Parmenides Fragmanlar [alfa ed.]
 9786050381153

Table of contents :
Boş Sayfa
Boş Sayfa

Citation preview

Af101:llAEMATA: FRAGMANLAR © 2019, ALFA Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.

Yayıncı ve Genel Yayın Yônetmeni M. Faruk Bayrak Genel Müdür Vedat Bayr.ık Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu

Çeviren Kaan H. Ökten Kitap Editörü Eyüp Çoraklı Kapak Tasarımı Adnan Elmasoğlu Sayfa Tasarımı Zuhal Tur.ın

ISBN 978-605-038-115-3 1. Basını: Aralık 2019

Baskı ve Cilt Melisa Matbaacılık

Çiftelıavuzlar Yolu Acar Sanayi S itesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 45099 Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Alemdar Mahallesi T icarethane Sokak No: 15 34410 Cağaloğlu-İstanbul Tel: 0(212) 51 l 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no: 43949

ALFA

İÇİN DEKİLER Önsöz, 7 Giriş, 9 'Arrm.:ITAEMATA, 52 FRAGMANLAR, 53

Antikçağ Kaynaklarında Fragmanların Aktarıldığı Yerler, 135 Kaynakça, 138

Parmenides

ÖNSÖZ

Parmenides'in yaşamı hakkında pek fazla bilgiye sa­ hip değiliz. İtalya'nın güneyindeki Elea kentinde mi­ lattan önce altıncı yüzyılın sonlarında doğduğu ve be­ şinci yüzyılın ortalarında öldüğü biliniyor. Bunun dı­ şındaki bilgilerin neredeyse tümü rivayete dayanıyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bunlara yer vereceğim. Şu bir gerçek ki felsefe tarihi içinde Parmenides adeta bir dönüm noktasını temsil ediyor: Varlık felse­ fesinin yani ontolojinin kurucusu olarak Parmenides'i kabul edebiliriz. Bunun dayanağı ise, günümüze yal­ nızca kısmi olarak gelebilen, çeviri ve açıklamalarını bu kitapta sunduğum Parmenides'in meşhur şiiridir. O zamanlar adet olduğu üzere tıpkı diğer yapıtlardaki

gibi bu şiirin de bir başlığı yoktu. Daha sonraki düşü­ nürler (örneğin Aristoteles) bu tür felsefi eserlere hep

IlEpi cpıJoEwç [Peri phuseös] yani "Doğa Üzerine" başlığı­ nı yakıştırdılar. Bu şiir, bize kadar yalnızca fragman­ lar halinde gelebilmiştir. Bu kitap, Parmenides'ten günümüze kalan söz ko­ nusu fragmanların çevirisini ve ayrıntılı açıklama ve

8 1 FRAGMANLAR yorumlarını içeriyor. Parmenides'in şiirinin, açıklayıcı not ve yorumlar olmaksızın anlaşılmasının oldukça zor olacağı düşüncesinden hareketle bu yolu tercih ettim. Ben Parmenides'in şiirini Burkert, Kingsley ve daha sonra Gemelli'nin yaklaşımlarından hareket­ le yorumluyorum. Elbette bu şiir, farklı yaklaşım ve anlayışlarla da yorumlanmıştır. A ncak görebildiğim kadarıyla bahsettiğim anlayış, günümüzde en yaygın alımlama yaklaşımı haline gelmiştir. Diğer anlayışlara yeri geldiğinde işaret edeceğim. Çalışmanın sonunda oldukça geniş bir kaynakça yer alıyor. Kaynakçayı görece geniş tutmamın nede­ ni, genelde Sokrates-öncesi düşünce tarihi, özeldeyse Parmenides hakkında daha derin ve kapsamlı araştır­ ma yapmak isteyenlere okuma haritası sunabilmektir. Aynca kitapta iki görsel yer alıyor. Çeviri için Diels/Kranz ve Laks/Most'un edisyonla­ rını kullandım. Bu çalışmayı çeşitli aşamalarda gözden geçirerek değerli uyan ve önerilerde bulunan sayın Petek Boyacı Gülenç (/stanbulMedeniyet Üniversitesi), Eyüp Çorak­ lı (/stanbul Üniversitesi) ve Ömer Aygün'e (Galatasaray

Üniversitesi) en içten teşekkürlerimi sunarım. Varlık felsefesinin yaklaşık iki bin beş yüz yıllık bu kurucu metnini çevirip açıklamak, benim için uzun süren bir uğraşın bitişi gibi görünse de, Parmenides'ten ders ve ilham almanın hiçbir zaman sonu gelmeyecektir, diye düşünüyorum. Değerli meslektaşlarımın diğer çeviri ve çalışmalarıyla birlikte bu kitabın ontoloji tartışma­ larına katkı sağlamasını diliyorum. Kaan H . Ökten

GİRİŞ

Hikayenin başlangıcında Foçalılar vardı. Pers ordulannın ilerleyişleri sırasında şehirleri kuşatılan Foçalılar, son bir hamleyle buradan kaçıp kurtulmuş, teslim olmaktansa başka bir yere göçmeyi yeğlemişlerdi. Bu trajik olay milattan önce 540 yılında cereyan etmişti. Uzun arayışlardan sonra İtalya'nın güneyindeki bir yeri yurt tutmuşlar, buraya Elea adını vererek mamur ve büyük bir kent haline getirmişler­ di. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Elea'da dünyaya gelen Parm.enides (bir yazıtta adı "Parm.eneides" ola­ rak geçiyor),1 birinci veya ikinci nesil bir göçmen ço­ cuğuydu yani. Ailesi Foça'nın (o zamanki adıyla Pho­ kaia'mn) adet ve kültürünü hala devam ettiriyordu. Ama Güney İtalya'daki kültür ve düşünce dünyası da etkisini göstetjyordu. Zira Orpheusçuluğun yanı sıra P ythagorasçılık bu yörede önemli bir etkendi. Aynı za­ manda Demeter ve Apollon kültü de yaygındı. Öte yanHans Jucker: uzur Bildnisherme des Parmenides," Muse­

um Helveticum-schweizerische Zeitschrift für klassische Altertumswissenschaft, Vol. 25, No. 3 ( 1 968), s. 1 8 1 .

1 O 1 FRAGMANLAR

dan toplum gözünde önemli bir saygınlık ve bilgelik mertebesini temsil eden hekimlik sanatı, İyonya'daki uygulamalardan yer yer ciddi farklılıklar gösteriyor­ du. Parmenides'in bunun gibi bir hekim ailesine ve loncasına mensup olduğu tahmin edilmektedir.1 Bü­ tün bunlar, milattan önce altıncı yüzyılın sonlarında Elea'da (günümüzde buranın adı Velia'dır) doğan Pyres oğlu Parmenides'i derinden etkileyecek, onun düşünce ve yapıtını şekillendirecekti.

Tarih başlıklı meşhur incelemesinin birinci kita­ bında Herodotos (MÔ 5. yüzyıl), Foçalıların göçünü ve Elea'ya yerleşmelerini anlatıyor. Özetle şöyle diyor:2 Foçalılar uzun deniz yolculuklarına çıkan ilk Yunanlar idi. Adriyatik'e, Etruria'ya, İberia ve Tartessos'a va­ ran, burayı yerleşime açan ilk onlardı. Bunun için elli kürekli gemiler (nEVtr]Kovwpoç [pentek6ntoros]) kulla­ mrlardı. Bunlar hızlı ve dayanıklı büyük gemilerdi. Medlerin/Perslerin artan saldırılan karşısında kent­ lerini surlarla çevirmişlerdi. Bunun için müttefikleri Tartessos kralı Arganthonios'tan da destek almışlar­ dı. Foça surları bu sayede büyük ve ihtişamlı olmuştu. Ancak yine de Medlerin Foça'yı kuşatmalarına engel olunamadı. Med kralının komutanlarından Harpagos, ordusuyla geldi ve kenti kuşattı. Bunun üzerine Foça­ lılar Harpagos'la görüşmeler yaptı ve kendi aralarınMarkwart Mischler, Jost Benedum: "Parmenides Uliades und die Medizinschule von Elea," Clio Medica, Vol. 6, No. 4 (Dec., 1 971), s. 295-306. Enrico de Divitiis, Paolo Cappabianca, Oreste de Divitiis: "The 'Schola Medica Salernitana': The Forerunner of the Modem University Medical Schools," Neurosurgery, Vol. 55, No. 4 (Oct., 2004), s. 722-744. Herodotos: Herodoti Historiae, ed. Nigel G. Wilson, Clarendon Press (Oxford University Press), Oxford: 2015, 1: 1 63-168.

G!Rtş I 1 1 da tartıştı. O sırada Harpagos, orduyu uzakta tuttu. Bunu fırsat bilen Foçalılar, varını yoğunu ve bütün nüfusu gemilere yükleyip kenti terk ettiler. Geride hiçbir şey bırakmadılar. Medler bomboş bir kente gir­ mişlerdi. Foçalılar kendileri için yeni bir yurt aramak üzere önce Khios'a uğradılar ve yakındaki bazı ada­ lan satın almak istediler. Ama buna izin verilmedi. Bunun üzerine Foçalılar, Kyrnos (Korsika) adasındaki Alalia'ya gittiler. Ama buraya varmadan önce Foça'ya gidip oradaki Med garnizonunu imha ederek yeniden yola koyuldular ve bir daha dönmemek üzere yemin ettiler. Böyle olduğu halde bir süre sonra bazıları ye­ niden Foça'ya geri döndü. Diğerleriyse Kyrnos'a doğru yol aldı. Buraya ulaştıktan sonra beş yıl burada diğer Foçalılarla birlikte yaşadılar. Zira Kyrnos eski bir Foça kolonisiydi. Daha sonra Etrüsklerin ve Kartacalılann ortak saldırısına maruz kaldılar. Sardunya açıkların­ da deniz savaşı oldu. Foçalılar bu savaşı kazanmışlar­ sa da büyük kayıp yaşamışlardı. Kyrnos'taki Alalia'ya geri döndüler, herkesi toparladılar ve buradan da ay­ rılarak italya'nın en güneyindeki Rhegium'a gittiler. Buradan da çok geçmeden ayrıldılar, daha kuzeye yer­ leşip Elea kentini kurdular. İ.şte bir İyonya kenti olan Foça'nın ve Foçalıların akıbeti Herodotos'a göre böyle cereyan etmiş, Elea'nın kuruluşu böyle olmuştur. J>ers istilalarından kaçan Foçalılar, sürat ve daya ­ nıklılıklarıyla meşhur elli kürekli gemilerine binerek Akdeniz'e açılmış, çeşitli yerlerde konaklayarak, farklı diyarlara yerleşmeye çalışarak, nihayetinde küçük bir grupla Elea'yı yurt tutmuşlardı. Pyres oğlu Parmeni­ des'in doğup büyüdüğü, kamu görevleri �stlendiği, -

hekimlik ve felsefe yaptığı yer Foçaltann kurduğu işte bu kenttir.

12

1 FRAGMANLAR Öte yandan Coğrafya başlıklı devasa eserinin al­

tıncı kitabının hemen başında Strabon (MÔ 1. yüzyıl), Elea hakkında şunları yazmıştır:1 "Silaris nehrinin denize döküldüğü yerden sonra Leukania'ya ve Iason'un vakfettiği Argoslu Hera tapı­ nağına varılır. Onun yakınında, 50 stadion (10 kilomet­ re) uzaklıktaysa Poseidonia bulunur. Buradan denize açılınca Leukosia adasına varılır. Burası ile anakara arasındaki geçiş mesafesi çok dardır. Ada adını, Siren­ lerden birinin adından almıştır. Efsaneye göre Sirenler, kendilerini denizin derinliklerine attıklarında Leuko­ sia burada sahile vurmuştur. Adanın karşısında dağlık bir burun yer alır. Bu, Seirenoussai'nin karşısındadır ve onunla birlikte Poseidonia körfezini oluşturur. Onu dolandıktan sonra hemen komşusu olan başka bir kör­ feze varılır. Burada bir şehir vardır. Oradaki bir kaynak yüzünden kurucuları Phokaialılar tarafından adına Hyele denir, başkaları oraya Ele der. Günümüzdeyse oranın adı Elea'dır. Burası Pythagorasçı Parmenides ile Zenon'un memleketidir. Benim görüşüme göre bu şehir yalnızca bu adamlar sayesinde değil ama daha önceleri de iyi yasalarla yönetiliyordu: Bu sayede halk hem Leu­ kanialılara karşı hem de Poseidonialılara karşı diren­ mekle kalmamış, onlara karşı galip de gelebilmişlerdi. Oysa hem toprak, hem de nüfus bakımından onlardan ·

üstün değildiler. Her halükarda toprağın verimsizliği yüzünden geçimlerini denizden sağlamak zorundaydı­ lar. Özellikle balık tuzlama ve benzeri işler konusunda uzmanlaşmış tesisleri vardı. Antiokhos diyor ki, Pho­ kaia, Kyros'un komutanlarından Harpagos tarafından fethedilince, kaçabilen tüm Phokaialılar aileleriyle hızlı Strabons Geographika, Band 2: Buch V-vnT, çev. Stefan Radt, Vandenhoeck & Ruprecht, Göttingen: 2003, s. 1 271 29 (Kitap VI, l, 1). (Çevirisi bana aittir.)

GİRİŞ I

13

gemilere binip Kreontiades önderliğinde önce Kyrnos ve Massalia'yı, buralardan uzaklaştırılınca da Elea'yı kur­ muşlardı. Fakat bazıları bu kentin adının Elees nehrin­ den geldiğini söylüyor. Burası Poseidonia'dan yaklaşık

200 stadion (40 kilometre] uzaklıktadır. Elea'dan sonra Palinouros burnu gelir. Elea'nm açıklarında Oinotrides denilen iki ada vardır ki, bunların gemi bağlama yer­ leri vardır. Palinouros'tan sonra Pyksos gelir. Buradaki burnun, limanın ve nehrin üçü de bu aynı isme sahiptir. Pyksos, Sicilya'daki Messene'nin yöneticisi Mikythos tarafından gönderilen yerleşimcilerle iskan edilmiştir. Fakat yerleşimcilerden birkaçı hariç neredeyse hepsi burayı sonra terk etti. Pyksos'tan sonra bir körfez daha vardır, ayrıca Laos: hem bir nehir, hem de bir kent. Bu­ rası Leukania bölgesindeki kentlerin sonuncusudur. De­ nizden yüksekliği çok değildir. Sybaritos kolonisi olup Elea'dan uzaklığı 400 stadion'dur [75 kilometre]. Leuka­ nia sahillerinin toplam uzunluğu 650 stadion'dur [120 kilometre]. Laos yakınlarında, Odysseus'un yoldaşların­ dan Drakon'un kahraman tapınağı bulunur. Bununla il­ gili olarak İtalioteslere [İtalya'daki Yunan yerleşimcile­ rine] şu kehanette bulunulmuştur: 'Pek çok halk bir gün mahvolacak Laoslu Drakon yüzünden.' Ve bu kehanet doğru çıktı, çünkü buna uyan pek çok halk, Laos'a yani İtalya'nm Yunan yerleşimcilerine karşı saldırdı ve Leu­ kania halkının elinde mahvoldu." Milattan sonra üçüncü yüzyıl başlarında yaşadığı tahmin edilen ve eski felsefeciler hakkında derledi­ ği bilgi ve anekdotlarla felsefe tarihinin önemli ama tartışmalı kaynaklarından biri olan Diogenes Laertios ise Parmenides hakkında bize şunları aktarmaktadır:1 Diogenes Laertios: Ünlü Fi.lozoflann Yaşamlan ve Öğre­

tileri, çev. Candan Şentuna, Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul: 2003, s. 429-430 (9: 2 1 -23).

14 1 FRAGMANLAR "Pyres'in oğlu Elealı Parmenides Ksenophanes'in öğrencisiydi -Theophrastos Özet adlı eserinde onu Anaksimandros'un öğrencisi olarak gösterir-. Bununla birlikte Ksenophanes'in öğrencisi olsa da, onun izinden gitmemiştir. Sotion'a göre, Diokhaitas'ın oğlu, Pythago­ rasçı Ameinias'm yanında bulundu: Ameinias yoksul, ama doğru düzgün bir adamdı. Parmenides onu daha çok izlemiş ve ölümünden sonra ona kahraman gibi bir tapmak dikmiştir: Nitekim, Parmenides seçkin ve zen­ gin bir aileden geliyordu; onu sakin bir yaşama yönlen­ diren de Ksenophanes değil, Ameinias olmuştu. Yerin küre biçimli olduğunu ve evrenin merkezinde bulunduğunu ilk gösteren odur. Ateş ve toprak olmak üzere iki öğe vardır; ateş el sanatçısının işlevini görür, toprak da maddenin. İnsanın güneşten oluşumu ilk sırada yer alır; in­ san, tüm evreni oluşturan sıcak ve soğuktan ibarettir. Theophrastos'un bütün okulların öğretilerini açıkla­ dığı Physika adlı eserinde andığı gibi, ruhla akıl aynı şeydir. Felsefe iki bölümdür: Biri gerçeğe göre felsefe, öbürü kanılara göre. Bir yerde şöyle diyor:

'Yuvarlak gerçeğin korkusuz yüreği kadar insanlann kesin gerçeği yansıtmayan kanılannı da öğrenmelisin.' Hesiodos, Ksenophanes ve Empedokles gibi o da fel­ sefesini şiirle açıklıyor. Ölçütü mantıktır, duyuların kesin olmadığını söyler. Şöyle diyor:

'Köklü alışkanlıklar seni bu yolda hedefi ıska­ layan gözünü, uğultulu kulağını ve dilini kullanmaya zorla­ masın,

GİRİŞ 1 15

tartışmalı konularda mantığınla karar veri' Bu nedenle Timon onun hakkında şöyle der:

'Yüce ruhlu Pannenides'in gücü görüş çeşitli­ liğinde değil, ama o aldatıcı imgenin yerine düşünceyi yü­ celtti.' Platon'un Parmenides ya da İdealar Üzerine adını verdiği diyaloğu onunla ilgilidir. Olgunluk çağı altmış dokuzuncu Olimpiyat'a rast­ lar. Favorinus'un Anılar adlı eserinin beşinci kitabın­ da söylediğine göre, Akşam yıldızı ile Sabah yıldızının aynı olduğunu ilk bulan o görünüyor; kimilerine göre ise bu buluşu Pythagoras yapmıştır. Ama Kallimakhos bu şiirin ona ait olmadığını söyler. Speusippos'un Fi­

lozoflar Üzerine adlı eserinde söylediğine göre, yurt­ taşlar için yasalar çıkarmış, Favorinus da Tarih Derle­

mesi adlı eserinde 'Akhilleus' adıyla bilinen safsatayı ilk kez onun ileri sürdüğünü söyler." Kitabın ileriki bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alı­ nacağı üzere Parmenides, varlık hakkındaki görüşle­ rini uzunca bir şiir yazarak dile getirmiş, bunun için epik şiirlerde kullanılan vezin ölçüsünü yani "daktylik heksametre"yi' tercih etmiş, erginlenme törenlerindeörneğin şiirin ilk beş dizesinin (Bl,1-5) heksametrik ya­ pısı şöyledir: --1-

v vl- v

vl-

vvl-vvl-x

i'ımoı rg{ µE cpEpQ!!aı v, 1 1 Öagvr' eni 0yµiıç İKgvoı, 2 3

- v vl-

v vl-

-1-

v vl-v vl- x

ııtµııov, [ııg µ' iç öli2v 1 1 �iia gv ııo>.Ucpnµov ayQl!aaı -v vJ-vvl -

-1- vvl-vvl - x

Sgiµovoç, .ö Kata ııı!.vr' 1 1 aarn cpEpEl ğli6ra cpı!ıra·

1--1-uul-uul-uuı-uu!-xl [-uu!-uul--1-uu!-uul-xl [-uuı-uul--1-uul-uul-xl

16 1 FRAGMANLAR ki işaret, ima ve atıf dilini kullanmış ve fakat argüma­ nını çok sıkı ve tutarlı bir çıkarım ve mantıksal gerek­ çelendirme üzerine kurmuştur. Tahmin edilebileceği gibi bu şiir, asırlar içinde farklı farklı anlaşılmış, kimileri onu alegorik olarak yorumlamış, kimileri mantığın temel metni, kimileriy­ se inisiyatik uyanış belgesi olarak değerlendirmiştir. Kitabın sonundaki Kaynakçada bu yorumların müm­ kün olduğunca tamamını kapsayacak çalışmalara yer vermeye çalıştım. Benim kendi yorumum ise aşağıda yer almaktadır. Bu şiir toplam üç kısımdan meydana gelmektedir: Birinci kısmı oluşturan girizgahın tümü, ikinci kısmın büyük çoğunluğu ve üçüncü kısımdansa bazı önemli parçalar günümüze ulaşmıştır. Bunların Klasik, Helle­ nistik ve Ortaçağ dönemlerinde kimler tarafından ne­ den ve nasıl aktarıldığını kitabın ilerleyen bölümle­ rinde gösterdim. Fragmanların ilk basılı versiyonu 1573'te yayım­ lanmıştır. 1 Bu versiyonu, Platon'un da eserlerini ba­ san ünlü Fransız alim ve yayıncı Henri Estienne (Hen­ ricus Stephanus, 1528-1598) Eski Yunanca ve Latince olarak yayımlamıştır. Bu ilk basımda yer alan şiirin girizgahını içeren sayfa aşağıdadır:

4

5

- vvl- -1- v

vl-

-1-

vvl- >C

rfi cpEp6µııv· rfi ygp µE 11 noA!lcppaarQ! cpıipov !nnoı - v vl- -1-

1

- -

v vl-v vl-x

ğpµa m gjvouoru, 11 Koiipru 5' ıi5ôv fıyEµ6vgyov.

(-uuj--j-uuj--j-uuj-x) (-uul--1--1-uuj-uul-xl

Henricus Stephanus: Poiesis Philosophos . Poesis Philo­ sophica, Vel saltem, Reliquiae poesis philosophicae, Empedoclis,Parmenidis,Xenophanis, Cleanthis, Timonis, Epicharmi. Adiuncta sunt Orphei illius carmina qui a suis appellatus ho theologos . Item Heracliti et Democriti loci quidam, et eorum epistolae. Cum Privilegio Caes. Maiestatis., [Cenevre:] 1573, içinde: Parmenides: s. 4 1 -46.

I1 A P . M. E N .



I

.

l' A OY .

! IX H.

PARMENIDIS .. 3 CARMINA. ..

Ex Se�to philof�tıho.

Girizgahın Birinci Sayfası

l 8 1 FRAGMANLAR Parmenides'in şiirinin modern anlamda ilk edis­ yonu, Alman felsefeci ve filolog Georg Gustav Fül­ leborn'un (1769-1803) yirmi altı yaşındayken 1795 yılında yayımladığı kitabıdır. Fülleborn bu kitapta, şiirin Almanca çevirisine ve kapsamlı açıklamalara da yer vermiştir. Oldukça önemli ve yararlı bir kay­ naktır.1 Hollandalı klasisist ve filolog Siman Karsten'in (1802-1864), Platon öncesi felsefecileri ele aldığı ve Ksenophanes, Parmenides ve Empedokles hakkında iki cilt ve üç kitap halinde yayımladığı kritik edis­ yonu, bu alandaki çalışmalar için bir dönüm nokta­ sını teşkil etmektedir. Parmenides'le ilgili edisyon, Latince çeviri, açıklama ve yorum çalışması, birinci cildin 1835'te yayımlanan ikinci kitabında yer al­ maktadır.2 Bundan altmış iki yıl sonra meşhur Alman filolog ve felsefeci Hermann Diels (1848-1922), yeni bir edis­ yon hazırlamış ve bununla çağdaş Parmenides çalış­ malarının referans zeminini oluşturmuştur. 1897'de yayımlanan bu kitapta uzunca bir girişten sonra kritik edisyon, çeviri ve açıklamaların yanı sıra Eski Yunan'da kapı ve kilitler hakkında bir de ek yer al­ maktadır.3 Bundan altı yıl sonra yani 1903'te Diels,

Pannenidou tou Eleatou leipsana-Fragmente des Par­ menides, gesammelt, übersetzt und erliiutert van Gearg Gustav Füllebarn, Friedrich Froınmann, Züllichau: 1 795. Siman Karsten: Philosophorum Graecorum Veterum,

Praesertim Qui Ante Platonem Floruerunt Operum Reliquiae, Volumen Primum, Pars Altera: Parmen ides Eleatae Carminis Reliquiae, J. Müller & Sac., Amsterdam: 1835. Parmenides: Lehrgedicht, griechisch und deutsch von Herroann Diels, mit einem Anhang über griechische Thüren und Schlösser, Georg Reimer, Berlin: 1 897.

GİRİŞ I 19 Sokrates-öncesi tüın düşünürlere ait fragman, tanık­ lık ve yakıştırmaların kritik edisyonunu yayımlayarak bu alanda yepyeni bir çığır açmıştır. 1 Bu çalışma daha sonra Walther Kranz (1884-1960) tarafından gözden geçirilip genişletilerek üç cilt olarak yayımlanmış, bu versiyonun pek çok basımı yapılmıştır.2 Sokrates-ön­ cesi düşünürlere yapılan tüın atıflarda Diels/Kranz'ın bu edisyonuna referans verilmektedir. Örneğin Par­ menides'le ilgili tanıklıklar (testimonia), fragmanlar ve yakıştırmalar söz konusu çalışmada birinci cildin 28'inci bölüınünde yer almaktadır. Dolayısıyla Parme­ nides' e yapılan atıflar DK 28 koduyla başlar ve ilgili tanılık (A), fragman (B) veya yakıştırmanın (C) numa­ rasıyla devam eder. Sözgelimi B'inci fragman DK 28: BB olarak gösterilir. Gerektiğinde bunun sonuna satır

numaralan da eklenebilir. Örneğin DK 28: B8,3-7 şek­ lindeki bir ifade, Parmenides'in sekizinci fragmanın 3 ila 7 numaralı satırlarına göndermede bulunmaktadır. Eldeki bu kitaptaki çeviri ve açıklamalanmda frag­ man ve satır numaralarını Diels/Kranz'a göre tek tek gösterdim. Yirminci yüzyılda çok sayıda edisyon, çeviri ve açıklama ve yorum yayımlanmıştır. Bunların en önem­ lilerini Kaynakçada belirttim. İçinde bulunduğumuz Hermann Diels: Die Fragmente der Vorsokratiker, grie­ chisch

und

deutsch, Weidmannsche

Buchhandlung,

Berling: 1 903. Hermann Diels: Die Fragmen te der Vorsokratiker, grie­ chisch und deutsch, ed. Walther Kranz, achte Auflage, Weidmannsche

Verlagsbuchhandlung,

Berlin:

1 956.

öte yandan fragınanlann yanı sıra tanıklık ve yakış­ tırmalann da çevirisini içeren Türkçedeki çok yeni ve önemli bir çalışma için bkz. Parmenides: Fragmanlar­ Kişiliği, Doktrini, Alımlanması, çev. Y. Gurur Sev, Pinhan Yayınlan, İstanbul: 2019.

20

1 FRAGMANLAR

yüzyılda yapılan en son edisyon ise Laks ve Most'a aittir. Erken dönem Yunan felsefesiyle ilgili toplam dokuz ciltten meydana gelen bu çalışmanın beşinci cildinde Parmenides, Zenon, Melissos, Empedokles, Alkmaion ve Hippo yer almaktadır. Bu çalışma kısa bir sunuş, metin edisyonu ve İngilizce çevirilerden mey­ dana gelmektedir. 1 Bu kitaptaki çeviri için Diels/Kranz ve Laks/ Most'un edisyonlan temel alınmıştır. Sokrates-öncesi düşünürlerin pek çoğu sahiden de Sokrates'ten önce yaşamıştır. Yalnızca bazılan Sokra­ tes'le akrandır. Birkaçı ise ondan sonra yaşamış oldu­ ğu halde "Sokrates-öncesi" nitelendirmesini taşır yine de. Sokrates-öncesi ilk düşünürler arasında, yaşadık­ lan kentleri dolayısıyla "Miletoslular" veya "Miletos Okulu" ya da bu kentin bulunduğu bölgeden dolayı "İyonya Okulu" denilen, MÔ 7. ve 6. yüzyılda yaşamış olan Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes yer alır. Başka bir grup Sokrates-öncesi düşünür ise Pytha­ goras önderliğinde kurulan okula mensup olup "Py­ thagorasçılar" diye çağnlan düşünür ve mistiklerdir (MÔ 6. ila 4. yüzyıl). Öte yandan İtalya'nın güneyinde­ ki Elea kentinden dolayı "Elealılar" veya "Elea Okulu" olarak anılan Sokrates-öncesi düşünürler Parmenides, Zenon ve Melissos'tur (MÔ 5. yüzyıl). Bunların yanı sıra Herakleitos, Ksenophanes, Empedokles ve Anak­ sagoras (MÔ 6. ve 5. yüzyıl) başlı başına birer düşünür Andre Laks, Glenn W. Most:

Early Greek Philosophy, Volume 5: Westem Greek Thinkers, Part 2, Harvard

University Press (Loeb Classical Library), Cambridge/ London: 2016. Bu çalışma aynı zamanda tek cilt halinde Fransızca olarak da yayımlanmıştır: Andre Laks, Glenn W. Most: Les debuts de la philosophie-Des premiers pen­

seurs grecs d Socrate, Fayard, Paris: 2016.

GİRİŞ I 21 olarak kabul edilmiş olup, Elea ve Miletos okullany­ la irtibatlan literatürde tartışılmıştır. Savunduklan görüşler dolayısıyla "Atomcular" olarak çağnlan Leu­ kippos ve Demokritos (MÔ 5. yüzyıl), Sokrates-öncesi düşünürler arasında kendine özgü bir yere sahiptir. ôte yandan "Sofistler" denilen düşünür ve hatipler ise Sokrates-öncesi düşünürler içinde tümüyle farklı bi:r: pozisyon işgal etmişlerdir (MÔ 5. ve 4. yüzyıl): Önce­ kiler çoğunlukla doğanın ilke ve nedenleri üzerine ça­ lışmış ve bu yüzden Aristoteles tarafından qıucn6Aoyoç

[phusi6logos] yani doğa araştırmacılan olarak nite­ lendirilmişlerdir. Oysa Sofistler, çoğunlukla insan edim, düşünce ve tutumlannın ilke ve nedenlerini ele almışlardır. 1 Çok çeşitli ve farklı düşünürü aynı başlık altında toplayarak kendilerine "Sokrates-öncesi düşünürler" denilmesi, beraberinde birtakım sorunlar getirmek­ tedir: "Sokrates-öncesi düşünürler üzerine dikkatle eğilmek çabasına girişildiğinde, şöyle bir zorlukla karşı karşıya kalınır: Kaynaklar cılız olduğundan, Sokrates-öncesi bir düşünürün ortaya koyduğu şeyle­ ri münferit durumlarda kesin olarak kavramak olduk­ ça zorlaşmaktadır. Bu da, cılız olan metinsel temelleri birtakım spekülasyonlarla zenginleştirmeye çalışma tehlikesini beraberinde getirir. Böyle bir tehlikeye kapılmamak için, Sokrates-öncesi düşünürleri kendi tarihsel bağlamlarından hareketle yorumlamak daha anlamlı görünmektedir."2 Dolayısıyla Sokrates-öncesi Sokrates-öncesi düşünürlerin tüm fragman, tanıklık ve yakıştırmaları için bkz.: Andre Laks, Glenn W. Most:

Early Greek Philosophy, 9 Volumes, Harvard University Press (Loeb Classical Libraıy), Cambridge/London: 20 1 6. Wolfgang H. Pleger: Die Vorsokratiker, J. B. Metzlersche Verlagsbuchhandlung, Stuttgart: 1 99 1 , s. ı.

22 j FRAGMANLAR düşünürler üzerinde titizlikle çalışmak felsefi olduğu kadar hem filolojik, hem tarihsel, hem de hermeneutik bir gayreti beraberinde getirecektir. MÖ 12. ila 8. yüzyıllar arasındaki tarihsel belge­ ler oldukça seyrektir. Bu sebepten dolayı tarihçiler bu döneme "karanlık çağ" adını vermişlerdir: "Bu çağa karanlık denmesinin iki nedeni vardır. Birincisi, MÔ

1200 ile 800 yıllan arasına ait elimizde neredeyse hiç­ bir kaynağın bulunmamasıdır. İkincisi, daha önceki saray kültürünün sonunda (ki bu kültür, kuzeyden ge­ len Dor akınlarıyla çökmüş olabilir), yalnızca saray­ lar değil, gelişkin olan erken dönem Yunan yazısı da (bunlara Lineer A ve Lineer B denmekte ve elde bazı yazılı kil tabletler bulunmaktadır) ortadan kalkmıştır. Bütün bunlar yüzünden MÖ 8. yüzyılın ikinci yansın­ da Yunanlar, ikinci kere kendi yazılarını icat etmek durumunda kalmışlar ve bunun için Fenike alfabesini devralıp kendi ihtiyaçlanna göre değiştirmişlerdir."1 Bu bağlamda Homeros ile Hesiodos'a mal edilen eserlerin yazıya dökülmesi (kodifikasyonu) bu dö­ nemde yani karanlık çağ sonrası "arkaik" dönemde gerçekleşmiştir. Aynı arkaik dönemde, Yunanların Ege, Karadeniz ve Akdeniz sahillerine yönelik koloni­ zasyon faaliyetleri söz konusu olmuştur. Pleger bunu şöyle izah etmektedir: "Bu sayede Yunanlar, çok çe­ şitli kültürlerle ilişki kurmuş, özellikle Mısır ve Orta Doğu kültürlerinin etkisi görünür olmuştur. Yunanlar yabancı kültür ve bilgileri kendi kültürleriyle yapı­ cı biçimde harmanlamışlardır. Bu durumu anlatmak için genellikle interpretatio Graeca [Yunan aktarımı] ifadesi kullanılmıştır. Örneğin Yunanlar, Mısırlıların kültürüne derin saygı duyuyor ve daha sonraki döPleger: a.g.e., s. 3.

GİRİŞ I 23 nemlerde bile kendi bilgilerinin ve bazı törelerinin kaynağını Mısır'a dayandıran açıklamalarda bulu­ nuyorlardı. Bununla ilgili nispeten geç dönem kanıt­ lardan biri olarak Platon'un Phaidros diyaloğuna ba­ kılabilir. Burada Platon, alfabenin yaratıcısı olarak Mısır tanrısı T heut'u [Thot] göstermektedir. Yabancı kültür ve bilgilere karşı açık olmak, bunları tetkik et­ mek ve gerektiğinde kendine özgü biçimde adapte et­ mek konusunda ön yargısız bir hazır oluş, kuşkusuz ki Sokrates-öncesi düşünürlerin hiç de kendiliğin­ den anlaşılır olmayan düşünce modellerinin gelişim ve yaygınlaşması bakımından çok önemli bir koşul oluşturmuştur. Anadolu, Güney İtalya ve Akdeniz'in diğer kıyılarındaki koloniler ile buralardaki Yunan ticaret merkezleri arasında yoğun bir alışveriş yürü­ tülüyordu. Aslında buradaki şehirler, Yunan anakara­ sının birer sömürge anlamındaki kolonileri değildi. Bu şehirler müstakildi. Ama yine de aynı etnik gruba ait olma ve aynı dili konuşmalarının getirdiği ortak bilinci koruyabilmişlerdir. Yunancanın pek çok diya­ lekti bulunsa da, Yunanca konuşmayan 'barbarlar' ile Yunanlar arasındaki ayrım kesin sınırlara sahipti. Yunan topluluklarının merkezinde polis bulunuyor­ du. Bu toplumsal organizasyon biçimine 'kent dev­ leti' denilse de bu ifade, onun karşılığını tam ola­ rak verememektedir. Zira bu organizasyon, yalnızca kentle sınırlı değildi ve çevresindeki kırsal alanlan da kapsıyordu . Ayrıca buradaki devlet sözcüğü, gü­ nümüz anlamında devlet ve toplum ayrımını da ifade etmemektedir."1 Arkaik dönem sonrasında başlayan ve polis kül­ türünün ha.kim olduğu "klasik döneme" damgasını Pleger: a.g.e., s. 3-4.

24

1 FRAGMANLAR

vuran hadise, Pers Savaşlan adıyla anılan ve çeşitli aşamalardan geçerek yaklaşık elli yıl süren savaşlar olmuştur. MÔ 5. yüzyılın başlarında Anadolu toprak­ ları ve Trakya'yı kontrol altına alan Persler, Yunan yarım adasını da fethederek Doğu Akdeniz hakimi­ yetini tamamlamak istemişlerdir. Çeşitli büyük ve meşhur kara ve deniz muharebeleri (Marathon, Ther­ mopylae, Salamis, Plataea) sonunda Persler geri püs­ kürtülmüş ve MÖ 449 yılında barış imzalanmıştır. Ancak bu barıştan hemen önce ve sonrasında Yunan­ lar arasında iç çekişme ve mücadeleler devam etmiş, Atina ile Sparta arasındaki savaşlar ("Peleponnesos Savaşı") Pers Savaşları sonrası döneme damgasını vurmuştur: "MÖ 461 ile 429 arasındaki dönemde Ati­ na'da, Perikles yönetimi altında her alanda çok sa­ yıda kültürel gelişmeler yaşanmıştır. Bu döneme Pe­ rikles Çağı denilmektedir. Sparta ile Atina arasında cereyan eden ve MÖ 431 ile404 yılları arasında süren Peloponnesos Savaşı, Atina'nın mağlubiyetiyle sona ermiştir. Bu aynı zamanda polis düzeninin de sonu­ nu hazırlamıştır. Bir başka deyişle, hem felsefe ve bilimin gelişimi, hem de sanat ve siyasi düşüncenin ilerlemesi bakımından merkezi bir öneme sahip olan MÖ 5. yüzyıl, aynı zamanda bir savaşlar yüzyılıdır. Savaşlar kesintilerle sürmüşse de Pers Savaşları ve Peloponnesos Savaşı hem uzunluğu, hem de yıkıcılığı yüzünden toplumsal temelleri sarsıcı bir etkiye sa­ hip olmuştur."1 Klasik döneminin en büyük siyasi kazanımını polis denilen siyasal yönetim ve yaşam birimi teşkil etmiş­ tir: "Klasik dönem Yunan tarihinin en önemli siyasi başarısı, siyasi düşüncenin ve polis organizasyonunun Pleger: a.g.e s. 4-5. ..

GİRİŞ 1 25 gelişimi olmuştur. Bir kentteki insanların birlikte ya­ şamının nasıl düzenlenmesi gerektiği sorusu, merkezi bir öneme sahiptir. Bu sorunun irdelenebilmesi için kamusal tartışmalara izin veren bir özgürlük alanının gelişmiş olduğu görülmektedir. Siyasi tartışmalara engel olan bir otokrat söz konusu olduğunda, siyasi düşüncenin gelişemediği görülmüştür. Dolayısıyla si­ yasi tartışmalar açısından siyasi katılımın şart olma­ sı eğilimi söz konusu olmuştur. Siyasal-olan kavramı­ nın gelişimi bakımından MÔ 6. yüzyılda iki kavram önemli hale gelmiştir. Bunlardan ilki olan eunomia'yı yani iyi düzen kavramını Solon geliştirmiştir. Diğeriy­ se Kleisthenes'in demokratik reformları sırasında or­ taya çıkan isonomia yani özgür yurttaşların siyasi ve yasal eşitliği kavramıdır."1

Polis kültürü, felsefi düşüncenin gelişimine imkan ve zemin sağlamıştır: "Polis sistemi, siyasi gücün di­ ğer araçlarıyla karşılaştırıldığında özellikle konuşma ve söylevlerin olağanüstü egemenliği üzerine dayanı­ yordu. Konuşma ve söylevler, siyasi araçlar içinde en önemli birer enstrüman hfiline gelmiş, devlet içindeki tüm otoritenin anahtarı olmuş ve insanlar üzerinde egemenlik ve komuta hakkını sağlayan güç olmuştur."2 Bunun için kamusal alan hem gerekli, hem de etkin olmuştur: "Konuşmalar karşıt görüşlerin tartışılması, müzakereler ve kamusal söylevler şeklinde gerçekleş­ tiriliyordu. Vernant bunun altını çizmiş ve böylelikle sofizm ve retoriğin zemininin yaratıldığını, felsefenin gelişiminin de kamusallık ilkesiyle yakından ilişkili ol­ duğunu vurgulamıştır. Yunancada kapalı olmamaklık Pleger: a.g.e., s. 5. Jean-Pierre Vernant: Die Entstehung des griechisc­

hen Denkens, çev.: Edmund Jacoby, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a. M.: 1 982, s. 44.

26 j FRAGMANLAR anlamına gelen hakikatin [aletheia] tezahür edebilme­ si için, kapalı olmayan bir mekana yani kamusallığa ve toplumsallığa gerek olmuştur. Ancak yine de felsefeci ile kamuoyu arasındaki ilişki hep ikircikli kalmıştır. Felsefecilerin vurguladığı şey şudur: Kapalı olmamak­ lık anlamındaki hakikat, kapalılıktan açığa taşındığı halde, kamunun erişimine uzak ve kapalıdır. Bu yüz­ dendir ki felsefede hem ezoterik eğilim, hem de kamu­ oyu önünde müzakere etme söz konusu olagelmiştir."' Öte yandan epik şiirin yani örneğin Homeros des­ tanlannın yanı sıra lirik şiirin yani coşkulu bir şe­ kilde düşünceleri ve özellikle de duygulan yansıtan şiirin etkisi, Sokrates-öncesi düşünce ve sanatın ge­ lişmesinde etkili olmuştur: "Şimdi ortaya yeni bir şiir türü çıkmıştı. Bu şiir türü hem kişiseldi, hem de ki­ şiler tarafından taşınıyordu. Burada bireysel öğeler, kişisel üslubun ayırt ediciliği ve kişilerin kendine özgü olması kritik bir öneme sahipti. Böylece destanın nesnelliğine karşın lirik şiirde öznel olan ortaya çık­ tı: Burada 'ben' diyen bir insan söz konusuydu, benlik bilinci uyanmaktaydı. Kendi heyecanlan, duygulan, istek ve arzulan, antipatileri içinde doğrudan konu­ şabilen kişilerdi bunlar."2 Başka bir deyişle ben odaklı bireysel ve kişisel ifadeler, duygular, arzu ve istekler .. dile getirilir olmuştu. Aynı kişisel, bireysel, duygusal ifadeler plastik sanatlarda da kendine yeni üslup ve tarzlar bulmuştu. Örneğin yeni yapılan heykeller çok daha hareketli, rahat ve açıktı artık. Aynca sahne sanatlan, özellikle de tragedya sanatı bu hususta önemli işlevler görmeye başlamıştı: "Tra-

2

Pleger: a.g.e., s. 6. Wolfgang Schadewaldt: Diefrühgriechische Lyrik, içinde: Tübinger Vorlesungen, c. 3, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.M.: 1 989, s. 1 3 .

G1R1Ş 1 27 gedyalar tanrı Dionysos için yapılan ilkbahar şenlik­ lerinde temsil edilirdi. Şenliklerin ilk gününde geçit töreni yapılır, törenin en önemli anı, boğa kurbanı olur ve ardından da tanrı Dionysos'un heykeli tiyat­ ro binası içine törenle yerleştirilirdi. Daha sonra aynı gün içinde dithyrambos'lar [Dionysos'u öven şiirler] yarışması yapılır, bunlar on farklı koro tarafından icra edilir, korolara elli flütçü eşlik ederdi. Şenlikle­ rin ikinci gününde beş farklı komedya sahnelenirdi. Katılmasına izin verilen her bir yazarın üç tragedyası aynı gün içinde icra edilirdi. Bunlar bazen birer üçle­ me oluştururdu. Son olarak da grotesk bir satir oyunu sahneye konurdu. Oyunlar sırf bu şenlikler için yazılır ve sadece bu şenliklerde temsil olunurdu. Aynı oynun tekrarından kaçınılırdı. Temsillerde yaklaşık bin ye­ tişkin ve genç erkek görev alır, tiyatro binasında ise yaklaşık on dört bin seyirci bulunurdu. Bu kapsam­ lı şenliklerin maliyetini Atina kenti ve bağışçı zengin yurttaşlar karşılardı. Tragedyanın icadı hiç de ken­ diliğinden anlaşılır bir gelişme olmamıştır. Bilakis bu edebi tür, kendine mahsus bir Yunan sanatı olup özellikle Atinalılara özgüdür. Her ne kadar kökeni Di­ onysos kültüne dayansa da tragedya ritüelik bir oyun değildir. Burada önemli olan husus, dinsel veya benze­ ri bir yetkesi olmayan kimselerin, oyun ve oyuncular yardımıyla insanlığın kaderini kamusal ortamda irde­ lemeleri ve bu konudaki kendi açıklamalarını seyirci­ ye sunmalarıdır."1 Yukarıda sayılan bütün bu gelişmeler, Sokra­ tes-öncesi felsefi düşüncenin gelişmesinde etkili ol­ muştur. Yirminci yüzyıl başlarında Wilhelm Nestle gibi felsefe tarihçileri, bu gelişimi "mitostan logosa Pleger: a.g.e., s. 8.

28 1 FRAGMANLAR geçiş" olarak yorumlamışlarsa da, günümüzde bu yaklaşımın haddinden fazla basitleştirme içerdi­ ği anlayışı egemendir. Ama mitos ile logos arasın­ da önemli bir niteliksel aynının bulunduğu da bir gerçektir: "İnsanın kişilikleştirilmiş tannlarla olan ilişkisi saygı, dua, çekingenlik ve korku üzerine da­ yanmaktadır. Oysa nesnelerle olan ilişkisi seyretme, düşünme, araştırma ve inceleme niteliklerine sahip­ tir. Nesnel dünya anlayışı sayesinde düşünme, araş­ tırma ve seyretmenin özgül imkanları daha önce hiç görülmemiş ölçüde serbest kalmıştır. Halbuki mito­ lojideki tanrılar hakkında akıl yürütülmez, onlara yalnızca hürmet edilirdi. Tanrılar araştırılmaz, bila­ kis onlara dua edilirdi. Onlar hakkında söylenenler incelenip açıklanmaz, bilakis insanın ve dünyanın tefsiri olarak görülürdü. Mitoslar dünya yorumudur. Ama bu yorum, teorik-nesnel uzaklık değil, pratik-ki­ şisel yakınlık niteliğine sahiptir."1 Burada karşımıza çıkan niteliksel aynın, kişi ile nesne arasındaki ilişkiye dairdir. Kişi ile tanrılar arasındaki ilişki ve kişi ile nesneler arasındaki ilişki farklı addedilmiş, bunlara dair irdelemeler de zaman­ la farklı yöntem ve yordamlara yol açmıştır. Sokra­ tes-öncesi felsefi düşüncenin temelleri de böylelikle atılmıştır. Bunu Thales ve Anaksimandros örneklerin­ de çok belirgin olarak izlemek mümkündür: "Thales için düşüncesinin kritik başlangıç noktasını, nesnel dünya ilişkisi teşkil etmiştir. Ancak bu anlayış deği­ şikliği sayesinde Thales'in Yunan düşünce tarihi için­ de yeni bir yol açtığı varsayımı meşru hale gelebil­ mektedir. Zaten bu nesnel dünya anlayışı, kendisinin araştırmacı bir kişiliğe sahip olduğunun da gösterge­ sidir. Astronomi, matematik, teknik ve geofizik alanlaPleger: a.g.e., s. 17-18.

GİRİŞ I 29 rında Thales' e atfedilen tezlerin tam olarak hangileri olduğu çok da önemli değildir aslında. Çünkü hun­ ların pek çoğu Mısır ve Babil geleneklerinden dev­ ralınmıştır. Bunlardan ziyade Thales'te önemli olan, dünyaya ilişkin tutumun değişmiş olmasıdır. Onun bu tutum değişikliğini, tüm tezlerini birbirine bağlayan ortak payda olarak görmek mümkündür. Örneğin Tha­ les için güneş tutulması, tanrıların gönderdiği tarih­ sel öneme sahip bir işaret değil, astronomiyle ilgili hesaplamaların nesnesidir. Yahut Nil nehrinin taş­ masını açıklarken bunun nedenini kuzey rüzgarlarına bağlamakta, böylelikle nedensellik ilkesini hem sıra­ dan gündelik olmayan pratik olaylara, hem de büyük meteorolojik olgulara uyguladığı görülmektedir. Dün­ yanın bir tahta parçası gibi su üzerinde yüzdüğünü iddia ettiğinde de aslında mitolojik değil, fiziksel bir düşünce içinde olduğunu kanıtlamış olmaktadır. Bu yeni dünya anlayışını Anaksimandros da sürdürmüş­ tür. İnsan varoluşunu yorumlarken Prometheus mi­ tosuna başvurmak yerine Anaksimandros'un yaptığı gibi insanın doğal gelişimini belirli bir balık türüne dayandırmak bambaşka iki yaklaşımdır. Böylelikle Anaksimandros canlıların daha alt düzey başka can­ lılardan gelişmiş olduğu fikrini ilk kez ortaya atmış olmaktadır. Thales ile Anaksimandros'un yeni düşün­ cesi sayesinde yeni bir dünya perspektifinin doğmuş olduğu görülmekte ve böylece bugün bilim dediğimiz yaklaşımın yolu açılmış olmaktadır. Thales ile Anak­ simandros'tan önce bilimsel düşünce denilebilecek bir şey yoktu. Bu iki düşünür, çok sağlam düşünce il­ kelerinden hareket ederek bilimsel düşünceyle ayrıl­ maz biçimde ilişkilendirilecek bir anlayışın temelini atmışlardır.''1 Pleger: a.g.e.,

s.

1 8- 1 9.

30 1 FRAGMANLAR Daha sonraları Aristoteles bu tür araştırmalara

"phusis araştırmaları" diyecek ve Miletoslu düşü­ nürleri bu yüzden "doğa felsefecileri" olarak isim­ lendirecektir (her ne kadar Thales ve Anaksimand­ ros phusis kavramını bizzat kullanmamışlarsa da). Bu araştırmalarda Sokrates-öncesi düşünürler iki farklı yoldan gitmişlerdir: "Birincisi birlik üzerine odaklanmaktadır. Varolanların istisnasız her şey için geçerli olan biricik doğası ifade edilmeye çalışıl­ maktadır. İkincisi ise en iyi şu antikçağ düsturuyla özetlenebilmektedir: 'sozein ta phainomena' yani fe­ nomenlerin muhafaza . edilmesi... Anaksimandros'un ilk kez olarak varolanların doğasını soruşturmasının ardından Yunan düşüncesinin gelişimi, varolanların birsel doğası ile fenomenlerin çokluluğu arasında­ ki ilişkinin tarihi olarak nitelendirilebilir."1 Bundan sonraki Sokrates-öncesi düşünce tarihi birlik ile çok­ luluk arasındaki gerilimden beslenmiş, ya birlik üze­ rinde durulmuş ya da çokluluk esas kabul edilmiş­ tir: "Pythagoras ve Pythagorasçılar'a göre her şeyi belirleyen birliğin temelinde sayılar ve nesnelerin birbiriyle olan sayısal ilişkiler yani sayısal orantılar yatmaktadır. Ksenophanes ise (pek çok biyolojik ve fiziksel fenomenlerle ilgili bilgi toplamışsa da) her şeyin üstünde bulunan birliği, biricik tanrı olarak belirlemiştir. Tanrı birdir ve bir olan tanrıdır. Kse­ nophanes'in tanrısının, Olympos tanrılarıyla ve hat­ ta tanrıların atası Zeus'la hiçbir benzer yanı kalma­ mıştır. Bilakis bu tanrı, bizatihi birliğin kendisinin ontolojik ilkesini temsil etmektedir. Modern ifadeyle bu tanrı, felsefeci tanrısıdır. Öte yandan Herakleitos da salt çokluluğun ardındaki birliğin arayışı içinde­ dir. Herakleitos çokluluğun varlığını kabul etmekte Pleger: a.g.e., s. 22.

GİRİŞ I 31 ama onu ikincil mertebede görmektedir. Onun için önemli olan, çokluluğun içindeki bir-olanı bilmek­ tir. Herakleitos buna logos demektedir. Onun için lo­ gos belirli, kesin ve sabit bir orantıyı imlemektedir. Anaksimandros'a benzer şekilde Herakleitos, dünya­ yı karşıtlıkara ayrılmış görür. Fakat bu karşıt çiftler, görünmez bir belirlenimle ayrılmaz şekilde birbiri­ ne bağlanmıştır. Buna harmonia [ahenk, uyum] de­ mektedir. Bu bağlantı, onların logos'udur. Heraklei­ tos için önemli olan, logos'un bir nesnel olguyu tesis eden ilişkiyi ifade etmesidir. Logos nesneye bağlıdır, ontolojik bir niteliğe sahiptir. Logos kavramının ile­ rideki gelişimi bakımından bu tespit merkezi bir öneme sahip olacaktır. Herakleitos logos kavramını, felsefi bir terim haline getirmiştir. Bunun yanı sıra Herakleitos'ta phusis kavramı da açığa çıkmaktadır. Ona göre bu kavram, logos'la çok yakından irtibatlı­ dır. Phusis bir şeyin özü, onun içsel dizgesi demektir. Ona bakarak bir şeyin nasıl bir şey olduğu bilinebil­ mektedir. Fakat Herakleitos'a göre bir şey öyledir ki onun içindeki karşıt güçler birlik oluşturacak şekilde biraraya getirilmiştir. Herakleitos için phusis, dünya içinde var olan karşıt çift çokluluğunu, logos ise her olguda etkin olan birleştirici gücü ifade eden birlik düşüncesini temsil etmektedir."1 Bunun karşısında ise Parmenides ve onun izin­ den giden Zenon yer alıyordu: "Parmenides çok-o­ lanı kendi içinde birleştiren bir-olanı soruşturuyor değildir artık. Bilakis Parmenides, çok-olanı biza­ tihi reddeden ve olumsuzlayan bir-olanın kendisini soruşturmaktadır. Herakleitos salt çok-olan karşı­ sındaki özsel, biricik ve birleştirici olan logos'u öne çıkarmıştır. Parmenides ise çok-olanın varlığını ve Pleger: a.g.e., s. 22-23.

32 1 FRAGMANLAR onunla birlikte bizi çevreleyen sayıca çok-olan feno­ menleri tümden reddetmektedir. Eğer fenomenler yok ise, duyusal bilgi de olamayacaktır. Bir-olan varlık­ tır ve varlık biricik-olandır. Onto-logos'çu en radikal düşünce budur. Bu düşünce, elbette ki İyonyalılann icra ettiği doğabilimsel sorgulamaların tümünü kapı dışarı etmektedir. Bu nedenle Parmenides'te kozmo­ lojik soruşturmalarla ancak yapıtının ikinci kısmın­ da karşılaşılmaktadır. Bunu da, ele alınacak konunun aslında yanıltıcı ve yanlış olduğu ön bilgisiyle sun­ maktadır. İyonyalılar tarafından girişilen, ontolojik bir düşünce olarak birlik düşüncesini feno menlerin doğabilimsel olarak açıklanan çokluluk düşüncesiy­ le biraraya getirme denemesi, Parmenides tarafından reddedilmektedir. Bir-olan varlığa erişmenin yegane yolu, duyu değil düşünmedir. Bu minvalde Parmeni­ des, düşünmenin merkezi önemini kesin biçimde öne çıkarırken, düşünme ile varlık arasındaki ilişkinin de ilk kez olarak belirlenimine varmaktadır. Söz ko­ nusu ilişki bakımından iki tez önem arz etmektedir. Birincisi şudur: Yalnızca varlık düşünülebilir, varlık olmayan düşünülemez. İkincisiyse şudur: Yalnızca düşünmeyle varlığa erişim sağlanabilmektedir, du­ yularla değil. Söz konusu düşünceler temelinde Ze­ non, kendi adıyla anılan meşhur paradokslarını ifade etmiştir. Varlık olmayanın olanaksızlığı düşüncesini, devinimin olanaksızlığı üzerinden izah etmiştir. Zira devinim, varlık olmama düşüncesini varsayar. De­ vinimin mümkün olabilmesi için şimdi-burada-var ve henüz-burada-var-değilin veya şimdi-halen-bu­ rada-var ve artık-burada-var-değilin kavranılması gerekir. Fakat varlık olmama olanaksız olduğundan, devinim de olanaklı değildir. Parmenides ile Zenon, fenomenler dünyasından yani duyuların şahitliğin-

GİRİ Ş I 33 den feragat etme konusundaki radikallikleriyle öne çıkmışlardır. Bu iki düşünür, yalnızca düşünülebilir olana yani düşünmenin özerkliğine itimat etmişler­ dir. Böyle yapmak suretiyle ileride adı mantık olacak olan felsefi disiplinin öncüsü olmuşlardır."1 Kimi anlatılara göre Mô 544/541, kimilerine görey­ se MÔ 515'te Foçalı göçmenlerce kurulan Elea'da (gü­ nümüzde buranın adı Velia'dır) doğmuş olan Parmeni­ des, yönetim işlerine dahil olmuş bir hekim ailesinin mensubudur. Burada ortaya çıkan ve MÔ 1. yüzyıla ta­ rihlendirilen bir arkeolojik buluntuda (portre büstte), şöyle bir ifade yer almaktadır: "Parmenides, Pyres'in Oğlu, Uliades, phusikos." Buradaki başka buluntulara da bakılarak ve Gemelli Marciano'nun yorumunu izle­ yerek, şöyle bir açıklamada bulunulabilir: "Demek ki bu portreler, kendi köklerini Parmenides'e dayandıran bir hekim loncasının yöneticilerine aittir. Parmenides için burada kullanılan phusikos unvanı, daha sonraki zamanlarda adet olduğu üzere yalnızca 'doğa filozo­

fu' demek olmayabilir. Ayrıca buraya yakın bir yöre­ de (Lucania'da) bulunan iki dilli (Latince ve Yunanca) bir başka yazıtta olduğu gibi 'hekim' de demektir. Bu yazıt, MÔ 2. yüzyılın sonlarına veya 1. yüzyılın baş­ larına aittir... Burada söz konusu olan hekimlerin, ne türden bir tıp sanatı icra ettiklerini, MÔ 1. yüzyıl ile MS 1. yüzyıl arası dönemde yazılmış bir yazıttan çı­ karsamak mümkündür. Bu yazıt, Velia'daki bir başka bina kompleksinde bulunmuştur.. . Söz konusu yazıt­ ta şu sözcükler yer almaktadır: Oulis Iatro[mantis]

Apollo. Buradaki Iatromantis sözcüğü, Apollon kül­ tüyle ilişkili bir sağlıkçı-görücü için kullanılan ama yazıtlarda pek karşılaşılmayan ve yazılı kaynaklarda pek rastlanılmayan bir ifadedir. Apollon'un kendisi Pleger: a.g.e., s. 23-24.

34 1 FRAGMANLAR ise eski metinlerde daha MÔ 5. yüzyılın ilk çeyreğin­ den itibaren bu unvanla anılmaktadır. Parmenides için Ouliades olarak kullanılan patronumikon [ata adı] ve diğerleri için kullanılan Oulis ifadesi, "Apollon

Oulios" ("sağlığa kavuşturan Apollon") kültüne işaret etmektedir. Ouliadai, sağlığa kavuşturan Apollon'un yani Oulios'un soyundan gelenlerdir. Buradaki nomen

gentile [soy adı], Miletos'ta MÔ 6. yüzyılda, Samos'ta ise MÔ 5. yüzyılda kayıtlara geçmiştir. Özellikle Kar­ ya'da uzun bir Ouliadai geleneğinin var olduğu bilin­ mektedir. Bu adın, yalnızca Ege ile Anadolu bölgesin­ de ve Velia'da var olması, bizi şaşırtmamalıdır. Zira Velia, İyonya'daki Phokaialılar [Foçalılar] tarafından kurulmuştur. Herodotos'un rivayet ettiği üzere, Pers ordusu şehirlerini kuşatınca Foçalılar tanrılarının re­ simlerini ve tüm eşyalarını alıp şehri gemilerle terk etmişlerdir. Öte yandan Velia'nın kuruluşu, Delphoi tapınağında verilen bir kehanete de dayandırıldığın­ dan, Apollon'un önemi burası için büyük olup aslan, tripod ve Tanrı imgesini taşıyan sikkelerin varlığıy­ la da bu kanıtlanmıştır. Togalı heykellerde ek isim olarak kullanılan pholarkhos yani 'Mağara Efendisi' sözü, söz konusu grubun yöneticisini ifade etmektedir (Eski Yunancada pholeos sözcüğü, yaban hayvanları­ nın mağarası veya ini için kullanılırdı). Bu ifadenin nasıl yorumlanması gerektiği hakkında pek çok hipo­ tez ortaya atılmıştır ... Buna göre söz konusu unvan, uygulanan tıp sanatının türüne ilişkin bir ifadedir: bu hekimler inkübasyon [istihare uykusu] tekniğiyle tıp sanatlarını icra ediyorlardı."1 M. Laura Gemelli Marciano: Die Vorsokratiker, Band 2: Pannenides, Zenon, Empedokles, griechisch-lateinis­ ch-deutsch, 3 . , üherarbeitete Auflage, Akademie Verlag, Berlin: 20 13, s. 43-44.

GİRİŞ I 35 Günümüze kadar ulaşan fragmanlardan hareket ederek Parmenides'in yalnızca "mantıksal" ve "onto­ lojik" araştırmalarda bulunduğunu düşünmek, yuka­ rıdaki bulgulara bakıldığında sınırlı ve tek yanlı bir değerlendirme olacaktır. Zira öyle anlaşılıyor ki Par­ menides, felsefi meselelerle ilgilenmenin yanı sıra he­ kimlik ve idarecilik de yapmış, bunları ekstatik-ezote­ rik bir b ağlam içinde yürütmüştür. Bunları özellikle elimizdeki şiirin girizgah kısmında görmek mümkün­ dür: "Söz konusu girizgah öyle bir atmosfer yaratmak­ tadır ki onu tanrısal epifaniler [tezahürler) ve özel de­ neyimler süslemektedir. Dolayısıyla Orpheusçuluk ve Pythagorasçılık gibi hareketlerin ve bunlarla yakın­ dan ilişkili olan khthonios [yer altına dair) kültlerin etkisi altında olan kültürel bir arka plan varsayılmak­ tadır."1 Gemelli

Marciano'ya

göre

Parmenides'in

şiiri,

"Tanrıça'nın hususi tebliğini kavrayabilecek biriki­ me sahip dar bir dinleyici çevresine hitap etmektedir. Yani bu şiir, ezoterik bir metindir ve bu tür metinlerin tipolojik özellikleri olan belirsizliğe ve ikili anlamla­ ra s ahiptir. Bir filozoftan veya bir mantık bilimciden beklediğimizin tam tersi biçimde Parmenides, şii­ rinde özne ve nesneleri ya belirsiz bırakmakta ya da haklarında ancak uzun uzadıya konuştuktan sonra onları adlandırmaktadır."2 Parmenides neden böyle­ si bir yöntemi kullanmakta, kehanet dili tipolojisine uygun bir usul izlemektedir? Çünkü Parmenides, bu uygulamayla iki şeyi amaçlamaktadır: "Bir yandan adayı eğitmek, diğer yandan da haricilere karşı met­ ni korumak. Dinleyici, buradaki bilinmezleri çözmek için çaba sarf ederken, kendisini dönüştüren içsel bir Gemelli Marciano: a.g.e., s. 47. Gemelli Marciano: a.g.e., s. 47.

36 1 FRAGMANLAR gelişim geçirmektedir. Buna karşın bilgisiz bir kim­ se, bu ezoterik metne dühul etmemelidir, çünkü böyle yaptığında hemen yolunu kaybedecektir. Ayrıca ima ve delalet etme teknikleri de bu bağlamda değerlendiril­ melidir. Delalet ve ima etme, belirsizlik, iki anlamlılık, bilinemezlik: Parmenides'in üslubunun ana özellikleri bunlardır. Ama aynı zamanda şiire cazibe katan da bu özelliklerdir: Dinleyici (unutulmamalıdır ki dinleyi­ cinin önünde metin bulunmuyordu ve söylenen söze kulak vermesi gerekiyordu), anlatının devamını dinle­ mek arzusuna kapılacak, dinlediği hakkında ayrıntı­ lar keşfetmeye çalışacaktır. Tanrısal epifaniler örne­ ğindeki gibi (Güneş'in Kızlan, Tanrıça) az çok düzenli aralıklarla ortaya çıkan çözümleyici bölümler saye­ sinde ise yaratılan gerilim giderilmektedir. Ama bu­ nun hemen ardından yeni bilinmezlik ve belirsizlikler devreye girmektedir.''1 Bu bakımdan şiirin girizgahı, Gemelli Marcia­ no'nun da belirttiği gibi ekstatik bir yolculuğun tari­ fidir ki bu yolun sonunda Tanrıçayla karşılaşılmakta­ dır. Burada Parmenides, sembolik-ezoterik bir dil ve üslup kullanmaktadır: "Parmenides kendi çağının kül­ tür ve edebiyatında yer alan imgeler kullandığından, yalnızca hoş edebi metaforlar oluşturduğu ve gerçek deneyimleri betimlemediği sonucuna varılmamalıdır. Mistik metinlerde çoğu kere öyle görüler dile getiril­ mektedir ki bunlar hiç kuşkusuz söz konusu yazarın kültürel arka planından hareketle ifade edilmekte ama yine de somut birer olay olarak deneyimlenmek­ tedir. Sözgelimi antikçağ kaynaklarında betimlenen, inkübasyon yoluyla veya gündelik uykuya yatmış ki­ şilere gönderilmiş olan tanrısal menşeili rüyalar da aynı türdendir .. : Öte yandan 'mitolojik' diye ifade ediGemelli Marciano: a.g.e., s. 48.

GİRİŞ 1 37 len ve yalnızca girizgahta değil aletheia kısmında da yer alan Dike ve Tanrıça gibi figürler de bu mistik de­ neyimin arka planı üzerinden yorumlanmalıdır."1 Parmenides'in varlık felsefesi, daha yukarıda ifade edildiği üzere, Sokrates-öncesi düşüncede hakim olan birlik ile çokluluk ayrımı meselesinde birlik tarafında yer almaktadır. Hatta denilebilir ki Parmenides'in ar­ gümanları, varlığın birliği anlayışının en radikal ve en kapsamlı gerekçesini s unmuştur. Parmenides'e göre varlık uzamsal, niteliksel veya zamansal kriterlerle tarif edilemezdir. Diyalektik karşıtlık, varlığa dair bir ilke olamaz: "Dolayısıyla hakikate giden yol, tipik bir inisiyasyon yoludur: Bir daireyi izler ve başladığı yere geri dönerek tamamlanır. Talip, bu esnada özel bir teorik eğitim görmez. Bilakis kendi ruhani tecrübesi sayesinde 'öğrenir'. Bu yüzdendir ki aletheia kısmı gö­ rünürdeki mantıksal yapısı ve argümantasyon tarzına rağmen oldukça muammalı ve muğlaktır. Talip burada ikaz, talim ve test edilmektedir. Ama özellikle müte­ madiyen ' zorlama' altında tutulmaktadır ki yolunu şaşırmasın."2 Tanrıça'nın bu esnada kullandığı dil, esasen "performatif b ir söz edimidir": "Tanrıça konuştu­ ğu anda, varlığı kesin zorunluluğun prangalarıyla s abit tutan yas aları da belirlemiş olmaktadır. Aynı zamanda dinleyicinin düşüncelerine nüfuz etmek­ te ve onları sabitlemeyip hareketsiz kılmaktadır: yani pistis [güven, itimat, inanç) pratik deneyim haline gelivermektedir. Varlık ile düşünme özdeşli­ ği vars ayımı üzerine dayanan bu yöntem, B8 frag­ manının en b aşında yer alan varlığın ne meydana gelmiş olabileceği, ne de yok olabileceği kanıtında Gemelli Marciano: a.g.e., s . 56. Gemelli Marciano: a.g.e., s. 58.

38 1 FRAGMANLAR izlenebilmektedir. Burada daha en başta Tanrıça, kendi s özleri sayesinde talibin dil ve düşüncesini 'zincirlemektedir' : Tanrıça, varlığın varlık değilden meydana geldiğini iddia etmeye ve düşünmeye mü­ s aade etmemektedir (B 8 , 7-8). Zira böyle bir şeyi ne söylemeye, ne de düşünmeye izin vardır. Zaten or­ taya konulan kanıtın gücü, varlık değilden kendisi dışındaki herhangi bir şeyin meydana gelmesine im.kan tanımayacaktır. Bu yüzden Dike, varlığın ne meydana gelmesine, ne de yok olmasına izin vere­ cek, onu 'zincirler' içinde sımsıkı tutacaktır. Burada, ikisi arasında fark yokmuşçasına, düşünceden var­ lığa aniden geçiş söz konusudur: Hakiki kanıt, ikisi üzerine aynı anda nüfuz etmektedir. Meydana gel­ me ve yok olma, varlıktan 'fırlatıp atılmakta' ve 'çok uzağa sürgün' edilmektedir (B8,28) ."1 Parmenides, şiirin yalnızca aletheia kısmını de­ ğil, doksai kısmını da ezoterik bir üslup ve teknikle dile getirmiştir. Çünkü şiirin her iki kısmı da esasen varlığın tümlük ve bütünlüğü üzerinedir. Bir başka deyişle, aletheia'da varlığın zorunlu mantıksal birli­ ği, doksai'de ise onun zihinsel kurgu veya temsili söz konusudur: "Doksa dünyanın 'zihinsel' bir temsilidir, kurgusal ve güzel bir anlatısıdır. Onun ayırt edici hu­ susları isimler, zamanlar, yerler ve nesnelerdir. Bu anlatıda her şey birbirinden ayndır, tekildir ve s ürek­ li devinim içindedir. Şu an vardır, sonraki an yoktur. 'İki kafalıların' kurguladıkları yol budur. Oysa bu yol, yalnızca betimleyici bilgiye vardırır ama hakikate te­ kabül etmez. Öte yandan aletheia, zihinsel bilgi veya anlatısal temsil değildir. Bilakis gerçekliğin devinim­ sizlik, tamlık ve aynmsızlığını doğrudan yaşantıla­ madır. Bunu hiçbir insani bilgi ortaya çıkaramaz. Bu Gemelli Marciano: a.g.e., s. 59.

GİRİŞ 1 3 9 yüzden tanrısal rehberliğe ve yer altı dünyasına iniş yolculuğuna gerek vardır."1 Parmenides'in şiirinin, içeriğine bakılarak üç ana bölümden meydana geldiği görülmektedir: girizgah, hakikat ve kanılar. Ancak elbette ki şiirin böylesi alt başlıkları bulunmamaktadır. Girizgahta tanrısal teb­ liğin nasıl verildiği, hakikat bölümünde varlığın tam, biricik ve değişmez olarak var olduğu, kanılar bölü­ mündeyse duyularımızın nasıl yanıltıcı olduğu izah edilmektedir. Şiirin girizgfilıı bir seyahati anlatmaktadır: Deli­ kanlı diye nitelendirilen bir kişinin, "tanrısal-olana" seyahati s ö z konusu edilmektedir. Bu yolculuğun so­ nunda tanrısal-olan, delikanlıya varlık hakkındaki hakikati tebliğ etmekte ve bunu diğer insanlara nak­ letmesi talimatını vermektedir. Şiirin hakikat bölü­ münde, varlığın hakikati temellendirilmekte ve dü­ şünme ile var olmanın özdeşliği ifade edilmektedir. Varlığın, duyularımızdan kaynaklanan kanılar gibi olmadığı; bir, bütün, noksansız, değişmez ve her şeyi kapsayan olduğu dile getirilmektedir. Kanılar bölü­ mündeyse görünüş ve kanının insanları nasıl yanılt­ tığının çeşitli kozmik, fiziksel ve biyolojik örnekleri verilmektedir. Parmenides'in şiiri, ana hatlarıyla şöyle özetlene­ bilir:2 Gemelli Marciano: a.g.e., s. 63. Daha önce de ifade ettiğim gibi fragmanlar, Diels/ Kranz'ın edisyonuna göre numaralandırılmıştır. Diels/ Kranz'da Parmenides fragmanları, birinci cildin 28'inci bölümünde yer almaktadır. A grubunda tanıklıklar, B grubunda fragmanlar, C grubunda ise yakıştırmalar ak­ tarılmıştır. Parmenides'in fragmanları buna göre B l 'den B l 9'a kadar numaralandırılmıştır: DK 28: B l -B l 9. Daha ilerideki açıklama ve yorumlarımda satır numaralarını

40 1 FRAGMANLAR

1 . Girizgah Bl: Şiir uzunca bir girizgahla (rrpoofµtov [prooimion]) başlamaktadır. Konuşmalar, şiirler, müzik eserleri veya yazılarda konu ve temaya giriş niteliğinde olan, dinleyici veya okuru dış dünyanın gürültüsünden uzaklaştırıp temanın derinlik ve anlamına hazırlayan, onu zihnen buraya yönlendiren açılış bölümüne gi­ rizgah denmektedir. Parmenides'in şiirinin girizgahı, tanrısal bir yolculuk betimlemesi sunmaktadır. Şiirin ikinci ve üçüncü kısmının apodiktik ve argümantatif özellikleriyle karşılaştırıldığında açılış kısmı, ezote­

rik bir vizyon özelliğine sahiptir. Burada Parmenides, şiirin muhatabı olan "delikanlı"nın (Koüpoç [kouros]) tanrısal tebliği işitme, kabul etme ve nakletme göre­ vini anlatmaktadır. Bu yüzden de epik anlatı formunu kullanmaktadır. Dolayısıyla şiirin girizgahına baka­ rak, burada bir inisiyasyon veya erginlenmenin söz konusu olduğu söylenebilir. 1 Şiirin yani tebliğin muhatabı olan delikanlı, dişi atların çektiği ve Güneş'in Kızları'nın sürdüğü bir ara­ bayla tanrısal-olanın hakikat yoluna koyulmaktadır. Bu yolculuk o kadar yüksek bir süratle gerçekleşmek­ tedir ki, arabanın teker ve milleri adeta tutuşmakta ve tiz bir ses çıkarmaktadır. Aynı zamanda bu, farklı bir idrak mertebesine geçilmekte olduğunun görsel ve işitsel işaretidir. Güneş'in Kızlan, Gece'nin yurdunu terk ederek arabayı aydınlığa doğru sürmekte, aydınlığa vardıkda gösterdim. Çeviride bu satır numaralan satır başında yer alıyor. Girizgahla ilgili farklı yorumlar söz konusu olmuştur el­ bette. Örneğin tarihsel olarak en rağbet göreni alegorik yorum olmuştur. Yorum farklarıyla ilgili görüşler, ilerle­ yen bölümlerde yer almaktadır.

GİRİŞ j

41

lannda başlarını örten örtüyü açmaktadırlar. Burası tam olarak gece ile gündüzün, karanlık ile ışığın ge­ çidi veya eşiğidir. Ne gece, ne de gündüz burada aynı anda birlikte bulunabilir. Bu eşik taştandır ve her iki taraftan bir pervazla kavranmıştır. Dolayısıyla sağ­ lam, kırılmaz ve yıkılmazdır. Göklere kadar uzanan iki kanatlı çok güçlü bir kapı, öte ile beriyi birbirinden ayırmaktadır. Bu kapıyı açıp kapayan anahtarlar ise kapıyı bekleyen Adalet tanrıçasının elindedir. Zira o, hükmünde asla şaşmaz, bu tarafta olması gerekeni bu tarafta, öbür tarafta olması gerekeni hep öbür tarafta tutmaktadır. Kapının b ekçisi Adalet'le tatlı bir dil kullana­ rak konuşan Güneş'in Kızları, onu ikna ederler ve sürgüyü çekip kapıyı açmasını sağlarlar. Göklere kadar u z anan iki kanatlı kapı süratle açılır ve ar­ dında geniş bir b oşluk belirir. Güneş'in Kızları hiç tereddüt etmeden arab ayı ve kısrakları dosdoğru ileriye sürer. D aha sonra, adı belirtilmeyen bir tan­ rıçayla karşılaşırlar. Kimi yorumcular bunun Haki­ kat tanrıçası, kimileri Kader tanrıçası, kimileriyse Persephone olduğunu s öyler. Ama doğrusunu söyle­ mek gerekirse, bu tanrıçanın tam olarak kim olduğu bilinmemektedir. Tanrıça, delikanlıyı şevkle buyur eder, onu sağ elinden tutar ve kendisine hitaben konuşmaya baş­ lar. Parmenides'in şiirinde konu edilen tanrısal tebliğ, buradan itibaren başlar. Tanrıça, delikanlının insan­ ların geçtiği patikaların dışındaki bir yoldan buraya gelmesinin nedeninin kötü kader yani ölüm olmadığı­ nı, buraya gelmeyi hak ettiğini ve dolayısıyla her şeyi öğrenmeye mecbur olduğunu müjdeler. Delikanlı (bir başka deyişle vı;6cpuroç [ne6phutos) yani toprağa yeni ekilen bitki, diğer bir ifadeyle müptedi veya çırak),

42 1 FRAGMANLAR

hem hakikatin sarsılmaz özünü öğrenecek, hem de ha­ kilci güvencesi olmayan kanılan tanıyacaktır. Çünkü bu kanılar her şeye nüfuz etmiş ve fanilerce mecburen makbul addedilmiştir. Oysa hakikat tektir: Varlık tam, biricik, değişmez, noksansız olarak vardır ve akıl veya düşünceyle özdeştir.

2. Hakikat B2: Girizgahın sonunda tannça, delikanlıya her şeyi öğreteceğini söyleyerek tebliğine başlar. B2'den itiba­ ren bunu dile getirir. Delikanlının söz konusu anlatı­ ya itina göstermesi gerektiği uyansında bulunduktan sonra tannça, hakikat hakkındaki soruşturma yollan­ nı sıralar. Toplam üç yol vardır:

Birinci yol: "Var" vardır. !kinci yol: "Var değil" vardır. Üçüncü yol: Hem "var" vardır, hem "var değil" vardır. Bunlardan ikincisi imkansız, üçüncüsü irdelenemez­ dir. Yalnızca birincisi inandırıcılığın yoldur, çünkü ona hakikat refakat etmektedir. Diğerleri ise doğru değildir. B3: Çoğu yorumcular tarafından B2'nin devamı ola­ rak değerlendirilen B3 fragmanı, felsefe tarihinin en ünlü cümlelerinden biridir: ". . . zira özdeştir düşün­ me ile var olma." Burada Parmenides, düşünme ile var olma arasında özdeşlik kurmaktadır. B2'nin son satırları dikkate alındığında, argümantasyon şöyle ilerlemektedir: Hakikatin incelenmesi üç yoldan ola-

GİRİŞ 1 43 bilir: Birincisi "var" vardır, ikincisi "var değil" vardır, üçüncüsü hem "var," hem "var değil" vardır. İkinci ve üçüncü yol, doğru yol değildir. Yalnızca "var" vardır yolu hakiki güvencenin yoludur. Zira öbür yollar dü­ şünülemez ve araştınlamaz bile. Eğer "var değilin" dü­ şünülmesi mümkün olsaydı, düşüncemiz veya aklımız onu tanıyıp biliyor olmalıydı. Oysa düşünce yalnızca var olanı bilebilir. Çünkü düşünme ile var olma öz­ deştir. Aksi takdirde var olmayı bilemeyecektir. Zaten, düşünce veya akıl ancak var olanı bilebilir. Böylelikle varlığın hakikatini araştırmak, aklın özünü bilmek anlamına gelmektedir. Parmenides'te ontoloji, noetik bir faaliyete dönüşmüştür. Felsefe tarihi bakımından bu bir dönüm noktasıdır. B4: Bunu Parmenides, bir sonraki fragman olan B4'te de açıkça ortaya koyar: Aklın varlığı kavraması, var­ lığın kendisinden söküp atılamaz. Akıl ancak varlığı kavrar, çünkü onunla kaimdir. Onu ne dağıtabilmek, ne de biraraya getirebilmek mümkündür. Zira ne akıl, ne de varlık parçalardan meydana gelir. Bir ve tam, noksansız ve süreklidir ikisi de . Çünkü ikisi birbiriyle özdeştir. B5: Bu yüzden de hakikat hakkındaki araştırmaya nereden başlandığı aslında pek önemli değildir: Zira fark etmemektedir, çünkü yine aynı varlığa geri dö­ nülecektir. Parmenides, ontolojinin hermeneutik dön­ güselliğini keşfetmiştir böylece. İki bin dört yüz yıl sonra Heidegger'in ifade ettiği üzere: "Anlamadaki 'kısır döngü' anlamın yapısına aittir. Bu fenomen de Dasein'ın [insan varoluşunun] eksistensiyal konsti­ tüsyonuna (yani tefsir edici anlamaya) kök salmıştır. Dünya-içinde-varolma olarak kendi varlığını konu

44

1 FRAGMANLAR

eden bir varolan, ontolojik bakımdan kısır döngü ya­ pısına sahiptir."1 B6: Devamında tanrıça, delikanlıya yönelik tebliğinin temel öğretisini yineler: Varlığın var olduğunu, var de­ ğilin ise var olmadığını söylemek ve düşünmek zorun­ ludur. Oysa bu hakikatin idrak ve farkında olmayan faniler hem varlığın, hem de var değilin var olduğunu düşünerek bir o yola, bir bu yola girmekte ve sonra yine ilk yola geri dönmektedirler: Hem varlığa gelme ve var olmamayı aynı kabul ederler, hem de aynı ka­ bul etmezler. Tanrıçanın tebliğine göre bu, tamamen hakikat dışı bir tutumdur. Çünkü yalnızca varlık var­ dır. Hiçbir şey bilmeyen faniler ise bu yüzden tıpkı iki kafalılar gibidir: Bir öyle, bir böyle düşünürler; aylak gibi bir oradan, bir buradan giderler. Böyle yapmala­ rının nedeni, içlerindeki hakikat bilmezlikten kaynak­ lanan çaresizliktir. Parmenides'in deyişiyle, söz ko­ nusu şaşkın ve kararsız zümreler bu yüzden sağırdır, aynı zamanda da kördürler. B7: Halbuki hakikat açık ve tektir: Var olan, asla var değilin boyunduruğu altına giremez. Tanrıça bu nok­ tada delikanlıyı bir kez daha uyarır: Hergünkü dün­ yanın alışkanlıkları, değişim ve dönüşümün, hiçliğin ve yaratılışın var olduğunu, bir başka deyişle var de­ ğilin var olduğunu temsil etmektedir. Değişim, dönü­ şüm ve yok oluş, var olanın olumsuzlanması demek olduğundan, var değili zorunlu kılacaktır. Bu mesele daha sonra Platon tarafından kapsamlı biçimde ele alınacak ve çözümlenmeye çalışılacaktır ("bir, hen" ve "sınırlandırılmamış ikilik, ah6ristos dyas" öğretiMartin Heidegger: Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, Alfa Yayınları, İstanbul: 2018, s. 239 (SuZ:

s.

1 53)

GİRİŞ 1 45 si). Aristoteles de bu konuya büyük önem atfetmiş ve meseleyi çözdüğünü düşünmüştür ("devinim, kinesis" öğretisi). Parmenides'e göre bunlar, duyulanmızdan elde ettiğimiz deneyim ve alışkanlıklanınızdır. Ama gözlerimiz, kulaklarımız ve dilimiz aslında gelişigü­ zeldir ve uğuldayan, hedefsiz, amaçsız, temelsiz birer kaynaktır. Onlar bizi yanıltır. Tanrıça, delikanlıya şu talimatı verir: ·nüşünüp taşınarak, akıl yürütüp man­ tığına b aşvurarak söz konusu tebliğin özündeki öğre­ tiyi kendi başına idrak ve ayırt etmeye çalışmalıdır. Çünkü eğer düşünme ile var olma özdeşse tek ve doğru olan düşünceye kendi başına ulaşabilecektir zaten.

B8: Yanlış yolların neler olduğunu ortaya koyup, tek

olan doğru yolu tanımladıktan sonra tanrıça, bu doğ­ ru yolun yani "vardır" yolunun ne olduğunu kapsamlı bir konuşma halinde delikanlıya izah eder. Bu parça, Parmenides'ten kalan fragmanların en uzunudur. Öncelikle tanrıça, hakikat üzerinde yani "vardır" yolu üzerinde çeşitli alamet veya işaretlerin bulundu­ ğunu s öyler. B u alametler, varlığın niteliklerini ifade eder. Bunların birer alamet olması şu anlama gelmek­ tedir: Sayılacak nitelikler, varlığın yüklemleri değildir, ona ilişik değildir, varlık bunların toplamı değildir. Bir bakıma bu alametler varlığın neliğinin kavramsal tezahürleridir. Parmenides varlığın şu alametlerini sayar: •

Meydana getirilmemiştir.



Yok edilemezdir.



Bütündür.



Biriciktir.



Dingindir.

46 1 FRAGMANLAR •

Bitimsizdir.



ôncesel değildir.



Sonrasal değildir.



Hep şimdidedir.



Hiçbir yeri birbirinden farklı değildir.



Birdir.



Kesintsiz süreklilik içindedir.



Doğuşsuzdur.



Büyümemektedir.

Varlığın alametleri bunlardır. Bu noktadan itibaren Parmenides, varlığın neden bu alametlere sahip oldu­ ğunu ele alır. Çünkü alametler bunlar olmasaydı, "var değil"in var olması gerekirdi. Buna "karşıtlık ilkesinin olanaksızlığı" öğretisi denilebilir. Böyle bir yol ontolo­ jik olarak imkansız olduğuna göre varlık ya tümüyle vardır ya da hiç yoktur. Argümana devam edebilmek için Parmenides, geçi­ ci bir varsayımda bulunur ve var değilin var olduğunu kabul ettiğimizde neler olacağına bakar. Bu durumda şu retorik soruyu sorar: Hangi mecburiyet tahrik ede­ bilir varlığı sonra ya da önce ortaya çıkmasına, eğer başlangıçta hiçlik vardıysa? Hiçlik varsa, varlık ola­ maz. Varlık varsa, hiçlik olamaz. Varlık var olduğuna göre hiçlik asla var olmamıştır. Zaten aksini düşüne­ bilmek bile mümkün değildir. Çünkü düşünce ile var olma özdeştir. İşte tam da bu yüzden hakikatin temi­ natı Adalet'tir: Zincirlerini asla gevşetmeyerek bu on­ tolojik hakikati sıkıca elinde tutan odur çünkü . En asli seçenek şudur: Var ya vardır ya da değil. Ama buraya kadarki akıl yürütmelerden ve tanrıçanın tebliğinden biliyoruz ki: Var değili ne düşünmek, ne de dile getirip adlandırmak mümkün. Zaten varlık na­ sıl daha sonra varlığa kavuşabilir, nasıl doğabilir ki?

GİRİŞ I 47 Zira eğer doğuyorsa, var değil demektir. Var değilse, asla var olamaz. Var olmak için, var olmak gerektir. Aynca ileride de var olması mümkün değildir. O halde Parmenides'e göre varlık, atemporal sürekliliktir. Bu yüzden de bölünebilir değildir. Çünkü hiçbir parçası yoktur ve tümüyle farksızlık içindedir. Başka bir de­ yişle, kendisiyle hemhfıldir: Ne şurası daha fazla, ne burası daha azdır. Varlık adeta eksiksiz tümlüktür, varlık hep varlığa yanaşıktır. Bu yüzden başlangıçsız ve bitimsizdir. Varlık asla değişmez. Zorunluluk onu, deyim yerindeyse kendi sınırlarının prangaları içinde tutar. Kader ise bütün ve devinimsiz olsun diye onu zincirlemiştir. Varlık varlıktan feragat edemez bu yüz­ den. Hiçbir mahrumiyeti yoktur onun, tamamlanma­ mış değildir. Zerre kadar bile eksik olsaydı, tümü eksik olurdu. Oysa duyusal algının yanıltıcılığına kanan fa­ niler, varlık yerine "her şey" demektedirler yani mün­ ferit varolanlann toplamını varlık olarak görmekte ve bu yüzden de meydana geliş ve bozuluşu, var olma ve olmamayı, devinimi ve görünüm değişimini hakiki sanmaktadırlar. Oysa varlık öyle değildir. Bu nokta­ da tanrıça, bir benzetmeye başvurur ve varlığın tıpkı yusyuvarlak som bir küreye benzediğini, merkezinden dışına kadar dengi dengine olduğunu ve hiçbir yerin­ de dengesizlik bulunmadığını söyler. Varlık her taraf­ tan eşittir. Farksızca duradurmaktadır. Bu noktada tanrıça, delikanlıya yönelik ontolojik ha­ kikat tebliğini aniden sonlandırır ve şimdi de fanilerin kanılarını öğrenmesi gerektiğini söyler. Faniler duyu­ sal algının yanıltıcılığına kanarak kendi başlarına iki grup alamet icat etmişlerdir. Bunlardan birincisi ateş veya ışık, ikincisi ise gece veya karanlıktır. Ve birbirine karşıt bu iki grup alameti, fiziksel ve biyolojik gerçek­

lik olarak yani doğa felsefesi bağlamında araştırmaya

48 1 FRAGMANLAR ve anlamaya koyulmuşlardır. Oysa böyle yaparak yol­ dan çıkmışlardır. Delikanlının da yoldan çıkmaması için tannça, her şeyin görünürdeki yani zahiri düzenini gösterecek ve böylece fanilerin fikirlerine kanmaması­ nın teminatını verecektir. Bu noktadan itibaren tebliğin kanılar hakkındaki kısmı başlamaktadır.

3. Kanılar B9: Girizgah ve hakikat bölümlerinden sonra, son bö­ lüm olan kanılar bölümü gelmektedir. Şiirin geri ka­ lan fragmanlan buna hasredilmiştir (B9- 12). Fakat buradaki fragmanlar son derece kötü ve eksik biçimde aktanlmıştır. Çoğu kere şiirin bütünlüğü bile izlene­ mez haldedir. Ama yine de şu katlan anlaşılmaktadır ki, tannça burada delikanlıyf1. fanilerin yanıltıcı kanı­ lannı izah etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu kanılar, kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Ç ünkü tanrıçanın daha önce ifade ettiği üzere onlar, fanilerin duyulanndan ve kararsız zihinlerinden kaynaklan­ maktadır (B6). Bu yüzdendir ki faniler, görünür kozmos veya doğayı öncelikle aydınlık ve karanlık olarak ikiye ayırmışlardır. Buna göre her ikisi tam bir denge için­ dedir. Karanlık ile aydınlık arasında özce bir fark ol­ madığından her ikisi dengede durmaktadır. Fanilerin kanıları işte bunun üzerine temellenmektedir. B I O: Örnek olarak tanrıça, eslri yani yıldızlarla dünya arasındaki gök boşluğunu ele almaktadır. Burada hem güneş, hem de ay bulunmaktadır. Bunlar esirin ala­ metleri olarak kabul edilmektedir. Tanrıça, delikanlıya şunları açıklayacağını ifade etmektedir:

GİRİŞ I 49 •

Güneş, onun doğası ve etkileri.



Ay, onun doğası ve etkileri.



Gökyüzü ve onun kökeni.



Yıldızlann sınırlan.

B l l : Aynca bunlara ek olarak, dünyadan başlayıp en uç veya uzakta bulunan Olyınpos'a ve yıldızlara ka­ dar her ş eyin, bir başka deyişle kozmik düzenin, nasıl meydana geldiğini de anlatacaktır. Ancak bütün bun­ lar, maalesef fazlasıyla fragmenter yapıda olan bu kı­ sımda bize kadar ulaşmamıştır çoğunlukla. B l 2: Kozmik düzen, iç içe geçmiş halka veya yörün­ gelerden müteşekkildir. Bu halkalann dünyaya yakın olanlan aydınlık, uzaktakileri karanlıktır. En uçta ise sonsuz alev veya ışık bulunmaktadır. Ancak bu kozmik düzenin en orta yerinde yani merkezinde tannsal-olan yer almaktadır. Kendisi tüın devinim ve oluşumun ne­ deni ve başlatıcısıdır. Dolayısıyla bozuluş ve yok olu­ şun da b aşlatıcısı ve nedenidir. Bunu tannça, cinsel birleşme ve doğum örneği üzerinden göstermektedir. Eril ile dişinin birleşmesinden doğum, doğum yüzün- . dense yok oluş meydana gelmektedir. Tannsal-olan, her şeyin merkezindeki asli ilkedir. Bl3: Zaten bu yüzden de tanrısal-olan, tüm tanrılar içinde ilk olarak Eros'u tasarlamıştır. B l4: Bu genel kozmik ilkeleri ortaya koyduktan sonra tanrıça, delikanlıya ayla ilgili kanıları paylaşmakta­ dır. Buna göre ay, geceleri dünyanın etrafında emanet bir ışıkla dolanmaktadır. Bir başka deyişle ay, ışığını güneşten almaktadır, kendi ışığı bulunmamaktadır.

50 1 FRAGMANLAR B l5: Böyle olduğu içindir ki ay, sürekli yüzünü gü­ neşin ışınlanna doğru çevirmektedir. Bizim ayın hep aynı yüzünü görmemizin nedeni budur. B l5a: Bundan sonra tanrıça, delikanlıya dünyadaki yaşamın köken ve nedenlerini izah etmektedir. Yani biyolojik kanılan söz konusu etmekte ve öncelikle her şeyin kökünün suda olduğunu söylemektedir. B l6: Biyolojinin en önemli konusu belki de insandır. Bu itibarla tannça, insanın duyu organlan ve uzuv­ lan ile aklı yani düşünme gücü arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Nasıl ki insan bedeni, çeşitli organ ve uzuvlann bir kanşımıysa, akıl da bu kanşımdan beslenmekte veya tannçanın ifadesiyle "akıl insanlara yakın durmaktadır." Zaten Parmenides'in şiiri de tıpkı böylesi bir kanşımdır. Ancak bu fragmanın son dize­ sinde tannça, şu uyanda bulunmaktadır: Yine de içe­ rikçe en dolu ve kıymetli olan düşüncedir, duyu algısı değil. B l7: Bu bilişsel hususlardan sonra tanrıça, insanın nasıl meydana geldiğini dile getirmektedir. Buna göre rahmin sağ ve sol tarafı doğacak olan bebeğin cinsi­ yetini belirlemektedir. Sağ tarafta erkek bebekler, sol tarafta kız bebekler oluşmaktadır. Çünkü sağ daha so­ ğuk, sol daha sıcaktır. Bu görüşe göre erkekler s oğuk, kadınlar sıcak tabiatlıdır. Bl8: Bu noktada tannça, döllenme sürecinin nasıl işlediğini açıklamaktadır. Kadın ile erkeğin tohumla­ n doğru oranda birleşip kanştığında kadın ve erkek, tanrıçanın deyimiyle "biçimli bedenler" ortaya çık­ maktadır. Ancak tohumların kanşması sırasında bir

GİRİŞ I 5 1 çatışma meydana gelirse, ortaya çıkan bedende birlik olmaz ve doğan kişi çift cinsiyetli olur buna göre. B 19: Elimizdeki fragmanlann sonuncusu olan Bl9, büyük ihtimalle Parmenides'in şiirinin de sonudur. Burada tanrıça, delikanlıya yanıltıcı kanıların yavaş yavaş ortaya çıkıp geliştiğini ama ileride bir vakit tamamlanarak sona ereceği müjdesini vermektedir. İnsanlann bu kanıların her birine ayrı ayn isim ver­ miş olmalan, onlann hakiki olduğu anlamına gelme­ mektedir. Ç ünkü buradaki kavrayış yanılgılardan kay­ naklanan sanı ve kanılardır. Oysa hakikat bir ve tektir: Var vardır, var değil yoktur.

FRAGMANLAR1

Fragmanlar, Diels/Xranz ve Laks/Most'un edisyonlanna göredir: Hermann Diels: Die Fragmente derVorsokratiker, griechisch und deutsch, ed. Walther Kranz, achte Auflage, Weidmannsche

Verlagsbuchhandlung,

Berlin:

1956.

Andre Laks, Glenn w. Most: Early Greek Philosophy,

Volume 5: Wes tem Greek Thinkers, Part 2, Harvard University Press (Loeb Classical Library), Cambridge/ Landon: 2016.

1

i'.'nnoı rai µE ..rı e�c;.

31

aM Eµrrrı ç Kal ı:auı:a µa8�crEaı, wc; ı:a ÖOKOUVta

32

XPflV ÔOKtµWÇ Efvaı Öla ıtavı:oç mxvı:a ıtEpWVta.

FRAGMANLAR 1

57

1 7 geçitlerin üstünden hemen itsin diye; sonra bunlar 1 8 süratle açılınca derin bir boşluk ortaya çıktı, çokça tunçtan

1 9 yapılmış millerdeki kavallar [borular] sırasıyla döndüğünde,

20 cıvata ve p erçinlerle tutturulmuş olan. Buradan geçerek

21 kızlar arabayı ve kısrakları dosdoğru sürdü. 22 Ve beni tanrıça şevkle buyur etti, sağ eliyle tutarak kavradı

23 sağ elimi, söz aldı ve bana hitap ederek şöyle konuştu: 24 Ey delikanlı, ölümsüz sürücülerin yoldaşı,

25 seni bizim konağımıza bu kısrakların taşıyıp getirdiği,

26 sevinçli ol! Zira kötü kader değil seni yollayıp getiren 27 bu yoldan (ki o, insanların geçtikleri patikanın dışındadır),

28 bilakis hem Hak, hem Adalet. Mecbursun şimdi her şeyi öğrenmeye:

29 hem yusyuvarlak [iyice-ikna-edici] hakikatin sarsılmaz yüreğini,

30 hem fanilerin kanılarını, ki o kanılarda hakiki güvence yoktur.

3 1 Fakat şunu da bunu da öğreneceksin: Nasıl da kanıların

32 mecburen makbul olduğunu, uçtan uca tümünün hepsine nüfuz eden.

lımoı [hippoi): Kısrak, dişi at demektir. Kısrakların daha ko­ lay idare edilebildiği söylenir. Yarışlarda genellikle kısraklar kullanılırdı. Ateş ile dişilik arasında bir ilişki kurulmakta­ dır. öte yandan ateş ile ışık arasındaki ilişki dolayısıyla dişil öğenin daha sıcak olduğu ve ışık taşıdığı, ışığa daha yakın olduğu düşünülmektedir. Parmenides'in şiirinde dişil öğele­ rin ağırlıkta olduğu dikkatten kaçmamalıdır. 0uµoç [thumos): Bu sözcük çeşitli anlamlara sahiptir: tin, ce­ saret, yürek, duyu, kızgınlık, yaşam, yaşam gücü, ihtiras, an­ lama yetisi, kalp, gönül, ruh, içimizdeki dürtüler. Bu bağlam­ da kısrakların değil, Parmenides'in duygu ve anlayışının yani kendi cesaret ve yüreğinin söz �onusu olduğu söylenebilir.

2

noMcprıµov [polıiphemon): Çokça-söz-getiren. Bu sözcük as­ lında tr) [dtıkn>] yani karşı olarak, yüz yüze, yüzüne karşı, dosdoğru.2 Her üç alternatife göre bu ifadenin çevirisi şöyledir: 1) "tüm yurt boyunca"; 2) "bütün karanlıklar­ dan geçerek"; 3) "yüz yüze karşılaşabilmek için." Her üç çeviri de mümkün olup kendi içinde haklılığa sahiptir. Eili6ra cpGıra [eid6ta phöta]: Eiöwç cpwç [eidôs phôs]

bilen adam, erkek, insan, kimse demektir. Ancak buradaki Eiöwç [eid&sl sözcüğü inisiyatik bilmeyi ifade eden gizem literatürü kav­ ramıdır. Bu itibarla aydınlanmış veya gözü açılarak görmüş olan inisiye kişi veya kişiler anlamındadır.3 Çünkü hakikat duyular aracılığıyla bilinemez. Ancak Taran, bu yoruma ka­ tılmamakta, daha önceden bu yol üzerinde gitmiş olan kişi­ nin yolu bilmesi anlamına geldiğini söylemektedir.• 4

Sözcüğün kökü olan qıpa�w [ph­ rdzö] belirtmek, söylemek, dile getirmek, anlatmak, açıkla­ mak, buyurmak, talimat vermek, öğüt vermek, düşünmek, düşüncesi olmak, izan sahibi olmak, fark etmek, anlayış sahibi olmak, idrak etmek, ayırt etmek, anlamak, incelemek, gözlemek gibi anlamlara sahiptir. Bu bakımdan noMqıpaoroı [poluphrastoi] çokça-anlayış-sahibi-olanlar, çokça-izan-sabi­ bi-olanlar, çokça-idrak-sahibi-olanlar demektir. Atlar gide­ cekleri yolu bildikleri için çokça izan ve idrak sahibidirler.

5

lipµa [hdnna]:

6

oupıyyoç [suringos]:

noAılcppaoTOı [poluphrastoi]:

Araba, at arabası, savaş arabası, yanş arabası. Bunlar yalnızca atla çekilen arabalardır (eşek, öküz veya ka­ tırla değil). Çoban kavalı, Pan flütü, kaval şeklinde olan her çalgı, tekerlek yuvası deliği, boru içi, akciğerlerdeki kılcal bağlantılar, geçit, yeraltı galerisi, maden yolu, kapalı M. Laura Gemelli Marciano: Die Vorsokratiker, Band 2: Parmenides, Zenan,

Empedokles,

griechisch-lateinisch-deutsch,

3.

Auflage,

Akademie Verlag, Berlin: 2013, s. 10. Allan H. Coxon: The Fragmenıs of Pannenides, A Critical Texı With lntroduction and Translation, the Ancient Testimonia and a Commentary, Revised and Expanded Edition, Parmenides Publishing,

Las Vegas: 2009, s. 49. Walter Burkert: "Das Proömium des Parmenides und die'Katabasis'des Pythagoras," Phronesis, 14,l ( 1 969) 1 -30. Hermann Diels: Parmenides­ Lehrgedicht, griechisch und deutsch, mit eiııem Anhang über griec­ hische Thüren und Schlösser, Georg Reimer, Berlin: geweihter Man n

=

1 897, s. 49

lein­

inisiye/erginlenmiş adanı).

Leonardo Taran: Parmenides-A Text with Translation, Comnıentary, and Critical Essays, Princeton University Press, Princeton:

1965, s. 12.

60

1 PARMENIDES geçit, kanal gibi pek çok anlama sahiptir. Burada, hızla dön­ mekte olan tekerleğin yuvasındaki milin kaval gibi tiz bir ses çıkardığı ifade edilmektedir. Aynı zamanda bu sözcük, yılan­ lann veya benzeri hayvanlann tıslama sesi için de kullanıl­ maktadır. Bir başka deyişle, tekerler dönerken yuvalanndan tiz bir tıslama sesi gelmektedir. ·

9

'HAux�Eç Koiipaı [Heliades koılrai): Helios'un yani güneşin genç

kızlan. Beşinci satırda da Koiipaı [koılrai) sözcüğü geçmek­ tedir. İkisi de aynı varlıklara işaret etmektedir. Homeros Odysseia'da Helios'un iki kızından bahseder: nandan sonra varacaksın Çatal Adası'na/sığırlan otlar orada Güneş'in, iri koyunlan otlar/yedi inek sürüsü vardır, yedi de güzel ko­ yun sürüsü/elli baş hayvan vardır her sürüde/doğum yok­ tur bunlarda, hiçbir zaman da yok olmazlar/iki tannçadır bekçileri onlann, iki Nymphe/güzel belikli Phaethusa ile Lampetie/yüce Helios'a tannsal Neaira doğurdu onlan/ulu analan onlan doğurup büyüttükten sonra da aldı/Çatal Ada­ sı'na gönderdi, yerleştirdi o uzak yere/bekçilik etsinler diye babalanmn koyunlanna/ve boynuzlu sığırlanna bekçilik etsinler diye.#• öte yandan Tann Helios ile titan Klumene'nin kimi anlatıya göre üç, kimine göreyse beş kızı olmuştur. Er­ kek kardeşleri Phaethôn, Helios'un güneş arabasını kullan­ maya kalkışmış ama başaramamış, gökyüzünü yakacakken Zeus tarafından engellenmiş ve yanarak bir nehire düşerek ölmüştür. Bunun üzerine söz konusu kız kardeşler uzunca bir süre yas tutmuş, sonra kavak ağacına dönüşmüş, gözyaş­ lanysa kehribar olmuş ve aynı nehire dökülmüştür.2 Burada ise, Helios'un genç kızlan, arabayı mahirce sürmekte ve yol­ culuğun başanyla sonuçlanmasını sağlamaktadırlar. �wµata NuKt6ç [dômata Nukt6s):

Gece'nin konağı, evi, mali­ kanesi, köşkü. Eskiden yorumcular, anlatıcının bir yükseliş tecrübesini betimlediğini savunurlarken artık genel olarak kabul edilen yorum, anlatıcının iniş tecrübesini betimlediği yönündedir. Dolayısıyla burada sözü edilen Gece'nin konağı yeraltı dünyası veya ölüler diyandır. Hesiodos da Theogo­ nia'da burayı yani Tartaros'u böyle betimler: nve işte orada yükselir konağı kara Gece'nin/Kasvetli, korkunç bulutlar içinde.''3 Hesiodos oİKta [oikia) yani ev, ikametgfilı, bina, konak Homeos: Odysseia, çev. Azra Erhat, A. Kadir, 2 1 . Basım, Can Yayınlan, İstanbul: 2008, 12: 127- 1 37. https://www.theoi.com/Nymphe/Nympha!Heliades.html. Heslodos: Eseri ve Kaynaklan, çev. Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat,

FRAGMANLAR 1 61 sözcüğünü kullanmıştır. Bundan farkını göstermek maksa­ dıyla bu çeviride 5wµara için köşk sözcüğünü kullandım. Ay­ nca burada x9ov6c; [khthon6s] yani yer-altına-ilişkin unsurlar söz konusudur. örneğin yeraltı dünyası UAı5rıc;'in [Haides] gi­ riş kapısına uGüneş kapısı" deniyordu. Zaten on birinci satır­ da da "gece ve gündüzün geçitleri" derken aslında müşterek bir giriş-çıkış kapısının bulunduğu ifade edilmiş olmaktadır. Aslında Parmenides'in şiirinde ışık ile karanlık diyalektiği çokça ele alınmaktadır. Hatta Verdenius, Parmenides'in ışık gizemi inisiyelerinden olduğunu bile savunmaktadır. 1 Elbette buradaki ışık, duyusal ışık değil, nurdur.

1O

KaAUITTpac; [kaluptrasl: Başörtüsü, örtü, duvak, peçe, tül. Başı ve yüzü örten ama tümüyle gizlemeyen yarı saydam bir tül örtü. Duvak veya peçe benzeri bir örtü. Güneş'in Kızlan başörtülerini açmaktadırlar, çünkü yuvalan olan ışık veya nura varmışlardır.

1 1 nuft.aı [pulail:

Kale kapılan, kent kapılan, kanallar, boğazlar, dağ geçitleri, geçitler anlamındadır. Gece ile gündüzün kapı veya geçidini Hesiodos Theogonia'da şöyle ifade etmiştir: "O konağın önünde !apetos'un oğlu Atlas/'l\ıtmaktadır engin göğü sarsılmadan/Başı ve yorulmaz kollan üstünde./Orada buluşup selamlaşır Geceyle Gündüz/'l\ınçtan büyük eşiğe ayak basarken./Biri konağa girerken öteki çıkar/İkisi hiç bi­ rarada olmaz içeride:/Hep biri dışanda, yeryüzünde/Öteki içeride, çıkmayı beklemektedir."2

13

ai0ipıaı [aitheriai]: Sözcük olarak ai0�p [aithe'rl gök, gökyüzü, yıldızlarla dünya arasındaki yer, hava, iklim, saha demektir (daha sonralan uesir" olarak beşinci element ve insan ruhun­ daki tanrısal öğe anlamlarına da gelmiştir). Bu bulutsuz ve parlak sahada tanrılar ikamet eder. Burası güneş ve ay gibi göksel varlıkların ışıklı yurdudur.

14

'1fKrı noMnoıvoc; [Dike polupoinosl: Çokça-cezalandıran Ada­ let. Burada adalet tannçası Dike söz konusu edilmekte ve onun sert biçimde ve şiddetle cezalandıran yönüne işa­ ret edilmektedir. Bu aynı zamanda öç alma ve hakkını geri verme yahut hakkı yeniden tesis etme anlamlannı da içer­ mektedir. Dike'nin kararlan daima haklıdır. Ne fazladır, ne Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1977, s. 129 (satır 744-745). Willem J, Verdenlus: "Parmenides' Conception of Light." Mnemosyne, Fourth Series, 2,2 (1949), s. 1 16-131 (burada: s. 1 19).

Heslodos: a.g.e.. s. 129-130 (satır 746-7531.

62

j

PARMENIDES

az. Cezası hep yerindedir. Hesiodos Theogonia'da şöyle de­ mektedir: "Sonra Themis'le evlendi Zeus,/Işık saçan Yasalar tanrıçasıyla./Bu tannçadan doğdu Hora'lar:/Eunomia, en iyi yasalann tannçası,/Dike, en haklı yargılar veren tannça,/ Eirene, o bereketli Banş tannçası/Ki korur insanlann ekip biçtiklerini."1

18

xcicıµ' cixavEç [khcism' akhanes):

Derin boşluk demektir. Hesi­ odos, Theogonia'da ölüler diyan Tartaros için şöyle demek­ tedir: "Öylesine derindir ki bu yerler/Bir yılda vanlamaz dibine/Kapılanndan girdikten sonra.''2 Burada Hesiodos xcicıµa µE)t [khcisma meg(a)) yani büyük derinlik veya uçurum ifadesini kullanmaktadır. Bu boşluk, derinlik veya uçurum insanlar için aşılabilir gibi değildir. Öyle ki tannlar bile bir yılda dibine varamamaktadırlar. Burada anlatıcı, bu devasa, uçsuz bucaksız, bitimsizce (cixavEç [akhanes)) boşluktan an­ cak Güneş'in kızlan sayesinde geçebilmektedir. [thed): Tanrıça demektir. Daha fazla ayrıntısı verilmemiş olan tanrıçanın kim olduğuna ilişkin pek çok yorum yapıl­ mıştır. Ancak Bl,14'teki Adalet tannçası değildir. Esas iti­ bariyle bu ifade, Demeter ile Persephone için kullanılagel­ miştir. Söz konusu tannçanın Persephone olduğuna ilişkin yorumlar günümüzde ağır basmaktadır. Zira Persephone yeraltı dünyasıyla ilgili tapınmalarda anahtar rol oynayan tannçadır ve özellikle Elea/Velia bölgesi önemli bir tapınma merkezidir.3 Ancak Parmenides bu tannçayı anonim bırak­ mıştır.

22 0Ea

24

Koiip' [koı1r1: Burada kullanılan Koiipoç [koılros) sözcüğünün yazımı İyonya diyalektine göredir. Attik diyalektte yazımı Kopoç [koros) şeklindedir. En fazla otuz yaş civanndaki genç erkekler için kullanılır. Homeros'ta genç savaşçılar ve bazen genç hizmetçiler için söylenir. Evlat anlamındadır da. Sihir için kullanılan kukla da demektir. Bir ağacın filizi veya sür­ günü anlamına da gelir. Çocukluktan çıkmış, delikanlılık ça­ ğına geçmiş erkekler için kullanılır. Bu bakımdan yiğit, genç kahraman veya dilaver demektir. Saygınlık atfeden de bir anlamı vardır. Aynı zamanda gizem literatüründe kullanılan bir kavramdır. Bu bağlamda inisiye olacak genç adayı ifade

A.g.e., s. 135 (satır 901 -904). A.g.e. . s. 129 (satır 740-742).

Peter Kingsley: In the Dark Places of Wisdom, The Golden Sufi Center Puhlishing, Point Reyes: 2017, s. 97.

FRAGMANLAR 1 63 etmektedir. Bir başka deyişle, neyi istediğini bilen ama henüz ona erişememiş bir müptedidir: Parmenides'in bu eserinde anlatıcı olan

Kopoc; [k6ros), tanrıça tarafından Hakikat'e inisi­

ye edilecektir. Bütün bu anlamlan kapsayabilmesi bakımın­ dan karşılık olarak "müptedi" yani yolun başındaki genç aday veya çırak sözcüğü tercih edilebilir. Çünkü bu ifadeyle tan­ nsal ile insani olan arasındaki ayrım da yansıtılabilmekte­

dir. Sonuç itibariyle bu ifade, Parmenides'in biyolojik yaşıyla yani onun delikanlı yaşta olup olmamasıyla ilgili değildir. Çeviride yine de "delikanlı" sözcüğüyle yetinilmiştir.

26 µoipa K«K�

[moira ka�); Moipa [Moira) insana iyi veya kötü

yazgısını, sözcüğün tam anlamıyla "payına düşeni" veya "his­ sesini" bahşeden tannçalardır. Hesiodos bunu Theogonia'da şöyle ifade eder: "Ve Moira'lar, yaşama paylanmızı düzenle­ yenler:/Klotho, Lakhesis, Atropos tannçalar/Ki bilge büyük üstünlük vermiştir onlara,/Ki onlar verir yalnız insanlara/ Mutlu ya da yaşama paylannı."1 öte yandan burada "kötü kader"den kasıt ölümdür: Bu sözcük llias'ta genellikle ölü­ mü ifade eder: "ömür yumağı" (4: 517) ve "Kader'le Here'nin manasız öfkesi tepeledi onu•

(18: 1 1 9).2 Yeraltı

dünyasına

ancak ölünce yani kötü kader vaki olunca vanlabilmektedir. Ama şiirin anlatıcısı buraya kötü kader gerçekleşmeksizin varmıştır. Yeraltı dünyasına ölmeden giren ve yine oradan sağ çıkan mitolojik figürler söz konusu olmuştur (Herakles, Odysseus, Persephone gibi). Buradan, delikanlının da böyle bir tecrübe yaşamakta olduğu anlaşılmaktadır.

28 eiµıc; tE L\{Krı [Themis te Dikel: Bu sözcükler ya Thıimis ile Dike ismindeki tannçalan (yani hak ve adalet tannçalannı) ifade eder ya da başka kaynaklar izlenerek küçük harfle yazıla­ cak olursa hukuki birer terim olan mevzuat ile adaleti veya hak ile adaleti dile getirir. Bazı yorumcular bu ifadelerden, Parmenides'in bir yasa koyucu olmuş olabileceği sonucunu çıkarmaktadırlar (doksografık gelenekten de yararlanarak).

29 ıiArı0Elrıc;

[aletheiesl: Bu sözcük Yunancada hakiki-olan !haki­

kati demektir. Bazı kaynaklar bunu büyük harfle yazar. Bu durumda bir tannçadan bahsetmek gerekir. Ama bu isabetli olmayacaktır. Çünkü zaten bir tannça konuşmakta ve haki­ kat ile kamlar arasındaki farkı izah etmektedir. Dolayısıyla

Hesiodos: a.g.e., s. 135 (satır 904-908). Homeros: nyada, çev. Azra Erhat, A. Kadir, Can Yayınlan, İstanbul: 1 984.

64

J PARMENIDES burada doğru-olmaklık bakımından hakikatten bahsedil­ diği açıktır. Parmenides bu sözcüğü mevcut fragmanlarda toplam üç yerde kullanır: Bl,29; B3,4 ve BS,5 1 . Yunancada hakikat anlamındaki c:U�0Eıa [alitheia) sözcüğü kapalı olma­ ma, örtük olmama, mahfuz olmama, unutulmuş olmama gibi örtüklüğü olumsuzlayan bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan hakikat aşikar, apacık, ayan olandır. Hakikat açıklıktır. EİIKuıVı.foc;lt:uım0foc; [eukukleosleupeitheos): Kaynaklann çoğu birinci sözcüğü, bazılanysa ikinci sözcüğü nakletmek­ tedir. Birinci sözcük olan EİIKuilioc; [eukukleos) yusyuvarlak, iyice-yuvarlaklaşmış anlamındadır. Öte yandan EUJCEt0foc; [eupeitheosJ sözcüğü ise iyice-ikna-edici demektir. İkna ve inanç sözcükleriyle akrabadır ve bu yüzden inandıncı ha­ kikat anlamında da kullanılmış olabilir. Her iki versiyon da mümkün görünmektedir.

30 �potiiıv [brotôn): Bu sözcük ölümlü, fani, vefat eden demektir. İnsanlar için kullanılmaktadır. Bunun olumsuzlaması olan aµ�potoc; [ambrotosJ, ölümsüz yani tannsal demektir. Hem tannsal varlıklann kendisi, hem de onlara ait olanlar bu­ nunla ifade edilmektedir. Bunun tersi ise insanlar ve insani olanlara ait olanlardır. c56�ac; [d6ksas): Kanılar, kanaatler, sanılar, görüşler, öğretiler, beklentiler, yanılsamalar, vehimler, namlar, şanlar demektir. Parmenides bu ifadeyi daima çoğul olarak kullanır: Hakikat bir ve tek iken, kanılar hep çoktur. Tekil hali SO�a dır [d6ksa). Bunlar hakikati bilmeyen talihsiz fanilerin yanlış düşünce ve algılanndan kaynaklanan kanı ve yanılsamalardır. Oysa hakikat tektir ve yanılsamaya yer yoktur. '

ıc(cmc; [pistis]: Güvence, inanç, güven, itimat, sadakat, itikat, teminat, kefalet demektir. Bu daima karşılıklılık gerektirir. Güvenen ile güven gösterilen bu bakımından tek bir irtibat içindedir. İtimat irtibatlıdır. Bu bakımdan kefalet ya da te­ minat gibi güven uyandıran, güvence yaratan için kullanı­ lan bir sözcüktür. Bu itibarla ölümlü insanlann sıradan ve yanıltıcı görüş ve yanılsamalannda hakiki bir güvence bul­ mak, buna itimat etmek ve itikat göstermek olanaksızdır. öte yandan bu, Ksenophanes'in şu sözünü de hatırlatmaktadır: "Kaİ to µhı oov oacpEÇ OUtlÇ av�p tc5EV oMi ttç Eotat Eic5wç Cı:µcpi 0EWV tE Kaİ aooa 'Aiyw ıcEpİ mlVtwv: Eİ yap Kal ta µa.Aıota tuxoı tEtEAEÇ µivov EİJCWV, autoc; öµwç OUK oic5E: S6KOÇ 5 EJCİ ıcaoı tEtuKtaı. [Ve sa­ hih olanı elbette hiçbir ölümlü görmedi ve tannlar ve her

FRAGMANLAR 1 65 şey hakkında anlattıklarımı bilecek hiç kimse olmayacaktır; çünkü mükemmel olanı ifade etmekte en yüksek ölçüde ba­ şanlı olabilse bile yine de kendisi bilemeyecektir: Her şeyde bir kanı vardır.]"1 Coxon'un dediği gibi: "ııfom; zihni tümden­ gelimsel akıl yürütmeye neden olan gerçekliğin uyguladığı iknadan kaynaklanan kesinliktir."2

31 µa0�ataı

[mathiseai): Öğrenmek, bilmek, bilinebilir şeyleri

özümsemek demektir. Bu sözcük özellikle araştırarak, ince­ leyerek öğrenmeyi üade etmektedir. Öğrenme sürecinin so­ nunda kişi bir konuyu öğrenmiş olup öğrendiğini uygulama­

yı bilir. B u bakımdan kavrama ve anlama da demektir. Amaç ve nedeni, yapıp etmeyi öğrenip bilmektir. Tutum ve davranış kazanmak, beceri ve bilgi sahibi olmaktır. Kişisel olanağın etkinliğe dönüştürülmesi de bu kapsamdadır.

Diels: Die Fragmente derVorsokmtiker,griechisch und deutsch, heraus­ gegeben von Walther Kranz, Erster Band, Achte Auflage, Weidmannsche Verlagsbuchhandlung, Bedin: 1956, 21: B34 (C. l , s. 137). Coxon: a.g.e., s. 284.

66

1 PARMENIDES

182 1

Ei 8 ay EyWV Epew, Koµıcraı ÔE crU µü0ov axoıfoaç,

2

alıtEp 6öol µouvaı öı��crı6ç Eicrı voflcraı·

3

rı µEv OltWÇ EO"tlV tE Kal wç OUK EO"tl µrı Eıvaı,

4

1tEı0oüç fon KEAEU0oç (aJı.rı0E{n yap onrıöEi),

s

� 8 wç oÖK forıv tE Kal wç XPEWV fon µ� Elvaı,

6

�v ö� roı cppa�w navaJtEU0Ea Eµµev arapn6v·

7

OUtE yap av yvo{rıç r6 YE µ� EOV (ou yap avucrr6v)

a

ourE cppacraıç.

'

'

"

,,

\

C'

,

,,

\

1'

FRAGMANLAR 1 67

ı

Haydi öyleyse, başlıyorum söylemeye. Sense itina göster işiteceğin bu anlatıya:

2

Hangi soruşturma yollarının düşünce için biricik olduğunu.

3

İlki şu: "Vardır," oysa "değil var" değildir,

4

inandırıcılığın güzergahı budur (çünkü hakikate refakat eder).

5

Öbürü ise şu: Hem "değil var," hem "var olmayan" mecburi,

6

ama sana gösteriyorum ki bu, tamamen irdelenemez bir çığır.

7

Zira ne bilebilirsin var olmayanı (çünkü uygulanabilir değil),

8

ne de gösterebilirsin onu.

66

K6µıoaı [k6misai): İtina etmek, ihtimam etmek, bakmak, mu­ hafaza etmek, kurtarmak, saklayıp korumak gibi anlamlara sahiptir. İşitilen anlatının itinayla saklanıp korunması ve aktanlması gerektiğini ifade etmektedir.

µü9ov [mılthon): Söz veya konuşma demektir. öykü, masal, efsane, haber, söylenti, rivayet, karşılıklı konuşma veya hü­

küm verme gibi çok çeşitli anlamlara gelen

µü9oç [mılthos)

sözcüğü, burada bir anlatının söz konusu olduğuna işaret etmektedir. Tannça konuşmak suretiyle hakikatten haber vermektedir.

2

ôı��016ç ldizı1si6s): Arama, irdeleme, bulmayı isteme veya in­ celeme anlamındadır. Bu yüzden "soruşturma" da demektir: Bir şeyi arayıp bulmak için kendi başına bir soruşturmaya girişme, aramaya çıkma, bulmayı isteme. Burada Tannça, delikanlının düşünerek arayıp bulmasını salık vermektedir. Bu bir yol ve yöntemdir. O halde Parmenides'in bu soruştur­ ması, belirli bir yolda yürüyüp gitmek değildir yalnızca. Bir yöntem kullanarak belirli bir hakikate varabilmektir: Varlı­ ğın bir tek ve eksiksiz bütün olduğu hakikatinin.

FRAGMANLAR i 69

3

lcmv/Elvaı [estinleEnai): Bu sözcük mevcut olma, bulunma, var olma, olma, ait olma, kökeni olma, görevi olma anlam­ lanna sahiptir. Felsefe tarihinin en önemli ve bir o kadar da tartışmalı kavramlanndan biri olan loı:ıv/dvaı hakkında kısa bilgi vermek oldukça zordur. Bunu "varolan" olarak da çevir­ mek mümkündür, "varlık" olarak da. Heidegger Eski Yunan ontolojisinin, özellikle de Platon öncesi ontolojinin "varolan" odaklı olduğunu söylemektedir.• Bu, tartışmalan "koşaç/co­

pula" meselesine taşımaktadır. Cümle içindeki varoluşsal kullanımı bakımından yani koşaç olarak kullanılmadığı du­ rumlarda bu sözcük iyelik (possessive), olanaklılık lpotential) ve yargı (veridical) anlamlarına sahiptir. Mevcudiyet ifade eden bir kavramdır. Bu sözcüğün Eski Yunancadaki anlam ve i.mlenim zenginliği için Kahn'ın çalışmasına bakılmalıdır.2

7

ıivuoı:6v [anust6n): Yapılabilir veya uygulanabilir olmak an­ lamındadır. Parmenides parantezin başındaki olumsuzlama sözcüğüyle birlikte, var olmayanı bilmenin uygulanabilir veya yapılabilir olamayacağını, bunun da bir mecburiyet ol­ duğunu ifade etmektedir. Burada kaçınılmaz bir mecburiyet ima edilmektedir. Aynı ifadeyi Anaksagoras da kullanmakta hatta yine parantez içinde (en azından Diels/Kranz edisyo­ nunda böyledir) ve olumsuzlama kipiyle birlikte zikretmek­ tedir: "ou yap ci:vuoı:ov navtwv ıtAdw dvaı [değil zira uygulana­ bilir her şeyin tamdan çok olması)."3

B

qıpaaaıç [phrıisais): Göstermek, açıklamak, ilan etmek, bah­ setmek, yapmasını söylemek, hakkında düşünmek gibi an­ lamlara sahiptir. Burada Parmenides, var olmayanın açıkla­ nıp gösterilemeyeceğini, ilan edilip bahsedilemeyeceğini ve hatta üzerinde düşünülemeyeceğini ifade etmektedir.

Martin Heidegger: Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, Alfa Yayınlan,

İstanbul: 2018. Charles H. Kalın: The Verb "Be" in Ancient Greek (With a New Introductory EssayJ, Hackett Pulılishing Company, lndianapolis/

Cambıidge: 2003. Diels: a.g.e., 59: B5 (C. 2, s. 35).

70

1

PARMENIDES

183 1

\

T

w yap auw voeıv eonv -re xaı eıvaı. '

...

'

'

'

_

,

,

FRAGMANLAR

... zira özdeştir düşünme ile var olma.

1 71

FRAGMANLAR

66

1 73

aiıto [auto): Parmenides'in şiirinin en çok alıntılanan frag­ manlanndan biri budur. Düşünme ile var olma arasındaki özdeşliğin ifadesi olan bu eksilt cümle (fakat B2,8'in devamı kabul edilebilir), onto-lojinin temel önermesi kabul edilmek­ tedir. Kendisiyle kendisi gibi olmak yani özdeş olmak

aiıto

lautoJ ile başka bir şeyle aynı olmak öµoıoç [h6moios) fark­ lıdır. Aynılık karşılaştırma bakımındandır, özdeşlilt kendilik olaraktır. Türkçede buna "ta kendisr de denilebilir.

O

halde

düşünmek, var olmanın ta kendisidir.

voeiv [noeinJ: Bu fiil, geniş anlamlara sahiptir ve kapsamı günümüzdeki "düşünmek, akletmek" ifadesinden daha fazla­ dır. Zira bu sözcük fark etmek, görmek (anlamak olarak), far­ kına varmak, sezmek, seziş, aklından geçirmek, düşünmek, ihtiyatlı ve dikkatli olmak, makul olmak, aklı başında olmak, bir anlamı olmak demektir. Peters'in kitabındaki ilgili mad­ de için yaptığı ön açıklamada Hünler, bunu şöyle açıklamak­ tadır: "Sadece görmekten farklı olarak, ayırdına varacak veya farkını sezecek şekilde görmek, sezmek; farketmek, gözün­ den veya dikkatinden kaçmamak; düşünmek: düşüncesinde olmak ... amaçlamak, niyet etmek... anlamına gelmek, demek olmak, ima etmek, kastetmek, içermek, belli bir anlama sa­ hip olmak; tasarlamak, planlamak, icat etmek, bir şeyin şu şu şekilde olduğunu düşünmek veya zannetmek."1 Buna göre duyusal veriler değil, düşünsel anlayış, var olanı açımla­ makta ve hatta ikisi arasında tam bir örtüşme ve özdeşlilt söz konusu olmaktadır. Bu nedenle düşünme ile var olma birbiriyle aynıdır. Halbuki duyu algısı ile var olma arasın­ da böyle bir özdeşlilt söz konusu değildir. Parmenides'in bu önermesi, düşünce tarihinde bir dönüm noktası sayılmakta­ dır. Zira böylelikle Parmenides, duyu algısı ile düşünsel an­ layış arasında ontolojilt bir aynm koymaktadır. Bu konuda aşağıda B4, l 'le ilgili açıklamalara da bakılmalıdır. Francis E. Peters: Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlü!Jü, çev. ve ed. Hakkı Hünler, Paradigma Yayıncılık, İstanbul: 2004, s. 228.

74

1 PARMENIDES

1

AEUO"O"E 8 öµwç arrEOV'ra v6cp rrapEOV!Q'. �E�a{wç·

2

ou yap arrorµ��El ı:o f.ov ı:ou f.Ovı:oç EXEcr8aı

3

OUTE Ol fotıv � fota:ı 37 a!J...o mipe:� tOU E6vtoç, Eıı:d t6 YE Motp' EnEÔl"}OEV 38 oô.A.ov aKtVT]t6v t' Eµevaı· tef> mivt' övoµ' fotaı, 39 Öcrcra �pOtOt KatE9EVtO 1tE1tOt9otEÇ dvaı CcAl"}9fl, 40 y{yve:cr9a{ te: Kat Ö/J...ucr9aı, Elva{ tE KCX:l OUXl, 41 Kat tOJtOV a!J...cfocrElV Ota tE XpOa cpaVOV aµEf�EıV. 42 aurap fod rrEipaç nuµat0v, tEtEAEcrµivov fot{ 43 navroee:v, EUKUKAOU crcpafprıç f.va.A.tyKıov ÖYK crot nauw mcrtov A.6yov �ÔE v6rıµa 51 aµcpiç cXAT]9EtT]Ç' ô6Ça:ç 8 cmo tOÜOE �porEtaÇ 52 µaveavE Kocrµov f.µwv EJ!EWV clltCXtf}AOV aKOUWV.

FRAGMANLAR 1 95 34 Aynısıdır düşünme ile düşünmenin ne uğurda

olduğu. 35 Zira varlık olmaksızın (ki onda ifade varlık bulur) 36 bulamazsın düşünmeyi. Çünkü vardır,

ne de var olacaktır 37 bir şey, varlığın yanı sıra. Zira Kader onu

zincirlemiş tir 38 bütün ve devinimsiz olsun diye. Dolayısıyla

"her şey" olacak adı, 39 fanilerin kurup hakiki diye varolduğuna kanarak

vazettikleri: 40 Meydana geliş ve bozulma, var olma ve var olmama, 4 ı ve yerini değiştirme ve renginin parlaklığını

değiştirme [gibi). 42 Ayrıca madem sınırı en uçtadır, tastamamdır 43 her taraftan, tıpkı yusyuvarlak küre kütle gibi, 44 merkezine göre tümüyle dengi dengine.

Çünkü onun ne büyük,

45 ne de küçük olmaması mecburdur, orasında veya burasında. 46 Bilakis, onu farksızlığına erişmekten alıkoyacak

"değil var" yoktur 47 çünkü. Üstelik var öyle vardır ki, 48 ne burada fazla, ne de orada azdır,

çünkü ihlal edilemezdir tüm olarak. 49 Kendisi zira her taraftan eşittir ve farksızca

durur sınırlarında. 50 Sana yönelik, iki taraftan hakikat hakkındaki

güvenilir söz ve düşünceyi 51 burada kesiyorum. Bundan sonra, fanilerin kanıl arını 52 öğren, aldatıcı düzen hakkındaki sözcüklerime

kulak vererek.

96

j PARMENIDES

53 µopcpaç yap KaLE8EVLO buo yvwµaç ovoµa�ElV, 54 Twv µfav ou xpewv fonv (f:v cI> rrEıtAavrıµ€voı Eimv} 55 Tıivria B EKpfvavrn ÔEµaç Kal ınlµaT' e8evrn 56 xwplç chl: aMrV1.wv, rfi µhı cplı.oyoç ai8Epıov rrup , 57 �mov öv, µtj EAacpp6v, EWU't"cf> rravrncrE 't"WU't"OV, 5a Tef> 8 frEpcp µ� TWUTov· aTap KcXKEivo Ka't"' auT6 59 't"Iİv't"la VUK't"' aba�, ltUKlVOV 8Eµaç €µppı8Eç 't"E. 60 't"OV croı EyW btaKocrµov EolKO't"a rrav-ra cpad�w, 61 wç ou µ� rroTE Tfç crE ppoTwv yvwµrı rrapEA.acrcrn.

FRAGMANLAR 1 97

53

Zira mülahazalannı adlandırmak için iki şekil tesis ettiler:

54

Bunlardan hiçbiri mecburen olamaz (burada onlar yoldan çıkarlar).

55

Ve karşıtlara aynştırdılar yapılan ve onlara alametler koydular

56

birbirinden ayn olarak: biri için esirsel ateşin alevini

57

(latif olan, çok hafif, kendisiyle tümüyle aynı,

58 ama ötekisiyle aynı değil); fakat ötekini de belirlediler ona

59

karşıt olarak: bilinmez gece; sımsıkı vücutça, ağır da.

60

Şimdi sana tümünün görünürdeki düzenini gösteriyorum,

61

böylece bir faninin mülahazası seni ileride yakalayıp geçmesin diye.

FRAGMANLAR 1 99

66 µü0oc; [müthosl: Bu konuda B2, l 'deki açıklamaya bakılmalı­

dır. 2

o�µara Isimata): Bu sözcük işaretler, simgeler, belirtiler, im­ ler, alametler anlamına gelmektedir. Eski Yunancada o�µa [semai göklerden gelen bir işaret veya alamet, başlama işa­ reti, mezar işareti, mezar, höyük, tümsek, taş yığını, tepecik, kişinin kim olduğunu belirten simge, burç veya takımyıldızı gibi çeşitli anlamlara sahiptir. Hepsinde de ortak olan şey, bir belirginliği, tezahür eden özgül bir alameti, kişinin kim­ lik veya mezarının simgesini dile getirmesidir. Dolayısıyla burada Parmenides, belirgin alamet, simge, iz, işaret, emare veya belirtilerden bahsetmektedir: Varlık denilenin pek çok alamet ve emaresi söz konusudur. Bu da ancak Tannça'nın anlatısının yoluyla "iz"lenebilmektedir. Bu noktadan sonra Parmenides, söz konusu alametleri tek tek saymaktadır.

3

c{yivıırov [ageneton): Yaratılmamış olan, meydana getirilme­ miş olan, ortaya çıkarılmamış olan, belirli bir yaratma fii­ liyle mevcudiyet kazanmamış ve başlangıçsız olan demektir. Nedeni veya gerekçesi olmayan anlamlarına da gelebilmek­ tedir. Bir başka deyişle Parmenides varlığın ne "genealojik" (nesilse! yaratım), ne de "arkeolojik" (başlangıçsa! oluşum) olabileceğini ifade etmektedir. Varlık hep var idi ve var ola­ caktır. avwAE0p6v [anôlethr6n): Tahrip edilemez, yok edilemez, yıkı­ lamaz demektir. Yani varlık ne var edilmiştir, ne de yok edile­ bilirdir.

100

4

1 PARMENIDES ouAov [oıllon):

Bu sözcük bütün, tümlük, noksansızlık de­ mektir. Ancak burada Parmenides bu sözcüğü, parçaların eksiksiz bütünlüğü anlamında kullanmaz. Çünkü varlık, bir yapboz misali parçalann noksansız bütünlüğü değildir. Zira parçası olan bölünebilirdir. Oysa varlık bölünemezdir. O hal­ de burada bütünlük, varlığın tam olmaklığım ifade etmekte­ dir. Kanıtlamanın diğer öğeleri, bu öncülden çıkarsanacaktır. µouvoyEVec; [mounogenes): Bu ifade "bir türün tek öğesi" de­ mektir. Dolayısıyla biricik, tikel, yegane, bir ve tek anlamın­ dadır. Varlıktan başka bir şey yoktur.

ıitpEµec; latremes): Kımıldamayan, dingin, hareketsiz şekilde, sakin, durgun, sağlam, berk anlamlanna sahiptir. Olduğu gibi duran, sağa sola kımıldamayan, tümüyle dingin olarak duraduran demektir. Varlık baştan sona dingindir. ıitfucrrov [atelestonl: Sonu veya ucu yok demektir. Eksikleri zaman içinde tamamlayarak bitirmenin tam tersidir: Varlı­ ğın eksik ve gediği olmadığı için, bitirilip tamamlanması da olası değildir. Burada bitimsizlik iki anlamı da karşılamak­ tadır: Varlığın hem ucunun veya sonunun olmaması, hem de biteviye noksansız oluşu. ôµoü [homoıl):

5

Bu sözcük aynı yerde, aynı zamanda, aynı anda, birlikte, beraber, yakınında gibi çok çeşitli anlamlara sahiptir. Şimdide müşterek mevcudiyete işaret eden bu söz­ cük aynı zamanda farksızlık, hemhallik, aynılık, birliktelik anlamlannı da çağnştırmaktadır. Parmenides bu satırda daha önce "şimdi"yi (vüv [nıln)) kullandığı için, ôµoü'nun kar­ şılığı olarak "farksız" sözcüğünü tercih ettim.

6

ev [heni: Bir, bütün, tamam, vahit olan demektir. Tıpkı

B8,4'teki gibi parçalann biraraya gelmesiyle oluşan bütün­ lüğü değil, parçasız birlik ve tamlığı ifade etmektedir. Varlık yalnızca birdir. Ama bu sayma sayısı olarak biri değil, tekil olanı hatta tikel olam ifade etmektedir. auvqec; [sunekhesl:

Kesintisiz olarak birarada olan, süregi­ den, sürekli biçimde, aralıksız, mütemadi, fasılasız demek­ tir. Burada Parmenides, varlığın zamansal kesintisizliğinden ve sürekliliğinden bahsetmektedir. Varlık bir, bütün, şimdi, tam, hep, dingin, bitimsiz, farksız ve sürekli biçimde yani zamansal fasılalar olmaksızın kesintisiz vardır. Bir başka deyişle atemporaldir.

9

xptoc; (khreos]: Bu sözcük zorunluluk, mecburiyet, zaruret,

gereklilik, lüzum gibi anlamlann yanı sıra tazminat, yerine getirme, ihtiyaç, zaran karşılama, borcu tediye etme gibi hu-

FRAGMANLAR 1 101 kuki ve ahlaki anlamlara da sahiptir. Dolayısıyla yalnızca zo­ runluluk değil, bir ödev olarak borcunu kapatma mecburiyeti, kaçınılmaz bir hukuki ve ahlaki gereklilik söz konusudur.

WpoEV [örsen): Devindirmek, harekete geçirmek, tahrik etmek, kışkırtmak, cesaretlendirmek, kıpırdatmak gibi anlamlara sahiptir. Daha önce var olmayan veya devinimsiz olarak du­ ran bir şeyin ortaya çıkmasını veya hareketlenmesini sağla­ mak demektir. Varlık böyle bir şey olmayıp hep var olmuş, hep var olacaktır. Tahrik edilmeye, harekete geçirilmeye, de­ vindirilmeye ihtiyacı yoktur. Bununla ilgili olarak Ksenopha­ nes'in şu sözüne atıfta bulunulmuş olabilir: "aifl � tv raıir µfra µrıôev.

FRAGMANLAR 1 107

Aynca madem tümü aydınlık ve gece diye adlandınldı, 2

kendi imkanları bakımından şunlara ve de bunlara göre,

3

tümü farksızca doludur aydınlıkla ve parıldamayan geceyle,

4

dengede her ikisi, çünkü hiçbiri arasında herhangi bir fark yoktur.

'' 2

füıvıiµeu; ldundmeisJ: Olanaklar, imkanlar, kuvveler, potan­ siyeller, erkler, iktidarlar, güçler, gücüller demektir. İçinde taşıdığı kendi olma imkan ve kuvvetini dışarıya taşıyıp ger­ çekleştirme potansiyelidir. Bu sözcük daha sonra Platon ve Aristoteles'te merkezi öneme sahip bir kavrama dönüşecek, kapasite veya yeti anlamına gelecektir.

108

1 PARMENIDES

181 0 �

1

Elan

cci9Epfo:v rE cpUcrlV ra r' f:v ai0Epl ıtavm,

2

cr�µara Kai Ka9apcxç Euayfoç �EAfoıo

3 Aaµrraöoç E"py a{Öl'JAa Kai 6rrrr60ev E:�eyevovro, 4

E"pya rE KuKA.wrroç rrEucrn rrEp{cpoıra O'EA�Vl'JÇ

5 KCXi cpUcrlV, EİÖ�O'ElÇ ÖE J.vµnoç E· ··

Çünkü dar olanlar (= yakındaki yörüngeler] doludur saf ateşle, 2

sonrakiler ise geceyle. Ötesine de alevin payı dalıverir.

3

Bunların ortasında da tümüne hükmeden tanrısal-olan:

4

Zira tümünün menfur doğum ve birleşmelerini başlatan odur,

5

erile dişiyi göndererek karışsınlar diye ve yine tam tersi olarak

6

'' 3

dişiye erili...

µfoııı (mesöi):

Ortasında demektir. Parmenides, tannsal-ola­

mn bütün bunların #ortasında• yer aldığında ifade ederken, ortadan neyi kastetmektedir? Yörüngelerin ortası mı? Evre­

nin merkezi mi? Evrenin ortasındaki ateş mi kastedilmekte­ dir? Bu konuda henüz bir yorum birliği sağlanmış değildir.

114

1 PARMENIDES

· · . . 1� 3 0 �8 LL

1

,

.

.

npwnorov µf\ı "Epwra 0E:WV µrırfoaro mxvrwv

FRAGMANLAR 1 1 1 5

Tüm tanrılar içinden Eros'u ilk olarak tasarladı

66

ı.ıııtfocrro [metisato); Tasarlamak yani düşünüp taşınarak, dü­ zenleyerek, bir amaca yönelik olarak planlamak demektir. Her şeyin ortasındaki tannsal-olan, ilk önce Eros'u tasarlayarak evreni belirli bir düzen içinde kurmuştur. Burada Orpheus­ çuluğun ima edilip edilmediği önemli bir sorudur. Zira "Orp­ heusçu tık Yumurta"nm içinde Eros bulunmaktaydı. İnanışa göre, onunla birlikte ışık veya aydınlık ortaya çıktı ve Eros her şeyle kanşmak suretiyle Gök, Okyanus, Yer ve tannlar mey­ dana geldi. Örneğin Aristophanes, Kuşlar oynunda şöyle de­ mektedir: "Başlangıçta yalnızca Khaos, Gece, karanlık Erebos ve derin Tartaros vardı. Yer, Hava ve Gök yoktu. tık önce, kara kanatlı Gece, döllenmemiş bir yumurta yumurtladı Erebos'un sonsuz kucağında. Çok uzun mevsimler geçtikten sonra bun­ dan parlak altın kanatlarıyla zarif Eros ortaya çıktı, fırtınalar kadar hızlıydı. Derin Tartaros'ta karanlık Khaos'la çiftleşti, o da kendisi gibi kanatlıydı. Ve böylece ışığı ilk gören ırkımızı ortaya çıkardı. Ölümsüzler ırkı henüz yoktu, ta ki Eros evren­ deki tüm öğeleri biraraya getirene dek. Ve onlann kanşımm­ dan Gök, Okyanus, Yer ve kutlu tanrıların ölümsüz ırkı varlığa taşındı. Dolayısıyla bizim soyumuz, çok daha eskidir. Çünkü bizler Eros'un evlatlarıyız."' Hem buradaki anlatının, hem de Parmenides'in sözlerinin, Orpheusçu gelenek ve öğretiden beslendiği yorumu yapılmaktadır.2 Aristophanes: ·opvı0tç/The Birds, ed. Benjamin Bickley Rogers, C. 2, William Heinemann (Loeb Classical Libraıy), London: 1927, satır 693-703. (Bu çeviri bana ait.) Farklı bir çeviri için bkz. Aristophanes, "Kuşlar." Eşekanlan, Kadınlar Savıışı ve DiDer Oyunlar, çev. Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan, İstanbul: 2006, s. 1 1 9. Wllllam K. C. Guthrie: Orpheus and Greek Religion-A Study of the Orphic Movement, Princeton University Press, Princeton/New Jersey:

1993, s. 92.

118

1 PARMENIDES

!81 4

1

VUKTI