SAT Savaşçının Gözyaşları

Citation preview

SAT SAVAŞÇININ GÖZYAŞLARI

EMEKLİ SAT KOMANDOSU

NAMIK EKİN

ÖNSÖZ Çocukluğumda evimizin önünde ve arkamızda bostan ve o bostanın ortasına yakın çok büyük bir ceviz ağacımız vardı, benim ağacım, dostum, arkadaşım, sırdaşım ve beni ben yapan ağaç !...7-8 yaşlarında Üsküdar’da 5 göbek yaşadığımız bu muhitteki 3 sinema’ da da Tarzan, kovboy ve savaş filmleri oynardı. Sık sık ağabeylerimle giderdik. Tarzan, eşi Jane ve maymunu Çita ile büyük bir ağacın dalları üzerine sarmaşık ve dallardan yaptığı evde yaşarlardı. Tarzan yüzer, dalar, bıçak atar, sarmaşıktan sarmaşığa, dallardan dallara atlardı. Savaş filmleri Japon adalarındaki ormanlarda geçer, kowboy’lar da ateş eder, ata biner ve gece ateş yakıp arazide uyurlardı… Etkilenip o bahçemizdeki ceviz ağacının üstüne dallardan bir ev yaptım, annemin mutfak bıçakları da silahım olmuştu. Güçlendikçe o ağacımın alt dallarını barfiks gibi kullanmaya ve gövdesine bıçak atmaya başladım. Bıçak atmada öylesi beceri kazanmıştım ki, kız kardeşimi evdeki tuvalete sırtı tahtaya gelecek şekilde durdurur, sirklerdeki gibi sağına, soluna bıçak atardım !...Sonraları, evimizin terasından ceviz ağacındaki evime komandolar gibi halatla gidip gelmeye de başladım… Babam ve ağabeylerimin Üsküdar Beşiktaş arasında yolcu taşıyan motorlarında yazın beni de götürür, babam bazen beni Beşiktaş'ta denize sokar ve Üsküdar kız kulesine kadar yüzdürürdü… Babam güreşçiydi ve biz 7 kardeşi de, evde anneme diktirdiği yorganlardan yaptığı minderde güreştirirdi. Demem o ki, bu çocuklukta yaptıklarım ve 12 yaşında Deniz Ast. Subay okuluna girerek, 20 yaşında genç bir donanma mensubu olarak SAT kursuna girmem, beni o Ceviz ağacım gibi inanılmaz bir yerlere taşıdı ! NATO çerçevesinde, olası SSCB saldırısına karşı, bir Türk SAT birliğinin olması NATO’da önem kazanınca, ABD’nin en iyi SAT’ları ve Türk SAT hocalarımız, bizlere inanılmaz, insan üstü, dayanılamayacak eğitimler vermeye başladılar. 13 ay boyunca testlerde elenenler dahil 24 kişi kalmıştık, SAT kursuna devam edebilen… Hiçbir zaman, 42 km’yi uykusuz, aç, susuz, aşırı ishal, bir numara dar ayakkabı ile gece koşabileceğimi. Tuzla’dan Yalova’ya yüzebileceğimi. 24 SAT ile boğuşup tek kalacağımı. Cehennem haftasında her gece 1 saat uyuyup, 23 saat ağır mental baskı altında SAT eğitimleri, ceza talimleri, 5 metrelik çukurda 3 gün, SAT esaret bok çukurunda, rögarlar da günlerce kalacağımı. Şubat ayında Karadeniz'in 3 Mil açığında denize atılıp, buz gibi suda sahile 3.5 saatte yüzeceğimi. Gece, tam teçhizat uçaktan denize paraşütle atılıp, baskın sonrası denize açılıp 3 Mil açıkta helikopter tarafından alınacağımı. Denizaltı gemisi ile karaya 3 Mil açıkta, denizaltıdan çıkıp sahile yüzüp, baskın sonrası tekrar balık adam kıyafetlerimizi kuşanıp, tekrar suya dalıp, kaçıp denizaltıyı bulup, içine girip, en yakın arkadaşımın kaybolmasını yaşayacağımı. En iyi arkadaşlarımızın dalışta zehirlenip, şehit olacaklarını veya donup şehit olacaklarını vb. bir sürü olayı tahmin edemezdim…SAT’ta öğrendiğim Judo ve başka savunma sanatlarının beni, 1972 Münih Olimpiyatlarına kadar götüreceğini, SAT’ta öğrendiğim Kondisyon çalışmaları ile Türkiye’de ki ilk Fitness salonunu açıp bu çalışmaları başlatacağımı, ülke çapında fitness’i yayacağıma inanamazdım. Bunları hep SAT eğitimleri sayesinde başardım… Başarı, başaracağım diye, buna inananları severmiş !...Bu yüzden bu kitapta sizlere SAT’ta öğrendiğim 24 SAT Başarı ve Motivasyon konularını içeren bölümünü de paylaştım. Son 3. Bölümde “Rekorlarım ve Ben” adlı kısa bir biyografi bulacaksınız, bunu çok merak edenleriniz vardı paylaştım. O ceviz ağacına çok bıçak attığımdan ama doğayı çok sevdiğimden, bir gün ondan özür dilemeye, günah çıkarmaya gittim. Ama canavar şehre inmişti. Ne, ceviz ağacı ne de bahçe kalmamıştı, otopark olmuştu ! Savaşçının Gözyaşları... Bir iki damla gözyaşı... Onun savaşçı ruhunu köreltemez diye geçti aklımdan, kim bilir şimdi nerelerde yeni fidanlar yeşeriyor. Yukarılara, göklere doğru yeşeriyordur…Tıpkı, yeni SAT’lar gibi…

1

Bilim İnsanları Namık EKİN İçin Ne Diyor; Bir doktor olarak, NAMIK EKİN,in 2003 yılından bu yana sağlık danışmanlığını yapıyorum. Özellikle dalış, sualtı maratonları ve sualtında en uzun süre kalma rekorlarını kırdığında hep yanında oldum. 60 yaşının üstündeki birinin (şu an 76 ,ine girdi sanırım!)nasıl olurda Mersin,den Kıbrıs,a 68 km,yi 38 saat su altından hiç çıkmadan,su altında çok kısıtlı besin takviyeleri ile, aç, susuz! devamlı akdenizin tuzlu sularını yutarak,uykusuz!, o koca paletleri 38 saat vurarak (ayakları yara olmuştu, hemde dikişlik yara!) yüzebileceğini aklım almamıştı! korkuyorduk… 2005 yılında sualtında 5 gün 5 gece 5 metre derinlikte yaşadı! Hemde klorlu su da ve ilkel şartlarda , başkasının dar elbisesiyle, kendi imkanlarıyla. 24 saatte devamlı 379 ton ağırlık kaldırarak ABD,li sporcunun rekorunu kırdı, 24 saatte 4627 judo,cuyu mindere atarak (nagekomi) başka bir rekorunda da yanında oldum. Buna benzer ve değişik paraşüt rekorları gibi! ( 2 köprüdende atladı, şimdi 3. Köprünün açılışında atlamaya hazırlanıyor!) bir çok rekorda yalnızca judo federasyonundan ve judo,culardan, birde çok sevdiklerinden destek gördü. Kaç kez Guinness rekoru kırdı hatırlamıyorum ,hatırladığım ise ülke olarak onu yeteri kadar değerlendiremediğimiz! Başka ülkede olsaydı , onun sayesinde çok tanıtım yaparlardı ülkeleri için!... Böylesi bir SAT savaşcısı sporcuyu tanımak, onun sağlık danışmanı olmak benim için çok büyük bir onur. Ülkem içinde öyle olmalı ve onun engin spor bilgilerinden,tecrübelerinden istifade etmeliyiz, ve o hak ettiği yerde olmalı…..Nato tatbikatında yaptıgı başarı dünya da bir ilktir.

Prof. Dr. Ferhat ERİŞİR 2

Onu Köln spor akademisinde judo ve kondisyon hocalığını(Fachsport lehrer), yaptığım, Münih olimpiyatlarına hazırladığım 2 yıl içinde tanıdım. 3 ay sonra benim, kendi özel spor okulumun baş hocası oldu.Burada yüzlerce Alman sporcu yetiştirdi,çalıştırdığı çocuk akımı Almanya,da şampiyon oldu! Okulumda 7 değişik spor branşında ders veriyordu ve hepsinde profesyoneldi. Hepimiz, bir çok spor bilimcisi, bir insan bu kadar zıt ve değişik spor branşında nasıl başarılı labilir diye şaşırıyorduk. Bir insan hem halterde ve hemde yüzmede nasıl şampiyon olabilirdi…Gastrocnemius ve anterior deltoids kaslarından yapılan kas biopsi neticeleri tüm egzersiz bilimcilerini, fizyologları şaşırttı….. Beni en şaşırtan yönü Türkiyeye judo milli takımları baş antrenörü olarak döndükten sonra geriye, Almanyaya dönmesi için teklif ettiğimiz yüksek bir maaşı red etmesidir! “ülkemi ve judo,cu talebelerimi seviyorum, bana ihtiyaçları var” demesi onur vericiydi…ümit ederim Türk spor yetkilileri buz dolabı parçasını çamaşır makinasında kullanmazlar!.....ve ona hak ettiği değeri verirler… Almanyada yaptığı en kötü şey ise, burada bir çok hayranını ve gözleri yaşlı bayanları geride bırakmasıydı!.....

RWolfgang Hofmann-Die SporthochschuLe Köln-Germany

3

NAMIK EKİN, benim de hocam olup şahsına öz, ülkesinin tanıtımı ve sanki insanlığa yardım etmek için doğmuş bir spor adamıdır. O daima imkansızı başaran bir spor,bir savaş,bir deniz, bir rekor makinasıdır. Eski devirlerde, mitolojide saydı, şayet deniz,gök,savaş tanrısı oluyorda neden bir spor tanrısı olmuyor ? diye sorsalardı, kesinlikle onu tanıyanlar “İşte size spor tanrısı” derlerdi… Namık hocanın 40 metreden paraşütle atlamasını, 5 gün 5 gece 5 metrede sualtında yaşamasını,Mersinden Kıbrıs,a 38 saatte sualtından yüzmesini, 24 saatte 379 ton ağırlık kaldırmasını, 4627 judocuyu yerden yere atması, bir vinç,ten paraşütle atlaması gibi birçok rekorunda bende bir doktor talebesi olarak yanındaydım ve her seferinde hayretler içinde kalıyordum… Ona bir görev,Bir rekor verin gerisine karışmayın!... ortadan kaybolduktan bir süre sonra yanınıza gelecek ve size şöyle diyecektir “GÖREV TAMAMLANDI” Kısaca…O bir Şampiyon, O bir görev adamı, O bir Sat, O bir çılgın Türk ve o bir spor abidesidir…. Ve o bir iyilik abidesidir. Bir keresinde çebinde,ki son 50 lirasını Sarıyer’de ihtiyacı olan bir fakire verip Sarıyer,den Bakırköy,e evine kadar koşarak geldiğini onu yakından tanıyanlar bilir…...Onun elinden her şeyini alabilirsiniz! Fakat iyi niyetini asla…..Onun 5 gün 5 gece 5 saat 5 metre derinde yaptığı dünya rekorunu ve Nato komutanlarını esir alışi, dünya var oldukca konuşulacaktır… Uz.Dr. Reşit Gökce

4

NAMIK EKİN'i anlatmak çok zor! ABD de yetişmiş bir ortopedist olarak insan vücudunda olmayan kasları ondan öğrendim! Esnerken kaslar uzamıyormuş aksine kasılıp kısalıyormuş! Kasların ekstansiyon yaparken (extension=uzama,leg extansiyon hareketinde olduğu gibi) aslında uzamadığını bilakis küçülüp kısaldığını o hatırlattı bana!..İnsan vücudundaki en küçük kasın kulaktaki stepedius adlı 2.5mm,lik bir kas olduğunu,Biceps(Bi=iki,Ceps=Baş) kasının 4,5 hatta 6 başlı olabileceğini,otojenik engellemeyi,bir insanın ömrü boyuca 50-60 ton yemek yediğini ( 6 fil kadar!).ve daha bir çok ilmi şeyler!...bu yeni kitabını kesinlikle okuyun ve böylesi bir judo,cunun nasıl var olduğuna sizde benim gibi şaşırın!... Ülkenizin ona hak ettiği değeri verdiğine inanmıyorum! Yoksa sizler bu güzelim ülkeye bir Namık Ekin daha geleceğine inanıyormusunuz…İnanıyorsanız hadi çıkarın 16 dünya rekorukırmış, 14 değişik spor branşında antrenörlük yapabilen, yüzlerce şampiyon, SAT yetiştiren, ABD,nin vatandaşlığını rededen bir Türk daha… AFAA (Aerobik Fitness Association of America) ve NSCA (National Strength and Conditioning Association) Master coach 5. Degree için tezini okuduğunda bende dahil bir çok bilim insanı şaşırdık! Tezinde (sunumunda) 30 yıldır bizlerin konuştuğu fakat üzerinde hiç durulmayan karanlık bir konuyu gün ışığına çıkarıyordu Ekin! “Kuvvet ve Dayanıklılık antrenmanlarının aynı antremanda yapılmaması” tezini değişik enzimleri ile birlikte hiç perdeye bakmada ezbere anlatması,araştırmaları sunmasını hayretle izledik.

5

Onun ABD komandolarını her operasyon ve eğitimde geride bırakması, kırdıgı Dünya rekorları ,hele hele o mayın kaçırma olayı (Aramızda kalsın !!!...) mangal kadar yürek gerektirir!... Diğer sunumuda beni bir Dr olarak şaşırtan ve bugüne kadar hiç düşünmediğimiz bir konu idi ve ona mükafat olarak az da olsa birşeyler kazandıracak bir konu idi! Namık; kaza anında uçaklar acil iniş yaparlarken (emergency landing) koltukların arkasındaki kartlarda yazan ve resimle gösterilen öne katlanıp ayaklara sarılma tekniğinin çok yanlış,emniyetsiz,ortopedik kas dizilim/ sıralanmasına uyğun olmadığını,böylesi bir acil inişte boyun kırılmalarının, felç ve ölümlerin daha çok olacağını anlatıyor ve yapılması icab eden doğru, daha emniyetli pozisyonu anlatıyordu!...hemde servical bölgedeki sinirleri,arterleri,venleri, kasları,boyun ve sırt omurlarını ezbere çizip anlatarak…Bunu şimdiye kadar hiçbir hekim düşünmemişti…(doğrusunu tezi IATA tarafından kabul edildiğinde açıklayacak!). Kabul etmemek,inanmamak, ilime ters düşmek olacak, fakat bir mahsuru vardı! Konu IATA (International Air Traffic Association)tarafından yakında kabul edilirse tüm uçakların arka koltuklarında bulunan”Tehlike anında yapılacakları gösteren kartların” değişmesi gerekecek! Ona ömür boyu başarılar diliyorfacebook ve bilgi paylaşımında banada yer verdiği için çok teşekkür ediyor ve bu yeni kitabının İngilizce basılması için destek vereceğimi belirtiyorum. Dr. W. Larry Sanders-USAF-Lt.Col Texas-San AntoniLACKLANDAFB

6

45 santim’e yakın kolları vardı,adeta bir kas yığını gibiydi.Hepimiz tim komutanları,hocalar böyle güçlü birinin nasıl 7 mil yüzebileceğini, 42 km koşabileceğini tartışıyorduk. O tüm kuruntularımızı boşa çıkardığı gibi,sat’ta en uzun süre koşan,en uzun süre ve mesafe yüzen, en çok judo atışı yapan, 24 saat devamlı ağırlık kaldıran (506 ton!...) 5 gün 5 gece su altında yaşayan, Mersin’den Kıbrıs’a su altından 38 saatte yüzen !... vb… vb..sat oldu ve tüm zamanların rekorlarını alt üst etti.Genel kurmay başkanımızı,nato komutanlarını esir aldı,tüm Amerikan komandolarını bir çok aktivitede gerilerde bıraktı, geçti.Onu bir ay dünya askeri pentatlon yarışlarına hazırladım,Hollanda da yapılan dünya şampiyonasında inanılmaz rekorlar kırdı,ülkemizin onurunu korudu bizleri gittiği her yerde gururlandırdı.Böylesi bir sat personeline sahip olmaktan tüm deniz kuvvetleri olarak gurur duyuyoruz.Tek kötü tarafı her gittiği kursta, müsabakada, tatbikatta birinci olması gibi bir takıntısı , özelliği olması !...Namık Ekin’i 20 yaşında gencecik bir as subay olarak SAT’a ilk seçme testlerine geldiğinde tanıdım. SAT Taaruz gurupkomutanı albay Tonguç Köni “Bu kitaptaki gerçek & imgesel olaylar SAT Savaş Taktiklerinin, özel ve gizli prensiplerinin bilinmemesi, gizli kalması açısından bazı şahıs isimleri, ülke, yer, zaman, resimler, olaylar ve kronolojik tarihler, komutanlıklarımızın emri ile değiştirilerek verilmiştir” DİKKAT: Kitap içerisinde hassas fotoğraflar bulunmaktır.

OTOBİYOGRAFİM, KİTAPLARIM VE EĞİTİMLERİM İÇİN;

WWW. PTNAMİKEKİN .COM

7

BÖLÜM: 1 SAT'LARIN YAPTIĞI, ÖNEMLİ GÖREVLERDEN BAZILARI; BOSNA'YA MÜSLÜMAN KADEŞLERİMİZE YARDIMA GİDİYORUZ! Telefonda sanki Nedim,in ağzından tükürükler fışkırtarak konuştuğunu gözlerimin önünde hissediyordum.Normal zamanda asla kızmayan yumuşak huylu,iyiliksever,dost canlısı bir arkadaştı. “Hepimiz toplanıyoruz, tüm çocukları topla Namık”derken yine biz eski SAT,lar Başımızı büyük bir belanın içine sokacağımızı hissetmiştim. Nedim Boşnaktı ve ülkemizin en iyi sivil pilotlarından biriydi. Nato,nun başı ne zaman sıkışsa, askeri operasyon yapamasa, Black water,un paralı askerleri olaya girmeye korksa,Nedim,i ararlardı… ABD,de vietnam savaşı yıllarında birlikte eğitim gördüğümüz, blackwater,ın kurucuları da aynı gurupta egitim görmekteydiler. Hepimizin hocası Türkiyede ilk SAT timlerini Türk hocalarımızla birlikte kuran ve bizleri eğitirken bir Türk kızıyla evlenen Bob (Eagle)Robert Gallagher idi. Virginia –Norfolk’ta eğitimlerimizi sürdürürken ,hemen hemen her hafta sonları evine davet edildiğimizde yengemiz hep bize kurufasulye ,pilav pişirirdi…Turşu ikram ederdi.

8

Bir ara ,bataklık eğitimlerimiz devam ederken, İsrailliler paralı Amerikan askerleri istediydi ve bu aymazlar bizede israil’de adam eğitmek için teklif getirmişlerdi !...Bob emekli olduktan sonra Virginia,da Camp picket ve camp lejyon denen eğitim yerlerinde bu paralı askerleri’de eğitiyorduve pentagonda özel operasyonlar danışmanlığı yapıyordu. Blackwater Şirketi, Kuzey Kaliforniya’da 28 bin km² ‘lik alana ilk kurulduğunda daha çok güvenlik görevlileri için eğitim vermekteydi. Ayrıca bu bölge savunma şirketlerine yabancı olması nedeniyle kafalarda soru işareti bırakmıştır. İlk başlarda ABD sınırları içinde askeri eğitim ve donanımlı personeli ile koruma, polis eğitimi, polis köpekleri gibi hizmetler vermekle işe başlamıştır. Nedimin toplantı odasına girdiğimizde mavi gözlü güzel sekreteri Semra “Hey Namık yine buradasın,ne güzel” diye söze başlayınca,birlikte geçirdiğimiz o eski güzel günler geldi aklıma !...O zamanlar ben İstanbul üniversitesi mediko sosyal merkezinde İstanbullu ve milli judocuları çalıştırıyordum ve Semra siyasal bilgilerde okuyan çok zeki bir kızdı, benim judo takımımda kahverengi kemerli çok kabiliyetli bir judocuydu.sık sık adalara piknik,e giderdik Semra ile… bu ilişki onun benimle ısrarla evlenmek istemesine kadar sürmüştü!..... Semra “Cem,Akın,Reşat, Hasan, ve diğerleri 10 dakika sonra burada olacaklarmış,telefon ettiler” dedi. Anlaşılan Nedim takımın has elemanlarını çağırmıştı, toplantıya az kalmıştı. Tüm ekip Cehennem meleklerindeki gibi bir bir girdiler içeri,hepsi dipcik gibi, her an avının üzerine atlayacak panterler gibi hazırdılar göreve sanki…

9

Nedim , Elinde bir demet dosya kağıt ile girdi içeri ve hepimizle tokalaştıktan sonra masanın başındaki sandalyesine çöktü. “Arkadaşlar bu seferki görevimiz ‘gir ve çık” (ABD ordusu özel birliklerinde bu konu “Evade & escape” olarak öğretilir) olacak ,ateş etmek yok,öldürmek yok” deyince ben dayanamayıp “Nedim bir yerlere piknik,mangal, Charle Bravo yapmaya mı gidiyoruz?” dedim. Yarı bıyık altından gülerek yarı odaklanmış vaziyette “Yok Namık hocam Bosna,ya Müslüman kardeşlerimize silah götüreceğiz, çok zor durumdalar,katliamlar, tecavüzler, hırsızlıklar,ne kadar hainlik varsa hepsini yapıyor hergeleler” dedi. Çok kızgındı kökü Boşnak olması bu kızgınlığını 10 kat artırmıştı sanki.. Duvara kocaman bir harita astı, Balkanların büyük bir kısmını içeren daha önce görmediğim bir harita idi bu. Nedim başlattı olayları anlatmaya…

10

Üç yıl boyunca Sırplar uluslar arası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergiliyorlardı. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu yegane savaş yöntemiydi. Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan 1992'de Srebrenica'nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman Sırp paramiliterleri ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutulmuş ve katledilmişti. Müslüman kadın kız demeden haince guruplar halinde tecavüz ediyor ve vahşice öldürüyorlardı…

Nedim bunları anlatırken en çok dikkatimi eski SAT hocası,milli paraşütcü ve hava fotografcısı, avcı !!..kolleksiyoncu !!!... Akın,ın davranışları çok dikkatimi çekti.Akın dudaklarını ısırıyor,ellerini yumruk yapıp.. yerleri kırmak istercesine yerinde duramıyordu, zaten içimizdeki en gaddar SAT o diyebilirim, ellerini bağlasanız,dişleri ile adamın şah damarını (Carotid artery) ısırıp öldürebilecek bir tiptir Akın.

11

Olayı az çok tahmin ediyordum,aylar önce Nedimin HANSA JET ile uçarken İzzet Begoviç,in oğlu ve genel kurmay başkanları ile Ankara,ya uçmuştuk. Rahmetli Süleyman Demirel,i ve askeri otoriteleri ziyarete gelmişlerdi,uçakta Genel kurmay başkanları bizde ne tip silahlar olduğunu ve envanterleri sordu bana , yetkim dahilinde ,örtülü cevaplar verdim. Ankarada İstanbula geriye uçuşumuz sırasında işlerin hallolduğunu,Boşnak Genel kurmay başkanlarının bana, bazı silahların nasıl çalıştığını,şarjurlarının (Magazine) kaç mermi aldığını sormasından anlamıştım. Nedim heyecanla yapacaklarımızı anlatıyordu “Silahlar ve cephaneler malüm yerden gelecek, önce Libya,dan uçak kiralayıp nakliyat yapacaktık ama politik sakıncaları vardı,en iyisi Şirketin Hansa jetİ ile gitmek zira bu uçak daha küçük ve daha kısa meydanlara inebiliyor, ayrıca son yaklaşmada (Final approach) çok alçaktan radarlara yakalanmadan uçabilecek kabiliyette bir uçak bu, inişte Bosnalı gerillalar toprak pistte ateş yakıp aydınlatacaklar,

12

uçağı ağaçlık alana yakın çekip park edip silahları boşaltacağız,yalnız bir risk var, silahları Bosnalı Mücahit kardeşlerimize teslim edene kadar bu konvoyun güvenliğini biz sağlayacağız ve silahların doğru ellere teslim edildiğinden emin olacağız” dedi ve bu arada sesinin hafif titremesinden işlerin çok kolay olmayacağını anlamıştım .Zaten annemden geçen altıncı hissim beni hiç yanıltmamıştı. Aslında ben ,emanetleri (Kelleşler !...) bırakıp hemen döneceğimizi sanıyordum.

Hareket saati gelmiş gece 02 30 civarında yükleme bitip pist başı yapmıştık bile. Hansa Jet homurdana homurdana koşuyordu pistte ve tekerlekler yerden kesildi (Take off) sola dönüşle yükselmeye ve rotamıza baş vermeye başladık.Altımızda İstanbul ateş böceklerinin oynaşması gibi pırıl pırldı ve bir müddet sonra bulutların üstüne çıkınca kayboldular…Kemerleri çözdük ve dedikoduya başladık!..Akın ve Reşat AK 47,ilerini kontrol ediyor, üçlü şarjurlarını bantlıyorlardı…” sanki Vietnamdayız aceleniz ne ulan” diye kükredim.

13

Reşat “ Hocam biz hazır olalımda gerisi Allaha kalmış, hem bunları bize öğreten sen değilmisin?” deyince “Tamam tamam devam edin fındıkları keleşlere !!!.. yerleştirmeye “dedim.

Cockpit,e Nedim ile Cemilin,yanına girdim, öyle pek fazla heyecan yapmıyorlardı, 1 saat 15 dakikalık yolumuz kalmıştı Nedim “Namık iniş biraz sert olacak ve pist kısa , inişte çocuklar kemerlerini çok sıkı bağlasınlar şayet inişte paralolayı doğru alamazsak, Müslüman milisler yoksa belki yere dokunur ve hemen kalkar (Touch and go) gideriz burlardan,bu silahların Sırpların eline geçmesini hiç birimiz istemeyiz” dedi. Bir süre sonra Nedim uçağın tüm ışıklarını kararttı,cockpit sanki Semra ile gittiğimiz, sarmaş dolaş olduğumuz !... harbiyedeki disco gibi karanlıkolmuştu,koyu yeşil renkli ışıklar göstergeleri aydınlatıyordu.Biraz sonra yerde kovalar içine yakılmış alev ışıkları ve birkaç el feneri iniş pistimizi aydınlatıyordu,şayet bu toprak alana pist deniyorsa.

14

Yere tekerlekleri koyduğumuzda (Touch down) plastik top gibi bir zıplamadan sonra ön tekerlekte yere deydi toz duman içinde devam edip ağaçlara yakın, yönümüzü piste doğru çevirip durduk.Yanımıza doğru koşanlar başlayınca,Akın,Reşat ve Hasan ağabey hemen gardlarını alıp Keleşleri! gelenlere doğrultup kapıyı açıp,olacaklara karşı bizi ve uçağı korumaya almışlardı bile. Hayretler içinde kalmıştık,çıtı pıtı bır kız elinde keleş (AK 47) bize doğru koşuyordu,arkasındanda 5 adet sarışınca uzun boylu sayılacak silahlı kişiler belirdi, Düşman olmadıkları tebessümlerinden,mutluluklarından belli oluyordu. Boşnakcaya kaçan Türkcesi ile çıtı pıtı kız “Hoş geldiniz ağabeyler,Allah sizlerden razı olsun, 2 minübüsle geldik,silahları boşaltıp minibüslere yükleyebilirmiyiz?” diye sordu..Nedim “ Kendi malın gibi bacım!..ne istersen yap yalnız teslimat bitene kadar sizi eskortlamamız istendi” dedi. O sıra kızın yüzüne baktığımda dudakları ve şakağında yaralar bariz göze batıyordu, boynunda da yer yer diş izleri, morluklar vardı. Geçmiş olsun kardeşim” dediğimde yüzüme sert sert bakıp “Hayvanlar,hayvan Sırplar!!!...” dedi ve uçağın ambar kapağına doğru yürüdü. “Ben İsa” dedi yanındaki yakışıklı ama çok zayıf olan genç “Sırplar tecavüz edip dövdüler, intihar edecekken kurtardık,birkaç tavsiyeden sonra oda bizim gibi savaşcı oldu,intikam,intikam diye çıldırıyor” dedi isa. Biz Eski SAT,lar birbirimizin yüzüne şaşkın şaşkın bakarak silahları indirmeye, taşımaya yardımcı olup,Rus yapısı tahmin ettiğimiz çirkin, gudubet minübüslere taşıyıp yola koyulduk.Reşat “Bu minübüste soğuk bir bira bulunmaz! değilmi Namık hocam?” dediğinde sert sert suratına bakışımdan,herhalde espirinin yeri değil” demek istediğimi anladı.

15

Minibüs’ün ışıkları tamamen kapalıydı aynı bizim Hansa uçak gibi..Nedim ve 2 boşnak uçağı kamufle edip ağaçların arasında saklanacaklardı, karakol lideri emri talimatında,biz geri dönemezsek Nedim uçağı alıp ülkemize dönecek yazılıydı. “Bizde buralarda kalıp bol bol Boşnak mantısı yer,üzüm rakısı veya şarabı içeriz” dedim Akın,a…hiç o taraflı olmadı acaip odaklanmıştı operasyona. Yanımda oturan kızımıza “Bir adın varmı?” diye sorduğumda asık ve ciddi bir yüz ifadesiyle yüzüme bakmadan “Var Emine” dedi sertce.”Nasıl buralar? Biraz bilgi verebilirmisin?” diye sorduğumda ise “Bildiğiniz gibi bizleri yok etmeye çalışıyorlar,Bu hayvanlar, vampirler”dedi.

Emine’nin ailesi bu katliamdan payını fazlasıyla almıştı, bir şeyler yapmamız gerekiyordu!.... Uluslararası camianın olanlar karşısındaki tepkisizliği Sırplara cesaret verdi ve +. Srebrenica çevresindeki ilk toplu mezarları ortaya çıktı.

16

Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı tenkit ederek şöyle dedi: “Uluslar arası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenica, uluslar arası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Bilakis, uluslar arası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır.

Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı tenkit ederek şöyle dedi: “Uluslar arası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir.”

17

Srebrenica'nın düşmesi gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna'da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine hiç gerek yoktu,” beni 4 piç sırp bir hafta bir eve kapatarak tecavüz ettiler anneme ,nineme bile tecavüze kalkıştılar,hepsini öldüreceğim” dedi. Çok yaralı ve incinmişti Emine, bir insan nasıl böylesi bir vampire dönüşür ve hiçbir günahı olmayan Müslüman halka böylesi vahşi, hayvanca (Aslında hayvanlar bile böylesi davranışta bulunmazlar) katliam yapar,inanılmazdı. Emine, ye dönüp “korkma yanındayız,size yardımcı oluruz ama müsaade et biz SAT,lar “adım atmadan önce plan yaparız” dedim.

Din kardeşlerimiz ömür boyu sürecek travmalar yaşamıştı. Tecavüz ettikleri genç kızlarımız bu acıyla uzun süre yaşayamayacaklarını düşünüp,Çoğu intihar etmişlerdi.

18

Teklifimi bir moral verme, bir geçiştirme zannetmiş olabilirdi ama kafamda operasyon lideri emri denen planı yapmaya başlamıştım bile, yalnız, planın biraz dışına çıkmaktan zarar gelmez, Emine’nin halini görünce… Bizi dinleyen Akın başını hafif öne eğerek,aynı fikirdeyim,bu kızın işini kolaylaştıralım da rahatlasın yavrucuk dercesine işaret vermişti sanki..24 dakikalık yolculuktan sonra vadinin kuzey doğusundaki yamaçın altındaki patikada durduk,Emine “Buraya kadar silahları indirince siz dönebilirsiniz” diyince Akın “Bacım şu senin adamların olduğu köye doğru bir götür bizi bakalım” dedi Emine’ye. Emine şaşırmıştı, otobüsteki konuşmaları bir lak lak zannetmişti herhalde. Akın “Hadi düş önümüze emine” der demez Eminenin yüzünde gülücükler,gözlerinde intikam ateşi parlıyordu sanki… Ağabeyi de katıldı bize. Haritaya bakıp Emine’ye “Söyle arkadaşlarına bizi köyün güney doğusunda şu 4 km ilerdeki mezarlığın kapısına yakın, kuytu bir yerde beklesinler” dedim.

19

İblisler yüzlerce, binlerce genç kız’a, kadına, yaşlı ninelere bile tecavüz etmişlerdi, cinsel organlarına tüfek namlusu sokulanların hikayelerinide dinledik,din kardeşlerimizden, büyük travmalar yaşanıyordu. Ferdi operasyon prensiplerine uyarak ormanlık alandan köye yaklaştık. Akın sürünerek köy kahvesinin arkasındaki ahıra girip, öbür tarafı gözleyerek, son keşfi yapıp döndü ve Emineye dönüp “Emine 4 kişiler,Biri çok uzun boylu ve pilot montu giyiyor,biri kısa boylu sakallı, 3. Zayıf saçları dökük ve sonuncuda 40-45 yaşlarında bıyıklı ama sakalsız başında kalpağa benzer bir şapka var, bunlarmı?” diye sordu Emineye….Gözleri fıldır fıldır dönen Emine Akın`a “Benden daha iyi tarif ettin” dedi,sevinmişti sanki. ‘L’ yaklaşalım, (Bu şekildeki yaklaşımlarda, ateş açtığınızda kaza ile birbirimizi vurma riski yoktur) işaretle atışa başlarız,geri kaçış 040 ,Rally point 3, eksik geri dönen olursa 3 nolu plan ,tekrarı 1 saat,2. Rally point Bosnalı askerlerin yanı “ dedik.Bu konuşmalar Yalnızca SAT,ların anlayabileceği, geri çekilme,buluşma, karşıt hücum,tekrar eden pusu ve buluşma noktalarına yapacağımız son kaçışın aramızdaki parolalı anlatım şekliydi.(retreat & extracting, evade & escape derslerinden) Ahırın arkasından,meydan Cafe’nin arkasına ve yandaki depoya,sessizce geçip mevzilendik.

20

Hedefler çok yakındı ve kağıt oyununa çok fazla odaklandıklarından bizim baskın için yerleşmemizi duymaları nerede ise imkansızdı.Hepimiz birbirimizi kontrol ettik, hazırdık bir silahlarımızın emniyetini açmamıştık,onuda hallettik ! Akın’ın işareti ile ateşe başladık, ne manzaraydı ! Emine havalara uçacak nerede ise Akın ile Emine yere çuval gibi düşen cesetlerin başına gelip,kafa ve göğüslerine birkaç el daha sıkmaya başladılar, sanki zımba ile delik açıyorlardı. Her şey plandaki gibi gitti yalnızca Akın ve Emine plan dışına çıkmışlardı.Emine Yerde yatan Sırpların aletlerini kökünden testisleri ile birlikte kesip kesip ağızlarına yerleştiriyorken!!! aynı anda kulakcı Akın kulak kolleksyonu için kulak toplamakla meşguldü!!! Manzara benim için bile korkunçtu. Rally point,e (Buluşma noktası) ulaşmamız sorunsuz geçti, Nedim mesajı almış motorları çalıştırmaya başlamıştı bile. Tüm ekiple vedalaştık en son Emine’nin ağabeyi İsa ile Emine Akın,a en son olarak ta bana sarıldı ağlıyordu. Bizim üzüldüğümüzü görünce “Sevinçten sevinçten üzülmeyin” dedi. Emine’nin gözlerinden akan yaşları sol elimle silerken, sağ elimdeki AK 47 keleşi ona uzattım “size lazım olur ”dedim.” havada ve istanbulda bizim işimize yaramaz, size daha çok lazım olacak al, İstanbul’a gelince, beni nerede bulacağını biliyorsun “ dedim. O bir cehennem Meleğiydi, cennetten düşen kar taneleri gibi saf ve temizdi ve ırz düşmanlarını oraya, cehenneme yollamıştı. Eminem kendi intikamını kendi almıştı,artık yüzü biraz olsun gülüyordu, Akın ise koleksiyonunu zenginleştirmişti! artık biz SAT’lar gönlümüzü Emine ve diğerlerinin yanında bırakıp eve, yurdumuza dönebilirdik.

21

Oldum olası vedalaşma sahnelerini sevmem, hele Akın hiç! Uçağa bindik,koca kuş yine homurdana homurdana koşarak havalandı. Aşağısı simsiyah, kapkaranlıktı. Emine aklımdan hiç çıkmıyordu,psikolojisi nasıl düzelecekti, bu planetin bu tarafında yaşayanların ne günahı vardı diye düşünürken, Akın yanıma geldi,irkilerek kendime geldim” Biliyormusun Akın bir daha judo kampı yaparsak seninle aynı odada kalmam artık dedim. “Niye ki?” diye sorduğunda ”Allahsız Sırpların kulaklarını nasıl kestiğini gördüm, kulaksız kalmaktan korkuyorum” dedim, gülüştük. Nedim kaptan elinde soğuk biralarla çıka geldi cockpit’ten, anlaşılan Cemil kaptanın tecrübeli ellerindeydik .Charlee Bravo dedi Nedim kaptan! anlamı, bu kitap’ta birkaç kez yazdığım gibi, Charlee ‘C’ harfi ile başlıyordu,Bravo ise’ B’ harfiyle! anlamı C=Cold .B=Beer yani Cold Beer=Soğuk Bira demekti SAT,ta ve uçakta yasaktı ve biz SAT,lar yasaklara çok iyi uyardık !!! Akın kulakları sayıyordu !!! Savaş nasıl başlamış nasıl bitmişti. I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Yugoslavya Devleti 3 değişik din (Ortodoksluk, Katoliklik ve İslam) ve çok sayıda etnik grubu (Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Sloven, Makedonyalı) biraraya getiren bir ülkeydi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyet blokunda yerini alan bu devlet Josip Tito'nun kuvvetli kişiliği altında uzun süre birliğini korudu. Tito'nun politikası zamanla Sovyetler Birliği'nden daha bağımsız bir hale geldi. 1980 yılında Tito'nun ölümü ve 1990 yılında da Sovyet blokunun parçalanmağa başlamasıyla birbirinden farklı etnik grupları Yugoslavya içinde birarada tutmak imkansız hale geldi. 25 Haziran 1991'de Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan ettiler.

22

Eylül 1991'de de Makedonya bağımsızlığını ilan etti. Şubat-Mart 1992'de Bosna-Hersek Devleti ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum yaptı. Bosnalı Sırpların çoğunun boykot ettiği bu referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlandı. 5 Nisan 1992'de Bosna-Hersek hükümeti bağımsızlığını ilan etti. 6 Nisan'da da ABD ve Avrupa ülkeleri Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanıdılar.

Bu sonuçtan memnun olmayan Bosnalı Sırplar, Republika Srpska (Bosna Sırp Cumhuriyeti)'ni ilan ederek Bosna-Hersek'ten ayrıldıklarını açıkladılar. Sonra da Bosnalı Sırplar kendilerine olabildiğince fazla miktarda toprak kazanmak için Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Genelkurmay Başkanı Perisiç'in desteği ile Bosna-Hersek'te etnik arındırma çalışmalarına başladılar.

23

Bosna Sırp Cumhuriyeti ve Sırp Demokrat Partisi (SDS) Başkanı olan eski bir psikiyatri doktoru Radovan Karadziç ve General Ratko Mladiç'in öncülüğündeki Sırplar, BosnaHersek'teki Boşnak ve Hırvat nufüsu acımasızca öldürerek ülkeyi Sırplaştırma amacı güdüyorlardı. Sırplar Eski Yugoslavya ordusunun asker ve teçhizatları devraldıkları için büyük bir avantaja sahiptiler. Ayrıca Yugoslavya Devlet Başkanı Miloseviç bütün dünyanın eleştirilerine rağmen savaş boyunca bir yandan gizli bir yandan da açık bir şekilde Bosnalı Sırplara stratejik ve askeri destek vermeğe devam etti.

Miloseviç'in eski korumalarından Nasır Oriç'in kurduğu Müslüman direniş örgütü ilk yıllarda Srebrenica'yı var gücüyle savundu. Dünyanın en büyük ordularından biri olan Yugoslavya ordusunun tüm imkanlarını kullanan Sırplara karşı Müslümanlar bölgeye uygulanan ve en çok kendilerinin zarar gördüğü ambargodan ötürü hafif silahlarla ve az sayıda mermi ile karşı koymaya çalışıyordu.

24

Bosna Savaşı'nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde ve Srebrenica'yı ele geçirmek maksadıyla bütün güçleriyle bu iki kente saldırdılar ve tarihin gördüğü en büyük katliamlardan birini tüm dünyanın seyirci bakışları arasında sergilediler. BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında II. Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelen en büyük toplu katliamının kurbanı oldu.

Hangi vahşi yürek,hangi vampir böylesi bir katliam yapabilir inanılmaz. Allah her zaman gerekeni yapar, yapacaktır.

25

Savaşın bitmesi Savaşın ilk aylarından başlayarak Birleşmiş Milletler temsilcisi Cyrus Vance ve Avrupa Birliği temsilcisi Lord Owen savaşı durdurmak için taraflarla müzakereler yaptılar. Bosna-Hersek'i etnik açıdan 3 bölgeye ayıran çeşitli haritalar çizildi ve taraflara sunuldu. 1994 yılında NATO uçakları BM'in ilan ettiği uçuş yasağını uygulamağa başladılar. Böylece Sırpların hava üstünlüğü kaybolmuş oldu. Mart 1994 tarihinde Boşnaklar (Bosnalı Müslümanlar) ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmaya vardılar ve birbirleriyle savaşmaktan vazgeçtiler. Nihayet uluslararası baskılar sonucu İzzetbegoviç, Tudjman ve Miloseviç anlaşma masasına oturdular. 21 Kasım 1995de Dayton Antlaşması kabul edildi. 14 Aralık 1995'de bu antlaşmanın son halinin imzalanmasıyla birlikte Bosna Savaşı son bulmuş oldu. Akıllı olun kardeşler, kulakcı Akını bir daha kızdırmayın sakın, oralara tekrar gelebilir!

BİZ SATLAR SULTAN HEMŞİREYİ KURTARAMADIK AMA! ABd de deniz kuvvetleri satlarının hocası Bob Gallagher aradığında genç judocularla antrenman yapıyordum .Uzun zamandır Bob ile görüşmemiştik. (Black water askeri güvenlik şirketinin personellerini eğitiyordu!...)

26

O Yıllarda KLM hava yollarının Orta doğu güvenlik müdürü idim, polis okullarında dersler veriyordum ve Pan Am ile diğer bazı hava yollarına güvenlik danışmanlığı (Air line security advicer)hizmeti veriyordum, uçak kaçırılma olaylarının çok olduğu, hava yolları için çok sıkıntılı yıllardı. Hava yollarının en güzel tarafı dünyanın her yerine ücretsiz uçma avantajıydı,emekli oluncada % 5 ödüyordunuz, yani herkesin 1000 dolara uçtuğu yere ben 50 dolar ödeyerek uçuyordum ve tüm oteller uçak personeline ( Airline stuff) % 60 indirim yapıyordu. Hoş beşten sonra “Bir ülke var, onların askerlerini, mücahitlerini özel bir göreve hazırlamak için çalıştırmak üzere sen ve bir SAT arkadaşın Afganistanın sınır komşusu bir ülkeye gidermisin? Diye sorduğunda hemen “evet evet giderim” dedim. Sıkılmıştım ve biraz hareket,heyecan iyi gelir diye düşündüm. Bob çok kalın bir dosya yolladı, üzerinde çalışmam için. Neden Afganistan üzerinden geçecektik ?, neden oranın sınırındaki bir Türki cumhuriyeti ülkesi?,görev neydi? Yetiştireceğimiz özel askerler, mücahitler ne görev üstlenecekti?Nerede kalacaktık? Hangi hava yolu ile nereye gidecek,oradan nasıl aktarma yapacaktık? oraya eğitim yaptıracağımız silahlar nereden gelecekti? Yapacağımız işin politik bir problem yaratma riski varmıydı? Bize bir şeyler olursa arkamızda kimler olacaktı? Riskler neydi? Vb. detayları günlerce çalıştım. Böylesi durumlarda SALUTE prensibi işimize çok yarardı ! ( Harekat komutanı operasyon planı).

27

S-Size- Düşmanın ve bizim kuvvetlerin büyüklüğü vb..vb… A-Activity-Bizim ve düşmanın faaliyetleri, nereye giderler, ne yaparlar, görevleri alt ve üst birlikleri vb…vb.. L-Location-Düşmanın ve bizim yerleşkelerimiz, Nöbetcilerin, cephanelerin, dinleme istasyonlarının, araçların, silahların, barakaların, subayların kaldığı yerler, lokasyon !.. vb..vb.. U-Unit- düşman ve bizim destek, giriş, kaçış, topcu birlikleri, haberleşme, vb..vb..ünitelerimiz. T-Time_Zaman, Ne zaman nerede olacağız, nöbetciler ne zaman değişir, baskın, kaçış zamanları, geri çekilme zamanı, buluşma, kaçış zamanları vb…vb… E-Equipments- Hangi malzeme,ekipmanlar, hangi, silah ve patlayıcılar, kullanılıcak, uçak, denizaltı, zodiak bot, helikopter, araç ne ile gideceğiz ne ile döneceğiz, drone,lar, telsizler vb..vb.. Burada kısaca anlattığım SALUTE prensibini masaya yatıran, çalışan bir SAT daima başarılı olmuştur. Sonraki hafta, harika bir Sat hocası, serbet paraşütcü, tahrip, sabotaj uzmanı, su altı dalış şampiyonu, askeri pentatloncu, sniper vb..vb.. olan Reşatı aradım, ”Bir yurt dışı görevi var benimle gelirmisin?” diye sorduğumda Reşat as subay “Her zaman her yere, seninle” diye cevap verdi, çok sevindim, insanın sırtını çok iyi kollayan harika bir SAT, harika bir savaş makinasıydı, aynı zamanda çok sert ve acımasız bir SAT idi ve sırtınızı güvenerek dönebileceğiniz, teslim edebileceğiniz Bir arkadaş, dost, bir SAT’tı, Reşat.

28

Başkent Kabil,e inmemiz ve oradada bizi karşılayacak bir ABD. güvenlik şirketinin emekli SAT (Navy Seal personelinin) refakatinde, ülkenin kuzeyine Jawzian kentine geçip, kuzeye bir sınır kasabasında bize ayrılan yerde eğitim vereceğimiz bir kampta buluşacaktık. Konuya girmeden önce kısa bir bilgi: Bu ülke üzerine yaptığım çalışmalarda, Sovyet işgali sırasında Nüfusu 15 milyon iken bugün 1 milyon 450 bin olduğu gerçeğidir. Ruslar 25 aralık 1979, da girip, 15 şubat 1989, da ülkeyi terk ettiler. ABD, El Kaide ve terör bahanesiyle 7 Ekim 2001'de Afganistan'a asker indirdi, ancak savaş ABD ve müttefikleri için tam bir fiyasko oldu. Genç nüfusuna rağmen savaşın ekonomik olarak büyük yaralar açtığı Afganistan’ın en büyük gelir kaynaklarını ise doğal gaz, petrol, tarım ve hayancılık oluşturuyor. Afganistan, bölgenin en önemli ülkeleri arasında yer alan Pakistan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Çin ile sınırı olan son derece stratejik bir konumda bulunuyor. Ülkenin tamamında etkisini gösteren karasal iklim, yaz mevsiminde ülkeye aşırı sıcaklar yaşatırken kışın ise kuru soğuklar tüm şehirleri esir alıyor. Yazın ölçülebilir sıcaklık 45 dereceye kadar yükselirken kışları soğukluk tüm ülkede aşırı don olaylarının yaşanmasına neden oluyor. Asya’nın kalbi sayılabilecek kadar önemli bir yer olan Afganistan’ın başkenti Kabil, sadece bugün değil tarihte de pek çok medeniyete başkentlik yapmış olmanın izlerini taşıyor.

29

Bu bilgilerin ışığında, aşağıda okuyacağınız bilgilerde biz SAT,ların buralarda ne işi olduğunu biraz daha iyi anlayacaksınız, zira tüm bilgileri anlatmamız, ülke çıkarlarımız için iyi olmaz, gizli kalmalı Okuyunca’da bir çok bilğiyi vermediğimizi zaten anlayacaksınız. Aynı görevi, Ben, Reşat,C. Şen,M. Tanrısever vb. arkadaşlarımız bir çok Türkiye cumhuriyetlerinde yaptık ama Afganistan sınırında, Afgan olmayan başka bir ülkenin mücahitlerini neden burada eğittiğimizi sizl okurlarımızın anlayışına bırakıyoruz! Aslında yapacağımız görev burada adını veremeyeceğim bir ülkenin mücahitlerini eğitmek, onların yapacağı gizli bir görevde iyi birer savaşcı ve başarılı olmalarını sağlamaktı. Durumu anlatan bilgi; 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen İkiz Kuleler'e saldırılar sonucunda dünyaya "terörle mücadele" olarak lanse edilen Afganistan işgali, İngiltere'nin de desteği ile 7 Ekim 2001 tarihinde başlamıştı.

DRONE'LAR, İHA, LAR (Unmanned Air Craft System (UAS) İnsansız hava araçları ilk kez 1 Temmuz 2002'de bir düğün evinin vurulması ve 50'den fazla sivilin hayatını kaybetmesiyle büyük tepki çekti. Saldırıyla ilgili hazırlanan BM raporunda delillerin yok edildiği iddia edildi.

30

Obama döneminde insansız uçak kullanımı 4 kat arttı ve uçakların sayısı 220'ye yükseldi. İnsansız hava aracı saldırılarında yaklaşık 3 bin insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. ABD ve İngiltere önce hava bombardımanına başladı ardından takviye güçlerle beraber Afganistan'a asker indirdi. 2002 yılında Amerikan ve İngiliz askerleri ile birlikte NATO güçleri de Afganistan Savaşı'na ortak oldu. Türkiye bu sürecin başından beri ISAF(Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti) içinde yer aldı. 50 ülkeden 135 bin askeri barındıran ISAF içinde 1800 Türkiye askeri görev yapıyor. Türkiye askerlerinin şimdiye kadar işgal gücü olarak değil de imar ve emniyet gücü olarak orada bulunduğu söylendi. Kabil'in dış bölgesindeki Türkiye askeri üssünün de havan topuyla saldırıya uğramasıyla, Türk askerlerinin Yunan kuvvetleriyle beraber saldırıyı ağır makineli tüfeklerle karşıladığı biliniyor.

İKİZ KULELER…. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 11 Eylül 2001 tarihinde, tarihinin en büyük saldırılarından biriyle ile sarsıldı. 11 Eylül günü kaçırıldığı iddia edilen sivil uçaklar ile askeri üs Pentagon'a ve Dünya Ticaret Merkezi binaları olan ikiz kulelere saldırıları düzenlendi. İkiz kuleler yıkıldı. Olayda hala kesinliği tartışılan rakamlara göre 3 binin üzerinde insan hayatını kaybetti.

31

Bu olay daha sonra ABD'nin dünyanın çeşitli bölgelerine müdahalesinin de yeni bahanesi oldu.

ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra Ortadoğu'ya büyük bir savaş ilan etti. Saldırıları gerekçe gösteren dönemin ABD Başkanı George W. Bush, önce Afganistan, ardından da Irak'ı işgal etti. ABD Başkanı George W. Bush "Terörizmle Savaş Kampanyası" başlattı ve bu kampanya ile NATO'nun 5.maddesini işletmeye başlattı. Bu Kampanyada ABD'ye başta Birleşik Krallık olmak üzere bir çok ülke destek oldu. 11 Eylül saldırıları sonucu, başta ABD olmak üzere batılı devletlerde Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarında büyük artış görüldü.

32

ON BİNLERCE MASUM İNSAN İNSAFSIZCA KATLEDİLDİ Yaklaşık 11 yıllık işgalde 60 bini aşkın Afgan öldürüldü, on binlercesi yaralandı. On binlerce Afgan ise savaşın neden olduğu açlık, hastalık, tıbbi yetersizlikler ve mültecilik şartları nedeniyle hayatını kaybetti. Evleri olanlarsa işsizlik, yoksulluk, açlık, su ve giyecek sıkıntısıyla boğuşuyor. İşgal, 650 binden fazla insanı evini terk etmeye zorlarken, binlerce Afgan vatandaşı da tutuklandı, ağır işkencelerden geçirildi. İnsansız uçaklar ve ABD helikopterleri ile Pakistan'a da taşınan savaşta, Pakistan-Afganistan sınırında yüzlerce insan hayatını kaybetti. CIA verilerine göre, Afganistan'da halkın yaklaşık yarısı işsiz, yüzde 70'i kronik açlık çekiyor. 30 milyon civarında nüfusa sahip olan Afganistan'da, yaklaşık 20 milyon insan günlük 1,5 dolarla yaşamaya çalışıyor. Ortalama yaşam beklentisi 43,1 yıl olarak belirlenirken, okuma yazma oranı işgalin başında yüzde 28,7 iken bugün yüzde 23,5'e düştü. Afgan halkının sadece yüzde 13'ü içme suyuna ulaşabiliyor ve sadece yüzde 6'lık bir kesim elektriğe sahip.

33

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta geçtiğimiz ay içerisinde bir açıklama yaptı ve Afganistan'da süregelen çabaların önemli bir aşama kat ettiğini belirterek, ABD ordusunun, Obama'nın 2009 yılı Aralık ayında Afganistan'a yollanmasına karar verdiği ek birliklerin çekilme sürecini tamamladığı ve 33 bin ek askerin tamamının ülkeden ayrıldığını bildirdi.

34

Panetta açıklamasında, ilave birlik gönderilmesinin, Taliban'ın sahadaki ivmesini tersine çevirme hedefini başardığını ve Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri'nin boyutu ve kapasitesini çarpıcı biçimde artırdığını, ayrıca ABD ile ISAF bünyesindeki ülkelere, ülkedeki güvenlik sorumluluğunun Afgan yetkililere devri sürecini başlatmaları için imkan sağladığını kaydetti. Panetta, ''Şunun altını önemle çizmek gerekir, ilave birliklerimiz evlerine dönüyor olsa da Afganistan'da hala NATO ve Afgan ortaklarının yanında sert mücadelelerine devam eden 68 bin civarında Amerikalı bulunmakta" dedi. ABD iki binden fazla askerini kaybetti. NATO'dan yapılan açıklamada, işgalin başladığı 7 Ekim 2001′den bu yana ölen Amerikalı askerlerin sayısı 2 bin 385'e yükseldi. ABD'yi 455 askerle İngiltere, 158 askerle Kanada, 86 askerle Fransa, 54 askerle Almanya, 48 askerle de İtalya izliyor.

35

Sovyetler'e maliyeti 2 milyar, ABD'ye maliyeti 700 milyar dolar! Sovyet müdahalesi, bugünlerde 100 bin ölümle sonuçlandığı tahmin edilen Amerikan müdahalesine kıyasla daha kanlıydı, 1,5 milyon kişi ölmüştü. Ancak Amerikan müdahalesi, Sovyetler müdahalesinden çok daha masraflıydı. Sovyetler müdahalede yaklaşık 2 milyar Amerikan Doları (yaklaşık 4.4 milyar TL) harcarken, Amerikalılar 700 milyar Amerikan Doları'ndan (yaklaşık 3 trilyon TL) harcadılar. Üstelik son müdahalede, tartışmalı da olsa çok daha az bir kazanım sağlandı. 25 yıl önce Sovyetler Afganistan'dan çekildiğinde, görece Sovyet yandaşı bir rejimi sürmekteydi. Bu rejimi sürdüren Muhammed Necibullah hükümeti, Sovyetler silah yardımını kesene kadar dört yıl boyunca devam etti.

36

13 yıl sonra Batı, El-Kaide'yi yok etmek ve Taliban'ı yerinden etmek için Afganistan'a müdahale ettiğinde, ne Amerika ne de müttefikleri hiçbir hedeflerini tam anlamıyla gerçekleştiremediler. El Kaide'nin geride kalan güçleri Pakistan sınırlarına ve diğer başka yerlere çekildi. Taliban'ın Güney Afganistan'daki etkisi yüzde 70'e yükseldi. Bu oranın, Amerikan ve İngilizler bu sene içinde askerlerini çektiğinde daha da yükselmesi bekleniyor. Bir bilgi daha, İngiltere’yle Suudi Arabistan arasında “Al-Yamamah” adı verilen bir silah anlaşması imzalanmıştı. Devlet şirketi British Aerospace Systems, toplam bedeli 80 milyar dolarlık savaş uçağı satıyordu.Şak diye soruşturma açıldı. Çünkü, Suudi Arabistan’a uçak satılırken, Suudi Arabistan’a rüşvet verildiği tespit edilmişti!Tuhaf bir durumdu. Suudi Arabistan uçak almak için para ödüyor, İngiliz şirketi de Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği’ne rüşvet ödüyordu. 2007 itibariyle, peyderpey, iki milyar dolar rüşvet transfer edilmişti.

37

Tuhaf ötesi bir durum daha yaşandı. Suudi Arabistan, İngiltere’ye nota verdi! “Soruşturmayı derhal durdurun, yoksa sizden alacağım uçakları almam, gider Fransa’dan alırım” dedi. Rüşvet alırken suçüstü yakalanan ülke, kendisine rüşvet veren ülkeyi tehdit ediyordu. Ne oldu biliyor musunuz? İngiltere Yüksek Mahkemesi, soruşturmayı derhal durdurdu, uluslararası kepazeliğin üstünü örttü. İngiltere başbakanı Tony Blair’di. “Hukuk üstündür ama, ulusal çıkarlarımızdan daha üstün değildir” dedi. Sudilerin yakası bırakıldı. Peki, bu olan bitenin perde arkasında hangi dolaplar dönüyordu? Rüşvet parası neden Washington büyükelçiliğine gidiyordu? İngiltere’nin rüşvet verdiği, Suudi kraliyet ailesinin koruduğu büyük elçi kimdi? Prens Bender’di.Tam adı, Bandar bin Sultan bin Abdulaziz Al Saud’tu. Veliaht prens Abdulaziz’in oğluydu. İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri Koleji’nden mezun olmuş, savaş pilotu olmuş, ABD Ulusal Savunma Üniversitesi’nde eğitim almış, Johns Hopkins Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisans yapmış, yarbay rütbesiyle Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri’ne katılmış, 17 senelik askeri görevden sonra, 1983’te, Washington büyükelçisi olmuştu.

38

Dört ABD başkanıyla, Reagan, Clinton ve Bushlarla çalıştı. Baba Bush ve oğul Bush’la o kadar yakın ilişkiler kurdu ki, aileden kabul edildi, “Bender Bush” lakabı takıldı.Parası ganiydi. Mesela, sırf Aspen’deki çiftliği 135 milyon dolar, California’daki malikanesi 165 milyon dolardı.Elbette rüşveti kendisi için almıyordu, ihtiyacı yoktu. Nasıl olsa her ihalede rüşvet dönüyordu, bu parayı İngiliz devletine bırakmanın alemi yoktu, kendi devleti adına alıyordu. Ve bu rüşvet parasını, Suudi Arabistan’ın örtülü operasyonlarını finanse etmek için kullanıyordu!

39

Prens Bender… Usame bin Ladin’in terör kariyerini başlatan aktörlerin başında geliyordu. Kendisini ABD düşmanı zanneden köktendinci fanatikleri organize ediyor, tam tersi yönde, ABD-Suudi çıkarları doğrultusunda, CIA maşası olarak kullanıyordu. Hakikaten büyük zeka isteyen bu ölümcül işi Afganistan’da yaptı, Kafkasya’da yaptı, Bosna’da yaptı, Lübnan’da yaptı, Irak’ta yaptı, Libya’da yaptı.Suudi İstihbarat Teşkilatı’nın başına getirildi. Suudi Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı oldu.Karanlık el’di.Mezhepçi çatışmanın kuklacısı’ydı. Gel zaman git zaman, Arap Baharı ayaklarıyla Libya’da Mısır’da istediği gibi at koşturan Beyaz Saray, Suriye’de duvara tosladı. O duvar, Kremlin’di.Selamünaleyküm dediği için Müslüman aleminin en sevdiği başkan olan Obama. Vekalet savaşı için Prens Bender’e başvurdu.Onun aklına uydu.

40

Işid icat oldu. Dünyada ne kadar ruh hastası varsa, alayını Suriye’ye getirdiler. Kimin kimi soktuğu belli olmayan “eşekarısı kovanı” yarattılar. Libya’dan yüklenen silahları, gemilerle Hırvatistan’a getirdiler, Hırvatistan’dan uçaklara yükleyip “tanıdık” bir havalimanına indirdiler, tır’larla Suriye’ye taşıdılar!

41

İçsavaşı körüklediler, yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oldular, altı milyon kişiyi mülteci haline getirdiler, dört milyon Suriyeli’nin Türkiye’ye girmesine sebep oldular, Suriye’de taş üstünde taş bırakmadılar, insanlık tarihinde görülmemiş vahşetler sergilediler.

KONUYA GİRERSEK, BABİLDEN JAWZİANA YOLCULUK REŞAT “Hocam,buraları Allahın terk ettiği yerler,bir bira bile bulamayız buralarda” diyince ,cevabım “Amerikan askerlerinin olduğu her yerde konforda vardır, bu hıyarlar,kahve, ciklet, bira,whisky,domuz eti para ve petrol olmayan yerlerde ne savaşır nede barışır!...” oldu. SAT hocam Bob (Eagle) Gallagher,in (Black water,u kuranları yetiştiren !...) dediği gibi ,blue jean,li bir yankee tarafından karşılandık.Alçak gönüllü mütevazi bir çocuğa benziyordu,kollarından ağırlık çalıştığı belli oluyordu.Reşat adama dik dik ve şüphe dolu bakarken adam elini uzatıp “Ben Mike” dedi..o arada Reşat,ta elini uzatıp “Bende Mike Hammer!...” demez mi..gülüştük ve Reşat “Şaka bir yana ben Reşat” dedi. Hoşbeşten sonra, Siyah bir ford karavan minibüs önümüzde durdu ve Reşatın şüpheci bakışları ile minibüsün içini bir av köpeği gibi kontrol etmesinden sonra bindik minibüse ve kampın yolunu tuttuk.Mike Reşatı göstererek “Hep böylemidir” diye sordu, bende “Bu en iyi hali, aslında daha titiz ve şüphecidir” dedim.

42

Mike ,minübüsten dışarı endişeli, karamsar bir suratla bakarken ,aniden bana dönüp “Bu Reşat bize ilerde baş ağrısı olurmu?” ( İs he going to give us any headache?) gibi bir şey söyledi,anladığım kadarıyla!..Bende “Hayır, hayır patron benim!...” demek ister gibi “I am the boss here” diye cevap verdim, o kadar İngilizcemiz olsun artık! Reşat “Hocam yol uzun bu arabanın Buzluğunda bira vardır kesin…” diyince, durumu Mike,a illettim “Bob her şeyi, siz Türk SAT,ların birayı sevdiğinizi de anlattı, buzluğu kendi malınız gibi kullanın ,gideceğimiz kampta da eviniz gibi davranın, yolumuz uzun patronlar her şeyi ödüyor” dedi Mike.Ben patronların kimler olduğunu biliyorum ama bu satırlarda yazamam. Tozlu,topraklı dağ yamaçlarından bu güzelim araba ile çalı çırpıların siyah kaportasını çize çize ormanın içinde, kenarından ırmak akan 6 büyük kamp ve çadırının olduğu eğitim kampına 4.5 saatlik yolculuktan sonra varabildik.Mike eliyle en güzel çadırı göstererek “Kumanda, hocaların çadırı, ufak bir toplantı yapacağız, o arada siz ikinize ayrı yapılacak çadırda kalacaksınız” dedi. Eğitmenler çadırına girince 5 adet insan azmanı (Katil desek daha doğru olacak !...) ile karşılaştık,biri siyah idi. Orta boylu sarışın olan hemen ayağa kalkarak birkaç adım öne attı elini uzatarak “Ben eski baş çavuş Tony, Tony Rebel”dedi nazik bir yaklaşımla ve ilave etti “Bu john,Bu Wilmore,Bu Steamy,bu Hass, buda Kenney, Bob Sizlerden övgü ile konu etti.

43

Çok iyi savaşcılarmışsınız” dedi. Bende “Çok iyi savaşcı olduğum söylenemez ama iyi bir eğitmen derler, savaşcı olan yanımdaki mr Reşattır” dedim. Akşamın serin rüzgarları çadırı yalar geçerken bu herifler, bilmem kaçıncı Jack Daniels whisky, sinin dibini bulmakla meşguldüler. Bize “Katılırmısınız?” diye sorduklarında Reşat her zamanki sert,savaşcı yüz ifadesiyle “Beer please” dedi. Genç olan Kenney gidip biraları getirdi, buradaki 37 mücahit askeri nasıl eğiteceğimiz,hangimiz hangi dersleri vereceği, gece eğitimlerini, nerede patlayıcı eğitimleri yapacağımızı, eğitimlerle ilgili her konuyu konuştuk. Bariz bir şey gözüme çarpmış ve hissetmiştim ki, Vietnamda en çok madalya kazanan ve bizleri ülkemizde Türk SAT hocalarımızla birlikte yetiştiren hocamız Bob ( Robert Eagle Gallagher, bakınız Google US navy seals Bob Eagle Gallagher)bu paralı, eski eğitmen askerlere, bizlerin çok iyi birer Türk SAT,ı olduğumuzu, hatta onlardan çok daha iyi olduğumuzu önceden anlatmış olmasıydı hissettiğim buydu.

44

Tony, kendisi Vietnamda iken, biz Türk SAT’larının, Vietnamdan dönen ABD,li SAT,larla Camp pickette bataklık eğitimleri, gece bataklıkta sinsi hücum operasyonları, su altı tahrip baskınaları, Yeni silahlar,sniper eğitimi, gece paraşüt atlayışları ve 1970,de Amerika judo şampiyonu olduğumu, su altında dünyada en uzun yüzen kişi olup, tüm ABD,li askerleri geçtiğimi,askeri pentatlonda dünya çapında dereceler yaptığımı vb. vb. her şeyi bir çırpıda anlattı arkadaşlarına,hayret içinde dinliyordu Yankee,ler (Yankee, Kuzey güney savaşında kuzeyli askerlere takılan isim. Rebellion (Rebel) isyancı Güneyli askerlere verilen isim). İzin isteyip Reşat ile çadırımıza geçtik, Adamlar tüm kıyafetlerimizi, techizat ve malzemelerimizi gayet güzel yerleştirmişlerdi, bir silahlar yoktu, Reşat gözlerimin içine anlamlı bakınca “Tüm silahlar ayrı bir yerde kilit altında tutulur böylesi kamplarda” dedim, rahatlamıştı bizim savaş makinesi. Biraz çene çaldık, Reşat uyuduktan sonra kafamda bir dizi eğitim ve hayatta kalma! planları yaptım, uykuya dalana kadar. Sabah kahvaltıdan sonra 8 ‘imizde eğitim planlarını son bir kez daha gözden geçirip konuları, dersleri paylaştıktan sonra,talebelerimizle (Genelde kursiyer kelimesini daha çok kullanırız) buluşmak, tanışmak üzere dışarı çıktık. Hayret verici şekilde bazılarının yüzleri kore,li ve Japonlara benziyordu! Hepsi tabura geçmişti (Denizciler ‘Tabur’ karacılar ise içtima’ kelimesini daha çok kullanırlar).

45

Örneğin bir karacı subaya“ Alargada iskele kıç omuzluktan lodos alıp, yalpa yapan kakalağın kasarasındaki, baca fistanı bozulmuş, sancak istiralyası gibi ne yalpalıyorsun,palet!..” desek hayatta anlamaz, ama bir denizci hemen anlar, denizcilikte pencereye “Lumbuz”. Merdivene “iskele”, kovaya”patlak”, Nizamiyeye “Lumbar ağzı”, limana’da “Aşk makinelerinin bol olduğu kuytu yer” deriz biz SAT bahriyeliler.

Taburun en önünde Muhammed isimli bir kıdemli duruyordu, biraz Japon, kazak, Mogol, Özbek, Türkmen havası vardı! Hepsi ile tek tek tanıştık,ABD,li hocalar yalnızca soğuk bir tavırla ellerini uzatırken, biz Reşatla Türk cumhuriyetinin verdiği sıcaklıkla hep tanıştırılırken sarılıyorduk bir birimize,durum, ABD,lilere çok ters gelmişti!... İlk gün eğitim ,silah bilgisi (Silah terbiyesi !!!...) atış ve yakın döğüş dersleri ile başladı, sonraki günlerde her sabah onları birimiz kaldırıp koşturup, kondisyon çalıştırıyorduk.

46

Bu eğitimde herkese 8 günde bir sıra gelmesine rağmen Reşatla ben hemen hemen her gün kalkıp onlarla birlikte koşuyorduk,daha ilk günlerden kalplerini kazanmıştık çocukların. ABD,li askerler zaman zaman kamptan sivil araçla başka bir yerlere gidip eğleniyor ve kampa bazen kafaları kıyak dönüyorlardı. Bazende kampa takım elbiseli, biri zenci diğerleri beyaz ABD’li tipler gelip kontrol yapıyorlardı sanki. Reşat ile bana çok samimi, sıcak davranıyorlardı, çoğu zaman karton kutularla bira, whisky ve başka eğitim malzemeleri, mermi, patlayıcı getiren bu CIA benzeri heriflerin neler çevirdiğini, Bob’ın yolladığı kalın dosyayı okuyunca anlamıştım zaten! Durum pek iç açıcı değildi ve bazen sabah koşusu yaptıracak ABD’li eğitmen, akşamdan kalma olup, uyanamadığından, Reşat,la ben çalıştırıyorduk çocukları. Mesai biter bitmez hemen çadırdaki şişeleri açıp, dibine dalıyorlardı, whisky şişelerin, anlayacağınız adamlar eğlence, içki ve para kazanmak için gelmişlerdi, buraya Jawzian,a… Mücahitlerin iyi birer asker, savaşcı olarak yetişmeleri umurlarında değildi sanki. Bob durumu tahmin ettiğinden, Müslüman olduğumuzu bildiğinden, bizleri bu eğitimin başına geçmemizi istemişti sanırım.Günler birbirini kovalarken kursiyerlerde harika birer savaşcı olmak üzereydiler. Akşamları bazen onlarla çay içip ,sorunlarını dinliyorduk, Türkleri, Türkiyeyi, biz Müslümanları çok seviyorlardı, Reşat konuşmalarını çok iyi anlıyordu çünkü ailesi bu tarafın, yörelerin kökenlisiydiler ve dediğine göre lisanları yakındı.

47

O gün, hayatımın büyük bir bölümünü değiştirecek günün ilk ışıkları doğuyordu! Kayalardan, dağlardan, helikopterden hızlı, halatla iniş (Fast Rope) eğitimleri yaptırıyorduk Reşat ile. Çocuklar işi iyi kapmıştı. Reşatın halatla yüzü yere bakarak inmesi ve iniş anında 30 metre ilerdeki şişirilmiş balonlara ateş ederek balonları patlatması hem ABD,lileri çatlatmış, hemde mücahitlerin hayranlığını kazanmıştı. O gün iniş duvarını ayağımla hızla itip 5-6 metre düşüp tekrar kayayı itip halatla uzun inişler gösterirken (Birazda havalı olsun diye uzun düşerken.) toprağın çukur yerinde, yerde sol ayağımı burktum

48

Şiş ayak bileğim çok acı veriyordu, Mike ilk yardım çantasından soğutucu klor etil çıkarıp soğuk tatbik etse de,ağrı çoğalmaya başlamıştı. Tony Namık en iyisi kasabadaki dispansere gitmek orada rontgende çekebiliyorlar” dedi. Atladık 4 kişilik küçük lada jeep,e kasabaya varmamız 35 dakika kadar sürdü.Buraya bizden önce gelen ABD,li SAT,lar anlaşılan her yeri incelemişti. İçeri Reşatın omzuna tutunup sek sek yaparak girdik. Bizi karşılayan orta yaşlı hemşire anlattıklarımızdan sonra “Sultan hemşireye gidin, 5 nolu rontgen odasında” dedi. İçeri girdiğimizde o harika bayan ile göz göze gelince bacağım benim değildi sanki, ağrı filan kalmamıştı. Sultan hemşire” uzanın şuraya “ diyip yatırdı beni röntgen masasına, bende İngilizce “sende yanıma uzanabilirsin, istersen” dedim. Anlamış olmalı ki kıkır kıkır gülüyordu sultan. Reşat “Hocam daha geleli 5 hafta oldu başladın hemen kızlara yanaşmaya” diyince “Narkoz etkisi yapıyor, ayağımın acısını unutturuyor Reşat” dedim. Sultan,a “ Ben bu aletten korkarım,elinizi tutabilirmiyim” dediğimde, Çok güzel bir aksanla İngilizce “Biraz sonra, iğne yaparken dedi.

49

”igne gerekebilir analjezik, ağrı kesici yapar acını biraz dindiririz” dedi ve ben hemen lafa girdim “ Rontgende kalbimi gördünmü?,orada adın ,Sultan yazılıydı. Kalp acısı içinde bir şeyler yapabilirsin herhalde” dedim, güldü ve gülmeye devam etti, buranın kızları ,sağlam müslümandı, çabuk arkadaş olunacak bir kıza pek benzemiyordu Sultan.

Rontgeni inceleyen doktor,sol ayağımı birkaç tarafa döndürüp “Aşırı gerilme ve ufak yırtıklar var, yarım, yumuşak alçı yaparız, kullanmazsan 1-2 haftada geçebilir” dedi. “Burada ne yapıyorsunuz? nerede kalıyorsunuz?” gibi sorular sormaya başlayınca açık vermemek için “Kondisyon kampına geldik,futbolcuyuz” diye cevap verdim, yemediği gülüşünden belli oluyordu.

50

Bıyık altından gülerek “Adım Mustafa,askeri doktor yüzbaşıyım, kamptaki Muhammed arkadaşımdır, buraya bizim çocukları eğitmeye geldiğinizi üst düzey birkaç kişi ve ben biliyoruz, heyecan yapmayın, merak etmeyin, problem yok” dedi İngilizce ve Reşat,a dönerek Türkce “Ankara Gülhane askeri tıp akademisinde okudum, Türkçeyi çok iyi bilirim,adım musa,yüzbaşı Musa “dedi Reşat ile birlikte çok şaşırmıştık, Dünya ne kadar küçüktü ve bizlerde! Sultan bana tek bir baston verdi, hani şu koltukaltına yaslanıp elle tutulan cinsten. “İyileşince bize geri verirsin, başkalarına da lazım olabilir, haaa unutma” dedi. Bende “Hiç iyileşmeyeceğim, gerekirse öbür ayağımıda kırıp sana tedaviye geleceğim, I need you! (Sana ihtiyacım var)” dedim, gülüştük, doktor bizi kapıdan uğurlayıp geri döndüğünde ve bizim Lada jeep yol almaya başladığında Sultan hala el sallamaya devam ediyordu, tabii bende ! Reşat “Boynun tutulacak geri bakmaktan hocam, Dispanser görüş alanımızdan çıktı” diyip yine Reşatlığını yaptı. Ertesi gün Reşat ve ABD,li SAT, lar eğitim veriyor, bende yere oturmuş ayağımı yüksekce bir yere koymuş onları, kursiyerleri izliyordum. Ara verilince tüm kursiyerler yanıma gelip geçmiş olsun dediler. Kamuflaj ve sinsi baskın eğitimi görüyorlardı, sordukları bir soruya şöyle cevap verdiğimi hatırlıyorum.

51

“Şayet siz kamuflaj olup, hazırlık yapıp, siper alıp saklanmışsanız, bırakın düşman size gelip saldırsın yok ,şayet siz düşmanın hazırlıksız, tedbirsiz, ortalıkta aptalca, savunmasız dolaşırken yakalarsanız siz saldırın” demiştim. Eski bir SAT taaruz timleri komutanımız, Albay Tonguç Köni’nin sözüydü… Aynı SAT komutanım “Eski askerler ölmezler, onlar bir müddet ortalardan çekilir” demişti. Günler geçiyor eğitimler iyi gidiyordu, arasıra sınır ötesinden çatışma ve bombalama sesleri geliyordu, biz alışıktık ama kursiyerlerin biraz korktuğu belli oluyordu. Siz kimlerle kimlerin çatıştığını, yukarıdaki açıklamalarımdan anlamış olmalısınız. Buraya gelmeden bir büyüğümüz olan ağabeyimiz E.A “Siz mecbur olmadıkca hiçbir çatışmaya girmeyin” demişti. Benim aklımda ise, kursiyerleri biraz daha iyi hazırlayıp, biz SAT,ların eğitimi yeni bitirip yeni SAT olanları “CEPHE GÖREVİ/ SAVAŞA HAZIRLIK OPERASYONU / CRT=Combat Readiness Training” dediğimiz Düşman hatlarına veya Düşman kara sularına gece denizaltı gemisi ile, helikopterle veya gece çok yüksek irtifadan paraşütle atlayıp sızma ve kaçış operasyonu yaptırmaktı (Evade & Escape veya Bob,un bize öğrettiği gibi Go Get and escape). Bunun için ayağımın yileşmesini beklemeliydim yoksa Reşat çok kızardı.

52

Savaş, çocukların oyunlarına bile yansımıştı. Ne yazıktır ki o süreçte ve hala çocuklarda bu kirli savaşın içinde kayıptılar! Kendi öz kimliklerini, kazanamamışlardı. Aklım Sultan’daydı, Mike’a “Ayağımı gösterme zamanı geldi,yarın dispansere gidelim mi? ”diye sordum, yarı alaylı.” Ne zaman istersen dedi. When ever you want… hoşuma gitmişti bu cevap “As soon as possible” mümkün olduğunca yakında, yarın” dedim. “Yes sir” diye askerce bir cevap verdi yankee... Evli birTürk SAT hocamız “ Her SAT evinden uzakta ve 3 hafta ülke dışında ise bekar sayılır !..” demişti!...iyi bir kural ve seçimdi. Dispanserde bastonum ile hızlı hızlı yürüyerek odasına girdim. Gülerek,sevinçle ayağa kalktı ama benden çok ayağımla ilgileniyordu! “Geting beter/ iyileşiyor” dedi. Bende “Fakat my heart tik tak tik tak for you” dedim, gülmekten kırılıyordu ve güldükce yanaklarındaki o iki adet gamze daha çok belirginleşiyor,ona ayrı bir güzellik veriyordu. Bana “Hadi gel dışarı çıkalım sana bahçedeki sundurmanın altında çay ısmarlayayım” dedi.

53

“Akşam mum ışığının altında bir iki kadeh bir şeyler içsek daha iyi olur!” diyemedim. Yüzünde, konuşmalarında ayrı bir masumiyet vardı ve çok iyi niyetli bir kızdı, bizler ise bahriyeli her Limanda bir sevgili meselesi! Müslümansın değimli? Diye sorduğunda “Ellamdürüllah müslümanım, istersen göstereyim!” dediğimde neyi göstereceğimi anlamış olmalı ki yüzü mosmor olmuştu… yanlış anlama nüfus kağıdımı göstereyim” dedim, kıkır kıkır gülmesini durduramadı. Buralara gelip bir Müslüman kızın kalbine girip sonra geri memleketime dönüp ortalıkta kırık bir kalp bırakmak iyi bir şey değildi, bu hatayı ABD,de, Almanyada, Hollandada, italyada, Belçikada!…vb..vb…yerlerde yapmıştım. Kendi kendime o an karar verdim,bu kızın kalbine girmeyecektim. O sıra Mike yanımıza geldi ve “Kampta bir şeyler olmuş, gidelim mi?” dedi hemen bastonumu alıp ayağa kalktım ve Mike,ı Sultana tanıştırdım !...Yolda hep bana Sultanı soruyordu. Ne güzel kız, Gözlerini gördünmü? Ya o gamzeler, o gülücük, Namık onunla yattınmı? Gibi sorular. Ulan Yankee o benim bacım!..” dedim, “aramızda bir şey yok, sadece tedavi oluyoruz, hepsi bu !..” diyebildim ve kampı merak ediyordum.

54

Kampa vardığımızda Reşat burnundan, beklide poposundan soluyordu!..Hocam, bu hıyar Tony, atış sırasında kazara emniyet açıkken silah ateş aldı,beni ve kursiyerlerden üçümüzü vuruyordu, mermiler 1-2 metre yanımızdan geçti, bende yumruğu çaktım herife ve kapıştık” dedi. Durumu öğrenmek için çadıra Tony,nin yanına gittiğimde ağzı, burnu morarmış vaziyette yatıyordu, bana dönüp “Namık kusura bakma hata oldu dalgındım” dediğinde bana sayğı gösterip özür dilemesinden etkilendim, zira bu işlerde benim kadar eğitimli değildi, rütbe olarakta benden kıdemsizdi, ona “Bir daha olmasın, dikkatli ol, geceleri’de içkiyi kaçırıp gelmeyin, sabahları kalkamıyorsunuz, sabah kondisyonunu biz yapmak, yaptırmak zorunda kalıyoruz” dedim.

55

Bizde SAT,ta silah terbiyesi denen bir ders vardır, bu derslerde kursiyerlere, silah boşken bile namlunun bir insana, bir kedi veya köpeğ’e çevrilmemesi ve nasıl davranması gerektiği öğretilir. Aksini 1 kez yapan M1 piyade tüfeği ile koşulara çıkar, onunla yüzer, onunla ceza talimi yapar, Tuvallette işini onunla görür !!!...onunla uyurdu ve bu cezanın ne kadar süreceğine hocalar karar verirdi.Bu hatayı iki kez yapan pes etmiş sayılır, kurstan atılırdı. Tony hıyarı, kursiyer iken bu derslerde uyumuş olmalı. Uzaktan bomba ve mermi sesleri hala ara sıra duyuluyordu, ileride bir şeyler ters gidebilirdi, tedbir alıp hazırlıklı olmalıydık, dışarı çıkıp durumu Reşat,a anlattım, oda tedirgindi.

Mike ile ayağımın son kontroluna gittiğimizde Sultana bakışı bir başkaydı,sanki kıza tutulup büyülenmişti, hayırdır inşallah, ben müsaade isteyip çıktım. Biraz canım sıkılıyordu, ara sıra böyle olurdum, bir şeyler ters gitse, annemden geçen altıncı hislerimle içim sıkılır ve yalnız kalmak isterdim hep. Sanki fırtına yaklaşıyordu!!!...

56

Dışarıya çıktığımda bakkala benzeyen bir yere girip” Buralarda nehir, göl, dere filan varmı?” diye sordum kafamı rahatlatmak istiyordum. Aksakallı, takkeli yaşlı bakkal 5-6km ilerde olduğunu ama bu ayakla yürüyemiyeceğimi o turkuz denen göle otobüsle gidebileceğimi anlatmaya çalışıyordu. İçim sıkıldığında bir göl, bir dere, bir orman, bir yüksek dağ, tepe veya nehir kenarında olmak beni inanılmaz rahatlatır, iç huzuru verirdi, nede olsa doğayı seviyoruz, denizciyiz. Eski püskü ama büyükce bir otobüstü, önden 2. sıranın arkasındaki boşluğa, benim sağ yan tarafıma, bastonumu koyup tünemiştim koltuğa. Üstümdeki askeri renk ABD yapımı haki elbise, parka biraz göze batıyordu. Otobüs tıklım tıklım dolmuştu, ayakta çok yolcu vardı ve öne doğru sıkışmaktaydılar. Tangur tungur giderken bir an kafamı kaldırıp yanımda ayakta duran uzun kapalı entarili bir bayan dikkatimi çekti. O’da başını aşağıya indirmiş bana bakıyordu ama yalnızca 2 adet yeşil göz ve burnunun yalnızca üst kısmı gözüküyordu. Tradisyonel uzun, krem rengi Müslüman elbisesiydi ama o gözler…o yem yeşil gözlerden kendimi alamıyor ve onun bana derinden bakışlarına gözlerimle karşılık veriyordum.Annesine benzettiğim kadın onu hafif dürterek, belkide çimcikleyerek! Bana bakmaması için ikaz etti, bu sefer annesine çaktırmadan bakışmaya başladık. O gözler, Allahım o gözleri nasıl yaratmıştı. Hemen kendimi toparlayıp onlara yerimi vermek için ayağa kalktığımda bastonumu almadan kalktım, tutundum ve şimdi rahattım. Annesi kızını oturttu kendi oturmadı. Artık ben aşağıya onun gözlerine bakıyordum oda yukarı bana bakıyordu.

57

Şimdi beni SAT taaruz timler komutanım. Tonguç albayım görse “Ulan Namık kendi ayağın sakat ve sarılı sen gitmiş elin, sağlam ayaklı kızına yer veriyorsun, sakat ayağınla” der ve çok kızardı. Bakışma böyle uzun sürerken şöför bana dönüp anlamadığım bir lisanla turkuaz gölü gösteriyor ve sanki inmemi istiyordu. Elimi kızın sağ yanına, bastonumu almak üzere uzattığımda annesi çok kızmış olmalı ki sakat bacağıma doğru ayağını dürttü ve sert sert baktı, benden bir “AAAHHH” sesi çıkınca anne çok şaşırdı. Elimle yeşil gözlünün sağ yanında, cama yaslı bastonumu alıp, topallıya, topallıya ön taraftan aşağıya zorlanarak indim. Otobüsteki herkes,sakat ayağıyla bir bayana yer veren bir aptala, bana doğru şaşkın şaşkın bakıyordu, yeşil gözlü kızda! Otobüs hareket ettiği halde herkes uzun süre bana baktı. Turkuaz göle doğru yürümeye başladım, topallaya topallaya, kadın fena basmıştı ayağıma ne bilsin. Gölün kumla karışık çakıl taşlı kıyısına geldiğimde birkaç balıkcı teknesinin ters çevrilmiş ve karinelerinin (Sandalın alt kısmı) kabuk ve yosun bağlamış olduğunu fark ettim,oturmak için iyi bir yerdi, üstelik çokta dinlendiriciydi, hafif esen rüzğar beraberinde çok sevdiğim ve özlediğim, yosun kokularınıda getiriyordu.

58

Bizi getiren otobüs ileride son durakta durup tüm yolcularını indirmiş ve yolcular benim bulunduğum taraftaki alış veriş merkezlerine, dükkanlara doğru yürümekteydiler. Aman o ne! Benim yeşil gözlü annesiyle birlikte, ellerinde Pazar torbaları yürümüyorlar mı. Kartal gibi bakarak bir yanılgı varmı diye incelediğimde, hata yoktu, onlardı. Yaklaşık genişce bir markete anne önde o arkada girerlerken, Yeşil gözlü son bir bakış daha attı bana. Sanki “Bu son şansın gel ve bu son şansını kaçırma!...” diyordu. Hemen terk edilemez, bırakılmaz arkadaşımı, bastonumu kapıp markete doğru yengeç gibi yürümeye başladım, ne kadar hızlı yürüsem okadar çok acı çekiyordum. Acı, acı SAT,ta bizlerin en iyi, en yakın arkadaşımız değilmiydi? Acı, Ter, kan ve göz yaşları... işte sizlere SAT’ın kısa ve öz tarifi… Annesi, süt ürünleri reyonunda alış veriş yaparken yeşil gözlü her halde benim sancaktan abordo olmam için (Sağ taraftan yanaşma !) Kitap reyonunda kitaplara bakıyordu yanaşıp “Merhaba “dedim. Cevap“ aleyküme selam” oldu!... ne iş bu diye düşünürken haaa bunlar Müslüman taraf iyi, iyi Müslüman olması benim için daha iyiydi… ”Nerede oturuyorsun ? adın ne? Nasıl görüşürüz?” gibi cümleleri, soruları sıralayıp durdum ama kızcağız hiç birini anlamadı sanırım. What is your name? We heissen sie, kes köse, Nanika shime shoka? Japonca dahil sordum… İşaret diline geçince anladı ve “Fatima” dedi. Başladı Rusca konuşmaya! Ama hiçbirini anlamadım. Rusca mafişti bende !...

59

Etrafta İngilizce, Almanca bilen varmı diye çabalasamda ,kimseyi bulamadım. Hemen kağıt kalem bulup “Adım Namık Seni çok beğendim” oysa yalnızca gözlerini görmüştüm! Nerede oturuyorsun, Telefonun varmı? haftaya cumartesi saat 12:00,da burada göl kenarında buluşalım mı? Gibi şeyler yazdım durdum. İngilizce. Okudu ama anlamamıştı, en iyisi tarzanca ve işaret diliydi. Elimle parmaklarımı açıp, baş parmağı Monday, işaret parmağımı Tuesday, orta parmağı Wednesday, Yüzük parmağımı Thursday, serçe parmağımı Friday, falan filan yapıp, Sunday,de yani pazarda durdum, 10 kere Sunday, Sunday diyip gölü ve sandalı gösteriyordum. Kızda bunaldı ama sonunda, parmaklarını tek tek Tomorow, Tomorow tomorow diye yedi kez kapadı ve eliyle gölün kenarını gösterdi. ”evet evet Bir hafta sonra burada” dedim. Dedim ama Annesinin hışımla gelip kızı kolundan tutup götürmesi an meselesi oldu. Fatima fırsat buldukca geriye bana bakıyor ve eliyle hem benim verdiğim notu ve gölü gösteriyordu… ”İşte bu.. işte bu… ”dedim, sevinmiştim, 6 bin km ötede olsada insanın bir bayan arkadaşa, bir dosta her zaman ihtiyacı vardı, Allahım o gözler neydi öyle. Kampa döndüğümde akşam olmuştu, eğitmenler çadırına girdiğimde Reşa’tın sevinci belli oluyordu, anlaşılan Yankee’lerle bira içmekten sıkılmıştı, Mike yanıma oturup, sık sık Sultandan konu ediyordu, anlaşılan abayı yakmıştı Sultan’a Ayağım daha iyiydi egzersizlere hafif hafif başlamıştım.

60

Reşat’a bomba, silah sesleri kesilmiş diye sorduğumda, azaldığını söyledi. Ertesi gün atış derslerini, eski bir sniper olarak kursiyerlere ben veriyordum. nefes tutma, hedef yaklaşma açıları, aşağı, yukarı giden hedeflere irtifa açıları, uzun hedeflere karşı alt kener ortası yerine üst kener ortası elevasyon açıları, değişken rüzğar önlemeleri, barometre ayarları, tüfeğin geri tepme hataları, merminin iyi tanımak…vb..vb… konularını anlattım. Bob,Pentagonda askeri danışmandı, bir gün biz 4 SAT’ı gezdiriken bir film şirketi’de çekim yapıyordu. Pentagonun örümcek ağı gibi örülmüş yapılarını gezerken, bir bölümün kapısında yazılan yazıyı okuyunca şaşırıp Bob,a sordum “Bob buraya niye giremiyoruz? ”yalnız ilgililer girebiliyor” yazıyor. Yazı aynen şöyleydi “Restricted area only authorized personel” Bob, ”Burada 150 uzman dünyanın neresine çomak sokarız da Amerika’nın menfaatine olur diye çalışmaktalar. 4 adet var, Biri bildiğiniz gibi burada pentagonda, 2. Si Alaska da, 3. Sü Florida key west,te 4. Sünü’de Namık zaten biliyor, o size anlatsın” demişti… Yoksa buralardaki başka yerlere de mi çomak sokuluyordu? Ama biz bu işe asla alet olamazdık. Telefon geldiğinde Bob heyecanlı idi “Belki 4-5 hafta sonra sizi geri çekebiliriz, işler karışıyor oralarda “ dedi. Neler olacağını biliyordum, Reşat’a anlattım. Pazarı iple çekmiştim ve nihayet gelmişti, hemen aynı otobüs durağından binip turkuaz gölümün kıyısına geldim. Aldığım İngilizce’den Rusca’ya lüğatını acıp,

61

“Kakdila, Haraşo, oçin lu blu, privet “Gibi kelimeleri ezberlemeye başladım! Saat 12:00 olmuştu ama daha otobüs gelmemişti, hiç merak etmiyordum, nasıl olsa geleceğini biliyordum hele onca davetkar, istekli, derin bakıştan sonra! Saat 13:00 iki otobüs geldi ama Fatima hala görünürde yoktu. Rusca öğrenmeye devam ediyordum.Saat 15:00 olunca artık gelmeyeceğine, gelemiyeceğine iyice emin oldum ve üzüldüm biraz, ne birazı aslında çok 3 saat fazladan beklemiştim. 12:00’da buluşacaktık oysa. Lügatı açıp, Rusca “Aptal” nasıl denir diye arayıp buldum ve lügatı göle doğru fırlatıp attım! Kasabaya indiğimde o ne bir kız koşarak bana doğru geliyor ama yüzü kapalı değil, yaklaşsın anlarız, dedim kendi kendime bu planetin bu bölgesinde. Yeşil gözlü, açık kumral saçlı kızlar bulunmaz diyordum ama biri karşımda duruyordu bu Fatima idi, onu gözlerinden tanımıştım. Benimle tokalaştı ve 2 yanağını 2 yanağıma deydirdi,çok sevinmiştim,onu yakından inceleyince “İşte bu kız, sevebileceğim, evlenebileceğim kız bu” diye geçti aklımdan. Elindeki İngilizce yazıyordu.

yazılı

olan

kağıtta

aynen

şöyle

“Namık, Ben sultan, Fatima teyzemin kızıdır. Anladığım kadarıyla bir birinizi çok beğenmişsiniz, Fatima memlekette Rusca eğitim gördü, aslında yüksek tekstil mühendisidir. Babası, eniştem Rusların işlettiği 17 tekstil fabrikasının genel koordinatörüdür.

62

Annesi seni ilk gördüğünde hiristiyan, Amerikalı zannetmiş, üstünde giydiğin, hastaneye geldiğin yeşil eğitim elbisenden dolayı olsa gerek. Fatima’yı bu yüzden senden uzakta tutmaya çalışmış. Ben bacağını tedaviye geldiğinde Passaportundan Müslüman olduğunu bildiğimden tüm aileye Türk olduğunu söyledim, şaşırdılar, çünkü sen yabancıya benziyorsun ama onlara çapkın olduğunu söylemedim! Ah siz bahriyeliler ah ”Namık, biliyormusun, sen güler yüzlü melek bakışlı, tatlı dilli bir şeytansın !...” dedi.Fatima çok harika, piyano çalar, sporda üniversiteler arası uzun ve yüksek atlama şampiyonudur senden ricam onu incitmemen buluşmanızda bir mani yok. Biliyormusun, Mike bana arkadaşlık teklif etti” dedi. Hem Mike,ın hemde kendi adıma çok sevinmiştim, ona, Fatim’aya teşekkür edip beni bekleyen külüstür Lada’ya binip kampa gittim, aslında onunla kalmak, hiç gitmek istemiyordum. Demek , güler yüzlü, tatlı dilli, melek bakışlı bir şeytan! ne yalan söyleyeyim yakıştırma hoşuma gitmişti. Reşat’a olanları anlattım, şaşırdı, Mike ve Sultanın ilişkisini’de iyi karşıladı, Mike çok alçak gönüllü bir çocuktu, Hawai’li Japon tipi vardı, Zaten soy adından bu alaşılıyordu ‘Mike TAKASHİMA’ Bir hafta sonra Mike yanıma gelip ”Biliyormusun Namık Ben Sultana aşık oldum,onu nasıl isterim ailesinden, bana yardımcı olurmusun?” dedi, utanarak. 3 gün sonra,Mike,a Sultanı istedik, söz yüzüğü bile taktık.

63

Sultan harika bir mantı yapmıştı, Fatima’da Özbek pilavı, Reşat yanıma gelip “Hocam votka, bira filan yok mu bu evde?” diye sorunca “Biraz bekle, oğlum bunlar iyi Müslüman, biraz sonra Mike, Sultanı seni ve Fatimayı alıp olayları kutlamak için sizi benim turkuaz gölümün yanındaki restauranta götüreceğim, kutlayacağız, orada bol bol içeriz” dedim.Sevindi bizim savaş makinası,tek üzüldüğüm ona buralarda bir hacı kızı bulamayışımızdı !!!... Turkuaz gölümün!... kenarında otururken Fatima’nın elini tutmak istedim masa altından, sıkar gibi oldu ama hemen çekti pamuk gibi ellerini, utanıyordu yeşil gözlüm, oldum olası çok sabırlıyımdır SAT’ta bize öğretilen önemli konulardan biride ‘sabır ve asla pes etmeme’idi, bekleyeceğim! Bir SAT olarak “Zoru hemen başarırız, imkansız ise biraz vakit alır!...” Mike, kursiyer ekibi yerel askerlerle ara sıra derenin üzerindeki ufak demir köprüden geçirerek diğer taraftaki sahra çadırlarına gidip çatışmada yaralanan askerleri sahra sıhhiye çadırlarında tedavi ediyorlardı. Cephe görevi çalışması, tecrübe kazanması için ara sıra çatışma sahasının emniyetli bölgesine götürüp keşif görevi ( Recconaisance / (Askeri) KEŞİF: Gözle gözetleme veya diğer keşif usulleri ile bir düşman veya muhtemel düşman faaliyetleri ve kaynakları hakkında bilgi elde etmek veya belirli bir bölgenin meteorolojik, hidrografik veya coğrafi özellikleriyle ilgili bilgileri temin etmek üzere yüklenilen vazife.

64

Bazen "recce" denir. Ayrıca bakınız: "battle reconnaissance", "close reconnaissance", "combat reconnaissance", "distantreconnaissance", "reconnaissance in force", "route reconnaissance", "strategic reconnaissance" ve "tactical reconnaissance") yaptırıyorduk. O gün çok enteresan bir şey oldu. Kampa kurs verdiğimiz arkadaşlarının yanına gelen iri yarı Kızılderililere benzeyen esmer, şakakalrı çıkık, hafif göbekli biri geldi. Havalıydı ve kendisinin eski bir komando (Dissand, şıpednaz) olduğunu söyledi, Muhammet. Adam kaslı, güçlü biriydi ve herkes ile bilek güreşi yapıp yeniyordu herkesi…gözü hep bendeydi, kesin gözüne kestirmişti beni. Bizim tecrübeli Türk SAT komandoları olduğumuzu öğrenince de hep hava atmaya, kendi askeri özelliklerini döktürmek istiyordu. (Kime rastladığını bir bilse, Çöldeki kutup ayısı misali, şansızlığına küsecek !...) Bir yakın dövüş dersi verdiğim sırada “Hoca ya kolundan değilde boynundan tutarsa düşman o zaman kurtulamazsın ki” dedi ukelaca!...Reşat bana bakıyordu şaşkın şaşkın, her halde adamla nasıl kapışacağımı merak ediyordu !..Oldum olası böylesi tiplerden nefret ederim, judo, karate, thai boxing hayatım boyunca hep böylesi tipler çıkmıştır karşıma. Benmi yenerim, senmi tiplerdendir bunlar ve başkasının yumruğunu yemeden kendi yumruklarını balyoz gibi zannedenlerdir!...

65

Adam, ”bilek güreşi yapalım mı? ”diye sorduğunda tereddütsüz“ yapalım ama sol kolla, sağ dirseğim ABD açık siklet judo müsabakasında sakatlandı, ama solla yapabilirim” dedim. (Maria adlı makaleyi okuyun lütfen) Adam (Musa) kesin sol kolu daha zayıftır zaten yenerim diye düşünsede benim sol kolum hala sağ kolumdan kuvvetlidir, sol ayağımda !!!... Kapıştık ve Musanın sol kolunu masaya vurdurmam 2-3 saniye sürdü, patlayıcı kuvvetimi kullanmıştım. Bozulan Musa “O zaman sizi kobra yılanı yemeye, kobra kanından yaptığım şaraplarımı içmeye!... davet ediyorum, aslında çok lezzetlidir ama korkuyorsanız o başka!...” dedi. Sırıtıyordu ve o koca gövdesindeki ağzında, önde yalnızca 4-5 diş olduğu gözüküyordu. Oldum olası iddiayı, meydan okumaları severim “Yiyelim, içelim” dedim korkusuzca ama ne yalan söyleyeyim biraz korku, tırsma vardı…. Musa bizi eski jeep ile köyüne doğru götürürken, gözlerim Reşat’ı aradı, olsaydı kesin kobrayı benden önce yerdi ama kursiyerlere ders vermekle meşguldu şu sıralar. Aklımdan SAT,ta Survival (Hayatı idame) hocamız As subay Emin Tuncalının ABD’de eğitimlerdeyken bataklıklarda yediği yılanlar ve yılanlar hakkında bizlere öğrettikleri gelmeye başladı… Böylesi kötü ortamda yalnız kalıp hayatını sürdürmek isteyen bir kişi öncelikle zehirsiz yılanları tercih etmeliydi.

66

Eniyi bilinen methodun, Grady Gaston methodu olduğunu öğretmişti Emin hocamız bizlere. As subay Grady Yeni Ginede Japonlara bomba yağdırdıktan sonra, görevli olduğu B-24 bombardıman uçagı Avustralyanın vahşi bölgesine düşmüştü. Grady 130 gün tek başına yaşam mücadelesi verip, yaşama tutunabilmişti. Grady kayalar üzerinde yaşayan bu yaratıkların üzerine arkadan hızla atlayıp boyunlarından yakalıyordu!!!...

Ateş yakamıyordu,duman ve ateşten yeri belli olabilir, yakalanabilirdi ,düşmana. Bu yüzden yakaladığı yılanları çiğ çiğ yiyordu. Tamamem yaşamak isteği ve olumlu düşünceler içinde yoğurulan Grady, Yılan beslenmesi ve gece topladığı birkaç meyva ile o yılların destanımsı hayatta kalma hikayesini gerçekleştirmiş bir kişi olarak Survival (Hayatta kalma) mucizesini gerçekleştirip Romanlara, Filmlere konu olmuş bir kişidir.

67

Grady. Çıngıraklı yılanlara çok dikkat ediyordu. Refleksiv sinir sistemi hareketleriyle bu tip çıngıraklı yılanların ölü iken bile insan ısırdığı, bilinen bir gerçekti. Kafasını 12 santimden kesip gömmek gerekir. Gömmezseniz ve canlı bir hayvan bunu yediğinde kesin ölür. Başından kesilen bu yılanların kas, beyin hafızası ve iç güdüleri ile hala bir insanı, bir canlıyı ısırıp, öldürdükleri bilinen bir gerçekti… Deriyi çıkarıp, iyice suda temizlemelisiniz, zehir bir tarafınıza deyip yapışmış olabilir bu yüzden çok iyi, defalarca yıkamalı ve yıkadığınız sudan içmemeli, o suda yıkanmamalısınız. Sonra kaynatma işlemi başlar, Emin hocam kaynattığımız suyu döküp, daha emniyetli olması için, ikinci bir suda kaynatmamızı öğütlerdi. Sonra damak tadına göre, yenebilinen sebzeler ilave edip sote şeklinde veya Türk usulü kömür veya yaktığınız odun üzerinde şiş kebap yapabiliyorsunuz.

68

Musa,nın bize yedirmek istediği yılan daha önceden şişelenmiş, turşulanmış bir cobra idi!... Gece kondu gibi bir evin verandasında oturduk, Muhammed sağımdaydı ve korkulu gözlerle yüzüme bakıp “Gidelim buradan Namık hocam,bu herif buralarda manyak olarak tanınır” dedi. Bende ona bakıp “Sana SAT’ların bu dünyadaki en manyak adamlardan, özellikle Türkiyeden seçildiğini söylemişmiydim Muhammed” dedim gülerek… Musa elinde koca bir kavonozla gözüktü, cobra derisi üzerinde kalmış bir vaziyette görüntüye girdi!... Derisi soyulmamıştı ve ben zehir torbasıyla, dişlerine giden yapılarda hala zehir kalabileceğini bildiğimden biraz tedirgindim. Evimizden binlerce kilometre uzakta gümbürtüye gitmek istemiyordum. Kendini Rambo zanneden musaya durumu anlatıp zehir kesesini ve dişlerine akan kanalı temizlemesini hatırlattım. O temizlik yaparken Muhammet bir taraftan pilav yapıyor ve bize yılan kanı ve pancardan yapılmış şarap ikram ediyordu. Belirli bir süre sonra musa suda kaynatıp, tavada soya sosuyla pişirdiği yılanın etinden getirdi!... Bol soğan sarımsak, soya yaprakları ile sote gibi yaptığı etlerden yemeye başladık, istemiyerek yediğimi belli etmemeye başladım. İlk aldığım etlerin arasında tavuk ciğeri gibi lezzetli parçayı sordum Musa,ya “Burası hangi parçası” diye.. ”Kalbiydi” dedi kussam mı yutsam mı diye ikilem yaşarken çiğneyip yuttum hemen arkasından pancar şarabından hızla içerek ağzımı temizlemek istedim,

69

musa bıyık altından gülerek muhammede bir şeyler söyledi ve muhammette bana tam tercüme “Hocam söylemem lazım pancar şarabı zehirsiz yılan kanından ilaveli yapılmış” dedi. Alkol’den olsa gerek hiçbir şey fark etmedim bayağı tadı iyiydi ve asla bizim rakı gibi sert değildi. Sonra musa,nın ikramı devam etti, ne yediğimi biliyordum, ne tadından bir şey anlamıştım nede Musa bizi bilgilendiriyordu!... İlerden bir araç sesi geliyordu,hemen toparlandım ne olur ne olmaz, 11:43 kalibrelik Colt tabancama gitti elim ve her türlü çatışmaya hazırdım, pancar şaraplı yılan kanı cesaret vermişti her halde… ”Hocam, Namık Hocam” diye bağıran, araçta ayağa kalkmış SAT Reşat’tı… Çok sevinmiştim, Reşatın olduğu yerde %90 emniyette sayılırsınız. “Neden haber vermeden yok oldun? Hocam buraları tehlikeli yerler, başımıza her an bir şeyler gelebilir, kampa dönelim, anlatacaklarım var” dedi Reşat.

Artık kursiyerler çok iyi yetişmişti ama daha çok tecrübeye ihtiyaçları vardı,zaman olursa bu açığı kapayabilecektik.

70

Sınırın bu tarafındaki askerler (Sizler Kimler olduğunu tahmin ediyorsunuz ama benim bu satırlarda yazmamı büyüklerimiz iyi karşılamayabilirler !!!...) Suriye’den bize düşen bombalar gibi ara sıra bilerek veya bilmeden bizim kamp tarafına da düşmekteydiler. (Deliberate assault). ABD’lilerin, bizlerin, bir eğitim gurubunun orada olmasından rahatsızlık duymuş olabilirler. Bunun altında bir şeytanlık yatıyordu, iç güdülerim beni çok az yanıltırdı… Ayağım çok iyiydi son defa göstermeye gittik Mike ile. Sultan yarım alçıyı sökerken Mike ile göz göze gelmelerini benden kaçırmaya çalışıyorlardı ama kaçın kurasıyız biz Türk SAT’ları… ”Ayağın çok iyi Namık “dedi, Sultan sevinerek. Zaten bir haftadır hiç acı çekmeden yürüyebiliyordum. Doktorda birkaç manipulasyon yapıp “Namık artık 40 km koşabilir, judo yapabilirsin” dedi, anlaşılan Reşat ona benden çok konu etmişti. Fatimayı alıp Turkuaz gölüme götürdüm o gün. Annesinin topal topal ona otobüste yer vermemi çok beğendiğini anlattı, bende yalnız yerimi değil, kalbimide vermiştim sana!...” dedim. Bir şey çok kesindi, Beni daha iyi tanımak için, İngilizce ve Türkçe dersleri alıyordu. O gün ona bir kadeh votka ısmarladım ağzını, yüzünü buruşturarak zorla içti, sonra ben masa altından elini tutmak istediğimde yine kaçırdı, üzüldüğümü görünce bu sefer o benim elimi tutmuştu… Geri dönüp evinin önüne geldiğimizde bir adios öpücüğü almak için uzandığımda da yanağını uzattı... ya sabır!... ”Pes yok, pes yok’…”

71

Sahra sıhhiye hemşireleri altta ortadaki hemşire’yi tanıdınızmı? Mike, Yanıma doğru koşup “Sultan ve sahra sıhhiye ekibi doktorlar ile birlikte sınırın öbür tarafına geçtiler hala dönmediler, bu günlerde bu tarafa doğru bir baskın olabileceğini söylüyor bizimkiler” dedi. Herhalde Bob pentagondan bunlara mesaj yollamıştı biz turkuaz gölde fingirderken! Sultan ve ekibi uzaktan görününce Mike biraz rahatlamıştı. Sultan “Fatima nasıl? İşler iyi mi?” diye sorduğunda “Harika” dedim ve öbür taraflarda durumun nasıl olduğunu sordum sultan’a, durum iç açıcı değildi, belki yakında ağır ağır toparlanabilirdik, buralardan. Aynı durum başka bir ülkede askeri danışman iken de başımıza gelmişti, toparlanıp yol almıştık, hava alanında, pasaport polisi”Bu ülkede ne arıyorsunuz?” diye sorduklarında “Tarihi ve turistik yerlerin resmini çekiyoruz, turist yollamak için” dedik. 500-600 kare resim göstererek !..

72

Mike, “Baş çavuş Tony bu küçük köprüyü uçurmamız gerekli, karşı taraf ağır vasıtalarla bu tarafa geçip bizi ağır ateşe tutamaz ”diyor, sen ne diyorsun Namık?“ diye sorduğunda şaşırmadım diyemem. Tony haklıydı bunu yapmakla hem kasabadakileri, hem de mücahit askerleri emniyete alabilirdik ama önce plan yapmamız gerekliydi, bir SAT planı... Akrabalarını ziyarete gelen Fatima ve annesi yakında kendi şehirlerine babalarının yanına döneceklerdi. Onu İstanbula davet etmek istiyordum. Dispansere yakın bir cafe,de oturduk, otobüsteki gibi bakışıyoruz. Artık çat pat ama daha iyi anlaşıyorduk. “İstanbul” diye başladım söze “İstanbulu görmek istermisin?” dediğimde, heyecanla “Evet evet, babam çok gitmiş tekstil işi için, bize dünyanın en güzel şehri İstanbul, dur der hep ”….” O zaman bir gün benim misafirim ol,aileni’de getirebilirsin” dediğimde çok sevinmiş, çığlık atmıştı, özellikle’de “ailenle gelebilirsin“ dememe! ”yağcılık damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur” diyemedim. Onu eve erken bıraktım, bu erken bırakmalarım, annesininde çok hoşuna gidiyormuş, yine yanağını uzattı,ya sabır !!!...

73

Eski,ilkel fakat herkesin görmesi gereken yerlerden biri Jawziana Mike, sahra sıhhiye ekibi doktorlar ve Sultan dahil hemşirelerin dönmekte olduğunu, köprüye patlayıcı yerleştirmeye başladıklarını heyecanla anlatmaya başladığında, “Dur dur sakın kontrolsuz ateşleme yapmayın,

Şimdilerde yerine çok daha güzeli yapılmış o köprünün elektirikli i ateşleme yapalım, patlatma zamanı, kontrolu bizde olsun, istediğimiz an patlatırız“ dedim. “Tamam, bizimkiler 2 araç ile dönüyorlar, arabalar geçer geçmez ateşleme yaparız” dedi Mike.

74

Anlaşılan buradaki görevimiz bitmek üzereydi, hemen Çadıra gidip her şeyi gözden geçirdim, son kontrolları (Last check) yapıp tekrar köprüye doğru yürümeye başladığımda o dere kenarına gittiğimde Reşat, heyecan ve kızgınlıkla “Hocam hocam, Namık hocam, bu Tony denen it senin dediklerini dinlememiş ve zamanlı, fitilli ateşleme düzeni kurmuş, (Time fuse= Fitilin boyu kadar zamanınız vardır, fitil yanması bitince fünye ateşlenir oda busterlenmiş ana şarjı patlatır, kaçmaya başlarsanız ateşlemeyi durduramazsınız, ancak birinin geri dönüp fitili altan kesmesi vb. şeyler yapması gerekir. İki araçta virajı dönüp köprüye yaklaşmış hatta biri köprünün üzerinde, bizim tarafa doğru geliyordu, öbür tarafın ateşi altında bu tarafa doğru süratle kaçmışlardı, şimdi arkadaki ambulans gibi kullandıkları ikinci araçta köprünün üstünde hızla geliyordu!.. Reşat,a ”Reşat koş koş fitili kes, söndür” diye bağırıyordum. Reşat son sürat köprüye koşarken bende hızla yanındaki tepenin üstüne çıkıp elimdeki M.16 ile havaya ateş edip, el sallayıp köprüye girmelerini engellemeye çalışsamda, artık köprünün yarısına gelmişlerdi ve Reşat hala koşup onları durdurmaya çalışıyordu. Öndeki araç köprüyü geçip tam bizim tarafa gelmişti ki diğer araç tam körünün ortasındayken patlama gerçekleşti ve arkadaki araç parça parça havaya uçup derenin kumla karışık çakıllı olan sahiline düştü parçalar havada uçuşuyordu, koşarak öndeki araçın yanına varmaya çalışıyordum, Sultan o araçtadır ümidiyle…

75

Bu Allahsız Yankee ateşleme düzenini elektrikli yapsaydı istediğimiz zaman patlatacaktık ve bu acı olay başımız gelmeyecekti. Derenin kumsalına yaklaşınca yüregimden parçalar, iç organlarım sanki aynı kumsala yayılmıştı, aynı Sultanın ki gibi. Manzara korkunçtu, 2 doktor, bir şöfer ve sultanın vücutları parça parçaydı. Elimize geçen ilk sedyeye Sultanın geri kalan vücudunu yerleştirip üstünü bir bezle örtük. Ve dere yatağından yukarı doğru taşımaya başladık.

Mike,ın ağlamasını durdurmaya imkan yoktu, sedyenin ucundan tutmuş yardım etmeye çalışıyordu ama nafile,kendisini yukarı çıkaracak hali yoktu Mike,ın. Tam yukarı çıkmıştık ki, hiç ama hiç unutulmayacak bir şey oldu… Sultanın geri kalan sağ kolu örtünün

76

Buralara gelmekle iyimi yaptık? Faydalı oldukmu? Ne kazandık, neler kaybettik? Mike ve Tony karede, onlar gibi giyinmişler ama her hallerinden yabancı oldukları belli !... Ortalık karışmış, halk üzgün, ABD’liler sıvışmak üzere !!!...… SAT’lar yine görevde… Altından, sedyeden aşağı sarktı ve parmağındaki Mike,ın verdiği söz yüzüğü tüm parlaklığıyla gözüktü. İşte bu an Mike,ın koptuğu andı, etrafı çınlatırcasına hıçkırıklara boğuldu ve yere çöktü kaldı Mike. Ömür boyu hiç birimizin unutamayacağı bir trajedi yaşıyorduk. Sedyeyi yukarı bırakınca hemen o aptal ABD,li Tony,i aramaya başladım. Karşı ağaçlıkta bir ağaca yaslanmış sigara içiyordu. Hızlı ve kızgın bakışlarımdan başına gelecekleri anlamış olmalı ki yaslanmayı bırakıp doğruldu, sigarasını attı ve o an iki üç yumruğumu yiyip yere düştü. Onu tekmelerken “Ulan it ben size kontrollu,elektrikli ateşleme yapalım dededim mi? Seni iblis, katil, Oro..u çocuğu, piç diye hem bağırıyor hemde onu tekmeliyordum. Üzüntüsünden olacak hiç cevap vermedi….. kendini korumuyordu bile…

77

Reşat kolumdan beni geri çekip sakinleştirmek ve Tony,yi kurtarmak istiyordu benden. Mike çökmüş bitmişti. Sultanın geri kalan parçalarını toplamak Reşat ile bana düşmüştü, kopuk parmaklarına kadar her organını toplayıp torba içinde sedyeye, Sultanın yanına koyduk. Bob,ı arayıp her şeyi anlattım ve bir daha asla asla… böylesi aptallarla çalışmam dedim. Beni teskin etmeye çalışıyordu, boş yere. Çok ceset toplayıp, denizden, araziden çıkarmıştım ama bu başkaydı. Fatima olayı duymuş ve yanımıza gelmişti bile. Kasabada olayı duymayan yoktu,herkes, hemen hemen herkes ağlıyordu, Cenaze merasimi çok can yakıcıydı, Mike başını sırtıma yaslamış ağlıyordu ve ben, aynı mendille hem göz yaşlarımı ve hemde burnumu siliyordum!.. daha önce bir kez daha yaptığım gibi!.. aynı anda ağlamaktan gözleri kıp kırmızı olmuş Fatima,nın elinden tutuyordum,sımsıkı. Dualardan sonra Sultanın babası yanımıza gelerek Sultanın parmaklarından çıkardıkları Mike,ın ona verdiği söz yüzüğünü Mike,a iade etmemi istiyordu ve yüzünden çok kızgın olduğu belliydi... iyi ki buradaydık yoksa bu Müslüman ahali bu Yankee,leri parça parça yok ederlerdi, Tony ortalarda görünmüyordu!..

78

Cenaze merasimleri üzüntülü yerlerdir, acı ve gözyaşları doludur. Fatma,yı akşam buluşmak üzere evine bırakıp, Reşat,la çadırımıza girdik. Her arkadaşımız göçtüğünde yaptığımızı yaptık, bira içtik. Bu rütüel yalnızca SAT,ların çoğuna özğü bir adetti, Charlee Bravo adeti. Sonra ,akşam göl kenarına gittik Reşat, Fatima ve ben!... Mike ve Sultan yoklardı!!!... Reşat ile biz Charlee Bravo,ya devam ettik, Fatima eşlik etmedi. Sabah Reşat heyecanla yanıma gelip, ben gözlerimi oğuştururken “Hocam ABD,li hergeleler kaçmış gitmişler, çadırları ve bazı eşyaları duruyor” dedi, Reşat,a “Ben tahmin etmiş ama sana söylememiştim, üç sebebi var 1. Vicdan azabı çekiyorlardı, 2. Bu kasabalıların kendilerini gece doğrayacaklarından korkuyorlardı… 3. Karşı tarafın gece hücumundan korkup gitmişlerdir (korkup)” dedim ona ve ilave ettim “Reşat bizimde gitme zamanımızın geldiğine işarettir bu” dedim, başını evet anlamında salladı ve toparlanmaya başladı.

Sultan ablasının çocuklarıyla güzel günlerinde…

79

Fatima, Bizi uğurlarken ağlıyordu, ona tüm adres ve telefon numaralarımı verdim, ”Geleceğim, seni görmeye kesin geleceğim” dedi ve elimize hazırladığı yolluklarımızı, otobüste yememiz için verdi. Bu sefer alnından öptüm, sımsıkı sarıldı bana, Reşatlada yanaklaştılar.

Meşakkatli, zorlu günlerden sonra bizi ülkemize geri görürecek uçagımız!... Hava alanına kadar 6.5 saat yolculuk yaptık. Bu sefer Taşkent,ten uçakla dönmemiz istendi, nedendir bilmem, çözemedim. Uçak havalandı hala Reşat ile bir iki kelime konuşmamıştık. Dizimi dürterek “Hocam sen bu kıza aşık oldun galiba, seni hiç böyle görmedim” dedi. Ben ise o an Sultan hemşireyi düşünüyordum, ne iyi kızdı, çok yazık olmuştu kıza… ”Namık, Sen melek yüzlü, tatlı dilli bir şeytansın!...” bunu hiç unutamayacağım. Güzel hostes servis arabasıyla (Trolley) yanımıza gelmiş, ne içeceğimizi soruyordu. Ona “Gözlerin kadar mavi, yüzün kadar güzel bir whisky verebilirsin” Reşatı göstererek ”Gözlerine hayran olan bu yakışıklı Türk SAT assubay’da bira içecek, ama uçak inene kadar” dedim… ( Bu sözcüğü havada içki ısmarlayan tüm güzel hosteslere söylerim!...).

80

İşte Fatima ile evliliğe giden tanışmamız böyle oluştu… ileride daha geniş anlatırım, Fatma’da kısaca birkaç satır yazacak ama utanıyor! Fatma, utanadursun ben sabah gazetesinde Tuluhan kardeşimin ikimizle yaptığı röportajı veriyorum…

An unexpected Love story (Yabancı dergilerde böyle çıkmıştı Prof. Dr. Larry Sanders İngilizceye çevirmiş ve bir çok ABD yayın kuruluşlarında yer almıştı tanışmamız, paylaşalım istedik!!!...)

TULUHAN TEKELLİOĞLU

81

Her cuma çıkan ve en sevdiğim dergilerden biri olan K'da okumuştum. "Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme. Üzgün olduğunda bile... Gülümsemene kimin ne zaman âşık olacağını bilemezsin, " diye başlayan bir yazıydı. Fatma ve Namık Ekin'in hakiki aşkını ancak bu cümle anlatabilir. Hayatını kâbusa çeviren dolandırılma olayından sonra bile gülümsemekten vazgeçmeyen eski SAT komandosu, zor günler geçirmiş. Hacizler ilk evliliğini de bitirmiş. Yıllarca emek vererek edindiği tüm birikimler tek tek elinden alınmış. Bu da yetmemiş, hacizler devam etmiş. Üzgün olduğunda bile yakınlarına mutsuz yüzünü hiç göstermemiş Namık Ekin. Hep gülümsemiş. Ve bir gün gülümsemesine âşık olacağı kadın, Özbekistan'dan gelivermiş. Fatma Ekin, 47 yaşında. Güzel, şevkatli, iyimser bir kadın. Borçları, hacizleri, çılgın denemeleri, her şeyiyle kabul etmiş Namık Ekin'i. Talep etmeden, karşılıksız seviyor. Hacizler ve alacak takiplerinden dolayı şu an aynı evde bile yaşayamıyorlar ama mutluluklarını korumakta kararlılar... Aşk bir yanılsama ise, her şeye rağmen bu yanılsamayı bozmadan yaşamak istiyorlar. NAMIK EKİN * Formalite evlilikten bahsettik. Derken, "Formalite olmasın benim olsun, " dedim. Fatma'ya âşık olmuştum. * Çok kötü dolandırıldım. Arka arkaya on beş haciz geldi, yine hayata tutunuyorum. Neye kızıyorum biliyor musun? Hacizciler ben suçsuz olduğum halde Benim koşu bandımı götürüyorlar. Ben bir SAT komandosuyum. Ha silahımı almışsın ha koşu bandımı.

82

Borcumu nasıl ödeyeceğim? Türk adaleti utansın, spor adamları utansın. Soruyorum; "Hangi, 66 yaşındaki bir kişi beş gün beş gece suyun altında kalıp rekor kırabilir?" * Boğaz Köprüsü'nden atlayacağım paraşütle, (Atladım, hemde ikisindende !...) Dünyada adam 58 metreden atladıysa Namık Ekin de 55 metreden atlayabilir. Bugüne kadar ben yaşta, bizde hiç yapılmadı. * Fatma bu zor dönemimde hep yanımdaydı. Oysa onu bir sinemaya bile götüremiyorum, param olmadığı için. Sivil hayat bize göre değil. Dışarıda insanı arkadan hançerliyorlar. FATMA FAYZULLAEVA EKİN * Bana olan ilgisini İlk defa Afganistan sınırında birilerine egitim yaptırırken fark ettim, otobüste, ayağı sakat, alçılıyken bana ve anneme yer verdi, inanılmazdı!.. bastonla indi otobüsten!... Ama aslında en çok rekor kırdığı, Mersinden kıbrıs’a su altından yüzdükten sonra verilen kokteyl ve yemekte fark ettim. Hissediyordum ama emin değildim. * Namık'ın yanında olmak insana huzur veriyor. Bir şey olduğunda bakışlarından anlıyorum. Ama o her zaman neşeli gözüküyor. Bu yüzden çok seviyorum Namık'ı. * Belki paramız yok, sinemaya bile gidemiyoruz ama el ele tutuşup ormanda dolaşıyoruz, koşuyoruz, sohbet ediyoruz. Birlikte çok eğleniyoruz.

83

Bence o, bu planete gelmiş en büyük sporcudur, yakın tanıyıp bu yaşında yaptığı antrenmanları, rekorları görseniz, bilseniz şaşırırsınız. Her rekor denemesinden sonra artık bitsin, bir daha yapmasın istiyorum, uykularım kaçıyor ama bu Namık Ekin, alışacağız ama zor olacak bu zira onun rekorları öncesi uykularım kaçtığında “Allahıma dua ediyorum hep, bana bir savaşcı hediye etti... ”Bir daha rekor denemem sen rahat uyu” diyor ama bir ay geçiyor, aklına yeni bir fikir geliyor, korkuyorum. "Artık yapma," diyorum. Arkadaşlarına “Rekor yapmasın, ikna edin” dediğimde aldığım cevap “O rekor kırarken ölmek istiyor, hayata, dostlarına kütsümü ne?” gibi cevaplar beni çok korkutuyor… Bir keresinde Kanada’dan oğlumun yanından dönmüştüm, eve girip yatak odasına geçtiğimde, yatağın üzerinde bir not buldum, notta “Fatima seni çok seviyorum, köprüden atlamaya gidiyorum!...” yazılıydı… korkudan, heyecandan düşecektim, kızım Nigar çok iyi türkce bildiğinden bana “Anne korkma babam paraşütle atlayacaktır kesin, bir köprüden atlamıştı, şimdi ikinciden, sonrada üçüncüden atlayacağını söylüyordu!...”dedi. Namık gelip, akşam beni Sarıyer ordu evine yemeğe götürdü, herkes ,hayran hayran ona bakıyordu, kadehini benim için kaldırdı ve “Bu atlayışı sana armağan ediyorum” diyişini hiç unutmam, onunla gurur duyuyorum, o tatlı dilli, melek yüzlü bir şeytandır!...”

84

Türkiye, Guinness Rekorlar Kitabı'na en çok sizin sayenizde girdi. Hocaların hocası Namık Ekin'in hayatında neler oluyor? Neden hâlâ hacizlerden başınızı kaldıramıyorsunuz? -N.E: Ben 1973'te evlendim, 98'de başımızdan iyilik yapıyoruz zannederken, dolandırılma olayı geçince boşanmak zorunda kaldık. Zor bir dönemdi. İki çocuğumuz, torunlarımız var. Hâlâ arkadaş gibiyiz eşimle. Bu zor dönemde 7 yıl sonra Fatma yeniden, Dünyanın öbür yarısında çıktı karşıma, evlendim ama dolandırıcılar yüzünden uzun süre hacizler peşimi bırakmadı. - Fatma Fayzullaeva, Özbek'miş.. -N.E: Spor salonuna geldi, Bakırköy'e. Yalnızdım. Özbekistan'dan gelmişti, ona o taraflarda 6 bin kilometre uzakta, bir sınır kasabasında rastlamıştım ve adresimi vermiştim, 6 bin km gelip beni buldu!... Kız kardeşinin kocası Trakya Üniversitesi'nde müzik bölümünün başındalar. Kardeşi (ikizi Zehra) doçent, aynı zamanda keman virtüözü ve devlet sanatcısı (Şimdi cennette). Fatma aynı zamanda tekstil mühendisi ve piyano hocası. Üniversiteler uzun ve yüksek atlama şampiyonu. -F.E: Ama fizyoterapistlik yaptım yıllarca. Böbrek hastası kızım için öğrenmiştim. Aslında yüksek tekstil mühendisiyim, savaş hemşireliği kursları aldım 2 yıl.

85

-N.E: Üniversitede yüksek ve uzun atlama yapmış, çok iyi dereceleri var. Çok iyi yoga yapar. 47 yaşında ama bir damla yağı yoktur, fark etmişsinizdir... İyi bir masöz, bayanlar ondan çok memnun ABD’de bile hastaları var, bilet yollayıp davet ediyorlar !... mutaasıp bir aileden geliyor, ben Afganistanın bir kuzey kasabasında tesadüfen otobüste gördüğümde çok kapalıydı, nerede ise yalnızca gözleri gözüküyordu. Fatma'yı görür görmez etkilendim. Sıcacık gülümsüyordu. Davranışları beni çok etkiledi. Bir gün düşünceli düşünceli oturuyor. "Ne düşünüyorsun Fatma?" dedim. "Çocuklarımı düşünüyorum, onları çok özledim, " dedi. Ben de dedim ki; "Getir çocukları, benim evim müsait, bende kalabilirler." Hani diyemiyorum, arkadaş olalım. 2003 yılında oluyor bu olay. Derken benim 2004 yılında sualtında, Mersin'den Kıbrıs'a su altından yüzme denemem oldu, ona hazırlanıyorum. O da buradan ayrıldı. Arıyorum yok, telefonunu da almamışım. Kıbrıs’a sualtında, 38 saat yüzdüm. Kutlama partisi vardı, bir baktım karşıdan geliyor. Yeşil, Yeşil bakıyor... saat yeşile yeşil vardı… (Yine romantik tarafım tuttu !..). Buraya tesadüfen geldiğini söyledi. (Aslında uzun yıllar evvel ona adresimi vermiştim) ama babası yollamamış. Sonra fazla durmadı, ayrıldı oradan. Daha sonra Fatma'nın Türkiye'de kalma süresi doldu. Pasaport için hep gidip gelmesi lazımdı. Kendi de çalışıyor, kızıyla oğlunu okutuyordu.

86

-F.E: "Çapkınlık mı yapıyor?" diye düşündüm önce. Günler sonra sık sık bir araya geldik. Ortak dilimiz, spordu. Belgrad ormanlarında koşuyoruz, beraber spor yapıyoruz... Namık her zaman neşeli, mutlu gözüküyor, problemlerini bilmiyorum... hiç belli etmiyordu… -N.E: Ben asılıyorum, (nede olsa bahriyeli ve bir SAT’ım !... SAT talebelerimin eşleri duymasın!...) hiç yüz vermiyor. En fazla elini tutabiliyorum. Bana; "Sen evlisin, ben evli insanlarla çıkmam," dedi. Gösterdim nüfus kâğıdımı, "Ben bekarım," dedim. -F.E: Onun yanında olmak, insana huzur veriyor. Bir şey olduğunda bakışlarından anlıyorum. En İyi arkadaşım, akrabam Sultan (Sultan hemşire) onun için “çok iyi bir insan“ demişti... -N.E: Beş haciz geldi arka arkaya, ben yine güldüm. Dolandırıldığım için üzerime hiçbir şey alamıyorum, zaten alma imkanım yok. Çoğu zaman evde beni beklerken, elim boş gidiyordum. Ev sahibine kirayı ödeyemediğimiz zamanlar oldu. Kış ortasında birinci gün elektriğimiz, ikinci gün doğal gazımız, sonra suyumuz kesildi ve ardından arka arkaya hacizler gelmeye başladı. Dolandırıcılar sahte imzalar ve evraklar ile benim adıma bir çok bankadan, factoringten adıma araba kredileri, tüketici kredileri vb. vb. krediler çekmişler!... (Sonunda yakalandılar, imzalar onların sahte imzaları çıktı. hapis yattılar, çıktılar, hala dolandırıcılıga devam ediyorlar ve yeniden hağis cezaları çıktı, aranıyorlar!...).

87

Evdende çıkarıldık (“Atıldık” yazacağım ama az buçuk utanıyor insan !...) onu bir akrabamızın evine yerleştirdim bende İ.Cevahirin spor tesislerinde soyunma odasında yatmaya başladım!... (Zaten Almanya’da 1972 Münih olimpiyatlarına hazırlanırken aynı yerde, judo salonunun soyunma odasında şezlongta yattığımdan, alışıkım!...) Üsküdar'da, 2006 yılında evlendik. Uzun süre arkadaşlık yaptık. Kızından parmağının ölçüsünü aldım. Bir seneye yakın sürdü Fatma'yı tavlamam! Bir gün baktım yurtdışına çıkması gerekiyor. Formalite evlilikten bahsettik. Formalite falan derken, "Formalite olmasın benim olsun," dedim. Ama aslında o yüzüğü görünce formalite olmadığını anladı. Para yok... o gün eve yiyecek bir şeyler alamadım. Eve geldim, Fatima “yemek hazır” dedi şaşırmıştım… ev tam takırdı, masada kocaman bir biftek duruyordu birde çoban salata!... nasıl aldın? Nasıl oldu gibi sorular sordum ona. F.Ekin: “Ben yüksek tekstil mühendisi iken, ülke Rusya kontrolunda idi, savaş hemşireliği kursu vardı. İki yıl oradada okudum. Yara dikmeyi, damar büzmeyi, turnike, ilk yardım, damardan ve kas içine igne vb. vb. şeylerde öğretiyorlardı. En sevdiğim derslerden biri eski elbiseleri ters düst çevirip yeni gibi dikmekti!... ve yemek dersleri, harika şeyler öğrendim, mesela bu akşam yaptığım yemek!... Bulgurun, bizde yetişen daha kepeklisi Greçka ile mercimek ezmesi ve kara ekmekle kakülayı yumurtayı, soğan ve sarımsakla belli oranda karıştırıyorsun, al sana Arjantin bifteği!...” dedi.

88

Yedim, harika bir kalın biftekten hiç farkı yoktu, sık sık Fatima’dan yapmasını istediğim yemeklerden biri de bu greçkalı biftek!... (ilerde size reçetesini alır veririm, ne olur ne olmaz, bir köşenizde bulunsun!... ülke kötülerle doldu…) - F.E: İkinci evliliğim. İlkinde 17 sene evli kaldım. Burada, bir başka kadından boşanmış bir erkekle ilişki kurmak bana tersti. Oğlum da kıskanç bir çocuktu. Ama Namık'ı daha sonra o kadar çok sevdi ki, evlenmemize karşı koymadı. -N.E: Evlendik ama yine hacizden bir türlü kurtulamadım. Bu kez de önce çamaşır, bulaşık makinemin borcunu ödediğim halde eve haciz geldi, alıp götürdüler, Namık’ın borcu için benim üzerime olan beyaz eşyalarımı götürdüler, Faturalar bende. Haciz memurları geldiğinde Fatma da evdeydi ve ağlıyordu. Hukuk bürosunu aradım. Onlara, avukatlara eşyaları evlenmeden önce Fatima’nın aldığını, faturaların onun üzerine olduğunu anlattım ama uyanık avukat "Aldıklarımızı satacağız, burada 18 kişi çalışıyor, sen o davayı kazanıncaya kadar ben o parayla çalışanların parasını öderim sonra borcumuz ne ise hanımefendiye öderiz," dedi, uyanık avukat. Fatmanın başına benim sayemde!... böylesi bir şey ilk defa geliyordu, hiç alışık değildi, ağlamaktan gözleri şişmişti, ve buna çok üzülmüştüm. Almanya’daki Hocam Wolfgang Hofmann “Bırak her şeyi Fatimayı’da al, buraya gel sana ihtiyacımız var“ dese de ülkemi bırakıp gitmedim.

89

Aslında babalarını albay olarak tanıtan, iyilik yaptığım iki galerici kardeş tarafından dolandırılmıştım, ne istedilerse verdim, batıyor olduklarını hiç söylemediler, son anda bile kaçarken sahte imzalarla yüzbinlerce dolar, batacak olan o malüm bankalardan (Yurt bank, Eti bank vb..vb..) benim adımı kullanarak, sahte imzalarla araba kredisi alıp kaçtılar. Birkaç kere hapis yattılar ama çıkınca yine dolandırıcılığa devam etmişler, yine hapis cezaları çıkmış… aranıyorlar. Babaları albay, asker çocuklarından zarar gelmez dediğim, iblislerin meğer babalar‘da yüz kızartıcı suçtan, kara kuvvetlerinden, yüzbaşı iken atılmış!... şimdi o da hapiste… - Nasıl toparlayacaksınız? -N.E: Vallahi toparlayacağız. Ben Antalya ve Bodrumda dalış öğretiyorum, burada başka salonlarda ders vermeyi düşünüyorum. Geçenlerde arkadaşlarımdan biri sordu “Namık, az çok tanınıyorsun ülkemizde, yeni yeni arkadaşlar ediniyormusun?” diye. Şaşırıp kalmıştı ne diyeceğime... eskiden durumum çok iyi iken villalar, evler, yazlıklar, 7 spor salonum, 6 arabam varken çok arkadaşım vardı, isteyen herkes bir arabamı alıp tatile bile gidiyordu!... Jeep’i biri, Mecedesi başka biri, Opelleri başkaları, Land rover’ı O… BMW’yi bu!... alıp gidiyor, istedikleri zaman geri getiriyorlardı!... Ona, soruyu sorana dönüp “Yoooo yeni arkadaş edinmiyorum, ben eski arkadaşlarımı tanımaya çalışıyorum!...” dedim.

90

Bu olayı 200 sayfalık kitap haline getiriyorum, bir gün paylaşırım, sizleri üzdüysem çok özür dilerim. Namık ağabey.

Halter bulamadım Fatima’yı kaldırıyorum!... Kısa bir bilgi: ABD,Lİ ESKİ ASKERLERİN KURDUĞU ASKERİ GÜVENLİK ŞİRKETİ. Blackwater projesinin fikir babası 2001-2009 yılları arasında ABD Başkan Yardımcılığı görevi yürütmüş olan Dick Cheney‘dir. Daha önceleri 1970’te Vietnam savaşı devam ederken Nato,nun bizden seçme Satları ABD Satları ile birlikte operasyon eğitimine yollandığımızda, US NAVY SEAL’ların mecburi hizmetlerini bitirenleri özel güvenlik şirketleri kurup yurt dışında eğitimler verip, çok para aldıklarında da yetiştirdikleri, eğittikleri mücahitlerle birlikte hakiki operasyonlara katılıyorlardı.

91

1971’de müşterek eğitimlerimiz bitip ülkemize dönerken “İstifa edin, gelin İsrail ve bazı ülkelerde bizimle beraber eğitim verirsiniz” teklifinde bulunmuşlardı. Bense o Zamanlar sat’a ve judoya aşıktım!... sonradan ülkemiz menfaatleri gereği bir çok yabancı ülkede askeri danışmanlıklar yaptık. 1996 yılında “Amerikan Deniz Kuvvetleri Özel Birlikler” eski askerlerinden İslam düşmanı olarak bilinen, “Uluslararası Hristiyan Özgünlük Örgütü ”nün başkanı Erik Prince ve Al Clark tarafından kurulmuş, daha doğrusu kurdurulmuştur. Şirketin operasyonlardan sorumlu yetkilisi ise Cofer Black olmuştur. Her ne kadar özel güvenlik şirketi olarak gözükse de yaptığı eylemler, suikastler ve sabotajlar ile kendisini sorgulatır hale gelmiş, bunun neticesinde güvenlik şirketinden çok terör örgütü olarak anılmaya başlanmıştır. Yemen’de El-Kaide tarafından ABD savaş gemisi USS Cole’a gerçekleştirildiği iddia edilen ve 17 Amerikan askerinin ölümüne neden olan saldırı ve 11 Eylül saldırısından sonra şirket, George W. Bush’un talimatı ile Abd’nin Irak ve Afganistan‘daki çok hassas bölgelerin korumasını üstlenmiştir.

92

George W. Bush’un göreve gelmesinin ardından şirket çok büyük askeri eğitim ihalelerini almaya başlamıştır. Tabi bunda derin siyasi gücün ve kişilerin etkisi de yüksektir. Şirketin popülerliği Irak’ta Felluce katliamının ardından artıyor ve iş tanımı bir anda genişliyor. 31 Mart 2004 günü Felluceli direnişçiler ABD askerleri ve KBR personeline yemek taşıyan Eurest Support Services firmasını koruyan 4 Blackwater özel güvenlik görevlisine pusu kurar. Silahlı özel güvenlik görevlileri, araçlarının içine atılan el bombası ve ağır makinalı tüfek ateşi sonucu ölürler. Olay yerine gelen halk ve direnişçiler cesetleri araçtan çıkartarak yerlerde sürükledikten sonra Fırat Nehri üzerindeki bir köprüye asarlar. Olaya dair fotoğrafların dünya kamuoyuna yansıması üzerine ABD Ordusunda şehirde denetimi ele geçirmek için harekat planları yapılmaya başlanır. Nihayetinde başlayan. Felluce Muharebesinde 17 sivil öldürülür.

93

Şirket sadece Irak’ta değil Pakistan ve Afganistan’da da işler yapmıştır. Peşaver’de cami ve pazaryeri bombacıları üçü ABD’li diplomat, altı kişi suikast silahlarıyla yakalanır. Pakistan polisinin, rutin bir kontrol sırasında durdurduğu şüpheli araçlardan birinde bulduğu silahlar sonrası altı kişiyi tutuklar. Tutuklananlardan üçünün ABD büyükelçilik çalışanı olduğu ortaya çıkar. Bu tür saldırılar genellikle ElKaide ve Taliban’a mal edilerek asıl saldırıyı yapan kişiler gizlenir. Birgün Taliban lideri “Bazen bir saldırı oluyor ve biz bile medyadan ‘Taliban olayı üstlendi’ diye duyuyoruz. Kim üstlendi, ne zaman, nasıl, delili ne? Ancak medya taraflı davranıyor ve hemen bizi suçluyor” demiştir. Bölgede artan terör olayları sürekli Taliban’a bağlanırken, Taliban ise yapılan saldırıları şiddetle reddedmiştir. Bu saldırıların “haram” olduğu defalarca vurgulamış, bunu yapanların ise CIA ve Blackwater olduğunu ifade etmişlerdir. Daha önce de Pakistan’da Raymond Davis isimli bir CIA ajanı yakalanmış ajanın üzerinde bir çok silah, maske, GPS ve bazı sivil hedeflerin not alındığı dokümanlar bulunmuştu Raymon Davis, Pakistan’da aracına yaklaşan iki kişinin Taliban ya da El Kaide üyesi olduğunu düşünmüş ve panikleyerek bu iki kişiyi öldürmüştü. 2.3 milyon dolar kan parası ödenerek olay örtbas edildi. Şirketin Benazir Butto suikastinde de parmağı olduğu Eski Pakistan Genelkurmay Başkanı General Mirza Aslam Beg tarafından dile getirilmiştir. Butto’nun o dönemde ki korumalığını Blackwater’ın hizmet sağladığı JSOC (Ortak Özel Operasyonlar Komutanlığı Joint Special Operation Command) yaptığını düşünürsek bu iddiayı kuvvetlendirmektedir.

94

Hatta General Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri suikastini de bu şirketin planladığını söylemiştir. Kaos ve karışıklığın olduğu her yerde karşımıza çıkan bu şirket 2014 yılında bu kez Ukrayna’da kendini göstermiştir. Şirkete bağlı 400 paralı asker, gerilla operasyonlarını yönetmiş ve Rus yanlılarına büyük zarar vermiştir.

PKK Depolarından Çıkan Silahlar Şirket dönem dönem Türkiye’de de gündeme gelmiştir. Türkiye’nin sürekli ”ABD’nin silahları PKK’da çıkıyor” açıklamaları ve ABD’nin Irak’ta kaybettiği 190 bin silah göze alındığında, bu açıklamaları ciddi bir boyut kazanmıştır. Bu konuda, Irak’ta soruşturma yürüten savcılık, Irak’ta şirketin kaçak silah piyasası kurduğunu ve bu silahların ise Daeş, PKK gibi örgütlerin eline geçtiği tespit edilmiştir. Güneydoğu’da yapılan Hendek Operasyonları sırasında ele geçirilen bazı SNİPER keskin nişancıların yabancı uyruklu çıkması dikkatleri tekrar bu şirket üzerine çekmiştir.

95

Dönem dönem basında Blackwater’ın PKK, PYD/YPG, Daeş, DHKP-C gibi örgütleri desteklediğihaberlerini okumaktayız. Suriye’de ise PYD/YPG komutanlarını ve PKK üst düzey yöneticilerinin korumalığını bu şirketin yaptığı bilinmektedir. YPG/PYD teröristlerine her türlü silah eğitimi ve bomba eğitimi bu şirket tarafından verilmektedir. ABD’nin bölgede yürüttüğü gizli operasyonları YPG/PYD üniformaları altında bu şirket üzerinden icra etmektedir.

Günümüz dünyasında büyük devletler operasyonlarını bu tür şirketler üzerinden yürütmeye başlamıştır. Dünya üzerinde 90 dan fazla askeri özel güvenlik şirketi bulunmakta ve bu şirketler 110 ülkede faaliyet göstermektedir. ABD savunma harcamalarının 3’te 1’i bu tür şirketlere aktardığını düşünürsek, yeni savaş stili de bu yönde gelişme gösterecektir. Bu şirketler ile hedef ülkede gizli operasyonlar yürütmek, suikastlar, eylemler, vs daha kolay görülmektedir.

96

Savaşın olduğu her ülkede bu şirketler aktif olarak rol almaktadır. Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan, Yemen, Tunus, Libya, Mısır, Lübnan, Somali, Sudan şirketin operasyon yaptığı ülkelerin başından gelmektedir. Şirket 2007’de Irak’ta Nisur’da yaptıkları sivil katliamının sonrasında, 2009’da isimlerini değiştirmek (Xe Services) zorunda kaldılar. Bunun sonucunda Irak Hükumeti şirketin faaliyetlerini yasaklamıştır. 2011 yılında ise isimlerini Academi olarak değiştirmişti.

BÖLÜM: 2 SAT’LAR LA KAÇIRILAN NÜKLEER BAŞLIĞI BULUYORUZ!... FAKAT... 1989’da o zaman 25 yaşında olan David Cameron’un da içinde bulunduğu bir ekip, İngiliz Başbakan Thatcher’in emriyle Güney Afrika’ya gidip 3 adet bombayı imha etmek üzere satın alırlar ve Umman’da bir depoya koyarlar. Ancak bombaları lüzumu halinde Saddam’a karşı kullanacaklardır. Fakat atom bombasına ihtiyaç olmaz ve gizlice alınan 3 bomba silah tüccarlarına satılır. Kuzey Kore’nin 2009’da patlattığı bombanın bu 3 bombadan biri olduğu iddia ediliyor. Diğer 2 bombanın nerede olduğu bilinmiyor. Bu sadece bir iddia. Lakin bombayı almaya giden ekip içinde bulunan Dr. David Kelly 2003’te tam da devletin gizli sırlarını açıklayacakken bir suikasta kurban gitti.

97

HALO atlayış. SAT’ların çok yüksek irtifadan gece ve gündüz, denize, karaya atlayıp, düşmana görünmeden sızma, keşiş, baskın, VIP kaçırma vb. vb. operasyonları. HALO= High Altitude Low Opening= Çok yüksek irtifadan atlayıp çok alçak irtifada, yere, denize yakın paraşüt açma taktiği!... Sat Taaruz tim komutanımız Yılmaz C. Beni aradığında hasan ağa,nın çiftliği arkasındaki SAT atış poligonu ve CQB (CQB. Close Qualified Battle-Kapalı (Meskun) mekan ihtisas gerektiren savaş taktikleri) atış çalışmaları yapıyorduk. “Namık önemli bir konu var, diğer arkadaşları da aradım, Sarıyer çır çır suyundaki mangal yerimizde buluşacağız” dedi.

98

Bu davet bir emir gibiydi ve biz eski SAT`lar için vatanımız kendi canımızdan çok önemliydi. ”Neden bizim askeri birlikte buluşmuyoruz da çır çır da komutanım?” diye sorduğumda “çok özel, buluşunca anlatırım” dedi. Hüsnü hocam, her zamanki gibi Reşat, Mustafa A. Çetin hocam, Kenan hoca, Tamer, Akın, Cem ve diğer isimlerini veremeyeceğim 2 SAT tam dakik 18.00,da buluştuk. Yılmaz bey (Albay olarak emekli oldu, Kıbrıs’a ilk çıkan SAT tim komutanımızdır) etrafımızda kimsenin olmadığı ve mangalların henüz kurulmadığı sırada (Daha Charlee Bravo,ya başlamadan!...) “Çocuklar, özel bir görev var, ülkemiz için çok önemli, kaybolan 2 bomba peşindeyiz, NATO komutanlığı bu işi bizim yapmamızı istiyor. Adana-Karataş sahiline yakın meskür bir yerde olduğu haberi genel kurmay istihbarat birimlerince Nato yetkililerinden alınmış, yer tam bilinmiyor ama bölge tahmini bilinmekte” dedi. Anlatırken çok heyecanlı idi, zaman zaman heyecanını gizleyemiyordu, onu hiç böyle görmemiştim. “Araziye gece paraşütle atlayamayız iniş müsait değil, görülme tehlikesi de var. Kayalık tepeler var ve de sık ağaçlık. Gece 4000 metreden atlayıp, erken paraşüt açıp (HAHO /High Altitude High Opening dediğimiz yüksekten atlayıp, yüksekte paraşüt açıp, Takım halinde yelkenli kullanır gibi düşman hatlarının içine, yakınına sızma).

99

Hep birlikte gece denize iner su altından aynı ABD’de yaptığımız, sahil gerisi keşfi / Back shore recconaissance (KEŞİF: Gözle gözetleme veya diğer keşif usulleri ile bir düşman veya muhtemel düşman faaliyetleri ve kaynakları hakkında bilgi elde etmek veya belirli bir bölgenin meteorolojik, hidrografik veya coğrafi özellikleriyle ilgili bilgileri temin etmek üzere yüklenilen vazife. Bazen "recce" denir. Ayrıca bakınız: "battle reconnaissance", "close reconnaissance", "combat reconnaissance", "distant reconnaissance", "reconnaissance in force", "route reconnaissance", "strategic reconnaissance" ve "tactical reconnaissance") gibi sızarız. ”Dediğinde, bu görevi neden MİT, Bordo bereliler, Emniyet istihbarat birimleri yapmazda görevi bizim SAT, lara verirler... anlayamamıştım… “Ne zaman komutanım?” Diye sorduğumda “Çok yakında” dedi. Kıdemsizler mangalları çoktan ateşlemişti, yutmaya!... başladık… Oldum olası Sarıyer`in bu çır çır suyunu severim bir de Keçilik`in karantina koyunu, kafa dinlemek, ve özel şeyleri konuşmak için birebirdir!... Bir çok kız arkadaşımı buraya getirmişimdir!!!... eşimi’de!!!... Cuma günü tam techizat ve tam kadro Yeşilköy askeri hava alanının pilotlara ayrılan gazinosunda buluştuk, Adları Levent ve Korgün olan bir yüzbaşı ve bir üst teğmen ile makinist as Subay Mehmet bizleri bekliyordu brifing için. Önümüzdeki büyük yemek masasına 2 harita serildi, Muhtemel hedef ile, atlayış mevki ve denize paraşütle iniş bölgesi ile tüm detaylar masaya yatırıldı.

100

En çok soru soran yine bendim, bulunduğum tim arkadaşlarım dikkat ile dinlerken “Geri çekilme (Extracting point) ile ilgili biraz zayıflıklar var, bizi kaçıracak olan helikopterler geçikirse veya yerimizi bulamazsa neden bir deniz altı gelip 2. Buluşma noktasında (2. Rally point) bizleri almıyor?” Komutan “Söyleyecektim Namık ağzımdan aldın, 2. Buluşma noktası GD 2 bin 03 zulu 0 A6” dedi. SAT lar,yalnızca SAT,ların bildiği bu parola sistemi hala genç SAT`lar tarafından kullanılmakta… Paraşütler, içinde silah ve cephane ve iletişim cihazlarımızın bulunduğu sırt çantalarımız hariç diğer aksesuarlarımızı kuşandık. Garibime giden bir şeyde Silahlarımızın şarjörlerinin “uçakta verilecek” olmasıydı, Yılmaz bey öyle emir vermişti, oysa uçağa girerken hep yanımızda olurdu mermiler dolu şarjörlerimiz, enteresandı, belki bir kazadan korkuyordur komutan diye geçti aklımdan ama bu güne kadar SAT`ta kaza kurşunu ile yaralanan hiç olmamıştı. Uçak pistte homurdana homurdan koşuyordu, tekerlekler yerden kesilince Yılmaz komutan sağ elinin baş parmağını havaya kaldırarak okey işareti verdi. C 130 sağa dönüşle pisti terk edince kemerlerimizi çözüp Marmara denizini seyretmeye koyuldum. Hala bu olayda bazı parçaları birleştiremiyordum, karanlık noktalar vardı, Yılmaz komutan bu sefer, bu görevde işi fazla ciddiye almıyor gibi geliyordu bana, yaşlanıyormu acaba diye geçti aklımdan ama hala fişek gibiydi…

101

Yardımcı pilot “son 10 dakika” diye haber yolladı ve hala MP 5`lerimizin şarjörleri dağıtılmamıştı ve ben kızmaya başladım. Elimle yılmaz komutana tüfeğimin koş olan şarjör yuvasını işaret ettim. Oda dönüp Akyıl`a şarjörleri dağıtmasını işaret etti. Sanki altın dağıtıyor… acele şarjörleri silahlara takıp sırt çantalarımızın dışına, silah takılma harnes yerine bağladık. Aşağıda en önemli ve en ihtiyacımız olacak arkadaşımız onlardı, hemen el atılacak şekilde monte ediyorduk.

Kenan hocamız, eliyle paraşüt ve sırt çantalarımızı kontrol etmemiz için işaret verdi. Ben Hüsnü hocamla buddy yani yüzme arkadaşıydım, bir birimizin kıçını kollayacaktık. Onun paraşütünü, sırt çantasının bağlantı yerlerini dikkatlice kontrol ettim, sonra oda benimkileri. Buraya kadar bir terslik yoktu. Aklıma daha önce Karadenize gece, şubat ayında yaptığımız atlayış geldi. O atlayışta kapalı devre su altı cihazlarımızı gögsümüze takmıştık, atlayıştan sonra su altından sahile yaklaşmıştık en iyi arkadaşım Mustafa Karadenizin o kapkara sularında kaybolmuştu…

102

Bu sefer gece su üstünden yüzecektik, tüp yoktu ama paletlerimiz vardı. Sırt çantalarımızda da batmasın diye hava ile şişirilmiş lastik torbalar. Son dakika diye işaret verdi uçağın makinisti. C 130 uçağının o kocaman arka kapısı (Ramp) yavaş yavaş açıldıkca burada Allahımıza daha yakın olduğumuzu geçirdim aklımdan. Yılmaz komutandaki bir terslik kafamı kurcalıyordu, bu sefer biraz tuhaf idi. Kalçamın arkasında paraşütümün sağ alt yanındaki açma halkasını bir kez daha tuttum, bu benim iyi bir alışkanlığımdır, ne olur ne olmaz!... Hepimiz bir birimizin yüzüne bakarak iyi atlayışlar anlamında bir kez gözlerimizi kapayıp açtık ve sıçrama vaziyetine geçtik. Atlayış serbest demek olan yeşil ışık yanınca rampın üstünden dışarı doğru koşmaya başladık. Yılmaz komutanın arkasında Kenan hocamız sonra Reşat ve Akın, onların arkasında Hüsnü hocam ve ben ve sonra diğerleri bir bir Yaban kazları gibi arka arkaya dizildik havada… Aslında bu gün “hangi sporu çok severek yapardın” diye sorsalar, tereddütsüz “Paraşüt” derdim, ama şartlar insanı değişik sporlara yönlendiriyor.

103

Şimdiki genç SAT`lar paraşütte bizlerden 10 kat hatta daha çok ilerde.

Dağılıp 3.400 metre civarında paraşütleri açıp keyif sürmeye başladık ,arka arkaya, yelken kullanırmışcasına , bayram çocukları gibi gidiyoruz ama aşağıda bizleri bayram yerinin beklemediği garanti!... Daha önceden planladığımız burnun bir km kadar ilersine denize inip gecenin karanlığında sahile doğru yüzeceğiz ve hep birlikte sahildeki ağaçlık bölgede saklanıp karada baskın ve çatışma kıyafetlerimizi hazırlayacağız.

104

105

Tek tek suya girişlerini görüyorum arkadaşlarımın, yavaşca suya inen martılar gibiler. Ben Hüsnü hocamdan hemen sonra girdim suya paraşütlerimizden kurtulduk!... Yılmaz bey! burada su derinliğinin 45-50 metre olduğunu söylemişti oysa normalde sahilden 1 km uzakta derinliğin daha fazla olması gerekirdi, bazı konular hep kafamı kurcalıyordu… Sırt çantamızı paraşütten ayırıp tek elle çekiyor, bir ellede yan (Side stroke) yüzüyor ve palet vuruyorduk, sessizlik çok önemliydi.

Sahilde kayaların arkasına gizlenip ses dinledik, anormal bir şey yoktu. Biraz tırmanınca karşıdaki çalılıkların arkasında gizlenip tam Keşif ve baskın için kuşanacaktık. Etrafı koloçan edip hepimiz aynı anda hızla ağaçlık bölgeye daldık. Giyinmemizde çok sessizlik içinde oldu. 2 adet gece görüşü cihazımızın birini Kenan hocamız taktı ve o öncü oldu. Komutan ile telsizcimiz Mustafa ortada iki yancı ve birde ben arkada ardçı. Diğer arkadaşların hepsi, makineli tüfekci dahil ortada idiler. intikale başladık.

106

Her zaman yaptığımız son sessiz birifingin, değerlendirmenin yapılmaması da dikkatimi çekti, ne oluyordu… SAT taktiklerini mi unutmuştuk!... 40 dk kadar sonra öncü elini yumruk yapmış dur ve sonrasında da çök işareti verdi. Çalıların arasında haritada muhtemel düşman ve bizim mevkilerimizi kontrol ettik. Madem düşmanın yeri tam bilinmiyordu o zaman biz niye belirli bir istikamete yönelik ilerliyorduk? Bu adamlar neden bombaları Adana’nın Karataş`ına getirmişlerdi? Yoksa incirlik hava alanından bir çıkış mı yapılacaktı? Bunlarla birlikte kafamda bir sürü soru işareti birikiyordu… Yine durduk ve Yılmaz komutan Ankara ile konuşacağını söyledi, telsiz açıldı. Yılmaz komutan “Komutanım muhtemel bölgeye emniyetle yaklaştık, koordinatlar kesinleşmişse bize aktarabilirmisiniz?” dedi, konuştuğu kimdi, Ankara`daki hangi birimdi? konu etmedi bizlere, oysa eskiden daha açık ve tam bilgilendirirdi bizleri yoksa konu kaybolan nükleer başlık olunca işin gizlilik derecesi yüksek gizlilik mi olmuştu (Top secret). Lider bize dönüp “350`ye, kuzeye 3 km“ dedi. Demek artık kötü adamların yeri biliniyordu. Bundan sonra daha sessiz ve daha dikkatli olmalıydık.

107

İki, iki buçuk kilometre daha ilerledik ve artık son yaklaşma ve son keşif evreleri gelecekti. Son kısa brifing`ten sonra Yılmaz komutan bana “Namık öncü sensin, hedef görüldüğünde durup kim nerede, nereye ne yapacak onu karar vereceğiz” dedi. Öncülük (Point man) düşman bölgesinde ilerlerken en mesuliyetli görevdir, iyi yapabilecek kişilere verilir. Birliğindeki tim arkadaşlarını tuzaklardan, pusudan, patlayıcılardan, gelecek ,olabilecek tüm tehlikeli durumlardan korumanız icap edebilir. Ön sezi ve doğru iç güdüler, iyi kulak ve göz görevin olmazsa olmazıdır. Bu arada iyi iz sürmelisiniz, burnunuzda av köpeği gibi hassas olmalıdır. Ormanın içinde derin tekerlek izleri görünce hemen dur işareti verdim. işaret ve orta parmağımı iki gözümün hizasına götürüp sonrada tekerleklerin gittiği istikameti gösterdim komutan ve arkadaşlarıma. Ufak bir duraklama ve durum değerlendirmesinden sonra tekerlek izlerini takip ederek daha dikkatli ve sessiz ilerliyorduk. Gittiğimiz yön ile (350 derece kuzey) tekerleğin gidiş istikameti, birbirlerine çok iyi uyuyordu.

108

Birilerinin daha önce gelip bu büyük tekerlekli araca orman içinde yol açtığı belli oluyordu. Tekerlek izleri çok derindi, demekki araç ağır malzeme ile yüklüydü.

Arkadan çalı çırpıya basarak sesli yürüyen Mustafayı ikaz ettim. Tüm SAT timine artık hedefe yaklaştığımızı ve sessiz SAT yaklaşım moduna geçmelerini istedim. Uzaktan çok hafif ışık huzmelerini görmeye başladığımda hafif konuşma sesleride duymaya başladım. Arkadaşlarımı elimle ve parmaklarımı kullanarak SAT dilsiz alfebesi ile ikaz ettim. Yılmaz komutan durmamızı ve son kontrolu yapmamızı istedi. Bunlar kimdi? Acaba yanlışlıkla dost bir birlik elemanları olabilirmiydi, hata yapmak istemiyorduk. Evet Evet karşı taraf saklandığımız güney bitki örtüsünün arkasında belirginleşti, görüntü endişe vericiydi. Artık 45-50 metre ilerimizdeydiler, biri bozuk bir İngilizceyle konuşurken karşılarında, haki elbiseli fakat asker olmadığı her halinden belli olan üç peşmerge kıyafetli kişi, ellerinde AK 47 modifiye model silahlarını tutuyorlardı.

109

Akşamın, gecenin bu saatinde ellerinde hazır silahlarını tutmaları kafamı bulandırıyordu,sanki her an yapılacak bir baskına hazır gibiydiler. Yılmaz komutan sol eliyle yere yatıp, sürünerek biraz daha yaklaşmamızı istedi, uyduk. Şimdi görünürde 7 kişi olduklarını daha iyi görüyorduk, acaba daha başkaları varmı diye etrafı çok dikkatli inceledik, başka kimselerin varlığına dair bir işaret yoktu.

Son anda uzaktan duyduğum sesin, yakına gelince bir jeneratöre ait olduğunu anladım, Bir kaç lamba ve sanırım yerdeki bir büyük soğuk gıda dolabına güç iletiyordu. Aklıma ABD`de Vietnam’a gidecek NAVY SEAL`lar ile eğitim yaptığımız sırada akşam açıp soğuk biraları çıkardığımız yer dolabı geldi. Büyük rocket launcher denilen nükleer başlıklı roket atarın büyük alt taşıyıcısına benzer bir büyük romork araçı, büyükce bir çadırın altına sokulmuştu.

110

İki şey yapılmalıydı. Ya ateş edip hepsini veya bir kaçını öldürüp, sağ kalanları sorgulayıp Genel kurmayımıza, Nato`ya sorgulama için teslim edecektik veya hepsini öldürecektik son şans olarak, çok sert bir dille teslim olmalarını isteyip kelepçeleyecektik. Sonuncusuna adamların rıza göstereceğinden hiç emin değildik. Yılmaz komutan elinle 2. Seçeneği uygulayacağımızı işaret etti ve sürünerek biraz daha adamları ateş hattımız içine almak istedik. Tam o sırada Mustafa`nın ayağı bir şeylere takılmış (Booby trap!) olmalı ki ağaçlardan, yerden araçların üstünden patlamalar başladı, sanki havai fişek bayramı gibiydi, her yerden patlama sesleri gelirken karşı taraf hemen ateşe başladı bizde karşılık verirken ağaçları siper alarak SAT yer değiştirme ve sarma taktiğini uygularken ateş desteğinin kesilmemesine çalışıyorduk. 3 peşmerge kılıklı adamı yere sermiştik bile. Diğerleri sandıkların arkasına saklanmış ateş ediyor ve arapcamıdır, kürtcemidir nedir, anlamadığım bir lisanda bağırışıyorlardı.

111

Bozuk İngilizce ile konuşan kişide göğsünden yaralanıp düşerken “Shit shit” diye bağırarak diz üstü düştü, bir kurşun daha yiyerek yüzü koyun yere kapaklandı. Hayrettir çalılar arasından 7-8 kişi makineli tüfekleriyle hem ateş ediyor hem de açıkta, acemi askerler gibi üzerimize koşuyorlardı, Allahtan hepimiz ağaçları ve kayaları siper etmiş karşılık veriyorduk. Üç kişi daha vurmuştuk ki diğerleri diz çöküp silahlarını atıp, ellerini başlarının üstüne koyarak, teslim olacaklarını gösterdiler. Hemen ‘L’ şeklinde sardık adamların etrafını bu sırada Kenan ve Hüsnü hocalarımız ile Reşat çadır ve büyük kamyonun (Askeri tır) içini etrafını aramaya başladılar. Kenan hocam “7 ölü 2 yaralı var, teslim olanlarda cabası, bonus” komutanım dedi. Yılmaz komutanımıza. Hakikaten etraf kan gölü gibiydi ölü ve yaralıların her tarafından kanlar akıyordu. Ben yüzümü arkaya dönmüş dışarıdan gelecek bir tehlikeye karşı arkadaşlarımı korumaya almıştım. Cem, Akın ve Tamer`de alanı emniyet görevini üstlendiler. Hayrettir hiç birimiz yara almamıştık ve şehit vermemiştik. Akyıl hoca büyük Tır çadırından çıkıp, heyecanla “2 adet nükleer başlık içerde kos kocaman şeyler” diye görevini yapmış bir SAT mutluluğu ile haykırdı. Tam o sırada ölü zannettiğimiz teröristlerden biri yerden hızla fırlayarak ormana doğru fırlayınca ben ”tek mermi ve tek adam” prensibi ile indirdim teröristi, düşerken eli kulağına doğru gidip kafasını tuttu, oysa ben sırtına, iki kürek kemiğinin ortasına ateş etmiştim, heyecandan olsa gerek, elim titremiştir dedim.

112

Tam bunlar oluşurken elleri kafalarında, yüzleri poşu ile örtülü 3 kişi çalıların arasından çıkarak teslim olduklarını diz çöküp, ellerini kafalarının arkasında birleştirerek gösterdiler. İsteseydiler bizi çalılıkların arasından vurur veya yanımıza birer el bombası atabilirlerdi salaklar diye geçti aklımdan. Yılmaz bey kükredi “Arayın şu malları, üstlerinde silah vs olmasın, açın şu yüzlerini de” diye kükredi, İri yarı olan yüzünü açtırmak istemiyordu ve Kenan hocanın elinden itti, Kenan hoca” ulan puşt terörist şimdi senin An..nın Ko…yım” deyip adamın sırtına bir tekme atıp yatırdı yere ve işte film bundan sonra koptu! Bir seri kahkahalarla, Yere düşen törerist yüzünü açarken “Ulan Kenan biz sana böylemi öğretmiştik” diyen kişinin Ankarada görevli SAT irtibat subayımız Binbaşı Ersin Eser olduğunu görmezmiyiz! hayretler içinde kalmıştık. Yerde ölü zannettiklerimizin hepsi SAT`tan subay ve ast subaylar, arkadaşlarımız olduğunu görünce dona kaldık!... hepsi gülmekten donlarına işeyeceklerdi neredeyse!... ama hepsini vurmuştuk emindim…

113

Çoğunun kırık bacak, kol kemikleri dışarıdaydı ve kanamaları devam ediyordu. Selami Tuğaylı, Hüseyin Marangoz, Bahadır Türkmenoğlu, Timuçin Okan, Şükrü Kesici, Ali Osman Çakır, Yılmaz Sümersoy ve daha bir çokları ayağa kalkıp Kol ve bacaklarına taktıkları aynı kırık kol ve bacak kemiklerini ve kanamayı artırır gibi gösteren serum torbalarına benzeyen eğitim yardımcılarını yere attılar, ilk kez burada kullanılıyordu. Hakiki kemik, kafatası, kanlı orğan görünümündeydiler!... Yılmaz binbaşıda katıla katıla gülüyordu ve “Namık işe uyanıyordu ama biz hiç bozuntuya vermedik.Arkadaşlar bu Nato ile Türk SAT`ları arasında yapılan Nato yıllık planlı bir müşterek tatbikattı (Annual comman operation), olası böyle bir operasyonda iyi ve zayıf yönlerimizi gördük, umarım bana kızmadınız, uçakta verdiğimiz şarjörler eğitim mermileriydi, hafif okşayıp içindeki kırmızı maddeyi boşaltıyordu” dedi. Nasıl kızmazsın ama komutan komutandır!... Hep bitlikte özlem giderip sarıldık birbirimize!... ve Nato görevlileri ile tanıştık, İncirlik hava üssü yakın diye Adana Karataş`ı seçtiklerini öğrendik. Ersin binbaşı, zalim Kenan hocaya dönerek “Bu sırtıma attığın tekmeden sonra artık bir rakı ısmarlarsın?” diye sorunca. Kenan hoca ”Eve dönünce hepimiz Sarıyer çırçıra gideriz orada ısmarlarım söz” dedi. Ersin bey karşılık verdi bu cevaba “Jeneratörü neden getirdik sanıyorsun kapağını açın şu koca yer buzdolabının içinde, vurmaya kalktığınız!... teröristlerin, içkileri dolu, biralar buz gibi, Kenan hocam rakılar en altta, NATO’nun bu ABD’li zengin çocuklarına aldırdık!... babanızın malı gibi servis yapın” diye emir verir gibi kükredi, bu emre hangi SAT uymaz ki!...

114

TÜM ŞEHİT VE RAHMETLİ SAT’LARA ARMAĞANIMIZDIR

Doğanın çocukları Satlar, şehirlere uyum sağlayamadıkları için, doğaya uyum sağlama çalışmalarındalar !!!... GENEL KURMAY BAŞKANIMIZ ORGENERAL CEMAL TURAL VE TÜM NATO KOMUTANLARI İLE ORDU KOMUTANLARIMIZI 7 SAT AS SUBAY ESİR ALDIK O yıl Dünya Askeri Pentatlon müsabakalarından şampiyon olarak Hollanda’dan yeni dönmüştük. SAT Taarruz komutanımız Yüzbaşı Tonguç Köni Preveze Nato Tatbikatına katılacağımızı söyleyince müsabakada kazandığım mükafat iznimi yarıda kesip acele Poyrazköy’deki (hani o meşhur Poyrazköy davasının oluştuğu, gömülü silahların çıkarıldığı!... yer) birliğime katıldım. Hemen kurtaran gemisi ile SAT 1 Bravo Timi (7 SAT) Mersin’e hareket ettik.

115

ABD, italyan, İngiliz, Yunan, Holanda vb. Donanmasına ait harp gemilerinin ve komandolarının katılacağı zorlu bir operasyondu. Akdeniz’de gemiler çeşitli tatbikatlar yapıp Mersin Limanına demirlediler, yorgunluk çıkaracaklar, yakıt vb ikmaller yapıp memleketlerine döneceklerdi. Hafif ateşim var yatıyorum, 6 sat ast subay arkadaşım da bana ilaç, ıhlamur veriyor ellerinden geleni yapıyorlardı beni iyileştirmek için…

116

Tonguç yüzbaşım(Sonradan SAT taaruz timler komutanı Albayımız oldu) her zamanki sevecen, güleç tavrını bırakmış, alnında çizgiler belirmiş asık suratla yattığımız bölümde bizi tatbikatın brifingi için toplatı salonuna çağırmıştı. Tüm Nato gemilerinin altına (karinelerine) eğitim mayını (Limpet mine) yapıştırıp Genel Kurmay Bakanımızın, Nato Komutanlarının ve Kuvvet Komutanlarının olduğu Nusret Komuta Gemisini basıp yukarıda saydığım komutanları esir alacaktık. Zor, riskli ve askeri hiyerarşi kurallarına uyulması gereken hassas bir baskın olacaktı. Neticede esir alacaklarımız bizim genel kurmay başkanımız or general Cemal Tural, kuvvet komutanlarımız ve Nato komutanlarımızdı, silahı kafalarına dayayıp “yat, yat yere yat, eller arkaya” diye normal yaptığımız baskınlar gibi davranamazdık. Tonguç yüzbaşımız (SAT Taaruz komutanımız) operasyon planını anlattığında bende dahil hepimiz, tüm SAT as subay arkadaşlarım dalga geçiyor, sanki Nisan 1 şakası yapıyor diye geçti aklımızdan ama asla her zamanki şakacı muzip hali yoktu, kaşları çatık ve alnında çizgiler belirmişti. “Komuta gemisini kim çıkacak, basacak?” diye sorduğunda biz SAT as subaylar hala gülüyorduk. “kim çıkacak arkadaşlar” deyince sertçe olayın ciddiyetini anladık. “Ben” dedim gürlüyerek, “sen hastasın ateşin var olmaz”

117

Netice, kısaca anlatmak gerekirse gece 23.00 sıralarında Nusret Mayın gemisinin 1 Km açığından (denizciler mil kullanır) 7 SAT (7 benim uğurlu rakkamımdır, 2 ise uğursuzu!... sonra anlatırım) as subay arkadaşlarımla gelip zodiak bottan tüpümle denize kaydım aşağı. Karanlık sualtında, yakamozlar içinde Geminin altına gelmem 24 dakika sürdü. Su altından demirli zincire gelince oradan tırmanamayacağımı anladım, 2 nöbetçi konuşuyor ve zincir deliğinden aşağıya biri idrarını yapyordu kafama doğru o an!... öteki “Bir SAT yaklayana 2 hafta izin var” gibi bir şeyler mırıldanıyordu.

Su altından geminin omurga hattını kıça doğru (Denizcilikte “kıç, baş demek ayıp değildir, normal karşılanan terimlerdir!...) takip ederek gece karanlığında tüpümü pervaneye asıp kıç taraftan su üstüne çıktım. Şu denizcilik ne enteresan kıç, baş diyorsun kimse ayıplamıyor!...

118

Böyle baskın tatbikatlarında gemiler asla pervane çalıştırmaz, patlayıcı, ses yapıp kulaklara ve vücuda zarar verici şarj (patlayıcı) atmazlar. Geminin mayın döktüğü yapılardan kendimi çekerek kıç üstüne çıktım, çok zor oldu bu çıkış… 7-8 dakika uğraşmışımdır o yüksekte duran demire tutunmak için. Bir çok nöbetçi yanıltma taktikleri ve ferdi operasyon taktikleriyle (indivudual operation) ile yakalanmadan köprü üstüne kadar sürünerek geldim. Nöbetçi subay oturmuş nöbet defterini* yazıyordu.

Deniz kuvvetleri komutanımız ve ABD’li Amiral Demsey tarafından SAT kurs birincisi olarak kutlanıyorum

119

Atlayıp sol elimle ağzını ve burun deliklerini kapayıp sağ elimlede camilius SAT bıçağımı gırtlağına dayayıp “SAT’lar gemiyi bastı komutanı buraya çağır çabuk, şeytanlık yok, oyun yok” dedim gürleyerek. Çocuk bayağı korktu, interfone ile çağırdı komutanı, ve bana dönüp “komutanlar kokteyl salonunda, Genel Kurmay Başkanım, Nato ve Türk kuvvet komutanlarıda, kokteyl salonundalar, başına bela alacaksın” dedi. (Baskın emri Nato komutanlığından geldiğinden bende korku emareleri yoktu!... diyemiyeceğim…) Sesi titriyordu gemi karışacaktı ve biz SAT’lar yine bir haltlar karıştırıyor, belanın içine giriyorduk, hemde kara belanın! Komutan “Ne var ne oldu” diye bağırıp, içeri köprü üstüne girerken, kapının (kaporta) arkasından çıkıp 45’lik colt tabancamı gırtlağına dayayarak “SAT’lar geminin altına limpet mayını (mıknatıslı gemilerin altına yapıştırdığımız yüksek patlayıcılı mayın, SAT`lar düşman gemilerinin altına sinsice yaklaşırken yukarı kabarcık çıkarmayan kapalı devre dalış cihazları kullanırlar bu cihazları göğüslerine takar ve 25 kiloluk mayınlarıda sırtlarında taşırlar, sırt çantası gibi!... gece, kardenizde!... kışın… Ve bunları normal bir maaşa yaparlar…) Normal zamanda bu intihar demekti hem de hara kiri ( seppuku) yaparak!... Japonya’da karın deşmenin adına ‘Seppuku’ denir. Avrupa’lılar yanlış olarak “HARAKİRİ” derler, doğrusu ‘Seppuku’dur’ Kokteyl salonuna o (Komutan !...) önde ben arkada girdik.

120

Herkes korku ile bana bakıyordu, silahımı kılıfına koydum. ( 11.43`lük, 45`lik colt idi o yıllarda) Simsiyah balıkadam elbisesi içinde, yüzüm vahşi Kızlderililer gibi siyahlı yeşilli boyalı, annem görse tanımazdı beni, adamlar nasıl korkmasın, ben kendimi aynada görsem kendimden korkacak haldeyim! Komutan sesi titreyerek “Efendim tatbikat saat 24.00 de bitiyor şimdi saat 23.45 ve Türk SAT’lar gemiyi bastı” dedi. Zor durumda idi.

İhtişamlı sert muhteşem hali ile üzerime doğru yürüyünce Genel Kurmay Başkanımız Or General Sn Cemal Tural`dan bende tırsmaya başladım. Nasıl geldin? Nasıl tırmandın? Gibi bir sürü sorusuna askerce cevap verdim. O sırada ingiliz General beni izliyordu, kamuflaj yüz boyamı işaret ederek ”Amerikan mı?” diye sordu. ”Yes Sir made in America” diye cevapladım. (Adam bilse amerikanın yolladığı yüz kamuflaj boyalarının bittiğini ve şişe mantarı yakarak yüzümüzü boyadığımızı, gülmekten ölecek!... Herife!..., generale “adam” diyorum zira İngilizleri hiç sevmem, kasıntı olurlar…) Orgeneralim yaverine dönerek” mükafatlandırın çocuğu” diye emir verdi.

121

Bana nasıl döneceğimi sorunca ”tüpümü pervaneye taktım, atlayıp su altında kuşanacağım komutanım” diyerek detaylı anlattım. Çoğu yabancı Amiral ve General ellerinde içki kadehleri, beni kıç üstüne kadar takip ettiler. Sırtımdaki paletleri, boynumdaki maskemi takıp çivileme atlayıp kayboldum, gecenin karanlığında…

Bu resmimiz bir çok dergi’de, Kıbrıs’a ilk çıkan 24 SAT kahraman diye çıkmıştır. En sağda diz çöken N. Ekin. Su altı tahrip kursunda çoğu derin su ve kurtarma dalgıcı olan hocalarımızla birlikteyiz Ekim 1963 25 dakika sonra SAT as subay arkadaşlarımın beni ilk bıraktıkları ve buluşma noktasından (Rally point) geri kaçacağımız (Extracting point) bekledikleri yerden çıktım su üstüne, çok meraklanmışlardı, her şeyi süratle anlattım. Ertesi sabah komutanlık 3000 TL (O zaman 2 maaştan fazla idi, hafızam yanıltmıyorsa…) mükafat yollayınca yedi SAT’da çok şaşırmıştık. O gece güzel bir SAT gece alemi yaptık! hep birlikte her limanda olduğu gibi!...

122

Bu olay dünya askeri tarihine bir tatbikatta en yüksek rütbeli komutanların esir alnması olarak geçti. (Bu baskın görevini bana veren komutanlarım Albay Tonguç köni`ye (SAT Taaruz timler komutanı) ve sevgili kurs arkadaşım, komutanım yüzbaşı Yılmaz Cengiz`e teşekkürü borç bilirim. Aradan 4 ay geçmişti, Elimde M1 piyade tüfeği ile yokuş yukarı tavushaneye (Karantina yeri, SAT`lar burada CQB denen kapalı mekan, meskul mekan baskınları çalışırlar (CQB= Close Qualified Battle) koştuğum sırada aşağıdan as subay şakir hocam bağırıyordu “Namık geri dön, yılmaz yüzbaşı çağırıyor“ diye… Futbolda adam eksik geldiğinde ekseri emir verip çağırırlar ve beni zorla BACK! yaparlardı, Judocuyuz ya yine böylesi bir üç kağıt yapıp beni back oynatacaklarını zannettim. (top geçer ama bir judocu olarak adam geçemezdi ben back iken! Ve hiç sevmezdim top oynamayı!... neden bilmem, belki futbolu icat eden adam futbol topuna tekerlek koymadığı ve içi boş olduğundandır !...) Odasına girdiğimde selam verip dikildim başında… ( Ben ast subaydım ama Yılmaz yüzbaşımla Ağabey, kardeş gibiydik, etrafmızda omzu kalabalıklar olduğunda ben sert, disiplinli, hiyararşik ast rolümü oynardım. İkinci kursun birincisi olmak için ikimizde mücadele verdik 13 ay boyunca. Sonuçta ABD,li SAT hocalar as subay Namık Ekin`i kurs birincisi seçtiler…). Bacanak diye söze başladı… (Beni baldızı ile evlendirmek istiyordu, aslında bende kıza asılmıyor değildim hani!...)

123

“Sn Cumhur başkanımız senin o gemiyi basmanı çok beğenmiş, 3000 tl mükaaat daha yollamış, git yarın Kasımpaşa ikmal komutanlığından al mükafatını” dedi. Bende gülerek “Sir, bırak dalğa geçmeyi de kaleci mi duracağım yoksa back mi?” dedim. Zaten bu top denen şeyden nefret ederim, içi boş bir şey, yolda bulsam, bomba diye karakola götürecek tiplerdenim. Kısaca (Ne kısası!... şimdiden 2 sayfa doldu, kitap 2017 Nisan`ı…)Kasımpaşa deniz komutanlığından 3000 tl mükafatı aldım ve hemen beni o geminin 1 km açığına SAT botuyla getiren as subay arkadaşlarıma ve şimdi şehit olan Kıbrıs kahramanı olan SAT taaruz Tim komutanımız YZB Yılmaz Cengizi arayıp hepsini çiçek pasajına davet ettim. (Bacanak olamadık kısmet değilmiş…) Komutanım söze başladı ve anlattı olayı. Sn Genel kurmay başkanımız Napoli’ye bir Nato toplantısına gitmiş, Toplantı sonrası bir İngiliz general yanına gelerek ona “Senin SAT as subay nasıl gemiye çıkıp bastı ve hepimizi esir aldı” diye anlatmaya başlayınca, diğer amiral ve nato generalleri de konuyu dinlediklerinden Genel kurmay başkanımız Or general sn Cemal Tural çok gururlanmış ve yaverine dönüp “Tekrar mükafatlandırın o çocuğu” demiş. Kadehleri Sn Cemal Tural şerefine kaldırdık hemen ve gece daha bitmemişti, biz bahriyeliler! elimizde ki iyi bir parayla gece alemine devam etmiştik, beyoğlunda! diğer limanlarda olduğu gibi. Bu hakiki olayı 2013`te yazdığım “imkansız yalnızca bir kelimedir” adlı kitabımızda okuyabilirsiniz, hemde daha geniş olarak. Klan yayınları. Namık Ekin.

124

Bu başarıdan sonra Nato çerçevesinde ABD`ye SAT ihtisasına gitmemin kapısı açılmış oldu. San Antonio askeri hastanesi iç hastalıkları doktoru havacı bayan binbaşı Maria Schecter ile arkadaş, sözlü olmamız da bu sayede oldu (Bana "CHİEF =Baş çavuşum diye hitap ederdi, cenazesine gittim San Antonio -Texas,a...) başka bir gün anlatırım, acele edenler 'imkansız yalnızca bir kelimedir' adlı kitabımı okuyabilirler, Klan yayınları, geliri bağış yapılmakta.

3 SAT POYRAZ KÖY KEÇİLİK SAT TAARUZ BİRLİĞİ ARAZİSİNE NELERi NASIL GÖMDÜK? BİLİNMEYENLER…

125

Resimde Sayın Gen. Kur. başkanımız Or. Gen. İlker Başbuğ, gömülenlerin, kullanılamaz, işe yaramaz, artık bir boru sayılan LAW silahının, kullanılmış işe yaramaz durumunu anlatırken. (Biz SAT’ların neler gömdüğünü hiç kimseler bilmiyordu. (Bu bölümü okuyunca her şeyi öğreneceksiniz!) Arkada bizim evimiz, yuvamız Keçilik-Poyraköy’deki SAT birliğimiz. Bu 3 SAT arkadaş, poyrazköy`e gömdüğümüz şeylerin neler olduğunu, gömüş nedenlerimizi daha iyi anlamanız için sizlere ön bilği vermek isterim. Aralık 1963’te Kıbrıslı Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere karşı başlatılan tedhiş hareketleri, Türklerin zorla mevcut yapı dışına çıkarılması ile sonuçlanmıştır. 1963 YILINDA BİZİM 2.DEVRE SAT KURSUMUZ DEVAM EDERKEN BİZDEN 1 YIL EVVEL KURSU bitiren SAT hocalarımız İskenderun ve Mersin`de çeşitli hazırlıklar yapıyor, deniz piyade ve diğer çıkacak kara komandolarının en emniyetlie şekilde mayınlara ve düşman ateşine minimal derecede takılarak, en az zayiatla çıkmaları için eğitim yapmaktaydılar. Biz SAT 2`ler ise o yıllarda acemi birer SAT kursiyeri idik. Bu hadiselerle başlayan, Türkler açısından can ve mal güvenliğinin ihlali süreci, farklı derecelerde 1974’e kadar devam etmiştir. 1964 ve 1967’de olaylar şiddetlenerek krize dönüşmüş ve olayların şiddeti Ada’nın dışını etkilemiş ve Türk-Yunan savaş ihtimali de belirmiştir.

126

1967 yılında 4 senelik SAT komandosu idik hemde zıpkın gibi. Rumlar Türk vatandaşlarına onca zulmü, katliamları yaparken içimiz kan ağlıyor 1967`de Kıbrısa çıkmak için var gücümüzle çalışıyor, ağır eğitimler yapıyorduk. Komutanlarımız, Mersin’den gece kalkacak denizaltı gemisi ile Girne açıklarına yaklaşacağımızı, denizaltı gemisi su altında 60 feette iken (Yaklaşık 20m) biz SAT`lar üstüvane denilen küçücük bir odaya dörder dörder girip, odaya su alıp, iç ve dış basınç aynı olunca dışarı çıkıp, su altından Girne plajlarına yaklaşıp, taşıdığımız C3 ve C4 yüksek patlayıcılı torbaları mayınların ve demirden yapılmış, çıkarma gemilerinin vurup saplanıp batması için hazırlanmış sivri demir kazıkların üstüne koyup onları imha edip zararsız, işe yaramaz hale getirip sonrada sahil gerisinde, gece ,çıkarmadan çok önce, baskın ve sabotaj görevleri yapıp sonrasındada Girne kalesinin içinde mevzilenip çıkarmanın başlaması için haber verecektik, “Ayşe tatile çıkabilir” müjdesini alır almaz!... Bu şartlarda da Türkiye yine diplomasi kanalını kullanarak meseleyi geçici de olsa çözme iradesini göstermiştir. Kıbrıs Rum toplumunun kendi iç yapısındaki anlaşmazlıklar neticesinde ortaya çıkan darbe ortamı, Türkiye’yi garantör devlet olmanın verdiği uluslararası yasal dayanakla, ülkenin stratejik öncelikleri ve Kıbrıs Türk halkının güvenliği endişesiyle Kıbrıs’a askerî çıkarma yapmayı kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye’nin yakın tarihinde “1974 Kıbrıs Barış Harekatı” olarak tanımlanan bu hadise, Türkiye’nin siyasi tarihinde ve dış ilişkilerinde en öncelikli konular arasında yer almıştır.

127

Özellikle bu hadiseyi müteakip Türkiye’nin askerî, siyasi, iktisadi ve uluslararası ilişkilerini etkileyen olumlu ve olumsuz pek çok gelişme ve değişmeler olmuştur.

1967 Yılının Haziran ayı idi Eğitimlere bu plana yönelik gece gündüz çalışıyorduk. O şeyleri!... gömdüğümüz poyrazköy-keçilikteki SAT birliğimizin Güney doğu tepesinde FATİH TELSİZ denen bir dinleme ve haberleşme istasyonu vardı, yani özel bir birlik… Bu birliğin komutanı o zaman binbaşı olan Cihangir Erdeniz idi. Cihangir binbaşımız silahlı kuvvetler atış takımında tüfek`te birinci sırada ve kaptan olarak bir çok yurt dışı askeri yarışmalarda birincilikler kazanmış bir keskin nişancı idi. Zaman zaman koşular yaparken biz onun komutanlık yaptığı birliğe uğrar, birer ayranını içer sonra da 14 kilometrelik büyük turumuza devam ederdik. Bu ziyaretler sırasında bizim taaruz komutanımız ona “Cihangir binbaşım, Nato ve deniz kuvvetlerimiz bir gece emniyet tedbirlerinizi kontrol etmek için, biz SAT`LARIN SİZİN DİNLEME İSTASYONUNUZU BASMAMIZI İSTİYOR !.”

128

değince, Cihangir binbaşının ağzından köpükler çıkmaya başlamış ve bildiği tüm küfürleri sıralayarak “Hele bir gelin, hepinizi kıçlarınızdan vururum” demişti. Bayağı kızmıştı. Ona ara sıra bizim birliğe geldikce judo ve yakın boğuşma öğretirdim. O yıllara Türkiye açık siklet ve 80 kg judo şampiyonu idim. Cihangir binbaşım çok alçak gönüllü bir komutan idi ve o yıllarda teğmen olan ve tabanca atışına çok meraklı Göksev Olcay ile birlikte gelirlerdi. Göksev Deniz Harp okulunda iken judo talebemdi, komutanlık Deniz harp okulu talebelerinin judo öğrenip, harp okulları spor bayramında 1. Olmalarını istiyordu ve oldularda. Göksev, tesadüf bu ya SAT kursunda talebem oldu ve sonradan SAS komutanlığına kadar yükseldi. Kıbrısta olaylar kızışıyordu ve Rumlar iyice azmıştı. Yılmaz Cengiz komutanıma “Komutanım Cihangir binbaşımızın birliğini ne Zaman basacağız?, geçen gün bana, ”Namık sakın sen baskında görev alma, senide kıçından vurmak istemem” dedi. Yılmaz yüzbaşım “Namık bekleyin daha emir gelmedi, belki yakında Kıbrıs için Mersin’e gideceğiz kurtaran gemisiyle, dönüşte kesin basarız” dedi. ”Adama bak bizi kıçımızdan vuracakmış, biz onu halletmeden o bizi yakalarsa… belki” dedim. Emir nihayet gelmişti, 2 gün sonra Kıbrıs çıkartması son hazırlıkları için, Kurtaran gemisi ile Mersin`e hareket edecektik.

129

Mustafa (Hani karadenizde su altında kaybolup şehit olan en iyi arkadaşım) ben, Kenan Şengül hocam, Naci as subay ve diğer nöbetci tim, as subay salonunda geyik yaparken Kenan hocama dönüp “Kenan hocam sen bizim ağabeyimiz, hocamızsın. Şu Kıbrıs görevinde ölürüz kalırız filan, gel 3 kişi gidip şu Fatih telsiz istasyonunu yarın gece basalım, Cihangir binbaşımızda biz SAT’ların kim olduklarını anlasın” dedim. Kenan hocam harika bir Kara denizli, Harika kurtarma, derin su ve SAT dalgıcı idi ve bize 13 ay SAT eğitimi vermişti ve hala ondan öğreneceğimiz çok şey vardı. Çenesini kaşıdı, biraz düşündü ve bize bakarak “Cihangir Erdeniz binbaşı Hayvanları çok sever, kuzuları, tavukları, tavşanları vb. vb. hayvanları besliyor, biraz protein!... ikmali yaparsak Kurtaran gemisinde ve Mersin’de protein ihtiyacımızı gideririz, hem Namık senin bir adağın`ın vardı biliyorsun!... (öyle bir şeyim yoktu!...), onlardan, bir iki kuzu`da kaptıkmı tamam, zaten sabah gemi ile yola çıkacağız birliğe gelse bile bizi bulamayacak” dedi, işi kabul etmişti, kıdemli as subay hocamız. Doğru ordonat ambarına gidip kamuflajlarımızı, yüz boyalarımızı, yaptık, kamuflaj panco’larımızı, keskin bıçaklarımızı, 2 adet 45`lik (11.43) colt tabanca almayı ihmal etmedik, ne olur ne olmaz!... ve 14 adet torba aldık!... torbalar tavuklar ve tavşanlar içinmiş, Kenan hocamın dediğine göre… etleri çok lezzetli olurmuş!... Ford truck vasıtamız Telsiz birliğinin 400m ilersinde Ceneviz kalesi tarafında bekleyecekti, yükümüz ağır olabilirdi!...

130

Keçilik vadisinin güney doğu yamacında Fatih telsiz dinleme istasyonuna doğru sessiz tırmanmaya başladık. Bu arazi sık sık eğitim yaptığımız yerler olduğundan, hemen hemen her patikasını, her çukurunu biliyorduk.

Keçilik vadisinin güney doğu yamacında Fatih telsiz dinleme istasyonuna doğru sessiz tırmanmaya başladık. Bu arazi sık sık eğitim yaptığımız yerler olduğundan, hemen hemen her patikasını, her çukurunu biliyorduk. Tel örgüleri kesip (Her gün önünden koştuğumuz bu birliğin zayıf, savunmasız yerlerini çok önceden biliyorduk) yılan sürünmesi taktiğiyle Cihangir binbaşının birliği içindeki hayvan çifliğine girmiştik, Kenan hocam kulağıma “Önce tavuklar ve tavşanlar” dedi. O gece Kenan hocamızın ne kadar gaddar bir savaşcı olduğunu bir kez daha gördüm, ne kadar güçlüydü!... tavukları tutup boyunlarından koparıyordu, bıçağa ihtiyaç duymadan. Ben ise bıçak kullanmakta ustaydım, çocukluğumdan itibaren. Annemin ekmek bıcaklarını, bıçak atma öğreneceğim diye haşat ederdim, ilk okula giderken.

131

Naci as subay torbaya koyduğumuz avları, ganimetleri askeri jeep`e taşıyor tekrar geri yardıma! geliyordu. Sıra koyunlara gelmişti, bu konuda da Kenan hocamın çok tecrübeli olduğunu bir kez daha gördük. Son turda Kenan hocamızın kestiği 3 koyunu makiliklerin arasından jeep`e taşıdık. Kankam Mustafa “Ulan katliam yapmışsınız, Cihangir binbaşı bunu görürse, birliğe gelip hepimizi vurur” dedi. Aslında sabah gelip hayvan çiftliği gibi yaptığı yerdeki kanları ve diğer parçaları görse başımıza neler geleceğini tahmin etmek istemiyordum, Allahtan sabah kurtaran gemisi ile yaptığımız bu katliam ganimetleri ni alıp, geminin buzluğuna koyup Mersin’e gidecektik. Kenan ağabey Poyraz köyüne birliğimize gelince “Hayvanların derilerini soyalım, içlerini boşaltalım, temizleyelim ki Kurtaran gemisinin buzhanesine koyabilelim” dedi, sertçe. Dediğini yaptık, hayvanları tamamen pişirilecek duruma getirdik ve buzhaneye koyduk. Aklım hep Cihangir binbaşıdaydı, acaba doğrumu yapmıştık, bizi baskında yakalayamayacağını ispat etmekle. Kenan ağabey`e, hocamıza sordum “Kenan hocam bu barsakları, pumparları, postları, kafaları, tüyleri ne yapacağız?” diye. Cevabı “ÇUKUR KAZIN GÖMÜN” oldu!... işte Keçilik Poyraz köye gömdüklerimiz!...

132

17 mayıs 1971‘de İsrail başkonsolosu Efraim Elrom‘u oturduğu apartmandan kaçırarak THKP-C‘nin 1 nolu bildirisinin yayınlanması üzerine, Nihat Erim hükümetinin kuşatma ve imha amaçlı olarak tüm İstanbul‘da başlattığı sokağa çıkma yasağı ve arama operasyonu sırasında, 29 mayıs 1971‘de Mahir Çayan‘la birlikte İstanbulMaltepe‘de kuşatıldılar.

51 saat süren kuşatması sırasında güvenlik güçleri tarafından getirilen ve Kürtçe olarak yanındakini öldürüp teslim olmasını söyleyen amcasına "Töreye uyar mı bu dediğin" diyerek cevap verdi. Kuşatma 1 Haziran sabahı keskin nişancı, deniz binbaşı Cihangir Erdeniz‘in, perde arkasında nöbet tutan Hüseyin Cevahir‘i vurması ile son buldu.

133

Binanın arka tarafından merdivenler ile içeri giren polisler, düştüğü yerden ateşi sürdüren Hüseyin‘i kurşun yağmuruna tuttular. Evin rehin alınan kızı Sibel Erkan, Mahir ve Hüseyin‘in eşyalardan yaptıkları siperin arkasında olduğu için çatışmadan yara alamadan kurtulurken, polisler yerde yatan Cevahir‘in vücuduna ateş etmeye devam ediyorlardı. 23 kurşunla delik deşik edilmiş Hüseyin Cevahir‘in vücudu Süreyya paşa Sanatoryumuna kaldırılırken Mahir Çayan ağır yaralı olarak yakalandı... Cihangir binbaşı, emekli olunca Maltepe taraflarında bir av malzemesi dükkanı açmıştı. Bir gün dükkanın giren kişiler onu oracıkta vurup öldürdüler… Hiçbir şey gömmemişti bu kahraman, ülkesine aşık savaş makineleri Poyrazköye, SAT birliğine, gömdükleri yüreklerindeki acılardı.

PEKİ ERGENEKON DA BİZ SATLAR NELER YAPTIK! Aslında ülkesi için çekinmeden canlarını seve seve verecek, ve veren SAT kardeşlerimiz hiçbir şey yapmamıştı ülkelerini çok sevmekten başka. Bir çok komutanımız kumpaslarla hapise atıldılar, aslında o hücreler onlar için konforlu bir otel gibidir, o lağımlarda, loğarlardaki eğitimlerden sonra!…

134

Ama yüreklerindeki acıları, yangını hiçbir şey söndüremezdi. Aşağıda SAT`ın başına geçmek için, fetö cülerin, bu kahramanları nasıl suçsuz iken boş yere tutuklattıkları haberini okuyacaksınız… acı, ter, kan ve gözyaşları gördü geride bıraktıkları… “O verdiğiniz tazminatların, paraların onların beyin ve vücutlarındaki yapmış olduğunuz hasarları, tahribatları tamir edebileceğini zannediyormusunuz? Ergenekon soruşturması yüzünden SAT Komandolarının görev yeri mi değiştiriliyor? Son günlerde kilit pozisyondaki bazı SAT Komutanlarının tayinin çıkması bu iddiayı göndeme getirdi. Poyrazköy'deki Sualtı Taaruz Komutanlığı neredeyse dağıldı. Deniz Kuvvetleri, aylardır Ergenekon operasyonlarıyla çalkalanıyor. Bahriyelilerin içindeki kimi odakların, darbeye zemin oluşturmaya çalıştıkları iddia ediliyor. İşte o iddialar, komuta kademesinin, Deniz Kuvvetleri içinde çok geniş çapta bir operasyon yapmasına neden oldu. Poyrazköy'deki Sualtı Taarruz Komutanlığı adeta dağıtıldı. Personelinin yarıya yakının görev yeri değiştirildi. Geçtiğimiz cuma günü gerçekleşen tayinlerde en dikkat çekici isim Deniz Kurmay Kıdemli Albay Ali Türkşen. Türkşen, halen Ergenekon kapsamında tutuklu olan Yarbay Ercan Kireçtepe'nin sınıf arkadaşı. Kireçtepe, Kardak'a çıkan timin komutanıydı. Üstelik o gün, Ali Türkşen de yanındaydı.

135

Kardak'a çıktığında üsteğmen olan Ali Türkşen'in yeni görev yeri İzmir Uzunada. Uzunada, denizciler arasında sürgün yeri olarak biliniyor. Ali Türkşen hakkında, polise çok sayıda asılsız ihbar geldiği, daha önceki tutuklamalar sırasında da evinin arandığı iddia ediliyor. Tayini çıkan bir başka önemli isim Deniz Kıdemli Albay Kemal Kesen. O da SAT'ların eski komutanı. Cuma gününe kadar Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak görev yapıyordu. Gölcük'e tayini çıktı. Ve şu anki SAT Komutanı. Kıdemli Albay Erhan Özalp. Ergenekon onun komutanlığı döneminde patlak verdi. Albay Erhan Özalp, 2 yıldır bu görevdeydi. Ancak Ergenekon soruşturmasının ardından tayininin çıkmasını bekliyordu. Beklediği gibi de oldu. Yeni görev yeri Marmaris'teki Aksaz Deniz Üssü olarak belirlendi. Tabi tayinler bunlarla sınırlı değil. Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı'nda görevli subay ve astsubayların neredeyse yarısının görev yeri değişti. Üstelik hiç beklemedikleri bir anda. Temmuz ayında. Oysa Deniz Kuvvetleri'nde tayinler genellikle nisan-mayıs aylarında yapılıyordu. SAT'ları sarsan tayin furyası Poyrazköy'deki kazılarla başladı. Sualtı Taarruz Komutanlığı'nın hemen yanındaki Bedrettin Dalan'a ait arazi, didik didik edildi.

136

Komandoların "Cehennem Haftası" denilen eğitimlerini yaptığı arazideki kazı, günlerce sürdü. Toprağa gömülmüş bol miktarda silah ve mühimmat bulundu.

Boşu boşuna, entrikalarla,en güzel günlerini demirlerin arkasında geçiren 3 komutanımız. Ardından da gözaltılar başladı. Çok sayıda albay, yarbay gözaltına alındı, tutuklandı. Suçlanan subaylar adalet önünde hesap veredi, komplalar ortaya çıktı, onları yargılayan hakimler, savcılar bile çürük, dibi kokmuş çıktı!... Suçlular ve suçsuzlar, çürük ve tazeler ayıklandı. Ama belli ki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi işi sıkı tutuyor. Askerin, her türlü şaibeden arınmasını istiyorlardı ve arındılarda…

TÜRK SAT`LARI ERGONOKONDA NELER Mİ YAPTI? ONLAR DEĞİL AMA DEDELERİ ATALARI ÇOK ŞEYLER YAPTI!

137

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: "Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur !" Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler. O çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar.

138

Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu. Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "ERGENEKON" dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti. Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:

139

Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım." Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu. Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

140

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar. Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar. Türk Beğleri, Ergenekon'dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.

KIBRIS… İLK ÖZEL BİRLİK OLARAK GECE SATLAR ÇIKIYOR… Sene 1967 Kıbrıs yine kaynıyor. Biz SAT komandolarına gece herkesten önce verilen koordinatlara çıkıp gizli baskın, tahrip köprübaşı tutma, Girne`deki önemli EOKA yataklarını ele geçirme görevi verilmiş.

141

SAT 1Bravo timi Kaizen yolu sistemi ile hazırlanıyoruz. Gözlerimiz kapalı 14 SAT komandosu da karşımızda bir beyaz perdede yapacaklarımızı 72 kez tekarlıyoruz, aynen şöyle; “hepimiz gece saat 02:30 Girnenin 2 mil kuzey doğusunda gece paraşütle denize atlayacağız”, “ Mustafa Naci, Hüsnü Çetin, Namık, Ersin, Yılmaz sualtında buluşacağız”, “Lider Yılmaz önde yön gösterecek”, sahile öncü yüzücü Mustafa çıkıp “temiz” işaretini vermeden sahile çıkamayacağız”, “sahil gerisinde Hüsnü öncü (kılavuz) olacak”, düşman cephaneliği nöbetçilerini Naci ve Ersin halledecek”, “cephanelik korumalarını susturucularla Yılmaz ve Mustafa halledecek”, “Namık ve Hüsnü cephaneliğe patlayıcıları yerleştirip, ateşleme düzenini 20 dakikaya ayarlayacak”, ”EOKA militanlarını L harfi şeklinde tarayacağız,” “geri kaçış ve sualtı engellerine tahrip kalıpları yerleştirme hep birlikte olacak”, “Lider Yılmaz açığa yüz işaretini verecek”, “Açığa 1 mil yüzülüp bizi kaçıracak denizaltıya 4-3 methodu ile gireceğiz”, Denizaltı komutanı “Görev tamamlandı” telsizini Dz. K.K’lığına bildirecek” vs. vs. gibi görevi karşımızdaki hayali perde de 72 kez canladırdık.

142

72 parola idi yani 3 gün. Geride bir arkadaşımız kalırsa 72 saat Mersin’e doğru yüzecekti ve bir SAT bu kadar zaman yüzecek kondisyona sahipti. Onu Akdenizin mavi sularında ergeç karşılayacaktık, biz SAT`larda geride bir SAT bırakmak onur kırıcıdır, kabul edilemez. “Ölüm yaşamda kaybedilen en büyük kayıp değildir, En büyük kayıp yaşarken içimizde olan bir şeydir”

SAT`ların son hazırlık çalışmaları, hayranları çok… Bir çok politik nedenle o yıl Kıbrıs’a çıkamadık… ama 1974`te “Görev tamamlandı!...” (bakınız internet “KIBRIS OLAYLARI 1967).

1974 İŞTE KIBRIS`A ÇIKMA ZAMANI GELMİŞTİ!... O sıralar judo milli takımını baş antrenör olarak çalışıyordum.

143

Lozan`da yapılacak olan Dünya judo şampiyonasına hazırlanıyorduk. Çok iyi bir ekibim vardı. Çocuklar Japonlara bile kök söktürmüşlerdi. Geri döndüğümden iki hafta sonraydı, haziranın sıcakları iyice bastırmaya başlamıştı. SAT Taaruz timler komutanımız “Namık birliğe hemen uğra ve Yılmaz komutanınla temasa geç” dedi. Genellikle beni ne zaman arasa espirili bir şeyler söyler veya benimle dalga geçerdi, bir ağabey gibiydi benim için. Kendisi askeri pentatlon Dünya şampiyonuydu ve 1967`deki dünya şampiyonasına beni o hazırlamıştı. Bir gün o yıllarda 3 kez Türkiye açık siklet şampiyonu olmuş ve onun elini öpmeye gitmiştim. Bana “Ne olacak ben bile hepsini yener şampiyon olurdum bunda ne varki“ demişti şaka yollu. Bir keresindede 1963 yılıydı ve SAT kursu devam ederken ABD`li SAT hocalarla Türk SAT hocalarımız, Tuzladan Yalovaya olan 7 deniz mil`lik (1Mil=1852 m) mesafeyi yüzdürmüşlerdi ve ben bu mesafeyi yüzme arkadaşım (Buddy=SAT`ta ve su altıcılıkta bir birlerinin sırtlarını koruyan can yoldaşı) Ender ile birinci bitirip 4 saat 43 dakikada yüzmüştük. Tonguç komutanım biz yorgun argın sahile çıktığımızda bana dönüp “Ne yaptınız ki Pet şişesi atsam sizden çabuk gelirdi Tuzla’dan!...” demişti, bizimle gır gır geçmek için. Aslında çok iyi bir derece yapmıştık çünkü yüzerken 2 adet C3 torbasınıda şişen torbalara bağlayıp beraberimizde çekmiştik. (C3 plastik patlayıcı, Torba 6 kilo geliyordu).

144

Ertesi gün SAT birliğime gidip Yılmaz binbaşımın odasına girdim. “Hoş geldin Namık, judo nasıl geçti?” diye sordu ve bende tüm başarılarımızı kısaca anlattım. Önüdeki evrakları dikkatle inceledikten sonra, başını kaldırıp gözlerini hafif kısarak “Tüm arkadaşlara ihtiyacımız var tabii sana da, müstafi (SAT mecburi hizmetini bitirip ayrılmış rütbeli kişi) subay, ast subay herkesi çağırdık toplam 24 kişiyiz ve bu sefer yapacağımız, bizden istenen görev çok önemli” dedi. Şaşırmıştım, ben şaşkın onun suratına bakarken o devam etti “Kıbrıs’a çıkacağız ama bize verilen görev önce bir denizaltı ile gidip, deniz altı su altında iken, dalış kıyafetlerimizi kuşanıp, deniz altı gemisinden çıkarak gece sahile yüzeceğiz ve çıkarma gemilerinin rahatca bir mayına veya yunanlıların yerleştirdiği sivri demir kazıklara saplanıp batmamaları için tüm bu engelleri ve mayınların yerlerini tespit edip, çıkarma sabahı tekrar gelip bunları imha edip geri döneceğiz“ dedi…

145

Yılmaz Cengiz komutanımız ve Satlar jandarma botunda son planı gözden geçiriyorlar. Yılmaz komutanımın anlattığı tip operasyonları onlarca kez başarı ile yapmıştık ama savaş şartlarında, böylesi bir durumda değil. Onun gözlerinin içine bakıp “SAT her zaman her yerde en zor görevleri yapmak için emrinizde komutanım” dedim. Vietnam savaşı yıllarında ABD`nin SAT`ları ile Virgina–Norfolk`ta bu tip eğitimleri çok yapmıştık ve buddy’im ender le onlara, ABD`li komandolara hep nal toplatmıştık. Hele hele uzun su altı yüzmelerinde bizlere yetişme şansları hiç yoktu (Sonradan sivil hayatta ona yakın sualtı rekoru kırmıştım. (Bakınız, kitabın son bölümü ‘Namık Ekin kimdir’). Yılmaz yüzbaşım bana “Sen olsan nasıl bir keşif, sinsi hücum ve kaçış planı yapardın?” diye sorduğunda Tüm tecrübelerimi anlattım kendisine. “Çocuklar malzeme hazırlığı yapıyorlar, mesaj gelince (“Ayşe tatile çıkabilir !...” Dış işleri bakanımız Turhan Güneş`in Londra`dan vereceği parola!...) Yeşilköyden askeri uçakla Mersin`e geçeceğiz” dedi.

146

İsmail hocam ve önde ben elimde 25 kiloluk gemilerin altına, sahil gerisinde düşman hedeflerine, cephanelerine yapıştırdığımız Limpet mayın. Bir gün er yada geç Kıbrıs`a çıkacaktık. Bu çıkışın hazırlık eğitimlerindeyiz. İsmail hocam Kıbrıs`ta büyük kahramanlık örnekleri vermiş bir SAT ast subay hocamızdır. 18 Temmuz Perşembe Birlikte hareketli bir gün yaşanıyordu. Yılmaz yüzbaşımız cephanelerin çıkarılıp Kıbrıs sahililerinde (Nereden nasıl çıkacağımız 2-3 yüksek rütbeli komutanımızdan başkası bilmiyordu) su altındaki mayınları, demir kazık engelleri vb. maniaların üstüne yapıştırıp onları imha edecek şekilde hazırladık, genelde C3 tipi yüksek patlayıcılar kullanacaktık.

147

Bu C3 torbalarında ağızdan üfleyerek şişireceğimiz lastik torbalar vardı ki bu cephane torbalarını batmadan yüzerken kolayca çekebiliyorduk, eğitimlerimizi hep buna göre yapmıştık. Deniz kuvvetlerinden gelen emir üzerine lastik botlarıda şişirmiş, silahlarımızı ve su altı yüzme ekipmanlarımızı hazırlamıştık. Hiçbir SAT`ta korkudan eser yoktu, bizler böylesi günler için hazırlanmıştık, ölmek vardı, dönmek yok!… Aramızda tüfek ve tabanca ile atış müsabakaları yapıyorduk. Komutan gelip “Görev için bu gece Adana`ya saat 23 oo de Yeşilköyden hareket edeceğiz. Bizleri Mersine götürecek araçlar hava alanında bizi bekliyor olacak. Gidince çıkarma birlikleri komutanlığına katılıp brifing yapacağız, eksik bir şey olmasın double check (İkinci kontrol) yapın” dedi. Son hazırlıklarıda yaptık eksik bir şey olmadığı gibi her ihtimale karşılık her şeyi fazla fazla almıştık. Askeri Tır’lar gelmişti, dalış tüpleri, zodiac botlar, cephane, silahlar, her şeyi dikkatle yerleştirdik. Birlikte kalıpta harekata katılamayan arkadaşlarımız çok üzgündü. Hareket saati gelmişti her şeyi sayarak, kontrol ederek yükledik. Yeşilköy`e gelince yine aynı titizlikle malzemeler uçağa yüklendi. İçeri girip kemerlerimizi bağladık. Koca C 130 homurdana homurdana piste koşup !... havalandı ve sağa dönüle yükselmeye başladı, rota 170 derece güneydi.

148

Çıkarmadan görüntüler. Tüm su altı mayınları ve su altındaki demir kazıkları SAT’lar temizlemişti

19 temmuz 1974 günlerden Cuma... Çıkarma birliği komutanlıgına yerleşip bize tahsis edilen J-botları incelemeye gittik. Harp filosu ve çıkarma birliği komutanlarımızdan aldığımız emir ve talimatları defalarca gözden geçirmeye başladık. Öncelikle yapacağımız görevler,

148

• SAT komandoları olarak 5 kulaç derinlikten, sahile kadar olan sektörün su altı keşfi yapılacaktı, düşman bu derinliğe mayınlar, demir kazıklar koyup çıkarma botlarını batırabilir, deniz piyadeler boğulabilir ve suda vurulabilirdi. Bunları gece sabaha karşı patlatıp, imha edecektik. Bu imha harekatında bir aksama olursa çıkarma başka, düşmanın tahmin edemeyeceği bir sahile kaydırılacaktı. Böylelikle en az kayıpla çıkarma icra edilecekti. • Su altındaki mania ve mayınları yok edince biz SAT`lar çıkarma botlarına öncülük yapıp, temizlenmiş sahalara deniz piyadelerimizi emniyetle çıkarıp kendi özel baskınlarımızı yapacaktık.

149

EOKA Militanı katillerin Kıbrıs’ta bir komutanımızın ailesini yok edişi Deniz piyadeleri köprü başı ve kilit noktalarını tuttuğunda, çıkarma sahasını biraz daha genişletip, hasar tespiti ve hasarların giderilmesi görevide biz SAT`lara verilmişti. • J-Botlar ile denizde kurtarma görevinide bizler almıştık. Savaşta hiçbir şey tam planlandığı gibi gitmeyebilir, oluşacak olaylara göre bizde A,B,C planlarımıza ve görev değişimleri için hazırlık yapmıştık. Bir ters gidiş bir yanlışlık çıkarmanın selameti açısından hiç iyi olmayabilirdi, bunun farkındaydık. Bir çıkarma botunun suyun 40-60 cm altındaki bir demir kazığa saplanıp batması veya bir mayının infilakı ile parçalanması nedeniyle yüzlerce kişi ölebilirdi. Yıllarca yaptığımız o paraşüt atlama, su altından millerce yüzme, yaktığımız on binlerce mermi, uykusuz gece operasyon eğitimleri, lastik botla sabahlara kadar çekilen kürekler, kat edilen miller, o yara bere içinde kaldığımız yakın döğüş, judo, karate, thai & kick box, sopalı ve bıçaklı yakın dövüş dersleri, o soğuk sularda gece düşman sahiline çıkmak için saatlerce yüzmeler, her gece bir saat uyuyup, 23 saat bedenen ve ruhen yapılan baskılara dayanmak ve bunun 6 gün sürmesi!... vb. vb. eğitimler işte böylesi günler içindi… Böylesi eğitimlerin faydalarını Guinness dünya rekorlarını kırarken çok faydalarını görmüştüm.

150

20 temmuz 1974 günlerden cumartesi Gece erken uyuduk,sabah erken kalkıp göreve başlayabilirdik. Sabah saat 03:00`ı gösterdiğinde, harekatın başlaması için çok sabırsızlanıyorduk. 19631964 ve 1967`de çıkamamıştık Kıbrıs`a. Tüm hazırlıkları yapıpta çıkarmanın eskisi gibi iptal edilmesini hiç, ama hiç istemiyorduk. Tüm hazırlıkları yapıp, techizatları kuşanıp istek ve arzu ile harekatın bir an önce başlamasını istiyorduk. SAT komutanımız, karargah binasından çıkmış hızlı adımlarla bize, SAT timler komutanlığına doğru yürüyordu. Yanımıza geldi elindeki gizli evrakı bizlere göstererek “İşte çocuklar kendinizi göstermenin başka bir şansını daha ele geçiriyorsunuz, gazanız mübarek olsun” dedi hep birden sevinçten havalara uçacaktık sanki, Kıbrıs, taki kardeşlerimizi Rumların zalimliklerinden kurtaracaktık, Bu yolda zafer bizim dolayısıyla Türk milletinin olacaktı. Cumartesi saat 05:22 Gün ağarıyor, Mersin taş ucu bölgesinde büyük hareketlilik var. Etrafta casusların olup hareketliliği Rumlara bildirme şansı yüksek, çıkarma gemileri ve yardımcı gemiler, binlerce asker ve malzeme olarak tüm gemiler Mersinden ayrılıyor. Yılmaz komutanımız hepimizi toplayıp, önemli, tarihi bir toplantı yaptı.

151

“KIBRIS BARIŞ HAREKATI BAŞLAMIŞTIR.VATANIMIZ İÇİN HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN” dedi. Birden rütbeler unutulmuş, Tüm SAT`lar sevinç ve sevgi ile birbirine sarılıyor, ulaşıcağımız zaferi şimdiden kutluyorduk. İnanarak, imanla yürüdüğümüz bu yolda elbette ki, Büyük Allhımın izni ve yardımı ile ZAFER BÜYÜK MİLLETİMİZİN olacaktı. Gün ağarırken Mersin ve taşucu bölgesi Askeri yönden tarihi, unutulmaz bir gün yaşıyordu. Çıkarma gemilerimiz ve yardımcı gemiler binlerce asker ve malzeme ile gemilerle limandan ayrılıyordu. Refakat gemileri konvoyun etrafında dolaşıyor, muhripler mevkilerini alıyor, denizaltılarımız Akdenizin derinliklerinde kayboluyor, mayın arama tarama gemilerimiz köpükler çıkararak görevlerini yapmaya koşuyordu. Türk deniz kuvvetlerine ait yüzlerce gemi , ayyıldızlı bayrağımızı şerefle dalgalandırarak Kıbrıs`a doğru yol alıyordu. Gemilerin rotası, puruvası KARPAS burnu istikametine doğru, MAGOSA’ya çıkartma yapmak üzere tanzim edilmiş, sonradan verilecek emirle Güney–batıya dönülerek aldatma harekatı başarı ile gerçekleştirilmekteydi… 20 Temmuz 1974 Cumartesi saat 06.15 J botlarımızın içinde bulunan SAT komandolarımız Sessizce filoların en önünde yer almak üzere gemi topluluğunun en önünden daha da önlere geçip gecenin sessizliğinde gözden kaybolup, yapacakları çok tehlikeli görevler için son hazırlıklarını yapıyorlardı.

152

Sabah ayazı ve karanlığında IBS lastik botlarımızı (IBS=Inflateble Boat Small) şişirip hazırladık ve Jandarma botunun iskele bordosuna (Sol taraf) bağladık. Jandarma botundan IBS`e oradanda denize atlayacaktık. Maske, palet, bıçak ve Colt tabancalarımız naylon içinde hazırdık. Patlayıcı C3 torbaları, halat, sualtı haritasını çizdiğimiz plate`ler vb...

Birlikler arasındaki işbirliği çok titizlikle sağlanmıştı, Jbotlarının iskandilleri çalışıyor, sahilden radarlarla mesafeler, kerterizler ölçülerek haritalar üzerinde son yaklaşma (Final approach) planları işlenerek, SAT keşif ve tahrip timlerinin nerede bırakılacakları (Drop Zone) markalanıyordu. Silahlar kontrol edilip emniyete alınmıştı. İlk ateş karşı taraftan gelmediği müddetce ateş açılmayacak ve asla ve asla sivillere ateş açılmayacaktı. feet hatına doğru yaklaşırken gözler ve kulaklar hassas elektronik gözetleme ve dinleme cihazları gibiydiler ve sonunda sahilden ve beş parmak dağlarından J botunu hedefleyen atışlar başladı.

153

Mermilerin J Botunun yanına düşmeleri, çocukların denize kaydırak taşları atması gibi geliyor, hiçbir SAT bundan korkmuyordu, sanki ölüm pahasına görevi tamamlamaya gelmişlerdi…

20 Temmuz 1974 cumartesi saat 07.05 Şenlik başlamaıştı, sanki bayram yerine gelinmişti. Şimdi SAT`ların hızla giden J-Botundan tek tek suya atlama zamanı gelmişti. Botun İskele tarafın çok sağlam bağlanmış olan şişme bota, 17 mil süratle giden J-Bottan lastik bota ve oradanda denize atlama başlamıştı. SAT`lar sanki evlerine gelmiş, kapıdan içeri girer gibi 25 metrede bir suya atlıyorlardı.

154

Suya atlama devam ederken Jandarma botuna bir roket mermisi isabet etmiş fakat patlamamıştı, Yaratan buradada onları koruyordu. Tüm keşif ve tahrip timleri suya atlamış kah su altından, kimisi satıhdan, gövdelerini, yanlarına düşen mermilerden koruyorlardı, bu durum onları hiçmi hiç korkutmuyordu. Ellerindeki derinlik ölçmeye yarıyan iskandillerle, su derinliklerini ölçüyor, demir kazık engellerini, mayınları, kayaları işaretleyip onları tahrip etmek için çizelgelerini hazırlıyorlardı.

155

Yukarıdaki resimde SAT su altındaki demir kazıkların krokisini çıkarıp, çıkarma gemilerinin altına saplanıp batmasın diye, hesaplanan yerlerine yüksek patlayıcı tahrip kalıpları yerleştiriyor. Alttaki resim; SAT`lar sahile çıkmış, sahil gerisi keşfi ve köprü başı tutarken ve çıkarma botlarındaki deniz piyadelerinin emniyetini alırken. Ya Allah bismillah… İlk keşif bitmiş sıra geri dönüp çoğu C3 ve C4 yüksek patlayıcı olan, tahrip malzemelerini alıp bu tespit ettikleri mayınların, demir kazıkların, kayaların üstüne koyup, onları tahrip edip, deniz piyadelerin ve diğer çıkarma birliklerin, zaiyat vermeden çıkmalarını sağlamaya gelmişti.

156

Bu ikinci sahile gelişe SAT`lar “Tatlı intihar” (a pure suicide) adını takmışlardı zira artık düşman yerlerini, varlıklarını öğrenmiş ve gün ağarması ile SAT`ları daha iyi görebilir, hedef olarak seçebilir konuma gelmişlerdi. Bu durum onları asla yıldıramazdı, asla pes etmemeleri sanki DNA`larına kazınmıştı. Korku, onlardan korkuyordu sanki. Sahilden denize, SAT`ların olduğu bölgeye, yaylım ateşi ağırlaştırılmıştı, bu Kıbrıs`a çıkacak ilk ekipti ve düşman bunu istemiyor, sanki SAT`ları durdurursa tüm çıkarma filosunu durduracaklarını sanıyorlardı.

157

SAT elindeki yüksek patlayıcıyı, patlayıcı fitil ile diğer mayından bu mayına çekip “Leap froge” denen kurbağa atlama sistemi ile hepsini bir anda patlatıp, çıkarma yapan deniz piyade ve gemilerimizin, yara almadan, hasar görmeden, Kıbrısa çıkmalarını sağladılar. 20 temmuz 1974 Ekipten dördü, omuz, kol ve bacaklarından yaralanmalarına rağmen göreve, engellere patlayıcı yerleştirmeye devam ediyorlardı. İlk gurup görevi tamamlamış, 17 mil süratle gelip onları toplayacak olan botun geliş rotasına doğru aldıkları yaralara rağmen yüzmeye başlamışlardı bile… 7 dakika sonra en son suya girip görevlerini bitiren SAT`larda açığa, kendilerini alacak Jandarma botuna doğru ateş altında yüzmeye başladılar.

158

SAT`lar çıkarmanın zaiyat vermeden emniyetle yapılması için, su altındaki tüm mayınları, demir kazıkları imha edişleri. Bunu yapamasalardı binlerce askerin şehit olacağı bir dram yaşanacaktı, bu yüzden en büyük kahramanlık ödülünü aldılar. İşleri daha bitmemişti!... Girne kalesini alıp, yukarı 5 parmak dağlarına doğru, temizlik harekatı ve baskın görevleride onlara verilmişti. Bu gizli kahramanlar, gece temizlik harekatına da başladılar!... İki SAT timide 25`er metre ile açıkta tek bir hatta sıraya dizilmiş, üzerilerine 17 mil süratle gelen Jandarma botunun yanındaki, lastik botta, elinde simit şeklinde bir halat bulunan arkadaşlarının yardımı ile sol ellerini yuvarlak halatın içine sokup, sağ ellerini bu halata geçirdikleri sol kollarını bilekten kilitleyip tutarak, halatı yakalayacaklar ve süratle bota çıkıp arkalarında sıralarını bekliyen arkadaşlarınında aynı teknikle bota çıkmalarına olanak sağlıyacaklardı, sağladılarda!...

159

Rumlar bizi başka yerde beklerken, biz SAT`lar başka yeri temizleyip, Girne`nin 4 kilometre batısındaki plajları engellerden, mayınlardan temizleyip, çıkartmayı başlatmıştık bile. Deniz piyadelerin sahile çıkar çıkmaz yayılma harekatına başladığında, bizim SAT timleride Girne kalesini almaya gittik ve aldık!... Kıbrıs olayının tamamını biz SAT`lar ayrı bir kitapta, çok daha detaylı anlatacağız, bekleyiniz…

160

AÇ, SUSUZ, İSHAL, UYKUSUZ, 1 NUMARA DAR AYAKKABIYLA, GECE 42 KM KOŞMAK! SAT’lar birçok fiziki testlerden geçirildikten sonra yüzdükleri mesafeyi her gün 300m, koştukları mesafeyi her gün 400m, üzerine ilave edilen mesafeler artırılarak Deniz de 7 mil (Tuzla-Yalova arası) karada 42/Kilo metre postallı (Poyraz köy–Dudullu arası) yüzüp koşulacak şekilde hazırlanırlar. 1 ay dolunca 1 hafta boyunca her gün 1 saat uyutulup 23 saat ağır bedensel& Ruhsal zorlu eğitime alınırlar, bu haftaya 60 senedir verilen isim “CEHENNEM HAFTASI” dır. Soğuk Karadeniz sularında gece titremeyi 1 saat uyku ile 42 km koşmayı ve hocalara içinizden en iyi küfürleri etmesini öğrenir adaptasyon gösterirsiniz!... Size, beyninize kazınacak SAT söylevler ögretilir SAT kursu boyunca!...” En kolay tek bir gün dündü!”, (The only easy day was yesterday!), “En az bir kişi pes etmeden bu işkenceyi durdurmıyacağız!” “We are not going to stop this torture until we get at least one quitter!” Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez “Nothing lasts forever” (Sat`ta bunun anlamı sonsuza kadar hiç kimse dayanamaz`dır... kursun ilk günü hocalar en az bir SAT kursiyerinin dayanamayıp pes edip, tradisyonel olarak çanı çalıp gitmesini beklerler…), İşte uyum böyle bir şey! Ya uyup, dayanıp ilerleyeceksiniz… ya da uyamayıp, pes edip bırakıp gideceksiniz!...

161

Aynı judo sporuna 100 kişi başlayıp 1 yıl sonra 7 kişi kalması gibi bir şeydir SAT eğitimi (ACSMA tarafından judo ve SAT eğitimleri motorik özellikleri bakımından dünyanın en zor spor ve aktiviteler seçilmiştir…) dünyada bilinen en zor askeri eğitim olan SAT kursu en zor sporlar kadar yıpratıcıdır ve bazende kas yıkımına sebeb olabilir!... ”Sevmesende yapmalısın” SAT kursunun 6 gün süren “Cehennem haftası” denen, bölümünde ağır ruhsal ve bedensel yüklemelere dayanmak, zorlu savaş şartlarında, bedensel ve ruhsal harika görevler yapabilecek üstün savaşcı formuna getirilmeye çalışılırsınız. Kurs boyunca %11 başarı sağlanır! Yani 100 kişi SAT kursuna başlarsa, öğrenci subay, ast subaylardan ancak 11 kişi SAT kursunu bitirebilir. O kadar zorlu bir kurstur ki, kurs esnasında bile şehit olabilirsiniz ve örnekleri çoktur. Çoğu yıllarda kursu 5 kişi ve tarihinde de 1 kişinin bu dünyanın en zorlu askeri kursunu bitirebildiği bilinir. ABD Ranger ve yeşil berelilerde bu oran %74`tür, yani kursa başlayan her 100 kişiden 74 kişi kursu bitirebilir… SAT`lar 6 günlük CEHENNEM HAFTASI boyunca her gün 1 saat uyuyabilir, 23 saat bedenen ve ruhsal ağır savaş şartlarında eğitilirsiniz. Su içme, yemek yemek şansınız çok az dır! Bu zorlu hafta boyunca 7 mil yüzersiniz, 42 km koşturulursunuz, kafanızın üstünde 300 kiloluk zodiak botu, içindeki makineli tüfekler, cephane ve patlayıcılar, sırt çantaları olduğu halde 7 kişi saatlerce taşırsınız, yine aynı botla gece ve gündüz 14 saat kürek çekmek zorunda bırakılır, yağmur, kar yağarken bir birinize, can yoldaşlarınıza sarılarak açıkta uyumaya çalışırsınız.

162

Ağır ceza talimleri yapıp loğarlar, lağımlar içinde yalnız soğan, sarımsak ve patates yersiniz! Bu kursu bitirebilen, hemde birincilikle bitirebilen bir ast subay olarak konu ile ilğili kısa bilğiler vermek isterim, böylelikle insan vüdudunun sınırlarını, performans kapasitesini, mental gücünü daha iyi anlayacaksınız. İki etapta 244 subay ve ast subay`dan 24 kişi bitirebilmiştik! (ilk kurs başlayıp yarım kalmış ve bizler yeniden gelen arkadaşlarla 2. Kez kursa devam etmiştik total rakam 244 böylece oluşmakta) 79 kara ve jandarma komandosu subay ve ast subaylarda ilk kez SAT kursuna katılmıştı, 2 karacı ve bir jandarma subayı bu kursu bitirebilen 24 kişinin içindeydi! SAT (US navy orjinalli) cehennem haftası sırasında bir ast subay arkadaşımız denizde donup ölünce (adı Barbaros DENİZSEVER idi) O gün bir çok deniz subay, ast subay kursiyer ile 76 kara ve jandarma komandosu SAT kursunu bıraktı. 29 nisan 1964… Karadeniz, buz gibi soğuktu, bizi en çok hırpalayan bu soğuk suda yanlıca mayo ile gece yalnız başımıza yüzmekti!...

163

Bizden önceki, hocalarımızın yetiştiği kurs esnasında Çetin Mansur isimli bir as subay arkadaşımız, kardeşimiz ölüp şehit olmuştu, Kursta!...

OLAY BAŞLIYOR!... “O gece bizi makineli tüfek atışı altında, dinamitler atarak uyandırıp 42 km koşturdular. Ben bir gece önce Poyraz köy bakkalında, vitrinde bir sene kalmış helva ile çürük şeftalileri alıp, yiyip ishal olmuş devamlı tuvalete gidiyordum. Gece 1 saat uyuduğumuz sırada, uyandırılıp Koşuya başladığımızda ki ben hiç uyumamıştım!... Önde giden SAT hocamız Hüsnü ÇETİN Ast subay’a sağlık durumumu anlattım. Bana “her ishalin geldiğinde öne geç koş, 500-700 metre ileride ormana gir tuvaletini yap sonra 1. Guruba katıl” diye kükredi. “Biz gelince toparlan acele katıl koşuya” dedi, kükriyerek!... Ben ishalim gelince 500700 metre ileri hızla koşup tuvalet yapıyordum, ormanın içinde! Ayak seslerini duyunca çalılar arasından toparlanıp, çıkıp koşuya katılıyordum. Bu böylece en az 20 kez tuvalet (ishal!) yaparak 4 saate yakın sürdü. Bitmiştim.

164

Ayaklarım titriyordu çok su kaybetmiş, dehidrasyona girmiştim. Artık ne terleyebiliyordum ne de idrarım geliyordu. Hocalarımızın dediğine göre 3 küsur saat boyunca 25-30 kez tuvalet yapmıştım (ben en az 20 kezini hatırlıyabiliyordum!) hem de su gibi!... Sonlara doğru artık hiçbir şey çıkmıyordu! Aşırı su dolayısıyla elektrolit (sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum vb) kaybetmiştim. Size yazdığım tüm susuzluk belirtilerini yaşadım. Artık, dizlerim de ağrımaya başladı. Üstelik, koşuya başlamadan az önce silahlar atılırken üstümdeki ranzada yatan arkadaşım Yılmaz Bildik’in postallarını aceleyle yanlışlıkla giymişim, O da benimkini!... Gece yarısıydı. Onun postalı bir numara daha küçüktü benimkinden. Merdivenlerden aşağı koşarak inerken Yılmaz ağabey (şehit) aceleden düştü burnu kanadı alnı dikişlik açıldı ve revire kaldırıldı. Şayet o da koşabilseydi yolda birbirimizin postallarını giydiğimizi anlayacak, değişecektik. Dar postalla 4 saat`e yakın koşmaktan tüm ayak derilerim açıldı ve su topladı.

165

Vücudum aşırı susuz kalmıştı. Bir yaz gecesi dar ayakkabı ile ishal ishal dört saat uykusuz koşmaktan!... bitkin kalıp tüm dehidrasyon belirtilerini yaşadım. Ne su içebilmiştik nede 1grm karbonhidratlı bir gıda alabilmiştik!... nede mola…

Aşırı susuz kalmaktan meydana gelen size bu kitapta yazdığım dehidrasyon semptomlarına ilave bir de Aşırı ishal, diz ağrılarım ve ayak yaralarım vardı. Zaten bir hafta boyunca her gece en fazla 1 saat uyutuluyorduk gaddar SAT hocaları tarafından!... (Sonradan bende o gaddar hocalardan biri oldum!...) ABD`li uzman SAT hocalar durumun (Hiper-dehidrasyon) farkına varıp çok kızdılar bizi koşturan ABD’li hocalara,

166

6 gün su takviyesi yaptıkları halde vücuduma bağlı elektrotlarla yaptıkları ölçümlerde vücut tuz, karbonhidrat (Kas glikojeni) ve suyunu ancak 6 günde tamamlanabileceğini söylediler. Bir müddet revirde sağlık personeli denetiminde kaldım (yalnızca 6 saat!). Böylece benim su ve tuz konusunda kitap karıştırmam, uzmanlara danışmam ve kitapları, dergileri hatim indirmem, tercümeler yapma devrem başladı, zira artık bende bir SAT hocası olmuştum. Ondan sonra da koşu anında SAT’lar ne susuz, ne sıvı karbonhidratsız, ne de tuzsuz (Elektrolitler) bırakılmadı. (ne de dar ayakkabı ile koşan!) O günden sonra benim gibi ishal, devamlı su kaybeden bir SAT 42 km koşturulurken susuz bırakılmadı!... 16 haziran 1964... SAT cehennem haftası bazen 7 gün sürebiliyor, genelde 6 gün. Cehennem haftası sonunda pes etmeden kalan tek 1 kişi biliniyor! Kurs iptal olup bu as subayın sonraki kursa alınıp, kursu bitirebildiği konuşulur. İmkansız sadece bir kelimedir adlı kitabımda SAT cehennem haftası ile ilgili daha çok bilgi bulabilirsiniz). “DUVARA TOSLAMAK” söylemini özellikle maratonlarda, uzun mesafe yarışlarında, benim, SAT komandolarının, özel birliklerin yıllarca yaptığımız uzun intikaller ve sualtı maraton yüzmelerinde sıkca kullanırız! (hani aç, susuz, ishal, sakat, uykusuz`dar ayakkabıyla SAT cehennem haftasında 4 küsür saat koştuğum gib!). Özellikle formda olmayıp bu zorlu branşlarda yarışan sporcularda ve özel birliklerde rastlanan bir olğudur.

167

”Hit the wall”denilen bu istenmeyen olğu kas glikojen depolarınızı ve sıvı ihtiyacınızı bilinçsizce depolayamadığınız ve kendinizi aşırı eforlarla tükettiğiniz uzun yarış, askeri operasyon ve denemelerin 32. ile 36. km arasında başına gelir sporcuların, askerlerin. Bacaklar kurşun bağlıymışcasına ağırlaşır, kalbiniz sanki göğüs duvarınızı delip dışarı fırlarcasına atar, görüntü bulanıklaşır, koordinasyon zaten bozulmuştur ve bir şey olsada düşüp dinlensem diyenlere bile çokca rastlanır!... (kendimi tarif eder gibiyim…) Böylesi uzun zorlu aktivitelerde sporcuların ana enerji kaynakları karbonhidrat ve yağdır, daha aşırıya giderseniz kaslarınızıda kaybedebilirsiniz! Yağ, böylesi zorlu, uzun dayanıklılık aktivitelerinde tercih edilen ilk seçimdir. Enerji için yoğun olarak depolanmıştır fakat karbonhidrat metabolizmasından sağlanan enerji kadar çabuk ve etkin kullanılamaz, yağın devamlı oksijenin sağlanmasına gereksinimi olacaktır, anlatıldı. Bir çok sporcu ve SAT karaciğerinde ve kaslarında 2000-2.200 kalorilik glikojene sahiptir. Bu enerji sizi ancak ılımlı koşu temposunda 32 km kadar koşmanıza yetecek kadardır… vücudumuz yağı enerjiye dönüştürmede çok etkin olmadığından, adımlar, palet vurmalar, kollar ağırlaşır, yavaşlar ve yorğunluk yakamıza yapışır! Karbonhidrat beynimizin ana yakıtıdır ve beyin ona çok bağımlıdır. Merkezi yorğunlukta kapınızı çalmaya başlamıştır, vücut fizyolojimiz tesadüfleri sevmez ama artık duvara toslama (hit the wall) zamanınızın geldiğinin işaretlerini acıda olsa hissettirir.

168

Aktivite daha da devam ettikce çökme (collapse) denilen spor fizyolojisinde, özellikle ABD`de kullanılan olğu yapışır yakanıza. Olaya benim başıma bir çok kez geldiği gibi inat, azim, hırs, asla pes etmeme arzusuyla ölümüne devam ettiğinizde ise KARA ÇUKUR (Black Hole) denen fizyolojik sportif rahatsızlıktan artık kaçamaz, kara çukura düşer (black hole) ve yığılır (collapse) kalırsınız!... Guinness rekorları sırasında yaşadığım bu istenmeyen, beklenmeyen olguları kısada olsa paylaştım sizlerle. Siz bu hataları yapmayın…

Çeşitli şartlar altında vücudumuzdaki su; eklem ve kasların maruz kaldığı ŞOKLARI EMİCİ görev yapıyor, organların, kasların birbirleri üzerindeki kayganlığını artırıyor, besin ve artık maddeleri taşıyor ve termoregülasyon (ISIMIZI AYARLAMA) su varlığında, sistemimiz daha iyi görev yaparak vücut ısımızı sabit tutmada yardımcı oluyor. 2013 yılında araştırmacılar bir kez daha su molekülleri`nin ATP`den enerji salınımıyla neticelen biyokimyasal süreçlerin başlamasını Sağladığını gözlemlediler. Bu olgu tahmin ediliyordu ama tam bilinmiyordu.

169

“BURADAN EN AZ 7 KİŞİ PES EDİP SAT KURSUNU BIRAKMADAN GİTMEYECEĞİZ, BU İŞKENCEYİ BİTİRMEYECEĞİZ!...” Loğar ve sat bok çukuru işkencesi... Kenan hocamız “sizi benden yunanlı deniz tanrısı poseidon bile kurtaramayacak, burada tanrınız benim” dediğinde henüz onun ne kadar gaddar bir SAT hocası olduğunu bilmiyorduk, bilmekte istemiyorduk!... 14 kilometrelik sabah koşusundan sonra 40 dakikalık PT yaptırdı (PT, çoğu yerde Physical Tests, Power Training, Personel Trainer, SAT`ta ise Physical Trainnig`ten çok “Cehennem işkencesi” anlamına geliyordu… Bizi Türk hocalarımızla eğiten bu ABD`li NAVY SEAL`ler ( SAT) Sonraki yıllarda Cross Training antrenman prensiplerini dünyaya tanıtan ABD`lileri eğiten hocalardı. ( Black water askeri güvenlik şirketininde kurucuları!...) O gün bizlere “Kayma!”sırası Seal, larda değil Türk SAT, hocalarındaydı… Hemde en gaddarı tarafından… Hala kalabalık bir SAT kursiyer gurubuyduk anlaşılan, sayıyı azaltmak için burada bize kayacaklardı ki en sağlamlarımız kalsın. Yaptıkları hep bedenen ve ruhen bizi yıpratmak ve ne yapıp edip titremesini öğretmek, tattırmaktı…

170

Bizim, geçen kurstan pes etmeyip kalan 11 kişilik asiller gurubu daha önce bu sadistler tarafından şubat ayında yalnızca şortla buz gibi Karadenizde yüzdürüldüğümüzden titremesini öğrenmiştik!... ama bize yeni katılan 100 küsür yeni gelen 64 kişilik Egridir dağ komando ve Foça’dan gelen Jandarma komandoların, SAT adayı kursunda başlarına nelerin geleceğinden haberleri yoktu… SAT birliğinden 400-500 metre ileride ineklerin, atların ve diğer hayvanların dışkıları, boklar bir kanaldan bu çukura akmaktaydı… Çiftlik Hasan ağ denen yaşlı ak sakallı bir dedenindi, şimdi ise yedi tepe vakfına ait.

171

Sadist Kenan hoca 7 kişilik guruplar halindeki timlere ağzından köpükler saçarak bağırıyor, emirler veriyordu “Atla, atla, kafanı sok boklara, buble çıkar (Bokun içine kafayı sokup ağzımızla dışarı nefes verip hava kabarcığı çıkarma!...) işe, sıç içine, yiyin bu bokları, kahvaltı yerine gibi ağıza alınmaz, okuyucunun midesini bulandıracak onlarca söz… Her yeri bok içinde, ağzından pislikler giren subay, ast subay arkadaşlarımızın çoğu pes edip, kursu bırakıp kaçmıştı poyrazköyden!... Yalnızca 2 dağ komando yüzbaşı (İhsan Beriş, Burhan Sezgin) ve bir Foça Jandarma komando okulundan Üst tgm Suavi Gökdel SAT kursunu bitirebilmişti. Deniz kuvvetlerinden de 18 ast subay ve 3 üst tgm!... Bir keşif yüzmesinde soğuktan donup hepimiz sahile çıktığımızda bir arkaşımız kayıptı. Türk SAT hocalarımız hemen yüzdüğümüz koordinatlarda arama yapmış ve soğuktan donarak ölen arkadaşımızın cesedini çıkarmışlardı, ismi BARBOROS DENİZSEVER idi!... Bizim guruba bu Nazilerin Yahudi esirlere bile yapmadığı işkence sırası 3 saat sonra geldi. Kenan ve Hüsnü (Vietkong adını takmıştık, tatardı, elektronik ast subayı ve çok iyi bir atlet, çok iyi bir pentatloncuydu, bence bu güne kadar SAT`ta gördüğüm en bilimsel eğitimci idi ama ne yapsın programda bu eğitim, bu işkence vardı). Hüsnü hoca biz son 7 kişilik guruba (Asiller gurubundan 7 kişi !...) “Hadi küçük kızlar, hadi kaldırın o koca popolarınızı, sevgilileriniz size hiç kıç kıvırmasını öğretmedimi?

172

Ne bok yedinizde buraya bok yemeye geldiniz, pes edin, gidin sıcak suda yıkanın, evinize, sevgilinize gidin!... pes edin gidin, neden azap çekiyorsunuz buralarda`en kolay tek gün dündü” gibi bir sürü moral bozucu sözler. Biz eski kursiyer asiller gurubundan bir kişi, Sabahattin ast subay pes etmişti. Mustafa (Şehit, cesedini Karadenizde bulamadık) Bizden daha çok titriyordu,çok atletik bir tipti ve yağ dokusu çok azdı zannederim %9 civarında… çenelerin, dişlerinin takırtısı davul çalar gibiydi. Suratı, dudakları mos mordu, gözleri sabit bir noktaya bakıyor ve sanki uyuyacakmış gibiydi. Zorlukla bana dönerek “Namık… ben pes edeceğim... gideceğim bu bok yerden” dedi. Çok şaşırmıştım, hemen hemen içimizde fizik bakımından en iyi Mustafa idi. Üşümekten, 4 gecedir her gece bir saat uyumaktan, yorğunluktan, özellikle mental yorğunluktan, pes edecek duruma gelmişti. Ona “Sen pes edersen bende pes ederim ve geri kalanlar “en iyilerimiz pes ettiklerine gör, biz bu işi başaramayız diye onlarda pes eder, Sen en iyimizsin, sen bir savaş makinesisin, bak geçen kurstan pes etmeyen 11 kişiyiz, biz asilleriz” dedim. Titremesi artmıştı, karacı üst teğmen Suavi Gökdel de aynı boktan durumdaydı, ha pes etti ha edecek, sanki. İkisininde elinden tuttum ve “Siz pes edip giderseniz, bende pes eder giderim buralardan “dedim. (Aslında asla pes etmeyecektim...) Mustafa başını öne eğerek anladım anlamında salladı. Bu kursta sanki hocalar ne kadar SAT kursiyerini pes ettirirlerse o kadar mutlu oluyorlardı!...

173

Hüsnü hoca durumu sevmiş ve bokun içindeki herkese “Orospular, küçük fahişeler çıkın, çıkın çabuk, karşı tepeye marş marş... ”diye bağırdı ve Sen kal kas yığını, kafanı boka sok ve şınav yapmaya başla” dediğinde, Benim durumumu iyi görüp devam ettirerek pes ettirmek istemiş ve üşüyen diğerlerini koşturmaya başlamıştı. Kenan hoca bu duruma kızsa da Hüsnü hoca daha kıdemli ve biraz daha bilinçli ve insaflı davranmıştı (o zamanki bilgime göre!...) Bedensel ve ruhsal tüm eziyetlerin, bizlerin yararına yaptırdıklarını çok geç anlamıştık, anladığımızda zaten 13 aylık SAT kursu bitmiş ve gelişim evresine, timlere geçmiştik... Bokun içine kafamı sokmuştum ama gözlerim kapalıydı, mikrop kapmalarından korkuyordum ama asla pes etmek aklımdan geçmiyordu. Nefessiz kalınca kafamı çıkardım nefes almak için ve o tanrı!... hala bağırıyordu “Küçük kız, bu gece buradasın, akşam yemeği olarak içinde bulunduğun ziyafet sofasından ne istersen yiyebilirsin, susarsan idrarını iç!... ”diyip döndü arkasını ve tepeye koşanlara bağırdı “Hepiniz çadırlarınıza, temizlenin ve tabura (İçtima) geçin” diye… Gece olmuştu ve gelen var ne giden. Karnım çok acıkmıştı ama Kenan hocanın beni kızdırmak için söyledikleri asla yapılacak şeyler değildi. Hasan ağa`nın bu bok çukurundan çıkıp saklansam, Deniz tanrısı!... gelirken hemen girip hiç çıkmamış gibi davransam mı diye düşündüm.

174

Olmaz olamazdı`ya bir yerlere saklanıp beni gözetliyorsa!... O zaman daha zor bir işkence sistemi uyğulayabilirdi, attım bu fikri aklımdan ve kaldım bu pis kokulu yerde, hiç çıkmadım. Yeni yeni sıcak malzemeler geliyordu yukarıdan bok kanalından, anlaşılan yeni yeni kaka!...Yapan inekler vardı, yeni gelenler sıcaktı ve onlara sarılıp ısınmak vardı!... SAT kursunu bitirince bizlere neden böylesi boklu eğitim yaptırdıklarını anlattı hocalar. Düşmandan kaçarken, düşmana baskına giderken, esir düşersek, bizler böylesi yerlerde saklanıp hayatımızı kurtarabilir, yakalanmadan baskınlar, keşifler yapabilir veya düşman tarafından böylesi işkencelere tabi tutulabilirdik. Bu yapılanlar hep bizler ve ülkemiz için gerekli eğitimlerdi… boktan bir şey!... Bu çukurdakileri toplasam elimde çok amonyum nitrat olurdu ve bunlara bir ateşleme düzeneği kurup busterlersem (Busterleme=Bir patlayıcının içine ondan daha süratli bir plastik patlayıcı koyarak, patlamanın şiddetini artırmak için yapılan işlem). Buster genellikle C3 veya C4 plastik patlayıcıdan olur ki içine ateşleme fünyesi (Blasting cap) rahat yerleştirilebilsin ve Kenan hocanın yatağı altına koyup onu yok etsem!... diye geçti aklımdan bir an. Gece 03:00 civarıydı, karşıdan 2 adet ön far ışığı göründü, kesin Kenan hocam beni kontrol’a geliyordu, hemen en acınacak moduma geçtim, titrememi abartarak daha çok üşümüş havasına girdim, böyle davranırsam belki beni bu bok çukurundan çıkaracağını umuyordum...

175

”Umudunu kaybeden insanlar hayatta herşeylerini kaybedebilirler” diye bilinen güzel söz aklıma geldi... Her SAT`ın bildiği ve tattığı bu meşhur bok çukurunun yanına gelip kontağı kapattı, elinde bir torba vardı. Kükrüyerek “Demek arkadaşlarına moral veriyorsun pes etmesinler diye” bağırdı, gözleri vahşi bir panter gibi bakıyordu “yandın Namık” dedim içimden. Yine aynı o gaddar, vampir sesiyle bağırdı “Sana soğan sarımsak ve çiğ patates getirdim yemen için!... ben gidince şu size kütük ile Danimarka egzersizleri yaptırdığımız kütükleri kes ama birer karış arayla ve sonra yemeğini ye ve tekrar evinin içine gir” diyerek getirdiği baltayı uzattı.

Kış devresi SAT eğitimlerinden soğuk ortama ve hipotermiye (Donma) alışma eğitimi!... Helikopterde asılı olarak düşman bölğesine çabuk intikal etme ve kaçıştaki aynı sat pozisyon. Allahım bana bir yol göster bu SAT hocasını yok edeyim de hem ben hem de arkadaşlarım kurtulsun diye dua edecekken vaz geçtim, günaha giriyordum.

176

Odun kesmek çok iyi bir egzersizdir (Wood chop) en azından üşümem geçecekti, çalışan kasların bir görevinin, vücut ısısını artırmak olduğunu bildiğimden başladım odun kesmeye. Arada hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yapıyordum, bu çiğ patatesi kuru soğan ve sarımsağa katık etmekti!... size de tavsiye ederim. 24 PARÇA!... odun kesmiştim, o koca kütükten, bok çukurunda kalmaktan iyiydi… Sabah saat 05:00 civarında Kenan hoca yine belirdi “Allahım ben ne günah işledimde bu eziyetleri verdin bana diyemiyorum, günah’a girmek istemiyorum ama bu yapılanlar insan oğluna reva mı? Kenan hoca “Koş birliğe arkadaşlarına katıl, sabah koşu ve kondisyonuna katıl ” dedi. Gece ne uyumuştum nede patates, soğan, sarımsaktan başka bir şey yemiştim, gözlerim kapanıyordu. Koşarak o boklu elbiselerle arkadaşlarımın arasına katıldım, Allahtan 40 dakikalık bir koşu idi, 30 dakikalık kültür fizikten sonra, Kenan hoca yanıma gelip “Evine gitmeye, karanlıkta yaşamaya hazır mısın? dediğinde hiçbir şey anlamamıştım. Birlikte SAT birliğinin dışındaki birliğin atık tuvalet pisliği ve kanalizasyonunun Toplanan, denize dejarş olduğu loğar kapağının yanına geldik.

LOĞARA ATILIYORUM!... “Atla atla durma hadi, kırıtma, atla aşağıya” diye bağırıyor, kükrüyordu. Aşağısı simsiyah bir kuyu gibiydi, nereye atlayacaktım, bu adama soru sorma şansımız yoktu ki... ”Demek Mustafa ile Suavi üst teğmen e, siz giderseniz bende pes eder giderim dersin ha!...

177

Hadi gir bu lağıma ve pes et” dedi. Onu daha fazla kızdırmamak için sarkınarak indim, şansıma omuzlarıma kadar derindi, idare ederim diye düşündüm. Loğarın kapağını sertce kapadı ve bir kilit sesi duydum, gaddar P.şt, birde kiltliyordu beni.

SAT gece bataklık ve kapalı mekan kesif, saklanma, sinsi hücum ve mental çökertme!... Gözlerim karanlığa alışsın diye kocaman açtığım halde yalnızca paslı, çürümüş loğar kapağının arasından sızan çok hafif bir ışık huzmesi vardı. Gece nasıl olacak, nasıl uykusuz kalacağım diye düşünüyordum. Bu arada bu SAT eğitimlerini çıkaran Japon, Alman ve ABD`li eğitmenlere de bildiğim bütün küfürleri sıralıyordum ve Kenan hocayı ihmal etmeden!... Gece olmuştu sanırım, loğarın kilitinin açılış sesini ve loğarın kapağının açılışını duyunca, sevindim bu Çin işkencesinden kurtulacağım diye. Kenan Hocanın çırtlak sesi yine gürledi “işeyin üstüne, çabuk hepiniz işeyin” diye emirler yağdırıyordu. Anlaşılan kurs arkadaşlarımı getirip üstüme işetecekti, sanki kendi idrarı az gelirmiş gibi. (Bu olaya benzer fakat daha kötüsünü, ABD’li hocamız Bob Gallagher’in bana yaptıklarını, ileriki bölümlerde okuyacaksınız, boşuna kurs birincisi olmadık!...)

178

Kurs arkadaşlarım üstüme değil, beni korumak için yanlara doğru işeyip beni korumaya çalışırlarken, “Siz sniper olamazsınız!... hepiniz doğru nişan alın!... yoksa hepinizi oraya atarım, parti yaparsınız” dedi, deniz tanrısı!... Arkadaşlarımda mecburen emre uydular, yağmur yağıyordu sanki... ama sıcak bir yağmur ve amonyak kokulu!... Kapak kapandı, kilit vuruldu ve o korkunç sessizlik yine başladı. Ara sıra ayaklarıma balık gibi bir şeyler değiyordu, fare olmaması için aklımı hiç o tarafa yönlendirmiyordum. Asla ve asla pes etmeyecektim. Geldiğim kılıç ali paşa muhribine geri dönmek, o sigara içenlerin, Saat ikilere kadar laklak yapıp, iskambil oynayanların arasında, hareketsiz kalıp formdan düşmek istemiyordum, gemide spor yapma imkanları çok çok kısıtlıydı ve ben bir şampiyondum. Denizi çok seviyordum ama hamakta yatmayı, o yüzer demir hapisane de hareketsiz kalmayı sevmiyordum. Bu yüzden buradaydım ve ben buraya SAT`a aittim, asla ve asla pes etmeyecektim, ucunda ölüm olsa bile. Burası benim var olacağım, kendimi kendime ispat edeceğim, Namık Ekin olacağım yerdi… Loğarın kapağı yine açıldı, gece bitmiş gün ağırmıştı, Kenan hoca bana yine çiğ patates ve soğan yedirecek diye düşündüm. Yukardaki ses bu sefer babacan komutanımız SAT taaruz timler ve SAT kurs komutanımız Yüzbaşı Tonguç Köni`nin sesiydi.

179

”Tamam Namık ast subayım bu testide geçtin, kurs sonunda 3 gün esaret çukurunda kalacaksın, onuda bitirirsen kurs arkadaşın üst teğmen Yılmaz Cengiz ile kurs birinciliği için yarışacaksın” dedi sevinemedim, çok uykusuz ve sinirli idim. Kurs kamp çadırında duş yapıp yattım, bebekler gibi uyudum. O Ses yakın dövüş hocamız ABD`li ast subay William Tanaka`nın sesiydi “Girls, move your fat ass, running time” diyordu, koca kıçımızı kaldırıp koşmamızı istiyordu sabah sabah… SAT`a ilk gün kursa başladığımızda yıllarca ABD Sat komandoları ile Virginia`da ve ülkemizde birlikte çalışmış hocamız Şakir Helvacıoğlu ve Yzb Tonguç Köni (şimdilerde emekli ve benim manevi ağabeyim) “Kaporta ve motorunuz Ferrari gibi olmalı ve olacak” dediklerinde pek fazla bir şey anlamamıştım. Eğitimler ilerledikce motorun ve onu idare eden bilgisayarın (beyin, bende olmıyan bir nesne!... olsaydı her halde buralarda, bok çukurlarında olmazdım!...) ne olduğunu çok iyi anlamıştım. Kaportası (iskelet, kas, bağ, yumuşak dokular) İyi olsa bile motoru (Kardiovaskular ve respiratör sistem) bozuk olan bir SAT komandosunun zorlu görevlere hazır olamıyacağını çok geç anlamıştım… Bu iki inanılmaz SAT hocamız ve vietkong! Hüsnü hoca (Vietnamlılara benzediğinden bu ismi takmıştık) kendisine ve çok iyi bir savaşcı idi. Kıbrısa ilk çıkan Türk askeri, SAT idi, bizleri yılan gibi kıvrak, çıta gibi süratli, at gibi güçlü ve süratli yapmışlardı, sanki bir Ferrari olmuştuk,

190

oysa bizlere fiziksel ve ruhsal işkenceler yaparken, soğukta şubat ayında karadenizin kendisi gibi kara azgın dalgaları arasında gece bizleri 7 (yazıyla “yedi”) mil yüzdürürken hepsine en ağdalı küfürleri sayıyorduk (içimizden!… yüzüne nasıl söyleyebilirsin ki parçalarlar adamı!..). Şimdilerde minnetle anıyoruz hepsini, Kenan hoca dahil!... ne yaptıysa bizlerin iyi yetişmesi için yapmıştı “Küçük kızlar, koş, koş, yat sürün, sürün, hadi bok çukuruna, kafanı sok kafanı… üfle kabarcık çıkar!... ”bazen rüyalarımda görüyor, irkilerek, su gibi terler içinde uyanıyorum. Allah onları başımızdan eksik etmesin. Keşke genç olsam ve beni tekrar bu harika insanların yanına çağırsalar, orada ölüp şehit olmak, sivil hayatta arkandan hançerlenmekten çok çok daha iyi ve onurludur !...

SAT & GÜÇ ANTRENMANLARI 7 SAT karar verdiler, hedefleri 24 saat hiç uyumadan, dinlenmeden 400 ton ağırlık kaldıran ABD`li Clarance Bass`ın dünya rekorunu kıracaklardı. Emekli SAT taaruz komutanı albay Tonguç Köni ve E. Alb Yılmaz Cengiz harekat planını yaptılar. Hazırlıklar 45 gün sürdü, aynı, komutan yılmaz Cengiz`in Kıbrıs`a gece çıkış, saldırı planı gibi. Komutan Köni “Bu rekoru Çanakkale zaferinin 100. Yıldönümü ve şehitlerin anısın yapacağız” diye kükredi. Tek bir ses çıkmiştı o da hep birden “Hurrrrrraaaaa” diye bağırışlarıydı…

191

Birini seçtiler ki o deniz kuvvetlerine 12 yaşında iken katılmış, 17 yıl donanmada kalmış, 4 yıl deniz as subay okulunda 2 yıl güverte sınıfı meslek okulunda, 11 yıl donanma 9 yıl SAT`ta hizmet vermişti. 7 SAT onu haince, gaddarca aynı SAT kursundaki gibi acımadan çalıştırdılar. O gün gelmişti ve komutan rekoru deneyecek SAT`ı karşısına aldı ve şöyle kükredi “sen bir gorilsin, sen bir canavarsın`sın, sen yenilmez bir savaş makinesi SAT`sın, ASLA PES ETMEYECEKSİN, git ve görevi yap, pes yok, pes yok...” Görevli SAT sanki tüm arkadaşlarının mesuliyetini sırtında hissediyordu, heyecanlıydı ama korkmuyordu, şehit SAT arkadaşları aklına geldi, hepsisinin hayali gözlerinin önünden hızla geçti. Komutanı son bir moral konuşması yaptı ve dediki “imkansız yalnızca bir kelimedir” SAT kaldırmaya başladı. 24 saat geçtiğinde tüm SAT timi sevinçten havalara uçuyordu sanki.

192

Çanakkale şehitleri ve aslında şehit SAT`lar içinde 24 saatte 506 ton 172 kg ağırlık kaldırarak ABD`li ağırlıkcı Clarance`nin rekorunu kırıp yine dünyanın en güçlüleri, en iyi askerleri olduklarını bir kez daha dünyaya ispat ettiler. 18 Mart 2017. Tim komutanı e. Alb Tongoç Köni`nin anılarından. Kas gücü ve dayanıklılık tüm fitness unsurlarının başında gelir. Askeri zorlu görevleri veya günlük işlerin üstesinden gelebilmek için kuvvetinizi, dayanıklılığınızı geliştirmelisiniz. Sırtında 35-40 kiloluk sırt çantası eline makineli tüfek ve bir o kadar cephane ile koşan, savaşan, tırmanan, paraşütle atlayıp yere inen bir SAT komandosu ve özel kuvvetler personelinin, bordo berelinin ne kadar güçlü ve dayanıklı olduğunu tahmin edersiniz. Güç, kuvvet üzerine yazılmış 400 sayfalık basılmaya hazır 7. Kitabımız basıma hazır olsa da bu cep kitabında kısaca ele almak zorundayız. Güç her türlü görevi yerine getirebilmemiz için şart olan bir motorik özellik. İster spor, egzersiz, ev işi veya askerlik yapacağınız güç antrenmanı bu activiteye (yarı İngilizce yarı Türkce oldu…) yakın, onu taklit eder, benzer bir yükleme tarzında yapılmalıdır. (Hüsnü Çetin hocamın beni kıbrıs’a yüzdürmesini hatırlayın…) Askeri göreve çok yakın yapılan güç çalışmaları sakatlıkları önleyici bir avantaj sağlar Doğumda bile güçlü karın ve core kasları çocuğun doğumunu kolaylaştıran bir avantaj saglar.

193

4 TEMMUZ 1970 ABD BAĞIMSIZLIK GÜNÜ, YİNE BİR ABD`Lİ SAT`I GEÇİYORUM... (Çuval giydiriyorum)

1. Gurup su altında en uzun yüzme yarışına katılan ABD, 2`li satlar. ABD`ye NATO as subayı olarak SAT ihtisası (Renovation-Qualification Training) yollanmıştım, Vietnam savaşının zorlu yıllarıydı. Vietnamdan gelen ABD’li SAT subay, as subaylarla birlikte eğitim yapıyorduk. Kapalı devre dalış cihazları (kapalı devre dalış cihazında üflediğiniz hava yukarı, baloncuk durumunda (Hava kabarcığı) çıkıp SAT`ın yerini belli etmez, yakalanmazsınız düşman tarafından fakat soluyup dışarı üflediğiniz hava baralime / sodalime denen ve içinde kimyasal bulunan bir kutudan geçip tekrar solumanız için size gelir. Bir kaç SAT arkadaşımız bu kutuya deniz suyu karıştığından zehirlenip ölmüş, şehit olmuşlardır, bu cihazlarla dalmak çok tehlikelidir.

194

ABD`li SAT hocalar bizim ne kadar dalmayı bildiğimizi test etmek için (oysa içimizde dünya rekortmeni balık adamlar var!...) ve vücud yüzücülük kabiliyeti ve suya batma oranlarımızı tespit için yalnızca mayo ile suyun üstünde katlanıp bacaklarımızın altından ellerimizi birbirine kenetlememizi istediler (aynı uçaklardaki ani acil inişlerde öne katlanılan kartlardaki pozisyonda olduğu gibi) dediklerini yaptık, 4 Türk ve 37 ABD`li SAT sırtlarımız su üstünde dururken ben ve ABD`li bir siyah SAT hızla havuzun dibini boyladık! Öylesi sualtında beklerken yanımıza suya atlayıp gelen hoca su üstüne çıkmamızı istedi… (derinlik 4.5 m). Sonradan öğrendik ki biz ikimiz negatif sephiye yani yağ oranı az, kas ve kemik oranı fazla olan özgül ağırlığı fazla, batıcı vücudu olan kişilerdik. Oysa ben askeri pentatlon yüzme dünya şampiyonasında çok iyi dereceler yapmış bir SAT savaş yüzücüsüydüm. Hocalar biz ikimize dalarken batmak için daha az kurşun takabileceğimizi söylediler!” Ulan hıyar ben zaten 10 yıldır dalan bir rekortmenim” diyemedim. ABD’li komando hocalarına. 4 temmuz 1970 idi yani ABD bağımsızlık günü, eğlenceler ve sportif yarışlar yapılıyor, ABD`li SAT lar o yıllarda paraşütte bizden iyilerdi (şimdi değil!) sualtı dayanıklılık yüzme maratonu yarışına katılmamı istediklerinde Türk SAT taaruz komutanım (manevi Ağabeyim) yüzbaşı Tonguç Köni`nin yüzüne baktım, bıyık altından gülüşü, başını hafif öne eğişinden nedemek istediğini anladım. 21 kişi katıldık sualtı yüzme maratonuna, aynı test olduğumuz yüzme havuzunda.

195

7 saat sualtında yüzdükten sonra 2 SAT kalmıştık, ABD`li SAT ve ben. 2 saat daha yüzdükten sonra yalnız kaldığımı, ABD`li SAT`ın pes ettiğini anladım. Tam 11.7 mil yüzmüş ve birinci olmuştum, komutanım su altı bıçağını önüme atıp ”çık” işareti vermeseydi 24 saat sultında yüzecektim. Bu aktivite dünya silahlı kuvvetler tarihine sualtında en uzun yüzme olarak geçip, benim Guinness rekorlarını kırmaya başlamama sebep olmuştur.

2. Gurup su altında, benimle en uzun su altı yüzme yarışına giren ABD’li SAT’lar. 21 kişi sıraya dizilmiştik. Rekora katılanların hiç biri, bir Türk SAT’ının kim olduğunu bilmiyordu!... 9 saat içinde 11.7 mil su altından hiç çıkmadan yüzünce öğreneceklerdi, bende kendimi tanıyacaktım!... ”Her kim ki birini yener, geçer. Bu kuvvettir, tekniktir ama o kişi kendini yenerse güçlüdür”

196

1970`li yıllardan sonra yüzerlilik testi ve suya girilip taşırılan su hesap edilerek vücut yağ, kitle endeksleri ile ilğili bilgiler spor literatürlerine girdi. Eski güzel günler, hey gidi hey.

ÖLMEK İÇİN İYİ BİR GÜN... 1968`in 11 şubat, ıydı, belkide hayatımın en zor günlerinden birini yaşamaktaydım. Ben, Mustafa TOSUN ve 5 SAT arkadaşımız daha 7 kişilik SAT taaruz alfa timi Karadenizin ücra bir köşesine baskın operasyonu (eğitim) için köseköy askeri havaalanından, Karadenize gece paraşüyle atlamak için tam techizat havalanmıştık. Bu bir gece baskını, sinsi hücum eğitimiydi ve emir NATO komutanlığından gelmişti, NATO`ya ait bir denizaltı ikmal istasyonunu (bir çeşit kıyıya oyulmuş mağara) basacaktık.

197

Deniz evimiz!... Dz. Kv. Kom. Donanma foto film merkezi SAT komandoları arşivinden Pilotumuz sonradan çok iyi arkadaş olduğumuz Yılmaz GÜNEY! idi. (İsim benzerliği) Uçağa tam techizatlarla girerken ceketini astığı askılıktaki üniformasında ismini okuyunca bende sizin gibi çok şaşırmıştım. Bir isim benzerliğiydi. Havalandıktan 21 dakika sonra yanına gidip “Komutanım atlayış sahasına kaç dakika kaldı? Timimi hazırlayacağım” diye sorduğumda, sol elinin 5 parmağını kaldırıp gördüğüme emin olmak için bana doğru baktı. Kafamla “anladım” işareti yapıp geriye arkadaşlarıma dönüp elimle “5 dakika” işaretini verdim. O sırada Yılmaz kaptan bana dönüp “Bir dakika bakabilirmisin baş çavuşum” dedi. Arkadaşlarım Balıkadam techizatlarını, silahlarını, paraşütlerini kuşanırken bende kaptana dönüp “buyurun komutanım” dedim.

198

“Biliyormusun siz SAT`lar hepiniz manyaksınız!... ”demez mi… aslında “doğrudur bu hergelelerin hepsini cam atmış fırlamalardan seçiyorlar” diyeceğim ama terbiyem ve rütbem müsait değil… ”Neden efendim?” diye sordum. “yaaa... şubatın 11’i, birazdan uçağın arka ramp’ı (kapı diyelim…) açılacak, saat gece 02:00 dışarısı kapkaranlık ve buz gibi, kar yağıyor, aşağısı 4.500 metre ve deniz kapkara ve buz gibi. Buradan karanlık boşluğa atlayacaksınız, binlerce metre paraşütünüzü açmadan karanlıkta serbest düşeceksiniz, sonra paraşütü açacaksınız, inşallah açılır… sonra buz gibi suya girip balıkadam tüplerinden hava soluyarak silahlı sahile 2mil yüzeceksiniz sonra karla kaplı karada balık adam tüplerini saklayacaksınız, ileri sahil gerisi harekat yapıp denizaltı mağaralarını, telsiz istasyonunu, cephaneliği, komuta merkezini basıp sahile kaçıp, gizlediğiniz dalış malzemelerini kuşanacak, suya tekrar dalıp 2 mil açıktaki sizi bekliyen “Sakarya” denizaltısına kadar gece, buz gibi suda, pusula kullanarak sualtından yüzeceksiniz ve şayet denizaltıyı 60 feet derinlikte sualtında bulursanız sırayla kurtarma üstüvanesinden içine girecek ve Gölcük`e geri döneceksiniz, ölme eşeğim ölme” diyip ilave etti Yılmaz kaptan “bunların hepsini yapan ancak bir manyaktır” dedi. Gülüştük, ona dönüp “bizleri şubatın 11’inde gece karanlığında 4.500 metreye getirip, arka kapağı açıp aşağıya atan, sonrada gece karanlığında Cengiz Topel hava alanını bulup, sağ salim inen pilotta yarı manyak sayılır” dedim… bir kahkaha sardı ortalığı.

199

O gün her şey Yılmaz kaptanın anlattığı sıraya göre iyi gitti, ancak, kaçarken deniz altına girene kadar. Sahilde dalış malzemelerimizi kuşanıp silahlarımızı söküp yüzen torbalar koyup, suya dalıp bizi 2 mil açıkta bekleyip alacak sakarya deniz altına doğru karanlıkta su altına dalış, titreyerek, sessiz ve derinden (18 feet) deniz altıya doğru 49 dakika yüzdük kara denizin adı gibi kara, soğuk sularında! Deniz altıyı mavi ışığını görüp bulunca içimizi bir mutluluk bir sevinç dalgası kaplamıştı, çuvallamamış, popoyu kurtarmıştık!... İçeri sırayla girmiştik, çok dar bir torpito kovanına benzer yerden (Üstüvane) giriyorduk ve o kadar çok üşümüş ve titriyorduk ki anlatamam. Hayatımda, SAT hayatımda en çok üşüdüğüm gece operasyonuydu. Denizaltının içine girdiğimizde hepimizin soğuktan vücudumuza sanki binlerce iğne batırıyorlardı, ağlamaklıydık ama ağlayamıyorduk, tam anlamıyla ileri derecede hipotermiye yakalanmıştık.

200

Böylesi durumlarda beynimizin altındaki hipotalamus denen organ (Açlığı, tokluğu, sıcaklığı, soğukluğu, susuzlugu vb. ayarlayan.) vücuttan algıladığı, aldığı mesajlarla önce kasları harekete geçirerek titremeyi başlatır. Kasların bir görevide ısı meydana getirmektir “Titre ve ısı üret”, sonra sanki soğuğu iç organlara geçirmemecesine kas katı kasılırsınız, morarmaya başlarız, çünkü deriye yakın damarlardaki kan, içeri iç organları korumak için çekilir (Aşırı ısı, hiperterminin tam aksine) sonrasında aşırı hipotermi, donma, koma ve ölüm oluşabilir!... Acıdan ve biran için “Namık bu işi neden yapıyorsun” diye geçti aklımdan. Silahlı kuvvetlere 12 yaşında girmiştim, donanmayı, SAT`ı, arkadaşlarımı çok seviyordum. Denizaltıcı subay ve ast subaylar kauçuk balıkadam elbiselerimizi çıkarmamıza yardım ederlerken (ellerimiz soğuktan tutmuyordu) birden bire soyunan tüm SAT`lar sanki hiçbir ağrımız yokmuş gibi gülmeye başlamıştık, hemde ne gülme! çünkü önümüzde erkeklik orğanımızın bulunduğu yerde yeller esiyordu, soğuktan orada ne varsa hepsi içeri kaçmıştı!... Bir bayanın ki bile bizimkinden belki daha belirğindi!…

201

Bizi hemen duşa soktular, ısınmak için tüm sıcak suyu açmıştık sonuna kadar ama yine hiç ısınma belirtileri yoktu, ansızın hepimiz bağırarak, adeta kavrularak kendimizi duştan dışarı atmıştık. Hiçbirşey hissetmeyen vücudumuz sıcak suyu da hissetmemiş derimiz yara olmuşcasına yanmıştı. Sıhhiye as subayı gerekli ilk yardımı yaptı. 7. ve deniz altıya son girecek SAT arkadaşımız Mustafa TOSUN`u nekadar beklesekte denizaltıya giremedi ve bir daha onu hiç göremedik. O ve ertesi gece ve gündüz tüm o sahada, Kara denizde Mustafa’yı aradık, hiçbirimiz uyumadan. Denizde ve karadaki çabalarımız boşunaydı, üç gün hep aramayla geçti. Aradan 50 sene geçmesine rağmen kanka`mın bir gün çıkıp geleceğine inanıyorum, hala. O öldükten bir müddet sonrada nişanlısı Selma’da öldü. İşte SAT olmak böylesi bir şey. Yılmaz kaptanla hala görüşüyoruz, oğlu Kıvanç`ta juducu, fitness`ci talebem oldu. Şimdi ABD`de yüksek mühendis. Yılmaz kaptan THY`de baş pilot, sonradan hoca oldu, ”sizi manyak SAT`lar sizi” diyip duruyor. Ara sıra bizi gece gündüz uçaktan atan pilot ve makinist arkadaşlar ile Çır çır suyunda, Sarıyerde, A. Kavakta buluşuyor, Charlee Bravo yapıyoruz!. Bu biz ast’ların komutanlarımızdan sakladığımız bir ‘paralo!...’ nereye kaybolduğumuzu anlamasınlar diye kurguladık!...

202

Charlee= C...C=Cold, yani soğuk!... Bravo=B... B=Beer, yani bira. Hepsi=Soğuk Bira içmeğe... sağlıcakla kalın... Türk SAT’ları.

AMERİKADA NATO MÜŞTEREK SAT EGİTİMİNDEYKEN TÜRK SAT AS SUBAYLARI TARAFINDAN ÜLKEMİZE UÇAKLA!... KAÇIRILAN MAYIN... M18 CLAYMOR Hadi size çok kimsenin bilmediği, yalnızca SAT`ların bildiği bir başarı (Sempatik ikmal!...) öykümü anlatayım. Yıl 1970. Biz SAT`lar NATO`nun en iyi birliklerinden biriyiz. İngilizce imtihanlarını başarı ile bitirince 4 SAT ABD`ye, ABD Navy Seal`ları (SAT) ile birlikte, müşterek eğitime yollanmıştık. Vietnam savaşı yıllarıydı ve Vietnama gidecek birlikle Camp Picket denilen ve bataklıklar dahil aynı Vietnam benzeri özel askeri egitim arazisinde çeşitli baskın eğitimleri yapıyor, yeni yeni silahlarla tanışıyorduk!...

203

Resmini gördüğünüz "Claymor M 18" da onlardan biriydi... (Bakınız google antipersonel mine claymor) Pergel ayakları ile yere çakıyor, resimdeki asker gibi arkasına geçip muhtemel o bölgeden geçecek düşmana göre ayarlayıp, önüne çalı, çırpı,yapraklar koyarak kamufle ediyor ve ateşleme kablosunu çekip, ateşleme manyetosuna (Hell box=manyeto) bağlıyor ve ateşlemek için düşmanın yaklaşmasını bekliyorduk. Eğitimde karton boy hedeflere ateşliyorduk. Ateşlediğinizde düşmana 800 adet bilye fırlatan bu antipersonel mayınından bize verilen 3 adetinden ikisini patlatıp, üçüncüsünü parkamın (Askeri gocuk) içine sakladım!... Bataklıktan kampa dönünce çadırımız içinde, M 18 CLAYMOR`un içindeki C4 beyaz plastik patlayıcıyı kazıyıp boşalttım. (Daha az ve daha çok bilye atanları olduğu gibi değişik patlatma şekilleri var). Arkadaşlarım As subay Ender, Oktay hocam ve Erdoğan ağabey şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Erdoğan ağabey "Namık yaptığını çok iyi anlıyorum, bu mayını Türkiyeye götürüp, genel kurmay, ımıza teslim edecek ve aynısını bizde de yapılmasını isteyeceksin, ama bu çok riskli" dedi. Oktay hocam "Ulan minik" (Kaslı ve biraz hacımlı olduğumdan bana 'Minik' derdi). "Bunu Pan Am uçağına sokamayız, çok riskli ve hapis falan yatabiliriz, buralarda, hem sonra bunu Türk gümrügünden nasıl sokacağız?” dedi heyecanla...

204

Kısa kesmek icab ederse, CLAYMOR`u askeri torbamın (Piggy back) en dibine koyup üstüne kirli kilotlarımı, kirli çorap ve iç çamaşırlarımı koydum! Torbayı açsalar gaz bombası, hardal gazı koklamış gibi bayılacaklar gümrük memurları!... Kırmızı pasaportlarla ABD gümrüğünden rahat geçtik ama Türk gümrüğünde bir kaç beyaz yalan söyleyerek atlattık Güzel gümrük muayene memuru bayanı. Biz, tüm bahriyelilerde güzel olan her şeyi görmek gibi, eşlerimizin beğenmediği bir özelliğimiz var!... Clatmor`u yetkililere teslim ettik. onun dersini kurmay subaylara harp akademilerde ilk dersini veren, eski cimnastik arkadaşım pilot kor. General Özkan Öktü oldu. Hikaye uzun kısa kestim. İmkansız yalnızca bir kelimedir adlı kitabımda çok geniş anlatıldı. (Mayın için Google`a bakınız) Aslında çok tehlikeli bir şey yapmıştık, ABD’li hergelelerin ABD yapımı mayınını çalmış ve ABD uçağıyla (Pan American) ülkemize kazandırmıştık… evet çaldık!... ne var bunda… orada zaten bir sürü kızın, kadının kalplerini deniz assubayları olarak çalmak hırsızlık sayılmaz, sempatik ikmaldi!... Okuduğunuz için çok teşekkürler, sanırım sizleri sıkmıyoruz. Namık Ekin ve sağ kalan tek şahit!... Ender Taşkın assubay Namık Ekin.

205

BİR SAT KURSİYERİNİ SEÇMEK 1970 mart ayı (yine ayıları hatırladık!) idi abd`de öğretmenlik okulu, SAT komando kondisyon ve beslenme ihtisası, lisan okulu, sniper okulu, deniz piyade ileri keşif kursları, ACSM güç geliştirme antrenörllüğü ve judo ile ilğili bir çok okul ve seminer, yeni geliştirilmiş silahlar, taktikler dahil, dolu dolu bilğilerle ülkemize faydalı olmak üzere geri döndük, 4 SAT. Yeni gelen SAT kurs adaylarının seçimi yapılıyordu. 167 aday içinden sağlık ve kondisyon testlerinden sonra kursa katılma hakkını 47 subay, astsubay elde etmişti. 9 aylık SAT kursu sonunda da muhtemelen 9 ile 16 kişi arasında bitirebileceklerdi bu ağır, zor kursu. (Bizim 2. Devre 244 kişi gelmiştik teste. Kursu 24 SAT bitirebilmiştik. Ancak 2 Egridir dağ komandosu, birde Foçadan Jandarma komando okulundan Suavi üst tgm 3 deniz subayı ve 18 deniz as subayı bitirebilmişti bu dünyanın en zor askeri kursunu…). Kondisyon ve sağlık testlerinden sonra kursa başlamaya 1 hafta kalmıştı ki 3 aday daha geldi, gemileri Akdeniz de tatbikatta olduğundan SAT seçmelerine katılamamışlardı. Kurtarma ve su altı komutanlığında yapılan sağlık taramalarından sonra deniz hastanesinden gelip sağlık testlerini yapan Dr. Binbaşı dosyalarını önüme atıp “hangisini, birini seçecek olsan hangisini SAT`a seçersiniz” diye sordu. O yıllarda SAT kursları kondisyon ve beslenme sorumlusuydum.

206

Gönüllülerden üçünü de karşıma alıp dosyalarını incelemeye aldım. İkisi normal yapılı, biraz atletik denizci vücuduna sahiptiler, fakat üçüncüsü gelişmiş adaleli bir tipti, vücut ve aletli çalıştığı belli idi. Birinci adaya sordum” muntazam egzersiz yapıyormusun” diye. Cevap hiç oldu. İkinci SAT adayına da aynı soruyu sorduğumda “her zaman degil hocam ama her gün birliğime giderken 7 km, dönerken 7 km olmak üzere 14 km yakın bisiklete biniyorum, birazda dumbbell, larımla, sandalyeler arasında şınavlar yaparak ve barfix ile çalışıyorum” diye cevapladı. Üçüncü adayda haftada 5 gün en az 1 saat vücut, ağırlık çalışan biriydi, çok gelişmiş kaslara sahipti. (Aynı benim 1963’te 44.5 santim kollarımla kursa katıldığım gibi!...) Sağlık dosyalarına tekrar göz attıktan sonra… Dr. Binbaşıya dönerek “2. Efendim, şu bisiklete binen, dumbbell vb. çalışan” dedim doktor şaşırmıştı ve “neden şu güçlü atletik kaslı olanı değil?” diye sordu sertçe. “Efendim yarın ki teste göreceksiniz” diye cevapladım sorusunu. Ertesi gün seçimimin doğru olduğunu gördü doktor. O gün SAT`ın ilk 8 km koşu testini yaptığımızda 1. aday 1 km kadar koştuktan sonra pes etmiş yürümeye başlamıştı.

207

Vücut çalışan kaslı 2.aday 2 km yi çıkarmış ve parkurun geri kalanını kah koşarak kah yürüyerek tamamlarken, bisikletle işine gidip gelen ve dumbbell çalışan Astsubay 8 km lik koşuyu rahatlıkla tamamlayıp jimnastik yapıp diğer iki arkadaşının gelmesini bekliyordu…

Bir kişi istenen performansı yapabilmişti. Yüzme ve güç testlerini de iyi tamamlayınca, diğer baraj puanlarını dolduran arkadaşları gibi, SAT kursuna bir tek o gitmeye hak kazandı ve Diğer kurs arkadaşlarının yanınde SAT kursunu 9 ay sonra 4. olarak bitirdi. Doktor ve ilave ettim “Motor çok güçlü olabilir ama aynı zamanda dayanıklı ve süratli olması da gereklidir, ağırlık çalışan bir SAT adayına, imkan bulup, yaratılıp benim gibi 6 ay dayanıklılık, sürat, çeviklik, esneklik vb. vb. özelliklerimizi geliştirme şansı verilse, ortaya harika bir savaş makinesi çıkar!...” dedim.

208

Sonra sohbeti koyulaştırdık doktor binbaşı ile “Efendim, ben bu kursa geldiğimde İstanbul halter şampiyonu olup, halter milli takımına, kampa seçilmiştim, 45cm kolları olan bir body`ci ve Balkan akrobatik jimnastik festivalinde partnerim Özdemir Sarıkaya ile Balkan şampiyonu olmuştuk (Türkish get up hareketini ilk orada tanıtmıştık, bakınız instagran Namık Ekin), ama bu kursu bitirebilmek için dayanıklılığım yetersizdi, aylarca parklarda, ormanlarda koşup, bisikletlere binip, salacakta kız kulesine yüzüyor (5 göbek Üsküdarlı olarak!...), kürek çekiyor, judo yapıyordum. Kas, Cardiovascular ve respiratör sistemlerimi iyileştirme antrenmanları yaptım ve o yüzden ancak kurs birincisi olabildim, bu SAT kursunu bitirebildiğimde 45cm olan kollarım kas yıkımı sonucu 38.5-39 santime düşmüştü!...“ elenen 2 arkadaşın kardiovaskular ve kassal dayanıklılığı zayıftı Allah göstermesin Karadenizin 12 km açığında gece Düşman sahiline sızma eğitimi yapıp yüzerken onları kaybedebilirdik” dedim… sakinleşti Dr. Binbaşı… Bir çok seminerimde sağlık ve kondisyondan konuşurken hep bu 3 delikanlı denizci gelir aklıma. İncecik bir bele koca koca pazulara sahip olmak sağlıklı olmak demek değildir. İç organlarımız; (Kalp, solunum, dolaşım) motor sistemimizin sağlıklı olması, kaportamızın sağlıklı olmasından çok daha önemlidir. Aynı bir araba gibi. Sağlıklı olmak iç organlardan başlar. Her ağırlık çalışan sporcu SAT olabilmek için ayrı bir günde biraz kardio yapmalıdır, bu çalışma onun ağırlık antrenmanlarını çok az yorularak bitirmesinede yardımcı olur fakat çok uzun yaptığında kesinlikle kaslarından kaybedecektir!...

209

aynı benim gibi… 45 kolla başladıgım SAT kursunda kol ölçülerim soğuk 38.5-39 cm! olmuştu…

Sizlere daha önceki yazılarımda, uzun süreli dayanıklılık antrenmanlarının, müsabakaların, kas dokularından çaldığını!... kasları inceltiğini, kas yıkımına sebeb olduğunu ve fizyolojisini yazmıştım. (Muscle breakdown) O kadar çok hatalar yapıyorduk ki genç yaşlarda inanamazsınız. Ağırlık antrenmanı sonrası kaslarımız gelişsin diye pekmez, reçel içiyor!... bal yiyorduk… SAT`a başlamadan evvel, hergün bulunduğumuz harp gemisi kalkar, denizde seyirde iken spor yapamayız diye 3 saat tüm vücudumuz kaslarını çalıştırıyor, bunu 1 hafta boyunca yapıyorduk, hafta sonu izine çıktığımızda ben birde olimpic halter antrenmanlarına gidiyor, akşam artistik jimnastik, ertesi sabah akrobatik jimnastik ve judo yapıyordum. Komiktir içimizde daha çok gelişmek için sağdan, soldan duyduğu bilgilerle kendi Menisini! İçen biri vardı… aynı çocuğu kandırıp, dalga geçip “çevik olursun” diye bizim uyanıklar kedi sütü içirmişlerdi… birgün geniş anlatırım, konumuza dönelim.

210

Devamlı yatıp, oturup poposunu kaldırmadan Tv seyreden veya demir ağırlıkları kuvvette dayanıklılık içerikli çalıştırmayan, yalnızca kas yapıp kalbini, akciğerlerini, damar sağlığını ihmal eden tam sağlıklı sayılmaz, vücut motor ve kaporta olarak bir bütündür. Gelin şu SAT ların sağlık durumlarını bir ele alalım. Her gün 10-14 km koşan, en az 2-3 mil su altı ve su üstünde yüzen, yüz şınav, yüz mekik, yüz çök sıçra (Squat jump) yapıp 28 kez kendini barfixe çeken, iyi beslenen bu kardeşlerimizin hem sağlıkları hem de kondisyonları kesinlikle konuştuğumuz gibi o 2 SAT adayından çok daha iyidir muhakkak ki. Hiç egzersiz yapmayan şanslı ise durumunu aynı, belkide gittikçe bozularak devam ettirecektir. Hareketsiz olduğundan sağlığı er geç bozulacaktır. Birde kötü beslenme, sigara, alkol, Aileden gelen bir rahatsızlık, durumu daha da kötüye götürecektir, özellikle saglığını.

211

İkincisi, yalnız kaslarını çalıştıran ise bu tip egzersize ömrü, sağlığı yettikçe devam edecektir. Kaslar ve kemikler vücudun yalnızca belli bir sistemidir. Bu tipler belli bir motivasyon ile eksik bir yaklaşım sergilerler. (daha önce benimde yaptığım gibi) Egzersiz yalnızca vücudun kaslarına yönelikse hiçbir zaman hakiki fitness performansını ve sağlığını göstermez. Bir kişi kas çalışmasıda yapmalıdır, kalp, solunum, dolaşım sistemlerinide güçlendirmelidir, metabolik kondisyonu da çok iyi olmalıdır, bu siviller içinde aynıdr. Bunun için ağırlıklı istasyon çalışmaları (Weight Circuıt TrainingWCT) yapar body sporcuları ve böylelikle kas dayanıklılığı çalışarak kalp dolaşım solunum sistemlerini güçlendirirler, sağlıklı antrenmanlar dayanıklılık çalışmalarından, hormon sensitive lipase aktivitesiyle yağların depolarından daha çabuk ve kolay çözülerek (Lipolitik aktivite) kandan enerji olarak çekilip kullanılmasını, yağ azalmasını, zayıflamayı sağlarlar. Son yıllarda body sporcuları ağırlık antrenmanlarına H:I:I:T dediğimiz (High Intensity Interval Training denen yüksek zorluktaki interval antrenmanlar ilave ederek kardiovascular ve respiratör sistemlerini daha sağlıklı yapıyorlar. Bunun anlamı, alışveriş yapar gibi 4 saat yavaş yavaş yürüyeceğinize, 20 dakika çok hızlı, kısa dinlenme aralıklı, yokuş yukarı, düz yerde, merdiven çıkarak zorlu antrenmanları, kısa dinlenme aralıkları ile yapmaktır.

212

Bisiklete binen, barfix ve dumbbell çalışan as subay ise bilerek veya bilmeyerek tam kapsamlı fitness çeşidini seçmiştir. Motoru ve kaportayı aynı seviyede çalıştırır 14 km her gün bisiklete belli tempoda binmeniz size sağlığınız için gerekli faydayı sağlar yalnız bunu haftada 5-6 gün yaparsanız kazanırsınız, ve en iyisi bir gün kuvvet, öbürgün dayanıklılık çalışıp, gelişim enzimlerinin bu iki özelliğide karmaşık şalterini yanlış ‘ON’ durumuna getirmemenizi sağlamalısınız, bu iki özelliğin enzimleride farklıdır ve ikiside aynı antrenmanda yapılırsa karmaşık gelişim, uyarı sinyalleri alıp, bir birlerinin tam gelişmelerini etkiler ve spor bilimcileri bu olguya “Kardan zarar” derler. sağlıklı olmak 1 günlük bir şey değildir, uzun vadeli bir program gereklidir. Vücudunuzun yanıt (Response) veremiyeceği kadar bir aktivite size asla yeterli sağlık ve performans faydası sağlayamaz. Bir ay formda olup 11 ay kendilerini ihmal edenlere sıkca rastlıyorum. Hedefiniz 11 ay sağlıklı olup bir ay kaytarmak olabilir!...

213

Yıllardır, on binlerce talebe yetiştirdim. Bazıları yaz gelince, mayıs ayında başlarlar antrenmana, eylülde bırakırlar bunlar plaj, sporcularıdır! Sağlıklı olmak 1 ay spor yapıp 11 ay hareketsiz, enkaz olmak demek değildir, tersine hedefiniz 11 ay sağlıklı olmak 1 ay tatil yapmak olmalıdır hemde aktif dinlenme cinsinden, değişik sporların yapıldığı bir tatil… Dayanıklılık egzersizleri yapanlar komple fitness sergilerler. Biz buna dayanıklı veya iş kapasitesinin yüksek olması diyoruz. Bir başka söylemle uzun süreli aktiviteyi yorulmadan sürdürme kapasitesi de denir buna. Motor iyi sayılır ama kaporta için ağırlık çalışmalı, direnç egzersiz uyarılarına (Stimulation) doğru yanıtlar (Response) verecek yüklemeler yapmalısınız. Bu vücudun genel sağlığın işaretidir. Kalbin sağlığı, akciğerlerin ve de tüm kardiovascular sistemin sağlığının işaretidir, aynı zamanda da diğer organlarımızın ve de kaslarımızın. Oksijen yaşamın anahtarıdır. Basit bir anlatımla en ufak fiziksel faaliyet bile oksijen gerektirir. Vücudumuzun hücrelerine kadar gelen oksijen ve besi maddelerini yakarak enerji meydana getirir. Burada yanmayı oksijen sağlar. Atmosferin dışına fırlatılan roket veya uzay aracı oksijenini bünyesinden sağlar. Bir balık adam da dalarken oksijen tüpünü yanında taşımak zorundadır. Oksijen yaşamın ve enerjinin ana kaynağıdır.

214

Vücudumuzda yakıt gıda, ateşleyici ise oksijendir. İşte sorun şimdi karşımıza çıkıyor. Vücudumuz gıdaları depolayabilir fakat oksijeni asla. Günde 3 öğün yemek yememiz çoğumuz için fazla bile gelmektedir. Vücut kullanacağını kullanır kalanını sonradan kullanmak üzere depolar (hemde istenmeyen yerlerimizde yağ olarak…).

Koşu, hızlı yürüme,yüzme, bisiklet, dans vb. ailece yapacağınız ,en faydalı egzersizlerdendir. Ama oksijeni depolayamaz devamlı taze oksijeni hücrelere yetiştirmemiz lazımdır. Bu yüzden devamlı nefes alır veririz ki hayatımızı devam ettirmek için gerekli olan oksijeni temin edelim. Nefesimizi dışarı verdiğimiz havada bile yaklaşık % 16 oksijen vardır…

215

Şayet bu oksijen alımı aniden kesilirse, vücutta depoladığımız oksijen ancak birkaç dakika yetecek ve vücudumuz, beynimiz, kalbimiz, her şey fonksiyonunu durduracaktır. Fakat biz oksijenli ortamda yaşadığımızdan oksijeni temin etmek limitsizdir. Nefes aldıkça istediğimiz kadar bulunur. Problem harika bir mekanizma olan insan vücudunun en küçücük hücre seviyesine kadar (Mitokondrialara) onu iletip besi maddeleri ile yanıp enerji meydana getirmesini sağlamaktır. Burada çocuk ile gelişmiş insan, özel asker ile acemi asker, iyi sporcu ile antrenmansız, sütcü beygiri ile yarış atı, gladyatör ile hanım evladı, arkadan haince bomba patlatan ile hakiki kahraman!... ayrılır. ayrılır, ayrılır, kesin ayrılır. Formda ve formda olmayanda ayrılır. Bazı vücutlarda, özellikle formsuzlarda oksijeni ulaştırmak, temin etmekte zorlanır, kaynaklarını kullanamaz vücudun ihtiyacını karşılayamaz. Çoğumuz günlük olağan işler için rahatlıkla yeterli oksijeni temin edebiliriz. Ama aktivite zorlaşıp, gittikçe ağırlaşır, şiddetlenir, efor altında geçen sürede (TUT=Time Under Tension / TUL=Time Under Load) uzarsa oksijen temin etmekte güçlükle karşılaşırız ve bazılarımız bu şiddetle devam edemez, bırakır, pes eder veya yavşlamak zorunda kalır!... (Sanki bir SAT kursunu anlatır gibiyim…) Minimum ihtiyacımızla, maksimum kapasitemiz fitness ölçümlerimizi, formumuzu gösterir. Yani minimum eforla maksimum oksijen almalı ve minimum eforla maksimum iş yapmalı iyi bir sporcu.

216

Bu judoda ve Japonya`da Ji ta kyo ei ve sei roku zenyo cümleleri ile izah edilir (sonra geniş anlatırım, makale uzadıkca uzuyor…) Şimdi bir sandalyede oturup TV seyrettiğimizi düşünelim. Oldukça hareketsiz sayılırsınız bu durumda ve hiç enerjiye ihtiyacınız yoktur, doğrumu? YANLIŞ. Otururken, hatta uyurken bile vücudumuz besi maddelerini yakıp enerji sağlar. Bunun için devamlı nefes alır hava akciğerlere oradan kana geçer hemoglobin ile birlikte hücre seviyesine giden oksijen mitokondrialar vasıtasıyla hücrelere geçip yanma ve enerji sağlar. Uyurken bile kalbimizin pompalaması, sindirim sisteminin faaliyeti vücut sıcaklığının ayarlanması, hormon ve enzim aktiviteleri, Akciğerlerin oksijeni alıp karbon dioksiti dışarı vermesi enerji gerektirir. Yani vücudumuzun devamlı enerjiye ihtiyacı vardır. Ne kadar enerjiye ihtiyaç olduğu ve ne kadar oksijeni sisteme sokup temin edebilmeli ve gerekli yerlere iletebilmeliyiz işte bu önemli bir soru ve sorundur. Şimdi şu 3 SAT komando adayı vardı ya onları alıp oturur pozisyona gelelim. Hiç egzersiz yapmayan, günde 1214km bisiklete binen ve vücut geliştirme çalışan ve hiçbir aktivite yapmayanı. Bisiklete binen ve ağırlıklarla çalışan en iyi kondisyona sahipse en çok enerjiye onun ihtiyacı olacaktır, doğru mu? YANLIŞ.

217

Yapılan değişik bir aktivitede herkes için enerji gereksinimi farklı farklıdır. Zira vücut büyüklüklerine, fiziksel kondisyonlarına da bağlıdır bu. (enerji bölümünde verildi). O üç SAT’ı ayağa kaldırıp yürüttüğünüzde bu basit fiziksel aktivite bile biraz daha fazla enerji ve oksijen gerektirecektir. Şimdi üçünü hızlı hızlı yürütürseniz bu hala fazla enerji ve fazla oksijen demektir. Şimdi hepsini hızlı koşturmaya başlayalım. Bir müddet beraber koşarsınız fakat; bir süre sonra tek tek geri kalmaya başlanır. Böyle değişik form düzeyinde 10 kişide koştursanız hepsinin arası birer birer açılır, dökülmeler başlar. Zira efor altında bir süre sonra öyle bir duruma gelinir ki artık yeterli oksijeni vücut temin edememeye, üretememeye başlayacağı noktaya gelmiştir, oksijen her zaman vardır, siz nefes aldıkca!... siz devamlı hızlı hızlı nefes alsanızda… Kısaca herkes önce veya sonra er geç bitkinlik noktasına, seviyesine gelir. Yedek enerji depoları az olan, günlük enerji düzeyleri maksimum kapasiteye ulaşamayanlar birer birer geri kalır, biraz sonra hemen bitkinlik durumu içine girerler. Büyük enerji rezervleri olanlar, minimum enerji ihtiyaçlarına göre maksimum kapasiteleri arasında büyük fark olanlar geç yorulurlar.

218

Efor anında nerede pes edeceğinizi veya nerede yavaşlayacağınızı bilirsiniz. (aslında bu durmaya siz değil, akıllı beyin karar verir! O akıllı organ, hani bende olmayan!... merkezi komutandır, size, aşırı yorgunluk anında nerede durmanız gerektiğini o dikte eder, emir verir) Düşünün böyle bir durumda o harika vücudunuzda neler oluyor… Akciğerlerimiz oksijen yetişmek için balon gibi güçle şişer iner. Kalbimiz kocaman bir pompa gibi çalışan hücrelere kan dolayısıyla oksijen yetiştirmek için pompalar durur. Kanımız hızla akan bir nehir, şelale gibi beyne kollara, bacaklara, çalışan tüm organlara oksijen, besi, onarım, vb. vb. maddeleri yetiştirmek için adeta bir çağlayan gibi akar durur. Hatta bu kanı az çalışan organlardan ödünç alarak, çok çalışan kaslara doğru pompalar. Bir gün Atlanta da hocam prof. Dr. Larry Sanders “Namık, vücutta tüm organlar sanki kaslara hizmet etmek için var edilmiş !...” dedi. Bu organların iyi çalışması, forma girmesi ile dayanıklılık ve güç kazanır, fit formda olursunuz. Aklınızda benim böyle bir dayanıklılığa ihtiyacım yok diyebilirsiniz. Hayır var sizin de var, O harika SAT komandolarımızında var! benimde var hepimizin dayanıklı sağlıklı, güçlü olmaya ihtiyacı var. Benim hareketsizlikten, tembellikten, sporsuzluktan meydana gelen belirtilerden haberim olduğu kadar kesinlikle sizin de vardır.

219

Çalışma masasının başında pinekleyip yarı uykulu esnemek, tüm günü uykulu esneyip, gerinerek geçirmek, gözlerin kapanmasına mani olamamak. Ağır bir yemekten sonra hemen uykunun esiri olmak, eşinize sırtınızı dönüp yatmak!... Merdiven çıkarken, çimleri keserken, bulaşık yıkarken, alışverişe giderken, otobüs veya metrobüse koşarken ölecekmiş gibi nefes nefese kalmak, tatlı bir sex gecesinden kaçmaya, vaz geçmeye, uyumaya çalışmak!... Sosyal bir engelli, bir enkaz haline geldiğimizin işaretidir, bu belirtiler. Kendinizi erimekte olan bir plastik, veya bir mum gibi hissedersiniz. Sağlıklı vücut ağırlığını ve yağ oranını korumak, bilimsel egzersiz ve beslenme kurallarına uymakla normal sağlıklı, fit ve harika performans kazanabilirsiniz. Tüm bunlar biz sporcular gibi ve askere gideceklerin ve özel asker olanların uygun takip etmesi gereken yaşam biçimi ile sağlanabilir. Aslında tüm askeri personelin uyguladığı egzersiz ve beslenme metodları her sivilin ve sporcunun uygulaması gereken hususlardır. Böylece sağlıklı bir birey, sağlıklı ve yüksek performanslı bir asker olabilirsiniz. (Salmonella bakterisi olmayan tavuk yedikce !...) “Ne yiyorsan osun” denen sözü hatırlarsınız, aslında“ Neyi ne kadar yiyorsan osun” diyebiliriz. Bir kremalı pastadan aldığınız kalorileri yakmak için sarıyerden Eminönü, ne kadar koşmanız gerektiğini biliyormusunuz?

220

Sadece egzersiz yapıpta normal kilosuna inebilen kaç kişi tanıyorsunuz? Egzersiz yapıp veya bırakıp patates çuvalı gibi ortada dolaşmayan kaç arkadaşınız var? Gibi soruları çoğaltmak mümkün. Kilo, metabolizma uzmanlarını ve termodinamik kanunları gerektirir. verme savaşı dergilerde, TV`ler de yapılan konuşmalar kadar basit bir konu değildir, onlar sadece konuşur! Ama sizler, bizler yapmalıyız. Özellikle kiloları yağ olarak değilde kas olarak almak isteyenler için ve benim gibi 59 yıl aynı kiloda kalma savaşı verenler için… (aynı kiloda kalsamda orta bölgedeki o çıkıntının ara sıra dışarı fırlıyarak beni rahatsız etmesini engelliyemiyorum! Nede olsa 76’ımıza geldik ve kahrolası metabolizma ne kadar ağırlık çalışsamda yavaşlamaya başladı. Ama kaçırdığım günler sonrası veya kandırmacalar, hileler yaptığım günler sonrası kendimi cezalandırarak durumu kurtarıyorum, ben böylesi günlere “Punishment days” yani “ceza günleri” diyorum.

221

“Ahhhh şu benzin pompasını bir durduran olsa” demişti emekli SAT komando hocam ast subay Çetin Gökal. Hakikaten bir mekanizma olsada benzin deposunu dolduran hortumu nasıl durdurabiliyor ve depoya istediğimiz kadar yakıt dolduruyorsak, sindirim sistemimizin musluğu, başlanğıcı agzımızı da durdurabilsek ve depo az boş olsa… ne kadar rahat ederdik. Hepimiz tank (depo) kapasitemizi kontrol edebilsek ne iyi olurdu… ne kadar yakıt koyduğumuzla ne kadar kilometre yaktığımızı dengeliyebilsek var ya… Umarım sıkmadım sizleri! Bu 3 SAT bana işadamlarını, çalışanları ve sporcuları hatırlattı. Sağlığınızı düşünmüyorsanız, yanınızda çalışanları, askerlerinizi, sporcularınızı, ailenizi hatırlayın, motivasyonlu, sağlıklı ve performanslı olun… “Easy to say,hard to do”

KAS HAFIZASI VE SATLAR Texas-Sanantonio şehrinde SAT komando ihtisası yaparken birlikte judo yaptığımız LACKLAND askeri hastahanesi doktoru teğmen Larry Sanders (eşi Bonnie ile Ankara'da görev yaptılar 1971, şimdi fizyloji profesörü ve devamlı bilgi alışverişi yaptığım arkadaşım, sık sık bize bilgiler yollar ve kitaplarımın ön yazılarını yazar) "Namık" demişti. "Nasıl oluyor da bowling oynarken beynimiz ve biz düşürmek istediğimiz labutların ortasından vurmak istiyoruz ve de buna emir veriyor ama yapamıyoruz da yanımızda oynayan sıska cılız oyuncular hemen hemen her top atışlarında nerede ise hepsini düşürüyorlar?"

222

Devam etti "Şayet şuurlu, bilinçli, düzgün hareketler yapıyorsan zaman zaman başarılı olursun, eğer zihnimiz yapmaya hedeflendiğin başarılı atışlarda (sayıya, gole yönelik) uyanık, şuurlu ise kaslarda olumlu yanıtlar ile donatılır." 2004 Mersin'den Kıbrıs'a sualtından yüzüp yeni bir Dünya rekoru daha kırma çabasındaydım. Anamurdan dalıp hiç çıkmadan Kıbrıs'a doğru sualtında yüzmeye başladım. 33 saat olmuştu Girne'ye varmak için daha 5 saatten fazla yüzmem gerekiyordu. Gözlerim kapanıyor başım sık sık aşağı düşüyor uykuya dalıyor ve hemen korkudan uyanıyordum. Allahtan sırtımdan 5 metrelik bir iple su üstündeki bir yüzer şamandıraya bağlıydım. Uyuyup dibe doğru gitsemde şamandıra dibe gitmeme mani oluyordu. Dalış doktoru ve SAT doktorlar benim uyuyup kafam düştüğü halde ayaklarımın palet vurmaya devam ettiğini gözleyip gülüşmeye başlamışlar. Düşünün uyuyorsunuz ama palet vurma hareketini hafızaya alan bacak kasları palet vurmaya devam ediyor…

223

Kafanızı biraz kitaptan, ilmi konulardan ayırıp dağıtmak için bir olay anlatayım size buda kas hafızası ile ilgili. SAT komandoları olarak 244 subay ve astsubay kursa başlamıştık. Cehennem Haftası denen çok zorlu bir eğitim haftasına sıra gelmişti. Her gece 1 saat uyuyup 23 saat ağır ruhsal ve bedensel eğitimler yapıyorduk, hemde çok zorlu eğitimler 3. Gece 3,5 saatlik koşu esnasında gözleri kapalı, kafası sık sık aşağı düşüpte koşan arkadaşlarımıza rastlıyorduk… 5. gün Tuzla'dan-Yalova'ya 7 mil (deniz mili) yüzmek zorundaydık. Ben sonradan şehit olan Astsubay arkadaşım ile eşleşmiştim (buddy), O beni ben onu kollayacaktık. Öyle yorgun ve uykusuzduk ki gözlerimiz sık sık yüzerken kapanıyor ve başımız ister istemez kayıyordu. Devamlı sağ tarafa dönük (side stroke) yüzen Mustafa'nın sırtını ve palet vuran ayaklarını gözlüyordum. Uyuyup boğulmasın diye. Bir ara sanki yatakta döner gibi bana doğru döndü gözleri kapalı ellerini kullanamıyor fakat ayakları hala palet vuruyordu… Son bir tecrübe daha. O gün hepimiz Yalova'ya ulaştık kimimiz 4 saat 58 dakikada, kimimiz 8 saat 24 dakikada! Birliğe dönüp harita, pusla Travers eğitimi için ormana daldık 4 saat yürüyüp 4 hedef bulacaktık. O eğitimde bitti gece saat 02:00'de Lastik komando botları ile Karadeniz'de 6 saat kürek çekip belirli hedeflere ulaşacaktık. Kürek çekenler arasında oturarak uyuyanlar görmeye başladım. Uyuyorlar ama yine de kürek çekmeye devam ediyorlardı.

224

O gece 3 arkadaşımız uyurken kürek çekerken Lastik bottan denize düştü. Soğuk suda ayılıp tekrar lastik bota çıkıyorlardı. 13 aylık SAT kursu sonucu 244 kişiden 24 kişi kursu bitirebilmiştik 1 jandarma komando üstteğmen, 2 Eğridir dağ komando okulundan yüzbaşı, 3 deniz subayı ve 18 deniz astsubayı SAT kursunu bitirebilmiştik (kurs birincisini siz tahmin edin!) Bir hatıra, kalbimin 1.5 cm altından bıçaklanıyorum!... 16 yaşında deniz astsubay talebesi bir onbaşıydım. Arkadaşım Hüseyin Marangoz ile İskenderun deniz eğitim alayının nizamiyesine yaklaşmıştık ki; bir anne ile onun genç kızına 9-10 kişinin elle sarkıntılık yaptığını taciz ettiklerini görüp hemen müdahale ettik. Adamlar bizden çok büyük ve iri yarı olmalarına rağmen (Biz 16 yaşındayız) kavgadan kaçmayıp dövüştük. Bir ara bu mücadeleden galip çıkamıyacağımızı anlayıp, elime bir taş geçirip çoğunu indirdim aşağı… Hava kararmıştı. O ara nizamiyedeki nöbetçi erler düdüklerini çalıp koşarak bize yardıma gelirken, adamlarda kaçmaya başladılar. Bizde bazen hızlı adımlarla, bazende koşarak şaf şuf çamurda koşar gibi ayakkabılarımdan gelen acaip seslere aldırmadan nizamiyeden girip kaldığımız 2. bölükten içeri girerken, arkadaşlarımın beyaz üniformamın altına çok dikkatle ve korku ile baktıklarını fark ettim.

225

Başımı eğip göğsüme ve pantolonuma baktığımda kıpkırmızı olan üniformamdan göğsümden bıçaklandığımı anladım. Ayakkabılarımın içinde bile kan birikmişti, anlaşılan koşarken o şaf şuf sesleri oradan, ayakkabılarımdan geliyormuş!... Arkadaşlarım hemen beni revire götürdü, doktor üstümü çıkartıp sırt üstü yatırdı beni. Yattığım sedyenin yanında bulunan camdan arkadaşlarımın göğsüme olan korku dolu bakışları beni de korkutuyordu, hiç unutamam… Kalbimin 1,5cm altından bıçaklanmıştım. Dr. Biraz pansuman bant vs yapıp esas müdahale için beni aşağıda sahildeki Deniz Hastanesine yollamak üzere bir jeep ve şoför birde bana muhafız bir er verdi yanıma, refakatçi. Şoför beni hızla hastaneye yetiştirmek isterken arabanın sağ ön tekerleğini sağdaki kaldırım çıkıntısına veya bir büyük taş`a çarpınca, jeepin taklalar attığını hayal meyal hatırladım, bayılmışım!... Hastanede kendime geldiğimde gece yarısını geçmişti zannederim. Elim hemen sol göğsüme gitti, sargı bezleri pamuk ve bantlar vardı. Anlaşılan ilk müdahaleyi yapıp dikmişlerdi. Soluma döndüğümde filmlerdeki gibi eli ayağı alçılı havada, askıda ve sarılı bembeyaz kafasında sargılar olan biri yatıyordu. Sağıma döndüm ne göreyim aynı manzara!... Uyumuşum herhalde verilen ilaçların etkisinden. Sabah hemşire elinde kahvaltı tepsisi ve bir sürü ilaçla geldi yanıma ona "abla dün akşam sağımda ve solumda kimse yatıyor muydu?" diye sordum, heyecanla…

226

Güzel hemşire "evet seni getiren şoför ve refakatçi er vardı, öldüler gece morga kaldırdık verilmiş sadakan varmış" dedi. Çok üzülmüştüm, keşke bana olsaydı da onlar yaşasaydı diye geçti aklımdan. (Hala o iki aileyi ziyaret ederim. “Namık senide çocuğumuz gibi seviyoruz, sık sık uğra“ derler.) 7 ay İskenderun deniz eğitim alayında gemicilik ve piyade eğitimi yapmıştık ve İstanbul'a sabah tren ile döneceğimiz son gün gelmişti bu olay başıma. Öğlene doğru 500 kişilik sınıf arkadaşlarım bando ile deniz hastanesinin önüne gelmişlerdi, ben camda onlar aşağıda yolda el sallaştık ve gittiler. Dr. Yanıma gelip kalbimin 1,5 cm altından geçen bıçağı, nasıl diktiğini tetanoz aşısını ve ne kadar kan kaybettiğimi anlattı. Aşağı yukarı 1.5 üniteden fazla kan verdiler bana. 1 hafta sonra İstanbul'a döndüm, 10 gün sonrada akrobatik jimnastik şampiyonasına girip ,Özdemir ile madalya kazanmıştık! Türkiye akrobatik jimnastik müsabakasına girip birinci olmuştuk. Güverte sınıf okulu o yıllarda yassıadada idi. (60 ihtilali olduğu gün bizi yassı adadan Heybeli adaya götürüp bizim odalarımızı yassı ada sanıklarına verdiler!...) Birliğime katıldığım gün, sınıf subayımız beni sınıfların taburda olduğu an öne çıkardı ve “Biz donanmaya kavgacı, döğüşcü değil, Radarcı, Sonarcı, Telsizci centilmen deniz as subayları yetiştiriyoruz” demişti ve ben çok utanmıştım. Zaman geçtikce derslerde en iyilerden, sporda birincilikler aldığımda ve sicilim yüz üzerinden yüz olunca, aynı sınıf subayımız Donanma komutanımızın önünde üstün hizmet ve başarı şildi vererek tebrik etmişti beni!...

227

AKTİVİTEYE ÖZGÜ EĞİTİM!... SAT`lar Mersin’den Kıbrıs’a su altından yüzmeye karar verdik!... Bir Hatıra ve Tecrübe. Yıl 2004 Mersin Anamur’dan Kıbrıs Girne’ye sualtından yüzecektim. 2005 yılında yapacağımız su altında 5 gün 5 gece 5 saat 5 metre derinde yaşama rekoruma hazırlık için yapılan bir proje idi Kıbrıs yüzmesi. Hergün gündüz kapalı yüzme havuzunda sualtında yüzüyor antrenman yapıyorum zannediyordum!... SAT komando hocam Em. As subay Hüsnü Çetin yanıma gelip “Ne yapıyorsun?” diye sordu. Elimden gelse “iyiyim sen nasılsın” diyeceğim ama hocam ve benden çok… çok kıdemli!... nasıl derim!... hemen “hocam Mersin’den Kıbrıs’a sualtından yüzeceğim için sualtından tüple yüzüyor antrenman yapıyorum, ağırlıkla kas gücü dayanıklılıgı ve uzun süreli dayanıklılık antrenmanları yapıyorum” Dedim.

228

Suratıma yarı alaylı yarı kızgın baktı ve “Sen Kıbrıs’a giderken havuzda yüzmeyeceksin, su böyle çarşaf gibi olmayacak, fırtınayla, azgın dalgalarla boğuşacaksın, su sıcaklığıda istediğin sıcaklık derecesinde de olmayacak, yolun yarısını aç, yarısını susuz ve gece yüzeceksin. Bence sen havuzda antrenman yapmıyor dalga geçiyorsun” dedi. İlk işi beni gece ve tüm havuzun ışıklarını söndürtüp kapkaranlık ortamda yüzdürmek oldu. Sonra havuzun ısıtma sistemini kapattı soğuk havada, soğuk suda yüzdürdü, daha sonra gece sualtında yemek yeme, su ve elekrolitli sıvı içme antrenmanları yaptırdı. Hakikaten ben 38 saat su altında yüzeceğim Kıbrıs’ta havuzun dibindeki fayansları saymayacaktım zira, aşağısı çoğu yerde 1160 metre olacaktı…

229

“İyi bu kadarla yetinir” diye düşünürken 1 hafta sonra havuza gelip “yarın gece Karadeniz’e, kilyos’a gidiyoruz, dalgalarla boğuşacaksın, üşüyeceksin, yönünü kaybedeceksin ve kaybolduğunda hangi işlemleri yapacaksın, onları çalışacağız” dedi. İşi bayağı ciddiye alıyordu SAT as subay Hüsnü Çetin Hocam… onu da yaptık, 3 gün sonra gene geldi ve “evde küvette 20 kg tuz at, bir çuval buz al koy ve su doldur ve içine gir! Banyonun ışığını söndür 6 saat sudan çıkma” demez mi! Ölür müsün, öldürür müsün! Ne yapalım. SAT as subay Hocamın sözünden asla çıkamam. Derken bir gün “Her gün 10.000 adet “floater kick” dediğimiz sırt üstü yatıp palet vuruyormuş gibi makas hareketi egzersizi verdi. Önceleri 200, 200 adet, sonraları 500, 500 adet (Sağ ve sol bacakla) en sonunda 1000 adet x 10 kez = 10.000 adet yapabildim. Daha sonra gözüme siyah bir band kumaş bağlayıp yaptırdı hareketleri, sebebi gece ortamı yaratmakmış!... Bazen aç yüzdürüyor, bazende tıka basa yedirip yüzdürüyordu, ben hiç anlam veremiyordum. Sebebini sorduğumda “sonra öğrenirsin” diyordu. İlerleyen günlerde Kilyos’a gidip akıntıya karşı su üstünden, su altından yüzdürdü, dağlarda koşturdu vs. vs.

230

Yüzme vakti yaklaştı Anamur’a ordu evine yerleştik. Ben dalıp yüzmek koşmak istedikçe O “Yavaş ol oğlum, dinlen, enerji topla, yat, uyu” filan demeye başlayınca “hocanın kafasına taş filan mı düştü, yoksa insafa mı geldi” diye düşünmeye başladım. Son 4-5 gün hep germe, esneme yaptırıyor hafif yürüyüşler, nasihatlar ve uyku ile geçmeye başladı.

Namık Ekin Anamur’dan Kıbrıs’a yüzdü Hürriyet gazetesi 62 yaşındaki emekli Su Altı Taarruz (SAT) komandosu Astsubay Namık Ekin, Mersin’in Anamur İlçesi’nden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne su altından yüzme denemesini başarıyla tamamladı.

31 Ağustos 2004 — Yetkililer, bunun bir rekor olması için ilgili makamlara başvurmaya hazırlanıyor. HABERİN TÜMÜ “Hocam formdan düşüceğim, çalışalım” deyince bana “Tappering diye bir şey duydun mu?” diye sordu. “Hayır, o ne? Yeni bulunan bir çeşit su altı canavarı mı?” diye cevapladım. Akdeniz’e doğru bakıp eliyle denizi gösterdi ve “orada seni acı, ter, kan ve gözyaşı bekliyor, dinlenmelisin” dedi.

231

38 saat sualtından yüzdükten sonra Kıbrıs’a en sonunda ulaştık… Hakikaten dediği gibide oldu. Palet vurmaktan kasıklarım, dizim, belim, sırtım ağrıyordu (ACI) sıcak Akdeniz suyu ve kalın balıkadam kauçuk elbisenin içinde TERLİYORDUM!... (Siz hiç denizde terledinizmi?). Ayağımın bazı yerlerini kauçuk patik içinde bandlamayı unutmuştum ve milyonlarca kez palet vurmaktan yarım santim oyup yara yapmıştı ayağımı (KAN) ve binbir mücadele ile 38 saat sonra Girne’ye ulaştığımda Rahmetli Cumhurbaşkanı, barış kuvvetleri komutanı ve tekerlekli sandalyelerinde beni karşılayan engellileri görünce GÖZYAŞLARIMI tutamamıştım. Rekoru onlara tekerlekli sandalye temin etmek için yapmıştım. Sevgili ve rahmetli Cumhur başkanımız, sn Rauf Denktaş’ın zoruyla.

232

Hastahanede tedaviye alındığımda Hüsnü Çetin hocam yanıma gelip tebrik etti, sarılıp ağlaştık, yine sert SAT as subay hocası tavrı ile kaşlarını çatarak bakıp “Bir müsabakaya veya rekor denemesine aynı müsabaka ve rekor şartlarını yaşayacağın ortamda hazırlanmalısın” dedi. Ondan sonraki tüm rekor denemelerime onun gösterdiği, öğrettiği gibi hazırlandım. Yani ACI, TER, KAN ve GÖZYAŞI prensibine göre. Bu tip antrenmanların antrenman bilimindeki ismi “Sport Specific training” olarak geçmekte, yani spor branşına özgü antrenmanlar. Hastanede kaldığım sürece ne tuvalette ne odamda, hiçbir yerde ayna olmaması çok dikkatimi çekmişti. Bir ara hipoglisemiden, kan, kas, karaciger, beyin şeker depolarımın boşalmasından yere düşerken başımda nöbet tutan SAT Erdal as subay son anda yere kafamı çarpmak üzereyken omzumdan yakalamış! Sonra rahmetli Cumhur başkanımız beni ziyarete geldi. “Ayna yok burada hiç” dedim… güldü “Ben çıkarttım tüm aynaları, vücudun çok tuz emmişti Akdenizde, yüzün ve dudakların yam yam dudakları gibi şişmişti, kendinden korkmayasın diye aynaları çıkarttık” dedi. Nur içinde yatsın. O rekoru hep beraber kırdık, Sat’lar, şişli su altı balıkadamları, Alb. Remzi Karaca, Dz.KK. Sevgili komutanım Özden Örnek, Sevgili kardeşim Kor. Amiral Lütfü Sancar (50 yıldır tanışırız, deniz harp okulu talebelerine judo öğretiyordum ve o zamanlar büyük bir rekabet içinde geçen 19 Mayıs gösterilerine birlikte hazırlanıyorduk, çok iyi disk, cirit atardı lütfü amiralim)

233

Teknedeki ailem, Eşim, kızlarım, kardeşim sevgi, Emin ağabeyim, güzel eşi Fazike! Guinness’ten Prof. Orhan Kural, Çapa sualtı hekimleri kardeşlerim, A-8 ağ gemisi mürettebatı, Donanma, deniz kuvvetleri tüm personeli ve isimlerini yazamadığım can yoldaşlarına binlerce teşekkürler.

Namık Ekin, dün saat 09:30’da Anamur Burnu’ndaki iskele sahilinden daldı ve su altından yüzme denemesini saat 23:30 sıralarında Kıbrıs’ta Girne sahilinde noktaladı. Namık Ekin, 67 kilometrelik mesafeyi 38 saatte tamamladı. Dalışı 30 Ağustos Zafer Bayramı için yaptığını söyleyen Namık Ekin’e yüzme sırasında, 20 kişilik bir SAT komando timi, bir karakol botu, deniz altında köpek balıklarına karşı korunma amaçlı demir kafes ve bu kafesi çeken bir tekne eşlik etti. Ekin, Girne’ye varışında KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Tevfik Özkılıç tarafından karşılandı. Ekin ayağında palet vurmaktan oluşan yaraların dikilmesi için 4 gün hastanede kaldı.

234

SAT komandoları 26 dakika tarih yazdı! AA | Süveyş Kanalı açıklarında Kongo bayraklı gemiye yapılan ve Türkiye'nin yakın tarihinde tek seferde en yüklü miktarda eroinin ele geçirildiği operasyonda, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının Sualtı Taarruz (SAT) komandoları önemli rol oynadı. Gemiye botlardan çıkan ve helikopterden iple inen komandolar, operasyonu 26 dakikada başarıyla sonuçlandırdı.

Olağan üstü görevler olağan üstü bireyler gerektirir.

235

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Demokratik Kongo Cumhuriyeti bayraklı "Commander Tide" isimli gemide uyuşturucu bulunduğu ihbarının alınmasının ardından gemi takibe alındı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Merkezince takip edilen gemiye ilişkin Sahil Güvenlik Komutanlığının desteklenmesi için Seahawk helikopterinin bulunduğu ve SAT Görev Timinin de konuşlu olduğu fırkateyn görevlendirildi. Akdeniz'de uluslararası uyuşturucu kaçakçılarına operasyon Süveyş Kanalı kuzeyine intikal eden fırkateyn tarafından keşif ve gözetleme faaliyetine başlandı. Fırkateynden havalanan helikopter tarafından ticari geminin yeri teyit edildi, ardından Sahil Güvenlik Komutanlığı koordinesinde 2 Haziran'da operasyon başlatıldı. Operasyon kapsamında SAT timinde görevli komandolardan bir kısmı botlarla gemiye yaklaştı. Bu sırada geri kalan SAT personelini taşıyan helikopter de fırkateynden havalandı. Komandolar eş zamanlı olarak botlardan ulaştıkları ve helikopterden iple indikleri gemiye çıktı. Komandolar kısa sürede gemi personelini kontrol altına aldı. SAT komandolarının operasyonu 26 dakika içinde başarıyla tamamlandı.

236

"Commander Tide" isimli gemi, kontrol altına alınmasının ardından kolluk kuvvetlerince yapılacak detaylı incelemeler için Sahil Güvenlik Komutanlığının 2 arama kurtarma gemisi eşliğinde 4 Haziran'da Aksaz Deniz Üs Komutanlığına getirildi.

Aramalara "Çakıl" da katıldı Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Muğla Narkotik Birimi ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ekiplerinin gemide yaptığı aramalara SAT personeli de eşlik etti. Aramalarda, Sahil Güvenlik Komutanlığının "Çakıl" isimli narkotik madde arama köpeği de görev aldı. Geminin sintinesinde kilitli bölmelerde 40 çuvalda yirmi beşerli paketlerde olmak üzere bir ton 71 kilogram eroin ele geçirildi. Bunun, Türkiye'nin yakın tarihinde tek seferde ele geçirilen en yüklü miktarda eroin olduğu belirtildi.

237

Operasyonun, 22 Mayıs 2016'da Akdeniz'de düzenlenen bombalı terör saldırısında şehit olan Sahil Güvenlik Komutanlığı mensubu Er Alper Al anısına ithaf edildiği kaydedildi. Bu üstün başarılarından sonra sat’lar genel kurmay başkanımız, kuvvet komutanlarımız tarafından ödüllendirildiler. Onların kahramanlıkları anlatmakla bitmez, gelin onların kahramanlık, başarı, motivasyon ve performans geliştirme prensiplerini nasıl yaşamda, ticarette ve sporda uygulayacağımıza… Bölümün Referansları: ABD Bob Robert Gallagher. Navy seals special operations. What is hapening in middle east John Grimek. Rouge Warrior Richy Marchinco, The Red Cell Marchinco. The play, Barbara Jordan, Fighting spirit Sam Snead, US Navy instructor school Norfolk Virginia. US lack land air force leadership school, ABD Naval Amphibous training command ders notlarım. Us navy seal Nato training Recconnaissance course Norfolk– Virginia. KLM royal dutch air lines airline security division notlarım ve yaşadığım hakiki olaylar.

BÖLÜM: 3 SAVAŞTA, SPORDA, TİCARETTE, YAŞAMDA MOTİVASYON VE PERFORMANS

238

SAT KOMANDO BAŞARILI OLMA 24 PRENSİBİNİN (ASLINDA KANUN GİBİDİRLER) YAŞAMDA, TİCARETTE VE SPORDA UYGULANMASI… ABD`de SAT ihtisasında iken (1970 Vietnam savaşı devam ederken) Naval schools command virgina öğretmenlik okulunda, Texas–San Antonio Savunma bakanlığı qualification okulunda ve US NAVY SEAL gelişim kurslarında, liderlik ve öğretmenlik derslerinde okutulan konuların bir sentezini yaptım. 24 emir & prensip olarak bizlere okutulan "Girişimcilik ve başarı" konusu günümüzde ticari şirketlerin, holdinglerin iş performanslarını, personel performanslarını ve spor kulübü, federasyonların başarılarının artırılması için ögretilmektedir. Bir çok SAT hocası arkadaşımız, SAT komandoları bazen bende konu ile ilgili konuşmalar (Motivation & success) yapmaktayım.

1. Prensip: ZAYIF TARAFINIZI GÜÇLENDİRİN “Zayıf insanlar intikam alır, güçlüler mükemmel insanlar unutur geçer”

afeder,

“Asla çok sesli, gürültülü olanı güçlü sanma, sessizliğide zayıflık” Bazen en büyük zayıflılığınız ile karşı karşıya gelmedikce, ne kadar güçlü olduğunuzun farkına varamazsınız.

239

Çoğu zaman asker ve sporcu arkadaşlarım, benim çok sakin ve sabırlı olduğumdan şikayet ederler “Ona neden bağırmadın, bak sana fırça attı, aslında sen haklıydın, niye bağırıp reaksiyon göstermedin, seni adam göğsünden itti, hala eğilip özür diliyorsun, sen ne biçim siyah kemerli judo, karateci ve sokak döğüşcüsüsün” der dururlar. ”Yaşamda, ticarette, sporda ve savaşta çabuk reaksiyon verenler hep kaybedenlerdir” W. Cooper. Patron veya binbaşım bana bağırdığında onun cigerini sökecek güçteydim ve hala öyleyim, yapmalımıydım? “Zayıf davranışlar, zayıf karekter oluşturabilir” Bazen en büyük zayıflılığınız ile karşı karşıya gelmedikce, ne kadar güçlü olduğunuzun farkına varamazsınız. Zayıf, güçsüz olmayı asla kabul etmeyin, ne olduğunuz değil ne olacağınız önemli, mücadele edin, savaş verin, kafanızdaki hurda, çöp düşüncelerden kurtulun, pençelerinizi gösterin. Zayıf davrandıkca, bu zayıf tarafımız karakterimiz olabilir, dikkatli olmalıyız. Bu zalim, gaddar dünyada, yumuşak kalpli olmak cesarettir, zayıflık değil, ama anlayana!... Sessizliğiniz zayıf tarafınız değildir. Belkide intikam alma zamanınız yaklaşmaktadır!... Sizlerin nazik, kibar, saygılı olmanız başkaları tarafından, zayıflık olarak algılanmamalı, herkese karşı nazik olun ama!...

240

birisi size, sevdiklerinize, ailenize, birliğinizdeki fertlere karşı kaba, hoyrat davrandığında, ona yapacağınızla, ömür boyu sizin güçsüz olmadığınızı hatırlayacaktır, bu yüzden bir çok yönünüzle güçlü olmak zorundasınız bu zalim dünyada. Ne kadar daha ilerleyeceğiniz hakkında şüpheleriniz olduğunda, ne kadar uzun yol aldığınıza bir bakın, kazandığınız her savaş, atlattığınız her korku, kazandığınız veya kaybettiğiniz her müsabaka, her arkanızdan hançerlenmeler sizi dahada güçlendirecek, yeni bir siz yaratacaktır. Bir kişinin güçü aslında onun en zayıf noktasıdır, o zaman zayıf taraf en güçlü özelliğiniz olabilir!... Derin düşünürseniz, sizi güçlü yapan geçmişteki o korkular, o çekinmeler, tırsmalar olduğunu göreceksiniz. Dilimizin kemiği yoktur ama birisinin kalbini kıracak kadar güçlüdür!... Bu yüzden konuşurken çok dikkatli olmalı, kelimeleri çok dikkatli seçmelisiniz. Her şeyin başlangıcı tatlıdır ama zaman geçtikce hakiki tatları, renkleri ortaya çıkar, dikkatli olmalısınız.Bu, şu anda yaşadığımız günü bir daha asla yaşayamayacak, dönemeyeceksiniz bu güne, bu gün artık dün olacaktır, Bu günün şu anın değerini bilin, belki yarın asla olmayacak! Bu gün güçlü olmanız icab eden gün…

241

Havadan denize indiler, oradan su altına ve şimdi karadalar, SAT`lar… Dünyamızda bu solungaçlı ve kanatlı tek yaratıklar! ülkemizde yaşarlar… “Ülkem, ailem, takımım benim güçlü tarafımdır, aynı zamanda zayıf tarafım” Zayıflar sık sık düşer, güçlüler hep ayakta kalanlardır. Sizlerde asla altta kalmamalısınız. Güzel, tatlı gülücüklerin altında, arkasında gizemler saklıdır, En güzel gözler en çok göz yaşı akıtan gözlerdir, En çok acıyı hissedenlerde en iyi kalplilerdir.

242

Siz insanları zayıf, iyi bir kalbiniz olduğu için affetmezsiniz, Siz insanların hata yapabileceklerini bilecek kadar güçlüsünüzdür. Yaşam mutluluk ve göz yaşları ile doludur, Güçlü ve inançlı olmalısınız. Unutmayın emrinizde veya altınızda eve, şirkete, savaşa ekmek götürecekler varsa; güçünüzü kullanıp üstünüzdekileri paçavra edemezsiniz, sakin, soğukkanlı olup olayı her zaman bir masaya yatırıp plan yapmalı, çözüm aramalı, neticeleri düşünüp çabuk ve yanlış Reaksiyon göstermemelisiniz. Çabuk reaksiyon gösterenler bazen çabuk kaybedenlerdir. Çabuk reaksiyonlarınızı sizi yok etmeye çalışırlarken gösterin… Farzedelim rakip şirket sizin sahanıza girdi, sizin adamlarınızı satın aldı ve sizin pazarınızı kaptı!.. Hemen çabuk reaksiyon gösterirseniz adamı parçalar, intikamınızı alıp, tatmin olursunuz ya firma, fabrika, holding ne olacak, altınızdaki onca insan eve nasıl ekmek götürecek, sizin eşiniz, çocuklarınız, aileniz ne olacak, emrinizdeki askerleri neden geriye çekmiyor, daha emniyetli bir yerde yeni planlar yapmıyor, sakin olup ikinci bir hücum planlamıyorsunuz? Gücünüzün esiri olmayın. Yaşamda, sporda, ticarette ve SAT`ta bazen galip geldik bazende acele edip, güçlü olduğumuzu sanıp, yanlış kararlar verip maglüp olduk yenildik, kaybettik...

243

Ama her ne olursa olsun, yenilgi son sonuç değildir, daha yapacak o kadar çok şey vardır ki siz bile gücünüzün farkında olmayabilirsiniz, önemli olan o gücü iyi, dogru zamanda kendi doğru sıklıkta, doğru süre, doğru tip ve modelde lehinize kullanmaktır. İşte o zaman rakip firmayı, takımı yener düşmanınızın üstesinden gelebilirsiniz. “Her kim ki birini yener bu kuvvettir, tekniktir, kişi kendini yenerse güçlüdür” J. Kano Yaşamda daima sabırlı ve sakin olmalısınız, çabuk parlayıp, çanuk ve yanlış reaksiyonlar göstermemelisiniz, er yada geç yaratan sizin çabalarınızın, savaşınızın kazanılmasında size yardımcı olacaktır. Bir çok şeyin ters gittiği zamanlarda hemen pes etmeyin o ünlü Kızılderili sözünü hatırlayın… “Uzunca bir uçurumdan karşıya atlayacaksanız, önce 15-20 adım geriye gelin ve düşünün!...” O, 15-20 adım hayatınızda büyük değişikler yapabilir, siz yeniden yaratabilir ve size işinizde, sporunuzda, ticaretinizde, savaşınızda zafer kazandırabilir. Bazen gücünüzü bir yerlerde durdurmak, kullanmamak, size yine zafer kazandırabilir. Birgün, çökebilir, dibe vurabilirsiniz. O harika gücünüzden eser kalmayabilir, en iyi arkadaşlarınız sizi arkanızdan hançerleyip,

244

terk edebilir, çalışanlarınız, dostlarınız hatta eşiniz bile sizi terk edebilir… zira eski gücünüzün bittiğini, tükendiğini biliyorlar artık. Yılmayacaksınız, siz bir savaşcısınız, zaten güçlü ve savaşcı olmasaydınız buralara kadar tırmanamazdınız. “Bir kadın ne kadar güçlü olursa olsun bir zayıf tarafı vardır, bazen ihtiyacı olan şey, tek bir sarılmak, bir küçücük öpücük olabilir” Şimdi geçmişte yaptığınız gibi, tekrar ayağa kalkıp ileri doğru adımlar atmanızın zamanı tekrar gelmiştir. 7 kez düşsenizde 8 kez ayağa kalkmalısınız. Güçlü insanlar, sevdikleri onları arkadan hançerlese, bıçak batırsa, yalnız bıraksa, yere vursalarda, her şeye rağmen ayağa kalkabilen güçlü insanlardır, onların sorumlu oldukları, timleri, işcileri, dostları, sporcuları, okurları! Aileleri vardır. Yumruklarınızı sıkın ve savaşın, mücadelenin içine yeniden planlar yapmış şekilde perçinlenin, katılın, yapışın. Aynı biz SAT`ların, askerlerimizin Korede, bizlerin Kıbrısta, kardak`ta, Bosna’da, dünyanın pek çok yerinde yaptıklarımız gibi!... Savaşta, ticarette, sporda, yaşamda aynı benim gibi zayıf taraflarınızın (Benim zayıf tarafım sık sık yardım ve iyilik yapmaktı!... ’hayır’ diyememekti...) üstesinden gelerek, eksiklerinizi tamamlayarak daha iyi olmak için mücadele edin, bugün, dünden daha iyi olmak için savaş verin, o gün belki bugün!... o güç sizde var.

245

2.PRENSİP-KORKULARINIZIN ATIN, TEK BİR ADIM

İÇİNE

ADIM

VE... YAPTIĞINIZ İŞİ ALDIĞINIZ NEFESTEN DAHA ÇOK SEVİN… “Korkularınızın vermeyin”

sizin

geleceğinizi

planlamasına

izin

“Cesaretin anlamı kormadığınız değildir, Cesaretin anlamı korkularınızın sizi durduramadığıdır” “Bir şeylerin yanlış gideceğinden korkmayın, nelerin iyi gideceğini düşünün” “Bir gün gelecek kalbimiz atmayı durduracak, korkularımızın hiçbir önemi kalmayacak, önemli olan nasıl yaşadığımız” “Korkuyla ilgili en güzel şey, üzerine doğru koştuğunda uzaklara kaçmasıdır” “Her zaman kulaklarımızda çınlayan bir ses vardır, korkunun sesi ve özgüvenin sözü. Biri duyuların yaygarası, diğeriyse yüksek benliğin fısıltısıdır” Charles Newcomb

246

Arkadaşım, Mustafa ile kavacık viyadüğüne çıkmış, aşagıdaki göle olan yüksekliği ve paraşütlerimizin açılıp açılmayacağını düşünüyorduk. Göl, bitki örtüsünden olsa gerek yeşilleşmişti. Aşağıya bakıp dururken 20 dakika geçmişti bile... atlamalımıyız? diye düşünüyorduk. Yükseklik 38-42m arasındaydı ve bizler daha önce böylesi bir BASE jump atlayışı yapmamıştık. Benim sağ dizim 46 yıl önce eski tip bir menisküs ameliyatı geçirdiğimden artık 90 dereceden fazla bükülmüyor ve artık karaya atlayamıyordum, Hep, göl, deniz, dere vb... atlayışlar yapıyorum, dizim sert yere atlamama izin vermiyordu!... Yaş’ta 76 gibi bir rakama ulaştı!... eskiyoruz biraz. Siz okurlar, birkaç fazladan doğum günü kutladım diye sakın beni yaşlandım sanmayın!... Birkaç ilmi ve cesaret verici konuşma yaptıktan sonra atlamaya karar verdik ve atladık. Aşagı bakarken, paraşüt açılsın diye dua ettiğimin farkına vardım. Yeşil su sanki hızla suratıma doğru geliyordu. Geri dönüş şansımız yoktu artık.

247

Açıldı paraşütler ve bir ooohhh sesi geldi, birbirimize baktık suya inince, çok mutlu ve çok gururluyduk. Heyecan ve adrenalin ardından mutluluk ve öz güven. Korkunun sesine esir olup ona teslim olsaydık, bu heyecanı hiç tadmayacaktık, neşeli, zevkli bir günü, korkunun içine tek bir adım atıp onu yakalamıştık, yaşamıştık. Bir şeyleri yapmak için kıvranıyor korkuyormusunuz? yeni bir iş, yeni bir fabrika, yen, bir ortaklık, yeni bir müsabaka veya yeni bir taaruzmu (Afrin gibi) açacak, yapacaksınız? Veya bir pilot, bir hostes, polis, Sat, bordu berelimi olmak mı istiyorsunuz? İlk adımı akılla atın ve yapın, korkularınızın içine bir adım atın ve yenin o korkuyu, korku sizden korksun!... Yapabilirim diyebilmeniz lazım, iyi askerler, iyi iş adamları, iyi sporcular, iyi yöneticiler hep bu kelimeyi kullanmışlardır, “yapabilirim” bu hayal bile olsa gerçekleşebilir bunu unutmayın. “Hayal etmezsen gerçekleştiremezsin” Askeri okulda Türkçe hocam kompozisyonlarımı çok severdi ve beni hep kitap yazmaya teşvik ederdi bense imla hatalarım çok olduğundan yazmaya korkardım hep, (Halada öyle... ah şu nokta, virgül, soru işaretleri, ünlemler, özellikle ’G’ ile yumuşak Ğ‘leri karıştırmam var ya… aahhh), hala da gördüğünüz gibi öyle!... ama Allahtan ülkemizde çok iyi editörler var, hatalarımı düzeltiyorlar.

248

Artık yazmaktan korkmuyorum, düşüncelerimi doğru ifade ettikten sonra varsın bir virgül yanlış olsun, nasıl olsa iyi bir arkadaş, iyi bir editör, iyi bir yayın evi sahibi her zaman var. Kitabın bu gün basılmasa, yarın basılabilir, korkmuyorum yazıyorum ve artık Boğaz köprüsünden, FSM köprüsündende paraşütle atlayabiliyorum, sizde yapabilirsiniz, bir küçücük adım yeterli!...

O ilk adımı atmak, her zaman kesin iyi sonuç verecek demek değildir ama ileride okuyacağınız “Savaşcı ruhu geliştirmek” konusunda göreceğiniz gibi, her şey iyi gitmediğinde daima ikinci bir şans vardır konusunda da göreceğiniz gibi, özgüveniniz, bilginiz, tecrübeniz ve yürekliliğiniz sayesinde sonuca gidecek, başarılı olacaksınız. “Savaş bir cehennemdir, yakar insanları, ruhlarınıda. Savaş barışı çözme problemlerinden korkakca kaçmaktır”. W.J.

249

Bir faydası iyi bir öğretici olmasıdır. Savaşcı arkadaşlarınızla, SAT’ta olduğu gibi kardeşliği, paylaşmayı, birbirinizin arkasını kollamayı öğrenirsiniz, aynı bir takım oyunu gibidir, rakibin boşluklarını, zayıf taraflarını bulur, oradan girersin. Düşmanın, rakibin bir hata yapıyorsa kesme!... bırak yapmaya devam etsin… onun yaptığı hatalar senin yaşam sigortandır... denir. Aynı ticaretteki gibi, karşındaki rakibinin değil, kendinin ayakta kalmasını istersin. Hani derler ya “Kolay başarılara giden yollar lağımlardan geçer” diye. Aslında rakip firmaları batırmakla, onların ailelerini aç bırakmakla, kendi pis ego, larını kendi ruhunu lağımlara batırıyorsundur. Yaşamda hiç bir iyi savaşa ve kötü barışa rastlanılmamıştır. Onlarında bir ailesi, çocukları olduğunu unutur, yeryüzünden silmek istersin düşmanını. Liderlik, onur, alçak gönüllülük öğretir sana ama karşındakini yok ederek… Bazıları savaş çığlıkları, naraları atarken, iyi askerler barış için dua ederler. Bu askerler en derin yaraları, acıları, yaşayan, katlanan, dayanan kişilerdir. Çoğu evine, çocuklarına ekmek götürmek için asker olmuştur, vatanınını çok sevsede. Savaştan galip gelip kurtulabilirsin ama yaptığı depremden, yıkıntılardan, yaralardan, tahribattan, pislik ve artıklardan asla! Belki bir süre, bazı zamanda bazı insanları öldürebilirsin ama tüm zaman sürecinde tüm insanları öldüremezsin. Savaşı, görenler, yaşayanlar, gecelerin sessiz karanlığında o yaşadıklarını unutamaz, görmeye devam eder, durduramazlar, çığlıklar kulaklarında, yattığı odanın duvarlarında yankı yapar durur.

250

Aslında; Savaşta askeri korkutan ölüm korkusu değildir, savaştan sonra yeniden yaşamaya başlayamama korkusudur o… Mücadelede her şey yanlış gittiğinde sana bir çok şey öğretir savaş, hayatta kalmak, ilk öncelikli öğretilerdendir. asker önündeki düşmandan nefret ettiği için değil, arkasındaki sevdikleri için savaşır. Bir spor takımı gibi problemleri birlikte çözmesini öğrenirsiniz ve çözersiniz, aynı bir orkestranın uyumu içersinde. Korkularınla yüzleşir, ya utanır yada kendi kendini sorgularsın. Bazende “Benim buralarda ne işim var” diye düşündüğün olur. Herkes kahraman olmak ister ama kahramanlık çoğu zaman yürekle değil, tesadüflerlede oluşur. Aslında öldürdüğün, politikacıların savaş meydanlarına sürdüğü, ana baba çocuklarıdır, aynı senin gibi… Eline bir silah verilir ve sana insanları öldürülmesi öğretilir. Öldürürsün!... Meydana getirdiğin cesedin cebinden, eşinin ve çocuklarının gülücüklü resimlerini bulursun, arkası yazılı… “Kendine dikkat et, seni seviyor ve özlüyoruz, çabuk dön” yazılıdır ama dönüş eylemi gerçekleştirilemeyecektir. Baktıkca resme üzülürsün, ya o seni öldürseydi, o kahraman!... olsaydı, diye geçer aklından. Ailesi yemek masasının etrafında otururken, senin kahraman, onun şehit olduğu kişinin evindeki masadaki tabak, kaşık çatala, bakar, bakar durur anne, kız ve çocuk, gözleri yaşlı!... o tabak uzun yıllar orada boşu boşuna sahibini bom boş bekeyecektir, sonsuza dek. Savaşın sonunu yalnızca ölüler görür denir, çünkü sağ kalanlarda artık ölü gibidirler!...

251

Hayallerinizden asla ve asla vazgeçmeyin. En iyi yapacağınız şey, hayallerinizi beyninizden dışarılara taşımak ve onları gerçekleştirmeye çalışmak, gerçekleştirmek olsun. Hayellerinizi masaya yatırın, plan yapın, başarmak için harekete geçin ve benimde korkarak yaptığım gibi o küçücük adımı atın ve başarın. Bunları gerçekleştirmek isterken önünüze çıkacak engelleri aşmaya çalışın, aşın o engelleri altından geçin, üstünden atlayın, etrafından dolaşın, olmadı içinden geçin ve aşın o engelleri… “Kıyametin kopmasını kopmaktadır.” A.Camus

beklemeyin,

o

hergün

BAŞARISIZLIK, KORKULARINIZ SİZDEN KORKSUN, KORKULARINIZIN İÇİNE ADIM ATIN... Japon savaş sanatları kitaplarını okuduğunuzda bir çok Samurai ve judo kitaplarında büyük ustaların güzel sözlerine rastlarsınız. "Korkularımız beynimizin izin verdiği kadar derindir" veya "Esas başarı, başarısızlık korkusunu içimizden atmaktır" gibi... inanılmaz iyi düşünülmüş güzel sözlerdir ve doğrudurlar.

252

Zaten Japonlar küllerinden yeniden doğmuş bir millettir, ülkedir. Yaşamımızda kuşkular, korkular etrafımızı ahtopotun kolları gibi sarmıştır. Cesurluğa, kahramanlığa, korkusuzluğa nasıl adım atacağız? Saldırgan, agresiv şekilde korkularınızın içine dalın "Korkaklar bin kez, kahramanlar ise bir kez ölür" sözünü hatırlayın. İşte bu adım, korkusuzluğun içine atacağınız bir küçük adım, sizi korkusuz, cesur bir savaşcı yapacaktır. Bizler, bilmediğimiz, tanımadığımız şeylerden ürker, korkarız. Şayet korkularımızı yenemiyorsak biz onu korkutmalıyız. "esas başarı başarısızlık korkusunu içimizden atmaktır, ister ticarette, ister spor veya savaşta" Sizi korkutan şeyleri yapın,yapmaya devam edin.Korkularınızı fetih etmenin eniyi yolu budur. Korkunun 2 anlamı vardır, ya her şeyi (Gurur, onur, başarı, kazanma) unutup koşup kaçacaksın veya korkuyla yüzleşeceksin, seçim senin!... Hayatta hiç bir şey bizleri korkutmamalı, korku tanınmalı, yenilmeli. Kaygı, korku düzeyinin yükselmesi zorlama sonucu ruhsal alanda ortaya çıkan tepki olup, aynı zamanda ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak rol oynamaktadır. Zorlanma ile ile ilğili olan duyguların ve çoğu, kaygı, öfke baskı sıkışması olarak sınıflandırılabilir.

253

Kaygı durumunda, ter miktarı. ortaya çıkan bedensel değişimleri saptamak için kan basıncını, solunum sayısı, değişen hormonal seviye, bazal metabolizma beyin elektrik sinyalleri bile değişkenlik arzeder, korkudan daha büyük bir kuruntu, ilüzyon yoktur. Japonlar "cesurluğu nefes al içine çek, korkuyu nefes ver dışarı at" derler. Gelecek ölüm ve yok olma korkususun yarattığı sorumluluk ve sürekli kaygı düzeyi, insana elem veren duyğu fırtınası durumu, insanı mutsuz kılar. Mutluluk, insana haz veren neşe sevinç gibi duyguların yaşaması ya da umut gibi bir duygulanım durumunun beklenmesinden kaynaklanır. Mutsuzluklar gelecek korkusunu artırır, kayğı düzeyimizi yükseltir. Yaptığı işte başarılı olamayan insan, keşke başka bir meslek seçseydim diye pişmanlık duydukca ,yaşamını ve çalışma hayatını başarılı sürdüremez. Başarısızlıkta kaygı düzeyimizi artırır. Korkularımızdan kurtulmanın tek yolu korkularımızın içine tek, bir tek adım atmaktır. Bende herkes gibi köprünün üzerine çıkıp paraşütle denize atlamaktan korktum, korkarım, ama o tek bir adımı atmalıydım, attım. Başka türlü o korkuyu yenemezdim. Korkunun içine tek bir adım atın ve yenin onu. Bu tek adımlık basit hareket, bu basit davranış bir çok sorunun cevabıdır. Biz SAT`ların bir teorisi vardır, yüksekten korkuyorsan dağa tırman, paraşütle atla. Dövüşmekten korkuyorsan judo & Thai boksu veya ju jltsu öğren deriz.

254

SİZ BU KORKUYU YENERSİNİZ Şayet sudan korkuyorsanız yüzme öğrenmenin zamanı gelmiştir, hatta surf yapıp, dalabilirsinizde. Şayet toplum önüne çıkamıyor, bir kızı dansa kaldıramıyorsanız, çıkın kürsüye alın mikrofonu konuşun, Bir güzel gülücükle kızı dansa kaldırın. Şınav, barfikse çekme yapamıyorsanız hemen, hemen şimdi başlayın, sizin yapanlardan ne farkınız var? Ticaretten korkuyorsanız gidin ticaret yapın. Dolandırılmış, kandırılmış, arkanızdan hançerlenmiş olabilirsiniz, belkide sizi kasten, bilerek batırmış olabilirler... kalkın ayağa, tekrar tekrar ticareti deneyin, yavaş yavaş emin adımlarla. ”Tecrübe, insanın hayatta yediği kazıkların toplamına denir” sözünü hatırlayın. "Başarı, başaracağım deyip onun, başarısızlığın üstüne üstüne giden tekrar tekrar deneyen kişilerin kazandığı bir şeydir". Küçükten başlayın, yavaş yavaş büyüyün, merdivenleri adım adım, yavaş yavaş çıkın ki yeniden düşüşünüz yavaş olsun!... Riskleri azaltın ama akılcı riskler almaktan korkmayın. "Ey müminler ticaret yapın, rızkın %90`ı ticarettedir" sözünü hatırlayın (aşağı yukarı bu manada) Oturanın yürüyene borcu vardır, yürüyenin de koşana... koşabiliyorsanız korkularınızın üstüne koşarak gidin, Er yada geç başarı size gelecektir, başarı "Başaracağım" diyenleri daha çok sever. Saldırır şekilde cesurca korkularınızın üzerine gidin, o sizden korksun.

255

İşte tek bir adımla işte, ticarette, sporda, savaşta korkunun, düşmanınızın, rakibinizin üzerine gitmeniz, sizi cesur biri, cesur bir asker, cesur bir ceo, cesur bir holding sahibi, cesur bir sporcu yapacaktır, örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Biz insanlar bilmediklerimizden korkarız, SAT`lar düşmanını bilen, onları çok iyi analiz eden hazırlıklı cesur askerlerdir. Cesur olmanın tek yolu korku ile yüzleşmektir. Mersinden Kıbrısa su altından yüzerek gitmek istiyorsan, FSM köprüsünden paraşütle atlamak istiyorsan bir küçücük adımla korkunun içine atlayıp sen korkuyu korkutmalısın! Başka türlü başarılı, yürekli olamazsın. Yürekli olmak zavallı bir kadını dövmek, yüzünü gözünü morartmak, bıçaklamak, tabancayla vurup öldürmek ve kaçmak değildir, bunu işgal kuvvetleri de yapıyordu zamanında, sınırlarımızda da hala yapılıtor!... bu korkaklık, ödleklik aşağılık kompleksinin göstergesidir. Zor olan o küçücük adımı atmaktır, yapın, atın o adımı... o bir adımı atmakla kendinizi korkuya karşı aşılamış, bağışıklık kazanmış olacaksınız. Beynimizde olan korkuları yine beynimizle yenmeliyiz, çok akıllı bir organdır o (Bende olmayan!...). O merkezi yöneticidir. Tehlikeli durumlarda kaygı düzeyimizin artmasına bağlı olarak endişe, öfke, korku, karamsarlık, sinirlilik ve tedirginliklerimiz artar. Bunlara bağlı olarakta bilinçli yapılacak işlerde duraksamalar, gecikmeler kaçınılmaz olabilir.

256

Tehlike evresinde savaş organizmayı zararlı etkenlerden kurtarırsa zorlanmaya bağlı belirtiler zamanla kaybolur. Tehlike durumlarında organizmamız zorlanmalara karşı bölgesel tepkiler oluşturarak direnç kazanmaya çalışır. Tehlike anındaki belirtilere ek olarak veya onlardan ayrı olarak bedensel belirtiler ve yakınmalar oluşur, bunlar. • İştah kesilmesi, zayıflama • Ağız boğaz kuruması • Yorğunluk, bitkinlik • Baş ağrısı baş dönmesi • Aşırı yemek, şişmanlık • Dengesizlik • Uykusuzluk, aşırı ve düzensiz uyku • Uykuda diş gıcırdatma • Korkulu rüyalarla uyanma • Mide bağırsak bozuklukları • Sese karşı duyarlılık Günümüzün moda hastalığı stres, günün birinde ergeç sırtımıza yapışacak, yapışabilir ve onunla korkmadan mücadele etmeliyiz. Lütfen fan sayfamda MARİA VE KORKUNUN İÇİNE BİR ADIM ATMA konusunuda okuyunuz. Yalnız yanınızda bir mendil bulundurmayı ihmal etmeyin!...

257

Bu aşk hikayesi ABD dergilerinde” An unexpected love story” adıyla yayınlandı… SONUN BAŞI… BİR BAŞ ÇAVUŞUN AŞKI… 1970-ABD judo şampiyonası Texas San Antonio şehrinde yapılacaktı, yani benim SAT eğitimi için gittiğim yerde. Kolum Judo müsabakalarında zorlanmış ve çok ağrıyordu. Lack land askeri hastanesinin ortopedi doktoru, dirseğimi iyice muayene edip rontgene baktığında hayretler içinde kalmış, kah telefonla kah dışarıya, doktor arkadalarına bağırarak hepsini odasına toplantıya çağırmıştı sanki. Herkes, tüm doktorlar gelince “Adamın koluna bakın, biceps kası (Pasu) kopmamış, kası kemiklere bağlayan tendonu kopmamış, tendon kemige bağlı oldugu yerden önkol kemiğini yerinden oynatmış, çok sık görülen bir olay değilmiş. Doktorların arasındaki sarışın mavi gözlü, balık etinde havacı doktor binbaşı bana dönerek “Judo hocasımısınız?” diye sorduğunda ona “Önce Türk SAT komandosu, sonra judocu” falan diyeceğim ama “Evet judocuyum” dedim. “Benim çocuklarımda judo yapmak istiyor, birlikte, nerede öğretiyorsunuz?” Falan filandan sonra, Binbaşı Maria çocuklarını judoya başlattı ve sonra kendi de başladı!... Günler geçiyor, ikimizde sık sık göz gözetakılı kalıyoruz… ama bir türlü açılamıyoruz birbirimize...

258

Ölmeden 3 yıl önce... 1981 ve ilk günler 1970

O bir ABD’li hava kuvvetlerinde doktor binbaşı, ben ise Bir Türk SAT ast subay hocasıyım. Bir gün kendimi, aslında cesaretimi toplayıp Maria`ya yaklaştım ve “Bir Türk SAT as subay sana yaklaşsa ve seni çok beğendiğini söylese ne yapardın?” dedim. Heyecandan kalbim yerinden fırlayıp, sanki onun kalbinin üzerine yapışacak (Ne laf ettim ama !...) Cevabını heyecanla bekliyordum.

259

Gamzelerini ortaya çıkaran güzel, tatlı bir gülücükle “Bende o Türk SAT`a günlerdir sana derin derin davetkar bakıyordum, neden bu kadar açılmakta geciktin derdim” dedi gülüştük. O hafta Judoda madalya kazanmıştım ve verilen Garden partide ilk dansımızı yaparak arkadaş olmuştuk, hemde çok uzun süreliğine. Bir küçük adım, korkuların içine bir küçücük adımı öz güvenle atıp Bir Türk as subayla Bir ABD`li havacı doktor binbaşının aşkı, okyanus ötesinde başlamış oldu!. Bir yıl boyunca nerede ise 2-3 günde bir buluşuyorduk. Bu, gurbetteki bir askerin geçici sevdası değildi… Evinde bana güzel mexico acılı yemeklerinden yapıyor, güzel kokteyler hazırlıyor ve diğer 3 Sat arkadaşımı da sık sık evine yemeğe davet ederek, alçak gönüllülük örnekleride veriyordu. Hatta bir keresinde Türkiyeden gelecek paralarımız geciktiğinde, bize kredi açmıştı… sonra da paralarımız geldiğinde dört SAT arkadaş marketten ona bir aylık kumanya ve hediyeler alıp, çok şaşırtmıştık Maria’yı. Çok güzel resim yapıyordu Maria, evinin duvarları yaptığı tablolarla süslendiğinden ona boya fırça vs... almıştık. Başka gün kulağıma “Namık o gün hediye getirdiğiniz boya ve fırçalar var ya, onlar çocukların boya yapması için olan boya takımlarıydı!...” diye fısıldadı. Biz savaş makineleri ne anlardık sanattan, müzikten, Aşktan! istiklal marşını notaları ile bilsekte, düşman arazisinde keşif yapıp orayı Piccaso gibi resimlesekte, tüm aşk şarkılarını bilsekte!...

260

Texas–San antonio’yadan kuzey’e Virginia’daki US navy seal (Amerikan donanma Sat’ları) ile birlikte operasyonlar, yeni silahlar, taktikler çalışmak üzere intikal ettiğimizde, her gün beni telefonla arıyor, ağlıyor, 2-3 haftada birde askeri kargo uçağı yakaladığında C-130 nakliye uçağı ile ücretsiz, Dead heading crew denen sistemle, para ödemeden sık sık ziyaretime geliyordu. Texas’ta iken o beni, bazende dördümüzü sık sık gezdiriyordu. Onun Virginia’da gezdirme sırası bana gelmişti. SAT arkadaşlarım çok anlayışlı davranıp bizi yalnız bırakıyorlardı, iş ciddiye binmeye başlamıştı ve ben evlenmekten çok korkan bir SAT idim!... korkunun içine adım atmaktan korkuyordum!... Ben Türkiyeye dönünce, Maria 2 kez İstanbula geldi. SAT`tan ayrılıp Köln spor akademisinde Hocam W. Hofmann ile judo antrenman bilimi çalışırken 1 kezde Almanyaya geldi. Beni ABD`ye götürmek evlenmek istiyordu ama o yıllarda ben judoya aşıktım ve onu aramıyarak kendimi unutturmaya çalışmıştım, korkuyordum!. Onu aramayarak, arayı soğutmuştum, Maria’da artık aramamaya başladı… Bir 14 yıl görüşmedik. Hollanda hava yollarının orta doğu güvenlik müdürü ve Pan Am hava yollarının güvenlik danışmanı iken, dış hatlardaki büromda, açık mavi renk zarflı bir mektup aldım. Maria`dan geliyordu mektup ve ben çok heyecanlanmış, duyğu seli içindeydim…

261

Hani büyük aşklar bitmez derler ya onun gibi bir duygu, mektup kalp atışlarımı hızlandırmıştı. mektupta “Namık seni çok özledim, aradığım için kusura bakma, sana çok ihtiyacım var, gelirsen çok sevinir, çok mutlu olurum, ne olur gel vb. diyordu” Acaba eski aşk yeniden ateşleniyormu (Alevleniyor mu yazacaktım) diye geçti içimden. 14 yaş daha yaşlanmış daha bir olgunlaşmıştım. Hemen ücretsiz pas bilet kestirerek önce New york’a sonrada Texas San Antonio`ya uçtum. Uçak kaçırılma olaylarının sıkca olduğu, hava yolları için sıkıntılı yıllar olsada gitmek zorunda hissettim kendimi. Doğruca, judo’da sakatlanınca kolumu muayene ettikleri, Marianın çalıştığı Lack land hava kuvvetleri hastanesine geldim. Mektubunda bende, evimde kalırsın diyordu ama ben hemen hastanede ona sürpriz yapacaktım. Müracaata gelip KLM hava yolları güvenlik kartımı gösterip “Dr.Maria Schecter’ı görmek istediğimi söyleyince, güzel resepsiyon sorumlusu 5. kat 7 numaralı oda dedi. Asansörle 5. Kata çıkıp 7 numaralı odanın kapısını çaldım, ses yoktu, itip girdim!... girmez olaydım, bu durumu görmez olaydım, başımdan aşağı kaynar sular boşaldı derler ya işte öyle bir şey… Yatakta hasta yatan Maria idi ve kolunda serum şişesi, yan tarafındada sonda torbası vardı ve içindeki sıvının rengi kanlı sarıydı…

262

Hemen yanına gidip yanaklarından öptüm. Öptüm, çok özlemiştim 14 yıl dile kolay… ”Hoş geldin, bu kadar işinin içinde gelebileceğini hiç tahmin etmiyordum, çok sevindim, beni çok mutlu ettin Namık” dedi. Yüzü çok soluk, çökmüştü ve çok zayıflamıştı. “Seni arayamadım, aramadım. Çünkü bana bağlanmanı istemedim, yaptığım işler çok tehlikeli görevlerdi ve seni dul bırakmak istemiyordum, SAT`ı çok seviyordum ve SAT`tan ayrılmak istemiyordum, birde judo milli takım antrenörüydüm, ülkemin ve Türk judocuların bana ihtiyacı vardı sanırım beni anlamışsınsındır” dediğimde konuşamadı ama başını sallayarak “tamam” veya “Anladım” gibi bir işaret verdi, konuşurken bile yoruluyordu. Biraz sonra içeri 28-30 yaşlarında iki delikanlı girdi biri Ranger komando bröveli üst tgm, diğeri gravat takım elbiseli, avukat olmuş olan iki yakışıklının çocukları olduğunu hemen anladım. İkisinede judo ögretiyordum, o yıllarda. Ranger olan Brain 14 diğeri Jack ise 12 yaşlarındaydılar. Hemen boynuma sarıldılar ve “çok büyük fedakarlık yaptın Namık, Seni Hep bize anlatıyordu ve çok özlemişti iyi’ki geldin, seni zaten bekliyordu” dediler. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve kendimi evimde gibi hissediyor ve sanki eşim hastaymış gibi çok üzülüyordum. Neden, neden onu bu kadar ihmal etmiştim, Ah judo, ahhh SAT diye geçti içimden ama çok sevdiğim iki uğraştı bunlar. Maria`da kesin bu sevdiğim iki uğraşımdan, ayrılmamı istemezdi.

263

Çocuklara doğru bakıp “Namık`ı eve götürün, yorgundur, uyusun, buzdolabında her şey var, sizde gidin dinlenin bende uyuyacağım” dedi, sesi titriyor zor konuşuyor çabuk yoruluyordu. Çocuklar beni dışarı yemeğe götürmek istediler ama geç olmuştu ve bende eve gitmek istiyordum. 10 dk sonra evin önünde park ettiler ve Jack bana dönüp “Namık Gelmekle harika bir iş yaptın, biliyormusun her gün seni anlatırdı bizlere ve biz zaten hocamız olarak seni tanıyor, seviyorduk ama şimdi sayğı duyuyoruz” dedi. Bende bir iki cümle söyledim ve Jack`ın açtığı kapıdan eve girdim. Jack anahtarı uzattı ve “İstediğin kadar kalabilirsin” dedi. Aynı villa, aynı dekor ve bu sefer onun özenle yaptığı tablolar her yere yayılmıştı. Çok güzel resimler yapardı Maria. Eve son zamanlarda da, vakit ayıramadığı belli oluyordu. Buz dolabını açtım, dop doluydu, bir bira alıp odaları dolaşmaya başladım. Yatak odasının duvarında 1970`te Corpus christi`de gezi teknesinde, yat güvertesi üstünde birlikte çektirdiğimiz resim asılı duruyordu. Bana inanılmaz değer veriyordu ve bu o zamandan belli oluyordu. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu, yattım ama uyku tutmuyordu birlikte geçirdiğimiz o güzel günler geliyordu aklıma. Beni Davy Crocett`in savaştığı Aloma kalesine, Cowboy kasablarına, mexico sınırındaki Rio Grande nehrine, her yere götürüp gezdirmesi aklıma geliyordu, uyumuşum.

264

Brain ve Jack kapıyı açıp girmiş ve kahvaltıyı bile hazırlamışlardı. Bitirip yola çıktık. Arabada Jack “Namık Nehir kenarında piknik yaparken boğulmakta olan bir kız çocuğunu kurtardığını anlatırdı annem ve seninle gurur duyardı. Evet evet o gün gözlerimin önüne geldi hemen. Sarı saçlı kırmızı kurdelalı ,pembe elbiseli bir çocuk San Antonio nehrinin akıntısına kapılmış, çırpınıyordu. Hemen suya atlasam belki akıntıdan yetişemem diye korkarak, akıntı istikametinde süratle koşarak kızı geçip suya atladım. Önleme vermem iyi olmuştu ve kızı sırtından yakalayıp sol gögsüme yasladım ve zaten akıntının bizi sürüklediği karşı sahile rahatca çıkardım. Baygın gibiydi hemen Holger nilsen methodu ile ilk yardımla kendine getirdim, yavrucak boynuma sarılmazmı!... Ailesi ve tüm piknik yapanlar beni alkışlıyor ve tebrik ediyorlardı. Hemen o sahilden hızla yukarı doğru koşup herkesin hayranlık dolu bakışları içinde tekrar suya atlayıp, Maria`nın yanına kadar yüzüp çıktım nehirden. Binbaşım boynuma sarılıp öpücük aldıktan sonra “Namik you are my hero” dedi, yani sen benim kahramanımsın gibi bir şey. Biz piknige devam ederken herkes beni gösteriyordu ama ben görmemezlikten geliyordum, beklide utanıyordum biraz!... Bir kaç saat sonra Milli park polisleri gelip beni sordular, ”Benim“ dedim. “Sir” diye söze başladı şişman olanı “Sir büyük bir cesaret örneği gösterip, bir kız çocuğunun hayatını kurtarmışsınız, valilik bir rozet takmak ister size ne zaman müsaitsiniz?” falan filan dedi.

265

Oldum olası böyle gösterişli merasimlerden kaçarım ama Maria çok istedi ve Randevu verdik. O gece Maria beni mükafatlandırmıştı!... Sabah bana “Namık sana bir isim takmak istiyorum, seni ne isimle çağırayım?” diye sorduğunda ona “Bana chief, yani baş çavuşum diyebilirsin” dedim. O günden sonra beni hep “Baş çavuşum” diye çağırırdı. Bir gün ona “Sen varya sen, sen Hipokrat yeminini tek ayağını kaldırmadan eden, ender ve en güzel doktorlardan birisin” demiştim, çok gülmüştü. Ertesi gün olayı haber alan üs komutanımızda beni mükafatlandırdı, kendisi Kore savaşına katılmış ve Türklerin kahramanlıklarını, uzun uzadıya anlattı bana, nerede ise kanka olacaktık komutanla. ilerleyen günlerde, yüzlerce yabancı talebe arasından, biz dört Türk SAT’ı evine yemeğe davet etti, Türk askerlerinin Kore’de yaptıkları kahramanlıkları, bir Amerikalı generalin evinde, yemek yerken dinlemiştik, gurur duyduk… O arada ben İngilizce hocamız Miss Valdez’e asılıyordum ve arasıra onu Birlik içindeki as subay ordu evine (NCO CLUB) dansa götürüyordum, Maria’ya çaktırmadan. İngilizce okulunu bitirip diploma aldığımızda, diplomamım arkasına çok güzel bir yazı yazmıştı Valdez!... yazı, çapkın bahriyeliler, limanlar ve aşklar içerikliydi!... Hastanenin arka tarafına Maria,nın park ettiği yere park ettik. yanına girdiğimizde, bize doğru dönmek istesede zorlukla dönebildi ve “Rahat uyudunmu, bir şeyler yedinmi? Baş çavuşum” diye sordu…

266

Böylesi zor durumda hala beni dişünüyordu. Jack ve Brain annelerini öpüp işlerine gittiler. O zaman Maria`nın baş tarafındaki elektronik tıbbi cihazlara baktım, hepsi değişik rakamlar gösteriyordu. Dikkatimi başka tarafa çekmek ister gibi sordu “Bana yazdığın mektupları gördünmü? Arada bir akşamları çıkarıp çıkarıp okuyorum onları, çok değişik yazım şeklin var, çok samimi, doğal, mütevazi ve içten” dedi… “Hayır karıştırmadım ama akşam gidince bakarım, istersen, beğendiysen hemen şimdi bir tane aşk mektubu yazayım sana“ dedim, zorlada olsa gülmeye başladı, mavi gözlüm. Yatağın sağ alt tarafında sonda`dan gelen hortumun torbası duruyordu ve rengi hiç iç açıcı değildi. Birara elinden tuttum sımsıkı, aahhh diye bir ses geldi “Acıttımmı?” diye sorduğumda “yok yok tut, bırakma” dedi. Bir müddet sonra uyudu. Elini bırakıp ayak ucundaki raporları inceledim. Durum uzun süreli bir kanser mutasyonunun son evrelerini gösteriyordu. Kendi doktor arkadaşlarının ona çok iyi baktığı belliydi, yoksa bu rapora göre, bu kadar uzun süre yaşayamazdı, 2 ameliyat geçirmişti ve bana hiç konu etmedi... Çocuklar akşam üzeri geldiler. Annelerine sımsıkı sarılıp defalarca öptüler. Onlar bir şeyleri benden iyi biliyor gibiydiler. Maria yine “Yemek ye, mektupları oku bira var iç” vb. vb. direktifler verdi. “Burdan çıkınca beraber içeriz” dedim gülüştük. Çocuklar beni bırakıp evlerine gittiler. Bir bira açıp yatak odasındaki ona yazdığım mektupların bulunduğu çekmeceye yöneldim hemen.

267

Çok komik mektuplarda vardı. Aşk seranatları ile olanlar, ona ne kadar sex’i olduğunu anlattıklarım, yaptığı Meksika acılı yemekleri, gezdiğimiz her yeri ve en komiği bana yaptığı yeşil meyva karışımlı sex kokteylini özlediğimi her şeyi okudum, güldüm, ağladım. Biraz whisky`e takıldım, sonra tekilla ve Napolyon konyak, anca uyudum. Sabah çocuklar beni uyandırdığında kendimi plastik torba gibi hissediyordum, ben ben değildim sanki. Mike hatırımı sorduğunda “Shit face ve Hang over“ gibi kelimeler mırıldandım. Kahvaltıdan sonra yola koyulduk tekrar. Güzel bir Texas sabahıydı buraları hep sıcaktır. Arabanın klimasını çalıştıran Jack bana dönüp “Namık, Doktorlar bu gün için çok kritik bir gün diyorlar, hazır olmalıyız, sende” dedi. Anlamıştım ne anlatmak istediğini, içim burkuldum, boğazım kurudu, kalp atışlarım değişti, ve hemen ayılmıştım sanki, kalbim daha hızlı atmaya başladı. 5. Kattaki odaya girerken çok korkuyordum, herkese korkunun korkulacak bir şey olmadığını anlatan, öğreten ben, korkuyordum. Gözleri donuk, bayat balık gibi bakıyordu artık, sanki ağrı kesici, uyuşturucu verilmiş gibiydi. Hemen yanına oturup elini bebek eli tutar gibi çok nazik, yumuşak tuttum, sıkmak istiyordu elimi ama bir kuş kadar güçsüzdü. Bana ve çocuklara yapmacık gülücükler dağıtıyordu, bizde ona!... Çocuklar kapıdan çıkıp işlerine giderken gözlerimin içine çok anlamlı baktılar, anlamıştım, başımı öne eğerek onlara ne demek istediklerini anladığımın sinyalini verdim.

268

Bir şey olursa bizi acil ara demek istemişlerdi. İdrar torbasına akan sıvıda kan miktarının artması ve rengin gittikce koyu kırmızılaşması, beni tedirgin ediyordu ve duvardaki elektronik aletlerdeki sinyaller kötüye gidişin habercileriydi sanki. Odada bir idrar kokusu, amonyak kokusu hakim gibiydi sanki, yanaklarından öptüm,ağzından ilaç ve sıvı ile karışık başka bir koku geliyordu ama hiç çekinmeden hiç rahatsız olmadan öpüyordum onu, güzel, pahalı parfümler sürerken onu öpüyordum da şimdi ilaç kokuyor diye mi öpmeyecek, yakınlaşmayacaktım. Yüzüme hüzünlü hüzünlü baktı ve bana “Namık, seni çok seviyorum, sevdim, beni affet” dedi. O an gözlerinden gelen yaşları görüp sildim!... Acaba Cennetin kapılarını mı görüyordu ve o ancak oraya layıktı ve cennetten düşen kar taneleri gibi saf ve temizdi. Benimde gözlerim yaşlı idi ama ona belli etmiyordum. Başım düşmeye ve uyuklamaya başlamıştım. Kafamı yattığı yatağa koydum yalnızca elim onun kolunun üstünde idi ve bir aahhh sesi gelince elimi de çektim, galiba kol damarında olan iğneyi oynattım. ”Acıttımmı maria?” diye sorduğumda yalnızca kaşlarını hayır anlamında yukarı kaldırabildi, çok üzüldüm. Kafamı ona değmesin diye sadece yatağına değecek şekilde koydum, uyumuşum.

269

Uyandığımda kafam hemen yukarıdaki düz bir çizgi haline gelmiş olan ve alarm sesi veren elektronik alete çevrildi, nabız hiç yoktu ve Maria`nın yüzünde tatlı bir gülümseme vardı, sanki bana “elveda” diyordu… Doctor… doctor diye odayı inletmemle birlikte, doktor arkadaşlarının odaya dalmaları bir oldu!... En iyi arkadaşları Bonnie ve Dr. James bana dönüp, başlarını sağa, sola çevirerek geri dönüşü imknasız” der gibiydiler… oysa SAT`ta bizlere imkansızın yalnızca bir kelime olduğu öğretilmişti. Tekrar kendimde olmadan bağırmaya başlamıştım ama kendimde olmayarak, çılgınca “Bring her back… bring her back” diye çıldırmışcasına bağırıyordum ama nafile, yaptıkları her müdaheleye rağmen geri döndüremedi doktorlar onu. Dr. Bonnie, telefon etmiş olsa gerek, Brain ve Jack hızla odaya girdiler ve ikiside ona sarıldı sımsıkı, yalnızca Jack ağlıyordu. Ben, pencereye doğru gidip, ağlamamı kimse görmesin diye dışarıya bakar gibi davrandım ama hıçkırıklarımın sesi kesin duyuluyordu. Pencereden dışarı bakıp düşündüm. Yaratan buradan Texas`tan bir can almıştı ama kimbilir Dünyanın nerelerinde binlerce masum bebek dünyaya getiriyordu. Ağlıyor, aynı mendille hem burnumu hemde göz yaşlarımı siliyordum! Hepimiz öyle dona kalmıştık, şoka girmiştik sanki. Tüm doktor arkadaşlarıda ağlıyordu, içimden “Demek doktorlarda ölür ve ağlarmış” demek geçti. Odadaki elektronik cihazlardan, hortumlardan onu ayırıp alıp götürdüler, ben sokak döğüşcüsü, SAT müsvettesi arkasından baka kalmıştım, göz yaşlarımla birlikte…

270

Benden 4 yaş büyüktü maria, tanıştığımızda yıl 1970 idi ve ben 27 yaşına idim o ise 31 yaşındaydı. Jack yanıma gelip “Namık yarın askeri mezarlıkta, askeri törenle gömülecek, lütfen sende gel, son görevimizi yapalım” dedi. Beni eve bıraktıklarında saat akşam 20:00 civarıydı, yine ona yazdığım mektupların içine gömüldüm!... okudum, okudum ve bu yazdıklarımdan onu bir kez daha ne kadar çok sevdiğimi anladım. Normal bir ABD`li subay hemde bir askeri doktor yabancı bir ülkenin as subayı ile arkadaş olmaz, olamaz ve evlenmek istemezdi, oysa Maria, benimle evlenmek için iki kez İstanbula, bir kezde Almanya`ya gelmişti, alıp götüremedi beni ABD`ye. Çünkü o yıllarda ben judo`ya, spora, ülkeme aşıktım!... Burada, Almanya`da çok şey öğrenip, dönüp ülkem Judocularına, sporcularına faydalı olmayı düşünüyor, hedefliyordum, doğru mu yaptım? Gece kabuslar görerek uyumaya çalışıyor ve hep, onunla geçirdiğimiz tatlı anıları yaşıyordum. Bu yatakta günlerce beraber olmuştuk, bunları düşünürken sabaha karşı uyumuşum. Brain omzumdan silkeleyince uyandım, gözlerim kıpkırmızı olmuştur zannederim, çapaklanmada cabası… ”İyi uyudunmu?” diye sordu, ”Kabuslar gördüm” dedim. Kahvaltı yapmadan doğru mezarlığa gidip beklemeye başladık. Adamların mezarlıkları bile park gibi, otur piknik yap. Askeri merasim ekibi gözüktü, konuşmalar, dualar, bayrağın katlanıp annesine verilişi, sessiz, kalpten ağlamalar, sessiz, gösterişsiz gözyaşları, siyah elbiseli bay ve bayanlar, Tertemiz üniformalı merasim kıtası vb. vb.

271

Jack yanıma gelip” bar`a gidiyoruz” dedi. Daha 1970`te denize paraşüt atlayışında bir ABD`li arkadaşımız öldüğünde yine cenazeden sonra gitmiştik, biz mutlu, neşeli olursak o da öbür tarafta olurmuş! gibilerinden bir şeyler işte...

önce SAT bar`a mutlu

Bar`da 2 saat kadar kaldığımızda, Brain “Namık, annem istediğin kadar evde kalabileceğini söylemişti, lütfen yap, kal bizde” dedi. Başımı yerden kaldırıp ona ve Jack`e “Çocuklar, onun olmadığı evde yalnız kalamam, yine kabuslar göreceğim, ilerde kesinlikle sizleri ziyarete geleceğim, biraz acılarımız dinsin, sonra kesinlikle gelip kalacağım söz. Lütfen siz beni havaalanına bırakın, ilk uçakla döneyim, uzaklaşıp, sakinleşeyim” dedim. Uçak kalktığında hava pırıl pırıl gök yüzü mavilerin en güzeline bürünmüştü sanki. Daha yukarılara baktım ve onu düşündüm, acaba cennetin hangi köşesindedir? diye geçti aklımdan. Sonra aşağılara baktım. Birlikte tekne ile gezdiğimiz o San Antonio nehri, Nehir kenarında Meksika müzigi ile yediğimiz acı, baharatlı Meksika yemekleri, Alamo kalesi, bir küçük kızı kurtarışım ve o gece beni mükafatlandırması!... bana İngilizce güzel kelimeler öğretmesi, judo şampiyonu olunca, çocuklarını Bonnie`ye götürüp benimle yalnız kalması, yaptığı o yeşil seksi kokteyler, ve cenaze merasimi geldi gözlerimin önüne. Hostes servis arabası ile yanıma gelmiş ve “Ne içmek istersiniz sir?” diye sorunca, güzel hostesin mavi gözlerinin derinliklerin bakarak” whisky, içeceğim, ama uçak inene kadar“ dedim, gülüştük. Maria olsaydı... ”Ah siz bahriyeliler” derdi kesin!!!...

272

Şayet o zaman korkularımın içine bir adım, bir küçücük adım atabilsydim. Belki yaşıyor ve beklide çok mutlu bir kadın olacaktı! olmadı, olamadı. Bu aşkı imkansız yalnızca bir kelimedir adlı kitabımda geniş olarak okuyabilirsiniz. Klan yayınları. Korkularınızın sizden önce harekete geçerek, sizin üstesinden gelebilecek, başarabileceklerinizi engellemesine asla izin vermeyin. Amy Tan “Şayet kaderinizi değiştiremiyorsanız korkularınızı, tutumunuzu değiştirin” demiştir. Değişin, korkmayın, gidin, isteyin, teklif edin ve yapın!... Unutmayın ayağa kalkıp toplum önünde konuştuğunuzda kimse size yumurta, domates atmayacak, atamayacaktır. O zaman korku niye! atın onu kafanızdan... işte o zaman çok iyi bir SAT, çok iyi bir iş adamı, ceo, çok iyi bir sporcu, asker, işçi, memur, devlet adamı, antrenör, harika bir LİDER olacaksınız. İleriki sayfalarda uzak doğu savaş sanatları ve taktiklarinin ticaret, spor, devlet adamlığı ve yaşama uydurulması konularını bulacaksınız.

3. PRENSİP-ACILAR, TER, KAN VE GÖZ YAŞLARI SİZİ BEKLİYOR… ONLARLA ARKADAŞ OLUN!... KATLANIN

273

“Allah yanlızca çalışanlara yarım eder, bu gayet açık bir prensiptir” “Bir insanın kıymet verdikleri, prensiplerinden önde geliyorsa er ya da geç ikisinide kaybeder” “İdeallerimizi, amaçlarımızı, kaybettiğimizde, başarısızlık gelir”

prensiplerimizi

“Yaşamda devam eden 3 değişmez nardır. Değişkenler, seçimlerimiz ve prensipler” “Vefalı, kutsanmış insan bolca bulunur, Fakat bunlardan çok çabuk zengin olmak isteyenlerinden cezalandırılmamış yok gibidir”. “Kolay başarılara giden yollar lağımlardan geçer” “Oturanın yürüyene, yürüyeninde koşana borcu vardır” The good proverbs kitabından.

274

Yaşamda hiçbir şey acı çekmeden elde edilemiyor. Acı, SAT`ta bizi olgunlaştıran bir histir, yaptırıdır. Acılar çekerek geldiğiniz yerden düşmek istemezsiniz. “Acı yok, başarı yok” sözü yılların tecrübesi ile ortaya çıkmıştır. (Bu günlerde bu söylem “Az acı çok başarı” olarak değiştirilmeye başlanmıştır) Bir hafta boyunca her gece bir (1) saat uyutulur, 23 saat bedenen ve ruhen çok ağır çalıştırılırsınız. Dikenlerin üzerinde çıplak, yalnızca mayo ile sürünür, bu sürünme anında sırtınızda yaralı taklidi yapan SAT arkadaşınızı yokuş yukarı sürünerek taşır, acıların en zorunu, şiddetlisini yaşar, litrelerce ter döker, çeşitli bitkilerin dikenleri vücudunuzun en hassas bölgelerini çizer, batar kanatır!... Hocalarınız “Hadi küçük kız, sürün, taşı yaralı arkadaşını, tepeye sıhhiye çadırına, istersen pes et, ayağa kalk, kıçından sen ve yaralı arkadaşın yiyin mermileri, ölün, geberin, aptalcasına!... Hadi az kaldı tepeye, orada doktor var, ikinizde kurtulacaksınız, sürün küçük kız, sürün, manukyana git, seni pazarlasın!... veya pes et git evine, kız arkadaşınla sıcak bir bar`a gidin, disko’ya gidin, burada buz gibi akan soğuk derede, bok çukurunda ne işiniz var!... pes et küçük, zayıf kız, git evine, sen SAT olamazsın, yaralı arkadaşını bile sürünerek, sırtında, tepeye sıhhiye çadırına taşıyamayan adam ‘SAT’ olamaz, bu ailenin içinde olamaz, git geriye, geldiğin gemiye, kazan dairesinde, köprü üstünde, telsiz kamarasında çalış” diye sizi bedenen olduğu kadar, ruhende, mental olarak çökertip ağlatmaya çalışırlar!... Orada zayıflara yer yoktur, Güçlülerin, asla pes etmeyenlerin, etmeyeceklerin yuvasıdır orası…

275

Siz ise, bu acı, ter, kan içerikli zorlu eğitimi, yukarı tepeye yaralı arkadaşınızı, böğürtlen dikenlerinin vücudunuza bıçak gibi verdiği acı, ter ve kan izlerine aldırmadan, görevi tamamlamanın mutluluğuyla gözünüzden iki damla göz yaşı akıtırsınız!... Bu göz yaşları görevi tamamlamanın, başarılı olmanın, hayat kurtarmanın, arkadaşlığın ve SAT olabilmenin, asla pes etmemenin verdiği mutluluk göz yaşlarıdır!... Bu planette yaşamak çok zordur. Etraf kötülüklerle, kötü insanlarla doludur. Sizi içeriden ve dışarıdan ticaretten silmek, batırmak, işcilerinize ve evinize götüreceğiniz ekmeğe sahip olmak, sizi yıkmak, batırmak, yenmek, geçmek, kandırmak, işten atmak, yerinize geçmek isteyen bir çok rakibiniz, düşmanınız olacaktır ve olmuştur. Yılmayacaksın, beş kez yere düşüp, dibe vursanda ayağa kalkmak zorundasın, kendin için değil, yanında çalışanlar, bakmak zorunda oldukların, sporcularını, silah arkadaşların, ülken için, ailen için yeniden ayağa kalkıp mücadele etmeli, asla pes etmemelisin. Acı, ter, kan ve gözyaşların seninde SAT prensiplerinde olduğu gibi arkadaşın olmalı!... Siz sporcular, antrenörler, komutanlar, Ceo’lar, iş adamları, işci, memurlar, askerler, yöneticiler; Bu 4 olğuyu (Acı, Ter, Kan ve gözyaşları) beden ve ruhunuzda sizlerde yaşamalı, sandalyeleri, seyahatleri, sağladığınız avantajları unutup, bırakıp ülke menfaatleri, ülkemiz sporu nasıl kalkındıracaksınız, düşmanı, teröristleri, sizi yıkıp bitirmeyi, yok etmeyi, sömürge yapmayı düşünenleri…

276

Bunları düşünün, yalnızca futbol kafalı olmayın, neden ileri gitmiyor, neden uydurma başarılar ile milleti uyutuyorsunuz!... buna son verin ve SAT taktiklerini sizlerde uyğulayın, liyakata önem verin orduyu örnek alın, orada Teğmen’i torpille binbaşı yapıyorlar mı?!... Unutmayın “Oturarak başarılı olan tek canlı tavuktur!...” Sporda, işte, orduda, yaşamda liyakat sistemini kurun, adamınızı değil, hakkı olanı mesuliyetli yerlere getirin. Siz oturarak başarılı olmayı seçmeyin, sizlerinde acı, ter, kan ve göz yaşları arkadaşınız olmalı!... Başarılı olmak için acı çekmelisiniz, acılar sizi olgunlaştırır ve başarılı olmanıza yardımcı olurlar. O zaman acı çekenleri daha iyi anlarsınız!...

4. PRENSİP -PES ETME İÇGÜDÜLERİMİZ “İnsanlar “asla pes etme” derler, bazen “pes etmek” en iyi seçenek olabilir, çünkü boşa vakit harcadığının farkına varmışsındır” “Hayellerini gerçekleştirmek vakit alacak diye pes etme, vakit her nasılsa geçecek” “Beni mücadele etmemi asla”

ederken

görebilirsin,

ama

pes

“Yenilmek, kaybetmek geçici bir durumdur ama pes etmek onu kalıcı yapar”

277

Başka bir içgüdünüzde dikkat etmeniz gereken iç güdünüz daha vardır. Bu yalancı ve kötüdür, sizi sabote eden bir içgüdüdür. Sizi sırtınızdan hançerletebilir. Diğer bir şeytan gibi, sık sık şekil, kılık değiştirir, kendisi binbir şekle girebilir. Sanki aklınızda “doğru olan bu, son çare bu” gibi düşünce, karar girdabına sokar sizi. Yenilmek, mağlüp edilmek geçicic bir durumdur, ama pes etmek bunu kalıcı yapar. En büyük zayıflığımız çabuk, kolay pes etmektir. Başarılı olmak için en emin ve kesin yol bir kez daha deneme cesaretinin altında yatar, ne olursa olsun bir kez daha deneyin. Her şeyinizi feda edebilirsiniz ama hiç bir şey için pes etmeyin, asla!... asla. Sular, seller, deniz yükselir, bir çok şeyiniz sular altında kalabilir, pes etmezseniz med ve cezirin sihirli etkilerini ergeç görürsünüz. Yaşamda önünüze bir çok engeller, duvarlar çıkabilir, hemen kolay yolu seçip pes ederseniz geri dönerseniz kaybedersiniz.

278

O duvarın üstünden atlayın, etrafından dolanın, altından geçmeye çalışın, oda olmadı içinden geçin ama asla pes etmeyin, nerede olursanız olun, ister büyük bir CEO, ister komutan, ister bir antrenör, sporcu veya başkan... En büyük zafer, başarı, hiç düşmemek değildir, düştüğün yerden, pozisyondan ayağa kalkmaya çalışmaktır. Bir gün pes etmek aklınıza geldiğinde, sakin olun ve buralara kadar nasıl tırnaklarınızla tırmandığınızı aklınıza getirin ve bir kez daha düşünün. Hiç bir zaman hayal kırıklığına, karamsarlıga kapılmayın, elinizdeki anahtar tomarlarından en sonuncusu büyük ihtimalle kapıyı açacaktır. Unutmayın, yaşam bisiklete binmeye benzer, dengenizi bulmak, sağlamak için, devamlı hareket halinde, koşturuyor olmalısınız. Yaşamda bir çok önemli şeyler, siz yılmadan, pes etmeden, vazgeçmeden öz veri ile çalışırken hiçbir şans ve ümit yokken elde edilir, erişilir. Asla ve asla meseleyi, problemi bir tam gün düşünmeden pes etmeyin, vazgeçmeyin. Başarısızlık, artık yapmak istediğiniz o şeyi yapmaktan, denemekten vaz geçtiğinizde oluşur. Hedefinize giden yolla ne kadar yavaş gittiğiniz değil, yavaş olsada durmamanız, daha önemlidir ve bir önemli şey de bir şeyler ters, yanlış gidiyorsa, onlarla birlikte gitmemektir. İyi şeylerin peşinden giderken, en iyinin peşinde gitmek için iyiden vaz geçip pes etmekten korkmayınız, çünkü siz eniyinin peşinden gitmeye başladınız. Siz pes ettirecek kişinin kendiniz olduğunu asla unutmayın. Şartlar sizi bozguna uğratamaz, yenemez, Siz pes ederek kendi kendinizi yenersiniz.

279

Jokey engeli aşmak için atının dizginlerini yumuşak, kontrolu, kendine güvenle çeker ve atının hep korktuğu son engele doğru çevirir. Bu müsabakadaki bu engelden geçerken korkmuş, hata yapmış, o güzelim harika at!... engele gelince jokeyinin korkusunu hissetmiş ve onu, jokeyini düşürmüştür. Bu sonmüsabakada finale kalmışlardır, her ikiside. At jokeyinin vücut ısısından, ayakları ile onu doğru, güvenli, bilinçli sıkıştırıp dürtmesinden çok mutlu ve umutludur. Arada bir düştükleri engele yaklaşmaktadırlar, jokey elinle onun boynunu okşar, sevgiyle. Son birkaç adım kala (Siz şimdi Namık hoca, ajitasyon yapıp ikisinide düşürecek yazacağımı düşünürken!...) ikiside uyumlu çöker ve sıçrarlar, korkusuz... Engelleri aşarken korkmamalısınız, korku hep hata yapmanıza sebeb olur. Kaslarınız beyninizle uyumlu çalıştığında, hareketleriniz, davranışlarınızda uyumlu olacaktır, çevreye, insanlara, silahlara, hayvanlar, personelinize, egzersiz’e iyi uyum sağladıkca, bu saydıklarımda sizlere iyi yanıt verecektir aynı jokey ve atı gibi… ama asla pes etmemelisiniz. • Geçici hislerinizle kalıcı kararlar vermeyin, kalıcı, geçerli, olabilecek kararlar verin. • Olduğunuz yeri (Siperi, lokasyonu, taktiklerinizi, işi, malı, üretimi) sevmedinizse değiştirin, Siz ağaç değilsiniz. Sevmesenizde, istemesenizde doğru olanı yapın. • Daima doğru olanı yapın, doğru kararlar verin, kolay olanı değil…

280

Aslında siz güçlü iseniz bunu yapamaz, pes etmezsiniz. Bu size “Yeteri kadar yaptın, artık yeter” diyen içgüdüdür. Bu içgüdü size “Her şeyi yaptın, bırak, vazgeç artık, geri çekil, kaç, arkadaşlarını bırak kaç, ayrıl Maria’dan!... artık yere yat, diz çök, bırakmanı söyleyen içgüdüdür. Artık geri dönüp dinlenmen gerektiğini, pes etmeni söyleyen içgüdüdür. Bu içgüdüye asla kulak vermeyin, dinlemeyin onu. Poposundan tekmeleyin onu… Dinlemeyin. Bu yalancı içgüdü size hep diz çökmenizi, teslim olmanızı, pes etmenizi söyleyen içgüdüdür, Bu bir savunma mekanizmasıdır. Her şeyinizle bitmenizi pes etmenizi söyler. Kaçmanızı ister, sanki genel af çıkmış gibi “hadi git artık serbestsin” emri verir ve kaçar gidersiniz her şeyinizi bırakarak, arkanıza bakmadan, bakamadan. Bu silah arkadaşlarınız, iş, mesai arkadaşlarınız, sevdiğiniz kadın veya takım arkadaşlarınız, federasyonunuz olabilir. Sanki tüm hatalar sebebiyle boğulurken, aldatılırken, üzüntüler içindeyken bu kötü içgüdü size ”Artık kurtuldun, yeter artık bu üzüntü, bu yalanlar, bu kötü durum, serbestsin git kurtul, pes et kurtul“ diyen o kötü şeytan, o kötü içgüdüdür. Sanki “Bırak o holding`i, fabrika’yı, Judo, futbol takımını, silah arkadaşlarını, sen kaç kendini kurtar diyen içgüdüdür, şeytandır!...

281

İÇ GÜDÜLERİNE YENİLİP ASLA PES ETME Çığlık atmana, ağlamana, kusmana, sinirlerinin bozulmasına, çuvallamana, işten atılmana müsaade edilebilir ama bu dünyada askersen, ticaret, spor yapıyorsan, bir ailene bakıyorsan, pes etmene, bırakıp gitmene asla müsaade edilmez, etmemelisiniz, hayat, bu dünya bunu afetmez. Bu zayıfların yapacağı bir şeydir ve Allah çalışanına, dürüst çalışanına ikinci bir şansı hep vermiştir. Nasıl, neden korkutulduğunu düşün, bir yol bul, mücadele et ama asla pes etme. Sihirli şeyler olabilir, sen pes etmek istesen bile. Biliyormusunuz bu dünyada keçi gibi inatcı olup mücadele edenlere aşık olunur .İ.B. Bir gün geriye, geçmişinizdeki gelişmelere bakarak “İyiki pes etmemişim” diyebilirsiniz. ”Galipler asla pes etmeyenlerdir, pes edenler asla galip gelemezler” sözünü her gün evden dışarı çıkarken düşünün denemekten inanmaktan asla vaz geçmeyin, bir gün sizinde güzel günleriniz başlayacak. Hayatta bir kez yaşarız ama doğru yaşarsak bir kez yeterlidir, zaten zaman kendiliğinden geçiyor, bizlerde o girdapta akıp gidiyoruz, bırakın pes etmeden yaşayın ve hayat sizi mükafatlandırsın. (Maria gibi!...) Yoruldunuz diye durmayın, bitirdiğinizde durup dinlenin. Ne zaman çuvallarsınız biliyormusunuz, denemekten vaz geçtiğiniz zaman!!!...

282

Dalgalar bile sahile vurduktan sonra geri çekilme vakitlerini bekler, sizlerde darbe aldığınızda denemeye devam edin, işinizi, eşinizi, çocuklarınızı, takım arkadaşlarınızı, askerlerinizi, çalışanlarınızı kurtardıkdan sonra ancak geri çekilin, dalgaları örnek alın, sert kayalara vurmadan asla geri çekilmeyin!... Her sorun her yerde üzerinize üzerinize dağ gibi yığılabilir aynı yazdığınız karşılığı olmayan çek ve senetlerin tarihleri hızla üzeriniz üzerinize çabucak gelmesi gibi!, içgüdüleriniz “yeter dur artık, bir yerlere otur kal, dur… dur artık” diyebilir, “Pes etmen ayıp değil” diyebilir. Artık bu kötü içgüdüyle savaşmanın, onu yere atıp çiğnemenin sırası gelmiştir artık, ezin onu ayaklarınızın altında ve asla pes etmeyin, biliyorsunuz ki “pes edenler, daha pes etmeden pes etmiş kişilerdir”. Kolay yolu, pes etmeyi asla seçmeyin. Belki biraz geri çekilip size “ikinci şans“ bölümünde anlattığım gibi toparlanıp, plan yapıp daha iyi odaklanarak ikinci hücuma geçip başarı kazanabilir, spor takımınızı, şirketinizi, holding, inizi askeri timinizi, ailenizi, dostlarınızı galibiyete, zafere taşıyabilirsiniz. Başarı daima “Başaracağım” diyenleri sever. Düştüğünüzde, çuvalladığınızda, yenildiğinizde biraz geri çekilip, ufalıp, odaklanıp, yeniden plan yapıp, şarjurları, cephaneleri adamlarınızı yeniden kuşandırıp ikinci bir hücüma geçebilir ve zaferi kazanabilirsiniz, ama bunu yapmak için asla pes etmemelisiniz… Bunları başarabilmek için mantıklı, akılcıl kararlar almalısınız, kötü içgüdülerinizin yönlendirdiği gibi yanlış kararlar alıp, yenik düşmemelisiniz.

283

Çalışın, şirketi yeniden gözden geçirip yenilikler, akılcı atılımlar yapın, zayıf noktalarınızı güçlendirin, aynı SAT`lar gibi rakibinizin zayıf noktalarını (Holding, şirket, kuruluş, politika, sporcu, askeri birlik vb. vb.) öğrenip oralardan hücuma geçin. Bunlar mantıklı, doğru kararlarla, doğru noktalardan, doğru zamanlarda, doğru insanlarla yapılmalı. Ayağa kalkın, çalışın, poponuzu biraz terletin! Aynı anglosaxon’ların dediği gibi “Başarılı olmak için kıçını terletmelisin!...” (Put your ass in wet !...) Temel, esas reaksiyonunuz bu olmalı “pes etmek” değil, cesaretle ve iyi içgüdülerinizle, pes etmeden yapacağınız her hücum, yolunuzu tıkayan engeleri aşmanızı kesin sağlayacaktır. ASLA PES ETMEYİN “Başarısız olmak sürekli mücadeleden vaz geçtiğinde oluşur” “Savaşçının tek seçeneği vardır; ikincisi ölümdür.” Hedeflerinize kilitlenin ve asla vazgeçmeyin, asla. İşcilerinizi, yanınızdaki çalışanları, takımı, sporcuları, silah arkadaşlarınızı, emrinizdekileri düşünün, asla vaz geçmeyin. DİKKATLE OKUYUN… Fransız Judocu beni yerden yere vuruyordu. Acımayan yerim yoktu. O sıralar Fransızlar, Japonlardan sonra dünya sıralamasında ikinciydiler.

284

Judo onlarda 1896 yılında başlamıştı ve 1903’ten beri federasyonları vardı. Bizde ise judo 1962’de ilk kez Halil Yüceses hocamızın Japonyadan gelmesiyle başladı. Akdeniz Oyunlar’ı İzmir’de yapılıyordu ve sene 1971’di. Fransa şampiyonu olan Tunus asıllı judocu, kel kafalı, göğüs ve kol kasları neredeyse judo giysisinden dışarı fırlayacak kadar gelişmişti. Kendisi 93 kilodan 80 kiloya düşmüş ve bu nedenle 80 kilo kategorisinde maç yapıyoruz. Ben 73 kiloyum. Çok sevdiğim 17 yaşındaki talebem Süheyl Yeşilnur 70 kiloda maç yapsın, milli olsun diye o fazla 3 kiloyu verip 70 kiloda müsabaka yapmadım. Süheyl 70 kiloda müsabaka yaptı ve klasını gösterip 17 yaşında Akdeniz oyunlarında gümüş madalya alan ilk ve tek judocu oldu. Fransız, bir sağdan, bir soldan Japonya’da öğrendiği bütün teknikleri sanki üzerimde deniyor. Bir anda beni yüzü koyun yere çarptı. Burnum sıyrıldı ama yine de sırt üstü düşüp ippon olmaktan (tam puanla mağlup olma) kurtuldum. Fırlatışı soldan yaptığı için omuzumun üzerine düştüm ve bu nedenle omuzun feci ağrıyor. Ben kendimi toparlayamadan yarma gibi Fransız judocu bu kez kafamın sol tarafından güzel bir fırlatma tekniği uyguladı. Sol kulağımın, sol omuzum ve sakat dirseğimin üstüne düştüm. (Hatırlayın, 1 yıl evvel ABD judo şampiyonasında sakatlanmıştım ve bu vesile ile Maria ile tanışmıştım) Kulağım sıyrıldı bu sefer de. Velhasıl adam beni fukara sümüğü gibi istediği yere atıyor, yapıştırıyordu.

285

Oysa mindere ilk çıktığımda Türkiye’nin her yerinden gelen judocular, seyirciler çılgınca alkışlıyor moral veriyorlardı bana… O yıllarda Türkiye’nin en iyi judocusu (3 yıl arka arkaya tüm ağır sikletler dahil herkesi açık siklette yenip ilk altın kemeri almıştım) ve antrenörü idim ve bu beş kişilik takımı ben hazırlamıştım. Kendimi de dahil!... Bu çılgınca alkışlamalar, Fransız judocu beni yerden yere atmaya başlayınca yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Oldukca tutuk maç yapıyordum. Zira kendi seyircimin önünde olmamın baskısı da vardı üzerimde. Yurtdışında birçok milli maçta çok rahattım; ABD`de SAT ihtisasında iken Açık siklette üçüncü, 80 kiloda sakat kolumla birinci olmuştum (Maria ile tanışmamızı hatırlayın) yenilmek önemli değildi. Beni tanıyan kimse, orada olayı seyretmiyordu ve üzerimde baskı yoktu. Fransız judocu artık beni atmaktan yoruldu ama ben düşmekten yorulmadım!... Maçın bitmesine üç saniye kalmıştı. Herkesin suratı bir karış, üzgün. Fransız galip durumda; hem de çok puanı var. Şayet yenilirsem bu takımda, Akdeniz oyunlarında, madalya alamayan tek judocu ben olacaktım, baskıya bakarmısınız!... Bu güçlü kuvvetli ve çok teknik Fransız, maçın bitmesine üç saniye kala beni son bir defa daha atmak, kelimenin gerçek anlamınyla mindere gömmek arzusu ile (ve aptallığıyla) son bir defa daha sol uchimata (sol ayağını benim iki ayağımın arasına sokup havalandırıp atma tekniği) ile harekete geçti.

286

Bu oyunu defalarca yapmıştı ama beni asla sırt üstü mindere yapıştıramamıştı. Sağ ayağımı kapayıp onun sol ayağının hızla havaya gitmesini sağladım. Yerdeki sağ ayağının önüne kendi sağ ayağımı koyup kollarımla onu çekerek havalandırdım ve ardından döndürüp sırt üstü mindere yapıştırdım! Ava giderken avlanmıştı! Mindere yapıştığı anda, maçın bitmesine 1 saniye kala onu yere yapıştırdığım anda da gong çaldı ve müsabaka’nın bittiği işareti verildi. Gong bile kurtaramamıştı Fransız’ı! Onu son saniyede ipponlamıştım (sırtüstü yere atıp tam puan almak). Ortalık sessizliğe bürünmüş, ölü toprağı dökülmüş matem evi gibi iken bir an, galip gelmemin ardından salonda herkes havalara sıçramaya, bağırmaya, çılgınca alkışlamaya başladı. Tüm Atatürk spor salonu tıkabasa dolu idi. Ben ise gol atmış bir futbolcu sevincine kapılıp havaya girmeden, mütevazi bir şekilde kafam önümde yerime gidip diz çöküp oturdum. Fransız hala mindere yapışmasına inanamaz halde yerinden doğrulamıyor. Sırt üstü yatıp salonun ışıklarına bakıyor ve aptallığına yanıyor olmalı. Sonunda yattığı yerden kalktı. Ağır adımlarla benim karşıma doğru üzgün üzgün yürüdü. Diz çöktüğüm yerden ayağa kalktım. Orta hakem eli ile beni göstererek galip olduğumu ilan etti. Gidip Fransız’ın elini sıktım; salon alkışlardan hala yıkılıyordu. Sessizce ring’ten indiğimde bir baktım omuzların üzerinde havalardayım. Beni havaya atıp atıp tutuyorlardı. Asla pes etmemiştim. Bir savaşçı, bir samuray gibi son ana, ölüm anına kadar kurtulmak için mücadele etmeliydim.

287

ASLA VE ASLA SON NEFESİNİZE, SON SANİYELER BİTENE KADAR MÜCADELEDEN VAZ GEÇMEYİN, PES ETMEYİN, YARATAN DAİMA SON BİR ŞANS VERECEKTİR…

“ŞARTLAR NASIL OLURSA ASLA VAZ GEÇME”

OLSUN

Bu SAT’ta bize öğretilen en önemli dersti. “Ölene kadar, son nefesini verene kadar mücadele et!” SAT kursunda Cehennem Haftası’ndan sonra hocamız Bob Gallagher (İrlanda kökenli) dört sayfalık İngilizce bir makale verdi bana. Bir Japon Kamikaze, Hiroşima’ya Atom bombası atılmadan (1945) önce yazmış makaleyi. Adı REFUSE TO DIE idi yani ölümü reddetmek. Kanserle mücadele etmek, yaralı iken kaçıp kurtulmak, paraşüt açılmayınca yere çarpana kadar onu son saniyeye kadar açmaya çalışmak, kendinden iki misli ağır bir judocu ile son ana kadar mücadele etmek, ticarette her şeyini kaybettiğin halde ayakta kalma mücadelesi vermek, aç susuz, parasız her şartta yaşam mücadelesi vermek, yakınların seni arkandan hançerleyip her şeyini almaya çalıştıklarında ailen için, ülken için, yanında çalıştırdıkların için, spor takımın için mücadele vermek, 40 metreden paraşütle atlayıp onu açmaya çalışmak, buz gibi Karadeniz sularında gece yalnız başına bırakıldığında yaşam mücadelesi verip asla pes etmemek.

288

ASLA PES ETMEYİN, HANGİ ŞARTLARDA OLURSA OLSUN… Japonya’ya ikinci kez gittiğimde Türkiye’de antrenörlük yapan yedinci DAN siyah kemer hocamız Takahiro Yodoyo hocam bizi Tokyo, Narita Havaalanı’nda karşıladı. Ona “Sana Türkiye’den ne getirelim” diye sorduğumda “karpuz” demişti. “Karpuz!” inanmamıştık ama götürdük. Harika, modern bir havaalanıydı Tokyo Naritta hava alanı. Gümrükten çıkıp onun Tateyama’da yaşadığı yere gitmek için trene bindik. Trende karşımızda 30-35 yaşlarında bir bey elinde Japonca bir kitap okuyordu, arada bir gözleri kapanıp uyuyor, kafası öne doğru düşerken uyanıyordu ve adam tam eşimin karşısında oturuyordu. Yodoya’ya dönüp sordum: “Ne kitabı bu? Adı ne?” “Bushi no Kokoro, Savaşçı Ruhu” dedi ve ilave etti, “bu sıralar çok satıyor bu kitap; zira Japon mentalitesine çok uyuyor.” Okuyup okumadığını, okuduysa konusunu merak etiğimi söyleyince anlatmaya başladı. “Savaşta, ticarette, sporda, politikada hatta evlilikte çok zor durumda kalabilirsin. Karşındaki senden daha savaşçı olabilir silahları da senden daha iyi olabilir, ticarette senden daha zengin, güçlü, kurnaz, hileci, kalleş olabilir. Sporda senden, mesela judo’yu ele alırsak, senden daha teknik, daha tecrübeli, bilgili, kuvvetli, daha ağır olabilir.

289

Politikada da rakiplerin kurt, tecrübeli, güçlü, atan, tutan, vaatler veren, çevresi olan birisidir. Bunlarla, onlardan daha zayıf, güçsüz biri isen mücadele etmen çok zordur. Burada sana düşen asla pes etmeden, vazgeçmeden kendi zayıf taraflarını geliştirip rakibin zayıf taraflarını bulup, BU ZAYIF TARAFLARI KENDİ LEHİNE KULLANMALISIN yılmadan, sonuna kadar kazanmayı sürdürmendir. “Birazcık anlatabildim mi sana savaşçı ruhunu?” dedi. Evet anladım” dedim. Japonya’da okuduğum İngilizce kitaplardan, konuştuğum insanlardan elektronik Japon mucizesini az çok çözmüştüm. Toyoto motor, Mitsubishi, Sumitomo Mitsui finans gurubu, Nippon, Sony, Nikkon vb firmalar, ellerinde doların çok olduğu zaman, bir birlerine finansal yardım edip, bol, bol sac ve demir stok etmişlerdi. O sıra Batı bunlar ne yapıyor diye merak ediyor ama para kazandıkları için de ses çıkarmıyorlardı. ABD ve Avrupa, bunlar çuvalladı derken Japonlar stok ettikleri sac, demir ve lastikten ilk Japon mucizesini patlatmışlardı. Oto sanayii mucizesinde Judo stratejisini uygulamışlardı. Judoda rakibini yenmek, başarılı olmak için rakibinin gücünü kullanmalısın. Ticarette, savaşta, sporda, yaşamda da işe yarar, bir deneyin. “ZOR DURUMLARDA ÖNCE BİRAZ GERİ ÇEKİL, UFAL, DÜŞÜN, PLAN YAP, GÜÇLEN VE TEKRAR HÜCUMA GEÇ” Jigaro kano

290

Önce onu itersin hafifçe o seni kuvvetsiz zannedince (zira hafiften ittin, tam gücünü göstermedin) tam gücü ve ağırlığı ile reaksiyon gösterip senin üzerine gelir, sen de onun bu geliş gücü ve süratine (diyelim 50 kg) kendi elli kiloluk gücünü ekleyip üstten çeker ve alttan bir engel koyarsın ve böylelikle o koca güçlü judocuyu, 100 güçle yere yapıştırırsın, bu olgu politikacıyı, savaşçıyı, tüccarı yere yapıştırmayıda kapsar, (İPPON!). Geri çekilip dolar biriktirip, küçülür hissi uyandırır, rakip üzerine gelirken onun sacını, demirini, metalini satın alır, sonra da arabaları imal edip onu yere yapıştırır, onun memleketindeki koca, koca çok benzin yakan arabalar yerine kendi imal ettiğin küçük ve tasarruflu, hoş, beğenilen arabaları satarsın. Hem de onları tıpkı kadın hatlarına benzeyen yuvarlak hatlarla imal edip beğenilmesini sağlayarak!... Geç kalındığında, çoğunun montajı, arabalar Japonyadan ABD’ye getirilirken gemide yapılırmış!... Savaşçı ruhunu kendime hep yol edinmişimdir. Japonya’da DO, YOL demektir. JUDO, Yumuşak Yol, AİKİDO, Ruhla Bedenin Birleştiği YOL, KARATEDO, boş el silahsız el yolu, KENDO, kılıç yolu, BUSHİDO ise savaş sanatlarının ülke müdafaasında kullanılmasının yoludur. Bir Japon, olgun, oturaklı birini görürse onda bir şeyler sezip sorar “Hangi yolu DO’yu (Yolu) yapıyorsun?” diye. O da büyük ihtimalle ya AİKİDO ya JUDO ya KENDO. vb… diye cevap verecektir.

291

Japonya’da eskiden dedelerimizin uyguladığı gibi “Büyüdükçe küçülmelisin” öğretilir, uygulatılır. Üzerinize gelen koca rakibi devirmek için küçülüp top gibi olur onun ayakları önünde bir engel oluşturursunuz, sonra da onu üstten çeker ve düşürürsünüz. ABD’de sattığı arabalar Amerikan oto sanayisine büyük bir engel olmuştu. Hatta araba fabrikalarında çalışan ABD’li işçiler geceleri Japon arabalarını parçalamaya başladılar. Küllerinden doğmuştu ülke… Top gibi olup yuvarlanmak kazalarda ve düşmelerde de faydalıdır. Şayet ayağınız kayıp düştüğünüzde büzülür top gibi olur yuvarlanırsanız dönen çember gibi birçok nokta sırası ile yere çarpacağınızdan ağırlığı dagıtır, sakatlanmazsınız ve canınız acımaz. Oysa düşerken eliniz ayağınız bir veya birkaç noktadan yere çarparsa sakatlanır veya bileğinizi, dizinizi kırar, zarar görürsünüz. Bazen fazla yayılıp, dağılmak, kontrolu kaybetmek size savaşı kaybettirebilir. Tıpkı Hitler’in yaptığı gibi. Savaşçı ruhunda akıl sabır çalışma, saygı ve onur çok önemlidir. Burada Japonların çabuk gelişmesi ile ilgili son birkaç şey daha yazacağım. Bir Japon için üniversite bitirip o diplomayı almak önemli değildir önemli olan üniversitede çok şey öğrenmektir. Bir Japon için judo veya karatedo’da dünya şampiyonu olup o madalyayı veya kupayı almak önemli değildir. O ter dökülen minderde çok şey öğrenip ruhu ve bedeni terbiye etmek önemlidir. Bir Japon için bir fabrikada ustabaşı veya müdür olmak önemli değildir, önemli olan o fabrikada çok şey öğrenmek, çok uzun süre çalışmaktır. Bir Japon bir çok şey bilip hiçbir şey olmamaktansa bir konuda çok şey bilip uzman olmak daha önemlidir ve çok iş değiştirmek ayıptır.

292

Bir Japon askeri için yüzbaşı, binbaşı, general olmaktan çok, iyi yetişmiş, savaşçı ruhlu, ülkesi için çekinmeden canını verecek bir asker olmak daha önemlidir. Birde bazı ülkeler vardır, oralarda çalarlar, çırparlar, soyarlar, rüşvet alırlar, kayırırlar, yandaşlara menfaat sağlarlar, ihanet ederler, paraları sıfırlarlar gazete ve televizyonda gülerek çıkar ve sırıtır, beyanat verirken. Aynı şeyi yapan bir Japon, harakiri (Aslında Japonyada SEPPUKU olarak bilinir, uygulanır) seronomosi düzenleyip intihar eder. Suistimal yapan, çok onurlu biri ise karnını soldan, sağ`a doğru keser, daha çok acı duymak ve ölünce ne kadar onurlu olduğunu göstermek için. Sol, sağın tersine kutsal taraftır japonyada. Seppuku yapanın en sevdiği kişi yanında, ayakta Katana denen kılıcı ile bekler. Can çekişmeden, kıvrandığını göstermeden, uzun acılar çekmeden başını keser bu kesme işleminde, baş gövdeden tamamen ayrılmamalıdır. Bakınız SEPPUKU Modern judoda teori kitabım Namık Ekin. Bu arada bir atasözü hatırlatayım size. Hara no aru hitto, yani “Karınlı kişi, olgun, onurlu kişi” demektir bu. O yüzden, biri ülkesine, ordusuna, çalıştığı şirkete, fabrikaya, dostlarına ihanet edip, harici düşmanlarımıza satarlar, dost gibi gözüküp bizi soyanlarala birlikte olduğunda ve saydığım onursuzlukları yaptıysa, yaşamına son verir Japonya’da!... intihar karnı, yani hara’yı yararak yapılır, orta şakradan. Karına, Hara’ya batırırsınız Tanta’yı (Küçük kılıç, kama) ve çok onurlu biri olup yapmışsanız bu hata’yı soldan başlayıp sağ’a doğru kesersiniz karnınızı…acı çekerek!...

293

Japonyada sol taraf kutsal taraftır. Bir yolda kaybolacaksanız, en iyisi yolun yarısından geri dönmektir derler, böylesi bir şey başınıza geldiğinde, zararın neresinden dönseniz kardır. Önünüze bir engel, bir zorluk çıktığında, hemen kendinizi koyverip pes etmeyin, hergün binlerce mucize olmakta. Kendi yolunuzu ararkende asla pes etmeyin, Hatırlayın, bazen kırılmamak için bükülmek gerekebilir!... Yeğane pes etmeyeceğiniz şey, vazgeçmek olmalıdır!...

5. PRENSİP-RAKİBİN GÜCÜ SENDEN NE KADAR ÇOK OLURSA OLSUN, ONUN BU GÜCÜNDEN FAYDALAN J. Kano “Bir aslanın kumanda ettigi koyun ordusu, bir koyunun kumanda ettiği aslan ordusunu her zaman yener!...”

“Cüretkarca, kabaca, kırıcı söylenmiş bir söz karnına saplanmış bir kılıç gibidir, ancak akıllı adamın dili onu iyileştirir” “Rakibini tanırsan, asla tanırsan hep galip gelirsin”

kaybetmezsin,

Kendini

“İnsanın ölçüsü gücüyle ne yaptığıdır” “Yaşamda olaylara çabuk ve verenler, çabuk kaybedenlerdir”

294

güçlü

reaksiyon

“Birliktelik güçtür, takım çalışması ve uyumda varsa, harika şeylere ulaşılabilir” “Rakipleriniz, düşmanlarınız hata yaparken onları asla durdurmayınız, bırakın yapsınlar!...”

Bazı din kitapları “komşunuzu ve düşmanlarınızıda sevin” der! genellikle. ikisi de aynı kişi olabilir!... dikkatli olun. Ne zaman bir rakibinizle karşı karşıya gelseniz, onu sevginizle, alçak gönüllü oluşunuzla yenin… Savaşçı ruhuna dönersek, ABD açık sıklet judo şampiyonasına Texas’ta katıldığımda 73 kilo idim. Karşıma 126 kiloluk bir zenci çıkardılar. Ondan sonra da müsabaka yapacaklarımdan biri 132, öteki 140 kiloluk şişko birer judocuydu. En tehlikelisi 126 kiloluk siyah olan idi. Maç başladı. Adamı tutmaya kalktığımda tek kolunu bile zor kavrıyordum. Zira bu adam, tek koluyla, ağır makineli tüfek ile ateş edebilir diye geçti aklımdan. Benimle müsabaka yapana kadar altı kişiye 15-20 saniyede, bilemediniz bir dakika içinde IPPON yapmış yani nakavt etmişti.

295

Adam beni yerden yere atıyor, kalkınca beni geç yakalasın diye etrafında dönüp duruyordum. Öyle yoruluştum ki ellerim zor tutuyordu adamı. Diğerlerini bir dakika içinde yenen judocu dört dakika olmasına karşın beni hala IPPON yapamayınca kuduruyor, kızıyor çılgın vaziyette hışımla üzerime geliyordu. Tam o anda bir top gibi büzülüp alçaldım ve yakasından hızla çekerken sağ ayağımı onun sağ ayağının yanına koyunca, ne olduğunu anlamadan havada uçmaya başladı. Hakem IPPON! deyip sağ elini kaldırdı ve beni galip ilan etti. Herkes, bütün San antonio-Lackland Hava Üssü personeli koşup beni tebrik ediyorlardı. Benim için ikinci bir şans idi… ve benim sporda en iyi olduğum evre idi (1970, 27 yaşındaydım). Bu tam anlamıyla ticarette, savaşta, sporda uygulanan bir taktik idi Ni dan biki (İkinci şans, ikinci teknik, ikinci hücum anlamına geliyordu!.. savaşta, ticarette, yaşamda, iş hayatında, aşk’ta, daima 2. Bir şans vardır, olacaktır.) Ben de mütevazi ve saygılı olarak kucakladım beni tebrik edenleri. Diğer kalan iki ağır sıklet ile de müsabaka yaptım. 140 kilo, şişman olanı yenip diğerine yenildim ve üçüncü olup bronz madalya aldım. Bu madalya benim için önemli değildi; (Evde nerede olduğunu bile bilmiyorum) önemli olan yapılamayacak kadar zor bir şeyi, PES ETMEDEN başarmaya çalışıp pes etmemiştim. Zaten kendi kilom’da maç yapıp madalya almıştım. Finaldeki rakibim Amerikan vatandaşı olmuş Japon Uemura osawa idi. (Armed forced judo association Lack land–San Antonio---21 temmuz 1970) ilk mücadele süresince atamadım onu…

296

Sonra Japon hocalarımdan öğrendiğim. Hando no kuzushi ve Ni dan biki taktikleri geldi aklıma!... (Korkuyor, kaçıyor, zayıfmış gibi yap, aldat ve ikinci bir hakiki hücumla. Yen rakip şirketi, düşmanı, rakibini!... oyundan çıkıyormuş gibi yapıp, kendisini atamadığımı hissettirince adam gevşedi ve bu an benim istediğim, beklediğim andı, üstten öne çekip, alttan zıt kuvvet uyğulayarak, kendimden daha güçlü rakibimi atmış, galip gelmiştim. Hocam Herb Bellamy yanıma gelip “Çok güzel bir mücadele azmi ve savaşçı ruhu sergiledin” dediğinde ona “Demek ki SAT’ta bunu bizlere biraz öğretmişler” dedim. İleriki yıllarda bu ruh bana çok lazım oldu ve çok da işe yaradı. Babalarını bana Albay olarak tanıtan, asker çocukları oldukları için, onlardan bana zarar gelmez diye düşündüğüm, Tufan otomotivin sahipleri güvendiğim, inandığım, yardım ettiğim Tayfun ve Tufan kardeşler, o yıllarda beni dolandırdılar hem de ne dolandırma!... Arabalarıma, (7 araba) salonlarıma (6 fitness salonu!...) kadar her şeyimi kaybettim. Eşimden ayrılmak zorunda kaldım, ona da haciz’e gelebilirlerdi. Evden ayrılıp Çekmece, Soğuksu’da bir eve taşındım. Çocuklarımı, torunlarımı da göremiyordum. Spor aletleri imalatı, ihracatı işimede hacizler geldiğinden imalatı baş ustama hediye ettim. Hayatım o yıldan sonra (1998) hep borç ödemekle geçti.

297

Akşamları Çekmece gölünü gören balkonum’dan yıldızlara bakarak Allah’a dua ediyordum hep. Adamlar yardım için verdiklerim yetmiyormuş gibi bankalardan adıma imzamı taklit edip, tüketici kredileri ve araba kredileri çekmişler ve daha bir çok şey!... (Yazdıkca sinirlerim bozuluyor, yakalasam parçalayacağım) imzaların bana ait olup, olmadığını tespit için imzamı kontrol etmek üzere tıp ve emniyet kriminoloji servisine götürdü polis beni. Ayakta ve oturarak onlarca imza attırdılar, imzalar incelendi ve sahte imzanın galerici kardeşlere ait olduğu ortaya çıktı ve tutuklandılar. Sonra çıkıp yine dolandırıcılığa devam ettiler. Kriminoloji bürosuna girdiğimizde beni tanıyan, eski bir talebem olan görevli adli tıp profesör geldi yanıma “Namık ne oldu, hocam, kardeşim?” diye sordu. Oto galerici kardeşlerin kırk dokuz kişiyi dolandırdıklarını ben de babaları asker, eski subay olduğunu için yardım ettiğimi, beni yüz milyarlarca lira borca soktuklarını, o arada Mercedes’imi, Cherokee Jeep’imi vb. vb. satıp parayı alıp kaçtıklarını, spor salonuma, spor aletleri imalat ve ithalat sanayime, eve, arabalarıma ve her şeye haciz geldiğini anlattım. Adamın gözlerinden ince iki damla göz yaşının gelmesi anını ömür boyu unutamam. Benim ne kadar iyi niyetli olduğumu bilen biri idi. “Şimdi nasıl durumun?” diye sordu. “İyi dedim. Bazı akşam yalnız bir domates yiyip veya yalnız kalan soğan ve sarımsakları sote yapıp su içip yattığım çok oldu,” dedim.

298

Hatırlarsanız, SAT çukurlarında kuru anlatmıştım…

hocalarımızın bizleri nasıl bok soğan, sarımsak yedirdiklerini

“Kimse yardım etmiyor mu? Yardıma ihtiyacın var mı? Biraz para vereyim mi sana?” diye sorduğunda, “Yok, yok sağol benim manevi kardeşim Prof Dr. Feridun Yenisey var, Bahçeşehir Üniversitesi’nda” dedim. “Ne zaman zorlansam arkamda Ferudun Yenisey vardı.” Gözlerindeki yaşları silerken “Ben olsam” dedi yutkunarak. ”Bu durum benim başıma gelse, ben intihar ederdim Namık” derken, Onu susturdum. “Aklımdan geçti ama ben bir savaşçıyım. Savaşçı ruhu enjekte edilmiş damarlarıma. Onların damarlarında akan kanda A.B.AB.O, X, Y, Ğ grubu kan var ben de ise savaşçı ruhu, SAT, deniz as subayı grubu kan akıyor” dedim ona… “Pes et Namık! Pes et üşümekten kurtulursun! Pes et Namık pes et! Evine git! Evinde sıcak duş al yıkan, sevgilini al, soğuk biranı iç! ısın!, bar’a, Disco’ya git, Pes et Namık, pes et geldiğin gemiye git, sıcak kahveni iç, Halter çalış, judo yap, denizi seyret, üşüme! Pes et Namık, pes et, ayrıl kurtul bu işkencelerden! Pes et, Namık pes et, karı gibi kıvırma buralarda sosyete çocuğu, kaltak! Git, pes et kurtul!”

“Hayır asla, asla pes etmeyeceğim hocam! Ben bir SAT savaşcısıyım”

299

Tayfun ve Tufan kardeşlerin bizi dolandırdıkları açıkça ortaya çıkınca Hollanda Havayolları’nın bana hediye ettiği baltayı alıp doğruca onların oto galerisine gidip kızımla her yeri kırıp parçaladık. Polisler gazeteciler filan geldi. Beni götürmek istediler gitmedim. Akşam eve geldiğimde, doğru eve gidip, yatak odasının kapısına arkamı dönüp yattım. İki gün yalnız tuvalete kalktım; ne yemek ne su! Doktor arkadaşlarım intihar edebileceğimi düşünerek daima odada bir gözlemci yakınımızın olmasını istediler. Zor üç uzun acı dolu gündü. İntihar edenlere kızardım; ne kadar zayıflar diye. Ayrıca da “günah” derdim. “Allahın verdiği canı yalnız Allah alabilirdi”. Ama kendimi çok kötü, hissediyordum, hissettim. İnsan oğlu, bir asker çocukları nasıl bu kadar hain, acımasız, vampir olabiliyordu! İnsanlar boşuna intihar etmiyorlarmış diye geçti aklımdan. Dolandırılma olayı sonrası bir sel gibi hacizler ardı ardına geliyordu. Haciz memuru ile Avukatın biri spor salonunda büromda oturuyor, ikinci banka avukatı dışarıda sandalyede, üçüncü Etibank’ın avukatı dışarıda dinlenme salonunda, Yurtbank’ın avukatı ve icra memuru holde, Yapı Kredi’nin icra memuru ve avukatı salonun önünde, Sümerbank’ın avukatı ve icra memuru onun arkasındaki arabanın içinde haciz yapmak için sırasını bekliyorlardı. İblislerin nerede ise sahte imzalarla adıma kredi almadıkları banka kalmamış!... gibiydi…

300

En sinir bozan da küstah, genç bir banka avukatının sigara içilmesi yasak olan spor salonuna ayakkabı ile girip sigarasını yakıp haciz için getirdiği kamyon ve hamallar için “Para ver Namık Ekin, para!” demesi idi, avukat en az benden 25 yaş küçüktü. Çok küstah ve terbiyesiz biriydi. O gece Allaha yalvarıp dua ederken “Bu gün intihar etmedim ya bir daha asla etmem” dedim kendi kendime. “Oğlum sen bir savaşçısın! Savaşçı ruhu taşıyorsun. Bu ülkenin sana ihtiyacı var, Asla pes etmeyeceksin. Sen bir savaş makinesisin sen bir SAT’sın!, judocusun. Bir savaşçının tek seçeneği vardır; ikincisi ölümdür!… Acı, ter, kan ve göz yaşların senin en iyi arkadaşların, Pes yok, pes yok… pes yok…. evet yok!...” Yaşam kötülerle birlikte olacak kadar uzun değil, bir an önce kötülerden kurtulun ve kozanızı, ağınızı, etrafınızı iyi insanlardan örün. Asla pes etmeyin, hergün yüzlerce mucize olmakta. Bu gün, zor, yarın daha kötü olacak diye hemen pes etmeyin, öbürgün belki çok daha iyi olacak. Sabah kalkınca ne hissettiğiniz bakmadan. giyinin, dışarı çıkın, kendinizi, yukarılara, göklere doğru gösterin. O size ne yapmanız gerektiğinizi beyninize fısıldayacaktır!... Belki. Belki yarın hiç olmayacak!... “Savaçcılar, iş adamları, çalışanlar, sporcular, askerler başarılı olmak için cesurca mücadele verenlerdir, sakin, huzurlu yaşamak isteyenler zaten savaşcı, işadamı, sporcu çalışan, özel asker olamazlar” N.E.

301

“Savaşcılar savaşır, kuzular otlar, yarış atları koşar, sütcü beygirleri süt taşır, aslanlar avlanır, inekler bön bön bakarlar!...” N.E. Alkol, sigara en büyük düşmanınız olabilir, ama adamın incilinde “Düşmanınızı bile sevin” yazılı!...

6. PRENSİP-SAVAŞCI RUHU GELİŞTİR SAT`TA SAVAŞCI RUHU GELİŞTİRMEK “Farklı olmaktan korkma, herkes gibi, herkesle aynı olmaktan kork” “Patikaların, dar yolların seni nereye yönlendirdiğini takip etme, Sen çizdiğin, planladığın doğru, onurlu yoldan git” “Hiç ağlamamış gibi gül, hiç yenilmemiş gibi mücadele et, hiç incinmemiş gibi sev, Sanki yarın ölecekmiş gibi yaşa” “Asla pes etmeyen birini yenmek çok zordur” “Neye inandığın ve neden mücadele ettiğini bilmiyorsan çıkma o mindere, ringe, sahaya, savaşa, kürsüye, iş yerine…”

302

ASLA VE ASLA SON NEFESİNİZE, SON SANİYELER BİTENE KADAR MÜCADELEDEN VAZ GEÇMEYİN, PES ETMEYİN, YARATAN DAİMA SON BİR ŞANS VERECEKTİR… Bir savaşçının bir tek seçeneği olabilir; ikincisi ölümdür! “ŞARTLAR NASIL OLURSA OLSUN ASLA VAZ GEÇME” Bilge insanlar 2 türlü acıdan konu ederler, birincisi acı verenler, ikinciside bizim değişmemize sebep olanlardır. Bazı zamanlarda, yaşamımızı bir arada tutmakta çok zorlanırız ve hala başarılı olamayız, her şeyimiz paramparçadır. Ne yapmamız gerektiğini sık sık kendimize sorarız ve içinde bulunduğumuz cehennemde mücadeleye devam eder dururuz, herkes bu mücadeleyi veremez.

303

Kendi mutluluğumuzu, zenginliğimizi inşa etmeye çalışırız, tozlarımızdan yeniden doğabilir, bunu kendi başımıza becerebiliriz, başkalarından yardım almadan ve sabırla. Kendimizden nefret etmeden. Zannederim nasıl savaşılacağını öğrenmek arzu, istek gerektirir, Bazılarımız buna yatkın doğmayız. Denir ki “savaşcı olunmaz, savaşcı doğulur” Bunun anlamı diğerlerimizin savaşcı olmadağı değildir. Yaşam elimize bir silah alıp bizi savaşmaya zorlayabilir. Çoğumuz böyleyizdir. Doğru olan bu silahı ne zaman ele alıp, ne zaman yere bırakacağımızdır. Karanlıklar içinden, değişime uğrayıp, çıkıp birine zarar verme zayıflığı, bir histeri krizi, bir riyakarlık olabilir, kendi kendimizle yüzleşmemiz gerekebilir. Ne zaman savaşacağımızı ne zaman yumuşayacağımızı çok iyi bilmeli, kendimizi kontrol altında tutmalıyız. Yumuşak olmamız yaşamda karşımıza çıkan zorlu durumlarla, entrikalarla, yalanlarla, arkadan hançerlenmemizle ilğili olarak, değişime uğramaktadır. Yine en iyisi güçlü olmak için, önce kendi kendimizi yenmeliyiz. Aşağıda başımdan geçmiş ve beni güçlendirmiş bir tecrübemi verdim.

SAVAŞCI RUHU SAT hocamız Bob Gallagher, Cehennem Haftası bittikten iki hafta sonra “Kalan her tim’den bir kişi seçin; onlara Çin’lilerin Esaret Haftasını yaptıracağız,” diye emir vermişti. O sıralar 24 kişi kalmıştık. Oysa SAT kursuna 244 kişi başlamıştık. Her bot timinden birer kişi seçtiler.

304

Bizim bot timinden Yılmaz Üst teğmen, Mustafa Tosun, Hüseyin Marangoz, Ersev Bayrak, Bahadır Türkmenoğlu, Naci Kıldıran ve ben seçilmiştim. “Ulan neden ben de, Mustafa veya Hüseyin değil” diye sorduğumda, bizimkiler “Yarma (bazen zor bir şey başardığımda bana ya yarma ya da minik) derlerdi. Sen sigara içmiyorsun sonra judocu olduğundan sabır sporu yapıyorsun, ayrıca sende annenden geçme bazı özel hisler, duygular ve medyum özellikleri var; sen yaparsın,” dediler. Bana çok yakın davranan Hüsnü hocam’a “Nasıl bir şey yaptırıyorsunuz?” diye sorduğumda “SAVAŞÇI RUHU taşıyor ve ASLA PES ETMEME duygusu geliştiriyorsunuz,” dedi. “Sen bunu deneyebilirsin.” Ama asla başarabilirsin demedi, Poyrazköy-Keçilik Hasan Ağa’nın ineklerinin dışkı yaptığı yerde üç büyük çukur açıldı. (Ama bu seferki fetö, cuların açtığı çukurlardan değildi!...) Genişliği iki metre, derinliği beş metre, içine 7090 santim su koydular. Üç çukur’da ıslatıldığından yağmur yağmış gibi çamurlu idi içi. Tırmanıp çıkmaya imkan yoktu. O gün geldiğinde 24’ümüz de çukurların önünde sıraya geçtik. Bob, tek tek isimlerimizi okudu ve üçer adım öne çıkmamızı istedi. Çıktık!... Sonra o sert, gür sesi ile “Soyunun!” diye emretti. Soyunduk!... tam don’ları da çıkarıyorduk ki, “O kalsın” diye gürledi ve “Sizin çirkin sünnetli aletlerinizi görüp de ne yapayım? Onları bu üç gün kalacağınız Çin ölüm çukurundaki farelere saklayın.” Ansızın diğer ABD’li SAT hocamız Steamy “Atlayın, atlayın aşağı kaltaklar, hanımevlatları!... aşağı, atla aşağı!” diye gaddarca bağırmaya başlayınca atladık aşağı.

305

Diğer iki çukura Erdoğan Saydam ve Foça’dan gelen Jandarma komando Teğmen Suavi Gökdal girecekti. Emir’e uyup kendimizi bok çuvalı gibi attık o boklu çukura!... Bob üç gün kalacaksınız gibi bir laf etmişti. Hakikatten çıplak, üzerimizde yalnız donla bu soğukta içi 70-90 cm su dolu çamur çukurunda aç, susuz, uykusuz, moralsiz nasıl kalacaktık? Üç gün suyun içine girer girmez ilk işim bu işi icad eden o Çinli’ye küfür etmek oldu! Buradan tırmanarak, birisinin yardımı olmadan kurtulmak imkansız görünüyordu. SAT’ta “İmkansız” kelimesinden nefret edilmesi öğretilmişti bize. Çamurlu su, kalçam ile dizim arasında bir yere kadar geliyordu. Kıpırdadıkça yumuşak boklu toprak beni aşağı doğru çekiyordu. O yüzden çok kıpırdamanın dezavantaj olduğunu anladım ama üşüyünce hareket etmemde gerekliydi. Akşama doğru ABD’li SAT hocalar Steamy ile Türk hocalar’dan Çetin ve Kenan hocalar benim çukurun başında belirdi. Pantolonlarının önünü açmaya başlayınca aletlerini gösterip moralimi bozmaya çalışacaklar diye geçti aklımdan. Ne gezer? Adamlar kafama işemeye başlamazlar mı! Kafamı öne eğdim ve ağzıma, burnuma, kulaklarıma gelen çişleri çamurlu, çişli sularla temizlemeye başladım. Hadi Türk hocalar ne ise ama bu Amerikan piçlerinin o sünnetsiz bamya gibi şeyleri ile üstüme işemesini kaldıramadım, kızdım bağırdım! Moralim bozulduğunu ağır ağır çökmeye başladığımı hisseden Bob Gallagher “Pes et çık! Pes et! Evine git yıkan. Kız arkadaşınla yat,” diye benim pes etmemi sağlayacak emirler yağdırmaya başladı.

306

Aklıma buraya bu kursa gelmeden önce çalıştığım gemi geldi. Yattığım salıncak gibi hamak, etrafta çogu sigara içen personel, havasız kamaralar, hareketsiz sporsuz ortam, deniz ortasında fırtınalar ile boğuşan o demir yığınına, o yüzen hapishaneye dönmek istemiyordum. Bağırdım avazım çıktığı kadar. “You mother fucker! Cock sucker, son of a bitch!” diye (yani sizin anlayacağınız bir sürü kötü küfür). “Pes etmeyeceğim, beni asla pes ettiremeyeceksiniz!” derken aynı zamanda soğuktan çenelerimin birbirine çarpmasından meydana gelen ses kaplumbağaların çiftleşmesini hatırlattı bana: tak tak tak tuk tuk tak... Kaplumbağaları ormanda çiftleşirken seyretmiş olanlar muhtemelen bu sesi hatırlarlar! Beni bırakıp öbür çukurlara gitmiş olmalılar ki, yukarı baktığımda çukurun başında kimseyi göremedim. Suavi Üst teğmenin küfür seslerini duymaya başladığımda ABD’li SAT’ların şarkıları da duyulmaya başlamıştı, (Karacı subaylara, ABD`li SAT ast sb bş çavuşların işkence yapması, üzerlerine işenmesi dayanılır bir şey değildi onlar için ve bu yüzden daha kursun başında, bir çok karacı ve jandarma komando subay kurstan ayrılmıştı bir jandarma ve iki Egridir dağ komando birliğinden 2 subay pes etmemişti (Sonradan İhsan Beriş adlı yüzbaşımız general oldu) Bu gaddar, hain hocalar insanları zayıf zamanında yakalamayı ve iyice morallerini bozmayı beceriyorlardı. Buradan bir kurtulsam ben onları becereceğim!... Sırtlarının derilerini patlatacağım…

307

Hani vahşi hayvanları tanıtan programlar, belgeseller vardır. Otlar arasında saklanan Aslan, Ceylan veya Yaban Manda’ları sürüsünde en hastalıklı, en zayıf, en küçük yavruyu, korumasız olanı seçip ona konsantre olur odaklanıp son sürat avına koşmaya başlar. BuTürk ve ABD`li Sat hocalar da aynı o aslanlar gibi kurnaz ve acımasızlardı! Akşam çoktan olmuştu. Gökyüzü bu çukurdan rahat görülüyordu. Kara bulutlar Karadeniz tarafından üzerimize doğru çöküyordu sanki. “Allah’ım inşallah yağmaz” diye dua ediyordum. Zira bu çukura daha fazla su girerse kurtaramayız paçayı. Bir de ıslandıkça daha çok üşüyeceğiz diye geçiyor hep aklımdan. Henüz yağmur yok. Yandaki, öbür çukurdaki SAT arkadaşlarım ne yapıyor diye geçti aklımdan ve bağırdım. “Suavi Üstteğmen’im, Erdoğan Astsubay’ım!” diye. İkisinin de “Ne var, nasılsın?” cevap vermeleri gecenin sessizliğinde ilaç gibi geldi. “Ne yapacağız, siz nasılsınız?” diye sorduğumda ikisinden de aldığım cevaplar pek olumlu değildi ve moral bozucu idi. Onlara biraz moral vermek için “Hey size bir fıkra anlatayım mı?” diye sorduğumda Suavi Üstteğmen “Ulan Namık ne sırası ne de yeri ama çok istiyorsan anlat,” dedi. O koca çukurdan gece yarısı sesimi onlara duyurmak için bağırarak başladım anlatmaya: “ASKERLER ESİR DÜŞMÜŞLER!” “Sonra?” diye bağırdı Suavi Üstteğmen. “Pardon pardon, adam torununa askerlik hikayelerini anlatıyormuş askerlik hatıralarını. Çocuk da heyecanla dinliyormuş.

308

Dede esir düşünce arkadaşları ile birlikte bir çukurda bekletirlerken esir kampının komutanı gelmiş ve ‘İki seçenek var,’ demiş. “Birincisi, sizi ya düzüp becereceğiz. İkincisi ise sizi öldüreceğiz.’ Torun dedesine heyecanla sormuş ‘Eee dede sonra ne oldu?’ ‘Evlat gördüğün gibi şimdi ben ölüyüm demiş adam.” Suavi Üst teğmen bağırdı “Yani şimdi biz öldük mü yoksa bu ibne hocalar gelip bizi becerecekler mi?” diye gırgır geçti benimle. Sesinden henüz moralinin pek bozulmadığını anladım Suavi Üst teğmenin. Genişliği 2 metre olan çukurdan yukarı çıkmak, kurtulmak için ayağım girecek kadar basabileceğim oyuklar açıp merdiven gibi veya dağcılıkta düz duvar tırmanışı dediğimiz sistemi denemeye karar verdim. Çukurları boyumun yettiği yere kadar açıp tırmanmaya başladım. Daha ikinci deliğe ayağımı basmıştım ki ıslak, çamurlu, kaygan toprak çöküp kaydı ve dökülüp dümdüz oldu. Bu taktik işe yaramayacaktı anlaşılan. İkinci planı denedim: Çocukluğumda ve askeri pentatlonda kullandığımız bir sistemdi. Ayaklar bir yerde, eller öbür yerde. Genişlik 2 metre olduğundan elim ayağım yeterli olmadı tırmanmaya. Bunu icat eden Çinli akıllı adammış. 80-120 santim genişlik yapsa tırmanabileceğim. Bildiğim bütün küfürleri tekrar sıraladım bu esaret işkencesini bulan, çekik gözlü Çinliye… Sabah artık ikinci gün başlamıştı. Hafif uykusuzluk ve üşümeden kaynaklanan yorgunluk ve susuzluk vardı. Suyun içinde idik ama susuzduk, susamıştık.

309

Böyle devam ederse yarın bu içinde bulunduğumuz sidikli sudan içebilirim diye düşündüm. “Ulan bu SAT’ı, SAT kursunu, Cehennem Haftası’nı, Esaret Haftası’nı çıkaranın da, yapanın da diye sayarken Suavi Üst teğmenin sesini duydum. Bağırarak “Namık bir şeyler yemeyecek miyiz?” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu ben duyayım diye. “Evet, evet yiyeceğiz. Et lokantası kaşbeyazdan veya develiden karışık et, pilav ve künefe gelecek. Yanında da buz gibi fıçı bira var!” diye bağırdım dalga geçerek… Ne demek istediğimi anladı ve sesi kesildi Suavi Üst teğmenin. Nedense Erdoğan Astsubay’dan hiç ses çıkmıyor. O üçüncü ve son çukurda sesi bana hiç gelmiyor. Arada da Suavi Üstteğmen’in çukuru var, Suavi Üstteğmen’e yarı şaka yarı ciddi hafif gırgır geçerek bağırdım. Kursun yakın döğüş derslerinin birinde Türk ve ABD`li SAT hocalar, bizleri futbol sahası içinde kapıştırdılar Bob “Tek bir kişi pes etmeyene, tek kalana kadar döğüşeceksiniz, surata yumruk yok, başla” komutu vermiş ve bizler en iyi arkadaşlarımızla bile kan revan içinde kalana kadar döğüşmüştük Suavi Üst teğmen ile ikimiz finale kalmıştık, kapıştık, bana kafa kol çektiği anda bir baktım ki Suavinin testisleri (Yumurtalar!) önümde, çiğ köfte yoğurur gibi yumurtalarını sıkıp onu pes ettirmiştim. Bob, birinciye verilecek mükafatı açıkladı “Yarın 20 dakika geç kalkacaksın Namik” dedi, oysa ben acılarımdan çok az uyuyabilmiştim…

310

“Üst teğmen’im sizin jandarma ve Kara Kuvvetleri’nin komando kurslarında da böyle Çin çukuruna atıp üzerinize işeyip, küfürler ediyorlar mı?” diye sorunca, “Öyle bir şey yapanı bir olur tepeleriz. Ne hadlerine? Hem de böyle Üs tteğmen’e bir Astsubay Çavuş, veya ABD’li onbaşı yapacak? Yanar valla!” diye cevapladı. Erdoğan’dan hala ses yoktu. Onu çok merak ediyordum. Herhalde aynı şeyleri o da yaşıyordu. İkinci gün akşama doğru kalabalıktan gelen konuşma ve ayak seslerinden irkildim. Biraz sonra yukarı baktığımda SAT kursiyer arkadaşlarım çukurun başında belirdiler. Hem şaşırdım hem de sevindim. Aslında şu saatte eğitimde olmaları lazımdı. Sevincim Bob’ın sesini duyunca kursağımda kaldı. Kükreyerek emir verdi. Bob “herkes çukurdaki farenin üstüne işesin!” dedi. Bizim çocukların hiçbiri bu emre uymadı. Bob “Yere yat ve şınav yapmaya başla!” dediğinde hepsi yere yatıp şınav yapmaya başladılar. Artık bir şınav daha yapamaz hale gelip iyice tükendiklerinde Bob tekrar kükredi “İŞE AŞAĞI!” Çocuklar ister istemez aşağı, toprağın yanına doğru bana gelmesin diye işemeye başladılar. Tekrar küfür ederek “Siz iyi sniper olamazsınız. Kafasına nişan alıp işeyin!” diye emir verdi. Mecburen yaptı çocuklar. Bu durum, loğar işkencesi yaparkende bir kez başıma gelmişti!... bu kahpe olay. Bu yüzden 76 yaşına geldim ve hala amonyak kokusundan nefret ederim! Bob da o arada bağırıyordu “Pes et kurtul! Pes et evine git! Sevgiline git! Bar’a, disc’2ya git bira iç!”

311

Bağırıyor, böğürüyor, havlıyordu!... içimden “Sen git Yankee, go home” demek geçiyor, dıştan haykırmaya yürek gerek!... “ASLA, ASLA, ASLA!” diye bağırdım ağzımdan köpükler saça saça ben de, bağırdım bu orospu çocuğuna! Çok şükür ki Türkce bilmiyordu Bob eagle Gallagher. (Bakınız internet: US NAVY SEAL NAVY Cross Bob Eagle Gallagher). Sonra herkesi yan çukura Suavi Üs tteğmen’in başına işesinler diye götürdüler. Suavi’den kapağı açılmamış küfürler duyulmaya başladı! Erdoğan’ın çukurdan ise hala bir ses yoktu, meraktaydım… Üçüncü gün sabahı Suavi Üstteğmen’in çukurdan acayip küfürler, şikayetler geliyordu. Çığlıklar atıyor, bağırıyor çağırıyordu. Yukarıda da hocaların kahkahaları duyuluyordu aynı anda. Özellikle Kenan hocanın’ki!... Biraz sonra aynı şekilde ben de bağırıp çağıracak ve hocalara küfür edecektim. Bob, Steamy ve Kenan hoca benim çukurun başında belirdiler. Gülüyor ve dalga geçiyorlardı. Ellerindeki kartonun kapağını açıp aşağı siyah bir şey attılar. Atmaz olaydılar… Siyah tarla faresi yanıma suya düştü. Düşer düşmez ben kendimi geri attım, çıplak sırtım sanki arkamdaki çamur toprak duvarın içine girecek. O kadar geri kaçmışım. Fare de benden kaçıp önümden duvara tırmanmaya çalışıyor ama nafile gayret! Fare tırmandıkça ıslak çamurla birlikte geri önüme suyun içine düşüyor ne kadar denediyse de başarılı olamadı hayvan.

312

(Fare Türkçe bilse ona “Ben çok denedim, olmuyor, boşuna kendini harap etme” diyeceğim ama anlaşamıyoruz arkadaşla!...) Bana doğru yüzüyor ben de elimin tersi ile geri itiyordum onu. Sonunda sırtından yakalayıp nasıl fırlattıysam yukarı attım fareyi. Aradan bir müddet geçti ve Bob gelip soğan sarımsak attı yiyeyim diye… Öyle bir atmıştı ki tutmama fırsat kalmadan suya (Bokun içine) düştü bunlar. Kabuklarından içeri sidikli su girmemiştir diye geçti aklımdan. Elime alıp hocaların başımdan gitmesini bekledim. Elimde tutmaktan yorulmuş olmalıydım ki çamur duvarın içine sokup sakladım onları ilerde yerim diye. Aynı kurtların avladıkları hayvanlardan arta kalan parçaları, karın içine sakladıkları gibi, bir üstüne yeri belli olsun diye, işeyemedim!... Üçüncü gece, gece geç saatte Bob ve Kenan hoca gelip kocaman geniş tahtalar, suntalar, ağaçlar ile benim çukurun üstünü iyice kapadılar, en üstüne de buranda örtüp beni tamamen karanlıkta bıraktılar. Onlara beddua edemiyorum zira hepsi hocalarımız ve bizim daha iyi yetişmemiz için ne kadar puştluk, ne kadar bokluk varsa hepsini yapıyorlar!... Beddua demişken, benim beddualarım tutar, size olmuş, gerçek bir olayı anlatayım… Eşim ile birlikte memuriyette biriktirdiğimiz 3-5 kuruşla ve yakın arkadaşlarımızla Bakırköy’de ilk Fitness salonumuzu açmıştık, borç harç ve ilk kazandıklarımızla önce borçlarımızı ödüyorduk. Salonun bulunduğu apartmanın yöneticisi, hamallıktan sonra zengin olmuş bir sonradan görme idi.

313

Sık sık kazan dairesinden spor salonumuzun suyunu kesiyor, çocukları terli, terli bırakıyor, duş almalarını engelliyor ve bizden suyu açmak için üç misli para istiyordu!... Bunu birkaç kez daha deneyip, milli judocuların duş yapmasınıda engelleyince, benden çok iyi bir dayak yemişti, ama kalabalığı görüncede, cesaret alıp dayılanmaya devam ediyordu. Ona, suyumuzu kesen bu kaba adama “Ulan Allahım seni su yolunda öldürsün!...” diye intizar etmiştim. Adamın önce böbrekleri vücut suyunu süzememeye başladı!... sonra hep Silivri taraflarından iyi su almaya gittiği bir gün, elinde su bidonu ile arabasının ön kapısını açıp, arabaya girerken, arkadan gelen kamyon kapı ile birlikte adamı altına alıp öldürmüştü!... Adamı su bidonu ile birlikte gömmüşler! Annem hep “Oğlum sen kimseye intizar etme seninki çok güçlü, tutuyor, bir daha yapma, günah’a girersin yoksa” demişti… Artık ne yıldız, ne gökyüzü ne de kara bulutlar gözüküyor. Bunu daha önce öğretmişlerdi. Vietkong’ların yaptığı “Kedi gözü timleri” denen bir uyum çalışması. Böyle karanlıkta dört saat kalıp bir noktaya bakarsanız gece dışarı çıktığında kapkaranlık ormanda bile gece dürbünü ile bakıyormuş gibi operasyon yapabiliyorsunuz! Gündüz olduğunda ise eğer üstümüzü açmazlarsa yine gece gibi karanlık olacaktı ortam ve bioritmimiz bozulacaktı. Kedi gözü keşif ve baskın takımları kurmuştu Vietkong`lar. Üçüncü günün sabahı bu esaret kursunu çıkaran Çinliye tekrar kutusu açılmamış küfürleri sıralarken titrememi durdurmaya çalışıyordum ama beceremiyordum.

314

Bu SAT kursu boyunca uykusuzluktan çok titremekten yılmıştık. Hocalar ne yapıp edip bir yolunu bulup muhakkak yaz olsun kış olsun bizi hep ıslak tutmayı, donmanın eşiğine getirmeyi başarıyorlardı. Anne karnında dokuz ay bu kadar ıslak kalmamışızdır diye geçerdi aklımdan hep!... Öğlene doğru tahtaları kaldırıp üstümü açtı hocalar. Öğlenden sonra çöp sepetleri, kovaları, konteynırları ile geldi hocalar ve bütün birliğin çöplerini üstüme döktüler. O zaman ne domuz gribi, ne tavuk gribi, ne kuş gribi yok tabi. Çukurda lahana, pırasa, yenmemiş artık, pirinç, mercimek, ekmek kırıntıları, kağıt çöpleri, tuvalet kağıtları, nereden çıktıysa kadın ped’leri ve prezervatifler var. 10 gün uğraşsam bulamam bu hijenik malzemeleri!... Suavi’den yine ana avrat dümdüz küfür nameleri geliyor. Moralinin çok bozuk olduğu belli oluyor; böyle giderse hocalar onun üzerine daha çok oynayacak yaralı ceylan ve aslan misali… Son gece hafif yağmur çiseliyordu. Isınmak için biraz cimnastik yapıyorum. Kaslarım vücut ısısını sağlamaktaki rolünü bilmekle beraber enerji kaybetmek de pek işime gelmiyor. Allah’a ve Anneme dua ediyorum hep. Annemin duaları hep işime yaramıştır. Kadın ne bilsin böyle bir bok çukurunda boktan bir pozisyonda olduğumu. Annem’e Gölcük’e deniz kuvvetleri lisan okuluna gidiyoruz dediğimde annem “Numara yapma seni her gün suların içinde, altında, havada, karada, çukurlarda görüyorum. Başka tehlikeli bir şey yapıyor benden saklıyorsun,” demişti.

315

Hiçbir zaman hiçbir şey saklanamazdı ondan istişareye yatar öğrenirdi olanı biteni. “Suavi üst teğmenim, Suavi üsteğmenim!” diye avazımın çıktığı kadar bağırsam da artık ondan hiçbir ses gelmiyordu. Ölmüş olamazdı…. gerçi kursun başında bir arkadaşımız Karadenizin soğuk sularında gece yüzerken donup şehit olmuştu, adını merak etmişsinizdir, adı BARBOROS DENİZSEVER idi ve hakikaten, denizi çok sevdiği için denizci ve SAT olmuştu… Yıllar sonra “The Dear Hunter”, bizdeki adıyla Avcı filmini seyrettiğimde böyle bir sahne vardı, orada filmi seyrederken, ben SAT’ta geçirdiğim o Esaret Haftası’nı hatırlamıştım. Aradaki fark, orada çukur değil bambu kamışları ile çevrilmiş bir su hapishanesi olmasıydı. Sabah, uykusuzluktan, açlık ve suzuluktan bitkin bir haldeyken Bob ve diğer hocalar geldi. Günlerden cumartesi olduğunu zor bela hatırlıyorum. Aşağıya uydurma bir metal merdiven sarkıttılar. Bob, “hadi çık artık” diye emir verdi. Ben de “Are you joking?” yani şaka mı yapıyorsun dedim. “Yukarı çık, yukarı!” diye sert, sert bağırdı. Çıkmak istedim fakat başaramadım. Kurs arkadaşlarımdan Mustafa Tosun merdivenden aşağı indi ve kolumdan çekip yukarı çıkmama yardımcı oldu. Yukarıya zar zor, titreye titreye çıktığımda Bob elindeki koca küreği elime verip, “Bu çukuru doldurmaya başla!” diyor. Ayakta duracak halim yok.

316

Yine de öfkeden Türkçe “Ver Allah’ın belası orospu çocuğu,” diye küreğe elimi uzattığımda, “this is joke” bu bir şaka dedi gülerek ve bana sarıldı. Hayretten dona kalmıştım; aslında zaten donmuştum. Şu an ne elim ne de diğer aletlerim, organlarım çalışırdı. Bob “Türkiye’de bunu ilk yapan sensin,” dedi. Bir ilki daha başarmıştım ama umurumda değildi. Bir an önce ısınmalı, doymalı, susuzluğumu gidermeli, yıkanmalı ve uyumalıydım. (Bu hocaları‘da öldürmeliydim!...) Vücudumdaki, beynimin altındaki o akıllı organ ‘Hipotalamus’ Sanki bana “Ye, İç, Titre ve ısı üret” diyordu!... “Erdoğan ve Suavi üsteğmen nerede?” diye sorduğumda, Erdoğan’ın çukura atıldığında ayağını çok fena burkup yan bağlarını yırttığını öğrendim. Birinci gün akşamına kadar dayanmış sonra ayağı çok kötü şişince Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ne götürülmüş. Suavi üsteğmenin çöpler üzerine atıldıktan üç saat sonra hipotermi (donma durumu) olup çıkarılmış, revirde sıhhiye assubayı tarafından ıstılıp kurtarmış paçayı. Hoş benim de ondan farklı bir durumum yoktu. Bob “Namık’ı ısıtın yıkayın kokteyl salonuna getirin” değince, “Kokteyl mi?” diye bağırdım heyecanla. Mustafa Tosun’a dönüp “Donsamda bir soğuk bira içmeden beni gömmeyin!” dedim. Gülüştük.

317

Üç saat sonra kokteyl salonundaki hazırlığı görünce kendimden geçip “Buna değermiş” dedim. Masaya Bob’ın yanına oturduğumda çok heyecanlıydım. SAT kursu devam ediyordu ve ben ünlü ‘Donanma haçı’ (Navy cross) madalyalı SAT Bob Gallerherg’ın yanında oturuyordum. Bu tahmin bile edemeyeceğiniz kadar büyük bir onurdu! Ansızın “fare nerede?” diye sordum heyecanla. Şakir hoca “ulan oğlum hayvanları koruma cemiyeti tarafından sana ödül verilmeli, kendini değil fareyi düşünüyorsun” dedi gülerek. Kenan hoca da “Sen fareyi yukarı atınca kurtuldu. Ormana kaçtı fakat Suavi’ninki öbür tarafa yolcu oldu” dedi. Fare denemiş ama hayatta kalmayı başaramamıştı. Biraları yudumladığım sırada Bob da Whisky’sini yudumluyordu. Oldum olası bu Whisky bana ağır gelir ve tahta kurusu gibi kokarım hep!... Bob “İşte savaşçı ruhu bu!” dedi. “Asla pes etmemek, asla bırakmamak, ölümü reddetmek, sonuna kadar mücadele etmek, var olmak, ayakta kalmak, en zor şartlarla mücadele etmek, savaş vermek. Sen kazandın Namık ama Fare kaybetti!” Kendi de Vietnam’da pusuya düşürülmüş Vietkong’lar tarafından 14 ABD’li SAT arkadaşını ve yaralı tim komutanını, kendi de yaralı, ayak kemiği kırık, eli ve parmakları kopuk iken, üst tegmenini,

318

liderini pusudan çıkarıp emniyetli alana geri kaçıp NAVY CROSS yani Donanma Haçı madalyasını ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın elinden almıştı. Bu, ABD’nin Medal of honor`dan sonraki (Şeref madalyası) en büyük madalyası idi. “Çukura, çamura, dibe düşmüş olsanızda, ekibinizi, işcilerinizi, sporcularınızı, arkadaşlarınızı kurtarma, varolma, yeniden ayağa, kalkmak, çabalamak zorundasınız. Emrinizdekilerini, çalışanlarınızı, sporcularınızı tekrar aşağılardan yukarılara çıkarmak, sizin asla pes etmemenizle, vereceğiniz mücadele ile gerçekleşeceğini bilin, bunun için var kuvvetinizle çalışın, asla pes etmeyin, bakın!... ufukta ışıklar parlamaya başladı bile… ”N.E.

ASLA PES ETME BİR HATIRA O artık yavaş yavaş müsabaka hayatının sonuna doğru geldiğini hissediyordu yüzlerce maçtır hiç yenilmemiştir (203 maçtır!) ve Olimpiyat gelip çatmıştı. Zaten Rusların 1979`da Afganistanı işgal etmeleri nedeniyle bir çok ülke 1980 Moskova olimpiyatlarını protesto edince o olimpiyatta’da altın madalyayı kaçırmıştı. 1984 California olimpiyatlarında en çok pivot olarak kullandığı sağ ayağının (denğe ayağı) calf kası (Gastronemius+Soleus) sakat sakatsonraki üç rakibinide yenip final yapıp olimpiyat madalyasını göğsüne takmıştır.

319

Yılmamıştır hala iyileşip ülkesinde açık siklet şampiyonu olmak, çok sevdiği judo sporuna devam etmek bir çok kabiliyetli japon genç judocular yetiştirmek istiyordu. Judo hayatı boyunca son 9 yıl ve 203 müsabakadır hiç yenilmiyerek ayrı bir rekorun sahibiydi. Aylarca fizik tedavi, fonksiyonel rehabilitasyon, tedavileri görüp tam iyileşmesede japon açık sıklet müsabakasına katılma zamanı nihayet gelip çatmıştı. 1985 japonya açık şampiyonasıydı bu son maçı, bu ananevi müsabaka savaş yılları hariç 1930 yılından beri yapılıyordu (19411948 arasında savaş nedeniyle yapılamadı). 28 yaşındaydı ve ilk kez tüm Japonya şampiyonu olduğunda ise 19 yaşındaydı ve o güne kadar hiçbir Japon bu kadar genç yaşta tüm Japonya şampiyonu olamamıştı. Hocası Isao İnokuma 1959 yılında 21 yaşında iken tüm Japonya şampiyonu olabilmişti. Hocasınında rekorunu kıran bu judocu, All Japon judo şampiyosuna 17 (on yedi) yaşında ilk kez katıldı ve 3. Olmuştu. Hazırlıkları devam ederken kötü kader rolünü oynadı. Onu çok seven dedesi ölmüştü. Yıkıldı, çöktü kaldı bizim şampiyon. Dedesini gömdükten sonra Dojo’ya gidemiyor, arkadaşlarının yakasını tutamıyor, hızlı bile yürüyemiyordu. O babasından çok sevdiği kişi yani dedesi onu ilk judoya yazdıran, judo aşkını alıştıran kişiydi. O genç Samurai’yi bir elinden tutar öbür elinede nerede ise yere değen içinde judogi olan çantasını taşıtırdı. Asla “dede çantamı taşırmısın“ demedi, zira dede’de eski bir sensei (judo hocası) idi.

320

O taptığı, sayıp sevdiği, ona en sevdiği şeyi, judo’yu aşılayan kişi artık ölmüştü ve hiçbir müsabakasını kaçırmadığı torununu artık judo salonu tribünlerinde seyredemeyecek, ona moral veremeyecekti. Japonya açık sıklet judo müsabakası başladı. Eski yırtılmış calf kası sakatlığı tamamen geçmemişti. Her mindere çıkışında dedesinin sıklıkla oturduğu yere bakıyordu, ama o yoktu artık, sandalyesi bomboş duruyordu… İçi çok buruktu. Sakat sakat finale kadar geldi, en güçlü rakibi iki kez altın madalyalı ünlü Japon judocu Saito idi, yorulmuştu. Son maçı ünlü japon şampiyonuyla idi. Birkaç iyi teknikle hücum yapsada hiç indirici teknik yapamamıştı, Saito onu çok iyi analiz etmiş, kendini ona göre hazırlamıştı, kahramanımız Saito`yu Yalnızca diz üstü atmıştı. Sonunda sakat sakat aklını ve tecrübesini kullanarak daha aktif maç yaparak rakibine cezalar aldırıyor onun oyuna girmesine hiç fırsat vermiyordu. Galip geldi. Hakem eliyle onun galibiyetini işaret ettiğinde hakeme şeref üyelerine salonun dört tarafına (jigaro kanonun resmi dahil) her yere selam verdi. Sonra rakibine eğilip ona son şansı verdiği için önünde uzun süre eğilerek teşekkür edercesine selam verdi… sonra dedesinin sıklıkla oturduğu o sağ üst tribüne, dedesinin hatırası ve onuruna boş bırakılan koltuğuna döndü gözleri yaşlı dedesine, onun ruhuna da selam verdi. Olayı bilenlerin hepsi ağlıyordu.

321

Ama o hem dedesine hemde ilk defa birisini ceza puanı ile yendiğine ağlıyordu ve bu onun son maçı oldu, yüzlerce maçtır (203) yenilmemişti ve yine galip ayrıldı tatamiden, onu kimse 9 yıldır yenememişti. Kesinlikle hepiniz bu judocunun YAMASHİTA olduğunu daha ilk satırlardan itibaren biliyordunuz. anlamıştınız. Japon hükümeti tarafından ilk onur madalyası alan sporcu, judocudur Yamashita. O ASLA PES ETMEDİ…

7. PRENSİP-DİSİPLİNLİ, PROGRAMLI OLUN “Disiplinsiz yaşayan biri onursuz ölebilir” “Hayalleriniz ve disiplin denir”

hakikatler

“Disiplinsiz, çabuk lağımlardan geçer”

arasındaki

başarılara

mesafeye

giden

yollar,

“Kendini başkalarıyla mukayese etmeye bir son ver, sen nadirsin” “Anahtar, programdaki öncelikler programını önceliklemen”

değil,

Senin

“Birinin yaşam boyu onurlu, disiplinli olması, çok iyi bir egzersizdir”

322

Çoğumuz disiplinin olmadığı yerde şansa da yer yoktur sözünü duymuşuzdur. Çocuklarınız bize, SAT hocalara gelir, artık onlar bize SAT hocalara emanettirler. içlerinde yataklarını annelerinin düzeltiği, kahvaltıyı annelerinin hazırladığı, bulaşıkları annelerinin, ablalarının yıkadıkları bu nazik tembel yavrulara, yataklarını yapmasını (Hemde 1tl demir parayı 50 santimden attıkmı, para gergin yatakta 5 cm geri, havaya sıçrayacak şekilde gergin olarak!...). Yemek yapar, bulaşık yıkarlar ve savaşırlar. Bizler onlara heykel gibi şekil verir, şekillendiririz, aynı çocuk judocular gibi. Bambaşka insan, başka bir kişilik kazanırlar. Artık yarış atıyla sütcü beygiri, aslan ile kuzu ayrılmıştır. Onlar birer ‘Erkek’ olmuşlardır. Gayesiz disiplin kendinizi cezalandırmaktan başka işe yaramaz! Disiplinsiz yaşayanlar, onursuz ölebilir derler, Ve bu tipler ihtiyatlı kişiler değillerdir. Yaşamda, disiplinsiz biri dümensiz gemi gibidir, nereye çarpacağı belli olmaz. Hiç bir erkek veya bayan kendi kendine disiplinsiz ise, sonu ergeç hüsranla bitebilir.

323

Dirençli, güçlü bir karekter geliştirmek için disiplin, en yakın dostumuz olmalı. Onsuz, etkili bir karekter geliştiremeyiz. Egitimin sonu disiplin ile Taçlanır, başkalarının beynimizi doldurmasıyla değil, bu arada konu disiplin olduğunda motivasyon çok önemlidir, şayet yeteri kadar motivasyonlu iseniz, disiplin her şeyin üstesinden gelecektir. SAT`ta bizlere, şayet disiplinli olmazsak, savaşın, zaferin, hatta sporda ve ticarette bir çok seyin üstesinden gelemeyeceğimiz öğretildi, yıllarca. Birbirimizin sırtını koruma öğretilirdi ama asla tekrar sivil hayata geçişte arkamızdan, sırtımızdan hançerlenebileceğimiz öğretilmedi! Çek, senet yazmanın ne denli bok iş olduğunu, sivil hayata geçince öğrendik. Savaşta, ticarette, yaşamda, sporda bir çok şey ters gidebilir ve gidecektir, böylesi zorlu ortamlarda, yaşam mücadelesi verirken kesinlikle karşımıza engeller çıkacaktır, bu doğasında vardır. O engelleri aşmalısınız, kesinlikle yaşamda, ticarette, sporda ve savaşta hiçbir şey bizim planladığımız gibi oluşmayacaktır. O engellerin etrafından dolaşın, üzerinden atlayın altından veya üstünden geçin, olmadı içinden geçin!... veya onu tahrip ederek yok edin. SAT`ta bizlere öğretilenlerin başında “Disiplinin, sahip olduğumuz her iyi niteliğin kökü” olduğu öğretildi. Her şey kötü gittiğinde, olaya daha iyi ve geniş açıdan bakarak, bir daha ki sefer böylesi bir durumla karşılaşırsanız, onunla nasıl baş edebileceğinizi düşünün, planlayın, ancak disiplinli bir çalışma ile hayatta karşınıza çıkacak bir çok problemle baş edebilirsiniz.

324

Sabah kalkıp dışarı çıktığınızda karşınıza çıkacak her türlü problemle, disiplinsiz bir şekilde baş edemez, üstesinden gelemezsiniz. Kendinizi, disiplinli çalışarak daha güçlü, daha süratli, daha sağlıklı, daha mücadeleci bir karekter geliştirebilirsiniz. Disiplin, Doğru gıdalar tüketmeyi, doğru zamanda yatmayı, hislerinizi kontrol etmeyi, doğru, süratli ve yerinde karalar vermenizi sağlar. Disiplin ego, larımızı kontrol etmeyi, onların, egolarımızın bizi yönetmemesini sağlar. Disiplin sayesinde başkalarının size nasıl davranmalarını istiyorsanız, sizlerde onlara öylesi davranırsınız. İstemediğiniz görevleri, antrenmanları, alış verişleri yapmasanızda disiplin sayesinde bunların iyi taraflarını yapar, buda size, askerlerinize, çalışanlarınıza, sporcularınıza, yardımcı olacaktır. Bir hata yaptığınızda, hatalar zinciri yapmadığınıza şükrederek disiplininizi ortaya koyup, sonra gelecekte böylesi bir durumla nasıl baş edebileceğinizi düşünün ve hazırlıklı olun. Disiplin sayesinde korkularınızla baş edebilirsiniz. Hata bulmak yerine çözüm üretmek, korkularızlada yüzleşmek, onlarla baş etmenizi sağlayabilir. Ticarette, orduda, sporda disiplinin anlamı, liderinizin size “Bu kısa yoldan değil, bu uzun yoldan gideceğiz, kıyıdan uzaklara bir yere paraşütle atlayacağız, biraz uzun yüzeceğiz ama rüzğarla sahildeki sivri kayalara çarpıp parçalanmayacağız. Yakalanmamak için, kestirme, kolay yerden değil düşmanın inine lağımlardan, loğarlardan, hayvanların pislettiği kanallardan sürünerek gireceğiz, ürünlerimizi yalnız şehir içinde değil, köylerde, kırsallarada taşıyıp satacağız, rakibe deli gibi ama akılcıl onlarca oyuna girip, hücum yapıp, atıp galip gelmeliyiz.

325

Babanız, Anneniz, Komutanınız, Antrenörünüz, patronunuz “sofrada hep beraber olalım akşam yemeğinde” dediklerinde disiplin bu doğru olan kurallara, emirlere uymamızı sağlar. Bunlara uymakla emrimizdeki personeli, yakınlarımızıda, korumuş oluruz. “Yaşamda daima kolayı seçmeyin, kolay başarıya giden yollar, lağımlardan geçer” Disiplinin bir anlamıda, zamanı geldiğinde zorlu yolları seçmektir. Bu yollar, çoğu zaman yanınızdakileri koruyan yollardır. Arzu edilen kısa süreli mutluluk olmamalı, Mutluluk firmanızı, takımınızı, askerlerinizi, sporcularınızı tamamen o bataklıktan kurtardıktan sonra hissedeceğiniz mutluluk duygusu olmalı, disiplin bunuda sağlar. Disiplinin, güce, isteğe, cesaret ve metanete gelir! Zayıflığı sevmez, yıkılmalara, ağlamalara, sızlamalara duvar örer. Disiplin bizlerin en büyük düşmanımız gibi gözüksede, aslında en iyi arkadaşımızdır. “Sevmesende yapmalısını” öğretir. Kararlı Olun ve Vazgeçmeyin: Başarıya ulaşmak adına kat edeceğiniz yolda bir dizi engel de sizi bekliyor olacak. Bunlara kararlılık sınavı da diyebiliriz. Çabuk yorulan, ilk engelde yol değiştiren, pes eden kişiler hedeflerine asla varamazlar, dolayısıyla da hayatları boyu hayal edip de ulaşamadıkları şeyler hakkında sızlanıp dururlar. Yaşamda ne iş yaparsanız yapın, bir gün önünüze hiç beklemediğiniz engeller çıkacaktır, beklide bu engelleri, karşı taraf yerleştirecektir!...

326

Engeller aşılmak içindir, etrafından dolaşın, altından sürünerek!... geçin, üzerinden atlayın, olmadı savaşcı gücünüzü kullanarak içinden geçin!... engeller, engeller engeller! hep karşınıza çıkacaktır. Hedefiniz ve hayaliniz ne ise onu yapmak için azmedin. Mutlu ve başarılı insan olmanın sırrı bunda saklıdır. İlk seferinde olmadıysa tekrar tekrar hatta tekrar deneyin. Hayallerinize siz inanmazsanız size insanlar neden inansınlar? Disiplin, kararlılık, asla pes etmeme, savaşcı ruhu, hiçbir şeyin sizi korumadığı, kucaklamadığı gibi sarar sizi kollarıyla, sizi hiç kimselerin gidemiyeceği, ulaşamıyacağı güç, sağlık, akıl ve mutluluk yollarına, patikalarına onun, disiplinin sayesinde ulaşırsınız. En önemlisi bu yol özgürlük, disiplin yoludur. Başarılı olmak isteyen Sporcu, asker, iş adamı, aile reisi, çalışan, talebe vb… vb… bu yolda disiplinli olmalı… Japonya’da 3 yıl kalıp, beni Almanya’da Münih olimpiyatlarına hazırlayan Alman milli judo takımı antrenörü hocam Wolfgand Hofmann’ın, Japonlardan öğrenip, bana öğrettiği bir söz ile son vereyim. “Einer der wege ist geduld”. Biri bu yolda (DO) sabırlı olmalıdır!...

8. PRENSİP-GİDİN VE YAPIN “Şayet geleceği bırakalım gitsin”

327

yakalayabileceksek,

geçmişi

“çok istersen getirebilirsin” “Zorlu, sert kullanın”

tozlardan

münakaşalarda

bir

dağ

yumuşak

meydana

kelimeler

“Ömür boyu koyun olmaktansa birgün aslan olmak daha iyidir” “Durmadığın müddetce, hedefe yavaş yavaş gitmen pek fark etmez”

SAT komandosu olarak iyi yetiştirildiginizde, asla “Ben bunu Yaparım, şunu kırarım, bunu atarım, bunu keserim, bunu kaldırırım, koşarım” diye yüksek perdeden konuşmamayı öğrenir, her ne olursa olsun gider ve yaparsınız. Bizde bir söz vardır “Zoru hemen başarırız, sadece imkansız biraz vakit alır “ diye. DİKKATLE OKUYUN… İnci ile tanışmamız tam “gidin ve yapın” prensibi gibi gelişti. ABD’den yeni dönmüştüm, SAT kursiyer subay ve ast subay talebelerimize 2 kişilik cep denizaltılarını nasıl kullanacaklarını,

328

düşman limanlarına nasıl sızacaklarını, düşman gemilerinin altına nasıl mayın yapıştıracaklarını ve düşman sahil gerisinde yapılacak operasyonlarda, yorulmadan bu denizaltı ile gelip, onu su altında saklayıp, sahile çıkıp nasıl baskın, sabotaj yapmaları gerektiğini ve sonra onları sahile getiren küçük denizaltıyı nasıl bulup, düşman sahilinden kaçıp, onları getiren ana denizatıyı bulacaklarını öğretiyorduk, 3 SAT hoca. Moda iskelesine yanaşan Çardak adlı dalgıç vasıtası ile yanaştık, Güvertede 2 adet Sat cep deniz altısı (SDV) monte edilmişti, yanaşır yanaşmaz, SAT kursiyerleri ufak denizaltıları hazırlamaya başladılar. Üzerimde ABD’de SAT eğitimlerinde iken giydiğim US Navy Seal yeşil elbise vardı saçlarmıda (Şimdilerde olmayan!...) Amerikan bahriyelileri gibi kestiriyordum o sıralar.

Önde ben arkada sevgili kankam şehit Mustafa Tosun As subay. Sub S 18 A-4 cep denizaltısındayız.

329

O sırada hoca ve kankam olan Mustafa Tosunun yanında iskele üzerinde iki çok güzel kız duruyor ve bana gülümsüyorlardı, bende kabalık olmasın diye el salladım ve onlarda karşılık verdiler. Ben talebelerin denizaltıları sökmesine nezaret ederken, Mustafa yanıma geldi ve “Namık bu kızlar seni Amerikalı sandılar bende evet dedim sakın bozma beni, Aylin benim, yanındaki kumral güzeli İnci senin” demezmi!… sanki arsa parselliyoruz!... SAT subay ve as subay adaylarına “Sakın bozmayın ben Amerikalı hocanızım” diye kükredim. Bir hata yapsalar yüz şınav ceza çekecek olan bu çocuklardan sır çıkmayacağını biliyordum!... Aradan 49 yıl geçmesine rağmen sık sık görüşüyoruz. Ben moda iskelesine çıkıp daha İngilizce “Hoş geldiniz” demeden İnci “Well come to Turkey” demez’mi!... rahatladım ve bende İngilizce döktürmeye başladım. Mustafa Aylin’e Türkce “İsterseniz Mr Lee’nin dersi bitince SAT’lar birliğe geri dönecekler, kalamışta, deniz kenarında birer çay içelim” dedi. Aylin İnci’nin suratına bakıp daha o cevap vermeden “olur olur, neden olmasın” dedi. Ayakta İnci ile konuşmaya mercimeği fırına vermeye başlamıştık bile. Onun tiyatro tahsil ettiğini ve son sınıfta olduğunu ve yaz sonu tezini verip okulu bitireceğini öğrendim. Vedalaştık ben işime döndüm onlar moda iskelesi üzerinde yürüyüp harika bir BMW’ye bindiler, İnci kullanıyordu arabayı.

330

Akşam 18:00 sıralarında Mustafa’nın bildiği deniz kenarındaki Cafede buluştuk, hayrettir İnci yanağımdan öpmüştü beni ve ben muafazakar bir ailede yetiştiğimden, fazla samimi bulmuştum bu yaklaşımı. Sandalyesini tuttum ve o anda Aylin İnci`ye dönerek “Bak Amerikalılar işte böyle kibardır, gördünmü” dedi. Bende ona İngilizce “Mustafa sandalyeyi çekmedi diye kabamı oldu yani, harika bir kişiliktir o” dedim. Özür diledi şımarık!.Sonra akşama doğru İnci bizi arabasıyla Çamlıca tepesine götürdü ve yolda yanından geçerken o muhteşem evlerini gösterdi. Harika bir köşktü ve bizim üsküdar’daki müstakil 5 odalı evimiz, bunun yanında gece kondu gibi kalırdı. Artık Mustafa ile Aylin ayrı. Bende sık sık İnci’yle ayrı çıkmaya başladık. Onu Anadolu Kavağı‘na, Sarıyer’e, Adalara götürüyordum. En çok Büyükada‘da ki dil burnunu beğeniyordu. Sık sık piknik paketimizi yapıp dil burnuna gidiyorduk. Artık hafif hafif yakınlaşmalarda başlamıştı ama ben birisi rastlayıpta Türkce “Namık nasılsın?” demesinden ve yakalanmaktan, oynadığım bu tiyatronun açığa çıkmasından çok korkuyordum!... ama bu korku bambaşka bir korkuydu ve ben bu sefer korkunun içine bir küçük adım değil, derinine çok büyük bir adım atmıştım. Git ve yap korkusu!... gitmiş ve yapmıştım, halt etmiştim. Yine bir gün SAT Mustafa, Aylin, İnci ve ben Büyük adaya gidiyorduk. Adada onlar alış veriş yaparken yanıma hava kuvvetlerinden tanıdığım bir pilot, judocu arkadaşım yaklaşıp, sarılıp “Namık nasılsın? ne arıyorsun adada?” der demez hemen kulağına “Önemli bir iş üzerindeyiz, beni tanımıyorsun” dedim.

331

İrfan şaşa kalmıştı ama uyanık hiç bozmadı ve hemen yanımdan ayrıldı. Biraz sonra üçü’de marketten elleri paketler dolu çıktılar, anlaşılan dil burnunda aç kalmayacaktık.

Florida. Keywest’te SDV=Swimmer Delivery Vehicle kursunda kullandıgımız SDV-22-S içindeki ABD’li teknik personel, deneme dalışında. İnci, o yazın sonunda gireceği tiyatro imtihanı için çok çalışıyordu, yinede haftada en az iki-üç kez buluşuyor, hasret gideriyorduk! Bir birimize çok alışmıştık bu “Git ve yap” SAT prensibi başka türlü çalışıyordu şimdilerde. Bir gün onu çiçek pasajına götürdüğümde, içtiği beyaz şarabın ona cesaret vermesinden olacak “Seni eve götürüp ailemle tanıştırmak istiyorum Lee” demişti. YYYooooyyyoo gibi bir şeyler söyleyip korktuğumu belli etmiştim, bazen SAT’larda korkar!

332

Dalış dersinde buluştuğumuz Mustafa’ya “Ulan oğlum, neden böyle yaptın? Bu Mr. Lee ne oluyor? Benim kendi as subay kimliğime, Namık Ekin’e ne olmuş?” diye çıkışırken, Mustafa söze girip “Bak oğlum birincisi ben Kungfu’cu Bruce Lee’yi çok severim, adını ondan Lee yaptım çünkü sen Amerikalılara çok benziyorsun (İçimden onlar bana benzesin demek geçiyor!...). İkincisi kızlar harika bir arabadan indi, belli ki zengin bir ailedenler, bende hemen seni zengin bir Amerikalı as subay yaptım!... üçüncüsü başını işten, müsabakalardan kaldırmıyorsun, biraz dinlenceye, eğlenceye ihtiyacın olduğunu düşündüm… eee ne var bunda?” Diye masumiyetini haykırıyordu... ”Ya yakalanırsak?” diye sorduğumda, biraz ıkınıp... ”Belliki kız seni çok sevdi, kabahati üzerime alırım, olur biter” dedi.” Ya kız beni ABD`li diye sevdiyse?” dedim kızarak Mustafa’ya… ama olay hiçte öyle değildi. İnci bana yalnızlığımı, kalabalıkta yalnız oluşumu unutturuyordu ve beni sevdiğini, alıştığını her haliyle belli ediyordu. Bir gün Mustafa, beni ABD’li yaptığını unutarak, dil burnundaki piknik masasının etrafında otururken Türkce “Namık kutudan bir bira açsana!...” dediğinde kıp kırmızı olup hem korkup, hemde açığa çıkyoruz, diye çok heyecanlanmıştım, Mustafa, hemen kıvırdı ve “Ulan amma içmişim Mr. Lee’yi 2 tane görüyorum ve dün rakı içtiğim arkadaşım Namık sandım, gidip başımı soğuk suya sokayım” demez mi!... Aylin ve İnci onun ellerinden tutup aşağı deniz kenarına götürdüler!... Dönüşte Aylin “Mr. Lee, Mustafa kustu, çok içmiş ve karıştırmış” dedi. Anlaşılan bizim kanka, kusma numarası yapmıştı, durumu kurtarmak için.

333

Artık yaz bitiyordu, bende rahattım, SAT kursunu bitirmiş 117 kişinin başladığı SAT komando kursunu 14 kişi bitirebilmişti! Akşamları judo antrenmanlarıma gidiyor, çıkışta sık sık İnci ile buluşuyorduk. Anlaşılabilir İngilizcesiyle bir gün bana “Lee, Seni bir gün kırmaktan çok korkuyorum, öyle bir şey olsa beni afedebilirmisin bilmem” dedi çok üzgündü, sanki ağlayacaktı ve ben onun üzülmesini hiç istemiyordum. ”Merak etme her ne olursa olsun sana hiç kızmam, üzülmem” dedim. Çok sevindi, derdini anlatırken bazı İngilizce kelimeleri seçemiyordu ve ben ne demek istediğini anlayıp, aradığı İngilizce kelimeyi ona söylüyordum “Çok anlayışlısın, hemen ne demek istediğimi anlıyorsun” derdi hep, oysa Türküz. Kadın hislerindende bir bahriyeli olarak biraz anlarız yani. Limanlar ve bahriyeliler meselesi!... Akşam saat on iki civarında idi. Beylerbeyinde yalnız yaşadığım, ara sıra yalnızca Mustafanın geldiği evdeydim, uzun süre çalan kapı zilinden heyecanlanmış hızla merdivenlerden inip kapıyı açmıştım. Aylin’i içeriye aldım, sandalyeye oturmuş ağlıyordu. “Ne var? ne oldu. Söyle Aylin, İnci`ye bir şey mi oldu?, son zamanlarda çok üzüntülüydü, söyle Aylin” diye kızın başında dikilmiş, bir sürü soru soruyordum. İngilizce! “İncinin başı dertte Mr. Lee, ona yardım edermisin? Sana çok ihtiyacı var” derken ağlıyor sesi inanılmaz titriyordu. ”Söyle birisi bir şeymi yaptı? Söyle onu doğduğuna pişman edeyim” derken yumruklarımı sıkmış, ağzımdan köpüklerin çıktığını fark ediyordum, çok sinirliydim ve onu çok merak ediyordum.

334

Aylin “İnci’nin arabası dışarıda, ben kullanıyorum gel dışarıda, arabada konuşalım” dedi, hıçkırıkları dinmemişti. Arabaya bindik bağlarbaşı tarafından Kadıköye doğru sürerken Aylin ağlayarak anlatmaya başladı. “Tiyatro tez hocası tezini kontrol için evine çağırmış, tez kitapcığını incelerken bacağını tutup öpmeye, taciz etmeye çalışmış, İnci’de eline geçirdiği vazo’yu adamın, hocasının kafasına vurmuş ve adam bayğın yere düşmüş, ayılmıyormuş, beni aradı, seni aramamı söyledi, Lee, sana çok ihtiyacı var, ne olur yardım et kıza” diyor ve hıçkırıkları kesilmiyordu… ”Help her, mr Lee please help her, she needs you” gibi bir sürü sözler... Göztepe tarafında kocaman köşk, okul gibi bir yapının önünde durduk, etraf çok karanlıktı. Aylin Demir kapıyı açarak bana yol gösterdi, köşkün kapısından sessizce girdik ortalarda kimseler yoktu, çıt çıkmıyordu. SAT kapalı mahal çatışmalarında olduğu gibi kapılardan dikkatli girip ortalığı kontrol ediyor ses dinliyordum. Holü geçtikten sonra karşımız çok büyük bir kapı geldi, Aylin elinle kapıyı gösterip “içeride İnci” dedi. Kapıyı itip daldım içeri, inci sandalyede oturmuş ağlıyordu, yerde yatan ve kafasından kanlar akıp pıhtılaşmış adamın kafasında kocaman bir yara bariz göze batıyordu, odanın karanlığında bile. Genişce bir salon olduğu belliydi ama yalnızca genişce bir salonun ortasındaki parkeyi ve İnci’yi aydınlatıyordu loş ışık.

335

İnci beni görünce heyecanla ayağa kalkıp koşup sarıldı bana ve “Lee I need you, please help me, Lee, please help me...” diyerek, lütfen bana yardım et Lee diyor ve hıçkırıklar içinde boğulurcasına yalvarıyordu. Yerde yatan adamın boyun şah damarlarından (Carotid artery) yaşayıp yaşamadığını anlamak için cesede doğru giderken, İnci daha çok sarılarak, beni bırakmamacasına sıkıyor ve “I checked,I checked he is dead Lee, he is already dead” diyor, adamın, hocasının öldüğününü anlatmaya çalışırken, beni bırakmıyordu. Anlaşılan o da kontrol etmiş öldüğünü, anlayınca bana Aylin’i acil yollamıştı. Perde gibi bir şeyin arkasına gitik Aylin’le ve ben halıya benzer ince uzun bir kilim, halı karışımı bulup adamı bununla sarmaya başladım. Hala hıçkırarkak ağlıyordu inci ve ben ona “İnci sus ses çıkarma, bundan sonra çok sakin olmalısın, bu cesetten kurtulmalıyız“ diyor ve cesedi sarmalamaya devam ediyordum. Aylin’de bana yardım ediyor fakat oda göz yaşlarını dindiremiyordu, onada sesiz olmasını söyledim. Bu kahrolası cesetten SAT usulü kurtulmalıydık. Ya kuytu bir ormanda gömecek, ya yine kuytu bir denizde dibe çukur açıp, batırıp üstünü taşlarla örtecek veya kuytu bir evin kuytu bir yerinde üstüne beton döküp duasını!... yapacaktım, arkadaşlık böylesi günler içindi. İnci’den hayır yoktu, bitmiş, çökmüştü. Aylin’e arabanın bagajını açmasını ve gözcülük yapmasını söyledim. Kilime sarılı cesedi kaldırıp sırtıma aldım.

336

Tam girdiğimiz kapıya doğru yürürken, kap karanlık olan koca salonun ışıkları sanki projektör gibi gözleri kör edercesine yandı ve alkış sesleri sanki kulaklarımızı yırtarcasına salonu inletiyordu! Koltukların olduğu bir tiyatro sahnesinde olduğumu nihayet fark edebilmiştim. Sırtımda ceset sandığım kişide artık canlanmış,sanki kendisini yere indirmemi istercesine kıvranmaya başlamıştı. Attım yaşayan cesedi!... o kızgınlıkla yere… Onlarca seyirci ve öğretim üyesi, İnci’nin beni aptal yerine koyarak, bitiriş tezini verdiği tiyatro sahnesinin üzerindeydik ve herkes inci’yi alkışlıyordu! Kendisini büyük bir kısmınızın tanıyacağı ünlü tiyatro sunucusu ve hocası İ.G hazretleri!... konuşmaya başladı “İnci bu, bugüne kadar gördüğüm en harika bir bitiriş, final oyunu ve çok harika bir performanstı, ses tonun, ağlaman, hıçkırıkların, Mr. Lee’ye yaklaşımın, sarılaman, onu cesedin nabzına bakmasın diye sımsıkı sarılıp bırakmaman, İngilizce yalvarışın mükemmeldi, sende çok güzel oynadın Aylin bravo sana, makyöz Leyla harika bir ölü boyamışsın bravo sana, mezun oldunuz tebrikler” diyerek bana elini uzattı, suratına nasıl baktıysam yüzünde bir korku, bir ürperti belirmişti ve ben İngilizce “You mother fucker, couldn’t you find another man? You cock sucker, I fuck you, you ass hole, get out of here, go hell” diye küfürler ederken İnci belime sarıldı ve beni yatıştırmaya çalışıyordu, onu ve hocasını itip hızla kapıları vurup gecenin karanlığında sokaklar arasında kaybettirdim kendimi ve katil ruhumu.

337

Günlerce poyrazköyde, Keçilikte SAT birliğimde kaldım. Hiç izine çıkmadım. Mustafa hergün birliğe gelip Aylin’den aldığı bilgileri, haberleri getiriyordu, artık o iki tiyatrocuyuda görmek istemiyordum ve çok kızıyordum o iki kahpeye. Bir hafta sonu Mustafa elinde 12 mektupla çıka geldi. Mektuplar Türkçe idi ve anlaşılan Mustafa ona Türk olduğumu ikimize’de yardım etmek için söylemişti. İnci posta adresimi bilemediğinden Mustafa ile yollamıştı mektupları. “Ne olur beni affet Namık, inan bu aklımıza sonradan gelen bir olaydı, fikri Aylin verdi, hocamda fikri çok beğendi ve bunu yaparsan, canlı performans olarak bir ilk mezuniyet tezi olacak tiyatro tarihimizde” dedi. ”Senin beni sevdiğini ve kırmayacağını bildiğimden girdim bu işe, ama bu kadar kırılacağını bilmiyordum” vb. vb. gönlümü almaya çalışan sözler içerikli mektuplar… Bir hafta sonuydu, Nöbetlerimizde ailelerimizin gelebildiği bir piknik yerimiz vardı SAT’ta… (SAT’ı hep büyük harfle yazarım kusura bakmayın, çok büyük bir birliktir hakikaten) Hazır kıta SAT timi olarak nöbetteydik. Lüx bir araba birliğin nizamiyesine gelince durdu. Önden Mustafa indi, Sonra İnci, annesi, babası ve Aylin. İçeri girerken nöbetci ast subayımız selam durdu onlara. Anlaşılan Mustafa bir tezgah daha hazırlamıştı. Kamuflaj SAT üniforması içinde bende onlara doğru yürüdüm. Kendimi buz dolabı gibi hissediyordum, soğuk ve durağan. İnci koşarak bana doğru geliyordu, ben koşmadım.

338

Zıplayıp boynuma sarıldı ve defalarca öptü yanaklarımdan. Anne, babası ve Aylin’e ”hoş geldiniz” dedim. Çardağın altına oturduk. Karadenizden esen ılık rüzgar bizim bulunduğumuz köşeyi, ağaç dallarını ve yüzümüzü yalıyordu… Babası söze başladı “Size bay Lee, mi Diyeyim yoksa Namık hocamı” diye sordu. “Ceset yok edici veya katil diyebilirsiniz” dedim. Mustafa hemen ayağımı dürttü. Pasta getirmişlerdi, askerlerimiz çay, kahve servisi yaptı, özür dilemeler vs. Affettim onu!... ama içimden bir şeyler kopmuştu sanki. Yeniden güzel günler yaşadık birlikte. Bir yaz günü Büyük ada dil burnunda piknik yaparken elimi tutup gelecek için çok güzel şeyler söyleyip, duyğulandırdı beni. Tarih 1971 24 temmuz Bodruma yazlıklarına giderken araba kazası geçirdiler ailece! İnci ve babası öldü, annesi ve ablası kurtuldu. Gelecek maalesef, gelmedi, gelemedi!... Bu kazadan bir süre Sonra Mustafa’yı karadenizde bir Nato tatbikatında su altında kaybettik. Nişanlısıda 5-6 ay sonra öldü. Bu ölümlerden sonra Mr. Lee’de öldü !... Git ve yap prensibini uyğulamıştım ama sonu trajedik bitmişti… yaşam devam ediyordu!... ve ben asla… asla pes etmeyecektim. Yeni SAT ve judocular yetiştirmeye devam edecektim…

339

10. PRENSİP-STRESİ LEHİNİZE KULLANIN, ONDAN AVANTAJ ELDE EDİN “Bizi öldüren, kahreden stres değil, ona karşı verdiğimiz reaksiyondur” “Doğru davranışlara adapte olarak olumsuz stresleri, olumlu hale getirebiliriz” “Neden yaşamımız stres dolu? Çünkü bizler daha çok yaşam tarzımızı geliştirmeye odaklanıyoruz, yaşamımıza değil!...”

STRES… STRES… STRES… Hayatımız iniş çıkışlarla doludur. Önemli olan onlara yenilmemek, onları kontrol altında tutabilmektir. Gencinden yaşlısına kadar herkesin karşılabileceği, olağan üstü bir durumdur stres. Bu 21. Yüzyılın hastalığı, en az birkaç yüzyıl daha kaybolacağı yok, en azından uzun yıllar daha onunla baş etmeğe devam edeceğiz. Onu, stresi kontrol edebilsekte, bazen derin yaralar açarak, gidip, geliyor!...

340

Stres, modern hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Bu kötü haberdi, iyi haber ise. Stresin kendisi tümüyle kötü değildir, onu lehimize çevirerek baş edebiliriz. Bir dozu, derecesi vardır, bazen yardımı da dokunur, ”yaratan ne verdiyse, bizim iyiliğimiz için vermiştir”. Yaptığımız işi daha iyi yapmamızı sağlayabilir. Bizi mücadelenin sınırına taşıyabilir, dikkatli olmalıyız, bizi öldürebilirde. Stresin kendisi, alışılabilir bir tepkidir. Vücudumuzun korkuya, duygusal rahatsızlığa pes etmemesi de diyebiliriz. Böylesi bir duyğu selinin, girdabının, içinde olduğumuzda vücudumuz “Kaç veya savaş durumuna” girer. Vücudumuz savaşmak veya kaçmak için hazırlık yapar. Vücudumuz kalp atım sayısını hızlandırır, kan basıncı yükselir, kalbe ve kaslara giden kan miktarında artış olur, nefes frekansımız hızlanır vb... vb... Stress… hep kafamızdadır veya dışarıdan gelir, hakikatte ikiside birliktedir. Yaşamda nasıl düşünüyorsak yaşamımızı, ama stres yalnızca emosyonel değildir. Emosyonel stresimizi etkiler. Stres, stres hormonu seviyemizi etkileyen herhangi bir şey olabilir, bunun anlamı, yeterli yiyemiyoruz, gıda yetersizliği, uykusuzluk, sakatlık vb... stres olarak düşünülebilir. Mental veya fiziksel, her ne şekilde olursa olsun, yaşam kalitemizi büyük miktarda etkiler. Bu tip tepki, mağaralarda vahşi hayvanların hücumuna uğrayan atalarımız için faydalıydı zira, ya vahşi hayvanlarla savaşacaklardı ya da kaçacaklardı…

341

Ama bu günlerde stresin kendisi “Vahşi hayvan!...” oldu. Yaşamımızda, aynı vahşi hayvanların koşması gibi, stres ile baş edebilmek için ya ondan kaçıyor, ya da üstüne üstüne gidiyoruz bu oluşum hayatımıza zarar verebilir!... ama asla onunla savaşta pes etmeyin, etmemelisiniz… Evcilleştirilemez bu vahşi hayvanın, başı boş şekilde oradan oraya, ruhumuza doğru koşmasına müsaade edilmekte. Günümüzde insanlar, atalarımız gibi strese karşı koyamıyorlar zira yaşam acımasız oldu! Yüksek miktarda salgılanan stres hormonu adrenalin, kan basıncını, kalp atımlarımızı hızlandırıyor, ya savaşıyoruz ya da bir şeylerden kaçıyoruz, yaşamdan asla kopmamalı, kaçmamalı, mücadele etmeliyiz. Eski devirlerden günümüze, tüm savaşcılar elit askerler stresle binlerce kez karşı karşıya kalmış ve ölümü tatmışlardır. Sivillerin, şimdi emekli olan bizlerin içine girdiğimiz, düştüğümüz stresten çok fazlasını şimdi asker olanlar, ticaret ve spor yapanlar yaşıyorlardır. Savaşan askerlerin stresi gibi aynı duruma holding sahipleri, Ceo`lar şampiyon sporcular, iş adamları, çalışanlar, siz, ben, asgari ücretliler… hepimiz stresli evreler geçirebiliriz, geçirmişizdir. Dünya rekorları kırarken, SAT`ta bir göreve giderken, şubat ayında Karadenize 12.000 feetten paraşütle gece denize atlarken, su altında 2 deniz mili buz gibi suda yüzerken, gece, Kıbrıs Girne’ye sualtından yüzüp düşmanla göğüs göğse çarpışan SAT talebelerimiz, hepimiz stresliydik.

342

SAT arkadaşlarımızın feci şekilde yanımızda donarak, su altında kaybolarak, vurularak ölmeleri, o kalp parçalayıcı görüntüler, annemin son nefesini verişi, ağzından çıkan kan pıhtılarının beyaz SAT üniformamın üstüne Türk bayrağı gibi kırmızı ve beyaz yayılışı, onu defnedip 2 gün sonra ABD`ye SAT ihtisasına gidişim, 4 gün sonrada ABD judo şampiyonasına katılıp madalya kazanışım, arka arkaya yaşadığım streslerden bazılarıdır. İnsanlar, savaşcılar, sporcular, iş adamları, emekciler, asgari ücretle!... geçinmeye çalışan kardeşlerimiz. Bizler tok iken, akılalmaz, zorlu, inanılmaz stres altında kalabilirler!..., ben hem milyon dolarlık dolandırıldım, ailem dahil bir çok şeyimi kaybettim ve haksız yere nezarethanelere, hapislere atıldım. SAT`ta aldığım “stresle baş edebilme, stresi lehimize çevirip onu kullanma bilği ve dersleri çok işime yaramıştı. Ya o bilğileri almamış olsaydım!... “Sorun stres ise onunla savaşmayın, onu lehinize kullanın” der stres bilimcileri. Kullanın ki daha kontrollu, keskin, dikkatli, uyanık ve tehlikelere karşı korunmalı, tedbirli olmamızı öğütlerler. Günümüzde vahşi alanlara gitmedikce vahşi hayvanlarla savaşmak zor!... stres vahşi bir hayvan gibi üzerinize üzerinize çullanabilir, yılanın zehiri gibi kanınızda, beyninizde yer bitirir bizleri. Strese karşı tepkilerimiz, başa çıkamayacak mesuliyetlerimizden kaynaklanabilmektedir.

343

Bu, evde, iş yerinde, sporda ve orduda oluşabilmektedir. Yanlızlıktan, iş kaybetmekten, bir ayrılıktan, hüsrana uğramaktan, bir yakınını kaybetmekten, maddi sıkıntılardan, işten atılmaktan!... boşanmaktan, vb... vb... sebeblerden kolayca oluşabilmektedir. Bu sağlığımıza zarar verebilir, bizi sinirli, saldırgan yapabilir. Yaşam, belli dürtüler olmasaydı sıkıcı ve zevksiz olurdu. Ama çok fazla dürtüde mutsuzluk verip yorucu olabilir, yaşam kalitemizle sağlığımızı bozabilir. Stres yönetimi bizleri sağlıklı ve yaşamdan zevk alınır bir çizgide tutar. Bir çoğumuz iş yerlerinde, orduda, sporda stres ile yüzleşiriz. Tarihte bizden, sizden onlardan çok daha kötü durumda olan savaşcılar olmuştur. Çanakkale savaşında bitlenen, yaraları kurtlanan Türk askerlerimiz, mehmetciklerimiz, Kafkaslarda, yapılan hatalardan dolayı, donarak ölen binlerce şehitimiz, kardakta düşen helikopterde ölen SAT şehitlerimiz, Kardağ`a stres içinde çıkan SAT kardeşlerimiz ve aynı helikopterden gece 35 metre sualtından, helikopter batıp, dahada derine giderken bin bir mücadele ile yaralı 40 metre derinlikten, kolu bacagı, kalçası kırık, su üstüne çıkabilen SAT kahramanlarımız, Güney doğuda harika kahramanlıklar yapan askerlerimizin, SAT sniper, larımız yaşadıkları stresler tarif edilemez. Organizmamız zorlandığında savaşa karar verirse önce bilinç durumundaki farkındalık ve uyanıklılık artar.

344

Bu durumda kayğı düzeyimiz yükselir. Sempatik sinir sisteminin çalışması etkinleşir ve bu durum adrenalin düzeyimizi yükseltir. Neticede vücudumuz savaşa hazırlanıyor demektir. (Kaçmaya da hazırdır bu sıralarda!...) • Kalp dakika atım sayısı artar. Tüm doku ve organlarımıza daha çok oksijen besi ve onarım maddeleri taşınması hızlanır. Bu suretle doku ve organlarımız daha bir verimli çalışırlar. • Kan basıncının artışı, solunum frekansımızın artması performansımızı daha bir iyileştirir. • Kasların kasılım süreleri düzenlenerek savaş veya kaç olğusunu hızlandırır. • Göz bebekleri büyür, veya odaklanma sebebiyle küçülebilir, tehlikeler daha iyi alğılanır, önlemler alınır. • Kas glikojen depolarının, yağın kullanılması çabuklaşır, etkinleşir. • Kanın çabuk pıhtılaşması fizyolojisi artarak olası yaralanmalarda koruyucu mekanizmaları harekete geçirir. Yaralandığımızda kan içeri, iç organları beslemek için kaçar, morarma başlıyabilir… Bu durumu ticaret ve sporda ele alırsak, beyin ve kaslara giden oksijen ve enerji maddeleri daha sağlıklı olmamızı sağlar ve doğru kararlar vermemizi sağlarken, spordada performansımızı artırıcı etki yapar.

345

Daha iyi, temiz ve berrak, aydınlık düşünmek, stresi daha iyi tanımak, onu kendi avantajımıza kullanmak, çevirmek hedefimiz, hedefiniz olmalı. Kendimizi daha iyi hissetmek için stresi katalizör, hızlandırıcı olarak kullanmalıyız. Stres gevşememizin vakti geldiğinde bunu yapamamıza sebep olur. Bir arkadaşımın Hollanda da at çiftliği vardı ve yarış atları yetiştirirdi. Onu ziyarete gittim. O yıllarda uçakların çok kaçırıldığı stresli yıllardı ve ben KLM Hollanda hava yolları orta doğu güvenlik müdürüydüm. Arkaşım Jan Mooldijk bana hayatımın en güzel nasihatlarından birini verdi, ona’da babası söylemiş “Hızlı gitmek için önce yavaş gitmelisin” demiş. Bu yaşadığımız planet`te her şeye uyan bir söylemdi. Bizler tüm gün boyu sanki başka bir gün olmayacakmış gibi, hiç başka bir saatimiz olmayacakmışız gibi, anı yaşamayıp, çok hızlı yaşıyor, gün boyu koşturuyor ve çabuk ölüyoruz!...

346

Her şeyi, her işi sakin, dikkatli vakitli yaparsak, daha çabuk yapmış olacağız, vaktinde yapacağız ve çok daha az stres yaşayacağız. Strese karşı en iyi silah, stres yapan düşüncenin üstüne başka daha iyi bir düşünceyi koymaktır. Düşman ateşi altında kaldığımızda, dehşetli stres altında oluruz, olayı stresli yapan, olayı kontrol altına alamamaktır. Madem kontrol altına alamadık, hadi olayı göğüsleyelim der, planlar yapıp göğüsleriz. Çoğu zaman iyi planlar yapıp popolarımızı delinmekten kurtarırız. Kontrol altına alamadığımız olaylar, kontrolumuz dışında olan dışarıdan gelen baş edilmesi zor stresler ile bağlantımızı kopardığımızda rahat ederiz, biz SAT`larda Kıbrıs`ta öyle yaptık, bağımızı kopardık… düşmanla!... Şayet bir şeyleri kontrol edemiyorsanız, ona değişik bir açıdan nasıl bakacak, yaklaşacak lehimize çevireceksiniz? Stresten avantaj sağlamak için onu nasıl manipule edeceğiz? Stresi alıp, göğüsleyip onu nasıl dost, müttefik yapacağız? Savaşlarda büyük kaos`lar yaşanır ve genellikle bu durumu kontrol edemeyiz Ama onu kabul etmeli, kucaklamalıyız. Böylece bu durumdan nasıl karlı, avantajlı çıkacağımızı düşünmeli, bir yol bulmalıyız, her zaman bir yol vardır, bulabilmek önemlidir…

347

Yanımızdaki harika SAT`lar, sizin çalışan personeliniz sizin güçlü kanatlarınızın altında, sizin kontrolunuzda, himayenizdedir, aynı büyük bir holdingte, fabrikada olduğu gibi. Konu stres olduğuna göre onunla asla savaşmayın, onun altında da ezilmeyin, gizlenmeyin korkmayın, onu kendinize, kendi lehinize çevirin, yandaş yapın!... kullanın, kullanın ki daha dikkatli ve uyanık olabilesiniz. Bu sizi daha avantajlı yapacaktır. Stresin çoğu bizim verdiğimiz yanıtlardan oluşur. Yaşamdan değil yanıtlardan oluşur. Davranışlarımıza ayar yaparsak bu ekstra stres kaybolacaktır. Emrimizde çalışanların, ailemizin streslerinin bir çözümü olmalıyız, streslerinin sebebi değil!... Yapamayacak vaadlerde, ödeyemeyeceğiniz borçların altına girmeyin, EZİLİRSİNİZ! Basit yaşayın Zengin olsanız bile, bu olğu size, zor durumda olanların bedensel ve ruhsal yaşadıkları acıları öğretir. Başkaları gibi zengin ve lüx yaşama isteği sizi çok zor durumlara, yük altına sokabilir, onurunuzu, şerefinizi kaybettirebilir! Büyük borçlar altına girer, hacizler geçirir, horlanır, hasta olabilir, ceza evlerine bile düşebilirsiniz. Bu durum bazen başkalarına yardım ederkende başınıza gelebilir!... benim başıma geldiği gibi!...” Kötülük görmemiş, hiçbir iyilik yoktur” sözünü hatırlayın, en yakınınıza kefil olurken, iyilik yaparken Kızılderili ata sözünü hatırlayın “Zorlu bir uçurumdan karşıya atlamadan önce, 15-20 adım geriye gelin ve düşünün!...” demiş komançiler…

348

Yükselme, zengin olma arzuları, ihtirasları insanı kemiren duyğulardır. Kader herkese bir yol çizmiştir, bu yolda yaratan size ne biçmişse onu giyersiniz, kimimize yaldızlı elbiseler, kimimize paçavra. Kendinize ulaşılması çok zor hedefler seçmeyin. Bütün dünyayı yenemez, tüm zenginlikleri elde edemez, tüm madalyaları yalnız başınıza kazanamazsınız. Şu an, hiç kimse 100 metreyi 8.8`de koşamıyor ve belki de koşamayacak! Ama 10 saniyenin, 13 saniyenin üzerinde koşan yüzlerce, binlerce sporcu var. Çoğu beklide sizin yediklerinizi yiyemiyor, giydiklerinizi giyemiyor. Sizin kadar rahat uyuyamıyor. Sizin kadar sevilmiyor ve beklide ülkesine sizin kadar yardımı, hizmeti dokunmuyordur. Arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle iyi ilişkilerinizi sürdürün. İnsan babasını, kardeşini, annesini seçemez ama arkadaşlarını, dostlarını iyi seçebilir. Sık sık sevdiklerinizle, dostlarınızla olun, kafanızı, stresinizi dağıtın. Onların iyi, doğru fikirlerini alın, kendi iyi fikirlerinizle sentezleyin. Yalnız kalmayın. Zor, problemli, üzgün, sıkıntılı yardıma ihtiyacınız olduğunda arayın o dostlarınızı, inanın size yardımcı olmaktan zevk, onur duyacaklardır, bir küçücük telefon konuşması bile içinizi rahatlatacaktır. “Allah, kimselere muhtaç etmesin” demeyin, “Allah insanı sevdiklerine muhtaç etsin” deyin, size yardım etmekten o kadar mutlu olacaklar ki şaşıracaksınız. O, sevdiğiniz, sevildiğiniz insanlarla kopuk olmayın, arayı fazla açmayın, sık sık arayın onları.

349

Zor, stresli, üzgün, çok karamsar olduğunuzda ilk fırsatta yatın, uyuyun. Kalktığınızda sizi üzen o kahrolası durumu asla aklınıza getirmeyin, atın onu arkanızdaki siyah perdenin de arkasına! (Kaizen yolu adlı makalemi okuyun) Göreceksiniz, daha sakin ve daha mutlu olacaksınız. Sizi üzen işlerden, ortamlardan, kişilerden uzak durun veya durum değerlendirmesi, analiz yapın, taktik, strateji geliştirin. Neden, ne sebeple, nasıl sizi üzüyor, strese sokuyor bu durum? Bu yer veya iş ise sorunu çözmek kolay ama kişi ise, onun sizi üzmesine müsaade etmeyin. Fırsat bulur bulmaz, o kişiyle olan sorunlarınızı ortaya çıkarıp çözün, anlaşın, bir noktada birleşin. Sonsuza kadar sorunlarınızı beyninizde taşıyamazsınız ve bu duyğuların beyninizi kemirmesine asla müsaade etmemelisiniz. İlk fırsatta onlardan kurtulun. Bizleri yaratan büyük rabbimize sayğı duyun dua edin, inançlı olun. Bu büyük gücün, sizi düzlüğe çıkaracağına inanın, ben inandım, (hala ufak tefek problemlerim olasa da!…) ve düzlükteyim artık. Bulunduğunuz ilde bir büyük cami, bir kutsal yere gidip bol bol, içiniz rahatlaya kadar dua edin. Ben bunu Eyüp sultan hazretlerinin huzuruna akşan 11:30`da gidip, sabah 07:30`a kadar 101 yasin okuyarak yapmıştım ve çok iyi gelmişti sizde yapın inanın çok rahatlayacak çok güç kazanacaksınız. Önümüzdeki günlerde bir mezarda, toprak altında 7 gün 7 gece kalarak Geniuses Dünya rekoru deneyeceğim, toprak altında!... yapacağım aynı işlemi. İç huzuruna kavuşup rahatlamak için, bu büyük gücün her zaman yanınızda olacağına inanın.

350

“Yaşam gün geçtikce zorlaşıyor ,bizlere düşense biraz daha güçlü olmak” “İyimser bir kalbiniz varsa iyi insansınız demektir,bu özelliğiniz sizi ergeç bir gün boktan bir duruma düşürebilir” “İnsanlar sizin onlara karşı olan davranışlarınızın değiştiğini gözlemliyebilirler ama onların davranışlarının sizi değiştirdiğini gözlemliyemezler!...” The good proverbs kitabından….

11. PRENSİP-ŞANSINIZI KENDİNİZ YARATIN, HER ZAMAN İKİNCİ BİR ŞANS VARDIR “Yaşam daima bize ikinci bir şans sunar, bu şansın adı yarındır” “Herkes hatalarını temizlemek için ikinci bir şansı hak eder” “Bazen 2. Şans birincisinden daha iyi gelebilir, bizler hatalarımızdan ders alırız” “ilk intibanı iyi yapmazsan ikinci bir şans işe yaramaz” “Bazen birine bir mermi daha verip ikinci bir şans vermen, birinci mermi ile seni vuramamasının devamını getirmesini sağlar!...”

351

“Herkes ikici bir şansı hak edebilir ancak, aynı hatayı yapmamak şartıyla” The good proverbs kitabından.

Şanslarımızı kendimizin yaratma SAT`ta prensip olarak öğretilir. Düşmanla karşı karşıya gelindiğinde, bir pusu kurulduğunda, taaruz ve geri çekilip, toparlanıp 2. Bir hücuma hazırlandığımızda daima kendi kendimize sorarız “Bu durumdan ben/biz nasıl bir şans, avantaj çıkarırız” diye. Bize öğretilerden çıkardığımız ders “Daima 2. Bir şansın olduğudur” Bunu düşmanın, rakip firmanın, karşı takımın, rakibimizin açık vermesinden, aptallığından, bilği ve tecrübe eksikliğinden, şansızlığından ve kendi tecrübelerimizden yaratırız. Uzmanlaşın: Her işi yaparım, her şeye yeteneğim var diyen pek çok insan ile tanışırsınız.

352

Ama asıl başarının tek bir konu üzerinde odaklanan insanların olduğunu görürsünüz. Sizi asıl başarıya götürecek olan, en iyi olduğunuz alanı belirleyerek o alanda tüm enerjinizi harcamaktır. Sniper iseniz o işi yapın, makineli tüfekci olmayın, müdafa oyuncusu iseniz orada ilerleyin. Hatırlatmak isterim ki üstün körü elde edilen bilgi ile derinlemesine edinilmiş bilgi arasında mutlak fark vardır. Enerjinizi tek bir alana odaklamak demek tek bir şey öğrenmek demek değildir. Her alanın mutlaka alt alanları ve öğrenilmesi gereken bir dizi detayı vardır. Savunma oyuncusuda fırsat, zaman gelmişse gol atabilir. Japon mentalitesinde, Bir iş, meslek, kuruluşta en üstte gelmek, en çok para kazanmak değil, o işte uzun süre kalıp, çok şey öğrenmek önemlidir. Judo’da siyah kemer almak değil, judoda çok şey öğrenmek. Elektrik fabrikasında müdür olup çok para kazanmak değil, elektronikte çok şey öğrenmek, ilerlemek önemlidir. Bir judocu yetiştirirken yalnız onun tekniği ve esnekliği ile ilgilenemezsiniz! Judo’da kuvvet, kısa süreli, orta süreli, uzun süreli, patlayıcı kuvvet. Dayanıklılık:Kısa, orta, uzun süreli dayanıklılık Sürat: kısa, orta, uzun mesafe ve süreli sürat, Esneklik: Statik, dinamik, Aktif, Pasif, Pnf Güçlü, dayanıklı, süratli aktivite esnekliği, ROM, Çeviklik: Çok boyutlu çeviklik, çecikliğin, kısa, orta, uzun süreli maç boyunca devam etmesi: Koordinasyon (Denge, zamanlama, kasların, vücudun uygun kullanılması)

353

Metabolik kondisyon, Kardiovaskular, kassal kondisyon, psikolojik savaşcı ruhu geliştirilmesi vb. vb. gördüğünüz gibi Judo denince, yalnızca judo tekniğini iyi yapmak düşünülmez, düşünülemez. Bu bir pilot, Ceo, komutan, antrenör, Usta, ev kadını içinde geçerlidir. Şanslarımızı kendimizin yaratma, Sol göstererek sağ vurmak, geri çekiliyormuş gibi yapıp, rakip veya düşmanı üzerimize çekip öldürücü darbeyi vurmak (Japon askerleri, savunma sanatları sporcuları bu taktiğe “Hando no kuzushi ve Ni dan biki“ olarak bilirler). Firmanı küçültüyor, batıyor gibi gösterip, rakip firmanın borçla büyümesine, boşu boşuna yayılmasını, zayıflamasını sağlayıp, hazırlıklı olarak karşı hücuma geçip rakibi zayıf düşürüp, şansını kendin yaratıp ona saldırma, zaferi getirecektir. Bunu Batı, yıllardır bizim üzerimizde uyğulamakta, bunların yüzünden bir araba bile yapamadık, adamlar bize sigara satarak hem canımızı hemde paramızı almaktalar!... yakında mısır şurubu, kanserojen gıdalar satarakta canımızı, paramızı almaya devam edecekler!... öldürmüyorlar, süründürüyorlar!... ölmemeliyiz ki, satışa devam edip (Bizlerde satın almaya devam edip!...) sırtımızdan para kazanmaya devam edebilsinler… Zor durumlarda sakin olun, plan yapın, düşmanın zaaflarından ikici bir şans çıkarın (Ni dan biki=İkinci şans, ikinci hücum) ve bunu iyi, akılcıl kullanın. Yaratan belki size bir daha ikinci bir şansı bahşetmeyecek!... “En iyi savunma geri çekilip, kaçıyormuş gibi yapıp, hücuma geçmektir” Japon ata sözü. Özü “En iyi müdafa hücumdur”

354

12. PRENSİP-İYİLER SİYAH GİYER!... “Siyah giyenler köpekleri sever, insanlardan uzak dururlar!...” “İnsanlar nadiren değişirler, maskeleri değişir. Algılarımız, onların bizleri algılamalarına göre değişir” “O ruhunun rengi gibi siyah giyer ama şimdi… şimdi altın gibi bir kalbi var” “Siyah asil, onurlu, kibirli, aynı zamanda tembel işi ve kolay. Aynı zamanda esrarengizdir, siyah’a karışmayın, oda size karışmaz!...” “Siyah giyen kadınlar hayatı renklendirir ya SAT komandoları!…”

Gece baskınlarında, su altından limanlara, düşman gemilerinin altına, sahil gerisine denizden çıktığımızda, gece 12.000 feet`ten denize paraşütle atladığımızda, hocalarımız kamuflaj kıyafeti yerine hep siyah savaş elbiseleri,

355

siyah dalış kıyafetleri, siyah silah vb… vb… giydirir, kuşandırırlardı ve ben hep “neden hocam?, neden siyah ?“ diye sorar dururdum… hocalarda, soğuk bir bakış atıp “Bekle öğrenirsin” derlerdi. Soruyu SAT kursunu bitirdiğimde, denizden, su altından ve su üstünden keşif, operasyon derslerimizi veren, ”Amiral ast subay” dediğimiz şakir hocamıza sorduğumda aldığım cevap “İyiler siyah giyer” olmuştu! Neden? neden? hocam gibi soruları bir kıdemsiz SAT ast subay olarak hocamıza sormak!... yürekli olmayı gerektiriyordu… Bir SAT kutlaması gününde Amiral ast subayımızın yanına gelip “Hocam 200 şınav yaptırmazsan bir soru soracağım” dedim, cevabı “Yalan söylememi istemiyorsan fazla soru sorma!...” oldu. Ama hafif gülümsemesi ve yanaklarındaki iki gamzenin çıkması, sanki soruya davetti, bundan cesaret alarak tam soru soracakken o söze girdi ve “İyiler siyah giyer” oldu cevabı. Çok zeki, bilğili bir ast subaydı “Amiral” lakabını alması bu yüzdendi herhalde… Devam etti Şakir hocamız, “Siyah gece kamuflaj elbiseden daha iyi gizler bir SAT savaşcısını, 1. Dünya harbinden bu yana yapılan bir çok araştırmada gece sinsi hücum yapan, siyah giyen özel birliklerin, yeşil kamuflajlı birliklerden göze daha az battığı, daha az yakalandığı tesbit edilmiş, keza su altında da durum aynı, balıkadam elbiselerimiz bu yüzden yeşil kamuflaj renkli değil, siyahtır” dedi. Şaşırmıştım, hiç böylesi cevap ve bir araştırma duymamıştım.

356

Ona “Hocam böyle bir araştırma makalesi varmı? okuyabilirmiyim? Diye sorduğumdada aldığım cevap çok ilginçti… Almanlar esir kamplarında Yahudi esirler üzerinde bir çok araştırma yaptılar. Soğuk dereye sokup, giyinik ve çıplak ne kadar sürede hiportermi olup donup ölüyorlar, karada çırılçıplak rüzgarda ne kadar sürede, çıplakken üzerine soğuk su dökünce ne kadar sürede hipotermi olup öldüklerini araştırdılar!...” sonra devam etti amiral ast subayımız “Esir öldüğünde, hemen o an çıplak, canlı kadın vücudu ölünün üzerine hemen anında sarıldığında, elektro şok etkisi gibi bir etkiyle, hipotermiden donup ölen esirlerden % 17`si hemen canlanmış!...”. (Kadınlar burada bile, anaç, kurtarıcı rol oynayıp hayat kurtarıcı oluyorlar ama magandaların hala şu yaptıklarına bir bakarmısınız!...) Devam etti şakir hocam “Esirlerin koltuk altlarındaki Axilarry damarları, bileklerindeki ‘Radial’ artery`leri, boyunlarındaki ‘Carotid’ artery`leri, kasıklarındaki ‘Femoral’ artery`leri kesip, ne kadar sürede öldüklerini incelemiş Alman subaylar, doktorlar ve araştırma ekipleri!...” ve “Bir damarı kesince, ne kadar sürede öldüklerini ve sağlı sollu iki damarı’da kesince ne kadar sürede öldüklerinide araştırmışlar!...” dedi. Saunada ne kadar sıcakta ne kadar sürede, nasıl öldüklerini, buhar odalarında ne kadar sürede sabun!... olduklarını, hangi gas ile ne kadar sürede öldüklerini ve başka onlarca araştırmayı anlattı Şakir hocam…

357

En yüksek rütbelilerin ve Gestapo subaylarının neden siyah giydiklerini hiç merak ettinmi Namık? Diye sorduğunda, cevabım “Hayır“ oldu. Bunuda araştırmışlar, Yahudi esirlere, beyaz, mavi, kırmızı, sarı vb… vb… renkli elbiseler giydirip, nişancılara aynı mesafeden ateş ettirmişler!... en az isabet alıp ölenler siyah elbise giyenler olmuş!... Siyah giyen bu Nazi, Gestapo (Her ne iseler) subaylar sonradan kendilerine bir söylem uydurmuşlar “İyiler siyah giyer” diye. Hocama, ”Şakir hocam, peki ticari hayatta, yaşamda siyah elbiseyide hep iyilermi giyer!...” diye sorduğumda da “Gri, mavi, lacivert, beyaz elbiseyle iş bağlama, toplantı, seçim, Prezantasyon, konferans vb... vb... renkte elbise giyenlerden çok, siyah giyenler ihaleleri almış, daha saygın, daha ihtişamlı, daha çok alkış, daha çok seçilme şansı kazanmışlar, sende deneyebilirsin, kız arkadaşına bir gün gri takım elbiseyle ve bir günde siyah takım elbise, siyah gravat, siyah ayakkabı, giyip, siyah Mercedes ile git bakalım, ne diyecek o şanslı kız“ dedi ve ilave etti amiral ast subayımız “Namık, iyiler siyah giyer”. (DO Gİ, konumuz dışında!...) ABD`ye SAT ihtisasına gittiğimde, US Navy Seal`ların karargahındaki dökümanlarında aynı araştırmaları okumuş (1970) ve 1972`de Münih olimpiyatlarına hazırlıklar için gidip, W. Hofmann hocamın yanında kalıp, judo ihtisası yaptığım süreçte aynı bilğileri, araştırmaları Hofmann hocamda anlatmıştı… savaşlar insanları nasıl etkiliyor, değiştiriyor değimli?, sizler değişmeyin…

358

Şampiyon sporcuların kahvaltısı yalnızca gevrek, muz, yumurta, peynir, marmelat, protein karışımları, kepek ekmeği, süt… vb. değildir onlar Rakipleri ilede beslenirler”

13. PRENSİP HAZIRLANMA

MENTAL/ZİHİNSEL

“Bazen zor günlerde savaşmalısın ki yaşamında iyi günler oluşsun” “Hayatı gır gıra al ki mutlu olasın” “Zinninde tasarlayıp, başarılı olamazsın”

düşünemediğin

şeylerde

“Savaşta, ticarette, sporda bedensel ve ruhsal hazırlanıp başarılı olabilirsin. Bu başarının %10’u bedensel, %90’ı zihinseldir” “Bir çok insanda yenmek, başarılı olmak için istek vardır, yalnızca az bir kısmında başarılı olmak için çalışma, hazırlanma isteği olur”

359

Bomboş kafa ile, mental hazırlıkları daha önce yapmadan, ruhsal olarak kendinizi önceden hazırlayıp odaklanmadan yapılan spor, ticaret, baskın dahil herhangi bir aktivite sizi başarıya götürmez. Bu ticarette, ekonomide, okulda savaşta da aynıdır aynı kural geçerlidir. Mental hazırlık spordaki bedensel çalışmada çok önemlidir. Bir çok antrenör yıllık antrenman planının bütününde psikolojik testleri antrenman programı ile entegre etmez, edemez. Bir çok müsabakada kişinin başarısında fizyolojik faktörlerden çok psikolojik faktörler daha çok belirleyicidir. Bu ferdi ve takım sporlarında da aynıdır. Özellikle kişi ve takımlar eşit olduğunda ve stres seviyesi çok yüksek olduğunda. (Bir gün size müsabaka stresinden ve bu stresi kendi lehinize, avantaja çevirmeyi anlatırım) Kötü performans, bıkkınlık, durgunluk evresine girilmiş olması ve antrenmanlar neticesi oluşan sakatlık (ay ve günlük üzerimize yüklenen taşınamaz ağırlıklar) stres derin, yoğun etkiler yapar, sporcularda. Bu yüzden uygun hayati psikolojik ön hazırlıklar sporcunun normal yaşamında ve spor hayatında tüm bu oluşumları iyileştirir şekilde ele alınmalı. Bu konuda metodik, bilinci psikolojik yaklaşımlar hem sporcuyu hem de onu destek ekibini doğru yola ulaştıracaktır. Araştırmacılar daha önceleri bir kas çalıştırılmayıp atrofi (zayıflayıp ufalma, güçsüzleşme) olduğunda ekstra nükleiklerinin hücre ölümü ile yok edildiğine inanıyorlardı, buna tıpta 'apoptosis' deniyor.

360

“HER MÜSABAKA ANTRENMANDIR” Müsabaka tüm vücut kaynaklarının zahmetli zorlu geçişite kullanılmasıdır, vücut bakımından “müsabaka bir antrenmandır” hataların, eksikliklerin, metabolik avantajların veya dezavantajların kullanılıp, kullanılamadığı bir dost arenadır. Bu anlam ile bakıldığında antrenmanda onu nasıl hazırladı iseniz (özel hazırlama) farkeden ortam, seyirci, kameralar, alkışlar, yuhalamalar olacaktır. Sporcu kendini bunlardan izole etme kabiliyetini kazanmak, yaptığı aktiviteye odaklanmasını öğrenmelidir. Heyecan, gerilim, endişe performansı artırabilir de, düşürebilir de. Bazı showman kabiliyetli, yetenekliler kalabalık karşısında daha iyi performans sergilerler. Bazı sporcular Antrenman sporcudur antrenmanda herkesi yener, daha iyi performans sergilerler fakat kalabalık ortam, elektronik gereçler, alkışlar çalışmaların neticesini bu ortamda göstermek onlara göre değildir. Ama ne olursa olsun belirli sportif performansları için metabolik kondisyonlarında geliştirmelidirler. Sporcular müsabakaların sonunda ölüm olmadığını, sadece derecelendirilecekleririni bilmeli öğrenmeli, uygulamalıdır kendinizi her şarta göre hazırlamalısınız. Eylemlerimiz düşüncelerimizin ürünüdür. Düşüncelerimizin bizlere olumlu dönmesi için bir çok yaklaşım vardır. Burada sizlere konunun uzmanından, Sam Horn`dan birkaç bilgi aktaracağım. Tavsiye ettiği beş prensibi Almanyadaki eğitim bilgilerim ile karıştırıp veriyorum.

361

• Zihninizde provalar yapmak. Judocular, Tek ayağı üzrinde denge ayaklarında durup çeşitli soldan tekniklama, geliştirebilirler. Ama bunu bedenleri ile yapmayıp, size Kaizen methodunda verdiğim gibi hareketi zihninizde canlandırabilirsiniz. Rakip size dışarıdan çelme takıyormuş ve size onu aynı hareketle düşürüyormuş gibi (O soto gari ye o soto gari) hareketi zihninizde imgelendirin. Onun havalanışını, yere sırt üstü düşüşünü hayel edin, düşünün.. • Judo, futbol, basketbol, dalış, paraşüt atlayışında başınıza gelebilecek en kötü durumu hayal edin. Böylesi bir katostroftan nasıl kurtulacağınızın planını yapın zihninizde. Paraşüt açılmadı, 40 metrede havanız bitti, rakibiniz sizi birkaç kez yere attı, puan olarak önde ve maçın bitmesine 25 saniye var!, malını sizden önce pazarladı, düşman daha önce pusu kurdu ve tuzaklar hazırladı, karşı takımın çok iyi transferleri var! Sakinliğinizi, soğukkanlılıgınızı koruduğunuzu hayal edin, düşünün. Kendinizi judo maçının sonuna kadar enerjik ve yüksek teknik ve mental kapasitede olduğunuzu düşleyin. • Zaman verielen zamanı çok akılcı kullanın. Son saniyelerdesiniz, yedek parşütünün açılması zamanı gelmiştir, kırk metrede havanız bitti!... hemen en yakındaki dalış arkadaşınızın yedek hava kaynağını isteme zmanını kaçırmayın, Rakip puan olarak sizden önde, son saniye hücumlarınızı yapma zamanı çoktan gelmiştir. Bu anları hayal edin, zihninizde yaşayın, canlandırın.

362

• Zihninizin karmaşıklığından kurtulmak için birkaç kelimeleik komutlar meydana getirin. Kritik anlarda positif imgelemeler için, yukarı bak, parad yap, topa falso ver, yedek paraşütü çek gibi kısa ve öz komutları zihninizde çokca canlandırın, düşünün, olayı yaşatın. • Kötü anlarda düşüncelerinizi ritüellerle kontrol edin. Endişelerimiz zihnimize sızdığında nefesimizin kesimesi, kalbimizin hızlanması kaçınılmaz olabilir. Şimdi, kafanızda daima olumlu düşünceler olsun, negatif, olumsuz düşüncelerin sizi yenmesine, yok etmesine asla fırsat vermeyin. Yıkıcı özellikteki dikkat dağıtıcı düşüncelerden sıyrılın. Zihninizi bir adım sonra neler yapacağınızla ilgili düşüncelerle doldurun, hayal edin. “Başarıların püf noktalarından biri özgüven öz güvenin püf noktalarından biri bir adım sonrasına hazırlık yapmaktır”A. ASHE İnsanlar çok zorlu durumlarla karşılaştıklarında endişeye kapılabilirler, bu savaşta, ticarette, sokakta, sporda başınıza gelebilir. Böylesi durumlardan zarar görmeden çıkmasını bilmelisiniz. Savaşcılar, sporcular, ticaret erbapları, sanatcılar gibi herkesin başına gelebilir. Böylesi kişiler, performanslarını devam ettirebilmek için, stres durumlarını, gerginliklerini kontrol etmesini bilen, bu özelliklerini geliştiren kişilerdir. İşte, savaşta sporda berbat stresli anlar yaşayabilirsiniz ama iyi şeyler yapmak için zihniniz hazır olmalıdır.

363

Birçok eksiğimiz, fazlamızı savaşta, müsabakada, üretimde, satışta, ithalatta, podyumda öğrenir gelecek çalışmalarımızı ona göre düzenleriz. Beceri ve metabolik kondisyon her ikiside tizarete, savaşa, yaşama spora özel geliştirilmeli. Sporculara “müsabakada kaybedilecek şeyin kazanılmış bir şey” olduğu öğretilmelidir. Ticarettede, yaşamda da, savaşta da kaybederken, bir şeylerde kazanırsınız, tecrübeyi yenemezsiniz!...“ Başımıza ne gelirse iyiliğimiz için gelir”... ”İmkansızı yalnızca ölümsüzler başarır!...” Ticarettede öyle değil mi? İçine girmeden, almadan, satmadan, dağıtmadan, reklamını yapmadan, iyi mal çıkarmadan, iyi personel yetiştirmeden nasıl ticaret yapacaksın, nasıl para kazanacaksın, nasıl ilerleyeceksin, aynı bir rekabet, bir meydan okuma bir savaş, bir müsabakadır ticaret. Mental olarak hazırlanmalısınız. Sizin için önemli olan zorlu bir müsabakaya hazırlanmak bedensel ve ruhsal meydan okumadır. Sakatlıklar, ağrılı kas ve eklemler, düşünerek planlarla geçen uykusuz geceler, stres bir çok şeyi alır götürebilir sizden. Fırtına başlamak üzeredir. Bazılarımız için bir ihaleye girmek bile stres, baskı yaratabilir. Yorgunluktan, meraktan, anksiteden, sizi dinlenip toparlanmanızı engelleyen tüm duygu ve baskılardan sıyrılmalı, kurtulmalısınız. “O anı yaşayın, o anda kalın” bu beklide bir Ceo, bir komutan, bir iş veren, bir asker, bir işci, memur, bir aile reisi, bir öğrenci, bir judocu olarak sizin ilk defa duyduğunuz bir söz bir tavsiye olabilir.

364

Soru-içsel enerjinizi nasıl dışarı çıkartırsınız? Bu işin harika uzmanı Cem Şen`i tanıyormusunuz? Bu enerjinin müsabakalarda işe yaradığını biliyormusunuz? İnternetten Cem Şen`i arayın, ögretilerini seyredin. Evet “Nerede iseniz orada kalın” yarını yarın ne olacağını fazla umursamayın. Yarın; yarın belkide hiç olmayacak… Müsabakada, alış verişte, savaşta, okulda, iş yerinde ne olacaksa olacak ve bu olan asla dünyanın sonu olmayacak. Unutmayın “korkaklar bin kez kahramanlar ise bir kez ölürler”… Aşağıda sizlere hem önemli bir karar vermeden önce, hem ne yaparsanız yapın, daha iyi odaklanmanız için, müsabakadan önce hemde her antrenman öncesi ve sonrası yapabileceğiniz gevşeme/rahatlama teknikleri ile vereceğiz, uymaya çalışın.

365

• Rahat bir halı veya battaniye bulun, sırt üstü yatıp ayaklarınızı dizinizin arkasından topuğunuza kadar bir kanepe veya geniş bir sandalye’ye koyun. • Gözünüzü siyah bir bant (t shir, bez, havlu) ile örtün. • Ayşe’yi/Fatma’yı, seneti/sepeti, parayı/borcu, onuru/gururu, aşkı/sevdayı unutun, onlar geçmişte kaldılar, yoklar artık. Gözleriniz o siyah bantlada kapalı derin derin nefes alın verin. • Şimdi bir deniz göl, nehir kenarında sırt üstü yattığınızı düşünün ördek veya karabataklar yüzüyor, uzakta bir yelkenli veya sandal, martılar veya kuşları, yeni yeni açmış ilk bahar çiçeklerini ve kokularını düşünün, hissedin dalgalar sahile vuruyor veya sular şırıl şırıl akıyor. • Her nefes alışınızda emniyette olduğunuzu, sağlıklı olduğunuzu, sizi çok sevenlerin olduğunu düşünün. • Ayak parmaklarınızı ileri uzatın 5 saniye kasın sonra size, başınıza doğru bükün ayak bileğinizi 5 saniye öyle izometrik (sabit açıda) kasın ve bunu 3 kez tekrarlayın. Gastronemius kasını tibialis anterior kasının kasılıp gevşediğini hissedin. • Uyluk kaslarını 3-5 saniye kasın, gevşetin 3 kez tekrarlayın (quadriceps ve hamstring kaslarını hissedin).

366

• Kalçalarınızı, basenlerinizi aynı şekilde kasın gevşetin. Süreleri aynı yukarıdaki gibi olsun. • Karın ve sırt kaslarını sıkın ve gevşetin. • Göğüs kaslarını, sonrada tam arkadaki kürek kemiği arkasındaki kaslara aynı şeyi uygulayın. • Omuzlarınızı kasıp kulağınıza doğru çekin (hani çocukların “banane–banane dedikleri gibi). • Boyun kaslarınızı sıkın/gevşetin. • Yüzümüz ve çenemiz bütün günün stresini çeken, yüklenen bölgemizdir. Dudaklarınızı, yanaklarınızı, çenenizi sıkıp gevşetin ve zamana uyun (3-5 saniye kas/ gevşet 3 kez uygula). • Bütün stres ve gerginliğinizin eriyip, uçup gittiğini düşünün, inanın buna kalpten. • Şimdi tüm çalıştırdığınız kasları iyice gevşetin ve gevşettiğinize inanın. • Normal nefes almaya odaklanın. Her nefes verdiğinizde yattığınız halı, battaniye ve döşemenin gittikçe daha derinine indiğinizi düşünün. • Herkesin sizi sevdiğini, iyiliklerle dolu olduğunuzu var olduğunuzu, herşeyin üstesinden gelebileceğinizi, koca judo ailesinin bir ferdi olduğunuzu düşünün ve inanın.

367

İleriki seanslarda; Bu kasılma ve gevşemeleri 8-10 saniye ye kadar çıkarın. Olduğunuz yerde 7-8 dakika öylecene yatmayı deneyin…

14. PRENSİP-HEMEN ŞİMDİ YAPIN “Her hangi bir zamanda bir şeye üzülürseniz, kendi kendinize sorun, ya yarın ölecek olsam, buna üzülmeme değermi diye” “Bir sabah uyanacaksınız ve yapmak istediğiniz bir çok şeyi yapmaya zamanınız olmayacak, hemen şimdi yapın” “İnsanlar odun kesmeyi sever, bu aktivitede hemen neticeye ulaşırsınız” “Zoru hemen başarırsınız, imkansız ise biraz vakit alır. Hemen şimdi başlayın” “Hayat çok kısa, belki yarın hiç olmayacak, hemen şimdi gidip sarılın öpün sevdiklerinizi”

368

Diğer askerlerin, iş adamlarının, sporcuların bizim gücümüzü değerimizi azaltamayacaklarını bilin, farkında olun. Birilerinin iyi, güzel, güçlü olmaları bizimde bu özelliklere sahip olmadığımız anlamına, manasına gelmemeli, getirmemelisiniz. Kendimizi onların yerine koymak yerine kendi özelliklerimizin farkına varmalıyız. Bizler askerler, işadamları, sporcular olarak tembelliklerimizi nasıl durduracağımızı, ondan nasıl kurtulacağımızı bilmeli, öğrenmeliyiz. işleri ağırdan alma, yavaşlatmalara son vermeliyiz. İnsanların beyinlerinde tembellikten kurtulma daima vardır, olacaktır ama onlar nereden başlayacaklarını bilmeyenlerdir. Visyonları ve yapmaları gerekenleri bilmezler. Önemli olan nereden başlamaları gerektiğini bilmeleri, öğrenmeleridir. “Nereden başlamalıyım” diye, etraflarına soran kişiliklerdir. Başlamanın en iyi vakti ne zamandır? Bilim insanlarının buna cevapları vardır, kuşkusuz. • Kendini geliştirmek istiyormusun? • Daha iyi olmak istiyormusun? • Daha iyi beslenme ve egzersiz programın varmı? • Bir iş kurmak istiyormusun? • İşini daha çok geliştirmek istiyormusun? • Bir kitap yazmak, film, produksiyon, yapım, ticaret yapmak, ev inşa etmek, bilgisayar vb. iş kurmak, geliştirmek istiyormusun? • Nereden nasıl başlayacaksın? • Ne zaman başlayacaksın?

369

Tembellik edip, düşünceler, korku girdaplarından çıkıp, hemen şimdi başlamalısın. Çok büyük işler bir kücücük adımla başlar” Hemen şimdi, saldırasıya başla işe… Fikirler, düşünceler kendi kendilerine hayata geçirilmez, geçirilemezler, kitaplarda kendi kendilerine yazılamazlar, produksiyonda bir sihir gibi kendi kendine bir el işareti ile olabilecek işler değillerdir. Popoyu kaldırıp, tembellik etmeyip bir büyük planla oluşacak işlerdir. Hemen şimdi başlamalısın/“Ya şimdi ya da hiçbir zaman” şarkısını hatırlayın (İt’s now or never), Elvis Presly`i meşhur ve zengin eden şarkılardan biridir! Demek istediğim, düşünmeyi, korkularınızı bırakın, Rüyaları, araştırmaları, o konuda her şeyi okumayı, iyi ve kötü taraflarını düşünmeyi bırakın ve hemen başlayın, yoksa başkası başlayacaktır. Düşman tüm ağır silahları ile üzerinize geliyor, şirketinizin her yanına rakipleriniz şubeler açmaya başladı, en iyi yazarları, dağıtım şirketlerini buldu sizi kıskananlar, Rakip kulüp İngilterede futbol antrenörü getirdi, yıllarınızı verdiğiniz eşinizi bir yabancı kapma peşinde!... İlk adımını at, ve başlat karşı rekabeti, savaşı, tembellik etme, başla, git ve al kazanacaksın!... sevmesende yapmalısın.

370

15. PRENSİP-ODAKLANIN, OLUN

KONSANTRE

“Şayet çalışıyorsan çalış. Şayet oynuyorsan oyna ikisini asla birbirine karıştırma” “Bir şampiyon olmak için ne gerekli? İstek, kendini adamak, kararlılık ve yenmek için istek” “Odaklanma ve mental güç, zaferin sınırıdır” “Odaklanma köküdür”

insanda

en

yüksek

kabiliyetlerin

“Bilimdeki en büyük trajedi, Büyük hipotezleri çirkin hakikatlerle katletmektir!...” “Güneş enerjisi dünyamızı ısıtır. Bir büyülteç ile onunla odaklanırsan, ateşi başlatır, odaklanma güçlü bir şeydir”

318

NATO komutanlığı çerçevesinde ABD,ye yollanıp Vietnama giden ve görev sonu ABD,ye dönen Amerikalı SAT,lar ile müşterek eğitimler, bilgi alış verişi yapacaktık. Amerikalı danışmanların yapacağı imtihanlar için askeri lisan okuluna yollandım. Vietnam,dan dönen donanma seal,ları (SAT) çalışacağımdan İngilizceyi çok iyi öğrenmeliydim. Özellikle askeri terminoloji kitapların içine dalıp,judo yapar gibi,her judo tekniğini en gizli noktalarına kadar Japonlardan, Fransızlardan nasıl öğrendiysem, bu İngilizce askeri kitaplarıda didik didik ediyordum. • İç güdülerinizden şüphelenmeyin, çoğunlukla doğru çıkarlar • Endişe sonucu değiştirmez,endişe etmeyin • Fırsatları beklemeyin onları yaratın Odaklanıp, hemde çok iyi odaklanıp ABD`de çok başarılı olmak istiyordum. Beni yetiştiren subay ve as subay hocalarım, çok çalışmamı ve başarılı olma arzumu çok yakından bilirlerdi. İyi odaklanıp çok çalışıp bedensel öğretiler kadar bilği isteyen derslerdede timin en iyilerinden biri olmuştum, iyi odaklanmam sayesinde. Odaklanmayı judo ve judoyu bana öğreten Japon hocalarımın öğretilerinden kaptım. Her bir kelimeyi, her öğretileri, nedenleri, niçinlerini odaklanarak, sorarak en küçük detaylarına kadar öğreniyordum, o detaylar değilmi bizi başarılara götüren…

371

Bir küçücük ayrıntıyı bilmek başarıya götürüyordu insanları. Bilgiyi gidip alıp, yuvasından odaklanıp çıkarıyordum sanki. ABD`de gittiğim liderlik, öğretmenlik dahil aynı okuldaki ABD`li, Güney Vietnamlı, İranlı, Venezuella`lı vb… bir çok ülkenin askerini derin odaklanmam sayesinde geride bırakıyordum. Annem Üsküdar’da eskilerin bildiği en büyük medyumlardan biriydi ve ablamın söylediğine göre ülkemizde üstüne kimse yoktu. Ablam odaklanmamı hep anneme benzetirdi, hangi kursa gitsem birinci olmak gibi bir özelliğimden konu eder yakın SAT arkadaşlarım. Çok iyi odaklanır iyi şarj olurdum hep. • Hata yapmışsanız kabul edin. • Başkasının fikirleri ile kimseyi yargılama. • Biliyorsan daha iyisini yapabilirsin, daha iyisini yap… • Aptallar, akılı adamın merdivenidir!... Orduda bazılarımız çok kitap okumanın vakit kaybı olduğuna inanır, bu “Nişan alır, göz, gez, arpacık ve hedefin alt kenar ortası… nişan alır tetiği çekersin“ demek gibi bir şey!... peki odaklanma nerede? Biz judocuların bir sözü vardır “Şayet düşmanını, rakibini yenmek istiyorsan, onun merkezine, yani orta noktasına (Karın ve karın şakrasına), harasına odaklanmalısın” diye… yoksa biomekanik prensipleri uyğulayamaz, yenilebilirsin.

372

Ticarette rakibinin merkezine, askeriyede, savaşta merkezine, sporda merkeze ve kitap okurken konunun merkezine odaklanmalısın ki başarılı olasın… ama asla detaylara da odaklanmayı unutmayın. Beynimiz (Şu bende olmayan organ) yaptığımız işin beyninin merkezine odaklanmalı.

16. PRENSİP-SAT ANALİZ KANUNU!... ANALİZ-BAŞARILIOLMAKİSTEYEN, SATLAR; KİŞİLER, LİDERLER, İŞADAMLARI, SPORCULAR, ANTRENÖRLER, KOMUTANLAR, SANATCILAR, İŞCİLER, MEMURLAR, EMEKLİLER, TÜCCAR’LAR, CEO’LAR, POLİTİKACILAR KENDİ KENDİLERİNİ ANALİZ YAPMALARI ŞARTTIR. “Bazen sorunları çözmenin en iyi yolu problemlerin içine dalmamaktır.” “İnsan davranışları 3 kaynaktan akar. Duygular, arzu ve bilgi” “Riskler ne yaptığımızı meydana gelir”

bilmediğimiz

zamanlarda

“Başını görmedikce bir yılana vurma” “Bazen sorunları çözmenin en iyi yolu problemlerin içine dalmamaktır.”

373

“İnsan davranışları 3 kaynaktan akar. Duygular, arzu ve bilgi” “Riskler ne yaptığımızı bilmediğimiz zamanlarda meydana gelir” “Başını görmedikce bir yılana vurma” “Şayet çalışıyorsan çalış. Şayet oynuyorsan oyna ikisini asla birbirine karıştırma” “Bir şampiyon olmak için ne gerekli? İstek, kendini adamak, kararlılık ve yenmek için istek” “Odaklanma ve mental güç, zaferin sınırıdır” “Odaklanma köküdür”

insanda

en

yüksek

kabiliyetlerin

“Bilimdeki en büyük trajedi, Büyük hipotezleri çirkin hakikatlerle katletmektir!...” “Güneş enerjisi dünyamızı ısıtır. Bir büyülteç ile onunla odaklanırsan, ateşi başlatır, odaklanma güçlü bir şeydir”

374

Aslında yalnızca SPORDA, ORDUDA, ŞİRKETTE, İŞ YERİNDE, POLİTİKADA değil normal yaşamımızda da kendi kendimize bu soruları sormalıyız, bu ekonomik, aile, spor, ticaret, savaş, cemiyet hayatımıza yön verme, iyileştirme açısından da önemli. Olimpiyatlarda madalya kazanma arzusu ile çırpınıp duralım, şayet bu sorulara doğru veya yanlış verdiğimiz cevapları analiz Edersek, daha iyiye daha yukarılara gidebiliriz, en azından kendimize yeni ve daha akılcı bir yön verebiliriz. Bu soruları bizleri ve sporu yönetenlerde kendi kendilerine sorup kendilerini analiz ettiklerinde biz sporculara da doğru yola, başarılı yola sokmuş olacaklar. Zihnimizdeki ileriye yönelik hazırlıklı olmamız açısındanda bu çok önemli. Başarı, SADECE KENDİNİ VE SANDALYESİNİ!... düşünmeyen tarafsız çalışan akıllı insanları sever. Başlıyorum!... Bir sporcu, asker, işci, memur, emekli, Ceo, komutan, tüccar, esnaf, politikacı komutan vb... olarak Kendime güvenim var mı? Antrenörüme güvenim var mı? Antrenman ve silah arkadaşlarıma, iş arkadaşlarıma güvenim var mı? Kendime güven veya güvensizliğim duygularım beni, sporumu ve savaşcı performansımı nasıl etkiliyor? Kısa ve uzun vadedeki askeri, ticari, sportif, sosyal hedeflerim neler? Kesin hedeflerim var mı? Bu askeri, ticari, sportif hedeflere ulaşmak için periyodik zamanlama ve çalışma programımız var mı? Bu hedeflerim ulaşabilmek için yaptığım zaman ayarlaması realistik mi? Hakikaten bu askeri, ticari, sosyal, sportif hedeflerime ulaşacağıma inanıyormuyum?

375

Diğer uğraşlarımı azaltıp ticari, sosyal ve sportif hedeflerimde daha iyi olmamı sağlayabilir miyim? Baskın, sabotaj, keşif egitimlerime, atış puanlarımı iyileştirme çalışmalarıma, spor antrenmanlarıma kendimi %100 verebilir miyim? Sporuma, partime, savaş sanatlarıma, İngilizcemi ilerletmeye ve antrenmanlarıma fazladan vakit ayırıp, daha fazla çalışabilir miyim? Başarılı olana kadar, hangi özelliklerimi, kabiliyetlerimi ısrarla çalışamalıyım? Antrenman ve müsabakalara devam edeceğime onay veriyor inanıyor muyum? Bu iyi olacak mı? Silahlı kuvvetlerde, Sat`ta, ticarette, politikada, sporumda başarılı olmak için daha çok olumlu şeyler tasarlıyor muyum? Hangi antrenman ve sportif yapılarda daha iyiyim? Zayıf noktalarım ne? Hangi zayıf noktalarıma öncelik vermem gerekli? Ticaret, iş, spor, savaşcı olarak eksikliklerim, yanlışlıklarım, zihinsel, ruhsal yapımı nasıl etkiliyor? Hangi hareketleri hiçbir zaman iyi yapamayacağınıza inanıyorsunuz? Bir gün bunları iyi yapabileceğinize inanıyor musunuz? Bunları hissetmeniz kendinize olan saygınızı ve performansınızı etkiliyor mu? Kendi kendime antrenman/müsabaka sonrası sırasında ve öncesi neler söylemeli neler telkin etmeliyim? Ticarette, politikada, orduda, sporda, sosyal yaşamımda kendi kendimi iyi analiz edip doğru karalar, doğru yaklaşımlar yapabiliyormuyum? Kendi kendime konuşmamla ne hissederim? Bu beni olumlumu, olumsuzmu etkiler?

376

SAT`ta, işte, sporda, ticarette, politikada kolay dikkatim dağılıyor mu? Beni en ciddi en çok ne rahatsız ediyor? Bu şaşırmışlığım içsel mi, dışsal mı? SAT`ta, Ticarette, işimde, sporumda dikkatimi dağıtan şeylerin üstesinden nasıl geleceğimi biliyormuyum, başarabilir miyim? Sinirime hakim olabiliyor muyum? Bu benim sportif, ticari, savaşcı performansımı nasıl etkiliyor? Beni ters etkileyen, yanlış giden spor, ticaret, iş, aile, sosyal, politik sorunlar oluştuğunda, bu durumda kendimi nasıl kontrol ediyorum? Sinirime hakim olmada stratejilerim var mı? Müsabakalarda, savaşta, sporda sinirli, gergin ve korku yaşıyor muyum? Bu gerginliğim, korkum, sinirliliğim ile nasıl baş etmeliyim? Bunlar nereden, niçin kaynaklanıyor? Antrenman ve takım arkadaşlarımla, Sat timimle, patronlarımla, ortaklarımla, politik yandaşlarımla kendimize güvenimiz tam mı? Kendime, ortaklarıma, takımıma, ticari arkadaşlarım, komutanlarıma, işcilerime güven duygum beni nasıl etkiliyor? Sabırsız mıyım? Hemen çabuk sinirleniyor muyum? Saldırgan mıyım? Dengesiz, huysuz muyum? Boyun eğen, teslimiyetçi bir kişilik miyim? itikatlı mıyım? Sert veya esnek miyim? İçe dönükmüyüm? Dışa dönük müyüm? Çalışkan, dikkatli, gayretli miyim? Tembel, rahat biri miyim? Disiplinli miyim? Meraklı mıyım? Çabuk moralim bozuluyor, depresyona giriyor muyum? Hangi hareketler, davranışlar, beni daha mutlu ediyor? Hangileri etmiyor? Bunları beni nasl etkiliyor?

377

Antrenmanlarım, askeri eğitimlerim, ticari ataklarım öncesi, sırası, sonrası kendimi yorgun, stresli hissediyor muyum? Sebebini biliyor muyum? Bu yorgunluğun, stresin üstesinden nasıl geleceğim? Fabrikam da, Holding’imde, marketimde, partimde, sportif takımımda, judo salonunda (Tatami) iyi performans yapıp başarılı olduğumda veya başarısızlığımda neler hissediyorum? Kendime güvenim tam mı? Çabuk moralim bozuluyor mu? Böylesi durumlarda hislerimi kontrol edebiliyor muyum? Hangi durumlarda veya hangi faaliyetlerde daha başarılıyım? Neden böyle? Değişik iyi ve kötü durumlara çabuk adapte olabilir miyim? Orduda, ,operasyonlarda askeri eğitimlerde, ithalat ve ihracatta, antrenmanlarda, sosyal yaşamda beni en çok sıkan şey ne? Bunlarla nasıl başa çıkabilirim? Yeni şeyler öğrenmek için savaş veriyormuyum? Bu işler, davranışlar beni sıkıyor mu? Önüme çıkan engellere karşı performansımı artırmak için mücadele veriyormuyum? Namık hocamın öğrettiği gibi önüme engeller çıktığında, o engellerin, etrafından dolaşıp, olmadı altından geçebiliyor o da olmadı üstünden atlayabiliyor, hiç olmadı engelin içinden geçebiliyormuyum?!!!... Beni kritik edenlere nasıl yanıt veriyorum? Nasıl kritik ediyorum? Hakkımda yanlış karar veren hakemlere, komutanlarıma, takım arkadaşlarıma, patronlarıma, ortaklarıma, partidaşlarıma!... karşı nasıl davranıyorum?

378

Kötü bir davranış sergilediğimde, kötü derece yaptığımda, para kaybettiğimde, arkadaşlarımı kırdığımda kendime nasıl davranıyorum? Uzun süre zihnim bulandığında odaklanmamı koruyabiliyor muyum? Kısa süreli zorlu konsantrasyon ve gevşeme değişiklikleri yapabiliyor muyum, bunula ilğili teknikleri biliyor veya öğreniyormuyum? Bir müsabaka, bir iş sözleşmesi, yeni bir atılım, antrenman öncesi, sırası, sonrası ruh halim nasıl oluyor? Bu durum beni nasıl etkiliyor? İş, sosyal ve şahsi hayatım performansımı nasıl etkiliyor? Olumlu mu, olumsuz mu? Bunlar iyi gitmiyorsa nasıl başa çıkacağız? Sporumda, dürüst ticaretimde, ast, larıma, takımıma herkese örnek oluyor muyum? Sihirli, tutkulu, ilham verici bir kelime biliyor musunuz? Bu kelime sizin performansınızı artırmada etkili oluyor mu? Sıkıştığım zaman SALUTE uygulayabiliyormuyum?

analiz

prensibini

iyi

SALUTE: S–Size. (Büyüklük) Düşmanın, rakip firmanın, politik rakiplerimin, sporcu veya takımın, BÜYÜLÜĞÜ A-ActivityBenim veya karşı tarafın, rakip gurubun aktiviteleri neler, neler yapıyor, nasıl çalışıyor, nasıl imalat yapıyor, nasıl propaganda yapıyor, altımı nasıl oyuyor!... savaş ve sportif taktikleri ne vb... vb... AKTİVİTELER

379

L-Location-Düşman nerede? nereye doğru ilerliyor? Ona nerede pusu kurabilirim, düşmanın kalbine nereden yaklaşır, nereden girebilirim? Çuvalladığımda nereye kaçmalıyım, çekilmeliyim, ufalmalıyım, bizi kaçış noktasında hangi helikopter, hangi denizaltı nereden, ne zaman alacak, rakibin, düşmanın ikmal depoları nerde, satış elemanları nereden yola çıkıyor, nerede pazarlama yapıyorlar? O hedeflere onlardan önce nasıl giderim? vb... vb... gibi durumlar. YERLER U-Unsurlar, ünüteler: Düşmanın, rakip takımın, firmanın hangi yan unsurları var? Topcu birliği nerede? Cephaneleik nerede? Nöbetci unsurları nerelerde? Nereden, nasıl? hangi unsurlar ile gol atmak için hücuma geçiyor, kondisyon unsurlarını nasıl, nerede, kimin ile çalışıyor, keşif unsurları, destek unsurları, ilk yardım unsurları, yedek kredi banka unsurları neler? vb... vb... UNSURLAR T-Time-Zaman! Ne zaman, nereden, hangi gün saldırıyı başlatacağız. Patlayıcılar ne zaman patlatılacak? bu unsurlar ne zaman nereye kaçacak? kampa ne zaman gireceğiz? Saat kaçta yatıp kaçta kalkacağız? Dersler, eğitimler, malzeme dağıtımı, toplantılar hangi gün, saat kaçta yapılacak. Egitim toplantı ne kadar süre devam edecek? Geriye saat kaçta çekileceğiz? Generalin, devlet adamının işi kaçta bitirilecek? saat kaçta nereye kaçacağız? Oraya kaçamamazsak,ikinci kaçış, buluşma noktamızda saat kaçta olacağız? Biz başarılı olamazsak 2. Tim saat kaçta olaya başlayacak? vb... vb...

380

E-Equipments-Malzemeler-Makineli tüfekler hangileri ve kim kullanacak, patlayıcı maddeler hangileri ve kim görevli? Tüfek, tabanca, bıçak, el bombası, Claymor, bubby trap’lar, mayınlar, roket atarlar, Zodiak botlar, paraşütler, ACDBA dalış cihazları, kamuflaj elbiseler, harita puslalar, helikopter, denizalti, hangi uçaktan atlayacağız? Siğara dağıtım araçları, şöferler, traktör, biçer döver, dağıtım araçları, vinçler, şirket binaları, depolar, dağıtım malzemeleri, reklam malzemeleri vb... vb... İşte size bir işte, baskında, maçta vb... başarılı olmak için kullanacağınız SALUTE prensibi... Biraz acele oldu ve henüz editör görmedi!... En önemlisi benim her zaman söylediğim “Yere düşmen, düşürülmen o kadar önemli değil, önemli olan ayağa tekrar kalkma veya kalkmaya çalışma cesaretini gösterebilmek” sözünü yerine getirebiliyormuyum? “Hiçbir kadını analiz edemezsin, onlar özeldir, şaşırır kalırsın, Buz dolabı parçasını, çamaşır makinesine uydurabilirmisin? Ama bir kadın bunu başarabilir!... ”N.E. “İMKANSIZ YALNIZCA BİR KELİMEDİR2. Kitabım’dan ZORU HEMEN BAŞARIRIZ, İMKANSIZ İSE BİRAZ VAKİT ALIR.” (Türk SAT komandolarıın mottosu).

381

KENDİNİZİ KENDİNİZE İSPAT EDİN, BAŞKALARINA DEĞİL!...

17. PRENSİP-HER GÜN EGZERSİZ YAPIN, YARIN SAVAŞACAKMIŞ GİBİ BUGÜNDEN FORMDA OLUN “Egzersiz vücudunuz verilmiş en büyük hediyedir” “Egzersiz yapın sağlıklı olun, vücudunuz yaşayacağınız, sığınacağınız tek ve en emin yerdir” “Gıdalarımız ve egzersiz ilacımız olmalı, ilaçlarımızda egzersiz ve sağlıklı gıdalarımız” “Egzersiz birilerinden daha iyi olmak olduğunuzdan daha iyi olmak içindir”

değil,

“Başarısızlık aşağı bir yerlere düşmek değil, ayağa kalkmak için hiç çaba harcamamaktır”

382

Olaylar, ruhsal ve bedensel yapımızı okadar baskılı, zorlu etkiler ki, eninde sonunda belirli rahatsızlıklar ortaya çıkabilir, uyku bozukluklukları bunlardan biridir ve ilacı egzersizdir! Bazılarımız böylesi baskılı, stresli durumlarda uykuya sarılır, ondan yardım bekler! Ya oldukları yerde uyuklar baskılı ortamdan çekildiklerini sanırlar veya yataklarına girer derin uykuların içinde saklanmaya çalışırlar. Bu tipler günlük yaşama uyum sağlayamazlar, bitkin endişeli ve tedirginlerdir. Çok geç yatıp çok geç kalkmaya başlayıncada, günlük yaşama uyum sağlayamazlar. Böylesi durumlarda hemen egzersize başlamalısınız. İnsan amaçlarına ulaşmak, başarılı olmak, saygınlık kazanmak için çalışır, başkaları ile yarışır. Onları geçmek, önde bulunmak, daha üstün olmak için çabalar. Bu çabaların şiddeti artar ve süresi uzarsa, insanın kaygıları, sıkıntılarıda artar. Böylece toplumsal kaynaklı güdüler toplumsal kaynaklı zararlı etkenlere dönüşür. Bir ülkenin ekonomik, politik sosyal yapısına birden bire ortaya çıkan böylesi değişiklikler, savaş, terör olayları, gittikce bozulan ekonomik durum, hemen hemen bütün insanlar için toplumsal kaynaklı zararlı etkenlerdir. Bizleri korkutur, yıldırır, çökertir, baskılar, yaşama uyumumuzu altüst eder. Spor en iyi ilaçtır, daha ondan iyi strese iyi gelen bir ilaç icad edilmemiştir. Prof. Dr. Larry Sanders.

383

Sporun tarifi zaten her şeyi acıklar niteliktedir “İnsanları bedenen, ruhen, ahlaken geliştiren, Cimnastik, beden, oyun hareketlerine spor denir” Tarifindende anlaşılacağı üzerine, hemen şimdi, şu an spora başlayın. Çok zorlu, baskılı, stresli durumlarda spor en iyi arkadaşınız, ilacınız olabilir. Uzakdoğu savunma sporlarından birine hemen başlayın. Bu ister judo, aikido, karate, ju jutsu, Taekwondo, kick & Thai boks vb... vb… bir spor olabilir. Bu seçtiğiniz sporla salğılanan Bete Endorfin hormonu, salgılanma miktarına göre morfinden 5-20 kez daha güçlüdür, sizi rahatlatır, gevşetir, mutluluk verir, morfin gibi ağrı kesicidir. Bu sporların felsefesinde, japon Bushido’ların 10 emri yatar, hepside dürüst, savaşcı, pes etmeyen, mücadeleci karakteri tarif eder… Ayrıca bu tip savşa ve savunma sporları ile, kendinize olan güven duygusu, iç huzur, savaşcı ruhu, sizi mücadeleci bir kişilik yapısı ile geliştirir, stresli durumlarla daha rahat mücadele etmenize yardımcı olur. Mindere (Tatami’ye) çıplak ayakla çıktığınızda, vücudunuzda baskılar nedeniyle oluşan statik elektriklenmeyi, ayaklardan boşaltmanın en iyi yoludur. Bazende bir sahilde, kumsalda çıplak ayakla koşmak, bütün negatif enerjinizi, olumsuzlukları kumlara boşaltmanıza yardımcı olabilir. DO sporları (Japonca DO=Yol anlamına gelir ama esas tarifinde, kendinizi olgun, güçlü, bilge, dürüst bir insan olmak için eğittiğiniz, takip edip uyğuladığınız yoldur, DO…

384

Bu yolda gerginlik, sertlik, kaba kuvvet, saygısızlık, hoş görüsüzlüğe ve pes etmeye yer yoktur. Kişi ruhunu eğiterek, olaylara positif yönden olumlu bakmasını öğrenir. Savunma ve hücumlarda yaptığı KİAİ (Bağırma) ile tüm kötü düşünceleri vücudundan atarken ayrı bir gücü, içsel enerjiyi, yaptığı harekete ilave edeken, kötülükleride bağırarak dışarı atabilirsiniz, aynı birine bağırıp, deşarj olduğunuzdaki gibi!... Birisi sizi boğmak istediğinde, buna karşı onlarca teknik öğrenir, geliştirisiniz bu sporlarla. DO sporu yapanların el ve ayakları çıplaktır. Tokalaştığı, vurduğu, tuttuğu, attığı el ve ayağı, vücudu ile sanki bütünleşir rakibi ile. Bu sporlarla gerçekleştirilen vücut teması, DO sporcusunun rakipleri ile bütünleşip kaynaşmasını ve arkadaş olmasını sağlar. Onun spor aleti rakibidir!. Do sporlarında rakip kelimesi kullanılmaz. Partner=Uke olarak kullanılan Japonca kelimeler, Spor arkadaşı, dost, yapılan hareketi alan, düşen arkadaş gibi kelimeler ile tarif edilir. Do sporlarında, boks gibi hocalar “Kaşı açıldı, kaşı, oraya çalış, kaşına vur” asla demezler!... Bizler, bu sporları öğretirken aklımızda hep “Dövüş sporları ile dövüşmemeyi” ögretmeye çabalamak vardır. Bu sporlarda, karşındaki arkadaşın, dostun bu sporu öğrensin diye ona vücudunuzu emanet edersiniz. Antrenmanın sonunda da ona selam vermenizin anlamı “Sana bu sporu öğrenmen için vücudumu, en kıymetli şeyimi verdim, onu bana sağ salim geri verdiğin için sana çok teşekkür ederim”, dir.

385

Böylelikle kişi, sporcu paylaşmayı, dostluğu kardeşliği, can emanetini (Buddy) alıp onu sağ salim koruyup geriye vermeyi öğrenir, bu zor bir öğretidir. Do sporcusu için o sporda madalya alıp birinci olmak değil, bu sporda olduğunca bedensel ve ruhsal çok şey öğrenmek, kendini, dürüst, nazik, yardımsever, alçak gönüllü, bilge bir insan olarak geliştirmek önemlidir. Üniversite bitirmek, diploma almaktan çok üniversitede çok şey öğrenmek önemlidir, Bir işte mevki, para kazanmak değil o işte çok şey öğrenmek, ilerlemek daha önemlidir. Önemli olan yoldur, bilgeliğe, dostluğa, kardeşliğe, saygıya, onura, paylaşmaya, yardıma, ülkeye hizmete, saygınlığa, dürüstlüğe, nezakete giden YUMUŞAK yol=BUSHi DO yolu, 10 emir, ve DO yemini, çok önemlidir. DO sporlarında yardımlaşmayı öğrenirsiniz, ihtiyacı olana, zor durumda olanlara yardım etmek yüceltir sporcuyu, mutlu eder, rahatlatır. Bu duyğuyu her sporda hissedemezsiniz. Beynimiz, ihtiyacı olan birine yardım ettiğimizde, daha çok mutluluk hormonu ‘Beta-Endorfin’ salgılar. Tabii bu yardımı karşılık beklemeden, hakikaten yardım için, menfaatsiz yaptığında oluşur bu… Yaptığınız yardımlardan, çıkar beklediğinizde utanmalısınız, DO savaşcıları, sporcuları utanır bundan, kısa süreli mutlu olsanızda yaşam boyu içinizi kemiren duyğularla iç içe yaşayabilir, ve bu duygu karmaşası altında ezilebilirsiniz.

386

Stresli günlerinizde masanızda daima su bulundurun. Aşırı gerginlik, iç sıkıntısı stres yaşadığınızda, bol bol su için, alnınızı, boynunuzu ıslatın, mümkünse soğuk bir duş alın. Karanlık bir odada gözlerinizi kapatıp kuş seslerini, denizde, sahile çarpan dalga seslerini hayal edin veya teypten dinleyin. Sevdiğiniz müzikleri dinleyin. Vücudunuzu gerekli besin öğelerinden mahrum bırakmayın ama, asla aşırıya kaçmayın. Vücudunuzu, karbonhidrat, protein, yağ, vitamin, mineral ve su ile çalışan bir araba motoruna benzetin, Yağını, suyunu, yakıtını, havasını eksik etmeyin ve sürün arabayı, hareket ettirin, aynı sporda vücudunuzu hareket ettirdiğiniz gibi “Hareketsizlik hastalıktır” “Vücudunuz yiyecek bir şey bulamadığında kendi zehirini yer “…” “Siz. Siz onlarca yüzlerce emrinizde çalışanları ve ailelerini korumak, onları yeşertmek için güçlü ve sağlıklı olmak zorundasınız. Orduda, toplumda, ticarette ve sporda, daima güçlüler, sağlıklılar, savaşcılar ayakta kalmışlardır. Kassal ve ruhsal güçlü olma sizi içsel ve dışsal tehlikelerden, korur. İnsan her an iç ve dış ortamadan uyarılar, iletiler alır. Her uyaran ileti ve iç, dış dengemizi değiştirebilir. Bunaları dengelemek için çabalar harcar dururuz. Bu harcadığımız çabalar aptalca ise yetersiz kalırlar ve uyarılanlarla uyumumuz bozulur. Kimi kez güzel dengeler, ortam kurarız. Bazende Denge, düzen kuramayıp, bedensel ve ruhsal problemler yaşarız, problemler çözülmek içindirler. Onlardan kaçmayın, üzerine üzerine gidin.

387

Her şey kötü gidebilir, yetiştirdikleriniz bir gün sizi, işi bitip kapı arkasına konan süpürge gibi veya sıkılıp kullanılmış, işe yaramaz bir limon artığı gibi atar, yok sayabilir! Kirli, pis, kendini düşünen, bencillerden uzak durunuz. Bir savaşcı olarak yetiştirildiniz. Onlar kendilerini kral zannedenlerdir, unutmayın, krallarda bir gün tahtlarından iner veya indirilirler…” “Egzersiz bütün kötülüklerin düşmanıdır”

18. PRENSİP-TENKİT, SEVİN

KRİTİK

EDİLMEYİ

“Bilmediğin, fikir sahibi olmadıgın şeyleri kritik edemezsin” “Kendikileri hata ve kusurları görmeden başkalarını tenkit etme” “Başkalarının yapıcı kritiklerine açık değilsen. Hakiki bir kişilik geliştirmeye açık değilsindir” “Herhangi bir aptal, kaba kişilik sizi tenkit edebilir, kırıcı olabilir. Esas güçlü karekter, böylesi durumda sakin, sabırlı, anlayışlı olup onu afedebilmenizdir” “Kritik edilmeyi severim, beni daha güçlü ve tecrübeli yapar”

388

Kimse fazla kritik edilmeyi sevmez, kritik eden bilğili ise ve sizleri kırmadan, öğretici yönde kritik ediyorsa bunu olumlu karşılayın, göğüsleyin. Neden gece çalı çırpılara basarak düşmana yaklaştınız? Arkadaşlarınızın yakalanmasına sebeb olacaktınız, gece keşif görevinde neden sigara içip yerini belli ettin? Neden Ahmet’e pas vermedin, onun önü boştu, gol atabilirdi, neden önünde 4 kişi seni engellerken kaleye şut attın, karavanaydı... veya 165 kilo yerine 160 kilo deneseydin ya… bak 165 kiloyu kaldıramadın elendin!... “O ıskarta malları neden Ruslara verdiniz, (Kakaladınız!) defolu malları görünce adamlar bir daha hiç bizden mal almazlar, batacağız, hepiniz işsiz kalacaksınız. “2 saat mesai yapıp malı kargoya yetiştirseydiniz, mal bugün Almanya’da olacaktı ve hepimiz kazanacaktık, zarara uğradık, şimdi 20 kişiyi işten çıkarmamız gerekecek” gibi sözler bizde ve dünyanın bir çok ülkesinde söylenmektedir.

389

Pişmanlık uzun süreliyse için için sizi kemirebilir. Yapılan yanlışlıklarda hatanız varsa asla tenkit edilmekten alınmayın, bunlar sizin doğru patikaya girmenizi, yolunuzu bulmanızı sağlar. Antrenör, komutan, şirket sahibi, aile reisleri, sizlerin tekrar tekrar hatalar yapmamanız için sizleri tenkit, kriterize edebilir, bunlar yapıcı olmalı ve kırıcılık içermediği sürece ders almamız gerekir. Kritikler kalp kırıcı olmamlı, özellikle toplum içinde… Tenkit, kritik, yargılama yaptığınızda unutmayacağınız şey, herkesin dogal bir savunma mekanizmasına sahip olduğudur. Ve onlarda sizi tenkit etmeye başlar. Siz birini yargılamaya başladığınızda bu savunma mekanizmaları tavan yapar. Bunun farkına varır varmaz, tenkiti yapan, egolarını kontrol altına almalıdır. Bu kontrolu yaptığınızda karşınızdaki, asker, işci, sporcu ve her kimse, onu sabırla dinlemelisiniz. Asla sinirlenip, ego, larınıza hakim olamayıp, yüksek perdeden, tenkit ve kritiklerinize hız vermeyin. Bende biliyorum bunun çok zor olduğunu ama yıllarca, binlerce asker ve sporcu yetiştirdim ve böylesi durumlarla çok karşılaştım. “Susmak ve dinlemek ekseri en iyi cevaptır” sözünü hatırlayın! Asla yanıt vermeyin ve askerinizi, çalışanınızı, sporcunuzu ve o kimseyi sonuna kadar dinleyin, sözünün sonuna geldiğinde bir rahatlama, bir yumuşama bir öz güven içine girdiğinde konuşma sırasını kesinlikle size devredecektir! Onların söylemlerinden açık kapılar, yeni ve doğru, haklı olduğunuza dair fikirlerinizi alıp karşıt hücuma!... gayet sakin ve babacan bir tavırla başlayın…

390

Onun söylediklerini tekrar etmeden uzun uzun dinlediniz ve boşalttınız onu… Emrinizdekileri dinleyin ama bu dinleme derinlemesine olsun, karşı tarafın anlatmak istediklerinin köküne inmeye, ana sorunu çözmeye çalışın. Kulaklarınızla değil, tüm ruhunuzla dinleyin. Ne demek istediklerini derinlemesine anlayın. Anlattıklarının önemini, onların bakış açısından düşünün. O an kritik edilenin ne olduğunu bile anlatamamış olabilir, Siz yalnızca kritik edilenin savunma mekanizmalarını dinlediniz beklide. Belkide askerleriniz, sporcularınız, elemanlarınız her şeylerini ortaya koyarak, riske girerek başarılı olmak istediler ama bir şeyler yanlış, ters gitti ve sizin arzu ettiğiniz hedefe ulaşılamadı. Belkide sorunlarını size iyi yansıtamadılar. Kritik ettikleriniz asla sizlerin baş rakipleriniz, olmasada, altında daima bir şeylerin olduğunu düşünün. Bir işi yapmada, becermede, tamamlamada herkesin değişik yolu, tarzı, fikri, motivasyonu olabilir, sayğılı olmalısınız. İki tarafta bu değerlendirmelerden, ders çıkarıp çeşitli ayarlar yapabilirler. Kendiniz tenkit edildiğinde bunu masaya yatırın, hataları ve sevaplarıyla doğru yolu bulun, düzeltmeler yaparak hedefe doğru ilerleyin, Tenkit edilmekten asla korkmayın ve bunu gurur meselesi olarak alğılamayın, kendinizi geliştirin. Hiçbir şeyi herkesten iyi yapamazsınız, herkesin iyi, en iyi olduğu yönler vardır. Herkesin bir savunma noktası vardır, hangi konuda tenkit edilirse edilsin…

391

İnsanlar sık sık aynı konuda tenkit edilmeyi sevmezler, bunu yapmamalıyız. Kritizm kabul edilmeli, ayarlamalar yapıp kendimizi, tekniklerimizi, davranışlarımızı, becerilerimizi, hayatımızı, değiştirmeli, geliştirmeliyiz, mükemmelliğe ulaşmak için, yaşamımızda ufak ayarlar yapmak gerekebilir. Orduda, holding veya fabrikada, sporda, yaşamda, evde eşinize ufak ayarlar yapmak gerekebilir! Namık Ağabey. ABD NAVY Instructor school–C Class Liderlik ders notları ve Almanya Köln Antrenörlük ders notlarımdan ve diğer 22 Referans

19. PRENSİP-PİŞMANLIKLARINIZIN SİZİ ASLA YENMESİNE İZİN VERMEYİN, ASLA “KEŞKE” DEMEYİN… “Şayet pişmanlık boynuz olsaydı, kişinin boynuzu yıldızlara ulaşırdı” “İnsanın pişmanlıkları rüyalarını süslemedikce o yaşlı sayılmaz!” “Yaptıklarımdan asla pişmanlık duymam, pişmanlık duyduklarım, yapabilme şansım varken, yapmadıklarımdır.” “Ümitle ileri bakın, pişmanlıklarla arkanıza değil”

392

“Geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyma. Şu anki yaşamını kendine güvenle sürdür, gelecekte yaşayacaklarını korkusuzca göğüsle”

Bu konuda sizlerde kesinlikle benim gibi çok kitap okumuşsunuzdur, hatta bu konuda Frank Sinatra`nın ‘Regret/My way” adlı şarkısını yüzlerce kez dinlemişimdir. Bizlere daha iyi olmamız için yollar öğretilir. Bizler çok ama çok hatalar yaparız. Bizler hataların bir ürünüyüz. Aldığımız ve alacağımız dersler bizleri bekler durur. Hatalar, öğrenmemiz için tam önümüzde dururlar fakat biz atlar, veya gerekli önemi vermez veya daha iyi bildiğimizi sanırız. Araştırmalar, destek gören, görmeyen çocuklarında başarılı olduklarını göstermektedir. Çok bildiğimizi sanarak, bir gün surtımıza yediğimiz ani bir yumruk bizleri kendimize getirebilir. Öğrenmede en iyi yollardan biri, öğreneceğimiz ne kadar çok şey olduğunu bilmekten geçer.

393

Okulda, insanlardan, tecrübelerimizden, ve hayattan çok şeyler öğreniriz. Zaten yaşamın kendisi bir okuldur. Nasıl bir tarih taşımamız, istediğimiz kişi olamamamızın sebepleri olarak kullandığımız, yıllar önce olmuş adil olmayan veya bir olaymı olduğu bizleri pişmanlığa itiyor veya geçmişte yaptığımız kötü olayların etkisi altındamı kalıyoruz. Olayları bilgisayarımızda süzerek kabul etmeli. Zihnimizi daime berrak ve serbest bırakmalıyız. Böylece daha iyi öğrenir ve çabuk ilerlemeler kaydederiz. Pişmanlıklar!... bir şeyi ahhh keşke şöyle yapsaydım” demek yerine, yeniden doğruyu ögrenip defalarca doğru yapana kadar çalışıp onu mükemmelleştirip, keşke dememeyi öğrenebiliriz. Bazende bu şansı kaçırmış olabiliriz. Bir golü dışarı atmak, bir tek mermiyi boşa atıp ıskalamak, sözleşmeyi imzalamaktan, ihaleye girmekten çekinip girmemek, sizin son şansı kaçırmanıza sebeb olabilir. Ama asla pişmanlık duyup bir yerlere, bir şeylere takılı kalmayın, ilerleyemezsiniz ve bu duyğu devam ederse, içinizi kemiren bir duyğu olarak hayat boyu içinizde yaşayabilir… Pişmanlıklardan alınacak en iyi, değerli şey, öğrendiğimiz derstir. Etrafta içimizdeki pişmanlıklarla boş boş dolaşmak bize hiçbir şey kazandırmaz. Devam etmesini öğrenmeliyiz. Pişmanlıklarımızın bizleri yenmesine asla müsaade etmemeliyiz. Pişmanlıklarımızın kölesi olmamalıyız. Onlardan ders almalı, bizleri daha iyi yapmasına gayret etmeliyiz. Pişmanlık korkularını enerjiye çevirip onları enerji olarak kullanmalı, hemen bugün daha iyi bir insan olmak için harekete geçmeliyiz.

394

Pişmanlıklar ile dolu olmamalı, bilgiyle dolu olmalı, Bilgi, güç kuvvet ve yaşam sevgisi ile doldurmalıyız içimizi. “Geçmişlerinden kurtulmak isteyen bir çok insan var.Yapabilseler her şeye yeniden başlayacak olan insanlar…ama geçmişten kurtulmanın tek yolunun ,ondan bir gelecek yaratmak olduğunu unutmayın”Phillip Brooks

20. PRENSİP-YAŞAMIN TAKTİR EDİN

HEDİYELERİNİ

“Yaşamdaki en büyük hediye hatırlanmaktır” “Yaşam tek bir turluk seyehattir. Şu yaşadığın an ,yarının hatırası olacaktır. İyi veya kötü yaşamın her anından mutluluk al. Çünkü yaşamın hediyesi, yaşamın kendisidir” “Yaratan bizlere hayatı hediye etmiştir, Bu hediyeyi iyi kullanıp doğru, iyi yaşamak, bizlerin elindedir” “Fare kediye güldüğünde, yakında daima bir delik var demektir!” “Birisine verebileceğiniz en mükemmel hediye vaktinizdir. Çünkü vaktinizi verdiğinizde, yaşamınızın bir parçasını ona vermektesiniz ki asla bunu tekrar geri getiremezsiniz”

395

Dışarıları bir yerlerde bizi devirmek, parçalamak isteyen bir çok düşmanımız, rakiplerimiz var ve olacaktır aynı mağara devrinden günümüze bu saldırılar, avlanmalar hala devam etmekte ve edecektir. Bu düşünceden yola çıkarsak hepimiz, siz, ben, askerler, iş adamları, sporcular tetikte ve hazır olmalıyız bu meydan okumalara, işte ülkemizin hali, işte dost bildiklerimiz. Sabah erken kalkın, dinamik, sağlıklı ve güçlü olun, dışarılarda, uzaklarda bir yerlerde, sizi yıkmak, silmek, sıfıra indirmek isteyenler beklemekte, onlara sürpriz yapmak istemezmisiniz? Bir kişi, bir insan, bir düşman bizi ağzından salyalar akıtarak beklemekte… Bizim için hazırlanıyorlar, bu sebepten bizlerde onlar için hazırlanmalıyız! Hazırlıklı olmaya ihtiyacımız var, bazı şeylerede, Onlardan daha akıllı, daha süratli, ve daha iyi olmalıyız. Savaş alanında karşılaştığımızda, randevulaştığımızda! Kader neyse olacaktır ve bizler buna önceden hazırlıklı olmalıyız ki kaderimizi yenelim.

396

Aç kurt gibi avlanmaya hazır olmalıyız yoksa av oluruz. Bu arzu, bu istek bizim savaş, mücadele yakıtımız, enerjimiz olmalı. SAT`ta düşman ile karşılaşmada meydana gelecek bu yakıt bu enerjiyi içimizin, ruhumuzun en derinliklerinde hissediyorduk. Eğittiğim her SAT`ta, her sporcuda bu hissi aşılamıştım sanki. Onlardan sorumluydum, o savaşcılar, o sporcular benim ayrılmaz parçalarımdı. Bu kardeşlerimi çalıştırmak, eğitmek, yetiştirmek bizlerin görevimizdi. Özel görevlerde paranoyak, deicesine onları koruma iç güdüsüyle çok ağır eğitimler, antrenmanlar yaptırmaktaydım. Hayatın Her Anının Kıymetini Bilin ve Ondan Keyif Alın: Başarılı insanlar kendileri ve yaşadıkları hayatla barışık insanlardır. Başarıya giden yolda en büyük motivasyonu önce kendinizden sonra hayattan alırsınız. Ve hayat siz ona nasıl bakarsanız o şekilde size geri dönendir. Hayatınızı çimdiklemekten onu kanırtmaktan vazgeçin. Onu sevin ve benimseyin. Her anın tadını alın. Başarılı insanların geneline baktığınızda göreceğiniz şey onların yaşadıkları hayattan keyif alan yaptıkları işe yürekten inanan insanlar olduklarıdır. Onlar bu dünyaya yapmakta oldukları şeyi yapma amacı ile geldiklerini hissediyor ve hissettiriyorlar. Hayattaki önceliklerinizi ve hayatta olma amacınızı belirleyin. Ve bu amaca doğru ilerleyin. Hayatınızın çok daha keyifli olmaya başladığını göreceksiniz.

397

Artık Savaşa asker, müsabakalara sporcu yetiştirmiyorum ama bu çocuklar bu askerlerin her zaman yaşamın bana bir hediyesi olduğunu düşünür, onlarla genç, tükenmez ve var olurum. Bu çocuklar bizler için hayatlarını tehlikeye atıyorlar ya bizler onlar için neler yapıyoruz, şehit maaşlarına haciz koymaktan başka. Aslında onlar bizler için birer kutsal hediye, ama her hediye gibi değerini bilirsek!... Onların hatırasına, onurlarına…

21: PLANLAR YAPIN: BAŞARILI OLMAK İSTEYEN ORDULARIN, ŞİRKETLERİN SPOR FEDERASYONLARININ DAİMA İLERİ YÖNELİK, UZUN VADELİ PLANLARI VARDIRisteyin… “Plan yapmayı başaramamak, sanki başarmamak için plan yapmak gibidir” “İyi plan ve çok çalışma zenginliği, refahı getirir, Fakat çok çabuk, aceleci kestirmeden gitmek, yoksulluğa sebep olabilir” “Ne yaparsan yap, yaratana sığın, iste O senin planlarını yapacaktır.” “Planlarını kurşun kalemle yaz ki, silgi göklerde bir yerlerde olsun!”

398

“Plansız, çabuk başarıya giden yollar lağımlardan geçer”

Planlar yapın aynı özel askerlerin yaptığı gibi savaş, strateji planları gibi. Plansız işler çoğu zaman yok olmaya mahkümdurlar. Plan Yapın: Plansız program olmaz. Hayatınızı planlamak ve hayatınıza başarı katmak için plan yapmalısınız. Başarmak için programlı olmayı, programlı olmak için de planlamayı öğrenmeniz gerekiyor. Hedef ve hayallerinize ulaşmak için plan yapmadan hareket etmek demek tarifi olmadan yemek yapmak ya da hiç bilmediğiniz bir şehirde elinizde harita olmaksızın yön bulmaya çalışmaya benzer. Şunu hatırlatmamda fayda var; bugün bütün büyük zaferler üzerinde düşünülerek yani planlanarak elde edilmiştir. Siz de başarılı bir birey olmak için hayatınızı planlayın! Plansız hedefler yalnızca bir arzudan öteye gidemezler.

399

Şayet bir yıllık plan yapacaksanız ağaç ekin, on yıllık bir planınız varsa bir ağaç dikin, şayet yüz yıllık bir plan yapmak istiyorsanız, insana yatırım yapın denir. Plan yapamamak, plan yapmakta çuvallamaktır. Planlamayı arzulamak, plan yapmaktan daha çok enerji israfıdır. Planlamak sigorta gibidir, zaman gelip ihtiyacınız olduğunda, yoksa!... vakit geçmiştir. İyi bir plan, plansızlığın hayal kırıklığından çok daha güzeldir. Plansız savaşa hazırlanmak, gelin olmadan düğün yapmaya benzer! Planınız işe yaramamışsa, planınızı hemen değiştirin ama hedeflerinizi asla. İyi planlama ve çok çalışma zenginliğe, başarıya götürür ama kestirmeden çabuk gitmek, koksulluğa sebep olabilir. En iyi asker en iyi plan yapan askerdir. Planladığınız şeyleri yapın, yaptığınız şeyleride planlayın. Umulmayan, beklenmiyenleri planlayamazsınız. Başarıya Ulaşmak İçin Ödemeniz Gereken Bedellerin Farkında Olun: Hayatta her bir bireyin kriteri bir diğerinden farklıdır. Bu doğrultuda hedefler ve başarı kıstasları da değişkenlik gösterir. Kimi büyük bir eve sahip olmak isterken kimi lüks bir arabanın hayalini kurar, kimi için geniş bir aile olmak önemliyken kimisi dünyayı gezmeyi ister. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama buradaki önemli nokta bu hayallerin pek çok kişi için ortak hayaller olduğudur. Bu da demektir ki tüm atletler koşacak ancak ipi tek bir kişi göğüsleyecek. Başarılı insanlar hayatta hayallerine hedeflerine koşarken ödeyecekleri bedelin farkında olanlardır. Hedefinize ulaşacağınız yolda neleri feda edeceğinizi önceden bilmek size gerçekçi hedefler koymanız noktasında yardımcı olacaktır.

400

Ruhunuzun yardımları ile planlayamadığınız şeyleri tekrar planlarsınız, stratejik vizyonunuz yoksa stratejik planlar yapamazsınız, planlama vizyon işidir. İyi seyahat eden birinin sabit planı yoktur, ne zaman geleceğide bu plansızlıkta bilinmez!.., yavaş büyümek yavaş ilerlemekten korkmayın, sabit durmaktan korkun. Birilerine danışmadan yapılan planlar başarısızlığa uğrayabilir, Fakat bir çok akıl alanlar başarılı olabilirler. Planları durdurun, harekete geçin. Bir çok insan evlilikten çok düğünü planlamakla çok vakit harcar! Sen yenmek için doğdun, fakat yenen olmak için yenmeyi planlamalısın ve yenmeyi ummalısın. İyi düşünmek akıllıcadır, iyi planlamak daha akıllıca bir işter, fakat iyi, doğru yapmak en akıllıcadır. Harika bir piknik planlayabilirsin fakat havayı planlayıp, tahmin yapamazsın. Hayatta başımıza gelenler hep başka planlar yaparken gelir. Bir ağacı kesip aşağıya indirmem için bana 6 saat verin, ilk 4 saati baltamı bileyleyeceğim. Gibi sözler sizlere planlamanın orduda, ticarette, yaşamda ve sporda, ne kadar önemli olduğunu anlatmıştır sanırım.

22. PRENSİP-HEDEFLERİNİZE KİLİTLENİN VE ASLA VAZGEÇMEYİN, SABIRLI VE ISRARCI OLUN, YILMAYIN, KAÇMAYIN, ASLA… “Bir dakikalık sağlayabilir!”

sabır,

10

yıllık

barış,

“Sabır acıdır ama… ama meyvası tatlıdır!”

401

güven

“Göklere bakıp “artık sabrım kalmadı” diyorsanız, onun sizin için nekadar sabrettiğini unutmuşsunuz demektir!” “Sizi, iki şeyle tanımlayabiliriz, 1. Hiçbir şeyiniz olmadığı, her şeyinizi kaybettiğinizdeki sabrınız, 2. Her şeye sahip olduğunuzdaki davranışlarınız” “Sevgi ve sabırla hiç bir şey imkansız değildir” “Başarıya giden bir asansör yoktur, merdivenlerden tırmanmalısın” “Sabır bekleme kabiliyeti değildir, sergilediğiniz iyi, doğru davranışlardır”

beklerken

Fransız Judocu beni yerden yere vuruyordu. Acımayan yerim yoktu. O sıralar Fransızlar, Japonlardan sonra dünya sıralamasında ikinciydiler. Judo onlarda 1896 yılında başlamıştı ve 1903’ten beri federasyonları vardı. Bizde ise judo 1963’te başladı. Akdeniz Oyunlar’ı İzmir’de yapılıyordu ve sene 1971’di.

402

Fransa şampiyonu olan Tunus asıllı judocu, kel kafalı, göğüs ve kol kasları neredeyse judo giysisinden dışarı fırlayacak kadar gelişmişti. Kendisi 93 kilodan 80 kiloya düşmüş ve bu nedenle 80 kilo kategorisinde maç yapıyoruz. Ben 73 kiloyum. Çok sevdiğim 17 yaşındaki talebem Süheyl Yeşilnur 70 kiloda maç yapsın, milli olsun diye o fazla 3 kiloyu verip 70 kiloda müsabaka yapmadım. Adam bir sağdan, bir soldan Japonya’da öğrendiği bütün teknikleri sanki üzerimde deniyor. Bir anda beni yüzükoyun yere çarptı. Burnum sıyrıldı ama yine de sırt üstü düşüp ippon olmaktan (tam puanla mağlup olma) kurtuldum. Fırlatışı soldan yaptığı için omuzumun üzerine düştüm ve bu nedenle omuzun feci ağrıyor. Ben kendimi toparlayamadan yarma gibi Fransız judocu bu kez kafamın sol tarafından güzel bir fırlatma tekniği uyguladı. Sol kulağımın üstüne düştüm. Kulağım sıyrıldı bu sefer de. Velhasıl adam beni fukara sümüğü gibi istediği yere atıyor, yapıştırıyordu. Oysa mindere ilk çıktığımda Türkiye’nin her yerinden gelen judocular, seyirciler çılgınca alkışlıyor moral veriyorlardı. O yıllarda Türkiye’nin en iyi judocusu ve antrenörü idim ve bu beş kişilik takımı ben hazırlamıştım. Kendim de dahil! Bu çılgınca alkışlamalar, Fransız judocu beni yerden yere atmaya başlayınca yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Oldukca tutuk maç yapıyordum. Zira kendi seyircimin önünde olmamın baskısı vardı üzerimde.

403

Yurtdışında birçok milli maçta çok rahattım; ABD`de SAT ihtisasında iken Açık siklette üçüncü, 80 kiloda sakat kolumla birinci olmuştum, yenilmek önemli değildi. Beni tanıyan kimse, orada olayı seyretmiyordu ve üzerimde baskı yoktu. Fransız judocu artık beni atmaktan yoruldu ama be*n düşmekten yorulmadım! Maçın bitmesine üç saniye kalmıştı. Herkesin suratı bir karış, üzgün. Fransız galip durumda; hem de çok puanı var. Şayet yenilirsem bu takımda, Akdeniz oyunlarında, madalya alamayan tek judocu ben olacaktım, baskıya bakarmısınız!... Bu güçlü kuvvetli Fransız, maçın bitmesine üç saniye kala beni son bir defa daha atmak, kelimenin gerçek anlamınyla mindere gömmek arzusu ile (ve aptallığıyla) son bir defa daha sol uchimata (sol ayağını benim iki ayağımın arasına sokup havalandırıp atma tekniği) ile harekete geçti. Bu oyunu defalarca yapmıştı ama beni asla sırt üstü mindere yapıştıramamıştı. Sağ ayağımı kapayıp onun sol ayağının hızla havaya gitmesini sağladım. Yerdeki sağ ayağının önüne kendi sağ ayağımı koyup kollarımla onu çekerek havalandırdım ve ardından döndürüp sırt üstü mindere yapıştırdım! Ava giderken avlanmıştı! Mindere yapıştığı anda gong çaldı ve müsabaka’nın bittiği işareti verildi. Gong bile kurtaramamıştı Fransız’ı! Onu son saniyede ipponlamıştım (sırtüstü yere atıp tam puan almak). Ortalık sessizliğe bürünmüş, ölü toprağı dökülmüş matem evi gibi iken bir an; hemen andından salonda herkes havalara sıçramaya, bağırmaya, çılgınca alkışlamaya başladı.

404

Tüm Atatürk spor salonu tıkabasa dolu idi. Ben ise gol atmış bir futbolcu sevincine kapılıp havaya girmeden, mütevazi bir şekilde kafam önümde yerime gidip diz çöküp oturdum. Fransız hala mindere yapışmasına inanamaz halde yerinden doğrulamıyor. Sırt üstü yatıp salonun ışıklarına bakıyor ve aptallığına yanıyor olmalı. Sonunda yattığı yerden kalktı. Ağır adımlarla benim karşıma doğru üzgün üzgün yürüdü. Diz çöktüğüm yerden ayağa kalktım. Orta hakem eli ile beni göstererek galip olduğumu ilan etti. Gidip Fransız’ın elini sıktım; salon alkışlardan hala yıkılıyordu. Sessizce ring’ten indiğimde bir baktım omuzların üzerinde havalardayım. Beni havaya atıp atıp tutuyorlardı. Asla pes etmemiştim. Bir savaşçı, bir samuray gibi son ana, ölüm anına kadar kurtulmak için mücadele etmeliydim. Ümidini, mücadele azmini kaybeden insanlar hayatta her şeylerini kaybederlerdi. ASLA PES ETMEYİN, HANGİ ŞARTLARDA OLURSA OLSUN… Japonya’ya ikinci kez gittiğimde Türkiye’de antrenörlük yapan yedinci DAN siyah kemer hocamız Takahiro Yodoyo hocam bizi Tokyo, Narita Havaalanı’nda karşıladı. Ona “Sana Türkiye’den ne getirelim” diye sorduğumda “karpuz” demişti.

405

“Karpuz!” inanmamıştık ama götürdük. Harika, modern bir havaalanı gümrükten çıkıp onun Tateyama’da yaşadığı yere gitmek için trene bindik. Trende karşımızda 30-35 yaşlarında bir bey elinde Japonca bir kitap okuyordu, arada bir gözleri kapanıp uyuyor, kafası öne doğru düşerken uyanıyordu ve adam tam eşimin karşısında oturuyordu. Yodoya’ya dönüp sordum: “Ne kitabı bu? Adı ne?” “Bushi no Kokoro, Savaşçı Ruhu” dedi ve ilave etti, “bu sıralar çok satıyor bu kitap; zira Japon mentalitesine çok uyuyor.” Okuyup okumadığını, okuduysa konusunu merak etiğimi söyleyince anlatmaya başladı. “Savaşta, ticarette, sporda, politikada hatta evlilikte çok zor durumda kalabilirsin. Karşındaki senden daha savaşçı olabilir silahları da senden daha iyi olabilir, ticarette senden daha zengin, güçlü, kurnaz, hileci, kalleş olabilir. Sporda senden, mesela judo’yu ele alırsak, senden daha teknik, daha tecrübeli, bilgili, kuvvetli, daha ağır olabilir. Politikada da rakiplerin kurt, tecrübeli, güçlü, çevresi olan birisidir. Bunlarla, onlardan daha zayıf, güçsüz biri isen mücadele etmen çok zordur. Burada sana düşen asla pes etmeden, vazgeçmeden kendi zayıf taraflarını geliştirip rakibin zayıf taraflarını bulup, BU ZAYIF TARAFLARI KENDİ LEHİNE KULLANMALISIN yılmadan, sonuna kadar kazanmayı sürdürmendir. Birazcık anlatabildim mi sana savaşçı ruhunu?” dedi. Evet anladım” dedim. Japonya’da okuduğum İngilizce kitaplardan, konuştuğum insanlardan elektronik Japon mucizesini az çok çözmüştüm.

406

Toyoto motor, Mitsubishi, Sumitomo Mitsui finans gurubu, Nippon, Sony, Nikkon vb firmalar, ellerinde doların çok olduğu zaman, bir birlerine finansal yardım edip, bol, bol sac ve demir stok etmişlerdi. O sıra Batı bunlar ne yapıyor diye m-rak ediyor ama para kazandıkları için de ses çıkarmıyorlardı. ABD ve Avrupa, bunlar çuvalladı derken Japonlar stok ettikleri sac, demir ve lastikten ilk Japon mucizesini patlatmışlardı. Otosanayii mucizesinde Judo stratejisini uygulamışlardı. Judoda rakibini yenmek, başarılı olmak için rakibinin gücünü kullanmalısın. “ZOR DURUMLARDA ÖNCE BİRAZ GERİ ÇEKİL, UFAL, DÜŞÜN, PLAN YAP, GÜÇLEN VE TEKRAR HÜCUMA GEÇ” Jigaro kano Önce onu itersin hafifçe o seni kuvvetsiz zannedince (zira hafiften ittin, tam gücünü göstermedin) tam gücü ve ağırlığı ile reaksiyon gösterip senin üzerine gelir, sen de onun bu geliş gücü ve süratine (diyelim 50 kg) kendi elli kiloluk gücünü ekleyip üstten çeker ve alttan bir engel koyarsın ve böylelikle o koca güçlü judocuyu, 100 güçle yere yapıştırırsın, bu olgu politikacıyı, savaşçıyı, tüccarı yere yapıştırmyıda kapsar, (İPPON!). Geri çekilip dolar biriktirip, küçülür hissi uyandırır, rakip üzerine gelirken onun sacını, demirini, metalini satın alır, sonra da arabaları imal edip onu yere yapıştırır, onun memleketindeki koca, koca çok benzin yakan arabalar yerine kendi imal ettiğin küçük ve tasarruflu, hoş, beğenilen arabaları satarsın.

407

Hem de onları tıpkı kadın hatlarına benzeyen yuvarlak hatlarla imal edip beğenilmesini sağlayarak!... Savaşçı ruhunu kendime hep yol edinmişimdir. Japonya’da DO, YOL demektir. JUDO, Yumuşak Yol, AİKİDO, Ruhla Bedenin Birleştiği YOL, KARATEDO, boş el silahsız el yolu, KENDO, kılıç yolu, BUSHİDO ise savaş sanatlarının ülke müdafaasında kullanılmasının yoludur. Bir Japon, olgun, oturaklı birini görürse onda bir şeyler sezip sorar “Hangi yolu (yani DO’yu) yapıyorsun?” diye. O da büyük ihtimalle ya AİKİDO ya JUDO ya KENDO diye cevap verecektir. Japonya’da eskiden dedelerimizin uyguladığı gibi “Büyüdükçe küçülmelisin” öğretilir, uygulatılır. Üzerinize gelen koca rakibi devirmek için küçültüp top gibi olur onun ayakları önünde bir engel oluşturursunuz, sonra da onu üstten çeker ve düşürürsünüz. ABD’de sattığı arabalar Amerikan oto sanayisine büyük bir engel olmuştu. Hatta araba fabrikalarında çalışan ABD’li işçiler geceleriJapon arabalarını parçalamaya başladılar. Küllerinden doğmuştu ülke. Top gibi olup yuvarlanmak kazalarda ve düşmelerde de faydalıdır. Şayet ayağınız kayıp düştüğünüzde büzülür top gibi olur yuvarlanırsanız dönen çember gibi birçok nokta sırası ile yere çarpacağınızdan sakatlanmazsınız ve canınız acımaz. Oysa düşerken eliniz ayağınız bir veya birkaç noktadan yere çarparsa sakatlanır veya bileğinizi, dizinizi kırar, zarar görürsünüz.

408

Bazen fazla yayılıp, dağılmak size savaşı kaybettirebilir. Tıpkı Hitler’in yaptığı gibi. Savaşçı ruhunda akıl sabır çalışma, saygı ve onur çok önemlidir. Burada Japonların çabuk gelişmesi ile ilgili son birkaç şey daha yazacağım. Bir Japon için üniversite bitirip o diplomayı almak önemli değildir önemli olan üniversitede çok şey öğrenmektir. Bir Japon için judo veya karatedo’da dünya şampiyonu olup o madalyayı veya kupayı almak önemli değildir. O ter dökülen minderde çok şey öğrenip ruhu terbiye etmek önemlidir. Bir Japon için bir fabrikada ustabaşı veya müdür olmak önemli değildir, önemli olan o fabrikada çok şey öğrenmek, çok uzun süre çalışmaktır. Bir Japon bir çok şey bilip hiçbir şey olmamaktansa bir konuda çok şey bilip uzman olmak daha önemlidir ve çok iş değiştirmek ayıptır. Bir Japon askeri için yüzbaşı, binbaşı, general olmaktan çok, iyi yetişmiş, savaşçı ruhlu, ülkesi için çekinmeden canını verecek bir asker daha önemlidir. Birde bazı ülkeler vardır, oralarda çalarlar, çırparla, soyarlar, rüşvet alırlar, kayırırlar, menfaat sağlarlar, ihanet ederler, gazete ve televizyonda gülerek çıkar ve sırıtır, beyanat verirken, aynı şeyi yapan bir Japon, harakiri (Aslında Japonyada SEPPUKU olarak bilinir, uygulanır) seronomosi düzenleyip intihar eder. Suiistimal yapan, çok onurlu biri ise karnını soldan, sağ`a doğru keser, daha çok acı duymak ve ölünce ne kadar onurlu olduğunu göstermek için. Sol, sağın tersine kutsal taraftır japonyada. SEppuku yapanın en sevdiği kişi yanında, ayakta Katana denen kılıcı ile bekler. Can çekşmeden, uzun acılar çekmeden başını keser bu kesme işleminde, baş gövdeden tamamen ayrılmamalıdır. Bakınız SEPPUKU Modern judoda teori Namık Ekin.

409

Bu arada bir atasözü hatırlatayım size. Hara no aru hitto, yani “Karnı olan, olgun, onurlu kişi” demektir bu. O yüzden intihar karnı, yani hara’yı yararak yapılır, orta şakradan… RAKİBİN GÜCÜ SENDEN NE KADAR ÇOK OLURSA OLSUN, ONUN BU GÜCÜNDEN FAYDALAN Savaşçı ruhuna dönersek, ABD açık sıklet judo şampiyonasına Texas’ta katıldığımda 73 kilo idim. Karşıma 126 kiloluk bir zenci çıkardılar. Ondan sonra da müsabaka yapacaklarımdan biri 132, öteki 140 kiloluk şişko birer judocu. En tehlikelisi 126 kiloluk siyah olan idi. Maç başladı. Adamı tutmaya kalktığımda tek kolunu bile zor kavrıyordum. Zira bu adam, tek koluyla, ağır makineli tüfek ile ateş edebilir diye geçti aklımdan. Benimle müsabaka yapana kadar altı kişiye 15-20 saniyede, bilemediniz bir dakika içinde IPPON yapmış yani nakavt etmişti. Adam beni yerden yere atıyor, kalkınca beni geç yakalasın diye etrafında dönüp duruyordum. Öyle yoruluştum ki ellerim zor tutuyordu adamı. Diğerlerini bir dakika içinde yenen judocu dört dakika olmasına karşın beni hala IPPON yapamayınca kuduruyor, kızıyor çılgın vaziyette hışımla üzerime geliyordu. Tam o anda bir top gibi büzülüp alçaldım ve yakasından hızla çekerken sağ ayağımı onun sağ ayağının yanına koyunca, ne olduğunu anlamadan havada uçmaya başladı. Hakem IPPON! deyip sağ elini kaldırdı ve beni galip ilan etti. Herkes, bütün Sanantonio-Lackland Hava Üssü personeli koşup beni tebrik ediyorlardı.

410

Ben de mütevazi ve saygılı olarak kucakladım beni tebrik edenleri. Diğer kalan iki ağır sıklet ile de müsabaka yaptım. 140 kilo, şişman olanı yenip diğerine yenildim ve üçüncü olup bronz madalya aldım. Bu madalya benim için önemli değildi; önemli olan yapılamayacak kadar zor bir şeyi, PES ETMEDEN başarmaya çalışıp pes etmemiştim. Zaten kendi kilomda maç yapıp madalya almıştım. Hocam Herb Bellamy yanıma gelip “Çok güzel bir mücadele azmi ve savaşçı ruhu sergiledin” dediğinde ona “Demek ki SAT’ta bunu biraz öğretmişler” dedim. İleriki yıllarda bu ruh bana çok lazım oldu ve çok da işe yaradı. Babalarını bana Albay olarak tanıtan, asker çocukları oldukları için, onlardan bana zarar gelmez diye düşündüğüm, Tufan otomotivin sahipleri güvendiğim, inandığım, yardım ettiğim Tayfun ve Tufan kardeşler, o yıllarda beni dolandırdılar hem de ne dolandırma. Arabama kadar her şeyimi kaybettim. Eşimden ayrılmak zorunda kaldım, ona da haciz’e gelebilirlerdi. Evden ayrılıp Çekmece, Soğuksu’da bir eve taşındım. Çocuklarımı, torunlarımı da göremiyordum. Spor aletleri işini de durdurdum. Hayatım o yıldan sonra (1998) hep borç ödemekle geçti. Akşamları Çekmece gölünü gören balkonun’dan yıldızlara bakarak Allah’a dua ediyordum hep. Adamlar yardım için verdiklerim yetmiyormuş gibi bankalardan adıma imzamı taklit edip, kredi ve araba kredileri çekmişler ve daha bir çok şey!...

411

(Yazdıkca sinirlerim bozuluyor, yakalasam parçalayacağım) imzaların bana ait olup, olmadığını tespit için imzamı kontrol etmek üzere tıp ve emniyet kriminoloji servisine götürdü polis beni. Tabii, ayakta ve oturarak onlarca imza attırdılar, imzalar incelendi ve sahte imzanın galerici kardeşlere ait olduğu ortaya çıktı ve tutuklandılar. Sonra çıkıp yine dolandırıcılığa devam ettiler. Kriminoloji bürosuna girdiğimizde beni tanıyan bir profesör geldi yanıma “Namık ne oldu kardeşim?” diye sordu. Oto galerici kardeşlerin kırk dokuz kişiyi dolandırdıklarını ben de babaları asker, eski subay olduğunu için yardım ettiğimi, beni yüz milyarlarca lira borca soktuklarını, o arada Cherokee Jeep’imi bile satıp parayı alıp kaçtıklarını, spor salonuma, spor aletleri imalat ve ithalat sanayime, eve ve her şeye haciz geldiğini anlattım. Adamın gözlerinden ince iki damla göz yaşının gelmesi anını ömür boyu unutamam. Benim ne kadar iyi niyetli olduğumu bilen biri idi. “Şimdi nasıl durumun?” diye sordu. “İyi dedim. Bazı akşam yalnız bir domates yiyip veya yalnız su içip yattığım çok oldu,” dedim. “Kimse yardım etmiyor mu? Yardıma ihtiyacın var mı? Biraz para vereyim mi sana?” diye sorduğunda, “Yok, yok sağol benim manevi kardeşim Prof Dr. Feridun Yenisey var, Bahçeşehir Üniversitesi’nda” dedim. “Ne zaman zorlansam arkamda Ferudun Yenisey vardı.” Gözlerindeki yaşları silerken “Ben olsam,” dedi yutkunarak.”

412

Bu durum benim başıma gelse, ben intihar ederdim Namık” derken, Onu susturdum. “Aklımdan geçti ama ben bir savaşçıyım. Savaşçı ruhu enjekte edilmiş damarlarıma. Onların damarlarında akan kanda AB.A.B.O grubu var ben de ise savaşçı ruhu, SAT grubu kan akıyor” dedim Ona… “Pes et Namık! Pes et üşümekten kurtulursun! Pes et Namık pes et! Evine git! Evinde yıkan, sevgilini al, soğuk biranı iç! Isın! Pes et Namık, pes et geldiğin gemiye git, sıcak kahveni iç, denizi seyret, üşüme! Pes et Namık, pes et, ayrıl kurtul bu işkencelerinden! Pes et, Namık pes et, karı gibi kıvırma buralarda sosyete çocuğu, kaltak! Git, pes et kurtul!”

“HAYIR HOCAM, ASLA, ETMEYECEĞİM HOCAM!”

ASLA,

PES

Tayfun ve Tufan kardeşlerin bizi dolandırdıkları açıkça ortaya çıkınca Hollanda Havayolları’nın bana hediye ettiği baltayı alıp doğruca onların galerisine gidip kızımla her yeri kırıp parçaladık. Polisler gazeteciler filan geldi. Beni götürmek istediler gitmedim. Akşam eve geldiğimde, doğru eve gidip arkamı kapıya dönüp yattım. İki gün yalnız tuvalete kalktım; ne yemek ne su! Doktor arkadaşlarım intihar edebileceğimi düşünerek daima odada bir gözlemci yakınımızın olmasını istediler. Zor iki uzun acı dolu gündü. İntihar edenlere kızardım; ne kadar zayıflar diye.

413

Ayrıca da “günah” derdim. “Allahın verdiği canı yalnız Allah alabilirdi”. Ama kendimi çok kötü hissettim ve adamlar boşuna intihar etmiyorlarmış diye geçti aklımdan. Dolandırılma olayı sonrası bir sel gibi hacizler ardı ardına geliyordu. Haciz memuru ile Avukatın biri spor salonunda büromda oturuyor, ikinci banka avukatı dışarıda sandalyede, üçüncü Etibank’ın avukatı dışarıda dinlenme salonunda, Yurtbank’ın avukatı ve icra memuru holde, Yapı Kredi’nin icra memuru ve avukatı salonun önünde, Sümerbank’ın avukatı ve icra memuru onun arkasındaki arabanın içinde haciz yapmak için sırasını bekliyorlardı. İblislerin nerede ise sahte imzalarla adıma kredi almadıkları banka kalmamış!... gibiydi… En sinir bozan da küstah, genç bir banka avukatının sigara içilmesi yasak olan spor salonuna ayakkabı ile girip sigarasını yakıp haciz için getirdiği kamyon ve hamallar için “Para ver Namık Ekin!” demesi idi. Çok küstah ve terbiyesiz biriydi. O gece Allaha yalvarıp dua ederken “Bu gün intihar etmedim ya bir daha asla etmem” dedim kendi kendime. “Oğlum sen bir savaşçısın! Savaşçı ruhu taşıyorsun. Bu ülkenin sana ihtiyacı var, Asla pes etmeyeceksin. Sen bir savaş makinesisin sen bir SAT’sın!, judocusun. Bir savaşçının tek seçeneği vardır; ikincisi ölümdür! Pes yok, pes yok… pes yok… evet yok!...”

414

23. PRENSİP-İYİ BİR LİDER, PATRON, ANTRENÖR, BAŞKAN, KOMUTAN OLMAK, OLMAYA ÇALIŞIN… “Lider olmak istiyorsan çok sıkı çalış, köle olmak istiyorsan, tembellik sana göre” I.B. “İyi bir lider güçlülüğünden iyi bir lider değil, Diğerlerini güçlendirip, yetki verdiğinden iyi bir lider olabilir” “İyi bir karekter olmadan, iyi bir lider olunmaz” “Yaptıklarından diğerleri iyi etkileniyorsa, daha çok hayal et, daha çok öğren, daha çok çalış, gücüne güç kat, şimdi iyi bir lidersin” “İyi bir liderin rolü, insanlara mükemmeliyet vermek değil, içlerindeki var olan mükemmellikleri, çekip dışarı, çıkaran ortaya koyan liderdir”

415

Bir CEO, Bir komutan, bir işveren, bir antrenör, olarak lider vasıflarına sahip olmanız gerekir yoksa başkaları sizin lideriniz olabilir! Liderin iyi vasıflarından biride düzgün etkileyici konuşmasıdır. Liderliği iyi tarif eden kitaplar, konuşmacılar önünüze yüzlerce madde koyarlar ama gerçekte 12 güzel uygulayacağınız davranış biçimi vardır. Hans Williams.

İyi bir konuşmanın önemli cazibesi, doğallıkta, samimiyette ve liderin doğru açıklamalar yapmasındadır. İlk etkileyici cümle sizi karşınızdakilere tanıtan cümledir ve çok önemlidir. bir giriş konuşmasının cazibesi karakterin ilk cümlelerinde yatar. Lider stratejikte olmayı bilmelidir “Bir aslan tarafından yönetilen koyun ordusu, bir koyun tarafından yönetilen aslan ordusunu her zaman yener”

416

Yaşam Fırtınaların geçmesini beklemekle değil, yağmur altında dans etmesini öğrenmekle geçmeli. İyi bir lider zor şartlar altında bile yanındakileri sakin, ılımlı, güçlü, birlikte tutmalı ve çizilen hedefe doğru adım adım, gerekirse koşarak, takım halinde ulaşabilmelidir, bu savaşcı ruhu gerektirir. Karşı taraf, kanadınızı kırabilir ama hala pençeleriniz var!... İki kardeş ölümüne dövüşüyorlarsa, her şeyleri yabancılara miras kalır diye güzel bir söz vardır. Şirketinizde, birliğinizde, ailenizde, spor takımınızdaki iç savaşları, hizipleri önleyin, yoksa aportta bekleyen rakipülkeler, ordular, şirketler, kulüpler, kuruluşlar sizin kendi kendinizi yiyip bitirmenizi bekliyorlar. İyi bir lider için bu sorunu çözmek kolay olacaktır. Lider için motivasyon. Liderliğin öneminin farkında olan kuruluşlar, üst düzey yöneticilerinin yeni ortamlara uyumunu sağlamak ya da liderlerini yetiştirmek için çeşitli yöntemlere başvururlar. Çünkü, deneyimli bir yöneticinin üst bir pozisyona ya da farklı bir role getirilirken, yeni görevine uyumlu olması istenir. Bugünün liderleri de sürekli değişimin ve rekabetin kaçınılmaz olduğu günümüz iş dünyasında başarılı olmak için bir uzmana ihtiyaç duyarlar. İşte tüm bu nedenlerden ötürü, liderlere yol gösteren “koç” larla çalışılır. Bu durum bize, liderlik konumuna ne kadar önem verildiğini gösterebilecek niteliktedir.

417

Bir liderin motivasyonunu yüksek tutabilmek adına “koç”la yapılan çalışmalar, sadece iş yaşamıyla sınırlı kalmaz, sosyal yaşamda, aile ilişkilerinde ya da başka durumlarda da ortak çalışmalar, çözüm arayışları söz konusudur. Oldukça başarılı sonuçlar alınan durumlarda bile bu sonuçlar her zaman yeterince tatmin edici olmayabilir. Bu, başarısızlık hissi ve mutsuzluk getirebilir. Aslında bir başarısızlık söz konusu değildir. “Kendinizi bir fark yaratmak için çok küçük ve çaresiz hissediyorsanız, gidin sineklerle uyuyun” Taonu Konado Firmanızda, birliğinizde, sporda, yaşamda yalnızca niceye odaklanırsak asla değişip ilerleyemeyiz. Değişime, ilerlemeye odaklanırsak, kesin netice alırız. İnciler sahilde parlamaz, bir tane istiyorsan gidip dalmalısın. Oturanın yürüyene, yürüyenin koşana borcu var deriz, hemde nasıl. İyiye gitmek için, başarılı olmak için, dalmalısın, koşturmalısın. İyi bir netice istiyorsan rakiplerin gibi çalışmalısın. Unutma rakiplerin uyumuyorlar! Her kapalı gözlü uyumuyordur. Her gözü açıkta görmüyordur! Aptallarla dolu bir şirket, akıllı diğer bir şirketin merdivenidir. Bir ordu, bir şirket, bir spor takımı, yarınlarını bugünden hazırlamalıdır, yarın… yarın belki hiç olmayacak! Şirketi, ordunu, sporcularını, çalışanlarını ayakta, bir arada tutman için şu yaşadığın anı çok iyi değerlendirmelisin, unutma, maymunlar bile ağaçlardan düşebilir! Rakibine, yılana odaklanırsan, akrebi gözden kaçırabilirsin!

418

Yılanın başını görmüyorsan, ona sakın vurma!... çok yönlü odaklan, ordonat, ulaşım, araç, gereç, ihracat, nakliye, vergiler, kazanç, reklam, personel, sigorta vb… vb… çok yönlü ve akılcıl odaklanmalısın. İyi bir stratejik lider; geleceği doğru değerlendirmeler yaparak şekillendirebilen, bunun için gerekli stratejik yönetim anlayışını oluşturan ve bu yönde diğer yönetici ve çalışanlara görevler vererek, onları yenilikçi ve yaratıcı olmaya yöneltebilmelidir. Stratejik lider, karmaşık küresel rekabet ortamında, gerektiğinde hızla karar alabilmeli ve seri bir şekilde stratejik değişimi sağlayabilmelidir. Bir kuruluşu, teslim aldığı noktadan alıp çok daha ilerilere; bu yönde insanlara öncü olmakla sorumludur. Stratejik liderlerde aranan belki de en önemli ve özellik, insan kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde yönetimidir. Entelektüel sermaye gelecekte, bir kuruluşun en önemli kaynağı olacaktır ve bu da stratejik liderlerin başarısını büyük ölçüde etkileyecektir. Liderlik karşılıklılık gerektirir, tek başına bir olgu değildir, insanlar arasında gerçekleşir. Kağıt karıştırmanın, problem çözmenin ötesinde insana yönelik bir aktivitedir, dinamiktir ve güç kullanmayı içerir. Liderlerin ortak özelliklerine baktığımızda aşağıda sıralanan özellikler dikkati çekiyor: “Bin tane normal asker bulmak kolaydır ama bir tane iyi general bulmak çok zordur!... ”M.H.

419

• Vizyon sahibi olması • Tutkulu ve fedakar olması • İnançlı, kararlı ve tutarlı olması • Örnek teşkil etmesi • Güven,Güvenmesi/Takipçilerine güvenmesi Güvenilir olması/Takipçilerinin güvenini kazanmış olması. • Motive etmesi • Beklentileri vizyonla bütünleştirmesi • İlham vermesi • Gelişim odaklı olması • Adalet duygusunun olması • Mütevazı olması • İyi bir dinleyici olması • Açık iletişim kurması • İnsanlara karşı duyarlı olması • Durumlara karşı duyarlı olması • Yenilikçi olması • Hızlı ve etkin karar vermesi • Esnek olabilmesi • Hız (zamanı etkin kullanması) • Sinerjik takım kurabilmesi • Bilgi sahibi olması “Nasihat, tavsiye dinlemeyen lider iyi lider değildir” J.K. Liderliğin ne olduğunu aha iyi anlamak için madalyonun diğer tarafına da bakmak ya da liderleri başarısızlığa iten faktörleri de gözden geçirmek gerekiyor.

420

Purdue Üniversitesi Krannert Graduate School of Management’in dekanı Richard A. Cossier, aşağıda inceleyeceğimiz faktörlerin, geçmişte çok başarılı olan liderler için de geçerli olduğunu vurguluyor. Richard Cosier’in değindiği noktalar beş grup altında toplanıyor: • Etkin olmayan değişim yönetimi, liderin başarısızlığını hazırlayan bir faktör. Bu ilkede, geçmişte edindiği çalışma alışkanlıklarını bırakamayan liderin, geleceğe dönük yeniliklere ayak uyduramayacağı vurgulanır. • Dinleme yeteneğinin olmayışı, liderin başarısını etkileyen unsurların ikincisi. Bu noktada liderin kendini abartarak beğenmesi, olaylara tepeden bakması ve konulara gerekli önemi vermemesi, önemli konuların gözden kaçmasına neden olur. Oysa dinlemek, en etkin bir iletişim aracıdır. Enerji ister, dikkat ister, tasdik ister ve dinlemede dalgınlığa asla yer yoktur. • “Şanslı olmak, iyi olmaktan daha iyidir”. Fark edileceği gibi bu ilke şansa yer vermeyen ve ben kaderimi şansa ve dış etkilere bağlamam, irademle kendim çizerim gibi düşünceler liderlikle örtüşmez. “Liderlik, vizyonunu gerçeğe dönüştürme kapasitesidir” M.E. Küreselleşme ve artan rekabet, iş kurumlarında gerek bireysel gerekse kurumsal düzeyde farklılaşmayı gerektiriyor.

421

Başarıyı kendine hedef belirleyen ve bu doğrultuda ilerleyen çalışanlar ve kurumlar, sürekli gelişim, değişim için; her zaman daha iyiyi aramaya başladılar. Peki bir çalışan, daha iyiyi elde ettiği noktada, lider konumuna yükselince her şey çözülüyor mu?

“Bundan ilerisi yok” deyip duruyor mu? Liderler ne yaparak başarılarını ve motivasyonlarını ayakta tutabilir, hizmet verdikleri kurumları, ülkelerini, dostlarını, spor arkadaşlarını, yanında çalışanları nasıl başarıya taşıyabilirler? Yakın geçmişe ve bugüne bakıldığında liderden beklentilerin oldukça farklılık gösterdiğini görebiliriz. Geçmişte ürüne, fiyat rekabetine, odaklanan liderlik; günümüzde, var olan global ekonomi, internet ekonomisi gibi kavramlar nedeniyle insana ve yaratıcılığa yönelmiştir. Bugün iyi bir lider, araştırmacı ve elde ettiği bilgileri iyi bir süzgeçten geçirebilen, sonuçları iyi değerlendirip neden sonuç ilişkilerini rahatlıkla kurabilen, analitik, çözümü anında geliştiren, yaratıcı, iletişime açık ve bilgilerini paylaşmayı bilen;

422

karar mekanizmalarında öncü olabilen kişidir. Buna eklenebilecek bir çok kıstas mutlaka vardır ancak, bizim saydıklarımız, içlerinden birini çıkardığımız taktirde eksikliğe neden olabilecek niteliktedir. Lider, liderlik ettiği organizasyonun sürekli gelişimini ve daha iyiye gitmesini sağlarken, bu gelişimin önünü açmak için aynı zamanda kendi gelişimine de zaman ayırmalı ve bunun için çaba göstermelidir. “Liderlik özürler almaktır” C.T.

yaratmak

değil,

mesuliyetler

Doğru davranabilen bir stratejik lider, çalışanlarının motivasyonunu ve buna bağlı olarak performansını yükseltmek için vizyonunu kullanır. Bu da sahip olunan vizyonun son derece yenilikçi, açık ve etkin olmasını gerektirir. • Stratejik başarı sağlamanın ön koşulu stratejik liderliğin güçlü olması ise kuruluşlar gelecekte kendi bünyelerinde stratejik lider geliştirilmesine odaklanacaklardır. İyi bir lider olmak “İyi bi lider için bir engel, aynı zamanda onun yolunu aydınlatan bir patikadır” M.E *Bir liderin uyumaya hakkı yoktur. Uyuyanın uyanığa, oturanın yürüyene, yürüyenin koşan borcu vardır.

423

İşinin başındayken tüm duyumlara daima açık olmalıdır, bunlar rakip firmalar, düşman rakip futbol takımları, oyuncuları, vb… vb… ve etrafında olanları daima çok net ve açık görebilmelidir. Özellikle çalışanları ile kurduğu iletişimde çok titiz davranmalıdır, Bir patron, bir baba, ağabey, gerektiğinde bir komutandır lider… “Hakiki altın, kendisinin korkusu olmaz” Çin sözü

ateşte

test

edilmeden

Komutanlar, Ceo’lar, antrenörler, işletmeciler, antrenörler ve idareciler birlikte çalıştıklarıya aralarına duvar örmemeliler, ve mesafeli olma fikrine takılıp kalan ve bunun ötesine geçmeyen liderler, çalışanlarıyla, işcileriyle, astlarıyla, sporcularıyla kurduğu eksik iletişim nedeniyle motivasyon eksikliğine neden olacaktır. İşinin başındayken tüm duyumlara daima açık olmalıdır ve etrafında olanları daima çok net ve açık görebilmelidir. Özellikleemrindeki askerleriyle, sporcularıyla, üretimle, pazarlamacılarıyla, tedarikcileriyle, çalışanları ile kurduğu iletişimde çok titiz davranmalıdır. Mesafeli olma fikrine takılıp kalan ve bunun ötesine geçmeyen liderler, çalışanlarıyla kurduğu eksik iletişim nedeniyle motivasyon eksikliğine neden olacaktır. Bu nedenle bir lider, çalışanların beklentilerini sürekli çok iyi sorgulamalı, doğru değerlendirmeli, daima yeni gelişmelerle kendi gözlemlerini harmanlamalıdır. Aynı yöntemi müşterilerinin beklentileri için de uyguladığı zaman başarılı olduğunu görecektir. Bu konularda atacağı her yapıcı adım lidere; bilgi, iş planlama yeteneği ve özgüven kazandıracaktır.

424

İş yaşamında hiçbir şey birbirinden kopuk değildir ve zincirin en kuvvetli halkası diye niteleyebileceğimiz lider, kazandığı başarılar ve edindiği doğru davranışlarla çalışanlarına örnek ve motivasyon kaynağı olmalıdır. Bunu, uzaktan değil, çalışanlarının yanından yapabilmelidir.

“Sakin denizlerde iyi bahriyeliler yetişmez”B.G Lider çok iyi bir iletişimci olmalıdır. Aşağıda verilenler orduda, ticari firmalarda, spor federasyonlarında ve spor kulüplerindede geçerli kurallardır. Teknolojik gelişmelere de paralel olarak, günümüzdeki liderlik anlayışı düne göre farklılıklar göstermektedir. Aşılması gereken sekreterlikler, kapalı kapılar ardında duran liderler azalmış, açık ofis ortamına geçilmeye başlanmıştır.

425

Yapılan araştırmalar da göstermiştir ki paylaşımcı ve katılımcı liderler, itaatkar liderlere oranla daha çok verimli çalışılmasını sağlamıştır. Şirket içinde yaratacağı özgür, yaratıcı düşünceyi ateşleyen bir iş ortamı farklı bir sinerji oluşturacak ve motivasyonu artıracaktır. “Şayet atın çoktan ölmüşse, fazladan saman vermen bir işe yaramaz” L.B.

Türk SAT`ları Somali korsanlarını yakalarken, soldaki korsan başını elleri ile tutmuş “Allahım ben kimlere rastladım” diyor...

Bir lider artık savaşın, mücadelenin, bitmeyeceğinin bilincinde olmalıdır.

yarışın

hiç

Her geçen gün yarışmacıların ve hızın arttığı; zaman zaman kuralların altüst olduğu bir yarış söz konusu.

426

Başarılı bir lider mutlaka şunun bilincindedir; belirlenen hedefler daima yenilenmezse veya onlara ulaşılamazsa, koşu yolunda arkadan gelen, kendisini geçecek ve hedefini ele geçirecektir. Bu nedenle lider kendini geliştirirken rekabeti hiçbir zaman göz ardı etmemelidir. Uzun süreli liderlik, uzun süreli başarılar Liderliği hayatı boyunca sürdürmek isteyen bir kişi, kendinden sonrasını da düşünmek zorundadır. Yerine kendisi gibi iyi liderler yetiştirmek zorundadır. Bir lider “bundan başka ne kadar başarılı olabilirim ki” diye düşünmeye başladığı andan itibaren zaten başarısız olmaya başlamıştır!. Hiçbir konumda olmadığı gibi, liderlikte de başarının kalıcılığı konusunda bir garanti söz konusu değildir. Bir lider sürekliliği için öncelikle değişen ve gelişen iş koşullarını, piyasa koşullarını takip etmeyi, emrindekileri, sporcularını, işcilerini hiçbir zaman bırakmamalıdır. Edindiği birikimlerle yarını yorumlayabildiği ve yarına yatırım yapabildiği ölçüde kalıcılığını garantileyecektir. “Kötü bir lider devir aldığı harika personeli parçalar, tahrip eder, en iyi personellerinin elden uçmasına sebeb olur. Geri kalanlarda tüm motivasyonlarını kaybederler” J.Kumatsu Liderin değişen ve gelişen iş koşullarını, piyasadaki gelişmeleri, rakiplerini, düşmanlarını, rakip takım ve sporcuları gözlemlemesi ve değerlendirmesi, yanında çalışanların motivasyonlarını, sorunlarını, isteklerini bilmesi gerekmektedir.

427

Bu nedenle kendisinden, yaratıcılığını kullanması ve sadece bugünü değil, geleceği de düşünmesi, hatta yaratması beklenir. Teknolojinin ve hızın hakim olduğu iş dünyasında, müşterilerin ve çalışanların sürekli gelişen, değişen beklentileri lidere, çok iyi bir değişim planlayıcısı ve yöneticisi olma yükümlülüğünü getirmektedir. “İmam osurursa cemaat kaka yapar!...” G.E *Sorumluluk Alın: Hemen her yaş grubunun alabileceği belirli sorumluluklar vardır. Kişisel gelişim ve başarılı birer birey olmak için sorumluluk almak, sorumluluk bilinci ile donanmak önemli adımlardan biridir. Sorumluluk almaktan kaçınan ya da sorumluluk verilmeyen bireyler zamanla hayatta karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelemedikçe bu durumu çevrelerine mal etmeye başlıyorlar. Hayatın ilk evresinde başarılarına engel olarak anne-babayı suçlu gören birey hayatının gelişen evrelerinde amir, müdür, çalışma arkadaşları ve son olarak da eşlerini başarısızlıklarının mimarı olarak adlandırmaya başlıyorlar. Oysaki başarılı insanlar kendilerini her işten sorumlu hissederler. Üstelik bu olgunun mimarı da kişinin kendisinden başkası değildir. Başarısızlıkların nedenini başkalarına yüklemek yerine sorumluluk duygusunu geliştirmek ve sorumluluk almaya başlayarak ilk adımı atabilirsiniz. Yaşantımız içerisinde dünyada meydana gelen olaylar, geçmişimiz, doğum yerimiz, içine doğduğumuz aile ya da başka insanların davranışları gibi kontrol altına alamayacağımız veya müdahale edemeyeceğimiz bir dizi dış etken olduğu bir gerçek ama kendi irademizce gelişecek olayları, kendi hayatımızın kontrolünü,

428

düşünce ve davranış biçimlerimizi kontrol altında tutabiliriz. Hayatta başarılı olmak için önce hayatınızın ve emrindekilerinizin sorumluluğunu almayı öğrenmelisiniz. JAPONYA`da olğun, nazik, bilğe, cesur, yardımsever, dürüst, onurlu, kişilikli, alçak gönüllü, yardımsever, arkadaşcıl, vatan sevğili, lider, konuksever biri ile tanışıldığında veya onun hakkında konuşulduğunda şayet bu kişide yukarıda yazdığım özellikler varsa o kişiye “karınlı insan” anlamında Hara no aru hitto denir. Bu onun iyi, özel bir insan olduğu anlamına gelir. Japonlar şişmanlamış arkadaşlarına “bereket anlamında haran çok iyi gelişmiş” diyerek dağla geçebilirler, kırmadan. Mizu no kokara, Akıcı zekalı, berrak, temiz zekalı, bilge, lider insan anlamında kullanılır. “Birisi büyük bir kuruluşun liderliğini yapıyor, başı çekiyorsa ve onu kimse takip etmiyorsa, o yalnız, tek başına yürüyordur” A.L

24.PRENSİP-İSTEYİN, HAYAL EDİN, OLMASINI DİLEYİN! KAİZEN YOLU: ORDUDA. YAŞAMDA, TİCARET VE SPORDA ZİHNİ ŞEKİLLENDİRME “ Zihninizde, şekillendiremediğiniz bir olayı, gerçek hayatta asla başaramazsınız” J. KANO “Sana göklerden yardım gelmesi, senin başarısız olmandan değildir. Bunun anlamı yalnız olmadığındır”

429

“Aldığın yaraların dibindeki tohumlardan güzel beklentilerinin çiçekleri açacaktır, çünkü istedin!” “İlişkiler en çok sevgi azlığından oluşmazlar, sevgi her zaman vardır, yalnızca birinde çok fazla, diğerinde ise çok azdır!” “Çok sessiz sakin ve cesursun, göklere bakıp dua ediyor, bir şeyler istiyorsun, bu kadar acı çektiğini bilmiyordum!”

430

Kaizen methodu ile meditasyon yapan sporcu’ya, Ceo’ya, asker’e sormuşlar “Ne kazandın” diye. Kaizen methodunu uyğulayan cevap vermiş “Hiçbir şey!” diye… ”Ama” demiş “ama kaybettiklerimi sorarsan Korkularım, endişelerim, kızgınlık, ölüm korkularım, ya çuvallarsam, başaramama, batmam, yenilmem, iflas, hastalık… tüm bu korkularımı kaybettim!...” Zihni şekillendirme yönteminden önceye dayanan bir kavram olan “yönlendirilmiş imgelem” tanımını belkide duymuşsunuzdur. Bir çok işadamı, yönetici, asker, sporcu yapacaklarını, istediklerini zihinlerinde şekillendirerek yaptıkları işlerinde kaizen methodunu uyğulayarak başarılı olmuşlardır, özellikle Japon işadamları, kadınları!... Genellikle bunu öğretmek isteyen psikologlar, hastalarından gözlerini kapamalarını, derin derin nefes alıp vermelerini ve kendilerini, geliştirmek istedikleri beceriyi düşünerek, kendilerini bir sinema salonundaki perdeye bakarken hayal etmelerini isterler. Hasta veya sporcuların perdede kendilerini, geliştirmek istedikleri beceri neyse–bu ister bir basketbol maçında oynamak, İster Sony ekipmanlarını daha çok satmak, ister toyata, Nissan, Hondalarını daha çok satmak, ister bir judo müsabakasında yenerken görmek, futbol maçında gol atarken seyretmek olsun istedikleri mükemmel bir şeyi perde de kendileri yaparken görmeleri istenir.

431

Bu türde yönlendirilmiş imgelerin yalnızca sınırlı düzeyde sonuçlar verir. Daha sonra pozisyon salınım topografisi (PTS) taramaları bu egzersizin beynin sadece küçük bir parçasını, görsel beyin zarını (görsel bilgilerin işlendiği bölge) aydınlattığını doğrulamıştır. Ian Robertson tarafından geliştirilen zihin şekillendirmesi duyusal bir imgelem oranını içeren daha yeni bir tekniktir. SAT komandoları bu imgelemeyi görev öncesi yapabilen en önemli askeri savaşcılardır!... anlatılacak, makalenin sonunda… Uygulayan kişiler, gerçekte yaptıkları işi uyguluyorlarmış gibi yapmakla bunu gözlerinin önünde canlandırmakla kalmazlar aynı zamanda duymaları, tatmaları, yapmaları koklamaları (yüzücü ise kloru, judocu ise ter ve minder kokusunu, atıcı ise barutu, koşucu ise rüzgarı ve havayı) ve dokunmaları (spor aleti veya rakip) da gerekir. Zihin şekillendirmesinde insanlar kaslarının hareketlerini ve duygularının artışını ve azalmasını hayal ederler. Etkili bir zihin şekillendirmeye dair en iyi örnek olimpiyatlarda altın madalya kazanmış olan ciritçi Steve Backley’in durumudur. Bir gün bir antrenman sırasında ayağı takılmış ve bileğini burkmuştu. Backley bu sakatlığını geçici bir tatil yapmak için bir özür olarak görmek yerine, yattığı yerde zihin şekillendirme yöntemini kullanarak “Egzersiz yapmaya” karar vermişti.

432

Kendisini içe kapanıp, içsel bir perdede görmek yerine, sanki cirit atışı sırasında çekilmiş bir video klibi izler gibi gerçektende farklı stadyumlarda yarışmalara katıldığını hayal etti. Kendinden önce yönlendirilmiş imgelemi, deneyler gibi Backley`de görsel hayal gücünü kullanmıştı. Sizde elinizde bir halter ağırlığı bir basketbol topu, bir boks eldiveni veya sırtınızda bir judo elbisesi ile çıplak ayakla kendinizi minderde piste, salonda veya yüzme havuzunda kalabalık bir seyirci önünde başınızın üzerinde mavi gökyüzü veya kuvvetli ışıklar altında hayal ederek benzer bir şey deneyebilirsiniz. Fakat zihin şekillendirme tekniği Bacleyden diğer duyularınıda devreye sokmayı istemişti. Mükemmel bir cirit fırlatmanın gerçekleşmesini sağlayacak küçük hareketler sırasında kaslarının, kemiklerinin, eklemlerinin ve teninin nasıl olduğunu hayal etmeliydi. Diyelim ki, ciritin havada vınlıyarak süzülüşünü, fırlatış sonundaki o bağırarak nefesini harekete katışını, hakemlerin mesafeyi bildirirken ki bağırışlarını ve çimlerin, çimlerin kokusunu kafasında canlandırmıştı Backley. Backley bu durumu, zihninde tekrar tekrar canlandırdı. Bileği iyileşip tekrar gerçek bir ciritle antrenmana başlayabildiğinde, şaşkınlık içinde antrenmanlarına aynı sakatlandığı üst form seviyesinden devam edebildiğini fark etti. “Nerede kaldıysam oradan devam edebiliyordum!” diyordu. Ne tekniğinden ne de kondisyonundan hiçbir şey kaybetmemişti.

433

Beyin rehabilitasyonu üzerine dünyadaki en önemli otoriterlerden biri olan Ian Robertson zihin şekillendirme adlı kitabında zihin şekillendirmesi sırasında beynin, hayal edilen etkinliği aslında gerçekleştirmediğini anlamadığı teorisini sunmuştur. Backleyin beyni, ciriti mükemmel bir şekilde fırlatmak için gerekli olan mesajların aynını kaslarına göndermişti. Aslında beyni ve bedeni, aynı hareketi defalarca hiç hata yapmadan uygulamıştı. Backleyin sakatlığı iyileştiğinde ise, bedeni ve zihni başarılı bir sezon için son derece hazırlıklıydı! Bir görevi zihinsel olarak ve tüm duyularınızı kullanarak “uyguladığınız” dakikalar içinde beynin kimyası değişmeye başlar. Karmaşık motor ve sözel beceriler yaratmak için hücreleri ve hücreler arasındaki bağlantıları yeniden elektrik ile yükler. Yeterli çalışma ile yeni kalıplar üzerinde ustalaşabilir. Araştırmalar da bu düşünceyi desteklemektedir: Bir araştırmada günde 2 saat süreyle piyano çalışan insanların beyin faaliyetlerinin, piyannonun tuşlarına bile dokunmadan yalnızca hayal güçlerinde piyano çaldıklarını canlandıran kişilerle aynı düzeyde arttığını göstermiştir. Bu yolla, zor bir göreve son derece hazırlıklı bir zihinle “ilk adım” stratejisinin yol açacağı ve üreticiliği engelleyen korkudan uzak kalarak yaklaşabilirsiniz. Beyninizi bu görevi yapmada kullanacağınız yeni becerileri geliştirmek için yavaş yavaş eğitebilirsiniz.

434

GELELİM SİYAH PERDEYE… Japon judo hocam Gotaro Yoshimura ile çok ama çok iyi anlaşıyorduk, aynı ağabey kardeş gibi. Bu sevgi nerde ise beni baldızı ile evlendirmeye kadar uzandı. Onu 3 kez Japonya-Fukuoka`da ziyarete ve judo için ziyarete gittim. 3. Gidişimde millet vekili adayı olmuştu... Siyah perde (Black Curtain) methodu onun bana öğrettiği judo teknikleri kadar işime yaradı kahpe dünyada… Babalarını “ALBAY” diye yutturan iki oto galericisi kardeş tarafından çok kötü istismar edilip dolandırılmıştım hemde çok kötü (2.200.000 $ yazı ile İKİ milyon İKİ yüz bin dolar) zarar vermişlerdi bana yaptığım şeyse onlara iyilik yapmak idi. Çalışan 1800 m² spor salonum tapusunu, jeepim ile mercedesimi, bodrum yalı kavaktaki sitedeki 4 adet 4 katlı villayı, 4 adet hatır çeki, ÇALIŞAN SPOR SALONUMUN TAPUSUNU!... ve daha bir çok şeyimi kaybetmiştim. (çoğunu para ödeyip, sonradan geri aldım) Polis adli tıpa parmak izimi ve imza örneklerimi almaya götürdüğünde orada eski bir talebemle karşılaştım, profesör olmuştu adli tıpta. Bana sorduğunda tüm başımdan geçenleri anlattım ona (imkansız yalnızca bir kelimedir adlı hayatımı içeren kitabımda geniş anlatıldı.) Beni üzgün üzgün dinledikten sonra söyle cevap verdi” Namık hocam senin yerinde ben olsaydım intihar ederdim.”

435

Bense hocam YOSHİMURA`nın öğrettiği siyah perde sistemini uyguladım. Sorunlarınız olduğunda sırt üstü yere yatın. Ayaklarınız yüksekçe bir divan veya koltuğa koyun, gözünüzü kapayıp siyah bir bantla da örtün. Arkanızda kocaman bir siyah perde hayal edin. Tüm yapılan kötülükleri, kötü hatıra ve olayları o siyah perdenin arkasına atın. (size kötülük yapanları öldürme düşüncelerini bile!…) Bırakın o tüm kötülükler ve kötü düşünceler o siyah perdenin arkasında kalsın, sizin beyninize geri dönemesin. Ne zaman başınız derde girse, sorunlar içinde boğuşuyor olsanız iyilikleri önünüzdeki beyaz perdenin üstüne, kötülükleride arkanızdaki siyah perdenin arkasına atın. Unutmayın ”1000 km’lik bir yolculuk ilk küçük adımla başlar“ Lao Tzu Savaş bir cehennemdir, yakar insanları, ruhlarınıda. Bir faydası iyi bir öğretici olmasıdır. Savaşcı arkadaşlarınızla kardeşliği, paylaşmayı, birbirinizin arkasını kollamayı öğrenirsiniz, aynı bir takım oyunu gibidir, rakibin boşluklarını, zayıf taraflarını bulur, oradan girersin. Aynı ticaretteki gibi, karşındaki rakibinin değil kendinin ayakta kalmasını istersin. Onlarında bir ailesi, çocukları olduğunu unutur, yeryüzünden silmek istersin düşmanını. Liderlik, onur, alçak gönüllülük öğretir sana ama karşındakini yok ederek…

436

Mücadele her şey yanlış gittiğinde sana bir çok şey öğretir savaş, hayatta kalmak ilk öncelikli öğretilerdendir. Birspor takımı gibi problemleri birlikte çözmesini öğrenirsiniz ve çözersiniz aynı bir orkestranın uyumu içersinde… Hayat hiçbirimiz için kolay değil. Ama bunda ne var? Ne olmuş? Sonuna kadar mücadele etmeli, savaş vermeli, dayanmalıyız ve… ve kendimize olan güven duygumuzu daha da geliştirmeliyiz. Bir çok şey için bizlere bir çok yetenek verildiğine inanmalıyız, ve o şeye her ne olursa olsun, neye mal olursa olsun ulaşmalıyız, onu elde etmeliyiz…

SPORCUNUN, İŞ ADAMININ, TİCARET ERBABININ, ASKERİN, İŞCİNİN, PATRONUN, MEMURUN, KİŞİNİN LİMON VE SÜPÜRGE SENDROMU HEP AYNI!... OLMAYIN… ”hep ayni eski bilğilerle, eski tarzda yaşar, çalışır, beslenirsen, hep aynı yöntemlerle bilgisizce imalat yaparsan, hep ayni eski tapon üretimleri yapar satmaya çalışırsan, yeni modern, tutulan değerli bir nesne üretmezsen, yüksek sanayi mal üretimi kurmazsan, hep ayni tip antrenmanlarla, eski spor bilimi, taktikleri, köhnemiş antrenmanları yapar kendini yenilemezsen, hep ayni zorlukta askeri eğitimler yapar personelini yüksek performansa ulaştiramaz, onlara yeni silah, patlayici ve yeni taktiklerle çaliştirmaz, öğretmezsen, hep ayni süre,

437

hep ayni siklıkta, hep ayni monotonlukta, hep aynı kişilerle, imalat, üretim, ticaret, reklam, dağıtım yaparsan, hep ayni eğitici ile, hep aynı salonda, hep aynı alet ve malzemelerle, hep aynı yöntemlerle egzersiz ve spor yaparsan, personel eğitimi, gelişimine önem vermez, ucuz işler yapayım ama çok kazanayım dersen, üretmez ama dışarılardan alırsan, Sırbistandan, Arjantinden aldığın inekleri, Bulgaristandan aldığın samanla!... beslersen, hep sözünde durmaz malı zamanında teslim etmezsen, hep tek yönden, hep ayniı taktiklerle, hep ergogenik yardımcı kullanmadan, hep aynı motivasyonla, hep aynı bozuk motorik özelliklerini geliştirmeden, hep tek tarafdan, hep fabrika, imalat, üretim hatalarını düzeltmeden mal yollarsan, personel, antrenör, komutan tayini, görev taksimi yaparken liyakata önem vermezsen, hatalarını ve eksikliklerini gidermeden, hep aynı sakatliıkla hep kendini yenilemeden, hep çok şey bildiklerini zannedenlerle, antrenman ve müsabaka yaparsan, torpil kanserini kaldırmazsan, hep önemli müsabakalara bu seyahatte kim gidecek diye düşünürsen!, aman seçimlerde oy kaybetmeyeyim korkusuyla önüne gelene, hep seçilmen için sana oy verenlere, görev verirsen!, arge denen olgudan habersiz yoluna devam edersen, yanindakileri maddi, manevi desteklemez, onların biricik yavrularını, ailelerini düşünmezsen, hep seni ve bilimselliği sevenleri unutursan!, hep başkaları tarafindan yönlendirilirsen!... adama göre iş, işe göre adam ilkelerine dikkat etmezsen, kaliteyi aramaz döküntüler ile çalışırsan, hep aynı şekilde batarsın,

438

yenilirsin!, kaybedersin birinci turda, minderi öperek!... kapıya kilit vurarak, hemde anahtarı, sinsi sinsi bekleyenlere teslim ederek!...“ VE BİRGÜN… Birgün; sende yaşlanacaksın! sen yaşlılığın ne oldugunu bilmiyorsun ama ben gençliğin ne oldugunu bilen, tecrübeler yaşamışlardanım!… bir gün o koltuklardan, makamlardan, başkanlıklardan, patronluktan, zenginliklerden, lüksten, har vurup harman savurmaktan aşagılara inecek, yaşlanacak ve unutulacaksın... Sıkılıp işi bitmiş bir limon gibi çöpe atılacak ve kullanılıp kapı arkasına konmuş bir süpürge gibi hissedeceksin! kendini… o zaman… o zaman geldiğinde… beni arayıp yardım isteyebilirsin… şayet çöküp… ölüp göçmemişsem her an yardıma gelirim… ama çöküp gitmişsem!... seninde sıran gelmiş demektir… NAMIK EKİN (Bölümün Referansları: Dr. Robert Murer, Klan yayınları, John Walter, Hass Triplett, Gotaro Yoshimura, Walter Hofmann, ABD NAVY Instructor school–C Class Liderlik ders notları ve Almanya Köln Antrenörlük, liderlik, motivasyon ve performans artırma ders notlarım, What is Holding you back Sam Horh, The best proverbs J. Welson kitabı ve diğer 22 Referans & W. Hofmann, Herb Bellamy, Bonnie Sanders, James Gogoscholl, N.Ekin

439

BÖLÜM: 3 O BİR SAT, O BİR ŞAMPİYON, O BİR ÇILGIN TÜRK, DÜNYAYA KÖTÜLERLE SAVAŞMAYA GELDİ!... NAMIK EKİN 18 GUİNNES DÜNYA REKORU SAHİBİ

10 GÜN 10 GECE 10 SAAT SUALTINDA BİR AKVARYUM İÇİNDE YAŞAYACAK…

440

DAVİD BLAİNE!..., ER YADA GEÇ SENİN REKORUNUDA KIRACAĞIM…

441

NAMIK EKİN 17 GENİUSES rekoru kırıp 14 değişik spor branşında hala yarışan ve antrenörlük yapan Namık Ekin, yazarlık, Tv programcılığı, sanayicilik, ithalat, ihracat & imalat (spor aletleri üzerine), SAT komando ast subaylığı & hocalığı (17 yıl), milli takımlar baş antrenörlükleri, yabancı ülkelerde askeri danışmanlık, Guinness rekorları organizasyonları, Pilotluk (PPL) Airline security & güvenlik danışmanlıkları VIP güvenlik (16 yıl, KLM, PANAM, EL AL, Genel havacılık), Spor salonları dizaynı ve personellerinin eğitilmesi, birçok spor branşında antrenörlük ve federasyonlar antrenörlerinin eğitilmesi, dalış hocalarının, kulüplerin eğitilmesi, ülke tanıtım programları, rekorları vb gibi uğraşlarda Genel kurmay başkanlarımız, bakanlarımız, başbakan ve cumhur başkanlarımızdan üstün hizmet ödülleri almış, 5 kıtada antrenörlük, eğitmenlik yapmış, uzun yıllar Türk gençlerinin bedenen, ruhen, ahlaken gelişimlerinde çaba harcamış, harcamakta olan bir spor adamıdır. Sporcular arasında “efsane”, “dev” ve imkansızlıkları başaran SAT olarak tanınır…

442

NAMIK EKİN

2011-dünya judo atış rekorunu 24 saatte devamlı 4627 judocuyu atarak! kırdığında avrupa ve dünya judo federasyonu temsilcileri ve tcjf başkanı sayın Namık Ekin`i kutlarken. Eşi Fatima sol altta. (rekor tüm dünya medyasında yer aldı. google) NAMIK EKİN`İN KISA BİYOGRAFİSİ… Kırdığı fitness, judo, paraşüt, pentatlon, akrobatik jimnastik, halter ve sualtı yüzme ve kalma dünya rekorlarıyla da tanınmaktadır. Namık Ekin, neredeyse her askerin tanıdığı efsanevi bir isimdir. Aynı zamanda su altında en uzun süre kalma rekorundan, en uzun mesafe yüzme rekoruna, en kısa mesafeden bir vinçten 40 metreden paraşüt atlayışından, 70 yaşındayken 24 saatte dünyada en fazla sayıda Judo fırlatışı yapmaya, 72 yaşındayken 24 saatte 379 ton ağırlık kaldırmaya kadar pek çok Guinness Dünya Rekorunu kırmasıyla da sivil ve asker hepimizin sevdiği, gururlandığı bir çılgın Türk'tür.”

443

O bir SAT, O bir şampiyon, O bir çılğın Türk” adlı yeni kitabını bekleyiniz… Namık Ekin, 1943. 16 ocak`ta İstanbul Üsküdar’da doğmuştur. (aslında 16 aralık 1942). Babası O’nu 5 yaşında yüzme, güreş, boks, kürek sporlarına başlatan eski bir sporcuydu… 1955 yılında 12 yaşındayken Beylerbeyi Deniz Astsubay Okulu’na girerek asker oldu. Bu okulun 6 sene Jimnastik ve Boru Trampet Kaptanlığı’nı yaptı. 1961 yılında Güverte Sınıf Okulu’nu Sonar Radar Telsiz (Güverte) Astsubayı olarak 1. bitirip Donanmaya katıldı. Deniz astsubay olarak görev yapmaya başladı ve muhripte 3 kez üstün hizmet ödülü aldı. Askeri okuldayken de spor ile ilgilenmeye devam etti. 1961 yılında donanmaya katılıp. Kılıçali Paşa Muhribinde göreve başladı. 1955–1963 yılları arasında Türkiye Akrobatik Jimnastik, olimpik halter Şampiyonluklarında çeşitli dereceler elde etti. Jimnastik gösterilerinde kaptanlık yaptı. 1962 yılında balkan jimnastik festivalinde ikili partner akrobatik jimnastik dalında 1. Oldu, bir çok büyük sirkten (ünlü Medrano sirki onlardan biriydi) akrobat olarak teklifler aldı fakat babası bir gün ona “Ben cambaz yetiştirmiyorum, asker yetiştiriyorum“ değince teklifleri kabul etmedi… fakat yinede izinlerinde gizli gizli büyük gece kulüplerinde akrobatlık yapmaya devam etti! Taki SAT kursu başlıyana kadar. Namık Ekin daima “SAT olmak benim hayatımın dönüm noktası oldu” der…

444

1962-Onu ve Partnerini balkan akrobatik jimnastik festivali şampiyonluğuna taşıyan hareketlerinden “Eagle” Ekin altcı… 1960 yılında Silahlı Kuvvetler Güreş İkinciliğini, 19591963 arasında Çeşitli kereler İstanbul Halter Şampiyonluğunu kazandı milli takım kamplarına çağrıldı. Deniz Astsubay Okulunu bitirdikten 2 yıl sonra 1963 yılında SAT komando kursuna ismen çağrıldı ve hayatı bu birlikte değişti…

445

Namık Ekin`in SAT talebeleri ile sualtından düşman sahilin intikal, baskın ve kaçış egitimi

446

1963 yılında SAT Komandosu kursuna katıldı, SAT Kursunda 244 Kursiyer subay & ast subay katıldılar. Kara komandoları, jandarma komandoları, bordo bereliler arasından sıyrılıp kurs Birincisi oldu. ABD Nato komutanlığı Amirali J, Demsey ve deniz kuvvetleri komutanımız tarafından rozetleri, broveleri takıldı, diploma verildi ve ödüllendirildi. ABD`li amiral Demsey ve US NAVY SEAL hocası BOB Eagle Gallagher (Google`a bakınız) tarafında ‘Honour man’ şildi ile ödüllendirildi.

Deniz arama kurtarma ve Survival ekibine silah. can kurtarma, dalış ve plan yapma derslerinde… SAT olunca Halter ve Jimnastiği bırakmak zorunda kaldı. Judo, Fitness, sualtı, paraşüt ve askeri pentatlon dallarında yarışmaya başladı. Yıllarca SAT komandosu olarak önemli görevler üstlendi, yüzlerce SAT yetiştirdi. Namık Ekin ayrıca, Almanya spor akademisinde eğitim görerek Judo ve Karate dallarında yüksek Dan derecesine sahiptir. 1966-1972 yılları arasında 11 kez Türkiye Judo Şampiyonu oldu. Donanmada 3 kez Üstün Başarı ödülü aldı. 1969, 1972-4 kez Silahlı Kuvvetler Judo Şampiyonu oldu. 1965,1982 yıllarında Judo Milli Takımı Baş antrenörlüğü yaparak ülkemize çeşitli Şampiyonluklar kazandırdı.

447

1962`de Judo sporu yapmaya Deniz Astsubay Okulu'nda başladı. 1960`da silahlı kuvvetler güreş 3. Si, 1961 yılında`da silahlı kuvvetler box 2., si oldu. 1970 yılında staj için gittiği Amerika'da Teksas San. Antonio’da ABD Judo Şampiyonu oldu. Açık siklet`te ise 3. Olabildi. Namık Ekin ayrıca Türk milli takımının ilk kaptanlığını, müsabıklığını ve antrenörlüğünü yaptı. Akdeniz Oyunları'nda üçüncülük derecesini aldı. 1965 yılında Kahverengi, 1973 yılında Belçikada birincilikler alarak Libelka federasyonu tarafından 4. Dan siyak kemerle ödüllendirildi Ekin siyah kemer için “Kemer, kalpte, beyindedir ve judoginin önünü kapamaya yarar” der!...

BİR DÜNYA REKORUNU DAHA KIRDIKTAN SONRA SUALTINDAN ÇIKARKEN 2005 Dequamasyon, kerotonasit rahatsızlığı geçiren (Dalgıçlarda uzun süre sualtında kalınca olağan bir deri rahatsızlığı) el ve ayak derileri 6 ay`da düzeldi…

448

1963-1972 SAT ve SAS komandolarına hocalık yaptı. ABD`de sniper, Deniz piyade ileri gelişmiş keşif kursları, ABD SAT (US NAVY SEAL) kurs ve okulları, İnstructor school C Class, Savunma bakanlığı özel lisan okulu, özel sualtı ve el yapımı patlayıcılar, SDV (Swimmer Delivery Vehicle ve CQB (Close Quarter Battle) vb... vb... Eğitimlerine katılıp üstün başarı belgeleri almıştır. Sniper operasyonları ve tatbikatlarında Tüm ABD deniz piyadelerinden (Marine) daha başarılı oldu zira askeri pentatlon dünya yarışmalarındaki tüfek atış başarıları hala kulaktan kulağa anlatılır durulur. (İmkansız yalnızca bir kelimedir adlı kitabının “sniper oluyorum” bölümünü okuyunuz). Dönüşünde geliştirilmiş anti personel mayınlarından başta Claymore olmak üzere birçok yeni booby trap ve tuzakları sempatik ikmalle tedarik! Edip ülkemiz özel kuvvetlerinin hizmetine sunmuştur, bu patlayıcıların tanıtımını harp akademilerinde Kor Gen. Özkan Öktü yapmıştır! Sorun bu patlayıcıları Namık Ekin`in Tüm riskleri üzerine alıp uçakla! (Pan Am) ABD`den nasıl getirebildiği. Ve Türk gümrüğünden nasıl soktuğu! Namık Ekin`in nişanlısı ABD`li havacı İç hastalıkları uzmanı Dr. Binbaşı Maria Schecter idi... bakınız “İmkansız yalnızca bir kelimedir” adlı Ekin`in yazdığı kitabın “Aşk rütbe dinlemez” bölümü. Maria, maalesef 1983`te kanser`den öldü. (imkansız yalnızca bir kelimedir kitabı sayfa 323. Aşk rütbe dinlemez bölümü. Klan yayınları)

449

Bir insanın 40 metreden bir vinçten paraşütle atlıyabileceğine o güne kadar kimse inanmıyordu!... (kendisi bile...). Namık Ekin bunu da gerçekleştirdi hem de ilk kez… 14 haziran 2015 Darüşşafaka spor tesisleriİstanbul.

450

1968 yılında 2. Dan Siyah Kemer sahibi oldu. 1968-19691970 yıllarında açık sıklet Türkiye Judo şampiyonu olarak "altın kemer" sahibi oldu, altın kemerini beline devrin spor bakanı sn Kamil Ocak taktı. 1965-1982 yılları arasında Judo Milli Takımlar Baş Antrenörlüğü yaptı. 1967-1969 yılları arasında Hollanda’nın Den Helder şehrinde Deniz harp okulunda yapılan şampiyona’da Silahlı Kuvvetler Pentatlon Dünya Dördüncüsü oldu, kürek, denizcilik parkurunda dünya rekoru kırdı, hakemlerin azizliğine uğradı…

451

1971 yılında Akdeniz Oyunlarında Bronz Madalya alan EKİN, Takımın hem kaptanlığını hem müsabıklığını hem de Antrenörlüğü’nü yaptı. 1972 yılında Köln Spor Akademisi Judo Bölüm Başkanı Hocası Wolfgang Hoffman tarafından Fach sportlehrer eğitimine alındı. 2 yıl Almanya’da hocalık yaptı. Judo’da Almanya 2. si oldu. Hocalığını yaptığı Bushido Spor Okulu Çocuk Takımını Almanya Judo Şampiyonu oldu...

452

Olimpiyat ikincisi Alman Wolfgang Hofmann ve Namık Ekin 1972 olimpiyatlarına hazırlanırken. Hofmann 1964 Tokyo olimpiyatı 2. Si, 5 kez Avrupa şampiyonu (2 kez takımla) ve 18 kez Almanya şampiyonu olup Köln spor akademisi judo bölümü başkanı idi uchi mata, sından kurtulmak çok zordu!... 1961-1964 Japonyada çalıştı, Japon filmlerinde ABD`li asker rollerinde oynadı. Sırf olimpiyatlara kadar japonyada kalıp hazırlanmak için. Halen bizlere bilgi desteği vermekte. 1 Temmuz 1976. Namık Ekin, denizcilik bayramı etkinlikleri ve dünya pentatlon şampiyonası sırasında deniz harp okulu yüzme havuzunda, sualtından hiç çıkmadan 37 saatte 48 km yüzerek dünya rekoru kırdı. Ayrıca Türkiye'deki birçok milli sporcunun ve antrenörün hocalığını yaptı.

İnsan kuş misali… boğaz köprüsünün Ortaköye yakın yerinden 58 metreden paraşütle atlayıp suya çarpmaya 20 metre kala paraşüt açılıp taşımaya geçmişti.

453

10 kasım saat 09.05 idi... 2015. İzin aldığı halde karakola götürüldü, kabahatler kanununa göre 180 tl ceza kesildi! Guinness atlayışı çok tehlikeli buldu ve uyardı… bu sefer daha alçaktan atladı! ve daha alçakta açtı paraşütünü... Fethiye`de paraşüt haftasında 38 metreden atladı…

38.5 metreden atlayış. Paraşütünü katlıyan Hocası ünlü Wing suit paraşütcüsü kardiolog doktor Mehmet Susam Alp dağlarında atlayıştaki bir kazada dağa çarpıp şehit oldu…

454

1959-İskenderun Deniz eğitim alayında güverte ast subay okulunda, şampiyon akrobatik jimnastik takımı ile. En üste N. Yurdageç, onun altında Ö. Sarıkaya, Solda M. İnan. Sağda Recep uyanık, Bir dinlenme anında En Altta Namık Ekin 16 yaşında iken… 1992 yılında Türkiye Karate Master’ler Şampiyonasında KATA KANKUDAİ ile Türkiye 3. oldu. 1.Şaban Turan, 2. İsmet Turna olmuştu. 1968 yılında yapılan; ABD, İtalyan, Yunan, İngiliz, Türk donanmalarının katıldığı Preveze NATO Tatbikatı’nda kumanda gemisi olan Nusret Mayın Gemisine 7 SAT arkadaşı tarafından geminin gece bin metre yanına kadar zodiac botla getirildi, tek başına su altından yüzerek gelip, gemiye tırmanıp, basmış ve sırasıyla nöbetci subayı ile gemi komutanını, yabancı kuvvet komutanlarını, Türk kuvvet komutanlarını ve Genel Kurmay Başkanımız Orgeneral Cemal Tural’ı, Nato komutanlarını kokteyl salonunda tatbikatın bitmesine yarım saat kala esir alarak, Genel Kurmay Başkanımız tarafından 2 kez maddi ve manevi ödüllendirilmiştir. Bu olay ordular tarihine “En yüksek rütbeli komutanların bir SAT tarafından esir alınması” olarak geçmiştir (bakınız ”imkansız yalnızca bir kelimedir” adlı kitap klan yayınları). Kendisine bu görevi veren SAT taaruz komutanı Albay Tonguç Köni`ye ve SAT Tim komutanı Yzb Yılmaz Cengiz`e her zaman borçlu olduğunu belirtir, teşekkür eder.

455

1969 yılında Genel kurmay başkanımız sn or Gen. Cemal Tural Napoli`ye başka bir Nato tatbikatına gittiğinde, tatbikatın son günü bitiş kokteyl`inde İngiliz General Willmore Genel kurmay bakanımıza “Senin Türk SAT bizi kokteyl salonunda nüsret mayın gemisinde nasıl esir almıştı” diye sohbete başlayınca sn Genel kurmay başkanımız çok etkilenmiş ve geri döndüğünde Namık Ekin`e 3000tl 2. Mükafatı yollamıştı. Ekin “O parayı`da Preveze tatbikatında mersinde olduğu gibi 7 SAT bir Beyoğlu akşamında (çiçek pasajı dahil) bitirmiştik!“ demekte… 1963-1983 yılları arasında Türk SAT’larına, SAS’larına, dalgıçlarına, özel harekâtçılarına, emniyet mensuplarına hocalık yapıp SAT’ların başta Kıbrıs ve Kardak olmak üzere çeşitli görevlerde başarılı olmalarına vesile olmuştur. SAT arkadaşları onun çok iyi bir baskın planlayıcısı olduğunu söylemekteler… 1970 yılında ABD. de Virginia SAT, sualtı taarruz vasıtaları, ileri deniz piyade keşif kursları, sniper, Texas Lisan Okulları, Öğretmenlik Okulunu bitirip; Vietnam’daki savaş taktikleri, silahları, patlayıcıları üzerine ihtisas yapmak üzere NATO tarafından ABD’ye Norfolk Virginia`ya gönderilmiştir.

456

EN İYİ SAT ARKADAŞI JOE İLE! Namık EKİN. Yakınlarda!... onu ziyarete gidecek! Joe şehit olmadan organlarını Harvard tıp fakültesine bağışlamak istiyordu (şaka). 2015 Florida Strength and Conditioning 5. Kademe kursunda. Tezi “Concurent Training”… 2015-Genetik antrenör çalışmaları ve ABD. ASCA (American Strength and Contitioning Association) 5. Kademe kondisyon antrenörlüğü semineri ABD Florida Üniv. 2015. 1977-1992 yılları arasında Avrupa’da ve 5 kıtada Judo seminerleri verdi. 1976-1977-2003-2004-2011 yıllarında Dünya Sualtı Rekorlarından 11 Sualtı Rekorunu kırdı (oldest/longest, Deepest, larla birlikte 18 rekor).

457

Virginia-Norfolk sahillerinde Tim sızma HALO atlayışı. Operasyon egitimi sonrası kaçış sualtından olacak, Gabi sınıfı denizaltı gece gelecek ve kaçış sualtından olup denizaltı sualtında iken içine girilip kaçılacak evade & Escape egitimi Vietnam savaşı yılları 1970 Agustos`u… 1972`de Namık Ekin, SAT Mecburi Hizmetini bitirince Judo Milli Takım Baş antrenörlüğüne ve Yabancı Ülkelerde Askeri Danışmanlığa seçildi. Marmara Spor Akademisi’nde Öğretim Görevlisi, Beden Terbiyesi İstanbul Judo Antrenörlüğü, İstanbul Üniversitesi Spor Direktörlüğü yaptı. 1976-1992 yılları arasında KLM Hollanda Havayolları Ortadoğu Güvenlik Müdürü ve Pan Amerikan, EL AL Havayolları Güvenlik Danışmanı olarak görev yaptı. 19761992 PANAM ve ELAL Havayollarına uçak, yolcu, kargo, terminal güvenliği danışmanlığı yapan EKİN, KLM’den emekli olup Ömür boyu Ücretsiz Uçuş Hakkı kazandı.

458

KLM Havayollarında çalıştığı yıllarda Türkiye Hollanda Merkez Bankaları arasında milyarlarca doların ve pırlantaların! emniyetli transferinde önemli görevler aldı. 1976-1992 Hollanda Kraliyet Hava yolları orta doğu Güvenlik müdürlüğünden 15 yıl yaptıktan sonra Kraliçe Beatrix tarafından Kraliyet üstün hizmet ödülü aldı, kendi özel okullarında dersler verdi. Silah arkadaşlarıyla birlikte Güvenlik Şirketleri, özel kuruluşlar ile Bankalara güvenlik danışmanlığı yapan Ekin, Çanakkale Şehitler Abidesinin açılışında İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in 3 gün boyunca Gelibolu ve Efes`te güvenliğini sağladı (özellikle gemi, tekne ve sahillerde!) kendisinden onur belgesi aldı. 18-25 Ekim 1971. Namık Ekin şimdilerde SAT ve Judocu talebeleriyle yalnızca özel kişilere VIP güvenliği yapmaktadır. Güvenlik konusunda 52 kez Hollanda, ABD, Almanya, Japonya ve orta doğuda! bir çok konferans ve seminerler yapmıştır. Büyük kuruluşların güvenlik projelerini yapmaktadır…

459

1992-1995 yılları arasında General Aviation’da NESU Uçuş Okullarında CESSNA 172 TAMPICA uçaklarında uçuş, pilotluk eğitimi görerek PPL aldı. Hocaları, Ertan Toker, Necmi Ekici, Mehmet Bodur, Haşmet Topcuoğlu, Nedim Sulyak, Cemil Alyüz ve kaptanların kaptanı, milli paraşütcü SADIK SİNDEL kaptanlardı. Emekli SAT silah arkadaşlarıyla Bosna savaşı sırasında yapılan bazı yardımlarda aktif görevler aldı. (Bu anılarını O bir SAT, O bir şampiyon, O bir çığlın TÜRK adlı yeni kitabında en ince noktalarına kadar anlatacak.) Virginia Beach açıklarında plajlara US NAVY SEAL, larını tanıtım atlayışları sırasında…

2012-2016 yılları arasında yeniden duyulan ihtiyaç üzerine Judo Milli Takım Hocası ve kondisyoneri oldu. Evli olan Namık Ekin'in Melek Ebru Ekin ve Name Ekin adında iki kızı vardır.

460

Şimdiki eşi Fatma Ekin`in Niğar ve Nadir ismindeki çocuklarının onu babadan öte bir arkadaş bir danışman, bir dost gibi çok sevdikleri bilinir… Emekli SAT komandosu Namık Ekin, anılarını "İmkânsız Yalnızca Bir Kelimedir" adlı bir kitapta topladı, Spor bakanlığı ve federasyonlarına “Egzersiz ve performans” adlı 560 sayfalık kitaplar, Egzersiz ve sporda Su & Tuz, Egzersiz spor ve askeri eğitimlerde “Egzersiz ve beslenme”, KGB/Kuvvet Güç Body adlı yazılı eserleri kuvvet,güç vücut ve fitness, imkansız yalnızca bir kelimedir, egzersiz ilaçtır vb… vb… Spor ve sağlık üzerine de onlarca kitap yazmıştır, Tv programları yapmaktadır... Namık Ekin’in yaptığı bazı ilginç aktiviteler: - 2015 10 Kasımda bogaz köprüsünün ortaköye yakın 58 metrelik yüksekliğinden denize paraşütle atlayıp suya çarpmasına 22 metre kala paraşütünü açmiştır. Köprüden atlayıp, paraşütünü açıp, paraşütü hava ile dolup, suya değmesi arasındaki süre Guinness tarafından lazer ölçümleri ile 6 küsür saniye olarak hesaplanmıştır! Atlayışı Guinness çok tehlikeli bulmuştur. Ve kayıt altına almamıştır! (başkaları bu rekoru kırmak için kendilerini tehlikeye atmasın diye…) 2015 yılının haziran ayında bir vinç ile 38,5 metreye yükseltilip, buradan paraşütle atlayış yapmıştır. Bu şimdiye kadar bir vinçten yapılmış en alçak irtifa atlayışıdır.

461

2014 yılının haziran ayında 24 saatte hiç durmadan 4,627 judo atışı yaparak bu daldaki rekoru da kırıp TC Judo Federasyonuna ve tüm Türk judocularına armağan etmiştir. Ekin`in bu güne kadar hiçbir rekoru kırılamamıştır. Kırmak isteyenin 70`li yaşların üstünde olması gerekmekte…

2014 yılının 18 martında Çanakkale şehitleri anısına 24 saatte 379 ton 285 kg ağırlık kaldırarak bu sahadaki rekoru Amerikalı Clarance Bass adlı rakibinden almıştır. Bu rekorunu tüm fitness, body, halter, power liftingci, cross fit yapanlara armağan etmiştir. 2014 yılında İstanbul Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden paraşütle atladı, aşırı rüzğarda yalılara çarpmaya 6 metre kala paraşütünü son anda denize çevirmeyi başarıp suya inebildi... korkup soranlara “yalıya çarpıp camdan içeri girseydim, bayana bir acı kahvenizi içmeye geldim” diyecektim cevabını verdi…

462

2011 yılında sualtında 24 saatte hiç çıkmadan 36,800 metre yüzerek ABD`li Tonny REBEL in 34 km lik rekorunu kırmıştır. - 2009 yılında Fethiye İnternasyonel paraşüt şenlikleri sırasında bir inanılmazı daha gerçekleştirdi ve Dünya’da en alçaktan paraşütle atlayıp en alçakta paraşüt açma rekorlarını kırdı sırası ile 42 metre, 38,5 metre ve base paraşütle (28.5 metre) (Fethiye, Ölüdeniz) - 2008 yılında Rodos Adası’ndan (Yunanistan), Marmaris’e (Türkiye) 24 saatte sualtından yüzdü. Aksaz deniz üssü hastanesinde basınç odasında tedaviye alındı…

463

Rodos adasından marmarise 24 saat 36 dakikada yüzmeden 1 gün önce sag omzunda görünen iltihaplı çıbanı aldırdı! Her palet vuruşunda poposundan yapılan iğne yerleri sancıyordu… 2007 yılında ‘Karadeniz'den Marmara'ya sualtında yüzme’ rekoru için Rumeli Feneri'nden (boğazın 10 km dışından Karadeniz,den) Karadeniz açıklarından suya dalan Namık Ekin, İstanbul Boğazı'ndaki 52 kilometreyi Marmara ahırkapı fenerine kadar 13,5 saatte tamamlayarak, bir denizden öbür denize sualtından yüzme dünya rekoru kırdı. Rekoru, hem gazetelere hem de Geniuses Rekorlar Kitabı’na yazıldı. - 2005 yılında bir havuzun dibinde 5 gün 5 gece (121 saat 35 dakika) ve 5 metre derinlikte kalarak dönemin 'sualtında 5 metre derinde en uzun süre kalma' dünya rekoruna imza attı. 5m derindeki bu rekoruda halen kırılamadı. (Diğer dağlıçlar 3m veya 2m 20 cm, de kalmaktalar) Bu rekoruda kırmak isteyenin 62 yaşından genç olmaması gerekiyor… - 2004 yılında Namık Ekin, Mersin'den KKTC'ye (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) kadar 68 kilometreyi 38 saatte açık denizde yüzerek dünya rekoru kırdı. Köpek balıkları onu dost bilip etrafında bir iki tur atıp çekip gittiler Ekin “Benden değil SAT’lardan korkup gitmişlerdir” dedi. Ayağı 38 saat palet vurmaktan 8mm yarıldı ve dikiş atıldı. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Barış kuvvetleri komutanımız, SAT taaruz timleri komutanımız ve Dünya Sualtı Federasyonu tarafından ödüllendirildi.”

464

Gece köpek balıkları beni çok merak etmiş olmalılar ki gece etrafımda 1-2 tur attılar. SAT`lar hemen beni köpek balığı kafesine aldılar ve popo`yu kurtardık, birde 38 saat palet vurmaktan ayaklarım dikişlik yara olmuştu” demektedir…

Bir ara gece Akdenizde kaybolma tehlikesi geçiren Namık Ekin`i DZ KV komutanı OR Amiral Özden Örnek emir vererek bir müddet gün doğana kadar kafeste yüzmesini emretti. Emir yerine getirildi ama çok kısa bir süre! Namık Ekin bu. En sevdiği komutanını bile çok kısa süreli dinledi, herhalde kendisini nasıl olsa göremez zannediyordu… oysa tüm SAT`lar oradaydılar ve hocalarını korumakla görevli idiler… 2003 yılında İstanbul Boğazının 48 Km`lik mesafesini, tüple 14 saatte yüzerek Dünya çapında bir rekora imza attı.” Karadenizden boğaza girişte, Dolmabahçe sarayının önünde ters akıntılardan 2-3 saat aynı yerde, sabit yüzmüşüm, ben gidiyorum zannediyordum”… dedi… SAT talebeleri tüm rekor boyunca emniyetini sağladılar.

465

- 1978, Karadeniz’den Sarayburnu’na sualtından 15 saat 40 dakikada yüzdü. Cumhurbaşkanlığı tarafından ödüllendirildi.

Judocu talebeleri için yazdığı performans artırma kitabı 6. Kitabıydı 5 adet daha yazmakta…

466

- 24 saatte devamlı 4627 judocuyu mindere attı TCJF ve Avrupa judo federasyonları ödüllendirdi. OKURİ ASHİ HARAİ… (Barai=yere paralel alçak süpürme… ”Harai`de ayak minderden yukarı doğru yay çizer! Romen hocaya oteldeki odasında öğretmiştim!” dedi. - 1976, Sarayburnu’ndan Florya’ya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne 18 saat 4 dakikada sualtından yüzdü. Cumhurbaşkanımız sn Fahri Korutürk tarafından ödüllendirildi. Ödül olarak aldığı sualtı bıçağını kupalarının yanında saklıyor…

Boğazda Tanıtım gösterileri. Uçaktan atladık, helikopter ile toplanıyoruz…

paraşütle

- 1976, Deniz Harp Okulu’nda Dünya pentatlon şampiyonası sırasında, Sualtında 37 Saat 6 Dakikada 48 km yüzme dünya rekoru (Daha önceki rekor sahibi Peter Dörbant 36 km). Cumhurbaşkanımız Sn Fahri Korutürk (Eski deniz kuvvetleri komutanımız) senato başkanımız sn Tekin Arıburun tarafından ödüllendirildi.

467

-Hollanda pentatlon şampiyonası sonrası tüm ülkeler kutlamadayız. 1967 Den Helder deniz harp okulu. 1970, ABD, Virginia’da, 4 Temmuz (ABD`nin bağımsızlık bayramı-günü) şenlikleri ve yarışları sırasında Sualtından 11 deniz mili yüzerek ABD`nin yarışa katılan tüm deniz piyadelerini ve deniz komandolarını geçti. ABD’de ve Dünyada sualtında en uzun yüzen sporcu ve NATO personeli, SAT komando seçildi. SAT Taaruz komutanı Alb Tonguç Köni tarafından ödüllendirildi.

468

Namık Ekin`in albümünden. 1963, SAT kursunda Tuzla’dan Yalova’ya 7 millik mesafeyi 4 saat 24 dakikada 1. Olarak yüzdü. Aynı yıl karamürselden gölcüğe akıntıya karşı 11 saatte yüzdü. SAT kurs 1., si oldu.

469

NAMIK EKİN`İN DÜNYA ÇAPINDAKİ İLKLERİ > 1955-2016 Müsabaka ve rekor hayatı en uzun süren sporcu, hala yarışıyor, rekorlar deniyor... > 1966 İstanbul boğazına ilk paraşütle atlıyan kişi, ilk SAT, altın kum açıklarına, büyük limana 3 SAT arkadaş atladılar, M. Tosun ve M. Güner sonradan şehit oldular. Tosunun cesedi bulunamadı, nişanlısı Selma`da kısa süre sonra öldü. Bakınız imkansız yalnızca bir kelimedir adlı kitap-klan yayınları. > 1959-2016 14 değişik spor branşında şampiyonluklar kazanan ilk sporcu, asker…

yarışıp

> 11 değişik spor branşında yarışıp şampiyonluklar kazanan ilk Türk. > 1959-2016 Beş kıtada judo dersi veren Türk… özellikle judo kondisyonu ve kinesiloji konularında. (Japon gazetelerine konu oldu) > 1963 Nato organizasyonunda ABD`li SAT hocaların (Navy Seal) açtığı 2. Kursta 1. Olan, ABD yardımlaşma kurulu başkanı Amiral L. Demsey`den ve Türk deniz kuvvetleri komutanımızdan onur belgeleri alan ilk SAT ast sb. > 1962-2016 Ülkemizin aktif en yüksek siyah kemere sahip (onursal olmıyan) uzak doğu savunma sporları hocası.

470

> 1966-1968 Dz. K.K. Deniz pentatlonu milli takımına giren ilk ast sb, ilk SAT.

KABAHATLER KANUNUNA GÖRE 180 TL CEZA KESİLEN! REKOR ATLAYIŞI. Boğaz köprüsü 2014. google`a bakınız...

471

Yerden sırt üstü yatar pozisyondan eşi özdemir sarıkayayı tek elle ayaga kaldırıp balkan akrobatik cimnastik festivalinde bu tekniğe “Türkish get up” ismini verdiren namık ekin (altta) 1961. Aynı hareketi 1963 ilk sat kursunda ABD`li sat hocalarada yapınca, hareket ABD`de Türkish get-up adıyla yayıldı fakat yapanlar 68 kg bir akrobatla degil! 15-20 kg`luk dumbbell`ler veya girya`lar (kettle bell) ile yapmaya başladılar. Türkish get up; güçlü ve dayanıklı omuzlar vekoordinasyon gerektirmekte (koordinasyon=denge, zamanlama, kas, vücut kontrolu). Yer; heybeliada dz. hrp. okl. Silahlı kuvvetler spor bayramı yıl 1962… Sudan çıkar çıkmaz bayan judo milli takımımızı kondisyon çalıştırmak için milli takım kampına Bolu`ya gitti! > 1968-1972 Judo`da arka arkaya 3 yıl açık siklet judo şampiyonu olup spor bakanımız sn. Kamil Ocak tarafından altın kemer ile ödüllendirildi. >1965-1973 yılları arasında judo`da hem kendi kilosunda (80 kg) hemde açık siklette hiç yenilmeyen tek sporcu oldu.

472

1972 Münih olimpiyalarına Alman spor bakanlığı tarafından 6 ay hazırlık için Almanya`ya davet edilen dünyada tek sporcu idi. Bu yüzden çok üzülerek SAT komando ast sb. mesleğini bırakmak zorunda kaldı. Hocası Wolfgang Hofmann onun Almanyada kalıp Köln spor akademisinde yanında ihtisas yapmasını istedi. N.Ekin 3 sömestir (18 ay) Köln spor akademisi Doçenti Hofmann`ın yanında spor ihtisası yaptı. (En son sayfalardaki Hofmann`ın Namık ekin hakkında yazdığı taktir yazısını okuyunuz) > 1972-1973 Köln`de çalıştırdığı Bushido çocuk judo takımı Almanya şampiyonu oldu. 73 kg iken açık sikletteki 130 kiloluk Alman judocularla müsabaka yapıp Hofmann`ın taktirlerini kazandı, çünkü Avrupa şampiyonu ağır siklet (130 kg) Ballo`nun karşısına çıkmaya Bushido`dan hiçbir Alman cesaret edememişti. Ekin “Kahramanca yenilmek buydu, sanki bir Alman leopar tankının altında kalmıştım” diyor ve “zaten 1972 olimpiyatlarına hazırlanırken hep ağır sikletlerin kamp odasında yatıyordum ve hep onlarla boğuşuyordum, eniyi arkadaşlarım ağır siklet Alman judoculardı” demekte. (Birde 52 kg judocu Helga!...) > 2009 Dünyanın en büyük Türk bayrağını (35mX25m=1125 m.kare) ölü denizde yamaç paraşütü ile uçurdu ve aynı bayrağı 30 m sualtına indirip dibe serdi, havadan ve su altından resimledi. > 2014-2015 İki köprüdende (Boğaz içi ve FSM) statik ve serbest/Base paraşütle atlıyan ilk kişi.

473

Şimdilerde 3. Yavuz sultan selim köprüsünden atlamaya hazırlanıyor…

1970 ABD donanması deniz altısından Virginia`nın 100 mil açığında sualtından, denizaltı sualtındayken çıkıp 1 mil uzağa sualtından yüzüp tekrar ABD`li SAT buddy`si ile sualtından geriye yüzüp sualtında duran ABD (Nato) denizaltısının içine girdiler… bunu yapan ilk Türk SAT. ABD`li komutanlar. Kendisini yakından tanıyınca, sırasıyla bir hafta atom denizaltısını, bir hafta uçak gemisinin ilginç yerlerini, bir hafta pentagonun özel yerlerini gezdirdiler. Bir haftada kiliseye götürmek istediler ama o hafta çok ishal olduğunu beyan etti Ekin!... > 1962-2016 uzak doğu sporlarını (Judo, karate, Taekwondo, Aikido, Thai boksu, Kung fu, ju jutsu) en üst kemerde (8. DAN), en uzun süre yapan sporcu.

474

1971 antrenör olarak çalıştırdığı judo milli takımı Akdeniz oyunlarında ilk kez tüm sikletlerde madalya kazandı, kendiside 80 kg`da madalya kazandı (73 kg iken) bu rekor şimdiye kadar (45 yıldır) kırılamadı. Güç çalışmalarının judo`da nekadar önemli olduğunu bu yıllarda başlattı, yaydı, yayınladı… sonrası malüm!... > 1970 ABD`de judo şampiyonu 1972 Almanya bölge şampiyonu olan ve açık siklette yarışan ilk Türk. Hollanda, Belçika, İngiltere Canada ve ABD`de o yıllarda seminerler yaptı. Maalesef ülkemizde bunu beceremedi! “burada benden çok iyi yüzlerce antrenör var” demekte. Özellikle kendi ülkesi Romanya, Rio`da bir tek madalya alamayan Romen antrenörler bu ülkede judoyu kurtarmaya çalışırken bizlere ne gerek var” diyor Ekin. Bir çok kez Hollanda, Belçika ve Almanyada judo semineri yaptı Alman talebeleri Köln spor akademisinde hoca oldular.

475

1970 ABD`ye askeri uçak almaya gelen yunanlı ve İsrailli subaylara judo ve yakın savunma dersi veren ilk Türk. Kendisinden bar`da bira içerken istihbarat yapmak isteyen bu uyanıkları! sarhoş edip kendisi onlardan bilği almıştır. SAT`lar arasında bira içmek parolalı konuşulur! CHARLİE BRAVO. Bu iki parolalı kelime “C” ve “B” ile başlar! Yani COLD BEER anlamında... soğuk bira. Hadi Charlie Bravo`ya dendiğinde eski komutanlar onların mesai sonrası nereye gideceklerini bilmezlerdi veya bilmiyor gibi davranırlardı. Let’s go for Charlie Bravo… SAT’lar helikopterle çalışmasında.

476

toplu

çabuk

iniş

ve

tanıtım

Namık Ekin 12 yaşında ilk okulu bitirir bitirmez asker oldu! (1955) 16 yaşında 4 arkadaşını sırtında taşırken 1959. İskenderun deniz eğitim alayında piyade kursunda… 16 yaşında deniz piyade kursundaydı, hemde 7 ay… 7 ayın en son günü (Ertesi gün İstanbul`a evine dönecekken) izinden birliğine dönerken 9 kişinin bir anne ve kızına taciz olayına müdahale etti, 4 kişiyi hastanelik etti ama kendiside kalbinin 1 cm altından bıçaklandı… onu askeri jeep ile sahildeki deniz hastanesine götüren muhafız er ve şöför jeep taklalar atarken şehit oldular! Ekin 2 gün sonra kendine geldi… hala o iki askerin ailesini ziyaret eder ve soranlara bıçak yarasını gösterir. Ekin yaşamı boyunca 11 kez ölümcül, çok tehlikeli kazalar geçirmiştir “öldürmeyen Allah öldürmüyor” der… yeni kitabında hepsini anlatacak. (O bir SAT O bir Şampiyon O bir Çılğın Türk yeni kitabının ismi…)

477

Almanya Şampiyonu Rudy Sanner`i Sode jime ile boğmaya hazırlanırken… 1972 Münih Olimpiyat kampıFreiburg. Heildelberg-Herzogerhorn 2600 metrede yükseklik çalışmaları sırasında. Kamp sonrası Alman takımı ile Hollanda da Avrupa şampiyonasına katılındı. 1972 Münih olimpiyatlarına Alman spor bakanlığı (Deutches sport bund) tarafından 6 ay hazırlanmak için dünyada davet edilen ilk ve tek sporcu… SAT AST subay mesleğini bu sebepten üzülerek bırakmak zorunda kaldı. 1. dereceden emekliliği, iyi bir emeklilik maaşını, toplu emeklilik ve oyak avantajlarından vaz geçti, yeşil pasaportu, ordu evleri avantajlarından, judo aşkından! dolayı vaz geçti… > 1971 Akdeniz oyunlarında yunanlı rakibini ilk yenen Türk judocu.

478

> 1973-2016 Talebelerine ve kendisine en çok spor salonu açan antrenör > 1976 Sualtında dünyada ilk kez yemek yiyen,su içen ve uyuyabilen Türk sualtıcı.Sonradan bunu yapmanın kolay olduğunu bir çok sualtıcı talebesine öğretti.

2015. 18. Mart-Çanakkale şehitleri anısına (iki dedesi`de Çanakkale`den dönememişlerdi) 24 saatte 379 ton ağırlık kaldırırken, Temsili 2 çanakkale askeri arka fonda. Türk ve ABD fitness ve body building federasyonlarından onur, taktir belğeleri aldı. > 1976 Sualtında 37 saatte 48 km yüzerek ilk sualtı dünya rekoru kıran sporcu.

479

> 1976-1992 Hava yolları şirketlerine ilk kez Airline security sistemini kurdu, 15 yıl çalıştı, oradan emekli oldu, Hollanda ve Türkiye merkez bankaları arasında milyarlarca dolar, gulden ve pırlantanın emniyetli transferini gerçekleştirdi, emekli olduğunda 5 kez ücretsiz dünya turu ve ücretsiz otel ile ödüllendirildi, ömür boyu ücretsiz bilet hakkı kazandı… >1976-2010 Üç kez Karadeniz`den Marmara`ya, 3 kez de kanlıca`dan Ortaköy`e sualtından yüzdü. Sualtında yüzerken, su üstünde yüzenlerin % 70`ini geçmişti… > 1970-2011 Diğer rekorları hariç 11 sualtı rekoru kırdı, henüz hiç biri kırılamadı. (5 metre derinde 5 gün 5 gece kaldığı dahil. 5 metre derinlikte basınç artığı, baskı yarattığı için bu tip rekorlarda zorlu bir derinlik Çoğunlukla…) Birde kıracak kişinin yetmiş dört yaşında olması gerek. Bu tip rekorlar 3 metre ve altındaki derinliklerde deneniyor.

480

> 1975-1992 Üç kez açık sıklet judo şampiyonu olup kazandığı altın kemeri bozdurarak üniversite okuyan talebelerine verdi! Kendi madalya ve gümüş kupalarını satarak açtığı fitness, judo salonlarının borçlarını ödedi… > 1992-2010 Yabancı birçok ülkede askeri danışmanlık yaptı, bazılarını “İmkansız yalnızca bir kelimedir” adlı kitabında anlattı, bazılarınıda anlatmak istemiyor! Özellikle Bosna`yı… > 1996-2014 Tv`lerde en uzun süren fitness programları yaptı, HBB televizyonunda 5 yıl her sabah “Namık Ekin ile spor & sağlık” programı en beğenilen sabah programı seçildi. “Sonraki yıllarda bu programlar torpilli kişilere yaptırılmakta” Hatta bir dünya rekoru görüşmesi için Acun’un ancak sekreterine ulaşabildim! O’da bana “Namık bey yukarılardan bir torpil bulsanız görüşmek için” dedi. Futbol yorumcusu Şansal bey`i lig Tv`de ulaşsakta Acun BEY`e! yine ulaşamadık. İşte Türk sporunun hali, oysa görüşmek istediğim kişi spor programcılığından gelme. ”Büyüdükce küçülmelisin” Japon atasözü…

481

1968 Namık Ekin 25 yaşında… iki kişinin kullandığı cep denizaltısını yönetirken. Kucağındaki 25 kiloluk yüksek patlayıcı (hbx) içeren limpet mayını, Düşman gemilerinin altına, petrol istasyonlarına, petrol platformlarına, düşman limanlarına, liman ve köprülere mayın yerleştirme eğitiminde. Karadeniz de bir yer…

Göreve gitmeden önce Ekin 2 kişilik cep denizaltısının akü ve hava ştandrolarını kontrolda.

482

> 1977-1985 Japonya`da Chiba-Tateyama`da ki Awa üniversitesi judocularına Kinesioloji ve judo`da uyğulanması ile ilğili seminerler verdi, Japon gazetelerinde haber oldu, resimleri yayınlandı. > 1994-2016 iki kızınıda birçok spor branşında eğitip onların, Fitness, body, judo, karate, aikido, dans, pilates, dalış, paraşüt, motorsiklet vb gibi branşlarda başarılı olmalarına, şampiyonluklar kazanmalarına yardımcı, destek oldu.. > 1998-2010 Dizayn ettiği fitness ve body aletleri (Killerup/body shaper) ülkede Tv`lerde en çok satan aletlerden oldu, yüzlerce spor salonunun aletlerini yaptı. >2016 Gençlerin dünya rekorlarını kıran en yaşlı sporcu (Türk) seçildi, Hollanda`da ödüllendirildi! Maalesef henüz bizler onun değerini, neler yaptığını bilmediğimizden ödüllendiremiyoruz!... >2015 İlk kez bir paraşütcü vinçten, 38,5 metreden havuza atladı. Bunun kim olduğunu sizler tahmin etmişsinizdir…

483

3. köprü yavuz sultan selimdende hazırlanırken, diğer 2 köprüden atlamıştı…

atlamaya

1959-2016 En çok branşta (14) ençok sporcu yetiştiren antrenör oldu, yaklaşık 300.000 sporcu… 1959-2016-Subay, ast subay, emniyet mensupları, ögretim üyeleri, özel komandolar, özel komando ve polis birlikleri, polis eğitim merkezleri, askeri okullar, kulüpler, özel salonlar, yabancı ülke asker ve subayları, üniversiteler, yabancı ve yerli hava yolları personelleri, milli takımlar, federasyonlar, SAT`lar talebeleri arasındadır…

484

2017 yılında 24 saatte devamlı ağırlık kaldırarak toplamda 506 ton kaldırıp tüm zamanların 24 saatte en çok ağırlık kaldıran en yaşlı sporcu rekorunu kırdı.

2018 yılında PowerLifting müsabakalarında Trapbar Deadlift dalında 165 kilo kaldırarak en yaşlı en çok Deadlift kaldıran Geniuses sporcu rekorunu kırdı.

485

76 yaşında power lifting müsabakasına Trap bar deadlift alında girdim. 165 kilo kaldırarak 1. Oldum… 2009 Rodos Adasından Marmaris`e su altından yüzmek için 30 agustos`ta, Rodostan başlama izinini Yunanlı yetkililerden talep eden Ekin, izini aldıktan bir süre sonra, Kıbrıs`a ilk çıkan SAT`lardan olduğu ve neden 30 ağustos`ta yapmak istediği öğrenilince yunanlı yetkililer izin vermediler!... Ekin Rodos adasının 3 mil açığından Türk kara sularından dalıp 24 saat sualtından yüzerek Türk SAT komandoları (talebeleri) eşliğinde Marmaris sahilinde su üstüne ve karaya çıktı. Aylardan Ağustos idi ve herkes sahilde güneşlenip ter içinde kaldıkları sırada, Turistler sahilde sıcak kumlara yatmış çok titreyen Namık Ekini görünce çok şaşırdılar! Ekin 24 saat soğuk sualtı buzlu kristal tabakaları içinde yüzmüş ve Hipotermi’ye yakalanmıştı. Askeri cankurtaranla Aksaz deniz üssüne götürüldü, basınç odasında 24 saat tedaviye alındı… 2009 Ölü denizde yamaç paraştünün önünden base paraşütle 38 metreden ve 28,5 metreden atladı, ameliyatlı sağ dizi sakatlandı. ”Metrobus`te gençler büyüklerine yer vermemek için bilğisayarlar`ının içine dalarken veya uyuyor numarası yaparlarken biraz acıyor!, inip yürüyince geçiyor ağrısı” demekte…

486

SUYA ÇARPMAYA 12 METRE KALA PARAŞÜTÜ AÇILMIŞTI!... GUİNNESS BU ATLAYIŞINA ÇOK KIZDI VE REKORLAR KİTABINA ÇOK TEHLİKELİ VE ÖZENDİRİCİ OLMASIN DİYE ALMADI… HANIM’IDA GÜNLERCE KÜSTÜ ONA! EŞİ “O MELEK YÜZLÜ TATLI DİLLİ BİR ŞEYTANDIR NASIL KIZABİLİRİMKİ ONA” DİYİP BARIŞTI… 2005-2007 yılında 2 buluşu dünya spor ve havacılık sektöründe devrim niteliğindeydi. Namık Ekin uzun yıllardır Kuvvet (Anaerobik) antrenmanları ile Dayanıklılık (Aerobik) antrenmanlarının aynı anda, ardışık (Concurent) yapılmasının güç gelişimini azaltıcı, dayanıklılık performansını biraz artırıcı etkisini kendi başından geçen tecrübelerle birlikte 90 sayfalık bir tezle 5. Kademe antrenör imtihanında açıkladı. Ekin`in bu Tezi ABD–ASCA/American Strength and Conditioning Association tarafından kabul edildi ve 5. Kademe kondisyon antrenörü oldu. Tezini spora meraklı herkes Namık Ekin`den temin edebilir.

487

2009 yılında Ekin uçakların arka koltuklarında bulunan emergency kartlarındaki “acil iniş durumlarında öne katlanarak, başın ön koltuğa yaklaştığı acil duruş pozisyonunun tehlikeli ve yanlış olduğunu ispatladı! Boynun daha çabuk kırılarak tüm vücud felçine sebeb olan bu duruş değiştirilerek Namık Ekin`in öngördüğü yeni acil iniş pozisyonu yeni kartlarda yer alacak. İATA=İnternational Air Traffic Association. Bu yeni öngördüğü emergency duruşu yayınladığında çok fazla olmasada Ekin ödüllendirilecek. Buluşun tek mahsuru, kabul edildiğinde tüm uçakların koltuk arkalarındaki Emergency landing Card`ların değişecek olması. Turkish get up fitness hareketinin isim babasının Namık Ekin olduğunu biliyormuydunuz… ABD`li SAT hocaları bu hareketi Ekin`den ögrenip ABD`de tanıttılar… 2015 Florida dönüşü hocası ile Genetik antrenör sertikası takdimi. Bu 127. Sertifikası! Rekor kızı Melek`te! Melek 244 sertifika sahibi… Melek`in yurt dışı seminer, kurs sayısı 67!...

488

Kızları Türkiye motorsiklet şampiyonu Name Ekin ve body& fitnes milli takım antrenörü melek E. Ekin! İkilinin 7 ayrı spor branşındada (judo, karate, dans, motorsiklet, fitness, body, akrabotik jimnastik vb… vb…) şampiyonlukları var… 2016 yılında Namık Ekin ABD`li ve Türk uzmanların açtığı kurslarda GENETİK TRAİNER oldu, hemde çok iyi derecelerle. Bu konuda ve sporda kondisyon, beslenme, su ve tuz, imkansız, performans üzerine basılmaya hazır 4 kitap daha yazdı… 2016 gençlerin dünya rekorlarını kırabilen en yaşlı sporcu. 1977 kazandığı altın kemeri ve gümüş kupalarını satıp, üniversite okuyan sporcu talebelerine paylaştırdı, ilk fitness & judo salonunu açan Türk.

489

1972 Türk judosuna katkıda bulunmak, judoyu tanıtmak için en sevdiği mesleğini, SAT`ı bırakıp Almanya ya judosunu ilerletmeye ve olimpiyatlara katılmaya gitti, ordu`dan 1. Dereceden emekli olma şansını, emekli ikramiyesini, yüksek emekli maaşını, sırf daha iyi judo ve antrenman bilğisi edinip ülke spoecularını daha iyi eğitmek için, kaybetti!... 18 ay sonra milli takımlar baş antrenörlüğü için geri çağrıldı. Almanya’da çok iyi bir maaşı bırakıp ülkesine yardım için geri döndü! Vefa futbol stadına 800tl ile müdür yapıldı! Köln`de 3000 mark alıyordu. Sonra yurtlar kredi müdürlüğünde, daha sonra mediko sosyal merkezinde ve sonunda Marmara ünüv. Spor akademisinde görevlendirildi ve kendisine o yıllarda asla bir judo antrenörlüğü kadrosu bulunamadı sonunda Hollanda ve Pan Am hava yollarına geçti. Orta doğu güvenlik müdürlüğüne kadar yükseldi. Namık Ekin ülkemizde ilk Airline Security işini kuran kişidir. 19 70 de ABD`den ve 1972 de Batı Almanya dan ülkemize dönüp ilk fitness kavramını getirdi ve ilk fitness salonunu açtı, body-fitness aletlerini imal etmeye başladı, Fitness akımının patlamasına öncülük edip binlerce salonun açılmasına ve onbinlerce kişinin iş sahibi olmasında öncülük yaptı (o güne kadar yalnızca 5 body salonu vardı ülkemizde…) ilk koşu bandı (power jog ve proform) ile polaris aleti (Pec deck=Butterfly) ülkemize gelmiş oldu!...

490

Ünlü karate hocası Ahmet Doganer, Ali Demir ve Şemsettin Sarıca ile 1974. Beşiktaş. 1962-1965 yıllarında Namık Ekin hem İstanbul halter şampiyonu hemde askeri pentatlon milli takımında yüzme! şampiyonu idi! (ünlü Adanalı milli yüzücü Mustafa ACET`i geçti) Oysa bu başarılar Türk spor tarihine altın harflerle yazılmalıydı. Bu hiç rastlanmıyan bir durumdu... aynı süreçte Ekin Anadolu sahilleri (plajları) vücut (body) şampiyonu 1961 ve akrobatik jimnastik (Duo) Türkiye şampiyonu oldu, Balkan akrobatik jimnastik festivali 1.`si oldu (partneri Özdemir Sarıkaya ile birlikte) 2 yıl sonra judo Türkiye şampiyonluğunu ve altın kemer kazandı, 73 kg iken 120-140 kiloluk agır siklet judocuları yendi! SAT olunca uzak doğu savunma sporlarına ve fitness`e geçiş yaptı…

491

Referanslar: Geniuses World record Association. Spor bakanlığı arşivleri, SAT komando taaruz tim komutanlığı arşivi. Deniz kuvvetleri komutanlığı spor şubesi, Genel kurmay spor dairesi başkanlıgı, Deniz Harp okulu savaş beden eğitimi arşivi, Deniz as subay okulu spor eğitim daire başkanlıgı. ABD Navy Seal Training Command, US Defense language enstitute Lack land sport department. Die Sporthoch schule Köln Wolfgang Hofmann. Den Helder Naval academy Sea weak naval pentatlon CISM department. İJF_İnternational judo federation & EJU. T.C. Sualtı federasyonu. General Aviation. Türk balıkadamlar kulübü cadde bostan. T.C. fitness & body federation. ABD Baco Raton Diving club. ACSM Prof Dr. Larry Sanders. KLM Royal Dutch Airlines Amsterdam Holland. Etc…

Aşırı rüzğar nedeniyle yalının penceresinden içeri girmeye az kala… 3. Katın penceresinden içeri girip yalıda kahve içemedi… 6m ile kurtardı… FSM köprüsü 19 mayıs 2014.

492

KİTABIN ARMAĞAN EDİLİŞİ Kitabımı, beni yetiştiren SAT Taaruz Timler Komutanı Albay Tonguç KÖNİ’ye. SAT hocalarıma. Tatbikatta NATO komutanlarını, Eski Genel Kurmay Başkanımız Or. General Cemal TURALI ve Türk Kuvvet komutanlarının bulunduğu NATO mayın gemisini basma, saydığım komutanları esir alma görevini bana veren sevgili komutanım SAT Timler komutanımız Yzb. Yılmaz CENGİZ’e. Bu güne kadar, bu dünyanın en zor askeri kursu olarak bilinen eğitimleri bitirip SAT olmuş kardeşlerime. Bordo Bereli, Özel Harekatçı ve Komando olmuş kardeşlerime. Tüm bu birliklerde çalışmış ve şehit olmuş kardeşlerime, gözyaşlarını içlerine akıtmış onların sevgili eşleri ve ailelerine. Ve… ölüme gülerek giden bu kardeşlerimizi sevip, saygı duyan sizlere. Yetiştirdiğim yüzbinlerce talebeme. Sevgili eşim, kızlarım ve canım torunlarıma. Manevi oğlum Emir PEYNİRCİ' ye. Son yıllarda, en zor durumlarım da bana en çok yardımı dokunup, bu kitabın meydana çıkmasında ve Web faaliyetlerimin kurulmasında öncülük eden harika insanlar sevgili talebelerim Hakan CİHAN & Turan ERBAŞ kardeşlerime armağan ediyorum.

NAMIK EKİN

ASLA PES ETMEYİN, STRESİ KENDİ LEHİNİZE KULLANIN VE UNUTMAYIN,

İMKANSIZ, SADECE BİR KELİMEDİR !

EMEKLİ SAT KOMANDOSU VE REKORTMEN

NAMIK EKİN OTOBİYOGRAFİM, E-KİTAPLARIM VE EĞİTİMLERİM İÇİN;

WWW. PTNAMİKEKİN .COM