H. (2000), 'Herbert Spencer', Kesim 3, Bölüm 1, Andersen and

1 00

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Kaspersen, L.B., Classica/ and modern Social Theory, Blackwell, Oxford GRAY, T. (1 996), Po/itical Phi/osophy of Herbert Spencer: lndividualism and Organicism, Avebury, Brookfield, VT. S PENCER, H. (1 850), Social Statistics, D. Appleton WFNC ER. H. ( 1 874), The Study of Society, Appleton '> I ' F NCER. H. (1 896), The Principles ofSociology, Appleton '>I'I:NCER. H. ( 1 873-1 934), Descriptive Sociology, Wil l iams & Norgate

SINAV SORULARI 1 Organik analoj i sosyal sistemleri anlamak için n e kadar yararlıdır? (WJEC-Haziran 1 986) 2 Topl u m ile biyoloj ik bir organizma arasındaki analojinin yararlılığını özetleyip değerlendirin.(AEB Haziran 1 988-2. Sınav) Çeviri: Şebnem Özkan

Tarihsel Materyalizm Marx ve Engels Friedrich Engels ( 1 820- 1 895) Alman­ ya'n ı n Ba rmen kentinde, Almanya ve i ngiltere'de fabrikaları olan zengin bir tekstil i malatçısının oğlu olara k dün­ yaya geldi. Engels, ailenin işi ni devral­ sa da, rad i kal bir topl umsal eleştiri üsiCıbu geliştirdi, radikal Alman g rup Genç Hegelcilerle ilişkilerini g iderek gel iştird i. Engels Marx'la onlar aracıl ı ­ ğ ıyla tanıştı v e iki si sonradan yakın a rkadaş oldular. Engels 1 842'de Çar­ tistler ve Owencılar gibi i ngiliz radi­ ka l lerle i l işkilerini gel iştird i ve Sanayi Devrim i'nin doğum yeri olan i ngiltere hakkındaki güçlü gözlemlerini aktar­ dığı ingiltere'de işçi Stntftntn Durumu'nu yazd ı. Artık o yeni sanayi işçi sın ıfının geleceğin devrimci gücü olacağına inanıyord u . Marx da benzer bir yargıya u laştı ve Engels'in 'Ekonomi Politiğin Eleştirine Dair Bir Taslak' adlı gazete yazısından etkilend i ve birlikte i l k çalışma­ ları Kutsal Aile ( 1 845) ve Alman ideolojisi'ni ( 1 845) yazd ı lar. Engels, 1 845-1 850 yılları a rasında Marx'la beraber, Brüksel ve Pa­ ris'te Marksizm'i entellektüel bir teori ve devrimci bir hareket haline getirmek için siyasal çalışmalara yoğ u n laştı. Engels sosya l ist pol itika­ da oldukça aktif bir rol aldı, Alman Sosyal Demokrat Partisi için yo­ ğun olarak ça l ı ştı ve Kom ü n ist Birliğin kurul masına yard ımcı oldu. 1 848 Avrupa devri mleri arifesinde Marx'la birlikte Kom ü n i st Man ifes­ to'yu yazdı, 1 848 Alman devri mine a ktif olara k katı l d ı ve bu devrim ler başarısızlığa uğrayınca Marx'la birlikte kaçmak zorunda ka ldı.

1 02

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 850'de Manchester'daki aile şirketine döndü ve Ma rx'a yardım ettiği yirmi yı l boyunca burada kaldı. Ailesi onu mali olarak destekledi ve burada diyalektik materyalist düşünceyi geliştirmeye başladı. Engels 1 870'de kendini emekliye ayırdı ve hasta Marx'a hem yazma ça l ışmalarında hem de Birinci Enternasyonal'da s ü rd ü rdüğü siyasal faal iyetlerinde yardı mcı olmak için Londra'ya geçti. Hatta Marx'ın adıyla New York Daily Times gazetesinde maka leler yaza ra k Marksizm'i tan ıtmaya çal ıştı. Engels Anti Dühring ( 1 878) ve Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm ( 1 892) gibi çal ışmalarla ve Ludwig Feuerbach a racı­ lığ ıyla, ta rihsel materyal izmin a na te malarını geliştirmeye başladı. I kinci Enternasyonal döneminde Engels'in felsefi ve siyasal ünü Marx'ı geçmeye başladı. 1 883'te Marx'ın ölüm ünden sonra za manını ( 1 885 ve 1 894 yıl ları a rasında) Kapital'i n üçüncü ve dördüncü ciltleri n i d üzenleyip yayın­ lamaya adadı. 1 895'te kanserden öldüğünde dördüncü cilde henüz başlamıştı. Engels günüm üzde Marx-Engels dostluğunun küçük üyesi olarak tasvir edilir ve teorik analizler bağ lamında bu tasvir kes i n l i kle yerin­ dedir. Yine de o, bizzat usta bir gazeteci, sosyal tarihçi, askerlik konu­ larında uzman ve doğa bilimciyd i. 'Doğanın Diyalektiği' ( 1 925) ve sosyalist fem i n izme i l k katkı lardan biri olan 'Ailenin Kökeni' ( 1 884) gibi birçok m a kale ve kitap yazdı. Son yıllarında Marx konusunda bir otorite, onun tü m ça lışmalarının editör ve vasisi ve Birinci Dü nya Savaşına kadarki dönemde Marksizm'in en büyük propaganda kay­ nağıydı. Engels'in yazılarında ki ve Marksizm'in Bolşevikler ve özellikle Stalin tarafından resm i a n layış olara k benimsenişiyle doruğuna çıkan pozitivist eğilimler onun bili msel Marksizm yoru m u hakkında tartış­ malara yol açtı ve buna bağlı olara k onun ün ünü azalttı. Marx'ın tarihsel materyalizm a n layışını her zaman övse bile, tari h­ sel materyalizm terimini ilk kez kullanan, Marx'ın ta rihsel gelişim yasasında sadece 'rehber bir i l ke' olara k gördüğü şeyin a n a temaları­ nı ete kemiğe bürü nd üren ve bu temel fikri popüler hale getirip ya­ yan Engels'tir.

FiKiR Ta rihsel materyal izm sosyal bilimler ve d ünya tarihindeki en büyük ve en etkil i fikirlerden birid ir. Bu fikir Marksist ekonomik, siyasal ve topl umsal gelişme teorisinin ve ayrıca yirminci yüzyılda komünizmin Doğu Avrupa ve G ü ney-Doğu Asya'da yayılmasının temelini oluş­ turmuştur. O kom pleks bir fikir, tarihsel ve toplumsal gelişme hak-

TARiHSEL MATERYALilM

1 03

kında kapsam l ı ve ayrıntı l ı bi r teorid ir. Bu fikrin kaynağı Karl Marx ve yazı arkadaşı Friedrich Engels'in çalışmalarıd ır ve g e rçekte bu fikir sadece geleceği öngörmeyi değil, kurmayı da a maçlayan, onu etki l i ve muazzam bir biçimde tasvir e d e n adamların hayatla rı v e yaşadık­ ları dönemi yansıtır. Radikal bir gazeteci olan Karl Marx ve sosya l ist bir işadamı olan Engels, o ndokuzun cu yüzyılda insanlık tarih i nde yaşanan en büyük devrimci karışıklık dönem lerinden birinde bu değişimleri yaşadı, bizzat ü retti ve değişim mücadelesi verdi. Bu dönem Fransa ve Avru pa'nın d iğer ü l kelerini büyük ö l çüde etkileyen siyasal devrimler, Tarım ve Sanayi Devrimlerin i n yol açtığı ekonomik dönüşümler ve Bilimsel Devri m i n yarattığı entellektüel atılımlar dö­ nem iydi . Devrim her yerdeydi, Marx ve Engels yen i bir tarih yorumu, yeni bir top l u m anlayışı, yeni bir ütopya -kom ünizm- geliştird i. Tarihsel materyalizm' terimi Marx'ın tarih a nlayışı n ın temel tezini, yani tarihsel değişimierin a rdı ndaki itici gücün siyasal l iderler değil, aksine ekonomik güçler olduğu d üşüncesin i yansıtır; top l umsal ha­ yatı ve insanın gelişimini belirleyen siyasal üstyapı değil, toplumun ekonomik veya maddi temelidi r. Geleneksel olarak, insa n ı n toplum­ sal ve ekonomik gelişimi -Ju l i us Caesar, Napoleon, Nelson g ibi- be­ l irli temel tarihsel şahsiyetlerin ve öneml i kral ve kral içelerin siyasal eylemleri tarafından yönlendirilen ilerleyici açılım olara k d ü ş ü n ü l ü r. Tarihsel materyalizmde de benzer biçimde tarih i lerleyen bir şey olara k görü l ü r, ancak bireylerin eylem lerinin -ne kadar güçlü o l u rsa olsun- değişmenin temel dinam iğin i oluşturd u kları düşüncesine karşı ç ı kıl ır. Marksistler için temel dinamik daha ziyade ekonomik gel işmedi r. Engels'in (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm'de) kısaca özetledi­ ği gibi, ta rihsel materyal izm, toplumun ekonomik gelişiminde, üretim ve mübadele biçimleri­ nin değişiminde, bunun neticesinde topl umun sınıfiara böl ün­ mesinde ve sınıfların birbirleriyle mücadelelerinde rol oynayan en temel nedeni ve tüm önemli tarihsel olayları harekete geçiren gücü araştıran, tarihin yönü hakkında bir görüştür. Bu yüzden, tarihsel materyal izm siyasal veya toplumsal faktörlerden ziyade ekonomik veya maddi g üçleri esas alan bir tarihsel gelişme teorisidir. Materya lizm d1ş d ünyayı -kendine ait neden-sonuç yasaları tara­ fından yöneti len ve insa n bil incinden bağımsız- bir gerçeklik olarak gören felsefi bir a nlayışı ifade eder. B u perspektif, d ı ş d ü nyan ı n gerek doğal gerek toplumsal hayatın- n ihayetinde insanların ona il işkin düşü nce ve bilinçleri tarafından bel irlend iğini düşünen idea­ l izmin tam karşısında yer a l ı r. Bu iki görüş arasındaki felsefi tartışma,

1 04

SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ondokuzu ncu yüzyıl orta larındaki Almanya'ya, fikirlerin tarihte ege­ men güç o l d u kl a rını, tarihin basitçe aklın ilerleyici açılımı olduğunu öne süren büyük düşünür Hegel'e ka dar uza nır. Marx, tarihsel gel iş­ menin fikirler tarafından değ il, a ksine -en azından insa n la rın üretim, barınma ve susuzl u k gibi temel i htiyaçları tarafı ndan olmasa bile­ somut ekonomik olgular tarafından belirlendiğini öne sü rerek, "He­ gel'i ayakla rı üstüne oturtur". Basit gerçek, insanların, siyaset, bilim, sanat, din ve benzeri konu­ larla ilgilenmeden önce, öncelikle beslenmek, susuzluklarını gi­ dermek, giyinmek ve barı nmak zorunda oldukları[dır]. Bu gerçek, en dolaysız maddi geçim araçlarının ve neticede belirli bir toplu­ mun veya çağın ekonom ik gelişme derecesinin devlet kurumları, hu kuk an layışları ve sanatın, hatta dinsel kurumların üzerine inşa edildiği temeli oluşturması anlamına gelir. Bu, ikinci kategoride yer a lanların birincilere göre açıkla nması gerekirken, aksine birin­ cilerin genellikle ikincilerin neticesi olarak alındığını gösterir (En­ gels'in Marx'ın mezarı başındaki 1 7 Mart 1 883 tarihli konuşması). i nsanların mevcud iyetlerini belirleyen bil inçleri değil, aksine bi­ linçlerin i belirleyen mevcudiyetleridir (Karl Marx, Ekonomi Politi­ ğin Eleştirisine Katki'ya Giriş, 1 859). Tarihsel materyalizm, bu yüzden, aşağıdaki temel an layışlar üze­ rine kuru l u bir topl u msal yapı ve topl u msal değişme teorisidir. o

o

Top l u m i ki temel yapı üzerine kurulu bir bütü nlüktür: - Mal ve h izmetlerin ü retimi ve dağıl ı m ıyla ilgili ekonomi k a lt­ yapı - Devlet, h ukuk ve aile gibi temel topl u msal kurumları içeren topl umsal, siyasal ve ideolojik bir üstyapı Ekonomik altya pı top l u m u n temel kurul uşudur. O, sadece mal ve hizmetlerin ü retimini değil, aynı zamanda üstya pıyı oluştu­ ran d iğer tüm toplumsal kuru m l a rı -hatta topl u m u n yaşam bi­ çimini, h ükümet şekli ve düşünme tarzını- belirler. Altyapı iki temel unsura ayrılabilir: - Ü retim güçleri -emek ve makine dahil, ü retim yöntemleri ve aletleri. - Ü retim a raçlarının sahipleri ve işçiler a rasındaki üretim i l işki­ leri. Bunlar bir üretim tarzından diğerine farkl ı l ı k gösterir. On­ lar feodalizmde efendi ve serf iken, kapitalizmde burjuva ve proleter haline gel irler. Bir ü reti m tarzı, tarihte zaman içinde belirli bir noktada yayg ın­ l ık kazanmış ekonom i k sistemi anlatır. N itekim Ortaçağda temel

TARiHSEL MATERVALiZM

1 05

üretim a racı o larak toprağa daya lı feodal izm haki mdi. Kapita l ist toplumda sanayi ve ticaret hakim konumdadır. Marx sosyal iz­ min yan ı s ıra, dört temel ü retim tarzı belirler: Asya tipi, Antik, Feodal izm ve Ka pitalizm. Her temel üreti m tarzı insanlığın sos­ ya l izme doğru ilerleyişinde i leri bir adımd ır. Bu i lerlemeci top­ lumsal değişmenin temel mekan izmaları şunlardır: - Ekonomik a ltyapı içindeki temel çelişkiler: bu çel işkilerin kay­ nağı, yen i ekonomik yöntemler topl u msal ve hukuki yapıla­ rından daha h ızlı büyümeye başlarken, sözgelimi feoda l izm sanayi ve ticarete dar gelirken, üretici g üçler ve üretim il işki­ leri a rası nda g iderek artan çatışma ve uyumsuzl uklardır. - Ü retim a raçları nın sa h ipleri ayrıca l ıkları ve karlarını s ü rd ü re­ bilmek a macıyla işgücünü sömürülerini a rtırmaya çalışırken sınıf çatışmalarının artışı. Sosyal sınıfların kaynağı, Marksistler için, basitçe, ü reti m a raçlarına sahip olup olmamad ır: bu il iş­ ki, sömü rüye ve eşitsiz servet dağ ı l ı m ı na bağ l ı olması nede­ niyle, ister feodal lord l a r ve serfler a rasında isterse kapitalist­ lerle işçiler arasında olsun, özünde antagonist (uzlaşmaz) bir il işkid ir. Marx ve Engels için 'sınıf m ü cadelesi' tarihsel materyal izmin mer­ kezi kavra m ıd ı r ve topl umsal değişmenin dinamiğini o l uşturur: "şim­ diye kadar mevcut tüm insa n l ı k ta rihi sı nıf mücadeleleri ta rihid ir". Bu çatışma doğrudan yıkıcı ol mayıp, n i hayeti nde ilerleticidir: Marx'ın sözleriyle, "antagonizma yoksa ilerleme de yoktur". Ma rx, tarihsel materyalizmin bu 'yönlendirici i l keler'ini çağdaş ka pita list ü retim tarzı analizinde ayrıntılı olara k açıklar.

Kapitalizm Kapitalist topl u mda temel üretim güçleri sanayi ve ticaret, fabrika ve imalathane, temel üretim ilişkileri burjuva lar ve proleterler a rası ndaki üretim ilişki:erid ir. Ü retim güçleri piyasa güçleri tarafından ve arz­ ta lep i l işkisine göre bel irlenir; ve kapitalist sürekli ka r ve yatı rım pe­ şinde koşarken, kapitalist ve işçi a rasındaki ü reti m ilişkisinin bağlayıcı unsuru kişisel l i kten-uzak ve sadece 'para eksenli' bireysel çıka ra yö­ nelik çaba la rd ı r, yan i kapitalist işçiyi sadece kar sağlayacak bir araç olarak kullanır ve böylece gerektiğinde onu ku llanır veya işten atar. Kapitalist ü stya pı bu altyapıya sağlıklı ve disiplinli işçiler üreten aile ve eğitim sistemi aracılığıyla h izmet eder ve böylece onu meşrulaştı­ rırken; devlet, h ukuk sistemi ve medya da kitlelerin hem fiziksel hem de ideolojik kontrolünü sağ lar: ideolojik kontrol sayesinde işçi sınıfı

1 06

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

materyalizmden ve alternatif fikirlerden uzak tutu larak 'yanlış bili nç' içine sokulur. Bununla beraber, diğer tüm a ntagonist üretim tarzları gibi kapita­ lizm de, içkin (doğasındaki ü. T.) çelişkileri nedeniyle, 'kendini yıkacak tohumlar'ı bağrında taşır. Kapital izm i n asıl merkezini kar a maçlı re­ kabet ol uştu rur, fakat n ihayeti nde bu rekabet ve maliyet açmazı burjuva sınıfı n ı n -üyeleri nin g iderek daha fazla 'köşeye sıkışması' ve ücretleri d ü şen ve kitlesel işsizlik tehdidi altındaki işgücünün büyük­ l ü k, birlik ve sınıf bilincindeki gelişi m iyle birlikte- çöküşüne yol aça­ caktır. Bu durum ayrıca kapital izmde aşırı büyüme ve ani çöküşler biçiminde periyodik krizler yaratacak ve bunları şiddetlend irecek; ve işçilerin birleştikleri, zinci rlerini kırd ı kları, devletin ve ü retim a raçları­ nın kontrolünü ellerine geçird ikleri ve son temel üretim tarzı Sosya­ lizm-Ko m ü nizm'e ulaştıkları noktaya kadar sın ıfsa l antagonizmalar ve kutuplaşma lar artacaktır. Bu son aşa mada, ü reti m a raçları tüm insan­ ların ortak malı hal ine geleceği için, sınıf çatışması, eşitsizl ik ve yanlış bilinç o lmayacaktır. i nsanlar sonunda sömürü ve yabancılaşmadan kurtulacak, "sabah avlan ma, öğleyin ba lık tutma ve a kş a m yemeği n­ den sonra da düşüncelerini tartışma" özgürlüğüne sahip o lacaklard ı r

(Alman ideolojisi). N itekim, kapita l ist ü retim tarzı, Marx ve Engels'e göre, bir yanda kötül ü k ve sömürü ü retip "kendi mezar kazıcıları"nı yaratı rken; öte yandan, hem "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" i l kesi üzerine ku rul u kom ü n ist bir topl u mda insanlara başka konular­ da ve kendi üzerlerinde düşünme, felsefe yapma i m ka n ı n ı, hem de gerek maddi bolluk gerekse zorunlu ihtiyaçlardan ve sıkı çalışmaktan kurtu lmayı sağlayacak gerekli üretim g üçleri n i yaratır.

KAVRAMSAL GELiŞiM Ta rihsel materya l izm, bu yüzden, sadece a kademik bir teori olarak değil, aynı zamanda bir eylem program ı olara k, sosyal teorisyenler ve tarihçiler kadar devrimler için de 'yol gösterici bir düşünme tarzı' olara k tasarla n m ıştır. Engels bu yaklaşı m ı -on un sadece tarihin bir yorum u değil aynı zamanda bilimse l bir yasa olduğunu da ilan ede­ rek- sosyal istler için yol gösterici bir meşaleye dön üştürdü . Engels Marx'ın meza rına şöyle yazd ı rdı: "Tıpkı Darwin'in orga n i k doğanın gelişim yasalarını keşfetmesi g i bi, Marx da insa n l ı k tarihinin gelişme yasasını keşfetm iştir". Engels'in tarihte sömü rü, baskı ve eşitsizlik üzerine radi kal analizi ve ütopik gelecek tasavvuru tüm dü nyada kom ü n ist devrim iere il-

TARIHSEL MATERYALiZM

1 07

ham kayna ğ ı oldu ve ham bir tarihsel materyalizm a n layışı Rusya'da ve Doğu Avrupa ü l kelerinde Sovyet Devri m i'nin ' i ncil'i h a l i ne geldi. Marx oldukça keskin bir iddiada b u l u nur: "Felsefeciler d ü nyayı sade­ ce yorumladılar, artık onu değiştirmenin zamanıd ı r".' Bununla beraber, tarihsel materya l izm aynı za manda Ma rksizm'in kendi içinden ve dışa rdan yoğ u n eleştiriler ve tartışmalara maruz kalmıştır.

Ekonomik determinizm Halen hararetle tartışılan önemli bir konu, tarihsel materyal izm i n temel unsurunu o l uşturan ekonomik determ inizmidir. Bu teorinin kaba yorumlarına göre: •



Ekonomik a ltyapı diğer her şeyi belirler, siyasal, toplumsal ve ideolojik faktörler ta mamen ekonomik faktörlere bağlıdır ve ta­ rihte hiçbir bağımsız nedensel etki yoktur. Tü m toplumsal ça­ tışmalar, kurumlar ve davra nışlar ilgili ekonomik gelişme evre­ sine göre açıklanabil ir. Ü retim tarzları ekonomik gelişme evrelerini açıkça belirler ve her toplu m sosyalizme giden aynı yol u izlemek zoru ndadır.

Çoğu sosyolog ve tarihçi, siyasal ve topl umsal güçleri n toplumsal değişme üzerinde ekonomik g üçler kadar etkide bulunabileceği n i söyleyerek, bu determinist v e basitleştirici a n a l izi ta mamen reddet­ miştir. Özel l ikle Max Weber, Protestan Ahlôkt terimini kullanarak, Sanayi Devrimi gibi e n temel topl umsal değişme biçimlerinde kültü­ rel fa ktörlerin önemini ayd ı n latmaya yöneldi. Geçm işin ve g ü n ümüz toplu mları n ı n ayrıntılı analizi tarihin beş üretim tarzına ayrılması n ı n oldukça basitleştirici b i r girişim olduğunu göstermiştir. Rusya ve Çin gibi günü müz topl umları n ı n sınai gel işme biçimi, i l k dönemindeki btrakmtz yapsm/ar (laissez-fa i re) uygulaması olmadan da kapita l izmin ortaya çıkabileceğinin açık kan ıtıd ır. Ortodoks Marksizm'in zorlama­ ları ve tarihsel materyalizm adına yapılan i nsanlık dışı uygulamalar bizzat Marksizm içinde ekonomizmi n kökl ü bir eleştirisine yol açtı. Bazıları, sözgelimi Fra n kfurt Oku l u, daha hümanist ve esnek bir yo­ rum için genç Marx'a yöneldi. Diğerleri, örneği n Louis Althusser ve yapısa ıcı Marksistler onu daha bili msel kıl maya çal ıştılar, a ncak iki Marksist d üşünce okulu da geç kapitalizm döneminde siyasal ve özellikle kültürel faktörlerin önemini daha bel irg i n biçimde vurgula­ dı. Bu tartışman ı n nedeni, kısmen Marx ve Engels'in yazı ları ve bir öl-

1 08

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

çüde Marx'ın çal ı şması n ın tam a mlanmamış olması ve sürekli reviz­ yana uğramasıdır. Marx'ın stili, dog matizmi ve bilimsel kesi nlik iddia­ l arı, hepsi, bu e konomik determinizm izieniminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Ö rneğin o, söze "insa nlar kendi tarihlerini yaparlar" diye başlar, "anca k bunu kendi seçmedikleri koşullarda gerçekleştirir­ ler" diyerek bitirir. Bununla beraber, Marx ve Engels kendi ta rihsel materyal ist teori­ lerindeki ekonomik determinizmi birlikte reddetmişlerdir. Engels onun sadece bir 'araştırma i l kesi' olduğunu öne s ü rdü ve hatta kend i zamanında geliştirilen bu ham yoru mlara karşı saldı rıya geçti. Materyal ist tarih anlayışına göre, tarihte nihai belirleyici unsur gerçek hayatın üretimi ve yeniden-üretimidir. Ne Marx ne de ben bundan fazlasını iddia ettik . . . . Birisi bu ilkeyi ekonomik unsurun tek belirleyici faktör olduğu biçi minde ifade ediyorsa, söz konusu önermeyi anlamsız bir iba­ reye dön üştürmektedir. Ekonomik durum temeld ir, ancak üstya­ pının farklı unsurları da . . . tarihsel mücadeleyi etkiler ve çoğu ör­ nekte onların biçimini belirlemede üstü nlük kazanır. Bütün bu sonsuz tesadüfler topluluğunun ortasında, bütün unsurların ekonomik hareketin nihayetinde bizzat kendini zorunlu olarak dayattığı- bir etkileşim i söz konusudur (Carver, 1 981 ) . Engels, sonraki yazı larında tarihte fi kirlerin etkisine daha fazla destek verirken, Marx sosyal izme doğru sadece Sovyet tipi bir gidiş ihtimalini değil, barışçı, demokratik bir yol u n da m ümkün olduğunu kabul etmiştir. B u tartışma ta rihsel materyalist teoride ve genel ola­ ra k Marksizm'deki, onu hem bir teori hem de devri mci bir kılavuz olara k a l ma çabasından kayna klanan temel bir an laşmazl ığı ya nsıtır. Tari hsel materyal izm doğru ve sosya lizm kaçınılmazsa, siyasal faktör­ ler ekonomik gelişmeleri ikincil konuma itebiliyorsa, o halde niçin devrimci eyleme katıl a l ı m ? Engels, bili msel terminoloj i v e kavramları d a h a fazla ku llanara k ve diyalektik materya l izmi n "doğa, insan, topl u m ve düşüncenin genel h a reket ve yasalarının bilimi" old u ğ u n u iddia ederek bu determinist izlenime katkıda b u l u n muştur. Marx, en azından daha az determi nist havasıyla, şu cevabı verecektir: ekonomik gelişmeler insanlara sadece değişmeyi fi ilen gerçekleşti rebilecekleri bir çerçeve sağlar. Bu yüz­ den, sınıf m ü cadelesine g i rmernek topl umsal ilerleme için engel teşkil edecektir.

TARiHSEL MATERYALilM

1 09

Devletin rolü Gelişmiş kapitalist ülkelerde, özellikle sosya list toplumlarda, devlet ortadan ka l kmak yeri ne büyü müş ve müdahalelerini artırmıştı r. Ka pi­ talizmde devlet, ekonomiyi d üzenleyen ve fiziksel egemenlikle kal­ mayıp ideolojik egemenliği de sağlayan temel siyasa l bir güç haline gelmiştir. Ekonominin bu s iyasal egemenliği merkezi-plancı ekono­ milerde çok daha kapsamlıdır; ve a ksi yöndeki ideolojik iddialara rağmen, devlet insan hakları nı geliştirmekten çok baskı a ltına alan baskıcı tota l iter bir g ücü ol uşturur. Marx ve Engels'in devlet konu­ sundaki ve onun ya yönetici sınıfın sağ eli ya da basitçe özel bir sını­ fın çı karlarından ziyade sistemin çıkarlarını koruyan bir a rabulucu olara k rol ü hakkındaki görüşl eri savaş sonrası Marksizm'de, özell ikle G ramsci, Poulantzas ve M iliband'ın yazı larında görebileceğ i m iz kap­ sam l ı bir tartışmaya yol açm ıştır.

Sınıflar arası kutuplaşma Gelişmiş ka pital ist topl u m ların iki ana sınıf temelinde kend i içlerinde kutuplaşacakları öngörüsü açıkçası gerçekleşmemiştir. Daha ziyade aksi olmuş, orta sınıflar gelişm iş, işçi sınıfı küçülmüş ve tüm sınıfsal yapı yaş, cinsiyet ve ı rk gibi ekonomik-olmayan ta bakalaşma biçimle­ rinin etkisiyle kendi içi nde parçalanmaya uğra mış ve ufa l m ıştır. Bunun yanı sı ra, işçi sı nıfı birlik bilinci ve devrimci bilinç geliştir­ mekten uzak olarak, büyük ölçüde mu hafazakar bir yapı sergilemiştir. Yirminci yüzyılın 'komünist' devrim leri zengin sanayileşmiş Batıda değil, a ksine Doğunun ve Ü çüncü Dünya ü l kelerinin ta rımcı toplum­ larında, çoğ u n l u kla ekonomik devrimierin değ i l siyasal gücün etkisiy­ le ortaya çıkmıştır.

Üretim tarzları Bir tarihsel gelişme ana l izi olara k üreti m tarzı fikrin i gerçek topl umla­ ra düşünüldüğü şekliyle uygulamak kolay değildir. B u şemaya çok az toplum tamamıyla uyar. Çok azı kelimenin gerçek anlamında kapita­ list veya sosyalist olarak nitelendirilebil i r. Bu problemi Marx bile ka­ bul etmiş ve karma ekonomilerden ve hatta bazı topl u m ların "büyük bir adım atarak Sosya lizme g iden ara evreyi atlamaları" ihtimalinden söz etmiştir. Yirm inci yüzyıl ı n Komünist top l u m larının ne sınıfsız ne de özgürleştirici oldukları, aksine her za man görülen acımasız ve otoriter bazı rejimiere yol açtıkları görü l müştür. 1 980'1erde Doğu Avrupa'da sosyal izmin çöküşü Marksist ideolojinin yetersizliğini ve Batı kapitalizm i n i n üstü nlüğünü gösterir gibi görün müştür.

110

SOSYOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

Ancak Marx'ın yazıları onu eleşti renieri n varsayd ı klarından daha olgun, daha gel işkindir. Yaba ncılaşma üzerine erken dönem çalışma­ s ı onun bilinçli insan eylemine ve fikirlerin g ücüne olan ilgisini yansı­ tır. Onun d iya lektik metodolojisi doğası gereği esasen d eterminist değildir ve Marx her zaman "insanların kendi ta rihlerini ya ptı kları "nı, tarihin kişisel-ol mayan güçlere göre değ i l, aksine insa nın amaçlı etkinliğine göre açıklana bileceği n i vurgulam ıştır. Gelecek komünizm i htimalind e yatar, ancak sadece u ğ runa m ücadele edildiği sürece. Marx'a eleştirilerin çoğu daha ziyade taraftarlarından ve onun yo­ l u n u izleyen Marksist o kullardan, onun son raki çalışmasının ya pısal ve ekonomik determ in izm inden yararlananlardan (Althusser) ve savaş-sonrası kapita lizmi üstyapı ve kültürel a l a n ın ideolojik kontro l ü temelinde açıklamaya çalışanlardan (Frankfurt Okulu) g e lir. Marx ve Engels, temel ve üstyapı a rası ndaki i l işkinin katı olmaktan ziyade daha kompleks olduğunu öne sü rerek, bazı Marksistlerin ben imseme eğ i l i m inde olduğu bir ekonomik determinizm biçimi olan 'kaba' materyalizmden kendilerin i uzak tutmuşlard ı r. Ancak Marx sonraki yazılarında gelişmenin nesnel yasalarına odaklanarak ve "hayat bil inç tarafından değil, a ksine bilinç hayat ta rafı ndan beli rlenir" (aktaran, Swinglewood, 2000: 39) sözleriyle, daha bilimsel ve ya pısal bir yakla­ şımı benimsemiştir. Marx'ın kapitalizm analizi, tarihsel bir örnekten ziyade bir ideal tip olara k kapital ist ruhun temel karakteristiklerini betimlemeye çalışan soyut bilimsel bir anal izdir. Marx'ın ana l izinin merkezini, bel irli bir ü retim tarzı nın yarattığ ı topl umsal i l işkilerin -kapital izmdeki sermaye ve emek, burjuvazi ve proletarya arasındaki il işkinin ve m ü l k sahipliği ve özel m ü l kiyet üzerindeki temel sınıf çatışmasının- betimlenmesi ol uşturur. Marx'ın ka pital ist toplum üzerine i l k sınıf ana lizi n ispeten basit, iki boyutlu bir ana liz olsa da, o daha sonraki yazılarında küçük ü reticiler, küçük burjuvazi, idareciler ve hatta ideolojik veya entellektüel sın ıfla­ rı da içeren çok daha kompleks bir ya pının varlığını belirler. O aynı şekilde burjuva top l u m u n u n yönetiminde önemli görevler üstlene­ cek o rta sınıfların gel işi mini önceden görür: işçiler ile kapitalistler ve toprak sahipleri arasında kalan, esasen ve doğrudan ücretle [geçimini sağlayan] sayıları sürekli artan orta sınıflar . . . üst sın ıfın sosyal güvenliği ve gücünü genişleterek, emekçi sınıf üzerinde ağır bir yük oluşturmaktadır (Marx, 1 964: 5 73). Marx, kapitalist toplu m l a rı, özel l i kl e ondokuzuncu yüzyıl Britan­ ya'sı n ı a raştırırken, gerçeklikte kapital izmin kendi çizdiği idea l tipte-

TARİHSEL MATERYALİZM

111

kinden çok daha kompl eks olduğunu ve hatta burjuvazin i n asla bir­ leşik, bütü nleşmiş ve örgütlü bir s ınıf olmayıp, bizzat iç bölü nmeler ve parçalanmalar yaşadığını tamamen ka bul eder. Sınıf mücadelesi ve devrimci değişim Marx'ın siyasal analizinin anahtar temaları olsa da, o hayatı n ı n sonlarına doğru Hol landa, i ngil­ tere ve A B D g i bi gelişmiş demokrasilerde işçi sınıfının parla menter araçlarla iktidara gelebileceğ i n i kabul etmiştir. Bununla beraber, teori ve pratikteki yetersizlikleri her ne o l u rsa olsun, tarihsel materyalizm Marksist teorinin temelini ol uşturmuş ve dünyan ı n her yerinde sosyal bilimcileri (ve devrimcileri) harekete geçiren bir güç haline gel m iştir. Hatta o yüzyıl son ra bile ta rtışmalar ve araştı rmaların esin kaynağını ve milyonlarca insanın daha özgü r, daha rasyonel ve daha adil topl u m özlemini ol uştu rmaktadır. Çok az sosyolojik d üş ünce böyle bir etkiye sahip olmuştu r ve i ngil iz biyogra­ fi yazarlarından Terrel l Carver ( 1 98 1 ) şu yargıya varır: "Materyalist tarih yorum u Engels'in bize bıraktığı entellektüel m i rasın temel unsu­ rud u r". Ne yazık ki, günü müzde, "bu ünlü tarih anlayışına ait, tü m Marksistlerin üzerinde birleştiği tek bir yorum yoktur. Materyalist ta rih yorumu daha ziyade paylaşılan fikir ayrılıklarını temsil etmekte­ dir" (Carver, 1 98 1 ). Eşitsizl ik problemi -nedenleri, etkileri ve potansiyel çözüm leri­ Marx ve Engels'in a n a l izleri ve devrimci polemiklerinin itici g ü cüyd ü . B u çatışma v e bu devrimci ideoloji yirminci yüzyılda i k i b ü y ü k siyasal öğretiye, Marx'ın adına yaratılan topl u mlar ve rejim iere ve neredeyse insanlığı yıkıma götürecek ideolojik Soğuk Savaşa yol açtı. Marx ve Engels Hegel'in d üşüncelerin tarihi dönüştürme gücü anlayışını red­ detti, ancak onlar ve onların fikirleri bildiğimiz kadarıyla daha önce veya o günden beri tanıdığı m ız düşünürler, tarihçiler veya iktisatçı­ lardan çok daha fazla toplu m u değiştirmiştir. Doğu Avrupa komünizmi yıkılmadan ve 1 989-1 991 yılları arasın­ da Sovyetler Birliği çözül meden önce, dü nyadaki insanların üçte birinden fazlası Marx'ın teorilerini uygulama niyetinde olduklarını iddia eden rejimler altında yaşıyordu (1\!lanson, 2000: 30). Yaşadığı dönemdeki sınırlı etkisine rağmen, Marx'ın düşünceleri yirminci yüzyıla egemen oldu. 1 9 1 7 Rusya Devrimiyle, ll. Dü nya Sava­ şından sonra Doğu Avrupa'nı n kontrolünün kom ünizme geçmesiyle, 1 949 Çin Devri m iyle dünya nüfusunun büyük bir kısmı nda fa rkl ı Marksizm biçimleri benimsendi. Bu gelişmeler Marx'ı total iter topl u m sistemleriyle ve devlet bürokrasilerinin kontrolündeki b i r ekonomiyle i l işkilendird i -Marx'ın insan özg ürlüğü hedefiyle uyuşmayan sonuç-

112

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

lar. Sovyetler Birliği ve Doğ u Avrupa'da 1 990'1ardaki kom ü n izmin sona erişi kada r, hemen her yerde serbest piyasalara ve demokratik h ükümetlere doğru hare ket de Sovyet tarzı Ma rksizm'in ya kı n ortak reddini n bi r yansı masıydı.

AYRlCA BAKINIZ •



YAPISAL MARKSiZM, GÖRELi ÖZERKLiK, HEGEMONYA v e ELEŞTi­ REL TEORi -bu tezin modern ve post-modern yoru mları n ı n karşılaştı­ rılması için TOPLUMSAL DAYANIŞMA, SOSYAL DARViNiZM ve YAPISAL iŞ­ LEVSELCi LiK -oldu kça farkl ı toplu msal değişme teorileri olara k

OKUMA ÖNERiLERi Marx ve Engels'in temel fikirleriyle ilgili okumaya değer kitaplar: CALLINICOUS, A. ( 1 983), The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Pluto Press CAREW HUNT, R.N. ( 1 950), The Theory and Practice of Communism, Penguin HOFFMAN, J. (1 985), 'The Life and Idea s of Karl Marx', Social Studies Review, vol. 1 , no. 2, November 1 985 MARX, K. AND ENGELS F. ( 1 967), Manifesto of the Communist Party, ed. A. J. P. Taylor, Penguin [Komünist Manifesto, Çeviren: Muzaffer i l han Erdost, Sol Yayı nları, Ankara, 1 998] RUIS, ( 1 986), Marx for Beginners, U nwin Paperbacks SIMON, R. (1 986), lntroducing Marxism, Fairlegh Press

Aşağıdakiler Engels'in hayatı ve dönemine ait kısa özetlerdir: CARVER, T. ( 1 98 1 ), Engels, OUP MCCLELLAN, D. (1 977), Engels, Fontana

iLERi OKUMA ÖNERiLERi CALLINICOS, A. (1 983), The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Pluto Press, Lon­ don ENGELS, F. (1 845), The Candilian of the Working Class in England, Blackwell, [ingiltere'de işçi S1mfmm Durumu, Çeviren: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınla­ rı, Ankara 1 997] ENGELS, F. ( 1 887-8), Anti-Dühring, Foreign Languages Publishing House, 1 959 [Anti-Dühring, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayın ları, Ankara, 1 995] ENGELS, F. (1 884), The Origins of the Family, Private Property and the State, International Publishers, 1 942 [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayı n ları, An kara, Mart, 1 994]

TARiHSEL MATERYALiZM

113

JESSOP, B. (1 998), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/ Thinkers, Macmi l lan, Basingstoke MARX, K. AND ENGELS, F. ( 1 967), Manifesto of Communist Party, Taylor, A:J:P: (ed), Penguin, Harmondsworth SCHMITT, R. (1 997), In troduction toMarx and Engels: A Critica/ Reconstruction, Westview, Boulder, CO. STEGER, M. B. AND CARVER, T. (EDS.) (1 999), Engels afterMarx, Manchester Un iversity Press, Manchester

SI NAV SORULARI 'Marx'ın s ı n ıf kavram ı ondokuzuncu yüzyıl sanayi kapita l izmini a nla­ makta yeterli olabilir, a ncak çağdaş sanayi topl u m u n kavra m a k için uygun değildir.' sözün ü tartışınız. (WJEC, Haziran 1 986) 2 Marx ne kadar uygun bir toplumsal değişme açıkla ması ortaya koy­ m u ştur? Tartışınız. (WJEC, Haziran 1 987) 3 'Marksist iki temel uzlaşmaz/antagonistik sınıf açıklaması öne m l i bazı h ususlard a sosyolojik açıdan yetersizd ir' (Anderson and S h arrock, (eds.) Applied Sociological Perspectives). Bu görüşü eleştirel gözle de­ ğerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 985) 4 Bazı çatışma teorisi taraftariarına göre, toplu msal tabaka laşma bir topl u m u n ekonomik il işkilerinden kaynaklanır ve sömürü, tahakküm ve ça ttşmayla son uçlanır. Bu yüzden, toplu m u n birbiriyle uzlaşmazl ık içinde olan iki temel sınıfa ayrıl abileceği öne sürü l m ü ştür. (a) Yukarda italik olarak yazı l m ış üç terimi kısaca tanımlayımz. (b) Bir topl u m seçiniz ve bu terimierin nasıl uygulana bileceğini gösteri niz (c) Çatışma yaklaşım ından a l ı nan, sosyal tabakalaşmanın doğası ve son uçlarını ortaya koyacak diğer iki kavram ı a nlatıp açıklayın ız. (d) Kanıtlar sanayi toplu m la rının g ü n ü müzde i ki temel sın ıfa bölü­ nebileceği görüşünü destekiernekte mid ir? Tartışınız. (JM B, Haziran 1 986) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Toplumsal Dayan1şma Emile Durkheim Fi KiR Sosyolojiyi g ü n ü m üzde ve geçmişte uğraştıran temel sorunlardan biri toplu msal d üzen -veya Durkheim'ın deyimiyle, 'to p l u msal daya­ nışma'- problemidir -Toplum d üzen i nasıl sürdürür? Toplumdaki m ilyonlarca insanın ortasında, gündelik hayatta içinde yer a ld ığımız birçok etkinlikten top lumsal düzen nasıl ortaya çıka r ve oldukça kar­ maşıkl ığı içinde toplum nasıl birliği sağlar ve değişir? Yüzyıl başında Avru pa'n ın, özel likle Fransa'nın yaşadığı siyasal karışıkl ıklar ve sı­ nal/kentsel ayakla nmaların tam ortasında yaşayan Durkheim için bu öze l l ikle temel bir sorudur. D urkheim toplumsal d üzen p robleminin önemin i n son derece farkı ndaydı ve tüm a kademik kariyerini bu problemi analize ve açık� lamaya adadı. O toplumsal dayanışmayı kendi işlevsekilik teorisi n i n v e Sorbonne Ü n iversitesi v e Fransa'da i l a n ettiği yeni b i l i m i n temel kavram ı kıldı. Özelde Durkheim, toplumsal d üzenin nasıl kurulduğu ve varlığını nasıl sürdürdüğünü, özell ikle yoğu n ve hızlı bir değişme döneminin ardından nasıl yeniden kurulduğunu, geleneksel toplum­ ların modern toplumlara, kırsal top l u l u kların kitlesel sanayi-kent toplumları na doğru nasıl evrim leştiklerini ana liz etmeye çal ıştı. Özel­ de, bütün bu geçiş koşullarıyla ilgili değişimierin ortasında, büyük ölçüde gelişmiş sanayi toplu m larına özgü bireysel hak ve özgürl ükler kitle toplumunun toplumsal d üzen ve denetim ihtiyacı karşısında nasıl geliştirilmekte ve korunmaktadır? Cevap, Durkheim'a göre, "işbölümünün giderek gelişmesi sonucunda toplu msal dayan ışma­ nın dönüşüme uğraması"nda yatar. Du rkheim i l k temel eseri Toplumda işbölümü'nü ( 1 893) toplumsal daya nışma konusuna ayırd ı. Du rkheim, geleneksel toplumların basit sosyal yapılarını modern toplumların karmaşık işbölümüyle karşılaş-

TOPLUMSAL DAYANIŞMA

115

tırmak ve a na l iz etmek için i ki topl umsal düzen biçi mine -mekanik ve orga nik daya nışmaya- başvurur. Geleneksel topl umlar, topl u l u klar/cemaatler veya g ru plarda ilişki­ ler özellikle yüz yüze veya mekan i ktir ve işbölümü çok basittir, i nsan­ ların çoğunluğu genellikle aynı işi yapar (örneğin, avcı veya çiftçidir). Ortak bir hayat tarzı, herkes tarafından bilinen ve uygulanan ortak adetler ve ritüeller vardır. Durkheim'ın 'conscience col/ective' olarak adlandırd ığ ı temel orta k bir konsensüs vardır: bu terim genel l ikle 'orta k bil inç' veya kollektif bilinç' olarak çevri lir ve toplumsal daya­ nışmanın üzerine kurulduğu ve bireylerin davra n ışlarını d üzen leyen ve kontrol eden ortak bir a h lak veya değerler topl uluğunu çağrıştırır, Mekanik toplumlarda kollektif bilinç tamamen hakim konu mdad ır, zira bu basit sosyal sistemler içinde yer alan herkes özünde aynıdır. Bi reyselliğe çok az yer vard ır, toplumsal farklılıklar çok azd ı r ve özel mül kiyet neredeyse hiç bilinmez ve bu yüzden uyu m/itaat hem 'do­ ğal'dır hem de sosyalleşmeyle ve aile, din gibi temel toplumsal dü­ zen lemeler a racılığıyla sağ l a n ı r. Sapmalar şiddetle ve kollektif olara k ceza la nd ı rı l ı r. Ancak, topl u mlar gelişip modernleşirken, sanayi ekonomileri ve karmaşık işböl ü mleri gelişir ve insanlar kırdan kente göç ederken, sonuçta mekanik dayanışma topluma dar gelmeye başlar. Farkl ı meslekler, hayat tarzları ve a lt-kü ltürlerin çoğa l ması ve yasa l l ık ka­ zanmasıyla, benzerli k yerini farkl ılaşmaya, homojen lik heterojen l iğe bırakır. Kol l ektivizm yerine bireycilik, ortak m ü l kiyet yeri ne özel mül­ kiyet, komüna l/toplumcu soru m l u l u k yerine bireysel haklar, ortakla­ şalık yerine sınıf ve statü farkl ılıkları geçmeye başlar. Yüz yüze i l işkiler ve resmi olmayan (informel) sosyal kontroller a rt ı k toplumu bir arada tutamaz; güç ve otorite aile ve kil iseden hukuk ve devlete geçer. Tıpkı doğada olduğu g ibi, bu farkl ılaşma ve kompleksleşme top l u m­ sal daya n ışma için yeni bir temel -yan i, toplumsal düzen ve bireysel özg ü rlüğün başarı l ı bir biçimde sağlanabileceğ i organik dayamşma­ yı- gerektiri r. Durkheim için, organik dayanışmanın özü nü, herkes in karşıl ıklı bağ ımlılık içinde olduğu modern topl umların sanayi ekonomilerini ayakta tutan kompleks işböl ü m ü oluştu rur. Günümüzün gelişmiş sanayi-kentli toplumlarında h içbir birey tamamen kendine yetemez (bu durum basit toplumlard a insanların çoğu kez sergiledikleri ken­ di ne yetebil mekle aykırı l ı k içinded i r). Hepi m iz oldukça fa rkl ı olsak bile, fa rklı meslekler içinde uzmanlaşma mızı gerektiren ve çok farklı hayat tarzla rını sürdürebilmek için bize özgürlük i mka nı sağlayan kompleks bir ekonomik sisteme bağ ı m l ıyız. Du rkheim'a göre, mo-

116

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

dern e konomik toplumları n temelini, karşılıklı ekonomik bağımlılığın yanı sıra, karşılıklı çıkar, hayatta kalabilmek ve başarı sağlaya bil mek için karşı l ı kl ı l ı k ve işbirliği ol uştu rur. Ancak o, ekonomik çıka rcılığın tek başına uygar toplumları bi rleştirebileceği ve istikrarlı kı labilece­ ğ i n i öne süren faydacı a rgümanlara, öze l l ikle Herbert Spencer'ın bu ko nudaki tezlerine karşı ç ı kar. Ona göre, çıka rc ı l ı k tek baş ına toplum­ sal çatışma ve kaos üretecektir. Gelişmiş sa nayi toplumları n ı n söz­ leşmeleri ve ekonomik mübadeleleri n i n temeli n i bazı ahlak biçimleri, bir güvenlik ve ada let sistem i n i n üzerine kurulabi leceği genel kabul gören ilkeler, norm lar ve değerlerle ilişki l i bazı ahlak kuralları oluş­ turmak zorundadır. i nsanlar özgeci oldukları kadar açgözlü de olabi­ l irler ve top l u m u n rol ü bu insa ni özell ikleri kendi özel evrimci gelişim evresine göre mümkü n olduğu ölçüde sınırla maya çalışmaktır. Durk­ heim, bu yüzden, insan doğası n ı n ikiliği fikrini geliştirir: hepimiz iki bil ince, biri çıka rcılığa daya l ı kişisel, d iğeri toplu msal çıka ri a ra daya l ı topl umsal b i lince sahibiz. Ayrıca, meka ni k topl u m larda birey ve kol­ lektif bilinç gerçekte aynı şeyi a n l atırken, organ i k topl u m larda ikisi birbirinden ayrı, bağ ımsız ve çoğu kez çatışma içindedi r. Formel (resmi) sosyal kontroller, bu yüzden, organik toplumlard a meka n i k toplurnlara göre daha fazla gerekli hale gelir. Ancak, geleneksel sosyal kontrol birimlerinin -aile ve kilisenin­ gücünü yitirmesiyle, gelişmiş toplumlarda daya n ışma nasıl sağlana­ cak ve sürd ü rü lecektir? Du rkheim, genel topl umsal d üzeyde devlet ve hukuka, sınai d üzeyde mesleki ve uzma n laşmış/profesyonel birlik­ ler veya lancalara bel bağ lar. H ü kü met ve mahkemeler hu kuku top­ l umsal konsensüs ü n en kapsa m l ı ifadesi kılarken, Durkheim meslek birliklerin i n organik topl u mların temel a h lak ve davranış kura l larını oluşturup yaptırıma bağlayacakların ı umar. Bu yüzden o, çağdaşları­ n ı n çoğ u n u n aksine, toplumsal değişmeyi yıkıcı bir güç olarak, top­ l u msal düzenin, geleneksel a h iakın ve uygar topl umun ö l ü m ü olarak görmez. O, yen i sınai düzen i n hem i lerletici hem de özgürleştirici ileri bir adım olaca ğ ı na inanan iyi mser birid ir. Durkheim'ın toplumsal düzeni n yıkı lma i htima l ine karşı çözümü, bu nedenle, Ortaçağdaki lancalara benzer biçimde (birey ve devlet arasında arabuluculuk yapacak) meslek birl ikleri veya profesyonel birlikler a racıl ığıyla top­ l u msal d üzenleme yapılması ve devletin kollektif ve genel a h laki otorite rol ü n ü oynamasıydı. Devlet en üst kollektif bilinç biçimidir; eğitim ve demokrasi bireysel ihtiyaçla r ve özlemierin kollektif çıkarla uzlaştırılma araçlarıd ı r. Durkheim'ın d üşü n cesinde birl ikler ve korpo­ rasyonların görevi, g ru pları ortak çıka rlar etrafı nda bir a raya getir­ mek, profesyonel davra n ı ş kura l la rı geliştirmek ve onla rı a h laki bir

TOPLUMSAL DAYANIŞMA

117

yu rttaşlık görev ve soru m l u l u k kuralları aracıl ığ ıyla devlet ve kol lektif düzene bağlamaktır. i ki temel toplu msal düzen tipi ve b u na bağl ı olara k iki temel a h lak belirleyen Durkheim, mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişi bil imsel o larak gözlemleyip ölçmeye çalıştı ve kullanmaya çal ıştığ ı araç da h ukuktu. Ahlaki olgular kolayca kesi n gözleme gel­ mezken; hukuk kuralları, ahlaki değerlerin biçimsel/formel bir ifadesi oldukları için d ışsal ve ölçülebilir bir endeks o luştururlar. Özelde, her yasa yaptırı mlar içerir ve Durkheim iki zıt yaptırım biçimi belirler: •



Özg ürlüğünü veya hayatını kaybetmek gibi ceza ve acı içeren cezalandırıcı yaptırımlar! Yurttaşlık h u ku ku ve genel h ukukta olduğu gibi, cezadan ziya­ de yen iden-uyumu içeren, meseleleri ihlal edil meden önceki hallerine getirmeyi hedefleyen iade edici ya ptırımlar.

Durkheim'a göre, esas itibariyle cezalandırıcı yaptırı rn lara daya l ı hu­ ku k kuralları geleneksel toplurn lara hakim olan temel güçlü kollektif bilinç tipini yansıtırken; iade edici hukuk daha modern topl u mların orga nik daya n ışmasının ve onların sözleşmeye-dayal ı ihtiyaçlarının yansımasıdır. Durkheim, böylece, bir toplumsal daya n ışma endeksi, toplumun dinsel ahlakta n rasyonel ahlaka, ailevi topl umsal düzen­ lemeden devlet tarafından toplumsal yönlendirmeye doğru gelişi­ mini gösteren bir derecelendi rme ölçeğ i oluşturur. Modern toplum­ larda devlet ve onun birimleri, polis ve mahkemeler orga nik kollektif bilince vücut kazan d ı rır, insanların iradeleri ve ahlaki değerlerini kili­ senin Ortaçağ Avrupa'sında yaptığına benzer biçimde sembolize ederler. Du rkheim'a göre, modern ahlak, modern h u kuk sistemleri mekanik daya n ışma veya çıkarcılıktan ziyade- toplumsal d üzen, adalet ve gelişmenin en üst temelini temsil eder. Fakat, mekanik dayanışmadan orga nik dayanışmaya geçişin ne her za man başarılı ne de sıkıntısız olmaması onun yakın ilgisini çekmiştir. Bu süreç, eski düzenin yeri n i yenisi alırken, çoğu kez toplumsal gerilim ler, hatta toplumsal çatışmalar üretir. Bu yapısal geçiş sırasında, şiddetli bir normsuzl u k dönemi -veya Durkheim'ın deyimiyle, anomi- tehl i kesi vardı: eski ahlak ve geleneksel sosyal kontroller zayıflarken, yen i toplumsal konsensüs henüz emekleme evresindeydi. Durkheim Batı Avrupa'daki ilk kapitalistlerin çoğ u n u n tıpkı böyle bir geçiş dönemi yaşadıklarına ve anominin yanı sıra zoru n l u ve zoraki bir işbölü m ü g i bi problemlerle karşılaştıklarına inan ır: doğal olara k bu uygulama­ lar, sanayileşme n i n ihtiyaçlarını yansıtan bir şeyden ziyade, eski yö-

118

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

netici sınıfın ekonomik yapı üzerindeki gücünü sürd ü rmek için da­ yattığı bir şeydi. B u durum adaletsiz bir toplumsal eşitsizl i kler düzeni yarattı ve böylece toplu msal çatışmanın a rtmasına ve çoğ u ondoku­ zuncu yüzyıl Avrupa ü l kesindeki ne benzer devri miere yol açtı. Durkheim'a g ö re, sosyal bilimlerin rolü bu problemleri tespit et­ mek ve etkin çözümler ve sosyal politika l a r önererek top l u msal ge­ çişle ilgili sorunları aşmaya yardımcı olmaktır. Ancak o ayrıca, Top­ lumda işbölümü'nün sonunda, artan işbö l ü m ü son ucunda organik dayanışmanın otomatik olara k ortaya çıkma ihtimali konusundaki kuşkularını belirtir. Du rkheim bu oluşumun d oğrudan planlama ve kontro l ü gerektirebileceğ ini kabul eder. Mekanik ve organik daya nışma, bu yüzden, Durkheim'ın kendi toplumsal d üzen ve değişme teorisini bilimsel olarak açıklamak için kullandığı i ki ideal tiptir. Bununla beraber, o, eski işböl ü mü nden yenisine, geleneksel topl umdan modern topluma doğru bu geçişin yarattığı doğal problem ierin ve potansiyel çatışma kaynaklarının g iderek daha fazla farkına varmıştır.

KAVRAMSAL GELiŞiM Toplumsal daya n ışma kavra mı, topl umsal düzen ve evrim kon ularına karşı ilgi Durkheim sonrası işlevselci yazıların ana temalarıdır. Du rk­ heim'ın top l u msal düzenin başarıl ı bir temeli olara k ahlak ve toplum­ sal konsensüse vurgusu modern sosyolojinin merkezi bir temasını ol uşturmayı sürd ü rü rken, onun toplumsal değişmeyi -nedenleri, etkileri ve kaynakl arını- bili msel olarak analiz etme ve gözlemlerne girişi m i sosyoloji içindeki tüm pozitivist geleneğin bir özlemini oluş­ turdu ve a nomi, intihar ve din üzerine birçok araştırmaya ilham kay­ nağı oldu. Durkheim'ın toplumsal dayan ışma ve anomi analizinin somut örneği intihar üzerine klasik çalışması d ı r ve ona göre, intihar ora nları toplumsal dayanışmayla ters orantılıdır -topl u msal daya­ nışma d üzeyi d ü ştükçe intihar oranları yükselir. Du rkhei m'ın a nalizleri nin çoğu Auguste Comte ve Herbert Spen­ cer tarafından gel iştirilen evrimci bir çerçeve içinde yer a l ı r ve belir­ gin biçimde biyolojik analojiler ve kavramlar ku llanılır. Sağlıkl ı bir top l u m dayan ışm a n ı n yüksek olduğu ve hastalıklı bir toplum da anominin kargaşaya yol açtığı ve topl umsal d üzenin işleyişinin bo­ zulduğu toplumdur. Ona göre, devlet görevli lerinin rol ü dektorunki­ ne benzer: "iyi h ijyen koşu l ları sağlayara k hastalığın ortaya çıkma s ı n ı engellemek veya hasta l ı k ortaya ç ı ktığında o n u tedavi etmeye çal ış­ mak". Bu yüzden, Du rkheim'ın yaklaşımının temel bir hedefi, sosyolo-

TOPLUMSAL DAYANIŞMA

119

jik d üşü nceleri beden pol iti kasına, özellikle ondokuzuncu yüzyıl sonunda Fransa ve Avrupa'daki geri l i m ler, krizler ve çıkmazia ra pratik olarak uygulamaktır. Özelde o dinin ve geleneksel düzen in zayıfla­ ması karşısında ahlaki bir reform gel işti rmeye çalışmıştır. Durkheim esasen yapıya ve toplu msal düzenin işleyişine değil, toplumun temel ahlaki d üzenine, bireysel davra nışı belirleyen (doğru ve yan lış) kurallar sistem ine oda kla nır O ilk temel çalışması Toplum­ da işbölümü'nde ( 1 893), amacının "bir ahlak bilimi inşa etmek . . . Ahlaki hayatın olgularını pozitif bilimin yöntem lerine göre ele a l m ak" olduğunu ilan eder. Bu yüzden o, genel toplumsal daya nışma anali­ zinin bir parçası o larak anomiye ve a h laki d üzenlemenin eksikliğine odaklanır: "insanların tutkuları sadece saygı gösterdi kleri ahlaki varlık sayesinde gemlenebilir" (aktaran, Ca llinicos, 1 999: 1 26). Sosyolojinin amacı, Durkheim'a göre, "top l u m u koruyacak koşulları bel irlemektir", ancak o kendini daha ziyade siyasal muhafazakar olara k değil, liberal demokrat olarak görür. Toplum, Durkheim için, özünde korunması ve 'doğal yollardan' gelişmesi gereken ahlaki bir gerçekliktir. B u yüzden, onun sosyolojisi yeni bir yurttaşlık ah lakı oluşturma g irişim i olara k tan ımlanabilir. Ahlakiliğe v e modern toplumun karşı laştığı ahlaki krize bu derin ve uzun ilgi Durkheim'ın ü n l ü 1 894 Dreyfus olayına yoğu n i lgisine yansımıştır. Bu olay ve Yahudi düşmanlığı Durkheim'ı derinden etkiledi: ona göre, bu olay söz konusu dönemde Fransız toplumunda gözlemlediği ahlaki rahatsızl ığın bir beli rtisiyd i . .

Toplum acı çektiğinde kendi hastalığından dolayı sorumlu tutabi­ lecek veya başına gelen talihsizliklerin intikamını alabilecek birini bulmaya çal ışır ve zaten kendilerine ayrımcılık yapılan ve toplu­ mun geneline aykırı düşenler doğal olarak bu role en uygun kişi­ ler olarak görülü rler. Bunlar toplu mun, kefareti ödemeye hizmet eden paryalarıdır. Bu yorumda beni doğrulayan şey, Dreyfus du­ ruşmasının sonucunun 1 894'teki karşıianma biçimiydi. i nsanlar onu kamusal matemin bir nedeni olması gereken bir zafer olarak kutladılar. En azından, onlar yaşadıkları ekonomik soru nlar ve ah laki sıkıntılardan dolayı kimi suçlayacaklarını biliyorlardı. Soru­ nun kaynağı Yahudilerdi. Suçlama resmen onaylandı. Bu tek te­ mel gerçekten sonra, işler daha iyiye gider göründü ve insanlar teskin oldular (Lu kes, 1 972: 345). Aynı şekilde, sosyalizmle ilgilense de, onu ilgilendiren sosyalizm Karl Marx'ın önerd iğinden fa rklıyd ı . Bu sosyalizm türü sadece bilimsel sosyolojinin ortaya koyduğu ahlaki i l kelerin uygulandığı bir sistemdi. Marx işböl ü m ü n ü n toplumu böldüğünü düşünürken, Du rkheim karşıl ıklı bağ ı m l ı l ı ğ ı ve işbirliğini a rtıra b ileceğine ve böylece toplum-

1 20

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sal dayanış mayı g üçlend irebileceğ ine inanıyordu. Ancak ka rş ı l ıklı ç ı karlar istikrarı sağlayabil mek için tek başına yeterli d eğildir. Top­ lumsal d üzen ahlaki bir d üzeni, yan i işbirliğini biçimlendiren ve artı­ ran, b ireyleri s ı n ı rlayan ve üzerinde mutabık ol unan temel b i r ahlak kura l ları topl u luğunu gerektirir. Mal ve hizmet a l ışverişi uygun bi­ çimde işleyen ahlaki bir çerçeveyi gerektirir, aksi takd irde o saf bir bencillik ve sömürüden, "herkesin herkese karşı sava ş ı"ndan ibaret olacaktır. Du rkheim sözleşmeleri n o rtaya çıkı ş ı n ı (doğrular ve ya n l ış­ lar konusunda) paylaşılan inançların egemen olduğu ve yasalar tara­ fı ndan düzenlenen yeni sınai ekonomik ve ahlaki d üzenin başla ngıcı olara k görür. Fakat toplu msal daya n ı şma kavra m ı ve bu kavra m ı n sosyolojik teori ve a raştırm ada kullanılma biçi m i yoğ u n eleşti riler a l m ı ştır: •



Durkhei m'ı n organik bir analoji kullan ması ve bütün topl u m la­ rın ayn ı evrimci yol u izleyecekleri ne inancı toplumsal ve tarihsel bakımdan geçersizdir. Du rkheim, kend i n i savun urken analitik açıdan kul l anışlı ideal tiplerden yararlandı, ancak bunu bir zo­ ru n l u l u k olarak görmedi. O, bütün topl umların bu modeliere m utlaka uyg u n düşmesi gerekmediğini ve fa rkl ı biçimlerde ev­ rimleşebi lecekleri ni kesinlikle kabul eder. Topl umsal dayan ışma kavra mı topl u msal d üzeni analiz etmek için temel bir çerçeve sağiasa bile, toplumsal değişme ve ça­ tışmayı açıklayacak derinl ikten yoksundur. Toplumsal daya­ n ışma' a n i devrimci değişim leri değil kademeli evrimci gel işim­ leri açıklayabil ir. O, değişmeyi topl u msal uyarlan mal adaptas­ yon ve dengenin yeniden kurulmasına göre açı klar, ancak sınıf­ sal ve siyasal çatışmaya (anomi kavramında yaptığ ı gibi) bir sosyal problem olması dışında çok az açıklama getirir. Aksine, Ma rksistler ve daha rad ika l yazarlar sınıf mücadelesini topl u m­ sal gelişme teori leri n i n merkezine otu rtmuşlard ı r. Du rkheim, sı­ n ıf çatışmasını, basitçe, zoru n l u bir işbölümünün ve mevcut toplumsal eşitsizliklerin devam etmesi nin yarattığı to plumsal geri l i m i n bir bel irtisi olara k düşünür. Aslında o sosya l ist düşün­ celere ya kı n l ı k duyar ve tıpkı Saint-Simon gibi organik daya­ nışmaya ve fırsat eşitl iğine daya l ı sın ıfsız bir topl u m u n o rtaya çıkacağını d üşünür. Böylesi gelişmiş bir toplumun kendiliğin­ den ortaya ç ı kamayacağ ını kabul eden Durkheim, daha rasyo­ nel bir işbölümü, daha eşitlikçi bir sosyal ada let sistemi yarat­ mak için devlet planlaması fi krini destekler.

Antropolojik a raştırmalar Durkheim'ın mekanik dayanışma fikrini

TOPLUMSAL DAYANIŞMA

121

desteklese de, o n u n organik dayanışmanın temeli o l a rak ekonomik karşılıkl ı l ı k ve meslek ahlakına i n ancı -ütopik değilse de- bir ölçüde iyimser bir ya klaşım olara k görülmüştür. B u eleştiriyi kabullenen Durkheim, organik dayanışmada ahlaki ve toplu msal konsensüs üzerine analizlerinde, zama nla ekonomik ka rşılıklı bağımlılık konu­ sundan modern toplumlarda d i n sel değerlerin yen iden yaratılmasına ve milliyetçilik gibi toplumsal töreleri n temsil ettiği a h laki evrenselli­ ğin ortaya çıkışına ve ayrıca eğitim ve yu rttaşl ığın bi reyi topluma bağlamakta gerekl i olan ortak insanlık duyg usu yaratma gücüne yönelm iştir. Ne yazık ki, modern toplumlarda kollektif bilinç, gelişmiş kitle topl u m larına isti krar kaza ndırmak ve onları d üzenlemek için gerekli organik daya nış mayı d esteklemek bakı m ı ndan, çoğu kez oldukça değişken, değişebilir ve yüzeysel görünmektedir. Durkheim, ayrıca, organik daya n ı şmayla karşıtlık içindeki mekanik dayanışmayı ölçecek bir temel ararken, ceza landırıcı ve iade edici huku k a rası ndaki aykı rılıkl a rı abarttığı için de eleştirilmiştir. Eleştiri­ lerde, onun özel örnekler olara k verd i ğ i çoğu geleneksel topl u m u n iade edici h u ku k biçim lerine sahip olduğu, a n cak d iğerlerinde sözgel imi, Trobriander Adalarında- hiç de cezaland ı rıcı yaptırırnlara başvurulmadığı öne sürü ldü. Ayn ı şekilde, çoğ u modern devlet kendi otoritesini güçlend i rmek ve bireysel hakları baskı altına almak için (özellikle Gü ney Afri ka'da ve çoğu kom ü nist ü l kede olduğu g ibi) büyük ölçüde cezalandırıcı hukuk kural larına başvurur. Bütün bu eleştirilere rağmen, Durkheim'ı n toplumsal daya n ışma kavramı, o n u n evrimci topl umsal değişme teorisi ve top l u msal ge­ l işmeyi a na l iz ve yön lendirme çabası, o günden beri sosyol ojik dü­ şü nce ve a raşt ı rmaları n itici gücü o l muştur. Du rkheim sosyolojiyi saygı n ve saygıdeğer bir disiplin haline getirmiştir. O gerçekte sosyo­ lojinin ku rucu baba la rından biri, ondokuzuncu yüzyılda sosyolojinin doğ uşuna ve hayat b u l masına ya rd ı mcı olan Kutsal Ü çlü'nün gerçek bir parçasıdır.

AYRlCA BAKINIZ •





YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK -Durkheim'ın fikirlerinin genişletilmiş hali olarak TARiHSEL MATERYALiZM -farklı bir toplumsal düzen ve toplumsal değişme teorisi olarak ANOMi -Durkheim'ın toplumsal dayanışmanın ortadan kalkmasın ı n toplum ve birey üzerindeki etkisiyle ilgili tamamlayıcı tezi olarak

1 22

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖNERiLERi GIDDENS, A. ( 1 978), Durkheim, Fontana PAMPEL, F.C. (2000), 'Em ile Durkheim and Moral ity in Modern Societies', Ch. 2, Pampel, F.C., Sociologica/ Lives and ldeas: An Introduction to the Classical Theorists, Macmillan, Basingstoke PARKI N, F. ( 1 992), Durkheim, Oxford U niversity Press, Oxford THOMPSON, K. ( 1 982), Emi/e Durkheim, Tavistock Durkheim'ın hayatı, çalışmaları ve fikirleri konusunda kısa ve öz, okumaya değer ve yetkin tasvirler için bu kitaplardan herhangi biri okunabilir. Kenneth Thompson'ın kitabı özel likle onun toplumsal dayanışma üzerine görüşleri konusunda iyidir.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi DURKHEIM, E. (ı 95 ı ), Suicide: A Study in Socio/ogy ( 1 897). Free Press [intihar, Fransızcadan çeviren: Özer Ozan kaya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­ kara, ı 986] DURKHEIM, E (ı 960), The Division of Labour in Society (ı 893), Free Press, Glencoe DURKHEIM, E. (ı 958), The Rules ofSociologica/Method (ı 895), Free Press [Toplumbilimsel Yöntemin Kural/an, Çeviren: Cemal Bal i Akal. Engin Ya­ yıncılık, i stanbul, ı 995] DURKHEIM, E. ( ı 954). The Elementary Forms ofReligious Life ( ı 9 ı 2), Alien & U nwin [Dini Hayatın i lkel Biçimleri, Tercüme: Fuat Aydın, Ataç Yayınları, 2005] GUNERUSSEN, W. (2000), 'Emile Durkheim', Ch. S, Part 1, Andersen, H. and Kaspersen, L.B. (eds.); Classical andModern Social Theory, Blackwell, Ox­ ford LU KES, S. (ı 972), Emi/e Durkheim: His Life and Work, Alien & Unwin POPE, W. ( ı 998), 'Em ile Durkheim', Ch. 3, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/ Thinkers, Macmil lan, Basingstoke

SINAV SORUSU 'Geleneksel' ve 'modern' ayrımı sosyologun toplu mları sı nıfland ırma biçi m i açısından ne kadar geçerli ve kullanışlıdır? (WJEC, Hazira n 1 987) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Yabanellaşma Karl Marx Fi KiR Hiç kendinizi 'yabancı' veya 'yabancı laşmış' h issettiniz mi? Herkesin size karşı olduğ u n u, evinizde, ü l kenizde bir yabancı olduğunuzu h issettiniz mi, kimsenin s ızı anlamadığını d üşündüğünüz ve etrafı nızdaki insanlar -ebeveynlerin iz, a i le­ niz, arkadaşlarınız veya yerel topluluğunuz ya hut kasaban ız­ daki insanlar- tarafından soyut­ lanm ış, reddedi l m iş olduğunuz d uygusuna kapıldığınız zaman­ lar oldu mu? Artık bir yere ait olmadığınızı hissediyorsunuz ve bu yüzden derin ve büyük bir öfke ve engellenmişlik duygusu içindesiniz. Kuşkusuz, küçük güçlü duygu lar bir yanda kendinizi ye­ tersiz, aşağı ve istenmeyen biri olara k hissetmenize yol açıyor ve öte yandan büyük bir öfke, kızgınlık içindesiniz ve insanlara yaniışı gös­ termeye ve ait olduğu nuz grup, top l u m veya top l u l u k içindeki doğru yerinizi yeniden bel irlemeye kara rlısı nız. Bu d uygular, bu tutkular sizi ya kaderciliğe, ya ba ncılaşmayı, aşağılan mışlığı ve yerinden edilmişli­ ği, hatta 'evsizliği' kabul etmeye ya da d u rumu, d ünyayı değiştirmeye ve onu daha dostça, insani ve çekici kılma yönü nde gayretli, tutkulu ve hatta rad ika l bir kararl ı l ığa teşvik edebi l i r. Sosyoloj i k ve siyasa l bir bakış açısından, bu sözcüklerde, bir yan­ dan, dünyanın nasıl bir şey olduğu konusunda radikal, hatta devrimci

1 24

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

bir teorin i n toh umlarını (zira insanlar onu olduğu gibi kab u l ederler) ve öte ya ndan, insanlar onu gel iştirmeye niyetlendikleri ve değiştir­ meye, daha i nsani, daha dostça ve uyg u n bir yer yapmaya çal ı ştıkları takdirde d ünyanın nasıl bir şeye benzeyebileceği üzerin e b i r teorinin toh umlarını görebil i rsin iz. Bu, gerçe kte yoğun ve yaygın bir değişme döneminde, ya n i onsekizinci ve ondokuzu ncu yüzyı l larda Avrupa'yı etkisine alan Devrimler Çağında yaşayan genç bir rad ika l olara k Marx'ın özlemiydi. Bu devrimler şöyle sıralanabil ir: •







Amerika, Fra nsa ve Avrupa'da ki siyasal devrimler; Batılı top l u m l a rı kırsal ve ta rı mcı topl umlardan kentsel ve sı nai güç kayna klarına dön üştüren ekonomik devriml er; Sadece evren ve doğa hakkında tamamen yen i düşüncelere il­ ham kaynağı olma kla kal mayıp, aynı zamanda modern bilimin ve insan hakları ve topl u m u n doğası gibi devri mci Ayd ınla nma­ cı düşü ncelerin gelişimine de yol açan bilimsel ve entellektüel devrim; Avrupa'yı etkisi altına alan ve Almanya, italya ve diğer birçok prenslik ve toprağın birleşmesine yol açan mill iyetçi hareketler.

Bu dönemde topl u msal değişmenin ka psa m ı ve derinl iğ i çok büyük ve oldukça dehşet vericiyd i. Hiç kimse d eğ işmeyi kontrol edebi lecek g i bi görünmüyordu ve bu yüzden kaç ı n ı l maz olara k çoğu sıradan insan için yoğ u n, kontrol-dışı bir ya rd ımsızlık, yerinden edil mişlik, kontrolü d ışındaki güçler tarafından s ü rüklen mişlik, ait olduğu yer­ den ve köyden uzaklaşmışlık d uygusu, yeni ve ü rkütücü b i r fa brika ve kent d ünyasına g irildiği d uygusu vard ı. Peki, bütün bu değişimler nasıl açıklanabil ird i ? O kontrol altına alınabilir veya daha az yabancı­ laştırıcı, daha arzu edilen ve daha insani bir yer kı lınabilir m iydi ? Bu çığ g i bi değişi m leri v e d e v değ işim dalgasını açıklamak genç Karl Marx'ın kap ita l izm ve ka pitalist devri m hakkı nda ki ilk düşü ncele­ rini geliştirirken önüne koyduğu bir hedefti; a nca k yaşlı, daha olgun Marx'ın sonraki daha teorik ve b i l imsel analizlerinde ve komünist bir devrim çağrısında önüne koyd uğu hedef, daha iyi bir d ü nya, komü­ nist bir d ü nya kurabil mek için bu d ünyayı değiştirmekti. A l manya'da bir Yah u d i olara k d ü nyaya gelen ve büyüyen Marx ken d i n i yabancılaşmış, kendi ü l kesinde farklı ve yabancı biri olarak h issediyordu . Rad i kal bir yazar ve devrimci bir eylemci olara k Alman­ ya'dan sürü l ü p Paris'e taşın mak ve daha sonra Londra'da ai lesiyle yoks u l l u k içinde yaşamak zoru nda kalan Ma rx, ken d i n i yurtsuz ve a navatan ı Rheinland'da yabancı, istenmeyen ve Batı Avrupa'da dev­ rimci faa l iyetleri neden iyle korkulan biri olarak h issetti. i ngiliz h ükü-

VASANCILAŞMA

1 25

meti 'Kızıl Doktor'u vatandaşlığa ka bul etmeyi reddetti ve o Lond­ ra'da 1 853'te öldü. O tek başına ve yoks u l l u k içinde ölebilirdi, fakat ona yaşad ığı sürece maddi destek sağlayan arkadaşı Friedrich Engels "Onun adı ve böylece çal ışması çağlar boyu yaşayacak" d iye yazd ır­ dığı mezarının yanına gömüldü. Devri m ler çağında dünyaya gelen Marx'ın fikirleri ondokuzuncu yüzyı l sonunda tü m Avrupa'yı etkiledi ve yirminci yüzyıl siyaset teorisine hakim oldu. Bu fikirler Rusya ve Doğu Avrupa'daki, Çin ve Asya, Afrika ve Gü ney Amerika'daki komü­ nist devrimiere ilham kaynağı oldu ve ll. Dünya Savaşı'nın a rd ından başlayan Soğ u k Savaş'ın komünist-kapitalist ka rşılaşmalannın teme­ lini oluşturdu. H içbir yazar bu tür radikal değişimlere, bu tutku ve nefrete Karl Marx kadar ilham kaynağı olmadı, modern insanın tari­ hini onun kadar etkilemedi. Karl Marx'ın temel çalışması Kapital ( 1 970) bir ekonomik sistem ve üretim tarzı olarak kapitalizm üzerine 'bilimsel' bir a raştırmadır. Onun yabancılaşma araştı rması, aksine, ka pita lizmi n insa nların duygulan ve ben lik imgeleri üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve kişisel etkilere il işkin bir araştırma d ı r. Marx için, kapita l izm sadece adaletsiz ve ye­ tersiz bir ekonomik ü retim sistem i olmayıp, aynı zamanda a h lak d ışı ve sömürücü, insanın gerçek doğası n ı yadsıyan, onu kendi emeğinin ürün lerinden koparan ve ekonomik 'vahşi bir orman'da diğer insan­ larla karşı karşıya getiren bir sistemdir. Marx için, insan doğası nın özü, onu hayvanlardan ayıran şey, bil inci, haya l gücü ve kendi çevre­ sini kontrol kapasitesidir. Bu g üç, ifadesini en açık biçimde, insanların işbirliği içinde doğayı dönüştürd ü kleri ü retim sürecinde -örneğin, ev yapmak için ağaç kesmek, orma nları açarak yol yapmak gibi faa liyet- . lerde- bulur. Ancak, bu kendini ifade ve top l umsal işbirliği biçimi sınıriandınidığı veya engellendiği takdirde yabancılaşma ortaya çıka­ caktır. Marx 1 844 Paris Elyazmalan'nda (aktaran Battomare and Ru­ bel, 1 96 1 ) dört temel yabancı laşma biçim i nden söz eder: •





i şçinin kendi ü rünleri üzerindeki kontrolünü yitirmesi. i şçi bir şey ü rettiğ inde, ister masa isterse sandalye, artık o şey kendine değil işverene aittir. Modern fabrikalarda, ayrı ntılı bir işböl ü m ü yüzü nden, işçinin ar­ tık ü reti m süreciyle bağlantısı ol madığ ı n ı hissetmesi. O sadece 'çarkın bir dişlisi'dir, onu güdüleyen işin sağladığı iç doyu m de­ ğil, hafta sonunda a lacağı ücretin verdiği geçici doyu mdur. i şçiler arasındaki il işkilerin iş arkadaşları il işkisinden çok ra kipler arasındaki bir ilişkiye dönüş mesi, onların iş, prim ve terfi için ya­ rışa n kişiler haline gelmeleri. i şverenle işçi arasındaki i l işkiler

1 26



SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

eşitler a rasında bir il işki değil, aksine işverenlerin ça l ışanların­ dan sağladıkları kaza nçları azamiye çıkarmaya çalıştıkları efen­ di/köle i lişkis idir. Bireyin ken d i insani doğasını tan ıyamaz hale gelmesi -yani, ke ndini a rtık sadece iş a racılığıyla ifade etmesi. Böylece o işini kendisinin bir parçası olara k h issetmez, n e de gerçek yetenekle­ ri n i sergiler. i ş artı k sadece bir övün me ve başarı kaynağıdır.

Marx'ın sözleriyle, o halde Emeğin bu yabancılaşmasını yaratan nedir? i lk olarak, iş işçi için artık d ışsal bir unsurdur, yoksa onun doğasının bir parçası değil; sonuç olarak, kişi işinde kendini ifade etmez, aksine yadsır, kendi­ ni mutlu değil bedbaht hisseder, fiziksel ve zihinsel enerjisini öz­ gürce geliştiremez, aksine fiziksel olarak tükenmiş ve zihinsel ola­ rak gerilemiştir. Bu yüzden, işçi kend isini sadece boş zaman ların­ da yuvasında hissederken, işte yuvasından uzakta hisseder. Onun için iş artık gönüllü olarak yapılan bir eylem değil, dayatılan bir görevdir. O bir ihtiyacın dayuru lması olmayıp, sadece başka ihti­ yaçları karşılama aracıdır. i şin yabancilaşmış karakteri, açıkça, hiç­ bir fiziksel veya başka zorlama olmadığında ondan sanki salgın hastaiıkm ış gibi uzak durul masında gözlenir. Son olarak, işin işçi için yabancilaşmış karakteri, onun işin in bir başkasının yaptığı iş­ ten farklı olmamasında, onun işinde kendini kendine ait biri ola­ rak değil, aksine bir başkasına ait biri olarak hissetmesinde gözle­ nir (Bottomore and Rubel, 1 961 ). i şçiler, bu neden le, işlerine, emeklerin i n ürünlerine, diğer işçilere ve n ihayetinde gerçek ben l i klerine yabancı laşırlar. Friedrich Engels'in sözleriyle, "Kiş i n i n her g ü n sabahtan akşama dek ken d i iradesi dışın­ da sadece ayn ı şeyi yapmak zoru nda kalmasından daha dehşet verici bir şey yoktur" (aktaran, Ritzer, 1 996, 59). i ş bir işkenceye dönüşür ve böylece insa n la r bir ra hatlama ve kontrol d uygusu a rayışı içinde başka yerlere yönel irler. Onlar içmeye yönelir ve depresyona g i rerler veya kendilerini tüketime ve çok özel bir hayat tarzına kaptırırlar. Marx'ın tarih anal izinde, bir sınıfsal yapı ve sömürü i l işkileri içeren önceki bütün ekonomik sistemler yaba ncılaşma d uygusuna yol açsa­ lar da, ka pitalizmde bu duyg u n u n çok daha belirgin olara k yaşandığı vurgulanır. Ancak bunun nedeni, sadece sömürü n ü n en üst düzeye çıkması değil, aynı zamanda bu sistemdeki 'piyasa güçleri'nin insan­ ları bireyler olara k değil, sadece ihtiyaç halinde kullanılabi lecek veya atı labilecek bir başka üretim malı/meta olara k görmelerid i r. Sadece ü retim a raçları n ı n herkesin o rtak malı olduğu sın ıfsız bir toplumda yabancılaşma tamamen ortadan kal kacaktır. Modern kitl e üretiminin

YABANCILAŞMA

1 27

sağ ladığı bolluk ortasında, 'komün ist' insan artı k geçimini sağlamak için çalışmak zoru nda olmayacak, kendi yeteneklerini ifade etme dışında uzmaniaş mayacak -sabah ba l ığa, öğlen ava ve a kşam da görüşlerin i tartışmaya gidecektir. Cinsiyet, ırk, kasaba ve ü l ke, beyin ve kas kaynaklı bütün toplu msal ayrım l a r eşit bireyler toplumunda ortadan kal kacaktır. i nsan lar toplu m sa l dünyayı kendi etkinlikleriyle yaratsalar bile, kapitalist d ünya insanları n ya bancılaşma ve ezi lmişliği yaşadıkları bir dünya, ilişkilerin kişisel olarak deği l şeyler olara k yaşandığı bir dün­ yadır. "Ekonomi politik bir insan olara k proleterle değil, a ksine bir koşum atı olarak, i htiyaçları kesinl ikle bedensel ihtiyaçlarıyla sınırlı bir hayvan olarak ilgilenir" (Marx, 1 963). M arx'a göre, proletarya asl ında kapitalist top l u mda en yabancılaşmış sınıf olsa da, aslında kapital ist­ ler de kar a rayışlarında yabancılaşmış b i r d ünya içinde yaşarlar. Zen­ gin ve refah içindekiler arasında bile iş ve i l işkiler insani olmaktan uzaktır ve i ş insan yaratıcı l ı ğ ı n ı n bir ifadesi olmaktan ziyade, insani potansiyelin yadsınmasıdır ve gerçek bir insan toplumu ku rmanın önünde bir engeldir. i nsan ve işi kapital ist toplum larda işbölümü ve mülkiyet ayrışması gibi temel nedenlerle birbirinden kopuktur. Ka pi­ ta l ist topl u m ta n ı m gereği ya bancılaşmış bir emeğe daya n ı rken, kapital istler işçileri sömürmeye, ürettikleri artı-değeri kar ve sermaye olarak ellerinden a l maya ça l ışırlar. i şçiler kendi emekleri nin ürünleri­ ne yabancılaşm ışlardır. Marx sonraki yazılarında insanı daha ed ilgin bir biçimde tasvir eden daha determi nist bir ya klaşım geliştirir. Örneği n o, Gründrisse'­ de (1 973) şöyle yazar. Toplumsal servet emeğin karşısına giderek daha yabancı ve daha egemen bir güç olarak çıkar . . . toplumsal emek sayesinde yaratı­ lan muazzam nesnel güç işçiye değil, aksine . . . sermayeye aittir. Sermaye birikimi a rtarken, böylece, emek hep daha ucuz bir meta haline gelir, değeri d üşer ve insanilikten uzaklaşır -insanların özgür bir biçimde sözleşme i lişkileri içine g i riyor görü n meleri son ucu değiş­ tirmez. Bu yüzden, Swinglewood'a göre (2000), yabancılaşma M a rx'ı n Gründrisse g i bi sonraki yazılarında ortadan kaybolmaz, sadece ifade biçimi değişir ve daha teorik bir kavrama dön üşür. Bu yüzden Ma rx'a göre, insanlık tarihi insa nın doğa üzerindeki kontrolünün giderek a rtması olarak görü nse de, bu duru m ironik olarak özel likle ka pital ist toplumlarda ya bancılaşmada bir artışa kar­ şılık geli r. i nsa n l a r a rtık kendilerini kendi işlerinde, kendi toplu mla­ rında hissetmezler. Onlar kendileri n i işte ya bancı lar olarak, toplumda

1 28

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

soyutlanmış ve güçsüz o l a ra k ve yetenekleri ve tutkuları için h içbir çıkış yol u n u n olmadığı engellenmiş va rl ı klar o l a rak h issederler. Etraf­ I arındaki d ünya -kendi çalışmaları nın ürün leri o l sa bile- nesneleşir. Onlar kendilerini işteki ve büyük ölçüde to p l u mdaki kişisel-ol mayan g üçler karşısında güçsüz h issederler ve ürettikleri ü rünler onların kendi becerileri ve yaratıcıl ı kları n ı n bir ifadesi ol arak görül meyip, bir bedel ka rşılığında piyasada satı lır. i şçiler, üzerinde hiçbir kontrole sahi p olmadıkları piyasa g üçlerinin mahkuml arıdı rl a r. Onlar geçimle­ rini sağlayabil mek için emekleri n i satarlar ve arz, talep veya fiyat üzerinde h içbir kontrole sahip değil lerdir. Ancak yine de Marx'a göre, piyasa güçleri kendilerine ait özel bağı msız bir hayata sahip doğal veya dışsal g üçler değ i l l erdir; daha ziyade onlar ü retim a raçlarına sahip olan ve sermaye birikimi ve kar sağlayacak temel a raç o larak emeğ i sömü rmeye çal ışan ka pitalist sın ıfın, büyük işadam ları ve kü­ resel şi rketlerin kontrol ü altındadırl a r. Marx için, ücretli emek ve yabancılaşman ı n sonucu insa n ı n alçal­ ması, insa n l ığından uzaklaşmasıd ı r ve o "a rtık kendini hayva ndan başka bir şey olara k h issetmez". i nsanı hayvan lardan ayıran şey olan çalışma/emek ve özgür-bi linçli yaratıcılık edimi ortadan kaybo l u r ve böylece insan 'türsel va rlığı'nı, kendi özel insani niteliklerini kaybe­ der. Ayrıca, emek gücünün soyutla nması ve ya bancılaşması ayn ı ölçüde i nsan ları birbirlerine yaba ncı laştırır ve böylece insanın top­ l umsal varl ığını, onun toplum d uygusunu ve h uzurunu yıkarken, ka pitalist çalışma hayatı n ı n yarattığı acı ve yoksul l u k insa n ı soyut­ lanmışlık ve ya l nızlığa iter. N itekim Ma rx'a göre, kapital izm tepedeki daha az yetenekiiierin diğerlerinin emeklerini sömürdükleri ve bol l u k içinde yaşad ıkları tersine dönmüş bir dü nyad ır. Bu erk ve kontrol piyasa güçleri yanıl­ saması n ı n a rdına sığ ı n ır. Marx'ın amacı bu çarpıtmayı teşhir etmek ve insa n ı n kendisini kapitalist top l u m u n kölesi o lmaktan kurtarabiieceği ve tüm insanları birleştirebilecek bir program, -eşitlikçi ve işbirliğine · dayal ı kom ü nist bir toplumda özg ü r, h uzurlu ve doygu n insanlardan oluşan- bir top l u m modeli ortaya koymaktır. Marx insanın gücü ve potansiyeline çok g üvenir. Onun g ü n ü müz ka pitalist toplumlarında imanın niçin bu kadar doyu msuz olduğunu analiz etmeye ve komünist ya da sın ıfsız toplumun insanı, onun ru­ hunu ve kendine özgü yeteneklerini özg ürleştireceğ ini düşün meye iten temel neden, insana bu güven idir. i nsan hayvan la rdan esasen bilinçliliği -çünkü insan eylemi ve etki leşimin toplumsal bir bağlam­ da ortaya çıkar- ve özelde kendisin in-bil i ncinde ol ması bakımından ayrıl ı r. i nsanı hayvandan öze l l i kle farklı kılan şey, kendi etkinl iğini,

YABANCILAŞMA

1 29

yaratıcı zekası n ı bilinçli olara k kontrol, planlama ve yönlend irme yeteneğidir. Her tarihsel çağ bu yaratıcı potansiyeli teşvik eder veya sınırlar ve özellikle sınıflı top l u m la rda yetenek, bilinç ve güdüler bas­ tırıl ır. Ka pita l izmi i l kel top l u m l a rla ka rş ılaştıran Ma rx'a göre, "Antik toplum daha sınırlı bir doyum sağlarken, modern dünya doyumsuz bırakır veya doyu mu sağ l a r göründüğü yerde bu kaba ve vasattır" (Ritzer, 1 996: S3). Kapitalizm insanın tarihte bir benzerine daha rast­ lanmayan boll ukta maddi mallar ü retme yeteneğinin açığa çı kması­ na yardımcı o l muştur, a ncak insanın tü m yetenekleri ve tutku larının, hem işte hem de boş zamanlarında fa rkl ı ve özel bir insan o larak 'türsel gücü'n ü n açığa çıkmasını komünist top l u m sağlayacaktır. Marx, aynı şeki lde, insa n ı n sosya l l i k yeteneğine de inanır. " i nsan kel imenin tam a n l a m ıyla bir 'siyasal hayva n'd ı r, o sadece topl umsal bir hayvan değil, aynı za manda bireyin sadece toplum içinde gelişti­ rebileceği bir hayva ndır" (Ritzer, 1 996: SS). Kapitalizm gibi sınıflara-daya l ı topl umlar insanın bilincini çarpıtır ve ka rını artırmak ve ayrıcal ı klar sağlamak için o n u n yeteneklerini sömürür ve baskı a ltına. a l ı rken, sın ıfsız toplumlar kel imenin gerçek a n lamında tam bilinçli ve büyük ölçüde işbirl iği içinde üretken bir va rlı k olara k özg ü r insanlardan o l uşacaktır. Marx için, kapitalist ü retim ta rzı sadece insanların işlerini, emekle­ rinin ürü n l erini bir şeye, bir metaa, kendi kontro l leri dışında bir nes­ neye dön üştürmekle kalmaz, ayn ı za manda bir 'meta fetişizmi', şeyle­ re sahip olma ve 'şeyleşti rme' takıntısı, toplumun insanın kontrol gücünün d ışında bir şey olduğu ina ncı yaratır. Bu şeyleştirme sü reci, işyerinde ve piyasada, modern organizasyonların görünüşte her şeyi kapsayan ve kişisel-ol maya n gücüyle ve piyasa güçleri n i n sınırsız erkleriyle başlayabilir, ancak ayn ı ölçüde dine ve modern devlet an­ layışım ıza uygulanabilir. Her tür m ü l kiyet ve özelde üretim a raçlarına sahiplik özel m ü l kiyete girer. "Bu yüzden, özel m ü l kiyet yabancılaş­ mış emeğ in ürünüdür".

KAVRAMSAL GELiŞiM Yabancı laşma insanlık d ışı davranıldığ ında, yerlerinden edild iklerin­ de veya ittiraya uğradıklarında insanlarda şiddetli öfke yaratan bir durumu a n latır. Bu sözcük rad ikal düşü n ü rler kadar fil m ü reticileri ve senaryo yaza ria rına da ilham kaynağı olacak denli tatsız, soğ uk ve tehditkardır. Ancak Marx tarafından kapita l izmin insanlık dışı ve sö­ mürücü doğas ı n ı açıklamakta kullanılan bu olgu şiddetli öfkeye ve devrimci eaşku lara yol açmıştır. Kavra m, sosyolojik ve siyasa l g ücü,

SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 30

Marx'ın kapitalizm a nalizindeki merkezi rol ü nedeniyle, basit bir d ü ­ şünce egzersizi o l m a ktan çıkmış, devrimci bir faa l iyete d ö n ü ş m ü ş ve büyük tutku l a ra yol açmıştır. Marx için yabancılaşma kavra m ı fa rklı, ancak karşılıklı il işkili anla­ ma i ki sahiptir: •



Yabanolaşma öznel bir d uyg u, bir güçsüzl ü k ve soyutlanmışlık d uygusud u r; i nsanları hem emeklerinin ü rünlerinden yoksun bırakan, hem d e ça l ışmaları üzerinde kontrol kuran ekonom i k sistemlerin ya­ pısal bir analizidir.

Ancak sonradan bu konuyla ilgili çoğu yazıda birbiriyle i l g i l i bu i ki an layış birbirinden bağımsız o larak a l ı n m ış ve bu yüzden teorik bir kavram olara k ve modern iş ve çalışma yöntemlerini değiştirecek itici bir güç olara k a l ı nara k ya bancılaşm a n ı n anlamı ve gücü ça rpıtı l m ıştı r. •

1 950'1i yıllard a ve 60'1arda, Amerikalı sosyal bil imci M. Seeman ( 1 959), yabancılaşma kavra m ını, (soyutlanma, anlamsızlık, güç­ süzl ük, normsuzluk ve kendine yabancılaşma gibi) beş psikolo­ jik unsura a yırdı. Robert Blauner ise ( 1 964), montaj hattında ça­ l ışmak özellikle yabancılaştırıcıyken, zanaat işinin yaratıcı oldu­ ğ u nu öne s ü rerek, bu unsurları iş-ya pısıyla ilgili dört tiple i lişki­ lendirdi. Blauner, otomasyonla birlikte yabancılaşmanın orta­ dan kal kacağı na, bu tür çalışmanın işçin i n makine üzerindeki kontrolünü a rtıracağına inan ıyordu -bu tez, otomasyonun sa­ dece üretim ilişkilerini değ iştirmemekle ka l mayıp (kontrol hala patronlardadır), işçilerin 'vasıfsızlaştığı'nı ve gerçekte onların yerin i makinelerin aldığını öne s ü ren H arry Breverman ( 1 974) gibi Marksist yazarlar tarafı ndan eleştiri l m iştir [bkz. Vaslfslzlaş­

ma]. •

Yabancılaşma terim i başka yazarlar tarafından tüm modern hu­ zursuzl uklara -günü müzde kitle toplumunda birçok grubun (gençler, azınlıklar, kad ın ların) yaşad ığı hoşn utsuzluklar, soyut­ lanma, güçsüzl ü k ve kişisel i l işkilerden uza klaşma d uyguları na­ uyariandı ve g ü n ü m üzdeki devasa fabrikalarda yüksek oranlar­ daki grevleri ve işe devamsızl ı kları açı kla makta ku llanıldı. Ya­ bancılaşma terim i g ü nü müzün dev fa brikalarındaki yüksek g rev ve işten kaytarma oranlarını açıklamakta kullanıldı. Marx kav­ ram ı dine uyguladı. Genç Hegelci Ludwig Feuerbach gibi Marx da, dini, görünüşte insanı kontrol eden doğaüstü bir varlığa inanç u ğ runa i nsanın kendi yaratıcı ruhu ve hayatını kontrol ye-

YABANCILAŞMA

131

teneğinde n vazgeçtiği bir yabancılaşma biçimi olarak gördü. Feuerbach'a göre insanı yaratan Ta nrı değil, aksine Tanrı'yı ya­ ratan ve ona tü m insa n l ı k üzerinde bir güç tan ıyan insa n d ı r. i n­ san kendi n i nesnel leştirmiş ve bizzat bir nesneye dönüştürmüş­ tür. Marx için, din bir ya nlış bilinç biçimi, bir yabancılaşma biçi­ midir. •



Ya ba ncılaşma kavramı, ayrıca, rakip Ma rksist okullar arası ndaki bir tartışman ı n, yan i ya bancı laşma n ı n Marksist çalışmaların (özellikle o l d u kça geç basıma g i re n Grundrisse'ın) merkezi te­ ması olduğunu d üşünen hümanistler ile Marx'ın, daha olgun çalışmalarında, daha bilimsel veya ya pısal bir kapitalizm analizi için sömürü kavra m ı n ı tercih ederek bu teri m i ta mamen reddet­ tiğini öne süren Louis Althusser gibi yapısakılar arasındaki tar­ tışmanın esin kaynağını oluşturmuştu r. Öte yandan, Fra nfurt Okul u ve eleştirel teori yabancılaşma kavramını gözden geçir­ miş ve hem bireysel bilince ve hem de daha esnek bir Batı kapi­ ta l izmi, Doğu sosyal izmi ve otoriter devletin ortaya çıkışı eleşti­ risi gel iştirmek için ideoloji ve kültürün gücüne odaklanarak, kavra m ı daha hümanist, daha az determi nist bir Marksist dü­ şünce geliştirmekte kullanm ıştır. Herbert Marcuse ( 1 964) onu Sigmund Freud'un psikolojisiyle harmaniadı ve onun gel iştirdi­ ği fikirler 1 960'1arda Amerika l ı hippilere ve radika l lere ilham kaynağı oldu. Yaba ncılaşma duygusunun 'sosyalist' toplum larda ka pita list toplurnlara göre daha az olup olmadığ ı n ı değerlend irmek zor­ dur, çünkü böyle bir öznel d uyguyu ö lçmek neredeyse imka nsızd ı r. Polanya'da daya n ışma ha reketi ortaya çı kmasaydı, Berl in Duvarı yıkılmasayd ı ve Doğu Avrupa'da 1 989- 1 990 dev­ rimleri yaşan masayd ı Doğu B loku ü l kelerindeki işçiler kesinl ikle kontrolün kendi el leri nde olduğunu hissetmeyeceklerd i. Muh­ temelen Çin komünl eri, Yugoslav fabrikaları ve Kibbutizm gibi bazı küçük ö l çekli deneyimler büyük başarılar elde etm işlerdir.

Bu yüzden, ya bancılaşma kavram ı sosyal bilim lerde oldukça fa rklı anlamlarda ku l l a n ı lsa bile, çoğ u sosyolog onun asıl anlamını yitirdi­ ğini ve çok az ana litik değere sahip olduğunu düşünmekted i r. Yine de yabancılaşma, Marx'ın amaçladığı anlamda -bir iş/çalışma analizi, insan doğası a n a l izi ve sınıfsal sömürü n ü n öznel etkisinin analizi olara k- kullanıldığında, sosyolojik o l masa bile, hatırı sayılır ahlaki bir güce sah iptir. O bir devrimler yüzyıl ı n a kaynakl ı k etmiş ve d ü nya n ı n birçok parçasını tamamen değişti r m iştir.

1 32

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

AYR lCA BAKINIZ •

ANOMi -Durkheim'in bu sınai rahatsızlığa ilişkin açıklaması olarak ELEŞTiREL TEORi -Genç Marx'ı n bu fikrin i modern Ma rksizm'deki



SiMÜLASYONLAR -ya bancılaşma üzerine post-modern b i r perspek­



hü manist oku l a taşıma girişimi olara k tif olarak •

TARiHSEL MATERYALiZM -Ma rx ve Engels'in genel tarihsel ve eko­ nom i k gelişim teorisine genel bir bakış olarak

OKUMA ÖNERi LERi BOTIOMORE, T.B., And RUBEL, M. (EDS.) (1 964), Karl Marx: Selected Writings, Penguin BU RNS, E. (1 966), Introduction to Marxism, Tavistock CALLI NICOS, A. (1 983), The Revolutionary ldeas of Karl Marx, Pluto Press CAREW HU NT, R.N. (1 950), The Theory and Practice of Comm unism, Peng uin HOFFMAN, J. (1 985), 'The Life and Idea s of Karl Marx', Social Studies Review, November MCCLELLAN, D. ( 1 975), Marx, Fontana PAMPEL, F.C. (2000), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thinkers, Macmillan, Basingstoke RUIS (1 986), Marx for Beginners, U nwin Paperbacks SIMON, R. ( 1 986), lntroducing Marxism, Fairleigh Press WORSLEY, P. ( 1 982), Marx and Marxism, Tavistock

i LERi OKUMA ÖNERiLERi ALTHUSSER, L. (1 965), For Marx, Penguin [Marx için, Çeviren: Işık Ergüden, ithaki Yayın ları, istanbul, Ekim, 2002] BLAUN ER, H. ( 1 964), Alienation and Freedom, Un iversity of Chicago Press BOTIOMORE, T.B. AND RUBEL, M. ( 1 96 1 ), Karl Marx: Selected Writings, Pen­ guin, Harmondsworth BRAVERMAN, H. ( 1 974), Labor and Monopoly Capital, Monthly Review Press CALLINICOS, A. (1 983), The Revolutionary ldeas of Karl Marx, Pluto Press, Lon­ don JESSOP, B. ( 1 998), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thinkers, Macmil lan, Basingstoke MANSON, P. (2000), 'Karl Marx', Ch. 2 Part 1, Andersen, H. and Kaspersen, L.B. (eds.), Classical and Modren Social Theory, Blackwell, Oxford MARCUSE, H. (1 964) One Dimensional Man, Routledge & Kegan Paul [Tek Boyutlu insan, Çeviren: Tek Boyutlu insan, Çeviren ler: Afşar Timuçin ­ Teaman Tunçdoğa n, May Yayınları, 2. Basım, istanbul, 1 975; Çeviren: Aziz Yardımi ı, idea Yayınevi, istan bul 1 990]

YABANCILAŞMA

1 33

MARX, K. ( 1 973), Grundrisse, Penguin [Grundrisse, Çeviren: Sevan Nişanyan, Birikim Yayınları, Ekim 1 979, istanbul] MARX, K. ( 1 97 1 ) A Contribution to a Critique of Political Economy, Lawrence & Wishart [Ekonomi Politiğin Eleştirisine Bir Katkı, Çeviren: Sevim Bel lil, Sosyal Yayı n ları, 1 993] MARX, K. ( 1 970), Das Kapital, Lawrence & Wishart, 1 970 [Kapital, Çeviren: Alaattin Bilgi, Sol Yayı nları, Ankara, 2000] MARX, K.(1 961 ), Paris Manuscripts (Bottomore ve Rubels'in editörlüğü yaptık­ ları kitaptan alınm ıştır) MARX, K. and Engels F. The Holy Family, Progress Publishers [Kutsal Aile, Çeviri: Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, Mart 1 994] MARX, K. and Engels F. German ldeology, Lawrence & Wishart, 1 965 [Alman ideolojisi, Çeviren: Ahmet Karda m, Sevim Belli, Sol Yayı nları, Ankara, Temmuz, 1 992] MARX, K. and Engels F. 'The Communist Manifesto', Selected Works, Lawrence & Wishart, 1 968 [Komünist Manifesto, Çeviren: Muzaffer i lhan Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1 998] SEEMAN, M. 'On the Meaning of Alienation', American Sociological Review, Vol 33, 1 959, s. 46-62

SI NAV SORULARI ı Sosyologların sanayi toplumlarında ya bancılaşmayla ilgili farklı açıkla­ maları n ı değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 988) 2 'Yabancılaşma yapıların ü r ü nüdür, yoksa bireylerin değil.' Tartışın ız. (Cam bridg e Local Exa m inations Syndicate, Haziran 1 987) 3 'işteki yabancı laşma n ı n en önemli kaynağı bizzat işin tasarım ve kont­ rol biçim idir.' (G. Salama n: Class and Corporation) . Açıklayıp tartışı n ız 4 Marx'ın yabancılaşma teorisini daha sonraki iş üzerine a raştırmalar ışığ ında değerlendirin iz. (AEB, Kasım 1 989) Çeviri: Gülhan Demiriz ve Ümit Tatlıcan

..

M O D E RN D O N E M • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

Ataerkilli k Feminizm 'Femin izm' terim i Latince kad ı n anlamına gelen 'femina'dan türetil­ miştir ve köken olara k 'kad ınsı öze l l iklere sahip olmak' anlamını taşır. Bu terim Kad ı n Hareketi nin, kad ı n ları n eşit haklar m ücadelesinin genel adı olara k ve yirminci yüzyılda cinsiyet eşitliği teorisi olara k ben imsenmiş v e 1 890iardaki 'Kadı ncılık' teriminin yerini a l mıştır. Tüm Kad ın H a reketin i temsile ve birleştirmeye çalışan bu terim geniş bir ta n ı m la r ve vurgular çeşitliliğini yansıtır. Feminist Bir Söz­ lük'te ( 1 985) kadın hakları savunusu ve erkek egemenliğine karşı mücadeleden, kad ınların erkekler karşısındaki ikincil kon u m ları hak­ kında bir bilinçlilik yaratma ve bu ayrı mcılığı ortadan ka l d ı rma giri­ şimlerine kadar uzanan bazı örnekler verilir. [Feminizm) bütün insan il işkilerinde cinsiyet eşitliği temelinde dü nyayı yeniden düzenlemeyi hedefleyen bir hareket olarak; in­ sanlar arasında cinsiyet-temelli her tür ayrımcılığa karşı çıkan, cin­ sel ayrıcal ıklar ve problemleri ortadan kaldıracak, hukuk ve gele­ neğin temel taşı olarak kadın ve erkeğin ortak insanlığının kabulü için çalışacak bir hareket olarak ta nımlanabilir (Teresa Billington­ Grieg, 1 9 1 1 ). Feminizm büyük harf 'F' ile bir teori, bir konum; küçük harf 'f' ile tecrübelere dayalı bir organik inançtır (Osha Davidson, 1 984). ( i ki ta nım da C. Kramarae ve P. A. Treichler, Feminist Bir Sözlük'ten alınmıştır.) Feminizm, bu yüzden, ataerkilliği ortadan kaldıra ra k ve topl umsal cinsiyet gibi sosyal bölünmelerin, doğa l bir şey o lmayıp, güç, ayrıca­ l ı k ve tahakkü m lerini sürd ü rebilmek için erkekler ta rafı ndan kültürel olara k yaratıldıkları n ı göstererek, kad ı nları sosyal, politik ve ideolojik açıdan özgürleştirmeyi hedefleyen bir topl umsal h arekettir. O, kadınların yok farz edildiği ve bağ ımlı, pasif olmalarının, çocuk

1 38

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

vb. konularda sorum luluk yüklenmelerinin beklendiği cinsiyet rollerine zorlandıkları bir erkek egemen kültürde yaşadığımız ka­ bu lü üzerine kurulu (Banshee, 1 981 ) bir felsefed ir. Erkekler de cin­ siyet rollerini yüklenmek zoru nda olsalar bile, [bu roller] kad ın lar­ da olduğu kadar engelleyici değildir. Ayrıca o bir analiz yöntemi, toplum üzerine yen i bir perspektiftir: O, yeni soru lar sorduğu kadar yeni cevaplar da bulur. Onun temel ilgisi, erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal ayrım, bu ayrımın gerçekliği, anlamları, nedenleri ve sonuçlarıdır (Jul iet M itchell and Ann Oakley, 1 976). Feminist Hareketin günümüzdeki kayıtlı tarihi kesinlikle çok daha gerilere, Mary Wollstonecraft'ın Frans ız Devriminin fikirlerinden il­ ham alan Bir Kadtn Hakları Savunusu nun ( 1 792) yayı nladığı 1 8. y.y. sonlarına kada r uzanır. O ve başkaları birinci feminizm dalgasında eğiti m, hu kuk, i ş ve evl ilikte kad ı n l a rın eşit hakları için mücadele etmişlerd ir. Bu dalga 20. yüzyıl başında Suffragette Ha reketinde ve bu hareketin başarıyla sonuçlanan siyasal haklar ve kadınların oy kullanmasıyla i l g i l i kam panyasında doruğuna çıkmıştır. Bu hareket, iki savaş arasında ve savaş-sonrası dönemde Emek Hareketiyle ve özell ikle sosyalist sosyal reform program ının bir parçası olara k i şçi Partisiyle güç birliği yap m ı ştır. Modern Kad ı n Hareketinin tari h i, Betty Friedan'ın Kadtnst Gizem (1 963) ve Germaine Greer'in Kadtn Haremağast ( 1 970) g i bi yayınla­ rı ndan, kad ın eşitsizliğine karşı Amerika ve Batı Avrupa'daki Kadı n Gösterilerine v e 1 960'1ar v e 70'1erdeki Kadınların Bağımsızl ığı Ha reke­ tinin yükse l işine kadar götürü lebil ir. Akademik olarak, femin ist yayın­ ların ve Kad ı n Araştı rmalarının a rtması bütün d is iplinleri -özel l ikle sosyolojiyi- erkek yan l ı l ı klarını kab u l e ve daha önceden kadınları görün mez ve güçsüz varl ı klar olara k gösteren temel kavramlarının çoğunu yeniden değerlendirmeye itmiştir. Ö rneğin geleneksel sos­ yol ojinin temel kavram t 'sosyal s ı nıf'ta, kadın, özell ikle evli kadın sadece kocasının bir uzantısı olara k alın m ı ş ve sosyal taba ka laşman ı n etkin bir faktörü v e potansiyel kaynağı olarak toplumsal cinsiyet tam a men göz a rd ı edi l m iştir. Politik açıdan, femin istlerin eşit işe eşit ücret. eşit fırsatlar ve bo­ şanmada eşit haklar gibi önemli konulardaki birçok yasal ve sosyal reformda hatırı sayılır başarılar elde ettikleri görül mektedir. Günü­ müzde, özel l ikle Amerika'da daha fazla sayıda kad ın temel kuru mlar­ da üst mevkilerde yer a l m a ktad ı r ve Britanya i l k bayan başbakanına sah iptir. Fakat gerçek anlamdaki değişim özell ikle sıradan bir kad ın '

ATAERKiLLiK

1 39

için oldukça sını rl ıdır. Fem i n izmin ya ptığı şey, kad ı nları ikincil kon u m­ ları hakkı nda, hakları ve geniş a n la mda cinsiyet eşitli ğ i için evde, işte ve topl umda her zaman için mücadele etmeleri gerektiği ko nusunda bilin çlendi rmektir. Feminist Ha reket içinde, her biri eşitsizlik, ataerkillik ve cins iyet ayrı mları konusu nda fa rklı nedenlerden söz eden ve fa rkl ı çözü mler öneren geniş bir teorik görüşler yelpazesi görülebi lir. Bunlardan bazıları aşağıda tartışılacaktır.

FiKiR Ataerki lliğin ta m karşılığı 'babanın (veya aile reisinin) yönetimi' olsa da, femin istler tarafından erkeklerin kadınlar üzerindeki her tür fizik­ sel, politik ve ideolojik hakimiyetin i a nlatmak için kullanılmıştır. Bu kavra m özelde erkek egemen to plum larda kadınları baskı altında tutan ve gü çsüz kıl a n sosyal ve politik yapılar, kültürel kurumlar ve güçleri ifade etmektedir. Ataerki l l i k i ncil'e, 'Tanrı erkektir" ka bulüne ve Yaradılış Kita­ bı'ndaki Cennet Bahçesinde Havva'nın yasak meyveyi yemesinden sonra Tan rı'nın onu ve bütün kadı n l ığ ı erkeğe tabi olmaya mahkum ettiğ i "onlar çocukları d ünyaya getirirken acı çekecekler, erkeğe ihti­ yaç duyacaklar ve erkekler onlara h ü kmedecektir" sözün e kadar gö­ türülebil ir. Bilinen her topl u m erkekler tarafından yönetilmektedir ve kad ı n eşitl iğ inin söz konusu olduğu örnekler verilebilmekle birlikte (örneğin Yeni Gine'n in Tchambuli ka bilesi), kad ı n egemenliğine (anaerkillik) dair bilinen hiçbir örnek yoktur. Ancak femin ist yazarlar ataerkilliğin kaçın ılmaz veya doğal bir şey olduğu fikrin i kesin l i kle reddederler. Onlar, a ksine, ataerkil l iğ i n erkek­ ürünü olduğunu, erkeklerin kad ı n ları oldukları yerde tuta b i i rnek için kullandıkları fiziksel ve ideolojik bir güç olduğunu göstermek için farkl ı teoriler geliştirmişlerd i r. Ataerkil lik kavra m ı feminizme cinsel eşitsizl ik ve baskıyı tan ı m la mak, açıklamak ve değiştirmek için ve kadın ları kelimenin tam ve en özgü r anlamı nda kad ı n olmaya teşvik etmek için öneml i bir kavra msal silah sağlamıştır. Bununla beraber, fem i n ist hareket içinde her biri ataerkil l ikle ilgili farkl ı neden ler belir­ leyen ve farklı çözü m ler sunan birçok farklı teori ortaya çıkmıştır.

Geleneksel ve l iberal feminizm Geleneksel fem i n izm, erkek egemenliğin ve kad ınları n bastırılması­ nın temel kaynağı olarak ai leye d ikkat çeker. Geçmişte baba n ı n a i leyi

1 40

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve özellikle kad ınları yönetme ha kkı kutsal d ı ve örfler, adetler ve geleneklerde ve çoğu kez h u kukta cisim leşmişti. Erkek doğal hakkı olarak tam itaat talep edebi l i r, otoritesini ve cezaları gerekli olduğu­ na inandığı biçimde uyg ulayabilirdi. Pek çok i l kel ve geleneksel top­ lumda kad ı n la r bir çeşit değiş-tokuş edil iyordu, evlil i kleri önceden kararlaştırılm ıştı, özg ü r konuşma ve boşan m a hakları yoktu. H atta g ü n ü müzün gelişmiş demokratik topl umlarında bile, eşler ve kız çocukları olara k kad ınlar evde erkekler tarafından yönetil i rken, erkek­ ler de kocalar ve babalar olarak bütün temel kararları almakta ve evin mali durumunu kontrol etmektedirler. Fem in istler ev içi şiddetin ve hatta kad ı n ı n evde katlanmak zorunda kaldığı taeizin yaygınlığına, kız çocukları n ı n pasif ve kad ınsı nitel i klerle yetişti rilerek erkek ege­ menliğinin ideal leştiril me ve pekişti rilme biçimlerine d ikkat çekmiş­ lerdir. Ö rneğin H a n na h Gavron, 1 966'daki çal ışması n ı Tutsak Eş o larak adlandırarak, pek çok kad ı n için evin h a pishaneye benzer doğasına d i kkat çekmiştir. Toplumun ataerkil yapısı, bu nedenle, sadece ev içindeki erkek egemenliğini yansıtm a kta ve teşvik etmektedir. Kate Mil lett'e ( 1 97 1 ) göre, "ataerkil l iğin temel indeki kurum ailed i r". Geleneksel feministler erkek egemenliği ve ev d ışındaki kad ı n ay­ rımcı lığı kon usunda pek çok örneğe d i kkat çekmişlerd i r, sözgelimi; •





Çalışan kad ı nların çoğu sadece (hemşirelik, sekreterl ik g ibi) 'ka­ d ı n işleri' ya pmakta ve hemen her zaman erkeğe göre daha alt kademelerde yer almaktadır; i ş hayatın ı n hemen her a l a nında - hatta hemşirelik ve aşçılık gibi görü n üşte kad ı n mesleklerinde bile- erkekler e n üst görev­ lerde yer a l ı rlar. Britanya'da mimarlar, mühendisler, bil i m insan­ ları ve avukatla rı n yüzde S'inden daha azı kad ı nd ı r ve her alan­ da h iyerarşi yükseldikçe bu lacağ ı n ız kad ı n sayısı aza lmaktad ı r. Tıpkı evde olduğu g ibi, erkekler ister yönetim kuru l u nda isterse parlamentoda, en önemli görevlerde ve önem l i kararlarda egemen konumlardad ır. 650 m i lletvekilinden sadece 30'u ka­ dındır, ve Britanya ilk bayan başbakanına sahip olmasına rağ­ men, Bayan Thatcher Ka binesindeki tek kad ındı.

Liste uzayıp g ider. Fakat ataerkilliğin gerçek gücü fiziksel baskı değil kurumsal kontroldür. O, gerek erkek egemen liğinin gerekse kad ı n ı n ikincil konumunun doğal ve normal olduğunu; kad ı n için egemen veya sa ldırgan olmanın sapkı n l ı k anlamına geldiğini ve kad ı na özgü olmadığını açı kça ifade eden oldukça yaygın bir ideolo­ jik g üçtür. B u tarz cinsiyet kalıp-ya rgılar sadece medya tarafı ndan

ATAERKiLLiK

141

* (örneğin, '3. Sayfa' ) değil, sosyal leşme süreciyle de desteklenir ve hatta gündelik konuşmaları mıza kadar ya nsır. Kızlar pasif ve kad ınsı olarak yetiştirilir. Tarih ve insan/tk gibi anahtar terimler erkek ege­ menliğini yansıtır. Gerçekte bu nların kad ınları da içerd i ğ i varsayılır. Bu cinsiyet rollerinden sapa n l a r çoğu kez, gerek ded ikoduyla top­ l u mdan soyutlanarak, gerekse erkek fatma, bekar anne veya hayat kad ı n ı şeklinde da mgalanarak top l u m tarafından acımasızca ceza­ landırıl ır. Dolayısıyla bu yayg ı n ataerkil ideoloji neredeyse hiç eleşti­ ril mez ve pek çok kad ı n sorg u lamadan ona itaat eder! Liberal fem inizm i n itici gücünü fırsat eşitliği, kad ı n hakları müca­ delesi ve erkeklerle aynı fırsatla rı n sağlanması talepleri oluşturmuş­ tur. Burada da onlar büyük başarı sağlamışlardır. Fırsat eşitliği artık önde gelen Batıl ı toplumları n h ukuk sistemlerine g i rmiştir ve toplu­ mu her tür eşitsizl ik, ayrı mcılık ve baskıdan kurtaracak ve bu konu­ larda iyileşmeler sağ layacak temel bir kavram olarak ka bul edil mek­ tedir. Cinsel ayrımcılık artık h u ku ken yasadışıdır, fakat modern araş­ tırmaların gösterdiği gibi, ha len alttan alta varlığını sürd ü rmektedir. Cinsel şiddet a raştı rmalarında geleneksel kavra mlar ve fahişelik, pornografi ve cinsel taciz gibi cinsiyet i l işkileri üzerine farkl ı ve birçok düşünce yeniden tan ı m lanmaya çal ı ş ı l m ıştır. Kad ı n ı n dövül mesi, ensest ve cinsel istismar kon usundaki a raştırmalar, örneğ i n, erkekle­ rin uyguladığı şiddete ışık tutmuş ve cinsel şiddeti daha görü n ü r, toplumun gözü nde kötü bir davranış haline getirmiş ve ilgili h u kuki yaptı rımların giderek artmasına yardımcı olmuştu r -buna işyerindeki taciz de dahildir. Bu araştırmalar aynı zamanda kad ınlar kadar erkeklere, istismara uğrayan, dayak yiyen ve taciz gören -ve bizzat cinsel i ktidarın kurba­ nı olan- erkeklere odaklan mıştır. Bununla beraber, ideolojik m ücade­ le kaza nılm ışsa da, her alanda, her yerde kad ı n lara erkeklerle eşit fı rsatlar sağlanması kam pa nyasında, özellikle politika, siyaset ve ekonom inin en üst d üzeylerinde bel irli bir yol a l ı nması gerekmekte­ dir. Erkekler hala nihai güç konu m la rı n ı ellerinde tutmakta ve sosyal kontrolü ve siyasal yönetimin gündemini kontrol etmekted irler.

Marksist feminizm Buna karşılık, Marksist fem i n istler daha geniş, daha teorik bir bakışa sahiplerd ir. Onlar ataerki l l iğ i basitçe kapitalist ü reti m tarzının ortaya çıkard ı ğ ı sömürü ve baskı n ı n daha i leri bir evresi ve şekli olarak gö-

Page 3: The Sun gazetesinin üstsüz modellerin resi mlerinin yer aldığı sayfası (G. D.).

1 42

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rürler. Karl Marx'ın ömür boyu destekçisi o l a n Fried rich Engels'e göre ( 1 884), sosyal s ı n ıf gibi ataerkil l iğin temelinde de özel m ü lkiyet yatar; tekeşli evlilik erkek ve kadı n ı evlilik saadetinde birleştirmek için değil, özel m ü lkiyeti korumak amacıyla gel iştirilm iştir. Tekeşl i evlilik büyük bir servetin tek bir kişinin -bir erkeğin- elin­ de toplanması ve bu serveti sadece kendi çocuklarına bırakması arzusundan doğmuştur. Bu yüzden, erkekler kad ı n ları kontrol altında tutabiirne k ve 'tar­ tışmasız ba ba l ı k' konumlarını sürd ü rebil mek için evliliği ku llanma gereği duymuşl a rd ır. Engels'e göre erkek egemen liği, bu yüzden, ekonomik egemenl iğe daya n ı r; o n u n ortadan kaldırılmasıyla ataerkil­ lik de ortadan kalkacaktır. Marx ve E ngels, sadece m ü l kiyetin ortak olduğu sosyal ist toplumlarda gerçek anlamda cinsiyet eşitliğinin mümkün olabileceğini savunmakla birlikte, kapital izmi n bazı unsur­ l a rı n ı n ilerlemeye açık olduğunu görmüşlerd i r. Marx ve Engels kadın işgücüne olan talebin kad ı n l a rı evin dışına taşıyacağını, onlara b i rta­ kım ekonomik bağ ı msızlıklar sağlayacağını ve kad ı nları, sosya l istler olara k sömürü ve eşitsizlik bilinci taşıyan ve sömürü ve eşitsizliğe karşı birleşen erkek işçilerle bir araya getireceğ ini savu nmuştur. Ma rksistler ve sosya list feministler kad ı n ların ve özell ikle evl i kad ı nla­ rın, bir sosyal kontrol biçimi ve yedek işgücü ordusu gibi davrana rak, kapita lizmin daha etkin işlemesine h izmet ettiklerinin altını çizerek bu fikre katı l m ış veya onu yeniden a na l iz etmişlerdir. Kad ı nlar şu yol larla kapita l izmin daha etkin işleyişine katkıda bulunmaktad ı rlar: •





H ızlı büyüme dönemleri nde işe a l ın ma ve ekonomik d urgunluk dönemlerinde erkeklere göre daha kolay b i r biçimde işten çıka­ rılabilme anlamında bir yedek işgücü ordusu olarak. Ayrıca onlar düşük ücretli, yarı-za manlı ve vasıfsız işleri kabul ederler, nad i­ ren sendikalara katıl ırlar ve erkeğe göre daha itaatka rlardır. Sosya l leşme süreçleri onlara sadece itaatkar ve pasif olmalarını değil, ça l ışmayı ev kad ı n l ığ ı n ı n ve annelik gibi birincil rol lerin gerisinde tutmayı da öğretmiştir. Bir sosyal kontrol kaynağı olarak: ( Ü cretsiz çalışan) ev kad ınları olara k kadı n la r, erkek işgücü n ü n hem sağ l ı kl ı hem de itaatkar ka lmasını sağ larlar. H içbir koca, eşleri ve çocu kları üzerindeki etkilerini bildiği için, iyice d üş ü nmeden greve veya d iğer is­ yan kar hareketlere yeltenmez. Erkekler hayal kırıkl ı klarının acı­ sını işverenlerinin yerine çoğu kez eşlerinden çıkartırlar. ideolojik kontrol ve hegemonya kaynağı olarak: cinsiyetçi ideoloji ka pitalizmi tehdit etmekten çok ona h izmet eder, çü n kü o işçi

ATAERKiLLiK

1 43

sınıfını erkekler ve kadı n l a r biçim inde böler ve böylece onları daha kolay kontrol altına a l ır. Erkek egemenl iğini kabul eden ve savunan, kad ı nlarda -proletaryada olduğu g ibi- yan lış bir bilinç yaratmaya, onlara aşağı ve pasif varlıklar oldukları n ı benimset­ meye ça l ışan cinsiyet-temelli egemen b i r ideoloji vardır. M ark­ sist femi nist perspektiften bakıldığ ında, kad ınlar ikili bir açmaz içindedirler. Onlar, s ı nıfsal yapı içindeki ko nu mları nedeniyle, kadınlar ola ra k ayrıcalıksız ve sömürülen bir kon umda olmanın yanı sıra, iki kere işçi sın ıfı m uamelesi görürler -veya daha da kötüsü, siyah olara k! Ka pitalizm ve ataerkil l ik işçi sınıfı ndan ka­ dınları hem mahkum eder hem de baskı a ltında tutar. Ayrıca, 'üretim a raçları' m ü l kiyetinin ortak olduğu ve hatta gel enek­ sel aile ve evlilik biçi mlerinin ortadan kalktığ ı sosya l ist topl u m lardan del i l ler, ataerkilliğin otomatik olara k yıkıld ığını göstermemektedir. Komü nist ülkelerde ve özel l ikle i srail kibbutizmlerinde kadınlar daha özgür, daha eşit olmalarına ve muhtemelen daha üst mevkilerde ve önemli pozisyonlarda daha fazla yer a l malarına rağ men, önemli ka­ rarlar halen erkekler tarafından alınmaktadır. SSCB'nin ana karar organ ı olan Politbüro'da hiçbir kad ı n yer a l maz ve hatta kibbutizmde yemek pişi rme ve çocuk bakıcılığını büyük ölçüde üstlenen de halen kadınlard ır. David Lane'in ( 1 970) vurg u ladığı g i bi, ü retim a raçları nın ortak m ü l kiyeti "kadının bağ ımsızl ığı için gerekl idir, ancak tek başına yeterli değildir".

Radikal ve devrimci feminizm Bu yaklaşımın kaynağında, Marksist-feminist analizden duyulan memn u n iyetsizlik, özell ikle bu analizin "ataerkil l iğin temelinde sınıfta olduğu g ibi- ekonomik güç yatar ve böylece o da sınıflar gibi sosya l izmle birlikte ortadan kalkacaktır" iddiasından duyu lan rahat­ sızl ı k yatar. Onların d üşü ncesine göre, ataerki l i ik, ta rihi kapitalizm ve bütün d iğer sosyal tabakalaşma biçimlerinden çok daha öncelere uzanan farklı bir baskı biçim idir. Onu n birçok farklı kökeni ve türü vardır -bunlar ekonomik, politik, cinsel, kültürel, ideoloj i k ve hatta biyolojik olabilir, ancak sonuçta hepsi aynı yola çıka r. Bir sınıf olara k erkekler başka bir sınıf olarak kad ı nlar üzerinde güce sahiplerd i r. Erkekler toplumu kontrol eder, önemli mevkilerde yer a l ı r, bütün önemli kararları verirler. Erkekler evde ve işte kadınları astiarı olarak kontrol eder; kadınlar hala esasen 'kadın işleri' (örneğin; hemşirelik, sekreterlik) yaparlar, hala ev kadınlığı rol ü n ü temel görevleri olara k görürler. O n l a r h e m ikincil konumda tutu l u rlar, h e m de erkek ege-

1 44

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

menl i ğ i n i beni mseyen, kad ının yeri ni evi olarak gören, erkeklik ve ka dınlık gibi cinsiyet ayrımlarını pekiştiren, normal olanın heterosek­ süel li k olduğu n u varsayan ve 'doğal' normlardan sapan kadınları (bekar anneler, lezbiyenler, kariyer yapmak isteyen kadınları) ceza­ landıran yayg ı n bir ataerkil ideoloji tarafından pasif olarak yetiştirilir­ ler. Bazı rad ikal fem inistler daha da il eri g ider ve ataerkil l i ğ i n kökenini biyolojiye daya n d ı rı rlar. Örneğin Schulasmith Firestone'a göre ( 1 972), cinsel s ı n ıf, "ekonomik s ı nıfta n fa rkl ı olara k, doğrudan biyolo­ jik bir gerçeklikten kaynaklanır". Zira kadınlar çocuk dağurdukları için erkeklere fiziksel ve ekonomik açıdan bağ ı m l ıd ı rlar. Erkekler kadınlar üzerinde güce sahiplerdir ve böylece tahakkü mlerini topl u msal ya­ pının her yerinde sağlamlaştı rırla r. Ona göre, bu cinsiyete daya l ı s ı nıf sistemi, aslında sadece kad ınlar en temel biyolojik rol lerinden, ya n i çocuk s a h i b i olmaktan kurtarı ldı klarında ortadan kal kabilir v e doğum kontrol teknikleri bu yönde bir adım olsa bile, gerçek bağı msızl ı k sadece bebekler yapay ü remeyle ra him d1şmda doğdukları nda m ü m kü n olabi l i r. Bu yüzden, rad ikal fem inistler ataerkil l iğ i, Marksist feministlere göre, sosyal tabaka laşma nın çok daha deri n bir biçimi olarak görür­ ler, dolayısıyla onun kökünün kazınması konusunda fazla iyimser değillerdir. Onlara göre, toplum, sosyal grup ve hatta toplumsal du­ rum ne o l u rsa olsun, örneği n en basit konuşmalarda bile erkekler kad ı n la ra baskı n la rd ı r ve kad ı n l a r ancak bilinçleri n i (ve erkeklerin bil incin i) yü kselterek bağ ımsızlıklarını kazanmaya başlaya bili rler. Bu tür anal izler g iderek ataerkil l iğin daha derin kökl erini, çok­ yüzlü tabakalarını ortaya çıka rd ı ve sadece bütün toplumsal kurumla­ rın (hemşirelik ve ebel ik gibi alanlarda bile) erkek egemen olma de­ recelerini değil, kad ı nların görünmez, güçsüz kılındıklarını da serg ile­ yerek, erkeksi ön-kabullerin d i l imiz ve bil incimizin gerisinde yatma derecesini ortaya koyd u. Bazı aşırı femin istler, işi, gerçek bağ ı msızlı­ ğın a ncak sadece kadınlardan o luşan bir topl u mda mümkün ola bile­ ceği n i; lezbiyenliğin cinsiyet özg ü rlüğünün tek gerçek yo l u olduğu­ nu savunmaya kadar götü rmüşlerdir.

Siyah fem inizm Siyah fem i n izmin kaynağı, orta sınıf beyaz ayd ı nların d ü nyan ı n her yerindeki ve bütün tarihsel dönemlerdeki kadınların d u rumları n ı açıklamakta ku llandıkları önceki fem i n izm a nlayışlarından duyu lan hoşnutsuzlu ktur. Gerçeklikte siyah kad ı n ların, öze l likle -kölel i k, kast sistemi ve ırkçılık g i bi tarihsel ve topl u msal köklere sah i p- Amerika

ATAERKiLLiK

1 45

ve Ü çüncü Dü nya'daki siyah işçi sın ıfı kad ı nların deneyi mleri orta sınıf ü niversitelerindeki beyaz kardeşlerinin deneyimlerden uzaktır. Baskı ve eşitsizl i k siyah kad ın için çoğu kez, ı rk ve s ı n ıf kadar toplum­ sa l cinsiyeti de yansıtan çok katmanlı ve çok yüzl ü bir şeydir. Ayrıca bu boyutlar, fem i n izmi böldüğü ve ayrıştırd ı ğ ı kadar, siyah fem in ist­ leri beyaz feministlerin, ya ni bir parçası o l d u kları yol arkadaşlarının ı rkçı güç ya pısından kurtarmak için bir araya geti rebilir. Siyah femi­ nistler 'feminist teoride ırkçı bir temayül' belirlemişlerd i r ve onlar için beyaz yönetimden kurtulmak kapita l izmin ataerkilliğinden kurtul­ mak kadar önem l id ir.

Post-modern feminizm Daha yakın dönemde bazı fem i n ist yazarlar Marksizm'e ve ataerkillik kavram ına daya l ı ya pısal analizlerden uzaklaşmışlar ve post­ modernizmi, Ba rrett ve P h i l i ps'in ( 1 992) 'teorinin ta ht ı n ı n sarsı lması' olara k ta n ı m ladıkları bir süreci beni msemişl er, başlang ıçta erkekler tarafından geliştirilen ve b u arada fem i n ist kon ulara da uygulanan, her şeyi kapsamaya ça l ışan Marksizm g i bi teorileri reddetmişlerd i r. Ayrıca, çoğu modern femin ist yayg ı n bir ka bule, fem i n izmin amacı­ nın ci nsel bakı mdan daha eşit bir topl u m yaratmak olduğu d üşü nce­ sine karşı çıkmışlard ı r. Daha ziyade onlar, daha olumlu, hatta iddialı bir yaklaşımı beni msem iş ve sadece kadınlar ve erkekler arasındaki fa rkl ılıkları değil, ayn ı zamanda kad ınsılığın daha üstün nitel iklerini vurgula maya ça lışm ışla rdır. Post-modern a raştırma çerçeveleri ve yaklaşımları, açı kça gündelik hayatlarında kadı n ların d u ru muyla ilgili daha kad ınsı, daha d uyarlı bir araştırma yaklaşımı geliştirme fırsatı sunmaktad ır. Post-modern fem i n izmde, kad ı n ların konu m u n u bütün yö nleriyle açıkladığını iddia eden toplum teorileri redded il i r. Hatta b u rada özel bir kad ı n fikrine karşı çıkıl ı r. Gerçekte, her kadın d iğerlerinden fa rkl ı­ d ı r, onlar çok fa rkl ı hayatlar sürd ü rürl er ve bu yüzden tek bir kal ı p­ yarg ı n ı n veya özel bir teorik çerçevenin sınırlarını aşarlar. Onlar örneğin, akl ı n ı ku llan mak ve adalet gibi düşü nceler türünden- erkek yaklaşımlar ve kavra mları reddederler; hatta onlar geleneksel femi­ nist düşünceyi, erkeksi düşü nceler tarafından kirleti l memiş olsa bile, bu düşünce biçimleri bulaştığı için reddederler. Onların gerçek post­ modern tarzdaki ilgi odakları, dili ve erkeksi dil ve d ü nya görüşünü yapı-bozumuna uğratmaktır. Geçmişte erkeksi dil ve algıla r sorgu­ lanmaz ve norm a l olarak algılanırken, post-modern fem i n istler bu d ünya görüşünü, kafa l a rd aki b u bilinçd ışı temayü l veya hegemonya-

1 46

SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

yı dön üştürmeye ve femin ist perspektifleri tepeye oturtmaya çalışır­ lar. Geleneksel olara k kad ınları nitelemekte kullanılan 'çirkin' terimi daha ziyade erkek güzellik anlayışına daya n ı r -aynı şekilde, uzun, çekici, ince gibi terimler de. Kadı nl a r geleneksel olara k bu kal ı p­ yarg ıları onayla m ışlar ve çoğu kez kendi sağlık ve huzurlarını bozmak pahasına onları taklit etmeye çal ı ş m ışlard ı r. Post-modern feministler erkek-temelli a l gılara karşı çıkarlar ve kad ın la rı kendileri o l maya, erkeklerinkiyle çatışma içinde olsa bile kendi güzel lik an layışlarını belirlemeye ve desteklemeye -medya ve erkeğin ideal beden ölçüsü olan 38 bedene ka rşılık 44 beden olma hakkı ve bunun çekiciliği için mücadeleye etmeye- davet ederler. Bu yazarlar daha da ileri g ider ve tüm top l u msal ve h u ku ki kav­ ram larımızın erkekler tarafından tasarlandığın ı ve d i l i n ta rafsız ol ma­ yıp erkekler tarafından d ünya görüşlerim izi kontrol için kullanıldığını iddia ederek, bütün bir hakikat a nlayışına karşı çıkarlar. Kad ınların farklı kad ı n ların- sesine kulak veren post-modernistler, kad ı nların b u 'ideolojik deli göm leğinden' kurt u l u p "gerçekte kadınların düşünce­ lerini erkeklerinkinden farklı kendi sözcükleriyle ifade edebilecekleri femin ist bir dil", gerçek bir femin ist d ünya görüşü geliştirebilecekle­ rine inanırlar. Bu düşü ncelerin kaynağı Fransız düşünür ve post­ ya pısaıcı Jacques Lacan ve Jacques Derrida'nın yazıları ve onların "d ilin gerçekliği ta n ı mlama ve yaratma g ücü" teorileridir. Helen Cixo u s ( 1 98 1 ) g i bi fem i n ist yazarlar kad ı n la rı n ci nselliği sa­ dece cinsel i lişki ve orgazm gibi erkek terimler içinde değil, a ksine farklı kad ı n deneyim lerine ve ci nsel haz veya zevk almaya göre de ifade etmeyi öğre n meleri gerektiğini öne sürerler. Kad ı n cinselliği geleı:ıeksel olara k erkeklerin ya ra rına bastırıl mış, kad ınların cinsel bakımdan kend ine güven duymalarının ve cinselliklerini bilinçli ola­ ra k ortaya koymalarının sapkın ve uygunsuz olduğu inancıyla, be­ denlerinin tüm görkem i ve g üzelliği b i r kenara itilmiştir. Bu kendine güven/idd ia l ı l ı k, ona göre, erkekleri m utlaka tehdit etmez; erkekler daha ziyade ken d i kad ınsı yanlarını keşfederek old ukça kazançlı çı­ kab i l i rler. Helen H a ste ( 1 993) gibi yazarlar daha ileri gitmişler ve ras­ yonel l iğin, a kıl a racı l ı ğ ıyla hakikat arayışının çok daha erkeksi bir yaklaşım olduğunu öne sürmüşlerdir. Sezgiye veya duygusal zekaya daya l ı kad ınsı yaklaşımlar redded ilir ve akıldışı ilan ed i l i r; aslında ona göre, kadınsı perspektifierin erkek perspektifler kadar katkıda bulu­ nabileceği kab u l edild iğinde gerçekte bundan d ünya -erkekler kadar kadınlar da- çok şey kazanabilir. Gereken şey, tek bir perspektif değil, tarih ve top l u m a nlayışı mızı geliştirecek bütün bakış açılarının teşvik edil mesidir. N iteki m yap ısaıcı yazarlar, kad ı n la rı kendi üzerlerindeki -

ATAERKiLLiK

1 47

sınıfsa l veya ataerkil- baskı kaynaklarını bel irlemeye ve erkekler ve kad ınla rı daha eşit kıl mak için bu engel leri ortadan kaldırmaya çal ışır­ larken, post-modern femin istler bir ideoloj i k hegemonya kaynağı olara k dile odaklanmışlar ve kadınla rı erkeklerle eşit kılara k değil, aksi ne fa rkl ıl ıkları ve çeşitl iliklerini överek, kad ı nları kendileri ol maya, erkek-temelli ideal veya tipik kad ı n lık kal ı p-yargılardan kurtul maya teşvik ederek özgürl eşti rmeye çal ışm ışlard ır. Post-modern femin ist­ ler, bu nedenle, çok farkl ı -toplumsal ya pılardan ziyade dile daya l ı ve kad ınların özgü rleşmesi için tek yol bulunduğu d üşüncesini redde­ den- bir cinsel eşitli k ve cinsellik yaklaşı mını benimsemişlerdir. Ka­ dınlar da çok farkl ı d ı rlar; onları n hem bireyler hem de 'sınıfla r' olarak kendi yol larını bulma la rı, sağlıklı, mutlu ve özgür olmaları gerekir. Feminizmin siy;;ısal gündemi, kadınlara erkeklerle eşit haklar sağ­ lama çaba ları sırasında, cinsiyetler arasındaki ve içindeki farkl ı l ı k ve çeşitlilikler hakkındaki tartışmalar esnasında değişmiştir. Ataerkil l i k, bu nedenle, artık egemen bir tema veya savaş çığlığı ol masa da, toplumsal konumlarını a n l a maya -ve bu konumlarını değiştirmeye­ çalışırken kad ınları bi rleştirmeye ya rdımcı o l muştur.

KAVRAMSAL GELiŞiM Ataerki l l i k kavra m ı femin ist an layış ve analizierin merkezini o luştu r­ muştur. Bu kavram ev içinde olduğu kadar toplumun genel inde de erkeklerin egemenliklerine ve gücüne açıkça ışık tutar. Ataerkil l i k düşü ncesi erkeğ in otorite konu m u n u n babal ığın korunması gereğiy­ le il işkisi n i ortaya koya r ve böylece kadınların ikincil kon umunun nasıl fiziksel ve d uygusal güç i l işkileri kada r baskıya dayandığını da ayd ınlatır. Ancak yuka rıdaki kısa incelemeden de açıkça görülebileceği gibi, bu kavram aynı za manda birçok fa rkl ı tanım ve teoriye ilham kaynağı olm uştur -bazı fem i n istler 'cinsiyet-topl umsal cinsiyet sistemi', 'cinsi­ yetçi sistem' ve basitçe 'cinsiyetçil i k' gibi alternatif kavra mlar önere­ rek bu terimin 'Feminist Bir Sözlük'ten çıka rtılmasını talep etmişlerd ir. Bu kavra m ı n kullanımı 1 970'Ierin sonlarında feminizm içinde şiddetli tartışmalara yol açm ıştır, çünkü onun birçok şey ortaya koymanın yanı s ı ra bazı şeyleri gözlerden gizlediği görülmüştür. Ataerkil l i k terimi, erkeğin egemen konumunun evrensel v e tek nedeni olduğu­ nu (yani, ona sadece biyoloji veya kapita l izmin yol açtığını) ifade ettiğ i için, g ü n ü m üzde ve eski topl u mlarda yürürl ü kte olan kadına yönelik birçok baskı biçiminin görü l mesini engellemiştir. Ayrıca bu­ rada to plumsal cins iyet kavramı sorgula nmaz ve onun aslında bir

1 48

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sosyal inşa olduğu ka bul edilmez. Son olarak, toplumsal cinsiyet i l işki lerinin farklı biçimler kaza ndığı ve kad ı n ların bu tür ilişkilere karşı zaman zama n başa rıl ı d i renç sergileyen sürekli bir mücadele içinde old ukları da ortaya konu l m a mıştır. 'Ataerkil l i k ... kad ı nların meydan okumaları n ı n karmaşık boyutlarına hiç yer vermeyen kaderci bir boyun eğiş önermektedir' (Rowbothan, 1 979). Ataerkilliği ortadan kaldırmak için önerilen pek çok çözümde, ay­ n ı şekilde, b u kavramın gücü ve etkisi göz ard ı edilmekte, hatta daha ileri g iden bazı aşırı fem inistler sadece biyolojiyi değil, erkekleri de ortadan kaldı rmayı hedeflemektedir. Bu tartışmaların hızı kesi l irken, 1 980'1er ve 90'1arda fem in ist a raş­ tı rmalar teorik i ncelemelerden empirik a raştırmalara yönel miş, kadın­ ların toplumsal konumlarına -sosyal sınıfları, ırkları, yaş, kültür ve cinsel yönelimleri ne- bağlı yayg ı n ve yoğun çeşitlilikte deneyimlerini belirlemeye ve analiz etmeye çalışan bir Ü çüncü Feminist Tartışma Dalgası ortaya çıkm ı ştır. Bütü n kad ı n l a r ataerkil l i kten aynı ölçüden etkilenmez ve kad ı n lar arasında farklıl ıklar erkekler ve kad ınlar a ra­ sındaki fa rkl ılıklar kadar çeşitlidir. Ayrıca, bu farkl ı l ı klar, b u çeşitl ilik hem kad ınların bir 'sosyal sın ıf' olara k makro deneyimleri hem de basitçe bir kadın olara k m ikro deneyi mleri d üzeyinde övü l meli ve teşvik edil melid ir. Dolayısıyla ataerkillik daha az tartışmalı ve bir kez tan ı mlandığ ında, daha kullanışlı bir kavram haline gelmeye başlam ış­ tır. Sara h Fildes'e göre, artık bu teri m daha yayg ı n kabul görmektedir; zira o, "her şeyden önce teorik açıklamalar geliştirmek için gerek duyduğumuz a lanları ayd ınlatmakta ve adlandırmaktadır". Ataerkillik g ü n ü müzde bütü n feminist analizierin ana htar kavra­ mıdır, fakat bu analizler g iderek daha sofistike ve karmaşık bir nitelik kazanmaktad ır. Sylvia Wa l by ( 1 990), örneğin, altı temel boyut veya yapıyı bir araya geti rerek, temel feminist perspektifleri daha dinamik ve daha g ü ncel bir ataerki llik kavra m ı içi nde ilişkilendirmeye çalışır: ücretli emek; ev içindeki ataerkil ilişkiler; ataerkil kültü r; cinsel l i k; kadınlara karşı şiddet; devlet. Kad ınlar bu a ltı alanın tümünde kaza­ nı mlara sa h i p olsalar da, ona göre, devlet ka pitalist ve ı rkçı olduğu kadar, ataerkildir. Ataerkil l i k değişebilir -özell ikle evde daha az açık, daha az baskıcı, ancak oldukça yayg ın olabil ir- fakat o hala erkeklerin en ü st d üzeyde baskın o l mayı ve gücü kontrol etmeyi s ü rdürd ü kleri kamusal alan içinde güçlü ve karşıl ıklı i l işki l i bir sistem olarak varlığını s ü rd ürmektedir. Wal by'e göre ( 1 990), kad ınlar evin özel a lanından top l u mda sayıları g iderek artan ka musal alan lara geçerek özg ü rl ü kle­ rini elde etmişlerd i r. Fakat b u ona göre cinsel eşitsizlik ve sömü rüyü aza ltmamış, aksine yaym ıştır -"kadın lar artık evle sınırlı değil lerdir,

ATAERKiLLiK

1 49

aksine tüm topluma yayı lmışlardır ve sömürülmektedi rler". Sylvia Walby daha yeni bir çal ışmasında ( 1 997) kuşa klararası fark­ l ılıklara ışık tutar. Yaşlı kad ınlar ataerkilliğin özel kısıtlama ianna muh­ temelen daha fazla tabilerdir, eve daha fazla bağ ımlı ve muhtemelen daha az özerkler ve işyerinden uzaklardır. Daha genç kadınla r daha yüksek vasıfl ıdır, onlar muhtemelen yüksek eğitimden geçmişlerd i r, tam-gün işlerde çalışırlar ve mali açıdan bağımsızlardır. Onlar erkek­ lere daha az bağı m l ıdırlar, yasa lar tarafından daha iyi koru n urlar, toplumsal açıdan daha görü nür konu mdadırlar ve cinsel açıdan ken­ dilerinden emin lerdir. Fakat ona göre, bu özgürlük ve bağ ı msızlık, daha yüksek boşan ma oranlarına ve bekar a nnelere yol açmasına rağmen, ücretler ve üst mevkilerde eşitl iği sağlayama mıştır. Ataerkil­ lik hala mevcuttur, sadece biçim değiştirmiştir; o farklı kad ı n la rı yaş­ ları, sınıf veya ı rkiarına göre farklı biçimlerde etkilemektedir. Walby'ni n teorisi, kad ı n ların hem kamusal hem de özel a landa ge­ l işmeler sağladarken ataerkilliğin -daha az görü n ü r ve daha az açık bir biçimde olsa da- gücü n ü her zaman sürd ü rdüğünü göstermek için, radikal yaklaşımlardan liberal yaklaşımiara kadar birçok farkl ı femin ist perspektiften yararlanara k ataerkil l i k kavra m ı n ı g ü ncelleş­ tirmeyi amaçlaya n yeni bir girişimdir. Walby'nin aksine, Anna Pollert Ataerkilliğin Sefaleti'nde ( 1 996), ataerkillik kavramının, eşitsizlik, sömürü ve baskıyı a rtıran ve yaratan şeyin kapitalist top l u m u n kuşatıcı ve baskı n yapısı olduğunu göz a rd ı ettiği için, anal itik değerden yoksun olduğunu öne sürer. Ataerkil lik, ona göre, eşitsizlikçi bir topl u m u n basitçe bir başka örneği, bir başka özelliği veya ikincil bir eşitsizliktir. O kendi başına hiçbir 'fa il' e, h içbir dinamik veya itici g ü ce sahip değildir. Daha ziyade o, kapital izmin ı rk, yaş veya diğer top l umsal ayrışmalara benzer biçimde ü rettiği ve kapitalizm tarafından d ikkati kendi sömürücü doğasından uzaklaş­ tırmak ve halk kitlesi içinde ve halk kitleleri arasında ayrışmalar ya­ ratmak için kul l a ndığı bir faildir. Daha ziyade, ona göre, sınıf kapitalist toplumdaki egemen yapısal ayrışmadı r ve "sınıfsal il işkiler cinsel, ırksal ve d iğer sosyal farklılaşma biçi mlerine (ayrılmaktan ziyade) karışmışlard ı r". i kili sistem teorileri, yan i ataerki l l i k ve kapitalizmi birbirinden ayıran ve ataerki l l iğ i bağımsız bir eşitsizlik sistemi olara k beti mleyen teoriler, ona göre, esas noktayı gözden kaçıran, toplum­ sal ve ci nsel ayrışmanın gerçek kaynağının kapitalizm ve onun içkin bölücü sınıf sistemi olduğunu göremeyen yaklaşımlard ır. Walby'n in kam usal güç a n a l izindekinin aksine, d iğer yazarlar ka­ d ı n ı n özg ü rleşmesini geleneksel cinsel rollerden ve bir kad ı n ı n nasıl ol ması gerektiği konusundaki kal ıp-yargılard a n özgürleşmeyi içeren

1 50

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

özel ve kişisel b i r sorun olara k görür, sadece eşit ücrete ve fırsat eşit­ liğine odaklanmak yerine, aile tipleri ve kadı n biçi mleri çeşitliliğini olumlu karşılarlar. Susan Faludi ( 1 992) gibi yazarlar, daha ileri g ide­ rek, feminizm ve kad ı n özgürlüğü hareketinin aşı rı l ı kianna karşı muh­ temel tepkiler konusunda uyarılarda b u l u n muşlard ır. Kad ı n evde ve işte daha özgü rd ü r ancak daha m utlu değildir. Boşa nmadan a na rak­ siyaya kadar, modern hayatın stres ve geril i m leri her zamankinden daha büyük görünmektedir; ve çoğu kad ı n kadar çoğu erkek de, fem i n izm i, cin siyet-il işkili rahatsızl ıklar ve depresyo n u n gelişimiyle ilgili aşırı iddiaları neden iyle suçlamaktadır ve Kad ı n Özgü rlüğü Ha­ reketi de aile hayatı içinde erkekler ve kadınların geleneksel rolleri ve soru mlulukları n ı zayıflatmakla suçlanmıştır. Sosyoloji içinde, ataerkil l i k kavra m ı tamamen yen i bir paradigma, tamamen yen i bir sosyolojik soru nlar seti ve yeni bir a n a l iz g ü ndemi yaratmıştır. Ma rksizm g ibi, ataerkil l i k de sosyolojik teori ve toplu msal pratikte devrim yaratan bir kavram d ı r, zira o güç yap ı s ı n ı ayd ı n latm ış ve 'aşağı s ı n ıfa toplumsal yapıya pratikte olduğu kadar teorik olarak da itiraz edecek ve onu değiştirecek bir temel sunmuştur. Kad ınlar bugün fem i n ist düşünceler ve kampanya l a r sayesinde daha özgür­ lerdir. Fırsat eşitliği Batıl ı toplu mlard a politikacılar ve işverenlerin bile onayla dıkları itici bir g üçtür. Batı'da kadı n la r kendileri hakkında daha bilinçli ve kendine güvenen kadınsı ve dişi varlıklard ır ve erkek ege­ menliğini fiziksel, toplu msal ve ideolojik olara k kabul etmeye daha az hazırlardı r. B u n u n l a beraber, femi nizmin Ü çüncü Dü nya'daki etkisi henüz ilk evrelerindedir, hala u l usal ve küresel top l u msal, ci nsel ve ırksa l özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bir parçasıd ı r.

AYR lCA BAKINIZ •

TOPLUMSAL CiNSiYET -fem i n i st güç ve to p l u m sal cinsiyet teorileri­ nin bir arka planı olarak

OKUMA ÖNERiLERi ABBOT, P. AND WALLACE, C. ( 1 997), An Introduction to Sociology: Feminist Perspectives, Routledge BARRATT, M. (1 980), Women's Oppression Taday, New Left Books CHARVER, J. (1 982}, Feminism, J. M. De nt & Sons GREER, G. ( 1 97 1 ), The Female Eunuch, Paladi n, London GREER, G. (2000}, The Whole Woman, Anehor Books MAYNARD, M. (1 987) 'Current Trends in Feminist Theory', Social Studies

ATAERKiLLi K

151

Review, vol. 2, no 3, Jan uary ı 987, p. 23 OAKLEY, A. ( ı 98 ı ), Subject Women, Penguin

iLERi OKUMA ÖNERiLERi ENGELS, F. (1 942), The Origins of the Family, Property and the State ( 1 884), International Publishers FILDES, S. (ı 985), 'Women and Society' in Haralambos ed. Development in Sociology, vol. ı , pp ı o9-39, Causeway Press FIRESTONE, S. (ı 972), The Dialectic of Sex, Paladi n FRIEDEN, B. (ı 963}, Feminine Mystique, W.W. Norton GAVRON, H. (ı 966), The Captive Wife, Penguin GIDDENS, A . E T AL. (EDS.}, (1 994), The Polity Reader in Gender Studies, Polity Press, Cambridge GOLDBERG, S. (ı 977}, The lnevitability ofPatriarchy, Temple Smith, London oldukça fa rklı ve feminist bakış açısından tartışmalı bir açıklama KRAMARAE, C. AND TREICHLER, P. (ı 985), A Feminist Dictionary, Pandora LANE, D. (1 970), Politics and Society in the USSR, Weidenfeld & Nicolson MILLET, K. (ı 97ı ), Sexual Politics, Abacus Books [Cinsel Politika, Çeviri: Seçkin Selvi, Payel Yayın ları, 2. Basım, istanbul, Ocak ı 987] MITCHELL, J. AND OAKLEY, A. (EDS.) (ı 976), The Rights and Wrongs of Women, Penguin POLLERT, A. (ı 996), 'The Poverty of Patriarchy', Sociology, 30 (4) ROWBOTHAM, S. ( 1 979), 'The Trouble with Patriarchy', New Statesman, 28 December ı 979 WALBY, S. (ı 997), Gender Transformations, Routledge WOLLSTONECROFT, M.A. (ı 985}, Vindication of the Rights of Women (ı 792), Penguin

DEGERLENDiRME SORU LARI ı "Cinsiyetler arası otorite biçimleri biyoloj i k bir temele sahiptir" görüşü­ n ü değerlerıdiriniz (Cambridge Local Examinations Syndicate Haziran

1 986) 2 "Feminist perspektifin yakın zamanlard a ortaya çıkışına kadar sosyalo­ jide erkekler ve dolayısıyla erkek ilgileri ve önyargı la rı egemendi. Kısa­ cası, sosyoloj i gerçekte erkeklerin sosyolojisiydi." Bu ifadeyi açıklayın ız ve değerlendiriniz. Feminizm sosyolojide n e ölçüde farklı ve geçerli bir perspektif oluşturmaktadır? (JMB Haziran ı 986) 3 iki farklı tipteki toplumda kadınlara ait topl u msal konu m ları karşılaştı­ rıniZ ve farkl ıl ıkları mukayese ediniz. (London U niversity, Ocak 1 987 Pa per 2) 4 "Kadı n ı n iş piyasasındaki ikincil konumunun e n başta gelen nedeni a n n e-ev kadını rollerinin tüm kad ı nların temel görevleri olarak ku-

1 52

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rumsa llaştı rılmasıd ır" görüşü n ü tartışın ız. (WJEC Haziran 1 987) 5 Herhangi iki top l u mda ren k ya da cinsiyet temel l i ayrı mcılığı destekie­ rnekte kul la n ı lan ideolojiler arasındaki fa rklılık ve benzerlikleri bel ide­ yip tan ı m iayın ız. (London University, Ocak 1 987) 6 "Hangi toplum tipi olu rsa ol sun, ev içi rollere yerleştirildikleri sü rece, kadınlar erkeklerden daha d üşük statüye sahip olmaya devam ede­ ceklerdir." Bu düşüneeye ne kadar katıl ıyorsunuz? (London U niversity, Ocak 1 988, Paper. 3) Çeviri: Gülhan Demiriz

Bağ1mlll1k Teorisi Andre Gunder Frank Berlin'de doğan Andre Gunder Frank ( 1 929-2005) Amerika'da eğitim gördü. 1 957'de Chicago Ü niversitesi'nden ekonomi doktorası aldı ve Amerika'da lowa State, M ichigan State ve Wayne State Ü n iversitele­ rinde, Montreal'da Sir George Wil l iams Ü niversitesi, Belçika'da Lo­ uvain Katalik Ü niversitesi ve Berlin Freie Ü niversitesi'nde dersler verd i. 1 962'de Latin Amerika'ya geçen Frank Brezilya, Meksika ve Şi­ li'deki üniversitelerde dersler verdi. Bu tecrübe, özell ikle Küba Dev­ rimi ve sonradan Bağı m l ı l ık Okul u olarak adlandırılacak gelişmekte olan düşü nceler onun çalışmalarının yönünü ve dünya ekonomik sistemi hakkındaki inançlarını kökten değiştirdi. Yayıniarına Latin Amerika'da Kapitalizm ve Azgelişmişlik'le ( 1 969) başlayan Frank, i ngi­ l izce konuşulan d ünyada bağ ı m l ı l ı k teorisi, neo-Marksist teori veya azgelişmişlik teorisi o larak da adlandırılan yaklaşı m ı n önde gelen taraftarı olarak görülmesine yol açacak bir dizi çalışma üretti. Frank, 1 970'1erin sonlarında Avrupa'ya Almanya Max Planck Enstitüsü'nde Misafir Araştırmacı olara k çalışmak üzere döndü.

FiKiR Bağımlılık teorisi Ü çüncü Dü nya'da gelişme ve azgelişmişlik sosyolo­ iisinin anahtar bir temasıdır. Batı'nın zeng in ü l kelerinde Ü çüncü Dünya'nın bağ ı mlılığıyla ilgili birçok farklı teori geliştiriise de, Andre Gunder Frank bağ ı m l ı l ı k teorisinin önde gelen temsilcisi olarak görü­ lür. Bu yazıda onun yaklaşımı ana hatlarıyla aktarılacak ve tartışılacak­ tır. Geleneksel olarak, e konomik gelişme, her ü l kenin bir sanayi top­ lumu olmak için gerekli 'kalkış'ı yapmak ve Ü çüncü Dünyanın Yoksul­ luğundan Birinci Dünyanın zengi n l iğine ulaşmak için geçmesi gere-

1 54

SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

ken bir d izi evre o larak görül m ü ştür. Bu perspektiften ba kıldığında, Ü çüncü Dünyanın 'azgelişmişliği' sadece beceri ve te knoloji eksikli­ ğine değil, bu insanları n modern bir 'girişimci kültür' gel iştirme, ca­ h il l i kten ve batıl inançl a rdan kurtu l m a başarısızl ıkia nna da bağ l ıd ı r. Bu 'geri kal m ı ş' ü l kelerin i htiyaç duyduğu şey, Sanayi Devrimini 'ateş­ leyecek' birer araç olan ticaret ve ekonomik yard ı m la r aracı l ığ ıyla Biri nci Dünya'yla bağların ı geliştirmektir. A.G. Fra n k Latin Amerika'da Kapitalizm ve Azgelişmişlik ( 1 969b) ad­ l ı öncü çal ışmasından önceki bir d izi yayında modernleşme teorisine karşı çıkar. Bu analize temelden itiraz eden A.G. Frank'a göre, Ü çüncü Dünya ü l kelerinin gelişememelerinin temel nedeni, yetersizl i kleri değil, Batı l ı u l usların on ları bi linçli olarak azgelişmiş halde bıra kmala­ rıd ı r. Bu tür bir sömürü ve bağı m l ılık ilişkisinin kökleri Britanya, Fran­ sa ve i spanya gibi büyük Avrupa l ı güçlerin Afrika, Asya ve Latin Ame­ rika kıtalarını fethedip sömürgeleştirdikleri ve onları kendi emperya­ list sistemlerinin ayrıl maz bir parçası haline getird i kleri 1 6. yüzyı la kadar götürü lebil i r. Bu sömürgeler ana ü l keye u cuz gıda ve ham­ madde sağlar ve ayrıca sanayileşmiş ü l kelerin mamul malları için yeni pazarlar oluştururlar. Niteki m, söm ü rgeci güçlerin sömürgelerini 'kendileri' için oldukça avantaj l ı bir veya iki temel üründe uzmanlaş­ tırd ıkları u l uslararası işbö l ü m ü ne dayalı bir d ünya kapita l ist sistemi gelişm iştir ve bu eşitsiz mübadele sistemi sayesinde Batılı ekonomi­ ler gelişirken Ü çüncü Dünya ekonomileri gelişmemiş halde ka l mıştır. Hatta sömü rgeci güçler gerektiğinde onların ken d i sanayilerine rakip olabilecek yerel sanayilerini yok etm işlerdir: bunun klasik bir örneği, i ngiltere'nin Lancashire pam u k imalathanelerinin başarısı n ı sağlama a l mak için Hind istan tekstil sanayinin başa rıs ı n ı ba ltala masıd ı r. Bu yüzden Frank'a göre, i spa nya gibi merkez u l usları n zincirleme bir gasp sistemi içinde Şili gibi çevre/periferi u l usları söm ü rd ü kleri ve bu uydu ü l kelerin metropollere tam a men bağ ı m l ı hale getirildikleri bir bağ ımlılık ve azgelişmişlik d ü nya sistemi gelişmiştir. B u zincirde ana halka kentti (hala öyledir). Sömürgeci g üçler, mevcut kentleri, sadece bu tür alanları yönetmek için değil, aynı zamanda onların a rtı­ değerlerini kendilerine çekmek için de temel bir a raç olarak kullandı­ lar (veya bizzat bu tür kentler kurd u l a r). B u sömü rgelerin yönetici seçkinleri kentlerde yaşadılar ve genellikle, kırsal kesimdeki köylüleri sömürmek, ü rü nleri n i ucuza satı n almak ve Batı'ya m a l ihraç etmek için yerel piyasalar üzerinde hakimiyet kurarak (ve bağı msızl ı ktan sonra, h ü kü meti kontrol leri a ltına alara k) söm ü rgeci güçlerle işbirliği yaptılar. Dolayısıyla kentler kırsa l alanları sömü rmek için ku llanılmış ve Ü çüncü Dünya n ı n yönetici a ileleri kendi insa nlarından çok Batıl ı

BAGIMLILIK TEORiSi

1 55

bir hayat ta rzını benimsemişlerd i r. Bu yüzden onlar, kendi ayrı ca l ı kl ı hayat ta rzlarını koru mak ve e l it yöneti mlerini sürdürebilmek için, çoğu kez kendi insan ları karşısında Batı nın çıkarları ve fabri kalarını koruya bilmek amacıyla orduyu kullanırl a r. Karşıl ı ğ ı nd a Batı bu tür d iktatörl üklere yard ı m eder ve hatta onlara silah sağ lar. Böylece, dünya başkentleri a racılığıyla yerkü reye yayılan ve Ü çüncü Dün­ ya'daki köylere kadar uzanan bir bağımlılık zinciri gelişmiştir. Bu ü l ke­ ler aracılığıyla, ekonomik artı-değer yukarıya ve d ışa doğru bir hare­ ketle zengin Batı tarafından emil miştir: dünya metropollerinden -yerel ticari metropolit merkezin uydu­ ları olan, ancak aynı zamanda çiftçilerden oluşan uydulara sahip­ malikanelere ve kırsal tüccara kadar uzanan bütün bir metropol ve uydular zinciri (A.G. Frank, 1 967). Günümüzde, sömürgeciliğin zayıflamasıyla bu sistem artık çoku­ l uslu şirketlerin yönetimine geçmiştir. Onlar, i nsafsızca kar peşinde koşarken, ucuz işgücü, ham madde ve yen i pazarlar bula bilmek ama­ cıyla dünyayı a raştırırlar -örneğin Brezilyadaki Volkswagen fabrikası. Fakat ka rlar her za man Batıya g ider. Bağ ı m l ı l ı k, aynı zamanda, Ü çün­ cü Dünyanın yard ı m için Batıya bağ ı m l ı l ığıyla da sürdürü l ü r, ancak bu, fa iz olara k ödenmesi istenen m i ktar ya da Batıl ı fabrikalara ödenmesi gereken para nedeniyle ucuza mal ol maz. Bu borçlar fa ki r Lilkelerin geri ödeme güçlerini aştığı nda, B rezilya ve Meksika'nın borç ödeyemez hale d üşmesinde olduğu g ibi, bir d ü nya mali krizine yol .ıçar. Onlar borçları n ı geri ödeyemezler, çünkü ihracatları bu borçları ödeyecek kada r kazandı rmaz. Dünya gıda ve hammadde fiyatlarını kontrol eden ve kendi yüksek hayat standartlarını sürd ü rebilmek için bunları özel l ikle düşük seviyede tutan Birinci Dünyadır. Ü çüncü Dün­ yanın bu tekelcilikten kurtu lmasının tek yolu, OPEC'in 1 972/73'te yaptığı g ibi, kendi güç bloğ u n u kurmaktır, fakat bunu gerçekleştir­ mek oldukça zordu r. Bu nedenle, Frank'ın model ine göre, 'uydu' ü l keler d ünya kapita­ l ist sisteminin bir parçası olarak kaldıkları sü rece asla gelişemezler. Paraguay veya Çin ö rneklerinde olduğu g ibi, diğer bir çözüm 'dışa kapanmak'tır. Bir başka çözüm, savaş veya ekonomik d urgu nluk dönemlerinde -örneğin, i ki Dünya Savaşı'nda ve 1 930'1arıiı çöküntü döneminde olduğu g ibi- metropol ü l ke zayıf d üştüğ ü a nda ondan 'kurtulmaktır'. Böyle bir girişim, 'kompradorlar'ı, Ü çüncü Dünya n ı n yönetici sınıflarını a laşağı etmek i ç i n bir sosyalist devrimi gerektirebi­ l ir; fakat bunun başa rılabilmesi için yeni kentli proletaryanın veya topraksız köylülerin büyük ölçüde örgütlenmeleri gerekir. Metropol-

1 56

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

lerin kontro l ü er geç yen iden ele geçireceklerine i nanan Frank olduk­ ça kara msard ı r. Ona göre, Ü çüncü Dünyanın en fakir ü l keleri, kesinlik­ le, geçmişte ana ülkeyle çok sıkı bağları olan, fakat artık ekono mik açıdan faydalı olmadıkları için 'ıskartaya çıkartılm ış' ü l kelerdir (örne­ ğin kuzey-doğu Brezilya). Bu yüzden, A.G. Fra nk için, gelişme ve azgelişmişlik, Biri nci Dün­ ya nın Ü çüncü Dü nya pahasına gel işti ğ i d ü nya çapındaki bir s ü recin iki ayrı boyutud ur. Bu fa kir ü l keler, kaçmaları neredeyse imkansız bir biçimde sisteme kilitlenmişlerdir.

KAVRAMSAL GELiŞiM W.W. Rostow gibi Batı l ı yaza rların modernleşme teorisi ne a lternatif olara k geliştirilen bu radikal gelişme açı klaması Ü çüncü Dünya lider­ leri kuşağ ına ilham kaynağı oldu. O Batı tarzı modernleşme teorisin­ den kökten fa rkl ı d ı r. Bu yakl aşım Ü çüncü Dünya ü lkeleri n i n sömü­ rülme ve bastırılma biçimlerinin oldukça detayl ı bir analizi n i ya pmış ve zincirdeki her bir bağia ntıyı tasvir ederken, aynı za manda b u zin­ cirleri kırabilme umud u yaratmıştır. Sonraki araştı rmaların büyük bir çoğunl uğu nda Fra n k'ın tezini destekleyecek güçlü del iller bulun­ muştur. Ö rneği n Barnet ve Mül ler'in çokuluslu şirketler a raştırması ( 1 974) ın ve Genera l Motors g i bi şi rketlerin, Ü çüncü Dünyaya iş ve teknoloji götürmek bir yana, yerel yatırım sermayesi n i gerçekte 'ya­ vaş yavaş nasıl kuruttu kları'nı ortaya çıkartır. Teresa Hayter'in eko­ nomik yard ı m araştırması ( 1 97 1 ), ödünç verilen parala rın Ü çüncü Dünya ü l kelerine maliyetin i n ne kadar büyük olduğunu ve Batı tek­ nolojisinin (ve silahları n), gelişmeye temel oluşturmaktan çok, baskıcı diktatörlükleri destekiernekte nasıl kullanıldığını açığa çıkartmıştır. Yeni hasta neler, havaalanla rı ve otel ler, sadece Ü çüncü Dünyanın sıradan köylüleri için faydasız olmakla ka l mayıp, gerçekte onların ekonomilerini bozar ve borçlu u l uslar d urumuna dönüştü rür. Dünya Bankasına göre, Ü çüncü Dünya ü l keleri g ü n ü m üzde aldıkları yar­ dımdan 21 m ilyar dolar daha fazlasını borç ödemesine ayırmakta d ı r­ lar. Hayter, ayrıca, Ü çüncü Dünya ekonomilerinin nasıl bozuld uğu, fakir ü l kelerin hemen nakde dönüştürülmesi gereken s ı nı rlı sayıda ü rü n lere bağ ı m l ı l ı klarının Batının ucuz g ıda ihtiyacının ka rşılan ması­ na nasıl h izmet ettiğ i, ancak onların kendi i nsanlarını nasıl kıtlığa terk ettikleri konusunda deliller sunar. Burada kil it önemde olan husus Batının d ü nya gıda fiyatlarını düşük, teknolojinin fiyatını yüksek tut­ masıdır. 800 m ilyon kada r insan tamamen mutlak yoks u l l u k sınırı

BAGIMLILIK TEORiSi

1 57

içinde ve açlığa yakın düzeyde yaşama ktayken, Batı aşırı beslen me­ den mustariptir. Ka rdinal Arns'ın 1 985 Roma U l uslara rası Gelişme Konferans ı'nda vurguladığı g ibi, Amerika Birleşik Devletleri ne zaman faiz ora nlarını yükseltse, "sağlık hizmetleri ve gıda için kullanılabile­ cek para d ışarı g itti ğ i için Ü çüncü D ünyada binlerce i nsan ölmekte­ dir". Üçüncü Dünya h ü kümetleri ne zaman Batı kontrolünden kur­ tulma girişimi nde bulunsalar, mali kontroller daha da sıkılaştı rılmakta ve sonunda CIA veya Amerikan ordusu (Domuzlar Körfezi, Şili, El Salvador, N i ka ragua örneklerinde olduğu gibi) 'düzeni' yeniden sağ­ lamak üzere oraya gönderilmektedir. Pek çok Latin Amerikalı bilim adamı kendi hükü metlerinin Batıyla daha iyi ticari i l işkiler kurabil me­ lerini ve hatta OPEC gibi kendi ihracat fiyatları nın kontro l ü n ü el lerin­ de tuta bil melerini sağlayacak ekonomik politikalar gel iştirmeye ça­ lışmışlard ı r. Bunlara rağmen, Frank'ın tezi hem sağ hem de sol kanat yazarlar­ dan yoğun eleştiriler a l m ı ştır. Frank'ın metropol-uydu bağımlılığı gibi teorik kavra mları oldukça belirsiz ve hatta bir kısır döngü içi nded ir, zira mevcut u l uslararası sistem Ü çüncü Dünya ü l kelerini Birinci Dün­ yaya bağ ı m l ı kıldığı g ibi, B i rinci Dü nyayı da onlara bağ ı m l ı kılmakta­ dır. Modernleşme teorisyenleri, hem 1 970'1erde Brezilya ve Meksi­ ka'nın 'ekonomik mucizeleri'ni ( 1 980'1erde ikisi de iflas etmiştir), hem de Tayvan ve Güney Kore gibi yeni gelişen ü l keleri, 'Asya Ka planla­ rı'n ın sağlad ı kları ilerlemeleri örnek göstererek, çoku l uslu şirketlerin ve Batı yardımının bu ve benzeri ü l kelere kayda değer avantajlar sağlad ı ğ ı n ı öne sürerler. Benzer şekilde, John Goldthorpe ( 1 980) gibi liberal yazarlar ve Brandt Komisyonu ( 1 980) Frank'ın fikirlerinin büyük ölçüde rad ika l ve Marksist olduğuna inan ırlar: sömü rgeleştirme pek çok fa kir ü l keye faydalı olmuştur ve Birinci Dünya n ı n yen i yatırım ve yeni pazar kay­ nakları olara k Ü çüncü Dünya ü l kelerinin gelişmesine ve sanayileşme­ sine ihtiyaç va rd ı r. Brandt Raporuna göre, yapı l ması gereken şey, d ünya ekonomik ve mali sistemini ortadan kald ırmak değil, aksine bunları Güneyin lehine 'yeniden d üzenlemektir'. Marksist yazarlar Frank'ın teorisini ve onun d ü nya kapitalist sis­ teminin zincirlerini kıracak devrimci bir program ol uşturmadaki başa­ rısızlığını eleştirmişlerd i r. Sa mir Amin ( 1 976) gibi yaza rlar Frank'ın tarihsel anal izini fazla genel olmakla suçla m ışlard ır. O, Ü çüncü Dün­ ya'daki gel işmenin, Etiyopya'nın tamamen geri kalmışl ığından Güney Kore ve Tayvan'ın gelişen sanayi lerine kadar farkl ı l ıklar gösteren 'değişkenliğini' ortaya koyamamıştır. O, aynı şekilde, sadece Kuzey-

1 58

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Gü ney i lişkileri ne yoğ un laşarak, Ü çüncü D ünya içerisindeki sömü rü ve bağ ı m l ı l ığı (örneğ i n, Asya çoku l u s l u ları n ı n Doğu pazarl a rındaki hakim iyetin i) göz ardı etmiştir. Ernesto Laclau ( 1 977) bağı m l ı l ı k teorisinin gerçek Ma rksist bir a na l iz olma d ı ğ ı n ı öne s ü rer. Bu teori, sadece uyd u ü lkelerin a rtı­ değerlerinin nasıl gasp edildiğini ve böl üşüldüğünü gösteri r. O özü nde Marksist bir ana liz, Ü çüncü Dü nya ü l keleri n i n -feodalizmden kapitalizme doğ ru- geçirdikleri ve geçirmekte oldukları e ko nomik evreleri o rtaya koyan bir ü retim il işkileri ve üretim tarzı açıklaması değildir. F ra n k' ı n teorisi sadece d ünya kapita l ist sisteminin d ı ş dina­ miklerini analiz eder, Marksist devrimci pratik için oldukça önemli olan sınıf çatışma s ı n ı n iç dinamiklerini değil. Taylor ( 1 979), ayrıca, bağ ı m l ı l ı k teorisyenleri n i n ekonomik a rtı-değerle il işkili gel iştirdikleri temel düşüncenin zayıf, ayrı ntı lar ve titizlikten yoks u n olduğunu öne sürer. Bill Warren ( 1 980), daha da ileri g iderek, kapitalizm ve em perya­ l izmin, Ü çü ncü Dü nyayı geri bıra ktırmak bir yana, feodalizmden ka pi­ tal izme ve n ihayetinde sosya l izme doğru kaçın ılmaz tarihsel yolda geri kal m ış u luslara h izmet eden 'ilerici' kuvvetler oldukl a rı n ı savu­ nu r. Tıpkı Bat ı l ı u l uslarda olduğu gibi, erken kapitalizm bu ü l kelerde de aşırı yoks u l l u k ve sömürü yaratmıştır, fakat bunlar kısa dönemli geçici problemlerdir. Batı n ı n yayı l masıyla, Ü çüncü Dü nya sadece sanayide ilerleme için gerekli beceri, sermaye ve teknolojiyi elde etmekle kalmamış, aynı za manda Batı kapitalizmine karşı daha bilinç­ li ve giderek daha örgütlü hale gel m iştir. Ü çü ncü Dü nya ü l kelerinde sanayi ve kent proletaryası, yani 'tipik' bir sınıf çatışması gelişmekte, onların ken d i kaynakları üzerindeki kontro lleri a rtmakta ve bütün bunlar -yeni sanayi leşen ü l keler g i bi- Batı kapitalizm i n i n mevcut krizini azdı rmaktad ı r. B irinci Dü nyadaki yoğ u n işsizlik ve derin eko­ nomik d u rg u n l uk, i ronik olara k, bir ölçüde Doğudaki Tayva n, Gü ney Kore ve Si ngapur'un rekabetinin bir ya nsı masıdır. Frank, Dünya Ekonomik Krizi Üzerine Düşünceler ( 1 98 1 ) gibi yakın dönem çal ışmalarında bu tür eleşti rileri ve -çoku l u s l u l a r kontrol a ltına alınabildiğinde- Ü çü ncü D ünyada endüstriyel gelişme sağla­ nabileceğ ini kabul eder. Bütü n bunlara rağmen, eksi kl ikleri ne o l u rsa olsun, bağ ı m l ı l ı k teorisi 'gelişme teorisi ve pratiği'ne önemli bir kat­ kıda bulunmuş ve modernleşme teorisine radikal bir a lternatif sun­ muştur. Bağımlılık teorisi aslında, modern d ü nya ekonomisinin gelişme ve halihazırda devam eden inşa s ü recini analiz etmeye ça lışırken d ü nya sistemini merkeze alan daha geniş rad i kal bir analizin bir parçası

BAGIMLILIK TEORiSi

1 59

olarak gel işm iştir. Fra n k'ı n bağ ı m l ı l ı k teorisinde, l mmanuel Wal lers­ tein'ın çalışması, özellikle Modern Dünya Sistemi ( 1 974) belirgin bi­ çimde öne çıkar ve Wallerstein'ın merkez, yarı-çevre ve çevre d üşün­ cesi, Fra n k'ın Batın ı n Ü çüncü Dünyayı d ünya ekonomisi üzerindeki kendi kazançları ve iktidarı u ğ runa nasıl kontrol altına aldığı ve sö­ mürdüğü konusu ndaki analizine benzer bir a n a l izdir. Wallerstein'ın hem modern kapital ist e konominin hem de onun uzantısı olan dün­ ya ekonomik sistemi n i n kökenieri ve temel il işkiler yapısı üzerine ayrıntılı tarihsel a raştırması genç bir bilginler kuşağ ına ilham kaynağı olmuş ve bizzat o n u savaş-sonrası Amerikan kapitalizminin gücü ve haki miyeti n i a na l iz etmeye yöneltmiştir. O, modern d ü nya sistem inin son SO yı l d ı r, Gü ney ya rımküredeki u l usları n Kuzeyle daha fazla eşitlik talep ettikleri ve önde gelen çoku luslu şirketlerin kendi eko nomileri ve yaşantıları üzerindeki etkilerin i en aza indirmeye çalıştıkları temel bir yeniden yapılanma süreci içinde old uğunu düşünmektedir. Fra n k ve Wal lerstien'ın d ü nya sistemi teorileri gerek l iberal gerek­ se radikal yaza rlar tarafı ndan eleştiriise de, hem bu a naliz çerçevesi­ nin uyg u n luğu, hem de onun Birinci ve Ü çüncü Dünyalar arasındaki temel bağımlılık ve sömürü il işkilerini ve geçird iği değişim leri, d ü nya ilişkilerin i a n a l iz edecek çok güçlü ve verimli bir a naliz olduğu kan ıt­ lanmıştır -ve kanıtlanmaya devam etmekted ir.

AYRlCA BAKINIZ •

MODERNLEŞME TEORiSi -W.W. Rostow'un A.G. Frank tarafından sert bir biçimde eleştirilen küresel gelişme tezi

BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU ve KÜRESELLEŞME -günümüzün geç­ modern küresel gelişme teorileri

OKUMA ÖNERiLERi BENNEIT, J. AND GEORGE, S. (1 987), The HungerMachine, Polity Press B RANDT, W. et al. (1 980), North-South. A Programme for Surviva/, Pan FOSTER-CARTER, A. (1 985), The Sociology of Development', Haralambos (ed.), Sociology New Directions, Causeway Press GEORGE, S. (1 972), How the Other Half Dies, Penguin HARRISON, P. ( 1 981 ) , Inside the Third World, Penguin HAYTER. T. (1 985), Aid: Rhetoric and Reality, Pl uto HERTZ, N. (2002), The Silent Takeover: Global Capitalism and the Oeath of Democracy, Arrow Books, London RODNEY, W. (1 972), How Europe Underdeve/oped Africa, Bogle L'overture

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 60

i LERi OKUMA ÖNERiLERi AMIN, S. (ı 976), Unequal Development, Harvester [Eşitsiz Gelişme: Çevre Kapitalizminin Topl umsal Biçimleri Üzerine Bi r Deneme, Çeviri: Ahmet Katil, Arba Yayınları, istanbul, Aral ık ı 99 1 ] BARNET, F.J. & M Ü LLER, R.E. (ı 975), Global Reach, Jonathan Cape FRANK, A.G. (1 969), Latin America: Underdevelopment or Revolution, Monthly Review Press FRANK, A.G. (ı 969), Capitalism and U nderdevelopment in Latin Arneri ca, Monthly Review Press FRANK, A.G. (ı 97ı ) Sociology of Development and Underdevelopment, Monthly Review Press FRANK, A.G. ( 1 98 1 ), Crisis in the Third World, Heinemann HAYTER, T. (ı 971 ), Ai d as lmperialism, Penguin HAYTER, T. (ı 98 ı ), The Creation of World Poverty, Pluto LACLAU, E. (1 977), Politics and ldeology in Marxist Theory, New Left Review Books WARREN, B. (ı 980), lmperialism, Pioneer of Capital i sm, New Left Review Books, ı 980 ,

SINAV SORULARI ı . Gelişmişlik ve azgelişmişlik kon u s u n d a ki modern leşme ve bağ ımlılık teorilerinin nispeten geçerli ya nlarını değerlend iriniz. (AEB, Kasım 1 985) 2. Gelişmiş ve azgelişmiş toplumlar arasındaki belirgin eşitsizliklerin varlığını sürdü rmesiyle ilgili sosyoloj i k açıklamaları inceleyiniz. (AEB, Haziran 1 985) 3. "Üçüncü Dünyanın problemleri sadece modernleşme veya bağımlılık teorisiyle değil, aksine ikisinden d e yararlanarak açıklanabilir veya çö­ züme kavuşturulabilir." Ta rtışın ız. (AEB, Haziran 1 988) 4. Üçün cü D ü nyanın problemleri doğrudan gelişmiş u lusların geçmişteki ve hal ihazır sömü rülerinin bir son ucudur.' Tartışınız.(AEB, Kasım 1 988) 5. "Gelişmiş u l uslar Üçüncü Dünya n ı n azgelişmişliğinden doğrudan çıkar sağlarlar." Bu görüşü değerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 989) 6. "Azgelişmiş ü l kelere yardım onların gelişmiş ülkelere bağıml ı l ı ğ ı n ı h içbir şekilde azaltmaz.' B u görüşü değerlend iriniz. (AEB, Haziran 1 989) Çeviri: Gülhan Demiriz

Bilim Sosyolojisi Robert Merton ) Ph ila­ Robert K. Merton ( 1 9 1 0delphia'da Doğu Avrupalı göçmen bir ailenin çocuğu olara k d ünyaya geldi. Yoksul bir ortamdan gel mesi­ ne rağ men gayretli ve parlak bir öğrenciydi. Tem ple Ü n iversitesi'ne öğretim üyesi oldu ve daha sonra yüksek l isans yapmak için Talcott Parsons ve Pitirim Sorokin g i bi sosyal bilimlerin önde gelen ayd ı n larının yöneti m i ndeki Harvard Ü niversite­ si'ne geçti. 1 941 'de Columbia Ü ni­ versitesi Sosyoloji Böl ümüne geç­ meden önce Harvard ve Tulane Ü ni­ versitelerinde dersler verdi ve emekli olduğu 1 979 yılına kadar Harvard'da çalışmayı sürd ü rdü. Profesörlük kadrosuna yükseldi ve Paul Lazarsfeld'le birlikte Uygulamalı Sosyal Araştırma B ü rosu'nda Müdür Yard ı mcısı olara k çal ışmaya başladı. Bu 'Kolombiya Oku l u'ndan ta n ı n mış birçok sosyolog yetişmiştir. Robert Merton sosyoloji içinde ve dışında büyük takd i r gören ön­ de gelen bir akademisyendi. Birçok yerde başka n l ık yaptı, ödü l ler ve şeref payeleri aldı: b u n la r a rasında MacArthu r Burs Kuru l u da yer almaktad ı r. Akademik verimliliği olağan üstüydü ve yazd ığı veya editörlüğünü ya ptığı 23 kita bı, 1 25 maka lesi ve 1 20 kitap eleştirisi vardır. Temel çalışmaları: •



Onyedinci Yüzytf ingilteresinde Bilim, Teknoloji ve Toplum ( 1 938) Sosyal Teori ve Toplumsal Yap1 ( 1 949)

SOSYOLOJiDE TEM E L FiKiRLER

1 62 •

• •

Bürokrasi: Okuma Metinleri ( 1 952) Bilim Sosyo/ojisi (1 973) Çağdaş Sosyal Problemler (4. Baskı, 1 976)

Robert Merton modern Amerikan sosyo l ojisinde adı Talcott Parsons'­ la birlikte a n ılan temel şah siyetlerden biridir. Biyografisini yazan Charles Crothers ( 1 987) Merton'ın modern sosyolojiye dört temel a la nda katkıda bul unduğunu belirtir: •







Teorik sosyoloji: yapısal-işlevseki ya klaşımı öze l l ikle açı k/gizli iş­ levler ve ol u msuz işlevler gibi kavramlarla geliştirme çabası ve orta-boy teoriler a n l ayışı. Sosyal ve kültürel sosyoloji (örneği n anomi, bürokrasi) Bilgi sosyolojisi Bilim sosyolojisi

Merton'ı n sosyolojik i lg ileri çok geniştir ve teorik analizi empirik a raş­ tırmayla birleştirmeye çalışmıştır. Bir başka biyografi yazarı Piotr Sztompka ( 1 986) onu "son klasik sosyolog" o larak adlandırır: H.M. Johnson'a göre, Merton "yaşayan sosyologlar a rasında kend isinden e n sık a l ıntı yapılan kişid i r". Peter Hamilton'a göre (Crothers, 1 987: Giriş yazısı), Robert Merton, "ondokuzu ncu yüzyıl sonu ve yirm inci yüzyıl başındaki büyük sosyo loglar ile g ü n ü m üzün p rofesyonel veya kurumsal sosyoloj is i arası nda ki geçitte yer a l ı r".

FiKiR Geleneksel ve akademik açıdan, onyedinci yüzyıldaki bili msel dev­ rimden bu yan a bilimsel bilgi bizzat dü nya üzerine bir bilg iydi. Tan ı m gereği, bilimsel bilginin, akademi k b i r disiplinin olmanın ötesinde, bir derinlik ve güven irliğe sah i p olduğu düşünülüyordu. O 'gerçek' dün­ yayla ilgil iydi; bili msel yöntemin olguları ortaya çıkartma ve değerleri ölçme yeteneğinde olduğu ve o n lardan ü retilen teoriler ve yasa ların da doğa d ünyası n ı açıklamakla kalmayıp, onun hakkı nda öngörüler­ de bulunacak güce sahip olduğu kanıtlandı. Doğa bilimciler otorite­ leri ve tarafsızlıkları sorgulan mayan a kademik ve toplumsal bir seç­ kinler grubu oluştururlar. Robert Merton, bu modern 'büyücüler'in 'gizli kra l l ığı'nı anla maya, sosyolojik a n a lizi ni yapmaya, hatta doğa bilimcilerin bile g ü ndelik yaşantılarımızda bizleri beli rg i n bir biçimde yön lendiren topl u msal g üçl ere kayıtsız kal madıkları n ı göstermeye çalışır. Merton bunu yaparken bilim sosyolojisinin temellerini atmış­ tır.

BiLiM SOSYOLOJiSi

1 63

Merton'ı n bilim sosyolojisi iki yanlıdır: burada topl uluğun iç ve d ı ş işleyişi a n a l i z edil meye çalış ı l ı r.

Dış analiz - modern bilimin doğuşu Merton'a göre hiçbir bil imsel toplu luk soyutlanmış olarak yaşamaz. Daha ziyade, bili msel top l u l u k kendi varoluşu için topl u m un d iğer kesimlerin in maddi ve kültürel desteğine m u htaçtır. Merton, doktora tezinde, Weber'in Protestan a hlakı kavra m ı n ı kullanara k, modern bilimin onyed inci yüzyıla kadar o l uşmadığını, zira Sanayi Devri m i'ne kadar bilime top l u msal ve ekonomik olara k ihtiyaç d uyulmad ığını, böylece toplumsal bir 'işlev'e sahip olmadığını ka nıtla maya çalışır (bkz. Protestan Ahlôk1). Protestan ahlakı deneysel bil imlerin gelişimi (ve böylece, ironik olarak, dinsel inancın reddi) için hayati öneme sahip bir kültür ve ahlak fel sefesi yaratmıştır. Merton, bu dönemdeki, Newton'dan Boyle'a kadar -Püriten ina nçları ile bilimsel çalışmaları arasında açık bir bağ kuran- birçok önemli bilim insan ı ndan aktarma­ lar yapar. Bazen bil i msel düşü ncelerin yasa klandığı (örneğin, Galileo) Katolikl i kten fa rkl ı olarak, çileci Protestan l ı k bil imsel deneyleri fi i len teşvik etmiş, doğa d ünyasıyla ilgili 'rasyonel' araştırma ve anal izleri aktif olarak desteklemiştir -zira bu sayede Tan rının gücü ve iyi l iği, onun yarattığı doğa d ünyasının güzel liği daha iyi a nlaşılacaktı. Özel­ l ikle Protestan l ı k salt teorik çalışmalar ve spekülasyonlar yerine, ka­ mu yara rına pratik araştırmaları teşvik etmiştir. Bili msel a raştırmaya bu d insel veya ideolojik destek, ilgili dönemde hem silah gücüne artan askeri ta lep hem d e işadamlarının üretkenliği a rtı rma arzusuyla pekiştirildi. Merton'ın modern bilimin doğuşu analizinde, böylece, Weber'in kültürel faktörlere vurgusunu Marx'ın ekonomiye ve askeri faktörlere vurgusuyla birleşti rilir. B i l im modern kapitalist toplumun sı nai ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya çıkmıştır. Böylece Merton bilim sosyolojisini yapısal-işlevseki bir anal ize tabi tutabilir, bilimin yüklendiği toplumsal işlevleri ve onun, sadece dönemin topl umsal konsensüsü tarafından desteklendiğinde nasıl geliştiğini ayd ı nlata b ilir. Bilim belirli bir dönemde bizzat toplumsal konsensüse karşı bir tehdit oluşturduğund a, bil i msel araştırmacılar ­ sözgel i m i, nü kleer güç veya yapay hayat ı n yaratı l masıyla- toplumu ve onun temel değerlerini büyük ölçüde tehdit ettiklerinde, bizzat bilimin tehdit altında olacaktır. Benzer şekilde, geleneksel fikirler ve değerlere septik eleştiriler bilimsel yöntemin kalbini oluştururken, otoritenin bu şeki lde sorgulanması ya (Nazi A l ma nya'sında olduğu gibi) bilim toplu l uğunun bastırılmasına ya da (total iter topl umlarda

1 64

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olduğu g i bi) sadece hükü metin i htiyaç d uyduğu ve desteklediği araştı rmalar ya parak bir devlet org a n ı tarafından kontrol altında tutu lmasına yol açabilir.

iç analiz -bilimsel topluluğun oluşması Merton, modern bilimin kuruluş ve kabul görme süreciyle ilişkili top­ l umsal zemini ana-hatlarıyla betimledikten sonra, bi l i msel uzmanlı­ ğ ı n temel felsefesi ve iç işleyişini ayrıntılı o larak analiz etmeye koyu­ l u r -bilim insanlarını bağımsız bir top l u l u k, neredeyse bağı msız bir tür haline getiren nedir? Merton 1 942 tarihli araştırmasında temel · bil imsel değerleri veya kendi deyimiyle kurumsal yüküm l ü l ü kleri şöyle sıralar: •







Evrensellik: yeni bilginin sadece nesnel ve kişisellikten-uzak öl­ çütlere göre, bilim insanlarının da kariyerlerinde i lerleme yete­ neklerine bağ l ı olarak değerlendiri l mesi. Pay/aştmo/tk (communism): bilimsel bilg iye ortaklaşa veya ka­ m uca sahipl ik. H içbir özel b i l i m i nsanı, alanında otorite sayılma ve a kademik ka bul görme hakları n ı n ötesinde, kendine a it özel hiçbir bilg iye sa h i p ola maz. Bilgi sakla mak yasaktır ve bilgiyi a r­ tırmak için yayın ya pmak mesleki bir görevdir. Tarafstzltk: yoğ u n olara k ken d i çalışmalarına odaklanan bilim insanları, aynı zamanda nesnel ve tarafsız ol mak zorundad ı rlar. Aşırı m üdahale, hile veya abartma mesleki intihar olarak a lg ıla­ nır, çünkü bu faktörler halkın bili msel bilgiye inancını yıkabilir. Metotlu şüphecilik: gerçek dünyanın hiçbir yanı kutsal olarak gö­ rül ü p bilimsel a na liz alanı dışında tutula maz.

Bu değerler bilimsel değer sisteminin, onun 'normatif yapı's ı n ı n veya Merton'ın deyimiyle bili msel paradigmanın kendi o y u n kuralla­ rı n ı n temel idir. Bil imsel topl u luğu uzma nca olduğu kadar duygusal olarak da birbirine bağlaya n bu hayat fel sefesidir. Bu hayat felsefesi­ nin i l keleri: •







Bilim insanlarını (ve onların düşüncelerini) dünyanın her yerin­ de çalışanlara bağlama; Genç öğrencilerin bilimsel topl u l u k içinde sosya l leşmesine te­ mel o luşturma; Bil imsel a raştırmaya -meşru, profesyonel ve soru m l u etkinlik olarak- ka m usal destek sağlama; Bilimsel a raştı rma n ı n ü rün lerine inancımıza temel ol uşturma a raştırı l mış ve sınanmış a kılcı bilgiler topluluğu olma.

BiLiM SOSYOLOJiSi

1 65

Bu değerler, dolayısıyla, sadece bilimsel konsensüsün değil, top­ lumsal konsensüsün da temel ini oluşturur. Onlar mesleki bir işlev kadar ahl aki bir bağl ı l ığı da temsil ederler. Merton, 1 957 Başka n l ı k Kon uşmasında, bi limsel topl u luğun 'öd ü l ' sistemine ilişkin ana l izini, ya ni bilim i nsanlarını halihazırda motive eden şey hakkı ndaki araştırmasını açar. Diğer çoğu meslek veya kari­ yerin maddi ve parasal ödü l lerinin aksine, bilimsel ödül ler özünde sembol iktir. Çok az bilim insanı büyük paralar kaza nır, hatta onların çalışma ları ka m u tarafından pek fazla bilinmez. Aslı nda çoğ u n u mo­ tive eden şey, ayn ı koşullardaki g ru bu n övg üsü, akademik ödü l ler alma ve profesyonel atamalar şeklinde kabul görme (örneğin, profe­ sörl ü k) ve/veya Nobel gibi a kademik ödül lerd i r. Genç bilim insanları araştırmalarının niteliğiyle, kitap vb. yayınları ve/veya önde gelen bilimsel dergilerdeki makaleleriyle ü n kazanmaya çalışırlar. En büyük ödüller, en büyük prestij en özgün çal ış mayı üreten, önemli bilimsel buluşlar yapan ve böylece bilimsel bilgiyi gel iştiren kişi lere g ider. En büyük ödül, Merton'a göre, Boyle yasası yah ut Newton fiziği örne­ ğinde olduğu gibi, özel bir araştırma alanına veya bil imsel bir bul uşa adının veri l mesidir. Bu norm ve adetlere uymayan veya onları çiğ ne­ yen bilim i nsanları, bu bilimsel ödül sisteminin can d a marını -yani, dü rüst oynama ilkesini- tehdit ettikleri için, yoğu n mesleki ve a hlaki protestolara ma ruz ka l ırlar. Ayn ı şekilde, Merton'ın analizi, bili msel bir buluşun geçerl iliği konusunda bil imsel topl u l u k içinde niçin kes­ kin tartışmalar yaşandığını ve bu tür tartışmalardan n için o kadar korkulduğunu açıkla maya yardımcı ol ur: zira bu tartışmalar d ü nya n ı n h e r yerindeki bilim i nsanlarını birbirine bağlayan b i r l i k ru h u n u tehdit ederler. 1 960'Iarda Mertoncu bir model, Amerika n bilim topl uluğu içinde­ ki ta bakalaşma yapısı veya meritokrasiyi açıklamayı hedefleyen işlev­ selci bir model gel iştiriidi ve bu model yürürlükteki modern bilim insanları h iyerarşisi ve onları n akadem i k mevkii veya prestij leri teme­ linde sınandı. A maç, bu ta baka laşma ve ödül sisteminin bilimin ve toplumun 'nesnel' ç ı ka rlarına en iyi h izmeti verebilecek bilimsel bir hiyerarşi yaratıp yaratmadığ ı n ı anlamaktı. Böylece Merton işlevselci bir bilim sosyolojisi analizi geliştird i ve bil imin işlevsel yükü m l ü l ü klerini büyük ölçüde toplumla ve bilim topluluğunun iç işleyişiyle i l işkilendiren bir modelin temel lerini attı. Merton bilimin n ormatif sistemini yine bilimin ödüller, motivasyonlar ve sosyal kontrol sistemiyle il işkilendird i ve toplumdaki genel kon ­ sensüs ile bilim topl uluğu içindeki konsensüs a rasındaki bağiantıyı aydı n lattı. Bu konsensüsün nedeni, kesinlikle, bilimsel topl u l uğ u n

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 66

oldukça saf ve profesyonel bir grup, 'dü nyevi' ödüller ve kişisel ka­ zançlar tarafından büyük ölçüde lekelenmemiş, oldu kça nesnel, ta­ rafsız ve kam u n u n desteği ve derin saygısını kazanacak kadar top­ l u msal açıdan hassas bir to pluluk olara k ortaya çıkmasıdır. Bunun nedeni, bil imsel bilginin büyü k ölçüde ideal ancak o kadar da hakiki ol ması, önem li ölçüde teorik anca k çok büyük parasal ve maddi kay­ naklara -örneğ in, yeni tedaviler veya uzay yolcul uğu, yeni gıda mad­ deleri veya tüp bebek a raştı rmalarına- komuta edebil ecek denli pratik o l masıd ır.

KAVRAMSAL GELiŞiM Robert Merto n'dan çoğu kez bilim sosyolojisinin kurucusu olara k söz edilir. O n u n a na l izi bil imsel araştırma n ı n 'gizli bahçe'si ni sosyoloj i k incelemeye a ç m ı ş v e ayrıca bilgi sosyol ojisine ö n e m l i katkılarda b u ­ lunan yeni bir alt d i s i p l i n i n temelleri n i atm ıştır. Merton'ın işlevseki modeli, 1 960'1arda, bili msel topl u l u k içinde birçok araştırmayı teşvik etmiş, o n la rı n çalışmaları ve motivasyon ları­ na ilham kaynağı olmuş ve Mertoncı bil imsel araştırma o ku l u n u n temel i n i o luşturmuştur. A n c a k Merton'ın modeli i k i temel düzeyde eleşti riye uğra m ı ştır.

Çok ideal bir yaklaşım olduğu için Onun ideal bilimsel topluluk modeli çok ideal, hatta geçersiz olara k görü l müştür: •

Ö rneğ i n M ulkay ve Mitroff, Merton'ı n "kuru msa l normlara uy­ mak modern bilimin temel bir özelliğid ir" fikrine itiraz eder. B u yazarlar, dönemi n bil imsel ortodoksisine meydan okuyan yeni buluşlar veya teorilerin rasyonel eleştiriye değil, aksine duygu­ sal, hatta kişisel kötü muamelelere maruz kal d ı klarını gösteren örnekler verirler. Onlar, ayrıca, ken d i a raştırmalarında aşırı mü­ daha leci, ta rafl ı ve bilgis i n i saklayan bilim i nsanlarından örnek­ ler suna rlar. i kisi de, bilim insa n larının Merton'ın sözünü ettiği kurumsal yükü m l ü lü klere değil, aksine dönemin egemen bilim­ sel o rtodoksisine, T.S. Kuhn'u n normal bilimsel 'parad igma' adını verd iği şeye bağ l ı ka l d ı klarını öne sürer (bkz. Paradigma­

lar). •

Ravetz ( 1 971 ) ve diğerleri tarafı ndan g ü n ü müz bili msel toplu­ luğu h akkında yapılan araştırmalar -bilimin bir endüstri haline geldiğini, modern bili msel projelerin giderek daha fazla h ü kü-

BiliM SOSYOLOJiSi





1 67

metler veya büyük şirketler tarafından finanse edilen büyük­ ekiplerle ve sanayiyle paralellik içinde o rganize ed ildiğini gös­ tererek- ken d i özel projeleri üzerinde ve bağımsız olarak çalı­ şan 'özgü r düşü nceli' bireyler olara k Mertoncı bilimsel top l u l u k imgesinin zayıflamasına yol açmıştır. Asl ı nda o , kapsa mlı bilim­ sel bir işbö l ü mü, idari ve yönetsel bir h iyerarşi içeren; yenilere tekrara daya l ı ve sı kıcı kitlesel d enetim görevler bıra kı l ı rken, kı­ dem l i bilim adamlarının yönettikleri ve idari kararl ar a ldıkları bir tür bilimsel seri ü retim ban d ı d ı r. N itekim, modern bilimsel araş­ tırma, a rtık, içerden teşvik edici ve kendi içinde kontrollü ol­ maktan çok, d ışardan desteklidir ve yönetilmektedir. Radi kal ve Marksist yazarlar, gerçekte bağımsız ve yansız o l ma­ yan modern b i l i min, ka mu çıkarlarından ziyade büyük öl çüde kapitalist karlara veya askeri gücün özel çıkarlarına hizmet etti­ ğini, dolayısıyla yönetici sınıfın bir başka hizmetçisi old uğunu öne sürerek bu eleştiriyi daha da ileri götürdüler. Araştı rmaların yeri ni g iderek u ygulamalı bil imsel projeler a l makta, kamusal araştırma fon ları askeri araştı rmalar ve uzay a raştırmaları karşı­ sında önemsiz ka lmaktad ı r. Lesley Doyal ( 1 979) gibi yazarlar, örneği n ilaç şi rketleri tarafın­ dan ya ptırılan a raştırmalarda aslında yeni tedaviler bulunmaya ça lışıl mad ı ğ ı n ı, a ksine bir şi rketin özel piyasa payın ı sürdüre­ bil mek için s ü rekli aynı ilaçları ü retmeyi hedeflediğini açığa çı­ kartmışlardır. Ö rneğin, Britanya ve Fra nsa hükü metleri enerj i le­ rini n ü kleer güç araştırmaları na yoğ u n laştı rarak, gerçekte diğer enerji kayna kla rının ku l l a n ı lmasını engellemeye yönelmişlerdir.

Merton'ın modeli, böylece, büyük ölçüde ideal ist ve muhafaza kar olduğu için; kapital ist bir toplu mda bilimin, d iğer ekonomik ü retim biçimleri g ibi, nihayetinde kara yönelik olduğun u, bedenen-çal ış­ mayan seçkinleri ve tabi konumdaki sömürülen bedenen-çal ışan işçiler sınıfını içeren sınıfsal sistemi yen iden-ürettiğ i n i ve egemen kapita list ideolojiyi pekiştirdiğini kabul etmediği gerekçesiyle rad ikal bir eleştiriye u ğ ra m ıştır. B i l i m topluluğunun d ü nyevi kazançları umursamayan hayat felsefesi, kamu hizmetinde olduğu imajı bil im­ sel araştırmaların gerçekte özel kazançlara h izmet etme ve seçkinle­ rin ayrı ca l ı kları ve g üçlerini artırma derecesini gizlerneye ya rd ımcı olur. Bilim sosyolojisindeki yen i araştırma lar fenomenolojik bir yakla­ şımı kulla nma, ayrıntı l ı somut mikro a raştı rmalar yapma ve bilim insanlarının gerçekte nasıl birlikte çalıştıklarıyla -bulguları tartışma,

1 68

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

yoru mlama ve değerlendirme ve böylece bili msel bilgi olarak adlan­ d ırdığı mız şeyi yaratmalarıyla- ilgilenme eği lim inde oldu lar.

Çok dar bir yaklaşım olduğu için Merton'ın b i l im sosyolojisi modelinin çok s ı n ı rlı olduğu düşünülür. Bu modelde sadece bil imsel to pluluğu etkileyen to plu msal, ekono­ mik ve siyasa l fa ktörl er ele a l ı n ır. Bu modelde, bilimsel topluluğun ü rettiği şeyi -bili msel bilgiyi- etkileyen sosyal faktörler göz ardı edi­ lir. Model, b u bilginin görel i ve sosyal olara k i nşa edilmekten çok, gerçek ve nesnel olduğunu varsayma eğ ilim inded ir. •

B i l i m sosyolojisinde, bilim topluluğu ve bil imsel bilgi arası ndaki il işkiyi kavramaya çalışan temel çalışma Thomas Kuhn'un para­ digmalar yaklaşımıydı. Bu teori, bil imsel bilginin doğal ve ka­ demeli olara k gelişmeyip, gerçekte sıçramalarla i lerlediğini ve ­ yeni teoriler ve yen i bilim insanları kuşaklarının mevcut orto­ doksi ve hiyerarşi leri yıktı kla rı, yeni bir paradigma veya teorik çerçevenin hakim konuma gelip bilimsel araştırmayı yönlendir­ diği- 'bili msel devri mler' a racılığıyla sıçra malar kaydettiğini sa­ vunur. Kuhn'un tezinde sadece bilim topluluğunun iç 'pol iti­ ka'sı ayd ı nlatı l m az. Ayrıca bu tez sayesinde, bilimsel bilginin sadece gerçekliğin doğasıyla ilgili mevcut olguların keşfi o l ma­ yıp, daha ziyade göreli bir yapıya sah i p olduğu ve beli rli bir teo­ rik çerçeveye bağ l ı ka ldığı da ayd ı n latı l ı r.

Teorik ve kültürel açıdan ba ğ ı m lı, nesnel o l maktan ziyade göre l i b i r yapıda olan bu modern bilimsel araştırma a n layışı, Merton'ın birçok işlevseki analizine temel oluşturan ve bu yüzden modası geçm iş görünen pozitivist kabu l leri n i yıkma eğiliminde oldu. Ancak, Charles Crothers'e ( 1 987) göre, bu eleştirilerin büyük bö l ü mü, Mer­ ton'ı n bu yeni eğili mlerin ka bul edildiği geç dönem, olgun analizleri­ ne değ il, daha ziyade ilk dönem ça lışmalarına yöneliktir. Gerçekte Merton Kuhn'un çoğu düşüncesini yıkmış, aksine paradigma ve nor­ mal bilim kavra m larını bilimsel bilg iden ziyade bilim topluluğunu an latmak için kullanm ıştır. Ayrıca, Merton'ın modeline yapılan eleşti­ rilerin gücü ne o lu rsa olsun, o bu sosyolojik alt-disiplinin i l ha m kay­ nağı ve kuru cusu olmuş, bilimin sosyoloj i k olarak a raştırı l masına 'kapıyı açmış'tır.

BiLiM SOSYOLOJiSi

1 69

AYRlCA BAKINIZ • •

PARADiGMALAR ve YANLlŞLAMA -bir bilim sosyolojisi alternatifi olarak

OKUMA ÖNERiLERi CROTHERS, C. ( 1 987), Robert K. Merton, Tavistock -Merton'ın hayatı ve dü­ şüncesine kışkırtıcı ve dikkatli bir bakış CROTHERS, C. (1 989), 'Robert Merton', Social Studies Review, Vol. 4, No S, May

1 989, p. 1 89

iLERi OKUMA ÖNERi LERi DOYAL, L. AND PENNEL, 1 . (1 979), The Political Economy ofHealth, Pluto JOHNSON, H.M. (EDS.) ( 1 985), Ku per A., Ku per J. The Social Science Encyc/opaedia, Routledge & Kegan Paul MERTON, R.K. (1 938), Science, Technology and Society in Seventeenth Century England, Harper Row MERTON, R.K. (1 949/1 968), Social Theory and Social Structure, Free Press MERTON, R.K. (1 952), A Reader in Bureaucracy, Free Press MERTON, R.K. (1 973), The Sociology ofScience, University of Chicago Press MERTON, R.K., AND NISBET R. (EDS) ( 1 971 ) , Contemporary Social Problems, OUP RAVETZ, J.R. ( 1 971 ), Scientific Knowledge and its Problem s, OUP SZTOMPKA, P. (1 986), Robert K. Merton. An Inte/leetual Profile, Macmillan

SI NAV SORULARI 1 "Sosyolojinin bilimsel olup olmadığı seçtiğimiz bilim tanımına bağ lı­ d ır." Açıklayıp tartışı n ız. (AEB, Haziran 1 988) 2 "Bir bilginin kullanılması, önemli ölçüde, sosyologu n d iğer bilim insan­ ları g i bi kaçınamayacağı a h laki bir meseledir." B u söz ne a nlama gel­ mektedir? B u görüş kabul edildiğinde sosyal a raştırma açısından ne gibi sonuçla ra sah i p olacaktır? (Cambridge Yerel Sınavlar Sendikası,

1 987) Çeviri: Cevdet Özdemir

Bilimsel Yönetim Frederic Winslow Taylor F.W. Taylor ( 1 856-1 9 1 5) Philadelphia Germantown'da varlıklı bir 'serbest avu katın' oğlu o l a ra k d ü nyaya geldi. Kibar bir kültür ve sos­ yal reform atmosferi içinde yetişen Frederick'in temel tutku la rı, i l k dönemlerde spor, meka n i k b u l uşlar v e sadece endüstriyi değil, kro­ ket gibi bazı oyu n l a rı, planlama ve bahçe d üzenleme biçimini de etkileyen örgütsel veri m l i l i k kon u larını ka psa maktayd ı. O Amerika n sanayi devriminin temel merkezlerinden biri olan Philadelph ia'da yetişti ve orada çal ı ştı. Taylor'ın hayatı üç temel evreye bölü nebilir: •





Midvale Çelik Şi rketinde çırak, ekip lideri ve nihayet yüksek mühendis olara k çal ıştığı ilk gelişim yı l la rı ( 1 878-89). Taylor bu firmada görevler, ücretler ve endüstriyel d isiplini fırman ı n pik demir çıktısını kişi başına dört kat a rttıracak biçimde geliştir­ menin yol la rı n ı denemiş ve bu konuda farkl ı yöntemler geliş­ tirmiştir. Fikirlerin i Parça Başt Sistemi ( 1 895) ve Fabrika Yönetimi ( 1 903) gibi eserlerinde yayınlamaya başladığı, aynı za manda birçok mühendislik ve imalat firmasına danışmanlık ya ptı ğ ı o l g u n l u k yıl ları. Taylor fikirleri ni Birleşik Devletler'de ilk 'bilimsel' olara k yönetilen fabrika Johnstown'da büyük ölçüde uygulamaya koyma i m kanı bulmuştur. Tü m za manını gezici konfera ns ve seminerlerle 'bilimsel yöne­ tim'i geliştirmeye adadığı emekl i l i k dönemi. Taylor bu emekl i l i k döneminde The Boxly Pilgrims' a d l ı bir tara fta r grubuyla birlik­ te Harvard i şletme Yönetimi Enstitüsü'nde endüstriyel yönetim dersleri vermiş ve ü n l ü çal ışması 'Bilimsel Yönetimin i l keleri'ni ( 1 9 1 1 ) yayımlam ıştır.

BiLiMSEL YÖNETiM

1 71

Taylor, yöntemleriyle örgütlü emeğin gücüne meydan okurken oldukça tartışılan bir kişilik hal ine gelmiş, çoğu insancıl kişiyi hayal kırıkl ığına uğratm ış ve birçok fa brika sahibini rahatsız etmiştir. Taylor verim lilik sistemleri ( 1 9 1 1 -1 5) Araştırma Komisyonunun kilit tanıkla­ rından biriydi, ancak ayn ı za manda dem iryolları gibi a la n lardaki ka­ za nılmış haklara karşı saldırılarında i lerleme Hareketine katıldı. Bilim­ sel Yönetim Hareketi nin babası sayılan, Henry Ford ve Herbert Hoo­ ver'la birlikte yirminci yüzyı l ı n başla rının teknisyen-felsefeciler üçlü­ sünün bir üyesini oluşturan Taylor 1 91 5'de öldü. Bir sosyolog ol masa da, Taylor'ın 'sistemi' o zamandan beri endüstriyel yönetim ve emek süreci konusu ndaki sosyolojik tartışmaların temel bir parçası hal ine geldi.

FiKiR Bil imsel yönetim fikri nin kaynağı, endüstriyel ve örgütsel etkililik konusundaki çalışmaları ondokuzuncu yüzyıl başında bir fa brika sahipleri ve yönetim teorisyenleri kuşağı n ı etkileyen ve biçimlendi­ ren Frederick Winslow Taylor'ın yazıları ve endüstriyel deneyimleri­ dir. Bilimsel yönetim Amerikan endüstriyel gelişim i n in özel bir dö­ neminde ortaya çıkm ıştır. Yüzyıl başında sanayileşme Ameri ka'da kitlesel ü retim tekniklerindeki gelişmeler ve büyü k firmal a rı n, hatta çokuluslu şirketlerin ortaya çı kışıyla büyük ölçüde yayılmaktaydı. Ancak işyeri ve fabrika içindeki ü retim faal iyetlerinin organizasyonu ha len oldukça geleneksel ve plansızd ı ve işçiler g ü n l ü k iş rutinleri ve iş h ızıyla i l g i l i kararlarda oldukça özgürlerdi. Ü cretli işçi çal ıştırma ve işten çıkarma gibi stratejik kararlar ustabaşlarına bırakılm ıştı. Sonuç büyük bir verimsizl ik ve ciddi bir kargaşaydı. Dolayısıyla, Taylor'ın a macı tekn ik gel işmeleri firmalara uyariaya­ cak ve ustabaşının gücünü sona erdirecek 'bir yönetim devrimi' ya­ ratmaktı. Bu devrimin temeli: o

o

o

işin basit, rutin işlemlere böl ü nmesi; 'boşa geçen zaman'ı engellemek için her işlemin standartlaştı­ rıl ması; tasarımın uygulamadan, planlamanın işlemlerden, yönetimin işçiden ayrı l ması.

Onun tasarladığı sistemin nihai d u ru m u Bilimsel Yönetimin ilkele­ ri'nde ( 1 9 1 1 ) şöyle özetlenir:

1 72

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Örgütsel Atölye düzeyindeki değ işikl i kler, verim lilik ve üretimi maksi m u m a çıkarmak i ç i n devreye sokulan her özel görevin 'bilimsel' ana l izlerine daya n m a ktaydı; g ü n ü m üzde bu uyg u la mayı 'za man ve hareket ça­ lışma ları' olarak adland ırmaktayız. En etkili araçları, bir görevin ya­ pılma yol l a rını, d in le n me a ra l a rı ve uyg u n işçi gruplarını bulmak için oldukça ayrıntılı deneyler ve süre-ölçme çalışmaları yürütülmüştür. Ö rneğ in çukur kazma veya pik demir küreme gibi temel bazı görevle­ ri analiz etmek, bir beli tutma ve onu ku l lanmanın en etkin yol u n u ve bel in en uyg u n boyutlarını bulmak için Schm idt adında Hallandalı bir işçiden yararl a n ı l mıştır. Görevler basitleştiri l i r ve işçiler en iyi uyu m gösterebilecekleri ve yönetim tarafından yazı l ı hale geti rilmiş yöner­ gelerdeki görevleri ta m anlamıyla yerin e getirebilecek şekilde eğitil­ miş kişiler a rasından 'bilimsel' olarak seçilir. Ya pılan işin nitel ik ve nicel iği 'sistematik bir denetim' sistemi ve 'fonksiyonel l iderlik' saye­ sinde korunan bir disiplin le sürekli kontrol altındad ır. i dari d üzeyde de işbölümü daha fazla özelleştiri l m iş ve karar alma süreci daha merkezi hale getirilmiştir. H e m iş sürecinin hem de işgü­ cünün kontro l ü yönetime d üşüyord u . Artık onlar ü retimi, istihda m ve işten çıkarma ları planlama k, parçalara ayrı l m ı ş üretim hattın ı koord i­ ne etmek zorundayd ı lar. Buradaki bazı yen i l i kler takımha neler ve yöntemlerin standart hale getiri l mesini, yeni bir m u hasebe sistemini ve özelde bağ ımsız bir plan lama biri m i n i n kuru l masını içeriyordu .

Güdüsel Taylor, insa n ı işe güdü leyen birincil faktörün para olduğunu varsay­ maktaydı; bu yüzden o, veri m l i l i k ve kaliteyi maksi m u ma çıkarmak ve işçilerin ken d i uyg u ladığı yöntemlere karşı gösterilebilecekleri d i ren­ ci aşabil mek için özellikle parça başı iş (yapılan işin miktarına göre ödeme) gibi ücret farkl ı l ıkları yaratan teşvik şernaları kullandı.

ideolojik Taylor ken d i yöntemlerinin endüstriyel veri m l i l iği ve dolayısıyla kar ve ücretleri büyük ölçüde a rttıracağına inanıyordu. Böylece işçiler ve yöneticiler ka rşılıklı yararları için işbirliği yapmayı öğrenecekler, o n u n a d i l ücret siste m i n i n hakl ı l ığ ı n ı teslim edecekler, sonuçta end üstri n i n i k i tarafı n ı n çatışma yerine işbirl iğini öğ rendiği 'zih insel' bir devri m gerçekleşecektir. Bu yüzden o top l u sözleşmelere veya personel çalışmasına çok az ihtiyaç duyulduğ u n u gördü.

BiLiMSEL YÖNETiM

1 73

KAVRAMSAL GELiŞiM F.W. Taylor'ın endüstriyel o rganizasyonun rasyonelleştirilmesi dü­ şü ncesi 1 900'1erde Amerika ve Avrupa'daki fabrikaları tama men etkisi a ltına alan Bilimse l Yönetim Hareketi'nin felsefi temeli hal ine geldi. Bu d üşünce, Henry Ford tarafından uygulamaya kon ulan mon­ taj bandı üretim yöntemlerini bile etkiledi, hatta Len i n bu yönetim tarzını sosyal ist bir toplum için gerekli zeng i n l iğin yaratıl masında en önemli araç olara k ilan etti. Sadece birkaç fabrika yöneticisi Taylor'ın sistemini bütünüyle uygulasa bile, onun zaman ve h a reket çalışmala­ rı gibi bazı fikirleri tüm endüstriyel organizasyonları etkisi altına aldı ve yönetime ü retim süreci üzerindeki kontrol ihtiyaçlarını yen iden gündeme getirebil mesi için gerek d uyduğu 'bilimsel' bir gerekçe sağladı. David Nelson'a göre ( 1 980), Taylor, "endü striyel yönetimi ve daha sınırlı ölçüde 1 870'1er ve 1. Dünya Savaşı arasındaki sanayi top­ lumunu dönüştürmeye yard ımcı olmuştur". Bununla beraber, Taylor'ın sistem i iki temel d üzeyde kapsamlı ve özell ikle keskin bir eleştiriye uğra mıştır: 1 . i nsanı işe güdüleyen temel faktörün para olduğu ve işçilerin esasında bağımsız bireyler olara k hareket ettikleri varsayı m ları 1 920'1erde Elton Maya'nun ünlü Hawthorne deneyleriyle ciddi olarak çü rütül m üştür. B u çalışma l a r, ironik olarak, öncelikle Chi­ cago'daki bir fa brikada bilimsel yönetim metotlarını uygulaya­ rak veri m l iliği arttırma a macıyla tasarlan mıştı. Bu çalışmaların sonuçları şunu gösterdi: işçiler yönetim tarafı ndan biraz ilgi gösterildiğinde buna çok iyi tepkiler vermekted irler ve bir işçi­ nin verimlil iğinde etkil i olan faktör para değil onun çalışma grubudur ve işçi gerçekte onlar tarafından dışlanmaktan korkar. Bu bulgular i nsan i lişkileri Yönetim i Okulu'nun düşüncelerine temel teşkil eder ve işçilerin ekonomik gereksinimleri kadar sosyal gereksin i mlerini, çal ışma g rubunun, iyi bir iletişim i n ve endüstriyel ilişkilerin önemini vurg ular. Bu son okul personel yönetimi, işi zenginleştirme projeleri ve işçi katılımı -'insanca' ilişkiler içinde bir endüstriyel yönetim- gibi fikirleri uygula maya sokmuştur. 2. Taylor'ın endüstriyel uyum u a rttı racağını öne sürdüğü yöntem­ ler Amerika l ı Ma rksistlerden Harry Braverman tarafından (bkz. Vastfstzlaşma) şiddetle eleşti ril d L Braverman, bilimsel yönetim tekniklerinin iş deneyi m i ni zenginleştirmekten uzak, modern işçiyi vasıfsızl aştırıcı, alçaltıcı ve robotlaştırıcı, onu niteliklerin­ den, bilgi ve özerkliğinden yoksunlaştıncı bir etkiye sahip oldu-

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 74

ğ u nu, dolayısıyla işçiyi 'bir çarkı n dişlisi', maki nenin basit bir uzantısı d üzeyine i n dirgediğini öne sü rer. Onun nazarında, böy­ le bir sistemin temel özelliği (ve işveren ler açısından asıl cazibe noktası), veri m l iliği a rttı rması değil, zih insel ve bedensel i şin, yönetim kadernesi ve işçilerin, özellikle tasarım ve uyg u lamanın birbirinden ayrı l masının yarattığı idari kontroldeki a rt ıştır. Yö­ neti m artık emek s ü recinin toplam kontrolünü içeren uzman­ laşmış (bel irli bir konuya oda klanmış) bir eylemdir, çünkü işçile­ rin özel bir görevle (veya işle) i lişkili bütün bilgilere ulaşma im­ kanları elleri nden a l ı nm ıştır. Bu yüzden, sıradan bir fabrika işçi­ sinin a rtık s ü rekli kontrol a ltında tutulması ve kolaylıkla yer de­ ğiştirebilmesi için sadece bi rkaç vasfa sa h ip olması yeterl id ir. i ş­ çi vasıfs ızlaştırı lmış ve güçsüzleşti ril m i ştir. Bil imsel yönetim tek­ n i klerinin tüm çalışma biçim lerine, ofisler ve atölyelere yayılma­ sıyla, der Braverman, işçi sın ıfı genel l i kle makinenin gerçekleş­ tird iğ i yoğ u n bir denetim, söm ü rü ve yer değiştirmeye daha açık hale gelmiştir. Bu d urumda bilimsel yönetim, sın ıfsal kont­ rolün bir aracı, kapital ist bir toplumun yönetim i ndeki en önemli silahlardan biri ve 'bilim görüntüsü altında bir ha reket'tir. N itekim, bilimsel yönetim işletme yönetimi kadar çalışma sosyo­ loj isindeki temel fikirlerden biri olmuştur ve hala ya bancılaşma, zen­ gin işçiler ve sınıfsal kontrol gibi fa rkl ı kon ulardaki hara retl i tartışma­ la rın odağı nda yer almaktad ı r. Bütün bunlara rağmen, prati kte bilim­ sel yönetimin i l keleri nadiren tamamen uygulanm ıştır. Bu teori i ngil­ tere ve Avrupa'daki fabrikalardaki iş pratiklerinden ziyade Amerika n fabrika l arındaki iş pratikleri üzerine bir düşü nced ir. Modern endüstri­ yel pratikler, terk etmeseler bile, Taylor'ın i l keleri n i değişikliğe uğ­ ratmışlardır (Bkz. Post-Fordizm).

AYRlCA BAKINIZ • • •

iNSAN iLiŞKiLERi VASIFSIZLAŞMA ve BÜROKRASi

OKUMA ÖNERi LERi NELSON, D.F.W. (1 980), Taylor and the Rise of Scientific Management, Universi­ ty of Wisconsin Press

BiLiMSEL YÖNETiM

175

iLERi OKUMA ÖNERiLERi BRAVERMAN, H. (1 974), Labor and Monopoly Capital, Monthly Review Press ROETHLISBERGER, F.J. ( 1 939), Dickson W.J. and Wright H.A. Management and the Worker, Harvard University Press TAYLOR, F.W. ( 1 9 1 1 ), Scientific Management, Harper

SINAV SORULARI 1 . "Bilimsel Yönetim ve i nsan i lişkileri örgüt çalışmalarına iki farklı yakla­ şımdır, ancak işgücün ü n kontrolü konusunda aynı amacı paylaşırlar." Tartışınız. (AEB June 1 988 Pa per 1 ) 2. Bilimsel Yönetim ve i nsan ilişkileri teorilerin i n işyerindeki sosyal il işki­ ler örüntüsünü anlamamıza yaptıkları katkıları değerlendiriniz. (AEB June 1 989 Paper 2) Çeviri. Özlem Balkız

Burjuvalaşma Goldthorpe ve Lockwood Burjuvalaşma tezi bel irli bir yazara mal edilemez. Bu tezin kaynağı, daha ziyade, 1 950'1eri n sonu ve 1 960'1a rın başlarında Clark Kerr, Jes­ sie Bernard ve F. Zweig gibi sosyologlar, Richard Rose ve David Butler gibi siyaset bili mciler ve Tony Crosland gibi pol itikacılardan oluşan farkl ı yazarla r top l u l uğud ur. Hatta bu tez Werner Sambart ve Robert Michels'in 20 yüzyıl ı n ilk yıl ları ndaki fikirlerine dayandırılabil ir; bu düşünürlere göre, gelişmiş sanayi topl u mlarında işçi s ı n ıfı ve o rta sınıflar, Karl Marx'ı n tahm i n lerinin aksine, çatışmaktan çok birbirleriy­ le yakın laşma içinded i rler. 1 9SO'Ierin sonlarında, (başbaka n Harold Macmillan'ın "asla böyle iyi bir d u rumda almad ı n ız" sözünde de ifadesini bulan) a rta n refa ha paralel olara k, kitlesel üretimi yapılan tüketim mallarının yayg ı n laş­ ması, yoksu l l u ğ u n açık bir biçimde giderilmesi, üçüncü! sanayiler büyü rken birincil sanayilerin aza lması i n g i ltere'nin bir o rta sınıf top­ lumu haline geldiğini ve bizlerin burj uva bir yaşam tarzını beni mse­ diğimizi göstermektedir. Bu tez, özel l i kle Muhafaza kar Parti'nin Bri­ tanya pol itikası üzerindeki s ü regelen hakimiyetini, buna ka rşın i şçi Partisi'nin 1 959 seçimlerinde eski gücünü tekrar kazanamamasın ı açıklamakta ku l l a n ı l m ıştır. ' i deolojiler öldü' ve 'yönetilmeye evet' konsensüslerinin sağlandığı savaş sonrası 'l iberal' sın ıfsız toplum rüyası gerçekleşmiş görün mektedi r. Proleter devrim Karl Marx'ın hayal gücünün ü rü n ünden başka bir şey olara k görünmemekte, işçi sın ıfı 'çözülmekte' ve kapitalizme karşı ayakl a n mamakta, a ksine kitle­ ler bu sistemi kucaklar görün mektedi r. Bu tez, John Goldthorpe, David Lockwood, Jenn ifer Platt ve Fra n k Bechhofer tarafından 1 968 yılında yayımlanan 'zengin işçiler' a d l ı ü nl ü b i r d izi çal ışmada sınanmış ve büyük ölçüde redded i lmiştir. Goldthorpe ve Lockwood sosyal ta bakalaşma alanında ü n l ü simalar-

BURJUVALAŞMA

1 77

d ı r; Goldthorpe 1 970'Ierdeki Oxford Hareketl ilik Çalışmaları, Lock­ wood da Siyah Yakalt işçiler ( 1 958) ve Toplumda işçi Smtft imajmdaki Değişimin Kaynaklan ( 1 975) gibi yayınlarla tan ı n m ışlard ır. Platt ve Bechhofer Sussex ve Edinburgh Ü niversiteleri nde öğretim üyesidir.

FiKiR Goldthorpe ve Lockwood burjuvalaşma tezin i şöyle özetler: bedenen çalışan işçi ler ve aileleri n ispeten yüksek gelir düzeyleri ve hayat standartları içinde yer a l d ıkları için, ti pik ol a ra k onların 'orta sınıf' bir hayat tarzına sahip oldukları ve aslında kademeli o larak orta sın ıfa d a h i l oldukları farz edilir (Goldthorpe & Lock­ wood, ı 968).

1 950'1er ve 60'1arın bu tezi öze l l ikle 'üst' katman işçi sınıfına, yani yen i sanayi dal larında yüksek ücretle çalışan vasıfl ı beden işçilerine odak­ lanma eğilimindedir. Bu 'zengin' işçi leri n dört temel d üzeyde alt-orta sınıfların bir parçası haline geldikleri görü l mektedi r: •







Ekonomik açtdan. Orta sınıf ve işçi sınıfı n ı n gelir ve tüketim ka­ l ıpları g iderek birbirine benzemektedir. Vasıflı işçil er, artık, daha önceleri orta sı nıfın tekelinde görünen araba ve hatta ev gibi l ü ks tüketim maddeleri ni almak için bütçelerinden pay ayıra­ bi l mektedir. Kültürel açtdan. Zengin işçiler boş zaman faaliyetleri, oy verme a l ışkanl ı kları ve hatta çocu kları n ı yetiştirme yöntemleri bakı­ mından orta sınıf tutum ve hayat tarzını ben imsemiş görün­ mektedirler. Teknolojik açtdan. Otomasyonun g irdiği yen i fa brikalarda işçiler ve yönetici kademe arasındaki geleneksel bölünmeler ve ayrım­ ların ortadan ka l kmakta olduğu görü l mektedir. Vasıflı işçiler beyaz yaka l ı teknisyen ierin statü lerine ulaşmaya başlamış la rdır ve 'takım'ın bir parçası olarak yönetimin ya nında çalışmaktadır­ lar. Makineler daha fiziksel ve sıradan görevleri yerine getirdik­ leri için, işçiler, daha ilginç ve a rzu edilen işlerde ça l ışma özgür­ lüğüne sahip o l maya başlam ışlard ı r. Uyum ve iş doyu m u çatış­ ma ve yaba n cılaşma n ı n yerini a l m ış görün mektedi r. Ekolojik açtdan. Bu işçiler Kuzey'in geri leyen sanayilerinden Gü­ ney'in daha yeni ve büyüyen sanayilerine doğru kaymaktadır; böylece geleneksel işçi sınıfı topl u l ukları dağılmakta ve sınıf da­ ya n ışması gibi düşüncelerin yerin i normalde orta sınıfla bağ lan­ tılı kend ine-daya nma ve bireycil i k a l ma ktad ır.

1 78

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Goldthorpe ve Lockwood, bu tezi en uygun koşullarda sınamak için, zengin ve gelişmekte olan Luton bölgesinde Vauxh a l l Motors, Skefco Bali Taşımacılık Şirketi ve Laporte Kimyasal'da çal ışan 229 beden işçisinden oluşan bir örneklem grubu üzerinde a raştırma yapmıştır. Bu işçiler yüksek ücretl iydiler, hepsi de evliydi ve % 57'sinin kendine ait bir evi va rd ı. Bu çalışmada 'burjuva la ş ma'nın kan ıtları dört temel alanda a ra mıştır: işe karşı tutumlar; topl uluk içindeki etkileşim ka l ıp­ ları; özleml er; to p l u msal perspektifler ve politik görüşler. Bu ça l ı ş ma üç ana başlık a ltında sunulmuştur:

Ekonomik faktörler Bu zengin işçiler, yüksek ü cretlerine rağ men, bedensel-olarak çalış­ mayan emsa l l eri kadar kazanama maktadı rlar. Bunla rı n kabarık bir hesapları, emekli ayl ı kları yoktur veya ş irket a raçlarından yara rlana­ mazlar. Diğerleriyle aynı iş güvencesine ve ücret 'sürekl i l iğ ine' sa h i p değ i llerdir. Onlarla aynı terfi im ka n larından yoksu nla rd ı r v e ücret yüksekl iği büyük ölçüde fazla mesa iden kaynaklanma kta d ı r.

Normatif faktörler (tutum ve değerler) Luton işçileri işlerini sevmemekte, genellikle son derece sıkıcı ve hatta yabancılaştıncı bulmaktad ı rlar. i şi sadece yüksek ücret d üzeyle­ ri nedeniyle kabul lenmektedirler. Onlar kendi lerini fi rmaya bir beyaz­ yaka l ı çalışan kadar bağlı hissetmez, firman ı n sosyal aktivitelerine bile nadiren katı lırla r. i şe karşı oldukça a raçsal bir tutu m içinded irler; işi kendilerine sağlaya bileceği şeyler için yapmaktadırlar. Benzer biçimde, onlar tipik olarak orta sın ıftan ziyade işçi sınıfı tu­ tumlara sahiplerdi r. i şçilerden % 67'si kendini işçi sın ıfından biri ola­ rak görmekte, sadece % 1 4'ü kendini o rta s ı nıftan biri olara k değer­ lendirmektedir; onların % 80'i 1 95 9 seçimlerinde i şçi partisine oy vermiş ve bu partiyi işçi sınıfı nın partisi olara k görmüşlerdir, geniş bir çoğ u n l u k sıkı sendikacıd ı r. Sonuç itibariyle, bu işçiler topl umu, o rta sınıf gibi bi reysel yeteneklere açık bir fırsatlar merdiveni (bir prestij modeli) olara k görmekten ziyade, kol lektivist bir söylem içi nde, sen­ d i kala rı daha yüksek kazançlara ulaşmanın bir a racı olara k destekle­ mişlerdir (güç modeli).

ilişkilerle ilgili faktörler Ne de bu işçiler, özel malikanelerde yaşama veya bölge golf kulübü benzeri kuru m l a ra üyeli k gibi o rta sı nıf bir hayat tarzı veya statüsü

BURJUVALAŞMA

1 79

özlemi içindedi rler. Luton işçileri genellikle akrabaları ve a rkadaşla­ rından oluşan g ruplara katı l ı rlar ve daha özel sosyal çevrelere girme arzusu sergilemezler. Bu yüzden, Luton araştırması bu zengin işçiler örneklemini tipik bir orta sınıf kategorisi olarak görmez. Anca k onlar tipik işçi sınıfı özell ikleri de sergilemezler. Bu işçiler l ü ks b i r hayat tarzı sürd ü rebilir­ ler; fakat çocukları nın eğitim l eri ve geleceklerine büyük bir ilgi gös­ terdikleri özel ve ev-merkezli bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Ge­ rek sendikalara gerekse işçi partisine verd i kleri destek, duyg usal olmaktan çok a raçsaldır; yani onlar bu desteği daha ziyade sosyal iz­ me ulaşmak için değil, yüksek ücretler ve sosyal yardırnlara ulaşabil­ mek için vermektedirler. Oldukça maddecilerdir ve toplu mu, gele­ neksel işçi sınıfı ndaki gibi 'biz ve onlar' biçi minde (güç modeli çerçe­ vesinde) değil, a ks ine gelir dağılımı temelinde, çoğunluğun u 'çalışa n insan lar'ın ol uştu rduğu ve birbirlerinden çok zenginler ve çok fakirler biçiminde ayrılmış büyük bir merkezi sınıfa sahip bir şey olara k görür­ ler. Geleneksel bedensel/bedensel-olmayan iş ayrı mı önemli görül­ mez. Dolayısıyla Gol dthorpe ve Lockwood ş u sonuca ulaşır: bu yen i "türed i" zengin işçi sın ıfı ( iki gruba da yakınlaştıkları birçok nokta olmasına rağ men) ne o rta sınıf ne de işçi sınıfı sayılabilir, aksine o özel yeni bir işçi sınıfıdır: geleneksel işçi sın ıfı kökenden gelen bu işçilerin davra n ışları daha çok içinde yer aldıkları orta sınıf orta miara uygun düşmektedi r; a ncak burjuvalaşma tezinde öne sürüldüğü g ibi, onların nasıl davranacakları n ı (gelirler değil) bu orta mlar 'belirler'.

KAVRAMSAL GELiŞiM Genel likle, Goldthorpe ve Lockwood'un a raştırması burjuva laşma tezinin reddi olara k görü l ü r, zira birçok araştırma onun, modern işçi sın ıfı daha özel leşmiş ve araçsal d ı r ve g ü n ü m üz s ınıf yapısı sanayi ve hayat tarzları nın değişi m iyle 'parçalanmaktad ı r' düşü ncesini destek­ lemiştir. 'Zengin i şçiler' araştırması ayrıca araştırma tarzı bakımından da övgüye değer b u l u n m uştur. Onun yeni-Weberci 'eylem' yaklaşımı hem büyük sörveylerin zayıf yanlarını hem de olgular ve rakamların ya nı sıra 'yorumcu tutu mlar'ı kullanmanın avantajlarını göstermiştir. i ronik olan, 1 970'1erde işsizlik ve sendikal mücadelelerin a rttığı bir dönemde alternatif ve Marksist bir bedensel/bedensel-olmayan işler 'yakınlaşması' tezinin gel işmesi, a ncak bu kez, 'proleter' tutum ve davra nışları ben imseyen alt orta sı nıfların ortaya çıkmasıdır Braverman'ın proleterleşme tezine bakın ız. Ancak bu tez de sonunda

1 80

SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

reddedilmiştir. Bununla bera ber, Thatcher'ın 1 979 seçimlerini kazan ması ve 1 983 ve 1 987'de yeniden kaza nmasıyla b u rjuva laşma tezi yeniden ca nlan ır gibi oldu. B u tez Güney Doğu i ngiltere'de yaşayan vasıflı işçilerden kaynakl a n ı r görünen önem l i desteği açıklamakta ku l l a n ı l m ıştır. i şçi Partisi, a ksi ne, sadece geleneksel merkezler Kuzey i ngi ltere, i skoçya ve Wales bölgesinde yoğ u n laşan ve b u ralarda varlığını sürdüren işçi sın ıfı için çekim gücü ol mayı sürd ü rü r görün mektedi r.

AYRlCA BAKI NIZ • •



YAKlNLAŞMA TEZi ve SANAYi-ÖTESi TOPLUM -sınıfsız topluma doğru ilerleme eğilimiyle ilişkili daha genel teoriler olarak VASIFSIZLAŞMA -al te r n atif proleterleşme tezinin bir parçası olarak

OKUMA ÖNERi LERi GOLDTHORPE, J.H. AND LOCKWOD, D. ETAL. ( 1 968), The Affluent Worker, CUP MARSHALL, G. (1 988), Social Class in Modern Britain, Hutchinson -bu sorunun güncelleştirilm iş bir a nalizi

i LERi OKUMA ÖNERiLERi GOLDTHORPE, J.H. AND LOCKWOD, D. ETAL. ( 1 968, 1 980), Social Mobility and Class Structure in Modern Britain, Ciarendon Press LOCKWOOD, D. ( 1 958), Blackcoated Worker, Alien an& Unwi n LOCKWOOD, D. (1 975), 'Sources ofVariation in Working Class lmages of Society', Blumer, m. (ed.), Working Class lmages ofSociety, Routledge & Kegan Paul ·

Çeviri: Özlem Balkız

Çat1şma Teori si Raif Dahrendorf Raif Dahrendorf ( 1 929) Ham­ burg'da bir Alman politikacın ı n o ğ l u o larak dü nyaya geldi. 1 94445 yılları arasında toplama ka mpı­ na kapatıldı. Felsefe ve filoloj i ça­ lıştığı H a m bu rg Ü n iversitesi'nde ( 1 947-52) okuyan Dahrendorf, Karl Popper'ın fikirlerinden etki lendi ve London School of Economics'de sosyoloji a lanında lisansüstü eği­ timi yaptı. Dahrendorf, Palo Al­ to'daki i leri Araştırmalar Merke­ zi'nde çalıştı ktan sonra, Saarland, Hamburg, Tübingen ve Constance ü n iversitelerinde dersler verdi. Alman siyasetiyle ilgilendi, Özg ür Demokratik Partiye katı l d ı ve Sa­ den Wü rttemberg Landtang ( 1 968-70) ve Bundestag ( 1 969-70) üyesi oldu. Parlamento Dışişleri Komisyonu Sekreterl iği ve Avrupa Ekono­ mik Topluluğu Komisyonu Ü yel iği dahil bir d izi önemli görevde bu­ lundu. 1 974'te London Schools of Economics'in müdürlüğüne atan­ dı. Ertesi yıl 'Yeni Özgürl ü k' üzerine bir d izi ders verdi ve 1 982'de Sir unvan ıyla ödüllend irildi. Da hrendorf'un sosyolojik ilgileri çok çeşitli ve fa rklıdır. O, özell ikle sosyal sınıflara, çatışma teorisi ve rol teorisine yoğunlaşarak, Alman­ ya'da demokrasiden d ünya n ı n modernleşmesin e kadar birçok farklı konuyla ilgilendi. Dahrendorf'u n temel çalışmaları şöyle sıralanabil ir: •

Sanayi Toplumunda Smtf ve StntfÇattşmast ( 1 959)

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 82 •

• •

Almanya'da Toplum ve Demokrasi (1 967) Yeni Özgürlük ( 1 975) Yaşam Şanslan ( 1 979)

Fi KiR To plumsal düzen ve değişmenin te melini konsensüsten ziyade ça­ tışman ı n oluşturduğu fikri birçok farklı sosyolojik yaklaşımın, özellikle Marx ve Weber'in teori lerinin anahtar bir öze l l iğidir. Raif Dahrendorf çatışma teoris ini daha ileri götürür. Marx ve Weber gibi, o da sınıf çatışma sını sanayi toplum larında sosyal değişmenin temel dinamiği olara k tanımlar. Ancak o, Marx'ta n fa rklı olarak, analizin i ü retim a raç­ larının mülkiyetine sahip olma ve olmama üzerine değil, g üce ve özelde otorite kon u mlarına katılma ve bu konu mlardan d ışlanma üzerine ku ra r. Bu yaklaşım, ayrıca, Talcott Parsons'ın ve işlevselci sosyoloji okul unun konsensüs teorilerine doğrudan bir a lternatif o larak geliştiri lmiştir. Onlar sosyolojik ana lizin toplumsal dayanışma ve değer uzlaşmasına odaklanması gerektiğini öne sürerken, Dah­ rendorf ana lizin değişme ve çatışmaya yoğunlaşması gerektiğini belirtir. Bir organizasyonda gücü elinde tutan, ka rarlar alan, ücret ve is­ tihdamı belirleyen ve kayna kların dağılımını ya pan i nsanlar vardır. Bu güç kişisel ol mayı p, onu elinde tutan kişi nin konumuna bağ lıdır. Bu görevliler bir otoriteye -Weber'in deyimiyle 'meşru güce'- sahipler­ dir. Güç sahipleri kendi konum, otorite ve kontrollerini sürd ü rme peşindeyken, güç veya otoriteye sahip ol mayanlar onu elde etmeye -veya en azından, güç ku l lanımına katı lmadıkları durumla rda d i renç göstermeye- çalışırlar. Bu yüzden, istikrar içindeki demokratik top­ lumlarda bile sürekli bir güç mücadelesi vardı r: otorite konumunda bulunanlar -hatta o kul müdürleri veya başbakanlar bile- memur ve öğrenci lerden ya da muhalif politikacılar ve seçmenlerden gelebile­ cek sürekli bir d irenişle yüz yüzedir. Bu güç m ücadelesi, Bakanlar Kuru l u ve Parlamentodan bölge tenis ku l ü bündeki -ve hatta evde­ ki(!)- rekabet ve çatışmalara kadar, toplumun her düzeyinde gerçek­ leşir: Dahrendorf için, otorite bireylerde değil meşru güç konumlarında bulunur; otorite kon u m ları bu konum ların sahiplerine güç sağ lar ve tabi olanlardan onlara itaat etmeleri beklenir. Otorite, tabi konumda­ kileri kontrole ve onları zorlayacak ya ptı rı m g ücüne ihtiyaç duyar. Fakat otorite konumları sabit değildir ve kişi bel irli bir konu m veya

ÇATlŞMA TEORiSi

1 83

ilişkide egemen durumdayken, bir başkasında tab i kon umda olabil ir. Ö rneğin, kendi ü l kesinde tü m gücünü elinde bulunduran bir siyasal lider uluslararası bir m a h keme karşısında soykı rım suçlamala rıyla veya insanlığa karşı işlenmiş suçla rla ilgili hesap verebilir. Otorite dağ ı lı m ın yarattığ ı egemen ve tabi konu mlar düşü ncesi Dahrendorf'u çı kar g ru pları ve çıkar il işkileri kavramlarını geliştirmeye yöneltmiştir. Her ilişki veya organizasyonda otorite konumundakiler statükolarını sürd ürmeye, ta bi konumdakiler de değiştirmeye çalışır­ lar. Onların i l işkilerinin temelini sürekl i bir ç ı kar çatışması oluşturur ­ ve bazı d u ru mlarda bu il işkileri zayıflatır. Bu ç ı ka r çatışması çoğu kez gizli olabilir, ancak otoritenin veya en azından otorite kon umundaki kişinin meşru luğu sorg u lanmaya başlad ığında çatışma açık hale gelebilir -hatta açık savaşa dönüşebilir. Dahrendorf üç grup tipi ayı­ rır: yarı-g ruplar, çıka r grupları ve çatışma grupları. Bu grup tiplerini ayrıca gevşek ilişkiler, ortak çıkarlar, toplumsal düzene fiilen meydan okuyan gruplar biçim i nde yeniden sınıflandırır. Da hrendorf, Marx'ın a ksine, 'lümpen proletarya'n ı n nihayetinde ve kaçınılmaz olarak bir çatışma g rubuna veya devrimci bir s ı nıfa dönüşeceğine inan maz. Koşulların elverişli o l ması gerekir. Bu yüzden Dahrendorf'u n teorisinde, çatışma, sürekli bir güç dengesi sayesinde statükonu n temelini oluşturu rken, aynı zamanda toplumsal değişme ve gelişme yaratma potansiyeline sahiptir. Ça­ tışmanın yoğun olduğu yer ve za manlarda değişim kökl ü olabilir; anca k şiddet eşlik ettiğinde değişimin ani olması ihtimali yü ksektir. Güç sahipleriyle ondan yoksun olanlar a rasındaki bu sonu gelme­ yen mücadeleler, sadece bireyler kendi çıkarlarını korumanın ve gel iştirmenin tek yol u n u n kollektif eylem olduğunu görd ü klerinde sınıf çatışmasına yol açabilir. Bu sınıf çatışması fa rklı derecelerde yaşanabilir ve g reve g iden sendika la rdan gösteri ya pan baskı g ru pla­ rına kadar farkl ı biçimler kazanabil ir. Sadece en uç durumla rda kol­ lektif eylem sınıf çatışması veya devrim biçiminde patla k verir. Ancak Dahrendorf'a göre, bu tür bir sınıfsal dayanışma, benzer şekilde, sözgelimi ekonomik refa h dönemlerinde bireysel ilerleme fırsatları doğduğunda, bireyler a rası ndaki rekabet sonucunda bozulabil ir. N itekim Marx kapitalist toplumlarda sanayileşmenin a rtışıyla birlikte sınıf dayan ışması ve çatışmasının da artacağ ı n ı öngörürken, Dahren­ dorf gelişmenin aksi yönde olacağını öne sürer: teknolojik gelişmeyle birlikte işçi sınıfı giderek farklılaşacak ve bölünecek, "makineleşme daha kompleks hale geldikçe vasıflı tasarımcılar, inşaatçılar, bakım ve onarım elemaniarına ihtiyaç artacaktır". Bu artan uzman laşmayla beraber, işçi sı nıfı ücret, statü ve beceril erdeki farkl ılaşmalar yüzün-

1 84

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

den, birleşmekten çok büyük bir farklılaşma ve bölün meye uğraya­ caktır. i şçi sınıfının farkl ı d üzeyleri -vasıfl ı , yarı vasıflı ve vasıfsızlar­ a rasındaki rekabet, m uhtemelen benzer şekilde, orta sınıf ve işçi sınıfı arasındaki rekabetten bile yoğ u n hale g el i r. Hatta Dahrendorf, idd ia­ sını daha da i leri götü rerek, "eskisi gibi işçi sınıfından söz etmenin anlamlı o l u p olmayacağı bile kuşku l u hale gelecektir" der. B u yüzden, Dahrendorf'u n çizdiği topl u m resmi kişi, grup, organizasyon ve sınıf d üzeyinde sonu gelmeyen bir çatışmalar resmidir. Güç sahipleri ve ondan d ışlananlar arasında, egemenler ve tabi kon umda kiler arasın­ da kaotik ve görü nüşte tesadüfi bir çatışma vardır. Ancak bu çatışma amaçsız değildir. •

i l k ola rak, çatışma toplumu bir a rada tutar. Dahrendorf için, topl u msal bütün l eşmenin temeli, Parsons'ın öne sürdüğü gibi uzlaşma değil, a ksine baskı, ya ni otorite konu m unda kilerin kit­ lelere boyun eğdirme gücüdür. Gerçi o n u n görüşünde toplum­ sal çatışma bütün toplu m larda her zaman görülse bile, tarihin büyükçe bir böl ü m ü nde, bu çatışma temel değerler ve kurum­ lar üzerinde bir ölçüde fikir birliğiyle veya en azı ndan çatışmala­ rın va rl ı ğ ı n ı n ka bu l üyle sınırlı ka l mıştır. Çatışma nadiren b ütün topluma yayı l ı r, nadiren şiddetli bir devrimle son uçlanır. Ö rne­ ğin, sendika la r ekonomik ve sınai a nlaşmazlıklarda g reve gider­ ler; zira onların doğrudan siyasal arenaya girmeleri meşru bir davranış olara k görülmeyecektir. i kinci olara k, çatışma demokraside zorba lığı ve gücün kötüye ku l l a n ı m ı n ı engel lemenin, bireysel haklar ve hu kukun gücünü art ı rma n ı n ve g üce sahip olanlar üzerinde kontrolü sürd ürme­ nin temel mekanizmasıdır. O otorite kon u munda olanları kont­ rol a ltında tuta r ve sıradan vatandaşı güç konu m u ndaki leri sor­ gula maya ve bazen onlara direnmeye teşvik eder.

Bu yüzden, Dahrendorf için, sürekli çatışma sadece normal ve kaçı­ nılmaz o l ma kla, sadece kademeli olara k ve ara sıra gerçekleşen radi­ kal toplumsal değişmelerin kaynağı olmakla kal mayıp, toplumsal d üzen ve bütünleşmeni n de temelidir -kaos ve d üzen arasında sonu gel meyen bir gerilim va rdır. Dahrendorf, bu yüzden, konsensüs ve çatışma teorileri arasında bir köprü kurmaya ve çatışma teorisini mül kiyet ve gelir dağılımı üzerinde bir mücadele kadar otorite ko­ numunda bulunanlar ve bulun maya n la r arasında bir m ücadele ola­ rak da güncel l eştirmeye çalışır.

ÇATlŞMA TEORiSi

1 85

KAVRAMSAL GELiŞiM 1 960'1ar v e 70'1erin yoğu n sosyal v e pol itik çatışmaları -öğrenci is­ yanları, g revler, end üstriyel kargaşa ve kitlesel işsizlik- ortası nda, Dahrendorf'un a na l izi, s ı nıfsa l ayakla nmalar ve muhtemel devri m ler üzerine daha rad ikal ve Marksist ö ngörüler karşısında yetersiz gö­ ründü. Hatta o gerici ol makla suçlandı. Ne var ki, 1 980'1er ve 90'1ardan dönüp geriye bakıldığı nda, Dahrendorf'un öngörülerinin bazı açılardan neo-Marksistlerin daha radikal yaklaşımlarından daha güçlü ve doğru olduğu görülmektedir. 1 970'1erin proleter devrim hazırlığı yapılan ve işçi sın ıfı n ı n yen i teknoloji v e büyük sermaye karşısında işleri v e ücretlerini savunmak için bir araya geldiği çatışma larından uzak olan i ngiliz i şçi S ı nıfı, son on-onbeş yıldır bir ayrışma ve bölünme içine girmiştir. Hatta en klasik işçi sınıfı mücadelelerinde, yan i madenciler m ücadelesinde (1 985) ve 6000'in üzerinde matbaa çal ışa n ı n ı n işsiz ka ldığı kriz döneminde (Wapping, 1 985) bile, işçi s ı n ıfı birliği sağlaya madığı g i bi, sendikalar da sürekli kan kaybetmişlerdir. Daha ziyade, güçlü muhafazakar h ü­ kümetin desteğiyle kapitalizm yeniden ilerlerken, yeni makineler kullan ıldı, isti hdam düşürüldü ve işçiler bozguna uğratı ldı, kapitalizm ve Rupert Murdoch yen i bir güç kazandı. Dahrendorf'un öngördüğü g ibi, 1 980'1erdeki refah dönemi hem bireysel olarak hem de g rup d üzeyinde ilerleme konusu nda daha büyük ekonomik ve topl u msal fırsatlar yarattı: bunun en çarpıcı ör­ neği en üstlere doğru tırmanan sosyal yaratıklar Yuppie'lerdir. Gele­ neksel sınıfsal formasyonlar çözül mektedir ve işçi sın ıfı, özellikle yeni teknolojiler, end üstriyel h izmetlerin gelişimiyle ve n üfusun kuzeyden güneye, iç-kentlerden (in ner-city) banl iyölere doğru kaymasıyla kü­ çül mekte ve parça lanmaktad ı r. Yen i 'sın ıfsal' s ı n ırlar istihdam/işsizlik, özel/kam usal konut, eğitim ve sağlık tüketim i ve özel m ü l kiyet ve hissedarlık te melinde ol uşmaktadır. Da hrendorf'un çatışma teorisi, bu yüzden, üretim a raçları m ü l ki­ yetine sahip o l u p ol mamayla ilgili çatı şmalardan ziyade, yurttaşlık hakları, çevre, iskan ve refahla ilgili meseleler, n ü kleer güç vb.ne daya lı 'modern' çatışma lar konusunda daha fazla açıklama sunmak­ tadır. Şimdilerde, büyük sermaye kadar bürokrasi de protestoların hedefidir. Dahrendorf'un yen i-Weberci ana l izi sadece bir sosyal çatışma ve sosyal bölünme açıklaması sunar. Ancak bu ana liz şu konularda başa­ rısız ka l m ıştır: •

Güç ve otorite yarışı n ı n dışında ka lan toplumsal çatışmaları n

1 86



SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

temellerine ilişki n ayrı ntıl ı bir a na liz geliştirmekte. Bu yüzden, toplumsal d üzen organize bir yapıdan çok bir tesadüf meselesi olara k görü n ü r. lan Cra i b'in ( 1 984) gösterd iği g i bi, Dahrend orf, tabi konumda ki leri n otorite ko n u m undakilere her zaman karşı ç ı ka mayabilecekleri n i kabul ederken, onların bir eylemden zi­ yade bir başka s ı n ı n için seçtikleri kon usunda çok az açıklama sunar. Dahrendorf'un bunun b i r bireysel seçim meselesi olduğu şeklindeki cevabı ya pısal bir teori açısından yetersiz görünmek­ tedir. i n g iltere'de Westergaard ve Resler gibi neo-Marksistler Dahrendorf'u n "Marx'ın teorisi a rtık çağdaş toplurnlara uygu la­ nabilir olmaktan uzaktır" iddiasına karşı çıkarlar. Onlara göre, sınıf m ü cadelesi hala temel toplu msal çatışma biçi m i ve sı nıf da onun ardındaki a na dinamik g üçtür. Top l u msal çatışma konusunda işlevselcilik ve hatta Mark­ sizm'dekine benzer bir eylem progra m ı n ı n, çözüm önerilerinin olmayışı. Aks ine, çatışma sadece d oğal ve kaç ı n ı l maz bir olu­ şum olara k görü l ü r. Tıpkı ya pısal-işlevselciliğin d üzen ve istikra­ rı aşırı vurg u l a ma kla eleştiril mesi g i bi, çatışma teorisi de çatış­ ma ve değişmeyi gereğinden fazla vurguladığı için eleşti rilm iş­ tir. i ron ik olan, işlevselcil iğe ya pılan eleştirilerin çoğ u n u n aynı ölçüde çatı şma teorisine de yönelti l mesidir: Dahrendorf'un sis­ temler ve yapılara vurg u su, kavra msal totolojileri, birey aktörü n rol ü ve önemini değerlendirme başa rısızlığı. i roniktir ki, aynı şe­ kilde Dahrendorf'un düşüncelerin in çoğunun kaynağının ça­ tışma teorisinin babası Marx'ın görüşlerinden ziyade ya pısal­ işlevselcilik olduğu d üşünülür. i şlevselcilik g i bi onun teorisi de, sosyolojinin hem değişme ve d üzen i hem de çatışma ve kon­ sensüsü ele alan ve tanım layan bir teoriye ihtiyacını karşılaya­ mamakla eleştirilmiştir.

N itekim, Dah rendorf'un analizi 1 960'1arın Marksist toplumsal çatışma ve parçalanma yaklaşım iarına gerçek bir alternatif su nara k ortaya çıka rken, analitik deri nlikten yoksuniuğu bu a nalizin sosyolojik etkisi ve ku l l a n ı m ı n ı sınırl a mıştır. Ancak yine de, çatışma teorisinin çizd iği resim görünüşte kontrol a ltında o l m aya n sürekli kaos içindeki bir toplum resm id ir. Böyle bir resmi onaylamak zordur, tıpkı ya pısal­ işlevselcilerin çizd iği m ü kemmel bir toplumsal düzen ve uyum res­ minde olduğu g i bi. Çatışma teorisi d iğer teorilerin tutarlılığı ve kap­ sam l ı l ığından yoksundur ve bu yüzden modası geçmiş ve sonuç olarak ku llanım sü resi dolmuş görü n mekted ir.

ÇATlŞMA TEORiSi

1 87

AYRlCA BAKINIZ •





YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK ve TARiHSEL MATERYALilM (Dah rend orf'u oldukça farklı yönlerden etkileyen iki temel fikir olarak) YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR (kullanışlı bir çatışma teorisi örneği olarak) YAPILAŞMA -Anthony Giddens'ın sosyal gelişme teorisinde eylem ve yapıyı birleştirme girişim i olarak

OKUMA ÖNERiLERi DAHRENDORF, R. (1 959), Class and Class Conflict in an Jndustria/ Society, Routledge & Kegan Paul -zor fakat oku n maya değer bir ça lı şma.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi DAHRENDORF, R. (1 967), Society and Democracy in Germany, Routledge & Kegan Paul, London DAHRENDORF, R. ( 1 975), The New Liberty, Routledge & Kegan Paul, London DAHRENDORF, R. ( 1 979), Life Chances, Routledge & Kegan Paul, London 5TRANDBAKKEN, P. (2000), 'Conflict Theory: An Alternative to Functionalism, Ch. 1 6, Part ll, Andersen, H. and Kaspersen, L.B. (ed s.), Classica/ and Mo­ dern Social Theory, Blackwell, Oxford

DEGERLENDiRME SORUSU Sosyologlar toplumsal değişme ve toplumsal çatışmayı nasıl açıklarlar? (AEB June 1 985) Çeviri: Cevdet Özdemir

Damga Erving Goffman Erving Goffman ( 1 922-1 982) Kanada Manville'de doğdu. Toronto ve Chicago Ü n iversitelerinde okudu ve daha sonra Edinburg Ü n iversite­ si Sosyal Antropoloj i Böl ü m ü nde çalışmaya başlad ı. Shetland Adala­ rındaki alan ça l ı şmasından ( 1 949-1 95 1 ) sonra 'Gündelik Hayatta Ben­ liğin Sunuluşu' başlıklı i l k temel yapıtını yayı nladı. U l usal Akıl Sağlığı Merkezi'ndeki araştırmalarını 'Ttmarhaneler' (1 961 ) isimli ünlü kita­ bında sundu. 1 962'de Ka l iforniya Ü n iversitesinde Sosyoloji Profesö­ rü; 1 968'de Pensilvanya Ü niversitesi'nde Benjamin Franklin, Antropo­ loji ve Sosyoloji Profesörl üğü ne atandı ve 1 98 1 'de en yüksek derece olan Ameri kan Sosyoloji Derneği Başkan l ığ ı u nva nını elde ettL Temel çalışmaları: •

• •



• •

Gündelik Hayatta Benliğin Sunutuşu ( 1 956) Ttmorhaneler ( 1 96 1 ) Karştiaşma/ar ( 1 96 1 ) Kamusal Alanlarda Davrantş ( 1 963) Stratejik Etkileşim ( 1 970) Toplumsal Cinsiyetin Sunutuşu ( 1 979)

Fi KiR Hiç damgalandınız m ı ? Hiç tuhaf, çirkin, fa rklı veya sapkın olara k etiketiendiniz m i ? Kendinizi d ışlanmış, redded ilmiş olarak, fiziksel özell ikleriniz veya davranışların ızdan dolayı topl uma ya ba ncı biri gibi h issettiniz mi? O halde siz, sadece bu etiketiernen in kışkı rttığı yoğ u n duygu ları değ i l, ç o k kolay b i r biçimde öfke v e hayal kırıkl ığına veya daha kötüsü kendinden nefrete ve kendine öfkeye dön üşen u m ut­ suzluk ve utan ç d uyg usunu da çok iyi tan ıyorsu nuzdur. O h alde,

DAMGA

1 89

tuhaf veya normal dışı olduğu nuzu kabul etmeye ve hayatınızı bu etiket a ltında sürdü rmeye, tu haf biçimde g iyinmeye, beklenilen tarz­ da davra n maya, kendinizi savu n manın, herkesin size kızd ığı ve hor gördüğü 'd ı ş' dü nyaya ken d i n izi ka bul ettirebilmenizin bir yol u ola­ rak size benzeyen leri bul maya ve rahatlamaya, o n ların a rkadaşl ıkla rı­ nı kaza nmaya ça l ışıyorsunuzdur. Damgaianma a raştırması Amerikan sosyolog Erving Goffman'ın özel ilgi alanını ol uştura n ve 1 960'1ar ve 70'1erde sosyolojik araştır­ maya katkıda bulunan 'benliğin sunulması' a raştı rmasının bir parça­ sıyd ı. Goffma n'ı n sosyolojik tarzı oldukça bireyselci ve sın ıfla ndırılma­ sı zordur, a ncak o G.H. Mead'in d üşüncelerinden ve sembolik etkile­ şimci likten etkilenmiştir. O insan etkileşimini ve insanların kendilerini gündelik hayatta, özellikle kamusal orta mlard a 'sunma' biçimlerini analiz etmeye çalışm ıştır. Benlik-imgesi, bu imgenin yaratılması, sürd ürülmesi ve korunması onun yaklaşı mının ve özellikle öncü ça­ l ışması Damga'n ı n ( 1 96 1 /1 968) merkezi parçasını ol uşturur. Goffman bu çalışmada d i kkati ni 'normal' insanların kendilerini sun malarından, 'normal dışı' olanların, topl umdaki 'bozu lmuş kimlikler'e sahip olan veya normal hayata g i rmeleri engellenen bireylerin -örneğin, çirkin­ ler, akıl hastaları, a lkol i kler, suçlu lar, sakatlar veya ayrımcılık yapılan grupların- ku llandıkları stratejilere yöneltir. Bu toplumsal 'd ışlan mış­ lar' böylesine yoğ u n bir redded i l me ve aşağ ı l a n ma ka rşısında kendi­ lerine saygıları ve onurları n ı nasıl sürd ürürler? Goffman ( 1 968), da mgayı fiziksel veya topl u msal bir atıf veya bu yüzden topl umsal kimliğini el inden alacak veya 'tam kabul görme­ si'n i engelleyecek biçimde aktörün değerini düşüren bir işaret o larak ta n ı mlar. Goffman üç temel damga tipi belirler: •





Kötü rümlük, cüceli k ve sağırlık gibi fizi ksel özürler. Kişilik zayıfl ığı, yüz deformasyonları veyahut h üküm giyme ve işsizlik gibi bir geçmiş. Kişinin birlikte olduğu arkadaş çevresi, ait olduğu ırk veya din­ sel grupla -örneğin, etnik azınlıklarla- ilişkili topl umsal damga­ lar.

Damgalar, bu yüzden, atfedilen veya kazandlğtmz, yan i doğumla geti rdiğiniz veya sonradan edindiği niz bir şeye daya na bil ir. Bu özel l i k burnu o l mamak veya fah işe olarak tan ı n mak gibi oldukça görünebilir bir biçimde ya da eşcin sel l i k gibi görün mez, 'ka ra n l ı k' bir sır biçimin­ de olabil ir. Damga, çocuk felci g i bi toplumun a nlayışla karşılayabile­ ceği bir şey veya aksine eski h ü kümlü olmak gibi bir uta nç kaynağı

1 90

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olabilir. Kaçı nılmaz olarak, damga l a n m ış kişi için, damga n ı n görün ü r­ lüğü veya görün mezl iğine bağ l ı olara k fa rklı sonuçlar söz konusu olabilir. Ö rneğin, fiziksel bir kusuru 'topl u msal' bir kusura göre idare ve kontrol etmek genellikle daha az kol ayd ır; körl ü k sözgelimi delilik­ ten çok daha kolay görü nebil ir bir d u rumdu r. Damga'daki yazı larda, insa n ların damgaianma karşısında veya böyle bir etiketlerneyi önlemek için ku l landıkları çok çeşitl i stratejiler ayrıntılı o l a ra k incelenir. Elbette bu stratej iler büyük ölçüde söz ko­ nusu özrün n itel iğine ve onun ne kadar görünür olduğuna bağ l ı olarak değişir. Bazıları o n u plastik cerra h iyle 'gidermeye', bazıları özel giysiler, koyu renk gözlükler veya başka bir şeylerle sakla maya çal ışa­ bilir. Bazıları, onu insanların gözünden nasıl kaçırabileceğini veya 'normal' topluma katılarak başkaları n ı n küçü msemeleri ve bakışla­ rından nasıl kurtulacağı n ı öğren ir. Bazıları ise özürlerinin normal görüldüğü 'dünyaların' güvenli orta m i a rına çekil i r: örneği n, eve ka­ pananlar, uyuştu rucu kültürü içinde yaşayan bağ ı m l ı la r. Bir kısmı da, toplumu kend ileri hakkı ndaki görüşleri değiştirmeye ve d iğer i nsan­ larla eşit haklar sağlamaya zorlayacak Eşcinsellere Özg ürlük veya Kara Güç gibi baskı g ru plarına katılarak m ücadele verir. Damgalan­ mış i nsan, tam olara k ka bul edilmed iği, hor görüldüğü, farklı muame­ le ya pıldığı bir toplumda yaşamayı öğren irken, özel bir ah/ôki kafi­ yerden, özel l ikle sancı l ı bir sosya l leşme sürecinden geçmek zorunda­ dır. Damgalan ma, hayatı n ilerki dönem lerinde, sözgelimi sakat l ı kla sonuçlanan bir trafik kazası veya a l ko l bağımlılığı sonucunda ortaya çıktığında, benlik imgeleri çoğ u kez parçalanmış olara k karşımıza çıkar. B u tür bireyler ken d ilerini toplu ma ya bancı h issederler ve top­ l umun kendileri hakkındaki i mgeleri ile özel yaşa ntıları arasında ola­ ğanüstü bir gerg i n l ikle karşı karşıyad ı rlar. Egoları nadiren bir bütün­ l ü k sergi ler. Ancak Goffman'ın vurguladığı gibi, damgalanmış kişi damga ol­ gusunun iki yüzünden sadece birid ir. Diğer yüzünde, bizzat toplum ve topl umun norma l l i k ta n ı mları yer a l ı r. Bizler, tepki lerim iıle anor­ mal ve sapkı n ı a l ışılmadık bir biçimde davranmaya zorlaya n izleyicile­ riz. Redded işlerim izi, onlar hakkındaki korku ve önyargıları m ızı hakl ı göstermek için, 'bu d u rumdaki' kişileri aşağı bi risi veya bir tehdit olarak gören, ayrımcı l ı k yapan ve bu yönde bir ideoloji gel iştiren biz 'normal'leriz. Ancak, hepimiz gerçek d u rumlarla yüz yüze geldiği­ mizde yetersizliklerimizin pekala fa rkındayızdır. Bu yüzden, Goff­ man'a göre, 'normal' ve 'damga lanmış', i ki farkl ı i nsan kategorisi değil, aksine i nsanlara, zamana, yere ve d u ruma göre değişe n bir sürecin i ki ucud ur. Bel irli bir d u rumda a normal olabilen şey başka bir

DAMGA

1 91

durumda o l mayabilir. Bu yüzden, hepi m iz 'normal sapkınla rız'; dam­ galanmış kişiyle i l g i l i şaka yaparken veya onun duygularını payiaşır­ ken i ki-taraflı roller oynarız. Damgalar, bu yüzden, bir kişinin vücud u veya karakterindeki içsel (doğal) zayıflıkların bir yansıması deği ldir. Onlar, top l u mdaki d iğer kişilerin 'tepkisi'yle oluşan to plumsa l bir etikettir. i lgili birey, insan la­ rın normal bakışiarına ya d a o n la rı n kendi davranışlarıyla i l g i l i beklen­ ti lerine veya basmaka l ı p yargıianna göre yaşayamaz ve bu yüzden "tamamen toplumsal kabul görmez". Damga incelemesi, bu neden le, sadece özel bir imaj idaresinin (i mage manage ment) değil, aynı za­ manda belirli bir sosyal kontrol biçiminin de analizidir. Anormaller, kontrol veya dışlamanın bir yolu olara k, sapkın veya alt-insan biçi­ minde etiketleni rler. Goffman'ın etiketierne a nlayışına göre, ironik olan, insanları n bu şekilde etiketierne yaparak baskı a ltına almayı tasarladıkları davra n ışları bizzat yaratmalarıdı r. Sıradan insanların 'a normal' tepkileriyle karş ılaşan damga lanm ış insanlar kaçın ı l maz olara k tuhaf davra n ışlar sergilerler. Goffman damgaların uyg u la n ma biçimlerini ve damga yemiş kişi­ lerin bu top l u msal etiketlerneye d irenmek veya karşı çıkmak için geliştirdikleri oldu kça yaratıcı stratejileri belirlemeye ve açıklamaya çal ı şsa da, n ihayetinde iyimserd ir, damgalanm ışların çoğ unun nor­ mal yaşantıianna nispeten dönebileceklerini ve normal bir hayat sürdürebileceklerini düşünür. Hatta bu, ona göre, damgaya razı ol­ ma, kişinin suçluluğu veya hasta l ı ğ ı n ı kabul etmesi d u ru m u nda ve ­ uzma n ların kontrolünde yaşad ığı geri l im lerden kurtu lmasını sağla­ yacak, 'kazanı lmış' veya doğru l uğu ka n ıtla n m ış daha olumlu bir re­ habil itasyon tutu m u ve ya klaşımını benimseyerek- affedi lmesini veya tedavi edilmesini talep ettiğ i durumlarda daha fazla m ü mkün­ dür. Akıl hastası veya mahkum, a l kolik veya uyuşturucu bağım lısı, hepsi, sapkınl ıkları n ı ve tedavi ed i l m eleri ya da cezalandırı l ma ları gerektiğini ka bul ettikleri nde, doktorları veya cezaevi görevl ileriyle çok daha rahat bir i l işki içinde o l u rlar. Bununla beraber, Goffman toplumun genel tutu m la rı konusu nda daha az iyimserdir. Halk özelde işveren ler- daha az bağışlayıodır ve eski mahkum, eski a kı l hastası etiketi hayat boyu etkisini sürd ü rebilen g ü ç l ü b i r damgad ı r.

KAVRAMSAL GELiŞiM Erving Goffman'ın damga ( 1 964) ve ben l i k ( 1 956) kon usundaki yazı­ ları dikkatle okunmalı ve değerlendirilmel idir. Bu yazılarda cezaevi veya akıl hastanesi sakinleri nin normal top l u m tarafından damga-

1 92

SOSYO LOJIDE TEMEL FiKiRLER

landıkta n sonra bu damgaianma karşısındaki tepkileri ve kend ilerini yeniden a nal iz etme biçimleri ve tuhaf, sapkın, deli ya da suçlu olarak etiketlenmenin ezici gücü ka rşısı nda bir ölçüde görü nüşte kendine saygı, b i reysellik ve özg ürl ü klerini yeniden elde etme çabaları tü m ince ve ya kın ayrıntılarıyla ve parlak bir biçimde akta rıl ır. Bu kitap, Guguk Kuşu fil m indeki g ibi, bir akıl hasta nesi ndeki hayatlar ve karak­ teriere ve onların akıl hastanesini ele geçirme ve kendi yaşantıları üzerinde bir ölçüde kontrol kurma girişi m lerine odaklanan ve burada olanları betimlemeye çalışan Erving Goffman'ın d üşü ncelerinin canlı bir örneğ idir. Goffman'ın çal ışması a kademik d ünyada ayn ı ölçüde yoğun ilgi toplam ış ve çoğu mesleği ve bu mes leklerin hasta larına yaklaşı m biçim lerini büyük ölçüde etkilemiştir. Sembolik etkileşimeilik insa nla­ rın kendi ben l i k-imgelerini nasıl yarattı kları veya m üzakere ettiklerini incelemeye ça l ı ş ı rken, Goffman "topl u m un . . . insanları nasıl kendile­ riyle i l g i l i belirli imgeler sunmaya zorlad ığına . . . birçok ka rmaş ı k rol arasında bir o yana bir bu yana kaymaya zorlayarak, bizi bir ölçüde ya la ncı, tutarsız ve onu rsuz kıldığ ı"na odakla n ır. O toplumsal eylemi "asıl kayna klarına göre değ i l, daha ziyade başka ları için a n lam larına" göre araştırmaya ve açıkla maya ça l ı ş ı r (Burns, 1 992). O toplu msal d üzen, top l u msal etkileşi m ve ben l i k arasındaki i l işkiye, genelde top l u m ve g ü ndelik toplu msal etkileşim arasındaki, makro ve m i kro sosyoloji a rasındaki karşıl ıklı i lişkiye odaklanır. O bi r karakter veya kişil i k olarak ben l i k ile kendi toplumsal i mgesini yüz yüze birçok fa rkl ı duru mda idare etmeye ve korumaya ça l ı şan bir top l um sal icraatçı olara k ben l i k arasındaki fa rkı ana l iz etmek için özellikle sosyolojik bir birey açıklaması gel iştirmek istemiştir. Benl i k, bu nedenle, çok yüzeyi i veya çok yüzl ü d ü r, ya n i durumun gerekti rd iği imaj veya toplumsal maskeyi yüzüne geçirebil i r ve gerektiğinde farkl ı toplumsal d u rumla­ ra girip çıkabilir. Goffman sadece i nsanların etiketlenmeye karşı tep­ kilerine değil, etiketiernenin çoğ u kez 'normal d ışı' davranışı nasıl yarattığına da odaklanm ı ş, çoğu doktor, psikiyatr ve sosyal h izmet uzma nını hasta ları veya müşterileriyle il işkilerini gözden geçirmeye zorlam ıştır. Onla r, etiketlend i klerinde veya daha kötüsü hasta, deli veya sapkın olara k damgalandıklarında, kendi lerini tuhaf ve normal d ışı, soyutlanmış ve aşağ ı l a n mış h i ssettikleri için, ben l i k-imgelerini değiştirmeye, böylece iyileşmeye veya kendilerini düzeltmeye ve sonuçta yeni b i r hayat tarzı, yeni bir benlik imgesi geliştirmeye ve kend ilerini normal toplumdan koparan ve soyutlayan a rkadaşlık kal ı bı n ı değiştirmeye çalışırlar -örneğin, bir sığınaktaki evsizi, gözal­ tındaki bir holiganı, b i r bakı mevindeki ö l ü mcül bir hasta nın durumu-

DAMGA

1 93

nu d üşünün. Etiketierne süreci kendini doğrulayan kehanet süreci, etiketin, damganın gerçekliğe dönüştüğü, deli olarak etiketlenen le­ rin deli 'haline geldikleri', hasta veya sapkın olarak etiketlenenlerin sürekl i toplumsal azınlı klara dönüştükleri bir süreçler pota nsiyeli yaratır. i nsanlar, bu şekilde eti ketlenmeleri ve damgalanmalarına son verildiğinde, m uhtemelen toplum içinde kalacak ve normal yaşantı­ ları ve ki m l i klerini yeniden kurabileceklerdir. Goffman'ın çal ışması kapsa m l ı el eştirilere uğra mış ve karşı iddialar geliştiri l m iştir. Goffman'ın da mga teorisi, felsefi kaynağı sembolik etkileşimeilik g ibi, bu toplumsa l etiketlerin, bu topl umsal damgaların kaynağını, kimin damgalama kon u munda olduğunu ve niçin bazı g ruplar böyle bir ayrıma maruz kal ı rken başka grupların kal madığını açıklayamadı­ ğ ı için eleşti ri l m iştir. O, bir toplumsa l yapı araştırmasından ziyade sosyal psikolojik bir çalışmadır. Bu yüzden, Damga ( 1 964) ve Timar­ haneler ( 1 96 1 a) gibi eserler, toplumu ol uşturan çeşitli toplumsal 'dünyalar'a i l işkin a nlayışımızı geliştirip etkilerneyi sürdürmekte ve bu yöndeki a l g ı m ıza derinlik ve ren k katmaktadır. Sosyolojiye Erving Goffman gibi biçim, bağ ı ms ızlık ve kavrayış becerisi kaza nd ıra n çok az kişi vardır. O 1 982'de ü n ü n ü n zirvesindeyken öldü. Neredeyse bir külte dö­ nüştü ve aykırı sosyolojik bir öncü, 1 980'1erin önde gelen bir sosyal teorisyeni olarak görüldü, öldüğü yıl Amerikan Sosyoloji Derneği'nin başkan l ığına seçi l m işti. Çoğu kez sembol ik etki leşimeiliğin bir ta raf­ tarı olara k algılansa da, Goffman bu etiketi asla kabul etmeyecektir. Daha ziyade, onun araştı rmaları büyük ölçüde özgün, oldukça birey­ selcidir ve sosyoloji kadar antropoloji ve sosyal psikolojiyi de biçim­ lend irmiştir.

AYRlCA BAKINIZ •





ETiKETLEME TEORiSi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -bu fikri n ataları olarak KENDiNi-DOGRULAYAN KEHANET -bu tip bir başka toplumsal etki­ leşim örneği olarak SiMÜLASYONLAR -post-modern bir semboller ve imgelerin gücü teorisi olarak

OKUMA ÖNERiLERi BU RNS, T. (1 986), Erving Goffman, Tavistock -Goffman'ın hayatı ve çalışma­ sıyla ilgili kısa ve okunmaya değer bir inceleme

1 94

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

GOFFMAN, E. (1 956), The Presentation ofSe/fin Everyday Life, Penguin, Harmonsdsworth GOFFMAN, E. ( 1 96 1 ), Asylums, Penguin GOFFMAN, E. (1 968), Stigma [ 1 961]. Prentice Hall SMITH, G. (1 988), 'The Sociology of Erving Goffman', Social Studies Review ­ çok kullanışlı bir özet değerlendirme

iLERi OKUMA ÖNERiLERi BRANAMAN, A. (2001 ), 'Erving Goffman', Ch. 8, Eli ot, A. and Tu rner, B .S. (eds.), Profi/es in Contemporary Social Theory, Sa ge, London MAN N ING, P. (1 992), Erving Goffman and Modern Sociology, Polity Press, Cambridge WILLIAMS, R. (1 998), 'Erving Goffman', Ch. ll, Part ll, Stones, R. (ed.), Key Socio­ logica/ Thinkers, Macmillan Basingstoke Çeviri: Şebnem Özkan

Dilsel Kodlar Basil Bernstein FiKiR Dilsel kod lar fi krin i n kaynağı Sosyoloji ve Eğitim Profesörü ve Londra Eğiti m ve Sosyolojik Araştırma Kurum u Müdürü Basil Bernstein'ın teorileri ve yazılarıdır. Bernstein, 1 930'1arda Doğ u Londra'da bir işçi sınıfı ailenin üyesi olara k yaşadığı deneyimlerinden ve Shored itch'teki öğretim dene­ yimlerinden ya rarla nara k geliştirdiği sosyo-lingüistik kod lar teorisini 1 97 1 - 1 990 yılları a rasında dört ciltlik bir çalışmada yayınladı. Onun düşü ncesinin özü Smıf, Kodlar ve Kontrol adlı dört ciltlik bu ça l ışmasında yer a l ı r: konuşma biçimin iz, kullandığ ınız d ilsel kod sizin i ngiliz sın ıfsal ya pısı içindeki konumu nuzu ya nsıtır ve güç, ayrıca l ıklar ve servete u laşma imka n ı n ızı kontrol eder. Nasıl kon uştuğunuz kim olduğunuzu ve ne alacağı nızı bel irler. Bernstein analizinde savaş­ sonrası toplumda temel bilgi, g üç ve fırsat kaynağı olara k eğitime odaklanır. Bernstein sosyal s ı n ıfın sadece gelir ve mesleği bel irlemekle ka l­ mayıp, aynı zamanda kültürel ve d ilsel bir olgu olduğunu öne sürer. Konuşma örüntüleri sınıfı yansıtır ve Bernstein orta sınıf konuşma örüntülerini işçi sınıfı n ı n kilerden ayırmak için gelişmiş veya sın ırlı konuşma kodl a rı ayrımı ya par, fakat sonraki yazı larında bu ayrımı formel veya kamusal konuşma kodları biçiminde kullanır. •

Smırlı kodlar "kısa, gramer açısından basit, çoğu kez ta mam­ lanmamış cümleler"den oluşan, s ı nırlı sayıda ve tekrarlar içeren sözcüklerle dolu, el kol ha reketlerinin çok yoğu n olarak kul la­ nıldığı sın ırlı veya kısıtlı konuşma ka lıplarıdır. Bu iletişim biçimi çok yaygın olarak kullanıldığı için çoğ u n l u kla sorgulanmaz; an­ lam kapalıdır ve beli rl i bir kesime özgüdür, yan i bel irli bir du-

1 96



SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rum veya il işkiyl e sı nırl ıdır ve bu yüzden yabancı bi rin i n söyle­ neni anlaması zordur. Gelişmiş kodlar gra mer açısından çok daha yerinde, mantıklı ve betim leyicid i r. Anlam daha geniş b i r ke l ime dağarcığı na, daha fazla ayrıntıya başvurularak açıkl a n ı r ve belirli bir d i nl eyicinin i htiyaçları ve bilgisine uygu n d üşecek bireyselci bir açıklama seçil ir. Bu yüzden, gelişmiş kod l a r genele açıktır, herkes tarafın­ dan a n laşılabilir, bel irli bir bağlam veya toplumsal grubun mev­ cut bilgileri ne bağ l ı değildir.

Bernstein bu sosyal sınıf temelli konuşma kod la rının kaynaklarını aile ilişkileri, sosyal leşme pratikleri, bedensel ve bedensel-olmayan mes­ leklerin doğası temelinde açıklar. i şçi sın ıfı ailelerde ilişkiler ve otorite kesin ve nettir: Bernstein'ın deyi miyle konumsa l d ı r. Baba otoritesini tartışmadan ziyade emrederek (örneğin, 'sesini kes' ifadesiyle) göste­ rir. Orta sınıf ai lelerde il işkiler daha kişisel ve daha az katıd ı r. i letiş i m d a h a gelişmiştir v e sabit değildir, kararlar tartışılır v e kura l la r m üza­ kere ed i l i r. Sı nıf-aile tem e l l i bu fa rklı l ıklar, ayrıca, orta sı n ıfla ve işçi sın ıfıyla ilgili fa rkl ı iş d u ru mları n ı ya nsıtmaktad ı r: mavi yaka l ı işçilerin -konuşma ların az sayıda doğrudan talimatla sınırlı olduğu- bedensel becerilerine karşı, beyaz yaka l ı çalışanların -işin asıl özü nü karar al­ ma, müzakere ve iş gelişiminin ol uşturduğu- sözel becerileri. Nitekim onların çocukları farklı bir iletişim biçimi ve otorite yapısı içinde sos­ yalleşirler. Bu analiz, işçi sınıfı top l u l u klarda ilişkilerin yüz yüze (mekanik) bir yapıda olduğunu vurg u l a ması bakımından Durkheim'in mekanik ve organik dayanışma biçim leri analiziyle bağlantılıdır, fakat bu yüzden arada birçok anlam atlanır. Orta sınıfın 'dünyası', aksine, çok daha hareketli, kişisellikten uzak ve bireyselcidir, bu yüzden iletişim formel ve açıktır (organik). N itekim Bernstein'a göre, bu özel grubun iş i l işki­ lerine, g rup içi i lişkileri ve aile rol sistemlerine baktığım ızda, "sosyal sınıf genlerinin genetik bir kod a racılığıyla daha az aktarılabileceği ni, aksine bu aktarırnın bizzat sosyal sın ıfın gel işmesine yardımcı olduğu bir iletişim kodu a racılığıyla çok daha fazla sağlanabileceği"ni öne sürmek mantıkl ı d ı r. Bernstein bu kod ları başlangıçta eğitsel başarıda sosyal sınıf fark­ l ı l ıkları n ı açıklamakta ku llanır. Oku llar, daha çok "evrenselci a n l a m d üzenleri" üzerine kuru l muş orta s ı n ı f kurumlard ı r. Öğretmenler esasen orta sı nıftandır ve gerçekte gelişmiş bir kod a racılığıyla i leti­ şim kura rlar. Böylece, orta sın ıftan çocu klar oku lda kendilerini 'evde' hissederlerken, işçi sınıfı ndan çocuklar 'yabancı' bir d i l l e yüz yüze

DiLSEL KODLAR

1 97

oldukları yabancı bir o rta mda hissederler. Ayrıca, onların sınırlı ko­ nuşma şekilleri sadece okul tipi bilginin -ya ni, ders kitapl arı ve öğ­ retmenlerin akta rdı kları soyut kavramlar ve düşüncelerin- öğrenil­ mesini engel lemekle kal maz, aynı za manda onları güç d uruma (ve daha alt bir konu ma) düşürür. 'Argo' d i l leri öğretmenler tarafı ndan küçümsenir ve teşvik edilmez. Hataları sürekli olarak d üzeltil i r ve sınırlı kel ime d ağarcıkları cah i l l i k ve ka ba l ı k olara k yoru mlan ır. Bu yüzden, onların etiketlenme ve cezalandırılmaları ihtima l i yüksektir. Onlar öğretmenleriyle orta s ı nıftan çocuklar g i b i i letişim kuramazlar ve öğ retmenler sadece otorite kişiler olarak görü l ü r. Bernstein'ın ortaya koyduğu gibi, "bu, öğrenci ve öğretmen in birbirlerinin d ü nya­ larını önemsemed ikleri ve iletişi m i n farkl ılıkları sergileme aracı haline geldiği bir d u ruma yol açabilir". i şçi sınıfından çocuklar, bu yüzden, muhtemelen daha fazla oranda alt d üzey konu mlarda ka lırlar, ta m akademik bilgiden (ve u laşı lması gereken özel liklerden) dışlanır, kendilerini aşağı h i sseder ve böylece gelecekteki işe uygun biçimde sosyal leşirler. Dilsel kod lar, bu yüzden, işçi sınıfın ı güç kon u m larından ve ayrıca­ lıklardan d ı şlayan orta sınıf kimlik ve birliği yaratma ve sürdürme a racı sağ layan sınıfsal yen iden-üreti m biçim i olara k h izmet eder. Bernstein ve a rkadaşları, Lon dra Enstitüsü'nde, d i lsel kod ların çok farkl ı bağlam la rda -örneğin, resimlerin tasviri, oyu nların oynanışı, bir h ı rsızl ı k d u rumunda ve hatta orta sınıf ve işçi s ı nıfından annelerin ku llandıkları farklı sosyal kontrol biçi mlerinde- nasıl işlediklerini ke­ sin olara k ortaya çıka rmak ve belirlemek için birçok deney yaptılar. Ancak Bernstein buradan temel bir sın ıfsal egemenlik ve yeniden­ üreti m aracı olara k eğitsel bilgi analizine geçer. Okul m üfredatını kontrol edenler sadece ona daha iyi ulaşmakla kalmaz, aynı za manda bilgi olara k tanımlanan şeyi de kontrol ederler. Okullar ve öğretmen­ ler, ona ulaşmak, bir sınav sisteminde iyi olmak ve böylece üst d üzey iş kon u m larını elde edebilmek için gerekli a kademik bilginin gelişi­ mine katkıda bulu n u rlar. Orta sın ıf, bu yüzden, hazır bir avantaja sahipti r ve böylece onlar çocu klarının kendi mevcut sınıfsal egemen­ liklerini sürd ü receklerinden emin olabilirler. Aynı şekilde, işçi s ı nıfın­ dan çocuklar, Bernstein'ın i l k çalışmasında ima edildiği gibi, okul sistemi içind eki yetersizlikleri nedeniyle, sınırl ı konuşma ve dil d üzey­ leri yüzünden değil, a ksine sistem -orta sın ıftan çocukları orta sınıf bilgi ve kon uşma kod ları temelinde seçerek- onları başarısız kı ldığı için başarısız olu rlar. Bernstein ve ça lışma a rkadaşları, Sımf, Kodlar ve Kontrol'de (Cilt 1 -4, 1 97 1 - 1 990), okul müfredatının sın ıfla ndırılma ve öğretilme biçi m i n i ve o n u n ayrıca sınıflara-dayalı bir topl u mdaki

1 98

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

toplumsal ilişkileri nasıl ya nsıttığı ve pekiştirdiğini analiz ederler. Bernstein'a göre, m üfredat belirli konuları d iğer kon u l a rdan kesi n çizgi lerle ayıran sıkı bir bilgiler 'derleme'si olarak veya konu ları birleş­ tirmeye ve örtüşen s ı n ırları bel irlemeye ça lışan disiplinler-arası kodlar olara k a n laşılabilir. Ö rneğ in, fizik ve kimyayı kuşatan sıkı bağları bir­ leştiril m iş bil im, sosyal a raştırmalar veya ifade sanatlarının genişliği ve çeşitl iliğ iyle karşılaştırın. Derleme kod la r çoğu kez onaylanan bilgi olarak, itiraz veya tartı ş madan ziyade öğrenmeyi gerektiren olgular ve sayılar olara k düşünülürken, birleştirilmiş kodlar tartışma ve dü­ şü nmeyi teşvik eden daha öğrenci merkezl i şeyler olara k görü l ü r. M üfredat, onun düzenlenme ve öğretilme biçimi, bu yüzden, sınıf içinde öğretmenler ve öğrenciler arasındaki güç ilişkilerinin, Berns­ tein'a göre büyük ölçüde toplumdaki güç yapısını yansıtan i l işkilerin göstergesidir. Bir seçenek sunulduğu nda, örneğin, işçi sınıfı kökenli öğrencinin bilim ve matematik gibi daha teorik disipli nlerden ziyade birleştiril mi ş müfredatı seçmesi i htimali yü ksektir. Dolayısıyla onun A-Seviyesinde eğitim almak ve ü niversiteye girebil mek için gerekli dereceleri kaza n ması ihtimali daha düşüktür. Bu yüzden, Bernstein'a göre, öğrencileri sadece l iyakat temelinde işleyen kurumlar o l maktan uzak olan okullar, gerçekte fırsat eşitliği kılığında işleyen bir sınıfsal yeniden-üret i m ve eşitsizlik sisteminin tam a mlayıcı parçaları d ı r. Böylece, Bernstein'ın genel a macı "güç i l işkilerinin bilginin d üzen­ lenmesi, dağılımı ve değerlendirilmesine topl umsal bağ l a m aracılı­ ğıyla nasıl nüfuz ettiği"ni açıklamaktır. Du rkheim ve Mead d i lsel kod­ lar üzerine i l k çalışması üzerinde etkil i olsa da, Marksizm onun yen i analizlerinde daha egemen konumdadır. Bernstein'ın yarumcu ve yapısaler düşüncelerden ya ra rlanarak yapmaya çalıştığı şey, bir sınıf­ sal yeniden-üreti m döngüsü teorisinden başka bir şey değildi.

KAVRAMSAL GELiŞiM Basil Bernstein'ın d ilsel kodlar a n layışı i ngiliz eğitim sosyolojisini büyük ölçüde etkiledi. Bu anlayış birçok empiri k a raştırmaya esin kaynağı oldu ve eğitimde başarı konusunda uzunca süred i r devam eden tartışmalara yen i bir boyut kazandı rdı. Bernstein'ın teorisi savaş-sonrası i n g i l iz eğitim sosyolojisindeki iki ana gelenekten beslenir. •

1 950'1er ve 60'1arda, o rta sınıf ve işçi sınıfından çocukların eğit­ sel başarıları ndaki büyük farklılıkl a rı onların topl u msal kökenieri

DiLSEL KODLAR



1 99

temelinde açıklama girişimi. 1 970'1erde, bilginin kapitalist bir topl u mdaki sınıfsal eşitsizlikie­ rin nasıl sınıfsal yeniden-üretim ve sosyal kontrol ün tamamlayı­ cı bir parçası haline geldiğini açıklamak için 'yen i' bir eğitim sosyolojisi kurma g i rişimi.

Ancak o, ayrıca, oldukça şiddetli bazı ta rtışmalar başlattı -bu n l a rı n bir bölümünde onun tezi abart ı larak veya çarpıtılara k yoru mlanmakta­ dır. Bernstein, asla işçi s ı nıfı konuşma ka lıplarının basit veya yetersiz olduğunu söylemese, açıkça 'işçi sın ıfı d üzgü n kon uşmadığı için zekice düşü nemez' demese bile, aslında bunu ima eder görü nür; ve Cari Bereiter gibi yazarlar bu teoriyi alt gelir grubundakiler ve Siyah­ ların Amerikan eğitim sistemi nde n için başarısız oldukları n ı göster­ mek amacıyla kullanmışlardır: zira bu insanlar kullandıkları kon uşma kalıpları bilişsel gelişimlerini geci ktird iği ve soyut düşünceleri a n la­ maları n ı güçleştird iği için başa rısız olmaktad ı rlar. Harold Rosen ( 1 974) ve William Labov (Keddie 1 973) bu iddialara şiddetle karşı çıkar. Rosen, Bernstein'ın sosyal sınıf ta n ı m larının kullan ışsız olacak ölçüde bel irsizl ikler içerd iğini öne sürer - Bernstein, bazen bedenen çal ışmayanların tümünü orta s ı n ıf ve tü m bedenen çalışanları da işçi sınıfı olara k almakta, a n ca k başka zamanlarda bu son kategoriye sadece a lt d üzey işçi sınıfın ı dahil etmekted ir. Onun bu kodlarla ilgili kanıtları, çoğu kez, orta-sınıfın üstünlüğü iddiasın ı karşılayamayacak ölçüde yetersiz ve zayıftır. Labov'un Siyah Amerikalıların kon uşma kalıpları analizi, bu kon uşma kal ı pları n ı n tutarsız, g ramere aykırı veya mantıksız ol mayıp, a ksine gelişmiş bir kod kadar zengi n ve rasyonel ve aynı şekilde, kura l l ı ve ka rmaşık fikirleri ele a lacak yeterl i l i kte ol­ duklarını gösterir. Özetle, orta s ı n ıf kendi i ngil izce'sinin üstün oldu­ ğunu iddia edecek bir top l u msal güç konumu ndad ır. Bernstein işçi sınıfı n ı n d i l i n i sıcak ve can l ı, basit ve dolaysız olarak tasvir eder: Bence, kod kısıtlaması her zaman dilsel veya kültürel yoksu nluk yaratmamıştır, zira kültürel ve yaratıcı formda bir zarafet ve çeşit­ lilik vardır. Ayrıca o, 'Eğitim Toplumu Telafi Edemez' isimli yazısında ( 1 970), telafi eğitim i kavra m ı na, yoksul işçi sınıfı nın eğitsel yetersizli klerini gidermeyi a maçlayan Eğitsel Olara k Ö ncelikli Alanlar gibi g i rişimiere şiddetle karşı çıka r; zira burada söz konusu çocukların niçin başarısız oldukları soru l ma k yerin e daha çok ebeveynler suçlanmaktad ı r. Bernstein, "aslında, işçi sınıfı d iyalekt"te çocuğun gelişmiş kodu öğ-

200

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

renmes ini engel l eyecek hiçbir şey olmadığ ı n ı öne s ü rer: o söz konu­ su çocu kları eğiti m siste m i m izde fazla ava ntajsız kon uma sokmaz. Bernstein, benzer şekilde, dilsel kodları bölgesel d iyalektlerden ayırır, ancak ayrıca standart bir orta sınıf i n g i lizce'den ziyade Liverpool ağzı ve Londra l ı aksa n ıyla kon uşmak çoğu kez bir hand i kap yarata bilir ve bu özellik zeka düşüklüğü ve ilkel lik olarak da mgalanabilir. Başka yazarlar, Bernstein'ın d i lsel kod lar tanımı ndaki bazı belirsiz­ l ikleri, onun bu kodl a rı karşı uçlar olara k s u n masını eleştirmişlerd i r (burada kon uşma, daha ziyade, argodan a kıcı v e d üzgün bir ifadeye doğru bir sürekl i l i k çizgisi sergiler görü n mekted i r). Daha da önemlisi, bu eleştirmenlere göre, onun deneyleri bu kod ların sosyal sınıf fark­ l ıkla rı ve sın ıfsal i l işkiler açısı ndan temel olduğunu gösterecek kesin ka nıtlar sağlayamamıştır. Arkadaşları, b u kavra m ı kendi deneylerinde daha az kul l a n mışlard ı r ve hatta Bernstein a rtık 'kontrol biçimleri'ni sosyo-leng üisti k kod l a rdan daha fazla vurg u lamaktad ır. Ayrıca, David Harg reaves vd. gibi ( 1 975) benzer araştırmalar, oku l ların mutlaka gelişmiş kod lar kullanma dıkları nı, a ksine onların -Bernste in'ın teori­ sine göre- işçi s ı n ıfı ndan öğrencilerin kendilerini daha fazla evde hissetmelerini sağla ması gereken (!), büyük ölçüde 'kapalı' anlamlar ve kısa katı emi rlere dayand ıklarını göstermekted ir. Rachel Sharpe gibi rad ikal yazarlar, Bernstein'ın çalışmasında da­ ha yeni Marksist bir çerçeve kul l a n ı l masına rağmen, onu özünde işlevselci ve Weberci olara k görürler. Onlara göre, Bernstein uyg u n bir sınıf tan ı m ı veremez, d iyalektik a na lizi uyg u n biçimde kullanamaz veya kapita l ist topl umdaki temel üretim i lişkileriyle bu kod l a rı n bağ­ lantısını açıkça kuramaz. Pap ve Pleh'in a raştırması ( 1 974), gelişmiş ve kısıtlı kodların Macaristan gibi görünüşte sın ıfsız toplu mlarda bile b u l u nduğunu göstermekted i r. Karabel ve H a l sey'in ( 1 977) öne sür­ düğü gibi, Bernstein'ın tezi Britanya gibi açıkça sın ıf-temelli bir top­ l u mda a n l a m l ı olsa bile, onu örneğin Amerika veya Kom ü nist Çin'e uygulamak zordur. Bernstein ve arkadaşları, bu fıkrin ilk ortaya atıldığı 1 960'1ar ve 70'1er döneminde özellikle dilsel kodlar kavra m ı n ı ku l l a narak eğitsel başarıyı açıklamaya çalış ırla rken, daha sonradan sınıf-temelli bir top­ l u mdaki g ü ç yapıları ve s ü reçlerini açıklamaya yönelmişlerdir. Özelde onlar, toplumdaki güç ve kontrolün büyük ölçüde kurumsal ve kişisel düzeyde işlediği s ü reçleri bel irlemeye meraklıdırlar; yani, onlar kapi­ talist bir topl umdaki sınıfsal i lişkilerin a i le içinde, oku l larda ve işte dilsel kod lar a racılığıyla nasıl aktanldığı ve yeniden-üretil d iğini açığa çıkarmaya çal ışırlar. Bernstein, dilsel kod lar kavramını daha kesin olarak ta n ı m lamayı ve onların arkasındaki i l keleri ortaya çıka rmayı

DiLSEL KODLAR

201

amaçlar; onlar nası l yaratılır ve eşitsizl iği meşrulaştı rmaya ve artırma­ ya nasıl h izmet ederler? Bernstein'a göre, nispeten basit bir işbö l ü m ü 'kısıtlı' dilsel kodlar v e ilişkilere yol açarken, toplumsa l işbö l ü m ü daha kompleks hale geldikçe ve işçi-işveren i lişki leri kişisellikten uzaklaş­ tı kça, d ilsel iletişim kodu ve kontrol daha gelişkin hale gelir. Örneğin, bir atölyede patran ve işçiler a rasında kullanılan kısa sert em irleri ve aralarındaki iletişimi modern bir şirkette yönetim kuru lu üyeleri baş­ kan arasındaki gelişkin tartışmalarla karşılaştı rın. Dilsel kod lar, temel sınıfsal egemen l i k ve yen iden-ü reti m meka­ n izmaları o l salar da, hem okulda (örneğin, öğrenci alt kültürleri için­ de) hem de işte (sendikada) 'muhal if' kod lar ü retebilirler, zira öğrenci veya işçi gru p ları d i l i kendileri n i savu nmak ve güç kon u m u ndakilere karşı muhalefeti örgütleme k için kul lanırlar. Bu m u h a l if kod lar bastırı­ lan sın ıfların d ireniş potansiyelini ve hatta yönetici s ı n ıflar arasındaki iç çelişki ve çatışma ihtimal lerini ayd ı n latır. Kod kontrolü pasif olara k sağlan maz; onlar 'a kta rıcı lar' v e 'a lıcılar' a rasında sürekli etkileşimi hatta mücadeleyi- gerektirir. Nihayetinde, bu teori, insan la rı n sınıfsa l egemenl iğe karşı -sembolik, ekonomik veya siyasal- direnme ve hatta isya n potansiye l i n i ka bul eder. Böylece, Bernstein'ın dilsel kod lar teorisi çok daha geniş ve derin bir anal ize dönüşmüştür. Kökleri eğitimde olsa bile, artık Bernstein, daha açık bir biçimde sın ıfl ı bir topl u mda güç, egemenlik ve iletişim analizine odaklan ır. O uzun bir yol kat etmiştir, halen önemli bir etki­ ye sah iptir ve (bazı GCSE adayları işçi sınıfından çocukları sadece d i l yoksunu olarak değ il aynı zamanda dilsel açıdan 'a hlaksız' olarak betimleseler bile) sosyoloji eğitim i n i büyük ölçüde etkilemektedir.

AYRlCA BAKINIZ o o o

POST-MODERNiZM SÖYLEM ve SiMÜLASYONLAR p ost- m od er n dil ve sembollerin gücü teorileri olarak -

OKUMA ÖNERiLERi BERNSTEIN, B.B. ( 1 970), 'A Sociolinguistic Approach to Social Learning', Worsley P., Modern Sociology lntroductory Readings, Penguin -Bernstein burada kendi görüşlerini özetler. LABOW, W. (1 973), The Logic on non-Standard English', Keddie N., Tinker Tailor ... The Myth of Cu/tura/ Deprivation, Penguin

202

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ROSEN, H. ( 1 974), Language and Class, Fal l ing Wal l Press -ikisi de Bernstein'ın görüşlerini eleştirir

i LERi OKUMA ÖNERi LERi BERNSTEIN, B. B. ( 1 961 ), 'Social Class and Linguistic Development - A Theory of Social Learning', Halsey et al. Education, Economy and Society, Free Press BERNSTEIN, B.B. ( 1 97 1 -75), Class, Codes and Control, vol. 1 -3, Rout ledge & Kegan Paul HARGREAVES, D.H. ET AL. (1 975), Deviance in Classrooms, Routledge & Kegan Pau l KARA BEL, J. A N D HALSEY, ( 1 977), A.H. Power and ldeology in Education, O U P SHARPE, R . (1 980), Knowledge, ldeology and the Politics of Schooling, Ro u tledge & Kegan Paul

SINAV SORUSU Eğitsel başarıda sosyal sınıf fa rklılıkları n ı n açıklanmasında 'd ilsel kodlar' ne kadar önem lidir? Tartışınız. (Oxford Sı nav Komisyonu, Mayıs 1 985)

Çeviri: Ümit Tatlıcan

Eleştirel Teori Frankfurt Okulu FiKiR 'Eleştirel Teori' terim i n i n kaynağı Fra nkfu rt Ü niversitesi'nde 1 923'te kurulan Fra n kfurt Sosyal Teori Okulunda birlikte çalışan bir gru p Marksist akademisyenin ve ayrıca 1 980'1er v e 1 990'Iarda J ü rgen Ha­ bermas ve arkadaşları n ı n yazıları ve yayın larıdır. Eleştirel Teori asla tek bir düşünce oku l u olmasa, sürekli aynı üyelerden ol uşmasa bile, onları birleştiren noktalar geleneksel Marksist d üşüncenin çağdaş olaylar ışığında yeniden değerlendirilmesi ve özelde tota l itarizmden nefret, Nazi Almanyası ve Sovyet kom ü n izm inin otoriter rej imlerinin bireysel özgürlüklere ve insanlığa karşı yarattıkları tehditler ve savaş­ sonrası kapitalizmin baskıcı ideolojisidi r. Oku l u n önde gelen temsilci­ lerinin çoğu, özellikle Max Horkheimer, Erich Fromm, Herbert Marcu­ se ve T.W. Adorno bizzat siyasal sığ ınmacıydı. Marksistler ve Yahudi­ ler 1 930'1arda Nazi Almanya'sından göç etmek zorunda kaldılar ve Enstitü 1 934'te Col u m bia Ü niversitesi'ne taşı ndı ve 1 949'a kadar faaliyetlerini orada sürdürdü. Savaş-sonrası dönemde Frankfu rt Okulu, onun neo-Marksist eleş­ tirel teorisi, kapitalizm karşıtl ığı ve Amerika karşıtı polemikl eri, benzer şekilde rad ikaller ve öğrencilere ilham kaynağı oldu ve Yen i Solun öncüsü kon u m u na geldi. Asıl oku l u n faa liyetleri 1 973'te Adorno ve Horkheimer'in ö l ü mleriyle d u rsa da, Jürgen Habermas'ın yazıları eleştirel oku l u n çalışmaları ve fikirlerine ilg iyi yeniden ca nlandırdı. Eleştirel teoriyi tek ve birleşik bir sosyoloj i k düşü nceler topluluğu olarak s ı n ıfland ırmak zordu r. Daha ziyade o, teorik bir çerçeveyi, Marksizm'i Freudcu kavram larla, felsefeyi psikanalizle, ekonomik araştırmayı -aileden kitle i letişi m a raçlarına, ekonomi ve devlete kadar birçok sosyolojik alanla i l işkili- tari h sel ve kültürel analizlerle birleştirmeye çalışan d isiplinler-arası bir yaklaşımı temsil eder. Eleşti-

204

SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

rel teori, otoriter bir devlet veya bir tüketi m topl u m u n u n ihtiyaç duyd uğu ruh veya kişilik tipi ha kkı nda güçlü bir psikolojik a n a l iz içerir. B u n u n ürünleri, Erich Fromm'un çalışmaları ve Theodore Adamo'n u n Otoriteryan Kişilik ( 1 950) ve Herbert Marcuse'un Tek Boyutlu insan ( 1 964) adlı eserleridir. Bütün bunlara rağ men, eleştirel teorin i n ana hedefi modern top­ l umdaki tüm egemenlik biçimlerinin 'eleştirel' bir analiziydi. Bu özel ilgi Fra n kfurt Okulu teorisyenlerinin içinde yaşadıkları dö­ nemin -total iter toplumların ortaya çıkışı, Nazi topla m a ka mpları ve Sta l in'in tasfiye l erin in yarattığı korkular, otoriterya nizm ve bireysel düşünce ve özgürlüğün bastırılmasının- bir yansımasıyd ı. Gelişmiş kapitalizm ve Sovyet sosya lizmi, o döneme kadar i nsanlar tarafından geliştiril miş, kalabalık tü m nüfuslarının i htiyaçlarını karşılayabilen, ancak aynı zamanda i nsan ları kitlesel d üzeyde kontrol edip g ü d ü m­ leyebilen -Orwell'in 1 984 adlı roma n ı ndaki bütün korku ları n ı gerçek­ leştirir görünen- en güçlü sosyal sistemlerdi . Yen i kom ü n ist devletler Marksizm'i kitleler üzerindeki ideolojik hakim iyetleri n i n (buna fiziksel güç ve terör de dahildir) temeli olara k kul lanırlarken, Batı ka pita l izmi Amerika, B ritanya v e Batı Avrupa'daki emekçi sınıfları bir 'ya n l ış bilinç' ve maddi tatmi n duygusu içinde etkisizleştirmek için tüketimeilik ve bireyci lik gibi daha i ncelikli ideo­ l ojilere başvurma ktaydı . Eleştirel teori ta raftarları bu egemen ideolo­ jileri ana liz etmeye ve yönetici sın ıfların gücünü veya devletin haki­ miyeti n i -devri mler veya demokrasiyle- kırma g irişim lerinin niçin başarısızlıkla son uçlandığını açıkla maya ça l ı ştılar. Eleştirel teori, böylece, Marx'ın 'yabancılaşma', D u rkhei m'ın 'a nomi' ve Weber'in 'çelik kafes'iyle aynı gelenek içinde yer al ıyordu: bu gelenek bürokrasi, teknoloji, medya ve devletin her yere sızan ve baskıcı g üçleri ortasında boğ ulan bireyin özgürlük çığlığıydı. Onlara göre, modern d ünya, bireyin maddi bol l u k ortasında anlam ve bilgi arayışı ruh u n u ve teknik ilerleme, bürokrasi ve kitle kültürü n ü n yüzü­ nü göstermeyen g ü çleri karşısında bireysel özg ürlük ve kontrol için mücadele ru h u n u kaybettiği ma nevi bir çöldür. Fra nkfurt Oku l u teo­ risyenleri, gerçek olmakta n çok uza k olan modern dünya n ı n yönetici sın ıfı n gücü n ü gözlerden saklayan ve meşrulaştıra n ideolojik bir çarpıtma olduğunu göstermeye çalıştılar. Onlara göre, rasyonel, özgü r ve i lerlemeci olmaktan oldukça uzak mevcut toplum, temel insani özgürlü kleri -seçme, ortaklaşa ve rasyonel kara rlar verme yeteneğini- zayıflattığı veya yıktığı için, i rrasyonel ve baskıcıdır. Yap­ tıkları propagandaları n aksine, bireysel özgürlüğün kaleleri olmakta n uza k olan Batı l ı topl u m lar, la netleyip eleştird ikleri kom ü n ist toplum-

ELEŞTiREL TEORi

205

lara benzer biçimde, 'tek boyutlu insanlar' yaratarak 'to p l u m u tama­ men yönetme'ni n g üçlü örneklerini o l uşturd ular. Eleştirel teori nin a macı modern toplumda ki bireyi özgürleştir­ mekti: bu da, onlara göre, söz konusu baskıcı g üçleri eleştirel analize tabi tutup zayıfl ı kları n ı teşhir etmekle ve böylece bu ideolojik şart­ lanma konusunda bir s ı n ıf bilinci yaratmakla m ü m kü ndü. Onlar ayrı­ ca, gerçekte özg ü rleşmiş ve rasyonel bir top l u mun neye benzeyece­ ğini ana hatlarıyla ortaya koyarak, benzer şekilde, kitleleri devri mci düşünce ve eylem için harekete geçirmeyi umd ular. Fran kfurt Oku l u teorisyenleri bir ya ndan Ma rksizm'i eleştirilerinin bir temeli olarak kullan ırken, öte yandan geleneksel Marksizm'i di­ ğerleri gibi bir ideoloj i olmakla eleştirdiler. Onlar klasik Marksizm'i fazla determin ist olduğu, ekonomik güçlere tarihsel gelişirnde fazla önem tanıyı p bireyin rol ü n ü küçümsed iği, Sta l i n g i bi tira n lar tarafın­ dan kitleleri bastırmak ve hakikatleri (!) çarpıtmak amacıyla kullanılan baskıcı bir ideolojiye dönüştürüldüğü için eleştirdiler. Fakat onların niyeti, Marksizm'i zayıflatmak değil, aksine çağdaş gelişmeler ışığında onu yen iden ca nlandırmak ve yaşatmak, -'özgü r bir insa n la r toplu­ mu'nu öngörme ve sağlamanın temeli olarak- daha bireyselci bir sosyal ist top l u m yaratmak ve toplumu insancıl laştırmaktı (Horkhei­ mer, 1 93 7) . Eleştirel teori, böylece, neo-Marksizm'in bir kod adı, genç Marx'ın d üşünceleri n i Freud ve Weber'in Ma rksist ol mayan düşünce­ leriyle birleştirerek resm i Marksizm'i l i beralleştirme ve Batı topl u m u­ nun daha esnek, hümanist ve radikal bir yorum u n u ya pma g i rişimi haline geldi. Tom Bottomore eleştirel teoride dört temel tema tespit eder: 1 . Pozitivizm ve empirizm eleştirisi. Modern bilimsel analizin temeli olarak, bir bilgi teorisi olarak ve modern sosyolojinin temel i ola­ rak cidd i bir pozitivizm ve empirizm eleştirisi. Sırasıyla Gelenek­ sel ve Eleştire/ Teori ( 1 937) ve Akti ve Devrim ( 1 94 1 ) gibi temel ça­ lışmalarda Horkheimer ve Marcuse, pozitivizm i n insan davranışı analizin in fazla determinist olduğunu öne sürerek, bir bil i m ola­ rak sosyoloji fikrini reddeder. Pozitivizm, insanla rı -oldukça de­ term in ist bir neden-sonuç şeması içinde- şeyler gibi ele alır, ol­ gularla değerleri ayırmayı başaramaz ve toplum içinde olan ları olması gereken lermiş gibi su narak mevcut topl u msal d üzen i meşrulaştı m v e değişmeyi engel ler. Özel likle bilimin g ücü, tek­ nolojik, ekonomik ve siyasal kararların a rtık 'bilimsel' onaya bağlandığı, bütün eleştirilerin itiraz edilemez karmaşık bilimsel bir söylemle ve teknik ayrıntılarla ba stırıldığı, her 'ilerleme'nin

206

SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

bilim adına meşrulaştırıldığı yeni bir 'teknokratik' egemen l i k bi­ çimini desteklemek ve güçlendirmek için, bizzat yönetime dev­ redilir. Yönetici seçki nler bilimi artık kend i egemen liklerini giz­ lemek ve meşru laştırma k, modern top l u m u kişisel l i kten uzak ve tamamen güçlü bir birim kılmak, gerçekte kontrol altında tutu p yön lendirmek için kullanı rlar. Pozitivizm, gerek toplumsa l gerek doğal haki kati ortaya çıkartan bir ara ç olmak yerine, artı k kapi­ talist sınıfın (ve kom ü nist devletin) insanlar ve doğayı daha faz­ la sömürmek, kazançları ve kontrol leri art ırmak, yönetici seçkin­ leri destekleyen bir gerçekl ik imgesi geliştirmek için kullandığı 'araçsal aklın' kaynağı hal ine gelmiştir. Bilim artık n ü kleer silah­ lar, kimyasal kirlenmeler veya uzay a raştırmala rıyla i l g i l i kararla­ rın doğru ları ve yan l ışları üzerine fel sefi tartışmalar içermez, ak­ sine sadece güçlü, insa n l ı ğ ı n etkisine kapalı kararlara h izmet eder -ancak aynı za manda, hakikat ve bilgi peşinde koştuğu görüntüsü verir. Horkheimer ( 1 937) 'diyalektik teori'yi, poziti­ vizme karşı çıkan ve onu her tür bilgi üzerine düşünmenin ve insan düşü n cesini özgürleştirmenin temeli olara k gören eleşti­ rel bir yaklaşım olarak gel iştirir. Bir a rg ü ma n, olgu veya teoriyi asla tamamen doğru o larak kabul etmeyen diyalektik teorinin d ünyayı eleştirrnek ve değiştirmek için gerekli temeli sağlaya­ cağına inanıl ıyord u . 2. Gelişmiş toplumlardaki yeni egemenlik biçimlerinin analizi. We­ ber g i bi, Fran kfurt Okul u teorisyenleri de, modern i nsanı yeni bir kontrol biçimi -tekn ik-rasyonaliteni n güçleri- tarafından sindiri l m iş bir varlı k olarak gördüler: ister kapitalist veya komü­ nist, isterse demokratik veya tota liter olsun, bütün modern sis­ temler, mantıksal ilerleme adına bireysel muhalefeti, haklar ve özgürlükleri yok ederek, bil imsel teknikler ve teknolojiyi toplu­ mun temel g üçleri kılarlar. B u teorisyen ler, tekelci kapital izmin gelişimi, ekonominin devletçe kontrolü ve planlamasındaki a r­ tış, bürokrasi, otomasyon ve mekan izasyonun h ızla artışı gibi genel eğili mleri bu sü rece örnek olara k verirler: bütün bunlar rasyonel ve görünüşte mantıklı gelişmelerd i r, ancak bireyi n gi­ derek daha güçsüz, soyutlanmış ve hayal kırıkl ığına u ğ ramış göründüğü, kişisel ilişkilerden çok uza k yabancılaşmakta olan bir dü nya yaratırlar. Sosyal kontrol ve merkezi plan lama tama­ men yayg ın hale gelir, kimse kontrol a ltında görün mez, çünkü muhalefet etkisini yitirmiştir. Horkheimer ve Marcuse, tıpkı We­ ber gibi, insa n ı n bu ta hakküme d irenme gücü ha kkında g iderek daha kötümser düşün meye başlar. Marcuse, örneğin, Tek Boyut-

ELEŞTiREL TEORi

207

lu insan da ( 1 964), kapitalist toplumlardaki iki temel sınıfın etkili '

tarihsel biri mler olmaktan çıktıkla rını ö ne s ü rer. Haki m iyet a rtık sın ıflarda değil, bilimsel-teknoloj i k rasyonaliten in kişisel­ ol mayan g üçlerinin eli ndedir. i şçi s ı n ıfı kitlesel tüketim ve ras­ yonel üretim sü reçleri tarafından asimile edi lirken, ortada hiçbir muhalefet ka lmaz. 3. Kültür endüstrisi analizi. Kültür endüstrisi kitlesel yönlendi rme ve aldatmanın temel bir biçimi olara k görü lü r: burada, bütün kültür biçim leri sadece insanlık durumu hakkında n itel bir ifa­ deden, bir toplu msal eleştiriden yoks u n bir eğlence tarzına ve reklamcı l ı k sektörü a racılığıyla yeni bir tüketiciyi kontrol biçimi­ ne dönüştü rül ü r. Adorno, özel l ikle bütün kültürel formları edebiyat, sanat ve müzik eserlerini- a naliz etmeye çalışır: bura­ da a maç, geçmişteki büyü k çalışmaların aksine, modern kültü­ rün artık g ü n ü m üzün eleştirel bir a na l izini yapmadığını veya bir gelecek vizyonu sunmadığını göstermektir. Hatta bu eserler bi­ reysel yetenek ve yaratıcılığı yansıtmaz, onlar piyasada satı l­ mak, kitleleri eğlendirip kontrol altında tutmak amacıyla kitlesel olara k üretilirler. Marcuse, kültür endüstrisinin tekelci sermaye­ ye yeni pazarlar sağla ma, tü keti meilik ve maddiyatçıl ı ğ ı sür­ d ürme ve kapital izme karşı eleştiri ve hoşnutsuzl u kları engel­ leme aracı olarak 'ya n l ı ş ihtiyaçlar' yaratma ve bu ya n l ış ihtiyaç­ ları dayurma biçimlerini aydınlatmaya çalışır. Modern i nsan haz ve l ü ks ü devam ettirmeye özendirilir, seks a rtık sadece insa ni yeniden-yeniden-üretim ve kişisel ilişki lerin bir kaynağı olma­ yıp, aynı zamanda -ara ba lar ve magazin dergileri g i bi- temel kitlesel tüketim mal larından biridi r. Bir noktada, Marcuse, 1 960'1arda öğrenci devri mlerinin bir tü r g u rusu haline gelirken, cinsel özgürlüğe inancını bir karşı-kültüre ve daha özg ürleşmiş bir toplumun temeline dönüştürür ( 1 955). 4. Modern toplumda bireyselliğin azalacağt korkusu. Horkheimer ve a rkadaşları değer olara k bireysell iğe bağ lıydılar. Ancak onlar, kitle topl u m u n u n artan gücü karşısında ve 'bireyin göreli özerk­ liğinin bile neredeyse ortadan ka l kma eğilimi serg ilediği', 'ras­ yonelleşmiş, otomatlaşmış, tamamen idare edilen bir d ü nya' haline gelme eğilim inde olduğu bir çağda, bireyselliğin varlığı­ nı sürdürebileceği konusunda daha karamsa r d üşünmeye baş­ ladılar. Onlar psikanalizin kavra mlarını kullanarak, toplumun itaati sağlamak için ürettiği özel bir trendin varl ığını belirledi ler. Adorno vd.nin bu kon udaki klasikleşmiş a raştırma ları Otoriter­ yan Kişilik ( 1 950), faşizm, saldırgan m i l l iyetçilik ve ırkçı önyargı-

208

SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

ların o l u ş u m u n a katkıda b u l u na n kişi lik özell iklerinin -düşünme biçi m i katı, kl işeleşm iş, batıl inançlı ve otoriteye körü körüne bağlı standart bir kişilik ti pi nin- ana liziydi. Aksine, geçm işte bi­ reyler daha özerk ve eleştireld i. Bireyin ve güçlü kişi l iklerin za­ yıflaması sosyal leşme sürecindeki bir değişmenin sonucu ola­ ra k görülür. Kapitalizmin gelişimi sırasında, devletin gücü a rtar­ ken ailenin rol ü azalır ve özelde baba n ı n otoritesi zayıflar. Ba­ ba n ı n gücünün, özel likle evden uzak kal ma süresinin a rtışı ne­ deniyle zayıflaması, erkek çocukla rın devlet ve kültür endüstri­ sinin yarattığı ka hramanlar ve starlar gibi başka ro l model leri ve özdeşim kaynaklarına yönelmelerine yol açar. Gerçek baba fı­ g üründen yoksu n erkek çocuk kend ini daha az gösterebil i r, er­ kekl iği kon u s u nda daha fazla düşün ü r ve kayg ıları vard ır, ancak bu d uyguyu otoriteye meydan okumakta n çok itaat ederek yenmeye ça l ışır. Böylece Ado rno, Alman gençl iğinin 1 930'1a rda Hitler'in ve bu dönem ve sonrası nda faşist demagojilerin h i pno­ tik gücünü göstermeye ça lışır. Gerçekte, Fra n kfu rt Okulu teorisyenleri bu konuda giderek daha karamsar düşünmeye başladılar. Horkheimer dine dönerken, Mar­ cuse tercihini öğrenci hareketleri, cinsel devri m ve cinsel özgürlükten ya na koyar ve Adorno u mutlarını eleştirel otantik sanatla ra bağ lar. Onları n tümü, rasyonel ve merkezi planla maya rağ men, kapita lizmin batı toplumlarını -kendi temelini ol uştura n aşırı-üreti m, a narşi, eko­ nomik çökü ntüler, işsizlik ve savaş döngüsü gibi neden l erle- yıkı ma sürükleyeceği korkusunu taşıyord u . Eleştirel teori gelişirken Marksizm'den giderek uzaklaştı v e savaş­ sonrası yıllarda Horkheimer Marksizm'i, özell ikle o n u n sınıf m ücade­ lesi ve proletarya n ı n devrimci rolü düşü ncelerini tamamen terk etti. Daha ziyade, onların analizleri kapitalist toplumların otoriter devletin m utlak kontrolü a ltındaki gelişimine ve Marcuse'u n Tek Boyutlu in­ san'da ( 1 964) tasvir ettiği kültürel kontro l lere, ya ni kitlesel uyum ve bilinç, kültürel beyin yıkama olgularına odaklandı. Modern topl um, o n lara göre, bir tam yönetim, kitlesel tüketim ve kitlesel d uyarsızl ı k çelik kofesi h a l i n e geldi. B u yüzden, geleneksel sosyoloji tarafından geliştirilen pozitivizm eleştirel teori nin hedef tahtasıydı, ancak daha ziyade bir sosyal a raş­ tırma yöntemi o la ra k değil, devlet ve medya n ı n teknolojik rasyona­ lizmi ve sosyal kontrolünü a rtıran bir araç o larak. Onlar modern kül­ türün insanl ıkta n uzaklaştığ ı n ı ve kendini tüketimeilik ve devlet otori­ tesinin hizmeti ne sunan i nsan aklı ve yaratıcı l ığ ı n ı n za manla itiba rını

ELEŞTiREL TEORi

209

kaybettiği n i düşünü rler. Savaş-sonrası kapita lizm koş ul larında, kitle­ ler ekonomik açıdan daha iyi bir kon uma gelseler (ve bu yüzden daha az devrimci olsalar) bile, zih insel ve ruhsal açıdan yoksullaşm ış­ lar ve beyinleri yıka n mıştı. Adorno gibi yazariara göre, daha d a kötü­ sü, modern i nsan otoriteye tapar ve 1 930'1arın totaliter rej imlerinde tan ı k olunduğu gibi, Nazizm ve faşizm g ibi otoriter ha reketlere gö­ n ü l l ü olarak destek verir görün mekted i r. Avrupa baskın ı n ve d üşün­ cenin kontro l ü n ü n baskın olduğu iki savaş a rası dönemde karanlık bir çağa düşer görünmekteydi. Britanya ve Amerika gibi savaş­ sonrasının kapita l ist topl um ları daha liberal ve hoşgörülü görünseler de, onlara göre bu d u ru m bir yanı lsama, Ma rcuse'a göre ( 1 964) bir 'baskıcı tolerans' biçimi, yan i devrimci o lmayan ve ticari potan siyele sahip yeni fikirlere hoşgörüyle bakı l ması, hatta teşvik edil mesiyd i. Böylece savaş-sonrası ka pitalizmde fikirler pazarlanabilecek ve bel irli bir kaza nç karş ı l ığında satılabi lecek metalara d ö nüştürü l ü rken, kültür sanatsal bir ifadeden yen i bir kitle end üstrisi ne dön üştü rül mekteydi -kitleleri eğlendirecek, oyalayacak ve modern işin ve hayatın gerçek­ l ikleri ve ya bancılaşmasından uzaklaştıracak bir boş zaman end üstri­ si. Bilim gibi kültür de modern kapitalizm tarafından kitleleri uyutma ve sosyal kontrol a racına dönüştürülmüştür. Bilim Ayd ı n lanma Çağı tarafından insanı hayatın zorl u kları ve yü klerinden özgü rleştirme aracı olara k al ınan bilim zamanla kar a maçlı ve sosyal kontroller ve bürokrasiyi artırmaya yarayan bir başka kapitalist endüstriye dönüş­ müştür. Bu yüzden, 1 960'1arda öğrenciler ve m i l itanların tepkileri, modern bilimdeki bir ya ndan devlet ve ord u n u n gücünü, öte yandan piyasa ların gücünü ve kimya, gıda ve petrol endüstrilerinin karla rını artırır görünen gel işmelere karşıyd ı. Sosyal reformlar gel iştirmeye ça l ışan bilim i nsanları bile, devletin -refah programları ve kamusal eğitimle idari kontrolü artıran- hizmetkarları olarak tasvir edil mek­ teydi. Fran kfurt Oku l u düşünü rleri, bu yüzden, Hegel'in 'fikirlerin gücü' konusu ndaki düşüncelerini Marksist ya bancılaşma kavra mıyla ve Weber'in rasyonaliten in gücü ve kul l a n ı m ı kon usundaki kötümser görüşleriyle birleştirmeye çalıştı lar. Eleştirel teori, Weber'in modern kapitalizmin rasyonal itesi kon usundaki büyü-bozum u d üşüncesin i n ya n ı sıra, o n u n insanı köleleştiren çelik kafes, ya n i düşüncenin kont­ rol altına a l ı n masına ve s ı nıf bilincinin aslında bir güç olmaktan ziya­ de devlet tarafından kontrolüne dayal ı bir çeli k kafes konusu ndaki korkularını paylaşıyordu. "Akı l kapita l izm tarafından" kitle kültü rünü geliştiren ve kitlesel uyumu a rtıran bir kitle toplumunda 'tek boyutlu bir insan' yaratılarak "ele geçirilmiştir" (Cuff et al., 1 998: 1 97). Bireysel

210

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

seçim bir yanı lsama, kişilik bir ürün ve stil bir pazarlama stratejisid i r ­ onlar i maj, yanılsama ve Hol lywood rüyaları temelinde yaratılan bir 'sanal gerçeklik'; bireysel l i k ve bi reyciliğin bir kitlesel itaat ve stan­ dartiaşma d ünyas ındaki yanı lsa malard ı r. N itekim işçi sınıfı, onlara göre, savaş-sonrası kapitalizme katı l m ı ş ve kitlesel tü keti m i tercih ederek tarihsel devrimci rolünden uzaklaşmıştır.

KAVRAMSAL GELiŞiM Eleştirel Teori ve Fran kfu rt Oku lu'nun yazıları, savaş-son rası Avrupa ve Amerikasında, hem neo-Marksizm ve yeni sola, hem de öğrenci hareketlerine i l h a m kaynağı oluşturan temel bir güç haline geldi. B u okul madd iyatç ı l ı k, kültürel yozlaşma, i rrasyonal ite olgu larına ve nükleer silahianma yarışı nedeniyle çok yakın bir yıkım i htimaline ayna tutmaktayd ı. Bu okul savaş-sonrası t ü m kültür ve kontrol biçim­ leri üzerine birçok eleştirel araştırma, hem eleştirel teorik çerçeve hem de ideoloj i ve ideolojik kontrol olara k kültür (ve bilim) d üşü ncesi etrafında zengin ve bir d izi analiz üretti. Bu a raştı rmalar, öze l l ikle Adorno'nu n sanat üzerine ve itaat psikolojisi hakkındaki çalışmaları halen modern hayatla ilgili zengin görüşler sunma ktad ır. Kitle top l u m u n u n gelişimi, sosyal kontroller ve ideolojik şartlan­ mada artış ve bireyselliğin zayıflaması onun ana konularıd ır. Bu o ku­ lun tekelci ka pital izm, devlet, bilim ve teknoloj i n in rol ü üzerine eleş­ tirileri Batı d ü nyası nın farklı yerlerindeki düşünce akımiarına yansımış ve onun büyük şi rketler, büyük h ü kü met ve büyük birader karşısında bireyin d u ru m uyla ilgili korkuları gençlerde ve hayal kırı kl ığına uğ­ ramış d iğer insan g ru plarında bir yakınlık d uygusu yaratmıştır. Fakat eleştirel teori ve teorisyenlere bazı eleştiriler yöneltil miştir: •



Onların teorik çalışma ları bütünlük ve d üzenden yoksundur, ay­ rı ntı l ı analizlerden ziyade geneliemelere dayanır. Gerek 1 930'­ larda faşizmin yükselişi gerekse 1 940'1ardaki Ya hudi düşmanlığı olsun, onlar olayları ta rihsel bağl a m ına oturta mamışlard ır. Disiplinler-arası bir yaklaşım olma iddiasına rağ men, eleştirel teori gerçekte çağdaş toplu m l a sınırlı ve özünde felsefi ya pıda oldukça dar bir analizdir. Ta rihsel deri n l i k ve genişlikten yok­ sundur; Friedrich Pal lock ve Franz Neuman'ın katkı larına rağ­ men, gelişmiş kapita l izmle i l g i l i ekonomik anal izler konusunda zayıftır. Onlar, gerçek bi reycilik dönemi olara k çoğu kez erken ka pital izm in a ltın çağına bakmışlar, a ncak bu spekülatif iddiayı h içbir zaman analiz etmem işlerdir.

ELEŞTiREL TEORi •



21 1

Bu teori ekonomik faktörleri ihmal etm iş ve kültür ve ideoloji­ nin gücünü gereğ inden fazla vurgulamıştır. Frankfurt Oku l u teorisyenleri, Marksizm'i ciddi bir yeniden de­ ğerlendirmeden geçirdi klerini öne sü rmelerine rağmen, Ma rk­ sizm'in temel bir u ns u ru olan 'kapitalist toplumlarda s ı n ıf anali­ zi'ni ve özellikle işçi s ı n ıfın ı n devrimci bir güç olarak rol ü n ü ele a l mayı u n uttular. Eleştirel teori 'proletaryasız Marksizm' olara k beti mlen ir. Fran kfurt Okulu proleter devrime inancını yitirmişti ve sınıfların (ve bu yüzden sınıf çatışmasının) gerçek a nlamda yönetilen bir toplumda ortadan kalkaca ğ ı n ı varsayma eğili min­ deydi. Eleştirel teori Batılı topl u m larda devrimci coşkunun kay­ bolma nedenleri n i açıklamaya çalışı rken Batı Marksizm'i ni aşsa bile, Amerika'da Marcuse'un ve Avrupa'da onun arkadaşları n ı n harekete geçirdiği radikal öğrenci ayaklanmalarının ötesinde değişme için hiçbir a lternatif güç sunamamıştır -bu öğrenciler oku ldan mezun oldukta n sonra çok kısa sürede uyum sağlamış­ lar ve sanayinin yen i kaptan l a rı, Amerikan kültürün ü n yen i tü­ keticileri olmuşlard ır.

Bu yaklaşım, kendi seçilmiş sosyal kontrol ve uyu m alanında bile: •





modern toplumdaki koşulları n geçmiştekilerden, hatta kapita­ l izmde kom ü n izmdekinden daha kötü o l u p ol madığı n ı tarihsel ve empirik olara k analiz etmemiştir. Eleştirel teori tara ftarları 'sokaktaki insan'dan ziyade orta sınıf burjuva modern i n sa n modeli n i kullan ma, savaş-son rası Batı topl u m unda bireysel öz­ gürl ü klerdeki gerçek gelişimi göz ardı etme eğilimi sergilediler. Onların sözünü ettikleri yozlaşma bütün n üfustan ziyade ayd ı n v e eğitimli o rt a sınıfı ilgilendiriyordu. Kültür endüstrisi ve egemen ideoloj i n i n gücü fazlaca vurgula­ nı rken, onun zayıf yan la rı ve i nsanları n bu koşu l l a nmaya nasıl direndikleri ve onu nasıl engellemeye çal ıştıkları ihmal edildi. Savaş-sonrası dönemde işçi sın ıfı ve tabi kon umdaki diğer grupların kapita l izme ve tahakküme karşı gel iştirdikleri farklı di­ renme g irişimleri de d i kkate a l ınmadı. Batı Avrupa'daki sosya l ist ve kom ü n ist partilerin gelişimleri ve gücü, modern sendika ların gücü, kad ı n özgürlüğü hareketinin ortaya ç ı kışı ve öğrenciler, etn ik g ruplar veya çevreciler gibi kesim lerin devletin, büyük sermayenin, bürokrasi ya da teknoloj i n i n gücüne karşı d iğer ra­ dikal h a reketleri de ihmal edildi. Onlar, Marksist bir devrim i n ni­ çin Batıda ortaya çıkmad ığını açıklamaya ça lışırken, 'sistem'in muhalefeti ezme ya da eritme, i nsanların düşünce ve davranış-

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

212



larını kontrol gücünü fazlaca vurg u ladılar. Son olarak, Otoriteryan Kişilik ( 1 950) ve Tek Boyutlu insan ( 1 964) gibi araştırmalar, modern insanla kitle toplumu arası ndaki, sos­ ya l kontralle uyum a rasında ki, faşizmle önyargı arasındaki i l işki­ lerin a n a l izine büyük katkı larda bulu nsa da, bu a raştırma lar ay­ rıntılı ve deri n lemesine teorik ana lizlerden yoksundur.

Eleştirel teori aslında bireyselliğin bir savunu su, tekil bireyin kitle topl u mu içinde ve modern sosyal teoride ele alın ması yönünde bir savu n uyd u. Bu yaklaşı mda, öznellik savu n u l d u ve pozitivizm i n sosyo­ loji ve Marksizm üzeri ndeki etkisine karşı sald ı rıya geçildi. O, modern sosyal sisteme içkin uyumculuk ve rasyonalitenin ezici g üçleri orta­ sındaki bireyin sesiydi. Fakat bu yaklaşım savaş-sonrasının sosyal analizlerinden sadece biri, çok farkl ı Ma rksist yeniden-yoru mlama çaba larından biriydi; ve başlang ıçta o l d u kça etkili olsa bile, artan kötü mserliği ve teorik zayıfl ığı neden iyle, daha rad ika l teori ler ve Ü çüncü Dü nyadaki devrimler, 1 968 Mayıs öğrenci devrimi ve 'sis­ tem'i bozma veya yı kmaya yönelik- başa rıl ı toplu msal hareketler karşısında kendi ölümüne tan ı k oldu. Onun kültür ve felsefeye yo­ ğunlaşması, Ma rksist düşüncedeki ekonomik, tarihsel ve s ı nıfsal ana­ lizlere uyu mlu daha yen i gel işmelerle a rtık aşılm ıştır. i l k Fran kfu rt Oku l u a rtık ölü olsa bile, ru h u Jürgen Habermas, Ciause Offe, Klaus Eder, Al bert Wel l mer ve d iğerlerinin yeni-eleştirel yazı larında yaşa­ maktadır. Gerçekte, Fra n kfurt düşünürleri insa n ı n özünde rasyonel bir varl ı k olduğuna, sadece rasyonel ve özgür bir toplu mda gerçekten i nsan gibi yaşayabileceği ve nefes alabileceğine ina ndılar. Fakat onlar böy­ le bir topl u m u n gerçekleşme ihtimaline inançlarını yitirdiler.

AYRlCA BAKINIZ •







TARiHSEL MATERYALilM -geleneksel Marksizm'in bu revizyonuyla ilişkili kaynak teori olarak YABANCILAŞMA -Marx'ın ilk görüşlerinin hümanist eleştirel teorinin temelini sağlayan bir düşünüş olarak YAPISAL MARKSiZM - Ü stadla ilişkili radikal alternatif bir yorum olarak MEŞRUiYET KRiZi -Jürgen Habermas'ın 1 930'1arın Frankfurt Okulu­ nun fikirlerini nasıl gen işletip d üzeitmeler yaptığını görmek için

ELEŞTiREL TEORi

213

OKUMA ÖNERiLERi BOTIOMORE, T.B. (1 984), The Frankfurt School, Tavistock [Frankfurt Okulu, Türkçesi: Ahmet Çiğ dem, Ara yayıncılık, istanbul 1 989; 2. Baskı, Vadi Ya­ yınları, 1 994] -öz ve oku maya değer bir inceleme. MCINTYRE, D. (1 970), Marcuse, Fontana, Glasgow

iLERi OKUMA ÖNERiLERi ADORNO, T.W. ETAL. {1 950), The Authoritarian Personality, Harper [Otoritar­ yen Kişilik Üstüne, Türkçesi: Doğan Şahiner, Om yayı nevi, 2003] BERNSTEIN, J. (1 994), The Frankfurt School: Critica/ Assessments, Routledge, London BOWIE, A. (200 1 ), 'Theodor Adorno', Ch. 5, El liot, A. and Turner, B.S. (eds), Profi/es in Contemporary Social Theory, Sage, London BRONNER, S. E. (1 996), Of Critica/ Theory and its Theorists, Sa ge, London HABERMAS, J . (1 973), Legitimation Crisis, Heinemann HORKHEIMER, M. ( 1 937). Traditional and Critica/ Theory, Fischer, Frankfurt [Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çeviri: Mustafa Tüzel, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos, 2005] HORKHEIMER, M. (1 972), Critica/ Theory, Herder & Herder HORKH EIMER, M. AND W. ADORNO, THEODOR. (1 995), Aydmlanmanm Diya­ lektiği Üzerine Fragmanlar /, Çevi ri: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınevi HORKHEIMER, M. AND W. ADORNO, THEODOR. (1 996), Aydtnlanmamn Diya­ lektiği Üzerine Fragmanlar ll, Çeviri: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınevi KELLNER, D. (2001 ), 'Herbert Marcuse', Ch. 4, Elli ot, A. and Turner, B .S. (eds), Profi/es in Contemporary Social Theory, Sage, London MARCUSE, H. (1 964), One Dimensional Man, Routledge & Kegan Paul [Tek Boyutlu insan, Çeviren: A. Timuçin, T. Tunçdoğan, May Yayınları, istanbul, 1 973] -'eleştirel' fikirleri n popüler bir versiyonu MARCUSE, H., ( 1 954), Reason and Revolution, H umanities Press [Us ve Devrim, Çeviri: Aziz Yardım lı, idea Yayınları, 1 989] MARCUSE, H. (1 955), Eros and Civilisation, Beacon Press [Eros ve Uygarlık, Çeviri: Aziz Yardım lı, idea Yayınları, 1 985] RAM SAY, A. (2000), The Frankfurt School, Ch. 1 O, Part ll, Andersen, H. and Kaspersen, L.B. (ed s.), Classica/ and Modern Social Theory, Blackwell, Ox­ ford WIGGERHAUS, R. (1 994), The Frankfurt School: !ts History, Theories and Politica/ Significance, Polity Press, Cambridge

SINAV SORUSU 'Marx'ın s ı n ıf kavram ı ondokuzuncu yüzyıl sanayi kapita l izmini anlamak­ ta yeterli olabilir, a n ca k çağdaş sanayi top l u m u n kavra mak için yeter­ sizdir.' sözün ü tartışın. (WJ EC, Haziran 1 986) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Etiketierne Kurami Howard Becker Amerika lı sosyolog Howard Becker (1 928- ) Chicago l llinois'de doğ­ d u, Ch icago Ü n iversitesi'nde okudu ve Ford Vakfı üyeliği ve Stanford Ü niversitesi'nde yardımcı profesörlü k dahil, çeşitli araştırma görevle­ rinin a rd ı ndan Evanston, l l l io nis, North Western Ü niversitesi'nde Sosyoloji ve Kentsel i lişki ler Profesörü olara k çalışmaya başladı. W.l. Thomas, Herbert B l u mer ve Everetto Hug hes gibi yazarlardan büyük ölçüde etkilenen Becker, 1 950'1 i ve 60'1ı yıllarda, özellikle sapkınlık araştırmasına katkıları ve temel bir sosyolojik araştırma tekniği olara k 'katılmalı gözlem' savunusuyla Sembol i k Etkileşirnci Hareket'in önde gelen kişilerinden biri hal ine geldi. 1 5 yaşında profesyonel bir müzis­ yendi ve 'Caz Dü nyası'yla ilgili derin bilgisinden sapkı n l ı k, etiketierne ve alt-kültürler ve 'yeraltı d ü nyası' yaşam biçimleri kon usunda temel bir d üşünce kaynağı olara k yararlandı. Becker ayrıca fotoğrafç ı l ı k tutkunuyd u . Bu özelliği o n u 'Sanat Dünyası'yla v e fotoğrafçılığın sosyolojiye katkıs ıyla ilgili çalışmalara yöneltmiştir. Etiketierne düşüncesi Howard Becker'a a it değildir -bu ayrım ge­ nellikle Frank Tonnenbaum ve Edwin Lemert'e ve G.H. Mead, W.l . Thomas ve Charles Cooley gibi sembolik etkileşimcilerin gel iştirdikle­ ri d üşüncelere dayand ırılır. Ne de Becker, etiketierne kura mının olu­ şumu ve gelişim inde tek 'önemli' kişidir (Lemert, Schur, Goffman ve diğerleri bu alana aynı ölçüde değerli katkılar yapmışlard ı r). Becker'in katkısı daha ziyade etiketierne kuramının temel kavra mlarını ve eti­ ketierne sü recinin aşamalarını sistematik olara k ifade etmesi veya bir kurama dön üştürmesi ve bu kura m ı ünlü kitabı 'Dtşandakiler' ( 1 963) aracı l ı ğ ıyla popüler kılmasıdır.

ETiKETLEME KURAMI

215

FiKiR Sapkın lık - topl umun normları ve değerlerini tehd it eden anti-sosyal davranışlar veya suçluluk - toplumun yasa larını ihlal eden anti-sosyal davranışlar: bütün bunlar doğ uştan getirilen özellikleri n sonuçları mıdır, yoksa kişinin içinde d oğduğu veya yetiştiği sosyal çevrenin ürettiği davranışlar m ıd ı r? i nsanlar sapkın olara k mı dünyaya gelirler? Onlar suçlu olarak m ı doğa rlar, yoksa o n lara bu şekilde davranan ve tepki veren topl u m m u onları anti-sosyal kılar? Bu sapkınlık ve suç sosyolojisinin temel bir sorusudur ve bu ala­ nın suç ve suçun nedenleriyle ilgili teorileri ve önermelerinin temel ini ol uşturmuştur. Geleneksel olarak pozitivist sosyologlar sapkınlığı belirli suçlu ya da a nti-sosyal tipierin içsel bir niteliği veya a ksine, kötü bir aile geçmişi, çevre veya yan l ı ş sosya l leşmenin bir sonucu olarak açıklama eğilimindeydiler. Fakat fenomenologlar, özelli kle semboli k etkileşirnci bir çerçeve içinde çalışanlar anti-sosyal davranışı çevrenin bir ü rünü, kişinin içinde doğduğu sosyal çevrenin ve 'önem­ l i d iğerleri'nin, özell ikle anne-babalar, a rkadaşlar, öğretmenler ve otorite konumu ndakilerin onlara ya klaş ı m biçiml erinin bir ya nsıması olarak görme eği l i m indedirler. Bu perspektife göre, kimi insanlar doğuştan suçlu ve ıslahı i m kansız kötü veya zararlı va rlıklar değ i l ler­ d i r. Onlar daha ziyade d iğerlerinin kendilerine yaklaşım biçim lerinin -veya en azından, bu yaklaşımı algılama biçimlerinin- bir sonucu olara k anti-sosyal varl ıklara dönüşürler. Bu bakış açısından, sapkınlar ve suçlular diğerlerin in uyg un yaklaşı mları ve tepkileriyle ıslah ve hatta 'tedavi edilebilirler'. 1 9SO'Ier ve 60'Iarda sembol ik etkileşimeiliğin popülaritesi artar­ ken, birçok farkl ı sosyolog, özellikle Chicago Ü niversitesi'ndekiler 'etiketleme kuramı' adı verilen bir yaklaşım, bireylerin doğ u m l a geti­ rebilecekleri genetik özel l i klerden ziyade, bel irli insanlara uyguladı­ ğımız 'toplu msal etiketler'i ve bu etiketiernenin a rdından onları sap­ kınlığa iten ve sapkı nlığı artıran yaklaşım biçimlerim izi araştıran bir teori geliştirmeye başladılar. Etiketierne teorisi hareketinin önde gelenlerinden biri, Ch icago Ü niversitesi'nde okumuş ve daha sonra Sosyoloji ve Kuzey-Batı l l l inois Ü niversitesi'nde Kentsel i l işkiler Profe­ sörlüğü yapmış Howard Becker'dir. Becker sarsıcı kitabı Dtşandakiler'de ( 1 963), sistematik bir etiket­ Ierne ve sapkı n l ı k teorisi gel iştirir. O asimda sapkı n l ı k diye bir şey ol madığını öne sürer. Daha ziyade, bir davranış biçimi sadece başka­ ları öyle tanımlad ığı için sapkın hale gelir: Toplumsal gruplar sapkınlığı, ihlali sapkınlık 'oluşturan' kurallar

216

SOSYOLOJIOE TEMEL FiKiRLER

yaratarak ve bu kuralları belirli kişilere uygu layıp onları Dışarıdaki­ ler olarak etiketleyerek yaratırlar. Bu bakış açısından sapkınlık, ki­ şinin yaptığı davranışın bir niteliği değil, daha ziyade, 'suçl u'ya diğerleri tarafından kurallar ve yaptırımlar uygulanmasının bir sonucudur. Sapkın kişi etiketin başarı lı şeki lde uyg u landığı biridir; sapkın davranış insanların bu şekilde etiketiediği davranıştır. Bu perspektiften, sapkın davra n ış yoktur; sapkın lık basitçe diğerleri­ nin onayla madıkları ve anti-sosyal, normal-d ışı veya suçlu olarak eti ketledikleri davra n ıştır. O ta mamen ki m i n yaptığı na, ne zaman, nasıl ve kimin ön ünde yapıldığına bağ l ı d ı r. Bu yüzden örneğ in, ban­ yoda veya d uşta ç ı plaklık oldukça normal ken, kahvaltıya çıplak otur­ duğun uzda a nne-baban ız, kardeşleriniz durumu biraz şaşkın l ı kl a karşı layacaklard ı r. Benzer şekilde, çılg ınca bir parti v e eğlencede kaba veya çirkin bir davra n ış doğal karşıl a n ı r, hatta teşvik edi l i rken, bir cenaze töreninde uygun görülmez veya kınanır. Bir başkasını öld ür­ mek bile ne her za man ya n l ış karşı lanır ne de m utlaka cezalandırılır. Hepsi koşullara, i l g i l i bireylerin güdüleri ne, d iğerleri n i n, öze l likle otorite konu mu ndakileri n ona bakış açılarına bağlıd ır. Birini öldür­ mek, bu yüzden, c i nayet veya en azı ndan kasti-ol mayan bir cinayet olara k etiketlenir ve buna göre bir ceza veri l i r. Aynı şekilde, bu dav­ ranış bir savaşta yapılmışsa kah raman lık olara k övül ü r veya meşru müdafaa olara k görü l ü r. Temel önemde olan, otorite kon u mundaki­ lerin, davra nışı ka bul edilebil i r veya sapkın bir edi m olara k tanımlama ve etiketierne gücüne sahip olanların -yarg ıç ve polis, doktor ve öğretmen, h ü kü met ve medya n ın- tepkisi ve onların -kend ilerine yurttaşlar veya hasta lar, çocuklar veya okurlar olarak- ta bi ola nlarla i l işki l erid ir. Bu yüzden Becker'e göre, "Sapkınlık, davra nışın temelinde yatan bir nite l i k değil, eyl emi yapan kişi ile bu eyleme tepki gösteren­ ler arasındaki etkileşimdir". Becker ardından bir kişinin normal olara k görül mekten sapkın olara k a l g ı l a n ma ve etiketlenmeye doğru geçirdiği evreleri kısaca açıklar. i l k olarak, başlangıçta bir 'ka m u sal' etiketierne işlemi, başlarda çoğu kez oldukça i nformel o lan, ancak son radan bir ivme kaza nan ve genell ikle ka musal bir seremaniye ve bir kişinin sadece tu haf veya sapkın bir biçi mde davranan biri olara k değil aksine resmen sapkın biri olara k ta n ı m la n masına yol açan bir s ü reç vardır. Ö rneğin, mah­ kemede hüküm giyen ve cezaevine gönderilen bir suçlu; bir doktor ve psikiyatr tarafından teşhis kon u l a n bir a l kolik; bir şizofren teşhisi kon ulan ve tedavi için a kıl hastanesine gönderilen 'kaçı k' teyze. i kinci olara k, bu resmi etiketler, uyguland ı kları andan itibaren

ETiKETLEME KURAMI

217

egemen etiket h a l i n e gelir ve b i r kiş inin d a h a önceden b i r baba, arkadaş veya patran olara k sahip olduğu d iğer bütün semboller ve statüleri ortadan silerler. i nsanlar fa rkl ı tepkiler verirler. Onlar ilgili kişiyi tamamen yen i bir ışıkta görür, önceki bütün davranışlarını ol­ d u kça farkl ı bir biçimde yo rumlar ve bu yo rumlara göre davranır, genellikle onu sapkın biri ve artık ilişki kurmayacakları biri olarak reddeder, soyutlar ve paylarlar. Ö rneğin, ailesi tarafından reddedilen ve evsiz ka lan al kol ik; bir iş bul amayan veya ev satı n ala mayan eski suçlu. Ü çüncü ola rak, bu reddedilme kaçın ı l maz olarak bireylerin kendi­ lerini algılama biçimlerini, benlik algılarını etkiler. Çoğu artık bu sap­ kın etiketine göre yaşayarak, bir sapkına dönüşerek sapkın bir yaşam biçimini ve hatta sapkın bir 'kariyer'i ben i mseyerek tepki verir profesyonel bir suçl uya dönüşen genç bir suçlu, bir eroinman ve uyuşturucu bağımiısı hal ine gelen bir hap kullanıcısı. Bu tür bireyler çoğu kez 'normal' toplumdan uzaklaşır ve alternatif yaşam biçimleri sürd ürür veya sapkın alt kültürler içindekilerin desteğ ini arayarak ve onlar arasında statü kaza nmaya çalışarak yera ltına çekilebilirler. Bu yüzden, bir etiketierne döngüsü kendini doğrulayan keha nete yol açabil ir. Sapkın olara k etiketlenen biri sonunda bir sapkına dönü­ şebi lir; hatta onlar kendilerine uygulanan 'kontroi sağlayıcı' etiketi ben i mseyebil i r ve sapkın olarak imgeleri n i usta bir suçlu veya bir deli olarak sürdürebil i rler. Etiketierne kaçınılmaz bir süreç değildir (eski hü küml üler iş bulabilir ve uyuşturucu bağ ı m l ı la rı alışkanl ı klarından vazgeçebilir). Ancak, sapkın davranışa özellikle bir akıl hastanesine veya cezaevine ka patılma eşlik ediyorsa, ka m u n u n etiketleyici baskı­ larına direnmek ve üstesinden gel mek için güçlü bir karaktere ihtiyaç vardır. Howard Becker etiketierne teorisi içindeki birçok temayı bir araya getirir ve ona yapıland ırılmış ve sistematik bir çerçeve kazandı rır. Başka yazarlar bu teoriyi benimsemiş ve geliştirm iş, sosyolojik araş­ tırma ve pratiğe uygulamaya çalışmışlard ı r. Edwin Lemert. örneğin, birincil ve ikincil sapma ayrımı yapar, ya ni Lemert, topl u m tarafından etiketlenmeden önceki sapkı n davranışiart topl u msal tepkinin bireyin etiketiernesinden sonraki kişisel benlik algısı ve statüsü üzerindeki etkisinden ayırır. Lemert'e göre, çoğu i nsan bazen sapkın davran ı ş­ larda bulunu r; fakat bunla rdan sadece çok azında ya kalanır ve top­ lum tarafından etiketlenir. Böylece, birincil sapmalar çoğu kez onların ben l i k imgeleri veya günlük yaşantılarını çok az etkiler. Bu yüzden, geleneksel kriminolojide yapılanın aksine, suçun neden lerini 'ortaya çıkartmak' için suçluların toplumsal köken ierini derinlemesine araş-

218

SOSVOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

tırmak ku l l a nışlı değild ir. Sapkınlığın nedenleri, daha ziyade, topl u m tarafından etiketlenme v e bu etiketlenmenin birey üzerindeki etkisi­ dir (ikincil sapma). Aaron Cicourel, pol isin ve çocuk suçları bü rosundaki görevl i lerin zan l ılara ka rşı davran ışla rıyla i l g i l i çalışmasında ( 1 976) böyle bir suç­ l u l u k etiketiernesi nin evrelerini o rtaya koyar. Cicourel polis lerin ve çocuk ş ubesi görevlilerinin, erkek, zenci, yoksul bir köken veya böl­ geden gelen gibi tipik basmaka l ı p bir s u ç l u i mgesi tarafı ndan nasıl yönlendirildiklerini ve suçlu tipleri soruşt u ru rken bireyin m üza kere, tutuklanmaya d i re n me ve dava etme yeteneğinden nasıl etkilendik­ lerini a raştırmıştır. N itekim Cicourel'e göre, 'adalet müzakereye açık­ tır' ve suçun gerçekliğini yansıtma ktan uzaktır; resm i istatistikler daha ziyade polislerin, halkla etkileşimlerinde nispeten g üçsüz sosyal gruplara i lişkin 'ka l ıp ya rgılar'ının bir yansımasıd ı r. Bu yüzden, bu istatistiklere genç, işçi sı nıfından ve siyah erkekler daha fazla dahil edilirken; beyaz, orta sı nıftan delika n l ı l a r ve genç kızlar dışarıda bıra­ kıl ı r. Erving Goffman cezaevleri, akıl hastaneleri ve ısla hevleri g ibi total kuru m ların içerdekilerin ben l i k a lg ıları ve bi reyselliklerini nasıl yıktık­ larını, onları o n u r kırıcı bir sü reçten geçirerek kurumsal bir sayı, hücre ve kon u ma nasıl ind irgerneye ça l ıştıklarını ortaya koymuştur. Bu kuru m ların yen i sakinleri eski giysileri n i ç ı ka rmak, saçları ve kişisel eşyalarından kurtul mak zoru ndadırlar; ku ru m onları ü niformalara sokar ve içerdekilerin özg ü rl ü kleri, kat ı l ı m ları ve i nisiyatifl erini engel­ leyecek biçimde kuru m u n gündelik ruti nlerini hakim kı lar. Böyle bir kuru msal o rganizasyon, bu insa nları ıslah etmek yerine, sadece onla­ rın sapkın kimliklerini teyit eder, normal topluma katılm a la rını daha da güçleştirir ve böylece suça ve nihayetinde hapishaneye dönme ihtimalini büyük ölçüde a rttırır. Bu yüzden, yen iden suç işleme eği­ limleri ve delilerin cezaevi veya akıl hastanesine düzenli olara k dön­ me eğ i l i mleri çok yüksek oranları bulmaktad ı r -belki de iro n i k olan, bu mekanların onların kend ilerini g üven ve emniyette hissettikleri yerler olmasıd ı r. Thomas J. Scheff ( 1 984) ve Thomas Szasz ( 1 987) etiketierne teori­ sini psikiyatriye ve akıl hasta lı kları araştırmasına uyguladı. Scheff'e göre, küçük davranış ihlal leri 'tuhaf' olara k etiketlenebil irken, daha ciddi sürekli normal-dışılıklar akıl hastalığı, delilik teşhisine ve sonuç­ ta tecride yol açabilir. Rosenthal ve Jacobson ( 1 968) bu süreci Ameri­ ka'daki farklı psikiyatri hastanelerine sesler d uydu kları nı bel irterek başvuran hasta kayıtlarını inceleyerek betimlemeye ça lıştı. Başvuran­ ların hepsi hastaneye yatı rı l d ı, akıl hastası, m u htemelen şizofreni

ETiKEYLEME KURAMI

219

teşhisi kondu ve bütün ha reketleri patolojik olara k yoru mlandı. Can sıkıntısı bile hastane personel i tarafı ndan 'an ksiyete' olara k yorum­ landı. Araştırmacıların h il eleri kesinlikle fa rk edilmedi, aksine gerçek hastala rın bir bö l ü m ü ne gid erek daha fazla hasta l ık şüphesi altında bakıl maya başlandı. Szasz etiketierne teorisini geleneksel psikiyatriyi ve onun temel ka bulü "akıl hasta lığı, görüldüğü kadarıyla, modern hayatın, gündelik hayatın stresleri ve gerili mleri n i n yarattığı bir prob­ lemden ziyade bir hasta l ı ktır" d üşüncesini eleşti rrnek için kullandı.

KAVRAMSAL GELiŞiM i lgi odağ ı n ı bireyden topl u msal tepkiye ve sosyal kontrol birimlerine kayd ıran böyle çarpıcı bir suç ve sapkın l ı k a n a l izi sapkı n l ı k sosyoloji­ sini büyük ölçüde etki lemiştir. Böyle bir analiz, sadece kriminoloji alanındaki çalışmalarda değil, tıp, ı rk, eğiti m ve fem i n izmle ilgili ça­ lışma larda da etiketierne yaklaşımını bir ö lçüde değiştiren ve gen işle­ ten zengin çalışmaları n yol unu açmıştır. Etiketierne kuramı, atası sembolik etkileşimei l i k gibi, 1 960'1arın yeni sosyoloj i lerinden biri haline gelmiş ve bir süre sapma sosyoloj isine egemen olmuştur. Hatta o sosyal politikayı, örneğin akıl hastaneleri ve cezaevleri gibi kurumlardaki uygulamaları etkilemiştir. O özelli kl e akıl hasta lığı ve eğiti m araştırma larını kuvvetle etkilem iştir. Modern psikiyatri a landa­ ki uzma nları hastaları çok erken evrede etiketiernenin teh l i keleri ve son uçları kon usunda uyarırken, çok erken bir evrede öğrencileri etiketierne veya yönlendirmenin etkisi üzerine eğitim a raştırmaları da Avrupa ve Ameri ka'daki çok yönl ü okul s istemlerin in gelişimine temel teşkil etmiştir. Ancak etiketierne kura mı, aynı şekilde, kuramsal beli rsizliği ve empirik bulgu eksikliği nedeniyle de büyük bir eleştiriye uğram ıştır: o

o

Etiketierne kuramı, sapkı n l ığ ı n 'kaynaklarını', yan i çoğ u n l u k ya­ salara uyar ve itaat ederken, belirli bireyleri toplumsal normlar ve yasaları çiğnemeye iten faktörleri açıklayamaz. O suç ve sapkı n l ı ğ ı n bütün 'suçun u ' etiketleyicilere yükler ve sapkınları 'mas u m kurbanlar' olarak gösterir görünür. Ronald Ackers'i n kısa ve öz o larak ifade ettiği gibi: "Bazen suç konu­ sundaki l iteratür okunduktan sonra şöyle bir izienim oluşur: i n­ sanlar ken d i işleriyle meşgu l ken -'birden'- kötü toplum çıkage­ lir ve onları damgalı bir etiketle işlerinden a l ı koyar". Uyuşturucu kullananlar veya h ı rsızlık yapanlar yasayı çiğnedikleri n i n tama­ men fa rkındadırlar; hatta çoğu kez bu 'karşı ç ı kışlarından' gurur

220

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

duyarlar. Yine de, etiketierne ku ramı, sapkı n l a rı edilgin, tutukla­ nı ncaya kadar yaptıkları davranışı n sapkın doğasından ha bersiz gibi gösterme eği lim indedi r. Daha ziyade, birey bir cinayet, barba rca bir eylem veya okuldan kaçma gibi bir kaba h at işler ve daha sonra to plumdaki sosyal kontrol birimleri ona tepki göste­ rir. •



Etiketleme kura m ı 'to plu msa l tepkiyi' -ya ni pol is, öğretmenler ve diğerlerinin n için bu şekilde tepki gösterd iklerini, tutu mları ve basm a ka l ıp yarg ılarını nasıl edindiklerini, nasıl olup da bazı bireyler etiketienirken d iğerlerinin etiketlenmediğini- yeterince açıklayamaz. Daha önemlisi, sapkınlığı tanımlayan kuralları ki­ min koyduğu açıklanmaz. Marksistler ve diğer radikal yazariara göre, bu kural koyma gücünü a naliz etmeme ve özellikle de böyle bir gücün 'sın ıfsal' temelini göstermeme etiketierne ku­ ra mının zayıf yanıd ır. Becker ve Lemert, belirli grupların kura l ve etiketleri d iğer daha zayıf toplumsal kesimlere (yaşlıların genç­ lere, erkeklerin kadınlara, orta sın ıfın çalışan sınıfa) dayatma gü­ cüne sa h i p olduklarını kesinlikle ka bul eder. Fakat onlar bu an­ layışı sosyal sistemin ayrıntı l ı bir a n a l izini içerecek biçimde ge­ nişletmezler. Bunun yerine, etiketierne kuramı, çalışmalarını, etiketler konusunda yasaları etkileyebilecek konumdakilerden ve özellikle bu yasa ları ya pan lardan -politikacılar, üst düzey işadamları, medya patron larından- ziyade, 'kaybedenler'e, hip­ piler, suçlu gençler ve eşci nsellere yoğunlaştırma eğ i l i m i göste­ rir. Kapita l i st toplumlarda suç ve sapkı n l ı k konusunda bütüncül bir analiz gel iştirmek Marksist yaza riara kalm ıştır ve bu son yak­ laşım 1 970'1er ve 80'1erde sapkı n l ı k sosyoloj isinin egemen gücü o larak giderek etiketierne teorisinin yerini a l m ıştır. Etiketleme kuram ı, daha geleneksel perspektifler tarafı ndan, kavra m larının zayıflığı ve ayrıntıl ı bulgu eksikliği nedeniyle eleş­ tirilmiştir. Bazıları örtüşen ve hatta çatışan oldukça farklı etiket­ Ierne tanımları yapıl m ı ştır. Becker ve Lemert gibi bazı ku ramcı­ lar etiketiernenin bir kurarn olduğu düşüncesini bile reddeder ve bu ya klaşımın, daha ayrıntıl ı analizi teşvik a macıyla tasar­ lanmış, duyarl ılaştıncı bir an layış olduğunu savunurlar. Ayrıca, Walter Cove'in ( 1 976) öne sürdüğü gibi, somut ça lışmalar eti­ ketleme kura m ının iddiaları n ı n çoğu n u çü rütecek doğru ltuda­ d ı r. Ka n ıtlar, etiketiernenin kişisel veya kökensel fa ktörlere göre daha sınırlı bir etkiye sa h i p olduğunu göstermektedir ve özel l i k­ le "mevcut kan ıtların da gösterdiği g ibi, sapkın etiketler asl ı nda sapkın davranışın bir ü rünü ve sapkın etiketleri de özünde sap-

ETiKETLEME KURAMI

221

kın bir davranışın sonucudur ve yine de sapkı n l ı k etiketleri sap­ kın kariyerlerin temel nedeni değildir." Etiketierne kurarncıları bu tü r eleşti rilere, onun sanılandan daha ge­ l işkin ve esnek bir kuram olduğunu öne sürerek karşı l ı k verdiler. Bec­ ker, 'Etiketleme Kura m ı Ü zerine Yen i Bir Değerlendirme' adlı yazısın­ da ( 1 974), yapılan seçim ler kadar 'etiketlenenler'in yeni bir ki m l ik, kariyer ve yaşa m biçimine kavuşurken geçirdikleri süreçleri de ana hatlarıyla ortaya koymaya çal ıştı. Bir suçlu, hasta veya toplumdan uzaklaşan bir kişi, bel irli bir evrede, sapkın bir kariyere geçmekten vazgeçip asıl kimliğine dönmeye çalışabil ir. Ancak Becker daha sonra, kendi araştırma sti l i n i n 'etiketlenme' ve damgaianma biçi m i n i üzün­ tüyle karşıladığını, aksine bu ya klaşım ı n pozitivist yaklaşımların bir eleştirisi olara k ve etki leşirnci sosyoloji okulunun genel gelişimine bir katkı olarak görül mesi gerektiğini ifade eder. Böylece etiketierne kura mı, ilgiyi, kura l ları çiğneyenlerden kuralla­ rı-koyanlara, topl u m u n normlar ve yasa ları n ı n doğal ve önceden verili olduğu kabu lünden o n ların göreli bir yapıya sahip old u klarını ka bule yönelterek, sapma sosyolojisinin gelişi m i ne olağan üstü katkı­ da bulunm uştur. Etiketierne kura m ı sapma n ı n bir azı n l ı k etkinliği değil, gerçekte çok yayg ı n bir durum olduğunun fark edil mesi n i sağla mıştır. Resm i istatistikierin gösterd iği g ibi, normal ol mayan şey yakalanmak ve açıkça etiketlenmektir. Etiketierne kura mı sapınayı özünde anti-sosyal ve sadece hasta veya sapkın bireylere özgü bir şey olarak gören pozitivist ve determin ist sapma teorileri üzerindeki tartışmalara önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu kuram, bireylerin toplumun etkisiyle beni msedikleri anti-sosyal davra nışlar içine gir­ meye nasıl d irendiklerini, hatta bu süreçleri nasıl değiştirmeye çalı­ şabilecekleri n i ortaya koymuştur. O kriminolojiden eğitim ve akıl hasta l ığına kadar birçok farklı alanda sosyal politikaları etkilerneye yardımcı o l m uş, bu alanlardaki uzma nları kendi prosed ürleri ve dav­ ra nışları ve kendi hastaları, öğrencileri veya suçlu ların serg iledikleri sapkın davra n ışlara ne kadar katkıda bulund u kları konularında yeni­ den düşünmeye zorlamıştır. H. Becker gibi etiketierne kurarncıların ı n yapa madığı şey, bu g ü ç l ü sistemi t a m b i r suç v e sapma kura m ı haline getirmektir. Böylece, alanda bu kuram ı n yeri n i örneğin 1 970'ler ve 80'lerin daha rad ika l ve Marksist yazarlarının ve 1 990'ların post­ modern istlerinin daha güçlü kura m iarı a l mıştır.

222

SOSVOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

AYRlCA BAKINIZ • • •

SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -bu fikri n felsefi kaynağı olarak DAMGA -bu teorinin pratikte bir örneği olarak SiMÜLASYONLAR -post-modern bir güç imgeleri ve etiketleri an layı­ şı olarak

OKUMA ÖNERi LERi BECKER, H.S. ( 1 963), Outsiders, Free Press, New York BOX, S. (1 971 }, Deviance, Reality and Society, Rinehart & Winston C OH EN, S. (Ed.) (1 971 ), lmages of Deviance, Penguin KEDDIE, N. ( 1 973), Tinker Tailor: The Myth of Cu/tura/ Deprivation, Penguin

iLERi OKUMA ÖNERi LERi CICOU REL, A. (1 976), The Social Organisation of Juvenile Justice, Heinernan GORE, W.R. (1 975), The Labeling of Devian ce, Sa ge GOFFMAN, E. (1 968), Asylums, Penguin, Harmondsworth HARDGREAVES, D.H. ET AL. (1 975), Deviance in Classrooms, Routledge & Kegan Paul SCHEFF, T.J. (1 984), Being Mentally lll: A Sociological Theory, Aldine SZASZ, T. (1 987), lnsanity: The Idea and lts Consequences, Wiley

SI NAV SORULARI 'Etiketleme teorisi' nedir? O n u n sosyolojik suç ve sapma an layışına katkısını eleştirel gözle değerlendiriniz. (Cambridge Yerel Sınav Ko­ misyonu, Haziran 1 987) 2 Etiketierne teorisinin suç etkinliği ve ona tepkiler konusundaki anlayı­ şımıza katkısını a naliz ed iniz. (WJEC, Haziran 1 987) 3 "Sapkın davra n ı ş öyle etiketlenen davranıştır." B u görüş suçu veya akıl hasta l ığını a n lama biçimi olarak n e kadar uygundur? (Cambridge Ye­ rel Sınav Komisyonu, Haziran 1 986) 4 Etiketierne yaklaşım ının eğitsel başarıdaki farkl ılığı anlamamıza yaptığı katkıyı değerlen d i rin iz. (AEB Kasım 1 985) 5 Sapmanın top l u msal önemini iki farklı toplumda ve iki farkl ı teorik perspektiften karşı laştırın ız. (Londra Ü n iversitesi; Haziran 1 986) Çeviri: Şebnem Özkan

Etnometodoloji Harold Garfin kel 'Etnometodoloji' terimi "insanların etrafiarındaki d ünyayı anlama k i ç i n kullandıkları metotlar"ı anlatır. O gündelik hayatın, insanların gündelik işlerini sürd ürmekte kullandıkları rutinler ve kura lların, dost­ lar veya aile, iş arkadaşları veya müşteriler, ya bancılar veya ta nıd ıklar olara k d iğer i nsanlarla alışverişleri ve i l işkilerinde kullandıkları norm­ lar ve değerlerin a raştırıl masıdır. Bu sosyoloj i k araştı rma ve teori anlayışı Ma rx, Weber ve Du rk­ heim'ın büyük boy teorileriyle keskin karşıtl ı k içinded ir ve bazı sol kanat sosyologların rad ikal teori lerini n coşkusu ve devrimci tutkusu­ nu çok az yakalar görü n ü r. Gündelik hayatın sosyolojisi, toplu msal rutin ler ve alışka n l ı kların ve insanların g ü ndelik etkileşim biçimlerinin araştırılması ilk bakışta oldukça sıkıcı ve s ıradan bir şey gibi görünebi­ lir, ancak bu a raştırma alanı i kinci Dü nya Savaşı'ndan beri en yenilik­ çi, en sorgulayıcı ve en kapsa mlı sosyolojik araştırma alanlarından biri olduğunu kanıtlamıştır. Etnometodolojinin kurucusu, Talcott Parsons'ın öğrencisi olan, ancak Alfred Schutz'un fenomenolojik d ü şü ncelerinden büyük ölçü­ de etkilenen Harold Garfinkel'd i r. Gündelik hayatın ince ayrıntıların­ dan büyülenen G a rfin kel etnometodolojiyi 1 967'de yayın ladığı Et­ nometodolojik Araştırmalar a d l ı kitabıyla bağımsız ve bil inçli bir giri­ şim olara k başlatmıştır. Çoğu insan gibi çoğu sosyolog da g ü ndelik hayatın düzenini sor­ gulamaz, ne de onu ayrı ntıl ı olara k a raştırma ve inceleme gereği duyar. Aksine onlar olağandışı olaylar, etkin l i kler ve oluşurnlara -suç, terörizm, felaketler ve ka rışı kl ıklara- odaklanırlar ve bizi neyin bir arada tuttuğunu ve her gün d ü nyadaki m ilyonlarca insanın gündelik yaşantılarını nasıl rutin bir biçimde sürdürdüğünü sorg u l a mazlar. Çoğu sosyolog -ekonomik veya siyasa l devrimler gibi- önemli büyük

224

SOSYOLOJ iDE TEMEL FiKiRLER

topl u msal değişim ler ve kesintilere oda klan ırken, etnometodologlar araştırmaları n ı n merkezine gündelik gerçekliği yerleştirirler. Onlara göre, gündelik hayatın ruti nleri ve sağduyusa l a nlayışlarının a rdında yatan ortak fikirler, ka rşılıkl ı beklentiler ve paylaşılan anlamla r olma­ saydı, araştı rılacak bir top l u msal bile d üzen ol mayacaktı. Biz b i r kaos, sürekli çatışma ve d üzensizlik içinde yaşayacak, vahşi bir hayat, hiçbir değişim ve ilerlemenin olam ayacağı, barışın asla kurulamayacağı bir orman hayatı sürdürecektik. Harold Garfinkel, bir j ü ri üyeleri g ru b u n u n ken dilerine s u n u l a n kanıtları a n lamak i ç i n başvurd ukları 'sa ğduyusa l' metotlar üzerine yaptığı bir a raştırmayla, bu fazlaca ihmal ed i lmiş, hatta 'sı ra dışı' top­ lu msal hayat a l a n ı n ı n araştı rı lmasını teşvik etti. Onun araştırmasının temel b i r özel l iğ i, toplumsal d üzenin oldukça kırılgan doğasını aydın­ latmak için 'doğal deneyler' ya pılmasıyd ı. Ö rneğ i n o, gündelik hayat­ ta rutinlerin önemi n i aydınlatmak için, öğrencilerinden -kalabalık bir otobüste yüksek sesle şarkı söyleyerek veya yaşlı baya nlar ve hamile kadı n ları yerleri ni kendilerine vermeye zorlayarak- bu ruti n leri bilinç­ l i olara k ihlal etmelerini istedi. Garfi n kel, hepim izin geniş bir a rka­ plan bilgi stoku kullanma derecemizi ve özel l ikle b i r kon uşma veya eylemi yoru mlamak için eylem bağlamına ne kadar bağ l ı olduğu mu­ zu göstermek a macıyla, on öğrenciyi görü nüşte kendi kişisel prob­ lemleri ha kkında konuşmak üzere bir danışmanla görüşmeye gön­ derdi. Danışman bir parava n ı n a rkasına oturdu ve soru ları sadece rasgele 'evet' ve 'hayır' biçiminde cevapland ı rd ı . Ancak, öğrenciler bu 'anlamsız' durumu problem hakkındaki a rka-plan bilgileri n i ku llana­ rak an la maya çalıştılar. Aslında danışmanın sahte olduğunu bil me­ yen öğrenciler o n u n ceva plarını çok farklı biçimlerde yorumladılar. Garfinkel, bu deneylerden hareketle, toplumun sıradan 'üye­ ler'i nin gerçekliği yoru mlama çabalarının ya n ı sıra, bu gerçekliği her g ü n yaratma (ve yeniden-yaratma) kapasitesine sahip olduklarını açıklamak için üç temel kavram gel iştird i : dokümanter metot, ref/eksi­ vite ve bağlama gönderimfilik (indekssellik). Garfi nkel dokümanter metot ile her g ü n gördüğü m üz ve yaşadığımız olağandışı çeşitlilikte olgunun belirli temel kal ıplarını belirleme biçimimizi a nlatır. Bu genel ka lıpları yaşadığımız özel olayları a n la m a kta kullanırız. Toplumsal hayat bu yüzden refleksiftir -her özel parça daha genel bir tem a n ı n bir ya nsıması veya kan ıtı, her ya nsıma veya kanıt d a genel teman ı n b i r parçası olara k görü l ü r. B u yüzden, sadece "her biri diğerini ayd ı n­ Iatmakta ku llanılmakla" kalmaz, aynı zama nda kend in i-doğru layan bir kehanet gelişir. Genel gerçeklik anlayışımız, bizi, bireysel kanıtla rı önceden beli rle n m iş -ve toplumsal hayata i l işkin orijinal resm i m izi

ETNOMETODOLOJi

225

doğru layacak- biçimde özel kan ıtlar seçmeye ve yorumla maya yö­ neltir. Son olarak, Garfi n kel h içbir sözcük veya eylemin ilgili konuşma veya durumun yer aldığı bağlam d ış ında bir a nlama sahip olmadığını öne sürer. Bu bağla ma-gönderi m l i l ik, bazen, örneğ in, bir ha reket sözgelimi, bir davra n ış veya deyim- ya nlış a n laşıldığında 'düzeltil­ mek' zorundadır. Ö rneği n, 'sen ö l üsün' ifadesinin bağlama, söyleyiş tarzı na ve ses tonuna bağlı olarak insanlar tarafından nası l fa rkl ı bi­ çimlerde yorumlanabileceğini düşünün. N itekim Garfinkel ve çoğu etnometodolog için, dil ve bir 'etkinl i k' olara k konuşma sadece d ünyayı a n lamakta değil, aynı za manda onu 'yaratmak'ta da ku llandığ ı m ız merkezi bir a raçtır. Sözcükler sadece olan şeyi ifade eden semboller değil, aynı za manda şeyleri yapmanın, toplumun işleyişinin temel araçlarıdı r. Bu kavram etnometodolog lar için o kadar temeld i r ki, Harvey Sacks gibi yazarla r 'konuşma analizi'ni bağ ımsız bir a lt-disipline dönüştürmeye çalışmışlard ı r. Garfinkel öze l likle, geleneksel sosyolojin in, toplumsal düzenin sokaktan insa nların görüşleri ve açıkla malarının ötesinde ve üzerinde kendine ait bağ ı msız bir gerçekliğe sahip olduğ u ve sosyologların hayata il işkin yoru mlarının topl umun sıradan üyelerinkinden daha doğru ve bilimsel olduğu kabullerini çü rütmeye çalışır. Sıradan insan­ lar sadece toplu m u n tal imatiarına uyan 'kültürel apta llar' o l m ayıp, kendi yorumla rı, eylemleri ve açıkla malarıyla gerçekte onu 'yaratır'lar. Bu yüzden, Garfinkel'e göre, sosyologların topl u m u anlama metotları özünde sıradan insanlarınkinden fa rkl ı (ve kesi nlikle üstün) değildir. Bu yüzden, sokaktaki insan bir an lamda sosyologdur. Böylece, sosyo­ logun rol ü sadece insanların içinde yaşadıkları 'dünya'yı her gün nasıl yarattıkları ve yeniden-yarattıklarını betimlemek ve açıklamaktır. Bu yüzden, etnometodologların ana-akım sosyolojiye eleştirileri önemlidir. Etnometodologlar, topl u msal düzeni veri l i olara k, toplum­ sal davranışların üzerinde ve ötesinde bir şey olarak, toplumsal olgu­ lar olara k a l m a k yerine, sosyal gerçekl iği sosyolojik araştırmanın temel nesnesi kıl maya çalıştılar. Etnometodolojiye göre, geleneksel sosyologlar, toplu msal d ü nyayı üyelerin bakış açısından görmeye veya onların gerçekte nasıl davrandıklarını anlamaya çalışmaktan çok, kendi topl u msal hayat an layışları ve yoru mlarını toplumsal dün­ yaya empoze etmeye ça l ıştıl ar. Bu yüzden, onların algıları çarpıt ı l m ış ve ya nlı olma eği l i m indedir. " i statistikler gerçek dünyanın za rafeti ve ince ayrıntı larını basitçe a ktaramazlar" (Ritzer, 1 996, 393). Aktörler sadece topl u m un kuralları ve düzenlemelerine tepki vermekle kal­ maz, aynı za manda onları yaratır ve hatta gündelik hayatlarında ihlal eder veya işletirler. Toplumsal kura llar, Garfinkel'e göre, Talcott Par-

226

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sons gibi yazarlar ve işlevselcilikte betimlenenin aksine, sosyal s is­ temdeki veya o rtak kültürdeki zorunlu l u kl arın sonucu değil lerdir. i nsanlar toplum tarafından kontrol edilen ve koşul landırılan pasif aptallar değillerd ir -onlar daha ziyade, g ü ndelik yaratma ve yeniden yaratma sürecinin aktif katılı mcı larıdı r. Etnometodolojinin a raştırma nesnesi sokaktaki insanların gündelik etkinl ikleridi r. Etnometodolo­ jinin a macı, Zimmerman ve Wieder'a ( 1 964) göre, "topl u m daki üyele­ rin içinde yaşad ıkları dü nyadaki d üzeni nası l gördükleri, betimledik­ leri ve açıkladıkları"nı ortaya koymaktır. Bu nedenle, etnometodo­ logların kullandı kları araştı rma metotları, örneğin aşağıdaki metot­ larda gözlenebileceği gibi, gündelik hayata bu odaklanmayı yansıtı r: •



Garfinkel ( 1 967) ve Atkinson'ın ( 1 971 ) insanların d ü nyayı anl a­ ma kta ku llandıkları temel anlama kal ı plarını bel i rlemek için ya­ ra rlandığı dokümanter metot. Zimmerman'ın ( 1 97 1 ) kullandığı 'kura l ın i h lali' tekniği.

KAVRAMSAL GELiŞiM Etnometodoloji genel l ikle yorumcu sosyoloji geleneğinin b i r parçası olarak görü l ü r. Bu yaklaşım, fenomenolojinin topl umların sadece üyeleri tarafından algı landıkları sü rece varoldukları ka bul ü nden ha­ reket eder. Bu yüzden toplumun nasıl işlediğini anlamanın en iyi yolu, onu içerden, öznel ola rak, yani katılımcıların bakış açısından araştırmaktır. Garfinkel'in temel amacı Alfred Schutz'un ve fenome­ nolojinin fikirlerini uygulamak ve bir gündelik hayatın sosyolojisi gel iştirmektir. Sosyolojik araştı rmanın temel nesnesi, Garfi n kel'e göre, gündelik hayatın metod ik karakteri, insanların gündelik hayatı etrafiarındaki süreçleri s ınıflandıra ra k ve tipleştirerek ve varsayılan ortak anlayışlar veya bilgiler altında tasvir ederek anlama biçimlerid ir. Gündel i k hayat gerçekliği ve doğru l uğ u sorgulanmaya n ortak bir ka buller ve an layışlar ağı üzerine kuru l u r. Bu ka bulleri açığa çıkarma­ nın tek yolu, Garfinkel'e göre, bir sosyolojik yöntem olarak provokas­ yona başvurmak, gündelik hayatın normlarını metotlu ve bilinçli olara k boza c a k ihlal deneyleri ya pma ktır. Yani, normal dışı davran­ mak ve gündelik hayatın temel 'sorgulanmayan' kabullerini a n ında gerçek halleriyle yüzeye çıkarmaktır, ç ü n kü onlar kendi leri ni meydan okunduğu zama nlarda açığa vururlar -örneğin, kişinin cenaze töre­ ninde ka hkahalar atması ve bir 'parti'nin propagandasını yapması, kart oyun larında hile yapmak, öğrencilerin otobüsteki hamile bir kad ı n ı oturd uğu yerden ka l kmaya zorlamaları.

ETNOMETODOLOJI

227

Geleneksel sosyolojinin temellerini şiddetle eleştiren etnometo­ doloji ilk ortaya çıktığında olağanüstü bir ilgi uyand ırd ı . O, toplumsal hayatta hiçbir şeyin sorgulanmadan benimsenmemesi; hatta top­ lumsal gerçekl ik hakkındaki en 'sağlam' verilerin bile topla nd ıkları toplumsal prosedü rler temelinde d i kkatli i ncele meye tabi tutulması gerektiğ i n i öne sürdü. Aaron Cicourel (1 976). örneğin, suç konusun­ daki resmi istatistikierin suçun m i ktarın ı n doğru bir yansı ması ol mak­ tan ziyade, bu olayla r ve rakamları toplayan ve onları yorum layan resmi görevlil erin, öze l l i kle polisin etki n l i kl eri ve yorumları n ı n bu sonuçlara yansıd ığını gösterdi. N itekim bir a nlamda, bizzat polisler (yasaları yapan politikacılar ve bu yasaları uygulaya n mahkeme üye­ leri) bizim suçun gerçekl iğiyle ilişki l i i mgem izi yaratırlar. Maxwell Atki nson ( 1 978) bu intihar istatistikleri n i benzer bir yolla yeniden yorumlar. Kaçın ıl maz olarak, geleneksel sosyolojinin temelleri ve üstünlü­ ğüne karşı bu itiraz 'yerleşik' yaklaşı mların gazabı, eleştirisi ve alayla­ rıyla karşı laştı . Etnometodoloj iye şu tür eleştiriler yapıldı: •









Sıkıcı, bıktırıcı ve h içbir yere götürmeyen. O sadece betim l eme­ ler yaptı, hiçbir büyük boy teori o rtaya koymadı. i nsanları yaratıcı olarak tasvir etse de, onlara niçin belirli bir bi­ çimde davrand ıkları veya yoru mlar yaptıkları konusunda bir amaç veya güdü yüklemekte başarısız kaldı. i nsanları n davra n ışları üzerinde güç ve toplumsal farkl ı l ı kları n etkisine y a da topl u m u n ya pısına hiçbir gerçek yer ta nımadı. Savaş ve işsizl ik g i bi d ış faktörlere değinmeden, hayatı sadece bi reysel gündelik varoluşla rdan ibaret olara k gördü. Etnometodolojik yaklaşım bizzat etnometodolojik olarak sorgu­ lanabil ir. Ö rneğ in, etnometodologların 'hayat'a il işkin betimle­ meleri sıradan birinin betimlemelerinden daha iyi değilse ve açıklamaktan ziyade- gerçekliğe sadece bir şeyler ekliyorsa, bu tür araştı rmalara gerek va r mıdır?

Yine de, Garfin kel ve öğrencileri, hayati önemde ve ihmal edilen bir alanı -gündelik hayatı- ayd ı n l attılar ve genel ka bullere yeni bir ışık tuttu lar. Ö rneğ in, bazıları onu gerçekte daha fazla bir şey sunmadan "sosyolojik lambaya bir kibrit çakmak" olarak görürken, Benson ve H ughes ( 1 983) gibi destekleyicileri "bütün bir geleneksel sosyal bilim düşünce geleneğinden temel bir kopuş" ve alıkonması gereken bir şey olara k görd ü ler. O halen modern düşüneeye yol göstermekted ir ve Tim May'e ( 1 996) göre, bu yaklaşım Anthony Giddens gibi çağdaş düşünürleri etkilemektedir. John Heritage'e göre, Garfi n kel'in fikirleri

SOSYOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

228

"günümüzdeki sosyolojik teorinin hemen her alanına nüfuz etmiştir" (Stones, 1 998: 1 87). Ve araştı rma yönte m leri bakım ından, etnometo­ doloj i bil im, h u ku k, müzik ve sanatın iç d ü nyaianna n üfuz etmede geleneksel sosyoloj iden daha başa rı lı olduğ u n u ka nıtlamıştır. O özel­ l ikle karşılıklı ko nuşmaları ve iletişi m i analizde ve hatta yapay zeka ve insan-bilgisayar a rayüz ve siberyüzey a raştırmaları gibi yeni gel işme­ leri biçimlend irm ed e etki l i olmuştur. O tüm bir sosyoloj i k araştırma geleneğ ini, aşağıdaki a raştırma alanlarının i lham kayn ağı d ı r: •







Jefforson'ı n (1 984) g ü l me, Heritage ve Greatbach'in ( 1 986) al­ kışlama ve G. Clayman'in ( 1 993) yuhalama araştırmaları. Özellikle Ha rvey Sacks ( 1 963), Atkinson ve Heritage ( 1 984), Bo­ den ve Zimmerman'ın çal ışmalarında kullanılan karşılıklı ko­ nuşma analizleri ve anlama ve iletişimin temelini o l uşturan ya­ zı l ı ol mayan (zımnl) kuralların a raştı rılması. Aaron Cicourel ( 1 964), Jack Douglas ( 1 967) ve Peter Mchugh'un (1 974) çalışmalarını içeren, mesleki ve kurumsal pratikler üzeri­ ne araştırma lar. Dorothy S mith ( 1 993) gibi feministlerin ve Garfı nkel'in ( 1 967) toplumsal cinsiyet a raştırmaları, özell ikle transseksüel Agnes'ın etnografyası.

Bununla beraber, etnometodoloj i içinde bazı vurgu ve eğilim fa rklı­ l ıkları ortaya çıkmıştır. Paul Atkinson ( 1 988) gibiler onun fenome­ nolojik köklerinden uzaklaştığına, güdülere sahip aktörler olarak insanlara önem vermediği ne, rad ikal ve eleştirel yanını yiti rip "sosyo­ lojinin bir kenarına yerleştiği"ne inanırlar (Pollner, 1 99 1 : 370). Karş ı l ı k­ lı konuşma analizleri ana-akım sosyoloj id e çığ ı r açsa bi le, etnome­ todoloji sosyolojinin temel ilgi lerinin kıyısında ka lma teh l i kesi altın­ dadır. Etnometodolojide, 1 990'1arda, Boden'inki ( 1 990) gibi sembolik etkileşimei l i k ve karşılıklı kon uşma analizini birleştirme ve Hil bert'inki ( 1 990) gibi m ikro sosyolojiyi makro sosyolojiyle i l işkilendirme yö­ nünde teorik bir sentez eği l i m i vardır. Yine de, etnometodolojinin sosyoloji üzerindeki etkisi kapsa m l ı ol muştu r ve hala sü rmektedir.

AYRlCA BAKINIZ •



FENOMENOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -yorumcu sosyalo­ jide bu eğ ilime kaynaklık eden teori ler olarak YAPILAŞMA -yapı ve eylemi birleştirmeyi amaçlayan 'geç modern' bir girişim olarak

ETNOMETODOLOJi

229

OKUMA ÖNERiLERi ATKI NSON, M. (1 971 ), 'Societal Reactions to Suicide: The Role of Coroners', (ed.) S. Cohen, lmages ofDeviance, Penguin -bu kitap Atkinson'ın görüş­ leri ni özet olarak sunmaktadır ATKi NSON, M. (1 978), Oiscovering Suicide, Macmillan -günümüzden mü­ kemmel bir etnometodolojik araştırma örneği SHARROCK, W. W. AND ANDERSON, R. (1 986), The Ethnomethodologists, Tavistock, London

iLERi OKUMA ÖNERiLERi B ENSON, D. AND HUGHES, J. (1 983), The Perspective of Ethnometodology, Longman CICOUREL, A. (1 976), The Social Organisation of Juvenile Justice, Heinernan GARFINKEL, H. (1 967), Studies in Ethnomethodology, Prentice Hall HERITAGE, J. (1 984), Garfınkel and Ethnomethodology, Polity Press, Cambridge H ERITAGE, J. (1 998), 'Harold Garfinkel', Ch. 1 3, Part l l, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thinkers, Macmillan Basingstoke

SINAV SORULARI 1 "Toplumsal hayat daha ziyade insanların toplumsal d üzen tanımları ve

ona il işkin açıklamalarına bağ l ı d ı r." Bu iddiayı çeşitli örneklerle açıkla­ yınız. Bu toplumsal düzen açıklaması n ı n uygunluğunu değerlendiri­ n iz. (JMB, Haziran 1 987) 2 "Her bilgi görelid ir, zira sosyal olarak inşa edilmiştir." görüşünü tartışı­ nız. (AEB, Kasım 1 988) 3 "Bir intihar olarak tanımlanan şey, ölümü araştıran görevlinin ne dü­ şündüğünden ziyade ölen kişinin neye niyetlendiği meselesidir." Yeni intihar araştırmaları çerçevesinde tartışı n ız. (AEB, Haziran 1 989) Çeviri: Ümit Tatlıcan

Fenomenoloji H usserl ve Sch utz Edmund Husserl ( 1 859-1 938), bugün Çekoslovakya'nın bir parçası olan Prossn itz-Moravio'da zengin bir Mu­ sevi tüccarın oğlu olara k dü nyaya geldi. Bu Alman filozof Leipzig ve Berli n Ü n iversitelerinde okudu ve matematik eğiti m i a l d ı . Filozof­ psikolog-ra h i p Franz Brentano ve mantıkçı Bernard Bolzano tarafından felsefeye yönlendirild i . Halle Ü n iversi­ tesi'nde dersler verdi ( 1 887- 1 90 1 ) ve ardından ilk önce Göttingen, daha sonra Freiberg Ü nivers itelerinde fel­ sefe profesörü olarak görev yaptı. 20. yüzyıl başı, en azından 1. Dün­ ya Savaşı ve faşizmin yükselişi nedeniyle, insanlık tarihinde kritik bir dönemdi. Batı uygarlığının bu krizleri H usserl'i derinden etkiledi ve onun 'temellere i nme' yön ü ndeki felsefi a rzusunu büyük ölçüde kamçıladı. Bir H ıristiyan olara k vaftiz edi l mesine rağ men Nazilerden çok çekmi ş bir Musevi olan H usserl'in u nva niarı ve itibarı son yıl ların­ da elinden a l ın d ı ve son elyazmaları a ncak Fransisken bir keşişin kahramanca çaba ları sonucunda kurtarılabildi. Ed mund Husserl, kuşkusuz, 20. yüzyı l ı n en önemli düşünürlerin­ den biridir. H usserl, fenomenolojiyi kurmakla kal ma mış, bu yüzyıl ı n ­ varo l uşçu l u k gibi düşünce okullarını başlatan- Jean Paul Sartre, Max Scheler ve Martin Heidegger gibi önde gelen düşünürlerini derinden etkilem iş, sadece sosyal bilimler değil, ta rih, edebiyat, fen bilimleri, insan bilimleri ve edebiyat eleştirisi gibi alanlarda da derin etkiler yaratmıştır.

FENOMENOLOJi

231

Husserl'in temel çalışmaları:



Mantik Araştirmalan ( 1 90 1 ) Saf Bir Fenomeno/oji ve Fenomenolojik Felsefe için Düşünceler



Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendentat Fenomenoloji ( 1 936)



( 1 9 1 3)

Alfred Schutz ( 1 889-1 959) Avusturya kökenli Amerika lı bir işadamı ve toplum felsefecisi d i r. Viyana'da doğan Schutz Viyana Ü n iversite­ si'nde hukuk ve sosyal bili mler okudu, fenomenolojiyle yakından i lgilendi ve 1 939'da Avusturya'nın Almanlar tarafından işga l i teh likesi kendisini Amerika'ya göçe zorlayıncaya kadar H usserl'le entellektüel işbi rliğini sürdürd ü . Mesleği ba nkacı l ı k o l masına rağmen toplum felsefesi çalışmaya devam etti ve 1 952'de New York Sosyal Araştırma­ lar Okul u'nda profesörlük unvanı kazandı. H usserl'in fenomenolojik felsefesin i sosyolojiye tanıtan ve bu fel sefeyi G.H. Mead'inki gibi di­ ğer yarumcu düşü nce okullarıyla birleştiren Schutz, 1 960'1arda ve 70'1erin sonlarında fenomenolojik sosyolojiyi Batı d ünyasında temel bir 'yorumcu' sosyoloji biçimi olarak geliştird i . Fenomenolojik sosyo­ loji, pozitivizme, bilim olara k sosyoloji fikrine temel bir meydan okuma hal ine geldi, etnometodoloji ve Ha bermascı eleştirel teori gibi başka yarumcu bakış açıları n ı ha rekete geçirdi. Schutz'un temel çal ışmaları: •

• •

Toplu Yaz1far ( 1 971 ) Sosyal Dünyanm Fenomeno/ojisi (1 972) Yaşant1-Dünyasmm Yaplion ( 1 974) -T. Luckman'la birlikte

FiKiR Fenomenoloji Alman filozof Edmund H usserl tarafı ndan gel iştirilen bir felsefi teoridir ve Alfred Schutz 1 960'1arın sonları ve 70'1erde Hus­ serl'in d üşü nceleri n i Mead'inkilerle birleştirerek onu önde gelen bir 'yorumcu sosyoloji'ye dönüştürmüştü r. Fenomen sözcüğ ü n ü n iki temel anlamı vardır. O bir algı nesnesi, gördüğümüz, duyularımızla h issettiğimiz veya algıladığımız bir şey­ dir. Anca k ikinci olara k, fenomen sıra dışı bir şey, henüz açıklayama­ dığımız veya a n l aya madığımız normal d ışı bir şeydir -manevi bir güç, bir duyular-üstü -al g ı, bir UFO. i l k ta nım, dış dünya n ı n gerçekte va rolduğu ve bu dünya n ı n duyu­ ları m ızla, özellikle gözlerimizle algı lanabilen kendine ait bir gerçekli-

232

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğe sah i p old uğu varsay ı m ı üzerine kuru l u bili msel, gündelik bir ta­ nımdır. i kincisi 'yoru mcu' bir tan ı m d ı r; kendine has bağ ı msız bir ger­ çekl iğe sa h i p o lmayan fizik d ünyayı duyularımız aracı lığ ıyla anlar ve onu kendi yoru mları m ıza göre yeniden yaratırız. Feno menoloj iye göre, örneğin gerçekte sandalye veya masa d iye bir şey yoktur; bun­ lar sadece belirli işlevler ve anlamlar yüklediği miz ah şap formlard ı r. Onlar bizim, a n layabilmek için i nsan eseri veya doğa ürünü olan şeylere verdiğimiz isimler veya yapıştı rdı ğ ı m ız etiketlerdir. Fenome­ noloji, bu yüzden, fizi k d ü nyanın asla değ işmeyen ve bütün insanlar için aynı olan 'gerçek' bir d ü nya olmadığını savunur. Da ha ziyade, o varoluşu için i nsanların yorumlarına veya ona yükledi ğ i anlamlara bağl ı olan 'göre l i' b i r d ünyadır. Sözgel imi, bir bina veya eve yükledi­ ği miz bütün zengin ve fa rklı anlamları düşünün -gerçekte, bir apartman veya kral iyet sarayı olara k, bir bunga lov ve konut olara k adlandı rd ığ ımız bütün bu nesneler tuğ lalardan örü l m ü ş bir binadan başka bir şey değ i l lerdir. Fenomeneloglar 'sosyal dünya'ya -fizik d ü nyaya göre- daha gö­ rel i teri mler içinde bakarlar. Fizik d ü nyadaki nesneler (örneğin, ağaç­ lar, dağlar), insa nların 'n itelendirmeler'ine bakmaksızın fiziksel olarak varolsalar da, aynı şey sosyal dünyadaki olgular için söylenemez. Suç ve aşk gibi kavram l a r tamamen insa nların yarattıkları şeylerdir, varo­ l uşları tamamen insa n l a rın algıla rı na, onların yorumları ve yükledikle­ ri anlam lara bağ l ı d ı r. Ö rneğin aslında suç diye bir şey yoktur; o ta­ mamen bel irli bir durumdaki herhangi bir eylemin insanlar tarafın­ dan yorumlanışına bağlıdır (sözgelimi, birini öldürmek cinayet ola­ bildiği gibi, kendini savun ma, kaza veya ka h rama n l ı k da olabilir). Dolayısıyla bütün insan bilgi leri görelid ir. Aynı şekilde, pozitivist analizde betimlenenin a ksine, toplum, kendine ait bir varol uşa sahip orada bir şey değil, aksine, gündelik yaşantı l a rı m ız sırası nda ruti n le­ rim iz, etkileşimlerimiz ve diğerleriyle paylaştığı m ız ortak ka bu llerimiz (common sensel a racı l ığıyla yarattığ ı m ız ve yeniden-yarattığımız bir şeydir. Bu yorumlama ve iletişimin ana htarı dildir ve kendi toplu mu­ muzun genel ka bullerini/sağduyusal bilgilerini sosya l leşme a racılı­ ğıyla öğreniriz. Sosyal dünya d iğerleriyle birl i kte yaşanılan deneyim­ lerle öğrenilen bir dünyad ı r. Bu nedenle, fenomeno loji insan bilincinin ve insanların içinde ya­ şadıkları dü nyayı yorumlama biçimlerinin a raştırı l masıd ı r. Edmund Husserl'in amacı insa n ı n Yaşantı-Dünyası'n ın 'temellerine in mek' ve onun özü n ü ortaya çıkarmaktır. Alfred Schutz bu d üşü nceleri toplu­ mun araştırılmasına uyg ula maya ve özelde -bu kadar göreli, bu ka­ dar değişken olan- sosyal dünyamızın bizleri gündelik temelde nasıl

FENOMENOLOJi

233

bir arada tuttu ğ u n u a n a l iz etmeye çalışır. Eğer tamamen yoru ma bağlıysa, tamamen zihinlerdeyse, o halde toplu m devamlılığını nasıl sağlar? Bu noktada Schutz g ündelik sosyal d üzende üç anahtar unsur bel irler: •





Sağduyu bilgis i- ken d i topl umu muz veya sosyal grubumuz içinde nasıl yoru mlar yapacağ ımız ve nasıl davranacağ ı m ız ko­ nusundaki o rtak bilgi stokları. Tipleştirmeler- 'bilgi stokları' içinde i nşa edilen, nesneler (ev, insan) ve deneyimleri (nefret, kabus) ortak s ı n ıflandırma biçim­ leri . Karşı lıklılık -diğerlerinin d ü nyayı bizim gibi görmesini sağ l aya n ortak kabuller.

Özneler-arasıl ıkla ilgili bu üç u nsur, birlikte, g ü ndelik hayatın görü n ü r düzenini yaratır. Bu genel kabulleri sosya lleşmeyle öğrenir, on lara uyum sağlar ve gerektiğinde onlara i lişkin a l g ı ları m ızı değiştiririz. Fenomenologlara göre sosyal düzen, bundan dolayı, 'müzakere edilmiş' bir düzen, çoğu i nsanın gündelik yaşantılarını ve işleri n i sürdürmeye çalışırken içinde yer aldığı 'yaşantı-dünyasının' temel i n i ol uşturan pratik bir çerçevedir. Hepimizin özel b i r geçm işi, ilgi ve güdüleri, kendisi ve d ünya hakkında bir görüşü vardır, ancak biz onları, sadece birlikte çalışırken, ortak anlamlar ve kabullere başvu­ rurken hayata geçirebi l i r ve böylece insanla r olarak yaşayabiliriz. Bu kabul ler işlemez hale geldiği nde, temel konsensüs çöktüğünde top­ lumsal bir kargaşa ve düzensizlik ortaya çıka r: bu durum ya çok sınırl ı ölçüde, örneğ in birin i n söylediği veya yaptığ ı şeyi yan l ış yorumladı­ ğımızda ya da çok daha kapsamlı bir düzeyde, sözgelimi, para n ı n değeri üzerinde a rtık ortak b i r fikir birl iği o l madığında (örneğ in, 1 930'1arda Almanya'daki h iper-enflasyon ortam ında) yaşan ı r. Sch utz'un sosyal d ü nya a nlayışı, bu yüzden, sosyal düzenin genel kabul ler ve yoru m l a ra daya l ı müzakere edilmiş bir gerçekl ik olduğu­ nu savunan, büyük ö lçüde yarumcu bir bakış açısıdır. Sosyal bilimcinin rol ü onun özü nü anlamaktır. O, bunu başara­ bilmek için, hiçbir şeye mutlak gözüyle bakmadan, aksine d ü nyayı veya özel bir sosyal d u ru m u -onun içinde yer alanlar gibi- görmeye çalışarak, tutumlarını askıya veya 'paranteze a lma'lıd ır: zira, bu dün­ yayı veya özel d u rumu yaratanlar onlar (ve onların ön-kabulleri/ yo­ rumları)d ı r. Araştırmacı, bir yandan, nesnel ve ön-kabul lerden uzak bir biçimde a raştırmak için sosyal d ünyadan kendini çekmeli, fakat d ünyayı -diğer insanların gördüğü haliyle- anlamak için kendi b i l i n­ ci, a nlayışı ve hatta sezgilerin i kullanma l ıdır. Bir anlamda, toplu mdaki

234

SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

insa n ların nasıl davrandı kları, hissettikleri ve görd ü kleri n i a n l a maya çalışan bir yabancı, d ışarıdan biri gibi -ayrıca, o nları n d ü nyas ı n a ta­ mamen katılabilecek biçimde- davranmalıd ı r. Fenomenelog araş­ tırmacı, sadece insanların nasıl davrandıklarını değ i l, niçin öyle d av­ ra ndıklarını d a a n lamak istiyorsa, onların gerçek davra n ı ş ve eylemle­ riyle olduğu kadar, güdüleri, duyguları ve düşünceleriyle, tüm d uyu­ sal-algı biçi mleriyle de ilgilenmelidir. i nsan davranışı ve sosyal haya­ tın öznel unsurları, 'nesnel olgular'dan daha fazla değilse bile, onlar kada r önemlidir. Sosyal d ünyadaki tüm fenomenler ve o n u n h akkın­ daki tüm kabuller özleri içinde açığa çıkartılacak ve a niaşılmaya çalışı­ lacaksa, fenomenolojik araştırma için 'açık-fikirlilik', 'düşün meden önce görme' temel önemded ir. Sch utz gündelik hayatın temelini o l uşturan ana ka bulleri, insan la­ rın kendi hayat tarzlarını, ruti nleri düzeniernekte ve d iğerl eriyle ileti­ şim kurman ı n ve birlikte yaşayabilmenin temeli olarak sağd uyusal bilgileri inşa etmekte kulland ıkları 'tipleşti rmeler'i ortaya çıka rmaya ve anlamaya çal ış ı r. i nsanlar etrafiarındaki dü nya içinde ortak bir d ünya varsayı m ı a ltında hareket ederler ve dü nyayı b u varsayım temelinde a nlarlar. Onlar d iğerlerinin g ündel ik d ü nyayı kendil eri gibi görd ükleri n i varsaya rlar ve bu yüzden bir 'perspektifleri n karşıl ıklıl ığ ı', sosyal düzen ve özneler-arasılığın temelini o luşturan ve bir a rada tutan bir 'doğal tutu m' söz konusudur. Araştırmacı n ı n rolü, Schutz'a göre, bizzat hayattan uzak soyut kavramlar ve bili msel teoriler gel işti­ rerek hayatı nesnel ve d ışardan araştırma k değil, aksine o n u n içine girmek ve onu üyeleri n i n gözüyle görmektir. Sosyal d ünya 'orada' kendine ait bağımsız bir hayata sahip bi r şey değildir, aksine yaşayan aktif üyeleri tarafından her g ü n yaratılan ve yen iden-yaratılan ve ortak a nlayışlar ve ilişkiler temelinde yaşantıları biçimlendiren sürekli değişim halindeki can l ı bir sosyal deneyimdir. O 'bir Yaşantı-Dünyası', g ü ndelik deneyi mler ve kültür d ünyasıdır. Hayatın anlamı, üyelerinin ona yaşarken her zaman bilinçli ve aktif olara k yükledikleri a n l a m d ı r. Bu yüzden, fenomenolojinin ilgi odağı, gündelik hayat, gelenek­ sel sosyolojinin hayatın daha a l ışılmadık ya hut olağandışı ve heyecan verici yanları n ı a raştı rırken sorgulama gereği duymadığı normal l i ktir. Sosyal d ünya bir keşmekeş ve girdap olsa da, istikrarl ı d ı r ve gündelik bir bilgi stoku etrafı nda inşa edilen temel bir yapıya sahiptir, d ü nya­ n ı n nasıl işled iği ve insanların dil, kültür ve s ü rekli paylaşılan anlamlar aracılığ ıyla ilettikleri şeylerle nasıl bir i l işki içinde olacakları konusun­ da pratil